SEBALILAR VE NİMETTEN AZMALARI Seba halkının macerasını

Transkript

SEBALILAR VE NİMETTEN AZMALARI Seba halkının macerasını
SEBALILAR VE NİMETTEN AZMALARI
Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun, okudun ama sesten
başka bir şey duymadım. O dağ, sesi anlamaz ki dağın aklı manaya gidemez ki.
Dağ akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar. Tanrı
Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi. Yüz binlerce köşk, hayvan ve
bağ ihsan etti.
O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı
oldular. Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkar
olur. Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği layıkıyla verilese bile o kapıyı
bırakmaz. Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler onu gece gündüz tedibederler. İlk
konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetlerin hakkı, gönlünü oraya rehin
etmendir derler. Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terketme diye onu diye
onu ısırırlar. Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli abıhayat içtin,
gözlerin açıldı.
Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecir ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkanın
etrafında dönüp dolaşmadasın. O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına arda
kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun. Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir
hale düşenin işi burada düzelir.
İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde
müptela sakın bu kapıyı bırakma. Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm,
topal, hepsi. Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle
illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar. Zayıf, perişan bir
çok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür. Dua ederde “ Tanrı,
hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz. Şimdilik illetsiz zahmetsiz
yürüyün, Tanrının yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.
Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer. Onlarda
hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi. Sen de
bunca afetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün. Padişah meşrepli erlerden
sıhhat buldun. Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten
kurtuldun.
Sense gafilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına ip bağlamış
durmaktasın be herif! Şükretmiyorsun, nail olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu
unutuş o bal yediğin zamanları hatırına getirmiyor. Hulasa o yol sana bağlandı.
Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi, sana darıldı.
Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla inle. De sana onların gül
bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın. O kapıda dön dolaş Eshabı kehf’in
köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma. Köpekler bile, gönlünü ilk eve
bağla diye köpeklere nasihat ederler.
Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terketme derler. Edeplensin
de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar. A azgın köpek,
velinimetine isyan etme. Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et. O
kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.
Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı faş etme. Köpeklerin
adeti vefakarlıktır. Yürü be bari köpeklerin adını kötüye çıkarma derler. Ulu Tanrı
bile vefakarlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi. Hakları
reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakar ol.
Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir. Çünkü hiç kimse Tanrı hakkında daha
ziyade hak sahibi değildir ki. Ana hakkı bile Tanrı hakkında sonra gelir. Çünkü
Tanrı, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir. Tanrı, seni onun
cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur
vermiş onu sana alıştırmış.
O da seni kendisinin bir cüzü görmüştür. Tanrının tedbiri anaya ilişik olan o cüzü
ayırmıştır. Tanrı binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat
gösterdi. Şu halde Tanrı hakkı, ana hakkından öncedir, Tanrı hakkını bilmeyen
eşektir. Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden odur. Ona
serkeş olma.
Ey Tanrı, ey ihsanı kadim olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de. Sen Tanrıyı
an, çünkü benim hakkım hiç eskimez. O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde
koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumuz an. O zaman sizin aslınızı,
atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdiğim.
Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası dağların tepelerine kadar
çıkıyordu. Sizi ret etmedim, atanızın, atasının, atasının varlığında sizi korudum.
Madem ki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan
ederim? Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru
gidiyorsun.
Bense unutmadan, vefasızlıktan beriyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir
zanla gelirsin. Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya. İşte
onlar hakkında kötü zanda bulun. Nice ulu, ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana
nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
İyi dostun yüce göklere gitti. Kötülük dostunsa yerin dibine geçti. Ara yerde sen
kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkum
ateşe döndün. Ey baba, yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini
tut. O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.
Sen yerden yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekan aleminden de seninle
beraberdir, lamekan aleminde de. Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa
yerine tutar. Cefakarlıkta, bulunursan noksandan kurtulup kemale erişesin diye
kulağını burar.
Sulukta virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya. İşte
o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir. Bu iç sıkıntısı bir zincir
şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce. Bu işareti,
beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir
hale gelir ve meydana çıkar.
Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist
zincir şekline bürünür. Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir
ve körlükle cezalanır. Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık
gönlünü tırmalamaya başlar. O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki? Der. Şerrinden
ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgarı ateşini üfler.
Hulasa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması haline gelir, o manalar, duyulur,
görülür bir hale gelip meydana çıkar. Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; kök tut
. kök, dal budak verir. Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir
kök bil. Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken
çıkmasın. İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana
gelir. Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine
karşı nankörlükte bulunmaktı. Bu nankörlük, adeta sana ihsan eden adama karşı
kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer. Mesela, o iyilik edene, ben bu
iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben göz istemiyorum, beni kör et dersin, işte bunun
gibi. Seba’lılar da “ Şehirlerimiz birbirine çok yakın onları uzaklaştır. Kötülük,
çirkinlik bize daha iyi bizim ziynetimizi güzelliğimizi al. Biz, bu köşkleri, bağları,
bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
Şehirler, birbirine pek yakın. Halbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var.
Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler. İnsan yazın kışı ister, fakat kış
geldi mi bundan da vazgeçer, istemez. Bir hale katiyen razı olmaz. Ne darlıktan
hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
Geberesi insan, efendisine ne de kafirdir ya hidayete nail oldu mu tutar, inkara
sapar. Nefis bu çeşit mahluklardandır da onun için gebertilmeye layıktır. Onun için
ulu Tanrı “ Öldürün nefislerinizi” demiştir. Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit
koysan sana batar, ondan kurtulma imkanı mı var ? Heva ve hevesi terketme
ateşini vur şu dikene, iyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede
taşkınlık gösterince, Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine
mani olmaya çalıştılar. Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve
kafirlik tohumu ekiyorlardı.
Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler.
Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur. O atlının hilesi, bir toz kopardı
mı o toz , seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır. Atlıya doğru yürü, toza doğru
değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer bitirir.
Tanrı bu kurdun yediği adama “ Kurdun tozunu gördü de neden feryad etmedi?
Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp
otlamaya koyuldu? Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu
duyar, ondan taraf, taraf kaçarlar.
Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” Aslanın kızgınlığından
bir koku aldın mı dön Tanrı’ ya sığınmaya, yalvarmaya koyul. Onlar, kurdun
tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp
geldi. O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı.
Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler, çobanın gözüne toz toprak serptiler.
“ Yürü be, biz senden ziyade çobanız. Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu
halde nasıl sana uyarız? Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin
odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.
Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom,
şom bağrışırlar, yerleri yurtları harabeye döner. Onlar mazlumlar için kuyu
kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar. Yusufların
derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer, birer buldular.
O Yusuf kimdir? Senin hak arayan gönlün, o gönül, bir esir gibi senin yurdunda
bağlıdır. Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış,
perişan etmişsin de. Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu
samanlığa götürüp hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun.
Halbuki ona Tanrı vuslatından başak gıda yoktur. O dertlere düşmüş zavallı da
bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Tanrıya şikayet ederek der ki: “
Yarabbi, bu kocamış kurttan eleman” Tanrı da ona “ Sabret, işte vakit geldi.
haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Tanrıdan başka
kim feryada erişir ki.
O “ Yarabbi yüzünün ayrılığından sabrım bitti. Yahudiler elinde aciz kalmış
Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salihim. Ey Peygamberlerin canlarına
kutluluk bağışlayan Ya beni öldür, ya kendine çağır, yahut da sen gel! Kafirlere
bile ayrılığına tahammül yok.
Onların bile her birisi keşke toprak olsaydım der. “ Kafirin bile hali böyle olursa
senin olanın hali, sensiz e olur?” der. Halk da der ki “ Öyledir, doğru ey temiz
adam fakat söz dinle, sabret sabır iyidir. Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben
senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”