dilanlat21 - SARAY - Mustafa Elmas Arıcı Anadolu Lisesi
Transkript
dilanlat21 - SARAY - Mustafa Elmas Arıcı Anadolu Lisesi
MUSTAFA-ELMAS ARICI ANADOLU LİSESİ SAYI 21 ŞUBAT-MART 2016 A D I AŞ K . . . A l p a r s l a n Y I L M A Z — T ü r k D i l i v e E d e b i y a tı Ö ğ r e t m e n i Sahip olduğunuzu düşündüğünüz en değerli şey nedir bu hayatta? Ya da şöyle sorsak sahip olmayı arzuladığınız, sahip olursanız saadete erişeceğiniz şey nedir? Bir araba mı, bir ev mi, bir yazlık mı, bir kadın mı, yoksa bunların hepsini birden elde edebileceğinizi düşündüğünüz para mı? İnsanın yeryüzündeki en büyük gayesi mutluluksa bunlara sahip olmak sizi mutlu edecek midir? Peki bunlara sahip olmak için nasıl bir bedel ödemeyi uygun görürsünüz? Her şeyin bir bedeli varsa, ki vardır, sahip olmak istediğiniz bu şeylerin bedeli nedir acaba? Hadi bir başka pencere daha açalım: Bunlara gerçekten sahip olabilir misiniz? Yoksa kadim bilgiden haberdar değil misiniz? Terk edemediğiniz hiçbir şeye sahip olamazsınız. Sizin sandığınız şeylere sahip misiniz, yoksa onların kölesi misiniz? Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de “Kim yalnız dünya hayatını ve ziynetini isterse biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.” (Hûd, 15. ayet) diye buyurur. Yaşamdan ne istersen sunulur sana, ama bedelini de ödersin. Unutmamak lazım: Neyi istersen onun kölesi olursun. Öyle bir şey isteyin ki karşılığında bütün bir cihanı verin, bütün varlığınızı onun yolunda feda edin. Öyle bir şey olsun ki bu hiçbir pişmanlık duymayın, hatta bırakın pişmanlık duymayı mutluluğun anahtarını elinize geçirmiş olun. Eşrefoğlu Rumî bulmuş o anahtarı: Cihânı hîçe satmaktır adı aşk Döküp varlığı gitmektir adı aşk Ancak bu anahtara sahip olanın da ödemesi gereken bir bedel vardır. Vazgeçmesi gereken şeyler vardır. Herkesin her şeyi hak ettiğini düşündüğü bir zamanda kendini aşkı için feda etmeyi düşünecek birileri hala var mıdır acaba? “Ya benimsin ya toprağın!” diyerek sevdiğini mezara gönderen biri aşık mıdır gerçekten? Aşık, sevdiğini mi yoksa kendini mi feda etmelidir? Her şeyi kendi için isteyen biri ne kadar kendini sevgili uğruna feda edebilir, sevgili için bütün acılara göğüs gerebilir? Oysa aşkın ilk şartlarından biri elindeki şekeri (sükkeri) başkalarına (ayruğa) sunarken zehir (ağu) yutmayı göze almaktır. Elinde sükkeri ayruğa sunup Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk Aşk uğruna her türlü sıkıntıya, acıya katlanmanız gerekir. Bırakın katlanmayı bile isteye belalara atmanız gerekir kendinizi. İşte o zaman gerçekten arzuladığınız aşka kavuşmuş olursunuz. Belâ yağmur gibi gökten yağarsa Hiç kimse duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz.” SAYFA 2 Başını ana tutmaktır adı aşk Kendinizi ateşlere atmayı göze almanız gerekir bu uğurda. Pervanenin (kelebek, kepenek) muma aşkını bilirsiniz. Işığın etrafında dönüp duran pervane ancak o ateşi kucaklarsa muradına ermiş olur. Yanmayı göze almayan aşık olur mu hiç? Aşk ateşini içinde taşıyan aşığa, ne yapar ki dünyanın ateşi. O zaten için için yanmaktadır. Yürek yangınını söndürecek bir şey yoktur bütün varlığını sevgiliye feda etmekten başka. Bu âlem sanki oddan bir denizdir Ana kendini atmaktır adı aşk Hakikat bilgisine ulaşmış olanlar bilir ki sonsuz saadete ulaşmak isteyenlerin vücudunu aşkları uğruna fani kılmaları gerekir. Kendi varlığını feda etmeyi düşünmeyenin aşk ile işi olmaz vesselam. Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakîkat Vücûdu fâni etmektir adı aşk * * * * * * * Eşrefoğlu’nun mısralarındaki aşkın fazlasıyla abartılı olduğunu söyleyebilirsiniz. Bunun edebiyatın gereği olarak böyle ifadelendirildiğini de söyleyebilirsiniz. Ama şu gerçeği gözden uzak tutmamak gerekir: Aşkın kendisi zaten abartılı bir durumdur. Aşık olanlar bunu bilirler. Divan şiirindeki sevgili motifinden söz ederken öğrencilerimizin birçoğu bu aşıkları anlayamadıklarını, sevgilinin yoluna kurban olmayı hastalıklı bir hal olarak gördüklerini, aşığın mazoşist biri gibi göründüğünü söylerler. Sık sık sevgili değiştiren, yaz için ayrı, kış için ayrı bir sevgili hayal eden birinin divan şairlerinin şiirlerine konu ettikleri aşığı anlamalarını beklemek yanlış olur. Her şeyi çabucak tüketen insanlar doğal olarak aşkı da tüketeceklerdir. Aşk pazara düşerse tüketilmesi kaçınılmazdır zaten. Alınıp satılan bir şeyin de aşk olduğunu söylemek ne kadar doğru olur acaba. TDK sözlüğünde aşık, “bir kimseye veya bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun kimse” olarak tanımlanıyor. Aşığın sevgisi nor- DİL&ANLAT mal değil “aşırı” olmak durumunda, yoksa ona aşık diyemezsiniz. Yani aşk normal bir durum değil ki aşık da normal bir insan olsun. Aşk bir hastalık halidir aslında. Doğal olarak da aşık da aslında bir hastadır. Aşığın tek ilacı da aşkın kendisidir. Aşık derdine derman arayan biri değildir, derdinin aşkının dermanı olduğunun farkındadır. Aslında bu durumun bir dert olduğunu da biz düşünürüz, aşığın aşkından bir şikayeti yoktur. Asıl aşksız/dertsiz kalmak korkutur aşığı. Fuzuli unutulmaz mısralarında bunu şu şekilde dile getirmiş: Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır Yukarıdaki beyitte aşık, doktora “aşk derdinden hoşnut olduğunu, herhangi bir şikayeti olmadığını, kendisini iyileştirmek için derdine derman aramamasını, asıl onun vereceği dermanın helakına sebep olan bir zehir olacağını” söyler. Aşığı seyredenler onun hasta olduğunu düşünürler. Yoksa Mecnun’un ya da Kerem’in bir şikayeti yoktur, onlar hasta/dertli olduklarını düşünmezler, onlar için asıl dert aşksız/dertsiz kalmaktır. Bir an bile dertsiz kalmayı istemezler, dertsiz kalmak helak olmak demektir aşık için. O yüzden eskiler “Allah seni dertsiz bırakmasın.” diye dua ederlermiş. Çünkü insan olana dert lazım. Derdi olmayana insan mı denir? O yüzden aşk derdinden kurtulması için babası tarafından Kabe’ye götürülen Mecnun şöyle dua eder: Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni Bir dem bela-yı aşktan etme cüdâ beni (Ey rabbim beni aşk belası ile aşina kıl. Bir an bile beni bu aşk belasından ayırma.) Şöyle dediğinizi duyar gibiyim: “ İyi de senin anlattığın ilahi aşk kardeşim! Bizi aşar!” O zaman ben de şunu söyleyeyim: Yaratılanı sevemezseniz yaratanı hiç sevemezsiniz.Edirneli Emrî’nin beyitiyle bitirelim yazıyı: Sûfî mecaz anladı yâre muhabbetim Âlemde kimse bilmedi gitti hakîkatim SAYI 21 SAYFA 3 T E M M U Z S E S S İ Z L İ K L E R İ N D E H AYAT E ra y K A R A KO Ç — 1 0 / B Bir oturuş bir kalkış temmuz sessizliklerinin içinde. Ötede bazı hayatlar var. Ve bazı insanlar bu hayatları yaşıyorlar. Bense, sanki yaşamaktan habersiz, iş olsun diye nefes alıp veren bir canlıdan başka bir şey değilim. Yaşamak nasıl olur bilmem, hiç öğretmediler ki. Nasıl insanlar bir olur, sevinir, eğlenir, üzülür; bilmem. Bana bir soru soruverseniz hemen, şimdi; yok, vallahi de bilmem, bilemem. Şu an da yok. Belki de hiç olmayacak. Olsun. Hep bir sebep arar ya insan, korkar anlamlandıramadığından, ondan kaçar, yok sayar onu. Biz de böyle yapmışız, hayatın anlamını yok saymışız hep. Düşünmemişiz hiç onun üzerine. Kimse bilmiyor neden yaşadığını, önemi de yok zaten. Bu bir soru bile değil. Üstelik her şeyin bir anlamı olmak zorunda mı caÖmrüm her eylül aldığım ve her haziran attı- nım? Değil, elbette değil. ğım kitaplarla geçti. Ömrüm dediğim de öyle pek uzun değil, kısacık. Ben diyeyim on sekiz yirmi, siz deyin on beş yirmi iki. Pek yaşadığım da olmadı benim. Yalnızca o uzun yıllar arasında kısacık anlar, günler bazen, bazen saatler ya da birkaç dakika çocukluk dolu. Bazen tüm saflığım, bazen geç kalmış hayat dersleri, bazen kapımı çalmadan aralayıveren aşklar, hazırlıksız önüme geliveren ve kaçıp giden fırsatlar. Bir anda kendimizi yaşayıverir bulmuşuz, söylemişiz o beylik lafı: "Ben kendimi bildim bileli..." Bir anda kendimizi bilir olmuşuz da yaşamın hız trenine bir köşeden belki de ka- çak binmişiz, bir ıslık, bir türkü tutturmuş yolculuğa koyulmuşuz. O kadar hızlı olmuş ki her şey, biz kimiz, ne yapıyoruz, hayat nedir, yaşamaktaki amacımız nedir, o hedef koyduklarımız önümüze gerçekten önemli şeyler mi, bunları hiç mi hiç düşünmemişiz. Tempoya Nesini sevdim ki hayatın bu kadar yaşıyorum? Nesine tutuldum bu önemsiz yitirişler rulosunun? Bakın siz yine soru soruyorsunuz. Demiştim ya önceden: Bilmem, bilemem. Yaşadım öylece. Yaşamamın bir sebebi yoktu. ayak uydurmuşuz. Ama bilememişiz ki bir orkestra şefimiz yokmuş ve şu yitip giden, tekrarlanmaktan alışılagelmiş sıkılganlık şeridinde renkli ve tek kare bir fotoğraf bile olamayacakmışız bu tempoya ayak uydurmaya SAYFA 4 DİL&ANLAT çalışırsak. yapsın? Bencildir o, açgözlüdür, hep benim İşte, belki de ben ve hatta benden başkası ve/veya başkaları da varsa biz, bu karga ıslığına, acemi çobanın bu yavan türküsüne karşı kendi eserlerimizi vermeye, kendi tempomu- zu tutmaya ve kendi şarkımızı söylemeye çalışıyoruz. Kimi zaman şair misali hayat kısa, kuşlar uçsa da kimi zaman upuzun ve tekdüze, sessiz zamanlar arasında kendimizi düşünür bulmuşuz. Düşünmüşüz, okumuşuz, zamanla dalga geçmişiz yer yer, onu tiye almışız derler ya. Pek de bir beklentimiz olmamış hayattan. Bir iki kitap, bir fincan kahve ya da çay, akşamları televizyonda güzel diyendir kalabalıklar içinde. Ve an gelmiş bir tarihte şu köşeden bir çizgi çekmiş, "Aha!" demiş, "Şu çizgiden ötesi benim; geçemezsiniz!". Diğerlerinin de hoşuna gitmiş olacak ki bu, "Tamam ulan!" demişler, "Orası seninse burası da benim topal oğlan!" İşte böyle yaşayıp gitmişiz, bugünlere gelmiş, bencilliğimizden, açgözlülüğü- müzden ve kibrimizden yalnızlık batağına saplanıp kalmışız. Yalancı gülüşlere, yalancı düşüncelere, yok yere çabalanan anlamlandırmalara tahammülümüz kalmamış. de Sıkılmı- şız, belki bitmemişiz ama az kalmış, tükenecekmişiz. Kader demişken bir bir film, sessiz, huzurlu bir ortam, bazen bir- ara, öncesinde bir orkestra şefinin olmayışın- kaç ağaç ya da meyve bahçemizde, bir dost dan bahsetmiştim. Keşke olsa, değil mi? Kim herkesten yakın ve de varsa kaderimizde bir istemez tüm sorumluluğu yüklenen birisini? sevgili gülüşlerin her türlüsünden müstesna. Yaptığın her yanlışa bir ceza ve onu telafi et- Şimdi böyle sıraladım da size çok geliverdi değil mi tüm bunlar? Ama ya insanoğlu ne meye bir şans veren bir orkestra şefi... Gün gelir de kalabalıklar önünde o muhteşem tem- SAYI 21 SAYFA 5 posunu şefinin tutturamazsın olur ya, en çok tan vazgeçip kurdun arkasına sıralanan ve pe- ona kızılacaktır ve tabii o da en çok sana kıza- şi sıra onu takip eden koyunlar sürüsüne katıl- caktır. dılar. Elbette ki düşünmesini engelleyeme- Uzundan kısaya hayat insanın itaat altına girme, yönetilme, düşünmeme ve sorumluluk almama gibi tüm bu boşvermişlik ve vurdumduymazlıklarına gelemeyecek kadar ciddi bir şeydi. Ve insanoğlu dedi ki, "Daha şu kınımdaki kılıcın sorumluluğunu taşıyamayan ben, şu tarlamdaki buğdayın yenler olacaktı, oldu da. Boş veremediler bu kadar dünyayı, yaşamak için tek bir şansları vardı ve bunu haybeye harcayamazlardı. Tuttular zamanın kulağından, umudu da silkelediler bir iyice, o bitmiş tükenmiş adamı ayağa kaldırdılar, bir parça da tutkuyla yaşamaya dair, o hep canlı ama hep ezilmiş kadının sırtını he- sıvazladı- lar. sabını veremeyen, böylesine Artık uzun mu ciddi ve zor kısa mı, çakıllı bir hesabın mı düzgün mü altından nasıl olduğunu bile- kalkarım?" Bir medikleri suçlu buluver- yolda di hemen. Or- yürüyorlar. bir avare kestra şefi de zaten oradaydı. Hazır bekliyor- Tek bildikleri yolun ölüme çıkacağı. Ve bu du. Artık orkestra şefi adına insan insanı yö- ölümün öncesinde, yani o yolda yürüdükleri netecek, sömürecek, öldürecek ve insandan da müddetçe neyle karşılacaklarını bilmiyorlar. ötesi belki de yaşadığı tek dünyasını yok ede- Tüm bu anlamsızlıkların, bilinmezliklerin, cek, kâinata kafa tutacaktı.Tüm bu anormal- boşvermişliklerin içinde onlar da hayata boş likler ve saçmalıklar dünyasında, hayatın an- veriyorlar. At oltanı ustam, ne gelirse bahtına; lamsızlığı ve absürtlüğüne karşı akla yatkın hadi rastgele! bir cevap bulamayan ki zaten bulmak da istemeyen vurdumduymaz beyinler birey olmak- 12/7/'15 SAYFA 6 DİL&ANLAT M AV İ D a m l a A KÇ AY — 1 1 / D Denizi ilk kez ne zaman gördünüz? Gökten binip, 1 saatlik yola kat- yansıyan maviliğin içinde kaç kez yüzdünüz? lanmamaya gerekçe ola- Mavilikler demişken, gökyüzünde de yüzdü- bilir mi? Bir çocuktan nüz mü? denizin huzurunu esir- Ben, denizi, bakış açımı tam ortadan kesen gemek yanlış değil mi? ayın sudaki parıltısını ilk kez yedi yaşında Annemler denize gideceğimizi söylediğinde gördüm. Veya sekiz. Tam olarak bilmiyorum. nasıl bir tepki verdiğimi anımsamıyorum. Pı- O yüzden yedi kabul edeceğim. Heyecanlıy- narhisar'dan aktarmalı olarak İğneada'ya ge- dım, içim içime sığmıyordu, koyu gözlerim çecektik, bavuluma kıyafetlerimi kendim koy- daha bir mavi ışıldıyordu, küvetin içinde yüz- muş, kendi seçtiğim giysileri giymiştim. Üze- me alıştırmaları yapıyordum, denize girer gir- rime -zannediyorum ki- koyu pembe, Tweety mez yüzerim sanıyordum. baskılı bir tişört geçirmiştim. Ayağımda da Yedi yaşına kadar Kıyıköy'e bile gitmedik. meşhur kırmızı sandaletlerim. Neden bilmem. Arabamız yoktu, babam yıllık İşte böyle, o dört saatlik İğneada yolculuğun- izinlere çıkıyordu, o zaman diliminde de elle da milyon defa kusarak -araba yolculukları tutulur anılar oluşturmuyorduk. Maddi duru- midemi bulandırıyordu-, yine de etrafımda mumuz iyi değildi-bu 7 yıl içinde minibüse gördüğüm her şeyi özümsemeye çalışarak, hayatımda ilk defa uçurumlu, dönemeçli yollardan geçerek vardım oraya. Tarif edemeyeceğim kadar çocuksu bir heyecana kapılmıştım, annemler beni yatıştırmaya çalışmıyordu; sanırım hoşnuttular coşkumdan. O SAYI 21 zamanlar İğneada ölü bir tatil kentinden farksızdı, tek-tük mağaza vardı, birkaç midyeci, çay bahçesi. Hepsi bu. Yine de güzeldi. Yine de mavi, yeşil ve sıcak kum rengiydi her şey. Köşe başındaki mağazadan ilk bikinimi almıştık: koyu pembe, şirin bir bikini. Orada kaldığımız birkaç gün boyunca güneşten epey nasiplendim, bronzlaştım. Güzeldi her şey, en fazla dizime gelen suda boğulacağımı zannetmek güzeldi, ailemizden hiçbirinin yüzme bilmemesi güzeldi, güneşin tenimde bıraktığı sıcaklık güzeldi. Bizim tatillerimiz asla olaysız geçmez. Babamın kafasına güneş geçmesi üzerine hastalandığını, ateşinin çıktığını, gecenin bir saati annemin eczane aradığını hatırlıyorum. Her şeyi boş verip minnettar olmuştum annemlere, sonunda denizi görmüştüm, sonunda adımın hakkını verdiğimi düşünmüştüm belki de. De- nizde yüzme bilmeyen bir Damla, denizin içinde minicik bir su kütlesi; kendimi değersiz hissetmem gerekmez mi? Ne Yağmur'um, ne Deniz, ne de Okyanus; sadece ufak bir Damla'yım, hala yüzmeyi bilmeyen. Dönmeden önce son kez midye tava yemiştik, otobüse bindiğim andan itibaren hüzünle baktığımı anımsıyorum denize, denizden ayrılan bir Damla'ydım işte, kim bilir ne zaman görüşürdük yine. SAYFA 7 AH O ÇOCUKLUK E l ze m E LÇ İ N — 1 0 / B Ne oldu o eski günlere, sokaklarda kendini kaybedercesine oyun oynayan, annesinin "Ezandan önce evde ol" sözüyle bir saniye bile geç kalmadan eve gelen, acıktığında bir dilim salçalı ekmeğe mutlu olan çocuklar. Ne mi oldu? Yerini elinde telefonla kendini kaybeden, sırf bilgisayar oynamak için evden çıkmayan, bir yere gitmek için ailesine sormaya bile tenezzül etmeyen, hiçbir yemeği beğenmeyen çocuklar. Her yeni gelen nesil geçmiş nesilleri aratıyor. İnsanoğlu dünya gibi durmadan değişir, hareket halindedir. Her geçen yıl, yüzlerimiz, karakterlerimiz, hayata bakış açılarımız değişir. Bu değişimin sebebi nedir kimse bilmez. Belki aile, belki çevre, belki kıskançlık, belki de "sadece ben" arzusu. Sebebi her ne olursa olsun değişen dünyaya karşı ayak uydurma çabamız, doğru sandığımız yanlışlar her ne kadar farkında olmasak da bizlere zarar veriyor. Mümkünse hep eski zamanda çocuk olmak isterdim. İnsan çocukken hayatın gerçek zorluklarını bilmez ve sanki bir masalda yaşıyormuş gibi hisseder kendini. Ben hep Noel Baba'nın yılbaşına ağacının altına hediye getirip bıraktığına inanırdım, çünkü ben ve kardeşim orada hep hediye bulurduk. İste çocukluk böyle bir şey, hayatta bazı şeylerin olup olmadığını biliyorsun fakat hiç biriyle uğraşmıyorsun. Bence her çocuğun hayalinde, kalbinde ya da aklında çocukluğu güzel bir anı olarak kalır. Benim Noel Babam vardı, ya sizin? SAYFA 8 DİL&ANLAT AİT OLDUĞUNUZ YER Ebru DOĞU — 10/B İnsanoğlu rahatına düşkündür. Öyle ki bazen ğin, beşiğidir limanı. giyeceğimiz kıyafetin rahat olması, güzel ol- İçinde küçük oyuncak- masının önünde gelir. Rahat olduğumuz kaza- larıyla en korunaklı yu- ğın içinde mutlu oluruz. Giydiğimiz daracık bir vadır onun için. Köyde T-shirt ün ya da şalvar gibi bir pantolonun ver- doğup büyüyen, yıllarca köyde yaşayan biri diği pişmanlık, küçük bir çocuğun en sevdiği için çok zordur şehir hayatına ayak uydur- krakerin sonuncusunu istemeyeceğini düşünüp mak. Dev binaların arasında, tanımadığı bin- "ister misin?" diye sorduğunda, arkadaşının lerce suretin gölgesinde kaybolmuş hisseder verdiği "isterim" cevabından sonra yaşadığı kendini. Kendi müzik listesindeki şarkılarla pişmanlıkla eş değerdir. yaşar insanlar. Onların dünyasında o tarz Kendimizi ait hissettiğimiz yerde mutlu oluruz. mevcuttur. Aynı zamanda kişiliğini de yansı- İki beden büyük T-shirtünde mutluyken, içine tır bu parçalar. Okuduğu kitapların sayfaları- zorla girdiği tayt pantolonunda da mutludur na kurarlar evlerini. Onlar sorumludur mısra- genç kız. İki yüz elli metre kare evinde nefes larından. Noktasını da virgülünü de onlar ko- alamazken, iki oda bir salon evinde eşini bula- yar. Sevinçlerine ya da öfkelerine ünlemi, mamanın üzüntüsünü yaşar Şükran teyze. Her merak ettiklerine soru işaretini onlar koyar. insan kendi adasında mutludur. Kafası attığın- Hepimizin dünyası ayrıdır. Beklentilerimiz da, morali bozulduğunda sığındığı liman farklı- umut ettiklerimiz ayrı. Ait hissettiğimiz yerde dır. Annesine öfkelendiğinde bilgisayarına mutlu oluruz. Bazen birinin fikirlerine ait his- hapseder kendini küçük çocuk. Bilgisayarı ve sederiz kendimizi, bazen de birinin kalbine. çevresi gizli bir fanusla kaplıdır sanki. Hiçbir Küçük bir kuş kafesinde güvendeyken, baba- şeyi duymaz, umursamaz. Huzur doludur orası, sının kollarında korkusuzca dans eder kız ço- sessiz ve sakin. Sevgilisinden ayrıldığında bü- cukları. O kabuğu kırıp dış dünyaya açılmak yükannesinin kollarında bulur kendini genç zordur. Başkalarının kurallarıyla, istemediği- kız. Onun küçücük, sıcak evinde ağlar. Büyü- miz bir hayatı yaşamak zor. Yeni yılda başka kannesi sığınağıdır onun. Bir diğeri dört katlı başka adalarda değil, ait olduğunuz bir adada AVM'de delicesine alışveriş yaparken mutlu- yaşamanız dileğiyle.. dur. Her şeyden habersiz beş aylık Elif bebe- SAYI 21 SAYFA 9 V E T E R İ N E R H E K İ M H Ü S E Y İ N U Ğ U R A R I K AYA İ L E M Ü L A K AT Ay s u Ayd ı n — B e n g i s u A K TA Ş — S e n ay Ku r t u l u ş Biz öğrenciler mesleğimizi elimize almak için H. U. Arıkaya: İstanbul Üniversitesinden me- uzun bir yoldan geçeriz ve bu yolda hangi mes- zunum. leği seçeceğimize dair düşünmek için uzun zamanlarımız olur. Bizler de istedik ki, kafasında hala bir meslek oluşmamış veya veteriner he- Senay: Bildiğim kadarıyla bu bölüm yük- kimliği hakkında soru işaretleri olan arkadaşla- sek puanla alıyor, bu bölümü kazanmak rımız varsa Saray veterinerlerinden, Veteriner için lise yıllarınızda nasıl çalıştınız? Hekim Hüseyin H. U. Arıkaya: Uğur Arıkaya ile Şimdi çok yüksek yaptığımız puanla katla müla- almıyor, arkadaşları- hatta puanları ba- mıza ufak da olsa ya düştü. Bizden bir yol açalım. So- öncekilerin zama- rularımızı büyük nında, ilk yüzde bir içtenlikle ce- birlik, yüzde ikilik vaplayan dilimdeymiş, Sayın bi- Hüseyin Uğur Arı- zim girdiğimizde kaya’ ya bize za- 12 fakülte vardı, man ayırdığı için yüzde ya beşlik ya altılıktı. Şimdi yüzde on çok teşekkür ediyoruz. birlerin, on ikilerin altına düştüğünü duydum. Bengisu: Öncelikle aslen nerelisiniz? 31 tane fakülte olmuş yani artık veterinerlik fakültesine girmek çok zor değil, neye göre H. U. Arıkaya: Eskişehirliyim. zor değil hekimsin sonuçta hekimliğe göre çok zor değil ama şöyle bir sıkıntı var ki gör- Aysu: Hangi üniversiteden mezunsunuz? düğü değeri ilgiyi hak etmiyor aslında. 31 tane fakülte var okuması çok zor, girmesi çok SAYFA 10 DİL&ANLAT kolay. Yani bizim fakülteyi bitirmek çok zordur, puanı düşük diye girmemek lazım çünkü biyoloji olduğu için, ezber olduğu için, hekimlik olduğu için, Latincedir zaten, bitirmesi çok zordur. Senay: Bölümünüzü okurken ne gibi zorluklarla karşılaştınız? H. U. Arıkaya: Bilinçli gitmediğim için, Latinceymiş yani ben bilmeden normal üniversi- te okumak için gittim, ben sandım ki üniversiBengisu: Bu bölümü isteyerek mi okudu- teyi kazanacağım ondan sonra kendi kendine nuz? bitecek ama öyle değil çok zormuş. Bilinçsiz H. U. Arıkaya: İsteyerek okumadım, yani gitmişim kendime üzüldüm yani. ben İstanbul’ da bir fakülte tutsun diye girdim ama kişiliğime göre iyi ki veteriner hekim ol- muşum çünkü hekimlik kutsal bir meslek ama bizim maalesef rehberlik olarak, bilinç olarak, Bengisu: Kaç yıldır bu işi yapıyorsunuz? H. U. Arıkaya: Yedi yıldır. öğretmenlerimiz o zaman, şimdi nasıldır bilmiyorum da çok bilinçlendirmiyorlardı. 17-18 yaşında üniversiteye giriyorsun. Açıkçası 17 yaşında çok da bilinçli girmiyorsun. Bizim puanımız nereye yettiyse biz oradan tercih Aysu: Size gelen ilk hastanız hangi hayvandı? Hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız bize biraz anlatabilir misiniz? ettik, İstanbul’ da büyükşehirde okumak için H. U. Arıkaya: Biz ilk önce çiftliklere staja girdim. gittik, inekti, inek doğumuydu. Hatta o zamana kadar çok zor geliyordu da o doğumu, o buzağıyı görünce çok kutsal bir meslek oldu- Aysu: Bu bölümü okumak istediğinizi söy- ğunu anladım. İyi ki dedim bu mesleği seçmi- lediğinizde ailenizin tepkisi ne oldu? şim. Hocamızın yanında durduk sadece biz, H. U. Arıkaya: Aileler de çok bilinçli değil, ama iyi ki bu mesleği seçmişim çünkü sonun- aile 4 yıllık bir yer okusun da, onlara reklam da bir emek bir başarı var. olsun da, ya mühendislik ya hekimlik. Aileler çok bilinçli değil ki. Senay: Hayvanlarla ilgilenmek nasıl bir duygu? SAYI 21 SAYFA 11 H. U. Arıkaya: Ben hayvanlara çok düşkün girersin, ben ilk önce üniversite okumak için biri değildim, mesleğin içine girdikten sonra girdim sonra da para kazanmak için veteriner hayvanları sevdiğimi anladım. Ama yine söy- hekimliği yapıyorum. Allah’ a şükür kazanı- lüyorum, bir işi başardığında çok büyük haz yoruz. duyduğun için bizim meslekte Allah’ a şükürler olsun tedaviye sonuç aldığın için, doğuma gidip buzağıyı gördüğün için ya da bir tohum- Aysu: İlk hayvanı kaybettiğinizde neler lamayı yapıp da sonunda verim aldığın için, hissettiniz? sonu güzel olduğu için çok zevkli bir meslek. H. U. Arıkaya: Çok ayrı bir sorumluluk zaten, sen orda hiçbir şey düşünmüyorsun can oldu- Bengisu: Veterinerliğe hangi hedeflerle başlamıştınız ve hedeflerinize ulaşabildiniz mi? ğunu düşünüyorsun bir de herkes senden bir şeyler bekliyor, bir çare, bir bekleyişte olduğu için çok büyük üzüntü duyuyorsun. Ama sonra da şöyle bir düşünceye dönüşüyor, insan H. U. Arıkaya: Her gencin olduğu gibi, yani ölümü bile olduğu için sen elinden geleni sizin de hayaliniz üniversite okumaktır. Ne yaptığına inanıyorsan sonrasında çok büyük bölüm olursa olsun iyi bir bölüm olsun diye bir üzüntü duymuyorsun, çünkü canlı bu bi- SAYFA 12 DİL&ANLAT zim de çalışma imkânlarımız belli, hastane ko- Aysu: Mesleğinizin gelecekteki durumu ne- şullarında çalışmıyoruz. Ahırda ne kadar temiz dir? ortamda çalışabilirsin, ne kadar düzgün yapabilirsin, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorsun sonuç alamazsan da ticari kaybın olduğu için ya kesime gönderiyorsun ya da ona göre bir değerlendirme yapıyorsun. H. U. Arıkaya: Şu an üniversite sayısı arttı ama yeterli donanımda mezun vermiyorlar. O da rekabeti azaltıyor, donanımlı veteriner mezun olmadığı için ilerleme azalıyor. Her şey para kazanmak ya da üniversite okumak değil 31 tane veterinerlik fakültesi olmuş bu kadar Senay: Mesleğinizin zor ve kolay yanları nelerdir? fakülteden mezun olunduğunda çok donanımlı mezun olmuyorsun, öyle olunca da çok faydalı olmuyorsun. H. U. Arıkaya: Çok zor, gecesi gündüzü yok, sağlık sektörü olduğu için hiç izin diye bir şey yok 7 gün 24 saat telefon başında bekliyorsun. Senay: Veterinerlik mesleğini tercih etme- Gecen gündüzün yok, doğum genelde gece mizi önerir misiniz? Cevabınızın nedenini olur, hastalık genelde gece olur, yorgunluk gibi belirtir misiniz? bir şeyin yok, özel hayatın yok, hem çabalaman hem koşturman lazım. İyi yanı ne: Ne olursa olsun ortaya bir eser çıkartıyorsun, biri- lerine faydalı oluyorsun, bir haz duyuyorsun, bu kadar işsizlik varken, bu kadar sıkıntı varken iş sıkıntısı çekmiyorsun. H. U. Arıkaya: Kesinlikle tercih etmenizi öneririm. Bir kere kutsal bir meslek, insanlığa faydası var, insan var olduğu sürece hayvan var olmak zorunda. Biz insanlık için çalışıyoruz sonuçta. Tedavi ettiğimiz hayvan da gıda olarak da size dönüyor, insanlara dönüyor. Çok da severek yapılabilecek bir meslek ve Bengisu: Veterinerlik size neler kazandırdı? bayanlar içinde çok uygun bir meslek. Dışardan öyle gözükmez ama bizim mesleğimiz H. U. Arıkaya: İnsanlarla diyalog kazandırdı, gıda sektöründe de vardır. Pet olarak kedi kö- iletişim kazandırdı, çevremi genişletti, topluma pekte de vardır. İnsanın olduğu hayvanın ol- yararlı olmayı gösterdi, vatana millete bir artın duğu her şeyde veteriner hekimlik vardır. Ke- oluyor. Bu da en büyük sevinç. sinlikle öneririm. SAYI 21 SAYFA 13 BİZ İNSANIZ Ay s u AY D I N — 1 1 / B Biz umudu yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı yen, kendi derdimiz- ile öğrendik. Sınırımızın olduğunu gökkuşa- den başka dert görme- ğın yedi renk olmasıyla fark ettik ve kurallara yen insanlardık. yedi renge asla sekizincinin eklenmeyeceğini duyduğumuz gün inandık. Aslında biz hep biraz çocuktuk. Hatta çoğunlukla oyuncağı elindeki çocuklara imrenirdik. Biz kim miy- Ama illa ki biraz çocuktuk. Belki de hep ondan ötürüydü kıskançlığımız. Oyuncağını bir başkasıyla paylaşmak istemeyen çocuk bencilliği vardı üzerimizde. dik? Biz büyüklerdik. Çocukken oynadığımız Hayata karşı hep hunharca oyuncaklara ayakta zorunda maskeleri belki de bundandı olan, her sabah evden çık- onlara olan düşkünlüğümüz, madan yüzüne maske tak- belki sessiz sinema oynama- mak zorunda kalan, evden yı özlemiştik daha okuma işe koşuşturan, iki dakika yazma bilmediğimiz devir- durup arkamıza bakmaya lerdeki gibi. Ondandı olup vakit bulamayan, bir daha bitenlere karşı suskunluğu- asla tahterevalliye bineme- muz. durmak yecek olan kişilerdik. benzetiyorduk Fakat bir şeyler vardı değişeceğine inandığımız. Kurak Evet, biz bencildik. Elimizdekini asla bir başkasıyla paylaşmayan, yardı- toprakların yerinde hep şelaleler hayal ediyor- ma ihtiyacı olandan kaçan, dip komşumuzu duk. Silah seslerinin yerini notalar alıyordu dahi tanımayan, her sabah yanından geçtiği- rüyalarımızda. Çünkü biz insandık; biri diğe- miz bakkala selam vermeyen, başkası görecek rine muhtaç olan, tek elle bir şey yürüteme- diye birçok şeyi çantada saklayandık. yen iki ayaklı varlıklardık. Ancak birlik olun- Evet, biz adaletsizliktik. Beğenmediğini çöpe atan ve bunu çöpten toplayacakları düşünme- ca umut doğururduk, güneş gibi parlar ve sesimizi duyururduk. * * * * * * SAYFA 14 DİL&ANLAT UTANÇ YAĞDIRAN KIŞ donmuştum. Okuma yazma bilmediği ortadaydı. Birde üzerine kızının benim yaşlarım- Yaklaşık iki sene önceydi. Günlerden çarşambaydı. Havalar soğumaya başlamış kış gelmişti. Kış gelir de mont ve bot hazırlıkları başlamaz mı? Tabi ki başlamıştı ve bu hazır- lık bizde de mevcuttu. Bir öğlen arası annem ile buluşup bana bot almak üzere sözleşmiştik. Ertesi gün öğlen okuldan çıktığımda annem beni kapıda bekliyordu. Kol kola girdik ve da olduğunu söylediği an gözüm dolmaya başlamıştı bile. Mehmet Abi ise bu paraya mağazada bot bulamayacağını bugünün çarşamba olduğunu ve Saray'ın pazarından bakması gerektiğini söyledi. Annem ile birbirimize bakıyorduk. “Acaba yardım etsek yanlış anlar mı?” diye konuşuyorduk gözlerimizle. Tabi bir yandan da ben ağlamamak için dişle- Mehmet Abi'ye doğru yola koyulduk. Mehmet ğı, gittiğini an- dır. En eski ladım. Annem ayakkabıcılar- ayakkabıyı pa- dan da diyebi- Tamamdı. Uzun ikilemler sonrası bir tanesinde kara kılmıştım. Kahverengi deri bir bottu. Tam ayakkabıyı kutulattıracağımız sırada içeriye bir kadın girdi. Ortalama kırk beş yaşla- rındaydı. Elinde bir terlik ve yirmi Türk lirası vardı. Terliğin numarasını göstererek kızının bu numarada ayakkabı giydiğini kış yaklaştığı için komşuların ona elindeki parayı verip kızına bot almasını söylediğini, söyledi. O an Kapıya orada olmadı- ayakkabıcısı- Numaralarını isteyip, denedim bir hevesle. dum. ğümde kadının ailemizin rer girmez gözüme birkaç model çarpmıştı. sıkıyor- doğru döndü- Abi lirim. İçeri gi- rimi ketlettirirken ben hala dişlerimi sıkıyor, ağlamamam konusunda kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Annem sıkı bir pazarlık sonucu botları 120 liradan 100 liraya indirmişti. O an beynimde sürekli aynı soru dolanıyordu. Benimle yaşıt bir kız ben 100 liralık bot giyerken 20 lık bot aramayı hak ediyor mu? Dükkândan çıkar çıkmaz gözyaşlarımı serbest bıraktım. İnanın ne kadar ağladığımı hatırlamıyorum. O öğlen yemek bile yiyememiştim. İşte o günü hiç unutamıyorum. SAYI 21 SAYFA 15 2015-6 B e n g i s u A K TA Ş — 1 1 /A Yaptığımız 10 saniyelik geri sayım mıdır, Mehmet yoksa yaşadığımız 365 gün müdür yeni yıl? raz'ın suçu neydi peki İşin özü değişen son rakamdan umut bekle- adaleti araması mı? mek midir, ya da umudun kendisi olmak mıdır yeni bir senede? Geçmişte yaşadıklarımızın devamı mıdır yeni yıl, yoksa yeni başlan- Selim Ki- 14 Haziran 2015, Suriyeli mültecilere ülkemizin kapısını açtığımız tarih. gıçlara meydan okumak mıdır? 2 Eylül mü? '' İnsanlık kıyıya vurdu '' etiketini 10 saniyeyle girdik 2015' e, değişen son rakamdan umut bekledik günlerce, geçmişin görmüşsünüzdür. İşte o gün bir çocuğun cansız bedenin kıyıya vurduğu gündü. devamı olduk 2015' te de. Peki, ne kattı 2015 bize, bulduk mu aradığımızı, son rakam verdi mi bize hayallerimizi? Son rakamdan umut bekleyen insanlar, cevap ver- meyin, ben anlatayım: 2015' te 170 ten fazla şehit verdiğimiz, 271 kadının erkek şiddetinin kurbanı olduğu, sayısız ölümün ya- şandığı ve bombaların patladığı ne yazık ki kaçınılmaz gerçekler arasında. 11 Şubat' ta bir kızın hayatını çaldı 2015. Neydi Özgecan' ın suçu, minibüste son yolcu olarak kalmak mı? Türkiye' de bayan olmak mı? Oysa biz değişen rakamın dünyayı değiştirebileceğine inanmıştık. Peki, neden böyle oldu? Nasıl oldu da insan olduğumuzu unuttuk? Aslında cevap basit, biz hep umudu bekledik, Tarihler 17 Şubat' ı gösterirken bu seferde Gazeteci Nuh Köklü kartopu oynarken bıçaklanarak öldürüldü. Suçu da, kartopunun bir esnafın camına isabet etmesiydi. 31 Mart 2015 ise bize bir savcı kaybettirdi. umudun kendi benliğimizde saklandığını hiç fark edemedik. Sadece 1 Ocak sabahına gülümseyerek uyandık biz, oysa her yeni güne gülümseyerek uyanmak da vardı seçenekler arasında. Diyeceksiniz ki hep mi kötü şeyler SAYFA 16 yaşadık biz? Hayır, güzel anlarımızda oldu, ortak değerlerimizle gurur duyduğumuz anlar DİL&ANLAT KIZ İSTEME Ya s e m i n ÖZ K A N — 1 1 / B da yok sayılamayacak kadar fazla ve yeri geldiğinde bizler gerçekten çok mutlu da olduk. Ama söz konusu olan bir canlının verdiği son nefes ise, geriye dönüp baktığımızda iyi şey- ler ne kadar çok ve güzel olursa olsun o an ki gülümsememiz yüzümüze yayılamıyor ne yazık ki. Sizden istediğim bu seneye farklı girin, mesela gülümsetilmeyi beklemeyin, gülümseyin, gülümsetin, varsın size deli desinler. Son ra- kama ve ya kişilere bağlamayın umudunuzu, çareyi başkalarında aramayın çünkü en çaresiz anınızda bile çare ''siz''siniz, bunu unutmayın. Başaramadığınızda bir daha deneyin, bir kez daha başarısız olabilirsiniz ama iyi tarafından bakın, denemiş olursunuz ve emin olun denemek denememekten her zaman için çok daha iyidir, en azından ileride keşke deneseydim demezsiniz. Yeni yılda kurtarıcı beklemeyin, kendi kurtarıcınız olun. Bana göre yeni bir yıl ancak bu şekilde bizim yılımız olur. Dilerim ki 2016' da kahkahalarımız ve gözyaşlarımız arasındaki umudu fark ederiz, böylece 2016 insanlığın tekrar sahneye çıktığı yıl olabilir. Mutlu yıllar... Köyümüzdeyiz. O gün amcamın sevincine diyecek yoktu. Akşam kız istemeye gidecektik. Arabaya bindik, tam yola çıkıyorduk ki araba çalışmak bilmedi. Aksi ya o günü buldu. Ee köy yerindeyiz. Benzinci şehrin derinliklerinde. Allahtan ya kız evi o kadar da uzak değil 45 dk. (!). Tabanlara kuvvet çıktık yola. Tabi bizim başçavuşumuz babaannem (Bu arada babaannem iki dizinden ameliyatlı.) 45 dakikalık yol oldu mu sana 1,5 saat. Allahım ölüm. Sağ salim vardık, Allah’ın izniyle oturduk, başladılar muhabbete. Komşu ziyaretine mi geldik, akraba ziyaretine mi? Neyse uzun zaman sonra dedem konuya girmeyi başardı. Kız istendi. Karşı tarafta bize ilk önce alacaklar listesini sonra da kızı verdiler. Hayırlısıyla bu da bitti derken yengem kahveleri yapmış getirdi tabi tuzlu kahveyi de. Tuzlu kahveyi ayırt etmek için kahve tabağının üstüne pul gibi bir şey koymuşlar. Yengem içeri geldi, kahveleri dağıttı. Tabi ortada tuzlu kahve yok. Bakalım tuzlu kahve kimin bahtına düşecek derken acı bir inleme duyuldu. İnlemenin sahibi babaannemden başkası değildi. Babaannem, daha ilk günden "Bu gelin beni zehirleyecek herhalde." dedi. Meğerse o pulu yengemin annesi, kahvenin üstüne gübür(toz) uçtu diye almış. O gün aksilikler peşimizi bırakmadı ama güzel bir hatıra olarak kaldı. O günleri yâd ettikçe hala hep beraber gülüyoruz. SAYI 21 SAYFA 17 ÇARESİZLİK NEDİR? Elif ÇELİK— 11/B Çaresizlik… Marka takıntısı varken istediği yeltendiği gece oto- marka ayakkabıyı giyemeyen ya da sevgili- garda namus cinaye- sinden ayrılıp depresif şarkılar dinleyip kendi- tine sini bir odaya hapsedenlerin ağzından düşme- biri çaresiz. Kardeşi yen kelime. amansız bir hastalığa Çaresizlik nedir ? Bedenimizin bir odaya hap- yakalandığında akrabalarından ve çevresinden solması mıdır yoksa ruhumuzun sonu olma- yeterli desteği göremediği için hırsızlık yap- yan kurban giden maya bir karanlığa mecbur göçmesi kalan mi? ağabeydir çare- Çaresizlik siz. Koca nedir biliyor dayağın- mu- dan sun aslın- nalıp ba- da çaresiz 800 ba evine lira maaş alıp 300 liralık doğalgaz faturasını ödeyemediği için kendini asan babadır çaresiz. Engelli çocuğuyla her dışarı çıktığında çocuğunun özgürce yürüyen, koşan, zıplayan çocuklara bakarken gözyaşlarını içine akıtan annedir çaresiz. Öpe koklaya askere uğurladığı oğlunun bayrağa sarılı tabutuna sarılıp aklını kaybeden annedir çaresiz. On yaşından beri bu- sığındığında babası ve ağabeyleri tarafından öldüresiye dövülen kadındır çaresiz. Torunu yaşında çocuklara titrek elleriyle kâğıt mendil satmaya çalışırken kalp krizi geçiren ve bir saat ambulans gelmesini bekledikten sonra ağzı kö- pürerek ölen seksen yaşındaki dededir çaresiz. kendi evinde her gece tecavüze uğrayan ve Siz öyle sevgilinizden falan ayrılınca çaresiz daha fazla dayanamadığı için evden kaçmaya kalıyorsunuz, biraz halinize şükretmeyi bilin. SAYFA 18 DİL&ANLAT * * * * TUZLU KAHVE uzun sohbet sonrası amcam sorduğu "Allah'ın emri peygamberin kavliyle...." sorusuyla bütün dikkatleri üzerine topladı. Yine uzun bir Bundan üç dört yıl kadar öncesiydi. Sanırım ben de on iki on üç yaşlarındaydım. Şiddetli bir soğuğu olan Şubat ayıydı aynı zamanda benim için özelliği olmayan bir gün. Ama kuzenim için aynı şey söylenemezdi. Sabahın köründe kargalar kahvaltısını etmeden kendisi öğle yemeğini yedi. Daha bir "Günaydın!" bile diyemeden kapıyı çekti ve evden çıktı. Öğle vaktine doğru elinde büyük bir gül demeti ve güzelce süslenmiş çikolata tepsisiyle eve geldi. Her şey yolunda gidiyordu ya da ben çok rahattım bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şey var o da kuzenimin çok heyecanlı olmasıydı. Heyecanının sebebi evliliğe ilk adım sayılabilecek akşam ki kız isteme töreniydi. Vakit geldi. Ve evden çıktık. Oraya vardığımızda ben bile heyecanlıydım. Selamlaşmanın ardından heyecanımı kontrol altına aldım ve sohbetin içine katıldım. İkramlar ve sessizlik sonrası amcamın sorusunu onaylayan cevabı duyunca hepimize bir rahatlık gelmişti. Adet yerini bulsun deyerek Türk kahveleri yapıldı ve ikram edildi. Kahve fincanını ağzıma götürene kadar çok mutluydum çünkü on iki on üç yaşlarında biri olarak büyüklerle kahve içmek bana kendimi büyük hissettirmişti. Kah- vemden bir yudum almamla tükürmem bir oldu. Herkes anlamsız bir şekilde baktı. Sehpanın deki üstün- suyumdan bir yudum aldım ve kahvemin tuzlu olduğunu anlattım. Galiba kuzenime verilmesi gereken tuzlu kahve bana verilmişti. Herkes benimle birlikte kahkaha atmaya devam etti ve gece sonuna kadar aklımıza geldikçe güldük. Şimdilerde de her görüşmemizde bu hatıranın konusu açılır ve uzun soluklu kahkahalarla yine o günü anarız. SAYI 21 SAYFA 19 H E P G Ü Z E L L İ K L E R İ YA Ş AYA S I N … M e l i ke D E M İ R C İ O Ğ LU — 1 1 / B O gün hayatımın diğer günleri gibi fazlasıyla geldi. Kardeşim, ben sıradan olacak sanıyordum. Fazlasıyla yanıl- ve kuzenim birliktey- mışım. Günlerden 7 Kasım. Yıl 2009. Doğum ken grup şeklinde oy- günümün üstünden iki gün geçmişti. Kalktım nayamıyorduk. Kader ve hafta sonu olmasına rağmen arkadaşlarım- gelince dört kişi olduğumuzdan ikiye ayrıldık. la okul bahçesinde top oynamaya gittim. Çün- Gruplar Kader ve ben, kardeşim ve kuzenim kü evimi babamın halaları işgal etmişti ve be- şeklindeydi. Oyun şuydu salıncağın iplerini ni fazlasıy- eşit miktar- la sıkıştır- da belleri- mışlardı. O mize dola- gün yacak belir- arka- daşlarımla li bir uzak- beraber lıktaki grup çok eğlen- eşimizin diğimi ha- elindeki tırlıyorum. tahta parça- O gün ku- larını ala- zenim bize gelecekti. Kuzenimin adı Begüm. caktık. Bir süre bol kahkahalarla bu oyunu Annem bizi doyurdu ve ayak bağı olmayalım oynadık. Sonra kuzenimin canı sıkıldı ve be- diye evin önüne saldı. O zamanlar evimizin lindeki ipi söküp eve ilerdi. Ben küçükken önünden yol geçmiyordu. Yani bir nevi çık- fazlasıyla yapışık biriymişim. Sevdiğim in- maz sokakta oturuyorduk. Evin önüne baba- sanların sürekli peşinden dolaşırmışım. Kuze- mın biz çok seviyoruz diye yaptırdığı salın- nim oyunu bıraktı diye bende oyunu bıraktım cakta sallanıyorduk. Daha önce sallanırken fakat belimdeki ipi unuttum. Yere sabitli ol- bir şekilde zincirlerini çıkartıp ip bağlamıştık mayan salıncak belimdeki ipi unutarak hare- zincir yerine. İşimiz gücümüz zararmış. Ken- ket ettiğim için üzerime devrildi. Sadece üze- dimi bildim bileli tanıdığım Kader adlı arka- rime devrilirkenki görüntüsünü hatırlıyorum. daşım annesinden izin alıp bizimle oynamaya Sonrası kapkaranlık. SAYFA 20 DİL&ANLAT Kader adlı arkadaş olay mahallînden kaç- beni bayıltın diye yalvardığımı hatırlıyorum. mış. Kuzenim ve kardeşim eve girerken salın- Fazlasıyla gülünçmüşüm. Çerkezköy'e gittik. cağın düşme sesini duymuşlar benim halimi Tabi beni ambulansla götürdüler. Annemle görünce evin giriş kapısını kırarcasına çalmış- babam ise arkadan arabayla geldiler. Ambu- lar ve anneme benim düştüğümden bahset- lanstaki hemşireden korkup sus pus olmuş- mişler. Annemde benim bisikletten düştüğü- tum. Tomografi çekilmeden önce hiç nefes mü sanmış. Fakat beni görünce şoka uğramış. almamam söylendi. Almamaya çalıştım. Be- Annem alnımın ortasından kulağıma kadar bir yin cerrahını çağırdılar. Cerrah bana bazı so- yarıkla ve bolca kan ile karşılaşmış. Annem o rular sordu ve yaramı inceledi. Sonra alnımı günden bahsederken alnın dört parmağım gi- dikeceğini ve şimdilik bir sorun olmadığını recek kadar açıktı der. Annem söyledi. Beni acildeki bir odaya babanneme babama telefon et- aldılar yüzümün üzerine bir bez mesini söylemiş. Babannem te- kapatıp alnımın uyuşması için laş yapıp babamı arayamayınca bir madde sürdüler ve alnımı annem içeri girip babamı aramış, diktiler. Alnımı dikerken doktor babannem ve eltisi gelip benim ile hemşirenin sıradan bir iş ya- başımda ağlaşmışlar. Babannem pıyorlarmış gibi muhabbet ettik- başındaki tülbenti daha fazla kan lerini hatırlıyorum. Kafam dikil- kaybetmeyeyim dikten sonra tetanoz aşısı yaptı- diye kafama sarmış. Beş dakika baygın kalmışım zaten. lar. Aşının yapılma nedeni ise alnımı yaran Ayıldığımda babannem ve eltisi başımda ağlı- salıncağın demirden olmasıydı. Bir süre orda yorlardı. Gözlerim direk gökyüzüne bakıyor- kalıp serumun bitmesini bekledik. Sonra beni du. Babannem solumdaydı ve yaraya tampon tekerlekli sandalyeye bindirip arabaya götür- yapıyordu. Vücudumu babanneme çevirip ba- düler. Oradan da eve gittik. banneme galiba hayatımda ilk defa babanne Aslında babamın kuzeni olan benim hala diye seni çok seviyorum dedim. Babannemde hay- hitap ettiğim Güler halam bana o gün gittiği kırışlar başladı zaten. O sırada babam geldi. kitap fuarından bana kitap imzalatmıştı. Kitap Ben yarı baygın haldeyken hastaneye gittik. tam salıncağın benim üzerime düştüğü sıralar- Babam ileride alnımda iz kalmasın diye başka da imzalanmıştı. İmza ise aynen şu şekilde: bir hastanede alnımın dikilmesini istedi. Ben "Hep güzellikleri yaşayasın..." çok korkmuştum o sırada. Kafamı dikerseniz SAYI 21 SAYFA 21 DİDİM D a m l a A KÇ AY — 1 1 / D Aydın’ın en gözde ilçelerinden biri olan Di- Bodrum'a gitmek için dim. Buraya gelmeden önce yaklaşık 14 saat adres süren –ki bana asırlarmış gibi gelen- yolculu- minibüs şoförleri de el- ğum sırasında gözlemlediklerimi aktarsam lerinden geldikçe yar- sanırım iyi bir başlangıç yapmış olurum. dım etmeye çalışıyor. Öncelikle Aydın, Türkiye’nin en kalabalık Aydın’dan Didim’e geçmek için de yaklaşık 2 yirminci şehri olmakla beraber, turistik açıdan saat yol kat ettikten sonra, Altınkum’a gitmek gelişmiş ve inciriyle ünlü bir yer. Yolda, cad- için dolmuşa bindik, kalacağımız pansiyonu dede veya aklınıza gelebilecek her yerde öğle sularında bulduk. Altınkum, Didim’in en ‘günlük, taze incir’ satan insanlar görüyorsu- popüler mahallesi ve aynı zamanda en geliş- nuz. Aydın Terminali’nde incirden yapılmış miş. Öyle ki Altınkum’dan çıktığınız an so- birçok lezzet de mevcut; incir lokumu-üzeri kaklar vasatlaşıyor, o turistik havadan çıkıyor, Hindistan ceviziyle kaplanmış incir ezmesi- , binaların bakımsızlığı göz yoruyor. çikolatalı incir, cevizli incir. Hâlihazırda aktif olan bir incir araştırma enstitüsü bile mevcut. Eklemek gerekirse, incirden sonra, en çok Aydın’ın meşhur şiş kebaplarının reklamı yapılmış. Öyle ki bir yerden sonra şiş kebap ya- sorup duruyor, Sadece pansiyonların bulunduğu birkaç arka sokak varmış, günün üçte birini otobüste geçirdikten sonra öğlen güneşinin altında mantık yürütmeyi unutuyor, esnafa yol soruyorsunuz. Pek yardımcı oldukları söylenemez. zısı gördüğümde içime sıkıntılar çökmeye başladı. Yol kenarlarında Suriyeli mülteciler Didim’e ayak bastığım ilk an fark ettiğim şeylerden biri, sahilinin İzmir Kordon’u andırıyor oluşu. Bir diğeri ise turistlerin %90’ının İngiliz olması; her yerde, her yerde ve her yerdeler. Restoranların çoğunda neredeyse Türkçe yazı bulamıyorsunuz, çünkü her şey turist odaklı yapılmış –esnafı suçlaya- SAYFA 22 DİL&ANLAT mam- , ve yemek fiyatları normalin üç katı. Yiyecekler gerçekten çok pahalı, orta halli bir aileyseniz ve bir topu- nun 3 lira olduğunu bilmeden o şahane, içinde mandalinalıdan tutun da ananaslıya kadar en az elli çeşit dondurma olan standa giderseniz, ça soğuk. Anemikseniz daha da soğuk. Yine ödemeniz gereken fiyatı öğrendiğinizde küla- de herkes halinden memnun, deniz kenarında hı elinizden düşürebilirsiniz. Ya bir adet lah- yürüyüp ayak izlerinin kumdaki yansımasını macunun 15 lira olduğunu söylesem? Açsa- görmek çok hoş, su, haşlanmış mısır, çikola- nız, doymuşsunuzdur. Bana sorarsanız kimse talı açma ve simit satan gençler sürekli hare- iki adet lahmacuna 30 lira vermesin, 1807’de ket halinde. İnsanlara gelince, beyaz ırktan bir Çanakkale Operasyonu’nda Gelibolu’yu işgal insan ne kadar bronzlaşabilirse o kadar bronz- eden İngilizler bile! laşmış, anneannemin görse ‘gündüz feneri’ Hediyelik eşya satan bir sürü dükkân var; üzerinde Didim yazan magnetler, düşkapanla- yakıştırmasını yapacağı insanlar görüyorsu- nuz. Benim tabirimle; bronzlaşmada zirve. rı, biblolar, çantalar, aksesuarlar ve daha neler Geceleri ‘Barlar Sokağı’ diye adlandırılan o neler! Özellikle güneş batmaya başladıktan upuzun yolda sokak çalgıcılarının sesiyle bar- sonra sokaklar kalabalıklaşıyor ve kendinizi o lardan gelen müziğin sesi birbirine karışıyor- eğlenceli turizm çemberinin içinde buluyorsu- ki sokak çalgıcılarının samimiyeti çok daha nuz; kalabalıkla yürümeye başlıyorsunuz ve güzel- , iki adımda bir ‘türkü bar’ görmek sonra, zaten yapacak bir şeyler bulmak çok mümkün, turistler bu barlara oldukça meraklı kolay. ‘Öğle vakti denize girmeyin’ çağrısına görünüyor, hatta ‘çiğ köfte partili türkü bar’ kimse uymuyor gibi, plaj tüm gün boyunca bile gördüm. tıklım tıklım, öyle ki plaj çantanızı koymaya yer bulmak bile ayrı bir dert. Deniz ise olduk- Sadece hediyelik eşyalar değil; kıyafetler, geleneksel tatlar, korsan kitapçılar, mavi tur- SAYI 21 SAYFA 23 gemiyle adaları dolaşıp yüzebileceğiniz, tüm birçok önemli kralın da ziyaret ettiği yapı, gününüzü ayırmanız gereken bir gezi paketi- dünyanın üçüncü büyük tapınağı olma özelli- reklamları yapan insanlar, portrenizi çizebile- ğini taşıyor. Çok büyük olmasına rağmen, ta- cek ressamlar... Bütçenize uygun bir şey mut- pınağın inşaatı bir türlü tamamlanamamış. laka çıkıyor. Saydıklarımın hepsini bu meşhur Zaten tapınağa giriş yaptığınızda çatlak sura- Barlar Sokağı’nda bulabilmek insanı neşelen- tıyla sizi karşılayan Medusa Heykeli ve hara- diriyor. beye dönmüş taşlar, insanın ilgisini uyandırı- Sabah üçe kadar eğlence mekânlarının sesi yor. hiç kesilmiyor. Dilek fenerleri, denizin tam Apollon Tapınağı, bir nevi antik hazine. Tapı- karşısında kalan lunaparkın rengârenk ışıkla- nakta ‘Kehanet Avlusu’ olarak adlandırılan rının su yüzeyindeki valsi; görülmeye değer. yerde, zamanında kâhinler yeteneklerini ser- Didim’de Barlar Sokağı’ndan sonra görülme- si gereken bir yer daha var: Apollon Tapınağı. Bu devasa yapı, Aydın’ın Söke İlçesi’ndeki Yenihisar Köyü’nde bulunuyor. Zamanında gilermiş. Tapınak, günümüzde yerli-yabancı birçok turistin ziyaret ettiği –inşaat ustalarının maaşları ödenemediği için- tamamlanamamış, yine de görkemli kabartmalarıyla göz dolduran tarihi bir mekân. İBRETLİK Gönlünden Geçeni Gör! Hapishanede günlerini sayan iki mahpus birlikte duvara bir delik delerler. Deliği sadece başlarının sığacağı kadar genişlettiklerinde, hadi dışarı bir bakalım, derler. Önce biri başını delikten dışarı uzatır ve ekşimiş bir yüz ifadesiyle, "Çok kötü ağabeyciğim, çok kötü!" der. "Her taraf çamur, sis… Göz gözü görmüyor." Diğeri şaşırır ve başını dışarı uzatır. Bakar, bakar… Ve hayran bir yüz ifadesiyle; "Muhteşem!" der. "Muhteşem bir gökyüzü, ağaçlar, bulutlar, kuşlar çiçekler var…" Hayatta nereye bakarsanız onu görürsünüz. Gözlerinizi çevireceğiniz yer de kalbinizin rotasının nereye yöneldiğine bağlıdır. Dümeninizi kontrole alarak, umudunuzu kuşanarak, hayallerinizi de peşinize takıp deniz- lere açılmak için önce sizi engelleyen tüm halatları çözmelisiniz. Yüreğimiz bakıp da göremediğiniz, görüp de el erdiremediğiniz tüm düğümlere küçük dokunuşlar yapar. Onları anında çözemez belki ama alternatif çözüm yolları sunarak en doğrusuna karar vermeniz için yol gösterir. Hazır cevaplar vermek yerine, unuttuğumuz soruları hatırlatır. En önemlisi, pırıl pırıl bir gökyüzü ve çamur kaplı bir yeryüzünde gözlerinizi yükseklere çevirme cesaretini göstermemizi ister. Seçim sizin! Unutmayın, gönlümüzden geçeni görür, kalbimizin söylediğine inanırız. Sonunda, gördüklerimiz ve inandıklarımız oluruz! (Merhaba Hayat Ben Geldim—Adem Özbay) Dergiyi Hazırlayan: Alparslan YILMAZ Baskı: Vildan BAYRAM Yayın Kurulu: Alparslan YILMAZ Ebru DOĞU Bengisu AKTAŞ Aysu AYDIN OKUL MÜDÜRÜ: Mustafa Celal KILIÇMAN Telefon: (0282) 768 65 22 Faks: (0282)768 25 51 E-posta: [email protected] Yayın İletişim Kulübü www.sarayanadolu.meb.k12.tr