dilanlat21 - SARAY - Mustafa Elmas Arıcı Anadolu Lisesi

Transkript

dilanlat21 - SARAY - Mustafa Elmas Arıcı Anadolu Lisesi
MUSTAFA-ELMAS ARICI ANADOLU LİSESİ
SAYI 21
ŞUBAT-MART 2016
A D I AŞ K . . .
A l p a r s l a n Y I L M A Z — T ü r k D i l i v e E d e b i y a tı Ö ğ r e t m e n i
Sahip olduğunuzu düşündüğünüz en değerli şey
nedir bu hayatta? Ya da şöyle sorsak sahip olmayı arzuladığınız, sahip olursanız saadete erişeceğiniz şey nedir? Bir araba mı, bir ev mi, bir yazlık mı, bir kadın mı, yoksa bunların hepsini birden elde edebileceğinizi düşündüğünüz para mı?
İnsanın yeryüzündeki en büyük gayesi mutluluksa bunlara sahip olmak sizi mutlu edecek midir?
Peki bunlara sahip olmak için nasıl bir bedel
ödemeyi uygun görürsünüz? Her şeyin bir bedeli
varsa, ki vardır, sahip olmak istediğiniz bu şeylerin bedeli nedir acaba? Hadi bir başka pencere
daha açalım: Bunlara gerçekten sahip olabilir
misiniz? Yoksa kadim bilgiden haberdar değil
misiniz? Terk edemediğiniz hiçbir şeye sahip
olamazsınız. Sizin sandığınız şeylere sahip misiniz, yoksa onların kölesi misiniz? Yüce Allah
Kuran-ı Kerim’de “Kim yalnız dünya hayatını
ve ziynetini isterse biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir
eksikliğe uğratılmazlar.” (Hûd, 15. ayet) diye
buyurur. Yaşamdan ne istersen sunulur sana,
ama bedelini de ödersin. Unutmamak lazım: Neyi istersen onun kölesi olursun. Öyle bir şey isteyin ki karşılığında bütün bir cihanı verin, bütün
varlığınızı onun yolunda feda edin. Öyle bir şey
olsun ki bu hiçbir pişmanlık duymayın, hatta bırakın pişmanlık duymayı mutluluğun anahtarını
elinize geçirmiş olun. Eşrefoğlu Rumî bulmuş o
anahtarı:
Cihânı hîçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
Ancak bu anahtara sahip olanın da ödemesi gereken bir bedel vardır. Vazgeçmesi gereken şeyler
vardır. Herkesin her şeyi hak ettiğini düşündüğü
bir zamanda kendini aşkı için feda etmeyi düşünecek birileri hala var mıdır acaba? “Ya benimsin ya toprağın!” diyerek sevdiğini mezara gönderen biri aşık mıdır gerçekten? Aşık, sevdiğini
mi yoksa kendini mi feda etmelidir? Her şeyi
kendi için isteyen biri ne kadar kendini sevgili
uğruna feda edebilir, sevgili için bütün acılara
göğüs gerebilir? Oysa aşkın ilk şartlarından biri
elindeki şekeri (sükkeri) başkalarına (ayruğa)
sunarken zehir (ağu) yutmayı göze almaktır.
Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk
Aşk uğruna her türlü sıkıntıya, acıya katlanmanız gerekir. Bırakın katlanmayı bile isteye belalara atmanız gerekir kendinizi. İşte o zaman gerçekten arzuladığınız aşka kavuşmuş olursunuz.
Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Hiç kimse duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz.”
SAYFA 2
Başını ana tutmaktır adı aşk
Kendinizi ateşlere atmayı göze almanız gerekir
bu uğurda. Pervanenin (kelebek, kepenek) muma
aşkını bilirsiniz. Işığın etrafında dönüp duran pervane ancak o ateşi kucaklarsa muradına ermiş
olur. Yanmayı göze almayan aşık olur mu hiç?
Aşk ateşini içinde taşıyan aşığa, ne yapar ki dünyanın ateşi. O zaten için için yanmaktadır. Yürek
yangınını söndürecek bir şey yoktur bütün varlığını sevgiliye feda etmekten başka.
Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ana kendini atmaktır adı aşk
Hakikat bilgisine ulaşmış olanlar bilir ki sonsuz
saadete ulaşmak isteyenlerin vücudunu aşkları
uğruna fani kılmaları gerekir. Kendi varlığını feda
etmeyi düşünmeyenin aşk ile işi olmaz vesselam.
Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakîkat
Vücûdu fâni etmektir adı aşk
*
*
*
*
*
*
*
Eşrefoğlu’nun mısralarındaki aşkın fazlasıyla
abartılı olduğunu söyleyebilirsiniz. Bunun edebiyatın gereği olarak böyle ifadelendirildiğini de
söyleyebilirsiniz. Ama şu gerçeği gözden uzak
tutmamak gerekir: Aşkın kendisi zaten abartılı bir
durumdur. Aşık olanlar bunu bilirler.
Divan şiirindeki sevgili motifinden söz ederken
öğrencilerimizin birçoğu bu aşıkları anlayamadıklarını, sevgilinin yoluna kurban olmayı hastalıklı
bir hal olarak gördüklerini, aşığın mazoşist biri
gibi göründüğünü söylerler. Sık sık sevgili değiştiren, yaz için ayrı, kış için ayrı bir sevgili hayal
eden birinin divan şairlerinin şiirlerine konu ettikleri aşığı anlamalarını beklemek yanlış olur. Her
şeyi çabucak tüketen insanlar doğal olarak aşkı
da tüketeceklerdir. Aşk pazara düşerse tüketilmesi kaçınılmazdır zaten. Alınıp satılan bir şeyin de
aşk olduğunu söylemek ne kadar doğru olur acaba.
TDK sözlüğünde aşık, “bir kimseye veya bir şeye
karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun
kimse” olarak tanımlanıyor. Aşığın sevgisi nor-
DİL&ANLAT
mal değil “aşırı” olmak durumunda, yoksa ona
aşık diyemezsiniz. Yani aşk normal bir durum
değil ki aşık da normal bir insan olsun. Aşk bir
hastalık halidir aslında. Doğal olarak da aşık da
aslında bir hastadır. Aşığın tek ilacı da aşkın kendisidir. Aşık derdine derman arayan biri değildir,
derdinin aşkının dermanı olduğunun farkındadır.
Aslında bu durumun bir dert olduğunu da biz düşünürüz, aşığın aşkından bir şikayeti yoktur. Asıl
aşksız/dertsiz kalmak korkutur aşığı. Fuzuli unutulmaz mısralarında bunu şu şekilde dile getirmiş:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır
Yukarıdaki beyitte aşık, doktora “aşk derdinden
hoşnut olduğunu, herhangi bir şikayeti olmadığını, kendisini iyileştirmek için derdine derman aramamasını, asıl onun vereceği dermanın helakına
sebep olan bir zehir olacağını” söyler. Aşığı seyredenler onun hasta olduğunu düşünürler. Yoksa
Mecnun’un ya da Kerem’in bir şikayeti yoktur,
onlar hasta/dertli olduklarını düşünmezler, onlar
için asıl dert aşksız/dertsiz kalmaktır. Bir an bile
dertsiz kalmayı istemezler, dertsiz kalmak helak
olmak demektir aşık için. O yüzden eskiler
“Allah seni dertsiz bırakmasın.” diye dua ederlermiş. Çünkü insan olana dert lazım. Derdi olmayana insan mı denir? O yüzden aşk derdinden kurtulması için babası tarafından Kabe’ye götürülen
Mecnun şöyle dua eder:
Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüdâ beni
(Ey rabbim beni aşk belası ile aşina kıl. Bir an
bile beni bu aşk belasından ayırma.)
Şöyle dediğinizi duyar gibiyim: “ İyi de senin anlattığın ilahi aşk kardeşim! Bizi aşar!” O zaman
ben de şunu söyleyeyim: Yaratılanı sevemezseniz
yaratanı hiç sevemezsiniz.Edirneli Emrî’nin beyitiyle bitirelim yazıyı:
Sûfî mecaz anladı yâre muhabbetim
Âlemde kimse bilmedi gitti hakîkatim
SAYI
21
SAYFA 3
T E M M U Z S E S S İ Z L İ K L E R İ N D E H AYAT
E ra y K A R A KO Ç — 1 0 / B
Bir oturuş bir kalkış temmuz sessizliklerinin
içinde. Ötede bazı hayatlar var. Ve bazı insanlar bu hayatları yaşıyorlar. Bense, sanki yaşamaktan habersiz, iş olsun diye nefes alıp veren bir canlıdan başka bir şey değilim. Yaşamak nasıl olur bilmem, hiç öğretmediler ki.
Nasıl insanlar bir olur, sevinir, eğlenir, üzülür; bilmem. Bana bir soru soruverseniz hemen, şimdi; yok, vallahi de bilmem, bilemem.
Şu an da yok. Belki de
hiç olmayacak. Olsun.
Hep bir sebep arar ya
insan, korkar anlamlandıramadığından, ondan kaçar, yok sayar onu.
Biz de böyle yapmışız, hayatın anlamını yok
saymışız hep. Düşünmemişiz hiç onun üzerine. Kimse bilmiyor neden yaşadığını, önemi
de yok zaten. Bu bir soru bile değil. Üstelik
her şeyin bir anlamı olmak zorunda mı caÖmrüm her eylül aldığım ve her haziran attı-
nım? Değil, elbette değil.
ğım kitaplarla geçti. Ömrüm dediğim de öyle
pek uzun değil, kısacık. Ben diyeyim on sekiz
yirmi, siz deyin on beş yirmi iki. Pek yaşadığım da olmadı benim. Yalnızca o uzun yıllar
arasında kısacık anlar, günler bazen, bazen
saatler ya da birkaç dakika çocukluk dolu.
Bazen tüm saflığım, bazen geç kalmış hayat
dersleri, bazen kapımı çalmadan aralayıveren
aşklar, hazırlıksız önüme geliveren ve kaçıp
giden fırsatlar.
Bir anda kendimizi yaşayıverir bulmuşuz,
söylemişiz o beylik lafı: "Ben kendimi bildim
bileli..." Bir anda kendimizi bilir olmuşuz da
yaşamın hız trenine bir köşeden belki de ka-
çak binmişiz, bir ıslık, bir türkü tutturmuş
yolculuğa koyulmuşuz. O kadar hızlı olmuş ki
her şey, biz kimiz, ne yapıyoruz, hayat nedir,
yaşamaktaki amacımız nedir, o hedef koyduklarımız önümüze gerçekten önemli şeyler mi,
bunları hiç mi hiç düşünmemişiz. Tempoya
Nesini sevdim ki hayatın bu kadar yaşıyorum? Nesine tutuldum bu önemsiz yitirişler
rulosunun? Bakın siz yine soru soruyorsunuz.
Demiştim ya önceden: Bilmem, bilemem. Yaşadım öylece. Yaşamamın bir sebebi yoktu.
ayak uydurmuşuz. Ama bilememişiz ki bir
orkestra şefimiz yokmuş ve şu yitip giden,
tekrarlanmaktan alışılagelmiş sıkılganlık şeridinde renkli ve tek kare bir fotoğraf bile olamayacakmışız bu tempoya ayak uydurmaya
SAYFA 4
DİL&ANLAT
çalışırsak.
yapsın? Bencildir o, açgözlüdür, hep benim
İşte, belki de ben ve hatta benden başkası
ve/veya başkaları da varsa biz, bu karga ıslığına, acemi çobanın bu yavan türküsüne karşı
kendi eserlerimizi vermeye, kendi tempomu-
zu tutmaya ve kendi şarkımızı söylemeye çalışıyoruz. Kimi zaman şair misali hayat kısa,
kuşlar uçsa da kimi
zaman
upuzun
ve
tekdüze, sessiz zamanlar arasında kendimizi düşünür bulmuşuz. Düşünmüşüz,
okumuşuz, zamanla
dalga geçmişiz yer
yer, onu tiye almışız
derler ya. Pek de bir
beklentimiz olmamış
hayattan. Bir iki kitap, bir fincan kahve
ya da çay, akşamları
televizyonda
güzel
diyendir kalabalıklar içinde. Ve an gelmiş bir
tarihte şu köşeden bir çizgi çekmiş, "Aha!"
demiş, "Şu çizgiden ötesi benim; geçemezsiniz!". Diğerlerinin de hoşuna gitmiş olacak ki
bu, "Tamam ulan!" demişler, "Orası seninse
burası da benim topal oğlan!" İşte böyle yaşayıp gitmişiz, bugünlere gelmiş, bencilliğimizden,
açgözlülüğü-
müzden ve kibrimizden yalnızlık batağına saplanıp kalmışız.
Yalancı
gülüşlere,
yalancı düşüncelere,
yok yere çabalanan
anlamlandırmalara
tahammülümüz
kalmamış.
de
Sıkılmı-
şız, belki bitmemişiz
ama az kalmış, tükenecekmişiz.
Kader demişken bir
bir film, sessiz, huzurlu bir ortam, bazen bir-
ara, öncesinde bir orkestra şefinin olmayışın-
kaç ağaç ya da meyve bahçemizde, bir dost
dan bahsetmiştim. Keşke olsa, değil mi? Kim
herkesten yakın ve de varsa kaderimizde bir
istemez tüm sorumluluğu yüklenen birisini?
sevgili gülüşlerin her türlüsünden müstesna.
Yaptığın her yanlışa bir ceza ve onu telafi et-
Şimdi böyle sıraladım da size çok geliverdi
değil mi tüm bunlar? Ama ya insanoğlu ne
meye bir şans veren bir orkestra şefi... Gün
gelir de kalabalıklar önünde o muhteşem tem-
SAYI
21
SAYFA 5
posunu şefinin tutturamazsın olur ya, en çok
tan vazgeçip kurdun arkasına sıralanan ve pe-
ona kızılacaktır ve tabii o da en çok sana kıza-
şi sıra onu takip eden koyunlar sürüsüne katıl-
caktır.
dılar. Elbette ki düşünmesini engelleyeme-
Uzundan kısaya hayat insanın itaat altına girme, yönetilme, düşünmeme ve sorumluluk
almama gibi tüm bu boşvermişlik ve vurdumduymazlıklarına gelemeyecek kadar ciddi bir
şeydi. Ve insanoğlu dedi ki, "Daha şu kınımdaki kılıcın sorumluluğunu taşıyamayan ben,
şu tarlamdaki
buğdayın
yenler olacaktı, oldu da. Boş veremediler bu
kadar dünyayı, yaşamak için tek bir şansları
vardı ve bunu haybeye harcayamazlardı. Tuttular zamanın kulağından, umudu da silkelediler bir iyice, o bitmiş tükenmiş adamı ayağa
kaldırdılar, bir parça da tutkuyla yaşamaya
dair, o hep canlı ama hep ezilmiş kadının sırtını
he-
sıvazladı-
lar.
sabını veremeyen, böylesine
Artık uzun mu
ciddi ve zor
kısa mı, çakıllı
bir
hesabın
mı düzgün mü
altından nasıl
olduğunu bile-
kalkarım?" Bir
medikleri
suçlu buluver-
yolda
di hemen. Or-
yürüyorlar.
bir
avare
kestra şefi de zaten oradaydı. Hazır bekliyor-
Tek bildikleri yolun ölüme çıkacağı. Ve bu
du. Artık orkestra şefi adına insan insanı yö-
ölümün öncesinde, yani o yolda yürüdükleri
netecek, sömürecek, öldürecek ve insandan da
müddetçe neyle karşılacaklarını bilmiyorlar.
ötesi belki de yaşadığı tek dünyasını yok ede-
Tüm bu anlamsızlıkların, bilinmezliklerin,
cek, kâinata kafa tutacaktı.Tüm bu anormal-
boşvermişliklerin içinde onlar da hayata boş
likler ve saçmalıklar dünyasında, hayatın an-
veriyorlar. At oltanı ustam, ne gelirse bahtına;
lamsızlığı ve absürtlüğüne karşı akla yatkın
hadi rastgele!
bir cevap bulamayan ki zaten bulmak da istemeyen vurdumduymaz beyinler birey olmak-
12/7/'15
SAYFA 6
DİL&ANLAT
M AV İ
D a m l a A KÇ AY — 1 1 / D
Denizi ilk kez ne zaman gördünüz? Gökten
binip, 1 saatlik yola kat-
yansıyan maviliğin içinde kaç kez yüzdünüz?
lanmamaya gerekçe ola-
Mavilikler demişken, gökyüzünde de yüzdü-
bilir mi? Bir çocuktan
nüz mü?
denizin huzurunu esir-
Ben, denizi, bakış açımı tam ortadan kesen
gemek yanlış değil mi?
ayın sudaki parıltısını ilk kez yedi yaşında
Annemler denize gideceğimizi söylediğinde
gördüm. Veya sekiz. Tam olarak bilmiyorum.
nasıl bir tepki verdiğimi anımsamıyorum. Pı-
O yüzden yedi kabul edeceğim. Heyecanlıy-
narhisar'dan aktarmalı olarak İğneada'ya ge-
dım, içim içime sığmıyordu, koyu gözlerim
çecektik, bavuluma kıyafetlerimi kendim koy-
daha bir mavi ışıldıyordu, küvetin içinde yüz-
muş, kendi seçtiğim giysileri giymiştim. Üze-
me alıştırmaları yapıyordum, denize girer gir-
rime -zannediyorum ki- koyu pembe, Tweety
mez yüzerim sanıyordum.
baskılı bir tişört geçirmiştim. Ayağımda da
Yedi yaşına kadar Kıyıköy'e bile gitmedik.
meşhur kırmızı sandaletlerim.
Neden bilmem. Arabamız yoktu, babam yıllık
İşte böyle, o dört saatlik İğneada yolculuğun-
izinlere çıkıyordu, o zaman diliminde de elle
da milyon defa kusarak -araba yolculukları
tutulur anılar oluşturmuyorduk. Maddi duru-
midemi bulandırıyordu-, yine de etrafımda
mumuz iyi değildi-bu 7 yıl içinde minibüse
gördüğüm her şeyi özümsemeye çalışarak,
hayatımda ilk defa uçurumlu, dönemeçli yollardan geçerek vardım oraya.
Tarif edemeyeceğim kadar çocuksu bir heyecana kapılmıştım, annemler beni yatıştırmaya çalışmıyordu; sanırım hoşnuttular coşkumdan. O
SAYI
21
zamanlar İğneada ölü bir tatil kentinden farksızdı, tek-tük mağaza vardı, birkaç midyeci,
çay bahçesi. Hepsi bu. Yine de güzeldi. Yine
de mavi, yeşil ve sıcak kum rengiydi her şey.
Köşe başındaki mağazadan ilk bikinimi almıştık: koyu pembe, şirin bir bikini. Orada
kaldığımız birkaç gün boyunca güneşten epey
nasiplendim, bronzlaştım. Güzeldi her şey, en
fazla dizime gelen suda boğulacağımı zannetmek güzeldi, ailemizden hiçbirinin yüzme bilmemesi güzeldi, güneşin tenimde bıraktığı
sıcaklık güzeldi.
Bizim tatillerimiz asla olaysız geçmez. Babamın kafasına güneş geçmesi üzerine hastalandığını, ateşinin çıktığını, gecenin bir saati annemin eczane aradığını hatırlıyorum. Her şeyi
boş verip minnettar olmuştum annemlere, sonunda denizi görmüştüm, sonunda adımın
hakkını verdiğimi düşünmüştüm belki de. De-
nizde yüzme bilmeyen bir Damla, denizin
içinde minicik bir su kütlesi; kendimi değersiz hissetmem gerekmez mi? Ne Yağmur'um,
ne Deniz, ne de Okyanus; sadece ufak bir
Damla'yım, hala yüzmeyi bilmeyen.
Dönmeden önce son kez midye tava yemiştik,
otobüse bindiğim andan itibaren hüzünle baktığımı anımsıyorum denize, denizden ayrılan
bir Damla'ydım işte, kim bilir ne zaman görüşürdük yine.
SAYFA 7
AH O ÇOCUKLUK
E l ze m E LÇ İ N — 1 0 / B
Ne oldu o eski günlere,
sokaklarda kendini kaybedercesine oyun oynayan, annesinin "Ezandan
önce evde ol" sözüyle bir
saniye bile geç kalmadan
eve gelen, acıktığında
bir dilim salçalı ekmeğe
mutlu olan çocuklar. Ne mi oldu? Yerini elinde telefonla kendini kaybeden, sırf bilgisayar
oynamak için evden çıkmayan, bir yere gitmek için ailesine sormaya bile tenezzül etmeyen, hiçbir yemeği beğenmeyen çocuklar.
Her yeni gelen nesil geçmiş nesilleri aratıyor.
İnsanoğlu dünya gibi durmadan değişir, hareket halindedir. Her geçen yıl, yüzlerimiz,
karakterlerimiz, hayata bakış açılarımız değişir. Bu değişimin sebebi nedir kimse bilmez.
Belki aile, belki çevre, belki kıskançlık, belki
de "sadece ben" arzusu. Sebebi her ne olursa
olsun değişen dünyaya karşı ayak uydurma
çabamız, doğru sandığımız yanlışlar her ne
kadar farkında olmasak da bizlere zarar veriyor.
Mümkünse hep eski zamanda çocuk olmak
isterdim. İnsan çocukken hayatın gerçek zorluklarını bilmez ve sanki bir masalda yaşıyormuş gibi hisseder kendini. Ben hep Noel
Baba'nın yılbaşına ağacının altına hediye getirip bıraktığına inanırdım, çünkü ben ve
kardeşim orada hep hediye bulurduk. İste
çocukluk böyle bir şey, hayatta bazı şeylerin
olup olmadığını biliyorsun fakat hiç biriyle
uğraşmıyorsun. Bence her çocuğun hayalinde, kalbinde ya da aklında çocukluğu güzel
bir anı olarak kalır. Benim Noel Babam vardı,
ya sizin?
SAYFA 8
DİL&ANLAT
AİT OLDUĞUNUZ YER
Ebru DOĞU — 10/B
İnsanoğlu rahatına düşkündür. Öyle ki bazen
ğin, beşiğidir limanı.
giyeceğimiz kıyafetin rahat olması, güzel ol-
İçinde küçük oyuncak-
masının önünde gelir. Rahat olduğumuz kaza-
larıyla en korunaklı yu-
ğın içinde mutlu oluruz. Giydiğimiz daracık bir
vadır onun için. Köyde
T-shirt ün ya da şalvar gibi bir pantolonun ver-
doğup büyüyen, yıllarca köyde yaşayan biri
diği pişmanlık, küçük bir çocuğun en sevdiği
için çok zordur şehir hayatına ayak uydur-
krakerin sonuncusunu istemeyeceğini düşünüp
mak. Dev binaların arasında, tanımadığı bin-
"ister misin?" diye sorduğunda, arkadaşının
lerce suretin gölgesinde kaybolmuş hisseder
verdiği "isterim" cevabından sonra yaşadığı
kendini. Kendi müzik listesindeki şarkılarla
pişmanlıkla eş değerdir.
yaşar insanlar. Onların dünyasında o tarz
Kendimizi ait hissettiğimiz yerde mutlu oluruz.
mevcuttur. Aynı zamanda kişiliğini de yansı-
İki beden büyük T-shirtünde mutluyken, içine
tır bu parçalar. Okuduğu kitapların sayfaları-
zorla girdiği tayt pantolonunda da mutludur
na kurarlar evlerini. Onlar sorumludur mısra-
genç kız. İki yüz elli metre kare evinde nefes
larından. Noktasını da virgülünü de onlar ko-
alamazken, iki oda bir salon evinde eşini bula-
yar. Sevinçlerine ya da öfkelerine ünlemi,
mamanın üzüntüsünü yaşar Şükran teyze. Her
merak ettiklerine soru işaretini onlar koyar.
insan kendi adasında mutludur. Kafası attığın-
Hepimizin dünyası ayrıdır. Beklentilerimiz
da, morali bozulduğunda sığındığı liman farklı-
umut ettiklerimiz ayrı. Ait hissettiğimiz yerde
dır. Annesine öfkelendiğinde bilgisayarına
mutlu oluruz. Bazen birinin fikirlerine ait his-
hapseder kendini küçük çocuk. Bilgisayarı ve
sederiz kendimizi, bazen de birinin kalbine.
çevresi gizli bir fanusla kaplıdır sanki. Hiçbir
Küçük bir kuş kafesinde güvendeyken, baba-
şeyi duymaz, umursamaz. Huzur doludur orası,
sının kollarında korkusuzca dans eder kız ço-
sessiz ve sakin. Sevgilisinden ayrıldığında bü-
cukları. O kabuğu kırıp dış dünyaya açılmak
yükannesinin kollarında bulur kendini genç
zordur. Başkalarının kurallarıyla, istemediği-
kız. Onun küçücük, sıcak evinde ağlar. Büyü-
miz bir hayatı yaşamak zor. Yeni yılda başka
kannesi sığınağıdır onun. Bir diğeri dört katlı
başka adalarda değil, ait olduğunuz bir adada
AVM'de delicesine alışveriş yaparken mutlu-
yaşamanız dileğiyle..
dur. Her şeyden habersiz beş aylık Elif bebe-
SAYI
21
SAYFA 9
V E T E R İ N E R H E K İ M H Ü S E Y İ N U Ğ U R A R I K AYA İ L E
M Ü L A K AT
Ay s u Ayd ı n — B e n g i s u A K TA Ş — S e n ay Ku r t u l u ş
Biz öğrenciler mesleğimizi elimize almak için
H. U. Arıkaya: İstanbul Üniversitesinden me-
uzun bir yoldan geçeriz ve bu yolda hangi mes-
zunum.
leği seçeceğimize dair düşünmek için uzun zamanlarımız olur. Bizler de istedik ki, kafasında
hala bir meslek oluşmamış veya veteriner he-
Senay: Bildiğim kadarıyla bu bölüm yük-
kimliği hakkında soru işaretleri olan arkadaşla-
sek puanla alıyor, bu bölümü kazanmak
rımız varsa Saray veterinerlerinden, Veteriner
için lise yıllarınızda nasıl çalıştınız?
Hekim
Hüseyin
H.
U.
Arıkaya:
Uğur Arıkaya ile
Şimdi çok yüksek
yaptığımız
puanla
katla
müla-
almıyor,
arkadaşları-
hatta puanları ba-
mıza ufak da olsa
ya düştü. Bizden
bir yol açalım. So-
öncekilerin zama-
rularımızı
büyük
nında, ilk yüzde
bir içtenlikle ce-
birlik, yüzde ikilik
vaplayan
dilimdeymiş,
Sayın
bi-
Hüseyin Uğur Arı-
zim girdiğimizde
kaya’ ya bize za-
12 fakülte vardı,
man ayırdığı için
yüzde ya beşlik ya altılıktı. Şimdi yüzde on
çok teşekkür ediyoruz.
birlerin, on ikilerin altına düştüğünü duydum.
Bengisu: Öncelikle aslen nerelisiniz?
31 tane fakülte olmuş yani artık veterinerlik
fakültesine girmek çok zor değil, neye göre
H. U. Arıkaya: Eskişehirliyim.
zor değil hekimsin sonuçta hekimliğe göre
çok zor değil ama şöyle bir sıkıntı var ki gör-
Aysu: Hangi üniversiteden mezunsunuz?
düğü değeri ilgiyi hak etmiyor aslında. 31 tane fakülte var okuması çok zor, girmesi çok
SAYFA 10
DİL&ANLAT
kolay. Yani bizim fakülteyi bitirmek çok zordur, puanı düşük diye girmemek lazım çünkü
biyoloji olduğu için, ezber olduğu için, hekimlik olduğu için, Latincedir zaten, bitirmesi
çok zordur.
Senay: Bölümünüzü okurken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
H. U. Arıkaya: Bilinçli gitmediğim için, Latinceymiş yani ben bilmeden normal üniversi-
te okumak için gittim, ben sandım ki üniversiBengisu: Bu bölümü isteyerek mi okudu-
teyi kazanacağım ondan sonra kendi kendine
nuz?
bitecek ama öyle değil çok zormuş. Bilinçsiz
H. U. Arıkaya: İsteyerek okumadım, yani
gitmişim kendime üzüldüm yani.
ben İstanbul’ da bir fakülte tutsun diye girdim
ama kişiliğime göre iyi ki veteriner hekim ol-
muşum çünkü hekimlik kutsal bir meslek ama
bizim maalesef rehberlik olarak, bilinç olarak,
Bengisu: Kaç yıldır bu işi yapıyorsunuz?
H. U. Arıkaya: Yedi yıldır.
öğretmenlerimiz o zaman, şimdi nasıldır bilmiyorum da çok bilinçlendirmiyorlardı. 17-18
yaşında üniversiteye giriyorsun. Açıkçası 17
yaşında çok da bilinçli girmiyorsun. Bizim
puanımız nereye yettiyse biz oradan tercih
Aysu: Size gelen ilk hastanız hangi hayvandı? Hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız
bize biraz anlatabilir misiniz?
ettik, İstanbul’ da büyükşehirde okumak için
H. U. Arıkaya: Biz ilk önce çiftliklere staja
girdim.
gittik, inekti, inek doğumuydu. Hatta o zamana kadar çok zor geliyordu da o doğumu, o
buzağıyı görünce çok kutsal bir meslek oldu-
Aysu: Bu bölümü okumak istediğinizi söy-
ğunu anladım. İyi ki dedim bu mesleği seçmi-
lediğinizde ailenizin tepkisi ne oldu?
şim. Hocamızın yanında durduk sadece biz,
H. U. Arıkaya: Aileler de çok bilinçli değil,
ama iyi ki bu mesleği seçmişim çünkü sonun-
aile 4 yıllık bir yer okusun da, onlara reklam
da bir emek bir başarı var.
olsun da, ya mühendislik ya hekimlik. Aileler
çok bilinçli değil ki.
Senay: Hayvanlarla ilgilenmek nasıl bir
duygu?
SAYI
21
SAYFA 11
H. U. Arıkaya: Ben hayvanlara çok düşkün
girersin, ben ilk önce üniversite okumak için
biri değildim, mesleğin içine girdikten sonra
girdim sonra da para kazanmak için veteriner
hayvanları sevdiğimi anladım. Ama yine söy-
hekimliği yapıyorum. Allah’ a şükür kazanı-
lüyorum, bir işi başardığında çok büyük haz
yoruz.
duyduğun için bizim meslekte Allah’ a şükürler olsun tedaviye sonuç aldığın için, doğuma
gidip buzağıyı gördüğün için ya da bir tohum-
Aysu: İlk hayvanı kaybettiğinizde neler
lamayı yapıp da sonunda verim aldığın için,
hissettiniz?
sonu güzel olduğu için çok zevkli bir meslek.
H. U. Arıkaya: Çok ayrı bir sorumluluk zaten,
sen orda hiçbir şey düşünmüyorsun can oldu-
Bengisu:
Veterinerliğe hangi hedeflerle
başlamıştınız ve hedeflerinize ulaşabildiniz
mi?
ğunu düşünüyorsun bir de herkes senden bir
şeyler bekliyor, bir çare, bir bekleyişte olduğu
için çok büyük üzüntü duyuyorsun. Ama sonra da şöyle bir düşünceye dönüşüyor, insan
H. U. Arıkaya: Her gencin olduğu gibi, yani
ölümü bile olduğu için sen elinden geleni
sizin de hayaliniz üniversite okumaktır. Ne
yaptığına inanıyorsan sonrasında çok büyük
bölüm olursa olsun iyi bir bölüm olsun diye
bir üzüntü duymuyorsun, çünkü canlı bu bi-
SAYFA 12
DİL&ANLAT
zim de çalışma imkânlarımız belli, hastane ko-
Aysu: Mesleğinizin gelecekteki durumu ne-
şullarında çalışmıyoruz. Ahırda ne kadar temiz
dir?
ortamda çalışabilirsin, ne kadar düzgün yapabilirsin, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorsun sonuç alamazsan da ticari kaybın olduğu için ya kesime gönderiyorsun ya da ona
göre bir değerlendirme yapıyorsun.
H. U. Arıkaya: Şu an üniversite sayısı arttı
ama yeterli donanımda mezun vermiyorlar. O
da rekabeti azaltıyor, donanımlı veteriner mezun olmadığı için ilerleme azalıyor. Her şey
para kazanmak ya da üniversite okumak değil
31 tane veterinerlik fakültesi olmuş bu kadar
Senay: Mesleğinizin zor ve kolay yanları nelerdir?
fakülteden mezun olunduğunda çok donanımlı mezun olmuyorsun, öyle olunca da çok faydalı olmuyorsun.
H. U. Arıkaya: Çok zor, gecesi gündüzü yok,
sağlık sektörü olduğu için hiç izin diye bir şey
yok 7 gün 24 saat telefon başında bekliyorsun.
Senay: Veterinerlik mesleğini tercih etme-
Gecen gündüzün yok, doğum genelde gece
mizi önerir misiniz? Cevabınızın nedenini
olur, hastalık genelde gece olur, yorgunluk gibi
belirtir misiniz?
bir şeyin yok, özel hayatın yok, hem çabalaman hem koşturman lazım. İyi yanı ne: Ne
olursa olsun ortaya bir eser çıkartıyorsun, biri-
lerine faydalı oluyorsun, bir haz duyuyorsun,
bu kadar işsizlik varken, bu kadar sıkıntı varken iş sıkıntısı çekmiyorsun.
H. U. Arıkaya: Kesinlikle tercih etmenizi
öneririm. Bir kere kutsal bir meslek, insanlığa
faydası var, insan var olduğu sürece hayvan
var olmak zorunda. Biz insanlık için çalışıyoruz sonuçta. Tedavi ettiğimiz hayvan da gıda
olarak da size dönüyor, insanlara dönüyor.
Çok da severek yapılabilecek bir meslek ve
Bengisu: Veterinerlik size neler kazandırdı?
bayanlar içinde çok uygun bir meslek. Dışardan öyle gözükmez ama bizim mesleğimiz
H. U. Arıkaya: İnsanlarla diyalog kazandırdı,
gıda sektöründe de vardır. Pet olarak kedi kö-
iletişim kazandırdı, çevremi genişletti, topluma
pekte de vardır. İnsanın olduğu hayvanın ol-
yararlı olmayı gösterdi, vatana millete bir artın
duğu her şeyde veteriner hekimlik vardır. Ke-
oluyor. Bu da en büyük sevinç.
sinlikle öneririm.
SAYI
21
SAYFA 13
BİZ İNSANIZ
Ay s u AY D I N — 1 1 / B
Biz umudu yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı
yen, kendi derdimiz-
ile öğrendik. Sınırımızın olduğunu gökkuşa-
den başka dert görme-
ğın yedi renk olmasıyla fark ettik ve kurallara
yen insanlardık.
yedi renge asla sekizincinin eklenmeyeceğini
duyduğumuz gün inandık. Aslında biz hep
biraz çocuktuk. Hatta çoğunlukla oyuncağı
elindeki çocuklara imrenirdik. Biz kim miy-
Ama illa ki biraz çocuktuk. Belki de hep ondan ötürüydü kıskançlığımız. Oyuncağını bir başkasıyla paylaşmak
istemeyen çocuk bencilliği vardı üzerimizde.
dik? Biz büyüklerdik.
Çocukken
oynadığımız
Hayata karşı hep hunharca
oyuncaklara
ayakta
zorunda
maskeleri belki de bundandı
olan, her sabah evden çık-
onlara olan düşkünlüğümüz,
madan yüzüne maske tak-
belki sessiz sinema oynama-
mak zorunda kalan, evden
yı özlemiştik daha okuma
işe koşuşturan, iki dakika
yazma bilmediğimiz devir-
durup arkamıza bakmaya
lerdeki gibi. Ondandı olup
vakit bulamayan, bir daha
bitenlere karşı suskunluğu-
asla tahterevalliye bineme-
muz.
durmak
yecek olan kişilerdik.
benzetiyorduk
Fakat bir şeyler vardı değişeceğine inandığımız. Kurak
Evet, biz bencildik. Elimizdekini asla bir başkasıyla paylaşmayan, yardı-
toprakların yerinde hep şelaleler hayal ediyor-
ma ihtiyacı olandan kaçan, dip komşumuzu
duk. Silah seslerinin yerini notalar alıyordu
dahi tanımayan, her sabah yanından geçtiği-
rüyalarımızda. Çünkü biz insandık; biri diğe-
miz bakkala selam vermeyen, başkası görecek
rine muhtaç olan, tek elle bir şey yürüteme-
diye birçok şeyi çantada saklayandık.
yen iki ayaklı varlıklardık. Ancak birlik olun-
Evet, biz adaletsizliktik. Beğenmediğini çöpe
atan ve bunu çöpten toplayacakları düşünme-
ca umut doğururduk, güneş gibi parlar ve sesimizi duyururduk.
*
*
*
*
*
*
SAYFA 14
DİL&ANLAT
UTANÇ YAĞDIRAN KIŞ
donmuştum. Okuma yazma bilmediği ortadaydı. Birde üzerine kızının benim yaşlarım-
Yaklaşık iki sene önceydi. Günlerden çarşambaydı. Havalar soğumaya başlamış kış gelmişti. Kış gelir de mont ve bot hazırlıkları
başlamaz mı? Tabi ki başlamıştı ve bu hazır-
lık bizde de mevcuttu. Bir öğlen arası annem
ile buluşup bana bot almak üzere sözleşmiştik. Ertesi gün öğlen okuldan çıktığımda annem beni kapıda bekliyordu. Kol kola girdik
ve
da olduğunu söylediği an gözüm dolmaya
başlamıştı bile. Mehmet Abi ise bu paraya
mağazada bot bulamayacağını bugünün çarşamba olduğunu ve Saray'ın pazarından bakması gerektiğini söyledi. Annem ile birbirimize bakıyorduk. “Acaba yardım etsek yanlış
anlar mı?” diye konuşuyorduk gözlerimizle.
Tabi bir yandan da ben ağlamamak için dişle-
Mehmet
Abi'ye
doğru
yola koyulduk.
Mehmet
ğı, gittiğini an-
dır. En eski
ladım. Annem
ayakkabıcılar-
ayakkabıyı pa-
dan da diyebi-
Tamamdı. Uzun ikilemler sonrası bir tanesinde kara kılmıştım. Kahverengi deri bir bottu.
Tam ayakkabıyı kutulattıracağımız sırada içeriye bir kadın girdi. Ortalama kırk beş yaşla-
rındaydı. Elinde bir terlik ve yirmi Türk lirası
vardı. Terliğin numarasını göstererek kızının
bu numarada ayakkabı giydiğini kış yaklaştığı
için komşuların ona elindeki parayı verip kızına bot almasını söylediğini, söyledi. O an
Kapıya
orada olmadı-
ayakkabıcısı-
Numaralarını isteyip, denedim bir hevesle.
dum.
ğümde kadının
ailemizin
rer girmez gözüme birkaç model çarpmıştı.
sıkıyor-
doğru döndü-
Abi
lirim. İçeri gi-
rimi
ketlettirirken
ben hala dişlerimi sıkıyor, ağlamamam konusunda kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Annem sıkı bir pazarlık sonucu botları 120 liradan 100 liraya indirmişti. O an beynimde sürekli aynı soru dolanıyordu. Benimle yaşıt bir
kız ben 100 liralık bot giyerken 20 lık bot aramayı hak ediyor mu? Dükkândan çıkar çıkmaz gözyaşlarımı serbest bıraktım. İnanın ne
kadar ağladığımı hatırlamıyorum. O öğlen
yemek bile yiyememiştim. İşte o günü hiç
unutamıyorum.
SAYI
21
SAYFA 15
2015-6
B e n g i s u A K TA Ş — 1 1 /A
Yaptığımız 10 saniyelik geri sayım mıdır,
Mehmet
yoksa yaşadığımız 365 gün müdür yeni yıl?
raz'ın suçu neydi peki
İşin özü değişen son rakamdan umut bekle-
adaleti araması mı?
mek midir, ya da umudun kendisi olmak mıdır yeni bir senede? Geçmişte yaşadıklarımızın devamı mıdır yeni yıl, yoksa yeni başlan-
Selim
Ki-
14 Haziran 2015, Suriyeli mültecilere ülkemizin kapısını açtığımız
tarih.
gıçlara meydan okumak mıdır?
2 Eylül mü? '' İnsanlık kıyıya vurdu '' etiketini
10 saniyeyle girdik 2015' e, değişen son rakamdan umut bekledik günlerce, geçmişin
görmüşsünüzdür. İşte o gün bir çocuğun cansız bedenin kıyıya vurduğu gündü.
devamı olduk 2015'
te de. Peki, ne kattı
2015 bize, bulduk
mu aradığımızı, son
rakam verdi mi bize
hayallerimizi? Son
rakamdan umut bekleyen insanlar, cevap ver-
meyin, ben anlatayım:
2015' te 170 ten
fazla şehit verdiğimiz, 271 kadının
erkek
şiddetinin
kurbanı olduğu, sayısız ölümün ya-
şandığı ve bombaların patladığı ne yazık ki
kaçınılmaz gerçekler arasında.
11 Şubat' ta bir kızın hayatını çaldı 2015.
Neydi Özgecan' ın suçu, minibüste son yolcu
olarak kalmak mı? Türkiye' de bayan olmak
mı?
Oysa biz değişen rakamın dünyayı değiştirebileceğine inanmıştık. Peki, neden böyle oldu? Nasıl oldu da insan olduğumuzu unuttuk?
Aslında cevap basit, biz hep umudu bekledik,
Tarihler 17 Şubat' ı gösterirken bu seferde
Gazeteci Nuh Köklü kartopu oynarken bıçaklanarak öldürüldü. Suçu da, kartopunun bir
esnafın camına isabet etmesiydi.
31 Mart 2015 ise bize bir savcı kaybettirdi.
umudun kendi benliğimizde saklandığını hiç
fark edemedik. Sadece 1 Ocak sabahına gülümseyerek uyandık biz, oysa her yeni güne
gülümseyerek uyanmak da vardı seçenekler
arasında. Diyeceksiniz ki hep mi kötü şeyler
SAYFA 16
yaşadık biz? Hayır, güzel anlarımızda oldu,
ortak değerlerimizle gurur duyduğumuz anlar
DİL&ANLAT
KIZ İSTEME
Ya s e m i n ÖZ K A N — 1 1 / B
da yok sayılamayacak kadar fazla ve yeri geldiğinde bizler gerçekten çok mutlu da olduk.
Ama söz konusu olan bir canlının verdiği son
nefes ise, geriye dönüp baktığımızda iyi şey-
ler ne kadar çok ve güzel olursa olsun o an ki
gülümsememiz yüzümüze yayılamıyor ne yazık ki.
Sizden istediğim bu seneye farklı girin, mesela gülümsetilmeyi beklemeyin, gülümseyin,
gülümsetin, varsın size deli desinler. Son ra-
kama ve ya kişilere bağlamayın umudunuzu,
çareyi başkalarında aramayın çünkü en çaresiz anınızda bile çare ''siz''siniz, bunu unutmayın. Başaramadığınızda bir daha deneyin, bir
kez daha başarısız olabilirsiniz ama iyi tarafından bakın, denemiş olursunuz ve emin olun
denemek denememekten her zaman için çok
daha iyidir, en azından ileride keşke deneseydim demezsiniz. Yeni yılda kurtarıcı beklemeyin, kendi kurtarıcınız olun.
Bana göre yeni bir yıl ancak bu şekilde bizim
yılımız olur.
Dilerim ki 2016' da kahkahalarımız ve gözyaşlarımız arasındaki umudu fark ederiz, böylece 2016 insanlığın tekrar sahneye çıktığı yıl
olabilir.
Mutlu yıllar...
Köyümüzdeyiz. O gün
amcamın sevincine diyecek yoktu. Akşam kız istemeye gidecektik. Arabaya bindik, tam yola çıkıyorduk ki araba çalışmak bilmedi. Aksi ya o
günü buldu. Ee köy yerindeyiz. Benzinci şehrin derinliklerinde. Allahtan ya kız evi o kadar da uzak değil 45 dk.
(!). Tabanlara kuvvet çıktık yola. Tabi bizim
başçavuşumuz babaannem (Bu arada babaannem iki dizinden ameliyatlı.) 45 dakikalık
yol oldu mu sana 1,5 saat. Allahım ölüm. Sağ
salim vardık, Allah’ın izniyle oturduk, başladılar muhabbete. Komşu ziyaretine mi geldik, akraba ziyaretine mi? Neyse uzun zaman sonra dedem konuya girmeyi başardı.
Kız istendi. Karşı tarafta bize ilk önce alacaklar listesini sonra da kızı verdiler. Hayırlısıyla bu da bitti derken yengem kahveleri yapmış getirdi tabi tuzlu kahveyi de. Tuzlu kahveyi ayırt etmek için kahve tabağının üstüne
pul gibi bir şey koymuşlar. Yengem içeri geldi, kahveleri dağıttı. Tabi ortada tuzlu kahve
yok. Bakalım tuzlu kahve kimin bahtına düşecek derken acı bir inleme duyuldu. İnlemenin sahibi babaannemden başkası değildi.
Babaannem, daha ilk günden "Bu gelin beni
zehirleyecek herhalde." dedi. Meğerse o pulu
yengemin annesi, kahvenin üstüne gübür(toz) uçtu diye almış. O gün aksilikler peşimizi bırakmadı ama güzel bir hatıra olarak
kaldı. O günleri yâd ettikçe hala hep beraber
gülüyoruz.
SAYI
21
SAYFA 17
ÇARESİZLİK NEDİR?
Elif ÇELİK— 11/B
Çaresizlik… Marka takıntısı varken istediği
yeltendiği gece oto-
marka ayakkabıyı giyemeyen ya da sevgili-
garda namus cinaye-
sinden ayrılıp depresif şarkılar dinleyip kendi-
tine
sini bir odaya hapsedenlerin ağzından düşme-
biri çaresiz. Kardeşi
yen kelime.
amansız bir hastalığa
Çaresizlik nedir ? Bedenimizin bir odaya hap-
yakalandığında akrabalarından ve çevresinden
solması mıdır yoksa ruhumuzun sonu olma-
yeterli desteği göremediği için hırsızlık yap-
yan
kurban
giden
maya
bir
karanlığa
mecbur
göçmesi
kalan
mi?
ağabeydir çare-
Çaresizlik
siz. Koca
nedir biliyor
dayağın-
mu-
dan
sun aslın-
nalıp ba-
da çaresiz
800
ba evine
lira
maaş alıp 300 liralık doğalgaz faturasını ödeyemediği için kendini asan babadır çaresiz.
Engelli çocuğuyla her dışarı çıktığında çocuğunun özgürce yürüyen, koşan, zıplayan çocuklara bakarken gözyaşlarını içine akıtan annedir çaresiz. Öpe koklaya askere uğurladığı
oğlunun bayrağa sarılı tabutuna sarılıp aklını
kaybeden annedir çaresiz. On yaşından beri
bu-
sığındığında babası ve ağabeyleri tarafından öldüresiye dövülen kadındır çaresiz. Torunu yaşında
çocuklara titrek elleriyle kâğıt mendil satmaya çalışırken kalp krizi geçiren ve bir saat ambulans gelmesini bekledikten sonra ağzı kö-
pürerek ölen seksen yaşındaki dededir çaresiz.
kendi evinde her gece tecavüze uğrayan ve
Siz öyle sevgilinizden falan ayrılınca çaresiz
daha fazla dayanamadığı için evden kaçmaya
kalıyorsunuz, biraz halinize şükretmeyi bilin.
SAYFA 18
DİL&ANLAT
*
*
*
*
TUZLU KAHVE
uzun sohbet sonrası amcam sorduğu "Allah'ın
emri peygamberin kavliyle...." sorusuyla bütün dikkatleri üzerine topladı. Yine uzun bir
Bundan üç dört yıl kadar öncesiydi. Sanırım
ben de on iki on üç yaşlarındaydım. Şiddetli
bir soğuğu olan Şubat ayıydı aynı zamanda
benim için özelliği olmayan bir gün. Ama kuzenim için aynı şey söylenemezdi. Sabahın
köründe kargalar kahvaltısını etmeden kendisi
öğle
yemeğini
yedi. Daha bir
"Günaydın!" bile
diyemeden kapıyı çekti ve evden
çıktı. Öğle vaktine doğru elinde
büyük bir gül demeti ve güzelce
süslenmiş çikolata tepsisiyle eve
geldi.
Her
şey
yolunda gidiyordu ya da ben çok
rahattım bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şey var o da kuzenimin çok heyecanlı
olmasıydı. Heyecanının sebebi evliliğe ilk
adım sayılabilecek akşam ki kız isteme töreniydi. Vakit geldi. Ve evden çıktık. Oraya
vardığımızda ben bile heyecanlıydım. Selamlaşmanın ardından heyecanımı kontrol altına
aldım ve sohbetin içine katıldım. İkramlar ve
sessizlik sonrası amcamın sorusunu onaylayan cevabı duyunca hepimize bir rahatlık gelmişti. Adet yerini bulsun deyerek Türk kahveleri yapıldı ve ikram edildi. Kahve fincanını
ağzıma götürene kadar çok mutluydum çünkü
on iki on üç yaşlarında biri olarak
büyüklerle kahve
içmek bana kendimi büyük hissettirmişti.
Kah-
vemden bir yudum almamla tükürmem bir oldu.
Herkes anlamsız
bir şekilde baktı.
Sehpanın
deki
üstün-
suyumdan
bir yudum aldım
ve kahvemin tuzlu olduğunu anlattım. Galiba kuzenime verilmesi gereken tuzlu kahve bana verilmişti.
Herkes benimle birlikte kahkaha atmaya devam etti ve gece sonuna kadar aklımıza geldikçe güldük. Şimdilerde de her görüşmemizde bu hatıranın konusu açılır ve uzun soluklu
kahkahalarla yine o günü anarız.
SAYI
21
SAYFA 19
H E P G Ü Z E L L İ K L E R İ YA Ş AYA S I N …
M e l i ke D E M İ R C İ O Ğ LU — 1 1 / B
O gün hayatımın diğer günleri gibi fazlasıyla
geldi. Kardeşim, ben
sıradan olacak sanıyordum. Fazlasıyla yanıl-
ve kuzenim birliktey-
mışım. Günlerden 7 Kasım. Yıl 2009. Doğum
ken grup şeklinde oy-
günümün üstünden iki gün geçmişti. Kalktım
nayamıyorduk. Kader
ve hafta sonu olmasına rağmen arkadaşlarım-
gelince dört kişi olduğumuzdan ikiye ayrıldık.
la okul bahçesinde top oynamaya gittim. Çün-
Gruplar Kader ve ben, kardeşim ve kuzenim
kü evimi babamın halaları işgal etmişti ve be-
şeklindeydi. Oyun şuydu salıncağın iplerini
ni fazlasıy-
eşit miktar-
la sıkıştır-
da belleri-
mışlardı. O
mize dola-
gün
yacak belir-
arka-
daşlarımla
li bir uzak-
beraber
lıktaki grup
çok eğlen-
eşimizin
diğimi ha-
elindeki
tırlıyorum.
tahta parça-
O gün ku-
larını
ala-
zenim bize gelecekti. Kuzenimin adı Begüm.
caktık. Bir süre bol kahkahalarla bu oyunu
Annem bizi doyurdu ve ayak bağı olmayalım
oynadık. Sonra kuzenimin canı sıkıldı ve be-
diye evin önüne saldı. O zamanlar evimizin
lindeki ipi söküp eve ilerdi. Ben küçükken
önünden yol geçmiyordu. Yani bir nevi çık-
fazlasıyla yapışık biriymişim. Sevdiğim in-
maz sokakta oturuyorduk. Evin önüne baba-
sanların sürekli peşinden dolaşırmışım. Kuze-
mın biz çok seviyoruz diye yaptırdığı salın-
nim oyunu bıraktı diye bende oyunu bıraktım
cakta sallanıyorduk. Daha önce sallanırken
fakat belimdeki ipi unuttum. Yere sabitli ol-
bir şekilde zincirlerini çıkartıp ip bağlamıştık
mayan salıncak belimdeki ipi unutarak hare-
zincir yerine. İşimiz gücümüz zararmış. Ken-
ket ettiğim için üzerime devrildi. Sadece üze-
dimi bildim bileli tanıdığım Kader adlı arka-
rime devrilirkenki görüntüsünü hatırlıyorum.
daşım annesinden izin alıp bizimle oynamaya
Sonrası kapkaranlık.
SAYFA 20
DİL&ANLAT
Kader adlı arkadaş olay mahallînden kaç-
beni bayıltın diye yalvardığımı hatırlıyorum.
mış. Kuzenim ve kardeşim eve girerken salın-
Fazlasıyla gülünçmüşüm. Çerkezköy'e gittik.
cağın düşme sesini duymuşlar benim halimi
Tabi beni ambulansla götürdüler. Annemle
görünce evin giriş kapısını kırarcasına çalmış-
babam ise arkadan arabayla geldiler. Ambu-
lar ve anneme benim düştüğümden bahset-
lanstaki hemşireden korkup sus pus olmuş-
mişler. Annemde benim bisikletten düştüğü-
tum. Tomografi çekilmeden önce hiç nefes
mü sanmış. Fakat beni görünce şoka uğramış.
almamam söylendi. Almamaya çalıştım. Be-
Annem alnımın ortasından kulağıma kadar bir
yin cerrahını çağırdılar. Cerrah bana bazı so-
yarıkla ve bolca kan ile karşılaşmış. Annem o
rular sordu ve yaramı inceledi. Sonra alnımı
günden bahsederken alnın dört parmağım gi-
dikeceğini ve şimdilik bir sorun olmadığını
recek kadar açıktı der. Annem
söyledi. Beni acildeki bir odaya
babanneme babama telefon et-
aldılar yüzümün üzerine bir bez
mesini söylemiş. Babannem te-
kapatıp alnımın uyuşması için
laş yapıp babamı arayamayınca
bir madde sürdüler ve alnımı
annem içeri girip babamı aramış,
diktiler. Alnımı dikerken doktor
babannem ve eltisi gelip benim
ile hemşirenin sıradan bir iş ya-
başımda ağlaşmışlar. Babannem
pıyorlarmış gibi muhabbet ettik-
başındaki tülbenti daha fazla kan
lerini hatırlıyorum. Kafam dikil-
kaybetmeyeyim
dikten sonra tetanoz aşısı yaptı-
diye
kafama
sarmış. Beş dakika baygın kalmışım zaten.
lar. Aşının yapılma nedeni ise alnımı yaran
Ayıldığımda babannem ve eltisi başımda ağlı-
salıncağın demirden olmasıydı. Bir süre orda
yorlardı. Gözlerim direk gökyüzüne bakıyor-
kalıp serumun bitmesini bekledik. Sonra beni
du. Babannem solumdaydı ve yaraya tampon
tekerlekli sandalyeye bindirip arabaya götür-
yapıyordu. Vücudumu babanneme çevirip ba-
düler. Oradan da eve gittik.
banneme galiba hayatımda ilk defa babanne
Aslında babamın kuzeni olan benim hala diye
seni çok seviyorum dedim. Babannemde hay-
hitap ettiğim Güler halam bana o gün gittiği
kırışlar başladı zaten. O sırada babam geldi.
kitap fuarından bana kitap imzalatmıştı. Kitap
Ben yarı baygın haldeyken hastaneye gittik.
tam salıncağın benim üzerime düştüğü sıralar-
Babam ileride alnımda iz kalmasın diye başka
da imzalanmıştı. İmza ise aynen şu şekilde:
bir hastanede alnımın dikilmesini istedi. Ben
"Hep güzellikleri yaşayasın..."
çok korkmuştum o sırada. Kafamı dikerseniz
SAYI
21
SAYFA 21
DİDİM
D a m l a A KÇ AY — 1 1 / D
Aydın’ın en gözde ilçelerinden biri olan Di-
Bodrum'a gitmek için
dim. Buraya gelmeden önce yaklaşık 14 saat
adres
süren –ki bana asırlarmış gibi gelen- yolculu-
minibüs şoförleri de el-
ğum sırasında gözlemlediklerimi aktarsam
lerinden geldikçe yar-
sanırım iyi bir başlangıç yapmış olurum.
dım etmeye çalışıyor.
Öncelikle Aydın, Türkiye’nin en kalabalık
Aydın’dan Didim’e geçmek için de yaklaşık 2
yirminci şehri olmakla beraber, turistik açıdan
saat yol kat ettikten sonra, Altınkum’a gitmek
gelişmiş ve inciriyle ünlü bir yer. Yolda, cad-
için dolmuşa bindik, kalacağımız pansiyonu
dede veya aklınıza gelebilecek her yerde
öğle sularında bulduk. Altınkum, Didim’in en
‘günlük, taze incir’ satan insanlar görüyorsu-
popüler mahallesi ve aynı zamanda en geliş-
nuz. Aydın Terminali’nde incirden yapılmış
miş. Öyle ki Altınkum’dan çıktığınız an so-
birçok lezzet de mevcut; incir lokumu-üzeri
kaklar vasatlaşıyor, o turistik havadan çıkıyor,
Hindistan ceviziyle kaplanmış incir ezmesi- ,
binaların bakımsızlığı göz yoruyor.
çikolatalı incir, cevizli incir. Hâlihazırda aktif
olan bir incir araştırma enstitüsü bile mevcut.
Eklemek gerekirse, incirden sonra, en çok
Aydın’ın meşhur şiş kebaplarının reklamı yapılmış. Öyle ki bir yerden sonra şiş kebap ya-
sorup
duruyor,
Sadece pansiyonların bulunduğu birkaç arka
sokak varmış, günün üçte birini otobüste geçirdikten sonra öğlen güneşinin altında mantık yürütmeyi unutuyor, esnafa yol soruyorsunuz. Pek yardımcı oldukları söylenemez.
zısı gördüğümde içime sıkıntılar çökmeye
başladı. Yol kenarlarında Suriyeli mülteciler
Didim’e ayak bastığım ilk an fark ettiğim şeylerden biri, sahilinin İzmir
Kordon’u andırıyor oluşu. Bir
diğeri ise turistlerin %90’ının
İngiliz olması; her yerde, her
yerde ve her yerdeler. Restoranların çoğunda neredeyse
Türkçe yazı bulamıyorsunuz,
çünkü her şey turist odaklı
yapılmış
–esnafı
suçlaya-
SAYFA 22
DİL&ANLAT
mam- , ve yemek
fiyatları normalin üç
katı.
Yiyecekler
gerçekten çok pahalı, orta halli bir aileyseniz ve bir topu-
nun 3 lira olduğunu
bilmeden o şahane,
içinde mandalinalıdan tutun da ananaslıya kadar en az
elli çeşit dondurma olan standa giderseniz,
ça soğuk. Anemikseniz daha da soğuk. Yine
ödemeniz gereken fiyatı öğrendiğinizde küla-
de herkes halinden memnun, deniz kenarında
hı elinizden düşürebilirsiniz. Ya bir adet lah-
yürüyüp ayak izlerinin kumdaki yansımasını
macunun 15 lira olduğunu söylesem? Açsa-
görmek çok hoş, su, haşlanmış mısır, çikola-
nız, doymuşsunuzdur. Bana sorarsanız kimse
talı açma ve simit satan gençler sürekli hare-
iki adet lahmacuna 30 lira vermesin, 1807’de
ket halinde. İnsanlara gelince, beyaz ırktan bir
Çanakkale Operasyonu’nda Gelibolu’yu işgal
insan ne kadar bronzlaşabilirse o kadar bronz-
eden İngilizler bile!
laşmış, anneannemin görse ‘gündüz feneri’
Hediyelik eşya satan bir sürü dükkân var;
üzerinde Didim yazan magnetler, düşkapanla-
yakıştırmasını yapacağı insanlar görüyorsu-
nuz. Benim tabirimle; bronzlaşmada zirve.
rı, biblolar, çantalar, aksesuarlar ve daha neler
Geceleri ‘Barlar Sokağı’ diye adlandırılan o
neler! Özellikle güneş batmaya başladıktan
upuzun yolda sokak çalgıcılarının sesiyle bar-
sonra sokaklar kalabalıklaşıyor ve kendinizi o
lardan gelen müziğin sesi birbirine karışıyor-
eğlenceli turizm çemberinin içinde buluyorsu-
ki sokak çalgıcılarının samimiyeti çok daha
nuz; kalabalıkla yürümeye başlıyorsunuz ve
güzel- , iki adımda bir ‘türkü bar’ görmek
sonra, zaten yapacak bir şeyler bulmak çok
mümkün, turistler bu barlara oldukça meraklı
kolay. ‘Öğle vakti denize girmeyin’ çağrısına
görünüyor, hatta ‘çiğ köfte partili türkü bar’
kimse uymuyor gibi, plaj tüm gün boyunca
bile gördüm.
tıklım tıklım, öyle ki plaj çantanızı koymaya
yer bulmak bile ayrı bir dert. Deniz ise olduk-
Sadece hediyelik eşyalar değil; kıyafetler, geleneksel tatlar, korsan kitapçılar, mavi tur-
SAYI
21
SAYFA 23
gemiyle adaları dolaşıp yüzebileceğiniz, tüm
birçok önemli kralın da ziyaret ettiği yapı,
gününüzü ayırmanız gereken bir gezi paketi-
dünyanın üçüncü büyük tapınağı olma özelli-
reklamları yapan insanlar, portrenizi çizebile-
ğini taşıyor. Çok büyük olmasına rağmen, ta-
cek ressamlar... Bütçenize uygun bir şey mut-
pınağın inşaatı bir türlü tamamlanamamış.
laka çıkıyor. Saydıklarımın hepsini bu meşhur
Zaten tapınağa giriş yaptığınızda çatlak sura-
Barlar Sokağı’nda bulabilmek insanı neşelen-
tıyla sizi karşılayan Medusa Heykeli ve hara-
diriyor.
beye dönmüş taşlar, insanın ilgisini uyandırı-
Sabah üçe kadar eğlence mekânlarının sesi
yor.
hiç kesilmiyor. Dilek fenerleri, denizin tam
Apollon Tapınağı, bir nevi antik hazine. Tapı-
karşısında kalan lunaparkın rengârenk ışıkla-
nakta ‘Kehanet Avlusu’ olarak adlandırılan
rının su yüzeyindeki valsi; görülmeye değer.
yerde, zamanında kâhinler yeteneklerini ser-
Didim’de Barlar Sokağı’ndan sonra görülme-
si gereken bir yer daha var: Apollon Tapınağı.
Bu devasa yapı, Aydın’ın Söke İlçesi’ndeki
Yenihisar Köyü’nde bulunuyor. Zamanında
gilermiş. Tapınak, günümüzde yerli-yabancı
birçok turistin ziyaret ettiği –inşaat ustalarının
maaşları ödenemediği için- tamamlanamamış,
yine de görkemli kabartmalarıyla göz dolduran tarihi bir mekân.
İBRETLİK
Gönlünden Geçeni Gör!
Hapishanede günlerini sayan iki
mahpus birlikte duvara bir delik delerler. Deliği sadece başlarının sığacağı kadar genişlettiklerinde, hadi
dışarı bir bakalım, derler. Önce biri
başını delikten dışarı uzatır ve ekşimiş bir yüz ifadesiyle, "Çok kötü ağabeyciğim, çok kötü!" der. "Her taraf
çamur, sis… Göz gözü görmüyor." Diğeri şaşırır ve başını dışarı uzatır.
Bakar, bakar… Ve hayran bir yüz
ifadesiyle;
"Muhteşem!"
der.
"Muhteşem bir gökyüzü, ağaçlar, bulutlar, kuşlar çiçekler var…"
Hayatta nereye bakarsanız onu görürsünüz. Gözlerinizi çevireceğiniz
yer de kalbinizin rotasının nereye yöneldiğine bağlıdır. Dümeninizi kontrole alarak, umudunuzu kuşanarak,
hayallerinizi de peşinize takıp deniz-
lere açılmak için önce sizi engelleyen
tüm halatları çözmelisiniz. Yüreğimiz bakıp da göremediğiniz, görüp
de el erdiremediğiniz tüm düğümlere
küçük dokunuşlar yapar. Onları
anında çözemez belki ama alternatif
çözüm yolları sunarak en doğrusuna
karar vermeniz için yol gösterir. Hazır cevaplar vermek yerine, unuttuğumuz soruları hatırlatır. En önemlisi, pırıl pırıl bir gökyüzü ve çamur
kaplı bir yeryüzünde gözlerinizi yükseklere çevirme cesaretini göstermemizi ister.
Seçim sizin! Unutmayın, gönlümüzden geçeni görür, kalbimizin söylediğine inanırız. Sonunda, gördüklerimiz ve inandıklarımız oluruz!
(Merhaba Hayat Ben Geldim—Adem Özbay)
Dergiyi Hazırlayan:
Alparslan YILMAZ
Baskı:
Vildan BAYRAM
Yayın Kurulu:
Alparslan YILMAZ
Ebru DOĞU
Bengisu AKTAŞ
Aysu AYDIN
OKUL MÜDÜRÜ: Mustafa Celal KILIÇMAN
Telefon: (0282) 768 65 22
Faks: (0282)768 25 51
E-posta: [email protected]
Yayın İletişim Kulübü
www.sarayanadolu.meb.k12.tr

Benzer belgeler