Sözlü Sunumlar - Toraks 2016 Kongresi

Transkript

Sözlü Sunumlar - Toraks 2016 Kongresi
Türk Toraks Derneği
19. Yıllık Kongresi
6-10 Nisan 2016
Sözlü Sunumlar
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Akciğer Nakli
SS-001
Akciğer Nakli Olan Hastaların Beden imajı
Algıları ve Sosyal Fizik Kaygı Düzeylerinin
Belirlenmesi
Ayşe Dost1, Seval Bayat2, Hüseyin Yıldırımoğlu3, Adnan Sayar3, Songül
Büyükkale3, Nur Dilek Bakan3, Adalet Demir4
İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
3
Memorial Hastanesi, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Akciğer transplantasyon hastaları geçirdikleri operasyon ve ilaç tedavilerinin yan etkisine bağlı olarak beden imajında değişikliklere maruz kalmaktadır. Beden imajı algısı bireyin öz güveninin gelişiminde en önemli belirleyicilerden biridir. Bu çalışmanın amacı akciğer
nakli olan hastalarının beden imajı algıları ve sosyal fizik kaygı düzeylerinin
belirlenmesine yönelik bir ön çalışma yapmaktır.
Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan bu ön çalışmanın örneklem grubunu 2011-2015 yılları arasında akciğer nakli olan ve araştırmaya gönüllü
olarak katılmayı kabul eden 10 kişi (n=10) oluşturmaktadır. Çalışma verileri Kişisel Bilgi Formu ve “Vücut Algısı Ölçeği” ve “Sosyal Fizik Kaygı Envanteri” kullanılarak toplanmıştır. Ülkemizde akciğer transplantasyon hastası sayısının az olması çalışmanın sınırlılığıdır. Veriler sıklık, yüzde oranları
ve tanımlayıcı istatistikler kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Yaş ortalaması 36,8±10,13 (22-53 yıl) olan kişilerin %60‘ı
kadın, %50’si emekli, %50’si evli, %40’ı orta öğretim düzeyinde eğitimlidir. Hastalar akciğer naklini ortalama 1,70±1,05 (1-4 yıl) önce olmuştur. Hastaların %70’i akciğer nakli sonrası beden görünümünde öncekine
göre değişiklik olduğunu ifade ederken, %50’si operasyon sonrası beden
görünümündeki hissettiği değişikliği en çok eşinin görmesinin kendisini rahatsız ettiğini belirtmektedir. En yüksek 200 puan alınabilen Vücut
Algısı Ölçeği’nde katılımcıların puan ortalamaları 93,66± 43,44 olarak
bulunmuştur. Sosyal Fizik Kaygı envanterinden alınacak en yüksek puan
60 olup, puan arttıkça kişinin dış görünüşünden duyduğu kaygı düzeyi
de artmaktadır. Katılımcıların envanter puan ortalamaları 38,80± 17,28
olarak bulunmuştur.
Tartışma ve sonuç: Çalışmada akciğer transplantasyon hastaların
beden imajı algılarının düşük, dış görünüşlerinden duyduğu kaygıların
orta düzeyde olduğu belirlenmiştir. Akciğer transplantasyonu uygulanan
hastaların psikososyal gereksinimlerinin bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesi ve bu doğrultuda bilgi vermeye, emosyonel ve sosyal destek sağlamaya odaklanan hemşirelik girişimlerinin planlanıp uygulanması
önerilmektedir.
SÖZLÜ SUNUMLAR
ihtiyacı,postop yoğun bakımda(YB)kalış süreleri ile sağ kalım oranları
incelendi.
Bulgular: Hastaların %59.3’ü erkek (n:16),%40.7’si kadın(n:11), yaş
ortalaması 40.55±11.44.Tanılarına göre hastaların dağılımı: 4 (%14.8)
KOAH,2(%7.4) α-1 antitripsin eksikliği,9(%33.3) bronşektazi,5(%18.5)
İAH, 2(%7.4) silikozis,3(%11.1)sarkoidoz,2(%7.4)İPF. Yapılan istatistiksel
analizde, gruplar benzer demogratif özelliklere (yaş, boy, cins) sahipken,
ECMO grubunun beden kitle indeksleri (BMI) daha yüksek(p=0.05) ve
6DYT mesafelerine göre egzersiz kapasiteleri düşüktü (p=0.03).Grupların
ortalama pulmoner arter basınçları (ortPAP)arasında fark yoktu(p=0.5).
OrtPAP’la diğer parametreler arasında korelasyon bulunamadı. Preop
PRP alan hastaların egzersiz kapasiteleri ve BORG skorlarında istatistiksel
olarak ileri derecede anlamlı gelişme gözlendi(p<0.05).Grupların tanı dağılımları birbirine benzerdi(p=0.3).Anestezi süresi(p=0.07),toplam iskemi zamanı(p=0.3),ekstübasyon zamanı(p=0.6) ve yoğun bakımda kalış
süreleri(p=0.7) arasında istatistiksel olarak bir fark yoktu. PRP uygulanmış hasta grubu ile ECMO kullanım durumu arasında istatistiksel olarak
anlamlı ilişkili olduğu görüldü (p=0.04). ECMO kullanımı ile sağ kalım
oranları arasında ise ilişki bulunamadı(p=0.6).
Tartışma ve sonuç: Akciğer Tx öncesi bekleme döneminde uygulanan PRP ile ECMO kullanımı arasında ilişkinin, egzersiz kapasitesi ve
dispne algılarındaki olumlu gelişmeye rağmen olumsuz çıkması, terminal
dönem akciğer hastalarının değişken klinik durumlarına bağlı olabilir.
Hastaların efor kapasiteleri ve dispne skorları, ECMO ihtiyacının önceden
belirlenmesinde bir parametre olarak kullanabilir. Vaka sayısı az olmakla
birlikte ECMO kullanımının sağ kalıma etkisi yoktur.
Anahtar Kelimeler: Preoperatif, pulmoner rehabilitasyon, akciğer nakli, yoğun
bakım, ECMO
Tablo 1. Gruplar arasında peroperatif ve postoperatif klinik durumların karşılaştırılması
Extübasyon zamanı (saat)
YB’de kalış süresi (gün)
Anestezi süresi (saat)
Toplam iskemi süresi (dakika)
6DYM (m)
FEV1 (%)
FEV1/FVC (%)
OrtamaPAP (mmHg)
BMI (kg/m2)
Yaş(yıl)
ECMO(+)
ECMO(-)
Toplam
Akciğer Transplantasyonunda
Ekstrakorporeal Membran Oksijenasyonu
Kullanımı: Pulmoner Rehabilitasyon
Programının İlişkisi
*Ki-kare Fisher Exact Test ( p=0.6)
Esra Pehlivan1, Arif Balcı1, Lütfiye Kılıç1, Nur Dilek Bakan2,
Songül Büyükkale2
SS-003
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
Şişli Memorial Hastanesi, İstanbul
2
Giriş ve amaç: Akciğer transplantasyonu(tx)operasyonu esnasında ve/veya sonrasında ekstrakorporeal membran oksijenasyonu
(ECMO) ihtiyacının belirlenmesinde preoperatif pulmoner rehabilitasyon
programının(PRP) katkısının incelenmesidir.
Yöntem: Mart2012 ile Ekim2014 tarihleri arasında,hastanemizde akciğer tx yapılan 27 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi.ECMO
kullanılan hasta sayısı 11’idi. Transplantasyon öncesi 15 hastaya 2 gün
hastanede doğrudan gözetimli,3 gün evde olmak üzere toplam 5gün PRP
uygulanmıştı.Diğer 12 hastaya farklı nedenlerden dolayı PRP uygulanamamıştı.Hastaların egzersiz kapasiteleri,BMI,preop PRP süresi,ECMO
ECMO (-)(n=16)
[Ortalama±SD]
p-değeri
3.4± 3.92
12.70 ± 8.51
13.40± 2.33
497.00 ± 145.78
220.27±110.69
27.07±14.97
71.79±27.53
34.50±17.53
24.07±4.11
37.90± 10.88
2.73± 1.16
16.13 ± 27.02
11.46 ± 2.52
436.46 ± 146.19
326.06±122.73
27.81±12.13
62.69±23.72
31.00±8.74
20.64±4.53
42.37± 11.80
0.6
0.7
0.07
0.3
0.03
0.8
0.3
0.5
0.05
0.3
Tablo 2. ECMO Kullanılan ve kullanılmayan gruplar arasında mortalite karşılaştırılması
Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, beden imajı algısı, sosyal fizik kaygı, hemşirelik
SS-002
ECMO (+) (n=11)
[Ortalama±SD]
Sağ
Ölü
Toplam
6
11
17
5
5
10
11
16
27
Akciğer Nakli Olan Hastaların Kısa Semptom
Envanteri ile Değerlendirilmesi (ön çalışma)
Ayşe Dost1, Seval Bayat2, Adalet Demir3, Songül Büyükkale4,
Adnan Sayar4, Nur Dilek Bakan4
İstanbul Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul
4
Memorial Hastanesi, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Akciğer transplantasyonu, günümüzde diğer tedavi
yöntemleriyle tedavi edilemeyen ve yaşamı tehdit eden son dönem akciğer
yetmezliğindeki hastalara önerilen tedavi yöntemidir. Transplantasyon sonrası hastalarda rejeksiyon, enfeksiyon, malignite gibi immünosupresif tedavi
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
59
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ile ilişkili komplikasyonlar, immünosupresif tedavi rejimine uyumsuzluk ve
tüm bunlara bağlı olarak psikolojik sorunlar gelişebilir. Bu araştırmanın amacı akciğer nakli olan hastaların ruhsal belirti durumlarının incelenmesidir.
Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan bu ön çalışmanın örneklem grubunu 2011-2015 yılları arasında akciğer nakli olan ve araştırmaya gönüllü
olarak katılmayı kabul eden 10 kişi oluşturmaktadır. Çalışma verileri Kişisel
Bilgi Formu ve “Kısa Semptom Envanteri” aracılığı ile yüz yüze görüşme
yöntemi ile toplanmıştır. Veriler sıklık, yüzde oranları ve tanımlayıcı istatistikler kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılanların yaş ortalaması 36,8±10,13 (22-53
yıl) olup, %60‘ı kadın, % 50’si evli, %40’ı orta öğretim düzeyinde eğitimlidir. Hastalar akciğer naklini ortalama 1,70±1,05 (1-4 yıl) önce olmuş
olup, hastaların tanısı konulmuş psikolojik hastalığı bulunmamaktadır.
Hastaların envanterden aldıkları puan ortalaması 40,5±48,10 iken, alt
boyutlardan anksiyete 9,70±11,13, depresyon 11,90±11,92, olumsuz
kendilik algısı 8,40±11,95, somatizasyon 5,00±6,97 ve hostilite 5,50
±6,11 olarak bulunmuştur.
Tartışma ve sonuç: Akciğer transplantasyonu olan hastaların psikopatolojik semptomları incelendiğinde en yüksek ortalamalara sahip
semptomların anksiyete ve depresyon olduğu görülmektedir.Hastalarda
görülebilecek psikolojik belirtilerin en aza indirilmesi ve yaşam kalitesinin
yükseltilmesinde profesyonel, holistik ve bireyselleştirilmiş hasta bakımının
geliştirilmesi gereklidir.
Tablo 1. Olguların preoperatif ve postoperatif ortalama FEV1, FVC ve DLCO’ları ve bunların
tahmini yüzdeleri
Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, ruhsal belirtiler, hemşirelik
SS-005
SS-004
Akciğer Nakli Sonrası İmmunsüpresif
ve Anti-trombolitik Tedavi Altında ReTorakotomi
Akciğer Naklinde Sağkalımı, Mortalite
ve Morbiditeyi Etkileyen Faktörler: Bir
Merkezin Uzun Dönem Sonuçları
Özgür İsgörücü1, Songül Büyükkale2, Necati Çıtak1, Çağrı
Cemaller1, Çiğdem Obuz1, Barış Açıkmeşe3, Derya Omaygenç4,
Nur Dilek Bakan5, Adalet Demir6, Adnan Sayar2
Songül Büyükkale1, Necati Çıtak1, Özgür İşgörücü1, Cem Emrah
Kalafat1, Yunus Aksoy1, Çağrı Cemaller1, Çiğdem Obuz1, Barış
Açıkmeşe2, Lütfiye Kılıç2, Nur Dilek Bakan2, Adalet Demir1,
Adnan Sayar1
1
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastenesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastenesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Son evre çeşitli akciğer hastalıkları nedeniyle akciğer
nakli uyguladığımız hastalarda sağkalım ve uzun dönem sonuçları etkileyen faktörler araştırılmıştır.
Yöntem: Yedikule Göğüs Cerrahisi ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nde 2012 ile 2015 arasında 29 hastaya (yaş ort.41.4±11.7,
17’si erkek, 12’si kadın) yaptığımız 31 akciğer naklini (21’i çift taraflı, 8’i
tek taraflı ve 2’si retransplantasyon) retrospektif olarak inceledik.
Bulgular: Nakil endikasyonu dokuz olguda bronşiektazi, sekizinde amfizem, altısında interstisyel pulmoner hastalık, ikisinde sarkoidoz, ikisinde
akciğer nakli sonrası yaygın bronş stenozu ve dördünde diğer akciğer hastalıkları (alfa-1 antitripsin eksikliği, alveoler mikrolitiazis, tüberküloza ikincil
haraplanmış akciğer, slikozis) idi. Nakil listesinde bekleme süresi ortalama 6.3±4.8 aydı. Peroperatif ECMO gereksinim oranı %45.1’di (n=14).
Tek akciğer iskemi süresi 342±79 dakika iken çift akciğer iskemi süresi
535±85.9 dakikaydı. Peroperatif mortalite görülmez iken erken mortalite
oranı %25.8 (n=8) olarak hesaplandı. Erken mortaliteye etkisi olan tek
faktör peroperatif ECMO gereksinimiydi (p=0.004). Hem tek akciğer hem
de çift akciğer iskemi süresi erken mortalite görülenlerde daha uzundu,
ancak bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi (sırasıyla, p=0.318 ve
p=0.931). Ortalama 20.1±11.9 aydır takipte olan hastaların 18’i hala
yaşamaktadır (%62). Bir yıllık genel sağkalım %59.2±9.6 iken erken mortaliteler çıkarıldıktan sonraki 1-yıllık sağkalım %78.2±9.6 olarak bulundu.
Üçüncü yılını doldurup sağ olarak takipte olan dokuz hastamız olmasına
rağmen üçüncü yılında ölen hastamız olmadığı için 3-yıllık sağkalım verilememektedir. Sağkalımı etkileyen tek risk faktörü ECMO uygulanmış olmasıydı (p=0.05). Hastaların nakil öncesi ve sonrası FEV1, FVC ve DLCO
ortalamaları Tablo 1’de görülmektedir.
Tartışma ve sonuç: Akciğer nakli dikkatli seçilmiş adaylarda iyi sağkalım sağlamaktadır. Akciğer fonksiyonları nakil sonrası üç ay içinde belirgin
şekilde iyileşmektedir.
Anahtar Kelimeler: Son evre akciğer hastalığı, Akciğer nakli, Erken dönem sonuçlar, mortalite, morbidite
60
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Yedikule Göğüs HAstalıkları ve Göğüs Cerrahisi EAH, Göğüs Cerrahisi,İstanbul
Memorial Hastanesi Sisli, Göğüs Cerrahisi, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi EAH, Göğüs Hastalıkları, İstanbul
4
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi EAH, Anestezioloji ve Reanimasyon, İstanbul
5
Memorial Hastanesi Sisli, Göğüs Hastalıkları, İstanbul
6
İstanbul Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul
2
3
Giriş ve amaç: Akciğer nakli tüm toraks cerrahisi uygulamaları içinde
solunum fonksiyonları en kısıtlı hasta grubunda yapılan cerrahi şeklidir.
Postoperatif dönemde solunum fonksiyonlarının iyileştirilmesi birincil hedeftir ancak postoperatif dönemde akciğer nakline özgü farkli postoperatif
komplikasyonlarla karşılaşılabilir.
Yöntem: 2012 Mart -2015 Mart tarihleri arasında toplam 29 olguya
31 transplantasyon (21 çift akciğer, 8 tek akciğer, 2 re-transplantasyon)
uygulandı. Postoperatif dönemde trombosit sayısı 70.000 üzerinde olan
olgularda anti-trombolitik tedavi olarak IV-heparin infüzyonu uygulandı
ancak ECMO ile devam eden olgularda ise ACT değeri ile takip edildi.
Tüm hastalar basiliximab, metilprednisolon ve siklosporin ile üçlü immusüpresif tedavi rejimi aldi
Bulgular: Re-torakotomi endikasyonları postoperatif hemoraji (n:2),
tek akciğer re- transplantasyonu (n:2), lobar torsiyon (n:1), bronşial stenoz
(n:1), Aspergilloma (n:1) idi. En erken re-torakotomi postoperatif 13.üncü
saatte uygulanırken en geç olgu postoperatif 1.inci yılda uygulandı. İki
olgumuz ECMO altında re-torakotomi oldu. Hemoraji nedeni ile opere
olan 2 olguda sızıntı şeklideki göğüs duvarı hemorajisi kontrol altına alındı.
Lobar torsiyon olan olgu ECMO altında ventriküler unloading ve vasküler
kinke bağlı sağ alt lob konjesyonu nedeni ile sağ alt lobektomi oldu. Bir
olgumuz postoperatif 3.üncü ayda intermedier bronş distal stenozu nedeni
ile sağ alt bilobektomi oldu. Tüm re-torakotomi insizyonları mevcut anterolateral torakotomi insizyonundan yapılırken sadece bir olguya aspergillom tanısı ile mini torakotomi ardından aspergillom eksizyonu uygulandi.
Tartışma ve sonuç: Akciğer naklinde anterolateral torakotomi insizyonu re-torakotomi gerekliliğinde uygulaması güvenli bir insizyon şeklini
oluşturmuştur.Akciğer nakli sonrası immün süpresif ve antitrombolitik tedaviye rağmen komplikasyonların tedavisinde re-torakotomi ile uygulanan ikinci bir cerrahi girişimden kaçınılmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Akciğer Nakli, Re-torakotomi, Hemoraji,
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Akciğer ve Plevra Malignitelerİ
SS-006
Malign plevral effüzyonlarda talk
plöredez: Küçük çaplı kateterde hastane
yatış süresi geniş çaplı katetere göre daha
kısa mıdır?
Ülkü Aka Aktürk1, Nagihan Durmuş Koçak1, Cansel Atinkaya Öztürk2,
Dilek Ernam1, Aysun Şengül1, Merve Alan Tepetam1, Elçin Ersöz2
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Bölümü, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Bölümü, İstanbul
Giriş ve amaç: Malign plevral effüzyonlar(MPE) ileri evre malign hastalıklarda sık karşılaşılan komplikasyonlardan biri olup yaşam kalitesini
düşüren progresif dispne,kronik öksürük,göğüs ağrısı ve azalmış fiziksel
aktiviteye neden olur.MPE’lerin tekrarlamasını önlemek ve yaşam kalitesini artırmak amacıyla plöredez işlemi yapılar.Amacımız küçük çaplı kateter
ile büyük çaplı kateter kullanılarak yapılan talk plöredezin hastane yatış
günlerini karşılaştırmaktır.
Yöntem: Çalışmamız retrospektif kohort bir çalışma olup 1 ocak 201231 Aralık 2014 yılları arasında hastanemizde malign plevral effüzyon nedeniyle talk plöredez uygulanan erişkin hastaları kapsamaktadır.Çalışmamızın primer sonlanım noktası kateter sonrası hastane yatış süresidir.Hastalar
küçük çaplı kateter ve geniş çaplı kateter olarak 2 gruba ayrılmıştır.Hastane
online veri tabanından demografik özellikleri,hastane yatış süreleri, kanser
tipleri kaydedilmiştir.İstatistiksel analizde grupların karşılaştırılmasında Kikare, t-test ve Mann-Whitney U testi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan 221 hasta alınmıştır. Küçük çaplı kateter grubunda 67,geniş çaplı kateter grubunda 118 hasta olup kateter sonrası hastane yatış süresi küçük çaplı kateter grubunda
istatsitiksel anlamlı olarak daha kısa bulunmuştur(pp<0.001). Ancak toplam hastane yatış süreleri açısında fark saptanmamıştır(p=0.89).Gruplar
arasında karıştırıcı faktörlere göre yaplan propensiti grupları karşılaştırma
açısından skoru kabul edilebilir bulunmuştur.Propensiti skoruna göre küçük çaplı kateter grubunda kateter sonrası hastane yatış süresi 1.8 gün
daha kısa saptanmışır (95%CI: -0.9 to -2.8, p<0.001).
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızda küçük çaplı kateter kullanılarak
yapılan plöredez işleminde kateter takılmasından sonraki hastane yatış süresinin geniş çaplı katetere göre daha kısa olduğu sonucuna ulaştık.Kateter
sonrası hastane yatış süresini azaltaması nedeniyle küçük çaplı kateterin
hastane maliyetlerini düşürmede ve hastanın yaşam kalitesini artırmada
yardımcı olduğu kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: malign plevral effüzyon, plöredez, kateter
SS-007
Neoadjuvan tedavi sonrası komplet rezeke
edilen lokal ileri evre akciğer kanserinde
patolojik tam yanıtın sağkalım analizi
Özgür İşgörücü1, Necati Çıtak1, Songül Büyükkale2, Cem Emrah Kalafat1,
Yunus Aksoy1, Derya Özden Omaygenç3, Adnan Sayar2
1
Yedikule Göğüs Hastalıkalrı ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Memorial Sağlık Grubu Memorial Şişli Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Istanbul
3
Yedikule Göğüs Hastalıkalrı ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi
Kliniği, istanbul
Giriş ve amaç: Lokal ileri evre akciğer kanseri nedeniyle neoadjuvan
tedavi sonrası rezeke edilen patolojik tam yanıtlı olgularda sağkalımı etkileyen faktörler incelenmiştir.
Yöntem: 2003 ile 2015 yılları arasında lokal ileri evre akciğer kanseri tanısıyla neoadjuvan tedavi sonrası rezeksiyon uygulanıp patolojik tam
yanıt saptanan 68 hasta (65’i erkek, 3’ü kadın, yaş ortalaması 55.3±7.6)
retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Olguların 35’ine N nedenli ve 33’üne T nedenli neoadjuvan
tedavi uygulanmıştı. Dört hastaya sadece radyoterapi, 29 hastaya sadece kemoterapi ve 32 hastaya kemoradyoterapi uygulanmıştı. Hastaların
SÖZLÜ SUNUMLAR
51’ine lobektomi geri kalan 17’sine pnömonektomi yapılmıştı. İndüksiyon
tedavisi sonrası ameliyata kadar geçen süre ortalama 8.4±3.4 haftaydı.
Morbidite oranı %30 (n=21) iken cerrahi mortalite oranı %2.9 (n=2)
idi. Adjuvan tedavi %27.9’una (n=19) verilmişti. Takipte 15’inde lokal
veya uzak nüks saptandı. Nüks zamanı ortalama 13.6±12.3 aydı. Nüks
oluşmasını etkileyen tek bağımsız risk faktörü neoadjuvan tedaviden sonra
operasyona kadar geçen sürenin 6-8 haftadan kısa olması (p=0.03) iken
operasyon tipi (p=1), neoadjuvan nedeni (p=0.618) ve adjuvan tedavi
varlığının (p=0.690) nüks gelişimini etkilemediği görüldü. Genel 5 yıllık
sağkalım %65.1±7.1 olarak hesaplandı. Sağkalımı neoadjuvan tedavi tipi
(p=0.766) ve nedeninin (p=0.581), operasyon tipinin (p=0.860) etkilemediği görülürken sağkalımı kötü yönde etkileyen tek risk faktörü takipte
nüks saptanmasıydı (%78.2’ye karşılık %19.3, p=0.001). Postoperatif adjuvan tedavinin sağkalımı iyi yönde etkilediği (%71.1’e karşılık %62.7)
görülürken bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.561).
Tartışma ve sonuç: Neoadjuvan tedavi sonrası patolojik tam yanıt
sağkalımı iyi etkilemektedir. Yüksek nüks oranı nedeniyle derin preoperatif
değerlendirme ve yakın postoperatif takip gereklidir. Adjuvan tedavi gören
hastalarda daha iyi bir sağkalım saptanmıştır. Ancak daha geniş ve prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: neoadjuvan tedavi, lokal ileri evre akciğer kanseri, cerrahi,
patolojik tam yanıt, sağkalım
SS-008
Association of intra-tumoral tumourinfiltrating lymphocytes and neutrophilto-lymphocyte ratio is an independent
prognostic factor in non-small cell lung
cancer
Nigar Dirican1, Yeliz Arman Karakaya2, Sedat Güneş3, Ferah Tuncel Daloğlu4,
Ahmet Dirican5
Department of Chest Diseases, Suleyman Demirel University of Medicine, Isparta
Department of Pathology, Isparta State Hospital, Isparta
3
Department of Thoracic Surgery, Isparta State Hospital, Isparta
4
Department of Pathology, Mersin University of Medicine, Isparta
5
Department of Medical Oncology, Celal Bayar University Faculty of Medicine, Manisa
1
2
Background and aim: Studies suggest that tumour-infiltrating
lymphocytes (TILs) and inflammation markers have independent roles in
non-small cell lung cancer (NSCLC), but the relationship between the two
pronostic factors remains unclear.In this study, we investigated TILs and
inflammation markers in with patients advanced stage NSCLC and assessed the association of their levels with prognosis.
Methods: TILs were evaluated by immunohistochemical staining for
cluster of differentiation 3 (CD3) and cluster of differentiation 5 (CD5)
and by hematoxylin and eosin staining for non-specific lymphocyte.We
investigated the localisation pattern of TILs in advanced stage NSCLC.We
divided all cases into two groups:TILs-high and TILs-low groups,by 75th
percentile of the population of.In our study, inflammation markers were
assessed by C-reactive protein (CRP) and the neutrophil-to-lymphocyte
ratio (NLR).
Results: The results showed that the presence of intra-tumoral high
CD3⁺ and low CD5⁺ were an independent prognostic factor for overall
survival (respectively,P=0.022 and P=0.025) (Fig.1,2).Moreover, the
high NLR and serum high CRP levels were associated with poor survival (respectively,P=0.008;P=0.027).In multi-variate survival analysis, the high CD3⁺, low CD5⁺, high NLR, tumour node metastasis
(TNM) stage, depth of tumour invasion and lymph node metastasis remained independent prognostic factors (respectively,P=0.018,P=0.020,
P=0.024,P=0.038,P=0.020 and P=0.047;Table 1).The high NLR was
detected negative correlation with intra-tumoral CD3⁺ and positive correlation with intra-tumoral CD5⁺(respectively,r=-0.623,P=0.012;r=0.62
8,P=0.028).
Conclusions: This study is first report demonstrating the prognostic value of intratumoral low CD5⁺ with NSCLC.Increased CD3⁺ and low
CD5⁺ was observed in patients with poor prognosis;the two molecules
were correlated with NLR,suggesting that inflammation might be used as
improve therapeutic efficacy to immunotherapy for advanced NSCLC.
Keywords: NLR, NSCLC, prognosis, TIL
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
61
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
SS-009
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
C-reaktif protein, Nötrofil/lenfosit oranı
ve Serum Albüminden Oluşan Yeni Bir
İnflamatuar Prognostik İndeks: KHDAK’da
Prognozu Tahmin Etmek İçin Yararlı mıdır?
Nigar Dirican1, Ahmet Dirican2, Ceyda Anar3, Şule Atalay1, Önder
Öztürk1, Hacı Ahmet Bircan1, Münire Çakır1, Ahmet Akkaya1
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı, Manisa
3
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
1
2
Figure 1. Kaplan–Meier analysis of OS for intra-tumoral CD3⁺. High CD3⁺ was
associated with prolonged survival (P=0.022).
Giriş ve amaç: Biz bu çalışmada hematolojik ve biyokimyasal parametrelerden oluşan yeni tanımladığımız inflamatuar prognostik indeksin
(İPİ) erken ve ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK)’de
sağkalım ile ilişkisini değerlendirdik.
Yöntem: Çalışmada, 2009 ve 2014 yılları arasında erken ve ileri evre
KHDAK tanısı almış 685 hasta retrospektif olarak incelendi. Klinik ve laboratuvar verileri toplandı. İnflamatuar prognostik indeks (İPİ); C-reaktif
protein x NLR (nötrofil/lenfosit oranı) / serum albümini olarak tanımlandı.
İlişkili faktörlerin prognostik değerlerini belirlemede tek ve çok değişkenli
analizler uygulandı.
Bulgular: İPİ’ nin genel sağkalım açısından optimal cutoff değeri ROC
curve analizi ile değerlendirildiğinde 15 saptandı.Buna göre 334 (% 48.8)
hasta yüksek İPİ değerine sahipken 351 (% 51.2) hasta düşük İPİ değerine
sahipti.Düşük İPİ ile karşılaştırıldığında, yüksek IPI; ileri yaş, yüksek tümör
boyutu, yüksek lenf nodu tutulumu, uzak metastaz, ileri evre ve kötü performans durumu kötü ile ilişkili bulundu. Ortanca genel sağkalım yüksek
İPİ grubunda düşük İPİ grubuna göre daha kısa saptandı (sırasıyla; 8.0’e
34.0 ay, HR:3.47, p <0.001). Hastalarda progresyonsuz sağkalım, yüksek
IPI değerine sahip hastalarda düşük İPİ değerine sahip hastalara göre anlamlı bir şekilde kısa saptandı (sırasıyla; 6’ya 14 ay; HR, 2.45; p <0.001).
Çok değişkenli analizde, evre, performans durumu, laktat dehidrogenaz
ve İPİ değeri, genel sağkalım için bağımsız prognostik faktörlerdi. Ayrıca
tüm alt grup analizlerinde İPİ değerinin prognostik faktör olduğu gösterildi.
Tartışma ve sonuç: İPİ, KHDAK’ li hastalar için ucuz, kolay ulaşılabilir
ve bağımsız bir prognostik indekstir ve klinik pratikte faydalı bir prognostik
belirteç olabilir.
Anahtar Kelimeler: inflammation, NSCLC, prognosis
Figure 2. Kaplan–Meier analysis of OS for intra-tumoral CD5⁺. Low CD5⁺ was
associated with prolonged survival (P=0.025).
Table 1. Multiple analysis of factors associated with OS
OS
Variables
HR
95% CI
P
KPS (80 vs <80)
Stage (III vs IV)
Depth of tumour invasion (T1,2 vs T3,4)
Lymph node metastasis (N0,1 vs N2,3)
Platinum-based chemotherapy (yes vs no)
CRP (<5 vs 5)
NLR (<3.2 vs 3.2)
Intra-ltumoral TILs (low vs high)
2.561
0.912–7.589
0.061
2.262
1.158–8.487
0.038
1.598
1.103–6.652
0.020
2.688
1.975–7.427
0.047
1.156
0.018–1.330
0.089
1.647
0.430–6.309
0.467
2.614
1.115–7.743
0.024
CD3⁺
2.512
1.965–7.460
0.018
CD5⁺
1.843
1.097–8.329
0.020
Multi-variate analysis, Cox proportional hazards regression model. Variables were adopted for their prognosis
significance by uni-variate analysis. KPS, Karnofsky performance status. P value of <0.05 is considered significant.
62
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 1. Düşük İPİ’e karşı yüksek İPİ değerine sahip KHDAK’ li hastalarda genel
sağkalım eğrileri IPI
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Astım Allerji
SS-011
Omalizumab Therapy in The Asthma–COPD
Overlap Syndrome (ACOS) and Its Effects on
sIL-2, sIL-4 sIL-6, sIL-10, sTNF–α, sIFN-γ, and sIL-17
Levels
Arzu Didem Yalçın1, Betul Çelik2, Ata Nevzat Yalçın3
1
Antalya Training and Research Hospital, Department of Internal Medicine, Clinical
Immunology and Allergy Unit, Antalya
2
Antalya Training and Research Hospital, Department of Pathology, Antalya
3
Akdeniz University, Antalya
Şekil 2. Sağkalımın subgrup analizi için forest plot grafiği. Sağkalım düşük İPİ ve
yüksek İPİ içindir.
SS-010
Akciğer adenokarsinomunda asbest
maruziyeti ve EGFR mutasyonu arasındaki
ilişki
Şenay Yılmaz1, Güntülü Ak1, Sevilhan Artan2, Selma Metintaş3, Emine
Dündar4, Muzaffer Metintaş1
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,Tıbbı Genetik Anabilim Dalı, Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Eskişehir
4
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Eskişehir
1
2
3
Giriş ve amaç: Akciğer adenokarsinomunda Epidermal büyüme faktörü reseptörü (EGFR) mutasyonu ile asbest maruziyeti arasındaki ilişkiye dair henüz çalışma yoktur. Bu çalışmanın amacı asbest maruziyeti ile
EGFR mutasyonu arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
Yöntem: Toplam 132 hasta çalışmaya dahil edildi. Asbest maruziyeti
olan ve olmayan grupta EGFR mutasyon sıklığı karşılaştırıldı; ayrıca sigara
durumu da değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 132 hastanın yaş ortalaması 61.5 idi. Yüzotuziki
hastadan 70 (%53) hastanın asbest maruziyet öyküsü mevcuttu. Sigara
içmeyenlerin, sigarayı bırakmış olanların, aktif içicilerin ve pasif içicilerin toplam sayıları sırasıyla 20 (%15.2), 38 (%28.8), 69 (%52.3), and 5
(%3.8) idi. Yüzotuziki hastadan 31 (%23.5) hastada EGFR mutasyonu
pozitif (M+) ve 101 (%76.5) hastada EGFR mutasyonu negatifti (M-). Kadın cinsiyet erkek cinsiyete göre artmış EGFR mutasyon sıklığı ile anlamlı
ilişkiliydi (%44.1 ve %16.3, p=0.001). EGFR mutasyonu asbest maruziyeti olan grupta (%27.1), asbest maruziyeti olmayan gruba (%19.4) göre
yüksekti, fakat bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.305). EGFR
mutasyonu sadece asbest maruziyeti olan grupta %38 iken hem maruziyeti olup hem de radyolojik olarak asbest bulguları olan grupta %24.6
idi (p=0.325). EGFR mutasyonu sigara içmeyen ve asbest maruziyeti
olmayan grupta %30, sigara içmeyen ve maruziyeti olan grupta %66.7
(p<0.001), sigara içen ve maruziyeti olmayan grupta %17.3 ve sigara içen
ve asbest maruziyeti olan grupta %16.4 (p=0.292) bulundu. Bu oran sigara içmeyen ve asbest maruziyeti olan grupta istatistiksel olarak anlamlı
yüksekti.
Tartışma ve sonuç: Asbest maruziyeti EGFR mutasyon sıklığı ile anlamlı olarak ilişkilidir. Bu konuda çok sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: akciğer adenokarsinomu, asbest maruziyeti, EGFR mutasyonu
Context: The term “asthma–chronic obstructive pulmonary
disease(COPD) overlap syndrome” (ACOS) has been applied to the condition in which a person has clinical features of both asthma and COPD.
Methods: Blood samples were taken at all follow up visits from the
time of first diagnosis (pre- omalizumab period), after 12 months of treatment during disease remission (post-omalizumab period). A 5 ml fasting
venous blood sample was collected in the morning between 7 and 9 am,
centrifuged under 4 °C for 20 minutes at 3,000 rpm for 20 min and subsequently stored at −80 °C until analysis of serum IL-2(sIL-2),sIL-4,sIL-6,
sIL-10,sTNF–α,sIFN-γ, and sIL-17 using a Cytometry Bead Array (CBA
kit). The patients were presented to our clinic with low lung function,
limited reversibility of airway obstruction, hyperinflation, abnormal body
composition, dyspnea and episodic wheezing. Based on the clinical and
laboratory findings, the patients were diagnosed with ACOS. Moreover,
serum cytokine levels of serum were investigated as an apoptotic marker
and a marker for inflammation.
Results: Having undergone omalizu ab treatment and a long-term (12
months) later, they had a decreased IgE, Fractional exhaled nitric oxide
concentrations (FENO), eosinophils (%), neutrophils (%), macrophages
(%), white blood cells, (cells/µL), eosinophil cationic peptid (ECP) and
sIL-4 levels. Conclusion: To our knowledge, this is the first time an association
between omalizumab use and ACOS has been documented. As a results,
allergic pulmonary symptoms (dyspnea, wheezing, reversible airway obstruction, bronchial hyperresponsiveness) and migraine attacks were decreased in the patient.
Keywords: Asthma–COPD Overlap Syndrome (ACOS), migraine attacks, Anti-IgE,
omalizumab, serum IL-2(sIL-2), sIL-4 sIL-6, sIL-10, sTNF–α, sIFN-γ, and sIL-17,
migraine attacks
Table 1. Laboratory and clinical findings of the patients
variable
Gender (Male/Female)
Age (years)
BMI
Current Smoker (YES/NO) SPT-mite allegy (YES/NO) SPT-grass allegy (YES/NO)
Pre-Omalizumab
N=10
Post-Omalizumab
N=10
p
24.19±2.53
0.83
0.573
3/7
65.32±10.78
23.07±3.98
9/1
8/2
4/6
sIL-2(pg/mL)
1.35±0.69
1.03±1.13
sIL-4(pg/mL)
sIL-6(pg/mL)
sIL-10(pg/mL)
sTNF–α(pg/mL)
sIFN-γ(pg/mL)
sIL-17(pg/mL)
ECP, (ng/mL)
FENO (ppb)
White blood cells, (cells/µL)
4.25±0.16
1.98±0.51
0.032
155.26±98.54
129.9±46.82
0.528
2.31±0.31
1.94±0.98
0.183
1.97±1.84
2.13±0.82
0.821
1.95±0.91
1.30±0.72
0.874
21.84±14.57
19.85±6.23
0.438
83.73±39.8
35.24±11.5
0.001
79±19.48
58.9±7.7
0.03
8320±1245.56
6180.9±923.9
0.03
* values are represented as mean ± S.D, P<0.05 was considered significant. NOI: number of omalizumab injection;
DAO: dose of omalizumab (anti IgE); ADY: Asthma diagnosis year; BMI: body mass index; SPT: skin prick test;
ACT: asthma control test score; NOI: number of injection; DAI: dose of anti IgE; DOSD: daily oral steroid doses;
ECP: Eosinophil cationic peptid; FENO: fractional exhale nitric oxide concentrations.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
63
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS-012
SS-013
Omalizumab treatment decreased IL-1β and
irisin but increased chemerin without any
impact on NK cells and APC cells in cases of
severe asthma
Impact of obesity assesed by bioelectrical
impedance analysis on spirometry of asthma
patients
1
2
3
Tangul Bulut , Arzu Didem Yalçın , Gizem Esra Genç , Şükran
Köse4, Rezan Harman5, Kemal Kiraz6, Ayşe Yeşim Göçmen7,
Ismet Bulut8, Saadet Gümüşlü3
Department of Pathology, Antalya Education and Research Hospital, Antalya
Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology, Academia Sinica, Genomics Research
Center, , Taipei, Taiwan, Antalya Education and Research Hospital
3
Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Akdeniz University, Antalya
4
Tepecik Education and Research Hospital, İzmir
5
Sanko Unıversity, Gaziantep
6
Antalya Education and Research Hospital, Antalya
7
Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Bozok University, Yozgat
8
Sureyyapasa Education and Research Hospital, İstanbul
1
2
Background and aım: Irisin is a thermogenic protein that sources energy outgoing by converting white adipose tissue to brown adipose tissue.
Chemerin is originally identified as a chemoattractant protein mainly mediating the chemotaxis of dendritic cells (DC) and natural killer (NK) cells.
The aim of this study is to assess potential impact of immune modulation
related chemerin and irisin concentrations together with cell surface markers (CSM) in allergic asthmatic patients under Omalizumab treatment.
Methods: The study participants were age and sex matched 30 healthy
controls (Group I) and consecutive patients who had severe persistent
asthma disease (Group II). Asthma patients took Omalizumab for 12
months within every 2 weeks. Flow cytometry analysis was used to evaluate CSM. ELISA for induced cytokine and IL-1β expression; bioassay for
NK activity (NKA) were also evaluated between groups.
Results: Chemerin, irisin and IL-1β concentrations were significantly
higher in severe persistent asthma patients compared to controls in serum (p=0.01, p=0.03, and p=0.008, respectively). IL-1β level decreased
with treatment and it was statistically significant. Although leves decreased,
no statistically significant differences were observed for Irisin, CD80, and
CD56/16 levels. Chemerin level kept rising after treatment and this was
significant statistically.
Conclusions: This is the first study to assess NKA and adipokins
in asthma patients and their relationship with CSM. We observed that
the level of these molecules are higher in asthma and are influenced by
Omalizumab treatment. Since no obvious change was observed for NKC,
Omalizumab treatment may be considered a safe drug against cancer
development.
Yavuz Selim İntepe1, Hüseyin Ede2, Serdar Kalemci3, Bayram
Metin4, Evren Canel Karakaş5
Department of Pulmonary Medicine, Bozok University, Yozgat
Department of Cardiology, Bozok University, Yozgat
3
Department of Pulmonary Medicine, Sıtkı Koçman University, Muğla
4
Department of Thoracic Surgery, Bozok University, Yozgat
1
2
Department of Pulmonary Medicine, Lütfiye Nuri Burat Hospital, İstanbul
5
Background and aım: We aimed to investigate effect of obesity on
asthma by evaluating body mass index and body composition measured
by biolelectrical impedance analysis on spirometry.
Methods: We enrolled 107 consecutive asthma patients aged between
18 and 65 years old from April 2014 to September 2014 in chest clinic.
Forced vital capacity (FVC), forced expiratory volume in 1 second (FEV1),
ratio of FEV1 to FVC and forced expiratory flow over the middle 50% of
the FVC (FEF25-75) were all recorded. Body mass index (BMI) and then
body composition (Fat mass, fat mass ratio, fat-free mass and total body
water) were calculated by dual biolectrical impedance analyser.
Results: Hundred and seven patients were included in the study. 57
patients were female. Mean age of female and male patients were 48±13
and 49±13 years respectively. FEV1 value of non-obese patients were
significantly higher than that of obese patients (p<0.001). We also found
that fat ratio in percentage, fat mass in kg were significantly correlated to
FEV, FEV1, and FEF25-75 as BMI while fat free mass in kg and total body
water didn’t show any statistical relation with none of spirometry findings
both among males and females.
Conclusions: Obesity has negative effect on the clinic and spirometry
of asthma patients. Fat% and FM but not FFM and TBW were as sensitive
as BMI in evaluation of spirometric findings of asthma patients and they
may be used interchangeably. Obese patients had worse spirometric findings compared to non-obese patients.
Keywords: asthma, bioelectrical impedance, body mass index, obesity, spirometry
Keywords: Omalizumab, asthma, chemerin, irisin, CD16-56Natural Killer activity,
Table 1. Laboratory findings of the patients.
Markers
Fasting glucose (mmol l-1)
Fasting serum free fatty acids
(mmol l-1)
Fasting triglycerides (mmol l-1)
MPV(fL)
Eosinophil (mm3)
Total IgE(U/L)
IL-1β (pg/ml)
Irisin (µg/ml)
Chemerin (ng/mL)
Natural Killer Activation
Leucocyte (per cubic millimeter
Absolute lymphocyte
Hemoglobin
Hb g/dL
Flow Cytometry
CD16-56
CD80 (B7-1;BB1)
Group-I:
Healthy volunteers
(n=30)
Group-IIA:
Before Omalizumab
(n=29)
Group- IIB: After
Omalizumab
(n=29)
4.7±0.4
0.53±0.2
1.46±0.38
10.9±0.2
220.63±13.52
65.45±10.79
43.04±0.71
0.97±0.02
4.9±0.6
0.56±0.13
1.46±0.38
11.6±0.1
668.35±15. 43
425.56±10.6
49.79±2.15
1.04±0.02
4.8±0.7
0.55±0.18
1.48±0.46
11.4±0.2
494.85±12. 88
408.95±8.24
46.31±0.82
0.99±0.03
146.12±0.82
39.49
6220±2526
2064±1186
14.2±1.26
155.83±3.30
41.81
8150±2316
2275±1234
15.8±2.77
150.2±1.6
53.4±1.1
152.5±1.03
55.93±1.09
163.11±3.20
42.94
7950±1997
2164±1186
15.1±1.9
154.8±0.73
54.89±0.46
(Group-I: Healthy volunteers, Group-IIA: Before Omalizumab and Group- IIB: After Omalizumab).
Data are expressed as mean ± Standard error mean (SEM)
64
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Figure 1. The comparison of obese and non-obese patients in respect to FEV1
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Table 1. The comparison of obese and non-obese subjects in respect to the body mass
compositon and respiratory function tests
AGE
Female/Male
Body Mass Index
Fat %
Fat Mass
Free Fat Mass
Total Body Water
FVC Lt
FVC %
FEV1 Lt
FEV1 %
FEV1/FVC
FEF25-75 Lt
FEF25-75 %
Non Obese
(BMI<30 kg/m2) (n=49)
46±13
24/25
25,9±3,1
23,6±5,8
17,4±5,0
56,1±10,1
41,1±7,4
3,69±0,86
96±15
2,84±0,73
89±16
77,2±9,5
2,73±1,16
71±27
Obese (BMI≥30 kg/m2) (n=58)
50±10
33/25
35,3±4,4
37,1±7,4
34,3±9,4
57,5±7,8
42,1±5,7
2,78±0,65
89±17
2,05±0,58
79±20
72,5±10,6
1,82±0,82
55±23
p value
0.070
0.418
0.000
0.000
0.000
0.421
0.416
0.000
0.030
0.000
0.013
0.036
0.000
0.001
SS-014
Yaşlı olan ve yaşlı olmayan astım hastaları
arasındaki farklar nelerdir?
Dilek Karadoğan1, Vehbi Ayhan2, Adile Berna Dursun2
Hopa Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Artvin
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları Bilim Dalı, Rize
1
and Allergy in Childhood) çalışması olup bu çalışmada çalışan çocuklarda
allerjik hastalıkların artan/azalan prevalansı ve yıllar içerisinde değişen risk
faktörlerini göstermek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma, 5 yıl önce İstanbul Kartal ilçesinde çalışan çocuklar
üzerinde yapılan ISAAC faz II çalışmasının devamı niteliğindedir. ISAAC
soru formu yüzyüze uygulanmış olup, 2008 ve 2013 yılı çalışma gruplarının verileri ve kontrol gruplarının verileri kendi içlerinde karşılaştırılmıştır.
Bulgular: 2013 yılı çalışmaya katılanların sayısı 798 kişi, 2008 yılı değerlendirmeye alınanların sayısı ise 668 kişidir. 2013 yılı çalışan çocuklarda ve kontrol grubunda doktor tanılı alerjik astım, doktor tanılı alerjik rinit,
doktor tanılı atopik dermatit sıklığında 2008 yılına göre artış gösterilmiştir.
Çalışan çocuklarda ve kontrol grubunda ailede allerji öyküsü olması allerjik rinit için, düzenli sigara kullanımı allerjik astım için, çalışan çocuklarda
kuaförlük bölümünde çalışmak ise atopik dermatit için risk faktörü olarak
gösterilmiştir. Sigara yasağından sonra ülke genelinde sigara oranlarındaki
düşüşe rağmen çalışan çocuklarda ve kontrol grubu erkek cinsiyette düzenli sigara içme sıklığında değişim olmadığı gösterilmiştir.
Tartışma ve sonuç: Çalışan çocuklarda ve kontrol grubunda allerjik
hastalıkların görülme sıklığında artış mevcuttur. Allerjik hastalıklara etki
eden risk faktörlerinde ise yıllar ve gruplar arasında farklılıklar saptanmıştır. Sigara yasağından sonra ülke genelinde sigara içme oranlarının azalmasına rağmen çalışan çocuklarda düzenli sigara içme sıklığında değişim
gösterilememesi, sigara yasağı ile ilgili genel kampanyaların alt gruplarda
aynı derecede etkili olmadığını ve çalışan çocuklara yönelik sigara yasağı
ile ilgili özel kampanyalar düzenlenmesi gerekliliğini ortaya koymuştur.
Anahtar Kelimeler: çalışan çocuklar, ISAAC faz III, alerjik hastalıklar
Tablo 1. 2008-2013 yılları çalışma grupları arasında gerçekleştirilen karşılaştırmalar
2
Giriş ve amaç: Astım yaşlı populasyon arasında yeterince tanı konup
tedavi edilen bir hastalık değildir. Daha önceki çalışmalar yaşlılıkta, olasılıkla geç tanı konması nedeni ile, hastalığın daha ciddi seyri olduğunu
bildirmiştir. Yaşlılıkta hastalığın özelliklerini ve seyrini göstermek geç tanıyı
önleyecektir. Bu nedenle çalışmamızda kliniğimize başvuran yaşlı ve yaşlı
olmayan astımlı hastalar arasındaki farklılıkları göstermeyi amaçladık.
Yöntem: Son 1 yıl içerisinde üçüncü basamak sağlık kuruluşuna başvuran
ve düzenli olarak kontrolleri yapılan 143 astım hastasının dosyalarından veriler elde edildi. Hastalar yaşlı olmayan hastalar (<60 yaş) ve yaşlı astımlı hastalar (≥60 yaş) olarak iki gruba ayrıldı. İstatistik analiz için SPSS 20 kullanıldı.
Bulgular: Toplam 143 hastanın verileri değerlendirildi. Hastaların çoğunu yaşlı olmayan astımlılar (%76,8), kadınlar (%79,7), ev hanımları
(%66,4) ve hiç sigara içmemişler (%82,5) oluşturuyordu. Hastaların yaş
ortalamaları 47,2±15,3 (min 16-max82) idi. Yaşlı astımlıların yaş ortalamaları, ortalama tanı yaşları ve ortalama hastalık süreleri daha yüksek idi
ve ayrıca çoğu yaşlı hastada geç yaşta (>40 yaş) başlayan astım mevcuttu
(p<0,05). Yaşlı grupta aşırı kilolu ve ek hastalığı olanların oranı daha fazla idi (p<0,05). Yaşlı grupta solunumsal allerjen duyarlılığı, çoklu allerjen
duyarlılığı ve allerjik riniti olanların oranı daha az idi (p<0,05). Ortalama
hastane yatış sayısı yaşlı grupta daha fazlaydı ve astım kontrol testine göre
kontrol altında olanların oranı yaşlı grupta daha azdı (p<0,05).
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmamız yaşlı olan ve yaşlı olmayan astım hastaları arasında demografik ve klinik farklılıklar olduğunu, ayrıca astım kontrolünün yaşlılarda yaşlı olmayanlara göre daha kötü olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Yaşlı astım, genç astım
SS-015
Çalışan Çocuklarda Alerjik Hastalıkların
Artan Prevalansı ve Etki Eden Risk
Faktörleri- ISAAC Faz III Çalışması
Burçin Nazlı Karacabey1, Ahmet Hakan Gedik2, Erkan Çakır2, Nezih
Varol3, Bülent Karadağ4, Refika Ersu4, Fazilet Karakoç4, Elif Dağlı4
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
3
Biruni Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, İstanbul
1
2
Marmara Üniveristesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
4
Giriş ve amaç: Dünya’da ve ülkemizde allerjik hastalıkların sıklığı
yıldan yıla artmaktadır. Çalışmamız Dünya’da ve Türkiye’de çalışan çocuklar üzerinde yapılan ilk ISAAC faz III (International Study of Asthma
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
65
SÖZLÜ SUNUMLAR
Tablo 2. Çalışma gruplarında 2008-2013 yıllarında doktor tanılı astım için risk föktörleri
6 – 10 Nisan 2016
SS-017
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Soma Maden Kazasından Sağ Kurtulan
İşçilerin Solunumsal Yakınmaları
Yavuz Havlucu1, Fatma Evyapan3, Ece Kaya2, Peri Meram Arbak4,
Ayşın Şakar Coşkun1, Arzu Yorgancıoğlu1
Celal Bayar Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Salihli Devlet Hastanesi, Manisa
3
Pamukkale Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
4
Düzce Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
1
2
Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları
SS-016
Biyomas Dumanının Akciğer Fonsiyonları
Üzerindeki Olumsuz Etkileri: Vaka Kontrol
Çalışması
Baran Balcan1, Selçuk Akan2, Aylin Özsancaklı Uğurlu1,
Bahar Özçelik Handemir3, Berrin Bağcı Ceyhan4
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları, Ankara
3
İrmet Hospital, Göğüs Hastalıkları, Tekirdağ
4
Marmara Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Biyomase maruziyeti, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının (KOAH) etiyolojisinde ilk sırada
yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı biyomase maruz kalan kişilerde solunum fonksiyon testi parametrelerini değerlendirmektir.
Yöntem: Kağızman’da (Doğu Anadolu Bölgesinde Kars’ın ilçesi) yaşayan biyomas dumanına maruz kalmış toplam 474 kadın prospektif olarak
değerlendirlerek yapılmıştır. Çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan 115
kişiye karşılık 73 kontrol ile çalışma tamamlanmıştır
Bulgular: Çalışma grubunda 27 (23.8%), kontrol grubunda 4 (5.5%)
kişide küçük hava yolu hastalığı ( p= 0.038); çalışma grubunda 22
(19.1%) kontrol grubunda 10 (13.7%) kişide obstrüksiyon(p= 0.223); ve
çalışma grubunda 20 (17.3%), kontrol grubunda 10 (13%) kişide restriksiyon tespit edilmiştir. Biyomase maruz kalan kişilerde küçük hava yolu
hastalığı gelişmesi için gereken süre 16 yıl (sensitivity: 100%, specificity:
76.9%), obstruktif hava yolu hastalığı gelişmesi için 17 yıl (sensitivity:
95.5%, specificity: 69.9%), restriktif hava yolu hastalığı gelişmesi için 17 yıl
(sensitivity: 100%, specificity: 74.3%) olarak hesaplanmıştır. Bunun yanında kümülatif maruziyet indeksi (KMI) diye tariflediğimiz; günlük süre (saat/
gün), aylık hafta (hafta/ay) ve toplam yıl çarpımıyla elde edilen bir katsayı
hesaplanmış ve bu katsayının artmasıyla solunum fonksiyon testi parametrelerindeki bozulma ihtimali arasında doğru orantılı bir ilişki gösterilmiştir.
Tartışma ve sonuç: Biyomas dumanına maruz kalan kadınlarda solunum fonksiyon testi parametrelerinde bozulma ihtimali daha yüksektir,
bunun yanında dumana maruz kalma süresi ve KMİ’de belli bir eşik değerin üzerine çıkıldığında solunum fonksiyon test parametrelerinde bozulma
kaçınılmaz bir sondur.
Anahtar Kelimeler: biyomas, solunum fonksiyon testi, maruziyet yılı, kümülatif
maruziyet indeksi
66
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: 2014 yılında Soma’da yaşanan maden kazasından sağ
kurtulan işçilerin solunumsal yakınmalarının varlığının değerlendirilmesi
amaçlandı.
Yöntem: Soma’da bir maden ocağında 2014 yılında oluşan ve 302
işçinin ölümü ile sonuçlanan facidan sağ olarak kurtulan 90 işçi telefon ile
aranarak çalışmaya davet edilmiştir. Çalışmaya 39 işçi katılmıştır. Çalışmada işçilerin akciğer grafileri ve solunum fonksiyon testleri (SFT) yapılmıştır
ve sosyodemografik bilgileri içeren bir form ve ATS-DLD 78 solunum anketi doldurulmuştur.İşçilerin akciğer grafileri 3 sertifikalı okuyucu tarafından değerlendirilmiştir.
Bulgular: Olguların yaş ortalaması 35,3±6,2 yıl idi. Olguların SFT’leri
değerlendirildiğinde ortalama FEV1% değeri %89,2 (%54-%124), FVC %
değeri %88,4 (%45-%124) olarak bulundu. Olguların 17’sinde (%43,6)
öksürük, 16’sında (%41) balgam, 13’ünde (%33,3) hışıltılı solunum ve
18’inde (%46,6) nefessizlik semptomu vardı.Olguların 5’inde (%12,9)
doktor tanılı KOAH, 4’ünde (%10,3) doktor tanılı astım mevcuttu. Olguların 23’ü (%59) 1 yıldan uzun süre tozlu bir ortamda ağır maruziyeti vardı. 22 (%56,4) olgunun gaz ve kimyasallarla ağır maruziyeti olduğu tespit
edildi. 32 olgunun (%82,1) sigara içme öyküsü vardı ve 23 olgu hala sigara kullanmaktaydı. Olguların çalışma sürelerinin ile semptomların varlığı
ile ilişkisi incelendiğinde bir ilişki gözlemlenmedi. Ayrıca çalışma süreleri ve
SFT parametreleri arasında da bir korelasyon izlenmedi. Akciğer grafileri
değerlendirildiğinde 3 okuyucunun tam uyumuyla 12 (%30,8) olgunun
filminde pnömokonyoz ile uyumlu bulgu saptandı.Gene tam uyumla 4
bireyde pp (%10.3), 2 okuyucunun yorumunda 4 olguda sp (%10.3),
1 okuyucu yorumunda 5 bireyde sp (%12.8) opasite saptanmıştı. Kalan
olgular okuyucu yorumu farklılıkları olmak kaydıyla; ps,pt,ss,st,ts,tq,tp
olarak yorumlanmıştı.Her 3 yorumcu da küçük opasitelerin daha çok alt
zonlarda gözlendiğini belirttiler (sağ alt zon tutulumu; %23.1 ile %25.6),
sol alt zon;%23.1-%28.2). Opasitelerin yoğunluğu %10.3-%15.4 arasında
1/1 kategorisindeydi. Semptomlar açısından incelendiğinde akciğer grafisinde pnömokonyoz ile uyumlu bulgu olanlar ile olmayanlar arasında bir
fark izlenmedi.
Tartışma ve sonuç: olguların yarısına yakın bir oranında solunumsal
semptomlar mevcuttu ve yaklaşık üçte birinde pnömokonyoz ile uyumlu
radyolojik bulgular izlendi.
Anahtar Kelimeler: maden kazası, solunumsal şikayetler, pnömonkonyoz
SS-018
Kömür işçisi pnömokonyozunda kırmızı kan
hücre dağılım genişliği (RDW)
Fırat Uygur, Hakan Tanrıverdi
Bülent Ecevit Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak
Giriş ve amaç: Kömür işçisi pnömokonyozu (KİP) kömür tozlarının
inhalasyonu ve akciğerlerde birikmesi ile oluşan parankimal akciğer hastalığıdır. KİP hastalığın şiddetine göre 2 kategoriye ayrılır; basit pnömokonyoz (BP) ve progresif masif fibrozis (PMF). KİP patogenezinde oksidatif
stress ve inflamasyonun önemli bir rol oynadığı iyi bilinmektedir. Kırmızı
kan hücre dağılım genişliği (Red cell distribution width [RDW]) dolaşım
sisteminde farklı kırmızı kan hücre boyutlarının bir göstergesi olup, inflamasyon, oksidatif stress ve kardiyovasküler hastalıklarla ilişkisi ve prognostik değere sahip olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma KİP ile RDW arasındaki
ilişkiyi incelemek amacıyla yapıldı.
Yöntem: Emekli kömür madeni işçilerinin klinik ve demografik özellikleri, labaratuvar değerleri, tam kan sayımı, meslek öyküsü ve kömür
tozuna maruziyet süresi retrospektif olarak hastane kayıtlarından incelendi.
Bütün işçiler Zonguldak ilinden seçildi ve en az 10 yıldır kömür üretim işin-
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
de çalışmışlardı. Kontrol gurubu olarak yer altında çalışmamış ve herhangi
bir toksik ajana maruz kalmamış sağlıklı gönüllüler alındı.
Bulgular: Çalışmaya alınan olgular 3 guruba ayrıldı; 299 pozitif KİP
(pnömokonyozu olanlar), 97 negatif KİP (yeraltında çalışıp toz maruziyeti
olan fakat pnömokonyozu olmayanlar) ve 50 kontrol (yeraltında çalışmamış ve toz maruziyeti olmayanlar) vakası. RDW değerleri pozitif KİP li
grupta, negatif KİP ve kontrol grubuna göre daha yüksek saptandı (%14.8
± 1.7, %13.9 ± 1 ve %13.8 ± 1, sırasıyla p < 0.001). PMF (n=157) li
olgularda BP li (n=142) olgulara kıyasla RDW değerlerinde anlamlı bir
yükseklik izlendi (p = 0.01). RDW düzeyi, yaş, sigara ve maruziyet süresini
kapsayan lojistik regresyon analizinde RDW diğer parametrelerden bağımsız olarak KİP gelişimi ile ilişkili bulundu.
Tartışma ve sonuç: Çalışmamız RDW değerlerinin KİP mevcudiyeti
ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.
Anahtar Kelimeler: kırmızı kan hücre dağılım genişliği, kömür tozu, pnömokonyoz
SS-019
Türkiye’de pnömokonyoz surveyansının
durumu
İbrahim Akkurt1, Serdar Berk2
Özel Akay Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas
1
2
Giriş ve amaç: Pnömokonyoz surveyansı uluslararası standardı olan bir
ulusal politika ve yaklaşım gerektirmektedir. Bu çalışmada ülkemizde ulusal
pnömokonyoz kontrol programı çerçevesinde yürütülen Pnömokonyoz sürveyansının 2015’deki durumu değişik boyutları ile irdelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmada bir ILO pnömokonyoz radyografileri okuyucusu/
eğiticisinin 2015 yılında değişik iş kollarından kör okuma amacıyla gönderilen toplam 2186 grafideki bilgi ve bulgular değişik yönleri ile ele alınmıştır.
Grafilerin hepsi CR/DR (Computorize-digitalize radyograf), SC (soft copy)
olup DICOM standardındaydı. Değerlendirme grafisi gönderilen çalışanların direk maruziyet tipi ve yoğunluğu, demografik bilgileri ile klinik verileri
bilinmeden yani “kör okuma - kodlama” prensipleri gereğince 2011 ILO
klasifikasyonu değerlendirme ilkelerine göre yapıldı. Buna göre grafilerin
kalite değerlendirmesi, pnömokonyozla uyumlu parankimal, plevral bulgular, genel ve spesifik ek patolojiler kodlanıp gerektiğinde yorum yazıldı.
Bulgular: Değerlendirmeye alınan 2186 grafinin 219’u (%10) kalite-1,
iken 1563’ü (%71.5) kalite-2 idi; zorunlu durumda okunabilecek kalite-3
ve okunmasının sakıncalı olduğu kalite-4’lü grafi sayısı 404 (%18.5) idi.
Pnömokonyozla uyumlu şüpheli radyolojik bulgusu olan olgu sayısı 30
(%1.4) iken, bu olgular da dahil ek patolojili ve hekim kontrolü gereken
olgu sayısı 88 (%4) idi.
Tartışma ve sonuç: Ulusal pnömokonyoz kontrol programımızın ILO
radyografilerinin değerlendirme ilke ve koşullarının ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi, özellikle kalite değerlendirmesi dahil sonuçların sosyal,
yasal ve tıbbi boyutunun yeniden ve tüm yönleri ile gözden geçirilmesi
ciddi bir zorunluluktur.
Anahtar Kelimeler: Pnömokonyoz, radyografi, surveyans
SS-020
pnömokonyozlu olguların fonksiyonel
değerlendirmesinde yeni bir bakış 6 dakika
yürüme testi ile değerlendirilme ilk
sonuçları
Türkan Nadir Özis1, Nur Şafak Alıcı2, Ayşe Coşkun Beyan2
Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi, Ankara,
Dokuz Eylül Üniversitesi, Meslek Hastalıkları Bilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Pnömokonyozlar, mesleki akciğer hastalıklarının
önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Halen pnömokonyoz tanısında iş
öyküsü, radyolojik ve fonksiyonel değerlendirme testleri kullanılmaktadır.
Kardiyopulmoner egzersiz testleri (KPET) rutin olarak kullanılmaz ancak
sosyal güvenlik kurumu tarafından gerekli görülen olgulara istenmektedir.
KPET testleri, bireyin dinamik egzersiz sırasındaki kapasitesini değerlendiren girişimsel olmayan testlerdir. Bu testlerden 6 dakika yürüme testi
SÖZLÜ SUNUMLAR
(6DYT) kolayca uygulanabildiğinden en yaygın kullanılan egzersiz testidir.
6DYT, akciğer hastalığı olan kişilerde fonksiyonel kapasitenin ölçümünde, hastalığın seyrinin değerlendirilmesinde ve pulmoner sorunun neden
olduğu maluliyeti değerlendirmede kullanılmaktadır. Bu çalışmada pnömokonyoz olgularında 6DYT sonuçları ve testin maluliyet değerlendirmesi
için kullanılabilirliği tartışılacaktır.
Yöntem: Kasım 2015 tarihinde MH polikliniğinde silikozis tanısı konulan 45 olgu değerlendirildi. Olguların iş öyküsü, radyolojik ve fonksiyonel
değerlendirmeleri ve 6DYT yapıldı.
Bulgular: Olguların tümü erkekti. Yaş ortalaması 44±10,8, maruziyet süreleri 156±60 ay idi. Olgulardan 28 (%62,2)’i seramik sektöründe
çalışıyordu. 6DYT sonucu yürüme mesafesi ortalama 441±106,4 metre
idi. Başlangıç saturasyonu ortalamaları 97,27±1,3 ve bitiş saturasyonu
ortalaması 94,5±3,6(99-84) idi. Olguların radyolojik bulguları arttıkça
yürüme mesafesi azalıyordu (p:0,001 r:-0,49). 15(%33,3) olguda test sonrası saturasyonda %4 ve üstünde azalma izlendi. Profüzyonu 2/1 ve üstü
olanlarda solunum fonksiyon testlerinde anlamlı farklılık saptanmazken,
6 DYT desaturasyonun anlamlı olarak daha sık olduğu (16.7% vs 6.7%;
p=0.001), yürüme mesafesinin de anlamlı olarak daha kısa olduğu bulundu (363±105m vs 480±83m; p<0.001).
Tartışma ve sonuç: Çalışmamız meslek hastalıkları polikliniği tarafından 1 aylık sürede değerlendirilen az sayıda olguyu içermektedir. Bu
nedenle gücü düşüktür. Ancak pnömokonyozlu olguların fonksiyonel
değerlendirmesinde ve maluliyet kararlarının verilmesinde ilk kez 6DYT
kullanılmıştır. Pnömokonyozlu olguların izlemi ve maluliyet değerlendirilmesinde kullanılması düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler: altı dakika yürüme testi, maluliyet, pnömokonyoz,
Çocuk Göğüs Hastalıkları
SS-021
Çocuklarda Kistik Fibrozis Dışı
Bronşektazinin Klinik ve Radyolojik
Skorlama ile Değerlendirilmesi
Abdurrahman Erdem Başaran1, Ayşen Bingöl1, Gökhan Arslan2
Akdeniz Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi, Radyoloji Bilim Dalı, Antalya
1
2
Giriş ve amaç: Çocuklarda görülen kistik fibrozis dışı bronşektazilerde hastalığın şiddeti oldukça geniş bir spektrum gösterir. Çalışmanın
amacı:kistik fibrozis dışı bronşiektazili hastaların radyolojik, klinik ve demografik verilerini değerlendirmek, yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (YÇBT) skorları ile bu demografik ve klinik özellikleri karşılaştırmaktır.
Yöntem: Çalışmaya alınan 59 hastanın semptom başlangıç yaşı,tanı
yaşı,yıllık atak sıklığı,öksürük şiddet skoru,fizik muayene bulguları,solunum
fonksiyon testleri değerlendirildi.HRCT incelemesinde Modifiye Bhalla skorlama sistemi(B total) ve anatomik yaygınlık derecesi skoru(D Total) kullanıldı.
Bulgular: Birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacim (FEV1) ile bronş dilatasyon derecesi (SBRDIL) arasında negatif yönlü kuvvetli korelasyon saptandı.FEV1,zorlu vital kapasite (FVC) ve maksimum ekspiratuar orta akım hızı
(MEF 25-75) ile bronşektazi derecesi (EXBRNC), bronş duvar kalınlık derecesi
(SBWTHICK) ve büyük hava yollarında mukus birikimi (PMPLA) arasında
negatif yönlü orta derece korelasyon saptandı.Hemoptizisi olan olguların B
Total,D Total, EXBRNC ve SBRDIL skorları hemoptizisi olmayan olgulara göre
yüksek saptandı.Balgamı olan olguların B Total,D Total,EXBRNC,SBRDIL ve
SWTHICK skorları balgamı olmayan olgulara göre daha yüksek saptandı.Yıllık alevlenme sıklığı (YAS) ile SBRDIL,SBWTHICK,EXBRNC ve B Total arasında istatistiksel olarak anlamlı, pozitif ve orta derece bir korelasyon saptandı.
Öksürük şiddet skoru (ÖŞS) ile B Total,SBRDIL,SBWTHICK,EXBRNC arasında pozitif yönlü orta derece korelasyon vardı.B Total ve D Total skorlama
sistemi karşılaştırıldığında B total’in ral,YAS,ÖŞS,FEV1 değerleri açısından
daha iyi sonuçlar verdiği saptandı.
Tartışma ve sonuç: YÇBT bronşektazi takiplerinde hastalık şiddetinin
artışının değerlendirmesinde objektif bir yöntemdir. Klinik bulgular ile YÇBT
patolojisinin korelasyonu iyidir. YÇBT ile kanıtlandığı üzere; objektif YÇBT
skor değerlendirmesi ile kuvvetli korelasyon gösteren solunum fonksiyon testi
(SFT), balgam çıkartma, hemoptizi, yıllık alevlenme sıklığı artışı bronşektaziye
bağlı patolojik değişikliklerin artışının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, HRCT, Modifiye Bhalla skorlama sistemi
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
67
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS-022
SS-023
Yenidoğanın Geçici Takipnesi ve
Neonatal Pnömoni Ayrımında Vasküler
ve İnflamatuvar Parametrelerin
Değerlendirilmesi
Son Bir Yılda Vizing ve Allerjik
Rinokonjoktivit Yakınmaları Olan
Çocuklarda Uyku İlişkili Solunum
Bozukluklarının Sıklığı
Bilge Akman Kahraman1, Gökmen Bilgili2, Özge Yılmaz3, Yurda
Şimşek3, Yeşim Güvenç4, Hese Coşar5, Raziye Toksöz4, Hasan
Yüksel3
Ersoy Civelek1, Yasemin Gökdemir2, Banu Çakır3, Can Naci
Kocabaş4, Bülent Karadağ2, Fazilet Karakoç2, Refika Ersu2
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
2
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Neonataloji Bilim Dalı, Manisa
3
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Solunum ve Allerji Bilim Dalı, Manisa
4
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Bilim Dalı, Manisa
5
Moris Şinasi Çocuk Hastanesi Neonatoloji Bölümü, Manisa
1
Giriş ve amaç: Yenidoğan ünitelerinde, en sık solunum sıkıntısı nedeni
yenidoğanın geçici takipnesi (TTN) ve pnömonidir. Bu iki durumun ayırıcı
tanısındaki zorluklar mevcuttur ve pnömoni tedavisinde gecikmeyi önlemek için, semptomların başlangıcında tüm solunum sıkıntısı olan olguların
antibiyotikler ile tedavi edilmesini getirmektedir. Bu araştırmanın amacı,
yenidoğanda pnömoni ve geçici takipne durumlarında endotelin-1 (ET-1),
platelet aktive edici faktör (PAF), clara hücre protein-16 (CCL-16), surfaktan protein A (SPA), SPD ve N Terminal-pro-Beyin natriuretik peptid
(NT-pro BNP) düzeylerinin incelenmesidir
Yöntem: Bu olgu-kontrol çalışmasına 32 gestasyon haftasının üzerinde
doğan ve solunum sıkıntısı nedeniyle yatırılan bebekler ve sağlıklı yenidoğanlar başvuru sırasıyla dahil edildi. Çalışmaya alınma sırasında ET-1,
PAF, CC16, SP-A, SP-D ve NT-pro BNP düzeyleri bakılması için kan ayrıldı. Klinik özellikleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya pnömoni tanısı alan 25 (9 erken, 16 geç başlangıçlı), TTN tanısı alan 25 bebek dahil edildi. Kontrol grubuna 20 tane
sağlıklı bebek alındı. ET-1, PAF, CC16, SP-A ve SP-D düzeyleri gruplar
arasında farklı değilken, kanda NT-pro BNP düzeyleri TTN grubunda pnömoni ve sağlıklı gruplarına göre anlamlı yüksekti.
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızın sonuçları ET-1, PAF, CC16, SP-A ve
SP-D düzeylerinin pnömoni ve TTN ayrımında yardımcı olmayacağını düşündürmektedir. Ancak TTN tanısı alan bebeklerin kan örneklerinde NTpro BNP düzeyleri pnömonisi olan ve sağlıklı bebeklerden anlamlı yüksek
bulunmuştur. Bu bulgu, kan NT-pro BNP düzeylerinin TTN tanısında yardımcı olabileceğini düşündürmekte ve daha yüksek sayıda olgunun dahil
edildiği ileri çalışmaları desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler: Yenidoğanın geçici takipnesi, Pnömoni, NT-pro BNP
Giriş ve amaç: Astım ve allerjik rinokonjoktivit (ARK) çocukluk çağında en sık karşılaşılan kronik hastalıklardır. Uyku ilişkili solunum bozuklukları (UİSB) astım ve ARK ile sıklıkla bir arada bulunmakta ve bu hastalıkların
kontrolünü zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada astım ve alerjik rinit yakınmaları tarif edilen çocuklarda UİSB sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 2013-2014 eğitim öğretim döneminde TUİK tarafından kırsal ve kentsel bölgelerden rastgele seçilen 154 okuldaki ilkokul 1-4. Sınıf
öğrencilerine “International Study of Asthma and Allergies in Childhood”
anketinin astım ve AR modülleri ve “Pediatric Sleep Questionnaire(PSQ)”
anketleri gönderildi ve anketler aileler tarafından doldurularak okullar tarafından hastanemize geri gönderildi. PSQ skoru >0.33 olanlarda UİSB
var olarak kabul edildi.
Bulgular: Toplam 154 okuldan 58 ildeki 139 okulun anketleri geri geldi. 11013 öğrenciye ulaşıldı ve bu öğrencilerden 9045(%82.1) öğrencinin
anketleri değerlendirmeye alındı. Son bir yılda vizingi olan ve olmayanlarda UİSB sıklığı sırayla %34.2 ve %11.7 (p<0.001) ve rinokonjoktivit
semptomları tarif edenlerde ve etmeyenlerde UİSB sıklığı sırayla %26.1
ve %11.0 bulundu (p<0,001). Son bir yıldaki vizing hiç vizing tarif etmeyenler, 3 veya daha az ve dört veya daha fazla vizing tarif edenlerde UİSB
sıklığı sırayla %11.7, %27.2 ve %47.5 olarak bulundu (p<0,001). Son bir
yılda AR semptomları nedeniyle yaşam kaliteleri hiç etkilenmeyenler, az,
orta ve çok etkilenenlerde UİSB sıklıkları sırayla %9.0, %17.4, %29.9 ve
%43.5 olarak bulundu (p<0.001).
Tartışma ve sonuç: Son bir yılda vizing ve ARK yakınmaları tarif
edenlerde UİSB sıklıkları daha fazladır ve bu durum yakınmaların sıklığı ve
şiddeti ile artmaktadır. Vizing ve ARK yakınmaları olan kişilerde UİSB’nin
sorgulanması ve varsa uygun şeklide tedavi edilmesi bu hastalıkların daha
kolay kontrol altına alınmasına katkı sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Uyku
Rinokonjoktivit
Tablo 1. Vasküler ve inflamatuvar parametrelerinin gruplara göre dağılımı
ET-1* *
PAF***
CC16***
SP-A***
SP-D***
NT-pro
BNP**
1
Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi,
Ankara
2
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Göğüs Hastalıkları
Bilim Dalı, İstanbul
3
Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara
4
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çocuk Allerji ve İmmunoloji Bilim Dalı, Muğla
ilişkili
solunum
bozuklukları,
Vizing,
Allerjik
TTN
Pnömoni (erken)
Pnömoni (geç)
Kontrol
p
1,78 (0,9-2,9)
1,38 (1,3-3,1)
1,5 (1,1-1,7)
1,7 (1,2-4)
0,6
13,1(4,7-23,4)
22,1 (11,2-39,6)
21,7 (4,7-40,9)
17 (4,7-68)
0,3
SS-024
9,9(7-20)
12 (8-22,3)
10,8 (5,3-13,6)
10,8 (8,3-17)
0,6
26,3 (19,7-44)
29 (20-36,6)
0,4
207,9 (80-6-310) 159,4 (89,5-355) 134,3 (89,3-212) 104 (70-151)
0,2
Postinfeksiyöz bronşiolitis obliteranslı
çocuklarda azitromisin tedavisinin
etkinliğinin değerlendirilmesi
20,7 (15,9-30,1) 26,5 (19,8-32,8)
5723
(2305-15879)
1539
(1050-1972)
562,5
(365-1568)
504
(366-1888)
<0,001
*Değerler median (25-75 percentil) olarak verilmiştir **pg/ml ***ng/ml
Zeynep Seda Uyan1, Levent Midyat2, Erkan Çakır3, Yasemin
Gökdemir4, Nihal Şahin1, Canan Baydemir5, Velat Şen4, Ahmet
Hakan Gedik3, Ela Erdem4, Fazilet Karakoç4, Bülent Karadağ4,
Refika Ersu4
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
3
Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
5
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Kocaeli
1
2
Giriş ve amaç: Makrolid grubu antibiyotiklerin antiinflamatuar ve
immunmodülatör etkinlikleri nedeni ile bronşiolitis obliterans (BO) tedavisinde faydalı olabileceği düşünülmektedir. Posttranplant BO’lı hastalarda bu konuda çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmada ise postinfeksiyöz
BO’lı çocuklarda azitromisin tedavisinin etkinliğinin değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamızda üç ayrı merkezde, postinfeksiyöz BO tanısı ile
izlenen hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Altı ay süre ile azitromisin alan ve almayan hastaların, bu süreçte 2, 4, 6. aylardaki ve sonra-
68
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
sında da 9. ve 12. aylardaki solunum fonksiyonları, fizik muayene bulguları ve semptomları değerlendirildi. Hastaların tümünün impuls osilometri
(İOS), uyum sağlayabilen 13’ünün de spirometri sonuçlarına ulaşıldı.
Bulgular: Çalışmamıza ortalama yaşı 109±59 ay olan %21’i kız 19
postinfeksiyöz BO’lı hasta (Altı ay süre ile azitromisin tedavisi alan 8 hasta,
azitromisin almayan 11 hasta) alındı. Azitromisin alan ve almayan gruplar
arasında yaş, cinsiyet, tartı z-skoru, semptomlar ve solunum fonksiyonları
açısından fark yokken boy z-skoru açısından fark olduğu görüldü. İki grup,
İOS ile ölçülen rezistans (R5-10-15-20Hz), impedans, rezonans frekansı,
reaktans (X5-10-15-20Hz) değerleri ile FEV1, FVC, FEV1/FVC değerleri
açısından karşılaştırıldığında sadece 2. aydaki 20 Hz’deki rezistans ve reaktans değerleri (p=0,012 ve 0,012) ile 4. aydaki 15 ve 20 Hz’deki rezistans
yüzdeleri ve FEV1 sonuçlarında azitromisin verilen grupta anlamlı fark bulundu (p=0,033, 0,033 ve 0,042).
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızda hasta sayımızın az olması bulguları
değerlendirme açısından kısıtlayıcı olmakla birlikte postinfeksiyöz BO’lu
hastalardan azitromisin kullananlarda altı ayın sonunda solunum fonksiyon testlerinde anlamlı bir fark saptanmadı. Ancak; daha yüksek sayıda
hasta ile farklı sürelerde azitromisin kullanımı ile yapılacak çalışmalar daha
farklı sonuçlar elde edilmesini sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Azitromisin, impuls osilometri, postinfeksiyöz bronşiolitis obliterans, spirometri
SS-025
Primer siliyer diskinezi tanısı ve klinik
şüphesi olan hastalarda nazal nitrik oksit
düzeyi ölçümü
Mahmut Kara1, Emine Atag2, Nilay Baş İkizoğlu2, Yasemin
Gökdemir2, Ela Erdem Eralp2, Fazilet Karakoç2, Refika Ersu2,
Bülent Karadağ2
1
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, İstanbul
2
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Göğüs Hastalıkları
Bilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Primer Siliyer Diskinezi (PSD) tanı zorluğu nedeniyle genellikle geç tanı alan bir hastalıktır. PSD tanısı için hastanın klinik
olarak PSD semptomlarını taşımasının yanında en az 2 tane diagnostik
testin [Yüksek hızlı video mikroskop analizi (HMVA), Elektron mikroskopisi (TEM), immun floreasan (IF), düşük nazal nitrik oksit (nNO) düzeyi,
genetik mutasyon analizi] pozitif olarak sonuçlanması gerekmektedir. Bu
çalışmanın amacı ileri tanı testlerinin yapılamadığı merkezlerde nazal nitrik
oksit düzeyi ölçümünün PSD tanısındaki etkinliğini araştırmaktır
Yöntem: Hastanemizde PSD öntanısı ile takipli 5 yaş üstü hastaların
nNO düzeyleri ölçüldü. Hastaların nNO düzeyi sonuçları; solunum fonksiyon testi, fizik muayenesi, akciğer görüntülemeleri, almış olduğu tedaviler
ile birlikte değerlendirildi.
Bulgular: 96 çocuk hastanın nazal nitrik oksit düzeyi ölçülmüş, 78 hastanın nNO düzeyi <17,4 nl/dk olarak saptanıp PSD tanısı kuvvetle desteklenmiştir. Bu çalışmadan önce polikliniğimizde 44 hasta PSD tanısıyla
izlenmekteydi, bu çalışmayla beraber ek olarak 36 hastada PSD düşünülmüştür, PSD olarak takip edilen iki hastanın nNO düzeyi yüksek saptandığı için PSD tanısından uzaklaşılmıştır. Ortalama tanı yaşı 5,35 (0,1-17,5) yıl olan hastaların %42.2 (42) sinde
situs inversus totalis, %56 sında akrabalık tespit edildi. PSD tanısı alan
hastaların %74.4 ünde bronşiektazi mevcuttu. Ortalama FEV1% beklenen:%79,8 (31-136), FVC: %81,7 ( 47-138), FEV1/FVC: %98,5 (66-116)
olarak bulunmuştur. Solunum fonksiyon testlerindeki düşüklük çalışmaya
alınan hastaların klinik olarak kötü durumda olduğunu göstermektedir.
Tartışma ve sonuç: nNO düzeyi ölçümü kullanımı kolay, pratik, ulaşımı kolay bir tanı testidir. PCD klinik belirtileri olan hastalarda nNO düzeyi
erken tanı koyup erken tedaviye başlayarak morbiditenin önlenmesinde
önemlidir.
Anahtar Kelimeler: nazal, nitrik, oksit, primer, siliyer, diskinezi
Göğüs Cerrahisi
SS-026
Erişkinlerde Özofageal Yabancı Cisimleri
için Önemli bir Risk Faktörü: Çıkarılabilir
Diş Protezleri
Yener Aydın1, Mustafa Gündoğdu2, Bayram Altuntaş1, Ali Billa
Ulaş1, Atilla Eroğlu1
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum
Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Erzurum
1
2
Giriş ve amaç: Özofagus yabancı cisimleri genellikle çocuklarda, bilerek veya kaza ile yutma sonucu görülür. Erişkinlerde ise çoğunlukla besinlerle birlikte yutulan yabancı cisimlere rastlanılmaktadır. Bu çalışmada
erişkinlerde çıkarılabilir diş protezi kullanımı ile özofageal yabancı cisimler
arasındaki ilişki araştırıldı.
Yöntem: Kliniğimizde Ocak 2012 ve Haziran 2015 yılları arasında, tek
merkezli bir çalışmada 16 yaşından büyük, beslenme ile ilişkili olarak özofageal yabancı cisim saptanan 32 olgu retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Olguların 19’u (%59.4) kadın, 13’ü (%40.6) erkekti. Ortalama yaş 56.2 ± 13.3 (28 - 79 yaş arası) idi. Yutulan cisim olguların 23’ünde
(%71.9) kemik ve 9’unda (%28.1) et idi. Olguların 23’ünde (%71.9) yabancı cisim özofagus birinci darlık bölgesinde, 6’sında (%18.7) özofagus
orta kesiminde iken 3 (%9.4) olguda yabancı cisim özofagus distalinde
tespit edildi. Olguların 19’unda (%59.4) çıkarılabilir diş protezi (12 olguda
komplet çıkarılabilir diş protezi) kullanımı mevcuttu. Kemik yutan 23 olgudan 19’u (%82.6) yemeğin içinde kemik olduğunu bilmeden et yerken
kemik yutmuştu. Diğer olgularda ise gıdaların yeterince parçalanamaması
sonucu et özofagusta takılıp kalmıştı.
Tartışma ve sonuç: Çıkarılabilir diş protezi kullanan olgularda kırmızı
etler iyi kesilerek parçalanamamakta, etkili bir çiğneme yapılamamakta ve
bazen etin içindeki kemik hissedilememektedir. Protez diş kullanan olgular
beslenme alışkanlıkları konusunda bilgilendirilmelidir. Et yemeği tüketilecekse mutlaka yemek içindeki eti yerken kontrol etmeleri ve küçük parçalar halinde yutmaları konusunda uyarılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: özofagus, çıkarılabilir diş protezi, yabancı cisim
SS-027
Biliotoraks tedavisinde tüp torakostomi
yeterli midir?
Alkın Yazıcıoğlu1, Mahmut Subaşı1, Erol Aksoy2, Mehmet
Yurdakul3, Bülent Ödemiş4, Erdal Yekeler1
Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi ve Akciğer Nakli Kliniği, Ankara.
Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenterolojik Cerrahi Kliniği, Ankara.
3
Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Girişimsel Radyoloji Kliniği, Ankara
4
Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Biliotoraks, plevral boşlukta safralı sıvının birikmesi
olup göğüs cerrahisi pratiğinde nadir rastlanan patolojidir.
Yöntem: Haziran 2013–Aralık 2015 tarihleri arasında biliotoraks tanısı
ile tedavi edilen 8 olgu değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 5’i erkek;3’ü bayan olup ortalama yaş 54(39-82)
yıl olarak saptandı. Serimizde başlıca etyolojik nedenler; opere kolelitiazis,
opere karaciğer kist-hidatik, karaciğer nakli alıcısı ve safra anastomoz darlığı, Klatskin-tümörü ile pankreas kanserinden oluşmaktaydı. Plevral sıvıdaki safralı, sarı-yeşil renk değişikliği şüphelenmek için yeterli olmalıdır. Kesin tanı torasentez mayisinde yüksek bilirubin seviyelerinin biyokimyasal
olarak gösterilmesiyle konulmaktadır. Olguların 7’sinde(%87,5) sağ tarafa;
1’inde(%12,5) ise bilateral sıvı koleksiyonu saptandı. Tüp torakostomi
bütün olgulara uygulanmış olup 1 olguda(%12.5) plevral adezyonlar nedeniyle streptokinaz uygulamasına ihtiyaç duyuldu(3 gün;300.000 Ü). Bu
olguya ilerleyen haftalarda dekortikasyon uygulandı ve akciğer ekspansiyonu sağlandı. Ortalama tüp torakostomi süresi 13,3 gün(4-32;median:8)
olarak hesaplandı (Tablo-1).
Tartışma ve sonuç: Hastanemiz gastroenterolojik müdahalelerin ve
gastroenterolojik cerrahinin yoğun yapıldığı referans merkezidir. Olgularımızın çoğunda (n=7;%87,5) geçirilmiş cerrahi sonrası gelişen safra yolarındaki obstrüksiyon nedeniyle yapılan perkütan veya endoskopik dre-
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
69
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
naj işlemi sonrası iatrojenik biliotoraks olduğu anlaşıldı. Bir olgumuzda
ise torakotomi ile transdiafragmatik karaciğer kubbe kisti cerrahisi sonrası
gelişen komplikasyondu. Olguların ikterik olması, yüksek kan bilirubin seviyesi, safralı, sarı-yeşil plevral mayi varlığında sıvıdan bilirubin çalışılması
kesin tanıyı verecektir. Tedavisinde tüp torakostomi çoğu olguda yeterlidir. Plevral adezyonları olan seçilmiş olgularda, yapışıklıkların açılması
amacıyla streptokinaz uygulanabilir. Nadir olgularda ise genel anestezi
gerektiren cerrahi işlemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Plevral sıvının tahliyesi
ve ekspansiyonun sağlanması, inoperable hastalarda yaşam kalitesi sağlarken diğer hastalarda sağ kalıma katkı sağlamaktadır. Toraksa yönelik
tedaviye ek olarak safra kaçağının engellenmesi veya safra yollarındaki
darlığın ortadan kaldırılması tedavinin esasını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Biliotoraks, plörobilier fistül, torakobilier fistül, torakobilia
Tablo 1. Biliotoraks olgularının demografik özellikleri.
AdSoyad Yaş Cinsiyet Taraf
Tedavi
Prognoz
1,89/0,33
7,15/4,62
Sağ tüp
torakostomi
(32 gün)
+irrigasyon + 3
defa 300.000 Ü
streptokinaz +
dekortikasyon
Dekortikasyon
sonrası 6. gün
taburcu edildi.
7,25/1328
Opere
karaciğer kist
hidatik
15,11/12,62
1,34/0,41
Sağ tüp
ERCP ile safra
torakostomi (21 yollarına stent +
gün) + irrigasyon nazobiliyer drenaj
uygulaması
Sağ
Opere
7,28/348
karaciğer nakli
(safra anast.
darlığı)
16,17/6,24
1,17/0,44
Sağ tüp
ERCP ile kalıcı
torakostomi (11 stent yerleştirildi.
gün) + irrigasyon
E
Sağ
Klatskin tm 7,31/216
(inoperable)
8,85/5,37
9,24/5,21
Sağ tüp
torakostomi
(8 gün)
ex
E
Sağ
Pankreas CA 7,41/126
(inoperable)
7,99/3,66
12,14/7,06
Sağ tüp
torakostomi
(4 gün)
ex
ŞÖ
52
K
Sağ
RÖ
39
K
Sağ
RA
53
E
ADA
82
AM
47
Etyoloji
pH/LDH
T.bil/Direkt
(plevral T. bil/Direkt bil
bil(kan)
mayi) (plevral mayi) (0,3-1,2/0-0,2)
Opere
kolelitiazis
6,73/88
KT
52
K
Bilateral Opere Whipple 7,35/120 5,60/2,61 (sağ)
(safra anast.
(sağ) 5,29/2,46 (sol)
darlığı)
7,53/151
(sol)
İY
54
E
Sağ
Klatskin tm
7,23/849
MD
52
E
Sağ
Karaciğer
kubbe kisti
7,2/1125
7,46/3,88
Bilateral tüp
torakostomi
(sağ 4 gün; sol
3 gün)
15,0/4,55
13,01/6,39
Sağ tüp
torakostomi
(5 gün)
ex
8,4/6,3
1,6/0,8
Sağ tüp
torakostomi
(21 gün)
ERCP
sfinkterotomi
SS-028
Masif hemoptizi için uygulanan acil
torakotomide preoperatif ve postoperatif
mortalite ve morbiditeyi etkileyen
faktörler
Necati Çıtak1, Özgür İşgörücü1, Yunus Aksoy1, Çağrı Cemaller1, Çiğdem
Obuz1, Songül Büyükkale2, Muzaffer Metin3, Adnan Sayar2
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Memorial Sağlık Grubu Memorial Şİşli Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
3
Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Masif hemoptizi hayatı tehdit eden ve acil müdahale
gerektiren bir durumdur. Klinik uygulamada değişken sonuçlar veren birkaç terapötik strateji kabul edilmiştir. Biz bu çalışmada cerrahi olarak tedavi edilen masif hemoptizili hastalarda mortalite ve morbiditeyi etkileyen
faktörleri belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: 1997 ve 2015 yılları arasında ciddi masif hemoptizi
(600ml/24h) ile başvuran ve cerrahi tedavi uygulanan 75 hasta retrospektif olarak incelendi. Bütün hastalara servisimize ve/veya yoğun bakımı
ünitemize (YBÜ) yatıştan sonra ilk 48 saatte (ort. 16,0±7,8 saat içinde)
rijid bronkoskopiyi takiben torakotomi uygulanmıştı.
Bulgular: En sık preoperatif tanı tüberküloz idi (n=23, %30,6). Preoperatif tanısı olmadan ameliyat edilen hasta sayısı 23 idi. Hemoraji tarafı
67 hastada rijid bronkoskopi ile lokalize edildi (%89,3). Hastaların 54’üne
70
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
lobektomi, 9’una pnömonektomi, 8’ine fizyolojik lung exclusion (PLE)
uygulanırken 4’ünde eksplorasyonda kalındı. Toplam morbidite ve mortalite sırasıyla %38,7 (n=29) ve %14,7 (n=11) idi. Mortalitelerin dördü
(%5,3) intraoperatif gerçekleşti. Tüberkülozlu hastalar diğerlerinden daha
yüksek komplikasyon oranına sahipti (%60,8’e karşılık %28,8, p=0,009).
Çok değişkenli analize göre tüberküloz tanısı morbiditeyi anlamlı ve bağımsız olarak etkileyen tek faktördü (OR:4,91 [1,57-15,3], p=0,006). Yaşın 50’den fazla olmasının (p=0,03), sağ taraflı kanamanın (p=0,004),
hastanın postoperatif YBÜ’ye entübe çıkmasının (p<0,001) ve operasyon
tipinin parankim koruyucu olmamasının (p=0,01) mortaliteyi anlamlı derecede etkilediği görüldü. Postoperatif YBÜ’ye entübe çıkış (p<0,001) ve
sağ taraflı kanama (p=0,04) çok değişkenli analize göre de postoperatif
mortaliteyi etkileyen faktörlerdi.
Tartışma ve sonuç: Masif hemoptizide acil pulmoner rezeksiyon konservatif yöntemlerle kontrol altına alınamayan hayati tehdit eden kanamalı
hastalarda etkilidir. Yüksek mortalite ve morbidite göstergeleri sağ akciğerden kanama, lobektomiden büyük rezeksiyonlar, tüberkülozlu hastalar
ve postoperatif YBÜ’ye entübe çıkıştır. Bu hastalarda dikkatli olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Masif hemoptizi, Cerrahi, Tüberküloz, Yoğun bakım, Mortalite,
Morbidite
SS-029
Amiyotrofik Lateral Skleroza bağlı
solunum yetmezliği gelişen hastalarda
diyafram pilinin yaşam kalitesi ve solunuma
etkisi: Ön çalışma
Tunç Laçin1, Pınar Kahraman Koytak2, Canan Cimşit3, Çagatay
Cimşit3, Emel Eryüksel4, Kayıhan Uluç2, Sait Karakurt4, Berrin
Ceyhan4, Tülin Tanrıdağ2
1
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim
Dalı, İstanbul
2
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
4
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim
Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Amiyotrofik lateral sklerozlu (ALS) hastalarda gelişen
solunum yetmezliği noninvazif mekanik ventilasyonla tedavi edilmektedir.
ALS hastalarında diyafram pili yerleştirilmesi ile solunum yetmezliğinin
tedavisi planlanmaktadır. Bu ön çalışma ile diyafram pili yerleştirilen hastalarda sistemin güvenliği ve etkinliği değerlendirilmiştir.
Yöntem: Nisan-Ekim 2014 tarihleri arasında diyafram pili yerleştirilen
7 ALS’li (4K, 3E, ortalama yaş 57,7) hastanın verileri prospektif olarak
toplandı, retrospektif olarak değerlendirildi. Bir hasta trakeostomiliydi,2
hasta BİPAP kullanmaktaydı.Bütün hastalar ALS-diyafram pili çalışma
grubumuz (Nöroloji, Göğüs Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi) tarafından değerlendirildi. Ameliyat öncesi dönemde diyafram EMG’si, solunum fonksiyon testi, kan gazı analizi yapıldı,batın tomografisi çekildi. Son 4 hastanın
değerlendirilmesine diyafram ultrasonu eklendi. Hastalara laparoskopik
yöntemle diyafram elektrodları yerleştirildi. Bir gece yoğun bakım ünitesinde geçiren hastaların diyafram pili uyarma değerleri 1. günde belirlendi.
Pil ilk gün birer saatlik çalışma ve yarım saatlik dinlenme peryodları şeklinde 4 saat çalıştırıldı. Herbir hastanın ihtiyacı ölçüsünde günlük pil çalışma
süresi belirlendi.
Bulgular: Erken postop dönemde (3. gün) bir hastada pnömotoraks
tespit edildi, tüp torakostomi uygulandı. Bir hasta dışında bütün hastalar diyafram pilinden fayda gördü. Günlük 20saat BİPAP kullanan hastanın solunumunda iyileşme görülmedi, 3. ayında evinde kardiyak arrest
ile kaybedildi. Diğer 6 hastanın takipleri haftalık devam etmektedir. Akut
dönemde hastaların gece uykuları düzeldi. Trakeostomili hasta 3. ayda
ventilatörden 24 saat ayrı kalmaya başladı. Bir hastaya yoğun siyaloreye
bağlı, bir hastaya ilerleyen solunum yetmezliğine bağlı (8. ayda) trakeostomi açıldı. Takiplerinde pnömoni atağı görülmedi. Diğer 4 hasta diyafram
pilini 24 saat kullanmaktadır. Hastaların solunum parametreleri ve diyafram ultrason kalınlıklarındaki azalmaya bağlı olarak günlük pil kullanım
süreleri arttırıldı.
Tartışma ve sonuç: Diyafram pili yerleştirilen 5 ALS’li hastanın 1
yıllık takiplerinde solunum değerlerinin korunduğu tespit edildi. Takipte
hastalardan hiçbirinde pnömoni görülmedi. Bu ön çalışma ile doğru en-
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
dikasyon ile iyi seçilmiş hastalarda diyafram pilinin diyafram kalınlığını
arttırarak solunum yetmezliğini tedavi ettiğini tespit ettik.
Anahtar Kelimeler: Diyafram pili, Amiyotrofik lateral skleroz, laparoskopi
SS-030
Folliküler Troid Karsinom Metastazı
Nedeniyle Geniş Toraks Duvarı Rezeksiyon
ve Rekonstruksiyonu Uygulaması
Hasan Ersöz1, Uğur Uzun2, Cem Karaali3
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İzmir
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, İzmir
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, İzmir
1
2
3
Toraks duvarı rezeksiyon ve rekonstruksiyonu akciğer tümörlerinin göğüs duvarı tutulumunda akciğer rezeksiyonuyla birlikte yapılabildiği gibi
başta yumuşak doku kaynaklı tümörler olmak üzere bölgeden köken alan
kıkırdak ve kemik tümörleri ve metastazların eksizyonunda da gerekli olabilmektedir. Troid tümörleri ise nadiren kemik metastazı yapmakla birlikte
toraks duvarında ise çok sınırlı sayıda görülmektedir.
Kırkdört yıldır guatr hastası, 75 yaşındaki kadın olguda sekiz yıl önce
sağ hemitoraksta ele gelen kitle farkedilmiş. Hastanın ihmali nedeniyle
takipsiz kalmış. Onsekiz ay önce karın ağrısı başlaması üzerine incelenen
hastada diyafragma hernisi saptandı ve opere edildi. Bu sırada dev guatr
ve göğüs duvarı kitlesi nedeniyle tetkik edildi. Troid İİAB ile malignite kuşkulu sitoloji, toraks duvarı kitleden yapılan trucut iğne biyopsisi ise troid
folliküler karsinom metastazı olarak raporlandı. Evreleme açısından hastaya PET/CT çekildi. Troid (Suvmax:13,9) ve göğüs duvarı (Suvmax:13,6)
tutulumları dışında patolojik FDG tutulumu izlenmedi. Bunun üzerine total
troidektomi sonrasında toraks duvarı rezeksiyon ve rekonstruksiyonu uygulandı. Toraks duvarındaki kitlenin 16x9 cm boyutta olması nedeniyle
geniş eksizyon yapıldı ve oluşan 25x20 cm’lik açıklık üç titanyum kosta
köprüsü ve dual mesh ile doldurularak kapatıldı. Postop yedinci günde
sorunsuz taburcu edilen hasta daha sonra radyoaktif iyot tedavisi alması
için nükleer tıp bölümüne yönlendirildi. Bu tedaviyi de tamamlayan hasta
postop 10. ayda nüks veya komplikasyon olmaksızın izlenmektedir.
Toraks duvarı rezeksiyon ve rekonstruksiyonu, özellikle de ileri yaş
hastalarda ve böylesine dev rezeksiyonlarda, her ne kadar solunum kapasitesindeki kısıtlılık başta olmak üzere çeşitli riskler içerse de hastaların
tümörsüz, kaliteli ve uzun yaşam sürmelerini sağlayabilmektedir. Uygun
olgu seçimi, kanser cerrahisi prensiplerinden ödün verilmeyecek şekilde
yaklaşılması gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Toraks duvarı rezeksiyon ve rekonstrüksiyonu, titanyum implant, dual mesh, folliküler troid karsinomu
Şekil 1. Rekonstruksiyon
Şekil 2. Rezeke edilen tümör ve göğüs duvarı
[Klinik Sorunlar - Difüz Parankimal
Akciğer Hastalıkları
SS-031
Serum alkalen fosfatazın Sarkoidoz ve
Tüberküloz ayırıcı tanısında rolü var mıdır?
Seda Tural Önür1, Sinem İliaz2, Raim İliaz3, Sinem Nedime
Sökücü1, Cengiz Özdemir1
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İstanbul
2
Koç Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Gastroentoroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Granülomatöz enflamasyona neden olan tüberküloz
ve sarkoidoz ayırıcı tanısına ulaşmakta zaman zaman zorlanılabilmektedir.
Çalışmamızın amacı serum alkalen fosfataz (ALP) aktivitesinin tüberküloz
ve sarkoidoz ayırıcı tanısında saptamaktı.
Yöntem: Çalışmamıza 242 kişi dahil edildi. Bunların yüz dördü asitrezistan basil (ARB) pozitif ve/veya kültür pozitif tüberküloz hastaları, 90
hasta biyopsi ile kanıtlanmış sarkoidoz ve kontrol grubu olarak 43 sağlıklı
kontrol çalışmamıza dahil edildi. ALP aktivitesi serumda ölçüldü.
Bulgular: Pulmoner tüberküloz olgularında ortalama serum ALP değeri 112.74±55.14, sarkoidoz olgularında ortalama 76.14±34.23 IU/L
ve kontrol grubunda ortalama 66.87±18.49 IU/L idi. Hasta popülasyon
ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık mevcuttu
(p=0.03). Ayrıca sarkoidoz ile tüberküloz grupları arasında da istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.034). Bu karşılaştırma sonucunda
ALP için cut-off değeri 71,50 IU/L belirlenmiştir. Bu cut-off değerine göre;
ALP’ın sensivitesi %80, spesifisitesi %51, pozitif prediktif değer (PPD)
%66, negatif prediktif değer (NPD) %69, doğruluk 67 % ve eğri altındaki
alan (EAA) 0,728 olarak saptandı.
Tartışma ve sonuç: Tüberküloz ve sarkoidoz için az bilinen bir belirteç olan ALP’ın sarkoidoz ile karşılaştırıldığında pulmoner tüberküloz grubunda anlamlı derecede artmıştır; böylece tüberküloz ile sarkoidoz ayırıcı
tanısında yararlı bir belirteç olabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Alkalen fosfataz, Tanısal zorluklar, Tüberküloz, Sarkoidoz
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
71
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 1. Reaktif OP nedenleri
HP: hipersensitivite pnömonisi
Tablo 1. Hastaların sınıflandırması
Kadın/Erkek
Yaş
Cerrahi rezeksiyon/TBB
Sağ/sol akciğer
Reaktif (n=84)
OP hastalığı (n=54)
Tüm hastalar (n=138)
15/69
55±14
84
52/30
19/35
53±14
42/6
23/11
34/104
54±14
132/6
75/41
OP: organize pnömoni, TBB: transbronşial biyopsi
SS-033
SS-032
Histopatolojik organize pnömoninin klinik
karşılığı nedir?
Fatma Tokgöz Akyıl1, Tülin Sevim1, Aysun Kosif Mısırlıoğlu2,
Meltem Çoban Ağca1, Mustafa Akyıl2, Ayşe Alp Ersev3, Soner
Umut Kuver1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloji, İstanbul
Giriş ve amaç: Organize pnömoni (OP) alveol ve bronşiollerin gevşek
bağ doku tıkaçları ile karakterize bir histolojik terimdir. OP akciğer biyopsilerinde başka bir hastalığın komşuluğunda rastlantısal olarak görülebilir
veya primer hastalık olarak OP hastalığını ifade eder. OP hastalığı etyolojik
bir neden saptandığında sekonder OP, saptanmadığında kriptojenik (KOP)
olarak sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmada, histopatolojik ‘organize pnömoni’ tanımlanan lezyonların klinik karşılığı araştırılmıştır.
Yöntem: 2011-2015 yılları arasındaki patoloji raporlarında ‘’organize
pnömoni’’ teriminin yer aldığı tüm raporlar retrospektif kaydedildi. Başka
bir hastalığın komşuluğundaki OP ‘reaktif’, diğerleri OP hastalığı olarak
2 gruba ayrıldı. Tüm hastaların dosyaları incelenerek OP hastaları klinik
değerlendirmeye göre kriptojenik veya sekonder olmak üzere 2 alt sınıfta
incelendi.
Bulgular: Taranan 6352 patoloji raporundan 138 rapor çalışmaya
alındı. Hastaların 84’ü (%61) reaktif OP, 54’ü (%39) OP hastalığı olarak
sınıflandırıldı (Tablo 1). Reaktif OP nedeni en sık skuamöz hücreli kanser
olmak üzere malignite (n=55, %66) idi (Şekil 1). OP hastalarında, klinik
değerlendirmeler sonucunda 48’ine (%89) kriptojenik, 6’sına sekonder
OP tanısı konuldu. Elli dört OP hastasının radyolojik bulguları en sık fokal
OP (n=34, %63) ile uyumluydu.
Tartışma ve sonuç: Organize pnömoni terimi patoloji raporlarında
OP hastalığından çok reaktif olarak bulunur. KOP, sekonder OP’den daha
sıktır ve fokal OP radyolojisi daha sık olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: BOOP, KOP, Masson cisimleri, organize pnömoni
Sarkoidozda Prognoz Takibinde Yeni
Belirteçler
Sümeyye Alparslan Bekir1, Sinem Güngör1, Murat Yalçınsoy2,
Pakize Sucu1, Dilek Yavuz1, Sibel Boğa1, Esen Akkaya1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,İstanbul
2
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Malatya
Giriş ve amaç: GİRİŞ: Sarkoidoz; alveolitis ve granülom formasyonu
ile karekterize, fibrozisle sonuçlanabileceği gibi spontan remisyonların da
görüldüğü bir hastalıkdır.Tanı anında, prognoz hakkında bilgi verebilecek, hastalığın kronikleşmesini öngörebilecek bir test, hastalık takibinde
yararlı olacaktır.Günümüzde, günlük pratikte ulaşılması kolay olan ortalama trombosit hacmi(OTH), nötrofil/lenfosit oranı(NLO) veya Trombosit/
OTH oranı, birçok inflamatuar hastalık için prognostik önemi ispatlanmış
belirteçlerdir.
Amaç: Sarkoidoz hastalarının, ilk hastane başvurularındaki inflamatuar
belirteç değerlerinin, hastalığın kronikleşmesindeki öngörü değerinin saptanması planlanmıştır.
Yöntem: Kliniğimizde takip edilen 384 sarkoidoz tanılı olgudan, tanı
sonrası en az iki yıl düzenli takip kaydı bulunan, medikal tedavi almamış,
evre 0 dışı 142 olgu çalışmaya alındı.Hastaların dosyaları incelenerek; demografik bilgileri, hastalık evresi, mortalite, takip süresi ile inflamatuvar
belirteçler (ACE, CRP, nötrofil, lenfosit, trombosit, OTH, NLO, NLO mutlak, Trombosit/OTH oranı) kayıt edildi.Çalışmaya alınan olgular radyolojik
düzelmelerine göre iki gruba ayrıldı:Grup1:İki yıl sonunda radyolojik bulgularında hiçbir değişiklik olmayanlar (kronik grup), Grup2:İki yıl sonunda
radyolojik bulgularında tam düzelme görülenler (remisyon grubu).
Bulgular: 1.Grupta 86 (medyan 47, K/E:67/19), 2.Grupta 56 olgu
(medyan 42, K/E:45/11) vardı.NLO; Grup1’de 2,80±1,32; Grup2’de
2,45±1,62 saptandı.Grup2 hastalarda LEN, NLO ve NLO mutlak düzeyleri, Grup1 hastalara göre anlamlı olarak düşüktü (p<0,05). Diğer parametreler açısından grup1 ve grup 2 olgular arasında anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). Grup2’de ortalama takip süresi 65 ay, grup1’de 84
ay olarak bulundu. Grup1 hastalarda takip süresi, grup 2 hastalara göre
anlamlı olarak yüksekti (p=0,016).
Tartışma ve sonuç: Sarkoidozlu olgularda tanı anında, bu değerlerin
yüksekliği, hastanın remisyonunun gecikebileceğinin bir göstergesi olarak
görülüp, hastaların yakın takibinde kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Kronik, NLO, OTH, Remisyon, Sarkoidoz
72
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ACE
66,76
43,08
56,0
61,94
36,11
53,0
2304,5 0,666
evre 2, 5 evre 3; grup 2’de 31 evre 1, 12 evre 2, 1 evre 3 olgu vardı.44
hastada görülen ekstrapulmoner tutulumlar sırası ile; göz 3; deri 13; kalp
3 olgu idi.İkili organ tutulumu olan 12 olgu, üçlü organ tutulumu olan
1 olgu görüldü.Araştırılan ACE, nötrofil, lenfosit, trombosit, OTH, NLO,
NLO mutlak, Trombosit/OTH oranı açısından olgular arasında anlamlı fark
bulunmadı(p>0,05).
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızın sonuçları dikkate alındığında ekstrapulmoner organ tutulumu araştırılmasında ACE, nötrofil, lenfosit, trombosit, OTH, NLO, NLO mutlak,Trombosit/OTH oranını kapsayan inflamatuar belirteçlerin yol gösterici olmadığı görülmüştür.
NEU
4,52
1,34
4,3
4,37
1,65
4,1
2147,5 0,277
Anahtar Kelimeler: Ekstrapulmoner, İnflamatuar Belirteçler, Sarkoidoz
LEN
1,86
0,89
1,7
2,07
0,76
2,1
1901
Tablo 1.
Kronik
(n:86)
Ortalama
Düzelmiş
(n:56)
MW
p
Standart Standart sapma Medyan Ortalama sapma Medyan
Yaş
44,14
12,32
47
41,50
11,84
42,0
2082,5 0,174
Takip Süresi(Ay)
81,76
57,93
60,0
68,16
42,10
62,5
2203,5 0,393
0,034
NLO
2,80
1,32
2,6
2,45
1,62
2,0
1748,5 0,006
Tablo 1. Ekstrapulmoner tutulum olan olmayan olgular arasında ACE, NEU, LEN, NLO, NLO
NLO Mutlak
2,80
1,30
2,6
2,45
1,61
2,0
1731
0,005
MUTLAK, PLT, MPV, PLT/MPV açısından anlamlı fark bulunmadı. (p>0,05). PLT
266,37
74,76
256,3
269,53
68,39
271,0
2334
0,757
MPV
8,54
0,96
8,5
8,54
0,91
8,6
2342,5 0,784
PLT/ MPV
31,82
10,14
30,6
32,15
9,87
31,2
2392,5 0,948
*CRP
18,10
18,20
12,5
18,33
36,88
3,5
42
0,228
*Kronik n:10, düzelmiş n:12
Tablo 2.
Kronik
(n:86)
Cinsiyet
Evre
Ekstrapulmoner tutulum
Mortalite
Kadın
Erkek
1
2
3
yok
var
ex
yaşayan
n
67
19
59
23
4
61
25
4
82
Düzelmiş
(n:56)
%
77,9
22,1
68,6
26,7
4,7
70,9
29,1
4,7
95,3
n
45
11
44
10
2
37
19
0
56
p
%
80,4
19,6
78,6
17,9
3,6
66,1
33,9
0,0
100,0
0,448
0,425
ACE
NEU
LEN
NLO
NLO
Mutlak
PLT
MPV
PLT/MPV
Ekstrapulmoner
tutulum yok
(n:98)
Ekstrapulmoner
tutulum var
(n:44)
ortalama
standart sapma
ortalama
standart sapma
p
62,970
40,157
69,070
41,115
0,370
4,619
1,496
4,094
1,346
0,083
1,941
0,919
1,943
0,649
0,590
2,827
1,609
2,302
0,937
0,163
2,814
1,586
2,313
0,945
0,186
264,675
75,915
274,175
63,038
0,323
8,587
0,974
8,434
0,843
0,419
31,470
10,492
33,027
8,822
0,266
0,334
SS-035
0,131
Organize pnömoni her zaman benign midir?
Klinik seyri öngörebilir miyiz?
Fatma Tokgöz Akyıl, Emine Aksoy, Armağan Hazar, Sümeyye Alparslan
Bekir, Sinem Güngör, Murat Kavas, Aylin Güngör, Tülin Sevim
SS-034
Sarkoidozda Ekstrapulmoner Tutulum
Araştırılmasında İnflamatuar Belirteçlerin
Yeri
Sümeyye Alparslan Bekir1, Murat Yalçınsoy2, Sinem Güngör1,
Pakize Sucu1, Dilek Yavuz1, Esen Akkaya1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
2
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Malatya
Giriş ve amaç: Sarkoidoz, birden çok organı yada sistemi tutabilir.
Akciğerler en sık tutulan organdır.Ekstrapulmoner tutulum araştırılması
hastanın takip ve tedavisinde önemlidir.Tedavi altında pulmoner lezyonlar iyileşirken, ekstrapulmoner organlarda aktivite devam edebilir, hatta
hastalık burada progrese olabilir.Bazı serum belirteçleri (IL–18, sIL2R)
ekstrapulmoner tutulumu göstermesi açısından öne çıkmıştır. Son yıllarda ulaşılması kolay ve ucuz olan Nötrofil/lenfosit (NL) ve Platelet/lenfosit
(PL) oranlarının, ayırıcı tanıda, prognoz belirlemede kullanımını araştıran
yayınlar giderek artmaktadır. Amaç: Sarkoidoz hastalarının, ilk hastane başvurularındaki inflamatuar belirteç değerlerinin, ekstrapulmoner tutulumu saptamadaki değeri
araştırılmıştır.
Yöntem: Kliniğimizde takip edilen, ekstrapulmoner tutulum araştırılması yapılmış 142 olgu çalışmaya alındı.Hastaların dosyaları incelenerek;
demografik bilgileri, hastalık evresi, ekstrapulmoner tutulum varlığı ile inflamatuvar belirteçler (ACE, nötrofil, lenfosit, trombosit, OTH, NLO, NLO
mutlak,Trombosit/OTH oranı) kayıt edildi.Olgular ekstrapulmoner tutulum
varlığına göre iki gruba ayrıldı: Grup1:ekstrapulmoner tutulum olmayan
grup, Grup2:ekstrapulmoner tutulum olan grup.
Bulgular: 1.Grupta 98 hasta (Yaş ort:44±12, K/E:77/21), 2.Grupta 44
hasta (Yaş ort:41±11, K/E:36/8) vardı.Hastaların evrelerine bakıldığında
evre1:103; evre2:33; evre3: 6 olgumuz vardı.Grup 1’de 70 evre 1, 23
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Organize pnömoni hastalarının ortaya çıkış şekli ve
klinik seyrinin oldukça değişken olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, hastanemizde takip edilen OP hastalarının klinik, radyolojik özellikleri ve klinik seyirleri araştırıldı.
Yöntem: 2005-2015 arasında göğüs hastalıkları kliniklerimizde OP tanısı ile takip edilen 46 hastanın demografik ve klinik özellikleri ve takip
sonuçları kaydedildi. Takip süresince relaps görülen ve görülmeyen hastalar ilk relaps sürelerine göre karşılaştırıldı. Progresif seyirle eksitus olan
hastalar bu analize dahil edilmedi.
Bulgular: Hastaların 19’u (% 41) erkek ve yaş ortalaması 54±14 idi.
Başvuru şikayetleri en sık öksürük ve nefes darlığıydı. Yirmi beş hastada
ek hastalık yoktu. En sık kullanılan tanı yöntemi cerrahi biyopsi (%41) idi,
31(%67) hastada tipik OP ile uyumlu radyolojik görünüm izlendi (Tablo
1). Tanıdan sonra 12 hastada tedavi verilmemiş, diğer hastalarda kortikosteroid kullanılmıştı. Hastaların median takip süresi 18(1-108) ay idi.
Takiplerde hastaların 5’inde(%11) progresif seyir ile yoğun bakım ünitesi
takibi gerekmiş 3’ü(%6) eksitus oldu. Diğer 43 hastanın 18’inde (%39) relaps kaydedildi. Relapslar median 7 ayda gelişti ve 2 hasta hariç tümünde
kortikosteroid tedavi verildi. Takipler sonunda 2 hastada sık relapslar nedeniyle ömür boyu düşük doz steroid tedavisi planlandı. Relaps gelişen ve
gelişmeyen hastaların bazal parametreleri karşılaştırıldığında; tanı anında
düşük hemoglobin ve bronkoalveoler lavaj (BAL) sıvısında yüksek eozinofil oranının relaps riski ile ilişkili olduğu bulundu (Tablo 2).
Tartışma ve sonuç: OP hastalarının klinik seyri oldukça heterojendir, hastalık sıklıkla benign seyirli olsa da hızlı progresyon ile mortalite de
gelişebilir. Relaps açısından tanıdaki düşük hemoglobin ve BAL sıvısında
yüksek eozinofil oranı uyarıcı olabilir. Bu açıdan daha fazla sayıda hasta ile
prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: KOP,Masson cisimleri, organize pnömoni
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
73
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Olguların genel özellikleri
n (Toplam:46)
Erkek/Kadın
Sigara içen/içmeyen
Radyolojik sınıflama
Tipik/Fokal/İnfiltratif
Tanı yöntemi
Cerrahi biyopsi/TBB/BAL-klinik radyolojik
19/27
14/32
31/7/8
yaklaşık 3 ay sonra hastalar stabil iken bakılan SCUBE-1 düzeyi ile alevlenme sıklığı arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (p:0.037).
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmada SCUBE -1 düzeyleri KOAH atak
ve stabil hastalarda kontrol gruplarına göre yüksek bulundu. Stabil hastalarda SCUBE-1 düzeyi sık alevlenme ile ilişkili bulundu. Alevlenme riskini
gösteren bir belirteç olabileceği düşünüldü. Bu öncü çalışmanın klinik çalışmalarla ayrıca desteklenmesi gerekir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, KOAH AA, SCUBE-1, solunum fonksiyon testleri.
19/16/11
İlk prezentasyonda YBÜ ihtiyacı
5 (3 exitus)
BAL: bronkoalveoler lavaj, TBB: transbronşial biyopsi, YBÜ: yoğun bakım ünitesi
Tablo 2. Relaps olasılığı
Cinsiyet (erkek)
Yaş
Sigara içimi
Ek hastalık varlığı
KOP/sekonder OP
SaO2
Lökosit
Hemoglobin (g/dl)
Albumin (g/dl)
LDH (U/L)
FVC (%)
DLCO (%)
BAL makrofaj%
BAL lenfosit%
BAL nötrofil%
BAL eozinofil%
BAL CD4/CD8
HR (CI %95)
p
1,597 (0,618-4,126)
0,334
1,008 (0,975-1,041)
0,651
1,772 (0,575-4,565)
0,319
1,849 (0,693-4,932)
0,219
2,568 (0,341-19,333)
0,360
1,107 (0,862-1,420)
0,426
1,134 (1,000-1,286)
0,069
0,764 (0,588-0,992)
0,043
0,880 (0,439-1,764)
0,718
0,999 (0,994-1,005)
0,840
1,009 (0,974-1,044)
0,631
0,955 (0,907-1,004)
0,074
1,006 (0,968-1,044)
0,773
0,990 (0,942-1,044)
0,677
0,955 (0,835-1,092)
0,500
1,741 (1,018-2,979)
0,043
4,257 (0,726-24,960)
0,108
BAL: bronoalveoler lavaj, DLCO: karbonmonoksit difüzyon kapasitesi, FVC%: zorlu vital kapasite,
KOP: kriptojenik organize pnömoni, LDH: laktat dehidrogenaz, SpO2: Oksijen saturasyonu,
Şekil 1. KOAH’da ve sağlıklı kontrol grubunda SCUBE-1 düzeyleri
SCUBE-1 levels in COPD patients and healthy control group
Tablo 1. KOAH’da ve sağlıklı kontrol grubunda SCUBE-1 düzeyleri
SCUBE-1 (ng/dl)
KOAH AA hasta (n:63)
Stabil hasta (n:63)
Sağlıklı kontrol (n:30)
23.9±7.8
19.07±6.9
15.2±7.1
Table 1. SCUBE-1 levels in COPD patients and healthy control group
SCUBE-1 (ng/dl)
COPD AA (n:63)
COPD stable (n:63)
Healthy control (n:30)
23.9±7.8
19.07±6.9
15.2±7.1
KOAH
SS-036
SS-037
KOAH akut atak ve stabil dönemde
serum SCUBE 1 düzeyleri ile solunum
parametreleri arasındaki ilişki
Fiziksel Aktivite ve Sağlık Durumunun
Hastaneye Yatış Gerektiren KOAH Akut
Alevlenmelerinin Seyri Üzerine Etkileri
Müge Hazıroğlu1, Aziz Gümüş2, Halit Çınarka2
Gökçen Arkan Erdoğan, Elif Şen
Gümüşhane Devlet Hastanesi, Gümüşhane
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Rize
1
2
Giriş ve amaç: Çalışmamızda daha önce iskemi, enfeksiyon, kronik
böbrek yetmezliği, akut koroner sendrom, kanser gibi çeşitli hastalıklarda
düzeyi yüksek bulunan SCUBE-1’in KOAH ve akut ataktaki hastalarda
düzeylerini ve tanıdaki yerini belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: 63 KOAH olgusu ile 30 sağlıklı kontrol olgusu çalışmaya alındı.Hastalardan yatışlarının ilk günü rutin kan tetkikleri alındı. SFT yaptırıldı. Hastalardan yatışlarının ilk günü ve stabil oldukları dönemde, sağlıklı
kontrollerden venöz kan alınarak serum SCUBE-1 düzeyi ölçümleri yapıldı. Stabil dönemde SFT yaptırıldı.
Bulgular: Atak ve sağlıklı kontrol grubunda çalışılan SCUBE-1 düzeyleri
karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı yükseklik saptandı (p<0.001).
Atak ve stabil hasta grubunda çalışılan SCUBE-1 düzeyleri karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı yükseklik saptandı (p<0.001). Stabil hasta
ve sağlıklı kontrol grubunda çalışılan SCUBE-1 düzeyleri karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı yükseklik saptandı (p<0.001). Hastalık evresi
ile SCUBE-1 düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Taburculuktan
74
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları, Ankara
Giriş ve amaç: KOAH’lı hastalarda fiziksel aktivitenin azalması önemli
bir sorundur. Sınırlı fiziksel aktivite düzeyi hastaların kondisyonsuzluğunun
ve dispne gibi semptomlarının bir yansımasıdır. Bu nedenlerle çalışmada
akut alevlenme döneminde hastaların fiziksel aktivite düzeyleri, sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi ve aralarındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya kırk yaşından büyük, KOAH’lı akut alevlenme sebebi ile hastaneye yatırılan 75 hasta alındı. 75 hastanın 8’i (%11) kadın,
67’si (%89) erkekti.Verilerin analizi SPSS for windows 15 paket programında yapılmıştır.Hastalara akut alevlenme döneminde yaşam kalitesi
anketleri; KOAH değerlendirme anketi(CAT), Saint George Respiratory
Questionnaire(SGRQ), SF-36, Nottingham sağlık profili, London chest
activity of Daily living(LCADL) uygulandı. Dispne düzeyi (mMRC), BOD
indeksi ve adımsayar ile ölçülen fiziksel aktivite düzeyi ile klinik özellikler
arasındaki ilişkiler belirlendi. Fiziksel aktivite ve sağlık durumu ile ilişkili
yaşam kalitesinin hastanede kalış süresi, bir sonraki alevlenmeye kadar
geçen süre üzerine etkileri değerlendirildi.
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: Adım sayısı yüksek olan hastaların FEV1, FVC, FEF25-75
değerlerinin daha yüksek olduğu gözlendi. Uygulanan anketlere göre dispne ve yaşam kalitesi kötüleştikçe adım sayısının azaldığı belirlendi(tablo
1). İlk alevlenmeye kadar geçen süre (İAGS) ile daha önceki alevlenme
sayısı(r:-0,262,p:0,029), hastaneye yatış(r:-0,383,p:0,001), sık alevlenme
öyküsü(r:-0,365,p:0,002) ilişkili bulundu. Anketler ile İAGS arasındaki ilişki tablo2’de özetlenmişir. Hastaların mMRC skorları arttıkça yatış süresinin
uzadığı izlendi. SF-36, Nottingham sağlık profili anketi ve LCADL bazı alt
bölümleri ile yatış süresi arasında korelasyon mevcuttu.
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmada hastaneye yatış gerektiren ağır
KOAH akut alevlenmelerinde hastaların fiziksel aktivitelerinin kısıtlandığı
ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitelerinin bozulduğu belirlendi. Günlük fiziksel
aktiviteleri kısıtlanan, yaşam kaliteleri bozuk olan hastaların hastanede yatış sürelerinin uzadığı ve bir sonraki alevlenmeye kadar geçen sürenin ise
kısaldığı saptandı.
Anahtar Kelimeler: KOAH, Alevlenme, fiziksel aktivite, adımsayar, sağlıkla ilişkili
yaşam kalitesi
Tablo 1. Adım sayısı ile dispne indeksi, yaşam kalitesi ve günlük fiziksel aktivite anketleri
arasındaki ilişki
Parametreler (n=75)
CAT skoru
mMRC
BOD indeksi
St. George Solunum Anketi
Aktivite
Hastalığın etkileri
Total skor
SF-36
Fiziksel fonksiyon
Fiziksel rol kıısıtlılığı
Nottingham Sağlık Profili
Enerji düzeyi
Ağrı
Londra günlük yaşamda göğüs aktiviteleri ölçeği
Boş vakit
Adım sayısı
r
Adım sayısı
p değeri
-0,252
-0,266
-0,310
r
-0,313 -0,237 -0,251
r
0,262 0,248
r
-0,335
-0,077
r
-0,224
0,029
0,021
0,007
p değeri
0,006
0,040
0,030
p değeri
0,023
0,032
p değeri
0,003
0,003
p değeri
0,053
SS-038
KOAH tanısı olan hastaların doğrudan
maliyet analizleri: 1 yıllık izlem çalışması
Ünal Akel1, Süleyman Savaş Hacıevliyagil1, Zeynep Ayfer Aytemur1, Saim
Yoloğlu2, Saltuk Buğra Kaya1, Nazan Akel3
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Bioistatistik Anabilim Dalı, Malatya
3
Malatya Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Malatya
1
2
Giriş ve amaç: Merkezimize KOAH tanısı ile başvuran hastalarının
1 yıllık süre boyunca hem ayaktan hem de yatarak aldıkları tedavilerinin
direkt maliyet analizinin yapılması amaçlandı.
Yöntem: Çalışmamıza göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran veya
servisimizde yatarak tedavi alan toplam 116 hasta alındı. Hastaların sosyodemografik kayıtları alındı. Solunum fonksiyon testleri, arter kan gazları
dahil rutin laboratuar tetkikleri ve akciğer grafisi istendi, ekokardiyografide
pulmoner arter basıncı değeri bakıldı. KOAH değerlendirme testi (CAT),
modified Medical Research Council (mMRC) dispne skorlaması bakıldı.
Hastaların hastanedeki yatış hastane giderleri, 1 yıl boyunca poliklinik muayene ücretleri, her bronkodilatör ilaç gruplarına ve tüm ilaçların ücretleri
ve toplam direkt maliyetler hesaplandı. Hastalar GOLD sınıflanmasına
göre 1 yıllık direkt maliyet analizleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 116 hastanın 108’i (% 93.1) erkek, 8’sı
(%6.9) kadındı, yaş ortalaması 64.8±10.3 yıl olarak bulundu. Hastaların
21’i (%18.1) GOLD 1, 28’si (%24.1) GOLD 2, 41’i (%35.3) GOLD 3,
26’sı (22.4) GOLD 4 sınıflandırılmasıgrubundaydı. GOLD gruplandırılması göre 25’i (% 21.6) Grup A, 23’ü (%19.8) Grup B, 8’i (%6.9) Grup
C, 60’ı (%51.7) Grup D grubunda olduğu tespit edildi. Hastaların GOLD
1,2,3 ve 4’e göre toplam maliyeti sırasıyla 3051.5 TL, 3024.5 TL, 5150.7
TL, 6783.1 TL saptanırken, Grup A,B,C ve D’e göre toplam maliyeti sırasıyla 1713.4 TL, 4294.8 TL, 2839.6±2 TL, 6199.5 TL saptandı. Hastalar
spirometrik değerlendirmelere göre ayrıldığında çok ağır seviyede (GOLD
4) hastaların bir yıllık maliyetinin en fazla olduğu görüldü. Yeni GOLD
gruplandırılması göre ise, Grup B ve Grup D’nin maliyetinin daha fazla
olduğu ortaya çıktı.
Tartışma ve sonuç: KOAH tanısı olan hastaların yakın takibi ve tedavisinin düzenli uygulanması KOAH hastaların direkt maliyetlerini azaltacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: KOAH, GOLD sınıflandırılması, ilaç maliyet, direkt maliyeti
Tablo 2. İAGS(İlk alevlenmeye kadar geçen süre) süresi ile dispne indeksi, yaşam kalitesi ve
günlük fiziksel aktivite anketleri arasındaki ilişki
Parametreler (n=75)
mMRC
BOD indeksi
St George Solunum Anketi
Aktivite
Total skor
SF-36
Fiziksel fonksiyon
Fiziksel rol kısıtlılığı
Sosyal fonksiyon
Fiziksel sağlık skoru
Nottingham Sağlık Profili
Enerji düzeyi
Emosyonel durum
Sosyal izolasyon
Fiziksel mobilite
Londra günlük yaşamda göğüs aktiviteleri ölçeği
Kişisel bakım
CAT Skoru
İAGS( gün)
r
İAGS(gün)
p değeri
-0,346
0,003
-0,386
0,001
r
p değeri
-0,348
-0,244
0,003
0,042
r
p değeri
0,394
0,246
0,221
0,255
0,001
0,040
0,049
0,033
r
p değeri
-0,265
-0,308
-0,345
-0,326
0,027
0,009
0,003
0,006
r
p değeri
-0,397
0,001
-0,309
0,009
SS-039
KOAH’lı Bireylerde Günlük Yaşam
Aktivitelerinin Belirleyicileri
İsmail Özsoy1, Sema Savcı1, Serap Acar1, Buse Özcan Kahraman1, Sevgi
Özalevli1, Atila Akkoçlu2
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: KOAH’lı hastalar günlük yaşam fonksiyonlarını yerine
getirmede belirgin kısıtlanmalarla karşılaşırlar. Günlük yaşam aktivitesini
etkileyen faktörlerin bilinmesi hastanın fonksiyonel olarak bağımsız olması
açısından oldukça önemlidir. Bu doğrultuda çalışmanın amacı, KOAH’lı
bireylerde günlük yaşam aktivitelerinin belirleyicilerinin saptanmasıydı.
Yöntem: Çalışmaya, Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları tarafından KOAH tanısı konan stabil 44 KOAH’lı birey dahil edildi. Katılımcıların demografik bilgileri, günlük yaşam aktiviteleri (London Chest Activity
of Daily Living Scale [LCADL] ), semptomları (COPD Assessment Test
[CAT]), fonksiyonel egzersiz kapasitesi (6 Dakika Yürüme Testi [6DYT]),
solunum kas kuvveti (Maksimal İnspiratuar Basınç [MIP], Maksimal Ekspiratuar Basınç [MEP]) ve el kavrama kuvveti değerlendirildi. Günlük yaşam aktivitelerinin bağımsız belirleyicilerini saptamak için çoklu doğrusal
regresyon analizi kullanıldı.
Bulgular: LCADL skoru ile 6DYT mesafesi ( r=-0.478, p=0.001),
CAT skoru (r=0.310, p=0.041), MEP (r=-0.370, p=0.013) ve el kavrama kuvveti (r=-0.439, p=0.003) arasında anlamlı korelasyon bulundu.
Çoklu doğrusal regresyon analizinde %40.1 varyansla, günlük yaşam aktivitelerinin bağımsız belirleyicileri olarak 6DYT mesafesi, CAT skoru ve
MEP saptandı.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
75
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Tartışma ve sonuç: Fonksiyonel egzersiz kapasitesi, semptom skoru
ve ekspiratuvar solunum kas kuvveti KOAH’lı bireylerde günlük yaşam
aktivitelerinin bağımsız belirleyicileri olarak bulundu. KOAH’lı bireylerde
semptomların azaltılması, fonksiyonel egzersiz kapasitesinin ve ekspiratuvar solunum kas kuvvetinin artırılması ile günlük yaşam aktivitelerindeki
bağımsızlık düzeyleri arttırılabilir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, günlük yaşam aktiviteleri, fonksiyonel egzersiz kapasitesi
Apelin gen varyantları ve KOAH
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Genetik Bilim
Dalı, İstanbul
2
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
Yedikule Göğüs Hast. ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Klinik,
Zeytinburnu, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi, DETAE, Moleküler Tıp Anabilim Dalı, İstanbul
1
Giriş ve amaç: KOAH, toksik partikül ya da gazlara maruziyet sonucu
hava yolları ve akciğerde oluşan kronik inflamatuar yanıtla ilişkili, genellikle progressif, persistan hava akımı kısıtlaması ile karakterize, yaygın, önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Apelin inotropik ve vazodilatatör
özellikleri olan yeni keşfedilmiş bir peptit olup APJ reseptörünün endojen
ligandıdır. Son yıllarda apelin genindeki çeşitli varyasyonların hipertansiyon, diabet ve koroner arter hastalığıyla ilişkisi bulunmuştur. Bu çalışmanın amacı Türk popülasyonunda apelin genindeki varyasyonların KOAH
ile olan ilişkisinin incelenmesidir.
Yöntem: Bu çalışma bir gözlemsel vaka-kontrol çalışması olup 40-80
yaşları arası, toplam 341 kişi çalışmaya alındı (224 KOAH ve 117 sağlıklı
kontrol). Çalışmada apelin genindeki 2 SNP (rs3115758 ve rs3115759)
nin gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu yöntemiyle genotiplemesi
yapıldı ve KOAH ve kontrol gruplarındaki genotip ve allel frekansları student t testi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Apelin genindeki rs3115758 ve rs3115759 varyantlarının
TT ve AA risk genotipleri aynı oranda KOAH riskinde anlamlı artışla ilişkili
bulundu. Apelin genindeki varyasyonlardan rs3115758 ve rs3115759 un
heterozigot ve homozigot mutant genotipleri (sırasıyla GT ve TT ve GA ve
AA) aynı oranda hastalarda anlamlı olarak daha yüksek oranda saptandı.
Yapılan çoklu regresyon analizinde diğer KOAH risk faktörlerinden bağımsız olarak rs3115758’in TT genotipinin KOAH gelişimini 0,59 kat arttırdığı
saptanmıştır.
Tartışma ve sonuç: Bu çalışma apelin genindeki varyasyonların Türk
populasyonunda KOAH ile olan ilişkilerini inceleyen literatürdeki ilk çalışmadır. Sonuç olarak bu çalışmada apelin genindeki çeşitli varyasyonların
Türk popülasyonunda KOAH ile ilişkili olduğu bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Apelin, KOAH, Genetik
İstanbul, 2005-2014 yıllarına ait yabancı
ülke doğumlu tüberküloz olgularının
değerlendİrİlmesİ
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü Tüberküloz Şubesi, İstanbul
İstanbul Verem Savaşı Derneği, İstanbul
3
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul
2
Giriş ve amaç: 2005-2014 yıllarında İstanbulda dispansere kayıt edilen ve tedavi verilen yabancı ülke doğumlu hastaların özellikleri ve tedavi
sonuçlarını incelemeyi amaçladık.
Yöntem: 2005-2014 yılları arasındaki yabancı tüberküloz hastaların
demografik özellikleri TUTSA kayıtlarından ve dispanserlerdeki hasta dosyalarından geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: 2005-2014 yılları arasında 54.138 Tüberküloz olgusunun
1.116 sı (%2,1) yabancı ülke doğumlu (YÜD) ve % 59,3 ü erkekti. Yabancı ülke doğumlu hasta sayıları 2005-29 (%0,5) iken 2014-327 (%8,1)
olarak saptanmıştır. Olguların %82,1‘i 15-44 yaş arasındadır. 1.116 olgunun ülkeleri 228 (%20,4) Avrupa, 739 (%66,2) Asya, 147 (%13,2) Afrika,
2 (%0,2) Amerika kıtalarındandır. Suriye’li hasta sayısı 2005’de 0 iken
2014 128’e çıkmıştı. Bu hastaların %88,3-yeni olgu,(985) %11,7 si önceden tedavi görmüş olgudur. 1.116 hastanın 829 (%74,3)üne balgamda
yayma bakılmış, 585 (% 70,6)sı pozitif bulunmuştur. % 75,7 (845) olgui
akciğer, 272 (24,4)‘si akciğer dışıdır. Olguların 751 (%67,3) ne kültür 639
u (% 85,1) pozitif bulunmuştur. 639 (%85,1) Kültür pozitif olgunun 599
(% 93,7)na İDT yapılmıştır. 76(%) olguda Çok İlaca Dirençli Tüberküloz
saptanmış 2005-2013 yıllarında tedaviye alınan 789 hastanın tedavi sonuçları; Tedavi Başarısı 589(%74,7), Tedavi Terk 143 (%18,1) Tedavi Başarısızlığı 23 (%2,9), Ölüm 10 (%1,3), Nakil Giden 19 (%2,4) bulunmuştu.
Aynı yıllarda istanbulda ki tüm hastalarda Tedavi Başarısı %90,3 Tedavi
Terk %5,7 ve Tedavi Başarısızlığı % 0,7 dir.
Tartışma ve sonuç: Yıllara göre bakıldığında yabancı uyruklu tüberküloz hasta oranları giderek arttığı,tüm olgulara göre bunlarda tedavi başarısının düşük ve tedavi terk oranın 3 katı yüksek olduğu görülmektedir.
İstanbulda göçmen tüberküloz olgularının tanı ve tedavisinde başarıyı arttırmak için güçlü sosyal aktiviteleride içeren çok yönlü tüberküloz kontrol
yaklaşımı geliştirmeye ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: yabancı uyruklu, tüberküloz
SS-042
Tablo 1. APLN1 geni rs3115758 ve rs3115759 gen varyantları için KOAH hastaları ve
kontrol grupları arasında genotip ve allel frekansları
76
SS-041
1
4
Ender Coşkunpınar , Engin Aynacı , Abdullah Melekoğlu ,
Pınar Yıldız3
APLN1 rs3115758
Genotip
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Zuhal Uğur1, Onur Ceyhan Aksu1, Nesrin Sarımurat2, Hatice Vildan
Oktay2, Öznur Sarıpınar2, Birsen Yeşilkanat Kaya3, Turgut Çalışkan3,
Nurhan İnce3, Zeki Kılıçaslan4
SS-040
1
Tüberküloz
İstanbul Cezaevlerinde Tüberküloz
Esra Ata Erdoğan1, Şeref Özkara2, Onur Aksu Ceyhan3, Tülin Kuyucu4
Çatalca Verem Savaş Dispanseri ,İstanbul
Atatürk Gögüs Hastaliklari ve Gögüs Cerrahisi Egitim ve Arastirma Hastanesi, Ankara
3
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, İstanbul
4
Sürayyapaşa Gögüs Hastaliklari ve Gögüs Cerrahisi Egitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
Kontrol n (%)
KOAH n (%)
P değeri
GG
GT
116 (99.1)
211 (94.1)
*0.0353
1 (0.9)
TT
0 (0)
1 (0.44)
12 (5.46)
ALLEL
G
233 (99.58)
425(94.42)
T
1(0.42)
23(5.58)
APLN1 rs3115759
Genotip
GG
109(99.09)
211(94.19)
GA
1(0.91)
AA
0(0)
1(0.45)
12(5.36)
ALLEL
G
423(94.42)
219(99.55)
A
25(5.58)
1(4.45)
*0.0008
*0.0419
*0.0012
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmada İstanbul cezaevlerinde bulunan TB
tanılı mahkumlara ait verilerin analizi ve toplum geneli ile kıyaslanması
amaçlanmıştır.
Yöntem: 2010-2014 arası 5 yıllık dönemde İstanbul Cezaevlerinde
(Maltepe-Ümraniye-Metris-Kartal-Bakırköy-Paşakapısı-Silivri
Cezainfaz
Kurumları) bulunan TB tanılı mahkumların TUTSA verileri retrospektif olarak incelendi. Cezaevi nüfusu değişken olduğu için yıllık 32.000 mahkum
olduğu kabul edildi. Mahkumların çoğunluğu erişkin yaşta olduğundan
insidans karşılaştırmaları 15-64 yaş grubu ile yapıldı. Hastalık insidansı
için karşılaştırma Türkiye’nin 2011 için yayımlanmış son verisi ile yapıldı.
Bulgular: Tüberküloz olgu hızı yaklaşık yüzbinde 126.7 olarak hesaplandı. Hastaların yaş ortalaması 33.9 ±10.2 olarak hesaplandı. 203 TB tanılı mahkum hastanın 164’ü(%80.7) yeni, 23’ü (%11.3) nüks, 11’i (%5.4)
tedavi terkten dönen, 3’ü(%1.4) tedavi başarısızlığından gelen,2’si(%0.9)
kronik vaka idi. Tutulum yeri 153 hastada (%75,3) akciğer, 39 hastada
(%19,2) akciğer dışı, 11 (%5,4) hastada akciğer+akciğer dışı idi. Mikros-
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
kopi pozitif 105 (%51,7), negatif 59 (%29) olarak saptandı. Kültür pozitif
131 (%64,5), negatif 29 (14,2) ve değerlendirilemeyen 4 (%1,9) olgu vardı. İlaç duyarlılık testi yapılan 130 hastadan 9 (%4,4) hastada çok ilaca
direnç (ÇİD) saptandı.
Tartışma ve sonuç: Tüberküloz Daire Başkanlığının 2011 istatistikleri
ile kıyaslandığında İstanbul cezaevlerinde TB olgu hızı Türkiye genelinden
6 kat; 15-64 yaş grubunda ise 5 kat yüksek bulunmuştur. İstanbul olgu hızı
ile karşılaştırıldığında ise 3,5 kat yüksek görülmüştür. Ülkede 2011 yılında
akciğer TB oranı %59,3 iken, bu çalışma grubunda bu oran %75,3 olarak
tespit edildi. Nüks vaka oranı toplumda %6.1 iken, mahkumlarda %11.3
bulundu. Cezaevlerinde tüberkülozun durumu ülke genelinden daha ciddidir. Cezaevlerinde TB kontrolü için çabaların artırılması ve programın
uygulanmasına daha büyük bir dikkat gösterilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, İstanbul, Cezaevi
SS-043
Silivri Cezaevinde Tüberküloza Yaklaşım
Esra Ata Erdoğan1, Aygül Ak1, Şeref Özkara2
SÖZLÜ SUNUMLAR
Bulgular: Toplam koruma alan 2293 kişinin yaş ortalaması 25,6 idi.
BCG skar sayısı 0 ile 4 arasında olup tedavide 2260 (% 98,5) kişiye INH,
30 (%1,3) kişiye RIF, 3 (% 0,02) kişiye INH+RIF kullanıldığı tespit edildi. 2293 korumanın 1758’i (%76,7) yayma pozitif hasta temaslısı,129’u
(%5,6) TCT pozitifliği, 3’ü (%0,1) TCT konversiyonu, 6’sı (%0,3) hayvan
temaslısı, 2’si (%0,1) brucella, 395’i (%17,2) TNF α kullanımını nedeniyle
tedaviye alınmışlardı. Yıllara göre dağılımları incelendiğinde; ‘yayma (+)
temaslısı’ olma nedeniyle koruma alanların toplam içindeki oranı 2008
yılında % 93,3 iken, 2014 yılında % 66’ya düşmüş, Anti TNF kullanımı nedeniyle koruma alanların oranı % 3,4’ten % 26’ya çıkmıştı. Yayma pozitif
hasta başına koruma başlanan kişi sayısı ise 2008 yılında 1,9 iken,2014
yılında 3,3’e yükselmişti (Grafik 1’de görülmektedir).
Tartışma ve sonuç: Yıllara göre, toplam koruyucu ilaç başlananlar
arasında yayma pozitifliğine bağlı olanların oranı giderek azalırken, Anti
TNF kullanımına bağlı kemoproflakside artış olduğu görülmüştür. Anti
TNF kullanım indikasyonlarının artışı, bu grubun koruma alanlar içindeki payını artırmaktadır. Temaslı olma nedeniyle koruma alanların toplam
içindeki oranının azalması ise Tüberküloz hasta sayısının azalması ile ilişkilidir. Buna karşılık Yayma (+) hasta başına düşen koruyucu ilaç başlama oranının artışı, dispanserlerde verilen hizmet içi eğitimin etkisi ile
açıklanabilir.
Anahtar Kelimeler: AntiTNF, Latent TB, temaslı
Çatalca Verem Savaş Dispanseri, İstanbul
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Cezaevleri tüberküloz (TB) basiliyle enfekte olma ve
aktif hastalık gelişimi açısından yüksek riskli yerlerdir. Bu çalışmada Silivri
Cezaevinde 2015 yılında TB olgu bulma yöntemleri incelendi.
Yöntem: 2015 yılında Çatalca Verem Savaşı Dispanseri’ne (VSD’ye)
kayıtlı Silivri Ceza İnfaz Kurumu’nda bulunan mahkumların verileri değerlendirildi. Silivri Cezaevinden sadece Çatalca VSD sorumludur. Cezaevi
nüfusu değişken olduğu için 17.000 kabul edildi.
Bulgular: 2015 yılı TB tanılı mahkum sayısı 34 olduğu ve koğuşlarda
ortalama 15 yatak bulunduğu için hedeflenen temaslı sayısı 510 kabul
edildi. 2015 yılı temaslılarda ilk muayene sayısı 536 idi. 498 ferdi başvuru
vardı. İkinci muayenede 3, üçüncü muayenede 1 kişi olmak üzere temaslılardan 4 ve ferdi muayeneden 30; toplam 34 kişiye TB tanısı konuldu.
Hastaların 29’u (%85) yeni vaka, 32’si akciğer TB (%94), 13 hasta(%38)
yayma pozitif, 24 hasta (%70) kültür pozitifti ve 2’sinde (%5,8) ÇİD TB
vardı. Olgu hızı yüzbinde 200 olarak hesaplandı.
Tartışma ve sonuç: Tüberküloz Daire Başkanlığının istatistiklerine
göre 2011 yılında TB olgu hızı Türkiye genelinden 9,5 kat daha yüksekti
(200’e karşı 21). Eğer 15-64 yaş grubunda ise cezaevindeki TB’nin topluma oranı 8 kat bulunmuştur. Ülkede 2011 yılında akciğer TB oranı %59,3
iken; çalışma grubunda bu oran %94 olarak tespit edildi. ÇİD-TB, ülke
genelinde ve bu çalışma grubunda sırasıyla %4,1 ve %5,8’dir. Cezaevinde
ferdi başvurularla ve temaslı muayenesiyle saptanan TB oranları 8’e 1’dir
(yüzbinde 6.024 ve 756). Silivri cezaevinde TB olgu hızı yüksektir. Ayrıca
hem semptomu ile başvuranlarda hem de temaslı muayenesinde olgu bulma hızları yüksektir. Cezaevi verilerinin daha sağlıklı izlenmesi, program
açısından yapılacakların daha iyi değerlendirmesini sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, Silivri Cezaevi, temaslı
SS-044
2008-2014 Yılları Arasında, Samsun İlinde
Koruyucu İlaç Tedavisi İndikasyonlarındaki
Değişim
Derya Öztomurcuk1, Teoman Kenanlı1, Keziban Yüksel1,
Rahma Deniz1, Zeki Kılıçaslan2
TB İl Koordinatörlüğü, Samsun
İstanbul Üniversitesi, Çapa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Yıllar içinde koruyucu ilaç tedavisi indikasyonlarındaki
değişimi ve gruplar arasındaki farklılıkları incelemek.
Yöntem: 2008-2014 yılları arasında Samsun ilindeki dispanserlerde
koruma tedavisi alan 1087 (% 47,4) erkek, 1206 (%52,6) kadın, toplam
2293 kişi üzerinden bu çalışma yapılmıştır. Çarşamba, Bafra ve Merkez
VSD’nin TB 15-koruma defterlerine kayıtlı tüm veriler,oluşturulan excel
tablosuna kaydedilerek,geriye dönük olarak yeniden incelenmiştir.
Grafik 1. Samsun’da yayma pozitif hasta başına koruma başlanan kişi sayısı,
2008-2014
SS-045
Hacettepe HIV/AIDS kohortunda
mikobakteriyel infeksiyonlar
Ahmet Görkem Er1, Berrin Er2, Pamir Çerçi3, Ahmet Çağkan
İnkaya4, Serhat Ünal4
Hacettepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
3
Ankara Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Allerji Bilim Dalı, Ankara
4
Hacettepe Üniversitesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre HIV/AIDS hastalarında tüberküloz gelişme riski normal populasyona göre 26-31 kat
daha fazladır. Amacımız Hacettepe HIV/AIDS kohortunda mikobakteriyel
infeksiyon sıklığını ve hastaların tanı anındaki klinik özelliklerini ortaya
koymaktır.
Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları
kliniğinde HIV/AIDS tanısıyla takip edilen 440 hastanın hastane kayıtları
retrospektif olarak incelendi. Mikobakteri infeksiyonu tanısı almış hastalarda tanı anında CD4+ sayısı, organ tutulumu ve yayılım paterni ve direnç
durumu incelendi.
Bulgular: Hacettepe kohortunda 25 (%5.6) hastada mikobakteri infeksiyonu tanısı saptandı. Hastaların yarısından fazlasında akciğer tüberkülozu (15/25, %60) vardı. 3 hastada MAC infeksiyonu, 3 hastada akciğer
dışı tutulum, 4 hastada miliyer tüberküloz vardı (Tablo1). 21 hasta primer
ilaçlara duyarlı suşlarla enfekteydi, 1 hastada izole izoniyazid direnci, 2
hastada çoklu ilaç direnci tespit edildi. Klinik olarak tüberküloz saptanan
hastaların % 72’sinde CD4+ sayısı 200/mm3 altındaydı (Tablo2).
Tartışma ve sonuç: Hasta grubumuzda literatür ile uyumlu olarak
CD4+ sayısı azaldıkça TB insidansı artmaktadır. En sık akciğer tüberkülozu görülmekle birlikte diğer organ tutulumlarıyla da karşılaşılmaktadır. Bir
toplumda iki ya da daha fazla sağlık sorununun hastalık yükünü sinerjistik
olarak arttırması “sindemi“ olarak tanımlanmaktadır. HIV/AIDS ve tüberküloz da sindemik etkileşimlerle dünya genelinde ölümcül sonuçlara yol
açmakta, sağlık sistemleri için zorlayıcı birer faktör olmaktadır. Bu infeksiyon hastalıklarının kontrolünün sağlanabilmesi için ortak çözüm önerileri
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
77
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
geliştirilmeli, ulusal düzeydeki programların tanı, takip ve tedavi sürecinde
çeşitli seviyelerde işbirliği içerisinde olması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: HIV/AIDS, sindemi, tüberküloz
Tablo 1. Mikobakteriyel infeksiyon – organ tutulumu
Mikobakteriyel İnfeksiyon
Çok Duvarlı Karbon Nanotüplerin KOAH’ı
Olan ve Olmayan Bireylerin Bronş Epitel
Hücre Kültürlerinin Permabilitesine ve Silya
Titreşim Frekansına Etkileri
Yüzde (%)
15
60
Sedat İlhan, Demet Taşdemir, Hasan Bayram
2
8
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
4
16
2
8
1
4
1
4
25
100
Giriş ve amaç: Deneysel çalışmalar nanopartiküllerin hava yolları
üzerine toksik etkileri olabileceğini göstermelerine rağmen, altta yatan
mekanizmalar açık değildir. Çalışmamızda çok duvarlı karbon nanotüplerin (ÇDKNT) KOAH’ı olan ve olmayan bireylerden elde edilen primer
bronş epitel hücre (BEH) kültürlerinin silya titreşim frekansı (STF) ve
trans-epitelyal elektrik direnci (TED) üzerine olan etkilerini araştırmayı
amaçladık.
Yöntem: Sigara içmeyen, sigara içen ancak KOAH gelişmeyen ve
KOAH’lı hastalardan elde edilen BEH kültürleri hava-sıvı ara yüz metoduyla üretildikten sonra 0, 10, 50 ve 100 µg/ml çok duvarlı karbon nanotüp (ÇDKNT) ile inkübasyona bırakıldılar. Daha sonra 0., 2., 4., 6., ve 24.
saatlerde kültürlerin TED ve STF’si ölçüldü.
Bulgular: KOAH’lı BEH’lerinde sırasıyla 2. (ortanca: %97.0 ve 92.0),
4. (ortanca= %97.0 ve 93.0), 6. (ortanca= %95.0 ve 93.0) ve 24. (ortanca= %102.0 ve 99.0) saatlerde,100 µg/ml ÇDKNT’e maruz bırakılmış
hücrelerde, kontrol grubuna kıyasla benzer TED değerleri elde edilmedi.
Aynı şekilde, KOAH’lı BEH’lerinin STF’si 2. (ortanca= %106.0 ve 98.0),
4. (ortanca= %101.0 ve 101.0) 6. (ortanca= %104.0 ve 103.0) ve 24.
(ortanca= %122.0 ve 106.0) saatlerde kontrole göre bir değişiklik göstermedi. Bundan başka, sigara içen ve içmeyen bireylerin BEH’lerinde,
ÇDKNT maruziyeti STF ve TED üzerinde herhangi bir etki belirlenmedi.
Tartışma ve sonuç: Bulgularımız, ÇDKNT’lerin, çalışılan dozlarda,
primer BEH kültürlerinin TED ve SFT’si üzerinde herhangi bir etkiye sahip
olmadığını göstermektedir. Finansal Destek: Bu çalışma TÜBİTAK tarafından 113S437 no’lu
projeyle desteklenmiştir.
Tablo 2. Mikobakteri infeksiyonu tanısı anında CD4+ sayısı
Vaka sayısı
< 200
200-500
> 500
Toplam
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Vaka sayısı
Akciğer tüberkülozu
M. tuberculosis kemik iliği tutulumu, lenfadenit
Miliyer tüberküloz
Mycobacterium avium complex, lenfadenit
Mycobacterium avium complex, kemik iliği tutulumu
Genitoüriner tüberküloz
Toplam
CD4 Sayısı (hücre/mm3)
SS-047
Yüzde (%)
18
72
6
24
1
4
25
100
Deneysel Araştırmalar
SS-046
KOAH Olan ve Olmayan Hastaların Bronş
Epitel Hücre Kültürlerinde Dizel Ekzoz
Partiküllerinin Silya Titreşim Frekansı
Üzerine Etkisi
Anahtar Kelimeler: Çok duvarlı karbon nano tüpler, KOAH, Primer bronş epitel
hücre kültürleri, Silya titreşim frekansı, Trans-epitelyal elektrik direnci.
Demet Taşdemir, Sedat İlhan, Hasan Bayram
Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
Giriş ve amaç: Çalışmalar partiküllerden kaynaklanan hava kirliliğinin
kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) gibi hava yolu hastalıklarının
patogenezinde önemli bir rol oynadığını belirtse de, altta yatan mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır. Çalışmamızın amacı, dizel ekzoz
partiküllerinin (DEP) KOAH olan ve olmayan sigara içicisi hastalardan
elde edilen primer bronş epitel hücre (BEH) kültürlerinin silya titreşim frekansına (STF) olan etkisini araştırmaktır.
Yöntem: KOAH olan ve olmayan cerrahi eksplantlardan elde edilen
BEH kültürleri 50µg/ml DEP yokluğunda ve varlığında roflumilast (0,1µM)
ve formoterol (1µM) ile inkübe edildi. Kültürlerin STF’ı 0., 2., 4., 6., ve 24.
saatte ölçüldü.
Bulgular: DEP KOAH’lı BEH’de DEP’siz ortamda inkübe edilen kontrol hücreleri ile kıyaslandığında STF’nı 6. (ortanca= 100.6% ve 85,1,
p<0.05) ve 24. (ortanca= 84.1% ve 52.4 %, p<0.001) saatlerde anlamlı olarak baskıladı. DEP varlığında verilen roflumilast ise T2 (ortanca=
101.7%, ve 102.2, p<0.05) T4 (ortanca= 91.4 %, ve 99.7, p<0.05),
T6 (ortanca= 95.1 %, ve 102.1, p<0.05) ve T24 (ortanca= 52.4 %, ve
87.9, p<0.05) saatlerin DEP grubuna göre STF’nı arttırarak, DEP’nün
inhibitör etkisini geri çevirdi. Benzer şekilde, formoterol da KOAH’lı hücrelerde DEP’nin baskıladığı STF’nı anlamlı olarak arttırdı. Benzer bulgular
KOAH’lı olmayan sigara içen BEH’lerinde de gözlemlendi.
Tartışma ve sonuç: Bu bulgular DEP’nin BEH’lerinde in vitro koşullarda
silyer aktiviteyi baskıladığını, roflumilast ve formoterolün ise bu etkiyi geriye döndürebileceğini göstermektedir.
Bu çalışma TÜBİTAK tarafından 113S437 no’lu projeyle desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler: DEP, Formoterol, KOAH, primer bronş epitel hücre kültürleri,
Roflumilast, silya titreşim frekansı.
78
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS-048
Kapsaisinin KOAH’ı olan ve Olmayan
Bireylerin Bronş Epitel Hücre Kültür
Permabilitesine ve Silya Titreşim Frekansına
Etkisi
Halil İbrahim Toy1, Demet Taşdemir1, Sedat İlhan1, Öner Dikensoy2, Hasan
Bayram1
1
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hücre Kültür
Laboratuarı, Gaziantep
2
Taksim Acibadem Hastanesi Gögüs Hastaliklari, İstanbul
Giriş ve amaç: Son yıllarda kolluk kuvvetleri tarafından kitlesel gösterilerde sıklıkla kullanılan biber gazı (kapsaisin) ile yapılan çalışmalar bu gazın solunum sistemi üzerine olan olumsuz etkilerini ortaya koymuşlarsa da,
altta yatan mekanizmalar ve bronş epitel hücrelerinin (BEH) rolü açık değildir. Çalışmamızda kapsaisinin hava yolu epitel permabilitesi ve BEH’nin
silya titreşim frekansı (STF) üzerine olan etkilerini araştırmayı amaçladık.
Yöntem: KOAH’ı olan ve olmayan sigara içicisi hastalardan elde edilen
BEH kültürleri 0, 50, 125, 250, 500 μg/ml konsantrasyonlarında kapsaisine maruz bırakılarak, kültürlerin trans epitelyal elektriksel direnci (TEED)
ve STF’I 15 ve 30 dak., 1., 2., 4., 6., ve 24. saatlerde ölçüldü.
Bulgular: Kapsaisin (250µg/ml) sigara içicisi kültürlerin STF’nı
15.(ortanca=%104.1 ve %71, p<0.01), ve 30.(ortanca=%103.9 ve
%58, p<0.001), dak, 1.(ortanca=%100.2 ve %60, p<0.001), 2.(ortanca=%102.3 ve %68, p<0.0001), 4. (ortanca=%104 ve %84, p<0.01),
6.(ortanca=%101.3 ve %88, p<0.001), ve 24. (ortanca=%86.64 ve
%0.1, p<0.0001), saatlerde kontrol grubuna göre anlamlı olarak azalttı.
Benzer şekilde kapsaisinin 250 (ortanca=%82 ve %66.3, p<0.0001) ve
500µg/ml (ortanca=%82 ve %50, p<0.0001) gibi yüksek dozları sigara içenlerin BEH kültürlerinin TEED’ni 24. saatte anlamlı olarak baskıladı. Bundan başka 500µg/ml Kapsaisin KOAH’lıların BEH kültürlerinin
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
TEED’ni 24. saatte (ortanca=%80.67 ve %53.19, p<0.0001) anlamlı
olarak azalttı.
Tartışma ve sonuç: Bulgularımız kapsaisinin hava yolu epitel permabilitisini artırırken, bu hücrelerin siliyer aktivitesini inhibe ederek solunum yollarına olan toksik etkilerini ortaya koyabileceğini göstermektedir.
Bu proje, Türk Toraks Derneği tarafından desteklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: biber gazı, bronş epitel hücreleri, kapsaisin, KOAH, silya titreşim frekansı, trans-epitelyal elektriksel direnç
SS-049
KOAH’lıların Bronş Epitel Hücrelerinde
miRNA Profili ve Dizel Egzoz Partiküllerinin
Etkisi
Demet Taşdemir1, Mustafa Ulaşlı2, Serdar Gürses3, Recep Bayraktar2,
Sevil Kırkbeş2, Seçil Demiral2, Serdar Öztuzcu2, Hasan Bayram1
1
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hücre Kültürü
Laboratuvarı, Gaziantep
2
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep
3
Zirve Üniversitesi Emine-Bahaeddin Nakıpoğlu Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı,
Gaziantep
Giriş ve amaç: MikroRNA (miRNA)’lar transkripsyon sonrası oluşan
RNA moleküllerinin işlenmesi sonucu ortaya çıkarak gen ekspresyonunun
düzenlenmesinde rol oynamaktadırlar. Sınırlı sayıdaki çalışma miRNA’ların solunum sistemi hastalıklarının patogenezinde rol oynayabileceğini ve
çevresel faktörlerden etkilenebileceğini belirtmekse de, bu moleküllerin
KOAH’ın patogenezinde ve hava kirliliğine bağlı hava yolu patolojilerindeki rolü yeterince bilinmemektedir. Çalışmamızın amacı, primer insan bronş
epitel hücrelerinde (BEH) otofaji ve apoptosis yolağında, hücre döngüsünde ve inflamasyonda rol alan genleri hedeflediği düşünülen miRNA profilinin aydınlatılması ve dizel egzoz partiküllerinin (DEP) etkisini araştırmaktı.
Yöntem: Sigara içmeyen, sigara içicisi KOAH olan ve olmayan bireylerden elde edilen BEH kültürleri 0 ve 50µg/ml DEP ile 24 saat inkübe
edildiler. Hücrelerden izole edilen miRNA’ların ekspresyonu fludigm RTPCR ile çalışıldı.
Bulgular: Her üç gruptan elde edilen BEH kültürlerinin miRNA
ekspresyonunda bir farklılık saptanmadı. Ancak, DEP’nin KOAH’lı
BEH’lerinde izole edilen 190 farklı miRNA’dan özellikle otofaji, hücre
döngüsü ve inflamasyon yolaklarında rol alan genler ile ilişkili olduğu
düşünülen 46 miRNA’nın (hsa-miR-3678-3p, hsa-miR-3679-3p, hsa-miR371b-3p, hsa-miR-372, hsa-miR-373, hsa-miR-381, hsa-miR-3941, hsamiR-410, hsa-miR-4262, hsa-miR-4421, hsa-miR-4477a, hsa-miR-4500,
hsa-miR-4503, hsa-miR-4518, hsa-miR-4528, hsa-miR-4639-5p, hsamiR-4645-5p, hsa-miR-4659b-3p, hsa-miR-4664-5p, hsa-miR-46663p, hsa-miR-4668-3p, hsa-miR-4673, hsa-miR-4692, hsa-miR-4719,
hsa-miR-4732-5p, hsa-miR-4755-3p, hsa-miR-4770, hsa-miR-4795-3p,
hsa-miR-4799-5p, hsa-miR-4803, hsa-miR-485-5p, hsa-miR-495, hsamiR-4961-5p, hsa-miR-504-5p, hsa-miR-506-3p, hsa-miR-520a-3p,
hsa-miR-520b, hsa-miR-520c-3p, hsa-miR-520d-3p, hsa-miR-544, hsamiR-548a, hsa-miR-548c-3p, hsa-miR-548p, hsa-miR-603, hsa-miR-607,
miR-9-3p) ekspresyonunu artırdığı gözlendi.
Tartışma ve sonuç: Bulgularımız DEP’nin KOAH’lılarda özellikle inflamasyon, hücre döngüsü ve ölümü ile ilgili genleri düzenleyen miRNA
ekspresyonunu artırabileceğini göstermektedir. Söz konusu miRNA’ların
biyo belirteç olarak rol oynama ve terapötik potansiyellerinin daha ayrıntılı
olarak araştırılması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: DEP, KOAH, miRNA, primer bronş epitel hücreleri
Deneysel Araştırmalar
SS-050
Effects of Dexamethasone,
N-acetylcysteine, and Inhibitors of
Inflammation Pathways on Expression of
Inflammatory Cytokines from Bronchial
Epithelial Cells of Patients with COPD
İbrahim Koç1, Bülent Göğebakan2, Recep Bayraktar3, Demet Taşdemir3,
Ufkun Özdemir3, Ian Adcock4, Hasan Bayram3
Pulmonary Medicine, Viransehir State Hospital, Sanliurfa
Medical Biology, Mustafa Kemal University, Hatay
3
Respiratory Research Laboratory, Department of Chest Diseases, University of Gaziantep,
Gaziantep
4
Airways Disease Section, National Heart and Lung Institute, Imperial College, London,
United Kingdom
1
2
Background and aim: Although studies suggest steroid resistance in
COPD, the underlying mechanisms, and the role of bronchial epithelial
cells (BECs) are unclear.
Methods: We cultured primary BECs from non-smokers (NS), smokers
(S) and patients with COPD, and incubated with dexamethasone (DEX,
0.1-100nM), N-acetylcysteine (NAC, 3.3-10mM),c-jun N-terminal kinase inhibitor (SP600125; 3.3-33µM), Nuclear Factor (NF)- κB inhibitor
(IMD0354, 0-5 µM) or Phosphoinositide 3-kinase inhibitor (AS605240;
0-5 µM) for 24hrs under un-stimulated and stimulated condition by interleukin (IL)-1β. IL-6, IL-8 and granulocyte macrophage-colony stimulating
factor (GM-CSF) protein and mRNA expression, and cell viability were
assessed.
Results: DEX inhibited GM-CSF release from un-stimulated COPD
BECs (median= 1.047ng/ml) at 1nM (median=0.5ng/ml; p<0.005),
100nM (median=0.39ng/ml; p<0.005), and from stimulated cells (median=21.6ng/ml), at 1nM (median=15ng/ml; p<0.05), 10nM (median=13ng/ml; p<0.005) and 100nM (median=11ng/ml; p<0.001). However, DEX inhibited GM-CSF mRNA both in un-simulated and stimulated
COPD cells only at 100nM. In S patients, DEX decreased GM-CSF in
un-stimulated and stimulated BECs at 0.1 to 100nM, whereas only 100nM
was effective in suppressing mRNA expression. Although DEX inhibited
IL-6 from both COPD and NS cells at 1-100nM, the release from S cells
was not affected. Similarly, DEX inhibited IL-8 release and mRNA expression in BECs from COPDs, S and NS subjects, at various concentrations.
Furthermore, NAC, SP600125, and IMD0354 decreased protein and
mRNA expression of GM-CSF, IL-6 and IL-8 at various concentrations
under un-stimulated and stimulated conditions.
Conclusions: Our findings suggest that BECs play a role in the pathogenesis of resistance to steroids and other anti-inflammatory therapies in
COPD.
Keywords: COPD, NAC, JNK, NF-kB, PI3K, dexamethasone
Klinik Sorunlar - Pulmoner Vasküler Hastalıklar
SS-051
Akut pulmoner tromboemboli tanılı 414
olguda erken ve geç dönem mortalite ile
mortalite belirleyicilerinin retrospektif
değerlendirmesi
Abdulsamet Sandal, Elif Tuğçe Korkmaz, Funda Aksu, Deniz Köksal, Ziya
Toros Selçuk, Ahmet Uğur Demir, Salih Emri, Lütfi Çöplü
Hacettepe Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Akut pulmoner tromboemboli (PTE), mortalitesi yüksek bir hastalıktır. Bu araştırmada akut PTE olgularında klinik özelliklerin,
erken ve geç dönem mortalitenin ve mortaliteyle ilişkili faktörlerin araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya 01.01.2003-30.06.2013 arasında Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde tanı konmuş 18 yaş ve üzeri akut PTE hastaları
retrospektif şekilde dâhil edildi. En az 30 günlük takip bilgisine ulaşılama-
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
79
SÖZLÜ SUNUMLAR
yan hastalar dışlandı. İlk 90 gün içerisindeki mortalite erken dönem; 90
günden sonraki mortalite geç dönem mortalite olarak değerlendirildi. Tek
değişken analizlerinde mortaliteyle anlamlı ilişki saptanan değişkenler yaş
ve cinsiyetle kontrol edilmiş regresyon analizleriyle incelendi.
Bulgular: Dâhil edilen 414 hastanın (Erkek/Kadın:192/222) yaş
ortalaması 59,5+16,2(18-93) idi. Hastaların ortalama izlem süresi
37,45±37,62(min-maks=0-148) aydı. Takip sonu bilgisine ulaşılan 398
hastada genel mortalite oranı %47,8’di. Erken dönemde 30, 31-90 ve 90
günlük mortalite oranları sırasıyla %13,3,%9,6 ve %21,8’di. 30 günlük
mortaliteyle çok değişkenli lojistik regresyon analizinde anlamlı ilişkili değişkenler ileri yaş, kalp yetmezliği öyküsü, hipontansiyon, bilinç durumu
değişikliği ve hesaplanan glomerüler filtrasyon hızında azalmaydı. 31-90
günlük mortalitede çok değişkenli Cox regresyon analizinde ilişkili değişkenler kanser varlığı, kronik akciğer hastalığı öyküsü ve hipoksemiydi. Pulmonary embolism severity index (PESI) ve basitleştirilmiş PESI’ye göre
düşük ve yüksek risk gruplarında 30 ve 90 günlük mortalite anlamlı şekilde
farklı bulundu. Geç dönemde, 3 ay–1 yıl ve 1 yıl–5 yıllık mortalite oranları
sırasıyla %13,6 ve %36,4’tü. 3 ay–1 yıllık mortaliteyle sadece kanser varlığı; 1 yıl–5 yıllık mortaliteyle sadece ileri yaş ve kanser varlığı ilişkiliydi; bu
nedenle bu süreler için çok değişkenli lojistik regresyon analizi yapılmadı.
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızın sonuçları; bu alanda yapılacak
prospektif kohort çalışmalarına ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner tromboemboli, PESI, basitleştirilmiş PESI, BT anjiyografi, geç mortalite
SS-052
Syncopal episode in patients with pulmonary
embolism
Bülent Altınsoy, Fatma Erboy, Tacettin Örnek, Hakan Tanrıverdi,
Fırat Uygur, Figen Atalay, Meltem Tor
Bülent Ecevit Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak
Background and aım: Syncope is an atypical presentation for acute
pulmonary embolism (APE). There are conflicting data concerning syncope and prognosis of APE.
Methods: One hundred seventy-nine consecutive patients aged 22
to 96 years (median, 68 years) with APE were enrolled retrospectively to
the study.
Results: Prevalence of syncope was 13% (n=23) at the time of presentation. Compared to patients without syncope, those with syncope had
a higher rate of central embolism (83% vs 43%, respectively, p =0,002),
right ventricular dysfunction (RVD) (91% vs 68%, p=0.021) and troponin
positivity (80% vs 39%, p =0,001) but not 30 day mortality (13% vs 10%
p =0.716). Multivariate analysis showed that central localization (OR:
9,08) and cTn positivity (OR: 4.67) were the independent correlates of the
presence of syncope in the patients with APE. Frequency of cardiopulmonary disease was lower and duration of symptoms was shorter in patients
with syncope (p=0.138, p=118, respectively), although not significant.
Conclusions: Syncope most likely represents an intermediate condition between massive APE and hypotension. The prognosis seems to
depend on the underlying pathology, the patient’s age, comorbidities, the
duration of presentation and the use thrombolytic therapy. In this study,
no differences in the mortality does not eliminate the need for clinicians to
be alert in management of patients with syncope.
Keywords: Prognosis, Pulmonary Enbolism, Syncope
80
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
SS-053
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Can the red blood cell distribution width
predict the obstruction level of the
pulmonary vascular bed in patients with
acute pulmonary embolism?
Recep Akgedik1, Harun Karamanlı2, Ali Bekir Kurt1
Medical Faculty of Ordu University, Ordu
Ataturk Chest Disease and Chest Surgery Education and Research Hospital
1
2
Background and aim: Previous researches have represented a considerable relation between acute pulmonary embolism (PE) and red blood
cell distribution width (RDW). To the authors’ knowledge no research has
been informed in subjects with PE severity. Pulmonary arterial obstruction
index (PAOI) is associated with the severity of acute PE. In our investigation, we purposed to assess the relation between PAOI and RDW and the
benefit of these factors in the detection of PE severity.
Methods: We retrospectively investigated the demographic information, probability of clinical scores, laboratory paramater, serum D-dimer levels, and echocardiographic findings of systolic pulmonary artery
pressure (sPAB) Acute PE individuals who were diagnosed by computed
tomography of pulmonary arterial angiography. Right ventricular dysfunction (RVD) on CT was assessed by calculating the right ventricular/left
ventricular (RV/LV) diameter ratios on transverse (RV/LVtrans)
Results: The information of 131 patients with acute PE and 51
(64.6%) female and 28 (35.4%) male healthy control were evaluated.
Acute PE group’s RDW values were higher than control subjects (P <
0,0001). RDW (%) level was remarkable higher in patients with massive
PE than in patients with nonmassive PE. There were statistically considerable differences in terms of PAOI and systolic pulmonary arterial pressure
(sPAP) between nonmassive and massive PE patients (P < 0,0001 for all).
PAOI was correlated with PE severity, D-dimer level, sPAP and clinical
probability scores. PAOI was correlated with RDW levels.
Conclusions: RDW levels, an inexpensive and easily measurable
laboratory factor, were considerable associated with the severity and presence of PE.
Keywords: Acute pulmonary embolism, Red blood cell distribution width, Severity
of pulmonary embolism pulmonary arterial obstruction index
Figure 1. Correlation between RDW and and PAOI
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Figure 2. ROC curves for RDW(sensitivity: &60,5,spesifity:%31,3;cut of value
%14.85 for massive PE cases
Table 1. RDW, D-dimer, CTnI levels Wells and Genova (Clinical probability scores) score in
PE severity groups determined on the according to PAOI.
Mild
(PAOI<40%)
Variables
Patients (n)
RDW
Wells score
Genova score
D-Dimer
sPAP mmhg
CTnI
RV/RL
56
13,4 ± 0,97
4.5 ± 2,4
4.6 ± 1,6
2323 ± 1075
37.3 ± 15,6
0.28 ± 0.47
1.0.3 ± 0.16
Modarate
(PAOI=40-60%)
23
14.5 ± 1,4
5.1±2.4
6.3±1.6
3575 ± 1650
54.5 ± 18.2
0.40 ± 0.74
1.10 ± 0.14
Severe
(PAOI>60%)
50
15,8 ± 2,0
5.5±2.0
6.8±1.8
3400 ± 980
59 ± 11.9
0.84 ± 1.85
1.28 ± 0.25
P value
Anahtar Kelimeler: tiyol/disülfit, oksidan-antioksidan, oksidatif stres
< 0.0001*
0.04**
0.003**
< 0.0001**
< 0.0001**
< 0.0001**
< 0.0001**
Data are numbers or means ± SD. RDW: red cell distribution witdh, sPAP: systolic pulmonary arterial pressure,
PAOI: pulmonary artery obstruction index, PE: Pulmonary embolism, RV/LV: right vetricul/left ventricul, WBC:
white blood cell * Kruskal-Wallis test was used; P < 0.05 ** Kruskal-Wallis test and Mann Whitney U test
(Bonferroni correction to adjust for multiple comparisons) were used; P < 0.05 Bold defines P value of statistical
significance of differences between massive and nonmassive (significance level <0.05)
Table 2. Correlation between clinical probility scores, RDW, sPAP, d-dimer with PAOI
Correlation with PAOI
RDW
Wells Clinical Score
Genova Clinical Score
sPAP mmhg
cTnI
D-dimer
olarak disülfitlerin oluşumuna neden olmakta, disülfitlerde tiyole redükte
olabilmektedir. Pulmoner sirkülasyonun bozulduğu, oksidatif stresin artdığı pulmoner tromboembolide tiyol/disülfit dengesinin nasıl olduğunu ve
hastalık şiddetiyle ilişkisini akut pulmoner tromboembolili olgularda göstermeyi amaçladık.
Yöntem: Bu amaçla 97’si akut pulmoner tromboembolili olguların
oluşturduğu çalışma grubu ve 49 sağlıklı kontrol grubundan oluşan toplam 146 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların hemodinamik bulguları ile
birlikte, pulmoner BT angiografileri, doppler EKO bulguları, basitleştirilmiş
PESİ skorları, serum BNP ve troponin değerleri kaydedilerek yüksek, ortayüksek, orta-düşük ve düşük risk gruplarına göre ayrıldı. Olguların tümünün venöz kan örnekleri alınarak, önce santrüfüj edildi ve -80 derecede
saklandı.
Bulgular: Çalışma grubunda yer alan olguların 56’sı erkek, 41’i kadın
ve kontrol grubundakilerin 27’si kadın 22’si erkekdi. Çalışmaya katılan olguların ortalama yaşı 68±17 ‘di. Kontrol grubuna göre çalışma grubundaki medyan tiyol/disülfit değerleri istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük
saptandı (p<0.001). Çalışma grubunda median tiyol/disülfit değeri ortalama 117.39 mg/dl, kontrol grubunda ise 227.29 mg/dl olarak ölçüldü.
Tartışma ve sonuç: Alınan bu sonuçlar akut pulmoner tromboembolili olguların serumlarında disülfit izomerazlarının arttığını ve tiyol/disülfit
oranının düştüğünü göstermektedir. Sonuç olarak; akut pulmoner tromboembolili olguların dolaşımlarında
tiyol /disülfit dengesi bozulmakta, oran düşmektedir. Tanıda ve embolili
hastaların risk analizlerinin yapılmasında tiyol/disülfit düzeyleri yardımcı
bir biyobelirteç olarak kullanılabilir.
Rho
P value*
0.658
0.287
0.362
0.635
0.547
0.456
< 0.0001
0.001
< 0.0001
< 0.0001
< 0.0001
< 0.0001
P value for any differences between parameters and PAOI. Bold defines P value of statistical significance of
correlation between parameters and PAOI (significance value < 0.05) cTnI: cardiac troponin I, PAOI: pulmonary
artery obstruction index PE: Pulmonary embolism, RDW: red cell distribution width, sPAP: systolic pulmonary
arterial pressure
SS-054
Akut pulmoner tromboembolide tiyol/
disülfit düzeyinin tanısal değeri
Serdar Akpınar1, Esra Erdemir1, Merve Yumrukuz1, Emine Bahar Kurt1,
Murat Alışık2, Cemile Koca2
1
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi- Göğüs Hastalıkları Kliniği
ve Dahili Yoğun Bakım Ünitesi, Ankara
2
Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi- Biokimya Bölümü, Ankara
SS-055
Akut Pulmoner Emboli Tedavisinde 50 mg
rt-PA‘nın Uzun Dönem Sonuçları: 5 Yıllık
Deneyimimiz
Elif Yılmazel Uçar, Ömer Araz, Buğra Kerget, Nafiye Yılmaz, Metin Akgün,
Leyla Sağlam
Atatürk Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
Giriş ve amaç: Masif pulmoner emboli hayatı tehdit eden bir hastalıktır. Rekombinan doku plasminojen aktivatörü (rt-PA) en sık kullanılan trombolitik ajandır. Ancak başta serebral hemoraji olmak üzere majör hemorajik komplikasyonlara yol açması azaltılmış doz rt-PA (50 mg)
uygulamasını gündeme getirmiştir. Yapılan çalışmalarda azaltılmış dozun
da standart doz kadar etkin ve daha güvenilir olduğu gösterilmiştir ancak
uzun dönem sonuçları ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır. Çalışmamızda
azaltılmış dozun son 5 yıldaki nüks, pulmoner hipertansiyon gelişimi ve
mortalite açısından etkinliği değerlendirilmiştir.
Yöntem: Bu çalışma retrospektif kohort çalışmasıdır. Çalışmaya 20102015 yılları arasında trombolitik tedavi uygulanan (100 mg rt-PA veya
50 mg rt-PA) akut pulmoner embolili 117 hasta alınmıştır. Uygulanan her
iki trombolitik tedavi nüks, pulmoner hipertansiyon gelişimi ve mortalite
açısından değerlendirilmiştir.
Bulgular: Seksen üç hastaya 100 mg rt-PA, 34 hastaya 50 mg rt-PA
uygulanmıştı. Hastaların 44’ü erkek, 73’ü kadındı. Her iki grubun yaş ortalaması sırasıyla 61,2±15,3 ve 68,5±13,5 idi. 100 mg rt-PA grubunda
2 hastada nüks görülürken, 8 hastada 3. ay kontrollerinde pulmoner basınçta düşme gözlenmedi, 4’ü endarterektomi operasyonu geçirdi. 50 mg
rt-PA grubunda 1 hastada nüks görülürken, 1 hastada pulmoner basınçta
düşme gözlenmedi (p>0,05). Diğer hastaların 3. aydaki kontrol tomografileri normal ve pulmoner arter basınçlarında anlamlı düzelme vardı
(p<0,001). Her iki grupta hastane mortalitesi sırasıyla %14,4 ve %14,7
iken (p=1,00), beş yıllık mortalite %27,7 ve %35,2 (p=0.50) idi. Uzun
dönem mortalitede en sık neden eşlik eden malignite idi.
Tartışma ve sonuç: 50 mg rt-PA 100 mg rt-PA kadar etkin ve güvenilirdir. Uzun dönem takiplerinde de etkinlik ve güvenilirlik açısından fark
gözlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: akut pulmoner emboli, 50 mg rt-PA, nüks, pulmoner
hipertansiyon
Giriş ve amaç: Oksidan-antioksidan dengesinin sağlanmasında özellikle oksidatif stres ve inflamasyon durumlarında hücre içi ve hücre dışı
olarak bulunabilen tiyol/disülfit önemli bir rol oynamaktadır. Tiyol okside
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
81
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Pulmoner Rehabilitasyon ve Kronik Bakım
SS-056
Bronşektazili hastalarda yüksek frekanslı
göğüs duvarı ossilasyonu uygulamasının
balgam çıkışı üzerine etkinliği-ön sonuçlar
Seçil Sarı, Tuğba Göktalay, Yavuz Havlucu
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. Gruplar arası günlük çıkarılan balgam miktarlarının karşılaştırılması
GÜN
PD+VEST (n%) (BALGAM MİKTARI)
PD+ASTD (n%) (BALGAM MİKTARI)
1.GÜN
2.GÜN
3.GÜN
4.GÜN
5.GÜN
62,5% (10-55 GR)
50% (55-65 GR)
50% (65-150 GR)
25 % (65-150 GR)
62,5 % (10-55 GR)
28,6 % (10-55 GR)
14,3 5 % (55-65 GR)
20 % (65-150 GR)
14,3 5 % (65-150 GR)
57,1 % (10-55 GR)
Celal Bayar Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Giriş ve amaç: Bronşektazili hastalarda sekresyonların atılması önemlidir(1). Postural drenaj (PD) en çok bilinen nonfarmakolojik konvansiyonel tedavidir. Bunun yanı sıra aktif solunum teknikleri döngüsü de (ASTD)
bu amaçla kullanılmaktadır(1-2). Yüksek frekanslı göğüs duvarı kompresyonu oluşturan Vest cihazı da bronşektazi hastalarında mukus sekresyonlarının mobilizasyonu için kullanılmaktadır (1,3,4-5). Çalışmamızda postural
drenaja eklenen VEST™ uygulamasının etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Primer sonlanım noktası balgam çıkış miktarı, sekonder sonlanım noktaları yaşam kalitesi, dispne skoru, CRP düzeyi ve hipoksi olarak belirlendi.
Yöntem: 18 yaş üstü bronşektazi tanılı 15 hasta çalışmaya alındı. Hastalar rastgele 2 tedavi grubuna ayrıldı. 5 gün süre ile birinci gruba; günde 3
kez 20 dk VEST™ ve PD, ikinci gruba günde 3 kez 20 dk, ASTD ve PD uygulandı. Hastalar başlangıçta ve sonlanımda SF36, mMRC dispne skalası
ile değerlendirildi. 5 günlük uygulama öncesi ve sonrası CRP ölçümleri,
kan gazı ve günlük çıkarılan balgam miktarı kaydedildi.
Bulgular: Gruplar arasında yaş, cinsiyet, eğitim durumu, meslek, ek
hastalık, sigara kullanımı, bronkodilatör kullanımı, ateş ve öksürük karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Ancak 2. ve 3. günlerde çıkarılan balgam miktarında ve pO2 değerinde Vest grubunda daha
belirgin olmak üzere, her iki grupta da artma saptanmıştır. Ayrıca yaşam
kalitesi anketi SF 36’nın mental komponentinde her iki grupta da iyileşme
belirlenmiştir.
Tartışma ve sonuç: Vest cihazı ile postural drenaj birlikte uygulandığında istatistiksel olarak anlamlı olmasa da günlük çıkarılan balgam miktarının daha çok arttığı, hipoksinin düzeldiği ve yaşam kalitesi anketlerinde
de olumlu yönde değişiklik olduğu görülmüştür. Araştırmamızın ön sonuçları bronşektazi hastalarında konvansiyonel tedaviye VEST™ eklenmesinin balgam çıkış miktarını arttırarak hastaların kliniğine olumlu katkısının
olacağını desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, Vest Cihazı, Postural Drenaj
Tablo 1. Demografik verilere göre gruplar arası uygulama öncesi ve sonrası saptanan
ortalama değerlerin karşılaştırılması
DEMOGRAFİK VERİLER
YAŞ
SİGARA( PAKET YILI)
TANI YAŞI
PRE MRC
POST MRC
PRE CRP
POST CRP
PRE PH
POST PH
PRE PO2
POST PO2
PRE SO2
POST SO2
PRE SF 36 (FİZİKSEL
KOMPONENT)
POST SF36 (FİZİKSEL
KOMPONENT)
PRE SF36 (MENTAL
KOMPONENT)
POST SF36 (MENTAL
KOMPONENT)
82
PD+VEST
(ORTALAMA + St.SAPMA)
PD+ASTD
(ORTALAMA + St.SAPMA)
58,37 +17,38
19,38 + 33,42
44,00 + 28,50
3,75 + 0,88
3,50 + 1,06
27,37 + 34,15
3,71 + 4,16
7,41 + 0,06
7,40 + 0,06
53,58 + 16,58
82,41 + 25,24
85,42 + 10,66
94,87 + 1,95
56,71+ 11,11
34,86 + 40,39
37,14 + 25,44
3,71 + 1,38
3,71 + 0,95
43,25 + 62,52
8,05 + 14,13
7,42 + 0,04
7,42 + 0,03
77,85 + 31,76
79,37 + 10,70
91,00 + 10,21
94,85 + 2,79
32,02 + 6,43
30,71 + 6,99
31,63 + 5,05
30,01 + 9,17
39,36 + 9,06
38,67 + 6,43
41,73 + 8,02
39,97 + 5,54
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS-057
Efficacy of Preoperative Comprehensive
Pulmonary Rehabilitation in Patients with
Lung Cancer
Dicle Kaymaz1, Pınar Ergün1, İpek Candemir1, Selim Erkmen Gülhan2, Göktürk
Fındık2, Neşe Demir1, Filiz Taşdemir1, Nurcan Egesel1, Fatma Şengül1
1
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pulmoner
Rehabilitasyon Merkezi, Ankara
2
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Ankara
Background and aim: Low exercise tolerance is associated with poor
thoracic surgical outcomes. Preoperative pulmonary rehabilitation (PPR)
can optimize individuals’ exercise tolerance and overall medical stability
before lung cancer resection surgery. Our aim was to evaluate the efficacy
of pulmonary rehabilitation before lung cancer surgery.
Methods: A total of 15 male patients (66.6±5.87 years) with the
diagnosis of non small cell lung cancer were enrolled a comprehensive,
multidisciplinary, supervised inpatient PR program, consisted of bronchial hygiene, breathing control, energy conservation techniques, exercise
training (endurance and strength), psychological support, nutritional support. Exercise capacity and VO2 peak were evaluated by using incremental shuttle walk test (ISWT). Dyspnea sensation was assessed with MRC
scale, psychological status with Hospital Anxiety and Depression scale,
on admission and after PPR. The values before and after PPR was given
in table-1.
Results: After minimum 2 week daily multidisplinary PPR program a
significant reduction of MRC and HADS scores were recorded while ISWT
and VO2 peak increased
Conclusions: Thus, pulmonary rehabilitation before lung cancer
surgery is potentially an attractive technique for optimizing preoperative
exercise capacity, dyspnea sensation and psychological status and conceivably, in turn, reducing postoperative respiratory complications.
Keywords: Lung Cancer Surgery, Pulmonary rehabilitation
Table 1. The values before and after PPR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS-058
Pulmoner Arterial Hipertansiyonlu
Olgularda Yürüme Hızı ile Fiziksel
Aktivite, Fonksiyonel Kapasite ve Kardiak
Değerlendirme Arasındaki Karşılaştırma
Serap Acar1, Buse Özcan Kahraman1, İsmail Özsoy1, Sema Savcı1, Can
Sevinç2, Ebru Özpelit3, Bahri Akdeniz3
SÖZLÜ SUNUMLAR
aksiyonlar (p=0,015, rho=-0,469), sosyal izolasyon (p=0,009, rho=0,529) ve fiziksel yetenekler (p=0,002, rho=-0,592) ile orta korelasyon
bulunmuştur.
Tartışma ve sonuç: Sonuçlarımız PAH hastalarının genel özyeterliliğinin geliştirilmesinde yaşam kalitesi, dispne, anksiyete ve depresyon ve fonksiyonel sınıfın önemli faktörler olabileceğini ve rehabilitasyon
programlarında göz önüne alınması gerektiğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: anksiyete, depresyon, öz-yeterlilik, pulmoner arteryel hipertansiyon, yaşam kalitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
3
Giriş ve amaç: Yürüme mesafesi PulmonerArterial Hipertansiyonlu
(PAH) olgularda genel olarak fonksiyonel durumun belirleyicisi ve prognostik göstergesi olarak kabul edilmiştir. Ancak yürüme hızının PAH’lı olgularda kullanımı henüz araştırılmamıştır. Bu nedenle bu çalışmanın amacı
yürüme hızının PAH’lı olgularda fonksiyonel durum açısından ve prognostik değer açısından değerlendirmekti.
Yöntem: New York HeartAssociation’ a (NYHA) göre değerlendirilen
26 Klas II ve 16 Klas III toplam 36 PAH’ lı olgu çalışmaya dahil edildi.
Fonksiyonel kapasite ( 6 dakika yürüme testi 6DYT), fiziksel aktivite düzeyi
(uluslararası fiziksel aktivite anketi) ve yürüme hızları (6 dakika yürüme
testi sırasında) değerlendirildi. Kardiak değerlendirme olarak kardiak indeks, pulmoner arterial basınç ve 6 dakika yürüme testi sırasındaki kalp
hızı değişimi kaydedildi. Yürüme hızı ile diğer değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere Pearson korelasyon testi kullanıldı.
Bulgular: Sırasıyla yürüme hızı ile yürüme mesafesi, fiziksel aktvite ve
pulmoner arter basınçları ile istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gösterdi
(p = 0.01, r = 1000, p = 0.013, r = 0.556, p = 0.03, r = 508). Ancak
diğer değişkenler; kardiak indeks (ort ± sd, 2.91 ± 1.13) ve altı dakika
yürüme testi sırasındaki kalp hızı değişimi (ort ± sd,28.59 ± 15.22 atım)
anlamlı korelasyon göstermedi (p > 0.05).
Tartışma ve sonuç: Bu sonuçlar yürüme hızının yürüme mesafesi gibi
hastalığın şiddetini belirlemede kullanılabileceğini, ek olarak fiziksel aktivite düzeyi ve pulmoner arter basıncının pozitif korelasyon gösterdiğini,
pulmoner arter basıncı ve fiziksel aktivite düzeyi ne kadar artarsa yürüme
hızının da o kadar artacağını gösterdi.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner arterial hipertansiyon, yürüme hızı, fiziksel aktivite
düzeyi
SS-059
Pulmoner Arteryel Hipertansiyon
Hastalarında Öz-Yeterlilik, Dispne,
Anksiyete ve Depresyon, Fonksiyonel Sınıf
ve Yaşam Kalitesi Arasındaki İlişki
Buse Özcan Kahraman1, Serap Acar1, İsmail Özsoy1, Sema Savcı1, Bahri
Akdeniz2, Ebru Özpelit2, Can Sevinç3
SS-060
Genç ve yaşlı hastalarda pulmoner
rehabilitasyon kazanımları aynı mıdır?
İpek Özmen, Elif Yıldırım, Murat Öztürk, Özgür Yılmaz, Rüya Evin Aydın,
Nur Uçgun, Nurgül Karagöz Yer
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkaları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Pulmoner Rehabilitasyon Bölümü, İstanbul
Giriş ve amaç: Kronik akciğer hastalığı olan 65 yaş ve üzeri ile genç
hastalarda pulmoner rehabilitasyon programının egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesi üzerine etkisini araştırılması.
Yöntem: Pulmoner rehabilitasyon programına alınan hastalar genç
(65 yaş altı) ve yaşlı (65 yaş ve üzeri) olarak iki grupta değerlendi.Rehabilitasyon programı öncesi ve sonrası egzersiz kapasitesi için artan hızda
mekik yürüme testi (AHMYT) veya 6 dakika yürüme testi, yaşam kalitesi
açısından anket testleri ile değerlendirildi.Fizyoterapist eşliğinde haftada 2
gün toplam 8 haftalık kuvvetlendirme egzersizleri, bisiklet, yürüme bandı,
solunum egzersiz eğitimine alındı.
Bulgular: Yaş ortalaması 61±10 olan 15 kadın 58 erkek toplam 73
hasta katıldı.55 KOAH,18 KOAH dışı kronik akciğer hastalığı olan hastalar
mevcut idi.Genç hasta grubunda yaş ortalaması 55±8 olan 43 hasta,yaşlı
hasta grubunda yaş ortalaması 69±4 olan 30 hasta mevcuttu.Rehabilitasyon programı sonrası genç hasta grubunda AHMYTde ortalama 71±72
m, yaşlı hasta grubunda 76±45 m artış saptandı.St. George yaşam kalitesi anketi (SGRQ)de toplam skorda genç grup hastada median 11,8(7,522,3), yaşlı grup hastada ise median 9,3(4,8-18,5)puanlık gerileme izlendi.
Yürüme mesafesinde ve yaşam kalitesi anketinde her iki grupta pulmoner
rehabilitasyon öncesi ve sonrası minimal klinik anlamlı düzeyde değişiklik
saptandı ancak genç ve yaşlı hasta grupları arasında anlamlı istatistiksel
fark saptanmadı.
Tartışma ve sonuç: Pulmoner rehabilitasyon için önerilen yaş sınırı olmamakla birlikte 65 yaş sınır alındığında egzersiz kapasitesi azalmış KOAH
ve KOAH dışı kronik akciğer hastalarında da pulmoner rehabilitasyon egzersiz kapasitesine ve dispne algısına yönelik anlamlı etkiler göstermiştir.
Kronik akciğer hastalarının sayısı giderek artan ülkemizde pulmoner rehabilitasyonun medikal tedavi yanında genç hastalar yanında yaşlı hasta
yönetimine de eklenmesinin ve bu konuda farkındalığın artması önemlidir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, pulmoner rehabilitasyon, egzersiz kapasitesi,
yaşlı,yaşam kalitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
3
Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Pulmoner arteryel hipertansiyonun (PAH) birincil etkileri kardiyopulmoner sistem üzerine olmasına rağmen sıklıkla sağlıkla
ilişkili yaşam kalitesinde azalma ile sonuçlanmaktadır. Yaşam kalitesinin
geliştirilmesinde önemli bir rolü olan öz-yeterlilik, öz-yönetimin temel kavramıdır. Bu çalışmanın amacı yaşam kalitesi, anksiyete ve depresyon, dispne ve fonksiyonel sınıfın genel öz-yeterlilik ile ilişkisinin incelenmesiydi.
Yöntem: Çalışmamıza 16 PAH hastası (median yaş 55.5 yıl, median
ortalama pulmoner arter basıncı 56.0) dahil edildi. Öz-yeterlilik 17 soruluk
Genel Öz-Yeterlilik Skalası, yaşam kalitesi 6 alt grubu olan Nottingham
Sağlık Profili ile değerlendirildi. PAH hastaları New York Heart Association (NYHA) fonksiyonel sınıflamasına göre sınıflandırıldı. Dispne Modifiye
Borg Skalası ile ölçüldü. Anksiyete ve depresyonun değerlendirilmesinde
Hastane Depresyon ve Anksiyete Skalası kullanıldı.
Bulgular: Öz-yeterlilik ve dispne (p=0,011, rho=-0,654), anksiyete
ve depresyon (p<0,001, rho=-0,842), NHYA (p=0.009, rho=-0,630) ve
yaşam kalitesi (p<0,001, rho=-0,831) arasında orta-yüksek korelasyon
bulunmuştur. Ayrıca genel öz-yeterlilik ve Nottingham Sağlık Profili’nin
alt grupları olan enerji düzeyi (p=0,002, rho=-0,626), emosyonel re-
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
83
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Sağlık Politikaları
SS-061
Ülkemizde Göğüs Hastalıklarında ideal
muayene süresi ne kadar olmalıdır?
Benan Müsellim1, Gülfidan Çakmak2, Zafer Hasan Ali Sak3, Seçil Kepil4,
Göksel Altınışık5, Sinem Ağca Altunbey6, Nazan Şen7, Oğuz Kılınç8,
Nafiye Yılmaz9, Sevinç Sarınç Ulaşlı10, Banu Salepçi11, Birsen Ocaklı12
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Haseki Devlet Hastanesi, İstanbul
3
Harran Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa
4
Ankara Dışkapı Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara
5
Pamukkale Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
6
Süreyyapaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
7
Adana Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
8
9 Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
9
Erzurum Eğitim Araştırma Hastanesi, Erzurum
10
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyon
11
Lütfi Kırdar Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
12
Fatih Sultan Mehmet Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Ülkemizde her branşta olduğu gibi Göğüs hastalıkları
alanında da hasta muayenesi için randevu sistemi ile belirlenen süreler
çok azalmıştır. Kısa sürelerin, tanı ve tedavide hatalara, sağlıkta şiddete
yol açma potansiyeli mevcuttur. Türk Toraks Derneği’nin düzenlediği bu
araştırmada ülkemizin şartlarında branşımızdaki ideal muayene süresinin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Araştırmamıza Türk Toraks Derneği’nin 10 farklı çalışma
grubundan 49 araştırmacı katılmıştır. 7 araştırmacı devlet hastanesinden,
16 araştırmacı eğitim araştırma hastanesinden, 26 araştırmacı üniversite
hastanesinden çalışmaya katılmıştır. Araştırmacılardan hastaları herhangi
bir zaman sınırlaması olmadan ideale yakın şekilde ama mevcut şartlarda
muayene etmeleri istenmiştir. Araştırmacı tarafından muayenenin her aşaması ayrı olarak kaydedilmiştir.
Bulgular: Araştırmada 1680 hasta muayenesi değerlendirilmiştir.
Hastaların yaş ortalaması 52 ± 17 ve %51.4’ü kadındır. Ortalama ideal
muayene süresi 20.4 ± 9.6 dakika olarak bulunmuştur. Muayenenin aşamalarına bakıldığında “Anamnez alınması” nın ortalama 5.0 ± 3.6 dakika,
“Fizik muayene” yapılmasının 2.8 ± 1.3 dakika, “Tetkik isteme ve bunların hastaya tarif edilmesi işlemi” nin 1.9 ± 1.5 dakika, “Medulla sistemine
bilgi girişi” nin 2.5 ± 2.0 dakika, “Çıkan tetkik sonuçlarının değerlendirilmesi” nin 3.5 ± 3.1 dakika, “E-reçete yazılmasının” 1.5 v 1.0 dakika, “Tedavi ile ilgili bilgi verilmesi” aşamasının 2.3 ± 1.8 dakika, “Takip protokolu
konusunda bilgi verilme” aşamasının 1.6 ± 1.3 dakika ve “Hastanın ek
sorularının cevaplanması” nın 1.6 ± 1.4 dakika aldığı saptanmıştır.
Tartışma ve sonuç: Kısıtlama olmaksızın elde edilen muayene sürelerinin pek çok hastanede uygulanan 2-10 dakikadan çok daha uzun olduğu
görülmüştür. Çalışmamızın bu sonuçları sağlık otoritesinin tıbbi pratiği organize etmesine katkı sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Anamnez, fizik muayene, göğüs hastalıkları, muayene süresi,
SS-062
Partikül Madde Emisyonları Açısından
Türkiye’de Hava Kirliliği
Osman Elbek1, Nilüfer Aykaç Kongar1, Kayıhan Pala2, Haluk Celaleddin
Çalışır1
Türk Toraks Derneği Hava Kirliliği Görev Grubu, Ankara
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Bursa
1
2
Giriş ve amaç: Hava kirliliği Türkiye’nin en temel toplum sağlığı sorunudur. Bu bildiri, toplumsal farkındalığı arttırmak için partikül madde
yönünden Türkiye’nin hava kalitesini ortaya koymayı hedeflemektedir.
Yöntem: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Ulusal Hava Kalitesi İzleme
Ağı’nın kamuoyuna açık verileri partikül madde (PM 10) yönünden analiz
edildi.
Bulgular: Kasım 2014 – Ekim 2015 periyodunda en yüksek aylık PM
10 ortalamasına sahip iller sırasıyla Adana, Kütahya, İzmir (Güzelyalı),
Muğla, Iğdır ve Düzce’dir (239 – 190 µg/m3). 2015 yılında Türkiye, Avrupa Birliği ve Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği yıllık ortalama sınırları
84
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
aşan hava kalitesine sahip il sayısı sırasıyla 50 (%61,7), 65 (%80,2) ve 80
(%98,8)’dir. Bir milyondan fazla nüfusa sahip olan illerin tamamı, 2015
yılında yılda 35 günden daha fazla bir süre 50 µg/m3’den daha fazla günlük PM 10 düzeyine sahiptir. Sırasıyla Samsun (İlkadım Hastane), Bursa,
Manisa, İstanbul (Esenyurt), Adana (Valilik), Kayseri (Hürriyet) ve Bursa
(Beyazıt Cad.) istasyonları, yılda 250 günden fazla bir süre boyunca günde
50 µg/m3’den daha fazla PM 10 düzeyi ölçümü yapmıştır (327 – 256 gün).
İstanbul (Şile) ve Bursa (Uludağ Üniv.) istasyonları ise, 300 günden fazla
ölçüm yaptığı süre boyunca yılda 35 defadan daha az sayıda günlük 50
µg/m3 PM 10 sınır düzeyi ölçümü yapan yegane istasyonlardır (sırasıyla 6
ve 33 gün).
Tartışma ve sonuç: PM 2.5 düzeyi istisnai örnekler dışında ölçülmemektedir. PM 10 düzeyleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
raporlanmakta, ancak bu raporlamalarda analizler yapılırken evrensel
bilimsel ölçütler dikkate alınmamakta, veriler konunun önemine uygun
bir ağırlıkla toplumsal farkındalığı artıracak biçimde şeffaf olarak sunulmamakta ve sınır eşiklerinin aşıldığı günlerde kamuoyuna yönelik uyarılar
yapılmamaktadır.
Anahtar Kelimeler: toplum sağlığı, akciğer sağlığı, hava kalitesi, Türkiye, partikül
madde
SS-063
2014 yılında göğüs hastalıkları uzmanları,
diğer hekimlerden daha fazla mı çalıştı?
Sedat Altın1, Handan Altın2
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: 2014 yılında Türkiye’de göğüs hastalıkları uzmanlarının ayaktan ve yatırılarak takip edilen hasta yükündeki oranları hesaplamak amaçlandı.
Yöntem: 2014 yılı poliklinik ve yatan hasta verileri ICD-10 kodlarına
göre Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net2 veri tabanı kullanılarak değerlendirildi.
Karşılaştırmalar yapıldı. Oransal olarak poliklinik ve yataklı tedavi yükü
hesaplandı
Bulgular: 2014 yılında sağlık hizmeti sunan 32.487’si pratisyen hekimi, 73.349’u uzman olmak üzere toplam 105.836 hekim sistemde kayıtlı
olarak bulundu. Göğüs hastalıkları uzman hekim sayısı ise, 1.914 idi (tüm
hekimlerin %1,8‘i, tüm uzman hekimlerin %2,6). 22.467 aile hekimi sisteme kayıtlı idi. 2014 yılında sistemde kayıtlı toplam 614.980.541 poliklinik
ve 10.952.114 yatış içinde ICD-10 kodlarına göre solunum sistemi kodlarıyla (J00-J99) 109.007.656 (%17,7) poliklinik ve 1.589.525 (%14,5)
yatış yapıldığı hesaplanmıştır. Bu poliklinik sayısının 234.960.143’ü
(%38,2) birinci basamak, 380.020.398’I ise, ikinci ve üçüncü basamak
sağlık hizmeti olarak sunulmuştur. 2014 yılında göğüs hastalıkları uzmanları tarafından muayene edilen hasta sayısı 8.639.292 (toplam polikliniğin
%1,4’ü), yatış yapılan hasta sayısı ise, 339.112 (tüm yatışların %3,1) olarak bulundu. Aile hekimliği sisteminde kayıtlı hekim başına 10.458/yıl poliklinik sayısına karşılık, ikinci ve üçüncü basamakta hekim başına 4.558/
yıl poliklinik hizmeti düşmüştür. Göğüs hastalıkları uzman başına poliklinik
sayısı 4.516/yıl bulundu. Yatan hastalar sadece uzman hekimler tarafından takip edildikleri için uzman başına düşen yatış sayısı 150/yıl, göğüs
uzmanları için ise, 177/yıl Olarak hesaplandı. Göğüs uzmanlarının polikliniğinin %65,4’ü (5.649.940 )solunum sistemi hastalık koduyla, %15,4’ü
(1.330.438) semptom ve bulgular, %2,8’i (243.629) kas-iskelet sistemi,
%2’si (243.629)dolaşım sistemi, %1,4’ü (118.775) sinir sistemi kodlarıyla
reçetelendirilmiştir.
Tartışma ve sonuç: Göğüs hastalıkları uzman poliklinik yükü, Türkiyedeki hekim ortalamasından %1 daha düşük olmasına karşın, yatan
hasta yükünde ise, Türkiye ortalamasından %18 oranında üstünde çalıştıkları hesaplanmıştır. Göğüs hastalıklarında hem yatış oranının hem de
ortalama kalış süresinin de daha fazla oluşu nedeniyle yatan hasta yükü,
göğüs uzmanlarında diğer hekimlerden fazladır.
Anahtar Kelimeler: hekim başı poliklinik, yatan hasta, göğüs hastalıkları uzmanı
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS-065
Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları
Maluliyet tanısı ile başvuran pnömokonyoz
olgularının radyolojik yönden dağılımı
SS-064
Pnömokonyoz Olgularımızın Genel
Özellikleri (Olgu kümesi)
Dilek Tüzün1, Aynur Güngör Mutlu1, Mürşit Ökmen1, Meriç Tüzün2, Jale
Karakaya3, Kamil Çetin1, İsmail Sevinç4, Hüseyin Vural5
Nur Şafak Alıcı, Ayşe Coşkun Beyan, Arif Hikmet Çımrın
2
Giriş ve amaç: Pnömokonyoz, önlenebilir bir hastalık olmasına rağmen, ülkemizde hala en sık görülen meslek hastalığıdır.
Yöntem: Meslek Hastalıkları polikliniğimizde 2013-2015 tarihleri arasında değerlendirilen 61 olgunun özellikleri sunuldu.
Bulgular: Araştırmaya alınan 61 pnömokonyozlu olgunun sektörel dağılımı; seramik (%39,3), diş protezi (%39,3), kumlama (%8,2), kaynakçı
(%3,3), maden ocağı ve mermer kesimcisi(%9,8) idi. Olguların ortalama
işe başlama yaşı 21,0±5,0 (11-41) idi. Maruziyet süresi 147±82 ay (24305) ve ortalama çalışma süresi 164±79ay bulundu. Elli olgunun sigara
içtiği öğrenildi. Tüketim düzeyi ortalama 15±7 (5-35) paketyıl idi. 42 olguda (68,9%) en sık nefes darlığı (%60,1) ve öksürük (%41) saptandı.
ILO standardında radyolojik bulgular Tablo 1’de, HRCT bulguları Tablo
2 de verildi. Pnömokonyozlu olguların 9’unda (%14,7) büyük opasite bulunmaktaydı ve bunlardan 7’si (%11,5) C opasite olarak değerlendirildi. Tanı yaşında diş teknisyenleri seramik işçilerine göre anlamlı olarak gençti
(p=0.003, sırasıyla 34 ve 41 yaş). Maruziyet süreleri karşılaştırıldığında
kumlama yapanlarda daha kısa süre maruziyet ile pnömokonyoz geliştiği
görüldü. Kilo kaybı olanlarda anlamlı FEV1 düşüklüğü izlendi (p:0,046,
%70 ve %89). Büyük opasite varlığı artış gösterdikçe olguların semptomatik olması istatiksel olarak anlamlıydı (p: 0.008). C opasite olanlarda
istatiksel olarak anlamlı şekilde kilo kaybı yakınması vardı (p: 0,01). Büyük
opasite varlığı ve yaygınlığa göre fonksiyonel durum incelendiğinde sigara
içen olgularda büyük opasite varlığında ve yaygınlık arttıkça fonksiyonel
düzeyde azalma istatiksel olarak anlamlıyken sigara içmeyenlerde bu ilişki
gösterilemedi.
Tartışma ve sonuç: Ülkemizde pnömokonyoz oluşum koşulları sürmektedir. Yoğun maruziyet vardır. Komplike pnömokonyozun varlığı, olguların sağlık izlemlerinin yetersizliğinin göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Büyük opasiteler, HRCT, Pnömokonyoz
Tablo 1. Pnömokonyozlu olgularda radyolojik bulgular
Küçük Opasite
Yoğunluk
p
q
r
s
0/1
1/0
1/1
1/2
2/1
2/2
2/3
3/2
3/3
15(27,7)
11 (15,2)
6 (9,8)
3 (4,9)
1 (1,6)
1 (1,6)
-
2 (3,3)
1 (1,6)
1 (1,6)
3 (4,9)
3 (4,9)
3 (4,9)
3 (4,9)
1 (1,6)
1 (1,6)
4 (6,6)
2 (3,3)
-
Mikronodüller
Lenfadenopati
Nodüller
Retiküler opasiteler
Konsolidasyon
Konglomere kitleler
kalsifikasyon
Buzlu cam opasitesi
Traksiyon bronşiektazisi
Giriş ve amaç: Pnömokonyoz akciğerde doku reaksiyonuna neden
olan inorganik toz birikimi neticesi oluşan hastalıktır. En sık silikozis, kömür
işçisi pnömokonyozu, asbestozis olmak üzere değişik nedenlerle olabilir. Pnömokonyozlar ülkemizde görülen meslek hastalıkları arasında birinci
sırada yer almaktadır. Bu nedenle işten ayrılan işçilerde maluliyet oranlarının belirlenmesinde hastalığın ve fonksiyon bozukluklarının derecesinin
saptanması son derece önemlidir. Bu çalışmada 6 aylık bir zaman diliminde SGK Ankara İl Müdürlüğü Kocatepe Sağlık Sosyal Güvenlik Merkez
Müdürlüğü bölge sağlık kuruluna başvuran ve maluliyet yönünden incelenen pnömokonyoz olgularındaki radyolojik bulgular değerlendirildi.
Yöntem: Çalışma retrospektif olarak yapıldı. 476 olguya ait dosya incelendi. Veri girişi ve analizi SPSS Statistics 21.0 programı kullanılarak
yapıldı. Bu çalışmada değerlendirilen raporlar meslek hastalıkları hastaneleri, Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri, Resmi Üniversite
hastaneleri tarafından düzenlendi. Bu raporlarda Mesleki akciğer hastalıkları alanına giren pnömonyozların değerlendirilmesi göğüs hastalıkları
uzmanları, radyologlar tarafından multidisipliner olarak yapıldı. Hastanelerde yapılan radyolojik değerlendirme ILO’ nun pnömokonyozlar için
belirlediği referans grafiler ile karşılaştırmak suretiyle yapılmıştır. Hastaneler tarafından yapılan bu radyolojik sınıflama kurulumuzca aynı referans
grafiler kullanılarak yönetmeliğimizdeki karşılıkları esas alınarak maluliyet
oranları belirlenmiştir.
Bulgular: Akciğerdeki radyolojik opasitelerin şekil ve büyüklükleri ve
yoğunluklarına göre değerlendirme yapıldı. Küçük opasiteler içinde en sık
p/s lezyonları görüldü. Olguların 355’ inde (% 74.6) p/s opasiteler görüldü.
Ayrıca en sık 1/0, 1/1, 1/2 yoğunlukları izlendi. 60 olguda (% 12.6) büyük
opasiteler izlendi. Büyük opasiteler içinde de en sık A grubu opasiteler
görüldü.
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızdaki radyolojik lezyonlar daha çok
erken evre lezyonlardı ve bunların çoğu kömür işçileri pnömokonyozu
olgularıydı. Orta ve ileri evre radyolojik lezyonlar ise daha çok diğer pnömokonyoz olgularında görüldü.
Anahtar Kelimeler: Pnömokonyoz, akciğer grafisi, toraks YRBT, maluliyet
Solunum Sistemi İnfeksiyonları
SS-066
Çocuklarda Tüberküloz Hastalığı: 8 Yıllık
Verilerimiz
Gökçen Dilşa Tuğcu, Nagehan Emiralioğlu, Ebru Yalçın, Deniz Doğru
Ersöz, Nural Kiper, Uğur Özçelik
Tablo 2. Pnömokonyozlu olguların HRCT bulguları
HRCT Bulguları
SGK Ankara İl müdürlüğü Kocatepe Sağlık Sosyal Güvenlik Merkez Müdürlüğü, Ankara
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Bölümü, Ankara
3
Hacettepe Üniversitesi Biyoistatistik Bölümü, Ankara
4
SGK Ankara İl Müdürü, Ankara
5
SGK Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Maluliyet ve Sağlık Kurulları Daire Başkanı, Anakra
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
n(%)
44 (72,1)
26 (42,6)
21 (34,4)
17 (27,9)
13 (21,3)
7 (11,5)
3 (4,9)
3 (4,9)
3 (4,9)
Hacettepe Üniversitesi, İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları
Bilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Çocukluk çağı tüberküloz tanısındaki zorluklar, göçle,
tanı alan olguların yetersiz takip ve tedavisi, artan direnç gelişimi nedeniyle
günümüzde tüberküloz halen güncelliğini ve toplum sağlığı açısından önemini devam ettirmektedir.
Yöntem: Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi’ne
Kasım 2008-Kasım 2015 yılları arasında başvuran; klinik, uygun radyolojik ve mikrobiyolojik yöntemlerle tüberküloz hastalığı teşhisi konulan 108
hastanın kayıtları retrospektif olarak tarandı. Hastaların başvuru semptomları, daha önceden aldığı tedaviler, ev içi temas öyküsü, fizik muayene bulguları, mikrobiyoloji sonuçları, verilen tedavilerin içeriği, süresi ve tedavi
yanıt incelendi.
Bulgular: Tüberküloz hastalığı tanısı alan 108 hastanın %53.7’ si erkek, %46.3’ü kız, yaş ortalaması 8.7 (1-20) idi. Hastaların 42 (%38.5)’sine
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
85
SÖZLÜ SUNUMLAR
daha önceden nonspesifik antibiyotik başlanarak tedaviye yanıt alınamamıştı. Hastaların en sık başvuru semptomu öksürük (%22.6),boyunda şişlik (%14.2) ve ateşti (%10.1) Fizik muayenelerinde eklem şişliği %36.1,
lenfadenopati %25, anormal solunum sesleri %22,2, hepatomegali % 9.3
oranında saptandı. Akciğerde tüberküloz hastalığı 54 (%50.5), tüberküloz
lenfadenit 22 (%19,3), tüberküloz osteomyelit 5 (%4.6), tüberküloz meninjit 4 (%3,9) hastada görüldü. Açlık mide suyu, balgam, BOS ve doku
ARB pozitifliği 22 (%21.4), PCR pozitifliği 23 (%24.8), M. tuberculosis
kültüründe üreme ise 23 (%21.1) örnekte saptandı. Tüberküloz hastalığı
iyileşerek tedavisi kesilen 84 (%77.6), takibi bırakan 2 (%1), nüks görülen
2 (%1) hastamıza ek olarak tedavisi halen devam eden 17 (%15.6) hastamız mevcuttur.
Tartışma ve sonuç: Çocukluk çağı tüberkülozu ülkemizde de halen
ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Klinikte nedeni açıklanamayan öksürük, ateş ve kilo kaybı, tedaviye yanıt vermeyen lenfadenit, akciğer enfeksiyonu ve diğer çocukluk çağı enfeksiyonlarında tüberküloz hastalığı da
akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz hastalığı,ateş,lenfadenit, mikrobiyoloji,
SS-067
Üst Solunum Yolu Enfeksiyon Tanılı
Hastalarımıza Devlet Yılda Ne Kadar Para
Harcıyor?
Sedat Altın1, Ethem Ünver1, Aysel Erdoğan1, Gülşah Günlüoğlu2, Esra
Ertan Yazar2
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Sağlık harcamalarının son yıllarda giderek arttığı bilinmektedir. Solunum sistemi hastalıkları başvurularının da artış gösterdiği ve
doğal olarak ta harcamaların artış göstermesi beklenmelidir. Bu kapsamda ÜSYE tanısı almış hastalar için yapılan harcama miktarnı araştırmak
amaçlandı.
Yöntem: 2014 yılı için SGK ve Sağlık-Net2 verilerinden istifade ederek hasta başvuruları, yapılan tedavi ve ilaç harcamaları, ICD10 kodlarıyla
karşılaştırılarak deskriptif analizler yapıldı.
Bulgular: 2014 yılında 38.203.119 SGK’lı hasta ICD10 kodlama
sistemiyle J00-J06 kodu ile sağlık kurumlarımızdan tanı almıştır. Bunun
27.307.520‘si (%71,5) hastane tanılı, 10.895.599’u ise, aile hekimliği tanılı hastalardır. SGK 2014 yılında sağlık harcaması olarak 50.528.631.306
TL harcamıştır. J00-J06 koduyla kodlanan ÜSYE için ise, tedavi ve ilaç
masrafı olarak 2.178.318.297 TL harcanmıştır. Bu toplam harcamanın
%4,3’üne tekabül etmektedir. Toplam harcamanın 1.938.674.448 TL’si
(%89) ayaktan, 59.545.462 TL’si (%2,7) günübirlik ve 180.098.387 TL’si
(%8,3) ise, yatan hastalar için ödenmiştir. Bu hastalarımız için 161.588.372
kutu ilaç reçetelenmiştir ve ilaç için 1.019.901.116 TL ödenmiştir. Kişi başı
harcama 57,02 TL olurken kişi başı ilaç harcaması 25,85 TL olarak hesaplanmıştır. Reçete başına 4,1 kutu ilaç yazıldığından Kutu başına 6.31 TL
harcanmıştır. TÜİK verilerine göre sağlık harcamalarının %55,68’ini SGK
üstlendiğinden ÜSYE ile ilgili yapılan toplam harcamanın 3.912.209.050
TL civarında olduğu söylenebilir.
Tartışma ve sonuç: Sağlık harcamalarında kısıtlamaya gidilirken çok
ciddi hastalık tedavilerinden değil, ÜSYE gibi daha basit hastalıklardan
tasarrufa gidilmesi gerekir.
Anahtar Kelimeler: üst solunum yolu enfeksiyonu, sağlık harcaması,
86
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
SS-068
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Alt solunum yolu örneklerinde kandida
türleri saptanan yoğun bakım olguları
tedavi edilmeli mi?
Dilek Eraslan1, Nur Töreyin1, Pervin Korkmaz Ekren1, Dilek Metin2, Funda
Elmas Uysal1, Hüsnü Pullukçu3, Feza Bacakoğlu1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Yoğun bakım (YB) olgularında alt solunum yolu örneklerinde kandida türlerinin izole edilmesi kötü prognoz göstergesi kabul edilebilmekle birlikte, antifungal tedavinin yeri tartışmalıdır. Prospektif
randomize kontrollü olarak planlanan çalışmamızda, antifungal tedavinin
prognoza ve invaziv fungal enfeksiyon gelişimine etkisinin araştırılması
amaçlanmıştır.
Yöntem: Kliniğimiz 8 yataklı YB ünitesinde Ocak 2013-Aralık 2015
arasında invaziv mekanik ventilasyon (İMV) uygulanan, alt solunum yolu
örneklerinde kandida türleri saptanması üzerine yapılan diğer örneklemelerle kolonizasyon indeksi≥0.5 bulunan olgular çalışmaya dahil edilmiştir. Örneklemeler 7. günde tekrarlanmıştır. Tedavi grubundaki olgulara
800mg/gün flukonazol tedavisi başlanması planlanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya alınan 29 olgu [22 erkek, median yaş 75 (2590), APACHE II 26.09±9.41, PaO2/FiO2 194.64±74.00)] arasında YB’a
en sık (%69) yatış nedeni pnömonidir. Ortanca 3. günde (0-92) kandida
kolonizasyonu saptanmıştır. Olguların 14’üne antifungal tedavi verilirken,
15 olgu kontrol grubunu oluşturmuştur. Kolonizasyon indeksi tedavi ve
kontrol grubu için sırasıyla 0.81±0.12 ve 0.69±0.14; kandida skoru ise
her iki grup için 3 (1-4) olarak saptanmıştır. Kontrol grubundaki olguların
ikisine kandidemi, ikisine de bronkoskopik materyallerinde maya üremesi
nedeniyle tedavi başlanması gerekmiştir. Yedinci gün örneklemeleri yapılabilen olgularda solunum örneklerinde kandida eradikasyon oranları;
tedavi grubunda %56 (5/9), kontrol grubunda %67 (8/12) bulunurken,
sırasıyla hastanede gelişen pnömoni oranları %64 (9/14) ve %87 (13/15),
mortalite oranları ise %79 (11/14) ve %53 (8/15) olarak saptanmıştır.
Tartışma ve sonuç: Devam etmekte olan çalışmamızın ilk analizlerine göre; İMV uygulanan ve alt solunum yolu örneklerinde kandida türleri
izole edilen olgulara, özellikle kandidemi gelişme riski nedeniyle antifungal
tedavi başlanması açısından çok dikkatli değerlendirilme gerektiği ve geniş
olgu serili çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Candida türleri, candidemi, antifungal tedavi
SS-069
Non Kistik Fibrozis Bronşiektazi
Hastalarının Demografik Özellikleri ve
Yılın İkinci Yarısında Antibiyotik Kullanım
Özellikleri
Şule Gül, Elif Yelda Niksarlıoğlu, Mehmet Atilla Uysal, Elif Tanrıverdio
Yedikule Göğüs Hastalıkları Ve Göğüs Cerrahisi Egitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, Istanbul
Giriş ve amaç: Bronşiektazi bronşlarda geri dönüşümsüz dilatasyon
ve duvar kalınlaşmasıyla giden patolojik bir süreçtir. Enfektif ataklar sırasında antibiyotik kullanımı önerilmektedir. Non- kistik fibrozis bronşiektazi
hastalarının demografik özellikleri ile birlikte yılın ikinci yarısı antibiyotik
kullanımları tanımlayıcı olarak incelendi.
Yöntem: 2013 Ocak-2015 Aralık yılları arasında Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi EAH göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran
non kistik fibrozis bronşiektazi tanılı hastaların 1 Temmuz 2015-31 Aralık
2015 tarihleri arasında hastanemiz sistemindeki kayıtları incelenerek demografik özellikleri, poliklinik ve acil başvuru sayıları ve ilaç sorgulama
sisteminden hastaların aylara göre antibiyotik kullanım sayıları kayıt edildi.
Aylara göre antibiyotik kullanım sıklığını değerlendirmede Friedman analizi kullanıldı.
Bulgular: 134 hastanın 82’si kadın(%61.2), 52’si erkekti(%38,8). Yaş
ortalaması 48.96±15,59(17-76) idi. Antibiyotik yazılan 88 (%65)hasta
mevcuttu. Reçete edilen antibiyotik ortalaması 1,78(median:1)(min-max:
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
0-8) di. 7. ayda 10(%7,5), 8. ayda 20(%14,9), 9. ayda 24(%17,9), 10.
ayda 32 (%23,9), 11.ayda 36 (%26,9) ve 12. ayda 37(%27,6) hastaya
antibiyotik reçete edilmişti. Friedman testine göre aylar arasında antibiyotik reçete edilme sayısında istatistiksel olarak anlamlı artış olduğu saptandı
(p<0.001). 27 (%20) hastaya penisilin, 55(%41) hastaya sefalosporin,
45(%33,6) hastaya kinolon ve 36(%26,9) hastaya makrolid grubu antibiyotik reçete edilmişti.
Tartışma ve sonuç: Bronşiektazili hastaların özellikle 10. aydan itibaren antibiyotik kullanımında artış olması, bu hasta grubunda koruyucu
önlemlerin (örn: influenza aşısı, pnömokok aşısı, rehabilitasyon) bu dönemden önce başlanması açısından yol gösterici olabilir.
SÖZLÜ SUNUMLAR
Ceyda Erel Kırışoğlu Demir1, Suha Alzafer1, Pejman Golabi1, Öner Dikensoy1,
Sesin Kocagöz2
ry failure (AHRF). However, outcomes and success rates with NPPV vary
and the factors associated with success are unclear. In this study we aim
to compare the effects of pressure support (BiPAP-S) and volume targeted pressure support (AVAPS-S) modes in patients with AHRF, as well as
comparing the presence of obesity and body positioning during therapy
on the outcomes.
Methods: The prospective randomized controlled study included 62
patients, (33 treated with BiPAP-S, and 29 with AVAPS-S). The course
of blood gas analysis and differences in measurements of ventilation
were compared. Throughout the monitoring period, the patients received
NPPV in semi-recumbent and lateral positions at similar time periods, and
the effect of changes in positioning was evaluated.
Results: No difference was found in the course of PaCO2, pH, HCO3
levels, and length of hospital stay between both modes. There was a mean
reduction of 5.7 ± 4.1 mmHg in the PaCO2 levels with the AVAPS-S
mode, and of 2.7 ± 2.3 mmHg with the BiPAP-S mode per session
(p<0.05). Presence of obesity didn’t make any change on the course of
PaCO2 within both modes. No remarkable effect of body positioning was
observed within both modes.
Conclusions: Although the decrease in the carbon dioxide levels with
the AVAPS-S mode per session was remarkably high, the course was similar with both modes. Furthermore, obesity and body positioning had no
prominent effect on the carbon dioxide response and ventilator mechanics.
Acıbadem Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Acıbadem Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Keywords: Acute respiratory failure, non-invasive mechanical ventilation, pressure
support, bilevel, AVAPS.
Anahtar Kelimeler: bronşiektazi, enfeksiyon, tedavi
SS-070
İnfluenza dışı Respiratuar Virüslere Bağlı
Gelişen Solunum Yolu Enfeksiyonları
1
2
Giriş ve amaç: Virüsler Toplum kökenli pnömoni gelişiminde önemli
rol oynamaktadır. Ancak tanı yöntemlerinin ulaşılabilirliği, maliyeti sıklıkla
tanı koymayı güçleştirmektedir. Bu çalışmada influenza dışındaki viral etkenlere bağlı gelişen alt ve üst solunum yolu enfeksiyonu tanıları ile takip
ettiğimiz olguları değerlendirdik
Yöntem: Retrospektif olarak 2009 -2015 yılları arasında nazofarengeal sürüntü örneklerinde ‘Çoklu polimeraz zincirleme tepkimesi (PCR)’
yöntemi ile viral etken saptanan olgular çalışmaya alındı. Olguların klinik,
laboratuavar ve radyolojik özellikleri gözden geçirildi.
Bulgular: Yaşları 12- 93 arasında 38’ i kadın toplam 76 olgu değerlendirildi. Dokuz olguda Metapneumo virus, 15 olguda Parainfluenza virus
tip 1,2 ve 3, 29 olguda Respiratuar Sinsityal Virüs (RSV) Tip A ve B, 17
olguda Rhinovirus A/ B ve 6 olguda ise Adenovirus tespit edildi. Olguların
%51.3’ ü Pnömoni, %28.9’ Akut Bronşit, 15 olgu ise Üst Solunum Yolu
Enfeksiyonu tanısı aldı. 53 olgu hospitalize edilirken 5 olgunun invaziv
mekanik ventilasyon gereksinimi oldu. 6 olgu ise noninvaziv mekanik ventilasyon desteği aldı. Olgular etkenlerle birlikte sigara alışkanlıkları, eşlik
eden hastalıkları, etkenlerin ağırlıklı görüldüğü aylar, klinik, laboratuar ve
radyolojik özellikleri açısından değerlendirildi. Sigara içmeyen, altta yatan
hastalığı olmayan bireylerde hospitalizasyon gerektiren ağır toplum kökenli pnömonilerde Metapneumovirusler dikkat çekerken, RSV’ ler özellikle
kış aylarında gelişen pnömonilerde; Parainfluenza virüsler ise özellikle kardiyak ve/veya pulmoner ek hastalığı olan olgularda yıl boyunca hospitalizasyon gerektiren ağır toplum kökenli pnömoni etkeni olarak tespit edildi.
Tartışma ve sonuç: Toplum Kökenli pnömoniler halen enfeksiyonlara
bağlı gelişen mortalite sebeplerinin başında gelmekte olup viral etkenler
pnömoni tanı ve tedavisi sırasında akılda tutulmalıdır.
Figure 1. Changes in the mean daily PaCO2, pH and HCO3 values in the course of
six days. Repeated measures analysis of variance showed no statistically significant
difference (F=0.355 p=0.56 for PaCO2; F=0.321 p=0.57 for pH; F=2.588 p=0.12
for HCO3, respectively).
Anahtar Kelimeler: Metapneumovirus, Parainfluenzavirus, Respiratuar Sinsityalvirüs, Rhinovirus A/ B, Adenovirus, pnömoni
Solunum Yetmezliği ve Yoğun Bakım
SS-071
Non-invasive positive pressure ventilation
with pressure support (BiPAP-S) and volume
targeted pressure support modes (AVAPS-S) in
acute hypercapnic respiratory failure: The
effects of modes, obesity and body position
on success
Figure 2. Changes in the mean daily PaCO2 values of obese (BMI ≥ 30) and nonobese patients. Course of PaCO2 values found similar in both modes (F=3,245
p=0,053 for BiPAP-S; F=2,931 p=0,097 for AVAPS-S).
Murat Türk, Gül Gürsel, Müge Aydoğdu
Department of Chest Diseases, Pulmonary Critical Care Medicine, Gazi University, Ankara
Background and aim: Non-invasive positive pressure ventilation
(NPPV) is safely used in the management of acute hypercapnic respirato-
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
87
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Table 1. General characteristics of all patients randomized to BiPAP-S and AVAPS-S modes.
Mean age ± SD
BiPAP-S (n: 33)
AVAPS-S (n: 29)
p
63.1 ± 12.6
65.3 ± 11.1
0.47
Women; n (%)
15 (45.5)
13 (44.8)
0.96
BMI; kg/m2
33.8 ± 10.5
33.4 ± 10.8
0.90
Ever smoker; package-years ± SD
44.6 ± 41.1
37.3 ± 20.3
0.49
APACHE-II score
17.1 ± 5.6
17.8 ± 5.3
0.60
Cardiac diseases
27 (81.8)
24 (82.8)
0.92
Diabetes mellitus
10 (30.3)
7 (24.1)
0.59
3 (9.1)
2 (6.9)
0.99
Long-term oxygen therapy; n (%)
24 (72.7)
16 (55.2)
0.15
NIV at home; n (%)
10 (30.3)
7 (24.1)
0.59
Comorbidities; n (%)
Other
Table 2. Comparing post-NPPV measurements of all semi-recumbent and lateral sessions
within both modes separately.
PIP; cmH2O
MV; L/min
Leak; L/min
RR
AVAPS-S AVAPS-S
BiPAP-S
BiPAP-S
BiPAP-S
AVAPS-S
Semi-recumbent
Lateral
p
Semi-recumbent
Lateral
p
17.4 ± 3.5
17.8 ± 3.9
0.87
22.1 ± 4.9
21.1 ± 5.1
0.42
10.3 ± 1.8
10.2 ± 3.3
0.18
10.2 ± 2.9
10.5 ± 2.6
0.90
26.9 ± 5.1
29.1 ± 5.8
0.11
24.8 ± 3.8
26.1 ± 7.4
0.96
23.4 ± 4.6
22.1 ± 3.1
0.07
22.6 ± 4.9
21.8 ± 4.2
0.57
SS-072
İlerleyen nörolojik hastalıklarda akut
solunum yetmezliği: Yoğun bakım ve evde
bakımda sağkalım için ne önemli ?
Ülgen Yalaz Tekan1, Emine Aksoy2, Feyza Kargın2, Rabia Sarı1, Cüneyt
Saltürk2, Fulya Çiyiltepe1, Dilek Yavuz2, Gökay Güngör2, Nalan Adıgüzel2,
Zuhal Karakurt2
1
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yoğun Bakım Uzmanlık Eğitimi
Programı, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Solunumsal Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Kronik nörolojik hastalıkların seyrinde hava yolunun
korunamaması ya da solunum kaslarının tutulumuna bağlı solunumsal
komplikasyonlar sık görülmektedir. Çalışmada bu hasta grubunun solunumsal yoğun bakım ve sonrası uzun dönemde sürvileri araştırıldı.
Yöntem: Geriye dönük kohort çalışma, 1 Ocak 2010 – 15 Haziran
2015 tarihleri arasında 3. Basamak eğitim araştırma hastanesi solunumsal
yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) yapıldı. Nörolojik disfonksiyona bağlı akut
solunum yetmezliği (ASY) nedeniyle yatırılan hastalar çalışmaya dahil
edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, nörolojik tanıları, ek hastalıkları, klinik bilgileri, yatış süresi, YBÜ-hastane akıbetleri ve uzun dönem tedavi planı ile
yaşam süreleri kaydedildi. Sonuçlar tanımlayıcı istatistik ve Kaplan Meier
sağ kalım analizi ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışma Döneminde ortanca yaşları (çeyrekler arası oranÇAO) 76 (16-93) olan 220 hasta (%65.5 erkek) çalışmaya dahil edildi.
Sık nörolojik tanılar demans (%37.3), geçirilmiş serebrovasküler hastalık
(%22.7), motor nöron hastalığı (%14.1), miyopti (%6.8), parkinson hastalığı (%5.9) ve serebral palsi (%4.5) idi. Hastaların %45’inde hipoksik,
%45.9’unda hipoksik ve hiperkarbik solunum yetmezliği vardı. Hastaların %86.8’inde pnömoni mevcuttu, %34,5’unda septik şok gelişti. YBU
mortalitesi %33. 6 (n=74) idi. Dört yıllık takipte evde NIV ile takip edilen
olgular anlamlı uzun yaşadı (Kaplan Meier p=0.004). Cox regresyon hazard risk analizinde erkek (1.56 kat), hipoksik ASY (2.18 kat), septik şok
öyküsü (1.63 kat) ve oral beslenememe (4.19 kat ) durumu mortalite için
riskli bulundu.
Tartışma ve sonuç: İlerleyen nörolojik hastalıklarda solunum kaynaklı yoğun bakım ihtiyacı olduğunda hastalara klinik fayda sınırlıdır. Bu
hastaların uzun dönem tedavi ve bakım seçeneklerinde mekanik solunum
desteği sürviye olumlu katkı sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: akut solunum yetmezliği, nörolojik hastalık, sürvi
88
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS-073
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Kronik obstrüktif akciğer hastalığına
bağlı solunum yetmezliği ile yoğun bakıma
yatan hastalar: Derin asidoz kısa ve uzun
dönemde mortaliteyi nasıl etkiler ?
Feyza Kargın, İlim Irmak, Fulya Çiğiltepe, Sinem Güngör, Eylem Acartürk,
Huriye Berk Takır, Pınar Atagün Güney, Özlem Yazıcıoğlu Moçin, Nalan
Adıgüzel, Zuhal Karakurt
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Giriş ve amaç: Yoğun bakım ünitesi (YBÜ) gerektiren Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) alevlenmesi önemli mortalite ve morbidite
nedenidir. Bu hastalarda solunumsal asidozun derinliğinin YBÜ sonrası
kısa ve uzun dönemde sağkalıma etkisi ile ilgili bilgi sınırlıdır. Çalışmada
bu konuya cevap aranması amaçlandı.
Yöntem: Geriye dönük gözlemsel kohort çalışma, yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) Ocak 2014- Aralık 2014 arasında planlandı. Akut solunum
yetmezliği (ASY) ve KOAH hastaları çalışmaya alındı. Hastalar giriş arter
kan gazına göre pH:7.20 ve altı (Grup 1) ve pH:7.21-7.34 (Grup 2) olarak
gruplandı. Hastaların demografik özellikleri, YBÜ değerleri, kısa (28 gün)
ve uzun (12 ay) dönem sağkalımları kayıt edildi.
Bulgular: KOAH tanılı 312 hasta çalışmaya alındı. Grupların
(grup1;n=69 ve grup 2; n=242) demografik özellikleri benzer idi. YBÜ
kalış gün ( p=0.073) ve mortalite (p=0.49) benzer idi. YBÜ sonrası grup
1 ve grup 2 de 28. günde mortalite %13.1 ve %10.6 (p=0.57) ve 1 yıllık
mortalite 29.5% ve 36% (p=0.35) idi. Cox’s regresyon analizinde 1 yıllık
mortalite hazard oranı septik şok (HR:4.2,CI:0.3-4.5, p=0.039), öncesinde mekanik ventilasyon kullanımı (HR:4.7, CI:1-5.9, p=0.03), derin asidoz (HR:0.42,CI:0.5-3.03, P=0.51) olarak bulundu.
Tartışma ve sonuç: ASY ile YBÜ yatan KOAH hastalarında derin asidoz (pH< 7.20) varlığı kısa ve uzun dönemde mortalite için risk faktörü
oluşturmamaktadır. Yoğun bakımda septik şok ve yoğun bakım öncesi mekanik ventilatör kullanımı bir yıllık dönemde mortalite açısından riskli grup
olabilecekleri için yakın takip önerilir.
Anahtar Kelimeler: Yoğun Bakım Ünitesi, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı, Solunum Yetmezliği, Asidoz, Mortalite
SS-074
KOAH’a bağlı akut solunum yetmezliğinde
noninvaziv ventilasyon başarısızlığı risk
faktörleri
Begüm Ergan1, Recai Ergün2, Murat Emre Tokur3
Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Bilim Dalı, İzmir
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Dahili Yoğun Bakım Ünitesi, Ankara
Dokuz Eylül Üniversitesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Eğitim
Programı, İzmir
1
2
3
Giriş ve amaç: Kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH) hastalarında gelişen akut solunum yetmezliğinde noninvaziv mekanik ventilasyon
(NİV) artık günümüzde ilk tercih edilen destek yöntemi olarak kabul edilemektedir. Ancak halen bir grup hastada NİV uygulaması başarı ile sonuçlanmamaktadır. Bu çalışmada KOAH alevlenmelerinde NİV başarısızlığı
risk faktörleri değerlendirilmiştir.
Yöntem: Çalışmaya akut solunum yetmezliği gelişen ve NIV desteği
verilen KOAH alevlenmeleri dahil edilmiştir. Hastaların demografik ve klinik özellikleri, entübasyon ihtiyacı ve zamanı, mekanik ventilasyon süresi,
yoğun bakım-hastanede kalış süresi ve hastane sonuçları kaydedilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya NIV desteği alan 60 hasta (ortanca yaş 71 yıl, erkek hasta %80) alınmıştır. Yoğun bakıma yatışta ortanca GKS 15, APACHE II skoru 19’dur. Kan gazı değerlendirmesinde ortanca pH ve PCO2
sırası ile 7,28 (7,22-7,32) ve 76,1 (61,0-84,9) mmHg’dir. NIV başarısızlığı
20 hastada gözlenmiştir ve ortanca 3.5 gün de ortaya çıkmıştır. Bu hastalarda NIV başarılı hastalara göre GKS düşük (sırası ile 12 ve 15; p<0.01),
APACHE II skoru yüksek (sırası ile 26,5 ve 18; p<0.01) ve prealbumin
düşük (sırası ile 0,07 ve 0,15; p<0.01) olarak saptanmıştır. Hiperkapni ve
asidoz derinliği için her iki grup arasında fark bulunmamıştır. NİV başarısız
hastalar yoğun bakım ve hastanede daha uzun süre kalmıştır. Tüm grupta
mortalite %21.6 (n=13) olarak saptanmıştır.
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmada NIV başarısızlığı yaşanan hastalarda GKS ve prealbumin değeri düşük, APACHE II skoru daha yüksek
saptanmıştır. Daha önceki çalışmalarda APACHE II ve GKS NİV başarısızlığı için önemli risk faktörleri olarak bildirilmiştir, ancak prealbumin için
literatürde bildirilen bir rapor yoktur. Düşük prealbumin düzeyi ağır KOAH
hastalarındaki şiddetli inflamasyon ve malnütrisyonu gösteren bir parametre olarak NİV başarısızlığını da öngörebilir.
Anahtar Kelimeler: noninvaziv ventilasyon, başarısızlık, risk, prealbumin
Tütün Kontrolü
SS-076
Satış noktalarında tütün ürünlerinin ticari
teşhiri ve reklam ihlalleri hakkında gölge
rapor 2015
Efza Evrengil, Murat Güner, Ümmühan Peçe, Elif Dağlı
Sağlık Enstitüsü Derneği
SS-075
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı olan
kronik solunum yetmezlikli hastalarda
Nötrofil Lenfosit Oranı enfeksiyon
belirteci olarak kullanılabilir mi?
Eylem Acartürktuncer, Emine Aksoy, Cüneyt Saltürk, Sinem Güngör,
Nezihe Çiftaslan Gökşenoğlu, İlim Irmak, Dilek Yavuz, Özlem Yazıcıoğlu
Moçin, Gökay Güngör, Nalan Adıgüzel, Zuhal Karakurt
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Solunumsal Yoğun Bakım Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: KOAH tanılı kronik solunum yetmezlikli (KSY) hastalarda alevlenme ile sık hastane başvuruları olur. Enfeksiyon için hemogram
ve C-reaktif protein (CRP) tetkikleri ile hastanın semptomları değerlendirlir.KOAH ve KSY hastalarda Nötrofil lenfosit oranı (NLO) enfeksiyon belirteci olarak tek başına kullanılabilir mi araştırma sorusuna cevap arandı.
Yöntem: Geriye dönük kohort çalışma yoğun bakım polikliniğinde
2014-2015’de yapıldı. KOAH-KSY tanısı almış ve YBP’ne başvuran, hemogram tetkiki yapılmış hastalar alındı.Hemogram, CRP verileri hastane
elektronik bilgi sisteminden alındı. Modifiye KOAH enfeksiyon atak tanımları; Atak A:lökosit 12 bin ve CRP 10mg/dl üzeri, Atak B:lökosit 10 bin ve
CRP 10mg/dl, Atak C:lökosit 10bin ve CRP 8 mg/dl üzeri ve Atak D:lökosit
10 bin ve CRP 5 mg/dl üzeri olarak tanımlandı.Hemogramda, eosinofil %
2 altı ve üzeri gruplandı, NLO değeri 2 ile 10 arası 10 tane ikili olarak gruplandı. Eozinofil, NLO grupları,atak CRP ve lökosit modelleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama yaşları 66(standart sapma 13) olan 1066 KOAH
hastası(Kadın N=430, %40.3) dahil edildi.Atak modelleri,NLO grupları ile
Tablo 1 de özetlendi.Dört Atak modeli NLO değeri 3.50 ve üzeri iken atak
ile anlamlı korele bulundu(p<0.001).ATAK A modeli ile enfeksiyon daha
yüksek oranda gösterildi (Tablo 1). Atak modellerinde Eozinofil %2 altı
grup, NLO 3.50 ve üzeri olanlarda tüm Atak modellerinde anlamlı oranda
yüksek idi (p<0.001)(Tablo 2) Eozinofil %2 ve üzeri grupta NLO 3.50
değeri ile Atak A modelinde ilişkili bulundu (p<0.016).
Tartışma ve sonuç: Kronik solunum yetmezliği olan ağır KOAH hastalarında alevlenme hemogram değerlerinde NLO 3.50 ve üzeri olması yüksek lökosit ve CRP değerleri kadar önemlidir. Hemogram tetkikinde NLO
3.50 üzerinde ve periferal eozinofilinin %2den küçük olanlarda ilk planda
enfeksiyoz atak düşünülmesi ve antibiyoterapi planlanması önerilir.
Anahtar Kelimeler: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı, Kronik Solunum Yetmezliği, Alevlenme, inflamasyon belirteçleri
Giriş ve amaç: Tütün endüstrisi satış noktalarını gençlere ve diğer
hedef gruplara yönelik reklam ve tanıtım mecrası olarak kullanmaktadır.
Mevzuattaki reklam yasağına ve “dışardan görünmeme” ölçütüne satış
noktalarında uyumun denetimi ilgili kamu idaresinin mekanizması ve faaliyetleri bulunmamaktadır. Fiili uygulama sigara şirketlerinin müdahaleleriyle şekillenmektedir Çalışma satış noktalarında tütün ürünlerinin ticari
teşhirini ve reklam yasaklarını düzenleyen mevzuata uyumu araştırmak,
uygulama ve düzenleme politikalarına ışık tutmak amacıyla yapılmıştır
Yöntem: FCA tarafından geliştirilen gölge raporlama tekniği uyarlanarak, 2015 Haziran ve Ekim aylarında İstanbul’da ticaret-yoğun 4 ilçenin
500 m yarıçaplı merkez bölgelerinde yürüme turu ile belirlenen satış noktalarında gözlem yapılması, gözlem formlarının doldurulması ve fotoğraf
ile belgelenmesi yöntemi kullanılmıştır
Bulgular: Gözlemlenen toplam 142 satış noktasının %98,6’sında en
az bir çeşit reklam/teşhir ihlali olduğu, %71,8’inde tütün ürünlerinin dışardan göründüğü, %51,4’ünde tek bölümde sergilenmedikleri, %28,9’unda
müşterilerinürünlere fiziki erişimi olduğu, %73,2’sinde satış ünitelerinde
reklam/tanıtım unsuru bulunduğu, %62’sinde markaları ön plana çıkartan
teşhir yapıldığı, %24,6’sında tane ile ürün satışı yapıldığı, %45,8’inde paketlerin resimli uyarıları görünür ve dik şekilde sergilenmediği, %90,1’inde
fiyat bildirimlerinin mevzuata uygun olmadığı gözlemlenmiştir. 2014 yılına
göre, «birden fazla bölümde teşhir yapılması», «müşterilerin fiziki erişiminin
olması», «paketlerin sağlık uyarılı gözükecek şekilde dik sergilenmemesi»,
«marka tanıtım uygulamaları» ve «tek dal satışlar»da yüksek artışlar söz
konusudur.
Tartışma ve sonuç: Satış noktalarında teşhir ve reklam yasağı ihlallerinin çok yaygın olduğu ve artış gösterdiği dikkate alınarak, denetim ve
yaptırım mekanizmalarının oluşturulması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. “Dışardan görünmeme” kriterinin anlaşılma, uygulanma ve denetim/
yaptırım güçlükleri bulunmaktadır. Mevzuatın DSÖ TKÇS’ye uyumlu
hale getirilerek tütün ürünlerinin ticari teşhirinin tamamen yasaklanması
gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: tütün ürünleri reklamları, promosyon, tütün ürünleri satış noktaları, mevzuat
SS-077
Türkiye’de tütün kontrolünün politik
haritalama yöntemi ile analizi
Tanzer Gezer, Elif Dağlı, Füsun Yıldız, Osman Elbek
Sağlık Enstitüsü Derneği
Tablo 1. KOAH Alevlenme modelleri ve Nötrofil Lenfosit Oranı
Tablo 2. KOAH Alevlenme modelleri, serum eozinofili varlığı ve nötrofil lenfosit oranları
Giriş ve amaç: Çalışmada, tütün kontrolünün TBMM’nde nasıl ve ne
kadar gündem olduğu, denetim ve izleme görevi bulunan vekillerin benimsedikleri tütün kontrolü politikalarının kapsamı izlenmiştir.
Yöntem: TBMM’nin 25. ve 26. Dönemi (27 Ocak 2016’e kadar), Genel Kurul tutanakları, yasama ve denetim faaliyetleri, TBMM’nin resmi
web sayfasından, “tütün”, “sigara”, “nargile” kelimeleri aratılarak izlenmiş
ve bulgular sınıflandırılarak analiz edilmiştir.
Bulgular: TBMM’nde, 25. Dönem; 11 Genel Kurul yapıldığı, birleşimlerde tütün kontrolü ile ilgili herhangi bir husus dile getirilmediği, toplam
2222 yazılı soru önergesi ile 98 sözlü soru önergesi sunulduğu, hiçbirinde
tütün kontrolünün dile getirilmediği, Meclis Başkanlığı’na 503 Kanun Teklifi geldiği, tamamının hükümsüz kılındığı, tütün kontrolü ile ilgili olmadıkları tespit edilmiştir. 26.Dönem; 34 Genel Kurul yapıldığı, birleşimlerde
tütün kontrolü ile ilgili 7 kayıt bulunduğu, 1’nin Sağlık Bakanı konuşmasında “kanserle mücadele kapsamında tütün ile mücadele”, “kötü alışkanlıklardan korunma kapsamında uyuşturucu, alkol ve tütün kullanımıyla
mücadele” edildiğine atıfta bulunulduğu, 6’sının muhalefet tarafından dile
getirildiği, bunlardan 2’sinin tütün kontrolü aleyhine, 1’inin artan sigara
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
89
SÖZLÜ SUNUMLAR
kaçakçılığı, 2’sinin TEKEL’in özelleştirilmesi, 1’inin “tütün piyasasının serbestleştirilmesi, özerk kurumların kuruluşunun sahiplenilmesi” ile ilgili oldukları, toplam 1591 yazılı soru önergesi ile 161 sözlü soru önergesi sunulduğu, hiçbirinde tütün kontrolünün dile getirilmediği, Meclis Başkanlığı’na
255 Kanun Tasarısı geldiği tütün kontrolü ile ilgisi olmadığı, 400 Kanun
Teklifi geldiği birinin 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında olduğu tespit edilmiştir.
Tartışma ve sonuç: TBMM’nde, mevcut tütün kontrolü politikasının uygulaması, geliştirilmesine yönelik yasama, denetim faaliyetleri
yapılmadığı anlaşılmakla etkin tütün kontrolü savunuculuğuna gerek
duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tütün kontrolü, tütün, sigara, nargile
SS-078
Istanbul İkram İşletmelerinde Sigara
Yasağına Uyum -2015
Pınar Ay1, Efza Evrengil2, Eda Uslu Tuğtepe2, Murat Güner2, Ümmühan
Peçe2, Elif Dağlı2
Marmara Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
Sağlık Enstitüsü Derneği
1
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Kadın) ve 79 (34 Erkek, 45 Kadın) Sİ kişide DRD2 varyant (-141C Ins/Del)
PCR/RFLP yöntemi ile %3’lik agaroz jelde yürütülerek analiz edilmiştir.
Bulgular: DRD2 TaqIA ve d DRD2 -141C Ins/Del varyant çalışılan SB
hastaların yaş ortalaması 43±13, Sİ’ lerde 32±12 olup her iki grup arasındaki fark fark istatisitksel olarak anlamlı iken (p<0.01, p<0.01,sırasıyla),
cinsiyet farkı anlamlı bulunmadı (p>0.05). DRD2 TaqIA varyantlarına ait
genotip/allel sıklığı SB ve Sİ grupları arasında karşılaştırıldığında anlamlı
bir ilişki bulunmadı (p>0.05). Popülasyon dağılımı açısından SB’ lılarında
Hardy-Weinberg Equilibrium (HWE)’den sapma (p<0.05) saptanmış ama
Sİ populasyonda HWE’den sapma (p>0.05) belirlenmemiştir. DRD2141C Ins/Del varyantları genotip sıklığı açısından karşılaştırıldığında Del/
Del genotipinde hasta grubunda anlamlı bir artış (p< 0.001), Ins/Ins genotipinde ise azalış (p< 0.001) saptanmıştır.
Tartışma ve sonuç: DRD2-141C IDel/Del genotipinin SB’na yatkınlıkla, Ins/Ins genotipinin ise koruyuculukla ilişkili olabileceği gösterilmiştir.
Çalıştığımız genlere ait varyantların saptanması popülasyonumuza ait genotiplerin belirlenmesine katkı sağlamıştır.
*Bu çalışma İstanbul Üniversitesi BAP-Tez ve Yeşilay desteği ile
gerçekleştirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sigara bağımlılığı, Dopamin, DRD2, gen, varyantlar
Yedikule Sigara Bırakma Çalışma Grubu: Ayşe Bahadır, Sibel Yurt, Seda Tural
Önür, Balma Akbaba Bağcı, Didem Görgün Hattatoğlu, M. Gönenç Ortköylü, Efsun
Gonca Uğur Chausein, Barış Açıkmeşe, Şule Gül, Elif Tanrıverdi. Bu konuda dünyada yapılmış çok az çalışma vardır. Ülkemizde bu konuda yapılmış ilk çalışmadır.
2
Giriş ve amaç: İkram işletmelerinde sigara içme yasağına uyum konusunda veriler sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı; İstanbul’da 4 ilçede ikram
işletmelerinde ihlal oranlarının değerlendirilmesi, 2 yıl içinde meydana gelen değişimin ortaya konması ve ihlal ile ilişkili faktörlerin açıklanmasıdır.
Yöntem: Gözlemsel bu çalışma, 2015 yılında da, 2013 ve 2014 yılında
kullanılan metodoloji ile aynı işletmelerde tekrar uygulanmıştır. İstanbul’da
4 ilçede kafe, kahvehane, lokanta ve barlarda gerçekleştirilmiştir. Örneklemede tabakalı küme yöntemi kullanılmıştır. İşletmelerde saat 12:00-15:00
arasında 10dk. süresince tütün ürünlerinin kullanılıp kullanılmadığı araştırılmış, saptanmadığında saat 21:00’den sonra gözlem tekrarlanmıştır. Veriler frekans ve yüzdeler kullanılarak özetlenmiş, kategorik değişkenlerin
karşılaştırılmasında bağımlı gruplarda McNemar, bağımsız gruplarda ise
Ki-kare ve Fisher testleri kullanılmıştır. p<0.05 istatistiksel anlamlılık düzeyi olarak belirlenmiştir.
Bulgular: 2013 yılında araştırmaya dahil edilen 450 işletmeden, 2014
yılında %82’sine, 2015 yılında %71’ine ulaşılmıştır. Toplam ihlal sıklığının 2013, 2014 ve 2015 yıllarında sırasıyla %50.3, %30.0 ve %24.4
olarak saptanmıştır. Gözlemle saptanan tütün kullanımı yıllar içinde sırasıyla; %35.3, %25.9, %21.0, kül tablası ve benzeri bulunmaması sırasyla %56.1,%75.3,%77.7, barlarda ihlal sırasıyla %84.6, %76.9, % 46.2,
işletmenin dışında sigara içimi sırasıyla %25.3, %31.3 ve %13.9 olarak
bulunmuştur.
Tartışma ve sonuç: İhlal oranları 2013-2015 yılları arasında düşmekle birlikte Yasanın altıncı yılında ortalama her 4 işletmeden birinde
ihlal halen sürmektedir. İhlal oranlarında özellikle barlarda azalma trendi
görülmekle birlikte yarısına yakın kısmında halen ihlal devam etmektedir.
Istanbul ikram işletmelerinin denetim altına alınarak uygulamanın güçlendirilmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: sigara içme yasağına uyum, ihlal, gözlem, ikram işletmeleri
SS-079
Sigara (Nikotin) bağımlılığı ile Dopamin
Reseptör D2 Gene Varyantları (TaqIA and
-141C Ins/ Del) Arasında ilişki
Ülgen Sever1, Mehmet Atilla Uysal2, Yedikule Sigara Bırakma Çalışma
Grubu2, Sacide Pehlivan1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Dopamin Reseptör D2 (DRD2) gen varyantlarının nikotin bağımlılığında önemli rolü olduğu bildirilmiştir.Bu çalışmada; Sigara
Bağımlısı (SB) ve Sigara İçmeyen (Sİ) bireylerde DRD2 gen varyantlarını
belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya alınan 157 SB (84 Erkek, 73 Kadın) ve 86 Sİ(37
Erkek, 49 Kadın) kişide DRD2 varyant (TaqIA) ve 146 SB(77 Erkek, 69
90
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS-080
Dopamin Reseptör D4 Gen Varyantı VNTR 48
bp’ in Nikotin Bağımlılığındaki Rolü
Mehmet Atilla Uysal (Eşit Katkı)1, Ülgen Sever (Eşit Katkı)2, Yedikule
Sigara Bırakma Çalışma Grubu1, Sacide Pehlivan2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmada, beyin ödül sisteminde rolü olan Dopamin Reseptör D4 (DRD4) genindeki VNTR 48 bp varyantının Sigara
Bırakma Polikliniklerine (SBP) başvuran Sigara Bağımlısı (SB) ve Sigara
İçmeyen (Sİ) gruplarda incelemeyi amaçladık..
Yöntem: Çalışmaya 154(82 Erkek, 72 Kadın) SB ve 111(47 Erkek, 64
Kadın) Sİ kişi alınmıştır. DNA izolasyonu periferik kan örneklerinden izole
edilmiştir. DRD4 VNTR 48 bp gen varyantı PCR yöntemi ile çoğaltılarak
%3.5 agaroz jelde analiz edilmiştir.
Bulgular: SB ların yaş ortalaması 43±13, Sİ’ lerin 32±12 idi. Her
iki grup arasında yaş ortalaması istatistiksel olarak fark gösterirken
(p<0.001), cinsiyet farkı bulunmadı (p>0.05). DRD4 VNTR 48 bp varyantı sonuçları SB ve Sİ gruplarda karşılaştırıldığında; 15 farklı genotip ile
6 farklı allelin çalışılan örneklerde yer aldığı belirlenmiştir. SB grubunda;
1/1, 1/3, 1/4, 3/4 genotip grubunda artış (p<0.001), 4/6 genotipinde ise
azalış (p<0.001) olduğu saptanmıştır. Allel sıklığı açısından gruplar karşılaştırıldığında; 1-4 nolu allel sıklıklarının SB’sı grupta anlamlı olarak arttığı
belirlenmiştir (p<0.05).
Tartışma ve sonuç: DRD4 VNTR 48 bp varyantında saptanan 1/1,
1/3, 1/4, 3/4 genotiplerin sigara bağımlılığına yatkınlıkla, 4/6 genotipi ise
SB’ye karşı koruyuculukta rolü olabileceği gösterilmiştir. Allel sıklığı açısından incelendiğinde 1-4 nolu allellerin bağımlılığa yatkınlıkla ilişkili olabileceği gösterilmiştir
*Bu çalışma İstanbul Üniversitesi BAP-Tez ve Yeşilay desteği ile
gerçekleştirilmiştir..
Anahtar Kelimeler: Sigara bağımlılığı, Dopamin, Reseptör, D4VNTR, gen,
Yedikule Sigara Bırakma Çalışma Grubu: Ayşe Bahadır, Sibel Yurt, Seda Tural
Önür, Balma Akbaba Bağcı, Didem Görgün Hattatoğlu, M. Gönenç Ortköylü, Efsun
Gonca Uğur Chausein, Barış Açıkmeşe, Şule Gül, Elif Tanrıverdi.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SÖZLÜ SUNUMLAR
Tanı Yöntemleri
SS-081
Our trans-thoracic biopsy practices
accompanied by the imaging process:
the contribution of positron emission
tomography usage to accurate diagnosis
Yavuz Selim İntepe1, Bayram Metin2, Sevinç Şahin3, Buğra Kaya4, Aylin Okur5
Department of Pulmonary Medicine, Bozok University, Yozgat
Department of Thoracic Surgery, Bozok University, Yozgat
3
Department of Pathology, Bozok University, Yozgat
4
Department of Nuclear Medicine,Necmettin Erbakan University, Konya
5
Department of Radiology, Bozok University, Yozgat
1
2
Background and aim: The objective of this study is to compare the
results of transthoracic biopsies performed through the use of FDG PET/
CT imaging with the results of transthoracic needle biopsy (TTNB) performed without using FDG PET/CT imaging.
Methods: The medical files of a total of 58 patients with pulmonary
and mediastinal masses. A total of 20 patients suspected of malignancy
with the SUVmax value over 2,5 in FDG PET/CT underwent a biopsy
process, whereas 12 patients with no suspicion of malignancy in accordance with CT images and with the SUVmax value below 2,5 underwent
no biopsy procedure, and hence, they were excluded from the study. On
the other hand, 26 patients directly went through a biopsy process with the
suspicion of malignancy according to CT imaging, regardless of performing any FDG PET/CT imaging.
Results: According to the biopsy results, the number of the patients diagnosed with cancer was 20 (43.5%), while the number of non-cancerous
patients was 26 (56.5%).The sensitivity of theTTNB was 80.8%, whereas
its specificity was100%. The positive predictive value of the TTNB was
100%, while its negative predictive value was found to be 80%. The sensitivity in TTNB performed together with FDG PET/CT was 90.9%, whereas
the specificity was 100%. The sensitivity in TTNB performed without the
use of FDG PET/CT was 73.3%, whereas the specificity was100%.
Conclusions: Performing FDG PET/CT imaging process prior to a
TTNB as well as preferring FDG PET/CT for the spot on which biopsy will
be performed during the TTNB procedure increases the rate of receiving
diagnosis.
Keywords: PET CT, Transthoracic Biopsy, Tomography, Thoracic Mass.
Figure 1. The distribution of the patients according to the diagnoses
Figure 2. Correlation between those diagnosed with cancer and their SUVmax values
SS-082
Akciğerin kistik-kaviter lezyonlarının
değerlendirilmesinde kontrastlı-dinamik
manyetik rezonans görüntülemenin rolü
Adem Karaman1, Ömer Araz2, Irmak Durur Subaşı1, Fatih Alper1, Mahmut
Subaşı3, Afak Durur Karakaya4, Metin Akgün2
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Erzurum
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
4
İstanbul Medipol Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Çalışmamız da akciğerin kistik-kaviter lezyonlarının
değerlendirilmesinde kontrastlı-dinamik manyetik rezonans görüntüleme
(DCE-MRI) bulguları ile bilgisayarlı tomografi (BT) bulgularını karşılaştırdık. DCE-MRI’ın duvar kalınlığı ve iç duvar düzensizliği gibi morfolojik
ve dinamik parametrelerinin determine ve indetermine lezyonlarda yararlı
olup olmayacağını karşılaştırmayı amaçladık. Biz aynı zamanda biyopsi
kararının verilmesinde ve biyopsi yerinin belirlenmesinde DCE-MRI kullanımının geleneksel olarak kullanılan BT’ye göre yararı olup olmadığını
belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Bu prospektif çalışmaya DCE-MRI ve BT ile kistik ve / veya
kaviter akciğer lezyonu saptanan 39 hasta dahil edildi. BT ve DCE-MRI ile
kistik-kaviter lezyon belirlenen olgularda, morfolojik ve dinamik parametrelere bakıldı, histopatolojik inceleme ve klinik takipler sonucunda elde
edilen verilere göre iki yöntem birbiriyle karşılaştırıldı.
Bulgular: DCE-MRI ile elde edilen ortalama duvar kalınlığı BT ye
oranla düşüktü. İndetermine lezyonlar için saptanan duvar kalınlık aralığı DCE-MRI’da BT’den daha dardı (DCE-MRI=5,50-11,50 mm ve BT=
5,75-13,50 mm). Ayrıca DCE-MRI iç duvar düzensizliğini saptamada daha
duyarlıydı. Yine, DCE-MRI üç bening hastada gereksiz biyopsi kararını önledi ve iki hastada biyopsi yeri ile ilgili kararı doğru bir şekilde değiştirdi.
Tartışma ve sonuç: Sonuç olarak çalışmamız da bening-malign ayırımının net olarak yapılamadığı olgularda, duvar kalınlığı bilgisayarlı tomografiye göre DCE- MRI’da daha dar bir aralıkta kaldı. İç duvar düzensizliğini
belirlemede DCE- MRI’ın daha duyarlı olduğu gösterildi. Olgularda bening
veya maling şeklinde daha kolay yorum yapma imkanı sağladığı için, indeterminate lezyon sayısında azalmaya neden oldu. Dolayısıyla gereksiz
biyopsilerden vazgeçildi ve biyopsi yeri daha hassas bir şekilde seçilebildi.
Anahtar Kelimeler: bilgisayarlı tomografi, biyopsi, dinamik kontrastlı MRI, kistikkaviter akciğer lezyonları
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
91
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
SS-083
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Standart hiperbarik oksijen tedavisinin
solunum fonksiyonları ve diyafragma
üzerine etkisi nedir?
Sevda Şener Cömert1, Selin Gamze Sümen2, Benan Çağlayan3
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp
Birimi, İstanbul
3
Koç Üniversitesi, Koç Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
1
2
Şekil 1. Benign ve malign kaviter-kistik akciğer lezyonları ortalama duvar kalınlığı
(± SD) karşılaştırılması.
Şekil 2. BT ve DCE-MRI duvar kalınlıkları ROC analizi.
Table 1. Subtypes of benign and malignant lesions and the method used in their diagnosis.
N (%)
Benign
Tuberculosis
Hydatid cyst
Bronchogenic cyst
Aspergillosis
Bronchial atresia
Granulomatosis with polyangiitis
Bronchiectasis
Malignant
Squamous cell carcinoma
Adenocarcinoma
Large cell carcinoma
Surgery
11 (44)
6 (24)
3(12)
2(8)
1(4)
1(4)
1(4)
Biopsy
Clinical & Radiological
Diagnosis
3
8
EBUS uygulaması sırasında desatürasyonun
önlenmesinde n-CPAP ile Oksijen
uygulanmasının etkisi
1
1
Sebahat Genç1, Kemal Can Tertemiz2, Leyla İyilikçi Karaoğlan3, Özge Oral
Tapan2, Aylin Özgen Alpaydın2, Oya İtil2
1
1
Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İzmir
1
2
7(64)
3(27)
1 (9)
2
5*
3*
1
3
*One squamous cell carcinoma and one adenocarcinoma cases were diagnosed with bronchoscopy but the others
with CT-guided transthoracic needle aspiration.
Table 2. Diagnostic performance of CT and DCE-MRI in the evaluation of the cystic cavitary lung lesions and
evaluation of size, wall thickness and inner wall irregularity.
Benign
Benign
Malignant
Indeterminate
Malignant
Wall
thickness
Size*
Inner wall
irregularity
CT
MRI
CT
MRI
CT
MRI
CT
MRI
CT
MRI
CT
MRI
19 (76)
22
(88)
6 (24)
3
(12)
-
-
36.1±16.4
36.2±15.1
7.3±4.9
4.8±3.6
1 (4)
3
(12)
-
-
2 (18)
2
(18)
9 (82)
9
(82)
42.3±11.8
44.0±15.6
12.4±4.7
10.8±7.7
7 (64)
9
(82)
CT, computed tomography; MRI, dynamic contrast enhanced magnetic resonance imaging. Data were expressed either N (%) or mean
± standard deviation; * There is statistically significant difference between benign and malignant lesions both on CT and DCE-MRI
(p=0.03). The definition of columns as benign, indeterminate and malignant, are according to imaging studies but rows indicates the
confirmed results as benign or malignant after surgery, biopsy or clinical judgement after a two years follow-up period.
92
Anahtar Kelimeler: hiperbarik oksijen tedavisi, pulmoner fonksiyonlar, diyafragma
hareketleri
SS-084
6
3
1
Giriş ve amaç: Hiperbarik oksijen (HBO2) tedavisinin dalışa bağlı
problemler dışında kullanımı giderek artmaktadır. Bu tedavinin solunum
fonksiyonlarında bozulmaya yol açabileceği de tartışılmaktadır. Çalışmanın amacı standart, günlük HBO2 tedavisinin solunum fonksiyonları ve
diyafragma hareketleri üzerine etkisini değerlendirmektir.
Yöntem: Gecikmiş yara iyileşmesi nedeniyle günlük HBO2 tedavisi
planlanan hastalar prospektif olarak çalışmaya alındı. Hiperbarik oksijen
tedavisi, monoplace odada günlük 90 dakika ve 2.4 atm abs kısmi oksijen
basıncında uygulandı. Tedavinin başlangıcında olguların tümünün akciğer
radyogramları ve solunum fonksiyonları normaldi, geçirilmiş akciğer hastalığı öyküleri yoktu. Tedavi başlangıcında ve sonunda dinamik ve statik
akciğer volümleri, difüzyon kapasitesi, maksimal inspiratuar ve ekspiratuar
basınçlar (MIP ve MEP) ölçüldü. Ayrıca HBO2 tedavisi öncesi ve sonrasında torasik ultrasonografi konusunda uzmanlaşmış bir göğüs hastalıkları
uzmanı tarafından diyafragma kalınlığı, tidal volüm ve derin inspirasyon
sırasındaki diyafragma hareketleri torasik ultrasonografi ile ölçüldü. Sonuçlar SPSS 17.0 istatistik programı ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalamaları 53.3 ± 10.0 yıl olan, 16 erkek
6 kadın toplam 22 olgu dahil edildi. HBO2 tedavisinin sonunda tüm dinamik akciğer volümlerinin, ayrıca total akciğer kapasitesi, residuel volüm
ve vital kapasitenin anlamlı derecede artmış olduğu saptandı (p <0.05).
Diğer statik akciğer volümleri, MIP, MEP ve DLCO değerlerinde değişiklik olmadığı görüldü (p>0.05). Diyafragma kalınlığı, tidal volüm ve derin
inspirasyon sırasındaki diyafragma hareketlerinde de tedavi sonrasında
anlamlı dercede artış olduğu saptandı (p<0.05).
Tartışma ve sonuç: Hiperbarik oksijen tedavisi, pulmoner ve diyafragmatik fonksiyonlarda bozulmaya yol açmamıştır. Aksine, özellikle akut
dönemde pulmoner ve diyafragmatik fonksiyonlarda artışa neden olabilir.
Bu artışın uzun ömürlü olup olmadığı eldeki veriler ile bilinmemektedir.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Endobronşiyal ultrason (EBUS) eşliğinde yapılan
transbronşiyal iğne aspirasyonu, günümüzde sık kullanılan bir tanı yöntemidir. Bu işlemin uygulanması için hastaya sedasyon uygulanması gerekmektedir ve sıklıkla intravenöz sedasyon (İVS) uygulanır. İVS sırasında
hastalarda sıklıkla hipoksemi gelişmekte ve bazı hastalarda nazal Oksijen
verilmesi yetersiz kalmaktadır. Bu çalışmanın amacı, nazal CPAP ile birlikte
uygulanan Oksijenin hipoksemiyi önlemedeki etkisini araştırmaktır.
Yöntem: EBUS endikasyonu konan ve ciddi bir kalp-akciğer hastalığı
olmayan hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı. Bir gruba sadece Oksijen, diğer gruba ise nCPAP+Oksijen verildi. İşlem öncesi STOP-BANG
anketi uygulanarak OSAS riski değerlendirildi. İşlem sırasında hastaların
Oksijen satürasyonu, verilen anestezik maddeler, CPAP basıncı ve Oksijen
konsantrasyonu kaydedildi. Uygulayıcı memnuniyeti değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 60 hasta çalışmaya alındı (29 CPAP, 31 Oksijen).
İki grupta yaş, cins, sigara öyküsü ve ek hastalık varlığı açısından anlamlı
fark yoktu. Boyun çevresi, BMI ve STOP BANG anketi değerleri benzerdi.
Mallampati indeksi, CPAP grubunda anlamlı olarak daha yüksek bulundu
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
(p=0.048). Desatürasyon süresi Oksijen alan grupta, CPAP+Oksijen alan
gruba göre anlamlı olarak daha uzun bulundu (316±390 sn, 122±118
sn, p=0,019). Oksijen alan grupta 22 kişide işlem sırasında horlama saptanırken, CPAP grubunda 11 kişide saptandı (p=0,01). CPAP grubunda
bir hasta dışında tüm hastalarda işlem tamamlandı. İki grupta da ciddi bir
komplikasyon gelişmedi. Uygulayıcı memnuniyeti istatistiksel olarak anlamlı olmasa da (p=0.052) CPAP grubunda daha yüksekti.
Tartışma ve sonuç: Sonuç olarak, İVS altında EBUS uygulaması sırasında nCPAP ile Oksijen uygulanması, sadece Oksijen uygulanmasına
göre desatürasyonu anlamlı derecede azaltmaktadır. EBUS işlemi sırasında kullanılması ile ilgili daha fazla sayıda hasta içeren çalışmalara ihtiyaç
vardır.
Anahtar Kelimeler: EBUS, intravenöz sedasyon, desatürasyonun önlenmesi, nCPAP
SS-085
Akciğer Dışı Solid Organ Tümörlerine Eşlik
Eden Mediastinal Lenfadenopatilerde EBUS
Sonuçları
Kemal Can Tertemiz1, Aylin Özgen Alpaydın1, Volkan Karaçam2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Çalışmamızda EBUS gibi minimal invaziv bir yöntemin
akciğer dışı solid organ tümörlerinde(SOT) ortaya çıkan mediastinal lenfadenopatilerin (LAP) ayırıcı tansındaki tanısal geçerliliğini değerlendirmeyi
amaçladık.
Yöntem: 2015 yılı boyunca mediastinal-hiler LAP nedeni ile EBUS yapılmış akciğer dışı SOT olan hastalar çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Ortalama yaşları 59.4 (±2.3) olan 34 ü kadın, 19 u erkek
toplam 53 hastanın verileri incelendi. 35 hastada unilateral; 18 hastada
bilateral lenfadenopati mevcuttu. Patoloji sonuçlarına göre 38 (%72) hastada benign nedenler, 13 (%25) hastada primer malignitenin metastazı ve
2 (%3) hastada primer akciğer kanseri saptandı. Benign olguların, 11’i reaktif, 8’i granülomatöz inflamasyon, 13’ü antrakozis, 4’ünde tüberküloz ve
2’sinde yetersiz örnek mevcuttu. Reaktif ve yetersiz örnekler nondiagnostik
olarak kabul edildiğinde EBUS’un tanısal değerliliği %75’ti. EBUS sonucu reaktif olarak gelen 5 hastada mediastinoskopi yapıldığında; sadece 1
hastada farklı olarak akciğer kanseri saptandı. Lenfadenopatinin tek taraflı
veya bilateral olması ile malignite saptanma oranı anlamlı değildi. EBUS
sonucunda malign saptanan olgularda sadece 4R numaralı lenf nodunda
ortalama SUVmax değerleri ile benignlere göre yüksekti (p=0.04). Benzer
şekilde 4L ve 7 numaralı lenf nodlarında malign patolojiye sahip olanların
çapı anlamlı olarak daha yüksek saptandı (sırasıyla p=0.04 ve p=0.02)
(Tablo). En yüksek SUVmax değerleri ile malign veya benign patolojiye
sahip olma açısından anlamlı ilişki saptanmadı.
Tartışma ve sonuç: Akciğer dışı solid organ tümörleri olan olgularda
görülen mediastinal lenfadenopatilerde EBUS yüksek tanı oranı nedeni
ile tanısal algoritmde ilk sırada kullanılması gereken yöntemdir ve cerrahi
girişim ihtiyacını yüksek oranda ortadan kaldırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: EBUS, Malignite, Mediastinal Lenfadenopati
SS-086
Kraniosinositozu olan çocuklarda
Obstrüktif Uyku Apne Sendromu
Ceyda Erel Kırışoğlu Demir1, Mehmet Erdem Yıldız2, Murat Başarır3, Halil
İbrahim Canter4
Acıbadem Üniversitesi Göğüs Hastalıları Anabilim Dalı, İstanbul
Acıbadem Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Acıbadem Üniversitesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
4
Acıbadem Üniversitesi Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Kraniosinositoz her 2500 doğumda bir görülen konjenital bir bozukluktur. Kalvarium sütürlerinin erken kapanması ile kafatası,
beyin ve yüz gelişimi etkilenir. Orta yüz hipoplazisi sık eşlik eder. Kraniosinostozlu çocuklarda Obstrüktif Uyku Apne Sendromu %50-90 sıklığında
bildirilmektedir. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen 6 olgu bazında
kraniosinositoz ve Obstrüktif Uyku Apne Sendromu birlikteliği gözden
geçirildi.
Yöntem: Olgular tüm gece uyku polisomnografi tetkiki ve 3 boyutlu
bilgisayarlı beyin tomografisi (3D-BT) ile değerlendirildi.
Bulgular: Pediatrik Beyin Cerrahisi ve Maksillofasiyel Cerrahi bölümlerince takip edilen 2’ si erkek 6 olgu çalışmaya alındı. Yaş 1-6 arasında 2
Apert Sendromu,2 Crouson Sendromu, 1 trigonosefali ve 1 pansinostoz
olgusu tüm gece polisomnografi tetkiki ile değerlendirildi. Sendromik olan
olguların sindaktili, patent duktus arteriozus gibi eşlik eden anomalileri
kaydedildi. Polisomnografide pediatrik skorlama kriterleri alındı. İki solunumsal olayı aşan apne ve hipopneler dikkate alındı. Olguların Solunum
Sıkıntı İndeksi (SSİ) 8.2- 40 olay/s arasında olup ortalama SSİ 17.9± 12.8
olay/s bulundu. Ortalama oksijen saturasyonu 97.8± 0,5; minimum oksijen saturasyonu %86- 95 arasında seyretmekte olup ortalama %90.2±
3.7 idi. Tüm olgular 3D- BT ile değerlendirildi. Metopik, lamboid, koronal
sütür stenozları, maksiller hipoplazi kaydedildi.
Tartışma ve sonuç: Kraniosinositozu olan olgular beyin cerrahisi,
pediatri, rekonstrüktif ve estetik cerrahi, kulak burun boğaz, diş hekimliği, genetik, uyku hekimliği, radyoloji kliniklerince bir takım halinde takip
edilmesi gereken bir hasta grubudur. Obstrüktif Uyku Apne Sendromu açısından yüksek risk taşımakta olup kalvariuma yönelik düzeltici operasyon
öncesinde polisomnografi ve 3D- BT ile değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Kraniosinositoz, Apert Sendromu, Crouson Sendromu, Obstrüktif uyku apne sendromu
SS-087
Uyku ile ilişkili solunum bozukluğu
olan pediatrik olgularda pediatrik uyku
anketi ve sabah ilk idrardaki ürokortin
seviyesinin değerlendirilmesi
Esengül Keleş
Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul
Tablo 1. Lenf nodlarının özellikleri
11R
4R
2R
7
11L
4R
2R
Uyku Bozuklukları
Toplam
Örneklenen
lenf nodu sayısı
26
23
6,2 (±3,4) 13,1 (±3,7)
15,0
29
27
6,4 (±4,1) 12,5 (±4,7)
23,8
SUV
Çap
Malignite
saptanma oranı (%)
5
3
9,3 (±3,7) 11,4 (±2,0)
0,0
35
35
6,7 (±3,8) 17,1 (±6,7)
29,1
19
18
5,86 (±3,2) 13,3 (±3,0)
30,7
6
4
5,3 (±3,9) 14,6 (±9,6)
50,0
2
0
15,0 (±0,0) 24,55 (±10,6)
0,0
Giriş ve amaç: Pediatrik uyku anketi (PUA) ve sabah ilk idrardaki
ürokortin seviyesinin, uyku ile ilişkili solunum bozukluğu (UİSB) olan pediatrik olgularda tarama testi olarak duyarlığını araştırmak.
Yöntem: Çalışma; Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları ve
Sağlığı polikliniğinde aralık-2013 ve kasım-2014 tarihleri arasında, yaşları
6-8 yaş arasında değişen UİSB olmayan sağlıklı 27 çocuk (grup 1), UİSB
olan 27 çocuk (grup 2) dahil edilerek yapıldı. Chervin ve ark. tarafından
geliştirilen Pediatrik Uyku Anketi (PUA) soruları olguların aileleri tarafından cevaplandırıldı (tablo 1). Olgular sabah ilk idrarlarını en geç bir saat
içinde hastanemiz laboratuvarına ulaştırdı. Tüm olguların idrar örnekleri
-200 derecede hastanemiz laboratuvarında saklandıktan sonra, aynı gün
ELİSA (enzyme-linked immunosorbent assay) yöntemi ile çalışıldı.
Bulgular: Gruplardaki olguların yaş ve cinsiyetleri arasında istatiksel
fark saptanmadı (p<0.05) (tablo 2). Grup 2’de allerjik rinit, adenoid/tonsil
hipertrofisi, vücut kitle indeksi, total (PUA, horlama, uykusuzluk, dikkat
eksikliği) skoru, idrar ürokortin değerleri istatiksel olarak anlamlı yüksek
bulundu (p>0.05) (şekil 1,2). Uykuda apne şüphesi varlığına göre ürocortin için cut-off değeri 0.1 olarak saptanmıştır ve bu değer istatiksel olarak
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
93
SÖZLÜ SUNUMLAR
anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.01). Ürocortinin 0.1 cut-off değeri için;
duyarlılık %88.89; özgüllük %81.48; pozitif kestirim değeri 82.76 ve negatif kestirim değeri 88.00’dir. Elde edilen ROC eğrisinde altta kalan alan
%94.1 standart hatası %2.9 olarak saptanmıştır ( şekil 3). Ürocortin düzeyi
0.1 ve üzeri olan olgularda uykuda tanıklı apne görülme riski 35.2 kat fazla
olarak saptandı (ODDS oranı 35.200 (%95 CI: 7.517-164.826)).
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızda; PUA ve sabah ilk idrardaki ürokortin seviyesini, UİSB olan türk çocuklarında tarama testi olarak duyarlılığı ve özgüllüğü yüksek testler olarak bulduk.
Anahtar Kelimeler: Pediatrik uyku anketi, idrar ürokortin seviyesi, uyku ilişkili solunum bozukluğu.
Şekil 1. PUA ve Ürokortin arasındaki korelasyon
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Pediatrik uyku anketi soruları
Çocuğunuz adına EVET, HAYIR, BİLMİYORUM’u yuvarlak içine alanız
Sürekli burun tıkanıklık veya akıntısı var mı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
Tekrarlayan akciğer enfeksiyon hikayesi var mı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
Solunum yolu darlığı bulgusu veya şikayeti var mı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
Herhangi bir önemli sağlık proplemi var mı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
Çocuğunuzun fark ettiğiniz büyük bademcikleri var mı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
Çocuğunuz daha önce bademcik veya geniz eti ameliyatı oldu mu? Evet/ Hayır/Bilmiyorum
1.Uykunun yarısından fazlasında horlar ? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
2.Hep horlar? Evet/
Hayır
/Bilmiyorum
3.Yüksek sesle horlar? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
4.Zor nefes alır? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
5.Zor ve gürültülü nefes alır? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
6.Genelde uykuda çocuğunuzun nefes almayı unuttuğunu görürmüsünüz? Evet/ Hayır/ Bilmiyorum
7.Çocuğunuz gün boyunca ağzı açık olmaya eğilimlimidir? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
8.Çocuğunuz sabah uykudan kalktığında ağzı kurumudur? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
9.Çocuğunuz genelde gecelerini altını ıslatırmı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
10.Çocuğunuz sabah kalktığında dinlenmiş olarak kalkar mı? Evet/ Hayır/
Bilmiyorum
11.Çocuğunuzu sabahları zor uykudan uyandırırmısınız? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
12.Öğretmeni çocuğunuzun uykuya eğilimli olduğu söyler mi? Evet/ Hayır/
Bilmiyorum
13.Çocuğunuz uykuya geçişi zor olur mu? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
14.Çocuğunuz sabahları baş ağrısı ile uyanır mı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
15.Çocuğunuz normal gelişim sürecinde son aylarda duraksama oldu mu? Evet/ Hayır/ Bilmiyorum
16.Çocuğunuz aşırı kilolu mu? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
17.Çocuğunuzla konuşurken sizi duymuyor gibi görünüyor mu? Evet/ Hayır/
Bilmiyorum
18.Çocuğunuz aktivitelere zor konsantre olurmu? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
19.Çocuğunuz çok kolay dış uyaranlarla uyarılmı? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
20.Çocuğunu oturduğu yerde elleri veya ayakları ile sık oynarmı? Evet/ Hayır/ Bilmiyorum
21.Çocuğunuz sürekli hareket halindemidir? Evet/
Hayır/
Bilmiyorum
22.Çocuğunuz başkalarının oyun/faaliyetlerine müdahale edermi? Evet/ Hayır/ Bilmiyorum
Ailelere uygulanan anket soruları
Tablo 2. Grup 1 ve Grup 2’deki olguların demografik özellikleri
Yaş(yıl) Median±SD
Cinsiyet: n (%)
VKİ(kg/m2); (%)
Rinit; n (%)
Astım; n (%)
Adenoid Tonsil
Hipertrofi; n (%)
Şekil 2. Tanıklı apne şüphesi varlığında ürokortin için değerlendirilen ROC eğrisi
94
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Total
(n=54)
Grup 1 (n=27)
Grup 2
(n=27)
Kız
Erkek
Düşük
Normal
Yüksek
Pozitif
Negatif
Pozitif
Negatif
Pozitif
7.67±1.52
23 (42.6)
31 (57.4)
7 (13.0)
37 (68.5)
10 (18.5)
25 (46.3)
29 (53.7)
21 (38.8)
33 (61.2)
28 (51.9)
7.48±1.60
11 (40.7)
16 (59.3)
3 (11.1)
23 (85.2)
1 (3.7)
3(11.1)
24(88.9)
10(37.03)
17(62.9)
2(7.4)
7.55±1.43
12 (44.4)
15 (55.6)
4 (14.8)
14 (51.9)
9 (33.3)
22(81.5)
5(18.5)
11(40.7)
16(59.3)
26(96.3)
Negatif
26 (48.1)
25(92.6)
1(3.7)
p
a0.375
b0.783
c0.011*
d0.001*
b0.633*
d0.001*
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS-088
SS-089
Diafram Patolojileri Olan Olgularda
Polisomnografik Değerlendirme Gerekli
midir?
Adana’da Obstrüktif Uyku Apne
Hastalarında Uzun Dönemde CPAP Uyumu:
Toplum Bazlı Çalışma
Özlem Oruç1, Sema Saraç1, Gülgün Çetintaş1, Özgür Bilgin Topçuoğlu1,
Serda Kanbur1, İrfan Yalçınkaya1, Gökhan Kırbaş2
Mehmet Ali Habeşoğlu, Zuhal Ekici Ünsal
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
2
Dicle Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Giriş ve amaç: Sürekli pozitif hava yolu basıncı (CPAP) tedavisine
uyum, dünya çapında çözüm bekleyen bir sorun olmaya devam etmektedir. Bu çalışmada Adana’da obstrüktif uyku apne (OUA) hastalarında
CPAP uyumunu araştırmak ve CPAP kullanımını etkileyen faktörleri belirlemek amaçlanmıştır.
Yöntem: Adana’da yaşayan ve en az 1 yıldır CPAP tedavisi alan tüm
OUA’lı hastalar sosyal güvenlik kurumu aracılığı ile mektupla davet edildi. Tüm hastalar sosyodemografik özellikleri ve CPAP uyumu, yararı ve toleransı ile ilgili anket doldurdu. CPAP uyumu, cihazın sayacında kaydedilen
toplam kullanma süresinin tedavi başlagıcından sonra geçen gün sayısına
bölünerek belirlendi. Uyumunu etkileyen faktörleri belirlemek için uyumlu
(günde en az 4 saat kullanım) ve uyumsuz hastaların verileri karşılaştırıldı
Bulgular: CPAP başlanmasından sonra geçen ortalam süre 1061±
492 gün (401-3165 gün) idi. Dahil edilen 630 hastanın 300’ü (%47,6)
günlük ortalama 5,±1,5 saat kullanma süresi ile tedaviye uyumluydu. Tedaviye uyumlu olan ve olmayan hastaların verilerinin karşılaştırılması Tablo 1’de özetlenmiştir. Multipl regresyon analizinde, CPAP’tan yarar görme
algısı, apne hipopne indeksi, eşlik eden kardiovasküler hastalık, yan etki
olarak uykuda bilinçsizce CPAP’ın çıkarılması ve düzenli kontrol altında
olmanın uyumun bağımsız belirleyicileri olduğu saptanmıştır (Tablo 2).
Tartışma ve sonuç: Adana’ da CPAP uyumu düşüktür. CPAP uyumu
yoğun eğitim, destek ve yakın izlem ile arttırılabilir.
1
Giriş ve amaç: Solunum sıkıntısı, diafram plikasyonu ameliyatı için
tek endikasyon kabul edilirken; uyku problemleri göz ardı edilmektedir. Bu
nedenle diafram patolojilerine uyku bozukluklarının da eşlik edebileceğini
öngörerek diafram plikasyonu ameliyatı planlanan hastaların operasyon
öncesi ve sonrası polisomnografik tetkikleri(PSG) karşılaştırıldı. Obstrüktif
uyku apnesi sendromu (OSAS) ile diafragma eventrasyonu ve paralizisi
bağlantısı irdelendi.
Yöntem: Çalışma Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, 2014-2016 yılları arasında yapıldı.
Video assisted mini torakotomiyle diafragma plikasyonu ameliyatı yapılan
hastalara ameliyat öncesi ve sonrası PSG yapıldı. Klinik bulgular, PSG
sonuçları ve solunum fonksiyon testleri preoperatif ve postoperatif kıyaslamalı olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 48 (27-60) ve BMI’i 25(20-30)
olan 12 hasta (7 erkek) dahil edildi. Operasyon öncesi ve sonrası PSG
tetkik yapılan 12 vakanın 3’ü normal olarak değerlendirilirken, 9 hastada
OSAS saptandı. Ameliyat sonrası hastaların şikayetlerinde, Apne hipopne
indekslerinde, Epworth skalalarında ve Solunum fonksiyon testlerinde belirgin düzelme gözlendi.
Tartışma ve sonuç: Diafram patolojisi olan tüm hastalar, semptom
olmasa dahi, polisomnografik tetkikle değerlendirilmelidir. Böylece uyku
bozuklukları saptanan hastalarda cerrahi tedavi uygulanarak uyku hastalıklarının uzun dönem komorbiditeleri engellenmiş olur.
Başkent Üniversitesi Tıp fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Anahtar Kelimeler: Obstrüktif Uyku Apne, Sürekli Pozitif Hava Yolu Basıncı, Uyum
Anahtar Kelimeler: diafram plikasyonu, polisomnografi, OSAS
Tablo 1. Hastaların Preop ve Postop Polisomnografi Sonuçları
Epworth Skalası
TST
AHİ
Supin AHİ
ODİ
preop
postop
4.67
2.75
p değeri
0.000
373
412
0.029
26.77
12
0.004
44.62
19.33
0.001
22.52
11.11
0.010
Tablo 2. Hastaların Preop ve Postop SFT Sonuçları
FEV1 (ml)
FEV1 (%)
FVC (ml)
FVC (%)
Preop
Postop
p değeri
2.09
2.25
0.024
66.92
74.67
0.010
2.55
2.75
0.263
65.67
76.33
0.003
Şekil 1. Çalışmanın akış şeması
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
95
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Uyumlu ve uyumsuz hastaların verilerinin karşılaştırılması
Yaş, yıl
Erkek, %
BKİ; kg/m2
Apne hipopne İndeksi
Horlama,%
Tanıklı apne, %
Gündüz aşırı uykululuk, %
Hipertansiyon,%
Diabetes mellitus, %
Kardiovasküler hastalık, %
Gastroözefageal reflü, %
CPAP eğitimi, %
Düzenli kontrol; %
Yarar algısı, %
Maske uyumsuzluğu, %
Ağız kuruluğu; %
Uykuda bilinçsizce CPAP’ı çıkarma, %
Rinit, %
Gürültü, %
Cilt reaksiyonu, %
Basınç intoleransı, %
Uyumlu (n:300)
Uyumsuz (n:330)
p
52,9+/-10,3
54,3+/-10,3
0,08
76
75,2
0,48
33,7+/-6,4
33,4+/-17,6
0,85
55,1+/-25,9
45,7+/-22,9
0,001
98,7
97
0,18
81,7
70,3
0,001
82,7
69,4
0,001
51,3
54,9
0,28
0,43
bulundu (p=0,00). Depresyon ve anksiyete skorları ise OHS’de kontrol
gruplarına göre yüksek idi (p=0,00). Nörokognitif, depresyon ve anksiyete
skorları OHS ve OUAS gruplarında benzerdi. Bir gecelik PAP tedavisi ile
OHS’li hastaların WCST’de tamamlanan kategori sayısında anlamlı artış
bulundu(p=0,03). Ayrıca MOCA, AİUH ve MMT’de tedavi sonrası anlamlı artış, depresyon ve anksiyete skorlarında anlamlı azalma izlendi.
Tartışma ve sonuç: OHS’de kognitif disfonksiyon, depresyon ve anksiyete eşlik edebilmektedir. Kısa süreli kullanımda dahi PAP tedavisinin
OHS’li hastalarda nörokognitif fonksiyonlar, depresyon ve anksiyete üzerine olumlu etkisi olduğu, PAP tedavisinin bu parametreler üzerine uzun
dönem etkisini değerlendirecek, geniş olgu sayılı, çok merkezli prospektif
çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: anksiyete, depresyon, nörokognitif, Obezite Hipoventilasyon
Sendromu, pozitif hava yolu basınç tedavisi (PAP), SF-36
32
29,1
17,7
26,1
0,01
7,7
15,5
0,01
Tablo 1. OHS ve OUAS grubunda PAP tedavisi öncesi ve sonrası MOCA, AİUH ve Mini
95,5
88,4
0,002
Mental Test sonuçlarının karşılaştırılması
45,2
12,1
0,001
84,6
55,8
0,001
30,7
27,8
0,48
18,7
14,4
0,16
2,3
26,3
0,001
10,7
14,1
0,24
9
9,7
0,78
13
10
0,25
25,7
28,9
0,50
BKİ: Beden kitle indeksi,
Tablo 2. CPAP uyumu ile ilişkili bağımsız faktörler
Yarar algısı
Düzenli kontrol
Apne hipopne indeksi
Kardivasküler hastalık
Uykuda bilinçsizce CPAP’ı çıkarmak
Beta
p
0,265
0,001
0,148
0,01
0,131
0,04
-0,134
0,02
-0,114
0,04
SS-090
Obezite Hipoventilasyon Sendromu
hastalarında pozitif hava yolu basıncı
tedavisinin nörokognitif fonksiyonlar,
depresyon ve anksiyete üzerine etkileri
Dilek Tuncel1, Serap Argun Barış1, Çiğdem Özerdem2, Hüseyin Kutlu3,
Tuğba Önyılmaz4, İlknur Başyiğit1, Haşim Boyacı1, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Bölümü, Kocaeli
3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Kocaeli
4
Özel Konak Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kocaeli
1
2
Giriş ve amaç: Çalışmamızın amacı, Obezite Hipoventilasyon Sendromu (OHS) hastalarında nörokognitif fonksiyonlar, depresyon ve anksiyete
varlığının değerlendirilmesi ve pozitif hava yolu basıncı (PAP) tedavisinin
bu parametreler üzerine etkilerinin araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışmaya 10 sağlıklı normal ve obez kontrol ile PAP tedavisi
planlanan 10 OHS ve 10 Obstrüktif Uyku Apne Sendromu (OUAS) tanılı
hasta alındı. Olgulara SF-36 yaşam kalitesi anketi, Beck Depresyon Ölçeği
ve anksiyete için STAI 1/2 testleri uygulandı. Kognitif değerlendirmede;
Wisconsin Kart Eşleme Testi (WCST), Montreal Bilişsel Değerlendirme
Ölçeği (MOCA), Artırılmış İpuçlu Hatırlama (AİUH) ve Mini Mental Test
(MMT) kullanıldı. OHS ve OUAS gruplarına bir gecelik PAP tedavisi sonrası testler tekrarlandı.
Bulgular: SF-36; fiziksel fonksiyon (PF) (p=0,03) ve sosyal fonksiyon
(SF) (p=0,04) puanları OHS grubunda en düşük bulundu. WCST’de toplam yanlış sayısı ve perseveratif (ısrar edilen) hata sayısı OHS grubunda
en yüksekti. OHS’de, MOCA, AİUH ve MMT kontrollere göre daha düşük
96
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Tablo 2. OHS ve OUAS grubunda PAP tedavisi öncesi ve sonrası depresyon ve anksiyete
puanlarının karşılaştırılması
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Akciğer ve Plevra Malignitelerİ
SS-091
Mediastinal lenf noduna metastaz (N2)
nedeniyle indüksiyon tedavi sonrası
rezeksiyon uygulanan akciğer kanserinde
nodal downstaging’in sağkalıma etkisi
Özgür İşgörücü1, Necati Çıtak1, Songül Büyükkale2, Cem Emrah Kalafat1,
Yunus Aksoy1, Çağrı Cemaller1, Çiğdem Obuz1, Muzaffer Metin3, Adnan Sayar2
İstanbul Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
İstanbul Memorial Şişli Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
3
İstanbul Fatih Üniversitesi Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
1
Giriş ve amaç: Mediastinal lenf noduna metastaz (N2) nedeniyle indüksiyon tedavi sonrası rezeke edilen akciğer kanserli olgularda sağkalımı
etkileyen faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 2003 ile 2015 yılları arasında N2 nedeniyle indüksiyon tedavi verilen ve sonrasında rezeksiyon uygulanan 119 hasta (yaş ortalaması
54.9±8.3) retrospektif olarak incelendi. Hastaların hepsine yeniden evrelendirme yapılmıştı.
Bulgular: Olguların 98’ine pN2 ve 21’ine cN2 nedeni ile indüksiyon
tedavi verilmişti. 12’sinde multiple N2 vardı. %62.7’sine kemoradyoterapi geri kalan %37.3’üne sadece kemoterapi uygulanmıştı. Hastaların
96’sına lobektomi (19’u bilobektomi) ve 23’üne pnömonektomi yapılmıştı. Morbidite oranı %39.5 iken cerrahi mortalite oranı %5 idi. Hastaların
%29.4’ünde (n=35) N2 durumunun komplet rezeksiyon sonrası devam
ettiği (persiste-N2) görüldü. Takipte hastaların %24.8’inde nüks saptandı. Nüks oluşmasını etkileyen risk faktörleri skuamöz hücreli dışı histolojik tipte tümörü olmak (p=0.006) ve sadece kemoterapi almış olmak
(p=0.04) iken operasyon tipi (p=0.881), tedavi öncesi metastaz olan N2
zonu (p=0.741) ve persiste-N2’nin (p=0.693) nüks gelişimini etkilemediği görülmüştür. Genel 5-yıllık sağkalım %47.2±5.7 (median 57±9.5 ay)
iken persiste-N2’ler için %23.4±9.2 (median 36±9.3 ay) idi. Sağkalımı
kötü etkileyen faktörler skuamöz hücreli dışı histolojik tip (p=0.006), ypT
evresinin büyük olması (p=0.001), persiste-N2 (p=0.02) ve takipte nüks
gelişmesi (p<0.001) iken cT-evresinin (p=0.294), neoadjuvan sebebi olan
metastatik lenf nodunun subkarinal olmasının (p=0.694), operasyon tipinin (p=0.942) ve evrelemede kullanılan yöntemin (p=0.325) sağkalıma
etkisi yoktu. Persiste-N2’nin diğer zonlara karşılık subkarinal olması (median 57 aya karşılık 16 ay, p=0.08) ve teke karşılık multiple olmasının
(%23’e karşılık %0, p=0.412) sağkalım kötü etkilediği görüldü.
Tartışma ve sonuç: N2 nedenli neoadjuvan sonrası rezeksiyon uygulanan hastalarda iyi sağkalım elde edilmektedir. Persiste-N2 ve ypT evresinin
büyük olması sağkalımı kötü etkilediğinden yeniden evrelendirme önemlidir.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, neoadjuvan tedavi, downstaging, sağkalım
SÖZLÜ SUNUMLAR
grup 5 ( 41-50 mm), grup 6 (51-60 mm), grup 7 (61-70 mm), grup 8 (>70
mm). Sağkalım analizleri için Kaplan-Meier analizi ve log-rank testi, çok
değişkenli analiz için Cox regresyon analizi modeli kullanıldı.
Bulgular: Herhangi NM0 (n:1308), N0M0 (n:1128), invazyonsuz
TN0M0 (n:418) hasta populasyonları için sağkalım analizleri yapıldığında gruplar arasında boyutla ters orantılı anlamlı fark olduğu görüldü
(p=0,000). Sağkalım için en anlamlı eşik değer 4 cm olarak saptandı (invazyonsuz TN0M0 hastalarda T>4 cm/ T≤4cm değişkeni için tek değişkenli ve çok değişkenli Cox regresyon analizinde HR sırasıyla 2.34 (1.673.26) (95%CI), 2.07 (1.46-2.92) (p=0.000) ).
Tartışma ve sonuç: Akciğer kanseri 8. TNM evrelemesinde 3 cm, 5
cm ve 7 cm major T bileşeni olarak tanımlanmıştır. Adjuvan tedavi verilmesinde önemli bir kriter olan 4 cm yeni kriterler arasında yoktur (2,3).
Gelecekteki TNM düzenlemelerinde 4 cm’nin major T değişkeni olarak
gözönünde tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, 8. TNM, 4 cm, tümör boyutu, prognostik faktörler
Şekil 1. Tümör boyutuna göre genel sağkalım
SS-093
Klinik tek istasyon N2 küçük hücreli dışı
akciğer kanserinde cerrahi sonuçlar
Yusuf Kahya1, Çiğdem Gonca1, Mustafa Bülent Yenigün1, Durdu Karasoy2,
Nihal Ata Tutkun2, Cabir Yüksel1, Murat Özkan1, Ayten Kayı Cangır1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi, İstatistik Bölümü, Ankara
1
2
SS-092
Akciğer Kanserinde 4 cm Major T
Belirleyicisi Olabilir mi?
Gökhan Kocaman1, Tamaer Direk1, Serkan Enön1, Mehmet Ali Sakallı1,
Elvin Hamzayev1, Durdu Karasoy2, Cabir Yüksel1, Hasan Şevket Kavukçu1,
Ayten Kayı Cangır1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi, İstatistik Bölümü, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: IASLC’nin akciğer kanseri 8. TNM evrelemesinde tümör boyutu için önerileri yayınlandı. Buna göre T1: T1a (≤1cm), T1b
(>1, ≤2 cm), T1c (>2, ≤3 cm), T2: T2a (>3, ≤4 cm), T2b (>4, ≤5
cm), T3 (>5, ≤7 cm), T4 (>7 cm) (1). Bu çalışmada tek merkezde cerrahi
tedavi uygulanan 1975 KHDAK’li hasta retrospektif olarak değerlendirildi
ve tümör boyutunun sağ kalıma etkisinin araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya 1994-2013 yıllarında AÜTF Göğüs Cerrahisi
AD’da KHDAK nedeniyle opere edilen, T bileşeni için analiz kriterlerini
karşılayan ve sağkalım bilgilerine ulaşılabilen 1308 hasta dahil edildi. Hastalar tümör boyutlarına göre 1 cmlik aralıklarla 8 gruba ayrıldı. Grup 1
(≤10 mm), grup 2 (11-20 mm), grup 3 (21-30 mm), grup 4 (31-40 mm),
Giriş ve amaç: Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) mediastinal nodal hastalık (N2) varlığı prognozu belirleyen önemli faktörlerdendir.
N2’de cerrahi sonuçlar güncel çalışmalarda, klinik lenf nodu (LN) evresinden daha çok patolojik LN evresi dikkate alınarak bildirilmiştir. Preoperatif
mediastinal LN örneklemesi yapılmayan, multidisipliner konseyde değerlendirilen ve klinik tek istasyon N2 (tek cN2) KHDAK nedeniyle opere edilen
hastaların cerrahi sonuçlarını değerlendirmek çalışmanın amacıdır.
Yöntem: 1994 ve 2013 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Cerrahisi Kliniği’ nde KHDAK nedeniyle opere edilen 1976 hasta
retrospektif tarandı. Tek cN2, kontrastlı bilgisayarlı tomografide (BT) tek bir
mediastinal istasyonda, patolojik boyutlu ancak ‘bulky’ olmayan LN varlığı
olarak tanımlandı, 97 tek cN2 saptanan hasta çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Hastaların; 59’unda pN0, 12’sinde pN1, 14’ünde tek pN2,
12’sinde çok pN2 saptandı. BT ile tek cN2’de pozitif tahmini değer (14/97)
%14 bulundu. 5 yıllık genel sağkalım: tek cN2’de %50,3, pN0 alt grubunda
%64,7, pN1’de %22,2, tek pN2’de %30, çok pN2’de %21,6 bulundu [pN0
vs pN1-pN2 p<0,05, pN1 vs pN2 p>0,05]. Cox regresyon analizinde pN1
ve pN2 varlığı sağkalım için prognostik faktörlerdi. pN0’a göre pN1 ve tek
pN2’de ölüm riskinin anlamlı arttığı saptandı (p<0,05). Yaş, cinsiyet, hücre
tipi, tümör lokalizasyonu, tümör çapı, tek veya çok pN2, skip pN2, subkarinal
metastaz varlığı ve adjuvan tedavinin prognostik faktör olmadığı saptandı.
Tartışma ve sonuç: Tek cN2 tanısında BT’nin yüksek oranda ileri evrelemeye neden olduğu saptandı. Tek cN2/pN2 hastalarda neoadjuvan
tedavisiz cerrahi sonrası sağkalımın düşük olduğu görüldü. Özetle; N2’de,
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
97
SÖZLÜ SUNUMLAR
neoadjuvan tedavi sonrası cerrahi ile artan sağkalım göz önüne alındığında tek cN2’de PET-BT, EBUS, mediastinoskopi gibi mediastinal evreleme
için ek tanısal yöntemlere başvurulmalıdır
Anahtar Kelimeler: Klinik tek istasyon N2, Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde
cerrahi sonuçlar, Bilgisayarlı tomografi
SS-094
Nötrofil lenfosit oranı (NLR) ve trombosit
lenfosit oranının (PLR) küçük hücre dışı
akciğer kanserinde prognostik değeri
Pınar Yıldız, Mesut Bayraktaroğlu
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: İnflamasyona dayalı faktörler olan trombosit lenfosit
oranı (PLR) ve nötrofil lenfosit oranı (NLR) farklı tipte kanserlerde prognostik faktör olarak araştırılmıştır.
Yöntem: Biz 3. basamak hastanemizde küçük hücre dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanısı almış olan ardarda 125 olguyu çalışmamıza dahil ettik. Periferik kanda trombosit, lenfosit ve nötrofil sayıları tedavi öncesinde
ölçüldü.
Bulgular: Çalışmaya toplam olarak 125 hasta dahil edildi. Ortalama
yaş 61 ± 9.5 yıl idi. (35 - 80 yıl). Median NLR ve PLR değerleri sırası ile
2 ± 3,2 ve 170 ± 99 idi. Univariate ve multivariate analizler yüksek PLR
(95% CI 1,000 to 1,005, P=0.002) ve NLR (95% CI 0,954 to 1,111,
p=0.005) değerlerinin KHDAK de kötü prognoz ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Cox regresyon analizinde PLR ve NLR her ikisi de KHDAK’de bağımsız prognostik faktör olarak saptanmıştır (sırası ile P=0.002, P=0.005)
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızda hem PLR hem de NLR’nin KHDAK
de prognozu belirleyici potansiyel olarak kullanılabilir markırlar olabileceği
gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: KHDAK, sürvi, NLR, PLR
6 – 10 Nisan 2016
Çocuk Göğüs Hastalıkları
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS-096
Vitamin D düzeyi alt solunum yolu
enfeksiyonlarında etkili mi?
Tuğba Şişmanlar1, Ayşe Tana Aslan1, Özlem Gülbahar2, Seçil Özkan3
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs
Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
2
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Gelişmekte olan ülkelerde ve ülkemizde beş yaş altı
çocuklarda başta pnömoniler olmak üzere alt solunum yolu enfeksiyonları yüksek mortalite ve morbiditeye yol açan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Vitamin D eksikliğinin başta rikets/osteomalazi olmak üzere çeşitli
kanser, otoimmün hastalıklar, hiperproliferatif deri hastalıkları, kardiyovasküler sistem hastalıkları ve enfeksiyöz hastalıklar için risk oluşturduğu
bilinmektedir. Vitamin D hücresel ve hümoral immunitede ve akciğer fonksiyonlarında etkilidir. Ülkemizde çocuklarda alt solunum yolu enfeksiyonları ve vitamin D eksikliği sık görülüp; bunların ilişkisini inceleyen çalışma
yapılmamıştır. Bu olgu-kontrollü çalışmada çocuklarda alt solunum yolu
enfeksiyonu ve vitamin D düzeyi ilişkisi incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Alt solunum yolu enfeksiyonu tanısı alan 6 ay-5 yaş arası 63
hasta çocuk ile aynı yaş grubunda, son bir ay içerisinde herhangi bir alt
solunum yolu enfeksiyonu bulgusu ve altta yatan hastalığı olmayan 59
sağlam çocuk vitamin D düzeyleri açısından karşılaştırılmıştır. Çalışma grubundaki çocuklar ayrıca hastalığın kliniğine göre değerlendirilmiştir.
Bulgular: Alt solunum yolu enfeksiyonu ve vitamin D düzeyi arasında
hastalık ve ağırlığı açısından fark saptanmamıştır. Ancak çalışmaya alınan tüm
çocuklarda vitamin D eksikliği/ yetersizliğinin yüksek olduğu saptanmıştır.
Tartışma ve sonuç: Vitamin D’nin enfeksiyonlar, akciğer fonksiyonları
ve immünite üzerindeki etkileri göz önünde bulundurularak, tekrarlayan
alt solunum yolu enfeksiyonu olan çocuklarda vitamin D düzeyi bakılması
ve özellikle kış aylarında çocuklara D vitamini desteği yapılması önerilir.
Anahtar Kelimeler: alt solunum yolu enfeksiyonu, çocuk, vitamin d
SS-095
Küçük hücre dışı akciğer kanserinde
survivin gen promoter polimorfizminin
prognostik değeri
Engin Aynacı1, Funda Seçik2, Ender Coşkunpınar3, Mesut Bayraktaroğlu2,
Didem Görgün2, Pınar Yıldız2
Medipol Üniveristesi Tıp Fakültesi, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Enstitüsü, Moleküler Tıp Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Akciğer kanseri tüm dünyada başta gelen kanser ölümleri nedenidir. Vakaların yaklaşık %85’ine karşılık gelen büyük bir çoğunluğunu küçük hücreli-dışı akciğer kanserleri (KHDAK) oluşturmaktadır.
Günümüze kadar KHDAK için çeşitli prognostik belriteçler tanımlanmış
olsa da bireysel olarak olguların prognozlarını tahmin etmek için yeni belirteçlere ihtiyaç vardır. Survivin apoptoz ailesi inhibitörlerinin bir üyesi olup
bir prognostik belirteç adayı olarak bildirilmiştir. Survivin gen promoteri ile
akciğer kanseri gelişimi arasındaki ilişki daha önce bildirilmiştir fakat gen
polimorfizminin prognostik değeri hala tartışmalıdır.
Yöntem: KHDAK’de sürvivinin promoter polimorfizminin prognostik
değerini gösterebilmek amacıyla promoter -31 G/C genotipi, -644 C/T genotipi ve 635 C/G genotipini araştırdık. Toplamda 133 hasta değerlendirildi. Survivin gen polimorfizminin prognostik belirliliği hem tekyönlü hem
de çok yönlü cox sürvi analiziyle belirlendi.
Bulgular: Cox regresyon analizi sonucuna göre survivin -31 G/C,
-644 C/T ve 625 C/G promoter polimorfizmlerinin (sırasıyla P=0.934,
P=0.793, P=0.755) sürviyle ilişkili olmadığı gösterilmiştir.
Tartışma ve sonuç: Bu çalışma 31GC, 644CC ve 625CG genotipleri
taşımanın KHDAK’de sürviyi öngöremediğini göstermiştir. KHDAK’nde
survivin geninin prognostik değerinin olası etkisini belirlemek için geniş
prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: KHDAK, survivin, prognoz
98
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS-097
Primer Siliyer Diskinezi Hastalarında
Fleksible Bronkoskopi ve Balgam
Mikrobiyoloji Bulgularının
Karşılaştırılması
Nagehan Emiralioğlu1, Banu Sancak2, Burçin Şener2, Gökçen Dilşa
Tuğcu1, Ebru Yalçın1, Deniz Doğru1, Nural Kiper1, Uğur Özçelik1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Primer siliyer diskinezi(PSD) hastalığında bozulmuş
mukosiliyer klirens hava yollarında sekresyonların birikimine ve bunun sonucunda tekrarlayan bakteriyel enfeksiyonlara neden olmaktadır.Primer
siliyer diskinezide kronik enfeksiyonlar mortalite ve morbidite ile ilişkili
olmasına rağmen enfeksiyonlara yol açan bakteriler ile ilgili kısıtlı bilgiler
mevcuttur.Bu çalışmada amacımız PSD hastalarında alt hava yolu mikrobiyolojisini incelemek ve balgam kültürleri ile bronkoalveoalr lavaj(BAL)
kültürü sonuçlarını karşılaştırmaktır.
Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalında izlenmekte olan 114 hastanın balgam ve fleksible bronkoskopi sonuçları incelendi.Hastaların örnek alındığı sırada semptomlarında artış yoktu, balgam örnekleri bronkoalveolar lavajdan önce ya da
sonraki üç ay içinde alındı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 13.5(3-21 yıl) yaştı.Balgam örneklerinin %47.4’ünde, bronkoalveolar lavaj örneklerinin %63.2’sinde mikroorganizma izole edildi.Balgam kültüründe %35.1 Haemophilus influenzae, %10.5 Streptococcus pneumoniae, %1.8 Pseudomonas aeruginosa,
%1.8 Staphylococcus aureus, %1 Moraxella catarrhalis ve %1 Candida
spp. izole edildi. Bronkoalveolar lavajda %46.5 H. influenzae, %18.4 S.
pneumoniae, %7.9 M.catarrhalis, %2.6 Candida spp., %2.6 P. aeruginosa
ve %1.8 Aspergillus spp. izole edildi. P. aeruginosa’nın ileri yaşta daha sık
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
izole edildiği görüldü.Yaş ile BAL ve balgam örneğinde mikroorganizma
izolasyonu arasında anlamlı ilişki bulunmadı.
Tartışma ve sonuç: Balgam ve BAL örneğinde en sık izole edilen
mikroorganizmaların birinci sırada H. influenzae, ikinci sırada S. pneumoniae olduğu görüldü. Aynı hastada BAL ve balgam örneğinde aynı mikroorganizma izolasyon oranı farklı bulundu.Bronkoalveolar lavajda mikroorganizma izolasyon oranının balgamdan daha yüksek olduğu saptandı.
Balgamdaki izolasyon oranının düşük olmasının hastaların öncesinde
almış olduğu antibiyotik tedavisine bağlı olduğu düşünüldü. Çalışmamız
retrospektif bir çalışma olmasına rağmen BAL kültüründe mikroorganizma izolasyonunun daha yüksek olması, balgam kültürünün her zaman alt
hava yolu mikrobiyolojisini yansıtmadığını göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Primer siliyer diskinezi, balgam, bronkoalveolar lavaj, kültür
SS-098
Çocukluk Çağı Allerjik Hastalık
Yakınmalarının Kırsal ve Kentsel
Bölgelerdeki Sıklıkları
Ersoy Civelek1, Yasemin Gökdemir2, Banu Çakır3, Can Naci
Kocabaş4, Bülent Karadağ2, Fazilet Karakoç2, Refika Ersu2
Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara
2
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Göğüs Hastalıkları
Bilim Dalı, İstanbul
3
Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara
4
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çocuk Allerji ve İmmunoloji Bilim Dalı, Muğla
SÖZLÜ SUNUMLAR
sağlık sorunudur. Ekshale fraksiyonel nitrik oksit (Fe-NO) ölçümü hava
yolu inflamasyonunu yansıtan, kantitatif, invaziv olmayan, basit ve güvenilir bir tetkiktir. Bu çalışmanın amacı kistik fibrozis dışı bronşektazili çocuklarda Fe-NO düzeyinin belirlenmesi, teşhis ve ayırıcı tanıdaki yerinin
araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışmaya Marmara Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları
polikliniğinde izlenen 6-18 yaş arasında 100 kistik fibrozis dışı bronşektazili
çocuk alındı. Hastaların Fe-NO değerleri NIOX-MINO (Aerocrine, İsveç)
marka cihaz kullanılarak ölçüldü. Hastaların demografik özellikleri, solunum fonksiyon testi sonuçları, yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografide (YRBT) etkilenen lob sayısı değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 39’u post-enfeksiyöz BE, 23’ü immün yetmezlik,
19’u idiyopatik BE, 9’u PCD, 8’i astım, biri kist hidatik ve biri özefagus
atrezisi tanılıydı. 55’i erkek, yaş ortalaması 14,9 ± 2,0 yıl, tanı yaşı 3,4 ±
1,4 yıl, şikayetlerin başlama yaşı 1,8 ± 3,3 yıl, takip süresi ise 8,0 ± 3,0
yıl olarak bulundu. Fe-NO seviyesi 20,9±14,0 ölçüldü. Fe-NO seviyesi
erkeklerde kızlara göre ve 12 yaşın üstündeki çocuklarda 12 yaşın altındaki
çocuklara göre anlamlı olarak yüksek saptandı. PSD’li hastalarda astımlı
hastalar ile karşılaştırıldığında Fe-NO anlamlı olarak düşük saptanırken
PSD’li ve diğer BE tanılı hastalar arasında anlamlı fark saptanmadı. FeNO düzeyleri ile YRBT’de tutulan lob sayısı ilişkili bulunmadı.
Tartışma ve sonuç: Fe-NO ölçümünün bir ön tarama testi olarak kullanılması bronşektazi hastalarının tanısında ve klinik takibinde non-invazif
ve daha effektif bir yaklaşım imkanı sunabilecektir.
Anahtar Kelimeler: kstik fibrozis dışı bronşektazi, ekshale nitrik oksit, çocuk
1
Giriş ve amaç: Allerjik hastalıklar çocukluk çağında en sık karşılaşılan
kronik hastalıklardır ve bu hastalıkların gelişiminde çevresel faktörler çok
önemlidir. Allerjk hastalık yakınmalarının kırsal ve kentsel bölgelerdeki sıklıkların bilinmesi hem etiyopatogenezle ilişkili yeni hipotezlerin geliştirilmesine hem de sağlık hizmetlerinin planlanmasına katkı sağlayabilir.
Yöntem: 2013-2014 eğitim öğretim döneminde TUİK tarafından kırsal ve kentsel bölgelerden rastgele seçilen 154 okuldaki ilkokul 1-4. Sınıf
öğrencilerine “International Study of Asthma and Allergies in Childhood”
anketinin astım ve Allerjik Rinokonjoktivit(ARK) modülleri gönderildi ve
anketler aileler tarafından doldurularak okullar tarafından hastanemize
geri gönderildi.
Bulgular: Toplam 154 okuldan 58 ildeki 139 okulun anketleri geri geldi. 11013 öğrenciye ulaşıldı ve bu öğrencilerden 9045(%82.1) öğrencinin
anketleri değerlendirmeye alındı. Ulaşılması gereken öğrencilerden kırsal
ve kentsel bölgelerde sırayla 4114 (%79.5) ve 4931 (%84.5) ine ulaşıldı.
Kırsal ve kentsel bölgelerde yaşayan çocukların cinsiyetleri ve yaşları arasında fark yoktu. Son bir yılda vizing ve son bir yılda alerjik rinit (ARK) sıklıkları kırsal ve kentsel bölgelerde sırayla 13.6 ve 15.9 (p=0.003) ve 28.4
ve 28.1 (p=0.780) olarak bulundu. Yaşam boyu doktor tanılı astım ve
ARK sıklıkları ise kırsal ve kentsel bölgelerde %19.4 vs % 22.7 (p<0.001)
ve %14.2 vs %17.0 (p<0.001) olarak bululundu.
Tartışma ve sonuç: Son bir yıldaki vizing sıklığı, yaşam boyu doktor
tanılı astım ve ARK sıklıkları kentsel bölgelerde daha yüksek bulunmuştur. Son bir yıldaki ARK yakınma sıklığı arasında fark yoktur. Doktor tanılı
hastalık sıklıkları sağlık hizmetlerine ulaşım ile ilişkili olabilir. Vizing sıklığı
farklığı ise ilk aşamada hijyen hipotezi ile açıklanabilir. Allerjik hastalıkların
kırsal ve kentsel farklılıkları konusunda deri testi ve solunum fonksiyon
testleri gibi objektif değişkenleri içeren çalışmalar yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: çocuk, vizing, astım, allerjik rinokonjoktivit, kırsal bölge, kentsel bölge
SS-099
Kistik fibrozis dışı bronşektazi tanılı
hastalarda ekshale nitrik oksit düzeyleri
Nilay Baş İkizoğlu1, Taner Adıgüzel2, Emine Atağ1, Ela Erdem Eralp1,
Yasemin Gökdemir1, Fazilet Karakoç1, Refika Ersu1, Bülent Karadağ1
Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları, İstanbul
Marmara Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, İstanbul
1
2
SS-100
Çocukluk Çağı Romatizmal Hastalıklarında
Akciğer Bulgularının Değerlendirilmesi
Nagehan Emiralioğlu1, Ezgi Deniz Batu2, Emine Sönmez2, Gökçen Dilşa
Tuğcu1, Zehra Serap Arıcı2, Ebru Yalçın1, Deniz Doğru1, Uğur Özçelik1, Yelda
Bilginer2, Mithat Haliloğlu3, Seza Özen2, Nural Kiper1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Romatoloji Bilim Dalı, Ankara
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Çocukluk çağı romatizmal hastalıklarında akciğer tutulumunun tipi ve prevalansı ile ilgili veriler kısıtlıdır. Bu çalışmada amacımız
bağ doku hastalığı olan hastalarda solunum fonksiyonlarını değerlendirmek ve romatizmal hastalıklarda kullanılan biyolojik ve biyoloik olmayan
ilaçların akciğerlere etkisini incelemektir.
Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim
Dalı’na son altı ayda Çocuk Romatoloji Bilim Dalı’ndan yönlendirilen bağ
doku hastalığı (BDH) tanılı veya iki yıldan daha uzun süre metoteraksat/
biyolojik ilaç kullanan hastalar çalışmaya alındı. Öykü, fizik inceleme,
akciğer grafisi (bazı olgularda yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi
[HRCT]) ve solunum fonksiyon testleri incelendi.
Bulgular: BDH tanısı olan 27 hasta mevcuttu (19 juvenil dermatomiyozit [JDM], 1 polimiyozit, 3 sistemik lupus eritematozus, 3 sistemik
skleroz, 1 mikst bağ doku hastalığı). İki hastada CO difüzyon testi düşük
bulundu, bu hastalarda spirometri sonucu restriktif değişiklikler izlendi. Polimiyozit tanılı hastada HRCT normal; anti-MDA pozitifliği olan JDM hastasında ise HRCT’de interstisiyel akciğer hastalığı bulguları mevcuttu. Biyolojik/biyolojik olmayan ilaç alan grupta, 23 metotreksat, 13 etanersept,
4 adalimumab, 4 anakinra, 3 tosilizumab, 1 kanakinumab, 1 abatasept, 1
infliksimab alan hasta mevcuttu. Hastaların ortanca tedavi süresi 3 (2-15)
yıldı. Hastaların tüberküloz açısından yapılan rutin incelemesi sırasında 12
hasta (%44,5), PPD ≥10 mm olması nedeniyle 9 ay izoniazid profilaksisi
aldı. Ortalama 3(2-5,9) yıllık tedavi süresinde hastaların hiçbirinde aktif
tüberküloz hastalığı görülmedi. Sistemik juvenil idiyopatik artrit tanısıyla
izlenen ve anakinra tedavisi alan iki hastada interstisiyel akciğer hastalığı
bulguları mevcuttu.
Tartışma ve sonuç: Çocukluk çağı romatizmal hastalıklarında akciğer
tutulumu, hastalığa bağlı veya ilaçların etkisiyle gelişebilir. Bu nedenle, akciğer tulumunun erken tanısı ve tedavisinde hastaların akciğer fonksiyonlarının yakın izlenmesi önemlidir.
Anahtar Kelimeler: biyolojik ajan, interstisiyel akciğer hastalığı, romatolojik hastalık, solunum fonksiyon testi
Giriş ve amaç: Bronşektazi bronşların lokal veya diffüz olarak geri
dönüşümsüz genişlemesidir, gelişmekte olan ülkelerde hala önemli bir
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
99
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Göğüs Cerrahisi
SS-101
Ülkemizde Cerrahi Tedavi Uygulanan
Akciğer Hidatik Kist Hastalığı 2014 Yılı
Verileri; Türkiye Kist Hidatik Haritası
Erkmen Gülhan1, Ali Kılıçgün2, Özgür Samancılar3, Tamer Altınok4, Ali
Cevat Kutluk5, Volkan Baysungur6, Muhammed Reha Çelik7
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Bolu
3
Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
4
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Konya
5
İstanbul Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
6
İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, İstarbul
7
Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Malatya
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
nom tanısı alan hastaların hem CEAB hem de CEAP düzeylerinin diğer
gruplardan daha yüksek olduğu görüldü. Bu farkın sadece CEAP düzeyinde anlamlılık gösterdiği saptandı (p=0.026).
Tartışma ve sonuç: Adenokarsinomlu hastalarda CEAP düzeyini, istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulduk. Bu sonuç bize CEAP
yüksekliğinin kan düzeyine göre daha hassas olabileceği fikrini vermektedir. Aynı zamanda, CEAB düzeyi düşük olan hastalarda dahi CEAP düzeyine bakılmasının gerekliliğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Karsinoembriyonik antijen, küçük hücreli dışı akciğer kanseri,
plevral yıkama
1
2
Giriş ve amaç: Akciğer hidatik kist hastalığı toplum sağlığını ilgilendiren yaygın ve önemli bir hastalıktır. Ülkemizde hastalığın insidansı/prevalansı ve yapılan tedaviler ile ilgili güncel ve çok merkezli araştırmalara
ihtiyaç vardır. Bu nedenle Toraks Derneği Göğüs Cerrahisi Çalışma Grubu
olarak “Türkiye’de cerrahi tedavi uygulanan akciğer hidatik kist hastalığının 2014 yılı verilerini içeren çok merkezli araştırma yapmayı amaçladık.
Yöntem: Araştırmanın tüm parametrelerini içeren standart bir form
hazırlandı. Bu formda akciğer hidatik kist hastalığı tanısı ile ameliyat edilen hasta sayısı, cinsiyet, hayvan teması, yapılan ameliyat şekli, eşlik eden
organ kistleri, kistlerin yerleşimi, ortalama kist sayısı ve çapı, yaş, kistlerin
perforasyon durumu ve ek uygulanan medikal tedavi sorgulandı. Ülkemizin 81 ilindeki tüm üniversite, devlet ve özel hastaneleri göğüs cerrahisi
klinikleri ile iletişime geçilerek formlar internet üzerinden gönderildi. Tüm
veriler tek elde toplanarak Türkiye haritası üzerine işlendi. Hiç olgu olmayan iller beyaz 1-9 arası olanlar gri, 10-19 arası sarı, 20-49 arası olanlar
turuncu ve 50 üstü olanlar kırmızı ile işaretlendi.
Bulgular: 2014 yılında Türkiye’de 81 ilde toplam 696 akciğer kist hidatik ameliyatı yapılmış. En çok olgu olan iller yani kırmızı ile belirtilenler
Ankara (81), İstanbul (79), Van (67), İzmir (56), Erzurum (50), Konya (50)
şeklinde sıralanmaktadır.
Tartışma ve sonuç: Ülkemizde kist hidatik hastalığı batı ülkeleri ile
karşılaştırıldığında sık görülen bir hastalıktır. Bu hastalık bir halk sağlığı
sorunudur. Yaygınlığı bilindikçe önlemlerin alınmasına dikkat çekilebilir.
Bu çalışmanın hem halk sağlığına hem de bilime katkıda bulunacağını
umuyoruz.
Anahtar Kelimeler: Kist Hidatik, Cerrahi, Türkiye
SS-102
Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde kan
ve intraoperatif plevra lavaj sıvısındaki
CEA düzeylerinin prognostik değeri
SS-103
Klips çıkartma işleminin uzun dönem
sonuçları
Akın Yıldızhan
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Göğüs Cerrahisi Servisi, İstanbul
Giriş ve amaç: Günümüzde bölgesel primer hiperhidrozisin cerrahisinde en yaygın kullanılan metod, tedavide geri dönüşüm vadetmesi nedeniyle klipsle blokaj (KB) yöntemidir. Klipsle blokaj yönteminin şiddetli
kompanzatuar terleme (KT) nedeniyle zor durumda olan hastalara geri
dönüşüm şansını tanıması, hem cerrahlar hem de hastalar tarafından bu
yöntemin tercih edilmesini sağlamaktadır. Biz klipsini çıkartma işlemi uyguladığımız 10 hastayla ilgili tecrübemizi paylaşmak istedik.
Yöntem: GATA Haydarpaşa eğitim hastanesi etik kurulu kararı alındıktan sonra, kliniğimizde Nisan 2010 ile Aralık 2015 tarihleri arasında
KB uygulanan 253 hasta geriye dönük olarak incelendi. Bu hastalardan
182 tanesine palmar HH, 38 tanesine palmar + aksiller HH, 19 tanesine
facial HH, 12 tanesine aksiller HH, 1 tanesine palmar + facial ve 1 tanesine facial blussing nedeniyle KB uygulandı. Hastalardan 10 tanesine klips
çıkartma işlemi uygulandı. Klipsi çıkartılan hastalarda geri dönüşümün
incelenmesi ve memnuniyet durumunun araştırılması için telefonla anket
düzenlendi.
Bulgular: Klipsinin çıkartılmasını isteyen hastaların hepsinde şiddetli
KT mevcuttu. Dört hastada beraberinde el kuruluğu mevcuttu. Klips çıkartılması ortalama 142,5 (48 - 522) gün sonra yapıldı ve hastalar işlemden
sonra ortalama 1,557 (21 - 1,978) gün takip edildi. Hastalardan 6 tanesi
yapılan klips çıkartılmasından memnun olduğunu belirtti. Hastalara bütün bu olanlardan sonra, size geriye dönme şansı verseler ilk ameliyatı
olurmuydunuz, sorusu yöneltildi ve 4 tanesi evet cevabını verdi (Tablo 1).
Tartışma ve sonuç: Sonuç olarak klips çıkartılması işlemi, hem hastalar hem de cerrahlar tarafından şiddetli KT semptomlarından korunmak
için bir sığınak olarak görülse de, geri dönüşümle ilgili verilerin sübjektif
olması büyük bir güvensizlik yaratmaktadır. Biz hastalara klips çıkartılması sonrası yan etkilerin düzeleceğinin vaat edilmesinin yanlış olacağını
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Kompanzatuar terleme, klips çıkartılması, hiperhidrozis
Tablo 1. Klip çıkartma işlemi yapılan hastaların uzun dönem sonuçları
Takip
süresi
(gün)
Geriye
Dönüş
oldu mu?
Memnuniyet
Geriye dönsen ilk
ameliyatı olur
muydun?
48
21
Evet
Evet
Hayır
55
1.970
Evet
Evet
Hayır
2-5 interkostal
aralık
62
1.965
Hayır
Hayır
Hayır
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
2-5 interkostal
aralık
69
1.965
Hayır
Hayır
Evet
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
2-5 interkostal
aralık
69
1.950
Evet
Evet
Hayır
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
2-5 interkostal
aralık
79
1.960
Evet
Evet
Evet
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
2-5 interkostal
aralık
83
1.978
Hayır
Hayır
Hayır
El
Kompanzatuvar
terleme
3. interkostal
aralık
210
1.513
Evet
Evet
Evet
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
3-4. interkostal
aralık
228
1.79
Evet
Evet
Evet
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
3-4. interkostal
aralık
522
546
Hayır
Hayır
Hayır
Tevfik İlker Akcam, Ufuk Çağırıcı, Ali Özdil, Ayse Gül Ergönül, Kutsal
Turhan, Alpaslan Çakan
Primer
semptom
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir
El, Yüz
Kompanzatuvar
terleme
2. interkostal
aralık
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
2-5 interkostal
aralık
El, Koltukaltı
Kompanzatuvar
terleme
Giriş ve amaç: Akciğer kanserine spesifik bir “marker” bulunmamaktadır. Ancak karsinoembriyonik antijen (CEA) bazı akciğer kanseri
türlerinde kanda ve plevra sıvısında yüksek seviyelere ulaşabilmektedir.
Bu çalışmada küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (NSCLC) kan (CEAB)
ve intraoperatif plevra lavaj sıvısındaki CEA (CEAP) düzeylerinin akciğer
kanserinin türü, evresi ve yaygınlığı ile ilişkili olup olmadığı araştırıldı.
Yöntem: Kliniğimizde NSCLC (Grup I) ve benign akciğer patolojisi
(Grup II) nedeniyle opere edilen 50 hasta değerlendirmeye alındı. Prospektif olarak planlanan çalışma için her gruba ardışık 25 hasta dahil edildi.
Hastaların CEAB ve CEAP düzeyleri araştırıldı.
Bulgular: CEAB’ye düzeyine bakıldığında Grup I’de ortalama 14.13
ng/ml (0.77-139.3), Grup II’de 1.70 ng/ml (0.54-3.42) olarak ölçüldü
(p<0.05). CEAP düzeyleri karşılaştırıldığında, Grup I’deki ortalama değer (1.35 ng/ml), Grup II’ye (0.04 ng/ml) oranla istatistiksel olarak daha
yüksek olduğu izlendi (p=0.027). Cerrahi patoloji sonuçlarına göre, CEA
düzeyleri ayrı ayrı incelenip ortalama değerleri alındığında, adenokarsi-
100
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Yan etki
Klips çıkartma
Blokaj Seviyesi zamanı (gün)
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SÖZLÜ SUNUMLAR
SS-104
SS-105
Endotrakeal Entübasyona Bağlı Distal Trakea
Rüptürünün Sol Torakotomi İle Onarımı
Mediastinal kitlelerde superior vena kava
rezeksiyon ve rekonstrüksiyonu:
22 hastanın Sonuçları
Hüseyin Ulaş Çınar1, Burçin Çelik2
Medicana İnternational Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Samsun
19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
1
2
Giriş: Endotrakeal entübasyona bağlı trakea-bronşiyal rüptür nadir
(%0.05), fakat hayatı tehdit edici ciddi bir komplikasyondur. Rüptürün
cerrahi onarımında trakeaya kolayca ulaşabilmek için en sık sağ torakotomi uygulanmaktadır. Bunun yanında yerleşim yerine göre nadiren de olsa
median sternotomi veya sol servikotomi de gerekebilmektedir. Olgu: Yetmiş altı yaşında akciğer karsinomu nedeniyle sol alt lobektomi yapılan erkek hastada post-op dönemde sol akciğerde total kollaps
görülmesi, ciddi mediastinal ve yaygın cilt altı amfizemi gelişmesi ve göğüs
tüpünden masif hava kaçağı olduğunun gözlenmesi üzerine yapılan fiber
optik bronkoskopide; trakea distalinde, sağ ana bronş girişinde, membranöz kısımda yaklaşık 2 cm’lik laserasyon saptandı. Hastanın pre-operatif
solunum rezervlerinin sınırda olması, sağ akciğerin yaygın amfizematöz
yapıda olması ve sol akciğerin total kollabe olması nedeniyle ilave sağ torakotominin bu hastada uygun olmayacağı düşünülerek hastaya sol retorakotomi uygulandı. Trakeal rüptür bu insizyondan onarıldı ve postoperatif olarak FOB ile kontrol edildi. Post operatif dönemde hava kaçağı kesilen
ve sol akciğerde ekspansiyon sağlanan hasta 15. gün şifa ile taburcu edildi.
Tartışma: Trakea distalindeki bir rüptürün cerrahi onarımı sağ torakotomi ile yapılmaktadır. Ancak nadir durumlarda ve hastanın morbiditesi de
düşünülerek sol torakotomi ile onarımın yapılabileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: endotrakeal entübasyon, mediastinal amfizem, komplikasyon,
primer onarım, sol torakotomi, trakeal rüptür
Alper Toker1, Berker Özkan2, Mehmet Oğuzhan Özyurtkan3, Erkan Kaba3,
Kemal Ayalp4, Serhan Tanju5, Şükrü Dilege5, Göksel Kalaycı2
1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi ve Group Florence Nightingale Hastaneleri
Göğüs Cerrahisi, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
3
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
4
Group Florence Nigthingale Hastaneleri Göğüs Cerrahisi, İstanbul
5
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Selim veya habis mediasten lezyonlarının cerrahisinde
süperior vena kava (SVK) rezeksiyonu/rekonstrüksiyonu gerekebilir. Çalışmada klinik tecrübemiz incelenmektedir.
Yöntem: 2001-2016 arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ve
Florence Nightingale Hastaneleri Göğüs Cerrahisi kliniklerinde mediasten
lezyonu sebebiyle SVK rezeksiyonu/rekonstrüksiyonu yapılan hastaların
dosyaları retrospektif olarak incelendi. Primer venoplasti uygulanan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Kalan 22 hastanın (19 habis/3 selim, Tablo)
sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: On iki hastada (%55) invazyon SVK düzeyindeyken 10
(%45) hastada ilave damar (innominat ven/arter) tutulumu vardı. On sekiz
hastada (%82) sentetik materyel, 4 hastada (%18) otolog perikard grefti
kullanıldı. On üç hastada (%59) tüp greft rekonstrüksiyonu (PTFE’yle), 9
hastada (%41) patch plasti (otolog perikard, PTFE, dacronla) uygulandı.
On dört hastada (%64) ek rezeksiyon (akciğer, atrium, diyafram, plevra
gibi) gerekti. Mortalite 3 (%14, 2 sepsis, 1 kanama), morbidite 6 hastada
(%27, greft enfeksiyonu, aritmi ve solunum yetmezliği) görüldü. Mortalite yaşlı hastalarda (42±13 vs 71±5, p<0.0001) daha sıktı. Morbidite ek
rezeksiyon uygulananlarda daha fazla görüldü (p=0.04). Ortalama yatış
süresi 10±4 gündü. Medyan takip süresi 36 aydı (3-180 ay). Akut dönemde tromboz görülmedi. Fibrozis patolojili bir hastada 8 ay sonra görülen
tromboz fibrinolitik tedaviyle giderildi. Selim patolojili hastaların üçü de
hayattadır. Habis patolojili hastaların üçü 5-12 ay sonra metastatik hastalıktan, biri 2 yıl sonra başka sebepten kaybedildi. Üç hasta hastalıklı şekilde
yaşamaktadır, ikisi 6 ve 8 ay sonra reoperasyon geçirmiştir. Geri kalan 9
hasta halen hastalıksız şekilde hayatına devam etmektedir.
Tartışma ve sonuç: SVK invazyonuna sebep olan mediastinal kitlelerde rezeksiyon/rekonstrüksiyon dikkatli seçilen hastalarda uygulanabilen
bir yöntemdir. Yaşlı hastalarda ve/veya ek rezeksiyon gerektiren hastalarda
mortalite/morbidite oranları yüksektir.
Anahtar Kelimeler: mediasten, superior vena kava, rezeksiyon, rekonstrüksiyon, greft
Tablo 1. Hastaların genel özellikleri
Şekil 1. Postoperatif erken dönem x-ray grafide sol akciğerde görülen total kollaps,
cilt altı ve mediastinal amfizem.
No
Yaş
Cinsiyet
1
38
36
58
60
25
74
65
44
30
74
53
52
9
63
30
30
40
45
46
40
40
52
erkek
kadın
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Şekil 2. Fiberoptik bronkoskopide trakea distali sağ ana bronş girişinde saptanan
laserasyon alanı
21
22
erkek
SVK
sendromu
var
var
var
KT
KT
KT/RT
Timoma
Lenfoma
Timoma
Timoma
Germ hücreli tümör
Timoma
Tiroid medüller karsinom
Timoma
var
var
erkek
kadın
KT
var
Timoma
Timik karsinom
kadın
erkek
erkek
erkek
erkek
erkek
kadın
kadın
erkek
Timik karsinom
RT
var
KT
var
Sarkom
Timik karsinom
Timoma
var
Preop
tedavi
KT
KT
KT
Timik karsinom
Böbrek hücreli karsinom
Fibrozis
Timoma
Timoma
kadın
kadın
kadın
M.Gravis
Fibrozis
Sarkom
kadın
erkek
erkek
kadın
kadın
Patoloji
KT
KT/RT
KT
Fibrozis
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
101
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
KOAH
SS-106
KOAH’da kan inflamatuar paternleri: Klinik
fenotiplerle ilişkisi
Sibel Naycı, Eylem Sercan Özgür, Cengiz Özge
Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
Giriş ve amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), farklı klinik
ve patofizyolojik özellikler ile kendini gösterebilen heterojen bir hastalıktır. KOAH heterojenitesi ile inflamatuar paternler arasındaki ilişki konusuna günümüzde ilgi giderek artmaktadır. Bu çalışmada stabil KOAH’lı
hastalarda, kan inflamatuar paternleri ile fenotipik karekteristikler (özellikle hastalığın klinik prezentasyonları) arasındaki ilişkiyi değerlendirmek
amaçlanmıştır.
Yöntem: 138 stabil KOAH’lı hasta çalışmaya dahil edildi. Kan eozinofil
(EOS) ve nötrofil (NEU) düzeylerine göre (cut-off değerleri: EOS >300/
mm³, NEU >5000/mm³) dört inflamatuar patern tanımlandı (Gruplar:
yüksek-EOS/yüksek-NEU, yüksek-EOS/düşük-NEU, düşük-EOS/yüksekNEU ve düşük-EOS/düşük-NEU). Klinik fenotipler kronik bronşit, amfizem, Astım-KOAH Overlap Sendromu ve sık atak olarak belirlendi.
Bulgular: 138 hastadan %57,2’si kronik bronşit, %29.7’si amfizem,
%13’ü Astım-KOAH Overlap Sendromu ve %57,2’si sık atak fenotipik özelliklerinde idi. Hastaların %50.7’sinde yüksek-EOS patern ve
%46.3’ünde yüksek-NEU patern vardı. Yüksek-EOS paterni olan hastalar, düşük-EOS paterni olan hastalara göre daha yüksek oranda sık atak
(p=0,046) ve kronik bronşit (p=0,026) fenotipi ile ilişkili idi. Yüksek-NEU
paterni olan hastalar, yüksek-EOS paternine göre daha düşük FEV1 düzeyi (p=0,045), daha yüksek CAT skoru (p=0.034) ve daha yüksek oranda
amfizem fenotipi ile ilişkili bulundu.
Tartışma ve sonuç: Bu çalışma, KOAH klinik fenotiplerinin kandaki
nötrofililik ve eozinofilik paternler ile olan ilişkisini ortaya koymuştur. Ancak, bu konuda daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu konuda yapılacak
daha ileri çalışmaların, kompleks bir hastalık olan KOAH’ı daha iyi anlamaya katkı sağlayabileceği düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: eozinofil, fenotip, kan inflamatuar paternleri, KOAH, nötrofil
SS-107
3
4
5
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
2
Novartis İlaç
3
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
4
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa
5
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
Giriş ve amaç: Göğüs hastalıkları hekimlerinin kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tanı, tedavi ve takibindeki davranışlarını ve karar
verme sürecini değerlendirmek ve süreçte etkili faktörleri saptamak amacıyla bir “senaryo olgu” çalışması yapıldı.
Yöntem: Türkiye’yi temsil edecek 12 şehirden 50 hekime anket uygulandı. Çalışmada “senaryo” hasta olarak özellikleri verilen 7 olgunun değerlendirilmesi istendi. Olgular şöyle tasarlandı: 1: KOAH GOLD A, daha
önce tanı almamış, 2: KOAH GOLD B, daha önce tanı almamış, 3: KOAH
GOLD D alevlenme, 4: KOAH GOLD B alevlenme, 5: Nefes darlığı yakınması olan tedavi altında veya semptom kontrolü olmayan KOAH GOLD
B 6: Astım-KOAH overlap sendromu (AKOS), 7: Obesite-hipoventilasyon
sendromu (OHS). İstenen testler, tedavi seçimini etkileyen faktörler, tedavi
başlangıcından tekrar değerlendirmeye kadar olan süre, tekrar değerlendirme parametreleri, tanı, tedavi, takip ve yolak skorları değerlendirme kriterleri olarak belirlendi. Hekimler olguların önceden hazırlanmış senaryolardaki tıbbi öykülerini inceledi ve isteyeceği laboratuvar ve görüntüleme
sonuçlarını da kullanarak değerlendirme yaptı. Hekim karar verene dek
gerekirse ek test ve ek süreler ile süreç devam etti. Hekimlerin tercihlerine
göre skorlama yapıldı.
102
Şekil 1. Olgulara göre doğru tanı ve tedavi oranları KOAH: Kronik obstrüktif akciğer
hastalığı, AKOS: Astım-KOAH overlap sendromu
Tablo 1. Anket çalışmasına katılan hekimlerin özellikleri
Uzmanlık süresi, yıl
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
7 (1-33)
Uzmanlık süresi grubu
≤10 yıl
32 (65,3)
>10 yıl
Görev yapmakta olduğu kurum
17 (34,7)
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
29 (58,0)
Özel Hastane
10 (20,0)
Devlet Hastanesi
9 (18,0)
Polikliniğe bir günde başvuran hasta sayısı
Günde muayene edilen hasta sayısı
Günde muayene edilen hasta sayısı grubu
Oğuz Kılınç , Aylin Konya , Metin Akgün , Esra Uzaslan , Abdullah Sayıner
2
Anahtar Kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, Tanı, Tedavi
Üniversite Hastanesi
KOAH Tanısında, Tedavisinde ve Takip
Süreçlerinde Hekim Davranışlarının
Değerlendirilmesine Yönelik “Senaryo
Olgu” Çalışması-WHY
1
Bulgular: Katılımcı hekimlerin özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Hekimlerin %44’ü 5 olguda doğru tanı koyarken %6’sı 7 olgunun hepsinde doğru tanı koydu. Olgulara göre doğru tanı ve tedavi oranları Şekil
1’de özetlenmiştir. Hekimin günde ≥40 hasta muayene etmesi ile doğru
tanı koyma sayısı arasında negatif korelasyon saptandı (p=0,038, rho=0,417). Olgu bazında değerlendirme yapıldığında hekimlerin tanıyı doğru koyma durumunda unvanı, kurumu ve uzmanlık süresi açısından fark
saptanmadı.
Tartışma ve sonuç: Bu bulgular, KOAH’lı olgularda doğru tanı oranının düşük olduğunu ve tanı doğruluğunun yüksek sayıda hasta gören
hekimlerde daha düşük olduğunu göstermektedir.
2 (4,0)
60 (10-1000)
40 (8-90)
≤35 hasta
22 (45,8)
>35 hasta
Kurumunda solunum fonksiyon testi (SFT) yapılan
SFT uygulayan kişi
26 (54,2)
50 (100,0)
Teknisyen
30 (60,0)
Hemşire
Hemşire+Teknisyen
Hekim
15 (30,0)
4 (8,0)
1 (2,0)
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS-108
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı GOLD
2013 sınıflamasına göre A,B,C,D grubu
olgulara eşlik eden komorbiditeler, 1
yıllık atak ve pnömoni sıklığı, hastaların 1
yıllık sağkalımı
SÖZLÜ SUNUMLAR
sosyoekonomik düzey anlamlı bulunmazken, yaş, aktif sigara içme durumu, alevlenme sayısı ve tedavi uyumunun, KOAH’da yıllık FEV1 düşüşünü etkileyen faktörler olduğu tespit edildi.
Tartışma ve sonuç: KOAH hastalarında sigaranın bırakılması, alevlenmelerin önlenmesi ve inhaler cihaz tedavi uyumunun artırılması ile,
yıllık FEV1 düşüşlerinde azalma sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, yıllık FEV1 değişikliği, inhaler cihaz uyumu
Zahide Alaçam1, Neşe Dursunoğlu1, Nurdan Köktürk2, Hande Şenol3
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
3
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Denizli
1
2
Giriş ve amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tekrarlayan
ataklar ile karakterize, eşlik eden komorbiditelerin mortalite ve morbiditeyi
arttırdığı bir hastalıktır. Amacımız kliniğimizde takip edilen olguların 1 yıldaki alevlenme sayıları eşlik eden komorbiditeleri, bunların surviye etkisini
incelemektir.
Yöntem: Haziran 2014 – 2015 tarihleri arasında Pamukkale Üniversitesi Göğüs Hastalıkları kliniğinde takipli 102’si erkek, 5’i kadın 107 hasta
1 yıllık takibe alındı. Hastaların GOLD evrelerine göre 1 yılda geçirdikleri atak sayıları, eski ve yeni tanı komorbid hastalıkları, COTE indeksi ve
Charlson Comorbidity İndex (CCI)’i not edildi.
Bulgular: Obezite, diyabetes mellitus (DM), myokard infarktüsü (MI)
ve koroner arter bypass cerrahisi (KABG) geçirme öyküsü GOLD B grubu
hastalarda anlamlı olarak daha sık görülürken, EKO’da sağ ventrikül disfonksiyonu, pulmoner hipertansiyon GOLD evre C ve D grubunda daha
yüksek saptandı. Hastaların 1 yıllık alevlenme ve pnömoni sıklığı evre C
ve D olgularında daha yüksektir. GOLD evre C ve D grubu hastalar daha
çok yeni komorbid hastalık tanısı almıştır. En sık yeni tanı koyulan komorbid hastalık ise koroner arter hastalığıdır. 1 yıllık mortalite %21,4 olarak
bulundu ve evre D grubunda daha yüksektir. Hastaların ölüm nedenleri
1.sıklıkla pulmoner nedenler, 2. sıklıkta kardiyak nedenler ve 3. sıklıkta
malignite olarak tespit edilmiştir. Hastaların son 1 yıl içinde 2 ve daha
fazla alevlenme geçirmesi mortaliteyi 3,7 kat (p:0,03), COTE indeksindeki 1 puan yükselme 1,1 kat (p:0,05), CCI’de 1 puan yükselme 1,3 kat
(p:0,005), CAT skorundaki 1 puan artış 1,1 kat (p:0,007), eşlik eden malignitesinin olması 4,2 kat (p:0,01) arttırmaktadır.
Tartışma ve sonuç: Hastaların ileri GOLD evrede olması, sık alevlenmesi, daha semptomatik olması, komorbiditelerin varlığı mortaliteyi
arttırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, Komorbidite, KOAH alevlenme, COTE, CCI
SS-109
KOAH hastalarında yıllık FEV1 değişimine
etki eden faktörler
Muzaffer Onur Turan1, Pakize Ayse Turan2, Arzu Mirici3
Gelibolu Devlet Hastanesi, Çanakkale
2
Çanakkale Devlet Hastanesi, Çanakkale
3
18 Mart Universitesi Tıp Fakültesi, Çanakkale
1
SS-110
Stabil orta-şiddetli KOAH da Discair
(Tiofix®) ve standart Handihaler (Spiriva)
ile uygulanan 18 mcg tiotropiumun
bronkodilatör etkinliğinin
karşılaştırılması: Randomize, paralel
gruplu, açık etiketli Faz IV çalışma
Pınar Yıldız, Mesut Bayraktaroğlu, Didem Görgün, Funda Seçik
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Stabil orta-şiddetli KOAH hastalarında 18 mcg tiotropiumun Discair (Tiofix® ) veya Handihaler (Spiriva) ile tek doz uygulanması ile sağlanan bronkodilatör etkinliğin karşılaştırılması.
Yöntem: Çalışmaya alınan 58 orta-şiddetli KOAH hastası test (n=29;
tiotropium 18 mcg inhalasyon için kuru toz-Tiofix Discair ile) veya referans
ürün (n=29; tiotropium 18 mcg inhalasyon için kuru toz kapsül-Spiriva
Handihaler ile) gruplarına rastgele olarak atandı. Çalışmanın birincil amacı
test ve referans ürününün bronkodilatör etkisinin karşılaştırılması idi. Birincil etkililik değişkeni tek doz uygulama ile 24 saatteki ortalama maksimum
“birinci saniyede zorlu ekspirasyon hacmi (FEV1)” değişim idi. Çalışmanın
ikincil amaçları tedavi gruplarında bronkodilatör yanıtın başlama ve maksimuma ulaşma zamanı ile güvenlilik karşılaştırması idi.
Bulgular: FEV1’de maksimum değişim için test ̶ referans ürün farkı
(-0.0017L) açısından iki ürünün etkisi benzer bulundu (non-inferiorite alt
sınırı -0.100” L) (t=-2.48; p= 0.008). Test ve referans ürün grupları arasında FVC’de maksimum değişim (0.3417 L ve 0.4438 L, p=0.113), başlangıca göre % değişim (FEV1 için 22.235 ve 20.783, p=0.662; FVC için
16.719 ve 20.337, p=0.257), AUC0-24s değerleri (FEV1 için 2.949 L ve
2.833 L, p=0.891; FVC için 2.897 L ve 4.729 L, p=0.178), bronkodilatör
yanıtın başlama zamanı ve maksimuma ulaşma zamanı açısından anlamlı
bir farklılık tespit edilmedi. Çalışma süresince herhangi bir advers olay,
ciddi advers olay veya ölüm rapor edilmedi.
Tartışma ve sonuç: Bulgularımız, Tiofix Discair ile sağlanan bronkodilatör etkililiğin referans ürün Spiriva Handihaler’den aşağı olmadığı
yönünde olup, her iki ürünün de benzeri başlangıç özelliklerine sahip orta-şiddetli KOAH hastalarında 24 saatlik tedavide sağlanan zamana bağlı
bronkodilatör yanıt açısından benzer klinik etkililik göstermesinin beklenebileceğine işaret etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aşağı olmayış, bronkodilatör etkinlik, Discair, FEV1,
Handihaler,tiotropium
Giriş ve amaç: GİRİŞ: KOAH seyrini değerlendirmede birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacim (FEV1) en önemli parametrelerden birisi
olup, bu değerin yıllık düşüşünü başta sigara içimi olmak üzere pek çok
faktör etkileyebilmektedir. Yıllık FEV1 değişikliğine olan etki eden faktörlerin incelenmesi amaçlandı.
Yöntem: Ocak-Temmuz 2015 arasında Gelibolu Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne başvuran KOAH hastalarının dahil edildiği
bu çalışmada hastaların 12 ay önce aynı merkezdeki ve yeni spirometreleri karşılaştırıldı. Hastaların inhaler cihaz kullanım becerisini değerlendiren
demonstratif bir test ve Morisky uyum ölçeği uygulandı.
Bulgular: Yaş ortalaması 64.8±7.8 olan 204 KOAH hastası (174
erkek, 30 kadın) çalışmaya dahil edildi. Hastaların ortalama FEV1 değerlerinin 1.56±0.51 lt’den (%53.4) 1.51±0.50 lt’ye (%53.2) gerilediği
gözlendi. Son 1 yılda KOAH alevlenme öyküsü olanlarda, inhaler tedavi
uyumu düşük olanlarda ve sigara içmeye devam edenlerde yıllık FEV1
düşüşü anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.001). KOAH tip A-B grupları ile C-D grupları arasında FEV1 düşüşü açısından anlamlı fark yokken
(p=0.351), B-D gruplarında A-C gruplarına kıyasla anlamlı olarak FEV1
düşüşü gözlendi (p=0.002). Çok değişkenli regresyon analizinde; cinsiyet,
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
103
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Klinik Sorunlar - Difüz Parankimal Akciğer
Hastalıkları
SS-111
Sistemik sklerozisli hastalarda
pulmoner tutulumun ciddiyetinin
değerlendirilmesinde Torasik US’nun
kullanılabilirliği
Ebru Çakır Edis1, Osman N. Hatipoğlu1, Ömer N. Pamuk2, Renginar
Mutlucan Eraslan1, Meryem Aktöz3, Sedat Tuncel4
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Edirne
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Romotoloji Bilim Dalı, Edirne
3
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı, Edirne
4
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Edirne
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı SSc’de pulmoner tutulumun ciddiyetinin değerlendirilmesinde tek seansta, radyasyona maruz kalmadan
torasik ultrasonografinin kullanılabilirliğini saptamaktır
Yöntem: SSc tanısı ile kliniğimizde takip edilen 48 ardışık hasta (46
bayan, yaş ort: 50.8± 11.9) çalışmaya alındı. Her hastaya parankimal
tutulumunu değerlendirmek için iki farklı göğüs hastalıkları uzmanı tarafından Lineer probe kullanılarak Torasik US yapıldı. Intersitisyel fibozisin US
bulgusu olan B-line’ların sayısı kaydedildi. Aynı seansta pulmoner hipertansiyonu değerlendirmek için Phase probe kullanılarak pulmoner arter
basıncı (PAB) ölçüldü. HRCT görüntüleri hem bir radyolog hem de göğüs
hastalıkları uzmanı tarafından birbirlerinden bağımsız olarak değerlendirilerek Warrick skoru hesaplandı. HRCT bulguları, solunum fonksiyon testi
ve sPAB’a göre her hastada Medsger skalası hesaplandı.
Bulgular: Warrick skoru ile Torasik US’da saptanan B-line sayısı korele
bulundu (p=0.0001; r =0.89). Medsger hastalık skalası ile hem Warrick
skoru (p=0.001; r =0.46) hem de B-line sayısı (p=0.0001; r= 0.55) korele bulundu. HRCT gold standart alındığında US için sensitivite %100;
spesifisite %84.2; pozitif prediktif değer %90.6; negatif prediktif değer
%100 olarak saptandı. Ekokardiyografi laboratuvarında hesaplanan PAB
değerleri ile Torasik US ile eşzamanlı ölçülen PAB değerleri korele olarak
bulundu (p=0.0001; r =0.80). HRCT yerine Torasik US bulgularına göre
yapılan Medsger skalası hesaplanmasında 46 hastanın sadece 1’inde sonuç değişti.
Tartışma ve sonuç: Bu çalışma ile SSc’de pulmoner tutulumun ciddiyetinin değerlendirilmesinde Torasik US ile tek seansta yapılan pulmoner parankimal ve vasküler değerlendirmenin kullanılabilirliğini göstermiş
bulunmaktayız. Bizim bu bulgularımızın SSc’li hastalarda pulmoner tutulumun izlenmesinde US’nun kullanılabilirliği ile ilgili çalışmaları tetikleyebileceğini düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: HRCT, Medsger hastalık skalası, sistemik sklerozis, toraks US
SS-112
İnterstisyel Akciğer Hastalıkları Tanısında
Tek Port Video Yardımlı Torakoskopik
Cerrahi (uVATS)
Mertol Gökçe1, Osman Korcan Tilkan1, Fatma Erboy2, Burak Bahadır3,
Meltem Tor2
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Zonguldak
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Zonguldak
1
2
3
Giriş ve amaç: İnterstisyel akciğer hastalıkları (İAH), klinik özellikleri
çok benzer ve temel inceleme tetkikleri bakımından non-spesifik olabilen
geniş bir hastalık yelpazesi içermektedir. Günümüzde gelişmiş tanı yöntemlerine rağmen İAH’nın yaklaşık 1/3’ne kesin tanı konulamamaktadır
ve cerrahi biyopsi gerekmektedir. Bu çalışma İAH tanısında tek port videotorakoskopik cerrahi (uVATS) yaklaşımın tanısal doğruluğu ve güvenliğini
göstermek için yapılmıştır.
Yöntem: Kliniğimizde son 5 yılda İAH ön tanısı nedeniyle akciğer
biyopsisi uVATS ile alınan 23 hasta (erkek:12, kadın:11, ortalama yaş:
51.5) geriye dönük olarak değerlendirildi. Onsekiz olguya sağ, beş olguya
sol hemitorakstan yaklaşıldı. Tüm olgularda akciğer biyopsileri en az iki
104
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
farklı lobdan olmak üzere 45mm/60mm endostapler kullanılarak yapıldı.
Sadece 3 olguya eş zamanlı mediastinoskopi yapıldı. İki olguda yapışıklık
nedeniyle mini torakotomiye dönüldü. Alınan tüm örnekler tanı için mikrobiyoloji ve patoloji bölümlerine gönderildi.
Bulgular: Postoperatif komplikasyon sadece 1 olguda (uzamış hava
kaçağı) izlendi. Ortalama göğüs tüpü kalış süresi 3 gün (2-12), hastane
kalış süresi ise 4 gün (3-13)’dü. Hastaların tümüne histopatolojik tanı konuldu ve bu prosedürün tanısal doğruluğu %100 hesaplandı. Kesin tanı
konulan olgular, nonspesifik interstisyel pnömoni (n:9), idiopatik pulmoner fibrozis (n:5), konnektif doku hastalığı ile ilişkili akciğer hastalığı (n:3),
pulmoner alveoler proteinozis (n:2), hipersensitive pnömonisi, bronşiolitis
obliterans organize pnömoni, lenfositik interstisyel pnömoni ve deskuamatif interstiyel pnömoni olarak raporlandı.
Tartışma ve sonuç: Tek port VATS, İAH’nın histopatolojik tanısı için
yeterli doku hacmi sağlamakla birlikte postoperatif mortalite ve morbidite
görülme oranı açık akciğer biyopsisine kıyasla daha düşüktür. Konvansiyonel VATS (iki ya da üç port)’a göre de daha az insizyon ve skar avantajına
sahiptir. Biz İAH kesin tanısında uVATS’ın güvenli ve konforlu bir yöntem
olduğu düşüncesindeyiz.
Anahtar Kelimeler: İnterstisyel akciğer hastalığı, tek port VATS
Tablo 1. Akciğer biyopsi’si alınan loblar
Biyopsi alınan lob
Biyopsi sayısı
Sağ üst lob
Sağ orta lob
Sağ alt lob
Sol üst lob
Sol alt lob
13
7
16
5
5
Tablo 2. Olguların histopatolojik tanı sonuçlarının dağılımı
Histopatolojik Tanı
Sayı (%)
Nonspesifik İnterstisyel Pnömoni
9 (%39.13)
İdiopatik Pulmoner Fibrozis
5 (%21.73)
Konnektif Doku Hastalığı ile İlişkili Akciğer Hastalığı
Pulmoner Alveoler Proteinozis
Hipersensitive Pnömonisi
Bronşiolitis Obliterans Organize Pnömoni
Lenfositik İnterstisyel Pnömoni
Deskuamatif İnterstiyel Pnömoni
3 (%13.04)
2 (%8.69)
1 (%4.34)
1 (%4.34)
1 (%4.34)
1 (%4.34)
SS-113
Bronşaktazi Etiyolojisi: 319 Yetişkin
bronşektazi hastasının değerlendirilmesi
Şermin Börekçi, Çiğdem Zuhur, Benan Müsellim,
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Bronşektaziye yol açan çok sayıda neden olmakla birlikte, yetişkin yaş grubunda bronşektazi nedenlerinin prevalansını değerlendiren sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır ve çoğunluğu yakın zamana
ait değildir. Bu çalışmanın amacı yetişkin yaş grubunda bronşektazi etiyolojilerini araştırmaktır..
Yöntem: Ocak 1996- Haziran 2015 yılları arasında bronşektazi polikliniğine başvuran, tanıları HRCT ya da toraks BT ile kanıtlanmış 319 hastanın verileri geriye dönük değerlendirildi.
Bulgular: 319 olgunun; 187’si (58,6%) kadın, 132’si (%41,4) erkek
idi. Ortalama yaş 49,0±17,4 yıl (minimum:15, maksimum:83); Ortalama
hastalık süresi 19,5±14,9 yıl idi. Etyolojik nedenler sırası ile; Enfeksiyon
(215; %67,5; 215’in 70’i TB), obstrüktif akciğer hastalıkları (28; %8,8),
mukosiliyer klerens bozuklukları (13; %4,2), kolojen doku hastalıkları (8;
%2,4), immünyetmezlikler (5; %1,5), yapısal akciğer hastalıkları (1; %0,3),
bronş tıkanıklığı (1; %0,3), diğer nedenler (7; %2,1) ve idiyopatik bronşektazi (41; %12,9).
Tartışma ve sonuç: Antibiyotik tedavisindeki gelişmelere rağmen
bronşektazi etiyolojisinde en sık neden, geçmiş yıllarda olduğu gibi enfeksiyondur. Bununla birlikte, tanı yöntem ve tekniklerindeki gelişmele-
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
re bağlı olarak etiyolojisi bilinmeyen hasta oranı %50’lerden %12,9 lara
gerilemiştir.
Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, etiyoloji, yetişkin
SS-114
İntratorasik Bronkojenik Kistler: Bir
Merkezin 47 Olgudaki Deneyimi
SÖZLÜ SUNUMLAR
nerve fiber layer (RNFL) thickness was 100.7±9.0 µm in the ILD group
and 104.9±8.0 µm in the control group (p=0.04). The inferior quadrant
RNFL was statistically significantly thinner in the ILD group.
Conclusions: The results of this study showed increasing diameter of
the retinal veins,decreasing diameter of the retinal artery and thinning of
the retinal nerve fiber layer may be associated to hypoxia and oxidative
stress in subjects with IIP. Future guidelines may include ocular findings to
the present systemic manifestations of IIP
Keywords: İİP, Lung Disease, Eye, Retinal Artery, Retinal Vein, Choroid
Gülbanu Horzum Ekinci1, Dildar Duman1, Murat Kavas1, Ayşe Ersev2,
Levent Alpay3, Osman Hacıömeroğlu1, Şenol Ürek3, Adnan Yılmaz1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloji Laboratuvarı, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
Tüberküloz
1
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı, intratorasik bronkojenik kistlerin
klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri ile tedavilerini araştırmaktı.
Yöntem: Ocak 2004-Aralık 2014 tarihleri arasındaki patoloji laboratuvar kayıtları incelendi. İntratorasik bronkojenik kist tanılı 47 olgu saptandı.
Bulgular: 28 kadın, 19 erkek hasta vardı. Hastaların yaş ortalaması 45
yıl olup, yaşları 13-67 yıl arasında değişiyordu. Kistler 26 (% 55.3) olguda
mediastinal, 21 (% 44.7) olguda intrapulmoner lokalizasyon gösteriyordu.
Paratrakeal bölge, mediastinal kistlerin en yaygın lokalizasyonu idi. Başvuru sırasında mediastinal grupta 5, intrapulmoner grupta 1 olgu yakınmasızdı. Yakınmalı hastalar arasında en sık semptom öksürük olup bunu
sıklık açısından nefes darlığı takip ediyordu. On bir hasta normal akciğer
grafisine sahip idi. Bilgisayarlı toraks tomografisi, intrapulmoner bronkojenik kist tanılı 4 (% 19) hastada homojen solid kitle gösteriyordu. Mediasten
yerleşimli kistlere basit eksizyon uygulandı. İntrapulmoner kistlerde cerrahi
yöntem 9 olguda lobektomi, 8 olguda kist eksizyonu ve 4 olguda wedge
rezeksiyon idi. Patolojik incelemede ortalama kist çapı 43.9 mm olup çap
15-130 mm arasında değişiyordu. Ortanca kist duvar kalınlığı 2 mm olup
1-20 mm arasında değişiyordu. Takip süresince nüks saptanmadı.
Tartışma ve sonuç: İntratorasik bronkojenik kistler, klinik ve radyolojik
bulguların geniş bir yelpazesine sahiptir. Bronkojenik kistlerin kesin tanısı
sıklıkla cerrahi ile elde edilir. Seçkin tedavi kistin cerrahi rezeksiyonudur.
Anahtar Kelimeler: mediasten, akciğer, brokojenik kist
SS-115
Evaluation of Choroidal Thickness, Retinal
Vascular Caliber and Nerve Fiber Layer
Thickness in Interstitial Lung Disease
Erhan Uğurlu1, Gökhan Pekel2, Betül Cengiz1, Kerem Bozkurt2, Göksel
Altınışık1
Department of Chest Disease, Pamukkale University, Denizli
Department of Eye Disease, Pamukkale University, Denizli
1
2
Background and aım: Interstitial lung disease is a heterogenous
group that contains more than 200 disease process. Idiopathic interstitial pneumonia(IIP) is a subtype of interstitial lung disease.Hypoxia and
oxidative stress are thought to involve oculary structures.In this study,our
aim is to evaluate retinal nerve fiber and choroidal thickness and retinal
vessel diameter using the Spectral-domain optical coherence tomography
(SD-OCT) in IIP subjects.
Methods: A total of 35 subjects with İİP were evaluated. Results were
compared with 35 healthy volunteers with comparable age and gender
distribution.All subjects underwent respiratory function testing and a carbon monoxide diffusion test. To determine hypoxic state, arterial blood gas
analysis was performed. All participants underwent a standard ophthalmic
examination including visual acuity assessment,bio microscopy,air-puff tonometry,indirect retinoscopy,and SD-OCT measurements.
Results: The mean subfoveal choroidal thickness (SFCT),macular
thickness(MT) measurements in the ILD and control groups were found to
be similar in both groups,whereas the mean retinal arteriolar caliber(RAC)
value was markedly lower and the mean retinal venular caliber(RVC) value was markedly higher in the ILD group. The mean peripapillary retinal
SS-116
Akciğerde Tüberküloz Dışı Mikobakteri
Enfeksiyonu: 372 Olgu
Aylin Babalık1, Tülin Kuyucu1, Emine Nur Koç1, Emine Nilgün Ordu1,
Mualla Partal1, Kaya Köksalan2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi DETAE Laboratuvarı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Tüberküloz Dışı Mikobakteri (TDM), doğada, çevrede
yaygın bulunan, su ve topraktan izole edilen mikroorganizmalardır. Son yıllarda mikrobiyolojik yöntemlerin gelişmesiyle tanı olanakları artmış, TDM
enfeksiyonlarının sıklığı artmıştır. TDM klinik önemini belirlemek amacı ile
balgam örneklerinde TDM saptanan hastaların kayıtları incelendi.
Yöntem: Süreyyapaşa EAH ’nde 01 Ocak 2009 ve 31 Aralık 2014
tarihleri arasında 372 hastanın L J besi yerinde rapid testi ve MGIT’te NAP
testi yapılarak TDM saptandı. Mikobakteri tür tayini Hsp65PCRREA yöntemi ile yapıldı. Hastaların aldığı tedaviler, radyolojik, bakteriyolojik takipleri, ek hastalıkları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastanın durumları
ve tedavi sonuçları telefon ve bağlı olduğu VSD’lerden iletişim ile öğrenildi
Bulgular: 115(%30.9) kadın, 257(%69.1) erkek, yaş ortalaması
54±17 olan 372 hastanın 96(%25.8)’sında tür tayini yapıldı. Sıklık sırasına göre 25(%26.04) MAC, M.intracellulare, M. avium, 21(%21.8)
M.abcessus, 15 (%15.6) M.kansasii saptandı. TDM saptanan 372 hastanın, 53(%14.14)’sinde TDM tanısı ATS tanı ve tedavi kriterlerine göre
konularak tedavi edilip, 76(%20.4)’sında major ilaçlarla klasik tüberküloz tedavisine devam edildi. 243(%65.3)’ü tedavisiz takip edildi. Tedavisiz izlenen hastaların 196(%72)’ünde kültürde tek üreme saptandı. TDM
Tedavisi alan 53 hastanın 32(%60.4)’si kür, 4(%7.5)’si tedavi devam etmekte, 1(%1.9)’ü tedavi terk, 7(%13.2)’ü exitus oldu. TDM tedavisi alan
53 hastanın 39(%73.6))’sinde daha önceden tüberküloz öyküsü mevcut,
18(%33.9)’unda akciğer, 12(%22.6)’sında akciğer dışı hastalık eşlik ediyordu. TDM tedavisi alan ve radyolojisi değerlendirilen 39 hastanın radyolojik özellikleri değerlendirildiğinde nodüler lezyon 9(%23.1), konsolidasyon 26(%49.1) ve kavite 19(%48.7) görüldü.
Tartışma ve sonuç: TDM’lerin tür ayırımının yapılması epidemiyolojik önem yanında doğru tedavi yaklaşımları sağlayacaktır. Sıklığı ve klinik
önemi artan TDM hastalarının tanı ve tedavileri için standart tedavi yaklaşımları gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz Dışı Mikobakteri, Tedavi
SS-117
İstanbul›da Çok İlaca Dirençli Tüberküloxlu
(ÇİD TB)Çocukların Değerlendirilmesi
Onur Ceyhan Aksu1, Nesrin Sarımurat2, Orçun Çoşkun1, Ömer Faruk
Günal1, Fatma Tiryaki1, Derya Görmüş1, Özlem Başoğlu3, Rengin
Şiraneci3, Turgut Çalışkan1, Zeki Kılıçaslan4
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlğü, İstanbul
İstanbul Verem Savaşı Derneği, İstanbul
3
Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: 2005-2015 yılları arasında İstanbul ili dispanserlerine
kayıtlı, laboratuvar sonucu HR dirençli bulunan veya klinik olarak ÇİD TB
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
105
SÖZLÜ SUNUMLAR
tanısı konulup tedaviye alınan 15 yaş ve altı olguların demografik özellikleri tedavi sonuçlarını değerlendirmek.
Yöntem: Hastalara ait bilgiler 2005-2015( yılları arasındaki TUTSA kayıtlarından 2015 (Kasim) hasta kayıtve dispanser kayıtlarından ve
2015(Ekim) d retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: 2005-2015(ekim) yıllarında İstanbulda tedavi gören 58.017.
Tb hastasının 3519 (%6)’sı 15 yaş ve altı çocuk idi. 24’sı(%92,3) laboratuvarda ÇİD-TB saptandı 2(%7,6) olgu ise Klinik olarak Temas öyküsüne
dayanılarak ÇİD-TB kabul edilmişti.. Olguların %54 ü erkektir.Yaş dağılımı
0-4 yaş % 19 5-10 yaş %19 10-15 yaş arası %62 dir. %77 yeni, %3,8
nüks, %3,8 tedavi terkden dönen, %7,6tedavi başarısızlığından gelen olgudur. 24 olgu Akciğer 1 olgu Akciğer dışı (plevra) ve 1 olguda Akc+Akc
dışı yerleşimlidir. (plevra) 16 olgu da balgam, 5 olguda AMS, 1 olguda
plevra sıvısı çalışılmıştır. 14 olgunun Y (+) K (+), 10 olgu Y (-) K(+),2
olguya klinik radyolojik ve temas öyküsü ile tanı konmuştur. 2 olguda hızlı
direnç çalışılarak RIF direnci saptanmış. 14 olgu 1.grup, 12 olgu 2.grup
ilaç ile tedavi edilmiştir. 1. Grup tedavi alanların %85,7(12) tedavi başarısı
olmuş %14,3(2) tedavi başarısızlığı olmuştur. 1.grup ilaçlarla tedavi başarısızlığı olan 2 olgu daha sonra 2. grup ilaç kullanılarak tedavi başarısı
sağlanmıştır.Başlangıç tedavisi 2. grup ilaçlarla olan 12 olgunun 7(%58,3
)sinde Tedavi Başarısı sağlanmıştır.1(%8,3) olgu vefat etmiştir. 4 (%33,4)
olgunun tedavisi devam etmektedir.
Tartışma ve sonuç: Çocuklarda ÇİD-TB bakteriyolojik tanısında
zorluklar devam etmektedir.Sadece temas öyküsü ve uygun klinik bulgulara dayanarak da ÇİD-TB tedavisi başlanması bir seçenek olarak
değerlendirilebilir.
Anahtar Kelimeler: Çocuklarda ÇİD-TB
SS-118
Böbrek nakli alıcı adaylarında Interferon
Gama Salınım Testi (IGST) sonuçlarını
etkileyen faktörler
Balam Er Dedekargınoğlu1, Özlem Salman Sever1, Aydın Can Yağmur1,
Füsun Öner Eyüboğlu2
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
2
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi/Organ Nakli Anabilim, Ankara
1
Giriş ve amaç: Tüberküloz (TB), organ nakli hastalarında genel popülasyona oranla 24-70 kat sık gelişen ve mortalitesi yüksek bir durumdur.
Nakil öncesi üremik süreçde lenfosit fonksiyon bozukluğu sonucu gelişen
immunsupresyon, nakil sonrası tedavi ile derinleşir ve genellikle latent TB
infeksiyonunun (LTBI), reaktivasyonu sonucu TB gelişir. Organ nakli öncesi adaylarda LTBI saptandığında koruyucu tedavi verilmesi durumunda,
posttransplant reaktivasyon TB riski önlenebilir. Bu hasta grubunda LTBI
saptamak için in vitro IGST daha duyarlıdır. Çalışmamızda üremiye bağlı
olarak immünsupresif olan böbrek nakli adaylarında LTBI tayini amacıyla
uygulanan IGST sonuçlarını etkileyebilecek parametreleri değerlendirmeyi
amaçladık.
Yöntem: 2011/2015 yılları arasında merkezimize böbrek nakli için kabul edilen 202 (76 kadın, 126 erkek) hastanın dosya kayıtları retrospektif
olarak değerlendirildi. IGST yapılmayan ve akciğer cerrahisi geçirmiş hastalar değerlendirme dışı bırakıldı. Geçmişte aktif TB yada temas öyküsü
sorgulandı. Akciğerde sekel lezyon varlığı akciğer grafisi ve Toraks BT ile
incelendi. IGST negatif ve akciğer grafisinde sekel lezyon yada geçirilmiş
TB öyküsü varlığında test ‘yanlış negatif’ olarak değerlendirildi. Pozitif ve
belirsiz IGST sonuçları da not edildi. Ayrıca IGST sonuçlarını etkileyebilecek hasta parametreleri kronik böbrek yetmezliği (KBY) süresi, sigara kullanımı, kan lenfosit sayıları kaydedildi.
Bulgular: IGST %68,3 oranında negatif saptandı. Radyolojik bulgularla birlikte değerlendirildiğinde %15,3 (31) olguda yanlış negatiflik vardı. Yanlış negatif sonuçlar ile sigara öyküsü ve paket-yıl süresi arasında
anlamlı pozitif ilişki (rho=0,26 ve p=0.00; rho=0,35 ve p=0) saptandı.
Lenfosit sayısı ile yanlış negatiflik arasında da anlamlı pozitiflik saptandı.
Tartışma ve sonuç: IGST duyarlılığı sağlıklılara göre böbrek yetmezliğinde daha düşüktür (%90; 65). Çalışmamızda sigara ve lenfosit düzeyleri
yanlış negatif IGST sonuçlarını artırabilecek unsurlar olarak değerlendirildi.
Anahtar Kelimeler: latant tüberküloz infeksiyonu, IGST, renal transplant alıcı
106
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
SS-119
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
HIV-TB Hastası 16 Olgu
Soner Umut Küver, Aylin Babalık, Dilek Yavuz, Lale Sertçelik, Emine Nur
Koç, Tülin Kuyucu
SB Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Giriş: Tüm dünyada HIV-pozitif kişilerde tüberküloz (TB) görülme
sıklığı HIV-negatif popülasyona göre 26 kat daha fazladır. Dünya sağlık
örgütünün verilerine göre 2014 yılında tahmin edilen 9.6 milyon TB olgusunun 1.2 milyonu HIV-pozitif olup bunların 3’te 1’i hayatını kaybetmektedir. Son yıllarda giderek artmakta olan HIV-TB birlikteliği olgularımızı
paylaşmayı amaçladık.
Materyal-metod: Süreyyapaşa E.A.H’de 2006-2016 yılları arasında
16 HIV pozitif TB hastası tanı ve tedavi almıştır. Hasta dosyaları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Yaş ortalaması 42.4±11.7 olan hastaların 15’i erkek 1’i
kadın olup 2 olgu yabancı uyrukluydu. 13’ü bakteriyolojik, 2’si histopatolojik, 1’i klinik radyolojik tanı almıştır. Direnç testi yapılan 13 hastanın
3’ünde ÇİD-TB tedavisi başlanmıştır. 11’i yeni olgu 2’si nüks olgu olarak
tedavi almıştır. Toraks BT’si incelenen 14 olgunun 2’sinde kaviter lezyon,
4’ünde mediastinal lenfadenopati, 2’sinde miliyer görünüm, 3’ünde plevral efüzyon saptanmıştır. 9 hastada HIV enfeksiyonu tanısı TB tanısı ile eş
zamanlı olarak konulmuştur. ÇİD-TB’li bir olgumuzda bilateral yaygın buzlu cam alanları nedeniyle yapılan tetkikler sırasında pneumocystis jiroveci
pnömonisi saptanmıştır. ÇİD-TB’li hastalarımıza 2. Sıra ilaç olarak PAS,
protionamid, sikloserin, moksifloksasin, amikasin verilmiştir. 1 hastamıza
linezolid uygulanmıştır.
Sonuç: Atipik radyolojik bulgular, farklı klinik seyir ve ilaç etkileşimleri
ile karakterize HIV-TB olgularında hızlı tedavi başlanması gerekmektedir.
TB tanılı hastalarda anti-HIV’in değerlendirilmesi, HIV-TB hastalarında erken tanı olasılığını artırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: HIV, tüberküloz, ÇİD-TB
SS-120
İstanbul ilinde 2005-2014 yılları Arasında
Önceden Tedavi Görmüş Tüberküloz
Olguların Değerlendirilmesi
Nilufer Yalçın, Onur Aksu Ceyhan, Turgut Çalışkan, Nurhan İnce
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü Tüberküloz Şubesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Önceden tedavi görmüş vakalar tüberküloz kontrol
programında özel önem verilmesi gereken grubu oluşturmaktadır. İstanbul
ilinde önceden tedavi görmüş tüberküloz olgularının demografik özellikleri
ve tedavi sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç yöntem: 2005-2014 yılları arasında İstanbul dispanserlerine
kayıtlı önceden tedavi görmüş tüberküloz hastalarının TUTSA verileri
retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, olgu tanımı, hastalığın tutulum
yeri, bakteriyolojik tanı yöntemleri, tedavi sonuçlarını değerlendirildi. Tedavi sonuçları incelenirken nakil gidenler ve TB değiller çalışmaya dahil
edilmedi.
Bulgular: 2005-2014 yıllarında İstanbul’da kayıtlı 54.169 olgunun
4.917’si (%9,1) önceden tedavi görmüş olup, %2,6’sı yabancı ülke doğumluydu. Olguların 3.607’si (%73,4) erkek, 1.310’u (% 26,6 ) kadındı. Yaş dağılımında 25-34 yaş %24,1, 35-44 yaş %20,5, 45-54 yaş
%19,7’ydi. Olgu tanımlarına göre %73,4 nüks, %19,8 tedavi terkten
dönen, %5,7 tedavi başarısızlığından gelen, %1,1 olgu kronikti. Tutulum
yerlerine göre %86,2’si akciğer, %11,4’ü akciğer dışı ve % 2,4’ü akciğer
+ akciğer dışıydı. Olguların 4358 (%95,2’sine) yayma yapılmış, bunların
%79,5’inde yayma pozitif bulunmuştur. 4.358 (%92,7’sine) olguya kültür
yapılmış, bunların %79,4’ü kültür pozitif saptanmıştır. Kültür pozitif olguların %89,7’sinde İDT çalışılmıştır. %18,2’sinde en az HR direnç saptanmıştır. Tedavi sonuçları değerlendirildiğinde olguların %64,5’i tedavi başarısı,
%13,9’u tedavi terk, %1,7’si tedavi başarısızlığı ve %3,2’si ölüm ile sonlanmıştı. Olguların %16,7’sinin tedavisi devam etmekteydi.
Tartışma ve sonuç: SONUÇ: Önceden tedavi görmüş olgular, yeni ve
tüm olgularla karşılaştırıldığında, erkek cinsiyet ve akciğer tutulumu daha
sık görülmektedir. Yayma ve kültür yapılma oranı daha yüksek olup, laboratuvar HR direnç oranı yüksektir. Tedavi başarısı daha düşük, tedavi terk
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
oranı daha yüksek bulunmuştur. Önceden tedavi gören olguların daha yakın tedavi takibi ve kaliteli DGT yapılması konusunda çalışılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Önceden tedavi, tüberküloz, tedavi sonuçları
Astım Allerji
SS-121
Erişkin Astımlı Hastanın İnfluenza Aşısına
Yaklaşımı Farklı mı ?
SÖZLÜ SUNUMLAR
Bulgular: Yapılan konvansiyonel ekokardiyografik ölçümlerde gruplar
arasında diyastolik parametrelerden E dalgası, A dalgası, E’dalgası ve deselerasyon zamanı(DZ) değerlerinin gruplar arasında farklı olduğu görüldü
(p<0.05). SA mekanik fonksiyonlar arasında anlamlı bir fark görülmez
iken AEMG sürelerinden inter-atrial elektromekanik gecikme, intra-right
elektromekanik gecikme ve intra-left elektromekanik gecikme süreleri
kontrol grubuna göre anlamlı derecede uzamış idi (30.8±11.4’e karşın
27.1±6.2msn, p=0.036, 17.6±6.6’e karşın 15.3±4.2msn, p=0.027 ve
15.1 ± 6.4’e karşın 11.3±3.9 msn, p<0.001 sırasıyla)
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızda astım hastalarında kontrol grubuna göre AEMG sürelerindeki uzama olduğunu tespit ettik. Bu sonuçlar
astım hastalarında AF gelişimini belirlemede erken bir prediktör olabilir ‘Ahi Evran Üniversitesi BAP Tarafından TIP.E2.16.001 nolu proje ile
desteklemiştir’
Anahtar Kelimeler: Atriyal Fibrilasyon, Astım, Atriyal Elektromekanik Gecikme
Zeynep Çelebi Sözener1, Mehmet Selçuk Mısırlıgil2, Pamir Çerçi1, Ömür
Aydın1, Reşat Kendirlinan1, Betül Ayşe Sin1, Zeynep Mısırlıgil1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmunoloji ve Allerji
Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
2
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Kırıkkale
Tablo 1. Grupların konvasyonel ekokardiografik parametreleri
1
Giriş: Astımlı hastalarda viral enfeksiyonların atakları tetiklediği bilinmektedir. Fakat influenza aşısının alevlenmeyi önlemesine yönelik çelişkili
sonuçlar olmasının yanı sıra, grip aşısı konusunda astım hastalarının tutumunu da değerlendiren bir araştırmaya rastlanmamıştır.
Amaç: Bu çalışmada, astımlı hastaların grip aşısına bakışlarını ve etki
eden faktörleri değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Astım tanısıyla kliniğimizde takip edilen hastalar ile, astım tanısı olmayan hastalara demografik özelliklerini, ko-morbiditelerini, gribal
enfeksiyon geçirme sıklıklarını, grip aşısı yaptırıp yaptırmadıklarını ve aşı
konusundaki görüşlerini sorgulayan bir anket uygulandı. Sonuçlar her iki
grup da ayrı ayrı değerlendirildi ve birbiriyle karşılaştırıldı.
Bulgular: BulgularÇalışmaya 108 (91K,17E) astım ve 110 (64 K, 46E)
kontrol olmak üzere toplam 218 hasta alındı. Her iki grupta da yaş, cinsiyet, eğitim durumu, enfeksiyon geçirme sıklığı ve ko-morbiditelerin aşı
yaptırma oranlarını etkilemediği görüldü. Astım hastalarında bu yıl aşılanma oranı belirgin olarak daha yüksekti (%40,7) ve bu hastaların yarısı her
yıl düzenli olarak aşı yaptırmaktaydı. Aşı yaptırmayan hastalar incelendiğinde ise; kontrol grubundakilerin yarısının aşı yaptırmaya gerek duymadığı, %26.2’sinin ise aşının koruyucu etkisine inanmadığı görüldü. Astımlı hasta grubunda da aşının koruyucu etkisine inanmayan hasta oranı
kontrol grubuna yakın idi (%20,3). Astımlı hasta grubunda; daha önce aşı
yapıldığında şikayeti olanların %66,7 si bu yıl aşı yaptırmamıştı (p=0.02).
Aşı olmayanların %53,1 oranında bu yıl gripal enfeksiyon geçirdiği, aşı
yapılanlarda ise bu oranın anlamlı ölçüde düştüğü ve aşının koruyucu olduğu görüldü (p=0.00
Tartışma ve sonuç: Astım hastalarının influenza aşısı ve grip konusundaki bilgilerinin yetersiz olduğu ve aşının koruyuculuğuna inaçlarının
beklenenin aksine düşük olduğu izlendi. Hastaların çeşitli etkinliklerle
bilgilendirilmesinin koruyucu hekimlik açısından çok önemli olduğunu
düşüncesindeyiz.
SVEDÇ (mm)
SVESÇ (mm)
IVS (mm)
PW (mm)
LVEF (%)
SA ölçümü(mm)
RV ölçümü(mm)
E (m s–1)
A (m s–1)
E’
DZ (ms)
Grup 1
Grup 2
P değeri
43.7±3.7
44.3±4.1
0.459
27.9±3.7
28.3±4.8
0.621
10.1±1.2
9.8±1.4
0.237
10.2±1.2
9.8±1.4
0.155
61.7±4.1
62.9±4.7
0.170
33.6±3.8
33.6±3.6
0.961
27.7±2.7
27.3±2.2
0.344
69.4±18.1
77.8±18.4
0.018
76.6±15.3
58.2±7.9
<0.001
9.2±2.9
10.7±3.7
0.027
206.5± 37.2
183.5± 32.8
0.001
IVS: Ventriküler septal kalınlığı; PW: posterior duvar kalınlığı; SVEDÇ: sol ventrikül diyastol sonu çap;
SVESÇ: sol ventrikül sistol sonu çap; SA: sol atriyum; LVEF: sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu; RV: sağ ventriküler; DT:
deselarasyon zamanı; E: erken diyastolik akım; A: atriyal kontraksiyon sinyali; E’: doku dopler erken diyastolik akım
Tablo 2. Grupların doku dopler ekokardiografik bulguları
PA Lateral (ms)
PA Septal (ms)
PA Tricuspit (ms)
IA-EMG (ms)
IRight-EMG (ms)
ILeft-EMG
Grup 1
Grup 2
P değeri
130.2 ± 15.6
124.3 ± 9.3
0.016
115.7 ± 10.3
111.8 ± 8.9
0.034
98.8 ± 7.7
95.5 ± 7.2
0.101
30.8 ± 11.4
27.1 ± 6.2
0.036
17.6 ± 6.6
15.3 ± 4.2
0.027
15.1 ± 6.4
11.3 ± 3.9
<0.001
PA: yüzey EKG deki P dalgası başlangıcından geç diyastolik dalgasının (A dalgası) pik noktası; IA-EMG: inter-atriyal
elektromekanik gecikme; IRight-EMG: intra-right elektromekanik gecikme; ILeft-EMG: intra-left elektromekanik gecikme
Anahtar Kelimeler: astım, influenza aşısı, grip
SS-122
SS-123
Astım Hastalarında Sol Atriyal Mekanik
Fonksiyonların ve Atriyal Elektromekanik
Gecikmenin Değerlendirilmesi
Çocuklarda d vitamini eksikliğinin astım
kontrolü ve şiddeti üzerine etkisi
Gökay Nar , Aliye Gamze Çalış
1
2
Ahmet Türkeli1, Oya Ayaz2, Ali Uncu3, Aslı Kavaz Tufan2, Bayram Özhan4,
Veysel Nijat Baş2, Özge Yılmaz5, Hasan Yüksel5
Eskişehir Devlet Hastanesi, Çocuk İmmünolojisi ve Alerji Hastalıkları Kliniği, Eskişehir
Eskişehir Devlet Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Eskişehir
3
Eskişehir Devlet Hastanesi, Biyokimya Bölümü, Eskişehir
4
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinolojisi Ünitesi, Denizli
5
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocul Allerjisi ve Solunum, Manisa
1
1
2
2
Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Kırşehir
Ahi Evran Üniversites Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırşehir
Giriş ve amaç: İntra-atriyal ve inter-atriyal iletim bozukluklarından
kaynaklanan elektrofizyolojik ve elektromekanik anormallikler artmış AF
riski ile ilişkilidir. Doku dopler ekokardiografi intra-atriyal ve interatriyal
ileti bozukluklarının değerlendirilmesinde kullanılmaktadır.Yaptığımız bu
çalışmanın amacı astım hastalarında sol atriyal(SA) mekanik fonksiyonların ve atriyal elektromekanik gecikmenin(AEMG) ekokardiografik olarak
değerlendirilmesidir
Yöntem: Çalışmaya 53 astım hastası ve 56 da kontrol grubu olmak
üzere toplam 109 hasta dahil edildi. Tüm hastaların demografik bilgileri ve
solunum fonksiyon testleri kaydedildi. Ekokardiografik ölçümleri yapıldı
Giriş ve amaç: Günümüzde astım ve vitamin D eksikliği prevalansı
oranı paralel şekilde artmakta ve önemli morbiditelere neden olmaktadırlar. Bu çalışmanın amacı serum D vitamini düzeylerini astımlı çocuklar ile sağlıklı kontroller arasında karşılaştırmak, D vitamini düzeylerinin
astım klinik parametreleri ile ilişkisini ve astım kontrolü üzerine etkisini
değerlendirmektir.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
107
SÖZLÜ SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Yöntem: Bu çalışmaya Çocuk İmmünolojisi ve Alerji polikliniğine Aralık 2014- Şubat 2015 ayları arasında başvuran 115 astımlı çocuk ile 115
sağlıklı kontrol alındı. 25 hidroksivitamin D düzeyleri ölçüldü. D vitamini
düzeyi ≥20 ng/ml yeterli 20 ng/ml altı eksik olarak değerlendirildi. Astım
kontrolü GINA rehberi ve çocukluk çağı astım kontrol testi (C-ACT) kullanılarak değerlendirildi
Bulgular: Astım grubunda D vitamini düzeyi 17.27 (5.77) ng/ml kontrol grubunda 22.78 (10.64) ng/ml saptandı ve fark istatiksel olarak anlamlı
idi (p= 0,001) (Tablo1;Şekil 1). Vitamin D durumuna göre astımlı çocukların %72.2’ sinde D vitamini eksik, %27.8’ nde D vitamini yeterli idi. D
vitamini eksik grupta bir önceki yıl astım alevlenmesi, acil servis başvurusu
ve hastaneye yatış sayısı D vitamini yeterli gruptan daha fazla idi (sırası ile
p< 0.001, p < 0.001 ve p < 0.002). D vitamini eksik grupta kontrolsüz
astım oranı D vitamini yeterli gruba göre daha fazla idi (p< 0.01) (Tablo2;
Şekil 2). D vitamini düzeyi ile ACT puanı arasında pozitif ilişki saptandı.
Tartışma ve sonuç: Bu çalışmanın sonunda D vitamini eksikliğinin astımlı çocuklarda sağlıklı kontrollere göre daha fazla olduğu saptandı. Astım
şiddetinde artma ve astım kontrolünde bozulmanın D vitamini eksikliği ile
ilişkili olduğu gösterildi. Vitamin D düzeyleri ile ACT puanı arasında pozitif
ilişki saptandı
Anahtar Kelimeler: Astım, D vitamini, çocuk, astım kontrol, ACT
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2.
D vitamini düzeyi (ng/ml)
Yaş (yıl)
Cinsiyet (erkek)
Ailede atopik hastalık (var)
Güneş ışığı maruziyeti (10
dakika >)
Hastalığın başladığı yaş (yıl)
Astım semptom skoru
Astım morbiditeleri (önceki yıl)
Eksik (<20 ng/ml)
(n= 83)
Yeterli≥20ng/ml)
(n= 32)
p*
14.4 (11.7-17.3)
23.1 (20.9-25.8)
0.001
6 (5-9)
7 (6-9)
0.74
46 (55.4)
17 (53.1)
0.84$
46 (55.4)
15 (46.9)
0.53$
18 (21.7)
24.4 (4.5)
0.001$
3 (2-5)
4 (2-5)
0.26
2 (1-3)
1 (1-3,5)
0.41
Alevlenme sayısı
4 (3-5)
3 (1-4)
0.001
Acil servise başvuru sayısı
Hastaneye yatış sayısı
Astım şiddeti
Hafif
3 (2-4)
2 (1-3)
0.001
0 (0-1)
0 (0-0)
22 (26.5)
Orta
61 (73.5)
0.002
0.001$
22 (68.8)
10 (31.2)
Astım kontrol düzeyi (GINA)
0.01$
Tam kontrol
5 (6)
49 (59)
4 (12.5)
19 (59.4)
9 (28.1)
Kısmi kontrol
29 (35)
Astım kontrol testi puanı
13 (11-16)
16.5 (13-21)
0.009
Kontrolsüz astım
Astım kontrol altında
73 (88)
18 (56.2)
0.001$
10 (12)
14 (43,8)
Kontrolsüz
* Mann-Whitney U-test (veriler alt-üst dörttebir grup olarak verilmiştir) $Pearson’s Chi-Square [% (n)]
SS-124
Anti-IgE Tedavisinin 3. Yıldaki Etkinliği:
Gerçek Yaşam Ülke Verilerimiz
Şekil 1. Astım ve kontrol grupları arasında D vitamini düzeylerinin karşılaştırılması
Tablo 1. Çalışma grubundaki çocukların sosyodemografik ve laboratuvar bulgularının
karşılaştırılması
Yaş (yıl)
Cinsiyet (erkek)
Ailede atopik hastalık (var)
Güneş ışığı maruziyeti (10 dakika >)
D vitamini düzeyi (ng/ml)
D vitamini durumu
Eksik (<20 ng/mL)
Yeterli (≥20 ng/mL)
Astım grubu
(n= 115)
Kontrol grubu
(n= 115)
p*
6 (5.5-9)
7 (6-9)
0.18
63 (54.8)
61 (53)
0.89†
61 (53)
44 (38.3)
0.03†
43 (37.4)
47 (40.9)
0.69†
17.27 (5.77)
22.78 (10.64)
0.001‡
83 (72.2)
62 (53.9)
53 (52)
0.001†
32 (27.8)
Eozinofil sayısı
186 (107-350)
170 (88-300)
0.78
IgE
43.9 (16.5-238)
14.5 (6.9-36.7)
0.001
Arzu Yorgancıoğlu1, Ferda Öner Erkekol2, Münevver, Erdinç3, Dilşad
Mungan4, Bilun Gemicioğlu5, Zeynep Ferhan Özşeker6, Papatya Bayrak
Değirmenci7, Sibel Naycı8, Aykut Çilli9, Füsun Erdenen10, Cengiz Kırmaz11,
Dane Ediger12, Arzu Didem Yalçın13, Suna Büyüköztürk14, Sami Öztürk15,
Mustafa Güleç16, Rana Işık17, Ali Fuat Kalyoncu18, Özlem Göksel3, Ömür
Aydın4, Yavuz Havlucu1, İdilhan Baloğlu Ar19, Ahmet Erdoğdu19
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, Allerji Kliniği, Ankara
3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
4
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve
Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
5
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
İmmünoloji ve Alerji Bilim Dalı, İstanbul
6
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Allerji
ve Immunoloji Bölümü, İstanbul
7
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Allerji ve İmmunoloji Kliniği, İzmir
8
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
9
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
10
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dahiliye Kliniği, İstanbul
11
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Immunoloji Bilim
Dalı, Manisa
12
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Allerji
Hastalıkları Bilim Dalı, Bursa
13
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dahiliye Kliniği, Allerji ve Immunoloji Bölümü, Antalya
14
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Alerji Bilim Dalı, İstanbul
15
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa, İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Servisi, İstanbul
16
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Servisi, Ankara
17
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, Allerji İmmunoloji Kliniği, İstanbul
18
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
19
Novartis İlaç Türkiye
1
2
Giriş ve amaç: Allerjik astımlı hastalarda Anti-IgE (Omalizumab) tedavisinin gerçek yaşam koşullarındaki etkinliğini değerlendirmek.
108
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
SÖZLÜ SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Yöntem: Girişimsel olmayan, retrospektif, dosya verilerine dayalı çok merkezli (18) bir çalışmadır. Ağır allerjik astım nedeni ile omalizumab tedavisi başlanmış, 18 yaş ve üzeri hastalar dahil edilmiştir. Hastaların demografik özellikleri, tedavi öncesi 1 yıl ve tedavi sonrası 16. Hafta, 1. yıl,3. yıl ve 5. yıldaki
hastalık ve tedavi verileri dosyalardan not edilmiştir. Astım atakları, astıma
bağlı hastane yatışları, AKT ve FEV1 açısından değişimler değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 465 hastadan 3. yılını tamamlamış 110 hasta (K/E: 88/22) verisi incelendi. Hastaların yaş ortalaması
49.1±11.9 yıl, astım süresi 16.4±11.3 yıl olarak bulundu. Tedavide 3.
yıl içinde astım atağı yaşayan hasta sayısı tedaviden önceki bir yıla göre
anlamlı olarak azaldı: 103(%96,3)- 33(%34.4 ) (p<0.001). Aynı dönemde
astım nedeniyle hastaneye yatan hasta sayısı da 60’tan(%58,8) 3’e (%3,1)
indi (p<0.001). Hasta başına 1 yıl içerisinde izlenen ortalama astım atağı
sayısı tedavi öncesinde 19.1 iken tedaviden sonraki 3. yıl içinde 2,3 bulundu (p<0.001). Sistemik steroid tedavisine ihtiyaç duyulan hasta sayısı
da 73’den(%66.4) 21’e (%19.1) indi (p<0.001) AKT skorlarında (9.6 vs
20.4 p <0.001) ve FEV1 değerlerinde de (%58.8 vs %75.4 p<0.001)
anlamlı düzelme gözlendi. 3 yıl süreli omalizumab almış olan 110 hastanın
104’ünda tedavi etkili, 6’sında kısmen etkili bulunmuştur.
Tartışma ve sonuç: 3 yıl süreyle verilen omalizumab tedavisi tüm hastalarda etkili bulunmuş; astım atağı, hastane yatışı ve sistemik steroid ihtiyacını azaltmış; AKT ve FEV1’de düzelme sağlamıştır. Ayrıca klinik izlem
parametrelerinde 3. yılın sonunda ilk yılda elde edilen iyileşmenin devam
ettiği; bazı ölçütlerde ise iyileşmenin artma eğiliminde olduğu gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Omalizumab, allerjik astım, gerçek yaşam, anti-IgE
Tablo 1. Etkililik Değerlendirme
Başlangıç
1. Yıl
3. Yıl
Astım Atağı Yaşayan Hasta Oranı (%)
n=110
96,3
39.4
34.4
p (baş.- 1.yıl) p (baş.- 3.yıl)
<0,001*
<0,001*
Ortalama Astım Atağı Sayısı
19.1
3.8
2.3
<0,001**
<0,001**
Astım Nedenli Hastane Yatışı Yaşayan
Hasta Oranı (%)
58.8
10.3
3.1
<0,001*
<0,001*
<0,001**
Sistemik Steroid İhtiyacı Olan Hasta Oranı (%)
66.4
34.5
19.1
<0,001**
AKT
9.6
19.3
20.4
<0,001*
<0,001*
FEV1 (%)
58.8
71.8
75.4
<0,001***
<0,001***
SS-125
Balıkesir il merkezinde okul çocuklarında
astım ve allerjik hastalıkların sıklığı ve
risk faktörleri
Fuat Erel1, Mücahide Gökçen1, Ufuk Turhan2, Nurhan Sarıoğlu1, Mehmet Köse1
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Balıkesir
Balıkesir Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Balıkesir
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışma, Balıkesir’de 6-7 yaş ve 13-14 yaş okul
çocuklarında alerjik hastalıkların prevalanslarını ve risk faktörlerini tespit
etmek için yapıldı.
Yöntem: ISAAC faz 1 standart metodları kullanılarak ilköğretim okullarında öğrenim gören 1334 6-7 yaş ve 2313 13-14 yaşındaki öğrencilerin
anket sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Hayat boyu hışıltı, son 12 ayda hışıltı ve doktor tanılı astım
sırasıyla 6-7 yaş için %31.5, %19.8 ve %11.1 ve 13-14 yaş için %19.3,
%12.8 ve %7.1 idi. Hayat boyu nezle, son 12 ayda nezle, son 12 ayda
rinokonjunktivit ve doktor tanılı alerjik rinit sırasıyla 6-7 yaş için %37.1,
%31.1, %16.1 ve %15.4 ve 13-14 yaş için %35.7, %27.7, %18.0 ve
%14.8 idi. Hayat boyu kronik kaşıntılı lezyon, son 12 ayda kronik kaşıntılı
lezyon ve doktor tanılı atopik dermatit sırasıyla 6-7 yaş için %8.6, %5.0
ve %8.8 ve 13-14 yaş için %7.6, %3.7 ve %6.7 idi. Atopik dermatitte
cinsiyetin kız olması risk faktörü olarak bulunurken (6-7 yaşta p=0.046,
13-14 yaşta p=0.044), astım ve alerjik rinitte cinsiyet açısından farklılık
gözlenmedi (p>0.05). 6-7 yaşta; alerjik rinitte sigara (p=0.005) ve genetik
yatkınlık (p<0.001), atopik dermatitte evde hayvan besleme (p=0.019),
astımda genetik yatkınlık (p=0.016) risk faktörü olarak tespit edildi. 13-14
yaşta ise; alerjik rinitte sigara (p=0.001) ve genetik yatkınlık (p<0.001)
risk faktörü olarak tespit edildi.
Tartışma ve sonuç: Alerjik hastalıkların prevalansları Türkiye’nin diğer bölgelerindeki epidemiyolojik çalışmalara göre yüksek bulundu. Bu
çalışma Balıkesir ilinde alerjik hastalıklarla ilgili yapılan ilk çalışma olup,
hem bundan sonraki çalışmalara temel oluşturması hem de bu konuda
önlemler alınması adına yararlı bir çalışmadır.
Anahtar Kelimeler: alerjik rinit, astım, atopik dermatit, prevalans
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
109

Benzer belgeler