hz muhammed 03 - Muhammed Mustafa SAV
Transkript
hz muhammed 03 - Muhammed Mustafa SAV
Otuz Birinci Söz ✽ Otuz Birinci Söz, Barla’da 1928-30 y›llar› aras›nda Türkçe olarak telif edilmifltir. M‹RAC-I NEBEV‹YEYE (A.S.M.) DA ‹ R D ‹ R . ayet: delil, Kur’ân’›n surelerini oluflturan ‹lâhî söz; Allah’›n varl›¤›n› gösteren fley. âyine: ayna. beyan: anlatma, aç›k söyleme, izah. bizzat: kendi; direk olarak. cemal: iç ve d›fl güzellik. dair: ait, ilgili. erkân: rükünler, esaslar. erkân-› imaniye: imana ait esaslar. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. hakikat-› Miraç: Peygamber Efendimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›n›n mahiyeti, asl› ve esas›. ihtar: hat›rlatma yapma, dikkat çekme. ihvan: kardefller. inayet: yard›m. inkâr etmek: do¤rulu¤unu kabul etmemek. ispat: delil ve flahit göstererek do¤ruyu kan›tlama. istib’at: ak›ldan uzak görme. ittihaz: kabul etme, sayma. kemalât-› Ahmediye: Peygamberimizin sahip oldu¤u mükemmel özellikler, faziletler. lem’a: par›lt›. makam-› istima: dinleme yeri, konumu. medet: yard›m. melâike: melekler. Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki meflhur, kutsal mabet. Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulundu¤u en büyük, mukaddes ibadet yeri. mesele: sorulup karfl›l›¤› istenilen önemli olay. Mirac-› Nebeviye: Peygamber Efendimizin, Allah kat›na ç›k›fl mu’cizesi. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhatap: hitap olunan, kendisine söz söylenilen. mübarek: bereketli, hay›rl›, u¤urlu. mülhit: dinsiz. mü’min: iman eden, inanan. münezzeh: uzak, temiz. nazara alma: bakma, bak›p dü- ‹HTAR: Miraç meselesi, erkân-› imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir ve erkân-› imaniyenin nurlar›ndan medet alan bir nurdur. Erkân-› imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhitlere karfl› elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü, Allah’› bil meyen, peygamberi tan›mayan ve melâikeyi kabul etmeyen ve ya semavat›n vücudunu inkâr eden adamlara miraçtan bahse dilmez. Evvelâ o erkân› ispat etmek lâz›m geliyor. Öyle ise biz, miraçta istib’at ile vesveseye düflen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek, ona karfl› beyan edece¤iz. Ara s›ra makam-› istimada olan mülhidi nazara al›p, serd-i kelâm edece¤iz. Baz› Sözlerde hakikat-i mirac›n bir k›s›m lem’alar› zikredilmifltir. ‹hvanlar›m›n ›srar› ile ayr› ayr› o lem’alar› hakikatin asl›yla birlefltirmek ve ke malât-› Ahmediyenin (a.s.m.) cemaline birden bir âyine yap mak için, inayeti Allah’tan istedik. W pópé°rùnŸrG n‹pG Ωp Gnôn◊r G pópé°rùnŸrG nøpe kÓr«nd /√pórÑn©pH …'örSnG …/òsdG n¿ÉnërÑ°oS 1 @oÒ°/üÑn rdG o™«/ª°sùdG nƒog o¬sfpG BÉæn pJÉnj'G røpe o¬njpôoædp o¬ndrƒnM ÉnærcQÉnn H …/òsdG É°nürb’n rG @…'ƒnà°rSnÉa mIsôpehoP @…'ƒo≤rdG oój/ón°T o¬nªs∏nY @⋲'Mƒoj l⋲rMhn ’s pG ƒn og r¿pG hr nG pør«°nSƒr nb nÜÉnb n¿Énµna @ s‹nónàna ÉnfnO sºoK @ '¤rY’n rG p≥oa’ o rÉpH ƒn oghn @ …'GQn Éne oOGnDƒoØrdG nÜnònc Éne @ ⋲'Mhr nG BÉen /√pórÑnY '‹pG =⋲'Mhr nÉna @ 'ÊrOnG 1. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla • Ayetlerimizden bir k›sm›n› ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan al›p, çevresini mübarek k›ld›¤›m›z Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.) flünme, dikkate alma. netice: sonuç. noksan: eksiklik, kusur. nur: ayd›nl›k, ›fl›k. peygamber: ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi. Rahîm: merhamet ve flefkat 332 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) eden, ac›y›p esirgeyen Allah. Rahman: rahmeti bütün herkese yay›lan ve bütün yarat›lm›fllar›n r›z›klar›n› ve geçim flekillerini içine alan rahmetin sahibi Allah. semavat: semalar, gökler. serd-i kelâm: söz söyleme. terettüp: s›ralanma, s›ras›nda olma; netice olarak ç›kma. usul: as›llar, kökler, temeller, esaslar. vesvese: flüphe, tereddüt. vücut: var olufl, varl›k. zikretme: anma; söyleme, anlatma. pIQn róp°S nóræpY @ …'ôrNo G kándõr nf o√'GQn rón≤ndhn @ …'ônj Éne '¤nY o¬nfhoQ Énªoànan G @ ∆'ûr¨nj Éne nIQn róu°ùdG ∆'ûr¨nj rPpG @ …'hrÉnŸrG oásænL ÉngnóræpY @ »'¡nàræoŸrG 2 @ …'ôrÑoµ`rdG p¬uHQn päÉnj'G røpe …'GQn rón≤nd @ »'¨nW Énehn oönünÑrdG nÆGnR Éne Evvelki ayet-i azîmenin azîm hazinesinden yaln›z 3 o¬sfpG zamirinde bir düstur-i belâgate istinat eden iki remzin meselemize münasebeti oldu¤u için, i’caz bahsinde beyan edildi¤i üzere yazaca¤›z. ‹flte, Kur’ân-› Hakîm, Habib-i Ekrem Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâm›n mirac›n›n mebdei olan Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya olan seyran›n› zikrettikten sonra, 5 4 Òo °/ü`n ÑrdG o™«/ª°sùdG ƒn og o¬sfpG der. Ve flu kelâm ile Sure-i …'ƒgn GnPGp pºrésædGnh ’da iflaret olunan münteha-i Miraca rem- zeden o¬sfpG ’deki zamir, ya Cenab-› Hakka racidir, veyahut Peygamberedir (a.s.m.). Peygambere göre olsa, kanun-i belâgat ve münasebet-i siyak-› kelâm flöyle ifade ediyor ki: “Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî, bir uruc-i küllî var ki, tâ Sidretü’l-Münteha’ya, tâ Kab-› Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kula¤›na tesadüf eden ayat-› Rabbaniyeyi ve acaib-i sanat-› ‹lâhiyeyi iflitmifl, g ö rmüfltür” der. O küçük cüz’î seyahati, hem küllî, hem mahfl e r- i acayip bir seyahatin anahtar› hükmünde gösteriyor. 2. O ancak kendisine vahyolunan› söyler. • Onu muazzam kuvvetlere, üstün bir ak›l ve dirayete sahip Cebrail ö¤retti ki, • kendisine gerçek suretiyle görünmüfltür. • O, ufkun en yukar›s›nda idi. • Sonra indi ve yaklaflt›. • Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yak›n oldu. • Sonra da vahyolunacak fleyi kuluna vahyetti. • Onun gördü¤ünü kalbi yalanlamad›. • fiimdi onun gördü¤ü hakk›nda onunla mücadele mi edeceksiniz? • And olsun ki onu bir kere daha hakikî suretinde gördü. • Sidre-i Münteha’da gördü. • Ki, onun yan›nda Me’vâ Cenneti vard›r. • O zaman Sidre’yi Allah’›n nuru kaplam›flt›. • Göz ne flaflt›, ne de baflka bir fleye bakt›. • And olsun ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü. (Necm Suresi: 4-18.) 3. fiüphesiz ki O... 4. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.) 5. Kayan y›ld›za yemin olsun. (Necm Suresi: 1.) acaib-i sanat-› ‹lâhiye: Allah’›n insanlar› flafl›rtan harika sanatlar›. âyât-› Rabbaniye: Allah’›n ayetleri. azîm: büyük, yüce. cüz’î seyahat: k›sa zaman içinde yap›lan seyahat. dirayet: ak›l, zekâ, kabiliyet. düstur-i belâgat: güzel ve düzgün söz söylemenin kural›. efdalüssalât: üstün salâtlar, hay›rlar, dualar. ekmelüsselâm: selâmlar›n en mükemmeli. Habib-i Ekrem: Allah’›n sevdi¤i, kendisine çokça ikram edilen fleref sahibi peygamber. i’caz bahsi: Kur’ân’›n mu'cizeli¤inin anlat›ld›¤› bölüm. istinat: dayanma. Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin miraç da ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam. kanun-i belâgat: güzel ve düzgün söz söyleme kanunu. Kur’ân-› Hakîm: her kelime ve harfinde say›s›z hikmet, fayda bulunan Kur’ân. küllî: genel, umumî, büyük. mahfler-i acayip: hayret verici fleylerin topland›¤› yer. mebde: bafllang›ç. meratib-i külliye esmaiye: Cenab-› Hakk›n isimlerinin bütün mertebeleri, dereceleri. Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki meflhur, mukaddes mabet. Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulundu¤u en büyük, mukaddes ibadet yeri. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. münasebet-i siyak-› kelâm: manaca birbiriyle ilgili ve ba¤l› kelimelerin bir tertip ve düzen içinde ifade edilmesi. raci: ait, dönük; ilgisi ve ba¤› olan. remiz: iflaret, kelime ve cümleye yüklenilmifl gizli mana. seyahat-i cüz’iye: k›sa zaman içinde yap›lan seyahat. seyr-i umumî: herkesi ilgilendiren, umumî ve genifl bir seyahat. Sidre-i Münteha: yedinci kat gökte oldu¤u rivayet edilen ve Peygamber Efendimizin ulaflt›¤› en son makam. uruc-i külli: külli yükselifl, herkesi ve her fleyi ilgilendiren bir yukar› ç›k›fl. vahiy: Cenab-› Hakk›n diledi¤i hükümleri, s›rlar› ve hakikatleri peygamberlere bildirmesi.. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 333 E¤er zamir Cenab-› Hakka raci olsa, flöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haram’dan mecma-› enbiya olan Mescid-i Aksâ’ya gönderip, enbiyalarla görüfltürüp, bütün enbiyalar›n usul-i dinlerine vâris-i mutlak oldu¤unu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-Münteha’ya, tâ Kab-› Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi. ‹flte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mirac-› cüz’îdir; fakat, bu abdin bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem, flu kâinat›n rengini de¤ifltirecek bir nur beraberdir. Hem, saadet-i ebediyenin kap›s›n› açacak bir anahtar beraber oldu¤u için, Cenab-› Hak, kendini “bütün eflyay› iflitir ve görür” s›fat›yla tavsif eder; tâ o emanet, o nur, o anahtar›n cihanflümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata flamil hikmetlerini göstersin. Bu s›rr-› azîmin Dört Esas› var: Birincisi: Mirac›n s›rr-› lüzumu nedir? abd: kul. âmm: umumî, genel, herkese ait. cihanflümul: bütün cihan› ve kâinat› içine alan. çendan: gerçi. enbiya: nebîler, peygamberler. Hakikat-› Miraç: Peygamber Efendimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›n›n mahiyeti, asl› ve esas›. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. hikmet-i miraç: mirac›n as›l gaye ve hikmeti. huzur: yan, kat, karfl›. Kab-› Kavseyn: iki yay mesafesi, Peygamberimizin miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. mahlûkat: yarat›lm›fllar. mecma-› enbiya: peygamberlerin topland›¤› yer. melekût: göremedi¤imiz ahiret âlemleri. Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki meflhur, kutsal mabet. Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulun- ‹kincisi: Hakikat-i miraç nedir? Üçüncüsü: Hikmet-i miraç nedir? Dördüncüsü: Mirac›n semerat ve faydas› nedir? m1M o n O N du¤u en büyük, mukaddes ibadet yeri. mirac-› cüz’î: çok k›sa zamanda meydana gelen feri bir yükselifl. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhit: her fleyi kuflatan, her fleyi içine alan. mülk: gördü¤ümüz maddî ve cismanî âlem, kâinat. raci: ait, dönük; ilgisi ve ba¤› 334 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) olan. saadet-i ebedîye: ebedî mutluluk, sonsuz saadet. semerat: neticeler, meyveler. Sidretü’l-Münteha: yedinci kat gökte oldu¤u rivayet edilen ve Peygamberimizin ulaflt›¤› en son makam. s›rr-› azîm: büyük s›r. s›rr-› lüzum: gereklili¤in s›rr›, gerekli olma sebebi. flamil: kaplayan, içine alan. taallûk eden: alâkal› olan, ilgilendiren. tavsif: vas›fland›rma, niteleme, bir fleyin mahiyetini ve özelliklerini anlatma. tavzif: vazifelendirme, görevlendirme. umum: bütün. usul-i din: dinin esaslar›, dinin temel prensipleri. vâris-i mutlak: mutlak mirasç›. zamir: ismin yerini tutan kelime. Birinci Esas M i rac›n s›rr -› lüzumu Meselâ, deniliyor ki: “Cenab-› Hak 1 pój/Qƒn rdG pπrÑnM røpe p¬r«ndpG oÜnôrbnG ’dir, her fleye her fleyden daha yak›nd›r, cisimden, mekândan münezzehtir. Her velî, kalbi içinde Onunla görüflebilir. Neden dolay› velâyet-i Ahmediye (a.s.m.), Miraç gibi uzun bir seyahatin neticesinden sonra, her velînin kendi kalbinde muvaffak oldu¤u münacata muvaffak oluyor?” E l c e v a p : fiu s›rr-› gam›z› iki temsil ile fehme takrip ediyoruz. On ‹kinci Sözün s›rr-› i’caz-› Kur’ân ve s›rr-› miraç hakk›nda olan flu iki temsili dinle: • B i r i n c i Te m s i l : Bir sultan›n iki çeflit mükâlemesi, sohbeti, görüflmesi vard›r; iki tarzda hitab›, iltifat› vard›r. Birisi, âmî bir raiyetiyle cüz’î bir ifl için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla sohbet etmektir. Di¤eri, saltanat-› uzma ünvan› ile ve hilâfet-i kübra nam›yla ve hâkimiyet-i amme haysiyetiyle ve evamirini etrafa neflir ve teflhir maksad›yla, o ifllerle alâkadar bir elçisiyle veya o evamir ile münasebettar büyük bir memuru ile konuflmakt›r, sohbet etmektir ve haflmetini izhar eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir. 1. Ona flah damar›ndan daha yak›n (Kaf Suresi: 16.) alâkadar: ilgili, alâkal›. âmî: halktan, s›radan, cahil, bilgisiz. Cenab-› Hak: Hz. Allah. cüz’î: küçük; basit. dair: ait, alâkal›, ilgili. elçi: haberci. esas: as›l, temel,. evamir: emirler, kanunlar. fehim: anlay›fl. ferman: emir, buyruk. hacet: ihtiyaç,. hâkimiyet-i amme: umuma hâkim olma. has: hususî, özel. haflmet: ihtiflam, büyüklük. haysiyet: fleref, itibar; mertebe, bak›m. hilâfet-i kübra: en büyük hilâfet, din ve dünya ifllerinde genel reislik. hitap: söz söyleme, konufl- ma. hususî: flahsa ait, özel. iltifat: ilgi göstermek, de¤er vermek. izhar: gösterme, ortaya koyma. maksat: amaç, niyet. mekândan münezzeh : C enab-› Hakk›n varl›k âleminde hiçbir yerde ve mekânda olmamas›. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi ki bir anda meydana gelmifltir. muvaffak: baflar›l›. mükâleme: karfl›l›kl› konuflma. münacat: Allah’a dua etme, yalvarma. münasebettar: ilgili, alâkal›. neflir: da¤›tma, yayma. netice: sonuç. raiyet: halk, vatandafl, yönetilenler. saltanat-› uzma: en büyük saltanat, hâkimiyet. sultan: padiflah, hükümdar. s›rr› gam›z: ince s›r, anlafl›lmas› zor mesele. s›rr-› i’caz-› Kur’ân: Kur’ân’›n ifadedeki üstünlü¤ünü ve mu’cize oluflunu gösteren s›rlar. s›rr-› lüzum: gereklili¤in s›rr›, gerekli olma sebebi. flah damar›: can damar›. takrip: yaklaflt›rma. temsil: benzetme, örnek. teflhir: gösterme, ilân etme. ulvî: yüksek, yüce. ünvan: isim, nam, ün. velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u. velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin velîli¤i. velî: Allah’›n sevgisine, himayesine kavuflmufl, ermifl kimse, Allah dostu. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 335 ‹flte, 1 '¤rY’n rG πo nãnŸrG !nh flu temsil gibi, flu kâinat Hâl›k›n›n ve Malikü’l-Mülk Velmelekût’un ve Hâkim-i Ezel ve Ebed’in iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifat› vard›r: birisi cüz’î ve has, di¤eri küllî ve âmm. ‹flte Miraç, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bütün velâyat›n fevkinde bir külliyet, bir ulviyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinat›n Rabbi ismiyle, bütün mevcudat›n Hâl›k’› ünvan›yla Cenab-› Hakk›n sohbetine ve münacat›na müflerrefiyettir. akis: yans›ma. âmm: umumî, genel, herkesi ilgilendiren. âyine: ayna. azamet: büyüklük, yücelik. ba¤: bahçe. bizzat: kendisi, flahsen. Cenab-› Hak: Hz. Allah. cüz’î: küçük. daimî: sürekli, devaml›. dam: küçük ev, çat›. fevkinde: üstünde. hakikî: gerçek. Hâkim-i Ezel ve Ebed: varl›¤›n›n bafllang›c› ve sonu olmayan, ezel ve ebedin hâkimi olan Allah. Hâl›k: her fleyi yoktan yaratan, yarat›c›, Allah. hane: ev. has: hususî, özel. haflmet: ihtiflam, büyüklük. havi: içinde bulunduran, içeren. hususî: özel, flahsa ait. iltifat: ilgi gösterme, de¤er verme. istifade: faydalanma, yararlanma. kabiliyet: kabul edebilirlik, kapasite, yetenek. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. k›ymet: de¤er. küllî: umumî, bütün, genel. külliyet: bütünlük, umumîlik, tümlük. mahsus: ait. Malikü’l-Mülk-i Velmelekût: görünen ve görünmeyen her fleyin tek sahibi olan Allah. mevcudat: varl›klar. minnettarâne: yap›lan bir iyili¤e karfl› teflekkür hissi tafl›yarak. Miraç: Peygamber Efendimizin, gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. mükâleme: karfl›l›kl› konuflma. • ‹kinci Te m s i l: Bir adam, elindeki bir âyineyi günefle karfl› tutar. O âyine, kendi miktar›nca bir ›fl›k ve yedi rengi havi bir ziyay›, bir aksi, flemsten al›r; onun nispetinde güneflle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ›fl›kl› âyineyi karanl›kl› hanesine veya dam alt›ndaki küçük, hususî ba¤›na tevcih etse, güneflin k›ymeti nispetinde de¤il, belki o âyinenin kabiliyeti miktar›nca istifade edebilir. Di¤eri ise, âyineyi b›rak›r, do¤rudan do¤ruya günefle karfl› ç›kar, haflmetini görür, azametini anlar. Sonra pek yüksek bir da¤a ç›kar, güneflin pek genifl flaflaa-i saltanat›n› görür ve bizzat perdesiz onunla görüflür. Sonra döner, hanesinden veya ba¤›n›n dam›ndan genifl pencereler açar, gökteki günefle karfl› yollar yapar, hakikî güneflin daimî ziyas› ile sohbet eder, konuflur. Ve böylece minnettarâne bir sohbet edebilir ve diyebilir: “Ey yeryüzünü ›fl›¤›yla yald›zlayan ve zeminin veçhini ve bütün çiçeklerin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdar› olan nazenin günefl! Onlar gibi benim haneci¤imi, bahçeci¤imi ›s›nd›rd›n ve ›fl›kland›rd›n—bütün dünyay› ›fl›kland›rd›¤›n 1. En yüce s›fatlar Allah’a mahsustur. (Nahl Suresi: 60.) münacat: Allah’a dua etme, yalvarma. münasebettar: ilgili, alâkal›. müflerrefiyet: fleref bulma. nazdar: nazl›, naz yapan. nazenin: nazl›, narin. nispet: ölçü, oran. perde: engel, örtü. Rab: besleyen, yetifltiren, verdi¤i nimetlerle mahlûkat› ›slah ve terbiye eden Allah. 336 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) s›fat: nitelik, vas›f. suret: flekil, biçim. flaflaa-i saltanat: saltanat›n parlakl›¤›. flems: günefl. temsil: benzetme, örnek. tevcih etmek: yöneltmek. tezahür: belirme, görünme, meydana ç›kma. ulviyet: ulvîlik, yücelik, yükseklik. ünvan: isim, nam, ün. vecih: cephe, yüz, taraf. velâyat: velîlik makam ve mertebeleri, ermifllik, Allah dostlu¤u. velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin velîli¤i. yüce: büyük, ulu, yüksek. zemin: yer, yeryüzü. ziya: ›fl›k. ve yeryüzünü ›s›nd›rd›¤›n gibi.” Hâlbuki, evvelki âyine sahibi böyle diyemez. O âyine kayd› alt›nda güneflin aksi ise, âsâr› mahduttur, o kayda göredir. ‹flte, flems-i ezel ve ebed sultan› olan Zat-› Ehad ve Samed’in tecellisi mahiyet-i insaniyeye hadsiz meratibi tazammun eden iki suretle tezahür eder: Birincisi: Âyine-i kalbe uzanan bir nispet-i Rabbaniye ile bir tezahürdür ki; herkes istidad›na ve tayy-› meratipte seyrüsülûkuna esma ve s›fât›n tecelliyat›na nispeten cüz’î ve küllî o fiems-i Ezelînin nuruna ve sohbetine ve münacat›na mazhariyeti var. Galib-i esma ve s›fât›n z›lâlinde giden velâyetlerin derecat› bu k›s›mdan ileri gelir. ‹kincisi: ‹nsan›n camiiyeti ve flecere-i kâinat›n en münevver meyvesi oldu¤undan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden Esma-i Hüsnay› birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle, Cenab-› Hak, tecelli-i zat›yla ve Esma-i Hüsnan›n azamî mertebede nev-i insan›n manen en azam bir ferdine tecelli-i azam tezahür eder ki; bu tezahür ve tecelli Mirac-› Ahmedî (a.s.m.) s›rr›d›r ki, onun velâyeti risaletine mebde olur. Velâyet ki, z›llden geçer; ikinci temsilin birinci adam›na benzer. Risalette z›ll yoktur, do¤rudan do¤ruya Zat-› Zülcelâl’in Ehadiyetine bakar; ikinci temsilin ikinci adam›na benzer. Miraç ise, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) keramet-i kübras›, hem mertebe-i ulyas› oldu¤undan, risalet mertebesine ink›lâp etmifl. Mirac›n bât›n›, velâyettir; halktan Hakka gitmifl. Zahir-i miraç, risalettir; Hak’tan halka geliyor. Velâyet, kurbiyet meratibinde sülûktur; aksi: yans›mas›. âsâr: eserler. âyine: ayna. âyine-i kalp: kalp aynas›. azam: en büyük. azamî: en fazla. bât›n: içe ait, dahilî, gizli. camiiyet: çok fleylerle alâkal›l›k, birçok manay› ve hakikati içerme. Cenab-› Hak: Hz. Allah. cihet: yan, yön, taraf. cilve: görünme, yans›ma. cüz’î: az. derecat: dereceler, basamaklar, kademeler. ehadiyet: Allah’›n her bir fleyde birli¤inin tecelli etmesi. esma: adlar, isimler. Esma-i Hüsna: Allah’›n güzel isimleri. fert: bir tek, flah›s, kifli. galib-i esma ve s›fat: Allah’›n isimlerinin ve s›fatlar›n›n varl›klar üzerinde en çok tecelli edenleri. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. Hak: Cenab-› Allah. ink›lâp: de¤iflim, dönüflüm. istidat: kabiliyet, yetenek. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. keramet-i kübra: en büyük keramet. kurbiyet: yak›nl›k, yak›nl›k kazanma. küllî: umumî, çok fazla. mahdut: s›n›rlanm›fl, s›n›rl›. mahiyet-i insaniye: insan›n gerçek mahiyeti, iç yüzü ile as›l kimli¤i. mazhariyet: ulaflma, eriflme, sahip olma. mebde: bafllang›ç. meratip: mertebeler, basamaklar, dereceler. mertebe-i ulya: en yüce mertebe. Mirac-› Ahmedî: Resulullah›n mirac›. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. münacat: Allah’a dua etme, yalvarma. münevver: nurlanm›fl, nurlu. nev-i insan: insan cinsi. nispeten: nispetle, oranla. nispet-i Rabbaniye: Allah’a olan manevî ba¤. risalet: peygamberlik, elçilik. seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ulaflmak için ç›k›lan manevî ve ruhî yolculuk. sultan: padiflah, hükümdar. suret: biçim, flekil. sülûk: yola girme, yol tutma, terakki etme. s›fât: nitelikler, vas›flar. s›r: gizli hakikat. flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›. fiems-i Ezelî: Ezelî günefl; varl›¤›n›n bafllang›c› olmayan ve her fleyi nurland›ran Cenab-› Hak. fiems-i Ezel ve Ebed: varl›¤›n›n bafllang›c› ve sonu olmayan, her fleyi nurland›ran Allah. tayy-› meratip: mertebe ve dereceleri atlama, aflma. tazammun: içinde bulundurma, içine alma. tecelli: belirme, görünme, bilinme. tecelli-i azam: en büyük görüntü, Cenab-› Hakk›n isim ve s›fatlar›n›n eflyada en büyük ölçüde görünmesi. tecelli-i zat: Allah’›n zat›n›n tecelli etmesi, görünmesi.? temsil: benzetme, örnek. tezahür: belirme, görünme, ortaya ç›kma. velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u. velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin velîli¤i. zahir-i miraç: mirac›n görünen yüzü, d›fl›. Zat-› Ehad ve Samed: tek olan ve her fley kendisine muhtaç bulundu¤u hâlde kendisi hiç bir fleye muhtaç olmayan Allah. Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük sahibi zat, Allah. z›lâl: gölgeler. z›ll: gölge. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 337 çok meratibin tayy›na ve bir derece zamana muhtaçt›r. Nur-i azam olan risalet ise, akrebiyet-i ‹lâhiyenin inkiflaf› s›rr›na bakar ki, bir an-› seyyale kâfidir. Onun için hadiste denilmifl: “Bir anda dönmüfl, gelmifl.” Âdem: Allah’›n yaratt›¤› ilk insan. akrebiyet-i ‹lâhîye: Cenab-› Allah’›n insana olan yak›nl›¤›. alâkadar: ilgili, alâkal›. âlem: kâinat, dünya, bütün yarat›lm›fllar. aleyhisselâm: kendisine selâm olsun. âlî: yüce, yüksek. an-› seyyale: bir anda ak›p giden zaman dilimi. âsâr: eserler. azamî: en fazla, en çok. daire-i tasarruf: tasarruf ve hâkimiyet sahas›. elyak: en lây›k. evfak: daha uygun, çok uygun. gayet: çok, son derece. hadis: Peygamber efendimizin sözü. hâkim: hâkimiyet sahibi, hükmeden, idare eden. Hâkim-i Zülkemal: bütün mükemmel s›fatlara sahip olan ve her fleye hükmeden Allah. haflmet: ihtiflam, gösterifllilik, büyüklük. havas: hisler, duygular. hitap: söz söyleme, bir toplulu¤a veya flahsa karfl› söz söyleme. hums: beflte bir. hükmünde: gibi; öneminde, de¤erinde. ibaret: meydana gelen, oluflan. inkiflaf: aç›lma, geliflme, ilerleme. kâfi: yeterli. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. kudsî: mukaddes, yüce, temiz. küllî: umumî, genel; genifl. küre-i arz: dünya, yer küre. makam-› istima: dinleme makam›, dinleyici konumu. malik: sahip. Malik-i Zülcelâl: sonsuz büyüklü¤üyle her fleyin gerçek sahibi olan Allah. mazhar olmak: flereflenmek, ulaflmak, kavuflmak. memleket: ülke. meratip: mertebeler, basamaklar, dereceler. fiimdi, makam-› istimada bulunan mülhide deriz ki: Madem bu kâinat gayet muntazam bir memleket, gayet muhteflem bir flehir, gayet müzeyyen bir saray hükmündedir; elbette onun bir hâkimi, bir maliki, bir ustas› vard›r. Madem, böyle haflmetli bir Malik-i Zülcelâl, bir Hâkim-i Zülkemal, bir Sâni-i Zülcemal vard›r; hem madem umum o âleme, o memlekete, o flehre, o saraya alâkadarl›k gösteren ve havâs ve duygular›yla umumuna münasebettar ve nazar› küllî olan bir insan vard›r; elbette, o Sâni-i Muhteflem, o küllî nazarl› ve umumî fluurlu olan insan ile ulvî, azamî bir münasebeti bulunacakt›r ve ona kudsî bir hitab› ve âlî bir teveccühü olacakt›r. Hem, madem Âdem Aleyhisselâmdan flimdiye kadar flu münasebete mazhar olanlar›n içinde, âsâr›n›n flahadetiyle, yani Küre-i Arz›n n›sf›n› ve nev-i beflerin humsunu daire-i tasarrufuna ald›¤› ve kâinat›n flekl-i manevîsini de¤ifltirdi¤i, ›fl›kland›rd›¤› gibi, en azamî bir mertebede, o münasebeti Muhammed-i Arabî Sallâllâhü Aleyhi Vesellem göstermifltir. Öyle ise, o münasebetin en azamî bir mertebesinden ibaret olan Miraç, ona elyak ve ona evfakt›r. *** mertebe: derece, basamak. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. Muhammed-i Arabî: Arap as›ll› Peygamberimiz Muhammed. muhteflem: gösteriflli, görkemli. muntazam: düzenli, düzene girmifl, intizaml›. mülhit: dinsiz. münasebet: ilgi, alâka, ba¤l›- 338 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) l›k, yak›nl›k. münasebettar: ilgili, alâkal›. müzeyyen: süslü. nazar: bak›fl, düflünce, fikir. nev-i befler: insan türü, insanl›k. nur-i azam: en büyük nur. n›sf: yar›. risalet: elçilik, peygamberlik. Sallâllâhü Aleyhi Vesellem: Allah’›n selâm› rahmeti bereketi onun üzerine olsun. Sâni-i Muhteflem: ihtiflam sahibi yarat›c› Allah. Sâni-i Zülcemal: her fleyi sanatl› olarak yaratan, sonsuz güzellik sahibi Allah. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. flekl-i manevî: manevî flekli. fluur: bilinç, anlay›fl. tayy: aflmak, atlamak, üzerinden geçmek. teveccüh: yönelme, sevgi, ilgi. ulvî: yüksek, yüce. umum: bütün. umumî: genel, her fleyle alâkal›. ‹kinci Esas Ha ki k at-i Miraç nedir? E l c e v a p : Zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) meratib-i kemalâtta seyrüsülûkundan ibarettir. Yani, Cenab-› Hakk›n tertib-i mahlûkatta tecelli ettirdi¤i ayr› ayr› isim ve ünvanlarla ve saltanat-› rububiyetinde teflkil etti¤i devair, tedbir ve icatta ve o dairelerde birer arfl-› rububiyet ve birer merkez-i tasarrufa medar olan bir sema tabakas›nda gösterdi¤i âsâr-› rububiyeti, birer birer o abd-i mahsusa göstermekle, o abdi hem bütün kemalât-› insaniyeyi cami, hem bütün tecelliyat-› ‹lâhiyeye mazhar, hem bütün tabakat-› kâinata naz›r ve saltanat-› rububiyetin dellâl› ve marziyat-› ‹lâhiyenin mübelli¤i ve t›ls›m-› kâinat›n keflflaf› yapmak için Burak’a bindirip, berk gibi, semavat› seyrettirip kat-› meratip ettirerek, kamervari menzilden menzile, daireden daireye rububiyet-i ‹lâhiyeyi temafla ettirip o dairelerin semavat›nda makamlar› bulunan ve ihvan› olan enbiyay› birer birer göstererek, tâ Kab-› Kavseyn makam›na ç›karm›fl, ehadiyet ile kelâm›na ve rü’yetine mazhar k›lm›flt›r. fiu yüksek hakikate iki temsil dürbünü ile bak›labilir. • Birincisi: Yirmi Dördüncü Sözde izah edildi¤i gibi, nas›l ki bir padiflah›n kendi hükûmetinin dairelerinde ayr› ayr› ünvanlar› ve raiyetinin tabakalar›nda baflka baflka nam ve vas›flar› ve saltanat›n›n mertebelerinde çeflit çeflit isim ve alâmetleri vard›r. Meselâ, adliye dairesinde abd: kul. abd-i mahsus: seçilmifl ve özel kul, insan. arfl-› rububiyet: Allah’›n rububiyetinin tasarrufunda bulunan çeflitli dairelerdeki hususî ve yüce makam. âsâr-› rububiyet: Allah’›n idare ve terbiye edicili¤inin eserleri, iflaretleri. berk: flimflek. Burak: Peygamber efendimizin Miraca ç›karken, Allah’›n ihsan› olarak bindi¤i binek. cami: toplayan, içinde bulunduran. dellâl: ilân edici; tan›t›c›. devair-i tedbir ve icat: yaratma ve idare etme daireleri. ehadiyet: Allah’›n her bir fleyde birli¤inin tecelli etmesi. enbiya: nebîler, peygamberler. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. hakikat-i Miraç: Peygamber Efendimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâ- len ç›kmas›n›n mahiyeti, asl› ve esas›. hükûmet: yönetim, idare. ihvan: kardefller. Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin Miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam. kamervari: ay gibi. kat-› meratip: mertebelerde yükselme, ilerleme. kelâm: konuflma, ‹lâhî söz, vahiy. kemalât-› insaniye: insan›n sahip olabilece¤i maddî ve manevî mükemmellikler, güzellikler. keflflaf: s›rlar› çözen, gizli manalar› ortaya ç›karan. marziyat-› ‹lâhiye: Allah’›n r›zas›na mazhar olacak hâl ve hareketler. mazhar k›lmak: ulaflt›rmak, erifltirmek; flereflendirmek. mazhar: ulaflma, sahip olma. medar: dayanak noktas›. menzil: durak, yer, mekân. meratib-i kemalât: yükselme yücelme yolu; mükemmelliklerin mertebeleri. merkez-i tasarruf: idare merkezi, yönetme yeri. mertebe: derece, basamak. mübelli¤: tebli¤ eden, bildiren. naz›r: bakan, gözeten. raiyet: halk, vatandafl. rububiyet-i ‹lâhiye: Allah Teâlâ’n›n kâinat› yarat›p uyum içinde sevk ve idare etmesi. rü’yet: görme, Peygamberimizin Miraçta yüce Allah’›n zat›n› görmesi. saltanat: sultanl›k, hâkimiyet. saltanat-› rububiyet: Cenab-› Hakk›n bütün varl›klar› yarat›p, onlar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi ve tam bir hâkimiyetle sevk ve idare etmesi. semavat: semalar, gökler. seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ulaflmak için ç›k›lan manevî ve ruhî yolculuk. tabakat-› kâinat: kâinat›n de¤iflik katlar›, bölümleri. tecelli ettirmek: göstermek, aksettirmek. tecelliyat-› ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n farkl› isim ve s›fatlar›n›n varl›klardaki icraatlar›, eserleri. temafla: bak›p seyretme, dikkatle bakma. tertib-i mahlûkat: yarat›lm›fllar› düzenleme; düzenlenmifl varl›klar. teflkil etmek: meydana getirmek, oluflturmak. t›ls›m-› kâinat: herkesin bilip çözemedi¤i, kâinat›n gizli s›rr›. velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin vefat›ndan sonra nübüvvet tarz›ndaki hizmetinin sureten, fiilen ve fleklen sona ermesiyle velâyet tarz›nda bu makamda devam eden manevî hizmet tarz›. Zat-› Ahmedî: Peygamberimizin kendi flahs›. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 339 ahkâm: emirler, hükümler, kanunlar. alâmet: iz, belirti, iflaret. askeriye: askere ait, ordu. cilveler: görünmeler, akisler, yans›malar; Allah’›n isimlerinin yans›malar›. daireye mahsus: özel bir alan için seçilen. evamir-i hâkimâne: hükümdara ait emirler, buyruklar. evamir-i umumiye-i külliye: Cenab-› Hakk›n her yere ve her fleye ait genel emirleri. Ezel ve Ebed Sultan›: geçmiflin ve gelece¤in hükümdar›. hakeza: bunun gibi. hâkim: hâkimiyet sahibi, hükmeden. hâkim-i âdil: adaletle hükmeden ve karar veren. halife: dinî hükümlerin tatbiki için Peygambere vekil olan devlet baflkan›, imam. haflmetli: büyük, heybetli. haysiyet: fleref, itibar; bak›m. hüküm: emir, karar, buyruk. icraat: ifller, yap›lan, uygulanan fleyler. ihsas etme: hissettirme, sezdirme. ilmiye: e¤itim ve ö¤retimle ilgili daire; dini ilimlerle u¤raflan âlimlerin dairesi, yolu. kudret: güç, iktidar. kumandan-› azam: büyük komutan. makam: yönetim merkezi, manevî mevki. manevî: maddî olmayan, manaya ait. menzil: yer, durak, mekân. mertebe: derece, basamak, paye. mevcut: varl›k, vücut sahibi. mukaddes: kutsal, kusur ve noksanlardan uzak, temiz. mülkiye: ülkenin idaresi için çal›flan sivil kurumlar. hâkim-i âdil ve mülkiyede sultan ve askeriyede kumandan-› azam ve ilmiyede halife, ve hakeza, sair isim ve ünvanlar› bulunur. Her bir dairede birer manevî taht› hükmünde olan makam ve iskemlesi bulunur. O tek padiflah, o saltanat›n dairelerinde ve tabakat-› hükûmetin mertebelerinde bin isim ve ünvana sahip olabilir, birbiri içinde bin taht-› saltanat› olabilir. Güya o hâkim, her bir dairede flahsiyet-i maneviye haysiyetiyle ve telefonu ile mevcut ve haz›r bulunur, bilir. Ve her tabakada kanunuyla, nizam›yla, mümessiliyle görünür, görür. Ve her mertebede perde arkas›nda hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle idare eder, bakar. Ve her bir dairenin baflka bir merkezi, bir menzili vard›r. Ahkâmlar› birbirinden ayr›d›r, tabakatlar› birbirinden baflkad›r. ‹flte, böyle bir sultan, istedi¤i bir zat› bütün o dairelerinde gezdirip, her daireye mahsus saltanat-› flahanesini ve evamir-i hâkimânesini gösterip, daireden daireye, tabakadan tabakaya gezdirip, tâ huzuruna getirir. Sonra bütün o dairelere taallûk eden baz› evamir-i umumiye-i külliyeyi ona tevdi eder, gönderir. ‹flte, bu misal gibi, Ezel ve Ebed Sultan› olan Rabbülâlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayr› ayr›, fakat birbirine bakar fle’n ve namlar› vard›r. Ve ulûhiyetinin dairelerinde baflka baflka, fakat birbiri içinde görünür isim ve alâmetleri vard›r. Ve haflmetli icraat›nda ayr› ayr›, fakat birbirine benzer tecelli ve cilveleri vard›r. Ve kudretinin tasarrufat›nda baflka baflka, fakat birbirini ihsas eder ünvanlar› vard › r. Ve s›fatlar›n›n tecelliyat›nda baflka baflka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhurat› vard›r. mümessil: temsilci. nam: ad, isim. nizam: düzen, kanunlarla kurulan düzen. perde arkas›: görünürde olmayan, gizli. Rabbülâlemîn: Âlemlerin Rabbi, bütün âlemleri idare ve terbiye eden Allah. rububiyet: kâinat› yarat›p yönetme, terbiye etme. saltanat: sultanl›k, hâkimiyet. saltanat-› flahane: çok mükemmel hâkimiyet, güç ve 340 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) kuvvet. flahsiyet-i manevîye: manevî kiflilik; manen bir yerde bulunma. fle’n: durum, s›fat, ifllev. taallûk: iliflik, ilgi, münasebet. tabakat: tabakalar, katmanlar. tabakat-› hükûmet: h ü k ûmetin çeflitli daireleri, bölümleri. taht-› hükmünde: hükmü alt›nda, taht-› saltanat: hâkimiyet makam›, yönetim merkezi. tasarrufat: ifller, faaliyetler. tecelliyat: tecelliler, görünmeler, yans›malar. tevdi etmek: b›rakmak, emanet vermek. ulûhiyet: ilâhl›k, Cenab-› Hakk›n ibadet ve itaate lây›k tek varl›k olmas›. ünvan: isim, nam, s›fat. zat: kifli, flah›s. zuhurat: devaml› yenilenen görüntüler, beklenmedik hâller. Ve ef’alinin cilvelerinde çeflit çeflit, fakat birbirini ikmal eder tasarrufat› vard›r. Ve rengârenk sanat›nda ve masnuat›nda çeflit çeflit, fakat birbirini temafla eder haflmetli rububiyeti vard›r. ‹flte flu s›rr-› azîme binaen, kâinat› hayretfeza acip bir tertip ile tanzim etmifl. En küçük tabakat-› mahlûkattan olan zerrattan, tâ semavata ve semavat›n birinci tabakas›ndan, tâ Arfl-› Azama kadar birbiri üstünde teflkilât var. Her bir sema, bir ayr› âlemin dam› ve rububiyet için bir arfl ve tasarrufat-› ‹lâhiye için bir merkez hükmündedir. O dairelerde ve o tabakatta, çendan, ehadiyet itibar›yla bütün esma bulunabilir, bütün ünvanlarla tecelli eder. Fakat, nas›l ki adliyede hâkim-i âdil ünvan› as›ld›r, hâkimdir; sair ünvanlar orada onun emrine bakar, ona tâbidir. Öyle de, her bir tabakat-› mahlûkatta, her bir semada bir isim, bir ünvan-› ‹lâhî hâkimdir; sair ünvanlar da onun z›mn›ndad›r. Meselâ, ism-i Kadîr’e mazhar Hazret-i ‹sa Aleyhisselâm hangi semada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ile görüfltü ise, iflte o sema dairesinde Cenab-› Hak Kadîr ünvan›yla bizzat orada mütecellidir. Meselâ, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm›n makam› olan sema dairesinde en ziyade hükümferma, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm›n mazhar oldu¤u Mütekellim ünvan›d›r, ve hakeza… ‹flte zat-› Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, çünkü ‹sm-i Azama mazhard›r ve nübüvveti umumîdir ve bütün esmaya mazhard›r, elbette bütün devair-i rububiyetle alâkadard›r, elbette o dairelerde makam sahibi olan acip: ilginç, hayrete düflüren. adliye: mahkeme, yarg›lama yeri. alâkadar: ilgili, alâkal›. âlem: dünya, cihan. arfl: sema, gök, ‹lâhî hâkimiyet makam›n›n ifadesi. Arfl-› Azam: yüceler yücesi ‹lâhî makam. Allah’›n hâkimiyetinin ifadesi. çendan: gerçi, her ne kadar. devair-i rububiyet: rububiyet daireleri, sahalar›. ef’alin cilveleri: fiillerin, iflle- rin yans›malar› görünmeleri. ehadiyet: Allah’›n her bir fleyde birli¤inin tecelli etmesi. esma: adlar, isimler. hakeza: böylece, bunun gibi. hâkim: hükmeden, hâkimiyet sahibi; galip. hâkim-i âdil: âdil hâkim, adaletli hüküm verici. haflmetli: büyük, heybetli, korkutucu. hayretfeza: hayret verici, flafl›rt›c›. hükümferma: hüküm süren, hükmünü geçiren. ikmal: tamamlama. ‹sm-i Azam: Allah’›n en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan ismi. ism-i Kadîr: sonsuz kudret sahibi olan ve her fleye gücü yeten Allah’›n Kadir ismi. Kadîr: sonsuz kudret sahibi olan ve her fleye gücü yeten Allah. kâinat: yarat›lm›fl bütün varl›klar. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mazhar: görünme yeri; ulaflm›fl, flereflenmifl; sahip; ayna. mütecelli: akseden, görünen. Mütekellim: konuflan, ezelî kelâm s›fat›na sahip olan ve varl›klara konuflma kabiliyeti veren Allah. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah’›n elçili¤i. rububiyet: Cenab-› Allah’›n her kâinat› yarat›p yönetmesi ve terbiyesi. sema: gökyüzü, gök. semavat: semalar, gökler. s›rr-› azîme binaen: büyük s›rdan dolay›. tabakat: tabakalar, sahalar, bölümler. tabakat-› mahlûkat: yarat›lm›fllar›n k›s›mlar›, bölümleri. tâbi: itaat eden, ba¤lanan, uyan. tanzim: s›raya koyma, düzenleme, tertipleme. tasarrufat: ifller, faaliyetler. tasarrufat-› ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n iradesiyle olan icraatlar›, iflleri. tecelli: aç›l›p belirme, bilinme, görünme. temafla: bak›p seyretme, hayretle ve dikkatle bakma. tertip: düzen. teflkilât: kurumlar, kurulufllar. umumî: umumla ilgili, geneli kapsayan. ünvan: isim, nam, flan. ünvan-› ‹lâhî: Allah’›n isimleri. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. zerrat: zerreler, atomlar, en küçük madde parçalar›. ziyade: çok, fazla. z›mn: iç taraf, maksat, gaye. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 341 enbiyalarla görüflmek ve umum tabakattan geçmek, hakikat-i mirac› iktiza ediyor. • ‹kinci temsil: Nas›l ki bir sultan›n ünvanlar›ndan olan “kumandan-› azam” ünvan›, devair-i askeriyenin serasker dairesi gibi, küllî ve genifl daireden tut, tâ onbafl› dairesi gibi cüz’î ve hususî her bir dairede bir zuhuru, bir cilvesi vard›r. Meselâ, bir nefer, o kumandanl›k ünvan-› azam›n›n numunesini onbafl› flahs›nda görür, ona bakar, ondan emir al›r. O nefer onbafl› oldu¤unda, çavufl dairesindeki kumandanl›k dairesi nazar›na çarpar, ona bakar. Sonra çavufl olsa, o vakit kumandanl›k numunesini ve cilvesini mülâz›m dairesinde görür; o makamda ona mahsus bir iskemle bulunur. Ve hakeza, yüzbafl›, binbafl›, ferik, müflir dairelerinden her birinde, dairelerin büyük ve küçüklü¤ü nispetinde o kumandanl›k ünvan›n› görür. fiimdi, bir neferi, o kumandan-› azam bütün devair-i askeriyeye taallûk edecek bir vazife ile tavzif etmek istese, bir müfettifl gibi her devairi görüp ve görünecek bir makam vermek istese, elbette o kumandan-› azam, o neferi, onbafl› dairesinden tut, tâ daire-i azam›na kadar birer birer gezdirecek; tâ görsün, görülsün. Sonra huzuruna kabul edip sohbetine müflerref ederek, niflan ve ferman verip taltif ederek, tâ geldi¤i yere kadar bir anda gönderir. âciz: eli yetmez, güçsüz. cihet: yan, yön, taraf. cilve: görüntü, yans›ma, akis. cüz’î: az, küçük, feri. daire-i azam: en büyük derece ve daire. devair: daireler, kurumlar. devair-i askeriye: askeri kurumlar. enbiya: nebîler, peygamberler. eflhas: flah›slar, kifliler. ferik: general. ferman: emir, buyruk. hakeza: bunun gibi. hakikat-i miraç: mirac›n asl› ve esas›, gerçek mahiyeti. iktidar: güç yetme, yapabilme kabiliyeti. fiu temsilde bir noktay› nazara almak lâz›m ki, padiflah e¤er âciz olmazsa, sûrî oldu¤u gibi manevî cihetinde de iktidar› olsa, o vakit ferik, müflir, mülâz›m gibi eflhas› tevkil etmez, bizzat her yerde bulunur. Yaln›z baz› perdeler iktiza: gerektirme. kumandan-› azam: en büyük komutan küllî: umumî, büyük ve kapsaml›. mahsus: kifliye has olan, özel. makam: durak, memuriyet mevkii. manevî: maddî olmayan, manaya ait olan. müfettifl: kontrol eden, inceleyen, araflt›ran. mülâz›m: te¤men. müflerref etmek: flereflendir- 342 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) mek, onurland›rmak. müflir: mareflal. nazar: dikkat, bak›fl, fikir. nazara almak: bakmak; dikkat etmek. nefer: rütbesiz asker, er. nispet: oran. niflan: iz, eser, belirti, alâmet. numune: örnek. onbafl›: en küçük rütbe. padiflah: hükümdar, sultan. serasker: genelkurmay baflkan›, ordu komutan›. sûrî: görünüflte, görünümde. taallûk: ilgili olma. tabakat: tabakalar, derece. taltif etme: lütuf ve ihsanda bulunma, ödüllendirme. tavzif etmek: görevlendirmek. tevkil: vekil tayin etme, yetki verme. ünvan: ad, isim, lâkap; nam. ünvan-› azam: en büyük ünvan. zuhur: görünme. alt›nda ve makam sahibi eflhas›n arkas›nda, do¤rudan do¤ruya emri o verir. Baz› velî-i kâmil olan padiflahlar çok dairelerde, baz› eflhas suretinde icraat›n› yapt›¤› rivayet edilir. fiu temsil ile bakt›¤›m›z hakikat ise, acz onun içinde olmad›¤› için, do¤rudan do¤ruya her bir dairede emir ve hüküm kumandan-› azamdan geliyor; onun emriyle, iradesiyle, kuvvetiyledir. 1 ‹flte, flu temsil gibi, Hâkim-i Arz ve Semavat, emr-i o¿ƒoµn«na røoc ’e malik Amir-i Mutlak olan Sultan-› Ezelî ve Ebedî, tabakat-› mahlûkat›nda cereyan eden ve kemal-i itaat ve intizam ile imtisal olunan, evamir ve kumandanl›¤›n›n fluunat› ve zerrattan seyyarata ve sinekten semavata kadar olan tabakat-› mahlûkat ve tavaif-i mevcudatta küçük büyük, cüz’î küllî tabakat› ve taifeleri ayr› ayr›, fakat birbirine bakar bir tarzda birer daire-i rububiyet, birer tabaka-i hâkimiyet görünüyor. fiimdi, bütün kâinattaki makas›d-› ulya ve netaic-i uzmay› anlayacak ve bütün tabakat›n ayr› ayr› vezaif-i ubudiyetlerini görmekle Zat-› Kibriya’n›n saltanat-› rububiyetini, haflmet-i hâkimiyetini müflahede ederek, o Zat›n marziyat› ne oldu¤unu anlamak ve Onun saltanat›na dellâl olmak için, alâküllihâl, o tabakat ve dairelere bir seyrüsülûk olacakt›r. Tâ daire-i azamiyesinin ünvan› olan Arfl-› Azam›na girecek, tâ Kab-› Kavseyn’e, yani imkân ve vücup ortas›nda Kab-› Kavseyn ile iflaret olunan makama girecek ve Zat-› Celîl-i Zülcemal ile görüflecektir. Ki, flu seyrüsülûk ise, mirac›n hakikatidir. 1. “Ol!” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.) acz: zay›fl›k, güçsüzlük. alâküllihâl: her hâlde, her durumda. Amir-i Mutlak: mutlak amir ve emir sahibi olan Allah. Arfl-› Azam: Allah’›n yüce taht›, arfl›, yüksek hâkimiyetinin ifadesi. cereyan: olma, meydana gelme. cüz’î: küçük, bütüne ait olan, parça. daire-i azamiye: daire ve makam›n en genifl ve büyük olan›. dellâl: bir fleyi ilân edip duyuran. eflhas: flah›slar, kifliler. evamir: emirler, buyruklar. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. Hâkim-i Arz ve Semavat: yeryüzünün ve göklerinin hâkimi. haflmet-i hâkimiyet: i h t iflaml› egemenlik, heybetli ve büyük hâkimiyet. hüküm: karar, emir, hâkimiyet. icraat: ifller, yap›lan ifller, uygulanan fleyler. imkân: varl›¤› mümkün olma. imtisal: emre uygun flekilde hareket etme. irade: dileme, isteme, ferman. Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin Miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam. kemal-i itaat ve intizam: tam bir itaat ve mükemmel düzenlilik. kumandan-› azam: en büyük komutan. küllî: büyük, genel, kapsaml›. makas›d-› ulya: çok yüce maksatlar, gayeler. marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›ran davran›fllar. Miraç: Peygamberimiz Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. müflahede etmek: görmek, flahit olmak. netaic-i uzma: çok büyük neticeler, sonuçlar. rububiyet: Allah’›n kâinat› yarat›p yönetmesi keyfiyeti. saltanat-› rububiyet: Cenab-› Hakk›n bütün varl›klar› yaratmas›, ihtiyaçlar›n› gidermesi, tam bir hâkimiyetle onlar› uyum içinde sevk ve idare etmesi. seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ermek için ç›k›lan manevî ve ruhî yolculuk. seyyarat: gezegenler. Sultan-› Ezelî ve Ebedî: varl›¤›n›n bafllang›c› ve sonu olmayan kudret ve hâkimiyet sahibi Allah. fluunat: Allah’›n yüce zat›n›n gere¤i olan ve zat›ndan ayr›lmayan ifller, fiiller; mukaddes hâl ve keyfiyetler. tabaka-i hâkimiyet: hâkimlik, egemenlik derecesi. tabakat-› mahlûkat: yarat›lm›fllar›n k›s›mlar›, bölümleri. tavaif-i mevcudat: varl›k gruplar›, mevcutlar›n k›s›mlar›. velî-i kâmil: olgunlu¤a ermifl kimseler, Allah dostu, evliya. vezaif-i ubudiyet: kulluk vazifeleri, iflleri. vücup: zorunluluk, gereklilik. Zat-› Celil-i Zülcemal: sonsuz güzellik ve büyüklük sahibi olan Allah. Zat-› Kibriya: yüce zat, Cenab-› Hakk›n kudreti ve her cihette büyüklü¤ü. zerrat: zerreler, atomlar, en küçük madde parçalar›. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 343 arfl: Allah’›n büyüklük ve yüceli¤inin ve her fleyi kuflatan s›n›rs›z egemenli¤inin tecelli etti¤i yer. beden-i misalî: görüntüden ibaret beden. berk: flimflek. Burak: Hz. Muhammed’in Miraçta Allah’›n ihsan› olarak bindi¤i binek. ceset-i necmî: parlayan bir y›ld›z gibi ak›p giden beden. cevelân: yerinde durmay›p gezme, dolaflma. cihazat: cihazlar, maddî manevî organlar. cism-i Muhammedî: Peygamber Efendimizin mübarek bedeni. cism-i nuranî: nurlu parlak cisim. deveran: dönüp dolaflma. ef’al: fiiller, ifller, ameller. ef’al-i hakîmâne: belirli gayelere yönelik, faydal›, yerli yerinde yap›lan fiiller, ifller. ehl-i Cennet: Cennete girecek olanlar. emvat: ölüler. evliya: velîler, Allah dostlar›, üstün ahlâk sahibi kimseler. fail: fiili, ifli yapan, iflleyen. ferfl: yeryüzü, zemin. fiil: ifl, olufl, davran›fl, hareket. Hâkim: her fleye hükmeden, her fleyi hükmü alt›nda tutan, her fleye galip olan Allah. haflir: dirilip toplanmak, birikmek hat›ra gelme: akla gelme. hayretfeza: hayret verici, hayreti artt›r›c›. icat: vücuda getirmek, yoktan yaratmak. intizam: düzgün olma, düzgünlük, düzenlilik. kabiliyet: yetenek, kapasite; yap›, özellik. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. lâtif: ruhanî, cismanî olmayan. makam-› istima: dinleme makam›, konumu. manidar: bir mana ifade eden, in- Her bir insan, akl›yla, hayal sür’atinde seyeran›; her bir velî, kalbiyle berk sür’atinde cevelân› ve cism-i nuranî olan her bir melek ruh sür’atinde Arfltan ferfle, ferflten Arfla deveran›; ehl-i Cennetin insanlar›, Burak sür’atinde, haflirden befl yüz sene fazla mesafeden Cennete ç›kmalar› oldu¤u gibi, nur ve nur kabiliyetinde ve evliya kalplerinden daha lâtif ve emvat›n ruhlar›ndan ve melâike cisimlerinden daha hafif ve cesed-i necmî ve beden-i misalîden daha zarif olan ruh-i Muhammediyenin (a.s.m.) hadsiz vezaifine medar ve cihazat›n›n mahzeni olan cism-i Muhammedî (a.s.m.), elbette onun ruh-i âlîsiyle Arfla kadar beraber gidecektir. fiimdi, makam-› istimada olan mülhide bak›yoruz. Hat›ra geliyor ki, o mülhit kalbinden der: “Ben Allah’› tan›m›yorum, Peygamberi bilmiyorum; nas›l miraca inanaca¤›m?” Biz de deriz ki: Madem flu kâinat ve mevcudat var ve içinde ef’al ve icat var. Hem madem muntazam bir fiil failsiz olmaz, manidar bir kitap kâtipsiz olmaz, sanatl› bir nak›fl nakkafls›z olmaz. Elbette, flu kâinat› dolduran ef’al-i hakîmânenin bir faili ve yeryüzünün mevsimbemevsim tazelenen hayretfeza nukufllar›n›n, manidar mektubat›n›n bir kâtibi, bir nakkafl› vard›r. Hem madem bir iflte iki hâkimin bulunmas› o iflin intizam›n› bozuyor. Hem madem sinek kanad›ndan tâ semavat kandiline kadar mükemmel bir intizam var. Öyle ise o Hâkim birdir. Bir olmazsa—çünkü her fleyde sanat ce manal›. medar: dayanak noktas›, sebep, vesile. mektubat: mektuplar. melâike: melekler, nurdan yarat›lm›fl, f›tratlar› safî, makamlar› sabit olan, Allah’›n emirlerine tam itaat eden mahlûklar. melek: Allah’›n nurdan yaratt›¤›, göze her zaman görülemeyen, Allah’›n emirlerine tam itaat eden mahlûk. mevcudat: mevcutlar, var 344 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) olan her fley. mevsimbemevsim: mevsimden mevsime. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muntazam: s›ralanm›fl, derlitoplu, düzenli. mülhit: dinsiz, kâfir. nakkafl: nak›fl ifli yapan, süsleme ve iflleme yapan sanatkâr. nak›fl: iflleme, süsleme sanat›. nukufl: nak›fllar, ifllemeler. ruh-i âlî: yüce, yüksek ruh. Ruh-i Muhammedî: Peygamberimizin temiz, yüce ruhu. sanatl›: ustaca ve güzelce yap›lm›fl. semavat: semalar, gökler. seyeran: seyahat, gezme. sür’at: h›z. velî: Allah dostu. vezaif: vazifeler, ifller. ve hikmet o derece aciptir ki, o fleyin Sânii, her bir fleye muktedir olacak, her bir ifli bilecek bir derecede Kadîr-i Mutlak olmak lâz›m gelir; öyle ise, bir olmazsa—mevcudat adedince ilâhlar›n bulunmas› lâz›m gelir. O ilâhlar hem birbirine z›t, hem birbirine misil olacaklar; ve o hâlde flu acip intizam bozulmamak yüz bin defa muhaldir. Hem madem flu mevcudat›n tabakat›, bir ordudan bin defa daha muntazam bir emir ile hareket etti¤i bilbedahe görünüyor. Y›ld›zlar›n, günefl ve kamerin muntazaman hareketlerinden tut, tâ badem çiçeklerine kadar her bir taife o kadar muntazam, o kadar mükemmel bir surette Kadîr-i Ezelî’nin o taifeye verdi¤i niflanlar›, formalar›, güzel libaslar› ve tayin etti¤i harekât›, bin defa ordudan daha muntazam bir tarzda izhar ediyor. Öyle ise, flu kâinat›n, mevcudat› Onun emrine bakar ve imtisal eder, perde-i gayp arkas›nda bir Hâkim-i Mutlak’› vard›r. Hem madem o Hâkim, bütün yapt›¤› icraat-› hakîmâne flahadetiyle, hem gösterdi¤i âsâr-› haflmetle, bir Sultan-› Zülcelâl’dir. Hem gösterdi¤i ihsanat ile gayet Rahîm bir Rab’dir, hem izhar etti¤i güzel sanatlar›yla sanatperver ve sanat›n› çok sever bir Sâni’dir. Hem gösterdi¤i tezyinat ve merakaver sanatlar›yla zîfluurlar›n nazar-› istihsan›n› âsâr›na celp etmek isteyen bir Hâl›k-› Hakîm’dir. Hem hilkat-i âlemde gösterdi¤i muhayyirülukul tezyinat›n ne demek oldu¤unu ve mahlûkat nereden gelip nereye gidece¤ini, rububiyetinin hikmetiyle zîfluura bildirmek istedi¤i anlafl›l›yor. Elbette bu Hâkim-i Hakîm ve Sâni-i Alîm, rububiyetini göstermek ister. acip: hayret veren, flafl›lacak fley. âsâr: eserler. asar-› haflmet: heybetin, büyüklü¤ün eserleri. bilbedahe: apaç›k bir flekilde. celp: çekifl, kendine çekme. forma: askeri niflan, rütbe iflareti; flekil, biçim. Hâkim: Her fleye hükmeden, her fleyi hükmü alt›nda tutan, her fleye galip olan Allah. Hâkim-i Hakîm: Her fleye tam bir hâkimiyetle, belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde olarak hükmeden Allah. Hâkim-i Mutlak: hiçbir flekilde hâkimiyetine s›n›r konmayan tam hüküm sahibi; kay›ts›z flarts›z her fleye hükmeden, Allah. Hâl›k-› Hakîm: her fleyi belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde yaratan yarat›c›, Allah. harekât: hareketler. hikmet: belirli gayelere yö- nelik, faydal›, yerli yerinde olufl. hilkat-› âlem: âlemin yarat›l›fl›. icraat-› hakîmâne: belirli gayelere yönelik, faydal›, yerli yerinde yap›lan ifller, icraatlar. ihsanat: iyilikler, ba¤›fllar, yard›mlar. ilâh: tanr›, sonsuz güçlere ve kuvvetlere sahip varl›k; ‹slâm gelene¤inde hakikî ma’bud olan Allah. imtisal etmek: emre tama- men uyma, gerekeni yapma. intizam: düzgün olma, düzgünlük, düzenlilik. izhar: gösterme, ortaya koyma. Kadîr-i Ezelî: her fleye gücü yeten, varl›¤›n›n evveli olmayan, Allah. Kadîr-i Mutlak: hiç bir kay›t ve flarta tâbi olmaks›z›n her fleye gücü yeten sonsuz kudret sahibi Allah. kâinat: yarat›lm›fl olan varl›klar›n tamam›. lâz›m: gerekli, lüzumlu. libas: elbise. mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar. merakaver: merak verici, düflündürücü. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, kâinat. muhal: imkâns›z, olmas› mümkün olmayan. muhayyirülukul: ak›llar› hayrette b›rakan. muktedir: iktidarl›, gücü yeten, kuvvetli. muntazaman: düzenli olarak, sürekli olarak. nazar-› istihsan: be¤enerek bakma. niflan: iz, eser, belirti, damga. perde-i gayp: gayp perdesi, manevî âlemlerin görünmesini engelleyen mahiyeti bizce bilinmeyen perde. Rab: bütün varl›klar› yaratan, ihtiyaçlar›n› gideren, yetifltiren, onlar› uyum içinde sevk ve idare eden Allah. Rahîm: koruyan, merhamet ve flefkat eden, Allah. rububiyet: Allah’›n, yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi onlar› sevk, idare ve terbiye edip hâkimiyeti alt›nda bulundurmas›. sanatperver: sanata ilgi duyan kimse, sanatsever. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. Sâni-i Alîm: her fleyi hakk›yla bilen sanatkâr, Allah. Sultan-› Zülcelâl: büyüklük ve hâkimiyet sahibi sultan, Allah. flahadet: flahitlik, tan›kl›k; gösterme, iflaret. tabakat: tabakalar, bölümler. taife: topluluk; varl›k türü. tayin etme: gösterme, s›n›r›n› çizme, belirleme, atama. tezyinat: süsler, süslemeler. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 345 Hem madem bu kadar gösterdi¤i âsâr-› lütuf ve merhamet ve garaib-i sanat ile zîfluura kendini tan›tt›rmak ve sevdirmek ister; elbette zîfluurlardan arzular›n› ve onlardaki marziyat› ne oldu¤unu bir mübelli¤ vas›tas›yla bildirecektir. abes: bofl, saçma. âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, dünyas›. asar-› lütuf: iyilik ve ba¤›fl eserleri. bilfiil: bizzat kendi çal›flmas› ile yaparak. dellâl: ilân edici, hakka davet eden, tan›t›c›. derç: içine koyma, yerlefltirme. elyak: en lây›k. enzar: bak›fllar, nazar etmeler. fevkinde: üstünde, yüksek derecede. fevkine ç›kmak: üstüne ç›kmak. garaib-i sanat: sanattaki hayret veren, flafl›rtan incelikler. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. iktiza etme: gerektirme. izhar: gösterme, ortaya ç›karma. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. kemalât: faziletler, iyilikler, olgunluklar. kurb-i huzur: kendi huzuru, yan›. küllî: bütün ile ilgili, bütüne ait, umumî. lütuf: güzellik, iyilik, ba¤›fl. mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar. makam: yer, memuriyet mevkii. makas›d: maksatlar, gayeler, amaçlar. marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak hâl ve hareketler. mehasin-i sanat: sanat güzellikleri. merhamet: ac›mak, flefkat göstermek, korumak. mevcudat: varl›klar, var olan her fley, kâinat. Miraç: Peygamber Efendimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muallim: ders veren, ö¤reten, ö¤retici. muamma-i rububiyet: ‹lâhî terbiye, Allah’›n yaratt›¤› bütün var- Öyle ise, zîfluurlardan birisini tayin edip onun ile o rububiyetini ilân edecektir. Ve sevdi¤i sanatlar›n› teflhir için, bir dellâl› kurb-i huzuruna müflerref edip teflhire vas›ta edecektir. Ve o ulvî makas›d›n› sair zîfluurlara bildirmekle kemalât›n› izhar etmek için, birisini muallim tayin edecektir. Ve flu kâinatta derç etti¤i t›ls›m› ve flu mevcudatta gizledi¤i muamma-i rububiyeti manas›z kalmamak için, her hâlde bir rehber tayin edecektir. Ve gösterdi¤i ve enzar›n temaflas›na neflretti¤i mehasin-i sanat faydas›z ve abes kalmamak için, onlardaki makas›d› ders verecek bir rehber tayin edecektir. Hem marziyat›n› zîfluurlara tebli¤ etmek için, birisini bütün zîfluurlar›n fevkinde bir makama ç›karacak ve marziyat›n› ona bildirecek, onlara gönderecektir. Madem hakikat ve hikmet böyle iktiza ediyor. Ve flu vezaife en elyak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd›r. Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir surette o vazifeleri yapm›flt›r. Teflkil etti¤i âlem-i ‹slâm ve gösterdi¤i nur-i ‹slâmiyet bir flahid-i âdil ve sad›kt›r. Öyle ise, o zat, do¤rudan do¤ruya bütün kâinat›n fevkine ç›k›p, bütün mevcudattan geçip, bir makama girmek lâz›md›r ki, bütün mahlûkat›n Hâl›k’› ile umumî, ulvî, küllî bir sohbet etsin. ‹flte, Miraç dahi bu hakikati ifade ediyor. l›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi onlar› sevk ve idare edip hâkimiyeti alt›nda bulundurmas›n›n s›rlar›. mübelli¤: tebli¤ eden, haber veren, bildiren. müflerref etme: flereflendirme, onurland›rma. neflretmek: yaymak. nur-i ‹slâmiyet: ‹slâm dininin ayd›nl›¤›, ›fl›¤›. rehber: yol gösteren, k›lavuz, delil. rububiyet: ‹lâhî terbiye , Al- 346 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) lah’›n, yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi onlar› sevk ve idare edip hâkimiyeti alt›nda bulundurmas›. suret: biçim, flekil. flahid-i adil ve sad›k: adaletli ve do¤ru sözlü flahit. tayin etme: belirleme, atama; görevlendirme. tebli¤: ulaflt›rmak, bildirmek. temafla: bakma, hayretle ve dikkatle bakma. teflhir: gösterme, sergileme, ilân etme. teflkil etmek: meydana getirme, oluflturmak. t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i gizli s›r. ulvî: yüksek, yüce. umumî: genele ait, herkesle alâkal›. vas›ta: arac›. vezaif: vazifeler, ifller. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. E l h â s › l : Madem flu azîm kâinat› mezkûr maksatlar gibi çok azîm makas›d ve çok büyük gayeler için flu surette teflkil, tertip ve tezyin etmifltir. Hem madem flu mevcudat içinde flu umumî rububiyeti bütün dekaik› ile, flu azîm saltanat-› ulûhiyeti bütün hakaik› ile görecek insan nev’i vard›r. Elbette o Hâkim-i Mutlak o insan ile konuflacakt›r, makas›d›n› bildirecektir. Madem her insan cüz’iyetten ve süfliyetten tecerrüt edip en yüksek bir makam-› küllîye ç›kam›yor, o Hâkim’in küllî hitab›na bizzat muhatap olam›yor; elbette, o insanlar içinde baz› efrad-› mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar. Tâ iki cihetle münasebeti bulunsun: hem insan olmal›, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmal› ki, tâ do¤rudan do¤ruya hitaba mazhar olsun. fiimdi, madem flu insanlar içinde, flu kâinat Sâniinin makas›d›n› en mükemmel bir surette bildiren ve flu kâinat t›ls›m›n› keflfeden ve hilkatin muammas›n› açan ve rububiyetin mehasin-i saltanat›na en mükemmel tarzda dellâll›k eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd›r; elbette, bütün efrad-› insaniye içinde öyle bir manevî seyrüsülûku olacakt›r ki, cismanî âlemde seyrüseyahat suretinde bir mirac› olacakt›r. Yetmifl bin perde tabir olunan berzah-› esma ve tecelli-i s›fât ve ef’al ve tabakat-› mevcudat›n arkas›na kadar kat-› meratip edecektir. ‹flte miraç budur. azîm: büyük, yüce. berzah-› esma: Allah’›n isimlerinin perdesi, aral›¤›. bizzat: kendisi, kendi, flahsen. cismanî âlem: gördü¤ümüz, maddî âlem. cüz’iyet: azl›k, küçüklük, basitlik; fert olufl. dekaik: incelikler. dellâl: ilân edip duyuran, tan›tan. efrad-› insanî: insan fertleri. efrad-› mahsus: özel fertler, flah›slar. hakaik: gerçekler, hakikatler. Hâkim: her fleye hükmeden, her fleyi hükmü alt›nda tutan, Allah. Hâkim-i Mutlak: hiçbir flekilde hâkimiyetine s›n›r konmayan, her fleye hükmeden, Allah. hat›ra gelme: zihne, akla gelme, hat›rlama. hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl. hitaba mazhar olmak: kendisiyle konuflulmak, kat-› meratip: mertebeleri aflma, mertebeleri geçme. keflfetmek: gizli bir fleyi açmak, meydana ç›karmak. küllî: kapsaml›, bütüne ait; her fleyi ilgilendiren. makam-› küllî: genifl ve yüksek makam. makas›d: maksatlar, gayeler, amaçlar. maksat: kastedilen, istenilen fley, gaye, amaç. mehasin-i saltanat: Allah’›n saltanat›n›n, hâkimiyetinin güzellikleri. mevcudat: varl›klar, var olan her fley. mezkûr: ad› geçen, an›lan. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muallim: ders veren, ö¤reten, ö¤retici. muamma: manas› zor anlafl›l›r fley, gizli s›r. muhatap: konuflulan kimse. muvazzaf: vazifeli, görevli. münasebet: uygunluk; ilgi, alâka. nev: çeflit, cins, tür. rububiyet: ‹lâhî terbiye, Allah’›n yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi, onlar› sevk ve idare edip hâkimiyeti alt›nda bulundurmas›. ruhen: ruh bak›m›ndan. saltanat-› ulûhiyet: tek ilâh olan Allah’›n hâkimiyeti. Sâni: bütün varl›klar› sanatl› bir flekilde yaratan, Allah. seyrüseyahat: hareket etme ve gezme, yolculuk ve gezme. seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ermek için ç›k›lan manevî ve ruhî yolculuk. suret: biçim, görünüfl, biçim; tarz. süfliyet: afla¤›l›k, adîlik. tabakat-› mevcudat: varl›klar›n k›s›mlar›, bölümleri. tabir olunan: isimlendirilen, adland›r›lan. tecelli-i s›fât ve ef’al: Cenab-› Hakk›n fiillerinin ve s›fatlar›n›n tecelli etmesi, görünmesi. tecerrüt etmek: s›yr›lmak, uzaklaflmak, somutlaflmak. tertip: düzenleme, s›ralama. teflkil: meydana getirme, oluflturma. tezyin: süsleme, donatma. t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i gizli s›r. ulvî: yüksek, yüce. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 347 Yine hat›ra geliyor ki: Ey müstemi! Sen kalbinden diyorsun ki, “Nas›l inanay›m? Her fleyden daha yak›n bir Rabbe, binler sene mesafeyi katedip yetmifl bin perdeyi geçtikten sonra Onunla görüflmek ne demektir?” Biz de deriz ki: Cenab-› Hak her fleye, her fleyden daha yak›nd›r; fakat, her fley Ondan nihayetsiz uzakt›r. Nas›l ki güneflin fluuru ve konuflmas› olsa, senin elindeki âyine vas›tas› ile seninle konuflabilir, istedi¤i gibi sende tasarruf eder. Belki âyinemisal senin göz bebe¤inden sana daha yak›n oldu¤u hâlde, sen dört bin sene kadar ondan uzaks›n, hiçbir cihette ona yanaflamazs›n. E¤er terakki etsen, kamer makam›na gelip, do¤rudan do¤ruya bir mukabele noktas›na ç›ksan, ona, yaln›z bir nevi âyinedarl›k edebilirsin. Öyle de, fiems-i Ezel ve Ebed olan Zat-› Zülcelâl, her fleye her fleyden daha yak›n oldu¤u hâlde, her fley Ondan nihayetsiz uzakt›r. Yaln›z bütün mevcudat› katedip, cüz’iyetten ç›k›p, külliyetin meratibinde git gide binler hicaplardan geçip, tâ bütün mevcudata muhit bir ismine yanafl›r, Ondan daha ileride çok meratibi kateder, sonra bir nevi kurbiyete müflerref olur. âyine: ayna. âyinedarl›k: aynal›k. âyinemisal: ayna gibi. binbafl›: tabur komutan›. cihet: yön, taraf. cüz’iyet: cüz’î olufl, küçüklük; fert olufl. gayet: çok, son derece. hakikî: gerçek, gerçekten. hat›r: kalbe gelme, hat›rlama. hicap: perde, örtü, engel. kamer makam›: ay›n bulundu¤u yer. kamer: ay. katetmek: geçmek, aflmak. kumandan-› azam: en büyük komutan. kurbiyet: yak›nl›k, Allah’a yak›nl›k kazanma. külliyet: bütünlük, umumîlik, genellik. manevî: maddî olmayan, manaya ait. meratib-i külliye: külli mertebe- Hem meselâ, bir nefer, kumandan-› azam›n flahs-› manevîsinden çok uzakt›r. O nefer, kumandan›n›, onbafl›l›kta gördü¤ü küçük bir numune ile gayet uzak bir mesafede, manevî çok perdeler arkas›nda ona bakar. Hakikî onun flahs-› manevîsiyle kurbiyet ise, mülâz›ml›k, yüzbafl›l›k, binbafl›l›k gibi çok meratib-i külliyeden geçmek ler, pek çok derece. meratip: mertebeler, kademeler, dereceler. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, kâinat. muhit: kuflatan, saran. mukabele noktas›: karfl›laflma noktas›. mülâz›m: te¤men. müstemi: dinleyen, dinleyici. müflerref olmak: fl e r e f l e nmek, onurlanmak. nefer: rütbesiz asker, er. nevi: çeflit; cins. 348 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) nihayetsiz: sonsuz. numune: örnek. onbafl›: askeri rütbede ilk derece. perde: kap›, örtü, peçe; engel. Rab: besleyen, yetifltiren, verdi¤i nimetlerle mahlûkat› ›slah ve terbiye eden Allah. flahs-› manevî: manevî flah›s, belli bir kifli olmay›p bir cemaatten meydana gelen manevî kiflilik. fiems-i Ezel ve Ebed: varl›¤› ezelî ve ebedî olup bir günefl gibi ezelî ve ebedî nurland›ran Allah. fluur: anlay›fl, idrak, bilinç. tasarruf etme: faaliyet ve icraatta bulunma, kullanma. terakki: yükselme, ilerleme, geliflme. vas›ta: arac›. yüzbafl›: bölük komutan›. Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük sahibi zat, Allah. lâz›m geliyor. Hâlbuki, kumandan-› azam, emriyle, kanunuyla, nazar›yla, hükmüyle, ilmiyle—sureten oldu¤u gibi, manen de kumandan ise—bizzat zat›yla o neferin yan›nda bulunur, görür. fiu hakikat On Alt›nc› Sözde gayet kat’î bir surette ispat edildi¤inden, ona iktifaen burada k›sa kesiyoruz. Yine hat›ra gelir ki: Sen kalbinden dersin, “Ben semavat› inkâr ediyorum, melâikelere inanm›yorum; semavatta birinin gezmesine, melâikelerle görüflmesine nas›l inanay›m?” Evet, senin gibi akl› gözüne inmifl ve gözüne perde çekilmifl adamlara söz anlatmak ve bir fley göstermek elbette müflküldür. Fakat, hak o kadar parlakt›r ki, körler de görebildi¤i için biz de deriz ki: Feza-i ulvî, bilittifak esîr ile doludur. Ziya, elektrik, hararet gibi sair seyyalât-› lâtife, o fezay› dolduran bir maddenin vücuduna delâlet eder. Meyveler, a¤ac›n›; çiçekler, çimenlerini; sümbüller, tarlalar›n›; bal›klar, denizini bilbedahe gösterdi¤i gibi; flu y›ld›zlar dahi, bizzarure, menflelerini, tarlas›n›, denizini, çimengâh›n›n vücudunu akl›n gözüne sokuyorlar. Madem âlem-i ulvîde muhtelif teflkilât var, muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor; öyle ise, o ahkâmlar›n menfleleri olan semavat muhteliftir. ‹nsanda, cisimden baflka nas›l ak›l, kalp, ruh, hayal, haf›za gibi manevî vücutlar da var; elbette, insan-› ekber olan âlemde ve flu insan meyvesinin fleceresi olan kâinatta, âlem-i c i smaniyetten baflka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ ahkâm: emirler, hükümler. ak›l: düflünce, zekâ, anlay›fl. âlem: bütün evren, tüm varl›klar; dünya. âlem-i arz: dünya âlemi. âlem-i cismaniyet: madde âlemi. âlem-i ulvî: yüksek, yüce âlem; semaya ait âlem. bilbedahe: apaç›k bir flekilde. bilittifak: ittifakla, fikir ve görüfl birli¤iyle. bizzarure: kesinlikle, mecburen. bizzat: kendisi, kendi, flahsen. cisim: madde, beden, vücut. çimengâh: çimenlik. delâlet: delil olma, gösterme. esîr: kâinattaki boflluklar› dolduran, havadan hafif olup ›s› ve ›fl›¤› nakleden madde. feza: uzay. feza-i ulvî: genifl ve yüksek uzay. gayet: çok, son derece. haf›za: insanda hat›rlama duygusu. hak: gerçek, do¤ru. hakikat: gerçek. hararet: s›cakl›k, ›s›. hat›ra gelme: zihne, akla gelme, hat›rlama. hüküm: karar, emir, buyruk. iktifaen: yeterli görerek, yetinerek. inkâr: kabul etmemek, reddetmek. insan-› ekber: en büyük insan. ispat: delil ve flahit göstererek do¤ruyu ortaya koyma. kâinat: âlem. kalp: insanda duygular›n merkezi olan manevî varl›k. kat’î: kesin, flüphesiz. kumandan-› azam: en büyük komutan. lâz›m: gerekli. manen: manevî olarak, mana itibar›yla. manevî: maddî olmayan, manaya ait olan; görünmeyen. melâike: melekler. menfle: kaynak, esas, kök. muhtelif: farkl›, çeflitli. muhtelif ahkâmlar: çeflitli hükümler. muhtelif teflkilât: çeflitli kurulufllar, çeflitli yap›lanmalar. muhtelif vaziyetler: çeflitli durumlar. müflkül: güç, zor. nazar: görüfl, bak›fl. nefer: rütbesiz asker, er. ruh: can, manevî varl›k, nefis, insandaki canl›l›¤›n ve dirili¤in, kayna¤› olan s›r. sair: di¤er, baflka. semavat: semalar, gökler. seyyalât-› lâtife: ›fl›k, hava, elektrik gibi fleffaf olan ak›p giden varl›klar. suret: biçim, tarz, flekil. sureten: görünüfl itibar›yla, flekilce. flecere: a¤aç. vücut: var olufl, varl›k. zat: kendi, flah›s. ziya: ›fl›k. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 349 Cennet âlemine kadar her bir âlemin, birer semas› vard›r. âlem: dünya, cihan. âlem-i ahiret: ahiret âlemi. âlem-i arz: dünya âlemi. âlem-i berzah: ruhlar›n k›yamete kadar kalacaklar› âlem; kabir âlemi. âlem-i misal: görüntüler âlemi, dünyadaki ifllerin görüntülendi¤i ve gözlendi¤i, ruhlar›n bulundu¤u âlem. arz: yeryüzü, dünya. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. cazibe: cezp edicilik, çekicilik. Cennet âlemi: Cennet hayat›. dam: çat›, tavan. elhâs›l: netice itibar›yla, özetle. esîr: kâinattaki boflluklar› dolduran, havadan hafif olup ›s› ve ›fl›¤› nakleden madde. hadis: Peygamber Efendimizin sözleri. hane hükmünde: ev gibi. hararet: s›cakl›k, ›s›. harekât: hareketler. hikmeten: fayda, ak›l ve incelik bak›m›ndan. iktifaen: yetinerek, yeterli bularak. iktiza etme: lâz›m gelme, gerekme. irade: dileme, isteme. ispat: delil ve flahit göstererek do¤ruyu ortaya koyma. ‹flaratü’l-‹’caz: Bediüzzaman Said Nursî’nin, Kur’ân’›n mu’cize olan özelliklerini anlatan tefsiri. kat’î: kesin, flüphesiz. kat’iyet: kesinlik. kesif: yo¤un, fleffaf olmayan. küre-i arz: dünya, yer küre. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. mecerretüssema: Samanyolu galaksisi. medar olmak: dayanak noktas› olmak; yörünge olmak. melâike: melekler. mesken: yaflan›lan, kal›nan yer. mevcudat: mevcutlar, varl›klar. muhtelif: çeflitli, farkl›. muhtelifülecnas: farkl› cinsleri. mutavass›t: orta hâlli. müsait: elveriflli, uygun. müzeyyen kas›rlar: süslü saraylar, köflkler. nam: ad, isim. nispeten: göre, k›yasla. nücum: y›ld›zlar. pek kesretli: say›ca çok fazla. ruhanîler: gözle görülmeyen, cismi olmayan, elle tutulamayan cin ve melek gibi varl›klar. Hem melâike için deriz ki: Seyyarat içinde mutavass›t ve y›ld›zlar içinde küçük ve kesif olan küre-i arz, mevcudat içinde en k›ymettar ve nuranî olan hayat ve fluur hesaps›z bir surette onda bulunuyorlar. Elbette, karanl›kl› bir hane hükmünde olan flu arza nispeten müzeyyen kas›rlar, mükemmel saraylar hükmünde olan y›ld›zlar ve y›ld›zlar›n denizleri olan gökler, zîfluur ve zîhayat ve pek kesretli ve muhtelifülecnas olan melâike ve ruhanîlerin meskenleridir. Pek kat’î bir surette ‹flaratü’l-‹’caz nam›ndaki tefsirimde, 1 mäGnƒ'ªn°S n™rÑ°nS søo¡jƒs n°ùna pABɪn s°ùdG ‹n pG …=ƒ' nà°rSG sºoK ayetinde, semavat›n hem vücudu, hem taaddüdü ispat edildi¤inden ve melâike hakk›nda Yirmi Dokuzuncu Sözde iki kere iki dört eder kat’iyetinde, melâikelerin vücudunu ispat etti¤imizden, onlara iktifaen burada k›sa kesiyoruz. E l h â s › l : Esîrden yap›lm›fl, elektrik, ziya, hararet, cazibe gibi seyyalât-› lâtifenin medar› olmufl ve hadiste 2 l±ƒoØ`rµne lêƒr ne oABÉnªs°ùdnG iflaretiyle seyyarat ve nücumun harekât›na müsait olmufl ve Samanyolu denilen mecerretüssemadan, tâ en yak›n seyyareye kadar, muhtelif vaziyet ve teflekkülde yedi tabaka, her bir tabaka âlem-i arzdan, tâ âlem-i berzaha, âlem-i misale, tâ âlem-i ahirete kadar birer âlemin dam› hükmünde birer seman›n bulunmas›, hikmeten, aklen iktiza eder. 1. Bundan baflka semaya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. (Bakara Suresi: 29.) 2. Gök dondurulmufl bir dalgad›r. (Tirmizî, Tefsir: 59; Müsned, 2:370.) Samanyolu: günefl sistemini içine alan y›ld›z kümesi, Kehkeflan. sema: gökyüzü, gök. semavat: semalar, gökler. seyyalât-› lâtife: hava, ›fl›k, elektrik gibi ak›c› maddeler. seyyarat: gezegenler. seyyare: gezegen. 350 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) suret: biçim, flekil tarz. fluur: bir fleyi anlama, tan›ma ve kavrama gücü, bilinç. taaddüt: birden fazla olma; bir fleyin say›s›n›n artmas›. tabaka: kat, katman. tanzim: s›raya koyma, düzenleme. tefsir: Kur’ân’›n aç›klamas›; izah, yorum. teflekkül: flekillenme, meydana gelme. vaziyet: durum, durufl. hâli. vücut: var olufl, varl›k. zîhayat: hayat sahibi. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. ziya: fl›k, ayd›nl›k. Hem hat›ra gelir ki: Ey mülhit! Sen dersin, “Bin müflkülât ile tayyare vas›tas›yla ancak bir iki kilometre yukar›ya ç›k›labilir. Nas›l, bir insan cismiyle binler sene mesafeyi birkaç dakika zarf›nda kateder, gider, gelir?” Biz de deriz ki: Arz gibi a¤›r bir cisim, fenninizce, hareket-i seneviyesiyle bir dakikada takriben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser, takriben yirmi befl bin senelik mesafeyi bir senede katediyor. Acaba, flu muntazam harekât› ona yapt›ran ve bir sapan tafl› gibi döndüren bir Kadîr-i Zülcelâl, bir insan› Arfla getiremez mi? fiemsin cazibesi denilen bir kanun-i Rabbanî ile Mevlevî gibi etraf›nda pek a¤›r olan cism-i arz› gezdiren bir hikmet, cazibe-i rahmet-i Rahman ile ve incizab-› muhabbet-i fiems-i Ezel ile, bir cism-i insan›, berk gibi, Arfl-› Rahman’a ç›karamaz m›? Yine hat›ra gelir ki: Diyorsun, “Haydi, ç›kabilir. Niçin ç›km›fl? Ne lüzumu var? Velîler gibi ruh ve kalbi ile gitse yeter.” Biz de deriz ki: Madem Sâni-i Zülcelâl, mülk ve m e l ekûtundaki ayat-› acibesini göstermek ve flu âlemin tezgâh ve menbalar›n› temafla ettirmek ve a’mal-i befleriyenin netaic-i uhreviyesini irae etmek istemifl; elbette âlem-i mubs›rat›n anahtar› hükmünde olan gözünü ve mesmuat âlemindeki ayat› temafla eden kula¤›n›, Arfla kadar beraber almas› lâz›m geldi¤i gibi, ruhunun hadsiz vezaife medar olan alât ve cihazat›n›n makinesi hükmünde olan cism-i mübare¤ini dahi tâ Arfla kadar beraber almas› alât: aletler. âlem: dünya, kâinat. âlem-i mubs›rat: görünen varl›klar dünyas›. a’mal-i befleriye: insanlar›n amelleri, iflleri. arfl: gö¤ün en yüksek kat›, yüksekli¤i sebebiyle bütün cisimleri içine alan ve Allah’›n kudret ve hükmüyle ihtiva etti¤i fley. arfl: sema, gö¤ün en yüksek kat›. Arfl-› Rahman: Rahman arfl›, bütün yarat›lm›fllar› flefkat ve merhametle besleyen, büyüten Rahman isminin tasarruf dairesi, makam›. arz: yer, dünya. ayat: ayetler, deliller. ayat-› acibe: Allah’›n varl›k ve birli¤ine iflaret eden deliller. berk: flimflek. cazibe: cezp edicilik, çekim. cazibe-i Rahmet-i Rahman: Rahmeti her fleyi kuflatan Allah’›n aff›n›n, merhametinin çekicili¤i. cihazat: cihazlar, maddî-manevî organlar. cism-i arz: dünyan›n kütlesi. cism-i insan: insan bedeni. cism-i mübarek: mübarek beden, Hz. Muhammed’in mübarek bedeni, vücudu. fennî: fen ilmine göre. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. harekât: hareketler. hareket-i seneviye: dünyan›n günefl etraf›ndaki bir senelik dönüflü. hat›r: zihin, fikir, ak›l. hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde olufl. hükmünde: gibi; yerinde, de¤erinde. incizab-› muhabbet-i fiems-i Ezel: ezel günefli olan Cenab-› Allah’›n sevgisinin çekicili¤i, cazibesi. irae etmek: göstermek. Kadîr-i Zülcelâl: büyüklük sahibi ve her fleye gücü yeten Allah. kanun-i Rabbanî: Allah’›n kanunu. katetmek: aflmak, geçmek, yol almak. lâz›m: gerekli. medar: yard›mc›, dayanak noktas›, sebep, vesile. melekût: göremedi¤imiz ahiret âlemleri. menba: kaynak, her hangi bir fleyin ç›kt›¤› yer. mesmuat: duyulanlar, iflitilenler. Mevlevî: Mevlevî tarikatine mensup kimse. muntazam: düzenli, intizaml›. mülhit: dinsiz. mülk: gördü¤ümüz maddî ve cismanî âlem, kâinat. müflkülât: zorluklar, güçlükler. netaic-i uhreviye: ahiretteki sonuçlar, neticeler. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah. flems: günefl. takriben: tahminen, yaklafl›k olarak. tayyare: uçak. temafla: hayretle ve dikkatle seyretme bakma. tezgâh: bir fleyin üretildi¤i yer, alet. vas›ta: arac›, araç. velî: Allah’›n sevgisine, himayesine kavuflmufl, ermifl kimseler, Allah dostu, evliya. vezaif: vazifeler, ifller, görev. zarf›nda: içinde. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 351 mukteza-i ak›l ve hikmettir. Nas›l ki Cennette hikmet-i ‹lâhiye cismi ruha arkadafl ediyor; çünkü, pek çok vezaif-i ubudiyete ve hadsiz lezaiz ve âlâma medar olan cesettir; elbette o cesed-i mübarek, ruha arkadafl olacakt›r. Madem Cennete cisim ruh ile beraber gider; elbette Cennetü’l-Me’vâ gövdesi olan Sidretü’l-Münteha’ya uruç eden zat-› Ahmediye (a.s.m.) ile cesed-i mübare¤ini refakat ettirmesi ayn› hikmettir. Yine hat›ra gelir ki: Dersin, “Birkaç dakikada binler sene mesafeyi katetmek aklen muhaldir.” Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâl’in sanat›nda, harekât nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savt›n sür’atiyle ziya, elektrik, ruh, hayal sür’atleri ne kadar mütefavit oldu¤u malûm. Seyyarat›n dahi, fennen harekât› o kadar muhteliftir ki, ak›l hayrettedir. Acaba lâtif cismi, uruçta sür’atli olan ulvî ruhuna tâbi olmufl, ruh sür’atinde hareketi nas›l akla muhalif görünür? âlâm: elemler, ac›lar, üzüntüler. âlem: dünya. Cennetü’l-Me’vâ: Cennetin sekiz k›sm›ndan birisi. ceset: gövde, vücut, beden. ceset-i mübarek: feyizli, bereketli, hay›rl›, mutlu, beden; Hz. Muhammed’in mübarek vücudu. fennen: fen ilimlerine göre. gülle: top mermisi. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hâlât: hâller, durumlar. harekât: hareketler, k›m›ldanmalar. hat›r: zihin, ak›l, düflünme. hayal: zihinde tasarlanan ve canland›r›lan fley. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye, fayda, ak›l söz ve hareketteki uygunluk. hikmet-i ‹lâhiye: ‹lâhî gaye, fayda ve maksat. hükmüne geçmek: yerine geçmek. katetmek: aflmak, geçmek. kelimat: kelimeler, sözler. Hem, on dakika yatsan, baz› olur ki bir sene kadar hâlâta maruz olursun. Hatta bir dakikada, insan, gördü¤ü rüyay›, onun içinde iflitti¤i sözleri, söyledi¤i kelimat› toplansa, uyan›k âleminde bir gün, belki daha fazla zaman lâz›md›r. Demek oluyor ki, bir zaman-› vahit, iki flahsa nispeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer. fiu manaya bir temsil ile bak ki: ‹nsan›n hareketinden, güllenin hareketinden, savttan, ziyadan, elektrikten, ruhtan, hayalden tezahür eden sür’at-i harekâtta bir mikyas olmak için flöyle bir saat lâtif: hafif; güzel, hofl, lezaiz: lezzetler. malûm: bilinen, belli. mana: anlam. maruz olmak: karfl› karfl›ya bulunmak, etkisinde kalmak. medar: sebep, vesile. mikyas: ölçü. muhal: imkâns›z. muhalif: ayk›r›, z›t, karfl›t. muhtelif: çeflitli, farkl›. mukteza-i ak›l ve hikmet: akl›n ve hikmetin gere¤i. mütefavit: farkl›, çeflitli. 352 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) nihayet: son. nispeten: göre, oranla. refakat: yol arkadafll›¤›, efllik. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah. savt: ses, seda. seyyarat: gezegenler. Sidretü’l-Münteha: Peygamberimizin miraçta ç›kt›¤› son nokta. sür’at: h›z. sür’at-i harekât: hareketlerdeki h›z. temsil: benzetme, örnek. tezahür eden: görünen, ortaya ç›kan. ulvî: yüksek, yüce. uruç: yukar› ç›kma, yükselme. vezaif-i ubudiyet: kulluk vazifeleri. zaman-› vahit: bir an, bir zaman. zat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin zat›, kiflili¤i. ziya: ›fl›k. farz ediyoruz ki; o saatte on i¤ne var. Birisi saatleri gösterir. Biri de, ondan altm›fl defa daha genifl bir dairede dakikay› sayar. Birisi altm›fl defa daha genifl bir daire içinde saniyeleri, di¤eri yine altm›fl defa daha genifl bir dairede saliseleri, ve hakeza rabialar›, hamiseleri, sadise, sabia, samine, tasia, tâ aflireleri sayacak gayet muntazam, azîm bir dairede birer ibre farz ediyoruz. Faraza, saati sayan ibrenin dairesi küçük saatimiz kadar olsa, her hâlde aflireleri sayan ibrenin dairesi arz›n medar-› senevîsi kadar, belki daha fazla olmak lâz›m gelir. fiimdi iki flah›s farz ediyoruz. Biri, saati sayan ibreye binmifl gibi, o ibrenin harekât›na göre temafla ediyor. Di¤eri, aflireleri sayan ibreye binmifl. Bu iki flahs›n bir zaman-› vahitte müflahede ettikleri eflya, saatimizle arz›n medar-› senevîsi nispeti gibi, meflhudatça pek çok farklar› vard›r. ‹flte, zaman, çünkü, harekât›n bir rengi, bir levni, yahut bir fleridi hükmünde oldu¤undan, harekâtta cari olan bir hüküm, zamanda dahi caridir. ‹flte, bir saatte meflhudat›m›z, bir saatin saati sayan ibresine binen zîfluur flahs›n meflhudat› kadar oldu¤u ve hakikat-i ömrü de o kadar oldu¤u hâlde; aflire ibresine binen flah›s gibi, ayn› zamanda, o muayyen saatte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-› tevfik-i ‹lâhîye biner, berk gibi, bütün daire-i mümkinat› katedip, acaib-i mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücup noktas›na ç›k›p, sohbete müflerref olup, rü’yet-i cemal-i ‹lâhîye mazhar olarak, ferman› al›p vazifesine dönebilir ve dönmüfl ve öyledir. acaib-i mülk ve melekût: görünen ve görünmeyen âlemlerdeki hayret veren fleyler. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. arz: yeryüzü , dünya. aflire: onuncu, tasian›n altm›flta biri. afliren: onuncu olarak, onuncu derecede. azîm: büyük. berk: flimflek. burak-› tevfik-i ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n yard›m›yla giden sür’atli binek. cari: geçerli. daire-i mümkinat: kâinat, bütün yarat›lm›fllar›n içinde bulundu¤u daire. daire-i vücup: hiçbir zaman de¤iflmeyen ve mümkinattan olmayan âlemler, Allah’›n isimleri ve s›fatlar› gibi. faraza: farz edelim ki, öyle sayal›m ki. farz etmek: kabul etmek, var saymak. ferman: emir, buyruk. gayet: son derece, çok. hakeza: böyle, bunun gibi, yine öyle. hakikat- ömrü: gerçek zaman›, süresi. hamise: rabian›n altm›flta biri. harekât: hareketler. hükmünde: gibi; yerinde, de¤erinde. hüküm: karar, emir, kanun. ibre: ölçü aletlerinde i¤ne fleklindeki ince gösterge. levn: renk. mazhar olmak: ulaflmak; flereflenmek. medar-› senevî: dünyam›z›n günefl etraf›nda bir senede döndü¤ü yörünge. meflhudat: görülenler, seyredilenler. muayyen: belirli, belirlenmifl. muntazam: düzenli. müflahede: flahit olma, görme, seyretme. müflerref olma: flereflenme, onurlanma. nispet: ölçü, oran. rabia: saatteki salisenin altm›flta biri. Resul-i Ekrem: Allah’›n ikram›na mazhar olmufl, cömert Peygamber, Hz. Muhammed. rü’yet-i cemal-i ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n cemalinin, güzelli¤inin görülmesi. sabia: sadisenin altm›flta biri. sadise: hamisenin altm›flta biri. salise: üçüncü. saniyenin altm›flta biri. samine: sabian›n altm›flta biri. flerit: zincir, hâlât. tasia: saminenin altm›flta biri. temafla: hayretle ve dikkatle seyretme bakma. vazife: görev. zaman-› vahit: bir zaman. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 353 Yine hat›ra gelir ki: Dersiniz, “Evet, olabilir, mümkündür. Fakat her mümkün vaki olmuyor. Bunun emsali var m› ki kabul edilsin? Emsali olmayan bir fleyin, yaln›z imkân› ile, vukuuna nas›l hükmedilebilir?” arfl: gö¤ün en yüksek kat›, bütün cisimleri içine alan ve Allah’›n kudret ve hükmüyle ihtiva etti¤i fley. ayn-› hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde olman›n tâ kendisi. daire-i esma ve s›fat: Allah’›n isim ve s›fatlar›n›n tecelli dairesi. ecsam-› nuranî: nurdan yarat›lm›fl varl›klar. ef’al: fiiller, hareketler. ehl-i Cennet: Cennet ehli, Cennetlikler. emsal: örnekler, benzerler. erkân: rükünler, esaslar. esma: adlar, isimler. evliya: Allah dostlar›, Allah’›n dostlu¤unu ve himayesini kazanm›fl ermifl kifliler. ferfl: yeryüzü, zemin, dünya. fikir: ak›l, düflünce. gayet: çok, son derece. hat›r: zihin, fikir, ak›l. hükmetmek: karar vermek. ihbarat-› sad›ka: içinde yanl›fl olma ihtimali olmayan do¤ru haberler. imam: önde ve ileride olan, rehber. ‹mam-› Rabbanî: bkz. fiah›s Bilgileri. imkân: mümkün olma, olabilirlik. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, kâmil: olgun, mükemmel, kemale ermifl. kanun: kaide, yasa, prensip. kozmo¤rafya: astronomi, gök bilimi. mahfler: k›yametten sonra ölülerin dirilip toplanacaklar› yer. makam: Allah kat›ndaki manevî derece. makbul: kabul edilmifl olan, makul: akla uygun. medar: sebep, vesile. melâike: melekler. Miraç: Peygamberimiz efendimi- Biz de deriz ki: Emsali o kadar çoktur ki, hesaba gelmez. Meselâ, her zînazar, gözüyle, yerden tâ Neptün seyyaresine kadar bir saniyede ç›kar; her zîilim, akl›yla, kozmo¤rafya kanunlar›na binip, y›ld›zlar›n tâ arkas›na bir dakikada gider; her zîiman, namaz›n ef’al ve erkân›na fikrini bindirip, bir nevi Miraç ile kâinat› arkas›na at›p, huzura kadar gider; her zîkalp ve kâmil velî, seyrüsülûk ile, Arfltan ve daire-i esma ve s›fâttan k›rk günde geçebilir. Hatta, fieyh-i Geylânî, ‹mam-› Rabbanî gibi baz› zatlar›n ihbarat-› sad›kalar› ile, bir dakikada Arfla kadar uruc-i ruhanîleri oluyor. Hem, ecsam-› nuranî olan melâikelerin Arfltan ferfle, ferflten Arfla k›sa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri vard›r. Hem, ehl-i Cennet, mahflerden Cennet ba¤lar›na k›sa bir zamanda uruç ediyorlar. Elbette bu kadar numuneler gösteriyorlar ki, bütün evliyalar›n sultan›, umum mü’minlerin imam›, umum ehl-i Cennetin reisi ve umum melâikenin makbulü olan zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) seyrüsülûkuna medar bir mirac› bulunmas› ve onun makam›na münasip bir surette olmas›, ayn-› hikmettir ve gayet makuldür ve flüphesiz vakidir. *** zin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. mü’min: iman eden, inanan. münasip: uygun, yak›fl›r. Neptün: günefle yak›nl›¤› bak›m›ndan sekizinci gezegen. nevi: çeflit, tür. numune: örnek. reis: baflkan, bafl. saniye: ikinci. seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ulaflmak için ç›k›lan manevî ve ruhî yolculuk. 354 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) seyyare: dolaflan gezegen. sultan: hükümdar, mutlak iktidar sahibi suret: biçim, flekil, tarz. s›fât: nitelik, vas›f. fieyh Geylânî: Abdülkadir-i Geylânî. bkz. fiah›s Bilgileri. umum: bütün. uruc-i ruhanî: ruhen yükselifl. uruç: yukar› ç›kma, yükselme. vaki: vuku bulan, olmufl, gerçekleflmifl. velî: Allah’›n dostlu¤unu ve himayesini kazanm›fl ermifl kifli. vuku: meydana gelme, gerçekleflme. zat: flah›s, fert. zat-› Ahmediye: Peygamberimizin flahs›. zîilim: ilim sahibi. zîiman: iman sahibi, mü’min. zîkalp: kalp sahibi. zînazar: nazar sahibi, bak›fl, görüfl sahibi. Üçüncü Esas H i k met-i Miraç nedir? Elcevap: Mirac›n hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i befler ulaflam›yor; o kadar derindir ki, ona yetiflemiyor; o kadar incedir ve lâtiftir ki, ak›l kendi bafl›yla göremiyor. Fakat, baz› iflaretlerle, hakikatleri bilinmezse de, vücutlar› bildirilebilir. fiöyle ki: fiu kâinat›n Hâl›k’›, flu kesret tabakat›nda nur-i Vahdetini ve tecelli-i Ehadiyetini göstermek için, kesret tabakat›n›n müntehas›ndan tâ mebde-i Vahdete bir hayt-› ittisal suretinde bir Miraç ile, bir ferd-i mümtaz› bütün mahlûkat hesab›na, kendine muhatap ittihaz ederek, bütün zîfluur nam›na, makas›d-› ‹lâhiyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun nazar› ile âyine-i mahlûkat›nda cemal-i sanat›n›, kemal-i rububiyetini müflahede etmek ve ettirmektir. Hem Sâni-i âlemin, âsâr›n flahadetiyle nihayetsiz cemal ve kemali vard›r. Cemal, hem kemal, ikisi de mahbub-i lizatihîdirler; yani bizzat sevilirler. Öyle ise, o Cemal ve Kemal Sahibinin cemal ve kemaline nihayetsiz bir muhabbeti vard›r. O nihayetsiz muhabbeti, masnuat›nda çok tarzlarda tezahür ediyor. Masnuat›n› sever; çünkü, masnuat›n›n içinde cemalini, kemalini görür. Masnuat içinde en sevimli ve en âlî, zîhayatt›r. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âlî, zîfluurdur. Ve zîfluurun içinde camiiyet itibar›yla en sevimli, insanlar içinde bulunur. ‹nsanlar içinde istidad› tamam›yla inkiflaf eden, bütün asar: eserler. âyine-i mahlûkat: varl›klar aynas›. bizzat: flahsen. cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi. cemal-i sanat: sanat›n güzelli¤i. esas: as›l, temel, kök. ferd-i mümtaz: imtiyazl› flah›s, seçkin kifli. fikr-i befler: insanlar›n fikri, insanlar›n düflüncesi. hakikat: gerçek, bir fleyin as- l› ve esas›. Hâl›k: bütün varl›klar› yoktan yaratan yarat›c›, Allah. hayt-› ittisal: yaklaflt›ran, ba¤layan birlefltiren ba¤. hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde olufl. Hikmet-i Miraç: mirac›n as›l gaye ve hikmeti. ittihaz: kabul etme, sayma. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. kemal: kusursuzluk, mükem- mellik; güzellik. kemal-i rububiyet: Allah’›n yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi, onlar› sevk ve idare edip hâkimiyeti alt›nda bulundurmas›n›n mükemmelli¤i. kesret: çokluk, bolluk. lâtif: ince; hofl, güzel. mahbub-i lizatihî: bizzat sevilen, sevgiye lây›k olan, zat› için sevilen. mahlûkat: yarat›lm›fllar, ya- rat›klar. makas›d-› ‹lâhiye: ‹lâhî iradenin maksatlar›, gayeleri. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mebde-i vahdet: Allah’›n birli¤ini gösteren as›l kaynak. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhabbet: sevgi. muhatap: hitap olunan, konuflulan kimse. münteha: son, en son yer. müflahede: görme, seyretme, flahit olma. nam: ad. nazar: bak›fl. nihayetsiz: sonsuz. nur-i vahdet: birlik nuru. Sâni-i Âlem: kâinat›n yarat›c›s› ve sanatkâr› olan Allah. suret: flekil, biçim. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. tabakat: tabakalar. tecelli-i ehadiyet: Allah’›n birli¤inin belirmesi, bilinmesi, görünmesi. tezahür: ortaya ç›kma, görünme. vücut: varl›k. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 355 âlî: yüce, yüksek, ulu. beyan: anlatma, aç›k söyleme, bildirme. camiiyet: toplay›c› olma, bir çok manalar› ve hakikatleri içinde bulundurma. celp: çekme. cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi. cevahir: cevherler, k›ymetli tafllar. ehadiyet: birlik, Allah’›n her bir fleyde birli¤inin görünmesi. enva: çeflitler, türler. enva-› cemal: güzellik çeflitleri, türleri. enzar: bak›fllar, görüfller. ferman: emir, buyruk. fünun-i acibe: flafl›lan, harika fen ve ilimler. hakaik-i esasiye: hakikatlerin asl›, özü; as›l hakikatler. hâlet-i kudsiye: mukaddes ve mübarek hâller. haflmet: ihtiflam, gösterifllilik, büyüklük. hayt-› ittisal: yaklaflt›ran, ba¤layan, birlefltiren ba¤lar. hikâye-i temsiliye: benzetme ve örnek olarak verilen hikâye. hikmet-i âliye: kâinattaki ve yarat›l›fltaki yüksek, yüce ‹lâhî gaye. ›tt›lâ: haberdar olma, bilgi sahibi olma. ihata: sarma, kuflatma. inkiflaf: aç›lma, ortaya ç›kma, görülme. intiflar: yay›lma, da¤›lma, neflrolunma. istiap: içine alma. istidat: kabiliyet, yetenek. izhar: gösterme, meydana ç›karma. kemal: olgunluk, kusursuzluk, mükemmellik. kemalât: mükemmellikler, kusursuzluklar; güzellikler. maharet: ustal›k, beceriklilik, hüner. mahbubiyet: sevilecek hâlde bulunma. marifet: bilgi, bilme, hüner. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mebde-i evvel: ilk bafllang›ç. meflher: sergi, gösterme yeri. mevcudat: varl›klar, var olan her fley. meyve-i münevver: nurlanm›fl meyve. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. münteha: bir fleyin ulaflabildi¤i son yer, netice. münteflir: yay›lan, yay›lm›fl, aç›l- masnuatta münteflir ve mütecelli kemalât›n numunelerini gösteren fert, en sevimlidir. ‹flte, Sâni-i Mevcudat, bütün mevcudatta intiflar eden tecelli-i muhabbetin bütün enva›n› bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün enva-› cemalini Ehadiyet s›rr›yla göstermek için, flecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi o flecerenin hakaik-› esasiyesini istiap edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zat›, o mebde-i evvel olan çekirdekten tâ münteha olan meyveye kadar bir hayt-› ittisal hükmünde olan bir Miraç ile, o ferdin kâinat nam›na mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celp etmek ve rü’yet-i cemaline müflerref etmek ve ondaki hâlet-i kudsiyeyi baflkas›na sirayet ettirmek için kelâm›yla taltif edip, ferman›yla tavzif etmektir. fiimdi, flu hikmet-i âliyeye bakmak için, iki temsil dürbünü ile tarassut edece¤iz. • Birinci temsil: On Birinci Sözün hikâye-i temsiliyesinde tafsilen beyan edildi¤i gibi, nas›l ki bir sultan-› zîflan›n pek çok hazineleri ve o hazinelerde pek çok cevahirlerin enva› bulunsa, hem sanayi-i garibede çok mahareti olsa ve hesaps›z fünun-i acibeye marifeti, ihatas› bulunsa, nihayetsiz ulûm-i bediaya ilim ve ›tt›lâ› olsa, her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görüp ve göstermek istemesi s›rr›nca, elbette o sultan-› zîfünun dahi bir meflher açmak ister ki, içinde sergiler dizsin; tâ nâs›n enzar›na saltanat›n›n haflmetini, hem servetinin flaflaas›n›, hem kendi sanat›n›n harikalar›n›, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin, tâ cemal ve m›fl. müflerref: flereflendirilmifl, yüceltilmifl. mütecelli: tecelli eden, meydana ç›kan, görünen. nâs: insanlar, halk. rü’yet-i cemal: Cenab-› Hakk›n güzelli¤ini görme. saltanat: hâkimiyet, hükümdarl›k. sanayi-i garibe: görenleri hayrette b›rakan sanatlar,. Sâni-i Mevcudat: varl›klar› sanatl› bir flekilde yaratan sa- 356 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) natkâr, Allah. sirayet: birinden di¤erine geçme, yay›lma. sultan-› zîflan: flanl› padiflah, flan sahibi hükümdar. sultan-› zîfünun: fen ilimlerini bilen padiflah, hükümdar. flaflaa: parlakl›k, gösterifl. flecere: a¤aç. flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›, kâinat. tafsilen: ayr›nt›l› olarak. taltif: iltifat etme, mükâfatland›rma. tarassut: gözetleme, gözleme. tavzif: vazifelendirme, görevlendirme. tecelli-i muhabbet: sevginin tecellisi, görüntüsü. temsil: benzetme, örnek. ulûm-i bedia: be¤enilen ve takdir edilen pek yeni ilimler. zat: kifli, flah›s, fert zîhayat: hayat sahibi, canl›. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. kemal-i manevîsini iki vecihle müflahede etsin: Bir veçhi bizzat nazar-› dekaikaflinas›yla görsün, di¤eri gayrin nazar›yla baks›n. Ve flu hikmete binaen, elbette cesim, muhteflem, genifl bir saray yapmaya bafllar. fiahane bir surette dairelere, menzillere taksim eder. Hazinelerinin türlü türlü murassaat›yla süslendirip, kendi dest-i sanat›n›n en güzel, en lâtif sanatlar›yla ziynetlendirir. Fünun ve hikmetinin en incelikleriyle tanzim eder. Ve ulûmunun âsâr-› mu’cizekârâneleriyle donat›r, tekmil eder. Sonra, nimetlerinin çeflitleriyle, taamlar›n›n lezizleriyle her taifeye lây›k sofralar› serer, bir ziyafet-i amme ihzar eder. Sonra, raiyetine kendi kemalât›n› göstermek için, onlar› seyre ve ziyafete davet eder. Sonra, birisini yaver-i ekrem yapar, afla¤›daki tabakat ve menzillerden yukar›ya davet eder; daireden daireye, üst üstteki tabakalarda gezdirir. O acip sanat›n›n makinelerini ve tezgâhlar›n› ve afla¤›dan gelen mahsulât›n mahzenlerini göstere göstere, tâ daire-i hususiyesine kadar getirir. Bütün o kemalât›n›n madeni olan mübarek zat›n› ona göstermekle ve huzuruyla onu müflerref eder. Kasr›n hakaik›n› ve kendi kemalât›n› ona bildirir. Seyircilere rehber tayin eder, gönderir; tâ o saray›n sâniini, o saray›n müfltemilât›yla, nukufluyla, acaibiyle, ahaliye tarif etsin ve saray›n nak›fllar›ndaki rumuzunu bildirip ve içindeki sanatlar›n›n iflaretlerini ö¤retip, “Derunundaki manzum murassalar ve mevzun nukufl nedir? Ve saray sahibinin kemalât›n› ve hünerlerini nas›l gösterirler?” o saraya acayip: hayret verici fleyler, dikkat çeken. acip: hayret veren, dikkat çeken. ahali: halk. asar-› mu’cizekârâne: mu’cize sahibi sanatkâra yak›flan eserler. binaen: -den dolay›, -den ötürü. bizzat: kendisi, flahsen. cesim: iri, büyük, kocaman. daire-i hususî: özel alan, flahsî daire. davet: ça¤›rma, ça¤r›. derun: iç, içerik, dahil. dest-i sanat: sanat eli. fünun: fenler, bilimler. gayr: baflka, di¤er. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde olufl; gizli, kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. huzur: yan, kat. hüner: bilgi, beceri. ihzar: haz›rlama. kas›r: saray. kemalât: faziletler, iyilikler, mükemmellikler. kemalât›n madeni: mükemmelliklerin kayna¤›. kemal-i manevî: manevî ve ruhî olgunluk, mükemmellik. lâtif: hofl, güzel, nazik, narin. lây›k: uygun, yarafl›r. leziz: lezzetli, tatl›. mahsulât: elde edilen ürünler. mahzen: hazineler, depolar. manzum: tanzim edilmifl, dü- zenlenmifl. menzil: yer, bölüm, oda. mevzun: ölçülü, düzgün. murassa: k›ymetli fleylerle süslenmifl, bezenmifl. murassaat: süslenmifl fleyler. mübarek: feyizli, bereketli, hay›rl›. müflahede: görme, seyretme, flahit olma. müflerref: flereflendirilmifl, yüceltilmifl. müfltemilât: bir fleyin içerdi¤i bölümler, eklentiler. nak›fl: resim, iflleme. nazar: görüfl, bak›fl. nazar-› dekaikaflina: incelikleri bilen ve gören bak›fl. nimet: r›z›k, iyilik, ihsan, ba¤›fl. nukufl: nak›fllar, resimler, ifllemeler. raiyet: halk, vatandafl, idare edilenler. rehber: yol gösteren, k›lavuz, delil. rumuz: remizler, iflaretler. Sâni: yapan, her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. seyir: yürüyüfl, gezinti. suret: flekil, biçim, görünüfl. taam: yemek. tabaka: kat, bölüm. tabakat: tabakalar. taife: topluluk, bölük, tak›m. taksim: bölme, parçalara ay›rma. tanzim: s›ralama, düzenleme. tayin etme: vazifelendirme, atama. tekmil: mükemmellefltirme, eksiklerini tamamlama. tezgâh: üretim aleti. ulûm: ilimler. vecih: yön, taraf. yaver-i ekrem: sultan›n en de¤erli, en cömert hizmetkâr›. zat: kifli, flah›s. ziyafet: yemekli davet. ziyafet-i amme: herkesin davetli oldu¤u bir ziyafet. ziynet: süs, bezek. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 357 girenlere tarif etsin ve girmenin adab›n› ve seyrin merasimini bildirip ve görünmeyen sultan-› zîfünun ve zîfluuna karfl›, marziyat› ve arzular› dairesinde teflrifat merasimini tarif etsin. abes: bofl, manas›z, lüzumsuz ve gayesiz ifl. acayip: hayret verici fleyler. adap: terbiyeler, davran›fl kurallar›. ahiret: öteki dünya. âlem: dünya, cihan. âlem-i arz: dünya, yer yüzü âlemi. avalim-i ulviye: yüksek, yüce âlemler, dünyalar. Celil-i Zülcemal: güzellik ve lütufla beraber yücelik sahibi Hz. Allah. cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi. cemal-i manevî: manevî güzellik. Cemîl-i Zülcelâl: yücelik, kibriya, izzet ve heybetiyle beraber sonsuz güzellik ve haflmet sahibi olan Hz. Allah. define: gizli hazine. dellâl: ilân edici, hakka davet eden, tan›t›c›. desatir: düsturlar, kanunlar, kurallar. ebed: sonsuzluk, daîmilik. esma: adlar, isimler. Esma-i Hüsna: Allah’›n güzel isimleri. ezel: bafllang›c› olmayan geçmifl zaman, öncesizlik. fevk: üst, yukar›, üzeri. fünun: fenler, ilimler. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. ibad: kullar. iktiza: lâz›m gelme, gerektirme. insan-› kâmil: mükemmel insanlar, Allah dostlar›. kemalât: faziletler, iyilikler, mükemmellikler. kemalât-› ‹lâhiye: ‹lâhî güzellik ve mükemmellikler. kitab-› kâinat: kâinat kitab›. kurb-i huzuruna: kendi huzuruna, yak›n›na. mahfî letaif: gizli güzellikler. mahzen: depo. manevî: maddî olmayan, manaya ait, fikrî. marziyat-› ‹lâhiye: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak olan hâl ve hareketler. menba: kaynak, her hangi bir fleyin ç›kt›¤› yer. merasim: tören. meflher: sergi, gösterme yeri. mevcudat: varl›klar, var olan her fley. muallim: ders veren, ö¤reten. Aynen öyle de, 1 '¤rY’n rG πo nãnŸrG !nh ezel ebed sultan› olan Sâni-i Zülcelâl, nihayetsiz kemalât›n› ve nihayetsiz cemalini görmek ve göstermek istemifltir ki, flu âlem saray›n› öyle bir tarzda yapm›flt›r ki, her bir mevcut pek çok dillerle Onun kemalât›n› zikreder, pek çok iflaretlerle cemalini gösterir. Esma-i Hüsnas›n›n her bir isminde ne kadar gizli manevî defineler ve her bir ünvan-› mukaddesesinde ne kadar mahfî letaif bulundu¤unu, flu kâinat bütün mevcudat›yla gösterir. Ve öyle bir tarzda gösterir ki, bütün fünun, bütün desatiriyle, flu kitab-› kâinat› zaman-› Âdem’den beri mütalâa ediyor. Hâlbuki o kitap esma ve kemalât-› ‹lâhiyeye dair ifade etti¤i manalar›n ve gösterdi¤i ayetlerin öflr-i miflar›n› daha okuyamam›fl. ‹flte flöyle bir saray-› âlemi, kendi kemalât ve cemal-i manevîsini görmek ve göstermek için bir meflher hükmünde açan Celîl-i Zülcemal, Cemîl-i Zülcelâl, Sâni-i Zülkemal’in hikmeti iktiza ediyor ki, flu âlem-i arzdaki zîfluurlara nispeten abes ve faydas›z olmamak için, o saray›n ayetlerinin manas›n› birisine bildirsin. O saraydaki acaibin menbalar›n› ve netaicinin mahzenleri olan avalim-i ulviyede birisini gezdirsin ve bütün onlar›n fevkine ç›kars›n ve kurb-i huzuruna müflerref etsin ve ahiret âlemlerinde gezdirsin. Umum ibad›na bir muallim ve saltanat-› rububiyetine bir dellâl ve marziyat-› ‹lâhiyesine bir mübelli¤ ve 1. En yüce s›fatlar Allah’a mahsustur. (Nahl Suresi: 60.) mübelli¤: haber veren, bildiren. müflerref: flereflendirilmifl, yüceltilmifl, flerefli. mütalâa: dikkatlice ve iyi düflünerek okuma. netaiç: neticeler, sonuçlar. öflr-i miflar: onda bir. saltanat-› rububiyet: Cenab-› Allah’›n tam bir hâkimiyetle her zaman, her yerde, her 358 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) mahlûka muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi ve onlar› sevk ve idare etmesi. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah. Sâni-i Zülkemal: güzellik ve fazilet sahibi yap›c›, her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. saray-› âlem: mükemmel bir saraya benzeyen kâinat. seyir: yürüyüfl, gezinti. sultan-› zîfünun: fen ilimlerini bilen padiflah, hükümdar. teflrifat: resmî tav›rlar içinde olma, kurallara ba¤l› davranma, protokol. ünvan-› mukaddese: kutsal, kusursuz ünvan. zîfluun: gerçek fiil, ifl ve hareket sahibi. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. saray-› âlemindeki ayat-› tekviniyesine bir müfessir gibi, çok vazifeler ile tavzif etsin. mu’cizat niflanlar›yla imtiyaz›n› göstersin. Kur’ân gibi bir ferman ile, o flahs›, Zat-› Zülcelâl’in has ve sad›k bir tercüman› oldu¤unu bildirsin. ‹flte, mirac›n pek çok hikmetlerinden, flu temsil dürbünüyle, bir ikisini numune olarak gösterdik; sairlerini k›yas edebilirsin. • ‹kinci temsil: Nas›l ki bir zat-› zîfünun, mu’ciznüma bir kitab› telif edip yazsa—öyle bir kitap ki, her sahifesinde yüz kitap kadar hakaik, her sat›r›nda yüz sahife kadar lâtif manalar, her bir kelimesinde yüz sat›r kadar hakikatler, her harfinde yüz kelime kadar manalar bulunsa—bütün o kitab›n maani ve hakaikleri, o kâtib-i mu’ciznüman›n kemalât-› maneviyesine baksa, iflaret etse; elbette öyle bitmez bir hazineyi kapal› b›rak›p abes etmez. Her hâlde o kitab›, baz›lara ders verecek. Tâ o k›ymettar kitap manas›z kal›p, beyhude olmas›n. Onun gizli kemalât› zahir olup, kemalini bulsun ve cemal-i manevîsi görünsün. O da, sevinsin ve sevdirsin. Hem o acip kitab› bütün maanisiyle, hakaik›yla ders verecek birisini, en birinci sahifeden tâ nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir. Aynen öyle de, Nakkafl-› Ezelî, flu kâinat›, kemalât›n› ve cemalini ve hakaik-› esmas›n› göstermek için, öyle bir tarzda yazm›flt›r ki; bütün mevcudat, hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemalât›n› ve esma ve s›fât›n› bildirir, ifade eder. Elbette bir kitab›n manas› bilinmezse hiçe sukut eder. abes: bofl, manas›z, lüzumsuz ve gayesiz ifl. acip: hayret veren, hayrette b›rakan. ayat-› tekviniye: Allah’›n varl›¤›n›, birli¤ini gösteren ve delil olan varl›klar. beyhude: bofluna, gereksiz. cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi. cemal-i manevî: manevî güzellik. cihetler: yönler, taraflar. esma: adlar, isimler. ferman: emir, buyruk. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakaik-i esma: Cenab-› Hakk›n isimlerinin hakikatleri. hakikat: gerçek, do¤rular, gerçekler. has: özel, seçkin, ileri gelen. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye, gizli maksat ve fayda. imtiyaz: fark, ayr›cal›k, üstünlük. kâinat: bütün varl›klar, evren. kâtib-i mu’ciznüma: mu’cize gösteren yaz›c›. kemal: olgunluk, mükemmellik, kusursuzluk. kemalât: faziletler, iyilikler, mükemmellikler. kemalât-› manevîye: manevî faziletler, mükemmellikler. k›yas etmek: karfl›laflt›rma. k›ymettar: de¤erli, k›ymetli. lâtif: hofl, güzel, ince. maani: manalar, anlamlar. mana: anlam, yorum. manas›z: anlams›z. mevcudat: varl›klar, var olan her fley. Miraç: Peygamber Efendimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. mu’cizat: mu’cizeler, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’ciznüma: mu’cizeli, mu’cize gösteren. müfessir: tefsir eden, aç›klayan, Kur’ân-› Kerîm’in metnini tefsir, flerh ve izah eden ‹slâm âlimi. Nakkafl-› Ezelî: ezelî nakkafl, varl›¤›n›n bafllang›c› olmayan bütün varl›klar› en güzel flekilde iflleyen, yaratan Allah. nihayet: son, bitim. nihayetsiz: sonsuz. niflan: iz, eser, belirti. numune: örnek, misal. sad›k: gerçek, do¤ru. sahife: sayfa. sair: di¤er, baflka. saray-› âlem: kâinat saray›. sukut etme: düflme, de¤erini yitirme. s›fât: nitelik, vas›f. tarz: flekil, biçim. tavzif: vazifelendirme, görevlendirme. telif etmek: kitap yazmak, eser ortaya koymak. temsil: benzetme, örnek. tercüman: tercüme eden, çeviren, ifade eden. vazife: görev, memuriyet. zahir: görünen, aç›k, belli. zat-› zîfünun: çok say›da fenleri bilen zat. Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük sahibi zat, Allah. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 359 Bahusus, böyle her bir harfi binler manay› tazammun eden bir kitap, sukut edemez ve ettirilmez. Öyle ise, o kitab› yazan, elbette onu bildirecektir, her taifesinin istidad›na göre, bir k›sm›n› anlatt›racakt›r. Hem, umumunu en âmm nazarl›, en küllî fluurlu, en mümtaz istidatl› bir ferde ders verecektir. Öyle bir kitab›n umumunu ve küllî hakaik›n› ders vermek için, gayet yüksek bir seyrüsülûk ettirmek hikmeten lâz›md›r. Yani, birinci sahifesi olan tabakat-› kesretin en nihayetinden tut, tâ münteha sahifesi olan daire-i ehadiyete kadar bir seyeran ettirmek lâz›m geliyor. ‹flte flu temsil ile, mirac›n ulvî hikmetlerine bir derece bakabilirsin. fiimdi, makam-› istimada olan mülhide bak›p, kalbini dinleyece¤iz; ne hale girdi¤ini görece¤iz. ‹flte, hat›ra geliyor ki: Onun kalbi diyor, “Ben inanmaya bafllad›m. Fakat iyi anlayam›yorum. Üç mühim müflkülüm daha var: “B i r i n c i s i: fiu mirac-› azîm, niçin Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur? ahir: son, sonraki. âlem-i arziye: dünya, yeryüzü. âlem-i ulviye: yüce, yüksek âlem. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. âmm: umumî, genel. âsâr: sanat eserleri. azîm: büyük, yüce. bahusus: özellikle, bilhassa. daire-i ehadiyet: birlik dairesi, Allah’›n Miraçta her bir varl›kta birli¤inin tecellilerini göstererek Peygamberimizi ulaflt›rd›¤› ve görüfltü¤ü daire. fert: flah›s, kifli. gayet: pek çok, son derece. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. halk olunmak: yarat›lmak. hat›r: ak›l, zihin, fikir. hikmet: ‹lâhî gaye, fayda, amaç. hikmeten: hikmetçe, gaye ve fayda bak›m›ndan. istidat: kabiliyet, kapasite, yetenek. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›. küllî: genel, kapsaml›, bütüne ait lâz›m: gerek, gerekli. mahzen: depo. “‹ k i n c i s i: O zat, nas›l flu kâinat›n çekirde¤idir? Dersiniz, ‘Kâinat, onun nurundan halk olunmufl. Hem, kâinat›n en ahir ve en münevver meyvesidir.’ Bu ne demektir? “Ü ç ü n c ü s ü: Sab›k beyanat›n›zda diyorsunuz ki, ‘Âlem-i ulvîye ç›kmak, flu âlem-i arziyedeki âsârlar›n makinelerini, tezgâhlar›n› ve netaicinin mahzenlerini görmek için uruç etmifltir.’ Ne demektir?” makam-› istima: dinleme konumu, dinleyici. mana: anlam. Miraç: peygamber efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. Muhammed-i Arabî: aslen Arap olan Peygamberimiz. mülhit: dinsiz. mümtaz: ayr›cal›kl›, üstün tutulmufl, seçkin. münevver: nurlanm›fl, nurlu. münteha: en son nokta. 360 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) müflkül: zor, güç; anlafl›lmas› zor mesele. nazar: bak›fl, görüfl. netaiç: neticeler, sonuçlar. nihayet: son. nur: ayd›nl›k, ›fl›k. sab›k beyanat: önceki aç›klamalar. seyeran: seyahat, gezinti. seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ermek için ç›k›lan manevî , ruhî yolculuk. sukut: düflme, de¤erini yitirme. fluur: anlay›fl, idrak, bilinç. tabakat-› kesret: çokluk tabakalar›, say›s›z varl›klardan oluflan tabaka. taife: bölük, tak›m, topluluk. tazammun etme: içermek, içine alma. temsil: benzetme, örnek. tezgâh: üretim aleti. ulvî: yüksek, yüce. umum: bütün. uruç: yukar› ç›kma, yükselme. zat: flah›s, fert. Elcevap: • Birinci müflkülünüz otuz adet Sözlerde tafsilen halledilmifltir. Yaln›z, flurada zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) kemalât›na ve delâil-i nübüvvetine ve o mirac-› azama en elyak o oldu¤una icmalî iflaretler nev’inde bir muhtasar fihriste gösteriyoruz. fiöyle ki: Evvelâ: Tevrat, ‹ncil, Zebur gibi kütüb-i mukaddeseden, pek çok tahrifata maruz olduklar› hâlde, flu zamanda dahi, Hüseyin-i Cisrî gibi bir muhakkik nübüvvet-i Ahmediyeye (a.s.m.) dair, yüz on dört iflarî beflaretleri ç›kar›p, Risale-i Hamidiye’de göstermifltir. Saniyen: Tarihçe sabit, fi›kk ve Satih gibi meflhur iki kâhinin, nübüvvet-i Ahmediyeden (a.s.m.) biraz evvel, nübüvvetine ve ahir zaman Peygamberi o oldu¤una beyanatlar› gibi çok beflaretler, sahih bir surette tarihen nakledilmifltir. Salisen: Velâdet-i Ahmediye (a.s.m.) gecesinde Kâbe’deki sanemlerin sukutuyla, Kisra-i Farisin saray-› meflhuresi olan Eyvan› inflikak etmesi gibi, irhasat denilen yüzer harika, tarihçe meflhurdur. Rabian: Bir orduya parma¤›ndan gelen suyu içirmesi ve camide bir cemaat-i azîme huzurunda, kuru dire¤in, minberin naklinden dolay› müfarakat-i Ahmediyeden (a.s.m.) deve gibi enin ederek a¤lamas›; 1 oônªn≤rdG s≥°nûrfGnh nass› ile, flakk-› kamer gibi, muhakkiklerin tahkikat›yla bine bali¤ mu’cizatla serfiraz oldu¤unu tarih ve siyer gösteriyor. 1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.) bali¤: varan, ulaflan. beflaret: müjde, sevindirici haber. beyanat: aç›klamalar. cemaat-› azîme: büyük bir topluluk, insanlar. delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri. elyak: daha lây›k, en lây›k. enin etmek: inlemek. eyvan: saray, köflk. fihriste: konular› s›rayla gösteren liste. Hüseyin-i Cisrî: bkz. fiah›s Bilgileri. icmalî: k›saca. ‹ncil: Hz. ‹sa’ya gönderilmifl olan ‹lâhî kitap. irhasat: Peygamberimizin peygamberli¤inden önce meydana gelen ve onun peygamber olaca¤›na iflaret eden harika hâller. iflarî beflaretler: Peygamberimizin gelece¤ine iflaret eden sevindirici haberler, müjdeler. Kâbe: Müslümanlar›n namaz k›lmak için yöneldikleri mukaddes bina. kâhin: gelecekten haber verdi¤i söylenen kimse. kemalât: maddî ve manevî güzellikler, mükemmellikler. Kisra-i Faris: eski ‹ran padiflahlar›na verilen isim. Kütüb-i Mukaddese: kutsal kitaplar. minber: camide hatibin hutbe okudu¤u merdivenli kürsü. Mirac-› Azam: Peygamberimizin Allah’›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. mu’cizat: mu’cizeler, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. muhakkik: gerçe¤i araflt›ran, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vâk›f olan. muhtasar: k›salt›lm›fl, k›sa, özet. müfarakat-› Ahmediye: Peygamberimizden ayr›lma. müflkül: güç, zor; anlafl›lmas› zor mesele. nas: aç›k, kesin ve sa¤lam hüküm. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik. nübüvvet-i Ahmediye: Peygamberimizin nübüvveti, peygamberli¤i. rabian: dördüncü olarak. Risale-i Hamidiye: Hüseyin Cisrî’nin en önemli eseri. sahih: gerçek, do¤ru. salisen: üçüncü olarak. sanem: put, Allah’tan baflka tap›n›lan fley. saniyen: ikinci olarak. saray-› meflhure: meflhur saray. serfiraz: baflta gelen, seçkin. siyer: Hz. Muhammed’in hayat›n›n bütün özelliklerini anlatan, ilim dal›. sukut: düflme. flakk-› kamer: Peygamberimizin parma¤›yla iflaret etmesi sonucu ay›n ikiye ayr›lmas› mu’cizesi. fi›kk ve Satih: Peygamber Efendimizin gelece¤ini önceden haber veren meflhur iki kâhin, medyum. tafsilen: ayr›nt›l› olarak. tahkikat: araflt›rmalar, incelemeler. tahrifata maruz: bozulmaya, de¤iflmeye u¤rama. velâdet-i Ahmediye: Peygamberimizin do¤umu. zat-› Ahmediye: Peygamberimizin kendisi, flahs›. Zebur: Hz. Davud’a nazil olan ‹lâhî kitap. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 361 Hamisen: Dost ve düflman›n ittifak›yla ahlâk-› hasenenin flahs›nda en yüksek derecede ve bütün muamelât›n›n flahadetiyle secaya-i samiye, vazifesinde ve tebligat›nda en âlî bir derecede ve din-i ‹slâmdaki mehasin-i ahlâk›n flahadetiyle fleriat›nda en âlî hisal-i hamide en mükemmel derecede bulundu¤una ehl-i insaf ve dikkat tereddüt etmez. ahlâk-› hasene: güzel ahlâk, seciye, huy. âlem: dünya, bütün yarat›lm›fllar. âlî: yüce, yüksek. âsâr: eserler. azamî: en fazla, en çok. bilbedahe: apaç›k bir flekilde. bilmüflahede: görerek, bizzat flahit olarak. bizzarure: kesinlikle, mecburen. celp: çekmek. cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi. dellâl: ilân edici, tan›t›c›, hakka davet eden. din-i ‹slâm: ‹slâm dini. ehl-i insaf: insafl› olanlar, gerçekleri oldu¤u gibi kabul edebilenler. enzar-› dikkat: dikkat bak›fllar›. Hâl›k-› âlem: âlemi yaratan, Allah. hamisen: beflinci olarak. hisal-i hamide: övülmüfl hasletler, özellikler, huylar. hüsnüzatî: zat›n›n güzelli¤i. ittifak: fikir birli¤i etme, uyuflma. kemal: olgunluk, kusursuz, mükemmellik. kemal-i sanat: sanattaki mükemmellik. kesret tabakat›: çokluk tabakalar›, say›ca çok fazla olan varl›k çeflitleri mehasin-i ahlâk: ahlâk bak›m›ndan güzellikler. meratib-i tevhit: Allah’›n bir oldu¤una inanman›n mertebeleri, dereceleri. muamelât: muameleler, insanlar›n birbirleriyle olan iliflkileri, ifllemleri. mukabil: karfl›, karfl›l›k. mukteza-i hikmet ve hakikat: hakikatin ve belirli gayelere yönelik olarak, faydal›, yerli yerinde olman›n gere¤i mukteza-i hikmet: belirli gayele- Sadisen: Onuncu Sözün ‹kinci ‹flaretinde iflaret edildi¤i gibi; Ulûhiyet, mukteza-i hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en azamî bir derecede zat-› Ahmediye (a.s.m.), dinindeki azamî ubudiyetiyle en parlak bir derecede göstermifltir. Hem Hâl›k-› Âlem’in nihayet kemaldeki cemalini bir vas›ta ile göstermek mukteza-i hikmet ve hakikat olarak istemesine mukabil, en güzel bir surette gösterici ve tarif edici, bilbedahe o zatt›r. Hem Sâni-i Âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i sanat› üzerine enzar-› dikkati celp etmek, teflhir etmek istemesine mukabil, en yüksek bir seda ile dellâll›k eden, yine bilmüflahede o zatt›r. Hem Bütün Âlemlerin Rabbi, kesret tabakat›nda Vahdaniyetini ilân etmek istemesine mukabil, tevhidin en azamî bir derecede, bütün meratib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure o zatt›r. Hem Sahib-i Âlem’in nihayet derecede âsâr›ndaki cemalin iflaretiyle, nihayetsiz hüsnüzatîsini ve cemalinin re yönelik olarak, faydal› ve yerli yerinde olman›n gere¤i. nihayet: son derece. nihayetsiz: sonsuz. Rab: her fleyin sahibi, yaratan, büyüten, terbiye eden Allah. sadisen: alt›nc› olarak. Sahib-i Âlem: âlemin sahibi; Allah. Sâni-i Âlem: bütün âlemi sanatl› bir flekilde yaratan Allah. secaya-› samiye: yüksek, k›ymetli karakterler, huylar. 362 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) seda: ses. suret: flekil, biçim. flahadet: flahit olma, tan›kl›k. fleriat: ‹slâm dini, ‹slâm›n bütün hükümleri. tarif edici: tan›t›c›, özelliklerini anlat›c›. tebligat: tebli¤ler, bir emri ya da haberi baflkalar›na ulaflt›rmalar, bildirmeler. tereddüt: karars›zl›k, flüphede kalma. teflhir: gösterme, sergileme. tevhit: birleme, Allah’›n bir oldu¤una inanmak. tezahür: ortaya ç›kma, görünme. ubudiyet: kulluk. ulûhiyet: ilâhl›k, Cenab-› Hakk›n ibadet ve itaate lây›k tek varl›k olmas›. vahdaniyet: Allah’›n varl›¤› ve birli¤i. vas›ta: arac›. vazife: görev. zat: kifli, flah›s, fert. Zat-Ahmediye: Peygamberimizin zat›, kendisi. mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-i hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil, en flaflaal› bir surette âyinedarl›k eden ve gösteren ve sevip ve baflkas›na sevdiren, yine bilbedahe o zatt›r. Hem flu saray-› âlemin Sânii, gayet harika mu’cizeleri ile ve gayet k›ymettar cevahirler ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teflhir istemesi ve onlarla kemalât›n› tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en azamî bir surette teflhir edici ve tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedahe o zatt›r. Hem flu kâinat›n Sânii, flu kâinat› enva-› acayip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapmas› ve zîfluur mahlûkat›n› seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve mukteza-i hikmet olarak onlara o âsâr ve sanayiinin manalar›n›, k›ymetlerini ehl-i temafla ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil, en azamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’ân-› Hakîm vas›tas›yla rehberlik eden, yine bilbedahe o zatt›r. Hem flu kâinat›n Hâkim-i Hakîm’i, flu kâinat›n tahavvülât›ndaki maksat ve gayeyi tazammun eden t›ls›m-› mu¤lâk›n› ve mevcudat›n “Nereden? Nereye? Ve ne olduklar›?” olan flu üç sual-i müflkülün muammas›n› bir elçi vas›tas›yla umum zîfluurlara açt›rmak istemesine mukabil, en vaz›h bir surette ve en azamî bir derecede hakaik-› Kur’âniye vas›tas›yla o t›ls›m› açan ve o muammay› halleden, yine bilbedahe o zatt›r. âsâr: eserler, izler, niflanlar. âyine: ayna, mir’at. âyinedar: ayna olan. azamî: en fazla, en çok. bilbedahe: apaç›k bir flekilde. cevahir: cevherler, k›ymetli fleyler. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. ehli temafla ve tefekkür: ibretle seyredip düflünenler. elçi: peygamber. enva-› acayip: hayret verici çeflitler, türler. gaye: maksat, hedef. gayet: çok, son derece. Hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatleri, do¤rular›. Hâkim-i Hakîm: her fleyi bir maksatla uygun ve hikmetle yaratan, her fleyi hükmü alt›nda tutup adaletle yöneten. hall: çözme. hazine-i gaybiye: görünmeyen hazine. hüsnünün letaifi: güzelli¤inin incelikleri. ibret: ders ç›karma. ins: insan ithal: dahil etme, içine alma. izhar: gösterme, meydana ç›karma. kâinat: yarat›lm›fl bütün varl›klar, evren; yarat›lm›fl fleylerin tamam›. kemalât: maddî ve manevî güzellikler, mükemmellikler. Kur’ân’› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân. k›ymet: de¤er, baha. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar. maksat: kastedilen, istenilen fley. mana: anlam. mehasin: güzellikler. melâike: melekler. mevcudat: var olan her fley. muamma: anlam› gizli ve güç anlafl›l›r söz. mu’cize: Allah’›n yaratt›¤› ve benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mukabil: karfl›l›k, muadil. mukteza-i hakikat ve hikmet: hakikatin ve belirli gayelere yönelik olarak, faydal›, yerli yerinde olman›n gere¤i. mukteza-i hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye gere¤i. rehber: yol gösteren, k›lavuz. ruhanî: ruh ile ilgili. sanayi: sanatlar, hünerler, ustal›klar. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. saray-› âlem: kâinat saray›. seyir: yürüyüfl, gezinti. sual-i müflkül: zor soru. suret: flekil, biçim, tarz. flaflaa: parlakl›k, gösterifl. tahavvülât: de¤iflmeler. tavsif: vas›fland›rma, niteleme, bir fleyin iç yüzünü ve özelliklerini anlatma. tazammun: ihtiva etme, içine alma. tefekkür: zihni faaliyet gösterme, düflünme. tenezzüh: gezinti. teflhir: gösterme, sergileme. t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i gizli s›r. t›ls›m-› mu¤lâk: anlafl›lmas› güç olan gizli s›r. umum: bütün. vas›ta: arac›, el. vaz›h: aç›k. zat: flah›s, fert, kifli; Hz. Muhammed. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. ziynet: süs. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 363 Hem flu âlemin Sâni-i Zülcelâl’i, bütün güzel masnuat›yla Kendini zîfluur olanlara tan›tt›rmak ve k›ymetli nimetlerle Kendini onlara sevdirmesi, bizzarure onun mukabilinde zîfluur olanlara marziyat› ve arzu-yu ‹lâhiyelerini bir elçi vas›tas›yla bildirmesini istemesine mukabil, en âlâ ve ekmel bir surette, Kur’ân vas›tas›yla o marziyat ve arzular› beyan eden ve getiren, yine bilbedahe o zatt›r. ahsen: en güzel. âlâ: yüce. âlem: dünya, kâinat. arzu-yu ‹lâhiye: Allah’›n istekleri, arzular›. azamî: en fazla, nihayet derecede. bâkî: ebedî, daimî. beyan: anlatma, aç›klama. bilbedahe: apaç›k. bilmüflahede: görerek. bizzarure: kesinlikle, mecburen. eblâ¤: en düzgün bir söz. ekmel: mükemmel, en uygun; tam. elçi: haberci, peygamber. eflref: en flerefli. fânî: ölümlü. gayet: son derece, çok. hakaik: do¤rular, gerçekler. hakaik-i gaybiye: gizli olan gayba ait gerçekler. hakikî: gerçek. hazine-i rahmet: tükenmeyen rahmet hazinesi. hissiyat: hisler, duygular. ifa: yerine getirme. iman: inanç, inanma. irade-i tahsin: güzel yapma, güzellefltirme iste¤i. Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam. Kab-› Kavseyn: yay›n iki ucu aras›ndaki mesafe gibi çok yak›n. kast-› tezyin: süsleme iste¤i. kesret: çokluk, bolluk. k›ymet: de¤er, baha. marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak hâl ve hareketler; raz› Hem Rabbülâlemîn, meyve-i âlem olan insana âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidat verdi¤inden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya etti¤inden; ve hissiyatça kesrete ve dünyaya müptelâ oldu¤undan, bir rehber vas›tas›yla yüzlerini kesretten Vahdete, fânîden bâkîye çevirmek istemesine mukabil, en azamî bir derecede, en ebl⤠bir surette, Kur’ân vas›tas›yla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifa eden, yine bilbedahe o zatt›r. ‹flte, mevcudat›n en eflrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eflref olan zîfluur ve zîfluur içinde en eflref olan hakikî insan ve hakikî insan içinde geçmifl vezaifi en azamî bir derecede, en ekmel bir surette ifa eden zat, elbette o mirac-› Azîm ile Kab-› Kavseyn’e ç›kacak, saadet-i ebediye kap›s›n› çalacak, hazine-i rahmetini açacak, iman›n hakaik-› gaybiyesini görecek, yine o olacakt›r. Sabian: Bilmüflahede flu masnuatta gayet güzel tahsinat, nihayet derecede süslü tezyinat vard›r. Ve bilbedahe flöyle tahsinat ve tezyinat, onlar›n Sâniinde, gayet fliddetli bir irade-i tahsin ve kast-› tezyin var oldu¤unu gösterir. olunacak fleyler. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mevcudat: var olan her fley, kâinat. meyve-i âlem: âlemin meyvesi. Mirac-› azîm: büyük Miraç. mukabil: karfl›, karfl›l›k. müheyya: haz›rlanm›fl. müptelâ: düflkün, ba¤l›. nihayet: son. nimet: iyilik, lütuf, ihsan. Rabbülâlemîn: bütün âlem- 364 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) leri idare ve terbiye eden Allah. rehber: yol gösteren, k›lavuz. risalet: peygamberlik görevi. saadet-i ebedîye: sonsuz mutluluk. sabian: yedinci. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yapan, yaratan Allah. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah. suret: flekil, biçim. tahsinat: güzel bulmalar. tezyinat: süsler, süslemeler. ubudiyet-i külliye: çok kapsaml› bir kulluk. vahdet: birlik. vas›ta: arac›. vazife: görev. vezaif: vazifeler. vüs’at-i istidat: kabiliyet vas›tas›. zat: kendi, kifli, flah›s; Hz. Muhammed. zîhayat: hayat sahibi, canl›. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. Ve irade-i tahsin ve tezyin ise, bizzarure o Sâni’de, sanat›na karfl› kuvvetli bir ra¤bet ve kudsî bir muhabbet oldu¤unu gösterir. Ve masnuat içinde en cami ve letaif-i sanat› birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve baflka masnuattaki güzellikleri 1 *G nABÉ°n TÉne deyip istihsan eden, bilbedahe o sanatperver ve sanat›n› çok seven Sâniin nazar›nda en ziyade mahbup, o olacakt›r. ‹flte masnuat› yald›zlayan mezâyâ ve mehasine ve mevcudat› ›fl›kland›ran letaif ve kemalâta karfl›, 2 ôo Ñn rcnG *nG ,*G nABÉ°n TÉne ,$G n¿ÉnërÑ°oS diyerek semavat› ç›nlatt›- ran ve Kur’ân’›n na¤amat›yla kâinat› velveleye verdiren, istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teflhir ile, zikir ve tevhit ile, ber ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüflahede o zatt›r. ‹flte böyle bir zat ki, 3 pπpYÉnØrdÉnc oÖnÑ°sùdn G s›rr›nca, bütün ümmetin iflledi¤i hasenat›n bir misli onun kefe-i mizan›nda bulunan ve umum ümmetinin salâvat›, onun manevî kemalât›na imdat veren ve risaletinde gördü¤ü vezaifin netaicini ve manevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i ‹lâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zat, elbette miraç merdiveniyle Cennete, Sidretü’l-Münteha’ya, Arfla ve Kab-› Kavseyn’e kadar gitmek, ayn› hak, nefs-i hakikat ve mahz-› hikmettir. • ‹kinci müflkül: Ey makam-› istimadaki insan! fiu ikinci iflkâl etti¤in hakikat o kadar derindir, o kadar 1. Allah dilemifl ne güzel yaratm›fl. 2. Allah her türlü noksan s›fattan münezzehtir. Allah dilemifl ne güzel yaratm›fl. Allah en büyük ve en yücedir. 3. Bir fleye sebep olan, onu iflleyen gibidir. [“Hayr›n yolunu gösteren, onu iflleyen gibidir” (Fey zü’l-Kadîr, c.3, s. 537, hadis no: 4250; Keflfü’l-Hafa, c. 1, s. 399.) hadisinden al›nan bir ölçü.] Allahü ekber: Allah en büyüktür. arfl: Allah’›n büyüklük ve yüceli¤inin ve her fleyi kuflatan s›n›rs›z egemenli¤inin tecelli etti¤i yer. si. ber ve bahir: kara ve deniz. bilbedahe: apaç›k. bilmüflahede: görerek. bizzarure: zarurî olarak, mecburen. ayn-› hak: gerçe¤in tâ kendi- cami: genifl, kapsayan. cezbe: çekme, çekifl. feyiz: bolluk, bereket. hakikat: gerçek. hasenat: güzellikler, iyilikler. irade-i tahsin: güzel yapma, güzellefltirme iste¤i. istihsan: güzel bulma, be¤en- me. iflkâl etmek: zorlaflt›rmak, güçlefltirmek. kefe-i mizan: terazi kefesi, gözü. kemalât: iyilikler, mükemmellikler. kudsî: mukaddes, kutlu. letaif: incelikler, güzellikler. letaif-i sanat: sanattaki güzellikler. mahbup: sevilmifl, sevilen. mahz-› hikmet: yarat›l›fltaki ‹lâhî gayelerin hazinesi. makam-› istimada: dinleme konumunda. masnuat: sanatla yap›lm›fl eserler. maflaallah: Cenab-› Hak ne güzel dilemifl, ne güzel yaratm›fl. mazhar: eriflme, sahip olma. mehasin: güzellikler. mevcudat: var olan her fley. mezâyâ: özellikler. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhabbet: sevgi. muhabbet-i ‹lâhiye: Allah sevgisi. münezzeh: uzak, temiz. müflkül: güç, zor, çetin. na¤amat: güzel sesler. nefs-i hakikat: gerçe¤in tâ kendisi. netaiç: sonuçlar. rahmet: ac›ma, merhamet etme. risalet: elçilik, peygamberlik. salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme. sanatperver: sanat sever. Sâni: yapan, her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. semavat: semalar, gökler. Sidretü’l-Münteha: yedinci kat gökte oldu¤u rivayet edilen ve Peygamberimizin ulaflt›¤› en son makam. Sübhanallah: Cenab-› Hak bütün kusurlardan uzakt›r, anlam›nda bir zikir sözü. s›fat: hâl, keyfiyet, nitelik, vas›f. tefekkür: bir mesele hakk›nda zihni faaliyet gösterme, düflünme. teflhir: sergileme. tevhit: Allah’›n bir oldu¤una inanma. tezyin: süsleme. ümmet: bütün Müslümanlar. velvele: ba¤r›flma, gürültü, zikir: ad›n› anma. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 365 yüksektir ki, ak›l ona ne ulafl›r, ne de yanafl›r; illâ, nur-i iman ile görünür. Fakat, baz› temsilât ile o hakikatin vücudu fehme takrip edilir. Öyle ise, bir nebze takribe çal›flaca¤›z. ‹flte flu kâinata nazar-› hikmetle bak›ld›¤› vakit, azîm bir flecere manas›nda görünür. Ve flecerenin nas›l dallar›, yapraklar›, çiçekleri, meyveleri vard›r; flu flecere-i hilkatin de bir fl›kk› olan âlem-i süflînin, anas›r dallar›, nebatat ve eflcar yapraklar›, hayvanat çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür. Sâni-i Zülcelâl’in a¤açlar hakk›nda cari olan bir kanunu, elbette flu flecere-i azamda da cari olmak, mukteza-i ism-i Hakîm’dir. Öyle ise, mukteza-i hikmet, flu flecere-i hilkatin de bir çekirdekten yap›lmas›d›r. Hem, öyle bir çekirdek ki, âlem-i cismanîden baflka, sair âlemlerin numunesini ve esasat›n› cami olsun. Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinat›n çekirdek-i aslîsi ve menflei, kuru bir madde olamaz. ahir: son. âlem: dünya, cihan. âlem-i cismanî: maddî âlem. âlem-i süflî: pis âlem. anas›r: unsurlar; toprak, hava, su, atefl. arz: yer, dünya. azîm: büyük, yüce. befler: insan. cami: toplayan, içine alan. cari: geçerli, yürürlükte. celp: çekme, çekifl. çekirdek-i aslî: as›l çekirdek, öz. daima: her vakit. esasat: esaslar, kökler, temeller. eflcar: a¤açlar. evvel-i f›trat: yarat›l›fl›n bafllang›c›. fehme takrip etmek: akl›n alaca¤› flekilde anlatmak, anlay›fla yaklaflt›rmak. hakikat: gerçek. Hakîm: her fleyi bir maksatla uygun ve hikmetle yaratan, hikmet sahibi Allah. hilkat: yarat›l›fl. hükmünde: yerinde, de¤erinde. illâ: ancak. iman: inanma, inanç. ispat: do¤rulu¤u delillerle kan›tlanma. kâinat: bütün âlemler, varl›klar, evren. libas: elbise. Madem flu flecere-i kâinattan daha evvel, o neviden baflka flecere yok; öyle ise, ona menfle ve çekirdek hükmünde olan mana ve nur, elbette yine flecere-i kâinatta bir meyve libas›n›n giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezas›d›r. Çünkü, çekirdek daima ç›plak olamaz. Madem evvel-i f›tratta, meyve, libas›n› giymemifl; elbette, ahirde o libas› giyecektir. Madem o meyve insand›r; ve madem insan içinde, sab›kan ispat edildi¤i üzere, en meflhur meyve ve en muhteflem semere ve umumun nazar-› dikkatini celp eden ve arz›n n›sf›n› ve beflerin mana: anlam. menfle: esas, kök, kaynak. meflhur: flöhretli. muhtelif: çeflitli, farkl›. muhteflem: ihtiflaml›, görkemli. mukteza: gereklilik. mukteza-i hikmet: hikmetin gere¤i. mukteza-i ism-i Hakîm: Allah’›n her fleyi hikmetle yapt›¤›n› bildiren isminin gere¤i. nazar: bakma, bak›fl. nazar-› hikmet: ‹lâhî maksa- 366 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) da uygun bak›fl, düflünme. nebatat: bitkiler. nebze: bir parça. nevi: çeflit; cins. numune: örnek, misal. nur: ayd›nl›k. n›sf: yar›m yar›. sab›kan: bundan önce, evvelce. sair: di¤er. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah. semere: meyve, yemifl. flecere: a¤aç. flecere-i azam: büyük a¤aç. flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›. flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›, varl›k a¤ac›. fl›k: seçenek, alternatif. takrip: yaklaflt›rma. tazammun: ihtiva etme, içine alma. temsilât: temsiller, örnekler. umum: genel, ço¤unluk. vücut: varl›k. humsunun nazar›n› kendine hasreden ve mehasin-i maneviyesi ile âlemi ya nazar-› muhabbet veya hayretle kendine bakt›ran meyve ise zat-› Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmd›r; elbette, kâinat›n teflekkülüne çekirdek olan nur, onun zat›nda cismini giyerek, en ahir bir meyve suretinde görünecektir. Ey müstemi! fiu acip kâinat-› azîme, bir insan›n cüz’î mahiyetinden halk olunmas›n› istib’at etme! Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam a¤ac›n›, bu¤day tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, flu kâinat› nur-i Muhammedîden (aleyhissalâtü vesselâm) nas›l halk etmesin veya edemesin? ‹flte flecere-i kâinat, flecere-i Tuba gibi, gövdesi ve kökü yukar›da, dallar› afla¤›da oldu¤u için, afla¤›daki meyve makam›ndan, tâ çekirdek-i aslî makam›na kadar, nuranî bir hayt-› münasebet var. ‹flte Miraç, o hayt-› münasebetin g›laf› ve suretidir ki, Zat-› Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o yolu açm›fl; velâyetiyle gitmifl, risaletiyle dönmüfl ve kap›y› da aç›k b›rakm›fl. Arkas›ndaki evliya-i ümmeti, ruh ve kalp ile o cadde-i nuranîde, mirac-› Nebevînin gölgesinde seyrüsülûk edip istidatlar›na göre makamat-› âliyeye ç›k›yorlar. Hem, sab›kan ispat edildi¤i üzere, flu kâinat›n Sânii, birinci iflkâlin cevab›nda gösterilen makas›d için, flu kâinat› bir saray suretinde yapm›fl ve tezyin etmifltir. O makas›d›n medar›, zat-› Ahmediye (a.s.m.) oldu¤u için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinat’›n nazar-› inayetinde olmas› ve en evvel tecellisine mazhar olmak lâz›m geliyor. Çünkü, bir fleyin neticesi, semeresi evvel düflünülür. acip: hayret veren. ahir: son. âlem: dünya, cihan, bütün yarat›lm›fllar. aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun.” cadde-i nuranî: nurlu cadde. cüz’î: az, pek az. çekirdek-i aslî: as›l çekirdek. evliya-i ümmet: ‹slâm ümmeti içinde velîlik derecesine ç›kanlar. g›laf: k›l›f. halk: yaratma, yarat›fl. hasretmek: özgü k›lmak. hayt- münasebet: irtibat, ba¤lant› ipi. hums: beflte bir. istib’at: uzak görme. istidat: kabiliyet, yetenek. iflkâl: güçlük, zorluk. Kadîr-i Zülcelâl: büyüklük sahibi ve her fleye gücü yeten Allah. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, evren, bütün âlemler, varl›klar. kâinat-› azîme: büyük kâinat. mahiyet: nitelik, özellik. makam: mevki, de¤er. makamat-› âliye: yüksek makamlar. makas›d: maksatlar, gayeler. mazhar: görünme ve yans›ma yeri. medar: dayanak noktas›, sebep, vesile. mehasin-i manevîye: manevî güzellikler. Mirac-› Nebevî: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muazzam: çok büyük münasebet: iki fley aras›ndaki uygunluk, ilgi, yak›nl›k. müstemi: dinleyici. nazar: bakma, bak›fl. nazar-› inayet: yard›m ve koruma bak›fl›. nazar-› muhabbet: sevgi bak›fl›. nevi: çeflit. nur: ayd›nl›k. nuranî: nurlu. nur-i Muhammedî: Hz. Muhammed’in nuru. risalet: elçilik, peygamberlik. ruh: manevî varl›k, insan›n öz benli¤i. sab›kan: evvelce. Sâni: bütün âlemlerin yarat›c›s›, yap›c›s› olan Allah. Sâni-i kâinat: bütün âlemlerin yarat›c›s› olan Allah. semere: meyve. seyrüsülûk: manevî ve ruhî yolculuk. suret: biçim, görünüfl, flekil. flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›. flecere-i Tuba: Cennetteki Tuba a¤ac›. tecelli: yans›ma, görünme. teflekkül: meydana gelme, oluflum. tezyin: süsleme, ziynetlendirme. velâyet: velîlik, ermifllik. zat: Hz. Muhammed. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. Zat-› Muhammediye: Hz. Muhammed’in zat›. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 367 ahir: son, en sonra. âlem: kâinat, evren, dünya; sema, gök katmanlar›ndan. âlem-i süflî: afla¤› âlem, dünya. amel: fiil, ifl, emek. arfl: sema, gök, taht. avalim-i ulviye: yüksek dünyalar, yüce âlemler. Cennetü’l-Me’vâ: Cennetin tabakalar›ndan biri. cüz’iyat: ufak tefek fleyler. ecnas-› mahlûkat: yarat›lanlar›n çeflitler. ef’al: fiiller, ifller, ameller. emarat: emareler, alâmetler. esma: adlar, isimler. esnaf-› masnuat: yarat›lanlar›n s›n›flar›. evvel: önce, bafllang›ç. fevkinde: üstünde, üzerinde. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hasenat: güzellikler, iyilikler, hay›rlar. hikmet-i kâinat: kâinat›n yarat›lmas›ndaki gaye. hilkat: yarat›l›fl. hükmünde: yerinde, de¤erinde. ihata: kapsama, kuflatma. iktiza: lâz›m gelme, gereklilik. ins: insan. intiflar: yay›lma. ‹sm-i Hakîm: Hakîm ismi; Cenab› Hakk›n hikmetle, faydalar› takip ederek ifl gören manas›ndaki ismi. istiap: içine alma, kaplama. iflarat: iflaretler, alâmetler. kâinat: bütün âlemler, evren. kesret: çokluk, bolluk. Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân. küllî: kapsaml›, genel. küre-i arz: dünya, yer küre. küre-i zemin: yer yuvarla¤›, dünya. lâz›m: gerek, gerekli. mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar. mahfler-i masnuat: sanat eseri varl›klar›n topland›¤› yer. maksat: kastedilen, istenilen fley. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mazhar: görünme ve yans›ma yeri. medar-› k›ymet: k›ymetli say›lmalar›na sebep, vesile. medar-› zuhur: ortaya ç›kmalar›na, do¤malar›na sebep, vesile. menba: kaynak. merkez-i tasarruf: komuta ve yönetim merkezi. muhit: kapsaml›, kuflat›c›. mükemmel: tam olgun, kâmil manada. Demek, vücuden en ahir, manen de en evveldir. Hâlbuki, zat-› Ahmediye, (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-› k›ymeti ve bütün maksatlar›n medar-› zuhuru oldu¤undan, en evvel tecelli-i icada mazhar onun nuru olmak lâz›m gelir. • Üçüncü müflkülün o kadar genifltir ki, bizim gibi dar zihinli insanlar, istiap ve ihata edemez. Fakat uzaktan uza¤a bakabiliriz. Evet, âlem-i süflînin manevî tezgâhlar› ve küllî kanunlar›, avalim-i ulviyededir. Ve mahfler-i masnuat olan küre-i arz›n hadsiz mahlûkat›n›n netaic-i amelleri ve cin ve insin semerat-› ef’alleri, yine avalim-i ulviyede temessül eder. Hatta, hasenat Cennetin meyveleri suretine, seyyiat ise Cehennemin zakkumlar› flekline girdikleri, pek çok emarat ve pek çok rivayat›n flahadeti ile ve hikmet-i kâinat›n ve ism-i Hakîm’in iktizas›yla beraber, Kur’ân-› Hakîm’in iflarat› gösteriyor. Evet, zeminin yüzünde kesret, o kadar intiflar etmifl ve hilkat o kadar teflaub etmifl ki, bütün kâinatta münteflir umum masnuat›n pek çok fevkinde ecnas-› mahlûkat ve esnaf-› masnuat küre-i zeminde bulunur, de¤iflir; daima dolup boflal›r. ‹flte flu cüz’iyat ve kesretin menbalar›, madenleri elbette küllî kanunlar ve küllî tecelliyat-› esmaiyedir ki, o küllî kanunlar, o küllî tecelliler ve o muhit esmalar›n mazharlar› da bir derece basit ve safî ve her biri bir âlemin arfl› ve sakf› ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan semavatt›r ki; o âlemlerin birisi de Sidretü’l-Münteha’daki Cennetü’lMe’vâ’d›r. Yerdeki tesbihat ve tahmidat, o Cennetin münteflir: yay›lan. müflkül: güç, zor. netaic-i amel: iflin neticeleri, sonuçlar›. nur: ayd›nl›k. rivayat: rivayetler, nakiller. safî: duru, kat›fl›ks›z. sakf: çat›, tavan. semavat: semalar, gökler. semerat-› ef’al: fiillerin meyveleri, ürünleri. seyyiat: fenal›klar, günahlar. Sidretü’l-Münteha: Miraç esnas›nda Peygamberimizin 368 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ulaflt›¤› son nokta. suret: flekil, biçim. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. tahmidat: övgüler, flükretmeler. tecelli: yans›ma, görünme. tecelli-i icada mazhar: yaratma fiilinin göründü¤ü yer. tecelliyat-› esmaiye: Allah’›n isimlerinin tecellileri, görüntüleri. temessül: bir flekil ve surete girme, cisimlenme. tesbihat: Allah’› öven ve ku- surdan yüce tutan sözler. teflaub: flube flube, dal budak. tezgâh: ifl yeri, dokuma aleti. ulviye: yüksek, yüce, semavî. vücuden: vücut itibar›yla. zakkum: meyvesi ac› olan bir cins a¤aç. zat-› Ahmediye: Hz. Muhammed Efendimiz. zemin: yer, yeryüzü. zihin: kavrama gücü, anlay›fl. meyveleri suretinde—Muhbir-i Sad›k›n ihbar› ile—temessül etti¤i sabittir. ‹flte, bu üç nokta gösteriyorlar ki, yerde olan netaiç ve semerat›n mahzenleri, oralardad›r ve mahsulât› o tarafa gider. Deme ki, “Havaî bir Elhamdülillâh kelimem nas›l mücessem bir meyve-i Cennet olur?” Çünkü, sen gündüz uyan›k iken güzel bir söz söylersin; bazen rüyada güzel bir elma fleklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede ac› bir fley suretinde yutars›n. Bir g›ybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyle ise, flu dünya uykusunda söyledi¤in güzel sözlerin ve çirkin sözlerin, meyveler suretinde uyan›k âlemi olan âlem-i ahirette yersin ve yemesini istib’at etmemelisin. *** Dördüncü Esas M i rac›n semerat› ve faydas› nedir? E l c e v a p : fiu flecere-i Tuba-i maneviye olan mirac›n befl yüzden fazla meyvelerinden numune olarak yaln›z befl tanesini zikredece¤iz. B‹R‹NC‹ MEYVE: Erkân-› imaniyenin hakaik›n› göz ile görüp, melâikeyi, Cenneti, ahireti, hatta Zat-› Zülcelâl’i göz ile müflahede ahiret: öbür dünya, ikinci hayat yurdu. âlem: dünya, cihan. âlem-i ahiret: ahiret hayat›, öteki dünya. elhamdülillâh: her türlü hamd ve övgü Allah’a aittir. erkân-› imaniye: imana ait esaslar. g›ybet: arkadan çekifltirme, dedikodu yapma. hakaik: do¤rular, gerçekler. havaî: havaya ait, havada olan. ihbar: haber verme, bildirme. istib’at: ak›ldan uzak görmek, ihtimal vermeme. mahsulât: ürünler. mahzenler: depolar. melâike: melekler, nurdan yarat›lm›fl, mahlûklar. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. Muhbir-i Sad›k: gerçe¤i, hakikati haber veren Peygamberi- miz. murdar: pis, kirli, i¤renç. mücessem: cisim hâline gelmifl, cisimleflmifl. müflahede: bir fleyi gözle görme, seyrederek anlama. netaiç: neticeler, sonuçlar. numune: örnek, misal. semerat: ürünler, meyveler. suret: flekil, biçim. flecere-i Tuba-i manevîye: manevî Tuba a¤ac›. temessül: bir flekil ve surete girme, cisimlenme. Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük sahibi zat, Allah. zikretmek: ad›n› anma, belirtmek. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 369 abd-i has: özel ve ayr›cal›kl› kul; Hz. Muhammed. âciz: zay›f, güçsüz. a’dâ: düflman. ahsen-i takvim: en güzel flekil, bir kulun ulaflabilece¤i en güzel k›vam ve hâl. arzu: istek. arzukefl: arzulu, istekli. âyine-i cemal-i Zat-› Ehadiye: bir olan Allah’›n mukaddes ve benzersiz güzelli¤inin aynas›. bekas›z: sürekli olmayan. befler: insan. cemal: güzellik. Cennet-i Bâkiye: bâkî, sonsuz Cennet. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. esasat: esaslar, kökler, temeller. fakir: fakir, yoksul. fânî: ölümlü, muvakkat, geçici. habip: sevilen, seven. hacat: hacetler, ihtiyaçlar. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat: gerçek. hakikî: gerçek. Hâkim-i Ezel ve Ebed: varl›¤›n›n bafllang›c› ve sonu olmayan, kudret ve hâkimiyet sahibi, ezel ve ebed hâkimi Allah. halil: samimî dost. hayretkâr: hayran kalan, hayran olan. ins: insan. istihsan: güzel bulma, be¤enme. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, evren. kemalât: iyilikler, mükemmellikler. kudsî: kutsal, kusursuz ve yüce. marziyat: raz› olunacak fleyler. marziyat-› Rabbanîye: Allah’›n r›zas›na uygun olan hâl ve hareketler. mektubat-› Samedâniye: A llah’›n yaratt›¤› her biri birer mektup gibi manalar ifade eden varl›klar; hiçbir fleye ihtiyac› olmayan ve bütün varl›klar›n Kendisine muhtaç oldu¤u Allah’›n yaratt›klar›. merakaver: merak verici, düflündürücü. mesrur: sevinçli. meyve-i kudsiye: temiz yarat›lan meyve. misafir-i aziz: aziz ve de¤erli sayg›n misafir. mu’cize-i kudret-i Samedâniye: her fleyin muhtaç oldu¤u ‹lâhî güç ve kuvvetin mu’cizeli¤i, harika oluflu. muhatap: kendisine söz söylenilen. muhsin: ihsan eden, iyilik yapan. müflevvefl: belirsiz, karmakar›fl›k. etmek, kâinata ve beflere öyle bir hazine ve bir nur-i ezelî ve ebedî bir hediye getirmifltir ki; flu kâinat› periflan ve fânî ve karma kar›fl›k bir vaziyet-i mevhumeden ç›kar›p, o nur ve o meyve ile, o kâinat› kudsî mektubat-› Samedâniye, güzel âyine-i cemal-i Zat-› Ehadiye vaziyeti olan hakikatini göstermifl. Kâinat› ve bütün zîfluuru sevindirip mesrur etmifl. Hem, o nur ve o meyve ile, befleri müflevvefl, periflan, âciz, fakir, hacat› hadsiz, a’dâs› nihayetsiz ve fânî, bekas›z bir vaziyet-i dalâletkârâneden, o insan›, o nur, o meyve-i kudsiye ile ahsen-i takvimde bir mu’cize-i kudret-i Samedâniyesi ve mektubat-› Samedâniyenin bir nüsha-i camias› ve Sultan-› Ezel ve Ebed’in bir muhatab›, bir abd-i hass›; ve kemalât›n›n istihsanc›s›, halili; ve cemalinin hayretkâr›, habibi; ve Cennet-i bâkiyesine namzet bir misafir-i azizi suret-i hakikîsinde göstermifl. ‹nsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir flevk vermifltir. ‹K‹NC‹ MEYVE: Sâni-i Mevcudat ve Sahib-i Kâinat ve Rabbülâlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebed’in marziyat-› Rabbaniyesi olan ‹slâmiyetin, baflta namaz olarak, esasat›n› cin ve inse hediye getirmifltir ki, o marziyat› anlamak, o kadar merakaver ve saadetaverdir ki, tarif edilmez. Çünkü, herkes, büyükçe bir velî-i nimetini, yahut muhsin bir padiflah›n›n uzaktan arzular›n› anlamaya ne kadar arzukefl ve anlasa ne kadar memnun olur. Temenni eder ki, “Keflke bir vas›ta-i muhabere olsa idi, do¤rudan do¤ruya o zat ile konuflsa idim, benden ne istiyor anlasa idim, namzet: aday. nihayetsiz: sonsuz. nur: ayd›nl›k. nur-i ezelî ve ebedî: ezelî ve ebedî ayd›nl›k, öncesi olmayan ve sonsuza kadar devam edecek olan nur. nüsha-i camia: çok genifl ve kapsaml› nüsha. padiflah: hükümdar, sultan. periflan: da¤›n›k, kar›fl›k, düzensiz. Rabbülâlemîn: âlemlerin Rabbi, bütün âlemleri idare 370 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ve terbiye eden Allah. saadetaver: mutluluk veren. Sahib-i Kâinat: kâinat›n sahibi yaratan› olan Allah. Sâni-i Mevcudat: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. Sultan-› Ezel ve Ebed: ezel ve ebed sultan›; varl›¤›n›n bafllang›c› ve sonu olmayan kudret ve hâkimiyet sahibi, sultan› Allah. suret: flekil, biçim. sürur: sevinç. flevk: fliddetli arzu ve istek. temenni: dilek, istek, arzu. vas›ta-i muhabere: haberleflme arac›. vaziyet: durum, durufl. vaziyet-i dalâletkârâne: dinsizce durum, küfür hâli. vaziyet-i mevhume: olmad›¤› hâlde var say›lan vaziyet, durum. velî-i nimet: iyilik, lütuf sahibi. Zat: Allah. zîfluur: fluur sahibi, bilinçli. benden Onun hofluna gideni bilse idim” der. Acaba bütün mevcudat, kabza-i tasarrufunda ve bütün mevcudattaki cemal ve kemalât, Onun cemal ve kemaline nispeten zay›f bir gölge ve her anda nihayetsiz cihetlerle Ona muhtaç ve nihayetsiz ihsanlar›na mazhar olan befler, ne derece Onun marziyat›n› ve arzular›n› anlamak hususunda hâhiflger ve merakaver olmas› lâz›m oldu¤unu anlars›n. ‹flte, Zat-› Ahmediye (a.s.m.) yetmifl bin perde arkas›nda o Sultan-› Ezel ve Ebed’in marziyat›n› do¤rudan do¤ruya miraç semeresi olarak hakkalyakîn iflitip, getirip beflere hediye etmifltir. Evet, befler, kamerdeki hâli anlamak için ne kadar merak eder ki; biri gidip, dönüp haber verse. Hem ne kadar fedakârl›k gösterir. E¤er anlasa, ne kadar hayret ve meraka düfler. Hâlbuki, kamer öyle bir Malikü’l-Mülk’ün memleketinde geziyor ki, kamer bir sinek gibi küre-i arz›n etraf›nda pervaz eder, küre-i arz pervane gibi flemsin etraf›nda uçar, flems binler lâmbalar içinde bir lâmbad›r ki, o Malikü’l-Mülk-i Zülcelâl’in bir misafirhanesinde mumdarl›k eder. ‹flte Zat-› Ahmediye (a.s.m.), öyle bir Zat-› Zülcelâl’in fluunat›n› ve acaib-i sanat›n› ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüfl, gelmifl, beflere söylemifl. ‹flte befler, bu zat›, kemal-i merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilâf-› ak›l ve hikmetle hareket etti¤ini anlars›n. acayip: dikkat çekici, hayret verici fleyler. âlem-i beka: sonsuzluk âlemi, ahiret. arzular: istekler. befler: insan, insanl›k. cemal ve kemalât: güzellik ve mükemmellikler. cemal: güzellik. cihet: yön, taraf. fedakâr: kendini veya flahsî menfaatlerini hiçe sayan, feda eden. hâhiflger: istekli. hakkalyakîn: yaflayarak kesin ve flüphesiz olarak bilme, bilginin en kesin hâli. hayret: flaflk›nl›k, flafl›rmak. hazain: hazineler. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. hilâf-› ak›l: akla ters, ayk›r›. husus: konu. ihsan: iyilik etme, ba¤›fllama, ikram etme. kabza-i tasarruf: yönetimi sa¤layan icraat›n kuvvet eli. kamer: ay. kemal: mükemmellik. kemal-i merak: can kula¤›, pürdikkat. küre-i arz: dünya, yer küre. lâz›m: gerekli. Malikü’l-Mülk: mülkün maliki; bütün mülklerin sahibi, her fleyin maliki olan Allah. Malikü’l-Mülk-i Zülcelâl: mülkünde diledi¤i flekilde hükmeden, yücelik ve heybet sahibi Allah. marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak davran›fllar. mazhar: nail olma, flereflenme, kavuflma. merakaver: merakl›. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. misafirhane: konuk evi, geçici bekleme yeri. mumdar: ayd›nlatan, ›fl›kland›ran. nihayetsiz: sonsuz. nispeten: k›yaslayarak. pervane: geceleri ›fl›¤›n etraf›nda dönen küçük kelebek. pervaz etmek: uçmak. rahmet: ac›ma, merhamet etme, ba¤›fllama, flefkat etme. semere: meyve, ürün ve kazanç. Sultan-› Ezel ve Ebed: ezel ve ebed sultan›; varl›¤›n›n bafllang›c› ve sonu olmayan kudret ve hâkimiyet sahibi, sultan› Allah. flems: günefl. gün. fluunat: hâller, ifller, fiiller. zat: flah›s, fert; Peygamber Efendimiz. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük sahibi zat, Allah. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 371 ÜÇÜNCÜ MEYVE: adem ve firak-› ebedî: ebedî, sürekli yokluk ve ayr›l›k. bâkî: ebedî, daimî, sonsuz. cemal: maddî manevî güzelliklerin genel s›fat›. Cemalullah: Allah’›n cemali, güzelli¤i. cilve: ‹lâhî isimlerin tecellisi, par›lt›lar›. cin ve ins: cinler ve insanlar. define: hazine. derecat: dereceler, basamaklar. fânî: ölümlü, geçici. feda: gözden ç›karma, u¤runa verme. hakkalyakîn: yaflayarak kesin ve flüphesiz olarak bilmek, bilginin en kesin hâli. hareket-i zerrat: zerrelerin, atomlar›n hareketi. hengâm: zaman, vakit. idam: ölüm cezas›. idam-› ebedî: ebedî yokluk, öldürme. ihsan: iyilik etme, güzel davranma, ba¤›fllama. ins: insan, befler. kat’iyen: kat’î olarak, kesinlikle. kemal: olgunluk, kusursuz, mükemmellik. kurb-i flahane: padiflaha yak›nl›k, komfluluk. k›yas: karfl›laflt›rma, benzetme yolu. k›ymet: de¤er, bedel. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. leziz: lezzetli, tatl›. mahkûm: hükümlü, çaresiz. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhabbet: sevgi, dostluk. Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtar›n› al›p getirmifl, cin ve inse hediye etmifltir. Evet, miraç vas›tas›yla ve kendi gözüyle Cenneti görmüfl ve Rahman-› Zülcemal’in rahmetinin bâkî cilvelerini müflahede etmifl ve saadet-i ebediyeyi kat’iyen, hakkalyakîn anlam›fl, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmifltir ki; bîçare cin ve ins, karars›z bir dünyada ve zelzele-i zeval ve firak içindeki mevcudat›, seyl-i zaman ve harekât-› zerrat ile adem ve firak-› ebedî denizine döküldü¤ü olan vaziyet-i mevhume-i canh›raflânede olduklar› hengâmda flöyle bir müjde ne kadar k›ymettar oldu¤u ve idam-› ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fânî cin ve insin kula¤›nda öyle bir müjde ne kadar saadetaver oldu¤u tarif edilmez. Bir adama idam edilece¤i anda, onun aff›yla, kurb-i flahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebeptir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurlar› topla, sonra bu müjdeye k›ymet ver. DÖRDÜNCÜ MEYVE: Rü’yet-i Cemalullah meyvesini kendi ald›¤› gibi, o meyvenin her mü’mine dahi mümkün oldu¤unu, cin ve inse hediye getirmifltir ki; o meyve ne derece leziz ve hofl ve güzel bir meyve oldu¤unu bununla k›yas ebedilirsin. Yani, her kalp sahibi bir insan, zîcemal, zîkemal, zîihsan bir zat› sever. Ve o sevmek dahi, cemal ve kemal ve ihsan›n derecat›na nispeten tezayüt eder, perestifl derecesine gelir, can›n› feda eder derecede muhabbet ba¤lar. müjde: sevindirici haber, beflaret. mü’min: iman eden, inanan. müflahede etmek: bir fleyi gözle görmek. nispeten: oranla, k›yasla. perestifl: tapar derecesinde sevme. Rahman-› Zülcemal: merhameti her fleyi kuflatan yücelik ve bütün güzelliklerin sahibi Allah. rahmet: ac›ma, merhamet etme, ba¤›fllama, flefkat et- 372 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) me. rü’yet-i Cemalullah: Allah’›n cemalinin görülmesi, müflahede edilmesi. saadet-aver: saadet verici, mutluluk veren. saadet-i ebedîye: ebedî, sonsuz mutluluk, bahtiyarl›k. seyl-i zaman: ak›p giden zaman, zaman›n ak›fl›. sürur: sevinç, mutluluk. tezayüt: artma, ço¤alma. vas›ta: arac›, arac›l›k. vaziyet: durum, durufl. vaziyet-i mevhume-i canh›raflâne: yürek parçalay›c› olan hayalî durum. vücut: var olufl, varl›k. zat: kifli, flah›s. zelzele-i zeval ve firak: sona erme, yok olma ve ayr›l›¤›n sars›nt›s›. zîcemal: güzellik sahibi. zîihsan: ihsan sahibi, lütfeden. zîkemal: kemal sahibi, mükemmellik sahibi. Yaln›z bir defa görmesine, dünyas›n› feda etmek derecesine ç›kar. Hâlbuki, bütün mevcudattaki cemal ve kemal ve ihsan, Onun cemal ve kemal ve ihsan›na nispeten, küçük birkaç lemaat›n günefle nispeti gibi de olmaz. Demek, nihayetsiz bir muhabbete lây›k ve nihayetsiz rü’yete ve nihayetsiz bir ifltiyaka elyak bir Zat-› Zülcelâl’i Velkemal’in saadet-i ebediyede rü’yetine muvaffak olmas› ne kadar saadetaver ve medar-› sürur ve hofl ve güzel bir meyve oldu¤unu insan isen anlars›n. BEfi‹NC‹ MEYVE: ‹nsan, kâinat›n k›ymettar bir meyvesi ve Sâni-i Kâinat›n nazdar sevgilisi oldu¤u, Miraç ile anlafl›lm›fl; ve o meyveyi, cin ve inse getirmifltir. Küçük bir mahlûk, zay›f bir hayvan ve âciz bir zîfluur olan insan› o meyve ile o kadar yüksek bir makama ç›kar›r ki, kâinat›n bütün mevcudat› üstünde bir makam-› fahir veriyor. Ve öyle bir sevinç ve sürur-i mes’udiyetkârâne veriyor ki, tasvir edilmez. Çünkü, adî bir nefere denilse, “Sen müflir oldun”; ne kadar memnun olur. Hâlbuki, fânî, âciz bir hayvan-› nat›k, zeval ve firak sillesini daima yiyen bîçare insana, birden “Ebedî, bâkî bir Cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahman’›n rahmetinde ve hayal sür’atinde, ruhun vüs’atinde, akl›n cevelân›nda, kalbin bütün arzular›nda, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelâna muvaffak oldu¤un gibi, saadet-i ebediyede rü’yet-i Cemaline de muvaffak olursun” denildi¤i vakit, insaniyeti sukut etmemifl bir insan, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve süruru kalbinde hissedece¤ini tahayyül edebilirsin. âciz: eli yetmez, güçsüz. adî: s›radan, al›fl›lm›fl olan. akl›n cevelân›: akl›n dolaflmas›, seyahati. arzu: istek. bâkî: sürekli ve kal›c› olan. bîçare: çaresiz, zavall›. cemal: güzellik, iç ve d›fl güzellik; Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi. cevelân: dolaflma, gezme. cin ve ins: cinler ve insanlar. ebedî: sonu olmayan, sürekli. elyak: daha lây›k, en uygun. fânî: ölümlü, muvakkat, geçici. feda: gözden ç›karma, u¤runa verme. hayvan-› nat›k: konuflan, hayvan. ihsan: iyilik etme, güzel davranma, ba¤›fllama. insaniyet: insanl›k, bütün insanlar. ifltiyak: çok fazla arzu etme. kâinat: evren. kemal: olgunluk, mükemmellik. Kerîm: ikram ve ihsan› bol olan Allah. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. lemaat: par›lt›lar, parlamalar. mahlûk: yarat›k, canl›. makam: manevî mevki, memurluk konumu. makam-› fahir: memurluk konumundaki övünç kayna¤›. medar-› sürur: sevinç ve nefle vesilesi, sebebi. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley. Miraç: Peygamber Efendimi- zin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhabbet: sevgi, dostluk. muvaffak: baflar›l›. mülk ve melekût: görünen ve görünmeyen âlem. müflir: en yüksek askerî derece, mareflal. nazdar: nazl›. nefer: rütbesiz asker, er. nihayetsiz: sonsuz. nispet: iki fley aras›ndaki, ilgi, ba¤, oran, yak›nl›k. nispeten: oranla, k›yasla. Rahîm: sonsuz merhamet ve flefkat sahibi Allah. Rahman’›n rahmeti: nimet ve ba¤›fl› bütün herkese yay›lan ve bütün yarat›lm›fllar›n r›z›klar›n› ve geçim flekillerini içine alan rahmetin sahibi Allah. ruhun vüs’ati: ruhun geniflli¤i. rü’yet: Allah’›n cemalini görme, görüflme. saadetaver: saadet verici, mutluluk veren. saadet-i ebedîye: bitmeyen, sonsuz mutluluk. Sâni-i Kâinat: kâinat› mükemmel bir sanatla yaratan Allah. seyeran: seyahat, yürüyüfl, seyretme. sille: tokat, darbe. sukut: düflme, de¤erini yitirme. sürur: sevinç, mutluluk. sürur-i mes’udiyetkârâne: mutluluk fleklindeki sevinç. tahayyül: hayalinde canland›rma, zihinde canland›rma. tasvir etme: bir fleyi yaz›yla veya sözle anlatma. tenezzüh: seyahat, gezinti. Zat-› Zülcelâl Velkemal: celâl, büyüklük, ve en mükemmel s›fatlar›n sahibi Yüce Zat, Allah. zeval ve firak: ölüm ve ayr›l›k. zîfluur: fluurlu, ak›l sahibi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 373 fiimdi, makam-› istimada olan zata deriz ki: ‹lhad gömle¤ini y›rt, at; mü’min kula¤›n› geçir ve Müslim gözlerini tak. Sana iki küçük temsil ile bir iki meyvenin derece-i k›ymetini gösterece¤iz. ademâbâd: yok olufl, yokluk âlemi, ölüm. ahbap: dost, sevilen dost. cenaze: insan ve insan ölüsü. cirimler: cisimler, kütleler. dalâlet: dinsizlik. derece-i k›ymet: de¤er ölçüsü, k›ymet miktar›. ecel: Allah taraf›ndan takdir edilen ölüm vakti. firak: ayr›l›k, hicran. garat: ya¤malar, çapullar. hakaik-› erkân-› imaniye: iman hakikatlerinin flartlar›, esaslar›. hengâm: zaman, vakit. huflû: Allah’a karfl› korku ve sayg› ile boyun e¤me, huzû: alçak gönüllülük. hükmüne: yerine, de¤erine. ibadetkâr: ibadet yapan, ibadete düflkün. ilhad: tanr› tan›mazl›k, dinsizlik. kâinat: evren. makam-› istima: dinleme konumu yeri. mazlum: zulüm görmüfl, zulme u¤ram›fl. mesrurâne: sevinçle, nefleyle. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley. mevt: ölüm, vefat. meyve-i Miraç: Miraç meyvesi. Mirac-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin mirac›. muvahhifl: vahflet veren, korkutan. muz›r: zararl›, zarar veren. müjde: sevindirici haber, beflaret. mü’min: iman esaslar›na inanan; Allah’a iman eden. müsebbih: tesbih çeken, sübhanallah diyen, Allah’› anan. • Meselâ, senin ile biz beraber bir memlekette bulunuyoruz. Görüyoruz ki her fley bize ve birbirine düflman ve bize yabanc›, her taraf müthifl cenazelerle dolu. ‹flitilen sesler yetimlerin a¤lay›fl›, mazlumlar›n vaveylâs›d›r. ‹flte, biz flöyle bir vaziyette oldu¤umuz vakitte, biri gitse o memleketin padiflah›ndan bir müjde getirse, o müjde ile, bize yabanc› olanlar ahbap flekline girse, düflman gördü¤ümüz kimseler kardefller suretine dönse, o müthifl cenazeler, huflû ve huzûda, zikir ve tesbihte birer ibadetkâr fleklinde görünse, o yetimâne a¤lay›fllar senakârâne “Yaflas›nlar!” hükmüne girse ve o ölümler ve o soymaklar, garatlar, terhisat suretine dönse, kendi sürurumuz ile beraber herkesin süruruna müflterek olsak; o müjde ne kadar mesrurâne oldu¤unu elbette anlars›n. ‹flte mirac-› Ahmediyenin (a.s.m.) bir meyvesi olan nur-i imandan evvel flu kâinat›n mevcudat›, nazar-› dalâletle bak›ld›¤› vakit yabanc›, muz›r, müz’iç, muvahhifl ve da¤ gibi cirimler birer müthifl cenaze; ecel, herkesin bafl›n› kesip ademâbâd kuyusuna atar; bütün sedalar, firak ve zevalden gelen vaveylâlar oldu¤u hâlde, dalâletin öyle tasvir etti¤i hengâmda, meyve-i Miraç olan hakaik-› erkân-› imaniye nas›l mevcudat› sana kardefl, dost ve Sâni-i Zülcelâl’ine zakir ve müsebbih; ve mevt ve zeval, bir nevi terhis ve vazifeden azat etmek; ve sedalar, birer Müslim: ‹slâm dininden olan, Müslüman. müflterek: birlikte, ortaklafla. müthifl: korkunç, dehfletli. müz’iç: rahats›z eden, s›k›nt› veren. nazar-› dalâlet: dinsizli¤in bak›fl›. nevi: çeflit, cins. nur-i iman: iman nuru, inanç ›fl›¤›. padiflah: hükümdar. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanat- 374 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) la yaratan Allah. seda: ses, sesler. senakârâne: överek ve metheder bir flekilde. suret: flekil, biçim. sürur: sevinç, nefle. tasvir: bir fleyi yaz›yla veya sözle anlatmak. temsil: benzetme, örnek. terhis: görevi bitirme. terhisat: terhisler. tesbih: Allah’› bütün kusur ve noksan s›fatlardan uzak tutma, sübhanallah demek. vaveylâ: 盤l›k, feryat. vazifeden azat etmek: görevi biteni serbest b›rakmak. vaziyet: durum, durufl. yetim: öksüz, kimsesiz. yetimâne: yetimler gibi. zakir: zikreden, zikredici. zat: kifli, flah›s. zeval: sona erme, ölüm. zikir: ad›n› anma, hat›ra getirme tesbihat hakikatinde oldu¤unu sana gösterir. Bu h a k i k a t i tamam görmek istersen, ‹kinci ve Sekizinci Sözlere bak. • ‹kinci temsil: Senin ile biz, Sahra-i Kebir gibi bir mevkideyiz. Kum denizi f›rt›nas›nda, gece o kadar karanl›k oldu¤undan, elimizi bile göremiyoruz. Kimsesiz, hamîsiz, aç ve susuz, me’yus ve ümitsiz bir vaziyette oldu¤umuz dakikada, birden bir zat o karanl›k perdesinden geçip, sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden Cennetmisal bir yerde istikbalimiz temin edilmifl, gayet merhametkâr bir hamîmiz bulunmufl, yiyecek ve içecek ihzar edilmifl bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin. ‹flte, o sahra-i kebir bu dünya yüzüdür. O kum denizi, bu hâdisat içinde harekât-› zerrat ve seyl-i zaman tahrikiyle çalkanan mevcudat ve bîçare insand›r. Her insan, endiflesiyle kalbi da¤dar olan, istikbali müthifl zulümat içinde, nazar-› dalâletle görüyor. Feryad›n› iflittirecek kimseyi bilmiyor. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur. ‹flte, semere-i Miraç olan marziyat-› ‹lâhiye ile, flu dünya gayet Kerîm bir Zat›n misafirhanesi; insanlar dahi Onun misafirleri, memurlar›; istikbal dahi Cennet gibi güzel, rahmet gibi flirin ve saadet-i ebediye gibi parlak göründü¤ü vakit, ne kadar hofl, güzel, flirin bir meyve oldu¤unu anlars›n. Makam-› istimada olan zat diyor ki: “Cenab-› Hakka yüz binler hamd ve flükür olsun ki, ilhaddan kurtuldum, tevhide girdim; tamam›yla inand›m ve kemal-i iman› kazand›m.” bîçare: çaresiz, zavall›, flaflk›n. Cenab-› Hak: Hakk›n tâ kendisi olan Allah. Cennetmisal: Cennet gibi. da¤dar: da¤l›, yaral›, çok üzgün. feryat: ba¤›rma, s›zlanma, gayet kerîm Zat: ikram ve ihsan› son derece bol olan Allah. gayet: çok, son derece. hâdisat: hâdiseler, olaylar. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. hamd: Allah’›n yüceli¤ini övme, teflekkür. hamî: koruyan, sahip ç›kan, hamîsiz: korumas›z, sahipsiz. harekât-› zerrat: zerrelerin, atomlar›n hareketleri. ihzar: haz›r etme, haz›rlama. ilhad: tanr› tan›mazl›k, dinsizlik. iman: inanç, itikat, tasdik. istikbal: gelecek, gelecek zaman, ati. kemal-i iman: tam ve mükemmel iman. makam-› istima: dinleme makam›, dinleyici konumu, yeri. marziyat-› ‹lâhiye: Allah’›n r›zas›na mazhar olacak hâl ve hareketler. merhametkâr: merhamet eden, ac›yan. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley. mevki: yer, mekân. me’yus: ümitsiz, ye’se düflmüfl. müthifl zulümat: korkunç ka- ranl›klar. nazar-› dalâlet: dinsizlik düflüncesi, bak›fl›. nihayetsiz: sonsuz. perde: örtü, bölme, makam. rahmet: ac›ma, merhamet etme, ba¤›fllama, flefkat gösterme. saadet-i ebedîye: zevalsiz, sonsuz mutluluk. sahra-i kebir: büyük çöl. semere-› miraç: mirac›n meyvesi, faydal› neticesi. seyl-i zaman: ak›p giden zaman, zaman›n ak›fl›. flükür: hoflnutluk, memnunluk. tahrik: hareket ettirme, harekete geçirme. temin edilmifl: haz›rlanm›fl. temsil: benzetme, misal getirme. tesbihat: tesbihler, Cenab-› hakk›n büyük ve yüce bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. tevhit: birleme, Allah’›n bir oldu¤una inanma. vaziyet: durum, durufl, hâli. zat: kifli, flah›s. zerrat: zerreler, moleküller, atomlar. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 375 Âl ve Ashap: Peygamberimizin aile ve arkadafllar›. âlem: dünya, cihan, bütün yarat›lm›fllar. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. âmin: “Yâ rabbi! Kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. Cenab-› Hak: Hakk›n tâ kendisi olan Allah. ebed: sonu olmayan gelecek zaman, sonsuzluk, daimîlik. evvel: önce, bafllang›ç. ezel: bafllang›c› olmayan geçmifl zaman, öncesizlik. hak: do¤ru, gerçek. hamd: methetme, övme, yüceltme. hikmetle yapmak: belirli gayelere yönelik, faydal›, anlaml›, yerli yerinde yapmak. kevser: Cennette bulunan bir nehir, akarsu. mahfler: k›yamette ölülerin dirilip toplanacaklar› yer. mazhar: flereflenme, kavuflma, nail olma. meylettirmek: yönlendirmek. minnet: iyili¤e karfl› duyulan flükür hissi. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhakkak: do¤rulu¤u kesinlik kazanm›fl, flüphesiz. noksan: eksiklik, kusurlu, nak›s. nur: ayd›nl›k, ›fl›k, Rab: her fleyin sahibi, yaratan, büyüten, ihtiyaçlar›n› gideren, terbiye eden, Allah. rahmet: ac›ma, merhamet etme, ba¤›fllama, flefkat gösterme. Resul-i Ekrem: Allah’›n en flerefli ve de¤erli elçisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammed. flefaat: Peygamberin, mü’minleri ba¤›fllamas›n› Allah’tan dilemesi. flükür: hoflnutluk, memnunluk. tenzih: Allah’› flan›na lây›k yüce tutma, münezzeh sayma. Biz de deriz: Ey kardefl! Seni tebrik ediyoruz. Cenab-› Hak bizleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n flefaatine mazhar etsin, âmin. Ao BÉnŸrG p¬p©pHÉn°UnG ør pe n™nÑnfhn oônªn≤rdG p¬pJQn Én°TpÉpH s≥n°ûrfG øp ne '¤nY π°n u U sºo¡s∏dnG ¤n=' Yhn mósªnëoe Énfpóu«°nS oôn°ünÑrdG nÆGnR Énehn ê p Gnôr©pŸrG pÖpMÉn°U pônKƒr nµrdGÉnc 1 pôn°ûrënŸrG pôpN'G ‹p=' G Én«rf tódG p∫hs nG røpe nÚ/©nªrLn G =/¬pHÉnër°UnGhn /¬dp 'G 2 ºo «/µ`n ◊r G º«/ n sfpG BÉæ' nàrªs∏Yn Éen ’s pG BÉæ' nd nºr∏pY’n ∂ n nfÉnërÑ°oS n rfnG ∂ o ∏©n rdG â BÉfn ròpNGnDƒoJ ’n ÉnæHs Qn @ oº«/∏n©dr G o™«/ªs°ùdG nârfn G n∂sfpG BÉæs pe rπÑs n≤nJ ÉnæHs Qn 5 4 @ Énænàrjnóng rPpG nór©nH ÉnænHƒo∏ob rÆpõoJ ’n ÉnæsHQn @ ÉnfrÉn£rNnG hr nG BÉæn «°/ùnf r¿pG 3 oôpN'Ghn @ lôj/ónb mAr∆nT πu oc '¤nY n∂sfpG ÉnændrôpØrZGnh ÉnfQn ƒof Énænd rºpªrJnG BÉnæsHQn 6 7 @ nÚ/ªndÉn©rdG uÜQn ! oórªn◊rG p¿nG rºo¡j'ƒrYnO ® 2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.) 3. Ey Rabbimiz! Bu hizmetimizi kabul buyur. Her fleyi hakk›yla ifliten de, her fleyi hakk›yla bilen de ancak Sensin (Bakara Suresi: 127.) 1. Allah’›m, iflaretiyle ay›n ikiye bölündü¤ü, parmaklar›ndan suyun Kevser gibi akt›¤›, Mirac›n ve “Gözü flaflmad›” (Necm Suresi: 17) ayetinin sahibi Efendimiz Muhammed’e, Onun bütün Âl ve Ashab›na dünyan›n evvelinden mahflerin sonuna kadar rahmet eyle. 4. Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düfler de bir kusur ifllersek bizi onunla hesaba çekme. (Bakara Suresi: 286.) 5. Ey Rabbimiz! Bizi do¤ru yola erifltirdikten sonra kalplerimizi sap›kl›¤a meylettirme. (Âl-i ‹mran Suresi: 8.) 6. Ey Rabbimiz! nurumuzu tamamla ve bizi ba¤›flla. Muhakkak ki Senin her fleye gücün yeter. (Tahrim Suresi: 8.) 7. Dualar› ise flu sözlerle sona erer: “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, flükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Yunus Suresi: 10.) 376 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) M‹RAÇ KÜLLÎ VE MAHfiER-‹ ACA‹P B‹R SEYA H AT‹N ANAHTARIDIR pópé°rùnŸrG ‹n pG pΩGnôn◊rG pópé°rùnŸrG nøpe kÓ«r nd /√pórÑn©pH …'örSnG …=/òsdG n¿ÉnërÑ°oS 1 oÒ°/ünÑrdG o™«/ª°sùdGnƒog o¬sfpG BÉnæpJÉn`j'G røpe o¬njpôoædp o¬dn ƒr nM Énæ`rcQn ÉnH …/òsdG Én°ürb’n r G ‹flte Kur’ân, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n mirac›n›n mebdei olan Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya olan seyeran›n› zikrettikten sonra, 2 oÒ°/ünÑrdG o™«/ªs°ùdG nƒog o¬sfpG der. 3 o¬sfpG ’deki zamir, ya Cenab-› Hakkad›r veyahut Peygamberedir. Peygambere göre olsa, flöyle oluyor ki: “Bu seyahat-i cüz’îde, bir seyr-i umumî, bir uruc-i küllî var ki, tâ Sidretü’l-Münteha’ya, tâ Kab-› Kavseyn’e kadar, meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kula¤›na tezahür eden âyât-› Rabbaniyeyi ve acaib-i sanat-› ‹lâhiyeyi iflitmifl, görmüfltür” der. O küçük, cüz’î seyahati küllî ve mahfler-i acayip bir seyahatin anahtar› hükmünde gösteriyor. E¤er zamir, Cenab-› Hakka raci olsa, flöyle oluyor ki: “Bir abdini, bir seyahatte huzuruna davet edip bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haram’dan mecma-› enbiya olan Mescid-i Aksâ’ya gönderip, enbiyalarla görüfltürüp, bütün enbiyalar›n usul-i dinlerine vâris-i mutlak oldu¤unu gösterdikten sonra, tâ Kab-› Kavseyn’e kadar mülk ü melekûtunda gezdirdi.” ‹flte, çendan o zat bir abddir, bir mirac-› cüz’îde seyahat eder; fakat, bu abdde bütün kâinata taallûk eden bir 1. Ayetlerimizden bir k›sm›n› ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan al›p, çevresini mübarek k›ld›¤›m›z Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.) 2. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.) 3. fiüphesiz ki O. (‹sra Suresi: 1.) abd: kul. Cenab-› Hak: do¤ru, gerçek, hakk›n tâ kendisi olan, fleref acaib-i sanat-i ‹lâhiye: Alve azamet sahibi yüce Allah. lah’›n hayrette b›rakan, flafl›rcihanflümul: dünya çap›nda. tan sanat eserleri. ayat-i Rabbaniye: Allah’› cüz’î: az, küçük. gösteren ve tan›tan deliller. çendan: gerçi. emanet: birisine korumas› için verilen fley. enbiya: nebîler, peygamberler. hikmet: her fleyin belirli gayelere yönelik olarak, manal›, faydal› ve tam yerli yerinde olmas›. hüküm: de¤er. Kab-› Kavseyn: Hz. Peygamberin miraca ç›k›fl›yla vard›¤› son nokta. kâinat: bütün âlemler, varl›klar. küllî: umumî. mahfler-i acayip: hayret verici fleylerin topland›¤› yer. mebdei: bafllang›c›. mecma-i enbiya: peygamberlerin topland›¤› yer. meratib-i külliye-i esmaiye: isimlerin küllî mertebeleri. Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki mukaddes mabet. Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulundu¤u en büyük, mukaddes ibadet yeri. mirac-› cüz’î: küçük bir yükselifl. miraç: Peygamberimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna cismen ruhen ve hâlen ç›kmas›. mülk ü melekût: görünen ve görünmeyen âlem. nur: par›lt›, ›fl›k, ayd›nl›k. peygamber: Allah’›n elçisi. raci: dönen. saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk. seyahat: yolculuk. seyahat-i cüz’î: k›sa zaman içindeki seyahat. seyeran: gezinti. seyr-i umumî: umumî, genifl bir yolculuk. s›fat: nitelik, vas›f. Sidretü’l-Münteha: yedinci kat gökte oldu¤u rivayet edilen ve Peygamberimizin ulaflt›¤› en son makam. taallûk: ilgili, alâkal›. tavsif: vas›fland›rma. tavzif: görevlendirme. tezahür: zuhur etme, görünme. uruc-i küllî: umumî manada bir yükselifl. usul-i din: dinin prensipleri vâris-i mutlak: mutlak vâris, mirasç›. vazife: görev. zat: kifli, öz, kendi. zikir: anma, bildirme. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 377 emanet beraberdir, hem flu kâinat›n rengini de¤ifltirecek bir nur beraberdir. Hem, saadet-i ebediyenin kap›s›n› açacak bir anahtar beraber oldu¤u için, Cenab-› Hak kendi zat›n›, bütün eflyay› iflitir ve görür s›fât›yla tavsif eder; tâ, o emanet, o nur, o anahtar›n cihanflümul hikmetlerini göstersin. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 692-693. ‚è M‹RAC-I MUHAMMED‹YEN‹N DÖRT KEL‹MES‹ 2 3 1 p√pórªnëpH oíuÑ°nùoj ’s pG mAr∆nT røpe r¿pGhn @ o¬nfÉnërÑ°oS p¬pª°rSÉpH ÉkªpF=GnO GkónHnG o¬oJÉncnônHhn $G oánªrMQn hn rºoµr«n∏nY oΩnÓ°sùdnG Aziz, s›dd›k, mübarek kardefllerim, E v v e l â : Medresetüzzehra erkânlar›n›n arzular›yla verilen bir dersin bir hülâsas›n› sizlere de söylemeyi münasip gördük. O dersin mevzuu da, umum kâinat m e v c u d at› hesab›na Miraç gecesinde, Fahr-i Kâinat ve Netice-i Hilkat-i Âlem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, huzur-i ‹lâhîde nev-i beflerin, belki umum zîhayat, belki umum mahlûkat nam›na selâm yerinde 4 ! oäÉnÑ`u«`s£dn G oäGnƒn∏°südnG oäÉncQn ÉnÑoªrdnG oäÉs«pësàdnG demesi; ve içinde bir küllî mana bulundu¤undan, bütün ümmet her gün çok defa namazlar›nda zikretmesi ile; ve ehl-i iman içinde, her bir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulundu¤u; ve bundan evvel “Hüve Nüktesi”nin 1. 2. 3. 4. Allah’›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz. Hiçbir fley yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (‹sra Suresi: 44.) Allah’›n selâm›, rahmeti ve bereketi ebede kadar daima üzerinize olsun. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a mahsustur. Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah’a mahsustur. (Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Da rimî, Salât: 84, 92.) 378 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) hafliyesinde, radyo vas›tas›yla hava unsurunun harika mu’cizat-› kudreti göstermesi cihetinde kalbe ihtar edildi ki: “Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir mülk-i bâkîyi netice verecek bu k›sac›k ömr-i dünyevîde etti¤i ibadette bir küllî ibadet, âdeta kendi hususî dünyas›yla beraber ibadet etmifl gibi, kendi hususî dünyas› kadar bir mükâfat alaca¤› iflarat-› Kur’âniyeden anlafl›l›r” diye, Hüccetüzzehra’n›n ‹kinci Makam›nda, ilm-i ‹lâhî mebhas›nda 1 oäÉncQn ÉnÑoªrdnG oäÉ«s pësàdnG ilâahirenin küllî ma- nalar› ruhuma gelip, öylece teflehhütte; 2 oäÉs«pësàdnG der- ken, birden hayalime hususî dünyam›n dört unsuru olan toprak, su, hava, nur unsurlar› dört küllî dil oldular. Her bir dil, milyarlar, hatta trilyonlar, katrilyonlar adedince 3 ! oäÉnÑ`u«`s£dnG oäGnƒn∏°südnG oäÉncQn ÉnÑoªrdnG oäÉs«pësàdnG kelimelerini lisan-› hâl ile söylüyorlar; hayalen gördüm. Bu unsurlardan toprak unsuru bir dil olarak, bütün zîhayatlar›n her biri bir kelime-i zîhayat olup derler. Çünkü her bir avuç toprak ekser nebatata saks›l›k edebilir ve menfle olabilir bir vaziyettedir. O hâlde, her bir avuç toprakta, ya bütün beflerin meydana getirdikleri bütün fabrikalar›n adedince manevî küçücük mikyasta fabrikalar her bir avuç toprakta bulunacak —bu ise hadsiz derecede imkâns›z— veyahut bir Kadîr-i Mutlak’›n hadsiz kudreti, nihayetsiz ilmi ve iradesiyle olacak. Demek toprak unsuru, bütün eczas›yla ve zerrat›yla bu mazhariyet için 1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a aittir. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum, çekirdek, dâne ve yumurtalar. 2. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum, çekirdek, dâne ve yumurtalar. 3. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a mahsustur. Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah’a mahsustur. (Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Da rimî, Salât: 84, 92.) HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 379 hadsiz 1 ! oäÉ«s pësàdnG der. Yani, “Ezelden ebede kadar bü tün zîhayatlar›n hayat hediyeleri Zat-› Vacibü’l-Vücud’a hast›r.” Sonra herkesin hususî dünyas›ndaki gibi, benim de hususî dünyam›n ikinci unsuru olan su unsuru dahi, küllî bir lisan olarak bütün zerrat›yla, hususan zîhayatlar›n menflelerine ve yaflamalar›na hizmetleri noktalar›nda, trilyonlar, katrilyonlar adedince 2 oäÉncQn ÉnÑoªrdnG kelime-i mü- barekesini lisan-› hâl ile kâinatta neflrediyor. Çünkü, suyun katrelerinin gördü¤ü vazifeler, hususan nutfelerin ve çekirdeklerin ve tohumlar›n intibah›nda ve uyan›p vazife-i f›triyelerine mazhar olmakta ve gayet acip ve güzel ve harika o küçücük mahlûklar›n ve yavrular›n büyük ve gayet intizaml› ve mükemmel vazifelere mazhariyetlerini bütün zîfluura tebrik ile “Bârekâllah!” dediren ve hadsiz “Bârekâllah, maflaallah!” dedirmeye vesile olmaya lây›k olan o mübareklerin o vaziyetleri, o su unsurunun her bir zerresinin binler Eflâtun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi bulunmak lâz›md›r. Bu ise, suyun zerrat› adedince muhaldir. Öyle ise, bir Kadîr-i Zülcelâl’in ve bir Rahman-› Rahîm’in hadsiz kudret ve rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o hadsiz mu’cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler adedince ! oäÉncQn ÉnÑoªrdnG kelimesini külliyetiyle söyledikle- rinden, bütün mahlûkat nam›na, Miraç gecesinde, Netice-i Hilkat-i Âlem olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü 1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a aittir. 2. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum, çekirdek, dâne ve yumurtalar. 380 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) - Vesselâm, 1 ! oäÉncnQÉnÑoªrdn G demifl. Yani, “Bütün bu medar-› tebrik ve ‘Maflaallah!’ ve ‘Bârekâllah!’ dediren bütün hâ letler ve sanatlar Zat-› Zülcelâl’in kudretine mahsus oldu ¤undan,” bütün o hadsiz ! oäÉncQn ÉnÑoªrdnG ’lar› Cenab-› Hak- ka huzuru ile hediye ediyor. Sonra, herkesin hususî dünyas›ndaki hava unsuru dahi bir hüve kadar, her bir avuç havadaki her bir zerre, mazhar olduklar› santrallik, ahize ve nâkilelik vazifeleri içinde bütün dualar› ve salâvatlar› ve ricalar› ve ibadetleri ifade eden 2 ! oäGnƒn∏°südnG cümlesini lisan-› hâlleriyle de- dikleri için, hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlar›n› katrilyonlar, belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sâni’lerine, Hâl›k’lar›na takdim ettiklerinden, onlar›n namlar›na o küllî mana ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Cenab-› Hakka 3 ! oäGnƒn∏°südnG diye tak- dim etmifltir. Yani, “Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ri calar ve nimetten ç›kan flükürler ve ibadetler ve namaz lar, Hâl›k-› Külli fiey’e mahsustur.” Çünkü Hüve Nüktesinin hafliyesinde denildi¤i gibi, ya hüve kadar bir avuç havan›n her bir zerresi, umum dilleri bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yak›n uzak her fleyi iflitecek ve her fliveyi ve her harfin tarz›n› tam bilecek ve çok iflleri beraber, flafl›rmadan görecek bir kudret-i mutlaka ve irade-i tammeye malik olacak. Bu ise hava zerreleri adedince muhal olmas›ndan, elbette ve 1. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum, çekirdek, dâne ve yumurtalar. 2. Ruh sahiplerinin hususî ibadetleri. 3. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 381 elbette flüphesiz ve kat’î bir zaruretle, o zerrelerin her biri, Sâni-i Hakîm’i bütün s›fât›yla gösterip flahadet eder. Âdeta küçük bir mikyasta, âlemin büyük flahadeti kadar flahadetleri vard›r. Demek zerrat-› havaiye adedince salâvatlar› ifade eden, Mirac-› Ahmedîde (aleyhissalâtü vesselâm) 1 ! oäGnƒn∏°südnG denilmifltir. Sonra 2 oäÉnÑ`u«`s£dnG , kelime-i tayyibe söylendi¤i vakit, birden nâr ile nur unsuru, yani hararetli ve hararetsiz maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak, hadsiz ve nihayetsiz bir surette lisan-› hâl ile, hadsiz dillerle !ä o ÉnÑ`u«`s£dnG diyor. Yani, “Bütün güzel sözler, güzel mana - lar, harika güzel cemaller ve bütün kâinat›n yüzünde ce malleri görünen ezelî Esma-i Hüsnan›n cilveleri ve baflta enbiyalar, evliyalar, asfiyalar olarak bütün ehl-i iman›n imanlar› ile kâinat›n ve mahlûkat›n görünen güzellikleri ve ehl-i iman›n imanlar›ndan nefl’et eden güzel sözler, hamdler, flükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler 2 oÖu«`s£dG oºp∏µ n `rdG oón©°rünj p¬r«ndpG s›rr› ile Arfl-› Azam taraf›na gi den o kelimat-› tayyibeleri ve dünyan›n üç adet yüzünden gayet güzel olan esma-i ‹lâhiyeye âyinelik eden birinci yüzündeki hadsiz güzellikler, tayyibeler; ve dünyan›n ahiret tarlas› olan ikinci yüzündeki hadsiz hasenatlar, hay›rlar ve manevî meyveler ve güzellikler, tamam›yla Ezel-Ebed Sultan› Kadîr-i Zülcelâl’e mahsustur” diye, nâr ve nur unsurunun bu küllî diliyle bu küllî ubudiyeti, Ma’bud-i Zülcelâl’e takdim etmek manas›nda olarak, 1. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri. 2. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri. 3. Bütün güzel sözler Ona yükselir. (Fât›r Suresi: 10.) 382 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) - Fahr-i Kâinat Aleyhissalâtü Vesselâm, umum mahlûkat hesab›na 1 ! oäÉnÑ`u«`s£dn G demifl. Çünkü maddî ve manevî nur unsuru, mazhar olduklar› vazifelerinin umumu hem beraber, hem ayr› ayr› Zat-› Vacibü’l-Vücud’a iflaret ve flahadet ettikleri milyarlar numuneleri var. Evet, nur ve nâr unsuru toprak, hava ve mâ unsurlar› gibi gayet kat’î ve bedihî ve zarurî bir surette ve numunelerle gösteriyor ki, bütün esbap yaln›z bir perdedir. Bütün icatlar ve tesirler Zat-› Kadîr-i Zülcelâl’indir. Çünkü, nur, aynen vücut ve hayat gibi, kudret-i ‹lâhiyenin perdesiz, bizzat mübafleretine lây›k olmas›ndan, esbab-› zahirî hiçbir cihette perde olmad›¤›ndan, vahidiyet içinde ehadiyeti gösterir. Gayet cüz’î ve küçük bir vazifede, küllî ve genifl bir delil-i ehadiyete iflaret eder ki, “Hüve Nüktesi” hafliyeleriyle bunu gayet k›saca ispat ediyor. ‹flte milyarlar numunelerinden iki küçük numunesinden birisi: Manevî nurun, ilim suretinde beflerin kafas›nda cilvesinin bir cüz’îsi, t›rnak kadar kuvve-i haf›zaya malik bir adam›n kafas›nda, doksan kitab›n kelimat› yaz›lm›fl. Ve üç ayda, her günde üç saat meflgul olarak, haf›zas›n›n sayfas›n›n yaln›z o k›sm›n› ancak tamam edebilmifl. Ayn› adam, seksen sene ömründe gördü¤ü ve iflitti¤i ve merak›n› tahrik eden ve ona hofl gelen manalar› ve kelimeleri ve suretleri ve savtlar›, o t›rnak kadar kuvve-i haf›zan›n sayfas›nda, istedi¤i vakitte müracaat edip bir büyük kütüphane kadar bütün mahfuzat›n›n ayn› fleylerini orada bütün istediklerini mevcut ve muntazam yaz›lm›fl ve dizilmifl görüyor. 1. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 383 ‹flte bu t›rnak kadar kuvve-i haf›zan›n, bahr-i umman gibi bir vüs’ati ve günefl gibi bir ihatal› nuru ve bir ziya-i manevîsi ve zemin yüzü kadar genifl sayfalar› olmazsa bu hâl olamaz. Bu ise yüz binler derece muhal muhal içinde ve imkâns›z oldu¤undan, elbette ve elbette bu küçücük t›rnak kadar haf›za, Levh-i Mahfuz bir sahife-i kader ve kudreti olan Alîm-i Mutlak’›n, ilim ve hikmet ve kudretiyle, o Levh-i Mahfuz’un bir numunesini beflerin kafas›nda halk eylemesine kudsî bir flahadet eder. ‹kinci cüz’î ve küçücük bir numunesi: Elektriktir. Bir adam, elektrik lâmbas›n›n acip vaziyetini tetkik etmifl. Bak›yor ki, yüzer dü¤melerdeki ve merkezlerdeki ve demir ve ip tellerdeki zerreler ve maddeler camit, fluursuz, hareketsiz olduklar› hâlde, yaln›z gayet cüz’î bir temas neticesinde, on kilometre yeri dolduran karanl›k derhal gider ve yerini, yar›m saniyede dolduran bir nur vücuda gelir. Bu gözle görünen karanl›¤›n birden kaybolmas› ve yine gözle görünen o zulmet kadar nurun vücuda gelmesi elbette bir hayal de¤il. Ya o temas eden camit, fluursuz zerreler, hadsiz bir kuvveti ve bir nuru kendilerinde tafl›makla beraber, birden yüz kilometre yerlere elini uzat›p, karanl›¤› süpürüp, temizleyip nurlar› dolduracak. Bu ise bütün fleytanlar ve dinsizler, maddiyyunlar toplansalar, bunu bir Sofestaîye de kabul ettiremezler. (HAfi‹YE) HAfi‹YE: Yaln›z aldatmak için baz› derin ve ehemmiyetli hakikatlere bir isim takip güya o hakikat anlafl›lm›fl gibi adîlefltiriyorlar. Meselâ, “Bu elektrik kuvvetiymifl” deyip, o ince ve derin hakikati ehemmiyetsiz yap›p adî 384 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ‹flte, irade-i ‹lâhiyenin namuslar›n›n ünvanlar› olan âdetullah kanunlar›n›n birisine befler, aczinden mahiyetini bilemedi¤i o kanunun mahiyetine "elektrik" nam›n› verip, tenvirdeki harika mu’cize-i kudreti adîlefltirmekle ve malûm bir fleymifl gibi "elektrik kuvveti" diye bir isim takmakla, bunun gibi çok harikulâde mu’cizat-› kudret-i ‹lâhiyeyi cahilâne adîlefltiriyorlar. Veyahut bütün kâinata hükmü geçen ve bütün nurlar, onun Nur isminden feyiz alan ve Nurü’n-Nur ve Hâliku’n-Nur ve Müdebbiru’n-Nur olan Kadîr-i Zülcelâl’in ve Allâmü’l-Guyûb’un ve Alîm-i Mutlak’›n kudretiyle ve hikmetiyle olacak. ‹flte bu iki numuneye k›yasen hadsiz numuneler var. ‹flte 1 ! oäÉnÑ`u«`s£dnG bütün kâinattaki nurlar›, güzellikleri, tayyibeleri ve kelimat-› tayyibeleri ve hay›rlar› ve kemalâtlar› Zat-› Zülcelâl’e nur unsuru diliyle kâinat takdim etti¤i gibi, netice-i hilkat-i kâinat ve sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi, namlar›na mebus oldu¤u kâinattaki bütün mevcudat hesab›na, Miraç gecesinde o küllî mana ile ! oäÉnÑ`u«`s£dnG demifl. gösteriyorlar. Hâlbuki, kudretin o mu’cizesinin hikmetleri iki sahife ile ancak ifade edildi¤i hâlde, bir tek isim takmakla, o hakikati ve o küllî hikmeti gizleyip, gayet küçük ve basit bir perdesini yerine ikame ederek, o mu’cizeli eseri, kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata isnat edip, Ebu Cehil’den daha echel bir dereceye düflüyorlar. 1. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 385 Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm biadedi zerrati’l-enâm bu dört kelimat-› cemileyi selâm yerinde söyledikten sonra, Risale-i Nur’da izah edildi¤i gibi, Cenab-› Hak 1 ∆ t pÑsfÉn¡`t jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demesiyle, bütün ümmeti öy- le diyeceklerine iflaret ve manevî emir ve ferman ve kabul hükmünde mukabele etmifl. Birden, Peygamber, 2 nÚ◊ / p É°südG $G pOÉnÑpY '¤nYhn Énær«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demekle, o kudsî se- lâm› hem kendine, hem ümmetine, hem bütün kendinden evvelki emsallerine tamim edip, küllî ve umumî bir selâm suretinde gösterip, bütün mahlûkat›n mebusu olmas› noktas›nda onlara da o selâm› teflmil etmifl. Ümmeti ise her namazda t∆pÑsfÉn¡t`jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG deme- leri, o selâm-› ‹lâhîdeki emir ve fermana bir imtisaldir. Hem ona karfl› biat etmektir. Ve her gün biat›n›, yani memuriyetini kabul ve getirdi¤i fermanlara itaatlerini tecdit ve tazelemektir. Hem, risaletini bir tebriktir. Hem, umum âlem-i ‹slâm her gün bu kelime ile onun getirdi¤i saadet-i ebediye müjdesine karfl› bir teflekkürdür. Evet, her insan, kendi vücudunun mahvolmas›yla müteellim oldu¤u gibi, hanesinin harap olmas›yla da elem çekiyor. Ve vatan›n›n bozulmas›yla gayet müteessir oluyor. Ahbab›n›n firak ve vefat›yla derinden derine kalbi ac›yor. Dünya kadar büyük, has ve hususî dünyas›n›n zeval ve firak ve ahirde tamamen mahvolmas›n› düflünmesi, manevî bir Cehennem gibi ruhunu ve vicdan›n› yand›r›yor. 1. Selâm üzerine olsun ey Peygamber! 2. Selâm Allah’›n salih kullar›n›n üzerine olsun. 386 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ‹flte, akl› bafl›nda her bir adam ruhsuz, kalpsiz, ak›ls›z olmamak flart›yla bilecek ki, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n Miraç gecesinde gözüyle gördü¤ü saadet-i ebediyenin müjdesini ve ehl-i iman›n Cennetteki hayat-› bâkiyesinin beflaretini ve insan›n alâkadar oldu¤u sevdiklerinin mahvolmad›klar›n› ve onlar›n zevallerinden sonra yine görüflmelerinin muhakkak olaca¤›n›n gayet sürurlu, manevî hediyesine karfl› umum âlem-i ‹slâm her gün çok defa 1 ∆ t pÑsfÉn¡`t jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG dedi¤i gibi, onun da getirdi¤i hediye-i mâneviyesiyle, hem kâinat sayfalar› ve tabakalar› mektubat-› Samedâniye olmas›na, hem mahlûkat›n hakikî k›ymetleri ve kemalâtlar› onun risaletiyle tezahür etmesine mukabil, bütün mahlûkat manen bu mezkûr hakikatin lisan›yla ∆ n «r ∏n Yn Ωo Ó n °sùdnG derler. Ve t pÑsfÉn¡`t jnG ∂ ümmet mabeyninde fleair-i ‹slâmiyeden olan birbirine ∆ t pÑsfÉn¡`t jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demeleri sünnet olmas›, bu büyük hakikatin flua› olmas›ndand›r. Emirda¤ Lâhikas›, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 346-351. ® 1. Selâm üzerine olsun ey Peygamber! HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 387 Alt›nc› fiua YALNIZ ‹K‹ NÜKTED‹R. W NAMAZDAK‹ teflehhütte bulunan 1 ! oäÉnÑpq«`s£dn G oäGnƒn∏°üs dnG oäÉncQÉn n ÑoªrdnG oäÉ«s pësàdnG ilâahirenin iki noktas›na gelen iki suale iki cevapt›r. Teflehhüdün sair hakikatlerinin beyan› baflka vakte talik edilerek bu Alt›nc› fiuada yüzer nüktesinden yaln›z ‹ki Nüktesi muhtasar bir surette beyan edilecek. beyan: aç›klama, bildirme, izah. Cenab-› Hak: Allah; do¤ru, gerçek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref ve azamet sahibi yüce Allah. cüz’iyet: azl›k, cüz’î olufl, küçüklük. hakikat: gerçek, bir fleyin asl›, esas›. hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep. hükmünde: de¤erinde, yerinde. ihatal›: kuflat›c›. ilâahir: sona kadar, sonuna kadar. kelimat: kelimeler, sözler, lâk›rd›lar. k›ymet: de¤er. kudsî: mukaddes, yüce. külliyet: bütünlük, tümlük. lây›k: uygun, yak›fl›r, münasip. Mirac-› Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm: Peygamberimizin (a.s.m) Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›, mu’cizesi. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhtasar: k›saca, özetle. mübarek: feyizli, bereketli, kutlu. mükâleme: konuflma, karfl›l›kl› konuflma, söyleflme. mü’min: iman eden, inanan. nevi: çeflit, tür. nur: ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k. nükte: ince manal›, düflündürücü Birinci Sual: Teflehhüdün mübarek kelimat›, Miraç gecesinde Cenab-› Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri oldu¤u hâlde, namazda okunmas›n›n hikmeti nedir? Elcevap: Her mü’minin namaz›, onun bir nevi mirac› hükmündedir. Ve o huzura lây›k olan kelimeler ise, Mirac-› Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmda söylenen sözlerdir. Onlar› zikretmekle, o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manalar› cüz’iyetten külliyete ç›kar ve o kudsî ve ihatal› manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile k›ymeti ve nuru teâlî edip genifllenir. 1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a mahsustur. Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah’a mahsustur. (Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Da rimî, Salât: 84, 92.) söz. resul: Allah taraf›ndan kendisine vahiy gelen, Allah’›n emirlerini insanlara bildirmekle vazifeli olan insan, peygamber. sair: di¤er, baflka, öteki. sual: soru. 388 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) suret: biçim, tarz, görünüfl. tahattur: hat›rlama, hat›ra getirme. talik: baflka bir zamana b›rakma, erteleme. tasavvur: bir fleyi zihinde flekillendirme, tasarlama, kurma. teâlî: yükselme, yücelme, çok yüce olma. teflehhüt: namazda her oturuflta tahiyyat duas›n› okuma ve bu duay› okuyacak kadar oturma. zikretmek: anmak, bildirmek. Meselâ, “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-› Hakka karfl› selâm yerinde 1 !ä o És«ë p às dnG de- mifl. Yani, “Bütün zîhayatlar›n, hayatlar›yla gösterdikleri tesbihat-› hayatiye ve Sâni’lerine takdim ettikleri f›trî hediyeler, ey Rabbim, Sana mahsustur! Ben dahi bütün onlar› tasavvurumla ve iman›mla Sana takdim ediyorum. “ Evet, nas›l ki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, oäÉs«pësàdn G kelimesiyle bütün zîhayat›n ibadat-› f›triyelerini niyet edip takdim ediyor; öyle de, tahiyyat›n hülâsas› olan 2 oäÉncQÉn n ÑoªrdnG kelimesiyle de, bütün medar-› bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve mübarek denilen ve hayat›n ve zîhayat›n hülâsas› olan mahlûklar, hususan tohumlar›n ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtalar›n f›trî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o genifl mana ile söylüyor. Ve mübarekât›n hülâsas› olan 3 oäGnƒn∏°südnG kelimesiyle de zîhayat›n hülâsas› olan bütün zîruhun ibadat-› mahsusalar›n› tasavvur edip dergâh-› ‹lâhîye o ihatal› manas›yla arz ediyor. Ve 4 oäÉnÑpq«`s£dGnh kelimesiyle de, zîruhun hülâsalar› olan kâmil insanlar›n ve melâike-i mukarrebînin, salâvat›n hülâsas› olan oäÉnÑpq«`nW ile nuranî ve yüksek ibadetlerini irade ede- rek Ma’bud’una tahsis ve takdim eder. 1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a aittir. 2. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum, çekirdek, dâne ve yumurtalar. 3. Ruh sahiplerinin hususî ibadetleri. 4. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri. aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. etsin, hay›rl› ve bereketli ol- f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, dosun. ¤ufltan olan. bereket: mübareklik, bolluk, hususan: bilhassa, özellikle. saadet. hususî: özel. arz etme: sunma, takdim et- dâne: tane, tohum. hülâsa: bir fleyin özü, esas›, me. dergâh-› ‹lâhî: ‹lâhî dergâh, özeti. bârekâllah: Allah mübarek s›¤›nak, Allah kat›. ibadat-› f›triye: f›trî ibadetler, her bir varl›¤›n kendi kabiliyetine göre Cenab-› Hakka ibadet etmesi. ibadat-› mahsusa: her mahlûkun kendine göre yapt›¤› özel ibadeti. iman: inanma, itikat. irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için olan iktidar, güç. kâmil: tam, olgun, eksiksiz, noksans›z, mükemmel. Ma’bud: kendisine ibadet edilen, tap›n›lan, kulluk edilen Allah. mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan. mahsus: bir fleye veya kifliye has olan. medar-› bereket: bereket sebebi. melâike-i mukarrebîn: büyük meleklerden bir zümre. meselâ: örne¤in. mübarekât: bereketli, u¤urlu ve hay›rl› fleyler. mübarekiyet: feyizlilik, bereketlilik. niyet: kalbin bir fleye karar vermesi, bir iflin ne için yap›laca¤›n› bilmesi. nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve selâm etme. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. selâm: selâm, esenleme; Allah’›n r›zas›n› kazanmak için mü’minlerin birbirine etti¤i selâmünaleyküm fleklindeki dua. tahiyyat: namaz›n son oturufllar›nda okunan et-tehiyyatü duas›. tahsis: has k›lma, ay›rma. takdim: arz etme, sunma. tebrik: kutlama; u¤urlu, hay›rl›, mübarek olmas›n› dileme. temsil: birinin, bir toplulu¤un ad›na hareket etme. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. tesbihat-› hayatiye: yarat›klar›n, varl›klar›n hayatlar› ile Cenab-› Hakk› tesbih etmesi. ubudiyet: kulluk. zîhayat: hayat sahibi. zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 389 Hem, nas›l ki o gecede Cenab-› Hak taraf›ndan, 1 t»pÑsædG Én¡t`jn G BÉjn n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demesi, istikbalde yüzer mil- yon insanlar›n her biri, her gün, hiç olmazsa on defa t»pÑsædG Én¡t`jnG BÉjn n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demelerini amirâne ifl’ar eder ve o selâm-› ‹lâhî, o kelimeye genifl bir nur ve yüksek bir mana verir; öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n o selâma mukabil 2 nÚ/ëdp É°südG $G pOÉnÑpY '¤nYhn Énær«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demesi, istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri selâm-› ‹lâhîyi temsil eden ‹slâmiyete mazhar olmas›n› ve ‹slâmiyetin umumî bir fliar› olan mü’minler ortas›ndaki 3 Ωo Ó n °sùdG ∂ n «r ∏n Yn hn ∂ n «r ∏n Yn Ωo Ó n °sùdnG umum ümmet demesini ra- ciyâne, dâiyâne, Hâl›k’›ndan istedi¤ini ifade ve ihtar eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i ‹lâhî ile o gece amirâne: emrederek, emredercesine, amirmifl gibi. dâiyâne: dua edercesine. emr-i ‹lâhî: Allah’›n emri. gaflet: dikkatsizlik, endiflesizlik, Allah’tan uzaklafl›p nefsin arzular›na dalmak. garip: tuhaf, flafl›lacak. hakikat: gerçek, esas. hâlet-i ruhiye: insan›n ruh hâli, psikolojik durum, insan›n manevî hâli, iç durumu. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hâl-i hâz›r: flimdiki durum. hissedar: hisse sahibi, hissesi olan. ihtar: hat›rlatma, uyar›. inkiflaf: manevî bir s›rr›n veya bir hâlin görülmesi, keflfolunmas›. istikbal: gelecek. ifl’ar: anlatma, bildirme. K›yamet: bütün kâinat›n Allah taraf›ndan tayin edilen bir vakitte y›k›l›p mahvolmas›. kul: Allah’›n yaratt›¤› mahlûk, Allah’a nazaran insan; insan, abd. mazhar: nail olma, flereflenme. mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan. muazzam: çok büyük, ulu, yüce. mukabil: karfl›l›k. mübeflflirâne: müjdeleyerek. mükâleme-i kudsiye: yüce ve yüksek konuflma. peygamber: Allah taraf›ndan ha- 4 $G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°TnGhn *G ’s pG n¬'dpG nB’ r¿nG oón¡r°TnG demesi, bütün ümmet k›yamete kadar böyle flahadet edece¤ini ve böyle diyeceklerini mübeflflirâne haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile, kelimelerin manalar› parlar, genifllenir. Bu mezkûr hakikatin inkiflaf›nda bana yard›m eden garip bir hâlet-i ruhiyedir: Bir zaman, karanl›kl› bir gurbette, karanl›k bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hâl-i haz›rda olan bu koca 1. 2. 3. 4. Selâm olsun sana ey Peygamber! Bize ve Allah’›n salih kullar›na selâm olsun. Selâm olsun Sana; Sana da selâm olsun. Allah’tan baflka hiçbir ilâh olmad›¤›na flahadet ederim. Ve Muhammed’in, Allah’›n elçisi oldu¤una da flahadet ederim. ber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî. raciyâne: yalvar›rcas›na, yalvar›r yollu. salih: dinin emir ve yasaklar›na uygun hareket eden, tak- 390 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) va sahibi, müttakî. selâm-› ‹lâhî: Allah’›n selâm›, Allah’›n r›zas›n› kazanmak için mü’minlerin birbirine etti¤i dua. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. fliar: ay›rt edici alâmet, sembol. umumî: herkesle ilgili, genel. ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar. zulmet: karanl›k. kâinat, hayalime camit, ruhsuz, meyyit, bofl, hâlî, müthifl bir cenaze göründü. Geçmifl zaman dahi bütün bütün ölü, bofl, meyyit, müthifl tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hudutsuz zaman, karanl›kl› bir vahfletgâh suretini ald›. Ben, o hâletten kurtulmak için, namaza iltica ettim. Teflehhütte, 1 oäÉs«pësàdn G dedi¤im zaman, birden kâinat canland›, hayattar, nuranî bir flekil ald›, dirildi; Hayy-› Kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayattar eczas›yla beraber, hayatlar›n›n tahiyyelerini ve hedâyâ-i hayatiyelerini daimî bir surette Zat-› Hayy-› Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakin, belki hakkalyakin ile bildim ve gördüm. Sonra 2 » t pÑsædG Én¡`t jnG BÉjn n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG dedi¤im vakit, o hu- dutsuz ve hâlî zaman, birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n riyaseti alt›nda, zîhayat ruhlar ile vahfletzar suretinden ünsiyetli bir seyrangâh suretine ink›lâp etti. ‹kinci Sual: Teflehhüt ahirinde, nâr«s∏°nU Énªnc mósªnfio p∫'G '¤nYhn mósªnëoe '¤nY pqπ°nU -nG 3 nº«/gGnôrHpG p∫'G '¤nYhn nº«/gGnôrHpG '¤nY ’deki teflbih, teflbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ‹brahim Aleyhisselâmdan daha ziyade rahmete mazhard›r ve daha büyüktür. Bunun s›rr› nedir? Hem, bu tarzdaki salâvat›n teflehhütte tahsisinin hikmeti nedir? Ayn› dua, eski 1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler. 2. Selâm olsun sana ey Peygamber! 3. Allah’›m! ‹brahim ve ‹brahim ehl-i beytine rahmet etti¤in gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beytine de rahmet eyle. (Buharî, Enbiya: 10.) ahir: son. aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. âyine: ayna. camit: ruhsuz, cans›z. daimî: sürekli, devaml›. ecza: cüzler, parçalar, k›s›mlar. ehl-i beyt: bir zat›n soyundan gelme ve onun neslinden olma. f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakkalyakin: imanî meselelerin hakikatini tam olarak anlama. hâlet: hâl, durum. hâlî: tenha, bofl, ›ss›z. hayattar: canl›, yaflayan. Hayy-› Kayyum: her hususta iktidar› olan, her canl›ya ha- yat veren ve onlar› ayakta tutan, Allah. hedâyâ-i hayatiye: hayat›n hediyeleri. hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep. hudutsuz: s›n›rs›z. ilâh: kendisine ibadet edinilen tap›n›lan Ma’bud, Allah. ilmelyakin: ilim yoluyla kesin olarak bilme. iltica: s›¤›nma, güvenme, dayanma. ink›lâp: bir hâlden baflka bir hâle geçme, de¤iflme, dönüflme. mazhar: nail olma, flereflenme. meyyit: ölmüfl, ölü. müthifl: dehflet veren, ürküten, dehfletli, korkunç. nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lahî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî. rahmet: flefkat etmek, merhamet etmek, esirgemek. riyaset: reislik, baflkanl›k. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve selâm etme. seyrangâh: seyir yeri, e¤lence ve gezme yeri. s›r: gizli hakikat. suret: biçim, tarz, görünüfl. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flekil: d›fl görünüfl, biçim. tahayyül: hayale getirme, hayalinde canland›rma. tahiyye: namaz›n ikinci ve son rekâtlar›ndaki oturufllarda okunan ettahiyyatü duas›; selâm, dua. tahsis: has k›lma, ay›rma. takdim: arz etme, sunma. tarz: biçim, flekil. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. teflbih: benzetme. teflehhüt: namazda her oturuflta tahiyyat duas›n› okuma ve bu duay› okuyacak kadar oturma. ünsiyet: al›flkanl›k, ülfet, dostluk. vahfletgâh: yaln›zl›k yeri, korku veren yer, ›ss›z yeri. vahfletzar: yabanî, ›ss›z yer. zat-› Hayy-› Kayyum: varl›¤›, dirili¤i her an için olup gökleri ve yerleri her an için tutan; her fleye, her hususta iktidar› yeten zat, Allah. zîhayat: hayat sahibi. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 391 zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri —hâlbuki, bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter— milyonlarca dualar› makbul olan zatlar mus›rrâne dua etmesi ve bilhassa o fley vaad-i ‹lâhîye iktiran etmifl ise... Meselâ, 1 GkOƒoªfi r n ÉkeÉn≤en ∂ n `t HnQ ∂ n ãn ©n Ñr jn ¿r nG ∆=ùn' Y Cenab-› Hak vadetti¤i hâlde, her ezan ve kametten sonra edilen mervi duada 2 o¬nJrónYhn …/òsdG GkOƒoªrfin ÉkeÉn≤ne o¬rãn©rHGnh deniliyor; bütün ümmet o vadi ifa etmek için dua ederler. Bunun s›rr-› hikmeti nedir? E l c e v a p : Bu sualde üç cihet ve üç sual var. aleyhisselâm: Allah’›n selâm› onun üzerine olsun. bilhassa: özellikle. cihet: yön. delil: bir davay› ispata yarayan fley, bürhan. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. ekser-i mutlak: mutlak ço¤unluk. elcevap: cevap olarak. enbiya: nebîler, peygamberler. evliya: velîler, Allah dostlar›. gerçi: her ne kadar… hadis: Hz. Muhammed’e (a.s.m.) ait söz, emir, fiil veya Hz. Peygamberin onaylad›¤› baflkas›na ait söz, ifl veya davran›fl. hakikat-› ‹slâmiyet: ‹slâmiyetin asl›, esas›, gerçe¤i. ifa: bir ifli yapma, yerine getirme. iktiran: iki fleyin beraber gelmesi. irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma. kamet: farz namazlara bafllamadan önce “kad-kameti’s-salâh” cümlesinin ilâvesiyle okunan ezan. k›sm-› azam: büyük k›s›m, ekseriyet, ço¤unluk. makbul: kabul edilmifl olan, al›nan, reddedilmeyen. makbuliyet: makbullük, be¤enilmifllik, geçerlilik. mervi: rivayet edilen, nakledilen. meselâ: örne¤in. meslek: gidifl, tutulan yol, sistem. mus›rrâne: ›srar ve inatla, ›srarl› bir flekilde. mürflit: bir tarikatin bafl›nda bulunan, tarikat ba¤l›lar›n› uyaran, onlar› manevî bir terbiyeyle ye- B i r i n c i C i h e t : Hazret-i ‹brahim Aleyhisselâm gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma yetiflmiyor, fakat onun âl’i enbiyad›rlar; Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n âl’i evliyad›rlar. Evliya ise, enbiyaya yetiflemezler. Âl hakk›nda olan bu duan›n parlak bir surette kabul oldu¤una delil fludur ki: Üç yüz elli milyon içinde, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan yaln›z iki zat›n, yani Hasan (r.a.) ve Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen evliya, ekser-i mutlak hakikat mesleklerinin ve tarikatlerinin pirleri ve mürflitleri onlar olmalar›, 3 πn «/FBGôrn °SpG »/ænH pABÉ«n pÑrfnÉnc »/àseo G Ao Bɪn n∏Yo hadisinin mazharlar› olduklar›d›r. Baflta Cafer-i Sad›k (r.a.) ve Gavs-› Azam (r.a.) ve fiah-› Nakflibend (r.a.) olarak, her biri ümmetin bir k›sm-› azam›n› tarik-› hakikate ve hakikat-i ‹slâmiyete irflat edenler, bu, Âl hakk›ndaki duan›n makbuliyetinin meyveleridirler. 1. Umulur ki Rabbin, seni övülmüfl bir makam olan en büyük flefaat makam›na kavuflturur. (‹sra Suresi: 79.) 2. Onu, kendisine vaat etti¤in Makam-› Mahmûda ulaflt›r. (Keflfü’l-Hafâ, 1:402.) 3. Ümmetimin âlimleri, Benîisrailin peygamberleri gibidir. (Keflfü’l-Hafâ, 2:64.) tifltiren, marifet ve irfan nuruyla ayd›nlatan kimse, fleyh. nesil: soy, zürriyet. pir: bir tarikatin ilk kurucusu, veya o tarikate girmifl kimselerin kendisine ba¤land›klar› kimse, fleyh, mürflit. s›rr-› hikmet: hikmet s›rr›, 392 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) herkesin bilmedi¤i gizli sebep. tarikat: Allah’a ulaflmak için fleyhin gözetiminde müridin takip edece¤i terbiye usul ve yolu. tarik-› hakikat: hak ve hakikat yolu. ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar. vaad-i ‹lâhî: Allah’›n verdi¤i söz. vaat: söz verme, ahit. zat: azamet ve ululuk sahibi olan. ‹ki nc i Cihet: Bu tarzdaki salâvat›n namaza tahsis-i hikmet ise; meflahir-i insaniyenin en nuranî, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyan›n kafile-i kübras›n›n gittikleri ve açt›klar› yolda, kendisi dahi o yüzer icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve flafl›rmalar› mümkün olmayan o cemaat-i uzmaya, o s›rat-› müstakimde iltihak ve refakat etti¤ini tahattur etmektir; ve o tahattur ile, flübehat-› fleytaniyeden ve evham-› seyyieden kurtulmakt›r. Ve bu kafile, bu kâinat Sahibinin dostlar› ve makbul masnular›; ve onlar›n muar›zlar›, Onun düflmanlar› ve merdut mahlûklar› oldu¤una delil ise, zaman-› Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muar›zlar›na her vakit musibet-i semaviye inmesidir. Evet kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrut gibi bütün muar›zlar, gadab-› ‹lâhîyi ve azab›n› ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi; kafile-i kübran›n Nuh Aleyhisselâm, ‹brahim Aleyhisselâm, Mûsa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi bütün kudsî kahramanlar› dahi, harika ve mu’cizâne ve gaybî bir surette mu’cizelere ve ihsanat-› Rabbaniyeye mazhar olmufllar. Bir tek tokat hiddeti, bir tek ikram muhabbeti gösterdi¤i hâlde, binler tokat muar›zlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve s›rat-› müstakimde gitti¤ine flahadet ve delâlet eder. Fatiha’ da, 1 ºpr ¡«nr ∏Yn nâªr ©n fr n G øn jpòsdG n•Gôn p°U o 1. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. (Fatiha Suresi: 6.) aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. aleyhisselâm: Allah’›n selâm› onun üzerine olsun. âlim: ilim ile u¤raflan, ilim adam›. azap: eziyet, iflkence. bedahet: aç›kl›k, aflikâr, ispata ihtiyaç olmayacak derecede aç›kl›k. Benîisrail: ‹srailo¤ullar›, Yahudîler. cemaat-i uzma: çok büyük cemaat, en büyük topluluk. delâlet: delil olma, gösterme. evham-› seyyie: kötü kuruntular. gadab-› ‹lâhî: Allah’›n gazab›. gaybî: gaypla ilgili, görünmeyenlere ait. hakkaniyet: hak ve adâlete uygunluk. harika: ola¤anüstü. hiddet: öfke, k›zg›nl›k. icma: fikir birli¤i etme, görüfl birli¤ine varma. ihsanat-› Rabbaniye: her fleyi terbiye ve idare eden Cenab-› Hakk›n iyilikleri, ba¤›fllar›. ihsas: hissettirme, sezdirme. ikram: ba¤›fl, ihsan, bir fley sunma. iltihak: kar›flma, kat›lma. ‹sra: Kur’ân-› Kerîm’in 17. suresidir. Mekke’de nazil olmufltur. kafile-i kübra: en büyük kafile, topluluk. kavm-i Nuh: Hz. Nuh’un peygamber olarak gönderildi¤i kavim. kudsî: mukaddes, yüce. mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan. masnu: sanatla yap›lm›fl eflya, varl›k. mazhar: nail olma, flereflenme. merdut: reddolunmufl, kovulmufl. meflahir-i insaniye: insanlar›n meflhurlar›. muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif. muavenet: yard›m. muavenet-i gaybiye: gaybî, gizli yard›m. mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muhabbet: sevgi, sevme. musibet-i semaviye: semavî musibet, gökten gelen belâlar, musibetler. müstakim: do¤ru. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî. refakat: refiklik arkadafll›k. Semud: kendilerine Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildi¤i müflrik bir kavmin ad›. s›rat-› müstakim: Allah’›n gösterdi¤i hidayet yolu. Sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri. suret: biçim, tarz, görünüfl. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flefaat: birinden baflkas›n›n kusurlar›n›n veya suçunun ba¤›fllanmas›n› dileme. flübehat-› fleytaniye: fleytandan gelen flüpheler. tahattur: hat›rlama, hat›ra getirme. tarz: biçim, flekil. tevatür: içinde yalan ihtimali bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluflan büyük bir toplulu¤a ait haber. ümmet: hak dine davet etmek için Allah taraf›ndan kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk. vaat: söz verme, ahit. zahir: aç›k, aflikâr. zaman-› Âdem: Hz. Âdem zaman›, insanl›¤›n ilk devresi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 393 kafileye; ve ahir: son. alâkadar: ilgili, iliflkili, münasebetli, ba¤l›. âlem-i bâkî: sonsuz olan ahiret âlemi. ayn-› hikmet: tamamen faydal› ve gayeli, hikmetin tâ kendisi. azîm: büyük, yüce, ulu. beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek. Cihet: yön. daavat-› insaniye: insan›n yapm›fl oldu¤u dualar. dâr-› saadet: saadet, mutluluk yeri, Cennet. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. gazap: k›zg›nl›k, hiddet, öfke. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat: gerçek, esas. hakikat-i azam: büyük hakikat, gerçek. hakikat-i umumiye-i uzma: her fleyi kapsayan en büyük umumî gerçek. haflir: k›yametten sonra bütün insanlar›n bir yere toplanmalar›, Allah’›n ölüleri diriltip mahflere ç›karmas›. hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep. hilkat-i kâinat: kâinat›n yarat›l›fl›. ihtiva: içine alma, kapsama. ifltirak: ortak olma, ortakl›k etme. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. K›yamet: bütün kâinat›n Allah taraf›ndan tayin edilen bir vakitte y›k›l›p mahvolmas›. Makam-› Mahmut: en yüksek flefaat makam›, Peygamberimizin (a.s.m.) kavuflaca¤›, Allah taraf›ndan vaat edilen makam. maksat: gaye. meselâ: örne¤in. muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif. mühim: önemli, ehemmiyetli. nimet: lütuf, ihsan, ba¤›fl. nükte: ince manal›, düflündürücü söz. 1 nÚudBÉ°†s dG ’n hn ºr p¡«r n∏nY p܃°o †r¨nŸrG pô«r nZ muar›zlar›na bak›yor. Burada beyan etti¤imiz nükte ise, Fatiha’n›n ahirinde daha zahirdir. Ü ç ü n c ü C i h e t : Bu kadar tekrar ile, kat’î verilecek olan bir fleyin vermesini istemesinin s›rr-› hikmeti fludur: ‹stenilen fley, meselâ Makam-› Mahmut bir uçtur; pek büyük ve binler Makam-› Mahmut gibi mühim hakikatleri ihtiva eden bir hakikat-i azam›n bir dal›d›r ve hilkat-i kâinat›n en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve dal› ve o meyveyi dua ile istemek ise, dolay›s›yla, o hakikat-i umumiye-i uzman›n tahakkukunu ve vücut bulmas›n›; ve o flecere-i hilkatin en büyük dal› olan âlem-i bâkînin gelmesini ve tahakkukunu; ve kâinat›n en büyük neticesi olan haflir ve k›yametin tahakkukunu; ve dâr-› saadetin aç›lmas›n› istemektir. Ve o istemekle, dâr-› saadetin ve Cennetin en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i befleriyeye ve daavat-› insaniyeye kendisi dahi ifltirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azîm bir maksat için, bu hadsiz dualar dahi azd›r. Hem, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Makam-› Mahmut verilmesi, umum ümmete flefaat-i kübras›na iflarettir. Hem, o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadard›r. Onun için, hadsiz salâvat ve rahmet dualar›n› bütün ümmetten istemesi, ayn-› hikmettir. 2 ºo «/µn`◊r G ºo «/∏n©rdG nârfnG ∂ n sfpG BÉ'ænàrªs∏nY Éne ’ps G BÉ'ænd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 156-162. ‚è 1. Kendilerine gazap ettiklerinin ve yoldan sapm›fllar›n yoluna de¤il. (Fatiha Suresi: 7.) 2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.) rahmet: flefkat etmek, merhamet etmek, esirgemek. saadet: mutluluk. salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve selâm etme. sebeb-i vücut: varl›k sebebi, bir fleyin var olma nedeni. s›rr-› hikmet: hikmet s›rr›, 394 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) herkesin bilmedi¤i gizli sebep. flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›. flefaat-i kübra: en büyük flefaat; en yüksek flefaat makam›. tahakkuk: gerçekleflme, delil ile ispat edilme, kesinleflme. tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü eksik ve noksandan uzak ve yüce tutma, münezzeh sayma. ubudiyet-i befleriye: insanlar›n ibadet ve kulluklar›. umum: bütün. vücut: var olma, varl›k. Evet, nas›l ki, rahmet, r›zk-› acaibiyle günefl gibi kendini gösterip perde-i gaypta bir Rahman-› Rahîm’i kat’iyetle ispat ediyor; öyle de, yüzer âyât-› Kur’âniyede mevki alan ve kudsî yedi s›fattan bir cihette en birincisi olan “ilim” dahi, nizam ve mizan›n hikmetleri ve meyveleriyle günefl ziyas› misillü kendini gösterdi¤i gibi, bir Alîm-i Külli fiey’in mevcudiyetini kat’iyetle bildirir. Evet, insan›n fluuruna, ilmine delâlet eden düzgün, ölçülü sanat› ile ‹nsan›n Hâl›k›’n›n ilmine, hikmetine delâlet eden hüsn-i hilkat-i insan muvazenesi, aynen y›ld›z böce¤inin geceki ›fl›¤›n›n lem’ac›¤›n›n, gündüzle güneflin ihatal› ziyas›na nispeti gibidir. fiimdi ilm-i ‹lâhînin delillerini beyan etmeden evvel, o kudsî s›fat›n kâinat›n enva›ndaki tecellileriyle Zat-› Akdes’i pek zahir bir tarzda göstermesine delâlet ve flahadet eden Mirac-› Muhammedî (a.s.m.) gecesinde huzur ve hitab-› ‹lâhîye mazhar oldu¤u zaman, birden 1 ! oäÉnÑ`u«`s£dnG oäGnƒn∏°südnG oäÉncQÉnn ÑoªrdnG oäÉs«pësàdn G diyerek, bütün zîhayat ve enva-› mahlûkat nam›na bir mebus ve elçi olmas›ndan, bütün onlar›n s›fat-› ilmin cilveleriyle Rablerini bildirdikleri tarzda, selâm yerinde, umum zîfluur bedeline, Hâl›k’›na umum zîhayat›n hediyelerini takdim eder. Yani, oäÉnÑ`u«`s£dnG ,oäGnƒn∏°südnG ,oäÉncQÉnn Ñoªrdn G ,oäÉs«pësàdnG dört k e l i- meler ile umum zîhayat›n dört taifesinin ezelî, ebedî ilmin cilveleriyle Allâmü’l-Guyûb’a karfl› tahiyyelerini, tebriklerini, ubudiyetlerini, güzel marifetlerini gösterdi¤inden, 1. Bütün canl›lar›n manevî selâm ve hediyeleri, f›trî ibadetleri, bereket ve tebrike sebep olan canl›lar›n hülâsas› olan bütün mahlûk, tohum, çekirdek, dane ve yumurtalar›n kulluklar›; canl›lar›n hülâsas› olan ruh sahiplerinin hususî ibadetleri ve ruh sahiplerinin en mükemmelleri olan kâmil insan ve AIlah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri Allah’a mahsustur. (Buharî, Ezan:148,150; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebu Davud, Salât:178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Neseî, Tatbik: 23, Sehiv: 41, 43-45, 56, 10-104; ‹bni Mâce, ‹kame: 24 Nikâh: 19.) Alîm-i Külli fiey: her fleyi bilen ilim sahibi Allah. Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen, görünmeyen fleyleri bilen, Allah. âyât-› Kur’âniye: Kur’ân’›n ayetleri. cilve: tecelli, görüntü. delâlet: delil olma, gösterme. ebedî: sonu olmayan, daimî, sürekli. enva: çeflitler, türler, neviler. enva-› mahlûkat: yarat›lm›fl olanlar›n türleri, çeflitleri. ezelî: ezel ile ilgili, öncesiz, bafllang›çs›z. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›- c›; Allah. hitab-› ‹lâhî: Allah’›n kendi zat›na mahsus olarak hitab›; Kur’ân-› Kerîm. huzur: yan, kat, ön. huzur-i ‹lâhî: Allah’›n her an yan›nda oldu¤unu ve her fleyi bildi¤ini hissetme ve yaflama hâli. hüsn-i hilkat-i insan: insan›n yarat›l›fl›ndaki güzellik. ihatal›: kuflat›c›. ilm-i ‹lâhî: Allah’›n ilmi. kat’iyet: kat’îlik, kesinlik. kudsî: mukaddes, yüce. lem’a: par›lt›. marifet: bilme, derin bilgi. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. mebus: gönderilen, yollanan, elçi. mevcudiyet: mevcut olma, varl›k. mirac-› Muhammedî: Peygamberimizin (a.s.m.) Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen ve hâlen ç›kmas› mu’cizesi. misillü: gibi, benzeri. mizan: ölçü, denge. muvazene: ölçü, mukayese, denge. nispet: k›yaslama, ölçü, oran. nizam: düzen. perde-i gayp: gayp perdesi, gizli perde; insanlar›n bilmeyip sadece Allah’›n bildi¤i gayp âlemdeki manevî perde. Rab: besleyen, yetifltiren, verdi¤i nimetlerle mahlûkat› ›slah ve terbiye eden Allah. Rahman-› Rahîm: Rahman ve Rahîm olan Allah; dünya ve ahirette yaratt›klar›na sonsuz rahmet, flefkat ve merhametiyle muamele eden Allah. rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik. r›zk-› acayip: acayip, harikulâde flekilde ihsan edilen r›z›k. s›fat-› ilim: ilim s›fat›. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. fluur: bir fleyin inceliklerini iyice idrak etme, anlay›fl. tahiyye: selâm verme, selâm. taife: tak›m, güruh. tecelli: belirme, görünme. ubudiyet: kulluk. zahir: aç›k, aflikâr. Zat-› Akdes: en mukaddes zat, her türlü kusur ve noksandan uzak ve pak olan zat; Allah. zîhayat: hayat sahibi. zîfluur: fluurlu, fluur sahibi. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur, parlakl›k. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 395 bu kudsî mükâleme-i Miraciyeyi genifl manas›yla okumak, teflehhütte umum ‹slâm›n farz bir vazifesi olmufl. O kudsî mükâlemenin izahat›n› Risale-i Nur’a havale edip, gayet k›sa dört iflaretle bir manas›n› beyan edece¤iz. Birincisi: ! oäÉs«pësàdnG ’t›r. K›sac›k meali fludur: acip: tuhaf, hayrette b›rakan. ahval: hâller, durumlar. aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. arzu: bir fleye karfl› duyulan istek, heves. beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek. cilve: tecelli, görüntü. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. farz: kesin yap›lmas› gerekli olan; ‹slâmiyette kesin olarak yap›lmas› gereken emir. gayet: son derece. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. harika: ola¤anüstü. havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma. ihatal›: kuflat›c›. ihsan: ba¤›fllama, ikram etme, lütuf. ilim: bilgi, marifet. ins: insan, befler, Âdemo¤lu. izahat: izahlar, aç›klamalar. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kàl: söz, konuflma. kudsî: mukaddes, yüce. lisan-› hâl: hâl dili, bir fleyin duruflu ve görünüflü ile bir mana ifade etmesi. maddî: madde ile alâkal›, cismanî. maharet-i ilmiye: ilmi beceriklilik, ustal›k. mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. manevî: manaya ait, maddî olmayan. meal: mana, anlam, mefhum. medih: övmek. Miraç: Peygamberimiz Hz. Mu- Nas›l bir usta, pek harika bir makineyi derin ilmi ve mu’cizekâr zekâs›yla yapsa, o acip makineyi gören herkes, o ustay› takdirkârâne tebrik edip alk›fllar ve tahsinkârâne medihlerle ve ihsanlarla ona maddî, manevî hediyeler, tahiyyeler verir; o makine dahi, o ustan›n istedi¤i tarzda, tam tam›na, gayet mükemmel olarak arzular›n› ve harika ince sanat›n› ve maharet-i ilmiyesini göstermesiyle, kendi ustas›n› lisan-› hâl ile alk›fllar, tebrik eder, manevî tahiyyeler, hediyeler verir. Aynen öyle de, kâinatta bütün zîhayat taifeleri, her biri ve her bir ferdi, her taraf› mu’cizeli birer harika makinedir ki, ustas›n›n, her fleyin her fleyle münasebetini gören ve her fleyin hayat›na lâz›m bütün fleyleri görüp tam yerinde ona yetifltiren ihatal› ilminin derin ve ince cilveleriyle kendini tan›tt›ran Sâni-i Zülcelâl’ini, hayatlar›n›n lisan-› hâlleriyle, ins ve cin ve melek olan zîfluurlar›n kàl dilleri gibi tahiyyelerle alk›fllar ve tebriklerle ! oäÉs«pësàdnG derler. Ve hayatlar›n›n fiyat›n›, do¤rudan do¤ruya bütün mahlûkat› bütün ahvaliyle bilen Hâl›k’lar›na ubudiyetkârâne takdim ediyorlar ki, Miraç Gecesinde, bütün zîhayat nam›na Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Vacibü’l-Vücud’un huzurunda, hammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mu’cizekâr: mu’cizeli, mu’cize hâlinde. mükâleme: konuflma. mükâleme-i miraciye: Miraçtaki konuflmalar. münasebet: ilgi, iliflki, ba¤. nam: ad. 396 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi olan ve her fleyi sanatla yaratan, Allah (cc.). tahiyye: selâm verme, selâm. tahsinkârâne: be¤enen gibi, be¤enen kimseye yak›fl›r flekilde, be¤enircesine, alk›fllarcas›na. taife: tak›m, güruh. takdim: arz etme, sunma. takdirkârâne: takdir edene yak›fl›r flekilde, takdir ederek. tarz: biçim, flekil, suret. teflehhüt: flahadet getirme, namazda Tahiyyat›n oturarak okunmas›. ubudiyetkârâne: kul olana yak›fl›r flekilde, kullu¤a yak›fl›r tarzda. umum: bütün. Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.). vazife: görev. zîhayat: hayat sahibi. zîfluur: fluurlu, fluur sahibi. selâm yerinde ! oäÉs«pësàdnG deyip, bütün zîhayat taifeleri- nin tahiyye ve hediye ve manevî selâmlar›n› takdim etmifl. Evet, adî bir muntazam makine, intizam ve mizanl› hey’etiyle, fleksiz, bir mahir ve dikkatli ustay› gösterdi¤i gibi, kâinat› dolduran hadsiz zîhayat makineler de, her birisi bin bir mu’cizat-› ilmiyeyi gösteriyorlar. Elbette y›ld›z böce¤inin ›fl›¤›na nispeten güneflin ziyas› derecesinde ilmin cilveleriyle o zîhayatlar, usta ve sermedî sanatkârlar›n›n vücub-i vücuduna ve ma’budiyetine pek parlak flahadet ederler. ‹kinci Kudsî Kelime-i Miraciye: oäÉncQÉnn ÑoªrdnG ’dür. Madem, hadisçe, namaz mü’minin mirac›d›r ve Mirac-› Ekberin cilvesine mazhard›r. Ve madem dünya seyyah›, her âlemde, ilim s›fat›yla Allâmü’l-Guyûb hâl›k›n› bulmufl. Biz dahi o seyyahla beraber, mübareklerin ve görenlere “Bârekâllah” dedirtenlerin ve oäÉncQÉnn Ñoªrdn G ’nün ge- nifl âlemine girip bütün zîruhun masum, mübarek yavrular›n› ve bütün zîhayat›n mukadderat ve programlar›n›n kutucuklar› olan tohum ve çekirdekleri baflta olarak, o mübarekât âlemini temafla ve mütalâa ile kudsî s›fat-› ilmin mu’cizatl›, ince cilveleriyle Hâl›k’›m›z› ilmelyakin ile bilmeye o seyyah gibi çal›flaca¤›z. Evet, gözümüzle görüyoruz ki, bütün o masum yavrucuklar ve o mübarek mahzencikler, sand›kç›klar; bir adî: basit, baya¤›, s›radan. âlem: dünya. âlem: varl›k s›n›flar›ndan her biri. Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen, görünmeyen fleyleri bilen, Allah. bârekâllah: Allah mübarek etsin, hay›rl› ve bereketli olsun. cilve: tecelli, görüntü. hadis: Hz. Muhammed’e (a.s.m.) ait söz, emir, fiil veya Hz. Peygamberin onaylad›¤› baflkas›na ait söz, ifl veya davran›fl. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. heyet: flekil, biçim, görünüfl. ilim: bilgi, marifet. ilmelyakin: ilim yoluyla kesin olarak bilme. intizam: düzenlilik, düzgünlük. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlem- ler. kelime-i Miraciye:. kudsî: mukaddes, yüce. ma’budiyet: ilâh olufl, kendisine ibadet edilmeye lây›k olufl. madem: ...den dolay›, böyle ise. mahir: maharetli, becerikli. mahzencik: küçük mahzen, ihtiyaç maddelerini saklayan küçük depo. manevî: manaya ait, maddî olmayan. masum: suçsuz, günahs›z, saf, temiz. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. Mirac-› Ekber: büyük miraç, Peygamberimizin Miraca ç›k›fl›. Miraç: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Cenab-› Hakk›n huzuruna ç›kma mu’ucizesi. mizan: ölçü, denge. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cizat-› ilmiye: ilmî mu’cizeler. mukadderat: Allah taraf›ndan ezelde takdir olunmufl fleyler, ileride meydana gelecek hâller ve olaylar, al›n yaz›s›. muntazam: nizaml›, intizaml›, düzenli ve düzgün biçimde. mübarek: feyizli, bereketli, kutlu. mübarekât: bereketli, u¤urlu ve hay›rl› fleyler. mü’min: iman eden, inanan. mütalâa: bir fleyi etrafl›ca düflünme, dikkatli okuma. nispeten: nispetle, k›yaslayarak. sanatkâr: sanatç›, usta. selâm: bar›fl, rahatl›k, selâmet ve esenlik dileme. sermedî: ebedî, daimî, sürekli. seyyah: gezgin, yolcu. s›fat-› ilim: ilim s›fat›. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flek: flüphe, zan, tereddüt. tahiyye: selâm verme, selâm. taife: tak›m, güruh. takdim: arz etme, sunma. temafla: hayretle ve dikkatle bakma, seyretme. vücub-i vücut: varl›¤› gerekli olmak, olmamas› imkâns›z olmak, varl›¤› zarurî ve vacip olmak. zîhayat: hayat sahibi. zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur, parlakl›k. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 397 Alîm-i Hakîm’in ilmiyle hem umumu, hem her bir ferdi, birden bir uyanmak ve gaye-i hilkatine yürümek için bir hareket al›rlar. Hakikat nazar›yla bakanlara “Bin bârekâllah, yüz bin maflaallah!” dedirtirler. alâmet: belirti, iflaret, iz. âlimâne: bilerek, bilene yak›fl›r tarzda. Alîm-i Hakîm: her fleyi bilen, her bir fleyi gaye ve faydalarla yaratan Allah. Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen, görünmeyen fleyleri bilen, Allah. bârekâllah: Allah mübarek etsin, hay›rl› ve bereketli olsun. cihazat: cihazlar, kendilerine ihtiyaç duyulan maddî manevî aletler. emsal: örnekler, benzerler. farika: fark olunmas›na, ayr›lmas›na sebep olan. gaye-i hilkat: yarat›l›fl gayesi, maksad›. hakikat: gerçek, görülen bir fleyin asl› esas›. hakîmâne: hikmetli bir flekilde. harika: ola¤anüstü. ihtilâf: farkl› olma, ayr› olufl. inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme. kastî: kastederek, isteyerek, bile bile yap›lan. kemal-i intizam: intizam›n mükemmel oluflu, tam ve eksiksiz düzen. kerîmane: kerîmce, cömertçe, bol ihsan ve ikram ile. kesret: çokluk. lây›k: uygun, yak›fl›r, münasip. maharet: mahirlik, ustal›k. mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan. mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. maflaallah: Allah’›n istedi¤i gibi, Allah’›n istedi¤i olur anlam›nda hayret ve memnunluk ifade eden bir ibare. meselâ: örne¤in. mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. mizan: ölçü, denge. mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mübarek: feyizli, bereketli, kutlu. mütemayiz: temayüz eden, beli- Evet, meselâ nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler, her biri birden ilimden gelen bir ince nizam ve o nizam, maharetten gelen tam bir mizan içinde; o mizan, yeni bir tanzim, o ise taze bir ölçü ve tevzin içinde; o dahi bir temyiz ve terbiye ve müteflabih emsalinden kastî farika alâmetleri içinde; o da sanatl› bir tezyin ve süslemek içinde; bu dahi hakîmâne, lây›k, mükemmel cihazat ve tasvir içinde; bu ise kerîmâne, r›z›k isteyenlerin zevklerini memnun etmek için, o mahlûklar›n ve meyvelerin etleri ve yenilen k›s›mlar› ihtilâf içinde; bu ise alîmâne, mu’cizâne, ayr› ayr› nak›fllar, ziynetler içinde; bu da ayr› ayr› güzel, hofl kokular ve lezzetli tatlar içindeki kemal-i intizam içinde, birbirinden mütemayiz, ayr› iken, kesret ve sür’at ve vüs’at-i mutlaka içinde, sehivsiz, hatas›z, bütün onlar›n suretlerinin inkiflaflar› ve her mevsimde o harika hâlin devam› içinde bütün o mübareklerin her biri ve beraber, bu mezkûr on befl dil ile ustalar›n›n harika maharetini ve mu’cizatl› ilmini göze gösterip Allâmü’l-Guyûb, Vacibü’l-Vücud Sâni’lerini günefl gibi bildiriyorlar. ‹flte bu pek genifl ve parlak flahadetleri ve Sâniini tebrikleri içindir ki, Miraç Gecesinde bütün mahlûkat hesab›na konuflan zat-› Muhammediye (a.s.m.) ni selâm yerinde demifl. ren, seçkin, ayr›. müteflabih: birbirlerinden ay›rt edilemeyecek tarzda nitelik bak›m›ndan birbirine benzeyen. nak›fl: iflleme, süsleme. nazar: bak›fl, fikir. nizam: düzen. nutfe: döl suyu, meni. r›zk: yiyecek, içecek fley, az›k. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. sehiv: hata, yanl›fll›k. 398 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) selâm: bar›fl, rahatl›k, selâmet ve esenlik dileme. suret: biçim, tarz, görünüfl. sür’at: çabuk olma, h›zl›l›k. flahadet: flahit olma, flahitlik; aç›k alâmet, iflaret. tanzim: düzenleme, s›ralama, tertipleme. tasvir: resim. temyiz: inceleyip seçme, ay›rdetme. terbiye: besleyip büyütme, yetifltirme. tevzin: tartma, ölçülü hale oäÉncQÉnn ÑoªrdnG kelimesikoyma. tezyin: süsleme, ziynetlendirme. umum: bütün, herkes. Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.). vüs’at-i mutlaka: mutlak genifllik. zat-› Muhammediyye: Hz. Muhammed’in zat›, kiflili¤i. ziynet: süs. Üçüncü Kelime: oäGnƒn∏°ü s dnG ’dür ki, hem umumî Mi- rac-› Ekber-i Muhammedîde (a.s.m.), hem her mü’minin hususî mirac› olan namaz teflehhüdünde, her gün hiç olmazsa on defa, yüz milyonlar ehl-i iman, o kudsî kelimeyi, Peygamberin (a.s.m.) tebaiyetiyle dergâh-› ‹lâhîye takdim edip kâinatta ilân ederler. Miraca dair Otuz Birinci Söz, Mirac›n bütün hakikatlerini, bir muhatap ittihaz etti¤i muannit, mülhit, münkirlere karfl› dahi gayet kat’î ve kuvvetli bir surette ispat etti¤ine binaen, tafsilât›n› ve hüccetlerini ona havale ederek, gayet muhtasar bir iflaretle bu üçüncü kelime-i Miraciyenin genifl manas›n› gösteren zîruh, zîfluur taifelerinin acip âlemine bak›p, ilm-i ezelînin cilveleriyle Hâl›k’›m›z›n vahdet ve mevcudiyeti içinde kemal-i rahmaniyetini ve rahîmiyetini ve azamet-i kudret ve flümul-i iradetini bilmeye çal›flaca¤›z: Evet, bu âlemde görüyoruz ki: Bu zîruhlar, fluuren ve aklen olmasa da hissen, f›traten hissediyorlar ki, her biri, hadsiz bir acz ve zaaf içinde, hadsiz düflmanlar› ve incitenleri var. Ve hadsiz bir fakr ve ihtiyaç içinde, hadsiz hacat› ve matlûplar› var. ‹ktidar› ve sermayesi binden birine kâfi gelmedi¤inden, bütün kuvvetiyle ba¤›r›r ve a¤lar, manen, f›traten yalvar›r, kendine mahsus sesiyle, lisan›yla dualar, niyazlar, bir nevi namazlar, salâvatlar ile bir Alîm-i Kadîr dergâh›na iltica ederken, birden görüyoruz ki, o ba¤›ranlar›n her iflini, her ihtiyac›n› bilen ve her derdini ve zarar›n› anlay›p yalvarmas›n›, f›trî duas›n› ifliten Alîm-i Mutlak bir Kadîr-i Hakîm, imdatlar›na yetiflir, acip: tuhaf, hayrette b›rakan. acz: zay›fl›k, güçsüzlük. âlem: dünya. Alîm-i Kadîr: her fleye gücü yeten ve her fleyi bilen Allah. Alîm-i Mutlak: sonsuz ve s›n›rs›z ilim sahibi Allah, hakikî manada gerçek ilim sahibi olan Allah. azamet-i kudret: kudretin büyüklü¤ü. binaen: -den dolay›, bu sebepten. cilve: tecelli, görüntü. dergâh: s›¤›n›lacak yer; büyük bir huzura girilecek kap›. dergâh-› ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n dergâh›, kap›s›, kat›. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. ehl-i iman: inananlar, iman sahipleri. fakr: fakirlik, yoksulluk, muhtaçl›k. f›traten: f›trî olarak, yarat›l›fltan, yarat›l›fl itibar›yla. f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan. hacat: hacetler, ihtiyaçlar. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hissen: his itibar›yla, hissî olarak, duygulanarak, hislenerek. hüccet: delil. iktidar: güç, idareyi elinde bulundurma. ilân: yayma, duyurma, bildirme. ilm-i ezelî: ezelî ilim, Cenab-› Hakk›n sonsuz ezelî ilmi. iltica: s›¤›nma, güvenme, da- yanma. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. ittihaz: edinme, alma, kabul etme. Kadîr-i Hakîm: her fleyi hikmetle yaratan ve her fleye kudreti yeten, Allah. kelime-i Miraciye:. kemal-i Rahîmiyet: Cenab-› Hakk›n tam bir mükemmellikle mahlûkata merhamet etmesi, yard›mlar›na koflmas›. kemal-i rahmaniyet: Cenab-› Hakk›n tam bir mükemmeliyet içinde mahlûkat›n r›z›klar›n› vermesi. kudsî: mukaddes, yüce. lisan: dil. mahsus: bir fleye veya kifliye has olan. manen: mana bak›m›ndan, manaca. matlûp: talep edilen, istenilen fley. mevcudiyet: mevcut olma, varl›k. Mirac-› Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm: Peygamberimizin (a.s.m) Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›, mu’cizesi. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muannit: inatç›, ayak direyen. muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse. muhtasar: k›salt›lm›fl, özet. mülhit: ‹slam dininden ayr›lan, Allah’› inkâr eden, dinsiz, imans›z. mü’min: iman eden, inanan. münkir: Allah’›n varl›¤›n› kabul ve tasdik etmeyen, imans›z, dinsiz. nevi: çeflit, tür. niyaz: yalvarma, yakarma. salâvat: namazlar, ibadetler, flükürler. fluuren: fluur ile, fluur olarak. flümul-i iradet: iradenin hüküm alan›, iradenin tesir alan›, iradenin ihata alan›. tafsilât: tafsiller, aç›klamalar, izahlar. takdim: arz etme, sunma. tebaiyet: tâbîlik, tâbi olma, uyma. teflehhüt: flahadet getirme, namazda tahiyyat›n oturarak okunmas›. vahdet: birlik ve teklik. zaaf: zay›fl›k, kuvvetsizlik. zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar. zîfluur: fluurlu, fluur sahibi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 399 âdeta: sanki. âlem: dünya. âlem: varl›k s›n›flar›ndan her biri. aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. alîmâne: ilmen bilerek. aflk: fliddetli sevgi, sevda, gönül verme. beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek. cemal: güzellik. Cemîl -i Mutlak: her fleyiyle güzel olan Cenab-› Allah. cilve: tecelli, görüntü. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. daimî: sürekli, devaml›. ehl-i marifet: bilim, hüner ve sanat sahibi kifliler; usta ve mahir olanlar. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat: gerçek, esas. hakîmâne: hikmetli bir flekilde. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hasene: iyilik, güzellik. hikmet: gaye, maksat. hüsün: güzellik. ihtar: hat›rlatma, uyar›. ihtiyars›z: irade ve istem d›fl›. ilim: bilgi, marifet. iman: inanç, itikat. ins: insan, befler, Âdemo¤lu. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kelime-i kudsiye: yüce, kudsî söz. kelime-i tayyibe: Allah ve Resulullah kelâm›, güzel ve hofl kelime. kudsî: mukaddes, yüce. küllî: umumî, genel, bütün olan. marifet: bilme, derin bilgi. methüsena: methedip övmek. mirac-› asgar: küçük miraç; kulun namaz›. Mirac-› Ekber: Peygamberimizin (a.s.m) Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›, mu’cizesi. Mirac-› Muhammedî: P e y g a mberimizin (a.s.m.) Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen ve hâlen ç›kmas› mu’cizesi. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. Mucib-i Mugîs: yaratt›klar›n›n isteklerine cevap veren sonsuz yard›m ve inayet edici Allah. mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama. nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z. rahîmâne: rahîm olarak, merha- bütün istediklerini yapar. A¤lamalar›n› gülmeye, ba¤›rmalar›n› teflekkürlere çevirir. Bu hakîmâne, alîmâne, rahîmâne yard›m, pek parlak bir tarzda ilim ve rahmetin cilveleriyle bir Mucib-i Mu¤îs, bir Rahîm-i Kerîm’i bildirip o zîruh âleminin bütün salâvat ve ubudiyetlerini Ona takdim ve tahsis eder manas›yla, Mirac-› Ekberde Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ve Mirac-› asgar olan namazlarda onun ümmeti, ! oäÉnÑ`u«`s£dn G oäGnƒn∏°südnG der. Dördüncü Kelime-i Kudsiye: ! oäÉnÑ`u«`s£dn G ’t›r. Risale-i Nur’un çok hakikatleri namaz tesbihat›nda ihtar edilmesi hikmetiyle, hem Fatiha’n›n, hem teflehhüdün kelimelerinin hakikatlerini k›sa iflaretlerle beyan etmeye âdeta ihtiyars›z sevk edildim. ‹flte, Mirac-› Muhammedîde (a.s.m.) denilen oäÉnÑ`u«`s£dnG kelime-i kudsiyesi, ehl-i marifet ve iman ve küllî fluur sahibi olan ins ve cin ve melek ve ruhanîlerin, kâinat› güzel tayyibeleri ve haseneleri ve ubudiyetleriyle güzellefltiren ve güzellerin âlemine bakan ve sermedî Cemîl-i Mutlak’›n hadsiz cemal ve güzelliklerini ve kâinat› süslendiren isimlerinin daimî güzelliklerini tam bilen ve aflk ve flevkle küllî ubudiyetler ile mukabele eden ve parlak iman ve genifl marifetler ve methüsenalar›n revaih-i tayyibe ve hofl kokular›yla Hâl›k’lar›na karfl› o hadsiz tayyibatlar manas›yla Miraçta söylenmifl s›rr›yla, teflehhütte bütün ümmet, her gün usanmadan o kudsî kelime-i tayyibeyi tekrar ederler. Evet, bu kâinat, nihayetsiz bir hüsün ve met ederek, merhametli olarak. Rahîm-i Kerîm: ikram› bol olan ve kullar›na çok çok merhamet eden Allah. rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik. revaih-i tayyibe: hofl, güzel kokular. ruhanî: gözle görülmeyen, cismi olmayan, elle tutulamayan varl›klar. salâvat: namazlar, ibadetler, flükürler. 400 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) sermedî: ebedî, daimî, sürekli. sevk: yöneltme. s›r: gizli hakikat. flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek ve heves. fluur: bir fleyi anlama, tan›ma ve kavrama gücü; anlay›fl, idrak. tahsis: has k›lma, ay›rma. takdim: arz etme, sunma. tarz: biçim, flekil, suret. tayyibat: tayyipler, iyi ve güzel ifller, hareketler. tayyibe: helâl. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. teflehhüt: flahadet getirme, namazda tahiyyat›n oturarak okunmas›. ubudiyet: kulluk. ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar. zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar. cemal-i sermedînin âyinesi. Ve cilveleri ve kâinattaki bütün cemal ve kemal ve güzellikler, o sermedî hüsünden gelir ve ona intisapla güzelleflir, k›ymeti yükselir. Yoksa, karma kar›fl›k bir virane, bir hüzüngâh olur. Ve o intisap ise, saltanat-› ulûhiyetin dellâllar› ve ilânc›lar› olan ins ve melek ve ruhanîlerin marifet ve tasdikleriyle anlafl›l›r. Hatta o dellâllar›n güzel ve tatl› hamdlerini ve senalar›n› ve Ma’bud’una medihlerini ve onlar›n kelimelerini her tarafa neflir ve Arfl-› Azam›n canibine sevk etmek için, hava unsurunun zerreleri emirber neferler, küçücük diller ve kulaklar gibi o güzel kelimeleri dergâh-› ulûhiyete takdim etmek için o pek harika vaziyet-i acibe havaya verildi¤ine kuvvetli bir ihtimal var diye kalbime geldi. ‹flte, ins ve melek, nas›l ki imanlar› ve ubudiyetleriyle Ma’bud-i Zülcelâl’i bildiriyorlar; öyle de, o Hakîm-i Zülcelâl dahi, o ilânc›lara verdi¤i çok cami istidatlarla, pek harika cihazlarla ve dekaik-› ilmiyeleriyle her birisini bütün kâinatla alâkadar bir küçük kâinat hükmüne getirmekle kendini pek parlak bir tarzda bildiriyor. Meselâ, insan›n küçücük kafas›nda ceviz kadar bir yerde kuvve-i haf›za, kuvve-i hayaliye, kuvve-i müfekkire gibi müteaddit, acip makineleri yaratmak ve kuvve-i haf›zay› bir büyük kütüphane hükmüne getirmekle, ilm-i ezelînin cilvesiyle günefl gibi kendini gösteriyor. fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 995-1001. ‚è acip: tuhaf, hayrette b›rakan. alâkadar: ilgili, iliflkili, münasebetli, ba¤l›. Arfl-› Azam: en büyük arfl, Allah’›n kat›, Cenab-› Hakk›n kudret ve saltanat›n›n en büyük dairesi. âyine: ayna. cami: toplayan, içine alan, kapsayan. canip: yan, yön, cihet, taraf. cemal: güzellik. cemal-i sermedî: zaman ve mekân gibi bütün kay›tlardan ba¤›ms›z olan güzellik. cihaz: aza, organ. cilve: tecelli, görüntü. dekaik-› ilmiye: ilmî incelikler. dellâl: ilân edici; hakka davet eden. dergâh-› ulûhiyet: Allah’›n huzuru. emirber: emir eri. Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi olan ve her fleyi hikmetle yaratan, Allah. hamd: Allah’a karfl› flükran ve memnuniyetini onu överek bildirme. harika: ola¤anüstü. hafliye: dipnot. hükmüne: yerine, de¤erine. hüsün: güzellik. hüzüngâh: üzüntü yeri. ihtimal: olabilirlik. ilm-i ezelî: ezelî ilim, Cenab-› Hakk›n sonsuz ezelî ilmi. iman: inanç, itikat. ins: insan, befler, âdemo¤lu. intisap: mensup olma, ba¤lanma, girme. istidat: kabiliyet, yetenek. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kemal: olgunluk, mükemmellik, kusursuz, tam ve eksiksiz olma. k›ymet: de¤er. kuvve-i haf›za: haf›za gücü. kuvve-i hayaliye: hayal duygusu, hayal gücü. kuvve-i müfekkire: düflünme duygusu. Ma’bud: kendisine ibadet edilen, tap›n›lan, kulluk edilen Allah. Ma’bud-i Zülcelâl: azamet, büyüklük sahibi olan Allah. marifet: bilme, derin bilgi. medih: övmek. meselâ: örne¤in. müteaddit: çeflitli, bir çok. nefer: asker, er. neflir: yayma, yay›m, herkese duyurma. ruhanî: gözle görülmeyen, cismi olmayan, elle tutulamayan varl›klar. saltanat-› ulûhiyet: kâinatta flerik, ortak kabul etmeyen ‹lâhî saltanat. sena: methetme, övme. sermedî: ebedî, daimî, sürekli. sevk: yöneltme, gönderme. takdim: arz etme, sunma. tarz: biçim, flekil, suret. tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme. ubudiyet: kulluk. vaziyet-i acibe: acip ve flafl›rt›c› hâl. virane: harabe, y›k›nt›. zerre: en küçük parça, molekül, atom. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 401 Yirmi Dördüncü Mektubun ‹kinci Zeyli Mirac-› Nebevî hakk›ndad›r. 1 /√pórªnëpH oípqÑ°nùoj s’pG mAr∆nT røpe r¿pGnh |} /¬pª°rSÉpH W alâkadar: ilgili, alâkal›. âlem-i beka: sonsuzluk âlemi, ahiret. aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun” anlam›nda. aflk: fliddetli sevgi, muhabbet. ayet: delil, Allah’›n varl›¤›n› gösteren, bildiren fley. beyan etmek: anlatmak, aç›klamak. Burak: Hz. Muhammed’in Miraçta Allah’›n ihsan› olarak bindi¤i, Cennetten getirilen binek. dair: alâkal›, ait, ilgili. ehl-i velâyet: velî olanlar; Allah’›n dostlu¤unu kazananlar. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. hakikî: gerçek. hazin: hüzünlü. ifade etme: anlatma, söyleme. mahlûk: varl›k, yarat›lm›fl, yarat›k. Me’vâ: var›lacak yer, s›¤›nacak yer. Mevlid: Peygamberimizin (a.s.m.) do¤umu menk›besi ve hayat› ile ilgili eser.. Mevlid-i Nebevî: Peygamberimizin do¤umunu anlatan manzum eser. Miraciye: Mevlidin Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›n› anlatan bölümü. Mirac-› Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›. nur: ayd›nl›k, ›fl›k. nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana. Rab: yaratan, besleyen, büyüten, terbiye eden Allah. Rahîm: sonsuz merhamet ve flefkat sahibi olan Allah. Rahman: ister mü’min, ister kâfir; ister iyi isterse kötü olsun; rahmeti bütün herkese yay›lan ve bütün yarat›lm›fllar›n r›z›klar›n› ve @…'hrÉnŸrG oásænL ÉngnóræpY @»'¡nàræoŸrG pInQróp°S nóræpY @…'ôrNoG kándrõnf o√'GnQ rón≤ndnh @ »'¨nW Énenh oôn°ünÑrdG nÆGnR Éne @ ∆'ûr¨nj Éne nInQróu°ùdG »n°ûr¨nj rPpG 2 @ …'ôrÑoµrdG p¬pqHnQ päÉnj'G røpe …'GnQ rón≤nd M EVL‹D-‹ NEBEVIN‹N Miraciye k›sm›nda Befl Nükteyi beyan edece¤iz. B‹R‹NC‹ NÜKTE Cennetten getirilen Burak’a dair, mevlit yazan Süleyman Efendi hazin bir aflk maceras›n› beyan ediyor. O zat ehl-i velâyet oldu¤u ve rivayete bina etti¤i için, elbette bir hakikati o suretle ifade ediyor. Hakikat flu olmak gerektir ki: Âlem-i bekan›n mahlûklar›, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n nuruyla pek alâkadard›rlar. Çünkü, onun 1. Allah’›n ad›yla. • Hiçbir fley yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (‹sra Suresi: 44.) 2. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla. • And Olsun ki, onu bir kere daha hakikî suretinde gördü. • Sidre-i Müntehada gördü. • Ki, Onun yan›nda Me’vâ Cenneti vard›r. • O zaman Sidre’yi Allah’›n nuru kaplam›flt›. • Göz ne flaflt›, ne de baflka bir fleye bakt›. • And olsun ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü. (Necm Suresi: 13-18.) geçim flekillerini içine alan ya söze dayand›rmak. rahmetin sahibi Allah. Sidre: yedinci kat gökte bir Resul-i Ekrem: çok cömert, makam. kerim olan Peygamber, Hz. Sidre-i Münteha: yedinci kat Muhammed. gökte oldu¤u rivayet edilen kam. suret: flekil, biçim, görünüfl. tesbih: Allah’› bütün kusur ve noksan s›fatlardan uzak tutma, rivayete bina etmek: nakle- ve Peygamber Efendimizin zat: Kifli, flah›s. dilen, aktar›lan bir habere ve- miraçta ulaflt›¤› en son ma- zeyil: ek, ilâve. 402 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) getirdi¤i nur iledir ki, Cennet ve dâr-› ahiret, cin ve ins ile flenlenecek. E¤er o olmasayd›, o saadet-i ebediye olmazd› ve Cennetin her nevi mahlûkat›ndan istifadeye müstait olan cin ve ins, Cenneti flenlendirmeyeceklerdi; bir cihette sahipsiz, virane kalacakt›. Yirmi Dördüncü Sözün Dördüncü Dal›nda beyan e d i ldi¤i gibi, nas›l ki bülbülün güle karfl› dâsitâne-i aflk›, taife-i hayvanat›n taife-i nebatata derece-i aflka bali¤ olan ihtiyacat-› fledide-i aflknümay› rahmet hazinesinden gelen ve hayvanat›n erzaklar›n› tafl›yan kafile-i nebatata karfl› ilân etmek için bir hatib-i Rabbanî olarak, baflta bülbül-i gül ve her neviden bir nevi bülbül intihap edilmifl ve onlar›n na¤amat› dahi, nebatat›n en güzellerinin bafllar›nda hoflamedî nev’inden tesbihkârâne bir hüsnüistikbaldir, bir alk›fllamad›r. Aynen bunun gibi, sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbülâlemîn olan zat-› Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma karfl›, nas›l ki melâike nev’inden Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm kemal-i muhabbetle hizmetkârl›k ediyor, melâikelerin Hazret-i Âdem Aleyhisselâma ink›yat ve itaatini ve s›rr-› sücudunu gösteriyor; öyle de, ehl-i Cennetin, hatta Cennetin hayvanat k›sm›n›n dahi O Zata karfl› alâkalar›, bindi¤i Burak’›n hissiyat-› âfl›kanesiyle ifade edilmifltir. ‹K‹NC‹ NÜKTE Mirac-› Nebeviyedeki maceralardan birisi, Cenab-› Hakk›n Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma karfl› alâka: ilgi. aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun,” anlam›nda. aleyhisselâm: ona selâm olsun. bali¤: ulaflan, eriflen. beyan etmek: anlatmak, aç›klamak. Burak: Hz. Muhammed’in Miraçta Allah’›n ihsan› olarak bindi¤i Cennetten getirilen binek. bülbül-i gül: gülün âfl›¤› gül. cihet: yön, taraf. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. dâr-› ahiret: ahiret yurdu. dâsitâne-i aflk: aflk hikâyesi ve destan›. derece-i aflk: aflk derecesi. ehl-i Cennet: Cennet ehli, Cennette bulunanlar. erzak: r›z›klar, yiyecekler. Habib-i Rabbülâlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah’›n habibi, en sevgili kulu, Hz. Muhammed. hatib-i Rabbanî: bütün varl›klar›n r›z›klar›n› veren ve onlar› uyum içinde sevk, idare ve terbiye eden Allah’›n hatibi. hayvanat: hayvanlar. Hazret-i Cebrail: dört büyük melekten biri olup; vahiy getirmekle görevli olan melektir. hissiyat-› âfl›kane: âfl›kça, aflka benzer duygular. hizmetkâr: hizmetçi. hoflamedî: hofl geldin demek. hüsnüistikbal: güzel karfl›lama, iyi karfl›lama. ifade: anlatma, söyleme. ihtiyacat-› fledide-i aflknüma: aflk derecesindeki fliddetli ihtiyaçlar. ink›yat: boyun e¤me. ins: insan, âdemo¤lu. intihap edilme: seçilme. istifade: faydalanma, yararlanma. itaat: boyun e¤me, uyma. kafile-i nebatat: bitkiler toplulu¤u. kemal-i muhabbet: mükemmel bir sevgi. mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar, varl›klar. melâike: melekler. Mirac-› Nebeviye: Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›. müstait: kabiliyetli, yetenekli. na¤amat: na¤meler, güzel sesler. nebatat: bitkiler. nevi: tür, çeflit, cins. nur: ayd›nl›k, ›fl›k. nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana. rahmet: ac›ma, merhamet etme, esirgeme, ba¤›fllama, flefkat gösterme Resul-i Ekrem: Allah’›n en de¤erli ve cömert elçisi olan Hz. Muhammed. saadet-i ebediye: devaml›, sonsuz mutluluk. sebeb-i hilkat-i eflâk: feleklerin, âlemlerin yarat›lmas›n›n sebebi. s›rr-› sücud: secde etme, secdeye varma s›rr›. taife-i hayvanat: hayvanlar taifesi, toplulu¤u. taife-i nebatat: bitkiler taifesi, toplulu¤u. tesbihkârâne: tesbih edercesine. vesile-i saadet-i dâreyn: iki dünya (dünya ve ahiret) mutlulu¤unun vesilesi. virane: harap olmufl, ›ss›z. zat: kifli, flah›s, fert; Peygamberimiz. zat-› Muhammed-i Arabî: Araplar›n aras›nda gelen Hz. Muhammed’in zat›. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 403 muhabbet-i münezzehesi, “Sana âfl›k olmuflum” tabiriyle ifade edilmifl. fiu tabirat, Vacibü’l-Vücud’un kudsiyetine ve isti¤na-i zatîsine, mana-i örfî ile münasip düflmüyor. Madem Süleyman Efendinin Mevlidi ra¤bet-i ammeye mazhariyeti delâletiyle, o zat ehl-i velâyettir ve ehl-i hakikattir; elbette irae etti¤i mana sahihtir. Mana da budur ki: aksam: k›s›mlar, parçalar, bölümler. aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun,” anlam›nda. ayat: ayetler, deliller, Kur’ân’› oluflturan cümleler. ayet: delil, Allah’›n varl›¤›n› gösteren fley. âyine: ayna, bilbedahe: apaç›k bir flekilde. cemal: güzellik. delâlet: delil olma, gösterme. ehl-i hakikat: gerçe¤i bulup onun peflinden gidenler. ehl-i velâyet: velî olanlar, Allah’›n dostlu¤unu kazananlar. emare: belirti, iflaret. enva: çeflitler, türler, neviler. esma: adlar, isimler. fert: efli bulunmayan, flah›s, kifli. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. ifade: söyleme, anlatma. ink›sam: bölünme, k›s›mlara ayr›lma. irae: gösterme. isti¤na-i zatî: Allah’›n yüce zat›n›n hiç bir fleye muhtaç olmamas›. istihsan: güzel bulma, be¤enme. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kemal: mükemmellik, kusursuzluk. kemal-i esma: isimlerin mükemmelli¤i, kusursuzlu¤u. kudsiyet: kutsall›k, kusur ve noksandan uzak olufl. Kur’ân’› Hakîm: her ayetinde, her harfinde say›s›z hikmetler ve faydalar bulunan Kur’ân. mahlûkat: yarat›lm›fllar, varl›klar. mana: anlam. mana-i örfî: bilinen, al›fl›lan mana. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mazhariyet: eriflme, kavuflma. mehasin: güzellikler. mevlit: Hz. Muhammed’in do¤umunun ve hayat›n›n anlat›ld›¤›, Zat-› Vacibü’l-Vücud’un hadsiz cemal ve kemali vard›r. Çünkü, bütün kâinat›n aksam›na ink›sam etmifl olan cemal ve kemalin bütün enva›, Onun cemal ve kemalinin emareleri, iflaretleri, ayetleridir. ‹flte, herhâlde, cemal ve kemal sahibi, bilbedahe cemal ve kemalini sevmesi gibi, Zat-› Zülcelâl dahi cemalini pek çok sever; hem kendine lây›k bir muhabbetle sever. Hem, cemalinin fluaat› olan esmas›n› dahi sever. Madem esmas›n› sever; elbette esmas›n›n cemalini gösteren sanat›n› sever. Öyle ise, cemal ve kemaline âyine olan masnuat›n› dahi sever. Madem cemal ve kemalini göstereni sever; elbette cemal ve kemal-i esmas›na iflaret eden mahlûkat›n›n mehasinini sever. Bu befl nevi muhabbete, Kur’ân-› Hakîm, ayat›yla iflaret ediyor. ‹flte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm madem masnuat içinde en mükemmel ferttir ve mahlûkat içinde en mümtaz flahsiyettir. Hem, sanat-› ‹lâhiyeyi bir velvele-i zikir ve tesbih ile teflhir ediyor ve istihsan ediyor. Süleyman Çelebi’nin meflhur ve yayg›n eseri. muhabbet: sevgi, sevme. muhabbet-i münezzeh: her türlü çirkinlikten uzak olan sevgi. mümtaz: seçkin, üstün tutulmufl. münasip: uygun, yerinde. nevi: tür, çeflit. ra¤bet-i amme: genelin ilgisi ve be¤enmesi. Resul-i Ekrem: Allah’›n en de¤erli ve cömert elçisi olan 404 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Hz. Muhammed. sahih: gerçek, do¤ru. sanat-› ‹lâhiye: Allah’›n sanat›. flahsiyet: de¤erli, yüksek kifli. fluaat: flualar, ›fl›nlar, ›fl›klar. tabir: ifade, söz. tabirat: tabirler, ifadeler, sözler. tesbih: Allah’› bütün kusur ve noksan s›fatlardan uzak tutma, flan›na lây›k ifadelerle anma. teflhir: gösterme, ilân etme, duyurma. Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah. velvele-i zikir: zikir sesleri. zat: kifli, flah›s, fert. Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤› mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah. Zat-› Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haflmet sahibi olan zat, Allah. Hem, esma-i ‹lâhiyedeki cemal ve kemal hazinelerini lisan-› Kur’ân ile açm›flt›r. Hem, kâinat›n ayat-› tekviniyesinin, Sâniinin kemaline delâletlerini parlak ve kat’î bir surette lisan-› Kur’ân’la beyan ediyor. Hem, küllî ubudiyetiyle rububiyet-i ‹lâhiyeye âyinedarl›k ediyor. Hem, mahiyetinin camiiyetiyle bütün esma-i ‹lâhiyeye bir mazhar-› etem olmufltur. Elbette bunun için denilebilir ki: Cemîl-i Zülcelâl, kendi cemalini sevmesiyle, o cemalin en mükemmel âyine-i zîfluuru olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› sever. Hem, kendi esmas›n› sevmesiyle, o esman›n en parlak âyinesi olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› sever ve Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma benzeyenleri dahi derecelerine göre sever. Hem, sanat›n› sevdi¤i için, elbette Onun sanat›n› en yüksek bir seda ile bütün kâinatta neflreden ve semavat›n kula¤›n› ç›nlatan, ber ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbih ile ilân eden Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› sever ve ona ittiba edenleri de sever. Hem, masnuat›n› sevdi¤i için, o masnuat›n en mükemmeli olan zîhayat› ve zîhayat›n en mükemmeli olan aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun,” anlam›nda. ayat-› tekviniye: yarat›l›fla ait ayetler, deliller. âyine: ayna. âyinedar: ayna olan, gösteren, yans›tan. âyine-i zîfluur: fluur sahibi ayna. bahir: deniz. ber: kara, yer. beyan: anlatma, aç›klama, bildirme. camiiyet: birçok manay› ve hakikati içermek, kendisinde bulundurmak. cemal: güzellik. Cemîl-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi Allah. cezbe: kendinden geçme hâli, coflma. delâlet: delil olma, gösterme. esma: adlar, isimler. esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri. ittiba: uyma, itaat etme. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kat’î: kesin, flüphesiz. kemal: kusursuzluk, mükemmellik. küllî ubudiyet: çok büyük ve kapsaml› ubudiyet. lisan-› Kur’ân: Kur’ân’›n dili. mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, hakikati, özelli¤i. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mazhar-› etem: tam ve ku- sursuz bir ayna, görünme yeri. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed. neflretme: yayma, duyurma. rububiyet-i ‹lâhiye: Allah’›n terbiye edicili¤i; bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi, onlar› uyum içinde sevk ve idare etmesi. Sâni: her fleyi sanatl› olarak ve mükemmel bir flekilde yaratan Allah. seda: ses. semavat: semalar, gökler. suret: biçim, flekil, tarz. tesbih: Allah’› bütün kusur ve noksan s›fatlardan uzak tutma, flan›na lây›k ifadelerle anma. velvele-i zikir: zikir sesleri. zîhayat: hayat sahibi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 405 zîfluuru ve zîfluurun en efdali olan insanlar› ve insanlar›n bilittifak en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› elbette daha ziyade sever. Hem, kendi mahlûkat›n›n mehasin-i ahlâk›yelerini sevdi¤i için, mehasin-i ahlâk›yede bilittifak en yüksek mertebede bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› sever ve derecata göre ona benzeyenleri dahi sever. Demek, Cenab-› Hakk›n rahmeti gibi, muhabbeti dahi kâinat› ihata etmifl. ‹flte, o hadsiz mahbuplar içindeki mezkûr befl vechinin her bir vechinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur ki, “Habibullah” lâkab› ona verilmifl. aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun,” anlam›nda. beyan: aç›klama, söyleme. bilittifak: ittifakla, görüfl ve fikir birli¤iyle. derecat: dereceler, mertebeler. efdal: en üstün, en faziletli. gayet: son derece, çok. Habibullah: Allah’›n en sevgili kulu olan Hz. Muhammed hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. ifade: anlatma, söyleme. iman: inanmak, itikat. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. ihata: sarma, kuflatma. kudsî: her türlü kusur ve noksanlardan uzak. lâkap: ünvan. mahbup: sevilmifl, sevilen, sevgili. mahlûkat: yarat›lm›fllar, varl›klar. mahsus: has, özel. makam: manevî mevki, mertebe. makam-› mahbubiyet: Allah’›n ‹flte bu en yüksek makam-› mahbubiyeti, Süleyman Efendi, “Ben sana âfl›k olmuflum tabiriyle beyan etmifltir. fiu tabir bir mirsad-› tefekkürdür, gayet uzaktan uza¤a bu hakikate bir iflarettir. Bununla beraber, madem bu tabir fle’n-i rububiyete münasip olmayan manay› hayale getiriyor; en iyisi, flu tabir yerine, “Ben senden raz› olmuflum” denilmeli. ÜÇÜNCÜ NÜKTE Miraciyedeki maceralar, malûmumuz olan manalarla, o kudsî ve nezih hakikatleri ifade edemiyor. Belki o muhavereler birer ünvan-› mülâhazad›r, birer mirsad-› tefekkürdür ve ulvî ve derin hakaika birer iflarettir ve iman›n sevgisini kazanma makam›, derecesi. malûm: bilinen. mana: anlam. mehasin-i ahlâk›ye: ahlâkî güzellikler. mertebe: derece. mezkûr: ad› geçen, an›lan. Miraciye: Mevlidin Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›n› anlatan bölümü. mirsad-› tefekkür: d ü fl ü nmeye yard›m eden gözlem yeri. 406 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) muhabbet: sevgi. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed. muhavere: karfl›l›kl› konuflma. münasip: uygun, yarafl›r, lây›k. nezih: temiz. nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana. rahmet: ac›ma, merhamet etme, esirgeme, ba¤›fllama, flefkat gösterme. fle’n-i rububiyet: Cenab-› Hakk›n idare ve terbiye edicili¤inin gere¤i. tabir: ifade, söz, deyim. ulvî: yüksek, yüce. ünvan-› mülâhaza: bir fleyin hakikatini bir derece düflünebilmeyi sa¤layan isim ve vas›ta. vecih: yüz, yön; flekil. zîfluur: fluur sahibi. ziyade: çok, fazla. bir k›s›m hakaik›na birer ihtard›r ve kabil-i tabir olmayan baz› manalara birer kinayedir. Yoksa, malûmumuz olan manalar ile macera de¤il. Biz, hayalimiz ile o muhaverelerden o hakikatleri alamay›z; belki kalbimizle heyecanl› bir zevk-i imanî ve nuranî bir nefle-i ruhanî alabiliriz. Çünkü, nas›l Cenab-› Hakk›n zat ve s›fât›nda nazir ve flebih ve misli yoktur; öyle de, fluunat-› rububiyetinde misli yoktur. S›fât› nas›l mahlûkat s›fât›na benzemiyor; muhabbeti dahi benzemez. Öyle ise, flu tabirat› müteflabihat nev’inden tutup, deriz ki: Zat-› Vacibü’l-Vücud’un vücub-i vücuduna ve k u dsiyetine münasip bir tarzda ve isti¤na-i zatîsine ve kemal-i mutlak›na muvaf›k bir surette, muhabbeti gibi baz› fluunat› var ki, Miraciye maceras›yla onu ihtar ediyor. Mirac-› Nebeviyeye dair Otuz Birinci Söz, hakaik-› Miraciyeyi usul-i imaniye dairesinde izah etmifltir. Ona iktifaen burada ihtisar ediyoruz. DÖRDÜNCÜ NÜKTE “Yetmifl bin perde arkas›nda Cenab-› Hakk› görmüfl” 1 tabiri, bu’diyet-i mekân› ifade ediyor. Hâlbuki, Vacibü’lVücud mekândan münezzehtir, her fleye her fleyden daha yak›nd›r. Bu ne demektir? E l c e v a p : Otuz Birinci Sözde mufassalan, bürhanlar ile o hakikat beyan edilmifltir. Burada yaln›z flu kadar deriz ki: 1. Kastalânî, Mevahibü’l-Ledünniye (fierh: Zeganî), 6:93-100. beyan: anlatma, aç›klama. bu’diyet-i mekân: mekân, yer uzakl›¤›. bürhan: delil, ispat. dair: alâkal›, ait, ilgili. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakaik-› miraciye: mirac›n içinde gizli olan hakikatler. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. ifade: anlatma, bildirme. ihtar: hat›rlatma. ihtisar: k›saltma, özetleme. iktifaen: yeterli görerek. isti¤na-i zatî: Allah’›n hiç bir fleye muhtaç olmamas›. izah: aç›klama, anlatma. kabil-i tabir: yoruma aç›k, tabir edilebilir. kemal-i mutlaka: sonsuz ve s›n›rs›z mükemmellik. kinaye: maksad›, kapal› bir flekilde ve dolayl› olarak anlatan söz. kudsiyet: kutsall›k, her türlü kusur ve noksandan uzak olufl. mahlûkat: yarat›lm›fllar, varl›klar. malûm: bilinen. mana: anlam. mekân: yer. miraciye: Hz. Muhammed’in mirac-› fleriflerinden bahseden eser, fliir. Mirac-› Nebeviye: Peygamberimizin miraca, Allah kat›na ç›k›fl›. misli: benzeri. mufassalan: ayr›nt›l› olarak. muhavere: karfl›l›kl› konuflma. muvaf›k: yerinde, uygun, münasip: uygun, yak›fl›r. münezzeh: muhtaç olmayan, uzak, berî. müteflabihat: birbirine benzeyen, manas› aç›k olmayan ifadeler, sözler. nazir: benzer, efl. nefle-i ruhanî: ruhen duyulan sevinç ve nefle. nuranî: nurlu, parlak. nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana. perde: örtü, engel. suret: biçim, flekil, tarz. s›fat: hâl, nitelik, vas›f. flebih: benzeyen, benzer. fluunat: Allah’›n yüce zat›ndan ayr›lmayan ve zat›n›n gere¤i olan ifl, fiil, hâl ve keyfiyetleri. fluunat-› rububiyet: idare ve terbiye edici Rabbimizin zat›na mahsus ifl, fiil, hâl ve keyfiyetleri. tabir: ifade, söz deyim. tabirat: tabirler, deyimler, sözler. usul-i imaniye: iman esaslar›. Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah. vücub-i vücut: varl›¤› gerekli olmak, olmamas› imkâns›z olmak, varl›¤› zarurî ve vacip olmak, vazgeçilmez olmak. zat: büyüklük ve yücelik sahibi Allah’›n zat›. Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤› mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah. zevk-i imanî: iman›n verdi¤i zevk. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 407 Cenab-› Hak bize gayet kariptir; biz Ondan gayet derecede uza¤›z. Nas›l ki, günefl, elimizdeki âyine vas›tas›yla bize gayet yak›nd›r ve yerde her bir fleffaf fley, kendine bir nevi arfl ve bir çeflit menzil olur. E¤er güneflin fluuru olsayd›, bizimle âyinemiz vas›tas›yla muhabere ederdi. Fakat biz ondan dört bin sene uza¤›z. Bilâteflbih ve lâtemsil, fiems-i Ezelî, her fleye daha yak›nd›r. Çünkü Vacibü’l-Vücud’dur, mekândan münezzehtir. Hiçbir fley Ona perde olamaz. Fakat her fley nihayet derecede Ondan uzakt›r. aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun,” anlam›nda. an-› vahit: bir anda. arfl: dokuzuncu ve en sonuncu gök tabakas›, gö¤ün en yüksek kat›. Allah’›n büyüklü¤ünün ve yüceli¤inin tecelli etti¤i yer; taht. âyine: ayna. bilâteflbih ve lâtemsil: benzetmemekle ve örnek göstermemekle birlikte (benzetmek ve örnek getirmek gibi olmas›n). cadde-i kübra: büyük cadde. derecat-› imaniye: iman›n dereceleri, mertebeleri. ehl-i velâyet: velî olanlar, Allah’›n dostlu¤unu kazananlar, velîlik s›fat›n› tafl›yanlar. evliya: velîler, Allah dostlar›. gayet: son derece, çok. hakaik-› imaniye: iman hakikatleri. hakkalyakîn: yaflayarak bilme, bilginin en kesin hâli. havâs: hisler, duygular. karip: yak›n. keramet-i kübra: en büyük keramet. letaif: lâtifeler, insan›n manevî yap›s›nda bulunan ince ve hassas duygular. mekân: yer. menzil: yer, mekân. mertebe: derece, makam.. mesafe: uzakl›k. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhabere: haberleflme. mukabil: karfl›, karfl›l›k. münezzeh: uzak, muhtaç olmayan, berî. nevi: tür, çeflit. nihayet: son. perde: engel. Resul-i Ekrem: Allah’›n en de¤er- ‹flte, Mirac›n uzun mesafesiyle, 1 pójQ/ nƒrdG π p rÑnM røpe p¬r«ndpG oÜnôrbnG oørënfnh ’in ifade etti¤i mesafesiz- li¤in s›rr›yla, hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n gitmesinde çok mesafeyi tayyederek gitmesi ve an-› vahitte yerine gelmesi s›rr› bundan ileri geliyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n Mirac›, onun seyrüsülûkudur, onun ünvan-› velâyetidir. Ehl-i velâyet, nas›l ki seyrüsülûk-i ruhanî ile, k›rk günden tâ k›rk seneye kadar bir terakki ile, derecat-› imaniyenin hakkalyakîn derecesine ç›k›yor. Öyle de, bütün evliyan›n sultan› olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, de¤il yaln›z kalbi ve ruhu ile, belki hem cismiyle, hem havâss›yla, hem letaifiyle, k›rk seneye mukabil k›rk dakikada, velâyetinin keramet-i kübras› olan Mirac› ile bir cadde-i kübra açarak hakaik-› imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmifl, Miraç merdiveniyle Arfla ç›km›fl, 1. Ve biz ona flah damar›ndan daha yak›n›z. (Kaf Suresi: 16.) li ve en cömert elçisi olan Hz. sultan: maneviyat büyükleriMuhammed. ne verilen ünvan. seyrüsülûk: P e y g a m b e r i m i- fiems-i Ezelî: ezelî günefl; varzin miraçta Allah’›n huzuruna l›¤›n›n bafllang›c› olmayan ve yükselirken maddî ve manevî her fleyi nurland›ran Cenab-› olarak yapt›¤› yolculuk; ma- Hak. nevî âlemlerde yol katetme. fluur: bir fleyi anlama, tan›ma seyrüsülûk-i ruhanî: ruh ile ve kavrama gücü; anlay›fl, idbaz› manevî mertebe ve ma- rak. kamlara yükselme, yolculuk tayy: atlama, aflma, geçme. etme. terakki: ilerleme, yükselme, 408 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) geliflme. ünvan-› velâyet: velâyet ünvan›, velîlik s›fat›. Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah. vas›ta: arac›, arac›l›k. velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u. Kab-› Kavseyn makam›nda, hakaik-› imaniyenin en büyü¤ü olan iman-› billâh ve iman-› bilahireti aynelyakîn, gözüyle müflahede etmifl, Cennete girmifl, saadet-i ebediyeyi görmüfl, o Mirac›n kap›s›yla açt›¤› cadde-i kübray› aç›k b›rakm›fl. Bütün evliya-i ümmeti, seyrüsülûk ile, derecelerine göre, ruhanî ve kalbî bir tarzda o Mirac›n gölgesi içinde gidiyorlar. BEfi‹NC‹ NÜKTE Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunmas›, gayet nafi ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i ‹slâmiyedir. Belki hayat-› içtimaiye-i ‹slâmiyenin gayet lâtif ve parlak ve tatl› bir medar-› sohbetidir. Belki, hakaik-› imaniyenin ihtar› için en hofl ve flirin bir derstir. Belki, iman›n envar›n› ve muhabbetullah ve aflk-› Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vas›tad›r. Cenab-› Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman Efendi gibi mevlit yazanlara Cenab-› Hak rahmet etsin, yerlerini Cennetü’l-Firdevs yaps›n. Âmin. Hatime Madem flu kâinat›n Hâl›k’›, her nevide bir ferd-i mümtaz ve mükemmel ve cami halk edip, o nev’in medar-› fahri ve kemali yapar; elbette, esmas›ndaki ‹sm-i Azam tecellisiyle, bütün kâinata nispeten mümtaz ve mükemmel bir ferdi halk edecek. Esmas›nda bir ‹sm-i Azam oldu¤u gibi, masnuat›nda da bir ferd-i ekmel bulunacak ve âdet: gelenek, al›flkanl›k. âdet-i ‹slâmiye: ‹slâmî âdet, gelenek. âmin: “Yâ Rabbi! kabul et” anlam›nda dua. aflk-› Nebevî: peygamber aflk›, peygambere duyulan fliddetli sevgi. aynelyakîn: gözle görür derecede inanma; bir fleyi görerek ve seyrederek bilme. cadde-i kübra: büyük cadde. Cennetü’l-Firdevs: Firdevs Cenneti, Cennetin en yüksek derecesi. ebed: sonsuzluk. envar: nurlar, ayd›nl›klar. esma: adlar, isimler. evliya-i ümmet: Peygamberimizin ümmetinden olan velîler, Allah dostlar›. ferd-i ekmel: mükemmel fert, kifli, zat. ferd-i mümtaz ve mükemmel ve cami: seçilmifl, kusursuz ve bütün güzelliklerin ve farkl› özelliklerin kendisinde topland›¤› fert, flah›s. gayet: son derece, çok. hakaik-› imaniye: iman hakikatleri. halk etmek: yaratma. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hatime: son söz, bir eserin sonuç k›sm›. hayat-› içtimaiye-i ‹slâmiye: ‹slâm›n sosyal hayat›, ‹slâmiyetin getirmifl oldu¤u kurallar çerçevesinde oluflturulan toplum hayat›. ihtar: hat›rlatma. iman: inanç, itikat. iman-› bilahiret: ahirete iman. iman-› billâh: Allah’a iman. ‹sm-i Azam: en büyük isim, Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›. Kab-› Kavseyn: iki yay mesafesi. Hz. Muhammed’in miraca ç›k›fl›yla vard›¤› son nokta. Bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Yaratanla müflerref ve muhatap oldu¤u makam. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kalbî: kalple ilgili, kalbe ait. lâtif: hofl, güzel. makam: yer, mevki. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. medar-› fahir ve kemal: övünme ve mükemmellik sebebi. medar-› sohbet: sohbet sebebi, vesilesi. Mevlid: Hz. Muhammed’in do¤umu menk›besi ve hayat› ile ilgili eser, Süleyman Çelebi’nin bu konudaki meflhur ve yayg›n eseri. Mevlid-i Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) do¤umunu anlatan manzum eser. Miraciye: Mevlidin Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›n› anlatan bölümü. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhabbetullah: Allah sevgisi. müessir: etkili, tesirli. müheyyiç: heyecan uyand›ran, heyecanland›ran. mükemmel: noksans›z, tam; harika. mümtaz: seçkin. müstahsen: güzel karfl›lanan, be¤enilen. müflahede: bakma, seyretme, görme. nafi: faydal›, yararl›. nevi: tür, çeflit. nispeten: k›yasla, oranla. nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana. rahmet: ac›ma, merhamet etme, esirgeme, ba¤›fllama, flefkat gösterme. ruhanî: ruh ile ilgili. saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk. seyrüsülûk: manevî ve ruhî yolculuk. tahrik: harekete geçirme, teflvik etme. tecelli: yans›ma, görünme. vas›ta: araç, vesile. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 409 kâinata münteflir kemalât› o fertte cem’ edip, kendine medar-› nazar edecek. ahlâk-› hasene: güzel ahlâk. Âl ve Ashap: Peygamberimizin aile fertleri ve Sahabeler. âlem: kâinat, cihan, bütün yarat›lm›fllar. aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun” anlam›nda. bidayet-i emir: iflin bafllang›c›. cem etme: toplama, bir araya getirme. ehl-i kemal: olgun ve de¤erli kifliler, kemal sahibi olanlar. enva: çeflitler, türler, neviler. enva-› hakaik: bütün hakikatler, hakikatlerin türleri, çeflitleri. enva-› kâinat: var olan fleylerin türleri, varl›klar›n çeflitleri. ferd-i ferit: efli, benzeri olmayan fert, seçilmifl zat. ferd-i mümtaz: seçilmifl kifli, seçkin fert. fert: flah›s, kifli. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. ittifak: fikir birli¤i, söz birli¤i. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kemalât: mükemmellikler. kemal-i haflmet: mükemmel bir büyüklük ve heybet. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm, beyan› befler takatinin haricinde olan Kur’ân-› Kerîm. küre-i arz: dünya, yer küre. mebde: bafllang›ç, temel. medar-› nazar: göz önünde bulundurulmas› gereken. mevcudat: varl›klar. mevlit: do¤um. meydan okumak: mücadeleye davet etmek. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen O fert, herhâlde zîhayattan olacakt›r. Çünkü enva-› kâinat›n en mükemmeli zîhayatt›r. Ve herhâlde, zîhayat içinde, o fert, zîfluurdan olacakt›r. Çünkü, zîhayat›n e nva› içinde en mükemmeli zîfluurdur. Ve herhâlde, o ferd - i ferit, insandan olacakt›r. Çünkü, zîfluur içinde hadsiz terakkiyata müstait, insand›r. Ve insanlar içinde, herhâlde o fert Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olacakt›r. Çünkü, zaman-› Âdem’den flimdiye kadar hiçbir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez. Zira, O zat, küre-i arz›n yar›s›n› ve nev-i beflerin beflten birisini saltanat-› maneviyesi alt›na alarak, bin üç yüz elli sene kemal-i haflmetle saltanat-› maneviyesini devam ettirip, bütün ehl-i kemale, bütün enva-› hakaikte bir üstad-› küll hükmüne geçmifl. Dost ve düflman›n ittifak›yla, ahlâk-› hasenenin en yüksek derecesine sahip olmufl; bidayet-i emrinde, tek bafl›yla bütün dünyaya meydan okumufl; her dakikada yüz milyondan ziyade insanlar›n vird-i zeban› olan Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’› göstermifl bir zat, elbette o ferd-i mümtazd›r, ondan baflkas› olamaz. Bu âlemin hem çekirde¤i, hem meyvesi odur. p´GnƒrfnG pOnón©pH oΩnÓ°sùdGnh oInÓ°südnG =/¬pÑrën°Unh /¬pd'G '=¤nYnh p¬r«n∏nY 1 Én¡pJGnOƒoLrƒnenh päÉnæpFBÉnµrdG ‹flte böyle bir zat›n mevlit ve mirac›n› dinlemek, yani terakkiyat›n›n mebde ve müntehas›n› iflitmek, yani tarihçe-i hayat-› maneviyesini bilmek, O zat› kendine reis ve 1. Ona ve onun Âl ve Ashab›na kâinat›n nevileri ve mevcudat› adedince salât ve selâm olsun. ç›kmas› mu’cizesi. münteha: ulafl›labilen en son yer, en son nokta. münteflir: yay›lan, yay›lm›fl. müstait: kabiliyetli. nevi: tür, çeflit. nev-i befler: insan nev’i, insanl›k, bütün insanlar. reis: baflkan. salât: Hz. Peygambere dua; Hz. Muhammed’e, ashab›na, 410 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ailesine Allah’›n rahmet ve ma¤firetini, meleklerin isti¤far›n› ve mü’minlerin dualar›n› dileme. saltanat-› maneviye: manevî saltanat, hâkimiyet. tarihçe-i hayat-› maneviye: manevî hayat hikâyesi. terakkiyat: yükselifller, ilerlemeler, geliflmeler. üstad-› küll: her çeflit ilimde, her hususta çok ileri bilgisi olan, herkesin üstad›. vird-i zeban: dilden düflmeyen dua ve zikir. zaman-› Adem: Hz. Adem zaman›, insanl›¤›n ilk devresi. zat: kifli, flah›s, fert. zîhayat: hayat sahibi. zira: çünkü. zîfluur: fluur sahibi. ziyade: çok, fazla. seyyid ve imam ve flefî telâkki eden mü’minlere ne kadar zevkli, fahirli, nurlu, nefleli, hay›rl› bir müsamere-i ulviye-i diniye oldu¤unu anla. Yâ Rab! Habib-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hürmetine ve ‹sm-i Azam hakk›na, flu risaleyi neflredenlerin ve rüfekas›n›n kalplerini envar-› imaniyeye mazhar ve kalemlerini esrar-› Kur’âniyeye naflir eyle ve onlara s›rat-› müstakimde istikamet ver. Âmin. 1 oº«/µ◊ n r G oº«/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG =Énænàrªs∏nY Éne s’pG BÉ'ænd nºr∏pY n’ n∂nfÉnërÑ°oS 2 ⋲/bÉnÑrdGnƒog »/bÉnÑrdnG Said Nur sî Mektubat, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 510-519. ® 1. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.) 2. Bâkî olan ancak Allah’t›r. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. âmin: “Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir. Bâkî: yok olmayan, sürekli ve kal›c› olan, bütün varl›klar yok olurken yok olmayan ve bütün varl›klar yok olduktan sonra da zat›yla var olacak tek varl›k; Allah. envar-› imaniye: iman nurlar›, imana ait par›lt›lar. esrar-› Kur’âniye: Kur’ân’›n s›rlar›, Kur’ân’a ait gizlilikler. fahir: iftihar, övünme, gurur. Habib-i Ekrem: Allah’›n en sevgili ve de¤erli kulu olan Hz. Muhammed. hakk›yla bilmek: en do¤rusunu, eksiksiz ve tam olarak bilmek. hikmetle yapmak: belirli gayelere yönelik, faydal›, anlaml› ve yerli yerinde yapmak. hürmet: riayet, ihtiram, sayg›. imam: kendisine uyulan ve önder olan kimse. ‹sm-i Azam: en büyük isim, Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›. istikamet: yön, taraf; Allah’a yönelme, Allah’a kulluk etme. mazhar: eriflmifl, kavuflmufl. mü’min: Allah’a iman eden, inanan. neflir: da¤›tma, yayma. noksan: eksik, kusur. nur: ayd›nl›k. Rab: yaratan, besleyen büyüten, terbiye eden, Allah. risale: belli bir konuda yaz›lm›fl küçük kitap. rüfeka: arkadafllar, refikler. seyyid: efendi, reis. s›rat-› müstakim: do¤ru yol. flefî’: flefaat eden, bir suçun ba¤›fllanmas› için arac›l›k eden. telâkki: kabul etme alma. tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü eksik ve noksandan uzak ve yüce tutma HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 411 On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli fiAKK-I KAMER MU’C‹ZES‹NE DA‹RD‹R. a Gƒo°Vpôr©oj kánj'G Grhnônj r¿pGhn @ ôno ªn≤rdG s≥n°ûrfGnh oánYÉ°s ùdG pânHnônàrbpG 1 ôw pªnà°rùoe lôrëp°S Gƒdo ƒo≤njhn Kamer gibi parlak bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.) olan inflikak-› kameri, evham-› faside ile inhisafa u¤ratmak isteyen feylesoflar ve onlar›n muhakemesiz mukallitleri diyorlar ki: âlem: dünya, cihan. anî: bir an içinde, birden. befler: insan, âdemo¤lu. cemaat: topluluk, gurup. dair: alâkal›, ait, ilgili. dava: takip edilen fikir, iddia. delil: bir davan›n, meselenin do¤rulu¤unu ortaya koyan, ispat eden fley, kan›t. esbap: sebepler, vas›talar. evham: vehimler, zanlar, kuflkular. fasit: bozuk, kötü, feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof. hususî: özel. ihtilâf-› metâli: ay›n do¤du¤u yerlerin farkl› olmas›. inhisaf: tutulma, ay tutulmas›. inkâr: reddetme, kabul etmeme. inflikak: yar›lma, bölünme, ikiye ayr›lma. inflikak-› kamer: Peygamber Efendimizin parma¤›n›n iflaretiyle ay›n ikiye ayr›lmas›. kamer: ay. k›yamet: kâinat›n ölümü; varl›k âleminin bozulup da¤›lmas›, y›k›lmas›. lâz›m: gerek, gerekli, lüzumlu. malûm: bilinen, belli. mâni: men eden, engel olan. medeniyet: medenîlik, uygarl›k. mu’cize: sadece peygamberlerin “E¤er inflikak-› kamer vuku bulsa idi, umum âleme malûm olurdu; bütün tarih-i beflerin nakletmesi lâz›m ge lirdi.” Elcevap: ‹nflikak-› kamer, dava-i nübüvvete delil olmak için, o davay› ifliten ve inkâr eden haz›r bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, anî olarak gösterildi¤inden; hem, ihtilâf-› metâli ve sis ve bulutlar gibi rü’yete mâni esbab›n vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmedi¤inden ve hususî kald›¤›ndan ve tarassudat-› semaviye pek az oldu¤undan; bütün etraf-› âlemde 1. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla. K›yamet yaklaflt›, ay yar›ld›. • Onlar bir mu’cize görseler yüz çevirir ve “Bu kuvvetli bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi: 1-2.) gösterdi¤i, benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mu’cize-i Ahmediye: P e ygamberimizin mu’cizesi. mukallit: taklitçi, taklit eden. nakletmek: aktarmak, haber vermek. nübüvvet: peygamberlik, Allah’›n elçili¤i. 412 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Rahîm: sonsuz flefkat ve merhamet sahibi; esirgeyen, koruyan Allah. Rahman: rahmeti bütün herkese yay›lan, kuflatan, Allah. rü’yet: görme, bakma. flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi. taammüm: yay›lma, genel- leflme. tarassudat-› semaviye: gö¤ü gözetlemeler. umum: bütün, genel. vakt-i gaflet: uyku vakti. vuku: meydana gelme, olufl. vücut: var olufl, varl›k. zeyil: ek, ilâve. görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâz›m de¤ildir. fiakk-› kamer yüzünden bu evham bulutlar›n› da¤›tacak çok noktalardan flimdilik Befl Noktay› dinle. Birinci Nokta O zaman, o zemindeki küffar›n gayet fledit derecede inatlar› tarihen malûm ve meflhur oldu¤u hâlde; Kur’ân-› Hakîm’in, 1 oônªn≤rdG s≥n°ûrfGnh demesiyle flu vak’ay› umum âle- me ihbar etti¤i hâlde, Kur’ân’› inkâr eden o küffardan hiçbir kimse, flu ayetin tekzibine, yani ihbar etti¤i flu vak’an›n inkâr›na a¤›z açmam›fllar. E¤er o zamanda o hâdise, o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, flu sözü serriflte ederek, gayet dehfletli bir tekzibe ve Peygamberin iptal-i davas›na hücum göstereceklerdi. Hâlbuki, flu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küffar›n adem-i vukuuna dair hiçbir fleyini nakletmemifllerdir. Yaln›z, 2 ôw pªnà°rùoe lôrëp°S Gƒodƒo≤njhn ayetinin beyan et- ti¤i gibi, tarihçe menkul olan fludur ki: O hâdiseyi gören küffar “Sihirdir” demifller ve “Bize sihir gösterdi. E¤er sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüfllerse, hakikattir; yoksa bize sihir etmifl” demifller. Sonra, sabahleyin Yemen ve baflka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki, “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (a.s.m.) hakk›nda, hâflâ, “Yetim-i Ebu Talip’in sihri semaya da tesir etti” dediler. 1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.) 2. “Bu kuvvetli bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi: 2.) adem: yokluk, hiçlik. adem-› vukuu: olmad›¤›na dair, olmad›¤›n› gösteren. âlem: dünya, cihan. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. beyan: anlatma, bildirme, izah dair: alâkal›, ait, ilgili. Ebu Talip: bkz. fiah›s Bilgileri. evham: vehimler, zanlar, kuflkular. Fahr-i Âlem: bütün âlemin kendisiyle iftihar etti¤i Peygamber. gayet: çok, son derece. hâdise: vak›a, olay, haber. hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›. hâflâ: asla, kat’iyen. ihbar: haber verme, duyurma. inkâr: reddetme, tan›mama. kafile: birlikte yolculuk eden topluluk. kat’î: kesin, flüphesiz. kervan: uzak yerlere yolcu ve ticarî eflya tafl›yan kafile. Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve say›s›z hikmetler ve faydalar bulunan Kur’ân. küffar: kâfirler, ‹slâmiyeti inkâr edenler. lâz›m: gerek, gerekli, lüzumlu. malûm: bilinen, belli. menkul: nakledilen, tafl›n›p anlat›lan söz. meflhur: tan›nm›fl, ad› yayg›nl›k kazanan. münasebet: uygunluk, ilgi. peygamber: haber getiren, Allah’›n elçisi. sair: di¤er, baflka. sema: gökyüzü, gök. serriflte: ipucu, söyleyip durma, bafla kakma. siyer: Peygamberimizin hayat›n› konu alan ilim. flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi. fledit: fliddetli, sert, kat›. tekzip: yalanlama. tesir: etki, iz b›rakma. umum: bütün, genel. vak’a: vuku bulan, olay. vaki: gerçekleflmifl, olmufl, olan. vuku: meydana gelme, olufl. yetim: ana babas› veya babas› ölmüfl çocuk. zemin: yer, yeryüzü. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 413 ‹kinci Nokta âlem: dünya, cihan. bedahet: aç›kl›k, aflikâr. cami: namaz k›l›nan yer. cemaat: topluluk, tak›m. cemaat-i kesire: çok kalabal›k topluluk. dava-i nübüvvet: peygamberlik davas›, iddias›. derece: aflama, mertebe. eaz›m-› muhakkikîn: hakikatleri delilleri ile bilen en büyük âlimler. ekser: en çok, daha ziyade. evvel: önce, bafllang›ç. Fât›r-› Hakîm: her fleyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir flekilde yaratan Allah. feylesof: felsefe ile u¤raflan filozof. gayet: son derece, çok. Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve her fleyi hikmetle yaratan Allah. Hâle: Halley kuyruklu y›ld›z›. Bkz. Yer Bilgileri. hevesat: hevesler, istekler. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. hutbe: ‹lâhî emirleri hat›rlatan konuflma ve dualar icbar: zorlama, mecbur etme. ihtiyar: seçme, tercih, irade. ikna etmek: inand›rmak. iktiza: lâz›m gelme, gereklilik. inflikak: yar›lma, ikiye ayr›lma. inflikak-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. ittifak: uyuflma, birleflme. izhar: a盤a vurma, gösterme. kâfi: yeterli. kamer: ay. kat’î: kesin, flüphesiz. Sa’d-› Taftazanî gibi eaz›m-› muhakkikînin ekseri demifller ki: “‹nflikak-› kamer; parmaklar›ndan su akmas›, umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayand›¤› kuru dire¤in müfarakat-› Ahmediyeden (a.s.m.) a¤lamas›, umum cemaatin iflitmesi gibi mütevatirdir. Yani, öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesire nakletmifltir ki, kizbe ittifaklar› muhaldir. Hâle gibi meflhur bir kuyruklu y›ld›z›n bin sene evvel ç›kmas› gibi mütevatirdir. Görmedi¤imiz Serendip Adas›n›n vücudu gibi, tevatürle vücudu kat’îdir” demifller. ‹flte böyle gayet kat’î ve fluhudî mesailde teflkikat-› vehmiye yapmak, ak›ls›zl›kt›r. Yaln›z muhal olmamak kâfidir. Hâlbuki, flakk-› kamer, bir volkanla inflikak eden bir da¤ gibi mümkündür. Üçüncü Nokta Mu’cize, dava-i nübüvvetin ispat› için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar için de¤ildir. Öyle ise, dava-i nübüvveti iflitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâz›md›r. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelâl’in hikmetine münafi oldu¤u gibi, s›rr-› teklife dahi muhaliftir. Çünkü, “Akla kap› açmak, ihtiyar› elinden almamak” s›rr-› teklif iktiza ediyor. E¤er Fât›r-› Hakîm, inflikak-› kameri, feylesoflar›n hevesat›na göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle b›raksa idi ve beflerin kizb: yalan söyleme, yalan. lâz›m: gerek, lüzumlu. mesail: meseleler. meflhur: tan›nm›fl, ad› yayg›nl›k kazanm›fl. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muhal: imkâns›z, olmas› mümkün olmayan. muhalif: muhalefet eden, karfl›t. müfarakat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin ayr›lmas›. 414 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) münafi: z›t, muhalif, ayk›r›. münkir: inkâr eden, kabul etmeyen. mütevatir: yalan söylemekte birleflmelerini akl›n kabul etmeyece¤i bir toplulu¤un verdi¤i kesin haber. Sa’d-› Taftazanî: Saadeddin Taftazanî. bkz. fiah›s Bilgileri. sair: geçen, di¤er, baflka. Serendip Adas›: bkz. Yer Bilgileri. s›rr-› teklif: teklif, imtihan s›rr›, flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi. fluhudî: görmekle ilgili. tabakadan tabakaya: topluluktan toplulu¤a. teflkikat-› vehmiye: flüpheye düflürmeler. tevatür: yalan söylemez kimselerin birleflerek verdikleri haber. umum: bütün, cümle, herkes; genel olma. volkan: yanarda¤. vücut: var olufl, varl›k. umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-› semaviye gibi, ya dava-i nübüvvete delil olmazd›, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) hususiyeti kalmazd›, veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacakt› ki, akl› icbar edecek, akl›n ihtiyar›n› elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek; Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekir-i S›dd›k gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kal›p, s›rr-› teklif zayi olacakt›. ‹flte bu s›r içindir ki, hem anî, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf-› metâli, sis ve bulut gibi sair mevanii perde ederek, umum âleme gösterilmedi, veyahut tarihlere geçirilmedi. Dördüncü Nokta fiu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken, anî bir surette vuku buldu¤undan, etraf-› âlemde elbette görülmeyecek. Baz› efrada görünse de, gözüne inanmayacak. ‹nand›rsa da, elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vahit ile tarihlere bâkî bir sermaye olmayacak. Baz› kitaplarda “Kamer iki parça olduktan sonra yere inmifl” ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmifller, “fiu mu'cize-i bâhireyi k›ymetten düflürmek niyetiyle belki bir münaf›k ilhak etmifl” demifller. Hem meselâ, o vakit, cehalet sisiyle muhat ‹ngiltere, ‹spanya’da yeni gurup; Amerika’da gündüz; Çin’de, J aponya’da sabah oldu¤u gibi, baflka yerlerde baflka esbab-› mâniaya binaen elbette görülmeyecek. fiimdi bu ak›ls›z muterize bak; diyor ki, “‹ngiltere, Çin, Japon, âlem: dünya, cihan. bâkî: yok olmayan, sürekli ve kal›c› olan. bedahet: aç›kl›k, aflikâr. binaen: -den dolay›, -den ötürü. cehalet: bilmezlik, ilimden yoksun olma. dava-i nübüvvet: peygamberlik davas›, iddias›. delil: rehber, do¤ru yolu gösteren, flahit, Ebu Bekir-i S›dd›k: bkz. fiah›s Bilgileri. Ebu Cehil: bkz. fiah›s Bilgileri. efrat: fertler, flah›slar, kifliler. ehl-i tahkik: hakikatleri delilleri ile bilen âlimler. esbap: nedenler, sebepler. etraf-› âlem: dünya çevresi, dört bir yan›. gaflet: gafillik, bofl bulunma, dikkatsizlik. haber-i vahit: bir, tek haber. hâdisat-› semaviye: s o n r adan olan, gökteki olaylar. hâdise: vak›a, olay, haber. hususiyet: hususîlik, ay›r›c› özellik. icbar: zorlama, mecbur etme. ihtilâf-› metâli: ay›n do¤du¤u yerlerin farkl› oluflu. ihtiyar: seçme, tercih, irade. ilhak: ilâve etme, katma. kamer: ay. mânia: meneden fley, engel. mevani: mâniler, engeller. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mu’cize-i bâhire: parlak, apaç›k mu’cize. muhat: bir fleyin içinde bulu- nan, ada. muteriz: karfl› ç›kan, itirazc› münaf›k: nifak sokan, iki yüzlülük eden, ara bozucu. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah’›n elçili¤i, risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin peygamberli¤i. sair: geçen; di¤er, baflka. seviye: düzey, de¤eri yüksek olan. suret: flekil, biçim. s›r: önemli, gerçek. s›rr-› teklif: teklif s›rr›, imtihan s›rr›. tasdik: do¤rulu¤unu kabul etme, do¤rulama, umum: bütün, cümle, genel olma. vakit: zaman. vakt-i gaflet: uyku vakti. vuku: meydana gelme, olufl. zayi: yitik, zarar. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 415 Amerika gibi akvam›n tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vuku bulmam›fl.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin bafl›na! Beflinci Nokta adî: s›radan, âdet olan. aktâr-› zemin: yeryüzünün her taraf›. akvam: milletler, kavimler. bedahet: aç›kl›k, aflikâr. binaen: -den dolay›, -den ötürü. dava-i nübüvvet: nebîlik, peygamberlik davas›. esbap: nedenler, sebepler. hâdise: vak›a, olay, haber. hâdise-i semaviye: semavî olay, gökyüzü olay›. Hâl›k-› Hakîm: yaratt›klar›nda hikmetli oldu¤unu gösteren yarat›c›, Allah. haysiyetiyle: yönüyle, say›lmak üzere. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. hikmet-i rububiyet: rububiyetin hikmeti, ‹lâhî terbiye, kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. hususiyet: hususîlik, ay›r›c› özellik. ihtilâf-› metâli: ay›n do¤du¤u yerlerin farkl› olmas›. ihtiyar: seçme, tercih, irade. ika etmek: oldurmak, yapt›rmak. iktiza: lâz›m gelme, gerekme. ‹nflikak-› kamer kendi kendine, baz› esbaba binaen vuku bulmufl, tesadüfî, tabiî bir hâdise de¤il ki, adî ve tabiî kanunlar›na tatbik edilsin. Belki flems ve kamerin Hâl›k-› Hakîm’i, Resulünün risaletini tasdik ve davas›n› tenvir için, harikulâde olarak o hâdiseyi ika etmifltir. S›rr-› irflat ve s›rr-› teklif ve hikmet-i risaletin iktizas›yla, hikmet-i rububiyetin istedi¤i insanlara ilzam-› hüccet için gösterilmifltir. O s›rr-› hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dava-i nübüvveti henüz iflitmedikleri aktâr-› zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-› metâli haysiyetiyle, baz› memleketin kameri daha ç›kmamas› ve baz›lar›n›n güneflleri ç›kmas› ve bir k›sm›n›n sabah› olmas› ve bir k›sm›n›n günefli yeni gurup etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mâni pek çok esbaba binaen, gösterilmemifl. E¤er, umum onlara dahi gösterilse idi, o hâlde ya iflaret-i Ahmediyenin (a.s.m.) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit, risaleti bedahet derecesine ç›kacakt›, herkes tasdike mecbur olurdu. Akl›n ihtiyar› kalmazd›. ‹man ise akl›n ihtiyar›ylad›r. S›rr-› teklif zayi olurdu. E¤er s›rf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazd›. ilzam-› hüccet: muhatab› delillerle susturmak. inflikak-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi, ay›n yar›lmas›. iflaret-i Ahmediye: Peygamberimizin iflareti. kamer: ay. kâselis: dalkavuk, çanak yalay›c›lar›. mâni: men eden, engel. mu’cize-i nübüvvet: peygamberlik mu’cizesi. münasebet: ilgi, alâka, ba¤. nefrin: beddua, lânet okuma, 416 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) nefretler. resul: kendisine kitap indirilmifl peygamber. risalet: resullük, peygamberlik. risalet-i Ahmediye: E f e n d imizin peygamberli¤i. s›rr-› hikmet: hikmet s›rr›, kâinattaki ve yarat›l›fltaki gayenin s›rr›. s›rr-› irflat: irflat s›rr›, e¤itim s›rr›. s›rr-› teklif: teklif s›rr›, imtihan s›rr›. flems: günefl. tabiî: kendili¤inden, normal. tasdik: do¤rulu¤unu kabul etme. tatbik: uygulama. tenvir: nurland›rma, ayd›nlatma. umum: bütün, herkes, genel olma, vakit: zaman, an. vuku: bir hâdisenin ç›k›fl flekli; gelme, olufl. zayi: elden ç›kan, zarar. zemin: yeryüzü. E l h â s › l : fiakk-› kamerin imkân›nda flüphe kalmad›. Kat’î ispat edildi. fiimdi, vukuuna delâlet eden çok bürhanlar›ndan alt›s›na (HAfi‹YE) iflaret ederiz. fiöyle ki: Ehl-i adalet olan Sahabelerin, vukuuna icma› ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin, 1 oônªn≤rdG s≥n°ûrfGnh tefsirinde, onun vukuuna ittifak› ve ehl-i rivayet-i sad›ka bütün muhaddisînin pek çok senetlerle ve muhtelif tariklerle vukuunu nakletmesi ve ehl-i keflif ve ilham bütün evliya ve s›dd›kînin flahadeti ve ilm-i kelâm›n meslekçe birbirinden çok uzak olan imamlar›n ve mütebahhir uleman›n tasdiki ve nass-› kat’î ile dalâlet üzerine icmalar› vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) o vak’ay› telâkki-i bilkabul etmesi, günefl gibi, inflikak-› kameri ispat eder. Elhâs›l, buraya kadar tahkik nam›na ve hasm› ilzam hesab›na idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat nam›na ve iman hesab›nad›r. Evet, tahkik öyle dedi. Hakikat ise diyor ki: Sema-i risaletin kamer-i müniri olan Hatem-i Divan-› Nübüvvet, nas›l ki mahbubiyet derecesine ç›kan ubudiyetindeki velâyetin keramet-i uzmas› ve mu’cize-i kübras› olan miraç ile, yani bir cism-i arz› semavatta gezdirmekle semavat›n sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velâyetini ispat etti; öyle de, arza ba¤l›, semaya as›l› olan kameri bir arzl›n›n iflaretiyle HAfi‹YE: Yani, alt› defa icma suretinde, vukuuna dair alt› hüccet vard›r. Bu makam çok izaha lây›k iken, maatteessüf k›sa kalm›flt›r. 1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.) bürhan: delil, ispat, tan›k. cism-i arz: dünya küresi, kürenin kütlesi. dalâlet: do¤ru yoldan sapma küfür ve inkâr. delâlet: iflaret, iz, delil olma. ehl-i adalet: adalet ehli, adaletten flaflmayanlar. ehl-i keflif: keflif ehli. baz› s›rlar›, bilinmeyen hakikatleri, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile bilen velîler. ehl-i rivayet-i sad›ka: sahih, do¤ru hadisleri senetle nakledenler. ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›ranlar, hakikatleri delilleri ile bilen âlimler. hafliye: dipnot, aç›klay›c› yaz›. Hatem-i Divan-› Nübüvvet: peygamberlik meclisinin mührü olan Peygamberimiz. hüccet: delil, ispat. icma: birleflme, fikir ve oy birli¤i; da¤›n›k fleyleri bir araya getirme, toplama. ilm-i kelâm: imana ait meselelerden ‹slâmî esaslar dairesinde delil ve bürhana dayal› olarak bahseden ilim. ilzam: susturma, tart›flmada cevap veremez hale getirme. inflikak-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi. ittifak: fikir birli¤i. kamer: ay. keramet-i uzma: en büyük ikram, ba¤›fl. maatteessüf: üzüntüyle ifade etmek gerekir ki. mahbubiyet: sevilecek hâlde bulunma. Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. mu’cize-i kübra: en büyük mu’cize. muhaddisîn: hadis ilmiyle u¤raflan âlimler. muhtelif: çeflitli, farkl›. müfessir: Kur’ân-› Kerîm’in metnini tefsir, flerh ve izah eden ‹slâm âlimi. münir: ›fl›k veren, nurland›ran, parlak. mütebahhir ulema: bilgisi deniz gibi genifl ve engin olan âlim. nass-› kat’î: kesin ve sa¤lam hüküm getiren ayet ve hadisler. risalet: elçilik, resullük, peygamberlik. rüçhaniyet: üstün olma hâli. sad›k: dostlu¤u ve ba¤l›l›¤› içten olan. sekene: sakin olanlar, ikamet edenler; sema ve göklerde yaflayan melekler. sema: gökyüzü, gök. semavat sekenesi: semalarda yaflayanlar, göklerde kalanlar. s›dd›kîn: daima do¤ruluk üzere olup Allah’a ve Peygambere sadakatte en ileri olanlar. flahadet: flahit olmak, tan›k. flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi. tahkik: do¤ruyu araflt›rma, inceleme. tarik: yol. tefsir: aç›klama, yorum, flerh. telâkki-i bilkabul: bir anlay›fl› benimsemek. ubudiyet: kulluk, itaat, ba¤l›l›k, samimiyet. ulvî: yüksek, yüce. ümmet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’e ba¤l› olan ve yolundan gidenler. vak’a: vuku bulan, olay, mesele. vaki: vuku bulan, olan. velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u. vuku: meydana gelme, olufl. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 417 iki parça ederek, arz›n sekenesine o arzl›n›n risaletine öyle bir mu’cize gösterildi ki, Zat-› Ahmediye (a.s.m.), kamerin aç›lm›fl iki nuranî kanad› gibi, risalet ve velâyet gibi iki nuranî kanad›yla, iki ziyadar cenah ile, evc-i kemalâta uçmufl, tâ Kab-› Kavseyn’e ç›km›fl; hem ehl-i semavat, hem ehl-i arza, medar-› fahir olmufltur. 1 2 päGnƒ'ª°sùdGnh ¢pVQr ’n rG nÓr``pe oäÉnª«/∏°rùsàdGnh oInÓ°südG p¬dp 'G¤n=' Yhn p¬r«n∏nY oº«/µn`◊r G º«/ n sfpG BÉ'ænàrªs∏nY Éne ’s pG BÉ'ænd nºr∏pY’n ∂ n nfÉnërÑ°oS n rfnG ∂ o ∏©n rdG â π p pFÉ°nSnQ páÑn n∏nW n܃o∏obnh »Ñ/ r∏nbπnr ©rLpG /¬pJQn Én°TpÉpH ôo nªn≤rdG ≥s n°ûrfGøp ne ≥u ën pH -nG 3 rÚ/e'G nÚ/e'G p¿'Grôo≤rdG ¢pùrªn°T pán∏nHÉn≤oe ⋲pa pônªn≤rdÉnc nÚ/bpOÉ°südG Qp ƒtædG Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 955-961. ® âl: aile, çoluk, çocuk. arz›n sekenesi: dünyada oturanlar, yeryüzünde yaflayanlar. cenah: kanat, taraf, k›s›m. ehl-i arz: dünyadakiler, yerdekiler. ehl-i semavat: semavat ehli, melekler. evc-i kemalât: bir fleyin en yüksek derecesi, mükemmeli. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. inflikak: yar›lma, bölünme, ikiye ayr›lma. Kab-› Kavseyn: iki yay mesafesi, Peygamberimizin miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu- 1. Ona ve Âline yer ve gökler dolusu rahmet ve selâmlar olsun. 2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.) 3. Allah’›m, iflaretiyle ay›n ikiye bölündü¤ü Zat hürmetine benim kalbimi ve sad›k Nur Talebelerinin kalplerini Kur’ân günefli mukabilinde ay gibi yap. Âmin, Âmin. ¤u makam. medar-› fahir: iftihar sebebi, övünç vesilesi. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. nuranî: nurlu, ›fl›kl›, mübarek. rahmet: ac›ma, merhamet etme, ba¤›fllama, flefkat gös- 418 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) termek. risalet: elçilik, resullük, peygamberlik. sad›k: gerçek, hakikî, sahte olmayan. suret: flekil, biçim. tenzih: Allah’› her çeflit kusur, noksan ve ortaktan uzak bilip söyleme. velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u. Zat hürmetine: peygamber efendimizin flahs› flerefine. Zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. ziyadar: ›fl›kl›, ayd›nl›k.