istanbul`da yaşamak

Transkript

istanbul`da yaşamak
pe
cy
a
cy
pe
a
a
pe
cy
" W o o l Cupra Line"
Yaz sezonu için yeni
karışımlı bir koleksiyon.
Yaz sıcağında konfor ve
serinliği bir arada
yaşamak için...
" P u r e Wool M a c h i n e
Washable" Collection
% 100 y ü n olmasına karşın,
çamaşır makinesinde
yıkanabilme özelliğine
sahip. Türkiye'de ilk defa...
(Bu kumaş, washable tekniğine
uygun malzemelerle
dikilmelidir.)
"Ultra Twist Wool Blend"
Collection
İşadamının günlük giyiminde
ütüsü bozulmayan ve
her zaman şık olmasını
sağlayan, özel ultra twist y ü n
karışımlı ipliklerden yapılmış,
ilkbahar/yaz için takım
elbiselik. Şık ve serin...
pe
cy
a
" S t r e t c h Life W e a r "
Collection
-Wool LycraAltınyıldız'dan erkek
giyiminde, buruşmayan,
rahatlığı en yüksek
düzeye çıkaran yepyeni bir
ürün... Stretch pantolon ve
takım elbiselik.
"Golden Touch
1 2 0 ' s " Collection
Avustralya'dan özenle
seçilen çok ince y ü n
elyafından üretilerek,
Altınyıldız'ın Amerika ve
Avrupa konfeksiyoncularına
sunulan en gözde ihracat
koleksiyonu.
"Wool Cotton"
Collection
Birbirini tamamlayan
iki tabii elyaf. 1996 yazı için
üretilen yepyeni bir ürün...
" U l t r a T w i s t Cool
Wool" Collection
Bahar ve yaz sezonunun
vazgeçilmez takım elbiselik
kumaşı. % 100 y ü n ü n tüm
özelliklerini taşıyan yüksek
büküm ipliklerden yapılmış
takım elbiselik koleksiyonu.
"27/11"
ın yana getirin p a r ç a ları, y e n i s t i l l e r d e n e y i n .
ALTINYILDIZ
25 senede 100 milyon
metrelik satışa ulaşan
bir Altınyıldız klasiği.
Yepyeni bir renk paletiyle..
a
cy
pe
Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık
Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal
Demirkanlı Genel Yayın Yönetmeni: Dikmen Gürün Uçarer
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Mustafa
Demirkanlı
Yayın
Koordinatörü Emre Koyuncuoğlu. Yazarlar: Memet Baydur,
Ahmet Cemal, Ahmet Levendoğlu, Yazı İşleri: Ilgın Sönmez,
Nevra Savcılıoğlu, Öykü Potu-
ŞUBAT 97
SAYI 67
250.000.-
oğlu. Tiyatro Kulübü Sorum­
lusu: Murat Güler Redaksiyon:
A. Nalân Özübek Katkıda Bulu­
nanlar: Üstün Akmen, Sibel
Arslan, Hayati Asılyazıcı, Rengin
Uz, Semra Ekşioğlu Özden,
Handan Salta, Hayati Asılyazıcı,
Esen Çamurdan, Nadi Güler,
Hasibe Kalkan, Kerem Karaboğa,
Nihal Kuyumcu, Semra Ekşioğlu
Özden, Handan Salta, Rengin
Uz, Leman Yılmaz
Grafik
Tasarım -Kapak: Yeşim Demir
Teknik Müdür: Erkut Arıburnu
Dizgi:
Nuray
Lale
Hukuk
Danışmanı: Fikret İlkiz Dağıtım:
Ahmet Ergin İdari Sekreter:
Hülya Özdemir Ofset Hazırlık:
Tiyatro
Yapım
Baskı:
Stil
Matbaası
Abone
Bedeli:
3.000.000. - Kurumlar Abone
Bedeli: 3.500.000.- TL
Tiyatro Yapım Yayıncılık 77c.
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir80060 İstanbul
Telefon: (0.212) 293 72 77
Fax: (0.212) 252 94 14 Posta
Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248
Banka Hesap No: T.İş Bankası,
Cihangir Şb. 197 245 Yapı Kredi
Bankası,Cihangir Şb. 1001388-8
tiyatro
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S.11
HABERLER/S. 12
BU AY SAHNEDEKİLER/ S.1 5
TİYATRO... TİYATRO... 7 YAŞINDA Mustafa Demirkanlı/ S. 18
a
SÖYLEŞİ:HADİ ÇAMAN Rengin Uz/ S. 20
SÖYLEŞİ:ŞAKİR GÜRZUMAR Dikmen Gürün/ S. 23
cy
İNCELEME: MASKE VE RUH Esen Çamurdan/ S. 24
LİMON YAZILARI Memet Baydur/ S. 27
TAORMİNA VE AVRUPA TİYATRO ÖDÜLÜ Dikmen Gürün/ S. 28
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 31
pe
ELEŞTİRİ: SİLVANLI KADINLAR Sibel Arslan/ S 32
"ORKESTRA" VE "SORUŞTURMA"DA BİÇİM-İÇERİK SORUNU Hasibe Kalkan/ S 34
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S. 37
BAKIŞ: WHERE ARE YOU FROM?
YA DA KÜLTÜREL KİMLİK Nadi Güler/ S.38
ELEŞTİRİ: KÜHEYLAN Üstün Akmen/ S.40
ELEŞTİRİ: KÜLKEDİSİ Nihal Kuyumcu/ S.42
DERLEME: ARTHUR MİLLER VE OYUNLARI ÜZERİNE Leman Yılmaz/S. 44
İNCELEME: TİYATRO YAYINCILIĞIMIZ ÜZERİNE Kerem Karaboğa/ S. 46
ÇEVİRİ: POSTMODERN TİYATRO ÜSTÜNE (II) Çev: Semra Ekşioğlu
Özden/Handan Salta / S.48
ELEŞTİRİ: BÜYÜLÜ GÖL Nihal Kuyumcu/ S.52
BAKIŞ: 25. YILINDA AHMET LEVENDOĞLU Hayati Asılyazıcı/ S 54
TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA/ S. 55
cy
pe
a
EDİTÖRDEN
Dikmen Gürün
Cinayetler, hırsızlıklar, sahtekârlıklar,
yüzsüzlükler diz boyunu da aştı.
Tırmanan gericilik ve yobazlık da
tuzu biberi yaşananların. Sanki
vahşet filmi izler gibiyiz. Deşildikçe
altından hertür pislik çıkıyor;
"Kokuşmuş birşeyler var Danimarka
krallığında" dercesine...
Ben "vahşet filmi" diyorum ama,
bakıyorum da çoğu kez bu
yaşananlar "tiyatro"ya benzetiliyor.
Olayların canlı, kişilerin elle tutulur
olmasından mı? belki de... Bu ilginç
benzetme bana Shakespeare ile
oldukça yakın ilişki içinde olduğumuz
şu günlerde (bir güçlü oyun; "Bir
Ata, Krallığım" ve bir güçlü film; "III
Richard") Hamlet'in tiyatro ve
a
oyunculuk sanatı üstüne
dizelerinden bölümler anımsattı:
"Doğduğu gün de, bugün de
pe
cy
tiyatronun asıl amacı nedir?
Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin
iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini
göstermek, çapımızın ne olup ne
olmadığını ortaya koymak. Gerçeği
büyültmek ya da küçültmekle
bilgisizleri güldürebilirsiniz ama bu
bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili
dost, bilgisiz bütün bir kalabalıktan
daha önemlidir.
Ah, ben öyle oyuncular gördüm ki
sahnede, öyle beğenilen, alkışlanan
ama , değil hıristiyan, değil
müslüman insan bile değillerdi.
Öylesine şişirme, uydurma hallere
giriyorlardı ki, dedim; bunları
tabiatın kaba işçileri yaratmış
olmalı, insan yapıyorum derken
insanlığın berbat bir kopyasını
yapmışlar."
Evet, herşeye karşın dergimizin 7.
yılında yine de hep birlikte daha iyi
yarınlara...
9
HABERLER...
TEB'den Tiyatrolarımıza Çağrı:
"Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakikalık Karanlık"
Nazım Hikmet
Vakfı Kültür
Merkezi
Dostlar,
"Suç örgütlerini kuranların ve onlara görev verenlerin mutlaka yargı önüne çıkartılması
konusundaki kararlı isteğimi göstermek; olayı soruşturan kişi ve mercilere destek ver­
mek; demokratik, çağdaş, şeffaf hukuk devleti özlemimi duyurmak için 1 Şubat 1997
Cumartesi gününden itibaren başlayarak, her gün saat 21.00'de ışığımı BİR DAKİKA
süreyle karartıyorum.
Ve ülkede yaşayan herkesi, bir ay süreyle, her gün saat 21.00'de ışıklarını karartmaya
çağırıyorum. Bu çağrı yurttaştan yurttaşa yapılmıştır."
Sizlerin de eline ulaştığını sandığımız bu çağrıya, insana yakışır bir düzende yaşamak
isteyen bütün sanatçı dostlarımızın katılacağına yürekten inanıyoruz.
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) olarak, tüm tiyatro sanatçısı dostlarımıza biz
de bir çağrıda bulunuyoruz:
"Tiyatroda Siyasal Kimlik" toplantısının
konuşmacısı ise Ahmet Cemal'di. Kimlik
kavramı üzerinde sorun olarak
durulması gerektiğini önemle
vurgulayan Cemal, yabancı metinleri
oynayarak 'özgün tiyatro-özgün kimlik'
yansımaları sağlanamayacağını bildirdi.
pe
TOBAV'da
Pazartesi
Toplantıları
cy
a
"Aydınlığa çıkmak için bir dakika karanlık" dayanışmasına katılacak kişilerin çoğunluğu
saat 21.00'de evlerinde bunu uygulayabilecekler. Oysa sizler, o saatte görev yapıyor­
sunuz. Gerek bu dayanışmaya kişisel desteğinizi göstermek, gerekse aynı duyguyu ve
bilinci paylaşan seyircilerinize katılım olanağı yaratmak için, 1 Şubat gününden başla­
yarak bir ay süreyle saat 21 .00'de sahnelerinizi bir dakika karartmaya çağırıyoruz. Şu­
bat boyunca her gece bir dakikalık karanlığın, sahnelerimizdeki spotların sonsuza
dek yanmasını sağlayacağına inanıyoruz.
Ocak ayında "Reji Tiyatrosu" ve
"Tiyatroda Siyasal Kimlik" başlıkları
altında TOBAV lokalinde gerçekleştirilen
iki toplantının ilkine konuşmacı olarak,
Engin Cezzar, Ahmet Levendoğlu ve
Orhan Alkaya katıldılar. Murat
Karasu'nun yönettiği toplantıda üç
yönetmen de kendi birikimlerinden yola
çıkarak dünyada ve ülkemizde reji
kavramının, geçmişi ve bugününden
söz ederken kendi bakış açılarını
açıkladılar.
Gölge Tiyatro
İzmir, yeni bir tiyatro dergisine kavuştu.
Hamit Demir ve Semih Çelenk'in büyük
özverileriyle çıkan derginin adı "Gölge
Tiyatro."
Dergide, inceleme, eleştiri, çeviri, anı ve
belge yazılarla, bazı değerlendirmeler
yer alıyor.
Nâzım Hikmet Vakfı Kültür Merkezi
Sıraselviler'de 48 No'lu apartmanın
ikinci katında 15 Ocak günü bir
kokteylle açıldı. Nâzım'ın kişisel
eşyalarının sergilendiği bir sergi salonu
ve seksen beş kişilik bir tiyatro
salonundan oluşan kültür merkezinde
çeşitli etkinlikler düzenlenecek.
Aydınlanmanın
Işığında Sanat
İnsanlarımız
TOBAV (Devlet Tiyatroları Opera ve
Balesi Çalışanları Vakfı) ile İDE Eğitim ve
Organizasyon tartından ortaklaşa
hazırlanan"Aydınlanmanın Işığında"
SANAT İNSANLARIMIZ adlı SAYGI
GECESİ'nin ilki, ülkemiz aydınlanma
hareketinin yorulmaz yazın ve düşün
insanı, eleştirmen, denemeci, çevirmen
Vedat Günyol adına düzenlenen
geceyle başladı.
Sanatsal yaratımlarıyla edebiyat, müzik,
tiyatro alanında çağdaş kültürümüzün
oluşumuna katkıda bulunan; sanatçı
kişilikleriyle sanat ve kültür dünyamızda
özgün bir yere sahip olan sanatçılar
adına "Aydınlanmanın Işığında Sanat
insanlarımız" genel başlığında birer
etkinlik düzenlendi. Etkinliğin ilk
bölümü 8 sanatçı için düzenlenen
SAYGI GECESİ ve anılarına hazırlanan
kitaplardan oluşuyor.
Çeşitli sanat ve kültür insanlarımızın
katkılarıyla oluşturulacak olan bu
etkinlikler dramatik birer senaryo ile
programlaştırıldı. Her bir sanatçının
yaşamı, sanatçı kişiliği, yapıtları, Devlet
Tiyatrosu sanatçılarınca canlandırılıp,
yazar ve eleştirmenlerin görüşleri de
ilgili sanatçının dramatik senaryosu
10
içinde yer aldı. Ayrıca her bir etkinliği
calici kılabilecek, sanatsal serüvenlerini
kapsayan birer de anı kitabı hazırlandı.
600 kişilik modern bir Kültür Merkezinin
de hizmete girmesiyle, Kocaeli'nin bir
sanat merkezi konumuna getirilmesi
yolunda önemli adımlar atılmış olacak.
27 Ocak Pazartesi günü başlayan
etkinlikler, 9 Haziran günü Gülten
Akın'ın gecesiyle sona erecek.
Atatürkçü
Düşünce
Derneği Tiyatro
Büyük Ödülü
'96-97'
ADD Bakırköy Şubesi tarafından
1996-97 tiyatro sezonunda İstanbul'da
sergilenecek olan bir tiyatro oyunu için
yapımcı tiyatroya "ADD Tiyatro Büyük
Ödülü" ile, oyunun yazarına,
yönetmenine, baş erkek ve kadın
oyuncuya, çevre düzeni ve giysi
tasarımcısına, ışıkçısına ve müzikli ise
kompozitörüne "ADD Tiyatro Başarı
Ödülleri" verilecek. Ödüllendirilecek
oyunlarda "Atatürkçü düşünceye hizmet
eden, Kurtuluş Savaşımızın öncesi ya da
sonrasını anlatan, ülkemizin geleceğine
Mustafa Kemal düşüncesi
doğrultusunda katkı sağlayan ve
sanatsal nitelikleri olan" bir yapı
aranmaktadır. Seçici Kurul Üyeleri Necla
Arat, Hayati Asılyazıcı, Semih Balcıoğlu,
Ataol Behramoğlu, Tuncer Cücenoğlu,
Nail Güreli ve Meriç Velidedeoğlu'ndan
oluşmaktadır. Seçici Kurul değerlendirme
toplantısını Nisan ayı içinde yapacak ve
Ödül Töreni en geç Mayıs ayı içinde
Büyük Ödül'ü kazanan oyunun
gösteriminden önce gerçekleştirilecektir.
pe
cy
24 Ocak 997 günü Uğur Mumcu için
Türkiye'nin dört bir yanında çok sayıda
etkinlik düzenlendi, İstanbul'da saat
12.00'de "Cumhuriyet"te yapılan törene
geniş bir okur kitlesi katıldı. Ankara'da
Uğur Mumcu'nun evinin önünde ve
mezarı başında da tören yapıldı,
İzmir'deki yürüyüşe ise katılım yine çok
fazlaydı. Aynı akşam Lütfü Kırdar
Kongre Salonu'nda Uğur Mumcu
Araştırmacı Gazetecilik Vakfı tarafından
düzenlenen "Uğur Mumcu Sesleniyor"
başlıklı törene katılmak için gelen pek
çok inan kapıdan dönmek zorunda
kaldı. O gecenin etkinliğinde ise Metin
Akpınar, Zeki Alasya, Müjdat Gezen,
Uğur Yücel, Aliye Uzunatağan, Mustafa
Alabora, Gülen Karaman, Erdal
Özyağcılar, Arif Sağ, Sertap Erener,
Mirkelam, Suavi ve Timur Selçuk gibi
sanatçılar görev aldılar.
a
Ölümünün 4.
Yılında Uğur
Mumcu Anıldı
İzmit Büyükşehir
Tiyatrosu
AKM'de İftar
Yemeği
İzmit Büyükşehir Belediyesi tarafından
yaptırılan ve bu yıl hizmete girecek Şehir
Tiyatrosu'na sanatçı ve teknik eleman
alımı için 15-31 Ocak tarihleri arasında
sınav açıldı. Işıl Kasapoğlu'nun Genel
Sanat Danışmanlığında kurulacak
kadroya, oyuncu ve sanatçılar sınavla,
teknik elemanlar ise mülakatla alınıyor.
Şehir merkezindeki 300 kişilik Büyükşehir
Kültür Merkezi'nin yanı sıra, yine
Büyükşehir Belediyesi'nin Yahya
Kaptan'da yapımı devam etmekte olan
Atatürk Kültür Merkezi Ocak ayı
sonunda Kültür Bakanı İsmail
kahraman'ın verdiği iftar yemeğine
sahne oldu.
İftar yemeğinde kuran okundu, AKM'nin
en alt katında ise namaz kılındı.
Yemekte davetlilere bir konuşma yapan
Kahraman, davet geleneğini yerine
getirmek amacıyla iftar yemeği verdiğini
açıkladı. Ramazanların giderek daha
şekil aldığını belirten Bakan, sözlerini
şöyle tamamladı; "Çok büyük bir
misyonla işbaşındayız. Biz senelerin
biriktirdiği tortuyu kaldırmaya
çalışıyoruz. İnanan insanlar birbirinin
kardeşidir. Ramazan-ı Şerifinizi şimdiden
kutlar, Allah'ın selameti üstünüzde
olsun, derim,"
Uludağ
Ünivertisesi
Tiyatro Atölyesi
1995 sonbaharında Uludağ Ünivertisitesi
bünyesinde kurulan 'Tiyatro Atölyesi'
Bursa'da bulunan potansiyelin eğitim ve
ürüne dönüşebileceği deneysel ve
araştırmacı bir oluşum. Yaratıcı drama,
şan, metin çözümlemesi, ritmik,
doğaçlama, diksiyon, sahne, tiyatro
tarihi, estetik, kostüm tasarım, eskrim,
psiko- sosyo drama, dans, atölye
öğrencilerinin aldığı dersler arasında.
Dilek Öztekin' in sanat yönetmenliğinde
çalışmalarını sürdüren Atölyede
workshop, konferans ve seminerler de
düzenleniyor. Atölyenin bu yılki
çalışmalarından biri "Oyunun Adı" adlı
sözsüz oyun. Konseptin, atölyeye ait
olduğu oyunu Dilek Öztekin sahneye
koyuyor.
Şehir
Tiyatroları'nda
Sait Faik
Sait Faik'in 90. yaşı 22 Ocak günü Şehir
Tiyatroları'nda düzenlenen bir etkinlikle
kutlandı. Toplantıya Fethi Naci, Konur
Ertop ve Perihan Ergun konuşmacı
olarak katıldı. Geçen yıl Sait Faik'in
ölümü nedeniyle yazarı tanıyan kişilerin
anılarını derlediği bir kitap yayımlayan
Perihan Ergun her yıl Mayıs ayının ilk
pazar günü Sait Faik Öykü Ödülü
düzenlediklerini hatırlattı. Etkinlikte
Savaş Dinçel, Faik'in eserlerinden
11
HABERLER...
derleyerek tiyatroya uyarladığı "Meraklısı
İçin Öyle Bir Hikâye" adlı oyundan bir
bölüm sundu.
"Haritadan
Naklen Yayın"
Tekrar
Gösterimde
Geçen sezonun en çok tartışılan
oyunlarından "Haritadan Naklen Yayın"
yeniden gösterime giriyor. Kerem
Kurdoğlu'nun yazıp yönettiği,
müziklerini Cem İdiz'in dekor ve kostüm
tasarımını Naz Erayda'nın yapmış olduğu
profesyonel bütün yazarlara açık.
Yazarlar en az üç, en çok on sayfalık
daktilo edilmiş öykülerini 6 nüsha olarak
daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış
olmak koşuluyla, elden ya da posta ile 1
Mayıs '97 tarihine kadar (ÇYDD Rıfat
Ilgaz Gülmece Öykü Yarışması, İstanbul
CD. Havlucular Sk. 4/2 34750 Bakırköyİstanbul) adresine teslim edecekler.
Kopyalarda yazar ismi bulunmayacak
ancak bir sözcükten oluşan bir rumuz
yazılacaktır. Yazar, ayrıca kapalı bir zarfa
gerçek kimliğini, biyografisini, fotoğrafını
ve adresini yazdığı bilgileri yerleştirecek
ve zarfın üzerine rumuzu yazarak
kopyalarla birlikte teslim edecektir. Konu
seçimi ise serbest bırakılmıştır. Seçici
Kurul Müjdat Gezen, Kandemir Konduk,
Bensu Kaya, Sulhi Dölek ve Tuncer
Cücenoğlu'ndan oluşmaktadır. Sonuçlar
en geç Temmuz ayı içinde açıklanacaktır.
cy
a
Müşfik Kenter
BBT'nin Başında
pe
Türkiye'nin 3. ödenekli tiyatrosu olan
Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda, Pekcan
Koşar'ın görevden alınmasıyla boşalan
Genel Sanat Yönetmenliği'ne Müşfik
Kenter atandı. Sanat Danışmanlığı
görevine ise Üstün Asutay getirildi. BBT
'97 yılı içerisinde açılması planlanan yeni
tiyatro salonları ile daha çok izleyiciyi
tiyatroyla buluşturmayı amaçlıyor.
oyun, İstanbul Sanat Merkezi Kumpanya
Sahnesi'nde, 14 Şubat tarihinden
itibaren, cuma ve cumartesi günleri saat
20:00'de oynanacak.
Rıfat Ilgaz
Gülmece Öykü
Yarışması
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
Bakırköy Şubesi'nce '97 yılı için Rıfat
Ilgaz adına bir gülmece öykü yarışması
düzenleniyor. Yarışma amatör ya da
12
Refik Eren Vefat
Etti
Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi'ne
uzun yıllar hizmet veren dekor
tasarımcısı Refik Eren vefat etti. Otuz
beş yıllık sanat yaşamı boyunca 500'den
çok oyunun sahne tasarımını ve
yapımlarını gerçekleştiren Eren, birçok
sanat kuruluşu ve Kültür Bakanlığı
tarafından çok kez ödüle layık görüldü.
Eren 10 Ocak günü Taksim Sahnesi'nde
yapılan törenin ardından toprağa verildi
Tiyatro Sanatçısı
Hümaşah Hiçan
Vefat Etti
Tiyatro yaşamına 1947'de Açıkhava
Tiyatrosu'nda Muhsin Ertuğrul'un
sahneye koyduğu "Kral Oidupus" ile
başlayan Hümaşah Hiçan İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Şehir
Tiyatroları'nda 100'e yakın oyunda rol
aldı.
Geçtiğimiz ay yitirdiğimiz Hümaşah
Hiçan 72 yaşındaydı.
Dergimizin en
genç üyesi:
Melih
Demirkanlı
Yazı İşleri Müdürümüz Mustafa
Demirkanlı ile eşi Emine Demirkanlı'nın
11 Ocak cumartesi günü aramıza
katılan minik bebekleri Melih
Demirkanlı'ya sağlık ve mutluluklar diler,
annesini, babasını ve ağabeyi Deniz'i
kutlarız.
BU AY SAHNEDEKİLER
Melih Cevdet Anday'ın Roma İmparatoru
Ölümsüz Jul Sezar ve karısı Calpurnia'yı
günümüz Parisi'ne getirdiği "Ölümsüzler" adlı
oyun"Büyüklük nedir?", "Kimlere büyük adam
diyoruz?", "Ölümsüzlük nedir?", "Tarih
nedir?" sorularını fantastik bir boyutta
tartışmaya açıyor. Jul Sezar'ın Paris
sokaklarında geçirdiği günleri, kendini,
Roma'yı ve tarihi sorgulayışı oyuna gülmece
boyutunu kazandırıyor.
Thomas Brasch, savaşların kadınları
ve çocukları yok ettiğinin altını
çizerken savaşın yarattığı farklı
özdeşleşmeleri yansıtmayı
amaçlıyor. İki arkadaş, Rosa ve
Klara, savaş alanında, Rosa'nın
asker kocasını ararlarken jandarmalar
tarafından yakalanıyor ve savaş zamanında
geleneğe göre kadınlara verilen yerlere- askeri
hastaneye ya da geneleve- götürülüyorlar.
Rosa ve Klara erkeklerin savaşında onlara
verilen bu rollere karşı farklı şekillerde
direniyorlar. Oyun, bu iki kadının tercihleri ve
değişen yaşamlarını konu alıyor.
pe
cy
Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu
Yazan ve Yöneten: İsmet Hürmüzlü
Yönetmen Yardımcısı: Özer Tunca
Dekor ve Kostüm Tasarım: Serpil
Tezcan
Işık: Adnan Açıkdüşünenler
Müzik: Süleyman Yardım
Tiyatro: Tiyatro Tanı
Yazan: Thomas Brasch
Çeviren: Özkan Schulze
Redaksyon ve Dramaturji: Atilla
Engin
Müzik: Erkan Oban
Işık: Gökhan Atılmış
Tasarım, Sahneleme ve Oynayanlar:
Özkan Sculze ve Mutlu Polat
a
Tiyatro: Tiyatro Fora
Yazan: Melih Cevdet Anday
Yöneten: Tufan Karabulut
Dekor ve Kostüm Tasarımı: Burak
Tansel
Işık Tasarımı:YükselAymaz
Oynayanlar: Tufan Karabulut, Yeşim
Alıç, Arda Kavaklıoğlu, Kayra
Şenocak, Ayşegül Ünsal, Cem
Kumçay, Hakan Tiryaki, Erkan Polat
Büyük Türk düşünürü Mevlana Celalettini
Rumi'nin Şems'i Tebrizi'de bulduğu Tanrısal
aşkın anlatıldığı oyunda Mevlana'nın yaşamı,
düşünceleri, felsefesi; kadının toplumdaki yeri
işlenmekte, günümüz insanlarına mesajlar
vermektedir.
Tiyatro: Dormen Tiyatrosu
Yazan: Haldun Dormen, Alper
Düzen
Yöneten: Çetin Akçan
Dekor Tasarım: Osman Şengezer
Kostüm: Güler Yiğit
Müzik: Andrevv Llyod Webber
Seslendirenler: Ruhsal Öcal, Halit
Ergenç, Ayşe Sedef Ayfer, Uğur
Baburhan,
Evita Hayalet ve Ötekiler.Dormen
Tiyatrosu'nun her yıl olduğu gibi bu
yıl da gençler için gerçekleştirdiği
çalışmalardan biri. Bu müzikal kolajda
Andrew Llyod Webber'in müziklerinin
tanıtılması amaçlanmış.
Tiyatro: Kocaeli Bölge Tiyatrosu
Roman: Ferit Edgü
Oyunlaştıran ve Yöneten: K. Yüksel
Dekor Tasarım:T. Büyükarman
Kostüm: D. Ardalı
Işık Tasarım: V. Göl, Y. Sarı
Efekt: H. Küçükkuşçu
Oyuncular: B. Akçin, T. Büyükarman, K.
Yüksel, E. Kandemir, H. Bilgin, M. Bilgin, N.
Karadeniz, G. Kon, N. Nazlar, S. Salihoğlu,
M. Karadeniz, S. Karadeniz, S. Yılmaz, S.
Yılmaz, D. Çilingir
Acımasızlığı, yoksulluğu, yalnızlığı ve ölümü
çok yoğun yaşayan insanlar arasında olmayı
tercih eden "0"nun öyküsünü konu alan
oyun, birlikte yaşamayı bilmek üzerinde
duruyor. Oyun, ortak olan birikimlerin, dilin ve
düşlerin altını çizerek bunların bilinmesi ve
korunması gerekliliğini savunan kim olduğu
bilinmeyen birinin çabalarını konu alıyor.
13
Tiyatro: Antalya Devlet Tiyatrosu
Yazan ve Yöneten: Ali Meriç
Dekor-Kostüm Tasarımı: Buket
Akkaya
Işık Tasarımı: Selahattin Yazar
Müzik ve Dans Düzeni: İhsan Klavuz
Oynayanlar: Teoman Özer, Reha
Özlan, Şule Öner, Tuna Orhan,
Süheyla Güze, Yasemen
Büyükağaoğlu, Nalan Yavuz, Şenol
Kaderoğlu, Ali Meriç, Sedat Savtak,
Aslı Turanlı, Ebru Sırkıntı, Ayşe Ergül, Ebru
Özler, Orkun Yılmaz, Bülent Potooğlu
pe
cy
a
Cumhuriyet yıllarının başında bir Çadır
Tiyatrosu'nun "Akide Şekeri" adlı oyunu
sahnelemesini konu alan oyun, geleneksel
Türk tiyatrosunun niteliklerini sergilerken bir
karmaşanın yarattığı komik durumları da
gözler önüne seriyor. Akide Şekeri, Türk
gelenek ve göreneklerin yansıtılmasını da
amaç ediniyor.
14
Tiyatro: Büyükçekmece Belediyesi
Bedia Muvahhit Tiyatrosu
Yazan: Saide Poyrazoğlu
Yöneten: Ahmet Yazıcı
Sahne Tasarım: Nihat Alptekin
Müzik ve Işık Tasarım: Nihat
Alptekin
Oynayanlar: Ahmet Yazıcı, Zehra Sivri, Bülent
Demir, Saadet Özcan, Nihat Alptekin, Canan
Can, Erkan Çubukçu, Sedat Yıldız, Lalehan
Özer, Arzu Akdağ, Ekrem Balkan, Murathan
Beşi, Derya Hamarat,
Anadolu'dan gelen aşırı muhafazakar,
hoşgörüsüz bir amcanın günümüz gençliğini
temsil eden yeğenleri ile olan ilişkilerini
anlatan oyun, her şeyin değiştiği günümüzde
"Gelenekler ve töreler aynı kalsa da insanlar
zamanın ve mekânın gerekliliklerine göre
değişir" mesajını veriyor.
Tiyatro: Kadıköy Halk Eğitimi
Merkezi Deneme Sahnesi
Yazan: Grup Çalışması
Yöneten: Grup Çalışması
Dekor Kostüm Tasarım: Grup
Çalışması
Oynayanlar: Oğuz Bıyık, Yılmaz
Arıkan, Vedat Oyuryüz, Sennur
Kaya, Yüksel Güçlü, Gülfem
Hafızoğlu, Şenay Korgül
Aziz Nesin, Haldun Taner, Nâzım
Hikmet, Rıfat Ilgaz, Yaşar Kemal ve
daha pek çok yazarın öykülerinder
ve şiirlerinden yararlanılarak
oluşturulmuş bir epik komedi olaral
tanımlanan oyun, Türkiye'nin
eğitim, sağlık, ve adalet sistemlerin
sorguluyor. Politik kirlenmenin de
konu edildiği oyun, sorunlara, ustaların
gözüyle bakmayı hedefliyor.
BU AY SAHNEDEKİLER
Oyun, 1965 Türkiyesi'nde
Başkomser Ramazan Bey'in
etrafında gelişir. Ramazan Bey,
ilkelerinden taviz vermeyen,
dürüstlüğü ve doğruluğu ilke
edinmiş emniyet kurumuna inancı
sonsuz olan bir polistir. Görev aşkı
yüzünden evlenmemiş, katı kuralcı
tutucu ahlâk anlayışı yüzündensürekli sürgün
edilmiş, bu yüzden adı, Seferi Ramazan'a
çıkmıştır. Dönemin toplumsal, siyasal yapısını
eleştiren oyun, aynı zamanda geleneksel Türk
tiyatrosunun özelliklerini de barındırıyor.
cy
Oyunda ikinci Dünya Savaşı'nın sonlarına
doğru mevzilerini kaybetmeye başlayan
Almanların azınlıklara karşı baskılarını arttırdığı
bir dönem anlatılıyor. İnsanların dış dünyayla
bağlantılarının kesildiği gettolardan birinde
geçen bu oyun, bilinen ezen Nazi - ezilen
Yahudi ilişkisini ve yıllardır tüketegeldiğimiz
dehşet manzaralarının ötesinde çok boyutlu
bir tartışma üzerinde duruyor. Dünyanın bir
ok ülkesinde sahnelenen Getto, 1989 yılında
Londra'da "Yılın En İyi Oyunu" seçildi.
Tiyatro: Diyarbakır Devle.t Tiyatrosu
Yazan: Oktay Arayıcı
Yönetmen: Hakan Çimenser
Dekor Kostüm Tasarım: Gürel
Yontan
Işık Tasarım: Zeynel Işık
Oynayanlar: Mithat Erdemli, Erdal
Beşikçioğlu, Ercan Eker, Elvan
Karamanoğlu, Elvin Beşikçioğlu,
Zeynep Yasa, Çetin Azer Aras,
Okan İlkören
a
Tiyatro: Tiyatro Ti
Yazan: Joshua Soboi
Yöneten: Murat Karasu
Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer
Müzik Direktörü: Alper Maral
Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
Kukla Tasarımı: Tuğrul Çetiner
Yönetmen Yardımcısı: Aylin Alıveren
Oynayanlar: Bülent Yarar
Mehmet Ali Kaptanlar, Hakan Pişkin, Devrim
as, Emine Şans Umar, Evren Duyal, Mürsel
Yaylalı, Yavuz Pekman, Müge Ochenowski,
Mehmet Aslan, Füsun Yeşilırmak, Tülay Akın,
Chırıs Ochenowski
pe
Tiyatro: Enis Fosforoğlu Tiyatrosu
Yazan: Valantine Katayef
Çeviren: Göksel Kortay
Uyarlayan ve Yöneten: Enis
Fosforoğlu
Sahne-Giysi Tasarımı: Şirin
Dağtekin
Işık Tasarımı: Ali Osman
Oynayanlar: Enis Fosforoğlu, Suna
Keskin, Seren Fosforoğlu, Doğan
Dileroğlu, Birten Turan, Korkan
Karakışla, Kahraman Sivri, Emel
Filiz, Meriç Göktekin, Güngör
Deniz, Beste Yelken ve konuk
sanatçı Sevinç Aktansel
Bürokrasi anlayışının çarpıklıklarını
dile getiren oyun, bir sağlık
merkezine gelen seçkin kişiler arasındaki
gülünç ve farklı olaylara ayak uydurmaya
çalışan normal bir vatandaşın öyküsünü dile
getiriyor.
BAKIŞ"
Tiyatro... Tiyatro...
7 YAŞINDA
Bir yılı daha geride bırakarak 7. yıla
merhaba dedik.
pe
cy
a
Mustafa Demirkanlı
Geride kalan her gün Tiyatro...
Tiyatro...'nun işlevini biraz daha
vazgeçilmez kılıyor, vazgeçilmez kılarken
de yaşam koşullarını daha da
güçleştiriyor.
Biz, birşeyleri ya doğru yapamıyoruz ya
da doğru anlatamıyoruz. Belki de böyle
bir şansımız yok. Günceli yakalayan,
bugünü tarihe aktarmak için elinden
gelen tüm gayreti gösteren, eksiksiz
olduğu söylenemese bile, tarihe Türk
Tiyatrosu'nu belgeleyen bu dergi, yeni
hükümetin, yeni Kültür Bakanı
tarafından sevilmiyor veya
önemsenmiyor. Olabilir, ancak bu
derginin kütüphanelerde yarına kalma
hakkını hiç kimse engellememeli,
engellediği gün görev ihmali suçunu
işlemiş demektir. Bu durumda, Kültür
Bakanı Sayın İsmail Kahraman bu suçu
işlemektedir. Derginin abone sayısını
inanılmaz ölçüde indirerek 50 aboneliğe
düşürmekle, Tiyatro... Tiyatro...'yu değil,
bu ülkenin zenginliklerinden en önemlisi
olan tiyatro geleneğinin belgelerle
gelecek kuşaklara aktarımını kısıtlayarak,
Türk insanını cezalandırmaktadır.
Şunu da belirtmeliyim ki, Tiyatro...
Tiyatro... bu güne kadar Kültür Bakanlığı
kütüphanelerine göndermiş olduğu
dergilerden hiçbir zaman ekonomik bir
kazanç elde etmemiş tam tersi zarar
16
etmiştir. ( Çünkü, Kültür Bakanlığı
indirimi kendi belirleyerek abone
olmakta, dergilerin kütüphanelere
ulaşmasını taahütlü posta ile istemekte
ve abone bedellerini yıl sonundaödemektedir.) Biz bu durumu hiçbir
zaman önemsemedik, önemli olan
üretilen bu derginin tüm kütüphanelerdi
bulunması, yarına ulaşan bir bellek
birikimiydi.
***
Tiyatro... Tiyatro...'daki yenilikleri
izliyorsunuz. Tiyatro Kulübü hızla
büyüyor. Eksikliklerimiz yok denemez
ama sizlerden gelen taleplerle varolan
eksikliklerimizi de tamamlayarak daha
yetkin bir çalışma içinde olacağız. Mart
ve Nisan aylarında iki oyunu tüm kulüp
üyeleri birlikte izleyeceğiz. 20 Mart'ta
"Kadı" müzikalinde buluşup, yüzyüze
tanışma olanağı da bulacağız.
***
Tiyatro... Tiyatro... Şubat ayından
itibaren İnternette. Dergi içeriği,
haberler, yeni oyunlar, bazı yazıların yer
alacağı sayfalar ve o ay sahnelenen tüm
oyunların programları, adresleri,
telefonları yer alacaktır.
** *
Tatsız bir yeni yıl yazısı oldu, ama ne
yapabilirim ki, bu koşulları ben
seçmedim, yok sayamam da.
Hep beraber daha iyiye, daha güzele
doğru...
Tiyatro Yine Tiyatro
Anımsadığım kadarıyla, rahmetli Günay Akarsu'nun
büyük uğraşlarla çıkardığı (OYUN) dergisi vardı.
O dönemin tiyatro düşüncesini yansıtması ve
sahnelenen oyunlar üzerine yapılan sağlıklı
eleştirileri ile yetkin bir dergiydi.
Sonra (TİYATRO 70) dergisini anımsıyorum. Seçkin
Selvi'nin toplumsal sorunlar üzerine ağırlığını
koyduğu ve çözümsel yaklaşımlar getirdiği bir
dergiydi ki uzun yıllar boyunca etkisini sürdürdü.
Bu dergilerden sonrası uzun süren bir boşluktur.
Bu boşluğu ilk dolduran ve yedi yıldan beri süre
gelen (Tiyatro...Tiyatro... Dergisi) olmuştur.
Önceleri tiyatrolarda ücretsiz dağıtılan, tiyatro
dünyasından haberler veren ve oyunlardan söz
eden bir program dergisi niteliğindeydi.
Daha sonraları bu niteliğini muhafaza eden, ama
sayfa adedini çoğaltarak daha geniş bilgilere yer
veren bir dergi niteliğine dönüştü.
Ama bu yetersizdi...
a
Artık böyle bir derginin eleştirel yazılara, tiyatrosal
tartışmalara, bu konularda yapılacak araştırmalara,
incelemelere, sorgulamalara ve söyleşilere yer
vermesi gerekirdi.
pe
cy
Öyle de oldu, derginin yönetimini Sayın Dikmen
Gürün üstlendi.
Böylece (Tiyatro...Tiyatro... Dergisi) çağdaş bir
içeriğe yönelerek uzun yıllar süren bir boşluğu
doldurdu, doldurmaya da devam ediyor...
Bence (Tiyatro...Tiyatro... Dergisi'nin) en önemli
yönü, tanıtım ve habercilikten başlayıp, tiyatro
sanatında deney ve birikim kazanarak, adım adım
bugünkü durumuna gelmesidir.
Yedi yıldır yayınını sürdüren, böylesine bir dergiye
sahip çıkmak, ona yeni ve zengin boyutlar
kazandırmak, sanırım tiyatro sanatçılarının asal
görevlerinden biri olmalıdır...
Haluk Şevket Ataseven
Tiyatro... Tiyatro... İçin
Türk Tiyatro kitaplığında'en cılız rafları tiyatro bilim dalına ilişkin yayınların yer aldığı raflar oluşturur. Oradaki tiyatrosal yayınlar bir avuç...
Stanislavski'den (son devrelerinin araştırmalarının bile kodlanmadığı) birkaç çeviri ve monografiden ibarettir.
Nicel açıdan yoksul bir görüntü oluşturan bu yayınların nitel açıdan incilendiğinde yalınkat, yüzeysel bir alt düzey sergilediği görülür.
Eğitim ve öğretim yöntemleri dikkate alınmadan düzenlenmiş olan bir klasik bilgiler kaygısızca yabancı kitaplardan aktarılan ve arasına
birkaç bireysel (tiyatrocu, rejisör, yazar) gözlemi serpiştirilmiş olan metinleri içerir.
Bu bağlamda 7 yıldır yayımlanan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi gerek batı dünyasının yazım ve oyun esintilerini, haberlerini, gerek Türk
tiyatrosunda oluşan potansiyeli iletmek tanıtmakla bizlere yeni ufuklar açmakta, bilgi, dünya görüşü, tiyatro ve öteki sanatların
kültürlerin özümlenmesini dar bir bütçeyle büyük olanaklar getiren dergimizi kutlar, bu bilimsel boşlukları doldurdukları için teşekkür
eder sürekli olmasını dileriz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Tiyatro Araştırma Laboratuarı (TAL,Ve Ayla - Beklan Algan
17
SÖYLEŞİ
Onun bu 35 yıldır her gün
yeniden yaşanan Kara
Sevdası Dormen'de
başladı, bir Dormen'li
olarak devam etti,
Yeditepe'yi kurduğunda
ise doruğa çıktı... Ve Hadi
Çaman'ı, iflah olmaz
tiyatro tutkununu,
tiyatronun yalnız sahnesi
değil, tüm dünyası
ilgilendirdi. Kendi deyimi
ile, bu bitmeyen serüvende
tiyatro adamı değil,
tiyatroda ADAM olmaya
karar verdi.
Ben Teşvikiye'de
oturduğum için bu
tiyatronun geçirdiği t ü m
evrelere çok yakından
tanık oldum. Hadi'nin
"Salon buz gibi, seyirciler
dondu, bunu mutlaka
18
istiyorum çok önemli.
Dormenci olmak başka bir
şey, Dormenli olmak başka
bir şey. Ben Dormen'in
doğuşundan 7 sene sonra o
aileye katıldım ama onlar hâlâ
o yeni doğmuşluğun, yeni
oluşumun içindeydiler, o
heyecanı yaşıyorlardı. O
bir şeyler yapmak, sonra
arada bir de vakit bulurlarsa
tiyatroya takılmak istiyorlar.
Tiyatro takınılacak bir meslek
değil, tiyatro hep A harfinde
düşünülmesi gereken bir
meslek, hep bir numara
olması gereken bir tutku.
Yoksa böyle ucundan
Özel bir sevgi, özel bir
tutku ve işte yepyeni bir
özel tiyatro olunca biz de
bu işin mimarı, sevgili Hadi
Çaman'la özel bir söyleşi
yapalım dedik. Mekân,
tabii ki, üzerine titrediği
tiyatrosunun fuayesi, buna
sıcak bir dostluk ortamının
yaşandığı kafesi de
diyebiliriz...
Hadi Çaman 35. Yeditepe Oyunları 15. yılını kutluyor.
Benimki Kara Sevda
pe
Bu ADAM'ı siz 35 yıldır
sahnelerde izliyorsunuz,
alkışlıyorsunuz. Ama bu
ADAM son beş yıldır,
İstanbul'un en işlek
caddelerinden birinde,
Teşvikiye Karakolu'nun
hemen hemen karşısına
düşen Rüştü Uzel Kız
Meslek Lisesinin önünde
bir şeyler yapar durur...
Lafın gelişi durur dedik; ya
elinde son oyunun
broşürleri koşa koşa
provaya yetişir, ya
duvarları ören sıvacıya
nezaret eder, ya da kapıda
kalorifer kazan dairesine
bakmaya gelecek ustayı
bekler... Burası onun
evidir, sahnesidir,
emeğidir, sevgisidir, bu
sezon 15. yılını kutlayan
Yeditepe Oyuncuları'dır...
halletmeliyim" dediğini de,
derme çatma kulisi de,
içine gömülüverdiğiniz
koltukları da, o soğuk bir
tiyatro sıcaklığı taşımayan
fuayeyi de hepsini
yakından tanıyorum
biliyorum... Ama Hadi
Çaman inat etti, çok
yoruldu, çok üzüldü,
uykuları kaçtı, inanılmaz
borçlara girdi ve bugün,
Teşvikiye'nin göbeğinde,
400 kişilik, tepeden tırnağa
yenilenen fuayesinde
piyanolu bir barı bile olan,
üstelik sahnesinde
"Küheylan" gibi heyecan
uyandıran bir oyun
sahnelenen bir özel tiyatro
kazandırdı İstanbul'a.
cy
a
Müsamere salonundan
gerçek bir tiyatro
salonuna dönüştürdüğü
tiyatrosunda bu sezon
Peter Shaffer'in
"Küheylan" oyunu ile
perde açan Hadi Çaman;
"Tiyatroyla önce aşk
yaşayacaksın, onu çok
beğeneceksin, seveceksin,
her türlü birlikteliği
sağlayacaksın o meslekle,
o zaman yürür" diyor.
Rengin
Uz
Hadi, sen Dormen
Tiyatrosu'nda yetiştin. Başka
özel tiyatrolarda da oynadın.
Sonra özel tiyatro
oyunculuğundan özel tiyatro
yöneticiliğine geçtin.
"Küheylan"ın dergisinde Özel
Tiyatroculuk üzerinde
özellikle durmuşsun. Nedir bu
özel tiyatroculuğun özelliği?
Evet çok özel bir şey ama
bence bu insanların yapılarıyla
da ilgili. Örneğin ben devlet
memuru olamazdım. Devlet
tiyatrosu mensubu
olamazdımın da dışında
söylüyorum bunu. Çünkü
bağımlı olmayı sevmiyorum.
Dormenli olmak altını çizmek
dönemde Dormen Tiyatrosu
inanılmaz bir aile bütünlüğü
içindeydi, günün hemen
hemen 18 saatini bir arada
geçirirdik. Eskiden böyle
haftada 1-2 oyun oynayarak
geçmezdi sezonlar. 4 ayrı
prodüksiyonda haftada 32
oyun oynadığımı bilirim ben.
Bugünkü gençlerde böyle bir
heyecan, böyle bir arzu
görmüyorum. O nedenle,
özel tiyatronun özelliği bir
kere çok yoğun bir özveri
istiyor. Eskilerin deyimi ile
kara sevdalı olmak gerekiyor.
Vitrin merakı gibi değildi o
zaman sanatçı olma tutkusu,
şimdiki genç arkadaşlarımı
suçlamıyorum, ortam belki
bu. Ama şimdi sadece o
kutulara girmek, o kutularda
tutularak tiyatrocu olunmaz.
O yüzden ben bugün 53
yaşında hâlâ bu denli
koşturabiliyorsam, hâlâ
sokakta yürürken, benim
tiyatromdaki genç arkadaşlar
3 adım arkamdan
yetişiyorlarsa, içimde bir
şeylerin tepindiğinin kanıtıdır
bu. Rahmetli Altan bana bir
gün demişti ki "İçimde atlar
tepiyor", çok gülmüştüm,
evet ben bu sene Küheylan
oynadığım için söylemiyorum
inan bana benim de içimde
atlar tepiyor.
Sen, özel tiyatronun
güzelliklerini zorluklarını
Dormen kapadıktan sonra
başka topluluklarda da
yaşadın. Tiyatro salonlarının
kapanıp garaj yapıldığı yılları
Yüksel Gözenle karşılıklı.
Benim çok severek oynadığım,
yalnız ve yaşlı insanların
öyküsünü anlatan, Aldo
Nicolai'den "Gel Kaçalım"ı
sahneledik. Sonra ben o
oyundan esinlenerek,
televizyona "Ak Saçlı
Delikanlılar"ı yaptım. Haluk
Işık'ın yazdığı "Hoşgeldin
Amerika"nın Türkiye
prömiyerini biz yaptık, Ankara
Devlet Tiyatrosu bizden sonra
oynadı.
pe
cy
Orrmen 1972'de kapanınca,
hepimiz sudan çıkmış balıklar
gibi ortalarda kaldık. İki yıl
Güllriz Hanımlarla birlikte
oldum, çok güzel oyunlar da
oynadım. Sonra rahmetli Nisa
Serezli ve Tolga'yla birlikte
olduk. O günlerde çok sözü
edilen oyunlarda rol aldım.
Sonra özel tiyatrolar sapır
sapır dağıldı. Ben gazino
sahnelerinde bile göründüm,
sinema yaptım. Ama tiyatro
dönemde hep bir özlemdi. 3,5 yıl
gibi koca bir süre hiçbir şey
kopmamıştım tiyatroda.
korkunç bir tutkuydu, yarım
almış bir olaydı benim için.
Ben mesleğine aşık biriyim,
bütün tiyatro camiası bilir
bunu. Söyleyecek lafım
olduğunu da düşündüğüm
den Yeditepe Oyuncuları'nı
vurdum. Benim bir tek
çocuğum var, ama hep şunu
söylerim ilk çocuğumun adı
tiyatrodur, ikincisinin adı Efe.
oğlum da bunu
kabullenmiştir.
hazırladığım dergiye 40'a
yakın reklâm aldım ve
Yeditepe Oyunları öyle
kuruldu. Sanatsever dostlarla
birlikte kuruldu. Yeditepe'nin
ilk harcı "Kelebekler
Özgürdür" oyunudur, burda
sevgili Haldun Dormen'in
yönetmenliği, Çiğdem'in
yazdığı şarkı sözleri, Bora'nın
bestelediği şarkı, Füsun'un,
Suna Selen'in ve Kutay'ın
katkıları yadsınamaz.
a
liyorsun. Çok özel bir
cesaret değil miydi
Yeditepe'yi kurmak ve tabii
bugünlere getirmek?
Ben Yeditepe Oyuncuları'nı
kurmaya karar verdiğimde,
1982'de hiç unutmuyorum o
günün raiciyle bankada 157
n lira param vardı. Ama
kelebekler Özgürdür" için
Sanıyorum, özel bir
repertuara sahip olmaya da
ayrıca özen gösterdin.
Yeditepe Oyuncuları'nın 15
yıllık serüvenine baktığımızda,
bulvar tarzı komedilerin yanı
sıra, bir özel tiyatro için cesur
oyunlara da soyundunuz...
Evet, bir özel tiyatronun çok
fazla cesaret edemeyeceği
oyunlar da oynadık. Mesela,
Başar Sabuncu'nun "Sayın
Muhbir Vatandaşlarını
sahneledik. Allah rahmet
eylesin, oyunu Oben Güney
yönetmişti. Yalan dolan
üzerine, hayâl üzerine,
birtakım ihbarlar sonucu bir
delikanlının başına gelen
korkunç öyküyü anlatıyordu.
Sonra Dario Fo'nun "Bir
Anarşistin Kaza Sonucu
Ölümü"nü oynadık,
"Durdurun Dünyayı İnecek
Var"ı oynadık. Edward Albee
oynadık, "Yalnızlar Parkı"
Oyunlar, prömiyerler,
heyecanlar, hüzünler, umutlar
birbirini izledi ve Yeditepe
Oyunları 15. sezonuna girdi.
Bu binada bile beşinci yılınızı
geride bıraktınız. Senin bu
okul salonuna sahip olman da
kolay olmadı, anlatır mısın
kısaca ?
Biz dokuz yıl Halk Eğitim
Merkezi'nde oynadık, ama
onarım için orası iki yıllığına
kapanınca salonsuz kaldık.
Ben zaten buranın
peşindeydim. Tesadüfen
okulun bir söyleşisine beni
konuşmacı olarak
çağırmışlardı, böyle bir
salonun varlığını o zaman
keşfettim. Bu salonu alana
kadar 7 tane Milli Eğitim
Bakanı değiştirdim. Hasan
Celal Güzel'i hiç unutmam,
Büyük Millet Meclisinin
kapısında yakalayabildim,
elimden tuttu, "Hadi Beycim,
sizi bu kadarcık şeyler için mi
buralara kadar yordular" dedi.
Ve ben ancak ondan 5 yıl
sonra bu salonu alabildim.
Allah uzun ömür versin, Avni
Akyol ve Allah rahmet eylesin
Adnan Kahveci'nin imzalarıyla.
Bu binalar, Milli Eğitimin
hizmetine tashsis edilmiş
binalar ama Milli Eğitimin
binaları değil, Maliye
Bakanlığı'nın Milli Emkak'ın
binaları. O yüzden de Avni
Akyol'un iki kez imzaladığı
kararname ile ben buraya
oturamadım. Bu durumu
çözen de Adnan Kahveci oldu.
Orası benim, benim de imzam
gerekli dedi ve ikili bir
kararname ile alabildim bu
salonu. Ve salt bu salon için
değil, Türkiye'de ne kadar
böyle salon varsa, ödenekli,
ödeneksiz bütün tiyatroların
yararlanabilmesi için bir
kararnameydi bu. Ama ne
yazık ki ben şunu
örneklediğim halde bir tek
sanatçı dostum arkama takılıp
ben de şu salonu yapıyorum
demedi. Ama bir tek şeyi
unutmamak koşuluyla bu
binalar okul salonlarıdır, önce
okulun hizmetinde olacaktır.
Burayı sahiplenmeye
kalktığımız an antipatik
oluruz.
Yani şimdi sen şu an bu
19
Ben oğlumu evlendiriyorum.
Kendime villa yaptırıyorum,
bana yardım edin demiyorum
ki, 12 Eylül'den sonra bir şey
başlamıştı; okul
yaptıramıyorsan derslik yaptır
diye. Ben derslik yaptırıyorum.
Burası okul haline geldi bile.
Salon yok, bir yerde
oynamıyoruz diyen
arkadaşlarımı da protesto
ediyorum, isim vermiyorum,
üstelik onlar benden daha çok
popülerler, istemesini bilirsen
veriyorlar, yeter ki
dürüstlüğünü kanıtla. Efes
Pilsen "Küheylan"ı destekledi,
Halk Sigorta da benim en
tıkandığım noktada, hayat
öpücüğünü verdi. Ama yine
de çok borçlandık. Çok
borcum var, ama hiç
korkmuyorum, alıştım artık.
Kültür Bakanlığı'na da sunmuş
bulunduk, ben iyi şeyler
yapınca alıcısının da olacağına
inanıyorum. Şu anda
"Küheylan"da kıpırdanmalar
başladı, mutlaka
patlayacağına inanıyorum,
ama çok büyük soluk
getireceğine inanıyorum. Çok
önemli, şurda 3 dakika kalmış
iki bine girmeye, hâlâ din
konuşuyorsak, hâlâ o din
bezirganlarının pespayelikleri
gündemin birinci maddesiyle
şu anda en doğru şey
"Küheylan" ın oynanması.
Bundan 22 yıl önce Devlet
tiyatrosunda oynadığında bu
kadar din istismarı yoktu, bir
bir örnektir, özellikle kötü din
eğitiminin insanlar üzerinde
kurduğu baskının çok güzel
bir örneğidir ve bir delikanlının
trajik öyküsüdür. Bu delikanlı
da bizim şu anda sokaklarda
yaşayan, nelere takılan sevgili
gençlerimiz var, hepsine
örnektir. "Küheylan"ın seyirciyi
şaşırtacağına inanıyorum ama
içeriğinden şaşırtacaktır.
pe
cy
Evet, bunun en büyük
handikapı şu, ben her sene
yenilenen bir sözleşmeyle,
protokolle burada
kalabiliyorum. Vahşi bir şey
bu, ama devletin başka
statüsü yok. Avni Akyol ve
Adnan Kahveci gibi yeniden
kişilikli biri çıkar da "Bu adam
buraya milyarlar sarf etti. Hiç
değilse burası 10 seneliğine
onun olsun" derse böyle bir
sözleşme imzalarız. Yoksa
ben her yeni yılda, Eylül
ayında yeni bir protokol
imzalıyorum. Her sene
devletin koyduğu raiç
üzerinden %65 oranında
artırılan bir kirayla 12 ay kira
ödüyorum. Ve buraya sarf
ettiğim hiçbir milyarın bir
kuruşunu bile kiradan
kesmeye hakkım yok. Bu bir
Don Kişotluk belki ama, artık
sanata biraz meraklı olan
herkes, Hadi Çaman'ın böyle
bir salon yarattığını biliyor.
nihayet Gülay Atığ ve
Nişantaşı Derneği'nin
yardımıyla burda ilk kocaman
kat kaloriferini yaptırdım. İki
yıl önce 1 milyardı. Bu sene
herhalde yaptırmaya
kalkışsam 4,5 milyar tutar.
Ama ilk günden bugüne sarf
ettiğim meblağı düşünüyorum
da bugünkü raice vurursak 3040 milyar vardır. (Tabii
sponsorların desteği ile). Bu
sezon için sahneyi büyüttük
salonun bütün koltuklarını
değiştirdik, salonun görüş
bozukluğunu hallettik. Ve
bütün bunları keyifle
söylüyorum hiçbir mimar
dostumun yardımı olmadan
kendim yaptım, çünkü her
gelen aklımı karıştırdı.
Tuvaletler, kulis yenilendi.
a
salona milyarlar harcayan bir
kiracı konumunda mısın ?
Ben buranın eski halini de
bildiğim için, seni kutlamak
istiyorum. Kenter
Tiyatrosu'ndan, Ferhan
Şensoy'un onarıp hizmete
soktuğu Ses Tiyatrosu'ndan
ve Haldun Dormen, 2.
Dormen Tiyatrosundan sonra,
sen yeni bir solon kazandırdın
İstanbul'a, koltuğundan,
kulisine kadar her şey
yenilenmiş...
Bu saydığın tiyatrolardan
başka, bir dönem Enis
Fosforoğlu Bahariye'de
Ayyıldız pasajında bir tiyatro
açtı ama bina sahibiyle
sürtüşmesi yüzünden emekleri
boşa gitti, şimdi sinema oldu.
Biz burayı, ilk seneler ufak
tefek tadilatlarla yaşanabilir
hale getirdik, ilk yaptığım şey
okulla salonun bağlantısını
kesmek oldu. Aradaki duvarı
ördürdüm. Önce ışık
köprüsünü yaptırdım. Okul
kendi saatlerinde kaloriferi
yakıyordu, insanlar burada
donuyordu, bu salonun adı da
ne yazık ki soğuk salona
çıkmıştı, ama onu kırdık
20
Gelelim, Peter Shaffer'in,
günümüzle de çok iyi örtüşen
"Küheylan" oyununa.
Yeditepe Oyuncular'ının 15.
yılını kutlamak için özellikle mi
seçtin bu prodüksiyonu? Nasıl
gündeme geldi?
Küheylan, Ankara Devlet
Tiyatrosu tarafından 22 yıl
önce sahnelendi ve İstanbul'a
sadece bir hafta turneye geldi.
Ben bu oyunu yıllardır
düşünüyorum. 10. yılımız için
istemiştim, onu beceremedim.
Bu sezon için karar verdik,
"Küheylan"ın bir başarısı, bir
kazancı da, Alan Strgng
rolünü oynayan Tolga Çevik.
Sen de böyle düşünüyorsun
mutlaka çünkü sonunda
alnından öperken gerçekten
heyecanlanıyorsun.
Tolga çok yetenekli bir genç.
Çok önemli bir genç aktör
kazandı Türk tiyatrosu, onun
elinden tutup sahneye
çıkarmak, alnından öpmek
görevim. O da buna lâyık.
Aslında başka genç bir aktör
için planlanmış bir oyundu.
Onun yoğun TV çalışmaları
nedeniyle olmadı. Tolga
Amerika'dan döndü, onun
hakkıymış, sanatta kısmete
inanıyorum. Bence Tolga
Yeditepe Oyuncuları'nın en
önemli eseri olacak. Ben zaten
4, 5 yıl sonra biraz kendimi
geriye çekmek isityorum. Hadi
Çaman da silinsin, sadece
Yeditepe Oyuncuları kalsın.
Ben tiyatromun adını Hadi
Çaman Tiyatrosu da
koyabilirdim. Ama Türk
tiyatrosundan bir Muammer
Karaca geldi geçti, nerde
Muammer Karaca Tiyatrosu?
Bir Ulvi Uraz geçti, bir devdi o,
nerde Ulvi Uraz Tiyatrosu?
Neden insanlar ölünce
tiyatroları da ölsün.
Hadi, senin için çok anlamlı
bir sezon bu. 35. sanat yılını
Yeditepe'nin 15. kuruluş yılını,
yeni salonunda "Küheylan"
gibi önemli bir oyunla
kutluyorsun. Başka bir projen
var mı, 35. sanat yılın için?
Tanrı ömür versin, hocalarım
yaşadığı için ben kendimi hâlâ
çok genç zannediyorum.
Onların gençliğini yaşıyorum.
Haldun Dormen'in son
oyununa gittim ayakta
alkışladım, Yıldız Hoca'ya
gittim, amuda kalkıp
alkışlamam lazımdı.
"Ramiz ile Julide" de ayakta
alkışladım. Allah onlara soluk
verdiği sürece bizlerin
yaşlandık, yorulduk denemeye
hakkımız yok. Ama 35 yıl da
az bir zaman değil sahnede ve
tek kişilik bir oyun getirttim
Hollanda'dan bunun için. Hale
Kuntay çevirdi "Sen Benim
Annemsin" diye. Yazarı
Hollandalı bir aktör ve adam
bunu 10 yıldır yapıyor. Tek
kişilik oyun ama, çok ilginç,
oyunun belli bir bölümünden
sonra annesini oynamaya
başlıyor. Metin Belgin
sahneye koyacak. Sezon
sonunda belki Mayıs başı üç
beş temsil oynamayı
düşünüyorum. Portföyümde
olsun istiyorum."
Mesleğini çok seven bir
aktörün 35. yılına, iniş
çıkışlarla 15. sezonuna giren
bir özel tiyatronun emeğine
siz de özel bir saygı, ve sevgi
gösterin... Teşvikiye'nin
göbeğinde, müsamere
salonundan tiyatro salonuna
dönüşen Hadi Çaman
Yeditepe Oyuncuları'nda
sahnelenen "Küheylan"ı
izleyin... Alkışlayacaksınız..
SÖYLEŞİ
kendisinin söylemek
istediklerini buluyorsa o
oyuna soyunur. Herhalde
bizde böyle bir durum
oluşmamış. Oluşanlar da
zaten Türkiye'de önemli
yapıtlar olarak zihinlerde
kalmış, seyirciyle çok iyi
buluşmuş ve uzun süre
repertuarda kalmıştır
("Küheylan Yön: Prof.
Cüneyt Gökçer/"Amadeus
Yön: Yücel Erten)
"Küheylan" ilk oynandığı
cy
a
Küheylan" yıllar sonra
gene sahnede. Bu kez de
Bekir Gürzumar, Hadi
aman ve Alan Strang
rolünde genç oyuncu
Olga Çevik bir araya
geldiler.
bu oyunda bana her türlü
desteği verdikleri için de
teşekkür ediyorum. Sanatın
gelişiminde rekabetin önemi
tartışılmaz bir gerçektir. Bu
tür yapımlar umuyorumki
tiyatroların birbirlerine
alternatif yaratmalarında
olumlu rol oynayacaktır.
Hatta ödenekli tiyatroya ya
da özel tiyatrolara da "E hadi
uyanın artık" diyecektir.
Gerçi dalınan uyku toplu
terapi şeklinde derin bir
uyku, ama hani bir umut.
pe
İngiliz oyun yazarı Peter
haffer'in "Küheylan''ı ilk
kez 1973'deOld Vic
tiyatrosu'nda
sahnelenmiş. John
exter'in yönettiği
oyunda Martin Dysart
rolünde Alec Mc GoWen,
Ian Strang'da da Peter
Erth oynamışlar. 1974
New York
prodüksiyonunda
Plymouth Tiyatrosu) John
exter; Anthony Hopkins
e yine Peter Firth'i karşı
karşıya getirmiş. 1977'de
sinema dünyası el atmış
oyuna ve Sidney Lumet'in
yönettiği filmde Peter
Earth bu kez de Richard
Burton ile buluşmuş. 70'li
Harda dünyanın pek çok
kesinde tiyatro
repertuarlarının değişmez
oyunu olarak belirlenen
Küheylan", o dönemde
Ankara Devlet
Tiyatrosu'nda Cüneyt
Gökçer'in başarılı rejisinde
Derim Afşar ve M. Ali
Erbil'i karşı karşıya getirdi.
Şakir Gürzumar ile "Küheylan
Üstüne
Dikmen
Gürün
affer, bizde sıkça
inanmayan bir yazar,
eden acaba ? Yönetmeni ve
oyuncuyu zorlayan bir yanı
var mı Shaffer'in?
Öncelikle şunu belirtmek
isterim; gerçekten Hadi
Yaman ve ekibini böyle bir
projeye soyundukları için
atlamak gerekiyor. Özel
tiyatro boyutlarını zorlayan
Ben yönetmen olarak zor ya
da kolay yazar diye bir ayırım
yapamıyorum. Ayrıca
Shaffer'in zorlayıcı bir yazar
olduğunu da
düşünmüyorum. Tam aksi,
seyirciyle buluşan bir yazar
olarak görüyorum. Bizde
oynanmaması konusu da
kanımca tercihle ilgili bir
sorun. Bence önemli olan
rejisörün oyunla
buluşmasıdır. Eğer bir
rejisör, herhangi bir oyunda
yıllarda farklı tepkiler aldı. Bu
tepkilerin ortak noktası
oyunun "şok" edici
bulunmasıydı. Düşünce
boyutu uzun uzun tartışıldı.
Bizde düşünce boyutu çok
fazla tartışılmadı çünkü Alan
Strang rolünde M. Ali Erbil
fazlasıyla öne çıktı, çıkarıldı.
Aşağı yukarı 20 yıl sonra
"Küheylan"/ tekrar ele
alırken bu konuda ne
düşünüyorsunuz? Vahşet
temasıyla, psikoterapinin
sorgulanışıyla, erotik
göndermeleri ve dinsel
değiniş/eriyle bugün nasıl bir
yoruma gittiniz?
Toplumlarda var olması
gereken genel ahlâk
kurallarının kasten ortadan
kaldırıldığı; inançsızlığın bir
faziletmiş gibi gösterildiği;
hürriyet, eşitlik, kardeşlik,
hukuk, din, laiklik, demokrasi
gibi kavramların, çıkarlar
doğrultusunda değişmez
aynı sisteme hizmet için birer
kılıf olarak kullanıldığı;
söyleme özgürlüğü ile
zırvalamanın birbirine girdiği,
bütün bu sıralananların
paralelinde, yeni yetişen
kuşakların; gerek aileleri,
gerekse kurumlar ve toplum
tarafından yanlış öğretiler
içinde oldukları ve bütün
bunların sonucunda da; ister
yanlış tapınma deyin, ister
uyuşturucu, ister anarşi, ister
gerçek dinle ilgisi olmayan
sahte peygamberlerin
müritleri gibi sapmaların
şizofrenik bir biçimde patlak
verdiği ülkemizde, bu oyunu
tercih etmenin önemi
herhalde anlaşılabilmektedir.
Bence bugün Türkiye'de,
yaşanan ortamda
"Küheylan" yerini bulmuştur.
Oyunda trajik ve erotik bir
boyut var. Alan'ın atlarla
ilişkisinde erotik olduğu
kadar ayinsel-dinsel bir yön
de var. Bu konuda ne
diyorsunuz?
Evet, oyunda erotik ve trajik
bir boyut vardır. Vermiş
olduğu fikrin dışında, oyunun
görselliği ve çarpıcılığı da bu
boyuttan kaynaklanmaktadır.
Atlarla olan erotik ilişkinin
yanı sıra ayinsel ve dinsel bir
yan vardır. Bence bu unsur
oyunda daha önemli bir yer
tutar. "Tanrı görür, tanrı her
zaman her yerde görür"
dayatması Alan'ı acı sona
götürmüştür.
Bu kısa söyleşi için size
teşekkür ederim
21
LİMON YAZILARI
Memet
Baydur
Eski Oyunların Arasında
Tezgâhın üstünde, altında ve civarında giriştiğim yıllık temizlik eylemi sürerken, bir dosyanın için­
den oyunların broşürleri, program dergileri döküldü önüme. Hem kendi oyunlarımın hem de
yerli -yabancı başka oyunların program dergileri. Önce "benimkilerden" başlayayım okumaya.
Yazdığım ve oynanan ilk oyunum "Limon". 1983 yılında İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda oynanmış.
Müşfik Ağabey yönetmiş. Program dergisi dört sayfa. Türk Tarih Kurumu Basımevi'nde basılmış.
Fiyatı yirmi lira. Yirmi lira! Bazı başka değer birimleri gibi yirmi lira da tarihe karışalı yıllar oluyor.
Giderek yirmi bin lira, iki yüz bin lira, iki milyon lira da anlamını yitirdi.
1989 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenen "Cumhuriyet Kızı''nın on altı sayfalık prog­
ram dergisiyse bin lira fiyatla satışa sunulmuş. "Çelişkilerden ötürü günlük hayatı ve o hayatın
bize sunduklarını yeterli bulmayız. Şimdi yaşadıklarımızı beğenmediğimiz için başka hayatlar,
başka çözümler ararız. Bu arayış da yepyeni çelişkiler getirir hayatımıza. Çelişkiler olmasaydı
masaldaki zehirli elmayı sonuna kadar yer ve başka - yeni - daha iyi bir yaşam biçimi aramaya
kalkışmazdık. Cüceler gibi yalnızca kendi işimize bakardık her anlamda. Öyleyse yaşasın
çelişkiler! Pamuk Prenses, Peri Pakize ya da onlara benzeyen herkes; yanılmak, kaybolmak, ceza­
landırılmak, gülünç duruma düşmek, hatta yok olmak da olsa işin içinde, sürdüreceklerdir başka
olanı aramayı."
a
Bunları yazmışım "Cumhuriyet Kızı''nın program dergisine. İçinde fotoğraflar ve oyun ile bilgi­
lerin dışında, yönetmen Yücel Erten'in bana yazdığı bir mektuptan ve benim ona yanıtımdan da
bölümler var.
cy
1990 yılının Ocak ayında İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda oynanan "Yangın Yerinde Orkideler''in
dergisini karıştırıyorum. O da kapak dahil on altı sayfa, fiyatı bin lira. İyi kâğıda, özenli basılmış,
İçinde benim ve Sayın Esen Çamurdan'ın oyun üstüne yazılarımız var. Sayın Çamurdan
"Orkideler"le ilgili yazısını şöyle bitiriyor: "Yangın Yerinde Orkideler" tüm inançların, beklentilerin
yok olduğu, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin yerinin belli olmadığı bir dünyada kendilerini yapayalnız
hisseden insanların öyküsüdür. Her şeyi ciddiye alan iyi insanlarla, hiçbir şeyi umursamayan kötü
adamların romanı değildir.
pe
Program dergisinde Sayın Yaşar Saraçoğlu'nun güzel, siyah beyaz fotoğrafları var. Benim yedi yıl
önce oyun üstüne yazdığım yazının ortasında şu satırları okuyoruz: Lumpen, emekçi, işbirlikçi,
grev, lokavt, Sinematek, Ankara Sanat Tiyatrosu, Asya Tipi Üretim Tarzı, Fransız tipi et sosu,
Bunuel, Bergman, Yılmaz Güney, Evliya Çelebi, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Tutunamayanlar,
Cansever ve Uyar'ın şiirleri, günlük ve yıllık faşizmler, kaymalar, savrulmalar, kavramsal
kargaşalar, yalanlar ve doğrular geldi geçti. Sonra yine geldiler ve kaldılar. Ne kadar değişken bir
kavram, değişmek...
"Düdüklüde Kıymalı Bamya", 1991 yılında İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda oynanmış. Program der­
gisini açıyorsunuz, karşınızda dönemin Kültür Bakanı Gökhan Maraş! Neler görmedi bu güzelim
ülke? Sayın Maraş büyük bir fotoğrafından sonra bir de yazı eklemiş dergiye. "Önceleri bereket
törenleri şeklinde yapılan tiyatro şölenleri giderek kapalı mekânlara, daha özel seyircilere, daha
kısa zaman birimlerine hitap eder oldu". Aynen böyle yazıyor birinci sayfadaki yazısında.
"Kıymalı Bamya" İstanbul'da sahneye çıkarken ben Marsilya'da "Kadın İstasyonu" adlı oyunumu
"Electra Station" adıyla sahneye koyuyordum. Dünyanın en ilginç üç beş kentinden biri olan
Marsilya'dan yazıp göndermişim bu program dergisinin yazısını: "Oyunun dokusuna, devinimine
iç mantığına sindirilmiş bir alaturkalık peşindeydim yazarken. Radyonun radyo olduğu günlerde,
televizyonların düş ve akıl kırıcı hamlığı hayatımızı işgal etmeden önce, hüzzam, hicaz, nihavent
şarkıların tencere yemeklerinin kokusuyla, çocuk sesleriyle karıştığı zamanları anımsatan ama
günümüzde de yaşanan bir alaturkalıktan söz ediyorum" diye yazmışım. O yazının başlığı.
Orman Kebabı.
Oyunların program dergilerini karıştırırken hayatımın otuz yılını kapsayan tiyatro tutkusunun
nedenleri üstüne düşündüm ister istemez. Tiyatro aşkının kaynağı nedir? Bir başka yazıya sevgili
okur
22
a
pe
cy
pe
cy
a
pe
cy
a
cy
pe
a
İNCELEME
Esen Ç a m u r d a n
olayları, daha doğrusu konuları, yaratılan uzam ve zaman di­
limlerine göre ele almak olacaktır.
Yapıtın ancak küçük bir bölümü Nasreddin Hoca'nın yaşadığı
ileri sürülen 14. yüzyıl Akşehir'inde geçer. Oldukça uzun olan
geriye kalan bölümün neredeyse yarısı 21. yüzyılda
Yeryüzü'nde, öteki yarısı da Ahret'te yaşanır. 22. yüzyıla ise
ancak oyunun sonunda, İbni Haldun'un ağzından, dünyadaki
son durumun aktarımı bağlamında tanık olunur. Kurgudan da
anlaşılacağı gibi, Halide Edip Adıvar'ın, birçok yan öğeyle
birlikte, oyunda asıl işlemek istediği yeni değerler, yeni
kimlikler peşinde olan dünyanın geleceğidir.
cy
a
MASKE ve RUH, birbiriyle sıkı dost olan Nasreddin Hoca ile
Şekispir"in Ahret ile Dünya arasında mekik dokuduğu,
Klemanso, Vilson, Briyan" gibi kişiliklerin gökyüzünden
yeryüzünü izledikleri, "Sokrat''ın ruhla ilgili tartışmalara
katıldığı ya da Ibni Haldun'un Ahret'te de etkinlik gösterdiği
fantezi" bir oyun. İlk olarak 1945 yılında Remzi Kitabevi'nde
basılan yapıtın önsözünde yazar Halide Edip Adıvar, "MASKE
VE RUH'u yazalı on yılı geçti, diye başlar söze. Fakat dünyaya
Nasreddin Hoca gözü ile bakan bir eser yazmak emeli
gönlümde yirmi üç küsür sene evvel Akşehir'de doğdu". Bu
olanağı ona sunan, doğasıyla, insan yapısıyla, ruhuyla "Akşehir
Sanat Mektebi" olmuştur.
MASKE VE RUH
pe
Savaş öncesi "uygar" dünyayı ve "uygarlığı" tehdit eden
orunların yorgun düşürdüğü Halide Edip Adıvar, Akşehir'in
insana barış ve huzur, güzellik aşılayan havasını soluduktan
sonra, dünyaya biraz da Nasreddin Hoca gözüyle bakmak,
olayları bir de Nasreddin Hoca gibi kavramak istemiştir. Ve
geeleceği etkileyecek kimi değerlerin birbirlerine karşıt gibi
durmaları ona "cihet tayin ettiremeyen bir fikri pusulasızlık"
gibi göründüğünden, kahramanı Nasreddin Hoca olan bu
fanteziyi" yazmıştır.
MASKE VE RUH Önsöz, Prolog, dört perde ve 24 sahneden
oluşur. Oldukça karmaşık yapısı ve olay (lar) örgüsü sunan
uyun dört ayrı zaman diliminde geçer: Hoca'nın yaşadığı 14.
yüzyıl, 21. yüzyıl, 22. yüzyıl ve zamandışı olarak
adlandırabileceğimiz Ahret dilimi. Uzamar da ilginç bir çeşitlilik
içindedirler: Akşehir, Londra, tüm dünya ülkelerinin örnek
aldığı ülküsel kent Kalopatya "Yeryüzü"nü oluştururken, Ahret
le Ahret'e giden yol da "Gökyüzü"dür.
MASKE VE RUH, Doğu ve Batı uygarlığını, giderek uygarlık
kavramını tartışan, bunların aracılığıyla yeni dünya düzenini
sorgulayan ve çağdaşlık maskesi takayım derken ruhun yitirilnesinden duyulan kaygıyı dile getiren bir yapıt. İleride de
görüleceği gibi, olaylar ve geçtikleri yerlerin ve uzamların renkliliği, Shakespeare'den Ibni Haldun'a, Nasreddin Hoca'dan
Sokrates'e dek uzanan geniş insan malzemesiyle melekler,
hayvanlar ya da insan ruhları gibi yaratıkların olağanüstü
nitelikleri, bunların söylem ve davranışları oyunu keyifli, hatta
eğlenceli kıldığı gibi, okuyucuda/seyircide absürdün verdiği bir
ad bırakmaktadır.
MASKE VE RUH'ta anlatılanları aktarabilmenin en sağlıklı yolu,
Aynı zamanda oyunun başlangıcı olan 14. yüzyıl Akşehir dilimi
Nasreddin Hoca'nın ölüm döşeğindeki son anlarını gösterir
bize. Öleceğine pek sevinmektedir Hoca ve yeni bir ülke
görecekmişcesine Ahret'i merak etmektedir. Son iki isteği
vardır: Eşeği Bozoğlan'ın da cennete gelmesi ve karısını bir
daha hiç görmemek.
Aynı zaman ve yer dilimi ikinci kez, ölen Hoca'nın Ahret
yolundan Yeryüzü'ne dönüp türbesine gelmesiyle çıkar
karşımıza. Eşeğini aramaktadır kahramanımız, amacı onu da
yanında götürmektir. Türbenin çevresinde dolanmakta olan
ölmüş hayvan ruhlarının konuşmalarından bunların birer ruh
olarak insanların içine girip onlara hükmettiklerini öğrenir.
Örneğin Timurlenk bir insan olarak doğmuştur ama ona
dadanan kaplan ruhu herkese işkence yapmasına neden
olmaktadır.
Hoca Bozoğlanı bulmasına bulur da onunla birlikte gelmesini
sağlayamaz. Bozoğlan kendisiyle pazarda hep alay etmiş olan
Ahmedi Şirazi adlı ozanın maskesinin ardına gizlenerek öc
almak niyetindedir, eski efendisine Şirazi'nin de bulunacağı
Timurlenk'in divanına birlikte gitmeyi önerir. "Akıl ve hikmetin
eşeklerin ağzına kaldığına" hayıflanan Hoca, eşeği aşkına razı
olur. Divan'da İbni Haldun ve Şirazi Timurlenk'le birlikte
kudret, hükmetme ve tanrı korkusunu tartışırlar.
Halide Edip Adıvar eskinin dünya görüşünü ve tartışmaları
verdikten sonra, bir de Gökyüzü'ne, Ahret'e çıkartır bizi,
oradaki düşünceleri, dünyanın uzaktan nasıl göründüğünü
aktarmak ister. Ahret sahnelerinin çoğu "Orta Cennet" olarak
adlandırılan ve insanların cennete girmeden önce dinlendikleri,
cennet havasına alıştıkları bir yerde geçer. Ölümlüler Ahret'te
27
EDİB-ADIVAR
a
MASKE ve RUH
cy
Nasreddin Hoca
kendini "kafiye
düzücülerin şahı"
olarak tanıtan
Şekispir'le tanışır,
Orta Cennet'te ve çok
iyi dost olurlar.
Hoca'nın "Çorbacı"
olarak çağırdığı bu
kırmızı sakallı, koca
kafalı adam "İnsan
İşleri Cemiyeti Şair
HALİDE
pe
de birtakım
örgütlenmelere
gitmişlerdir. Örneğin
"İnsan işleri
Cemiyeti", Yeryüzü'ne
dönmek isteyen
Gökyüzü sakinlerinin
bir dilekçeyle
başvurdukları yerdir
ve dilekçeyi "Çocuk
imalathanesi"ne
iletmektedir. Böylece
dileyen bir ana
rahmine bebek olarak
yerleştirilip yeniden
doğabilmekte, daha
aceleciler de
doğrudan ruh olarak
bedenlere
girebilmektedirler. Bu
kuruluşun Habeş
başkanından
dünyadaki işlerin pek
parlak olmadığını
öğreniriz.
Yeryüzü'ndeki
karmaşanın,
geçimsizliğin
Gökyüzü'ne
sıçramasından
korkulmaktadır.
Bu durum
karşısında
mahzunlaşan
Hoca'yı avutmaya
çalışan Şekispir
ona, insan ya da
eşek, her
yaratığın birer
maske olduğunu
söyler, Bozoğlan'
aramak için de
yeryüzüne
inmesini öğütler.
Onları yeni
haberler edinmek
için dünyaya
göndermeyi
tasarlayan İbni
Haldun,
Bozoğlan'ın
Akşehir'de
yetişmiş bir adam
olarak yaşadığını
bildirir. Hoca da
onunla yaşıt bir
amcaoğlunun
ruhuna girdikten
sonra eşeğiyle
birlikte huzura
erecektir. Sıra,
"İnsan İşleri
Cemiyeti"nin
kongresinin
yapılmasına gelir.
Aralarında
"Sokrat''ın da yer
aldığı kongre
üyelerinin amacı,
REMZİ
KİTABEYİ
İSTANBUL
iyice kötüye
giden dünyanın
kurtulmasıdır. Üç
ayrı dünya
Mümessili''dir. Hoca ise Gökyüzü'ne keyif çatmaya gelmiştir,
görüşünü temsil eden konuşmalara tanık oluruz burada.
İnsan İşleri'ne girmeye hiç niyeti yoktur. Aslında Orta Cennet
Demokrasi ve barıştan yana olduklarını söyleyen "Aklar",
Şekispir'i sıkmaktadır, en sıradan öykülerinde yaşananları bile
insanın yeteneğinin ve zekâsının belirleyiciliğini savunurken
buradakilerden çok daha hareketli bulmaktadır. Kadınlardan
"Kızıllar", hakkın "liyâkat ve zekâya" değil, ihtiyaca
da konuşulur. Hoca onlardan çok çekmiştir, son isteğinde bile
dayanmasından yanadırlar. "Eflâtunlar" ise dünyadaki
artık görmek istemediğini söylediği karısının sesini hâlâ
kargaşayı insanların tek bir örneğe, bir et maskesine
duymaktan yakınır. Ozan ise kendini, "Ta cennete kadar
dönüştürülmesine bağlamaktadır. Sözcüleri olan İbni
sürüklediğim dünyanın fikir ve his çöplüğü üstünde kıyamete
Haldun'ca ruh, varlığın ta kendisidir ve yaratma, ilerleme,
kadar ötmeye mahkûm serseri bir horoz" olarak tanımlar.
yaşama yeteneği insanın ruhundan gelir. Şekispir Eflâtunlar'ın
Bozoğlan ise efendisinin bayat şakalarından sıkılmıştır. Aklı fikri
görüşünü paylaşırken Hoca her üç renkten yana olduğunu
Ahret'te hayvanları insan yapan yere gidip dünyaya insan
açıklar.
olarak dönmekte ve kendine yapılan eziyetlerin öcünü
almaktadır, "İnsan İşleri Cemiyeti"nin başkanı olarak karşımıza
Nasreddin Hoca ile Şekispir yeryüzüne indiklerinde takvim 21.
çıkan Ibni Haldun'un, Nuh'un on iki bininci yıldönümü
yüzyılı göstermektedir. Hoca, Londra'daki Türk sefaretinde
törenlerine katılma önerisini geri çevirirken eski efendisine de
görev yapan ve ara sıra sıtma nöbetleri geçirip birtakım
aşağıda kendi yerine geçmesini önerir.
hayaller gören Nasır adlı bir başkatibin ruhuna girmiştir,
28
Şekispir de onun İngiliz gazeteci arkadaşı Şeyk olarak
karşımızdadır. Önce Londra'daki evinde gösterilen Nasır,
ülkesinin çağrısı üzerine Şeyk'le birlikte Akşehir'e gelir.
21. yüzyıl Türkiye'sinde insanlar, eski değerlerden
kopulmamasını savunanlar ve Batı hayranları olarak ikiye
ayrılmıştır. İkinci takım Nasreddin Hoca'nın türbesini asfalt
yollarla çevrelemiş, özgün mimariyi değiştirip yapıya modern
bir görünüm kazandırmaya çalışmıştır. Çingene müziğine,
göbek dansına, rakıya karşı olup, caz ve Avrupa salon
danslarını savunmakta, viski içmekte ve çağdaşlaşmayı
makinalaşmayla bir tutarak çocuklarına "Makinalaşmak
istiyorum" şarkısını öğretmektedir. Bunlara kalsa, eskiden
kalan ne varsa yıkılmalı ve her şeye sıfırdan "Batı usülü"
başlanmalıdır. Ayrıca, "Nasreddin Hoca'nın Çömezleri" adlı
gizli bir örgütün duvarlara modernlik karşıtı afişler astığını
öğreniriz.
1930'larda yazdığı oyununda Halide Edip Adıvar, ele aldığı
sorunu işlerken, onu besleyeceğini düşündüğü yan konu ve
temalara da başvurur: Bir yandan insanın kendi özünden
kopmaması maske ve ruh ilişkisi bağlamında anlatılırken, öte
yandan kudret, hükmetme, din, tanrı korkusu vb. konular
işlenir ki bu da, kimi zaman asıl konunun dağılmasına neden
olur.
Uzam ve kişi betimlemelerinde de yazar, yine aynı kaygıyla
(seyirciyi beslemek, onu olabildiğince donatmak) ayrıntılara
önem verir, uzun açıklamalarda bulunur. İnsanlar ya da
meleklerin boy poslarından, burunların biçimine, yüz
orantılarına denk her şey tek tek çizilir. Üstünde titizlikle
durulan bir başka nokta da benzersiz bir atmosfer
yaratılmasıdır. Herhangi bir sahnede verilmek istenen hava, her
boyutta iletilmeye çalışılır; amaç, tüm renkleriyle, giysileriyle,
sesleriyle fantastik bir masal dünyası kurmaktır. Son derece
özgür ve rahattır da yazarımız: Maskelerin ardındaki gözler
uzun ve yapay kirpiklerin arasında olağandışı bir humma ile
yanmalıdır, havada "'garip ve lâtif" hareketlerle melekler
yüzmelidir, Ahret'teki kongre sahnesi ise "sesli bir film halinde
cereyan etmelidir"...
cy
a
Başbakan Timur, düşüncelerini değiştirebilmesi için, eskiyi
savunan Nasır'ı makina ve robotlar kenti Kalopatya'ya, bir
inceleme gezisine gönderecektir. Şeyk ile Timur'un arasında
geçen Timurlenk tartışması sırasında sıtma krizine tutulan Nasır
ansızın Şeyk'in arkasında Shakespeare'i, Timur'da Timurlenk'i,
valide padişahın cücesini, Mahir'de de Bozoğlan'ı görünce
koşup Bozoğlan'ın boynuna sarılır. Daha önce de hayaller
gören Nasır bu kez iyice hastalanmıştır. Gördüğü son düşte
Hoca ile Şekispir yer alır. Kalopatya'ya gitmeden önce cennete
uğrayıp, İbni Haldun'la "Vilson", "Klemanso" ve "Briyan"a
aşağıyı anlatmaktadırlar:
Herkesin suratı asık olan yeryüzünde sürekli olarak yukardakilere sövülmektedir. Vilson Klemanso, Briyan'ın sorunu ise
dünyada yaşarken yaptıklarının hâlâ sürüp sürmemesidir.
geleni yapmıştır dünyada, duvarlara korsan afişler bile asmıştır
ama canını da ruhunu da zor kurtarmıştır; Ahret'in dünyayı,
ruhların da ölümlüleri rahat bırakmalarını istemektedir. Şekispir
dünyaya kesinlikle dönmeyi düşünmezken Bozoğlan ya tam
insan, ya da tam hayvan olmak özlemindedir. Hoca'ya
gelince... İbni Haldun'a göre, eşeği olsa da olmasa da, o her
dönemde insanları güldürmek için yeryüzüne inecektir.
pe
Havada "taksi tayyarelerinin bir yıldız alayı" gibi dolaştığı,
suyun üstünde kano otomobillerin görüldüğü, milyon gözlü
canavarlara benzeyen yapıların göklere meydan okuduğu,
evlerde odun ateşi yerine onun imgesini veren elektrik
alevlerinin kullanıldığı bi kenttir Kalopatya. Yeni düzenle ilgili
görüşler üç kişi aracılığıyla aktarılır seyirciye: Kadın kulüpleri
başkanı Maria, pazar okulları genel müdürü Olga ve
"Kalopatya ilerci Gençler Kulübü" başkanı ressam Karel.
Olga Hıristiyanlığı uygarlıkların kaynağı olarak görmektedir,
Maria için artık "din taasubu" diye bir şey kalmamıştır, ayrıca
dünyada din olarak bir tek hıristiyanlığın olmadığını
söylemektedir. Karel ise hıristiyan uygarlığının yalnızca
makinalaşma, bayağılaşma uygarlığı olduğunu düşünür. Ona
göre Kalopatyalılar ruhlarını yitirmişlerdir ve yabancıların
kendilerini kurtarmalarını ister. Yeni uygarlık anlayışını şu
çarpıcı tanımlamayla dile getirir konuklarına: "Mesut eden
değil, meşgul eden medeniyet. Kafasının içinde fikir, kalbinin
içinde his bırakmayan, mütemadiyen uçuran, koşturan,
yediren, içiren medeniyet..."
Oyunun son sahnesinde yine Ahret'e dönülür. Hoca ile
Şekispir'in karamsarlığına karşın İbni Haldun umutludur, onlar
Ahret'e gelinceye dek aradan bir yüzyıl daha geçtiğini ve
dünyanın artık ruhdan yana olduğunu iletir. Şekispir'e göre
yeryüzü yalnızca bir mideye dönüşmüştür ve artık gerçek
cennete gidip sonsuz barışa kavuşmayı diler. Hoca da elinden
Sıkca sesli düşünme biçimine başvurduğu oyununda dünyaya
Nasreddin Hoca gözüyle bakmayı deneyen Halide Edip Adıvar,
zekice hazırlanmış gülünç, absürde varan öğelerle
anlattıklarına renk katmıştır. Örneğin cennette yan
tutulmadığından, kapıda bilet kesmek için duran kişi,
hırıstiyanların inandığı gibi Sen Piyer değil, Adem ile Havva'dır.
Ya da sürekli olarak karısının sesini duymaktan yakınan
Hoca'ya İbni Haldun, sinirleri bozuk olduğu için, cennette
psikanaliz yaptırmasını önerir.
Halide Edip Adıvar, döneminin gündeminde önemli yer tutan
bir soruna getirdiği çözüm önerisini, bu kez tiyatro diliyle
anlatmaya çalışmıştır.
MASKE VE RUH'u sahnelemek oldukça güç, yaratıcılığı ve
sahne dilini zorlayacak türden bir yapıt çünkü. Yapısının tüm
karmaşıklığına, ayrıntı bolluğuna karşın yaratıcıya, ülkemizde
ender rastlanan biçimde, fantastik çalışmaya yatkın bir
malzeme sunmakta. Öte yandan oyun, yazıldığı dönemle ilgili
etkiler taşımakla birlikte, uzantıları günümüzde de süren
birtakım tartışmaları, çatışmaları ele almaktadır.
Çağcıl bakış açısı ve incelikli bir dramaturgi çalışması MASKE
VE RUH'u sahnelerimize kazandırmakla kalmayacak, Halide
Edip Adıvar gibi bir yazarımızın içtenlikle kaleme aldığı yapıtını
da gündeme getirmiş olacaktır. Yaratıcılığını ve sahne dilini
zorlamayı göze alan bir yönetmeni beklerken, oyunun en
azından okunup incelenmesinin yararlı olacağına inanıyorum
29
İZLENİM
TAORMİNA VE AVRUPA
TİYATRO ÖDÜLÜ
Dikmen Gürün
Tiyatro'da Avrupa Büyük Ödülü'nü otuz yıldır sürdürdüğü yaratıcı çalışmalarıyla
dünya tiyatrosuna imzasını atmış olan Robert Wilson aldı. 1986'dan bu yana iki yılda
bir uluslararası bir jürinin verdiği Avrupa Tiyatro Ödülü'nün Wilson'dan önceki
sahipleri de tiyatroya damgasını vurmuş büyük isimler. Ariane Mnouchkine, Peter
Brook, Giorgio Strehler ve Heiner Müller.
pe
cy
a
Bu bağlamda 3-7 Ocak tarihleri arasında
Taormina'da gerçekleştirilen etkinlikler,
çeşitli konferanslar, tartışmalar, video
gösterilerini kapsıyordu. Ödül gecesi
Robert Wilson'un "Persefone"si
sergilenirken, diğer günlerde de prova
aşamasında çalışmalardan bölümlere ve
iki de oyuna yer verileceği bildirilmişti. Bu
açıdan ufak bir şanssızlık yaşandı.
"Tiyatro'da Yeni Gerçekler" Ödülü'nü
alan İngiliz Theatre de Complicite John
Berger'in bir öyküsü üstüne kurulu "Lucie
Cabrol'un Üç Yaşamı"ndan bazı sahneleri
oynayacaktı. Ekibin tümü Taormina'ya
gelemediği için bu küçük gösteri
gerçekleşemedi ama oldukça uzun ve
verimli bir söyleşi ortamı yaratıldı. Başta
topluluğun beyni olduğu her halinden
belli Simon McBurney ve diğer
sanatçıların tiyatroya bakışlarını
öğrenmek, çalışma yöntemlerini
sorgulamak hayli yararlı ve ilginçti. Aynı
ödülü Theatre de Complicite ile paylaşan
bir başka topluluk da Carte
Blanche-Compagnia della Fortezza idi.
Volterra hapishanesinde 9 yıldan beri
mahkûmlarla tiyatro yapan yönetmen
Armando Punzo, ödülünü alırken pek de
mutlu sayılmazdı, çünkü Taormina'da
Jean Genet'nin "Karalar"ını sunacak olan
topluluğun baş oyuncularından biri
özgürlüğü Taormina'ya yeğlemiş ve
hapisten kaçmıştı. "Karalar"ı da bu
nedenle izleyemedik. Son yıllarda
adından çokça söz ettiren Rus yönetmen
Anatolij Vassilev'in "Geremia'nın Ağıtı"
ise hayli tartışmalı bir gösteriydi.
Yağmurlu bir akşamüstü 70 km
mesafedeki Katanya'da görkemli bir
kilisede seslerini çok iyi kullanan, çok
30
kısıtlı hareketlerle sınırlandırılmış genç bir
ekipten dinlenen halk ezgileri ve dini
şarkılardan oluşan ağıt belli bir noktadan
sonra orada bulunan pek çok insan için
tekdüze bir ayin olmanın ötesine
geçemiyordu. Vassilev içinse yaşamın
anlamlarını araştıran bir çalışmaydı bu.
Robert Wilson'un geçen yıl Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali'nde
Rumelihisarı'nda izlediğimiz "Persefone"s
bu kez kapalı bir mekâna taşınmıştı.
Wilson sahne gerisine yerleştirdiği
kocaman bir ekranı oyun boyunca adeta
ışıkla yıkarken yarattığı boşluk içinde
kullandığı sanatçılarla ve objelerle bir
"sahne mimarı" olarak üstünlüğünü yine
ortaya koyuyordu. Mimarlığın yanı sıra
sanat tarihi okumuş olması da onun
görselliği sahneye çok farklı boyutlarda
taşımasının nedenlerinden birini
oluştururken 'hareketli resim', 'hareketli
teknik' kavramlarını da beraberinde
getiriyordu. Wilson "bir şeyin başı ve
sonu yoktur; başlangıç ve son bir
bütündür" diyor ve biçimin bu bütünün
bir parçası olduğunu öne sürüyordu. Ona
göre, sahne üstündeki bütünde gerçek
olan duygulardı. Sanatçı için oyuncuların
beden disiplini ne denli önemli ise
duyguların beden diliyle yansıtılması da o
denli önemliydi. Oyunlarında ısrarla
üzerinde durduğu vücut ritmi ve disiplin,
antik tiyatronun bir uzantısıydı.
"Persefone"de bu yaklaşım kolaylıkla
izleniyordu.
"Persefone"nin yanı sıra, yukarda
değindiğim gibi çeşitli söyleşilere ve video
gösterilerine de yer verilmişti. Sanatçının
1996 Edinburgh Festivali için yeriden
yorumladığ "Orlando"da oynayan
Miranda Richardson, yirmi yıldır
koreografileriyle ona katkıda bulunan
Lucinda Childs, yıllardır çalışmalarını
inceleyen ve eleştiren Franco Quadri (Le
Republica), Hebbel Tiyatrosu'nun
yönetmeni Nelle Hertling, Le Monde'un
eleştirmeni, Colette Godard Robert
a
pe
cy
Robert Wilson'un İstanbul Tiyatro Festivali'nde sahnelediği "Persofone"den bir sahne.
Wilson üstüne konuşan isimlerden sadece
birkaçıydı.
cy
a
Yeni Seyirci Yaratmak
İlgiyle izlenen bir diğer konuşmalar dizini
de "Tiyatroda Yeni Seyirci Yaratmak"
konusu üzerinde odaklanıyordu. Yeni bir
seyirci kesimi yaratmak, bu yolda nasıl
çalışmalar sergilenebileceğini araştırmak
ya da seyirci kitlesini ayakta tutabilmek...
Bu bağlamda antik mekânlarda yapılan
tiyatronun yöre halkıyla bütünleşmesi ve
seyirci ile sahne arasındaki mesafeyi
ortadan kaldırma özelliği üzerinde
duruldu. Saraybosna'dan gelen Darko
Lukic adlı genç sanatçı "Savaşta Tiyatro"
başlıklı konuşmasıyla seyirci-tiyatro
etkileşimini farklı bir açıdan ele alıyordu.
Şöyle diyordu Lukic; "Savaş bir şoktu.
Kent ise bir hapishane, ilk aylarda kent
dışına çıkma olanağı vardı. Bu sıralarda
pek çok oyuncumuz kenti terk etti.
izleyen günlerde ise yaşam adeta durdu.
Ömrümüz sığınaklarda geçiyordu.
Düşünebiliyor musunuz, 23-24 saat bir
sığınakta yaşamak ne demektir? Bu
kâbusu tiyatrodan üç kişi; bir müzisyen,
bir oyuncu ve ben günlerce birlikte
yaşadık. İşte bu günlerin birinde bir
performans yapmaya karar verdik. Şiir ve
müzikle başladık işe. Orada bulunan
insanlar da sanki birden sanatın gücünü
hissettiler. Çalışmalarımız giderek gelişti.
Sığınakta bir çalışma alanı oluşturduk,
burada bizim dışımızdaki insanlar, yani
bugüne kadar tiyatro ile iç içe yaşamamış
olan insanlar kendi oyunlarını
yaratıyorlardı. Bu oyunları çevre
sığınaklara götürüyorduk. Kısacası
sığınıklar arasında turne yapıyorduk.
Tiyatromuzun adını Sığınak Tiyatrosu
koyduk... Böyle bir turne sırasında ne
yazık ki bir arkadaşımız iki bacağını birden
kaybetti. Sığınağın az ötesindeki
patlamadan kurtaramadı kendini. Bu
olay büyük bir şoktu bizim için.
Çalışmaları kesmek istedik, ama salt
bizimle aynı sığınağı paylaşanlar, bizimle
çalışmalar yapanlar değil, diğer
sığınaktakiler de adeta direndiler,
reddettiler bu tavrımızı..."
pe
Bu olaydan sonra; öncelikle savaş karşıtı
olduğu için ve günlerinin çoğunu
sığınakta geçirmek zorunda kalan bu
insanlara biraz renk getireceği, onlara bir
çeşit enerji yükleyeceği düşüncesiyle
"Hair" müzikalini koymuşlar sahneye.
Elektrik olmadığı için ışık tasarımını
mumlarla gerçekleştirmişler, ama şehirde
de elektrik kesik olduğundan oyun
sonrası izleyiciler eğer evlerine dönüyor,
orada kalmıyorlarsa sahne mumlarını da
alıp gider olmuşlar ve bu nedenle de
müzikal repertuardan kalkmış, çünkü
hem onca mum bulmak zorlaşmış hem
de ortaya maddi sorun çıkmış!
32
Lukic, sığınaklarda oluşan seyirciyi "yeni
seyirci" olarak tanımlarken onların aynı
zamanda oyunculuk görevini
üstlendiklerine de dikkat çekiyordu.
Profesyonel oyuncular kenti terkettikleri
için sığınakta bulunan insanlar arasından
dileyenler gruba katılıyor ve ancak kısa bir
"workshop" sürecinden sonra oyunlarda
rol alıyorlardı. Konuşmasını şöyle
noktalıyordu genç Lukic; "Sığınakta
televizyon yoktu, sinema yoktu, ama
insanlar tiyatroda buluşuyorlardı. Bir
şeyleri paylaşıyorlardı. Burjuva seyirci
kenti terk etmişti, ama yepyeni bir seyirci
oluşmuştu sığınaklarda."
Sorbon Üniversitesi'nden Sylvain Georges
yeni seyirci konusuna daha akademik bir
açıdan yaklaşıyor ve bir yandan ekonomik
sistemlerin yönetsel gücünün sanatsal
bağlantılarını irdelerken öte yandan
kapitalizmin genç seyirciyi kurban seçtiği
üzerinde duruyordu. Georges, sanatın
gerçeğini "yeni ve anlamlı bir yaşam için
mücadele etmek" olarak tanımlıyor ve
tiyatro sanatının gerçeğini de yaşam ve
ölüm arasındaki arayış olarak
değerlendiriyordu. Dünyanın adeta
vahşete bir çeşit geri dönüş evresinde
olduğu günümüzde sanatçının görevini,
sistemi eleştirmek olarak belirlerken, bu
bağlamda tiyatronun işlevini de deşifre
etmekle, yükümlü olduğu gerçeklerle
seyirciyi yüzleştirmek olarak tanımlıyordu.
Günümüzde önemli olan tiyatronun bu
amacını, bu misyonunu algılayacak bir
izleyici kitlesinin yetişmesiydi. Ekonomik
ve politik güçler dengesi içinde tiyatro
sanatı yaratıcılığı ve uyandığı ile insanları
yeniden trajik olanla yüzleştirmek ve
'hafıza' olgusunu ön planda tartışmak
zorundaydı.
Evet, Taormina Sicilya adasında denize
tepeden bakan küçük bir kasaba. Her
köşesinden tarih fışkırıyor. Ama bu küçük
kasaba hem düzenlediği Müzik, Sinema
ve Tiyatro Festivalleri hem de iki yılda bir
verdiği Tiyatro Büyük Ödülü ile pek çok
tiyatro insanını bir araya getiriyor.
Tanışma, tartışma, anlaşma olanakları
hazırlıyor. Yazının başında da değindiğim
gibi, bugüne dek bu ödülü alan kişiler
onun önemini bir kez daha vurguluyor
PERDE ARASI
Cemal
Sanat Eğitimi ve Tiyatro
Tiyatro eğitimi, genel sanat eğitiminin bir parçası olduğu bilinciyle öğrencilere verilemediği
sürece, tiyatro bağlamında da eksik kalmaya yargılı bir eğitimdir.
Bugün kimi uzmanlarımızın ve tiyatro sanatçılarımızın üzerinde görüş birliğine vardıkları nokta,
konservatuarlarımızdaki tiyatro eğitiminin genelde böyle bir eksikliği sergilediğidir.
Tiyatro eğitimine yeni başlayan bir öğrencinin daha ilk yılında bir temel sanat eğitiminin
süzgecinden geçirilmesi gibi bir anlayış, henüz yerleşmiş değildir. Bunun gibi, örneğin estetik
de tiyatro eğitimi veren kurumların izlencelerinde bağımsız bir ders olarak yer almamaktadır.
Bunun anlamı, tiyatro gibi bir sanat dalında yetiştirilmeleri öngörülen öğrencilere sanat üzerine
düşünmenin biçimlerini kazandıracak bir dersin gerekli görülmediğidir. Yani öğrenci, dört yıl
süreyle tiyatro eğitimi alacak, fakat bu eğitimi kendi sanatına "Nedir?" sorusunu yöneltebilmenin taşıdığı önemin bilincine varmaksızın noktalayacaktır.
Buna ek olarak, sanat tarihi de kimi konservatuarlarımızın tiyatro bölümlerinde ya hiç yer alma­
makta ya da amaca uygun biçimde verilmemektedir. Her ders, verildiği kurumun gerekleri
doğrultusunda biçimlendirilmek durumundadır. Antikçağ Yunan sanatında sütun başlıklarına ait
değişik üsluplar, sanat tarihi bölümünde verilen sanat tarihi derslerinin zorunlu bir parçasıdır.
Oysa bir konservatuarın tiyatro bölümünün izlencesinde öngörülen sanat tarihi, öğrencilere
örneğin ancak Antikçağ Yunan sanatını oluşturan ve etkileyen toplumsal gelişimleri yansıtabil­
diği, dolayısıyla tragedyanın doğduğu zemini sanatsal açıdan da yorumlayabildiği ölçüde yararlı
olabilir.
a
Konservatuarlarımızın tiyatro bölümlerinin izlencelerinden yansıyan bir başka eksiklik de sanat
kavramlarıyla ilgilidir. Genel sanat kavramlarının önemli bir bölümünü örneğin sanat tarihi ders­
lerine sığdırabilmenin olanaksızlığı nedeniyle öğrenci, eğitimini bu kavramların içeriğini yeterince
ya da hiç öğrenmeden bitirmektedir.
cy
Kuramsal düzlem kavramının çatısı altında toplayabileceğimiz bütün bu eksikliklerin sonunda ti­
yatro öğrecisi, eğitimi boyunca kendi alanında sanatın genel zeminiyle kurulması kesinlikle
gerekli ilişkileri, geniş ölçüde kuramadan ilerlemekte, sonuç kendi alanına, yani tiyatroya yönelik
genel anlamda bir sanatsal bakış açısından yoksun kalmaktadır.
Doğalcı, izlenimci ya da dışavurumcu tiyatroyu öğrenen (!) öğrenci, bu akımların genelde hangi
nedenlerle doğduğunu, bu nedenlerin yine genelde - hangi toplumsal ve sanatsal çalkantılardan
ya da bunalımlardan kaynaklandığını bilmemektedir.
pe
Ahmet
Birinci sınıfta tragedyayla karşılaşan öğrenciye, tragedyanın gelişmesi ile aynı dönemdeki Yunan
felsefesinin ve Yunan demokrasisinin gelişmesi arasındaki yoğun ilişki genelde anlatılmamakta,
bunun sonucunda öğrenci tragedyayı düşünsel temelller doğrultusunda gelişen bir toplumsal
kurum niteliğiyle değil, fakat yalnızca bir tiyatro kalıbı olarak kavrama durumunda kalmaktadır.
Yine tragedya bağlamında olmak üzere, mitoloji -kimi istisnaların dışında- bağımsız bir ders
olarak okutulmadığından, öğrenci gerek antikçağ Yunan tiyatrosunun karakterlerini, gerekse
-bütün sonraki gelişmesi açısından- Batı tiyatrosunun kullandığı başlıca simgeleri yine salt kalıplar
olarak tanımaktadır.
Yüzyılımızın ünlü sanat tarihçilerinden Arnold Hauser'in çok yerinde anlatımıyla, gelişmenin her
alanında olduğu gibi sanatın gelişmesinde de "her ikinci adım, birincinin sonucu ve üçüncünün
hazırlayıcısıdır." Ve bu söylemde sözü edilenler, yalnızca tiyatroyla, dahası yalnızca sanatla bile
sınırlandırılmayacak adımlardır. Sanattan kaynaklanan her sorunun - sanat ile toplum
arasındaki yoğun bağlantı nedeniyle - yalnızca sanat alanıyla sınırlı kalınarak yanıtlanmaması
gibi, tiyatrodan kaynaklanacak her soruyu da sanatın genel zeminine atıfta bulunmadan
yanıtlayabilmek olanaksızdır.
Yukarıda sözünü ettiğim eksiklikler, tiyatro eğitimi gören öğrencinin yönelimlerini de etkilemek­
te ve öğrenci - kuramsal temellere yeterince dikkatinin çekilmemesi nedeniyle - çoğu kez ancak
kuramsal düzlemde edinilebilecek bir bilgiyle beslenmemiş bir uygulamaya öncelik tanımaktan
yana çıkmaktadır.
Konservatuarlarımızda verilmekte olan tiyatro eğitiminin bu noktalar göz önünde tutularak
yeniden incelenmesi ve yönlendirilmesi, ülkemizde gelecekte sanatları üzerinde kafa yormayı o
sanatı uygulamanın önkoşulu sayacak genç tiyatrocuların daha kabarık sayıda yetişmelerine
olanak sağlayacaktır.
33
ELEŞTİRİ
Sibel Arslan
SİLVAN'IN
KADINLARI
pe
cy
a
Bu yıl sahnelerde kadın olgusunu çeşitli
açılardan ele alan birçok oyun sergileni­
yor. Şehir Tiyatroları'nda izleyici karşısına
çıkan "Silvanlı Kadınlar" da kırsal kesim­
de yaşayan kadınların yazgısını işleyen,
Güneydoğu Anadolu'nun kadınlarını ele
alan bir oyun. İsmail Kaygusuz'un,
Muhsine Hekimoğlu Yavuz'un
"Diyarbakır Efsaneleri" adlı kitabından
yola çıkarak yazdığı "Silvanlı Kadınlar",
kuralları erkekler tarafından belirlenen
bir dünyada söylence, gerçek ve
gelenekler arasında sıkışıp kalan
kadınların dünyasını yansıtarak, oldukça
farklı bir dünyayı gözler önüne seriyor.
Neler yok ki bu dünyada: Evinden uzun
süre ayrı kalıp kadınlarla gününü gün
ettikten sonra, cinler tarafından
kaçırıldığını söyleyip karısını buna
inandıran bir koca, erkek evlat sahibi
olmak için evliyalardan medet uman,
oğlan doğuramayınca kendi eliyle
kocasını evlendirmek zorunda kalan bir
kadın, kadını "mal" konumuna
indirgeyen töreler, efsanelerle gerçek­
lerin birbirine geçtiği bir ortam ve töreler
karşısında kadının umarsızlığı.
"Silvanlı Kadınlar"ın ele aldığı konu,
daha önce pek çok edebiyat yapıtında
kullanılmasına karşın, kadınların karşı
karşıya olduğu yazgıyı, erkek egemen
dünyanın dört duvar arasına hapsettiği
kadınların yazgısını yanılsamacı bir
tavırla ortaya koymayıp epik-göstermeci
bir biçemden yola çıktığı için, olayların
belirli bir mesafeden izlenip
değerlendirilmesini sağlıyor.
Tüm ekibin birlikte yaptığı bir çalışmayla
34
ortaya çıkan oyunun ekip yönetmeni
Mustafa Arslan. Dekor-kostüm
tasarımını Feyza Zeybek'in
gerçekleştirdiği "Silvanlı Kadınlar"da Zeki
Yıldırım, Selçuk Soğukçay, Ayça
Telırmak, Burçetin Zoga, Hakan Arlı,
Bahar Işık, Esin Umulu, Ersin Umulu ve
Dolunay Sert rol alıyor. Kör seyirlik oyun
larının temel özelliklerinden yola çıkan
oyunda, birkaç aksesuarla farklı rollere
bürünme, mekân ve sahne değişiklikleri
ni izleyicinin gözü önünde
gerçekleştirme gibi göstermeci oyun
biçeminin öğelerinden yararlanılıyor.
Bütün oyuncuların oyun boyunca sahne
üstünde olduğu "Silvanlı Kadınlar"da
birkaç kuru dal ya da kumaş parçası yar
yana getirilerek yeni bir mekân oluşturu
luyor, bir önceki sahnede anlatıcı rolünü
üstlenen oyuncu, başına taktığı başlıkla
birden ebe'ye dönüşüveriyor. Oyuncular
bazen evin kapısının, bazen duvardaki
bir rafın ya da ağıldaki koyunların yerini
alıyorlar.
Feyza Zeybek'in başarılı kostüm ve çevre
tasarımına, ışık, müzik ve stilize
dansların eklenmesiyle görsel açıdan
belirli bir başarıyı yakalayan oyun, ele
aldığı kırsal kesim kadınının açmazını
sergileyen "kuma" ve "berdel" olgusu­
nun dehşet verici, karanlık yüzüne karşı
ironik bir yaklaşımla bu geleneğin
anlamsızlığını vurguluyor. Kocasına
erkek çocuk veremediği için üstüne
kuma getirilmesine ses çıkarmayan
kadının çektiği acının ardından birden
bire coşkulu, eğlenceli bir sahne geliyor.
Ya da sevdiği kızın berdel olarak yaşlı bir
adamla evlendirilmesini engellemenin
olunun şiddetten geçtiğini anlayan
no'nun hiç de kahramanca olmayan
arı ve tereddütü birden yanılsamayı
yor. Böylece izleyicinin olaylarla
işlemesi engellenerek mesafeli bir
şla olaylara yaklaşması sağlanıyor.
nelenmesine, izleyicide farklı bir tiyatro
tadı bırakmasına karşın, ebe kadın
rolündeki Ayça Telırmak ile Memo
rolündeki Burçetin Zoga'nın başarılı
yorumlarının dışında, diğer oyuncuların
yetersiz oyunculukları oyunun zayıf nok­
tasını oluşturuyor... Geleneksel kay­
naklara yönelerek çağdaş Türk tiyatro­
sunun dilini ve biçemini oluşturma adına
yararlı bir başlangıç yapan "Silvanlı
Kadınlar"ı, Şehir Tiyatrolarının kurduğu
Geleneksel Türk Tiyatrosu Araştırma bir­
iminin başlattığı kuramsal ve uygulamalı
çalışmalarının sonucunda daha başarılı
örneklerini izleyeceğini umuyoruz.
"Silvanlı Kadınlar", geleneksel tiyatro­
muzun kaynaklarından yola çıkarak sah-
pe
cy
a
ndaki tüm tiplemeler güleryüzlü bir
kle ele alınmış olmasına, trajik olanmik olanın iç içe geçmesine karşın,
derin kurnaz ve akıllı, kadınların ise
e kolay kandırılabilir kişiler olduğu
bir izlenim yaratılıyor oyunda. Oysa,
ısına, geleneklerin çizdiği sınırların
a çıkmaya çalışan kadının, kurtuçocukca hilelerde araması ya da bir
kten kurtulmak için başka bir
erkeğe sığınmaya çalışmasının traji­
komik yanı vurgulanarak, kadının bu
yüzden doğaüstü güçlere, efsanelere
inandığının, gerçeklerle başedemeyince
kurtuluş umudunu kendi düş gücüyle
yarattığı gerçeküstü dünyada
aramasının ipuçları verilerek olayları
yalnızca mizahi yanıyla yansıtmakla
yetinilmeyip, sorunun kaynağı irdelense
"Silvanlı Kadınlar"ın saf oldukları değil,
erkek iktidarı karşısında öyle görünmek
zorunda olduklarını ortaya çıkararak
oyuna eleştirel bir bakış açısı
kazandırabilirdi.
İNCELEME
Hasibe
Kalkan
"ORKESTRA" ve
"SORUŞTURMA"DA
BİÇİM-İÇERİK SORUNU
adlı bir tutuklu kadının kampta yaşadıklarının gerçek öyküsün
temel almıştır "Orkestra". Auschwitz toplama kampındaki
tutuklulardan oluşan bir kızlar orkestrasının öyküsüdür
Orkestranın öyküsü, çünkü üyelerini tek tek tanıyacak kadar
derinlemesine işlenmemiştir kişiler. Oyun boyunca, onları bir
orkestrada yer alan değişik aletlerin çıkardıkları farklı sesler
gibi algılarız, bir solistin dışında: Fania Fenelon. Şarkı
söyleyebilmesi hayatını kurtarır, çünkü Auschwitz toplama
kampında, tutuklu işçiler, işe giderken müzikle uğurlanırlar ve
kamp yöneticileri pazar konserlerinden hoşlanırlar. Kamptaki
orkestranın bir başka görevi de gaz odasına gönderilen
tutuklulara son yolculuklarında müzikle, hem de marşla eşlik
etmektir. Fania Fenelon, tüm orkestra üyeleri gibi, kamp
yöneticilerini memnun ettikleri sürece hayatta kalabileceğini
bilmektedir. Ancak kampta yaşananları görüp duydukça,
üstelik de sıradan tutukluların kendisinden katilleri memnun
ederek yaşamını sürdürdüğü için, nefret ettiklerini anlayınca,
hayatta kalma isteği giderek yok olur. Sanatçı kimliğiyle
vicdanını rahatlatan, kimin için ve nerede olursa olsun, sanatçı
sanatını icra eder görüşüyle etrafında olup bitenleri
görmemeye çalışan orkestra yöneticisi Alma Rose, Fania'ya
onun orkestra ve dolayısıyla tüm üyelerinin hayatta
kalabilmeleri için, vazgeçilmez olduğuna inandırmaya çalışır.
"Müzik insanlığın en kutsal eylemidir. Gece gündüz demeden
kendinizi vermelisiniz.
pe
cy
a
Almanlar bu yılın başlarında şiddetli bir sarsıntı geçirdiler.
Sarsıntının nedeni ne bir deprem ne de işsizzilik oranının
%10'un üzerine çıkması, sarsıntıya yol açan D.J. Goldhagen'in
"Hitlerin Gönüllü Cellatları" adlı kitabıydı. Goldhagen
sözkonusu çalışmada, Nazi Almanyası'nda yaşanan insanlık
dramına yeni bir açıklama getirmektedir. Yahudi soykırımından
Nazi Partisini ve birkaç manyağı sorumlu tutan yaygın resmi
görüşü, birçok belgeyle çürüten Goldhagen'e göre, Nazi
Partisi dışındaki polis ve asker örgütleri, emekli derneklerinin
üyeleri vb., yani çok sayıda sıradan Alman, hiçbir zorlamaya
gerek kalmadan, kendi iradeleriyle bu soykırıma katılmışlardır.
Dolayısıyla suç, belli bir ırksal ve kültürel şekillenmenin ürünü
olan Almanların tümüne aittir. Ergin Yıldızoğlu'na göre yeni
açıklanan bazı belgelerle desteklenir gibi görünen bu çarpıcı
görüşün üç büyük zaafı var. "Birincisi, suçu Almanların tümüne
yükleyerek Nazi Partisi'nin ve faşist devletin özgünlüğünü ve
dolayısıyla rolünü ortadan kaldırıyor. İkincisi, bu çalışma,
Yahudi düşmanlığına karşı kararlı bir direniş göstermiş SPD'yi
ve Alman Komünist Partisi gibi seçimlerde, sırasıyla 9 milyon
ve 3 milyon oy almış olan güçleri önemsemiyor. Üçüncüsü,
soykırımı bir ırka ve kültüre ait, çok özgün bir durum olarak
tespit ederek Almanların dışında hemen herkesi, gelişmeleri
başından beri bilip de susanlar da dahil, aklıyor."1 Almanları
ayağa kaldıran suçlamalar, haklılıkların derecesi tartışladursun,
elli yıl öncesinde yaşanmış olaylardan sorumlu kişilerden pek
yaşayan kimse kalmadığı halde, Yahudi soykırımının
nedenlerini açıklama çabasının daha birkaç yüzyıl süreceğine
işaret etmektedir. Olayın psikolojik boyutu, kavrama
gücümüzü zaten aşmaktadır. Ancak birkaç yüzyıl sonra,
aradan geçen zamanın kazandırdığı mesafeyle, Almanya'da
İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan bu soykırıma dair
sorduğumuz sorular belki tatmin edici yanıtlar bulacaktır.
27 Ocak 1945 tarihinde Auschwitz toplama kampının Rus
birlikleri tarafından kurtarılması ve vahşetin tüm dünyanın
gözleri önüne serilmesiyle edebiyatçılar da böylesine bir olayın
yaşanmasına izin veren nedenleri sorguladılar ve kendilerine
göre yanıtlar buldular ya da bulamadılar.
Arthur Miller, bugünlerde İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda
sahnelenen "Orkestra" adlı film senaryosuyla Auschwitz
gerçeğiyle hesaplaşmaya çalışmıştır. Yazar, Esther Bejarano
36
Kendinizi dinlemelisiniz. Her an kendinizi geliştirmelisiniz."2
Artık Fania kendi yaşama isteğinden çok, başkaları için ve
gelecekte orada yaşananları anlatacak birilerinin olması için
yaşamaktadır. Fania, adil ve güçlü kişiliğiyle tüm orkestra
üyelerinin sırdaşı olmasına rağmen, başta Alma Rose ve
diğerleri ile kendisi arasında sürekli bir rekabet yaşanır.
Kamptaki Polonyalılar kendilerini Yahudilerden üstün görür,
birçoğu fırsat bulduğu anda kendi çıkarı uğruna diğerini feda
etmekten kaçınmaz. Onları birleştiren her an yaşadıkları ölüm
korkusudur.
Arthur Miller, bu insanlık trajedisini sahneye taşırken dramatik
bir kurgudan yararlanmıştır. Yazar bu oyunda, bir toplumda
var olan ölüm mekanizması karşısında insanların tutum ve
davranışlarını gözler önüne sererken, kişilerin iç çelişkilerini ir­
deleyerek onlara psikolojik derinlik kazandırmaya çalışmıştır.
"Orkestra"da Fania ve Alma Rose'nin kişilikleri buna örnek
Yahudi Soykırımı, yalnızca bir dönemin Almanya'sındaki bazı
delilerin ürünü olmaktan çıkartılıp, tüm insanları ilgilendiren
temel bir sorun haline getirilebilir.
Bu tartıştıklarım oyunun etik yanıyla ve temel iletisiyle ilgili
olarak gördüğüm sorunlar, bunların yanı sıra metinde birçok
basit anlamsal yanlışlar da bulmak mümkün. Örneğin insanlar
karanlık bir yük treninde toplama kampına taşınırlar, vagonun
içi öylesine havasız ve bunaltıcıdır ki, sonunda yaşlı bir adam
ölür, ama bu ortam iki kişinin orada kitap okumasına engel
oluşturmaz. Bu arada Fania Fenelon da hapishaneden çıkartılıp
trene bindirildiği halde kürk mantosu ve şık bavuluyla seyahat
etmektedir. Bunların yanı sıra, oyunda yer alma nedenini
seyircinin kendi kendine sorup da yanıt alamadığı durumlar da
var. İyi bir edebi yapıtta her sözün ve eylemin bir gerekçesi
vardır, yoksa yama olarak kalır. Fania kampta bir süre
geçirdikten sonra sevgilisinden bir not alır. Sevgilisi Fania'dan
bir yanıt beklemez, yalnızca onun da kampta olduğunu
bilmesini ister. Peki ama neden onun orada olduğunu
öğrenmek zorundayız? Oyunun başında kısaca sevgiliden söz
edilmiş olsa da oyunun sonuna değin ondan bir daha haber
alamayız, dolayısıyla bu notun oyunun gelişimine hiçbir katkısı
yoktur.
yapan da bu işte."3
cy
a
gösterilebilir. Fania ile birlikte Auschwitz'e getirilen ve
ania'nın isteği üzerine orkestraya alınan Marianne'de de oyun
oyunca değişen kişilik belirtileri yakalayabiliriz. Yazar, oyunda
Auschwitz'de bulunanların insan olma özelliğini sorgular, ister
tutuklu, ister yönetici olsun, herkes insandır. Bu insanların
buradaki koşullar karşısında nasıl davrandıklarıyla ilgilenir,
agerführerin Maria Mandel çok güzel bir kadın olmakla
birlikte kendisi gibi müzikten çok hoşlanan Dr. Mengele gibi bir
atildir.
Onu çirkinleştirmeye çalışma Esther. O güzel, hem de insan.
eni tiksindiren, o kadar güzel bir kadının nasıl böyle şeyler
yapabildiği. O da bizim gibi insan. Durumu böylesine umutsuz
pe
Miller, Fania ile seyirciye özdeşleşebileceği bir karakter sunar.
seyirci onunla üzülür, onun şarkılarıyla coşar ve onun hayatta
kalması için dua eder. Tabii sahnede yeterince inandırıcı, güçlü
oyunculuğuyla yaşadığı çelişkileri ve acıları izleyiciye
uyumsatabilen bir oyuncu tarafından canlandırılması
koşuluyla seyirci böyle bir tepki verir.
Auschwitz gibi bir insan yok etme mekanizmasının, neden
özellikle o dönemde ve Almanya'da ortaya çıkabildiğine ilişkin
herhangi bir düşünceye rastlayamıyoruz oyunda. Evet, yazar
sık sık katillerin de insan olduğunu, bu insanların nasıl
insanlıktan çıkabildiğini Fania aracılığıyla kendisine ve
seyircisine sorar, ancak bir yanıt bulamaz. Yazar, bize hazır bir
yanıt bulmak zorunda da değildir. Eğer oyunun kurgusu
yeterince sağlam, içeriği yeterince sarsıcı olsaydı, seyirciyi bu
konuda düşünmek için harekete geçirebilirdi. "Orkestra",
Arthur Millerin kaleminden çıktığı biçimde, ancak klasik bir
oyunun etkisine sahiptir. Yani seyirci oyunu izlerken, tutuklular
in üzülür, kamp yöneticilerinden nefret eder ve sonunda
fania'nın ölümünden kurtulabilmesine sevinir, tiyatrodan
uygularından arınmış olarak çıkar. Oysa Auschwitzler yalnızca
çeken ve öldürülen kurbanlardan ve acımasız katillerden
baret değildir. Auschwitz ve benzerleri insanların yarattıkları
bir sistemin ürünüdürler. Söz konusu sistemin içinde yer alan
her insanın çeşitli nedenlerle bu ürünlerde katkısı vardır. Ancak
u katkıların derecesi ve bağlantıların ortaya çıkartılmasıyla
Auschwitz yeryüzünde yaşanmış bir cehennemdir. "Orkestra"
ise bu cehennemin sıcaklığını hissettirmekten çok uzak bir
oyundur. Bunun sorumlusu yalnızca oyunun anlatımındaki
naiflik değil. Aynı zamanda oyunun biçimi, içeriğinin
sarsıcılığını taşımakta yetersiz kalmaktadır. Seyircinin olayların
dehşetini kavrayabilmesi için, konuya çok boyutlu yaklaşmakla
birlikte, seyircinin belli bir mesafeyle içeriğe bakmasını
sağlamak gerekir. Bunu dramatik kurgulu bir oyunun
sağlaması ise çok zor.
Auschwitz'te yaşananlarla yakından ilgilenmiş olan yazarlardan
biri de Peter Weiss'dir. Yazar, 1963 yılından 1965'e kadar
devam eden Auschwitz davasının tutanaklarından
biçimlendirdiği "Soruşturma" adlı oyununu tek fiktif bir öğeye
başvurmadan biçimlendirmiştir. Weiss oyununda, Arthur Miller
gibi bir arayış içinde değildir. Ona göre yaşananlardan sorumlu
37
pe
cy
a
kişiler belliydi, onlar da gerektiği biçimde cezalandırılmalıydılar.
Ancak Peter Weiss, tek tek kişilerin cezalandırılmasıyla gerçek
adaletin yerine geleceğine inanmaz, çünkü olanlardan asıl
sorumlu olan kapitalist sistemin kendisidir. Yazar kapitalizm ile
faşizm ve soykırım arasındaki ilişkileri ortaya çıkartarak, ancak
sistemin değişmesiyle, Auschwitzlerin tekrarlanmasının
engellenebileceğini savunur. Seyirci bu görüşe katılsın ya da
katılmasın, bizi burada ilgilendiren, gerçeklerden yola çıkan iki
oyunun biçimidir: Dramatik bir oyun olarak "Orkestra" ve
belgesel bir oyun olarak "Soruşturma". Peter Weiss konunun
tüm boyutlarını sunabilmek için yeni bir biçim arayışına
girmiştir. Yazar, toplama kamplarının ya da Frankfurt'ta
gerçekleştirilmiş olan duruşmanın, sahnede yeniden
canlandırılmasının olanaksız olduğunu savunmuştur. Bu
nedenle yapıtı için eylemden çok söz üzerinde kurulu bir türü
seçmiştir. Belgelere estetik bir biçim kazandırmak için ise,
eylemin önemini büyük ölçüde yitirdiği "Oratoryo" türünü
oyununa temel almıştır. Toplam 11 bölümden oluşan yapıtta,
bölümlerin sıralanışı, insanlıktan uzaklaşmadan gaz odalarında
ve fırınlardaki nihai yok oluşa değin yaşanan süreci
yansıtmaktadır. Seyircinin, oyun kişilerinden herhangi biriyle
yakınlık kurması olanaksız, çünkü yazar hiçbir oyun kişisini
psikolojik derinliğiyle işlememiştir. Peter Weiss, yaşanan
gerçekleri bütüncül bir dünya görüşünün ışığında işlerken,
amacı seyircinin önüne sürekli çarpışan eşitsizlikler sermek,
bunları dayanılmaz hale gelene kadar somutlaştırarak
sarsmaktır. "Soruşturma"da yazar Auschwitzlerin
yaşanmasından yalnızca kapitalist sistemin sorumlu tutulması
ve çözüm yolu olarak sosyalist bir toplum düzeninin
savunulması oyunun sahneye konulduğu 60'lı yıllarda yoğun
eleştirilere hedef olmuştur. Geçmiş yılların siyasal ve toplumsal
gelişmeleri ışığında oyuna baktığımızda, dünyayı yalnızca ak ve
kara olarak ikiye ayırmanın toplum düzenlerini ve neden sonuç
ilişkilerini açıklamakta yetersiz kaldığını açıkça görebiliriz. Bu
nedenle "Soruşturma" yeniden sahnelenecek olsa, Peter Weiss
kadar kolay çözüm üretmekten kaçınmak gerikir. Ancak hangi
yaklaşımla olursa olsun ve hangi yapıt olursa olsun günümüz
koşullarını göz ardı eden bir oyun bugünün seyircisine ne
söyleyebilir ki?
İstanbul Devlet Tiyatrosu, Aziz Nesin Sahnesi'nde, Arsen
Gürzap yönetiminde sahneye konulan "Orkestra", 80'li yıllarda
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nda sahnelenmişti. O dönemin baskıcı
ortamında Türk seyircisine yakın gelebilecek içeriğiyle,
bugünün, yani 90'lı yılların Türkiyesi'nde de güncelliğini
korumaktadır. Etnik ve düşünsel platformda görüş ayrılıklarının
giderek artan baskıcı yöntemlerle giderilmeye çalışan bir
ortamda, "Orkestra"nın bize söyleyebileceği çok şey var.
Oyunun yönetmeni Arsen Gürzap ve dramaturgu Ayten
Uncuoğlu'nun başta karşılaştıkları en önemli sorun, yukarıda
açıklamaya çalıştığım metinden kaynaklanan biçim içerik
sorunudur. "Orkestra"nın dramatik yapısı her şeyden önce çok
iyi bir oyunculuk gerektirir, eğer metin olduğu gibi sahneye
aktarılacaksa, ki İDT'de yapılan buydu. Oyunun başkişisinin
şarkıcı oluşu ve diğer kişilerin müzisyen oluşları, oyuncuların bu
alandaki yeteneklerinin ön planda tutulmasına yol açmış.
Fania'yı canlandıran Işıl Yücesoy'un yanı sıra tüm oyuncular,
oyunun başından sonuna değin hangi koşulda olsalar da hep
aynı ses tonuyla konuştukları için, seyirci başkişilerin dışında
kimin kim olduğunu, nasıl bir değişim geçirdiklerini anlamak
38
konusunda güçlük çekiyor. Rusların, Auschwitz tutuklu
kampına yaklaşmasıyla Almanların hiçbir kanıt bırakmama
endişesi, orkestra üyeleri bir yandan ölüme bir yandan da
kurtuluşa iyice yaklaşırken doruğuna tırmanan gerilimi,
yönetmen hiç aralıksız gaz odalarına gönderilen insanlarla
yansıtmaya çalışmış. Gaz odası ise sahnenin arkasındaki bir
yükseltide ters sarı ışıkla aydınlatılmış, dumanların çıktığı bir
kapıdır, dairesel bir biçimde oyuncular bu kapıdan girip,
kulislerden dolaşıp, yeniden kervana katılırlar, üstelik hiçbir
duygu belirtisi göstermeden. Bazı olayların sahnede birebir
gösterimi, amaçlananın tersine bir etki yaratır ve örneklerini bu
oyunda çoğaltmak mümkün, Alma Rose'nin gerçekten
çalmadığı keman solosu gibi...
Öyleyse metni zaten problemli olan "Orkestra", sahnede nasıl
daha etkili bir hale getirilebilirdi?
Her şeyden önce yukarıda da değindiğim gibi, günümüz
koşulların ışığında metinle hesaplaşmak ve metni yanlışlar ve
fazlalıklardan arındırmak gerekir. Fania'nın oyun içinde zaten
yer yer üstlendiği anlatıcı rolünü arttırarak, geçmişte
yaşananları eylemden çok sözle seyirciye aktararak oyuna yeni
bir biçim bile kazandırılabilir. Böylece hem Fania değişik
yorumlar yapma olanağını kazanacak hem seyirci sahnede
canlandırılana karşı daha mesafeli bakabilecektir. Ancak
mutlaka altı çizilmesi gereken oyunun temel iletişidir: İnsan, en
dehşet verici ortamda sanatla yaşama bağlanıyor, sanatla
ezenlere karşı koyuyor
1) Yıldızoğlu Ergin, "Cumhuriyet Gazetesi 13 Kasım 1996
2) Miller Arthur, "Orkestra", Çev: Yıldırım Türker, İstanbul Devlet Tiyatrosu
Müdürlüğü
3)a.g.e
İZDÜŞÜM
Levendoglu
Eleştiri Dosyasına Eleştiriden Yana Ek
Tiyatro... Tiyatro... Derginizin Ocak sayısındaki, eleştiri kurumu üzerine "dosya"yı okudunuz mu?
Dosyada, eleştirmenlerimizin çeşitli görüşlerinin buluştuğu ortak nokta Türkiye'de tiyatro
eleştirisi kurumunun önünde pek çok engelin durduğu. Bu bakışa katılmamak elde değil. Ama
bu "karamsar" sayılabilecek ortak bakışa karşın bence eleştirmenlerin düşüncelerini yansıtan
katkıların tümü yetkin, aydınlatıcı giderek yol gösterici yazılardı. (Karanlık görünen bir yolu
göstermek de yol göstermek değil mi?)
Dosya bana İngiltere tiyatro dünyasının köklü yayın organı Plays & Players dergisinin bir tarihte
yapmış olduğu benzer bir incelemeyi anımsattı. Koleksiyonumu taradım, aradığımı buldum.
Orada konunun işlenişi tek bir dosya kapsamında değil, her sayıda bir eleştirmenin yazısını içerir
biçimde ele alınmış; yaklaşık bir buçuk yıla uzanmış. Yayımladıklarında okuduğumda "özlü"
bularak kim koymuş olduğum (şimdi de öyle düşündüğüm) üç kısa yazı bölümünü buraya almak
istedim. Üç ünlü tiyatro eleştirmeninin, eleştirinin ne olması gerektiğine ilişkin özlü sözlerini,
çevirerek aktarıyorum:
"Eleştirmen, kısaca, hem nesnel haberci hem öznel değerlendirmeci, hem ortaya konana değer
biçen hem ortaya konmayanın hesabını çıkaran olmak zorundadır." Michael Billington, Mayıs
1982.
"Eleştirmen, davet edilmeksizin, kendini hem sanatçının hem izleyicinin sözcüsü görevine getirir.
Bunlardan ilki olarak, izleyiciye ya da potansiyel izleyiciye şu yazarın, bu yönetmenin, filanca
oyuncunun, falanca tasarımcının ne başarmayı umduklarını açıklamaya çalışır. Onların ortak
çabalarının bir deyişle "aracılığını" üstlenir, o çabaları daha erişilir ve anlaşılır kılmak umuduyla,
ikincisi olarak da bu yönetmene, şu oyuncuya, filanca yazara, falanca tasarımcıya, yeterli olgun­
lukta, görüşlerini yeterlilikle açıklayabilen bir izleyicinin bakış açısından kendilerinin nasıl
göründüklerini söyler. Bu durumda da bir "aracı"dır, görüldüğü gibi." Benedict Nightingale,
Temmuz 1982.
pe
cy
a
Ahmet
"Bir oyunu nasıl yargıladığım sorulur bana hep. Bir sanat yapıtına yöneltilmesi gereken üç soruyu
içeren Goethe'nin o güzelim, eskimez klişesiyle yanıtlarım: Sanatçı ne yapmaya çalışmış? Bunu
ne denli iyi yapmış? Yapılan, yapmaya değmiş mi?" Clive Barnes, Mayıs 1983.
Eleştirmenlerimiz, ülkemizde eleştiri kurumunun öncelikle işlevselliği konusunda -haklı olarakolumsuz-karamsar görüşlerde iseler de tiyatromuzun eleştirmene gereksemesi olduğu su
götürmez. Kendine özgü özellikler taşıyan tiyatro ortamımızda, eleştirmenlerimizin, oyunun
izleyiciyle buluşturulmasında işlevsel olamadıkları doğrudur. Ama yine de eleştirmenimiz tiyatro­
muzun kurumlaşmasında (en azından "tarihi belgeye geçiren" olarak) vazgeçilemez öğedir:
Eleştirmeni-eleştirisi olmayan bir tiyatronun (bir ulusun tiyatrosunun) kurumlaşması söz konusu
olamaz. O nedenle, Türkiye'de tiyatro "yapanlar" da onu "eleştirenleri" dışlamamalı, onların
gerekliliğinin bilincinde olmalılar. "Tiyatrocu", eleştirmeni zaman zaman bir karşı güç, giderek
"düşman" gibi görebilirse de gerçekte onunla "aynı yolun yolcuları" olduklarını gözardı
etmemeli.
Öte yandan, tiyatro eleştirimizin nitelik grafiği de son dönemlerde yükselişte, kanımca: Nesnellik
ölçüleri az çok gelişmekte, yazınsal değer taşıyan eleştiri yazılarına rastlanmakta, olumsuz
eleştiriden artık eskisi denli kaçınılmadığı görünmekte. Eleştiri "etik" açısından da bir düzelme
yörüngesine girmiş gibi görünmekte. Eleştiri adı altında yapılan "amigoluklar" azalmakta, yakın
ilişkiler hizmetine döşenen övgüler, ısmarlama pohpohlamalar dergi sayfalarına pek kolayca
yerleşememekte artık.
Bir de şu var: Tiyatro eleştirisi anlı şanlı "büyük" gazetelerimizin sütunlarında yine pek bir yer
kaplamamakta ama irili ufaklı çok sayıda dergiye uzanabilmekte.
Bu belirtiler nitelikli bir tiyatro eleştirisi kurumunun tiyatromuzda yer edinmesi yolunda yeterlilik
oluşturmuyor elbet ama az da sayılmamalı
39
BAKIŞ
WHERE ARE YOU FROM?
YA DA
KÜLTÜREL KİMLİK
Nadi Güler
yakaladı. Sonra o darbukayı Newyork'ta bendir tekniğiyle,
daha Azeri, biraz daha Ermeni, 9/8'lik aksak ritimlerle ve
farklı parmak vuruşlarıyla çaldığında, çok ünlü müzisyenlerin
katlarını karıştırıbiliyor ve hemen; "hey man, where are you
from?"diye soruyorlar. İşte burada Arto'nun yaptığı önemli bir
şey var. Yaptığı müzikle, kendi kültürünü buluşturdu. Kendi
toprağından duyduğu, kendi kimliğinden çıkardığı şeyleri
çalıyordu. Kendini ifade ederken, kendi kültürünü, toprağının
geleneklerini anlatıyordu. Geleneği yanlızca gelenek olarak
aktarmayıp, pek çok düzlemlere yayıldığını gösteriyordu,
İmgeyi kendi gerçekliğinden, daha da derine götüren duygu
alanlarına indirdiği için, ruhundan çıkartıyordu. Yaptığı müziği
kendi kimliğiyle, ruhuyla birleştirdi...
a
Akademik sanat eğitimi, belirlenen bir yöntemin öğretmenler
tarafından öğretilip, öğrenciler tarafından da 'öğrenilmesi'
üzerine kuruludur. Sanatçı adayının gerçek ihtiyaçları
belirlenmeden, ruhsal ve fiziksel konservatif bir eğitime
zorlanması onun doğasını bozar. Garip ve doğal olmayan
gereksinimler ve savunmalar yaratır, çevresine yukarıdan
bakar, oturması, konuşması, ilişkileri, kimyası değişir,
merkezini kaybeder, başka bir kimliğe bürünür; tiyatrocu
oluyordur.
cy
Oysa doğası insan ilişkileri olan tiyatro sanatının eğitimi de,
her insanın ihtiyaçlarına göre 'farklı' olmalıdır. Bu eğitimin
merkezinde, pedagojik bir yapı ve sanatçının gereksinimlerinin
karşılayabilecek bir ilişki olmalıdır. Dünyada sanat eğitiminin
yapılmayacağı konuşulurken, konservatif yöntemlerle sanatçı
adayını eğitmeye çalışmak, gen nakline benzer.
pe
Konservatuar eğitimine başlayacak genç, daha önce başkaları
tarafından saptanmış jest ve söylemin içine gireceğini bilerek
bu eğitime başlıyor. Yavaş, yavaş başkaları tarafından
saptanmış biçimler, gencin üzerine giydiriliyor, başka türlü
durmaya, davranmaya başlıyor. Akademik eğitimin sağladığı
bu duruş ve giysi ona yeni bir kimlik oluşturuyor;
- Kim bu-; oyuncu.
- Sen okula başlarken insandın, o insana ne oldu?
Bu tip okullları bitiren genç oyuncular, sosyal haklar, emeklilik
ve yaşam boyu maaş garantisi gibi ihtiyaçlarla ödenekli
tiyatrolara memur sanatçı olarak girmekteler. Oysa sanatçının
yapacağı şey kendi içindeki bir şeyi arayıp bulmasıdır. Ben
kimim, benim meselem ne, neye eleştirel gözle bakıyorum,
neyin yanındayım veya neyin yanında değilim? Ben kendimi
nasıl doğru ifade edebilirim? Ben nasıl bir insanım ki, kendim
gibi gözükebilirim? Bu sorulara "kendiniz olabildiğiniz zaman"
(daha) doğru cevaplar verebilirsiniz. Kendi gibi olmak yepyeni
sorunları gündeme getirir. Bu aslında insanın kendine izin
vermesi de demektir; sanatçının süreci doğrularıyla ve
yanlışlarıyla bir kimliği var edecektir; Neyi seviyorsun? Niye
kızıyorsun? Doğup büyüdüğün yerlerin, toplumun değişimleri,
etkileri...?
Arto Tunç (Boyacıyan) Bursa'da özel dövdürdüğü bakırdan
darbukasına eşşek derisini gerdirdiğinde, bambaşka bir tonu
40
Yukarıdaki gibi bir sanatçının kendi kimliğini, yaptığı işe
akıtabilmesi ve Anadolu İnsanının Kültürel Kimliğinde Oyun
öğesinin üzerinde kapsamlı bir çalışma başlatmak, başka bir
oluşumu var edebilir mi? Yazının başında bahsettiğim
"Tiyatro", bu oluşumu kendine bir kaynak sayabilir mi ve bu
çalışmalar oyuncu için, kendi kimliğini ve tarzını bulmada bir
araç olabilir mi?
Kimlik, kendini kültürle ifade edebilir. Anadolu'nun zengin
kültür kaynaklarını, kültür mozayiğini, yaptığımız sanata
akıtmaya çalışırsak kimliğimizin evrensel yansımalarını
hissettirebiliriz. Geleneksel ve otantik olanı turistik mantığın
içinde kurgulamaya çalışmak, kültürel yozlaşmanın önemli bir
başlama noktasıdır. Dikkatli olmak gerekir. Bu anlamda
kültürün temeline inmek bir zorunluluktur ki Köy Enstitüleri ve
Halkevlerinde deneyimlerini yaşamanın avantajlarını da
kullanmak gerekir. Zaten özünde bu bir tavrı sunar, bu tavır
da kültür ve sanatçı kimliği ilişkisidir.
Zamanında Türk tiyatrosunu kurmak için Fransa'dan Antuan
ve Almanya'dan Ebert getirilmişti. Konsenvatuarlarımızda ise
on beş yıldır verilen Geleneksel Türk Tiyatrosu dersleri artık Hocası Yok-'luğundan verilmemektedir. Hoca'sından
Yok'sunluk kültürü yok eder. Kültürün yokluğu, kimliği
parçalar. Bu noktada geleneksel sanatların anlatım biçimlerini
ve üslûplarını, çağdaş karşılıklarıyla başka platformlara
taşımak esas amaç olmalıdır.
Yine bu anlamda, problemin daha da üstüne gidebilmek için
Anadolu insanının oyun geleneğini ele alıp, tek kişilik
anlatımların üstüne gitmek gerekir. Şaman'dan, Ozan'dan,
Meddah'tan, Karagöz.'den çağdaş bir anlatım kurmak kültürün
dönüşümünü de sağlayacaktır. Bu geleneksel olanın nefes
alması demektir. Sanatçının kendi kimliğini çözümlemiş olması
ve kültürel kaynaklarındaki malzemeleri yaptığı işe taşıması,
bazının başındaki akademik eğitime alternatif yöntemler
etmeye kadar gidecektir. Özellikle meddahın sokaktan
gelme özelliği, bize çağdaş oyuncunun kendi doğal
yapılanmasını sunacaktır. Meddahın bu forme edilmez yapısını
hikâye anlatma ustalığını analiz etmek gerekmektedir.
a
Şehir Tiyatroları, Tiyatro Araştırma Labarotuarı (TAL)'in
başlattığı Anadolu insanının Kültürel Kimliğinde oyun projesi
önemli bir atılımın eşiğidir. Bu çalışmalar özünde oyuncu tiyatrosu diyebileceğimiz, tek kişilik ifade biçiminin kurgulanması
ihtiyacından doğmaktadır. Çünkü oyunda, oyuncu dışındaki
atral öğeleri en aza indirgeyerek, anlatımı oyuncunun
merkezinde toplamaya çalışmak, çağdaş sanata ve tiyatroya
ni cevaplar verecektir. Bu anlamda geleneksel olanı
türlerarası karşılaştırmalı tiyatroyla, oyunla ve Anadolu
insanının kültürel kimliğiyle araştırmak, evrensel olanla,
geleneksel olanın dengelerinin yeni merkezlerini oluşturacaktır.
Ocak ayı içinde Şehir Tiyatrolarında yapılan Meddah
söyleşilerinde, tek kişilik ifade zenginliği ve usta oyuncuların
anlatımlı gösterimlerinin genç kuşaklara aktarılması
hedeflenmekteydi. Nejat Uygur, Müjdat Gezen ve Uğur
Yücel'in katıldığı bu söyleşiler, Anadolu İnsanının Kültürel
kimliğinde Oyun çalışmasının ilk bölümünü oluşturdu.
pe
cy
Oyuna insan doğasının vazgeçilmez gereksinimi olarak
bakarsak, oyunun güdüsel karşılıklarını bulabileceğimiz
üelistik inançları da çözmek gerekir. Meddah'ı tarihsel açıdan
ve alırsak, toplumun nabzını elinde tutmaya çalışan ve bunu
vade ederken, tüm oyun öğelerini tek başına kullanan
amatik anlatıcıyı görürüz. Meddah'ı Meddah yapan özelliği,
kim teatral öğelerle sahnede kendini var eden yapısıyla, bizi
çağdaş oyunculuk için önemli ipuçlarına götürecektir. Anadolu
meddahın geleneksel ve kültürel kimliğini başka kültürlerdeki
nekleri ile karşılaştırmalı bir analize sokmak, bize evrensel
oyun" kültürünü de sunacaktır.
Bu anlamda "Meddahın" çağdaş oyunculuğa ve oyuna katkısı
de olabilir?
Meddahı hangi noktalara kanalize edersek, çağdaş oyuncu tiyatrosu verilerine ulaşabiliriz?
Tiyatroda "ne olmazsa, oyun olmaz?" sorusuna tek kişilik
anlatımlar ölçeğinden cevaplar verirsek, doğru izleklerde
verlemiş olacağız. Çağdaşlığın bizim için göstergesi Batı'ya
dönük olmakken, Batılılar için bunun göstergesi Doğu'dan
malzeme toplamaktır, iletişimin problemlerinin doruğa çıktığı,
sanatta postmodernizmin uygulandığı ve sorgulandığı
önümüzde, gelenekselin içindeki evrensel bakışı açığa
karmak, sanatçının sahip olduğu kültürdeki çağdaş
karşılıklarını üretecektir.
Sanatçının yaptığı işle kendine "where are you from" sorusunu
sordurması, sanatçı'nın evrensel kimliğini ortaya koyacaktır
yazının bazı bölümlerinde Anadolu insanının Kültürel Kimliğinde Oyun
tolantısı notları kullanılmıştır.
41
ELEŞTİRİ
Üstün
Akmen
KÜHEYLAN
Arthur Hopkins bir yerde; "Talihim yardım etti de Robert Edmond Jones gibi bencil
olmayan bir sanatçı buldum" demiş. Jones dekorlarında, kimsenin dikkatini çek­
meyecek biçimde dekorun içinde eriyip yok olmak istermiş. Hopkins; "Kuşku yok ki,
dekorlar başlangıçta halkın alışkanlığı yüzünden gene de göze çarpan nitelikteydi.
a
Ama zamanla daha az dikkati çeker hale geldi" diye ekliyor.
pe
cy
Yeditepe Oyuncuları dünya tiyatro
yapıtları arasında önemli bir yeri olan
"Küheylan"ı sahneliyor. Erotizm ve traje­
dinin çok iyi örtüştüğü oyunun dekorları
ve kostümlerinin seçimi Osman Şengezer'e ait. İstanbul Devlet Opera ve
Balesi'nin baş dekoratörü Şengezer'in
dekoru "Küheylan"ın başarısını tamam­
lar nitelikte. Oyuncu içeri girer girmez,
dekor yerini oyuncuya bırakır.
"Küheylan"ı ne istediğini tastamam
bilen, istediğini seçtiği kimselerden elde
edebileceğine güvenen bir yönetmen
Şakir Gürzumar yönetmiş. Bir oyunda
bulunabilecek hemen bütün değerlerin
düzenini titizlikle korumuş. Oyuncuların
birleşik güçleri ile olabilecek olan en
yetkin etkiyi sağlamış.
Yirmi yıl önce yazılmış olmasına karşın
hâlâ güncelliğini koruyan oyunda yargıç
Hester (Gönen Bozbey), hafta sonları
Harry Dalton (Birol Engeller)'in
ahırlarında çalışan ve aynı gece içinde
altı atın da gözlerini şişleyen Alan Strang
(Tolga Çevik) adlı on yedi yaşlarındaki
gencin cezaevi yerine hastahaneye gön­
derilmesi gerektiği savıyla, arkadaşı
psikiyatr Martın Dysart'a baskı yapar.
Dysart (Hadi Çaman) ısrar karşısında bu
çok değişik olayı zorla da olsa kabullenir.
Ancak gel zaman git zaman, düşünde
kendini sunakta çocukları kurban eden
42
bir baş papaz olarak görmeye başlar...
Yüzünde bir mask vardır ve mask yüzün
den aşağı kaydıkça yaptığı işten iğren­
mektedir.
Oyun doktorun anlattıkları ve Alan'ın
geri dönüşleri ile gelişir, Geliştikçe bir
sorgulamaya, sorgulama gerilime
dönüşür. "Yeditepe Oyuncuları"
Schepkin'in pek iyi bilinen: "Küçük rol
diye bir şey yoktur, yalnızca küçük oyun
cu vardır" sözünü desteklerce ve de tan
kadro halinde temel düşünceyi seyirciye
iletmek gereği çevresinde toplanmışlar.
"Genç Bir Atlı" da Oktay Şenol,
"Hemşire"de Burcu Saraçoğlu,
"Seçkin"de Tarkan Yılmaz ve atları can­
landıran Suphi Sökücü. Özgür Kuş,
Serhat Taşlı, Oğuzhan Yılmaz, Mehmet
Badikanlı gibi gencecik oyuncular
yaptıklarına inandıklarını kanıtlıyorlar,
Alan'ın babasında Nejat Çetinok kendir
ölçerek, canlandırdığı kişiliğin hakkını
veriyor. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun
izniyle oyunda görev alan Gönen
Bozbey rolüyle tam bir uyum içinde.
Alan'ın annesini oynayan Gülsen Tunce
yaratıcı imgelemine karşı düşen imgeleri
iç gözü ile görecek güce gene erişiyor.
Olağan türden olmayan belirli koşullarla
kesintisiz ilginç bir çizgi yaratıyor Gülsen
Tuncer. İlk kez profesyonel olarak sahne
alan Emel Pala, gövdesinin her hareketi
ve duruşu için ancak gereği kadar enen
tüketen, hiç kas gerginliği olmayan pırıl
pırıl bir oyuncu.İnsan Pala'yı seyrederken
yeni bir Jülide Kural mı geliyor diye
düşünmeden edemiyor.
Oyunun baş rolünde yirmi iki yaşında bir
genç var. Adı Tolga Çevik. Bu adı
a
pe
cy
leğimizde tutmalıyız. Yeditepe
atrosu nda yetişen, Amerika'da tiyateğitimi gören bu genç zor olanı
artısız, bencilliğe kaymadan başarıyor.
affer'ın (Sevgi Sanlı'nın güzel
kçesiyle) söylemek istediğini seyirciye
irken kendini de role koyuyor,
ylece yazarın yarattığı karakter bir de
lik kazanmış oluyor.
demir Nutku aktörlüğü betimlerken:
"Bir başkası gibi hareket eden insanlar
'aktör'lüğün kolay olduğunu sanırlar,
çünkü onlar bu sanatçıların bir
başkasının kisvesine büründüklerini
sanırlar. Oysa, 'aktör' başkası gibi değil,
herkesten çok kendi gibi hareket eden
bir sanatçıdır ve bunun için de yaptığı
oldukça zordur" der. Hadi Çaman kendi
gibi olabilmek, bir anlamda kendi
yeteneklerini ortaya çıkarabilmek için
otuz beş yılını geride bırakmış bir usta.
Yetenekleri de bunca yıldır çıka çıka bit­
miyor. Çaman Usta, bu oyunda da disip­
lin ve kontrolü elde bırakmıyor. Tiyatro
sanatının kendisinden istediği dikkati,
büyük imge gücünü, sabır ve iradeyi
incelik, güzellik, zarf! k içinde veriyor.
Hadi Çaman rolünü canlandırmıyor, gös­
teriyor.
"Küheylan" bu yılın önemli ve mutlaka
izlenmesi gereken oyanlardan biri
43
ELEŞTİRİ
Nihal Kuyumcu
KÜLKEDİSİ
Çocuk oyunlarında seyircilerinin özelliklerinden dolayı sahnede yapılan her şey çok
yönlü ele alınarak değerlendirilir. Yönetmen, tiyatronun tüm öğelerini (kostüm,
dekor, ışık, müzik, oyuncular vb.) salondakilerin 3-4 yaşlarından itibaren çocuklar
olduğunu düşünerek kullanır. Örneğin diyalogların süresi çocukların toplayabilecek­
a
leri dikkat süresini aşıyorsa, abartılı ses ve vücut kullanımı ile destekleyerek seyirci­
lerin dikkatini sahneye çekmeye çalışır. Aksi takdirde çocuklar sahne ile ilgilerini
koparıp başka alanlara yönelirler, beğenmedikleri bir oyunda yetişkinler gibi sessizce
cy
oturup beklemezler. En acımasız tiyatro eleştirmenleridir onlar hem de duygularını
pe
oyun çıkışına kadar bile saklayamayan, saklamayan.
Külkedisi masalını bilmeyen çocuk yok­
tur. Büyükler, bildikleri bir şeyi ikinci kez
dinlemekten, görmekten hoşlanmasalar
da çocuklar bundan her zaman zevk alır.
Çünkü bildikleri bir öykünün güvenli yol­
larında ilerlemek, daha önce okudukları,
kitaplardan tanıdıkları, hayallerinde
oluşturdukları kahramanların ete kemiğe
bürünerek karşılarına çıkması onların
hoşuna gider. Ama gariptir ki,
"Külkedisi" gibi, çocukların çok iyi bildiği
bir masal, cumartesi pazar günleri
Atatürk Kültür Merkezi'nde salondan
yükselen uğultuların eşliğinde oynanıyor.
Daha çok ilkokul çocuklarına seslenen
oyun zaman zaman onları bile zorluyor.
Külkedisi, hepimizin bildiği üvey
kardeşlerinin ve üvey annesinin yaptığı
haksızlıklara boyun eğen, sabreden ama
sonunda ülkenin prensiyle evlenerek
sabrının karşılığını (!) gören, bütün
sıkıntılardan kurtulan bir kızın öyküsü.
XVII. yüzyılda yazılan ve insanları sınıf
atlama hayallerine, efendilerine daha iyi
hizmet ederek, boyun eğerek
kavuşacaklarını anlatan bu masal acaba
bu şekliyle bugünün çocuklarına ne
44
verir. Haksızlıklara boyun eğmenin, ses
çıkarmamanın bir erdem olduğunu,
sonunda mutlaka ödüllendirileceğini
anlatmak günümüz dünyası için ne
kadar inandırıcıdır? Oysa oyunu sah­
neleyenler farklı şeyler yapabilirlerdi.
Oyundaki olay örgüsünü koruyarak, baz
bölümlerine getirilen abartılı yorumlarla
masalın kendisine eleştirel bir yaklaşım
ya da içerik güncelleştirilerek alışılmışın
dışında farklı olay örgüsü, sürpriz
gelişmelerle, çocuklara yeni düşünce
ufukları açılabilirdi. Eğer sadece bir
çocuk masalı klasiği şekliyle aslına bağlı
kalınarak sahnelenmesi gerekiyorsa o
zaman da bir masal görselliği içinde
sergilenmeliydi. Böylelikle çocuklar, kısa
bir süre için de olsa, masal dünyasının o
renkli, büyüleyici ortamına tiyatro
aracılığıyla girmiş olurlardı. Masal görsel­
liği ise başka şeylerin yanı sıra kostüm,
dekor, ışık v. b. sahne elemanlarının
yardımıyla gerçekleşir. Oyunda kostüm­
ler masal kitaplarındaki çizgiye uygun
olmasına karşın dekor, akşamki oyundan
kalmış gibi duruyordu. Masalsı hiçbir
görselliğin yer almadığı (canlı renkler,
masal kitaplarındaki gibi döşenmiş bir
mekân vs.), bugün bir çoğumuzun evin­
de bulunan masa ve sandalyeler, sıradan
bir mutfak dekoru, masaldaki işlevi
nedeniyle çok özel bir şekilde hazırlan­
ması gereken ama hiçbir özelliği
olmayan sıradan bir şömine. Hatta son
derece çekici bir şekilde hazırlanabilecek
renkli, canlı, her türlü gösterişe açık
saraydaki bir balo salonu dekoru ve balo
sahnesi bile çok basit bir şekilde geçişti­
rilmiş. Balo sahnesi tüm salona
yayılabilir, seyirciler de o balonun birer
konuğu olabilirdi.
a
pe
cy
yunun akışı içinde bir ara oyuncular
düştükleri zor durumdan çocuklardan
kurtulmak için yardım istediler. Normal
arak çocuk oyunlarında sahneden
yapılan benzeri bir çağrı bir anda salonun sahneye doluşmasına neden olur.
Ama oyun öylesine salondan kopuktu ki,
Çocuklar gerçek olup olmadığını anlayamadıkları için, çağrıya bir iki kişinin
dışında yanıt veren olmadı. Üvey anne,
olarak ve soytarının canlı oyunculukları
bile salon ile sahne arasındaki kopukluğu
gideremedi.
anlaşılamaması ve temposunun çok
düşük olması nedeniyle çocukların ilgisini
çekemedi. Oyuncular şarkılara
başladığında hemen arka sıralardan
sesler yükseliyordu. Salondaki küçük
orkestra zaman zaman çocukların içinde
gezinerek, onlarla bire bir ilişkiye girerek
çalabilirlerdi (elbette enstrümanların
verdiği olanaklar ölçüsünde). Kuşkusuz
çocuklar için onları yakından izlemek çok
daha çekici olurdu. Her çocuk tiyatrosu­
nun kolay kolay sahip olamayacağı böyle
bir fırsat ne yazık ki gereğince
değerlendirilememiş.
Bir çocuk, tiyatro çıkışı oyundaki bir
melodiyi mırıldanıyor hatta bir nakarat
olsun aklında kalmış, onu söylüyorsa
oyunun müziği için amacına ulaşmış
diyebiliriz. "Külkedisi" oyununda söylenen şarkılar, sözlerinin salonda
Eğer yönetmen oyunu salondan seyirci­
lerle birlikte izlerse, çocukların sadece
balerinlerin dans sahnelerinde, külke­
disinin baloya gitme hazırlığı sırasında,
bir de finalde selamlama sırasında sah­
neyle bütünleştiklerini görecektir.
Külkedisinin balo öncesi güzel giysiler
giyerek hazırlandığı, ışık oyunları ile
yaratılan ortam, kabaktan bir arabaya
binip baloya gitmek üzere oradan
ayrılma sahnesi seyircileri masal
dünyasının büyülü ortamına çekip sar­
maladığı nadir sahnelerden biriydi.
Finalde çalınan hareketli müzik ise, seyir­
cilerin de tempoya katılımıyla çok canlı
bir ortam oluşturdu. Oyun sırasında bek­
lenen canlılık, hareket, katılım biraz geç
de olsa oyun bittiğinde yakalandı. Dileriz
böyle bir salon-sahne bütünleşmesi bir
başka oyunda baştan itibaren yakalanır.
Çocuklar baştan itibaren zevkle seyreder­
ler
45
DERLEME
ARTHUR MİLLER VE
OYUNLARI ÜZERİNE...
Leman Yılmaz
İstanbul Devlet Tiyatrosu yeni sezona Arthur Miller'in yazdığı ve Arsen Gürzap'ın
yönetmenliğini yaptığı "Orkestra" oyunu ile başladı. Sadece bizde değil özellikle
son yıllarda, İngiltere'de de ünlü yazar Arthur Miller'in bilinen ve sevilen
oyunlarının yanı sıra, bugüne kadar hiç oynanmamış oyunlarının da sahnelendiği
a
görülüyor. Bu oyunların büyük bir bölümünün Amerikan tiyatroları tarafından
dikkate bile alınmadığını da burada belirtmek gerekir.
pe
cy
Miller'in çalışmalarının önem ve değer
kazanmasının başlıca nedeni, Miller'in
savaş sonrası dönemin ve hatta 20.
yüzyılın en büyük oyun yazarlarından biri
olarak görülmesinden kaynaklanıyor.
Miller'in eserlerinde, hafızalarda iz
bırakan ve etkileyici çok sayıda karakteri
yaratmasının, bireysel sorumluluk ya da
kollektif suçluluk gibi çok büyük temaları
oyunlarında işlemesinin de önemli bir etk­
isi var.
Bununla birlikte bazı tiyatro eleştirmenleri
Miller'in çok iyi bir oyun yazarı olmadığı
görüşünde birleşiyor. İyi bir yazar olsa
bile oyunlarında kullandığı dil hantal ve
renksiz bulunuyor. Bu eleştirmenlere göre
Miller, bir karakteri tanımlamakta yetersiz
kalıyor. Ancak, bu karakterlerin izleyenleri
tuhaflıkları ve güzellikleriyle etkiledikleri
de bir gerçek.
Miller'in karakterleri
Miller'in oyunlarında Shakespeare'in
hizmetçilerinden Joe Orton'ın delilerine
kadar, çok sayıda oyun kahramanı doku­
naklı, heyecanlı ve neşeli bir diyaloğa gi­
rerler. Ancak Miller'in diyalogları, söyle­
mek istediklerinden fazlasını ifade etmek­
ten çok uzaktır. Hatta anlatmak istedik­
lerini bile tam olarak söyleyemezler.
Miller'in karakterleri kendilerini ifade ede­
memelerinin yanı sıra sürekli olarak
46
yaşamda olup bitenlere şaşırırlar. Millerin
"All My Sons" (Bütün Oğullarım) adlı oyu­
nunda 60 yaşlarındaki başarılı bir iş
adamı, bir gazetenin yeni kitaplar
köşesine bakar ve kendi kendine şöyle
der: "Bu nedir böyle, her hafta yeni kita­
plar piyasaya çıkıyor?" Adam yapacak
çok şey olduğunu söyledikten sonra ısrarlı
bir sesle yeniden sorar: "Hepsi birbirinden
farklı mı?" Arthur Millerin oyunda
yazdığı sahne direktifleri ise şöyledir:
"Okurken, konuşurken, dinlerken eğitim­
siz bir adamın o aşırı dikkatini ortaya
koyar. Öyle ki bu adam için hâlâ daha
herkes tarafından bilinen şeyler için bir
öğrenme isteği vardır. Adam yargılarını
kendi deneyiminden çıkarır ve
taşralılarınkine benzer bir tavrı vardır.
İnsanlar içinde kalmış bir insandır o."
Olaya ilgisiz kalan bir seyirci için bu
cehalet daha çok kendine güvensizliğin,
kendisi dışında her şeye şüpheyle bak­
manın ortaya konmasıdır. Şüphesiz insan­
lar böyle de konuşabilir ancak iyi bir yazar
karakterlerini olduğu gibi göstermekten
çok, ilginç hale getirmenin yolunu bul­
malıdır. Millerin tepeden inme verdiği
direktifler insanın anlamını korumaktan
çok, oyunun anlamını korumaya yönelik­
tir.
Millerin alçakgönüllülüğü özellikle
kadınların portresini çizdiği oyunlarında
daha da çarpıcıdır. Burada şunu da belirt­
mekte yarar var. Millerin oyunlarında
genellikle iki tip kadın ön plana çıkar.
Eğitimsiz ve kültürsüz karakterlerle ilgile­
nen bir yazar olarak Miller, karakterlerini
gerektiğinden fazlasıyla renksizleştirir ve
pe
cy
a
İNCELEME
TİYATRO YAYINCILIĞIMIZ
ÜZERİNE
Kerem
çevirileriyle beraber sunduğu "Shakespeare Külliyatı";
hepsinden önemlisi, Aziz Çalışlar'ın yaşamının son
dönemindeki değerli çaba ve katkılarıyla da oluşturulan,
Mitos-Boyut Yayınları'nın Tiyatro Kitaplığı; bütün bunlar
insana yeni bir "Altın Çağ"ın habercileriylemiş gibi geliyor.
Ancak "imaj ve tüketim herşeydir" sloganın alıp başını
gittiğinde çağımızda yaşanan kültürel canlanmanın bir tüketim
canlanması olup olmadığına dikkat etmemiz gerekiyor. Yoksa
kuramsal eser ya da oyun üretimine bakacak olursak,
tiyatroyla uğraşanlarımızın yazınsal verimliliği kuşku götürür bu
d u r u m sergiliyor. Geçenlerde bir tiyatrocu arkadaşımızın
yakınarak dile getirdiği gibi, "Biz tiyatrocular çalışmalarımızı
kağıda dökmeyi, rapor hazırlamayı bile rahatlıkla ihmal
edebiliyoruz."
cy
a
Hasan Ali Yücel ismini kaçımız biliriz? Milli Eğitim Bakanlığı'nın
"Dünya Edebiyatından Tercümeler"dizisiyle kaçımız haşır neşir
olmuşuzdur? Bilmiyorum ama, "Türkiye'de tiyatro
yayıncılığının "Altın Çağ'ı ne zamandır?" diye bir soru
sorulacak olsa, aklıma 1940'lı yıllarda başlatılan ve
milletvekilinden öğretmenine, akademisyeninden
edebiyatçısına onlarca kişinin katılımıyla ilerleyen, hummalı,
çeviri ve yayın faaliyetleri gelir. Böylesi bir cevabın, yaşı henüz
otuza ulaşmamış dolayısıyla da sözkonusu dönemi yaşama
şansı olmayan birinden gelmesi garipsenecektir. Ama ilk
gençliğinizden itibaren tiyatro oyunlarının büyük bir bölümünü
yalnızca 1945-1965 yılları arasında basılmış M. E. B.
kitaplarından okuyabilmiş biriyseniz, bu cevabın verilmesi de
kaçınılmaz oluyor. Hele bir de, günümüze kadar yayınlanmış
oyunların en büyük yüzdesini hâlâ aynı oyunların
oluşturduğunu biliyorsanız.
Karaboğa
pe
Amacım nostaljik duygular uyandırmak değil, tersine, tiyatro
yayıncılığının, başkaca herşeyde olduğu gibi, ekonomik alt-üst
oluşlarla, siyasal—kültürel değişimlerle ilişkisini
örnekleyebilmek.Bugün, okullarda karneleri parayla dağıtan bir
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan tiyatro eserlerini finanse etmesini
ya da "milli şuuru" harekete geçirmeye çalışan bir Kültür
Bakanlığı'ndan "Dünya Klasikleri" yayınlamasını beklemek
herhalde komik olur. Akademik zavallılık içindeki günümüz
öğretim üyesi camiasından ya da hizipleşmeler örgütlemeye
meyilli, bireyci eğilimlerin ağır bastığı bir tiyatro camiyasından
kollektif bir kültürel hareket üretmesini beklemek de aynı
ölçüde hayalperestlik taşır. Önerim, hayallerden değil somut
gerçeklerden yola çıkılması. Pekçokları gibi "Ah ne iyi olurdu
şöyle olsaydı!" diye hayıflanmak ya Boğaziçi'li bir
akademisyenin sözleriyle "Biz ne yaparsak yapalım dünya
literatürünün çok gerisinde kalırız" gibisinden oryantalist
aşağılık kompleksleri üretmek yerine, kültürel dönüşümde aktif
rol oynamaya çalışmak.
Bu gözle içinde bulunduğumuz koşullara baktığımızda hiç de
vahim bir manzarayla karşılaşmıyoruz. Tam tersine, sistem
içerisinde kültürel tüketimin özendirilmesiyle birlikte bir yayın
patlamasının yaşandığını söylemek m ü m k ü n . Yakın d ö n e m d e
çıkarılan Can Yayınları'nın "Çağdaş Drama", Yapı Kredi'nin
"Yaşayan Drama" dizileri; Remzi Kitabevi'nin yeni Shakespeare
48
Dolayısıyla, günümüzde yayın politikası üretirken birbirinin
içine geçmiş iki problemle uğraşmak gerekiyor. Bir yandan
kendinizi genel kültürel tüketimin bir metası haline getiren
mekanizmalarla aranızdaki mesafeyi korumalı, diğer yandansa
üretimdeki verimsizleşmeyi aşmanın yollarını aramalısınız. Aksi
takdirde, uzun vadeli sonuç kendinizi tüketmeniz ve seyirlik
nesne durumuna düşmeniz olacaktır.Günümüz koşullarında bu
handikapı aşabilmenin tek koşulu istikrarlı yayın üretiminden
geçiyor. Şu an için, özellikle de kültürel alanda bir alternatif
oluşturabilmek açısından belirgin hedeflerle ve istikrarla
hareket etmek zorundasınız. Çünkü, herşeyiyle bir belirsizlikle
çağından geçiyoruz.
Şu anda yıkıcı bir nitelik göstermese de tiyatro yayıncılığı
alanındaki birtakım işaretler, içinde bulunduğumuz "Altın
Çağ"ın kısa vadeli olabileceğinin sinyallerini vermiyor değil;
Can Yayınları'nın "Çağdaş Drama Dizisi" çoktan sahafların
yolunu t u t t u ; Yapı Kredi Yayınları "Yaşayan Drama"yı bırakıp
daha kârlı ve prestijli alanlara kaydı, vs. Tek istikrarlı örnek
Mitos-Boyut Yayınları, ancak onun da yerli yazarların "Toplu
Eserler"inde sergilediği istikrarı yabancı oyun yazarlarında da,
özellikle Brecht'in eserlerinde sergileyememesi soru işaretleri
yaratmıyor değil... Yapılan çevirilerin ne kadarının teatral
alanda işlevsel olabileceği, yani çevirilerin niteliği ise başlı
başına bir sorun. Burada bir örnek vermek gerekirse; çok kısa
bir süre önce yayınlanan Augusto Boal'in "Ezilenlerin
Tiyatrosu" çevirisi Boal'in anlaşılmamasını, hatta
sonlarından itibaren istikrarlı olarak yayınlanabilmiş üç dergi
var: Tiyatro... Tiyatro..., Agon ve Mimesis. Ancak bu kolay
yakalanmış bir istikrar değil. Tiyatro... Tiyatro... yakın zaman
önce bir kapanma krizinin eşiğinden döndü; Agon son bir iki
sayıdır bir yayın sürekliliği yakalayabildi; ve Mimesis 6. Sayısıyla
birlikte Boğaziçi Üniversitesi Yayınları içinde çıkarılan bir yıllık
dergi hüviyeti kazandı. Yayınladıkları yıllar içerisinde her üç
dergi de biçimlerinde ve içeriklerinde değişikliklere gittiler.
Tiyatro... Tiyatro... bir haber-eleştiri dergisiyken inceleme ve
tartışma dosyalarına da yer veren daha geniş kapsamlı bir
dergi oluşturmaya çalıştı. Agon eş dost yazılarının
toplanmasıyla çıkarılıyorken tartışma dosyaları açarak,
araştırma yazılarına ağırlık vererek teatral gündem yaratmaya,
akademik bir tarz yakalamaya uğraştı ve başlangıcından beri
kuramsal yöne ağırlık veren Mimesis, dağınık çeviri yazıları
yayınlamayı terkederek tiyatro adamlarına ya da araştırma
başlıklarına yönelik dosyalar hazırlamayı hedefledi.
a
Bununla birlikte, her üç derginin de ilerisi için belirledikleri
hedefleri gerçekleştirebilmesi daha önce söz ettiğimiz
handikapı aşmalarına bağlı görünüyor. Son kertede, bir yandan
düzeyli yazılar üretip, diğer yandan dışaaçık ancak tüketici
olmayan ilişkiler kuramadıkları müddetçe dergiciliğin akıbeti
de yayınevlerinkinden farksız olacaktır. Dergiler, aralarında
işbirliği ya da işbölümüne gitmek ve suni hizipçiliklerin önünü
almak yoluyla belirgin stratejiler ya da sağlıklı yayın politikaları
üretebileceklerdir.
Hasan Ali Yücel devri kollektif üretimin kalıcılığını örneklemesi
açısından önemliyli. Bugün, özellikle de dergicilik alanında yeni
bir kuşak yetişiyor. Kanımca, geçmişle köprüleri pek de güçlü
olmayan bu kuşağın kalıcı bir şeyler üretebilmesi, öne
sürülebilecek pek çok finansal zorluğu aşmanın ötesinde,
günümüz koşullarıyla mücadele halinde kollektivleşmiş ilişkiler
örgütlenebilmesinde yatıyor. "Ben hayatta en çok babamı
severim" demişti Can Yücel. Ben de en çok onu severim
pe
cy
okunamamasını sağlamak istermişçesine yapılmış
kavramlaştırma ve ifade yanlışlarıyla dolu. Kısacası sorun,
sadece niceliksel bir istikrar yaratma sorunu değil, aynı
zamanda nitelikli ürünler de ortaya koyabilme sorunu.
Tiriyatro yayıncılığının başka bir alanına, tiyatro dergilerine
bakacak olursak, sorunların benzer olduğunu söyleyebiliriz.
Sadece üç ya da dört sayı çıkabilen Tiyatro Anadolu, tek sayılık
dergiler Dipsiz, Tiyatora ve Hamlet bir yana, 80'lerin
MitosBOYUT Yayınları
1. ESKİ YUNAN TRAGEDYALARI 1/ AİSKHÜLOS ve SOFOKLES
Persler / Antigone
Usta oyun yazarlarımız Güngör Dilmen'in 'eski Yunanca' asıllarından yaptığı manzum çeviriler.
2. TOPLU OYUNLARI 1/ Eugene IONESCO
Amedee / Ölüm Oyunları / Macbett (Çev. Prof. Hasan Anamur)
Absurd tiyatronun kurucusu öncü yazarın üç oyunu birarada.
3. BOYACI / Tuncer CÜCENOĞLU
Yazarın bu son oyunu bir dolantı komedisi.
4. TOPLU OYUNLARI 1/ Erhan GÖKGÜCÜ
Gerçek Kurbanın Acısı / Duyarlılık Üzerine Vivaçe
Bakırköy Belediyesi Oyun yarışmalarında ödül almış, yakın tarihimizde yaşanan acıları anlatan iki oyun.
5. TOPLU OYUNLARI 1 / CUMA BOYNUKARA
Günaydınlara Uyanmak / Çok Geç Olmadan / Muhtaro
Genç yazarın, üçü de ödül almış, Güneydoğu sorununu işleyen insancıl, duyarlı üç oyunu.
6. KÜLHANBEYİ OPERASI / Ülkü AYVAZ
Yazarın, cumhuriyet öncesi İstanbul'unu anlatan şarkılı, müzikli, danslı, atışmalı, eğlenceli yeni oyunu.
49
ÇEVİRİ
POSTMODERNİZM VE
TİYATRO(ll)
Frod McGIynn
ÇeV: Semra Ekşioğlu Ö z d e n / H a n d a n Salta
hâlâ yaşayan ve işe yarayan unsurlardı. Tiyatrol gösterilerin
basitliği de içinde yeni tiyatral alanlarının merkezini oluşturacak
sosyo-politik uzamın karmaşık gücünü tamamen bozmaktan
alıkoyuyordu onları.
Artaud, içeriği ya da iletisi olan tiyatroya karşı bizi uyarmış,
böylesi bir tiyatronun ortalıkta görünmeyen yazara bütünüyle
esir olacağının farkına varmıştı. Kabul etmek gerekir ki bu ti­
yatronun da ortalıkta görünmeyen yazarı Marks'tı. Politik tiyatro
doğal olarak dilin egemen olduğu metin tiyatrosudur, çünkü
politikayı dil yönetir. Fransız toplumunun sosyo-politik kalıbı
içinde dilin oyunu üzerine adamakıllı bir çalışma yapmaksızın
özgürleşmeden söz edilemezdi. Kristeva bu tiyatronun intra-linguistik üretiminden kopartılabilen yaşamı açıklayan bir gösteri
sunmadığını fark etmişti.
pe
cy
a
Fransız grupların deneyleri Becks'in "Yaşayan Tiyatro"sundan
doğrudan etkilenmiş olsa da Becks ve Schechner'in program­
larında sözünü etmiş oldukları gibi bütüncül bir tinsel özgürlüğü
amaçlamıyorlardı. Onlar din dışı toplumcu, politik hareket
geliştirerek Brecht'in daha spekülatif tiyatrosunun yerini almayı
amaçlıyorlardı. Theatre du Seleil olsun LeFolidreme ve Theatre
de Salamandre olsun 1968 Fransası'ndaki devrimci hareketten
doğmuşlardı. 68'deki öğrenci ve işçi isyanlarının ilk günlerinde
hayli popüler olan bir duvar yazısı şöyleydi: "Sanat öldü. Şimdi
günlük yaşantımızı yaratmanın zamanı." Her şeye rağmen izleyi­
cisini gözlemci konumundan kurtaramadığını düşündükleri
Brecht'i aşmaya çalışan bu grupların çabaları onları daha önce­
den hazırlanmamış metihlerin blduğu bir ti-yatro anlayışına getir­
di. İşçileri yapımlarının oluşumuna doğrudan katmaya çalıştılar.
İşçi izleyicileriyle iletişim kurmak için genellikle mizansen
üretmede geniş ve kaba yollar seçtiler, iletilerini izleyiciye aktar­
mak için soytarılar, kuklalar, büyük maskeler ve canlı resimler
kullandılar. "Her hareketin her sözcüğün, her tonlamanın
önemi olduğu ve izleyici tarafından hemen algılanaan bir
gösterge olduğu yeniden-sunma tiyatrosu yaratmaya çalıştık.
Ancak göstergenin doğrudan olması özgürleşme ve şenlikli
toplum amaçlarına ulaşmalarını engelli-yordu.
Üzerimize uygulanan güç, bizim yerimize hatta bizim
üstümüzde yazan, konuşan, karâr veren yetkililerin bileşiminden
oluşuyor. Sözcüğün tekelleşmesi mantığın 'barb'ları boyunca hiç
değişmeksizin kaderimizi etkiler. Birlikte üretmek nesne konu­
mundan kurtulmamızı, kendi yaşamlarımızın ve tarihin etkin
özneleri haline gelmek demektir. Sözü ve sahneyi artık hareket­
siz olmayalım artık kendi gerçekliğimizin izleyicisi olmayalım diye
önemsiyoruz.
Önemsedikleri
söz aysız ,gösterge"de olsa Nicolas
Domenach ve diğerleine işçilerle çiftçileri birleştirmek için hazır
araç ar bulmasına olanak sağladıysa da aradıkları özgürlüğü bulduramadı. Domenach sözün yaşamları üzerindeki gücünü olum­
lular şekilde belirtirken haklıydı. ''İyi işçiler", "Kötü kapitalistler"
gibi basit ayrımların olduğu düzeltmeye eğilimli bir tiyatroyla
özgürlük aramak bu özgürleşmiş bilinç-liliklerin topluluk içinde
biralaya geldikleri proleter bilinçliliği buluşma noktası olarak
kabul etmeyi getirir. Ancak bu buluşma noktasını yalnızca
varsaymakla kalmayıp1 kurmaya da çalışan bu tiyatro kendi
türündeki tiyatroya ters düşüyordu. Burjuva tiyatrosundaki ön
sahneden vazgeçmişlerdi ancak içinde kendi topluluklarını
yararabilecekleri özgürleşmiş hiçbir toplumsal alan kalmamıştı.
Deneyimlerini oluşturan öğeler sözün baskın olduğu kültürde
50
Tiyatro artık metin olmadan olmaz. Bu (sık sık söylendiği gibi)
temsil etmenin başarısızlığı değildir. Çünkü hiçbir şey dilden
daha iyi temsil edemez. Dil için özdeşleşme ve fantezinin
ayrıcalıklı dokusu diyebiliriz. Tam tersine bu gösterinin bir
başarısızlığıdır. İntralinguistik üretiminden koparılan bu gösteri,
çağdaş toplumsal düzenlerin belki de insanların başarısızlığının
bağlı olduğu normatif ideolojilere kendini zincirlemekten başka
hiçbir şey yapamaz.
Toplumsal uzamın somutlamaları, rol yapmaları, gerçek duygu­
ları gizlemeleri postmodern insanın gerçekleriydi ve gösterinin
basit birtakım keşifleri bunların yerine geçemezdi.
Becks ve Schechner'in kutsal ritüel tiyatrosu gibi, din dışı gösteri
tiyatrosu da kurmaya çalıştığı toplumun karşılıklı etki alanının
varlığını kabul etti. Kayıp efsanevi kültürlerdeki eski törenleri
canlandırmanın izleycide kutsal duygular uyandırma-yacağı gibi
toplumsal yabancılaşmalarını kuklalar ve doğrudan göstergeleri
yaratılan agitprop durumlarla işçilerin bilinçlerini özgürleştirip
kendi yaşamlarına sahip çıkmalarını sağlamak düşünülemez. Bu
tiyatro önceleri başarıya ulaşmış yanılsamasını yarattı. Önce
Armand Gatti'nin "Thirteen Suns of St Blaise Street" adlı yapım
geçici bir süre sokakların işgal edilmesine yol açmıştı. Ancak
Gatti'nin bir yılda hazırlanan "Brabant Wallon Experience"ı daha
iddiali bir yapımdı ve 24 saat sürmüş, bulunduğu yerin
etrafındaki 25 millik bir alanı kaplamış, ancak başarılı
olamamıştı. Gatti yapımına yöredeki gençleri katmayı başara­
mamıştı ve orada oturan yaşlıların istekli katılımlarına karşın bu
katılımın istenildiği gibi politik anlayış getirmemesinden
yakınmıştı. Theatre du Soleil de asıl seslenmek istedikleri işçileri
tiyatroya çekmenin zorluklarıyla karşılaşmıştı. "1789" adlı
yapımları kendileriyle dalga geçmeleriyle bitiyordu. Çünkü 1789
cy
pe
a
devrimini yapımın da içinde olan "bir grup yeni zengin eğlensin
diye" yeniden oynuyorlardı. Üstelik oyunu bir grup burjuva
kökenli izleyiciye oynamışlardı. Kristeva böylesi bir tiyatronun
ikilemini değerlendirirken kendine yer bulamayan tiyatro demek­
te haklıydı.
Tiyatro Düşüncesini Yeniden Düşünmek
Neyse ki böylesi bir ikilem karşısında tiyatro, kaynaklarının hepsi­
ni kurutmamıştı. Tiyatronun iki uygulayıcısı, Fransa'dan Daniel
Mesguich ve ABD'den Herbert Blau temsil etme, metin ve can­
landırma sorunlarıyla hiç kaçamak yapmaksızın boğuştular.
Bir metnin oyuncusu sahneye gelince metnin bir beden
tarafından nasıl bölündüğünü gördüğümüz kadar, bir bedenin
de bir metin tarafından nasıl bölündüğünü görürürüz. Bu bölün­
me hiç de uygun düşmez. Hareket sonsuz, ölçülemeyen bir şeyin
kalıntısı vardır. Bunu üretmiş olabilecek tüm eylemler, metinler,
bedenler bu kalıntıdan kendilerini yaratırlar. Bu ayrımın varlığını
onaylamak bir tiyatro kurmak demektir.
Bu yapım, Artoud'un başyapıtlara son çığlığının süzüldüğü izleni
mini verir gibi klasik metinlerin metinlerarası bağlantısının son­
suz oyunları hakkında ipuçları veriyor. Tam olarak bildiği şey
hiçbir metnin matrix ve kültür içinde tekrar yorumlandığında
başyapıt olamayacağı. "Baba işlevini ve bugün onu neyin sonsu
zlaştırdığını sorgulamak, bir metnin anlamlarını ve tarihi sorgula
mak, anlamları sorgulamak, metinle birlikte bedeni sorgulamak
sorgulamayı sorgulamak: "bugün artık derin bir politik hareket
olamaz". Mesguich, metinle üretim, tarihle sunuş arasındaki
oyunla birlikte tiyat-royu sanatçının temel sorgulayıcı hareketi
olarak görür. Usta yazarların ölü sözlerine köle olmaktan çok tiy
atro kültürel sorgulamaların eleştirel oyunun oynandığı yerdir.
Orada temsil etme ve rol yapma oyunu denen postmodern
kültür sorgulanabilir. Hem yapımcı hem de oyuncu
kültürümüzdeki metni ve kültürün kendisinin şimdiye kadar o
metnin yorumunun bir parçası olarak içinde barındırdığı yorum­
lar bütününün farkına varmalı. Buradaki asıl zorluk metinlerarası
bir oyunun oluşması için bir uzam açabilmek. Mesguich'in ti­
yatrosu Kristeva'nın işaret ettiği sorundan kaçınır çünkü o, kitle
sel bir anlayış yaratmak için yer gerektiğini düşünmez. Onun tiy
atrosu hem tiyatral hem de kültürel deneyimin yeri olan
farklılıklar oyununu bilir.
cy
a
Mesguich, Hamlet gibi bir oyunu sahnelerken ortalıkta görün­
meyen yazarın anafikrinin gücünü biliyordu. Ancak ona göre
metin yalnızca yazarın "ölü sözleri" değildi. Shakespeare 17.
yüzyılda yazmıştı ama bugün temsil etme tiyatrosunda sonsuz,
esir eden tekrarlara mahkum edilmişti. O, mizansenin yazı
olduğunu düşünüyordu. Hamlet'i sahnelerken sadece ortalıkta
gözükmeyen yazarın sabit metnini değil, oyunun sonsuz sah­
nelemelerini, oyunun derinliğini ortaya çıkaran, yapımdaki sayısız
olaylarla ilgisini gösteren yorumları da göz önünde bulundur­
muştu. Özgün metin, Freud'la, Lacan'la, tüm Batı kültür tarihiyle
ilgilendirilmişti. Mesguich, sayısız katmanlı yorumları, kendi yoru­
munu da katarak bizim kültürümüze açmaya çalışıyor.
Hamlet için Mesguich iki sahne kullanmıştı: Asıl sahnenin içindi
perdeyle bir ikinci sahne yapılmıştı. Hem bir karakteri yalnızca bu
oyuncunun psikolojisiyle özdeşleştirmemek hem de oyundaki
içsel aynalar sorununun avantajlarını kullanmak için oyundaki
ana karakteri iki kişiye oynatmıştı. İki Hamlet, iki Ophelia gibi.
Tiyatronun içindeki perdeli küçük tiyatro hayaletin krallığıydı.
Oyunun ağırlık noktasını bu iki tiyatro arasındaki savaşım
oluşturuyordu. Metinde Gide'den, Jean-Luc Godard'dan,
Mallarme'den ve Stoppard'dan pasajlar vardı. Oyundaki tiyatro
topluluğu geldiğinde çağdaş tiyatroyu oynayan oyunda
Mesguich'in mizansenini tartışıyorlardı. "Kitabını okuyan"
Hamlet sahneye geldiğindeyse okuduğu kitap Hamlet'ti.
Hamlet'in "Kralın vicdanını sıkıştırmak" için oynatacağı oyun için
deki oyun da elbette ki Hamlet'tir.
pe
Artoud, oyuncunun "ölü söz"e mahkum olduğunu savunmuştu:
Mesgich de oyuncunun "metnin beden tarafından
bölünmesi"yle "bedenin metin tarafından bölünmesi" arasındaki
farkı anlayabilmek için yorum geleneğini ve yorumlar üzerindeki
yorumları bilmesi gerektiğini savunur. Yazılmış yazılarla
konuşulan yazıları bir birine karıştırmayı oynarsanız, oyunu
öldürürsünüz. O zaman oyuncu da yazının yönettiği, konuşulan
yazı haline gelmiş ve artık oyun olmaktan çıkmış şeyler
tarafından oynatılır. Oyuncu da artık oyuncu değildir.
Bir oyuncu sahneye girdiği zaman metni olmayan tiyatroda bile
tahtalarla değil konuşma ve yazı arasındaki zor ayrımla yüz yüze
gelir. Tiyatronun asıl konusu olan bu ayrıma oyun denir. Bu oyu­
nun üzerinde bir beden vardır; oyuncu. Bir metnin oyuncusu
sahneye girdiğinde belki de çifte oyunun oynandığı yere gelir.
(Her şey de oyunda geçer) Bu ikili oyun "yazılmış" yazıyla (ki
geçmiş basıma dayanır) "konuşulan" yazı (olduğu süreci kapsar,
sunuşun o andaki hali değildir) arasındaki ayrımdır. Yani
doğrudan ve ertelenmiş (ama doğrudan doğruya) yazı ve
konuşma arasındaki farkın olduğu yere tekabül eder. Türlerin
arasındaki boşluk. Bu çifte oyunun daha da ilerisinde oyuncu
vardır. Metnin oyuncusu. Bu da metni oynaması gereken, oyunu
üretmesi gereken oyuncudur.
Böylesi bir etkinlik Artaud'nun öngördüğü gibi oyuncuyu özgürleştirmez. Mesguich, Derrida'nın tersine sözün (la parcla) dile (la
langue) üstünlüğünü savunmaz; oyuncu konuşmacı olarak ne
kesin bir varlık tarafından yönlendirilir ne de sadece ortalıkta
görünmeyen yazarın ölü sözüne mahkum edilir. Tam tersine
oyuncu ve mizansen yaratımı, günümüzün metnin çok katmanlı
yorumu olan farklılıklar oyunun merkezindedir.
52
Mesguich temsil sorununa metinlerarası ve sabit olmayan kültü
tarihi sonucunda anlamın dağılması olarak bakarken Blau'nun
KRAKEN grubu ise görünüşün zorluğu üzerinde duruyor çünkü
oyuncunun asıl karşısına çıkan bu. Blau'yu ilgilendiren temsil
etmenin anlam kapalılığı içinde yanılsamacı olup olmaması değil
ortaya çıkacak anlam için daha temel bir savaşım. Tiyatroyu iste
diğimiz gibi yapabilirsek bedene ağırlık vereceğiz, tıpkı
yaşamdan farklılaşarak tiyatro haline gelmek için daha önce ken
dini yaşamdan, saf canlı olandan ya da her ne vardıysa ondan
ayıran ilk düşünce gibi. KRAKEN bu sorunları klasik metinlere
dayalı çalışmalarında keşfetmişti örneğin, Hamlet'ten Elsinore,
Oresteia'dan Atreus'un Tohumları, Shakespeare'in sonelerinden
de Crooked Eclipses.
Artaud, temsili yanılsamacı ve temelsiz buluyordu çünkü kendin
den ötede gerçekte var olmayan bir kurumun yorumuna işaret
ediyordu. O yüzden de temsil tiyatrosu kaynağından kopmuş bir
yanılsamaydı. Buna karşılık Artaud doluluk ve anındalık tiyatrosı
istiyordu. Derrida'nın dediği gibi "sınırlı ve gerçek varlığın
ardında bir iz, taşınacak bir nesne bırakmayan bir tiyatro. Bir
kitap ya da bir yapıt değil, bir enerji olan ve bu bağlamda
yaşamın tek sanatı" olan bir tiyatroydu. Blau şimdiye kadarki
oyuncuyla bütünleşmiş tiyat-ro düşüncesini reddeder ya da tiya­
tronun toplumsal bir bireyin bedeninde canlandığını hayal
etmeyi başarabilsek bile kişinin "sunuş"undaki yanılsamacılığı
bırakmayacağımızı düşünüyor. Ona göre tiyatro dile mahkum
çünkü dil kişiyi ve dolayısıyla tiyatroyu sunmanın temel aracı.
Eğer tiyatro dünyayı biçimlendiriyorsa ve dünya tiyatronun gölgesiyse ikisini de şekillendiren şey dildir. Karşımızda gördüğümüz
insan ve duyduklarımız bir varlık değil, görüntüdür,
Çalışmalarımızda konuya sık sık döneriz. Sahnedeki oyuncunun
eğilip bükülmelerinde dili, dünyayı ve tiyatroyu yansıtan
çalışmalarımızda konu kayıp gider... bunlar otonom konunun
yetersizliği, dilin rastlantısallığı olan kişinin eylemliliğinin erimelidir.
Artaud, Becks ve Schechner usta yazar tarafından belirlenen rol
içinde tuzağa düşmüş oyuncunun yalnızca temsil eden bir
'arlığın yanılsamasını hareketleriyle verebilecek bir esir olduğunu
düşünürken özgürleştirilmiş bir oyuncunun ise kendisi
olabileceğini, izleyiciyi kutsal olanla otantik bir birlikteliğe götürebilecek bir şaman olabileceğini tasarlıyorlardı. Blau, Mesguich
gibi oyuncunun toplumsal varlık olarak bölündüğünden daha az
da da daha fazla bölündüğünü düşünmüyordu. Oyuncunun
toplumsal varlığına karşı avantajı ya da laneti, kişiliğiyle apaçık
yüz yüze kalmak zorunda olması.
Artaud, görünümünün oluşmamış doğasını unutan, kendini
beğenmiş bir tavırla oyunculara ve izleyicilere tamamen baskıcı
bir anlamı ve olduğu varsayılan gerçeğin baskısını yanılsamacı bir
tarzda temsil eden tiyatronun çöküşünü fark etmişti.
Tartıştığımız kutsal ve din dışı deneysel tiyatro grup-ları kura­
madıkları din dışı ya da kutsal topluluğun gerçekliği olduğunu
varsaydıkları tiyatronun "saf" görüntüsünü red ederek sorunu
çözmeye çalışmışlardı. Beckett, Artaud'un dikkat çektiği soru­
nun farkına varmıştı ancak çözümün olanaksızlığını da fark etmiş
gibiydi. O yüzden de bu olanaksızlıktan acı tiyatrosunu yarattı.
Anlamın bilincinde olmanın yarattığı krizin ilk aşaması ve son­
radan postmodern tiyatro olan anlamın araçlarını bize tanıttı.
Mesguich ve Blau bu sorunun üzerinde çalışırlarken tiyatronun
oluştuğu her yerde "Bedenin metin tarafından metnin de beden
tarafından bölündüğünü" bunun da tiyatrodaki oyuna uzam
oluşturan farklılıklar oyununu yarattığının farkındaydılar. Böyle
bakıldığında tiyatro, ortaya çıkarılmamış görüntüsünün serbest
oyunu içinde olduğu söylenen postmodern kültürü yansıtır.
pe
cy
a
Yapısı bozulmuş bir dilde neyin doğru olduğuna karar verilemez,
çünkü yine dilden başka gönderme yapılabilecek bir şey yok. Bu
düşüncenin yapısıyla da ilgili. Aynı, oyunculuktaki doğallık için de
söylenebilir. Orada da belirli bir gönderme alanı yoktur. Yaşam,
deneyim hele doğa bir gönderme alanı olamaz, Hamlet ve
Piradello'dan sonra ne yazar ne de söz sahibi metin yalnızca
karakterin yaratılmasıdır, başvurulması gereken yer. O zaman
doğal olarak kabul ettiğimiz şey uzun uzun düşünmeler.
Gerçeklikte (genellikle oyunculara bundan kaçınmaları öğretilir)
gördüğümüz ise katlanılmaz deneyimin görselleşmiş göstergesi
olan "desteklenmemiş" duygunun yolunun rolün yanlış
devamlılığından değil, oyuncudan oyuncuya (rol yoktur oyuncu
vardır) geleceğe ilişkin anlamlar grubu içinden geçtiğidir. ...
Çözümleyici ışık altında davranış kopar, ters olarak düğümlenir,
soyutlanır (çift anlamda) orada bulunmaksızın ya da fazlasıyla
bulunarak figürden çalar ve göründüğü anda çalınır.
Her oyunculuk tekniğinin temel unsurlarından birisi
merkezileştirmedir. Merkez nedir? Oyuncu için? Tümü için? İşte
yine bir sınır ya da algılama ölçütü olarak yaklaşıldığında yanıtsız
kalınıyor. Asıl sorun merkezin nerede olduğu. Tekniğin temeli
Kafka'da başka bir yerde: "Yaşamın üç uçluğunun iki koşulu:
Kendi çemberinizi gitgide birleşip da-raltmak ve bu arada kendi­
nizi o çemberin dışına saklamadığınızdan emin olmak." Merkezi
bir yere koymaktan hiç söz etmiyor, yalnızca Stanislavski'nin
dikkat çemberi gibi merkezi daraltmaktan söz ediyor. Gösterinin
tüm baskısı da merkezdedir, gerçek orada gizlidir, görünürlük­
ten uzaktadır çünkü bu olanaksızdır.
Böylece Blau, Artaud, Derrida, Becks, Schechner ve diğer birçoklarının kutsal tiyatroda gerekli olduğunu düşündüğü malzemelere postmodern tiyatroyu kuracaktı. Bu olasılığın başarısız ola­
bileceğini fark edince tekrar yansıtmacı olmayan temsil tiyatro­
suna dönüş ya da tiyatronun ölümünden başka yol olmadığı
düşüncesini kabul etmedi. Ona göre tiyatro en iyi zamanını
yaşıyordu, kendi sorunlarının ve kurumsallaşmamış şeffaflığının
her zaman farkında olmuştu. Tiyatronun bu farkında olma
geleneğini kanıtlar buldu; Aishalos Agamemnon'undaki bekçi,
Hamlet'in hayaleti korkulu bekleyişi, Endgame'deki Hamm'in
merkezde olmaktan duyduğu acı gibi. Her durumda kabul
edilen, görülen ile oynananın dikkatimizi kendi katlanılmaz
varlıklarına odaklaştıran oyunun oyuncularınca desteklenen
yalnızca katlanılmaz bir görüntü olduğudur. Postmodern tiyatronun görevi, bu görünüşü araştırmak, tiyatronun olmadığının, ti­
yatronun merkezini kuramaması sorunundan kaçıp kutsal ya da
din dışı toplumcu şenlikli tiyatronun olanaksızlığına sığınmanın
çözüm olmadığının farkına varmak, tiyatronun ancak kurumsallaşmamış görüntüsünün yanılsaman kurumunu izlemeyi sürdüre­
bileceğini görmek olmalıdır. Tiyatro, yaşama karşı durmaktan
çok onun en berrak aynasıdır. Metnin dağınıklığına takılan oyun­
­unun kurumsallaşmamış görüntüsü ve oynama uzamı toplum­
sal bireyin kurumsallaşmamış görüntüsünü toplumsal uzam ve
kültür dağınıklığı içinde yansıtır.
Gelecek on beş yıldaki tiyatro stratejileri geniş dil modelinden
sonra değerlendirilecektir. Her ne kadar beden en işlek parçası
da olsa beden, dil gibi geleceği düşünemez. Aradığımız genişliği,
sınırsızlığı dilin hatasızlığında buluruz. Yine de dil olmadan ne
kuram, ne gelecek ne de tiyatro olabileceğine ilişkin kuramsal
kuşkular var. Tiyatroyla kuram arasındaki etimolojik bağlılık
izleme yeri ve eylemindedir; yani sözcükler söylenmeden bile
önceki düşünmedir. Tıpkı, bahçedeki kertenkele gibi, o yavaş
yavaş konuşan, iki yüzlü bir öğretmen gibi ilk oyuncudur.
Yazarlar, yönetmenler ve oyuncuların Derrida'nın bu konuda bizi
uyardığı, Artaud, Mesguich ve Blau'nun yapıtlarından yansımış
ve tiyatronun altın çağında varlığın yanılsaması olarak bile göre­
meyeceğimiz yitirilen varlık hakkında nostaljik düşüncelere
katılmaksızın tiyatro üzerine yeniden düşünme göreviyle
yüzleşmeleri gerekir. Tiyatro bedenin metin, metnin de beden
tarafından bölündüğü konusundaki zor bilginin oluşması için
uzam açması gereken bir yerdir. Bu uzamda toplumsal bireyin
bedeninin kültürün intertekstüel oyunu tarafından ve kültürün
intertekstüel oyununun da toplumsal bireyin bedeni tarafından
bölündüğü yer yansıtılır. Eğer Blau'nun dediği gibi, tiyatro altın
çağındayken bile kendi görünümünden kuşku duysaydı ölmeyebilirdi. Tam tersine, çağımızın bağırış çağırışı arasında
yorumlarının yoğunluğunun ve sınırlarının belirsizliğinin
düşünüldüğü postmodern dönemin idealleri olurdu
62. sayımızdaki "Postmodernizm ve Tiyatro" başlıklı çevirinin devamıdır.
53
BAKIŞ
25. YILINDA
AHMET LEVENDOĞLU
Hayati Asılyazıcı
a
Tiyatronun büyülü gücünü, sanatta yaratışın
görkemini, sahne sanatının gerçekliğini, ger­
çeklik ile sanat arasındaki bu zengin derinli­
ği, karmaşık diyalektik ilişkiyi, gerçeklikten çıkarsanan izlenimleri sahnede gösteren bir ti­
yatro adamından söz etmek istiyorum. Göz­
lemlerim ve izlenimlerim, bu yüzeyde sana­
tın en seçkin yanlarını yakaladığı kanısında
odaklaşır. Tiyatro sanatının yetkinliği, güzelli­
ğin doruklarında, soylu tutkularla birleştiğine
inanır. Sanatta, özellikle tiyatroda bir düzen
ve ölçü arayışındadır. Bu ölçü, ilkelidir, belli
bir estetik içeren yorumların belirleyici ön­
cülleridir.
pe
cy
Tiyatro eğitiminde öğrencilerin, tiyatro çalış­
malarında öğrencilerin ya da bir topluluğun,
yasalarına ve düzenle ilgili yazılı ya da yazı­
sız kurallarına titizlik ve özenle uyulması an­
lamını taşıyan "disiplin" sözcüğü; onun için
hem ilk, hem de en önemli koşuldur. Açık ve
yalın anlatımında belirleyicidir bu yaklaşımı.
Tasarımlarının özgünlüğüne bakıldığında, ti­
yatrodaki yöntemine koşut olduğu görülür.
Düşünsel kurgulamalar, sahneye kuyuculuk­
ta ağırlık kazanır. Ne ki, bu soy yaklaşımları
eğitici olarak da biçimlenir. Ele aldığı oyun­
larda çözümsel bir yaklaşımı vardır; çağdaş;
klasik ele aldığı oyunlarda önemli bir estetik
sorununa çözüm getirmektedir. İmgeleyici
bir tiyatrodan, çağların tiyatrosundan çağ­
daş sahne ayrışımları yapar; oyun sahneye
koyarken yapıtların imgesel biçimde yorumlamasıyla dikkati çeker. Tiyatronun, yüce ve
biricik görevine bilinçle bağlıdır.
Eğitim ustasıdır; bana göre bu alanda tektir.
Salt İngiltere'de Krallık Dramatik Sanat Akademisi'nde (RADA) gördüğü tiyatro öğreni­
mi üstün başarı diploması (Honours Diplo­
ma) kazanarak bitirmesiyle ilgili olduğundan
değil. Bunu bir yaratış ve buluş yöntemiyle il­
gili olmasına daha çok bağlarım. Ne ki, ülke­
mizden yurtdışına gidenler arasında yetişkin
iyi sanatçılarımızın olduğuna elbette ki inanı­
yor ve onları da gözlemleme olanağı buluyo­
rum. Bu soy bir eğitimden sonra ikinci bir ör­
neğini bulsak bile, Ahmet Levendoğlu'ndaki
54
gibi sözünü ettiğim alanda gücünün doruğ
na çıkmış olanına rastlamak olası değil. "Ho
ca"lık görevinde yirmi beşinci yılını tamamla
dı. Dil zincirini kırmak gibi 25. yılını tamamla
yan ve tiyatro yaparak böylesine önemli bir
görevi sürdürmenin ölçülerine büyük boyut
lu özveri; 1971'den bu yana ders verdiği An
kara Devlet Konservatuvarı, (kurucu bölüm
başkanlığını da yaptığı) İstanbul Devlet Kor
servatuvarı, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve iki dö
nemden bu yana Akademi İstanbul'da sürt
yor.
Kurucularından olduğu Tiyatro Stüdyosu'nda yönetmenlik, oyunculuk, çevirmenlik
gibi çeşitli işleri başarıyla sürdürüyor.
Oyunculuk, ona göre özgül ağırlığı olan bir
sanattır. Sahnenin dile getirdiği ya da dile
getirmeğe çalıştığı insanın ta kendisidir.
Oyuncu, tiyatro sahnesinde vardır. Sanatla­
rın, tüm sanatların bileşkesi olan tiyatrodur
Tiyatroyu çok özel çizişi vardır, toplumsal iliş
kilere öyle olduğu gibi, biçimsellikten yöntemciliğe de usla yaklaşır.
Yönetmen olarak, çağın temel özellik taşı­
yan tiyatro çizgisine bakar. Tiyatronun, ola­
ğan, sağlıklı, doğal gelişmesini çağcıl açıdan
değerlendirir ve yorumlar. Açık ve gizli an­
lamlarını çıkarır; karakterlerin ya da çizilme:
gerektiği yönleriyle geniş biçimde genelleş­
tirilmesini önemseyerek yorumlar. Yöntemi
biçemini oluşturmuştur.
Başlatıp yönettiği "Yaşayan Drama" dizisi,
yayıncılık alanında tiyatroya önemli yapıtlar
kazandırdı. Ayrılışından sonra bu dizinin rast
lansal ve ilkesiz kaldığı görüldü. Edebiyatla il
gilenenler ya da edebiyatçılar, edebiyat
dizisinin dışında, diğer sanat dallarına
görece bakarlar, kültüre, yöntem olarak
neler katabileceklerini düşünemezler.
Edebiyatın tiyatroyla ilişkisi vardır ama biz­
deki edebiyatçıların tiyatroyla ilişkileri yoktu
Çevirmen ve uyarlamacı olarak, yazdığı
yazılarda dilin, yüce (tiyatro gibi), büyük bir
anıt olduğuna inanır
tiyatro
Tiyatro'dan Önce...
Tiyatrodan Sonra...
İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR
FEHMİ BABA ET LOKANTASI
İndirim: %10
Meşrutiyet Cad. No: 33
Galatasaray-İst
Tel: (0212)293 93 26
FLAMİNGO
BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 15/B
Taksim-İst
Tel: (0212) 235 78 54
Alt kattaki Akşam Barımızda
nefis içecekler üst kattaki
Restaurantımızda zengin mutfak
çeşitleri ile özel günlerinizde tüm
beklentilerinize yanıt verecek ve
dostlarınızla
unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz?
Böyle bir ortamı bulamadıysanız
o halde; biz bu ortamı size
yaşatacağız...
Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl
GARİBALDİ
İndirim: %10
İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1
Beyoğlu-İst
Tel: (0212) 249 68 95
Nostaljik bir ortamda güzel vakit
geçirmek için tek adres Garibaldl.
GOLDEN KYLIN CHINESE
RESTAURANT
İndirim: %15
Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst
Tel: (0212) 256 36 45
Uzak Doğu'dan gelen esinti
rüzgârlarıyla hoş bir ortamda
hakiki Çin Mutfağını ta­
dabilirsiniz.
GOODFELLAS BAR-REST.
İndirim: %15
Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-İst
Tel: (0212) 233 00 36
Şafak Yaprak S Orkestrası
eşliğinde her Salı, Perşembe,
Cuma, C tesi günleri, Canlı Caz
Müzik dinleyebilirsiniz.
CAFE KİKKA
İndirim: %10
Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18
Erenköy-İst Tel: (0216) 411 15
20
Cafe Kikka'da kahve cehennem
kadar karanlık, ölüm kadar güçlü
aşk kadar tatlıdır.
LE SELECT
İndirim: %20
Manolya Sk. No: 21 Levent-İst
Tel: (0212) 268 21 20
Uluslararası Mutfağı ile Le Select
LITTE CHİNA
İndirim: % 5
1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan
-İst
Tel (0216) 363 50 90
2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş
Merkezi Etiler-İst Tel: (0212) 263
17 15
LITTE İTALY BAR-REST.
İndirim: %10
İstiklal Cad. Örs Turistik İş
Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8
Beyoğlu -İst
Tel (0212) 243 17 18
MAVİŞ MANTI
İndirim: %10
Yeni Çarşı Cad. No: 76
Galatasaray -İst
Tel: (0212) 249 48 94
MESERRET
CAFE-BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4
Tepebaşı -İst Tel: (0212) 244 39
55
Gün Batımında Haliç
sakin bir ortamda sohbet olanağı
hafif müzik.
Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik
canlı müzik, günlük gazete,
dergi, kitap okuma olanağı grup
toplantıları ve grup yemekleri için
ayrı bir mekân.
a
Konservatuvarı Yüksek Lisans
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve
Türk Sanat müziği eşiliğinde
nezih bir ortamda leziz
yemeklerimizi tadarak hoş saatler
geçirebilirsiniz...
Not:: Kredi Kartı geçerli değildir.
BAHAR LOKANTASI
İndirim: %10
İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst
Tel: (0212)277 85 55
BAY BALIKÇI
İndirim: %10
Kefeliköy Cad. No: 14
Kireçburnu-İst
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân.
ÇATI RESTAURANT
İndirim: % 8
İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın
Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel:
(0212)251 00 00
DARÜZZİYAFE
İndirim: %15
Şifahane Sk. No: 6
Süleymaniye-İst
Tel: (0212) 511 84 14
Türk Musikisi'nin sihirli
nağmelerini dinleyerek
mutfağımızın eşsiz lezzetlerini
tarihi bir mekânda tadabilirsiniz.
Not: Ctesi akşamları saat
8.00-10.00 arası Canlı Fasıl
EL MARIACCHI
İndirim: %10
Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah
Sk. No: 16 Ihlamur-İst
Tel: (0212)231 28 07
Meksika mutağının tadına
doyulmaz yemeklerini tattınız
mı? Tatmadıysanız o halde El
Manacchı'ye sizleri bekliyoruz.
pe
cy
A TURKA RESTAURANT
irim: %10
mi Meydanı Hazine Sk. No: 8
aköy-lstanbul
(0212)258 79 24
aköy'ün ilklerinden. Meydanın
boğazın otantik atmosferinde
k mutlağının en güzel
eklerini sunuyor. Üst katında
alan ODA "Kişiye Özel Salon"
her türlü grup
anizasyonlan, seminer,
konferans, toplantı, doğum
ileri, kahvaltılar için sadece
ZE ÖZEL"
A-TURKA MEŞK
STAURANT
rim: %10
şıarkası Sk. No: 32. 1.
ent-İst
(0212)283 45 63
Acık bir ortamda özlediğiniz
arla an-nenizin mutfağı kadar
nli, sevgi dolu sofralarda
Turka Meşk sizin için alâsıyla.
TANE RESTAURANT
rim: %10
iye Camii Sk. No: 18
nekapı-İst
(212)534 84 14
nanlı Saray Mutfağının
umsuz lezzetlerini UDİ'nin
nağmeleri eşliğinde tatmak
Asitane de buluşalım.
YAN RESTAURANT
rim: %10
anış Yat Limanı Kalamış-İst
(0216)349 55 69
ides Güveç'te, Balık ve çeşitli
emeklerinin sunulduğu
gin menüsü ile sabaha karşı
na doyamayacağınız İşkembe
basıyla son bulan
atamayacağınız bir gece için
Çarşamba, Cuma, Ctesi
ileri İ. T. Ü. Devlet
PANE VİNO
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst
Tel: (0212)248 84 65
Kuzey İtalya mutfağının mevsime
göre üç ayda bir değişen leziz
yemekleri ve sürpriz specralleri
özel Grappa içeceği eşliğinde.
Not:: Pazar günleri kapalıdır.
PARSİFAL
İndirim: %15
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst
Tel: (0212) 245 25 88
Vejeteryenler, ağzının tadını
bilenler ve küçük bir serüvene
hazır herkes için Parsifal
Beyoğlu'nda.
RAQUETE RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Sadi Gülçelik Spor Sitesi İstinye
-İst
Tel: (0212)276 50 87
RİSTORANTE İTALİANO
İndirim: %7
Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ
-İst
Tel: (0212)247 86 40
ROUTE CAFE 66
İndirim: %15
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa
Sk. No: 13 Bahariye -İst Tel:
(0216)336 24 66
Geçmişten gelen geleceğin adı.
Not: İndirim Alışveriş Merkezi için
de geçerlidir.
SICAK RESTAURANT
İndirim: %10
Keskin Kalem Sk. No: 37
Esentepe -İst
Tel: (0212)267 38 56
TANDOORI RESTAURANT
İndirim: % 20
Alkent Sitesi Tepecik Yolu
Etiler -İst
Tel: (0212)257 84 79
55
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
TİYATROLAR
DEVLET TİYATROLARI
A K M Büyük Salon
Taksim
Tel: (0212)251 56 00
Taksim Sahnesi
Taksim
Tel: (0212) 249 69 44
Oda Tiyatrosu
Taksim
Tel: (0212)251 56 00
Aziz Nesin Sahnesi
Taksim
Tel: (0212)251 56 00
Büyük Tiyatro-Ankara
Tel: (0312) 426 85 17
Küçük Tiyatro-Ankara
Tel: (0312)311 11 69
Oda Tiyatrosu-Ankara
Tel: (0312)311 11 69
Yeni Sahne-Ankara
Tel: (0312)434 24 24
Şinasi Sahnesi-Ankara
Tel: (0312)467 14 44
Altındağ Tiyatrosu-Ankara
Tel: (0312)316 59 02
İzmir Devlet Tiyatrosu
Tel: (0232)426 85 17
Adana Devlet Tiyatrosu
Tel: (0322) 359 44 44
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu
Tel: (0412)222 22 64
a
Bakırköy Belediye Tiyatrosu
Yunus Emre Kültür Merkezi
Tel: (0212)661 19 41
BKM Oyuncuları
Beşiktaş Kültür Merkezi
Hasfırın Sk. No: 75 Beşiktaş
Tel: (0212)260 11 56
Dormen Tiyatrosu
Ergenekon Cad. No: 98 Pangaltıİstanbul
Tel: (0212)241 27 37
Grup Kafka
Martı Sanat Evi
Baro Han No: 330 Beyoğlu
Tel: (0212)251 66 20
Kenterler
Halaskargazi Cad. 35 Harbiye
Tel: (0.212)246 35 89
Tiyatro Çisenti
Martı Sanat Evi
Baro Han-Tünel
Tel: (0.216) 293 81 37
Tiyatro Stüdyosu
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
Tel: (0.216)449 30 44
Tiyatro Ti
Martı Sanat Evi
Baro Han No: 330 Beyoğlu
Tel: (0212)251 52 30
Tiyatro Tanı
Martı Sanat Evi
Baro Han No: 330 Beyoğlu
Tel: (0212) 251 66 20
Tiyatrokare
Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan
Tiyatrosu
Abide-i Hürriyet Cad.
No: 227/229 Şişli-İstanbul
Tel: (0212)230 16 18
Stüdyo Oyuncuları
Vali Konağı Cad. Akkirmanlı Sk.
No: 30 Nişantaşı-İstanbul
Tel: (0212) 246 77 25
pe
cy
Türkiye'de ilk ve tek Pakistan
Hint Mutfağı.
TEGİK RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 20
Taksim-İst
Tel: (0212)254 66 99
Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve
Japon Mutfaklarından da
örnekler sunan Uzak Doğu
Mekânı. Kore Mutfağını tanımak
isteyenlere özel menü öneriliyor.
Koreden getirilen özel pişerme
üniteli masalarda yer alıyor.
T-BONE STEAK HOUSE REST.
İndirim: %15
İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi)
Küçük Bebek Cad. No: 16 K.
Bebek-İstTel: (0212)287 05 11
Fransız ve İtalyan Mutfağının
sizlere sunduğu lezzetli ve
değişik yemeklerle hoş bir
ortamda hafta sonu canlı müzik
eşliğinde güzel saatler
geçirebilirsiniz.
THE CHINA RESTAURANT
İndirim: % 10 (Gece)
İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı
indirimi)
İndirim: %15 (Gündüz)
İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı
İndirimi)
Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst
Tel: (0212) 250 62 63
VAGABONDO'S RESTAURANT
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Köybaşı Cad. No: 278
Yeniköy -İst
Tel: (0212)299 00 54
56
Bursa Devlet Tiyatrosu
Tel: (0224)221 29 44
Antalya Devlet Tiyatrosu
Tel: (0242) 247 74 60
Trabzon Devlet Tiyatrosu
Tel: (0426) 326 14 78
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR
BELEDİYESİ
ŞEHİR TİYATROLARI
Harbiye M. Ertuğrul Sah.
Tel: (0212) 240 77 20
Harbiye Cep Tiyatrosu
Tel: (0212)240 77 20
Fatih Reşat Nuri Sahnesi
Tel: (0212)526 53 80
Üsküdar M. Celal Sahnesi
Tel: (0216) 333 03 97
Kadıköy H. Taner Sahnesi
Tel: (0216)349 04 63
SİNEMALAR
AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38
AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05
A L M A N K. M. Tel: 249 45 82
APOLLON Tel:(0216)362 51 00
AS (Harbiye) Tel: 247 63 15
AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50
ATLANTİSTel:(0216)418 26 56
ATLAS Tel: 252 85 76
AVŞARTel: 583 14 97
BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05
BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44
BEYOĞLU Tel: 251 32 40
BROADWAY Tel: (0216)346 1481
CAPİTOL Tel: (216)310 06 16
CAROUSELTel: 571 83 80
DÜNYA Tel: 249 93 61
EMEK Tel: 293 84 39
FİTAŞ Tel: 249 01 66
FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76
GALLERİA PRES.Tel:560 72 66
GAZİ Tel: 247 96 65
GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88
HAKAN Tel: (0216)337 96 37
İNCİ Tel: 240 45 95
İNCİRLİ Tel: 572 64 39
KADIKÖY Tel:(0216)337 74 0C
KENT Tel: 241 62 03
LALE Tel: 249 25 24
M O D A Tel: (0216)337 01 28
OSCARTel: (0216)390 09 69
PARLIAMENT Tel:263 18 38
PERA Tel: 251 32 40
PRINCESS Tel: 285 06 95
PRINCESS Tel:227 91 47
PYRAMID Tel:(0216)348 01 50
REKS Tel: (0216)336 01 12
RENK Tel: 572 18 63
SİNEPOP Tel: 251 11 76
SİTE Tel: 247 69 47
SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82
KİTABEVLERİ
ABC Kitabevi
İstiklale. 461-Beyoğlu
Tel: (212)249 24 14
Acar Kitabevi
1-Bağdat C. 374
Şaşkınbakkal
Tel. (216)358 20 51
2-Moda C. 102 Kadıköy
Tel. (0216)338 53 47
3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk.
cy
a
pe
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
No: 68-Kızıltoprak
Tel. (216)338 53 73
Adam Kitabevi
İstanbul C. Morsümbül S.
No:1-Bakırköy
Tel. (212) 571 96 54
Afa Kitabevi
İstiklal C. Bekar S. 17 Beyoğlu
Tel. (212)249 22 18
Akademi Kitabevi
Akkavak S. 2 - Nişantaşı
Tel. (212)248 43 96
Akyüz Kitabevi
Kadıköy İş Merk.
T e l (216) 336 90 81
Alkım Kitabevi
Kadıköy Çarşısı Orta Kat
101-Kadıköy
Tel. (216)349 40 75
Arion Kitabevi
Sıraselviler C. 1 Taksim
Tel. (212)243 23 70
Arşiv Kitabevi
Bahariye C. 86/2 Kadıköy
Tel. (216)338 43 12
Bakırköy Kitap Sarayı
GençlerC. 8 Bakırköy
Tel. (212)583 09 03
Boğaziçi Kitabevi
Nispetiye C. 70 Etiler
Tel. (212)265 47 52
Dünya Aktüel Kitabevi
İstiklal C. 469 Beyoğlu
Tel. (212)251 91 96
Germinal Kitabevi
Halaskargazi C. 309 Şişli
Tel. (212)241 07 09
Gözlem Yay. Kitabevi
Atiye S. Polar Ap. 12/6
Teşvikiye
Tel. (212) 240 41 44
Hamlet Kitabevi
Sıraselviler C. 15 Taksim
Tel. (212)244 26 01
Homer Kitabevi
Yeni Çarşı C. 28/A
Galatasaray
Tel. (212)249 59 02
Kabalcı Kitabevi
Ortabahçe C. 22/4 B.taş
Tel. (212)261 31 24
Kadıköy Kitabevi
Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy
Tel. (216)347 52 81
Mefisto Kitabevi
İstiklal C. 173-Beyoğlu
Tel. (212)293 19 09
Genç Mefisto Kitabevi
Muvakkıthane C.15 K.köy
Tel. (216)414 35 19
Metropol Kitabevi
İstiklal C. 140/46 Beyoğlu
Tel. (212)245 70 34
Net Kitabevi
Galleria Ataköy
Tel. (212)559 09 50
İstiklal Cd. No: 79/81
Beyoğlu
Tel. (212)293 07 59-60
Nezih Kitabevi
1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal
Tel. (216)356 56 10
2-Mühürdar C. 40 K.köy
Tel. (216)345 31 11
Pan Kitabevi
Barbaros Bulvarı 74/4
Beşiktaş
Tel. (212)261 80 72
Pandora Kitabevi
Büyükparmakkapı S. 3
Beyoğlu
Tel. (212)245 16 67
Pentimento Art Shop
İstiklal C. 140/3 Beyoğlu
Tel. (212)293 39 59
Pera Orient Kitabevi
Aznavur Pasajı Yapı Kredi
Karşısı-Beyoğlu
Polat Kitabevi
Ankara C. 105 Cağaloğlu
Tel. (212)513 50 93
Remzi Kitabevi
1-Servili Mescit 5. 3
Cağaloğlu
Tel. (212)511 69 16
2-Akmerkez Etiler
Tel. (0212)282 02 45
Robinson Crusoe Kit.
İstiklal C. 389-Beyoğlu
Tel. (212)293 69 68
Saka Kitabevi
Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş
Tel. (212)260 12 79
Simurg Kitabevi
Hasnun Galip 5. 2/A
Beyoğlu
Tel. (212)243 63 77
pe
cy
a
Dünya Bebek Kitabevi
Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek
Tel. (212)265 71 03
Evrim Kitabevi
Kadıköy İş Mrk. 78-106
Kadıköy
Tel. (216)347 49 63
Gençlik Kitabevi
Mühürdar C. 68 Kadıköy
Tel. (216)337 96 05
58
GALERİLER
Ares Sanatevi
Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe
Tel: (0216)345 11 62
Asmalımescit Sanat Gal.
Sofyalı Sk. 5 Tünel
Tel: (0212) 249 69 79
A.K.M Sanat Galerisi
Taksim-İstanbul
Tel: (0212)251 56 00
Bilim Sanat Galerisi
Mühürdar C. Akmar
Pasajı 70/1 Kadıköy
Tel: (0216) 349 26 10
BM Çağdaş Sanat Merk.
Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı
Tel: (0212)231 10 23
Ekol Sanat Galerisi
Bakraç Sk. 35/A Cihangir
Tel: (0212) 293 06 17
Eylül Sanat Galerisi
Akkirman S. 59 Nişantaşı
Tel: (0212)231 69 56
Exclusive Sanat Merkezi
Bağdat Cad. 449 Suadiye
Tel: (0216) 363 75 94
Fransız K.M. San. Gal.
İstiklal Cd. 8-Taksim
Tel: (0212) 252 02 62
Galeri Art Inter Cultura
İstiklal Cd. 373-Beyoğlu
Tel: (0212)243 29 18
Galeri B
Hüsrev Gerede C. Fırın Sk.
2/1 -Teşvikiye
Tel: (0212) 227 03 63
Galeri Matyatlı
Sanat ve Kültürevi
İstiklal C. Saka Salim Çık.
Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu
Tel: (0212) 244 15 91
Galeri Nev
Maçka C. 33/B-Maçka
Tel: (0212)231 67 63
Galeri Replica
Cami Sk. Deniz Ap 3/3
Erenköy
Tel: (0216) 358 60 95
Galeri SZ
Kalıpçı Sk. Büyük
Bayraktar Ap. Teşvikiye
Tel: (0212) 230 17 45
Galeri Vinci
Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye
Tel: (0212) 233 06 19
Galeri Artist
Otim Kar. Yeşil Çimen C.
Tel: (0212) 227 68 52
Garanti Bankası San. G.
H.gaziC. 36 Şişli
Tel: (0212) 230 39 80
Gözlem Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye
Tel: (0212)240 41 44
Güntay Sanatevi
Cemil Topuzlu C. Sosyal
Ap. 2/1-Feneryolu
Tel: (0216) 386 88 98
Hobi Sanat Galerisi
V.konağı C. Pas. 73 N.taşı
Tel: (0212) 225 23 37
İMKB Sanat Galerisi
İstinye
Tel: (0212) 298 25 10-11
500 seçkin üye;
Üye sayısını 500 ile sınırlı tutmamızın nedeni, öncelikle üyelerimizle iletişimi kolaylaştırmak,
daha iyi bir hizmet sunabilmektir.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi aboneliği;
Türkiye'nin 6 yıldır sürekli yayımlanan tek tiyatro dergisi olan Tiyatro... Tiyatro...'ya abone
olacak, düzenli olarak ve yakından Türk Tiyatrosunu izleme olanağına sahip olacaksınız.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, yılda 11 sayı yayımlanır.
Her ay bir tiyatroya davetiye;
Tiyatro sezonunda (7 ay) dergi ile birlikte sizlere ulaşacak davetiye ile o ay Tiyatro...
Tiyatro... Dergisi'nin konuğu olarak belirtilen oyunu izleyebileceksiniz.
Davetiyede gün ve saat belirtilmeyecektir. Gideceğiniz tarihi siz belirleyecek ve gitmeden
önce yer rezervasyonu yaptırmanız yeterli olacak.
cy
a
Tiyatrolarda indirim;
Ayda bir sizlere ulaşacak davetiyenin yanı sıra, diğer tiyatrolardan da indirimli olarak
yararlanabileceksiniz. İndirim yapan tiyatrolar ve indirim oranları her ay yayımlanan
"Tiyatrodan Önce, Tiyatrodan Sonra" kültür-sanat ekinde duyurulacaktır.
Cafe-bar ve restaurantlarda indirim;
Cafe-bar ve restaurantlardan "Tiyatro Kulübü" kartını göstererek indirimli olarak
yararlanma olanağınız da olacak. Sizlere indirim yapan kuruluşlar ve indirim oranları her ay
yayımlanan "Tiyatrodan Önce, Tiyatrodan Sonra" kültür-sanat ekinde duyurulacaktır.
pe
Kültür etkinliklerine rezervasyon ve bilet temini;
İstanbul'da gerçekleştirilen kültür etkinliklerine katılmak isteyip de bilet alma gibi bir
yükten de kurtulacaksınız. İstanbul'daki tüm festivaller, tüm tiyatrolar, konserler vb.
etkinlikler için bizi aramanız yeterli olacak. Biletleriniz temin edilip adresinize teslim
edilecektir.
İlişik formu doldurup, hemen üye olabilirsiniz. Daha fazla bilgi
için müşteri temsilcinizi arayıp randevu verebilirsiniz.
Bilgi ve rezervasyon için:
Murat Güler 251 77 89
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi
Agahamamı Cad. 5/3
Cihangir-İstanbul
Tel: (0.212) 293 72 77
243 09 37
Fax; (0.212)252 94 14
İstediğiniz kitaba anında ulaşma;
Kitapçılara gitmek güzel, kitapların arasında
dolaşmak istediğiniz kitabı seçmek daha da güzel,
ama zaman darlığı, İstanbul'un trafiği bunu her
zaman olanaklı kılmayabilir. Bazen herhangi bir
kitaba hemen ulaşmak isteyebilirsiniz. O zaman
bizi arayıp istediğiniz kitabın adını bildirmeniz
yeterli
olacaktır.
Ayrıca;
Yıl içinde geliştireceğimiz çeşitli olanaklar,
hizmetler, sizlere her ay Tiyatro... Tiyatro...
Dergisi'nde duyurulacaktır.
Tiyatro Kulübü'ne üye olmak istiyorum. Bir yıllık üyelik ödentisi 8.000.000 TL.'yi aşağıda işaretlediğim hesaba yatırdım. Dekont ilişiktedir.
Adı, Soyadı:
Adresi-Tel:
p T. İş Bankası, Cihangir Şb. -Tiyatro Yapım 197 245
p Posta Çeki Hesabı. - Tiyatro Yapım 655 248
p Randevu alıp ziyaretime gelin.
İmza
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
The North Bar
Ataköy Marina Regata Çarşısı No: 243
Ataköy-İstanbul
Müdür: İbrahim Maraş
Tel: (0212)559 20 18 • 560 24 92
Alan Kapasitesi: 132 m2 ve bahçeli
Müzik Türü: Her türlü yabancı pop müzik, akşam
saatleri slow müzik.
Havalandırma Sistemi: Var.
çeşit bira ve 210 çeşit içki
pe
The North Bar'da
bulabilirsiniz.
cy
a
Tipik bir İngiliz Pub olup 1990'dan beri hizmet
veren The North Bar'da tanıdık simalarla, sıcak
bir ortamda içkinizi içebilirsiniz.
Kadıköy Belediyesi
Caddebostan K. ve S. M.
Haldun Taner S. C.bostan
Tel: (0216)360 95 95 Kare
Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye
Tel: (0212) 240 44 48
Mine Sanat Galerisi
Sokullu Sk.1-Kadıköy
Tel: (0216) 345 64 40
Mozaik Fotoğraf Turizm
Kültür ve Sanatevi
Söğütlü Çeşme C. 160/1
Şeyda Ap. Kadıköy
Tel: (0216) 418 08 48
Mutlu Sanat Odası
General Necmettin Öktem
Sk. 13/1-Erenköy
Tel: (0216)355 35 87
Nadya Sanat Galerisi
Gazi Evranos C. 33
Yeşilköy
Tel: (0212) 573 81 93
Restorasyon Atölyesi
Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye
Tel: (0212)261 45 09
Nüans Sanat Merkezi
Valikonağı C. Şakayık S.
No: 40 Kat 5 Nişantaşı
Tel: (0212) 234 40 44
Özden Sanat Galerisi
Spor Cd. 130/3-Maçka
Tel: (0212)260 44 28
Pavo Sanat Evi
Yoğurtçu Parkı C. 62/3
Kadıköy
Tel: (0216)338 99 83
Seven Sanat Galerisi
60
1-Moda C. 66 Kadıköy
Tel: (0216)345 56 16
2-Şakayık S. 37 Teşvikiye
Tel: (0212) 231 70 58
TEM Sanat Galerisi
Valikonağı C. Prof. Dr. O.
Ersek Sk. 44/2-Nişantaşı
Tel: (0212)234 13 46
Urart Sanat Galerisi
Abdi İpekçi Cd. No: 18
Nişantaşı
Tel: (0212)241 21 83
Ü. Yaşar Sanat Galerisi
Bağdat C. Rıfat Bey Sk.
293/3-Caddebostan
Tel: (0216) 411 35 01
Ürün Sanat Galerisi
İskele C. Selin Sk. 11/21
Caddebostan
Tel: (0216)360 99 64
Vakko Sanat Galerisi
İstiklal C. 123-Beyoğlu
Tel: (0212) 251 40 92
RADYOLAR
AÇIK RADYO 94.9
• Otuzbeş Milimetre Filmler
ve Müzikleri
Salı/15.30-16.00
• Açık Hava
Çevre Sorunları ve Doğa
Koruma
Çarşamba/15.30-16.00
• Kimlik
Sivil Bir Kimlik'e
Kavuşmanın İpuçları
Perşembe/15.00-15.30
• Filozof Dedikoduları
Filozofların İlginç
Yaşamları,
Fikirleri
Perşembe/15.30-16.00
• Mürekkebi Kurumadan
Tarih Sohbetleri
Cuma/15.00-15.30
• Plastik Sanatlarda Bu
Hafta
C.tesi/13.30-14.00
• Ağır Sohbetler
Gösteri Sanatları ve Müzik
C.tesi/18.00-19.00
• Şifa, Şifre, Deşifre
Bir ana tema etrafında
kurulan müzikli kültür
sohbeti
Pazar/17.00-18.00
BAHÇELİ FM 101.8
• Emre ve Gece
Pazartesi-Salı/23.00-01.00
• Şiir, Tiyatro, Sanat
Çarşamba/15.00-17.00
• Ayza ve İçimizden Biri
Salı/15.00-17.00
• Bahçeli Cadıları
Cuma/23.00-01.00
• Emre ve Gece
Sanatta Yolculuk
C.tesi/23.00-01.00
CAPITOL FM 95.9
• Müzikalite/Klasik Müzik
Salı/22.00-24.00
• Atilla Dorsay'la Sinema ve
Müzik
Cumartesi/11.00-13.00
• Cazino/Orhan Argun
pe
cy
a
a
pe
cy
pe
cy
a
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
RADYO CONTACT 91.1
• Sanat Dolu Saatler
Hafta içi 11.00-13.00
RADYO FENER 97.5
• Söz Yazarı Aşkın Tuna
Sunuyor
Cuma/16.00-18.00
• Ambians
Şiir ve Viyana Valsleri
Cuma/21.00-23.00
• Gönüller Diyarı
Cumartesi/23.00-24.00
• Ay Sarayı
Hafta içi/24.00-03.00
Pazar/24.00-03.00
RADYO 3 88.2
• Şu Caz Dedikleri
Pazartesi/20.00-21.00
SHOW RADYO 89.9
• Çalar Saat
Hergün/9.30-12.00
TRT 1 MW 1017
• Bir Roman Bir Hikaye
Hergün/22.45-23.15
TRT FM 91.4
• Biz Bize
a
• İnfaz Masası
Pazar/18.00-20.00
RADYO FOREKS 95.3
• Günebakan
Hafta içi/09.40-1 5.20
• Klasik Müzik Dünyasında
Gezinti
Pazartesi/19.00-20.00
RADYO HABER MW 702
• Sanat Rehberi
Hergün/9.50-11.35
RADYO TATLISES 97.8
• Gündemdeki Sanat
Cumartesi/10.00-12.00
• Nağmeler Körfezi
Hafta içi/22.00-24.00
Cumartesi/23.00-03.00
Pazar/22.00-24.00
pe
cy
Pazar/21.00-22.00
ÇİZGİ RADYO 102.2
• Bir Konu
Salı/20.00
• Haberler
Kültür/Sanat
Çarşamba/11.00
• Çevre
Çarşamba/16.00
• Bakış
Cuma/20.00
• Şiir/Edebiyat
C.tesi/20.00
• Siyaset Tarihi
Pazar/14.00
HÜR FM 92.5
• Sanat Noktası
Pazartesi/23.00-24.00
• Sessiz Gemi
• Salı/23.00-24.00
• Ay Işığı
Pazar/22.00-23.00
META FM 105.6
• Yeni Çağda Gençlik
2 , 7 , 23, 28 Eylül 15.30
• Sanat ve Ötesi
3, 24 Eylül 14.30
• İnsan ve Toplum
9, 14 Eylül 13.30
• Kadının Dünyası
20 Eylül 13.30
NUMBER ONE 102.5
• Her Çarşamba Eclectrip
22.00 -24.00
• Rejoice Yıka ve Çık
Hafta içi/20.00-21.00
• Kapalı Gişe
Pazar/16.00-18.00
POWER FM 100
• Power Magazin
Hafta içi/12.00-14.00
ÖZGÜR RADYO
• Sanat Rehberi Seri
Hergün/10.30
KRYOLAN
PROFESYONEL MAKYAJ MALZEMESİ
academie
PROFESYONEL CİLT BAKIM ÜRÜNLERİ
FREED
DANS VE BALE MALZEMELERİ
SHOW & KARNAVAL
MALZEMELERİ VE AKSESUARLARI
PROFESYONEL SİHİRBAZLIK
MALZEMELERİ
ORİJİNAL KOSTÜM & MASKOTLAR
SAKAL & BIYIK & PERUK
YAPIM MALZEMELERİ
HEPSİ AMA HEPSİ SADECE VE SADECE
"VlRAKOZMETlK"DE
Merkez: Fener, Kalamış Cad. No:26/13 Kızıltoprak Tel: (0216) 347 30 70-347 71 60 Fax:(0216)337 05 25
Şube: İstiklâl Cad. Atlas Sineması Pasajı No: 36 Beyoğlu Tek (0212) 293 36 37 Fax: (0212) 245 58 44
64
65
pe
cy
a
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
Hafta içi/14.00-15.30
VE YS FM 87.7
• Sanat Güncesi
Perşembe/14.00-15.45
• Radyo Tiyatrosu
Perşembe/22.15
Pazar/12.15
YAŞAM RADYO 92.3
• Kültür & Panaroma
Cumartesi/10.30-12.00
• Radyo Tiyatrosu
Perşembe/22.15
Pazar/12.15
YÖN FM 96.6
• Sis Çanları
Hergün 9.30-13.00-14.00
• Seyir Defteri
C.tesi-Pazar/9.30-12.00
Tel: (212) 251 56 00
Külkedisi/Rossini
1 Şubat 11.00
Müzikallerden Seçmeler
7 Şubat 19.00
Balede Çeşitlemeler
14 Şubat 19.00
Fındıkkıran/Çaykovski
22 Şubat 15.30
Kral ve Ben/RodgersHammerstein
26 Şubat 20.00
KONFERANSLAR
SÖYLEŞİLER
66
cy
pe
AKSANAT
Tel: (212) 252 35 00
•LASERDISCTEN KONSER
"The Glenn Gould Collection"
4 Şubat 12.30
"Diana Ross Live"
6 Şubat 12.30
Vivaldi "Dört Mevsim"
14 Şubat 12.30
"Best of The Fest" (New Orleans
Heritage Festivali)
20 Şubat 12.30
• LASER DISCTEN BALE
Ravel / Mahler "Bejart'ın 20.
Yüzyıl Balesi"
7 Şubat 12.30
Çaykovski "Kuğu Gölü"
25 Şubat 12.30
AVUSTURYA KÜLTÜR
MERKEZİ
Tel: (212)223 78 43
•KONSER
Nefesli Çalgılar Beşlisi
Hydn, Takacs J. Strauss, Mozart
18 Şubat 19.30 Kültür Ofisi
Besra Alaca, Soprano
İrem Eğriboz, Piyano
26 Şubat 19.30 Kültür Ofisi
FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ
Tel: (212)249 07 76
• DİALI GÖSTERİ
İzzet Keribor "Türkiye'nin
Güzellikleri: Şanlıurfa ile Harran
Ovası"
20 Şubat 18.00 ve 19.00
•RESİTAL
Muriel Chemin
Saint Michel Lisesi İşbirliğiyle
Piyano Resitali
25 Şubat 20.00 S. Michel Lisesi
İSTANBUL DEVLET OPERA VE
BALESİ
a
KONSERLER
GÖSTERİLER
AKSANAT
Tel: (212) 252 35 00
•PANEL
"Plastik Sanatlar ve Atölye
Geleneği" 1
Yön, Y. Ressam Ruhcan Akil
13 Şubat 18.00
Sanat Tarihi Etkinlikleri X
Prof. Dr. Semavi Eyice
"Kahıthane ve Sadabad"
ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ
Tel: (212)249 20 09
•KONFERANS
Osmanlı Döneminde Çok
Kültürlülük
Lübnan Örneğinde Mezhep
Sistemi
Maurus Reinkowski
18 Şubat 18.30
•SEMİNER
Tiyatro Eleştirisinin lylevi Ne
Olmalı?
Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu, Doç. Dr.
C. Bernd Sucher, Christiane
Dössel, Doç. Dr. Dikmen Gürün
Uçarer, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel
I.Ü. Ed. Fak. Tiyatro Bölümü
28 Şubat 11.00-16.30
AVUSTURYA KÜLTÜR
MERKEZİ
Tel: (212) 223 78 43
•SEMİNER
Kalite Yönetimi
Prof. Dr. Herbert Osanna
Doç. Dr. Numan Durukbaşa
18 Şubat Divan Oteli
19 Şubat İst. Ün. İşletme Fak.
FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİ
Tel: (212)249 07 76
•AÇIK OTURUM
Sanat ve Felsefe
"Göz ve Tin"
Ahmet Soysal, Fulya Erdemci,
Zeynep Direk, Semih Sökmen
6 Şubat 19.00
•KONFERANS
"Tiyatroda ve Massallarda
Hayalet Etkisi: Çarpıtılan Baba
Hayaleti"
pe
cy
a
a
pe
cy

Benzer belgeler