Leo Kitap Kurdu - COMENIUS
Transkript
Leo Kitap Kurdu - COMENIUS
Leo Kitap Kurdu Kätti, etrafındaki kitaplara bakarak, Dudelange ‘da Strutzbierg ‘de okul kütüphanesinde oturuyordu. Kütüphanedeki tüm kitapları okuduğu için, artı, yeni kitaplar almanın vakti geldiğini düşündü. Kütüphaneyi yeni kitaplarla donatabilmek için Diderich’te, Esch’teki kitapçıya gitmeye karar verdi. Otobüsle eve dönüş yolunda, Boudersberg okulunun önünden geçerken ; “ Kocaman bir oyun bahçesi olan çok güzel bir okul” diye aklından geçirdi. Birden okulun üst katlarından aşağıya bir şeylerin düştüğünü gördü ve “ Acaba onlar kitap mı?” diye düşünmeye başladı. Sonraki durakta Kätti otobüsten indi ve Boudersberg okul bahçesine; düşen şeyin kitap olup olmadığını anlamak için, koştu. Oraya vardığında Leo, kitap kurdu, çoktan yere düşen kitabı almıştı. Birden göz göze geldiler. Leo kitabın üstündeki tozları temizleyip, zarar grup görmediğini kontrol ederken, Kätti ona “ Merhaba Leo, neler oluyor burada? Eski kitapları mı atıyorsunuz?” diye sorana kadar, Kätti ‘nin yanına geldiğini görmemişti. Leo kız arkadaşı Kätti ‘ ye gülümsedi ve “ Merhaba Kätti, tam zamanında geldin. Bende Joffer Ninette geldiğinde okul kütüphanesini temizliyordum, birden öyle korktum ki elimdeki kitabı yere düşürdüm. Eğer bana yardım edersen işimi daha hızlı bitirebilirim. Acele etmeliyiz, çünkü okul başladı ve öğrenciler kitap almak istiyorlar.” dedi. Kütüphane kelimesini duyar duymaz Kätti çok heyecanlandı ve “ Sana yardım edeceğim, Bourdersberg okul kütüphanesini çok merak ediyordum; çünkü onların kitaplarını hiç görmedim.” dedi. Leo, Kätti ‘ yi okulun en üst katına çıkardı. Joffer Ninette okuldan ayrılmıştı; fakat kitaplığı kapatmamıştı ve Kätti etrafa bakındı ve daha önce okumadığı birçok kitap gördü. Daha önce kitaplığın içinde hiç bulunmamış olan Leo da heyecanla etrafı inceledi. “Kätti, gel buraya, bak! Burada pek çok farklı dilde yazılmış farklı gazete var” İki fare kafa kafaya verip tüm o farklı dilleri anlamaya çalışarak, gazeteleri karıştırmaya başladılar. Işıklar kapanana dek okumaya devam ettiler ve bir yandan da “ Acaba tüm bu gazete makalelerini kim yazdı ?” diye meraklanmaya başladılar. Leo “ Genelde kimin yazdığı en son sayfada yazar, hadi bakalım” dedi. Avrupa’nın her yerinden; Almanya’dan Fransa’dan Lüksemburg’dan İtalya’dan, Polonya’dan, Türkiye’den ve hatta Estonya ‘dan pek çok okul adresi bulunuyordu son sayfada. Her ikisi de bu adreslerin okul kütüphanelerine ait olup olmadığını merak ettiler ve gidip; tüm bu farklı diller5deki kitapları görmeye karar verdiler. Kätti bu fikri çok da istekli karşılamadı; çünkü o bir ev faresiydi ve sessizce “ Hayır, hayır, ben seyahat etmeyi çok sevmem ki! Sen yanlız gitmelisin Avrupa’daki gezilerinden mutlaka bana haber et. Ben burada, Dudelange ‘da kütüphaneyle ilgileneyim.” dedi. Leo yalnız seyahat edeceği için biraz üzgündü ancak arkasına dönüp” O zaman ben Kaiserlautern ‘e gidiyorum “ dedi. Leo Kaiserslautern’de – Görünürde bir hazine! Sabah erken saatlerdi. Leo çantasına en çok sevdiği kitabı koyup topladı. Sonra Kaiserslautern’e yola çıktı. Orada ilk olarak, Leo Fischerrück’te bir ilkokula gitti. Barbarossa ismindeki kitap faresinin orada kaldığını biliyordu. Takma adı Barro olan kitap faresi ismini meşhur imparator Barbarossa’dan almıştı. Barbarossa Kutsal Roma İmparatorluğu’nun hükümdarıydı. Leo, Barbarossa’nın bir İtalyan ismi olduğunu ve “kırmızı sakal” anlamına geldiğini biliyordu. Barro ile tanışmak için sabırsızlanıyordu. Fakat onu nerede bulacaktı? Leo okula ulaştı ve şaşırdı. Teneffüs vardı. Leo birkaç çocuğa “Barro’yu nerede bulabilirim?”diye sordu. Çocuklar, "Muhtemelen kütüphanededir. En sevdiği yer orasıdır. Hadi gel, sana kütüphane nerede gösterelim!”diye cevapladılar. Leo’yu kütüphaneye götürdüler. Nutku tutulmuş ve biraz utanmış Leo kütüphaneye girdi. Duvarlarda romanlar, resimli kitaplar, sanat kitapları, kurgusal olmayan düzyazı kitapları, peri masalları ile dolu raflar vardı… Ve sonra Leo Barro’yu buldu. Barro sırtı Leo’ya dönük şekilde yerde oturuyordu. Tamamen kendini vermiş bir şekilde kitap okuyordu ki bir ziyaretçisinin olduğunun farkına varmadı. Leo dikkatlice Barro’nun yanına oturdu. Barro korktu ve şaşkınlık içerisinde Leo’ya baktı. "Kimsin sen?", diye sordu ve "Beni korkuttun!" dedi. "Üzgünüm!", diye cevap verdi Leo. "Ben Leo, kitap faresi. Senin hakkında çok şeyler duydum ve seninle hemen tanışmak istedim. Ne okuyorsun? ",diye meraklı bir şekilde sordu Leo. Barro "Bu benim en çok sevdiğim kitap. Barbarossa: efsaneleri, hikâyeleri ve Hükümdar Frederick Barbarossa ve Hohenstaufen’nin şiirleri. Bunu okumayı çok seviyorum. Sana bir efsane okuyayım mı? " dedi. "Evet! Lütfen. Çok merak ettim. ", dedi Leo. İki kitap faresi rahatça oturdular ve Barro yüksek sesle Barbarossa Efsanesi’ni okumaya başladı. Kyffhäuser, Thuringia ve Saxony-Anhalt Almanya sınırında yer alan bir sıra dağdır. Harz’ın güney ucunda yer alır. Dağ sırası 19 km uzunluğunda ve 7 km genişliğindedir. 3.Haçlı Seferi sırasında, Hükümdar 1190’da hayatını trajik bir şekilde kaybetmiştir. Asya cephesi Sheleph’te bir nehirde boğulmuş. Efsaneye göre, Barbarossa’nın ölmediği, Kyffhäuser dağının altında gizli bir bölmede taş bir masanın üstünde oturarak uyuduğu söylenir. Sakalı muhtemelen uzun yüzyıllar boyunca o kadar uzamış ki masadan aşağıya kadar sarkarmış. Şövalyeleri ve toprak ağaları ile büyük bir masada otururmuş. Yuvarlak taş masada başını elleriyle destekleyerek oturup, şekerleme yapıyormuş. Sakalı öyle uzamış ki masayı iki kez çevreleyebiliyormuş. Ne zaman sakal masayı üç kez çevirecek hale gelirse, işte o zaman kral uyanacakmış. Dağdan çıkarken kalkanını kurumuş bir ağacın üstüne asacak, ardından ağaç yeşil olacak ve gün geçtikçe daha sağlıklı olacakmış. Birileri her nasılsa onu uyanık görmüş. Bir keresinde bir çobana nazikçe şunu sormuş: “Hala dağların etrafında kargalar uçuyor mu?" Çoban evet diye cevap verdikten sonar şunu söylemiş: "Öyleyse bir yüzyıl daha uyumalıyım." Dağın altı tamamen göz kamaştırıcı ve ışık saçan altın ve değerli taşlarla kaplıymış. Yeraltında ve karanlık bir mağara olmasına rağmen içerisi gün gibi aydınlıkmış. Orada harika ağaçlar ve fundalar, hatta bu cennetin ortasından akan bir dere bile varmış. Eğer çamurundan bir avuç alırsan anında saf altına dönermiş. Efsane der ki “Kargalar dağın etrafında uçmayı bıraktıktan sonra, Barbarossa uyanacak ve Almanya’yı eski zamanlardaki güçlü haline yeniden getirecekmiş.” Barro Leo’ya kitabından bir resim göstererek "Bak. İşte uyuyan imparatorun fotoğrafı." dedi. Leo fotoğrafa baktı ve büyülendi. Barro "Görüyor musun, işte bu uyuyan imparator." diye hürmetkârca fısıldadı. Leo "Bana başka bir efsane okur musun? Çok eğlenceli! " dedi. Barro çok fazla duraklamadı. Kitabının sayfalarını çevirdi, takip eden hikâyeyi buldu ve okumaya başladı: Kaiserwoog’daki Turnabalığı Frederick Barbarossa 1152’den 1158’e kadar kraldı ve 1155’ten itibaren Kutsal Roma İmparatorluğunun Hükümdarıydı. Kalelerinden birisi, imparatorluk sarayı ve daha sonralarında Kaiserslautern olarak isimlendirilecek olan, Lautern inşa edildi. Kale daha sonrasında yapay olarak büyük bir balık havuzuna dönüştürülen ve Woog denen geniş bir kale hendeği ile çevriliydi. Bu daha sonra Kaiserwoog diye isimlendirildi. 6 Kasım 1497’de, o nadir kanca Kaiserwoog’ta yapıldı. Önceleri Kaiserslautern kalesinin içinde olduğu iddia edilen 7 metre uzunluğunda 159kg ağırlığında bir turnabaığı yakalandı. Boynunda bakırdan ve altından bir set ve üzerinde küçük halkalar ve harfler vardı. Turnabalığı Heidelberg’e götürüldü ve Elector Philip’in masasında yendi. Uzun zamandır sarayın hazine odasında saklanan kitabeli yüzükte şöyle yazıyordu: “Bu 267 yıldır bir turnabalığının boynunda olan yüzük yada kolyenin şeklidir.” Balık Kaiserslautern’in post çiftliklerine götürüldü. En azından o Kaiserwoog’daki turnabalığının efsanesiydi. Barro aniden kitabı kapattı. "Leo, bir fikrim var!" diye coşkulu bir şekilde bağırdı. "Hadi gel, sana bir şey göstereceğim!" Barro ayağa zıpladı, Leo’nun elini tuttu ve kütüphaneden dışarı çıktı. İki fare kapıdan koşarak çıktı ve ormana girdi. Dal parçalarının ve taşların üzerinden tepeden aşağıya doğru koştular. Bir süre sonra Barro aniden durdu. Leo hızlı bir şekilde yavaşladı. İki fare de nefessiz şekilde orada durdu. Barro soluk soluğa "Bak, orası Vogelwoog!"dedi. "Bizim de Woog’umuz (hendeğimiz) var! Aynen Kaiserwoog gibi. " Leo güzel Woog’u gördü. Su pürüzsüz ve turkuaz mavisiydi. Güneş ışınları suyun üzerinde parlıyordu. Leo aniden Barro’yu dirseğiyle nazikçe dürttü. "Bak," diye heyecanlı şekilde fısıldadı. "Gölette yüzen bir şey var! Kutu gibi görünüyor. " Hiç vakit kaybetmeden iki fare Vogelwoog’un kıyısında duran botu aldılar. Birlikte Woog’un ortasına gitmek için kürek çektiler. Kutuya ulaştıklarında, Leo ve Barro kutuyu sudan çekebilmek için bütün güçlerini kullanmak zorunda kaldılar. "Yuppi, yuppi! Oley, başardık! " Kutu bota çıkarıldı. Ve aslında, o bir antik hazine sandığıydı. Leo çok heyecanlı bir şekilde Barro’ya "Açsana!" dedi. Fakat aniden bot sallanmaya başladı. Garip bir şeyler oluyordu. Birdenbire altlarındaki su artık ne tertemiz ne de turkuaz mavisiydi. Yeşil ve bulanıktı ve fokurdamaya başladı. Hava kabarcıkları sudan yükseliyordu. Her yerde girdaplar oluştu ve büyümeye başladılar. "Bunun gibi girdaplar tehlikelidir!”, diye bağırdı Leo. “Botumuzu derinlere çekebilirler." Barro "Bu Hobgoblin!" diye bağırdı. "O kızgın çünkü hazine sandığını bulduk." "Uzaklaşmalıyız." Leo su ve fokurdama sesleri yüzünden bağırmak zorundaydı. "Hadi Barro! Girdaba karşı kuvvetlice kürek çekmek zorundayız. " The Vogelwoog vahşiydi ve Leo ile Barro’nun içinde bulunduğu bot dalgalarla ileri geri silkeleniyordu. Fareler bütün güçleriyle kıyıya doğru kürek çektiler. Hızlı, daha hızlı ve sonunda ulaştılar. Son dakikada vahşi girdaptan kurtuldular. Leo ve Barro suya atladı ve botu kıyıya çektiler. Hiç bu kadar çevik olmamışlardı! Çok heyecanlıydı! Barro’nun dizleri çok titriyordu ve yere oturmak zorunda kaldı. Leo sandaldan hazine sandığını aldı ve Barro’nun yanına oturdu. "Hadi, aç sandığı!" dedi Barro. "Bu kadar maceradan sonra ne bulduk merak ediyorum." Leo bütün gücüyle sandığın kapağını açtı. Barro heyecanlı görünüyordu. Leo kutudan bir hazine sandığı çıkardı. Haritayı açtı ve kartı okudu. Barro yana doğru eğilerek meraklı bir şekilde haritayla ilgili olarak "Ben de bakayım!" dedi. Leo minik harfleri okudu: "Mehlingen’e doğru yeni bir maceraya atıl ve kaleyi bul!" Leo "Mehlingen? Bu ismi daha önce duymuştum...... Doğru ya, sezon gazetesinde bahsedilen bir okul vardı. Sanırım devam etmeliyim! "dedi. Barro ve Leo birbirlerine baktılar. "Yaşadığımız bu macera çok güzeldi! Okula geri döneceğim ve hemen yazacağım." dedi Barro. İki fare birbirlerine veda ettiler. Barro kütüphaneye dönüş yolunda "Acaba Leo Mehlingen’de nasıl bir hazineyle karşılaşacak?" diye düşündü. Leo Mehlingen ‘de-Leo, Mehli ve uçan hazine Barro’yla yolları ayrıldıktan sonra, Leo Mehlingen ‘e doğru yola koyulmuştu. Barro, ona otobüs durağını tarif etti. Bahçe Sergisinden geçip, Kaiserlautern ‘e doğru yola koyuldu. Bir süre sonra 84 metre uzunluğundaki belediye binasını gördü. Kraliyet Çeşmesi, Palatinate Tiyatrosunun yanından geçip şehirden ana yola doğru ayrıldı. Bu yol, Napolyon’un 19. yüzyılda inşa ettirdiği; Paris’ten Mainz ‘e uzanan “ Kral Yolu “ idi. Otobüs Pre Park ‘ın önünde durdu; burada eskiden, 1992 ‘ye kadar burada Fransız kışlaları vardı. Bugün ise onların yerini sinemalar, büyük marketler, evler ve ofisler almıştı. Otobüs bazı evleri, bir oteli geçtikten sonra ormanın içinden yola devam etti. Birkaç kilometre sonra Leo bazı evler ve at haraları gördü. “ Bu Fröhnerhof olmalı “ diye düşündü. Barro da Leo ‘yu onayladı. “ Yani Mehlingen ‘e gelmek üzereyiz. Oraya varınca umarım kaleyi ve hazineyi bulabilirim “ dedi Leo. Fröhnerhof’ü geçince Mehlingen’e geldiğini anladı. Yolun sol tarafında bir orman gördü ve “ Burası Barro ‘nun bahsettiği; güney Almanya’nın en geniş ve eskiden yıllarca askeri eğitim alanı olarak kullanılan Mehlinger Fundalığı olmalı “ dedi. Otobüs durduğunda Leo aşağıya indi ve kilometrelerce yol boyunca bir tane bile kale görmedi. Pek çok arabanın bulunduğu süpermarket otoparkından geçip şehre doğru yola koyuldu ve “ Acaba birilerine sormalı mıyım kaleyi “ diye düşündü. “ “Büyükler her zaman her şeyi bilir” diye düşünen Leo, karşılaştığı insanlara nazikçe Mehlingen Kalesi hakkında sorular sormaya başladı. Soru sorarken, Barro’yla beraber Vogelwoog’da gölde balık yakalarken buldukları hazine haritasını gösterdi. Fakat kimseler Mehlingen kalesini bilmiyordu; hatta bazıları Leo ‘ya güldü bile. Leo zaman geçtikçe umutsuzluğa kapıldı ve belki birisi Barro ‘ya ve kendisine şaka yapmıştır diye düşünmeye başladı ve sinirlendi. Caddenin sonuna gelince sol tarafta 2 bina gördü; biri yeni biri eskiydi. Bu iki binanın ortasında yerde yarım bir gemi vardı. Leo “ Yarım bir gemi mi- acaba gerisi nerede?” diye düşündü. Tam o anda binadan bir gong sesi duyuldu ve içinden çocuklar çıkmaya başladı. Leo şimdi anlamıştı; burası Mehlingen ilkokuluydu. Korkulukların arkasına saklandı ve okul bahçesinde neler olup bittiğini anlamak için izlemeye başladı. Birden önünde beliren çocuklar en az kendisi kadar şaşırmışlardı. “Kimsin sen ?” diye sordu çocuklar ve “Ben Leo- kitap kurduyum .” diye cevapladı Leo. Çocuklar Leo’nun nereli olduğunu ve orada ne yaptığını da merak etmişlerdi. Leo, çocuklara hazine haritasından ve yolculuğundan uzun uzun bahsetti. Aslında başlarda haritadan bahsetmek istemedi Leo; çocuklarında kendisine gülmesinden korkuyordu. Çocuklar “ Hazine haritası mı? Mehlingen ‘de mi?” diye sordular. Leo o anda “keşke hiç bahsetmeseydim haritadan, şimdi bana gülecekler “ diye iç geçirdi. Çocuklar birbirlerine baktılar ve içlerinden bir kız “ Evet! Mehlingen’de bir kalemiz var” dedi ve diğer tüm çocukların şaşkın bakışları içinde “ Bizim bir kalemiz var” diyerek parmağıyla eski bir binayı gösterdi. Birden hepsi aralarında konuşmaya başladılar. “AA evet, tabii ki” , “ Neden daha önce aklımıza gelmedi ki? Tabii ki bizim bir kalemiz var” dediler. Çocuklar Leo 'yu aralarına alıp eski binanın içine, birinci katına girdiler. Kocaman bir kapının önünde durdular ve “ İşte bizim kalemiz.” Diye haykırdılar. Leo bir kale göremiyordu; sadece kocaman bir kapı vardı önünde. Leo bu durumdan hiçbir şey anlamamıştı; onun için kale bambaşka bir şeydi. Çocuklar kapıyı açınca anladı Leo. Gerçektende bir kale vardı karşısında, gerçek bir kale. Duvarlarıyla, siperleriyle, merdivenleri ve kitaplarıyla. O halde hazine haritası doğruyu söylüyordu; sadece büyükler bir şey bilmiyordu. “ Leo, bizim okula dönmemiz gerek, çoktan zilimiz çaldı, kendine iyi bak” diyerek ayrıldılar çocuklar. Leo etrafına bakınırken pek çok kitap ve bilgisayar gördü. Arkasında bir kımıltı olduğunu fark eden Leo, arkadaşına dönünce karşısında bir fare gördü. Birbirlerine baktılar ve “sen kimsin ?” diye sordu fare Leo’ya. “ Leo da “ Ben Leo, kitap kurdu, Lüksemburg’tan geldim. Ya sen ?” dedi. “Benim adım Mehli ve burada, Okuma Kalesinde yaşıyorum. Leo, çok güzel bir isim. Sen burada ne yapıyorsun ?” diye cevap verdi. Leo Mehli’ye neden Dudelange ‘dan dan ayrıldığını ve Kaiserlautern’deki maceralarından bahsetti. “Mehli “ evet haklısın “dedi. Burası bir kale ve bu dönemde okula da hala gazeteler olur, kaleme hoş geldin .” dedi Mehli. Leo “ Peki sen burada ne yapıyorsun ?” diye sordu. Mehli de “ Burada, Okuma Kalesinde yaşıyorum. Her zaman sevdiğim kitapları burada okuyabiliyorum. Şuanda peri masları okuyorum.” diye cevap verdi. “ Peri masalı mı? Sıkıcı değiller mi?”. “Başta bende öyle düşünmüştüm; fakat öyle değiller. Hikâyeler gerçekten çok heyecan verici Aslında okumaya yeni başladım çünkü bu yıl 200 yıllık olan Grimm Kardeşlerin hikâyelerini okudum. Çünkü madem çocuklar 200 yıldır bu hikâyeleri okuyor, mutlaka ilginçlerdir dedim ve okudum “ dedi Mehli.”Haklısın, hangi hikâyedesin ?” dedi Leo. “Bugün Kırmızı Başlıklı Kız ‘ı okumaya başlayacağım” . Mehli çok iyi okuyamadığından, Leo okumak istedi hikâyeyi. Kitaplığa gidip bir masal kitabı almaya karar verdiler. Daha sonra Leo duvarda bir düğmeye benzeyen bir şey gördü ve kendi kendine acaba bu ne diye söylendi. Mehli “ O her zaman oradaydı, ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok.” dedi. Mehli bir kelime daha edemeden Leo düğmeye basmıştı. Çatırdamalardan sonra, duvarda, gizli bir kapı ortaya çıktı. Mehli ve Leo kaskatı kesilmişti; ancak meraklarına yenik düştüler ve kapıdan içeriye girdiler. Kapıdan adımlarını atar atmaz yer ayaklarının altından kayar ve yere düşerler. Ayağa kalktıklarında artık bir kapının olmadığını fark ederler. Birbirlerine bakıp” Kapı nereye kayboldu, şimdi nasıl geri döneceğiz?” diye sorarlar. Etraflarına baktıklarında, her yerde, ağaçlarda asılı duran kocaman lolipoplar olduğunu, zeminin çikolatadan yapıldığını görür ve badem ezmesi koktuğunu duyarlar. Geriye dönemeyeceklerini anladıklarında yola koyulmaya karar verirler ve zencefilli ekmek ve waffle dan dan yapılma bir evle karşılaşırlar. Kapı şekerden yapıldığı için; kapıyı dikkatlice çalarlar. Kırmızı şapkalı bir kız kapıyı açar. Mehli şaşkın bir şekilde “ Kırmızı Başlıklı Kız?” diye sorar. “ Kız da ” Evet, adımı bildin, ama nereden biliyorsun ?” der.”Çok uzun bir hikâye. Şu anda neredeyiz?” “ Masallar ülkesi-çok çok uzaklarda, burada kim yaşar?” der Leo. Onun için her şey korkutucudur. Kırmızı Başlıklı Kız ” Uyuyan Güzel, Rapunzel şuradaki kulede ve Bremen Mızıkacıları da konser salonunda yaşıyorlar. Avcı ve cadı büyükanne de şu anda yaşlılar evinde, sevgili kurt ise buradaki bahçede yaşarlar. Yakındaki ormanda ise, sanırım yedi tane cüce yaşıyor. Kalede ise devamlı kendisine hiç cevap vermeyen aynasıyla konuşan deli bir kadın yaşar. Aa, birde çeşmede yaşayan kurbağayı unutmayayım, düşünsene kendisini prens zannediyor, ne saçma.” diye uzun uzun anlatır orayı. Mehli “ Peki şuradaki ormanlıkta kim yaşıyor?” diye sordu. Kırmızı Başlıklı Kız gülmeyi bıraktı ve sessizce “ Kimsenin kim olduğunu bilmediği garip bir adam. Her zaman ateşin üstünde bir parça bezin üstünde uçar ve kendi kendine söylenir. Fakat kimse ne onun adını ne de ateşin üstünde uçarken ne söylediğini bilir. Fakat siz söyleyin, siz kimsizin? “ der. Leo ve Mehli gizemli kapı macerasını ve aniden ortadan yok olduğunu anlatırlar. Fakat Kızmızı Başlıklı Kız onlara yardım edemez. “ Belki kalede yaşayan, aynasıyla konuşan kadına gitmelisiniz, aynasının her şeyi bildiği söylenir. Fakat dikkatli olun; çünkü ormanın içinden geçeceksiniz, sepetimi alın. İçinde yiyecek ve içecek var” dedi Kırmızı Başlıklı Kız. Leo ve Mehli Kırmızı Başlıklı Kıza veda edip yola koyuldular. Yavaş yavaş orman kararmaya başladı. Fakat elden bir şey gelmiyordu; yollarına devam edip kaleye varmalılardı. El ele tutuşup sessizce yollarına devam ettiler. Uzaktan ağaçların arasından bir ateş gördüler. Dikkatlice Kırmızı Başlıklı Kızın bahsettiği adama doğru yanaştılar. Adam bir parça bezin üstüne binmek üzereydi ve yine kendi kendine söyleniyordu ve birden havalandı. Mehli, Leo’ya “Uçan halı!” diye seslendi sessizce .” Eğer ona sahip olsaydık, Okuma Kalesine geri dönebilirdik Uçan halı istediğin her yere uçar .” “ nereden biliyorsun, Mehli?” “ Masallardan; fakat Grimm Kardeşlerin masallarından değil .” “ Peki, halıyı nasıl alacağız, küçük adama mı soracağız ?” diye sordu Leo. Mehli “ Ben bunu sormaya cesaret edemem” derken Leo da “ Ben de…” dedi. Ufak adamın ne söylediğini anlamaya çalışırken: Kimse benim küçük oyunumu bilmez Çünkü benim adım Rumpelstiltskin Uçan halı sadece bana aittir Fakat adımı bilirseniz, size ait olur. Fakat kimse benim küçük oyunumu bilmez Benim adım Rumpelstiltskin Leo ve Mehli birbirlerine bakarak aynı anda” Bu bizim şansımız.” dediler. Aynı anda “ Merhaba Rumpelstiltskin .“ derler. O anda uçan halı yavaşlar ve adam ormana düşer halının üzerinden; şaşkın bir şekilde arkasına bakar ve “ Adımı bilen biri mi var orda da?” der. Mehli ve Leo “ Biz biliyoruz.” derler. “Adımı nasıl biliyorsunuz? Kimse benim adımı bilmez, hem siz kimsiniz ?” der adam. “ Biz Mehli ve Leo ‘yuz dediklerini de duyduk” . “ Kahretsin, artık bu güzel uçan halı size ait uçmanız çok kolay olacak; biliyorsunuz bu sihirli bir araba.” “Biliyorum, bu sayede Okuma Kaleme geri dönebileceğim. Hadi Leo, atla ” der Mehli. Rumpelstiltskin ‘ e hikâyelerini anlattıktan sonar, onlara yiyecek ve içecek birşeyler varır ve Mehli halıya uçacağı yeri söyler söylemez Okuma Kalesine gelmişlerdir. “Bak” der Leo. “ Artık bir işaret yok .” Mehl gülümseyerek “ Bukadart macera bana yeter.” dedi. Leo halının üstündeki notu okumaya çalıştı ve not söyle diyordu; Eskişehir den Ucan Halı. “ Eskişehir mi? Nerede ki ?” “ Bekle hemen bakıyorum kütüphanedeki atlastan” İkisi beraber Türkiye’deki bir şehir olan Eskişehir hakkında bilgi aldılar. Leo “ Buraya gidip okulları ziyaret etmeliyim, sende gelmek ister misin Mehli?” diye sordu. Mehli bir an tereddüt ettikten sonra “ Gelmesem daha iyi olur. Bir macera bana yeti. Burada ilkokulda çocuklarla kalmam daha iyi. Fakat bana gördüklerini anlatacağına söz veriri misin ?” dedi. Leo Kabul etti ve Kırmızı Başlıklı Kızın verdiği sepeti yeniden doldurup birbirlerine veda ettiler. İkisi de birbirlerine sarılıp ağladılar; sonar Leo uçan halıya oturup “ Hadi Eskişehir’e gidelim!” dedi ve ortadan kayboldu. Mehli Leo ‘nun gidişiyle çok üzülmüştü ama ona yazacağından emindi. Grimm Kardeşlerin kitabını raftan aldı ve uzanıp okumaya başladı. Masal Kentinde bazı şeyler çok ilginçti ve bunun hakkında kitap okumaya karar verdi. Leo Eskişehir ‘de-Leo ve Yok Yok ve Güzel Yüzler Leo, gözünü açtığında parlak güneş karları eritmeye yeni başlamıştı. Şubat ayının soğuğuyla donan nehir, güneşin gülümsemesiyle yeniden kendini buluyordu. Leo kalktı, çantasının sırtına taktı ve bu güzel şehri keşfetmeye karar verdi. Ama galiba bir rehbere ihtiyacı olacaktı. İşte o an Yok Yok’la göz göze gelmişti. Bu sevimli güzel kız galiba Leo’nun Türkiye’deki yeni arkadaşı olacaktı; hem güneşin bu denli parlamasının başka nasıl bir sebebi olabilirdi ki… Yok Yok ile Leo birbirlerine gülümsediler ve “Günaydın” dediler. Yok Yok, Leo’ya çalıştığı, ikinci el kitaplar satan dükkâna gitmek zorunda olduğunu söyledi, hem orada ona bir çay ısmarlayabilirdi. Birlikte yola koyuldular. Yok Yok, Leo’ya hem çevreyi tanıtıyor hem de ona işinden bahsediyordu. Kitapçıya geldiklerinde Yok Yok etrafı düzenlerken Leo da kitapları inceledi. O sırada içeri beş, güzel kadın girdi. Öğretmen olan ve okul kütüphanelerini kurabilmek için kitap seçmeye gelen bu, tatlı bayanlar Leo’nun ilgisini çekmişti. Belki de bu, Leo’nun hayallerini süsleyen çocuklarla kitap okuyabileceği bir fırsattı. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Leo önce onlarla tanışmak istedi. Setenay, Selen, Yasemin, Ayşe ve Hilal’e kendini tanıttı ve onlara hayalinden bahsetti. Onlar da kitap okuma projelerinde Leo’nun da olmasından mutlu olacaklarını söylediler. Kütüphaneleri için kitaba ihtiyaçları olduğunu söyleyen öğretmenler, Yok Yok’un da katkısıyla mükemmel bir kütüphane kurmaya karar verdiler. İşte macera başlıyordu… Çocuklar için en eğlenceli ve en güzel kitapları seçmeye özen göstererek,100 Temel Eser, Dünya klasiklerini de ekleyerek harika bir kitap hazinesi yarattılar. Leo, çocuklarla tanışıp bu hazineyi keşfetmek için sabırsızlanıyordu. Okula geldiklerinde onları okul müdürü Süha Bey karşıladı. Süha Bey, Yok Yok ve Leo’nun da onlarla birlikte çalışacak olmasından mutluydu. Hep birlikte kütüphane olması tasarlanan salona indiler ve neler yapabileceklerini konuşmaya başladılar. Okulu gezerek işe başlayan Leo tüm sınıflarda ve şehrin dört bir yanında fotoğrafını ve heykellerini gördüğü kişinin kim olduğunu sordu. Türkiye’nin kurucusu ve aynı zamanda bir dünya lideri olan Atatürk’ün hayat hikâyesini dinleyen Leo bundan çok etkilendi. Okula ismini veren Ali Fuat CEBESOY’ UN da Kurtuluş Savaşı’nda, Atatürk’ün silah arkadaşı olan bir kumandan olduğunu öğrenen Leo, bu okulda çalışacak olmaktan gurur duyduğunu söyledi. Yok ve Leo, okuldaki öğrencileri tanıdıkça bu kütüphaneyi kurmanın harika bir fikir olduğunu düşündü. İşe öğrencilerle birlikte kütüphaneyi rengârenk boyayarak başlayan Leo ve Yok Yok, kitapları da yerleştirdikten sonra buranın öğrenciler için ne kadar keyifli ve hoş bir yer olduğunu düşünüp mutlu oldular. Dünyanın her yerindeki çocuklar gibi onlar da kitap okuyup yenidünyalara girip, yeni hayallere dalabileceklerdi. Leo’nun hayali gerçekleşmişti işte. Çocukların gözlerindeki bu ışıltıyı görüp, onlarla kitap okumak dünyanın en güzel şeyiydi. Leo, kütüphaneden bir kitap seçti ve bunu çocuklara okumak istediğini söyledi. Ayşe öğretmen bu kitabı ”Masal Dünyası” nda okumanın çok daha keyifli olacağını söyledi. Leb, Yok Yok, öğretmen ve öğrenciler “Masal Dünyası” ne doğru yola koyuldular. Yolda Odunpazarı Evleri’ni gördüler. Bu muhteşem evler Eskişehir’in tarihini yansıtan birer aynaydı. Leo; Katti; Barro, Mehli ve tabi ki Yok Yok için hediye almak istediğini söyleyince hep birlikte Atlıhan Çarşısı ve Cam Müzesi’ ne gittiler. Leo, Atlıhan Çarşısı’ndan Katti, Mehli ve Yok Yok’ a Eskişehir’in meşhur lületaşından kolye, Barro’ya ise anahtarlık aldı. Leo, arkadaşlarına da buradan birer hatıra götürebileceği için çok mutluydu. Gezilerinin son durağı olan Masal Dünyası’na vardıklarında hepsi çok heyecanlıydı. Leo’nun okuduğu “Nasrettin Hoca” kitabını keyifle ve dikkatle dinleyen öğrenciler ayrılık anının yaklaşmasından da hüzünlüydüler. Leo, bu macera ve eğlence dolu Eskişehir gezisinden; bir sürü yeni dost, yeni hikâyeler ve çocukların gülümsemesiyle dolu bir hazineyle ayrıldı ve bindi Masal Dünyası’ndaki Korsan Gemisi’ne… Estonya’ya doğru yola çıkarken, arkasında dostu Yok Yok’u ve Ali Fuat CEBESOY İlköğretim Okulu’nun mutlu yüzlerini bırakmıştı… Leo à Bar – le – Duc / Leo, Gustave and the miraculous painting Eskişehir’den gelen Leo harika günışığının altındaki, berrak ve masmavi suya gemisiyle manevra yaptı. Yolculuk boyunca Leo stresliydi. Arkadaşlarını özlemişti. Lüksemburg’tan ayrıldığından beri gördüğü her şeyi düşünüyordu ve yine onlar kadar heyecanlı birçok macera yaşamayı umuyordu! Korsan gemisi, güneşin tadını çıkaran ve rüzgârın işi yapmasına izin vermenin mutluluğunu yaşayan Leo ile beraber Akdeniz’den Fransa’ya doğru sessizce ilerledi. Fransa’nın güneyindeki Sète Limanına ulaştı. Tekneyle kraliyet kanalından geçerek içine ulaşılabilen güzel bir şehirdi. Büyük şair ve şarkıcı Georges Brassens gibi birçok sanatçı bu şehri ünlü yaptı. Bu “yalnız ada”yı (şehrin lakabı) keşfettikten sonra, Leo Bar le Duc’e giden trene binmek için tren istasyonuna gitmek zorundaydı. Uzun ve eziyetli bir yolculuktu çünkü Paris’te tren değiştirmesi gerekmişti, korsan gemisini bırakmak zorunda olması ne kötüydü! Sonunda Bar le Duc tren istasyonuna ulaştı, trenden indi ve girişte, iki cam kapı arasından giren ve çıkan yolcuları gördü. Tren istasyonu önünde otobüs bekleyen bazı insanlara Bradfer Okulu’nun (Çünkü mevsim gazetesinde bulduğu ad buydu.) nerede olduğunu sordu. Aslanlı parkın bulunduğu yolun tam karşısında diye cevapladılar. Leo yolun üstündeki binalara baktı. Daha çok ev ve apartmanlar görüyordu! Zebrayı geçti, parmaklıkları aştı ve içeri girdi. Burada gerçekten aslanlar vardı ve hatta 4 tane! Gerçekten Bradfer Okulu’ndaydı. Leo aslanlara yaklaşıyordu. Onlar donuktular. Bronzdanmış gibi duruyordular. Ama gözleri maviydi. Avlu boştu bu yüzden küçük fare aslanlarla eğlenmeye karar verdi. Üstlerine zıplayıp, boyunlarına tırmanıp sırtlarından aşağı kayıyordu. Sonra Leo bu kadarının yeterli olduğuna karar verdi ve doğruca parmaklıkların önündeki beyaz duvara yürüdü. Kapıdaki pencereden içeri baktı ve gazetedeki her ülkenin hatta yeni ziyaret ettiği Türkiye ve İspanya’nın da işaretlendiği bir Avrupa haritası gördü! Çok meraklanmıştı! Sonra, okuldaki her çocuğun bir resminin bulunduğu bir pano gördü. Ayrıca başka bir beyaz kapı daha vardı. Kapı birden açıldı oysa Leo daha kapıyı çalmamıştı! Bazı çocuklardı! Leo kapının arkasına saklandı çünkü korkmuştu! O anda bir kız yaklaştı: “Burada ne arıyorsun?” diye sordu. “Kapı açılınca korktum.” diye cevapladı Leo. “Tamam ama burada ne yapıyorsun?” Böylece Leo her şeyi anlattı! Mevsimler gazetesi sayesinde Dudelange’daki işini, Kaiserslautern’deki Woog’u, Mehlingen Kalesini, uçan halıyı, Eskişehir’de yapımına yardım ettiği kütüphaneyi ve son olarak Bar le Duc’e olan yolculuğunu! “Evet, o gazeteleri hatırlıyorum. Sanırım, kütüphanede hala birkaç tane var.” “Onları ve kütüphanenizi görebilir miyim? Yeni kitaplar okumayı çok severim!” “Tabi ki! Ama şimdi öğretmenime katılmak zorundayım! İzleyin, fareler!” İzleyin fareler mi? Ama hangi fareler? Leo beyaz kapıyı açtı ve merdivenlere doğru giden fare resimlerini keşfetti. Öğrencilerin çizip duvara yapıştırdıkları küçük fareleri takip etti. İki kat çıktı ve bir salona ulaştı. Üzerinde İkinci sınıf, hiç işaret olmayan ve üzerinde fare resimlerinin olduğu dev bir poster olup “kütüphane” yazan üç kapı gördü. İşte burada! Kapıyı ittirdi ve kütüphaneye girdi. Kitaplarla dolu bir sürü raf gördü. Aniden arkasından bir çığlık duydu. « Leo!!! » Fransız kuzeni Gustave idi! Gustave Leo’nun üstüne atladı ve Leo yere düştü. Leo « Gustave! Ne yapıyorsun ? » diye sordu. « Kasım’dan beri burada çalışıyorum. Çok çalışıyorum! Ee, sen burada ne yapıyorsun? » Ve Leo bütün macerasını yeniden anlattı. « Vay be!! Buraya yeni kitaplar keşfetmeye geldin demek! Çok güzel! Gel, sana kütüphaneyi göstereyim! Bak ! Her şeyi yeniden düzenliyoruz. Burada romanlar, şiirler, albümler, sanat kitapları, bilimsel kitaplar, tarih kitapları… var. « Ne okuyorsun? » « Belgesel romanı okuyorum. Yeni keşfettiğim Bar le Duc şehrini biraz daha tanımaya çalışıyorum. ». Gustave kuzeni Leo’yu gördüğü için çok mutlu oldu ve dedi ki: « Benimle gel Leo, Bar-Le-Duc’la alakalı bu kitabı okuyalım! ». Böylece birlikte birçok inanılmaz şeyler keşfettiler! Gustave « Bak! Bu belediye sarayı parkı. Güzel bir orkestra bölümü var. Şuna bak, insanın zamanda geri gidip bir şeyler çalan orkestrayı ve dans eden insanları göresi geliyor! Ve şu heykele bak! Bar-le-Duc’ta doğan Michaux kardeşler adına inşa edilmiş. Bisikletin atası olan üç tekerlekli bisikleti icat ettiler. » diye açıkladı. Leo « Oh! Çok güzel bir bina! » diye bağırdı. Böylece Marbeaumont kalesini gördüler. 1903’te inşa edildi ve tarihi bir yapıydı! Birinci dünya savaşı sırasında Verdun muharebesinin gerçekleştiği yere çıkan Sacred yolunun başındaydı. Bu yüzden Marbeaumont Pétain ve Clémenceau (ordu komutanı ve başbakan) aldı, çünkü karargâh olarak kullanıldı. Bugün şehrin kurtuluş günü dedi. Leo « Vay be! Kaleyi görmek isterdim! Orada bir sürü kitap vardır. » dedi. « Evet, Sanırım bu okulun öğrencileri bazen buraya yeni kitaplar keşfetmeye gidiyorlar. » « Hadi görmeye gidelim! Nerede olduğunu biliyor musun? » « Sanırım evet, çok uzakta değil! » Leo ve Gustave okuldan çıktı ve kendilerini yeniden aslanların yanında buldular. Leo « Buradaki heykel kimin? » diye sordu. « Bu Ernest Bradfer! O bu okulu kurmak isteyen kişiydi. Demirci ustasıydı ve çalışanlarının çocuklarının gidebileceği bir yer istiyordu. O aslanları sunandı. » « O aslanları seviyorum! » Sonra okuldan çıktılar ve köprünün altından geçtiler. Ağaçların arasından güzel Marbeaumont kalesini görmeye başladılar. Yeşilliklerle kaplı çok güzel bir kaleydi! İki fare içeri girdi ve ışıklarla dolmuş mükemmel kütüphaneyi gördüler. Üç katta binlerce kitap vardı! Biz iki fare için Ali Baba’nın mağarasıydı! İki kuzen köşeye rahatça oturdu ve buldukları her şeyi okumaya başladılar! Birkaç saat sonra, Gustave kafasını kaldırdı ve fark etti ki kütüphanede çok az kişi vardı. Çok garipti! Hala çok erkendi! Leo burnunu kitaptan kaldırdı ve « Noluyor? » diye sordu. « Herkes gitmiş! Baksana neredeyse yalnız kaldık! » « Evet haklısın, garip! ». İki fare ayağa kalktı ve girişteki kütüphaneciye sormaya gittiler. « İyi akşamlar bayım, kapatıyor musunuz? » « Hayır! Çok erken! Neden? » « Kütüphane neredeyse boş! » « Rönesans festivali yüzünden! Herkes görmek için eski kasabada! » Gustave « Çok iyi fikir! » dedi « Evet hadi gidelim! » diye Leo’ya önerdi Kütüphaneci festival nasıl gideceklerini anlattıktan sonra, Leo ve Gustave yola düştü. Oraya ulaşabilmek için tırmanmak zorundaydılar, fazla vakit geçmeden kalabalığın sesini, ajitasyonu ve müziği duymaya başladılar! « Tüm şu insanlara bak! » dedi Leo, Gustave başını salladı. « Hoşgeldiniz arkadaşlar!!! » O yaklaşan bir müzik adamıydı. « Bu sizin ilk festivaliniz değil mi? » İki fare başını salladı. « Gelin benimle! Adım Ferrarino. Size Rönesans Festivali dünyasını göstereceğim! » « Bu eski Bar le Duc’ta olanlar, evler ve tarihi anıtlar Rönesans’a dayanır! Herkesin kostümler giydiği eskisiyle aynı bir marketimiz var! Her şeyin bulunduğu geçit töreni var! Ve tabi ki akrobatlar, palyaçolar ve sizin hizmetçinizmiş gibi davranan her türlü sokak artisti var! Parti var! » Leo « Harika! Ne güzel bir atmosfer! Ve Rönesans zamanında gibi hissettiğini anlamak ne kadar güzel! » diye bağırdı. « Gustave bunları bana gösterdiğin için teşekkür ederim! » Gustave « Ve şu adam, o ne yapıyor? » diye sordu Ferrarino « O, Leonardo Da Vinci’nin eserlerini yeniden yapıyor. » diye cevap verdi. « Leonardo Da Vinci, Rönesans’ın en önemli kişisidir. Ressam, heykeltıraş, bilim adamı, mimar, zeki, mucit ve daha birçok yetisi vardır! Keşfedilmesinden neredeyse 5 y.y. önce helikopter çizimi olduğunu biliyor musun? » Leo hayran kalmış bir şekilde « Bu resim çok güzel! » dedi « O Joconde! Leonardo Da Vinci’nin en meşhur tablolarından biri! Mona Lisa’nın gülüşü gizemine herkes tarafından hayran kalınmıştır! Fakat şimdi gitmek zorundayım. Eğlendirmem gereken bir sürü insan var! Güle güle arkadaşlar! » ve zıplaya zıplaya gitti! Leo Ferrarino’ya bakarak « Ne enteresan bir kişilik! » dedi. Leo döndü ve ressama bir soru sormak istedi ama ressam tablolarından birini satın almak isteyen çiftle konuşuyordu. « Şşşşşt! Şşşt! » Leo ve Gustave kimin konuştuğunu görmek için arkalarına baktılar ama herkes partide eğleniyordu! « Buradayım! » İki kuzen gözlerine inanamadılar! Onlarla konuşan tabloydu! « Yaklaşın! Size sırrımı söyleyeceğim! Çok büyük bir gizem değil. Bir bebek bekliyorum ve evet gülüyorum! Leonardo gülüşümü çok güzel çizdiğini Kabul ediyorum. Beni meşhur ettiği için teşekkür ederim! Fakat insanların sadece benimle alakalı konuşmaları çok ayıp! Leonardo daha başka birçok şey yaptı! Skeçler, heykeller, freskler, buluşlar ve dahası! O bir dahiydi! » Leo « Fakat onun bütün eserlerini nerede görebiliriz? » diye sordu. « Neredeyse her yerde! Washington’da, Londra’da, Roma’da, Saint Petersburg’de, Floransa’da… Ben başkalarıyla birlikte Paris’te Louvre’deyim. Fakat bana sorarsanız en ilginçleri Milano’da! Normal çünkü o bir İtalyan'dı! » Leo « Milano? Ziyaret ettiğim okulun yanında! Tamam! Gitmek zorundayım! İlk önce Leonardo’yu keşfetmek için Milano’ya, sonar da Bettola’ya gideceğim! Orası gazeteden gördüğüm diğer okul! » diye karar verdi. Kuzenine döndü: « Lütfen Gustave benimle gel! » Gustave « Gelemem! » diye yanıtladı. « Burada yapmak zorunda olduğum çok iş var! Yeni bir bilgisayar aldık, her şeyi güncellemek zorundayım! » Leo gerçekten üzgündü! Fakat bu macera yüzünden heyecanlıydı! Fakat aniden... « Fakat nasıl gideceğim? Botum yok, hatta halım da yok ve trenlerden sıkıldım! » Mona Lisa « Belki ben sana yardım edebilirim! » dedi. Tablo « Çabuk! Tablo genç çiftle beraber gidiyor! Bradfer / St Jean – Baptiste okulunu biliyor musun? » diye sordu. İki fare birlikte « Tabiki!! » diye cevap verdiler. « Öyleyse aslanları biliyorsunuz. Yalanmış pençeyi görmeye gidin. Ve oku okşarken 'yeni maceralar için yolda!'deyin, uyanacaktır ve nereye gitmek istiyorsanız size götürecektir! Biz beraber çok yolculuk yaptık! Ona benden selam söyleyin! » Leo ve Gustave Mona Lisa’ya minnetle teşekkür ettiler, sonar okula koştu! Parka ulaştıktan sonra Leo tablonun söylediği aslanın yanına gitti. Onu okşadı ve: « yeni maceralar için yolda! » dedi. O anda inanılmaz bir şey oldu! Aslan başını Leo’ya çevirdi: « Merhaba Leo! Mona bana senden bahsetti! Milano’ya ve sonra Bettola’ya gitmek istiyormuşsun doğru mu? » dedi. « Evet! Doğru! Lütfen beni oraya götürür müsün? » « Tabiki zevkle. Uzun zamandır bir macera için bodrumumdan çıkmamıştım! Sırtıma bin! » Leo aslanın sırtına yaklaştı, tereddüt etti; sonra Gustave’ye sarıldı! « Görüşürüz kuzen! Okula ve kendine iyi bak. Bütün maceralarımı sana yollayacağım! Yakında yine bir araya geleceğiz tamam mı? » « Evet Leo, görüşürüz! İyi yolculuklar! Umarım bir sürü güzel maceralar yaşarsın! » dedi Gustave. Sonra Leo aslanın sırtına atladı. « Hazır mısın? » diye sordu aslan « Hazırım! » dedi Leo. « Öyleyse gidelim! » ve iki arkadaş yeni maceralara doğru gittiler! 6. BÖLÜM Leo Appennine Dağlarında Gezide Sonunda, üzerinde “Milan” yazısını okuduğu kaleyi gördü ve arkadaşı Aslan Milan Katedral Meydanına indi. Aslan çan kuleleriyle dolu devasa yapıya hayran kaldı. Leo’ya “Bir kale!!” diye bağırdı. Leo “Hayır, değil! O, bu şehrin katedrali... Hadi gel, gezelim!”. Yemek salonunda, 1495-1498 arasında yapılan, Leonardo da Vinci’nin “İsa’nın Son Akşam Yemeği” tablosunu canlandıran bir freskin bulunduğu, Santa Maria delle Grazie ’ya (Saint Mary of Graces) doğru gittiler. Aklı başından gitmiş ve mutlu olan Leo ve Aslan Milan’daki turlarını 15. yy.’ın büyük dâhisinin planladığı makinelerin kopyalarının sergilendiği “Bilim ve Teknoloji Müzesi”nde durarak bitirmeye karar verdiler. Sabırsız Leo içeri daldı ve Leonardo odalarına yöneldi, 130 çok nadir modelden bazılarını Aslan’a anlatmaya başladı. Aslan Leo’ya “Ama sen birçok şey biliyorsun!” dedi. Leo “ Çok okuyan kişi birçok yeni ve ilginç şeyler öğrenebilir!” diye cevap verdi. Leo müze müdüründen aynı laboratuarda bulunan “uçan pervane”nin kopyasını çıkartabilmek için izin istedi. Leo işini bitirdiğinde Aslan Leo’dan sevgili okulu “Bradfer”e gelmesini rica etti. Leo üzgündü fakat Aslan’ın yorgun olduğunu anladı, teklifini kabul etti ve onunla vedalaştı. Aslan ayrıldı, pervanenin tek bir dönüşüyle ünlü kâşif Kristof Kolomb’un büyük bir heykelini gördüğü Bettola Şehri’ndeki Kolombo Meydanındaydı. Ortaokul kütüphanesinin penceresinden dışarı bakan Gigiotto, “uçan pervane”nin meydana indiğini gördü. Meraklandı, kimim geldiğini görmek için koştu ve böylece Leo’yla tanıştı. Bu iki fare hemen arkadaş oldu. “Bortelina” ve Bettola peynirinden oluşan kısa bir atıştırmadan sonra, Gigiotto Leo’yu ilkokul öğrencileriyle tanışmaya götürdü ve sonra köyü ikiye bölen Nure Nehri’nin üzerindeki köprüden geçerek ortaokula ulaştılar. Girişte Gigiotto Leo’ya Comenews duvarını ve sonra ilk katta, Leo’nun okul dergisinin bir kopyasını bulabileceği, yenilenen kütüphaneyi gösterdi. Leo kütüphanenin içinde etrafa göz atarken, konuştular. “ Meydanda neden Kristof Kolomb’un bir heykeli var?” diye sordu Leo. Gigiotto ona bazı tarihçilere göre bu ünlü kâşifin ailesinin buralı olduklarını anlattı ve meraklı Leo ziyaret etmek istedi. Öğrenciler okula geri geldiklerinde, bu iki fareyle şefkatle vedalaştılar çünkü onlar diğer okulları da ziyaret etmek zorundaydılar ve “uçan pervane” ile Farini’ye yöneldiler. Küçük bir köyün üzerinden uçtular ve ressam Stefano Bruzzi’nin adının verildiği bir okulun bahçesine doğru yöneldiler. Bir çocuk gelenin Fare Gigiotto olduğunu gördü ve “ Fare Gigiotto geldi!!! Hadi onu karşılayalım!!!” diye bağırdı ve herkes bahçeye doğru koştu. Ama Gigiotto’nun yalnız olmadığını fark ettiler: onunla beraber yeni bir arkadaş daha vardı. Selamlaşma ve tanışmalardan sonra, çocuklar ve Gigiotto Leo’yu kütüphaneye götürdüler ve onun özelliğini anlattılar: aslında, okul içinde yer almasına rağmen, kent konseyinin gönüllüleri tarafından yönetiliyordu. Leo eski kitapların çekiciliğine kapılmıştı, sonra İtalyan Klasikleri rafına doğru gitti ve bazı başlıkları yüksek sesle okumaya başladı. Zaman zaman öğrenciler onun için hikâyeleri kısaca özetlediler. Gigiotto memnun olmuştu. “Geliyorlar.. Geliyorlar.. Sonunda geliyorlar!” diye bağırıyordu, Salini Restoran’ın önünde toplanan Groppallo ahalisi.. Fare Gigiotto’yu ve birçok ülkeyi tanıyan gerçek bir Avrupa faresi olan yeni arkadaşını karşılamaya hazırdılar; aslında Farini’nin öğrencileri onun gelişini sıcak bir hoşgeldin çağrısıyla anons etmek için onu bu şekilde tarif ediyorlardı. Herkes oradaydı, sadece okuldaki öğrenciler yoktu. Son virajdan beri terli ve mutlu olan Fare Leo ve Fare Gigiotto yolda tanıştıkları Öğretmen Luisa ile birlikte geliyorlardı; dağ bisikleti sürüyorlardı. 7 km boyunca Gigiotto’nun öncülüğünde pedal çevirdiler ve şimdi durup, aşçı tarafından ısmarlanan lezzetli salam yemeğinden yediler. Ve sonra okula kadar son bir koşu yarışı! Bahçede onları bekleyen çocuklar yoktu ama sevimli kitap kurtları vardı. Fare Gigiotto Leo’ya ders yılı boyunca okumayı seven her çocuğun bir sihirle istediği her an saygıdeğer bir “kitap kurdu” olabildiğini anlattı. Fare Leo sevinçten havalara uçarak “Kaç tane arkadaş!”. Fareler ve öğrenciler kendilerini tanıttı. Sonra hep beraber anasınıfına girdiler: sürpriz! Leo’nun kalbi daha hızlı daha hızlı çarpıyordu. Sınıf bir renk şöleniydi ama onun bakışları öğrenciler tarafından yapılan görülmemiş kitapların çekiciliğine kapıldı. O anda, sloganı “Okuyan kurbağa kral olur.” olan küçük bir kütüphanenin olduğu üst kata çıktılar. Fare Leo mutluydu, bıyıklarını yaladı ve “Ben çok kitap okudum bu yüzden en azından bir prens olurum” diye düşündü. Sonra mavi yumuşak yastığın üzerine uzandı ve uyudu. Uyandığında, rüyasını herkese anlattı: “Köyün zirvesine çıktım. Kilise orada değildi, yerinde bir kale vardı ve yanında sabuntaşı yapan, ellerinde aletler olan birçok insan vardı ve bir takım güzel toplar yapmışlardı. Sonra onları bir araya getirdiler ve bazı dekoratif kolyeler ve ilkel tespihler oluşturdular. Geçmişe döndüğümü düşündüm. Ama bakışlarım iki gümüş madeni paranın üzerine düştü. Ne tuhaf bir rüya!”. “O bir rüya değildi.” diye cevapladı bilge fare Gigiotto, “11. yy.’da, gerçekten burada bir kale ve sabuntaşı üreten bir atölye vardı. Arkeolojik buluntular Arkeolog Ghiretti tarafından ve gönüllülerin yardımıyla gün ışığına çıkarıldı. O anda aslında okulun üzerinde olan müzenin odalarına yerleşmeyi bekliyorlardı”. Ama şimdi İtalya gezisinin son ayağı olan Ferriere Okulu’na hareket vaktiydi. Leo ve Gigiotto iki bisikletin üzerine atladılar. Meydanında içine dalabilecekleri bir çeşme bulunan eski şehir merkezine ulaştılar. Leo çamur içinde debelenirken“Ahh, benim canlanmaya ihtiyacım var.” diye ağladı. “Biliyor musun Gigiotto? Bir sonraki ziyaret edeceğim okul Opole’daki olacak çünkü bir yerlerden, orada Venedik gibi bir mahalle olduğunu okudum.” Gigiotto Leo’yu dürttü ”dışarı çık! Burada Alta Val Nure’da gezecek çok yerimiz var.” “Tamam, nereden başlıyoruz?” Gigiotto onu “Maden Müzesi”ne götürdü ve faytona binmeye davet etti. İki fare Pomarolo’daki Ferriere Madenleri’ne doğru yol aldılar. “ Geldik, aşağı in!” diye bağırdı Gigiotto. İki fare bir zamanlar madencilerin tahammül ettiği mağaralara girdiler: ortam karanlıktı, taş soğuk ve nemliydi ve geçmişteki bazı madencinin sesleri ve emekleri duyuluyor gibi gözüküyordu. Gradona deresinin suları bir zamanlar işlenen ve satılan demirin kalıntılarını taşların üzerinden silemiyordu. Bununla birlikte akşamki temiz hava iki fareyi daha uzaklara bile gitmeye davet etti çünkü Leo buradan çok da uzak olmayan bir yerde bazı Avrupa ülkelerinin bayraklarının dalgalandığını görüyordu:”Bu bayraklar nerde? Kapanmadan görmek isterim orayı?” Gigiotto soruyla birlikte heyecanlandı ve “Tabi ki, orası “Dağ Evi”, dünyanın evi, dünyanın bütün ülkelerinden erkeklerin ve kızların kültürel etkileşim için yaz tatillerinde toplandığı bir yer.”Ama bu mükemmel!” diye hayretle ağladı Leo ve kamyonetine atladı, bir anda okulun hemen yanındaki Kırmızı Ev dinlenme yerindeydiler. Bina muhteşemdi; duvarlarında Türkiye, Özbekistan, Çin Fransa, Hindistan, Gürcistan, Kamçatka Yarımadası, Lüksemburg ve Meksika’dan gelen erkek ve kızlar tarafından boyanan bazı mozaikler ve resimler vardı. İçeride her köşe tarzı, kültürü ve görenekleri farklı olan bir ülkeyi temsil ediyordu. “Aman Tanrım” diye hayretle ağladı Leo “Bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim.”. Hava kararıyordu ve Ferriere’nin alışkın olmayan insanlar için tuhaf etkilere sahipti; küçük titremeler baş gösterdi ve saçları diken diken olmaya başladı. Bu yüzden, bazı yerel ve tipik ürünlerin tadına bakan, iki fare bir damla “ Bargnolino” içtikten sonra, gönülsüzce birbirleriyle vedalaştılar. Kamyonet kullanan Leo, Polonya’daki Opole için ayrıldı. Leo ve Polonyalı Arkadaşının Tavsiyesi Küçük bir kitaplığın altından iki küçük kuyruk çıktı. Kuyruklar fare Leo’ya ve Polonyalı arkadaşına, kitap faresi Leonek’e, aitti. İtalya’daki uzun yolculuğundan sonra Leo dinlenmek istiyordu, bu yüzden farelerin ikisi de sakince oturdular. Normalde kütüphane çok kalabalık bir yer olurdu ama şimdi öğleden sonra geç bir vakitti ve kimse onların rahatını bozmamıştı. “4 Mevsim” gazetesinde bahsedilen okulları ziyaret eden küçük dünya gezgini, Leo, uzun zamandır Polonyalı arkadaşı ile buluşmayı hayal ediyordu. Bunun için dün Opole’e geldi. Leonek arkadaşının fantastik maceraları ile ilgili hikâyeleri dinlerdi. Kitapfaresi kütüphanede ki hayatını sevmesine rağmen Leo’nun yaşadığı harika gezileri biraz kıskanıyor gibi gözüküyordu. “Peri masalı karakterleri, uçan halılar ve bir aslanın sırtında seyahat. Hayatı çok ilginç olmalı!”, diye düşündü Leonek. “ Ama şimdilik, benim hikâyelerim yeter!”, diye bağırdı Leo. “Biliyorum, büyüleyiciler ama bulunduğum yeri; okulu ve kütüphaneyi tanımak istiyorum. Ve tabi ki senin buradaki hayatını! Burada olma nedenim bu.”, diye ekledi misafir. Böylece Leonek arkadaşının merakını gidermeye çalıştı: “Okul büyük ve buraya birkaç yüz öğrenci geliyor. Ve okul kütüphanesi onların favori yerlerinden biri. Kütüphanede binlerce farklı yayın var: romanlar, kısa öyküler, popüler bilim ve dergiler... Burada öğretmenler bile yararlı yayınlar bile bulabiliyor. Öğretmenlerin öğrencilerle beraber daha iyi çalışmalarına yardımcı olacak kitap ve dergiler hakkında düşünüyorum. Önemli olan öğrencilerin sadece kitap ödünç alabilmeleri değil, burada birçok ilginç şeyler yapmaları.” “Öğrenciler burada başka neler yapabilirler?”diye sordu Leo. Leonek “Örneğin, günlük ödevleri ve ekstra projeleri için bilgi sağlamada bilgisayarları kullanabilirler. Ve kütüphane görevlilerinin, Aneta ve Krystyna’nın, yardımına her zaman güvenebilirler. İkisi de çok sevimli ben onları çok severim. Her gün kütüphaneyi açtıklarında, beni çalışma masasının üstendeki bir kitap yığınının üzerine koyarlar. Böylelikle her şeyi çok iyi gözlemleyebiliyorum ve hatta çocuklara ne okuyacaklarını tavsiye bile edebiliyorum.” diye cevapladı. Leo kütüphanede etrafına bakındı- kitaplar, kitaplar, kitaplar. Eğer Polonyalı arkadaşı ne okunacağı konusunda iyi bir danışmansa, beraber bir şeyler okumak iyi olacaktır. Böylece Leo Polonyalı fareye rica etti: “Hadi beraber bir şeyler okuyalım.”. Leolek bu fikri sevmişti. Ve kendi kendine düşündü: “Leo Opole’deyse, şehir hakkında bir kitap okumalı.” Ve güzel resimlerle dolu bir albüm aldı. Kitapta Opole’deki yerler vardı, özellikle görülmeye değer olanlar. Resimlere baktılar ve altlarındaki küçük yazıları okudular. Leo sorular sordu ve arkadaşı da, albümde gösterilen eski ve yeni yapıları misafirine anlatarak, sorulara cevap verdi. Burada yeni bir amfi tiyatro var. Her yıl, Haziran ayında, Milli Lehçe Şarkılar Festivali’nin konserlerini burada izleyebiliriz. İşte bu sebeple Opole Lehçe Şarkıların Başkenti olarak anılır. Bizim amfi tiyatromuz insanlar üzerinde gerçekten hoş bir etki yaratır. Ve festival haricinde daha birçok ilginç etkinlikler burada yer alır. Ve biz şehir merkezinde kendi “ yıldız sokağı”mıza sahibizdir. Orada en ünlü Polonyalı müzisyenler ve şarkıcılar kendi adlarına yapılmış hatıra yıldızlarına sahiptir- asfaltta avuç içlerinin damgası vardır. Opole’de birçok eski anıt vardır- çok eski bir şehirdir. Ve Leonek misafire Młynówka Kanalı’nın yanındaki bulvarı gösterdi. Güzelce ışıklandırılan bu şehir, ünlü İtalyan şehri Venedik’i andırıyordu. İnsanlar bu eski yapıların sudan bittiği izlenimine kapılmışlardı. Ama Leo eski bir kulenin remiyle aşırı derecede ilgilenmişti ve yapı hakkında sorular sordu. “Opole’deki en ünlü ve en değerli eseri soruyorsun.” , misafire kuleyi anlatabileceği için çok mutlu olmuştu: “ 14. yüzyılda inşa edildi ve karakol olarak işledi. Karakol, Polonya hükümdarlarının en eski hanedanına, Piast Ailesine, ait prens kalesinin bölümlerinden biriydi. Yukarı çıkan birçok dar koridor ve dik basmak var ama ziyaretçiler hep, yukarıdaki terastan mükemmel görülebilen Opole’ün harika manzarasıyla ödüllendirilirler.”. Leo “ Bütün kulelerin, kalelerin ve sarayların kendi hikâyeleri vardır. Burasıyla ilgili bir efsane biliyor musun?” diye sordu. “Tabi ki. Burası birçok etkileyici olaya tanıklık etti. İnsanlar yıllardır anlatır. Dinle!” dedi ve devam etti Leonek: Ople’e yaklaşık 20 km mesafede, Strzelce Opolskie diye adlandırılan, küçük bir kent vardır. 16. yy’da, çok zengin ve saygın bir prens ailesi orada yaşarmış. Prens’in eşi güzel ama şımarık ve kaprisli Ofka adında tek bir çocuğa sahip olmuş. O büyüdüğünde, güçlü ve varlıklı soylular ve prensler babasının kalesine gelmişler – Ofka ile evlenmek istiyorlarmış. Ama prenses damat adaylarıyla alay edermiş ya da onların cesaretlerini tüketirmiş. Örneğin, adaylardan biri yedi başlı bir ejderha tarafından korunan suyu getirmek zorundaymış, bir diğeri ise buzdağından altın bir elma getirmek zorundaymış. Genç ve cesur adamlar görevleri yerine getirirken harap oluyorlarmış. Bir gün, büyük sihirbaz olarak ünlenen, Opole kalesinden Prens İyi John Ofka’nın anne ve babasının yanına gelmiş. Galiba sihirli gücünü kullanarak, prens kıza büyü yapmış ve o da evlenme teklifini kabul etmiş. Bir ay sonra nişanlanmışlar ve İyi John Ofka’ya zümrüt bir yüzük vermiş. Nişanlı çift hemen bir sonraki yaz dönümü gecesinde evlenmeye karar vermişler. Her şey hazırken, düğünden bir gün önce, Ofka prensten ayrılmış. Galiba prensin büyüsü etkisini yitirmişti. Zümrüt yüzüğü çıkarmış ve kulenin tepesinden fırlatmış. Yüzük ortadan kaybolmuş ve kimse onu aramamış. Çok kızgın olan prens Ofka’yı kulenin zindanına hapsetmiş. Ondan sonra bir daha hiç aşık olmamış ve asla evlenmemiş. O zamandan beri Ofka’nın hayaleti, her yaz dönümü gecesinde, kulenin üstünde ortaya çıkar. İnsanlar sebep olduğu felaketten sonra Opole’ü koruduğunu söylerler. Onun bu davranışından dolayı, Piast ailesinin Opole’e hükmetme hakkı kalmamış- İyi John da soyundan gelenleri bırakmamış. 1532’de, John’un ölümünden sonra, Opole Prensliği Çek Kralı olan Ferdynand Habsburg’un malı olmuş. Her yaz gecesi, Ofka’nın hayaleti kulenin üzerinde dalgın dalgın dolanır ve tam gece yarısında ve zümrüt nişan yüzüğünü aşağı atar. Sözüm ona hayaletlerden korkmayan her erkek yüzüğü bulmalı ve onu kendi hayatının aşkına vermeliymiş. Onların beraber mutlu olacaklarına inanılır. “ Tamamıyla kendimi efsaneye kaptırmışım. Çok ilginçti. Belki burada daha uzun kalabilirsem yüzüğü de bulurum.” diye haykırdı Leo. “Seneye de gelirsen harika olur. Belki de yüzüğü beraber ararız.” diye cevapladı Leonek. Öğlen akşama dönüşmüştü ve farelerin uykusu geldi. Leo mutsuzca “ Ne yazık! Harika hikâyeleri okumak ve anlatmak yerine uyumalıyız.” Dedi. Leonek “Bence de kötü.” dedi. “ Ama yarın sabah öğrencilerin kütüphane de başka neler yapabileceğini de göreceksin. Çok ilginç olacak.” diye ekledi Polonyalı kitap faresi. İki fare de, iki rahat yatağın bulunduğu kütüphane köşesinde uykuya daldılar. Ertesi gün sabah Leonek misafirini uyandırdı. Dünya gezgini çok çabuk hazırlandı ve iki fare kütüphaneyi açacak olan görevlileri beklemeye başladı. Bir süre sonra kütüphane görevlisi Aneta içeri geldi, fareleri selamladı ve onları okuma odasındaki bir bilgisayar masasının üzerine koydu. “buraya oturun ve yarışmayı bekleyin.” dedi. Leo Polonyalı arkadaşına sessizce “Yarışma mı? Kütüphanede mi?” diye sordu. “ Evet, kesinlikle. Kütüphanede birçok ve farklı yarışmalar düzenleriz. Tamamen değil ama genellikle okuma ve yazma ile ilgilidirler.” diye cevapladı Leonek. “ Bugün, öğrencilerin Avrupa Birliği hakkında ne bildiklerini kontrol eden, Avrupalı Yarışması var. Hadi bekleyelim ve görelim.” diye ekledi fare. Bir süre sonra yarışmacılar okuma odasına geldiler. 6. Sınıflardan 12 öğrenci 4 gruba bölünmüştü - her sınıfın 3’er kişilik takımları vardı. Yarışmayı yürüten öğretmen soruları soruyordu ve öğrenciler cevaplıyorlardı. Her iki fare de öğrencilerin bilgisinden etkilendiler ve cevapları dikkatlice dinlediler- daha çok öğrenebilmenin iyi bir yoluydu. Aniden fareler bir tekerleme duydular : “Ortak okullarımızın bulunduğu Avrupa ülkelerini sayın.” Bir takım cevap vermek zorundaydı ve bir süre fikir alışverişinden sonra öğrenciler : “Estonya, Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg, İspanya ve Türkiye.”. “İyi cevap, bir sayı kazandınız.” diye övdü öğretmen öğrencilerini. Yarışma bittiğinde öğretmen puanları açıkladı ve sonucu ilan etti. Bütün öğrenciler çalışmaları sebebiyle sertifika ve hediyeler aldılar. “Sevdin mi?” diye sordu Leonek ve sonra fark etti ki misafir dikkatlice bir şey düşünüyordu. Leonek “Arkadaşım ne düşünüyorsun?” diye sordu. “Tabi ki de ziyaret edeceğim diğer okulları. Beni düşündüren şey daha ziyaret etmediğim yerler, Estonya ve İspanya’da ki kütüphaneler. Bu yüzden ilk nereye ve nasıl gideceğimi düşünüyorum.” diye cevapladı Leo. Polonyalı fare gülümsedi ve dedi ki: “Şanslısın. Ben sadece ne okunacağı hakkında değil ayrıca nereye nasıl gidileceği hakkında da iyi bir danışmanım. Bir süre önce bir tartışma duydum. Birkaç öğretmen Estonya’da Mooste’ye yapacakları seyahat konuşuyorlardı. Sen onlarla gidebilirsin. Eminim hızlı ve güvenli bir yolculuk olacaktır, şimdiye kadarkiler kadar heyecanlı olmasa da.” Leo fikri sevmişti fakat bazı şüpheleri vardı. O Estonya’da iyi bir ziyaretçi olabilecek miydi? Leonek’ten tavsiye istedi ve Polonyalı fare “ Mooste’de kütüphanede yaşayan küçük bir fare tanıyorum. Adı Otto. Hadi ona e-posta gönderelim. Senin Estonya'daki kalışını sorabiliriz.” diye tavsiye de bulundu. Fareler bir bilgisayarı açtılar ve Mooste’deki okulun adresini buldular. Sonra Otto’ya acele cevap bekleyen bir e-posta gönderdiler: “Merhaba Otto, Ben, Lüksemburg’dan kitap faresi, Leo. “4 Mevsim” gazetesinde bahsedilen okulları ziyaret ediyorum. Polonyalı öğretmenler ile beraber sizin okulunuza gelebilir miyim? Seninle tanışmak ve heyecan verici yolculuklarımı sana anlatmak istiyorum. Ayrıca sizin kütüphanenizi de ziyaret edeceğim ve eminim sen en iyi rehber olacaksın. Cevabını dört gözle bekliyorum. En iyi dileklerimle, Leo” Cevap hemen geldi, hoş bir davete benziyordu. Şimdi Leo’nun hiç şüphesi yoktu, Estonya’ya gitmeliydi. Öne minibüsle Polonya’nın başkenti olan Varşova ‘da ki havaalanına gidecekti ve uçakla da Estonya’nın başkenti olan Talin’e gidecekti. Ve en sonunda da Talin’den Mooste’ye otobüsle geçecekti. O sadece öğretmene, yanına küçük ve hafif bir fareyi almasını nazikçe rica etmek zorundaydı. Ve bu durumda Polonyalı arkadaşına ve kütüphane görevlileriyle onun iyi işbirliğine güvenebilirdi. Okul gününün sonunda, kütüphane boşaldığında, Leonek Aneta ve Krystyna’dan Estonya’ya giden öğretmenlerle Leo ve problemleri hakkında konuşmalarını rica etti. Kütüphane görevlileri yardım etti, onlar kitabı ve kütüphaneyi seven herkese yardım ederlerdi. Öğretmenlerden biri Leo’yu Estonya’ya el çantasında götürmeye razı oldu, bir kitap faresi için büyük, yumuşak ve sıcak, mükemmel bir yerdi. Böylece Leo biraz yorucu olmasına rağmen, yolculuğun hızlı ve güvenli geçmesini bekledi. Leo ve Otto Estonya ‘da Leo, Estonya ‘ya uçakla, bir bayanın çantasında gelir. Polonya’dan başlayan uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra; nihayet Estonya’nın başkentine varır.”Neden Eski Talin ‘de bir gezinti yapmayayım “ diye aklından geçirir. Rüzgârlı dar sokakları, kırmızı çatılı, heykellerle ve süslemelerle dolu taştan evleriyle, burası sanki bir peri masalı gibiydi. Birden, görür görmez çok hoşuna giden bir binayı gördü. Binanın üzerinde “ Estonya Çocuk Edebiyatı Merkezi” yazıyordu. Leo “ Aa, galiba burası bir kütüphane, en sevdiğim yer “ diye aklından geçirdi. Burayı görmeden geçmek istemedi. Ev oldukça ferah, geniş ve aydınlıktı; içeride resimli-resimsiz, eski-yeni çocuklara ve yetişkinlere uygun birçok kitap bulunuyordu. İkinci katta; diğer odalardan tamamen farklı bir oda gördü. Bu odayı diğerlerinden ayıran; farklı renklerle boyanmış sandalyelerle dolu olmasıydı. Son derece arkadaş canlısı olan kütüphaneciye; bunun nedenini sordu Leo ve sandalyeleri Estonyalı farklı sanatçıların boyadığını öğrendi. Yani Estonya ‘da sanatçı ve yazarlar son derece arkadaş canlısıydılar. Bu mükemmel bir şeydi. Müzedeki görevli bayan ona Eston Alfabesi kitapları sergisini gezdirdi. Eski olanlar ilginçti; ancak renkli resimleri ve eğlenceli metinleri olan yeniler daha güzeldiler. Leo bu kitapları bir türlü okuyamadığı için oldukça şaşkındı. Kitaptaki harfler bugün kullanılan alfabeden tamamen farklıydı. “Keşke bende Eston sanatçılar gibi resimler çizebilsem diye “ iç geçirdi Leo. Evden çıktığında bir grup çocukla karşılaştı ve onları takip etmeye karar verdi ve içinden bir ses doğru şeyi yaptığını söylüyordu; çünkü binanın üzerinde “ Estonya Kukla Müzesi” yazıyordu. Bu müze, sıradan bir oyuncak veya kukla müzesi değildi; ziyaretçiler hem Estonya Kukla Tarihiyle ilgili bilgi alabiliyorlardı hem de farklı kostümler giyen aktör ve aktrisleri görme şansları oluyordu. İçeride istedikleri kuklayı ellerine alıp oynatabiliyorlardı. Leo bu binadan ayrılmayı hiç ama hiç istemedi ancak aç olduğunu hissedince akşam yemeğini yemeye karar verip oradan ayrılır. Aniden sokakta kendisini şaşkına çeviren bir manzarayla karşılaştı. Çocuk Edebiyat Merkezi’nde kitap çizimlerini gördüğü Estonyalı yazar Edgar Valter ‘a hayranlık duymuştu. Birden bire sokak ortasında 3 Jolly Fellow ( İyi Arkadaş) kitaptan fırlarlar ve birden Leo ‘ nun karşısında belirirler. “ Siz gerçekten iyi arkadaşlar mısınız; Sammblahabe (Kabasakal), Kingpool (Yarım Ayakkabı ) and Muhv (Beceriksiz)?” , diye sordu Leo. “Evet “ diye cevapladı Yarım Ayak; ayakkabısından çıkan parmaklarıyla guru duyar gibi görünerek. “ Fakat şimdi seninle konuşacak vaktimiz yok; sadece dondurmamızı alıp Mooste ‘ye yola koyulacağız. Orada Estonyalı Çocukların kitap kahramanlarının yer aldığı bir karnaval olacak ve bizlerde onur konukları olarak davetliyiz” dedi Beceriksiz. “Mooste mi? Bu isim bir yerden tanıdık geldi.. Güney Estonya ‘da mı? Orada arkadaşım Otto yaşıyor ve kendisi beni yaşadığı yere davet etmişti. Kitap Kurdu Otto ‘ yu tanıyor musunuz ?” diye sordu Leo. “Evet, elbette , adını duymaz olur muyuz.. Bildiğim en önemli kitap okuyuculardan biridir. Bak!! Al bakalım şu dondurmayı ve atla arabaya. Kaybedecek vaktimiz yok “ dediler. Hava gittikçe kararıyordu ve Beceriksiz Mooste ‘de, kocaman, gösterişli bir malikânenin önünde durdu. İçeride tüm ışıklar yanıyor ve içeriden eğlenceli bir müzik duyuluyordu. Karnaval havası vardı her yerde. Otto; arkadaşı Leo sonunda yanında olduğu için oldukça mutluydu. Otto, Leo ‘ yu rengârenk ve şahane kostümle içindeki çocuklarla tanıştırdı. “ İlk bu çizgili elbiseli kızla tanış dedi; bu Sipsik( Ufaklık) , kızların en sevdiği. Fakat şuradaki ufak boynuzları, kirli elbiseleri ve dağınık saçları olan çocuk ise Nukitsamees(Tümsekli).Buradaki uzun saçlı adamlarda Pokus ( Çim Adamalar ) , genelde bozkırda yaşarlar. Bu kopek kostümü içindeki kız ise Lotte, kendisi şuanda Estonya ‘daki en tanınan kitap karakteridir. Onun hikâyesi tam 3 perde halinde tiyatroda oynamıştır.” Kitap Kurtları partinin tadını çıkarıyorlardı; ancak saat geç olmuştu ve çocukların eve dönme zamanı gelmişti. Yatağa gitme vakitleri gelmişti. Otto, Mooste Okul Kütüphanesinde, kitaplar ve sözlüklerle dolu bir odada yaşıyordu. Otto yaşadığı bu yeri çok seviyordu. Odanın bir köşesinde ufak, yumuşak bir yatağı vardı. Fakat bugün kendisi; yatağını arkadaşı Leo ‘ ya vereceği için, kanepede yatacaktı. Saat çoktan gece yarısını geçmişti; fakat Otto mışıl mışıl uyurken; Leo kafasında oluşan yeni deneyimlerini düşünmekten uyuyamıyordu. Leo birden odadan garip sesler duydu. Dolap kapısı birden açıldı ve uzun siyah saçlı, güzel elbiseli bir kadın ve beyaz takım elbiseli bir erkek beliriverdi. Fakat bu iki kişi; diğer insanlar gibi yürümüyorlar sanki havada salınıyorlardı. Leo daha önceden eski ev ve kalelerde dolanan hayaletlerden haberdar olduğu için onlardan korkmadı. Otto ‘ya doğru koştu ve onu uyandırdı. Otto bir kaç aydır orada kalmasına rağmen, kendisi daha önce hiç görmemişti hayaletleri. Leo hayaletlere kim oldukları sordu ve genç adam konuşmaya başladı” Benim adım Ghert. Büyükbabam ve babam Alman baronlarıydılar. İki yüz yıl önce, eski baronun en büyük oğlu babasının tüm varlığını miras bırakmıştı. Amcam Magnus en büyük oğlan çocuğuymuş; ancak kendisi çok uygun bir kişi olmadığından büyükbabam malikânesini ve tüm mal varlığını bana bıraktı. 25 yaşımı doldurup, askere gidince onun tüm mal varlığını benim almamda karar verilmişti. O zamanlar akrabalarıyla beraber Almanya’da yaşayan amcam Magnus beni ayı avına davet etti. O gün benim dışımda herkes eve sağ salim vardı; fakat amcam Magnus beni bir ağacın arkasından vurup öldürdü.” Ghert bu üzücü hikâyesine bir sure ara verip sonar yeniden devam etti ; “ Çok sevdiğim, Mooste ‘de evlenmeyi planladığım bir kadın vardı. Öldüğümü duyduğunda bir daha hiç evlenmemiş ve hayatının sonuna kadar da hep böyle kalmış. Simdi ikimizde ölüyüz ve sonsuza dek hayalet olarak beraberiz. Bizi sadece bazı kişiler görebilir; fakat biz daima buralardayız. Burada, bu malikânede çalışan, yaşayan her kişi hem mutlu hem de şanslılar.” Ardından bayan “Leo, senin pek çok ülkede bulunduğunu biliyoruz. Biz evimizden daha uzağa gidemeyiz; o yüzden lütfen bizi unutma ve bize yaptığın yolculuklardan haberler ver. Eminim sadece biz değil, Otto da senin hikâyelerini duymak için sabırsızlanıyordur “ dedi. Bunun ardından Leo Almanya, Lüksemburg, Italya, Fransa ve Polonya ‘daki harika maceralarından bahsetti. Hiçbiri gece uyumadılar ve uyumak istemediler de.. Hatta kütüphanedeki kitaplar bile bu hikâyeleri dinlediler ve hepsi için bu asla unutulmayacak bir deneyimdi. Güneşin ilk ışıklarıyla uyumaya karar verdiler. Günlerden Cumartesi olduğu için, kimse onları rahatsız etmedi, ne bir çocuk sesi ne de teneffüslerde koşturan çocuklar vardı. Leo, bir sonraki durağı olan Ispanya ‘ya çıkmalıydı; fakat yaşadıkları yeni – eski maceraları anlatmak için yeniden buluşmaya söz verdiler. Leo SERON’da Leo Ispanya’nın başkenti Madrid’e varır varmaz Majesteleri D. Juan Carlos ve Doña Sofia ile buluşmaya gider. Kral kaza geçirdiği için hastanelerdir. -Zavallı Kral başı hep belada, diye düşünür Leo. Onlara iyi dileklerini ilettikten sonra Seron’un nerede olduğunu sordu. Orayla çok ilgilidir çünkü Seron’da yeni bir okul inşa edildiğini ve elbette böylece okulun yapımında ve kütüphaneyi kurmaya yardımcı olabileceğini düşündü. Don Juan Carlos çok cömert biriydi Majesteleri kendi arabasını, hatta özel şoförünü Leo’ya Seron’a gidebilmesi için vermişti. Dört saat sonra Granada ‘ya varmıştı; oradan Alhambra’dan balonla Seron’a uçtu. Balonfutbol sahasına iniş yapmıştı. Tahmini 156 çocuk; fakir insanlara yardım amacıyla yiyecek ve para topladıkları için , “Dayanışma Günü” nü kutluyordu. Çocuklar balonu görünce şaşkınlıkla ona baktılar. Kalabalığın içinde bir de fare vardı. Leo sordu: -Adın ne? -Benim adım Reme, R-E-M-E. Boyadığımız taşlarla dolu bir tezgâhımız var, bize yardım etmek ister misin? Onları satmalısın. -Mükemmel, nasıl yardım edebilirim? -Bir taş ne kadar? diye sordu Leo. -Bir Euro diye cevapladı Reme. “Dayanışma Günü” sona erdiğinde, Leo, Reme’ye Okul Kütüphanesini ziyaret etmek istediğini söyledi. Reme üzülerek, henüz kütüphanenin tamamlanmadığını söyledi. -Fark etmez, dedi Leo. Pek çok ülke ziyaret ettim ve size fikir verebilirim. Söylediklerimi dikkatlice dinleyin lütfen. -Aslında bir kütüphanemiz var ama çok büyük değil, gel de sana gösterelim dedi Reme. -Mükemmel, hadi gidelim, dedi Leo. Kütüphaneye varır varmaz , “Comenius Duvarı” nı ve öğretmenlerin yaptıklarını görürüler. Orada, Leo gittiği diğer ülkeleri hatırlar. Kitapları düzenlerken “D. Quijote de la Mancha” kitabıyla karsılaşır. -Bu çok ilginç bir kitap. Defalarca duymuştum bu kitap hakkında, der Leo. -Evet öyledir. Yazarı Shakespeare ile karşılaştırılır. İkisi de mükemmel yazarlardır. -Aynı bizim köyümüzde bulunan bir sanatçı gibi bizim ulusal sembolümüzdür ve oldukça meşhurdur. -Leo, okumak istiyorum, acaba okuyabilir miyim, der. -Elbette, kitaplar zaten bunun – okumak- içindir. diye cevapladı Reme. Bir süre sonra Reme, Leo’ya seslenir: -Öğle yemeği zamanı! -Uff, yorucu bir gün geçirdiğimiz için hem acıktım hem de yoruldum diye iç geçirdi Leo. -Hadi Seron’da çok meşhur olan zeytinyağlı ve etli sandviç yapalım. -Neden sandviç yemek zorundayız diye merakla sorar Leo. - Çünkü yıllardır astronomi gözlemcisi olan bir kişi olan “Calar Alto” yu ziyaret edeceğiz. -Yıldızları görebilecek miyiz, diye merakla sordu Leo. -Elbette, gezegenleri, sevgili Leo, senin adına aynı ismi taşıyan, Leo Takımyıldızını bile göreceğiz der Reme. Ertesi gün, yürüyüşe çıktılar. Kaleye çıktılar; oradan Kiliseye doğru gittiler ve Orta Çağ’dan kalma bazı tablolar gördüler. Daha sonra, yöreye özgün Almanzora manzarasını ve dağlarını görme şansına sahip oldular. Aniden biri Leo’ya seslendi -Seron helikopter pistinde seni bekliyorlar, Lüksemburg’a doğru yola çıkacaksın. - NE? der Leo şaşkınlıkla. -Gel hadi, ufak bir fare seni bekliyor. İsmi de Kätti. Birbirlerine veda ettikten sonra, Leo el salladı. -Söz veriyorum, bir gün yine geleceğim. Leo yaşayacağı yeni maceraların düşüncesiyle yola koyulur.