DOSYA – 2006 LÜBNAN SAVAŞININ ARKA PLANI VE

Transkript

DOSYA – 2006 LÜBNAN SAVAŞININ ARKA PLANI VE
DOSYA – 2006 LÜBNAN SAVAŞININ ARKA PLANI VE YAZILMAYANLAR
İRAN ANALİZ / Esedin gerçekleştirdiği soykırım ve etnik temizlik operasyonlarına militanlarını,
silahlarını, araçlarını, medya kuruluşlarını, siyasi, dini, sosyal örgütlerini seferber ederek tam
destek veren Hizbullah adlı Şii harekete yönelik milyonlarca yazı bulunmakta. Medyada, basın
yayın kuruluşlarında, hemen her yerde Hizbullah’ın bir direniş hareketi olduğuna dair klişe
cümleler Suriye devrimi ile yerle bir oldu. Yine de akıllarda 2006 yılında İsrail işgal güçlerine ait
iki askerin kaçırılması ve akabindeki 33 günlük sözde “efsanevi” savaş hikayesi yer alıyor.
TÜRKÇE İLK DEFA YAYIMLANAN bu çok önemli analizde Hizbin iki işgal askerini kaçırmasının
gerçek sebepleri, olayın arka planı ve o zaman diliminde yaşanan yerel-bölgesel-küresel
gelişmelere dair bilgiler yer almaktadır.
Hz. Aliye ilahlık atfeden, ahirete inanmayan, İslamla alakası
bulunmayan Nusayri (Suriye Alevileri) dikta Esed rejiminin
Mart 2011 tarihli halk intifadası ile birlikte ülke içinde,
bölgede ve küre ölçeğindeki müttefiklerinin kimler olduğu
da açıkça ortaya çıktı. Bu ittifak halkalarının retorik ve
pratik düzlemde hangi araçsalları kullandığı ve ne tür bir
siyaset takip ettiği de devrim süreciyle tam olarak ortaya
konulmuş oldu. Bunların en başında şüphesiz rejimi her
anlamda destekleyen İran ve onun emrindeki Hizbullah örgütü yer alıyor.
Suriye halkının ve hamisi Özgür Suriye Ordusunun Esed
rejimini desteklemek, katliamlara direk destek verip, yer
almakla suçladığı İran-Hizbullah ve Bedir Tugayları-Mehdi
Ordusu gibi Şii terör örgütlerin oynadığı rol gün geçtikçe
gün yüzüne çıkıyor. Hasan Nasrallah’ın dünyanın gözü
önünde milyonlarca insanın içerde-dışarda mülteci
konumuna düştüğü, yüzbinlerce tutuklu, on binlerce
çocuk,bebek, kadın ve masum şehit edildiği bir soykırımı
inkar etmesi özellikle Türkiye ve dünyada şaşkınlığa sebep oldu. Katliamları inkar etmekle
kalmayıp, etnik temizlik saldırılarını hafife alan Nasrallah ve partisi tüm gücüyle Esed rejimini
savundu, halen de savunuyor.
Hizb ve medya-silahlı-dini-örgütsel ağı tam teyakkuza geçerek Suriye halkını aşağılayıp
birilerine payanda olduğuna , ülkede vahhabi, kaideci, Türk-Katar-Suud istihbaratı eliyle
çetelerin cinayet işlediğine falan filan çokça bilindik ama inandırıcı olmayan propaganda
yürütüyor. Tıpkı İran-Şii lobisine ait zeynebiye, rasthaber, yakindoguhaber, velfecr, israhaber,
medyasafak, islamigundem, camurcu, kanal on4 vs gibi öne çıkan ve çıkmayan sitelerde, yayın
kuruluşlarındaki inanılmaz fanatik Şii tonajın yer aldığı politikada olduğu gibi….
Suriyeli devrimcilerin kamuoyu ile paylaştığı bilgiler,
Nasrallah ve Hizbin, Şii militanların sonuna kadar
Esedin yanında yer alması ile zaten kanıtlanmış
durumda. Ancak yine de kafaları kurcalayan, tam
netliğe kavuşmamış ve birçok insanın asıl cevabını
aradığı birbiriyle paralel bazı sorular duruyor Kafa
kurcalayıcı sorular şu; Hizbullah Suriye halkının
katliamlarına direk karışmış, katilin yanında yer almış
olabilir, bunu şiddetle ve nefretle telin ediyoruz. Ama
aynı örgüt Siyonist İsraile karşı direnmedi mi? 2006
yılında sırf bu yüzden 33 gün savaşa maruz kalmadı mı? Eğer silahı alınırsa direnişin Lübnan’da
kim Siyonizme karşı durabilir?
İran Analiz / 2006 Lübnan Savaşının Arka Planı ve Yazılmayanlar
1/7
2006 SAVAŞI: TARİHİ, COĞRAFİ VE SİYASİ ARKA PLAN
Şimdi bu sorulara kısa kısa cevaplar vereceğiz:
İlk olarak; Hizbullah örgütünün kuruluş tarihi 1982 yılıdır.
İsrail işgal devletinin kuruluş tarihi ise 1948. Yani İsraile karşı
en ezeli düşman ve en tehlikeli direniş hareketi olarak Hizbin
gösterilmesi çarpıtmadan ibarettir. Aynı şekilde 1979 tarihli
devrimi kendi emelleri doğrultusunda çarpıtıp Şii devleti
kuran İran açısından da aynı şey söz konusudur. İran’ın İsrail
ile hiçbir fiili çatışması olmamıştır. Salt retorik düzeyde bir
siyasi söylevden öte gitmemektedir İsrail düşmanlığı. Tarihsel
perspektifte olayın çok net bir şekilde başarısızca
çarpıtılmaya çalışıldığı görülmektedir.
1948 yılından bu yana on binlerce Sünni savaşçı, direnişçi ve
mücahit Sudan, Irak, Ürdün, Libya, Cezayir, Yemen, Lübnan,
Suud ve Mısır gibi tüm Arap İslam ülkelerinden Filistin
topraklarına savaşmaya gitmiştir. İhvanul Müslimin Hareketi
mensupları savaşmış, halen Hamas gibi örgütlerle
mücadelesini asırlardır sürdürmektedir. Tüm bu gerçekler göz önüne alındığında İslam
dünyasında ve Arap aleminde azınlık olan ve azınlık kalmaya mahkum Şianın Filistin direnişinin
öncüsü gibi lanse edilmesi, 79 sonrası İran rejiminin bunu kullanması tarihi gerçekliklerin ters
yüz edilmesinden başka bir şey değildir! Özetle Şianın da, Hizbin de, İran’ın da Siyonizm
karşıtlığı ve İsraile karşı direniş ekseni olduğu hikayesinin tarihsel dayanak noktası çok zayıftır.
Olduğu iddia edilse bile bu yüzdelik orantı olarak % 5′i aşmamaktadır.
İkinci olarak; Lübnan’ın işgal devletiyle sınır bölgelerinde çoğunluğun Şiilerden oluşması
meselesi hadisenin coğrafi yönünün bilinmesini ve ciddi şekilde anlaşılmasını gerekli
kılmaktadır. Örneğin Suriye’nin kuzey sınırlarının tamamı Türkiye’den oluşmaktadır. Bu
durumda herhangi bir tehdit algılaması veya ilgili konularda tüm stratejilerin coğrafi konumla
ilgili olduğunu belirtmek durumundayız. Suriye kendisi istedi diye Türkiye’ye düşman veya dost
olmuş değil; coğrafi zorunluluk nedeniyle buna mecbur kalmıştır. Türkiye dost da olsa düşman
da olsa, harekete geçse de geçmese de bu sınır bölgesi değişmeyecektir!
Aynı şekilde Hizbin mensuplarının yoğunlukta olduğu bölge de coğrafi olarak İsrail ile sınırdır;
sırf o direnişi seçmiş, Şii olmuş, İran onu desteklemiş vs diye İsrail’e düşman-dost veya hedef
olmuş değildir! Bilakis işgal devletine 1982 yılından bu yana hem Hizbin güçlü olduğu
bölgelerde, hem Esed rejimin işgal edilen Golan tepelerinde elle tutulur bir karşı saldırısı,
direnişi, operasyonları veya İsrail’i köşeye sıkıştıracak siyaseti olmamıştır. Şeb’a Mezrası gibi
küçük, mevzi saldırılar dışında ciddiye alınabilecek boyutta bir saldırı olmamıştır!
İran Analiz / 2006 Lübnan Savaşının Arka Planı ve Yazılmayanlar
2/7
Esed rejimi de Hizbullah da 1975 yılından 2005 yılına kadar özellikle Lübnan içinde İsrailin milli
güvenliğine en ciddi tehdit olan Filistin Kurtuluş Örgütü başta olmak üzere birçok Filistin silahlı
direniş hareketine, Lübnan’daki el Fecr Kuvvetleri gibi Sünni silahlı direniş hareketlerine,
oluşumlara en büyük darbeyi vurmuştur. Bunu Şaron’un anıları başta olmak üzere dönemin
Siyonist istihbarat kaynakları, yabancı diplomatik misyon şeflerinin yazdıkları, söyledikleri, en
önemlisi Hizb-Emel Hareketi-Esed rejiminden en büyük darbeyi yiyen Filistin-Lübnan direniş
hareketlerinin kayıtları gözler önüne sermektedir.
Üçüncü olarak; Belki Esed rejimini de, destekçisi İran-Şii dünyasını ve lobisini de Hizbullaha
yönelik ciddi eleştirilerde sarılacakları ve çıkış yolu olarak görecekleri tek somut kapı
bulunmaktadır. O da 2006 savaşıdır. Evet, dünyanın gözleri önünde 33 gün boyunca süren,
yüzlerce masumun şehit edildiği, Lübnan’ın yerle bir edildiği, onlarca siyonist işgal askerinin
öldürüldüğü bir savaş yaşanmıştır. Bunu inkar etmek mümkün mü? Elbette değil! Bir savaş
yaşanmıştır tüm dünyanın gözleri önünde. Ancak hadisenin yukarıda işaret edilen tarihicoğrafik faktörlerine ilaveten siyasi-akidevi-konjoktürel boyutlarını da göz önüne alarak çok
daha geniş bir perspektiften tahlil edilmesi gerekmektedir. Böylesi bir derinlikli tahlil yapılması
durumunda ancak Lübnan özelinde Hizbullahın konumu; bölgesel-küresel denklemde HizbEsed-İran-Şii mihverin ana omurgasını anlamak mümkün olabilir.
Şimdi 2006 yılına gidip savaşın nasıl başladığı, ne gerekçelerle yürütüldüğü, neyin hedeflendiği
ve sonuçta nelerin yaşandığı sorularına cevaplar verilebilir.
HİZBULLAH’IN 2006 YILINDAKİ ATAĞININ ARKA PLANI
1 - 2006 yılı İran rejimin nükleer programını tüm hızıyla
yürüttüğü, bu nedenle batı başta olmak üzere uluslararası
kamuoyundan şiddetli baskılar gördüğü bir dönemdir. Tüm
dünya medyası İran’a odaklanmış, askeri müdahale dahil
yaptırımların nasıl olacağı, nasıl somut adımlar atılacağı gibi
konuları konuşmaktadır. Türkiye gibi bugün İran’ın son derece
düşmanca ve sinsi planlarını fark edememiş bir kaç devlet hariç
istihbaratı güçlü yapılar İran’ın nükleer bomba yapma peşinde
olduğunu bilmekteydi. Bunun bilindiğinin farkında olan İran
rejimi ciddi şekilde sıkıştırılmaktaydı. Bunu aşmak için 2003
yılından bu yana Irak’ta sadece masaya oturunca koz olarak
kullandığı Şii terör örgütlerini bir kez daha kullanmaktaydı. Bir kaç bombalı eylem ve saldırı ile
Irak içinde Amerika’yı sıkıştırmaktan başka yapacak şeyi bulunmamaktaydı.
İki siyonist askerin kaçırılması meselesi bir anda ve uzun bir süre dünya gündemini sadece
Lübnan ile meşgul edecekti. Hem de tüm iç-dış gündemleri bıçak gibi keserek her şeyin Lübnan’a
odaklanması temin edilmekteydi. Böylece İran çok derin bir nefes almakta; nükleer silah
projesini devam ettirmekteydi. Böylece İran tüm dünyaya ve Amerika’ya mesaj vermekteydi.
İstediği an elindeki bir kartı rahatlıkla kullanabilirdi!
2- İran’a sıkı ilişki içinde olan Mehdi Ordusu, Bedir Tugayları, Irak Hizbullah’ı gibi örgütler aynı
yıl inanılmaz derecede Sünni kökenli Iraklıları hedef almakta; tam bir histeria şeklinde etnik
temizliğe maruz bırakmaktaydı. İşgalcilerin göz yumduğu bu durum, Şii yoğunluklu hükümete
bağlı polis,asker ve komandoların da karıştığı sistematik bir soykırım halini almaktaydı. 2006
yılı Iraklı Sünnilerin modern tarihte görmediği işkence, tutuklama, bombardıman, katliam, toplu
göçe zorlama ve yüzlerce caminin yakılması, yıkılması ve işgal edilmesi gibi zulme maruz kaldığı
yıl olarak tarihe geçti. Bu duruma İslam dünyasından sadece olayları takip eden ve bilenlerden
İran Analiz / 2006 Lübnan Savaşının Arka Planı ve Yazılmayanlar
3/7
tepki gelmekteydi. Bu soykırımı engelleyebilecek tek güç
silahlı Sünni direniş hareketleriydi. Onlar da gerek Amerika
ve çok uluslu işgalciler, gerek İran destekli Şii terör örgütleri
ve hükümetteki bölücü unsurlar gerekse Kaide gibi tekfirci
oluşumlar ile her cephede savaşmaktaydılar.
Oldukça başarılı olmasına rağmen Irak direnişi küresel bir
şebekenin hedef aldığı bu soykırımı engelleyememekteydi,
sadece sınırlandırmaktaydı. İşte böylesi kritik ve tarihi bir
kıyımın yaşandığı dönemde özellikle Arap basınında ilk gündem maddeleri hep Irak olmaktaydı.
Konuşulan doğal olarak İran-ABD ittifakı, bunun Şii hükümet üzerinde somutlaşmış hali; yeni
Irak’ın ise Şii fanatizmiyle yoğrulmuş yöneticiler eliyle Şiiler dışındaki kesimlerin, özellikle
Sünnilerin tasfiye edildiği bir vakıayı ortaya çıkardığı konuşulmaktaydı.
Yani mevzu yine İran, İranın desteklediği Şii örgütler ve
bunlar arasında Irak’ta direk yer alan, İmad Muğniye gibi
teröristleri göndererek Sünni direnişe darbe vuran Şii
militanları eğiten, silah verdiren Lübnan merkezli Hizbullah
örgütü yer almaktaydı. 2006′daki savaş bu tarihi kırılma
noktasının da kamuoyundan tam 33 gün boyunca saklı
kalmasını sağladı; orada etnik temizlik devam etti, Şii
hükümet Şiileştirme projesini tüm hızıyla dünyanın gözünü
kapamasını fırsat bilerek sürdürdü. El Cezire gibi her gün
başarılı birçok Irak direnişine dair haberi yayımlayan
kanallar dahi nerdeyse 33 gün boyunca gündeminden Irak’ı çıkardı. Hakeza diğer medya
kanalları da…Böylece Hizb-İran-Esed ittifakıyla yapılan ve Lübnan’a onulmaz zararlar veren
sinsi planın bu ayağı da başarılı bir şekilde hedefine ulaşmış oldu.
3- 1975 tarihinden 2005 yılına kadar Lübnan’da on binlerce askeri, istihbaratçısı ve unsuruyla
işgalci olarak bulunan Suriye de ciddi şekilde köşeye sıkışmıştı. Irak’taki el Kaide’ye destek
vermekten, Hariri suikastındaki parmağına kadar Esed rejimi zora düşmüştü. Özellikle Lübnan
içinde ciddi bir milli şuurdalık ve hassasiyet oluşmuştu. Esed rejimi bunu kırmak ve bir çıkış
yolu bulmak için tıpkı İran gibi Hizbullah’ı kullanmaktan başka çaresi olmadığını anladı. Çünkü
tam da bu devrede Lübnanlı taraflar, siyasiler, halk ve devlet yetkilileri ordunun dışında silah
bulundurulması, Hizbullahın silahsızlandırılması meselesini konuşmaktaydılar. Zira Hizbullah
silahını birçok kez içerde kullanmama hikayesine rağmen, özellikle Sünnileri ve kendi siyasi-dini
muhaliflerini bastırmak için tehdit unsuru olarak direk kullanmıştı. 2006′daki esir kaçırma
hikayesi de böylece Hizbe yönelik haklı eleştirilerden kurtulma ve kendisine meşruiyet alanı
açma anlamında bir çıkış yolu olacaktı.
2005 yılında Esed işgal güçlerine, İranın
müdahalesine ve Hizbe karşı 800.000′i aşkın insan
başkent Beyrut’ta bir araya geldi. 14 Mart Cephesi
olarak bilinen bu aşırı kalabalık tüm düşmanlara
özellikle Hizbullaha açık mesajını vermişti.
4-Filistin direnişi, Irak direnişi ve Afganistan
direnişi gibi tamamı Sünni olan hareketlerin
başarıları tüm dünyada yer etmeye başlamıştı.
Geçmişte olduğu gibi yine bugün de küresel
emperyalizme ve işgallere karşı tek başarılı ve
çıkar yolunun direniş olduğu, bunu da sahih İslam anlayışını savunan Sünni Müslümanların
yaptığı görülmüştü. Afganistan ve Irak işgallerinde İran rejimiyle Hizb gibi Şii örgütlerin NATOİran Analiz / 2006 Lübnan Savaşının Arka Planı ve Yazılmayanlar
4/7
ABD hattında yer alması, iktidar ve çıkarlar uğruna
mezhepçi güdülerle hareket etmeleri de itibarlarını sıfıra
indirmişti. Yemen’de Husi terör örgütünü, farklı yerlerde
aşırı radikal örgütleri kullanan İran ve yandaşı Şii
örgütlerin gerçekte ne denli bir tehdit unsuru olduğu, Ali
Sistani gibi en üst düzey Şii mercilerin dahi gerçekte nasıl
Sünni düşmanlığı üzerinde şekillenen bir fanatizm kurbanı
oldukları görülmüştü. Irak özelinde Şii terör örgütleri ve
İran destekli Irak hükümetinin Filistinli mültecilere yönelik
etnik temizlik ve inanılmaz korkunç katliamları da kayıt altına alınmaktaydı. Hamas gibi direniş
hareketlerin başarısı ve Filistinlilere yönelik katliamlarda İran-Şii rolünün açıkça belirmesi
Lübnan, Suriye, Irak ve bölgedeki milyonlarca Filistinli mülteciyi de doğal olarak etkilemekteydi.
Gelişmelerin tamamı İran ve uzantısı Hizbullahın
aleyhineydi. Lübnan içindeki Filistin Mülteci
kamplarına yönelik saldırılar olsun, Gazzeye yönelik
saldırılar olsun Siyonistlere karşı tek kurşun atmayan
Hizbullah’ın gerçekte katı bir Şii fanatizmi ile Velayeti
Fakih rejimini tesis etmekten başka amacı olmadığı
yönündeki kanaatler güçlendi. Yine uyuşturucu ticareti,
kara para aklaması gibi olaylarda yer alması da
güvenirlilik ve ahlakilik bağlamında Hizbi zor durumda
bırakmaktaydı.
Tüm yukarıda maddeler halinde belirtilen gerekçelerle iki Siyonist askeri ansızın kaçırıldı. 2006
yılında kaçırma eylemi yapıldı ve işgal hedeflerine sınırdaki sayıları az olan Sünni köylerinden
füze fırlatıldı! Lübnanlı Sünni Müslümanların yaşadığı köyleri canlı hedef olarak kullanan Hizb
böylece ilk olarak İsrail işgal güçlerinin sınırdaki bu köyleri vurmasını temin etti. İşgale karşı
direnenen Lübnan İhvanına mensup Fecr Kuvvetleri gibi silahlı direniş hareketlerinin
hiçbirisinin çatışmasına izin vermedi, engelledi. Sadece kendi bünyesinde savaşacaklarına izin
vereceğini söyleyen Hizbin bu güvenilmez ve ikircikli tavrına rağmen Sünniler toprakları
korudu.
Foto: Sünni Fecr Silahlı Kuvvetleri
Taktiksel anlamda başlatılan bu saldırı sınırlı bırakıldı, Bint Cibeyl gibi alanlarda şiddetli
saldırılar yaşandı. Binlerce atıldığı ifade eden uzun menzilli Grad, Katyuşa ve diğer yapım
füzelerin nereleri vurduğu halen muamma? Telavivi ve İsrail askeri hedeflerini vuracağını iddia
eden Hizbin fırlattığı binlerce füzenin nerdeyse hiçbir önemli havalimanı, istihbarat binası,
askeri mühimmat deposu veya stratejik hedefe isabet etmemesi neyle açıklanabilir? Beyrut
başta olmak üzere tüm Lübnan belki 50 yıl imarı ve yeniden inşayı gerektirecek kadar ciddi bir
İran Analiz / 2006 Lübnan Savaşının Arka Planı ve Yazılmayanlar
5/7
tahribat aldı. Lübnan halkının istemediği bu tehlikeli ve ateşli oyuna karar verip oynayanın
İran’ın uzantısı Hizb olduğu gerçeği çok iyi biliniyor.
SONUÇ OLARAK 2006 SAVAŞIYLA;
1- İran nükleer bomba çalışması ve muhtemel saldırılarla ilgili tartışmalar gündemden düşmüş,
2-Irak’taki Sünni soykırımı ve yoğun Şiileştirme faaliyeti dikkatlerden kaçmış,
3- Lübnan’da İHH başta olmak üzere Türkiye merkezli ve diğer
İslami-İnsani-Dini-Kültüre kuruluşların yoğun faaliyetlerinin
ve çalışmalarının içerdeki mezhebi-siyasi-sosyal dengeleri
değiştirmeye başladığı bilinmekteydi. Geç dönemde buna ciddi
ağırlığıyla TİKA’nın da katıldığı biliniyor. Tüm bunlar Hizbin
sözde başarısı ve silahının kutsanması nedeniyle sıkı kontrol
altına alındı, akamete uğratılıp çalışmalar yavaşlatılmaya
başlandı.
Zarar gören bölgelere yönelik örneğin Türkiye’de İHH, Deniz Feneri, Kızılay başta yüzlerce vakıf,
dernek bir araya gelerek 100 tırdan oluşan yardım kampanyası düzenlemişti. Bu yardımlardan
bölgede dağıtılmak istenenlerden bazılarına Şii Hizb örgütünün kendisinin dağıtmak istediği
kaydedildi. Kolilerin üzerine İran ile Hizbullah bayrakları konarak Türkiye-Katar-Suud, Körfez
ülkelerinden gelen yardımlar mezhepçi fanatizmin nasıl yürüdüğünün açık delili olarak ortaya
çıktı. Şimdi kendisine yardım edip kapıları açan Suriye halkını katleden Hizbullah teröristlerinin
medyası ve Türkiye’deki İran-Şii lobisi aracılığıyla İHH vd diğer yardım kuruluşlarını düşmanca
hedef alması da tekfirci Şii anlayışın mezhepsel düzlemde nerede durduğunun bir diğer kanıtı.
4- Lübnan içinde Hizbe yönelik şiddetli toplumsal, siyasal ve dini baskı; devlet kademelerine
sızıp İran-Esed rejimi lehine çalışmalarının ifşa olması gibi baskılar böylece hafifledi.
5- Irak ve Filistin direnişine yönelik yoğun teveccüh, Türkiye ve direnişi destekleyen Filistin
davasını savunan devletlere sevgi böylece kısmen Hizbe, İrana ve Şiilere kanalize edildi.
Gelişmeler sistematik bir Şii siyasetinin yürütüldüğünü
gözler önüne sermekteydi. 2008 Mayıs ayında Beyrut’u
işgal edip Sünni Vakıflar Divanını yakan, Sünnilere darbe
vuran Hizb, on binlerce Filistinlinin yaşadığı Nehrul Barid
kampının yerle bir edilmesinde kılını kıpırtmadı, dahası
destek oldu. Esed muhaberatının parmağının olduğu
bilinen sözde Fethul İslam adlı örgüte müdahele edeceği
iddiasıyla Lübnan ordusunun girdiği kamp yerle bir edildi.
BM kayıtlarına göre en az 27.000 kişi kaçtı.
Gazzeye yönelik katliamda yine kılını kıpırtmadı; dahası Lübnan içinden fırlatılmak üzere olan
füzeleri engelledi ve hadiseyi gerçekleştiren grubu Lübnan ordusuna teslim etti. İlerleyen
süreçte çoğunluk hükümetini darbeyle devirip azınlık hükümeti kurdurtan Hizbullah’ın Doha
Anlaşmasını ayaklar altına alıp Türkiye ve Katar’ın yoğun gayretlerini boşa çıkarması da
gözlerden ırak tutulmamalı.
Nihayetinde on binlerce militanı, çok sayıda füze ve mühimmat deposu ile ciddi bir paramiliter
askeri güç olan, devlet içinde devlet gibi çalışan Hizbin sıradan bir güç olmadığı, dünyadaki
birçok devletin ordusuna eşdeğer bir konumda olduğu gerçeği de not edilmeli. Direniş ekseni
hikayesinin somut anlamda İsrail’e bir tehdit olmadığı gerçeği aynı zemindeki Esed rejiminin
İran Analiz / 2006 Lübnan Savaşının Arka Planı ve Yazılmayanlar
6/7
mevcut durumu ile de ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde tüm askeri gücünü masum halka karşı
kullanmaktan çekinmeyen Esed’in zihniyet dünyasını benimseyen ve aynı paralelde hareket
eden Hizbin gücünü yakın gelecekte Lübnan’daki Sünnilere, Lübnan halkına, bölge halklarına ve
Türkiye’ye karşı çok rahatlıkla kullanabileceğini söylemek kehanet olmasa gerek!
Tüm yukarıdaki kısa süreli mevzi kazanımların tamamını Suriye’deki etnik temizlik ve soykırıma
tamamen destek vererek kaybeden İran rejimi ve Şii Hizbullah örgütünün Şam’daki NusayriBaas diktasının yıkılması ile akıbetini tehlikeli günlerin beklediği ise gayet aşikar olarak ortada
duruyor.
İran Analiz / 2006 Lübnan Savaşının Arka Planı ve Yazılmayanlar
7/7

Benzer belgeler

ESED` N L BNAN TER R STRATEJ S NE C DD DARBE

ESED`  N L  BNAN TER  R STRATEJ  S  NE C  DD   DARBE boyunca işgalci konumunda bulunduğu Lübnan’dan Esed güçleri çekilmek zorunda kaldı. Yine de uzun bir süre yer aldığı ülkede kendisine bağlı Alevi para-militer güçler, sosyalist-Baasçı bazı oluşumla...

Detaylı

EHLi SÜNNET GRUBU

EHLi SÜNNET GRUBU ilişkisini ortaya koyan komünistlerin yanı sıra bir diğer müttefik de arıyordu. 1971 yılında, Hafız Esad Suriye’de iktidara geçti. Nusayri olarak da bilinen Alevi mezhebine mensuptu. Bu mezhep İsla...

Detaylı

Irak isgali Direnis Aktorleri Hedefleri ve Iran Sii

Irak isgali Direnis Aktorleri Hedefleri ve Iran Sii başarılı birçok Irak direnişine dair haberi yayımlayan kanallar dahi nerdeyse 33 gün boyunca gündeminden Irak’ı çıkardı. Hakeza diğer medya kanalları da…Böylece Hizb-İran-Esed ittifakıyla yapılan v...

Detaylı