kasım 2015 - WordPress.com
Transkript
kasım 2015 - WordPress.com
1 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 2 İÇİNDEKİLER - KÜNYE İÇİNDEKİLER 3 QUARESMA QUARESMA OLEY OLEY OLEYY! - SIMGE ÖZDEN 6 BUZUN İÇİNDEKİ ATEŞ : COMĂNECIÖZGE ÇEVIK 8 EKOL OLMAK AYHAN KANLI 10 YÜRÜYORUZ ARKADAŞLAR!AHMET DURMUŞ 12 GOL GOL : OSMAN ARPACIOĞLU AHMET SÜTÇÜ 15 BAL-KES’TE SON DURUM - RAFET ÇAKMAK 17 EUROLEAGUE ILK HAFTASI TÜRK TAKIMLARININ 4’TE 4’ÜYLE SONA ERDIMITHAT YENIAY 19 MODERN ZAMAN AŞIKLARIYEKTA SADI AKIKOL 22 LEOSENEM ŞAH İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Müslim Akil Avci Dergi Koordinatörü Ali Mikado Kapak Tasarımı Eren Cingöz Hukuk Danışmanı Ayhan Kanlı Editör Simge Özden Yazarlar Ayhan Kanlı Fatih Ulu Ahmet Durmuş Ahmet Sütçü Hakan Can Turan Yekta Sadi Akikol Naz Kuran Mithat Yeniay Özge Çevik Senem Şah Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 3 QUARESMA QUARESMA OLEY OLEY OLEYY! SIMGE ÖZDEN Quaresma’nın taraftarlar tarafından ayrı bir şekilde sevildiği malum. Bunu kendisi de çok iyi biliyor. Ancak Quaresma’da ilk geldiği sezona göre büyük değişiklikler var. Beşiktaş taraftarı transferini ilk duyduğu zaman sevinçten adeta delirmişti. Belki Quaresma da bunu fark ederek diğer futbolculara oranla çok daha rahat bir şekilde hareket edebiliyor ve deyim yerindeyse kimilerine göre ‘ukala’ bir tavır sergiliyordu. Belki de taraftarın ona olan yoğun ilgisinden bu şekilde davranıyor olabilirdi. Ancak bu sezon gelen Quaresma’da farklı olarak ön plana çıkan en önemli özelliği daha aklı başında, fevri davranmayan tavırları. Quaresma kendisine tekrar kapı açan Beşiktaş’a adeta borcunu ödüyor. Taraftarın sevgisinde bir değişiklik yok. Onlar yine dibine kadar seveler. Ancak bu sevgiye daha çok layık olmaya çalışan bir Quaresma görüntüsü var. Bazı maçlarda bu sevgiye asist yaparak değil de gol atarak cevap vermek istediği için çoğu kesim tarafından da bencillikle suçlanıyor. Ama işin özü Quaresma seviliyor. Hem de bu sefer taraftarın sevgisini boşa çıkartmayacak bir şekilde davranarak da karşılığını vermek için çaba sarf ediyor. YÜZDELİK ORANLAR Bir haberde okumuştum. ‘Quaresma şu kadar yüzde ile oynuyor’ falan. Oldum olası şu yüzde işini anlamadım. Neye göre kime göre bu yüzdeler belirleniyor. ‘Quaresma için de yüzde 50 ile oynuyor’ yorumunda bulunmuşlar. Bence bu yüzdelik kısımla oynama işleri insanların beyinlerinin sadece yüzde 3 ile 5 arasında kullanabiliyor olması gibi bir şey. Yani, ‘Şu futbolcu yüzde yüz ile oynuyor’ diye kimseden bir açıklama şimdiye kadar duymadım. Quaresma eğer yüzde 50 ile oynuyorsa bence bundan yukarısı artık olmaz. Quaresma eski Quaresma değil zaten. Yaşı da futbola göre sonlara yaklaşır durumda. Bu yüzden ondan yüzde 100 oynamasını beklemek insanların beyinlerinin 4 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı QUARESMA QUARESMA OLEY OLEY OLEYY! SIMGE ÖZDEN yüzde 100’ünü kullanmasını beklemek gibi. DERBİ ORUCU BOZULDU Sanıyorum bu ay içerisinde en dikkat çekici ve üzerinde durulması gereken konu Beşiktaş’ın derbi orucunu bozmuş olması. 2 sezondur Bilic yönetiminde bulunan Beşiktaş bir türlü derbi kazanıp taraftarını mutlu edememişti. Bu durum hem taraftarı ‘ Ehh be’ durumuna getirdi hem de futbolcular üzerinde büyük baskı oluşturdu. Hem bu baskının oluşmuş olması, hem her derbi sonrası ‘illa ki’ hakemin yönetiminin eleştirilmesi, hem de Bilic’ten kaynaklanan bazı tercih veya oyun anlayışı ile 2 sezon boyunca takım bir türlü derbi kazanamıyordu. Derbilerin yeri ayrıdır. Bu şuna benziyor, mesela takım küme düşme potasında olsun, gelsin üç büyüklerden birini yensin. Hem de üzerine bir de fark atsın. Allaah tutmayın o takımın taraftarını, yönetimini, hocasını, futbolcusunu. Sanki şampiyon olmuş gibi bir sevinç yaşanır. Bu örnek alt sıralarda olan takımlar için böyledir. Derbilerde de ezeli rakipler her daim birbirlerine üstünlük kurmak için sahaya çıkar. Kimseyi beraberlik tatmin etmez. Beşiktaşlı taraftarlar da o iki sezon içerisinde şampiyonluk umudu kalmadığı haftalarda oynanan derbilerde ‘ Şu Galatasaray’ı yenelim, ya da şu Fenerbahçe’yi yenelim. Onun mutluluğu bize yeter’ tarzında düşünmüştür. Ama buna rağmen o oruç 2 sene boyunca tutuldu. Ta ki 6. hafta oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisine kadar. O gün sahada korkak bir Beşiktaş yoktu. Şenol Hoca takımı her maçta olduğu gibi derbide de sürekli ileri oynama şekliyle takımı sahaya sürmüştü. Bu açıkça belli oluyordu. Sonuç olarak da Beşiktaş gol yemesine rağmen umudunu ve mücadelesini elden bırakmayıp taraftar desteğini de arkasına alarak derbiden 3-2 galip ayrıldı. O derbi takıma da, taraftara da, yönetime de ilaç gibi geldi. Bence Beşiktaş’ı bundan sonra kimse tutamaz. Tabi karanlık ellerin birden futbola gölge düşürmemesi araya girmemesi şartıyla... 3000. GOL Geçen ayki yazımda risk aldım ve 3000. golün kimin atacağı konusunda bir tahminde bulunayım dedim. 10 numara giydiği için midir yoksa Fenerbahçe’ye 90+3’te attığı gol sonrası mı diyeyim tarihe geçecek ya Olcay Şahan demek gelmişti içimden. Ancak golü Gökhan Töre attı benim tahminim de tutmadı. Aman sonunda atıldı ya oan şükür yoksa kaç maçtır ‘ Kimden gelecek? 3000. golü kim atacak? ‘ diye birbirimize sorup tahmin yürütmekten paranoyak olup çıkacaktık. Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı BUZUN İÇİNDEKİ ATEŞ: COMĂNECIÖZGE ÇEVIK Fire and Ice Some say the world will end in fire Some say in ice. From what I’ve tasted of desire I hold with those who favor fire. But if it had to perish twice, I think I know enough of hate To say that for destruction ice Is also great And would suffice. -Robert FrostIrk bakımından Latin din bakımından Katolik’tir Voyvoda Tepeş nam-ı diğer Drakula’nın ülkesi Romanya. Osmanlı hakimiyetinde bu varlıklarını gayet güzel sürdürürken 1. Dünya Savaşı’nın ateşinde kendilerini bağımsızlıklarını kazanmış halde buldular. Lakin çarlık rejiminin alaşağı olup Rusya’nın savaştan çekilmesi Romanya ve diğer doğu blok ülkelerinin kendilerini Bolşeviklerin vesayeti altında bulmalarına sosyalizmin herkese eşit dağıtılan tatsız çorbasını içmeye mahkum bulmuşlardır kendilerini. Rusya’nın soğuğu ciğerlerini üşütürken ufak bir evde Alexandrina örgüsü örüyor ve sobanın sıcağıyla mayışmış halde evlerine yeni giren televizyonu izliyordu. Öyle bir ülke olmuşlardı ki kocası Gheorge Stefania’nın bu televizyonu alabilmesi bile bir mucizeydi. Yedikleri ve çalıştıkları özel tüketime ayıracak gelir bırakmıyordu. Oysa ne çok yalvarmıştı Stefania’ya sıkıntılarını biraz olsun dindirecekti bu televizyon ruhsal açıdan gelgitliydi zaten malum gebeydi. Elindeki işi bırakıp televizyondaki filme odaklandı, siyah beyaz olmasına rağmen renkleri kendi içinde yaşıyordu. Basit duygusal bir Rus Filmi’ydi. Hani iyilerin süt kadar ak kötülerinse ziftten kara ol- 5 6 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı BUZUN İÇİNDEKİ ATEŞ: COMĂNECIÖZGE ÇEVIK duğu. Başroldeki kızın başına gelen kalmamasına rağmen mutlu sona ulaşacaktı biliyordu. Ve ulaştı da mutlu ve başarılı oldu hem de tek başına ayakta durarak. O an kavlamış dudaklarını kemirerek işte bu diye bağırdı Alexandrina buldum dedi. Sonunda bebeği kız olursa koyacağı ismi bulmuştu :Nodezhda koyacaktı. Evet bir Rus ismiydi, büyük ihtimalle eşi karşı çıkacaktı veya annesi ama umrunda değildi. Rusça gibi bir dil bile Nodezhda yani umut gibi bir kelimeyi içinden çıkarabiliyorsa kendi Romanya’sından da bir umut çıkabilirdi giydiği rus ushankasına rağmen. Kızı umudu olacaktı onun Nadia’sı. 1961’in dondurucu 12 kasımında dünyaya geldi Nadia. Adı karakteriydi karakteriyse adı. Yoktan varoluşların mevsimi ve burcunda doğmuştu o Akrepti Pluton’un kızı. Yokluktan çıkmalı adı gibi Umut olmalıydı. Annesinin ilk göz ağrısıydı 4 sene sonra doğan Adrian’a rağmen evin neşesi ve yere göğe sığmayan zıpırıydı. Sosya- list her ülke gibi kurallara bağlı yaşam olmazsa olmazları değil olmak zorunda olanlarıydı ve onlarda sisteme uydular. Zaten Romanya asla Arnavutluk ya da Polonya kadar cüretkar olamamıştı Sovyet Rusya’ya karşı belki de Rusların kızdıklarında ne kadar acımasız olabileceklerini bildiklerinden kim bilir? Naida annesine bin bir güçlük çıkararak kreşe başladı. Bu kadar hareketli çocuğa evde kendisi bile zor bakan Alexandrina kreşte ona bakabileceklerinden şüphelenmekte ve göndermek istememek de haklıydı ama gelişimi açısından bu faydalı olacak demişlerdi ve o da kızını umudunu bundan geri koymayacaktı. Nadia ilk günlerde kreşte bir sürü kişiyle kavga etti. Ama alışması kısa sürdü ve kendisi gibi arkadaşlar edinmişti gerçi kendisi kadar hareketli olmasalar da. O gün okula yetkililer gelmişti, sürekli geliyorlar ve bazı çocukların isimlerini alıp gidiyorlardı. Onlardan kaçan Nadia ve arkadaşları bahçede parende atmaya başladılar. O sırada gözlerini kısan ablak yüzlü adamın kendisine bakıp çenesini kaşıdığını görünce görünmez olmak istedi Nadia, yok olmak istedi. Çünkü babasının fısıldayarak söylediklerine göre “Çelik” ten kurtulmuşlardı ama yine onun gibi biri gelebilirdi. Günler geçiyordu ve Nadia gün gün büyüyordu. Onun gelişimde bir saniyenin bile ne kadar kıymetli olduğunu henüz anlamamıştı ta ki kreşte adı okunup adının daha sonra Bela Karolyi olduğunu öğrendiği, kendisini birkaç hafta önce süzen o amcayla tanışana kadar. Gelmişti işte kaderindeki “çelik”in kırılma vakti. Bu saatten sonra dolu dolu çin işkenceleri vardı hayatında Nadia’nın bitmek bilmez acılar ve acısa da sürünse de çalışmak hem de o ufacık bedeniyle. Bu rejimin ve sistemin kimsenin gözünün Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 7 BUZUN İÇİNDEKİ ATEŞ: COMĂNECIÖZGE ÇEVIK yaşına baktığı yoktu ufacık kızı mı dikkate alacaklardı. O adının lakabının getirdiklerini yaşıyordu. Hep “plamen” demişlerdi ona ele avuca sığmadığından işte şimdi o enerjisinden fazlasını isteyen birisi vardı karşısında; Karolyi. 8 yaşındaydı ilk şampiyonasına çıktığında Romanya Ulusal Şampiyonası’nda 13 olmuştu. Ağlamıştı sonraki seneye kadar kendisine ceza vermiş ve salondan çıkmamıştı. Emeklerinin karşılığını da aldı 1. Oldu. Durmadı altın dönemi başlamıştı, Anastasia 6 yaşındaki oğlu Adrian’a rağmen kızının her anıyla ilgilenmeye çalışıyordu. Yugoslavya-Romanya arasında düzenlenen Şampiyona’da da bir birincilik geldi yetmedi artık neredeyse çevre ülkelerde düzenlenen tüm yarışmalardan birinci çıkıyordu.Şöhreti zaten balkanlara yayılmıştı ama asıl ününü kazanması 1976 Montreal Yaz Oyunlarına denk geldi. Tabela bile “perfect ten”i yazamazken o kazanmıştı işte 10 tam puan almıştı. Bu güne kadar hiçbir kadın sporcunun yapamadığını başarmıştı. The Times’a kapak olduğunda ise kimse bu lastik kızın göğüsleri yüzünden cimnastigi genç yaşında bırakacağına ihtimal vermiyordu. O ateşten ve lastiktendi. Ama zamana dur diyemedi. Kariyerini 5 olimpiyat altını 3 gümüşü 1 bronzu ile tamamladığında her şeyi vaktinden önce yaşamanın yorgunluğu vardı omuzlarında.O annesinin ve baskı altındaki ülkesinin umudu oldu adı gibi. Belki kendisi bile kaç defa yılın sporcusu olmayan Nadia jimastikte perfect ten’e layık görülen ilk ve tek sporcu olmanın gururuyla jimnastikten hiç kopmadı , kendisi gibisinin zor geleceğini bilerek 8 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı EKOL OLMAK AYHAN KANLI Az çok futbolla ilgilenen sıradan bir vatandaş bile mutlaka duymuştur televizyonda, futbol konuşan kelli felli adamlardan, ‘Bir futbol ekolümüz yok o nedenle uzun vadeli başarılar elde edemiyoruz’ cümlesini ya da buna benzer kelamları. Aslında ekolden kastedilen özellikle günümüzde Türk futbol takımlarının bir sisteminin olamaması ve her teknik direktöre göre oyun sisteminin değişmesidir. Bu milli takımda da böyledir kulüp takımlarında da. Evet, gerçekten de çok uzun yıllardır ülkemizde futbol oynanmaktadır. Yaklaşık elli altı yıldan beri de profesyonel bir futbol ligimiz var. Ancak gerçekten bir futbol ekolümüz yok. Dünyadaki büyük futbol ülkelerine bakın hepsinin bir ekolü vardır. Takımları bir sistem üzerine kuruludur. Mesela Almanya denince akla disiplinli, sonuç odaklı, takım oyunu oynayan, şut ve pas kalitesi yüksek bir takım akla gelir. Milli takımları da böyledir kulüp takımları da. Hollanda deyince pasa dayalı, savunma hattıyla hücum hattı arasındaki mesafeyi daraltmayı amaçlayan ve futbol takımının oyuncularının her mevkii de oynayabilmesini öngören mucidi olan Hollanda Efsanesi Rinus Mihels’in deyimiyle “Total Futbol” oynayan bir takım akla gelir. Brezilya denince ayağa pas ile oynayan göze hoş gelen teknik kapasiteye dayalı bir futbol gelir. Keza İspanya da aynı şekildedir. İngilizler ise uzun ve hızlı paslarla oyunu kanatlara yayarak oradan yapılan ortalarla sonu- ca gitmeye çalışan bir futbol ekolü akla gelir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Peki Türk futbolu denince akla ne gelir. Nasıl bir futbol anlayışı? Nasıl hücuma çıkar, nasıl oyuncular yetiştirir? Tüm bu sorulara cevap vermek mümkün değil. Çünkü maalesef yıllardır bir ekol oluşturamadık. Futbolun endüstri haline gelmesi, fazla yıldız oyuncu yetişmemesi gibi etkenlerden dolayı son zamanlarda artık ekol takımları da başarılı olamıyor gibi görünse de anlatmak istediğim bu değil. Türkiye’de bir futbol sisteminin ya da bir sporcu yetiştirme sisteminin olmaması. Biz de sadece tesis yaparak futbol ülkesi olunacağını sanan bir zihniyet var. Sadece futbolcu transfer ederek başarılı olunabileceğine inanan yöneticilerimiz, başkanlarımız ve taraftarlarımız var. Altyapıdan çıkan futbolcular ile başarılı olunabileceğine inanmıyoruz. Bu nedenle de bir sistem kurarak futbolcu yetiştirmeye birkaç isitisna dışında ekol olmaya, bir ekol ortaya koymaya Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 9 EKOL OLMAK AYHAN KANLI çalışmıyoruz. Hep günübirlik tesadüfi başarılar ile övünüyoruz. Benim için çok sevimli bir futbol figürü olmasa da Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım söylendiği dönemde çok tartışılan bir şey söylemişti. “Galatasaray’ın UEFA kupası tesadüftür” Elbette o dönemki Galatasaray’ın bu başarısı çok büyük bir başarıdır ve hiçbir başarı tesadüf değildir ama bu başarı bir sistemin bir ekolün sonucu değildir. Galatasaray’ın muhteşem bir kadrosunun ve muhteşem bir hocası olmasının sonucudur. Kaldı ki daha sonra bu seviyeye hiçbir Türk takımı çıkamamıştır. Fatih Terim, Şenol Güneş ve Ersun Yanal dışında bir sistemin oluşması için çalışan yada ortaya sistem koyan çok nadir hocalarımız var. Özellikle Fatih Terim asla vazgeçmeyen son ana kadar oyun disiplininden kopmayan hücum futbolu oynayan takımlar yapmaktadır. Keza Şenol Güneş te çok hızlı dikine paslarla hücuma çıkan ve göze hoş gelen defans yönü biraz zayıf hücum futbolu oynayan takımlar yapmaktadır. Ersun Yanal ise önde basan oyunu rakip alana yıkan, top kaptırıldığında Yugoslav faüllleri ile rakibin atağa çıkmasını engelleyen takımlar yapmaktadır. Bu üç hocanın sistemindeki ortak nokta hücum futboldur. Biz Türk takımları savunma yapamıyoruz hatta savunma oyuncusu da yetiştiremiyoruz. Dolayısıyla bir ekolümüz olacaksa bu hücum futbolu odaklı bir ekol olmalıdır. Milli takımımızın son başarısı da Fatih Terim’in asla vazgeçmeyen, sürekli kovalayan en ufak şansı bile sonuna kadar zorlayan anlayışının sonucudur. Bence bizim bir futbol ekolümüz olacaksa bunun ana prensibi ‘BİZ BİTTİ DEMEDEN BİTMEZ’ olmalı. Haydi kalın sağlıcakla. 10 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı YÜRÜYORUZ ARKADAŞLAR!AHMET DURMUŞ Malumunuz Milli Takım’ımız Fransa EURO 2016’ya kocaman bir adım attı. ‘Kocaman bir adım’ diyorum çünkü Türklerden başka bir milletin çok zor yapacağı ama bizim her zaman yaptığımız gibi. Bizim için bir klasik oldu adeta, kalp krizi geçirmeden milli maç izleyemiyoruz. Aslında iyi de oldu bu kalp krizi olayı. 2008 den bu yana ne bir heyecanlı maç, ne bir turnuva, ne de adam akıllı bir kadro görmüştük. Fatih hoca ‘Biz bitti demeden bitmez!’ dediğinde nasıl da gülmüştük ama nasıl da inanmıyorduk. “Onlar eskindendi, bitti artık.” diyorduk. Ama Fatih hoca bu ya! İMPARATOR. Daha lafını der demez 2 maç sonra tıkıveriyor lafı ağzına. Nasıl da unutmuştuk 8 sene önce Çekleri, İsviçrelileri, Hırvatları son saniyelerde yine Fatih Terim’in önderliğinde ezdiğimizi. Artık dövüyor mu, sövüyor mu orasını bilemeyiz amma adam dokunduruveriyor elindeki sihirli değneğini. Bu sefer sihirli değnek, taraftar olsa gerek. Taraftar demişken bahsetmeden geçmek olmaz Konya taraftarından. Taraftar gibi taraftar! Taraftar ki; sesleri kısılıncaya kadar değil maç bitene kadar bağıran, ellerinden bayrakları bir an olsun eksik etmeyen, 90 dakika boyunca vatanına sahip çıkan, milli takımdan hiçbir oyuncuyu –şucu, bucudiye ayırt etmeyen… Merak etme Fatih hoca bu taraftar seninleyken daha çok maçta dokundurursun sihirli değneğini. Kadroya bakıyorsun, orta sahadakiler şimdiye kadar en iyi uyumu oluşturuyor. Savunma bölgende gayet başarılı. Savunma iyi olunca kaleciyi de bir şekilde hallediyorsun, batmıyor o kadar göze. Ya forvet? Koca bir ‘ahh’ çektiriyor bize. İçimizin kanayan yarası. Ama Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 11 YÜRÜYORUZ ARKADAŞLAR!AHMET DURMUŞ oluyor işte. Kazaklar kazanıyor, Selçuk konuşturuyor ustalığını. Ya Kazakistan son maçta alamasa ilk galibiyetini? Ya o frikik olmasa, Selçuk atamasa golü? Şimdi çok farklı şeyler konuşuyor olurduk. İleri ucumuzda ‘umut’ yok. Umut var da, umut yok! Olan Umut ta da iş yok. Yarım metreden direğe atıyor, kaleciye atıyor, dışarı atıyor ama kaleye atmıyor. Evvela bi Burak var, var amma yeterli mi? Burak bu, maç içinde her an saç-baş yoldurabilir, her an golde atabilir. Cenk var çok tecrübesiz bu arenada. Tabi “Ya olmasaydı?” demek şuan için biraz saçma geliyor. Oldu sonuçta, çok şükür ki oldu. Fransa da da olmasını dileyeceğiz Allah’tan. Fatih hocadan bekleyeceğiz, o sihirli değneğini yine ortaya çıkarmasını. Futbolculardan konuşurken Arda’ya değinmemek olmaz. Sonuçta adam 41 Milyon Euro. Barcelona’nın scout ekibi Arda’yı izlemeye gelse bir kere daha transfer ederler adamı. Kim der ki bu adam 2 aydır oynamıyor. Oynamıyor ama kalite de körelmiyor ya 2 ayda. Kim gururlanmıyor ki Arda’yı her Barca antrenmanında gördükçe. Hangi Türk Arda her çalım attığında, her asist yaptığında kalkmıyor ki ayağa. Helal olsun Bayrampaşalıya! Sonuç olarak, takım iyi oynuyor. Orta sahamız iş yapıyor. Savunma oyuncularımız görevini yapıyor. Taraftar desen, desteğin dibine vuruyor. İleri ucumuzda biraz eksik var. Onu da hallederse Fatih hoca bu takım Fransa’da bir şeyler yapar. En azından o özlediğimiz 10 yıl önceki oyunumuzu izler, özlemimizi dindiririz biraz. Tabi unutmamak ta lazım ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ sözünü. Golü atan değişir, rakip değişir ama bakarsın yıkıveririz son saniyede. Türküz ya, çok severiz heyecan yapmayı, işimizi son saniyeye bırakmayı. 12 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı GOL GOL : OSMAN ARPACIOĞLU AHMET SÜTÇÜ Sayın Arpacıoğlu 5 Ocak 1947 senesinde Ankara’da dünyaya geldi.Futbola Samsun Akınspor alt yapısında başlayan Arpacıoğlu sırasıya Samsun Yolspor, Hacettepespor,Mersin İdman Yurdu, Fenerbahçe ve Balıkesirspor formalarını giydi.Arpacıoğlu şuanda 67 yaşında olup spor yazarlığı faaliyetini sürdürmektedir. 1966 senesinde Mersin İdman Yurdu’na gelen Osman Arpacıoğlu, geldiği ilk yılda Mersin İdman Yurdu ile şampiyonluk sevinci yaşadı.Mersin İdman Yurdu’nda ilk golünü ise Tevfik Sırrı Gür Stadı’nda Denizlispor’a karşı attı. Dönemin teknik direktörlerinden efsane teknik adam ve futbolcu Lefter Küçükandonyanis önderliğinde 32 maçta 22 galibiyet 6 beraberlik ve 4 mağlubiyet ile Tff 2.lig Kırmızı Grubu 1.bitirdi.Şampiyonluk maçında TFF 2.lig Beyaz Grubu lider bitiren Bursaspor ile karşılaşan Mersin İdman Yurdu maçı 2-0 yenerek tari- hinde profesyonel liglere ayak basmış oldu.Osman Arpacıoğlu ise 30 maçta 23 gol atarak 2.ligde gol krallığı yaşamış oldu.Aynı 2.kez düzenlenen Türkiye Başbakanlık Kupasınını alan Mersin İdman Yurdu yavaş yavaş adından söz ettirmeye başlayacaktı. Mersin İdman Yurdu profesyonel ligle tanışınca Osman Arpacıoğlu’da futbol hayatında ilk kez profesyonel liglerde maça çıkacak ve adından birçok söz ettirecekti.O dönemin 1.ligi bu dönemi Süper Lig’i adında maçlara çıkan Mersin İdman Yurdu profesyonel liglerde ilk maçında Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nda Galatasaray’ı ağırladı.Galatasaray’a 2-1 mağlup olan Mersin İdman Yurdu’nun tek golünü ise profesyonel ligde ilk maçında çıkan Osman Arpacıoğlu attı.1-2-3 derken sezon sonunda 18 gole ulaşan Osman Arpacıoğlu gol krallığın- Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 13 GOL GOL : OSMAN ARPACIOĞLU AHMET SÜTÇÜ da Fevzi Zemzem,Metin Oktay’dan sonra 3.sırada bitirdi.Mersin İdman Yurdu ise 32 maçta 12 galibiyet 6 beraberlik ve 14 mağlubiyet ile ligi 10.sırada bitirdi.Profesyonel liglerde ilk kez mücadele eden Mersin İdman Yurdu’nun ilk sezonunda beklenmedik performansı rakiplerine göz dağı vermişti.3 sene içindeki atılacak büyük adımlar ve başarıların ilk basamağını sanki bu yılda atmıştı. maçta 11 galibiyet 9 beraberlik ve 10 yenilgi alarak 6.sırada bitirdi.Artık Mersin İdman Yurdu’na herkes tanıyor,değer veriyor ve korkmaya başlıyordu.Osman Arpacıoğlu ise 30 maçta 14 gol atarken bu sezonda yine gol krallığında Fevzi Zemzem ve Metin Oktay’ın arkasından 3.oldu. Osman Arpacıoğlu’nun Mersin İdman Yurdu ile 3.sezonunu geçiriyordu.1969-1970 sezonunda daha çok gol, daha iyi performans sergilemesi beklenen Osman Arpacıoğlu 24 maçta sadece 8 gol atarak taraftarın Mersin İdman Yurdu ve Osman hayallerini suya düşürmüş oldu.AnArpacıoğlu profesyonel ligde 2.secak Mersin İdman Yurdu’nu sezonu zonunu geçirecekti.Sezon başında 4.sırada bitirerek 1.lig’de büyük bir Cihat Arman’ın yerine Türk Futbol başarıya imza attı.Mersin İdman tarihinin önemli kalecilerinden biri Yurdu dediğimiz merdivenlerin son olan Turgay Şener,Mersin İdman basamağına adım atmış oldu ve artık Yurdu’nun antrenörü oldu.Dediğimiz düşüşe geçecekti. büyük adımlar vardı ya işte o bü1970-1971 sezonunun sonunda Osyük adımların 2.adımı Turgay Şener man Arpacıoğlu takımdan ayrılatakımın başına getirilerek atılmış cak ve o zamanın değerinde büyük oldu.Mersin İdman Yurdu sezonu 30 meblağlara Fenerbahçe’ye transfer 14 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı GOL GOL : OSMAN ARPACIOĞLU AHMET SÜTÇÜ olacaktı.Önce sizlere Osman Arpacıoğlu’nun geçirdiği son sezonu anlatalım; 1970 senesinde takım arkadaşı Refik Çoğum ile milli takıma çağrılan Osman Arpacıoğlu dönemin en önemli forvetlerinden biri olmuştu.Arnavutluk milli takımına karşı oynanan Avrupa Elemeleri maçında 90 dakika forma giyen Osman Arpacıoğlu ilk maçında gol ile tanışamadı ve maç 3-0 Arnavutluk Milli Takımı’nın üstünlüğü ile sona erdi. 1970-1971 sezonunu 14 golle kapatan Osman Arpacıoğlu gol krallığında Ogün Altınparmak’ın ardından ikinci olarak bitirdi.Mersin İdman Yurdu ise ligi dediğimiz o düşüş gerçekleşti ve 28 puanla 11.sırada bitirdi. Sezon sonu Osman Arpacıoğlu’na birçok teklif geldi.Daha doğrusu bütün takım arkadaşlarına teklifler geldi.Osman Arpacıoğlu’nun hayali her zaman Fenerbahçe’de oynamak idi.Fenerbahçe’den gelen teklifi kabul etti.Ancak Mersin İdman Yurdu yöneticilerinin rızası olmadan gidemeyeceğini Fenerbçeli yöneticilere söyleyerek,Mersin İdman Yurdu ve Fenerbahçeli yöneticilerin anlaşmasını sağladı.Çok büyük paralar kazandırarak 5 sezondur oynadığı takım- dan ayrılan Osman Arpacıoğlu ilerde gol kralı olacak,milli takımda gol ile tanışacak,Avrupa Kupaların forma giyme sevincini yaşayacaktı. acıoğlu’nun Başarıları Mersin İdman Yurdu ile ilk gol krallığı sevincini yaşadı. Mersin İdman Yurdu ile ilk kupa sevincini Türkiye Başbakanlık Kupası’nı alarak yaşadı. Milli Takımımızın 200.golünü Osman Arpacıoğlu attı. Galatasaray – Fenerbahçe derbilerinde Aykut Kocaman,Elvir Boliç’ten sonra Galatasaray’a en çok gol atan futbolcudur. Osman Arpacıoğlu geçmişte verdiği bir demeçte : ‘Beni en çok onore eden durum yıllarca Fenerbahçe formasıyla Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’na ve sahasına çıkmama rağmen bir kez bile kötü tezahürat karşılaşmamış olmamdır. Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 15 BAL-KES’TE SON DURUM - RAFET ÇAKMAK Balıkesirspor’da yönetim kurulu Teknik Direktör Erkan Sözeri’nin istifasının ardından olağanüstü kongre kararı alması tüm gözleri son kongrede Tuna Aktürk’ün karşısına başkan adayı olarak çıkan Dr. Feyyaz Çiftçi’ye çevirdi. Balıkesirspor Yönetim Kurulu çıkmaz sokaklarda aradığı çıkışı bir türlü bulamadığından çok geç olsa da bu kararı alarak 4 Kasım Çarşamba günü genel kurula gideceğini beyan etti. Davalık olan bir önceki kongre sürecinde, kararın açıklanmasına ramak kala her zaman konuşulan futbolcuların maddi sıkıntılarının son haddine ulaşması, sponsorluk, reklam gibi parasal kaynakların bulunamaması ve en önemlisi ise bu sezon ortaya çıkan sportif başarısızlıklar zinciri gibi bir çok sorunlar tavan yapmış durumda ki tek çıkar yol kongre oldu. Bu takım ve taraftar Cihat hocadan sonra aynı oranda futbol oynatacak biri gelmediği sürece tatmin olmayacaktır.Keza Cihat Hoca’nın Akhisar ile şu anda neler yaptığını görmezden gelmek futbola ihanet olsa gerek. Geçen sezon taraftar düşsek bile yeniden çıkarız modundayken, Cihat hocanın gidişiyle yine allak bullak olmuştu. Şampiyonluğun tek hedef olduğu bir sezonda, takımın başına Erkan Sözeri gibi ligde başarısı bulunmayan bir hocayla başlanması ise kafalarda soru işareti bırakmıştı. Bu sezon BAL-KES adeta beraberlikler takımı oldu.Takım sanki PTT’den Süper Lig’ e yükselen bir takım gibi kontra ve uzun topla çıkmaya çalışıyor.Halbuki kendi oyunumuzu oynasak takımımız iyi oyunculardan kurulu.Tabi bir strateji olamayınca defanstan şişirilen topları ne forvet topluyor ne de kanatlar alabiliyor. PTT ‘den Süper Lig’e yükselen derken neden bu örneği verdiğimi de şöyle anlatayım: Hani Süper Lig farklı bir arena idi, hani 5-6 maç 16 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı BAL-KES’TE SON DURUM - RAFET ÇAKMAK sonra anlar takım ve taraftar oraya çıkıldığını ister istemez sizden daha iyi klüpler olduğundan dolayı defansif ve uzun toplarla oynar yeni çıkan takımlar.Ama sen BALIKESİRSPOR’sun .Süper Lig’den düşmüş bir ekip yine şampiyonluğun en büyük favorisi dir.En azından ilk 5’e oynayan takımlardan birisidir.Tabi bu benim anlattığım şeyler normal şartları kapsıyor.Oyuncularımıza gelirsek, tüm maçları genel olarak ele aldığımız da agresif bir futbol yoktu.Sanki oyuncularımızda kazanma ihtiyacı yok gibiydi.En son Giresunspor ile oynadığımız maçta Ali ile Zeefuik ikisi de pivot santrafor konumunda oynayan oyuncular iken, ikisinin birden oyunda ne işinin olduğunu sanırım benim gibi herkes düşünmüş ve dile getirmiştir. Gol bulmamız gereken dakikalarda bir hava topunda kimsenin o topa yükselmediğini ,dolayısıyla defansın karşıladığı ve rakibin kontraya da çıktığını gördük.Takımda bir disiplin sorununun olduğu da bir aşikar. Bununda acilen aşılması lazım.Hali hazırdaki yönetimin bize yaşatmış olduğu mutluluklardan ve şampiyonluklardan dolayı hepsine teşekkür ediyorum.Keşke tadında bıraksalardı ve klübün efsanesi olsalardı demektende geçemiyorum.İnşallah yeni gelecek yönetim ve hocamız takıma yararlı olur.Yine Süper Lig’e döneriz.Çünkü bu şehir Türkiye’nin 10 numarası ve Süper Lig’ i hak ediyor. Saygılarımla... Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı 17 EUROLEAGUE ILK HAFTASI TÜRK TAKIMLARININ 4’TE 4’ÜYLE SONA ERDIMITHAT YENIAY Euroleague ilk haftası Türk takımlarının 4’te 4’üyle sona erdi 1. Dacka İtalya şampiyonunu uzatmalarda yendi. Eski takımından 11 yeni değişiklik yapan Darül Şafaka Doğuş. Oktay Mahmudi’nin takımı. Son italya şampiyonunu karşı Guardiar’ının 11 top kaybına rağmen, son periyota uzatmalara taşımasını bildi. Son periyotta oyuncu kalitesini saha yansıtarak maçı kazandı. 2. Fenerbahçe Ülker Final Four’un ev sahipliğini yapacak Almanya takımı Bayern Munih’le karşılaştı. Kadrosunu zenginleştirip 30 milyon Euro lük takım kuran Fenerbahçe, son periyoda kadar rakibini geride takip etti. İstediği ritmi yakalamayan Fenerbahçe, son periyotta kilidi açan Boboy Dixon oldu ve sonuçta rakibini 74- 67 yendi. 3. Dusan İvkoç yönetimindeki Anadolu Efes, Fransa’nın Limoges takımıyla oynadı. Kendi ayarında olmayan Limoges takımını 89-77 mağlup etti. 4. Pınar Karşıyaka. Karşıyaka’yı özellikle sona bıraktım. Çünkü karşısındaki rakip Avrupa devi Barcelona’ydı. Euroleauge İlk defa katılan Pınar Karşıyaka favori rakibine karşı inanılmaz bir mücadele göstererek 9 sayı farkla kazanmasını bildi. Bu haberleri herhangi bir spor sayfasında rahatlıkla bulabilirsiniz. Ama ben size sihirli dokunuştan bahsedeceğim. O da Ufuk Sarıca’nın takımı Pınar Karşıyaka.. 3. senesiyle Karşıyaka’yla birlikte olan Ufuk hoca 3 kupa kazanmış bir takımın başındaydı. 7 as oyuncusunu kaybetmiş bir takımda 8 oyuncu takvisiyle sil 18 Sporda Manşet Dergisi Kasım 2015 Sayısı EUROLEAGUE ILK HAFTASI TÜRK TAKIMLARININ 4’TE 4’ÜYLE SONA ERDIMITHAT YENIAY baştan başlamak zorundaydı. Hazırlık maçlarında 13 maçın 10 unu kazanan Pınar Karşıyaka Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda rakibi dev bütçesiyle Anadolu Efes karşısına çıktı. Guard Ragland son anda belindeki rahatsızlıktan dolayı oynayamayacağını açıklayınca, Fenerbahçe’den kiralanan genç guard Kenan Sipahi’ye kaldı ilk beş. Ufuk hoca ilk periyotta Kenan’dan gerekli verimi alamayınca Muhammed’e daha sonra Can’a döndü ve en son olarak Justin Carter’la oyun kurucu işini çözdü. Son salisesinde maçı kaybetti. İlk lig maçı sanki yapan Beşiktaş’tı. Ufuk Sarıca Kenan oyun kurucu olarak başlattı. Sanki Kenan’a sihirli bir el değmişti. 4 gün önceki Kenan gitmiş yepyeni bir Kenan gelmişti. Oyun kuran, top çalan savunmada ayakta durabilen bir Kenan, Türk basketboluna kazandıran kişi Ufuk hocadır. Bir diğer sihirli dokunuşu da Colton İverson’a yaptı. Beşiktaş’tan tanıdığımız İverson hazırlık maçlarında izlediğim kadarıyla verimsiz kolay top kaybı yapan saç baş yolduran bir oyuncuydu. Açıkçası benim hiç umudum yoktu. Hem Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda hem de Barcelona karşısında oynadığı oyun, onun da Ufuk hocanın dokunuşu olduğunu gösterdi. Barcelona maçında öyle bir taraftar kitlesi vardı ki değil barça Real Madrid bile olsa o salondan galibiyet alamazdı. Maç boyunca hiç susmayan taraftarlar Barcelona’nın dengesini bozdu. Barcelona hocası Pascual, Karşıyaka Arena’daki atmosferin de takımın oyununu etkilediğini belirterek, “İyi bir maç çıkaramamamızın nedenlerinden bir tanesi de Karşıyaka taraftarıydı” dedi. Tüm otoritelerin birleştiği nokta Karşıyaka Arena’da rakip takımın şansının olmadığıydı. Grubun favorisini yenen Karşıyaka gruptan çıkmak için önemli bir virajı sağ salim döndü. Hayallerin hiç bitmediği takımıyla, camiasıyla, taraftarıyla inanan bir kitlenin önü hep açıktır. 19 MODERN ZAMAN AŞIKLARIYEKTA SADI AKIKOL Samimiyet, sevgi efsanevi aşklar eskisi kadar fazla değil günümüzde. Mesela Ferhat Şirin için dağları delemez artık çünkü ona görev olarak delmesi söylenen dağa muhtemelen ondan önce toki ulaşmış olur ve orayı dümdüz edip biçimsiz binalar diker veya Nazım hapishaneden Piraye’ye mektuplar yollamayı tercih etmez. Çünkü mektup demode ve artık beyaz kâğıt yerine whatsapp mesajları var. Teknolojinin bu kadar geliştiği yerde hapishanede bir akıllı telefon bulmakta zor olmasa gerek veyahut Kafka ile Milena aşkı günümüzde yaşanıyor olsaydı aralarındaki mesajlaşmadan hiçbir şekilde haberimiz olmazdı çünkü mektuplaşmak yerine facebook Messenger kullanmayı tercih ederlerdi ve vasiyet olarak mektupların yakılması yerine 2 tıkla yazışmalarını kendileri silerlerdi. Böylece vasiyete ihanet eden kimse olamayacağı için Prag bugün Kafka’nın şehri olarak anılmazdı. O zamanlar teknoloji gelişmediği için mektuplaşabilen Kafka, yasak aşkı Milena’ya yazdığı bir mektupta şöyle der: ‘’Mektup yazmak hayaletlerin önünde soyunmak demektir ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen öpücükler yerlerine ulaş- maz, hayaletler yolda içip bitirir onları.‘’ ne kadar güzel bir anlatım değil mi? Ama işte bu satırların yazılmasının üzerinden 100 sene bile geçmeden birkaç sene önce 10.000 sms lik ilişkiler yaşanıyordu benim etrafımda. Abarttığımı düşünüyorsunuz muhtemelen ama hayır ismi lazım değil bir gsm şirketinin 10.000 sms kampanyası sayesinde başlayan ilişkiler 1 ay boyunca yüz yüze görüşmeden eller titremeden, kelebeklerden bir haber sms bittiği zaman bitiyordu. Tabi ki bütün ilişkiler böyle değil ancak insanlar birbirlerinin hayatında eskisi kadar büyük yerler tutmuyorlar artık. “Hani derler ya, ben sensiz yaşayamam, diye. Ben onlardan değilim. Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım.” Diyecek insanların sayısı çok çok az artık. Zaman çok sanal ve her şey tuşlarla veya bir ekrana dokunarak anlatılıyor. İnsanlar duygusal çöküntülerini dostlarıyla değil de twitter üzerinden tanımadığı takipçileriyle paylaşıyor. Anne baba mezarında bile selfie çekiliyor artık. Durum böyleyken taraftarlığa ya da söyle ifade edeyim menfaat 20 MODERN ZAMAN AŞIKLARIYEKTA SADI AKIKOL beklemeden sadece arma orda olduğu için, sadece o renkler ona babasından miras kaldığı için bir takımı destekleyen insanlara büyük saygı duyuyorum ben. Bütün taraftar gruplarının içinde Beşiktaş taraftarının ise apayrı bir yeri var benim gözümde. Neden Beşiktaş taraftarı? Anlatayım. . Bazı takımlar vardır ki taraftarlarıyla anılırlar. Partizan, Liverpool, Boca Juniors en tipik örnekleridir bunun. Bu takımlardan bahsederken taraftarlarından bahsetmemek olmaz. Beşiktaş’ta böyle bir takım. İlginç bir taraftar grubuna sahip Beşiktaş, tribün içinde ayrılmış çArşı gibi, antipati gibi yada x,y,z kartalları gibi alt gruplardan bahsetmiyorum. Bütün Beşiktaşlılardan bahsediyorum. Nerden mi geliyor bu ilginçlik mesela acayip bir bağ kurar Beşiktaş taraftarı oyuncusuyla ve bu bağ genelde oyuncuya da geçer. Bundandır giden oyuncuların hala Beşiktaş taraftarından övgüyle özlemle bahsetmesi. Bu bağın en özel parçalarını ise genelde forvetler oluşturur. İlhan Mansız dendiği zaman içi cız eder mesela çoğu Beşiktaşlının. Siyasi düşünce, ırk veya başka bir ölçüt yoktur bu konuda. Demba Ba ile secdeye yatıp, Pascal Nouma ile diskoya gitmek ister her Beşiktaşlı. Sosyal farkındalık günümüzde azalan bir şey. Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılarla dolu etrafımız. Hal böyleyken empati yapabilen kendisini başkasının yerine koyabilen insanlar, gruplar çok önem arz ediyor hepimiz için. Mesela Van depremi… Hadi hisset dedi Beşiktaş taraftarı, aynı marşta söylediği gibi hissetti. Kasım soğuğunda Galatasaray derbisinde çıkardı üstü başı attı atkıları sahaya Van’a gönderilmesi için. Olay atkı olayı değildi, farkındalık yarattı milyonların ekrana kilitlenip izlediği bir maçta yürekleri cız ettirdi. Ben ne yaptım Van için? Diye sordurdu. Gerçi federasyon bu davranışı ödüllendirip Beşiktaş kulübüne bir güzel cezayı yapıştırdı ama olsun. Sadece Van depremi mi? Hayır tabi ki… çArşı nükleere, ırkçılığa karşı ve Türk psikolojik danışma ve rehberlik derneğinden 2012’de aldıkları empati ödülü bir çırpıda aklıma gelenler. Çarşı’nın önde gelen isimlerinden Ayhan Güner’e kulak verelim: ‘’Beşiktaşlı olmak, sadece “taraftar” olmak anlamına gelmez. Beşiktaşlılık, 21 MODERN ZAMAN AŞIKLARIYEKTA SADI AKIKOL bir zihniyet biçimidir öncelikle... Ortaya konulan davranış biçiminden tutun da, sergilenen düşünce tarzına kadar yerleşen bir bakış açısı... Beşiktaşlılık, bir kez sızdı mı insanın içine, gerisi kendiliğinden gelir. Beşiktaşlılık, başlı başına yaşanan bir biçimdir çünkü…’’ Şerefinle oyna, hakkınla kazanın sadece bir özlü söz olmaması tam olarak buradan gelir çünkü o bir yaşam felsefesidir ve kabul edelim ki böyle düşünen insanlar çok ama çok az kalmıştır. Bundandır herkesin kısa yoldan zengin olma çabası, iddaa bayilerinin kütüphanelerden kat ve kat kalabalık olması. Bir de takımla tribünde buluşma olayı var ki onu tarif etmek biraz zor. 10.000 sms ilişkilerine benzer biraz takımı televizyondan seyretmek. Uzaksındır, izlersin, sevinirsin, gülersin, ağlarsın ama hissedemezsin. Ama tribünde olursan işte o zaman kelebeklerle tanışırsın. Takım o koridordan sahaya çıktığı anda pır pır eden yüreğinin heyecanı bambaşka olur. Tanımadığın, ismini bile bilmediğin ve muhtemelen hayatın boyunca bir daha görmeyeceğin birine sarılarak yaşarsın gol sevincini. Sonraki gün sesin çıkmaması pahasına desteklersin takımını çünkü o takım sana babandan miras ve oğluna olan borçtur. Bir de olimpiyat çilesi var ki anlatılmaz yaşanır gerçekten. O stadı oraya kim yaptırdı neden yaptırdı hangi akıl buna izin verdi bunları şu an sorgulamayacağım ancak benim gözümde özellikle kışın oraya giden her bir taraftar modern zamanların Ferhatıdır. Hiç gittiniz mi olimpiyata bilmiyorum ancak bir kere bile gitseniz bana hak vereceğinize eminim. Duyguların en samimi en içten yapmacıklıktan uzak yaşandığı tribünler memleketime olan ümidimi canlı tutan yegâne şeylerdir benim. Şu an ben bu satırları yazarken arması için, oğluna olan mirasını biraz daha temiz bırakabilmek için yollarda olan herkese selam olsun. Unutmasınlar onların her biri modern zamanların Ferhatı, Nazımı, Kafkası… Bakmayın siz şu an ülkede yapılmakta olan nerdeyse bütün statları devletin yaptığına o statların hepsi onlara ait. Belki kitaplar onları yazmayacak ama Prag nasıl ki Kafka’nın şehriyse o stadyumların koltukları ilelebet bu modern zaman aşıklarının ismini söylemeye devam edecek. 22 LEOSENEM ŞAH Bir aslanın yüz ölçüleri toplamını, altın orana bölsek, sonuç Messi olurdu. Sonuç; Dünya’ nın en iyi futbolcusu olurdu. Doğa kanunları ve yaradılışın mucizesi, tüm ölçümleri sonucunda Lionel Messi’ yi yaratmış. Tüm Dünya’ nın keyifle izlediği ender futbolculardan olan Messi, insani yönleriyle de sevenlerinin kalbindeki yerini korumaya devam ediyor. Dünya futboluna imza atmak istiyorsanız ve adınızı altın harflerle kazımak istiyorsanız, bunu öncelikle beyinde aşmanız gereklidir. Spor psikolojisini daha çocuk yaşlarında kavrayarak, insan egosu ve azim deneyimlerini başarıyla geçen Leo, bugün attığı her adımın hakkını veriyor. Fiziksel bir başkalık bir futbol mucizesine dönüşüyorsa, mental düşünce ve beyin kontrolü de, Dünya’ nın 1 numarası yapmaya yetiyor. Fiziksel ölçüleri, bilinen standartların dışında olan Messi, yüz şekli ile de iradesini ve hükmedişini yansıtıyor. Bunu en sempatik biçimde gerçekleştiren Leo’ nun yüz okumasını yaptığımızda alınan sonuç, gücünün göstergesidir. Elmacık kemiklerinin yapısı, bulunduğu alandaki gücünü gösteriyor. Konuşmaktan çok, uygulamaya yönelik davranışları ile sahada adeta mental toplantı yapıyor. Paslaşacağı oyuncunun nerede, ne hareket yapıp, topu tekrar nasıl göndereceğini ışık hızıyla hesaplayıp oyuna yansıtan Messi, 1’ e 5, 1’ e 6 durumlarında bile başarısını sürdürüyor. Yüzündeki simetri iki kere ikizkenar üçgen formatında olduğundan, doğru noktalara isabeti daima muhtemeldir. Adem elması dediğimiz belirgin gırtlak ve boğaz yapısı ile çenesinin, elmacık kemiklerine olan orantısı Messi’ nin, orantılı 90’ ları bulmasına, kale açısını görmeden de tahmini ve başarılı vuruşlar yapmasına olanak sağlar. Çocuk yaşta başladığı futbol, yaşça büyüklerle ve fiziksel olarak kendisinden gelişkinlerle oynaması, onu hep bir adım ileri götürmüştür. Ofsayta düşmeden tamamladığı aşamaları da, nerede nasıl davranması konusunda onu uzmanlaştırıyor. Kulakları; gördükleri ve ifade ettikleri arasında uzanırken, göz- dudak çizgisinde hizalanmıştır. Binlerce kişilik stadyumda ve onca gürültü içerisinde, önündeki- ardındaki futbolcunun sesini işitebilmesi, topa vuruş hızındaki titreşimi hissedebilmesi için, kulak yapısı ve oranı yüz ölçüleriyle uyum içindedir. Bir insana baktığınızda güzelliği ya da daha belirgin özellikleri varsa bunlara dikkat edersiniz. Kişilik analizi ve yüz okumalarında ise, yüzdeki her uzvu ayrıntılı olarak inceler, kişinin karakteristik özellikleri ve kanıtlayacağı başarıları hakkında bilgi edinmiş olursunuz. İnsanları 3 dakika kadar kısa bir sürede okuyabilirsiniz. Fakat bu deneyim, çeşitli eğitim ve çokça tecrübelerdedir. Spor cv adını verdiğim bu seride özellikle, 23 LEOSENEM ŞAH başarısına tanıklık ettiğimiz kişilerin fiziksel özelliklerinden bahsedeceğim. Messi’ nin yüz okumasında önemli nokta, gözlerdir. Genel anlamda küçük sayılabilecek fakat yüz ölçüleriyle orantılı olan gözleri, görüş açısının gereksiz kısımları atılmış ve gerekli olan açıyı gösterecek şekilde tasarlanmış gibidir. Hayata geniş bakmak mühimdir elbet, fakat görüntü çok genişlerse detay küçülebilir, açı orantısı dağılabilir. Ufuk çizgisi yahut bir görüntüye odaklanma zamanlarında insanlar genellikle, gözlerini kısarak bakarlar. Tam konsantre ve görüntülenmesi gereken alanın odak noktası için göz yapısı önemlidir. Leo’ da gözler yırtıcı değil, tıpkı aslanınki gibi gücüne güvenen asil bakışlardır. Bakışışların manasını verense, kaşlardır. Yüzdeki tüm ifadenin imzası kaşların yapısında yatar. Kaş şekilleri değişen insanlar, genellikle düşünceleriyle doğru orantılı şekilde düzenlerler. Messi’ nin göz- kaş orantısı, görüntüdüşünce orantısıyla başlıyor. Kaşlarının başlangıç noktası, göz pınarının başladığı noktadan, şakak başlangıcına kadar devam ediyor. Elmacık kemiklerinin yükseltisini geçmeyen kaşları, düşüncelerinin gördükleriyle şekillendiğini anlatıyor. Görsel zekası yüksek olan Messi’ nin düşünceleri ise, gücünü bastıracak nitelikte öne geçmiyor. Bazen insanlar kendi yaptıklarına bile inanamaz. Özgür düşünceler ise, zihinsel zekanın artmasına, görsel zekanın gelişmesine yardımcı olur. becerikli bir oyuncu olmak için, sahada tüm düşüncelerden arınmak gereklidir. Kişisel performansın, oyun gücünün, düşünce ve tahminlerden özgür olması gereklidir. Saha, seyirciler, atmosfer, top ve oyuncularla hem bir bütünlük içerisinde hem de tüm bunlardan bağımsız olarak oynamak gerekir. Kişisel beceri gücü tetikler, kişinin özgüveni de tüm düşüncelerden sıyrılıp tam performansla oynamasını sağlar. Leo’ nun yüz hatlarında yatan mânâ budur. Özgüvenini, zekâsıyla harmanlanmış gücünden alıyor. Bunu mütevazı ve kendinden emin duruşu, daha çok da kendine olan inancıyla başarıyor. Çenesindeki minik gamzesi de sempatik kişiliği ve gülmeyi seven karakteri hakkında bilgi veriyor. Sosyal iletişimde dışa dönük denilen ve iletişime açık olan Messi’ nin tüm yüz hatları adeta rüzgârla törpülenmiş bir hava veriyor. Sahadaki hızı, yüz hatlarının keskin olmadan, belirginleşen noktalarını ve yüzündeki kıvrımları da, manevraları hakkında bilgi veriyor. Alındaki bombeler, hayal gücü hakkında detaydır. Messi’ nin alnındaki bombe ise, alt kısımda kaşlarının hemen üst kısmında bulunuyor. Boş hayalperestlik değil, düşüncelerine yakın hayalleri imgelediğini gösteriyor. Bunun en net örneği, Messi belgeselinde çok güzel anlatılan Maradona ve 24 LEOSENEM ŞAH Messi benzerlikleridir. İmgelemesi üst düzey gelişmiş ve görsel zekâsını düşünceleriyle birleştirince ortaya aynı noktalardan kaydedilmiş benzer goller çıkıyor. Bu tip zihinlerde, görüntünün tamamını görmesine gerek yoktur. Birleştirici beyin yapısı sayesinde ve hikâye tamamlama özellikleriyle, başarının tamamını zihninde kurgulayıp, yaşayabilir. Burun ise bizlere, iş yaşamı hakkında en net bilgileri verir. Adeta kalemle çizilmişçesine düzgün olan Messi’ nin burnu ticari anlamda ve iş yaşantısındaki başarıları hakkında mesajlar verir. Einstein’ ın koku alma konusundaki iddiası gibidir, Leo’ nun burun ölçüsü. O futbol dehası ve tarihteki en değerli isimlerden biridir, tecim ve yasal işlerle çok karıştırılmaması gerekir. Konuya değinmişken, babasının hakkı ödenmez. Bugün bizler Messi’ yi izliyor ve Dünya futbolu ile övünüyorsak, babasına bir teşekkür etmeliyiz. Leo’ nun büyürken içinde bulunduğu şartlarda, babasının çabası ve iradesiyle o, Messi olmuştur. Kaç örnek vardır Dünya’ da? Yaşamını tamamıyla değiştirerek, sırf oğluna inandığı için onda gördüğü ışığı tüm Dünya’ ya göstermek isteyen ve azimle devam eden kaç tane baba vardır? Zamanında doktorların ya da danıştığı kişilerin söyledikleriyle yetinseydi, bugün Messi olmazdı. Okullarda öğrencilere tavsiye edilen idoller, yaşamda başarılı olmuş insanlar arasında gösterilen kişilere, Messi’yi de eklemek gerekir. Azim ve başarı dolu öyküsü, çocuklara ve gençlere hem idealleri hakkında vazgeçmeden inanmalarını sağlar, hem de temiz futbol örneğiyle spora teşvik eder. Messi sadece Barcelona’ ya, sadece Arjantin’e ait değildir. Dünya Messi’ yi ‘’ ailenin en sevilen oyuncusu’’ kıvamında seviyor. Çocuklar onu örnek alıyor ve başarısı onu sosyal mesajlar ve Dünya barışı konusunda önemli kılıyor. Messi’ nin sempatik gülümseyişi, sahadaki olağanüstü yetenekleri ve insani yönü onu daha çok sevmemize nedendir. Tıpkı, Ronaldo gibi. Tıpkı Beckham gibi. Tıpkı Didier Drogba gibi. Birçok örnek vardır, hem çocuklara hem yetişkinlere örnek olan. Irkçılığa karşı etkinlikler ve spora saygı konularında tesirli, değerlerimizdendir Messi. Özel yaşantısında da örnek teşkil eden Leo, ilk aşkıyla olan ve devam eden evliliğiyle de aşka olan sadakatini, bizlere gösterir. Tıpkı Barcelona’ ya olan bağlılığı gibi sadakat içerikli sevgisini gösteriyor. Yaşarken bile efsane olan Messi, kazanması gereken bir Dünya Kupası olduğunu ve bunu çok istediğini o tatlı gülümsemesiyle bize ifade ediyor. Umarım, dilediği gibi olur. 25 spordamanset.com facebook.com/spordamanset twitter.com/spordamanset instagram.com/spordamanset [email protected] 26 spordamanset.com facebook.com/spordamanset twitter.com/spordamanset instagram.com/spordamanset [email protected]