Bu PDF dosyasını indir

Transkript

Bu PDF dosyasını indir
EGE ÜNİVERSİTESİ
HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ
JOURNAL OF EGE UNIVERSITY
NURSING FACULTY
Cilt/Volume: 29
Sayı/Number: 2
Yıl/Year: 2013
AÇIKLAMALAR
Bu dergi 22 Ekim 1984 gün ve 18553 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "Üniversitelerde
Ders Aracı Olarak Kullanılan Kitaplar, Teksirler ve Yardımcı Ders Kitapları Dışındaki
Yayınlarla İlgili Yönetmelik" bağlamında yayınlanmaktadır.
Yayın Türleri
Adı geçen yönetmeliğin 2. ve 3. maddeleri uyarınca dergide eğitim ve araştırma
çalışmalarına paralel olarak orjinal araştırma raporları, bilimsel tarama yazıları, yeni bir
yöntem veya teknik tanımlayan kısa bildiri yazıları ve çok önemli bilimsel çeviriler
yayınlanabilir.
Yayın Hakları
Yayınlanacak yazıların bilim dil bakımından sorumluluğu yazarlara aittir. Yayın Kurulu
gerekli değişiklik veya kısaltmaları yazardan isteyebilir veya yazarın izni alınarak içeriği
bozmayacak değişiklikler yapabilir. Basılmayacak yazılar için bir ay içinde yazara bilgi
verilir.
ISSN – 2147 – 3463
EGE ÜNİVERSİTESİ
HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ
Cilt 29, Sayı 2
2013
Yayın Sahibi
Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU Hemşirelik Fakültesi Adına
Sorumlu Müdür
Prof. Dr. Olcay ÇAM
Yayın Alt Komisyonu
Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU (Başkan)
Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL
Prof Dr. Meryem YAVUZ
Prof. Dr. Gülümser ARGON
Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL
Dergi Yayın Kurulu
Prof. Dr. Olcay ÇAM (Editör)
Prof. Dr. Ümran SEVİL
Prof. Dr. Süheyla ÖZSOY
Prof. Dr. Meryem YAVUZ
Prof. Dr. Leyla KHORSHID (Editör Yrd.)
Prof. Dr. Aynur ESEN
Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL
Basım Yeri
Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova - İzmir
Baskı Tarihi
12 Ağustos, 2013
Yönetim Yeri
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi (EÜHF) tarafından
yılda üç sayı/bir cilt hakemli dergi olarak yayınlanır.
Türkiye Atıf Dizini’nde yer almaktadır. Indexed in Türkiye Citation Index.
Yazışma Adresi
Özen DURAKOĞLU: [email protected]
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Yayın İşleri 35100 Bornova/İZMİR
HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ
DERGİ HAKEM KURULU
PROFESÖRLER
AKBAYRAK Nalan
AKYOLCU Neriman
ARGON Gülümser
ARSLAN Hediye
AŞTI Nesrin
AŞTI Türkinaz
BAHAR Zuhal
BAŞBAKKAL Zümrüt
BAYIK TEMEL Ayla
BAYRAKTAR Nurhan
BEDÜK Tülin
BULDUKOĞLU Kadriye
BUZLU Sevim
ÇAM Olcay
ÇAVUŞOĞLU Hicran
ÇİMETE Güler
ECEVİT ALPAR Şule
EMİROĞLU Oya Nuran
ENÇ Nuray
ERCİ Behice
ERDEMİR Firdevs
ERDEM Yurdagül
ERDOĞAN Semra
EROĞLU Kafiye
ESEN Aynur
EŞER İsmet
ETİ ASLAN Fatma
FADILOĞLU Çiçek
GÖKDOĞAN Feray
GÖRGÜLÜ Selma
GÖZÜM Sebahat
HATİPOĞLU Sevgi
KANAN Nevin
KARADAĞ Ayişe
KARADAKOVAN Ayfer
KARANİSOĞLU Hacer
KARATAŞ Nimet
KHORSHID Leyla
KOCAMAN Gülseren
KÖMÜRCÜ Nuran
NAHÇİVAN Nursen
OCAKÇI Ayşe
OLGUN Nermin
ÖZ Fatma
ÖZBAŞARAN Ferda
ÖZHAN ELBAŞ Nalan
ÖZSOY Süheyla
PINAR Rukiye
SABUNCU Necmiye
SAVAŞER Sevim
SEVİĞ Ümit
SEVİL Ümran
ŞENOL ÇELİK Sevilay
ŞİRİN Ahsen
TAŞOCAK Gülsün
UZUN Özge
ÜSTÜN Besti
YAVUZ Meryem
YILDIRIM Aytolan
YILDIZ Suzan
DOÇENTLER
ABAAN Süheyla
ARDAHAN Melek
ARSLANTAŞ Hülya
ACAROĞLU Rengin
AKYOL Asiye
AKYÜZ Aygül
AKTOLUN BALKAYA Nevin
AKPINAR BALCI Reva
ALTUN İnsaf
BAL YILMAZ Hatice
BAYKAL Ülkü
BİLGE Ayşegül
ÇEBER Esin
ÇİÇEK Hatice
ÇETİNKAYA DUMAN Zekiye
DEMİRKIRAN Fatma
DEMİR KORKMAZ Fatma
DİNÇ Leyla
EKTİ GENÇ Rabia
ENGİN Esra
ERGÜL Şafak
ERTEM Gül
GÜNER Perihan
GÜNEŞ Ülkü
GÜMÜŞ Aysun
İYİGÜN Emine
KAPTAN Gülten
KARACA SAYDAM Birsen
KARAÇAM Zekiye
KAVLAK Oya
KELLECİ Meral
KOCAMAN YILDIRIM Nazmiye
KUTLU Yasemin
KULAKAÇ Özen
KUKULU Kamile
METE Samiye
OFLAZ Fahriye
OKANLI Ayşe
ÖĞCE Filiz
ÖZBAYIR Türkan
ÖZEL EFE Emine
ÖZER Nadiye
ÖZKAN Özlem
ÖZMEN Dilek
ÖZTÜRK Candan
ÖZTÜRK CAN Hafize
POLAT Sevinç
UÇAR Hülya
UYSAL TORAMAN Aynur
SAN TURGAY Ayşe
SOĞUKPINAR Neriman
SEREN İNTEPELER Şeyda
ŞAHİN Nevin
ŞENDİR Merdiye
ŞENUZUN Fisun
TANRIVERDİ Gülbu
TEL Hatice
TEL Havva
TERZİOĞLU Füsun
YAVA Ayla
YEŞİLBALKAN Öznur
YILDIRIM Yasemin
ZAYBAK Ayten
İÇİNDEKİLER
Editörden
Araştırmalar
- Solunum Sistemi Hastalığı Olan Bireylerin Evde Bakım Gereksinimi ve Yaşam
Kalitesinin İncelenmesi
The Examination Quality of Life and Needs Towards Home Care of Patients With
Respiratory SystemDisease
Tuğba AKSU, Çiçek FADILOĞLU………………………………………….….… 1-12
- Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
Sleep Problems and Factors Affecting Sleep in Nurse
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM…………………….. 13-32
- Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Yapma Eğilimlerinin İncelenmesi
A Study of The Malpractice Trends of Pediatric Nurses
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU,
Dilek BEYTUT…………………………………………………………………… 33-45
- Prostat Cerrahisi Geçiren Bireylerin Taburculuk Sonrası Erken dönemde
Günlük Yaşam Aktivitelerinin Etkilenme ve Komplikasyon Gelişme Durumu
Early Period Complication Development Status and Impression of Daily Life
Activities After Discharge of Individuals Suffering From Prostate Surgery
Züleyha ÖZCAN Nuran GÜLER………………………………………...…...…. 47-60
- Hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyum Düzeyi
Level of Nurses Compliance Whit Isolation Precations Worked in
A Public Hospital
Gülbanu ZENCİR, Duygu BAYRAKTAR, Leyla KHORSHID…………………….… 61-70
Derleme Yazılar
- Hemşirelikte Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi: Refleksoloji
Complementary and Alternative Therapy in Nursing: Reflexoloxgy
Kıvan ÇEVİK…………………………………………………………………….. 71-82
- Bipolar Bozukluk tanısı Alan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalamayı
Azaltmada Hemşirelik Girişimi Olarak Psikoeğitim
Psychoeducation as Nursing Intervention In Reducing Internalized Stigma
In Patients Who Take Bipolar Disorder Diagnosis
Olcay ÇAM, Döndü ÇUHADAR….………….............................................................
-
83-93
Gebelik İntrahepatik Kolestazı ve Hemşirelik Bakımı
Intrahepatic Cholestasis of Pregnancy and Nursing Care
Duygu GÜLEÇ, Ümran SEVİL……………………………………………......... 95-103
Editörden Okura,
Değerli Okuyucularımız,
Dergimizin 2013 yılı ikinci sayısında beş araştırma makalesi ve üç derleme
makale olmak üzere sekiz bilimsel makale bulunmaktadır. Her makale özgün olduğu
kadar da güncel konuları içermektedir. Bu sayımızda hemşirelerin kendilerine yönelik
(uyku sorunları, tıbbi hata yapma ve izolasyon önlemlerine uyum durumları gibi)
konular ağırlıktadır. Derleme makalelerde ise refleksoloji, bipolar bozuklukta
psikoeğitim ve gebeliğin intrahepatik kolestazisinde hemşirelik konuları yer
almaktadır. Derleme makale gönderiminde artış olması olumlu bir süreçtir. 2013’ün
birinci sayısında iki derleme makale var iken, ikinci sayımızda üçe çıkmıştır. Halen
üçüncü sayımız için hakemlerde de çok sayıda derleme incelenme aşamasındadır.
Yazarlarımızın özellikle makalelerinde dergimiz kaynaklarını kullanmalarını
istiyoruz. Hatta dergimiz kaynaklarının kullanılmadığı makaleleri, yazarlara bu konu
için dikkat göstermeleri uyarısında bulunarak, makalelerini tekrar gözden geçirmeleri
istenecektir. Durumun süreci uzatmaması için özellikle baştan özen gösterilmesini
beklemekteyiz.
Dergimizin yayınlanma sürecinde emeği geçen yazarlarımıza, hakemlerimize
ve siz okurlarımıza teşekkür eder, sağlıklı ve verimli günler dileyerek sevgi ve
saygılarımı sunarım.
Prof. Dr. Olcay ÇAM
EDİTÖR
[email protected]
[email protected]
İletişim Mail Adresi:
Özen DURAKOĞLU
[email protected]
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29 (2):1-12, 2013
SOLUNUM SİSTEMİ HASTALIĞI OLAN BİREYLERİN EVDE BAKIM GEREKSİNİMİ VE
YAŞAM KALİTESİNİN İNCELENMESİ
THE EXAMINATION QUALITY OF LIFE AND NEEDS TOWARDS HOME CARE OF PATIENTS
WITH RESPIRATORY SYSTEM DISEASE
Araş.Gör. Tuğba AKSU*
Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU*
*Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi İç Hastalıkları Hemşireliği AD.
ÖZET
Amaç: Bu çalışma, solunum sistemi hastalığı olan bireylerin evde bakım gereksinimlerini,
yaşam kalitelerini ve yaşam kalitelerini etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiş
tanımlayıcı tipte bir araştırmadır.
Yöntem: Araştırmanın örneklemini 25 Mayıs - 27 Haziran 2010 tarihleri arasında Dokuz
Eylül Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları servisinde tedavi gören 490 hasta
oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında, sosyodemografik soru formu ile yaşam kalitesini
inceleyen SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde,
ortalama dağılımları, t testi ve varyans analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalamasının 50.94±13.39, hastalık süresi
ortalamasının ise 8.91±7.12 olduğu ve %50.20’sinin Kronik Obstruktif Akciğer hastası olduğu,
%60.82’sinin sigara içtiği saptanmıştır. Hastaların % 81.6’sının evde bakıma gereksinim
duyduğu, bunlarında %81.5’inin ev işleri, yemek, temizlik gibi konularda evde bakıma
gereksinim duyduğu, %87.5’ine ailesi tarafından evde bakım verildiği, %62.5’inin evde
bakımdan memnun olmadığı, %40.8’inin evde bakımın hemşire tarafından verilmesi
gerektiğini ifade ettikleri ve en çok nefes darlığı, öksürük, balgam yakınmaları konusunda evde
bakıma gereksinim duydukları saptanmıştır. SF 36 yaşam kalitesi ölçeği en düşük puan
ortalamaları fiziksel ve duygusal rol güçlüğü alt gruplarından alınmıştır. Halsizlik, balgam ve
hemoptizi semptomları olanların fiziksel fonksiyon, fiziksel ve emosyonel rol alt grubu yaşam
kalitesi puanı daha düşük bulunmuştur.
Sonuç: Hastaların büyük çoğunluğunun evde bakım gereksinimi olduğu ve aileleri
tarafından verilen evde bakımdan memnun olmadığı saptanmıştır. Solunum sistemi hastalığı
olan bireylerin bakımının istenilen düzeyde sağlanabilmesi ve yaşam kalitelerinin yükseltilmesi
için hemşirelerin hastaların ve aile bireylerinin yaşadıkları sorunların farkında olması ve bu
sorunlara yönelik bireyleri evde desteklemesi çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: evde bakım, solunum sistemi hastalığı, yaşam kalitesi
Tuğba AKSU, Çiçek FADILOĞLU
ABSTRACT
Objective: This study descriptive was conducted to investigate quality of life, factors that effect
quality of life and needs on home care of patients with respiratory system disease.
Method: The sample of the study consisted of 490 patients treated in respiratory diseases of
Dokuz Eylül University Hospital between 25 May - 27 June 2010. The data was collected with a
question form for sociodemographic data and Short form 36 to measure the patients’ quality of
life.. Numerical, frequencies, t test and variance test were used for analysis.
Results: The average age of 50.94 ± 13:39 of the patients, while the average disease duration
was 8.91 ±7.12 and 50.20% percent in chronic obstructive pulmonary disease patients, 60.82%
percent were smokers. It was found that patients of 81.6% were receiving home care needs, 81.5%
scroll household chores, cooking, cleaning needed on issues such as home care, 87.5% of home care
given by family, 62.5% are not satisfied with the care at home, 40.8% Scroll of home care should be
given by a nurse, and most expressed their shortness of breath, cough, sputum in the home care.
The lowest mean scores of quality of life scale were physical and emotional role difficulties subgroups. Ones who had fatigue, sputum, and hemoptysis symptoms were lower physical function,
role physical and emotional quality of life score
Conclusion: The majority of patients in need of home care and were not satisfied with the
home care provided by their families.It is very important that nurses are aware of the patients and
their family relatives problems and support towards these problems at home to achieve the desired
level of care for individuals with respiratory disease and improve the quality of life.
Key words: Home care, respiratory system disease, quality of life
GİRİŞ
Kronik solunum sistemi hastalıkları, bireylerde ciddi şekilde sınırlılık, yetersizlik ve
ölüme neden olan önemli hastalıklardır. Akciğer fonksiyonlarındaki kayıpların artması,
dispne, öksürük ve balgam gibi solunum sistemi hastalıklarında görülen ortak
semptomların; bireyi tıbbi yardım arayışına zorlayacak aşamaya getirmesi uzun bir
süreç içinde gelişmektedir (Akbay ve ark. 2001).
Son dönemlerde yoğun olarak tartışılan evde bakım hizmetleri, kronik hastalığı
olan bireylerin bakım sorununa en uygun çözüm olarak düşünülmektedir. Evde
bakımda birey bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan değerlendirilmeli ve bu konulara
yönelik uygulamalar sağlanmalıdır. Evde bakım hizmetleri bakım veren bireyin ve
ailenin motivasyonunu sağlar ve aileyi güçlendirir. Solunum sistemi hastalığı olan
bireylerin bakımının istenilen düzeyde sağlanabilmesi için hemşirelerin hasta birey ve
ailelerinin yaşadıkları sorunların farkında olması ve bu sorunlara yönelik
desteklenmeleri çok önemlidir. Hasta bireyin bakımını sağlayan aile bireylerinin
yaşadıkları sorunların ve evde bakımın geliştirilmesine ilişkin düşünceleri belirlenerek
bu doğrultuda gerekli önlemler alınarak yaşam kalitelerinin arttırılması sağlanabilir
(Gudmundsson ve ark. 2005, Ünsar ve ark. 2007). Solunum sistemi hastalıklarında
evde bakım; fiziksel aktivite, eğitim, beslenme, psikososyal destek ve tıbbi girişimleri
2
Solunum Sistemi Hastalığı Olan Bireylerin Evde Bakım Gereksinimi ve…
içeren; yetersizlikleri azaltmayı ve hasta katılımını arttırmayı amaçlayan
multidisipliner bir ekip yaklaşımını gerektirir (Ferrer ve ark. 1997).
Solunum sistemi hastalıklarında evde bakımın amacı; hastalığın ilerlemesini
önlemek, semptomları azaltmak, tekrarlayan akut atakları önlemek ve/veya tedavi etmek,
uzun süreli olarak solunum fonksiyonlarını korumak ve fonksiyonlardaki düşüşü
engellemek, egzersiz kapasitesini arttırmak, komplikasyonları azaltmak ve yaşam
kalitesini koruyup yükseltmektir (Falter ve ark. 2003).
Evde bakım gereksinimi olan Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH), akciğer
fibrozisi, kifoskolyoz, bronşektazi, kistik fibrozis, kas hastalıkları, astım gibi solunum
sistemi hastalıkları kronik progresif hastalıklardır. Sürekli farmakolojik tedavinin yanı
sıra, bu hastalara sürekli oksijen tedavisi, ventilatör desteği ve pulmoner
rehabilitasyonun değişik bileşenlerinin uygulanması gerekmektedir. Hastalara
mutidisipliner tedavi ve bakım yaklaşımlarının ev ortamında gerektiği gibi yürütülmesi
önem taşımaktadır (Osman ve ark. 1997, Brown ve ark. 2003).
Hasta ve sağlık bakım ekibi, düzenli tedavi ve bakımı sürdüremedikleri
durumlarda; hastalık semptomları şiddetlenmekte, yaşamı tehdit eden ciddi
komplikasyonlar ve önemli fonksiyonel kayıplarla hastalık solunum ya da kalp
yetmezliğine doğru ilerlemekte ve hastanın bağımlılık düzeyi artmaktadır. Hastalık
tablosunun bu şekilde şiddetlenmesine ve ilerlemesine neden olan en önemli
komplikasyon sık tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonlarıdır (Lopez ve ark. 2006, Aksu
ve Fadıloğlu 2010). Çoğunlukla önlenebilir özellikte olan bu komplikasyonların,
kontrol altına alınamaması nedeniyle hastalar tekrarlı olarak hastaneye yatmakta, iş
gücü ve ekonomik kayıplar yaşanmaktadır. Tekrarlı olarak hastaneye yatan hastalar;
sağlığını, bağımsızlığını ve yaşamı üzerinde kontrol gücünü kaybetme duygusunu
yoğun olarak yaşamakta ve yaşam kaliteleri olumsuz etkilenmektedir. Bu
komplikasyonlarının azaltılması ve hastanın yaşam kalitesinin yükseltilmesinde evde
bakım hizmetleri çok etkin bir rol oynamaktadır (Higuchi ve ark. 2002, Mahler 2010).
Yaşam kalitesi kavramı aile, iş yaşamı ve sosyo-ekonomik koşulları içermekle
birlikte; bireyin hedefleri, beklentileri, umutları ve düşleri ile gerçekler arasındaki
farklılığı yani bireyin günlük yaşamından aldığı doyum ve iyilik algısını da
içermektedir (Salvany ve ark. 2002).
Yaşam kalitesi, sağlık durumunun ve tedavilerin etkilerinin değerlendirilmesinde
önemli bir sonuç ölçümüdür. Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Health related quality of
life, HRQOL) ise; esas olarak kişinin sağlığı tarafından belirlenen, klinik girişimlerle
etkilenebilen genel yaşam kalitesinin bir bileşenidir. Kişinin, hastalığı ve uygulanan
tedavilerinin fonksiyonel etkilerini nasıl algıladığı ile ilişkilidir (Andresen ve Allan
2000, Aksu ve Fadıloğlu 2010).
Hasta bireylerde hastalık davranışının, psikolojik tepkilerin ve uyum güçlüklerinin
anlaşılması ve uygun baş etme yöntemlerinin geliştirilmesine destek olacak bakım
girişimlerinin planlanması, yaşam kalitesi değerlendirmeleri ile mümkün
olabilmektedir. Yaşam kalitesi değerlendirmeleri sunulan hizmetlerin geliştirilmesinde önemli ipuçları verebileceğinden, ayrıca hemşirelik bakımına ve
3
Tuğba AKSU, Çiçek FADILOĞLU
gereksinimlerine yönelik fikir oluşturabileceğinden son derece önemlidir (Ertem ve
ark. 2009). Bunlardan yola çıkılarak planlanan bu araştırmanın amacı solunum sistemi
hastalığı olan hastaların evde bakım gereksinimlerini, yaşam kalitelerini ve bunları
etkileyen faktörleri saptamaktır.
GEREÇ-YÖNTEM
Tanımlayıcı olarak planlanan araştırma, 25 Mayıs - 27 Haziran 2010 tarihleri
arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniğine başvuran
ayaktan ve yatarak tedavi gören 520 hastadan, araştırmaya katılmayı kabul eden, 18
yaş üstü, görme-işitme özrü olmayan, en az 6 aydır Astım, KOAH ya da Bronşektazi
tanısı almış olan, başka bir kronik hastalığı olmayan 490 hasta ile tamamlanmıştır.
Veriler araştırmacılar tarafından 25 Mayıs - 27 Haziran 2010 tarihleri arasında
Hastane Başhekimliğinden, Anabilim Dalı Başkanlığı ve Hemşirelik Hizmetleri etik
kurulundan izin alındıktan sonra toplanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için
araştırmanın amacı hastalara açıklanarak kendilerinden sözlü izin alınmıştır.
Araştırmada veriler, sosyo demografik ve hastalıklarına ilişkin soruların bulunduğu
sosyodemografik veri toplama formu, sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ölçümü
değerlendirmesinde SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği olmak üzere iki form kullanılarak,
araştırmacılar tarafından yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır.
Sosyodemografik Veri Toplama Formu
Araştırmacılar tarafından literatür ışığında hazırlanmış sosyodemografik veri
toplama formunda yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir durumu gibi sosyo-demografik
verileri içeren 13 soru ve hastalığı ile ilgili değişkenleri ve evde bakım gereksinimlerini
tanılamaya ilişkin 12 soru olmak üzere toplam 25 soru içermektedir.
SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği
Araştırmada kullanılan olan Sf-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği hastaların yaşamlarının
fiziksel, sosyo-ekonomik, psikolojik yönlerinde kendilerini değerlendirmeleri
sağlamaktadır. Ölçek klinik araştırmalarda ve tedavide sağlık durumunu
değerlendirmek ve medikal tedavinin sonuçlarını belirlemek amacıyla giderek artan
bir şekilde kullanılmaktadır. Birçok dile çevrilmiştir. Soruların yanıtlanması 10
dakikadan daha az bir süre almaktadır. “Medical Outcomes Study”den geliştirilen
daha uzun sorgulamalardan alınan 36 maddeyi temel alan, sekiz skala ve iki özet
skoru (özel fiziksel ve mental öğeler) içerir. Her maddeye verilen cevap sıfırdan
(negatif, kötü sağlık) 100’e (pozitif, iyi sağlık) kadar puanlanır. Yüksek puanlar daha iyi
sağlık durumunu ifade eder. SF-36 skalasından beşi (fiziksel fonksiyonellik, fiziksel rol
güçlüğü, ağrı, sosyal fonksiyonellik ve duygusal rol güçlüğü) kısıtlılık veya
yetersizliğin olup, olmadığını sağlık durumlarını tanımlar. Bunlar için 100’lük bir skor,
yetersizliğin veya kısıtlılığın olmadığını gösterir. Diğer üç skala (genel sağlık, vitalite
ve mental sağlık) bipolardır, negatif (kötü) ve pozitif (iyi) sağlık durumlarını ölçerek
değerlendirir. Bunlar için 50-100 arası puanlar iyi sağlık durumunu gösterirken 50’lik
(orta derecede) bir skor sınırlılığın veya yetersizliğin olmadığını gösterir.
4
Solunum Sistemi Hastalığı Olan Bireylerin Evde Bakım Gereksinimi ve…
Sorgulamanın belgelenen geçerliliği ve güvenirliliği vardır. SF 36’nın Türkçe geçerlilik
ve güvenirliliği ile ilgili çalışma, Koçyiğit ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (Crockett
ve ark. 1996, Koçyiğit ve ark. 1999, Juniper ve ark. 2001, Sarpkaya ve ark. 2005).
Ölçeğin kullanımı için elektronik posta ile izin alınmıştır.
SF 36 alt grup parametreleri:
- Fiziksel fonksiyon: Gün boyunca yapılan etkinlikler (koşmak, ağır kaldırmak, spor
yapmak, bir masayı çekmek, günlük alış verişte alınanları kaldırmak, merdiven çıkmak,
eğilmek, diz çökmek, yürümek vs.) araştırılır. (10 madde)
- Fonksiyonel fiziksel rol güçlüğü: Kişinin bedensel sağlığının sonucu olarak, iş ve
diğer günlük etkinliklerde bir sorunla karşılaşıp karşılaşmadığı (iş veya diğer
etkinlikler için harcanılan zamanın süresi, kısıtlanma, güçlük çekme, daha fazla çaba
gerektirmesi vs.) araştırılır. (4 madde)
- Ağrı: Miktarı, kişinin işini engelleyip engellemediği vs. araştırılır. (2 madde)
- Genel sağlık: Kişinin genel sağlığı açısından düşüncesi, diğer insanlarla kendini
kıyaslama vs. araştırılır. (5 madde)
- Enerji (vitalite): Kişinin kendini yaşam dolu, enerjik, tükenmiş, yorgun hissedip
hissetmeme durumları araştırılır. (5 madde)
- Sosyal fonksiyon: Kişinin bedensel sağlığı, duygusal sorunları, çevre ile ilişkisini
ne kadar etkilediği araştırılır. (2 madde)
- Ruhsal durum rolü (emosyonel rol güçlüğü): Kişinin duygusal sorunları
(çökkünlük, kaygı vs.) iş ve diğer etkinliklerine etkisi araştırılır. (3 madde)
- Zihin sağlığı (mental sağlık): Kişinin sinirli, üzgün veya sakin ve uyumluluk
durumu, kederli, hüzünlü veya mutlu vs. durumları araştırılır. (5 madde)
Ölçek son dört hafta göz önüne alınarak değerlendirilmektedir. Akut biçimini
oluşturmak amacıyla son 1 haftayı değerlendiren bir formu da uygulanmıştır.
Değerlendirme dördüncü ve beşinci maddeler dışında Likert tipi (üçlü-altılı),
dördüncü ve beşinci maddeler evet/hayır biçiminde yanıtlanmaktadır. Alt ölçekler
sağlığı 0 ile 100 arasında değerlendirmektedir ve 0 kötü sağlık durumunu
gösterirken, 100 iyi sağlık durumuna işaret etmektedir (Brazier ve ark. 1992).
SF-36’nın Türkçe için güvenilirlik çalışmalarında her bir alt ölçek için Cronbach alfa
katsayısı hesaplanmış ve 0.7324-0.7612 bulunmuştur. Madde-toplam puan
korelasyon katsayıları da her bir alt ölçek için ilgili maddelerle ayrı ayrı hesaplanmıştır.
Fiziksel fonksiyonda 0.4712-0.7348 arasında, sosyal fonksiyonda 0.8353-0.8445
arasında, emosyonel rol kısıtlaması’nda 0.6539-0.8257 arasında, fiziksel rol
kısıtlaması’nda 0.6883-0.9034 arasında, ağrıda 0.7887-0.8872 arasında, mental
sağlıkta 0.6893-0.7815 arasında, vitalite (enerji)’de 0.6167-0.7943 arasında ve
sağlığın genel olarak algılanmasında 0.5690-0.7812 arasında bulunmuştur (Koçyiğit
ve ark. 1999).
5
Tuğba AKSU, Çiçek FADILOĞLU
Veriler SPSS 16 programında değerlendirilmiş, verilerin dökümü yüzdelik,
ortalama, standart sapma, analizleri ise “t” testi ve varyans analizi kullanılarak
yapılmıştır.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Araştırmaya katılan 490 hastanın yaş ortalamasının 50.94±13.39, boy
ortalamasının 162.45±6.15, kilo ortalamasının 74.10±11.68, beden kitle indeksi
ortalamasının 27.17±3.93 ve hastalık süresi ortalamasının ise 8.91±7.12 olduğu
belirlenmiştir
Tablo 1: Hastaların Tanıtıcı Özellikleri (n:490)
Özellikleri
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Medeni durum
Evli
Bekar
Boşanmış
Eğitim durumu
İlk öğretim mezunu
Ortaöğretim mezunu
Üniversite/Yüksekokul mezunu
Ekonomik durum
İyi
Orta
Kötü
Meslek
İşçi
Memur
Emekli
Çocuk sahibi olma durumu
Evet
Hayır
Sigara
İçmiyor
Bırakmış
İçiyor
Tıbbi tanısı
Astım
KOAH
Bronşektazi
TOPLAM
SAYI
%
300
190
61.2
38.8
290
150
50
59.2
30.6
10.2
100
320
70
20.4
65.3
14.3
190
225
75
38.8
45.9
15.3
120
275
95
24.5
56.1
19.4
294
196
60
40
40
152
298
8.2
31.0
60.8
148
246
96
30.2
50.2
19.6
490
100
Hastaların %61.2’ sinin erkek, %59.19’unun evli, %65.31’inin ortaöğretim mezunu
olduğu saptanmıştır. Hastaların %45.92’si ekonomik durumunun orta seviyede,
%56.12’ si memur, %60’ı çocuk sahibi, %50.20’si KOAH hastası olduğunu, %60.82’si
sigara içtiğini bildirmişlerdir (tablo 1). Bu konuda yapılan diğer araştırmalara
6
Solunum Sistemi Hastalığı Olan Bireylerin Evde Bakım Gereksinimi ve…
baktığımızda hastaların büyük çoğunluğunun 50 yaş ve üzeri, erkek, evli, ekonomik
durumunun orta seviyede, memur, çocuk sahibi olduğu ve sigara içtikleri
belirtilmektedir (Guyatt ve ark 1987, Kaptein ve ark. 1993, Herna´ndez ve ark. 2000,
Boueri ve ark. 2001, Fan ve ark. 2002).
Tablo 2: Hastaların Evde Bakım Gereksinimi Durumları (n:490)
SAYI
%
Evde bakım gereksinimi
Var
Yok
400
81.6
90
18.4
Gereksinim türü
Ev İşleri, Yemek, Temizlik v.s
Kişisel Bakım
326
81.5
74
18.5
Gereksinimi karşılayan kişi
Aile üyesi
Akraba
350
87.5
40
12.5
Evde bakım
memnuniyet
Evet
Kısmen
Hayır
gereksinimlerinin
karşılanmasından
Evde bakım gereksinimi kim tarafından karşılanmalı
Aile
Akraba
Hemşire
Hekim
Bakıcı
100
25
250
62.5
50
12.5
130
26.5
60
12.3
200
40.8
20
4.1
80
16.3
Hastalığı ile ilgili evde bakım gereksinim türü
Öksürük
84
21
Nefes darlığı
130
32.5
Balgam
70
17.5
Göğüs ağrısı
35
8.7
Yorgunluk
46
11.5
Beslenme ile ilgili değişiklikler
10
2.5
Boşaltım ile ilgili değişiklikler
25
6.3
Hastaların % 81.6’ sının evde bakıma gereksinim duyduğu, bunların da %81.5’inin
ev işleri, yemek, temizlik gibi konularda evde bakıma gereksinimi duyduğu, %87.5’ine
ailesi tarafından evde bakım verildiği, %62.5’inin ailelerinin verdiği evde bakımdan
memnun olmadığı, %40.8’inin evde bakımın hemşire tarafından verilmesi gerektiğini
ifade ettikleri ve en çok nefes darlığı, öksürük, balgam sorunları nedeniyle evde
bakıma gereksinim duyduğunu bildirmişlerdir (Tablo 2). Thome´ ve ark. (2003)
hastaların %75.4’ünün evde bakıma gereksinimi duyduğu, %80.2’sinin ailesi
tarafından evde bakım gereksiniminin karşılandığı, %69.4’ünün evde bakımdan
7
Tuğba AKSU, Çiçek FADILOĞLU
memnun olmadığı ve %55’inin evde bakımın hemşire tarafından verilmesi gerektiğini
ve en çok nefes darlığı ile öksürük sorunlarında evde bakıma gereksinimi olduğunu
belirtmektedir.
Araştırmanın bulgularına göre hastaların SF-36 yaşam kalitesi tüm alt ölçek
skorlarının 50’nin altında olduğu, buna göre hastaların fonksiyonlarının önemli
derecede düştüğü ve olumsuz etkilendiği belirlenmiştir (p<0.05). SF-36 yaşam kalitesi
alt grup puan ortalamaları, mental sağlık 49.05±4.99, sosyal fonksiyon 48.94±7.15,
ağrı 46.21±5.59, fiziksel fonksiyon 42.31±4.34, genel sağlık 39.78±5.39, vitalite
38.68±5.19, duygusal rol 33.33±9.87 ve fiziksel rol 19,73±5,59 olarak bulunmuştur. En
düşük puan ortalamaları fiziksel ve duygusal rol güçlüğü alt gruplarından alınmıştır.
Hastalığın sadece fiziksel bir olay olmadığı, psikososyal faktörlerin de rolünün
olduğunun anlaşılması açısından önemli bir sonuçtur. Literatür incelendiğinde en
düşük puan ortalamalarının fiziksel ve duygusal rol güçlüğü alt gruplarından alındığı
belirtilmektedir (Atasever ve Erdinç 2003, Soyyiğit ve ark. 2006, Yorgancıoğlu 2006,
Pinto ve ark. 2010). KOAH, astım ve bronşektazi gibi solunum sistemi hastalıkları ciddi
mortalite, morbidite ve ekonomik kayıp nedeni olmasının yanı sıra, günlük
aktivitelerin kısıtlanmasına zemin hazırlayan önemli hastalıklardır ve kişilerde sosyal
izolasyona neden olur, günlük yaşam kalitesini olumsuz etkilerler (Prigatano ve ark
2004).
Tablo 3. Semptomların Yaşam Kalitesine Etkisi
Semptomların Yaşam Kalitesine Etkisi
Fiz
Ağrı
Vitalite
fonk
Halsizlik
Gen
Sos
Emo
Men
sağ
fonk
rol
sağ
Fiz rol
0.01*
0.32
0.22
0.10
0.28
0.01*
0.26
0.01*
Balgam
0.02*
0.15
0.31
0.12
0.33
0.03*
0.32
0.02*
Öksürük
0.00*
0.09
0.16
0.45
0.09
0.01*
0.58
0.04*
Hemoptizi
0.01*
0.27
0.17
0.25
0.14
0.02*
0.49
0.00*
Zayıflama
0.12
0.31
0.02*
0.01*
0.74
0.00
0.07
0.0
Ağrı
0.17
0.01*
0.31
0.38
0.01*
0.29
0.67
0.08
Dispne
0.21
0.11
0.01*
0.02*
0.07
0.15
0.55
0.12
*p< 0.05, Fizfonk: Fiziksel fonksiyon, Gen sağ: Genel sağlık, Sos fonk: Sosyal fonksiyon, Emo rol:
Emosyonel rol, Men sağ: Mental sağlık, Fiz rol: Fiziksel rol.
Halsizlik, balgam ve hemoptizinin fiziksel fonksiyon, emosyonel ve fiziksel rolü,
zayıflama ve dispnenin vitalite ve genel sağlık durumunu, ağrının sosyal fonksiyon ve
ağrı alt gruplarını anlamlı olarak etkilediği saptanmıştır. Halsizlik, balgam ve
hemoptizi semptomları olan hastaların fiziksel fonksiyon, fiziksel ve emosyonel rol alt
grubu yaşam kalitesi puanı daha düşük olarak saptanmıştır (Tablo 3). Yapılan diğer
araştırmalarda; hemoptizi, halsizlik ve balgamın fiziksel fonksiyon, emosyonel ve
fiziksel rol alt gruplarında yaşam kalitesi puanını düşürdüğünü göstermektedir.
(Anderson 1995, Stahl ve ark 2003, Prigatano ve ark 2004, Amorós ve ark. 2008). Bu üç
8
Solunum Sistemi Hastalığı Olan Bireylerin Evde Bakım Gereksinimi ve…
semptomun hastaların fiziksel aktivitelerini kısıtladığı, günlük yaşam aktivitelerinin
yapılmasını engellediği ve bunlara bağlı olarak sosyal aktivitelerinin kısıtlanmasına
neden olarak yaşam kalitesini olumsuz etkilediği belirtilmektedir (Puhan ve ark.
2009). Zayıflama ve dispnenin genel sağlık ve vitalite alt grubu yaşam kalitesi puanını
düşürdüğü sonucu literatürle benzerlik göstermektedir (McSweeney 1990,
Mackowiak ve Mahler 1995, Oh 2003, Pinto ve ark. 2010). Zayıflama ve dispne kişilerin
kendilerini canlı ve zinde hissetmelerini engelleyip genel olarak sağlık durumlarını
kötü hissetmelerine yol açmaktadır (Miravitlles ve ark. 2006). Araştırmamızın
sonuçlarına göre ağrı sosyal fonksiyon ve ağrı alt grubu puan ortalamasını
düşürmektedir. Talley ve Wicks (2009) de yaptığı çalışmada ağrının sosyal fonksiyon
yaşam kalitesi puanını düşürdüğünü belirtmektedir. Ağrı semptomunun kişinin
çevresi ile ilişkisini kısıtlayarak yaşam kalitesini olumsuz etkilediği bildirilmektedir
(Reishtein 2005).
Tablo 4: Hastaların Sosyo-Demografik Ve Hastalık Özelliklerinin Yaşam Kalitesine Etkisi
Değişkenler
Fiz
fonk
Ağrı
Vitalite
Gen
Sos
Emo
Men
Fiz
sağ
fonk
rol
sağ
rol
Medeni durum
0.21
0.31
0.28
0.21
0.01*
0.00*
0.02*
0.07
Eğitim durumu
0.29
0.37
0.26
0.28
0.00*
0.44
0.76
0.29
Tıbbi tanısı
Sigara içme
durumu
Evde bakıma
gereksinim
durumu
Evde bakım
gereksinimlerinin
karşılanmasından
memnuniyet
0.01*
0.55
0.71
0.43
0.23
0.21
0.47
0.88
0.00*
0.89
0.47
0.02*
0.76
0.66
0.57
0.01*
0.00*
0.34
0.58
0.01*
0.34
0.47
0.02*
0.04*
0.75
0.01*
0.26
0.03*
0.34
0.41
0.36
0.65
0.00*
0.01*
0.67
0.04*
0.39
0.59
0.28
0.48
Hastalığı ile ilgili
evde bakım
gereksinim türü
*p<0.05, Fiz fonk: Fiziksel fonksiyon, Gen sağ: Genel sağlık, Sos fonk: Sosyal fonksiyon, Emo rol:
emossyonel rol, Men sağ: Mental sağlık, Fiz rol: Fiziksel rol.
Hastaların medeni durumu, eğitim durumu, tıbbi tanısı, sigara içme durumu, evde
bakıma gereksinim durumu, gereksinim türü, hastalığı ile ilgili evde bakım gereksinim
türü, evde bakım gereksinimin karşılanmasından memnuniyet durumlarının yaşam
kalitesini etkilediği bulunmuştur. Evlilerin sosyal fonksiyon, emosyonel rol ve mental
sağlık, yüksekokul mezunlarının sosyal fonksiyon, bronşektazili hastaların fiziksel
fonksiyon, fiziksel rol, sigara içmeyenlerin fiziksel fonksiyon, fiziksel rol ve genel
sağlık, evde bakım gereksinimi olmayanların fiziksel fonksiyon, fiziksel rol, mental
sağlık ve genel sağlık, evde bakım gereksinimlerinin karşılanmasından memnun
olanların ağrı ve genel sağlık puan ortalamalarının daha yüksek olduğu saptanmıştır
(p<0.05) (Tablo 4). Araştırma bulguları literatürle benzer sonuçlar göstermektedir.
9
Tuğba AKSU, Çiçek FADILOĞLU
Ünce ve ark. (2000) evlilerin sosyal fonksiyon ve emosyonel rol, Stahl ve ark. (2003)
yüksekokul mezunlarının sosyal fonksiyon puan ortalamalarının daha yüksek
olduğunu belirtmektedir. Eğitim seviyesi yüksek olanların ve evlilerin sosyal çevre ve
desteğe daha rahat ulaşabilecekleri düşünülmektedir. Özkan ve ark. (2007) sigara
içmeyenlerin fiziksel fonksiyon ve genel sağlık, Smith ve ark. (2008) evde bakım
gereksinimlerinden memnun olanların genel sağlık ve emosyonel rol, Ubaĭdullaev ve
Salaeva (2009) evde bakım gereksinimi olmayanların fiziksel fonksiyon, fiziksel rol,
genel sağlık puan ortalamalarının daha yüksek olduğunu belirtmektedir. Ataseyer ve
Erdinç (2003) sigara içmeyenlerin fiziksel sağlık ve fiziksel rol puan ortalamalarının
daha yüksek olduğunu saptamıştır. Lopez (2006) yaptığı çalışmada evde bakım
gereksinimi olmayanların genel sağlık puan ortalamalarının daha iyi olduğunu
bulmuştur.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Solunum sistemi hastalıkları yaşam boyu süren tedavisi, oluşan semptomları ile
bireylerin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen, yaşam tarzlarını değiştiren ve
hastaneden taburcu olduktan sonra evde bakımı gerektiren hastalıklardır. Bu
araştırma ile hastaların evde bakım gereksinimlerinin ve yaşam kalitelerinin
saptanması amaçlanmıştır.
Araştırmamızın sonuçlarına göre, hastaların % 81.6’sının evde bakıma gereksinim
duyduğu, %62.5’inin evde aileleri tarafından verilen bakımdan memnun olmadığı,
%40.8’inin evde bakımın hemşire tarafından verilmesi gerektiğini ifade ettikleri ve
evde bakım gereksinimlerinin yaşam kalitesini etkilediği bulunmuştur. Solunum
sistemi hastalığı tanısı ile daha önce hastanede tedavi gören hastalar tedaviye
uyumsuzluk, yaşam şekli değişikliklerine uyum sağlayamama gibi nedenlerle sık sık
hastaneye yatmaktadır ve yaşam kaliteleri azalmaktadır (Aksu ve Fadıloğlu 2010). Bu
nedenle, solunum sistemi hastalığı olan bireyler için evde hemşirelik bakımı hastanın
sağlığını ve yaşam kalitesini yükseltmek için gerekli kaynakların sağlanması ile başlar
ve evde bakım kalitesi, hasta ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek kapsamlı bir
yaklaşım ile sağlanır. Hemşireler tarafından düzenli aralıklarla yapılacak ev
ziyaretleriyle hasta ve ailesine verilecek eğitim, danışmanlık vb. hizmetlerin yaşam
kalitesinin artmasında ve gerekli yaşam şekli değişikliklerine uyum sağlamada önemli
katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
Akbay S, Kurt B, Ertürk A ve ark. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Yaşam Kalitesi ve Solunum
Fonksiyon Test İle İlişkisi. Tüberküloz ve Toraks Dergisi 2001;49(3): 338-44.
Aksu T, Fadıloğlu Ç. Solunum Sistemi Hastalıklarında Evde Bakım Yönetimi. Maltepe Üniversitesi
Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi 2010;2(3):126-132.
Amorós Mm, Alorda C, Renom F ve ark. Quality of Life ın Patients With Chronic Obstructive Pulmonary
Disease: The Predictive Validity of The Bode İndex. Chronic Respiratory Disease 2008;5(1): 7–11
Anderson KL. The Effect of Chronic Obstructive Pulmonary Disease on Quality of Life. Res Nurs Health
1995;18(1): 547-56.
10
Solunum Sistemi Hastalığı Olan Bireylerin Evde Bakım Gereksinimi ve…
Andresen EM, Allan RM. Health-Related Quality of Life Outcomes Measures; Arch Phys Med Rehabil
2000;8 1(2): 30-45.
Atasever A, Erdinç E. Koah’ta Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi. Tüberküloz ve Toraks Dergisi
2003;51(4):446-55.
Atasever A, Kaçmaz Ö, Bacakoğlu F. Stabil Kronik Obstrüktif Akciğer Olgularında Yasam Kalitesini
Etkileyen Faktörler. Toraks Dergisi 2005;6(1): 25-30.
Boueri FM, Bucher-Bartelson Bl, Glenn KA ve ark. Quality of Life Measured With A Generic Instrument
(Short Form-36) Improves Following Pulmonary Rehabilitation ın Patients With Copd. Chest 2001;
119(1):77-84.
Brazier JE, Harper R, Jones NM ve ark. Validating The Sf-36 Health Survey Questionnaire: New Outcome
Measure For Primary Care Bmj 1992;305(1):160-4.
Brown EL, Mcavay GJ, Raue PJ ve ark. Recognition of Depression Among Elderly Recipients of Home Care
Services. Psychiatry Services 2003;54(1):208–13.
Crockett AJ, Cranston JM, Moss JR ve ark. The Mos Sf-36 Health Survey Questionnaire ın Severe Chronic
Airflow Limitation: Comparison With The Nottingham Healt Profile. Qual Life Res 1996;5(3):330-8.
Ertem G, Kalkım A, Bulut S ve ark. Radyoterapi Alan Hastaların Evde Bakım Gereksinimleri ve Yaşam
Kaliteleri. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi 2009;2(2): 5-9.
Falter LB, Gignac MA, Cott C. Adaptation to Disability In Chronic Obstructive Pulmonary Disease:
Neglected Relationship to Older Adults’ Perceptions of Independence. Disabil Rehabil 2003;
25(1):795-806.
Fan VS, Curtis JR, Tu SP ve ark. Using Quality of Life to Predict Hospitalization and Mortality ın Patients
With Chronic Lung Diseases. Chest 2002;122(1): 429-36.
Ferrer M, Alonso J, Morera J ve ark. Chronic Obstructive Pulmonary Disease Stage and Health-Related
Quality of Life. The Quality of Life of Chronic Obstructive Pulmonary Disease Study Group. Ann
Intern Med 1997;127(5):1072-9.
Gudmundsson G, Gislason T, Janson C ve ark. Risk Factors For Rehospitalisation ın Copd: Role Of Health
Status, Anxiety and Depression. Eur Respir J 2005;26(3): 414-9.
Guyatt GH, Townsend M, Berman LB, Ve ark. Quality of Life ın Patients With Chronic Airflow
Limitation. BR J. Dis Chest 1987;81(1):45-54.
Herna´Ndez Mte, Rubio M, Ruiz Fo ve ark. Results of A Home-Based Training Program For Patients With
Copd. Chest 2000; 118(2):106–114.
Higuchi KAS, Christensen A, Terpstra J. Challenges ın Home Care Practice: A Decision-Making
Perspective. J Community Health Nurs 2002;19(2): 225–236
Juniper EF, Norman GR, Cox Fm ve ark. Comparison of The Standart Gamble. Rating Scale. AQLQ and
Sf-36 For Measuring Quality of Life ın Asthma. Eur Respir J 2001; 18(1): 38-44.
Kaptein AA, Brand PL, Dekker FW ve ark. Quality-Oflife ın A Long-Term Multicentre Trial ın Chronic
Nonspecific Lung Disease: Assessmenr At Baseline. The Dutch CNSLD Studty Group. Eur Respir J
1993;6(1):1479-84.
Koçyiğit H, Aydemir Ö, Fişek G ve ark. Kısa Form-36 (Kf-36)’nın Türkçe Versiyonunun Güvenilirliği ve
Geçerliliği. İlaç ve Tedavi Dergisi 1999;12(1): 102-6.
Lopez Ad, Shibuya K, Rao C. ve ark. Chronic Obstructive Pulmonary Disease: Current Burden and Future
Projections. Eur Respir J 2006; 27(2):397-412.
Mackowiak JI, Mahler DA. Evaluation of The Short-Form 36-Item Questionnaire to Measure HealthRelated Quality of Life Patients With Copd. Chest 1995; 107(3): 1585-9.
11
Tuğba AKSU, Çiçek FADILOĞLU
Mahler DA. How Should Health Related Quality of Life Assesses ın Patientes With Copd? Chest
2000;117(1): 54-7.
Mcsweeney AJ, Heaton RK, Grant I ve ark. Chronic Obstructive Pulmonary Disease; Socioemotional
Adjusment and Life Quality. Chest 1990; 77(2): 309-11.
Miravitlles M, Calle M, Alvarez-Gutierrez F. ve ark. Exacerbations, Hospital Admissions and Impaired
Health Status in Chronic Obstructive Pulmonary Disease. Qual Life Res 2006; 15(1):471–80.
Oh EG. The Effects of Home-Based Pulmonary Rehabilitation İn Patients With Chronic Lung Disease. Int
J Nurs Stud 2003;40(1):873–9.
Osman LM, Godden DJ, Friend JAR. ve ark. Quality of Life and Hospital Re-Admission ın Patients With
Chronic Obstructive Pulmonary Disease. Thorax 1997;52(2):67–71.
Özkan S, Durnaz Z, Demir T ve ark. Koah ve Astım Hastalarında Fonksiyonel Performans ve Yaşam
Kalitesinin İncelenmesi. Solunum 2007;9(3): 158- 66.
Pinto J, González J, Ignácio C ve ark. Arenillas J, Maria M Nogueras A, Pedro G Gómez F. The HealthRelated Quality of Life of Patients With Chronic Obstructive Pulmonary Disease and Asthma
Evaluated By The SGRQ. Rev Port Pneumol 2010;16(4):543-58.
Prigatano GP, Wright EC, Levin D. Quality of Life and Its Predictors in Patients With Mild Hypoxemia
and Chronic Obstructive Pulmonary Disease. Arch Intern Med 2004;144(1):1613-9.
Puhan M, Scharplatz M, Troosters T ve ark. Pulmonary Rehabilitation Following Exacerbations of Chronic
Obstructive Pulmonary Disease. Rev Port Pneumol 2009;127(5):322.
Reishtein Jl. Relationship Between Symptoms and Functional Performance in Copd. Research in Nursing
& Health 2005;28(2): 39-47.
Salvany DA, Lamarca R, Ferrer M ve Ark. Healthrelated Quality of Life and Mortality in Male Patients
With Chronic Obstructive Pulmonary Disease. AM J Respir Crit Care Med 2002;166(3): 680-5.
Sarpkaya Ü, Tuna H, Tabakoğlu E ve ark. Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığında Solunum Kasları
Egzersizlerinin ve Aerobik Egzersiz Programının Yaşam Kalitesi Üzerine Etkileri. Türk Fiz Tıp Rehab
Derg 2005;51(2):14-18.
Smith B, Appleton S, Adams R ve ark. Home Care By Outreach Nursing For Chronic Obstructive
Pulmonary Disease. Medical Care 2008;26(1):566-79.
Soyyiğit Ş, Erk M, Güler N ve ark. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Yaşam Kalitesinin
Belirlenmesinde Sf- 36 Sağlık Taramasının Değeri. Tuberk Toraks 2006;54(2): 259-66.
Stahl E, Jansson SA, Jonsson AC. ve ark. Health Related Quality of Life, Utility and Productivity Outcomes
Instruments: Ease of Completion By Subjects With Copd. Health and Quality of Life Outcomes 2003;
2(1):1-18.
Thome´ B, Dykes AK, Hallberg IR. Home Care With Regard to Definition, Care Recipients, Content and
Outcome: Systematic Literature Review. J Clin Nurs 2003;12(1): 860–72.
Ubaĭdullaev AM, Salaeva MS. Role Of Social Factors in the Formation Of Life Quality Indices in Patients
With Chronic Obstructive Pulmonary Diseases. Probl Tuberk Bolezn Legk 2009; 1(6):30-3.
Ünce D, Tunalı N, Savcı S ve ark. Kronik Obstruktif Akciğer Hastalıklarında Yaşam Kalitesinin
Değerlendirilmesi. Solunum Hastalıkları 2000; 11(1): 333-7.
Ünsar S, Yıldız Fındık Ü, Kurt S ve ark. Kanserli Hastalarda Evde Bakım ve Semptom Kontrolü. Fırat
Sağlık Hizmetleri Dergisi 2007; 2(5): 89-106.
Yorgancıoğlu A. Solunum Hastalıklarında Yaşam Kalitesi ve Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi Anketleri.
Sağlıkta Birikim 2006; 1(2): 27-33.
12
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29 (2):13-32, 2013
HEMŞİRELERDE UYKU SORUNLARI VE ETKİLİ ETMENLER
SLEEP PROBLEMS AND FACTORS AFFECTING SLEEP IN NURSES
Yük. Hemş. Aylin FIŞKIN* Prof.Dr. Ayla BAYIK TEMEL**
Araş.Gör. Jülide Gülizar YILDIRIM**
*İBB Eşrefpaşa Hastanesi, İzmir
**E.Ü.Hemşirelik Fakültesi Halk Sağlığı Hemşireliği AD.
Bu çalışma 15-17 Ekim 2009 tarihinde Selanik Yunanistan’da düzenlenen 1st International Congress on
Nursing Education Research& Practice kongresinde sözel bildiri (O138) olarak sunulmuştur.
ÖZET
Amaç: İyi uyku hemşireler için temel bir fizyolojik gereksinim olmasının yanı sıra,
hemşirenin verdiği bakımının kalitesi ve uygulama hatalarının önlenmesinde büyük önem taşır.
Araştırma hemşirelerde uyku sorunlarını ve uykuyu etkileyen bireysel ve işe bağlı etmenlerin
incelenmesi amacıyla yürütüldü.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı araştırma, 2008 yılında İzmir’de iki hastanede gönüllü 280
klinik hemşiresi ile yürütüldü. Veriler sosyodemografik soru formu ve uyku düzeni, uyaranlar ve
rahatlama-gevşeme davranışları olmak üzere üç boyut içeren Carter ve Clark (2005) tarafından
geliştirilmiş Uyku Değerlendirme Formu (UDF) ile toplandı. Form için toplam puan aralığı 0-27
arasında değişmektedir. Yüksek puanlar her boyutta sorunun arttığını göstermektedir. Uyku
düzeni için olası genel toplam puan aralığı 0-9, uyaranlar için 0-15 ve rahatlama-gevşeme
davranışları için 0-3 puandır.
Bulgular: Hemşirelerin yaş ortalaması 32.17±6.45 idi. UDF puan ortalaması 12.17±0.15
(min 3.00, max 20.00) bulundu. Hemşirelerin %76’sının 16- 60dk içerisinde uykuya daldığı,
%30’unun toplam uyku süresinin 6 saatten az olduğu saptandı. Uyku sorunlarında; uyku
düzeni, uyaranlar ve rahatlama-gevşeme davranışlarının etkisi %76’dır. Hemşirelerin büyük
çoğunluğunun uykuya geç daldığı ve %99.6’sının etkili uyumadığı saptandı. Uykuyu bozucu
etmenler kapsamında, %57.5’inin egzersiz yapmadığı, %95’inin kafeinli içecek tükettiği,
%50’sinin sigara içtiği, %49.6’sının yatakta TV izlediği, %41.8’inin gürültüden etkilendiği,
%41.8’inin kaygı, %35’inin huzursuzluk yaşadığı saptandı. Hemşirelerin %45’i uyku kalitesini,
%65.7’si genel olarak sağlığını çok iyi ve iyi düzeyde değerlendirdi.
Sonuç: Hemşirelerde uyku düzeninin orta, uyaranlar ve rahatlama-gevşeme davranışlarının
orta düzeyin altında kaldığı ve sonuçta hemşirelerin orta düzeyde uyku sorunu yaşadıkları
saptandı. Hemşirelerin uyku sorunlarıyla baş edebilmelerine yönelik bireysel ve kurumsal
düzenlemeler önerildi.
Anahtar Kelimeler: Uyku, uyku sorunları, hemşireler.
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
ABSTRACT
Objective: Good sleep is a basic physiological need for nurses, besides that it is of great
importance for the quality of nursing care and preventing procedural errors. Aim of the study is to
identify sleep problems in nurses and the factors associated with work and individual behaviors
affecting sleep.
Methods: Descriptive study was conducted in two hospitals in Izmir/Turkey in 2008 and
covered a sample of 280 volunteer ward nurses by providing their informed consent. Data was
gathered by Socio-demographic questionnaire and Sleep Evaluation Questionnaire (SEQ), which
was consisted of three dimensions; sleep routines, stimulants and relaxation. SEQ was developed by
Carter and Clark (2005). Possible overall score ranges between 0 and 27 for SEQ. Higher score
indicates more problems in each area. Possible total score ranges are 0-9, 0-15 and 0-3 respectively
for sleep routines, stimulants and relaxation.
Results: The average age of nurses is 32.17+ 6.45. SEQ mean score of the nurses is 12.17+ 0.15
(min 3.00, max 20.00). 76.0 % of the nurses reported that they fall asleep within 16-60 minutes; total
sleep time is less than 6 hours in bed for the 30% of the nurses. Sleep routines, stimulants, and
relaxation accounted for 76% of the variability in SEQ scores as predictive factors. Majority of the
nurses fell asleep late and 99.6% of them slept inefficient. As the sleep stimulants, 57.5% of nurses
did not do the exercise, 95% of them drank caffeinated beverages, 50% of them smoked, 49.6% of
them watched TV in a bed, 41.8% of them were affected from noise, 41.8% lived anxiety, 35% of
them lived depression. 45% of nurses’ evaluated her sleep quality good , and 65.7% of them
evaluated her health status well.
Conclusion: Sleep routines of the nurses were found to be moderate, stimulants and
relaxations were found to be under moderate level. Nurses demonstrated moderate sleep loss.
Individual and institutional arrangements were recommended for the nurses to cope with sleep
problems.
Key Words: Sleep, sleep problems, nurses.
GİRİŞ
Uyku, bedenen ve ruhen sağlıklı kalmak için tüm varlıkların yaşamsal ve temel
fizyolojik gereksinimidir (Rogers 1997, Aydın ve Kutlu 2001, Buyse 2004, Fesci ve
Görgülü 2005, Meiner ve Lueckenotte 2006, Ay 2007). Düzenli, yinelenen ve kolayca
geri dönebilen, bedenin ve ruhun dinlendiği bir durumdur (Buyse 2004, Meiner ve
Lueckenotte 2006, Ay 2007). Bireyin yaşamının yaklaşık üçte biri uykuda geçmektedir
(Köktürk 1999). Yetişkinler için genellikle günlük uyku ihtiyacı 6-8 saattir. Uyku süreci,
yaklaşık her biri 90 dakika süren 4-6 döngüden oluşmaktadır (Evans ve French 1995).
Uyku bireyi yeniler, bir sonraki günün aktif ve verimli olmasını sağlayabilir (Fesci ve
Görgülü 2005). Hemşirelerin tüm bakım sorumluluklarını güvenli biçimde
gerçekleştirebilmelerinde, uyku kalitesi anahtar konumdadır.
Uyku kalitesi olarak da adlandırılan yeterli uyku, uyandığında bireyin kendini
dinlenmiş ve yenilenmiş hissetmesidir (Carter ve Clark 2005). Uyku kalitesi; uykuya
dalma süresi, uyku süresi ve bir gecedeki uyanma sayısı gibi uykunun niceliksel
yönleri yanı sıra, uykunun derinliği ve dinlendiriciliği gibi öznel yönlerini de
içermektedir (Üstün ve Çınar-Yücel 2011). Uykuya dalma süresi, ışıkların
söndürüldüğü andan uyku başlangıcına kadar geçen süredir. Uyku süresi, uyuyarak
geçirilen toplam süredir. Etkili uyku; uyku süresinin yatakta geçirilen süreye oranıdır.
14
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
Uyku düzenini, uykuya dalma süresi, etkili uyku ve uyku süresinin tümü
oluşturmaktadır (Carter ve Clark 2005). Bireyin kendini uykusuz hissetmesi, erken
uyanma, düzensiz uyuma, uykuya geç dalma ve uykuyu sürdürmede güçlük çekme
uyku sorunlarıdır (Üstün ve Çınar-Yücel 2011).
Yurt içinde ve yurt dışında yürütülen hemşirelik araştırmalarında, hemşirelerde
uyku kalitesi mesleki bir sağlık sorunu olarak pek çok araştırmacı tarafından
incelenmiştir (Gordon 1986, Lumley ve ark. 1987, Buyse ve ark 1989, Olsson ve ark.
1990, Walsh ve ark. 1990, Lee 1992, Escriba ve ark. 1992, Bonnet ve Arand 1995, Saito
ve Sasaki 1998, Ohida ve ark. 2001, Labyak 2002, Fischer ve ark. 2002, Axelsson ve ark.
2004, Caruso ve ark. 2004, Daurat ve Foret 2004, Muecke 2005, Berger ve Hobbs
2006, Sveinsdόttir 2006, Chung ve ark. 2009, Zverev ve Misiri 2009, Rocha ve Martino
2010, Shcao ve ark. 2010). Hemşirelerde daha çok uyku kalitesinin incelendiği ancak
uyku sorunlarının yeterince çalışılmadığı görülmektedir. Gold ve ark. (1992), Admi ve
ark. (2008), hemşirelerde uyku sorunlarını incelemişlerdir. Ülkemizde de hemşire
araştırmacılar, hemşirelerde uyku sorunları ve etkili değişkenleri, değişik çalışmalarda
uyku kalitesi yaklaşımı ile incelemişlerdir (Khorshid ve ark. 1999, Ergüney 2001, Alçelik
ve ark 2005, Yılmaz ve Özkan 2006, Karagözoğlu ve Bingöl 2008, Altıntoprak 2008,
Sönmez ve ark 2010, Üstün ve Çınar-Yücel 2011, Çoban ve ark. 2011, Demir-Zencirci
ve Arslan 2011). Yılmaz ve Özkan (2006), hemşirelerin sağlık sorunlarını inceledikleri
çalışmada, hemşirelerin %34.4’ünün uyku bozukluğu yaşadığını, %76.1’inin günde 57 saat uyuduğunu ve %50.3’ünün düzensiz uyku uyuduğunu saptamışlardır. Alçelik
ve ark. (2005), da benzer biçimde hemşirelerin %59.5’inin günde 5-7 saat uyuduğunu,
%67.6’sının düzensiz uyku uyuduğunu, %39.7’sinde ise mesleksel stresörlerin uyku
bozukluklarına yol açtığını belirlemişlerdir.
Uyku sorunlarının ortaya çıkmasında kişinin döngüsel ritmini bozabilen ilaç, alkol
ve sigara kullanımı, uzun süreli seyahat etme, mesleki stresörler (vardiya ya da nöbet
sistemi ile çalışma, iş yükü, çalışma yıllarının artması gibi), kişisel stresörler (yaş,
cinsiyet gibi), mesleksel olmayan stresörler (günlük yaşanan stres düzeyi, çevre
değişikliği, kötü kokular, parlak ışık, gürültü, çok sıcak ya da soğuk oda ısısı gibi),
kaygı, yetersiz fizik aktivite ve kafeinli içecekler tüketmenin etkili olduğu
bildirilmektedir (Ay 2007, Lumley ve ark. 1987, Olsson ve ark. 1990, Walsh ve ark.
1990, Youngstedt ve ark. 2003, Rocha ve Martino 2010, Shcao ve ark. 2010). Bu
faktörler hemşirelerde fiziksel ve psikolojik reaksiyonları artırarak, sirkadiyen ritmin
bozulmasına ve sonuçta uykuya dalma ve uykuyu sürdürmede sorunlara yol
açabilmektedir (Olsson ve ark. 1990, Khorshid ve ark. 1999).
Uykuyu etkileyen faktörlerden olan nöbet sistemi de, uyku, iyilik hali, çalışma
performansı ve kurumsal sonuçlar üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak etkilidir
(Chung ve ark. 2009). Mevcut bilimsel çalışmalar, nöbet sisteminin doğal sirkadiyen
ritmi değiştirerek hemşirelerde uyku ve uyanıklık durumunu, ailesel ve sosyal yaşamı
etkilediğini (Gordon 1986, Labyak 2002, Lee 1992, Sveinsdottir 2006), gastrointestinal
problemlere, kardiyovasküler hastalıklara, yeme ve metabolik aktivitelerde değişikliklere neden olduğunu (Portela ve ark. 2004, Sveinsdottir 2006) göstermektedir.
Nöbet sistemi ile baş edemeyen hemşirelerin, nöbette kafeinli ve alkollü içecekler
15
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
tüketme, uyku ilacı alma, gastrik asit sekresyonunu ve bağırsak aktivitesini azaltıcı
ilaçlar kullanma gibi sağlıksız davranışları gösterdikleri saptanmıştır (Caruso ve ark.
2004, Berger ve Hobbs 2006). Yapılan araştırmalarda hemşirelerin kendilerini uykusuz
hissetme nedeniyle ilaç uygulama hataları, iğne batması, keskin nesne yaralanmaları,
tıbbi cihazları yanlış çalıştırma gibi mesleki hatalar ve kazalar yaptıkları bildirilmiştir
(Suzuki ve ark. 2005, Gold ve ark. 1992, Sönmez ve ark. (2010 Demir-Zencirci ve Arslan
2011). Özellikle gece nöbet tutan hemşirelerde bir sonraki gün yorgunluk, bezginlik,
dikkati toplayamama, ağrıya karşı duyarlılığın artması ve sinirlilik (Bonnet ve Arand
1995), uyku saatlerinde değişimler, bireyin kendini uykusuz hissetmesi, uyku
etkililiğinde azalma, gece uykusunun bölünmesi, sabahları çok erken kalkma ve
bireyin kendinde gün boyu artan uykusuzluk hissi pek çok çalışmada belirlenmiştir
(Aydın ve Özgen 2001, Carter ve Clark 2005, Meiner ve Lueckenotte 2006).
Hemşirelerin gece nöbetleri nedeniyle uykusuz kaldıkları için gündüz uyumaları, uyku
kalitesini düşürerek kaliteli bakım vermesini etkilediği saptanmıştır (Muecke 2005,
Admi ve ark. 2008, Demir-Zencirci ve Arslan 2011). Bonnet ve Arand (1995), uyku
süresinde 1.3 ve 1.5 saatlik kısalmanın ertesi gün uyanıklığı %32 oranında azalttığını
saptamışlardır. Yapılan bazı araştırmalarda, gece çalışan ve düzensiz nöbet tutan
hemşirelerin gündüz ve düzenli saatlerle çalışan hemşirelere göre daha sık uyuklama
eğiliminde oldukları belirlenmiştir (Gold ve ark. 1992, Ohida ve ark. 2001, Kunert, King
ve Kolkhorst 2008). Bununla birlikte Escriba ve ark. (1992) yürüttükleri çalışmada,
hemşirelerde gece nöbetinin uyku süresini kısaltarak uyku bozukluklarına neden
olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Fischer ve ark.’nın (2002) yaptıkları bir diğer
çalışmada, gece çalışarak gündüz uyuyan hemşirelerde uyku sorunları olduğunu;
Berger ve Hobbs (2006)’da hemşirelerde uyku sorunlarının hasta güvenliğini olumsuz
etkileyecek iş kazaları ve yaralanmalara yol açtığını belirtmişlerdir. Axelsson ve ark.
(2004), dönüşümlü vardiyada çalışmaları sonucu hemşirelerin sirkadiyen ritimlerinin
değişmesiyle birlikte artan uyku problemleri, uyku bölünmeleri ve uyku değişimleri
yaşadıklarını belirtmişlerdir. Bazı araştırma sonuçlarına göre, çalışma saatleri
içerisinde özellikle gece nöbet tutan çoğu hemşirede (%75), kısa süreli uykululuk hali
görüldüğü saptanmıştır. Çalışma koşulları nedeniyle fiziksel ve ruhsal rahatlayamayan
hemşirelerin, ertesi gün daha uzun süre uyudukları belirtilmiştir (Gold ve ark. 1992,
Daurat ve Foret 2004). Gander ve ark. (1993), nöbet usulü ile çalışan kişilerde
sirkadiyen ritmin bozulması ve yaşın ilerlemesiyle birlikte uyku bozukluklarının ortaya
çıktığı ve bunların da çalışma performansı azalttığını saptamışlardır. Türkiye’de ikili
nöbet (8:00-16:00; 16:00-08:00) sistemi ile çalışan hemşirelerde, çalışma şeklinin uyku
örüntüsünü bozduğu ve bu durumun uyku değişiklikleri, azalmış uyku etkililiği,
geceleri sık uyanma, sabahları erken uyanma, gündüz uykululuk gibi sorunlara yol
açtığı belirlenmiştir (Karagözoğlu ve Bingöl 2008, Üstün ve Çınar-Yücel 2011).
Araştırma hemşirelerde uyku sorunları ve uyku sorunlarını etkileyen işe bağlı ve
bireysel davranışlarla ile ilgili etmenlerin incelenmesi amacıyla yürütüldü. Bu
çalışmada, hemşirelerde uyku sorunları ne düzeydedir? Uyku sorunlarının
16
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
oluşumunda etkili olan bireysel ve mesleksel etmenler nelerdir? sorularına cevap
arandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Araştırmanın tipi ve yeri: Tanımlayıcı araştırma, İzmir’de, 1 Mart- 30 Haziran
2008 tarihleri arasında Ege Üniversitesitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve İzmir Dr. Suat
Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yürütüldü.
Evren ve örneklem: Araştırmanın evrenini Ege Üniversitesitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi ve İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde çalışan 1082 hemşire oluşturdu. Örneklemi ise bu iki hastanede çalışan
olasılıksız örnekleme yöntemi ile seçilen araştırmaya katılmaya istekli 280 hemşire
(katılım oranı %25.9) içerdi.
Araştırma hipotezleri
H1: Hemşirelerin uyku sorunu orta düzeydedir
H2: Hemşirelerin uyku düzeni ile uyku sorunları arasında ilişki vardır.
H3: Hemşirelerin uyku sorunu ile kullandıkları uyaranlar arasında ilişki vardır.
H4:Hemşirelerin uyku sorunları ile rahatlama-gevşeme davranışları arasında ilişki
vardır.
H5:Hemşirelerin çalışma şekli uyku sorunlarını etkiler.
Sınırlılıklar: Araştırma kapsamında örneklem grubunun gönüllü hemşireleri
içermesi nedeniyle araştırma bulguları sadece çalışılan gruba genellenebilir. Veri
toplama formunun ölçek yapısında olmaması ve güvenirliliğinin sınanmamış olması
çalışmada diğer bir sınırlılıktır.
Veri Toplama araçları: Veriler, hemşirelerin sosyodemografik özelliklerini ve
uyku kalitesi ile ilgili öz değerlendirmelerini belirlemek üzere 13 soru içeren sosyodemografik form ve Carter ve Clark (2005) tarafından geliştirilen Uyku Değerlendirme
Soru Formu (UDF) ile toplandı.
UDF; uyku düzeni, uyaranlar, rahatlama-gevşeme davranışları olmak üzere üç
boyuttan oluşmuştur, toplam 17 soruyu içermektedir. İlk boyut olan “uyku düzeni”,
Buyse ve ark. (1989) tarafından geliştirilen iyi ve kötü uyku kalitesini değerlendirmede
kullanılan “Uyku Kalite İndeksinden” alınmış 4 soru içermektedir (Carter ve Clark
2005). Uyku düzeni, uykuya dalma süresi, uyku etkinliği ve uykuda geçen süreyi
tanımlar (Carter ve Clark 2005). İkinci ve üçüncü boyutlar Carter ve Clark (2005)
tarafından hazırlanmıştır. İkinci boyut olan “uyaranlar”; uykuyu bölücü bireysel
davranışlar ve çevresel etmenler, fizik aktivite, kafein, alkol ve nikotin alımıyla ilgili
özellikleri belirlemeye yönelik 11 soru içerir. Üçüncü boyut olan “rahatlamagevşeme”, rahatlatıcı ve sakinleştirici davranışları belirleyen iki soruyu kapsar (bknz.
Ek 1). UDF’nin puanlanmasında, her boyuttaki sorular ayrı puanlanır. Üç alt boyut
olan uyku düzeni, uyaranlar ve rahatlama-gevşeme davranışları puanları toplanarak
genel toplam puan elde edilir. Uyku düzeni için alınacak min, max puan 0-9, uyaranlar
için 0-15, rahatlama-gevşeme davranışları için 0-3 olup tüm soru formundan elde
17
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
edilecek toplam puan 0-27’dir. Her boyutta puan artışı uyku sorunlarındaki artışı
gösterir. Birinci boyut olan uyku düzeninin puanlanması için, uykuya dalma süresi
(Soru 3), uyku etkililiği (Soru 1 ve 2) ve uyku süresi (Soru 4) puanları toplanır. Uykuya
dalma süresi (Soru 3); 60 dakikadan fazla ise 3 puan, 31-60 dakika ise 2 puan, 16-30
dakika ise 1 puan, 15 dakika ve daha az ise 0 puan verilir. Uyku süresi (Soru 4); 5
saatten kısa ise 3 puan, 5-6 saat ise 2 puan, 6-7 saat ise 1 puan, 7 saatten fazla ise 0
puan verilir. Uyku etkililiği (Soru 1 ve 2); yatakta geçirilen süre yatağa gidiş (Soru 2) ve
yatakta kalış süresi (Soru 1) çıkarılarak hesaplanır, uykuda geçirilen süreye bölünür ve
100 ile çarpılır. Buna göre, bu değer %65’den az ise 3 puan, %65-74 arasında ise 2
puan, %75-85 arasında ise 1 puan, %85’den fazla ise 0 puan verilerek hesaplanır
(Carter ve Clark 2005). İkinci boyut olan uyaranlardır ve uykuyu bölücü bireysel ve
çevresel etmenleri kapsar (Soru 5- 7). Uyaranların puanlanması şöyledir; Bu boyutta
ilgili sorular için her bir yanıta 1 puan verilir. Etmen sayısı 6’dan fazla ise 3 puan,
etmen sayısı 3-5 ise 2 puan, etmen sayısı 1-2 ise 1puan, etmen yoksa 0 puan verilir.
Bu boyut için toplam puan aralığı 0-8’dir. Fizik aktivite (Soru 8-9); fizik aktivite, fizik
aktivite sıklığı ve egzersiz zamanı puanlarının toplamı ile değerlendirilir. Fizik aktivite
sıklığı (Soru 8); hiç yapmayanlara 3 puan, 1-2 kez yapanlara 2 puan, 3-4 kez yapanlara
1 puan, 4’den fazla yapanlara 0 puan verilerek hesaplanır. Egzersiz zamanı (Soru 9);
gece yapılıyorsa 3 puan, akşamüzeri yapılıyorsa 2 puan, öğleden sonra yapılıyorsa 1
puan, sabah gerçekleştiriliyorsa 0 puan verilerek hesaplanır. Fizik aktivite toplam
puanı 7-9 puan ise 3 puan verilerek, 6-4 puan ise 2 puan verilerek, 3-1 puan ise 1
puan verilerek 0 puan ise 0 puan verilerek kodlanır. Kafein alımı (Soru 10-11); kafein
alımı, kafeinli içecek alım sıklığı (Soru 10) ve kafeinli içecek alım sıklığı (Soru 10)
puanlarının toplamı ile değerlendirilir. Kafeinli içecek alım sıklığı (Soru 10), hiç ise 0
puan, 1 kez ise 1 puan, 2 kez ise 2 puan, 3 kez ise 3 puan verilir. Kafein alım zamanı
için (Soru 11), gece alınıyorsa 3 puan, akşamüzeri alınıyorsa 2 puan, öğleden sonra
alınıyorsa 1 puan, sabah alınıyorsa 0 puan verilir. Kafein alımı toplam puanı 7-9 puan
ise 3 puan verilerek, 6-4 puan ise 2 puan verilerek, 3-1 puan ise 1 puan verilerek 0
puan ise 0 puan verilerek kodlanır. Alkol alımı (Soru 12-13); alkol alımı, alkollü içecek
alım sıklığı (Soru 12) ve alkol alım zamanı (Soru 13) puanlarının toplamı ile
değerlendirilir. Alkollü içecek alım sıklığı (Soru 12), hiç ise 0 puan, 1 kez ise 1 puan, 2
kez ise 2 puan, 3 kez ise 3 puan verilir. Alkol alım zamanı için (Soru 13), gece alınıyorsa
3 puan, her zaman alınıyorsa 2 puan, hiç alınmıyorsa 0 puan verilir. Alkol alımı
toplam puanı 7-9 puan ise 3 puan verilerek, 6-4 puan ise 2 puan verilerek, 3-1 puan
ise 1 puan verilerek 0 puan ise 0 puan verilerek kodlanır. Nikotin alımı (Soru 14-15);
nikotin alımı, sigara içme sıklığı (Soru 14) ve sigara içme zamanı (Soru 15) puanlarının
toplamı ile değerlendirilir. Sigara içme sıklığı (Soru 14), hiç ise 0 puan, 1 kez ise 1 puan,
2 kez ise 2 puan, 3 kez ise 3 puan verilir. Sigara içme zamanı (Soru 15), gece alınıyorsa
3 puan, her zaman alınıyorsa 2 puan, hiç alınmıyorsa 0 puan verilir. Nikotin alımı
toplam puanı 7-9 puan ise 3 puan verilerek, 6-4 puan ise 2 puan verilerek, 3-1 puan
ise 1 puan verilerek 0 puan ise 0 puan verilerek kodlanır (Carter ve Clark 2005).
Rahatlama-gevşeme davranışları (Soru 16-17)üçüncü boyutu oluşturmaktadır ve
puanlanması şöyledir: rahatlama-gevşeme davranışları, bu davranışlarının yapılma
18
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
sıklığı (Soru 16) ve etkililiği (Soru 17) puanlarının toplamı ile değerlendirilir.
Rahatlama-gevşeme davranışları yapılma sıklığı (Soru 16), hiç ise 3 puan, 1-2 kez
yapılıyorsa 2 puan, 3-4 kez yapılıyorsa 1 puan, 4 kez ve daha fazla yapılıyorsa 0 puan
verilir. Rahatlama-gevşeme davranışlarının etkililiğinin
(Soru 17) değerlendirilmesinde etkili değil ise 3 puan, orta düzeyde etkili ise 2 puan, etkili ise 1 puan,
çok etkili ise 0 puan verilir. Rahatlama-gevşeme davranışları toplam puanı 7-9 puan
ise 3 puan verilerek, 6-4 puan ise 2 puan verilerek, 3-1 puan ise 1 puan verilerek, 0
puan ise 0 puan verilerek kodlanır (Carter ve Clark 2005).
Carter ve Clark (2005) tarafından hazırlanan bu form ölçek yapısında
geliştirilmemiştir. Ayrıca, yukarıda açıklandığı biçimde UDF’de bazı sorular düz ya da
ters kodlandığından ve soru yapıları likert türde olmasına karşın madde
seçeneklerinin sayılarının eşit olmaması (3, 4, 5 gibi) nedeniyle bu çalışmada
güvenililirlik analizi yapılamamıştır. Formun kapsam ve dil geçerliliği sağlanmıştır. Bu
amaçla form üç kişi tarafından Türkçe’ye çevrildi. Araştırmacılar tarafından
düzenlenen Türkçe form bir dil bilimci tarafından İngilizce’ye geri çevirisi yapıldı.
Uzman görüşü alındı (KGİ: .83). Formun 15 hemşireyle pilot uygulaması
gerçekleştirildi.
Veri toplama: Araştırmacılardan biri tarafından hemşirelere araştırmanın amacı
açıklandıktan ve gönüllü katılımları sağlandıktan sonra anketler tek tek dağıtıldı, aynı
gün toplandı. Her anket formunun doldurulma süresi 20 dk’dır.
Etik Sorumluluk: Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu etik komitesinden ve
hastanelerden yazılı izin ve UDF formun kullanımı için formu geliştiren Carter PA’dan
elektronik posta ile yazılı izin alındı. Araştırmaya katılan hemşirelerden bilgilendirilmiş
sözel onam alındı. Ayrıca hemşirelere, “Uyku sorunları ile baş etme yollarını açıklayan
bilgilendirme broşürü” dağıtıldı.
Verilerin değerlendirilmesi: Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 17.0 paket
programından yararlanılarak veriler frekans dağılımı, kapsam geçerlilik indeksi için
Kendall uyum iyiliği testi, varyans analizi (One-way ANOVA ve iki yönlü Anova),
nonparametrik dağılımlarda Kruskal Wallis varyans analizi, Student t test, post hoc
Tukey ve Benferroni testi ve lojistik regresyon analizi kullanıldı. Anlamlılık düzeyi p,
.05 olarak değerlendirildi.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Sosyodemografik Özellikler, Çalışma Koşulları ve Uyku Sorununun
Değerlendirilmesi
Hemşirelerin yaş ortalaması 32.17+6.45 olup %43.6’sı 21-29 yaş grubunda idi,
%62.9’u lisans mezunu olup, %53.2’si evliydi ve %49.3’ünün çocuğu yoktu.
Hemşirelerin %32.1’inin 6-10 yıl arasında iş deneyimi vardı. Hemşirelerin %25.4’ü
dahili birimlerde, %38.2’si cerrahi birimlerde, %27.9’u yoğun bakım ünitelerinde ve
%8.6’sı acil serviste çalışmaktaydı. Gündüz 8-16 saatlik çalışan hemşire oranı %55.7
iken, diğerleri ise 24 saatlik nöbet (gündüz-gece) biçiminde çalışmaktaydı.
19
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
Hemşirelerin %40.7’sinin haftada 45-48 saat, %20.7’sinin ise haftada 48 saatten fazla
çalıştığı belirlendi. Hemşirelerin %40.4’ü ayda 4-5 nöbet tuttuğunu belirtti (Tablo 1).
Hemşirelerde uyku sorunu, uyku düzeni, uyaranlar ve rahatlama-gevşeme
davranışları ile ilgili boyutlarla incelenmiştir.
Uyku düzeni; Hemşirelerde uyku yeterliliğinin göstergesi olarak uykuya dalma
süresi, uykuda geçen süre ve uyku etkinliği özellikleri incelenmiştir. Hemşirelerin
uykuya dalma süresi incelendiğinde; %6.4’ünün 60 dakikadan fazla sürede,
%38.9’unun 31-60 dakikada ve %37.1’inin 16-30 dakikada uykuya daldığı belirlendi.
Hemşirelerin %47.5’inin 6-7 saat arası, %27.9’unun 5-6 saat ve %2.1’inin ise 5 saatten
az uyuduğu saptandı. Hemşirelerin %99.6’sı için uyku etkililiği %65’ten daha az idi.
Uyaranlar; uykuyu bölücü bireysel davranışlar ve çevresel etmenler (fizik aktivite,
kafein, alkol ve nikotin alımı), uykuyu bölen durumlar, uykuyu bozan durumlar ve
duygu durumu özellikleri ile incelenmiştir. Hemşirelerin %57.5’inin hiç egzersiz
yapmadığı, egzersiz yapanların da %23.2’sinin haftada 1-2 kez egzersiz yaptığı
saptandı. Hemşirelerin %62.1’inin günde 1-3 kez kafeinli içecekler içtiği belirlendi.
Hemşirelerin %40.4’ü gece kafeinli içecekler tükettiğini ifade etti. Hemşirelerin
%83.9’u hiç alkollü içecek tüketmediğini bildirdi. Sigara kullanmayan hemşire oranı
%49.6 idi.
Uykuyu bölen etkenler kapsamında, hemşirelerin %49.6’sı uyumadan önce
yatakta TV izlediğini, %31.4’ü kitap, gazete vb okuduğunu belirtti. Hemşirelerin
%42.5’inin gürültüden, %30.4’ünün ışıktan, %23.6’sının oda ısısından (sıcak veya
soğuk) rahatsız olduğu belirlendi. Duygu durumu açısından hemşirelerin %41.8’i
kaygı ve %35.4’ü huzursuzluk yaşadığını belirtti.
Hemşirelerde rahatlama-gevşeme davranışları incelendiğinde; %21.8’inin hiç
rahatlama-gevşeme davranışı göstermediği saptandı.
Hemşirelerin %39.3’ü uyku kalitesini iyi, %41.8’i orta, %13.2’si de kötü düzeyde
değerlendirdi. Hemşirelerin %8,6’sı genel olarak sağlık düzeyini çok iyi, %57.1’i iyi,
%30.7’si orta olarak değerlendirdi. Hemşirelerin %12,1’inin nadiren uyku ilacı
kullandığı, %85.4’ünün hiç uyku ilacı kullanmadığı saptandı. İşle ilgili güçlük yaşama
durumları değerlendirildiğinde, hemşirelerin %23.2’sinin çok ve çok fazla,
%43.9’unun orta, %25’inin az derecede güçlük yaşadığı belirlendi. Hemşirelerin
%53.2’si ara sıra, %35.7’si nadiren kendini gündüz uykusuz hissettiğini açıkladı.
Hemşirelerde Uyku Sorunlarının Belirlenmesi ve Uyku Sorununda
Etkili Özellikler
Hemşireler için UDF toplam puan ortalaması 12.17±0.15 (min:3, max:20), Uyku
düzeni toplam puan ortalaması 5.43±0.07 (min:0, max:9), uyaranlar toplam puan
ortalaması 5.61±0.10 (min:0, max:15), rahatlatıcı davranışlar toplam puan ortalaması
1.35±0.2 (min:0, max:3) saptandı.
20
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
Tablo 1: Hemşirelerin sosyo-demografik ve çalışma koşullarının UDF toplam puana göre dağılımı
Örneklem Özellikleri
Sosyo-demografikler
UDF toplam puanı
Puan
Ort.±SS
F
p
122 (%43.6)
125 (%44.6)
33 (%11.8)
12.16±0.22
12.41±0.22
11.30±0.49
F=2.63
p=.07
149 (%53.2)
106 (%37.9)
25 (%8.9)
11.97±0.21
12.34±0.22
12.60±0.64
F=1.08
p=.34
176 (%62.9)
62 (%22.1)
42 (%15)
12.32±0.17
11.58±0.35
12.42±0.42
F=2.32
p=.10
140 (%50)
140 (%50)
12.24±0.21
12.10±0.21
t=.455
p=.65
170 (%60.7)
110 (%39.3)
12.15±0.18
12.20±0.26
t=.-184
p=.85
17 (%6.1)
77 (%27.5)
90 (%32.1)
59 (%21.1)
37 (%13.2)
12.05±0.50
12.51±0.28
12.22±0.25
12.57±0.33
10.75±0.44
F=3.92
*p=.004
Çalıştığı alan
Dahiliye
Cerrahi
Yoğun bakım
Acil
71 (%25.4)
107 (%38.2)
78 (%27.9)
24 (%8.6)
12.59±0.26
11.97±0.26
12.08±0.28
12.12±0.52
F=.93
p=.42
Çalışma şekli
8-16 saatlik gündüz
24 saatlik nöbet
156 (%55.7)
124 (%44.3)
12.12±0.19
12.23±0.24
t=-.352
p=.72
Aylık nöbet sayısı
Hiç tutmuyor
1-3 nöbet
4-5 nöbet
> 6 nöbet
18 (%6.4)
39 (%13.9)
113 (%40.4)
110 (%39.3)
10.61±0.48
12.25±0.53
12.26±0.21
12.30±0.23
F=2.57
**p=.05
Haftalık çalışma süresi
< 44 saat
45-48 saat
>48 saat
108 (%38.6)
114 (%40.7)
58 (%20.7)
12.19±0.25
12.15±0.21
12.17±0.35
F=.006
p=.99
Yaş grubu
21-29 yaş
30-39 yaş
40-49 yaş
Medeni durumu
Evli
Bekar
Dul ya da boşanmış
Eğitim düzeyi
Lisans
Ön lisans
Sağlık meslek lisesi
Çocuk sahibi olma durumu
Var
Yok
Çalışma Koşulları
Çalışılan hastanenin türü
Üniversite
Devlet
Çalışma Yılı
< 1 yıl
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
> 16 yıl
Değerler n (%) olarak verilmektedir
Değerler
(n=280)
* Fark .05 düzeyinde anlamlıdır
** Fark .01 düzeyinde anlamlıdır
21
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
UDF toplam puanı ile hemşirelerin evlilik durumu, yaş grupları, eğitim düzeyi,
çocuk sahibi olma gibi sosyo-demografik özellikler açısından fark saptanmadı (p>.05),
ancak çalışma yılı (p<.01) arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık belirlendi. Farkın
16 yıl ve daha uzun çalışma deneyimi olan hemşirelerden kaynaklandığı saptandı.
UDF toplam puanı ile aylık nöbet sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
belirlendi (p<.05). Benferroni ileri varyans çözümlemesi bu farkın hiç nöbet tutmayan
hemşire grubundan kaynaklandığını gösterdi (Tablo 1).
Hemşirelerin genel olarak uyku kalitesi, sağlık düzeyi, ilaç kullanma, kendini
uykusuz hissetme nedeniyle işle ilgili güçlük yaşama ve kendilerini gündüz uykusuz
hissetmelerine ilişkin özdeğerlendirmelerinin UDF toplam puanına göre dağılımı
incelendiğinde; uyku kalitesi (p<.001) ve kendilerini uykusuz hissetme nedeniyle işle
ilgili güçlük yaşama (p<.05) durumlarının UDF toplam puanını etkilediği saptandı
(Tablo 2). İleri Tukey varyans çözümlemesi bu farkın uyku kalitesini iyi olarak
değerlendirenlerden kaynaklandığı belirlendi.
“İşle ilgili çok fazla güçlük yaşıyorum” diyenlerin puanı 12.09±0.92, “hiç
yaşamıyorum” diyenlerin puanı 10.86±0.51’dir. İşle ilgili güçlük yaşama durumu ile
UDF toplam puanı arasında anlamlı ilişki saptandı (F= 2.92, p<.05). İleri Tukey varyans
çözümlemesi yapıldığında farkın hiç güçlük yaşamıyorum diyenlerden kaynaklandığı
saptandı.
Tablo 2: Hemşirelerin Sağlık Düzeyi ve Uyku Durumuna İlişkin Özdeğerlendirme Özelliklerine göre UDF
Puanının Dağılımı
Hemşirelerin sağlık düzeyi ve uyku
durumuna ilişkin
özdeğerlendirmelerine
göre UDF puan dağılımı
Özdeğerlendirmeleri
UDF toplam puanı
Değerler
(n=280)
Puan Ort.±SS
F
p
F=9.06
**
p=.00
F=1.77
p=.15
X² =.26
p=.61
Uyku kalitesi
Çok iyi
16 (%5.7)
11.37±0.76
İyi
110 (%39.3)
11.38±0.22
Ne iyi ne de kötü
117 (%41.8)
12.67±0.20
Kötü
37 (%13.2)
13.29±0.47
24 (%8.6)
11.58±0.50
Sağlık düzeyi algısı
Çok iyi
İyi
160 (%57.1)
12.05±0.19
Ne iyi ne de kötü
86 (%30.7)
12.40±0.26
Kötü
10 (%3.6)
13.50±1.20
7 (%2.5)
11.57±0.69
34 (%12.1)
12.02±0.60
239 (%85.4)
12.21±0.15
Uyku ilacı kullanma
Daima
Nadiren
Asla
22
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
Kendini uykusuz hissetme nede-niyle
işle ilgili güçlük yaşama
Çok fazla
Fazla
Orta
Az
Asla
Gündüz kendini uykusuz hissetme
Her zaman
Bazı zamanlar
Nadiren
Asla
11 (%3.9)
54 (%19.3)
123 (%43.9)
70 (%25)
22 (%7.9)
12.09±0.92
11.85±0.36
12.63±0.19
12.04±0.33
10.86±0.51
F=2.92
*p=.02
23 (%8.2)
149 (%53.2)
100 (%35.7)
8 (%2.9)
12.65±0.59
12.23±0.21
11.99±0.24
12.00±0.87
F=1.50
p=.68
Değerler n (%) olarak verilmektedir * Fark .05 düzeyinde anlamlıdır ** Fark .001 düzeyinde anlamlıdır
UDF puanını etkilediği belirlenen değişkenler logistik regresyon analizi ile
incelendi. Bu sonuçlar Tablo 3’te görüldüğü gibi şöyledir:
Uyku sorunlarını etkileyen faktörlerin yordanmasında UDF toplam puanı
yordanan değişken, çalışma koşulları (çalışma yılı ve aylık nöbet sayısı) ve
hemşirelerin uyku durumuna ilişkin özdeğerlendirmeleri (uyku kalitesi ve kendini
uykusuz hissetme nedeniyle işle ilgili güçlük yaşama) değişkenleri yordayıcı
değişkenler olarak ele alındı. Çalışma koşulları ve hemşirelerin uyku durumuna ilişkin
özdeğerlendirmeleri UDF toplam puanını açıklamada varyansın %9.6’sını
yordamaktaydı. Uyku kalitesi algısı bu yordamada önemli bulunmuştur. Uyku kalitesi
algısı ile UDF arasında pozitif yönde güçlü bir ilişki saptanmıştır (Tablo 3).
Tablo 3:Hemşirelerde UDF Toplam Puanını Etkileyen Faktörlerin Yordanmasında Çalışma Koşullarının ve
Hemşirelerin Özdeğerlendirmelerinin Rolü
Yordanan
Değişken
UDF Toplam
Puanı
Yordayıcı Değişkenler
B
Beta
Çalışma yılı
Aylık nöbet sayısı
Uyku kalitesi
Kendisini uykusuz hissetme
nedeniyle işle ilgili güçlük yaşama
-.269
-.009
.869
-.092
-.121
-.003
.273
-.035
Uyku düzeni
Uyaranlar
Rahatlama-gevşeme davranışları
1.036
.871
.898
.493
.615
.180
F
R
R2
p
7.28
.309
.096
.000
.107
.967
.000
.547
295.4
.873
.76
.000
.000
.000
.000
Uyku sorunlarını etkileyen faktörlerin yordanmasında uyku düzeni, uyaranlar
ve rahatlama-gevşeme davranışları değişkenleri logistik regresyon analizi ile
incelendi. Uyku düzeni değişkeni bu yordamada UDF toplam puanını açıklamada tek
başına varyansın %39.4’unu, uyaranlar değişkeni varyansın %47.6’sını ve rahatlamagevşeme davranışları varyansın %2.4’ünü yordamaktaydı. Uyaranlar ve uyku düzeni
değişkeni birlikte değerlendirildiğinde etkileri %72.9 (F=376.2, p<.001), uyaranlar ve
rahatlama-gevşeme davranışları değişkenlerinin birlikte etkileri %52.8 (F=156.8,
23
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
p<.001), uyku düzeni ve rahatlama-gevşeme davranışları değişkenlerinin birlikte
etkileri ise %40.5 (F=5.03, p<.05) olarak bulundu. Her üç değişkenin de ortak etkisi ise
%76 (F=295.42, p<.001) olarak bulundu (Tablo 3).
TARTIŞMA
Hemşirelerde uyku sorunları ve uyku sorunlarını etkileyen işe bağlı ve bireysel
davranışlarla ile ilgili etmenleri incelediğimiz çalışmanın sonucunda, hemşirelerin
uyku sorunları olarak %45.3’ünün 30 dk’dan daha uzun sürede uykuya daldığı,
%99.6’sının etkili uyku uyumama, %50.3’ünün uyku düzensizliği yaşadığı
bulunmuştur. Uyku sorunlarını etkileyen işe bağlı etmenler çalışma yılı ve aylık nöbet
sayısıdır. Bununla birlikte uyku sorununu etkileyen bireysel davranışlar fizik aktivite,
kafein, alkol ve nikotin alımı ve çevresel etmenler davranışlar uykuyu bölen durumlar,
uykuyu bozan durumlar ve duygu durumu olarak bulunmuştur.
Hemşirelerin %38.9’unun 30-60 dakika içinde ve %6.4’ünün 60 dk’dan daha uzun
sürede uykuya dalması, hemşirelerin uykuya geç dalma sorunları yaşadıklarını açıkça
göstermektedir. Bu durum doğal olarak hemşirelerin uykuda geçirdikleri süreye de
yansımıştır. Hemşirelerin yaklaşık %30’u 6 saatten daha az süre uyku uyuduğunu
belirtmiştir. Hemşirelerin tümünün (%99.6), %65’ten daha az etkili uyku uyuduğu
saptandı. Yetişkinler için genellikle önerilen uyku süresi ise 6-8 saat olup (Evans and
French 1995), yetişkinlerin sağlıklı uykuya dalma süresinin 15 dk içerisinde olması
önerilmektedir (Carter ve Clark 2005, Meiner ve Lueckenotte 2006). Bu sürenin
uzaması (çoğunlukla 60 dk’dan fazla) uyku sorunlarını artırır (Carter ve Clark 2005).
Araştırmada uykuya dalma süresi, uykuda geçen süre ve uyku etkililiği
değerlendirildiğinde hemşirelerin uykusunun düzensiz olduğu söylenebilir.
Boş zaman aktiviteleri, egzersiz ve televizyon izleme uykuyu etkiler (Buysee ve
ark. 1989). Bu çalışmada, uykuyu bozucu uyaranlar kapsamında hemşirelerin yarısının
(%49.6) yatakta TV izlediği, %42.5’inin de gürültüden etkilendiği belirlenmiştir.
Hemşirelerin %57.5’inin egzersiz yapmadığı saptanmıştır. Bilimsel çalışmalar, fizik
egzersizin doğru ve sürekli yapıldığında uykuyu düzenlediğini, vücut onarımını
sağladığını (Driver ve Taylor 2000, Vardar 2005), uykuya dalmayı kolaylaştırdığını ve
iyi uyuyan kişilerde egzersiz yapmaya isteği artırdığını (Youngstedt ve ark. 2003) ve
böylece kaliteli uykuyu sağladığını göstermektedir. Egzersizin gün içinde yapılma
zamanı, uyku üzerine etkili bir faktör olabilir. Öğleden sonra, akşama doğru yapılan
egzersizin uyku süresini artırdığı, sabah saatlerinde egzersiz yapılmasının ise uyku
üzerine etkili olmadığı belirtilmektedir. Genel olarak düşünüldüğünde, yatmadan
önceki 3 saat içerisinde egzersiz yapılması uyku hijyeni açısından önerilmemektedir
(Driver ve Taylor 2000). Bu nedenle egzersiz-uyku ilişkisinde egzersizin yapıldığı
zamanın yanı sıra, kişilerin fiziksel uygunluk durumu da dikkate alınması gereken bir
faktördür. Hemşireler arasında egzersiz yapma oranının düşük bulunması toplumda
egzersiz alışkanlıklarının yaygın olmaması ve hemşirelerin yoğun iş yüküne bağlı
yorgunluğundan kaynaklanabilir. Youngstedt ve ark. (2000) egzersizin uyku üzerine
etkisini inceledikleri meta-analiz çalışmasında (1965-1995) uyku değişikliklerini
incelemişlerdir. Egzersizin; REM'de azalmaya (yaklaşık 7 dakika), uykuda geçen sürede
24
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
artışa (yaklaşık 13 dakika) neden olduğunu ancak egzersizin uykuya dalma zamanına
etkisi olmadığını saptamışlardır.
Diğer bir uyaran olarak çalışmada hemşirelerin %95’inin kafeini çoğunlukla akşam
ve gece tüketmesi dikkat çekicidir. Hemşirelerin kafeinin uyarıcı bir madde olması
nedeniyle özellikle gece nöbetlerinde tercih ettiklerini göstermektedir. Kafeinin
hemşirelerde uyku düzenini olumsuz etkileyebileceği beklenebilir (Buysee ve ark.
1989, Chung ve ark. 2008). Kafein içeren çay, kahve gibi içeceklerin, özellikle gece
çalışmalarında uyku kalitesini kötüleştirdiği ve performansı artırıcı etkisi nedeniyle
nöbet esnasında hemşirelerde kullanımının daha fazla olduğu bildirilmektedir
(Lumley 1987, Walsh ve ark. 1990). Kafeinin hemşirelerde uyku kalitesini etkilediği,
uykuya dalmayı zorlaştırdığı ve uykunun bölünmesine neden olduğu ve vardiyalı
çalışan hemşirelerde de kullanımının daha fazla olduğu diğer çalışmalarda da
saptanmıştır (Lumley ve ark. 1987, Walsh ve ark. 1990, Youngstedt ve ark. 2003, Shcao
ve ark. 2010). Ancak ülkemizde, Üstün ve Çınar-Yücel (2011) yürüttükleri çalışmada,
sigara, çay, kahve gibi kafein içeren maddelerin hemşirelerde uyku kalitesini
etkilemediğini saptamışlardır. Edinger ve ark. (1993)’da kafein alımının hemşirelerin
uyku kalitesi üzerine etkisi olduğunu bildirmişlerdir.
Hemşirelerde uyku düzenini etkileyecek diğer etmenlerden biri olan alkol
kullanım oranı oldukça düşük (%16.1) iken, yarısının sigara kullandığı belirlendi.
Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Türkiye Raporuna (2010) göre, ülkemizde 15
yaşından büyük yetişkinlerin yaklaşık üçte biri (%31.2) tütün kullanmaktadır. Erkekler
(%47.9) kadınlardan (%15.2) daha fazla sigara kullanmaktadır. Halk Sağlığı Uzmanları
Derneği tarafından yapılan bir araştırmada (2008) da Sağlık Bakanlığı bünyesinde
çalışmakta olan 4761 kişinin sigara kullanım sıklığı hemşire ve ebelerde %29.5 olarak
bulunmuştur (SBTSH 2010). Her iki çalışma bulgusu ile karşılaştırıldığında bu
araştırma kapsamındaki hemşirelerde sigara içme yaygınlığının çok yüksek olduğu
fark edilmektedir. Sigara uykuyu olumsuz etkileyen, uyku kalitesini bozan, uykuya
dalma süresini uzatan, derin uykuya dalmayı engelleyen kişisel stresörlerdendir
(Carter ve Clark 2005, Vardar 2005).
Kaygı ve huzursuzluk, uyku düzenini olumsuz etkileyen en önemli etmenler
arasında belirtilmektedir. Depresif kişilerde uyku bozuklukları ve REM uykusu
anormallikleri görülmektedir (Youngstedt 2000, Altıntoprak 2008). Duygu durumu ile
ilgili olarak hemşirelerin %41.8’i kaygı, %35’i de huzursuzluk yaşadıklarını
belirtmişlerdir. Altıntoprak ve ark. (2008), hemşirelerin iş ortamlarındaki stres
kaynakları arasında yoğun bakımda çalışma saatlerinin uzun oluşu, gece mesaileri,
mesleki sınırların tam olarak çizilmemiş olması, ödüllendirmenin olmayışı ve
meslektaşlar arasında yaşanan çatışmalar meslekte yeterli doyuma ulaşamama,
uygun cihaz ve donanımın olmaması, kullanılan cihazlardan hemşirenin sorumlu
tutulması gibi özellikleri bildirmişlerdir.
Rahatlama ve gevşeme davranışları kapsamında; bu çalışmada hemşirelerin
büyük çoğunluğu (%78.2) uyku durumunu düzenlemede rahatlama ve gevşeme
davranışlarını uyguladıklarını belirtirken yalnızca %41.5’i bu çabalara karşın rahatlayıp
gevşeyebildiğini açıklamıştır. Bu sonuç hemşirelerin, stresle baş etmede yetersiz
kaldıklarını göstermektedir.
25
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
Hemşirelerin %45’i uyku kalitesini, %65.7’si de genel olarak sağlığını çok iyi ve iyi
düzeyde değerlendirmiştir. Bu çalışmada hemşirelerin yaklaşık yarısının uyku
kalitesini ve genel olarak sağlığını iyi düzeyde değerlendirmemesi, hemşirelerin
kendilerini sağlıklı hissetmediklerini göstermesi yanı sıra hemşirelerin verdiği bakımın
güvenilirliğini de olumsuz etkileyeceği düşünülmüştür (Suzuki ve ark. 2005).
UDF puan ortalaması 12.17± 0.15, hemşirelerde uyku sorunlarının orta düzeyde
olduğunu göstermektedir. Bu sonuç araştırmada “hemşirelerin uyku sorunu orta
düzeydedir (H1)” hipotezini doğrulamaktadır. Hemşirelerde uyku kalitesinin
incelendiği ülkemizde yürütülen bazı çalışmalarda incelendiğinde Khorshid ve ark.
(1999) gerçekleştirdikleri çalışmada bizim çalışmamıza benzer biçimde hemşirelerin
orta düzeyde uyku kalitesine sahip olduğu saptanmıştır. Yapılan çalışmalarda
hemşireler hemşirelerin uyku kalitelerinin kötü olduğunu göstermişlerdir (Üstün ve
Çınar-Yücel 2011, Karagözoğlu ve Bingöl 2008, Çoban ve ark. 2011, Demirci-Zencirci
ve Arslan 2011). Chan (2008)’da yaptığı çalışmada, hemşirelerin %72’sinin yetersiz
uyku uyuduğunu ve uyku kalitelerinin düşük olduğunu saptamıştır. Muecke ve ark.
(2005) nöbet tutan hemşirelerin uyku kalitelerinin kötü olduğunu, Chung ve ark.
(2008) nöbet sisteminin, çalışma yılı ve yaşın uyku kalitesi ve gece-gündüz uykululuk
durumu üzerinde doğrudan etkili olduğunu ve nöbet tutan hemşirelerde uyku
kalitesinin düşük olduğunu belirtmişlerdir. Araştırmada hemşirelerde saptanan uyku
sorunlarının düzeyinin ülkemizde ve yurt dışında yürütülen çalışma sonuçları ile
benzerlik gösterdiği ve hemşirelerde uyku sorunlarının yaygın olduğu söylenebilir.
Araştırmada, hemşirelerin uyku düzeni toplam puan ortalamasının orta düzeyde
(5.43±0.07), uyaranlar (5.61±0.10) ve rahatlama-gevşeme davranışları toplam puan
ortalamasının (1.35±0.2) orta düzeyin altında kaldığı belirlenmiştir. Bu sonuçlara göre,
hemşirelerin uyku sorunlarını orta düzeyde yaşadıkları, rahatlama-gevşeme
davranışlarını yeterince gerçekleştiremedikleri, uyku düzenlerinin uyaranlardan
etkilenebileceği söylenebilir.
Hemşirelerin UDF toplam puanı ile çalışma yılı ve aylık nöbet sayısı değişkenleri
dışındaki sosyodemografik ve çalışma durumu ile ilişkili değişkenlere göre istatistiksel
olarak farklılık göstermemiştir. Çalışma yılı 16 yıl ve üzeri olan hemşirelerin uyku
sorunları diğer hemşirelere göre daha azdır. Aydın ve Kutlu (2001)’nun yürüttükleri
çalışmada araştırma bulgularına benzer biçimde 16 yıl üstü çalışanların uyku
kalitesini, 11-15 yıl çalışanlara göre daha yüksek belirlemişlerdir. Ancak, çalışma
bulgularımıza benzer olmayan biçimde Cimete (1996) çalışmasında, çalışma yılı
arttıkça hemşirelerin uyku kalitesinde azalma yaşadıklarını belirlemiştir. Karagözoğlu
ve Bingöl (2008)’ün çalışmasında da 6-9 yıl çalışan hemşirelerin uyku kalitesinin kötü
olduğu saptanmıştır. Edéll-Gustafsson ve ark. (2002)’nın araştırmasında 1-5 yıl arası
çalışan hemşirelerin çok ciddi düzeylerde uyku problemleri yaşadığı saptanmıştır. Bu
farklılıklarda çalışma yılı dışında diğer ara değişkenlerin etkisinin olabileceği
düşünülmüştür. Chung ve ark. (2008), yaşlı (33- 41 yaş) ve uzun yıllar çalışan (9.5-18
yıl) hemşirelerin uyku kalitesinin kötü olduğunu belirtmişlerdir.
Çalışmamızda hemşirelerin çalışma şekli (8-16 saatlik gündüz çalışması ve 24
saatlik nöbet) ile uyku sorunları puan ortalaması arasında fark belirlenmemiş iken
26
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
(p>.05), aylık nöbet sayısı arttıkça UDF puan ortalamasının ve uyku sorunlarının arttığı
(p<.05) saptanmıştır (Tablo 1). Bu sonuçla araştırmada “hemşirelerin çalışma şekli
uyku sorununu etkiler (H5)” hipotezini doğrulanmamıştır. Aydın ve Kutlu (2001)
çalışmalarında, gece hemşirelerinin gündüz hemşirelerine göre uyku kalitesinin ve
mesleki doyumunun az olduğunu saptamışlardır. Karagözoğlu ve Bingöl (2008)’ün
çalışmasında, geceleri nöbet tutan hemşirelerin uyku kalitesinin kötü olduğu
saptanmıştır. Demir-Zencirci ve Arslan (2011), sürekli olarak gece ve gündüz çalışan
hemşirelerin vardiyalı çalışan hemşirelere göre uyku kalitelerinin daha iyi olduğunu
belirtmişlerdir. Axelsson ve ark. (2004), hemşirelerin dönüşümlü vardiyada
çalışmasının uykuyu olumsuz yönde etkilediğini belirtmişlerdir. Edéll-Gustafsson ve
ark. (2002) çalışmasında geceleri nöbet tutanlarda çoğunlukla uyku problemleri
olduğunu saptamışlardır. Muecke ve ark. (2005), gece nöbet tutan hemşirelerde
(özellikle 40 yaş üstü) kendisini uykusuz hissetmesine bağlı yorgunluğun oluştuğunu,
yorgunluğa neden olan fizyolojik ve psikolojik etkilerin uyku kalitesini ve kaliteli hasta
bakımını olumsuz etkilediğini saptamışlardır. Bu çalışmada 40 yaş ve üstü
hemşirelerde uyku sorunları daha az oranda belirlenmesine karşın bu fark istatistiksel
olarak anlamlı bulunmamıştır. Saito ve Sasaki (1998) çalışmalarında, yaşın artması ile
hemşirelerde uyku süresinin kısaldığını saptamışlardır. Bu sonuçlar çalışmamız
bulgularıyla örtüşmemektedir. Bu çalışmada bekarlarda uyku sorunu en az düzeyde
iken bu fark istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Üstün ve Çınar-Yücel (2011)’in
çalışmasında da evli olan hemşirelerin uyku kalitesinin yüksek olduğunu, ancak bizim
çalışma bulgularımıza ve Üstün ve Çınar-Yücel (2011)’in çalışma bulgularına benzer
olmayan biçimde Karagözoğlu ve Bingöl (2008) çalışmasında, evlilerin uyku
kalitesinin bekarlara göre daha iyi olduğunu bulmuşlardır.
Bu çalışmada hemşirelerin çocuk sahibi olma durumları ile uyku sorunları arasında
fark bulunmamıştır. Benzer olarak Üstün ve Çınar-Yücel (2011)’in çalışmasında da
çocuk sahibi olmanın uykuyu etkilemediği saptanmıştır. Ancak Clissold ve ark. (2001)
ise, çocuğu olmayan hemşirelerin uyku kalitelerinin daha iyi olduğunu
belirlemişlerdir.
Çalışmamızda, hemşirelerin çalıştıkları birimler ile UDF toplam puanı arasında fark
olmadığı bulunmuştur. Buna karşın, Karagözoğlu ve Bingöl (2008)’ün çalışmasında
ayaktan hasta tedavi ve acil birimlerinde çalışan hemşirelerde uyku kalitesinin daha
az olduğunu belirlemişlerdir. Çoban ve ark. (2011)’da yoğun bakımda çalışan
hemşirelerin uyku etkililiğini, servis ve poliklinikte çalışan hemşirelere göre düşük
bulmuşlardır. Buna karşın uykuya dalma sürelerinde yoğun bakım, servis ve poliklinik
hemşireleri arasında anlamlı bir farklılık saptamamışlardır. Çalışmamızın bulguları
Karagözoğlu ve Bingöl (2008) ve Çoban ve ark.(2011)’nın bulguları ile
örtüşmemektedir.
Çalışmamızda hemşirelerin yarıya yakını (%45) uyku kalitelerini çok iyi ve iyi
düzeyde değerlendirmişlerdir. Kendisini uykusuz hissetme nedeniyle işe bağlı
güçlükler yaşadığını bildiren hemşire oranı ise %67.1 gibi yüksek orandadır.
Hemşirelerin uyku kalitesi ile ilgili özdeğerlendirmesi çok iyiden kötüye doğru
gittikçe UDF toplam puanının arttığı beklenen bir durumdur.
27
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
UDF toplam puanı üzerinde etkili olan değişkenler (çalışma yılı, aylık nöbet sayısı,
hemşirelerin uyku kalitesi özdeğerlendirmesi ve kendisini uykusuz hissetme
nedeniyle işle ilgili güçlük yaşama durumu), çoklu analize (logistik regresyon)
alındığında bu değişkenlerin grup olarak varyansın toplamda %9.6’sını yordadığı
saptanmıştır. Hemşirelerde bu özelliklerin açıkladığı varyansın oldukça düşük olması
bu değişkenlerin UDF’yi açıklamakta çok önemli bir rol oynamadığını ve uyku
sorunlarını belirlemede başka etkenlerin daha fazla etkili olabileceğini
düşündürmektedir.
UDF’nin yordanmasında uyku düzeni, uyaranlar ve rahatlama-gevşeme
davranışlarının hemşirelerin UDF toplam puanında etkisini incelemek amacıyla
yapılan regresyon analizi sonuçlarına göre uyku düzeninin %39.4, uyaranların %47.6
ve rahatlama-gevşeme davranışlarının yalnızca %2.4’lük bir payı olduğu fark
edilmektedir. Bu değişkenlerin grup olarak varyansın toplamda %76’sını yordadığı
saptanmıştır. Burada uyku düzeni ve uyaranların etkilerinin rahatlama davranışları
değişkeninin katkısına göre oldukça fazla olduğu fark edilmektedir. Rahatlama ve
gevşeme davranışları ile ilgili varyansın düşük olmasına karşın yordayıcı bir değişken
olarak ortaya çıkmış olması rahatlama-gevşeme davranışlarının UDF’de olumlu
etkisinin olduğunu ancak hemşirelerin uyku sorunlarıyla baş etmede yetersiz kaldığı
biçiminde yorumlanabilir. Bu sonuçlarla araştırmanın H2“Hemşirelerin uyku düzeni ile
uyku sorunları arasında ilişki vardır”, H3“Hemşirelerin uyku sorunu ile kullandıkları
uyaranlar arasında ilişki vardır” ve H4 “Hemşirelerin uyku sorunları ile rahatlamagevşeme davranışları arasında ilişki vardır” hipotezleri doğrulanmıştır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Hemşirelerde uyku sorunları ve etkili etmenlerin incelenmesi amacıyla yürütülen
bu çalışmada bulgular genel olarak değerlendirildiğinde hemşirelerin büyük
çoğunluğunun uykuya geç daldığı ve etkisiz uyuduğu, yaklaşık üçte birinin 6 saatten
daha az uyku uyuduğu saptanmıştır. Hemşirelerde uyku sorunları orta düzeydedir.
Rahatlama-gevşeme davranışlarını yeterince gerçekleştirememektedirler ve uyku
sorunu en fazla uyaranlardan etkilenmektedir. Hemşirelerin uykuya sorunlarına
yönelik öz değerlendirmeleriyle araştırmada belirlenen uyku sorunu yaygınlığı
benzer orandadır. Hemşireler uyku sorunlarının farkındadırlar.
Hemşirelerin uyku sorunlarında etkili olan sigara içme, kafein alımı, yatakta TV
izleme gibi sağlıksız yaşam davranışlarından kaçınmaları konusunda bilinçlendirilmeleri önerilir. Hemşirelerin egzersiz davranışları geliştirme konusunda
motivasyonları arttırılmalıdır. Aylık nöbet sayılarının azaltılması ve çalışma saatlerinin
düzenlenmesi yararlı olacaktır. Hemşirelerin stresle ve uyku sorunları ile baş
edebilmeleri, rahatlama davranışları ve gevşeme ile ilgili beceriler geliştirmeleri için
hizmet içi eğitim programları düzenlenebilir. Ülkemizde hemşirelerde uyku sorunları
daha geniş örneklem gruplarında incelenebilir. Ayrıca hemşirelerde uyku sorunlarının
azaltılmasına yönelik kanıta dayalı çalışmalar yürütülebilir.
28
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
KAYNAKLAR
Admi H, Tzischinsky O, Epstein R & et al. Shift Work in Nursing: Is it Really a Risk Factor for Nurses.
Health and Patients’ Safety? Nurs Econ 2008; 26(4): 250-257.
Alçelik A, Deniz F, Yeşildal N ve ark. Health Survey And Life Habits Of Nurses Who Work At The
Medical Faculty Hospital at AIBU. TAF Prev Med Bull. 2005; 4(2): 55-65.
Altıntoprak AE, Karabilgin S, Çetin Ö ve ark. Hemşirelerin İş Ortamlarındaki Stres Kaynakları; Depresyon,
Anksiyete Ve Yaşam Kalitesi Düzeyleri: Yoğun Bakım Ve Yataklı Birimlerde Hizmet Veren Hemşireler
Arasında Yapılan Bir Karşılaştırma Çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi 2008; 10(1): 9-17.
Axelsson J, Akerstedt T, Kecklund G & et al. Tolerance to Shift Work-How Does İt Relate To Sleep and
Wakefulness? Int Arch Occup Environ Health 2004; 77(4): 121-29.
Ay F. Uyku ve Uyku Sorunu Olan Hastanın Bakımı. Temel Hemşirelik Kavramları İlkeler Uygulamalar.
1.basım. İstanbul: Medikal yayıncılık; 2007; 409-416.
Aydın H, Özgen F. Uyku, Yapısı ve İşlevi. Türkiye Klinikleri Psikiyatri Dergisi 2001; 2(2): 16-22.
Aydın R, Kutlu Y. Hemşirelerde İş Doyumu Ve Kişilerarası Çatışma Eğilimi İle İlgili Değişkenler Ve İş
Doyumunun Çatışma Eğilimi İle Olan İlişkisini Belirleme. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik
Yüksekokulu Dergisi 2001; 5(2): 37-45.
Berger AM, Hobbs BB. Impact of Shift Work On The Health And Safety Of Nurses And Patients, Clin
Joncol Nurs 2006; 10(4): 465-71.
Bonnet MH, Arand DL. We are Chronically Sleep Deprived. Sleep, 1995; 18: 908-911.
Buyse DJ, Reynolds CF, Monk TH & et al. The Pittsburgh Sleep Quality İndex: A New Istrument for
Psychiatric Practice and Research. Psych Res 1989; 28: 193–213
Buyse DJ. Insomnia, Depression, And Aging. Assessing Sleep And Mood İnteractions’ In Older Adults.
Geriatrics 2004; 59(2): 47-51.
Carter PA, Clark AP. Assessing and Treating Sleep Problems In Family Caregivers Of Intensive Care Unit
Patients. Crit Care Nurse 2005; 25(1): 16-23.
Caruso CC, Lusk SL, Gillespie BW. Relationship of Work Schedules To Gastrointestinal Diagnoses,
Symptoms, And Medication Use In Auto Factory Workers. Am J Ind Med 2004; 46: 586–98.
Chan MF. Factors Associated With Perceived Sleep Quality Of Nurses Working On Rotating Shifts. J Clin
Nurs 2009;18(2):285-93.
Chung MH, Chang FM, Yang CC & et al. Sleep Quality and Morningness- Eveningness Of Shift Nurses. J
Clin Nurs 2009; 18(2): 279-284.
Çimete G. Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Mesleki Algısının İncelenmesi.
Hemşirelik Ebelik Dergisi 1996; 46: 17–20.
Clissold G, Smith P, Acutt B. The Impact Of Unwaged Domestic Work On The Duration And Timing of
Sleep Of Female Nurses Working Full-Time On Rotating 3-Shift Rosters. J Hum Ergol Tokyo 2001;
30(1–2): 345–349.
Çoban S, Yılmaz H, Ok G ve ark. Yoğun Bakım Hemşirelerinde Uyku Bozukluklarının Araştırılması, Türk
Yoğun Bakım Derneği Dergisi 2011; 9: 59-63.
Daurat A, Foret J. Sleep strategies of 12-Hour Shift Nurses With Emphasis On Night Sleep Episodes, Scand
Jwork Environ Health, 2004; 30(4): 299-305.
29
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
Demir-Zencirci A, Arslan S. Morning-Evening Type And Burnout Level As Factors Influencing Sleep
Quality Of Shift Nurses: A Questionnaire Study. Croat Med J 2011; 15, 52(4): 527-537.
Driver HS, Taylor SR. Exercise and Sleep. Sleep Med Rev 2000; 4: 387-402.
Edéll-Gustafsson UM. Sleep Quality And Responses To İnsufficient Sleep In Women Of Different Work
Shifts. J Clin Nurs 2002; 11: 280-288.
Edinger JD, Morey MC, Sullivan RJ & et al. Aerobic Fitness, Acute Exercise And Sleep İn Older Men.
Sleep 1993; 16: 351-359.
Ergüney S, Tan M, Sivrikaya S ve ark. Hemşirelerin Karşılaştıkları Mesleki Riskler. Atatürk Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2001; 4(1): 63-73.
Escriba V, Perez-Hoyos S, Bolumar F. Shift Work: Its İmpact On The Length And Sleep Among Nurses of
the Valencian Region on Spain. Int Arch Occup Environ Health 1992; 64: 125.
Evans JC, French DG. Sleep and Healing In Intensive Care Settings. Dimens Crit Care Nurs 1995; 14(4):
189-197.
Fesci H, Görgülü Ü. Uyku Sorunları ve Hemşirelik Yaklaşımı. Sendrom 2005; 17(2): 103-6.
Fischer FM, Teixeira LR, Borges FN & et al. How Nursing Staff Perceive The Duration And Quality Of
Sleep And Levels Of Alertness?. Cad Saude Publica 2002; 18: 1261–1269.
Gander PH, De Nguyen BE, Rosekind MR & et al. Age, Circadian Rhythms And Sleep Loss in Flight
Crews. Aviat Space Environ Med 1993; 64: 189-195.
Gold DR, Rogacz S, Bock N & et al. Rotating Shift Work, Sleep, And Accidents Related To Sleepiness In
Hospital Nurses. Am J Public Health 1992; 82(7): 1011-4.
Gordon NP, Clearly PD, Parker CC & et al. The Prevalence And Health Impact of Shift Work. Am J
Public Health 1986; 76(10): 1225-1228.
Karagözoğlu S, Bingöl N. Sleep Quality And Job Satisfaction of Turkish Nurses. Nurs Outlook 2008;
56(6): 298-307.
Khorshid L, Sarı D, Özkütük N. Nöbet Tutan Hemşirelerin Uyku Düzeni Bozuluyor mu? Ege Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 1999; 15(1): 13-28.
Köktürk O. Uykunun İzlenmesi (1) Normal Uyku. Tüberküloz ve Toraks Dergisi 1999; 47: 372-380.
Kunert K, King ML, Kolkhorst FW. Fatigue and Sleep Quality in Nurses. J Psychosoc Nurs Ment Health
Serv 2008; 45(8): 30-7.
Labyak S. Sleep and Circadian Shedule Disorders. Nurs Clin North Am 2002; 17: 599-610.
Lee KA. Self-Reported Sleep Disturbances İn Employed Women. Sleep 1992; 15(6): 193-198.
Lumley M, Roehrs T, Asker D & et al. Ethanol and Caffeine Effects On Daytime Sleepiness. Alertness
Sleep 1987; 10(4): 306-312.
Meiner SE, Lueckenotte AG. Sleep and Activity. In. Gerontologic Nursing. Ferebee L, Editor. 3rd ed. USA:
Elseiver; 2006. 106-120.
Muecke S. Integrative literature Reviews and Meta-Analyses, Effects Of Rotating Night Shifts: Literature
Review. J Adv Nurs 2005; 50(4): 433–439.
Ohida T, Takemura S, Nozaki N & et al. The influence Of Lifestyle And Night-Shift Work On Sleep
Problems Among Female Hospital Nurses in Japan, Nihon Koshu Eisei Zasshi 2001; 48(8): 595-603.
Olsson K, Kandolin I, Kauppinen-Toropainen K. Stress and coping strategies of three-shift workers. Le
Travail Human 1990; 53:213-226.
30
Hemşirelerde Uyku Sorunları ve Etkili Etmenler
Portela LF, Rotenberg L, Waissmann W. Self-Reported Health And Sleep Complaints Among Nursing
Personnel Working Under 12 H Night And Day Shifts. Chronobiol Int 2004; 21(6): 859-870.
Rocha MC, Martino MM. Stress And Sleep Quality Of Nurses Working Different Hospital. Rev ESC
Enferm USP 2010; 44(2): 280-286.
Rogers AE. Nursing Management Of Sleep Disorders: Part 1- Assessment. ANNA J 1997; 24(6): 666-671.
Saito Y, Sasaki T. How Japanese Hospital Nurses Take Naps Between A Day Shift A Night Shift When
They Work The Two Shifts Consecutively. Sangyo Eiseigaku Zasshi 1998; 40(3): 67-74.
SBTSH. Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Türkiye raporu, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğü Yay; 2010; 16-19, 52-53.
Shcao MF, Chou YC, Yeh MY & et al. Sleep Quality And Quality Of Life İn Female Shift Working Nurses.
J Adv Nurs 2010; 66(7): 1565-1572.
Sönmez S, Ursavaş A, Uzaslan E ve ark. Vardiyalı Çalışan Hemşirelerde Horlama, Uyku Bozuklukları Ve İş
Kazaları. Tur Toraks Der 2010; 11: 105-108.
Suzuki K, Ohida T, Kaneita Y & et al. Daytime Sleepiness, Sleep Habits And Occupational Accidents
Among Hospital Nurses. J Adv Nurs 2005; 52(4): 445-453.
Sveinsdόttir H. Self-Assessed Quality Of Sleep, Occupational Health, Working Environment, İllness
Experience And Job Satisfaction Of Female Nurses Working Different Combination Of Shifts. Scand J
Caring Sci 2006; 20: 229-37.
Üstün Y, Çınar-Yücel Ş. Hemşirelerin Uyku Kalitesinin İncelenmesi. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim
ve Sanatı Dergisi 2011; 4(1): 29-37.
Vardar SA. Egzersiz ve Uyku İlişkisi Tam Olarak Biliniyor Mu? Genel Tıp Dergisi 2005; 15(4): 173-177.
Walsh JK, Muehlback MJ, Humm TM & et al. Effect of Caffeine On Physiological Sleep Tendency And
Ability To Sustain Wakefulness At Night. Psychopharmacology 1990; 101(6): 271-273.
Yılmaz E, Özkan S. Bir İlçede Çalışan Hemşirelerin Sağlık Sorunları Ve Yaşam Alışkanlıklarının
Değerlendirilmesi. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 2006; 1(3): 81-99.
Youngstedt SD, O'Connor PJ, Crabbe JB & et al. The Influence Of Acute Exercise On Sleep Following
High Caffeine Intake. Physiol Behav 2000; 68: 563-570.
Youngstedt SD, Perlis ML, O'Brien PM & et al. No Association Of Sleep With Total Daily Physical
Activity In Normal Sleepers. Physiol Behav 2003; 78: 395-401.
Zverev YP, Misiri HE. Perceived Effects Of Rotating Shift Work On Nurses Sleep Quality And Duration.
Malawi Med J 2009; 21(1): 19-21.
31
Aylin FIŞKIN, Ayla BAYIK TEMEL, Jülide Gülizar YILDIRIM
Ek 1: Uyku Değerlendirme Formu (UDF) *
*Bölüm I: Uyku düzeni
1. Gece nöbetiniz yoksa genellikle saat kaçta yatarsınız? ....................
2. Genellikle sabah kaçta kalkarsınız? ..................................
3. Genellikle kaç dakikada uykuya dalarsınız? .......................
4. Genellikle saat kaçta uyursunuz (Uyanıkken yatakta geçirdiğiniz süre dışında)? ...................
*Bölüm II-III: Uyaranlar ve rahatlama davranışları
5. Uyumadan önce yatakta aşağıdaki etkinlikleri yapar mısınız?
1) Tv seyretme 2) Kitap, gazete vb okuma
3) Fatura ve ödemeleri hesaplama
6. Aşağıdaki çevresel etmenlerden herhangi birileri uykunuzu bozuyor mu?
1) Odanın ısısı (çok sıcak / çok soğuk)
2) Işık
3) Gürültü
7. Aşağıdaki duygulardan herhangi birileri uykunuzu bozuyor mu?
1) Huzursuzluk 2) Kaygılar
3) Diğer ………………
8. Haftada kaç kez 10-15 dakika süren egzersiz yaparsınız.
1) Hiç
2) 1-2 kez
3) 3-4 kez
4) 5 ve üstü
9. Egzersiz yapıyorsanız günün hangi saatinde yaparsınız?
1) Sabah
2) Öğleyin 3) Akşam üstü
4) Gece
10. Kafein içeren (kahve, çay, çikolata vs) yiyecek ve içecekleri günde kaç kez tüketirsiniz?
1) Hiç
2) 1-3 kez
3) 4-6 kez
4) 7-9 kez ve üstü
11. Kafeinli yiyecek ve içecekleri günün hangi saatlerinde tüketirsiniz?
1) Sabah 2) Öğleyin
3) Akşam üstü
4) Gece
5) Hiç
12. Günde kaç kez alkollü içecekler tüketirsiniz?
1) Hiç
2) 1-2 kez
3) 2-4 kez
4) 3 kez ve üstü
13. Alkollü içecekleri günün hangi saatinde tüketirsiniz?
1) Sabah
2) Öğleyin
3) Akşam üstü
4) Gece
5) Hiç
14. Günde kaç tane sigara içiyorsunuz?
1) Hiç
2) 1-10 adet
3) 11-20 adet
4) 1 paket ve üstü
15. Günün hangi saatlerinde sigara içiyorsunuz?
1) Sabah 2) Öğleyin
3) Akşam üstü
4) Gece
16. Sizi rahatlatan / sakinleştiren herhangi bir şeyi haftada kaç kez yapıyorsunuz?
1) Hiç
2) 1-2 kez
3) 3-4 kez
4) 5 kez ve üstü
17. Bu yaptığınız şeyler sizi ne derece sakinleştiriyor / rahatlatıyor?
1) Çok fazla
2) Çok
3) Biraz 4) Hiç
**Bölüm IV: Özdeğerlendirme
18. Genel olarak uyku kalitenizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
1) Çok iyi 2) İyi
3) Orta
4) Kötü 5) Çok kötü
19. Genel olarak sağlığınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
1) Çok iyi 2) İyi
3) Orta
4) Kötü 5) Çok kötü
20. Ne sıklıkla uyku ilacı vb kullanırsınız?
1) Her zaman
2) Ara sıra
3) Nadiren
4) Hiç
21. Uykunuzun kalitesini olumsuz etkilediğini düşündüğünüz işinizle ilgili yaşadığınız güçlükler var
mı? Varsa belirtiniz.
1) Çok fazla
2) Çok
3) Orta
4) Az
5) Hiç
………………………………………………………..
22. Gündüz ne sıklıkla kendinizi uykusuz hissedersiniz?
1) Her zaman
2) Ara sıra
3) Nadiren
4) Hiç
*Bölüm I, II ve III Carter PA, Clark AP. (2005). Assessing and treating sleep problems in family caregivers of
intensive care unit patients. Crit Care Nurse 25(1) s.21-22’den alındı. **Bölüm IV araştırmacılar tarafından
oluşturulmuştur.
32
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29(2):33-45, 2013
ÇOCUK HEMŞİRELERİNİN TIBBİ HATA YAPMA EĞİLİMLERİNİN İNCELENMESİ
A STUDY OF THE MALPRACTICE TRENDS IN PEDIATRIC NURSES
Araş.Gör. Ayşe ERSUN* Prof.Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL* Yard.Doç.Dr. Figen YARDIMCI*
Yard.Doç.Dr. Gonca MUSLU** Yard.Doç.Dr. Dilek BEYTUT***
*E.Ü.Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD.
**Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Fethiye Sağlık Yüksekokulu
***İzmir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
ÖZET
Amaç: Hasta güvenliği, sağlık bakım hizmetlerinin kişilere vereceği zararı önlemek amacıyla
sağlık kuruluşları ve bu kuruluşlardaki çalışanlar tarafından alınan önlemlerin tamamıdır. Bu
çalışmanın amacı, çocuk hemşirelerinin hata yapma eğilimlerini belirlemektir.
Yöntem: Araştırmanın evrenini, iki hastanede çalışan hemşireler oluşturmuştur. Evrenin
tümüne ulaşılması hedeflenmesine rağmen çalışmaya katılmayı kabul eden 123 hemşire (%80)
örneklemi oluşturmuştur. Çalışma kesitsel betimleyici tipte bir araştırma olup, veriler
15.03.2011-15.07.2011 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmada veriler; anket formu ve
Hemşirelikte Tıbbi Hataya Eğilim Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Hemşirelikte Tıbbi Hataya
Eğilim Ölçeği 5 boyut (ilaç ve transfüzyon uygulamaları, düşmeler, hastane enfeksiyonları,
hasta izlemi, iletişim ve malzeme güvenliği) ve 49 maddeden oluşmaktadır. Ölçekten alınan en
düşük puan 45, en yüksek puan 245’dir. Verilerin değerlendirmesinde yaygınlık ölçütleri, ikili
değişkenlerde student t testi, ikiden fazla değişkenlerde varyans analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan çocuk hemşirelerinin %61’inin tıbbi hata ile karşılaştığı
belirlenmiştir. Hemşirelerin %51.5’i hekimlerin, %48.5’i arkadaşlarının hatalarına şahit olduğu
ve en fazla yapılan tıbbi hata türünün (%57.8) ilaç hatası olduğunu belirtmiştir. Hemşirelerin
%27.7‘sinin daha önce ilaç hatası yaptığı, yapılan ilaç hatası türünün %67.8’inin yanlış doz ilaç
uygulaması olduğu saptanmıştır. Ölçek puan ortalaması 227.12±15.06 (Minimum 171,
maksimum 245) olarak belirlenmiştir. Çocuk hemşirelerinin çalıştığı birim ile tıbbi hata
eğilimleri toplam puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmuştur.
Hemşirelerin hiçbirisi olay bildirim formu doldurmamıştır.
Sonuç: Tıbbi hata bildirilerinin arttırılması ve hata oranlarının azaltılması için sağlık
personelinin bilinçlendirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Anahtar kelimeler: Tıbbi hata, hasta güvenliği, ilaç uygulama hatası
ABSTRACT
Objective: Patient safety refers to all measures taken by health institutions and medical crew in
order to prevent damage occurred during medical services. This study aims to investigate the
malpractice trends in pediatric nurses.
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU, Dilek BEYTUT
Methods: The study universe consisted of nurses in two hospital. While all the nurses were
targeted for participation, the study sample included only 123 nurses (80%) consented to
participate. The study was designed as a cross sectional descriptive study and the study data were
collected between 15.03.2011 and 15.07.2011 with a questionnaire form and ‘Malpractice Trend
Scale in Nursing’ which contains five subdimensions (medication and transfusion malpractices, fall
injuries, hospital infections, patient monitoring, communication and material safety) and 49 items.
The lowest score was noted to be 45 and the highest was reported to be 245. The data evaluation
was carried out with prevalence scales, student t test in binary variables and variance analysis in
multiple variables.
Results: 61% of the pediatric nurses participated in the study were found to experience medical
malpractices. It was further stated that 51.5% of the nurses witnessed malpractices of doctors while
48.5% of the participants reported malpractices committed by their colleagues. The most common
malpractice was noted to be medication errors (57.8%). The study results illustrated that 27.7% of
the nurses committed medication errors and the most common medication error was reported to
be administration of the wrong dose (67.8%). The average score of the scale was 227.12±15.06
(min. 171, max. 245). The study results suggested a statistically meaningful relation between the
units of pediatric nurses and total scores of malpractice trends. None of the nurses did not complete
the event submission form. To increasing reports of medical error and reduce error rates need to
raise awareness of health personnel.
Key words: Medical malpractice, patient safety, drug administration malpractise.
GİRİŞ
Hasta güvenliği, bugün dünya genelinde öncelikli konu haline gelmiş küresel bir
sağlık sorunudur (Chappy 2006). Sağlık bakım profesyonelleri tarafından baskı altında
verilen birçok karar ve yargı, klinik karar ya da uygulamalarda hataya, sonuç olarak
hastanın zarar görmesine yol açabilmektedir. Hastanın yaşadığı zarar ciddi
yaralanmalara, hastanede kalış süresinin uzamasına, sakatlığa hatta kişinin ölümüne
neden olabilmektedir. Bu nedenle son yıllarda sağlık bakımında insan hataları
çerçevesinde hasta güvenliği konularına dikkat giderek artmıştır (Sezgin 2007,
Thomas ve ark. 2000, Gökdoğan 2009).
Her yıl milyonlarca insan tıbbi hatalardan olumsuz etkilenmektedir. Örneğin 1999
yılında Tıp Enstitüsünün (Institute of Medicine-IOM) yayınladığı bir raporda Amerika
Birleşik Devletlerinde (ABD) her yıl 44.000-98.000 kişinin tıbbi hatalar nedeni ile
yaşamını kaybettiği belirtilmiştir (Instute of Medicine, 1999). Kanada Sağlık Bilgi
Enstitüsü bulgularına göre Ontario Hastanelerinde 1992 ve1997 yılları arasında
hastaneye kabul edilen hastaların %3.3-5.0’i tedavi sırasında tıbbi hatalara maruz
kalmıştır (Hunter&Brains 1999, Wanzel ve ark. 2004). Yapılan başka bir araştırmada
Almanya’da her yıl 100.000 tıbbi hatanın meydana geldiği ve bu hatalar sonucunda
25.000 kişinin öldüğü tespit edilmiştir (Özata&Altunkan 2010b). Ülkemizde de tıbbi
hataların boyutları tam olarak bilinmemekle beraber, dünya ülkeleri ile paralellik
gösterdiği düşünülmektedir. Tıbbi hatalarla ilgili şikâyetlerin ülkemizde değerlendirilme makamı Yüksek Sağlık Şurası olup, Şura’da 1931- 2004 yılları arasında yaklaşık
10 bin dosya görüşülmüş ve bunların yaklaşık yarısında sağlık personeli az veya çok
kusurlu bulunmuştur (Temel 2005).
34
Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Yapma Eğilimlerinin İncelenmesi
Hasta güvenliği, sağlık bakım hizmetlerinin kişilere vereceği zararı önlemek
amacıyla sağlık kuruluşları ve bu kuruluşlardaki çalışanlar tarafından alınan önlemlerin tamamıdır. Nitelikli sağlık hizmetinin birincil ve vazgeçilmez koşulunu oluşturmaktadır (Şen ve Sevil 2009, Zorlutuna 2008). Burada temel hedef; hizmet sunumu
sırasında hata oluşmasını engelleyecek, hatalar nedeniyle hastayı olası zararlardan
koruyacak, hata olasılığını ortadan kaldıracak bir sistemin kurulmasıdır (Güven 2007).
Hasta güvenliği, tüm sağlık ekip üyelerinde olduğu gibi temel hemşirelik
bakımının da unsurlardandır. Uluslar arası Hemşirelik Konseyi (International Council
of Nurses-ICN), hasta güvenliğinin arttırılması için profesyonel sağlık bakım
personelinin işe alınması, eğitimi ve meslekte tutulması, performanslarının
iyileştirilmesi, enfeksiyonla mücadele, ilaçların güvenli kullanımı, cihaz emniyeti,
sağlıklı klinik uygulamalar, sağlıklı bakım ortamı da dahil olmak üzere çevre güvenliği
ve risk yönetimi alanlarında geniş kapsamlı önlemler alınması, hasta güvenliği
üzerinde odaklanmış bilimsel bilgi ile bunun gelişmesine destek sağlayacak
altyapının ayrılmaz bir bütün halinde birleştirilmesi gerektiğine inanmaktadır
(Akbulut 1998, Özgirgin 1996). Hemşireler, bakımın her alanında hasta güvenliği ile iç
içedirler. Bu bağlamda hastaların ve diğer ilgililerin risk ve riskin azaltılması
konusunda bilgilendirilmesi, hasta güvenliğinin savunulması ve istenmeyen olayların
rapor edilmesi de hemşirenin görevleri arasındadır (Fişek 1989, Emiroğlu 1994). Riskin
erken aşamada tespit edilmesi hasta yaralanmalarının önlenmesinde son derece
önemlidir. Güven, dürüstlük, birlik, beraberlik ve hastalar ile sağlık bakım
sistemindeki hizmet sağlayıcılar arasında açık iletişim kurulmasına bağlıdır. Bu
nedenle hemşirelik hizmetlerindeki hasta güvenliği uygulamaları bakımın önemli bir
parçasını oluşturmaktadır (Kunst ve Lemmink 2000, Çırpı ve ark. 2009)
Dünya Sağlık Meslekleri Birliği (WHPA) belirttiğine göre ICN, hemşirelik
uygulamalarını, hasta güvenliği ve kaliteli sağlık hizmeti sunumunun anahtarı olarak
vurgulamaktadır (http://www.whpa.org/factptsafety.htm). Bu nedenle hemşirelik
hizmetleri, sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez bir parçası, hatta temel taşlarından biri
olarak kabul edilmektedir.
Tıbbi hatalar konusu tüm sağlık çalışanları için önemli bir konu olmakla birlikte,
hemşireler açısından daha büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü hemşireler hasta
bakımında doğrudan görev almakta ve yaptıkları yanlış uygulamalar hastanın
hayatını tehlikeye sokabilmektedir (Aiken ve ark. 2002). Yapılan araştırmalar
hemşirelik hizmetlerinin hasta güvenliği açısından ne kadar önemli olduğunu açıkça
ortaya koymaktadır. ABD’de yapılan bir çalışmada hemşirelerin doktor ve
eczacılardan kaynaklanan hataları, hastaya zarar vermeden önce %86 oranında
engelleyebildikleri tespit edilmiştir (http://www.whpa.org/factptsafety.htm). Aiken ve
arkadaşları (2002) tarafından yapılan bir başka çalışmada hasta ölümleri ile hemşirelik
uygulamaları arasında önemli bir ilişki olduğu belirlenmiştir (Aiken ve ark. 2002).
Özata ve Aslan’ın (2009) belirttiğine göre Maddox ve arkadaşları (2001) hasta
güvenliğini tehlikeye sokan ilaç hatalarının (yanlış doz, yanlış ilaç, yanlış yer)
genellikle hemşirelerle ilgili olduğunu saptamıştır (Özata ve Aslan, 2009).
35
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU, Dilek BEYTUT
Ülkemizde yapılan çalışmalar incelendiğinde benzer sonuçların yer aldığı göze
çarpmaktadır. Alparslan ve Erdemir (1997) tarafından yapılan çalışmaya göre pediatri
servislerinde çalışan hemşirelerin antibiyotiklerin sulandırılması ve uygulanmasında
yanlış uygulamalar yaptıkları ve tedavi sayısı arttıkça hatalı uygulama sayısının da
arttığı belirlenmiştir (Alparslan ve Erdemir 1997). Özkan ve ark. (2011) tarafından
yapılan çalışmaya göre, pediatri servislerinde çalışan hemşirelerin yaptıkları hataların
%40.3’ünün yanlış zaman ve %34.6’sının yanlış doz nedeniyle meydana geldiği
belirtilmiştir (Özkan ve ark.,2011).
Hemşirelerin çalışma şartlarının ağır olması, kritik hastalarla karşılaşılması,
yaşanılan yoğun stres, olumsuz çalışma şartları ve uyulması gereken prosedürlerin
çokluğu her zaman hata yapma olasılığını artırmaktadır. Ayrıca sağlık kuruluşlarında
hemşire sayısının yetersiz olması nedeniyle çoğu zaman hastalara yeterince zaman
ayrılamamakta ve hasta bakımı için yeterli özen gösterilememektedir. Bu durum
günlük rutin faaliyetlerinin tam olarak yapılamaması sonucunu getirmekte ve
hemşirelerin yoğun iş baskısı yaşamalarına yol açmaktadır. Yaşanan baskı ise hasta
güvenliğini olumsuz yönde etkilemektedir (Özata&Altunkan 2010b, Berlanda ve ark.
2008). Hasta güvenliği açısından hemşirelik hizmetlerinde en sık karşılaşılan hataların
başında; ilaç hataları, hastane enfeksiyonları, düşmeler, yetersiz izlem, iletişim sorunları ve malzeme kullanımına bağlı hataların geldiği belirtilmektedir (Oktay, 2000).
Tıbbi hataların önlenebilmesi için yapılması gereken en önemli uygulama,
hemşirelerin hangi tür hatalara karşı eğilimlerinin olduğunun saptanması ve bu
doğrultuda önlem alınmasıdır. Bu bağlamda kurumda görev yapan hemşirelerin
hangi konularda tıbbi hata yapmaya eğilimli olduklarının geçerli ve güvenilir bir
ölçüm aracı kullanarak belirlenmesi büyük bir önem taşımaktadır. Bu doğrultuda
araştırmanın amacı, çocuk hemşirelerinin ne tür hatalara eğilimlerinin olduğunu
belirlemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Araştırmanın evrenini, Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi (genel pediatri, nöroloji,
nefroloji, hematoloji, gastroenteroloji, immunoloji, genetik, enfeksiyon, kardiyoloji ve
solunum servisleri, çocuk yoğun bakım, yenidoğan yoğun bakım) Çocuk Cerrahisi
Kliniği (cerrahi servisi, yoğun bakım, yenidoğan yoğun bakım) ve Tülay Aktaş Onkoloji
Hastanesinde çalışan hemşireler (n=160) oluşturmuştur. Evrenin tümüne ulaşılması
hedeflenmesine rağmen çalışmaya katılmayı kabul eden 123 hemşire (%80)
örneklemi oluşturmuştur. Çalışma kesitsel betimleyici tipte bir araştırma olup, veriler
15.03.2011-15.07.2011 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için
Ege Üniversitesi Bilimsel Etik Kurulundan yazılı izin alınmıştır. Ayrıca araştırmanın
yapılacağı kurumlardan yazılı izin ve örnekleme alınan hemşirelerden sözel onam
alınmıştır.
Araştırmada veriler; anket formu ve Hemşirelikte Tıbbi Hataya Eğilim Ölçeği
kullanılarak toplanmıştır. Anket formu, araştırmacılar tarafından ilgili literatür ışığında
hazırlanmıştır. Bu formda sosyo-demografik özellikleri ve hemşirelerin meslekle ilgili
deneyimleri ile ilgili 17 soru bulunmaktadır.
36
Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Yapma Eğilimlerinin İncelenmesi
Hemşirelikte Tıbbi Hataya Eğilim Ölçeği; hasta bakımında doğrudan görev alan
hemşirelerin, tıbbi hata yapmaya eğilim düzeylerini ölçmek amacıyla Özata ve
Altunkan (2010b) tarafından geliştirilmiştir. Ölçek 5 boyut (ilaç ve transfüzyon
uygulamaları, düşmeler, hastane enfeksiyonları, iletişim, hasta izlemi ve malzeme
güvenliği) ve 49 maddeden oluşmuştur. Kırk dokuz maddenin, 5 boyutta açıkladığı
varyans, toplam varyansın %52.15’ini oluşturmaktadır. Geliştirilen ölçeğin Cronbach
Alpha iç tutarlılık katsayısı 0.95 dir. İlaç ve transfüzyon uygulamaları alt boyutu 18
madde, hastane enfeksiyonları alt boyutu 12 madde, hasta izlemi ve malzeme
güvenliği alt boyutu 9 madde, düşmeler alt boyutu 5 madde, iletişim alt boyutu 5
maddeden oluşmaktadır.
Hemşirelikte Tıbbi Hataya Eğilim Ölçeği’nin başında “Aşağıda tabloda yer alan
bilgilerden kendiniz için uygun olanı işaretleyiniz” ibaresi yer almaktadır. Katılımcı
maddeleri cevaplandırırken; “1- hiç, 2- çok nadir, 3- zaman zaman, 4-genellikle ve 5her zaman” şıklarından birini işaretleyerek cevap vermektedir. Değerlendirme
yapılırken her madde için verilen puan esas alınmaktadır. Alınan toplam puandaki
yükselme hemşirenin tıbbi hata yapmaya eğiliminin düşük olduğunu, puandaki
düşme ise hata yapmaya eğiliminin yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Ölçekten
alınan en düşük puan 45, en yüksek puan 245’dir (Özata&Altunkan 2010b).
Verilerin değerlendirmesi SPSS for Windows 11.5’ istatistiksel programı kullanılarak yapılmıştır. Verilerin değerlendirmesinde merkezi dağılım ölçütleri (ortalama,
sayı ve yüzde dağılımları, standart sapma, standart hata), ikili bağımsız gruplarda
student t testi, ikiden fazla bağımsız gruplarda varyans analizi kullanılmıştır.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Çalışmaya katılan hemşirelerin %91.1’i üniversite mezunu, yaş ortalaması
31.43±7.11, meslekte çalışma süresi ortalama 9.02±7.89 yıl, çocuk servisinde çalışma
süresi ortalama 7.15±7.28 yıl ve haftalık çalışma süresi ortalama 44.78±4.37 saat
olarak belirlenmiştir (Tablo 1).
Tablo 1: Çocuk Hemşirelerinin Sosyodemografik Özellikleri ve Mesleki Deneyimlerine Göre Dağılımı
Sosyo-demografik Özellikler
N
%
Yaş
22-27 yaş arası
28-33 yaş arası
34-39 yaş arası
40 yaş ve üzeri
45
43
19
16
36.6
35.0
15.4
13.0
Eğitim
Üniversite mezunu
Lisansüstü mezunu
112
11
91.1
8.9
Medeni durum
Evli
Bekar
66
57
53.7
46.3
37
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU, Dilek BEYTUT
Hemşire olarak çalışma yılı
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
16 yıl ve üstü
Çocuk Servisinde Çalışma Yılı
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
16 yıl ve üstü
Çalışılan Birim
Çocuk Cerrahisi
Çocuk Servisleri
Yoğun Bakım
Poliklinik
Haftalık çalışma süresi
40-45 saat
46-50 saat
51-55 saat
Toplam
61
23
21
18
49.6
18.7
17.1
14.7
78
18
13
18
63.4
14.6
10.6
14.7
12
50
41
20
9.8
40.6
33.3
16.3
50
61
12
40.6
49.6
9.8
123
100
Araştırma kapsamına alınan çocuk hemşirelerinin %61’inin tıbbi hata ile
karşılaştığı belirlenmiştir. Hemşirelerin %51.5’i hekimlerin, %48.5’i arkadaşlarının
hatalarına şahit olduğunu ve en fazla yapılan tıbbi hata türünün (%57.8) ilaç hatası
olduğunu belirtmiştir (Tablo 2).
Hemşirelerin %27.7‘sinin daha önce ilaç hatası yaptığı, yapılan ilaç hatası türünün
%67.8’inin yanlış doz ilaç uygulaması olduğu, %41.5’inin ilaç dozlarını tekrar
hesapladığı ve %47.4’inin ilaç hatasına yeni personel veya yetersiz deneyimin neden
olduğunu belirttiği saptanmıştır (Tablo 2, Şekil 1). Çalışmamızda çocuk hemşirelerinin
hiçbiri olay bildirim formu doldurmamıştır. Hemşireler hatalı uygulama bildirimlerini
ilk sırada %21.9 oranıyla başhemşirelere, %31.3 oranıyla sorumlu hemşirelere, %46.8
oranıyla klinik sorumlu doktoruna sözel olarak bildirdiklerini ifade etmişlerdir.
Tablo 2: Çocuk Hemşirelerinin Meslekte Tıbbi Hata İle İlgili Deneyimlerinin Dağılımı
Tıbbi hata ile ilgili deneyimler
Tıbbi hata ile karşılaşma durumu*
Evet
Hayır
Tıbbi hatayı yapan kişi
Hekim
Hemşire
Tıbbi hata türü*
İlaç hatası
Çeşitli nedenlerle gelişen enfeksiyon
Düşmeler
Hastanın yetersiz izlenmesinden kaynaklanan hatalar
İletişim eksikliğinden kaynaklanan hatalar
Yanlış ya da uygun olmayan malzeme kullanımı ve cihazlara bağlı hatalar
38
N
%
79
44
61.0
39.0
69
65
51.5
48.5
56
9
5
9
10
8
57.8
9.3
5.1
9.3
10.3
8.2
Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Yapma Eğilimlerinin İncelenmesi
Daha önce ilaç hatası yapma durumu
Evet
34
27.7
Hayır
89
72.3
Kişisel ihmal
24
11.5
Ağır çalışma koşulları
86
41.1
Yeni personel/yetersiz deneyim
99
47.4
Evet
72
58.5
Hayır
51
41.5
Toplam
123
100
İlaç hatalarının nedenleri
İlaç dozlarını tekrar hesaplama durumu
*Tıbbi hatayı yapan kişi ve hata türü sorusunda birden fazla şık işaretlendiği için n sayısı katlanmıştır.
%5.2
%4.0
%9.2
yanlış doz
yanlış yol
%13.8
yanlış ilaç
%67.8
yanlış zaman
yanlış hasta
Şekil 1: İlaç Hatası Türü
Çocuk hemşirelerinin tıbbi hata eğilimi ölçek toplam puan ortalamaları
incelendiğinde %2.4’ünün 171-195, %25.2’sinin 196-220, %72.4’ünün ise 221-245
puan arasında olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerinin yaş grupları, hemşire olarak
çalışma yılı, çocuk servisinde çalışma yılı ve haftalık çalışma saatlerine göre tıbbi hata
eğilimleri toplam puan ortalamaları arasında yapılan varyans analizinde istatistiksel
açıdan anlamlı bir fark elde edilmemiştir (p>0.05) (Tablo 3). Bununla birlikte, çocuk
hemşirelerinin çalıştığı birim ile tıbbi hata eğilimleri toplam puanları arasında
istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmuştur. Yapılan varyans analizi sonucunda
çocuk servislerinde (genel pediatri, nöroloji, nefroloji, hematoloji, gastroenteroloji,
ımmunoloji, genetik, enfeksiyon, kardiyoloji ve solunum servisleri) çalışan hemşirelerin tıbbi hata eğilimleri toplam puan ortalamalarının düşük olması nedeniyle tıbbi
hataya eğilimlerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05) (Tablo 3).
39
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU, Dilek BEYTUT
Tablo 3: Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Eğilimleri Toplam Puan Ortalamaları
Sosyodemografik özellikler
Ölçek toplam puan ortalaması
n
_
X
SS
İstatistiksel Değer
Yaş
22-27 yaş arası
28-33 yaş arası
34-39 yaş arası
40 ve üzeri
45
43
19
16
225.46
228.18
230.57
229.37
15.09
12.94
14.65
20.52
F:0.636
P:0.593
Hemşire Olarak Çalışma Yılı
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
16 yıl ve üstü
61
23
21
18
227.01
225.21
232.28
227.94
13.87
15.13
12.70
20.66
F:0.898
P:0.445
Çocuk Servisinde Çalışma Yılı
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
16 yıl ve üstü
61
23
21
18
225.42
231.44
231.69
232.00
15.65
13.30
13.75
13.68
F:1.676
P:0.176
Çalışılan Birim
Ç.Cerrahisi
Servis
Yoğun Bakım
Poliklinik
12
50
41
20
238.67
220.40
230.76
233.20
7.73
17.32
10.71
11.78
F:8.944
P:0.001
Haftalık Çalışma Süresi
40-45 saat
45-50 saat
51-55 saat
50
61
12
227.92
229.27
218.91
16.64
13.11
15.71
F: 2.435
P:0.092
Çocuk hemşirelerinin yaş grupları, hemşire olarak çalışma yılı ve çocuk servisinde
çalışma yılına göre tıbbi hata eğilimleri alt boyut puan ortalamaları arasında yapılan
varyans analizinde istatistiksel açıdan anlamlı bir fark elde edilmemiştir (p>0.05)
(Tablo 4). Bununla birlikte, çocuk hemşirelerinin çalıştığı birim ile tıbbi hata eğilimleri
alt boyut puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmuştur. Yapılan
varyans analizi sonucunda, serviste çalışan hemşirelerin tıbbi hata eğilimleri ilaç ve
transfüzyon uygulamaları, hastane enfeksiyonları, hasta izlemi ve malzeme güvenliği
ve düşmeler alt boyutları puan ortalamalarının düşük olması nedeniyle tıbbi hataya
eğilimlerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05) (Tablo 4).
Çocuk hemşirelerinin haftalık çalışma saatleri ile tıbbi hata eğilimleri hastane
enfeksiyonları ve düşmeler alt boyutları puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan
anlamlı bir fark yaratmıştır (p<0.05) (Tablo 4).
40
Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Yapma Eğilimlerinin İncelenmesi
TARTIŞMA
41
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU, Dilek BEYTUT
Araştırma kapsamına alınan çocuk hemşirelerinin %61’inin tıbbi hata ile
karşılaştığı, %48.5’i meslektaşlarının hatalarına tanıklık ettiği ve en fazla yapılan tıbbi
hata türünün (%57.8) ilaç hatası olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin %27.7‘sinin daha
önce ilaç hatası yaptığı belirlenmiştir. Hemşirelerin en çok yaptığı ilaç hatası türünün
%67.8 ile yanlış doz olduğu ve bunu %13.8 oranı ile yanlış yol, %9.1 oranı ile yanlış
ilaç izlemiştir.
Literatür incelendiğinde, hemşirelerin tıbbi hata ile karşılaşma oranları farklılık
göstermekle birlikte tıbbi hata türleri ve nedenleri birbirine benzerlik göstermektedir.
Özkan ve ark.’nın (2011) çalışmasına göre; tıbbi hata oranı %35.5 olarak belirlenmiştir.
Glaheb ve ark.’nın (2010) çalışmasına göre ise, hata oranı %27.6 olarak belirlenmiştir.
Özata ve Altunkan’ın (2010a) yaptığı çalışmada hemşirelerin tıbbi hata yapma oranı %
6.2 ve arkadaşlarının hatalarına şahit olma oranı ise %10.4 olarak belirlenmiştir. Mayo
ve Duncan’ın yaptıkları çalışmada 983 hemşirenin % 46.5’inin ilaç hatası yaptığı tespit
edilmiştir. Young ve ark. (2008) yaptıkları çalışmada ilaç hata oranı ise %28,2 olarak
saptanmış ve ilaç hata tipleri sırasıyla, %70,8 yanlış zaman, % 12,9 yanlış doz, % 11,1
doz atlaması, % 3,5 fazla doz ilaç verilmesi, %1,5 order edilmemiş ilaç verilmesi ve
%0,2 yanlış ilaç verilmesi şeklinde sıralanmıştır. Çırpı ve ark.’nın (2009) yaptığı bir
araştırmada hemşirelerin karşılaştıkları hatalar arasında ilk sırada %57.0 oranıyla ilaç
uygulama hatalarının olduğu saptanmıştır. Leape ve arkadaşlarının (1995) ilaç hatası
nedenlerini inceledikleri çalışmalarında, doz hatalarının, ilaç uygulama sıklığından
kaynaklanan hataların ve ilaçların veriliş yolları ile ilgili hataların ilk üç sırada yer aldığı
saptanmıştır. Madegovda ve ark.’nın (2007) yaptığı çalışmada ilaç hatalarının sırasıyla
yanlış doz (%16.7), ilaç (%10.0), zaman (%9.2), hasta (%7.5), sıklık (%1.7), solusyon
(%1.7), yol (%0.8) ile ilgili olduğu saptanmıştır.
Çalışmamızda çocuk hemşirelerinin hiçbiri olay bildirim formu doldurmamıştır.
Hemşireler hatalı uygulama bildirimlerini ilk %21.9 oranıyla başhemşirelere, %31.3
oranıyla sorumlu hemşirelere, %46.8 oranıyla klinik sorumlu doktoruna sözel olarak
yaptıklarını ifade etmişlerdir. Hataların bildirimlerinin yapılması önlemeye yönelik
uygulamaların başında gelmektedir. Özellikle bildirimler sırasında nedenlerin de ifade
edilmesi bunların ortadan kaldırılarak hataların tekrarlanmasını önlemek açısından
önemlidir. Hastaneler bazında yürütülen kalite çalışmaları kapsamında hatalı
uygulamaların bildirimlerine önemli derecede yer verilmektedir. Çocuk hemşireleri
hatalı uygulamalarının bildirimlerini başhemşire ya da klinik sorumlusu ya da hekime
sözlü olarak yapmıştır. Kurumlarda yazılı bildirim yapılmadığı belirlenmiştir. Bu sonuç,
ülkemizde sağlık kuruluşlarında hasta güvenliği kültürü olmaması ve hata yapılması
durumunda ceza sisteminin işletilmesi nedeniyle, çalışanların yaptıkları hataları
bildirme konusunda (disiplin işlemleri, davalar ve ceza alma, dışlanma, kariyerinin
olumsuz etkilenmesi vb. gibi nedenlerle) istekli davranmamaları ile açıklanabilir
(Hughes ve Ortiz 2005; Özata ve Altınkan 2010a).
Çocuk hemşirelerinin %47.4’ünün haftalık çalışma saatlerinin tıbbi hata eğilimi
puanlarını etkilemediği belirlenmiştir (Tablo 2). Oysa, Özata ve Altunkan’nın (2010a)
yaptığı çalışmaya göre, tıbbi hata nedenlerinin başında ise; iş yükünün fazla olması,
çalışan hemşire sayısının az olması, hemşirelere görev dışı işlerin yüklenmesi, stres ve
42
Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Yapma Eğilimlerinin İncelenmesi
yorgunluk gelmektedir. Aştı ve Kıvanç (2003) hemşirelerin %23,3’ünün çalışma
saatlerinin fazla olmasını, % 16’sının ise hemşire sayısının yetersizliğini ve yorgunluğu
hata sebebi olarak gösterdiklerini belirlemiştir. Eşer ve ark.nın (2007) hemşirelerin ilaç
hatası yapmalarına yol açabilecek etkenlerin saptanmasına yönelik yaptıkları
çalışmalarında hemşirelerin, % 69’u çalışma saatleri içinde kendilerini bazen, %27.4’ı
çoğunlukla yorgun, % 62.7’si bazen stresli hissettiğini ifade etmişlerdir. Blegen ve
ark.nın (1998) yaptıkları çalışmada servislerde hasta sayısının fazlalılığı ile ilaç hataları
ve hasta düşmeleri arasında doğru orantı olduğu belirlenmiştir. Ayrıca Chang ve Mark
(2009) servislerde çalışan hemşire sayısının artması ile ilaç hatalarının azaldığını
belirlemiştir. Göktaş (2007) ise günlük çalışma süresi 12 saati aşan hemşirelerin daha
fazla olumsuz olayla karşı karşıya kaldığını tespit etmiştir.
Çalışmamızda, servislerde çalışan hemşirelerin tıbbi hataya eğilimlerinin daha
fazla olduğu saptanmıştır (p<0.05). Ayrıca serviste çalışan hemşirelerin tıbbi hata
eğilimleri ilaç ve transfüzyon uygulamaları, hastane enfeksiyonları, hasta izlemi ve
malzeme güvenliği ve düşmeler alt boyutları puan ortalamalarının düşük olması
nedeniyle tıbbi hataya eğilimlerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05) (Tablo
4). Özkan ve ark. (2011) tarafından yapılan çalışmaya göre, pediatri hemşirelerinin
çalıştıkları kliniklerde hatayı meydana getiren faktörlerin başında iş çevresinin yer
aldığı belirtilmiştir. Bu sonuçlar; servislerde dışsal uyaranların fazlalılığı çocuk
hemşirelerinin tıbbi hataya eğilimini arttırdığını düşündürmektedir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Sağlık hizmetinin sunulduğu hastanelerde değişik oran ve türde tıbbi hata
meydana gelmektedir. Tıbbi hataların yok edilmesi veya en aza indirgenmesi için;
hizmet içi eğitimlerde ilaç uygulamaları ve güvenli iletişim konularına önemle yer
verilmesi, hatayı rapor etme konusunda cesaretlendirilmesi, yeterli hemşire istihdamı,
çalışma saatlerinde düzenleme ve konularında uzmanlaşmış hemşirelerin görevlendirilmesi faydalı olacaktır.
KAYNAKLAR
Aiken L, Clarke S, Sloane D. Sochalski J. & Silber J. “Hospital Nurse Staffing And Patient Mortality,
Nurse Burnout, And Job Dissatisfaction”. JAMA 2002; (288):1987–1993.
Akbulut T, Coşkun N, Abbasoğlu A. İşyeri Hekimliği Ders Notları. Ankara: Türk Tabipler Birliği Yayını;
1998.
Alparslan Ö, Erdemir F. Pediatri Servislerinde Kullanılan Antibiyotiklerin Sulandırılması, Saklanması ve
Hastaya Verilmesi Konusunda Hemşirelerin Bilgi ve Uygulamalarının Belirlenmesi. Cumhuriyet
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 1997; 1(1):41-52.
Aştı T, Kıvanç M. Ağız Yolu ile İlaç Verilmesine İlişkin Hemşirelerin Bilgi ve Uygulamaları. Atatürk
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2003;6(3):14-19
Berlanda A, Natvig GK & Gundersen D. “Patient Safety And Job-Related Stress: A Focus Group Study”.
Intensive and Critical Care Nursing 2008; (24): 90–97.
Blegen MA, Goode CJ, Reed L. Nursing Staffing and Patient Outcomes, Nursing Research 1998;47(1):
43-50.
43
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU, Dilek BEYTUT
Chang KY, Mark B. Antecedents of Severe and Nonsevere Medication Errors. Journal Of Nursing
Scholarship 2009;41(1):70-78.
Chappy S. Perioperative Patient Safety: A Multisite Qualitative Analysis. AORN Journal 2006; Vol. 83,
Issue 4, April 871-897.
Çırpı F, Merih Y, Kocabey M. Hasta Güvenliğine Yönelik Hemşirelik Uygulamalarının ve Hemşirelerin Bu
Konudaki Görüşlerinin Belirlenmesi. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi 2009;
Cilt:2,Sayı:3.
Emiroğlu, N. İş Sağlığı Hemşireliği. Türk Hemşireler Dergisi 1994; Cilt 44( 6): 35-38.
Eşer İ, Khorshid L, Türk G, Toros F. Hemşirelerin İlaç Hatası Yapmalarına Yol Açabilecek Etkenlerin
Saptanması. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 2007; 23(2): 81-91.
Fişek, A. “TTB İşçi Sağlığı Etkinlikleri”,Türk Tabipleri Birliği Haber Bülteni 1989; Sayı 17, sayfa 12-14.
Ghaleb MA, Barber N, Franklin BD, Wong IC. The Incidence and nature of prescribing and Medication
Administration Errors in Pediatric Inpatients. Arch Dis Child 2010;95(2):113-118.
Gökdoğan F, Yorgun S, Yapıcı M, Yıldırım Y, Özdener S, Mısırlıoğlu N, Şentürk E. Sağlık Hizmetlerinde
Hasta Güvenliği ve Hemşireler. İçinde. Uluslararası Sağlıkta Performans ve Kalite Kongresi Bildiriler
Kitabı Cilt:2 (Antalya). Kırılmaz E, Editör. Ankara: 2009.
Göktaş S. Bir Kamu Hastanesinde Hemşire İstihdamının Hasta Güveliğine Etkisi. Yüksek Lisans Tezi.
İstanbul: Haliç Üniversitesi Hemşirelik Anabilim Dalı. Sağlık Bilimler Enstitüsü; 2007.
Güven R. Dezenfeksiyon ve Sterilizasyon Uygulamalarında Hasta Güvenliği Kavramı. 5. Ulusal
Sterilizasyon Dezenfeksiyon Kongresi Bildirileri. 4-8 Nisan, Antalya 2007.
Hughes RG, Ortiz E. Medication Errors: why They Happen and HowTthey can be Prevented. Amer J Nurs
2005; 105(3): 14-20.
Hunter D, Bains N. Rates Of Adverse Events Among Hospital Admissions And Day Surgeries In Ontario
From 1992 To 1997. Canadian Medical Association Journal. 1999; 160(11): pp. 1585-1596.
Institute of Medicine (IOM), Quality & Patient Safety http://www.ahrq.gov/qual/errback.htm Erişim Tarihi:
14.10.2010.
Kunst, P. ve Lemmink, J. “Quality Management And Business Performance In Hospitals”, A Search For
Success Parameters. Total Quality Management 2000; Vol.11(8).
Leape LL, Bates DW, Cullen DJ, Cooper J, et all. System Analysis of Advers Drug Events. JAMA 1995;
274(1);35-43.
Madegowda B, Hill PD, Anderson MA. Medication Errors in a Rural Hospital. MEDSURG Nursing 2007;
16(3).
Mayo AM, Duncan D. Nurse Perceptions of Medication Errors: What We Need to Know for Patient
Safety. Journal of Nursing Care Quality 2004; 19:pp. 209-217.
Oktay C. Acil Serviste Hasta Memnuniyeti. Aktüel Tıp Dergisi 2000; 5(9):54.
Özata M, Altunkan H. Hastanelerde tıbbi hata görülme sıklıkları, tıbbi Hata Türleri ve Tıbbi Hata
Nedenlerinin Belirlenmesi: Konya örneği. Tıp Araştırmaları Dergisi 2010a; 8(2) :100 -111.
Özata M, Altunkan H. Hemşirelikte Tıbbi Hataya Eğilim Ölçeğinin Geliştirilmesi, Geçerlilik ve Güvenilirlik
Analizinin Yapılması. II. Uluslararası Sağlıkta Performans ve Kalite Kongresi Bildiriler Kitabı. Ankara:
2010b.
44
Çocuk Hemşirelerinin Tıbbi Hata Yapma Eğilimlerinin İncelenmesi
Özata M, Aslan Ş. The Effect of Nursing and Midwifery Students to Patient Safety. İçinde. Uluslar arası
Sağlıkta Performans ve Kalite Kongresi, Bildiriler Kitabı. Kırılmaz H, Editör. Ankara: 2009.
Özgirgin, K. Hastane Yönetiminde Kalite Uygulamaları ve Toplam Kalite Yönetimine Geçiş Projesi,
5.Ulusal Kalite Kongresi Özgeçmişler ve Tebliğler 3, Kalder, İstanbul: 1996.
Özkan S, Kocaman G, Öztürk C, Seren Ş. Frequency of Pediatric Medication Administration Errors and
Contributing Factors, J Nurs Care Qual 2011 Apr-Jun;26(2):136-43.
Patient Safety, World Health Professions Alliance Fact Sheet http://www.whpa.org/factptsafety.htm. Erişim
Tarihi: 25.10.2010
Sezgin B. Kalite Belgesi Alan Hastanelerde Çalışma Ortamı ve Hemşirelik Uygulamalarının Hasta Ve
Hemşire Güvenliği Açısından Değerlendirilmesi. Hemşirelikte Yönetim Anabilim Dalı Yüksek lisans
Tezi. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; İstanbul: 2007.
Şen S, Er S, Sevil Ü. Hasta güvenliği ve tıbbi hatalar. Uluslar arası sağlıkta performans ve kalite kongresi,
Bildiriler kitabı, Cilt 2, 19-21 Mart 2009, Antalya, Ed Harun Kırılmaz, Ankara 2009.
Temel M. Sağlık Personelini İlgilendiren Önemli Bir Konu: Malpraktis, Hemşirelik Forum Dergisi 2005;
84-90.
Thomas EJ, Studdert DM, Burstin HR, Orav EJ, Zeena T, Williams EJ, Mason Howard K, Weiler PC,
Brennan TA. Incidence and Types of Adverse Events and Negligent Care in Utah and Colorado.
Medical Care 2000; 38: 261–271.
Wanzel KR, Jamieson CG, et al. Complications On A General Surgery Service: Incidence And Reporting,
Canadian Journal of Surgery 2004; 3(2): 113-117.
Young HM, Gray SL, McCormick WC , Sikma SK, Reinhard S, Trippett LJ, Christlieb C, Allen T,Types,
Prevalence, and Potential Clinical Significance of Medication Administration Errors in Assisted Living.
J Am Geriatr Soc 2008; 56(7): 1199–1205
Zorlutuna Y (2008) Sağlık Kurumlarında Hasta Güvenliği. http//www.saglikyönetimi kongresi.org/online
WebEditor/userfiles/SYK_Sunumlar/YZ-SKHG.pdf. Erişim Tarihi: 23.08.2010.
45
Ayşe ERSUN, Zümrüt BAŞBAKKAL, Figen YARDIMCI, Gonca MUSLU, Dilek BEYTUT
46
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29 (2): 47-60, 2013
PROSTAT CERRAHİSİ GEÇİREN BİREYLERİN TABURCULUK SONRASI ERKEN
DÖNEMDE GÜNLÜK YAŞAM AKTİVİTELERİNİN ETKİLENME VE KOMPLİKASYON
GELİŞME DURUMU
EARLY PERIOD COMPLICATION DEVELOPMENT STATUS AND
IMPRESSION OF DAILY LIFE ACTIVITIES AFTER DISCHARGE OF
INDIVIDUALS SUFFERING FROM PROSTATE SURGERY
Araş.Gör.Dr. Züleyha ÖZCAN*
Doç.Dr. Nuran GÜLER**
*Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD.
**Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Toplum Sağlığı Hemş. AD.
ÖZET
Amaç: Araştırma prostat cerrahisi geçiren bireylerin taburculuk sonrası erken dönemde
günlük yaşam aktivitelerinin etkilenme düzeylerinin ve komplikasyon gelişme durumunu
belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapıldı.
Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri
Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Sivas Numune Hastanesi ve Sosyal Sigortalar Kurumu
Hastanesi Üroloji Servislerinde, Ağustos-2003 ile Ekim-2003 tarihleri arasında prostat ameliyatı
geçiren 99 birey oluşturdu.
Araştırmanın yürütülebilmesi için gerekli olan veriler “Hasta Tanıtım Formu”, “Barthel
Günlük Yaşam Aktiviteleri İndeksi“, “Prostat Cerrahisi Sonrası Evde Gelişebilecek
Komplikasyonlar Formu“ ve “Günlük Yaşam Aktivitelerini Karşılama Durumu” ile ilgili soru
formu kullanılarak toplandı.
Elde edilen veriler bilgisayar ortamında yüzdelik hesapları ve kruskal – wallis testleri
kullanılarak değerlendirildi. Barthel Günlük Yaşam Aktiviteleri indeksi prostat cerrahisine bağlı
bireylerin günlük yaşamlarındaki bağımsızlık etkilenme düzeylerini belirlemek üzere
kullanılmış ve 100 puan üzerinden değerlendirildi.
Bulgular ve Sonuç: Taburculuk sonrasında bireylerin günlük yaşam aktivitelerinde daha
çok banyo ve üriner boşaltım ile ilgili sorunlar yaşadıkları, çoğunluğunun eşleri ve çocukları ile
olan ilişkilerinin etkilendiği, evde bireylerin büyük çoğunluğunun ağrı yaşadığı, ameliyattan
sonra kabızlık problemlerinin arttığı, bireylerin çoğunluğunun ameliyattan sonra cinsel
yaşamlarının etkilenmeyeceğini düşündükleri, çoğunluğunun uyku sürelerinin azaldığı ve
beden imajlarının olumsuz etkilendiği belirlendi.
Elde edilen sonuçlar doğrultusunda prostat cerrahisi geçirecek bireylere cerrahi işlemin yan
etkileri, günlük yaşam aktivitelerinde ve evde yaşayacakları sorunlara yönelik hemşireler
tarafından taburculuk eğitimlerinin verilmesi ve ev ziyaretleri ile taburculuk sonrası yaşadıkları
sorunlara yönelik planlamaların yapılması önerildi.
Anahtar Kelimeler: Prostat, bening prostat hiperplazisi, taburculuk, günlük yaşam
aktiviteleri, evde bakım, hemşirelik.
Züleyha ÖZCAN, Nuran GÜLER
ABSTARCT
Objective: This research is made descriptively to observe the early postoperative effects
ofprostate surgery on the activities of daily life and the development of complications.
Methods: The universe of the research consists of 99 individuals who had prostate surgery
between August 2003 and September 2003 in Urology services of Cumhuriyet University Health
Care Practice and Research Hospital, Sivas Numune Hospital and Social Insurance Hospitals.
The data required to conduct the study is collected with "Patient Identification Form", "Barthel
Activities of Daily Life Index”, “Complications Form Which Can Occur At Home After Prostate
Surgery” and " Question Form Related With Adequacy Of Daily Life Activities".
The data obtained was calculated with computer by using percentage calculations and
Kruskal- Wallis tests. Barthel index is used to determine the levels of independence of individuals in
their daily lifes due to prostate surgery and is evaluated over 100 points.
Results and Conclusion: People experienced urinary and bathing problems, pain, frequent
urination, sleeplessness and constipation after discharge. Their partner and child relations were
effected after prostate surgery, most people experienced pain and constipation problems after
surgery, most of the people thought that their sexual life wouldn't be effected because of the
surgery, most of the people sleeped less and many peoples’ body image was effected negatively.
According to the data obtained it is suggested to give nursing educations at discharge about
the side effects of the prostate surgery, the effects to the daily life activities, the complications which
can occur at home and by making home visits to plan appropriate interventions for the problems
the patients can experience at home.
Key Words: Prostate, benign prostatic hyperplasia, dicharge, daily life activities, home care,
nursing.
GİRİŞ
Bening Prostat Hiperplazisi (BPH); yaşlanma süreci ile görülme oranı artan ve
prostat epitelyal hücrelerin sayısının nedeni bilinmeyen yaşlılık sürecindeki hormonal
değişikliklere bağlı olduğu düşünülen artışı ile karekterize bir sağlık sorunudur.
Literatürde dünyada 40 yaş altındaki bireylerin %8'inde ve 80 yaş üzerindeki
bireylerin %90'ında BPH ve buna bağlı sorunlar görüldüğü bildirilmektedir (Gass
2002, Kring 2003, Lewis 2002, Truman 1999, Willis 1992). BPH yaşamı tehdit eden bir
durum olmamakla birlikte, sık idrar yapma gereksiniminin günlük yaşam aktivitelerini
kısıtlaması, uyku ve dinlenmeyi engellemesi nedeni ile yaşam kalitesini olumsuz
etkileyen önemli bir sağlık sorunudur (Bishop 2003).
BPH'de prostatın büyüklüğünden çok, yarattığı tıkanıklık ile doğru orantılı olarak
bireylerin yaşadığı sorunların şiddeti de artmaktadır. Genellikle en sık karşılaşılan
problem idrar miktarında ve idrar yapma hızında görülen azalmadır. Bu belirtileri
takiben idrar yaparken ağrı, idrar yapma süresinde uzama, idrardan sonra damlama,
günlük idrar yapma sayısında artış, gece idrar yapma gereksinimi, acil ve ağrılı idrar
yapma isteği, kanlı idrar yapma, taşma inkontinansı, idrar retansiyonu ve buna bağlı
sık tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonları görülebilmektedir (Bishop 2003, Kivinemi
1999, Lewis 2002, Willis 1992). BPH'nin, medikal ve cerrahi tedavi gibi birçok farklı
48
Prostat Cerrahisi Geçiren Bireylerin Taburculuk Sonrası Erken Dönemde Günlük Yaşam…
tedavi seçeneği vardır. Bireylere tıkanıklığın şiddetine ve prostatın büyüklüğüne göre
açık ya da kapalı cerrahi işlem uygulanmaktadır (Lewis 2002, Miranda 2001,
Warmkessel 1999, Warmkesse 2002).
Prostat cerrahisi geçiren bireyler, günlük yaşam aktivitelerinde bağımlı olarak ve
üriner boşaltım problemleri ile taburcu olmaktadırlar. Ayrıca kollojen sentezi
tamamlanmadığı için yara yeri iyileşmesi açısından riskli olan yedi ile on ikinci günleri
sağlık ekibinden uzak ve yetersiz destek ile geçiren bireylerin kanama, yara
enfeksiyonu ve yara açılması gibi istenmeyen komplikasyonlar ile tekrar sağlık
kuruluşlarına başvurmak zorunda kaldıkları belirlenmiştir. Ameliyat sonrasındaki ilk
haftalarda gelişen üriner boşaltım ile ilgili sorunlar da bireylerin sıkıntı yaşamasına
neden olmaktadır (Castle 2000, Goldrick 1993, Thatchery 1996, Zink 1994).
Prostat cerrahisi sonrası komplikasyon gelişiminin önlenmesi ve gelişen
komplikasyonların erken dönemde fark edilebilmesi için hemşireler tarafından
hastalar dikkatle izlenmelidir. Bunun için hemşirelerin ağrı, kanama, aldığı - çıkardığı
sıvı takibinin yapılması, enfeksiyon belirtilerinin gözlenmesi, mesane spazmlarında
ağrı ile baş etme yöntemlerinin geliştirilmesi, idrar kaçırma sorunu ile yaşamayı
sürdürmeye yönelik kateter bakımı ya da ped kullanımı gibi girişimlerin planlanması,
aseptik mesane irrigasyonları ile düzenli idrar boşaltımının sürdürülmesi, solunum,
öksürük, sfınkter ve ekstremite egzersizlerinin yaptırılması, kabızlığın önlenmesi için
gerekli diyet düzenlemelerinin yapılması gerekmektedir (Gray 1999, Kiwiniemi 1999,
Keetch 1998, Vasseur 1998, Weawer 2001). Fillon'un (2000) çalışmasında da prostat
cerrahisi sonrası bireylerin günlük yaşam aktivitelerine dönmek için acele ettikleri,
sonuçta da diğer cerrahi işlemlere göre daha yüksek oranda taburculuk sonrası
komplikasyon yaşadıkları belirlenmiştir. Yapılan çalışmalarda, prostat cerrahisi
sonrasındaki olayların stres yaratıcı olduğu ve ameliyat olan bireyler ile eşlerinin
yaşam kalitesini olumsuz etkilediği belirlenmiştir. Bireylerin yaşadıkları sorunlara
yönelik sağlık ekibinden destek almak yerine sessiz kalmayı tercih ettikleri için
özellikle cerrahi işlemden sonraki ilk üç ayı, hem sahip oldukları yetersiz bilgi, hem de
yetersiz sağlık ekibi desteği nedeni ile zor geçirdikleri ve en sıkıntılı dönem olarak
tanımladıkları belirlenmiştir (Moore 1999, Pateman 2000).
Hastaların taburculuk sonrasında evde bakımının planlanmasından sorumlu olan
sağlık ekibinin merkezinde hemşireler yer almaktadır. Bu nedenle taburculuk
eğitimini etkin bir şekilde vermek, bireylerin evde yaşayacakları süreci yakından
izlemek, bireylerin komplikasyon gelişmeden normal yaşamlarına dönmelerini
sağlamak, günlük yaşam aktivitelerinin etkilenme düzeyini belirlemek ve bunlara
yönelik müdahaleleri geliştirmek hemşirelerin görevidir. Böylece prostat cerrahisi
sonrası, bireylerin en kısa zamanda günlük yaşam aktivitelerine dönmeleri
sağlanabilir (Keetch 1998, Postacıoğlu 1985, Warmkessel 2002, Willis 1992). Prostat
cerrahisi sonrası günlük yaşam aktivitelerinin en az düzeyde etkilenmesi için
taburculuk planında, hastalara ağrı, mesane spazmı, aktiviteler, diyet, kabızlık, araba
kullanımı, üriner kontrolün aşamaları, cilt bakımı, idrar kateterinin bakımı,
komplikasyonlar ve cinsel yaşam ile ilgili kapsamlı bir eğitiminin verilmesi
49
Züleyha ÖZCAN, Nuran GÜLER
gerekmektedir (Keetch 1997, Kring 2003, Lewis 2002, Moore 1999, Vasseur 1998,
Warmkessel 2002, Willis 1992).
Amaç:
Bu araştırma prostat cerrahisi geçiren bireylerin taburculuk sonrası erken
dönemde günlük yaşam aktivitelerinin etkilenme düzeyini ve komplikasyon gelişme
durumunu belirlemek üzere tanımlayıcı olarak planlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Araştırma Türkiye-Sivas ilindeki üç farklı hastanenin üroloji servislerinde
yapılmıştır. Araştırmanın evrenini üroloji servislerinde Ağustos-Ekim 2003 tarihleri
arasında prostat ameliyatı geçiren bireyler oluşturdu. Araştırmanın örneklemini
belirlenen hastanelerin Üroloji Servislerinde Ağustos-Ekim 2003 tarihleri arasında
prostat ameliyatı olmak üzere yatan ve araştırma kriterlerine uygun özellikleri taşıyan
99 hasta oluşturdu.
Araştırma kapsamına belirlenen hastanelerde BPH ve prostat kanseri nedeni ile
açık yada endoskopik prostat cerrahisi geçirerek evlerine taburcu olmuş, Sivas
merkezinde oturan, duyu kaybı ve algılama sorunu olmayan araştırmaya katılmayı
kabul eden hastalar alındı.
Araştırmanın yürütülebilmesi için gerekli olan veriler dört ayrı form kullanılarak
toplanmıştır. "Hasta Tanıtım Formu" bireylere taburcu olacakları gün, “Barthel Günlük
Yaşam Aktiviteleri İndeksi”, “Prostat Cerrahisi Sonrası Evde Gelişebilecek
Komplikasyonlar Formu” ve “Günlük Yaşam Aktivitelerini Karşılama Durumu ile ilgili
Soru Formları” 7 ile 10 günler arasında bireylerin evlerine yapılan ziyaretler sırasında
hastalar ile tek tek görüşülerek araştırmacı tarafından uygulandı.
17 sorudan oluşan Hasta Tanıtım Formunda hastaların sosyo-demografik
özellikleri ve hastalığa ve taburculuk koşullarına ilişkin sorular yer aldı.
1965 yılında Barthel ve Mahoney tarafından geliştirilen Barthel indeksi ile on
günlük yaşam aktivitesi 100 puan üzerinden değerlendirildi.
Bireylerin prostat cerrahisi sonrası evde karşılaşabilecekleri komplikasyonları
belirlemek amacı ile hazırlanmış olan “Evde Gelişebilecek Komplikasyonlar Formu” ile
13 farklı komplikasyon değerlendirildi.
Prostat Cerrahisi Sonrası “Günlük Yaşam Aktivitelerini Karşılama Durumu ile ilgili
Soru Formu” ile bireylerin taburculuk sonrası erken dönemde evde günlük yaşam
aktivitelerinin etkilenme durumu on iki günlük yaşam aktivitesine yönelik 40 soru ile
incelendi.
Oluşturulan formların geçerliliğini belirlemek üzere 20 hastaya ön uygulama
yapıldı ve sonuçlar değerlendirilerek gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra
uygulamaya geçildi.
Araştırmanın uygulanabilmesi için Hemşirelik Yüksekokulu Etik kurulundan ve
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Sivas
50
Prostat Cerrahisi Geçiren Bireylerin Taburculuk Sonrası Erken Dönemde Günlük Yaşam…
Numune Hastanesi ve Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi başhekimliklerinden ve
gerekli etik izinler alındı.
Edilen veriler bilgisayar ortamında yüzdelik hesapları ve kruskal - wallis testleri
kullanılarak değerlendirildi. Prostat cerrahisine bağlı bireylerin günlük yaşamlarındaki
bağımsızlık etkilenme düzeylerini belirlemek üzere kullanılan Barthel indeksi ile elde
edilen veriler 100 puan üzerinden değerlendirildi.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin tanımlayıcı özellikleri incelendiğinde bireylerin
%43,4'ünün 61-70 yaş arasında, %24,2'sinin 71 yaş ve üstünde, %54,4'ünün ilkokul
mezunu, %38,4'ünün emekli, %23,2'sinin ise çiftçi olduğu belirlendi. Bireylerin
%75,8'inin evli olduğu ve %59,6' sının geniş ailede yaşadığı, 14,1 'inin eşleri ile,
%26,2'sinin eş ve çocukları ile, %26,2'sinin eş, çocukları, gelinleri ve torunları ile
birlikte yaşadığı belirlendi. Bireylerin %67,7’sinin evde bakımından eşlerinin sorumlu
olduğu, %45,5'nin sigortalı, %35,4'ünün emekli sandığına bağlı, %1 9,2'sinin yeşil
kartlı olduğu belirlendi (Tablo 1).
Tablo 1: Bireylerin Tanımlayıcı Özellikleri
BİREYLERİN TANIMLAYICI ÖZELLİKLERİ
Yaş Grupları
sayı
%
60 yaş altı
32
32,3
61 - 70 yaş
43
43,4
71 yaş ve üstü
24
24,2
Eğitim Durumu
sayı
%
Okuryazar
27
27,3
İlkokul Mezunu
54
54,5
Ortaokul ve üstü
18
18,2
Meslek
sayı
%
Emekli
38
38,4
Çiftçi
23
23,2
Serbest Meslek
14
14,1
Memur
12
12,1
İşçi
12
12,1
Medeni Durum
Evli
Dul
Aile Tipi
sayı
%
75
75,8
24
24,2
sayı
%
Çekirdek Aile
40
40,4
Geniş Aile
59
59,6
51
Züleyha ÖZCAN, Nuran GÜLER
Ailede Birlikte Yaşanan Bireyler
sayı
%
Eş
14
14,1
Eş ve Çocuklar
26
26,3
Eş, Çocukları, Gelinleri ve Torunlar
26
26,3
Çocukları, Gelini ve Torunları
24
24,2
9
9,1
Eşi, Çocukları ve Ebeveynleri
Evde Bakımından Sorumlu Kişi
Eşi
Çocukları, Gelini ve Torunları
Sağlık Güvencesi
sayı
%
67
67,7
32
32,3
sayı
%
Emekli Sandığı
35
35,4
Sigorta
45
45,5
Yeşil kart
19
19,2
Toplam
99
100
Tablo 2: Taburculuk Sonrası Evde Yaşanan Sorunlar
TABURCULUK SONRASI EVDE YAŞANAN SORUNLAR
(n = 99)
Ağrı
sayı
%
93
93,9
Sık İdrar Yapma
84
84,8
Uyku Problemi
69
69,69
Kabızlık
68
68,7
Kanlı İdrar Yapma
37
37,3
İdrar Kaçırma
19
19,1
Enfeksiyon
13
13,1
Sosyal İzolasyon
8
8
İdrar Yapamama
14
14,1
*İfadeler birden fazla olduğu için yüzdeler n üzerinden alınmıştır
Bireylerin taburculuk sonrası evde yaşadıkları sorunların dağılımı incelendiğinde
%93,9'unun ağrı, %84,8'inin sık idrar yapma, %69'unun uyku problemi, %68,7'sinin
kabızlık ve %8'inin sosyal izolasyon yaşadığı belirlendi (Tablo 2).
Tablo 3: Taburculuk Etkilenen Sorumluluk ve İlişkiler Sonrası
TABURCULUK ETKİLENEN SORUMLULUK VE İLİŞKİLER SONRASI
Evdeki Sorumluluklarının Etkilenme Durumu (n = 99)
52
sayı
%
Evet
51
51,5
Hayır
48
48,5
Prostat Cerrahisi Geçiren Bireylerin Taburculuk Sonrası Erken Dönemde Günlük Yaşam…
Etkilenen Sorumluluklar
(n = 51)
İşe Gitme
Alışveriş
Diğer ( Ağrı Nedeni İle Hareket Edememe )
Eş İlişkisinin Etkilenme Durumu
(n = 99)
Evet
Hayır
Eş İle İlişkinin Etkilenme Nedeni
(n = 54)
Bağımlılığın Artması
Sorumluluğun Artması
Yardımcı Olamama
Çoçukları İle İlişkinin Etkilenme Durumu
(n = 99)
Evet
Hayır
Çoçukları İle İlişkinin Etkilenme Nedeni
(n = 64)
Yük Olma
Onlarla Yeterli Miktarda İlgilenemedim
Benden Bıktıklarını Düşünüyorum
İşler Onlara Kaldı
Diğer(Bana Daha Çok Zaman Ayırmak Zorunda Kaldılar)
25
13
13
49,0
25,5
25,5
54
45
54,5
45,5
22
27
5
40,7
50
9,3
64
35
64,6
35,4
34
9
2
15
4
53,1
14,1
3,1
23,4
6,3
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin %51,5 'inin evdeki sorumluluklarının
etkilendiği, etkilenen sorumluluklar incelendiğinde ise %49'unun işe gidemediği,
%25,5'inin alışveriş yapamadığı ve %25,5'inin ağrı nedeni ile hareket edemediği
%54,5'inin eşleri olan ilişkilerinin etkilendiği; etkilenme nedenlerine bakıldığında
ilişkileri etkilenen bireylerin %50'sinin eşlerinin sorumluluklarının ameliyat nedeni ile
arttığını, %47,7'sinin eşlerine bağımlı hale geldiklerini ifade ettikleri belirlendi
(Tablo 3). Prostat cerrahisi geçiren bireylerin %64,6'sının çocukları ile olan ilişkilerinin
etkilendiği, etkilenme nedenlerine bakıldığında %53,1'inin çocuklarına yük olduklarını, %23,4'ünün işlerinin çocuklarına kalmasından sıkıntı yaşadıklarını, %14,1 'inin
çocukları ile yeterli ilgilenemediklerini ifade ettikleri belirlendi (Tablo 3).
Tablo 4: Taburculuk Sonrası Evde Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Yöntemleri
TABURCULUK SONRASI EVDE YAŞANAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM YÖNTEMLERİ
En çok sıkıntı yaratan durum
(n = 99)
Sayı
%
Yara
22
22,2
Sonda
22
22,2
Sık tuvalete gitme
20
20,2
Ağrı
19
19,2
İdrar kaçırma
10
10,1
Bağımlı olma
6
6,1
53
Züleyha ÖZCAN, Nuran GÜLER
İdrar Tutamama
(n = 99)
Evet
Hayır
Sayı
%
19
19,19
80
80,81
Sayı
%
Bez Kullanma
8
42,1
Sıvı Alımını Azaltma
9
47,4
Başvurduğu Çözüm Yöntemi
(n = 19)
Diğer
2
2,02
Sayı
%
Evet
14
14,1
Hayır
85
85,9
İdrar Yapamama
Başvurduğu Çözüm Yöntemi
(n = 99)
(n = 14)
Hastaneye Gitme
Kanlı İdrar Yapma
(n = 99)
Sayı
%
14
100
Sayı
%
Evet
37
37,3
Hayır
62
62,6
Başvurduğu Çözüm Yöntemi
(n=37)
Hiç Birşey Yapmama
Doktorunu Arama
Sayı
%
27
72,9
10
27,0
Sayı
%
Evet
93
93,9
Hayır
6
6,0
Ağrılı İdrar Yapma
Başvurduğu Çözüm Yöntemi
Ağrı Kesici Kullanma
(n = 99)
(n = 93)
Sayı
%
63
67,7
Sıvı Alımını Azaltma
8
8,6
Hiç Birşey Yapmama
22
23,6
Araştırma kapsamına alınan bireylerin %22,2'sinin yara sorunu, %22,2'sinin sonda
ve %20,2’sinin sık tuvalete gitme nedeni ile sıkıntı yaşadıkları, %19,1'inin idrar
tutamama sorunu yaşadığı, idrar tutamama sorunu için bireylerin %47,4'ünün sıvı
alınımını azalttığı ve %42,1'inin bez kullandığı belirlendi (Tablo 4). Prostat cerrahisi
geçiren bireylerin %14,1'inin idrar yapamama sorunu yaşadığı ve bu sorun için
bireylerin tamamının hastaneye başvurduğu, %37,3'ünün kanlı idrar yapma sorunu
yaşadığı ancak kanlı idrar yapma sorunu yaşayan bireylerin %72,9'unun kanlı idrar
yapma durumunu normal bir şey olarak kabul ettikleri için hiçbir şey yapmadıkları
sadece %2’sinin bu durum karşısında doktorlarını aradıkları belirlendi(Tablo 4).
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin %93,9'unun ağrılı idrar yapma sorunu yaşadığı, bu
sorunu yaşayan bireylerin %67’sinin ağrı kesici aldığı, %23,6'sının ise hiç bir şey
yapmadığı belirlendi (Tablo 4).
54
Prostat Cerrahisi Geçiren Bireylerin Taburculuk Sonrası Erken Dönemde Günlük Yaşam…
Tablo 5: Uyku Süresi Etkilenme Durumu ve Etkilenme Nedeni Günlük Uyku Süresi
UYKU SÜRESİ, ETKİLENME DURUMU VE ETKİLENME NEDENİ GÜNLÜK UYKU SÜRESİ
Normal Uyku Süresi
(n = 99)
sayı
%
43
43,4
7 saat
39
39,4
8 saat ve daha fazla
17
17,2
sayı
%
Evet - Azaldı
96
96,9
Hayır
3
3,1
sayı
%
30
29
20
18
31,2
29,2
20,8
18,8
6 saatten az
Ameliyattan Sonra Uyku Süresinin
(n = 99)
Etkilenme Durumu
Cerrahi İşlemden Sonra Uyku
Süresinin Etkilenme Nedeni
(n = 96)
Ağrı
Sık Tuvalete Gitme
Sonda
Ağrı ve Sık Tuvalete Gitme
Bireylerin %43,4'ünün günlük uyku süresinin 6 saatten az, %39,4'ünün 7 saat
uyuduğu cerrahi işlemden sonra ise %97 sinin uyku süresinin etkilendiği (azaldığı),
%3l,2'sinin ağrı, %29,2'sinin sık tuvalete gitme, %20,8'inin ise ağrı ve sık tuvalete
gitme nedeni ile uyku sürelerinin azaldığı belirlendi (Tablo 5).
Tablo 6: Cerrahi İşlemden Sonra Beden İmgesi İfadeleri
CERRAHİ İŞLEMDEN SONRA BEDEN İMGESİ İFADELERİ
(n = 99)
Etkilenmeme
Durumundan Utanma
Kendini İşe Yaramaz Hissetme
Kendini Yaşlı Hissetme
Sonucun Kanser Olmasından Korkma
Cinsel yaşamın etkileneceğini düşünme
Sayı
25
25
22
18
9
28
%
25,3
25,3
22,2
18,2
9,1
28,3
Bireylerin cerrahi işlem sonrasındaki beden imgeleri ile ilgili ifadeleri incelendiğinde %25,3'ünün cerrahi işleme bağlı beden imajlarının değişmediği, %25,3'ünün
durumundan utandığı, %22,2'sinin kendisini işe yaramaz hissettiği, %18,2'sinin
kendisini yaşlı hissettiği ve %9,1’inin sonucun kanser olmasından korktuğu,
%28,3'ünün cinsel yaşamlarının olumsuz etkileneceğini düşündüğü belirlendi
(Tablo 6).
Bu çalışmada kapalı prostat cerrahisi geçiren bireylerin daha çok üretral katetere
bağlı komplikasyonlar yaşadıkları belirlendi. Vasseur'un (1998) yaptığı çalışmada da
kapalı prostat cerrahisi geçiren bireylerin açık prostat cerrahisi geçiren bireylere
oranla daha fazla komplikasyon yaşadıkları belirlenmiştir. Condie'nin (1999) açık ve
55
Züleyha ÖZCAN, Nuran GÜLER
kapalı prostat cerrahisini karşılaştırdığı çalışmasında da benzer şekilde kapalı prostat
cerrahisi sonrası komplikasyon gelişme oranı % 18, açık prostat cerrahisine bağlı
komplikasyon gelişme oranını %9 olarak bulunmuştur.
Bu çalışmada genellikle kapalı prostat cerrahisi sonrası idrar yapamama sorunu
yaşayan bireylerin sonda ile taburcu oldukları, bireylere evde sonda ile ilgili sorun
yaşamaları durumunda hastaneye gelmeleri söylendiği için sağlık ekibi tarafından
üriner kateter bakımı ile ilgili ek bir bilgi verilmediği yanı sıra hastanedeki yatış süresi
içinde üriner katetere bağlı yaşanan sorunlara genellikle doktorlar tarafından
müdahale edildiği için hemşirelerin evde sonda bakımı ile ilgili bilgi vermediği
düşünülmektedir.
Vasseur'un (1998) çalışmasında sonda ile taburcu olan bireylerin sonda bakımı ile
ilgili yeterli bilgi almadıkları için, sonda ve torba bakımı ile ilgili sorunlar yaşadıkları ve
sondasız taburcu olan bireylere göre daha fazla sağlık birimlerine başvurdukları
belirlenmiştir. Jakobson'un (2000) çalışmasında da ameliyat öncesi ve sonrası
dönemde bireylerin sondadan başka seçenekleri olmadığı için sondaya daha kolay
uyum sağladıkları ancak eve taburcu olduklarında sondayı sosyal ve cinsel
yaşamlarını normal olarak sürdürmede en büyük engel olarak gördükleri
belirlenmiştir.
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin taburculuk sonrası evde yaşadıkları sorunlar
incelendiğinde bireylerin %93,9'unun ağrı, %84,8'inin sık idrar yapma, %69'unun
uyku problemi, %68,7'sinin konstipasyon ve %8'inin sosyal izolasyon yaşadığı
belirlendi (Tablo 2). Weizer'in (2003) açık prostat cerrahisinin aktivite, beslenme ve
ağrıya olan etkilerinin incelediği çalışmasında, taburculuk sonrasındaki ilk haftanın
sonunda bireylerin ağrı skorlarının en yüksek seviyede olduğu ve dördüncü haftaya
kadar normal seviyeye ulaştığı belirlenmiştir. Kiviniemi'nin (1999) yapmış olduğu
çalışmada TURP sonrası bazı erkeklerde idrara çıkma miktarı günde 1-2'ye düşerken,
bazılarının çok sık tuvalete gittikleri belirlenmiştir. Bunun yanında bazı hastaların
ağrılı idrar yapma şikayetlerinin olduğu ve bireylerin genelinde sık tuvalete gitmeye
bağı yorgunluk yaşadığı saptanmıştır. Jakobson'un (2000) çalışmasında bireylerin
idrar kaçırma ve sondaya bağlı problemler nedeni ile daha az sosyal yaşama
katıldıkları belirlenmiştir.
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin taburculuk sonrası %51,5'inin
sorumluluklarının etkilendiği ve bireylerin en çok işe gidememe nedeni ile sıkıntı
yaşadıkları belirlendi. Bireylerin eşleri ile olan ilişkileri incelendiğinde bireylerin
%54,5'inin eşleri olan ilişkilerinin etkilendiği belirlendi.
Jakobson'un (2000)
çalışmasında bazı erkeklerin eş ve arkadaşlarının desteği ile eş, baba ve aile reisi
rollerini üriner problemlerine rağmen yerine getirebildikleri, bazılarının ise bu
problemleri gizlemeyi tercih ederek rollerini devam ettirdikleri belirlendi. Bu
çalışmada prostat cerrahisi geçiren bireylerin %50'sinin eşlerinin sorumluluklarının
ameliyat nedeni ile arttığı, %47,7'sinin eşlerine bağımlı hale geldikleri için eşleri ile
olan ilişkilerinin etkilendiği belirlendi. Genç bireylerin yaşlı bireylere oranla eşleri ile
ilişkilerinin daha fazla oranda etkilendiği belirlendi. Bu çalışmada genç bireylerin
56
Prostat Cerrahisi Geçiren Bireylerin Taburculuk Sonrası Erken Dönemde Günlük Yaşam…
evdeki sorumluluklarını yerine getiremedikleri için eşlerine bağımlı olmaktan dolayı
sıkıntı yaşadıkları ve bu nedenle eşleri ile olan ilişkilerinin olumsuz etkilendiği
belirlendi. Fillon'un (2001) çalışmasında kapalı prostat cerrahisi geçiren bireylere
sıkıntılı zamanlarında ve günlük rutinlerini yerine getirme de eşlerinin destek olduğu
belirlenmiştir. Navon'un (2003) çalışma-sında prostat bezi ile ilgili hastalıkların
bireylerin benlik imajlarını ve cinselliklerini etkilediği için eşler arasındaki ilişkiyi de
olumsuz etkilediği belirlenmiştir.
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin %64,6'sının çocukları ile olan ilişkilerinin
etkilendiği, etkilenme nedenlerine bakıldığında bireylerin %53,1'inin çocuklarına yük
oldukları, %23,4'ünün işlerinin çocuklarına kalmasından sıkıntı yaşadıkları, %14,1'inin
çocukları ile ilgilenemedikleri için sıkıntı yaşadıkları belirlendi (Tablo 3).
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin taburculuk sonrası evde yaşadıkları boşaltım
problemleri ve başvurdukları çözüm yöntemleri incelendiğinde bireylerin %19,1 'inin
idrar tutamama %14,1 'inin idrar yapamama, %37,3'ünün kanlı idrar yapma
%93,9'unun ağrılı idrar yapma sorunu yaşadığı, bunun için bireylerin %47,4'ünün sıvı
alımının azalttığı, idrar yapamama sorunu için bireylerin tamamının hastaneye
başvurduğu, kanlı idrar yapma sorunu yaşayan bireylerin %72,9'unun hiçbir şey
yapmadıkları, sadece %27'sinin doktorlarım aradıkları, ağrılı idrar yapma sorunu
yaşayan bireylerin %67,7'sinin ağrı kesici aldığı belirlendi (Tablo 4). İnkontinans
yaşayan bireylerin oranının az olmasının nedeninin, bireylerin erken taburculuk
döneminde olmaları ve yaşadıkları idrar kaçırma sorununun geçici olarak
algılamalarına bağlı olduğu düşünülmektedir.
Jakobson'un (2000) çalışmasında prostat cerrahisi sonrası idrar kaçırma sorununun genellikle bireylerin %30-50'sinde geliştiği, bireylerin normal sosyal yaşama
dönme sürelerinin üriner semptomlarını kontrol edebilme durumlarına göre değiştiği
ve idrar kaçırmanın hastalar tarafından en kötü deneyim olarak tanımlandığı
belirlendi. Sebesta'nın (2002) prostat cerrahisi geçiren 674 bireyi incelediği
çalışmasında ise 65 yaşın altındaki bireylerin daha az idrar kaçırma sorunu yaşadığı,
bireylerin %36,2'sinde günde 1 kez, %9,2'sinde günde birden fazla idrar kaçırma
sorunu yaşandığı, idrar kaçırma sorunu yaşayan bireylerin %31,7' sinin bez kullanmak
zorunda kaldığı belirlenmiştir. Tomoko'nun (2003) çalışmasında prostat cerrahisi
soması normal idrar boşaltımına dönme zamanı ortalama 17 gün olarak
belirlenmiştir. Kiviniemi'nin (1999) çalışmasında bireylerin başkalarının da benzer
üriner sorunlar yaşamasının kendi baş etmelerini güçlendirdiğini ifade ettikleri
saptanmıştır. Tomoko'nun (2003) çalışmasında sonda ile taburcu olan bireylerin
kateter çıktıktan soma devam eden idrar kaçırma sorunu nedeni ile şok yaşadıklarını
belirlemiştir.
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin %97'sinin işlemden sonra uyku sürelerinin
etkilendiği (azaldığı), uyku süresinin etkilenme nedenlerine bakıldığında %31,2' sinin
ağrı ve %29,2' sinin sık tuvalete gitme nedeni ile uyku sürelerinin azaldığı belirlendi
(Tablo 5). Vasseur'un (2000) 24 kişi üzerinde yapmış olduğu ve prostat cerrahisinin 6
aylık sonuçlarım izlediği çalışmasında bireylerin %58,3'ünde gece sık idrar yapma, acil
57
Züleyha ÖZCAN, Nuran GÜLER
idrar yapma isteği, idrar retansiyonu ve ağrı gibi ameliyat öncesi semptomlara geri
dönüş görülmüştür. Jakobson'un (2000) çalışmasında prostat cerrahisi soması
bireylerin sondaya bağlı ağrı ve sızıntı gibi sorunlar nedeni ile uyku problemi
yaşadıkları belirlenmiştir.
Uykunun yara iyileşmesi üzerinde olumlu etkisi olduğu bilinmektedir. Bu nedenle
hastaların uyku durumları incelenmiş ve çoğunluğunun ağrı, sık idrar yapma
gereksinimi yeterli uyuyamadıkları ve uyku kalitelerinin azaldığı belirlendi. Bu
çalışmada bireylerin %28,3'ü cinsel yaşamlarının olumsuz etkileneceğini
düşündükleri belirlendi (Tablo 6). Fillon'un (2001) belirttiğine göre Gray'in
çalışmasında prostat cerrahisi geçiren bireylerin %41'inin idrar kaçırma sorunu ve
cinsel fonksiyon kaybı yaşadığı ve bu bireylerin sadece %20'sinin yeterli destek
aldıkları belirlenmiştir. Ho1mberg'in (2002) çalışmasında prostat cerrahisi geçiren
bireylerde, cerrahi işlem geçirmeyen bireylere oranla %45 daha fazla cinsel fonksiyon
kaybı saptanmıştır. Noldus (2003) ise cerrahi işlem sonrasındaki 1 yıl içinde cinsel
fonksiyonların zamanla yerine geldiğini belirlemiştir. Jakobsson (2000) prostat
cerrahisi geçiren bireylere cinsellik ile ilgili yetersiz danışmanlık verildiği ve bu
nedenle eşler arasında iletişim sorunları yaşandığı, bireylerin sorunlarını genç
bayanlara ifade etmekten hoşlanmadıkları için hemşirelerin bu sorunları fark etmede
yetersiz kaldıklarını belirlemiştir. Cerrahi işlemin ve kullanılan ilaçların cinsel
fonksiyonları olumsuz etkiler. Bireyler bu konularda önceden bilgilendirilmiş
olmalarına rağmen yoğun sıkıntılar yaşayabilirler (Kiviniemi 1999). Ayrıca Jakobsson
(2000) prostat cerrahisi geçiren erkeklerin daha çok fiziksel kökenli sorunları dile
getirdiğini, eşlerinin ise psikolojik kökenli sorunları dile getirdiğini belirlemiştir.
Fillon'un (2001) çalışmasında da ameliyattan sonra eşlerin, cerrahi işlemin idrar
kaçırma gibi yan etkilerinden söz ederken aslında cinsel konulardaki sıkıntılarım ifade
etmek istedikleri belirlemiştir.
Bu çalışmada hastaların cerrahi işlem sonrasındaki ilk on gün içindeki sonuçları
incelendi. Bu dönemde bireylerin cinsel yaşam ile ilgili kısıtlamaları devam ettiği için
cinsel yaşamın etkilenme durumu tam olarak belirlenemedi. Bu çalışmada cinsel
yaşamın etkilenme oranı farklı toplumlara göre daha düşük belirlendi bunun
nedeninin toplumumuzda cinsel yaşam ile ilgili sıkıntıların kolay ifade edilememesinden ve yaşlı bireylerin bu konudaki beklentilerinin düşük olmasından
kaynaklandığı düşünüldü.
Prostat cerrahisi geçiren bireylerin beden imgesi ile ilgili ifadeleri incelendiğinde
bireylerin %25,3 'ünün cerrahi işleme bağlı beden imajlarım algılamalarının
değişmediği, %25,3'ünün durumundan utandığı, %22,2'sinin kendisini işe yaramaz
hissettiği %18,2' sinin ise kendisini yaşlı hissettiği, %9,1' inin ise sonucun kanser
çıkmasından korktuğu belirlendi (Tablo 6). Çalışmada bireylerin beden imajlarının
daha çok sonda ve idrar boşaltımı ile ilgili sorunlara bağlı etkilendiği, bireylerin
çoğunluğunun ise yaşlı olmaları ve kaderci tutumları nedeni ile beden imajlarının
etkilenmediğini ifade ettikleri düşünülmektedir.
58
Prostat Cerrahisi Geçiren Bireylerin Taburculuk Sonrası Erken Dönemde Günlük Yaşam…
Kiviniemi'nin (1999) çalışmasında prostat cerrahisinin beden imgesini olumsuz
etkilediği ve bireylerin bu nedenle sıkıntı yaşadığı belirlenmiştir. Harris'in (1998)
çalışmasında prostat cerrahisi sonrası beden imgesini ve iyilik halini olumsuz
etkileyen olayın idrar kaçırma olduğu saptanmıştır. Moore'ın (1999) çalışmasında
eşlerin kocalarının cinsel danışmanlık almalarını istedikleri, aksi halde eşlerinin cinsel
yaşam ile ilgili sıkıntılarından dolayı beden imajlarının olumsuz etkilenmesinden
korktuklarını ifade ettikleri belirlenmiştir. Jakobsson'un (2000) çalışmasında ise
prostat cerrahisi geçiren bireyler yaşanan üriner problemleri normal olarak
tanımlamışlar ve bu sorunların beden imajlarını algılamalarını olumsuz etkilemediğini
belirtmişlerdir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Cerrahi işlemlerin bireylerin anksiyete yaşamasına neden olan işlemlerdir.
Bireylere ameliyat öncesi dönemde uygulanacak olan cerrahi girişim ve sonrasında
yaşamlarına olabilecek etkileri ile ilgili bilgi verilmemekte, bireyler evdeki iyileşme
dönemlerini yeterli sağlık bakımı desteği alamamakta ve kendi kendilerine çözmek
zorunda kaldıkları problemler ile geçirmektedirler. Bu nedenle ameliyat öncesi
dönemde bireylere uygulanacak olan prostat cerrahisi ve etkilerini içeren planlı
eğitimlerin hemşireler tarafından verilmesi, hemşirelere prostat cerrahisi sonrası
bireylerin GYA'lerine yönelik yaşadıkları sorunların farkında olmalarını sağlamak için
hizmet içi eğitimlerin verilmesi, hasta ve ailenin (eşi/çocuğu) bakıma katılmalarının
sağlanması ya da yaşayabilecekleri sorunlara yönelik bilgilendirilmeleri önerilir.
KAYNAKLAR
Bıshop P. Bipolar Transurethral Resection of the Prostate-A New Approach. AORN Journal 2003; 77(5):
979.
Castle R, Malone M. Discharge Planning Following Surgery. Nursing The Surgical Patient 2000;
97–106.
Condie JD, Cutherell L, Mian A. Suprapubik Prostatektomy; For Bening Prostatic Hyperplasia in Rural
Asia: 200 Consecutive Cases. Urolog 199;54(6): 1012 – 1016.
Fillon M. Men Eager o Renew Activities After Prostate Surgery. Web MD Medical News Archive
2000.
Gass R. Bening Prostatic Hyperplasia: The Opposite Effects of Alcohol and Coffee Intake, BJU
International 2002; 90:649-654.
Goldrıck BA, Larson EL. Wound Management in Home Care: An Assessment. Journal of Community
Health Nursing 1993; 10(1):23-29.
Gray R E, Fitch M , Phillips G and et al. Presurgery Experiences of Prostate Cancer Patients and Their
Spouses. Cancer Practice 1997;(3): 130-135.
Harris J. The Prewvalence of Impotence after Radical Prostatectomy. Urologic Nursing 1998;17(4):
145.
142-
Jakobson, Lisolette Ingalill R ve ark, Hallberg. Experiences of Micturition Problems, Indwelling Catheter
Treatment and Sexual Life Consequences in Men With Prostate Cancer. Jounal of Advanced Nursing
2000; 31(1).
59
Züleyha ÖZCAN, Nuran GÜLER
Keetch DW, Buback DA. Clinical_Care Pathway For Decreasing Hospital Stay After Radical
Prostatectomy. British Journal of Urology 1998; 81:398-402.
Kiviniemi K. Going to the Bathroom Four or Five Tımes a Night: Seven Men Talk About Theır
Experiences of Bening Prostatiıc Hyperplasia and the Perioperative Period. Journal of Clinical Nursing
1999;8(5).
Kring D. Bening Prostatic Hyperplasia, Clinical Nurse Specialist 2003;33(5); 44-45.
Lewis S, Heitkemper M, Dirksen SR. Male Geniourinary
Problems, Medical
Surgical
Nursing
Assessment and Management of Clinical Problems 2002; 2;1553 – 1564.
Miranda BJ, Diez MC, Bertran P A and Villavvicencio H. Quality of Life Assesment in Patients With
Bening Prostatic Hyperplasıa. Pharmaco-economics 2001; 19(1):1079-1090.
Moore KN, Estey A. The Early Post-Operative Concerns of Men After Radical Prostatectomy, Journal
of Advanced Nursing 1999;29 (5): 1121 – 1129.
Navon L, Morag A. Advanced Prostate Cancer Patients’ Relationships With Their Spouses Following
Hormonal Theraphy. European Journal of Oncology Nursing. Elsevier Science 2003;7(2); 73 -80.
Noldus J and et all. Treatment of Prostate Cancer – The Clinical Use of Radical Prostatectomy. EAU
Update Series 2003; 1(1): 16-22.
Pateman B, Johnson M. Men’s Lived Experiences Following Transurethral Prostatectomy For Bening
Prostatic Hypertrophy. JONA 2000; 31(1):51 – 58 .
Postacıoğlu Z. Prostat Ameliyatı Olan Hastaların Ameliyat Sonrası Bakımına İlişkin Hemşirelerin Bilgi
Düzeyinin Saptanması. Ege Üniversitesi HYO Dergisi 1985; 1 (3): 43 –48.
Sebesta M and et all. Questionnaire- Based Outcomes of Urinary Incontinence and Satisfaction Rates
After Radical Prostatectomy in a National Study Population. Urology 2002; 60(6):1055 – 1058.
Thatcherv J. Follow
up
After
Day Surgery: How Well Do Patients Cope? Nursing Times
1996;92(37):30 – 32.
Tomoko O, Takehiro K, Yoshimi M, Miyoko K ve ark Urination Assessment After the Removal of Bladder
Catheter Using a Novel Urination Chart, Nursing & Health Sciences 2003;5(3):189-197.
Trueman P, Hood S C, Nayak USL and Mrazek MF. Prevalence of Lower Urinary Tract Symptoms and
Self-Reported Diagnosed’ Bening Prostatic Hyperplasia’ and Their Effect on Quality if Life In a
Community-Based Survey of Men in the UK, BJU International 1999; 83: 410-415.
Vasseur AS, Fitzgerald R, Bell F. A Descriptive Study Examınıng Postdischarge Patient Needs After Laser
Ablation and Transurethral Resection of the Prostate. International Journal of Nursing Practice 1998;
4:33-39
Weizer AZ, Silverstein AD, Young MD Vieweg J ve ark. Prospective Evaluation of Pain Medication
Requipments and Recovery After Radical Perianal Prostatectomy. Urology 2003; 62(4): 693-697.
Warmkessel JH. How to Care Man With Prostate Cancer. Nursing. Horsham 1999; 29(11): 51-53.
Warmkessel JH. What Your Patient Needs to Know About Prostate Cancer. Nursing. Horsham 2002;
32(12):36-42.
Weaver J. Combating Complications of Transurethral Surgery. Nursing Horsham 2001;31(7):3.
Willis D. Taming the Overgrown Prostate. AJN. 1992; 34–40.
Zink MR. Nursing Diagnosis in Home Care: Audit Tool Development. Journal of Community Health
Nursing 1994; 11 (1):51 – 58.
60
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29 (2): 61-70, 2013
BİR KAMU HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN İZOLASYON
ÖNLEMLERİNE UYUMU
NURSES’ COMPLIANCE WITH ISOLATION PRECAUTIONS WORKED
IN A PUBLIC HOSPTTAL
Öğr.Gör. Gülbanu ZENCİR * Ar.Gör. Duygu BAYRAKTAR** Prof.Dr. Leyla KHORSHID**
*Pamukkale Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Hemşirelik Esasları AD.
**E.Ü.Hemşirelik Fakültesi Hemşirelik Esasları AD.
Bu araştırma, Uluslar arası Katılımlı 2.Temel Hemşirelik Bakım Kongresi’nde Poster Bildiri olarak sunulmuştur.
ÖZET
Amaç: Bu araştırma bir kamu hastanesinde çalışan hemşirelerin izolasyon önlemlerine
uyum düzeyini belirlemek amacı ile tanımlayıcı ve kesitsel bir çalışma olarak yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bir üniversite hastanesinde çalışan 389 hemşire araştırmanın evrenini,
çalışmaya katılan 225 hemşire örneklemi oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından
hazırlanan bir anket formu ile ve 18 maddelik “İzolasyon Önlemlerine Uyum Ölçeği” ile
toplanmıştır. Veriler 5-15 Temmuz 2012 tarihleri arasında toplanmıştır. Verilerin analizinde t
testi, Kruskall-Wallis test, Mann Whitney U testi ve varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır.
Araştırmanın yürütülebilmesi için etik kurul’dan ve hastaneden yazılı izin alınmıştır.
Bulgular: Hemşirelerin yaş ortalaması 30.11 + 6.34 yıl olarak bulunmuştur, %3.6’sı daha
önce kanla bulaşan bir enfeksiyon hastalığına yakalanmıştır, %82.7’si hastane enfeksiyonları ile
ilgili eğitim programına katılmıştır. Hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyum ölçeğinden
aldıkları puan ortalaması 78.12 + 9.97 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin daha önce kanla
bulaşan bir enfeksiyon geçirmenin izolasyon önlemlerine uyumu etkilemediği, ancak
hemşirelerin yaş grubunun, meslekte çalışma yılının ve eğitim düzeyinin izolasyon önlemlerine
uyumu etkilediği bulunmuştur.
Sonuç: Hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyumlarının oldukça yüksek olduğu sonucuna
varılmıştır.
Anahtar sözcükler: Hemşire, izolasyon önlemleri, uyum.
ABSTRACT
Objective: This research has been made as descriptive and cross-sectional with the aim to
determine the level of nurses’ compliance with isolation precautions which are worked in a public
hospital.
Methods: The study population was consisted of 389 nurses working in an university hospital,
the sample was consisted of 225 nurses who involved to the study. Data were collected with a
questionnaire prepared by the researchers and “Scale Compliance with Isolation Precautions” with
18 items. Data were collected between the dates 5-15 July 2012. In analyzing of the data t-test,
Kruskall-Wallis test, Mann Whitney U test and analysis of variance (ANOVA) was used. Permission to
conduct the study was obtained from ethics committee and hospital.
Gülbanu ZENCİR, Duygu BAYRAKTAR, Leyla KHORSHID
Results: The mean age of the nurses was found as 30.11 + 6.34 years, %3.6 of them was
experienced the blood-borne infection early, and %82.7 of them were participated to a training
program related to nosocomial infection. The mean score of nurses’ compliance with isolation
precautions was 78.12 + 9.97. Experience the blood-borne infection was not affected the nurses’
compliance with isolation precautions, but the age groups of the nurses, working period in
profession affected the nurses’ compliance with isolation precautions.
Conclusion: It was conclude that nurses’ compliance with isolation precautions is quite high.
Key words: Nurse, İsolation precautions, Compliance
GİRİŞ
İnfeksiyon kontrolünde izolasyon en önemli konulardan biridir. İzolasyon,
koruyucu bir yöntem olup infekte kolonize hastalardan diğer hastalara, ziyaretçilere
ve sağlık bakım profesyonellerine mikroorganizmaların bulaşmasının engellenmesi
(Ulusoy ve Görgülü 1996, Sarvan 2010) ve bulaşıcı hastalığı olan bireyin koruyucu
amaçla ayrılması ve hareketlerinin kısıtlanmasıdır (Karabacak 2012). İzolasyon
önlemleri hastanede bulunan tüm hastaları kapsamalıdır ve hastanelerde enfeksiyon
kontrolünde başarılı olabilmenin temel stratejisidir (Usluer ve ark. 2006). İzolasyon
önlemlerinin amacı, infekte veya kolonize hastalardan diğer hastalara, ziyaretçilere ve
sağlık personeline mikroorganizmaların bulaşmasını önlemektir ve tanı, tedavi ve
bakım uygulamaları yapan tüm birimleri ve bu birimlerde çalışanları kapsar
(Çelenkoğlu ve ark. 2009, Tayran ve Ulupınar 2011).
İzolasyon Önlemleri, standart ve bulaşma yoluna bağlı olmak üzere iki gruba
ayrılmaktadır (Yüceer ve Demir 2009). Standart önlemler, kan, tüm vücut sıvıları,
akıntı ve tümörlerde, kanlı olup olmadığına bakılmaksızın bu sıvılarla kontamine
olmuş tüm malzemelerde, bütünlüğü bozulmuş deri ve mukozada uygulanmaktadır
(Sarvan 2010). Bulaşma yoluna yönelik olan önlemler ise; bilinen veya şüphelenilen,
epidemiyojik önemi fazla, bulaşıcılığı fazla etkenler için, infekte veya kolonize
hastalara, standart önlemlere ek olarak uygulanmalıdır (Usluer ve ark. 2006).
İzolasyon önlemleri; el yıkama ve eldiven takma; hastaların ayrı odalara yerleştirilmesi
veya aynı etkeni taşıyanların beraberce gruplanması, odalara giriş çıkış, hastanın farklı
bir yere taşınması gerektiğinde uygulanacak önlemler, önlük, yüz, göz koruyucu,
maske kullanımı, hasta ile ilgili malzemelerin ayrılması, çamaşırların uygun biçimde
toplanması ve temizlenmesi gibi basamakları kapsar (Naharcı 2006, Tayran ve
Ulupınar 2011).
Kullanılan önlemler hastaneler ya da kuruluşlar arasında farklılıklar göstermektedir
(Usluer ve ark. 2006). Hem sağlık profesyonelleri hem de hastalar için etkin, güvenilir
ve ekonomik izolasyonun nasıl yapılması gerektiği önemlidir (Akyıl ve Uzun 2007,
Tayran 2010). Sağlık çalışanları, hangi durumlarda izolasyon uygulandığını, hangi
izolasyonun neleri kapsadığını bilmelidir. Sağlık profesyonellerinin tutumlarının
doğru teknikler kullanılarak belli aralıklar ile ölçülerek değerlendirilmesi, çalışan ve
hasta memnuniyeti açısından son derece önemlidir (Tayran ve Ulupınar 2011).
Hastane enfeksiyonlarının azaltılmasında, hastanın/hasta yakınının bakımdan
sorumlu sağlık ekibinin rolü büyüktür (Akyıl ve Uzun 2007, Tayran 2010). Hastaların
bakım gereksinimlerini karşılamak için hastayla uzun süre beraber olan ve en fazla
62
Bir Kamu Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyumu
temasta bulunan hemşireler, hastane enfeksiyonlarının oluşmasını ve yayılmasını
önlemede önemli bir role sahiptir (Akyıl ve Uzun 2007). Hasta bakımı ve tedavisinin
sürdürülmesinde önemli görevler üstlenen hemşire ve hekimlerin; izolasyon
önlemlerinin temelini oluşturan el hijyeni başta olmak üzere izolasyon önlemlerinin
tamamına ve diğer enfeksiyon kontrol önlemlerine uyumsuzluğu, mikroorganizmaların çoğalmasına ve enfeksiyonun yayılmasına yol açtığı belirtilmektedir
(Duerink et al. 2006, Tayran ve Ulupınar 2011).
Hemşire ve hekimler sağlık hizmeti sunumunda, enfeksiyon kontrolüne yönelik
önlemlere uyma, tanı, tedavi ve bakım sırasında gerekli özeni gösterme konusunda
hukuki anlamda sorumludur (Akyıl ve Uzun 2007, Tayran 2010). İnfeksiyon riskini
yönetmek için standart enfeksiyon kontrol önlemlerinin benimsenmesi anahtar bir
uygulamadır (Demir Korkmaz 2009). Sağlık ekibi üyelerinin hastane enfeksiyonlarının
önlenmesi ve yönetimi konusunda gerekli bilgi, beceri ve tutumu kazanmaları
önemlidir. İnfeksiyonu önleme açısından doğru uygulamalar belirlenmeli, bunlara
yönelik eğitim programları geliştirilmeli ve uygulanmalıdır (Tayran 2010). Hemşirelerin gerçekleştirdikleri işlemlerde asepsi prensiplerine uymaları, bilgilerini sürekli
güncellemeleri önemlidir (Demir Korkmaz 2009). Bulaşıcı hastalığı olan hastalarda
uygun izolasyon önlemlerine uymama, hastalığı sağlık çalışanlarına, ziyaretçilere, ve
diğer hastalara bulaşmasına yol açabilir. Sağlık bakım kurumları, önerilen izolasyon
önlemlerine uyumun gerekliliğini vurgulamalıdır (Weber et al. 2006).
Naharcı’nın (2006) çalışmasında yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerin
%63.3’ünün hastane enfeksiyonu ile ilgili bir eğitim aldığı, hastane enfeksiyonları
hakkında bilgilerinin orta düzeyde olduğu saptanmıştır. Yapılan bir çalışmada,
hekimlerin, tıbbi teknologları, ve hemşirelerin üniversal önlemlere ilişkin oldukça
yüksek düzeyde bilgi ve farkındalığa sahip oldukları bulunmuştur (Vaz et al. 2010).
Endonezya’da bir hastanede izolasyon önlemleri konusunda yapılan eğitimin ve
kliniklerin fiziksel olanaklarını iyileştirmenin sağlık çalışanlarına el hijyenine uyumunu
arttırdığı belirlenmiştir (Duerink et.al. 2006). Nijeryada sağlık çalışanları arasında
üniversal önlemlere ilişkin bilgi, farkındalık ve uyumun incelendiği bir çalışmada,
hemşirelerin ebelerin ve toplum sağlığı çalışanlarının üniversal önlemlere ilişkin diğer
meslek gruplarına oranla daha bilgili oldukları, 10 yıl ve üzerinde mesleki deneyime
sahip olanlarda üniversal önlemlere ilişkin daha fazla farkındalığa sahip oldukları
saptanmıştır (Abdulraheem et al. 2012). Hindistan’ da hemşireler, ebe hemşireler,
yardımcı ebe hemşireler, laboratuar çalışanları, hekimler ve dişhekimleri ile yapılan
bir çalışmada, katımcıların (n=266) üniversal önlemler konusunda bilgilerinin ve
anlayışlarının yetersiz olduğu, %32’sinin gerektiğinde koruyucu gözlük giydiği
saptanmıştır (Kermode et al. 2005). Diğer bir çalışmada, hemşirelerin standart
izolasyon önlemlerine uyumlarının arttırılmasının ve olumlu tutumlarını arttırmaya
yönelik sürekli çabaların, hastanedeki çalışma ortamını ve çalışılan birimdeki bireysel
yaklaşımları iyileştirdiği gösterilmiştir (Lee et al. 2012). Hemşirelerin standart
izolasyon önlemlerine uyumunu etkileyen etmenleri incelemek amacıyla yapılan
fenomenolojik bir çalışmada, bu konudaki engellerin; acil durumlar, araç-gerecin
yetersizliği, koruyucu malzemelerin hemşireler üzerine olumsuz etkisi, hastaların
63
Gülbanu ZENCİR, Duygu BAYRAKTAR, Leyla KHORSHID
sağlık çalışanının maske-gömlek giymesinden rahatsız olması, çok fazla meşgul olma,
hemşire sayısının azlığı, rehbere tam olarak uymanın çok zaman harcamayı
gerektirmesi, koruyucu araç-gereçlerin hemşirelerin görünümlerini etkilemesi,
kendisine bir şey olmayacağı şeklindeki psikolojik etmenler, klinik sorumlu
hemşiresinin olumsuz rol modeli olması ve hekimin kurallara uymadan çalışmasından
etkilenme olduğu saptanmıştır (Efstathiou et al. 2011).
Ülkemizde hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyum düzeyine ilişkin az sayıda
çalışma bulunmaktadır. Çalışma sonucunun hemşirelerin izolasyon önlemlerine
uyum düzeyinin belirlenerek, bu konuda uyumu arttırmaya yönelik çalışmalara
rehberlik edeceği düşünülmektedir. Bu araştırma, bir kamu hastanesinde çalışan
hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyumunu belirlemek amacı ile yapılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Tanımlayıcı türdeki bu çalışmanın evrenini bir üniversite hastanesinde çalışan 389
hemşire oluşturmuştur. Çalışmada örneklem seçilmemiş, tüm hemşireler çalışma
kapsamına alınmıştır. Ankete yanıt veren 225 hemşire çalışmanın örneklemini
oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan bir anket formu ile ve 18
maddelik “İzolasyon Önlemlerine Uyum Ölçeği” ile toplanmıştır. Veriler 5-15 Temmuz
2012 tarihleri arasında araştırmacılar tarafından hazırlanan bir anket formu ile
“İzolasyon Önlemlerine Uyum Ölçeği”(İÖUÖ) ile toplanmıştır. Anket formunda
hemşirelerin sosyodemografik özellikleri ile ilgili sorular yer almıştır. Ölçek Tayran ve
Ulupınar (2011) tarafından geliştirilmiş olup, 18 maddeden oluşmaktadır ve tek
boyutlu olarak kullanılması önerilmiştir. Ölçek puanlamasında; olumsuz ifadeler
(madde 5,7,12.ve 17) ters, (5,4,3,2,1) olumlu olan diğer maddeler ise küçükten
büyüğe (1,2,3,4,5) doğru puanlanmıştır. Ölçekten alınabilecek en düşük toplam puan
18, en yüksek toplam puan ise 90’ dır. İzolasyon önlemlerine uyum ölçeğinin bu
çalışmadaki güvenirlik katsayısı 0.77 olarak bulunmuştur. Alınan puan arttıkça
izolasyon önlemlerine uyum da artmaktadır (Tayran ve Ulupınar 2011).
Verilerin sayısal ve yüzdelik dağılımı verilmiştir. Verilerin analizinde t testi, varyans
analizi (ANOVA), Kruskall Wallis ve Mann Whitney U testi kullanılmıştır. Ölçeği
geliştiren araştırmacılardan, Hemşirelik Fakültesi Etik Kurulundan ve araştırmanın
yapıldığı hastaneden yazılı izin alınmıştır. Araştırma hakkında bilgi verilerek,
hemşirelerin sözel onamları alınmıştır. Çalışmaya katılmak istemeyen hemşireler
çalışma kapsamına alınmamıştır.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Araştırma kapsamına alınan hemşirelere ait tanıtıcı özellikler Tablo 1’de
verilmiştir.
Tablo 1: Bir Kamu Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı
Özellikler
Yaş grubu
64
18-26
27-33
34-50
Sayı (n)
75
80
70
Yüzde (%)
33.3
35.5
30.8
Bir Kamu Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyumu
Mezun olduğu okul
SML
Önlisans
Lisans
Yüksek lisans
40
21
151
13
17.8
9.3
67.1
5.8
Medeni durum
Evli
Bekar
129
96
57.3
42.7
Hemşirelik mesleğini severek yapma
Evet
Hayır
195
30
86.7
13.3
Hemşire olarak çalışma yılı
1-5 yıl
6-14 yıl
15-33 yıl
89
92
44
39.6
40.9
19.5
Çalıştığı klinik
Dahili klinik
Cerrahi klinik
157
68
69.8
30.2
Daha önce kanla bulaşan herhangi bir
enfeksiyon hastalığı geçirme
Geçiren
Geçirmeyen
8
217
3.6
96.4
Hastane enfeksiyonları ile ilgili bir eğitim
programına katılma
Evet
Hayır
186
39
82.7
17.3
225
100.0
Toplam
Hemşirelerin %35.5’i 27-33 yaş grubundadır, yaş ortalaması 30.11 + 6.34 yıl olarak
bulunmuştur. %67.1’i lisans mezunudur, %57.3’ü evlidir, %86.7’si mesleğini severek
yürütmektedir, %39.6’si 1-5 yıldır çalışmaktadır. Hemşirelerin çalışma yılı ortalaması
8.22 + 6.33 yıl olarak bulunmuştur. Hemşirelerin %69.8’i dahili, %30.2’si cerrahi
kliniklerinde çalışmaktadır, %3.6’sı daha önce kanla bulaşan herhangi bir enfeksiyon
hastalığı geçirmiştir, %82.7’si hastane enfeksiyonları ile ilgili eğitim programına
katılmıştır (Tablo 1).
Tablo 2: Hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyum Düzeylerinin Dağılımı(n=225)
Ölçek maddeleri
Kesinlikle
Katılmıyorum
Fikrim Yok
katılmıyorum
N (%)
N (%)
N (%)
1. İzolasyon önlemlerini uygulayarak, hastane
enfeksiyonlarının
kontrol
edilebileceğine
inanırım.
4 (1,8)
9 (4,0)
7 (3,1)
2. İzolasyon önlemlerinin kesintisiz uygulanması
konusunun takipçisi olurum.
3 (1,3)
8 (3,6)
16 (7,1)
3. Hastada patojen mikroorganizma birden fazla
yol (solunum yolu, temas yolu gibi) ile bulaşıyor
ise izolasyon önlemlerini birlikte uygularım.
4 (1,8)
2 (0,9)
11 (4,9)
4. İzolasyon uygulanan hasta ile temastan önce
ellerimi yıkarım.
6 (2,7)
3 (1,3)
5 (2,2)
5. Temas izolasyonu uygulanan hastanın bakım
ve tedavisi sırasında eldiven giymediğim
zamanlar olur.
141(62,7)
46(20,4)
2(0,9)
65
Gülbanu ZENCİR, Duygu BAYRAKTAR, Leyla KHORSHID
6. İzolasyon uygulanan hastanın odasından
çıkmadan önce eldivenimi çıkarırım.
15 (6,7)
12 (5.3)
8 (3,6)
146 (64,9)
50 (22,2)
5 (2,2)
8. Sıkı temas izolasyonunda koruyucu önlük giyerim.
6 (2,7)
10 (4,4)
13 (5,8)
9. Koruyucu maske ıslandığında değiştirmeye özen
gösteririm.
7 (3,1)
7 (3,1)
11 (4,9)
10. İzolasyon uygulanan hastanın nakli sırasında
gerekli bariyer önlemlerin (eldiven, önlük, maske, vb.
kullanımı ) uygulanmasını sağlarım.
5 (2,2)
3 (1,3)
6 (2,7)
11. İzolasyon uygulanan hastanın başka bir birimde
muayenesi söz konusu ise, ilgili birim sorumlusunu
izolasyon önlemlerine devam etmesi konusunda
uyarırım.
1 (0,4)
5 (2,2)
8 (3,6)
12. İzolasyon uygulanan hastanın yarasına çıplak elle
dokunulmasında sakınca görmem.
181 (80,4)
30 (13,3)
2 (0,9)
13. İzolasyon uygulanan hastanın odası dışında
dolaşmasına izin vermem.
12 (5,3)
11 (4,9)
15 (6,7)
14. İzolasyon uygulanan hastada ziyaret kısıtlaması
yaparım.
10 (4,4)
1 (0,4)
13 (5,7)
15. İzolasyon odasında az dokunulan yüzeylere
(duvar yüzeyi, vb.) göre, çok dokunulan yüzeylerin
( kapı kolu, etejer vb.) ve hasta tuvaleti temizliğinin
daha sık yapılmasını sağlarım.
7 (3,1)
4 (1,8)
4 (1,8)
16. İzolasyon odasında oluşan tıbbi atığın, kurallara
uygun olarak atılmasına özen gösteririm.
7 (3,1)
1 (0,4)
6 (2,7)
97 (43,1)
85 (37,8)
13 (5,8)
5 (2,2)
2 (0,9)
7 (3,1)
7. Eldiveni çıkarınca el yıkama ya da el ovalamaya
gereksinim duymam.
17. Enfeksiyon bulaşma riski nedeniyle izolasyon
uygulanan hastaya bakım vermek istemem.
18. İzolasyon odasında kullanılan temizlik
malzemelerinin (paspas, temizlik bezi, deterjan vb.)
diğer hasta odalarında kullanılmamasına özen
gösteririm.
Hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyum düzeylerinin dağılımı Tablo 2’ de
sunulmuştur. Buna göre hemşirelerin sadece % 22,7’si “ izolasyon önlemlerinin
kesintisiz uygulanması konusunun takipçisi olurum.”, %30,7’ si “izolasyon önlemlerini
uygulayarak, hastane enfeksiyonlarının kontrol edilebileceğine inanırım.” %42,7’ isi
“hastada patojen mikroorganizma birden fazla yol (solunum yolu, temas yolu gibi) ile
bulaşıyor ise izolasyon önlemlerini birlikte uygularım.” ifadelerine kesinlikle
katıldıklarını, %43.1’i “enfeksiyon bulaşma riski nedeniyle izolasyon uygulanan
hastaya bakım vermek istemem.” ifadesine kesinlikle katılmadıklarını ifade
etmişlerdir. Bu ifadelere rağmen hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyum
66
Bir Kamu Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyumu
ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 78.12 + 9.97 olarak bulunmuştur. Bu olumlu bir
sonuçtur ve hemşirelerin izolasyon önlemlerine uyumlarının yüksek olduğu
söylenebilir. Bu sonuç, hemşirelerin büyük çoğunluğunun (%82.7) hastane
enfeksiyonuna ilişkin bir eğitim programına katılmasına bağlanabilir. Kore’de yapılan
bir çalışmada (n=218) hemşirelerin standart izolasyon önlemlerine bilgi, tutum, ve
uyum puanlarının yüksek olduğu saptanmıştır (Lee et al. 2012).
Tablo 3: Hemşirelerin İzolasyon Uyumlarını Etkileyen Faktörler
ETMENLER
Sayı
Puan Ortalaması
18-26 yaş
75
75.7+9.7
27-33 yaş
80
78.8+11.7
34-50 yaş
70
79.8+7.3
1-5 yıl
89
76.1+9.4
6-14 yıl
92
79.0+11.0
15-33 yıl
44
80.2+7.8
SML mezunu
40
76.0+10.7
Önlisans mezunu
21
77.5+7.6
Lisans mezunu
151
78.3+10.1
Yüksek lisans mezunu
13
83.1+6.6
Dahili klinikler
157
77.9+9.9
Cerrahi klinikler
68
78.5+10.0
Evli
129
79.08+10.51
Bekar
96
76.82+9.09
Severek yapan
195
78.6 + 9.9
Severek yapmayan
30
74.9+ 9.6
Yaş Grubu
Çalışma Yılı
Mezun Olduğu Okul
Çalıştıkları Klinikler
Medeni Durum
Mesleği Severek Yapma
67
Gülbanu ZENCİR, Duygu BAYRAKTAR, Leyla KHORSHID
Enfeksiyonla İlgili Eğitim Alma
Alan
186
88.50+21.14
Almayan
39
77.73+9.19
8
88.5+ 21.14
Geçirmeyen
217
77.7+ 9,19
TOPLAM
225
Kanla Bulaşan Bir Enfeksiyon Geçirme
Geçiren
Hemşirelerin çalıştıkları kliniklere (t = -0.41, p= 0.67), medeni durumlarına (t =
1.60, p= 0.09), mesleği severek yapma durumlarına (t = 1.89, p= 0.06), enfeksiyonla
ilgili eğitim alma durumlarına (t = 0.32, p= 0.74) ve daha önce kanla bulaşan bir
enfeksiyon geçirme durumuna (Z = - 1,755, p= 0.079) göre izolasyona uyum ölçeği
puan ortalamaları arasında fark olmadığı saptanmıştır (Tablo 3).
Hemşirelerin %82.7’si hastane enfeksiyonuna ilişkin bir eğitim programına
katıldığını belirtmiştir (Tablo 1). Aytaç ve ark. (2008), tarafından yapılan çalışmada
hemşirelerin %63.3'ünün hastane enfeksiyonu ile ilgili eğitim aldığı saptanmıştır.
Hindistan’da yapılan bir çalışmada, sağlık çalışanlarının yalnızca %36’ sının üniversal
önlemler konusunda eğitim aldığı saptanmıştır (Kermode et al. 2005).
Manisa Turgutlu Devlet Hastanesi’nde çalışan hekim ve hemşirelerin izolasyon
önlemlerine uyumlarının değerlendirilmesi amacıyla Pekuslu ve ark. (2011),
tarafından yapılan çalışmada araştırmaya katılan hekim ve hemşirelerin İzolasyon
Önlemlerine Uyum Ölçeği’nden aldıkları toplam puanların ortalaması 74.59±10.67
olarak bulunmuştur.
18-26 yaş grubundaki hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyum Ölçeğinden
aldıkları puan ortalaması 75.7+9.7, 27-33 yıldır çalışan hemşirelerin puan ortalaması
78.8+11.7, 34-50 yaş grubundaki hemşirelerin puan ortalaması 79.8+7.3 olarak
bulunmuştur. Yapılan (ANOVA) varyans analizinde, bu farkın anlamlı olduğu (F=3.5,
p= 0.031) saptanmıştır (Tablo 3). Sonuç olarak yaşça daha büyük olan hemşirelerin
izolasyon önlemlerine daha çok uydukları saptanmıştır. Bu sonuç, yaşça daha büyük
olan hemşirelerin deneyimli olmasına bağlanabilir.
SML mezunu olan hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyum Ölçeği’nden aldıkları
puan ortalaması 76.0+10.7, önlisans mezunu hemşirelerin puan ortalaması 77.5+7.6,
lisans mezunu hemşirelerin puan ortalaması 78.3+10.1, yüksek lisans mezunu
hemşirelerin puan ortalaması ise 83.1+6.6 olarak bulunmuştur. Yapılan Kruskall-Wallis
testine göre bu farkın anlamlı olduğu KW x² = 9.526, p=0.023 saptanmıştır (Tablo 2).
Sonuç olarak hemşirelerin eğitim düzeyinin izolasyon önlemlerine uyumunu etkilediği saptanmıştır. Daha yüksek eğitim düzeyindeki hemşirelerin farkındalığının ve
konuya ilişkin bilgi düzeyinin daha fazla olmasına bağlanabilir.
Daha önce kanla bulaşan bir enfeksiyon hastalığı geçiren hemşirelerin İzolasyon
Önlemlerine Uyum Ölçeği’nden aldıkları puan ortalaması 88.5+21.14, geçirme68
Bir Kamu Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin İzolasyon Önlemlerine Uyumu
yenlerin ise 77.7+ 9,19 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin daha önce kanla bulaşan bir
enfeksiyon hastalığı geçirme durumlarına göre ölçek puan ortalamaları arasında fark
olmadığı (Z = - 1,755, p= 0.079) bulunmuştur (Tablo 32). Sonuç olarak, hemşirelerin
daha önce kanla bulaşan bir enfeksiyon hastalığına yakalanmalarının izolasyon
önlemlerine uymalarını etkilemediği söylenebilir.
1-5 yıldır çalışan hemşirelerin izolasyona uyum ölçeğinden aldıkları puan
ortalaması 76.1+9.4, 6-14 yıldır çalışan hemşirelerin puan ortalaması 79.0+11.0 ve 1533 yıldır çalışan hemşirelerin puan ortalaması 80.2+7.8 olarak bulunmuştur. Yapılan
(ANOVA) varyans analizinde, bu farkın anlamlı olduğu (F=3.1, p= 0.047) saptanmıştır
(Tablo 3). Sonuç olarak meslekte çalışma yılı daha yüksek olan hemşirelerin
izolasyona önlemlerine daha çok uydukları saptanmıştır. Bu sonuç, hemşirelerin
çalışma yılları boyunca elde ettikleri deneyimlerin ve konuya ilişkin aldıkları
eğitimlerin izolasyon önlemlerine uyumlarını olumlu yönde etkilediğini gösterebilir.
Pekuslu ve ark. (2011) tarafından yapılan çalışmada toplam ölçek puanı ile yaş,
cinsiyet, meslek, toplam çalışma yılı, izolasyon konusunda bilgilendirilme, izolasyon
önlemlerini uygulama ve mesleki gelişimini yeterli bulma durumları arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur
SONUÇ VE ÖNERİLER
Araştırmanın yapıldığı kamu hastanesinde çalışma kapsamına alınan hemşirelerin
izolasyon önlemlerine uyumlarını “izolasyon önlemlerinin kesintisiz uygulanması
konusunun takipçisi olurum.”, “izolasyon önlemlerini uygulayarak, hastane enfeksiyonlarının kontrol edilebileceğine inanırım.”, “hastada patojen mikroorganizma
birden fazla yol (solunum yolu, temas yolu gibi) ile bulaşıyor ise izolasyon önlemlerini
birlikte uygularım.” ve “enfeksiyon bulaşma riski nedeniyle izolasyon uygulanan
hastaya bakım vermek istemem.” ifadelerinin dışında genellikle yüksek olarak ifade
ettikleri saptanmıştır.
Hemşirelerin izolasyon önlemlerine düşük düzeyde uyum gösterdiklerini ifade
ettikleri konulara yönelik eğitim programları geliştirilmeli ve hemşirelerin bu eğitimi
almaları sağlanmalıdır. Bu çalışmanın başka hastanelerde ve daha geniş örneklemle
tekrar edilmesi önerilmektedir.
KAYNAKLAR
Abdulraheem IS, Amodu MO, Saka MJ et. al. Knowledge, Awareness and Compliance With Standard
Precautions Among Health Workers in North Eastearn Nigeria. J Communıty Med Health Edu 2012;
131(2): Doi : 10.4172/Jcmhe.1000131.
Akyıl R, Uzun Ö. Hastanede Çalışan Hemşirelerin El Yıkama Durumlarının Belirlenmesi. Atatürk
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2007; 10(2): 66-72.
Aytaç N, Naharcı H, Öztunç G. Adana’da Eğitim Araştırma Hastanelerinin Yoğun Bakım Hemşirelerinde
Hastane Enfeksiyonları Bilgi Düzeyi. ADÜ Tıp Fakültesi Dergisi 2008; 9(3): 9-15.
69
Gülbanu ZENCİR, Duygu BAYRAKTAR, Leyla KHORSHID
Çelenkoğlu N, Akıncı NA, Küçükkeçe M. Gemlik Devlet Hastanesi İzolasyon Talimatı. 2009; Revizyon
No:02, Revizyon Tarihi: 01.07.2011, Doküman No: T.172:1-10. (Erişim Tarihi 26.04.2012).
http://www.gemlikdh.gov.tr.
Demir Korkmaz F. Sağlık Hizmetleri İle İlişkili Enfeksiyon Kontrolünde Hemşirelik Hizmetleri Organizasyonun Etkisi. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 2009; 25(2): 105-114.
Duerink DO, Farida H, Nagelkerke NJD et. al. Preventing Nosocomial Infections: Improving Compliance
With Standard Precautions in an indonesian Teaching Hospital. Journal of Hospital Infection 2006;
64:36-43.
Efstathiou G, Papastavrou E, Raftopoulos V, Merkouris A. Factors Influencing Nurses' Compliance With
Standard Precautions in order to Avoid Occupational Exposure to Microorganisms: A Focus Group
Study. BMC Nursing 2011; 10:1 Doi:10.1186/1472-6955-10-1.
Karabacak Ü. Enfeksiyonu Önleme ve Kontrol. İçinde. Hemşirelik Esasları-Hemşirelik Bilim ve Sanatı.
Atabek Aştı T, Karadağ A, Editörler. Hemşirelik Esasları-Hemşirelik Bilim ve Sanatı. İstanbul:
Akademi Basın ve Yayıncılık; 2012. 413-444.
Kermode M, Jolley D, Langkham B et al. Universal/Standard Precautions Among Health Care Workers In
Rural North India. American Journal of Infection Control 2005; 33(1): 27–33.
Lee KA, Kim HS, Lee YW et al. Factors Influencing Compliance With Standard Precautions in Intensive
Care Unit and Emergency Room Nurses. Journal of Korean Academy of Fundamentals of Nursing
2012; 19(3): 302-312.
Naharcı H. Adana İlindeki Çeşitli Hastanelerin Yoğun Bakım Ünitelerinde Çalışan Hemşirelerin Hastane
Enfeksiyonlarının Önlenmesinde Etkili Olan Önlemlere İlişkin Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana: Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2006:
1-113.
Sarvan S. Asepsi, Üniversal Önlemler ve İzolasyon Uygulamaları. İçinde. Sabuncu N, Akça Ay F, Editörler.
Klinik Beceriler-Sağlığın Değerlendirilmesi, Hasta Bakımı ve Takibi, I. Baskı. İstanbul: Nobel Tıp
Kitabevleri; 2010. 62-90.
Tayran N, Ulupınar S. Bir Ölçek Geliştirme Çalışması: İzolasyon Önlemlerine Uyum Ölçeğinin Geçerlik ve
Güvenirliği. İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2011; 19(2):
89-98.
Ulusoy F. Enfeksiyon Kontrolü. İçinde. Hemşirelik Esasları-Temel Kuram, Kavram, İlke ve Yöntemler.
Ulusoy F, Görgülü S, Editörler. Cilt 1. 4. Baskı. Ankara: 72 TDFO Ltd. Şti; 1996. 77-96.
Usluer G, Esen Ş, Dokuzoğuz B. ve ark. İzolasyon Önlemleri Kılavuzu. Hastane İnfeksiyonları Dergisi 2006;
10(2): 5-28.
Weber DJ, Sickbert EEB, Brown VM et al. Compliance With Isolation Precautions at a University
Hospital. Infection Control and Hospital Epidemiology, Article Doı: 10.1086/510871,
http://www.jstor.org/stable/10.1086/510871 (Erişim Tarihi 26.04.2013).
Vaz K, Mcgrowder D, Alexander-Lindo R. et al. Knowledge, Awareness and Compliance With Universal
Precautions Among Health Care Workers at the University Hospital of the West Indies 2010; 1(4);
171-181.
Yüceer S, Demir SG. Yoğun Bakım Ünitesinde Nozokomiyal Enfeksiyonların Önlenmesi ve Hemşirelik
Uygulamaları. Dicle Tıp Dergisi 2009; 36(3): 226-232.
70
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29 (2): 71-82, 2013
HEMŞİRELİKTE TAMAMLAYICI VE ALTERNATİF TEDAVİ: REFLEKSOLOJİ
COMPLEMENTARY AND ALTERNATIVE THERAPY IN NURSING: REFLEXOLOGY
Öğr.Gör. Kıvan ÇEVİK
Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu
Ebelik Bölümü
II. Ulusal Kültürlerarası Hemşirelik Kongresinde Poster Bildiri olarak sunulmuştur.
ÖZET
Tamamlayıcı ve alternatif tedavilerin kullanımı her geçen gün artmaktadır ve sağlık
profesyonelleri arasında da oldukça popüler hale gelmiştir. Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler
arasında yer alan refleksoloji, kulak, el ve ayaklarda bedenin tüm bölgelerine, organlarına ve
sistemlerine karşılık gelen refleks noktalarına, el ve parmaklarla uygulanan bir baskı tekniğidir.
Refleksoloji, hem sağlığın korunması ve geliştirilmesinde hem de bazı rahatsızlıkların
hafifletilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır.
Tamamlayıcı tedaviler, profesyonel hemşirelerin bağımsız hemşirelik rolleri kapsamında yer
almaktadır. Bu nedenle hemşirelerin bu yöntemlere ilişkin bilgi sahibi olması önemlidir. Bu
makalede tamamlayıcı ve alternatif tedavilerden biri olan refleksolojinin yararları ve kullanım
alanları hakkında bilgi verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tamamlayıcı ve alternatif tedavi, refleksoloji, hemşire.
ABSTRACT
The use of complementary and alternative therapies is increasing every day and have become
quite popular among health care professionals. Complementary and alternative therapies in the
field of reflexology is a printing technique applied to reflex points, in ears, hands and feet which
correspond to the whole body, its’ organ and systems. Reflexology has been widely used in the
development of health care and in alleviating of some ailments.
Complementary therapies, occur in the independent nursing roles of professional nurses. It is
therefore important that nurses' have knowledge of these methods. This article provides
information concerning reflexology’s benefits and uses.
KeyWords: Complementary and alternative therapies, reflexology, nurse.
GİRİŞ
Alternatif tıp, tıbbi tedavilerin yerine geçen, modern biyotıp ya da tedaviler
tarafından kabul edilmeyen her türlü sağlık hizmeti olarak, tamamlayıcı tıp ise tıbbi
tedavi ile birlikte, tıbbi tedaviye ek olarak uygulanan tedavi ve bakım sistemidir
(Dokken ve Sydnor-Greenberg 2000). Bütün dünyada Tamamlayıcı ve alternatif
tedavilerin (TAT) kullanımının giderek arttığı ve bu başlık altında birçok yöntemin
Kıvan ÇEVİK
uygulandığı ifade edilmektedir (Wang ve ark. 2008, Yom ve Lee 2008, Woodward ve
ark. 2009, Özçelik ve Fadıloğlu 2009, Oksel ve Şişman 2009).
Literatür incelendiğinde tamamlayıcı terapilerin, hemşirelik girişimi olarak
uygulanabileceği görülmektedir. Bu bağlamda tamamlayıcı terapilerin, kuramsal
bilgiye ve bilimsel sorun çözme becerisine sahip, profesyonel hemşirelerin bağımsız
hemşirelik rolleri kapsamında olduğu düşünülebilir (Turan ve ark. 2011).
Ulusal Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Merkezi(NCCAM) TAT yöntemlerini 4 büyük
grupta tanımlanmıştır. Bu yöntemler;
1) Enerji tıbbı: Biyoenerji, akupunktur, reiki, terapötik dokunma, biyoelektromanyetik bazlı tedaviler
2) Zihin- beden tıbbı: Biyofeedback, hipnoz, gevşeme/meditasyon, müzik, hayal
kurma, yoga, vizualizasyon, dans gibi uygulamalar
3) Manipulatif ve vücut temelli uygulamalar: Kriyopraktik manipulasyon, masaj,
refleksoloji, hidroterapi gibi yöntemler
4) Biyolojik temelli uygulamalar: Bitkisel tedaviler, yüksek doz vitaminler, diyet
destekleri şeklinde sıralanabilir ( http://nccam.nih.gov/health/whatiscam )
Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler NCCAM’nin tanımlamış olduğu geniş tedavi
seçeneklerini kapsamaktadır. Bu tedavilerden bazıları temel hemşirelik uygulamalarının doğasında yer almaktadır. Bazıları da uygulamadan önce özel eğitim
gerektirir. Refleksoloji de özel eğitim gerektiren tedaviler arasında yer almaktadır.
Hemşirelerin bu yöntemlere ilişkin bilgi sahibi olmasının önemli olduğu
düşünüldüğünden, tamamlayıcı ve alternatif tedavilerden biri olan refleksolojinin
yararları ve kullanım alanları hakkında bilgi vermek amacıyla bu makale planlanmıştır.
Refleksoloji
Manipulatif ve vücut temelli uygulamalardan biri olan refleksoloji, yaklaşık 5000
yıl öncesine dayanan, yapılan araştırmalar ve ilginin artmasıyla birlikte modern sağlık
hizmetleri içinde yeniden ortaya çıkan eski bir tedavi yöntemidir (Morey 2005, Quinn
ve ark.2008). Günümüzde ABD başta olmak üzere İngiltere, Belçika ve Fransa gibi
Avrupa ülkelerinde okullar açılmış ve refleksoloji birçok alanda tamamlayıcı ve
alternatif tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır (Botting 1997). Son yıllarda ebelik ve
hemşirelik meslekleri arasında oldukça popüler bir hale gelmiştir (Wilkinson 2002,
Mollart 2003, Tiran and Chummun 2005, Wang ve ark. 2008). Ortopedi, nöroloji ve
palyatif bakım alanlarındaki kullanımında bir artış söz konusudur (Wang ve ark. 2008,
Taha ve Ali 2011).
Refleksoloji, vücudun spesifik organ ve bölgelerinin küçük bir aynası olarak kabul
edilen kulaklar, eller ve ayaklardaki refleks noktalarının masajla uyarılması anlamına
gelir. Uluslararası Refleksoloji Enstitüsü tarafından “tüm salgı bezleri, organlar ve
vücut bölümleri ile ilişkili olan ellerde, ayaklarda ve kulaklardaki refleks noktalarına
elle uygulanan, vücut fonksiyonlarının normalleşmesine yardım eden bir teknik”
olarak tanımlanmıştır (Stephenson and Dalton 2003, Vennels 2004). Bu refleks
72
Hemşirelikte Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi: Refleksoloji
noktalarının organlarda yanıta neden olduğu düşünülmektedir (Kim ve ark. 2010).
Örneğin ayaktaki karaciğer noktasına yapılan refleksoloji uygulaması karaciğeri
uyarır. Refleksoloji, karışık vücut fonksiyonlarını düzenleyen bir masaj şeklidir ve
böylece rahatlatma ve gevşetme etkilerine sahiptir. Vücudumuz, uyum içinde çalışan
bir makine gibidir. Vücudun dengede kalmasının sağlanmasında her organ için kan
dolaşımı ve sinir sisteminin optimum çalışması çok önemlidir. (Tabur 2008).
Refleksoloji son yıllarda, stres ve gerilimi rahatlatmak, kan dolaşımını artırmak ve
vücuttaki dengeyi sağlamak amacıyla, tamamlayıcı ve alternatif tedavi (TAT) olarak
kullanılmaktadır (Bolsoy 2008). Refleksolojinin derin bir rahatlama ve zihin / beden
dengesi ile strese bağlı belirtilerde (Chumthi ve ark. 2011), ağrıda (Stephenson ve ark.
2000, Ross ve ark. 2002, Quinn ve ark. 2008, Hughes ve arkadaşları 2009,
Gunnarsdottir ve McAlpine 2010, Özdemir 2011) premensturasyon semptomlarda
azalma (Oleson an Flocco 1993, Williamson ve ark. 2002), anksiyetede azalma
(Stephenson ve ark. 2000), uyku bozukluğunda azalma (Gambles ve ark.2002,
Asltoghiri ve Ghodsi 2012), yorgunlukta azalma (Ghaffari ve Ghaznein 2010) ayak
ödeminde azalma (Mollart 2003) ve uyku kalitesinde artış (Li ve ark. 2011) sağladığını
birçok araştırma ve klinik uygulama göstermektedir (Morey 2005, Quinn ve ark. 2008,
Li ve ark.2011).
Refleksolojinin çalışma mekanizması vücudun tüm seviyelerde iyileşmesini
sağlayan gizli enerji hareketidir. Vücudun özel bölgelerinde bölgesel refleks
noktalarına derin basınç uygulayarak küçük kasları harekete geçirmekte kullanılır.
Böylece enerji blokları da harekete geçer, vücutta enerji akışı ve sirkülasyonu ortaya
çıkar (Vennels 2004). Refleksoloji sinir noktalarını belirli tekniklerle uyarmanın, ortaya
elektrokimyasal mesajları çıkardığını bunun da nöronların yardımı ile ilgili organı
uyardığını savunur. Refleks noktalarına basınç uygulanması ile periferal ve santral
sinir sistemi uyarılır ve beyine bilgi aktarımı olur ve beyin mesajları iç organlara ve
salgı bezlerine ileterek, vücutta enerji akışı meydana gelmesini sağlar (Wang ve ark.
2008).
Refleksolojinin Tarihçesi
Yaklaşık 12 bin yıllık geçmişi olan refleksolojinin ilk uygulama yeri tıbbın doğuş ve
uygulama yeri olan Çin ve Mısır’dır. Bilinen en eski refleksoloji belgesi Mısır,
Saqqara’daAnkmahor adlı Mısırlı bir hekimin mezarının duvarında betimlenmiştir.
Tarihi yaklaşık M.Ö. 2330-2500 yıllarına dek uzanmaktadır (Botting 1997, Wilkinson
2002, Vennells 2004, Tabur 2008).
Refleksoloji 5000 yıl önce de Çin ve Hindistan’da ortaya çıkmıştır (Li ve ark. 2011).
Çoğu refleksolog için Dr. Fitzgerald’ın ortaya atmış olduğu ve sonradan Eunice
Ingham’ın daha kullanışlı kıldığı Bölge Terapisi bugünkü modern refleksolojinin
temeli olarak kabul edilir (Wilhelm 2006). Fitzgerald tarafından ayak üzerinde birçok
“deri refleks noktalarının” varlığı tespit edilmiştir (Botting 1997,Lett 2002, Wilkinson
2002, Vennells 2004, Tabur 2008). Fitzgerald ellerin ve ayakların belirli bölgelerine
uygulanan basıncın vücudun diğer bölgelerinde anestezik bir etkiye neden olduğunu
gözlemlemiş, bu bulguları kullanarak vücudu her iki tarafta beşer adet olmak üzere
73
Kıvan ÇEVİK
toplam on meridyene bölmüştür. Bu bölgeler el ve ayak parmağı uçlarında son
bulmaktadır ve meridyen bölgelerinde vücudun o bölgesindeki organlarla direk
ilişkinin olduğunu belirtmiştir. Dr. W. Fitzgerald 1914 yılında bölge tedavisini ilk
tanımlayan kişidir (Lett 2002, Ghaffari ve Ghaznein 2010).
Bölgesel tedavi, yönteminin uygulayıcılarından fizyoterapist Dr. Joe Shelby Riley
ve Eunice Ingham tarafından geliştirilmiştir (Soutar 2010). Dr. Joseph Riley, bu on
hayali dikey dilime yatay dilimler eklemiştir ve ayağın altında organların yansıdığı
bazı noktaların yerini şemalarla göstermiştir. Batı dünyasında Bölge Terapisi’nin Dr.
Fitzgerald, Dr. Bowers ve Dr. Riley’in çalışmaları ile geliştirildiği kabul edilmiştir. Ancak
vücudumuzdaki organların ayaklara yansıdığı noktalarda çalışan esas kişi Amerikalı
masöz Eunice Ingham’dır. Dr. Riley’in asistanı olan Ingham, kendi masaj deneyimleri
ve daha önceki araştırmaların yardımı ile her organın ayakta karşılık geldiği noktayı
bulmuştur (Wilhelm 2006). Ingham tedavi metodunu yeğeni Dwight Byers’
öğretmiştir. Daha sonra; Byers, 1970 yılında Uluslar arası Refleksoloji Enstitüsünün
(InternatiolInstitute of Refleksoloji) yöneticisi olmuştur (Vennells 2004).
Refleksolojinin Etki Mekanizması
Refleksoloji, ayaklardaki iç organlar, salgı bezleri ve vücut bölümlerine karşılık
geldiği iddia edilen özel noktalara basınç uygulamak için başparmak ve işaret
parmağı kullanılarak yapılır (Wang ve ark. 2008, Taha ve Ali 2011). İlgili noktaya basınç
uygulandığı zaman elektrokimyasal sinir uyarıları aktive olur, sinir sisteminin
uyarılması ile uyarı periferal sinir sistemi tarafından algılanır ve bir mesaj oluşturur. Bu
mesaj afferent nöronlarla bir gangliona, santral sinir sistemine iletilir. Gangliondan
geçen mesaj efferent nöronlarla spesifik organlara, bezlere iletilir ve mesaja cevap
oluşur ( Xavier 2007).
Refleksolojinin etki mekanizmasını açıklayan çeşitli teoriler vardır. Bunlardan biri
enerji teorisidir. Bu teoriye göre refleksoloji vücutta elektromanyetik alanlar arasında
iletişimi sağlar, zaman zaman enerji bloklarının meydana gelmesini, enerji akışını
sağlar ve tıkanmış kanallardaki enerjinin tekrar dolaşmasına yardımcı olur
(Stephenson ve ark. 2000).
Diğer teori ise, laktik asit teorisidir. Laktik asit’in ayaklarda mikrokristaller olarak
depolanması ve refleksolojinin bu kristalleri erittiği ve enerjinin serbest akımına izin
verdiğini söyler (Stephenson ve ark. 2000, Vennells 2004, Wilhelm 2006).
Propriyoseptif sinir reseptörlerini algılama teorisinde, ayaklardaki reflekslerin
organları etkilediğini ve vücuttaki organlar ile bu refleks bölgeleri arasında bir
bağlantının olduğunu söyler. Refleksolojinin sinir noktalarını belirli tekniklerle uyarmasının ortaya elektrokimyasal mesajlar çıkardığını, bunun da nöronların yardımıyla
ilgili organları uyardığını, fiziksel problemlerle ilgili gerginlik ve stresi rahatlatarak
onların gevşemesini sağladığını savunur. Bu gevşeme otonom yanıtı etkiler ki bu,
sırasıyla, endokrin, immün ve nöropeptit sistemi etkiler (Stephenson ve ark.2000).
Tüm bu teorilerin amacı; vücuttaki enerjiyi dengelemektir. Refleksoloji, inaktive
olmuş bölgeleri uyararak ya da aşırı aktive olanları yatıştırarak tüm vücut sistemlerini
dengelemeye yardım eder ( Xavier 2007).
74
Hemşirelikte Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi: Refleksoloji
Refleksolojinin Kullanım Alanları
Refleksolojiye olan ilgi giderek artmakta ve insanların çeşitli sağlık bakımı veren
kuruluşlardan ve özel gruplardan refleksoloji talebi sayısında bir artış olduğu
araştırmalarla ortaya konmaktadır. Kuzey Doğu İskoçya’da 1993-1999 yılları arasında
toplumsal araştırmalar üzerine yapılan bir incelemede, insanların özellikle refleksoloji,
aromaterapi ve kriopati kullanımında anlamlı bir artış olduğu bildirilmiştir (Emslie ve
ark. 2002). Yom ve Lee (2008) Kore’de yaptığı çalışmada hemşireler tarafından en
fazla bilinen ve uygulanan tamamlayıcı ve alternatif tedavi türünün %10.1 ile ayak
refleksolojisi olduğunu bildirmiştir.
Refleksoloji, hem sağlığın korunması ve yükseltilmesinde (yaşam kalitesini
artırmak, hasta- hemşire etkileşimini arttırmak, derin bir sakinlik sağlamak, vücut
sistemleri arasındaki uyumu sağlamak ve homeostazı düzenlemek, vücut enerjisini
yeniden canlandırmak, bağışıklık sistemini güçlendirerek sağlığı korumak, menopoz,
PMS, dismenore), hem de bazı rahatsızlıkların hafifletilmesinde (Stres, anksiyete,
depresyon, yorgunluk, uykusuzluk, migren, bas ağrısı, sırt ağrısı, sempatik ve parasempatik sinir sistemini ayarlamak ve fonksiyonunu düzenlemek, tiroid fonksiyonlarını düzenlemek, kan şekeri seviyesini düşürmek, romatizma, kas ağrıları ve
spazmı, eklem iltihaplanmaları, kabızlık, hazımsızlık, sinüzit, astım, bazı üriner sistem
sorunları, egzama, bazı allerjiler gibi dermatolojik sorunlar, enfeksiyon süresini
kısaltmak, kan dolaşımını hızlandırmak, bulantı ve kusmayı rahatlatmak, kanser
ağrılarını ve kemoterapinin yan etkilerini hafifletmek) ve doğum sürecinde,
sonrasında (ağrıyı azaltmak veya artırmak, servikal dilatasyonu artırmak, postpartum
dönemde uterus involüsyonuna yardım ve süt salınımını kolaylaştırmak) yaygın
olarak kullanılmaktadır (Botting 1997, Lett 2002, Xavier 2007, Magill 2008, Tabur
2008, Bolsoy 2008, Hughes ve ark. 2009, Woodward ve ark. 2009, Kim ve ark. 2010,
Chumthi ve ark.2011, Taha ve Ali 2011).
Refleksoloji ile ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında; refleksolojinin oldukça farklı
alanlarda kullanılarak etkisinin incelendiği görülmektedir (Tablo1).
Oleson ve Flocco (1993) premenstrüel sendrom semptomlarını % 46, Bolsoy
(2008) perimenstrüel distres puanlarını ve premenstrüel dönem semptomlarını
azalttığını saptamıştır. Li ve arkadaşları (2011) uyku kalitesini arttırdığını, Asltoghiri ve
Ghodsi (2012) uyku bozukluğunu azalttığını saptamıştır. Wilkinson ve arkadaşları
(2006) kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olan hastalarda refleksolojin nabız
hızını önemli derecede azalttığını bildirmiştir. Stephenson ve arkadaşları (2000) ağrı
ve anksiyete skorlarında, Gunnarsdottir ve McAlpine (2010) baş, boyun ve kol gibi
pek çok bölgede ağrıda, Hodgson ve Anderson (2008) ağrı ve ruhsal gerginlik
düzeyinde, Hughes ve arkadaşları (2009) ağrı (kasılma), yorgunluk, depresyon,
güçsüzlükte, Ross ve arkadaşları (2002) anksiyete ve depresyon düzeyinde, Ghaffari
ve Ghaznein (2010) yorgunluk düzeyinde, Chumthi ve ark. (2011) stres düzeyinde
azalma olduğunu bildirmişlerdir.
Bu konudaki çalışmaların doksanlı yıllarda başlayarak günümüze kadar artarak
devam ettiği görülmektedir. Ülkemizde de refleksoloji uygulaması ile ilgili yapılan
çalışmalar vardır. Bu çalışmalardan birisi Bolsoy’un (2008) “Perimenstrüel Distresin
75
Kıvan ÇEVİK
Hafifletilmesinde Refleksolojinin Etkinliğinin İncelenmesi” konulu çalışmasıdır. Bu
çalışma sonucunda da refleksolojinin menstrüel dönem ağrı puanlarında,
premenstrüel dönem ağrı puanlarında azalma olduğu, premenstrüel dönem ağrı
semptomlarında daha fazla gerileme olduğu belirlenmiştir. Özdemir ‘in (2011) yapmış
olduğu “Hemodiyaliz hastalarında refleksolojinin yorgunluk, ağrı ve krampa etkisi”
konulu çalışma sonucunda refleksolojinin hemodiyaliz hastalarında “ağrı puan
ortalamasını ve ağrı şiddetini düşürdüğü, kramp puan ortalamasının ve şiddetinin
azaldığı saptanmıştır. Bir diğer çalışma da Korhan’ın (2011) “ Mekanik Ventilasyon
Desteğinde Olan Hastalarda Refleksolojinin Sedasyon Düzeyi ve Yaşamsal Belirtiler
Üzerine Etkisi” konulu çalışmasıdır. Çalışma sonucunda refleksolojinin yaşamsal belirti
değerlerini olumlu yönde etkilediğini, gevşemeyi sağladığını ve sedasyon ihtiyacını
azalttığını saptamıştır.
Tablo 1: Dünyada ve Ülkemizde Refleksolojiyle İlgili Yapılmış Çalışma Örnekleri
Yazar: Oleson ve Flocco Tarih: 1993
Amaç: Prementruel sendromlu kadınlarda refleksolojinin etkilerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi:18 deney, 17 kontrol grubu olmak üzere premenstruel sendromlu 35 kişiyle
çalışılmıştır.
Uygulama Süreci: Haftada bir kez 30 dakika süreyle toplam sekiz hafta kulak, el ve ayaklarda ilgili özel
noktalara refleksoloji tedavisi uygulanmıştır.
Bulgular: Araştırmanın sonucunda kadınların premenstrual sendrom semptomlarınında % 46 oranında
azalma olduğu belirlenmiştir.
Yazar: Stephenson ve diğerleri Tarih: 2000
Amaç: Göğüs ve akciğer kanseri tanısı almış hastalarda ayak refleksolojisinin ağrı ve anksiyeteye etkisini
incelemek amacı ile yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: Amerika’da bir hastanede göğüs ve akciğer kanseri tanısı almış 23 hasta
örneklemi oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: 23 hastaya 30 dakika uygalanan ayak refleksolojisi uygulanmıştır.
Bulgular: Deney grubunda ağrı ve anksiyete skorlarının istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde azaldığı
saptanmıştır.
Yazar: Ross ve diğerleri
Tarih: 2002
Amaç: Palyatif bakım alan kanser hastalarında ayak refleksolojisinin anksiyete depresyona etkisi
incelenmiştir.
Araştırmanın Örneklemi: Kanser tanısı almış 17 hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Altı hafta süresince haftada bir kez olmak üzere 7 hastaya refleksoloji, 10 hastaya
ayak masajı uygulanmıştır.
Bulgular:: Araştırmanın sonucunda girişimin hastaların anksiyete ve depresyon düzeyini azalttığı
(13.90±1.82) terapi sonrası 13.20± 2.97) refleksoloji uygulanan grupta da 14.57± 2.87)uygulama sonrası
14.29± 2.59) belirlenmiştir.
Yazar: Tovey Tarih: 2002
Amaç: İngiltere’de irritabl bağırsak sendromlu hastalarda, refleksolojinin yorgunluğa, vücut sağlığına
etkisini değerlendirmek amacıyla planlanmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: İrritabl bağırsak sendromlu 15 deney, 13 kontrol grubu araştırmanın
örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: İrritabl bağırsak sendromlu hastalara 4 haftalık süreçte haftada bir gün olmak üzere
dört, 15 günde bir olmak üzere iki ve toplamda altı refleksoloji uygulama suresi 30 dakika olacak şekilde
gerçekleşmiştir.
Bulgular: Refleksolojinin yorgunluğu, vücut sağlığına etkisi değerlendirildiğinde olumlu yönde
etkilerinin olduğu belirlenmiş ancak çok ciddi bir etki gözlenmemiştir.
76
Hemşirelikte Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi: Refleksoloji
Yazar: Bishop ve diğerleri
Tarih: 2003
Amaç: Refleksolojinin kronik konstipasyon ve enkopresis üzerine etkisini incelemek amacıyla
yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: Konstipasyon ve Enkopresis tanısı almış 3-14 yaşları arasındaki 48 çocuk
araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Altı hafta süresince haftada bir kez 30 dakika altı seans refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin bağırsak hareketlerinin sayında artış sağladığını saptamıştır.
Yazar: Wilkinson ve diğerleri Tarih: 2006
Amaç: Londra’da KOAH’lı hastalarda refleksolojinin etkisini incelemek amacı ile yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: KOAH’lı deney, 7 kontrol grubu oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Dört hafta süresince haftada bir kez ortalama 50 dakika olmak üzere dört seans
refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin nabız hızını önemli derecede azalttığını belirlemiştir.
Yazar: Hodgson ve Anderson Tarih: 2008
Amaç: Philadelphia’da 324 yataklı bir bakım evinde yaşayan demanslı yaşlı bireylerde refleksolojinin
psikolojik distrese, ağrı ve demans semptomlarına etkisini değerlendirmek amacı ile yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: Bakımevinde en az 6 ay kalan, 75 yaş ve üstü, demans tanısı almış ve
araştırmaya katılmayı kabul eden 21 yaşlı araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Haftada bir kez olmak üzere dört hafta 30 dakika süre ile refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin ağrı ve ruhsal gerginlik düzeyini azalttığını saptamışlardır.
Yazar: Bolsoy
Tarih: 2008
Amaç: Perimenstrüel distresin hafifletilmesinde refleksolojinin etkinliğini incelemek amacı ile
planlamıştır.
Araştırmanın Örneklemi: Lisans öğrenimi gören 94 öğrenci araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Öğrencilere menstrüasyonunun bitiminde (siklusun 5-7.günlerinde) başlamak üzere,
haftada bir defa, yarım saat süre ile kulaklar, eller ve ayaklardaki uygun noktalara iki siklus süresince
(sekiz seans) refleksoloji masajı uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin perimenstrüel distres puanlarını ve premenstrüel dönem semptomlarını
azalttığı bulunmuştur.
Yazar: Hughes ve diğerleri
Tarih: 2009
Amaç: Refleksolojinin ağrı üzerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: 71 multiple sklerozlu hastadan oluşmuştur.
Uygulama Süresi:.45 dakika l0 hafta süreyle bir gün yapılmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin yorgunluk, depresyon, güçsüzlük, kasılmada (ağrı) anlamlı bir azalma
saptanmıştır.
Yazar: Gunnarsdottir ve McAlpine
Tarih: 2010
Amaç: Fibromiyalji sendromu tanısı almış bayan hastalara uygulanan refleksolojinin fibromiyalji
semptomlarına etkisini değerlendirmek amacıyla planlanmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: Altı bayan hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Hastalara 10 hafta süreyle refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Baş, boyun ve kol gibi pek çok bölgede ağrıda azalma olduğu saptanmıştır.
Yazar: Ghaffari ve Ghaznein
Tarih: 2010
Amaç: Hamilelerde refleksolojinin yorgunluğuna etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: 74 hamile araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi:. Haftada iki kez olmak üzere 5 hafta 30 dakikalık süreyle refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin yorgunluğu önemli derecede azalttığını saptamışlardır.
77
Kıvan ÇEVİK
Yazar: Woodward, Norton ve Barriball Tarih: 2010
Amaç: .Bayan hastalarda refleksolojinin kanstipasyon üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: Roma II kriterlerine göre konstipasyon tanısı almış 19 bayan hasta
araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi:. 35-40 dakikalık süreyle haftada bir kez olmak üzere altı hafta refleksoloji
uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin konstipasyon üzerine olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir.
Yazar: Chumti, Volrathongchai ve Eungpinichpong
Tarih: 2011
Amaç:Adölesan annelerde ayak refleksolojisinin strese etkisini değerlendirmek amacıyla planlanmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: 29 deney, 29 kontrol gurubu olmak üzere 58 adölesan anne araştırmanın
örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: 30 dakikalık süreyle refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Ayak refleksolojisinin stresi azalttığını saptamışlardır.
Yazar: Özdemir
Tarih: 2011
Amaç: Hemodiyaliz hastalarında refleksolojinin yorgunluk, aırı ve krampa etkisini değerlendirmek
amacıyla planlanmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: 40 deney, 40 kontrol grubu olmak üzere 80 hemodiyaliz hastası
araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Birinci, ikinci ve üçüncü hemodiyaliz tedavisi sonrası toplam 3 seans 30 dakika
refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Ağrı puan ortalamasının ve ağrı şiddetinin düştüğü, kramp puan ortalamasının ve kramp
şiddetinin azaldığı saptanmıştır.
Yazar: Li ve diğerleri
Tarih: 2011
Amaç: Tayvan’da postpartum dönemi kadınlarda refleksolojinin uyku kalitesine etkinsi değerlendirmek
amacı ile yapılmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: Uyku kalitesinin düşük olduğunu bildiren 65 postpartum dönemindeki
kadın örneklemi oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Birbirini takip eden 5 gün 30 dakika ayak refleksolojisi uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin uyku kalitesini arttırdığını saptamışlardır.
Yazar: Korhan
Tarih: 2011
Amaç: Mekanik Ventilasyon desteğinde olan hastalarda refleksolojinin sedasyon düzeyi ve yaşamsal
belirtiler üzerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: 30 deney, 30 kontrol grubu olmak üzere Glaskow koma skalası 9 ve üstünde
olan 60 hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: El, ayak ve kulak bölgelirinin her birine 10’ar dakikadan toplam 30 dakika, günde iki
kez olmak üzere, arka arkaya 5 gün toplam 10 seans refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin yaşamsal belirti değerlerini olumlu yönde etkilediğini gevşemeyi sağladığını
ve sedasyon ihtiyacını azalttığını saptamıştır.
Yazar: Asltoghiri ve Ghodsi Tarih: 2012
Amaç: Menapoza giren bayanlarda refleksolojinin uyku hastalığı üzerine etkisini incelemek amacıyla
planlanmıştır.
Araştırmanın Örneklemi: 45-60 yaşları arasındaki uyku hastalığı olan 100 kadın oluşturmuştur.
Uygulama Süresi: Günde 15 dakika 21 gün süresince refleksoloji uygulanmıştır.
Bulgular: Refleksolojinin uyku bozukluğunu azalttığını ve menapozal semptomlarda hormonal
olmayan bir yaklaşım olarak etkili olduğunu bildirmiştir.
78
Hemşirelikte Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi: Refleksoloji
Refleksolojinin Kullanılmaması Gereken Durumlar
Gebeliğin ilk trimestiri, düşük veya erken doğum tehdidi, plasenta previa,
antepartum hemoraji, pre-eklemsi, akut enfeksiyonlar ve ateşli durumlar, derin ven
trombozu, femur kırıkları, cerrahi durumlar, açık yaraların olması, tıbbi aciller, malign
melanom’da kullanılmaması gerekmektedir (Soutar 1998, Lett 2002, Vennells 2004).
Refleks Bölgelerine Masaj Uygulama
Akupunktur temellerine dayalı olan ve vücutta bulunan hassas noktalara el ile
özel bası tekniklerini gerektiren ve bölgesel terapinin teorik prensiplerine dayanan
bir şifa ve sağaltım uygulaması olarak tanımlanan refleksoloji uygulamasında
(Ayçeman 2009), her bir seansın 10 dakikadan 45 dakikaya varan sürede
gerçekleştirilmesi önerilmektedir (Tabur 2008). Terapistler tarafından optimal
terapötik sonuçlar elde etmek için genellikle 6-8 seans olması tavsiye edilmektedir
(Jones ve ark. 2012). Refleksolojiyle ilgili yapılan çalışmalarda da uygulama süresinin
genelde 30 dakika tutulduğu (Stephenson ve ark. 2000, Tovey 2002,Bishop ve ark.
2003, Hodgson ve Anderson 2008, Ghaffari ve Ghaznein 2010, Li ve ark.2011,
Özdemir 2011) ve haftada tek seans olmak üzere 6-8 haftalık süre ile uygulandığı
görülmektedir (Williamson ve ark. 2002, Tovey 2002, Woodward ve ark. 2010).
Refleksologlar, genellikle kolay ulaşılabilir, daha duyarlı ve daha büyük
olmasından dolayı ayaklar üzerinde çalışmayı tercih ederler (Botting 1997). Fakat ayak
masajı ile refleksoloji arasında kesin bir fark bulunmaktadır (Botting 1997, Tiran and
Chummun 2005). Kullanılan başparmak ve parmak tekniği masajdan farklıdır ve
solucan gidişine benzeyen bir hareketi andırır (Botting 1997, Wilhelm 2006, Wang ve
ark. 2008). Refleksoloji seansı sırasında organların, endokrin bezlerin ve vücut
bölümlerinin yansıması kabul edilen spesifik noktalara baskı uygulanır (Botting 1997,
Wilhelm 2006, Tabur 2008, Wang ve ark. 2008).
Refleks bölgelerine masajda başparmak hareketi, parmak hareketi, ovma hareketi,
sıvazlama hareketi, sıkma hareketi olmak üzere beş basma tekniği kullanılmaktadır
(Vennels 2004, Tabur 2008).
Hemşirelik Uygulamalarında Refleksolojinin Yeri
Refleksoloji, özel eğitim gerektiren tedaviler arasında yer almaktadır. Belli bir
eğitim/kurs alındıktan sonra pratiğe aktarılmalıdır. Ülkemizde, refleksolojiyle ilgili
yapılan bilimsel çalışmalar dışında, hemşirelik uygulamalarında refleksoloji uygulamasına rastlanılmamıştır. Bazı özel kurum ve kuruluşlarda belli bir ücret karşılığında
hizmete sunulmaktadır. Kliniklerde rutin olarak hemşireler tarafından bu hizmetin
sunulabilmesi için, hizmet içi eğitim programları düzenlenip hemşirelerin bu alanda
sertifika almaları sağlanmalıdır. Alanında uzmanlaşmış (enfeksiyon, eğitim, vs.
hemşiresi gibi) tamamlayıcı ve alternatif tedavilerle ilgili eğitim almış, kalifiye
hemşireler yetiştirilmesine olanak sağlanmalıdır.
79
Kıvan ÇEVİK
SONUÇ VE ÖNERİLER
Dünyada ve ülkemizde, hastalıkların tedavisinde ve/veya semptomların
hafifletilmesinde/ giderilmesinde tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) metotlarından
biri olan refleksolojinin kullanım alanlarının oldukça geniş olduğu ve genel anlamda
yarar sağladığı yapılan çalışmalarda görülmektedir. Hemşireler için göz önünde
tutulması gereken temel konular, toplumda tamamlayıcı ve alternatif tıp kullanımının
yaygınlığına ilişkin farkındalıklarını arttırmak, pratiklerini geliştirmek ve profesyonel
olarak uygulamalarını sürdürmektir.
Hemşireler TAT yöntemlerinin etkileri, ilaçlarla olan etkileşimleri ve komplikasyonları hakkında da bilgi sahibi olmalıdırlar (Dönmez ve ark. 2007). Bu nedenle bu
eğitimin lisans eğitimi veren sağlık yüksekokullarının, hemşirelik fakültelerinin
müfredatında yer almasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Hemşirelerin bu
yöntemlere ilişkin bilgi sahibi olması, hasta ve hasta yakınlarına danışmanlık
yapabilmeleri açısından da oldukça önemlidir. Hizmet içi eğitim programları ile,
hemşirelerin bilgi birikimleri güncellenmeli ve tamamlayıcı tedaviler konusunda
bilimsel çalışmalar yapmalıdırlar.
KAYNAKLAR
Asltoghiri M, Ghodsi Z. The Effects of Reflexology on Sleep Disorder in Menopausal Women. Procedia
Social and Behavioral Sciences 2012;31: 242-6.
Ayçeman N. Body Based Applications in Oriental Medicine. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2009; 29:95-9.
Bishop E, Mckinnon E, Weir E.ve ark. Reflexology In The Management of Encompresis and Chronic
Constipation. Pediatric Nursing 2003; 15(3): 20-21.
Bolsoy N. Perimenstrüel Distresin Hafifletilmesinde Refleksolojinin Etkinliğinin İncelenmesi. Yayınlanmış
Doktora Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2008
Botting D. Review of Literature on the Effectiveness of Reflexology, Complementary Therapies in
Nursing&Midwifery 1997; 3: 123- 130.
Chumthi L, Volrathongchai K, Eungpinichpong W. Effect Of Foot Reflexology on Stres Reduction Among
Adolescent Mothers During The Postpartum Period. Royal Thai Air Force Medical Gazette 2011;
57(1): 24-35.
Dokken D, Sydnor-Greenberg N. Exploring Complementary and Alternative Medicine in Pediatrics:
Parents And Professionals Working Together For New Understanding. Pediatr Nurs 2000;26: 1-15.
Dönmez CY, İlçe ÖA, Yavuz M. Ve Ark. Ameliyat Öncesi Dönemde Hastaların Tamamlayıcı Ve Alternatif
Tedavi (TAT) Yöntemlerini Kullanma Durumlarının İncelenmesi, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek
Okulu Dergisi 2007;23(1): 27-36.
Emslie M.J, Campbell, M.K, Walker K.A. Changes in Publica Wareness of, Attitudes To And Use Of
Complementary Therapy ın Northeast Scotland: Surveys ın 1993 and 1999, Complementary, Therapy
in Medicine 2002;10: 148-153.
Gambles M, Crooke M, Wilkinson S. Evaluation of A Hospice Based Reflexology Service: Qualitative
Audit of Patient Perceptions. European Journal of Oncology Nursing 2002;6(1): 37-44.
Ghaffari F, Ghaznein PT. The Reflexology Of Sole On Tiredness İntensity in Pregnant Women. Casp J
Intern Med 2010; 1(2): 58-62.
80
Hemşirelikte Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi: Refleksoloji
Gunnarsdottir JT, Peden-Mcalpine C. Effects of Reflexology on Fibromyalgia Symptoms: A Multiplecase
Study. Complementary Therapies in Clinical Practice 2010;16: 167–172.
Hodgson NA, Anderson S. The Clinical Efficacy Of Reflexology ın Nursing Home Residents With
Dementia. J Altern Complement Med 2008; 14(3):269–75.
Hughes CM, Smyth S, Lowe-Strong AS. Reflexology For The Treatment of Pain in People With Multiple
Sclerosis: A Double-Blind Randomised Sham-Controlled Clinicaltrial. Mult Scler 2009; 15(11):1329–
38.
Jones J, Thomson P, Lauder W. Ve Ark. Reflexology Has An Acute (İmmediate) Haemodynamic Effect in
Healthy Volunteers: A Double-Blind Randomised Controlled Trial. Complementary Therapies in
Clinical Practice 2012;18: 204-11.
Kim JI, Lee MS, Kang JW. et al Reflexology For The Symptomatic Treatment of Breas Tcancer: A
Systematic Review. Integr Cancer Ther 2010; 9(4): 326-330.
Korhan AE. Mekanik Ventilasyon Desteğinde Olan Hastalarda Refleksolojinin Sedasyon Düzeyi Ve
Yaşamsal Belirtiler Üzerine Etkisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü; 2011.43-271.
Lett A. The Future of Reflexology. Complementary Therapy in Nursing&Midwifery 2002;8: 84-90.
Li CY,Chen SC, Li CY. et al. Randomised Controlled Trial Of The Effectiveness Of Using Foot Reflexology
to Improve Quality of Sleep Amongst Taiwanese Postpartum Women. Midwifery, 2011;27:181–186.
Magill L. The Conjoint Use of Music Therapy and Reflexology With Hospitalized Advanced Stage Cancer
Patiens and Their Families. Palliative and Supportive Care 2008; 6: 289- 296.
Mollart L. Single–Blind Trialad Dressing The Differential Effects Of Two Reflexology Techniques Versus
Rest, On Ankle And Foot Oedema in Late Pregnancy. Complementary Therapies In
Nursing&Midwifery 2003;9, 203–208.
Morey HJ. Integrative Reflexology: A Therapy Within A Naturopathic. Nursing Practice Explore 2005;
1(5): 400-401.
National Center For Complementary and Alternative Medicine. What is Complementary and Alternative
Medicine (CAM)?, Makale 13 Kasım 2012’de http://nccam.nih.gov/health/whatiscam/ Adresinden
indirildi.
Oksel E, Şişman FN. Diabetes Mellitus’lu Hastaların Kullandıkları Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi
Yöntemleri. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 2009;25 (3) : 27-36.
Oleson T, Flocco W. Randomised Controlled Study of Premenstrual Symptoms Treated With Ear; Hand
and Foot Reflexology. Obstetrics&Gynecology 1993;82(6): 906–11.
Özçelik H, Fadıloğlu Ç. Kanser Hastalarının Tamamlayıcı Ve Alternatif Tedavi Kullanım Nedenleri. Türk
Onkoloji Dergisi 2009;24(1):48-52.
Özdemir G. Hemodiyaliz Hastalarına Uygulanan Refleksolojinin Yorgunluk, Ağrı Ve Krampa Etkisi.
Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi. Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü;2011.
Quinn F, Hughes CM, Baxter GD. Reflexology In The Management of Low Back Pain: A Pilot Randomised
Controlled Trial. Complement Ther Med 2008;16(1):3–8.
Ross CS, Hamilton J, Macrae G. A Pilot Study to Evaluate The Effect of Reflexology on Mood and
Symptom Rating of Advanced Cancer Patients. Palliat Med 2002;16(6):544–5.
Soutar G, 1998, Reflexology For Hands and Feet. Eller ve Ayaklar İçin Refleksoloji, Evyapan T, 2. Baskı,
Ankara: Arkadaş Yayınevi; 2010.
81
Kıvan ÇEVİK
Stephenson, NL. N, Dalton, JA. Using Reflexology For Pain Management: A Review J Holistnurs 2003;21:
179.
Stephenson NL, Weinrich SP, Tavakoli AS. The Effects Of Foot Reflexology On Anxiety And Pain In
Patients With Breast and Lung Cancer. Oncol Nurs Forum 2000;27: 67–72.
Tabur H, Başaran EBZ. Refleksoloji’ye Giriş. Birleşik Matbaacılık; 1.Baskı. İzmir: 2008.
Taha NM, Ali ZH. Effect Of Reflexology On Pain And Quality of Life In a Patient With Rheumatoid
Arthritis. Life Science Journal 2011; 8(2): 357-365.
Tiran D, Chummun H. The Physiological Basis of Reflexology and Its Use as A Potential Diagnostic Tool.
Complementary Therapies in Clinical Practice 2005;11:58–64.
Tovey PA. A Single-Blind Trial Of Reflexology For Irritable Bowel Syndrome. Gen Pract 2002;52: 19–23.
Turan N, Kaya N, Kaya H. Ve Ark. Hemşirelik Öğrencilerinin Bazı Değişkenler Açısından Konstipasyon
Sorunları. İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2011;19 (3): 168178.
Vennells Df. (2004). Refleksoloji. Çeviren: Soner S. 2.Baskı. İzmir: Ege Meta Yayınları.
Wang My, Tsai Ps, Lee Ph. Et Al. The Efficacy Of Reflexology: Systematic Review. Journal of Advanced
Nursing 2008;62(5), 512–520.
Wilhelm Za. Adım Adım Sağlık: Refleksoloji. 3.Baskı. İstanbul; Dharma Yayınları; 2006.
Williamson J, White A, Hart A. Randomised Controlled Trial Of Reflexology For Menopausal Symptoms.
International Journal Of Obstetrics And Gynaecology September 2002; 109: 1050–1055.
Wilkinson I. The House of Lords Select Committee For Science and Technology. Their Report on
Complementary and Alternative Medicine and Its Implications For Reflexology. Complementary
Therapies in Nursing&Midwifery 2002;8: 91-100.
Wilkinson Sai, Prigmore S, Rayner Fc. A Randomised-Controlled Trail Examining The Effects of
Reflexology of Patients With Chronic Obstructive Pulmonary Disease (Copd). Complementary
Therapies in Clinical Practice 2006; 12: 141–147.
Woodward S, Norton C, Barriball Kl. A Pilot Study of the Effectiveness of Reflexology in Treating
Idiopathic Constipation in Women. Complementary Therapies in Clinical Practice 2010;16: 41–46.
Woodward S, Norton Cs, Gordon J. Reflexology For Treatment of Constipation. Cochrane Database of
Systematic Reviews 2009;4(56): 1-6.
Xavier R. Facts on Reflexology. Nursing Journal of India 2007,98(1): 11- 12.
Yom Yh, Lee Ke. A Comparison of The Knowledge of, Experience With and Attitudes Towards
Complementary and Alternative Medicine Between Nurses and Patients ın Korea. Journal of Clinical
Nursing 2008;17, 2565–72.
82
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29 (2): 83-93, 2013
BİPOLAR BOZUKLUK TANISI ALAN HASTALARDA İÇSELLEŞTİRİLMİŞ
DAMGALAMAYI AZALTMADA HEMŞİRELİK GİRİŞİMİ OLARAK PSİKOEĞİTİM
PSYCHOEDUCATION AS NURSING INTERVENTION IN REDUCING INTERNALIZED STIGMA
IN PATIENTS WHO TAKE BIPOLAR DISORDER DIAGNOSIS
Prof.Dr. Olcay ÇAM*
Yard.Doç.Dr. Döndü ÇUHADAR**
*E.Ü. Hemşirelik Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği AD.
**Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü
ÖZET
Toplumdaki damgalamanın içselleştirilmesi, bireylerin ciddi şekilde örselenmesine yol
açmaktadır. Toplumun diğer bireyleri gibi, ruhsal hastalığı olanlarda toplumdaki kalıp yargılarla
karşı karşıya kalırlar. Bu bireyler bir kez kendileri ya da başkaları tarafından akıl hastası olarak
etiketlendiklerinde, istemeyerek de olsa kendilerini bu grubun bir üyesi olarak görürler.
Damgalama Bipolar bozukluk hastalarının %54,6’sının hissettiği ciddi bir sorundur. Eğitilmiş ve
bilgili bir toplum psikiyatrik hastalıkların tedavi edilebilirliğini anlar. Eğer halk bu hastalıkların
başarılı şekilde tedavi edildiğini kabul ederse, bu hastalıklardan etkilenenler utanmayacaktır ve
semptomların kabulüyle birlikte uygun profesyonel yardım arayışı artacaktır. Ruhsal
hastalıkların tedavisi ve biyolojik temelleri hakkındaki eğitim, bu konu üzerindeki fikirleri
normalleştirmede çok ciddi şekilde etkili olabilir. Damgalama ruh sağlığı problemlerinin
tedavisinde önemli bir engeldir. Damgalama yaşantısı bireylerde ruh sağlığı tedavisini
erteleme ya da tedaviden kaçınmaya neden olabilir. Tedavi altındaki bireylere yönelik
damgalama odaklı bir psikoeğitim içselleştirilmiş damgalamayı azaltabilir. Bu derleme,
içselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya yönelik yaklaşımların bir araya getirilerek bipolar
bozukluk hastalarına özgü bir psikoeğitim programının içerisinde kullanılmasına açıklık
getirmek amacıyla yazılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İçselleştirilmiş damgalama, bipolar bozukluk, psikoeğitim, psikiyatri
hemşireliği.
ABSTRACT
Internalized stigma is the devaluation, shame, secrecy and withdrawal triggered by applying
negative streotypes to oneself. Like other members of society, individuals with mental illness
naturally come into contact with cmmon stereotypes. Once these individuals are labeled by
themselves or by others as being mentally ill the willingly or unwillingly assume membership in the
group that is the object of the stereotypes. Stigma is a serious problem that perceived by 54.6% of
Bipolar disorder patients. Educated and sophisticated population would understand that
psychiatric illnesses are often treatable. If the public accepted the fact that these illnesses are often
Olcay ÇAM, Döndü ÇUHADAR
successfully treated, those affected with illness would not ashamed of it and would be more likely to
seek out appropriate Professionals with the expectation of symtom relief. Stigma is a significant
barrier to treatment of mental health problems. Experience of stigmatization can lead individuals
to delay, avoid or disengage from mental health treatment. For individuals in treatment stigma
focused psychoeducation can decrease perceived stigmatization. This review has been writen aim
of clarifying to use of internalized stigma reducing approaches by bring together them in a
psychoeducation programe that particular to bipolar disorder.
Key words: Internalizeds stigma, bipolar disorder, psychoeducation, psychiatric nursing.
GİRİŞ
Ruhsal hastalığa sahip bireylerin, psikiyatriye başvurduktan ve tanı aldıktan sonra
dışarıdan kendilerini damgalanmış olarak hissettikleri ve bunun neticesinde, bu
bireylerde durumundan utanma, yetersizlik duygusu, olumsuz otomatik düşüncelerde artma, sosyal ilişkilerden kaçınma ve kendilik değerinde azalma gibi belirtilerin
ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. İçselleştirilmiş damgalama olarak tanımlanan bu
durumun psikiyatrik tanı alma ile etkisini göstermeye başladığı, çoğu zaman
bireylerin çevrelerinden herhangi bir ayrımcılık ya da kötü davranışa maruz
kalmasalar bile kendiliğinden ortaya çıktığı ve hastanın aldığı psikiyatrik tanıya göre
bu belirtilerin şiddetinin arttığı ileri sürülmektedir (Taşkın 2007a, Taşkın 2007b, Çam
ve Çuhadar 2011)
Bipolar bozukluk toplum tarafından göreceli olarak daha az tanınan ve damgalanan bir bozukluktur ancak hastalar damgalanma hissini çok yoğun biçimde yaşarlar,
kendi kendilerini damgalarlar (Aydemir 2004). Morselli ve Elgie’nin (2003)
çalışmasında, damgalamanın bipolar bozukluk hastalarının %54,6’sının hissettiği
ciddi bir sorun olduğu belirlenmiştir. Çalışmada hastaların %28’i kendilerini çevreleri
tarafından reddedilmiş hissettiklerini ifade etmişlerdir. Birçok hasta hastalıklarıyla ilgili
olarak birçok olumsuz mitlere sahiptirler. Bu durum hastaların tanıyla baş etmelerini
zorlaştırarak, tedaviye uyumsuzluğuna neden olmaktadır (Colom ve Vieta 2004).
Hayward ve ark. (2002) bipolar bozukluk tanısı konan hastalarda yaptıkları çalışmada
hastaların, toplum tarafından arkadaş olarak kabul edilmeyeceklerini, daha az zeki
ve güvenilmez olarak değerlendirileceklerini, işverenlerin kendilerine iyi ücret
vermeyeceklerini ve diğer işçilere davrandıkları gibi davranmayacaklarını, kadınların
kendilerine görüşme randevusu vermeyeceklerini, psikiyatri kliniğine yattıkları için
kendilerinin fikirlerini daha az ciddiye alacakları şeklinde düşündüklerini
belirlemişlerdir.
Bir başka çalışmada hastaların %46’sının kendilerini tam ya da kısmen yetersiz ya
da eksikmiş gibi hissettikleri, hastaların yaklaşık %40’ının çevresindeki kişiler
tarafından tam veya kısmen yetersiz veya eksikmiş gibi görüldüklerini düşündükleri,
hastaların %60’ının hastalıklarının evlenme konusunda olumsuzluk yaratacağını
düşündükleri, mesleki işlevsellik açısından, hastaların yaklaşık %55’i hastalıklarının iş
bulma konusunda zorluk yaşatma nedeni olduğunu bildirdikleri, hastaların yaklaşık
yarısının toplumsal ilişkilerde hastalıklarının kendilerine olumsuz etki yaptığını
algıladıklarını, hastaların topluma göre kendilerini daha fazla damgaladıkları ve
84
Bipolar Bozukluk Tanısı Alan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalamayı Azaltmada…
toplumsal ilişki düzeyi yakınlaştıkça, kendilerini damgalama arttığı belirlenmiştir
(Aydemir 2007).
İçselleştirilmiş damgalama, bireyler damgalama karşıtı olan ve araştırmaya dayalı
bilgileri öğrendikleri zaman azalabilir. İçselleştirilmiş damgalaması olan bireyleri
ruhsal hastalıklar konusunda eğitmek, bireylerin olumsuz inançlarına karşı çıkmalarında yardımcı olabilir (Watson ve Corrigan 2010). Bireyleri yaşam sorunları hakkında
eğitme, onlara sorunun yönetimi için sosyal ve kaynak desteği geliştirmede yardım
etmeye ve sorunu ele almada baş etme becerileri geliştirmeye odaklı girişimlerden
birisi de psikoeğitimdir (Walsh 1998). Psikoeğitimsel yaklaşım, eğitim yöntem ve
tekniklerinin ruhsal hastalıkların tedavi ve rehabilitasyon ilkelerinin gerçekleştirilmesinde kullanıldığı bir süreç olup; hasta ve aileye hastane dışında da yardımcı
olmayı, hastanın yaşadıkları sorunlarla baş edebilmesini toplumda üretken bir yaşam
sürmesini desteklemeyi amaçlamaktadır. Bu amaçlara ulaşmak için hastalık süreci,
hastalık sürecinde yaşanılan güçlüklerin ele alınması, baş etme becerilerinin
öğretilmesi ve uygulanması, ilaç kullanımının sürdürülmesi ile ilgili eğitimler
verilmektedir (Alataş ve ark. 2007).
Psikoeğitimsel girişimler genellikle ruhsal hastalıklar ve tedavisi hakkında doğru
bilginin sunulmasına vurgu yapar ve yanlış algılamaları ele alarak ruh sağlığı
problemlerinin tedavi edilebilirliği ile ilgili daha iyimser olmayı sağlayabilirler
(Alvidrez ve Ark. 2008, Alvidrez ve ark. 2009). ANA (American Nursing Association)’ya
göre uzman psikiyatri hemşiresi, ruhsal hastalıkları ve yetersizlikleri önlemede, ruhsal
hastalıkları tedavi etmede, ruh sağlığı durumunu ve işlevsel yetenekleri geliştirmeye
yardım etmede, bireysel, grup ve aile terapilerini, psikoeğitim ve diğer terapötik
tedavileri kullanabilir (Knesil 2004). Psikoeğitim gruplarının temel amacı:
• Hastalık ve onunla başa çıkabilme hakkında bilgi vermek, yanlış inançlarbilgiler, damgalama hakkında konuşmak,
• Erken belirtileri tanıyarak ve ilaç uyumunu artırarak olası nüksleri azaltmak,
• Hastayı aile içi ve aile dışı stres kaynaklarına karşı uyarmak ve hazırlamak,
• Sosyal haklarından haberdar etmek,
• Hastalar ve onların tedavisi le ilgilenen kişiler arasında işbirliğini arttırmak,
• Hastanın seçilmiş bir ortamda hastalığı ile ilgili düşüncelerini, duygularını,
korkularını paylaşma cesaretini göstermesini sağlamak,
• Kendi sorunlarının bir çok insanda olduğunu görerek, hastalık belirtilerinin
genelleştirebildiğini hastaya göstermek,
• Hastaya hastalığının yaşamında neden olacağı engelleri anlamasını, bu
gerçekle birlikte, sosyal yaşamında gerçekçi hedefler koyabilmesini sağlamak,
• Yaşam kalitesini artıracak baş etme yöntemlerini öğrenmesini sağlamaktır
(Sönmez 2009).
İçselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya yönelik hazırlanan psikoeğitim programının içeriğinde aşağıdaki yaklaşımlar yer alabilir.
85
Olcay ÇAM, Döndü ÇUHADAR
Bipolar Bozukluk Hastalarında Psikoeğitim Programları
Psikoeğitim, düzenli yaşam döngüsü, sağlıklı alışkanlıklar, erken uyarıcı belirtilerin
fark edilmesi ve tedavi uyumunu artırmayı öğretmeyi amaçlayan etkili bir yaklaşımdır
(Çakır ve ark. , 2009).
Bipolar bozuklukta psikoeğitim; hastalıkla ilişkili yüksek tekrarlama oranları, ilaçlar
ve onların olası yan etkileri, prodramal semptomların erken tanınması ve semptom
yönetimi, yasadışı ilaç ve alkol kullanımından kaçınmanın önemi, rutinleri sürdürmenin önemi, stres yönetimi, bipolarda gebelik, intihar riski, damgalama, hastalığa
bağlı problemler hakkında bilgiyi içermelidir (Colom ve Lam, 2005).
Barselona Bipolar Bozukluklar Psikoeğitim Programı, grup psikoeğitiminin, mani,
hipomani, karma ya da depressif gibi tüm bipolar episodların önlenmesinde ve iki
yıllık süre içinde episodların yeniden ortaya çıkma zamanlarını uzatmada etkili olduğunu göstermiştir. Depresif hastalar, psikoeğitimde etkili olan öğrenme sürecine
engel olan, ciddi bilişsel güçlükler yaşayabilirler, Manik hastalar, dikkat dağınıklığı ve
bilişsel bozukluklar nedeniyle grup içinde rahatsız edici olabilirler ve verilen bilginin
tamamını özümsemeyebilirler. Bu nedenle psikoeğitim daima ötimik (semptomların
yatıştığı) evre süresince verilmelidir (Colom ve Vieta, 2004). Grup psikoeğitimi için
ideal sayı 8-12 arasındadır. Kısa zamanda bütün hastalara yeterli söz hakkının verilmesinin gerektiği durumlarda bu sayı sekizin altında olabilir (Colom ve Vieta 2006).
Rouget ve Aubry (2007), bipolar bozuklukta psikoeğitim yaklaşımlarının yararları
ile ilgili literatür gözden geçirmelerinin sonucunda, psikoeğitimin bipolar
bozukluğun entegre tedavisinin bir parçası olması gerektiği, farmakolojinin
tamamlayıcısı olarak bireysel ya da grup şeklinde verildiği, hastaların ve ailelerin
çoğunluğuna uygulanabilirliği için sağlık profesyonellerinin verebileceği sonuçlarına
varmışlardır.
İçselleştirilmiş Damgalamayı Azaltmaya Yönelik Yaklaşımlar
İçselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya yönelik yaklaşımlar ilk olarak Hayward ve
Bright (1997) tarafından ileri sürülmüştür. Hayward ve Bright’e (1997) göre, içselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya yönelik yaklaşımların içeriğinde yer alması gereken
konular:
1- Damgalama gerçeği inkar edilmemelidir. Problem çözme yaklaşımı kullanılmalıdır. Damgalama bir gerçek ve damgalamanın etkilerini azaltmak için adımlar
atılabilir. Ruhsal hastalıkların bütüncül kavramı, hem psikososyal hem de biyolojik
modellerini içermeli ve bunlar hastayla paylaşılmalıdır. Psikososyal etkenlerin rolünü
vurgulamak, hastaya hastalığın etkilerini ve ayrıca damgalamanın etkisini azaltmak
için adımlar atılabileceği duygusunu verir. Bu tür adımlar, kişisel yönetim becerilerini
geliştirmeyi, kişinin hastalığı üzerinde kontrolünü artırmayı içermelidir. Hastalık
belirtilerinin tekrar ortaya çıkmasını önlemek ve stresi azaltmak için sağlıklı yaşam
döngüsü oluşturulmalı ve bu sağlıklı yaşam döngüsü hasta ile birlikte yapılmalıdır.
Bunu gerçekleştirmek için, hasta ile birlikte günü yapılandırmaya, gerçekçi öncelik ve
hedefler oluşturmaya odaklanılmalıdır. Burada anahtar öğe, kişiye öz yeterlilik ve
kişisel değer duygusu oluşturmada yeteneklerini ve becerilerini geliştirmeyi
öğretmektir (Hayward ve Bright 1997).
86
Bipolar Bozukluk Tanısı Alan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalamayı Azaltmada…
2- Bir diğer yaklaşım; hastalık ve sağlık arasında keskin ayırım yapmaktan
kaçınılmalıdır. Burada vurgu tanı etiketini uygulama değil, belirli bir problemin
yönetimine yönelik olarak yapılmalıdır. Ruh sağlığı bakımının yeni gelişen modelleri
çizgisinde, öz yeterlilik ve kontrol duygusunu oluşturmak gerekir. Tanı ayırımından
kaçınmak ve belirli davranış terimleri üzerinde düşünmek, ruhsal hastalığı olan
bireydeki “farklı bir gruba aitsin” düşüncesine zarar verirse, içselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya yardımcı olabilir (Hayward ve Bright 1997). Ruhsal hastalıklarla ilgili
toplumdaki en yaygın inançlardan birisi de, bu hastaların “tehlikeli” olarak algılanmasıdır. Hastaların tehlikeli olarak algılanmasını güçlendiren önemli faktörlerden biri,
ortaya çıkan öfke duygusuyla hastaların etkili baş edememelerinin sıkça görülmesidir.
Bu nedenle psiko eğitimin içeriğinde öfke yönetimi yer almalıdır.
3- Hayward ve Bright’ın ileri sürdüğü bir diğer yaklaşım ise bilişsel davranışçı
yaklaşımı kullanarak her bir hastanın damgalayıcı inançlarını belirlemektir. Hastalığın
nedeni, hastalığa bağlı başkaları için tehlikeli olma, hastalığın gidişatı, kişinin kendi
eylemlerinin hastalığın etkilerini azaltabileceği, hastalığın derecesi, hastalığa bağlı
olarak ortaya çıkan uygunsuz görünüm gibi konular belirlenmelidir. Davranışçı
görevler, hastalığın zararlı etkileriyle ilgili hatalı inanışları geçersizleştirmeye
odaklanmalıdır. Bu inanışlar “hastalığımdan dolayı ……….. ile baş edemiyorum” gibi
durumlar olabilir (Hayward ve Bright, 1997).
Bilişsel Yaklaşıma Dayalı Roy Adaptasyon Modelini İçeren Yaklaşım
İnsanlar bulundukları kültür içindeki sosyalleşmenin bir parçası olarak yaşamın
erken yıllarında ruhsal hastalıklarla ilgili kavramlar geliştirirler. Toplum, birçok insanın
ruhsal hastalıklı bireyleri bir arkadaş, işçi, komşu ya da yakın eş olarak reddedecekleri,
daha az güvenilir, ya da yetersiz gibi değersizleştirecekleri ile ilgili kavramlar ve
yaklaşımlarla doludur. İnsanlar bu tür kavramları formal eğitim, aile, kişisel deneyim
ve ruhsal hastalıklı insanların medyada sergilenmesini içeren bilgi kaynaklarından
geliştirirler. Bu inanışlar özellikle ciddi ruhsal hastalığı olan kişi için acı bir etkiye
sahiptir, çünkü ayırım ve değersizleştirme olasılığı kişisel olarak geçerli hale gelir. Eğer
kişi diğerlerinin ruhsal hastalıklı kişileri değersizleştireceğine ya da reddedeceğine
inanıyorsa, kişi bu durumda “ ruhsal hastalığım olduğu için insanlar beni reddeder
mi?” gibi endişeler duyar. Bu ilk korku, kişi, ruhsal hastalıklı kişiler hakkındaki olumsuz
şakalar, yorumlar ve medya betimlemeleri yoluyla iletilen kültürel stereotiplere maruz
kalmaya devam ettiği sürece kuvvetlenecektir (Link ve ark., 2002).
Bu nedenle içselleştirilmiş damgalamaya ilişkin bir psikoeğitim programının
içeriğinde ruhsal hastalıklarla ilgili toplumda var olan mitler ve gerçekler ele alınarak,
hastaların bu konudaki inanç ve tutumlarının ortaya çıkarılmasıyla gerçek ve doğru
bilgi verilmelidir. Bilişsel yaklaşıma göre, tüm psikolojik sorunların altında yatan ortak
mekanizma, hastanın ruhsal durumunu ve davranışlarını etkileyen çarpıtılmış ya da
işlevsel olmayan düşünceleridir. Bu düşüncelerin gerçekçi bir şekilde yeniden değerlendirilip, değiştirilmesi, duygularda ve davranışlarda düzelmelere yol açar. Daha
kalıcı düzelmeler ise hastanın işlevsel olmayan temel inançlarının değiştirilmesine
bağlıdır (Beck, 2001).
87
Olcay ÇAM, Döndü ÇUHADAR
Bilişsel davranışçı yaklaşım, düşünceler, davranışlar ve duyguların bilişsel bir yapı
oluşturmak için karşılıklı olarak etkileşime girdiklerini öne sürmektedir. Öğelerden
herhangi biri bozulduğunda bu yapı da bozulacak, ayrıca kalan öğelerde
bozulacaktır. Tepkilerdeki bu bozulmalar, Roy Adaptasyon Modelinde belirtilen
adaptasyon ilkelerine benzerdir, çünkü insanlar bütüncül varlıklardır ve onların
tepkileri uyaranlara göre değişir, uyaranlar içsel veya dışsal olabilir, tüm sistemleri
etkilemektedirler. Hemşire hasta ile birlikte bu yapıyı inceler ve mantıklı, elde
edilebilir ve ölçülebilir hedefleri belirler. Hemşirenin birincil rolü, süreçte bir rehber
olarak hareket etmek, yararlı beceri eğitimlerini sağlamak ve uygun denemeleri
düzenlemektir. Hemşire, işbirlikçi deneyselcilik ve sokratik sorgulama yöntemini
içeren teknikleri kullanarak, hatalı varsayımları ve diğer bilişsel hataları değiştirmede
bireye yardım eder (Freeman ve Roy, 2005). Roy adaptasyon modeli ve bilişsel
davranışçı terapi teorisine göre, değerlendirme süreci; bireyin bütüncüllük içinde ele
alındığı sistem içinde değerlendirilerek gözlemlenmesini, uyum düzeyinin
anlaşılmasını, uyaranların tipini ve bu süreçlerin nasıl etkileşim içinde olduklarını
kapsamalıdır. Hemşirelik bakımının amacı, sağlığı geliştirme ve hastalığı önlemedir.
Belirli hedefler, davranışları uyumlu ya da etkisiz olarak değerlendirmeyi, hatalı
bilgilendirme süreci, işlevsel olmayan inançların ve varsayımların değişmesini ve
uyum davranışlarının sürdürülmesi, arttırılması ve geliştirilmesini tanımlamayı
kapsamaktadır. (Freeman ve Roy, 2005).
Her bir hastanın içselleştirilmiş damgalama ile ilgili bilişsel formülasyonu çıkarıldıktan sonra yapılacak işlem bilişsel yeniden yapılandırmadır. Bilişsel yeniden yapılandırma, katılımcının düşünce örüntüleri, bozulduğunda ve problemin sürekliliğine
katkıda bulunduğunda kullanılır. Bir kişinin düşünce sistemini değiştirmek için
üç adım gereklidir. Birincisi; kişinin, acı veren duygularına ve verimsiz eylemlerine
eşlik eden düşünceleri tanımlamasına yardım etmek. İkinci adım; katılımcının,
problem durumuna yanıtındaki alternatif düşünceleri dikkate almak için, katılımcının
istekliliğini değerlendirmek. Üçüncü adım; katılımcının akla uygun olmayan
inançlarına, kişinin geçerliliklerini test ettiği, günlük yaşamda yürütebileceği doğal
deneyimler ve görevler düzenleyerek meydan okumaktır (Walsh,1998).
Watson ve Corrigan (2010 ) Beck’in kişinin kendisine zarar veren tutumlarına
doğrudan karşı çıkmayı ve bunları kişinin benlik saygısına zarar vermeyen tutumlarla
yer değiştiren yaklaşımını gerçekleştirerek, içselleştirilmiş damgalamayı durdurma
işlem tablosunu (stop self-stigma worksheet) oluşturmuşlardır. Bu işlem için, kişiden
zararlı inançlarını listelemesi, bu inançların arkasındaki varsayımları tanımlaması,
inandığı ve güvendiği diğer kişilere sorarak bu varsayımlara karşı koyması, bu
varsayımlara karşı koyan kanıtları toplaması ve listelemesi, orijinal inançlara karşı
koyan zararsız bir tavırla tutumları yeniden şekillendirmesi istenir. İçselleştirilmiş
damgalamayı durdurma işlem tablosu aşağıdaki gibi olup beş alanı içermektedir.
88
Bipolar Bozukluk Tanısı Alan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalamayı Azaltmada…
1- Zararlı tutumları belirtmek.
Örneğin, “ güçsüz bir kişi olmalıyım, çünkü ruhsal hastalığım var”
................................................. olmalıyım, çünkü ..............................................
2- Doğru ve yanlış varsayımları tanımlama
Örneğin, “güçlü insanların ruhsal hastalığı olmaz”.
3- Varsayımları güvendiği kişilerle kontrol ederek, karşı çıkma
Örneğin, “ablam, benimle daima doğruyu konuşur”
4- Varsayımları karşı çıkan kanıtları toplama
Örneğin, “ablam psikiyatrik problemlerle başa çıkmanın, güçsüzlüğün değil, gücün
belirtisi olduğunu söyler”
5- Zarar vermeyen tutumları yeniden belirtmek. Bu karşı koymadır.
Örneğin, “ ruhsal hastalığımdan dolayı güçsüz ya da kötü değilim, aslında, sonuna
kadar dayandığım için kahramanım”.
Ayrıca hemşireler toplumsal damgalamayı azaltmaya yönelik girişimlerde yer
alarak, toplumsal damgalamanın etkilediği içselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya
yardımcı olabilirler. Bunu sağlamak için, hemşireler damgalamayla mücadele
organizasyonlarına aktif olarak katılıp, diğer meslektaşlarını ve hastaları bu kaynaklara
yönlendirebilirler. Hemşireler, ruhsal hastalığı olan bireylere yönelik toplumsal
damgalamayı protesto etmek amacıyla, protesto mektupları yazma kampanyalarına
katılarak ruhsal hastalıkların doğru tanınmasını ve yanlış korkuların giderilmesini,
ruhsal bozuklukların tedavisini destekleyerek toplumun bilinçlenmesini sağlayabilirler. Birey düzeyinde hemşireler, damgalama tutumları için sağlık bakım sisteminde hastaları destekleyebilirler. Damgalamayı azaltma girişimlerinin geliştirilmesi,
değerlendirilmesi ve yerine getirilmesi hastalığın tedavi edilebilirliğini artırmak için
gereklidir (Pinto-Foltz ve Longsdon 2009).
Aşağıda örnek bir bipolar bozukluk vakasının paylaştığı deneyimlerine dayanarak
içselleştirilmiş damgalamayı azaltma yaklaşımları gösterilmiştir.
Örnek vaka: “Bir müddet eve kapanmıştım. Dışarı çıkmıyordum. Bundan sonra
hiçbir iş yapamayacağım, hiçbir işe yaramayacağım düşüncesi vardı. Kendimi bedenen ve ruhen güçsüz hissediyordum. Topluma girmiyordum, yalnız kalmayı istiyordum. İçimden konuşmak gelmiyordu. Konuşursam onlara zarar veririm korkusu vardı.
Beni reddederler diye insanlardan uzak duruyordum, çünkü manik atak sırasında
neler yaptığımı biliyorlardı. Eşim bir yere gidelim dediğinde gitmek istemiyordum.
Evde daha rahatım diyordum. Çok sevdiğim işim için yapamayacağım korkusu vardı.
Bu korku nedeniyle işimi bıraktım, emekli oldum. Günlük yapmam gereken işler
aksadı bende devam etmemem gerektiğini düşünüp ayrıldım. Eşim çok destek
veriyor. “sen ne durumlar atlattın, bunu da atlatırsın” diyordu. O bunları söyleyince
kendime güven geliyor, “ben zayıf bir insan değilim bunun da üstesinden gelebilirim”
diyorum.
89
Olcay ÇAM, Döndü ÇUHADAR
Uyaran: Hastanın tıbbi tanısı.
Hastanın baş etme tepkileri:
•
Evden dışarı çıkmamak
•
İnsanlarla konuşmamak
•
Sosyal etkileşimlerini sınırlandırmak,
•
İşini bırakmak şeklindedir.
Otomatik düşünceler:
•
Hiçbir iş yapamam,
•
İnsanlara zarar veririm,
•
İnsanlar beni reddederler şeklindedir.
Hastanın duygusal tepkileri:
•
Yetersizlik
•
Yalnızlık
•
Korku
Hastanın bilişsel tepkileri
•
Düşük benlik saygısı
•
İnsanlara zarar verme korkusu
Hastanın fizyolojik tepkisi
•
Güçsüzlük
Hastanın davranışsal tepkileri
•
İşini bırakmak
•
Yalnız kalma eğilimi
•
Sosyal etkileşimden kaçınmak
Hastanın bu konuda güvendiği kişi: Eşi
Eşinin hastanın otomatik düşüncelerine karşı çıkan tepkisi:
“sen ne durumlar atlattın, bunu da atlatırsın.”
Hastanın zarar vermeyen tutumu:
“ben zayıf bir insan değilim bunun da üstesinden gelebilirim”.
90
Bipolar Bozukluk Tanısı Alan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalamayı Azaltmada…
Hastaların hastalıklarıyla ilgili mitlerini ortaya çıkarmak için bilişsel formülasyon
çizelgesi kullanılabilir. Bu hasta için bilişsel formülasyon çizelgesi şekil 1’ de görülmektedir.
Yukarıdaki hastaya ait bilgileri hemşirelik bakım planı kapsamında ele aldığımızda
ise,
• Etkisiz Baş etme
• Benlik saygısında azalma
• Güçsüzlük
• Korku
• Yalnızlık riski
• Sosyal etkileşimde bozulma gibi hemşirelik tanılarını koyarak bir hasta bakım
planı da oluşturabiliriz.
Bu tanılar ve yapılacak girişimler her hastaya göre değişebilir. Çünkü her hastanın
içselleştirilmiş damgalamaya yönelik inançları, baş etme tutumları, duygu, düşünce
ve davranış tepkileri farklı olabilmektedir.
Damgalama ruh sağlığı problemlerinin tedavisinde önemli bir engeldir.
Damgalama yaşantısı bireylerde ruh sağlığı tedavisini erteleme ya da tedaviden
kaçınmaya neden olabilir. Tedavi altındaki bireylere yönelik damgalama odaklı bir
psikoeğitim içselleştirilmiş damgalamayı azaltabilir (Alvidrez ve ark. 2009). İdeal
olarak eğitilmiş ve bilgili bir toplum psikiyatrik hastalıkların tedavi edilebilirliğini
anlar. Eğer halk bu hastalıkların başarılı şekilde tedavi edildiğini kabul ederse, bu
hastalıklardan etkilenenler utanmayacaktır ve semptomların kabulüyle birlikte uygun
profesyonel yardım arayışı artacaktır. Ruhsal hastalıkların tedavisi ve biyolojik
temelleri hakkındaki eğitim, bu konu üzerindeki fikirleri normalleştirmede çok ciddi
şekilde etkili olabilir (Scrimali ve Freeman 2005).
91
Olcay ÇAM, Döndü ÇUHADAR
İçselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya yönelik olarak yukarıda belirtilen yaklaşımlar genel olarak şizofreni hastalarına yönelik olarak çeşitli çalışmalarda kullanılmıştır, bipolar bozukluk hastalarında bu yaklaşımların kullanımına rastlanmamıştır
(Knight ve ark. 2006, Maccinnes ve ark. 2008). Yukarıda saydığımız yaklaşımları
bipolar bozukluk hastalarında içselleştirilmiş damgalamayı azaltmaya yönelik bir
psikoeğitim programı aşağıda belirtilen şu uygulamaları içermelidir:
• Bipolar bozukluğun tedavisi, ortaya çıkarıcı etkenler, hastalık dönemleri,
hastalık belirtileriyle baş etme hakkında eğitim vermek,
• Stres ve öfke ile baş etme yöntemlerini öğretmek,
• Ruhsal hastalıklarla ilgili toplumda var olan mitler ve gerçekleri hastalarla
birlikte ele almak ve hastalara toplumsal damgalamayı protesto etmeye
yönelik yaklaşımları (mektup yazma, telefon açma, boykot) öğretmek.
• Hastaların karşılaştıkları damgalama tutumları ve bunların hastalarda ortaya
çıkardığı, düşünce, duygu ve davranışları belirlemek için bilişsel formülasyon
çıkarmak.
• Bilişsel yeniden yapılandırmayı uygulamak.
İçselleştirilmiş damgalama deneyiminin ortaya çıkardığı, düşünce, duygu ve
davranışlara yönelik uygun hemşirelik girişimlerini uygulamak.
Sonuç olarak, damgalama konusunda eğitimli ve bilgili hemşireler, psikoeğitimi kullanarak,
• Bipolar bozukluk hastalarında ve diğer ruhsal hastalıklarda görülen
içselleştirilmiş damgalamanın azaltılmasında,
• Toplumda bu hastalara yönelik var olan damgalama tutumlarının değiştirilmesinde,
• Hem bipolar bozukluk tanısı alan hastaların hem de diğer ruh sağlığı bozuk
hastaların daha kaliteli bir yaşam sürdürmelerine ve toplumun diğer üyeleri
gibi bu kişilerinde toplum içinde hak ettikleri konumlarına ulaşmalarında
• Bu tür uygulamaların yaygınlaştırılmasını sağlayarak da hem hemşirelik mesleği hem de psikiyatri hemşireliğinin gelişimine de önemli katkılar sağlayabilir.
KAYNAKLAR
Alataş G, Kurt E, Tüzün Alataş E, Bilgiç V, Karatepe HT. Duygudurum Bozukluklarında Psikoeğitim.
Düşünen Adam 2007;20(4):196.205.
Alvidrez J, Snowden LR, Kaiser DM Involving Consumers In The Development of A Psychoeducational
Booklet About Stigma For Black Mental Health Clients. Health Promot Pract 2008; 1-10.
Alvidrez J, Snowden LR, Rao SM ve ark. Boccelari A. Psychoeducation to Address Stigma ın Black Adults
Referred For Mental Health Treatment: A Randomized Pilot Study. Community Ment Helth J 2009;
45:127-136.
Aydemir Ö. Bipolar Bozukluğa Yönelik Tutum ve Damgalama. 3P Dergisi Eylül 12 2004; (Suppl. 3): 61-64.
Aydemir Ö. Bipolar Bozukluğa Yönelik Tutumlar ve Damgalama. İçinde. Stigma Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutumlar ve Damgalama. Taşkın EO, Editör. İzmir: Meta Basım ve Matbaacılık; 2007. 156-165.
92
Bipolar Bozukluk Tanısı Alan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalamayı Azaltmada…
Beck SJ. Bilişsel Terapi Temel İlkeler ve Ötesi. Çeviren: N Hisli-Şahin. 1. Basım, Ankara: Türk Psikologlar
Derneği Yayınları; 2001; 15-28.
Cakir S, Bensusan R, Akca ZK ve ark. Yazıcı O. Does A Psychoeducational Approach Reach Targeted
Patients With Bipoar Disorder? Journal of Affective Disorders 2009; 119:190-193.
Colom F, LAM D. Psychoeducation: Improving Outcomes in Bipolar Disorder. European Psychiatry 2005;
20:359-364.
Colom F, Vieta E. Improving The Outcome of Bipolar Disorder Through Non-Pharnacological Strategies:
The Role of Psychoeducation. Rev Bras Psiquiatr 2004; 26(Suppl.3): 47-50.
Colom F, Vieta E. Psychoeducation Manual For Bipolar Disorder. Cambridge: Cambridge University Pres;
2006. 45-49.
Çam O, Çuhadar D. Ruhsal Hastalığa Sahip Bireylerde İçselleştirilmiş Damgalama ve Damgalanma Süreci.
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(3):136-140.
Freeman SM, Roy SRC. Cognitive Behaviour Therapy and The Roy Adaptation Model: Integrating CBT
Into Nursing Practice. In. Cognitive Behaviour Therapy In Nursing Practice. Freeman SM, Freeman A,
Editors. New York: Springer Publishing Company; 2005.3-28.
Hayward P, Bright JA. Stigma and Mental Ilness. Journal of Mental Health 1997;6(4):345-354.
Hayward P, Wong G, Bright A ve ark. Stigma and Self-Estem ın Manic Depression: An Exploratory Study.
Journal of Affective Disorders 2002; 69: 61-67.
Kneisl CR. Theoretical Basis For Psychiatric-Mental Health Nursing. In. Contmporary Psychiatric-Mental
Health Nursing. Kenisl CR, Wilson HS, Trigoboff E. Editors. New Jersey: Pearson Education Inc.
2004. 18.
Knight MTD, Wykes T, Hayward P. Group Treatment of Perceived Stigma and Self Estee ın
Schizophrenia: A Waiting List Trial of Efficacy. Behavioural Ad Cognitive Psychotherapy 2006.
34:305-318.
Link BG, Struening EL, Neese-Todd S ve ark. On Describing and Seeking to Change the Experience of
Stigma. Psychiatric Rehabilitation Skills 2002; 6(2):2012-31.
Maccinnes DI, Lewis M The Evaluation of Short Group Programme To Reduca Self Stigma ın People With
Serious and Enduring Mental Health Problems. Journa of Psychiatric and Mental Health Nursing
2008; 15:59-65.
Morselli PL, Elgie R. GAMIAN-Europe/BEAM Survey I- Global Analysis of A Patient Questionnare
Circulated To 3450 Members of 12 European Advocacy Groups Operating ın The Field of Mood
Disorders. Bipolar Disorders 2003.5:265-278.
Pinto-Foltz MD, Logsdon MC. Reducing Stigma Related to Mental Disorders: Initiatives, Interventions and
Recommendations For Nursing. Archieves of Psychiatric Nursing 2009; 23(1): 32-40.
Rouget WB, Aubry JM. Efficacy of Psychoeducational Approaches on Bipolar Disorders: A Review of The
Litetature. Journal of Affective Disorders 2007;98:11-27.
Scrimali T, Freeman SM. Psychotic Disorders. In. Cognitive Behaviour Therapy ın Nursing Practice.
Freeman SM, Freeman A, Editors. New York: Springer Publishing Company; 2005. 269-291.
Sönmez S. Şizofreni Hastalarında Psikoeğitim Grup Çalışmasının Pozitif ve Negatif Belirtiler, Sosyal
İşlevsellik, Yeti Yitimi, İçgörü ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkilerinin Araştırılması. Uzmanlık Tezi. T.C.
Sağlık Bakanlığı, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi; İstanbul: 2009.
Taşkın EO, İçselleştirilmiş Damga ve Damgalanma Algısı. İçinde. Stigma Ruhsal Hastalıklara Yönelik
Tutumlar ve Damgalama. Taşkın EO, Editör. İzmir: Meta Basım ve Matbaacılık; 2007b. 31-40.
Taşkın EO, Ruhsal Hastalıklarda Damgalama ve Ayrımcılık. İçinde. Stigma Ruhsal Hastalıklara Yönelik
Tutumlar ve Damgalama Taşkın EO, Editör. İzmir: Meta Basım ve Matbaacılık; 2007a. 17-30.
Walsh J. Psychoeducation In Mental Health. Chicago: Lyceum Books Inc 1998;9-27.
Watson AC, Corrigan PW (2010 Mart 20). The Impact of Stigma on Service Access and Participation.
http://www.Bhrm.Org/Guidelines/Stigma.Pdf adresinden indirildi.
93
Olcay ÇAM, Döndü ÇUHADAR
94
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 29 (2): 95-103, 2013
GEBELİK İNTRAHEPATİK KOLESTAZI VE HEMŞİRELİK BAKIMI
INTRAHEPATIC CHOLESTASIS OF PREGNANCY AND NURSING CARE
Araş.Gör. Duygu GÜLEÇ*
Prof.Dr. Ümran SEVİL*
*E.Ü. Hemşirelik Fakültesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD.
Bu derleme 7-10 Mart 2013 tarihinde Bursa’da düzenlenen 11. Uludağ Jinekoloji ve Obstetri
Kış Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur.
ÖZET
Gebelik İntrahepatik Kolestazı (GİK) (pruritus gravidarum, ikterus gravidarum) safranın
karaciğerde birikmesi anlamına gelir. “Obstetrikal Kolestaz” yani gebeliğe bağlı safra birikmesi
olarak da adlandırılır. Sıklıkla gebeliğin 3. ayından sonra ortaya çıkmakta, gebeliğe bağlı gelişen
bir durum olduğu için genelde doğumdan kısa bir süre sonra kaybolmaktadır. Ancak bir
sonraki gebelikte tekrarlama olasılığı bulunmaktadır. Maternal etkiler hafif olmakla birlikte
GİK‘de fetal distres, preterm doğum ve ani intrauterin ölüm gibi riskler bulunmaktadır. Kaşıntı,
serum safra asitleri düzeylerinde yükselme ve bazen sarılıkla karakterizedir. Tedavide etkili bir
ajan olan ursodeoksikolik asit kullanılır. Bu makalede, GİK’in özellikleri, maternal ve fetal
sağlığın korunması ve olumsuz sonuçların engellenmesinde hemşirelik bakımının önemi ele
alınmıştır.
Anahtar sözcükler: Gebelik kolestazı, komplikasyon, hemşirelik bakımı
ABSTRACT
Intrahepatic cholestasis of pregnancy (ICP) (Pruritus gravidarum, Icterus gravidarum) means to
accumulation of bile in the liver. ‘Obstetric Cholestasis’ is also known as pregnancy-sepecific
accumulation of bile. ICP occurs mainly in the third trimester of pregnancy. Because it is a condition
of pregnancy, rapidly resolving after delivery. However ICP may recur in subsequent pregnancies.
Maternal effects of ICP are mild; however, there is a clear association between ICP and higher
frequency of fetal distress, preterm delivery, and sudden intrauterin fetal death. ICP is characterized
by maternal pruritus, raised serum bile acids and sometimes jaundice. Ursodeoxycholic acid is
currently the most effective treatment. In this article discussed the characteristics of ICP, maternal
and fetal health protection and the importance of nursing care in order to prevention of negative
consequences
Key words: Cholestasis of Pregnancy, complication, nursing care
GİRİŞ
Gebelik intrahepatik kolestazı (GİK) (pruritus gravidarum, ikterus gravidarum)
safranın karaciğerde birikmesi anlamına gelir. “Obstetrikal Kolestaz” yani gebeliğe
bağlı safra birikmesi olarak da adlandırılır. Nadiren 25. Gebelik haftasından önce
gelişmekle birlikte sıklıkla gebeliğin 3. trimesterinde ortaya çıkan (Nichols 2005),
Duygu GÜLEÇ, Ümran SEVİL
kaşıntı, serum safra asitleri düzeylerinde yükselme ve bazen sarılıkla karakterize en sık
görülen karaciğer hastalığıdır (Yıldırım 2007). Literatürde ortalama insidans % 0.001
ile % 4 arasında değişmekle birlikte, ülkemizde prevelansı % 0.86 olarak bildirilmiştir
(Pata ve ark. 2011). Anne için prognozu iyi olmakla birlikte, maternal kaşıntı hayatı
tehdit etmemesine rağmen, maternal konforu anlamlı bir şekilde etkileyebilmektedir
(Palmer ve Eads 2000, Aran ve ark. 2012). Fetüs ise mekonyumlu amniyotik sıvı,
intrauterin fetal ölüm, prematürite, yenidoğan respiratuvar distress sendromu, düşük
apgar skoru ve yenidoğan yoğun bakım ihtiyacı gibi artmış perinatal mortalite ve
morbidite açısından risk altındadır (Heinonen ve Kırkınen 1999, Yıldırım ve ark. 2007,
Muresan ve ark. 2008, Aran ve ark. 2012).
Gebelik intrahepatik kolestazından en sık Şili ile Bolivya’da yaşayan gebelerin
etkilendiği bildirilmektedir (5%-15%) (Kondrackiene ve Kupcinskas 2008). Etiyolojisi
bilinmemekle beraber patogenezinde genetik ve hormonal faktörlerin rol oynadığı
belirtilmektedir (Kondrackiene ve Kupcinskas 2008). Yapılan araştırmalarda tedavi
seçeneği olarak ursode-oksikolik asitin etkili ve güvenli olarak kullanılabileceği yer
almaktadır (Palma ve ark. 1997, İlter ve ark. 2005). GİK annede yarattığı semptomlar,
fetüsün morbidite ve mortalitesini ciddi oranda etkilemesi nedeniyle önemle takip
edilmesi gereken bir rahatsızlıktır. Bu dönemde maternal ve fetal sağlığın korunması
ve olumsuz sonuçların oluşmasının engellenmesi amacıyla hemşirelik yönetimi
oldukça önem arz etmektedir. Buradan yola çıkarak bu yazıda; gebeliğin intrahepatik
kolestazına yönelik epidemiyoloji, etiyoloji, klinik özellikler, maternal ve fetal
sonuçlar, obstetrik yönetime ilişkin bilgi vermek ve uygun hemşirelik bakımını
irdelemek amaçlanmıştır.
EPİDEMİYOLOJİ
Gebelik intrahepatik kolestazı prevelansı genetik, coğrafya ve çevresel faktörlere
bağlı değişiklik göstermektedir. GİK birçok ülkede nadir görülen bir hastalıktır. En
yüksek prevelansa Güney Amerika ülkesi olan Şili %14 ve Bolivia %4.3-13.8 sahiptir.
Latin popülasyonunda % 6, İskandinav ülkelerinde yaklaşık %2, Avrupa ülkeleri
yaklaşık % 1 oranında en az görüldüğü yerdir (Lee ve ark. 2006, Geenes ve Williamson
2009). İklimin hastalığa duyarlılığı etkilemesi nedeniyle insidansı coğrafi konuma göre
farklılık gösterebilmektedir. Türkiye’de Pata ve ark.(2011) görülme sıklığını % 0.86
olarak belirtmişlerdir. Kaliforniyada yapılan bir çalışmada ise %1.9 olarak
bulunmuştur. İkiz gebeliklerde (Pusl ve Beuers 2007, Gonzales ve ark. 1989), 35 yaş
üzeri ve yardımcı üreme teknikleri ile gebe kalanlarda görülme sıklığının anlamlı
oranda yüksek olduğu olarak rapor edilmiştir (Geenes ve Williamson 2009).
ETİYOLOJİ
Gebelik kolestazının etyolojisi halen tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak hormonal,
genetik ve çevresel faktörlerin rol oynadığı multifaktöriel bir etkinin söz konusu
olduğu belirtilmektedir (Nichols 2005). Ayrıca karaciğer enzimlerinin yükselmesi ve
maternal serum safra asitlerinin artması ile safra sekresyon fonksiyonun bozulmasına
neden olan inflamatuvar nedenlerin de etiyolojide katkısının olabileceği düşünülmektedir (Pata ve ark. 2011).
94
Gebeliğin İntrahepatik Kolestazı ve Hemşirelik Bakımı
Hormonal Faktörler
GİK sıklıkla östrojen ve progesteronun maksimum düzeye ulaştığı gebeliğin
3. trimesterında ortaya çıkmaktadır (Pusl ve Beuers 2007). GİK’de safra asitleri
karaciğerden tam olarak atılamamakta ve retansiyon sonucu klinik bulgular
gelişmektedir. Gebelikteki yüksek östrojen konsantrasyonları ile safra asitlerinin
sülfatasyonu bozulmakta ve ekskresyonu olamamaktadır(Ergür ve ark.1998). Bununla
birlikte östrojen düzeylerinin yüksek seyrettiği çoğul gebeliklerde GİK’nin daha sık
görülmesi, oral kontraseptif kullanımında tekrar oluşması ve doğum sonrası
hastalığın düzelmesi etiyolojide gebelikteki yüksek östrojen konsantrasyonunun
etkili olduğunu desteklemektedir (Lammert ve ark. 2000, Kondrackiene ve
Kupcinskas 2008, Aran ve ark. 2012).
Östrojenin önemli olduğu kadar progesteronun da GİK patogenezinde önemli bir
rol oynadığı belirtilmektedir (Oruç ve ark. 2012). Preterm eylem nedeniyle
progesteron tedavisi alan hastalarda gebelik intrahepatik kolestazının daha sık
görüldüğü bildirilmekte, Bacq ve ark.(1997) preterm eylem tehdidi sebebiyle doğal
progestin verdikleri 12 hastadan 11’inde GİK geliştiğini bildirmişlerdir. Bu sebeple
kolestaz öyküsü olanlarda progesteron kullanımından kaçınma önerilmektedir (Aran
ve ark. 2012).
Çevresel Faktörler
İsveç, Finlandiya ve Şili gibi ülkelerde daha yüksek prevalans bildirilmesi GİK’nin
oluşumunda çevresel faktörlerin etkili olduğunu düşündürmektedir. GİK’ nin
görülmesinde mevsimsel döngünün de etkili olduğu, özellikle kış aylarında sıklıkla
görüldüğü literatürde belirtilmektedir (Pusl ve Beuers 2007, Pata ve ark. 2011). Pata
ve ark. (2011)’nın Türkiye’de yaptıkları çalışmada da GİK vakaları sıklıkla kış ayları ve
ilkbahar mevsiminin başlangıcında görülmüştür. GİK’nin beslenmeyle ilişkisi
incelendiğinde ise mevsimsel değişikliklerle uyumlu bir şekilde bu hastalarda kış
aylarında selenyum düzeylerinin sağlıklı gebelere göre daha düşük olduğu
gösterilmiş ve diyetteki mevsimsel değişikliklerin bunda rol oynayabileceği şeklinde
yorumlanmıştır (Nichols 2005, Oruç ve ark. 2012,). Bununla birlikte Arrese ve Reyes
(2006) ise GİK’nın patogenezinde çevresel birçok faktörün araştırılmış olmasına
rağmen kesin kanıt olmadığını ve bunu ortaya koymak için ayrıntılı araştırmalara
ihtiyaç olduğunu belirtmişlerdir.
Genetik Faktörler
GİK’in oluşmasında genetik faktörlerin önemi incelendiğinde, bazı aile
bireylerinde daha sık olması ve daha sonraki gebeliklerde de aynı kişide tekrar
görülmesi nedeni ile kesin olmamakla birlikte, otozomal dominant geçişten
bahsedilmektedir (Ergür ve ark. 1998). Arrese ve Reyes (2006) de çalışmalarında,
vakaların % 16’sında ailesel geçişin olduğunu belirtmişlerdir. Pata ve ark.(2011)’nın
çalışmasında multipar olguların %16.6’sında daha önceki gebelikte GİK’nın olduğu,
tüm olguların ise %21.8’inde aile öyküsünün olduğu saptanmıştır.
95
Duygu GÜLEÇ, Ümran SEVİL
KLİNİK ÖZELLİKLER
GİK’da genellikle döküntünün var olmadığı, geceleri kötüleşen yaygın kaşıntı
temel klinik semptomdur. Kaşıntı başlarda avuç içi ve ayak tabanında başlamakta,
ekstremitelere doğru ilerlemekte ve daha sonra yüzde de oluşmaktadır (Davidson
1998, Nichols 2005). Özellikle geceleri anne için rahatsız edici olan kaşıntı sürekli
olduğunda annede uyku yoksunluğu ve sinirlilik duygularının yaşanmasına neden
olabilir. Şiddetli kaşıntıya rağmen ciltte kaşımaya bağlı oluşanlar dışında deri lezyonu
gözlenmez (Nichols 2005). Kaşıntı semptomunun preeklampsi gibi serum
transaminaz değerlerinde yükselme ile seyreden hastalıkların ayırıcı tanısında
yardımcı olduğu belirtilmektedir (Aran ve ark. 2012).
Klinik olarak belirgin sarılık GİK’de nadir olarak izlenen bir durumdur, genellikle
hafif seyreder ve vakaların ancak %10-15’inde görülür. Bununla birlikte hastanın tıbbi
yardım istediği ilk şikayet olabilir. Tipik olarak kaşıntı şikayetinden 1 ile 4 hafta sonra
ortaya çıkar (Nichols 2005).
İştahsızlık, halsizlik ve karın ağrısı gibi kolestaz bulguları izlenebilir, akolik gayta,
idrar renginde koyulaşma ve steatore görülebilir. Steatore yağ malabsorbsiyonu ve
buna bağlı vitamin K eksikliği ile birlikte görülebilir ve pankreatik enzimlerle tedaviye
iyi yanıt verir (Oruç ev ark. 2012).
Bu hastalarda görülen ilk ve hatta tek laboratuar bulgusu serum safra asitlerinde
normalin 100 katına kadar olan yükselmedir (Davidson 1998). Serum kolik asit
düzeyindeki yükselmenin, kenodeoksikolik aside göre daha belirgin olduğu
raporlanmıştır. Serum transaminazları 1000U/L seviyelerine kadar yükselebildiği
bildirilmektedir. Total bilirübin ve direkt bilirübin düzeylerinde yükselme serum
alkalen fosfataz ve 5’ nükleotidaz da artış diğer laboratuar bulgularıdır. Serum gama
glutamil transferaz (GGT) düzeyleri ise diğer kolestatik hastalıkların aksine gebeliğin
kolestatik hastalığında sıklıkla normal ya da çok az yüksektir. Yine karaciğer
fonksiyonu göstergelerinden biri olan protrombin zamanı da genellikle normaldir
(Aran ve ark. 2012).
Yüksek aminotrasenferaz değerleri preeklemsi ve HELLP sendromu ile karışıklığa
sebep olabilir. Ayırıcı tanıda proteinüri ve hipertansiyonun olmaması önemli bir
bulgudur. Serum aminotransferaz değerlerinin aşırı yükselmesi hepatiti akla
getirmelidir (Uludağ ve ark. 2004).
MATERNAL SAĞLIĞA ETKİLERİ
Literatürde maternal prognozun oldukça iyi olduğu, ancak gebelik boyunca
morbidite açısından dikkatli olunması gerektiği belirtilmektedir. Maternal prognozun
iyi olmasıyla birlikte serum karaciğer testleri normale dönmesiyle, semptomlar
doğumdan sonra hızla geriler. Gebeliğin son dönemlerinde kaşıntı gelişimi ile ilgili
diğer primer bilier siroz, primer sklerozan kolenjit veya kronik hepatit C gibi diğer
kronik karaciğer hastalıklarından ayırt edilmesi önemlidir. GİK’nın bir sonraki
gebeliklerde de % 45-70 oranında tekrar etme olasılığının bulunduğu unutulmamalıdır (Pusl ve Beuers 2007).
96
Gebeliğin İntrahepatik Kolestazı ve Hemşirelik Bakımı
Gebelikte bu hastalarda ortaya çıkan kaşıntı çok rahatsızlık veren bir semptom
olup, dermatitlere ve buna bağlı olarak kalıcı skarlara yol açabilir (Williamson ve
Girling 2008). Ayrıca geceleri olan kaşıntı annede yorgunluğa, bulantı, iştah kaybı ve
anoreksiyaya neden olabilir ve maternal kilo alımını etkileyebilir. Doğumu izleyen
birkaç gün içinde safra asitleri düzeylerinde azalma ile birlikte kaşıntı şikayeti de
azalmaya başlar (Aran ve ark. 2012). GİK yağda çözünen vitaminlerin emilim
bozukluğuna da neden olabilir ve annede beslenme sorunları ortaya çıkabilir
(Davidson 1998). Gebelikte esas maternal risk K vitaminin emiliminin yetersizliğine
bağlı ortaya çıkan postpartum kanamadır. Literatürde bu tür vakalar nadir olarak
bildirilmiştir (Geenes ve Williamson 2009).
Vakaların birçoğunda doğumdan sonra kaşıntı ve hepatik yetmezlik bulguları
geriler, ancak bazı kadınlarda verilen epidural analjeziklere bağlı olarak geçici bir
bozukluk devam edebilir. Eğer biyokimyasal anormallikler postpartum 3. aydan sonra
devam ediyorsa hasta bir hepatoloğa yönlendirilmedir (Williamson ve Girling 2008).
Ülkemizde Aran ve ark. (2012)’nın GİK’lı gebelerde maternal ve perinatal sonuçları
araştırdıkları çalışmalarında, olguların % 25’inde erken doğum, %12.5’inde
preeklemsi geliştiği, gebelik kolestazı ile tanı konan ve tedavisi gerçekleştirilen bir
olguda sezaryen sonrası postoperatif dönemde karaciğer yetmezliği nedeniyle
maternal ölümün gerçekleştiği rapor edilmiştir. Gebelik kolestazı tanısı koymadan
önce benzer klinik tablo oluşturabilecek hastalıkların ayırıcı tanısının dikkatli bir
şekilde yapılması gerekliliği vurgulanmıştır (Aran ve ark. 2012). Lee ve ark. (2006) nın
çalışmasında ise GİK’ li gebelerde erken doğum riski yaşanmazken, koriyoamniyonit
riski anlamlı oranda yüksek bulunmuştur. Heionen ve Kırkınen (1999)’in çalışmasında
gebelik kolestazı tanısı olan gebelerde gebeliğe bağlı hipertansiyon, preterm eylem
ve sezaryen doğum oranı anlamlı oranda yüksek bulunmuştur. Ülkemizde ise Pata ve
ark.(2012) nın çalışmasında GİK’lı gebeliklerde sarılık, kanama eğilimi veya ölü doğum
komplikasyonları saptanmazken, Yıldırım ve ark.(2007)’nın çalışmasında preterm
doğum komplikasyonu( %19.6) gelişmiştir.
FETAL SAĞLIĞA ETKİLERİ
GİK’da maternal prognoz iyi olsa da fetal riskler anlamlı derecede yüksektir. Erken
doğum, spontan prematürite, mekonyumlu amniyotik sıvı, fetal distres, intrauterine
fetal ölüm ve yenidoğan respiratuvar distress sendromu daha sık oranda
bildirilmektedir (Williamson ve Girling 2008).
GİK’ da fetal morbidite ve mortalitenin asıl nedeni bilinmemekle birlikte normal
gebeliklere göre fetal dolaşımda daha yüksek düzeyde safra asiti konsantrasyonunun
olması ile ilişkilendirilmiştir (Nichols 2005). Fetüsün plazmadan safra asitlerinin atılımı
ve safra asitlerinin taşınmasında yetersizliğine yol açarak normal fetal hepatik
gelişiminin geç olmasına neden olabileceği belirtilmektedir. Gebelik kolestazı
boyunca anneden fetüse safra asidi geçişi artar. Plasenta fetüsün total safra asidi
içeren zararlı (toxic) maddelerin olumsuz etkilerinden korunmasında önemli bir rol
oynar. Yüksek düzey total safra asitleri düzeyleri plasental transportu ve plasental
hormon üretimini etkiler (Kondrackiene ve Kupcinskas 2008).
97
Duygu GÜLEÇ, Ümran SEVİL
GİK’lı annelerden doğan yenidoğanlarda, respiratuar distres sendromu görülme
sıklığının, sağlıklı gebelere göre 2 kat fazla olduğu, bunun sebebinin de kısmen erken
doğuma bağlı olduğu, ancak yenidoğanın bronkoalveolar lavaj sıvısının analizine
dayanarak GİK ile RDS arasında ilişki olduğu da belirtilmiştir (Zecca ve DeLuca 2008).
Ayrıca safra asitlerinin alveollarden surfaktan üretimine karşı etkisi belirtilmesine
rağmen, fetal karaciğere, surfaktan üretimine ve respiratuar distresse olan etkisinin
de detaylı olarak incelenmesi gerektiği vurgulanmıştır (Zecca ve ark, 2006, Zecca ve
Deluca 2008).
Aran ve ark. (2012)’ nın çalışmasında olguların %8.3’ünde fetal büyüme kısıtlılığı
saptanırken, Rook ve ark. (2012)’ nın çalışmasında olguların %33’ünde fetal
komplikasyon (%17 respiratuar distres sendromu, %9 mekonyumlu amniyotik sıvı,
%5 fetal distres, konjenital anomali, sepsis, hiperbilurubinemi ve pnömoni) ortaya
çıkmıştır. Ülkemizde ise Yıldırım ve ark.(2007)’nın çalışmasında fetal distres nedeni ile
sezaryen oranı %33.3, amnion sıvısında mekonyum pasajı oranı %17.6, yeni doğan 5.
dakika Apgar skoru 7’den küçük olan olguların oranı %23.5 ve yenidoğan yoğun
bakım ihtiyacı olguların oranı %11.7 olarak belirtilmiştir. İki olguda fetal ölüm
meydana geldiği ancak nedeninin gebelik kolestazından kaynaklanmadığı
belirtilmiştir. Pata ve ark.(2011) çalışmalarında ise mekonyumlu amniyotik sıvı veya
ölü doğum komplikasyonlarına rastlanmamıştır.
TEDAVİ
GİK’nın tedavisinde başlıca amaç, annede semptomların azaltılmasına, fetal stres
veya ani fetal ölümü önlemek için yeterli obstetrik yönetimi sağlamaya odaklanmıştır.
Başlıca tedavi edilmesi gereken semptom kaşıntı olmasına rağmen, annenin yaşadığı
yorgunluk, anksiyete, ayrıca yağ ve yağda eriyen vitaminlerin emilim bozukluğuna da
dikkat edilmesi gerekir. Bu bağlamda dinlenme, hafif sedasyon ve az yağlı diyet,
erken başlangıçlı GİK’lı vakalarda parenteral K vitamini desteği dikkate alınabilir.
Kaşıntının yönetimi kolestiramin ve antihistaminikleri içerirken, bununla birlikte
etkinliği tartışılmaktadır ve yan etkiler meydana gelebilir (Arrese ve Reyes 2006).
Güncel farmakolojik tedavi klinik çalışmalarda ve özellikle randomize kontrollü
çalışmalarda etkinliği araştırılmış Ursodeoksikolik asit (UDKA)’i içermektedir. UDKA
anne kanındaki safra asit deposunun kompozisyonunu değiştiren hidrofilik bir safra
asitidir. UDKA’nın karaciğer koruyucu etkileri olduğu da belirtilmektedir (Uludağ ve
ark. 2004). UDKA maternal veya fetal yan etkilere sebep olmaksızın kaşıntıyı hafifletir,
serum aminotransferaz düzeylerini düşürür ve safra asitlerini normal değerlerine
getirir. UDKA tedavisi sonrası intrauterin fetal ölümde azalma olacağı önerilmiş, ancak
çalışmalarda istatiksel gücün eksik olduğu da belirtilmiştir (Arrese ve Reyes 2006).
Deksametazon, fenobarbital, S-adenozil-L-metioni, benzodiazepinler, opioid
antagonistleri, epomediol içeren ilaçların da GİK’ının yönetimide yaralı olduğu
belirtilmiş olmasına rağmen, bu ajanların evrensel olarak etkili ve güvenli kullanılması
için daha fazla çalışmalara gereksinim olduğu rapor edilmiştir (Pusl ve Beuers 2007,
Arrese ve Reyes 2006).
98
Gebeliğin İntrahepatik Kolestazı ve Hemşirelik Bakımı
OBSTETRİK YÖNETİM
Prenatal gözetim konusunda görüş birliğine varılmamasına rağmen obstetrisyenler tarafından aktif yönetim tercih edilmektedir (Arrese ve Reyese 2006). Aktif
yönetim; Non stres testi(NST) ile yakın fetal monitorizasyon, biyokimyasal testlerin sık
tekrarlanması, ursodeoksikolik asit tedavisi ve fetal komplikasyonları önlemek için
37-38. haftalarda doğum gerçekleştirilmesi gibi yaklaşımları içermektedir (Arrese ve
Reyese 2006, Oruç ve ark., 2012). Ancak fetüsün sağlığından kuşku duyuluyorsa ve
akciğer olgunlaşması gerçekleşmişse, serum safra asitleri konsantrasyonunda artış
görülüyorsa ve sarılık şiddetliyse 36. haftada erken doğum dikkate alınabilir (Nichols,
2005).
Saleh ve Abdo(2006) tarafından yapılan obstetrik kolestazın yönetimine ilişkin
sağlık profesyonellerinin (obstetrisyenler ve ebeler) görüşlerini inceledikleri çalışmada; sağlık profesyonellerinin şu konularda hemfikir oldukları saptanmıştır:
• GİK’ ye yönelik tanıda, klinik özellikler ve laboratuar incelemelerinin gerekli
olduğu,
• Karaciğer enzimleri ve safra asitlerinin tanıda spesifik belirteç olduğu,
• Antenatal ve fetal izlemin gerekli olduğu,
• Önerilen fetal izlem yöntemlerinin kardiyotografi(CTG), doppler umblikal arter
velosimetri, fetal gelişim ve amniyotik sıvı hacmini değerlendirmek üzere seri
ultrason taramasını içerdiği,
• Maternal izlemde safra asitleri düzeyi ve karaciğer enzimlerinin değerlendirilmesini içerdiği,
• Kaşıntıyı hafifletmek için en sık kullanılan ilacın UDKA olduğu,
• Antenatal ve neonatal yönetimde hemoraji riskini azaltmak için K vitamininin
önemle dikkate alınması gerektiği,
• Postpartum dönemde karaciğer fonksiyonunun kontrol edilmesi gerektiği,
• Postpartum kontrasepsiyon yöntemi olarak kombine oral kontraseptif
kullanımından kaçınılması gerektiği
HEMŞİRELİK BAKIMI
Gebelik İntrahepatik Kolestazı gebeliğin 3.trimesterinde ortaya çıkan, özellikle
sağlıklı fetüslerde prematürite ve intrauterin fetal ölüme neden olabilen ciddi bir
gebelik komplikasyonudur. Yoğun kaşıntı ve uyku yoksunluğu nedeniyle annenin
fiziksel, psikolojik ve sosyal iyilik halini etkilemektedir (Cronin ve Maude 2008). GİK’lı
gebelerde hemşirelik bakımı, gebelik boyunca anne ve fetüsün sağlığının korunması
amacıyla anne ve fetüsün sürekli ve dikkatle izlenmesi ve oluşabilecek riskli
durumların engellenmesini içerir.
GİK nadir görülen bir hastalık olduğu için öncelikle hemşireler özellikle 3.trimester
gebelerde deri döküntüsü olmayan, kaşıntı şikâyetini dikkate almalı ve bu konuda
uyanık davranmalıdır (Cronin ve Maude 2008). GİK’nin erken dönemde fark edilerek
uygun yönetilmesinin anne ve fetüs için olumsuz sonuçları azaltacağı unutulmamalıdır. GİK’de olumsuz sonuçlar aşağıdaki hemşirelik girişimleri ile azaltılabilir veya
giderilebilir.
99
Duygu GÜLEÇ, Ümran SEVİL
Bilgilendirme ve Danışmanlık
GİK’de uygun hemşirelik girişimlerinden biri gebelerin gebelik süresince doğru ve
etkili bilgilendirilmelerini içerir. Bu dönemde anne adaylarının hastalıkla ilgili risklerin
anlaşılmasını sağlamak için bilgiye ihtiyaçları vardır. Anneye ve eşine yüksek risk
durumunun sebepleri, tedavinin mantığı, tanı testlerinin ve tüm girişimlerin ne
amaçla yapıldığı ve sonuçları açık ve anlaşılabilir bir dille anlatılmalıdır (Çoban 2008).
Hastane Ortamı, Aktivite Yetersizliği ve İştahta Azalmaya Bağlı Kilo Kaybı
GİK’de uzun süreli hastaneye yatırılma, hastane ortamı ve yatak istirahati ve
iştahsızlık nedeniyle kilo kaybı sık görülmektedir. Bu gebelerde kilo kaybı, fetüsle ilgili
istenmeyen sonuçlara neden olabileceğinden önemli bir sorundur. Gebenin her gün
kilosuna bakılmalı ve iştah durumundaki değişimler kaydedilmelidir (Nichols 2005,
Çoban 2008).
Uyku Problemleri ve Yorgunluk
GİK’de özellikle geceleri anne için rahatsız edici olan kaşıntı sürekli olduğunda
uyku düzeninde bozukluğa ve yorgunluğa neden olmaktadır. Bununla birlikte fetüs
ve gebenin kendisiyle ilgili korku ve endişeleri de bu sorunun oluşmasında bir etken
olabilir. Gebenin öncelikle kaşıntı şikayetinin giderilmesi önemlidir. Bununla birlikte
gebenin kendi ve bebeğinin sağlığı ile ilgili sürekli bilgilendirilmesi, ilaç saatlerini ve
hastaya yönelik uygulamaların uyku düzenini bozmayacak şekilde ayarlanması,
serviste çalışan personel gürültüsünün en aza indirilmesi, gündüz şekerlemelerinden
kaçınılması, müzik dinleme, sıcak içecekler, eğlenceli kitaplar ve magazin dergileri
okuma vb. uykusuzluğun ve buna bağlı yorgunluğun giderilmesine yardımcı
olacaktır (Nichols 2005, Çoban 2008).
Kaşıntıya Bağlı Deri Bütünlüğünde Bozulma Riski
Hemşireler annelere kendi öz bakımını sağlamalarına yardımcı olabilecek çeşitli
önerilerde bulunmalıdır. Az yağlı diyet ile beslenmenin kaşıntının şiddetini azaltmaya
yardım edeceği belirtilmelidir. Anneyi sıvı alımını artırmaya cesaretlendirme vücuttan
toksinleri uzaklaştırmaya yardım edebilir. Yüksek stres durumunun da kaşıntıyı
artırdığı belirtilmektedir (Mercan ve Altunay 2006). Düşük stres düzeyinin sağlanması
kaşıntıyı yönetmede yararlı olabilir. Dış irritanları ortadan kaldırmak kaşıntı
semptomlarını azaltmaya yardımcı olabilir. Semptomları azaltmak için nemlendirici
uygulama, bacakları traş etme ve pürüzsüz olmasını sağlama, rutubetli ortamın
uygun araç ile düzenlenmesi, serin ve bol pamuklu giysiler giyilmesi, rahatlama
banyoları, etkilenen bölgelere buz koyma gibi uygulamalar önerilebilir (Nichols
2005). Ancak ayakları buzlu suya koyma sonucu donmanın gelişebileceği konusunda
dikkatli olunmalıdır (Williamson ve Girling 2008).
Psikososyal Sorunlara Yönelik Girişimler
Doğum öncesi dönemdeki hemşirelik bakımı annede ortaya çıkan fiziksel sorunlar
kadar psikolojik sorunları da içerir. Anne hastaneye yatma ile oluşan sosyal ve fiziksel
100
Gebeliğin İntrahepatik Kolestazı ve Hemşirelik Bakımı
ortam değişikliği, kendisinin ve bebeğinin sağlık durumunda sapma, aktivite
kısıtlaması, uygulanan test, tedavi ve girişimler, aileden ayrılma, mahremiyetin
azalması ve belirsizlik gibi stres etkenleri, annede yalnızlık, güçsüzlük, huzursuzluk,
korku, öfke ve düşmanlık duygularına neden olabilir. Hemşireler annelere bu
duygularla başa çıkmada yardımcı olmalı, anne için dikkatini başka yöne çeken
aktiviteler planlamalı ve sosyalizasyon için fırsatlar yaratmalıdırlar (Çoban 2008).
Olası Komplikasyonlara Yönelik Girişimler
GİK’in preterm eylem oranı ile önemli bir ilişkisi olduğundan preterm eyleme
yönelik belirti ve bulgularının iyi tanımlanması ve annelerin bu belirtiler açısından
bilgilendirilmesi gerekir. Fetal hareketlerin takip edilmesi eğitimde vurgulanmalıdır.
Anne fetal aktivitedeki herhangi bir değişikliği acilen bildirmesi için cesaretlendirilmelidir. Kadınlar bu tür değişiklikleri bildirmeye isteksiz oldukları için teşvik
edilmeleri önemlidir (Nichols 2005, Palmer ve Eads 2000).
Davidson (1998) geleneksel antepartum izlemin intrauterin fetal ölümü
önleyemeyeceğini belirtmiştir. Antepartum testler bu popülasyonda fetüsün iyilik
halinin değerlendirilmesinde güvenilir bir gösterge olmamasına rağmen şu an
mevcut en iyi değerlendirme yöntemidir (Palmer ve Eads 2000). Klinisyen hemşireler
antepartum ve intrapartum dönem boyunca güven vermeyen bir fetal kalp hızı
reaksiyonu varlığında dikkatli olmalıdır. Hemşirelik müdahaleleri oksijenizasyon,
hidrasyon, maksimum plasental perfüzyonun sağlanmasında uygun pozisyon ve
maternal ve/veya fetal durumda herhangi bir değişiklik olduğu takdirde gerekli olan
acil tedaviyi sağlamak ve olumlu sonuçları kolaylaştırmak için hekime durumu
bildirmeyi içerir(Palmer ve Eads 2000).
Postpartum hemoraji en büyük maternal risktir (Geenes ve Williamson 2009).
Bu sebeple hemşireler kanamanın önlenmesi için alınması gereken önlemleri,
kanamanın belirti, bulgularını ve acil müdahale yaklaşımlarını iyi bilmelidirler.
Doğum Sonrası Dönem Taburculuk Planı
GİK’ nin semptomları doğum sonrası hemen düzelmesi gerekirken, bu her zaman
mümkün olmayabilir. Aksine, birçok kadın doğumu takiben 6-8 hafta kaşıntıyı
deneyimleyebilir. Doğum sonu dönemde kadınlara karaciğer fonksiyon testlerinin
yaptırılması, hepatit, aids, bening tekrarlayan intrahepatik kolestaz ve safra kanal
tıkanıklığı gibi diğer altta yatan hastalık olup olmadığının tanılanması açısından
önemlidir. (Nichols 2005, Tuson ve Chambers 2011).
GİK’de kombine oral kontraseptif kullanımından kaçınılması gerektiği için diğer
postpartum kontraseptif yöntemlerden anneye uygun yöntemin seçilmesinde
danışmanlık verilmesi gerekir.
Sonuç olarak gebelik intrahepatik kolestazı tanısı konan gebelerin fiziksel ve
psikososyal gereksinimleri bulunmaktadır. Bu gereksinimlerin sağlık ekibi üyeleriyle iş
birliği içinde karşılanması önemlidir.
101
Duygu GÜLEÇ, Ümran SEVİL
KAYNAKLAR
Aran T, Osmanağaoğlu M, Erin ve ark. Gebeliğin Kolestatik Hastalığında Maternal ve Perinatal Sonuçlar.
Zeynep Kamil Tıp Bülteni 2012; 43:1,11-14.
Arrese M, Reyes H. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy:A Past And Present Riddle. Annals Of
Hepatology 2006; 5(3): 202-205.
Bacq Y, Sapey T, Brechot Mc et all. Intrahepatic Cholestasis of Pregnancy: A French Prospective Study.
Hepatology 1997;26(2): 358-364.
Cronin R, Maude R. Third Trimester Itch: Obstetric Cholestasis A Serious Condition of Pregnancy. New
Zealand College Of Midwives 2008;38:20-25.
Çoban A. Riskli Gebelikler. İçinde. Kadın Sağlığı. Şirin A, Editör. Kavlak O, Editör Yard. İstanbul: Bedray
Yayıncılık; 2008. 557-560.
Davidson KM. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy. Seminars In Perinatology, 22:2,104-111.
Ergür AR, Tütüncü L, Yergör YZ ve ark. Gebelik İntrahepatik Kolestazı, Tedavisi Ve Perinatal Etkileri.
Perinatoloji Dergisi 1998; 6(3-4):86-88.
Geenes V, Williamson C. Intrahepatic Cholestasis of Pregnancy. World J Gastroenterol 2009; 15(17):
2049-2066.
Gonzales MC, Reyes H, Arrese M et all. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy In Twin Pregnancies. J
Hepatol 1989; 9(1): 84 –90.
Heınonen S, Kırkınen P. Pregnancy Outcome With Intrahepatic Cholestasis. Obstet Gynecol 1999;
94(2):189-93.
İlter E, Tüfekçi EC, Batur O ve ark. Bir Olgu Nedeniyle Gebelik Kolestazı, Fetal Riskler Ve
Ursodeoksikolik Asit Tedavisi. Bakırköy Tıp Dergisi 2005; 1(2):80-82.
Kondrackiene J, Kupcinskas. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy-Current Achievements And Unsolved
Problems. World J Gastroenterol 2008;14(38):5781-5788.
Lammert F, Marschall HU, Glantz A et all. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy: Molecular Pathogenesis,
Diagnosis And Management. J Hepatol 2000;33(6):1012-1021.
Lee RH, Goodwin TM, Greenspoon J et.all. The Prevalence Of Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy In
A Primarily Latina Los Angeles Population. J Perinatol. 2006; 26(9):527–532.
Mercan S, Altunay İK. Psikiyatri Ve Dermatolojinin Ortak Çalışma Alanı: Psikodermatoloji. Türk
Psikiyatri Dergisi 2006; 17(4):305-313.
Muresan D, Ona D, Cruciat G et all. Recurrent Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy. A Case Report. J
Gastrointestin Liver Dis 2008;17(3):323-325.
Nichols AA . Cholestasis Of Pregnancy A Review Of The Evidence. J Perinat Neonat Nur 2005;19(3):217225.
Oruç AS, Çelen Ş, Danışman N. Gebeliğin İntrahepatik Kolestazı: Etiyopatogenez, Maternal Ve Fetal
Etkileri. Yeni Tıp Dergisi 2012;29(4):196-201.
Palma J, Reyes H, Ribalta J et all. Ursodeoxycholic Acid In The Treatment Of Cholestasis Of Pregnancy: A
Randomized, Double-Blind Study Controlled With Placebo. J Hepatol 1997;27(6,):1022-1028.
Palmer DG, Eads J. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy: A Critical Review, J Perinat Neonatal Nurs
2000;14(1):39-51.
Pata Ö, Vardareli E, Özcan A ve ark. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy: Correlation Of Preterm
Delivery With Bile Acids. Turk J Gastroenterol 2011; 22(6): 602-605.
Pusl T, Beuers U. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy. Orphanet J Rare Dis 2007; 2(26):1-6.
Rook M, Vargas J, Caughey A et all. Fetal Outcomes In Pregnancies Complicated By Intrahepatic
Cholestasis Of Pregnancy In A Northern California Cohort. Plos One 2012;7(3):1-6.
Saleh MM, Abdo KR. Consensus On The Management Of Obstetric Cholestasis: National Uk Survey.
BJOG 2006; 114(1):99-103.
102
Gebeliğin İntrahepatik Kolestazı ve Hemşirelik Bakımı
Turunen K, Sumanen M, Haukılahtı RL et all. Good Pregnancy Outcome Despite Intrahepatic Cholestasis.
Scand J Prim Health Care 2010; 28(2):102–107.
Tuson A, Chambers J. Obstetric Cholestasis: Information About The Condition, Its Consequences For
Women And Why This Knowledge Is Important To Midwives And Others Caring For Women In
Pregnancy Labour And Afterwards. Midvidwifery Digest 2011;21(3):324-328.
Uludağ S, Denizlam G, Akbaş H ve ark. Gebelik Kolestazı. Türkiye Klinikleri, J Gynecol Obst 2000;
14(5):287-290.
Williamson C, Girling J. Hepatik ve Gastrointestinal Hastalıklar.(İçinde). Yüksek Riskli Gebelikler Yönetim
Seçenekleri. Çeviren: Mesut Ö, İzzet K. James DK, Steer PJ, Weiner CP et all. Editors. 3. Baskı.
Ankara: Güneş Tıp Kitabevi; 2008. 1037-1040.
Wong LF, Shallow H, O’connell MP . Comparative Study On The Outcome Of Obstetric Cholestasis. J
Matern Fetal And Neonatal M 2008; 21(5): 327–330
Yıldırım G, Aslan H, Asar E ve ark. İntrahepatik Kolestazda Gebelik Sonuçları. Türk Jinekoloji Ve
Obstetrik Derneği Dergisi 2007;4(4): 250- 253.
Zecca E, De Luca D, Marras M et all. Intrahepatic Cholestasis Of Pregnancy And Neonatal Respiratory
Distress Syndrome. Pediatrics 2006; 117(5): 1669–72.
Zecca E, Deluca D, Baroni S et all. Bile Acid Induced Lung Injury In Newborn Infants: A Bronchoalveolar
Lavage Fluid Study. Pediatrics 2008; 121(1): 146–149.
103
Duygu GÜLEÇ, Ümran SEVİL
104
EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ
SON KONTROL LİSTESİ
1. Makalenin Türü
Araştırma
Derleme
Olgu sunumu
Başlık Sayfası
2. Makalenin Türkçe ve İngilizce başlığı büyük harf ile yazıldı.
3. Yazarlar ve kurumları belirtildi.
4. Tüm yazarların yazışma adresleri, iş tel, gsm, e-posta belirtildi.
5. Makale bir kongrede sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı belirtildi.
Özet Sayfası
6. Türkçe ve İngilizce yapılandırılmış özet yazıldı (250-300 sözcük).
7. Türkçe ve İngilizce özet birbiriyle uyumlu.
8. Türkçe ve İngilizce anahtar sözcükler yazıldı.
9. Özetler sayfası metnin 1. sayfası olacak şekilde numaralandırıldı.
Ana Metin
10. Açık, güncel ve rahat anlaşılır Türkçe kullanıldı.
11. Gramer ve yazım kurallarına uyuldu.
12. Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarına Türkçe
eşanlamlılarına yer verildi.
13. Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez içinde
kısaltması belirtildi.
14. Araştırma makalelerinde alt bölüm başlıkları istenen şekilde yazıldı.
15. Derleme makaleler giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanarak uygun
bir sonuç anlatımıyla bağlantılı bir şekilde sunuldu.
16. Bilimsel etik ilkelere uyulduğu belirtildi. Etik kurul izin yazısı eklendi.
Kaynaklar
17. Kaynak gösterimi metin içinde belirtilen kurallara (yazar soyadı ve yayın
tarihi) uygun olarak yapıldı.
18. Kaynaklar alfabetik sıra ile dizildi ve kaynak gösterimi kurallara uygun olarak
yapıldı.
19. Doğrudan yararlanılmayan herhangi bir kaynak kullanılmadı (Elimde
kaynakların tümü mevcut ve gerektiğinde dergi yayın kuruluna bunu ispat
edebilirim.)
Tablo ve Resimler
20. Belirtilen kurallara uygun olarak hazırlandı.
21. Başka kaynaklarda alınan şekil, resim, tablolarda kaynak gösterildi.
Tüm Makale
22. Makalenin sayfa kenar boşlukları kontrol edildi.
23. Makalenin satır aralıkları uygun.
24. Makalenin ilgili bölümlerinde uygun yazı karakteri kullanıldı.
25. Makalenin ilgili bölümleri uygun puntoda yazıldı.
26. Makale sayfa sınırlarını aşmayacak şekilde yazıldı.
27. Makalede uygun şekilde sayfa numarası verildi.
EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK
FAKÜLTESİ DERGİSİ
Yazarlık/Yayın Hakkı Onay Formu
……………………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………………
Başlıklı makalenin yazar / yazarları olarak yayın hakkını Ege Üniversitesi
Hemşirelik Fakültesi Dergisi’ne vermeyi kabul ediyorum/ ediyoruz. Yayınlanmasını
istediğimiz bu makalenin Türkçe ve yabancı dilde herhangi bir dergiye yayınlanmak
üzere gönderilmediğini ve daha önce hiçbir dergide yayınlanmadığını bildirip,
yazının içeriği ile ilgili etik ve bilimsel sorumluluğu üstlendiğimi/ üstlendiğimizi kabul
ederim/ederiz.
Yazar/ Yazarlar
İmza
Tarih
DERGİ YAZIM KURALLARI
Yayının Kabulü: Basılması istenen yazılar, aşağıda belirtildiği şekilde, dergi
editörlüğüne gönderilecektir. (E-mail: [email protected].) Makaleler üç
bağımsız hakem tarafından incelenip, onayları alındıktan sonra yayınlanabilir.
Hakemler, gerekli gördükleri yazılara değişiklik önerebilirler. Makalenin
yayınlanmasında son karar, editör görüşü ile Dergi Yayın Kuruluna aittir. Dergide
yayınlanan yazılar için, herhangi bir ücret ya da karşılık ödenmez. Gönderilen yazıların
kabul edilip edilemeyeceği yazarlara bildirilir. Makalenin kabulü halinde, başlıkların
altına yazar ad(lar)ı kurum adresleri ve e-mail adresleri eklenip
[email protected]. adresine gönderilecektir.
Makalenin Hazırlanışı: Makale, Microsoft Word programında A4 kağıt
boyutunda yazılmalıdır. Başlık 10 punto Times New Roman, Özet 9 punto Times New
Roman, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak şekilde yazılmalıdır.
Araştırma raporları 16 sayfa, derleme ve olgu sunumları 10 sayfayı (kaynaklar dahil)
geçmemelidir.
Makalenin Yazılışı şu sırayı izlemelidir.
BAŞLIK SAYFASI
•
•
•
•
•
Türkçe Başlık (Büyük harf ile),
İngilizce Başlık (Büyük harf ile),
Yazarların adları ve soyadları (soyadı büyük harf ile)
Yazarların Yazışma adresleri, kurum adresleri, e-mail adresleri
Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı
belirtilmelidir.
ÖZET SAYFASI
Özetler Türkçe ve İngilizce Olmak üzere iki dilde olmalı, yazının Türkçe ve
İngilizce başlıklarını taşımalı, araştırmanın temel anlamını metne bakmayı
gerektirmeyecek şekilde 250-300 sözcük ile yansıtmalıdır.
Araştırma makalelerinin özetleri; “Amaç”, “Gereç ve Yöntem”, “Bulgular ve
Sonuç” bölümleri ile anahtar sözcükleri içermelidir. Anahtar kelimelerin “Türkiye Bilim
Terimleri”nden seçilmesi gerekmektedir. Bilgi için adresten yararlanılmalıdır.
(http://www.bilimterimleri.com).
Araştırma makalelerinin İngilizce özetleri; “Objective”, “Methods”, “Results”,
“Conclusion” ve “Key Words” bölümlerini içermelidir. İngilizce anahtar kelimeler
“Medical
subject
Headings
(MESH”e
uygun
olarak
verilmelidir.
(http://www.nlm.nih.gov/mesh/MBrowser.html)
Derleme Makalelerinin özetleri; Giriş, amaç, gelişme ve sonuç anlamı taşıyacak
şekilde içeriği tam olarak yansıtmalıdır. Anahtar Sözcükler yer almalıdır. Derleme
makalelerinin İngilizce özetleri; aynı şekilde olmalıdır.
Olgu Sunumu özetleri olguyu kısaca tanımlamalı ve hemşirelik süreçlerini
içermelidir. İngilizce özetleri de aynı şekilde olmalıdır.
Özetler sayfası metnin birinci sayfası olacak şekilde numaralandırılmalıdır.
DERGİNİN YAYIN DİLİ
Derginin yayın dili Türkçe’ dir. Ancak Yurtdışından gelen çok önemli İngilizce
makalelere de yer verilebilir.
METİN:
Dil ve biçim (üslup) açısından aşağıdaki özellikleri taşımalıdır.
• Açık, güncel ve rahat anlaşılır olmalıdır.
• Gramer ve yazım kurallarına uyulmalıdır.
• Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarında Türkçe
eşanlamlarına yer verilmelidir
• Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez içinde
kısaltması belirtilmiş olmalıdır.
• Bilimsel etik ilkelere uyulduğu belirtilmiş olmalı ve etik kurul izin yazısı
eklenmelidir.
• Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı
belirtilmelidir.
Araştırma Raporları: Giriş, Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular ve Tartışma, Sonuç
ve Öneriler, Kaynaklar başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşmalıdır. Araştırmaya
katılmamış, ancak destek sağlamış olan kişi ve kuruluşlara teşekkür başlığı altında
teşekkür edilebilir. Verilerin toplanmasında, örneklem gruplarının haklarının korunması
açısından etik kurallara uyulduğu açıkça belirtilmeli, kritik gruplarla yürütülen
çalışmalarda etik kurul veya kurum izin belgelerinin fotokopileri eklenmelidir.
Tablo ve Şekiller: Grafik, fotoğraf ve çizimlere sıra numarası verilmelidir. Her
tablonun üstünde ve şekillerin altında sıra numarası ve şekilleri kısaca açıklayan bir
anlatım bulunmalıdır. Araştırma raporları derleme ve olgu sunumları için en çok
4 şekil kabul edilmektedir. Tablo, şekil ve grafikler, bilgisayarda çizilip metin içinde
olması gereken yere yerleştirilmelidir. Net baskı elde edilebilmesi için, şekil,
resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg veya .gif dosyası olarak (pixel boyutu yaklaşık
500x400, 8 cm eninde ve 300 çözünürlükte taranarak), dergiye ayrıca iletil-melidir.
Resim/fotoğraflar renkli, ayrıntıları görülecek derecede kontrast ve net olmalıdır.
Başka bir kaynaktan alınan tablo ve şekillerin altına, alındığı kaynak şu şekilde
belirtilmelidir.
Güvenç B (1970) Kültür kuramında bütüncülük sorunu üzerine bir deneme.
Ankara, s.51’den alındı.
Fotoğrafların eni 11 cm. boyu 15 cm.’i aşmamalı, metin içinde fotoğrafın
yerleştirileceği yer boş bırakılıp fotoğraf altına gerekli açıklama yapılmalıdır.
Derlemeler: Konuyu yeterince irdeleyen kapsamlı literatür taramasına
dayandırılmış olmalı; giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanarak gelişme ve
sonuç anlatımıyla sunulmuş olmalıdır. Kaynakça kullanım kurallarına uyulmalıdır.
Olgu Sunumları: Giriş, Olgu Sunumu, Tartışma ve Kaynaklar verilerek
yazılmalıdır. Olgu sunumu fotoğraf ve akış şemaları ile desteklenebilir. Fotoğraf ve
akış şemaları için gerekli izinler alınmalıdır.
Son Kontrol Listesi: Son Kontrol listesi gözden geçirilip, imzalandıktan sonra
gönderilen yayına eklenerek gönderilmelidir. (ayrı bir sayfa olarak)
Yazarlık/Yayın Hakkı Onay Formu: Tüm yazarlar tarafından imzalanmış
olarak gönderilmelidir.
KAYNAK KULLANIMI
Metin içinde: Yazarın soyadı ve yazının yayın tarihi ile birlikte belirtilmeli,
yazar ve tarih arasına virgül konmamalıdır. İki yazarlı kaynaklarda, yazarların her
ikisinin soyadı, ikiden fazla yazarlılarda ise, birinci yazarın soyadı ve “ve ark.” Şeklinde
belirtilmelidir.
Örnekler
(Graydon 1988), depresyonun…
(Sarna ve Mc Corkle 1996), araştırmalarında……
(Lasry ve ark. 1987), yaptıkları çalışmada……
………saptanmıştır (Graydon 1998).
………ortaya çıkarılmışlardır (Bard ve Sutherland 1955).
Ancak cümle başlangıcında kullanırken kullanım şekli aşağıdaki gibi;
Sarma ve Mc Corkle araştırmalarında ……………………..(1996). olacaktır.
Aynı yazarın, aynı yıldaki değişik yayınları (Bayık 1996 a, Bayık 1996 b) şeklinde
belirtilmelidir.
Birden çok yazar aynı anda gösterileceği zaman, aynı parantez içinde virgülle
ayrılarak gösterilmelidir. Kaynaklar tarih sırasına göre sıralanmalıdır.
Örnek:
(Argon 1992 , Karadakovan 1992).
Kaynakçada: Kaynaklar, alfabetik sıra ile dizilmelidir. Yazar ad (lar) ının baş
Harfleri arasına noktalama işaretleri konulmamalıdır. Üç Yazara kadar çoğul yazarlı
kaynaklarda, yazar soyadı ve adının baş harfini izleyerek aralarına virgül konulmalıdır.
Üçten fazla yazarlı kaynaklar, ilk üç isimden sonra “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir.
Kongre bildirileri, kişisel deneyimler kaynak olarak gösterilmemelidir.
Dergi isimleri kısaltılmış olarak veriliyorsa, Index Medicus’a uygun olarak
ve/veya derginin ilan ettiği şekildeki kısaltma varsa bu şekilde kısaltılmalıdır. Eğer
kısaltma kullanmayan bir dergi ise, kısaltma yapılmayıp, dergi adı aynen yazılmalıdır.
Dergi makalesi, kitap isimleri yazılırken, ilk kelimenin baş harfi büyük, diğerleri küçük
harfle yazılmalıdır.
Kaynakların Yazılışı İle İlgili Örnekler
Dergi Makalesi
Yazar(lar)ın soyadları ve isimlerinin baş harfleri, makale ismi, dergi ismi, yıl, cilt,
sayı, sayfa no’su belirtilmeledir.
• Stephane A. Management of Congenital Cholesteatoma
Otoendoscopic Surgery: Case Report. J Med Sci 2010; 30(2): 803-7.
with
• Lorig K, Gonzales VM, Ritter P & et al. Comparison of Three Methods of Data
Collection in an Urban Spanish-Speaking Population. Nurse Res 1997; 46(4):
230-4.
Dergi Eki (Supplement)
• Kocaman N, Kutlu Y, Ozkan S. Predictors of Psychosocial Adjustment in
People with Physical Disease. J Clin Nurs 2007; 16(3A Suppl.): 6-16.
Kitap:
Yazar(lar)ın soyad(lar)ı ve isim(ler) inin baş harfleri, bölüm başlığı, editör(lerin)
ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, sehir, yayınevi, yıl ve sayfalar belirtilmelidir.
• Karasar N. Araştırmalarda Rapor Hazırlama. 8.Baskı. Ankara: 3A Araştırma
Eğitim danışmanlık Ltd; 1995. 101-112.
• Terakye G. Hemşirelikte İletişim ve Hasta Hemşire İlişkileri. 2.baskı. Ankara:
T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü; 1994.
Yabancı Dilde Yayınlanan Kitaplar için:
• Gorman LM, Raines ML, Sultan DF. Psychosocial Nursing for General Patient
Care. 2 nd ed. USA: F.A. Davis Company; 2002.
• Solcia E, Capella C, Kloppel G. Tumors of the Exocrine Pancreas. 2 nd ed.
Washington: Armed Forces Institute of Pathology; 1997. 145-210.
Kitap Bölümü:
• Kaufman CA, Wyatt RJ. Neuroleptic Malignant Syndrome. In: Melszer HY,
Editor. Psychopharmacology. New York: Raven Pres; 1987.
• Underwood LE, Van Wyk JJ. Normal and Aberrant Growth. In: Wilson JD,
Foster DW, Editors. Viliams’ Textbook of Endocrinology. 1st ed. Philadelphia:
WB Saunders; 1992. 1079-138.
Kitap Çevirisi:
• Wise MG, Rundell JR. (1994) Konsültasyon Psikiyatrisi. Çevirenler: Tüzer T,
Tüzer V. Ankara: Compos Mentis Yayınları; 1997.
Metin içinde “(Wise ve Rundell 1994)” şeklinde gösterilir.
• Hofling CK, Leininger MM. (1960) Hemşirelikte Ana Psikiyatrik Kavramlar.
Çeviren: Kumral A. İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayınları; 1983.
Yazar ve Editörün Aynı Olduğu Kitaplar
• Uyer G. Yeni Bir Birimin Planlanması ve Organizasyonu. İçinde. Hemşirelik
Hizmetleri Yönetimi El Kitabı. Uyer G, Editor. 1.basım. İstanbul: Birlik Ofset
Ltd. Sti; 1986. 56-61.
• Eken A. Kozmesötikler: Kozmetiklerle İlaçlar Arası Ürünler. Eken A, Editör.
Kozmesötik Etken Maddeler. 1.Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2006. 1-7.
Yazar Adı Olmayan Yayınlar
(Sık kullanılan Çeviri Kaynaklara Örnekler):
American Psikiyatri Birliği (1994) Mental Bozukluklarının Tanısal ve Sayımsal El
Kitabı. Çeviren: Köroğlu E. 4.baskı. Ankara: (DSM-IV.) Hekimler Yayın Birliği; 1995.
Metin içinde “American Psikiyatri Birliği (1994)” şeklinde gösterilir.
Yayınlanmamış Tez
Yavaş O. Bir Üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin iş doyumu ve
örgütsel gereksinimlerine ilişkin bir inceleme. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
İzmir: Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 1993. 53-55.
Basılmamış Yayınlar
Gordes G, Cole JO, Haskell D.&. et al. The Naturel History of Tardive Dyskinesia.
J. Clin Psychophormacol. (Inpress).
İnternet üzerinden alınan belgeler kaynak Olarak Kullanılıyorsa:
Yararlanılan yazının yazarı, yazarı yoksa kurum adı UNICEF gibi kurum adı
yoksa kaynak gösterilmemelidir. Yayının internet kaynağı varsa Yayının başlığı,
internet adresi ve son erişim tarihi belirtilerek gösterilebilir.
• Lee DS, Austin PC, Rouleau JL, Liu PP, Naimark D, Tu JV. (November 19,
2003). Predicting mortality among patients hospitalized for heart failure.
The Journal of the American Medical Association, 290(19): 2581-2587.
Retrieved
November
23,
2003,
from
http://jama.ama-assn.
rg/cgi/content/abstract/290/19/2581.
Yayın resmi yayın olarak gösterilecekse;
• American Nurses’ Association. Statement on psychiatric mental health
nursing practice and standards of psychiatric-mental health clinical
practice. Washington: American Nurses’ Publishing; 1994.
Kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur. Doğrudan yararlanılmayan
ya da başka kaynaklardan aktarılmış kaynaklar belirtilmemeli, basılmamış eserler,
kişisel haberleşmeler, Medline taramalarından ulaşılan makalelerin özetleri kaynak
gösterilmemelidir.

Benzer belgeler