sayi 21 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 21 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
EsasMedya Ltd. Şti. adına
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanı
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
M. Esat GÜZELGÖZ
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Hukuk Danışmanı
Av. Bekir EREN
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Kurumsal İletişim ve Reklam
M. Suat GÜZELGÖZ
Prof. Dr. Haydar SUR
İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
“Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı
Üroloji Uzmanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Yıl: 2 Sayı: 21 • EYLÜL 2013
Yayın Koordinatörü
Ayşe GÜZELGÖZ
Editör
Hande AYDEMİR
Görsel Yönetmen
Mustafa HORUŞ
Grafik Tasarım
EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi
Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3
Çankaya / Ankara
Tel : 0312 472 44 63
Faks: 0312 472 44 83
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Basım Yeri
İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş.
Macun Mah. 3. cad.
No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km.
Yenimahalle / ANKARA
Tel : 0312 397 91 40
Basım Tarihi
EYLÜL 2013, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas
edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar
yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına
iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir.
Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu
reklamverenlere aittir.
®EsasMedya - 2013
®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
Destek ve katkıları için
SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz.
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
Sağlık Çalışanlarımıza Yönelik Şiddeti
Kınıyoruz
Sebebi veya şekli ne olursa olsun, şiddet asla kabul
edilemez bir davranıştır. Ne yazık ki zaman zaman
sağlık çalışanlarımıza da şiddet uygulandığını görüyor,
duyuyor, okuyoruz. Sağlık çalışanlarımıza yönelik şiddete
dikkat çekmek amacıyla bu sayımızın kapak konusunu
“Sağlıkta Şiddet” olarak belirledik.
“Her şeyin başı sağlık” sözü herkes tarafından kabul
edilirken, bizler için çaba gösteren sağlık çalışanlarımıza
yönelik şiddete sessiz kalmak tabii ki mümkün değil.
Bu nedenle Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet
Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi Amacıyla TBMM’de bir komisyon kuruldu
ve komisyon birçok alanda araştırma yaparak çözüm
önerileri sunan bir rapor hazırladı. 2013 Ocak ayında
yayınlanan rapordan özetleyerek hazırladığımız
çalışmayı ve Aile Hekimleri Derneği Federasyonu’nun
hazırladığı “Sağlık Çalışanlarına Şiddet” raporunu şiddet
dosyamızda bulabileceksiniz. Esma Başaran Şahin’in
“Şiddetin iş yerindeki adı: Mobbing” başlıklı makalesi de
yine şiddet dosyasının ilgi çekici yazılarından.
Şiddet konusunda taviz verilmeyeceğini sık sık dile
getiren Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, katıldığı
etkinliklerde “şiddet” konusunda verdiği demeçlerini
derleyerek sizlere ilgi çekici bir haber çalışması sunduk.
Bu sayımızda sizler için Yayın Danışma Kurulu üyemiz,
Adana Milletvekili ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar Hocamızla
samimi ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. İlgiyle
okuyacağınızı düşündüğümüz röportajımızda dosya
konumuz “şiddet”i de konuştuk.
Kamu-Özel İşbirliği ile yapılan ilk şehir hastanesinin
Yozgat’ta gerçekleşen temel atma töreni Ağustos ayının
çok konuşulan etkinliklerindendi. Törenin ayrıntılarına
yer verdiğimiz haber çalışmamızı da dergimizde
bulabileceksiniz.
Dergimizin Yayın Danışma Kurulu üyesi, İstanbul
Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sabahattin Aydın
Hocamız “Sağlıkta Vizyon: Sağlıkta İnsan Kaynakları
Açmazı” başlıklı makalesinde “sağlıkta insan gücünü”
anlattı.
Keyifli yazılarıyla dikkatinizi çeken Dr. Sertaç Doğanay,
Sağlık ve İnsan Dergisi okuyucuları için, sağlık alanında
çevrimiçi hasta platformlarının rolünü anlatan bir yazı
kaleme aldı.
Eylül sayımızın Kampus başlığında sizlere Doğunun
yükselen yıldızı Harran Üniversitesini tanıttık. Gezelim
görelim bölümündeyse Bratislava’ya yer verdik.
Eylül ayının başında Yayın Danışma Kurulu üyemiz Prof.
Dr. Ali İhsan Dokucu, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu
Başkanlığına getirildi. Bu vesileyle Hocamızı tebrik ediyor,
yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Sağlık ve İnsan Dergisi ikinci yaşını tamamlamaya
yaklaşırken, her sayıda farklı ve ilgi çekici konuları
okuyucularımızın beğenisine sunmaya devam ediyoruz.
Yine dopdolu bir içerikle hazırladığımız Eylül sayımızı
ilgiyle okuyacağınızı umuyor, sevgi ve saygılarımızı
sunuyoruz.
M. Esat GÜZELGÖZ
İÇİNDEKİLER
Haber:
Kamu-Özel İşbirliği Modeliyle Yapımı
Planlanan İlk Şehir Hastanesinin Temeli Atıldı
6
Haber:
“Sağlık İçin Hareket Edelim”
8
Kapak Konusu:
Türkiye’de Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet
10
Kapak Konusu:
Şiddetin İş Yerindeki Adı: Mobbing
20
Kapak Konusu:
Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu
Sağlık Çalışanlarına Şiddet Raporu
24
Haber:
Hastane Kalitesine “Şiddet” Kriteri
30
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu:
“İnsan Hayatına Hizmet Eden
Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet İnsanlık Dışı Buluyorum”
32
Haber:
Türkiye,
Canlıdan Akciğer Nakline Hazırlanıyor
36
Haber:
Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu
Ali İhsan Dokucu’ya Emanet
36
40
Portre:
Prof. Dr. Necdet Ünüvar
Ak Parti Adana Milletvekili
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İlişkiler Komisyonu Başkanı
48
Haber:
Bilim İnsanlarından Alkollü İçkilerin Üzerine
Yazılacak Uyarı Mesajlarına “Tam Destek”
50
Kurumlarımız:
T.C. Başbakanlık
Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı
52
Haber:
Sigaraya Göz Yuman İşletme Kapatılacak
54
Hayat Kurtaran Tedaviler İçin
Yenilikçi İş Yapış Yöntemleri
58
Sağlık Alanında Çevrimiçi
Hasta Platformlarının Rolü Artıyor
60
Haber:
ICT Summıt Now Bilişim Zirvesi’13
66
Kampus:
Harran Üniversitesi
74
Gezelim Görelim:
Bratislava
78
Kültür - Sanat:
11’E 10 Kala
80
Kitap
haber
KAMU-ÖZEL İŞBİRLİĞİ MODELİYLE YAPIMI PLANLANAN
İLK ŞEHİR HASTANESİNİN TEMELİ ATILDI
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu: “Bu modelin de katkılarıyla bütün hastanelerimizi,
2023 Türkiye vizyonuna uygun hale getireceğiz”
Kamu-özel ortaklığı ile yapılan ilk
şehir hastanesinin temel atma töreni Yozgat’ta gerçekleştirildi. Törene,
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Sağlık
Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, ilgililer
ve vatandaşlar katıldı. Sağlık Bakanı
Mehmet Müezzinoğlu, kamu-özel
işbirliği modeli ile tüm hastaneleri
2023 Türkiye vizyonuna uygun hale
getireceklerini belirterek, “Hedefimiz,
kamu-özel işbirliği modelinin de katkısıyla sağlık hizmet bölgelerine en
uygun yatırımları gerçekleştirmektir. Böylece bölge merkezli illerimiz
öncelikli olmak üzere, büyük ölçekli
entegre hizmet imkanları sağlayan
modern şehir hastaneleri kurmuş
olacağız” dedi.
Toplam 275 milyon TL’lik özel sektör
yatırımı ile yapılacak Yozgat Eğitim ve
6
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Araştırma Hastanesi, 75 bin metrekarelik alan üzerine inşa edilecek. Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, törende yaptığı konuşmada, Yozgat’ta bu proje
ile tarihinde tek seferde en büyük
yatırımın temelinin atıldığını belirterek, böylesi bir günü yaşıyor olmanın
sevincini duyduğunu ifade etti. 2003
yılından itibaren AK Parti hükümetlerinin insan odaklı, insanı merkeze
alan çözüm siyaseti prensibiyle ciddi hizmetler gerçekleştirdiğini dile
getiren Müezzinoğlu, “İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın” anlayışını benimseyerek sağlık alanında da önemli hamleler yaptıklarını bildirdi. Müezzinoğlu,
hizmet kalitesini sürekli arttırdıklarını
vurgulayarak, “Bu uygulamalardaki
başarımız sadece halkımızın değil
uluslararası sağlık otoritelerinin de
takdirini kazandı. Hedefimiz, bu çı-
tayı daha yukarılara çıkarmak, hasta
ve çalışan memnuniyet düzeyimizi
arttırmak ve sürekli kılmaktır” diye
konuştu.
“Şehir Hastaneleri Projesi’ni artık hayata
geçiriyoruz”
Bu hedefe ulaşmanın önemli kriterlerinden birisinin de hastanelerin
fiziki şartlarının iyileştirilmesi, sağlık
hizmet sunumlarının akılcı ve doğru
planlaması olduğunun altını çizen
Müezzinoğlu, şunları kaydetti: “Sayın Başbakanımızın da özel önem
verdiği,10 yıllık hayalim dediği Şehir
Hastaneleri Projesi’ni artık hayata
geçiriyoruz. Sayın Başbakanımıza teşekkürü bir borç biliyorum. Uzun süredir üzerinde çalıştığımız hizmet ve
finansman modeli olan Kamu Özel İş-
birliği Yöntemi ile reformlarımıza bir
yenisini daha ekliyoruz. Bu modelin
de katkılarıyla bütün hastanelerimizi
2023 Türkiye vizyonuna uygun hale
getireceğiz. Bu kapsamda öncelikle 22 ilimizde yapılması hedeflenen
hastaneler için Bakanlığımızın ilgili
birimleri gerekli fizibilite çalışmalarını yapıyor. Gelinen aşamada ise 8
ilimizde yapacağımız 9 sağlık kompleksinin sözleşmelerini ilgili firmalarla
imzaladık. Bugün ise aynı model kapsamında projelendirdiğimiz Yozgat
Eğitim ve Araştırma Hastanemizin
temelini atıyor, sağlık alanında yeni
bir sayfa açacak yatırımların startını
Yozgatımızda veriyoruz. Yozgatımıza
ve ülkemize hayırlı olsun.”
en iyi gösteren hususlardır. Bu anlamda hastanelerin etkin ve verimli
çalışabilmesi, kaliteli sağlık hizmeti
sunması büyük önem taşımaktadır.
Hedefimiz kamu özel işbirliği modelinin de katkısıyla sağlık hizmet bölgelerine en uygun yatırımları geçekleştirmektir. Böylece bölge merkezli
illerimiz öncelikli olmak üzere büyük
ölçekli entegre hizmet imkanları sağlayan modern şehir hastaneleri kurmuş olacağız. Nitelikli bu merkezler
sayesinde hastalarımız bölgelerinde,
şehirlerinde tedavi olacak, başka bir
merkeze gitmek zorunda kalmayacaktır. Sağlık Bakanlığı olarak bunu
mümkün kılmak için bu uğurda gereken gayreti gösteriyoruz, göstermeye de devam edeceğiz.”
“Sağlık birimlerinin kalitesi,
ülkenin sağlığa verdiği önemi
en iyi gösteren hususlardır”
Bakan Müezzinoğlu, Yozgat Eğitim ve
Araştırma Hastanesinin, hedeflerin
gerçekleştirilmesinde güzel bir örnek
olduğunu ifade ederek, “Kamu özel
işbirliği ile yapacağımız sağlık kuruluşumuzun nitelikleri, konforu, alt
yapı ve teknik donanımı ile Yozgat ve
bölgenin sağlık hizmet kalitesini yükseltecektir. Bu hastane, Yozgat’ı sağlık
hizmet alanında başka illere bağımlı
olmaktan kurtaracağı gibi bölge halkına da hizmet verecektir” ifadesini
kullandı. Hastanenin, 475 yataklı, 75
bin metrekare alan üzerinde 150 bin
metrekare kapalı alana sahip olacağını anlatan Müezzinoğlu, “132 poliklinik ve 36 doktor modülü olan hastanemizin bünyesinde; endoskopi,
radyoloji, nükleer tıp, anjiyo, diyaliz,
fizik tedavi, ileri patoloji, Ketem ve
Kemoterapi birimleri gibi üniteler yer
alacak. Hastalarımız, nezih ve ferah
bir ortamda sağlık hizmeti alırken
sağlık çalışanlarımız da rahat çalışma
imkânlarına kavuşacaktır. 275 milyon
TL’lik özel sektör yatırımı ile inşa ede-
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, dünya geneline bakıldığında gelişmiş
ülkelerde sağlık hizmetleri dahil
olmak üzere birçok alanda özel sektörle işbirliğine gittiğini de belirtti.
Türkiye’nin kalkınma politikalarında
özel sektörün yatırımlarına ayrı bir
önem verdiklerinin altını çizen Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Bu doğrultuda, şehir hastaneleri gibi büyük
projelerin uygulanması için özel sektörün sermaye ve yönetim dinamiklerinden yararlanarak, daha etkin bir
sağlık hizmeti sunmayı hedefliyoruz.
Zaten kamu ya da özel teşebbüsler,
vatandaşa kaliteli hizmet üretmek,
sorunlara zamanında çözüm sunmak
için vardır. Sağlık hizmetlerinin ertelenemez olması; sunulan hizmetin
kaliteli ve güvenilir olmasını zorunlu
kılmaktadır. Bu nedenle, hastane ve
benzer sağlık birimlerinin kalitesi,
bir ülkenin sağlığa verdiği önemi
ceğimiz eğitim ve araştırma hastanemiz, konuşmamın başında da bahsettiğim gibi bugüne kadar Yozgat’ta
tek seferde yapılan en büyük yatırım
olacaktır” açıklamasında bulundu.
“Koruyucu sağlık hizmetleri alanında
önemli çalışmalar yapıyoruz”
Müezzinoğlu, tüm sağlık yatırımlarını
hasta olan vatandaşlara en iyi koşullarda, en uygun hizmeti vermek için
yaptıklarını dile getirdi. Hasta olmadan sağlığın kıymetinin bilinmesi
gerektiğini, kültür olarak da bunun
öğütlendiğini belirten Müezzinoğlu,
şöyle devam etti: “Bu amaçla hastalarımızı tedavi etmek kadar sağlıklı
kalabilmeleri için gereken hassasiyeti
göstermek de Sağlık Bakanlığının asli
görevlerindendir. Bunun için Sağlık Bakanlığı olarak koruyucu sağlık
hizmetleri alanında önemli çalışmalar yapıyoruz. Obezite ve hareketsiz
yaşam, sağlığımızı ciddi tehdit eden
risklerdendir. Maalesef bu risk ülkemizde hızla artmaktadır. Yine aşırı tuz
tüketimi, hastalıklar için başka bir risk
faktörüdür. Tüketmemiz gereken tuz
miktarının 3 katını tüketen bir milletiz. Sigara ve alkol, hem kişisel hem
de toplumsal zararları olan kötü alışkanlıklardan. Bunlar gibi sağlığımıza
doğrudan zararları olan alışkanlıklarımız değiştirmek zorundayız. Bu çalışmaları önümüzdeki süreçte daha
da yoğunlaştıracağız.” Müezzinoğlu,
Türkiye’nin sağlık yatırımları konusunda önemli bir dönüm noktasında
olduğunu ifade ederek, TBMM Başkanı Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ, projeyi kamu-özel işbirliği
modeli ile gerçekleştirecek Rönesans
Holding, Şentürkler İnşaat, Ş.A.M
Yapı ve Sıla Sağlık Danışmanlığa teşekkür etti.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
7
haber
“SAĞLIK İÇİN HAREKET EDELİM”
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Halk Sağlığı Haftası (3-9 Eylül) dolayısıyla yayınladığı
mesajında, sağlıklı yaşam için fiziksel aktivitenin önemini vurguladı.
Bakan Müezzinoğlu’nun Halk Sağlığı Haftası Mesajı:
Halk sağlığı açısından en önemli
amacımız, vatandaşlarımızın sağlığını hastalanmadan önce koruyabilmek, basit tedbirler ve önlemlerle
doktora, ilaca gereksinim duymadan
sağlık sorunlarını atlatabilmesini sağlamaktır.
Bu sebeple vatandaşlarımızın kendi
sağlıkları ile ilgili gerekli bilinci oluşturmak olarak tanımladığımız sağlık
okuryazarlığını geliştirmeyi istiyor ve
sağlıklı hayat tarzını teşvik ediyoruz.
Çünkü biliyoruz ki, risk faktörlerinin
azaltılması, erken tanı ve zamanında
tedavi ile binlerce insanımızın hayatının kurtarılması ve büyük acıların
önüne geçilmesi mümkündür.
2001 yılından beri Bakanlığımız öncülüğünde kutlanmakta olan “Halk
Sağlığı Haftasının(3 -9 Eylül)bu yıl ki
temasını“Sağlık İçin Hareket Edelim” olarak belirledik.
Kalp damar hastalıkları, kanser, diyabet ve kronik solunum yolu hastalıklarından her yıl dünyada 35 milyon
insanımız hayatını kaybetmektedir.
Oysa bulaşıcı olmayan bu hastalıklar
önlenebilir niteliktedir. Kalp hastalıklarının, inmelerin, tip 2 diyabetin
%80’ive kanserlerin üçte birinden
fazlası sağlıklı hayat tarzı benimsenerek önlenebilir. Bunun için tütünve al8
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
kol kullanmamak, sağlıklı beslenmek,
fiziksel hareketliliği artırmak gereklidir.
Özellikle fiziksel hareketsizlik, dünya
genelindeki ölümlerin % 6’sından
sorumludur. Meme ve kolon kanserlerinin yaklaşık % 21-25’inin, diyabetin % 27’sinin ve kalp hastalığının %
30’unun ana nedeni fiziksel hareketsizlik olarak gösterilmektedir.
Obezitenin önde gelen nedenlerinden biri de fiziksel hareketsizliktir.
Obezite eğilimi özellikle çocuklarımızda alarm verici düzeye gelmiştir.
Bakanlığımız tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada 6-11 yaş grubu
çocuklarımızın%58,4’ü düzenli (günde 30 dakika veya daha fazla süre ile)
olarak egzersiz yapmadığı anlaşılmıştır. Bu yaş grubundaki çocuklarımızda TV, bilgisayar, internet, ev ödevi,
ders çalışma için hareketsiz geçirilen
ortalama sürenin 6 saat olduğu belirlenmiştir.
Buradan anne ve babalara seslenerek
şunu söylemek istiyorum:
Ülkemizde hızla artan çocuk obezitesinin önüne geçmek ancak sizin
çabalarınız ile mümkün olacaktır.
Çocuklarımızın sağlıklı ve düzenli
beslenmesi, bilgisayar ve televizyon
başında geçen sürelerin kısaltılarak,
oyun ve spor saatlerinin uzatılması
konusunda sizlere büyük görev düşmektedir. Sizlerde evlatlarınıza örnek
olacak şekilde “sağlık için hareket
edin”.
Zira aynı şekilde, ülkemiz genelinde
kadınların % 87’sinin, erkeklerin ise
% 77’sinin yeterli ölçüde fiziksel aktivite yapmadığını tespit ettik.
Depresyonun azaltılması, kemik sağlığı, kas kuvveti ve kalp-solunum kapasitesinin geliştirilmesi için yetişkin
bireylerde her gün en az 30 dakika
orta şiddetli fiziksel aktivite yapılmasını öneriyoruz. Orta şiddetli aktivitelere örnek olarak; hızlı yürümek, düşük tempolu koşular, dans etmek, ip
atlamak, yüzmek, masa tenisi, yavaş
tempoda bisiklet sürmek verilebilir.
5-17 yaş grubu ise her gün en az 60
dakika orta şiddetliden şiddetliye
doğru giden fiziksel aktivite yapmalıdır. Ancak şunu unutmamak gerekir,
fiziksel aktivitenin sağlığı koruyucu
ve geliştirici etkisinin görülebilmesi
için aktivitenin planlı, tekrarlı ve düzenli olarak yapılması gerekir.
Halk Sağlığı Haftası vesilesi ile bütün
vatandaşlarımıza
hastalanmadan
sağlıklarını koruyabildiğimiz, hareketli, sağlıklı, huzurlu bir yaşam diliyorum.
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE SAĞLIK
ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDET*
Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu
Son yıllarda Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin yaygınlaştığı
ve yaygınlaşan şiddetin sağlık sektörünü ciddi biçimde etkilediği birçok kez dile getirilmiştir. Türkiye’de
sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin
boyutları, nedenleri, etkileri ve şiddeti yönetmeye dair çözüm önerileri
hakkında henüz tam ve güvenilir bir
veri olmamakla birlikte, son yıllarda
bu alanda yapılmış birçok yeni araştırma ve çalışma mevcuttur. Burada,
Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin boyutu, nedenleri ve
şiddetin engellenmesine dair çözüm
önerileri; yapılan çalışma ve araştırmaların ışığında, Komisyona yapılan
sunumlar ve literatür göz önünde
bulundurularak sistematik bir biçimde ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
10
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Ülkemizde şiddet konusunda yapılan araştırmalar genellikle şiddetin
daha sıklıkla yaşandığı yataklı tedavi
kurumlarında yapılmış olup, devlet
hastaneleri acil servis hizmetleri ve
poliklinikler sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin daha fazla görüldüğü
yerlerdir. Bu birimler hasta ve yakınlarının ivedi hizmet almak istedikleri
ve çatışmaların sıklıkla yaşanabileceği yerlerdir. Şiddetin sıklıkla görüldüğü bir diğer hizmet birimi ise 112 Acil
Sağlık Hizmetleri birimleridir. Burada
da benzer biçimde acil hasta kaygısı
nedeniyle, sağlık çalışanları bireylerin
şiddet içeren davranışları ile karşılaşabilmektedir. Birinci basamak sağlık
kuruluşlarında ise sıklıkla poliklinik
hizmetlerinde şiddet ile karşılaşılmaktadır.
Çalışmalarda Türkiye’de şiddet olaylarının % 79’unun acil servislerde
olduğu ve % 91’inin hasta yakınları
tarafından gerçekleştirildiği ifade
edilmiştir. Türkiye’de şiddet çoklukla sözel olarak görülmekte, fiziksel
şiddet ile daha az karşılaşılmaktadır.
Fiziksel şiddete erkekler, sözel şiddete kadınlar daha çok maruz kalmaktadır. Kadınlar sözel, erkekler fiziksel
şiddet ile daha fazla karşılaşmaktadır.
Saldırganların çoğunlukla hasta /
hasta yakını ve erkek olduğu pek çok
çalışma ve sunumun ortak bulgusudur. Yine alkol, madde bağımlıları
ve psikiyatrik bozuklukları olanların
da daha çok şiddete başvurdukları
gözlenmektedir. Şiddet uygulayanlar
daha çok 30 yaş altı, eğitimsiz, gelir
düzeyi düşük, işsiz kişilerdir.
Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik
şiddeti araştıran çalışmaların önemli bir bulgusu da şiddetin çoklukla
sağlık çalışanının tedavi, pansuman
gibi hizmetleri verirken meydana
gelmesidir. Bu sırada uygulanan şiddet hizmetin de aksamasına neden
olmaktadır.
Türkiye’de yapılan çalışmaların çoğunda, karşılaşılan şiddetten sonra
sağlık çalışanlarının büyük bir bölümünün hizmet sunmaya devam etiği
ve olayı rapor etmediği görülmektedir. Fiziksel saldırı sonrası bildirim
oranı, sözel saldırıya göre daha yüksektir. Şiddete uğrayanların fiziksel
saldırılardan daha fazla zarar gördüğü ve bu yüzden bildirimde bulundukları, diğer şiddet türlerini ise mes-
leğin doğasında var olan bir durum
olarak kabul ettikleri ve bildirimde
bulunmadıkları ya da bildirimde bulunduklarında sonuç alamamaktan
veya suçlanmaktan korktukları ifade
edilmiştir.
Bilindiği üzere şiddetin bir başka
boyutu ise psikolojik taciz yani mobbingdir. Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik mobbing konusunda
yapılmış araştırma sayısı da sınırlıdır.
Mevcut çalışmalarda mobbingin
çoğunlukla bir üst konumdaki kişi
ya da eş kıdemli kişi tarafından, hizmet sunumu sırasında uygulandığı
ve Türkiye’de mobbingin yaklaşık %
38-40 olarak görüldüğü belirtilmiştir.
Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye
ölçeğinde şiddet sıklığı ve nedenle-
rine ilişkin halen yürütülmekte olan
araştırma içerisinde de mobbinge
yönelik sorular bulunmaktadır.
Türkiye’de sağlık alanında yaşanan
şiddetin boyutunu ve nedenlerini
tam olarak gözler önüne serebilmek
ve şiddeti önleyebilecek politikalar
geliştirebilmek amacıyla; Sağlık Bakanlığı tarafından da birçok çalışma
yapılmakta ve planlanmaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından Komisyonumuza yapılan sunumda, 2011 yılında hastane yöneticilerinden yazılı
form ile toplanan bilgilere göre 384
hastanenin % 79’u hastanelerinde
şiddet olaylarının görüldüğünü,
şiddetin % 56 sözlü ve fiziksel, % 15
fiziksel, % 29 yalnızca sözlü olduğu
belirtilmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
11
Ayrıca Sağlık Bakanlığı himayesinde
ve Kırıkkale Üniversitesi koordinasyonunda 2012 yılında başlanan ve
halen devam eden “Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddeti” araştıran, yaklaşık on beş bin sağlık çalışanını kapsayan ILO standartlarında bir bilimsel
araştırma başlatılmıştır. Araştırmanın
26 Aralık 2012 tarihi itibariyle son bir
yıl ve 2152 kişiyi kapsayan sonuçlarına göre fiziksel şiddet % 5,9 ve sözel
şiddet % 38,1 olarak analiz edilmiştir.
Araştırma halen devam etmektedir.
Türkiye’de Sağlık Çalışanlarına Yönelik
Şiddetin Nedenleri
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin
engellenebilmesi için, temel nedenlerin iyi tespit edilip ona yönelik çözüm önerilerini içeren politikaların
geliştirilmesi gerekmektedir. Tüm
çalışmalarda ve literatürde sağlıkta
yaşanan şiddetin toplumda yaşanan
şiddet ve sorun çözme anlayışının bir
parçası olarak sosyal bir sorun olarak
kabul edilmesi gerektiği vurgulanmakla birlikte; yukarıda sözü edilen
araştırmalardan derlenen sonuçlara
göre sağlıkta şiddetin nedenleri şu
şekilde tespit edilmiştir.
1. Mental ve davranış bozukluğu
2. Eğitim düzeyi düşüklüğü ve kurallara uymama,
3. Çok sayıda muayene ve test yapılması,
4. Stresli hasta yakınları ve kalabalık
gürültülü ortamlar,
5. Hasta ve hasta yakınlarının aşırı istekte bulunması,
6. Uzun bekleme süreleri,
7. Sağlık çalışanı yetersizliği,
8. Yanlış anlamalar, iletişim problemleri ve kişisel sorunlar.
Komisyon çalışmaları sırasında konunun tüm paydaşları, uzmanlar ve
akademisyenler dinlenmiş, yerinde
ziyaretlerde ve incelemelerde bulunulmuş, ayrıca konuya ilişkin literatürden de yararlanılmıştır.
Yukarıda yer verilen tüm çalışmalar
ışığında; bu başlıkta; Türkiye’de sağlık
çalışanlarına yönelik şiddetin nedenleri ve çözüm önerileri CURBOW’un
sınıflaması da dikkate alınarak ortaya
konulacak ve Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin nedenleri
dört ana başlık altında ele alınacaktır:
12
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
1. Örgütsel/kurumsal faktörler
2. Toplumsal faktörler
3. Tarafların (hizmeti sunan ve hizmeti alan) özellikleri, etkileşimleri
ve iletişim,
4. Çevresel faktörler
5. Hukuka/Yargıya İlişkin Nedenler
Şiddeti doğuran sebepleri kesin çizgilerle birbirinden ayırarak sınıflamak
olanaklı değilse de, teorik çerçeveyle
paralellik sağlamak ve bu nedenleri
sistematik bir çerçevede ortaya koyabilmek adına böyle bir sınıflamaya
gidilmiştir.
Örgütsel/Kurumsal Faktörler
Sağlık hizmetinin sunulduğu alanlar,
hizmetin özelliği ve çeşitliliği nedeniyle oldukça karmaşık yapılardır.
Kaygı düzeyi yüksek kişiler (hasta,
hasta yakınları, hasta olduğunu düşünenler) bu alanlarda hizmet almaktadırlar. Değiştirilemeyecek bu
özelliğe ek olarak; bekleme alanlarının yetersizliği, havasız ve uygun
ışıklandırmanın olmadığı ortamlar,
yönlendirmelerin eksikliği gibi fiziki
alt yapı eksiklikleri hizmet alanların
ve verenlerin stres düzeyini yükseltmekte ve şiddete yol açabilmektedir.
Sağlıkla ilgili rutin ya da değişiklik
yapılan uygulamaların halka tam
olarak anlatılmamış olması, eksik ve
hatalı bilgiler hasta ve hasta yakınlarında gerçekleştirilmesi mümkün
olmayan beklentilere neden olmakta, bu beklentilerin karşılanamaması
da şiddete başvurmalarına neden
olabilmektedir. Sağlık hizmetlerinin
sunulduğu alanlarda yöneticilerin,
hastalara yönelik süreçleri yeterince
incelememeleri ve sıkıntılı süreçler
düzenlemedeki yetersizlikler de hizmet alanların stres düzeyini yükselterek, şiddet eğilimlerini artırmaktadır.
Bürokratik süreçlerin zorluğu ve karmaşıklığı da şiddetin nedenleri arasında yer almaktadır.
Geri ödeme kurumunca yapılan düzenlemeler sonucu çeşitli alanlarda hastalardan tahsil edilen katılım
payları da tartışmalara yol açmakta
ve zaman zaman da hasta veya hasta yakınlarında da şiddete başvurma
eğilimini artırmaktadır.
Artan iş yükü nedeniyle, hastaların
tanı, tedavi ve bilgilendirilmesine
ayrılan sürecin kısalması da şiddetin
nedenleri arasında yer almaktadır.
Sağlık Bakanlığının SABİM uygulamasının hasta, hasta yakınları ve sağlık çalışanları tarafından sağlık personelini şikâyet hattı olarak algılanması
da hem hizmet sunan hem de hizmet
alan tarafından şiddete eğilimi artırmaktadır. Çalışan haklarının hasta
hakları kadar bilinmemesi ve SABİM
hakkında yeterli bilgilendirme yapılmamış olması nedeni ile yapılan
amaç dışı başvurular hizmet sunucularına ilişkin şiddet ortaya çıkaran
nedenler arasında yer almaktadır.
SABİM toplumun ve sağlık çalışanlarının bilgilendirilmesi amacı ile
kurulmuş bir iletişim merkezidir. SABİM konusunda bilgi ve farkındalığın
yeterli olmaması, şikâyetlerin SABİM
tarafından yeterince süzülmemesi
ve SABİM incelemesi yapan kişilerin
yapıcı olmayan yaklaşımlarının şiddete neden olabildiği de iddia edilmektedir.
Yeterli ve etkili güvenlik sistemlerinin kurulamaması, özellikle yüksek
riskli alanlarda fiziksel şiddette neden olabilecek araç ve gerecin kolay
ulaşılabilir halde bulunması da (masa
üzerinde tel, zımba, delgeç; kolayca
kaldırılıp fırlatılabilecek tabure ve
sandalye gibi) olası şiddetin etkisini
artırabilecek nedenlerden birisidir.
Sağlık çalışanlarının sayısal yetersizliği ve dengesiz dağılımı da hastaların bekleme sürelerinin uzamasına,
sağlık personelinin hastaya ayırdığı
zamanın kısalmasına ve aşırı yorgunluğa bağlı olarak şiddet nedenleri
arasında görülmektedir.
Sağlık Bakanlığının gerek güvenlik
tedbirleri, gerekse diğer pek çok uygulamayı hayata geçirmekle birlikte
son yıllara kadar sağlık çalışanlarına
yönelik şiddet konusunda temel bir
politika oluşturmamış olması, sağlık
çalışanlarının şiddete uğrama durumunda sorunu birbirinden farklı
yöntemlerle çözmeye çalışmalarına
neden olmuş, konuyla ilgili sistematik
bir davranış modeli olmaması da hizmet alanların şiddet uygulama konusunda kendilerini rahat hissetmelerine neden olmuştur. Silah, delici-kesici
aletlerin kişisel olarak edinilmesi ve
taşınması için gerekli koşulların kolaylığı, dolayısıyla bireysel silahlanmanın artması da sözel şiddetle bitebilecek bir davranışın, fiziksel şiddete
dönüşmesi ve ölümle sonuçlanmasına neden olabilmektedir.
Komisyonumuza sunum yapan bazı
meslek örgütleri ve sendika temsilcileri mevcut uygulama biçimi ile performansa dayalı ödeme biçiminin
nitelikten ziyade niceliği ön plana
çıkarmasının çalışma barışını azabildiğini, daha fazla işlemin daha fazla
performans puanını beraberinde
getirdiğinden hastaya ayrılan sürenin kısa tutulabildiği ve bunların
doğrudan olmasa bile dolaylı olarak
şiddeti besleyebildiği fikrini savunmuşlarıdır.
2. Toplumsal Faktörler
Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler gibi nedenlerden dolayı
topluma ilişkin nedenler tartışılırken
toplumda var olan yaygın şiddet
kültürü üzerine vurgu yapmak gerekir. Şiddet konusundaki araştırmaların ulaştığı genel bir sonuç; şiddetin,
bir fasit daire, bir sarmal şeklinde
ilerlediği ve şiddetin şiddeti doğurduğudur.
Toplumun ve bireyin genel şiddet
eğilimindeki artış, toplumda saldırganlığın artması, gündelik yaşamda
artan şiddet (kadına yönelik, trafikte,
sporda, sağlık alanında…) ve hoşgörüsüzlük, şiddetin kanıksanması, toplumda şiddete hoşgörü ile yaklaşım
anlayışı ve şiddetin sorun çözme mekanizması olarak görülmesi, bekleneceği üzere sağlık alanına da yansımıştır. Toplumda iletişim ve kendini ifade
eksikliği, sorunları açıklıkla konuşma,
dinleme ve empati alışkanlığının pek
olmaması da şiddetin temel nedenlerinden birisidir.
Toplum giderek bilinçlenmekte ve
hak arama davranışı yaygınlaşmaktadır. Bu istenen bir durum olmakla birlikte hak arama davranışının şiddet
yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılması
istenmeyen bir durumdur. Bu durumunun kök nedenlerine inildiğinde
temelinde şiddet uygulayan kişinin
ailesinde ve eğitim sisteminde “şiddetin” bir eğitim aracı olduğu gerçeğinin yattığı tespiti yapılabilir.
Mevcut durumu ile sorunlarını çözemeyen ya da hakkının yenildiğini düşünen toplum üyeleri çevrelerinde ve
medyada sık olarak gördükleri gibi
şiddet uygulayarak çözüm arayışlarına gitmektedir. Okul öncesinde,
okulda, yükseköğretimde ve çalışma
yaşamında fiziksel ve sözel başta olmak üzere şiddet uygulayarak sorunlarına çözüm arayan ve/veya bulan
birey veya grupların varlığı da bireyleri şiddet kullanmaya teşvik etmektedir.
Toplumdaki bireylerin sağlıklı iletişim
kuramamaları ve kendini ifade eksiklikleri de şiddeti doğuran nedenler
arasında sayılmaktadır. Sağlıklı iletişim gerek bireylerin kendi durumlarını başkaları ile paylaşmada gerekse
başkaları tarafından söylenenleri algılamada oldukça önemli bir unsurdur. Sağlıklı iletişimde bulunamayan
ve kendini ifade edemeyen bireyler
sağlık hizmeti taleplerinde de kendilerini ifade edemeyerek sağlık çalışanları tarafından da anlaşılamamakta, böylece yukarıda belirtilen önemli
nedenlerden birisi olan iletişim eksikliğinden kaynaklanan sorunlar ortaya
çıkmaktadır. Hatta çoğu zaman sağlık
çalışanının kasten kendisini anlamadığını düşünen bireyler, şiddeti sorun
çözme aracı olarak görmekte ve şiddet uygulayarak sorun çözme yoluna
gitmektedir.
Medyada sağlık çalışanlarına yönelik gerçekliği araştırılmamış olumsuz
haberlerin yer alması toplumda; hekim, hemşire, 112 çalışanı gibi personele karşı olumsuz ön yargıların oluşmasına neden olmaktadır. Örneğin
sürekli “ambulans geç kaldı!” haberi
ile görsel ve yazılı medyada karşı karşıya kalan birey bir süre sonra “tüm
ambulanslar geç kalmaktadır” gibi
bir ön yargıya sahip olmaktadır.
“Acil hasta” kavramı ülkemizde çok
net olarak bilinmemektedir. Bu nedenle gerekli olmayan durumlarda
da bireyler acil sağlık hizmetlerinden
yararlanmak istemektedirler. Bu durum da özellikle acil servisler ve 112
acil sağlık hizmetlerinde bireyleri bir
an önce hizmet alma talebi ile sözel
ve fiziksel saldırıla yöneltmektedir.
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olgusu konuşulurken sıklıkla gündeme
gelen konulardan birisi de hekimliğin
otonomisinin sorgulanmaya başlanmasıdır. Bilgiye ulaşma imkânlarının
artması ve toplumun her konuda giderek artan bilgi talepleri de bu durumu artırmıştır.
Medyada sağlık haberleri; yanlış,
eksik, tiraj ve reyting kaygısı ile verilmektedir. Medyada sağlık çalışanlarına ilişkin olumsuz haberler
yer alabilmektedir. Dizilerde sağlık
çalışanların imajını zedeleyecek sahnelere yer verilmektedir. Medyada
şiddet sağlık çalışanlarına yönelik
şiddeti teşvik eden haberlerin ve şiddeti içeren yapımların varlığı önemli
bir şiddet unsurudur. Medyada gerek
dizi gerek haber gerek belgesel kanallarında pek çok kez sağlık kurumları ve çalışanlarına yönelik olumsuz
haberler çıkmakta, bu da toplum
tarafından yanlış anlaşılarak sağlık
çalışanlarına yönelik şiddete dönüşebilmektedir.
Öte yandan medyada çıkan sağlık
çalışanlarına yönelik pek çok haber
de aslında gerçeği yansıtmamakta,
yalnızca reyting ya da tirajı artırabilmek için kullanılmaktadır. Özellikle
kimi dizilerde “hasta yaşamazsa sen de yaşamazsın doktor” repliği gibi ifade edilen
olumsuz söz ve görüntüler toplumun sağlık çalışanına yönelik şiddeti
meşru gibi algılamasına neden olabilmektedir. Yine “yanlış iğne oldu,
kolu kesildi” gibi çok nadiren de olsa
ortaya çıkabilecek komplikasyonların
sürekli bir biçimde iletişim araçları
tarafından yayımlanması sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti körükleyebilmektedir.
Sağlık çalışanları konusundaki olumsuz haberlerin ilgi görmesi nedeniyle
sürekli konuya ilişkin olumsuz haber
yapılması, gençlerin televizyonda
her gün onlarca şiddet sahnesi seyrederek yetişmeleri, basında çıkan
provokatif içerikli yanlış haberler, haberlerin bir kısmında sağlık çalışanlarının işini iyi yapmayan kişiler olarak
gösterilmesi, televizyon dizilerinde
sağlık çalışanlarına şiddet içeren sahnelerin sıklıkla yer alması ve özendirilmesi, tiraj ve reyting kaygılı yayın
politikasının egemen oluşu ve olumsuz hekimlik örneklerinin yoğun ve
sürekli gündemde tutulması270da
sağlık personeline yönelik şiddeti artıran nedenler arasındadır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
13
3. Tarafların (Hizmeti Sunan ve Hizmeti
Alan) Özellikleri, Etkileşimleri ve İletişim
Sağlık çalışanları, kendi meslektaşları, hastalar ve hasta yakınları olmak üzere kaygı, endişe ve beklenti
düzeyleri birbirinden oldukça farklı
kişi ve gruplarla sürekli iletişim ve
etkileşim halinde çalışmak zorundadırlar. Bu iletişim sürecinin hasta ve
hasta yakınları ile olan boyutu, iletişimin sıklığı ve niteliği anlamında çok
önemli farklılıklar taşımaktadır.
Sağlık personeli, sağlık hizmetinin
niteliğinden dolayı yüz yüze iletişim
kurmak ve hastanın özel alanına girerek iş görmek durumundadır. Bu
özelleştirilmiş alan kişi için korunma,
savunma ve davranışlarını düzenleme alanı olduğundan duygusallıkla
yüklüdür.
Dolayısıyla hastaların (psikolojik durumları da göz önünde bulundurulduğunda) tedavi gereği olarak bile
olsa “özel alanlarını” sağlık personeline açmaları oldukça zor olduğu gibi
her iki taraf için de zorlu bir iletişim
sürecini gerekli kılmaktadır.
Sağlık çalışanları yaptıkları işin doğası gereği zorlu iletişim alanlarında
bulunmakta, acılı haber verme, kendi profesyonel alanlarıyla ilgili bilgiyi
halk diline çevirerek zamanında ve
doğru olarak aktarabilme gibi sorunlarla gün içerisinde defalarca karşı
karşıya gelmektedir. Sağlıkçıların
kendi meslektaşları ile olan iletişimleri ise; rekabet, kötüleme, çıkar amaçlı
olarak hekim ya da sağlık personeline karşı diğer sağlık çalışanlarının
olumsuz söylem ve yönlendirmeleri
hasta ve hasta yakınlarını şikâyete ve
şiddete yönlendirebilmektedir.
Sağlık alanında yetiştirilen sağlık çalışanlarının lisans ve lisansüstü eğitimleri sırasında çoğunlukla iletişim
becerilerine yönelik eğitim almamış
olmaları, çatışma yönetimi ve öfke
yönetimi konusunda çalışanlara beceri kazandırılmamış olması, çalışma
hayatlarında iletişim problemlerine
neden olmakta, bu durum da şiddet
nedenlerinden olabilmektedir.
Sağlık çalışanları zaman zaman kendi
iletişim eksiklerinden kaynaklanan
nedenlerle şiddetle karşılaşabilmektedir. Hasta ve hasta yakınlarının
yeterli ve zamanında bilgilendirilmemesi, zaten kaygı içerisinde olan hasta ve yakınlarında stresi daha da artırmakta ve şiddete neden olmaktadır.
Acılı haber verme durumuyla sık
sık karşılaşan sağlık personelinin bunu anlatırken kullanacağı dilin ve tarzın önemi
yadsınamaz. Sağlık çalışanları uzun ve yorucu
çalışma süreleri, sağlık
alanında çok yoğun
olan psikososyal
risk etmenleri
ve iletişim teknikleri konusundaki
eğitim eksiklikleri nedeni ile iletişim
kurmada zorluk yaşayabilmektedir.
Sağlık çalışanlarının ülke genelinde
dengesiz dağılımı ve nicelik olarak
yetersizliği ağır çalışma koşullarına
neden olmakta ve bu da sağlık çalışanlarında tükenmişlik sendromuna
neden olabilmektedir. Ayrıca farklı
yerlerde çalıştırılan sağlık çalışanları
(örneğin gündüz aile hekimi, gece ise
acil servis çalışanı) hizmet sunumunda verimli olamamakta ve yaşanan
yoğun stresli ortam öfke kontrolünü
ve iletişimi zora sokmakta, hasta ve
hasta yakınları ile şiddete neden olabilmektedir.
Bazı sağlık kurumlarında mobbing
uygulamalarının olması, zaten zor
koşullarda çalışan sağlık çalışanlarını daha da olumsuz etkilemektedir.
Psikolojik tacizin (mobbing) ve etkilerinin çalışanlar ve yöneticiler tarafından yeterince bilinmiyor olması
ve psikolojik tacizin bir suç olduğu
ve cezasının olduğunun çalışanlar
ve yöneticiler tarafından bilinmiyor
olması da şiddeti artıran nedenler
arasında yer almaktadır.
Sağlık hizmetinin tüm unvanlarla
bir ekip çalışması yapılarak sunulabileceğinin, ekip üyelerinin hizmet
sürecinde ast ve üst ilişkisini belirli
bir dengede tutması zorunluluğunun bilinmemesi, özellikle hekimlerin diğer personelden katıksız itaat
beklemeleri, formal anlamda koçluk
yapma becerilerinin kazanılmamış
olması da işyerindeki stresi artıran
nedenler arasındadır.
Sağlık çalışanlarının mevzuatı yeterince bilmemeleri de zaman zaman
hastalar ve yakınları ile sağlık çalışanları arasında özellikle sözel şiddetin
ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Çağımızda zamanın kıymetinin artması, hasta ve hasta yakınlarının hemen hizmet alma, hızla
tedavi olma, kısa sürede işin bitmesi
gibi yüksek beklenti içine girmelerine neden olmaktadır. Bu beklentinin
karşılanmaması durumunda ise başvuranlar şiddete eğilim gösterebilmektedir. Oysa sağlık hizmetlerinin
sunumunda ana tema “insan olup”
bireylerin sağlık sorunları aynı hastalık söz konusu olsa dahi yaş, cinsiyet,
eğitim düzeyi, başka hastalıkların
14
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
varlığı vb. pek çok değişkene göre
farklılık gösterebilmektedir. Hizmete
başvuranlar ise her ne olursa olsun
işlerini ivedilikle bitirme kaygısı yaşamaktadır.
Sağlık çalışanlarının amacı tüm
hastaların komplikasyonsuz iyileşmelerini sağlamak olmakla birlikte,
bazı durumlarda komplikasyonlar,
iyileşmeme, ölümle sonuçlanma
gibi olumsuzlukların yaşanması kaçınılmazdır. Bu gibi durumları hasta
ve yakınlarının anlayamaması ve
sağlık kurumuna gelen herkesin sağ
ve sağlıklı olarak oradan ayrılması
beklentisi de şiddet nedeni olabilmektedir. Hasta ve hasta yakınlarının kendileri ya da hastaları ile
yeterince ilgilenilmediği düşüncesi
sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti
doğuran önemli nedenlerden birisidir. Oysaki sağlık hizmetleri sunumu
profesyonellik gerektirmekte olup,
hasta ve hasta yakınları ile hizmet
sunucuları arasında bilgi asimetrisi
vardır. Kendi bilgileri ile hastası ile
yeterince ilgilenilmediğini düşünen
hasta ve hasta yakınları, hastaları ile
ilgilenilsin kaygısı ya da ilgilenilmediği gerekçesi ile şiddete başvurabilmektedir.
Akıl hastalığı olan, alkol ve/veya
madde bağımlısı olan kişiler toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi
sağlık hizmetleri alanında da pek çok
soruna neden olabilmektedir. Bu kişiler toplumun diğer bireylerinden
daha fazla şiddet uygulayabilmekte
ve sorunlarını şiddet yoluyla çözme
yaklaşımı içerisine girebilmektedir.
Ülkemizde yakın iş çevresinden, akrabalardan ve komşulardan önerilen
tedavilerin kullanımı yaygın görülmekte, toplumun beşte biri kendi
kendine ilaç kullanmaktadır. Başta
hekimler olmak üzere sağlık çalışanları birey için o anki durumuna uygun
tetkik ve tedaviler önermekte, bireyler ise daha çok çevresinden kendisine önerilen ilaçların yazılmasını, tetkiklerin yapılmasını talep etmekte bu
da şiddeti doğurabilmektedir.
Sistemden kaynaklanan sorunların
nedeninin sağlık çalışanı olarak görülmesi, sağlık çalışanlarına yönelik
şiddeti artıran temel etmenlerden
birisidir. Özellikle de geri ödeme kurumu ile ilgili sıkıntılar buna neden
olmaktadır. Sağlık okuryazarlığının
eksikliği, sağlık hizmetinden yararlanma koşullarının bilinmemesi, acil
hasta kavramındaki yanlış bilgilenme
de hasta ve hasta yakınlarının beklentilerini değiştirerek şiddet nedeni
olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Hastane öncesi sağlık hizmetlerinin
sunumu sırasında hasta ve hasta yakınlarının 112 ambulansının yerine
geç ulaştığına yönelik hatalı zaman
algısından kaynaklı nedenler ile
hizmetin aksamaması ve hasta güvenliği nedeniyle hasta yakınlarının
ambulansa alınmaması ve hasta yakınlarının bu konudaki ısrarlı tutumları da şiddete neden olabilmektedir.
4. Çevresel Faktörler
Ülkemizde sağlık hizmeti hastane, poliklinik gibi kapalı ve yerleşik
mekânlarda verilebildiği gibi hastane öncesi acil sağlık hizmetleri, aile
hekimliği kapsamında gezici olarak
da verilmektedir. Yerleşik hizmet veren birimlerin faaliyet gösterdikleri
çevreye ait suç düzeyi, yoksulluk düzeyi, uyuşturucu kullanım seviyesi,
barınma olanakları, çete olaylarının
yoğunluğu gibi olumsuz faktörler
hasta ve yakınlarının şiddete eğilimlerini artırmakta ve çevresel faktörlere bağlı şiddetin görülmesine neden
olmaktadır. Gezici verilen hizmetler
için de aynı sorun söz konusudur.
5. Hukuka/Yargıya İlişkin Nedenler
Türkiye’de şiddet olaylarının yeterli
cezayı almadığı konusunda yargıya
olan güven eksikliği söz konusudur.
Türkiye’de özellikle kadına şiddet konusunda olduğu gibi yargının şiddet
uygulayanlara yeterli cezayı vermediği görüşü hâkimdir. Bunun yanında yargının şiddet olayları karşısında
çok uzun sürede karar vermesi şiddet
başvurusunun ve sonuçlanma işleminin pek çok idari uygulama ve başvuru zorluğu içermesi yargıya ilişkin
nedenler arasında sayılabilir. Sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet uygulayanlara verilen cezalar halen yeterli
caydırıcılıktan uzaktır. Şiddet uygulayanlar “kahveye gitmeme” gibi caydırıcılığı olmayan cezalarla karşılaşabilmektedir.
Türkiye’de Sağlıkta Yaşanan Şiddetin
Nedenlerini Anlamaya ve Çözüm Yolları
Geliştirmeye Yönelik Olarak Yapılan
Çalışmalar
Türkiye’de sağlıkta yaşanan şiddetin
nedenlerini anlamaya ve çözüm yolları geliştirmeye yönelik olarak hem
Sağlık Bakanlığı hem de çeşitli meslek örgütleri ve sendikalarca çeşitli
çalışmalar yapılmıştır. Bu bölümde ilk
olarak Sağlık Bakanlığınca yapılan öncelikli olarak hizmet sunumu sürecindeki risklerin belirlenmesi ve hizmetin
güvenli ortamlarda sürdürülebilmesi
amacıyla gerçekleştirilen mevzuat ve
uygulamalara yer verilecektir. Sağlık
Bakanlığınca bu amaçla gerçekleştirilen politikaların (mevzuat ve uygulamaların) hedefi genel olarak sağlık
alanında güvenli hizmet sunumunun
sağlanması, hak ve sorumluluk bilincinin geliştirilmesi, sağlık çalışanlarının
motivasyonlarının arttırılması ve sağlık hizmetlerinde kalitenin arttırılması
olarak ifade edilmiştir.
Mevzuat, Düzenleme ve Uygulamalar
Sağlık Bakanlığının çalışan güvenliğine yönelik çalışmaları içerisinde
öncelikli olarak mevzuat çalışmaları
yer almaktadır. Bu çalışmalardan ilki
16.10.2009 tarihinde yürürlüğe girerek Resmî Gazete’de yayımlanan
“Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin
Uygulanması Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ”dir.
Bu Tebliğ’de;
• Sağlık
hizmetinin verildiği kritik
alanlara giriş çıkışların kontrollü
olarak sağlanması,
• Yeterli
sayıda güvenlik görevlisi
bulundurulması,
• Ortak kullanım alanlarında kamera sistemi ile izlemenin yapılması
ve gerekli önlemlerin alınması düzenlenmiştir
“Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına Dair
Yönetmelik” 06.04.2011 tarihinde Resmî
Gazete’de yayımlanmıştır. Bu Yönetmelik ile sağlık kurumlarında;
• Çalışan güvenliği programlarının
hazırlanması,
• Çalışanlara yönelik sağlık taramaların yapılması,
• Engelli çalışanlara yönelik düzenlemelerin yapılması,
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
15
• Çalışanların kişisel koruyucu önlemleri almalarının sağlanması,
yerine getirdikleri kamu görevi nedeniyle sağlık çalışanlarına karşı;
• Çalışanlara yönelik fiziksel saldırı- • Yaralama (TCK Madde 86-87),
ların önlenmesine yönelik düzen• Tehdit (TCK Madde 106),
leme yapılması hususlarında gerekli düzenlemelerin yapılması ve • Hakaret (TCK Madde 125) fiilleritedbirlerin alınması istenilmiştir.
Resmî Gazete’de 28.04.2012 tarihinde yayımlanan “Sağlık Bakanlığı Personeline
Karşı İşlenen Suçlar Nedeniyle Yapılacak Hukuki
Yardımın Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”
Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarda görev yapan personele, sağlık
hizmeti sunumu sırasında veya bu
görevlerinden dolayı personele karşı
kanunlarda suç olarak tanımlanan bir
fiilin gerçekleştirilmiş olması halinde
verilecek hukuki yardımın mahiyetini
düzenlemektedir.
“Çalışan Güvenliğinin Sağlanması
Genelgesi” ile içerisinde 6’ncı madde
sağlık çalışanlarının, sağlık hizmeti
sunumu esnasında şiddete uğraması
halinde, acil verilmesi gereken hizmetler hariç olmak üzere hizmetten
çekilme talebinde bulunmaları yani
“hizmetten çekilme” düzenlenmiştir. Bu
maddeye göre:
a)Hizmetten çekilme talebi, kurum
tarafından belirlenen yöneticiye
sözlü veya yazılı olarak bildirilecektir.
b)Bildirim üzerine yetkili yönetici,
olayı derhal değerlendirerek hizmetten çekilme talebinin uygun
olup olmadığı hakkında gecikmeksizin karar verecektir.
c) Yetkili yönetici, hizmetten çekilme
talebini uygun bulduğu takdirde
hastanın sağlık hizmeti almasına
ve tedavisinin devamına yönelik
tedbirleri güvenlik tedbirleriyle
birlikte alacaktır. Bu kapsamda
ilgili hastanın sağlık hizmetini devam ettirecek yeni sağlık çalışanını
belirleyecek, kurum içerisinde bunun mümkün
olmaması halinde hastanın hizmet
alabileceği başka bir sağlık kurumuna sevkini ve hizmet alımını sağlayacaktır. Bu süreç sırasında hastanın
tedavisinin aksatılmamasına özen
gösterilecektir.
İçişleri Bakanlığınca 26.04.2012 tarihinde yayımlanan “Sağlık Çalışanlarına Karşı
İşlenen Suçların Soruşturulması” genelgesi ile
16
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
nin işlenmesi halinde, mağdur kişinin şikâyeti aranmaksızın, sağlık
kurumlarında görevli olan hastane polisleri ve kolluk kuvvetlerince doğrudan işlem tesis edilmesi,
ilgili Cumhuriyet savcılığına bilgi
verilmesi, gerekli soruşturmanın
başlatılması görevi verilmiştir.
Sağlık Bakanlığınca 2005 yılında yayımlanan ve 2007, 2009 ve 2011 yıllarında güncellenen “Sağlıkta Kalite Standartları” rehberleri ile hasta ve çalışan
güvenliğinin sağlanması, kamuda
yılda iki kez, özel ve üniversite sağlık
merkezlerinde her yıl düzenli olarak
değerlendirmeler yapmak suretiyle,
kurumların çalışan güvenliğine yönelik aldığı tedbirlerin uygulanmasını izlemek amaçlanmıştır.
Hastane Hizmet Kalite Standartları
2011 Rehberi içerisinde her hastanede bir “Çalışan Güvenliği Komitesi”
kurulması; Çalışan Güvenliği Komitesinde tıbbi, idari ve hemşirelik
hizmetleri yöneticilerinden birer
temsilci, kalite yönetim direktörü, bir
hekim, enfeksiyon hemşiresi, güvenlik amiri, psikiyatrist veya psikolog
veya sosyal hizmet uzmanı ve diğer
meslek gruplarından (laboratuar teknisyeni, anestezi teknisyeni, radyoloji
teknisyeni) bir temsilci yer alması ilkesi getirilmiştir.
Çalışan Güvenliği Komitesinin görev
tanımı ise şu şekilde belirlenmiştir:
• Çalışanların zarar görme risklerinin azaltılması,
• Riskli alanlarda çalışanlara yönelik
gerekli önlemlerin alınması,
• Fiziksel
şiddete maruz kalınma
risklerinin azaltılması,
• Kesici delici alet yaralanma risklerinin azaltılması,
• Kan ve vücut sıvılarıyla bulaşma
risklerinin azaltılması,
• Sağlık taramalarının yapılması.
Yine aynı rehber içerisinde Beyaz Kod
yönetimine yönelik düzenleme yapıl-
ması; uyarı sistemi oluşturulması, tıbbi, idari ve hemşirelik hizmetleri yöneticilerinden bir temsilci, psikolog
veya sosyal hizmet uzmanı ve güvenlik amirinden oluşan sorumluların
belirlenmesi standart olarak belirlenmiştir. Yapılan Beyaz Kod müdahalesi
ile ilgili kayıtların tutulması sırasında
şu hususlara yer verilmesi de kararlaştırılmıştır:
• Olayın olduğu tarih ve saat,
• Olayın olduğu yer,
• Olay anında yapılan iş,
• Olayın başlama nedeni,
• Olayın oluş şekli,
• Olayda varsa kullanılan nesne,
• Olayda çevrede oluşan olumsuzluklar,
• Olaya karışanların yaş, cinsiyetleri,
varsa kişisel bilgiler.
Toplumsal Farkındalığı Artırmaya Yönelik
Faaliyetler
Sağlık Bakanlığı ve çeşitli sivil toplum
örgütlerinin katılımı ile 2011 yılında
“Emeğe Saygı Şiddete Sıfır Tolerans
Sempozyumu” gerçekleştirilmiş ve
basın mensupları, iletişim uzmanları,
idareciler ve sağlık çalışanlarının katılımıyla ulusal düzeyde “Şiddete Sıfır
Tolerans” kampanyası başlatılmıştır.
Hasta hekim iletişimini kuvvetlendirmek amacıyla 2009 yılından itibaren
14 Mart Tıp Bayramı içerisinde “Sevgi
En İyi İlaçtır” kampanyası düzenlenmekte ve hazırlanan spot filmler ve
gazete ilanları ile toplumsal farkındalığı arttırmak amaçlanmaktadır.
Hasta ve Çalışan Güvenliği Sempozyumları başlığı altında 2010 yılından
itibaren illerde çeşitli toplantılar düzenlenmiş ve bu toplantılarda çalışan
güvenliği ve Beyaz Kod uygulamaları anlatılmış, toplamda 6000 sağlık
personeline eğitim verilmiştir. Ayrıca
“Paydaş Toplantıları” adı altında 1418 Mayıs 2012 tarihleri arasında birçok sivil toplum örgütü ile toplantılar
gerçekleştirilmiş; çalışanlara yönelik
şiddet konusunda mevcut durum ve
alınacak tedbirler istişare edilmiştir.
Hasta ve Çalışan Güvenliği Sempoz-
yumlarında da dile getirildiği üzere
sağlık çalışanlarının ve hastane güvenlik personelinin eğitimleri gerçekleştirilmiştir. 594 hastanede 187.202
sağlık çalışanı ve güvenlik görevlisine
iletişim eğitimi verilmiştir.
Takip, Kayıt ve Müdahale Sistemleri ve Beyaz Kod Uygulaması
Çalışan Güvenliği Genelgesi ile hastane düzeyinde Beyaz Kod uygulaması
başlatılmıştır. Beyaz Kod uygulaması;
sağlık çalışanlarının şiddete maruz
kalmaları riskine karşı oluşturulan
erken uyarı sistemidir. Beyaz Kod bildirimi şiddet olayının bildirilmesi ve
Beyaz Kod çağrısı (1111) verilmesini
takiben olaya müdahale edilmesi ve
olayla ilgili tutanak ve formların düzenlenmesi süreçlerini kapsar.
İllerde hukuki süreçleri birebir takip
etmek üzere avukatların sorumluluğunda 81 İl Sağlık Müdürlüğünde
Beyaz Kod İl Koordinatörlükleri, Bakanlık Merkezde ise şiddet olaylarını
takip etmek ve süreçleri koordine
etmek amacıyla Bakanlık Beyaz Kod
Birimi kurulmuştur. Bakanlık Beyaz
Kod Birimi 24 saat hizmet veren “113”
numaralı telefon hattı ve “www.beyazkod.saglik.gov.tr” internet adresi
ile koordinasyonu sağlamaktadır. Bakanlık Beyaz Kod Biriminin görevleri:
• Kamu ve özel tüm sağlık kuruluşlarında gerçekleşen şiddet olaylarını izlemek,
• Sağlık çalışanlarına psikolojik destek sağlamak,
• Hukuki süreçlerin başlatılması ve
takibi ile
• Veri toplama ve analizdir
Beyaz Kod Birimine günlük ortalama 23 bildirim yapılmaktadır. Bu
bildirimler sözel şiddet (sözel tehdit,
küfür, mesleki bilgiye yönelik alay,
hakaret içeren sözler) ve fiziksel şiddet (çalışana yönelik fiziksel şiddet,
fiziksel şiddet teşebbüsü, kurum ve
donanım yapılarına zarar verme) kategorilerinde analiz edilmektedir.
Tarafların (Hizmeti Sunan ve Alan) Özellikleri, Etkileşimleri ve İletişim
Sağlık çalışanları uzun ve yorucu eğitim süreçleri boyunca bireylerin sağlıklarını korumak, hastalıkları teşhis
etmek ve hastaları tedavi etmek için
çok farklı konularda eğitim almaktadır. Ancak sağlık hizmeti sunumunun
temel unsuru insandır. Çoğunlukla
sağlık kurumuna bir sorun yaşayarak
gelen hasta ve hasta yakınlarını anlayabilmek, sorunlarına çözüm bulabilmek için nitelikli bir sağlık çalışanı olmanın yanında iyi bir sağlık iletişimi
bilgisine de ihtiyaç vardır.
Sağlıkla ilişkili eğitim veren kurumlarda (tıp fakültesi, hemşirelik fakültesi, eczacılık fakültesi, diş hekimliği
fakültesi, paramedik okulları, sağlık
meslek liseleri vb) teorik ve uygulamalı sağlık iletişimi derslerinin
okutulması sağlık çalışanlarının birbirleri, hasta ve hasta yakınları ile iletişimlerini artıracak, kendilerini daha
kolay ifade etmelerini sağlayacaktır.
Sağlık iletişimi eğitiminin özellikle
zor durumlar, kriz ve stres yönetimi
gibi ana başlıkları içermesi alınan
eğitimin daha etkin olmasını sağlayacaktır.
Verilecek eğitim için YÖK, üniversiteler, Sağlık Bakanlığı, TTB, Sendikalar ve diğer STK’lar gibi paydaşlar
bir araya gelerek Türkiye’nin gereksinimlerine uygun, kullanılabilir ve
sürdürülebilir bir eğitim programı
geliştirmelidirler. Eğitim programı
içeriğinde çocuk, engelli, yaşlı gibi
kısıtlılığı olanlardan madde kullanıcılarına değin uzanan geniş bir çerçevede iletişim sağlama ve krizle baş
etme yöntemleri en önde yer almalıdır. Mezuniyet sonrasında da hizmet
içi iletişim eğitimleri devam etmelidir. Sağlık çalışanlarının yanında hastane güvenlik personelinde de göreve başlamadan sağlık iletişim eğitim
almış olma şartı aranmalı, göreve devam ederken hizmet içi eğitimlerle
desteklenmelidir.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
17
Sağlık çalışanlarının karşı karşıya
olduğu bir diğer şiddet sorunu ise
mobbingdir. Mobbing konusunda
bilinçlendirme çalışması yapılmalı,
mobbingin bir yaygın bir şiddet türü
olduğu tüm yönetici ve çalışanlara
anlatılmalıdır. Gerek kurumsal önlemler, gerekse sağlık çalışanlarına
yapılacak mobbingden korunma eğitimleri ile mobbing davranışlarından
kaçınılması sağlanmalı ve konuyla
ilgili mevzuat ve bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır.
Hasta ve hasta yakınlarının, devlet ve
hizmet aldıkları kurumlar tarafından
belirlenmiş olan kurallara uymaları
gerekmektedir. Hastalar sağlık hizmetine başvururken “hasta sorumluluklarını” yerine getirmeli, yalnızca ivedi hizmet almak kaygısında
olmamalıdır. Bunun yanında sağlık
çalışanlarının onlara hizmet vermek
amacıyla bulunduklarını ve kendi durumlarına en uygun hizmeti vermek
için çaba harcadıklarını bilmelidirler.
Hasta hakları dernekleri ve benzeri
sivil toplum kuruluşları hastaları yalnızca “haklar” konusunda değil “sorumluluklar” konusunda da eğitmeli
ve Sağlık Bakanlığının da desteği ile
toplumda farkındalık artırıcı uygulamalar yapmalıdır.
18
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Hasta ve yakınları; hekim ve diğer
sağlık çalışanının önerilerini dinlemeli, uygulamalı, tıbbi gerekliliği olmayan, yakın çevrelerinin önerileri,
kulaktan duyma bilgilerle şekillenen
ilaç, tetkik taleplerini gerçekleştirmeye çalışmamalıdır.
Hasta ve yakınları her zaman en öncelikli hastanın kendi hastası olamayacağını, sağlık çalışanının hayati
tehlike durumuna göre hastaları önceliklendirdiğini, hastalar arası kişisel
ayırım yapmadığını bilmeli ve sağlık
çalışanından beklentisini buna göre
şekillendirmelidir. Tüm tıbbi imkânlar
kullanılsa dahi bütün hastaların kurtarılamayacağı, bazı hastalarda (tüm
dünyada olduğu gibi) sekeller kalabileceği, komplikasyonlar olabileceği,
bunların sağlık çalışanı tarafından
arzu edilmeyen ancak yine de karşılaşılabilen durumlar olduğu hasta ve
hasta yakınlarına anlatılmalıdır.
Sağlık çalışanlarının kendi çalışma
alanları ile ilgili güncel mevzuatı takip edebilmeleri için sistemler kurulmalı ve mevzuat değişikliklerine
hâkim olmaları sağlanmalıdır. ( Merkezi mevzuat takip sistemi gibi).
Madde bağımlılığı, duygu- davranış
bozukluğu, akıl hastalığı olan birey-
ler ile daha önce şiddete başvuran
hastalarla ilgili kayıtlar tutulmalı, bu
hastalara yaklaşım konusunda gerekli psikolojik ve fiziksel önlemler
alınmalıdır.
Özellikle 112 acil yardım ambulansı
beklenirken geçen sürenin hasta ve
hasta yakınları tarafından olduğundan daha uzun algılandığının, gerçek
ulaşım süresi ile algılanan sürenin
farklı olduğunun anlatılması için;
hazırlanacak kamu spotlarında bekleyen için zamanın çok uzun geçtiğinin, beklemenin zorluğu konularına
değinilmelidir. Hasta yakınlarının
ambulansa alınmama nedenlerinin
kendi hastalarının güvenliği olduğu
da mutlaka vurgulanmalıdır.
Sistemden kaynaklanan sorunların
sorumlusu olarak sağlık çalışanları
görülmemeli, hasta ve sağlık çalışanı
birlikte, mevcut sağlık sorununu gidermek için işbirliği içinde çalışan bir
yapı gibi değerlendirilmelidir.
* Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet
Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
Meclis Araştırması Komisyonu Raporundan
özetlenerek hazırlanmıştır.
kapakkonusu
ŞİDDETİN İŞ YERİNDEKİ ADI:
MOBBİNG
Esma BAŞARAN ŞAHİN
Iğdır Üniversitesi
Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Öğretim Görevlisi
Mobbing, birçok kişinin yaşadığı ama
adını bilmediği bir olgudur. Nasıl ki
terörü, aile içi şiddeti yaşıyor ve lanetliyorsak mobbingi de yaşıyoruz
ama yaşadığımız durumun adını
koymakta ve bu durumla mücadele
etmekte zorlanıyoruz. Peki, mobbing
nedir? Mobbing; işyerinde psikolojik
şiddet, baskı, yıldırma anlamlarını
taşımaktadır. Bu yıldırma; yöneticiniz, çalışma arkadaşınız ya da arkadaşlarınız hatta sizden daha düşük
pozisyonda olan kişiler tarafından
da yapılmış olabilir. Mobbing, kişiye yönelik; kişinin yaşı, ırkı, cinsiyeti,
20
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
dini, uyruğu, sakatlığı veya hamileliği gibi herhangi bir nedene dayalı
belirgin ve ayrımcılık olmaktan çok,
taciz, rahatsız etme ve kötü davranış
yoluyla herhangi bir kişiye yönelen
saldırganlıktır. Kişiyi iş yaşamından
dışlamak amacıyla kasıtlı olarak yapılır. Sonuçta kişi, giderek artan sıkıntı,
hastalık ve sosyal sorunlar yaşamaya
başlar. Verim sıklıkla düşer. Kişi, üzerindeki baskı ve eziyeti dengelemek
ve azaltmak için hastalık raporu kullanmaya başlar. Kazalar olabilir ve kişi
depresyona girebilir. Bunları da istifa,
işine son verme, erken emeklilik ya
da anlaşmalı veya anlaşmasız işten
çıkarılma izler. Kurban için son, hastalık ya da intihar yoluyla ölüm bile
olabilir (Devenport 2003).
Mobbing, iş yaşamında küresel boyutta yayılmakta ve artan rekabet,
ekonomik problemler, örgütlerin
yeniden şekillenmesi, iş tatmininin
azalması ve pozisyon dağılımındaki
eşitsizlikler ile bu davranışlara maruz
kalma artmaktadır. Mobbingin psikolojik ve ekonomik birçok masrafı
vardır. Bunlar; bireyler arası anlaşmazlık ve çatışmalar, duygusal rahatsızlıklar, fiziksel rahatsızlıklar, kazalar,
mesleki kimlik kaybı, arkadaşların
kaybı, intihar/cinayet, olumsuz örgüt iklimi, anlaşmazlıklar, mutsuz
bireyler, düşük moral, kısıtlanmış
yaratıcılık, hastalık izinlerinin artması, yetişmiş uzman çalışanların işten
ayrılmaları, işten ayrılmaların artması
ile yeni çalışan alımının getirdiği maliyet, çalışanlara ödenen tazminatlar,
işsizlik maliyetleri, yasal işlem ve/
veya mahkeme masrafları şeklinde
sıralanabilir.
Görünüşte buz dağına benzetilen iş
yerlerinde duygusal taciz, dünyanın
dört bir tarafında ve hemen hemen
tüm iş alanlarında artarak gündeme
gelmektedir (Curtis2007). Hem iş hayatında hem de sosyal hayatın her
alanında kötü etkilerinin hissedildiği
duygusal taciz, üzerinde araştırmalar
devam etmekte, gelişmekte, konuya
yönelik farkındalığı artırma ve mücadele artarak önem kazanmaktadır.
Konu ile ilgili olarak dernekler, sendikalar, organizasyonlar, sivil toplum
örgütleri duygusal taciz davranışlarının önlenmesi için arayış içindedir.
Bu konuda yapılan araştırmalar ve
çalışmalar, konunun önemini vurgulamaktadır. Mobbing, işyerlerinde
hedef aldığı kişi veya kişiler üzerinde sistematik baskı yaratarak, ahlak
dışı yaklaşımlarla performanslarını
ve dayanma güçlerini yok ederek,
işten ayrılmaya zorlamaktır. Mağdur
her sabah güne iş stresi ile başlar ve
işe gitmek istemez, içinde bulunduğu çaresiz durum kişinin sağlığını
ciddi olarak tehdit eder hatta bozar.
Sadece mobbinge maruz kalan kişi
etkilenmez, mobbing bünyesinde
mobbing yaşanan örgütler bulaşıcı hastalık gibidir. Tedbir alınmazsa,
örgütün tüm organlarına yayılabilir.
Örgütlerde güven, sevgi, saygı azalır,
motivasyon yok olur. Çalışanlar ve
yöneticiler arasında uyumsuzluk baş
gösterir ve iş verimliliği düşer. Bütün
bunların yanında örgüte ciddi maliyetler de getirir (Çobanoğlu 2005).
1996 yılında Avrupa Birliği’nin o zamanki 15 üye ülkesinde 15 bin 800
çalışan üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçları Uluslararası Çalışma
Örgütü (International Labor Office,
ILO) tarafından 1998 yılında rapor
şeklinde yayımlanmıştır. Söz konusu
raporda şiddeti ifade eden “gang up”
(saldırı) terimi mobbing ile aynı anlamda kullanılmış, çalışanların % 4’ü
fiziksel şiddete, % 2’si cinsel tacize ve
% 8’i duygusal tacize maruz kalmıştır.
İngiltere’de yapılan bir araştırmanın
sonucuna göre ise; çalışanların %
4’ü duygusal tacize maruz kalmış ve
daha da önemlisi % 78’i bu olaylara
şahit olmuşlardır. Raporda ayrıca,
duygusal tacizin Avustralya, Avusturya, Danimarka, Almanya, İsviçre,
İngiltere ve Birleşik Devletlerde gittikçe büyüyen bir sorun olduğuna
değinilmiştir. Ayrıca İsveç’te intiharların % 20’si iş yerlerindeki mobbing
sonucudur (Hecker 2007).
Leymann (1992) yetişkinler arasındaki yedi intihardan birinin nedenini
iş yeri mobbingi olarak bulmuştur
(Charlotte 1997). Hatta Belçika’da
yaşanan duygusal taciz sonucu gerçekleşen bir intihar olayı, konuyla ilgili yasanın ortaya çıkmasına neden
olmuştur. 2000 yılında David Van
Gysel isimli bir postacı, arkadaşları
tarafından duygusal tacize maruz
bırakılmış ve bu olay nedeniyle depresyona girip kendisini trenin altına
atarak intihar etmiştir. Yaşanan bu acı
olay, konunun Belçika kamuoyunun
gündemine taşınmasını sağlayarak
toplumu ve ilgili çevreleri uzun süre
meşgul etmiş, yasal anlamda ciddi
atılımların yapılmasına neden ol-
muştur. Bu olayla ilgili yargı süreci
hala devam etmektedir (Güzel, Ertan
2007). Duygusal taciz davranışları sadece bu davranışlara maruz kalanları
etkilemekle kalmıyor aynı zamanda
kurumun imajına zarar verdiği gibi
kurumun milyonlarca dolar kaybına
da neden oluyor. Avustralya’da işverenlere maliyeti 6-13 milyar Avustralya doları olarak tahmin edilmektedir
(ILO 2006).
Uluslararası çalışma örgütü tarafından yapılan bir araştırma, bin çalışanı
olan bir kurumda duygusal tacizin
yılda 150 bin Euro’ya mal olduğunu
ortaya koymuştur. Ayrıca bazı araştırmacılar bir mobbing kurbanının
çalışma performansının yüzde 60
oranında azaldığını, mobbingin kurum için maliyeti yüzde 80 oranında
artırdığını saptamışlardır. İngiltere’de
Hoel, Sparks ve Cooper (2001), iş yerinde mobbing davranışlarına maruz
kalmaktan işe gidememenin yıllık
olarak 18 milyon iş günü kaybına neden olduğunu tahmin etmektedirler
(Sheehan 2004). Mobbing konusunda bir Avrupa yaklaşımı geliştirmek
ve karşılıklı uygulama değişiklikleri
yapmak amacıyla Avrupa Birliği üyesi
dört ülke (İsveç, İngiltere, Hollanda,
İtalya) tarafından 2004 yılında ortak
bir proje gerçekleştirilmiştir. “Daphne Programı” ile adlandırılan bu proje
mobbinge maruz kalan kadınları
odak noktasına alarak, mobbingin dinamiklerini ve süreçlerini analiz eden
karşılaştırmalı bir araştırma programıdır (Jackson 2002).
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
21
Konuya dikkat çekmek için her türlü
mücadelenin yapıldığı Avrupa Birliği
ülkelerinde yazılı ve görsel basında
sık sık mobbingle ilgili haberler çıkmaktadır. Hatta konu ile ilgili bir film
dahi yapılmıştır. 2004 yılında gerçek
bir hikâyeden yola çıkılarak çekilen
ve Berlin Film Festivali’nde jüri özel
ödülü alan “Mi PiaceLavorare (Mobbing)” (Çalışmayı Seviyorum) adlı
film, birçok kişinin, içinde kendilerinin de yaşadıklarını bulmasına yardımcı olmuş ve büyük ilgi görmüştür
(Çobanoğlu 2005, Tınaz 2006). ILO
(Uluslararası Çalışma Örgütü), iş yerinde şiddet başlıklı raporu ile bullying ve mobbing tanımlarını yapmış
ve mobbingin en çok görüldüğü
ülkelere tavsiye niteliğinde düzenlemelere yer vermiştir. Avrupa Birliğinde başta Avrupa Birliği Temel Haklar
Şartının 1,6,11ve 31. maddelerinde
insan onurunun korunması, özgür
ve güven içinde yaşama, düşünceleri
açıklama özgürlüğü ve adil çalışma
şartları gibi genel düzenlemelerin
yanında Roma ve Amsterdam anlaşmalarında da ayrımcılığı yasaklayan
genel düzenlemeler bulunmaktadır.
Avrupa Birliğinde, salt mobbing ile
ilgili bir yönerge bulunmuyor olup
89/391 sayılı “İşçilerin İşte Güvenliklerinin ve Sağlıklarının Korunması
Hakkındaki Tedbirlere İlişkin Konsey
Yönergesi” 12 işyerinde mobbing
ile alakalı çerçeve yönerge kabul
22
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
edilmektedir. Karşılaştırmalı hukukta mobbing olgusuna farklı ülkelerin farklı tanımlar ve düzenlemeler
getirdiği görülmektedir. Kıta Avrupa’sında mobbing işçinin onuruna ve
haysiyetine yapılan davranış olarak
değerlendirilirken, Amerika Birleşik
Devletleri’nde konu eşitlik ilkesi ve
cinsiyete dayalı ayrımcılık kapsamında değerlendirilmektedir.
Türk Hukukunda ise mobbing kavramı henüz çok yeni olup mobbingin
önlenmesi ve buna ilişkin yaptırımlar
hakkında özel bir düzenleme mevcut
değildir. Bu nedenle konu hakkında İş Kanunu, Medeni Kanun, Yeni
Türk Borçlar Kanununun ilgili maddelerine başvurulur. Ayrıca 19 Mart
2011 tarih ve 27879 sayı ile Resmi
Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesine
İlişkin Başbakanlık Genelgesi, çalışanların psikolojik tacizden korunması
amacıyla düzenlenmiştir. Mobbing
kavramı ülkemizde çok yeni olsa da
son yıllarda mobbing mağdurları
tarafından konu yargıya taşınmaya
başlanmış ve mahkemelerce mobbing mağduru işçiler lehine kararlar
verilmiştir.
Curtis, J.,Bowen, I., Reid, Experiences Of HorizontalViolence.
YouHaveCredibility:
NursingStudent’s.
EducationInPractice,
2007,7, 156-163.
Çobanoğlu, Ş., Mobbing, İşyerinde Duygusal
Saldırı ve Mücadele Yöntemleri, Timaş Yayınları, İstanbul, 2005.
Davenport, N.,Schwartz R. D., Eliot, G. P., Mobbing, İşyerinde Duygusal Taciz. Sistem Yayıncılık, İstanbul, Ocak 2003.
Güzel, A., Ertan, E., İşyerinde Psikolojik Tacize
(Mobbinge) Hukuksal Bakış, Avrupa Hukuku ve Karşılaştırmalı Hukuk, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi (Legal İSGHD), S.14, C.4, 2007, 509-551
Hecker, T.,Workplace Mobbing: A DiscussionforLibrarians, TheJournal Of AcademicLibrarianship, Vol. 33, No. 4, 439-445, July,
2007.
http://www.eurofound.europa.eu/areas/industrialrelations/dictionary/definitions/
mobbing.htm, October 2007 (Erişim tarihi:
Ekim 2011)
http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1293.htm (Erişim tarihi: Aralık 2011).
International LaborOrganization (ILO), Word
Of Work, WhenWorkingBecomesHazardous. No. 26, September/October 1998
Kaynaklar
Jackson, D. S.,Clare, J. ve Mannix, J. ,“ Whowouldwantto be a nurse? ViolenceIinTheWorkPlace-A FactorInTheRecruimentAndRetention”, Journal of Management, 10,13–21, 2002.
Leymann H., Mobbing andPsychologicalTerror
at Workplaces, ViolenceandVictims 1990,
5, 2.
Sheehan, M., Mobbing InWorkplace, A ProactiveAnswer, The Mobbing Conference, Australia, October, 2004.
Tınaz, P., İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing),
Beta Basım Yayın Dağıtım A.Ş., Mart 2006.
Charlotte, R.,Hoel, H., A SummaryReview Of
LiteratureRelavityToWorkplaceBullying.
Journal Of Community&AppliedSocialPsy
chology, Vol.7, 1997.
* Aralık-Ocak-Şubat 2012-2013 tarihli Sağlık
Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi’nden alıntılanmıştır.
kapakkonusu
AİLE HEKİMLERİ DERNEKLERİ FEDERASYONU
SAĞLIK ÇALIŞANLARINA ŞİDDET RAPORU
2005 de Düzce ile başlayan aile hekimliği önce yavaş yavaş diğer illerde, 13 Aralık 2010 da son kalan 7 ille
birlikte tüm Türkiye’de uygulanmaya
başladı. Artık ülkemizde her vatandaşın bir aile hekimi var. Yaklaşık 21.500
aile hekimi 75 milyonluk ülke nüfusunun tamamına dokunabiliyor. Bu
güce sahip hiçbir başka meslek grubu yoktur.
Aile Hekimleri günlük pratiklerinde
karşılaştıkları sorunları çözüm bulabilmek ve birbirlerine tecrübelerini
aktarmak için illerinde Aile Hekimleri
Dernekleri etrafında birleştiler ve sekiz il derneği kurucu dernek olarak
11 Temmuz 2008’de bir araya gelerek
Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu; AHEF’i kurdular. Kurumsal geçmiş
olarak çok yeni bir tarihi olan AHEF
bugün bünyesindeki 65 il derneği ve
üyesi 13.110 aile hekimi ile ülkenin
kendi alanında en önemli en güçlü
24
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
hekim meslek örgütüdür. Ortak sorunları, ortak çalışma şartları, ortak
vizyonu, misyonu ile siyasetten arınmış yapısıyla hekimlerin bir araya
geldiği bir çatıdır.
Aile Hekimleri asli görevlerinin
yanı sıra kendilerine adeta bir yedek kuvvetmişçesine başka hekimlerin görevlerinin verilmesi ile
eklenen ölçüsüz iş yükleri nedeniyle sağlıkta son yıllarda iyice su
yüzüne çıkmaya başlayan şiddet
olgusundan günlük pratiğinde en
çok etkilenen hekim grubudur.
Sağlık çalışanları arasında en kolay ulaşılabilen, yasal olmayan isteklerle en çok karşı karşıya kalan,
en çok sözel saldırıya maruz kalan
ve en çok şikayet edilen hekim
grubudur aile hekimleri… Aslında
buz dağının görünmez kısmıdır
aile hekimlerinin maruz kaldığı
şiddet. Ve bizce kolay ulaşılabilir
hekimlerden başlanan sözel şiddet gün geçtikçe yapan kişilerin
ceza almaması nedeniyle dozu ve
boyutu artmakta ve ne yazık ki
sağlık çalışanlarına fiziksel şiddet
olarak gelişmektedir.
Bizlerin görüşü sağlık hizmet alan
kişilerin hak ve sorumluluklarının
bilmemesi ve yasal olmayan istekleri yerine getirilmeyen kişilerin
seslerini yükseltmeleri, şikâyette
bulunmaları ve bu durumun haklı
olarak algılanması nedeniyle aslında küçük suçların ceza görmemesi nedeniyle Sağlık çalışanlarına şiddet gittikçe tırmanmaktadır.
İlk yapılması gereken kişilerin hak
ve sorumluluklarını bilmelerinin
sağlanmasıdır. Ve akabinde küçük
suçların, küçük sözel şiddetlerin
cezasız kalmamasıdır. Ancak bu
şekilde büyük suçları engelleyebiliriz.
HEKİME ŞİDDET
Son zamanlarda hekime ve sağlık
çalışanlarına şiddet olayları dozunu
ve miktarını artırarak önemli bir gündem oldu.
Aile hekimlerinin çalıştığı aile sağlığı merkezleri sağlık sisteminin hastayla ilk karşılaştığı yer. Aile hekimleri sağlığa açılan kapı ve ilk temas
noktası olduğu için bu şiddetten
nasibini oldukça fazla miktarda almaktadır
Aile hekimine şiddet çoğu zaman
sözlü bazen de fiziksel olarak yapılmaktadır. Bunun en önemli nedeni
halkın sağlık sistemini nasıl kullanacağı hakkında yeterince bilgilendirilmemiş olmasıdır.
SORUNUN NEDENLERİ;
1-Halkın aile hekimliğinin görev
tanımının çerçevesini ve aile hekiminin görevinin ne olduğunu
tam bilmemesi, aile hekimliği uygulaması hakkında yeterince bilgi
sahibi olmaması
2- Sık sık değişen sağlık mevzuatı,
uygulama yönetmeliği ve sisteminin aksayan yanlarının hekimlere yansıması
3-Hasta haklarının çok ön plana
çıkarılması, SABİM, 184 gibi hatların gerçek amacı dışında sadece şikâyet hattı gibi kullanılması.
Buraya yapılan haklı haksız tüm
şikâyetlerin ön plana çıkartılarak
baskı unsuru olarak kullanılması
4-Hekim gelirlerinin sürekli dile
yanlı ve yanlış olarak getirilmesi
5- Vatandaşa kendi sağlık sorumluluğunun yüklenmemesi. Bunun
tek taraflı olarak hekimlerin üzerinden yürütülmeye çalışılması.
Kanun ve yönetmeliklerin halka
yeterince anlatılmaması
6-Şiddet uygulayan kişiler için
caydırıcı yaptırımlar olmaması,
Şiddetin görmezden gelinmesi,
sözlü şiddetin önemsenmemesi,
hasta psikolojisi denilerek hafifletilme eğiliminde olunması
7-Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının artan iş yüklerinden dolayı
oluşan İletişim sorunları
asli görevleri koruyucu, tedavi ve
rehabilite edici görevleri dışında
da eklenmeye çalışılan yapması beklenen birçok görev vardır.
Kimi zaman başka hekimlerin yedek gücü olarak görülmekte, adli
nöbetlerden, acil nöbetlere kadar
kendi görev tanımları ve görev
yerleri dışında yeni görevler talep edilmektedir. Kimi yerlerde
aile hekimleri defin ruhsatı vermeye zorlanmakta kimi yerlerde
alakalı alakasız raporlar vermeye
zorlanmaktadır. Bazı yerlerde adli
ve yerinde otopsi nöbetleri tutturulurken bazı yerlerde ise acil
polikliniklerinde görevlendirilebilmektedir. Bu aile hekimlerinin
görevler altında ezilmesine ve
ertesi gün kendi hastalarına karşı
yorgun, uykusuz, moralsiz ve tükenmiş bir şekilde hizmet sunmasına, iletişim sorunlarına neden
olmakta, gereksiz gerginliklere ve
sürtüşmelere, sözel şiddetten, fiziksel şiddete varan sorunlara neden olmaktadır. Aile hekimlerinin
asli görevleri ve asli görev yerleri
dışında ek görevlerin yüklenmesi
sağlık çalışanlarına şiddeti artıracaktır.
8- Medyada sağlıkçıları hedef gösteren, bilinçsizce yapılmış haberlerin çokça yer alması
9- Fazla iş yükü, kapasitenin üstünde hizmet talebi. Hastaların aile
hekimliğini tam anlayamamış olması ve sadece ilaç yazıcısı gibi
görme eğilimi
10-Geri ödeme kurumlarının uygulamalarından kaynaklanan sorunların vatandaş tarafından doktora
mal edilmesi
SORUNLARIN AÇILIMI
1-Hekime yönelik şiddetin en
önemli sebebi halkın aile hekimliği konusunda yeterli düzeyde
bilgi edinmemiş olması ve bu
sebeple hekimin karşısına olur olmaz isteklerle başvurmasıdır
Mesela aile hekimliğine tüm ülkede geçildiğimden itibaren sağlık
ocağı sistemine (bölge tabanlı
sistem) alışmış olan vatandaş önceki gibi istediği hekime muayene olabileceğini sanıyordu. Bu
konuda halka bir bilgilendirme
yapılmadığı için aile hekimleri
halkla karşı karşıya gelmek zorunda bırakıldı
Halk aile hekimini benimsedi, aileden biri gibi görmeye başladı.
Bu sefer hayata yayılan bu yakın
ilişkiden kaynaklanan, başkasının
ilacını bir başkasının karnesine
yazdırmak gibi, gerekli gereksiz
sınava giremedim, işe gidemedim gibi tıbbi olmayan nedenlerden aile hekimlerine sahte rapor
için baskılar başladı
2- Son yıllarda sağlıkta dönüşüm
programı kapsamında sağlık sitemlerinde birçok yenilik meydana gelmiştir. Bazı dönüşümler
altyapı tam kurulmadan ve halka
tam anlamı ile anlatılmadan, çok
kısa süre içinde hayata geçirildiği
için, sistemde meydana gelen aksaklıklar vatandaş ilk karşılaşma
noktası olan hekime yansıtmıştır.
Mesela sağlıkta dönüşümün
programının en önemli ayaklarından aile hekimliği uygulamasında
aile hekimlerinin görev tanımları
net olarak belirlenmemiştir. Aile
Hekimlerinden yapması gereken
Ehliyet raporları ve ağır ve tehlikeli işlerde çalışabilir raporu gibi,
teknik bilgi ve ileri derecede görüş alışverişi gerektiren raporlarda hekim emin olmadığı konuda
hastaneye sevk ettiğinde, bu da
vatandaşlarımız tarafından tepkiyle karşılanıyor .
En önemlilerinden biride sınav
zamanlarında öğretmenlerimizin
öğrencileri ve velileri hekime rapor almaya göndermeleri iş yükünü artırmak bir yana, bu uygunsuz istem yerine getirilmediğinde
şiddetin en önemli nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
3- Hasta hakları son yıllarda medeni
tüm ülkelerde olması gerektiği
gibi çok fazla ön plana çıkarıldı. Ama bunların ne olduğu ve
sınırlarının ne olması gerektiği
net olarak ortaya konulamadı.
Vatandaş herhangi bir hastalığı
olmadan başvursa bile ( mesela
özel işi için hastalık raporu istemi,
evde bulunsun diye ilaç istemi,
güvencesiz yakınının ilacını kendi
üstüne yazdırmak gibi) bunların
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
25
yapılması istemini haklı görmekte, bu konuda baskı uygulamakta ve bunu hasta hakkı olarak
görmektedir. Hekimin tedavi
özgürlüğüne müdahaleyi en doğal hakkı sanmaktadır. Yine 184
şikâyet hattını baskı unsuru olarak kullanmakta, usulsüz istekleri
karşılanmayınca psikolojik şiddet
malzemesi olarak kullanmaktadır.
4-
Hekimlik mesleği en çok
fedakârlık gerektiren, en maliyetli eğitime sahip meslektir. Bir
hekimin hayata atılması için gereken süre ve bu sürede geçirdiği
yoğun süreç yadsınamaz. Ama
birçok meslek grubuna göre kıyaslandığında ortalamanın çok
az üzerinde bir kazanca sahip
olunmasına rağmen medyada
ve her ortamda gelirleri çok
dillendirildiği ve hekimlerin
mesleki düzeltme talepleri hep daha fazla kazanç
talebi olarak yansıtıldığı
için halkta olumsuz bir
bakış açısı oluşmuştur.
Öyle bir imaj yaratılmış
durumda ki, hekimler kazandıkları parayı
oturdukları yerden, hiç
hak etmeden kazanmakta ama buna rağmen
memnun olmamaktadırlar.
Bu da hekimi hedef haline
getirerek vatandaşın düşmanca tutumunu ve şiddet eğilimini
arttırmakta, her gün “maaşını,
benim vergimden alıyorsun, ben
veriyorum, istediğimi yapmak
durumundasın tavrıyla karşılaşılmasına sebep olmaktadır.
5-Vatandaş hakları olduğunu bilmekte ama sorumluluklarının ne
olduğunu, karşısındaki hekiminde hakları olduğunu bilmemektedir. Birçok usulsüz istekle hekimin karşısına gelmekte, bunları
çok doğal bulmakta ve isteği yerine gelmediğinde şiddet uygulamaktan çekinmemektedir. Kanun ve yönetmelikler konusunda
halk eğitimi eksik kalmaktadır.
Suç unsuru olabilecek uygunsuz
istem olabilecek bir şeyi istediğinde ve hekim olarak bunun
uygunsuz olduğu iletildiğinde
dahi, bunu kabullenmemekte,
yine de ısrarcı olabilmektedir. Bu
26
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
nokta da caydırıcılık ve caydırıcı
tedbirlerin alınması ivedilikle gerekmektedir.
6-- Şiddet sadece fiziksel olmamakta,
her gün onlarca tehdit, hakaret
içeren sözlü ve psikolojik şiddete
de maruz kalınmaktadır. Ne yazık
ki hekimler poliklinik odasında
yalnız çalıştıkları için çoğunu ispatlamakta mümkün olmamakta, birçok olay yapanın yanına
kar kalmaktadır. Şahit olan olsa
ve gerekli şikâyetler yapılsa bile
uygulanan cezalar çokta caydırıcı olmamaktadır. Herhangi bir
çeşit şiddet görsek ve bunu ifade
etsek bile ne yazık idarede ve ida-
iletişim becerileri, hasta hekim
iletişimi ve zor hastayla başa çıkma becerileri konusunda eğitim
verilmelidir.
8-Herhangi bir sağlık olayında,
medyanın araştırmadan, doğruluğunu sorgulamadan ve birebir
uzman değerlendirmesine başvurmadan yaptığı yalan yanlış
haberler de hekimleri direk hedef
haline getirmektedir. Yine dizilerde, filmlerde hekimlere baskı,
şiddet görüntüleri de hekimi insanların gözünde şiddet uygulanabilir kitle haline getirmektedir.
Bir çok film ve dizide, hekimler
birçok usulsüz işe zorlanmakta ve
bunlar olağanmış, hayatın doğal
akışına uygunmuş gibi gösterilmektedir.
Hemen her dizide kişi yakınını
kaybettiği zaman hekimin yakasına sarılıp ‘’doktor hastamı yaşat’’ Yaşatmazsan bende seni
yaşatmam’’ diye bağırması
çok normal bir acı gösterme
şekli olarak gösterilmektedir.
ŞİDDET
recimizler de hep vatandaşı haklı
görme eğilimi mevcut. Psikolojik
şiddet, tehdit ve hakaretler hasta
psikolojisi kılıfı altına sokularak
önemsenmemekte, hafifletilme
eğiliminde olunmaktadır. Fiziksel
şiddette de hukuksal bir süreç
başlatılsa bile ciddi bir yaptırım
uygulanmadığı için caydırıcı olmamaktadır
7-İletişim eğitiminin eksikliği, hekimlerin saldırgan tutum karşısında yada zor hastalar karşısında
nasıl davranması gerektiği konusunda eğitim eksikliği, kriz anında
idare edememesi, gereksiz ajitasyon yada korku göstermesi de
şiddeti arttırmaktadır Bu nedenle
tıp fakültelerinden yeni mezun
olacak meslektaşlarımıza iletişim,
9-
Günlük pratiğimizde polikliniklere başvuran
hasta sayısının çok olması,
bunun yanı sıra koruyucu
sağlık hizmetleri, ASM yönetim
işleri, veri gönderim, kayıtların
tutulması gibi işlerin tek başına
aile hekime yüklenmesi. Hastaların ise hekimlerin bu işlerini
görmezden gelerek sadece, muayene olacağı ve ilacını yazdırıp
gideceği yer olarak görmekten
vazgeçmemesi, geldiğinde anında işini gördürüp gitme istemi ile
saldırganlaşması sıkça yaşanan
sorunlardandır
Öyle ki vatandaş hekimin ne kadar hasta baktığına ne kadar yorulduğuna dikkat etmemekte, lavaboya giden hekime bile şiddet
uygulamaktan çekinmemektedir.
10-Geri ödeme kurumunun sürekli
SUT, ilaç ödeme yönetmeliği değişiklikleri yapması, birçok tedavisini yapabildiğimiz hastalığın
ilaçlarını ödememesi ama hastaların bunu biz yazmak istemiyoruz şeklinde algılaması sonucu
gereksiz tartışmalar yaşanmaktadır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Hekime yönelik şiddetin çözümü olarak bizler; kesinlikle kapıya güvenlik
görevlisi dikmek veya ASM lerini kameralarla donatmak gibi halkımızla
aramıza bariyer olabilecek önlemlerle çözülebileceğine inanmıyoruz.
Bu tip yöntemlerle şiddet önlenebilseydi hastanelerde şiddet olgusunun
azalması beklenirdi. Bu şiddeti azaltmayacağı gibi, şiddetin uygulandığı
mekânı değiştirecek hatta halkı daha
da şiddete yöneltecektir
1-Öncelikle halka aile hekimliği
uygulamaları hakkında ayrıntılı
bilgiler verilmelidir özellikle aile
hekiminin görevi nedir? Görev
tanımına giren işler nelerdir? Ve
bunun yanında “ aile hekiminin
görevi ne değildir “anlatılmalı halka yönelik kamu spotları hazırlanmalıdır
2-Aile hekimlerinin görevleri net
olarak belirlenmelidir. Mevzuatlarda ve yönetmelikteki herkesin
farklı anlayabileceği ve farklı yorumlayabileceği muallâk ifadeler
kaldırılmalıdır
3-Vatandaşa hasta hakları doğru
bir şekilde anlatılmalı, haklarının yanında sorumlulukları da
hatırlatılarak, esas önemli olan
noktanın kişinin kendi sağlık
sorumluğunu da alması ve sür-
dürmesi olduğu, yine kendi haklarının olduğu kadar hekimin de
mesleki haklara sahip olduğu bilinci oluşturulmalıdır. 184 hattı ya
tamamen kaldırılmalı ya da hasta
hakları birimlerinde şikayetleri
karşılayan görevli kişilerin kanun
ve yönetmeliklere hakim olması
sağlanmalı ve gelen şikayetleri
ona göre değerlendirip, gereksiz
ve usulsüz şikayetlerin hekime
yansıması engellenmelidir. Yine
usulsüz istemde ve şikâyette bulunan kişiye de gerekli caydırıcı
yaptırımlar uygulanmalı, şikâyet
mercilerinin gereksiz işgali önlenmelidir. Yani vatandaş bir hekim veya sağlık çalışanı hakkında
184 hattını arayıp usulsüz ihbar
yaptığında, yapılan inceleme ve
ön değerlendirmede, ihbar eğer
usulsüzse, bu kişi hakkında cezai
işlem yapılmalıdır
4- Vatandaşa kendi sağlık sorumluluğu yüklenmeli. Vatandaşın kendi sağlığı ile ilgili ihmalinin cezası
hekime çektirilmemeli. Yine sahte
rapor istemi, usulsüz ilaç yazımı
istemi, hasta gelmeden rpt. gibi
taleplerin suç olduğu konusunda
vatandaş eğitilmeli, bu tür istemlerle gelen kişiler için bir bildirim
merci olmalı ve gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Vatandaş
bunların doğal istekler olmadığı
ve suç olduğu bilincine kavuşturulmalıdır ve cezasın olduğunu
bilmelidir. Tüm kurumların ve
kendilerine ait sorumlulukların
açık kapatıcısı olarak hekimin görülmesine son verilmeli, herkes
kendi hatasının sorumluluğuna
katlanmalıdır.
6-Şiddet sadece psikolojik olmamaktadır. Her gün binlerce hekim
sözlü psikolojik tacize de uğramaktadır. Ne yazık ki bunu ispat
etmek çok zor olmakta, hatta kişiler kendi uygunsuz istemleri ve
işlemlerinde bile haklıymışçasına
şikâyet etmektedir. Yapılan soruşturmalar sonucu hastanın yalan
beyanda bulunduğu anlaşılsa
bile ona bir yaptırım uygulanmamaktadır. Şahit bulunup şikâyetçi
olunsa da sonuç çoğu zaman
caydırıcı olmaktan uzak olmaktadır. Bu noktada cezaların daha
caydırıcı olması, sözlü şiddetin de
en az fiziksel şiddet kadar dikkate alınması gerekmektedir. Yine
yalan beyan da bulunduğu anlaşılan kişi için, soruşturmayı yürüten üst kurumun, yalan ve yanlış
bilgi verilmesi nedeniyle hukuki
süreci başlatacak tedbirler alması
ve süreci takip etmesi sağlanmalıdır. Verilen cezalar, hem medyada
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
27
hem de farklı platformlarda sıkça
dile getirilerek caydırıcı etki sağlanmalıdır
Hekimlere yapılan fiziksel şiddet
en ağır şekilde cezalandırılmalı
ve vatandaş hekime ve sağlık çalışanına sözlü veya fiziksel bir şiddet uyguladığında en ağır cezayı
alacağını bilmelidir bununla ilgili
şiddet kanunu çıkartılmalı ve bir
an önce devreye sokulmalıdır
7-Tıp fakültelerinin eğitim müfredatına mutlaka hekimlere günlük
pratiklerinde gerekli iletişim eğitimleri verilmelidir. Hekim mezun
olurken sadece hekimlik yapacağını sanmakta ama her türlü
usulsüz istekle karşılaşacağını ön
görememektedir. Sahadan örneklerle, hekimlere gerekli iletişim eğitimi verilmeli, zor durumlarla ve zor hastalarla nasıl başa
çıkabileceği, şiddete eğilimli vatandaşı nasıl bu eyleminden vaz
geçirebileceği öğretilmelidir.
8- Medyanın sağlık örgütleri ve sağlık yöneticilerinden görüş alma-
dan sağlık konusunda haber yapmasının önüne geçilmeli. Hedef
gösteren haberlere ve yayınlara
son verilmesi sağlanmalı ve RTÜK
tarafından gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Yine araştırmadan
ve teyid edilmeden yayınlanan
yalan her haber için bakanlık ve
ilgili kurumlar gerekli davaları
açarak takipçisi olmalı. Yapılan
haberden zarar gören hekimler
desteklenmeli. Yine medyaya halkı eğitici kamu spotları konusunda zorunluluk getirilmeli.
9- Aile Hekimliği sistemi halka doğru şeklide anlatılmalı. Görev tanımı net oluşturulmalı, ilaç yazma,
yazdırma diye bir sağlık tanımı olmadığı konusunda halk bilinçlendirilmeli. Yönetmelikte belirtilen,
poliklinik ve mesai saatlerimizi
kullanma hakkımız sağlanmalı ve
poliklinik ve diğer hizmetler için
gereken süreleri ayırabilmemiz
sağlanmalı. Randevulu çalışma
teşvik edilmeli. Yine Aile Hekimi
‘nin her türlü usulsüz isteği yerine
getirmek zorunda olan bir hekim
anlamına gelmediği de anlatılmalıdır.
10-Geri ödeme kurumunun tebliğlerinde daha tutarlı olması sağlanmalıdır. Yine yapılan değişiklikler ve gerekçeleri halka doğru
şekilde anlatılmalı, vatandaşla
hekimin karşı karşıya gelmesi önlenmelidir. Geri ödeme kurumunun Aile Hekimlerini hedef alan,
bilimsel verilere dayanmayan, ilaç
firmaları ile ilişkiler vs. gibi suçlayıcı beyanları ve hekimleri hedef
gösteren, sağlık sitemindeki harcamaları ve aksaklıkları hekimlere mal eden beyanlarının önüne
geçilmelidir. Sağlık konusunda,
hekimlik konusunda bilgisi olamayan kurumların bu tür açıklamalarına izin verilmemelidir.
Sonuç olarak hekime ve sağlık çalışanlarına artan şiddetin birçok nedeni vardır ve bu nedenlerin temeline inmeden, altta yatan sebepleri
irdelemeden; güvenliğin artırılması gibi alınacak tedbirlerle şiddeti
sona erdirmemiz imkansızdır.
ÖNERİLERİMİZ
1-Sağlık Sisteminin şiddet sorunu,
Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla şiddetin çoğunlukla hastanelerde ve
acil servislerde olduğu sanılıyor, oysa
birinci basamak sağlık hizmet sunumunda çalışanlar artan oranlarda şiddete maruz kalmaktadırlar.
Fiziksel şiddet öncesinde sözel şiddetin daha çok oranda olduğu gerçeğinden yola çıkarak, öncelikle sözel
şiddetin ceza-i müeyyide kapsamında değerlendirilmesi gereklidir. Küçük suça ceza daha büyük suçları engelleyecektir.
2-Hastaların haklarını ve sorumluluklarını öğrenmeleri ve doğru kullanmalarının
sağlanması
Hekime yönelik şiddetin en önemli
sebebi halkın sorumluluk ve uyması
28
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
gereken kurallar konusunda yeterli bilgi düzeyine sahip olmaması ve
bu sebeple hekimin karşısına yasal
olmayan isteklerle başvurmasıdır.
Hastalar çoğunlukla uygunsuz ilaç
yazdırma ve rapor taleplerini hakları
zannetmekte, reddedilince şiddete
başvurmaktadır. Uygunsuz olan istemlerin suç teşkil ettiği konusunda
farkındalık oluşturulmalıdır, uyarılar
ve yasal yaptırımlar ilan edilmeli duyurulmalıdır.
3-Sağlıkta şiddet yasasının çıkartılması
ve cezaların caydırıcı olması
Sağlık hizmeti, fiziksel koruma önlemlerinin alınmasının olumsuz etkileneceği bir hizmet sunumudur.
Bu tür engeller hasta hekim iletişimi
bozacaktır. Sağlıkta şiddet yasası bir
an önce çıkartılmalıdır. Hukuksal sü-
reçler sonunda verilecek cezalar caydırıcı olmalıdır.
4-Hasta – Hekim hakları ve SABİM 184 ;
Vatandaşa hasta hakları doğru bir şekilde anlatılmalı, haklarının yanında
sorumlulukları olduğu da belirtilmelidir.
184 hattında başvuruları karşılayan
kişilerin kanun ve yönetmeliklere
hakim olması sağlanmalı ve gelen
şikayetleri değerlendirip, haksız yapılan şikayetin hekime yansıması engellenmeli, başvuru sahibine anında
haksız olduğu vurgulanacak şekilde
bildirim yapılmalıdır. 184 hattına başvurup, usulsüz istemde ve şikâyette
bulunarak adeta kendisini ihbar
eden kişiye gerekli ceza-i yaptırımlar
uygulanmalıdır.
5-Basın yoluyla sağlık çalışanlarına karşı
şiddeti özendiren yayınlar için yasal önlemler alınması
kı eğitici kamu spotları konusunda
zorunluluk getirilmelidir.
Televizyon dizilerinde sağlık çalışanlarına şiddet içeren sahneler sıklıkla
yer almakta ve özendirilmektedir.
6-Sağlıkta dönüşümün net olarak anlatılması,
Uyarılarak para cezası veya sağlık çalışanlarını doğru tanıtan kamu spotlarını yayınlama zorunluluğunun getirilmesi gerekmektedir.
Medyanın sağlık konusunda, sağlık
profesyonellerinden onay almadan
haber yapmasının önüne geçilmelidir.
Araştırmadan yapılan her yalan, yanlı
haber için bakanlık ve ilgili kurumlar
gerekli davaları açarak takipçisi olmalıdır
Yapılan haberden zarar gören hekimler desteklenmeli, yine medyaya hal-
Geri ödeme kurumunun tebliğler
de daha tutarlı olması sağlanmalıdır,
sağlık alanında yapılan değişiklikler
ve gerekçeleri halka doğru şekilde
anlatılmalı, vatandaşla hekimin karşı
karşıya gelmesi önlenmelidir.
Geri ödeme kurumunun Aile Hekimlerini hedef alan, bilimsel verilere dayanmayan, ilaç firmaları ile ilişkiler vs.
gibi suçlayıcı beyanları ve hekimleri
hedef gösteren, sağlık sistemindeki
harcamaları ve aksaklıkları hekimlere
mal eden beyanlarının önüne geçilmelidir.
Sağlık alanında sağlık sisteminin işle-
yişi konusunda somut ve bilimsel verisi olmayan kurumların bu tür açıklamalarına izin verilmemelidir.
7-Tıp mesleğinin tüm topluma doğru şekilde anlatılması,
Tıp mesleğine saygıyı artıracak gerek
medyada gerekse ilköğretim okullarından başlayarak bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır.
İstediğim ilacı yazdırma diye bir olay
olmadığı konusunda halk bilinçlendirilmeli, bilgilendirilmelidir.
Yönetmelikte belirtilen, poliklinik ve
mesai saatlerimizi kullanma hakkımız sağlanmalı ve poliklinik ve diğer
hizmetler için gereken süreleri ayırabilmemiz sağlanmalı.
Randevulu çalışma sistemi teşvik
edilmeli.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
29
haber
HASTANE KALİTESİNE “ŞİDDET” KRİTERİ
Sağlık Bakanlığının hastanelerdeki hizmet kalitesinin geliştirilmesine yönelik düzenlemesinde
sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ve buna karşı alınan önlemler de ölçüt olarak belirlendi
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü İrfan
Şencan, kısa süre önce yürürlüğe giren Sağlık Hizmeti Kalitesinin Geliştirilmesi ve Değerlendirilmesine Dair
Yönetmelik ile ilgili açıklamalarda
bulundu. Sağlık hizmetinde kalite
standartının hem kamu hem de özel
sektör için önem taşıdığını dile getiren Şencan, yeni düzenlemeyle tüm
hastanelerin değerlendirmeye tabi
tutulacağını bildirdi.
Özel hastanelerin puanlamasının
Sosyal Güvenlik Kurumunun hizmet
alımı, kamu hastanelerinin puanlamasının ise yönetimin izlenmesi ve
değerlendirilmesi açısından önemli
olduğunu anlatan Şencan, “Bakanlık
olarak kalite değerlendirmesinde birçok parametreyi göz önünde bulunduracağız. Hasta bakım, enfeksiyon
kontrolü, acil durum ve afet yöneti30
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
mi, poliklinik ve ameliyat hizmetleri
gibi ölçütler hastane kalite değerlendirmesinde dikkate alınacak” diye
konuştu.
“Sağlık Çalışanlarına Yönelik
Şiddet de Bir Kriter”
Hasta ve çalışan memnuniyetinin de
sağlık hizmetinde önemli bir kalite
standardı olduğuna dikkati çeken
Şencan, “Çalışanı şiddete uğrayan bir
hastane için puanlama nasıl olacak”
sorusu üzerine şu bilgileri aktardı:
“Şiddet olaylarının önlenmesine
yönelik tedbirler alınması hastane
yönetiminin görevleri arasındadır.
Şiddet yaşanan bir hastanede buna
yönelik önlem alınıp alınmadığı, önlem alınmışsa etkin olup olmadığı
kalite için yapılacak değerlendirmede mutlaka dikkate alınacaktır.”
Kalite değerlendirmesinin sağlık kurumuna yönelik bir yaptırımı içermediğini vurgulayan Şencan, sözlerini
şöyle sürdürdü:
“Yapacağımız değerlendirme hastanelerin hizmet kalitesini geliştirmesi
açısından büyük yarar sağlayacak, bir
projeksiyon olacak. Bakanlık olarak
bu konuda cezalandırıcı bir tutum
izlemek yerine modern bir yaklaşım
benimsiyoruz. Değerlendirmeyi hastanelerin dikkatine sunacağız, onlar
da bunu kendilerini geliştirmek için
kullanabilir.”
Türkiye’nin sağlık turizmi açısından
büyük bir potansiyeli olduğunu
anımsatan Şencan, “Bu kriterler sağlık turizmi için bir ölçü olabilir” dedi.
kapakkonusu
SAĞLIK BAKANI DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU:
“İNSAN HAYATINA HİZMET EDEN
SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDETİ
İNSANLIK DIŞI BULUYORUM”
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddeti, göreve geldiği ilk
günden bu yana çeşitli vesilelerle en sert biçimde kınıyor. Sağlık kurumlarında sağlık çalışanlarına
yönelik şiddete asla müsamaha göstermeyeceklerini ifade eden Bakan Müezzinoğlu tavrını çok net
bir biçimde ortaya koyuyor.
Kapak Konumuz ile ilgili olarak Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun sağlık çalışanlarına
yönelik şiddet hakkındaki net tavrını ortaya koyan demeçlerinden bir çeşitleme yaptık. İşte Bakan
Müezzinoğlu’nun sözleri:
32
Bayrampaşa Devlet Hastanesinde hasta
yakınları tarafından darp edilen Genel
Cerrahi Uzmanını Ziyareti (1 Şubat 2013):
SAYED ‘Sağlıkta Yeniden Yapılanmanın
Erken Dönem Değerlendirilmesi’ Sempozyumu (16 Şubat 2013):
İnsan hayatına hizmet eden sağlık
çalışanlarına yönelik şiddeti insanlık
dışı buluyorum. Sağlık kurumlarında
şiddete asla müsamaha göstermeyeceğiz.
Sağlık personeline şiddet uygulayanın yanında bulunanlar; “Bakın bunun bedeli bana, bize dönüyor, senin
yaptığın yanlışın bedelini biz ödeyeceğiz. Benim eşim, kızım, evladım
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
ödeyecek” diye bir tavrı ve toplumsal
bilinci benimsemezse, biz yasalarla
ve tedbirlerle çözüme gitmeye çalışırız. Bu da bizi kısmi başarıya götürür.
Dolayısıyla en başta o anda emniyet
ve güvenlik gücü gelmeden “Dur
kardeşim!” diyebilecek bir şuuru ve
bilinçli tavrı, kamuoyu bilincini oluşturmamız lazım.
CNN TÜRK Yayını (20 Şubat 2013):
Sağlık çalışanına şiddetin önlenmesinde önümüzdeki süreçte Bakanlığımızın da çalışmaları var ve farklı
fikirleri ve çalışmaları da değerlendireceğiz. Bir hekimle yüksek sesle konuşan, fiziki müdahaleye yeltenenleri gördüğü zaman; “Bunun bedelini
ben ödeyeceğim. Yanlışlara müdahale etmem gerekir” diye ilk müdahaleyi hasta yakınları ve vatandaşlarımızın yapması lazım.
BEYAZ TV Yayını (20 Mart 2013):
Hekime şiddet konusu, meslektaşlarımızı ve bizi de ciddi düzeyde rahatsız
ediyor. Zaman zaman darplar, zaman
zaman hakaretler, zaman zaman acile araba sürmeler, zaman zaman da
Gaziantep’te Ersin Arslan kardeşimizin olayında olduğu gibi öldürmeye
varan olayları yaşıyoruz.
Bir defa, burada kamuoyundan bilinçli bir şekilde hekimine sahip çıkmasını arzu ediyoruz. Çünkü az önce
söylediğim gibi, zaten hekime ihtiyacımız var. En çok sevdiğimiz kendimizsek, en çok sevdiğimiz eşimizse,
evladımızsa, torunumuzsa, annemizse, babamızsa, hiç beklemediğimiz
anda onları teslim edeceğimiz hekimlerimizdir. Hekimlerimize, evladımıza değer verdiğimiz kadar, canımıza, ciğerimize değer verdiğimiz kadar
değer vermeliyiz.
Bu ülkede bir polis memuruna veya
bir erimize nasıl herhangi bir hareket
yapıldığında rahatsız oluyorsak, tavır
koyuyorsak, hekimimize, hemşiremize, sağlık çalışanımıza birileri yüksek
sesle konuşmaya başladığı andan
itibaren, orada sağlık hizmeti almayı bekleyenler mutlaka çok net tavır
koymalılar, çünkü biz hekimle hasta
arasına, sağlık çalışanıyla hastamız
arasına kanunları veya güvenlik güçlerini koymayı asla arzu etmiyoruz.
Bu hekimler bu 75 milyon için var,
bu sağlık çalışanları 24 saat gecegündüz bu 75 milyon ülke insanına
hizmet ediyor. Tabi ki zaman zaman
hataları, eksiklikleri olabilir, ama o
zaman da hasta hakları kurullarımız
var, yani cezayı kesen noktada olma
hakkı asla hiçbir vatandaşımızda yok.
Dolayısıyla, şikâyetlerini yapsınlar,
şikâyetlerini en üst düzeye taşısınlar,
ama cezayı da ben vereceğim noktasına hiç kimsenin gelmeye hakkı yok.
ÜLKE TV Yayını (20 Mart 2013):
75 milyon ülke insanımızdan özellikle istirham ediyorum ve kendileri için
de doğru olduğuna inandığım bir
cümleyi söylemek istiyorum: Kendi
canlarını, en çok sevdiklerini, çocuklarını, eşlerini, annelerini, babalarını
hiç beklemedikleri bir anda teslim
edecekleri hekimlere, hemşirelere,
sağlık çalışanlarına kendi evlatlarına sahip çıktıkları gibi sahip çıkmaları gerekir. Çünkü hekim ve sağlık
hizmeti sunanlar 24 saat, kesintisiz
çalışan, hafta sonu, bayram, seyran
demeden ve onun hiç beklemediği
anda onun en önemli derdini paylaşan insanlar, çözüm üreten insanlar.
Dolayısıyla hekime şiddeti, sağlık çalışanına, hemşireye şiddeti kesinlikle
reddediyorum. Bu anlamda da yanlış
yapanlara tavrımız çok net olacaktır.
Burada yasal düzenlemeye ihtiyaç
duymamayı da arzu ediyorum, çünkü
hekimle hasta arasında öyle bir kutsal ilişki vardır ki, bu ilişkinin arasına
kanunların girmesini istemiyorum.
Ama şayet bu şiddet olayında hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımızın
mağduriyetleri artarsa mutlaka kanuni tedbirleri de alacağız. Vatandaşlarımız hekimlerine sahip çıksınlar.
TRTHABER Yayını (25 Mart 2013):
Sağlık çalışanlarını sevdiklerimizi
emanet ettiğimiz kişiler olarak görmeli ve önemsemeliyiz. Bu konuyu
güvenlik önlemleri ile çözmeyi çok
arzu etmiyorum. Öncelikle kamuoyu
bilinci oluşması gerekiyor. Hekimlerimizin hukuksal sorunlarına destek
vermek de gündemimizde yer almaya devam edecek.
MARDİN ZİYARETİ (11 Mayıs 2013)
Sağlık çalışanına şiddeti önlemede
toplumsal duyarlılığı birinci derecede önemsiyorum. Çünkü vatandaşımız en zor ve en çaresiz anında kendisini, evladını, annesini, eşini ve en
yakınını hekime teslim ediyor. O teslim etiğimiz hekim ve hemşireye göz
bebeğimiz gibi bakmalıyız ki onun
mağduriyeti topluma bir mağduriyet
olarak dönmesin. Dolayısıyla hekime
ve hemşireye taciz veya saygıyı aşan
cümlelere, fiili hareketlere asla toleSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
33
ransımız, müsamahamız olmaz. Bu
anlamda yasal düzenleme çalışmalarımız devam ediyor. Biz hastayla hekim arasına kanunların veya güvenlik
güçlerinin girmesini çok arzu etmiyoruz. Çünkü bu meslek öyle bir meslek
ki kadınımız eşine söyleyemediğini
hekimine söylüyor, evladımız annesine babasına söyleyemediğini
hekimine veya hemşireye söylüyor.
Dolayısıyla bu kadar yakın iletişimin
olması gereken bir mesleğin arasına
kanunları veya güvenlik güçlerini
koymayı çok arzu etmiyoruz ama bu
arzu etmiyoruz dememiz hekimlerimizi veya hemşirelerimizi sahipsiz
bırakacağız anlamına da gelmez. Her
türlü düzenlemeyi de yapacağız.
4.ULUSLARASI SAĞLIKTA PERFORMANS VE
KALİTE KONGRESİ (1 Mayıs 2013):
Sağlıkta şiddet konusunda Adalet
Bakanlığı ile görüşmelerimiz devam
ediyor. Zor hali uygulaması gibi bir
çalışma üzerinde çalışıyoruz. Bu, yanlış yapanın o anda emniyette gözetim altında tutulmasını içeriyor. Emniyet 24 saat, 3 gün neyse o sürelerde
şahsı gözetim altında tutmalı. Emniyet, onu salarak evine göndermemeli. Bu denge hiçbir tarafa diğer tarafın
hak ve hukukuna müdahale etme
hakkı tanımamalı. Herkes hakkını yasal zeminde aramalı. Hizmet alıcının
bir hemşireye, veznedeki görevliye,
hekime yüksek sesle bile konuşma
hakkı yoktur ve asla buna toleranslı davranamayız. Nasıl bir hekim ve
hemşirenin hastaya gecenin bu saatinde niye geldin deme hakkı yoksa,
34
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
hastanın veya hasta yakınlarının da
sağlık çalışanlarına insani değerlerin
ötesinde en ufak bir negatiflik hakkı
asla olamaz. Biz bunu asla normal
karşılamayız.
TGRT HABER Yayını (16 Temmuz 2013):
Kimsenin bir hemşireyle yüksek sesle
konuşma, bir hekime hakaret etme
hakkı yoktur. Elbette kişinin kendi
hakkını arama hakkı vardır. Orada
hasta hakları kurulları vardır, hukuki
boyut vardır, şikâyet etme alanları
vardır. Ama hakaret etme, yüksek
sesle konuşma, şiddete varma noktasına geldiği zaman sıfır hakkı vardır.
Hekimimize ve sağlık çalışanlarımıza
şiddete asla toleransımız olmaz. Yasal
düzenlemelerin çalışmalarını yapıyoruz. Cezai şartlar artacak.
MUĞLA ZİYARETİ (17 Temmuz 2013):
Sağlık çalışanlarına şiddetin önlenmesinde kamuoyu bilincine ihtiyaç
var. Doktor ve hemşirelere kendi evladımız gibi sahip çıkmamız gerekiyor. Çünkü biraz sonra evladımızı o
hekime veya hemşireye teslim etmek
zorunda kalacağız. Herkesin sağlık
çalışanlarına kendi kardeşi ve çocuğu
gibi bakması gerekir. Hastanelerde
yüzlerce hasta yakını var, sağlık çalışanlarına yönelik olumsuz davranış gösteren kişilere ters bir şekilde
baksalar, ne oluyor kardeşim diye
sorsalar, birçok hadise önlenmiş olur.
Sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara yönelik yeni torba kanun da
çıkartacağız.
SAĞLIK-SEN İFTARI (2 Ağustos 2013)
Biz hekimle hasta arasında daha çok
kanun daha çok güvenlik gücü istemiyoruz. Bunun için, kamu bilinci
oluşturmalıyız. Bu milletimizin hekimine, sağlık çalışanına sahip çıkması
için bilgilendirme çalışmaları yapacağız. Ancak şiddet uygulayanlara da
en ağır cezanın verilmesi için yasal
düzenleme yapacağız. Benim sağlık
çalışanıma dokunana, hekimlerimizin hukuk yoluyla dokunmaları için
yetkilerini artıracağız. Sağlıkta şiddeti
sıfırlayamayabiliriz ancak çalışanımızın emniyetini sağlamak zorundayız.
Yeter ki biz birbirimize güvenelim.
AKŞAM GAZETESİ / Ebru Toktar Röportajı
(28 Ağustos 2013):
TBMM Sağlık Komisyonunda kabul
edilen, ancak TBMM’nin tatile girmesi nedeniyle Genel Kurul gündemine
girmeyen tasarıyı yaşanan son olayları dikkate alarak yenileyeceğiz. Tasarıda, özelde çalışan hekim veya sağlık
personeli, kasten öldürme, kasten yaralama, tehdit ve hakaret suçlarında,
Türk Ceza Kanunu’nun uygulanması
açısından kamu görevlisi sayılıyordu. Ancak şiddet olaylarının artarak
devam etmesi üzerine bu yasa tasarısına yeni bir madde eklenmesi eğilimine girdik. Adalet Bakanlığı ile görüşüyoruz. Daha da sertleştirebiliriz.
Çünkü hekime yönelik saldırılar çok
daha ileri bir boyuta ulaştı. Bu yüzden tasarıyı daha da sertleştirmeyi
istiyoruz. Verilen cezalar artırılmalıdır.
haber
TÜRKİYE, CANLIDAN
AKCİĞER NAKLİNE HAZIRLANIYOR
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası:
“Türkiye organ nakli ameliyatlarında
çok iyi bir yerde. Ülkemizde, başarılı
ve operasyon sonrası sağ kalım oranı
yüksek ameliyatlar gerçekleştiriliyor”
Hayati önem taşıyan ve canlıdan
alınma ihtimali olmayan kalp gibi
organların nakillerinin daha az sayıda yapılabildiğini dile getiren Sağlık
Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel
Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası,
Bakanlık olarak ulusal koordinasyon
sistemi kurulduğunu, bu sayede
elektronik ortamda organların doku
uyumuna ve belirlenen puanlama
sistemine göre en adil şekilde ihtiyacı olan hastaya dağıtım yapıldığını
bildirdi. Kapuağası, “Ayrıca Bakanlık
olarak, tüm ulaşım imkânları kullanılarak (3 ambulans uçak, 17 helikopter, 2832 kara ambulansı) en kısa
sürede bağışlanan organların zarar
görmeden nakil merkezine ulaşımını
sağlanmaktadır” dedi.
Türkiye’nin her türlü organ ve doku
naklini yapabilecek tecrübeli hekim
profiline ve altyapıya sahip olduğuna
işaret eden Arif Kapuağası, hekimlerin daha başarılı operasyonlara imza
atabilmesi için Bakanlığın her türlü
desteği sağladığını belirtti. Geçen
yıl itibarıyla Türkiye’de bir yılda 2 bin
903 böbrek, bin bir karaciğer, 66 kalp,
25 akciğer, 5 ince barsak olmak üzere
toplam 4 bin 8 solid organ ve yaklaşık
2 bin kornea naklinin yapıldığı bilgisini veren Kapuağası, kadavradan organ bağışının yetersiz olması nedeniyle geçen yıl organ nakli bekleyen
hastaların ancak yüzde 20’sine organ
bulunabildiğine dikkati çekti.
“Yurt dışındaki nakil merkezleri akciğer
için hasta gönderilmemesini istiyor”
Türkiye’de geçmiş yıllarda akciğer
nakilleri için hastaların çoğunun
yurt dışına sevk edildiğini dile geti-
36
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
ren Kapuağası, 2011’de yurt dışında akciğer nakli yapan merkezlerin
“kendilerine artık nakil için hasta
gönderilmemesini istemesi” üzerine, nakil hastalarının büyük sıkıntı
yaşadığını söyledi. Kapuağası, Türk
hekimlerin, akciğer nakli üzerine
tecrübe kazanmaları için yurt dışına
gönderildiğini hatırlatarak, “Yurtdışına akciğer nakli tecrübelerini artırmak için gönderilen ekiplerimizin
yurda dönmesiyle, aktif olan akciğer
nakli merkezimiz 1’den 5’e çıkarılmış
ve yıllık nakil sayımız ortalama 3’ten
2012 itibarıyla 25 akciğer nakli gerçekleştirilmiştir. Bu naklin ülkemizde uygulamaya geçilmesi
için çalışmalar başlatıldı. Bu
amaçla, başarılı canlı nakilleri gerçekleştiren Avusturya
ve Japonya gibi ülkelere
ekiplerimiz giderek operasyonlara katıldı. Yeterli
tecrübenin
oluşması
durumunda gerekli altyapılar en kısa sürede
sağlanarak, canlıdan
da akciğer nakline
başlanması düşünülmektedir” diye
konuştu.
Türkiye, kompozit
doku nakli mevzuatında örnek ülke
Sağlık Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı
Arif Kapuağası, Türkiye’nin
gerçek leştirdiği yüz nakli
operasyonları
ile
dünyanın
dikkatini üzerine çektiğini belirterek, söz konusu
ameliyatların yapılabil-
mesi için gerekli mevzuat çalışmaları
hakkında da bilgi verdi.
Kompozit doku nakli yapılabilmesi için gerekli
kriterlerin Sağlık
Bakanlığı tarafından belirlendiğini
anlatan Kapuağası, operasyonların,
mevzuata uygun şartlar olduğunda
gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bu kriterler uygun olduğunda ikinci aşamada üniversitelerin
kendi içindeki komisyon, ameliyatın
gerekliliğine karar veriyor. Yani, komisyonlar endikasyonlara göre bu
kararı alıyor” dedi.
Türkiye’nin hazırladığı mevzuat AB yolunda
Arif Kapuağası, dünyanın hiçbir yerinde bu konuya ilişkin hazırlanmış
özel bir mevzuat
olmadığını be-
lirterek, “Yüz nakli ve kompozit doku
ile ilgili mevzuat, dünyanın hiçbir
yerinde yok. Biz, hazırladığımız mevzuatı, İngilizceye çevirdik ve AB’ye
gönderdik” diye konuştu. Türkiye’den
ekiplerin birçok Avrupa ülkesine giderek, mevzuat hakkında bilgi verdiğini anlatan Kapuağası, “Türkiye, artık bu konuda örnek alınan bir ülke”
dedi.
Kemik iliği nakli için bağışçı aranıyor
Küçük büyük demeksizin, başta lösemi ve lenfoma olmak üzere birçok
kan hastalığının tedavisi için gerekli
olan kemik iliği naklinde akraba dışı
verici önem taşıyor. Yurt dışında özellikle aile dışı verici sayısı yüz binler
hatta milyonları bulurken, bu sayı
Türkiye’de son kayıtlara göre sadece
36 bin ile sınırlı kalıyor.
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri
Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası, Türkiye’de 418’i çocuk
toplam 663 hastanın kemik
iliği nakli sayesinde yaşam
şansı kazanabilmesi için
mevcut verici sayısının
artması gerektiğini söyledi.
Son kayıtlara göre,
“Türkiye’de kemik iliği
nakli için yaklaşık 36
bin gönüllü verici
bulunduğunu” belirten Kapuağası,
uygun doku taraması için bu
sayının yeterli
olmadığını ifade etti.
Özellikle akraba dışı verici
sayısının yükselmesi gerektiğinin
altını
çizerek,
yurt
dışında aile dışından gönüllü
verici sayısının
yüksek olduğunu vurgulayan ve verici
olmanın duyarlı bir davranış olduğunu ifade eden
Kapuağası, “Bir
gün herkesin, ya kendisinin ya da
bir sevdiğinin hastalanabileceğini ve
kemik iliği nakline ihtiyacı olabileceğini, dolayısıyla, kemik iliği nakli için
sıra bekleyenlerden birinin kendimiz
olacağını unutmadan hareket etmek
lazım” dedi.
Herkesin, bu duyarlılıkla gönüllü
bağışçı olması gerektiğini dile getiren Kapuağası, “İngiltere’de 815
bin, İtalya’da 215 bin, Almanya’da
4.5 milyon, ABD’de 7.1 milyon gönüllü kemik iliği vericisi var. Bu oran
Türkiye’de ise 36 bin” dedi.
Avrupa’da allojenik kemik iliği nakillerinin yaklaşık yüzde 55’inin akraba
dışı bağışçılardan yapıldığını aktaran
Kapuağası, Türkiye’de ise bu oranın
ancak yüzde 10 seviyesinde kaldığını
ve bunlarında çoğunun yurtdışı kemik iliği bankalarından getirtildiğini
söyledi ve nakil sayısının artabilmesi
için mutlak bilinçli gönüllü bağışçı
havuzunun genişletilmesi gerektiğine işaret etti.
“Vericilerin ancak yüzde 15’i ulaşıldığında
gerçekten gönüllü verici oluyor”
Türkiye’de, çoğu zaman basına yansıyan bir hayat hikâyesi sonrasında bir
anda toplumsal duyarlılık geliştiğini
ve merkezlere bağış için başvuruların
olduğunu anlatan Kapuağası, “Ancak, bu bağış o kişi için yapılmak isteniyor. Önemli olan, bir vakaya ilişkin
bağışçı sayısının artması değildir. Her
hasta için kullanılmak üzere bağış yapılmasıdır” diye konuştu.
Kimi zaman da ileri test yapılması
için bağışçıya ulaşıldığında “olumlu
cevap alınmamasının” önemli bir sorun olduğunu vurgulayan Kapuağası,
şunları kaydetti:
“Ülkemizde maalesef, gönüllü vericilerin ancak bir kısmı, ihtiyaç halinde arandığında kemik iliği nakli için
onay veriyor; çoğu çeşitli nedenlerle
merkeze gelmeyi reddediyor. Vericilerin ancak yüzde 15’i ulaşıldığında
gerçekten gönüllü verici oluyor, çoğu
vazgeçtiğini belirtiyor. Gönüllünün
neye verici olduğunun farkında olması çok önemli. Avrupa’da ret oranı
çok düşük; ihtiyaç duyulduğunda bağış yapanların yüzde 80-85’i gönüllü
verici olmayı kabul ediyor.”
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
37
haber
KAMU HASTANELERİ KURUMU
ALİ İHSAN DOKUCU’YA EMANET
İstanbul sağlık müdürlüğü görevini 4
yıldan bu yana sürdüren Prof. Dr. Ali
İhsan Dokucu (50), sağlık alanında
yapılan düzenlemeler kapsamında
kurulan Türkiye Kamu Hastaneleri
Kurumu Başkanlığı’na getirildi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun
görevlendirmesiyle başkanlığa getirilen Dokucu, mesaisinin son gününde birlikte çalıştığı müdürlük çalışanlarıyla vedalaştı.
1963 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde
dünyaya gelen Dokucu, tıp eğitimini
1988 yılında Kayseri’de tamamladı.
88- 90 arası Yozgat- Boğazlıyan’da
mecburi hizmet yapan Dokucu,1990
yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalında Uzmanlık Eğitimine başladı.1992 yılında
Yüksek Öğretim Kurulu bursuyla uzmanlık eğitimini tamamlamak üzere
Paris Üniversitesi’nde görevlendirilen
Dokucu,1996 yılında önce çocuk cerrahisi uzmanı sonra yardımcı doçent
olarak görev yaptı.
Nisan-Ağustos 2002’de Harvard
Tıp Fakültesi Çocuk Ürolojisi bölü-
38
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
münde davetli öğretim üyesi olarak çalışan Dokucu, Kasım 2002’de
Rotterdam’da yapılan Avrupa Çocuk
Cerrahisi Board Sınavını Türkiye’den
kazanan ikinci kişi oldu. Prof. Dr. Ali
İhsan Dokucu 2004 yılında Şişli Etfal
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Klinik Şefliği’ne atandı.
Ekim 2004 ile Eylül 2005 arasında
Paris Necker Hastanesi’nde Başasistan (Chef de Clinique) olarak çalışan
Dokucu 2005 yılında Şişli Etfal Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği
görevine getirildi. Dokucu’nun uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 42 ve ulusal hakemli dergilerde
yayınlanmış 40 makalesinin yanı sıra
uluslararası katılımlı bilimsel toplantılarda sunulan 20 ve ulusal bilimsel
toplantılarda sunulan toplam 79 bildirisi bulunmaktadır.
Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu İngilizce ve
Fransızca bilmekte olup, evli ve 2 kız
çocuğu babasıdır.
röportaj
Ak Parti Adana Milletvekili
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İlişkiler Komisyonu Başkanı
PROF. DR. NECDET ÜNÜVAR:
HEKİMLİK HAYATA BAKIŞ AÇIMDIR
Röportaj:
Ayşe GÜZELGÖZ
• Necdet Ünüvar, 6 Haziran 1960’ta Adana Ceyhan’da doğdu. Babasının adı Halil, annesinin adı Müzeyyen’dir.
• Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi.
• İç Hastalıkları ile Endokrinoloji ve Metabolizma ihtisaslarını Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tamamladı.
• Doçent ve profesör oldu. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanlığı görevini yürüttü.
12.12.2002-08.05.2007 arasında Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı.
• 23. ve 24. Dönemde Adana Milletvekili seçildi. 6 Araştırma Komisyonunda görev yaptı: 3’ünde Başkanlık (Uyuşturucu ve Madde Bağımlılığı, Bilişim ve İnternet,Sağlıkta Şiddet), 1 Başkanvekilliği (Kayıp Çocuklar), 2 Üyelik (Muhsin Yazıcıoğlu).
• 2 İhtisas Komisyonunda görev aldı: 23. ve 24. Dönem Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliği yaptı, 24. Dönemde 31.01.2013 tarihindeSağlık, Aile,
Çalışma Ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığına seçildi. Ayrıca Türkiye-Azerbaycan Dostluk Grubu Başkanı olarak görevi devam etmektedir.
• İngilizce bilen Ünüvar, evli ve 3 çocuk babasıdır.
40
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Hocam, isterseniz çocukluğunuzdan,
ailenizden başlayalım; nasıl bir ortamda
doğdunuz, hayatınızın ilk yılları nasıl bir
çevrede geçti? Necdet Ünüvar ve ailesini
konuşalım biraz…
Tabii… Adana, Ceyhan doğumluyum. Ceyhan o zaman da tarım açısından Türkiye’nin en önde gelen
ilçelerindendi fakat benim ailem tarımla ilgilenen bir aile değildi. Babam
inşaat işçisiydi. Hiç okula gitmemişti,
okuma-yazma bilmezdi ama bir kulağının üzerinden kurşun kalem eksik
olmazdı. Yaşadığımız köyde insanlar
ev yaptırmak istediğinde babama
gelip tarif ederler, babam da sağ kulağındaki kalemi alıp çimento torbalarının üzerine istedikleri evi çizerdi.
Çok çalışkandı, çok konuşmayı sevmezdi. Sıkıntılı zamanları mutlaka olmuştur ama hiç belli etmezdi ve ben
şunu biliyorum; babam alacağını bile
çok rahatlıkla isteyemeyen birisiydi.
Bu dünyadan alacaklı olarak gitmiştir.
Biz böyle bir ailede yetiştik.
9 yaşımdayken Mersin’in Arpaçbahşiş beldesinde öğretmenlik yapan
dayım, bir okul inşaatı için babamı
Mersin’e çağırdı ve oraya taşındık.
İlkokulu Arpaçbahşiş İlkokulunda bitirdim. Daha sonra Erdemli’nin Kocahasanlı Kasabasına yerleştik ve liseyi
de orada bitirdim.
Kocahasanlı’da tek gözlü bir evimiz
vardı. Şu anda annemlerin evi var
orada, 2 oda, 1 mutfaktan oluşan küçük mütevazı bir ev. O evi yaparken
yan tarafta, zannediyorum 3 metreye
10 metre falan uzunluğunda koridor
gibi bir yerde 1 yıl kadar yaşadığımızı
hatırlıyorum.
Daha sonra o ev gecikince biz başka bir yere taşınmak zorunda kaldık.
Enteresandır, ben üniversite sınavına
girdiğim yıl Kocahasanlı kasabasında
bir evde elektrik yoktu, o ev bizim
evimizdi. Gaz lambasıyla, pencerenin
kenarında çalıştığımı hatırlıyorum. Allah nasip etti, o zaman Tıp Fakültesine
girdik. Benim girdiğim yıl Erdemli’den
üç kişi sınav kazanmıştı. Ben tıbbiyeyi
kazandım, bir arkadaş Hacettepe Kütüphaneciliği kazandı, bir arkadaş da
Elazığ Veterinerliği kazandı. Kütüphaneyi kazanan arkadaş şu anda nerede
bilmiyorum açıkçası ama veterinerliği
kazanan arkadaş veterinerlik profesörü, başarılı bir arkadaş.
Sanırım üniversite tercihlerinizde tıp
yokmuş aslında, nasıl düşündünüz,
nasıl eklediniz tıp tercihini?
Şimdi şöyle, 1978 Şubatı, Şubat
ayında üniversite sınavları için tercih formlarını alıyorsunuz 18 tercih
yapıyorsunuz, dolduruyorsunuz. Bir
sınava giriyorsunuz ve o tercihinize
göre nereyi kazanmışsanız oraya gidiyorsunuz.
Tercihlerimde birinci sırada İstanbul
Teknik Üniversitesi Uçak Mühendisliği, ikinci sırada İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı Mühendisliği…
O zaman bu bölümler çok popülerdi.
Kazanma şansınız da neredeyse yok
kadar, yani ilk 100’e giren insanların
filan kazandığı bir bölüm ki öyle bir
şansımız yoktu. Öyle bir şansımızın
olmadığını bile bile o zamanki hissiyatım neydi biliyorum, “Bak ben
de bunu tercih ettim!” diyebilmek
adına herhalde ilk iki tercihe onları
yazdım. Sonra üçüncü sırada Bursa
tekstil mühendisliği vardı. Babamın
hatırına ODTÜ inşaat mühendisliğini
de yazmıştım. Daha sonra ODTÜ şehir planlamayı yazdım. Böyle 18 tane
tercih yazdık. Babamın arzusu benim
inşaat mühendisi olmamdı ama tabii
insan kendi durumunu aşağı yukarı
biliyor yani…
Ben 500 puan civarında bir puan alacağımı düşünüyordum, 1 ve 2 nasıl
olsa tutmaz, 3. tercihimi kazanırım diyordum; Bursa tekstil mühendisliğini.
Tercih listesini hazırladım, tam Kocahasanlı kasabasından dolmuşa binip
Erdemli’ye okula gidip orada teslim
edeceğim; bir arkadaşım tercihlerine
bir bakalım dedi. Şöyle bir baktı; “Ya
tıpsız bir tercih olmaz” dedi.
Benim aklımda hiç tıp yoktu, hiç
düşünmüyordum. Sonra evden tekrardan o kılavuzu getirdim, baktık.
Bir tane tıp koyacağız ya, o zaman
zannediyorum 15 civarında filan tıp
fakültesi vardı, çok fazla tıp fakültesi
yoktu. Tabii o dönem sağ-sol çatışmalarının çok yoğun olduğu 78 dönemiydi. Hem puanı, hem de yaşanabilir şehir olması hasebiyle Erzurum
Tıp’ı yazdık.
Ben burası nasıl olsa gelmez falan
diyorum, hala gönlümden böyle bir
şey geçmiyor. Sonra sınava girdik ve
516 puanla ben Erzurum Tıp’ı tutturdum. Büyük bir hayal kırıklığı var,
ben ne yapacağım... Ondan sonra
78’de gittim tıbbiyeye başladım. Ben
3. sınıfa kadar, yani birinci ikinci sınıfı
okudum, ama hala doktor olacağıma
inanmıyorum. Yani, yeniden sınava
gireyim, başka bir yeri kazanayım
diye geçiyor içimden. Ama başka bir
yer de nereyi kazanacaksın, gerçekten okumak da çok zordu.
Tıp fakültesindeyken bir sobotta
atlasımız vardı, anatomi atlası. Ben
bir arkadaşımdan emanet almıştım. O zamanki rakamla 50 bin lira
civarındaydı, biz de zannediyorum
2500-3000 lira kadar üç aylık kredi
alıyorduk. Yani an az 5 yıllık kredimizle ancak alabilirdik. O atlasa o kadar
özenli davranırdım ki, yanında çay
bile içmezdim bir şey olur diye. Gözüm gibi bakmıştım, hayatımda bir
kitaba o kadar kitaba özendiğimi hatırlamıyorum.
Şimdi tabii böyle zor şartlar, bense bir
yandan tıpta okumak çelişkisini yaşıyorum, bir yandan da okuyorum. Hafızam güçlü, bir defa okuyorum, sınıfı
geçiyorum.
Nasıl atlattınız bu zor dönemi?
Nasıl intibak ettiniz tıbbiyeli olmaya?
Recep Akdağ Bey ile aynı sınıftaydık.
Annesi, babasıyla da çok yakından
tanışırım, babası rahmetli eski milletvekiliydi Yahya Amca, annesi Nesrin Hanım Teyze. Benim eşimi annesi
gidip istemiştir yani ilk, o kadar da
yakınız. Üçüncü sınıftayken bir gün
cuma namazına gidecektik, abdest
alıyoruz. Recep Bey bana, “Bak sen
zor şartlarda okuyorsun, tıp’ı da herkes kazanamıyor. Sen kazanmışsın,
sen doktor olacaksın, hala farkında
değilsin” dedi. Sonra Camide kendi
kendime “Ya doğru söylüyor, ben
doktor olacağım” dedim. Büyük bir
gayretle yeniden sarıldık ve kayıpsız
bitirdik fakülteyi.
Daha sonra ben anneme bu tercihlerimde tıbbiyeyi niye yazmadım
acaba dediğimde, annem; “Çocukluğunda seni bir defa doktora götürdüm, çok fazla doktoru tanımadın,
doktorun iğnesini yeseydin o zaman
doktor olmak isteyebilirdin” şeklinde
bir izahatta bulundu.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
41
Ailenizin yönlendirmesi olmadı yani hiç…
Hayır, hiç. Bizim ailemizin hiçbir yönlendirmesi olmadı. Dediğim gibi,
annem ilkokul mezunu. Entelektüel
biridir aslında, şu andaki müktesebatı o zamankinden çok daha güçlüdür.
Şimdi mesela günlük gazete okur,
her gün kitap okur, bazen bizim eve
geldiği zaman benim kütüphaneye
geçer, benim yazdığım kitapları karıştırır, okur, haberler dinler yani şu
andaki birikimi fevkalade. Tabii o zaman iletişim imkânları sınırlı, günlük
gazete alma imkânı yok. Yani öğretmenlerle diyalog imkânı yok, yönlendirme yok. Babam da okumamış
birisi.
Babam bir defa okula gelmişti. Lise
1’de Tevfik Sırrı Gür Lisesinde okudum, oradan Erdemli Lisesine geçecektim ve bunun için velinin imzası
gerekliydi. Sadece o zaman okula
geldi, imza attı.
Tıp fakültesindeyken de ailemin
yanına gittiğimde babama yardım
ederdim. Çalışırken biraz tatlı serttir babam ama işe ara verdiğimizde oturup sohbet ederdik. Bir gün,
“Baba sen hiç merak etmiyor musun
senin oğlun ne yapıyor, okuyor mu,
okumuyor mu?” diye sordum babama. “Benim merak etmeme gerek
yok, bana sürekli rapor geliyor” dedi.
Ondan sonra öğrendim ki bizim o
zamanki Tıp Fakültesi Dekanımız
okuyan çocuklarla ilgili ailelerine altı
aylık raporlar gönderiyormuş. Benim
hakkımda gelen rapor da; çok başarılı, çok disiplinli şeklindeymiş.
Siz okurken o günkü sağlık sistemi
nasıldı, Erzurum’da, Türkiye’de sağlıkla
ilgili neler konuşulurdu? Gelecekle ilgili
neler düşünürdünüz?
Şunu söyleyeyim, o sistemle ilgili çok
böyle ileride şu olsa da bunu yapsak
dediğimiz bir şey olmazdı. Ben kendi ailemin durumunu biliyordum,
ben doktor olayım, insanlara faydalı
olayım, kazandığım parayla da anneme-babama yardım edeyim diye
düşünüyordum. Tabii o zaman birçok arkadaşımız bir an evvel doktor
olalım, arabamız, evimiz olsun gibi
şeyler konuşurdu. Biz arkadaş gruplarımızda hiç böyle ev, araba sohbeti
yapmazdık.
42
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Açıkçası sağlık sistemiyle ilgili eleştirdiğimiz yönler de vardı. Türkiye’nin
özellikle ilaçta dışarıya bağımlı olduğunu görüyorduk. Alet-edevatta
dışarıya bağımlı olduğunu görüyorduk. Yurt dışındaki sağlık sistemlerinin Türkiye’nin çok daha ilerisinde
olduğunu görüyorduk, düşünüyorduk. Türkiye’de o zamanlar doktora
erişebilen insan şanslıydı tabii. Doktorun uygun teşhis, uygun tedavi
yapmasını bırakın, bir kişi doktora
gelebilmişse, yani doktorun muayene odasına veya muayenehanesine
gelebilmişse, ulaşabilmişse, o ciddi
bir şanstı. Yine, çok yoğun kalabalıkların olduğunu hatırlıyorum. Özellikle üniversite hastanelerine insanların
ulaşabilmesinin iyice zor olduğu bir
dönemdi.
Biz mesela o zaman, maliyet-etkinlik
analizi falan bilmezdik. İletişim diye
bir şeyin varlığını da çok fazla hesaba katmazdık. İletişim şuydu: doktor
otur dediği zaman otur, kalk dediği zaman kalk. Sonuçta vatandaşın
zaten o doktorun muayene odasına ulaşabilmesi, doktorun karşısına
geçebilmesi şans olduğu için hasta
da her denilen şeyi yapmak zorundaydı. Koruyucu hekimlik, o zaman
sadece aşıdan ibaretti, aşılamadan
ibaretti. Ondandır ki 1984’tü zannediyorum, rahmetli Özal döneminde,
Zeki-Metin’in de aşı kampanyasının
tanıtım filmlerinde rol aldığı aşı kampanyası yapılmıştı ve bu gerçekten
o dönemdeki yapılan en önemli koruyucu hekimlik faaliyetlerinden birisiydi. Aşılama dışında bir koruyucu
hekimlik hatırlamıyorum.
Tabii o zamandan bugüne baktığınız zaman bugün esasında koruyucu
hekimlik kavramının çok daha farklılaştığını, çok daha farklı hastalıkların
devreye girdiğini, obezitenin, hareketsizliğin, konforun yol açtığı birtakım rahatsızlıkların daha ön planda
olduğunu görüyoruz.
Tıp Fakültesini bitirdikten sonra
Mardin’de görev yapmışsınız ve Mardin’de
bir “Doktor Şehmuz” meselesi var. Bunu
sizden dinlememiz mümkün mü?
Ben tıbbiyeyi bitirdim, mecburi
hizmet kurasını Mardin’e çektim.
Mardin’de SSK Dispanserinde 2 yıl
çalıştım, çok yoğun bir çalışmaydı.
Büyük çoğunlukla tek hekim olarak
çalıştım. Daha sonra hekim arkadaşlar geldi ama geldiği zaman mecburi
hizmetimin bitme dönemine yakındı.
Bize tabi hocalarımız, herkesi sistemik
olarak değerlendireceksiniz, önce
dinleyeceksiniz, anamnezini alacaksınız, sonra baştan ayağa muayene yapacaksınız, tetkiklerini isteyeceksiniz,
kademe kademe teşhis koyacaksınız,
sonra takip edeceksiniz, kontrole çağıracaksınız diye öğretmişti.
Mardin’de bir yanda çok kalabalık vardı, bir yanda da hocalarımın
bana öğrettiği bilgiler var aklımda.
Erzurum’da gerçekten usulüne uygun bir eğitim aldığımızı ve vatandaş geldiği zaman onu insan gibi
görme, insan gibi anlama ve onun
için verebileceğinizin azamisini verme duygusunun geliştiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Ben bu duygularla
Mardin’e gittim, mecburi hizmete
başladım. Fakat çok hasta var, sabah
9’da başlıyoruz, akşam 5 oluyor, 5’te
de hasta bitmiyor, sonra 6’ya kadar...
Sonra 75’le sınırlamıştık günlük hasta
muayenesini artık, çünkü bitmiyor.
Yanımda çalışan Celal ve Tayyip diye
iki tane kardeş ki hala daha görüşürüm onlarla, beni bayramlarda ararlar, ben zaman zaman onları ararım,
telefonlaşırız. Yanımda Kürtçe ve
Arapça tercümanlık yapıyorlardı. Celal bir müddet sonra, “Hocam niye
Doktor Şehmuz gibi davranmıyorsun?” dedi. “Nasıl?” dedim.
“Doktor Şehmuz böyle otururdu masaya, ayaklarını da Amerikalılar gibi
uzatırdı, başı ağrıyan 5 kişi, kalbi ağrıyan 5 kişi, tansiyonu olan 5 kişi, karnı
ağrıyan 5 kişi diye grup grup çağırırdı. Neyin var? Başım ağrıyor. Al şu ilacı derdi, 9’da başlardı 10’da bitirirdi,
ondan sonra Doktor Şehmuz şehirde
dolaşırdı, keyif ederdi” diye anlattılar.
Bizi gülümsetiyor ama bu aslında trajikomik bir olay.
Oradaki hastaların, halkın size ve genel
olarak doktorlara yaklaşımı nasıldı?
Çok iyiydi, çok saygılıydı, yani Mardin
halkı gerçekten çok saygılıdır, terbiyelidir. Ben orada tek hekim olduğum için de, caddeye çıktığım zaman
herkes buyurun Doktor Bey diye selam verirdi.
Şimdi değişen bir şey var mı sizce bu
doktora bakış açısında?
Biz de bu sayımızda kapak dosyamızı
“şiddet” üzerine hazırladık Hocam.
Esasında iletişim çağı insanların daha
çok bilgili olmasını, haklarını daha
çok savunur olmasını, birtakım şeyleri daha çok irdeler olmasını sağladı.
Biraz ondan kaynaklı, biraz fiziki şartlar, iletişim imkânlarının yetersizliği,
bazen personel yetersizliği ve çoğu
zaman da hasta ve yakınlarının -şiddet anlamında söylüyorum- anlayışsız davranışından kaynaklı, aceleci,
anlayışsız, sabırsız ve doktorun, hemşirenin, oradaki sağlık personelinin
hak etmediği şekilde davranış şeklinden kaynaklı zaman zaman şiddet
hadiseleri olabiliyor.
Çok güzel. Şiddet bizim mutlaka çözmemiz gereken bir şey. Yaşla kuruyu
da birbirinden ayırt etmemiz lazım.
Yani gerçekten çok saygılı davranan insanlarla, çok saygısız, hatta o
saygısızlığı fiziksel veya sözel saldırı
noktasına taşıyan insanları birbirinden ayırmamız lazım. Asıl tedbirler,
birazcık cezai müeyyidelerin arttırılması, etkin hale getirilmesi çabası,
şiddet uygulayanlarla uygulamayan
çoğunluk arasındaki ilişkiyi kaldırmak adına. Yani büyük çoğunluk çok
saygılı gerçekten, ailesinden bir parça olarak görüyor, hekim de insanları
ailesinin bir parçası olarak görüyor,
ama işte o saldıran insanları bunlardan ayırmak lazım.
O şiddet yapanlar tabi ki en ağır şekilde cezalandırılmalı ama vatandaşımızın hala sağlık personeline çok
saygılı olduğunu düşünüyorum, yani
genel kanaatin saygı esaslı gittiğini
düşünüyorum. Şu anda hekim-hasta,
sağlık çalışanı-hasta vatandaş ilişki
gerçekten aslında saygıya dayalı, saygı esaslı bir ilişki; ama o ilişkiyi maalesef ihlal edenler oluyor. Bunun için
Sağlıkta Şiddet Araştırma Komisyonu
kuruldu biliyorsunuz, onun Başkanlığını yaptım.
Mecburi hizmetten sonra Uzmanlık
başladı, sonra da yan dal ve endokrin…
Ben Ankara Hastanesinde dâhiliye
ihtisası yaptım. Benim düşüncem bir
an evvel gidip para kazanıp aileme
yardım etmek yönündeydi. Malum
fakir bir ailem var. Fakat o ara enteresan bir şey oldu; bizim hocanın baş
asistan olarak düşündüğü arkadaşın
birisi askere gitti. Bir anda bir boşluk
oldu ve hoca benim kalmamı rica
etti. Hocam benim gitmem lazım,
benim aileme yardım etmem lazım
dediysem de hocamın ricasıyla kaldım.
Sonra bizim kliniğimiz endokrin kliniği haline dönüştü. Oradan sonra
Erzurum’a endokrinoloji yardımcı doçenti olarak gittim ve daha sonra da
Ankara Hastanesine endokrin ihtisası
için geldim. Endokrinolojiyi o zaman
seçtim, yani Ankara’da 2 yıl endokrin
yaptıktan sonra tekrardan Erzurum’a
dönüp o yıl doçent oldum 96’da...
Müsteşar olmadan önce Numune Eğitim
Araştırmada Endokrin Şefi miydiniz?
Orada bir endokrin kliğini kurduk
ve arkadaşlara, bu Türkiye’nin en iyi
çalışan endokrin kliniklerinden birisi
olacak dedim. Gerçekten Numune
Endokrin Kliğini Türkiye’nin en iyi endokrin kliniklerinden birisi şu anda
ve bundan da son derece mutluyum.
Müsteşarken haftada bir gün gidip
orada vizite yapıyordum, hastalarla
ilgileniyordum, seminer yapıyordum, arkadaşlar gelip bana bilgi veriyorlardı. Tabi şimdi milletvekili olSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
43
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı da
konuşalım Hocam. Bu kapsamda birçok
hizmet başlatıldı, yapıldı ve yapılmaya
devam ediyor. Siz bu projenin en başındaki
insanlardan birisiydiniz, bu süreçle ilgili
aklınızda neler var? Nasıl başladı, nasıl bir
çalışma temposu içinde oldunuz?
2002’de Recep Akdağ Bey milletvekili
adayı olduktan sonra, biz birlikte işte
sağlıkla ilgili neler yapılabilir
diye eski bilgilerimizi harmanladık, yani ne olmalı, nasıl
olmalı, şu anda da ne var
şeklinde düşündük. Bizim
açımızdan da kendimizi çok
fazla tarttığımız, Türkiye’de
sağlık sistemini yeniden
keşfettiğimiz bir dönem
oldu.
PROF. DR. NECDET ÜNÜVAR
duktan sonra gerçekten
yapmak çok zor...
bunu
Yine de zaman zaman kütüphanemdeki mesleki kitaplarımı, endokrinolojiyle ilgili, dâhiliyle ilgili kitapları
alıp okuduğumu söyleyebilirim. Yani
o mesleğin eğitimini aldım ben, hem
dâhiliye ihtisas için 4 yıl, endokrinoloji ihtisası için 2 yıl mesleki eğitim
aldım. Doçent olduktan sonra 6 yıl
öğretim üyeliği yaptım endokrinolojiyle ilgili, konuyla ilgili makaleler
yazdım, seminerler verdim, bilimsel çalışmalar yaptım. Dolayısıyla,
o mesleği kendi içimde yaşatmam
gerekir diye düşünüyorum ve mesleğime olan saygıdan mülhem ara ara
kitaplarımı açıyorum
Siyasetin düzlemi ve etki alanı, ilgi
alanı o kadar geniş ki, çoğu zaman
okumaya gerçekten fırsat olmuyor.
İnsanın kendisi hakkında çıkan haberleri takip etme imkânı bile çoğu
zaman olmuyor.
44
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Öteden beri birtakım eleştirdiğimiz hususlar da vardı, yani işte insanların daha
verimli çalışması, insanların
sağlığa daha rahat erişimi,
daha kolay erişimi, daha
kaliteli bir sağlık hizmeti çabasıyla biz böyle bir
çalışmaya başladık Sayın
Akdağ’ın adaylık sürecinde. 2 aylık, 2,5 aylık bir
çalışmanın neticesinde
kapsamlı bir sağlık politika önerisi çıktı ortaya.
Sağlıkta yapılması gereken, birinci
basamakta, ikinci basamakta, acil
sağlık hizmetlerinde, koruyucu sağlık
hizmetlerinde, vatandaşın sağlık hizmetine erişiminde, sağlık hizmetini
veren insanların ücretlendirilmesinde, onların hak ettiği ücreti almasında filan, birçok şeyi çok detaylı olarak
çalıştık ve bir öneri paketi oldu. Daha
sonra da Allah nasip etti Sayın Akdağ
Sağlık Bakanı oldu, sonra ben Müsteşar oldum ve beraberce çalışmaya
başladık.
Tabi sağlıkta dönüşüm, esasında
sağlık hizmetinin erişimini, ulaşımını kolaylaştıran, sağlık hizmetini veren insanların da hak ettiğini alan,
Türkiye’yi sağlıkta en azından hak ettiği noktaya eriştirebilecek bir program oldu gerçekten. Ben 5 yıl Müsteşarlık yaptım, o Müsteşarlık yaptığım
dönemde çok önemli şeyler oldu. Sayın Başbakanımızın çok ciddi katkısı
oldu, Sayın Başbakanımızın sağlıkta
dönüşüme bu kadar desteği olmasıydı asla böyle bir başarı gelmezdi.
Çünkü geçmiş hükümetlerin başbakanlarının sağlıkla ilişkisi sadece kendileri hastalandığı zaman veya bir
hastane ziyareti esnasında gündeme
gelen, bir de 14 Mart’larda mesaj niteliğinde olan bir şeydi. Sayın Tayyip
Erdoğan ise gerçekten sağlık hizmetlerinin her zaman öncelikli hizmet olduğunu her fırsatta vurguladı ve hep
destek verdi. Bizler de o desteğe layık
olmaya çalıştık, yani insanlar bize güvenmiş, bize destek veriyorsa, bizim
de bu desteğin karşılığını fazlasıyla
vermemiz lazım, vatandaşın sağlık
hizmetlerini istenilen noktaya getirmemiz lazım diye çalıştık.
Benim hayatımda en fazla çalıştığım
dönem Müsteşarlık dönemidir. Her
gün sabah 9’a çeyrek kala evden çıkardım, gece saat 1-2 civarında evime giderdim. İlk 1 yıl da sabah 8’de
geliyorduk, gece de saat 2 civarında
filan gidiyorduk. O dönem gerçekten
çok yoğun çalıştığımız bir dönemdi.
Geriye baktığımız zaman, o çalıştığım
hiçbir şeyden hiç pişmanlığım olmadı. Çalıştık, gayret ettik, ama hamd
olsun belli bir noktaya geldi sağlık.
Allah tabi çalışanın da yüzüne bakıyor gerçekten, o yoğun mesailerin,
çoluğu çocuğu ihmal etmenin olumlu sonuçlarını da fazlasıyla görüyoruz. Ben, emin olun, bir defa küçük
kızımın kaçıncı sınıfta okuduğunu
bilemedim.
Sitemleri oluyor muydu size ailenizin?
Sitemleri olmuyordu. Erzurum’da
96’da ben doçent oldum, eşimle 11
yıldır evliyiz. Doçent demek aslında
kitabı, defteri falan bir kenara bırakmak, artık profesörlüğe hazırlanmak
gibi anlaşılıyordu o zaman. Ben de
doçent olunca, işte biz de tatile gideceğiz, bir aylık tatil yapacağız diye düşünüyorlardı. Ama baktılar ki doçent
olunca ben yine kitabı, kalemi bırakmıyorum, ondan sonra ümidi kesmişlerdi artık. Benim ailem yaptığım
her işe saygılıdır, eşimin gerçekten
çok önemli katkıları olmuştur. Gece
saat 1’de, 2’de beraber çalıştığımız
arkadaşları da alıp eve yemeğe getirirdim. 1’den 3’e, 4’e kadar da orada
hem yemek, hem çalışmamız olurdu.
Bazen çorbacıya giderdik, bazen eve
giderdik. Eşime haber de vermezdim
hiç, evde ne varsa onu yerdik.
Sağlıkta dönüşümde biz tabii ki kamuoyuyla paylaşırken ailelerimizi
hiç konuşmuyoruz. Ama işte bizim
Bakanlıkta bir ailemiz vardı, kendi öz
ailemizden daha çok fazla mesai sarf
ettiğimiz, daha çok konuştuğumuz,
daha çok hasbihal ettiğimiz, daha
çok paylaştığımız, daha çok sevinip
daha çok üzüldüğümüz bir geniş
ailemiz vardı. Bir de, dar kapsamlı
ailemiz vardı, o dar kapsamlı ailemiz
buna destek olmasaydı biz o işi o kadar başarıyla yapamazdık.
Sağlıkta
dönüşüm
gerçekten
Türkiye’de vatandaşı dünya ölçeğinde sağlık hizmeti alır hale getiren bir
hizmettir. Allah buna destek veren
Başbakanımız başta olmak üzere
herkese hayırlı, sağlıklı, uzun ömürler
versin, gerçekten onlara teşekkür etmek lazım.
Sizin yaşamınızda hekimlik, bürokratlık
ve siyaset üçlemesi var. Bunların
arasındaki bağlantı ya da farkları nasıl
yorumlarsınız?
Ben üçünü birbirinden ayırt etmiyorum. Yani, hekimliğin aslında çok
güzel bir öğretisi vardır. Yani, bir
problemle karşılaştığınız zaman, aslında hekim için her hasta bir kriz yönetimidir. Diyelim ki, birisi geldi sağ
böğrümde ağrı var dedi. O ağrı aslında bir krizdir ağrıyı çeken için. Hekim
mutlaka o krizi daha önce yaşamıştır.
Bu ya böbrek taşıdır, ya midesinden
kaynaklanan bir şeydir ya da oraya
bir travma olmuştur. Şimdi hekim o
krizi daha önce görmüştür ve neresi
ağrıyor, nasıl ağrıyor, ne zamandan
beri ağrıyor diye sorgular. Daha sonra
muayene eder, değerlendirir. Sonra
birtakım tetkikler ister, tetkikler gelince muayene ve tetkikler doğrultusunda bir teşhis koyar ve sonra tedaviye başlar. İşte bir hafta sonra tekrar
gelin der veya telefonla kontrol eder.
Şimdi bu aslında bir hekimce bakış.
Ben Müsteşarlığımda ve siyasi hayatımda tabi başarı sadece kendi başarımız değil ama o ekibin içindeki ana
aktörlerden birisi olarak başardım
dediğim şeylere baktığım zaman,
aslında hep böyle yaklaştığımız hadiseleri çözdüğümüzü düşünüyorum.
Yani işte hekimce sorguluyorsunuz,
birtakım incelemeler yapıyorsunuz,
sonra bir çözüm önerisi ve sonra takibini yapıyorsunuz. Ben hayata böyle bakıyorum, yani hekimliğin hep
böyle bir o kriz yönetimindeki öngörüsüyle bakıyorum hadiselere. Bunu
ihmal veya ihlal ettiğimiz zamanlar
birtakım hataların olduğunu da görüyorum. O yüzden benim prensibim, herhangi bir iş olduğu zaman,
o işle ilgili cebimdeki deftere detaylı
olarak notlarını alıp, sonra ilgili noktaları belirleyip sonra bir iş planı haline getirmektir.
1984’te mezun oldum, 84’ten beri
hekimlik hayata bakış açımdır. Hep
öyle davrandığım için benim açımdan hiç problem çıkmaz.
Siyaset de öyle mi yürüyor şu anda?
Siyasette de öyle yapmaya çalışıyorum, yani siyasette de ben dinlemenin
çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Dinlemediğiniz hiçbir problemi çözemezsiniz. Ben dinlerim, not alırım, ondan sonra onun takibini yaparım.
Gündeminizdeki konulara hem
mesleğinizden hem de kişiliğinizden
de kaynaklanan bir hassasiyetle
yaklaştığınızı görüyoruz. Komisyon
Başkanı olarak sağlıkla ilgili gündeminizi
en çok meşgul eden konular neler?
Önümüzdeki dönemde neler yapılması
planlanıyorsunuz?
Şöyle söyleyeyim, biliyorsunuz bi-
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
45
zim komisyonumuz sadece Sağlık
Komisyonu değil. Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu, yani
üç önemli bakanlığı ilgilendiren bir
komisyon. Bu üç bakanlığın da ortak
özelliği, Türkiye’nin 76 milyon insanını, hatta yurt dışında yaşayan insanları da ilgilendirmesi.
Sağlıkla ilgili çok önemli bir torba
yasa düzenlemesi yaptık, o zaman
benim kolum da sakattı ama 8 saat
üst üste iki gün çalıştık. İçinde sağlık
çalışanlarına şiddeti önleyecek, saldırganın tutuklanmasına dair hükmün de bulunduğu bir torba yasa
çalışması yaptık. O çalışma Genel
Kurul gündeminde bekliyor. Bu aynı
zamanda tam günle ilgili, sağlık çalışanlarını ilgilendiren hususlarla ilgili,
sağlıkta şiddeti önlemeye matuf düzenlemelerin de olduğu bir kanun
tasarısıdır, bu yasalaşacak.
Tabi sağlıkla ilgili öncelikli konu, bu
tam gün meselesinin çözülmesidir.
Tam gün şu anda bir muamma konumunda, bundan biz de memnun
değiliz, Sayın Bakanımız da, sağlık
çalışanlarımız da... Belirsizlik var, bu
belirsizliğin giderilmesi gerekiyor.
Onun dışında, tabi bizim komisyon
gündemimizde çalışma hayatıyla ilgili birtakım düzenlemeler gelecek.
Belki doğum yapmış kadınların doğum izniyle ilgili bir düzenleme gelecek. İş yeri hekimliğiyle ilgili belki bir
düzenleme gelecek.
Sağlıkla ilgili esasında mevzuatla ilgili çok ciddi bir eksikliğimizin olmadığını söyleyebilirim. Yani mevzuatla
46
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
ilgili o 663 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname birçok mevzuat eksikliğini gidermiş, o sağlığın teşkilatıyla ilgili, gerek merkezi, gerek taşradaki teşkilat yapısıyla ilgili yapılması gereken
şeyleri yapmış bir yasal düzenleme.
Ama tabi zaman içerisinde sosyal politikalar, sürekli günün şartlarına ve
hitap ettiğiniz kitlenin ihtiyaçlarına
göre değişebilen nitelikte düzenlemelerdir. Dolayısıyla zaman içerisinde bir takım düzenlemeler şüphesiz
olacaktır.
Yani acil gündemimiz, tam gün ve o
sağlıkta şiddetin önlenmesiyle ilgili
hükümler.
Sizin sorunları çözme konusunda iki tane
sorunuz var; niye ve nasıl. Bunun hem
bürokraside, hem hekimlik hayatınızda,
hem siyasi hayatta size yansımaları
nasıl oldu? Niye bu sorulara ihtiyaç
duyuyorsunuz ve sonuç olarak ne elde
ediyorsunuz bundan?
Bir şeyi çözmek için yola koyulmuşsanız ve gerçekten o konuda samimi
iseniz, iki tane sorunun çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Birincisi,
NİYE? sorusu. Sağlıkla ilgili konuşuyoruz şimdi, diyelim ki, işçiler sadece SSK hastanelerine, memurlar da
sadece devlet hastanelerine gidebiliyorlar, ikisi birbirine gidemiyor. Siz
bu sorunu çözmek istiyorsanız, niye
sorusunu sormanız lazım. Niye işçiler
öbürüne gidemiyor, niye memurlar
öbürüne gidemiyor? Bu niye sorusunu sorduğunuz zaman karşınıza
bir tablo çıkacak. Niye? İşte mevzuat
engel, SSK hastanelerinin işte içinde
eczane var, o işçilere veriyor diye birçok soruyu beraberinde getirecek o
niye sorusu.
Sonrasındaysa, çözüm amaçlı da NASIL sorusunu sormamız lazım. Yani
o niye’yi sorduktan sonra karşınıza
bir tablo çıkmışsa ve o çıkan tabloyu
çözmek noktasında kararlılığınız devam ediyorsa, o zaman nasıl sorusunu soracaksınız peşinden.
Niye diye sordunuz, işçiler işte mevzuattan kaynaklı devlet hastanesine
gidemiyor, memurlar da mevzuattan
kaynaklanan sebeplerle SSK Hastanesine gidemiyor. Sonra nasıl sorusu gelecek. Nasıl gidebilir? Mevzuatı
değiştireceksiniz, kanunu değiştireceksiniz. Kanunu değiştirdiniz, işçiler devlet hastanesine gidebilir hale
geldi, memurlar da SSK hastanesine
gidebilir hale geldi.
O yüzden, niye ve nasıl sorusunun
her reformcu harekette çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Niye ve nasıl sorusunu sormayanların asla başarılı olamayacağını da düşünüyorum.
Biz sağlıkta hep bu niye ve nasıl sorularını sorduk. Mesela ilaç fiyatlarında
her ay kümülatif artış oluyordu, yani
ilaçlara yüzde 5, yüzde 7 zam geliyordu. Enflasyon aşağıya doğru iniyor,
ama hala ilaç fiyatları yükseliyordu.
Bir ilaç eskidikçe onun orijinalliği kaybolur ve orijinalliği kaybolmuş ilacın
da fiyatı düşer, Batıda da böyledir.
Yani orijinal ürün diyelim ki 100 dolara çıkmışsa, Batı için söylüyorum,
belli bir süre onların patent ve veri
koruması vardır, o ortadan kalktıktan
sonra bir anda o ilaç 30 dolara düşer,
yani çok ciddi ölçüde aşağı doğru düşer. Ama Türkiye’de o ilaçların fiyatları
hiç düşmüyor, hep böyle yükseliyor.
Biz ilaçta NİYE böyle oluyor diye sorduk. Sonra gördük ki, o birtakım Batının kullandığı standartları Türkiye
kullanmıyor. Nasıl olmalı veya olacak
diye sorduk? Şunu söyledik, ilaç sektörüyle uzun görüşmelerden sonra
ilaç fiyat kararnamesiyle 5 tane ülkeyi
referans aldık, İtalya, Fransa, Portekiz,
İspanya ve Yunanistan. Bu 5 ülkede
bir ilacın minimum fiyatı Türkiye’de
maksimum fiyatı olacak, bunu sektörle de konuştuk ve bir anda ilaç fiyatlarında inanılmaz azalma oldu. O
zaman bakın, 2004 rakamlarıyla söylüyorum, Türkiye o yıl 1 milyar dolar
kar etti, yani bu indirimden dolayı.
Bu şu anlama geliyor: Biz bu işlemi
yapmasaydık Türkiye o 1 milyar dolarları her yıl ödemek zorundaydı,
yani her yıl 1 milyar doları belki de
arttırarak ödemek zorunda olacaktı.
Bunun az önce bahsettiğiniz hekimlik
sistematiğiyle de yakından alakası var
aslında. Tedaviye ulaşmak için araştırmak
gerektiği ve belki sancı çekmek gerektiği
gerçeği... Yani aslında siz en başta
hekimliği çok istememişsiniz ama bunu
sonra hayat felsefeniz haline getirmişsiniz.
Evet.. Öyle, bir yöneticilik felsefesi haline getirdim. Tabi insan hangi
mesleği yaparsa o meslekte ciddi bir
emek ve mesai sarf etmişse, bir müddet sonra hayatının bir parçası oluyor
gerçekten.
Hekimlik bir de hayatın her alanına
dokunan bir alan. Belki de sağlıkta dönüşümün ortaya koyduğu en
önemli çıktı şudur: Sağlık, sadece
Sağlık Bakanlığını ilgilendiren bir
alan değil. Sağlık, Maliyeyi ilgilendiriyor değil mi bütçe açısından. Kalkınma Bakanlığını ilgilendiriyor projeler
açısından. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığını ilgilendiriyor birtakım araştırma-geliştirme, yeni ürün üretme
vesaire açısından. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığını ilgilendiriyor
Sosyal Güvenlik Kurumu ve çalışma
hayatı açısından. Milli Eğitim Bakanlığını ilgilendiriyor sağlık okur-yazar-
lığı, bilinçli vatandaş, sağlık bilincini
üst düzeyde elde etmiş vatandaş
açısından. İletişimi çok yakından ilgilendiriyor, sosyal politikaları çok
yakından ilgilendiriyor, çevresel şartları çok yakından ilgilendiriyor, yerel
yönetimleri çok yakından ilgilendiriyor, üniversiteleri çok yakından ilgilendiriyor. Toplumun içinde yaşayan
insanların işte toplumsal hadiselerden mülhem sağlıklı ilişkisi sebebiyle
STK’ları, meslek örgütlerini çok yakından ilgilendiriyor. Tarım, işte gıdasağlık ilişkisi açısından ilgilendiriyor.
Dışişleri Bakanlığını çok yakından
ilgilendiriyor, yurt dışı sağlık hizmetleri, yurt dışından Türkiye’ye gelen
vatandaşlar açısından, yani sağlık
turizmi veya turist sağlığı açısından
çok ilgilendiriyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığını çok yakından ilgilendiriyor, çünkü sağlık turizmi önemli bir
ticari gelirdir.
Dolayısıyla, her bakanlığı çok yakından ilgilendiren bir alandır sağlık.
Belki de sağlıkta dönüşüm bu anlamda bütün bu sektörel ilişki çeşitlenmesi açısından da ortaya yeni bir
konsepti koyması açısından son derece önemli.
Sizin önemli farklı yanlarınızdan birisi
de iletişime, bilişime teknolojik anlamda
da, cihaz kullanımı anlamında da önem
vermeniz. Bir de sosyal medyayı en iyi
takip eden milletvekillerinden, komisyon
başkanlarından ya da bürokratlarından
birisiniz. Bununla ilgili olarak bize
iletişimin, bilişimin sizin için neden bu
denli önemli olduğunu anlatır mısınız?
İletişim tabi hayatın esaslarından birisi. Hiç iletişimin tarifini yapamayacak insanlar bile esasında iletişimin
bir parçası. Yani annenin çocuklarıyla,
babanın eşiyle, komşunun komşuyla
kurduğu ilişkinin adı iletişimdir. Bu
en basit, yani sözlü iletişim.
İletişim günümüz şartlarında çok çeşitlilik arz eden bir konumda. Yeryüzündeki ilk iletişim sözlü iletişimdir,
insanların sözle, kelimelerle karşısındakine, yanındakine meramını anlatması, daha sonra yazılı iletişim devreye girdi. Daha sonra uzaktan iletişim,
uzaktan iletişimde de telefon, sonra
radyo, ondan sonra televizyon, sonra
görüntülü iletişim devreye girdi. On-
dan sonra bu iletişim kaynaklarının
daha da çeşitlendiğini gördük. Yazılı
iletişimin uzaktakine ve elektronik
sistemi kullanarak iletildiğini gördük. Tabi cep telefonlarının çıkması,
daha sonra bu telefonların akıllı hale
gelmesi, yani insan aklının kullandığı
birtakım fonksiyonları kullanır hale
gelmesi iletişim imkânlarını iyice
arttırdı. Bütün bunlar tabi o çeşitlenmelerin sonucunda sosyal medya
dediğimiz, geleneksel medyanın yazıyla veya görüntüyle ilettiği birtakım
bilgilerin, kişilerin bizzat herhangi bir
editoryal kontrol olmaksızın, denetime tabi olmadan ilişki kurması haline
dönüştü.
Tabi bizim yaptığımız işin bir parçası
da iletişimdir. Özellikle siyasetçinin
iletişimi iki açıdan son derece önemli.
Bir; toplumu dinlemek, toplumun ne
düşündüğünü ve toplumun kendisine önerdiği, teklif ettiği, eleştirdiği,
katkıda bulunduğu şeyleri duymak
açısından; bir de kişinin yaptığı veya
yapmayı arzuladığı, yapmayı düşündüğü şeyi muhataplarına iletmesi
açısından...
Ben de âcizane o iletişimin bu
imkânlarından azami ölçüde istifade
etmeye çalışıyorum. Yani elimizde
pek çok fonksiyonunu kullanmadığımız cep telefonları var. Birçok insanın ya bu telefonun şu özelliği ne işe
yarıyor filan diye sorduğunu görmüşüzdür. Ben bu soruyu en az sorarak,
yani elimdeki cihazı en fonksiyonel
şekilde nasıl kullanabilirim diye buna
mesai sarf ediyorum. Birçok kişinin
bazı şeyleri iş olsun diye yaptığını da
görüyorum ama ben bunları iş olsun
diye yapmıyorum, iş gibi görüyorum,
yaptığım işin bir parçası olarak…
İletişimi etkileşimle beraber yapmaya çalışıyorum. Yani hem etkilemek
amaçlı, hem etkilenmek amaçlı kullanıyorum. Bunu kullanmanın çok
gerekli olduğunu da düşünüyorum.
Çünkü yaptığımız işin bir parçası hakikaten iletişim, o iletişim imkânlarını
azami ölçüde kullanmamız gerekiyor.
Ben de hep bu çaba içerisindeyim,
bu çaba içerisinde oldum.
Hocam, zaman ayırdığınız için çok
teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
47
haber
BİLİM İNSANLARINDAN ALKOLLÜ İÇKİLERİN
ÜZERİNE YAZILACAK UYARI MESAJLARINA
“TAM DESTEK”
Sigara paketlerinden sonra alkollü içkilerin üzerinde de içkinin sağlığa zararlarına ilişkin uyarı mesajlarının yer
almasına ilişkin uygulamanın başlaması, bilim çevresinden destek aldı.
Alkolün “zararlı” kullanılması halinde
hem içkiyi içen için hem de çevresi için sakınca yaratabildiğini, riskli
durumlara yol açabildiğini belirten
bilim insanları, bu çalışmalarla toplumun, özellikle de gençlerin alkol
kullanımından doğacak olumsuz etkilerden korunmasının amaçlandığını ifade etti.
Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Nazmi Bilir, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Alkol ve Alkollü İçkilerin İç ve Dış Ticaretine İlişkin
Usül ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik”e göre, alkollü içkilerin
üzerinde insan sağlığına verdiği
zararlara ilişkin yer alması zorunlu
hale getirilen uyarı mesajlarıyla ilgili
görüşlerini paylaştı.
Alkolün “zararlı” şekilde kullanılmasının çeşitli olumsuz etkilere neden
olduğunu belirten Bilir, “zarar”dan
kast edilenin alkolün bazı durumlarda kullanılması ve fazla miktarda alınması olduğunu söyledi.
Alkolün, belirli dozun üzerinde alındığı zaman insanda düşünce sistemini olumsuz etkilediğini, insanın
kendi hareketleri üzerindeki kontrol
yeteneğinin zayıfladığını ifade eden
Bilir, bu nedenle alkollüyken özellikle
trafikte araç kullanılmasının hem tüketen kişi için hem de diğer araç sahipleri açısından risk oluşturduğunu
dile getirdi. Prof. Bilir, benzer şekilde
alkollü olarak herhangi makinenin
kullanılmasının da kişinin kendisi ve
çevresindekiler açısından risk yarattığına işaret ederek, “Gebelik insan
yaşamının çok özel bir dönemidir
ve bu dönemde gebelerin her türlü
tehlikeden korunması gerekir. Gebe48
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
lik sırasında alkol kullanılması, hem
gebenin hem de bebeğin sağlığı
açısından sakıncalıdır. Doğumdan
sonra da emzirme süresi boyunca alkolden uzak durulması gerekir” diye
konuştu.
Bütün dünyada alkol kontrolü çalışmalarında çok önemle üzerinde
durulan şeyin, gençlerin alkolün zararlarından korunması şeklinde olduğunu vurgulayan Bilir;
“Bu amaçla, belirli yaşın altındaki
gençlere alkollü içki satılması konusunda yasaklama yapılmaktadır.
Ülkemizde de yasa ile 18 yaşından
küçüklere alkollü içki satışı yasaklanmıştır. Bu paralelde alkollü içkilerin şişe ve ambalajlarının üzerine bu
yönde uyarı mesajı yazılıyor olması
da çok uygundur.
Bazı kişiler sıkıntılarından kurtulmak
amacı ile alkole yönelebilmektedir.
Oysa ne alkol ne de bir başka yöntem
insanı sıkıntılarından kurtarma bakımından başvurulacak yöntem değildir. Sıkıntının nedeni incelenmeli ve
sıkıntıya neden olan olayın çözümü
için çaba gösterilmelidir. Bu amaca
yönelik olarak uygulama ile birlikte
alkolün ‘dost’ olmadığı şeklinde bir
uyarı mesajı yazılacaktır. Bu, olumlu
bir uygulamadır. Bütün bu çalışmalar
ile toplumun, özellikle de gençlerin
alkol kullanımından doğacak olumsuz etkilerden korunması amaçlanmaktadır” dedi.
“10 ay içinde yönetmeliğe uygun hale
getirilmeyen ürünler piyasaya arz
edilemeyecek”
Alkollü içkilerin şişe
ve ambalajlar üzerine hangi uyarı
mesajlarının
konulması
konusunda bir süredir çalışmalar yapan Tütün ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurumu (TAPDK), ambalajların üzerine yazılacak 4 mesajı
belirlemiş ve basılmasını kararlaştırmıştı. Alınan kararlara göre, mesajlar
fotoğraf değil, grafik ve yazılı mesaj
şeklinde olacak. Alkollü içkilerin şişeleri ve ambalajlarının üzerinde yer
alması konusunda karar verilen mesajlar şöyle:
• 18 yaşından küçüklere alkollü içki
satışının yasak olduğuna işaret
eden grafik
• Gebelikte alkol kullanımının bebek ve anne için zararlı olduğuna
işaret eden grafik
• Alkollü olarak araç sürmenin sakıncalı olduğuna işaret eden grafik
• Alkolün dost olmadığını belirten
yazılı mesaj
Mesajlarla, alkol kullanımının çeşitli
zararlarına işaret edilerek, kullanımının azaltılması hedefleniyor.
Yönetmeliğe göre, on ay içinde istenilenlere uygunluk sağlanması gerekiyor. Aksi halde uygun olmayan
ürünler, bu tarihten itibaren piyasaya
arz edilemeyecek.
kurumlarımız
T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı
TÜRKİYE SAĞLIK SEKTÖRÜ 2023
HEDEFLERİNE DOĞRU HIZLA İLERLİYOR
Uluslararası yatırımcıların Türkiye’de
yatırım yapmaları için birçok sebep
bulunmaktadır. Bunların başında
Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrar gelmektedir. Zira bu siyasi ve
ekonomik istikrar sayesinde ekonomik güven sağlanırken, Türkiye sosyoekonomik açıdan çok önemli bir
dönüşüm geçirmektedir. Kişi başına
düşen milli gelirini çok kısa bir süre
M. İlker AYCI
T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek
ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) Başkanı
50
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
içerisinde 3.500 dolar seviyesinden
10.000 dolarların üzerine çıkaran
Türkiye, uluslararası yatırımcılara
önemli fırsatlar sunmaktadır. Genç ve
dinamik nüfus yapısıyla Türkiye son
derece cazip bir yatırım yeri olarak
uluslararası yatırımcıların ilgisini çekmektedir.
Son 10 yılda yatırım ortamının iyileştirilmesi alanında önemli gelişmeler
kaydedilmiştir. 2003 yılında çıkarılan
Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu
ile mevzuat son derece uygun bir hale
getirilmiştir. Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (YOİKK)
çatısı altında bir araya gelen kamu ve
özel sektör temsilcileri kronik bir hâl
alan birçok bürokratik engeli ortadan
kaldırarak Türkiye’nin dünyanın en
cazip yatırım yerlerinden biri haline
getirilmesini sağlamıştır.
Türkiye’nin ekonomik kalkınmasında gereksinim duyulan yatırımların
artırılması için Türkiye’de yatırım yapılmasını özendirmeye yönelik yatırım destek ve tanıtım stratejilerinin
belirlenmesi ve uygulanması amacıyla 2006 yılında 5523 sayılı kanun
ile T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve
Tanıtım Ajansı (TYDTA) kurulmuştur.
Ajans, Türkiye’nin sunduğu yatırım
olanaklarını küresel iş dünyasına ta-
nıtma ve yatırımcılara Türkiye’ye yapacakları yatırımların her safhasında
destek verme görevini üstlenmiş tek
resmi kuruluştur.
Ajansın çalışmalarını ikiye ayırabiliriz;
birincisi Türkiye’nin yatırım ortamının
tanıtımı, ikincisi ise Türkiye’ye gelecek
veya Türkiye’de mevcut yatırımcılara
yatırım yapmadan önce, yatırım aşamasında ve yatırımlarını yaptıktan
sonra ihtiyaç duydukları bilgilendirme ve yönlendirme hizmetini baş
koordinatör olarak ilgili kurum ve
kuruluşlarla işbirliği içinde sağlamaktır. Merkezi Ankara’da olan Ajansın
İstanbul’da da bir ofisi bulunmaktadır. Aynı şekilde yatırım potansiyeli
yüksek belli başlı ülkelerde birlikte çalışılan temsilci niteliğinde danışmanlar bulunmaktadır. “Tek durak ofis”
mantığı ile çalışan Ajans’ta, yatırımcılara yatırım öncesinde, sırasında ve
sonrasında, yatırım yeri seçiminden
bürokratik süreçlerin hızlandırılmasına kadar ihtiyaç duydukları birçok
farklı konuda destek sağlanmaktadır.
Türkçe ve İngilizcenin dâhil olduğu
12 dilde hizmet verebilen Ajans,web
sitesinde Türkiye hakkında genel bilgilerin yanı sıra Türkiye’deki yatırım
ortamı ve Türkiye’de yatırım yapmak
için atılacak adımlar konusunda ayrıntılı bilgiler sunmaktadır.
adet yabancı sermayeli şirket
bulunmaktadır.
Ülkemiz, Cumhuriyetin 100. kuruluş yılı olan
2023 yılı için belirlediği büyük
hedefleri gerçekleştirme yolunda ilerlerken, küresel yatırımcılar
Türkiye’de daha çok iş ve yatırım
yapma fırsatı bulacaktır. Bu büyük
hedeflerden bazıları 2 trilyon dolar tutarında GSYİH ve kişi başına
düşen 25.000 dolar ile Türkiye’yi
dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline getirmektir.
Türkiye önümüzdeki dönemde birçok sektöre odaklanacaktır, özellikle
Türkiye’nin 2023 yılı hedeflerini gerçekleştirmek için belli sektörlerde
yatırımların artırılması gerekecektir.
Bu sektörlerin başında enerji, petrokimya, gayrimenkul, otomotiv, tarım,
turizm, sağlık ve daha birçok sektör
gelmektedir.
Ekonomik kalkınmayı insan yaşam
kalitesinin yükseltilmesi ile ölçen
Türkiye’de, yaşam standartlarının
iyileşmesine hayati katkı sağlayan
sağlık sektörüne büyük önem verilmektedir. 2003 yılında temelleri atılan “Türkiye Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile Türkiye sağlık sektörü büyük
bir dönüşüm geçirmiştir. Program,
insan odaklı, planlı ve sürdürülebilir
özelliği ile Türkiye sağlık sektörüne
önemli yapısal değişiklikler getirmiştir. Kurulacak sağlık serbest bölgeleri
ile Türkiye, sağlık turizmi açısından
bölgesel cazibeye kavuşup adeta bir
sağlık üssü haline gelecek, aynı şekilde yabancı sermaye ve yüksek tıbbî
teknoloji girişini hızlandırılacaktır.
Sağlık işleri ve sosyal hizmetler alanında Türkiye 2002-2012 yılları arasında toplam 1,4 milyar dolar uluslararası doğrudan yatırım çekmiştir.
2012 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de
sağlık işleri ve sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren toplam 417
Türkiye’de faaliyet gösteren yaklaşık
300 ilaçşirketinin, 134’ü uluslararası
sermayelişirketlerden oluşmaktadır.
Türkiye, küresel ilaçbilim pazarları
arasında dünyada 14., Avrupa’da ise
6. sırada yer almaktadır. Türkiye ilaçbilim sektörü; T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı organizasyonuyla ABD’nin Şikago kentinde
gerçekleşen, dünyanın en büyük ilaçbilim fuarı “Bio Convetion 2013”
programında bir araya gelmiştir. Fuarda Türkiye, T.C. Sağlık Bakanı Dr.
Mehmet Müezzinoğlu’nun başkanlığındaki 7 resmi kurum, 20 delege ve
ilaç şirketlerinden oluşan heyet ile en
üst düzeyde temsil edilmiştir.
T.C. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu Bio Convention 2013 Türkiye Standının açılışı sırasında yaptığı
açıklamada şunları söylemiştir; “Son
yıllara damgasını vuran ekonomik
krize rağmen Türkiye son 10 yılda
%5,3’luk bir ortalama büyüme oranını yakalayarak önemli bir başarıya
imza atmıştır ve bu büyümenin içerisinde sağlık sektöründe atılan adımlar
önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizde
18 kadar sektör firması biyoteknoloji ve Ar-Ge çalışmaları yürütüyor.
Ar-Ge harcamalarının şirket ciroya
oranla en fazla olduğu sektör ilaç
ve biyoteknoloji. Bir başka deyişle
en fazla bu sektörde şirket geliri geri
Ar-Ge yatırımı olarak harcanıyor. Bu
durum karşısında ilaç sektörü yatırımları ülkeler açısından ilgi odağı oluyor.
Türkiye için de bu durum önemli bir fırsattır. Biyoteknoloji, Türkiye’nin yakın
radarındadır. Bu paralelde, stratejik
ürünlerin kamu tarafından alım
garantilerinin sağlanması, stratejik
evliliklerin değerlendirilmesi gerekli. Cihaz teknolojisinin önümüzdeki 10
yılda önemli bir kavşakta olduğunu
kanaatindeyim. 2013 önemli bir yıl
olacak”.
Bio Convention 2013
Türkiye Standı’nın açılışını T.C.
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ile birlikte gerçekleştirenT.C.
Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı İlker Aycı şunları
söylemiştir;“Son yıllarda gerçekleşen
hızlı büyüme rakamlarına rağmen,
Türkiye bu pazarda hak ettiği noktaya henüz ulaşmamıştır. Toplam Ar-Ge
harcamalarının GSYİH’ye oranı sadece
yaklaşık %1’e tekabül ederken,2023
yılı hedefleri doğrultusunda bu oranın
%3’e çıkarılması planlanmaktadır. Bu
plan dâhilinde de önümüzdeki beş yıl
içerisinde ilaçbilim sektöründe 60 milyon dolar civarında gerçekleşen Ar-Ge
harcamalarının iki katına çıkarılması hedeflenmektedir. Tüm hedeflerin
gerçekleştirilmesi doğrultusunda, iki
yıl öncesine kadar sadece ziyaretçi
olarak iştirak ettiğimiz; dünyanın en
büyük biyoteknoloji fuarına kamu ve
özel sektörden kilit kuruluşlarımızın
temsil edildiği bir standa katılmanın
çok önemli bir adım olduğu düşüncesindeyiz.”
Türkiye’nin sağlık sektörüne yönelik
2023 yılı hedeflerinden bazıları şunlardır:
• Sağlık
turizminde Avrupa, Orta
Doğu, Afrika, Orta Asya ve Rusya
bölgesinin merkezi olmak
• Yurt
sathında oluşturulacak 29
sağlık bölgesinde, istisnalar hariç,
hastaların diğer bölgelere gitmesini gerektirmeyecek seviyede
gelişmiş bir hizmet altyapısı sağlamak
• Her türlü hazırlığını ve mevzuat
altyapısını oluşturduğumuz Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) modeli
ile sağlık tesisleri, Ar-Ge birimleri,
yüksek teknoloji merkezleri, sosyal yaşam alanları, sağlık bilimleri
üniversiteleri ve büyük rekreasyon
alanlarının bir arada bulunduğu
dev şehir hastaneleri oluşturmak
• Toplamda 650 bin olan sağlık sek-
töründeki çalışan sayısını 2015
yılında 715 bine, 2019 yılında 853
bine, 2023 yılında ise 1 milyon 100
bine ulaştırmak
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
51
haber
SİGARAYA GÖZ YUMAN İŞLETME KAPATILACAK
Sağlık Bakanlığı yasa değişikliğinden sonra sigara yasağını ihlal eden işletmelere uygulanacak
cezalara açıklık getirdi. Bir yılda yasağı üç kez ihlal eden işletmeler 10-30 gün kapatılabilecek
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Turan Buzgan
tarafından imzalanan genelgede
11 Haziran’da yürürlüğe giren yasa
değişikliğinin kapsamı anımsatılarak, illerde uygulamada gözetilmesi
gereken hususlara dikkat çekildi.
Genelgede, özel araçların sürücü koltuklarının da taksiler gibi yasak kapsamına alındığı, buralarda da sigara
yasağının ihlal edilmesi halinde cezai
işlem uygulanması gerektiği bildirildi. Genelgeye göre tütün içersin ya
da içermesin, elektronik sigara ve bitkisel nargile gibi tütün ürününü taklit eden her türlü ürün “tütün ürünü”
kabul edilecek ve aynı yasaklara tabi
olacak. Sigara yasağını ihlal eden işletmeler de yeni düzenleme uyarınca
daha ağır yaptırımlarla karşı karşıya
kalacak. Sigara yasaklarını ihlal edenlere uygulanacak cazaları ağırlaştıran
yasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği
11 Haziran sonrası tütün ürünü tüketilmesine göz yuman işletmeler
kapatılabilecek. Genelgeye göre ilk
ihlalde para cezası, yasanın öngördüğü alt ve üst sınırlar dâhilinde belirlenecek. İhlalin tekrarı halinde yine
alt ve üst sınırlar dâhilinde bir ceza
miktarı belirlenecek ve ceza bir kat
artırılarak tahsil edilecek. İkinci ihlal tekerrüründe belirlenecek yeni
temel ceza, kendisinin iki katıyla
52
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
toplanarak tahsil edilecek. Üçüncü
ihlal tekerrüründe ise işyeri 10-30
gün süreyle kapatılacak. Bir yılda ihlalin tekrarlanması halinde kapatma
cezaları aynı şekilde sürecek.
‘SIFIRLAMA SÖZ KONUSU DEĞİL’
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu Tütün ve Bağımlılık Yapıcı
Maddelerle Mücadele Daire Başkanı
Sertaç Polat, bir işletmeye kapatma
cezası uygulanabilmesi için ilk ihlalin,
11 hazirandan sonra olması gerektiğini belerterek, şu bilgileri aktardı:
“11 Haziran’dan önce sigara yasağını
ihlal eden işletmeler için yine o zamanki mevzuata uygun kesilen para
cezaları tahsil edilecek. Yani ‘cezaların
sıfırlanması’ diye bir şey söz konusu
değil. Ama 11 Haziran sonrası ihlal olmuşsa, bu işletme artık 3. ihlalde kapatma cezasıyla karşı karşıya kalacak.
Bir yıllık süre de ilk ihlalin yapıldığı tarihten itibaren işleyecek. Bu bir yılık
sürede sigara yasağı tekrar ihlal edilirse kapatma cezaları uygulanmaya
devam edilecek. İlk ihlalin ardından,
365. günden sonra yapılacak ihlal ise
o işletmenin kaçıncı ihlali olduğuna
bakılmaksızın yine ilk ihlal sayılacak.”
TABLETLE ONLİNE DENETİM YAPILACAK
Sigara denetimleri sırasında ihbar
edilen adresin kolayca bulunması
için GPS denilen sistem kullanılıyor.
Geçen yılın Eylül ayından itibaren de
tablet bilgisayarlarla online denetim
sistemine (Dumansız Hava Sahası
Denetim Sistemi) geçildi. Sigara yasağının yürürlüğe girdiği Temmuz
2009-Haziran 2013 tarihleri arasında
ülke genelinde bin 590 denetim ekibi ile 5 milyon 464 bin 157 denetim
yapıldı, 48 milyon 531 bin 138 lira
para cezası kesildi, bunun 5 milyon
451 bin 475 lirası tahsil edildi. Dumansız Hava Sahası Denetim Sisteminin (DHSDS) faaliyete geçmesiyle
yapılan denetimlerin sayısı ve etkinliği arttı. DHSDS’nin faaliyete geçtiği
17 Eylül 2012 tarihinden sonra ise 1
milyon 411 bin 774 denetim yapıldı, 27 milyon 152 bin 811 lira para
cezası uygulandı.
HAYAT KURTARAN TEDAVİLER İÇİN
YENİLİKÇİ İŞ YAPIŞ YÖNTEMLERİ
AstraZeneca, Türkiye’de 2020’de kuvvetli ürün protföyü ve yenilikçi iş yapış
yöntemleri ile bilimsel liderliği hedefliyor
“Yatırım olanaklarını değerlendirmek, şirketi büyütmek için olanakları
araştırmak ve yeni tedavileri sağlığın erişimine en ekonomik ve hızlı
şekilde sunmayı sağlayacak başarılı
işbirlikleri için birleşmeleri değerlendirmek AstraZeneca’nın temel
hedeflerindendir. Türkiye yatırım ve
işbirliği olanaklarının çok olduğu bir
ülke ve AstraZeneca olarak sadece
küresel boyutta değil Türkiye’de de
bu olanakları değerlendiriyoruz” diyen AstraZeneca Türkiye Medikal ve
Dış İlişkiler Direktörü Dr. Pelin Eriştiren İncesu, Sağlık ve İnsan Dergisi
okuyucuları için AR-GE yaklaşımlarını
ve yeni dönem AR-GE stratejilerini
anlattı:
54
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
ASTRAZENECA’NIN AR-GE YAKLAŞIMI
Ar-Ge organizasyonumuz hastalar ve
paydaşlar için anlamlı bir fark yaratmak amacıyla yeni ilaçlar keşfetmek
ve geliştirmek için sürekli çalışıyor.
Bu anlamda hastaların yaşamlarını
iyileştirecek etkili çözümler üretmek
adına bilimin sınırlarını zorluyoruz.
Araştırma ve geliştirme çalışmalarımız, Kardiyovasküler, Solunum,
Diyabet, Onkoloji, Gastrointestinal,
Merkezi Sinir Sistemi, Enfeksiyon hastalıkları olmak üzere yedi tedavi alanımızda henüz karşılanmamış olan
ihtiyaçları hedefliyor. AstraZeneca
olarak bu yedi tedavi alanında işbirliği ve ortaklıklar kuruyor, bu alanlardaki hastalıklara çareler üretiyoruz.
Lider akademik kurumlar ile çalışmalar yapıyor ve rekabet öncesi araştırma birliklerinde yer alıyoruz. Şirket dışındaki mevcut en iyi bilimsel
olanaklardan faydalanmak ve ürün
portföyümüzü geliştirip zenginleştirmek adına, yüksek kalite ortaklıklar
kurmak ve iş geliştirme fırsatları elde
etmek için çalışıyoruz.
Bilimsel saygınlığın ancak dürüstlükten ödün vermemeye dayalı bir
yaklaşımla kazanılabileceği görüşündeyiz. Gerçekleştirdiğimiz tüm faaliyetlerde en yüksek düzey etik standartları benimsiyoruz.
İşbirliği çalışmalarımızla Silico Research tarafından yayınlanan BioPartnering 2010 raporunda, Güven ve İşbir-
liği Yönetimi’nde ilk sırada yer aldık.
Bu kapsamda 2010 yılından bu yana
sektörde üç ödül kazanmış bulunuyoruz:
• Riger ile yaptığımız ileri evre an-
laşmasıyla SCRIP ‘Yılın Anlaşması’
ödülü
• Merck ile gerçekleştirilen ilk evre
onkoloji işbirliğiyle SCRIP ‘En İyi Ortaklık İşbirliği’ ödülü
• Pennsylvania Üniversitesi ile Alz-
heimer Hastalığı için gerçekleştirdiğimiz işbirliğiyle Lisans Yöneticileri Derneği (LES) “Üstün Anlaşma”
ödülü
Sürekli İnovasyon ile gelen yeni nesil ilaçlar
Yenilikçi ilaçlar son 50 yılda sağlığın
iyileştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Bir zamanlar ölümcül görülen
hastalıklar artık yönetilebilir kronik
hastalıklara dönüştü. Örneğin kadınlarda göğüs kanserinde 5 yıl yaşama
oranı 50 yıl önce yüzde 70’in altındayken bugün yüzde 90’ın üstüne
çıktı. Ortalama olarak genel yaşam
beklentisi 1960’tan beri 10 yıldan fazla uzadı. Son yıllardaki ilerlemelere
rağmen birçok hastalık hâlâ iyi tedavi
edilemiyor veya henüz etkili ilaçlar
bulunmuyor. Sürekli inovasyon, henüz karşılanmayan ihtiyaçlara hitap
eden etkili yeni ilaçların bulunması
açısından hayati önem taşıyor.
Uluslararası İşbirlikleri
Bütün zorlukların üstesinden tek başımıza gelemeyeceğimizi biliyoruz.
Kendi Ar-Ge çalışmalarımızın yanı
sıra başka firmalarla işbirliği yaparak
beceri ve kaynaklarımızı bir araya
getiriyor ve başarı, yenilikçi potansiyelimizi artırıyoruz.
Son üç yılda 90 ortaklık
Yatırım olanaklarını değerlendirmek,
şirketi büyütmek için olanakları araştırmak ve yeni tedavileri sağlığın erişimine en ekonomik ve hızlı şekilde
sunmayı sağlayacak başarılı işbirlikleri için birleşmeleri değerlendirmek
AstraZeneca’nın temel hedeflerindendir.
Ocak 2009’dan beri diğer ilaç ve biyo-teknoloji şirketleriyle yaptığımız
ortaklıklar başta olmak üzere 90 kuruluşla üretim anlaşması yaptık. Ayrıca, akademik kuruluşlar, devletler
ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlarla
ürün geliştirmenin her aşamasında
yaptığımız işbirliklerinin sayısını artırmayı amaçlıyoruz. Çeşitli aşamalardaki ürün geliştirme projelerimizin
yaklaşık %40’ı ve ileri aşamalardaki
projelerin yüzde 75’i dış kaynakla
gerçekleştiriliyor.
Örneğin; AZ - BMS diyabet işbirliği ile
ortaklığımızın büyümesiyle birlikte,
diyabet tedavisi alanında hizmetlerimizin kapsamını genişletme potansiyeli elde etmekteyiz. Güçlü diyabet
ürün portföyümüze Amylin’in ürün
portföyünün eklenmesi, hastalara,
sağlık görevlilerine ve geri ödeme
otoritelerine daha kapsamlı bir çözüm yelpazesi sunabilmemize imkan
sağladı.
Yerel Projelere Yatırım
AstraZeneca’nın Türkiye’de yürütülen
Ar-Ge projesi sayısı son 3 yılda 3 kat arttı.
Türkiye yatırım ve işbirliği olanaklarının çok olduğu bir ülke ve AstraZeneca olarak sadece küresel boyutta
değil Türkiye’de de bu olanakları değerlendiriyoruz.
AstraZeneca tarafından Türkiye de
yürütülen Ar-Ge çalışmaları Kardiyovasküler, Diyabet, Enfeksiyon, Onkoloji ve Solunum alanlarında...
Dünyada olduğu gibi ülkemizdeki en
acil ve karşılanmamış ihtiyaçları belirlemek ve bunlara çözüm üretmek
hedefiyle gerçekleştirilen araştırmalarda ve iş süreçlerinde, karar vericiler
ve tüm paydaşlarla işbirliği içerisinde
çalışıyoruz.
Yenilikçi tedavi uygulamalarının yer
aldığı Ar-Ge çalışmalarının yanısıra,
tedavi alanlarındaki ihtiyaçları anlamak ve güncel tedavi yaklaşımları ile
ilgili veri toplamak için gözlemsel ilaç
çalışmaları da yapımaya devam ediyoruz.
Sonuçları koroner kalp hastalığı
(KVH) risk faktörlerinin belirlenmesi,
bunlara karşı koruyucu önlemlerin
alınabilmesi açısından önem taşıyan,
Türkiye’nin metabolik haritasını çıkaran PURE, kalp sağlığına odaklanan
TEK HARF ve kalp krizi anında hastaların en hızlı şekilde doğru tedaviye
ulaşması için gerekli sistemsel dönüşümleri gerçekleştirmeyi hedefleyen
Stent for Life – Hızlı Davran Hayatta
Kal gibi çalışma ve projelere destek
veriyor, çözüm organizasyonlarında
aktif birer oyuncu olarak yer alıyoruz.
Sağlık Bakanlığı klinik araştırmalar
yönetmeliği Nisan 2013 de yenilendi. Bu yeni yönetmelikteki avantajlar
Türkiye’de yapacağımız klinik çalışma
sayısının artması ve diğer ülkelerle bu
konuda rekabet etmemiz konusunda
etkili olacak. Yeni yönetmelikle birlikte özellikle başvuru ve onay sürelerinin hızlanmasının önemi büyük...
Ülkemizde diyabet, obezite ve ardından kalp rahatsızlıklarında büyük bir
hızla artış görülüyor. Gerek geliştirdiğimiz yenilikçi ilaçlar ve yeni teknolojiler ile gerekse Ar-Ge çalışmaları ve
işbirlikleri ile toplum sağlığına katkı
sağlıyoruz.
Diyabet yüküyle mücadelede hedef liderlik!
Büyük yatırım ve atılımlara rağmen
bütün zorlukların üstesinden tek başımıza gelemeyeceğimizi biliyoruz.
Kendi Ar-Ge çalışmalarımızın yanı
sıra başkalarıyla işbirliği yaparak beceri ve kaynaklarımızı bir araya getiriyor ve başarılı inovasyon potansiyelimizi artırıyoruz.
YENİ DÖNEM AR-GE STRATEJİSİ
AstraZeneca 2010 yılından bu yana
yürüttüğü Ar-Ge dönüştürme çalışmalarında önemli ilerleme kaydetti.
Şirket içinde ve daha geniş ölçekte
sağlık sektöründe karşılaştığımız öngörülmemiş zorlukların üstesinden
gelmek için, 2012’de bu dönüşümü hızlandırdık. İlaç sektörü sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Fiyatlar
ve gelirler baskı altında ve yeni ilaç
geliştirme çalışmaları yavaşladı. Diğer yandan Ar-Ge üretkenliğinin ve
ürünlerinin azalmasına bağlı olarak,
yenilikçilik maliyeti yükseldi. Sağlık
sektörünün durumu ve toplumların ihtiyaçları doğrutusunda daha
düşük ve esnek bir maliyet bazında,
daha tutumlu ve basit ancak daha
yenilikçi bir organizasyona ulaşmayı
amaçlıyoruz.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
55
• Yeni ilaçlarımızı geliştirme şeklimizi,
araştırma ve geliştirme çalışmalarımızın bütün aşamalarına geri ödeme otoritelerinin önceliklerini de
dâhil edecek şekilde değiştiriyoruz.
• Geri ödeme otoritelerinin, ilaçları-
mızın hastalara sunduğu daha iyi
ve daha maliyet etkin sağlık hizmetinin değerini anlayabilmeleri için
gerek duydukları geniş kapsamlı
klinik ve ekonomik kanıtları sağlıyoruz. Amacımız, bütün yeni ilaçlarımız için ödeme yapanların ihtiyaçlarındaki ulusal/bölgesel/yerel
farklılıkları tanıyan ve “bu ilaç, mevcut sağlık durumunda hasta sonuçlarında bir iyileşme sağlayacak mı?”
ve “bununla bağlantılı ekonomik
etki nedir?” sorularına cevap veren
kanıtları sunmak.
• Hükümetler, geri ödeme otoriteleri
Dönüşüm bazında ilerleme
2010’da duyurduğumuz yeni Ar-Ge
stratejisinden bu yana, Ar-Ge organizasyonunun dönüştürülmesi sürecinde önemli ilerlemeler kaydettik:
Anlamlı ilaçlar sunma
Portföy kalitesi ve hızlı ürün sağlama
sürecine yönelik yeni stratejimizle
2010’dan bu yana altı ürünü sağlığın
erişimine sunmuş bulunmaktayız.
Yüksek kalite bir ileri evre ürün hattı
oluşturduk. Faz II ve III geliştirme çalışmalarında umut vadeden projelere
sahibiz. Ayrıca yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz bir dizi şirket ve kuruluşla başarılı ortaklıklar yürütüyoruz.
Güçlü bir biyolojik ürün hattı
Yatırımlarımızı, büyük oranda küçük moleküllere ağırlık verdiğimiz
çalışmalarımızdan daha dengeli bir
şekilde büyük ve küçük moleküllere
taşıdık. Sonuç olarak biyolojik ürün
hattımız şekillenmeye başladı.
Gelişmekte olan pazarlardaki faaliyetler
Yerel düzeyde yenilikçilik ve teknik bilgi ile desteklediğimiz global
deneyimimiz sayesinde, yükselen
pazarlarda daha hızlı lansmanlar
gerçekleştiriyor ve güçlü bir yaşam
döngüsü yönetimi sunuyoruz.
56
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Dönüşen kültür, liderlik
ve çalışan bağlılığı
Üst düzey liderlerimizin yaklaşık %60’ı
ilaç ve biyoteknoloji sektörlerinde
faaliyet gösteren başka şirketlerden
aramıza katıldı. Bunun yanı sıra bünyemizdeki üst düzey yetenekleri de
şirketimizde tutmayı başarıyoruz.
Ar-Ge bünyesindeki çalışan bağlılığı
tüm kriterler bazında %8 oranında
artış göstermiştir. (Focus Bağlılık Anketi 2011).
Geri ödeme otoriteleri ile işbirliği
Sağlık hizmetine yönelik talep arttıkça, bunları ödeyenlerin bütçeleri
üzerindeki baskılar da artıyor. Sağlık
hizmeti için ödeme yapanların (Karar
vericiler, hükümetler, sağlık kurumları, vb.), kıt sağlık hizmeti kaynaklarını
bir öncelik sırasına koymak zorunda
olduklarını ve bunun için de farklı
tedavi seçeneklerinin klinik değerini
ve bunların finansal etkilerini anlamaya çalıştıklarını biliyoruz. İlaçlarımızın hasta sonuçlarının maliyet
etkin bir şekilde iyileştirilmesinde
sunduğu değer hakkında geri ödeme otoritelerinin ihtiyaç duyabilecekleri bütün soruları cevaplandırmayı garanti edebilmek için ödeme
yapanlarla birlikte çalışma ilkesine
bağlıyız. Bunu şu şekillerde gerçekleştiriyoruz:
ve sağlık bakım sistemleriyle işbirliği içerisinde çalışıyor ve bunun kıt
kaynakların önceliklendirilmesi yönündeki baskılar düşünüldüğünde
mevcut zorlu sağlık ortamında çok
kritik olduğuna inanıyoruz.
AstraZeneca Kimdir?
• Global bir şirket
• Yaklaşık 50.000 çalışan
• 3 kıtaya yayılan araştırmalar
• 16 ülkede üretim
• 100 ülkede ürün satışları
• Araştırma ve Geliştirme Çalışmalarımız
• 3 kıtada 10.000 çalışan
• Entegre yaklaşım
• Yıllık Ar-Ge yatırımı 4 milyar dolar
• Planlanan ve yürütülmekte
olan projelerin sayısı 90
AstraZeneca AR-GE alanları ve bu hastalık alanlarının dünyaya getirdiği yük
• Kanser
• 7 milyon can kaybına neden
oluyor
• Kalp ve damar hastalıkları
• 17 milyon ölüm
• Enfeksiyon
• Mevsimsel grip hastalıklarından 500.000 ölüm
• Solunum Yolları Hastalıkları
• 300 milyon astım hastası
SAĞLIK ALANINDA
ÇEVRİMİÇİ HASTA
PLATFORMLARININ ROLÜ ARTIYOR
Dr. Sertaç DOĞANAY
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
Günlük yaşantımızda yüzleştiğimiz
zor durumlarla baş edebilmek için
bazen sevdiklerimize ihtiyaç duyarız.
Ancak konu hastalıklara geldiğinde
ailenizin ve arkadaşlarınızın desteği
yetersiz kalabilir. Sizlerle aynı durumu yaşayan insanlarla görüşmek isteyebilirsiniz. Hastanın katılabileceği
destek grupları, hastanın rahatsızlıkla, kaygıyla, depresyonla ve rahatsızlığın yaratmış olduğu toplumdan soyutlanma hissiyle baş edebilmesinde
etken rol oynamaktadır.
Hastaların, kendileri ile aynı probleme sahip olan diğer hastalarla iletişime geçebilmesini sağlayan birçok
globalplatform bulunmaktadır. Bu
58
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
platformlar, hastaların kendi aralarında tecrübelerini paylaşabildiği, birbirlerine manevi destek verebildiği
bir ortam olmasının yanısıra; en son
tedavi yöntemlerinin ve klinik araştırmaların da takip edilebilmesine olanak sağlamaktadır. Bu oluşumların
sunduğu en önemli kolaylık ise, coğrafi uzaklıkların getirdiği dezavantajları yok etmesidir. Örneğin; Türkiye’de
kanserle mücadele eden bir hasta,
bu konuda dünyadaki gelişmeleri ve
araştırmaları takip ederek pek çok
farklı coğrafyadan hasta ile bilgi alışverişinde bulunabilmektedir.
Çevrimiçi hasta toplulukları olarak
da bilinen bu platformlar, hastalarla
birlikte sağlık uzmanlarına ve sağlık
kurumlarına da büyük yararlar
sağlamaktadır. Tedaviler, ilaçlar ve
hastalıkların etkileri üzerinde bilgi
alışverişinde bulunan hastalar, ilaç
şirketlerinin yararlanabileceği pek
çok bilgiyi sunabilmektedir.
Hastaların, kendileri gibi diğer hastalarla buluştuğu en başarılı ve ünlü
platformlardan biri,2004 yılında bir
amyotrofiklateral skleroz (ALS) hastası olan StephenHeywood’un kardeşleri Benjamin ve James Heywood ile
arkadaşları JeffCole tarafından kurulan PatientsLikeMe’dir. Kardeşlerine
ALS tanısı konduktan sonra çeşitli
platformlarda hastalığa dair bilgiler
arayan Heywood ailesi, kardeşlerin
tecrübelerinden de ilham aldı ve tüm
hastaların kendi tecrübelerini paylaşabilecekleri, hastalıklarına dair bilgi
bulabilecekleri, en önemlisi de hastaların bu savaşta yalnız olmadıklarını
görebilecekleri PatientsLikeMe adlı
siteyi kurmuştur.
PatientsLikeMe, kullanıcılarına dünyanın dört bir yanındaki hastalarla
irtibata geçme ve hastalıkları hakkında bilgi edinme imkânı sağlamaktadır. Hasta ve hastalık hikayelerinin
paylaşıldığı bir web sitesi olmasının
yanında, hastalıklara ve tedavi esnasında rastlanan yan etkilerin frekans
ve şiddetine dair kantitatif verileri de
içinde bulunduran eşsiz bir kaynaktır.
Örneğin; nadir rastlanan bir hastalık
türü olan ALS hastalığı için bir anket
çalışması yapılmak istenildiğinde geleneksel yöntemlerle bunu yapmak
ciddi bir iş gücü ve zaman gerektiriyorken, PatientsLikeMe üzerinden
sadece bir tıkla yüzlerce hastaya
ulaşmak mümkündür. Böylece 2
hafta gibi kısa bir sürede anlamlı
veriler toplanabilmektedir. Profesyonelce yapılan bu anket çalışmaları
uzmanlar tarafından organize edilmekte ve üyeler düzenli olarak değişmektedir.
Gelişen mobil teknolojiler ve akıllı
cihazlar sayesinde internete ve bu
tür platformlara ulaşabilmemiz kolaylaşmaktadır. Tüm dünyada e-hasta
kavramı oldukça benimsenir ve
gelişirken ne yazık ki ülkemizde
durum tam olarak aynı hızda ilerlememektedir. Bu konuda Türkçe
içeriğin ve kaynağın kısıtlı olması;
hastalıkların tanımları, yan etkileri,
tedavi yöntemleri ile ilgili detaylı ve
özgün bilgi arayışında olan hastaların
hayal kırıklığına uğramalarına sebep
olabilmektedir.
Türkiye’de belli hastalıklara sahip
hastaların bir araya gelerek tecrübelerini paylaşıp birbirlerine destek olabildikleri bir platform olan Motivolog
adlı web sitesi de böyle bir arayışın
sonucunda kurulmuştur
4 yıl önce Ülseratif Kolit teşhisi konulan Gökhan Sezginer, rahatsızlığı
ve hastalığı ile ilgili daha detaylı bilgi
edinmek ve diğer hastalarla iletişime
geçebilmek için internete başvurduğunda, bu arayışına cevap bulamadı.
Bu konudaki ihtiyacını karşılayamayınca, ilk önce kendi rahatsızlığı ile
ilgili bir blog açtı ve bu blog sayesinde birçok kişiye ulaşarak bilgi alışverişi sağladı. Sonrasında kurduğu
Motivologadlı web sitesiyle kendi
tecrübelerini diğer hastalarla paylaşmakta ve onları bu konuda motive
eden bir ortam sunmaktadır.
Hastaların rahatsızlıkları ile ilgili kendi hikâyelerini paylaşıp bilgi alışverişinde bulunabilmeleri, internet ve
sosyal medyanın sağlığımız için bize
sunabileceği en yararlı hizmetlerden
biridir. Çevrimiçi hasta platformlarının giderek yaygınlaşması, bu tür
oluşumların sağlık alanında artan rolünün bir göstergesidir.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
59
haber
ICT SUMMIT NOW BİLİŞİM ZİRVESİ’13
Sağlık Sektöründeki Son Teknolojiler Konuşulacak
İnterpromedya’nın bu yıl 13.’sünü
düzenlediği Bilişim Zirvesi, en eski
kültürlerin ve yerleşimlerin beşiği Avrupa, Asya ve Afrika’nın yeniden dünyanın merkezine oturmasına istinaden bu seneyle birlikte “ICT Summit
NOW (New Old World)” adını alıyor.
Yepyeni bir logo, çarpıcı bir tema ve
iddialı bir yaklaşım ile Avrupa, Asya
ve Afrika kıtalarının en büyük bilişim
zirvesi olmanın yanı sıra dünyanın da
en önemli bilişim zirvelerinden birine dönüşüyor.
“Daha hiçbir şey görmediniz!”
sloganını sahiplenen zirve, üç kıtanın farklı coğrafya ve kültürlerinden
iş ve teknoloji liderlerini Vodafone
ana sponsorluğunda 24-26 Eylül
2013 tarihlerinde Haliç Kongre
Merkezi’nde buluşturacak.
60
ransı”nda HIMSS (Healtcare Information and Management) CEO’su
Stephen Lieber Keynote konuşmacı
olarak yer alacak.
Sağlıkta bilişim denildiğinde, dünyada ilk akla gelen isim olan ve sağlık
yöneticiliğinde, hemen her tür kurum ve kademede kazanılmış 30 yıllık
benzersiz bir deneyime sahip HIMMS
CEO’su Stephen Lieber, sağlık politikaları, sağlıkta bilişim yönelimleri ve
uygulama sorunlarıyla ilgili konularda, görüş ve yorumlarına sık sık başvurulan bir duayen…
Geleceğin Sağlık
Teknolojileri Konuşulacak
HIMSS’deki stratejik liderlik görevinin
yanı sıra birçok kuruma, kâr amacı
gütmeyen örgüt ve gruplara da hizmet veren Lieber, çeşitli ülke hükümetlerinin desteklediği sağlık politikası çalışmalarında da aktif olarak rol
alıyor.
25 Eylül 2013 Çarşamba günü gerçekleşecek “E-Sağlık/M-Sağlık Konfe-
25 Eylül Çarşamba günü Sağlık Bakanlığı ve Sağlık Bilişimi Yönetimi
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Derneği (SABİYED) ev sahipliğinde yapılacak “e-Sağlık:/m-Sağlık
Konferansı”na; T.C. Sağlık Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Dr. Ekrem Atbakan, Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilimleri
Sistemleri Genel Müdürlüğü e-Sağlık
Daire Başkanı Dr. Ünal Hülür, Sosyal
Güvenlik Kurumu Hizmet Sunumu
Genel Müdürü Adem Onar, İstanbul
Anadolu Kuzey Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Dr. Şuayip Binici,
T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Mahir Ülgü ve SABİYED Koordinatörü Sami Tataroğlu, konuşmacı
olarak katılacaklar.
Sisoft ana sponsorluğu ve Acıbadem
Mobil, BT Global Services, Tara Sistem ve TNBKEP sponsorluğunda gerçekleşecek konferansta, ”Sağlık sistemlerinde birlikte çalışabilirlik nasıl
sağlanabilir?”, “Bilişimle kişisel/mobil
sağlık yönetimi nasıl teşvik edilebilir?” gibi başlıklar tartışılacak.
SAĞLIKTA VİZYON:
SAĞLIKTA İNSAN KAYNAKLARI AÇMAZI
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
İstanbul Medipol Üniversitesi Rektörü
Sağlık insan gücü deyince öncelikle
doktor sayısı tartışmaya açılmaktadır.
Hâlbuki sağlık hizmetinde takım elemanları ne kadar çeşitli ve yetişmiş
olursa, doktorun yükü o denli azalacaktır. Bu yüzden masraflı ve uzun bir
eğitim gerektiren tıp eğitimi ile sorunu çözmek yerine, diğer sağlık personelleriyle doktorları desteklemek
daha kısa vadede sonuç verecek,
daha kolay ve daha az masraflı bir
çözümdür. Son dönemde Sağlık Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu’nun
birlikte yaptığı çalışmalar neticesinde
doktorluk eğitimine hız verilmekte
olduğu biliniyor. Ancak bu çabalar,
kısa vadede telaffuz edilen rakamlara
ulaşmamızı sağlamayacaktır.
62
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Başta hemşire olmak üzere diğer
sağlık personeline belki daha fazla
ağırlık verilmesi gerekecektir. Ayrıca
yetişmiş sağlık personeline klinikte doktor tarafından yapılan birçok
işin devredilmesi çözümün bir başka parçasını oluşturacaktır. Hemşire,
fizyoterapist, anestezi teknisyeni vs.
sadece doktorun yardımcıları değildir; hizmet bütünlüğü içinde kendi
görev tanımları ve sorumluluk alanları vardır. Eğitimle bu elemanların
kalitesi artırıldıkça bu görev tanımları
ve dolayısıyla sorumluluk alanlarını genişletmek mümkün olacaktır.
Yani bir anlamda görev kayması söz
konusudur. Bununla birlikte bugün
aşina olduğumuz sağlık personellerinden başka yeni sağlık meslekleri
de ihtiyaca göre ihdas edilebilir. Yani
bir hizmeti yapmak için ortalama 10
yılı bulan tıp ve uzmanlık eğitimi gerektirmeyecek 2, 4 veya 6 yıllık eğitimlerle yapılabilecek uygulamalar
için uygun eğitimli meslekler ihdas
edilebilecektir. Mesela direkt röntgen
filmi okumak, ultrason yapmak, gözlük muayenesi yapmak, doktorun uygun gördüğü protokollere göre ilacın
dozunun ve karışımlarının hazırlanıp
uygulanması hatta doktor gözetiminde teşhis ve tedavi hizmetlerinin
yürütülmesi gibi birçok husus için uygun tıp meslekleri ortaya çıkarılabilir.
Bu ihtiyacı fark edip erken davranan
ülkelerde bunların örnekleri görülmektedir.
Bütün bunlar doktora duyulan ihtiyacın azalmasına yol açacaktır. Doktor
yardımcısı olabileceği gibi, hemşire yardımcısı, eczacı yardımcısı gibi
meslekler de aynı şekilde mevcut
kısıtlı sayıdaki sağlık personelinin
yükünün azalmasına katkı sağlayacaktır. Bütün bu mesleklerin hepsi
olmasa da, birçoğunun önümüzdeki günlerde yoğun tartışması içinde
olacağımızı, bunun kaçınılmaz bir süreç olduğunu söyleyebilirim.
Meslek içi eğitim
Gelişen istihdam ortamında onlarca eski meslek kendiliğinden yok
olmaktadır. Gelecekte de değişime
kurban edilerek yok olmaya aday
bugünün meslekleri vardır. Yeni teknolojik gelişmeler bütün iş alanlarında çalışma metotları ve uygulamaları
değişikliğe uğratmaktadır. Genelde
iş muhtevası geçmişte olduğu gibi
manuel ve kas gücüne dayalı olmaktan hızla uzaklaşıp daha zihinsel ve
sosyal olmaktadır. Bu yüzden beden
gücünden daha ziyade beyin gücüne doğru bir kayış olmaktadır. Gelişen teknoloji ve bilim entelektüel iş
gücüne olan ihtiyacı azaltmak şöyle
dursun, her geçen gün en basit iş
alanlarında bile daha fazla ihtiyaç
oluşturmaktadır.
Makinaların, robotların ve bilgisayarların yoğun bir şekilde hâkimiyet
kurduğu iş dünyamızda çalışmasına
en fazla ihtiyaç duyduğumuz makinamız beynimizdir. Bilişim teknolojileri ve makinalar bu ihtiyacı daha da
artırmaktadır.
Bu yüzden çıraklıkla öğrene geldiğimiz mesleğimizi sadece becerimizi
kullanarak sürdürebilmemiz mümkün değildir. Hemen her meslekte
güncel gelişmelere bağlı olarak oluşan bilgi yükü ve özellikle zaman zaman baskısı, bilgi-yoğun işlerin kalitesini ve üretkenliğini etkilemektedir.
Finlandiya’da bilgi-yoğun iş üzerinde
yapılan bir çalışma, insan gücü yılda
% 2 oranında yenilenirken bilginin
yenilenme hızının % 7 olduğunu
göstermiştir. Buna göre söz konusu
iş kolunda 10-15 yıl sonra personelin
% 70-80’i aynı işini yapmaya devam
ederken, işleri ile ilgili bugünkü bilginin % 70-90’ı değişmiş olacaktır.
Bu hızlı değişim bütün çalışanların
sürekli gelişmeyi yakalamak ve hayat
boyu eğitim almak zorunda olduklarını göstermektedir.
Başta tıp olmak üzere sağlık alanının
ne denli bilgi yoğun bir alan olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Yukarıda sözü edilen çalışmanın sonuçları
dikkate alındığında sağlık personelinin bilgilerinin sık sık yenilenmesinin gerekliliği açıkça görülmektedir.
10-15 yıl bilgisini yenileyememiş bir
sağlık çalışanının mesleğinin tamamına yakınını kaybetmiş olduğunu
söylemek fazla iddialı olmayacaktır.
Bu yüzden meslek içi eğitim bu mesleklerin vazgeçilmez unsuru olmak
zorundadır.
Sağlık alanında bilgi ve teknolojinin
her geçen gün geometrik olarak artışı, sağlık çalışanlarının gittikçe artan sorumluluğu ve gittikçe değişen
mesleki rolleri meslek içi eğitim sıklığının da o denli artırılması ihtiyacını
doğurmaktadır. Bu eğitimi sürekli
alamayan personel işini, çalışanlarına bu eğitimi sürekli veremeyen bir
kurum devamlılığını koruma şansına
sahip olmayacaktır.
Sağlık personelinin göçü
Dünyada başta hemşire ve doktorlar
olmak üzere sağlık personelinin gelişmekte olan yoksul ülkelerden gelişmiş varlıklı ülkelere göçü, önemli
bir problem oluşturmaktadır. Yoksul
ülkeler kaynaklarını tüketerek yetiştirdikleri kalifiye insan gücünün,
kaynak sıkıntısı çekmeyen varlıklı
ülkelere kaçmasını, göç etmesini
önleyememektedir. Bu durum, küresel anlamda sağlıkta adaletsizliğin
oluşmasına önemli derecede katkı
yapmaktadır. Bir yandan toplum sağlığı adına bunun önlenmesi uğraşları
verilirken, diğer yandan bireylerin
seyahat ve çalışma özgürlüğünün
kısıtlanamayacağı iddiaları ileri sürülmektedir.
Ülkemiz şu anda sağlık sistemimizi
etkileyecek tarzda bu göçün etkisi altında değildir. Belki bu yüzden
Türkiye’de sağlık insan göçünün
doğurduğu sorunlara ilişkin yoğun
tartışmalara rastlamıyoruz. Belki
yurt içindeki göçün etkilerine dikkat
çekebiliriz. Zira sağlık personelinin
yıllar içinde ülkenin batı bölgelerine
kayması önlenememiş ve sağlık hizmetlerine erişimde hakkaniyet kaybının nedeni olmuştur. Hatta temel
sağlık göstergelerimizin ülkemizin
farklı taraflarında büyük farklılıklar
göstermesinin önemli sorumlularından biri de, bu sağlık personeli dengesizliğidir. Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman gel-gitler olsa
da, hekimlere zorunlu hizmet uygulaması hep olagelmiş ve bu sorunu
çözme aracı olarak kullanılmıştır. Ne
var ki, bu sorun sadece doktor istihdamında değil, gittikçe artan oranda
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
63
hemşire ve diğer sağlık personeli
istihdamında da kendini göstermektedir.
Sağlık Bakanlığı bu durumu dengeleyebilmek için doktorlara zorunlu
hizmet uygulamasını tekrar devreye
koymakla birlikte, bunun yetersizliğini görmüş ve “Personel Dağılım
Cetveli”ne dayalı sıkı atama ve nakil
politikaları ile bütün sağlık personelinin ülkede dengeli dağılımı için çaba
sarf etmiştir. Büyük oranda başarılı
da olmuştur. Ancak bu durum küresel planda yürütülen tartışmalardaki
gibi özgürlüğün kısıtlanması bağlamında Bakanlığın eleştirilmesine yol
açmaktadır. Toplum sağlığı temelli
bakış ile ise takdir alan bir uygulama
olmuştur.
Sağlık personeli göçüne bir de, kamu
ve özel kesim arasında, ya da üniversite hastaneleri, devlet hastaneleri
arasındaki geçişler açısından bakabiliriz. Son dönem sağlık politikaları ile
hizmete erişim kolaylaştırılıp hizmet
arzı artırıldıkça sağlık personeline
duyulan ihtiyaç da artmıştır. Bilhassa
özel hastanelerin sektörde önemli yer tutmaya başlaması ve Sağlık
Bakanlığı’nın hastanelerinde iyileştirme yapması, sağlık personelinin
hızla absorpsiyonuna yol açmıştır.
Ancak bundan sonradır ki, doktor ve
hemşire yetersizliği konusunda toplumsal bir mutabakat oluşmuştur.
Bu süreçte üniversite hastanelerinin
mevzuat kıskacından çıkamamış olması, özel hastanelerin kamu kadar iş
güvencesi oluşturamaması, Bakanlık
hastanelerinde ise bir yandan kamu
güvencesi sağlanırken diğer yandan
performansa göre ödeme çerçevesinde kıyaslanabilir iyi ücret politikasının uygulanması, sektör paydaşları
arasında hemşire göçünü hızlandırmış oldu. Bu durum, aynı sektörde
hizmet veren kuruluşların eşit şartlarda rekabetinin engellemesi yönünden önemli bir tartışma konusudur.
veya kurumlarının karşı direnci sayesinde hukukun oluşmasını kolaylaştıracaktır. Hukukun, tazminatın
zenginleşme aracı olamayacağı yönündeki yaklaşımı bir nebze koruyucu olabilmekte ise de, hâkimlerin
doktoru suçlu bularak tazminata
mahkûm etmesi bazen uçuk olabilmekte ve manevi tazminat çoğu
zaman doktorun altından kalkabileceği sınırları aşmaktadır. Bu itibarla
oluşan hukukla birlikte manevi tazminata bir tavan getirecek kanuni
düzenleme yapmak gerekecektir.
Aksi takdirde yeni yasalaşan zorunlu
mesleki sigortasının hekimleri koruması yetersiz kalacaktır. Ya da yüksek
primli sigortalara ihtiyaç duyulacaktır. Primin yüksek olması için hekimlerin gelirlerinin de yüksek olması
gerekir. Bu sağlanamazsa kısır döngüye yine girilir ve sigortanın koruyuculuğu kalmamış olur.
Muhtemeldir ki, aynen Dünya Sağlık
Örgütü gündemine sık sık getirildiği
gibi, önümüzdeki yıllarda ülkemizde
de, “sağlık personelinin etik istihdamı” konulu yoğun tartışmalar ve bu
yönde arayışlara şahit olacağız.
Buradaki kısır döngüye dikkat çekmek isterim. Kötü hekimlik uygulamasına karşı hastayı korumak için
hukuki düzenleme yapılıyor, tazminat ödemeye gücü yetmeyen hekimin uygulamadan kaçmaması için,
yani hastayı ve hekimi korumak için
sigorta getiriliyor, sigorta primi hekimin geliri ile orantısız olursa yine
başa dönülmüş, hekim uygulamadan kaçırılmış oluyor. Kısacası hasta
ve hekim korunmamış oluyor. Bu
yüzden ne alanın sorumsuzca denetimsiz bırakılması, ne de malpraktise
karşı hastayı koruma adına hekimin
linç edilmesi hastanın lehine değildir.
Bu kısır döngü içinde iyi yönetilemeyen sigorta da çare olmaktan uzaktır;
sağlık harcamalarını artıran bir başka
unsur olmaktan başka bir fonksiyonu
olmayacaktır.
Tıbbi hatalı uygulama (malpraktis)
Her tıbbi tedavinin istenmeyen yan
etkileri olabilir; her ameliyatta istenmeyen problemli sonuçlar ortaya
çıkabilir. Bunların literatür bilgisi ile
izah edilebilecek makul oranlarda
olması normaldir. Bunun malpraktis
adı verilen hekimlik kötü uygulamalarıyla ilgisi yoktur. Son yıllarda malpraktis konusu hekimlerin ve kamuoyunun gündemini işgal etmektedir.
Hatalı uygulamanın komplikasyondan ayrılması gerekir. Aksi takdirde
komplikasyondan korkan hekim
hastasını tedavi edemez hale gelir.
Ülkemizde henüz bu ayırımların yapılması ve kötü uygulamaların cezası
konusunda yeterli örnek oluşturulamamıştır. Bu da daha fazla tereddütlere yol açmaktadır. Bu tereddüt
ve korkulardan yararlanmak isteyen
çok sayıda avukat, dava açma yolları
aramaktadır. Bu da ayrıca panik oluşturmaktadır.
Önümüzdeki yıllarda bu yönde açılan davaların neticelenmesi, kıyaslanabilir hukuki durumun oluşmasına
katkı sağlayacaktır. Sigorta kurumu
64
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Bu yüzden gelecekte, malpraktisin
tanımı, hekimlere zorunlu tutulan
meslek sigortasının kapsamı yanında cezaların sınırı daha fazla tartışılacaktır. Sorunlu alanımız bununla
kalmayacak, sağlık hizmetinin sadece hekimle sınırlı bir hizmet olmadığı
anlaşıldıkça diğer sağlık personelleri
de itham edilecek ve onlar için de sigorta arayışları olacaktır.
* Aralık-Ocak-Şubat 2012-2013 tarihli Sağlık
Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi’nden alıntılanmıştır.
kampus
DOĞUNUN YÜKSELEN YILDIZI
HARRAN ÜNİVERSİTESİ
TARİHİN VE MEDENİYETİN BAŞLADIĞI YERDEN YÜKSELEN BİLİM VE KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ
Harran Üniversitesinin yer aldığı Şanlıurfa, günümüzden on bir bin yıl öncesine dayanan tarihiyle Anadolu’nun
en eski kentlerinden biridir. Arkeolojik kaynaklarda Bereketli Hilal olarak
adlandırılan bölge üzerinde yer alan
Şanlıurfa, zengin Anadolu kültürü ile
Mezopotamya kültürünün kesişme
noktasında bulunduğundan engin
bir kültür birikimine sahiptir. Üniversiteye adını veren tarihi Harran ise
Şanlıurfa’nın 44 km. güneydoğusunda yer alan, tarihte önemli olaylara
sahne olmuş bir kent merkezidir. Bir
dönem Emeviler’e başkentlik de yapan Harran’ın asıl önemi İslamiyet
öncesinden bu yana önemli bir bilim
merkezi olmasından kaynaklanmaktadır. Döneminin üniversitesi sayılan Harran Okulu’nda astronomi, tıp,
matematik felsefe ve din alanlarında
önemli çalışmalar yapılmıştır. Harran
günümüzde de bir turizm beldesi olarak ilgi çekmeye devam etmektedir.
Şanlıurfa’nın bir diğer özelliği de
dünyanın en büyük bütünleşmiş
bölgesel kalkınma projelerinden biri
olan Güneydoğu Anadolu Projesinin
(GAP) merkezinde yer almasıdır. Şanlıurfa, bu projenin tam olarak hayata
geçmesiyle birlikte önemli kazanım66
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
lar elde edecektir. Harran Üniversitesi Türkiye’nin yüksek öğrenim ve
bilimsel araştırma standartlarını yükseltmeyi amaçlarken, aynı zamanda
GAP’ın başarıya ulaşmasında da son
derece önemli bir misyon üstlenmektedir. Bu misyonun unsurları;
sosyal ve kültürel değişime öncülük
etmek, bilimsel çalışmalar aracılığıyla bölge kalkınmasını desteklemek,
bölge dinamiklerinin rasyonel değerlendirilmesine olanak sağlayan
bir platform oluşturmak olarak sıralanabilir.
Dünyanın İlk Üniversitesi Olan Harran
Üniversitesinin Kuruluşu
Şanlıurfa’da kurulan ilk yüksek
öğretim birimi “Şanlıurfa Meslek
Yüksekokulu”dur (1976). Daha sonra,
Dicle Üniversitesine bağlı Ziraat Fakültesi (1978), Mühendislik Fakültesi
İnşaat Mühendisliği Bölümü (1984)
ve Gaziantep Üniversitesine bağlı
İlahiyat Fakültesi (1988) kurulmuştur.
Bu birimler 09.07.1992 tarih ve 3837
sayılı kanunla Harran Üniversitesine
bağlanmıştır. Ayrıca Fen-Edebiyat,
Tıp Fakültesi, Şanlıurfa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sosyal,
Fen ve Sağlık Bilimleri Enstitüleri kuruluş kanununda yer almıştır.
1994 yılında Siverek, Hilvan, Suruç,
Birecik, Viranşehir ve Bozova Meslek Yüksekokulları; 1995 yılında ise
Veteriner Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile Akçakale ve
Ceylanpınar Meslek Yüksekokulları;
1997 yılında da Sağlık Yüksekokulu
ve Kahta Meslek Yüksekokulu kurulmuştur. Ancak, Kahta Meslek Yüksekokulu 01.03.2006 tarih ve 5467 sayılı
kanunla kurulan Adıyaman Üniversitesine bağlanmıştır.
29.07.2007 tarih ve 26597 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar
Kurulu kararına göre Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Turizm
ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu
kurulmuştur. Son olarak, 05.12.2007
tarih ve 26721 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan Bakanlar Kurulu’nun
02.11.2007 tarih ve 2007/12786 sayılı
kararına göre Beden Eğitimi ve spor
Yüksekokulu kurulmuştur.
Üniversite bugün 10 fakülte, 5 yüksekokul, 1 Devlet konservatuarı 11
meslek yüksekokulu, 3 enstitü, 10
araştırma uygulama merkezi ve 20
bine ulaşan öğrencisiyle faaliyetlerini
sürdürmektedir.
FAKÜLTELER
• Fen-Edebiyat Fakültesi
• İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
• İlahiyat Fakültesi
• Mühendislik Fakültesi
• Tıp Fakültesi
• Veteriner Fakültesi
• Ziraat Fakültesi
• Eğitim Fakültesi
• Güzel Sanatlar Fakültesi
• Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi
ENSTİTÜLER
• Sosyal Bilimleri Enstitüsü
• Fen Bilimleri Enstitüsü
• Sağlık Bilimleri Enstitüsü
YÜKSEKOKULLAR
MESLEK YÜKSEK OKULLARI
• Şanlıurfa
• GAP Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜGAP)
Teknik Bilimler Meslek
Yüksekokulu
• GAP Bölgesi El Sanatları Araştırma
Yüksekokulu
• Güneş Enerjisi Araştırma ve Uygu-
• *Şanlıurfa Sosyal Bilimler Meslek
ve Uygulama Merkezi
lama Merkezi
• Şanlıurfa Sağlık Hizmetleri Meslek • Sağlık Uygulama ve Araştırma
Yüksekokulu
Merkezi (SAĞUMER)
• Akçakale Meslek Yüksekokulu
• Türk Dünyası stratejik Araştırmalar
• Birecik Meslek Yüksekokulu
Merkezi
• Bozova Meslek Yüksekokulu
• Ceylanpınar Meslek Yüksekokulu EĞİTİM - ÖĞRETİM
Ülkenin ilerlemesini sağlayacak ileri• Hilvan Meslek Yüksekokulu
ci, yaratıcı, demokrat, Atatürk ilke ve
• Siverek Meslek Yüksekokulu
Devrimlerinin takipçisi, bilimi kendine ilke edinmiş aydın insanlar yetiş• Suruç Meslek Yüksekokulu
tirmeyi hedeflemiş olan Harran Üniversitesi, eğitim-öğretim, araştırma
• Viranşehir Meslek Y.Okulu
UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZLERİ
• Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi
• ATA Su Ürünleri Araştırma ve Uy• Şanlıurfa Sağlık Yüksek Okulu
gulama Merkezi
• Beden Eğitimi ve Spor Yüksek • Bilgi İşlem Araştırma ve Uygulama
Okulu
Merkezi (HÜBİM)
• Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu
• Bilim ve Teknik Araştırma ve Uygu• Viranşehir Sağlık Yüksek Okulu
lama Merkezi (HÜBİTAM)
• Yabancı Diller Yüksek Okulu
• Fıstık Araştırma ve Uygulama Merkezi
• Devlet Konservatuarı
ve uygulamada sürekli iyileşme ve
gelişmeyi amaçlamaktadır
Harran Üniversitesinde eğitim-öğretim dili Türkçedir. Öğrencilerin her
yarıyılda alacakları dersler zorunlu
ve seçmeli olmak üzere iki gruba
ayrılmaktadır. Öğrenciler, kayıtlı bulundukları bölümün zorunlu derslerini almakla yükümlüdürler. Ancak,
Üniversite Senatosunca belirlenen
dersler için açılan muafiyet sınavında
başarılı olan öğrenciler, o derslerden
muaf olurlar. Harran Üniversitesine
bağlı meslek yüksekokullarında iki
yıllık ön lisans programı, fakülte ve
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
67
yüksekokullarında ise dört yıllık lisans programları uygulanmaktadır
(Tıp Fakültesinde eğitim süresi altı,
Veteriner Fakültesinde eğitim süresi beş yıldır). Ayrıca, Sosyal Bilimler,
Sağlık Bilimleri ve Fen Bilimleri Enstitülerine bağlı ana bilim dallarında
yüksek lisans ve doktora eğitimi yapılmaktadır.
Harran Üniversitesinde bir eğitimöğretim yılı, güz ve bahar yarıyılı olmak üzere iki dönemden oluşmaktadır. Tıp ve Veteriner Fakültelerinde
eğitim programı yıllık dönemler şeklinde yapılmaktadır. ÖSYM tarafından Harran Üniversitesi bölümlerine
ve programlarına yerleştirilen yeni
öğrencilerin kayıt işlemleri, Üniversitemiz tarafından ilan edilen tarihler
arasında Öğrenci İşleri Dairesi Başkanlığının gözetiminde yapılmaktadır. Ara sınıflardaki öğrenciler ise her
yarıyıl başında, akademik takvimde
belirtilen süre içinde kayıtlarını yenilemek zorundadırlar. İlgili bölüm
başkanlığının önerisi ile fakülte veya
yüksekokul yönetim kurulu kararıyla her sınıfa bir akademik danışman
atanır. Akademik danışman, öğrenci
mezun olana kadar ders alma, sınıf
68
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
geçme, sınavlar, üniversite ile ilgili
yönetmelikler ve eğitim-öğretim ile
ilgili çeşitli konularda öğrencilere
danışmanlık yapar. Ayrıca Üniversitemizde uzman elemanlar tarafından
öğrencilere yönelik psikolojik danışmanlık hizmeti de verilmektedir.
Öğrenciler her yarıyılda en az iki ara
sınav ve her dönem sonunda yarıyıl
sonu sınavına tabi tutulurlar.
Öğrenciler, eşdeğer eğitim programları uygulayan yüksek öğretim
kurumları ve kurum içindeki bölüm/
programlara “Yüksek Öğretim Kurumları Arasında Önlisans ve Lisans Düzeyinde Yatay Geçiş Esaslarına İlişkin
Yönetmelik” uyarınca, eğitim-öğretim
başlamadan önce yatay geçiş için
başvuruda bulunabilir. Üniversitede
öğrencilerin eğitim-öğretim ve sosyokültürel ihtiyaçlarının karşılanmasına
ilişkin görüş ve önerilerinden yararlanmak amacıyla oluşturulan öğrenci
konseyi, her yıl öğrencilerin seçimiyle yenilenmektedir. Öğrenci Konseyi
Başkanı, Rektörün çağrısı üzerine zaman zaman Üniversite Senatosu ve
diğer kurullara katılarak öğrencilerin
görüş ve önerilerini sunar.
TIP FAKÜLTESİ
Vizyon; Ulusal ve uluslararası düzeyde akademik sağlık hizmetlerinde
tanınan, yüksek kaliteli, toplumun
değişen sağlık bakım hizmetleri için
çözümler üreten fakülte olmak.
Misyon; Yörede sağlık standartlarını
yükselten, öğrenci ve asistanlarını
en iyi şekilde eğitip yetiştirerek, öğretim üyelerinin gelişmelerini dinamik bir süreç içinde sürdürmelerini
ve araştırmalar yoluyla yöre ve ülke
sorunlarına ışık tutmalarını sağlayan,
uluslararası standartlarda tıp eğitimi
vermeyi hedefleyen, tıp bilimine evrensel düzeyde katkıda bulunan ve
yine aynı düzeyde bilgi üreten, sürekli gelişen, etik ve deontolojik kurallara saygılı her türlü sağlık sorunlarına
etkili ve modern çözümler sunmaya
çalışan, insanlığa yararlı olan, örnek
ve bilgili hekimler yetiştiren bir tıp
fakültesi olmak.
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Resmi Gazetenin 11 Temmuz 1992 tarih
ve 21281 sayılı nüshasında yayınlanan
07.07.1992 tarih ve 3837 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuştur.
1992 yılında kuruluşunu müteakiben, Sağlık Bakanlığı ile yapılmış olan
bir protokol çerçevesinde, Devlet
Hastanesinin bir kısmının, öğrenci
eğitimi için Araştırma ve Uygulama
Hastanesi olarak kullanılmak üzere
Tıp Fakültesine tahsisine karar verilmiş, onarım ve yenileme çalışmalarından sonra 1994 yılında poliklinik
ve yataklı tedavi hizmetleri verilmeye
başlanmıştır.
1995 yılında 20 öğrenci alarak eğitim
ve öğretime başlamış olan Fakülte,
2001 yılında ilk mezunlarını vermiştir.
Fakültenin öğrenci kontenjanı 2005 2006 yılında 40’a yükseltilmiştir.
Fakültenin 2007-2008 eğitim - öğretim yılına kadar 118 mezun öğrencisi ve halen öğrenimine devam eden
229 öğrencisi bulunmaktadır. Eğitim
- öğretim için gerekli olan tüm alt
yapı Harran Üniversitesi Tıp Fakültesinde mevcuttur. Öğretim, 1. 2. ve 3.
sınıflarda ders kurulları şeklinde; 4. 5.
ve 6. sınıflarda ise staj esasına dayalı
olarak yapılmakta, eğitim ve öğretimde halen sınıf geçme sistemi uygulanmaktadır.
2008 yılı mart ayı itibariyle 99 araştırma görevlisi ihtisasını tamamlamış,
159 araştırma görevlisi ise halen ihtisas eğitimi görmektedir.
600 Yatak Kapasiteli, Bölgenin En Büyük
Hastanesi
Temelinde hayal gibi görünen 2015
yılında tamamlanacak araştırma ve
uygulama hastanesi faaliyete geçtiğinde bölgenin sağlık sorunlarını
bitirecek.
Osmanbey Yerleşkesinde 1996 yılından bu yana devam eden tek inşaatın Harran Üniversitesi Araştırma
ve Uygulama Hastanesi olduğuna
dikkat çeken Rektör, Prof Dr. İbrahim
Halil Mutlu, şu bilgileri veriyor:
“Bittiğinde bölgenin sağlık alanında
bir çok eksikliklerini gidecek olan
hastane bir yandan şehrin o istika-
Rektörden
Harran Üniversitesinin yer aldığı Şanlıurfa, günümüzden on bir
bin yıl öncesine dayanan tarihiyle Anadolu’nun en eski kentlerinden biridir. Arkeoloji literatüründe “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölge üzerinde yer alan Şanlıurfa, zengin Anadolu kültürü
ile Mezopotamya kültürünün kesişme noktasında bulunduğundan engin bir kültür birikimine sahiptir.
1992 yılında Türkiye’nin güzel köşelerinden biri olan Şanlıurfa’da
kurulmuş olan Üniversitemiz, adını tarihteki en eski okullardan
biri olan Harran Okulu’ndan alarak, “Bin yıl kadar köklü” sloganı
ve bilimden aldığı güçle geçmiş ve gelecek arasında bir ışık olma
sorumluluğunu üstlenmiştir. Akademik araştırma ve yayınları ile
uluslararası ölçekte kabul gören bilim insanlarımız, Üniversitemizi uluslararası bir yükseköğretim kurumu yapma yolunda kararlı bir şekilde gayret göstermektedir.
Bugün Türkiye Cumhuriyet’inin çağdaş bir üniversitesi olan Harran Üniversitesi’nin, gelecekte
çok daha iyi yerlerde olacağına olan inancım tamdır. Ana hedefimiz Ülkemizin ve bölgemizin
gelişim hedefleri doğrultusunda, akademik özgürlüklerin tüm bilim insanlarınca yaşandığı, demokratik, katılımcı, çağdaş ve rekabetçi bir dünya üniversitesi yaratmak olacaktır. Çağdaş bakışımız ve verimlilik merkezli hedeflerimiz, bilgiyi sevgiyle kaynaştırarak, Atatürk İlke ve Devrimleri ışığında, Demokratik ve Laik Cumhuriyetimizin kazanımlarından aldığımız huzur, güven ve
kıvançla Üniversitemizin yarınını şekillendirecektir.
Geleceğimizin teminatı gençlerimizi, birlikte geleceğin Türkiye’sini yaratmak üzere “On Yıl Kadar Genç Bin Yıl Kadar Köklü” Harran Üniversitesine davet ediyorum.
Prof. Dr. İbrahim Halil Mutlu
Harran Üniversitesi Rektörü
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
69
metine açılmasını sağlarken, bir yandan da şimdiki hastane ve poliklinik
binalarında daha kaliteli, branş hizmetlerinin verilmesine imkân sağlanacaktır.
Bütçe bulunmadığı için bizden önceki dönemlerde Rektörler tarafından
ertelenen 600 Yataklı Hastanemiz
için yaklaşık iki ay önce ikmal ihalesine çıkıldı.
İşi üstlenen firmaya yer teslimini yaptık. Şu anda yüklenici başta ısı santrali olmak üzere içerideki düzenlemeler
ve diğer çalışmaları Sağlık Bakanlığından aldığımız ruhsat doğrultusunda yürütüyor. İhale tarihinden itibaren 22 ayda bitireceklerini taahhüt
ettiler. Dolaysıyla Şanlıurfa ve bölgenin en büyük hastanesi 2 yıl içinde,
en geç 2015 yılı Ocak veya Şubat aylarında bize teslim edilecektir. Önce
binayı bitireceğiz. Sonra içerisinin
modern cihazlarla donatılması için
Kalkınma Bakanlığından bütçe talep
edeceğiz. Hastanemizdeki mevcut
cihazları yeni binaya taşıyacağız. Eksik kalan diğer cihazları temin edip, iç
donanımını tamamlayıp, tam teşekküllü, bölgeye ve yakın komşu illere
hizmet verebilecek bir hastaneyi halkımızın hizmetine sunacağız.”
YERLEŞKELER
Harran Üniversitesi, Şanlıurfa il merkezi ve ilçelerinde bulunan çok sayıda binada faaliyetlerini sürdürmektedir.
70
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Osmanbey Yerleşkesi
Şanlıurfa- Mardin Karayolu’nun 18.
Kilometresinde 27.000 dönümlük bir
arazi üzerinde inşaatı devam eden
Harran Üniversitesi merkez yerleşkesinde, Fen-Edebiyat, Mühendislik, İktisadi ve idari Bilimler, Eğitim, Ziraat,
İlahiyat Fakülteleri ile Beden Eğitimi
ve Spor Yüksekokulu eğitim-öğretim
vermektedir. Alt yapı çalışmalarını
tamamlanmış, Türkiye’nin en büyük
üniversite yerleşkelerinden biri olan
ve içerisinde bir yapay göl barındıran Osmanbey Yerleşkesinde Atatürk
Arberetumu, beş bin kişilik merkezi
kafeterya, on dört oda ve 29 yataklı
misafirhane, Sosyal Tesisler, Amfi Tiyatro, lojmanlar, Üniversitenin kültür
faaliyetlerinde kullanılan Feyzullah
konağı ve Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu inşaatları tamamlanmış olup,
diğer fakülte binaları ile sosyal tesislerinin inşaatı hızla devam etmektedir.
Yenişehir Yerleşkesi
Şanlıurfa merkezinde bulunan Yenişehir Yerleşkesi 48.000 m2lik bir
alanda kurulu olup, Rektörlük hizmet
binası ve Harran Üniversitesi Araştırma Hastanesi Poliklinik binalarını
barındırmaktadır. Ayrıca, öğrenci ve
personel yemekhanesi, kantin, kafeterya ve bahçeler yer almaktadır.
Eyyübiye Yerleşkesi
Şanlıurfa-Akçakale
Karayolu’nun
5. kilometresinde 982.000 m2 alan
üzerine kurulu olan Eyyübiye Yerleşkesinde ise, Veteriner Fak, Şanlıurfa
Teknik ve Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, öğrenci yurdu, Üniversite
Basımevi, açık ve kapalı spor tesisleri,
öğrenci kafeteryası, sosyal tesisler,
uygulama alanları, süt ve hayvancılık
işletmeleri ile seralar ve lojmanlar yer
almaktadır.
Diğer Tesisler
Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Şanlıurfa Sağlık
Yüksekokulu, Şanlıurfa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Mediko-Sosyal Merkezi, Makine Fabrikası,
Üniversiteye ait kız öğrenci yurdu,
öğrenci ve personel sosyal tesisleri ve
Harran Üniversitesi Kültür Evi, üniversite yerleşkeleri dışında yer alan diğer
birimleri oluşturmaktadır.
Yabancı Dil Olanakları: Harran Üniversitesinin tüm birinci sınıflarında
İngilizce dersleri servis dersi olarak
verilmekte. İlahiyat Fakültesinde
Arapça hazırlık dersleri verilmekte,
ayrıca bu yıl yabancı diller yüksek
okulu kurulmuş olup, altyapısı tamamlanınca öğrenci alacaktır.
Burs Olanakları: Devlet Bursunun
yanında üniversitemiz gönüllüler
grubunun vermiş olduğu burs mevcuttur.
Yurt Olanakları: Kredi yurtlar kurumuna bağlı 2000 öğrenci kapasiteli
kız ve erkek öğrenci yurdu ve Üniver-
siteye bağlı 80 kişilik kız yurdu bulunmaktadır.
technical universty in Poland, Polonya, Mühendislik Fakültesi
Kampus Olanakları: Osmanbey Ana
yerleşke olmak üzere Yenişehir ve Eyyubiye yerleşkeleri ile 3 yerleşke bulunmaktadır.
13.Technical Universty Of Sofia Bulgaristan, Mühendislik Fakültesi
Erasmus, Farabi Değişim Programı Ülke ve
Üniversiteleri
14.University of Renne Fransa, Mühendislik Fakültesi
15.Universitia di Blogna İtalya, Ziraat
Fakültesi
1. Klaipedos Üniversitetas Litvanya,
Fen-Edebiyat Fakültesi
16.
Universitatea Alexandru loan
Cuza Romanya, Mühendislik Fakültesi
2. Agricultural Üniversty of Athens
Yunanistan, Ziraat Fakültesi
17.
Nicolaus Cupernicus University
Polonya, Sağlık Yüksekokulu
3. Hochschule Neubrandenburg Almanya, Ziraat Fakültesi
18.Medical University Plovdiv, Bulgaristan, Tıp Fakültesi
4. Üniversitat Leipzig Almanya, Ziraat ve Fen Edebiyat Fakültesi
5. Üniversidad del Paris Vasco İspanya, Ziraat Fakültesi
6. Akedemia Rolnicza Polonya, Ziraat Fakültesi
7. Üniversitat de Lleida İspanya, Ziraat Fakültesi
8. The Technological Educational
Institute of Kalamata Yunanistan,
Ziraat Fakültesi
9. Universita delgi Studi di Sassari
İtalya, Ziraat Fakültesi
10.Universytet
Technologiczno
Prozyrodinzcy, Polonya Ziraat Fakültesi
11.Bialystok Üniversity of Technology Polonya, Mühendislik Fakültesi
12.Technical Universty of Lodz, 4th
ÖĞRENCİ YAŞAM MERKEZİ
Hastane ile birlikte Öğrenci Yaşam
Merkezi de Harran Üniversitesinin
öncelikleri arasındadır ve projesi bir
ay içerisinde şekillendirilip, yapımı
başlatılacaktır. Böylece öğrenciler
yurdun yanı sıra sosyal alanlarıyla
çok arzuladıkları bir ‘Yaşam Merkezine kavuşmuş olacaklardır.
KÜTÜPHANE İNŞAATI
Önümüzdeki dönem içerisinde yeni
binalara sahip olacağız. Kütüphane
binası onlardan biri. İnşaatı hemen
hemen bitmek üzere.
Merkezi dersliğimiz de tamamlanma
aşamasına geldi. Öğrenci sayımız sürekli arttığı için öğrencilere ders vereceğimiz yeterli mekânlar yok. Bu bina
önemli bir ihtiyacı karşılaşacak.
GAP-YENEV
Harran Üniversitesi Rektörü Prof. Kutlu GAP-YENEV’i ve önemini şu sözlerle anlatıyor:
“GAP Bölgesinde bulunan tüm
üniversite, sanayi, kamu ve özel
kuruluşlar ile potansiyel girişimcilerin yararlanabileceği bir ‘Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Merkezi (GAP-YENEV) kurmayı amaçlıyoruz.
Nitelikli eğitim imkânlarının, yeni
teknolojik buluşların gelişmesine
destek verecek, yatırımları cazip kılacak ve yerel ve uluslararası firmalar
ile araştırma merkezleri arasında işbirliği fırsatları yaratacak bu Merkez
vasıtasıyla, bölgenin zengin yenilenebilir enerji potansiyeli ve henüz
bakir sayılabilecek enerji verimliliği
olanakları, bölge için önemli bir fırsata dönüşebilecektir.
Merkez bünyesinde termal güneş
enerjisi ve fotovoltaik laboratuvardan, GAP Bölgesi’nde rüzgâr kaynaklarını ölçen rüzgâr araştırmalarına,
Türkiye ve Orta Doğu bölgesi için
“Temiz teknoloji” danışmanlık hizmetlerine kadar çeşitli laboratuar ve
araştırma birimleri kuracaktır. Kısacası güneş enerjisinden tam anlamıyla
faydalanacağız.
Teknopark bölgenin bir hayaliydi.
Teknoparkı kurarak yönetim kurulunu oluşturduk. Çalışmalar son surat
devam ediyor. Yeni isimlendirdiğimiz Şair Nabi Yerleşkesinde modern
bir bina yapıyoruz. Bitme aşamasına
geldi. Teknoparkın bölgede tarımın
gelişmesine olumlu yönde katkılar
sağlayacağına inanıyorum. “
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
71
haber
ALKOL VE UYUŞTURUCU BAĞIMLILARINA
SINIRSIZ TEDAVİ HAKKI
Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), alkol ve uyuşturucu madde batağına
düşenleri tedavi etmek için çifte teşvik paketini devreye sokuyor. SGK, daha önce alkol ve
madde bağımlılığı tedavisi için sağlık kuruluşlarına yaptığı ödeme protokolünü değiştirdi
Yeni süreçte kanser ve organ nakli
hastalarında olduğu gibi hizmet başı
ödeme modeline geçildi. Bugüne
kadar maliyeti sınırlı ölçüde karşılanan bağımlının tedavisinde ne kadar
masraf çıkarsa hepsi ödenecek. Bu
durum sayıları yetersiz olan AMATEM’lerin (Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi ve Eğitim Merkezleri) dışında kamu ve özel hastanelerin de
bağımlılıkla mücadeleye katılmasını
sağlayacak. Tedavi sürecinin meşakkatli, gelirin az olmasından dolayı
kamu, üniversite ve özel hastaneler
bu tedaviyi tercih etmiyordu. Diğer
yandan Sağlık Bakanlığı Bağımlılık
Yönetmeliği’nde de sona yaklaşıldı.
Yönetmelikle AMATEM’lerde mevcut
bir aylık arındırma ve ilaç tedavisine
ek olarak 15 ay devam edecek sosyal
rehabilitasyon ve ömür boyu takip
yapılacak. Söz konusu hamlelerle
hastanelere, “Yeter ki bağımlıyı kurtarın, tüm tedavi masrafları
ödenecek” mesajı veri-
72
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
liyor. Türkiye’de bir yılda 200 binden
fazla kişi AMATEM’lere bağımlılık tedavisi için başvuru yapıyor.
Özellikle alkol ve madde bağımlılarının tedavilerinde hizmet başı ödeme
sisteminin getirilmesi 2. ve 3. basamak özel ve kamu hastanelerinin bu
hastalara daha çok yönelmesini sağlayacak. Mevcut durumda bağımlıların tedavileri 2 özel ve 22 AMATEM’de
yapılmaya çalışılıyor. Tedavi sürecinin
meşakkatli, maddi gelirinin az olmasından dolayı kamu, üniversite ve
özel hastaneler bağımlılık tedavisini
çok fazla tercih etmiyor. Yeni süreçte hastaneler kendilerine gelecek
her bağımlı için yapacağı tüm test,
tahlil, ilaç tedavisi gibi uygulamaları
ayrı ayrı faturalandırabilecek. Bu da
hastanelerin hastaları kabul etmelerini ve bunlar için yatırım yapmalarını
kolaylaştıracak. Devlet özellikle bu
hastaların tedavilerine başlamama
ve başladıkları tedavileri yarıda
bırakma gibi problemlerini
ortadan kaldırmak istiyor.
Hastanelere, “Yeter ki
bağımlıyı kurtarın, tüm
tedavi masrafları ödenecek.” mesajı veriyor.
Sağlık Bakanlığı’nın üzerinde birkaç
yıldır çalıştığı ‘Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezleri Yönetmeliği’nde ise
sona yaklaşıldı. Madde bağımlılara
‘ömür boyu tedavi desteği’ sağlayacak yönetmelikle hastalar tedavi
sonrası da takip edilecek. Yönetmelikle AMATEM’lerde mevcut bir
aylık arındırma ve ilaç tedavisine ek
olarak 15 ay devam edecek sosyal
rehabilitasyon süreci ve ömür boyu
takip başlayacak. Yönetmelikle hem
bağımlı hem de ailesi sürece dâhil
edilecek. Kişi hastalığını tanıyıp korunmanın yollarını öğrenirken, aileye
de ‘hastalığın süreci, bağımlıya nasıl
davranılması gerekir’ gibi bilgiler verilecek. Bağımlının maddeyi bıraktıktan sonra sosyal ve özel yaşamında
oluşan boşluk en aza indirilecek.
Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin
(TUBİM) uyuşturucu madde bulundurma-kullanma suçlarıyla ilgili yüz
yüze görüşme tekniği ile yaptığı
çalışma insanların yeterli tedavi görmediğini gösteriyor. 2010 yılında
yapılan ve 2 bin 594 kişiyi kapsayan
anket çalışmasına göre madde kullanıcılarının yüzde 84,4’ü ‘Daha önce
tedavi gördünüz mü?’ sorusuna hayır cevabı veriyor. Sağlık Bakanlığı
verilerine göre tedavi merkezlerine
başvuranların yüzde 57,14’ü önceden tedavi gördüğünü, yüzde 41,38’i
ise daha önce hiç tedavi görmediğini belirtiyor. Türkiye’de yılda 200 binin üzerinde insan alkol ve madde
bağımlılığı tedavisi görüyor. TUBİM
verilerine göre bu zamana kadar tedavi gören en küçük bağımlının yaşı
11, en büyüğü ise 65. Türkiye’de tedavi görenlerin yüzde 11,67’si maddeyi 15 yaşından daha küçükken
kullanıyor.
gezelimgörelim
BRATİSLAVA
Slovakya’nın başkenti Bratislava, Avusturya’nın başkenti Viyana’nın 50 km kadar doğusundadır. Parlamentosu, devlet binaları,
üniversiteleri, müzeleri ve tiyatroları ile Slovakya’nın siyasi, ekonomik ve kültürel merkezi konumundadır. Tuna Nehri kıyısında yer
alan Bratislava’nın hem Avusturya’ya hem de Macaristan’a sınırı vardır. Bu özelliği ile Dünyada iki devlete sınırı iki başkentten biridir.
Almanlar, Macarlar, Avusturyalılar, Çekler, Yahudiler ve tabii ki Slovakların etkisiyle şekillenen bir kültür ve tarih mirasına sahiptir.
Sofistike restoranları, geleneksel eğlence mekânları ve cazdan operaya kadar değişen geniş müzik yelpazesi ile Avrupa’nın en dinamik
şehirlerinden biridir. Geçmişte Mozart, Haydn, Beethoven, Rubinstein, Hummel gibi pek çok müzisyene ev sahipliği yapman şehir,
hala müziğin merkezi olarak kabul ediliyor. Tiyatro ve opera sanatçılarıyla da meşhur olan şehirde Slovak Ulusal Tiyatro binası ve
Slovak Filarmonik Orkestra binası sosyal aktiviteler için hala kullanılmaktadır.
Oldukça ufak ve kendi halinde bir
şehir olan Bratislava, güne erken
başlamak kaydıyla 1 günde yürüyerek gezilebilecek bir şehir. Şehri
keşfetmeye eski kaleyi ziyaret ederek başlayabilirsiniz. Eski kale şehrin
tepesinde kurulmuştur ve dolayısıyla
Bratislava’nın muhteşem manzarasını önünüze serer. Buradan şehri fotoğraflayabilirsiniz.
Şehrin önemli coğrafi güzelliklerinden biri olan Tuna Nehri üzerinde
yürüyebilir, kafelerde veya banklarda
oturarak, yerel halkın günlük koşuşturmasına şahit olabilirsiniz. Chatam
Sofer müzesini gezerek Yahudi Kültür
mirasını yakından görebilir, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu zamanında soylular tarafından inşa edilmiş sarayları ziyaret edebilirsiniz.
18. yy.’da inşa edilen ve diğer adı
Grassalkovich Sarayı olan Başkanlık
sarayı, önündeki su havuzu ve içindeki dünya heykeliyle ilginizi çekecektir. Bu sarayın bahçelerinde siz de
74
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
Bratislava’nın yerel halkı gibi yürüyüşlere çıkabilirsiniz.
1452’de yapılmış olan St. Martin Katedrali de Bratislava’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Kulesi 85
metre olan bu katedralde 1 metre
yüksekliğinde ve 300 kg ağırlığında,
Macaristan Kraliyet tacının bir replikası gibi yapılmış büyük taç turistler
tarafından oldukça ilgi görür.
Mavili Kilise olarak da bilinen St Elizabeth Kilisesi bembeyaz dış cephesi
ve mavi iç duvarları ile Bratislava’da
mutlaka görülmesi gereken yerler
arasında…
Yürüyerek rahatlıkla gezip, şehrin sıcaklığını hissedebileceğiniz
Bratislava’da küçük city buslar da
şehri gezmek için diğer bir alternatif.
Bu tur araçları, 1,5 saati araç içinde,
30 dakikası yürüyüş olacak şekilde
bir rehberlik hizmeti sunuyor.
Bratislava’da eski şehrin (Old Town)
çevresi her zaman çok kalabalık ve
hareketlidir. Eski şehir meydanın-
da kurulan ufak stantlardan her biri
Slovakya’ya özgü yerel hediyelik eşya
satın alabilirsiniz. bir şeyler satıyor.
Bu meydan Hlavne Namestie Meydanı olarak da biliniyor. Meydanın tam
ortasında 1572 senesinde yapılmış
olan Maximilian çeşmesi var. Bu meydandaki en önemli yapı ise “Church
of Saint John of Matha and Saint Felix of Valois” olarak da bilinen Trinity
kilisesi’dir.
Bratislava’da neredeyse her sokakta
farklı farklı bronz heykeller bulunuyor. “Cumil” adı verilen, logar kapağından çıkan sadece kolları ve kafası
görünen heykel ise en önemlisi. Tiyatro Binası, Ganymede çeşmesi ve
Slovakların en ünlü şairinin heykelini aynı meydanda bir arada görebilirsiniz.
Eğer Bratislava’da konaklıyorsanız ve
rotanızda Viyana yoksa, Tuna nehri
üzerinden hızlı feribotlar ile Viyana’ya
giderek günü birlik Viyana’yı da dolaşabilirsiniz.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
75
haber
TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜNÜN ÜRETİCİ VE
TEDARİKÇİ GÜCÜ İSTANBUL’DA BULUŞUYOR
Tıbbi Cihaz Sektörünün Üretici
ve Tedarikçileri 6-8 Kasım
tarihleri arasında V. Ulusal ve II.
Uluslararası Tıbbi Cihaz Üretici
ve Tedarikçileri Kongresinde bir
araya geliyor.
Sağlık Bakanlığı, SEİS, TÜMDEF, TOBB ve ilgili
kurum ve kuruluşların iş birliği ile “V. Ulusal
ve II. Uluslararası Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Kongresi 6-8 Kasım tarihleri arasında
İstanbul Pendik Green Park Otel’de gerçekleştirilecek.
6-8 KASIM 2013
GREEN PARK PENDİK OTEL- İSTANBUL
Kongrede Sağlık Bakanlığı yetkilileri, tıbbi
cihaz sektöründeki üretici ve tedarikçi firmaların temsilcileri, sivil toplum kuruluşları,
üniversiteler, özel hastaneler ve sağlık kuruluşları ve kamu hastane birlikleri yöneticileri, sağlık sektöründeki gelişim ve değişimleri
değerlendirmek üzere bir araya gelecekler.
EŞZAMANLI OLARAK YAPILACAKTIR
Sektörün güncel meseleleri, yatırım planlamaları, tıbbi cihaz üreticilerinin ve tedarikçilerinin deneyimlerinin paylaşılacağı kongre;
yeni oluşumlar için çözüm önerileri ile birlikte sektörün ulusal ve uluslararası tüm paydaşlarına hitap edebilme ve bu alanda çalışma yapmak isteyen katılımcılar için de cazip
fırsatlar oluşturmayı amaçlanıyor.
EŞZAMANLI OLARAK YAPILACAKTIR
M BİLGİLERİ
EL SEKRETERYA:
6-8 KASIM 2013
GREEN PARK PENDİK OTEL- İSTANBUL
ve İNSAN / EYLÜL 2013
76 •SAĞLIK
ATAR
[email protected]
ERVAN • [email protected]
EŞZAMANLI OLARA
film
Hazırlayan:
11’e 10 Kala
Canan KESERGEN
Bu sayıda 2009 yapımı, izlemekte geç
kaldığımı düşündüğüm “11’e 10 Kala”
filmini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Filmin yönetmeni ve senaristi, başrol oyuncusu Mithat Esmer’in yeğeni
Pelin Esmer. Pelin Esmer’in ilk uzun
metraj kurmaca filmi ‘11’e 10 Kala’,
İstanbul Film Festivali’nin Jüri Özel
Ödülü’nü aldı, Altın Koza Film Festivali’ndeyse En İyi Film Ödülü’nü Aslı
Özge ile paylaştı.
11’e 10 Kala, tutkulu bir koleksiyoncu olan Mithat Beyin (Mithat Esmer)
gerçek hayattan alınan öyküsü. Filmin başrol oyuncusu, koleksiyoncu
Mithat Esmer 83 yaşında müthiş bir
oyunculuk sergiliyor.
Film, Mithat Beyin ‘İstanbul Ansiklopedisi’nin 11. sayısını aramasıyla
başlıyor. Mithat Bey kitap ve ansiklopediler dışında gazete, şişe, piyango
78
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
bileti, gömlek, pul, saat, kaset gibi
birçok koleksiyona sahip ve hayattaki tek isteği koleksiyonunu rahat ve
huzurlu bir şekilde tamamlayabilmek
olan bir koleksiyoner. Bu duruma karşı çıkan ilk kişi, eski eşi Cahide Hanım
olur. Cahide Hanım koleksiyonun kalabalığından sıkılarak kocası Mithat
Beye ‘Ya koleksiyonun ya ben’ der ve
Mithat Bey koleksiyonunu seçer. Bunun üzerine Cahide Hanım evi terk
eder ve bir daha dönmez. Mithat Bey
yıllar yılı koleksiyonunu geliştirerek
büyütür. İstanbul Beşiktaş’ta yaşadığı apartman dairesinde artık hareket edecek yer kalmaz. Apartmanın
diğer sakinleri de Mithat Beyi koleksiyonu konusunda rahat bırakmaz.
Apartman yöneticisi Ruhi Bey bir gün
Mithat Beyin tavanından akan suyun
tamiri için geldiğinde, koleksiyon nedeniyle evin tıka basa dolu olduğu-
nu görür ve belediyeye şikâyet eder.
Belediye görevlileri gelir, Mithat Beyi
evini temizlemesi için uyarır. Mithat
Bey o günden sonra dışardaki işlerini
apartman görevlisi Ali’ye (Nejat İşler)
belli bir ücret karşılığında yaptırır.
Kendisi de evinde koleksiyonunu kolilemekle meşgul olur.
Apartman görevlisi Ali, Çorum’dan
İstanbul’a çalışmak için gelmiş iyi
niyetli bir gençtir. Oturduğu kapıcı
dairesi rutubetli olduğundan eşini
ve kızını memleketinden getiremez.
Kapıcı parasıyla da yeni bir eve çıkabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle Mithat Beyin dışardaki özel
işlerini ücret karşılığında yapmayı
kabul eder. Koleksiyonun devamlılığı
için başlayan ilişkileri, Mithat Bey’in
Ali’ye İstanbul’u devretmesiyle farklı bir boyuta geçer. Ali, İstanbul’u ve
İstanbul’a ayak uydurmayı öğrenir.
kitap
SON SEFARAD
Yazar: Beyazıt Akman
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Yayın Tarihi: 2012
Sayfa Sayısı: 656
1492. Endülüs medeniyeti katlediliyor. Tüm dünya seyirci kalıyor, bir Osmanlı sultanı
hariç…
Endülüs’teki Osmanlı ajanı Kara Davud, karısı Elif’in hasretiyle yanıp, kendi topraklarına
dönmeyi beklerken hayatının en zorlu göreviyle karşı karşıya kalır. Granada İslam
İmparatorluğu’nun çökmesiyle birlikte Katolik Avrupa’nın önündeki tek engel artık
Sefaradlar, yani Endülüs Yahudileri’dir.Engizisyon her gün binlerce kitap yakmakta ve
tarihin en büyük barbarlık suçunu işlemek üzeredir. İnancını saklamak zorunda kalan
yüz binlerce Yahudiden biri olan David Marrano, Endülüs’ün eski kültürünü devam
ettirmeye çalışırak gizlice İbranice ve Arapça kitaplar çoğaltır. Ne var ki, Engizisyon,
David’in ve aşkı Esther’in de izini bulmuştur.
Beyazıt Akman’ın Fatih’i anlatan ilk romanı Dünyanın İlk Günü büyük beğeni toplamış,
tarihi yapımlara ilham kaynağı olmuştu. Amerika’da Dünya Edebiyatı alanında öğretim
üyesi olan genç yazarın ikinci romanı Son Sefarad hem Endülüs’e yakılan bir ağıt, hem
de 21. yüzyılda bile eksikliği hissedilen bir insanlık dersi sunuyor.
MUCİZELER DÜKKÂNINA DÖNÜŞ
“İsteyince, her sorunun bir çözümü olduğunu anlıyor insan. Aşkın ve arkadaşlıkların
filizlenerek çoğaldığı, zamanla sımsıcak ilişkilere dönüştüğü bir sokak hayal edin.
Her iki yanında kapısını çalabileceğiniz, bir bardak çay eşliğinde sevdiklerinizle sohbet
edebileceğiniz, içinizi ısıtan dükkânların dizili olduğunu düşünün. Aydınlığa açılan
umut dolu bir dünyaya girmenin, hüzün ve mutluluğun bir arada sunulduğu, doyumsuz
yaşam öykülerine tanıklık etmenin vakti gelmiş demektir.
Yazar: Debbie Macomber
Çevirmen: Ozan Aydın
Yayın evi: Martı Yayınları
Yayın Tarihi: 2012
Sayfa Sayısı: 528
Dili: Türkçe
Debbie Macomber, Mucizeler Dükkânına Dönüş adlı romanıyla iyi-kötü her
yaşanmışlığın bir tecrübe olarak bizlere geri döndüğünü bir kez daha kanıtlıyor.”
SATRANÇ
New York’tan Buenos Aires’e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir
milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’e, ücreti karşılığında, bir parti
satranç oynamayı teklif eder. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı bir göçmen, Dr. B.,
oyun sırasında kendini tutamayıp onlara karışınca şampiyonla karşılaşması önerilir
kendisine. Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılan ve uzunca bir süreyi bu
odada, tek başına ve oyalanarak hiçbir şeyi olmadan geçiren, yalnızca sorgulama için
odadan çıkarılan Dr. B., bir gün rastlantıyla eline geçirdiği bir satranç kitabı sayesinde
bu oyunun inceliklerini öğrenmiştir.
Satranç tahtası ve taşları olmamasına rağmen, önce ekmekten yaptığı satranç
taşlarıyla sonra da tümüyle zihninden oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup
çıkar. Ancak bu tutkusu yüzünden sinir krizine, beyin ateşine yakalanır. Tedavi olur,
arkasından da serbest bırakılır. Yirmi yıldır eline satranç taşı almamış olsa da, Dr.
Yazar: Stefan Zweig
B., gemide satranç şampiyonuyla oynadığı oyunu inanılmaz bir biçimde kazanır.
Çevirmen: Ayça Sabuncuoğlu Kendini olayın heyecanına kaptırarak maçın rövanşını oynamayı isteyince şaşırtıcı
Yayınevi: Can Yayınları
bir son bekler onu. Stefan Zweig’ın büyük bir ustalıkla kaleme aldığı kısa, ama yoğun
Yayın Tarihi: 2013
romanı, “Satranç”, gerilimli kurgusu, kahramanının ruhsal gelgitlerinin incelikle
Sayfa Sayısı: 85
işlendiği dokusuyla bir solukta okunuyor.
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013