hz muhammed 03 - Muhammed Mustafa SAV

Transkript

hz muhammed 03 - Muhammed Mustafa SAV
Otuz Birinci Söz
✽ Otuz Birinci Söz, Barla’da 1928-30 y›llar› aras›nda Türkçe olarak telif edilmifltir.
M‹RAC-I NEBEV‹YEYE (A.S.M.) DA ‹ R D ‹ R .
ayet: delil, Kur’ân’›n surelerini
oluflturan ‹lâhî söz; Allah’›n varl›¤›n› gösteren fley.
âyine: ayna.
beyan: anlatma, aç›k söyleme,
izah.
bizzat: kendi; direk olarak.
cemal: iç ve d›fl güzellik.
dair: ait, ilgili.
erkân: rükünler, esaslar.
erkân-› imaniye: imana ait esaslar.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve
esas›.
hakikat-› Miraç: Peygamber
Efendimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›n›n mahiyeti, asl› ve esas›.
ihtar: hat›rlatma yapma, dikkat
çekme.
ihvan: kardefller.
inayet: yard›m.
inkâr etmek: do¤rulu¤unu kabul
etmemek.
ispat: delil ve flahit göstererek
do¤ruyu kan›tlama.
istib’at: ak›ldan uzak görme.
ittihaz: kabul etme, sayma.
kemalât-› Ahmediye: Peygamberimizin sahip oldu¤u mükemmel özellikler, faziletler.
lem’a: par›lt›.
makam-› istima: dinleme yeri,
konumu.
medet: yard›m.
melâike: melekler.
Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki meflhur, kutsal mabet.
Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulundu¤u en büyük, mukaddes ibadet yeri.
mesele: sorulup karfl›l›¤› istenilen
önemli olay.
Mirac-› Nebeviye: Peygamber
Efendimizin, Allah kat›na ç›k›fl
mu’cizesi.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhatap: hitap olunan, kendisine söz söylenilen.
mübarek: bereketli, hay›rl›, u¤urlu.
mülhit: dinsiz.
mü’min: iman eden, inanan.
münezzeh: uzak, temiz.
nazara alma: bakma, bak›p dü-
‹HTAR: Miraç meselesi, erkân-› imaniyenin usulünden sonra
terettüp eden bir neticedir ve erkân-› imaniyenin nurlar›ndan
medet alan bir nurdur. Erkân-› imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz
mülhitlere karfl› elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü, Allah’› bil meyen, peygamberi tan›mayan ve melâikeyi kabul etmeyen ve ya semavat›n vücudunu inkâr eden adamlara miraçtan bahse dilmez. Evvelâ o erkân› ispat etmek lâz›m geliyor. Öyle ise biz,
miraçta istib’at ile vesveseye düflen bir mü’mini muhatap ittihaz
ederek, ona karfl› beyan edece¤iz. Ara s›ra makam-› istimada
olan mülhidi nazara al›p, serd-i kelâm edece¤iz. Baz› Sözlerde
hakikat-i mirac›n bir k›s›m lem’alar› zikredilmifltir. ‹hvanlar›m›n
›srar› ile ayr› ayr› o lem’alar› hakikatin asl›yla birlefltirmek ve ke malât-› Ahmediyenin (a.s.m.) cemaline birden bir âyine yap mak için, inayeti Allah’tan istedik.
W
pópé°rùnŸrG n‹pG Ωp Gnôn◊r G pópé°rùnŸrG nøpe kÓr«nd /√pórÑn©pH …'örSnG …/òsdG n¿ÉnërÑ°oS
1
@oÒ°/üÑn rdG o™«/ª°sùdG nƒog o¬sfpG BÉæn pJÉnj'G røpe o¬njpôoædp o¬ndrƒnM ÉnærcQÉnn H …/òsdG É°nürb’n rG
@…'ƒnà°rSnÉa mIsôpehoP @…'ƒo≤rdG oój/ón°T o¬nªs∏nY @⋲'Mƒoj l⋲rMhn ’s pG ƒn og r¿pG
hr nG pør«°nSƒr nb nÜÉnb n¿Énµna @ s‹nónàna ÉnfnO sºoK @ '¤rY’n rG p≥oa’
o rÉpH ƒn oghn
@ …'GQn Éne oOGnDƒoØrdG nÜnònc Éne @ ⋲'Mhr nG BÉen /√pórÑnY '‹pG =⋲'Mhr nÉna @ 'ÊrOnG
1. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla • Ayetlerimizden bir k›sm›n› ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan al›p, çevresini mübarek k›ld›¤›m›z Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten,
her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.)
flünme, dikkate alma.
netice: sonuç.
noksan: eksiklik, kusur.
nur: ayd›nl›k, ›fl›k.
peygamber: ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden
elçi.
Rahîm: merhamet ve flefkat
332 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
eden, ac›y›p esirgeyen Allah.
Rahman: rahmeti bütün herkese yay›lan ve bütün yarat›lm›fllar›n r›z›klar›n› ve geçim
flekillerini içine alan rahmetin
sahibi Allah.
semavat: semalar, gökler.
serd-i kelâm: söz söyleme.
terettüp: s›ralanma, s›ras›nda
olma; netice olarak ç›kma.
usul: as›llar, kökler, temeller,
esaslar.
vesvese: flüphe, tereddüt.
vücut: var olufl, varl›k.
zikretme: anma; söyleme,
anlatma.
pIQn róp°S nóræpY @ …'ôrNo G kándõr nf o√'GQn rón≤ndhn @ …'ônj Éne '¤nY o¬nfhoQ Énªoànan G
@ ∆'ûr¨nj Éne nIQn róu°ùdG ∆'ûr¨nj rPpG @ …'hrÉnŸrG oásænL ÉngnóræpY @ »'¡nàræoŸrG
2
@ …'ôrÑoµ`rdG p¬uHQn päÉnj'G røpe …'GQn rón≤nd @ »'¨nW Énehn oönünÑrdG nÆGnR Éne
Evvelki ayet-i azîmenin azîm hazinesinden yaln›z
3
o¬sfpG
zamirinde bir düstur-i belâgate istinat eden iki remzin
meselemize münasebeti oldu¤u için, i’caz bahsinde beyan edildi¤i üzere yazaca¤›z.
‹flte, Kur’ân-› Hakîm, Habib-i Ekrem Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâm›n mirac›n›n mebdei olan Mescid-i
Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya olan seyran›n› zikrettikten
sonra,
5
4
Òo °/ü`n ÑrdG o™«/ª°sùdG ƒn og o¬sfpG der. Ve flu kelâm ile Sure-i
…'ƒgn GnPGp pºrésædGnh ’da iflaret olunan münteha-i Miraca rem-
zeden
o¬sfpG ’deki zamir, ya Cenab-› Hakka racidir, veyahut
Peygamberedir (a.s.m.).
Peygambere göre olsa, kanun-i belâgat ve münasebet-i siyak-› kelâm flöyle ifade ediyor ki: “Bu seyahat-i
cüz’iyede bir seyr-i umumî, bir uruc-i küllî var ki, tâ Sidretü’l-Münteha’ya, tâ Kab-› Kavseyn’e kadar meratib-i
külliye-i esmaiyede gözüne, kula¤›na tesadüf eden ayat-›
Rabbaniyeyi ve acaib-i sanat-› ‹lâhiyeyi iflitmifl, g ö rmüfltür” der. O küçük cüz’î seyahati, hem küllî, hem mahfl e r- i acayip bir seyahatin anahtar› hükmünde gösteriyor.
2. O ancak kendisine vahyolunan› söyler. • Onu muazzam kuvvetlere, üstün bir ak›l ve dirayete sahip Cebrail ö¤retti ki, • kendisine gerçek suretiyle görünmüfltür. • O, ufkun en yukar›s›nda idi. • Sonra indi ve yaklaflt›. • Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yak›n oldu. • Sonra da vahyolunacak fleyi kuluna vahyetti. • Onun gördü¤ünü kalbi yalanlamad›. • fiimdi onun gördü¤ü hakk›nda onunla mücadele mi edeceksiniz? • And olsun ki
onu bir kere daha hakikî suretinde gördü. • Sidre-i Münteha’da gördü. • Ki, onun yan›nda
Me’vâ Cenneti vard›r. • O zaman Sidre’yi Allah’›n nuru kaplam›flt›. • Göz ne flaflt›, ne de
baflka bir fleye bakt›. • And olsun ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü. (Necm
Suresi: 4-18.)
3. fiüphesiz ki O...
4. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.)
5. Kayan y›ld›za yemin olsun. (Necm Suresi: 1.)
acaib-i sanat-› ‹lâhiye: Allah’›n
insanlar› flafl›rtan harika sanatlar›.
âyât-› Rabbaniye: Allah’›n ayetleri.
azîm: büyük, yüce.
cüz’î seyahat: k›sa zaman içinde
yap›lan seyahat.
dirayet: ak›l, zekâ, kabiliyet.
düstur-i belâgat: güzel ve düzgün söz söylemenin kural›.
efdalüssalât: üstün salâtlar, hay›rlar, dualar.
ekmelüsselâm: selâmlar›n en
mükemmeli.
Habib-i Ekrem: Allah’›n sevdi¤i,
kendisine çokça ikram edilen fleref sahibi peygamber.
i’caz bahsi: Kur’ân’›n mu'cizeli¤inin anlat›ld›¤› bölüm.
istinat: dayanma.
Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin
miraç da ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam.
kanun-i belâgat: güzel ve düzgün söz söyleme kanunu.
Kur’ân-› Hakîm: her kelime ve
harfinde say›s›z hikmet, fayda
bulunan Kur’ân.
küllî: genel, umumî, büyük.
mahfler-i acayip: hayret verici
fleylerin topland›¤› yer.
mebde: bafllangݍ.
meratib-i külliye esmaiye: Cenab-› Hakk›n isimlerinin bütün
mertebeleri, dereceleri.
Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki meflhur, mukaddes mabet.
Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulundu¤u en büyük, mukaddes ibadet yeri.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
münasebet-i siyak-› kelâm: manaca birbiriyle ilgili ve ba¤l› kelimelerin bir tertip ve düzen içinde
ifade edilmesi.
raci: ait, dönük; ilgisi ve ba¤› olan.
remiz: iflaret, kelime ve cümleye
yüklenilmifl gizli mana.
seyahat-i cüz’iye: k›sa zaman
içinde yap›lan seyahat.
seyr-i umumî: herkesi ilgilendiren, umumî ve genifl bir seyahat.
Sidre-i Münteha: yedinci kat
gökte oldu¤u rivayet edilen ve
Peygamber Efendimizin ulaflt›¤›
en son makam.
uruc-i külli: külli yükselifl, herkesi ve her fleyi ilgilendiren bir yukar› ç›k›fl.
vahiy: Cenab-› Hakk›n diledi¤i
hükümleri, s›rlar› ve hakikatleri
peygamberlere bildirmesi..
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 333
E¤er zamir Cenab-› Hakka raci olsa, flöyle oluyor ki:
Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife
ile tavzif etmek için, Mescid-i Haram’dan mecma-› enbiya olan Mescid-i Aksâ’ya gönderip, enbiyalarla görüfltürüp, bütün enbiyalar›n usul-i dinlerine vâris-i mutlak oldu¤unu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-Münteha’ya, tâ
Kab-› Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.
‹flte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mirac-›
cüz’îdir; fakat, bu abdin bütün kâinata taallûk eden bir
emanet beraberindedir. Hem, flu kâinat›n rengini de¤ifltirecek bir nur beraberdir. Hem, saadet-i ebediyenin kap›s›n› açacak bir anahtar beraber oldu¤u için, Cenab-›
Hak, kendini “bütün eflyay› iflitir ve görür” s›fat›yla tavsif
eder; tâ o emanet, o nur, o anahtar›n cihanflümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata flamil
hikmetlerini göstersin.
Bu s›rr-› azîmin Dört Esas› var:
Birincisi: Mirac›n s›rr-› lüzumu nedir?
abd: kul.
âmm: umumî, genel, herkese ait.
cihanflümul: bütün cihan› ve kâinat› içine alan.
çendan: gerçi.
enbiya: nebîler, peygamberler.
Hakikat-› Miraç: Peygamber
Efendimizin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›n›n mahiyeti, asl› ve esas›.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
hikmet-i miraç: mirac›n as›l gaye
ve hikmeti.
huzur: yan, kat, karfl›.
Kab-› Kavseyn: iki yay mesafesi,
Peygamberimizin miraçta ulaflt›¤›
ve bütün yarat›lanlar› arkas›na
al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
mahlûkat: yarat›lm›fllar.
mecma-› enbiya: peygamberlerin topland›¤› yer.
melekût: göremedi¤imiz ahiret
âlemleri.
Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki meflhur, kutsal mabet.
Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulun-
‹kincisi: Hakikat-i miraç nedir?
Üçüncüsü: Hikmet-i miraç nedir?
Dördüncüsü: Mirac›n semerat ve faydas› nedir?
m1M
o
n
O
N
du¤u en büyük, mukaddes
ibadet yeri.
mirac-› cüz’î: çok k›sa zamanda meydana gelen feri
bir yükselifl.
Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna
ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›
mu’cizesi.
muhit: her fleyi kuflatan, her
fleyi içine alan.
mülk: gördü¤ümüz maddî ve
cismanî âlem, kâinat.
raci: ait, dönük; ilgisi ve ba¤›
334 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
olan.
saadet-i ebedîye: ebedî mutluluk, sonsuz saadet.
semerat: neticeler, meyveler.
Sidretü’l-Münteha: yedinci
kat gökte oldu¤u rivayet edilen ve Peygamberimizin ulaflt›¤› en son makam.
s›rr-› azîm: büyük s›r.
s›rr-› lüzum: gereklili¤in s›rr›,
gerekli olma sebebi.
flamil: kaplayan, içine alan.
taallûk eden: alâkal› olan, ilgilendiren.
tavsif: vas›fland›rma, niteleme, bir fleyin mahiyetini ve
özelliklerini anlatma.
tavzif: vazifelendirme, görevlendirme.
umum: bütün.
usul-i din: dinin esaslar›, dinin
temel prensipleri.
vâris-i mutlak: mutlak mirasç›.
zamir: ismin yerini tutan kelime.
Birinci Esas
M i rac›n s›rr -› lüzumu
Meselâ, deniliyor ki:
“Cenab-› Hak
1
pój/Qƒn rdG pπrÑnM røpe p¬r«ndpG oÜnôrbnG ’dir, her fleye
her fleyden daha yak›nd›r, cisimden, mekândan münezzehtir. Her velî, kalbi içinde Onunla görüflebilir. Neden
dolay› velâyet-i Ahmediye (a.s.m.), Miraç gibi uzun bir
seyahatin neticesinden sonra, her velînin kendi kalbinde
muvaffak oldu¤u münacata muvaffak oluyor?”
E l c e v a p : fiu s›rr-› gam›z› iki temsil ile fehme takrip
ediyoruz. On ‹kinci Sözün s›rr-› i’caz-› Kur’ân ve s›rr-› miraç hakk›nda olan flu iki temsili dinle:
• B i r i n c i Te m s i l : Bir sultan›n iki çeflit mükâlemesi,
sohbeti, görüflmesi vard›r; iki tarzda hitab›, iltifat› vard›r.
Birisi, âmî bir raiyetiyle cüz’î bir ifl için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla sohbet etmektir.
Di¤eri, saltanat-› uzma ünvan› ile ve hilâfet-i kübra nam›yla ve hâkimiyet-i amme haysiyetiyle ve evamirini etrafa neflir ve teflhir maksad›yla, o ifllerle alâkadar bir elçisiyle veya o evamir ile münasebettar büyük bir memuru ile konuflmakt›r, sohbet etmektir ve haflmetini izhar
eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir.
1. Ona flah damar›ndan daha yak›n (Kaf Suresi: 16.)
alâkadar: ilgili, alâkal›.
âmî: halktan, s›radan, cahil,
bilgisiz.
Cenab-› Hak: Hz. Allah.
cüz’î: küçük; basit.
dair: ait, alâkal›, ilgili.
elçi: haberci.
esas: as›l, temel,.
evamir: emirler, kanunlar.
fehim: anlay›fl.
ferman: emir, buyruk.
hacet: ihtiyaç,.
hâkimiyet-i amme: umuma
hâkim olma.
has: hususî, özel.
haflmet: ihtiflam, büyüklük.
haysiyet: fleref, itibar; mertebe, bak›m.
hilâfet-i kübra: en büyük hilâfet, din ve dünya ifllerinde
genel reislik.
hitap: söz söyleme, konufl-
ma.
hususî: flahsa ait, özel.
iltifat: ilgi göstermek, de¤er
vermek.
izhar: gösterme, ortaya koyma.
maksat: amaç, niyet.
mekândan münezzeh : C enab-› Hakk›n varl›k âleminde
hiçbir yerde ve mekânda olmamas›.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi
ki bir anda meydana gelmifltir.
muvaffak: baflar›l›.
mükâleme: karfl›l›kl› konuflma.
münacat: Allah’a dua etme, yalvarma.
münasebettar: ilgili, alâkal›.
neflir: da¤›tma, yayma.
netice: sonuç.
raiyet: halk, vatandafl, yönetilenler.
saltanat-› uzma: en büyük saltanat, hâkimiyet.
sultan: padiflah, hükümdar.
s›rr› gam›z: ince s›r, anlafl›lmas›
zor mesele.
s›rr-› i’caz-› Kur’ân: Kur’ân’›n ifadedeki üstünlü¤ünü ve mu’cize
oluflunu gösteren s›rlar.
s›rr-› lüzum: gereklili¤in s›rr›, gerekli olma sebebi.
flah damar›: can damar›.
takrip: yaklaflt›rma.
temsil: benzetme, örnek.
teflhir: gösterme, ilân etme.
ulvî: yüksek, yüce.
ünvan: isim, nam, ün.
velâyet: velîlik, ermifllik, Allah
dostlu¤u.
velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin velîli¤i.
velî: Allah’›n sevgisine, himayesine kavuflmufl, ermifl kimse, Allah
dostu.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 335
‹flte,
1
'¤rY’n rG πo nãnŸrG !nh flu temsil gibi, flu kâinat Hâl›k›n›n
ve Malikü’l-Mülk Velmelekût’un ve Hâkim-i Ezel ve Ebed’in iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifat› vard›r: birisi
cüz’î ve has, di¤eri küllî ve âmm. ‹flte Miraç, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bütün velâyat›n fevkinde bir külliyet,
bir ulviyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinat›n
Rabbi ismiyle, bütün mevcudat›n Hâl›k’› ünvan›yla Cenab-› Hakk›n sohbetine ve münacat›na müflerrefiyettir.
akis: yans›ma.
âmm: umumî, genel, herkesi ilgilendiren.
âyine: ayna.
azamet: büyüklük, yücelik.
ba¤: bahçe.
bizzat: kendisi, flahsen.
Cenab-› Hak: Hz. Allah.
cüz’î: küçük.
daimî: sürekli, devaml›.
dam: küçük ev, çat›.
fevkinde: üstünde.
hakikî: gerçek.
Hâkim-i Ezel ve Ebed: varl›¤›n›n
bafllang›c› ve sonu olmayan, ezel
ve ebedin hâkimi olan Allah.
Hâl›k: her fleyi yoktan yaratan,
yarat›c›, Allah.
hane: ev.
has: hususî, özel.
haflmet: ihtiflam, büyüklük.
havi: içinde bulunduran, içeren.
hususî: özel, flahsa ait.
iltifat: ilgi gösterme, de¤er verme.
istifade: faydalanma, yararlanma.
kabiliyet: kabul edebilirlik, kapasite, yetenek.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
k›ymet: de¤er.
küllî: umumî, bütün, genel.
külliyet: bütünlük, umumîlik,
tümlük.
mahsus: ait.
Malikü’l-Mülk-i Velmelekût: görünen ve görünmeyen her fleyin
tek sahibi olan Allah.
mevcudat: varl›klar.
minnettarâne: yap›lan bir iyili¤e
karfl› teflekkür hissi tafl›yarak.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
mükâleme: karfl›l›kl› konuflma.
• ‹kinci Te m s i l: Bir adam, elindeki bir âyineyi günefle karfl› tutar. O âyine, kendi miktar›nca bir ›fl›k ve yedi
rengi havi bir ziyay›, bir aksi, flemsten al›r; onun nispetinde güneflle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ›fl›kl› âyineyi karanl›kl› hanesine veya dam alt›ndaki küçük,
hususî ba¤›na tevcih etse, güneflin k›ymeti nispetinde de¤il, belki o âyinenin kabiliyeti miktar›nca istifade edebilir.
Di¤eri ise, âyineyi b›rak›r, do¤rudan do¤ruya günefle
karfl› ç›kar, haflmetini görür, azametini anlar. Sonra pek
yüksek bir da¤a ç›kar, güneflin pek genifl flaflaa-i saltanat›n› görür ve bizzat perdesiz onunla görüflür. Sonra döner, hanesinden veya ba¤›n›n dam›ndan genifl pencereler açar, gökteki günefle karfl› yollar yapar, hakikî güneflin daimî ziyas› ile sohbet eder, konuflur. Ve böylece minnettarâne bir sohbet edebilir ve diyebilir: “Ey yeryüzünü
›fl›¤›yla yald›zlayan ve zeminin veçhini ve bütün çiçeklerin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdar› olan nazenin günefl! Onlar gibi benim haneci¤imi, bahçeci¤imi
›s›nd›rd›n ve ›fl›kland›rd›n—bütün dünyay› ›fl›kland›rd›¤›n
1. En yüce s›fatlar Allah’a mahsustur. (Nahl Suresi: 60.)
münacat: Allah’a dua etme,
yalvarma.
münasebettar: ilgili, alâkal›.
müflerrefiyet: fleref bulma.
nazdar: nazl›, naz yapan.
nazenin: nazl›, narin.
nispet: ölçü, oran.
perde: engel, örtü.
Rab: besleyen, yetifltiren,
verdi¤i nimetlerle mahlûkat›
›slah ve terbiye eden Allah.
336 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
s›fat: nitelik, vas›f.
suret: flekil, biçim.
flaflaa-i saltanat: saltanat›n
parlakl›¤›.
flems: günefl.
temsil: benzetme, örnek.
tevcih etmek: yöneltmek.
tezahür: belirme, görünme,
meydana ç›kma.
ulviyet: ulvîlik, yücelik, yükseklik.
ünvan: isim, nam, ün.
vecih: cephe, yüz, taraf.
velâyat: velîlik makam ve
mertebeleri, ermifllik, Allah
dostlu¤u.
velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin velîli¤i.
yüce: büyük, ulu, yüksek.
zemin: yer, yeryüzü.
ziya: ›fl›k.
ve yeryüzünü ›s›nd›rd›¤›n gibi.” Hâlbuki, evvelki âyine
sahibi böyle diyemez. O âyine kayd› alt›nda güneflin aksi ise, âsâr› mahduttur, o kayda göredir.
‹flte, flems-i ezel ve ebed sultan› olan Zat-› Ehad ve Samed’in tecellisi mahiyet-i insaniyeye hadsiz meratibi tazammun eden iki suretle tezahür eder:
Birincisi: Âyine-i kalbe uzanan bir nispet-i Rabbaniye
ile bir tezahürdür ki; herkes istidad›na ve tayy-› meratipte seyrüsülûkuna esma ve s›fât›n tecelliyat›na nispeten
cüz’î ve küllî o fiems-i Ezelînin nuruna ve sohbetine ve
münacat›na mazhariyeti var. Galib-i esma ve s›fât›n z›lâlinde giden velâyetlerin derecat› bu k›s›mdan ileri gelir.
‹kincisi: ‹nsan›n camiiyeti ve flecere-i kâinat›n en münevver meyvesi oldu¤undan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden Esma-i Hüsnay› birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle, Cenab-› Hak, tecelli-i zat›yla ve Esma-i Hüsnan›n azamî mertebede nev-i insan›n manen
en azam bir ferdine tecelli-i azam tezahür eder ki; bu tezahür ve tecelli Mirac-› Ahmedî (a.s.m.) s›rr›d›r ki, onun
velâyeti risaletine mebde olur.
Velâyet ki, z›llden geçer; ikinci temsilin birinci adam›na benzer. Risalette z›ll yoktur, do¤rudan do¤ruya Zat-›
Zülcelâl’in Ehadiyetine bakar; ikinci temsilin ikinci adam›na benzer. Miraç ise, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.)
keramet-i kübras›, hem mertebe-i ulyas› oldu¤undan, risalet mertebesine ink›lâp etmifl. Mirac›n bât›n›, velâyettir; halktan Hakka gitmifl. Zahir-i miraç, risalettir; Hak’tan halka geliyor. Velâyet, kurbiyet meratibinde sülûktur;
aksi: yans›mas›.
âsâr: eserler.
âyine: ayna.
âyine-i kalp: kalp aynas›.
azam: en büyük.
azamî: en fazla.
bât›n: içe ait, dahilî, gizli.
camiiyet: çok fleylerle alâkal›l›k, birçok manay› ve hakikati içerme.
Cenab-› Hak: Hz. Allah.
cihet: yan, yön, taraf.
cilve: görünme, yans›ma.
cüz’î: az.
derecat: dereceler, basamaklar, kademeler.
ehadiyet: Allah’›n her bir fleyde birli¤inin tecelli etmesi.
esma: adlar, isimler.
Esma-i Hüsna: Allah’›n güzel
isimleri.
fert: bir tek, flah›s, kifli.
galib-i esma ve s›fat: Allah’›n
isimlerinin ve s›fatlar›n›n varl›klar üzerinde en çok tecelli
edenleri.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
Hak: Cenab-› Allah.
ink›lâp: de¤iflim, dönüflüm.
istidat: kabiliyet, yetenek.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›.
keramet-i kübra: en büyük
keramet.
kurbiyet: yak›nl›k, yak›nl›k
kazanma.
küllî: umumî, çok fazla.
mahdut: s›n›rlanm›fl, s›n›rl›.
mahiyet-i insaniye: insan›n
gerçek mahiyeti, iç yüzü ile
as›l kimli¤i.
mazhariyet: ulaflma, eriflme,
sahip olma.
mebde: bafllangݍ.
meratip: mertebeler, basamaklar, dereceler.
mertebe-i ulya: en yüce mertebe.
Mirac-› Ahmedî: Resulullah›n mirac›.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
münacat: Allah’a dua etme, yalvarma.
münevver: nurlanm›fl, nurlu.
nev-i insan: insan cinsi.
nispeten: nispetle, oranla.
nispet-i Rabbaniye: Allah’a olan
manevî ba¤.
risalet: peygamberlik, elçilik.
seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ulaflmak için ç›k›lan manevî ve ruhî
yolculuk.
sultan: padiflah, hükümdar.
suret: biçim, flekil.
sülûk: yola girme, yol tutma, terakki etme.
s›fât: nitelikler, vas›flar.
s›r: gizli hakikat.
flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›.
fiems-i Ezelî: Ezelî günefl; varl›¤›n›n bafllang›c› olmayan ve her fleyi nurland›ran Cenab-› Hak.
fiems-i Ezel ve Ebed: varl›¤›n›n
bafllang›c› ve sonu olmayan, her
fleyi nurland›ran Allah.
tayy-› meratip: mertebe ve dereceleri atlama, aflma.
tazammun: içinde bulundurma,
içine alma.
tecelli: belirme, görünme, bilinme.
tecelli-i azam: en büyük görüntü, Cenab-› Hakk›n isim ve s›fatlar›n›n eflyada en büyük ölçüde görünmesi.
tecelli-i zat: Allah’›n zat›n›n tecelli etmesi, görünmesi.?
temsil: benzetme, örnek.
tezahür: belirme, görünme, ortaya ç›kma.
velâyet: velîlik, ermifllik, Allah
dostlu¤u.
velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin velîli¤i.
zahir-i miraç: mirac›n görünen
yüzü, d›fl›.
Zat-› Ehad ve Samed: tek olan ve
her fley kendisine muhtaç bulundu¤u hâlde kendisi hiç bir fleye
muhtaç olmayan Allah.
Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
z›lâl: gölgeler.
z›ll: gölge.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 337
çok meratibin tayy›na ve bir derece zamana muhtaçt›r.
Nur-i azam olan risalet ise, akrebiyet-i ‹lâhiyenin inkiflaf›
s›rr›na bakar ki, bir an-› seyyale kâfidir. Onun için hadiste denilmifl: “Bir anda dönmüfl, gelmifl.”
Âdem: Allah’›n yaratt›¤› ilk insan.
akrebiyet-i ‹lâhîye: Cenab-› Allah’›n insana olan yak›nl›¤›.
alâkadar: ilgili, alâkal›.
âlem: kâinat, dünya, bütün yarat›lm›fllar.
aleyhisselâm: kendisine selâm
olsun.
âlî: yüce, yüksek.
an-› seyyale: bir anda ak›p giden
zaman dilimi.
âsâr: eserler.
azamî: en fazla, en çok.
daire-i tasarruf: tasarruf ve hâkimiyet sahas›.
elyak: en lây›k.
evfak: daha uygun, çok uygun.
gayet: çok, son derece.
hadis: Peygamber efendimizin
sözü.
hâkim: hâkimiyet sahibi, hükmeden, idare eden.
Hâkim-i Zülkemal: bütün mükemmel s›fatlara sahip olan ve
her fleye hükmeden Allah.
haflmet: ihtiflam, gösterifllilik, büyüklük.
havas: hisler, duygular.
hitap: söz söyleme, bir toplulu¤a
veya flahsa karfl› söz söyleme.
hums: beflte bir.
hükmünde: gibi; öneminde, de¤erinde.
ibaret: meydana gelen, oluflan.
inkiflaf: aç›lma, geliflme, ilerleme.
kâfi: yeterli.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
kudsî: mukaddes, yüce, temiz.
küllî: umumî, genel; genifl.
küre-i arz: dünya, yer küre.
makam-› istima: dinleme makam›, dinleyici konumu.
malik: sahip.
Malik-i Zülcelâl: sonsuz büyüklü¤üyle her fleyin gerçek sahibi
olan Allah.
mazhar olmak: flereflenmek,
ulaflmak, kavuflmak.
memleket: ülke.
meratip: mertebeler, basamaklar, dereceler.
fiimdi, makam-› istimada bulunan mülhide deriz ki:
Madem bu kâinat gayet muntazam bir memleket, gayet
muhteflem bir flehir, gayet müzeyyen bir saray hükmündedir; elbette onun bir hâkimi, bir maliki, bir ustas› vard›r.
Madem, böyle haflmetli bir Malik-i Zülcelâl, bir Hâkim-i Zülkemal, bir Sâni-i Zülcemal vard›r; hem madem
umum o âleme, o memlekete, o flehre, o saraya alâkadarl›k gösteren ve havâs ve duygular›yla umumuna münasebettar ve nazar› küllî olan bir insan vard›r; elbette, o
Sâni-i Muhteflem, o küllî nazarl› ve umumî fluurlu olan
insan ile ulvî, azamî bir münasebeti bulunacakt›r ve ona
kudsî bir hitab› ve âlî bir teveccühü olacakt›r.
Hem, madem Âdem Aleyhisselâmdan flimdiye kadar
flu münasebete mazhar olanlar›n içinde, âsâr›n›n flahadetiyle, yani Küre-i Arz›n n›sf›n› ve nev-i beflerin humsunu
daire-i tasarrufuna ald›¤› ve kâinat›n flekl-i manevîsini de¤ifltirdi¤i, ›fl›kland›rd›¤› gibi, en azamî bir mertebede, o
münasebeti Muhammed-i Arabî Sallâllâhü Aleyhi Vesellem göstermifltir. Öyle ise, o münasebetin en azamî bir
mertebesinden ibaret olan Miraç, ona elyak ve ona evfakt›r.
***
mertebe: derece, basamak.
Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna
ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›
mu’cizesi.
Muhammed-i Arabî: Arap
as›ll› Peygamberimiz Muhammed.
muhteflem: gösteriflli, görkemli.
muntazam: düzenli, düzene
girmifl, intizaml›.
mülhit: dinsiz.
münasebet: ilgi, alâka, ba¤l›-
338 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
l›k, yak›nl›k.
münasebettar: ilgili, alâkal›.
müzeyyen: süslü.
nazar: bak›fl, düflünce, fikir.
nev-i befler: insan türü, insanl›k.
nur-i azam: en büyük nur.
n›sf: yar›.
risalet: elçilik, peygamberlik.
Sallâllâhü Aleyhi Vesellem:
Allah’›n selâm› rahmeti bereketi onun üzerine olsun.
Sâni-i Muhteflem: ihtiflam sahibi yarat›c› Allah.
Sâni-i Zülcemal: her fleyi sanatl› olarak yaratan, sonsuz
güzellik sahibi Allah.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
flekl-i manevî: manevî flekli.
fluur: bilinç, anlay›fl.
tayy: aflmak, atlamak, üzerinden geçmek.
teveccüh: yönelme, sevgi, ilgi.
ulvî: yüksek, yüce.
umum: bütün.
umumî: genel, her fleyle alâkal›.
‹kinci Esas
Ha ki k at-i Miraç nedir?
E l c e v a p : Zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) meratib-i kemalâtta seyrüsülûkundan ibarettir. Yani, Cenab-› Hakk›n
tertib-i mahlûkatta tecelli ettirdi¤i ayr› ayr› isim ve ünvanlarla ve saltanat-› rububiyetinde teflkil etti¤i devair, tedbir
ve icatta ve o dairelerde birer arfl-› rububiyet ve birer
merkez-i tasarrufa medar olan bir sema tabakas›nda gösterdi¤i âsâr-› rububiyeti, birer birer o abd-i mahsusa göstermekle, o abdi hem bütün kemalât-› insaniyeyi cami,
hem bütün tecelliyat-› ‹lâhiyeye mazhar, hem bütün tabakat-› kâinata naz›r ve saltanat-› rububiyetin dellâl› ve
marziyat-› ‹lâhiyenin mübelli¤i ve t›ls›m-› kâinat›n keflflaf›
yapmak için Burak’a bindirip, berk gibi, semavat› seyrettirip kat-› meratip ettirerek, kamervari menzilden menzile, daireden daireye rububiyet-i ‹lâhiyeyi temafla ettirip o
dairelerin semavat›nda makamlar› bulunan ve ihvan›
olan enbiyay› birer birer göstererek, tâ Kab-› Kavseyn
makam›na ç›karm›fl, ehadiyet ile kelâm›na ve rü’yetine
mazhar k›lm›flt›r.
fiu yüksek hakikate iki temsil dürbünü ile bak›labilir.
• Birincisi: Yirmi Dördüncü Sözde izah edildi¤i gibi,
nas›l ki bir padiflah›n kendi hükûmetinin dairelerinde ayr› ayr› ünvanlar› ve raiyetinin tabakalar›nda baflka baflka
nam ve vas›flar› ve saltanat›n›n mertebelerinde çeflit çeflit isim ve alâmetleri vard›r. Meselâ, adliye dairesinde
abd: kul.
abd-i mahsus: seçilmifl ve
özel kul, insan.
arfl-› rububiyet: Allah’›n rububiyetinin tasarrufunda bulunan çeflitli dairelerdeki hususî ve yüce makam.
âsâr-› rububiyet: Allah’›n idare ve terbiye edicili¤inin eserleri, iflaretleri.
berk: flimflek.
Burak: Peygamber efendimizin Miraca ç›karken, Allah’›n
ihsan› olarak bindi¤i binek.
cami: toplayan, içinde bulunduran.
dellâl: ilân edici; tan›t›c›.
devair-i tedbir ve icat: yaratma ve idare etme daireleri.
ehadiyet: Allah’›n her bir fleyde birli¤inin tecelli etmesi.
enbiya: nebîler, peygamberler.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›.
hakikat-i Miraç: Peygamber
Efendimizin Cenab-› Hakk›n
huzuruna ruhen, cismen, hâ-
len ç›kmas›n›n mahiyeti, asl›
ve esas›.
hükûmet: yönetim, idare.
ihvan: kardefller.
Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin Miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p
Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam.
kamervari: ay gibi.
kat-› meratip: mertebelerde
yükselme, ilerleme.
kelâm: konuflma, ‹lâhî söz,
vahiy.
kemalât-› insaniye: insan›n sahip olabilece¤i maddî ve manevî
mükemmellikler, güzellikler.
keflflaf: s›rlar› çözen, gizli manalar› ortaya ç›karan.
marziyat-› ‹lâhiye: Allah’›n r›zas›na mazhar olacak hâl ve hareketler.
mazhar k›lmak: ulaflt›rmak, erifltirmek; flereflendirmek.
mazhar: ulaflma, sahip olma.
medar: dayanak noktas›.
menzil: durak, yer, mekân.
meratib-i kemalât: yükselme
yücelme yolu; mükemmelliklerin
mertebeleri.
merkez-i tasarruf: idare merkezi, yönetme yeri.
mertebe: derece, basamak.
mübelli¤: tebli¤ eden, bildiren.
naz›r: bakan, gözeten.
raiyet: halk, vatandafl.
rububiyet-i ‹lâhiye: Allah Teâlâ’n›n kâinat› yarat›p uyum içinde sevk ve idare etmesi.
rü’yet: görme, Peygamberimizin
Miraçta yüce Allah’›n zat›n› görmesi.
saltanat: sultanl›k, hâkimiyet.
saltanat-› rububiyet: Cenab-›
Hakk›n bütün varl›klar› yarat›p,
onlar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi ve
tam bir hâkimiyetle sevk ve idare etmesi.
semavat: semalar, gökler.
seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ulaflmak için ç›k›lan manevî ve ruhî
yolculuk.
tabakat-› kâinat: kâinat›n de¤iflik katlar›, bölümleri.
tecelli ettirmek: göstermek, aksettirmek.
tecelliyat-› ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n farkl› isim ve s›fatlar›n›n varl›klardaki icraatlar›, eserleri.
temafla: bak›p seyretme, dikkatle bakma.
tertib-i mahlûkat: yarat›lm›fllar›
düzenleme; düzenlenmifl varl›klar.
teflkil etmek: meydana getirmek, oluflturmak.
t›ls›m-› kâinat: herkesin bilip çözemedi¤i, kâinat›n gizli s›rr›.
velâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin vefat›ndan sonra nübüvvet tarz›ndaki hizmetinin sureten,
fiilen ve fleklen sona ermesiyle
velâyet tarz›nda bu makamda
devam eden manevî hizmet tarz›.
Zat-› Ahmedî: Peygamberimizin
kendi flahs›.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 339
ahkâm: emirler, hükümler, kanunlar.
alâmet: iz, belirti, iflaret.
askeriye: askere ait, ordu.
cilveler: görünmeler, akisler,
yans›malar; Allah’›n isimlerinin
yans›malar›.
daireye mahsus: özel bir alan
için seçilen.
evamir-i hâkimâne: hükümdara
ait emirler, buyruklar.
evamir-i umumiye-i külliye: Cenab-› Hakk›n her yere ve her fleye ait genel emirleri.
Ezel ve Ebed Sultan›: geçmiflin
ve gelece¤in hükümdar›.
hakeza: bunun gibi.
hâkim: hâkimiyet sahibi, hükmeden.
hâkim-i âdil: adaletle hükmeden
ve karar veren.
halife: dinî hükümlerin tatbiki
için Peygambere vekil olan devlet
baflkan›, imam.
haflmetli: büyük, heybetli.
haysiyet: fleref, itibar; bak›m.
hüküm: emir, karar, buyruk.
icraat: ifller, yap›lan, uygulanan
fleyler.
ihsas etme: hissettirme, sezdirme.
ilmiye: e¤itim ve ö¤retimle ilgili
daire; dini ilimlerle u¤raflan âlimlerin dairesi, yolu.
kudret: güç, iktidar.
kumandan-› azam: büyük komutan.
makam: yönetim merkezi, manevî mevki.
manevî: maddî olmayan, manaya ait.
menzil: yer, durak, mekân.
mertebe: derece, basamak, paye.
mevcut: varl›k, vücut sahibi.
mukaddes: kutsal, kusur ve noksanlardan uzak, temiz.
mülkiye: ülkenin idaresi için çal›flan sivil kurumlar.
hâkim-i âdil ve mülkiyede sultan ve askeriyede kumandan-› azam ve ilmiyede halife, ve hakeza, sair isim ve ünvanlar› bulunur. Her bir dairede birer manevî taht› hükmünde olan makam ve iskemlesi bulunur. O tek padiflah,
o saltanat›n dairelerinde ve tabakat-› hükûmetin mertebelerinde bin isim ve ünvana sahip olabilir, birbiri içinde
bin taht-› saltanat› olabilir. Güya o hâkim, her bir dairede flahsiyet-i maneviye haysiyetiyle ve telefonu ile mevcut ve haz›r bulunur, bilir. Ve her tabakada kanunuyla,
nizam›yla, mümessiliyle görünür, görür. Ve her mertebede perde arkas›nda hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle idare
eder, bakar. Ve her bir dairenin baflka bir merkezi, bir
menzili vard›r. Ahkâmlar› birbirinden ayr›d›r, tabakatlar›
birbirinden baflkad›r. ‹flte, böyle bir sultan, istedi¤i bir zat› bütün o dairelerinde gezdirip, her daireye mahsus saltanat-› flahanesini ve evamir-i hâkimânesini gösterip, daireden daireye, tabakadan tabakaya gezdirip, tâ huzuruna getirir. Sonra bütün o dairelere taallûk eden baz› evamir-i umumiye-i külliyeyi ona tevdi eder, gönderir.
‹flte, bu misal gibi, Ezel ve Ebed Sultan› olan Rabbülâlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayr› ayr›, fakat
birbirine bakar fle’n ve namlar› vard›r. Ve ulûhiyetinin dairelerinde baflka baflka, fakat birbiri içinde görünür isim
ve alâmetleri vard›r. Ve haflmetli icraat›nda ayr› ayr›, fakat birbirine benzer tecelli ve cilveleri vard›r. Ve kudretinin tasarrufat›nda baflka baflka, fakat birbirini ihsas eder
ünvanlar› vard › r. Ve s›fatlar›n›n tecelliyat›nda baflka
baflka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhurat› vard›r.
mümessil: temsilci.
nam: ad, isim.
nizam: düzen, kanunlarla kurulan düzen.
perde arkas›: görünürde olmayan, gizli.
Rabbülâlemîn:
Âlemlerin
Rabbi, bütün âlemleri idare
ve terbiye eden Allah.
rububiyet: kâinat› yarat›p
yönetme, terbiye etme.
saltanat: sultanl›k, hâkimiyet.
saltanat-› flahane: çok mükemmel hâkimiyet, güç ve
340 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
kuvvet.
flahsiyet-i manevîye: manevî kiflilik; manen bir yerde bulunma.
fle’n: durum, s›fat, ifllev.
taallûk: iliflik, ilgi, münasebet.
tabakat: tabakalar, katmanlar.
tabakat-› hükûmet: h ü k ûmetin çeflitli daireleri, bölümleri.
taht-› hükmünde: hükmü alt›nda,
taht-› saltanat: hâkimiyet
makam›, yönetim merkezi.
tasarrufat: ifller, faaliyetler.
tecelliyat: tecelliler, görünmeler, yans›malar.
tevdi etmek: b›rakmak,
emanet vermek.
ulûhiyet: ilâhl›k, Cenab-› Hakk›n ibadet ve itaate lây›k tek
varl›k olmas›.
ünvan: isim, nam, s›fat.
zat: kifli, flah›s.
zuhurat: devaml› yenilenen
görüntüler, beklenmedik hâller.
Ve ef’alinin cilvelerinde çeflit çeflit, fakat birbirini ikmal
eder tasarrufat› vard›r. Ve rengârenk sanat›nda ve masnuat›nda çeflit çeflit, fakat birbirini temafla eder haflmetli
rububiyeti vard›r.
‹flte flu s›rr-› azîme binaen, kâinat› hayretfeza acip bir
tertip ile tanzim etmifl. En küçük tabakat-› mahlûkattan
olan zerrattan, tâ semavata ve semavat›n birinci tabakas›ndan, tâ Arfl-› Azama kadar birbiri üstünde teflkilât var.
Her bir sema, bir ayr› âlemin dam› ve rububiyet için bir
arfl ve tasarrufat-› ‹lâhiye için bir merkez hükmündedir.
O dairelerde ve o tabakatta, çendan, ehadiyet itibar›yla
bütün esma bulunabilir, bütün ünvanlarla tecelli eder. Fakat, nas›l ki adliyede hâkim-i âdil ünvan› as›ld›r, hâkimdir; sair ünvanlar orada onun emrine bakar, ona tâbidir.
Öyle de, her bir tabakat-› mahlûkatta, her bir semada bir
isim, bir ünvan-› ‹lâhî hâkimdir; sair ünvanlar da onun
z›mn›ndad›r. Meselâ, ism-i Kadîr’e mazhar Hazret-i ‹sa
Aleyhisselâm hangi semada Peygamber Aleyhissalâtü
Vesselâm ile görüfltü ise, iflte o sema dairesinde Cenab-›
Hak Kadîr ünvan›yla bizzat orada mütecellidir. Meselâ,
Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm›n makam› olan sema dairesinde en ziyade hükümferma, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm›n mazhar oldu¤u Mütekellim ünvan›d›r, ve hakeza…
‹flte zat-› Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, çünkü
‹sm-i Azama mazhard›r ve nübüvveti umumîdir ve bütün
esmaya mazhard›r, elbette bütün devair-i rububiyetle
alâkadard›r, elbette o dairelerde makam sahibi olan
acip: ilginç, hayrete düflüren.
adliye: mahkeme, yarg›lama
yeri.
alâkadar: ilgili, alâkal›.
âlem: dünya, cihan.
arfl: sema, gök, ‹lâhî hâkimiyet makam›n›n ifadesi.
Arfl-› Azam: yüceler yücesi
‹lâhî makam. Allah’›n hâkimiyetinin ifadesi.
çendan: gerçi, her ne kadar.
devair-i rububiyet: rububiyet daireleri, sahalar›.
ef’alin cilveleri: fiillerin, iflle-
rin yans›malar› görünmeleri.
ehadiyet: Allah’›n her bir fleyde birli¤inin tecelli etmesi.
esma: adlar, isimler.
hakeza: böylece, bunun gibi.
hâkim: hükmeden, hâkimiyet sahibi; galip.
hâkim-i âdil: âdil hâkim, adaletli hüküm verici.
haflmetli: büyük, heybetli,
korkutucu.
hayretfeza: hayret verici, flafl›rt›c›.
hükümferma: hüküm süren,
hükmünü geçiren.
ikmal: tamamlama.
‹sm-i Azam: Allah’›n en büyük ve manaca di¤er isimleri
kuflatm›fl olan ismi.
ism-i Kadîr: sonsuz kudret
sahibi olan ve her fleye gücü
yeten Allah’›n Kadir ismi.
Kadîr: sonsuz kudret sahibi
olan ve her fleye gücü yeten
Allah.
kâinat: yarat›lm›fl bütün varl›klar.
masnuat: sanatla yap›lm›fl
fleyler.
mazhar: görünme yeri; ulaflm›fl,
flereflenmifl; sahip; ayna.
mütecelli: akseden, görünen.
Mütekellim: konuflan, ezelî kelâm s›fat›na sahip olan ve varl›klara konuflma kabiliyeti veren Allah.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah’›n elçili¤i.
rububiyet: Cenab-› Allah’›n her
kâinat› yarat›p yönetmesi ve terbiyesi.
sema: gökyüzü, gök.
semavat: semalar, gökler.
s›rr-› azîme binaen: büyük s›rdan dolay›.
tabakat: tabakalar, sahalar, bölümler.
tabakat-› mahlûkat: yarat›lm›fllar›n k›s›mlar›, bölümleri.
tâbi: itaat eden, ba¤lanan, uyan.
tanzim: s›raya koyma, düzenleme, tertipleme.
tasarrufat: ifller, faaliyetler.
tasarrufat-› ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n iradesiyle olan icraatlar›, iflleri.
tecelli: aç›l›p belirme, bilinme,
görünme.
temafla: bak›p seyretme, hayretle ve dikkatle bakma.
tertip: düzen.
teflkilât: kurumlar, kurulufllar.
umumî: umumla ilgili, geneli
kapsayan.
ünvan: isim, nam, flan.
ünvan-› ‹lâhî: Allah’›n isimleri.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
zerrat: zerreler, atomlar, en küçük madde parçalar›.
ziyade: çok, fazla.
z›mn: iç taraf, maksat, gaye.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 341
enbiyalarla görüflmek ve umum tabakattan geçmek, hakikat-i mirac› iktiza ediyor.
• ‹kinci temsil: Nas›l ki bir sultan›n ünvanlar›ndan olan
“kumandan-› azam” ünvan›, devair-i askeriyenin serasker dairesi gibi, küllî ve genifl daireden tut, tâ onbafl› dairesi gibi cüz’î ve hususî her bir dairede bir zuhuru, bir cilvesi vard›r. Meselâ, bir nefer, o kumandanl›k ünvan-›
azam›n›n numunesini onbafl› flahs›nda görür, ona bakar,
ondan emir al›r. O nefer onbafl› oldu¤unda, çavufl dairesindeki kumandanl›k dairesi nazar›na çarpar, ona bakar.
Sonra çavufl olsa, o vakit kumandanl›k numunesini ve
cilvesini mülâz›m dairesinde görür; o makamda ona
mahsus bir iskemle bulunur. Ve hakeza, yüzbafl›, binbafl›,
ferik, müflir dairelerinden her birinde, dairelerin büyük
ve küçüklü¤ü nispetinde o kumandanl›k ünvan›n› görür.
fiimdi, bir neferi, o kumandan-› azam bütün devair-i
askeriyeye taallûk edecek bir vazife ile tavzif etmek istese, bir müfettifl gibi her devairi görüp ve görünecek bir
makam vermek istese, elbette o kumandan-› azam, o
neferi, onbafl› dairesinden tut, tâ daire-i azam›na kadar
birer birer gezdirecek; tâ görsün, görülsün. Sonra huzuruna kabul edip sohbetine müflerref ederek, niflan ve ferman verip taltif ederek, tâ geldi¤i yere kadar bir anda
gönderir.
âciz: eli yetmez, güçsüz.
cihet: yan, yön, taraf.
cilve: görüntü, yans›ma, akis.
cüz’î: az, küçük, feri.
daire-i azam: en büyük derece
ve daire.
devair: daireler, kurumlar.
devair-i askeriye: askeri kurumlar.
enbiya: nebîler, peygamberler.
eflhas: flah›slar, kifliler.
ferik: general.
ferman: emir, buyruk.
hakeza: bunun gibi.
hakikat-i miraç: mirac›n asl› ve
esas›, gerçek mahiyeti.
iktidar: güç yetme, yapabilme
kabiliyeti.
fiu temsilde bir noktay› nazara almak lâz›m ki, padiflah
e¤er âciz olmazsa, sûrî oldu¤u gibi manevî cihetinde de
iktidar› olsa, o vakit ferik, müflir, mülâz›m gibi eflhas› tevkil etmez, bizzat her yerde bulunur. Yaln›z baz› perdeler
iktiza: gerektirme.
kumandan-› azam: en büyük
komutan
küllî: umumî, büyük ve kapsaml›.
mahsus: kifliye has olan, özel.
makam: durak, memuriyet
mevkii.
manevî: maddî olmayan, manaya ait olan.
müfettifl: kontrol eden, inceleyen, araflt›ran.
mülâz›m: te¤men.
müflerref etmek: flereflendir-
342 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
mek, onurland›rmak.
müflir: mareflal.
nazar: dikkat, bak›fl, fikir.
nazara almak: bakmak; dikkat etmek.
nefer: rütbesiz asker, er.
nispet: oran.
niflan: iz, eser, belirti, alâmet.
numune: örnek.
onbafl›: en küçük rütbe.
padiflah: hükümdar, sultan.
serasker: genelkurmay baflkan›, ordu komutan›.
sûrî: görünüflte, görünümde.
taallûk: ilgili olma.
tabakat: tabakalar, derece.
taltif etme: lütuf ve ihsanda
bulunma, ödüllendirme.
tavzif etmek: görevlendirmek.
tevkil: vekil tayin etme, yetki
verme.
ünvan: ad, isim, lâkap; nam.
ünvan-› azam: en büyük ünvan.
zuhur: görünme.
alt›nda ve makam sahibi eflhas›n arkas›nda, do¤rudan
do¤ruya emri o verir. Baz› velî-i kâmil olan padiflahlar
çok dairelerde, baz› eflhas suretinde icraat›n› yapt›¤› rivayet edilir. fiu temsil ile bakt›¤›m›z hakikat ise, acz onun
içinde olmad›¤› için, do¤rudan do¤ruya her bir dairede
emir ve hüküm kumandan-› azamdan geliyor; onun emriyle, iradesiyle, kuvvetiyledir.
1
‹flte, flu temsil gibi, Hâkim-i Arz ve Semavat, emr-i
o¿ƒoµn«na røoc ’e malik Amir-i Mutlak olan Sultan-› Ezelî ve
Ebedî, tabakat-› mahlûkat›nda cereyan eden ve kemal-i
itaat ve intizam ile imtisal olunan, evamir ve kumandanl›¤›n›n fluunat› ve zerrattan seyyarata ve sinekten semavata kadar olan tabakat-› mahlûkat ve tavaif-i mevcudatta küçük büyük, cüz’î küllî tabakat› ve taifeleri ayr› ayr›,
fakat birbirine bakar bir tarzda birer daire-i rububiyet, birer tabaka-i hâkimiyet görünüyor.
fiimdi, bütün kâinattaki makas›d-› ulya ve netaic-i uzmay› anlayacak ve bütün tabakat›n ayr› ayr› vezaif-i ubudiyetlerini görmekle Zat-› Kibriya’n›n saltanat-› rububiyetini, haflmet-i hâkimiyetini müflahede ederek, o Zat›n
marziyat› ne oldu¤unu anlamak ve Onun saltanat›na dellâl olmak için, alâküllihâl, o tabakat ve dairelere bir seyrüsülûk olacakt›r. Tâ daire-i azamiyesinin ünvan› olan
Arfl-› Azam›na girecek, tâ Kab-› Kavseyn’e, yani imkân
ve vücup ortas›nda Kab-› Kavseyn ile iflaret olunan makama girecek ve Zat-› Celîl-i Zülcemal ile görüflecektir.
Ki, flu seyrüsülûk ise, mirac›n hakikatidir.
1. “Ol!” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)
acz: zay›fl›k, güçsüzlük.
alâküllihâl: her hâlde, her
durumda.
Amir-i Mutlak: mutlak amir
ve emir sahibi olan Allah.
Arfl-› Azam: Allah’›n yüce
taht›, arfl›, yüksek hâkimiyetinin ifadesi.
cereyan: olma, meydana gelme.
cüz’î: küçük, bütüne ait olan,
parça.
daire-i azamiye: daire ve
makam›n en genifl ve büyük
olan›.
dellâl: bir fleyi ilân edip duyuran.
eflhas: flah›slar, kifliler.
evamir: emirler, buyruklar.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›.
Hâkim-i Arz ve Semavat:
yeryüzünün ve göklerinin hâkimi.
haflmet-i hâkimiyet: i h t iflaml› egemenlik, heybetli ve
büyük hâkimiyet.
hüküm: karar, emir, hâkimiyet.
icraat: ifller, yap›lan ifller, uygulanan fleyler.
imkân: varl›¤› mümkün olma.
imtisal: emre uygun flekilde
hareket etme.
irade: dileme, isteme, ferman.
Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin
Miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam.
kemal-i itaat ve intizam: tam bir
itaat ve mükemmel düzenlilik.
kumandan-› azam: en büyük komutan.
küllî: büyük, genel, kapsaml›.
makas›d-› ulya: çok yüce maksatlar, gayeler.
marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›ran davran›fllar.
Miraç: Peygamberimiz Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
müflahede etmek: görmek, flahit
olmak.
netaic-i uzma: çok büyük neticeler, sonuçlar.
rububiyet: Allah’›n kâinat› yarat›p yönetmesi keyfiyeti.
saltanat-› rububiyet: Cenab-›
Hakk›n bütün varl›klar› yaratmas›, ihtiyaçlar›n› gidermesi, tam bir
hâkimiyetle onlar› uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ermek için ç›k›lan manevî ve ruhî
yolculuk.
seyyarat: gezegenler.
Sultan-› Ezelî ve Ebedî: varl›¤›n›n
bafllang›c› ve sonu olmayan kudret ve hâkimiyet sahibi Allah.
fluunat: Allah’›n yüce zat›n›n gere¤i olan ve zat›ndan ayr›lmayan
ifller, fiiller; mukaddes hâl ve keyfiyetler.
tabaka-i hâkimiyet: hâkimlik,
egemenlik derecesi.
tabakat-› mahlûkat: yarat›lm›fllar›n k›s›mlar›, bölümleri.
tavaif-i mevcudat: varl›k gruplar›, mevcutlar›n k›s›mlar›.
velî-i kâmil: olgunlu¤a ermifl
kimseler, Allah dostu, evliya.
vezaif-i ubudiyet: kulluk vazifeleri, iflleri.
vücup: zorunluluk, gereklilik.
Zat-› Celil-i Zülcemal: sonsuz güzellik ve büyüklük sahibi olan Allah.
Zat-› Kibriya: yüce zat, Cenab-›
Hakk›n kudreti ve her cihette büyüklü¤ü.
zerrat: zerreler, atomlar, en küçük madde parçalar›.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 343
arfl: Allah’›n büyüklük ve yüceli¤inin ve her fleyi kuflatan s›n›rs›z
egemenli¤inin tecelli etti¤i yer.
beden-i misalî: görüntüden ibaret beden.
berk: flimflek.
Burak: Hz. Muhammed’in Miraçta Allah’›n ihsan› olarak bindi¤i binek.
ceset-i necmî: parlayan bir y›ld›z
gibi ak›p giden beden.
cevelân: yerinde durmay›p gezme, dolaflma.
cihazat: cihazlar, maddî manevî
organlar.
cism-i Muhammedî: Peygamber
Efendimizin mübarek bedeni.
cism-i nuranî: nurlu parlak cisim.
deveran: dönüp dolaflma.
ef’al: fiiller, ifller, ameller.
ef’al-i hakîmâne: belirli gayelere
yönelik, faydal›, yerli yerinde yap›lan fiiller, ifller.
ehl-i Cennet: Cennete girecek
olanlar.
emvat: ölüler.
evliya: velîler, Allah dostlar›, üstün ahlâk sahibi kimseler.
fail: fiili, ifli yapan, iflleyen.
ferfl: yeryüzü, zemin.
fiil: ifl, olufl, davran›fl, hareket.
Hâkim: her fleye hükmeden, her
fleyi hükmü alt›nda tutan, her fleye galip olan Allah.
haflir: dirilip toplanmak, birikmek
hat›ra gelme: akla gelme.
hayretfeza: hayret verici, hayreti
artt›r›c›.
icat: vücuda getirmek, yoktan
yaratmak.
intizam: düzgün olma, düzgünlük, düzenlilik.
kabiliyet: yetenek, kapasite; yap›, özellik.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
lâtif: ruhanî, cismanî olmayan.
makam-› istima: dinleme makam›, konumu.
manidar: bir mana ifade eden, in-
Her bir insan, akl›yla, hayal sür’atinde seyeran›; her
bir velî, kalbiyle berk sür’atinde cevelân› ve cism-i nuranî olan her bir melek ruh sür’atinde Arfltan ferfle, ferflten
Arfla deveran›; ehl-i Cennetin insanlar›, Burak sür’atinde, haflirden befl yüz sene fazla mesafeden Cennete ç›kmalar› oldu¤u gibi, nur ve nur kabiliyetinde ve evliya
kalplerinden daha lâtif ve emvat›n ruhlar›ndan ve melâike cisimlerinden daha hafif ve cesed-i necmî ve beden-i
misalîden daha zarif olan ruh-i Muhammediyenin
(a.s.m.) hadsiz vezaifine medar ve cihazat›n›n mahzeni
olan cism-i Muhammedî (a.s.m.), elbette onun ruh-i âlîsiyle Arfla kadar beraber gidecektir.
fiimdi, makam-› istimada olan mülhide bak›yoruz.
Hat›ra geliyor ki, o mülhit kalbinden der: “Ben Allah’›
tan›m›yorum, Peygamberi bilmiyorum; nas›l miraca inanaca¤›m?”
Biz de deriz ki: Madem flu kâinat ve mevcudat var ve
içinde ef’al ve icat var. Hem madem muntazam bir fiil failsiz olmaz, manidar bir kitap kâtipsiz olmaz, sanatl› bir
nak›fl nakkafls›z olmaz. Elbette, flu kâinat› dolduran
ef’al-i hakîmânenin bir faili ve yeryüzünün mevsimbemevsim tazelenen hayretfeza nukufllar›n›n, manidar
mektubat›n›n bir kâtibi, bir nakkafl› vard›r.
Hem madem bir iflte iki hâkimin bulunmas› o iflin intizam›n› bozuyor. Hem madem sinek kanad›ndan tâ semavat kandiline kadar mükemmel bir intizam var. Öyle
ise o Hâkim birdir. Bir olmazsa—çünkü her fleyde sanat
ce manal›.
medar: dayanak noktas›, sebep, vesile.
mektubat: mektuplar.
melâike: melekler, nurdan
yarat›lm›fl, f›tratlar› safî, makamlar› sabit olan, Allah’›n
emirlerine tam itaat eden
mahlûklar.
melek: Allah’›n nurdan yaratt›¤›, göze her zaman görülemeyen, Allah’›n emirlerine
tam itaat eden mahlûk.
mevcudat: mevcutlar, var
344 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
olan her fley.
mevsimbemevsim: mevsimden mevsime.
Miraç: Peygamber Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna
ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›
mu’cizesi.
muntazam: s›ralanm›fl, derlitoplu, düzenli.
mülhit: dinsiz, kâfir.
nakkafl: nak›fl ifli yapan, süsleme ve iflleme yapan sanatkâr.
nak›fl: iflleme, süsleme sanat›.
nukufl: nak›fllar, ifllemeler.
ruh-i âlî: yüce, yüksek ruh.
Ruh-i Muhammedî: Peygamberimizin temiz, yüce ruhu.
sanatl›: ustaca ve güzelce yap›lm›fl.
semavat: semalar, gökler.
seyeran: seyahat, gezme.
sür’at: h›z.
velî: Allah dostu.
vezaif: vazifeler, ifller.
ve hikmet o derece aciptir ki, o fleyin Sânii, her bir fleye
muktedir olacak, her bir ifli bilecek bir derecede Kadîr-i
Mutlak olmak lâz›m gelir; öyle ise, bir olmazsa—mevcudat adedince ilâhlar›n bulunmas› lâz›m gelir. O ilâhlar
hem birbirine z›t, hem birbirine misil olacaklar; ve o hâlde flu acip intizam bozulmamak yüz bin defa muhaldir.
Hem madem flu mevcudat›n tabakat›, bir ordudan bin
defa daha muntazam bir emir ile hareket etti¤i bilbedahe görünüyor. Y›ld›zlar›n, günefl ve kamerin muntazaman hareketlerinden tut, tâ badem çiçeklerine kadar her
bir taife o kadar muntazam, o kadar mükemmel bir surette Kadîr-i Ezelî’nin o taifeye verdi¤i niflanlar›, formalar›, güzel libaslar› ve tayin etti¤i harekât›, bin defa ordudan daha muntazam bir tarzda izhar ediyor. Öyle ise, flu
kâinat›n, mevcudat› Onun emrine bakar ve imtisal eder,
perde-i gayp arkas›nda bir Hâkim-i Mutlak’› vard›r.
Hem madem o Hâkim, bütün yapt›¤› icraat-› hakîmâne flahadetiyle, hem gösterdi¤i âsâr-› haflmetle, bir Sultan-› Zülcelâl’dir. Hem gösterdi¤i ihsanat ile gayet Rahîm
bir Rab’dir, hem izhar etti¤i güzel sanatlar›yla sanatperver ve sanat›n› çok sever bir Sâni’dir. Hem gösterdi¤i
tezyinat ve merakaver sanatlar›yla zîfluurlar›n nazar-› istihsan›n› âsâr›na celp etmek isteyen bir Hâl›k-› Hakîm’dir. Hem hilkat-i âlemde gösterdi¤i muhayyirülukul
tezyinat›n ne demek oldu¤unu ve mahlûkat nereden gelip nereye gidece¤ini, rububiyetinin hikmetiyle zîfluura
bildirmek istedi¤i anlafl›l›yor. Elbette bu Hâkim-i Hakîm
ve Sâni-i Alîm, rububiyetini göstermek ister.
acip: hayret veren, flafl›lacak
fley.
âsâr: eserler.
asar-› haflmet: heybetin, büyüklü¤ün eserleri.
bilbedahe: apaç›k bir flekilde.
celp: çekifl, kendine çekme.
forma: askeri niflan, rütbe
iflareti; flekil, biçim.
Hâkim: Her fleye hükmeden,
her fleyi hükmü alt›nda tutan,
her fleye galip olan Allah.
Hâkim-i Hakîm: Her fleye
tam bir hâkimiyetle, belirli
gayelere yönelik, faydal› ve
yerli yerinde olarak hükmeden Allah.
Hâkim-i Mutlak: hiçbir flekilde hâkimiyetine s›n›r konmayan tam hüküm sahibi; kay›ts›z flarts›z her fleye hükmeden, Allah.
Hâl›k-› Hakîm: her fleyi belirli gayelere yönelik, faydal› ve
yerli yerinde yaratan yarat›c›,
Allah.
harekât: hareketler.
hikmet: belirli gayelere yö-
nelik, faydal›, yerli yerinde
olufl.
hilkat-› âlem: âlemin yarat›l›fl›.
icraat-› hakîmâne: belirli gayelere yönelik, faydal›, yerli
yerinde yap›lan ifller, icraatlar.
ihsanat: iyilikler, ba¤›fllar,
yard›mlar.
ilâh: tanr›, sonsuz güçlere ve
kuvvetlere sahip varl›k; ‹slâm
gelene¤inde hakikî ma’bud
olan Allah.
imtisal etmek: emre tama-
men uyma, gerekeni yapma.
intizam: düzgün olma, düzgünlük, düzenlilik.
izhar: gösterme, ortaya koyma.
Kadîr-i Ezelî: her fleye gücü yeten, varl›¤›n›n evveli olmayan, Allah.
Kadîr-i Mutlak: hiç bir kay›t ve
flarta tâbi olmaks›z›n her fleye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi
Allah.
kâinat: yarat›lm›fl olan varl›klar›n
tamam›.
lâz›m: gerekli, lüzumlu.
libas: elbise.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar.
merakaver: merak verici, düflündürücü.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley, kâinat.
muhal: imkâns›z, olmas› mümkün olmayan.
muhayyirülukul: ak›llar› hayrette b›rakan.
muktedir: iktidarl›, gücü yeten,
kuvvetli.
muntazaman: düzenli olarak, sürekli olarak.
nazar-› istihsan: be¤enerek bakma.
niflan: iz, eser, belirti, damga.
perde-i gayp: gayp perdesi, manevî âlemlerin görünmesini engelleyen mahiyeti bizce bilinmeyen perde.
Rab: bütün varl›klar› yaratan, ihtiyaçlar›n› gideren, yetifltiren, onlar› uyum içinde sevk ve idare
eden Allah.
Rahîm: koruyan, merhamet ve
flefkat eden, Allah.
rububiyet: Allah’›n, yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi onlar› sevk,
idare ve terbiye edip hâkimiyeti
alt›nda bulundurmas›.
sanatperver: sanata ilgi duyan
kimse, sanatsever.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
Sâni-i Alîm: her fleyi hakk›yla bilen sanatkâr, Allah.
Sultan-› Zülcelâl: büyüklük ve
hâkimiyet sahibi sultan, Allah.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k; gösterme, iflaret.
tabakat: tabakalar, bölümler.
taife: topluluk; varl›k türü.
tayin etme: gösterme, s›n›r›n›
çizme, belirleme, atama.
tezyinat: süsler, süslemeler.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 345
Hem madem bu kadar gösterdi¤i âsâr-› lütuf ve merhamet ve garaib-i sanat ile zîfluura kendini tan›tt›rmak ve
sevdirmek ister; elbette zîfluurlardan arzular›n› ve onlardaki marziyat› ne oldu¤unu bir mübelli¤ vas›tas›yla bildirecektir.
abes: bofl, saçma.
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, dünyas›.
asar-› lütuf: iyilik ve ba¤›fl eserleri.
bilfiil: bizzat kendi çal›flmas› ile
yaparak.
dellâl: ilân edici, hakka davet
eden, tan›t›c›.
derç: içine koyma, yerlefltirme.
elyak: en lây›k.
enzar: bak›fllar, nazar etmeler.
fevkinde: üstünde, yüksek derecede.
fevkine ç›kmak: üstüne ç›kmak.
garaib-i sanat: sanattaki hayret
veren, flafl›rtan incelikler.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve
esas›.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
iktiza etme: gerektirme.
izhar: gösterme, ortaya ç›karma.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
kemalât: faziletler, iyilikler, olgunluklar.
kurb-i huzur: kendi huzuru, yan›.
küllî: bütün ile ilgili, bütüne ait,
umumî.
lütuf: güzellik, iyilik, ba¤›fl.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar.
makam: yer, memuriyet mevkii.
makas›d: maksatlar, gayeler,
amaçlar.
marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak hâl ve hareketler.
mehasin-i sanat: sanat güzellikleri.
merhamet: ac›mak, flefkat göstermek, korumak.
mevcudat: varl›klar, var olan her
fley, kâinat.
Miraç: Peygamber Efendimizin
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muallim: ders veren, ö¤reten, ö¤retici.
muamma-i rububiyet: ‹lâhî terbiye, Allah’›n yaratt›¤› bütün var-
Öyle ise, zîfluurlardan birisini tayin edip onun ile o rububiyetini ilân edecektir. Ve sevdi¤i sanatlar›n› teflhir
için, bir dellâl› kurb-i huzuruna müflerref edip teflhire vas›ta edecektir. Ve o ulvî makas›d›n› sair zîfluurlara bildirmekle kemalât›n› izhar etmek için, birisini muallim tayin
edecektir. Ve flu kâinatta derç etti¤i t›ls›m› ve flu mevcudatta gizledi¤i muamma-i rububiyeti manas›z kalmamak
için, her hâlde bir rehber tayin edecektir. Ve gösterdi¤i
ve enzar›n temaflas›na neflretti¤i mehasin-i sanat faydas›z ve abes kalmamak için, onlardaki makas›d› ders verecek bir rehber tayin edecektir. Hem marziyat›n› zîfluurlara tebli¤ etmek için, birisini bütün zîfluurlar›n fevkinde bir
makama ç›karacak ve marziyat›n› ona bildirecek, onlara
gönderecektir.
Madem hakikat ve hikmet böyle iktiza ediyor. Ve flu
vezaife en elyak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd›r. Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir surette o vazifeleri yapm›flt›r. Teflkil etti¤i âlem-i ‹slâm ve gösterdi¤i
nur-i ‹slâmiyet bir flahid-i âdil ve sad›kt›r. Öyle ise, o zat,
do¤rudan do¤ruya bütün kâinat›n fevkine ç›k›p, bütün
mevcudattan geçip, bir makama girmek lâz›md›r ki, bütün mahlûkat›n Hâl›k’› ile umumî, ulvî, küllî bir sohbet etsin. ‹flte, Miraç dahi bu hakikati ifade ediyor.
l›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi,
yetifltirmesi onlar› sevk ve
idare edip hâkimiyeti alt›nda
bulundurmas›n›n s›rlar›.
mübelli¤: tebli¤ eden, haber
veren, bildiren.
müflerref etme: flereflendirme, onurland›rma.
neflretmek: yaymak.
nur-i ‹slâmiyet: ‹slâm dininin
ayd›nl›¤›, ›fl›¤›.
rehber: yol gösteren, k›lavuz,
delil.
rububiyet: ‹lâhî terbiye , Al-
346 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
lah’›n, yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi,
yetifltirmesi onlar› sevk ve
idare edip hâkimiyeti alt›nda
bulundurmas›.
suret: biçim, flekil.
flahid-i adil ve sad›k: adaletli
ve do¤ru sözlü flahit.
tayin etme: belirleme, atama; görevlendirme.
tebli¤: ulaflt›rmak, bildirmek.
temafla: bakma, hayretle ve
dikkatle bakma.
teflhir: gösterme, sergileme,
ilân etme.
teflkil etmek: meydana getirme, oluflturmak.
t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i gizli s›r.
ulvî: yüksek, yüce.
umumî: genele ait, herkesle
alâkal›.
vas›ta: arac›.
vezaif: vazifeler, ifller.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
E l h â s › l : Madem flu azîm kâinat› mezkûr maksatlar
gibi çok azîm makas›d ve çok büyük gayeler için flu surette teflkil, tertip ve tezyin etmifltir. Hem madem flu
mevcudat içinde flu umumî rububiyeti bütün dekaik› ile,
flu azîm saltanat-› ulûhiyeti bütün hakaik› ile görecek insan nev’i vard›r. Elbette o Hâkim-i Mutlak o insan ile konuflacakt›r, makas›d›n› bildirecektir.
Madem her insan cüz’iyetten ve süfliyetten tecerrüt
edip en yüksek bir makam-› küllîye ç›kam›yor, o Hâkim’in küllî hitab›na bizzat muhatap olam›yor; elbette, o
insanlar içinde baz› efrad-› mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar. Tâ iki cihetle münasebeti bulunsun: hem
insan olmal›, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmal› ki, tâ do¤rudan do¤ruya hitaba mazhar olsun.
fiimdi, madem flu insanlar içinde, flu kâinat Sâniinin
makas›d›n› en mükemmel bir surette bildiren ve flu kâinat t›ls›m›n› keflfeden ve hilkatin muammas›n› açan ve
rububiyetin mehasin-i saltanat›na en mükemmel tarzda
dellâll›k eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd›r; elbette, bütün efrad-› insaniye içinde öyle bir manevî seyrüsülûku olacakt›r ki, cismanî âlemde seyrüseyahat suretinde bir mirac› olacakt›r. Yetmifl bin perde tabir olunan
berzah-› esma ve tecelli-i s›fât ve ef’al ve tabakat-› mevcudat›n arkas›na kadar kat-› meratip edecektir. ‹flte miraç
budur.
azîm: büyük, yüce.
berzah-› esma: Allah’›n isimlerinin perdesi, aral›¤›.
bizzat: kendisi, kendi, flahsen.
cismanî âlem: gördü¤ümüz,
maddî âlem.
cüz’iyet: azl›k, küçüklük, basitlik; fert olufl.
dekaik: incelikler.
dellâl: ilân edip duyuran, tan›tan.
efrad-› insanî: insan fertleri.
efrad-› mahsus: özel fertler,
flah›slar.
hakaik: gerçekler, hakikatler.
Hâkim: her fleye hükmeden,
her fleyi hükmü alt›nda tutan,
Allah.
Hâkim-i Mutlak: hiçbir flekilde hâkimiyetine s›n›r konmayan, her fleye hükmeden, Allah.
hat›ra gelme: zihne, akla gelme, hat›rlama.
hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl.
hitaba mazhar olmak: kendisiyle konuflulmak,
kat-› meratip: mertebeleri
aflma, mertebeleri geçme.
keflfetmek: gizli bir fleyi açmak, meydana ç›karmak.
küllî: kapsaml›, bütüne ait;
her fleyi ilgilendiren.
makam-› küllî: genifl ve yüksek makam.
makas›d: maksatlar, gayeler,
amaçlar.
maksat: kastedilen, istenilen
fley, gaye, amaç.
mehasin-i saltanat: Allah’›n
saltanat›n›n, hâkimiyetinin
güzellikleri.
mevcudat: varl›klar, var olan her
fley.
mezkûr: ad› geçen, an›lan.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muallim: ders veren, ö¤reten, ö¤retici.
muamma: manas› zor anlafl›l›r
fley, gizli s›r.
muhatap: konuflulan kimse.
muvazzaf: vazifeli, görevli.
münasebet: uygunluk; ilgi, alâka.
nev: çeflit, cins, tür.
rububiyet: ‹lâhî terbiye, Allah’›n
yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi, onlar› sevk ve idare edip hâkimiyeti
alt›nda bulundurmas›.
ruhen: ruh bak›m›ndan.
saltanat-› ulûhiyet: tek ilâh olan
Allah’›n hâkimiyeti.
Sâni: bütün varl›klar› sanatl› bir
flekilde yaratan, Allah.
seyrüseyahat: hareket etme ve
gezme, yolculuk ve gezme.
seyrüsülûk: Cenab-› Hakka ermek için ç›k›lan manevî ve ruhî
yolculuk.
suret: biçim, görünüfl, biçim; tarz.
süfliyet: afla¤›l›k, adîlik.
tabakat-› mevcudat: varl›klar›n
k›s›mlar›, bölümleri.
tabir olunan: isimlendirilen, adland›r›lan.
tecelli-i s›fât ve ef’al: Cenab-›
Hakk›n fiillerinin ve s›fatlar›n›n tecelli etmesi, görünmesi.
tecerrüt etmek: s›yr›lmak, uzaklaflmak, somutlaflmak.
tertip: düzenleme, s›ralama.
teflkil: meydana getirme, oluflturma.
tezyin: süsleme, donatma.
t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i
gizli s›r.
ulvî: yüksek, yüce.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 347
Yine hat›ra geliyor ki: Ey müstemi! Sen kalbinden diyorsun ki, “Nas›l inanay›m? Her fleyden daha yak›n bir
Rabbe, binler sene mesafeyi katedip yetmifl bin perdeyi
geçtikten sonra Onunla görüflmek ne demektir?”
Biz de deriz ki: Cenab-› Hak her fleye, her fleyden daha yak›nd›r; fakat, her fley Ondan nihayetsiz uzakt›r.
Nas›l ki güneflin fluuru ve konuflmas› olsa, senin elindeki âyine vas›tas› ile seninle konuflabilir, istedi¤i gibi
sende tasarruf eder. Belki âyinemisal senin göz bebe¤inden sana daha yak›n oldu¤u hâlde, sen dört bin sene kadar ondan uzaks›n, hiçbir cihette ona yanaflamazs›n.
E¤er terakki etsen, kamer makam›na gelip, do¤rudan
do¤ruya bir mukabele noktas›na ç›ksan, ona, yaln›z bir
nevi âyinedarl›k edebilirsin. Öyle de, fiems-i Ezel ve
Ebed olan Zat-› Zülcelâl, her fleye her fleyden daha yak›n
oldu¤u hâlde, her fley Ondan nihayetsiz uzakt›r. Yaln›z
bütün mevcudat› katedip, cüz’iyetten ç›k›p, külliyetin
meratibinde git gide binler hicaplardan geçip, tâ bütün
mevcudata muhit bir ismine yanafl›r, Ondan daha ileride
çok meratibi kateder, sonra bir nevi kurbiyete müflerref
olur.
âyine: ayna.
âyinedarl›k: aynal›k.
âyinemisal: ayna gibi.
binbafl›: tabur komutan›.
cihet: yön, taraf.
cüz’iyet: cüz’î olufl, küçüklük; fert
olufl.
gayet: çok, son derece.
hakikî: gerçek, gerçekten.
hat›r: kalbe gelme, hat›rlama.
hicap: perde, örtü, engel.
kamer makam›: ay›n bulundu¤u
yer.
kamer: ay.
katetmek: geçmek, aflmak.
kumandan-› azam: en büyük komutan.
kurbiyet: yak›nl›k, Allah’a yak›nl›k kazanma.
külliyet: bütünlük, umumîlik, genellik.
manevî: maddî olmayan, manaya ait.
meratib-i külliye: külli mertebe-
Hem meselâ, bir nefer, kumandan-› azam›n flahs-› manevîsinden çok uzakt›r. O nefer, kumandan›n›, onbafl›l›kta gördü¤ü küçük bir numune ile gayet uzak bir mesafede, manevî çok perdeler arkas›nda ona bakar. Hakikî
onun flahs-› manevîsiyle kurbiyet ise, mülâz›ml›k, yüzbafl›l›k, binbafl›l›k gibi çok meratib-i külliyeden geçmek
ler, pek çok derece.
meratip: mertebeler, kademeler, dereceler.
mevcudat: mevcutlar, var
olan her fley, kâinat.
muhit: kuflatan, saran.
mukabele noktas›: karfl›laflma noktas›.
mülâz›m: te¤men.
müstemi: dinleyen, dinleyici.
müflerref olmak: fl e r e f l e nmek, onurlanmak.
nefer: rütbesiz asker, er.
nevi: çeflit; cins.
348 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
nihayetsiz: sonsuz.
numune: örnek.
onbafl›: askeri rütbede ilk derece.
perde: kap›, örtü, peçe; engel.
Rab: besleyen, yetifltiren,
verdi¤i nimetlerle mahlûkat›
›slah ve terbiye eden Allah.
flahs-› manevî: manevî flah›s,
belli bir kifli olmay›p bir cemaatten meydana gelen manevî kiflilik.
fiems-i Ezel ve Ebed: varl›¤›
ezelî ve ebedî olup bir günefl
gibi ezelî ve ebedî nurland›ran Allah.
fluur: anlay›fl, idrak, bilinç.
tasarruf etme: faaliyet ve icraatta bulunma, kullanma.
terakki: yükselme, ilerleme,
geliflme.
vas›ta: arac›.
yüzbafl›: bölük komutan›.
Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük sahibi zat, Allah.
lâz›m geliyor. Hâlbuki, kumandan-› azam, emriyle, kanunuyla, nazar›yla, hükmüyle, ilmiyle—sureten oldu¤u gibi,
manen de kumandan ise—bizzat zat›yla o neferin yan›nda bulunur, görür. fiu hakikat On Alt›nc› Sözde gayet
kat’î bir surette ispat edildi¤inden, ona iktifaen burada
k›sa kesiyoruz.
Yine hat›ra gelir ki: Sen kalbinden dersin, “Ben semavat› inkâr ediyorum, melâikelere inanm›yorum; semavatta birinin gezmesine, melâikelerle görüflmesine nas›l inanay›m?”
Evet, senin gibi akl› gözüne inmifl ve gözüne perde çekilmifl adamlara söz anlatmak ve bir fley göstermek elbette müflküldür. Fakat, hak o kadar parlakt›r ki, körler
de görebildi¤i için biz de deriz ki: Feza-i ulvî, bilittifak esîr
ile doludur. Ziya, elektrik, hararet gibi sair seyyalât-› lâtife, o fezay› dolduran bir maddenin vücuduna delâlet
eder. Meyveler, a¤ac›n›; çiçekler, çimenlerini; sümbüller,
tarlalar›n›; bal›klar, denizini bilbedahe gösterdi¤i gibi; flu
y›ld›zlar dahi, bizzarure, menflelerini, tarlas›n›, denizini,
çimengâh›n›n vücudunu akl›n gözüne sokuyorlar.
Madem âlem-i ulvîde muhtelif teflkilât var, muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor; öyle ise, o ahkâmlar›n menfleleri olan semavat muhteliftir. ‹nsanda, cisimden baflka nas›l ak›l, kalp, ruh, hayal, haf›za gibi manevî vücutlar da var; elbette, insan-› ekber olan âlemde
ve flu insan meyvesinin fleceresi olan kâinatta, âlem-i c i smaniyetten baflka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ
ahkâm: emirler, hükümler.
ak›l: düflünce, zekâ, anlay›fl.
âlem: bütün evren, tüm varl›klar; dünya.
âlem-i arz: dünya âlemi.
âlem-i cismaniyet: madde
âlemi.
âlem-i ulvî: yüksek, yüce
âlem; semaya ait âlem.
bilbedahe: apaç›k bir flekilde.
bilittifak: ittifakla, fikir ve görüfl birli¤iyle.
bizzarure: kesinlikle, mecburen.
bizzat: kendisi, kendi, flahsen.
cisim: madde, beden, vücut.
çimengâh: çimenlik.
delâlet: delil olma, gösterme.
esîr: kâinattaki boflluklar› dolduran, havadan hafif olup ›s›
ve ›fl›¤› nakleden madde.
feza: uzay.
feza-i ulvî: genifl ve yüksek
uzay.
gayet: çok, son derece.
haf›za: insanda hat›rlama
duygusu.
hak: gerçek, do¤ru.
hakikat: gerçek.
hararet: s›cakl›k, ›s›.
hat›ra gelme: zihne, akla gelme, hat›rlama.
hüküm: karar, emir, buyruk.
iktifaen: yeterli görerek, yetinerek.
inkâr: kabul etmemek, reddetmek.
insan-› ekber: en büyük insan.
ispat: delil ve flahit göstererek do¤ruyu ortaya koyma.
kâinat: âlem.
kalp: insanda duygular›n merkezi
olan manevî varl›k.
kat’î: kesin, flüphesiz.
kumandan-› azam: en büyük komutan.
lâz›m: gerekli.
manen: manevî olarak, mana itibar›yla.
manevî: maddî olmayan, manaya ait olan; görünmeyen.
melâike: melekler.
menfle: kaynak, esas, kök.
muhtelif: farkl›, çeflitli.
muhtelif ahkâmlar: çeflitli hükümler.
muhtelif teflkilât: çeflitli kurulufllar, çeflitli yap›lanmalar.
muhtelif vaziyetler: çeflitli durumlar.
müflkül: güç, zor.
nazar: görüfl, bak›fl.
nefer: rütbesiz asker, er.
ruh: can, manevî varl›k, nefis, insandaki canl›l›¤›n ve dirili¤in, kayna¤› olan s›r.
sair: di¤er, baflka.
semavat: semalar, gökler.
seyyalât-› lâtife: ›fl›k, hava, elektrik gibi fleffaf olan ak›p giden varl›klar.
suret: biçim, tarz, flekil.
sureten: görünüfl itibar›yla, flekilce.
flecere: a¤aç.
vücut: var olufl, varl›k.
zat: kendi, flah›s.
ziya: ›fl›k.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 349
Cennet âlemine kadar her bir âlemin, birer semas› vard›r.
âlem: dünya, cihan.
âlem-i ahiret: ahiret âlemi.
âlem-i arz: dünya âlemi.
âlem-i berzah: ruhlar›n k›yamete
kadar kalacaklar› âlem; kabir âlemi.
âlem-i misal: görüntüler âlemi,
dünyadaki ifllerin görüntülendi¤i
ve gözlendi¤i, ruhlar›n bulundu¤u
âlem.
arz: yeryüzü, dünya.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
cazibe: cezp edicilik, çekicilik.
Cennet âlemi: Cennet hayat›.
dam: çat›, tavan.
elhâs›l: netice itibar›yla, özetle.
esîr: kâinattaki boflluklar› dolduran, havadan hafif olup ›s› ve ›fl›¤›
nakleden madde.
hadis: Peygamber Efendimizin
sözleri.
hane hükmünde: ev gibi.
hararet: s›cakl›k, ›s›.
harekât: hareketler.
hikmeten: fayda, ak›l ve incelik
bak›m›ndan.
iktifaen: yetinerek, yeterli bularak.
iktiza etme: lâz›m gelme, gerekme.
irade: dileme, isteme.
ispat: delil ve flahit göstererek
do¤ruyu ortaya koyma.
‹flaratü’l-‹’caz: Bediüzzaman Said
Nursî’nin, Kur’ân’›n mu’cize olan
özelliklerini anlatan tefsiri.
kat’î: kesin, flüphesiz.
kat’iyet: kesinlik.
kesif: yo¤un, fleffaf olmayan.
küre-i arz: dünya, yer küre.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
mecerretüssema: Samanyolu
galaksisi.
medar olmak: dayanak noktas›
olmak; yörünge olmak.
melâike: melekler.
mesken: yaflan›lan, kal›nan yer.
mevcudat: mevcutlar, varl›klar.
muhtelif: çeflitli, farkl›.
muhtelifülecnas: farkl› cinsleri.
mutavass›t: orta hâlli.
müsait: elveriflli, uygun.
müzeyyen kas›rlar: süslü saraylar, köflkler.
nam: ad, isim.
nispeten: göre, k›yasla.
nücum: y›ld›zlar.
pek kesretli: say›ca çok fazla.
ruhanîler: gözle görülmeyen, cismi olmayan, elle tutulamayan cin
ve melek gibi varl›klar.
Hem melâike için deriz ki: Seyyarat içinde mutavass›t
ve y›ld›zlar içinde küçük ve kesif olan küre-i arz, mevcudat içinde en k›ymettar ve nuranî olan hayat ve fluur hesaps›z bir surette onda bulunuyorlar. Elbette, karanl›kl›
bir hane hükmünde olan flu arza nispeten müzeyyen kas›rlar, mükemmel saraylar hükmünde olan y›ld›zlar ve y›ld›zlar›n denizleri olan gökler, zîfluur ve zîhayat ve pek
kesretli ve muhtelifülecnas olan melâike ve ruhanîlerin
meskenleridir. Pek kat’î bir surette ‹flaratü’l-‹’caz nam›ndaki tefsirimde,
1
mäGnƒ'ªn°S n™rÑ°nS søo¡jƒs n°ùna pABɪn s°ùdG ‹n pG …=ƒ' nà°rSG sºoK
ayetinde, semavat›n hem vücudu, hem taaddüdü ispat
edildi¤inden ve melâike hakk›nda Yirmi Dokuzuncu Sözde iki kere iki dört eder kat’iyetinde, melâikelerin vücudunu ispat etti¤imizden, onlara iktifaen burada k›sa kesiyoruz.
E l h â s › l : Esîrden yap›lm›fl, elektrik, ziya, hararet, cazibe gibi seyyalât-› lâtifenin medar› olmufl ve hadiste
2
l±ƒoØ`rµne lêƒr ne oABÉnªs°ùdnG
iflaretiyle seyyarat ve nücumun
harekât›na müsait olmufl ve Samanyolu denilen mecerretüssemadan, tâ en yak›n seyyareye kadar, muhtelif vaziyet ve teflekkülde yedi tabaka, her bir tabaka âlem-i
arzdan, tâ âlem-i berzaha, âlem-i misale, tâ âlem-i ahirete kadar birer âlemin dam› hükmünde birer seman›n bulunmas›, hikmeten, aklen iktiza eder.
1. Bundan baflka semaya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. (Bakara Suresi: 29.)
2. Gök dondurulmufl bir dalgad›r. (Tirmizî, Tefsir: 59; Müsned, 2:370.)
Samanyolu: günefl sistemini
içine alan y›ld›z kümesi, Kehkeflan.
sema: gökyüzü, gök.
semavat: semalar, gökler.
seyyalât-› lâtife: hava, ›fl›k,
elektrik gibi ak›c› maddeler.
seyyarat: gezegenler.
seyyare: gezegen.
350 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
suret: biçim, flekil tarz.
fluur: bir fleyi anlama, tan›ma
ve kavrama gücü, bilinç.
taaddüt: birden fazla olma;
bir fleyin say›s›n›n artmas›.
tabaka: kat, katman.
tanzim: s›raya koyma, düzenleme.
tefsir: Kur’ân’›n aç›klamas›;
izah, yorum.
teflekkül: flekillenme, meydana gelme.
vaziyet: durum, durufl. hâli.
vücut: var olufl, varl›k.
zîhayat: hayat sahibi.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
ziya: fl›k, ayd›nl›k.
Hem hat›ra gelir ki: Ey mülhit! Sen dersin, “Bin müflkülât ile tayyare vas›tas›yla ancak bir iki kilometre yukar›ya ç›k›labilir. Nas›l, bir insan cismiyle binler sene mesafeyi birkaç dakika zarf›nda kateder, gider, gelir?”
Biz de deriz ki: Arz gibi a¤›r bir cisim, fenninizce, hareket-i seneviyesiyle bir dakikada takriben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser, takriben yirmi befl bin senelik
mesafeyi bir senede katediyor. Acaba, flu muntazam harekât› ona yapt›ran ve bir sapan tafl› gibi döndüren bir
Kadîr-i Zülcelâl, bir insan› Arfla getiremez mi? fiemsin
cazibesi denilen bir kanun-i Rabbanî ile Mevlevî gibi etraf›nda pek a¤›r olan cism-i arz› gezdiren bir hikmet, cazibe-i rahmet-i Rahman ile ve incizab-› muhabbet-i
fiems-i Ezel ile, bir cism-i insan›, berk gibi, Arfl-› Rahman’a ç›karamaz m›?
Yine hat›ra gelir ki: Diyorsun, “Haydi, ç›kabilir. Niçin
ç›km›fl? Ne lüzumu var? Velîler gibi ruh ve kalbi ile gitse
yeter.”
Biz de deriz ki: Madem Sâni-i Zülcelâl, mülk ve m e l ekûtundaki ayat-› acibesini göstermek ve flu âlemin tezgâh
ve menbalar›n› temafla ettirmek ve a’mal-i befleriyenin
netaic-i uhreviyesini irae etmek istemifl; elbette âlem-i
mubs›rat›n anahtar› hükmünde olan gözünü ve mesmuat âlemindeki ayat› temafla eden kula¤›n›, Arfla kadar beraber almas› lâz›m geldi¤i gibi, ruhunun hadsiz vezaife
medar olan alât ve cihazat›n›n makinesi hükmünde olan
cism-i mübare¤ini dahi tâ Arfla kadar beraber almas›
alât: aletler.
âlem: dünya, kâinat.
âlem-i mubs›rat: görünen
varl›klar dünyas›.
a’mal-i befleriye: insanlar›n
amelleri, iflleri.
arfl: gö¤ün en yüksek kat›,
yüksekli¤i sebebiyle bütün
cisimleri içine alan ve Allah’›n
kudret ve hükmüyle ihtiva
etti¤i fley.
arfl: sema, gö¤ün en yüksek
kat›.
Arfl-› Rahman: Rahman arfl›,
bütün yarat›lm›fllar› flefkat ve
merhametle besleyen, büyüten Rahman isminin tasarruf
dairesi, makam›.
arz: yer, dünya.
ayat: ayetler, deliller.
ayat-› acibe: Allah’›n varl›k ve
birli¤ine iflaret eden deliller.
berk: flimflek.
cazibe: cezp edicilik, çekim.
cazibe-i Rahmet-i Rahman:
Rahmeti her fleyi kuflatan Allah’›n aff›n›n, merhametinin
çekicili¤i.
cihazat: cihazlar, maddî-manevî organlar.
cism-i arz: dünyan›n kütlesi.
cism-i insan: insan bedeni.
cism-i mübarek: mübarek
beden, Hz. Muhammed’in
mübarek bedeni, vücudu.
fennî: fen ilmine göre.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
harekât: hareketler.
hareket-i seneviye: dünyan›n günefl etraf›ndaki bir senelik dönüflü.
hat›r: zihin, fikir, ak›l.
hikmet: belirli gayelere yönelik,
faydal› ve yerli yerinde olufl.
hükmünde: gibi; yerinde, de¤erinde.
incizab-› muhabbet-i fiems-i
Ezel: ezel günefli olan Cenab-› Allah’›n sevgisinin çekicili¤i, cazibesi.
irae etmek: göstermek.
Kadîr-i Zülcelâl: büyüklük sahibi
ve her fleye gücü yeten Allah.
kanun-i Rabbanî: Allah’›n kanunu.
katetmek: aflmak, geçmek, yol
almak.
lâz›m: gerekli.
medar: yard›mc›, dayanak noktas›, sebep, vesile.
melekût: göremedi¤imiz ahiret
âlemleri.
menba: kaynak, her hangi bir fleyin ç›kt›¤› yer.
mesmuat: duyulanlar, iflitilenler.
Mevlevî: Mevlevî tarikatine mensup kimse.
muntazam: düzenli, intizaml›.
mülhit: dinsiz.
mülk: gördü¤ümüz maddî ve cismanî âlem, kâinat.
müflkülât: zorluklar, güçlükler.
netaic-i uhreviye: ahiretteki sonuçlar, neticeler.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük
sahibi, her fleyi sanatla yaratan
Allah.
flems: günefl.
takriben: tahminen, yaklafl›k olarak.
tayyare: uçak.
temafla: hayretle ve dikkatle
seyretme bakma.
tezgâh: bir fleyin üretildi¤i yer,
alet.
vas›ta: arac›, araç.
velî: Allah’›n sevgisine, himayesine kavuflmufl, ermifl kimseler, Allah dostu, evliya.
vezaif: vazifeler, ifller, görev.
zarf›nda: içinde.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 351
mukteza-i ak›l ve hikmettir. Nas›l ki Cennette hikmet-i
‹lâhiye cismi ruha arkadafl ediyor; çünkü, pek çok vezaif-i ubudiyete ve hadsiz lezaiz ve âlâma medar olan cesettir; elbette o cesed-i mübarek, ruha arkadafl olacakt›r.
Madem Cennete cisim ruh ile beraber gider; elbette
Cennetü’l-Me’vâ gövdesi olan Sidretü’l-Münteha’ya uruç
eden zat-› Ahmediye (a.s.m.) ile cesed-i mübare¤ini refakat ettirmesi ayn› hikmettir.
Yine hat›ra gelir ki: Dersin, “Birkaç dakikada binler
sene mesafeyi katetmek aklen muhaldir.”
Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâl’in sanat›nda, harekât nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savt›n sür’atiyle ziya,
elektrik, ruh, hayal sür’atleri ne kadar mütefavit oldu¤u
malûm. Seyyarat›n dahi, fennen harekât› o kadar muhteliftir ki, ak›l hayrettedir. Acaba lâtif cismi, uruçta sür’atli olan ulvî ruhuna tâbi olmufl, ruh sür’atinde hareketi nas›l akla muhalif görünür?
âlâm: elemler, ac›lar, üzüntüler.
âlem: dünya.
Cennetü’l-Me’vâ: Cennetin sekiz
k›sm›ndan birisi.
ceset: gövde, vücut, beden.
ceset-i mübarek: feyizli, bereketli, hay›rl›, mutlu, beden; Hz.
Muhammed’in mübarek vücudu.
fennen: fen ilimlerine göre.
gülle: top mermisi.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hâlât: hâller, durumlar.
harekât: hareketler, k›m›ldanmalar.
hat›r: zihin, ak›l, düflünme.
hayal: zihinde tasarlanan ve canland›r›lan fley.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye, fayda, ak›l söz ve
hareketteki uygunluk.
hikmet-i ‹lâhiye: ‹lâhî gaye, fayda ve maksat.
hükmüne geçmek: yerine geçmek.
katetmek: aflmak, geçmek.
kelimat: kelimeler, sözler.
Hem, on dakika yatsan, baz› olur ki bir sene kadar hâlâta maruz olursun. Hatta bir dakikada, insan, gördü¤ü
rüyay›, onun içinde iflitti¤i sözleri, söyledi¤i kelimat› toplansa, uyan›k âleminde bir gün, belki daha fazla zaman
lâz›md›r. Demek oluyor ki, bir zaman-› vahit, iki flahsa
nispeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne
geçer. fiu manaya bir temsil ile bak ki:
‹nsan›n hareketinden, güllenin hareketinden, savttan,
ziyadan, elektrikten, ruhtan, hayalden tezahür eden
sür’at-i harekâtta bir mikyas olmak için flöyle bir saat
lâtif: hafif; güzel, hofl,
lezaiz: lezzetler.
malûm: bilinen, belli.
mana: anlam.
maruz olmak: karfl› karfl›ya
bulunmak, etkisinde kalmak.
medar: sebep, vesile.
mikyas: ölçü.
muhal: imkâns›z.
muhalif: ayk›r›, z›t, karfl›t.
muhtelif: çeflitli, farkl›.
mukteza-i ak›l ve hikmet:
akl›n ve hikmetin gere¤i.
mütefavit: farkl›, çeflitli.
352 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
nihayet: son.
nispeten: göre, oranla.
refakat: yol arkadafll›¤›, efllik.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah.
savt: ses, seda.
seyyarat: gezegenler.
Sidretü’l-Münteha: Peygamberimizin miraçta ç›kt›¤› son
nokta.
sür’at: h›z.
sür’at-i harekât: hareketlerdeki h›z.
temsil: benzetme, örnek.
tezahür eden: görünen, ortaya ç›kan.
ulvî: yüksek, yüce.
uruç: yukar› ç›kma, yükselme.
vezaif-i ubudiyet: kulluk vazifeleri.
zaman-› vahit: bir an, bir zaman.
zat-› Ahmediye: Peygamber
Efendimizin zat›, kiflili¤i.
ziya: ›fl›k.
farz ediyoruz ki; o saatte on i¤ne var. Birisi saatleri gösterir. Biri de, ondan altm›fl defa daha genifl bir dairede
dakikay› sayar. Birisi altm›fl defa daha genifl bir daire
içinde saniyeleri, di¤eri yine altm›fl defa daha genifl bir
dairede saliseleri, ve hakeza rabialar›, hamiseleri, sadise,
sabia, samine, tasia, tâ aflireleri sayacak gayet muntazam, azîm bir dairede birer ibre farz ediyoruz. Faraza,
saati sayan ibrenin dairesi küçük saatimiz kadar olsa, her
hâlde aflireleri sayan ibrenin dairesi arz›n medar-› senevîsi kadar, belki daha fazla olmak lâz›m gelir.
fiimdi iki flah›s farz ediyoruz. Biri, saati sayan ibreye
binmifl gibi, o ibrenin harekât›na göre temafla ediyor. Di¤eri, aflireleri sayan ibreye binmifl. Bu iki flahs›n bir zaman-› vahitte müflahede ettikleri eflya, saatimizle arz›n
medar-› senevîsi nispeti gibi, meflhudatça pek çok farklar› vard›r. ‹flte, zaman, çünkü, harekât›n bir rengi, bir
levni, yahut bir fleridi hükmünde oldu¤undan, harekâtta
cari olan bir hüküm, zamanda dahi caridir.
‹flte, bir saatte meflhudat›m›z, bir saatin saati sayan ibresine binen zîfluur flahs›n meflhudat› kadar oldu¤u ve hakikat-i ömrü de o kadar oldu¤u hâlde; aflire ibresine binen flah›s gibi, ayn› zamanda, o muayyen saatte Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-› tevfik-i ‹lâhîye biner, berk gibi, bütün daire-i mümkinat› katedip, acaib-i
mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücup noktas›na ç›k›p,
sohbete müflerref olup, rü’yet-i cemal-i ‹lâhîye mazhar
olarak, ferman› al›p vazifesine dönebilir ve dönmüfl ve
öyledir.
acaib-i mülk ve melekût:
görünen ve görünmeyen
âlemlerdeki hayret veren
fleyler.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.
arz: yeryüzü , dünya.
aflire: onuncu, tasian›n altm›flta biri.
afliren: onuncu olarak, onuncu derecede.
azîm: büyük.
berk: flimflek.
burak-› tevfik-i ‹lâhiye: Cenab-› Hakk›n yard›m›yla giden sür’atli binek.
cari: geçerli.
daire-i mümkinat: kâinat,
bütün yarat›lm›fllar›n içinde
bulundu¤u daire.
daire-i vücup: hiçbir zaman
de¤iflmeyen ve mümkinattan
olmayan âlemler, Allah’›n
isimleri ve s›fatlar› gibi.
faraza: farz edelim ki, öyle
sayal›m ki.
farz etmek: kabul etmek, var
saymak.
ferman: emir, buyruk.
gayet: son derece, çok.
hakeza: böyle, bunun gibi, yine öyle.
hakikat- ömrü: gerçek zaman›, süresi.
hamise: rabian›n altm›flta biri.
harekât: hareketler.
hükmünde: gibi; yerinde, de¤erinde.
hüküm: karar, emir, kanun.
ibre: ölçü aletlerinde i¤ne
fleklindeki ince gösterge.
levn: renk.
mazhar olmak: ulaflmak; flereflenmek.
medar-› senevî: dünyam›z›n günefl etraf›nda bir senede döndü¤ü yörünge.
meflhudat: görülenler, seyredilenler.
muayyen: belirli, belirlenmifl.
muntazam: düzenli.
müflahede: flahit olma, görme,
seyretme.
müflerref olma: flereflenme,
onurlanma.
nispet: ölçü, oran.
rabia: saatteki salisenin altm›flta
biri.
Resul-i Ekrem: Allah’›n ikram›na
mazhar olmufl, cömert Peygamber, Hz. Muhammed.
rü’yet-i cemal-i ‹lâhiye: Cenab-›
Hakk›n cemalinin, güzelli¤inin görülmesi.
sabia: sadisenin altm›flta biri.
sadise: hamisenin altm›flta biri.
salise: üçüncü. saniyenin altm›flta biri.
samine: sabian›n altm›flta biri.
flerit: zincir, hâlât.
tasia: saminenin altm›flta biri.
temafla: hayretle ve dikkatle
seyretme bakma.
vazife: görev.
zaman-› vahit: bir zaman.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 353
Yine hat›ra gelir ki: Dersiniz, “Evet, olabilir, mümkündür. Fakat her mümkün vaki olmuyor. Bunun emsali var
m› ki kabul edilsin? Emsali olmayan bir fleyin, yaln›z imkân› ile, vukuuna nas›l hükmedilebilir?”
arfl: gö¤ün en yüksek kat›, bütün
cisimleri içine alan ve Allah’›n
kudret ve hükmüyle ihtiva etti¤i
fley.
ayn-› hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde olman›n tâ kendisi.
daire-i esma ve s›fat: Allah’›n
isim ve s›fatlar›n›n tecelli dairesi.
ecsam-› nuranî: nurdan yarat›lm›fl varl›klar.
ef’al: fiiller, hareketler.
ehl-i Cennet: Cennet ehli, Cennetlikler.
emsal: örnekler, benzerler.
erkân: rükünler, esaslar.
esma: adlar, isimler.
evliya: Allah dostlar›, Allah’›n
dostlu¤unu ve himayesini kazanm›fl ermifl kifliler.
ferfl: yeryüzü, zemin, dünya.
fikir: ak›l, düflünce.
gayet: çok, son derece.
hat›r: zihin, fikir, ak›l.
hükmetmek: karar vermek.
ihbarat-› sad›ka: içinde yanl›fl olma ihtimali olmayan do¤ru haberler.
imam: önde ve ileride olan, rehber.
‹mam-› Rabbanî: bkz. fiah›s Bilgileri.
imkân: mümkün olma, olabilirlik.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›,
kâmil: olgun, mükemmel, kemale ermifl.
kanun: kaide, yasa, prensip.
kozmo¤rafya: astronomi, gök bilimi.
mahfler: k›yametten sonra ölülerin dirilip toplanacaklar› yer.
makam: Allah kat›ndaki manevî
derece.
makbul: kabul edilmifl olan,
makul: akla uygun.
medar: sebep, vesile.
melâike: melekler.
Miraç: Peygamberimiz efendimi-
Biz de deriz ki: Emsali o kadar çoktur ki, hesaba gelmez. Meselâ, her zînazar, gözüyle, yerden tâ Neptün
seyyaresine kadar bir saniyede ç›kar; her zîilim, akl›yla,
kozmo¤rafya kanunlar›na binip, y›ld›zlar›n tâ arkas›na
bir dakikada gider; her zîiman, namaz›n ef’al ve erkân›na fikrini bindirip, bir nevi Miraç ile kâinat› arkas›na at›p,
huzura kadar gider; her zîkalp ve kâmil velî, seyrüsülûk
ile, Arfltan ve daire-i esma ve s›fâttan k›rk günde geçebilir. Hatta, fieyh-i Geylânî, ‹mam-› Rabbanî gibi baz› zatlar›n ihbarat-› sad›kalar› ile, bir dakikada Arfla kadar
uruc-i ruhanîleri oluyor. Hem, ecsam-› nuranî olan melâikelerin Arfltan ferfle, ferflten Arfla k›sa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri vard›r. Hem, ehl-i Cennet, mahflerden Cennet ba¤lar›na k›sa bir zamanda uruç ediyorlar.
Elbette bu kadar numuneler gösteriyorlar ki, bütün evliyalar›n sultan›, umum mü’minlerin imam›, umum ehl-i
Cennetin reisi ve umum melâikenin makbulü olan zat-›
Ahmediyenin (a.s.m.) seyrüsülûkuna medar bir mirac›
bulunmas› ve onun makam›na münasip bir surette olmas›, ayn-› hikmettir ve gayet makuldür ve flüphesiz vakidir.
***
zin, Cenab-› Hakk›n huzuruna
ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›
mu’cizesi.
mü’min: iman eden, inanan.
münasip: uygun, yak›fl›r.
Neptün: günefle yak›nl›¤› bak›m›ndan sekizinci gezegen.
nevi: çeflit, tür.
numune: örnek.
reis: baflkan, bafl.
saniye: ikinci.
seyrüsülûk: Cenab-› Hakka
ulaflmak için ç›k›lan manevî
ve ruhî yolculuk.
354 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
seyyare: dolaflan gezegen.
sultan: hükümdar, mutlak iktidar sahibi
suret: biçim, flekil, tarz.
s›fât: nitelik, vas›f.
fieyh Geylânî: Abdülkadir-i
Geylânî. bkz. fiah›s Bilgileri.
umum: bütün.
uruc-i ruhanî: ruhen yükselifl.
uruç: yukar› ç›kma, yükselme.
vaki: vuku bulan, olmufl, gerçekleflmifl.
velî: Allah’›n dostlu¤unu ve
himayesini kazanm›fl ermifl
kifli.
vuku: meydana gelme, gerçekleflme.
zat: flah›s, fert.
zat-› Ahmediye: Peygamberimizin flahs›.
zîilim: ilim sahibi.
zîiman: iman sahibi, mü’min.
zîkalp: kalp sahibi.
zînazar: nazar sahibi, bak›fl,
görüfl sahibi.
Üçüncü Esas
H i k met-i Miraç nedir?
Elcevap: Mirac›n hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i
befler ulaflam›yor; o kadar derindir ki, ona yetiflemiyor;
o kadar incedir ve lâtiftir ki, ak›l kendi bafl›yla göremiyor.
Fakat, baz› iflaretlerle, hakikatleri bilinmezse de, vücutlar› bildirilebilir. fiöyle ki:
fiu kâinat›n Hâl›k’›, flu kesret tabakat›nda nur-i Vahdetini ve tecelli-i Ehadiyetini göstermek için, kesret tabakat›n›n müntehas›ndan tâ mebde-i Vahdete bir hayt-› ittisal
suretinde bir Miraç ile, bir ferd-i mümtaz› bütün mahlûkat hesab›na, kendine muhatap ittihaz ederek, bütün zîfluur nam›na, makas›d-› ‹lâhiyesini ona anlatmak ve
onunla bildirmek ve onun nazar› ile âyine-i mahlûkat›nda cemal-i sanat›n›, kemal-i rububiyetini müflahede etmek ve ettirmektir.
Hem Sâni-i âlemin, âsâr›n flahadetiyle nihayetsiz cemal ve kemali vard›r. Cemal, hem kemal, ikisi de mahbub-i lizatihîdirler; yani bizzat sevilirler. Öyle ise, o Cemal ve Kemal Sahibinin cemal ve kemaline nihayetsiz
bir muhabbeti vard›r. O nihayetsiz muhabbeti, masnuat›nda çok tarzlarda tezahür ediyor. Masnuat›n› sever;
çünkü, masnuat›n›n içinde cemalini, kemalini görür.
Masnuat içinde en sevimli ve en âlî, zîhayatt›r. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âlî, zîfluurdur. Ve zîfluurun içinde
camiiyet itibar›yla en sevimli, insanlar içinde bulunur.
‹nsanlar içinde istidad› tamam›yla inkiflaf eden, bütün
asar: eserler.
âyine-i mahlûkat: varl›klar
aynas›.
bizzat: flahsen.
cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi.
cemal-i sanat: sanat›n güzelli¤i.
esas: as›l, temel, kök.
ferd-i mümtaz: imtiyazl› flah›s, seçkin kifli.
fikr-i befler: insanlar›n fikri,
insanlar›n düflüncesi.
hakikat: gerçek, bir fleyin as-
l› ve esas›.
Hâl›k: bütün varl›klar› yoktan
yaratan yarat›c›, Allah.
hayt-› ittisal: yaklaflt›ran,
ba¤layan birlefltiren ba¤.
hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde
olufl.
Hikmet-i Miraç: mirac›n as›l
gaye ve hikmeti.
ittihaz: kabul etme, sayma.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›.
kemal: kusursuzluk, mükem-
mellik; güzellik.
kemal-i rububiyet: Allah’›n
yaratt›¤› bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi, onlar› sevk ve idare
edip hâkimiyeti alt›nda bulundurmas›n›n mükemmelli¤i.
kesret: çokluk, bolluk.
lâtif: ince; hofl, güzel.
mahbub-i lizatihî: bizzat sevilen, sevgiye lây›k olan, zat›
için sevilen.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, ya-
rat›klar.
makas›d-› ‹lâhiye: ‹lâhî iradenin
maksatlar›, gayeleri.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mebde-i vahdet: Allah’›n birli¤ini
gösteren as›l kaynak.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhabbet: sevgi.
muhatap: hitap olunan, konuflulan kimse.
münteha: son, en son yer.
müflahede: görme, seyretme, flahit olma.
nam: ad.
nazar: bak›fl.
nihayetsiz: sonsuz.
nur-i vahdet: birlik nuru.
Sâni-i Âlem: kâinat›n yarat›c›s› ve
sanatkâr› olan Allah.
suret: flekil, biçim.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
tabakat: tabakalar.
tecelli-i ehadiyet: Allah’›n birli¤inin belirmesi, bilinmesi, görünmesi.
tezahür: ortaya ç›kma, görünme.
vücut: varl›k.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 355
âlî: yüce, yüksek, ulu.
beyan: anlatma, aç›k söyleme,
bildirme.
camiiyet: toplay›c› olma, bir çok
manalar› ve hakikatleri içinde bulundurma.
celp: çekme.
cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n
lütuf ve ihsan› ile tecellisi.
cevahir: cevherler, k›ymetli tafllar.
ehadiyet: birlik, Allah’›n her bir
fleyde birli¤inin görünmesi.
enva: çeflitler, türler.
enva-› cemal: güzellik çeflitleri,
türleri.
enzar: bak›fllar, görüfller.
ferman: emir, buyruk.
fünun-i acibe: flafl›lan, harika fen
ve ilimler.
hakaik-i esasiye: hakikatlerin asl›, özü; as›l hakikatler.
hâlet-i kudsiye: mukaddes ve
mübarek hâller.
haflmet: ihtiflam, gösterifllilik, büyüklük.
hayt-› ittisal: yaklaflt›ran, ba¤layan, birlefltiren ba¤lar.
hikâye-i temsiliye: benzetme ve
örnek olarak verilen hikâye.
hikmet-i âliye: kâinattaki ve yarat›l›fltaki yüksek, yüce ‹lâhî gaye.
›tt›lâ: haberdar olma, bilgi sahibi
olma.
ihata: sarma, kuflatma.
inkiflaf: aç›lma, ortaya ç›kma, görülme.
intiflar: yay›lma, da¤›lma, neflrolunma.
istiap: içine alma.
istidat: kabiliyet, yetenek.
izhar: gösterme, meydana ç›karma.
kemal: olgunluk, kusursuzluk,
mükemmellik.
kemalât: mükemmellikler, kusursuzluklar; güzellikler.
maharet: ustal›k, beceriklilik, hüner.
mahbubiyet: sevilecek hâlde bulunma.
marifet: bilgi, bilme, hüner.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mebde-i evvel: ilk bafllangݍ.
meflher: sergi, gösterme yeri.
mevcudat: varl›klar, var olan her
fley.
meyve-i münevver: nurlanm›fl
meyve.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
münteha: bir fleyin ulaflabildi¤i
son yer, netice.
münteflir: yay›lan, yay›lm›fl, aç›l-
masnuatta münteflir ve mütecelli kemalât›n numunelerini gösteren fert, en sevimlidir.
‹flte, Sâni-i Mevcudat, bütün mevcudatta intiflar eden
tecelli-i muhabbetin bütün enva›n› bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün enva-› cemalini Ehadiyet s›rr›yla
göstermek için, flecere-i hilkatten bir meyve-i münevver
derecesinde ve kalbi o flecerenin hakaik-› esasiyesini istiap edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zat›, o mebde-i evvel olan çekirdekten tâ münteha olan meyveye
kadar bir hayt-› ittisal hükmünde olan bir Miraç ile, o ferdin kâinat nam›na mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celp etmek ve rü’yet-i cemaline müflerref etmek ve
ondaki hâlet-i kudsiyeyi baflkas›na sirayet ettirmek için
kelâm›yla taltif edip, ferman›yla tavzif etmektir.
fiimdi, flu hikmet-i âliyeye bakmak için, iki temsil dürbünü ile tarassut edece¤iz.
• Birinci temsil: On Birinci Sözün hikâye-i temsiliyesinde tafsilen beyan edildi¤i gibi, nas›l ki bir sultan-› zîflan›n pek çok hazineleri ve o hazinelerde pek çok cevahirlerin enva› bulunsa, hem sanayi-i garibede çok mahareti
olsa ve hesaps›z fünun-i acibeye marifeti, ihatas› bulunsa, nihayetsiz ulûm-i bediaya ilim ve ›tt›lâ› olsa, her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görüp ve
göstermek istemesi s›rr›nca, elbette o sultan-› zîfünun
dahi bir meflher açmak ister ki, içinde sergiler dizsin; tâ
nâs›n enzar›na saltanat›n›n haflmetini, hem servetinin
flaflaas›n›, hem kendi sanat›n›n harikalar›n›, hem kendi
marifetinin garibelerini izhar edip göstersin, tâ cemal ve
m›fl.
müflerref: flereflendirilmifl,
yüceltilmifl.
mütecelli: tecelli eden, meydana ç›kan, görünen.
nâs: insanlar, halk.
rü’yet-i cemal: Cenab-› Hakk›n güzelli¤ini görme.
saltanat: hâkimiyet, hükümdarl›k.
sanayi-i garibe: görenleri
hayrette b›rakan sanatlar,.
Sâni-i Mevcudat: varl›klar›
sanatl› bir flekilde yaratan sa-
356 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
natkâr, Allah.
sirayet: birinden di¤erine
geçme, yay›lma.
sultan-› zîflan: flanl› padiflah,
flan sahibi hükümdar.
sultan-› zîfünun: fen ilimlerini bilen padiflah, hükümdar.
flaflaa: parlakl›k, gösterifl.
flecere: a¤aç.
flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›, kâinat.
tafsilen: ayr›nt›l› olarak.
taltif: iltifat etme, mükâfatland›rma.
tarassut: gözetleme, gözleme.
tavzif: vazifelendirme, görevlendirme.
tecelli-i muhabbet: sevginin
tecellisi, görüntüsü.
temsil: benzetme, örnek.
ulûm-i bedia: be¤enilen ve
takdir edilen pek yeni ilimler.
zat: kifli, flah›s, fert
zîhayat: hayat sahibi, canl›.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
kemal-i manevîsini iki vecihle müflahede etsin: Bir veçhi
bizzat nazar-› dekaikaflinas›yla görsün, di¤eri gayrin nazar›yla baks›n. Ve flu hikmete binaen, elbette cesim,
muhteflem, genifl bir saray yapmaya bafllar. fiahane bir
surette dairelere, menzillere taksim eder. Hazinelerinin
türlü türlü murassaat›yla süslendirip, kendi dest-i sanat›n›n en güzel, en lâtif sanatlar›yla ziynetlendirir. Fünun ve
hikmetinin en incelikleriyle tanzim eder. Ve ulûmunun
âsâr-› mu’cizekârâneleriyle donat›r, tekmil eder.
Sonra, nimetlerinin çeflitleriyle, taamlar›n›n lezizleriyle her taifeye lây›k sofralar› serer, bir ziyafet-i amme ihzar eder.
Sonra, raiyetine kendi kemalât›n› göstermek için, onlar› seyre ve ziyafete davet eder.
Sonra, birisini yaver-i ekrem yapar, afla¤›daki tabakat
ve menzillerden yukar›ya davet eder; daireden daireye,
üst üstteki tabakalarda gezdirir. O acip sanat›n›n makinelerini ve tezgâhlar›n› ve afla¤›dan gelen mahsulât›n mahzenlerini göstere göstere, tâ daire-i hususiyesine kadar
getirir. Bütün o kemalât›n›n madeni olan mübarek zat›n›
ona göstermekle ve huzuruyla onu müflerref eder. Kasr›n hakaik›n› ve kendi kemalât›n› ona bildirir. Seyircilere
rehber tayin eder, gönderir; tâ o saray›n sâniini, o saray›n müfltemilât›yla, nukufluyla, acaibiyle, ahaliye tarif etsin ve saray›n nak›fllar›ndaki rumuzunu bildirip ve içindeki sanatlar›n›n iflaretlerini ö¤retip, “Derunundaki manzum
murassalar ve mevzun nukufl nedir? Ve saray sahibinin
kemalât›n› ve hünerlerini nas›l gösterirler?” o saraya
acayip: hayret verici fleyler,
dikkat çeken.
acip: hayret veren, dikkat çeken.
ahali: halk.
asar-› mu’cizekârâne: mu’cize sahibi sanatkâra yak›flan
eserler.
binaen: -den dolay›, -den
ötürü.
bizzat: kendisi, flahsen.
cesim: iri, büyük, kocaman.
daire-i hususî: özel alan, flahsî daire.
davet: ça¤›rma, ça¤r›.
derun: iç, içerik, dahil.
dest-i sanat: sanat eli.
fünun: fenler, bilimler.
gayr: baflka, di¤er.
hakaik: hakikatler, do¤rular,
gerçekler.
hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde
olufl; gizli, kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
huzur: yan, kat.
hüner: bilgi, beceri.
ihzar: haz›rlama.
kas›r: saray.
kemalât: faziletler, iyilikler,
mükemmellikler.
kemalât›n madeni: mükemmelliklerin kayna¤›.
kemal-i manevî: manevî ve
ruhî olgunluk, mükemmellik.
lâtif: hofl, güzel, nazik, narin.
lây›k: uygun, yarafl›r.
leziz: lezzetli, tatl›.
mahsulât: elde edilen ürünler.
mahzen: hazineler, depolar.
manzum: tanzim edilmifl, dü-
zenlenmifl.
menzil: yer, bölüm, oda.
mevzun: ölçülü, düzgün.
murassa: k›ymetli fleylerle süslenmifl, bezenmifl.
murassaat: süslenmifl fleyler.
mübarek: feyizli, bereketli, hay›rl›.
müflahede: görme, seyretme, flahit olma.
müflerref: flereflendirilmifl, yüceltilmifl.
müfltemilât: bir fleyin içerdi¤i bölümler, eklentiler.
nak›fl: resim, iflleme.
nazar: görüfl, bak›fl.
nazar-› dekaikaflina: incelikleri
bilen ve gören bak›fl.
nimet: r›z›k, iyilik, ihsan, ba¤›fl.
nukufl: nak›fllar, resimler, ifllemeler.
raiyet: halk, vatandafl, idare edilenler.
rehber: yol gösteren, k›lavuz, delil.
rumuz: remizler, iflaretler.
Sâni: yapan, her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
seyir: yürüyüfl, gezinti.
suret: flekil, biçim, görünüfl.
taam: yemek.
tabaka: kat, bölüm.
tabakat: tabakalar.
taife: topluluk, bölük, tak›m.
taksim: bölme, parçalara ay›rma.
tanzim: s›ralama, düzenleme.
tayin etme: vazifelendirme, atama.
tekmil: mükemmellefltirme, eksiklerini tamamlama.
tezgâh: üretim aleti.
ulûm: ilimler.
vecih: yön, taraf.
yaver-i ekrem: sultan›n en de¤erli, en cömert hizmetkâr›.
zat: kifli, flah›s.
ziyafet: yemekli davet.
ziyafet-i amme: herkesin davetli
oldu¤u bir ziyafet.
ziynet: süs, bezek.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 357
girenlere tarif etsin ve girmenin adab›n› ve seyrin merasimini bildirip ve görünmeyen sultan-› zîfünun ve zîfluuna
karfl›, marziyat› ve arzular› dairesinde teflrifat merasimini
tarif etsin.
abes: bofl, manas›z, lüzumsuz ve
gayesiz ifl.
acayip: hayret verici fleyler.
adap: terbiyeler, davran›fl kurallar›.
ahiret: öteki dünya.
âlem: dünya, cihan.
âlem-i arz: dünya, yer yüzü âlemi.
avalim-i ulviye: yüksek, yüce
âlemler, dünyalar.
Celil-i Zülcemal: güzellik ve lütufla beraber yücelik sahibi Hz. Allah.
cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n
lütuf ve ihsan› ile tecellisi.
cemal-i manevî: manevî güzellik.
Cemîl-i Zülcelâl: yücelik, kibriya,
izzet ve heybetiyle beraber sonsuz güzellik ve haflmet sahibi
olan Hz. Allah.
define: gizli hazine.
dellâl: ilân edici, hakka davet
eden, tan›t›c›.
desatir: düsturlar, kanunlar, kurallar.
ebed: sonsuzluk, daîmilik.
esma: adlar, isimler.
Esma-i Hüsna: Allah’›n güzel
isimleri.
ezel: bafllang›c› olmayan geçmifl
zaman, öncesizlik.
fevk: üst, yukar›, üzeri.
fünun: fenler, ilimler.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
ibad: kullar.
iktiza: lâz›m gelme, gerektirme.
insan-› kâmil: mükemmel insanlar, Allah dostlar›.
kemalât: faziletler, iyilikler, mükemmellikler.
kemalât-› ‹lâhiye: ‹lâhî güzellik
ve mükemmellikler.
kitab-› kâinat: kâinat kitab›.
kurb-i huzuruna: kendi huzuruna, yak›n›na.
mahfî letaif: gizli güzellikler.
mahzen: depo.
manevî: maddî olmayan, manaya ait, fikrî.
marziyat-› ‹lâhiye: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak olan hâl ve hareketler.
menba: kaynak, her hangi bir fleyin ç›kt›¤› yer.
merasim: tören.
meflher: sergi, gösterme yeri.
mevcudat: varl›klar, var olan her
fley.
muallim: ders veren, ö¤reten.
Aynen öyle de,
1
'¤rY’n rG πo nãnŸrG !nh ezel ebed sultan› olan
Sâni-i Zülcelâl, nihayetsiz kemalât›n› ve nihayetsiz cemalini görmek ve göstermek istemifltir ki, flu âlem saray›n›
öyle bir tarzda yapm›flt›r ki, her bir mevcut pek çok dillerle Onun kemalât›n› zikreder, pek çok iflaretlerle cemalini gösterir. Esma-i Hüsnas›n›n her bir isminde ne kadar
gizli manevî defineler ve her bir ünvan-› mukaddesesinde ne kadar mahfî letaif bulundu¤unu, flu kâinat bütün
mevcudat›yla gösterir. Ve öyle bir tarzda gösterir ki, bütün fünun, bütün desatiriyle, flu kitab-› kâinat› zaman-›
Âdem’den beri mütalâa ediyor. Hâlbuki o kitap esma ve
kemalât-› ‹lâhiyeye dair ifade etti¤i manalar›n ve gösterdi¤i ayetlerin öflr-i miflar›n› daha okuyamam›fl.
‹flte flöyle bir saray-› âlemi, kendi kemalât ve cemal-i
manevîsini görmek ve göstermek için bir meflher hükmünde açan Celîl-i Zülcemal, Cemîl-i Zülcelâl, Sâni-i Zülkemal’in hikmeti iktiza ediyor ki, flu âlem-i arzdaki zîfluurlara nispeten abes ve faydas›z olmamak için, o saray›n
ayetlerinin manas›n› birisine bildirsin. O saraydaki acaibin
menbalar›n› ve netaicinin mahzenleri olan avalim-i ulviyede birisini gezdirsin ve bütün onlar›n fevkine ç›kars›n
ve kurb-i huzuruna müflerref etsin ve ahiret âlemlerinde
gezdirsin. Umum ibad›na bir muallim ve saltanat-› rububiyetine bir dellâl ve marziyat-› ‹lâhiyesine bir mübelli¤ ve
1. En yüce s›fatlar Allah’a mahsustur. (Nahl Suresi: 60.)
mübelli¤: haber veren, bildiren.
müflerref: flereflendirilmifl,
yüceltilmifl, flerefli.
mütalâa: dikkatlice ve iyi düflünerek okuma.
netaiç: neticeler, sonuçlar.
öflr-i miflar: onda bir.
saltanat-› rububiyet: Cenab-›
Allah’›n tam bir hâkimiyetle
her zaman, her yerde, her
358 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
mahlûka muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi ve onlar› sevk ve
idare etmesi.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah.
Sâni-i Zülkemal: güzellik ve
fazilet sahibi yap›c›, her fleyi
sanatl› olarak yaratan Allah.
saray-› âlem: mükemmel bir
saraya benzeyen kâinat.
seyir: yürüyüfl, gezinti.
sultan-› zîfünun: fen ilimlerini bilen padiflah, hükümdar.
teflrifat: resmî tav›rlar içinde
olma, kurallara ba¤l› davranma, protokol.
ünvan-› mukaddese: kutsal,
kusursuz ünvan.
zîfluun: gerçek fiil, ifl ve hareket sahibi.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
saray-› âlemindeki ayat-› tekviniyesine bir müfessir gibi,
çok vazifeler ile tavzif etsin. mu’cizat niflanlar›yla imtiyaz›n› göstersin. Kur’ân gibi bir ferman ile, o flahs›, Zat-›
Zülcelâl’in has ve sad›k bir tercüman› oldu¤unu bildirsin.
‹flte, mirac›n pek çok hikmetlerinden, flu temsil dürbünüyle, bir ikisini numune olarak gösterdik; sairlerini k›yas edebilirsin.
• ‹kinci temsil: Nas›l ki bir zat-› zîfünun, mu’ciznüma
bir kitab› telif edip yazsa—öyle bir kitap ki, her sahifesinde yüz kitap kadar hakaik, her sat›r›nda yüz sahife kadar
lâtif manalar, her bir kelimesinde yüz sat›r kadar hakikatler, her harfinde yüz kelime kadar manalar bulunsa—bütün o kitab›n maani ve hakaikleri, o kâtib-i mu’ciznüman›n kemalât-› maneviyesine baksa, iflaret etse; elbette
öyle bitmez bir hazineyi kapal› b›rak›p abes etmez. Her
hâlde o kitab›, baz›lara ders verecek. Tâ o k›ymettar kitap manas›z kal›p, beyhude olmas›n. Onun gizli kemalât› zahir olup, kemalini bulsun ve cemal-i manevîsi görünsün. O da, sevinsin ve sevdirsin. Hem o acip kitab› bütün maanisiyle, hakaik›yla ders verecek birisini, en birinci sahifeden tâ nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir.
Aynen öyle de, Nakkafl-› Ezelî, flu kâinat›, kemalât›n›
ve cemalini ve hakaik-› esmas›n› göstermek için, öyle bir
tarzda yazm›flt›r ki; bütün mevcudat, hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemalât›n› ve esma ve s›fât›n› bildirir, ifade eder.
Elbette bir kitab›n manas› bilinmezse hiçe sukut eder.
abes: bofl, manas›z, lüzumsuz
ve gayesiz ifl.
acip: hayret veren, hayrette
b›rakan.
ayat-› tekviniye: Allah’›n varl›¤›n›, birli¤ini gösteren ve delil olan varl›klar.
beyhude: bofluna, gereksiz.
cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi.
cemal-i manevî: manevî güzellik.
cihetler: yönler, taraflar.
esma: adlar, isimler.
ferman: emir, buyruk.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakaik: hakikatler, do¤rular,
gerçekler.
hakaik-i esma: Cenab-› Hakk›n isimlerinin hakikatleri.
hakikat: gerçek, do¤rular,
gerçekler.
has: özel, seçkin, ileri gelen.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye, gizli maksat
ve fayda.
imtiyaz: fark, ayr›cal›k, üstünlük.
kâinat: bütün varl›klar, evren.
kâtib-i mu’ciznüma: mu’cize
gösteren yaz›c›.
kemal: olgunluk, mükemmellik, kusursuzluk.
kemalât: faziletler, iyilikler,
mükemmellikler.
kemalât-› manevîye: manevî
faziletler, mükemmellikler.
k›yas etmek: karfl›laflt›rma.
k›ymettar: de¤erli, k›ymetli.
lâtif: hofl, güzel, ince.
maani: manalar, anlamlar.
mana: anlam, yorum.
manas›z: anlams›z.
mevcudat: varl›klar, var olan her
fley.
Miraç: Peygamber Efendimizin
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
mu’cizat: mu’cizeler, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri
büyük harika ifller.
mu’ciznüma: mu’cizeli, mu’cize
gösteren.
müfessir: tefsir eden, aç›klayan,
Kur’ân-› Kerîm’in metnini tefsir,
flerh ve izah eden ‹slâm âlimi.
Nakkafl-› Ezelî: ezelî nakkafl, varl›¤›n›n bafllang›c› olmayan bütün
varl›klar› en güzel flekilde iflleyen,
yaratan Allah.
nihayet: son, bitim.
nihayetsiz: sonsuz.
niflan: iz, eser, belirti.
numune: örnek, misal.
sad›k: gerçek, do¤ru.
sahife: sayfa.
sair: di¤er, baflka.
saray-› âlem: kâinat saray›.
sukut etme: düflme, de¤erini yitirme.
s›fât: nitelik, vas›f.
tarz: flekil, biçim.
tavzif: vazifelendirme, görevlendirme.
telif etmek: kitap yazmak, eser
ortaya koymak.
temsil: benzetme, örnek.
tercüman: tercüme eden, çeviren, ifade eden.
vazife: görev, memuriyet.
zahir: görünen, aç›k, belli.
zat-› zîfünun: çok say›da fenleri
bilen zat.
Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 359
Bahusus, böyle her bir harfi binler manay› tazammun
eden bir kitap, sukut edemez ve ettirilmez. Öyle ise, o kitab› yazan, elbette onu bildirecektir, her taifesinin istidad›na göre, bir k›sm›n› anlatt›racakt›r. Hem, umumunu en
âmm nazarl›, en küllî fluurlu, en mümtaz istidatl› bir ferde ders verecektir. Öyle bir kitab›n umumunu ve küllî hakaik›n› ders vermek için, gayet yüksek bir seyrüsülûk ettirmek hikmeten lâz›md›r. Yani, birinci sahifesi olan tabakat-› kesretin en nihayetinden tut, tâ münteha sahifesi olan daire-i ehadiyete kadar bir seyeran ettirmek lâz›m
geliyor. ‹flte flu temsil ile, mirac›n ulvî hikmetlerine bir derece bakabilirsin.
fiimdi, makam-› istimada olan mülhide bak›p, kalbini
dinleyece¤iz; ne hale girdi¤ini görece¤iz.
‹flte, hat›ra geliyor ki: Onun kalbi diyor, “Ben inanmaya bafllad›m. Fakat iyi anlayam›yorum. Üç mühim
müflkülüm daha var:
“B i r i n c i s i: fiu mirac-› azîm, niçin Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur?
ahir: son, sonraki.
âlem-i arziye: dünya, yeryüzü.
âlem-i ulviye: yüce, yüksek
âlem.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve
selâm onun üzerine olsun.
âmm: umumî, genel.
âsâr: sanat eserleri.
azîm: büyük, yüce.
bahusus: özellikle, bilhassa.
daire-i ehadiyet: birlik dairesi,
Allah’›n Miraçta her bir varl›kta
birli¤inin tecellilerini göstererek
Peygamberimizi ulaflt›rd›¤› ve görüfltü¤ü daire.
fert: flah›s, kifli.
gayet: pek çok, son derece.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
halk olunmak: yarat›lmak.
hat›r: ak›l, zihin, fikir.
hikmet: ‹lâhî gaye, fayda, amaç.
hikmeten: hikmetçe, gaye ve
fayda bak›m›ndan.
istidat: kabiliyet, kapasite, yetenek.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
küllî: genel, kapsaml›, bütüne ait
lâz›m: gerek, gerekli.
mahzen: depo.
“‹ k i n c i s i: O zat, nas›l flu kâinat›n çekirde¤idir? Dersiniz, ‘Kâinat, onun nurundan halk olunmufl. Hem, kâinat›n en ahir ve en münevver meyvesidir.’ Bu ne demektir?
“Ü ç ü n c ü s ü: Sab›k beyanat›n›zda diyorsunuz ki,
‘Âlem-i ulvîye ç›kmak, flu âlem-i arziyedeki âsârlar›n makinelerini, tezgâhlar›n› ve netaicinin mahzenlerini görmek için uruç etmifltir.’ Ne demektir?”
makam-› istima: dinleme konumu, dinleyici.
mana: anlam.
Miraç: peygamber efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna
ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›
mu’cizesi.
Muhammed-i Arabî: aslen
Arap olan Peygamberimiz.
mülhit: dinsiz.
mümtaz: ayr›cal›kl›, üstün tutulmufl, seçkin.
münevver: nurlanm›fl, nurlu.
münteha: en son nokta.
360 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
müflkül: zor, güç; anlafl›lmas›
zor mesele.
nazar: bak›fl, görüfl.
netaiç: neticeler, sonuçlar.
nihayet: son.
nur: ayd›nl›k, ›fl›k.
sab›k beyanat: önceki aç›klamalar.
seyeran: seyahat, gezinti.
seyrüsülûk: Cenab-› Hakka
ermek için ç›k›lan manevî ,
ruhî yolculuk.
sukut: düflme, de¤erini yitirme.
fluur: anlay›fl, idrak, bilinç.
tabakat-› kesret: çokluk tabakalar›, say›s›z varl›klardan
oluflan tabaka.
taife: bölük, tak›m, topluluk.
tazammun etme: içermek,
içine alma.
temsil: benzetme, örnek.
tezgâh: üretim aleti.
ulvî: yüksek, yüce.
umum: bütün.
uruç: yukar› ç›kma, yükselme.
zat: flah›s, fert.
Elcevap:
• Birinci müflkülünüz otuz adet Sözlerde tafsilen halledilmifltir. Yaln›z, flurada zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) kemalât›na ve delâil-i nübüvvetine ve o mirac-› azama en
elyak o oldu¤una icmalî iflaretler nev’inde bir muhtasar
fihriste gösteriyoruz. fiöyle ki:
Evvelâ: Tevrat, ‹ncil, Zebur gibi kütüb-i mukaddeseden, pek çok tahrifata maruz olduklar› hâlde, flu zamanda dahi, Hüseyin-i Cisrî gibi bir muhakkik nübüvvet-i Ahmediyeye (a.s.m.) dair, yüz on dört iflarî beflaretleri ç›kar›p, Risale-i Hamidiye’de göstermifltir.
Saniyen: Tarihçe sabit, fi›kk ve Satih gibi meflhur iki
kâhinin, nübüvvet-i Ahmediyeden (a.s.m.) biraz evvel,
nübüvvetine ve ahir zaman Peygamberi o oldu¤una beyanatlar› gibi çok beflaretler, sahih bir surette tarihen
nakledilmifltir.
Salisen: Velâdet-i Ahmediye (a.s.m.) gecesinde Kâbe’deki sanemlerin sukutuyla, Kisra-i Farisin saray-› meflhuresi olan Eyvan› inflikak etmesi gibi, irhasat denilen
yüzer harika, tarihçe meflhurdur.
Rabian: Bir orduya parma¤›ndan gelen suyu içirmesi
ve camide bir cemaat-i azîme huzurunda, kuru dire¤in,
minberin naklinden dolay› müfarakat-i Ahmediyeden
(a.s.m.) deve gibi enin ederek a¤lamas›;
1
oônªn≤rdG s≥°nûrfGnh
nass› ile, flakk-› kamer gibi, muhakkiklerin tahkikat›yla
bine bali¤ mu’cizatla serfiraz oldu¤unu tarih ve siyer gösteriyor.
1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.)
bali¤: varan, ulaflan.
beflaret: müjde, sevindirici
haber.
beyanat: aç›klamalar.
cemaat-› azîme: büyük bir
topluluk, insanlar.
delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri.
elyak: daha lây›k, en lây›k.
enin etmek: inlemek.
eyvan: saray, köflk.
fihriste: konular› s›rayla gösteren liste.
Hüseyin-i Cisrî: bkz. fiah›s Bilgileri.
icmalî: k›saca.
‹ncil: Hz. ‹sa’ya gönderilmifl
olan ‹lâhî kitap.
irhasat: Peygamberimizin
peygamberli¤inden
önce
meydana gelen ve onun peygamber olaca¤›na iflaret eden
harika hâller.
iflarî beflaretler: Peygamberimizin gelece¤ine iflaret eden
sevindirici haberler, müjdeler.
Kâbe: Müslümanlar›n namaz
k›lmak için yöneldikleri mukaddes bina.
kâhin: gelecekten haber verdi¤i söylenen kimse.
kemalât: maddî ve manevî
güzellikler, mükemmellikler.
Kisra-i Faris: eski ‹ran padiflahlar›na verilen isim.
Kütüb-i Mukaddese: kutsal kitaplar.
minber: camide hatibin hutbe
okudu¤u merdivenli kürsü.
Mirac-› Azam: Peygamberimizin
Allah’›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
mu’cizat: mu’cizeler, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri
büyük harika ifller.
muhakkik: gerçe¤i araflt›ran, bir
fleyin iç yüzünü inceleyerek vâk›f
olan.
muhtasar: k›salt›lm›fl, k›sa, özet.
müfarakat-› Ahmediye: Peygamberimizden ayr›lma.
müflkül: güç, zor; anlafl›lmas› zor
mesele.
nas: aç›k, kesin ve sa¤lam hüküm.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik.
nübüvvet-i Ahmediye: Peygamberimizin nübüvveti, peygamberli¤i.
rabian: dördüncü olarak.
Risale-i Hamidiye: Hüseyin Cisrî’nin en önemli eseri.
sahih: gerçek, do¤ru.
salisen: üçüncü olarak.
sanem: put, Allah’tan baflka tap›n›lan fley.
saniyen: ikinci olarak.
saray-› meflhure: meflhur saray.
serfiraz: baflta gelen, seçkin.
siyer: Hz. Muhammed’in hayat›n›n bütün özelliklerini anlatan,
ilim dal›.
sukut: düflme.
flakk-› kamer: Peygamberimizin
parma¤›yla iflaret etmesi sonucu
ay›n ikiye ayr›lmas› mu’cizesi.
fi›kk ve Satih: Peygamber Efendimizin gelece¤ini önceden haber
veren meflhur iki kâhin, medyum.
tafsilen: ayr›nt›l› olarak.
tahkikat: araflt›rmalar, incelemeler.
tahrifata maruz: bozulmaya, de¤iflmeye u¤rama.
velâdet-i Ahmediye: Peygamberimizin do¤umu.
zat-› Ahmediye: Peygamberimizin kendisi, flahs›.
Zebur: Hz. Davud’a nazil olan ‹lâhî kitap.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 361
Hamisen: Dost ve düflman›n ittifak›yla ahlâk-› hasenenin flahs›nda en yüksek derecede ve bütün muamelât›n›n
flahadetiyle secaya-i samiye, vazifesinde ve tebligat›nda
en âlî bir derecede ve din-i ‹slâmdaki mehasin-i ahlâk›n
flahadetiyle fleriat›nda en âlî hisal-i hamide en mükemmel derecede bulundu¤una ehl-i insaf ve dikkat tereddüt
etmez.
ahlâk-› hasene: güzel ahlâk, seciye, huy.
âlem: dünya, bütün yarat›lm›fllar.
âlî: yüce, yüksek.
âsâr: eserler.
azamî: en fazla, en çok.
bilbedahe: apaç›k bir flekilde.
bilmüflahede: görerek, bizzat flahit olarak.
bizzarure: kesinlikle, mecburen.
celp: çekmek.
cemal: güzellik, Cenab-› Hakk›n
lütuf ve ihsan› ile tecellisi.
dellâl: ilân edici, tan›t›c›, hakka
davet eden.
din-i ‹slâm: ‹slâm dini.
ehl-i insaf: insafl› olanlar, gerçekleri oldu¤u gibi kabul edebilenler.
enzar-› dikkat: dikkat bak›fllar›.
Hâl›k-› âlem: âlemi yaratan, Allah.
hamisen: beflinci olarak.
hisal-i hamide: övülmüfl hasletler, özellikler, huylar.
hüsnüzatî: zat›n›n güzelli¤i.
ittifak: fikir birli¤i etme, uyuflma.
kemal: olgunluk, kusursuz, mükemmellik.
kemal-i sanat: sanattaki mükemmellik.
kesret tabakat›: çokluk tabakalar›, say›ca çok fazla olan varl›k
çeflitleri
mehasin-i ahlâk: ahlâk bak›m›ndan güzellikler.
meratib-i tevhit: Allah’›n bir oldu¤una inanman›n mertebeleri,
dereceleri.
muamelât: muameleler, insanlar›n birbirleriyle olan iliflkileri, ifllemleri.
mukabil: karfl›, karfl›l›k.
mukteza-i hikmet ve hakikat:
hakikatin ve belirli gayelere yönelik olarak, faydal›, yerli yerinde
olman›n gere¤i
mukteza-i hikmet: belirli gayele-
Sadisen: Onuncu Sözün ‹kinci ‹flaretinde iflaret edildi¤i gibi; Ulûhiyet, mukteza-i hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en azamî bir derecede zat-› Ahmediye
(a.s.m.), dinindeki azamî ubudiyetiyle en parlak bir derecede göstermifltir.
Hem Hâl›k-› Âlem’in nihayet kemaldeki cemalini bir
vas›ta ile göstermek mukteza-i hikmet ve hakikat olarak
istemesine mukabil, en güzel bir surette gösterici ve tarif
edici, bilbedahe o zatt›r.
Hem Sâni-i Âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i sanat› üzerine enzar-› dikkati celp etmek, teflhir etmek istemesine mukabil, en yüksek bir seda ile dellâll›k eden,
yine bilmüflahede o zatt›r.
Hem Bütün Âlemlerin Rabbi, kesret tabakat›nda Vahdaniyetini ilân etmek istemesine mukabil, tevhidin en
azamî bir derecede, bütün meratib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure o zatt›r.
Hem Sahib-i Âlem’in nihayet derecede âsâr›ndaki cemalin iflaretiyle, nihayetsiz hüsnüzatîsini ve cemalinin
re yönelik olarak, faydal› ve
yerli yerinde olman›n gere¤i.
nihayet: son derece.
nihayetsiz: sonsuz.
Rab: her fleyin sahibi, yaratan, büyüten, terbiye eden
Allah.
sadisen: alt›nc› olarak.
Sahib-i Âlem: âlemin sahibi;
Allah.
Sâni-i Âlem: bütün âlemi sanatl› bir flekilde yaratan Allah.
secaya-› samiye: yüksek,
k›ymetli karakterler, huylar.
362 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
seda: ses.
suret: flekil, biçim.
flahadet: flahit olma, tan›kl›k.
fleriat: ‹slâm dini, ‹slâm›n bütün hükümleri.
tarif edici: tan›t›c›, özelliklerini anlat›c›.
tebligat: tebli¤ler, bir emri ya
da haberi baflkalar›na ulaflt›rmalar, bildirmeler.
tereddüt: karars›zl›k, flüphede kalma.
teflhir: gösterme, sergileme.
tevhit: birleme, Allah’›n bir
oldu¤una inanmak.
tezahür: ortaya ç›kma, görünme.
ubudiyet: kulluk.
ulûhiyet: ilâhl›k, Cenab-› Hakk›n ibadet ve itaate lây›k tek
varl›k olmas›.
vahdaniyet: Allah’›n varl›¤›
ve birli¤i.
vas›ta: arac›.
vazife: görev.
zat: kifli, flah›s, fert.
Zat-Ahmediye: Peygamberimizin zat›, kendisi.
mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-i
hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil, en flaflaal› bir surette âyinedarl›k eden ve
gösteren ve sevip ve baflkas›na sevdiren, yine bilbedahe
o zatt›r.
Hem flu saray-› âlemin Sânii, gayet harika mu’cizeleri
ile ve gayet k›ymettar cevahirler ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teflhir istemesi ve onlarla kemalât›n› tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en azamî bir
surette teflhir edici ve tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedahe o zatt›r.
Hem flu kâinat›n Sânii, flu kâinat› enva-› acayip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapmas› ve zîfluur mahlûkat›n› seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve mukteza-i hikmet olarak onlara o âsâr ve
sanayiinin manalar›n›, k›ymetlerini ehl-i temafla ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil, en azamî bir surette
cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’ân-›
Hakîm vas›tas›yla rehberlik eden, yine bilbedahe o zatt›r.
Hem flu kâinat›n Hâkim-i Hakîm’i, flu kâinat›n tahavvülât›ndaki maksat ve gayeyi tazammun eden t›ls›m-›
mu¤lâk›n› ve mevcudat›n “Nereden? Nereye? Ve ne olduklar›?” olan flu üç sual-i müflkülün muammas›n› bir elçi vas›tas›yla umum zîfluurlara açt›rmak istemesine mukabil, en vaz›h bir surette ve en azamî bir derecede hakaik-› Kur’âniye vas›tas›yla o t›ls›m› açan ve o muammay› halleden, yine bilbedahe o zatt›r.
âsâr: eserler, izler, niflanlar.
âyine: ayna, mir’at.
âyinedar: ayna olan.
azamî: en fazla, en çok.
bilbedahe: apaç›k bir flekilde.
cevahir: cevherler, k›ymetli
fleyler.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
ehli temafla ve tefekkür: ibretle seyredip düflünenler.
elçi: peygamber.
enva-› acayip: hayret verici
çeflitler, türler.
gaye: maksat, hedef.
gayet: çok, son derece.
Hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân
hakikatleri, do¤rular›.
Hâkim-i Hakîm: her fleyi bir
maksatla uygun ve hikmetle
yaratan, her fleyi hükmü alt›nda tutup adaletle yöneten.
hall: çözme.
hazine-i gaybiye: görünmeyen hazine.
hüsnünün letaifi: güzelli¤inin
incelikleri.
ibret: ders ç›karma.
ins: insan
ithal: dahil etme, içine alma.
izhar: gösterme, meydana ç›karma.
kâinat: yarat›lm›fl bütün varl›klar, evren; yarat›lm›fl fleylerin tamam›.
kemalât: maddî ve manevî
güzellikler, mükemmellikler.
Kur’ân’› Hakîm: her ayet ve
suresinde say›s›z hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
k›ymet: de¤er, baha.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar.
maksat: kastedilen, istenilen fley.
mana: anlam.
mehasin: güzellikler.
melâike: melekler.
mevcudat: var olan her fley.
muamma: anlam› gizli ve güç anlafl›l›r söz.
mu’cize: Allah’›n yaratt›¤› ve benzerini yapmaktan insanlar›n âciz
kald›¤› fley.
mukabil: karfl›l›k, muadil.
mukteza-i hakikat ve hikmet:
hakikatin ve belirli gayelere yönelik olarak, faydal›, yerli yerinde
olman›n gere¤i.
mukteza-i hikmet: kâinattaki ve
yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye gere¤i.
rehber: yol gösteren, k›lavuz.
ruhanî: ruh ile ilgili.
sanayi: sanatlar, hünerler, ustal›klar.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
saray-› âlem: kâinat saray›.
seyir: yürüyüfl, gezinti.
sual-i müflkül: zor soru.
suret: flekil, biçim, tarz.
flaflaa: parlakl›k, gösterifl.
tahavvülât: de¤iflmeler.
tavsif: vas›fland›rma, niteleme,
bir fleyin iç yüzünü ve özelliklerini anlatma.
tazammun: ihtiva etme, içine alma.
tefekkür: zihni faaliyet gösterme,
düflünme.
tenezzüh: gezinti.
teflhir: gösterme, sergileme.
t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i
gizli s›r.
t›ls›m-› mu¤lâk: anlafl›lmas› güç
olan gizli s›r.
umum: bütün.
vas›ta: arac›, el.
vaz›h: aç›k.
zat: flah›s, fert, kifli; Hz. Muhammed.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
ziynet: süs.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 363
Hem flu âlemin Sâni-i Zülcelâl’i, bütün güzel masnuat›yla Kendini zîfluur olanlara tan›tt›rmak ve k›ymetli nimetlerle Kendini onlara sevdirmesi, bizzarure onun mukabilinde zîfluur olanlara marziyat› ve arzu-yu ‹lâhiyelerini bir elçi vas›tas›yla bildirmesini istemesine mukabil, en
âlâ ve ekmel bir surette, Kur’ân vas›tas›yla o marziyat ve
arzular› beyan eden ve getiren, yine bilbedahe o zatt›r.
ahsen: en güzel.
âlâ: yüce.
âlem: dünya, kâinat.
arzu-yu ‹lâhiye: Allah’›n istekleri,
arzular›.
azamî: en fazla, nihayet derecede.
bâkî: ebedî, daimî.
beyan: anlatma, aç›klama.
bilbedahe: apaç›k.
bilmüflahede: görerek.
bizzarure: kesinlikle, mecburen.
eblâ¤: en düzgün bir söz.
ekmel: mükemmel, en uygun;
tam.
elçi: haberci, peygamber.
eflref: en flerefli.
fânî: ölümlü.
gayet: son derece, çok.
hakaik: do¤rular, gerçekler.
hakaik-i gaybiye: gizli olan gayba ait gerçekler.
hakikî: gerçek.
hazine-i rahmet: tükenmeyen
rahmet hazinesi.
hissiyat: hisler, duygular.
ifa: yerine getirme.
iman: inanç, inanma.
irade-i tahsin: güzel yapma, güzellefltirme iste¤i.
Kab-› Kavseyn: Peygamberimizin
miraçta ulaflt›¤› ve bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu¤u makam.
Kab-› Kavseyn: yay›n iki ucu aras›ndaki mesafe gibi çok yak›n.
kast-› tezyin: süsleme iste¤i.
kesret: çokluk, bolluk.
k›ymet: de¤er, baha.
marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak hâl ve hareketler; raz›
Hem Rabbülâlemîn, meyve-i âlem olan insana âlemi
içine alacak bir vüs’at-i istidat verdi¤inden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya etti¤inden; ve hissiyatça kesrete
ve dünyaya müptelâ oldu¤undan, bir rehber vas›tas›yla
yüzlerini kesretten Vahdete, fânîden bâkîye çevirmek istemesine mukabil, en azamî bir derecede, en ebl⤠bir
surette, Kur’ân vas›tas›yla en ahsen bir tarzda rehberlik
eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifa eden,
yine bilbedahe o zatt›r.
‹flte, mevcudat›n en eflrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eflref olan zîfluur ve zîfluur içinde en eflref olan hakikî insan ve hakikî insan içinde geçmifl vezaifi en azamî
bir derecede, en ekmel bir surette ifa eden zat, elbette o
mirac-› Azîm ile Kab-› Kavseyn’e ç›kacak, saadet-i ebediye kap›s›n› çalacak, hazine-i rahmetini açacak, iman›n
hakaik-› gaybiyesini görecek, yine o olacakt›r.
Sabian: Bilmüflahede flu masnuatta gayet güzel tahsinat, nihayet derecede süslü tezyinat vard›r. Ve bilbedahe
flöyle tahsinat ve tezyinat, onlar›n Sâniinde, gayet fliddetli bir irade-i tahsin ve kast-› tezyin var oldu¤unu gösterir.
olunacak fleyler.
masnuat: sanatla yap›lm›fl
fleyler.
mevcudat: var olan her fley,
kâinat.
meyve-i âlem: âlemin meyvesi.
Mirac-› azîm: büyük Miraç.
mukabil: karfl›, karfl›l›k.
müheyya: haz›rlanm›fl.
müptelâ: düflkün, ba¤l›.
nihayet: son.
nimet: iyilik, lütuf, ihsan.
Rabbülâlemîn: bütün âlem-
364 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
leri idare ve terbiye eden Allah.
rehber: yol gösteren, k›lavuz.
risalet: peygamberlik görevi.
saadet-i ebedîye: sonsuz
mutluluk.
sabian: yedinci.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak
yapan, yaratan Allah.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah.
suret: flekil, biçim.
tahsinat: güzel bulmalar.
tezyinat: süsler, süslemeler.
ubudiyet-i külliye: çok kapsaml› bir kulluk.
vahdet: birlik.
vas›ta: arac›.
vazife: görev.
vezaif: vazifeler.
vüs’at-i istidat: kabiliyet vas›tas›.
zat: kendi, kifli, flah›s; Hz. Muhammed.
zîhayat: hayat sahibi, canl›.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
Ve irade-i tahsin ve tezyin ise, bizzarure o Sâni’de, sanat›na karfl› kuvvetli bir ra¤bet ve kudsî bir muhabbet oldu¤unu gösterir. Ve masnuat içinde en cami ve letaif-i sanat› birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve
kendini sevdiren ve baflka masnuattaki güzellikleri
1
*G nABÉ°n TÉne deyip istihsan eden, bilbedahe o sanatperver
ve sanat›n› çok seven Sâniin nazar›nda en ziyade mahbup, o olacakt›r.
‹flte masnuat› yald›zlayan mezâyâ ve mehasine ve
mevcudat› ›fl›kland›ran letaif ve kemalâta karfl›,
2
ôo Ñn rcnG *nG ,*G nABÉ°n TÉne ,$G n¿ÉnërÑ°oS diyerek semavat› ç›nlatt›-
ran ve Kur’ân’›n na¤amat›yla kâinat› velveleye verdiren,
istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teflhir ile, zikir ve tevhit
ile, ber ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüflahede o zatt›r.
‹flte böyle bir zat ki,
3
pπpYÉnØrdÉnc oÖnÑ°sùdn G s›rr›nca, bütün
ümmetin iflledi¤i hasenat›n bir misli onun kefe-i mizan›nda bulunan ve umum ümmetinin salâvat›, onun manevî
kemalât›na imdat veren ve risaletinde gördü¤ü vezaifin
netaicini ve manevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i ‹lâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir
zat, elbette miraç merdiveniyle Cennete, Sidretü’l-Münteha’ya, Arfla ve Kab-› Kavseyn’e kadar gitmek, ayn›
hak, nefs-i hakikat ve mahz-› hikmettir.
• ‹kinci müflkül: Ey makam-› istimadaki insan! fiu
ikinci iflkâl etti¤in hakikat o kadar derindir, o kadar
1. Allah dilemifl ne güzel yaratm›fl.
2. Allah her türlü noksan s›fattan münezzehtir. Allah dilemifl ne güzel yaratm›fl. Allah en büyük ve en yücedir.
3. Bir fleye sebep olan, onu iflleyen gibidir. [“Hayr›n yolunu gösteren, onu iflleyen gibidir” (Fey zü’l-Kadîr, c.3, s. 537, hadis no: 4250; Keflfü’l-Hafa, c. 1, s. 399.) hadisinden al›nan bir ölçü.]
Allahü ekber: Allah en büyüktür.
arfl: Allah’›n büyüklük ve yüceli¤inin ve her fleyi kuflatan
s›n›rs›z egemenli¤inin tecelli
etti¤i yer.
si.
ber ve bahir: kara ve deniz.
bilbedahe: apaç›k.
bilmüflahede: görerek.
bizzarure: zarurî olarak,
mecburen.
ayn-› hak: gerçe¤in tâ kendi- cami: genifl, kapsayan.
cezbe: çekme, çekifl.
feyiz: bolluk, bereket.
hakikat: gerçek.
hasenat: güzellikler, iyilikler.
irade-i tahsin: güzel yapma,
güzellefltirme iste¤i.
istihsan: güzel bulma, be¤en-
me.
iflkâl etmek: zorlaflt›rmak, güçlefltirmek.
kefe-i mizan: terazi kefesi, gözü.
kemalât: iyilikler, mükemmellikler.
kudsî: mukaddes, kutlu.
letaif: incelikler, güzellikler.
letaif-i sanat: sanattaki güzellikler.
mahbup: sevilmifl, sevilen.
mahz-› hikmet: yarat›l›fltaki ‹lâhî
gayelerin hazinesi.
makam-› istimada: dinleme konumunda.
masnuat: sanatla yap›lm›fl eserler.
maflaallah: Cenab-› Hak ne güzel
dilemifl, ne güzel yaratm›fl.
mazhar: eriflme, sahip olma.
mehasin: güzellikler.
mevcudat: var olan her fley.
mezâyâ: özellikler.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhabbet: sevgi.
muhabbet-i ‹lâhiye: Allah sevgisi.
münezzeh: uzak, temiz.
müflkül: güç, zor, çetin.
na¤amat: güzel sesler.
nefs-i hakikat: gerçe¤in tâ kendisi.
netaiç: sonuçlar.
rahmet: ac›ma, merhamet etme.
risalet: elçilik, peygamberlik.
salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme.
sanatperver: sanat sever.
Sâni: yapan, her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
semavat: semalar, gökler.
Sidretü’l-Münteha: yedinci kat
gökte oldu¤u rivayet edilen ve
Peygamberimizin ulaflt›¤› en son
makam.
Sübhanallah: Cenab-› Hak bütün
kusurlardan uzakt›r, anlam›nda
bir zikir sözü.
s›fat: hâl, keyfiyet, nitelik, vas›f.
tefekkür: bir mesele hakk›nda
zihni faaliyet gösterme, düflünme.
teflhir: sergileme.
tevhit: Allah’›n bir oldu¤una
inanma.
tezyin: süsleme.
ümmet: bütün Müslümanlar.
velvele: ba¤r›flma, gürültü,
zikir: ad›n› anma.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 365
yüksektir ki, ak›l ona ne ulafl›r, ne de yanafl›r; illâ, nur-i
iman ile görünür. Fakat, baz› temsilât ile o hakikatin vücudu fehme takrip edilir. Öyle ise, bir nebze takribe çal›flaca¤›z.
‹flte flu kâinata nazar-› hikmetle bak›ld›¤› vakit, azîm
bir flecere manas›nda görünür. Ve flecerenin nas›l dallar›, yapraklar›, çiçekleri, meyveleri vard›r; flu flecere-i hilkatin de bir fl›kk› olan âlem-i süflînin, anas›r dallar›, nebatat ve eflcar yapraklar›, hayvanat çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.
Sâni-i Zülcelâl’in a¤açlar hakk›nda cari olan bir kanunu, elbette flu flecere-i azamda da cari olmak, mukteza-i
ism-i Hakîm’dir. Öyle ise, mukteza-i hikmet, flu flecere-i
hilkatin de bir çekirdekten yap›lmas›d›r. Hem, öyle bir
çekirdek ki, âlem-i cismanîden baflka, sair âlemlerin numunesini ve esasat›n› cami olsun. Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinat›n çekirdek-i aslîsi ve
menflei, kuru bir madde olamaz.
ahir: son.
âlem: dünya, cihan.
âlem-i cismanî: maddî âlem.
âlem-i süflî: pis âlem.
anas›r: unsurlar; toprak, hava, su,
atefl.
arz: yer, dünya.
azîm: büyük, yüce.
befler: insan.
cami: toplayan, içine alan.
cari: geçerli, yürürlükte.
celp: çekme, çekifl.
çekirdek-i aslî: as›l çekirdek, öz.
daima: her vakit.
esasat: esaslar, kökler, temeller.
eflcar: a¤açlar.
evvel-i f›trat: yarat›l›fl›n bafllang›c›.
fehme takrip etmek: akl›n alaca¤› flekilde anlatmak, anlay›fla
yaklaflt›rmak.
hakikat: gerçek.
Hakîm: her fleyi bir maksatla uygun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
hilkat: yarat›l›fl.
hükmünde: yerinde, de¤erinde.
illâ: ancak.
iman: inanma, inanç.
ispat: do¤rulu¤u delillerle kan›tlanma.
kâinat: bütün âlemler, varl›klar,
evren.
libas: elbise.
Madem flu flecere-i kâinattan daha evvel, o neviden
baflka flecere yok; öyle ise, ona menfle ve çekirdek hükmünde olan mana ve nur, elbette yine flecere-i kâinatta
bir meyve libas›n›n giydirilmesi, yine Hakîm isminin
muktezas›d›r. Çünkü, çekirdek daima ç›plak olamaz. Madem evvel-i f›tratta, meyve, libas›n› giymemifl; elbette,
ahirde o libas› giyecektir. Madem o meyve insand›r; ve
madem insan içinde, sab›kan ispat edildi¤i üzere, en
meflhur meyve ve en muhteflem semere ve umumun
nazar-› dikkatini celp eden ve arz›n n›sf›n› ve beflerin
mana: anlam.
menfle: esas, kök, kaynak.
meflhur: flöhretli.
muhtelif: çeflitli, farkl›.
muhteflem: ihtiflaml›, görkemli.
mukteza: gereklilik.
mukteza-i hikmet: hikmetin
gere¤i.
mukteza-i ism-i Hakîm: Allah’›n her fleyi hikmetle yapt›¤›n› bildiren isminin gere¤i.
nazar: bakma, bak›fl.
nazar-› hikmet: ‹lâhî maksa-
366 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
da uygun bak›fl, düflünme.
nebatat: bitkiler.
nebze: bir parça.
nevi: çeflit; cins.
numune: örnek, misal.
nur: ayd›nl›k.
n›sf: yar›m yar›.
sab›kan: bundan önce, evvelce.
sair: di¤er.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanatla yaratan Allah.
semere: meyve, yemifl.
flecere: a¤aç.
flecere-i azam: büyük a¤aç.
flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›.
flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›,
varl›k a¤ac›.
fl›k: seçenek, alternatif.
takrip: yaklaflt›rma.
tazammun: ihtiva etme, içine
alma.
temsilât: temsiller, örnekler.
umum: genel, ço¤unluk.
vücut: varl›k.
humsunun nazar›n› kendine hasreden ve mehasin-i maneviyesi ile âlemi ya nazar-› muhabbet veya hayretle
kendine bakt›ran meyve ise zat-› Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmd›r; elbette, kâinat›n teflekkülüne çekirdek olan nur, onun zat›nda cismini giyerek, en ahir bir
meyve suretinde görünecektir.
Ey müstemi! fiu acip kâinat-› azîme, bir insan›n cüz’î
mahiyetinden halk olunmas›n› istib’at etme! Bir nevi
âlem gibi olan muazzam çam a¤ac›n›, bu¤day tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, flu kâinat›
nur-i Muhammedîden (aleyhissalâtü vesselâm) nas›l halk
etmesin veya edemesin? ‹flte flecere-i kâinat, flecere-i Tuba gibi, gövdesi ve kökü yukar›da, dallar› afla¤›da oldu¤u
için, afla¤›daki meyve makam›ndan, tâ çekirdek-i aslî
makam›na kadar, nuranî bir hayt-› münasebet var. ‹flte
Miraç, o hayt-› münasebetin g›laf› ve suretidir ki, Zat-›
Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o yolu açm›fl; velâyetiyle gitmifl, risaletiyle dönmüfl ve kap›y› da aç›k b›rakm›fl. Arkas›ndaki evliya-i ümmeti, ruh ve kalp ile o cadde-i nuranîde, mirac-› Nebevînin gölgesinde seyrüsülûk
edip istidatlar›na göre makamat-› âliyeye ç›k›yorlar.
Hem, sab›kan ispat edildi¤i üzere, flu kâinat›n Sânii,
birinci iflkâlin cevab›nda gösterilen makas›d için, flu kâinat› bir saray suretinde yapm›fl ve tezyin etmifltir. O makas›d›n medar›, zat-› Ahmediye (a.s.m.) oldu¤u için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinat’›n nazar-› inayetinde olmas›
ve en evvel tecellisine mazhar olmak lâz›m geliyor. Çünkü, bir fleyin neticesi, semeresi evvel düflünülür.
acip: hayret veren.
ahir: son.
âlem: dünya, cihan, bütün
yarat›lm›fllar.
aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun.”
cadde-i nuranî: nurlu cadde.
cüz’î: az, pek az.
çekirdek-i aslî: as›l çekirdek.
evliya-i ümmet: ‹slâm ümmeti içinde velîlik derecesine
ç›kanlar.
g›laf: k›l›f.
halk: yaratma, yarat›fl.
hasretmek: özgü k›lmak.
hayt- münasebet: irtibat,
ba¤lant› ipi.
hums: beflte bir.
istib’at: uzak görme.
istidat: kabiliyet, yetenek.
iflkâl: güçlük, zorluk.
Kadîr-i Zülcelâl: büyüklük sahibi ve her fleye gücü yeten
Allah.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, evren, bütün
âlemler, varl›klar.
kâinat-› azîme: büyük kâinat.
mahiyet: nitelik, özellik.
makam: mevki, de¤er.
makamat-› âliye: yüksek
makamlar.
makas›d: maksatlar, gayeler.
mazhar: görünme ve yans›ma yeri.
medar: dayanak noktas›, sebep, vesile.
mehasin-i manevîye: manevî güzellikler.
Mirac-› Nebevî: Peygamber
Efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muazzam: çok büyük
münasebet: iki fley aras›ndaki
uygunluk, ilgi, yak›nl›k.
müstemi: dinleyici.
nazar: bakma, bak›fl.
nazar-› inayet: yard›m ve koruma bak›fl›.
nazar-› muhabbet: sevgi bak›fl›.
nevi: çeflit.
nur: ayd›nl›k.
nuranî: nurlu.
nur-i Muhammedî: Hz. Muhammed’in nuru.
risalet: elçilik, peygamberlik.
ruh: manevî varl›k, insan›n öz
benli¤i.
sab›kan: evvelce.
Sâni: bütün âlemlerin yarat›c›s›,
yap›c›s› olan Allah.
Sâni-i kâinat: bütün âlemlerin
yarat›c›s› olan Allah.
semere: meyve.
seyrüsülûk: manevî ve ruhî yolculuk.
suret: biçim, görünüfl, flekil.
flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›.
flecere-i Tuba: Cennetteki Tuba
a¤ac›.
tecelli: yans›ma, görünme.
teflekkül: meydana gelme, oluflum.
tezyin: süsleme, ziynetlendirme.
velâyet: velîlik, ermifllik.
zat: Hz. Muhammed.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
Zat-› Muhammediye: Hz. Muhammed’in zat›.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 367
ahir: son, en sonra.
âlem: kâinat, evren, dünya; sema, gök katmanlar›ndan.
âlem-i süflî: afla¤› âlem, dünya.
amel: fiil, ifl, emek.
arfl: sema, gök, taht.
avalim-i ulviye: yüksek dünyalar, yüce âlemler.
Cennetü’l-Me’vâ: Cennetin tabakalar›ndan biri.
cüz’iyat: ufak tefek fleyler.
ecnas-› mahlûkat: yarat›lanlar›n
çeflitler.
ef’al: fiiller, ifller, ameller.
emarat: emareler, alâmetler.
esma: adlar, isimler.
esnaf-› masnuat: yarat›lanlar›n
s›n›flar›.
evvel: önce, bafllang›ç.
fevkinde: üstünde, üzerinde.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hasenat: güzellikler, iyilikler, hay›rlar.
hikmet-i kâinat: kâinat›n yarat›lmas›ndaki gaye.
hilkat: yarat›l›fl.
hükmünde: yerinde, de¤erinde.
ihata: kapsama, kuflatma.
iktiza: lâz›m gelme, gereklilik.
ins: insan.
intiflar: yay›lma.
‹sm-i Hakîm: Hakîm ismi; Cenab› Hakk›n hikmetle, faydalar› takip
ederek ifl gören manas›ndaki ismi.
istiap: içine alma, kaplama.
iflarat: iflaretler, alâmetler.
kâinat: bütün âlemler, evren.
kesret: çokluk, bolluk.
Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân.
küllî: kapsaml›, genel.
küre-i arz: dünya, yer küre.
küre-i zemin: yer yuvarla¤›, dünya.
lâz›m: gerek, gerekli.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar.
mahfler-i masnuat: sanat eseri
varl›klar›n topland›¤› yer.
maksat: kastedilen, istenilen fley.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mazhar: görünme ve yans›ma
yeri.
medar-› k›ymet: k›ymetli say›lmalar›na sebep, vesile.
medar-› zuhur: ortaya ç›kmalar›na, do¤malar›na sebep, vesile.
menba: kaynak.
merkez-i tasarruf: komuta ve
yönetim merkezi.
muhit: kapsaml›, kuflat›c›.
mükemmel: tam olgun, kâmil
manada.
Demek, vücuden en ahir, manen de en evveldir. Hâlbuki, zat-› Ahmediye, (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-› k›ymeti ve bütün
maksatlar›n medar-› zuhuru oldu¤undan, en evvel tecelli-i icada mazhar onun nuru olmak lâz›m gelir.
• Üçüncü müflkülün o kadar genifltir ki, bizim gibi
dar zihinli insanlar, istiap ve ihata edemez. Fakat uzaktan uza¤a bakabiliriz.
Evet, âlem-i süflînin manevî tezgâhlar› ve küllî kanunlar›, avalim-i ulviyededir. Ve mahfler-i masnuat olan küre-i arz›n hadsiz mahlûkat›n›n netaic-i amelleri ve cin ve
insin semerat-› ef’alleri, yine avalim-i ulviyede temessül
eder. Hatta, hasenat Cennetin meyveleri suretine, seyyiat ise Cehennemin zakkumlar› flekline girdikleri, pek çok
emarat ve pek çok rivayat›n flahadeti ile ve hikmet-i kâinat›n ve ism-i Hakîm’in iktizas›yla beraber, Kur’ân-› Hakîm’in iflarat› gösteriyor. Evet, zeminin yüzünde kesret,
o kadar intiflar etmifl ve hilkat o kadar teflaub etmifl ki,
bütün kâinatta münteflir umum masnuat›n pek çok fevkinde ecnas-› mahlûkat ve esnaf-› masnuat küre-i zeminde bulunur, de¤iflir; daima dolup boflal›r. ‹flte flu cüz’iyat
ve kesretin menbalar›, madenleri elbette küllî kanunlar
ve küllî tecelliyat-› esmaiyedir ki, o küllî kanunlar, o küllî
tecelliler ve o muhit esmalar›n mazharlar› da bir derece
basit ve safî ve her biri bir âlemin arfl› ve sakf› ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan semavatt›r ki; o
âlemlerin birisi de Sidretü’l-Münteha’daki Cennetü’lMe’vâ’d›r. Yerdeki tesbihat ve tahmidat, o Cennetin
münteflir: yay›lan.
müflkül: güç, zor.
netaic-i amel: iflin neticeleri,
sonuçlar›.
nur: ayd›nl›k.
rivayat: rivayetler, nakiller.
safî: duru, kat›fl›ks›z.
sakf: çat›, tavan.
semavat: semalar, gökler.
semerat-› ef’al: fiillerin meyveleri, ürünleri.
seyyiat: fenal›klar, günahlar.
Sidretü’l-Münteha: Miraç esnas›nda
Peygamberimizin
368 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ulaflt›¤› son nokta.
suret: flekil, biçim.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
tahmidat: övgüler, flükretmeler.
tecelli: yans›ma, görünme.
tecelli-i icada mazhar: yaratma fiilinin göründü¤ü yer.
tecelliyat-› esmaiye: Allah’›n
isimlerinin tecellileri, görüntüleri.
temessül: bir flekil ve surete
girme, cisimlenme.
tesbihat: Allah’› öven ve ku-
surdan yüce tutan sözler.
teflaub: flube flube, dal budak.
tezgâh: ifl yeri, dokuma aleti.
ulviye: yüksek, yüce, semavî.
vücuden: vücut itibar›yla.
zakkum: meyvesi ac› olan bir
cins a¤aç.
zat-› Ahmediye: Hz. Muhammed Efendimiz.
zemin: yer, yeryüzü.
zihin: kavrama gücü, anlay›fl.
meyveleri suretinde—Muhbir-i Sad›k›n ihbar› ile—temessül etti¤i sabittir.
‹flte, bu üç nokta gösteriyorlar ki, yerde olan netaiç ve
semerat›n mahzenleri, oralardad›r ve mahsulât› o tarafa
gider.
Deme ki, “Havaî bir Elhamdülillâh kelimem nas›l mücessem bir meyve-i Cennet olur?”
Çünkü, sen gündüz uyan›k iken güzel bir söz söylersin; bazen rüyada güzel bir elma fleklinde yersin. Gündüz
çirkin bir sözün, gecede ac› bir fley suretinde yutars›n.
Bir g›ybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler.
Öyle ise, flu dünya uykusunda söyledi¤in güzel sözlerin
ve çirkin sözlerin, meyveler suretinde uyan›k âlemi olan
âlem-i ahirette yersin ve yemesini istib’at etmemelisin.
***
Dördüncü Esas
M i rac›n semerat› ve faydas› nedir?
E l c e v a p : fiu flecere-i Tuba-i maneviye olan mirac›n
befl yüzden fazla meyvelerinden numune olarak yaln›z
befl tanesini zikredece¤iz.
B‹R‹NC‹ MEYVE:
Erkân-› imaniyenin hakaik›n› göz ile görüp, melâikeyi,
Cenneti, ahireti, hatta Zat-› Zülcelâl’i göz ile müflahede
ahiret: öbür dünya, ikinci hayat yurdu.
âlem: dünya, cihan.
âlem-i ahiret: ahiret hayat›,
öteki dünya.
elhamdülillâh: her türlü
hamd ve övgü Allah’a aittir.
erkân-› imaniye: imana ait
esaslar.
g›ybet: arkadan çekifltirme,
dedikodu yapma.
hakaik: do¤rular, gerçekler.
havaî: havaya ait, havada
olan.
ihbar: haber verme, bildirme.
istib’at: ak›ldan uzak görmek,
ihtimal vermeme.
mahsulât: ürünler.
mahzenler: depolar.
melâike: melekler, nurdan
yarat›lm›fl, mahlûklar.
Miraç: Peygamberimiz Hz.
Muhammed efendimizin, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
Muhbir-i Sad›k: gerçe¤i, hakikati haber veren Peygamberi-
miz.
murdar: pis, kirli, i¤renç.
mücessem: cisim hâline gelmifl, cisimleflmifl.
müflahede: bir fleyi gözle görme, seyrederek anlama.
netaiç: neticeler, sonuçlar.
numune: örnek, misal.
semerat: ürünler, meyveler.
suret: flekil, biçim.
flecere-i Tuba-i manevîye:
manevî Tuba a¤ac›.
temessül: bir flekil ve surete
girme, cisimlenme.
Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
zikretmek: ad›n› anma, belirtmek.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 369
abd-i has: özel ve ayr›cal›kl› kul;
Hz. Muhammed.
âciz: zay›f, güçsüz.
a’dâ: düflman.
ahsen-i takvim: en güzel flekil,
bir kulun ulaflabilece¤i en güzel
k›vam ve hâl.
arzu: istek.
arzukefl: arzulu, istekli.
âyine-i cemal-i Zat-› Ehadiye: bir
olan Allah’›n mukaddes ve benzersiz güzelli¤inin aynas›.
bekas›z: sürekli olmayan.
befler: insan.
cemal: güzellik.
Cennet-i Bâkiye: bâkî, sonsuz
Cennet.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
esasat: esaslar, kökler, temeller.
fakir: fakir, yoksul.
fânî: ölümlü, muvakkat, geçici.
habip: sevilen, seven.
hacat: hacetler, ihtiyaçlar.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat: gerçek.
hakikî: gerçek.
Hâkim-i Ezel ve Ebed: varl›¤›n›n
bafllang›c› ve sonu olmayan, kudret ve hâkimiyet sahibi, ezel ve
ebed hâkimi Allah.
halil: samimî dost.
hayretkâr: hayran kalan, hayran
olan.
ins: insan.
istihsan: güzel bulma, be¤enme.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, evren.
kemalât: iyilikler, mükemmellikler.
kudsî: kutsal, kusursuz ve yüce.
marziyat: raz› olunacak fleyler.
marziyat-› Rabbanîye: Allah’›n
r›zas›na uygun olan hâl ve hareketler.
mektubat-› Samedâniye: A llah’›n yaratt›¤› her biri birer mektup gibi manalar ifade eden varl›klar; hiçbir fleye ihtiyac› olmayan ve bütün varl›klar›n Kendisine muhtaç oldu¤u Allah’›n yaratt›klar›.
merakaver: merak verici, düflündürücü.
mesrur: sevinçli.
meyve-i kudsiye: temiz yarat›lan meyve.
misafir-i aziz: aziz ve de¤erli sayg›n misafir.
mu’cize-i kudret-i Samedâniye:
her fleyin muhtaç oldu¤u ‹lâhî
güç ve kuvvetin mu’cizeli¤i, harika oluflu.
muhatap: kendisine söz söylenilen.
muhsin: ihsan eden, iyilik yapan.
müflevvefl: belirsiz, karmakar›fl›k.
etmek, kâinata ve beflere öyle bir hazine ve bir nur-i ezelî ve ebedî bir hediye getirmifltir ki; flu kâinat› periflan ve
fânî ve karma kar›fl›k bir vaziyet-i mevhumeden ç›kar›p,
o nur ve o meyve ile, o kâinat› kudsî mektubat-› Samedâniye, güzel âyine-i cemal-i Zat-› Ehadiye vaziyeti olan
hakikatini göstermifl. Kâinat› ve bütün zîfluuru sevindirip
mesrur etmifl. Hem, o nur ve o meyve ile, befleri müflevvefl, periflan, âciz, fakir, hacat› hadsiz, a’dâs› nihayetsiz
ve fânî, bekas›z bir vaziyet-i dalâletkârâneden, o insan›,
o nur, o meyve-i kudsiye ile ahsen-i takvimde bir mu’cize-i kudret-i Samedâniyesi ve mektubat-› Samedâniyenin
bir nüsha-i camias› ve Sultan-› Ezel ve Ebed’in bir muhatab›, bir abd-i hass›; ve kemalât›n›n istihsanc›s›, halili; ve
cemalinin hayretkâr›, habibi; ve Cennet-i bâkiyesine
namzet bir misafir-i azizi suret-i hakikîsinde göstermifl.
‹nsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz
bir flevk vermifltir.
‹K‹NC‹ MEYVE:
Sâni-i Mevcudat ve Sahib-i Kâinat ve Rabbülâlemîn
olan Hâkim-i Ezel ve Ebed’in marziyat-› Rabbaniyesi
olan ‹slâmiyetin, baflta namaz olarak, esasat›n› cin ve inse hediye getirmifltir ki, o marziyat› anlamak, o kadar
merakaver ve saadetaverdir ki, tarif edilmez. Çünkü,
herkes, büyükçe bir velî-i nimetini, yahut muhsin bir padiflah›n›n uzaktan arzular›n› anlamaya ne kadar arzukefl
ve anlasa ne kadar memnun olur. Temenni eder ki,
“Keflke bir vas›ta-i muhabere olsa idi, do¤rudan do¤ruya
o zat ile konuflsa idim, benden ne istiyor anlasa idim,
namzet: aday.
nihayetsiz: sonsuz.
nur: ayd›nl›k.
nur-i ezelî ve ebedî: ezelî ve
ebedî ayd›nl›k, öncesi olmayan ve sonsuza kadar devam
edecek olan nur.
nüsha-i camia: çok genifl ve
kapsaml› nüsha.
padiflah: hükümdar, sultan.
periflan: da¤›n›k, kar›fl›k, düzensiz.
Rabbülâlemîn:
âlemlerin
Rabbi, bütün âlemleri idare
370 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ve terbiye eden Allah.
saadetaver: mutluluk veren.
Sahib-i Kâinat: kâinat›n sahibi yaratan› olan Allah.
Sâni-i Mevcudat: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
Sultan-› Ezel ve Ebed: ezel ve
ebed sultan›; varl›¤›n›n bafllang›c› ve sonu olmayan kudret ve hâkimiyet sahibi, sultan› Allah.
suret: flekil, biçim.
sürur: sevinç.
flevk: fliddetli arzu ve istek.
temenni: dilek, istek, arzu.
vas›ta-i muhabere: haberleflme arac›.
vaziyet: durum, durufl.
vaziyet-i dalâletkârâne: dinsizce durum, küfür hâli.
vaziyet-i mevhume: olmad›¤› hâlde var say›lan vaziyet,
durum.
velî-i nimet: iyilik, lütuf sahibi.
Zat: Allah.
zîfluur: fluur sahibi, bilinçli.
benden Onun hofluna gideni bilse idim” der. Acaba bütün mevcudat, kabza-i tasarrufunda ve bütün mevcudattaki cemal ve kemalât, Onun cemal ve kemaline nispeten zay›f bir gölge ve her anda nihayetsiz cihetlerle Ona
muhtaç ve nihayetsiz ihsanlar›na mazhar olan befler, ne
derece Onun marziyat›n› ve arzular›n› anlamak hususunda hâhiflger ve merakaver olmas› lâz›m oldu¤unu anlars›n.
‹flte, Zat-› Ahmediye (a.s.m.) yetmifl bin perde arkas›nda o Sultan-› Ezel ve Ebed’in marziyat›n› do¤rudan do¤ruya miraç semeresi olarak hakkalyakîn iflitip, getirip beflere hediye etmifltir.
Evet, befler, kamerdeki hâli anlamak için ne kadar merak eder ki; biri gidip, dönüp haber verse. Hem ne kadar fedakârl›k gösterir. E¤er anlasa, ne kadar hayret ve
meraka düfler. Hâlbuki, kamer öyle bir Malikü’l-Mülk’ün
memleketinde geziyor ki, kamer bir sinek gibi küre-i arz›n etraf›nda pervaz eder, küre-i arz pervane gibi flemsin
etraf›nda uçar, flems binler lâmbalar içinde bir lâmbad›r
ki, o Malikü’l-Mülk-i Zülcelâl’in bir misafirhanesinde
mumdarl›k eder. ‹flte Zat-› Ahmediye (a.s.m.), öyle bir
Zat-› Zülcelâl’in fluunat›n› ve acaib-i sanat›n› ve âlem-i
bekada hazain-i rahmetini görmüfl, gelmifl, beflere söylemifl. ‹flte befler, bu zat›, kemal-i merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilâf-› ak›l ve hikmetle hareket etti¤ini anlars›n.
acayip: dikkat çekici, hayret
verici fleyler.
âlem-i beka: sonsuzluk âlemi, ahiret.
arzular: istekler.
befler: insan, insanl›k.
cemal ve kemalât: güzellik
ve mükemmellikler.
cemal: güzellik.
cihet: yön, taraf.
fedakâr: kendini veya flahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda eden.
hâhiflger: istekli.
hakkalyakîn: yaflayarak kesin ve flüphesiz olarak bilme,
bilginin en kesin hâli.
hayret: flaflk›nl›k, flafl›rmak.
hazain: hazineler.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
hilâf-› ak›l: akla ters, ayk›r›.
husus: konu.
ihsan: iyilik etme, ba¤›fllama,
ikram etme.
kabza-i tasarruf: yönetimi
sa¤layan icraat›n kuvvet eli.
kamer: ay.
kemal: mükemmellik.
kemal-i merak: can kula¤›,
pürdikkat.
küre-i arz: dünya, yer küre.
lâz›m: gerekli.
Malikü’l-Mülk: mülkün maliki; bütün mülklerin sahibi,
her fleyin maliki olan Allah.
Malikü’l-Mülk-i
Zülcelâl:
mülkünde diledi¤i flekilde
hükmeden, yücelik ve heybet sahibi Allah.
marziyat: Allah’›n r›zas›n› kazand›racak davran›fllar.
mazhar: nail olma, flereflenme,
kavuflma.
merakaver: merakl›.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
misafirhane: konuk evi, geçici
bekleme yeri.
mumdar: ayd›nlatan, ›fl›kland›ran.
nihayetsiz: sonsuz.
nispeten: k›yaslayarak.
pervane: geceleri ›fl›¤›n etraf›nda
dönen küçük kelebek.
pervaz etmek: uçmak.
rahmet: ac›ma, merhamet etme,
ba¤›fllama, flefkat etme.
semere: meyve, ürün ve kazanç.
Sultan-› Ezel ve Ebed: ezel ve
ebed sultan›; varl›¤›n›n bafllang›c›
ve sonu olmayan kudret ve hâkimiyet sahibi, sultan› Allah.
flems: günefl. gün.
fluunat: hâller, ifller, fiiller.
zat: flah›s, fert; Peygamber Efendimiz.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
Zat-› Zülcelâl: celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 371
ÜÇÜNCÜ MEYVE:
adem ve firak-› ebedî: ebedî, sürekli yokluk ve ayr›l›k.
bâkî: ebedî, daimî, sonsuz.
cemal: maddî manevî güzelliklerin genel s›fat›.
Cemalullah: Allah’›n cemali, güzelli¤i.
cilve: ‹lâhî isimlerin tecellisi, par›lt›lar›.
cin ve ins: cinler ve insanlar.
define: hazine.
derecat: dereceler, basamaklar.
fânî: ölümlü, geçici.
feda: gözden ç›karma, u¤runa
verme.
hakkalyakîn: yaflayarak kesin ve
flüphesiz olarak bilmek, bilginin
en kesin hâli.
hareket-i zerrat: zerrelerin,
atomlar›n hareketi.
hengâm: zaman, vakit.
idam: ölüm cezas›.
idam-› ebedî: ebedî yokluk, öldürme.
ihsan: iyilik etme, güzel davranma, ba¤›fllama.
ins: insan, befler.
kat’iyen: kat’î olarak, kesinlikle.
kemal: olgunluk, kusursuz, mükemmellik.
kurb-i flahane: padiflaha yak›nl›k,
komfluluk.
k›yas: karfl›laflt›rma, benzetme
yolu.
k›ymet: de¤er, bedel.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
leziz: lezzetli, tatl›.
mahkûm: hükümlü, çaresiz.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in, Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhabbet: sevgi, dostluk.
Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtar›n› al›p
getirmifl, cin ve inse hediye etmifltir. Evet, miraç vas›tas›yla ve kendi gözüyle Cenneti görmüfl ve Rahman-› Zülcemal’in rahmetinin bâkî cilvelerini müflahede etmifl ve
saadet-i ebediyeyi kat’iyen, hakkalyakîn anlam›fl, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmifltir ki; bîçare cin ve ins, karars›z bir dünyada ve
zelzele-i zeval ve firak içindeki mevcudat›, seyl-i zaman
ve harekât-› zerrat ile adem ve firak-› ebedî denizine döküldü¤ü olan vaziyet-i mevhume-i canh›raflânede olduklar› hengâmda flöyle bir müjde ne kadar k›ymettar oldu¤u ve idam-› ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fânî cin ve insin kula¤›nda öyle bir müjde ne kadar saadetaver oldu¤u tarif edilmez. Bir adama idam edilece¤i anda, onun aff›yla, kurb-i flahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebeptir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurlar› topla, sonra bu müjdeye k›ymet ver.
DÖRDÜNCÜ MEYVE:
Rü’yet-i Cemalullah meyvesini kendi ald›¤› gibi, o
meyvenin her mü’mine dahi mümkün oldu¤unu, cin ve
inse hediye getirmifltir ki; o meyve ne derece leziz ve hofl
ve güzel bir meyve oldu¤unu bununla k›yas ebedilirsin.
Yani, her kalp sahibi bir insan, zîcemal, zîkemal, zîihsan
bir zat› sever. Ve o sevmek dahi, cemal ve kemal ve ihsan›n derecat›na nispeten tezayüt eder, perestifl derecesine gelir, can›n› feda eder derecede muhabbet ba¤lar.
müjde: sevindirici haber, beflaret.
mü’min: iman eden, inanan.
müflahede etmek: bir fleyi
gözle görmek.
nispeten: oranla, k›yasla.
perestifl: tapar derecesinde
sevme.
Rahman-› Zülcemal: merhameti her fleyi kuflatan yücelik
ve bütün güzelliklerin sahibi
Allah.
rahmet: ac›ma, merhamet
etme, ba¤›fllama, flefkat et-
372 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
me.
rü’yet-i Cemalullah: Allah’›n
cemalinin görülmesi, müflahede edilmesi.
saadet-aver: saadet verici,
mutluluk veren.
saadet-i ebedîye: ebedî, sonsuz mutluluk, bahtiyarl›k.
seyl-i zaman: ak›p giden zaman, zaman›n ak›fl›.
sürur: sevinç, mutluluk.
tezayüt: artma, ço¤alma.
vas›ta: arac›, arac›l›k.
vaziyet: durum, durufl.
vaziyet-i mevhume-i canh›raflâne: yürek parçalay›c›
olan hayalî durum.
vücut: var olufl, varl›k.
zat: kifli, flah›s.
zelzele-i zeval ve firak: sona
erme, yok olma ve ayr›l›¤›n
sars›nt›s›.
zîcemal: güzellik sahibi.
zîihsan: ihsan sahibi, lütfeden.
zîkemal: kemal sahibi, mükemmellik sahibi.
Yaln›z bir defa görmesine, dünyas›n› feda etmek derecesine ç›kar. Hâlbuki, bütün mevcudattaki cemal ve kemal
ve ihsan, Onun cemal ve kemal ve ihsan›na nispeten,
küçük birkaç lemaat›n günefle nispeti gibi de olmaz. Demek, nihayetsiz bir muhabbete lây›k ve nihayetsiz rü’yete ve nihayetsiz bir ifltiyaka elyak bir Zat-› Zülcelâl’i Velkemal’in saadet-i ebediyede rü’yetine muvaffak olmas›
ne kadar saadetaver ve medar-› sürur ve hofl ve güzel bir
meyve oldu¤unu insan isen anlars›n.
BEfi‹NC‹ MEYVE:
‹nsan, kâinat›n k›ymettar bir meyvesi ve Sâni-i Kâinat›n nazdar sevgilisi oldu¤u, Miraç ile anlafl›lm›fl; ve o
meyveyi, cin ve inse getirmifltir. Küçük bir mahlûk, zay›f
bir hayvan ve âciz bir zîfluur olan insan› o meyve ile o kadar yüksek bir makama ç›kar›r ki, kâinat›n bütün mevcudat› üstünde bir makam-› fahir veriyor. Ve öyle bir sevinç
ve sürur-i mes’udiyetkârâne veriyor ki, tasvir edilmez.
Çünkü, adî bir nefere denilse, “Sen müflir oldun”; ne kadar memnun olur. Hâlbuki, fânî, âciz bir hayvan-› nat›k,
zeval ve firak sillesini daima yiyen bîçare insana, birden
“Ebedî, bâkî bir Cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahman’›n rahmetinde ve hayal sür’atinde, ruhun vüs’atinde, akl›n cevelân›nda, kalbin bütün arzular›nda, mülk ve
melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelâna muvaffak
oldu¤un gibi, saadet-i ebediyede rü’yet-i Cemaline de
muvaffak olursun” denildi¤i vakit, insaniyeti sukut etmemifl bir insan, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve süruru kalbinde hissedece¤ini tahayyül edebilirsin.
âciz: eli yetmez, güçsüz.
adî: s›radan, al›fl›lm›fl olan.
akl›n cevelân›: akl›n dolaflmas›, seyahati.
arzu: istek.
bâkî: sürekli ve kal›c› olan.
bîçare: çaresiz, zavall›.
cemal: güzellik, iç ve d›fl güzellik; Cenab-› Hakk›n lütuf ve
ihsan› ile tecellisi.
cevelân: dolaflma, gezme.
cin ve ins: cinler ve insanlar.
ebedî: sonu olmayan, sürekli.
elyak: daha lây›k, en uygun.
fânî: ölümlü, muvakkat, geçici.
feda: gözden ç›karma, u¤runa verme.
hayvan-› nat›k: konuflan,
hayvan.
ihsan: iyilik etme, güzel davranma, ba¤›fllama.
insaniyet: insanl›k, bütün insanlar.
ifltiyak: çok fazla arzu etme.
kâinat: evren.
kemal: olgunluk, mükemmellik.
Kerîm: ikram ve ihsan› bol
olan Allah.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
lemaat: par›lt›lar, parlamalar.
mahlûk: yarat›k, canl›.
makam: manevî mevki, memurluk konumu.
makam-› fahir: memurluk
konumundaki övünç kayna¤›.
medar-› sürur: sevinç ve nefle vesilesi, sebebi.
mevcudat: mevcutlar, var
olan her fley.
Miraç: Peygamber Efendimi-
zin Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhabbet: sevgi, dostluk.
muvaffak: baflar›l›.
mülk ve melekût: görünen ve
görünmeyen âlem.
müflir: en yüksek askerî derece,
mareflal.
nazdar: nazl›.
nefer: rütbesiz asker, er.
nihayetsiz: sonsuz.
nispet: iki fley aras›ndaki, ilgi,
ba¤, oran, yak›nl›k.
nispeten: oranla, k›yasla.
Rahîm: sonsuz merhamet ve flefkat sahibi Allah.
Rahman’›n rahmeti: nimet ve
ba¤›fl› bütün herkese yay›lan ve
bütün yarat›lm›fllar›n r›z›klar›n› ve
geçim flekillerini içine alan rahmetin sahibi Allah.
ruhun vüs’ati: ruhun geniflli¤i.
rü’yet: Allah’›n cemalini görme,
görüflme.
saadetaver: saadet verici, mutluluk veren.
saadet-i ebedîye: bitmeyen,
sonsuz mutluluk.
Sâni-i Kâinat: kâinat› mükemmel
bir sanatla yaratan Allah.
seyeran: seyahat, yürüyüfl, seyretme.
sille: tokat, darbe.
sukut: düflme, de¤erini yitirme.
sürur: sevinç, mutluluk.
sürur-i mes’udiyetkârâne: mutluluk fleklindeki sevinç.
tahayyül: hayalinde canland›rma, zihinde canland›rma.
tasvir etme: bir fleyi yaz›yla veya sözle anlatma.
tenezzüh: seyahat, gezinti.
Zat-› Zülcelâl Velkemal: celâl,
büyüklük, ve en mükemmel s›fatlar›n sahibi Yüce Zat, Allah.
zeval ve firak: ölüm ve ayr›l›k.
zîfluur: fluurlu, ak›l sahibi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 373
fiimdi, makam-› istimada olan zata deriz ki: ‹lhad
gömle¤ini y›rt, at; mü’min kula¤›n› geçir ve Müslim gözlerini tak. Sana iki küçük temsil ile bir iki meyvenin derece-i k›ymetini gösterece¤iz.
ademâbâd: yok olufl, yokluk âlemi, ölüm.
ahbap: dost, sevilen dost.
cenaze: insan ve insan ölüsü.
cirimler: cisimler, kütleler.
dalâlet: dinsizlik.
derece-i k›ymet: de¤er ölçüsü,
k›ymet miktar›.
ecel: Allah taraf›ndan takdir edilen ölüm vakti.
firak: ayr›l›k, hicran.
garat: ya¤malar, çapullar.
hakaik-› erkân-› imaniye: iman
hakikatlerinin flartlar›, esaslar›.
hengâm: zaman, vakit.
huflû: Allah’a karfl› korku ve sayg› ile boyun e¤me,
huzû: alçak gönüllülük.
hükmüne: yerine, de¤erine.
ibadetkâr: ibadet yapan, ibadete
düflkün.
ilhad: tanr› tan›mazl›k, dinsizlik.
kâinat: evren.
makam-› istima: dinleme konumu yeri.
mazlum: zulüm görmüfl, zulme
u¤ram›fl.
mesrurâne: sevinçle, nefleyle.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley.
mevt: ölüm, vefat.
meyve-i Miraç: Miraç meyvesi.
Mirac-› Ahmediye: Peygamber
Efendimizin mirac›.
muvahhifl: vahflet veren, korkutan.
muz›r: zararl›, zarar veren.
müjde: sevindirici haber, beflaret.
mü’min: iman esaslar›na inanan;
Allah’a iman eden.
müsebbih: tesbih çeken, sübhanallah diyen, Allah’› anan.
• Meselâ, senin ile biz beraber bir memlekette bulunuyoruz. Görüyoruz ki her fley bize ve birbirine düflman ve
bize yabanc›, her taraf müthifl cenazelerle dolu. ‹flitilen
sesler yetimlerin a¤lay›fl›, mazlumlar›n vaveylâs›d›r. ‹flte,
biz flöyle bir vaziyette oldu¤umuz vakitte, biri gitse o
memleketin padiflah›ndan bir müjde getirse, o müjde ile,
bize yabanc› olanlar ahbap flekline girse, düflman gördü¤ümüz kimseler kardefller suretine dönse, o müthifl cenazeler, huflû ve huzûda, zikir ve tesbihte birer ibadetkâr
fleklinde görünse, o yetimâne a¤lay›fllar senakârâne “Yaflas›nlar!” hükmüne girse ve o ölümler ve o soymaklar,
garatlar, terhisat suretine dönse, kendi sürurumuz ile beraber herkesin süruruna müflterek olsak; o müjde ne kadar mesrurâne oldu¤unu elbette anlars›n.
‹flte mirac-› Ahmediyenin (a.s.m.) bir meyvesi olan
nur-i imandan evvel flu kâinat›n mevcudat›, nazar-› dalâletle bak›ld›¤› vakit yabanc›, muz›r, müz’iç, muvahhifl ve
da¤ gibi cirimler birer müthifl cenaze; ecel, herkesin bafl›n› kesip ademâbâd kuyusuna atar; bütün sedalar, firak
ve zevalden gelen vaveylâlar oldu¤u hâlde, dalâletin öyle tasvir etti¤i hengâmda, meyve-i Miraç olan hakaik-›
erkân-› imaniye nas›l mevcudat› sana kardefl, dost ve
Sâni-i Zülcelâl’ine zakir ve müsebbih; ve mevt ve zeval,
bir nevi terhis ve vazifeden azat etmek; ve sedalar, birer
Müslim: ‹slâm dininden olan,
Müslüman.
müflterek: birlikte, ortaklafla.
müthifl: korkunç, dehfletli.
müz’iç: rahats›z eden, s›k›nt›
veren.
nazar-› dalâlet: dinsizli¤in
bak›fl›.
nevi: çeflit, cins.
nur-i iman: iman nuru, inanç
›fl›¤›.
padiflah: hükümdar.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her fleyi sanat-
374 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
la yaratan Allah.
seda: ses, sesler.
senakârâne: överek ve metheder bir flekilde.
suret: flekil, biçim.
sürur: sevinç, nefle.
tasvir: bir fleyi yaz›yla veya
sözle anlatmak.
temsil: benzetme, örnek.
terhis: görevi bitirme.
terhisat: terhisler.
tesbih: Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma, sübhanallah demek.
vaveylâ: 盤l›k, feryat.
vazifeden azat etmek: görevi biteni serbest b›rakmak.
vaziyet: durum, durufl.
yetim: öksüz, kimsesiz.
yetimâne: yetimler gibi.
zakir: zikreden, zikredici.
zat: kifli, flah›s.
zeval: sona erme, ölüm.
zikir: ad›n› anma, hat›ra getirme
tesbihat hakikatinde oldu¤unu sana gösterir. Bu h a k i k a t i
tamam görmek istersen, ‹kinci ve Sekizinci Sözlere bak.
• ‹kinci temsil: Senin ile biz, Sahra-i Kebir gibi bir
mevkideyiz. Kum denizi f›rt›nas›nda, gece o kadar karanl›k oldu¤undan, elimizi bile göremiyoruz. Kimsesiz,
hamîsiz, aç ve susuz, me’yus ve ümitsiz bir vaziyette oldu¤umuz dakikada, birden bir zat o karanl›k perdesinden
geçip, sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi
bindirse, birden Cennetmisal bir yerde istikbalimiz temin
edilmifl, gayet merhametkâr bir hamîmiz bulunmufl, yiyecek ve içecek ihzar edilmifl bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin.
‹flte, o sahra-i kebir bu dünya yüzüdür. O kum denizi,
bu hâdisat içinde harekât-› zerrat ve seyl-i zaman tahrikiyle çalkanan mevcudat ve bîçare insand›r. Her insan,
endiflesiyle kalbi da¤dar olan, istikbali müthifl zulümat
içinde, nazar-› dalâletle görüyor. Feryad›n› iflittirecek
kimseyi bilmiyor. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur. ‹flte,
semere-i Miraç olan marziyat-› ‹lâhiye ile, flu dünya gayet Kerîm bir Zat›n misafirhanesi; insanlar dahi Onun
misafirleri, memurlar›; istikbal dahi Cennet gibi güzel,
rahmet gibi flirin ve saadet-i ebediye gibi parlak göründü¤ü vakit, ne kadar hofl, güzel, flirin bir meyve oldu¤unu anlars›n.
Makam-› istimada olan zat diyor ki: “Cenab-› Hakka
yüz binler hamd ve flükür olsun ki, ilhaddan kurtuldum,
tevhide girdim; tamam›yla inand›m ve kemal-i iman› kazand›m.”
bîçare: çaresiz, zavall›, flaflk›n.
Cenab-› Hak: Hakk›n tâ kendisi olan Allah.
Cennetmisal: Cennet gibi.
da¤dar: da¤l›, yaral›, çok üzgün.
feryat: ba¤›rma, s›zlanma,
gayet kerîm Zat: ikram ve ihsan› son derece bol olan Allah.
gayet: çok, son derece.
hâdisat: hâdiseler, olaylar.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›.
hamd: Allah’›n yüceli¤ini övme, teflekkür.
hamî: koruyan, sahip ç›kan,
hamîsiz: korumas›z, sahipsiz.
harekât-› zerrat: zerrelerin,
atomlar›n hareketleri.
ihzar: haz›r etme, haz›rlama.
ilhad: tanr› tan›mazl›k, dinsizlik.
iman: inanç, itikat, tasdik.
istikbal: gelecek, gelecek zaman, ati.
kemal-i iman: tam ve mükemmel iman.
makam-› istima: dinleme
makam›, dinleyici konumu,
yeri.
marziyat-› ‹lâhiye: Allah’›n r›zas›na mazhar olacak hâl ve
hareketler.
merhametkâr: merhamet
eden, ac›yan.
mevcudat: mevcutlar, var
olan her fley.
mevki: yer, mekân.
me’yus: ümitsiz, ye’se düflmüfl.
müthifl zulümat: korkunç ka-
ranl›klar.
nazar-› dalâlet: dinsizlik düflüncesi, bak›fl›.
nihayetsiz: sonsuz.
perde: örtü, bölme, makam.
rahmet: ac›ma, merhamet etme,
ba¤›fllama, flefkat gösterme.
saadet-i ebedîye: zevalsiz, sonsuz mutluluk.
sahra-i kebir: büyük çöl.
semere-› miraç: mirac›n meyvesi, faydal› neticesi.
seyl-i zaman: ak›p giden zaman,
zaman›n ak›fl›.
flükür: hoflnutluk, memnunluk.
tahrik: hareket ettirme, harekete
geçirme.
temin edilmifl: haz›rlanm›fl.
temsil: benzetme, misal getirme.
tesbihat: tesbihler, Cenab-› hakk›n büyük ve yüce bütün kemal
s›fatlara sahip oldu¤unu ifade
eden sözler.
tevhit: birleme, Allah’›n bir oldu¤una inanma.
vaziyet: durum, durufl, hâli.
zat: kifli, flah›s.
zerrat: zerreler, moleküller,
atomlar.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 375
Âl ve Ashap: Peygamberimizin
aile ve arkadafllar›.
âlem: dünya, cihan, bütün yarat›lm›fllar.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve
selâm onun üzerine olsun.
âmin: “Yâ rabbi! Kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
Cenab-› Hak: Hakk›n tâ kendisi
olan Allah.
ebed: sonu olmayan gelecek zaman, sonsuzluk, daimîlik.
evvel: önce, bafllang›ç.
ezel: bafllang›c› olmayan geçmifl
zaman, öncesizlik.
hak: do¤ru, gerçek.
hamd: methetme, övme, yüceltme.
hikmetle yapmak: belirli gayelere yönelik, faydal›, anlaml›, yerli
yerinde yapmak.
kevser: Cennette bulunan bir nehir, akarsu.
mahfler: k›yamette ölülerin dirilip toplanacaklar› yer.
mazhar: flereflenme, kavuflma,
nail olma.
meylettirmek: yönlendirmek.
minnet: iyili¤e karfl› duyulan flükür hissi.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhakkak: do¤rulu¤u kesinlik
kazanm›fl, flüphesiz.
noksan: eksiklik, kusurlu, nak›s.
nur: ayd›nl›k, ›fl›k,
Rab: her fleyin sahibi, yaratan,
büyüten, ihtiyaçlar›n› gideren,
terbiye eden, Allah.
rahmet: ac›ma, merhamet etme,
ba¤›fllama, flefkat gösterme.
Resul-i Ekrem: Allah’›n en flerefli
ve de¤erli elçisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammed.
flefaat: Peygamberin, mü’minleri
ba¤›fllamas›n› Allah’tan dilemesi.
flükür: hoflnutluk, memnunluk.
tenzih: Allah’› flan›na lây›k yüce
tutma, münezzeh sayma.
Biz de deriz: Ey kardefl! Seni tebrik ediyoruz. Cenab-›
Hak bizleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n flefaatine mazhar etsin, âmin.
Ao BÉnŸrG p¬p©pHÉn°UnG ør pe n™nÑnfhn oônªn≤rdG p¬pJQn Én°TpÉpH s≥n°ûrfG øp ne '¤nY π°n
u U sºo¡s∏dnG
¤n=' Yhn mósªnëoe Énfpóu«°nS oôn°ünÑrdG nÆGnR Énehn ê
p Gnôr©pŸrG pÖpMÉn°U pônKƒr nµrdGÉnc
1
pôn°ûrënŸrG pôpN'G ‹p=' G Én«rf tódG p∫hs nG røpe nÚ/©nªrLn G =/¬pHÉnër°UnGhn /¬dp 'G
2
ºo «/µ`n ◊r G º«/
n sfpG BÉæ' nàrªs∏Yn Éen ’s pG BÉæ' nd nºr∏pY’n ∂
n nfÉnërÑ°oS
n rfnG ∂
o ∏©n rdG â
BÉfn ròpNGnDƒoJ ’n ÉnæHs Qn @ oº«/∏n©dr G o™«/ªs°ùdG nârfn G n∂sfpG BÉæs pe rπÑs n≤nJ ÉnæHs Qn
5
4
@ Énænàrjnóng rPpG nór©nH ÉnænHƒo∏ob rÆpõoJ ’n ÉnæsHQn @ ÉnfrÉn£rNnG hr nG BÉæn «°/ùnf r¿pG
3
oôpN'Ghn @ lôj/ónb mAr∆nT πu oc '¤nY n∂sfpG ÉnændrôpØrZGnh ÉnfQn ƒof Énænd rºpªrJnG BÉnæsHQn
6
7
@ nÚ/ªndÉn©rdG uÜQn ! oórªn◊rG p¿nG rºo¡j'ƒrYnO
®
2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bilgimiz yoktur. Sen
her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.)
3. Ey Rabbimiz! Bu hizmetimizi kabul buyur. Her fleyi hakk›yla ifliten de, her fleyi hakk›yla bilen de ancak Sensin (Bakara Suresi: 127.)
1. Allah’›m, iflaretiyle ay›n ikiye
bölündü¤ü, parmaklar›ndan
suyun Kevser gibi akt›¤›, Mirac›n ve “Gözü flaflmad›” (Necm
Suresi: 17) ayetinin sahibi
Efendimiz Muhammed’e, Onun
bütün Âl ve Ashab›na dünyan›n evvelinden mahflerin sonuna kadar rahmet eyle.
4. Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düfler de bir kusur ifllersek bizi onunla hesaba çekme.
(Bakara Suresi: 286.)
5. Ey Rabbimiz! Bizi do¤ru yola erifltirdikten sonra kalplerimizi sap›kl›¤a meylettirme. (Âl-i ‹mran Suresi: 8.)
6. Ey Rabbimiz! nurumuzu tamamla ve bizi ba¤›flla. Muhakkak ki Senin her fleye gücün yeter. (Tahrim Suresi: 8.)
7. Dualar› ise flu sözlerle sona erer: “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, flükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Yunus Suresi: 10.)
376 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
M‹RAÇ KÜLLÎ VE MAHfiER-‹ ACA‹P B‹R
SEYA H AT‹N ANAHTARIDIR
pópé°rùnŸrG ‹n pG pΩGnôn◊rG pópé°rùnŸrG nøpe kÓ«r nd /√pórÑn©pH …'örSnG …=/òsdG n¿ÉnërÑ°oS
1
oÒ°/ünÑrdG o™«/ª°sùdGnƒog o¬sfpG BÉnæpJÉn`j'G røpe o¬njpôoædp o¬dn ƒr nM Énæ`rcQn ÉnH …/òsdG Én°ürb’n r G
‹flte Kur’ân, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n
mirac›n›n mebdei olan Mescid-i Haram’dan Mescid-i
Aksâ’ya
olan
seyeran›n›
zikrettikten
sonra,
2
oÒ°/ünÑrdG o™«/ªs°ùdG nƒog o¬sfpG
der.
3
o¬sfpG ’deki zamir, ya Cenab-›
Hakkad›r veyahut Peygamberedir.
Peygambere göre olsa, flöyle oluyor ki: “Bu seyahat-i
cüz’îde, bir seyr-i umumî, bir uruc-i küllî var ki, tâ Sidretü’l-Münteha’ya, tâ Kab-› Kavseyn’e kadar, meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kula¤›na tezahür eden âyât-›
Rabbaniyeyi ve acaib-i sanat-› ‹lâhiyeyi iflitmifl, görmüfltür” der. O küçük, cüz’î seyahati küllî ve mahfler-i acayip
bir seyahatin anahtar› hükmünde gösteriyor.
E¤er zamir, Cenab-› Hakka raci olsa, flöyle oluyor ki:
“Bir abdini, bir seyahatte huzuruna davet edip bir vazife
ile tavzif etmek için, Mescid-i Haram’dan mecma-› enbiya olan Mescid-i Aksâ’ya gönderip, enbiyalarla görüfltürüp, bütün enbiyalar›n usul-i dinlerine vâris-i mutlak oldu¤unu gösterdikten sonra, tâ Kab-› Kavseyn’e kadar
mülk ü melekûtunda gezdirdi.”
‹flte, çendan o zat bir abddir, bir mirac-› cüz’îde seyahat eder; fakat, bu abdde bütün kâinata taallûk eden bir
1. Ayetlerimizden bir k›sm›n› ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan al›p,
çevresini mübarek k›ld›¤›m›z Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan
münezzehtir. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.)
2. fiüphesiz ki O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (‹sra Suresi: 1.)
3. fiüphesiz ki O. (‹sra Suresi: 1.)
abd: kul.
Cenab-› Hak: do¤ru, gerçek,
hakk›n tâ kendisi olan, fleref
acaib-i sanat-i ‹lâhiye: Alve azamet sahibi yüce Allah.
lah’›n hayrette b›rakan, flafl›rcihanflümul: dünya çap›nda.
tan sanat eserleri.
ayat-i Rabbaniye: Allah’› cüz’î: az, küçük.
gösteren ve tan›tan deliller.
çendan: gerçi.
emanet: birisine korumas›
için verilen fley.
enbiya: nebîler, peygamberler.
hikmet: her fleyin belirli gayelere yönelik olarak, manal›,
faydal› ve tam yerli yerinde olmas›.
hüküm: de¤er.
Kab-› Kavseyn: Hz. Peygamberin
miraca ç›k›fl›yla vard›¤› son nokta.
kâinat: bütün âlemler, varl›klar.
küllî: umumî.
mahfler-i acayip: hayret verici
fleylerin topland›¤› yer.
mebdei: bafllang›c›.
mecma-i enbiya: peygamberlerin topland›¤› yer.
meratib-i külliye-i esmaiye:
isimlerin küllî mertebeleri.
Mescid-i Aksâ: Kudüs’teki mukaddes mabet.
Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme’de, içinde Kâbe’nin bulundu¤u en büyük, mukaddes ibadet yeri.
mirac-› cüz’î: küçük bir yükselifl.
miraç: Peygamberimizin Cenab-›
Hakk›n huzuruna cismen ruhen
ve hâlen ç›kmas›.
mülk ü melekût: görünen ve görünmeyen âlem.
nur: par›lt›, ›fl›k, ayd›nl›k.
peygamber: Allah’›n elçisi.
raci: dönen.
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk.
seyahat: yolculuk.
seyahat-i cüz’î: k›sa zaman içindeki seyahat.
seyeran: gezinti.
seyr-i umumî: umumî, genifl bir
yolculuk.
s›fat: nitelik, vas›f.
Sidretü’l-Münteha: yedinci kat
gökte oldu¤u rivayet edilen ve
Peygamberimizin ulaflt›¤› en son
makam.
taallûk: ilgili, alâkal›.
tavsif: vas›fland›rma.
tavzif: görevlendirme.
tezahür: zuhur etme, görünme.
uruc-i küllî: umumî manada bir
yükselifl.
usul-i din: dinin prensipleri
vâris-i mutlak: mutlak vâris, mirasç›.
vazife: görev.
zat: kifli, öz, kendi.
zikir: anma, bildirme.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 377
emanet beraberdir, hem flu kâinat›n rengini de¤ifltirecek
bir nur beraberdir. Hem, saadet-i ebediyenin kap›s›n›
açacak bir anahtar beraber oldu¤u için, Cenab-› Hak
kendi zat›n›, bütün eflyay› iflitir ve görür s›fât›yla tavsif
eder; tâ, o emanet, o nur, o anahtar›n cihanflümul hikmetlerini göstersin.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 692-693.
‚è
M‹RAC-I MUHAMMED‹YEN‹N DÖRT KEL‹MES‹
2
3
1
p√pórªnëpH oíuÑ°nùoj ’s pG mAr∆nT røpe r¿pGhn @ o¬nfÉnërÑ°oS p¬pª°rSÉpH
ÉkªpF=GnO GkónHnG o¬oJÉncnônHhn $G oánªrMQn hn rºoµr«n∏nY oΩnÓ°sùdnG
Aziz, s›dd›k, mübarek kardefllerim,
E v v e l â : Medresetüzzehra erkânlar›n›n arzular›yla verilen bir dersin bir hülâsas›n› sizlere de söylemeyi münasip gördük. O dersin mevzuu da, umum kâinat m e v c u d at› hesab›na Miraç gecesinde, Fahr-i Kâinat ve Netice-i
Hilkat-i Âlem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, huzur-i ‹lâhîde nev-i beflerin, belki umum zîhayat, belki
umum mahlûkat nam›na selâm yerinde
4
! oäÉnÑ`u«`s£dn G oäGnƒn∏°südnG oäÉncQn ÉnÑoªrdnG oäÉs«pësàdnG
demesi; ve içinde bir küllî mana bulundu¤undan, bütün
ümmet her gün çok defa namazlar›nda zikretmesi ile; ve
ehl-i iman içinde, her bir mertebe sahibinin bir hissesi
içinde bulundu¤u; ve bundan evvel “Hüve Nüktesi”nin
1.
2.
3.
4.
Allah’›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz.
Hiçbir fley yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (‹sra Suresi: 44.)
Allah’›n selâm›, rahmeti ve bereketi ebede kadar daima üzerinize olsun.
Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a mahsustur.
Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah’a mahsustur. (Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Da rimî, Salât: 84, 92.)
378 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
hafliyesinde, radyo vas›tas›yla hava unsurunun harika
mu’cizat-› kudreti göstermesi cihetinde kalbe ihtar edildi
ki:
“Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir
mülk-i bâkîyi netice verecek bu k›sac›k ömr-i dünyevîde
etti¤i ibadette bir küllî ibadet, âdeta kendi hususî dünyas›yla beraber ibadet etmifl gibi, kendi hususî dünyas› kadar bir mükâfat alaca¤› iflarat-› Kur’âniyeden anlafl›l›r”
diye, Hüccetüzzehra’n›n ‹kinci Makam›nda, ilm-i ‹lâhî
mebhas›nda
1
oäÉncQn ÉnÑoªrdnG oäÉ«s pësàdnG ilâahirenin küllî ma-
nalar› ruhuma gelip, öylece teflehhütte;
2
oäÉs«pësàdnG
der-
ken, birden hayalime hususî dünyam›n dört unsuru olan
toprak, su, hava, nur unsurlar› dört küllî dil oldular. Her
bir dil, milyarlar, hatta trilyonlar, katrilyonlar adedince
3
! oäÉnÑ`u«`s£dnG oäGnƒn∏°südnG oäÉncQn ÉnÑoªrdnG oäÉs«pësàdnG
kelimelerini
lisan-› hâl ile söylüyorlar; hayalen gördüm.
Bu unsurlardan toprak unsuru bir dil olarak, bütün zîhayatlar›n her biri bir kelime-i zîhayat olup derler. Çünkü her bir avuç toprak ekser nebatata saks›l›k edebilir ve
menfle olabilir bir vaziyettedir. O hâlde, her bir avuç toprakta, ya bütün beflerin meydana getirdikleri bütün fabrikalar›n adedince manevî küçücük mikyasta fabrikalar
her bir avuç toprakta bulunacak —bu ise hadsiz derecede imkâns›z— veyahut bir Kadîr-i Mutlak’›n hadsiz kudreti, nihayetsiz ilmi ve iradesiyle olacak. Demek toprak
unsuru, bütün eczas›yla ve zerrat›yla bu mazhariyet için
1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a aittir. “Allah
ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum, çekirdek, dâne ve yumurtalar.
2. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum,
çekirdek, dâne ve yumurtalar.
3. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a mahsustur.
Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah’a mahsustur. (Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Da rimî, Salât: 84, 92.)
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 379
hadsiz
1
! oäÉ«s pësàdnG der. Yani, “Ezelden ebede kadar bü
tün zîhayatlar›n hayat hediyeleri Zat-› Vacibü’l-Vücud’a
hast›r.”
Sonra herkesin hususî dünyas›ndaki gibi, benim de
hususî dünyam›n ikinci unsuru olan su unsuru dahi, küllî bir lisan olarak bütün zerrat›yla, hususan zîhayatlar›n
menflelerine ve yaflamalar›na hizmetleri noktalar›nda,
trilyonlar, katrilyonlar adedince
2
oäÉncQn ÉnÑoªrdnG kelime-i mü-
barekesini lisan-› hâl ile kâinatta neflrediyor. Çünkü, suyun katrelerinin gördü¤ü vazifeler, hususan nutfelerin ve
çekirdeklerin ve tohumlar›n intibah›nda ve uyan›p vazife-i f›triyelerine mazhar olmakta ve gayet acip ve güzel
ve harika o küçücük mahlûklar›n ve yavrular›n büyük ve
gayet intizaml› ve mükemmel vazifelere mazhariyetlerini
bütün zîfluura tebrik ile “Bârekâllah!” dediren ve hadsiz
“Bârekâllah, maflaallah!” dedirmeye vesile olmaya lây›k
olan o mübareklerin o vaziyetleri, o su unsurunun her bir
zerresinin binler Eflâtun kadar ilmi ve binler Hakîm-i
Lokman kadar hikmeti ve iradesi bulunmak lâz›md›r. Bu
ise, suyun zerrat› adedince muhaldir. Öyle ise, bir Kadîr-i
Zülcelâl’in ve bir Rahman-› Rahîm’in hadsiz kudret ve
rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o hadsiz
mu’cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler
adedince
! oäÉncQn ÉnÑoªrdnG kelimesini külliyetiyle söyledikle-
rinden, bütün mahlûkat nam›na, Miraç gecesinde, Netice-i Hilkat-i Âlem olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü
1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a aittir.
2. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum,
çekirdek, dâne ve yumurtalar.
380 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
-
Vesselâm,
1
! oäÉncnQÉnÑoªrdn G demifl. Yani, “Bütün bu medar-›
tebrik ve ‘Maflaallah!’ ve ‘Bârekâllah!’ dediren bütün hâ letler ve sanatlar Zat-› Zülcelâl’in kudretine mahsus oldu ¤undan,” bütün o hadsiz
! oäÉncQn ÉnÑoªrdnG ’lar› Cenab-› Hak-
ka huzuru ile hediye ediyor.
Sonra, herkesin hususî dünyas›ndaki hava unsuru dahi bir hüve kadar, her bir avuç havadaki her bir zerre,
mazhar olduklar› santrallik, ahize ve nâkilelik vazifeleri
içinde bütün dualar› ve salâvatlar› ve ricalar› ve ibadetleri ifade eden
2
! oäGnƒn∏°südnG cümlesini lisan-› hâlleriyle de-
dikleri için, hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlar›n› katrilyonlar, belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sâni’lerine, Hâl›k’lar›na takdim ettiklerinden,
onlar›n namlar›na o küllî mana ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Cenab-› Hakka
3
! oäGnƒn∏°südnG diye tak-
dim etmifltir. Yani, “Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ri calar ve nimetten ç›kan flükürler ve ibadetler ve namaz lar, Hâl›k-› Külli fiey’e mahsustur.”
Çünkü Hüve Nüktesinin hafliyesinde denildi¤i gibi, ya
hüve kadar bir avuç havan›n her bir zerresi, umum dilleri bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yak›n
uzak her fleyi iflitecek ve her fliveyi ve her harfin tarz›n›
tam bilecek ve çok iflleri beraber, flafl›rmadan görecek bir
kudret-i mutlaka ve irade-i tammeye malik olacak. Bu ise
hava zerreleri adedince muhal olmas›ndan, elbette ve
1. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum,
çekirdek, dâne ve yumurtalar.
2. Ruh sahiplerinin hususî ibadetleri.
3. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 381
elbette flüphesiz ve kat’î bir zaruretle, o zerrelerin her biri, Sâni-i Hakîm’i bütün s›fât›yla gösterip flahadet eder.
Âdeta küçük bir mikyasta, âlemin büyük flahadeti kadar
flahadetleri vard›r. Demek zerrat-› havaiye adedince salâvatlar› ifade eden, Mirac-› Ahmedîde (aleyhissalâtü vesselâm)
1
! oäGnƒn∏°südnG denilmifltir.
Sonra
2
oäÉnÑ`u«`s£dnG
, kelime-i tayyibe söylendi¤i vakit,
birden nâr ile nur unsuru, yani hararetli ve hararetsiz
maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak, hadsiz ve
nihayetsiz bir surette lisan-› hâl ile, hadsiz dillerle
!ä
o ÉnÑ`u«`s£dnG diyor. Yani, “Bütün güzel sözler, güzel mana
-
lar, harika güzel cemaller ve bütün kâinat›n yüzünde ce malleri görünen ezelî Esma-i Hüsnan›n cilveleri ve baflta
enbiyalar, evliyalar, asfiyalar olarak bütün ehl-i iman›n
imanlar› ile kâinat›n ve mahlûkat›n görünen güzellikleri
ve ehl-i iman›n imanlar›ndan nefl’et eden güzel sözler,
hamdler, flükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler
2
oÖu«`s£dG oºp∏µ
n `rdG oón©°rünj p¬r«ndpG s›rr› ile Arfl-› Azam taraf›na gi
den o kelimat-› tayyibeleri ve dünyan›n üç adet yüzünden
gayet güzel olan esma-i ‹lâhiyeye âyinelik eden birinci
yüzündeki hadsiz güzellikler, tayyibeler; ve dünyan›n
ahiret tarlas› olan ikinci yüzündeki hadsiz hasenatlar,
hay›rlar ve manevî meyveler ve güzellikler, tamam›yla
Ezel-Ebed Sultan› Kadîr-i Zülcelâl’e mahsustur” diye,
nâr ve nur unsurunun bu küllî diliyle bu küllî ubudiyeti,
Ma’bud-i Zülcelâl’e takdim etmek manas›nda olarak,
1. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri.
2. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri.
3. Bütün güzel sözler Ona yükselir. (Fât›r Suresi: 10.)
382 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
-
Fahr-i Kâinat Aleyhissalâtü Vesselâm, umum mahlûkat
hesab›na
1
! oäÉnÑ`u«`s£dn G demifl. Çünkü maddî ve manevî
nur unsuru, mazhar olduklar› vazifelerinin umumu hem
beraber, hem ayr› ayr› Zat-› Vacibü’l-Vücud’a iflaret ve
flahadet ettikleri milyarlar numuneleri var.
Evet, nur ve nâr unsuru toprak, hava ve mâ unsurlar›
gibi gayet kat’î ve bedihî ve zarurî bir surette ve numunelerle gösteriyor ki, bütün esbap yaln›z bir perdedir. Bütün icatlar ve tesirler Zat-› Kadîr-i Zülcelâl’indir. Çünkü,
nur, aynen vücut ve hayat gibi, kudret-i ‹lâhiyenin perdesiz, bizzat mübafleretine lây›k olmas›ndan, esbab-› zahirî
hiçbir cihette perde olmad›¤›ndan, vahidiyet içinde ehadiyeti gösterir. Gayet cüz’î ve küçük bir vazifede, küllî ve
genifl bir delil-i ehadiyete iflaret eder ki, “Hüve Nüktesi”
hafliyeleriyle bunu gayet k›saca ispat ediyor.
‹flte milyarlar numunelerinden iki küçük numunesinden birisi: Manevî nurun, ilim suretinde beflerin kafas›nda cilvesinin bir cüz’îsi, t›rnak kadar kuvve-i haf›zaya malik bir adam›n kafas›nda, doksan kitab›n kelimat› yaz›lm›fl. Ve üç ayda, her günde üç saat meflgul olarak, haf›zas›n›n sayfas›n›n yaln›z o k›sm›n› ancak tamam edebilmifl. Ayn› adam, seksen sene ömründe gördü¤ü ve iflitti¤i ve merak›n› tahrik eden ve ona hofl gelen manalar›
ve kelimeleri ve suretleri ve savtlar›, o t›rnak kadar kuvve-i haf›zan›n sayfas›nda, istedi¤i vakitte müracaat edip
bir büyük kütüphane kadar bütün mahfuzat›n›n ayn› fleylerini orada bütün istediklerini mevcut ve muntazam yaz›lm›fl ve dizilmifl görüyor.
1. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 383
‹flte bu t›rnak kadar kuvve-i haf›zan›n, bahr-i umman
gibi bir vüs’ati ve günefl gibi bir ihatal› nuru ve bir ziya-i
manevîsi ve zemin yüzü kadar genifl sayfalar› olmazsa bu
hâl olamaz. Bu ise yüz binler derece muhal muhal içinde ve imkâns›z oldu¤undan, elbette ve elbette bu küçücük t›rnak kadar haf›za, Levh-i Mahfuz bir sahife-i kader
ve kudreti olan Alîm-i Mutlak’›n, ilim ve hikmet ve kudretiyle, o Levh-i Mahfuz’un bir numunesini beflerin kafas›nda halk eylemesine kudsî bir flahadet eder.
‹kinci cüz’î ve küçücük bir numunesi: Elektriktir.
Bir adam, elektrik lâmbas›n›n acip vaziyetini tetkik etmifl. Bak›yor ki, yüzer dü¤melerdeki ve merkezlerdeki ve
demir ve ip tellerdeki zerreler ve maddeler camit, fluursuz, hareketsiz olduklar› hâlde, yaln›z gayet cüz’î bir temas neticesinde, on kilometre yeri dolduran karanl›k
derhal gider ve yerini, yar›m saniyede dolduran bir nur
vücuda gelir. Bu gözle görünen karanl›¤›n birden kaybolmas› ve yine gözle görünen o zulmet kadar nurun vücuda gelmesi elbette bir hayal de¤il.
Ya o temas eden camit, fluursuz zerreler, hadsiz bir
kuvveti ve bir nuru kendilerinde tafl›makla beraber, birden yüz kilometre yerlere elini uzat›p, karanl›¤› süpürüp,
temizleyip nurlar› dolduracak. Bu ise bütün fleytanlar ve
dinsizler, maddiyyunlar toplansalar, bunu bir Sofestaîye
de kabul ettiremezler. (HAfi‹YE)
HAfi‹YE: Yaln›z aldatmak için baz› derin ve ehemmiyetli hakikatlere bir
isim takip güya o hakikat anlafl›lm›fl gibi adîlefltiriyorlar. Meselâ, “Bu elektrik kuvvetiymifl” deyip, o ince ve derin hakikati ehemmiyetsiz yap›p adî
384 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
‹flte, irade-i ‹lâhiyenin namuslar›n›n ünvanlar› olan
âdetullah kanunlar›n›n birisine befler, aczinden mahiyetini bilemedi¤i o kanunun mahiyetine "elektrik" nam›n› verip, tenvirdeki harika mu’cize-i kudreti adîlefltirmekle ve
malûm bir fleymifl gibi "elektrik kuvveti" diye bir isim takmakla, bunun gibi çok harikulâde mu’cizat-› kudret-i ‹lâhiyeyi cahilâne adîlefltiriyorlar.
Veyahut bütün kâinata hükmü geçen ve bütün nurlar,
onun Nur isminden feyiz alan ve Nurü’n-Nur ve Hâliku’n-Nur ve Müdebbiru’n-Nur olan Kadîr-i Zülcelâl’in ve
Allâmü’l-Guyûb’un ve Alîm-i Mutlak’›n kudretiyle ve hikmetiyle olacak. ‹flte bu iki numuneye k›yasen hadsiz numuneler var.
‹flte
1
! oäÉnÑ`u«`s£dnG bütün kâinattaki nurlar›, güzellikleri,
tayyibeleri ve kelimat-› tayyibeleri ve hay›rlar› ve kemalâtlar› Zat-› Zülcelâl’e nur unsuru diliyle kâinat takdim etti¤i gibi, netice-i hilkat-i kâinat ve sebeb-i hilkat-i âlem
olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi, namlar›na mebus oldu¤u kâinattaki bütün mevcudat hesab›na,
Miraç gecesinde o küllî mana ile
! oäÉnÑ`u«`s£dnG demifl.
gösteriyorlar. Hâlbuki, kudretin o mu’cizesinin hikmetleri iki sahife ile ancak ifade edildi¤i hâlde, bir tek isim takmakla, o hakikati ve o küllî hikmeti gizleyip, gayet küçük ve basit bir perdesini yerine ikame ederek, o
mu’cizeli eseri, kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata isnat
edip, Ebu Cehil’den daha echel bir dereceye düflüyorlar.
1. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 385
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm biadedi zerrati’l-enâm bu dört kelimat-› cemileyi selâm yerinde söyledikten sonra, Risale-i Nur’da izah edildi¤i gibi, Cenab-›
Hak
1
∆
t pÑsfÉn¡`t jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demesiyle, bütün ümmeti öy-
le diyeceklerine iflaret ve manevî emir ve ferman ve kabul hükmünde mukabele etmifl. Birden, Peygamber,
2
nÚ◊
/ p É°südG $G pOÉnÑpY '¤nYhn Énær«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demekle, o kudsî se-
lâm› hem kendine, hem ümmetine, hem bütün kendinden evvelki emsallerine tamim edip, küllî ve umumî bir
selâm suretinde gösterip, bütün mahlûkat›n mebusu olmas› noktas›nda onlara da o selâm› teflmil etmifl.
Ümmeti ise her namazda
t∆pÑsfÉn¡t`jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG deme-
leri, o selâm-› ‹lâhîdeki emir ve fermana bir imtisaldir.
Hem ona karfl› biat etmektir. Ve her gün biat›n›, yani
memuriyetini kabul ve getirdi¤i fermanlara itaatlerini
tecdit ve tazelemektir. Hem, risaletini bir tebriktir. Hem,
umum âlem-i ‹slâm her gün bu kelime ile onun getirdi¤i
saadet-i ebediye müjdesine karfl› bir teflekkürdür.
Evet, her insan, kendi vücudunun mahvolmas›yla müteellim oldu¤u gibi, hanesinin harap olmas›yla da elem
çekiyor. Ve vatan›n›n bozulmas›yla gayet müteessir oluyor. Ahbab›n›n firak ve vefat›yla derinden derine kalbi
ac›yor. Dünya kadar büyük, has ve hususî dünyas›n›n zeval ve firak ve ahirde tamamen mahvolmas›n› düflünmesi, manevî bir Cehennem gibi ruhunu ve vicdan›n› yand›r›yor.
1. Selâm üzerine olsun ey Peygamber!
2. Selâm Allah’›n salih kullar›n›n üzerine olsun.
386 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
‹flte, akl› bafl›nda her bir adam ruhsuz, kalpsiz, ak›ls›z
olmamak flart›yla bilecek ki, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n Miraç gecesinde gözüyle gördü¤ü saadet-i ebediyenin müjdesini ve ehl-i iman›n Cennetteki
hayat-› bâkiyesinin beflaretini ve insan›n alâkadar oldu¤u
sevdiklerinin mahvolmad›klar›n› ve onlar›n zevallerinden
sonra yine görüflmelerinin muhakkak olaca¤›n›n gayet
sürurlu, manevî hediyesine karfl› umum âlem-i ‹slâm her
gün çok defa
1
∆
t pÑsfÉn¡`t jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG dedi¤i gibi, onun da
getirdi¤i hediye-i mâneviyesiyle, hem kâinat sayfalar› ve
tabakalar› mektubat-› Samedâniye olmas›na, hem mahlûkat›n hakikî k›ymetleri ve kemalâtlar› onun risaletiyle
tezahür etmesine mukabil, bütün mahlûkat manen bu
mezkûr hakikatin lisan›yla
∆
n «r ∏n Yn Ωo Ó
n °sùdnG derler. Ve
t pÑsfÉn¡`t jnG ∂
ümmet mabeyninde fleair-i ‹slâmiyeden olan birbirine
∆
t pÑsfÉn¡`t jnG n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG demeleri sünnet olmas›, bu büyük
hakikatin flua› olmas›ndand›r.
Emirda¤ Lâhikas›, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 346-351.
®
1. Selâm üzerine olsun ey Peygamber!
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 387
Alt›nc› fiua
YALNIZ ‹K‹ NÜKTED‹R.
W
NAMAZDAK‹ teflehhütte bulunan
1
! oäÉnÑpq«`s£dn G oäGnƒn∏°üs dnG oäÉncQÉn
n ÑoªrdnG oäÉ«s pësàdnG
ilâahirenin iki
noktas›na gelen iki suale iki cevapt›r. Teflehhüdün sair
hakikatlerinin beyan› baflka vakte talik edilerek bu Alt›nc› fiuada yüzer nüktesinden yaln›z ‹ki Nüktesi muhtasar
bir surette beyan edilecek.
beyan: aç›klama, bildirme, izah.
Cenab-› Hak: Allah; do¤ru, gerçek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cüz’iyet: azl›k, cüz’î olufl, küçüklük.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl›,
esas›.
hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep.
hükmünde: de¤erinde, yerinde.
ihatal›: kuflat›c›.
ilâahir: sona kadar, sonuna kadar.
kelimat: kelimeler, sözler, lâk›rd›lar.
k›ymet: de¤er.
kudsî: mukaddes, yüce.
külliyet: bütünlük, tümlük.
lây›k: uygun, yak›fl›r, münasip.
Mirac-› Ekber-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm: Peygamberimizin (a.s.m) Cenab-›
Hakk›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas›, mu’cizesi.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-›
Hakk›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhtasar: k›saca, özetle.
mübarek: feyizli, bereketli, kutlu.
mükâleme: konuflma, karfl›l›kl›
konuflma, söyleflme.
mü’min: iman eden, inanan.
nevi: çeflit, tür.
nur: ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k.
nükte: ince manal›, düflündürücü
Birinci Sual: Teflehhüdün mübarek kelimat›, Miraç
gecesinde Cenab-› Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri
oldu¤u hâlde, namazda okunmas›n›n hikmeti nedir?
Elcevap: Her mü’minin namaz›, onun bir nevi mirac›
hükmündedir. Ve o huzura lây›k olan kelimeler ise, Mirac-› Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmda söylenen sözlerdir. Onlar› zikretmekle, o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manalar›
cüz’iyetten külliyete ç›kar ve o kudsî ve ihatal› manalar
tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile k›ymeti ve
nuru teâlî edip genifllenir.
1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a mahsustur.
Bereket ve tebrike sebep mübarek mahlûk, tohum, çekirdek, dâne, yumurta; ruh sahiplerinin hususî ibadetleri; kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri hep Allah’a mahsustur. (Müslim, Salât: 56, 60, 62; Tirmizî, Salât: 100; Neseî, Tatbik: 23; Da rimî, Salât: 84, 92.)
söz.
resul: Allah taraf›ndan kendisine vahiy gelen, Allah’›n
emirlerini insanlara bildirmekle vazifeli olan insan,
peygamber.
sair: di¤er, baflka, öteki.
sual: soru.
388 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
suret: biçim, tarz, görünüfl.
tahattur: hat›rlama, hat›ra
getirme.
talik: baflka bir zamana b›rakma, erteleme.
tasavvur: bir fleyi zihinde flekillendirme, tasarlama, kurma.
teâlî: yükselme, yücelme,
çok yüce olma.
teflehhüt: namazda her oturuflta tahiyyat duas›n› okuma
ve bu duay› okuyacak kadar
oturma.
zikretmek: anmak, bildirmek.
Meselâ, “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-› Hakka karfl› selâm yerinde
1
!ä
o És«ë
p às dnG de-
mifl. Yani, “Bütün zîhayatlar›n, hayatlar›yla gösterdikleri
tesbihat-› hayatiye ve Sâni’lerine takdim ettikleri f›trî hediyeler, ey Rabbim, Sana mahsustur! Ben dahi bütün onlar› tasavvurumla ve iman›mla Sana takdim ediyorum. “
Evet, nas›l ki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,
oäÉs«pësàdn G kelimesiyle bütün zîhayat›n ibadat-› f›triyelerini
niyet edip takdim ediyor; öyle de, tahiyyat›n hülâsas›
olan
2
oäÉncQÉn
n ÑoªrdnG kelimesiyle de, bütün medar-› bereket
ve tebrik ve bârekâllah dediren ve mübarek denilen ve
hayat›n ve zîhayat›n hülâsas› olan mahlûklar, hususan tohumlar›n ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtalar›n f›trî
mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o genifl mana ile söylüyor. Ve mübarekât›n
hülâsas› olan
3
oäGnƒn∏°südnG kelimesiyle de zîhayat›n hülâsas›
olan bütün zîruhun ibadat-› mahsusalar›n› tasavvur edip
dergâh-› ‹lâhîye o ihatal› manas›yla arz ediyor. Ve
4
oäÉnÑpq«`s£dGnh kelimesiyle de, zîruhun hülâsalar› olan kâmil
insanlar›n ve melâike-i mukarrebînin, salâvat›n hülâsas›
olan
oäÉnÑpq«`nW ile nuranî ve yüksek ibadetlerini irade ede-
rek Ma’bud’una tahsis ve takdim eder.
1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler Allah’a aittir.
2. “Allah ne mübarek yaratm›fl” dedirten, tebrik ve berekete sebep mübarek yarat›k, tohum,
çekirdek, dâne ve yumurtalar.
3. Ruh sahiplerinin hususî ibadetleri.
4. Kâmil insan ve Allah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri.
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
etsin, hay›rl› ve bereketli ol- f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, dosun.
¤ufltan olan.
bereket: mübareklik, bolluk, hususan: bilhassa, özellikle.
saadet.
hususî: özel.
arz etme: sunma, takdim et- dâne: tane, tohum.
hülâsa: bir fleyin özü, esas›,
me.
dergâh-› ‹lâhî: ‹lâhî dergâh, özeti.
bârekâllah: Allah mübarek s›¤›nak, Allah kat›.
ibadat-› f›triye: f›trî ibadetler,
her bir varl›¤›n kendi kabiliyetine
göre Cenab-› Hakka ibadet etmesi.
ibadat-› mahsusa: her mahlûkun
kendine göre yapt›¤› özel ibadeti.
iman: inanma, itikat.
irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
kâmil: tam, olgun, eksiksiz, noksans›z, mükemmel.
Ma’bud: kendisine ibadet edilen,
tap›n›lan, kulluk edilen Allah.
mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan
yarat›lm›fl olan.
mahsus: bir fleye veya kifliye has
olan.
medar-› bereket: bereket sebebi.
melâike-i mukarrebîn: büyük
meleklerden bir zümre.
meselâ: örne¤in.
mübarekât: bereketli, u¤urlu ve
hay›rl› fleyler.
mübarekiyet: feyizlilik, bereketlilik.
niyet: kalbin bir fleye karar vermesi, bir iflin ne için yap›laca¤›n›
bilmesi.
nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k.
salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve
selâm etme.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
selâm: selâm, esenleme; Allah’›n
r›zas›n› kazanmak için mü’minlerin birbirine etti¤i selâmünaleyküm fleklindeki dua.
tahiyyat: namaz›n son oturufllar›nda okunan et-tehiyyatü duas›.
tahsis: has k›lma, ay›rma.
takdim: arz etme, sunma.
tebrik: kutlama; u¤urlu, hay›rl›,
mübarek olmas›n› dileme.
temsil: birinin, bir toplulu¤un ad›na hareket etme.
tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan
uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler.
tesbihat-› hayatiye: yarat›klar›n,
varl›klar›n hayatlar› ile Cenab-›
Hakk› tesbih etmesi.
ubudiyet: kulluk.
zîhayat: hayat sahibi.
zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 389
Hem, nas›l ki o gecede Cenab-› Hak taraf›ndan,
1
t»pÑsædG Én¡t`jn G BÉjn n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG
demesi, istikbalde yüzer mil-
yon insanlar›n her biri, her gün, hiç olmazsa on defa
t»pÑsædG Én¡t`jnG BÉjn n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG
demelerini amirâne ifl’ar eder
ve o selâm-› ‹lâhî, o kelimeye genifl bir nur ve yüksek bir
mana verir; öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n o selâma mukabil
2
nÚ/ëdp É°südG $G pOÉnÑpY '¤nYhn Énær«n∏nY oΩnÓ°sùdnG
demesi, istikbalde
muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri selâm-› ‹lâhîyi
temsil eden ‹slâmiyete mazhar olmas›n› ve ‹slâmiyetin
umumî bir fliar› olan mü’minler ortas›ndaki
3
Ωo Ó
n °sùdG ∂
n «r ∏n Yn hn ∂
n «r ∏n Yn Ωo Ó
n °sùdnG
umum ümmet demesini ra-
ciyâne, dâiyâne, Hâl›k’›ndan istedi¤ini ifade ve ihtar
eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i ‹lâhî ile o gece
amirâne: emrederek, emredercesine, amirmifl gibi.
dâiyâne: dua edercesine.
emr-i ‹lâhî: Allah’›n emri.
gaflet: dikkatsizlik, endiflesizlik,
Allah’tan uzaklafl›p nefsin arzular›na dalmak.
garip: tuhaf, flafl›lacak.
hakikat: gerçek, esas.
hâlet-i ruhiye: insan›n ruh hâli,
psikolojik durum, insan›n manevî
hâli, iç durumu.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hâl-i hâz›r: flimdiki durum.
hissedar: hisse sahibi, hissesi
olan.
ihtar: hat›rlatma, uyar›.
inkiflaf: manevî bir s›rr›n veya bir
hâlin görülmesi, keflfolunmas›.
istikbal: gelecek.
ifl’ar: anlatma, bildirme.
K›yamet: bütün kâinat›n Allah
taraf›ndan tayin edilen bir vakitte
y›k›l›p mahvolmas›.
kul: Allah’›n yaratt›¤› mahlûk, Allah’a nazaran insan; insan, abd.
mazhar: nail olma, flereflenme.
mezkûr: zikredilen, ad› geçen,
an›lan.
muazzam: çok büyük, ulu, yüce.
mukabil: karfl›l›k.
mübeflflirâne: müjdeleyerek.
mükâleme-i kudsiye: yüce ve
yüksek konuflma.
peygamber: Allah taraf›ndan ha-
4
$G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°TnGhn *G ’s pG n¬'dpG nB’ r¿nG oón¡r°TnG demesi,
bütün ümmet k›yamete kadar böyle flahadet edece¤ini
ve böyle diyeceklerini mübeflflirâne haber verir. Ve bu
mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile, kelimelerin manalar›
parlar, genifllenir.
Bu mezkûr hakikatin inkiflaf›nda bana yard›m eden
garip bir hâlet-i ruhiyedir:
Bir zaman, karanl›kl› bir gurbette, karanl›k bir gecede,
zulmetli bir gaflet içinde, hâl-i haz›rda olan bu koca
1.
2.
3.
4.
Selâm olsun sana ey Peygamber!
Bize ve Allah’›n salih kullar›na selâm olsun.
Selâm olsun Sana; Sana da selâm olsun.
Allah’tan baflka hiçbir ilâh olmad›¤›na flahadet ederim. Ve Muhammed’in, Allah’›n elçisi oldu¤una da flahadet ederim.
ber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden
elçi, nebî.
raciyâne: yalvar›rcas›na, yalvar›r yollu.
salih: dinin emir ve yasaklar›na uygun hareket eden, tak-
390 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
va sahibi, müttakî.
selâm-› ‹lâhî: Allah’›n selâm›,
Allah’›n r›zas›n› kazanmak
için mü’minlerin birbirine etti¤i dua.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
fliar: ay›rt edici alâmet, sembol.
umumî: herkesle ilgili, genel.
ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar.
zulmet: karanl›k.
kâinat, hayalime camit, ruhsuz, meyyit, bofl, hâlî, müthifl
bir cenaze göründü. Geçmifl zaman dahi bütün bütün
ölü, bofl, meyyit, müthifl tahayyül edildi. O hadsiz mekân
ve o hudutsuz zaman, karanl›kl› bir vahfletgâh suretini ald›.
Ben, o hâletten kurtulmak için, namaza iltica ettim.
Teflehhütte,
1
oäÉs«pësàdn G
dedi¤im zaman, birden kâinat
canland›, hayattar, nuranî bir flekil ald›, dirildi; Hayy-›
Kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayattar eczas›yla beraber, hayatlar›n›n tahiyyelerini ve hedâyâ-i hayatiyelerini daimî bir surette Zat-› Hayy-› Kayyum’a takdim
ettiklerini ilmelyakin, belki hakkalyakin ile bildim ve gördüm.
Sonra
2
»
t pÑsædG Én¡`t jnG BÉjn n∂r«n∏nY oΩnÓ°sùdnG dedi¤im vakit, o hu-
dutsuz ve hâlî zaman, birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n riyaseti alt›nda, zîhayat ruhlar ile vahfletzar suretinden ünsiyetli bir seyrangâh suretine ink›lâp etti.
‹kinci Sual: Teflehhüt ahirinde,
nâr«s∏°nU Énªnc mósªnfio p∫'G '¤nYhn mósªnëoe '¤nY pqπ°nU -nG
3
nº«/gGnôrHpG p∫'G '¤nYhn nº«/gGnôrHpG '¤nY
’deki teflbih, teflbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ‹brahim Aleyhisselâmdan daha ziyade rahmete mazhard›r ve daha
büyüktür. Bunun s›rr› nedir? Hem, bu tarzdaki salâvat›n
teflehhütte tahsisinin hikmeti nedir? Ayn› dua, eski
1. Bütün canl›lar›n hayatlar› boyunca yapt›klar› tesbihat ve f›trî hediyeler.
2. Selâm olsun sana ey Peygamber!
3. Allah’›m! ‹brahim ve ‹brahim ehl-i beytine rahmet etti¤in gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beytine de rahmet eyle. (Buharî, Enbiya: 10.)
ahir: son.
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
âyine: ayna.
camit: ruhsuz, cans›z.
daimî: sürekli, devaml›.
ecza: cüzler, parçalar, k›s›mlar.
ehl-i beyt: bir zat›n soyundan
gelme ve onun neslinden olma.
f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakkalyakin: imanî meselelerin hakikatini tam olarak
anlama.
hâlet: hâl, durum.
hâlî: tenha, bofl, ›ss›z.
hayattar: canl›, yaflayan.
Hayy-› Kayyum: her hususta
iktidar› olan, her canl›ya ha-
yat veren ve onlar› ayakta tutan,
Allah.
hedâyâ-i hayatiye: hayat›n hediyeleri.
hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep.
hudutsuz: s›n›rs›z.
ilâh: kendisine ibadet edinilen tap›n›lan Ma’bud, Allah.
ilmelyakin: ilim yoluyla kesin
olarak bilme.
iltica: s›¤›nma, güvenme, dayanma.
ink›lâp: bir hâlden baflka bir hâle
geçme, de¤iflme, dönüflme.
mazhar: nail olma, flereflenme.
meyyit: ölmüfl, ölü.
müthifl: dehflet veren, ürküten,
dehfletli, korkunç.
nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver.
peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lahî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî.
rahmet: flefkat etmek, merhamet etmek, esirgemek.
riyaset: reislik, baflkanl›k.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k.
salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve
selâm etme.
seyrangâh: seyir yeri, e¤lence ve
gezme yeri.
s›r: gizli hakikat.
suret: biçim, tarz, görünüfl.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flekil: d›fl görünüfl, biçim.
tahayyül: hayale getirme, hayalinde canland›rma.
tahiyye: namaz›n ikinci ve son
rekâtlar›ndaki oturufllarda okunan ettahiyyatü duas›; selâm,
dua.
tahsis: has k›lma, ay›rma.
takdim: arz etme, sunma.
tarz: biçim, flekil.
tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan
uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler.
teflbih: benzetme.
teflehhüt: namazda her oturuflta
tahiyyat duas›n› okuma ve bu
duay› okuyacak kadar oturma.
ünsiyet: al›flkanl›k, ülfet, dostluk.
vahfletgâh: yaln›zl›k yeri, korku
veren yer, ›ss›z yeri.
vahfletzar: yabanî, ›ss›z yer.
zat-› Hayy-› Kayyum: varl›¤›, dirili¤i her an için olup gökleri ve
yerleri her an için tutan; her fleye,
her hususta iktidar› yeten zat, Allah.
zîhayat: hayat sahibi.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 391
zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri —hâlbuki, bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter— milyonlarca dualar› makbul olan zatlar mus›rrâne dua etmesi ve
bilhassa o fley vaad-i ‹lâhîye iktiran etmifl ise...
Meselâ,
1
GkOƒoªfi
r n ÉkeÉn≤en ∂
n `t HnQ ∂
n ãn ©n Ñr jn ¿r nG ∆=ùn' Y Cenab-› Hak
vadetti¤i hâlde, her ezan ve kametten sonra edilen mervi duada
2
o¬nJrónYhn …/òsdG GkOƒoªrfin ÉkeÉn≤ne o¬rãn©rHGnh deniliyor; bütün
ümmet o vadi ifa etmek için dua ederler. Bunun s›rr-›
hikmeti nedir?
E l c e v a p : Bu sualde üç cihet ve üç sual var.
aleyhisselâm: Allah’›n selâm›
onun üzerine olsun.
bilhassa: özellikle.
cihet: yön.
delil: bir davay› ispata yarayan
fley, bürhan.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
ekser-i mutlak: mutlak ço¤unluk.
elcevap: cevap olarak.
enbiya: nebîler, peygamberler.
evliya: velîler, Allah dostlar›.
gerçi: her ne kadar…
hadis: Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Peygamberin onaylad›¤› baflkas›na
ait söz, ifl veya davran›fl.
hakikat-› ‹slâmiyet: ‹slâmiyetin
asl›, esas›, gerçe¤i.
ifa: bir ifli yapma, yerine getirme.
iktiran: iki fleyin beraber gelmesi.
irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma.
kamet: farz namazlara bafllamadan önce “kad-kameti’s-salâh”
cümlesinin ilâvesiyle okunan
ezan.
k›sm-› azam: büyük k›s›m, ekseriyet, ço¤unluk.
makbul: kabul edilmifl olan, al›nan, reddedilmeyen.
makbuliyet: makbullük, be¤enilmifllik, geçerlilik.
mervi: rivayet edilen, nakledilen.
meselâ: örne¤in.
meslek: gidifl, tutulan yol, sistem.
mus›rrâne: ›srar ve inatla, ›srarl›
bir flekilde.
mürflit: bir tarikatin bafl›nda bulunan, tarikat ba¤l›lar›n› uyaran,
onlar› manevî bir terbiyeyle ye-
B i r i n c i C i h e t : Hazret-i ‹brahim Aleyhisselâm gerçi
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma yetiflmiyor, fakat onun âl’i enbiyad›rlar; Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n âl’i evliyad›rlar. Evliya ise, enbiyaya yetiflemezler. Âl hakk›nda olan bu duan›n parlak bir surette kabul oldu¤una delil fludur ki:
Üç yüz elli milyon içinde, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan yaln›z iki zat›n, yani Hasan (r.a.) ve
Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen evliya, ekser-i mutlak
hakikat mesleklerinin ve tarikatlerinin pirleri ve mürflitleri onlar olmalar›,
3
πn «/FBGôrn °SpG »/ænH pABÉ«n pÑrfnÉnc »/àseo G Ao Bɪn n∏Yo hadisinin
mazharlar› olduklar›d›r. Baflta Cafer-i Sad›k (r.a.) ve
Gavs-› Azam (r.a.) ve fiah-› Nakflibend (r.a.) olarak, her
biri ümmetin bir k›sm-› azam›n› tarik-› hakikate ve hakikat-i ‹slâmiyete irflat edenler, bu, Âl hakk›ndaki duan›n
makbuliyetinin meyveleridirler.
1. Umulur ki Rabbin, seni övülmüfl bir makam olan en büyük flefaat makam›na kavuflturur.
(‹sra Suresi: 79.)
2. Onu, kendisine vaat etti¤in Makam-› Mahmûda ulaflt›r. (Keflfü’l-Hafâ, 1:402.)
3. Ümmetimin âlimleri, Benîisrailin peygamberleri gibidir. (Keflfü’l-Hafâ, 2:64.)
tifltiren, marifet ve irfan nuruyla ayd›nlatan kimse, fleyh.
nesil: soy, zürriyet.
pir: bir tarikatin ilk kurucusu,
veya o tarikate girmifl kimselerin kendisine ba¤land›klar›
kimse, fleyh, mürflit.
s›rr-› hikmet: hikmet s›rr›,
392 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
herkesin bilmedi¤i gizli sebep.
tarikat: Allah’a ulaflmak için
fleyhin gözetiminde müridin
takip edece¤i terbiye usul ve
yolu.
tarik-› hakikat: hak ve hakikat yolu.
ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar.
vaad-i ‹lâhî: Allah’›n verdi¤i
söz.
vaat: söz verme, ahit.
zat: azamet ve ululuk sahibi
olan.
‹ki nc i Cihet: Bu tarzdaki salâvat›n namaza tahsis-i
hikmet ise; meflahir-i insaniyenin en nuranî, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyan›n kafile-i kübras›n›n gittikleri ve açt›klar› yolda, kendisi dahi o yüzer
icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve flafl›rmalar›
mümkün olmayan o cemaat-i uzmaya, o s›rat-› müstakimde iltihak ve refakat etti¤ini tahattur etmektir; ve o
tahattur ile, flübehat-› fleytaniyeden ve evham-› seyyieden kurtulmakt›r.
Ve bu kafile, bu kâinat Sahibinin dostlar› ve makbul
masnular›; ve onlar›n muar›zlar›, Onun düflmanlar› ve
merdut mahlûklar› oldu¤una delil ise, zaman-› Âdem’den
beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muar›zlar›na her vakit musibet-i semaviye inmesidir.
Evet kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrut gibi bütün muar›zlar, gadab-› ‹lâhîyi ve azab›n› ihsas
edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi; kafile-i
kübran›n Nuh Aleyhisselâm, ‹brahim Aleyhisselâm, Mûsa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi bütün kudsî kahramanlar› dahi, harika ve mu’cizâne
ve gaybî bir surette mu’cizelere ve ihsanat-› Rabbaniyeye mazhar olmufllar. Bir tek tokat hiddeti, bir tek ikram
muhabbeti gösterdi¤i hâlde, binler tokat muar›zlara ve
binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve s›rat-› müstakimde gitti¤ine flahadet ve
delâlet eder. Fatiha’ da,
1
ºpr ¡«nr ∏Yn nâªr ©n fr n G øn jpòsdG n•Gôn p°U
o
1. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. (Fatiha Suresi: 6.)
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
aleyhisselâm: Allah’›n selâm›
onun üzerine olsun.
âlim: ilim ile u¤raflan, ilim
adam›.
azap: eziyet, iflkence.
bedahet: aç›kl›k, aflikâr, ispata ihtiyaç olmayacak derecede aç›kl›k.
Benîisrail: ‹srailo¤ullar›, Yahudîler.
cemaat-i uzma: çok büyük
cemaat, en büyük topluluk.
delâlet: delil olma, gösterme.
evham-› seyyie: kötü kuruntular.
gadab-› ‹lâhî: Allah’›n gazab›.
gaybî: gaypla ilgili, görünmeyenlere ait.
hakkaniyet: hak ve adâlete
uygunluk.
harika: ola¤anüstü.
hiddet: öfke, k›zg›nl›k.
icma: fikir birli¤i etme, görüfl
birli¤ine varma.
ihsanat-› Rabbaniye: her fleyi terbiye ve idare eden Cenab-› Hakk›n iyilikleri, ba¤›fllar›.
ihsas: hissettirme, sezdirme.
ikram: ba¤›fl, ihsan, bir fley
sunma.
iltihak: kar›flma, kat›lma.
‹sra: Kur’ân-› Kerîm’in 17. suresidir. Mekke’de nazil olmufltur.
kafile-i kübra: en büyük kafile,
topluluk.
kavm-i Nuh: Hz. Nuh’un peygamber olarak gönderildi¤i kavim.
kudsî: mukaddes, yüce.
mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan
yarat›lm›fl olan.
masnu: sanatla yap›lm›fl eflya,
varl›k.
mazhar: nail olma, flereflenme.
merdut: reddolunmufl, kovulmufl.
meflahir-i insaniye: insanlar›n
meflhurlar›.
muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif.
muavenet: yard›m.
muavenet-i gaybiye: gaybî, gizli
yard›m.
mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muhabbet: sevgi, sevme.
musibet-i semaviye: semavî
musibet, gökten gelen belâlar,
musibetler.
müstakim: do¤ru.
peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî.
refakat: refiklik arkadafll›k.
Semud: kendilerine Hz. Salih’in
peygamber olarak gönderildi¤i
müflrik bir kavmin ad›.
s›rat-› müstakim: Allah’›n gösterdi¤i hidayet yolu.
Sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤›
114 bölümden her biri.
suret: biçim, tarz, görünüfl.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flefaat: birinden baflkas›n›n kusurlar›n›n veya suçunun ba¤›fllanmas›n› dileme.
flübehat-› fleytaniye: fleytandan
gelen flüpheler.
tahattur: hat›rlama, hat›ra getirme.
tarz: biçim, flekil.
tevatür: içinde yalan ihtimali bulunmayan ve birbirlerine kuvvet
veren haberlerden oluflan büyük
bir toplulu¤a ait haber.
ümmet: hak dine davet etmek
için Allah taraf›ndan kendilerine
peygamber gönderilen ve bu
peygambere inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk.
vaat: söz verme, ahit.
zahir: aç›k, aflikâr.
zaman-› Âdem: Hz. Âdem zaman›, insanl›¤›n ilk devresi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 393
kafileye; ve
ahir: son.
alâkadar: ilgili, iliflkili, münasebetli, ba¤l›.
âlem-i bâkî: sonsuz olan ahiret
âlemi.
ayn-› hikmet: tamamen faydal›
ve gayeli, hikmetin tâ kendisi.
azîm: büyük, yüce, ulu.
beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek.
Cihet: yön.
daavat-› insaniye: insan›n yapm›fl oldu¤u dualar.
dâr-› saadet: saadet, mutluluk
yeri, Cennet.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
gazap: k›zg›nl›k, hiddet, öfke.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat: gerçek, esas.
hakikat-i azam: büyük hakikat,
gerçek.
hakikat-i umumiye-i uzma: her
fleyi kapsayan en büyük umumî
gerçek.
haflir: k›yametten sonra bütün
insanlar›n bir yere toplanmalar›,
Allah’›n ölüleri diriltip mahflere ç›karmas›.
hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep.
hilkat-i kâinat: kâinat›n yarat›l›fl›.
ihtiva: içine alma, kapsama.
ifltirak: ortak olma, ortakl›k etme.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
K›yamet: bütün kâinat›n Allah
taraf›ndan tayin edilen bir vakitte
y›k›l›p mahvolmas›.
Makam-› Mahmut: en yüksek
flefaat makam›, Peygamberimizin
(a.s.m.) kavuflaca¤›, Allah taraf›ndan vaat edilen makam.
maksat: gaye.
meselâ: örne¤in.
muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif.
mühim: önemli, ehemmiyetli.
nimet: lütuf, ihsan, ba¤›fl.
nükte: ince manal›, düflündürücü
söz.
1
nÚudBÉ°†s dG ’n hn ºr p¡«r n∏nY p܃°o †r¨nŸrG pô«r nZ muar›zlar›na
bak›yor. Burada beyan etti¤imiz nükte ise, Fatiha’n›n
ahirinde daha zahirdir.
Ü ç ü n c ü C i h e t : Bu kadar tekrar ile, kat’î verilecek
olan bir fleyin vermesini istemesinin s›rr-› hikmeti fludur:
‹stenilen fley, meselâ Makam-› Mahmut bir uçtur; pek
büyük ve binler Makam-› Mahmut gibi mühim hakikatleri ihtiva eden bir hakikat-i azam›n bir dal›d›r ve hilkat-i
kâinat›n en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve
dal› ve o meyveyi dua ile istemek ise, dolay›s›yla, o hakikat-i umumiye-i uzman›n tahakkukunu ve vücut bulmas›n›; ve o flecere-i hilkatin en büyük dal› olan âlem-i bâkînin gelmesini ve tahakkukunu; ve kâinat›n en büyük neticesi olan haflir ve k›yametin tahakkukunu; ve dâr-› saadetin aç›lmas›n› istemektir. Ve o istemekle, dâr-› saadetin ve Cennetin en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i befleriyeye ve daavat-› insaniyeye kendisi dahi ifltirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azîm bir
maksat için, bu hadsiz dualar dahi azd›r. Hem, Hazret-i
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Makam-› Mahmut
verilmesi, umum ümmete flefaat-i kübras›na iflarettir.
Hem, o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadard›r. Onun
için, hadsiz salâvat ve rahmet dualar›n› bütün ümmetten
istemesi, ayn-› hikmettir.
2
ºo «/µn`◊r G ºo «/∏n©rdG nârfnG ∂
n sfpG BÉ'ænàrªs∏nY Éne ’ps G BÉ'ænd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 156-162.
‚è
1. Kendilerine gazap ettiklerinin ve yoldan sapm›fllar›n yoluna de¤il. (Fatiha Suresi: 7.)
2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.)
rahmet: flefkat etmek, merhamet etmek, esirgemek.
saadet: mutluluk.
salâvat: Hz. Muhammed’e
rahmet ve esenlik dileme, salât ve selâm etme.
sebeb-i vücut: varl›k sebebi,
bir fleyin var olma nedeni.
s›rr-› hikmet: hikmet s›rr›,
394 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
herkesin bilmedi¤i gizli sebep.
flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›.
flefaat-i kübra: en büyük flefaat; en yüksek flefaat makam›.
tahakkuk: gerçekleflme, delil
ile ispat edilme, kesinleflme.
tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma, münezzeh sayma.
ubudiyet-i befleriye: insanlar›n ibadet ve kulluklar›.
umum: bütün.
vücut: var olma, varl›k.
Evet, nas›l ki, rahmet, r›zk-› acaibiyle günefl gibi kendini gösterip perde-i gaypta bir Rahman-› Rahîm’i
kat’iyetle ispat ediyor; öyle de, yüzer âyât-› Kur’âniyede
mevki alan ve kudsî yedi s›fattan bir cihette en birincisi
olan “ilim” dahi, nizam ve mizan›n hikmetleri ve meyveleriyle günefl ziyas› misillü kendini gösterdi¤i gibi, bir
Alîm-i Külli fiey’in mevcudiyetini kat’iyetle bildirir.
Evet, insan›n fluuruna, ilmine delâlet eden düzgün, ölçülü sanat› ile ‹nsan›n Hâl›k›’n›n ilmine, hikmetine delâlet eden hüsn-i hilkat-i insan muvazenesi, aynen y›ld›z
böce¤inin geceki ›fl›¤›n›n lem’ac›¤›n›n, gündüzle güneflin
ihatal› ziyas›na nispeti gibidir.
fiimdi ilm-i ‹lâhînin delillerini beyan etmeden evvel, o
kudsî s›fat›n kâinat›n enva›ndaki tecellileriyle Zat-›
Akdes’i pek zahir bir tarzda göstermesine delâlet ve
flahadet eden Mirac-› Muhammedî (a.s.m.) gecesinde huzur ve hitab-› ‹lâhîye mazhar oldu¤u zaman, birden
1
! oäÉnÑ`u«`s£dnG oäGnƒn∏°südnG oäÉncQÉnn ÑoªrdnG oäÉs«pësàdn G diyerek, bütün
zîhayat ve enva-› mahlûkat nam›na bir mebus ve elçi olmas›ndan, bütün onlar›n s›fat-› ilmin cilveleriyle Rablerini bildirdikleri tarzda, selâm yerinde, umum zîfluur bedeline, Hâl›k’›na umum zîhayat›n hediyelerini takdim eder.
Yani,
oäÉnÑ`u«`s£dnG ,oäGnƒn∏°südnG ,oäÉncQÉnn Ñoªrdn G ,oäÉs«pësàdnG
dört k e l i-
meler ile umum zîhayat›n dört taifesinin ezelî, ebedî ilmin
cilveleriyle Allâmü’l-Guyûb’a karfl› tahiyyelerini, tebriklerini, ubudiyetlerini, güzel marifetlerini gösterdi¤inden,
1. Bütün canl›lar›n manevî selâm ve hediyeleri, f›trî ibadetleri, bereket ve tebrike sebep olan
canl›lar›n hülâsas› olan bütün mahlûk, tohum, çekirdek, dane ve yumurtalar›n kulluklar›;
canl›lar›n hülâsas› olan ruh sahiplerinin hususî ibadetleri ve ruh sahiplerinin en mükemmelleri olan kâmil insan ve AIlah’a yak›n meleklerin nuranî ve yüksek ibadetleri Allah’a
mahsustur. (Buharî, Ezan:148,150; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebu Davud, Salât:178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Neseî, Tatbik: 23, Sehiv: 41, 43-45, 56, 10-104; ‹bni Mâce, ‹kame: 24 Nikâh: 19.)
Alîm-i Külli fiey: her fleyi bilen ilim sahibi Allah.
Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen,
görünmeyen fleyleri bilen, Allah.
âyât-› Kur’âniye: Kur’ân’›n
ayetleri.
cilve: tecelli, görüntü.
delâlet: delil olma, gösterme.
ebedî: sonu olmayan, daimî,
sürekli.
enva: çeflitler, türler, neviler.
enva-› mahlûkat: yarat›lm›fl
olanlar›n türleri, çeflitleri.
ezelî: ezel ile ilgili, öncesiz,
bafllang›çs›z.
Hâl›k: yoktan yaratan, her
fleyi yoktan var eden, yarat›-
c›; Allah.
hitab-› ‹lâhî: Allah’›n kendi zat›na
mahsus olarak hitab›; Kur’ân-› Kerîm.
huzur: yan, kat, ön.
huzur-i ‹lâhî: Allah’›n her an yan›nda oldu¤unu ve her fleyi bildi¤ini hissetme ve yaflama hâli.
hüsn-i hilkat-i insan: insan›n yarat›l›fl›ndaki güzellik.
ihatal›: kuflat›c›.
ilm-i ‹lâhî: Allah’›n ilmi.
kat’iyet: kat’îlik, kesinlik.
kudsî: mukaddes, yüce.
lem’a: par›lt›.
marifet: bilme, derin bilgi.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
mebus: gönderilen, yollanan, elçi.
mevcudiyet: mevcut olma, varl›k.
mirac-› Muhammedî: Peygamberimizin (a.s.m.) Cenab-› Hakk›n
huzuruna ruhen, cismen ve hâlen
ç›kmas› mu’cizesi.
misillü: gibi, benzeri.
mizan: ölçü, denge.
muvazene: ölçü, mukayese, denge.
nispet: k›yaslama, ölçü, oran.
nizam: düzen.
perde-i gayp: gayp perdesi, gizli
perde; insanlar›n bilmeyip sadece
Allah’›n bildi¤i gayp âlemdeki
manevî perde.
Rab: besleyen, yetifltiren, verdi¤i
nimetlerle mahlûkat› ›slah ve terbiye eden Allah.
Rahman-› Rahîm: Rahman ve
Rahîm olan Allah; dünya ve ahirette yaratt›klar›na sonsuz rahmet, flefkat ve merhametiyle
muamele eden Allah.
rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik.
r›zk-› acayip: acayip, harikulâde
flekilde ihsan edilen r›z›k.
s›fat-› ilim: ilim s›fat›.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
fluur: bir fleyin inceliklerini iyice
idrak etme, anlay›fl.
tahiyye: selâm verme, selâm.
taife: tak›m, güruh.
tecelli: belirme, görünme.
ubudiyet: kulluk.
zahir: aç›k, aflikâr.
Zat-› Akdes: en mukaddes zat,
her türlü kusur ve noksandan
uzak ve pak olan zat; Allah.
zîhayat: hayat sahibi.
zîfluur: fluurlu, fluur sahibi.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur, parlakl›k.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 395
bu kudsî mükâleme-i Miraciyeyi genifl manas›yla okumak, teflehhütte umum ‹slâm›n farz bir vazifesi olmufl. O
kudsî mükâlemenin izahat›n› Risale-i Nur’a havale edip,
gayet k›sa dört iflaretle bir manas›n› beyan edece¤iz.
Birincisi: ! oäÉs«pësàdnG ’t›r. K›sac›k meali fludur:
acip: tuhaf, hayrette b›rakan.
ahval: hâller, durumlar.
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
arzu: bir fleye karfl› duyulan istek,
heves.
beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek.
cilve: tecelli, görüntü.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
farz: kesin yap›lmas› gerekli olan;
‹slâmiyette kesin olarak yap›lmas› gereken emir.
gayet: son derece.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
harika: ola¤anüstü.
havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma.
ihatal›: kuflat›c›.
ihsan: ba¤›fllama, ikram etme, lütuf.
ilim: bilgi, marifet.
ins: insan, befler, Âdemo¤lu.
izahat: izahlar, aç›klamalar.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kàl: söz, konuflma.
kudsî: mukaddes, yüce.
lisan-› hâl: hâl dili, bir fleyin duruflu ve görünüflü ile bir mana ifade
etmesi.
maddî: madde ile alâkal›, cismanî.
maharet-i ilmiye: ilmi beceriklilik, ustal›k.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
meal: mana, anlam, mefhum.
medih: övmek.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Mu-
Nas›l bir usta, pek harika bir makineyi derin ilmi ve
mu’cizekâr zekâs›yla yapsa, o acip makineyi gören herkes, o ustay› takdirkârâne tebrik edip alk›fllar ve tahsinkârâne medihlerle ve ihsanlarla ona maddî, manevî hediyeler, tahiyyeler verir; o makine dahi, o ustan›n istedi¤i tarzda, tam tam›na, gayet mükemmel olarak arzular›n› ve harika ince sanat›n› ve maharet-i ilmiyesini göstermesiyle, kendi ustas›n› lisan-› hâl ile alk›fllar, tebrik eder,
manevî tahiyyeler, hediyeler verir. Aynen öyle de, kâinatta bütün zîhayat taifeleri, her biri ve her bir ferdi, her
taraf› mu’cizeli birer harika makinedir ki, ustas›n›n, her
fleyin her fleyle münasebetini gören ve her fleyin hayat›na lâz›m bütün fleyleri görüp tam yerinde ona yetifltiren
ihatal› ilminin derin ve ince cilveleriyle kendini tan›tt›ran
Sâni-i Zülcelâl’ini, hayatlar›n›n lisan-› hâlleriyle, ins ve
cin ve melek olan zîfluurlar›n kàl dilleri gibi tahiyyelerle
alk›fllar ve tebriklerle
! oäÉs«pësàdnG derler. Ve hayatlar›n›n
fiyat›n›, do¤rudan do¤ruya bütün mahlûkat› bütün ahvaliyle bilen Hâl›k’lar›na ubudiyetkârâne takdim ediyorlar
ki, Miraç Gecesinde, bütün zîhayat nam›na Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm, Vacibü’l-Vücud’un huzurunda,
hammed (a.s.m.) Efendimizin,
Recep ay›n›n 27. gecesinde
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›
mu’cizesi.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mu’cizekâr: mu’cizeli, mu’cize hâlinde.
mükâleme: konuflma.
mükâleme-i miraciye: Miraçtaki konuflmalar.
münasebet: ilgi, iliflki, ba¤.
nam: ad.
396 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi olan ve her fleyi sanatla yaratan, Allah (cc.).
tahiyye: selâm verme, selâm.
tahsinkârâne: be¤enen gibi,
be¤enen kimseye yak›fl›r flekilde, be¤enircesine, alk›fllarcas›na.
taife: tak›m, güruh.
takdim: arz etme, sunma.
takdirkârâne: takdir edene
yak›fl›r flekilde, takdir ederek.
tarz: biçim, flekil, suret.
teflehhüt: flahadet getirme,
namazda Tahiyyat›n oturarak
okunmas›.
ubudiyetkârâne: kul olana
yak›fl›r flekilde, kullu¤a yak›fl›r
tarzda.
umum: bütün.
Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî
ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n
varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan
Allah (c.c.).
vazife: görev.
zîhayat: hayat sahibi.
zîfluur: fluurlu, fluur sahibi.
selâm yerinde
! oäÉs«pësàdnG deyip, bütün zîhayat taifeleri-
nin tahiyye ve hediye ve manevî selâmlar›n› takdim etmifl.
Evet, adî bir muntazam makine, intizam ve mizanl›
hey’etiyle, fleksiz, bir mahir ve dikkatli ustay› gösterdi¤i
gibi, kâinat› dolduran hadsiz zîhayat makineler de, her
birisi bin bir mu’cizat-› ilmiyeyi gösteriyorlar. Elbette y›ld›z böce¤inin ›fl›¤›na nispeten güneflin ziyas› derecesinde
ilmin cilveleriyle o zîhayatlar, usta ve sermedî sanatkârlar›n›n vücub-i vücuduna ve ma’budiyetine pek parlak flahadet ederler.
‹kinci Kudsî Kelime-i Miraciye: oäÉncQÉnn ÑoªrdnG ’dür.
Madem, hadisçe, namaz mü’minin mirac›d›r ve Mirac-›
Ekberin cilvesine mazhard›r. Ve madem dünya seyyah›,
her âlemde, ilim s›fat›yla Allâmü’l-Guyûb hâl›k›n› bulmufl. Biz dahi o seyyahla beraber, mübareklerin ve görenlere “Bârekâllah” dedirtenlerin ve
oäÉncQÉnn Ñoªrdn G ’nün ge-
nifl âlemine girip bütün zîruhun masum, mübarek yavrular›n› ve bütün zîhayat›n mukadderat ve programlar›n›n
kutucuklar› olan tohum ve çekirdekleri baflta olarak, o
mübarekât âlemini temafla ve mütalâa ile kudsî s›fat-› ilmin mu’cizatl›, ince cilveleriyle Hâl›k’›m›z› ilmelyakin ile
bilmeye o seyyah gibi çal›flaca¤›z.
Evet, gözümüzle görüyoruz ki, bütün o masum yavrucuklar ve o mübarek mahzencikler, sand›kç›klar; bir
adî: basit, baya¤›, s›radan.
âlem: dünya.
âlem: varl›k s›n›flar›ndan her
biri.
Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen,
görünmeyen fleyleri bilen, Allah.
bârekâllah: Allah mübarek
etsin, hay›rl› ve bereketli olsun.
cilve: tecelli, görüntü.
hadis: Hz. Muhammed’e
(a.s.m.) ait söz, emir, fiil veya
Hz. Peygamberin onaylad›¤›
baflkas›na ait söz, ifl veya
davran›fl.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
Hâl›k: yoktan yaratan, her
fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
heyet: flekil, biçim, görünüfl.
ilim: bilgi, marifet.
ilmelyakin: ilim yoluyla kesin
olarak bilme.
intizam: düzenlilik, düzgünlük.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlem-
ler.
kelime-i Miraciye:.
kudsî: mukaddes, yüce.
ma’budiyet: ilâh olufl, kendisine ibadet edilmeye lây›k
olufl.
madem: ...den dolay›, böyle
ise.
mahir: maharetli, becerikli.
mahzencik: küçük mahzen,
ihtiyaç maddelerini saklayan
küçük depo.
manevî: manaya ait, maddî
olmayan.
masum: suçsuz, günahs›z, saf, temiz.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
Mirac-› Ekber: büyük miraç, Peygamberimizin Miraca ç›k›fl›.
Miraç: Peygamber Efendimizin
(a.s.m.) Cenab-› Hakk›n huzuruna
ç›kma mu’ucizesi.
mizan: ölçü, denge.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cizat-› ilmiye: ilmî mu’cizeler.
mukadderat: Allah taraf›ndan
ezelde takdir olunmufl fleyler, ileride meydana gelecek hâller ve
olaylar, al›n yaz›s›.
muntazam: nizaml›, intizaml›,
düzenli ve düzgün biçimde.
mübarek: feyizli, bereketli, kutlu.
mübarekât: bereketli, u¤urlu ve
hay›rl› fleyler.
mü’min: iman eden, inanan.
mütalâa: bir fleyi etrafl›ca düflünme, dikkatli okuma.
nispeten: nispetle, k›yaslayarak.
sanatkâr: sanatç›, usta.
selâm: bar›fl, rahatl›k, selâmet ve
esenlik dileme.
sermedî: ebedî, daimî, sürekli.
seyyah: gezgin, yolcu.
s›fat-› ilim: ilim s›fat›.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flek: flüphe, zan, tereddüt.
tahiyye: selâm verme, selâm.
taife: tak›m, güruh.
takdim: arz etme, sunma.
temafla: hayretle ve dikkatle
bakma, seyretme.
vücub-i vücut: varl›¤› gerekli olmak, olmamas› imkâns›z olmak,
varl›¤› zarurî ve vacip olmak.
zîhayat: hayat sahibi.
zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur, parlakl›k.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 397
Alîm-i Hakîm’in ilmiyle hem umumu, hem her bir ferdi,
birden bir uyanmak ve gaye-i hilkatine yürümek için bir
hareket al›rlar. Hakikat nazar›yla bakanlara “Bin bârekâllah, yüz bin maflaallah!” dedirtirler.
alâmet: belirti, iflaret, iz.
âlimâne: bilerek, bilene yak›fl›r
tarzda.
Alîm-i Hakîm: her fleyi bilen, her
bir fleyi gaye ve faydalarla yaratan Allah.
Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen, görünmeyen fleyleri bilen, Allah.
bârekâllah: Allah mübarek etsin,
hay›rl› ve bereketli olsun.
cihazat: cihazlar, kendilerine ihtiyaç duyulan maddî manevî aletler.
emsal: örnekler, benzerler.
farika: fark olunmas›na, ayr›lmas›na sebep olan.
gaye-i hilkat: yarat›l›fl gayesi,
maksad›.
hakikat: gerçek, görülen bir fleyin asl› esas›.
hakîmâne: hikmetli bir flekilde.
harika: ola¤anüstü.
ihtilâf: farkl› olma, ayr› olufl.
inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme.
kastî: kastederek, isteyerek, bile
bile yap›lan.
kemal-i intizam: intizam›n mükemmel oluflu, tam ve eksiksiz
düzen.
kerîmane: kerîmce, cömertçe,
bol ihsan ve ikram ile.
kesret: çokluk.
lây›k: uygun, yak›fl›r, münasip.
maharet: mahirlik, ustal›k.
mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan
yarat›lm›fl olan.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
maflaallah: Allah’›n istedi¤i gibi,
Allah’›n istedi¤i olur anlam›nda
hayret ve memnunluk ifade eden
bir ibare.
meselâ: örne¤in.
mezkûr: zikredilen, ad› geçen,
an›lan.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-›
Hakk›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
mizan: ölçü, denge.
mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mübarek: feyizli, bereketli, kutlu.
mütemayiz: temayüz eden, beli-
Evet, meselâ nutfeler, yumurtalar, tohumlar, çekirdekler, her biri birden ilimden gelen bir ince nizam ve o nizam, maharetten gelen tam bir mizan içinde; o mizan,
yeni bir tanzim, o ise taze bir ölçü ve tevzin içinde; o dahi bir temyiz ve terbiye ve müteflabih emsalinden kastî
farika alâmetleri içinde; o da sanatl› bir tezyin ve süslemek içinde; bu dahi hakîmâne, lây›k, mükemmel cihazat
ve tasvir içinde; bu ise kerîmâne, r›z›k isteyenlerin zevklerini memnun etmek için, o mahlûklar›n ve meyvelerin
etleri ve yenilen k›s›mlar› ihtilâf içinde; bu ise alîmâne,
mu’cizâne, ayr› ayr› nak›fllar, ziynetler içinde; bu da ayr›
ayr› güzel, hofl kokular ve lezzetli tatlar içindeki kemal-i
intizam içinde, birbirinden mütemayiz, ayr› iken, kesret
ve sür’at ve vüs’at-i mutlaka içinde, sehivsiz, hatas›z, bütün onlar›n suretlerinin inkiflaflar› ve her mevsimde o harika hâlin devam› içinde bütün o mübareklerin her biri ve
beraber, bu mezkûr on befl dil ile ustalar›n›n harika maharetini ve mu’cizatl› ilmini göze gösterip Allâmü’l-Guyûb, Vacibü’l-Vücud Sâni’lerini günefl gibi bildiriyorlar.
‹flte bu pek genifl ve parlak flahadetleri ve Sâniini tebrikleri içindir ki, Miraç Gecesinde bütün mahlûkat hesab›na
konuflan zat-› Muhammediye (a.s.m.)
ni selâm yerinde demifl.
ren, seçkin, ayr›.
müteflabih: birbirlerinden
ay›rt edilemeyecek tarzda nitelik bak›m›ndan birbirine
benzeyen.
nak›fl: iflleme, süsleme.
nazar: bak›fl, fikir.
nizam: düzen.
nutfe: döl suyu, meni.
r›zk: yiyecek, içecek fley,
az›k.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak
yaratan Allah.
sehiv: hata, yanl›fll›k.
398 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
selâm: bar›fl, rahatl›k, selâmet ve esenlik dileme.
suret: biçim, tarz, görünüfl.
sür’at: çabuk olma, h›zl›l›k.
flahadet: flahit olma, flahitlik;
aç›k alâmet, iflaret.
tanzim: düzenleme, s›ralama,
tertipleme.
tasvir: resim.
temyiz: inceleyip seçme,
ay›rdetme.
terbiye: besleyip büyütme,
yetifltirme.
tevzin: tartma, ölçülü hale
oäÉncQÉnn ÑoªrdnG kelimesikoyma.
tezyin: süsleme, ziynetlendirme.
umum: bütün, herkes.
Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî
ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n
varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan
Allah (c.c.).
vüs’at-i mutlaka: mutlak genifllik.
zat-› Muhammediyye: Hz.
Muhammed’in zat›, kiflili¤i.
ziynet: süs.
Üçüncü
Kelime: oäGnƒn∏°ü
s dnG ’dür ki, hem umumî Mi-
rac-› Ekber-i Muhammedîde (a.s.m.), hem her mü’minin
hususî mirac› olan namaz teflehhüdünde, her gün hiç olmazsa on defa, yüz milyonlar ehl-i iman, o kudsî kelimeyi, Peygamberin (a.s.m.) tebaiyetiyle dergâh-› ‹lâhîye takdim edip kâinatta ilân ederler. Miraca dair Otuz Birinci
Söz, Mirac›n bütün hakikatlerini, bir muhatap ittihaz etti¤i muannit, mülhit, münkirlere karfl› dahi gayet kat’î ve
kuvvetli bir surette ispat etti¤ine binaen, tafsilât›n› ve
hüccetlerini ona havale ederek, gayet muhtasar bir iflaretle bu üçüncü kelime-i Miraciyenin genifl manas›n› gösteren zîruh, zîfluur taifelerinin acip âlemine bak›p, ilm-i
ezelînin cilveleriyle Hâl›k’›m›z›n vahdet ve mevcudiyeti
içinde kemal-i rahmaniyetini ve rahîmiyetini ve azamet-i
kudret ve flümul-i iradetini bilmeye çal›flaca¤›z:
Evet, bu âlemde görüyoruz ki: Bu zîruhlar, fluuren ve
aklen olmasa da hissen, f›traten hissediyorlar ki, her biri, hadsiz bir acz ve zaaf içinde, hadsiz düflmanlar› ve incitenleri var. Ve hadsiz bir fakr ve ihtiyaç içinde, hadsiz
hacat› ve matlûplar› var. ‹ktidar› ve sermayesi binden birine kâfi gelmedi¤inden, bütün kuvvetiyle ba¤›r›r ve a¤lar, manen, f›traten yalvar›r, kendine mahsus sesiyle, lisan›yla dualar, niyazlar, bir nevi namazlar, salâvatlar ile
bir Alîm-i Kadîr dergâh›na iltica ederken, birden görüyoruz ki, o ba¤›ranlar›n her iflini, her ihtiyac›n› bilen ve her
derdini ve zarar›n› anlay›p yalvarmas›n›, f›trî duas›n› ifliten Alîm-i Mutlak bir Kadîr-i Hakîm, imdatlar›na yetiflir,
acip: tuhaf, hayrette b›rakan.
acz: zay›fl›k, güçsüzlük.
âlem: dünya.
Alîm-i Kadîr: her fleye gücü
yeten ve her fleyi bilen Allah.
Alîm-i Mutlak: sonsuz ve s›n›rs›z ilim sahibi Allah, hakikî
manada gerçek ilim sahibi
olan Allah.
azamet-i kudret: kudretin
büyüklü¤ü.
binaen: -den dolay›, bu sebepten.
cilve: tecelli, görüntü.
dergâh: s›¤›n›lacak yer; büyük bir huzura girilecek kap›.
dergâh-› ‹lâhiye: Cenab-›
Hakk›n dergâh›, kap›s›, kat›.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i iman: inananlar, iman
sahipleri.
fakr: fakirlik, yoksulluk, muhtaçl›k.
f›traten: f›trî olarak, yarat›l›fltan, yarat›l›fl itibar›yla.
f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan.
hacat: hacetler, ihtiyaçlar.
Hâl›k: yoktan yaratan, her
fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hissen: his itibar›yla, hissî olarak, duygulanarak, hislenerek.
hüccet: delil.
iktidar: güç, idareyi elinde
bulundurma.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
ilm-i ezelî: ezelî ilim, Cenab-›
Hakk›n sonsuz ezelî ilmi.
iltica: s›¤›nma, güvenme, da-
yanma.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
ittihaz: edinme, alma, kabul etme.
Kadîr-i Hakîm: her fleyi hikmetle
yaratan ve her fleye kudreti yeten, Allah.
kelime-i Miraciye:.
kemal-i Rahîmiyet: Cenab-› Hakk›n tam bir mükemmellikle mahlûkata merhamet etmesi, yard›mlar›na koflmas›.
kemal-i rahmaniyet: Cenab-›
Hakk›n tam bir mükemmeliyet
içinde mahlûkat›n r›z›klar›n› vermesi.
kudsî: mukaddes, yüce.
lisan: dil.
mahsus: bir fleye veya kifliye has
olan.
manen: mana bak›m›ndan, manaca.
matlûp: talep edilen, istenilen
fley.
mevcudiyet: mevcut olma, varl›k.
Mirac-› Ekber-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm: Peygamberimizin (a.s.m) Cenab-›
Hakk›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas›, mu’cizesi.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-›
Hakk›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muannit: inatç›, ayak direyen.
muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse.
muhtasar: k›salt›lm›fl, özet.
mülhit: ‹slam dininden ayr›lan,
Allah’› inkâr eden, dinsiz, imans›z.
mü’min: iman eden, inanan.
münkir: Allah’›n varl›¤›n› kabul
ve tasdik etmeyen, imans›z, dinsiz.
nevi: çeflit, tür.
niyaz: yalvarma, yakarma.
salâvat: namazlar, ibadetler, flükürler.
fluuren: fluur ile, fluur olarak.
flümul-i iradet: iradenin hüküm
alan›, iradenin tesir alan›, iradenin
ihata alan›.
tafsilât: tafsiller, aç›klamalar,
izahlar.
takdim: arz etme, sunma.
tebaiyet: tâbîlik, tâbi olma, uyma.
teflehhüt: flahadet getirme, namazda tahiyyat›n oturarak okunmas›.
vahdet: birlik ve teklik.
zaaf: zay›fl›k, kuvvetsizlik.
zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar.
zîfluur: fluurlu, fluur sahibi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 399
âdeta: sanki.
âlem: dünya.
âlem: varl›k s›n›flar›ndan her biri.
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
alîmâne: ilmen bilerek.
aflk: fliddetli sevgi, sevda, gönül
verme.
beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek.
cemal: güzellik.
Cemîl -i Mutlak: her fleyiyle güzel olan Cenab-› Allah.
cilve: tecelli, görüntü.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
daimî: sürekli, devaml›.
ehl-i marifet: bilim, hüner ve sanat sahibi kifliler; usta ve mahir
olanlar.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat: gerçek, esas.
hakîmâne: hikmetli bir flekilde.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hasene: iyilik, güzellik.
hikmet: gaye, maksat.
hüsün: güzellik.
ihtar: hat›rlatma, uyar›.
ihtiyars›z: irade ve istem d›fl›.
ilim: bilgi, marifet.
iman: inanç, itikat.
ins: insan, befler, Âdemo¤lu.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kelime-i kudsiye: yüce, kudsî
söz.
kelime-i tayyibe: Allah ve Resulullah kelâm›, güzel ve hofl kelime.
kudsî: mukaddes, yüce.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
marifet: bilme, derin bilgi.
methüsena: methedip övmek.
mirac-› asgar: küçük miraç; kulun namaz›.
Mirac-› Ekber: Peygamberimizin
(a.s.m) Cenab-› Hakk›n huzuruna
ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›,
mu’cizesi.
Mirac-› Muhammedî: P e y g a mberimizin (a.s.m.) Cenab-› Hakk›n
huzuruna ruhen, cismen ve hâlen
ç›kmas› mu’cizesi.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-›
Hakk›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
Mucib-i Mugîs: yaratt›klar›n›n isteklerine cevap veren sonsuz
yard›m ve inayet edici Allah.
mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama.
nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z.
rahîmâne: rahîm olarak, merha-
bütün istediklerini yapar. A¤lamalar›n› gülmeye, ba¤›rmalar›n› teflekkürlere çevirir. Bu hakîmâne, alîmâne, rahîmâne yard›m, pek parlak bir tarzda ilim ve rahmetin
cilveleriyle bir Mucib-i Mu¤îs, bir Rahîm-i Kerîm’i bildirip
o zîruh âleminin bütün salâvat ve ubudiyetlerini Ona takdim ve tahsis eder manas›yla, Mirac-› Ekberde Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ve Mirac-› asgar olan namazlarda onun ümmeti,
! oäÉnÑ`u«`s£dn G oäGnƒn∏°südnG der.
Dördüncü
Kelime-i
Kudsiye: ! oäÉnÑ`u«`s£dn G ’t›r. Risale-i Nur’un çok hakikatleri namaz tesbihat›nda ihtar
edilmesi hikmetiyle, hem Fatiha’n›n, hem teflehhüdün
kelimelerinin hakikatlerini k›sa iflaretlerle beyan etmeye
âdeta ihtiyars›z sevk edildim.
‹flte, Mirac-› Muhammedîde (a.s.m.) denilen
oäÉnÑ`u«`s£dnG
kelime-i kudsiyesi, ehl-i marifet ve iman ve küllî fluur sahibi olan ins ve cin ve melek ve ruhanîlerin, kâinat› güzel tayyibeleri ve haseneleri ve ubudiyetleriyle güzellefltiren ve güzellerin âlemine bakan ve sermedî Cemîl-i Mutlak’›n hadsiz cemal ve güzelliklerini ve kâinat› süslendiren isimlerinin daimî güzelliklerini tam bilen ve aflk ve
flevkle küllî ubudiyetler ile mukabele eden ve parlak iman
ve genifl marifetler ve methüsenalar›n revaih-i tayyibe ve
hofl kokular›yla Hâl›k’lar›na karfl› o hadsiz tayyibatlar
manas›yla Miraçta söylenmifl s›rr›yla, teflehhütte bütün
ümmet, her gün usanmadan o kudsî kelime-i tayyibeyi
tekrar ederler. Evet, bu kâinat, nihayetsiz bir hüsün ve
met ederek, merhametli olarak.
Rahîm-i Kerîm: ikram› bol
olan ve kullar›na çok çok
merhamet eden Allah.
rahmet: flefkat, merhamet,
ba¤›fllama ve esirgeyicilik.
revaih-i tayyibe: hofl, güzel
kokular.
ruhanî: gözle görülmeyen,
cismi olmayan, elle tutulamayan varl›klar.
salâvat: namazlar, ibadetler,
flükürler.
400 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
sermedî: ebedî, daimî, sürekli.
sevk: yöneltme.
s›r: gizli hakikat.
flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek
ve heves.
fluur: bir fleyi anlama, tan›ma
ve kavrama gücü; anlay›fl, idrak.
tahsis: has k›lma, ay›rma.
takdim: arz etme, sunma.
tarz: biçim, flekil, suret.
tayyibat: tayyipler, iyi ve güzel ifller, hareketler.
tayyibe: helâl.
tesbihat: tesbihler, Cenab-›
Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade
eden sözler.
teflehhüt: flahadet getirme,
namazda tahiyyat›n oturarak
okunmas›.
ubudiyet: kulluk.
ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar.
zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›,
hayattar.
cemal-i sermedînin âyinesi. Ve cilveleri ve kâinattaki bütün cemal ve kemal ve güzellikler, o sermedî hüsünden
gelir ve ona intisapla güzelleflir, k›ymeti yükselir. Yoksa,
karma kar›fl›k bir virane, bir hüzüngâh olur. Ve o intisap
ise, saltanat-› ulûhiyetin dellâllar› ve ilânc›lar› olan ins ve
melek ve ruhanîlerin marifet ve tasdikleriyle anlafl›l›r.
Hatta o dellâllar›n güzel ve tatl› hamdlerini ve senalar›n›
ve Ma’bud’una medihlerini ve onlar›n kelimelerini her
tarafa neflir ve Arfl-› Azam›n canibine sevk etmek için,
hava unsurunun zerreleri emirber neferler, küçücük diller
ve kulaklar gibi o güzel kelimeleri dergâh-› ulûhiyete takdim etmek için o pek harika vaziyet-i acibe havaya verildi¤ine kuvvetli bir ihtimal var diye kalbime geldi.
‹flte, ins ve melek, nas›l ki imanlar› ve ubudiyetleriyle
Ma’bud-i Zülcelâl’i bildiriyorlar; öyle de, o Hakîm-i Zülcelâl dahi, o ilânc›lara verdi¤i çok cami istidatlarla, pek
harika cihazlarla ve dekaik-› ilmiyeleriyle her birisini bütün kâinatla alâkadar bir küçük kâinat hükmüne getirmekle kendini pek parlak bir tarzda bildiriyor. Meselâ,
insan›n küçücük kafas›nda ceviz kadar bir yerde kuvve-i
haf›za, kuvve-i hayaliye, kuvve-i müfekkire gibi müteaddit, acip makineleri yaratmak ve kuvve-i haf›zay› bir büyük kütüphane hükmüne getirmekle, ilm-i ezelînin cilvesiyle günefl gibi kendini gösteriyor.
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 995-1001.
‚è
acip: tuhaf, hayrette b›rakan.
alâkadar: ilgili, iliflkili, münasebetli, ba¤l›.
Arfl-› Azam: en büyük arfl, Allah’›n kat›, Cenab-› Hakk›n
kudret ve saltanat›n›n en büyük dairesi.
âyine: ayna.
cami: toplayan, içine alan,
kapsayan.
canip: yan, yön, cihet, taraf.
cemal: güzellik.
cemal-i sermedî: zaman ve
mekân gibi bütün kay›tlardan
ba¤›ms›z olan güzellik.
cihaz: aza, organ.
cilve: tecelli, görüntü.
dekaik-› ilmiye: ilmî incelikler.
dellâl: ilân edici; hakka davet
eden.
dergâh-› ulûhiyet: Allah’›n
huzuru.
emirber: emir eri.
Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi olan ve her fleyi hikmetle yaratan, Allah.
hamd: Allah’a karfl› flükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
harika: ola¤anüstü.
hafliye: dipnot.
hükmüne: yerine, de¤erine.
hüsün: güzellik.
hüzüngâh: üzüntü yeri.
ihtimal: olabilirlik.
ilm-i ezelî: ezelî ilim, Cenab-›
Hakk›n sonsuz ezelî ilmi.
iman: inanç, itikat.
ins: insan, befler, âdemo¤lu.
intisap: mensup olma, ba¤lanma, girme.
istidat: kabiliyet, yetenek.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kemal: olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
k›ymet: de¤er.
kuvve-i haf›za: haf›za gücü.
kuvve-i hayaliye: hayal duygusu, hayal gücü.
kuvve-i müfekkire: düflünme
duygusu.
Ma’bud: kendisine ibadet edilen,
tap›n›lan, kulluk edilen Allah.
Ma’bud-i Zülcelâl: azamet, büyüklük sahibi olan Allah.
marifet: bilme, derin bilgi.
medih: övmek.
meselâ: örne¤in.
müteaddit: çeflitli, bir çok.
nefer: asker, er.
neflir: yayma, yay›m, herkese duyurma.
ruhanî: gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulamayan varl›klar.
saltanat-› ulûhiyet: kâinatta flerik, ortak kabul etmeyen ‹lâhî saltanat.
sena: methetme, övme.
sermedî: ebedî, daimî, sürekli.
sevk: yöneltme, gönderme.
takdim: arz etme, sunma.
tarz: biçim, flekil, suret.
tasdik: bir fleyin veya kimsenin
do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme.
ubudiyet: kulluk.
vaziyet-i acibe: acip ve flafl›rt›c›
hâl.
virane: harabe, y›k›nt›.
zerre: en küçük parça, molekül,
atom.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 401
Yirmi Dördüncü Mektubun
‹kinci Zeyli
Mirac-› Nebevî hakk›ndad›r.
1
/√pórªnëpH oípqÑ°nùoj s’pG mAr∆nT røpe r¿pGnh |} /¬pª°rSÉpH
W
alâkadar: ilgili, alâkal›.
âlem-i beka: sonsuzluk âlemi,
ahiret.
aleyhissalâtü vesselâm: “salât
ve selâm onun üzerine olsun” anlam›nda.
aflk: fliddetli sevgi, muhabbet.
ayet: delil, Allah’›n varl›¤›n› gösteren, bildiren fley.
beyan etmek: anlatmak, aç›klamak.
Burak: Hz. Muhammed’in Miraçta
Allah’›n ihsan› olarak bindi¤i, Cennetten getirilen binek.
dair: alâkal›, ait, ilgili.
ehl-i velâyet: velî olanlar; Allah’›n
dostlu¤unu kazananlar.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve
esas›.
hakikî: gerçek.
hazin: hüzünlü.
ifade etme: anlatma, söyleme.
mahlûk: varl›k, yarat›lm›fl, yarat›k.
Me’vâ: var›lacak yer, s›¤›nacak
yer.
Mevlid: Peygamberimizin (a.s.m.)
do¤umu menk›besi ve hayat› ile
ilgili eser..
Mevlid-i Nebevî: Peygamberimizin do¤umunu anlatan manzum
eser.
Miraciye: Mevlidin Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›n›
anlatan bölümü.
Mirac-› Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›.
nur: ayd›nl›k, ›fl›k.
nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana.
Rab: yaratan, besleyen, büyüten,
terbiye eden Allah.
Rahîm: sonsuz merhamet ve flefkat sahibi olan Allah.
Rahman: ister mü’min, ister kâfir;
ister iyi isterse kötü olsun; rahmeti bütün herkese yay›lan ve
bütün yarat›lm›fllar›n r›z›klar›n› ve
@…'hrÉnŸrG oásænL ÉngnóræpY @»'¡nàræoŸrG pInQróp°S nóræpY @…'ôrNoG kándrõnf o√'GnQ
rón≤ndnh
@ »'¨nW Énenh oôn°ünÑrdG nÆGnR Éne @ ∆'ûr¨nj Éne nInQróu°ùdG »n°ûr¨nj rPpG
2
@ …'ôrÑoµrdG p¬pqHnQ päÉnj'G røpe …'GnQ rón≤nd
M EVL‹D-‹
NEBEVIN‹N Miraciye k›sm›nda Befl
Nükteyi beyan edece¤iz.
B‹R‹NC‹ NÜKTE
Cennetten getirilen Burak’a dair, mevlit yazan Süleyman Efendi hazin bir aflk maceras›n› beyan ediyor. O zat
ehl-i velâyet oldu¤u ve rivayete bina etti¤i için, elbette bir
hakikati o suretle ifade ediyor. Hakikat flu olmak gerektir ki:
Âlem-i bekan›n mahlûklar›, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n nuruyla pek alâkadard›rlar. Çünkü, onun
1. Allah’›n ad›yla. • Hiçbir fley yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (‹sra Suresi: 44.)
2. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla. • And Olsun ki, onu bir kere daha hakikî suretinde
gördü. • Sidre-i Müntehada gördü. • Ki, Onun yan›nda Me’vâ Cenneti vard›r. • O zaman
Sidre’yi Allah’›n nuru kaplam›flt›. • Göz ne flaflt›, ne de baflka bir fleye bakt›. • And olsun
ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü. (Necm Suresi: 13-18.)
geçim flekillerini içine alan ya söze dayand›rmak.
rahmetin sahibi Allah.
Sidre: yedinci kat gökte bir
Resul-i Ekrem: çok cömert, makam.
kerim olan Peygamber, Hz. Sidre-i Münteha: yedinci kat
Muhammed.
gökte oldu¤u rivayet edilen
kam.
suret: flekil, biçim, görünüfl.
tesbih: Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma,
rivayete bina etmek: nakle- ve Peygamber Efendimizin zat: Kifli, flah›s.
dilen, aktar›lan bir habere ve- miraçta ulaflt›¤› en son ma- zeyil: ek, ilâve.
402 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
getirdi¤i nur iledir ki, Cennet ve dâr-› ahiret, cin ve ins
ile flenlenecek. E¤er o olmasayd›, o saadet-i ebediye olmazd› ve Cennetin her nevi mahlûkat›ndan istifadeye
müstait olan cin ve ins, Cenneti flenlendirmeyeceklerdi;
bir cihette sahipsiz, virane kalacakt›.
Yirmi Dördüncü Sözün Dördüncü Dal›nda beyan e d i ldi¤i gibi, nas›l ki bülbülün güle karfl› dâsitâne-i aflk›, taife-i hayvanat›n taife-i nebatata derece-i aflka bali¤ olan
ihtiyacat-› fledide-i aflknümay› rahmet hazinesinden gelen ve hayvanat›n erzaklar›n› tafl›yan kafile-i nebatata
karfl› ilân etmek için bir hatib-i Rabbanî olarak, baflta
bülbül-i gül ve her neviden bir nevi bülbül intihap edilmifl
ve onlar›n na¤amat› dahi, nebatat›n en güzellerinin bafllar›nda hoflamedî nev’inden tesbihkârâne bir hüsnüistikbaldir, bir alk›fllamad›r.
Aynen bunun gibi, sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbülâlemîn olan zat-› Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma karfl›, nas›l ki
melâike nev’inden Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm kemal-i
muhabbetle hizmetkârl›k ediyor, melâikelerin Hazret-i
Âdem Aleyhisselâma ink›yat ve itaatini ve s›rr-› sücudunu gösteriyor; öyle de, ehl-i Cennetin, hatta Cennetin
hayvanat k›sm›n›n dahi O Zata karfl› alâkalar›, bindi¤i
Burak’›n hissiyat-› âfl›kanesiyle ifade edilmifltir.
‹K‹NC‹ NÜKTE
Mirac-› Nebeviyedeki maceralardan birisi, Cenab-›
Hakk›n Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma karfl›
alâka: ilgi.
aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun,” anlam›nda.
aleyhisselâm: ona selâm olsun.
bali¤: ulaflan, eriflen.
beyan etmek: anlatmak,
aç›klamak.
Burak: Hz. Muhammed’in Miraçta Allah’›n ihsan› olarak
bindi¤i Cennetten getirilen binek.
bülbül-i gül: gülün âfl›¤› gül.
cihet: yön, taraf.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
dâr-› ahiret: ahiret yurdu.
dâsitâne-i aflk: aflk hikâyesi
ve destan›.
derece-i aflk: aflk derecesi.
ehl-i Cennet: Cennet ehli,
Cennette bulunanlar.
erzak: r›z›klar, yiyecekler.
Habib-i Rabbülâlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah’›n habibi, en sevgili kulu, Hz. Muhammed.
hatib-i Rabbanî: bütün varl›klar›n r›z›klar›n› veren ve onlar› uyum içinde sevk, idare
ve terbiye eden Allah’›n hatibi.
hayvanat: hayvanlar.
Hazret-i Cebrail: dört büyük
melekten biri olup; vahiy getirmekle görevli olan melektir.
hissiyat-› âfl›kane: âfl›kça, aflka benzer duygular.
hizmetkâr: hizmetçi.
hoflamedî: hofl geldin demek.
hüsnüistikbal: güzel karfl›lama,
iyi karfl›lama.
ifade: anlatma, söyleme.
ihtiyacat-› fledide-i aflknüma:
aflk derecesindeki fliddetli ihtiyaçlar.
ink›yat: boyun e¤me.
ins: insan, âdemo¤lu.
intihap edilme: seçilme.
istifade: faydalanma, yararlanma.
itaat: boyun e¤me, uyma.
kafile-i nebatat: bitkiler toplulu¤u.
kemal-i muhabbet: mükemmel
bir sevgi.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, yarat›klar, varl›klar.
melâike: melekler.
Mirac-› Nebeviye: Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›.
müstait: kabiliyetli, yetenekli.
na¤amat: na¤meler, güzel sesler.
nebatat: bitkiler.
nevi: tür, çeflit, cins.
nur: ayd›nl›k, ›fl›k.
nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana.
rahmet: ac›ma, merhamet etme,
esirgeme, ba¤›fllama, flefkat gösterme
Resul-i Ekrem: Allah’›n en de¤erli ve cömert elçisi olan Hz. Muhammed.
saadet-i ebediye: devaml›, sonsuz mutluluk.
sebeb-i hilkat-i eflâk: feleklerin,
âlemlerin yarat›lmas›n›n sebebi.
s›rr-› sücud: secde etme, secdeye varma s›rr›.
taife-i hayvanat: hayvanlar taifesi, toplulu¤u.
taife-i nebatat: bitkiler taifesi,
toplulu¤u.
tesbihkârâne: tesbih edercesine.
vesile-i saadet-i dâreyn: iki dünya (dünya ve ahiret) mutlulu¤unun vesilesi.
virane: harap olmufl, ›ss›z.
zat: kifli, flah›s, fert; Peygamberimiz.
zat-› Muhammed-i Arabî: Araplar›n aras›nda gelen Hz. Muhammed’in zat›.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 403
muhabbet-i münezzehesi, “Sana âfl›k olmuflum” tabiriyle ifade edilmifl. fiu tabirat, Vacibü’l-Vücud’un kudsiyetine ve isti¤na-i zatîsine, mana-i örfî ile münasip düflmüyor. Madem Süleyman Efendinin Mevlidi ra¤bet-i ammeye mazhariyeti delâletiyle, o zat ehl-i velâyettir ve ehl-i
hakikattir; elbette irae etti¤i mana sahihtir. Mana da budur ki:
aksam: k›s›mlar, parçalar, bölümler.
aleyhissalâtü vesselâm: “salât
ve selâm onun üzerine olsun,”
anlam›nda.
ayat: ayetler, deliller, Kur’ân’›
oluflturan cümleler.
ayet: delil, Allah’›n varl›¤›n› gösteren fley.
âyine: ayna,
bilbedahe: apaç›k bir flekilde.
cemal: güzellik.
delâlet: delil olma, gösterme.
ehl-i hakikat: gerçe¤i bulup
onun peflinden gidenler.
ehl-i velâyet: velî olanlar, Allah’›n
dostlu¤unu kazananlar.
emare: belirti, iflaret.
enva: çeflitler, türler, neviler.
esma: adlar, isimler.
fert: efli bulunmayan, flah›s, kifli.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
ifade: söyleme, anlatma.
ink›sam: bölünme, k›s›mlara ayr›lma.
irae: gösterme.
isti¤na-i zatî: Allah’›n yüce zat›n›n hiç bir fleye muhtaç olmamas›.
istihsan: güzel bulma, be¤enme.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kemal: mükemmellik, kusursuzluk.
kemal-i esma: isimlerin mükemmelli¤i, kusursuzlu¤u.
kudsiyet: kutsall›k, kusur ve noksandan uzak olufl.
Kur’ân’› Hakîm: her ayetinde,
her harfinde say›s›z hikmetler ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, varl›klar.
mana: anlam.
mana-i örfî: bilinen, al›fl›lan mana.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mazhariyet: eriflme, kavuflma.
mehasin: güzellikler.
mevlit: Hz. Muhammed’in do¤umunun ve hayat›n›n anlat›ld›¤›,
Zat-› Vacibü’l-Vücud’un hadsiz cemal ve kemali vard›r.
Çünkü, bütün kâinat›n aksam›na ink›sam etmifl olan cemal ve kemalin bütün enva›, Onun cemal ve kemalinin
emareleri, iflaretleri, ayetleridir.
‹flte, herhâlde, cemal ve kemal sahibi, bilbedahe cemal ve kemalini sevmesi gibi, Zat-› Zülcelâl dahi cemalini pek çok sever; hem kendine lây›k bir muhabbetle sever. Hem, cemalinin fluaat› olan esmas›n› dahi sever.
Madem esmas›n› sever; elbette esmas›n›n cemalini gösteren sanat›n› sever. Öyle ise, cemal ve kemaline âyine
olan masnuat›n› dahi sever. Madem cemal ve kemalini
göstereni sever; elbette cemal ve kemal-i esmas›na iflaret eden mahlûkat›n›n mehasinini sever. Bu befl nevi muhabbete, Kur’ân-› Hakîm, ayat›yla iflaret ediyor.
‹flte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm madem
masnuat içinde en mükemmel ferttir ve mahlûkat içinde
en mümtaz flahsiyettir.
Hem, sanat-› ‹lâhiyeyi bir velvele-i zikir ve tesbih ile
teflhir ediyor ve istihsan ediyor.
Süleyman Çelebi’nin meflhur
ve yayg›n eseri.
muhabbet: sevgi, sevme.
muhabbet-i münezzeh: her
türlü çirkinlikten uzak olan
sevgi.
mümtaz: seçkin, üstün tutulmufl.
münasip: uygun, yerinde.
nevi: tür, çeflit.
ra¤bet-i amme: genelin ilgisi
ve be¤enmesi.
Resul-i Ekrem: Allah’›n en
de¤erli ve cömert elçisi olan
404 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Hz. Muhammed.
sahih: gerçek, do¤ru.
sanat-› ‹lâhiye: Allah’›n sanat›.
flahsiyet: de¤erli, yüksek kifli.
fluaat: flualar, ›fl›nlar, ›fl›klar.
tabir: ifade, söz.
tabirat: tabirler, ifadeler, sözler.
tesbih: Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma, flan›na lây›k ifadelerle anma.
teflhir: gösterme, ilân etme,
duyurma.
Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî
ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n
varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
velvele-i zikir: zikir sesleri.
zat: kifli, flah›s, fert.
Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤›
mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah.
Zat-› Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haflmet sahibi olan zat,
Allah.
Hem, esma-i ‹lâhiyedeki cemal ve kemal hazinelerini
lisan-› Kur’ân ile açm›flt›r.
Hem, kâinat›n ayat-› tekviniyesinin, Sâniinin kemaline
delâletlerini parlak ve kat’î bir surette lisan-› Kur’ân’la
beyan ediyor.
Hem, küllî ubudiyetiyle rububiyet-i ‹lâhiyeye âyinedarl›k ediyor.
Hem, mahiyetinin camiiyetiyle bütün esma-i ‹lâhiyeye
bir mazhar-› etem olmufltur.
Elbette bunun için denilebilir ki:
Cemîl-i Zülcelâl, kendi cemalini sevmesiyle, o cemalin
en mükemmel âyine-i zîfluuru olan Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâm› sever.
Hem, kendi esmas›n› sevmesiyle, o esman›n en parlak âyinesi olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› sever ve Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma benzeyenleri dahi derecelerine göre sever.
Hem, sanat›n› sevdi¤i için, elbette Onun sanat›n› en
yüksek bir seda ile bütün kâinatta neflreden ve semavat›n kula¤›n› ç›nlatan, ber ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbih ile ilân eden Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâm› sever ve ona ittiba edenleri de
sever.
Hem, masnuat›n› sevdi¤i için, o masnuat›n en mükemmeli olan zîhayat› ve zîhayat›n en mükemmeli olan
aleyhissalâtü vesselâm: “salât ve selâm onun üzerine olsun,” anlam›nda.
ayat-› tekviniye: yarat›l›fla
ait ayetler, deliller.
âyine: ayna.
âyinedar: ayna olan, gösteren, yans›tan.
âyine-i zîfluur: fluur sahibi
ayna.
bahir: deniz.
ber: kara, yer.
beyan: anlatma, aç›klama,
bildirme.
camiiyet: birçok manay› ve
hakikati içermek, kendisinde
bulundurmak.
cemal: güzellik.
Cemîl-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi Allah.
cezbe: kendinden geçme hâli, coflma.
delâlet: delil olma, gösterme.
esma: adlar, isimler.
esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri.
ittiba: uyma, itaat etme.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler,
varl›klar.
kat’î: kesin, flüphesiz.
kemal: kusursuzluk, mükemmellik.
küllî ubudiyet: çok büyük ve
kapsaml› ubudiyet.
lisan-› Kur’ân: Kur’ân’›n dili.
mahiyet: bir fleyin asl›, esas›,
hakikati, özelli¤i.
masnuat: sanatla yap›lm›fl
fleyler.
mazhar-› etem: tam ve ku-
sursuz bir ayna, görünme yeri.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
Muhammed.
neflretme: yayma, duyurma.
rububiyet-i ‹lâhiye: Allah’›n terbiye edicili¤i; bütün varl›klar›n ihtiyaçlar›n› gidermesi, yetifltirmesi,
onlar› uyum içinde sevk ve idare
etmesi.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak ve
mükemmel bir flekilde yaratan
Allah.
seda: ses.
semavat: semalar, gökler.
suret: biçim, flekil, tarz.
tesbih: Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma,
flan›na lây›k ifadelerle anma.
velvele-i zikir: zikir sesleri.
zîhayat: hayat sahibi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 405
zîfluuru ve zîfluurun en efdali olan insanlar› ve insanlar›n
bilittifak en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› elbette daha ziyade sever.
Hem, kendi mahlûkat›n›n mehasin-i ahlâk›yelerini
sevdi¤i için, mehasin-i ahlâk›yede bilittifak en yüksek
mertebede bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâm› sever ve derecata göre ona benzeyenleri dahi
sever.
Demek, Cenab-› Hakk›n rahmeti gibi, muhabbeti dahi kâinat› ihata etmifl.
‹flte, o hadsiz mahbuplar içindeki mezkûr befl vechinin
her bir vechinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur ki, “Habibullah” lâkab› ona verilmifl.
aleyhissalâtü vesselâm: “salât
ve selâm onun üzerine olsun,”
anlam›nda.
beyan: aç›klama, söyleme.
bilittifak: ittifakla, görüfl ve fikir
birli¤iyle.
derecat: dereceler, mertebeler.
efdal: en üstün, en faziletli.
gayet: son derece, çok.
Habibullah: Allah’›n en sevgili kulu olan Hz. Muhammed
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve
esas›.
ifade: anlatma, söyleme.
iman: inanmak, itikat.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
ihata: sarma, kuflatma.
kudsî: her türlü kusur ve noksanlardan uzak.
lâkap: ünvan.
mahbup: sevilmifl, sevilen, sevgili.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, varl›klar.
mahsus: has, özel.
makam: manevî mevki, mertebe.
makam-› mahbubiyet: Allah’›n
‹flte bu en yüksek makam-› mahbubiyeti, Süleyman
Efendi, “Ben sana âfl›k olmuflum tabiriyle beyan etmifltir.
fiu tabir bir mirsad-› tefekkürdür, gayet uzaktan uza¤a bu
hakikate bir iflarettir. Bununla beraber, madem bu tabir
fle’n-i rububiyete münasip olmayan manay› hayale getiriyor; en iyisi, flu tabir yerine, “Ben senden raz› olmuflum” denilmeli.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
Miraciyedeki maceralar, malûmumuz olan manalarla,
o kudsî ve nezih hakikatleri ifade edemiyor. Belki o muhavereler birer ünvan-› mülâhazad›r, birer mirsad-› tefekkürdür ve ulvî ve derin hakaika birer iflarettir ve iman›n
sevgisini kazanma makam›,
derecesi.
malûm: bilinen.
mana: anlam.
mehasin-i ahlâk›ye: ahlâkî
güzellikler.
mertebe: derece.
mezkûr: ad› geçen, an›lan.
Miraciye: Mevlidin Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na
ç›k›fl›n› anlatan bölümü.
mirsad-› tefekkür: d ü fl ü nmeye yard›m eden gözlem
yeri.
406 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
muhabbet: sevgi.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed.
muhavere: karfl›l›kl› konuflma.
münasip: uygun, yarafl›r, lây›k.
nezih: temiz.
nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat
edildi¤inde anlafl›lan ince söz
ve mana.
rahmet: ac›ma, merhamet
etme, esirgeme, ba¤›fllama,
flefkat gösterme.
fle’n-i rububiyet: Cenab-›
Hakk›n idare ve terbiye edicili¤inin gere¤i.
tabir: ifade, söz, deyim.
ulvî: yüksek, yüce.
ünvan-› mülâhaza: bir fleyin
hakikatini bir derece düflünebilmeyi sa¤layan isim ve vas›ta.
vecih: yüz, yön; flekil.
zîfluur: fluur sahibi.
ziyade: çok, fazla.
bir k›s›m hakaik›na birer ihtard›r ve kabil-i tabir olmayan
baz› manalara birer kinayedir. Yoksa, malûmumuz olan
manalar ile macera de¤il. Biz, hayalimiz ile o muhaverelerden o hakikatleri alamay›z; belki kalbimizle heyecanl›
bir zevk-i imanî ve nuranî bir nefle-i ruhanî alabiliriz.
Çünkü, nas›l Cenab-› Hakk›n zat ve s›fât›nda nazir ve flebih ve misli yoktur; öyle de, fluunat-› rububiyetinde misli
yoktur. S›fât› nas›l mahlûkat s›fât›na benzemiyor; muhabbeti dahi benzemez.
Öyle ise, flu tabirat› müteflabihat nev’inden tutup, deriz ki: Zat-› Vacibü’l-Vücud’un vücub-i vücuduna ve k u dsiyetine münasip bir tarzda ve isti¤na-i zatîsine ve kemal-i mutlak›na muvaf›k bir surette, muhabbeti gibi baz›
fluunat› var ki, Miraciye maceras›yla onu ihtar ediyor. Mirac-› Nebeviyeye dair Otuz Birinci Söz, hakaik-› Miraciyeyi usul-i imaniye dairesinde izah etmifltir. Ona iktifaen
burada ihtisar ediyoruz.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
“Yetmifl bin perde arkas›nda Cenab-› Hakk› görmüfl” 1
tabiri, bu’diyet-i mekân› ifade ediyor. Hâlbuki, Vacibü’lVücud mekândan münezzehtir, her fleye her fleyden daha yak›nd›r. Bu ne demektir?
E l c e v a p : Otuz Birinci Sözde mufassalan, bürhanlar
ile o hakikat beyan edilmifltir. Burada yaln›z flu kadar deriz ki:
1. Kastalânî, Mevahibü’l-Ledünniye (fierh: Zeganî), 6:93-100.
beyan: anlatma, aç›klama.
bu’diyet-i mekân: mekân,
yer uzakl›¤›.
bürhan: delil, ispat.
dair: alâkal›, ait, ilgili.
hakaik: hakikatler, do¤rular,
gerçekler.
hakaik-› miraciye: mirac›n
içinde gizli olan hakikatler.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›.
ifade: anlatma, bildirme.
ihtar: hat›rlatma.
ihtisar: k›saltma, özetleme.
iktifaen: yeterli görerek.
isti¤na-i zatî: Allah’›n hiç bir
fleye muhtaç olmamas›.
izah: aç›klama, anlatma.
kabil-i tabir: yoruma aç›k, tabir edilebilir.
kemal-i mutlaka: sonsuz ve
s›n›rs›z mükemmellik.
kinaye: maksad›, kapal› bir
flekilde ve dolayl› olarak anlatan söz.
kudsiyet: kutsall›k, her türlü
kusur ve noksandan uzak
olufl.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, varl›klar.
malûm: bilinen.
mana: anlam.
mekân: yer.
miraciye: Hz. Muhammed’in mirac-› fleriflerinden bahseden eser,
fliir.
Mirac-› Nebeviye: Peygamberimizin miraca, Allah kat›na ç›k›fl›.
misli: benzeri.
mufassalan: ayr›nt›l› olarak.
muhavere: karfl›l›kl› konuflma.
muvaf›k: yerinde, uygun,
münasip: uygun, yak›fl›r.
münezzeh: muhtaç olmayan,
uzak, berî.
müteflabihat: birbirine benzeyen, manas› aç›k olmayan ifadeler, sözler.
nazir: benzer, efl.
nefle-i ruhanî: ruhen duyulan sevinç ve nefle.
nuranî: nurlu, parlak.
nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana.
perde: örtü, engel.
suret: biçim, flekil, tarz.
s›fat: hâl, nitelik, vas›f.
flebih: benzeyen, benzer.
fluunat: Allah’›n yüce zat›ndan
ayr›lmayan ve zat›n›n gere¤i olan
ifl, fiil, hâl ve keyfiyetleri.
fluunat-› rububiyet: idare ve terbiye edici Rabbimizin zat›na
mahsus ifl, fiil, hâl ve keyfiyetleri.
tabir: ifade, söz deyim.
tabirat: tabirler, deyimler, sözler.
usul-i imaniye: iman esaslar›.
Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve
zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vücub-i vücut: varl›¤› gerekli olmak, olmamas› imkâns›z olmak,
varl›¤› zarurî ve vacip olmak, vazgeçilmez olmak.
zat: büyüklük ve yücelik sahibi
Allah’›n zat›.
Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤›
mutlaka gerekli olan zat, Cenab-›
Allah.
zevk-i imanî: iman›n verdi¤i
zevk.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 407
Cenab-› Hak bize gayet kariptir; biz Ondan gayet derecede uza¤›z. Nas›l ki, günefl, elimizdeki âyine vas›tas›yla bize gayet yak›nd›r ve yerde her bir fleffaf fley, kendine bir nevi arfl ve bir çeflit menzil olur. E¤er güneflin fluuru olsayd›, bizimle âyinemiz vas›tas›yla muhabere ederdi. Fakat biz ondan dört bin sene uza¤›z. Bilâteflbih ve
lâtemsil, fiems-i Ezelî, her fleye daha yak›nd›r. Çünkü Vacibü’l-Vücud’dur, mekândan münezzehtir. Hiçbir fley
Ona perde olamaz. Fakat her fley nihayet derecede Ondan uzakt›r.
aleyhissalâtü vesselâm: “salât
ve selâm onun üzerine olsun,”
anlam›nda.
an-› vahit: bir anda.
arfl: dokuzuncu ve en sonuncu
gök tabakas›, gö¤ün en yüksek
kat›. Allah’›n büyüklü¤ünün ve
yüceli¤inin tecelli etti¤i yer; taht.
âyine: ayna.
bilâteflbih ve lâtemsil: benzetmemekle ve örnek göstermemekle birlikte (benzetmek ve örnek getirmek gibi olmas›n).
cadde-i kübra: büyük cadde.
derecat-› imaniye: iman›n dereceleri, mertebeleri.
ehl-i velâyet: velî olanlar, Allah’›n
dostlu¤unu kazananlar, velîlik s›fat›n› tafl›yanlar.
evliya: velîler, Allah dostlar›.
gayet: son derece, çok.
hakaik-› imaniye: iman hakikatleri.
hakkalyakîn: yaflayarak bilme,
bilginin en kesin hâli.
havâs: hisler, duygular.
karip: yak›n.
keramet-i kübra: en büyük keramet.
letaif: lâtifeler, insan›n manevî
yap›s›nda bulunan ince ve hassas
duygular.
mekân: yer.
menzil: yer, mekân.
mertebe: derece, makam..
mesafe: uzakl›k.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n
huzuruna ruhen, cismen, hâlen
ç›kmas› mu’cizesi.
muhabere: haberleflme.
mukabil: karfl›, karfl›l›k.
münezzeh: uzak, muhtaç olmayan, berî.
nevi: tür, çeflit.
nihayet: son.
perde: engel.
Resul-i Ekrem: Allah’›n en de¤er-
‹flte, Mirac›n uzun mesafesiyle,
1
pójQ/ nƒrdG π
p rÑnM røpe p¬r«ndpG oÜnôrbnG oørënfnh ’in ifade etti¤i mesafesiz-
li¤in s›rr›yla, hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n gitmesinde çok mesafeyi tayyederek gitmesi ve an-›
vahitte yerine gelmesi s›rr› bundan ileri geliyor. Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n Mirac›, onun seyrüsülûkudur, onun ünvan-› velâyetidir.
Ehl-i velâyet, nas›l ki seyrüsülûk-i ruhanî ile, k›rk günden tâ k›rk seneye kadar bir terakki ile, derecat-› imaniyenin hakkalyakîn derecesine ç›k›yor. Öyle de, bütün evliyan›n sultan› olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, de¤il yaln›z kalbi ve ruhu ile, belki hem cismiyle,
hem havâss›yla, hem letaifiyle, k›rk seneye mukabil k›rk
dakikada, velâyetinin keramet-i kübras› olan Mirac› ile
bir cadde-i kübra açarak hakaik-› imaniyenin en yüksek
mertebelerine gitmifl, Miraç merdiveniyle Arfla ç›km›fl,
1. Ve biz ona flah damar›ndan daha yak›n›z. (Kaf Suresi: 16.)
li ve en cömert elçisi olan Hz. sultan: maneviyat büyükleriMuhammed.
ne verilen ünvan.
seyrüsülûk: P e y g a m b e r i m i- fiems-i Ezelî: ezelî günefl; varzin miraçta Allah’›n huzuruna l›¤›n›n bafllang›c› olmayan ve
yükselirken maddî ve manevî her fleyi nurland›ran Cenab-›
olarak yapt›¤› yolculuk; ma- Hak.
nevî âlemlerde yol katetme. fluur: bir fleyi anlama, tan›ma
seyrüsülûk-i ruhanî: ruh ile ve kavrama gücü; anlay›fl, idbaz› manevî mertebe ve ma- rak.
kamlara yükselme, yolculuk tayy: atlama, aflma, geçme.
etme.
terakki: ilerleme, yükselme,
408 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
geliflme.
ünvan-› velâyet: velâyet ünvan›, velîlik s›fat›.
Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî
ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n
varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vas›ta: arac›, arac›l›k.
velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u.
Kab-› Kavseyn makam›nda, hakaik-› imaniyenin en büyü¤ü olan iman-› billâh ve iman-› bilahireti aynelyakîn,
gözüyle müflahede etmifl, Cennete girmifl, saadet-i ebediyeyi görmüfl, o Mirac›n kap›s›yla açt›¤› cadde-i kübray›
aç›k b›rakm›fl. Bütün evliya-i ümmeti, seyrüsülûk ile, derecelerine göre, ruhanî ve kalbî bir tarzda o Mirac›n gölgesi içinde gidiyorlar.
BEfi‹NC‹ NÜKTE
Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunmas›, gayet nafi
ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i ‹slâmiyedir. Belki hayat-› içtimaiye-i ‹slâmiyenin gayet lâtif ve parlak ve
tatl› bir medar-› sohbetidir. Belki, hakaik-› imaniyenin ihtar› için en hofl ve flirin bir derstir. Belki, iman›n envar›n› ve muhabbetullah ve aflk-› Nebevîyi göstermeye ve
tahrike en müheyyiç ve müessir bir vas›tad›r. Cenab-›
Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman
Efendi gibi mevlit yazanlara Cenab-› Hak rahmet etsin,
yerlerini Cennetü’l-Firdevs yaps›n. Âmin.
Hatime
Madem flu kâinat›n Hâl›k’›, her nevide bir ferd-i mümtaz ve mükemmel ve cami halk edip, o nev’in medar-›
fahri ve kemali yapar; elbette, esmas›ndaki ‹sm-i Azam
tecellisiyle, bütün kâinata nispeten mümtaz ve mükemmel bir ferdi halk edecek. Esmas›nda bir ‹sm-i Azam oldu¤u gibi, masnuat›nda da bir ferd-i ekmel bulunacak ve
âdet: gelenek, al›flkanl›k.
âdet-i ‹slâmiye: ‹slâmî âdet,
gelenek.
âmin: “Yâ Rabbi! kabul et”
anlam›nda dua.
aflk-› Nebevî: peygamber aflk›, peygambere duyulan fliddetli sevgi.
aynelyakîn: gözle görür derecede inanma; bir fleyi görerek ve seyrederek bilme.
cadde-i kübra: büyük cadde.
Cennetü’l-Firdevs: Firdevs
Cenneti, Cennetin en yüksek
derecesi.
ebed: sonsuzluk.
envar: nurlar, ayd›nl›klar.
esma: adlar, isimler.
evliya-i ümmet: Peygamberimizin ümmetinden olan velîler, Allah dostlar›.
ferd-i ekmel: mükemmel
fert, kifli, zat.
ferd-i mümtaz ve mükemmel ve cami: seçilmifl, kusursuz ve bütün güzelliklerin ve
farkl› özelliklerin kendisinde
topland›¤› fert, flah›s.
gayet: son derece, çok.
hakaik-› imaniye: iman hakikatleri.
halk etmek: yaratma.
Hâl›k: yoktan yaratan, her
fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hatime: son söz, bir eserin
sonuç k›sm›.
hayat-› içtimaiye-i ‹slâmiye:
‹slâm›n sosyal hayat›, ‹slâmiyetin getirmifl oldu¤u kurallar
çerçevesinde
oluflturulan
toplum hayat›.
ihtar: hat›rlatma.
iman: inanç, itikat.
iman-› bilahiret: ahirete iman.
iman-› billâh: Allah’a iman.
‹sm-i Azam: en büyük isim, Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en
büyük ve manaca di¤er isimleri
kuflatm›fl olan›.
Kab-› Kavseyn: iki yay mesafesi.
Hz. Muhammed’in miraca ç›k›fl›yla vard›¤› son nokta. Bütün yarat›lanlar› arkas›na al›p Yaratanla
müflerref ve muhatap oldu¤u
makam.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kalbî: kalple ilgili, kalbe ait.
lâtif: hofl, güzel.
makam: yer, mevki.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
medar-› fahir ve kemal: övünme
ve mükemmellik sebebi.
medar-› sohbet: sohbet sebebi,
vesilesi.
Mevlid: Hz. Muhammed’in do¤umu menk›besi ve hayat› ile ilgili
eser, Süleyman Çelebi’nin bu konudaki meflhur ve yayg›n eseri.
Mevlid-i Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) do¤umunu anlatan
manzum eser.
Miraciye: Mevlidin Peygamberimizin Miraca, Allah kat›na ç›k›fl›n›
anlatan bölümü.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-›
Hakk›n huzuruna ruhen, cismen,
hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
muhabbetullah: Allah sevgisi.
müessir: etkili, tesirli.
müheyyiç: heyecan uyand›ran,
heyecanland›ran.
mükemmel: noksans›z, tam; harika.
mümtaz: seçkin.
müstahsen: güzel karfl›lanan, be¤enilen.
müflahede: bakma, seyretme,
görme.
nafi: faydal›, yararl›.
nevi: tür, çeflit.
nispeten: k›yasla, oranla.
nükte: herkesin anlayamad›¤› ince mana, ancak dikkat edildi¤inde anlafl›lan ince söz ve mana.
rahmet: ac›ma, merhamet etme,
esirgeme, ba¤›fllama, flefkat gösterme.
ruhanî: ruh ile ilgili.
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk.
seyrüsülûk: manevî ve ruhî yolculuk.
tahrik: harekete geçirme, teflvik
etme.
tecelli: yans›ma, görünme.
vas›ta: araç, vesile.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 409
kâinata münteflir kemalât› o fertte cem’ edip, kendine
medar-› nazar edecek.
ahlâk-› hasene: güzel ahlâk.
Âl ve Ashap: Peygamberimizin
aile fertleri ve Sahabeler.
âlem: kâinat, cihan, bütün yarat›lm›fllar.
aleyhissalâtü vesselâm: “salât
ve selâm onun üzerine olsun” anlam›nda.
bidayet-i emir: iflin bafllang›c›.
cem etme: toplama, bir araya getirme.
ehl-i kemal: olgun ve de¤erli kifliler, kemal sahibi olanlar.
enva: çeflitler, türler, neviler.
enva-› hakaik: bütün hakikatler,
hakikatlerin türleri, çeflitleri.
enva-› kâinat: var olan fleylerin
türleri, varl›klar›n çeflitleri.
ferd-i ferit: efli, benzeri olmayan
fert, seçilmifl zat.
ferd-i mümtaz: seçilmifl kifli, seçkin fert.
fert: flah›s, kifli.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
ittifak: fikir birli¤i, söz birli¤i.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kemalât: mükemmellikler.
kemal-i haflmet: mükemmel bir
büyüklük ve heybet.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm, beyan› befler takatinin haricinde olan Kur’ân-› Kerîm.
küre-i arz: dünya, yer küre.
mebde: bafllangݍ, temel.
medar-› nazar: göz önünde bulundurulmas› gereken.
mevcudat: varl›klar.
mevlit: do¤um.
meydan okumak: mücadeleye
davet etmek.
Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n
huzuruna ruhen, cismen, hâlen
O fert, herhâlde zîhayattan olacakt›r. Çünkü enva-›
kâinat›n en mükemmeli zîhayatt›r. Ve herhâlde, zîhayat
içinde, o fert, zîfluurdan olacakt›r. Çünkü, zîhayat›n e nva› içinde en mükemmeli zîfluurdur. Ve herhâlde, o ferd - i
ferit, insandan olacakt›r. Çünkü, zîfluur içinde hadsiz terakkiyata müstait, insand›r. Ve insanlar içinde, herhâlde
o fert Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olacakt›r.
Çünkü, zaman-› Âdem’den flimdiye kadar hiçbir tarih,
onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez. Zira, O
zat, küre-i arz›n yar›s›n› ve nev-i beflerin beflten birisini
saltanat-› maneviyesi alt›na alarak, bin üç yüz elli sene
kemal-i haflmetle saltanat-› maneviyesini devam ettirip,
bütün ehl-i kemale, bütün enva-› hakaikte bir üstad-› küll
hükmüne geçmifl. Dost ve düflman›n ittifak›yla, ahlâk-›
hasenenin en yüksek derecesine sahip olmufl; bidayet-i
emrinde, tek bafl›yla bütün dünyaya meydan okumufl;
her dakikada yüz milyondan ziyade insanlar›n vird-i zeban› olan Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’› göstermifl bir zat, elbette o ferd-i mümtazd›r, ondan baflkas› olamaz. Bu âlemin hem çekirde¤i, hem meyvesi odur.
p´GnƒrfnG pOnón©pH oΩnÓ°sùdGnh oInÓ°südnG =/¬pÑrën°Unh /¬pd'G '=¤nYnh p¬r«n∏nY
1
Én¡pJGnOƒoLrƒnenh päÉnæpFBÉnµrdG
‹flte böyle bir zat›n mevlit ve mirac›n› dinlemek, yani
terakkiyat›n›n mebde ve müntehas›n› iflitmek, yani tarihçe-i hayat-› maneviyesini bilmek, O zat› kendine reis ve
1. Ona ve onun Âl ve Ashab›na kâinat›n nevileri ve mevcudat› adedince salât ve selâm olsun.
ç›kmas› mu’cizesi.
münteha: ulafl›labilen en son
yer, en son nokta.
münteflir: yay›lan, yay›lm›fl.
müstait: kabiliyetli.
nevi: tür, çeflit.
nev-i befler: insan nev’i, insanl›k, bütün insanlar.
reis: baflkan.
salât: Hz. Peygambere dua;
Hz. Muhammed’e, ashab›na,
410 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ailesine Allah’›n rahmet ve
ma¤firetini, meleklerin isti¤far›n› ve mü’minlerin dualar›n› dileme.
saltanat-› maneviye: manevî
saltanat, hâkimiyet.
tarihçe-i hayat-› maneviye:
manevî hayat hikâyesi.
terakkiyat: yükselifller, ilerlemeler, geliflmeler.
üstad-› küll: her çeflit ilimde,
her hususta çok ileri bilgisi
olan, herkesin üstad›.
vird-i zeban: dilden düflmeyen dua ve zikir.
zaman-› Adem: Hz. Adem zaman›, insanl›¤›n ilk devresi.
zat: kifli, flah›s, fert.
zîhayat: hayat sahibi.
zira: çünkü.
zîfluur: fluur sahibi.
ziyade: çok, fazla.
seyyid ve imam ve flefî telâkki eden mü’minlere ne kadar
zevkli, fahirli, nurlu, nefleli, hay›rl› bir müsamere-i ulviye-i diniye oldu¤unu anla.
Yâ Rab! Habib-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hürmetine ve ‹sm-i Azam hakk›na, flu risaleyi neflredenlerin
ve rüfekas›n›n kalplerini envar-› imaniyeye mazhar ve
kalemlerini esrar-› Kur’âniyeye naflir eyle ve onlara s›rat-› müstakimde istikamet ver. Âmin.
1
oº«/µ◊
n r G oº«/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG =Énænàrªs∏nY Éne s’pG BÉ'ænd nºr∏pY n’ n∂nfÉnërÑ°oS
2
⋲/bÉnÑrdGnƒog »/bÉnÑrdnG
Said Nur sî
Mektubat, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 510-519.
®
1. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.)
2. Bâkî olan ancak Allah’t›r.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.
âmin: “Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir.
Bâkî: yok olmayan, sürekli ve
kal›c› olan, bütün varl›klar
yok olurken yok olmayan ve
bütün varl›klar yok olduktan
sonra da zat›yla var olacak
tek varl›k; Allah.
envar-› imaniye: iman nurlar›, imana ait par›lt›lar.
esrar-› Kur’âniye: Kur’ân’›n
s›rlar›, Kur’ân’a ait gizlilikler.
fahir: iftihar, övünme, gurur.
Habib-i Ekrem: Allah’›n en
sevgili ve de¤erli kulu olan
Hz. Muhammed.
hakk›yla bilmek: en do¤rusunu, eksiksiz ve tam olarak
bilmek.
hikmetle yapmak: belirli gayelere yönelik, faydal›, anlaml› ve yerli yerinde yapmak.
hürmet: riayet, ihtiram, sayg›.
imam: kendisine uyulan ve önder olan kimse.
‹sm-i Azam: en büyük isim, Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en
büyük ve manaca di¤er isimleri
kuflatm›fl olan›.
istikamet: yön, taraf; Allah’a yönelme, Allah’a kulluk etme.
mazhar: eriflmifl, kavuflmufl.
mü’min: Allah’a iman eden, inanan.
neflir: da¤›tma, yayma.
noksan: eksik, kusur.
nur: ayd›nl›k.
Rab: yaratan, besleyen büyüten,
terbiye eden, Allah.
risale: belli bir konuda yaz›lm›fl
küçük kitap.
rüfeka: arkadafllar, refikler.
seyyid: efendi, reis.
s›rat-› müstakim: do¤ru yol.
flefî’: flefaat eden, bir suçun ba¤›fllanmas› için arac›l›k eden.
telâkki: kabul etme alma.
tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 411
On Dokuzuncu ve Otuz Birinci
Sözlerin Zeyli
fiAKK-I KAMER MU’C‹ZES‹NE DA‹RD‹R.
a
Gƒo°Vpôr©oj kánj'G Grhnônj r¿pGhn @ ôno ªn≤rdG s≥n°ûrfGnh oánYÉ°s ùdG pânHnônàrbpG
1
ôw pªnà°rùoe lôrëp°S Gƒdo ƒo≤njhn
Kamer gibi parlak bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.)
olan inflikak-› kameri, evham-› faside ile inhisafa u¤ratmak isteyen feylesoflar ve onlar›n muhakemesiz mukallitleri diyorlar ki:
âlem: dünya, cihan.
anî: bir an içinde, birden.
befler: insan, âdemo¤lu.
cemaat: topluluk, gurup.
dair: alâkal›, ait, ilgili.
dava: takip edilen fikir, iddia.
delil: bir davan›n, meselenin do¤rulu¤unu ortaya koyan, ispat
eden fley, kan›t.
esbap: sebepler, vas›talar.
evham: vehimler, zanlar, kuflkular.
fasit: bozuk, kötü,
feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof.
hususî: özel.
ihtilâf-› metâli: ay›n do¤du¤u
yerlerin farkl› olmas›.
inhisaf: tutulma, ay tutulmas›.
inkâr: reddetme, kabul etmeme.
inflikak: yar›lma, bölünme, ikiye
ayr›lma.
inflikak-› kamer: Peygamber
Efendimizin parma¤›n›n iflaretiyle
ay›n ikiye ayr›lmas›.
kamer: ay.
k›yamet: kâinat›n ölümü; varl›k
âleminin bozulup da¤›lmas›, y›k›lmas›.
lâz›m: gerek, gerekli, lüzumlu.
malûm: bilinen, belli.
mâni: men eden, engel olan.
medeniyet: medenîlik, uygarl›k.
mu’cize: sadece peygamberlerin
“E¤er inflikak-› kamer vuku bulsa idi, umum âleme
malûm olurdu; bütün tarih-i beflerin nakletmesi lâz›m ge lirdi.”
Elcevap: ‹nflikak-› kamer, dava-i nübüvvete delil olmak için, o davay› ifliten ve inkâr eden haz›r bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, anî olarak gösterildi¤inden;
hem, ihtilâf-› metâli ve sis ve bulutlar gibi rü’yete mâni
esbab›n vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmedi¤inden ve hususî kald›¤›ndan ve tarassudat-› semaviye pek az oldu¤undan; bütün etraf-› âlemde
1. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla.
K›yamet yaklaflt›, ay yar›ld›. • Onlar bir mu’cize görseler yüz çevirir ve “Bu kuvvetli bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi: 1-2.)
gösterdi¤i, benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mu’cize-i Ahmediye: P e ygamberimizin mu’cizesi.
mukallit: taklitçi, taklit eden.
nakletmek: aktarmak, haber
vermek.
nübüvvet: peygamberlik, Allah’›n elçili¤i.
412 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Rahîm: sonsuz flefkat ve
merhamet sahibi; esirgeyen,
koruyan Allah.
Rahman: rahmeti bütün herkese yay›lan, kuflatan, Allah.
rü’yet: görme, bakma.
flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi.
taammüm: yay›lma, genel-
leflme.
tarassudat-› semaviye: gö¤ü
gözetlemeler.
umum: bütün, genel.
vakt-i gaflet: uyku vakti.
vuku: meydana gelme, olufl.
vücut: var olufl, varl›k.
zeyil: ek, ilâve.
görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâz›m de¤ildir. fiakk-› kamer yüzünden bu evham bulutlar›n› da¤›tacak çok noktalardan flimdilik Befl Noktay› dinle.
Birinci Nokta
O zaman, o zemindeki küffar›n gayet fledit derecede
inatlar› tarihen malûm ve meflhur oldu¤u hâlde; Kur’ân-›
Hakîm’in,
1
oônªn≤rdG s≥n°ûrfGnh demesiyle flu vak’ay› umum âle-
me ihbar etti¤i hâlde, Kur’ân’› inkâr eden o küffardan
hiçbir kimse, flu ayetin tekzibine, yani ihbar etti¤i flu
vak’an›n inkâr›na a¤›z açmam›fllar. E¤er o zamanda o
hâdise, o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, flu
sözü serriflte ederek, gayet dehfletli bir tekzibe ve Peygamberin iptal-i davas›na hücum göstereceklerdi. Hâlbuki, flu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küffar›n adem-i vukuuna dair hiçbir fleyini nakletmemifllerdir. Yaln›z,
2
ôw pªnà°rùoe lôrëp°S Gƒodƒo≤njhn ayetinin beyan et-
ti¤i gibi, tarihçe menkul olan fludur ki: O hâdiseyi gören
küffar “Sihirdir” demifller ve “Bize sihir gösterdi. E¤er
sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüfllerse, hakikattir; yoksa bize sihir etmifl” demifller. Sonra, sabahleyin
Yemen ve baflka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler
ki, “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i
Âlem (a.s.m.) hakk›nda, hâflâ, “Yetim-i Ebu Talip’in sihri semaya da tesir etti” dediler.
1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.)
2. “Bu kuvvetli bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi: 2.)
adem: yokluk, hiçlik.
adem-› vukuu: olmad›¤›na
dair, olmad›¤›n› gösteren.
âlem: dünya, cihan.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
beyan: anlatma, bildirme,
izah
dair: alâkal›, ait, ilgili.
Ebu Talip: bkz. fiah›s Bilgileri.
evham: vehimler, zanlar, kuflkular.
Fahr-i Âlem: bütün âlemin
kendisiyle iftihar etti¤i Peygamber.
gayet: çok, son derece.
hâdise: vak›a, olay, haber.
hakikat: gerçek, bir fleyin asl› ve esas›.
hâflâ: asla, kat’iyen.
ihbar: haber verme, duyurma.
inkâr: reddetme, tan›mama.
kafile: birlikte yolculuk eden
topluluk.
kat’î: kesin, flüphesiz.
kervan: uzak yerlere yolcu
ve ticarî eflya tafl›yan kafile.
Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve
say›s›z hikmetler ve faydalar
bulunan Kur’ân.
küffar: kâfirler, ‹slâmiyeti inkâr
edenler.
lâz›m: gerek, gerekli, lüzumlu.
malûm: bilinen, belli.
menkul: nakledilen, tafl›n›p anlat›lan söz.
meflhur: tan›nm›fl, ad› yayg›nl›k
kazanan.
münasebet: uygunluk, ilgi.
peygamber: haber getiren, Allah’›n elçisi.
sair: di¤er, baflka.
sema: gökyüzü, gök.
serriflte: ipucu, söyleyip durma,
bafla kakma.
siyer: Peygamberimizin hayat›n›
konu alan ilim.
flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi.
fledit: fliddetli, sert, kat›.
tekzip: yalanlama.
tesir: etki, iz b›rakma.
umum: bütün, genel.
vak’a: vuku bulan, olay.
vaki: gerçekleflmifl, olmufl, olan.
vuku: meydana gelme, olufl.
yetim: ana babas› veya babas›
ölmüfl çocuk.
zemin: yer, yeryüzü.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 413
‹kinci Nokta
âlem: dünya, cihan.
bedahet: aç›kl›k, aflikâr.
cami: namaz k›l›nan yer.
cemaat: topluluk, tak›m.
cemaat-i kesire: çok kalabal›k
topluluk.
dava-i nübüvvet: peygamberlik
davas›, iddias›.
derece: aflama, mertebe.
eaz›m-› muhakkikîn: hakikatleri
delilleri ile bilen en büyük âlimler.
ekser: en çok, daha ziyade.
evvel: önce, bafllang›ç.
Fât›r-› Hakîm: her fleyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir flekilde yaratan Allah.
feylesof: felsefe ile u¤raflan filozof.
gayet: son derece, çok.
Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve her fleyi hikmetle
yaratan Allah.
Hâle: Halley kuyruklu y›ld›z›. Bkz.
Yer Bilgileri.
hevesat: hevesler, istekler.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
hutbe: ‹lâhî emirleri hat›rlatan
konuflma ve dualar
icbar: zorlama, mecbur etme.
ihtiyar: seçme, tercih, irade.
ikna etmek: inand›rmak.
iktiza: lâz›m gelme, gereklilik.
inflikak: yar›lma, ikiye ayr›lma.
inflikak-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
ittifak: uyuflma, birleflme.
izhar: a盤a vurma, gösterme.
kâfi: yeterli.
kamer: ay.
kat’î: kesin, flüphesiz.
Sa’d-› Taftazanî gibi eaz›m-› muhakkikînin ekseri demifller ki: “‹nflikak-› kamer; parmaklar›ndan su akmas›,
umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayand›¤› kuru dire¤in müfarakat-› Ahmediyeden (a.s.m.)
a¤lamas›, umum cemaatin iflitmesi gibi mütevatirdir. Yani, öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesire nakletmifltir ki, kizbe ittifaklar› muhaldir. Hâle gibi meflhur bir
kuyruklu y›ld›z›n bin sene evvel ç›kmas› gibi mütevatirdir.
Görmedi¤imiz Serendip Adas›n›n vücudu gibi, tevatürle
vücudu kat’îdir” demifller. ‹flte böyle gayet kat’î ve fluhudî mesailde teflkikat-› vehmiye yapmak, ak›ls›zl›kt›r. Yaln›z muhal olmamak kâfidir. Hâlbuki, flakk-› kamer, bir
volkanla inflikak eden bir da¤ gibi mümkündür.
Üçüncü Nokta
Mu’cize, dava-i nübüvvetin ispat› için, münkirleri ikna
etmek içindir, icbar için de¤ildir. Öyle ise, dava-i nübüvveti iflitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâz›md›r. Sair taraflara göstermek veyahut icbar
derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelâl’in hikmetine münafi oldu¤u gibi, s›rr-› teklife dahi muhaliftir. Çünkü, “Akla kap› açmak, ihtiyar› elinden almamak” s›rr-› teklif iktiza ediyor. E¤er Fât›r-› Hakîm, inflikak-› kameri, feylesoflar›n hevesat›na göre bütün âleme
göstermek için bir iki saat öyle b›raksa idi ve beflerin
kizb: yalan söyleme, yalan.
lâz›m: gerek, lüzumlu.
mesail: meseleler.
meflhur: tan›nm›fl, ad› yayg›nl›k kazanm›fl.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muhal: imkâns›z, olmas›
mümkün olmayan.
muhalif: muhalefet eden,
karfl›t.
müfarakat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin ayr›lmas›.
414 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
münafi: z›t, muhalif, ayk›r›.
münkir: inkâr eden, kabul etmeyen.
mütevatir: yalan söylemekte
birleflmelerini akl›n kabul etmeyece¤i bir toplulu¤un verdi¤i kesin haber.
Sa’d-› Taftazanî: Saadeddin
Taftazanî. bkz. fiah›s Bilgileri.
sair: geçen, di¤er, baflka.
Serendip Adas›: bkz. Yer Bilgileri.
s›rr-› teklif: teklif, imtihan s›rr›,
flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi.
fluhudî: görmekle ilgili.
tabakadan tabakaya: topluluktan toplulu¤a.
teflkikat-› vehmiye: flüpheye
düflürmeler.
tevatür: yalan söylemez
kimselerin birleflerek verdikleri haber.
umum: bütün, cümle, herkes;
genel olma.
volkan: yanarda¤.
vücut: var olufl, varl›k.
umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-› semaviye gibi, ya dava-i nübüvvete delil olmazd›, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) hususiyeti kalmazd›, veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacakt› ki, akl› icbar edecek,
akl›n ihtiyar›n› elinden alacak, ister istemez nübüvveti
tasdik edecek; Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekir-i
S›dd›k gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kal›p, s›rr-›
teklif zayi olacakt›. ‹flte bu s›r içindir ki, hem anî, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf-› metâli, sis ve bulut gibi sair mevanii perde ederek, umum âleme gösterilmedi,
veyahut tarihlere geçirilmedi.
Dördüncü Nokta
fiu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken, anî bir surette vuku buldu¤undan, etraf-› âlemde elbette görülmeyecek. Baz› efrada görünse de, gözüne inanmayacak.
‹nand›rsa da, elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vahit ile tarihlere bâkî bir sermaye olmayacak.
Baz› kitaplarda “Kamer iki parça olduktan sonra yere
inmifl” ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmifller, “fiu mu'cize-i
bâhireyi k›ymetten düflürmek niyetiyle belki bir münaf›k
ilhak etmifl” demifller.
Hem meselâ, o vakit, cehalet sisiyle muhat ‹ngiltere,
‹spanya’da yeni gurup; Amerika’da gündüz; Çin’de, J aponya’da sabah oldu¤u gibi, baflka yerlerde baflka esbab-› mâniaya binaen elbette görülmeyecek. fiimdi bu
ak›ls›z muterize bak; diyor ki, “‹ngiltere, Çin, Japon,
âlem: dünya, cihan.
bâkî: yok olmayan, sürekli ve
kal›c› olan.
bedahet: aç›kl›k, aflikâr.
binaen: -den dolay›, -den
ötürü.
cehalet: bilmezlik, ilimden
yoksun olma.
dava-i nübüvvet: peygamberlik davas›, iddias›.
delil: rehber, do¤ru yolu gösteren, flahit,
Ebu Bekir-i S›dd›k: bkz. fiah›s
Bilgileri.
Ebu Cehil: bkz. fiah›s Bilgileri.
efrat: fertler, flah›slar, kifliler.
ehl-i tahkik: hakikatleri delilleri ile bilen âlimler.
esbap: nedenler, sebepler.
etraf-› âlem: dünya çevresi,
dört bir yan›.
gaflet: gafillik, bofl bulunma,
dikkatsizlik.
haber-i vahit: bir, tek haber.
hâdisat-› semaviye: s o n r adan olan, gökteki olaylar.
hâdise: vak›a, olay, haber.
hususiyet: hususîlik, ay›r›c›
özellik.
icbar: zorlama, mecbur etme.
ihtilâf-› metâli: ay›n do¤du¤u
yerlerin farkl› oluflu.
ihtiyar: seçme, tercih, irade.
ilhak: ilâve etme, katma.
kamer: ay.
mânia: meneden fley, engel.
mevani: mâniler, engeller.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mu’cize-i bâhire: parlak, apaç›k mu’cize.
muhat: bir fleyin içinde bulu-
nan, ada.
muteriz: karfl› ç›kan, itirazc›
münaf›k: nifak sokan, iki yüzlülük eden, ara bozucu.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah’›n elçili¤i,
risalet-i Ahmediye: Peygamber
Efendimizin peygamberli¤i.
sair: geçen; di¤er, baflka.
seviye: düzey, de¤eri yüksek
olan.
suret: flekil, biçim.
s›r: önemli, gerçek.
s›rr-› teklif: teklif s›rr›, imtihan
s›rr›.
tasdik: do¤rulu¤unu kabul etme,
do¤rulama,
umum: bütün, cümle, genel olma.
vakit: zaman.
vakt-i gaflet: uyku vakti.
vuku: meydana gelme, olufl.
zayi: yitik, zarar.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 415
Amerika gibi akvam›n tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vuku bulmam›fl.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin bafl›na!
Beflinci Nokta
adî: s›radan, âdet olan.
aktâr-› zemin: yeryüzünün her
taraf›.
akvam: milletler, kavimler.
bedahet: aç›kl›k, aflikâr.
binaen: -den dolay›, -den ötürü.
dava-i nübüvvet: nebîlik, peygamberlik davas›.
esbap: nedenler, sebepler.
hâdise: vak›a, olay, haber.
hâdise-i semaviye: semavî olay,
gökyüzü olay›.
Hâl›k-› Hakîm: yaratt›klar›nda
hikmetli oldu¤unu gösteren yarat›c›, Allah.
haysiyetiyle: yönüyle, say›lmak
üzere.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
hikmet-i rububiyet: rububiyetin
hikmeti, ‹lâhî terbiye, kâinattaki
ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
hususiyet: hususîlik, ay›r›c› özellik.
ihtilâf-› metâli: ay›n do¤du¤u
yerlerin farkl› olmas›.
ihtiyar: seçme, tercih, irade.
ika etmek: oldurmak, yapt›rmak.
iktiza: lâz›m gelme, gerekme.
‹nflikak-› kamer kendi kendine, baz› esbaba binaen vuku bulmufl, tesadüfî, tabiî bir hâdise de¤il ki, adî ve tabiî
kanunlar›na tatbik edilsin. Belki flems ve kamerin Hâl›k-›
Hakîm’i, Resulünün risaletini tasdik ve davas›n› tenvir
için, harikulâde olarak o hâdiseyi ika etmifltir. S›rr-› irflat
ve s›rr-› teklif ve hikmet-i risaletin iktizas›yla, hikmet-i rububiyetin istedi¤i insanlara ilzam-› hüccet için gösterilmifltir. O s›rr-› hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri
ve dava-i nübüvveti henüz iflitmedikleri aktâr-› zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-›
metâli haysiyetiyle, baz› memleketin kameri daha ç›kmamas› ve baz›lar›n›n güneflleri ç›kmas› ve bir k›sm›n›n sabah› olmas› ve bir k›sm›n›n günefli yeni gurup etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mâni pek çok esbaba binaen,
gösterilmemifl. E¤er, umum onlara dahi gösterilse idi, o
hâlde ya iflaret-i Ahmediyenin (a.s.m.) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit, risaleti bedahet derecesine ç›kacakt›, herkes tasdike mecbur olurdu.
Akl›n ihtiyar› kalmazd›. ‹man ise akl›n ihtiyar›ylad›r. S›rr-›
teklif zayi olurdu. E¤er s›rf bir hâdise-i semaviye olarak
gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münasebeti
kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazd›.
ilzam-› hüccet: muhatab› delillerle susturmak.
inflikak-› kamer: ay›n ikiye
bölünmesi, ay›n yar›lmas›.
iflaret-i Ahmediye: Peygamberimizin iflareti.
kamer: ay.
kâselis: dalkavuk, çanak yalay›c›lar›.
mâni: men eden, engel.
mu’cize-i nübüvvet: peygamberlik mu’cizesi.
münasebet: ilgi, alâka, ba¤.
nefrin: beddua, lânet okuma,
416 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
nefretler.
resul: kendisine kitap indirilmifl peygamber.
risalet: resullük, peygamberlik.
risalet-i Ahmediye: E f e n d imizin peygamberli¤i.
s›rr-› hikmet: hikmet s›rr›,
kâinattaki ve yarat›l›fltaki gayenin s›rr›.
s›rr-› irflat: irflat s›rr›, e¤itim
s›rr›.
s›rr-› teklif: teklif s›rr›, imtihan s›rr›.
flems: günefl.
tabiî: kendili¤inden, normal.
tasdik: do¤rulu¤unu kabul
etme.
tatbik: uygulama.
tenvir: nurland›rma, ayd›nlatma.
umum: bütün, herkes, genel
olma,
vakit: zaman, an.
vuku: bir hâdisenin ç›k›fl flekli; gelme, olufl.
zayi: elden ç›kan, zarar.
zemin: yeryüzü.
E l h â s › l : fiakk-› kamerin imkân›nda flüphe kalmad›.
Kat’î ispat edildi. fiimdi, vukuuna delâlet eden çok bürhanlar›ndan alt›s›na (HAfi‹YE) iflaret ederiz. fiöyle ki:
Ehl-i adalet olan Sahabelerin, vukuuna icma› ve ehl-i
tahkik umum müfessirlerin,
1
oônªn≤rdG s≥n°ûrfGnh
tefsirinde,
onun vukuuna ittifak› ve ehl-i rivayet-i sad›ka bütün muhaddisînin pek çok senetlerle ve muhtelif tariklerle vukuunu nakletmesi ve ehl-i keflif ve ilham bütün evliya ve
s›dd›kînin flahadeti ve ilm-i kelâm›n meslekçe birbirinden
çok uzak olan imamlar›n ve mütebahhir uleman›n tasdiki ve nass-› kat’î ile dalâlet üzerine icmalar› vaki olmayan
ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) o vak’ay› telâkki-i
bilkabul etmesi, günefl gibi, inflikak-› kameri ispat eder.
Elhâs›l, buraya kadar tahkik nam›na ve hasm› ilzam
hesab›na idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat nam›na
ve iman hesab›nad›r. Evet, tahkik öyle dedi. Hakikat ise
diyor ki:
Sema-i risaletin kamer-i müniri olan Hatem-i Divan-›
Nübüvvet, nas›l ki mahbubiyet derecesine ç›kan ubudiyetindeki velâyetin keramet-i uzmas› ve mu’cize-i kübras›
olan miraç ile, yani bir cism-i arz› semavatta gezdirmekle semavat›n sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüçhaniyeti
ve mahbubiyeti gösterildi ve velâyetini ispat etti; öyle de,
arza ba¤l›, semaya as›l› olan kameri bir arzl›n›n iflaretiyle
HAfi‹YE: Yani, alt› defa icma suretinde, vukuuna dair alt› hüccet vard›r.
Bu makam çok izaha lây›k iken, maatteessüf k›sa kalm›flt›r.
1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.)
bürhan: delil, ispat, tan›k.
cism-i arz: dünya küresi, kürenin kütlesi.
dalâlet: do¤ru yoldan sapma
küfür ve inkâr.
delâlet: iflaret, iz, delil olma.
ehl-i adalet: adalet ehli, adaletten flaflmayanlar.
ehl-i keflif: keflif ehli. baz› s›rlar›, bilinmeyen hakikatleri,
Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan›
ile bilen velîler.
ehl-i rivayet-i sad›ka: sahih,
do¤ru hadisleri senetle nakledenler.
ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›ranlar, hakikatleri delilleri ile
bilen âlimler.
hafliye: dipnot, aç›klay›c› yaz›.
Hatem-i Divan-› Nübüvvet:
peygamberlik
meclisinin
mührü olan Peygamberimiz.
hüccet: delil, ispat.
icma: birleflme, fikir ve oy birli¤i; da¤›n›k fleyleri bir araya
getirme, toplama.
ilm-i kelâm: imana ait meselelerden ‹slâmî esaslar dairesinde delil ve bürhana dayal›
olarak bahseden ilim.
ilzam: susturma, tart›flmada
cevap veremez hale getirme.
inflikak-› kamer: ay›n ikiye
bölünmesi.
ittifak: fikir birli¤i.
kamer: ay.
keramet-i uzma: en büyük ikram, ba¤›fl.
maatteessüf: üzüntüyle ifade etmek gerekir ki.
mahbubiyet: sevilecek hâlde bulunma.
Miraç: Peygamber Efendimizin,
Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen,
cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi.
mu’cize-i kübra: en büyük
mu’cize.
muhaddisîn: hadis ilmiyle u¤raflan âlimler.
muhtelif: çeflitli, farkl›.
müfessir: Kur’ân-› Kerîm’in metnini tefsir, flerh ve izah eden ‹slâm âlimi.
münir: ›fl›k veren, nurland›ran,
parlak.
mütebahhir ulema: bilgisi deniz
gibi genifl ve engin olan âlim.
nass-› kat’î: kesin ve sa¤lam hüküm getiren ayet ve hadisler.
risalet: elçilik, resullük, peygamberlik.
rüçhaniyet: üstün olma hâli.
sad›k: dostlu¤u ve ba¤l›l›¤› içten
olan.
sekene: sakin olanlar, ikamet
edenler; sema ve göklerde yaflayan melekler.
sema: gökyüzü, gök.
semavat sekenesi: semalarda
yaflayanlar, göklerde kalanlar.
s›dd›kîn: daima do¤ruluk üzere
olup Allah’a ve Peygambere sadakatte en ileri olanlar.
flahadet: flahit olmak, tan›k.
flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi.
tahkik: do¤ruyu araflt›rma, inceleme.
tarik: yol.
tefsir: aç›klama, yorum, flerh.
telâkki-i bilkabul: bir anlay›fl› benimsemek.
ubudiyet: kulluk, itaat, ba¤l›l›k,
samimiyet.
ulvî: yüksek, yüce.
ümmet-i Muhammediye: Hz.
Muhammed’e ba¤l› olan ve yolundan gidenler.
vak’a: vuku bulan, olay, mesele.
vaki: vuku bulan, olan.
velâyet: velîlik, ermifllik, Allah
dostlu¤u.
vuku: meydana gelme, olufl.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 417
iki parça ederek, arz›n sekenesine o arzl›n›n risaletine
öyle bir mu’cize gösterildi ki, Zat-› Ahmediye (a.s.m.),
kamerin aç›lm›fl iki nuranî kanad› gibi, risalet ve velâyet
gibi iki nuranî kanad›yla, iki ziyadar cenah ile, evc-i kemalâta uçmufl, tâ Kab-› Kavseyn’e ç›km›fl; hem ehl-i semavat, hem ehl-i arza, medar-› fahir olmufltur.
1
2
päGnƒ'ª°sùdGnh ¢pVQr ’n rG nÓr``pe oäÉnª«/∏°rùsàdGnh oInÓ°südG p¬dp 'G¤n=' Yhn p¬r«n∏nY
oº«/µn`◊r G º«/
n sfpG BÉ'ænàrªs∏nY Éne ’s pG BÉ'ænd nºr∏pY’n ∂
n nfÉnërÑ°oS
n rfnG ∂
o ∏©n rdG â
π
p pFÉ°nSnQ páÑn n∏nW n܃o∏obnh »Ñ/ r∏nbπnr ©rLpG /¬pJQn Én°TpÉpH ôo nªn≤rdG ≥s n°ûrfGøp ne ≥u ën pH -nG
3
rÚ/e'G nÚ/e'G p¿'Grôo≤rdG ¢pùrªn°T pán∏nHÉn≤oe ⋲pa pônªn≤rdÉnc nÚ/bpOÉ°südG Qp ƒtædG
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 955-961.
®
âl: aile, çoluk, çocuk.
arz›n sekenesi: dünyada oturanlar, yeryüzünde yaflayanlar.
cenah: kanat, taraf, k›s›m.
ehl-i arz: dünyadakiler, yerdekiler.
ehl-i semavat: semavat ehli, melekler.
evc-i kemalât: bir fleyin en yüksek derecesi, mükemmeli.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
inflikak: yar›lma, bölünme, ikiye
ayr›lma.
Kab-› Kavseyn: iki yay mesafesi,
Peygamberimizin miraçta ulaflt›¤›
ve bütün yarat›lanlar› arkas›na
al›p Cenab-› Hakla müflerref oldu-
1. Ona ve Âline yer ve gökler dolusu rahmet ve selâmlar olsun.
2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.)
3. Allah’›m, iflaretiyle ay›n ikiye bölündü¤ü Zat hürmetine benim kalbimi ve sad›k Nur Talebelerinin kalplerini Kur’ân günefli mukabilinde ay gibi yap. Âmin, Âmin.
¤u makam.
medar-› fahir: iftihar sebebi,
övünç vesilesi.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
nuranî: nurlu, ›fl›kl›, mübarek.
rahmet: ac›ma, merhamet
etme, ba¤›fllama, flefkat gös-
418 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
termek.
risalet: elçilik, resullük, peygamberlik.
sad›k: gerçek, hakikî, sahte
olmayan.
suret: flekil, biçim.
tenzih: Allah’› her çeflit kusur,
noksan ve ortaktan uzak bilip
söyleme.
velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u.
Zat hürmetine: peygamber
efendimizin flahs› flerefine.
Zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
ziyadar: ›fl›kl›, ayd›nl›k.

Benzer belgeler