Barzani dünya zirvesinde

Transkript

Barzani dünya zirvesinde
1
Berivan Aymaz:
SÖYLEŞİ
Alman dış
politikasında
yeni dönem
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:37 -
19 - 25 Ocak 2015
S04-05
basnews.com
Dr. Ulrike Dufner:
Barzani
uluslararası
partner
S06
Sinema tartışması:
Sinemanın ulusu
var mı?
S14
Barzani dünya zirvesinde
Uzun süredir dünyanın gündeminde olan Kürdistan’ın
bağımsızlık tartışması, IŞİD’in bütün cephelerde yenilgiye uğratılmasının ardından yeni bir dönemece giriyor. KBY, diplomaside hızlı bir hafta geçirirken Mesud
Barzani’nin Münih’te düzenlenecek olan 51. Güvenlik
Konfransı’na ve Davos Zirvesi’ne davet edilmesi, KBY’yi
dünya siyasi zirvesine taşıyor.
Geçtiğimiz hafta Almanya Savunma Bakanı
Ursula von der Leyen, ABD Başkanı Obama ve
IŞİD’le Küresel Mücadele Özel Temsilcisi emekli
general John Allen’in Hewler’e yaptıkları ziyaretlerde Kürdistan’ın artık global güvenlik stratejisinin önemli bir partneri olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunuldu.
S10
Ali Qazî:
Hayallerim
gerçekleşiyor
Amed’de
yoksulluk
kalkanı
Çok uzaktan, çok yakından
Hrant’ın vasiyeti
S08
MİTHAT SANCAR
s03
MESUT YEĞEN
Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen:
S13
IŞİD Kobanê’de
intihar ediyor
Dört aydan bu yana kuşatma
altında tuttuğu Kobanê’den
sökülen IŞİD, yitirdiği mevzileri geri almak için toplu intihar
saldırıları gerçekleştiriyor.
S09
Hepimiz Kürd’üz
Berlin ile Erbil arasında gelişen ilişkiler iki ülke
ilişkileri açısından zirveye ulaştı. IŞİD saldırıları ardından Almanya, Ortadoğu’da gelişen yeni konjonktürün dışında kalmamak için KBY’ye yaptığı askeri
ve insani yardımlar ile Berlin-Erbil arasında yeni bir
köprü kurdu. Erbil’i ziyaret eden Almanya Savunma
Bakanı Ursula von der Leyen şunları söyledi: “Birkaç
gün önce Erbil’deydim ve durumu yakından görme
fırsatım oldu. IŞİD’le mücadelede uluslararası toplumun “Hepizim Kürd’üz’’, “Hepimiz Ezdi’yiz’’ demesi
gerektiğini düşünüyorum.’’ S02 - 03
s05
Paris’in üzerindeki gölge
BİLAL SAMBUR
s13
02
BasHaberSÖYLEŞİ
19 - 25 Ocak 22015
MANŞET
Almanya’da Kürd algısı
Hepimiz Kürd’üz
Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen:
A
Reşad Ozkan
lmanya ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında son zamanlarda gelişen
ilişkiler iki ülke ilişkileri açısından
zirveye ulaştı. Özellikle IŞİD saldırıları
ardından Almanya’nın Ortadoğu’da gelişen
yeni konjönktürün dışında kalmamak için
Kürdistan Bölgesi’ne yaptığı askeri ve insani
yardımlar ile Berlin-Erbil arasında yeni bir
ilişki köprüsü kuruldu.
Almanya’nın son zamanlarda Ukrayna’da
Rusya ile yaşadığı sorunlar, Suriye ve Irak’ta
gelişen durumun dışında kalması gibi
uluslararası siyasette ikinci ligdeki ülkeler
kategorisine düşme olasılığı Berlin’de ‘yeni
ve aktif bir dış politika’ arayışının dillenmesine neden oldu.
IŞİD’in Musul ve Kürdistan saldırıları ardından ABD, İngiltere ve Fransa’nın
bölgeye aktif müdahelesi, Güney Kürdistan
ile köklü ancak ‘pasif’ ilişkilere sahip olan
Almanya’nın da bölgede aktif olmasını zorunlu kıldı. IŞİD saldırısının yarattığı drama
daha fazla sessiz kalamayan Alman siyaseti,
durumu değerlendirerek, Kürdlere silah ve
insani yardımda bulunmaya karar verdi. Ülkedeki ‘kriz bölgelerinde uzak durma, savaş
alanlarına silah göndermeme’ gibi İkinci
Dünya Savaşı’ndan kalma ‘ahlaki hassasiyetlere’ sahip Alman kamuoyu da Kürdistan’daki trajediye sessiz kalmadı ve hükümetin
silah yardımını destekledi. Bunun sonucunda Erbil geçtiğimiz günlerde en çok Alman
siyasilerin ve hükümet yetkililerinin ziyaret
ettiği başkentlerden biri oldu. Erbil’in son
konuğu kente 3 ay içinde ikinci kez gelen
Savunma Bakanı Ursula von der Leyen oldu.
Almanya Savunma Bakanı Ursula von der
Leyen, perşembe günü Erbil’e gitti. Savunma Bakanı, güvenlik nedeniyle gizli tutulan
ziyaretinde KBY Başkanı Mesud Barzani ile
görüştü. Von der Leyen’in yaklaşan kış öncesi ne tür ihtiyaçlar olduğunu yerinde görmek
için bölgeye gittiği bildiriliyor.
Von der Leyen, bir günlük ziyareti kapsamında Barzani ile yaptığı görüşme sonrası
KBY’ye ek askeri teçhizat yardımı yapılacağını açıkladı. Savunma Bakanı, Barzani’nin,
IŞİD’in döşediği mayınlar nedeniyle evlerine
dönemeyen insanlara yardım etmek amacıyla Almanya’dan daha fazla mayın tarama
aracı talep ettiğini de ifade etti.
Von der Leyen, Almanya’nın desteğini
artıracağını ve insanların evlerine dönebilmesi için en önemli ön koşulun mayınların
temizlenmesi olduğunu, ayrıca Kürtler ile
uzun vadeli bir işbirliği yapılacağını kaydetti.
Almanya Savunma Bakanı, Barzani’nin ikinci talebinin ise Kürd peşmergelerin eğitimleri için daha fazla destek olduğunu belirtti.
Selahaddin kasabasındaki Başkanlık
Sarayı’nda gerçekleşen görüşmeden sonra
Barzani’yle ortak basın toplantısı düzenleyen
Leyen, “Kürdistan bölgesi ile ilişkilerimiz
çok derindir. Buraya gelmemdeki asıl amaç,
peşmerge güçlerine gönderdiğimiz silahların
etkili olup olmadığını ve askeri eğitim çalışmalarının nasıl gittiğini daha yakından takip
etmektir” dedi.
Peşmerge güçlerinin “kahramanlığına” ve
“cesaretine” büyük saygı duyduklarını dile
getiren Leyen, “Teröristlere karşı kahramanca savaşıyorlar. Ayrıca Kürdistan bölgesinde
yer alan 2 milyona yakın sığınmacı için de
KBY-Almanya ilişkileri
8 Ağustos: ABD savaş uçakları
Kürdistan’da IŞİD’i ilk kez bombalıyor. ABD
ve İngiliz uçakları Şengal’e insani yardım
ulaştırıyor. Federal Almanya hükümeti KBY
ile ilişkiye geçip savaş mağdurlarına yardımcı
olmak için 2 milyon 900 bin Euro yardımda
bulunuyor.
10 Ağustos: Alman Hükümeti’nin büyük koalisyon ortağı olan Hıristiyan Birlik
partileri CDU/CSU Federal Parlamento Dış
İlişkiler Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen
hükümete KBY’ne daha çok yardım için
harekete geçmesini ve dış siyasetinde temel
değişikliğin yapılmasını talep ediyor.
11 Ağustos: ABD başta olmak üzere birçok
ülke Peşmerge’ye silah ve askeri yardıma
başlıyor. M uhalefet partilerinin (Yeşiller ve
Sol Parti) karşı çıkmasından dolayı Alman
hükümeti ilk etapta “askeri ve silah“ yardımı
dışında “insani yardımların“ yapılmasıyla
sınırlı kalmak istiyor.
12 Ağustos: Şengal faciasının medyaya
yansıması ardından, CDU’lu siyasetçilerin
Avrupa Birliği, ABD ve kamuoyunun baskısına dayanamayan federal hükümet siyasetini değiştirmeye çalışıyor ve Peşmerge’nin
Almanya’da silah eğitimini alabileceğini
ima ediyor. Peşmerge’ye silah yardımını da
göndemine alacağına sinyal veriyor. Yeşiller
ve Sol Parti Almanya’nın bölgeye “insani
yardımlarla sınırlı” kalmasını talep ediyor ve
kesin olarak Kürdlere askeri eğitim ve silah
verilmesine karşı çıkıyorlar.
14 Ağustos: Almanya Dışişleri Bakanı
Frank-Walter Steinmeier “Irak’taki dramatik
gelişmelerden dolayı Kürdlere silah yardımının artık kaçınılmaz” olduğunu belirtiyor.
17 Ağustos: Almanya Dışişleri Bakanı
Thomas Morawski
Kürdhalkını takdir ediyoruz. Peşmerge’nin
eğitilmesiyle ilgili uyumlu çalışma devam
edecek. Amerika ve Avrupa ülkeleriyle
Peşmerge’yi eğitmeye devam edeceğiz. Bu
amaçla 100 uzman askeri Erbil’e göndereceğiz. Bundan sonra da Peşmerge’ye ne lazım
olursa temin etmek için çaba göstereceğiz”
diye konuştu.
Barzani’den teşekkür
Barzani’nin görüşmede, Almanya’nın
birkaç gün içinde ilk bölümü Erbil’e ulaşacak
silah sevkiyatı için teşekkür ettiği ve bu kararın Almanya için kolay olmadığının farkında
olduğunu söylediği bildirildi.
Barzani’nin IŞİD’e karşı mücadelede uluslararası toplumdan daha modern silahlar
talep ettiği de bildirildi. Barzani’nin hali hazırda kendilerine klasik silahların yollandığını, ancak modern ve ağır silahlar yollanması
durumunda IŞİD’e karşı mücadelede artık
başka bir desteğe ihtiyaçları kalmayacağını
söylediği bildirildi. Barzani’nin, kara birlikleri gönderilmesini beklemediğini, ancak olası
bir karar değişikliği durumunda buna da
onay vermeye hazır olduklarını ifade ettiği
bildirildi.
‘IŞİD ile mücadele edebilecek tek güç:
Kürdler’
Musul’da, Şengal’de, Guwer’de ve bir
çok stratejik noktada IŞİD’e karşı savaşan
Peşmerge kampını da ziyaret eden Bakan
Leyen, Peşmerge Bakanı Mustafa Seyid
Kadir ile Alman askeri danışmanların IŞİD’e
karşı savaş için peşmergeleri eğittiği kampta
incelemelerde bulundu.
MANŞET
BasHaber
19 - 25 Ocak 2015
3
SÖYLEŞİ
Von der Leyen açıklamasında IŞİD’e karşı
istikrarlı bir şekilde savaşabilecek tek gücün
Kürdler olduğunu vurguladı.
Daha önce Almanya’nın Peşmerge’ye
silah gönderdiğini anımsatan Seyid Kadir,
“Peşmerge güçleri yakında IŞİD’in işgali
altındaki bütün toprakları kurtaracak” dedi.
Leyen’in ise, “Peşmerge, IŞİD’in ortadan
kaldırılamaz bir güç olmadığını ispatladı”
yorumunda bulundu.
KBY’ye yaptığı ziyaret ardından döndüğü
Berlin’de Federal Meclis’te konuşan Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen,
“Uluslararası toplum Kürdlere daha çok
güvenmeli ve yardım etmeli’’ dedi.
Leyen, “Kürdistan Bölgesi’ne son ziyaretim de gösterdi ki; dünyada IŞİD’le mücadele edecek ve IŞİD’i yenecek yegane güç Kürdlerdir. Kürdler gerçekten IŞİD’le mücadelede
son derece başarılı.’’
Almanya Savunma Bakanı sözlerini şöyle
sürdürdü: “Birkaç gün önce Erbil’deydim ve
durumu yakından görme fırsatım oldu. Tüm
Frank-Walter Steinmeier Hewler’e geliyor.
Gündemleri: Teröre karşı Alman-Kürd askeri
işbirliği ve savaş mağdurlarının durumu. Steinmeier basına yaptığı açıklamada “KBY’ye
her türlü yardıma hazırız“ diyor.
15 Ağustos: 4 Alman nakliye uçağı kriz
bölgesine ilkönce 36 ton battaniye, gıda ve
sağlık yardımlarını götürüyor.
31 Ağustos: Federal Başbakan Angela
Merkel’ın isteği üzerine acilen toplanan
Alman hükümeti Peşmerge’ye silah yardmını
yapmaya karar veriyor.
1 Eylül: Hükümet Federal Parlamento’ya
silah yardımı önerisini sunuyor. Karar
hükümet partilerinin oylarıyle kabul ediliyor. Yeşiller ve Sol parti karşı oy kullanıyor.
Ancak partisinin isteğine karşı Yeşiller Partisi
Eşbaşkanı Cem Özdemir ve bazı parlamenter
arkadaşları “Evet“ oyunu veriyor.
25/26 Eylül: Almanya Savunma Bakanı
Ursula von der Leyen Hewler’i ziyaret ediyor.
Gündemleri: Peşmerge’nin Alman ordusu tarafından eğitilmesi ve silah yardımı. Almanya, Peşmerge ordusuna askeri eğitim ve silah
yardımına başlıyor.
6 Ekim: Almanya Gelişme Politikası ve
Ekonomik İşbirliği Bakanı Gerd Müller
KBY’deki mülteci kamplarını ziyaret
ediyor. Kürd siyasetçi ve bakanlarla biraraya gelen Alman Bakan hükümetine ve
uluslararası camiaya seslenerek “IŞİD teröristleri burada soykırım yapıyor, acilen
harekete geçmemiz gerek“ diyor.
19/20 Ekim: ABD hava kuvvetleri, Barzani’nin isteği üzerine havadan
Kobanê direnişçilerine gıda, askeri malzeme ve silah yardımında bulunyor. Kürd
yönetiminin gönderdiği ağır silahlar arasında Almanya’nın Peşmerge’ye verdiği
anti-tank Milan raketleri de bulunuyor.
22 Ekim: Almanya Başbakanı Angela
Merkel, Irak ve Suriye’deki gelişmeleri
Avrupa ve dünya hep bir ağızdan Charlie
Hebdo’ya desteğini sunmak için “Hepimiz
Charlie’yiz’’ diyor ve bu son derece önemli.
IŞİD’le mücadelede uluslar arası toplumun
“Hepizim Kürd’üz’’, “Hepimiz Ezdi’yiz’’ demesi gerektiğini düşünüyorum.’’
Almanya’nın silah yardımı
Almanya Irak’taki IŞİD ilerleyişinin ardından KBY’ye en fazla yardım eden ülkeler
arasında yer alıyor. Almanya Eylül ayında
ilk aşamada 4 bin kişilik Peşmerge gücünün
ihtiyaçlarını karşılayacak silah ve mühimmat
göndereceğini açıklamıştı.
Bu kapsamda 4 bin G3 piyade tüfeği, 1
milyon mermi, 4 bin P1 tipi tabanca, 500 bin
mermi, 20 milan tanksavar sistemi ve 300
tanksavar füze, 100 bazuka, 5 bin el bombası,
50 askeri aracın KBY’ye yollanacağı duyurulmuştu. Almanya ayrıca Kürdistan’a bugüne
kadar 50 milyon dolarlık insani yardımda
bulundu.
görüşmek üzere ABD Dışişleri Bakanı John
Kerry ile biraraya geliyor.
29 Ekim: Peşmerge güçleri ağır silahlarla
Kobanê’nin yardımına gidiyor. Beraberlerinde ağır Alman silahlarınıda götürüyor.
20 Aralık: Almanya, Peşmerge’nın eğitimi
için 100 askeri uzmanı Hewler’e gönderme
kararı alıyor. Peşmerge’ye yapılan silah yardımlarına kesin olarak karşı çıkan Sol Parti
Federal Parlamento Grup Başkanı Gregor
Gysi “Peşmerge’nin Almanya’da eğitilmesine
taraftar olabileceklerini“ ifade ediyor.
2015/12 Ocak: Hewler’de Barzani tarafından karşılanan Alman Savunma Bakanı von
der Leyen “Peşmerge bizim özgürlüğümüz
ve güvenliğimiz için de savaşıyor. Onlara
daha çok silah ve daha çok eğitim vermeye
hazırız“ diyor.
15 Ocak: Peşmerge’nın eğitimi için
askeri uzman gönderme kararı Federal
Parlamento’ya sunuluyor.
Almanların çoğu Kürdistan’ı ne
görmüş ve ne de oraya hiç gitmişlerdir. Kürdistan hakkında bildikleri
medyadan okuduklarından ibarettir. Kürdler hakkında medyadan
edindikleri bu resim olumlu klişe,
beklentiler veya bilgisizlik üzerinde
kuruludur. Çoğu Almanların gözünde bugün olumlu bir yerde duruyorlar. Tabi ki Kürdistan Bölgesi’ndeki
istikrarın bundan oldukça büyük
bir payı vardır. Bu sallantılı savaş
bölgesine ilk kez Alman silahlarının gönderilmesine bile kayda
değer bir eleştiriye tutulmadı. Buna
Peşmerge’nin eğitimi için federal orduya ait askeri malzemeler ve askeri
personel de dahildir.
Bir zamanlar Alman medyasındaki Kürd resmi/algılanması başka
idi. Özellikle 1990’lı yıllara kadar
Kürd konusu şu idi: İsyan, şiddet ve
PKK. Tabi ki bu Kürd resmi dolaylı
olarak mainstreamın haber akışında
devam ediyor. Körfez savaşında da
Alman medyasında her şeyden önce
Kürdlerin - Irak’ın onlara karşı kullandığı kimyasal silahlar, Türkiye’de
siyasi ve polisiye takibe uğramaları
- kurban oldukları yazılıp çizildiği
de görüldü. Bununla beraber ayrıca
Almanya’ya daha çok Kürd siyasilerinin sığınması, bize bunların kim
oldukları tanıma şansını verdiği gibi
ayrıca Kürdler hakkında gerçek bir
algılanmanın doğmasına da imkan
verdi.
Kürdler hakkında edindiğimiz resmi ancak medyanın işleyiş tarzına
göz attığımızda anlayabiliriz. Çünkü
bu resim boşluklar ve mainstreamin
haberciliği, ihtilaf haberciliği veya
ikisi tarafından şekilleniyor. Büyük
bir ihtimalle Kürdistan da Alman
medyasının sabit bir muhabiri yoktur. Pek ala yerel çalışanlar olabilir
(varsa da ancak dolaylı yollardan),
bunların aktardıkları, yerel hassasiyetler ve veriler medya ürünlerini
teşkil ediyor. Bunun yanında ‘orada’
doğrudan okuyucuya haber ulaştıran muhabirler de olabilir ancak
bunlar gerçekten gelişmelerin çok
uzağında bulunuyorlar, birçok ülke
için sorumludurlar veya büroları
herhangi bir ülkenin başkentinde
bulunuyordur. Mesela Kürdler hakkında haber yapanlar İstanbul da
otururlar. Başkent odaklı habercilik
hükümetlerin müdahalelerine kesin
bir yoğunlaşma ve gazetecilerin
alan daralmasına yol açıyor. Bunun
için Kürdlerle ilgili sorun sadece
‘Kürdler hakkında nasıl bir resim
ediniyoruz’ değil, mesele edindiği-
miz bir resim var mı, acaba hakikat
medyada yer alıyor mudur?’ Bunun
önkoşulu ise, medyanın dış haberciliğe bir ilgisi olup olmadığı sorunudur. Maalesef daha çok medyanın
dış haberciliğe ilgisi olmadığıdır.
Çünkü dış habercilik çok pahalıdır.
Medyanın gelişmelerin doğrudan
olduğu alanda olmasına değmiyor
ve çok masraflı oluyor. Ayrıca ‘bir
şeyler oluyorsa’ kargaşa meselesinde, şiddet ve savaş olduğu zaman
oldukça yerinde gösteriliyor. Bunun
nedeni de “paraşütlü-muhabirler/
fallschirm-korrespondenten“ diye
adlandırdığımız muhabirlerin özel
olarak çatışmalı bölgelere gitmeleri
ve her şeyden habersiz bir şekilde güncel çatışmalı bölgelerden
haber aktarmalarıdır. Böylece buna
uygun resimler, haberlerle daha çok
tiraj daha çok televizyon seyircisi
kazanılmaya çalışılıyor. Mesela
Erbil gibi oldukça gelişmekte olan
bölgelerde “Güzel hava haberleri/
Schönwetterberichte’nın karşılaştığı
zorluklar da var. Alman hükümetinin bir faaliyeti veya Alman askeri
varlığı söz konusu olduğunda, eğer
iç siyaset bağlantılı veya Almanları
ilgilendiren bir konu ise, tabi ki durum başka arz ediyor. Önemli Kürd
temaları için ise bunun yanında
beleşçilerin rolü kalıyor.
Kendi araştırmaları için hala para
harcamak isteyen premium-medyada ise, durum daha iyidir. Zor
dış haber temalarından bölgesel
rahatlayıcı haberlere doğru durum
da aynıdır. Tabi ki Alman gazetecileri arasında kimi Kürd taraftarları vardır, elbette burada da bazı
kalpler tehdit altında olan azınlıklar
ve halklar için atıyor, severek bir
porsiyon egzotik ve romantik ile
his bağlılığı var, bununla da harika
bir şekilde şal şapik ile giyimli
Peşmergeler’den istifade ediliyor.
Medya eski peşin hükümlerle hareket ettiği zaman Kürdler medyada
yer alır: “Onlar aralarında asla
birlik olmazlar“, her şeyden önce,
eğer Kürdler şiddetli protestolar
yaparlarsa; eğer kendileri oldukça
medyanın sahneleme bilgisinin kurallarının hizmetine girerlerse, eğer
iyi ve kötü varsa. Bunlardan dolayı
şimdilik Kürdler medyada olumlu
bir resme sahipler, çünkü şimdi
Kürdler en iyiyi teşkil ediyor, tüm
dünyayı IŞİD’e karşı savunuyorlar.
Ancak kesin olarak bundan sonra da
bir gün gelir ve Alman muhabirleri
bunalıma girmiş bir şekilde haber
merkezlerini, Kürdler hakkında
tekrar bir şeyler yapmak gerekiyor,
diye inandırmaya çalışırlar…
03
Hrant’ın vasiyeti
MİTHAT SANCAR
Hrant katledileli sekiz yıl oldu.
Yakın tarihin acılı dönemeçlerinden biriydi bu cinayet. Görünüşe
göre, her şey ortadaydı. Hrant, bir
süredir tehdit ediliyor, hedef gösteriliyordu. Öyle gizli saklı da değil,
apaçık ve küstahça bir cüretle yapılıyordu bütün bunlar. Hakkında
uyduruk sebeplerle davalar açıldı.
Yargılanması bile, linç gösterilerine
dönüştü. Hrant, giderek büyüyen haklı bir tedirginlik duyuyordu. Bunu da defalarca dile getirdi. Cinayet geliyorum
diyordu. Ve 2007 yılının 19 Ocak’ında geldi. Toplumun çok
büyük bir bölümünün kayıtsız bakışları altında ve devletin
bütün kademelerinin gözetiminde işlendi bu cinayet.
Bu şartlarda cinayetin nasıl planlandığını ve arkasında
hangi güçlerin bulunduğunu ortaya çıkarmak, hiç de zor
değildi, aksine bayağı kolay olmalıydı. Üstelik tetiği çeken
kişi de, kısa süre içinde yakalanmıştı. Ama olmadı. Katilin
ve onunla birlikte birkaç kişinin yargılanması, cinayeti aydınlatmak değil, karartmak üzerine kurgulandı.
Her şey bu kadar ortadayken, kimler ve neden ısrarla cinayetin üstünü örttüler? Bu sorunun cevabı, Hrant’ın
etnik ve siyasi kimliğinde saklı. Hrant, öncelikle Ermeni
olduğu için hedef seçildi. Ama sıradan bir Ermeni değildi
o. Hrant’ın şahsında Türkiye Ermenileri ilk defa bu kadar
açık bir şekilde kendi kimlikleriyle büyük kamunun önüne
çıkıyorlardı ve “Ermeni meselesi”ni içeride siyasal tartışmanın konusu haline getiriyorlardı. Hrant, yaşadıkça ve
konuştukça, Türkiye toplumunu yüzleşmeye davet ediyor,
hatta mecbur bırakıyordu.
Cinayetteki sorumluluk zinciri, sadece planlama/organize etme ve tetiği çekme/çektirme halkalarından ibaret
değildir. Cinayeti engellememek ve sonrasında gerçeğin
ortaya çıkmasını önlemek de bu zincire dahildir.
Cinayetin örgütlü bir eylem olduğundan şüphe yok.
Bu örgütün ortaya çıkarılması gerçekliğin büyük bir kısmını aydınlatacaktır. Ancak bununla, cinayetin temelindeki
hakikatin de aynı şekilde aydınlanacağı söylenemez. Zira o
sorumluluk zincirinde yer alan bütün şahısların ve çevrelerin tek bir örgütün parçası olduklarını ve örgüt emriyle hareket ettiklerini söylemek de zor. Cinayeti planlama, icra
etme, engellememe ve aydınlatmama zincirinde yer alan
bütün şahıslar ve makamlar arasındaki asıl derin ve kuvvetli bağ, olağanlaştırılmış Ermeni düşmanlığı ve nefretidir.
Bu bağı görmeden cinayetin hakikatine ulaşmak mümkün
değil. Bu ise, idarî ve hukukî süreçleri çok aşar. Bu lanetten kurtulmanın, cesur ve samimi bir yüzleşmeden başka
bir yolu yoktur.
Cenaze töreni, bunun için ciddi bir umut yaratmıştı.
Lakin buradan cinayetin derin anlamına dair açık ve kapsamlı bir sorgulama doğmadı maalesef. Böyle bir sorgulama, cinayetin hemen ardından ve sonrasında hep vurguladığım gibi, 1915’i işin içine katmayı kaçınılmaz kılar. Hrant
cinayetinin hakikati, tam da burada yatıyor.
Hrant, milyonlarca Ermeni gibi, yasının tutulmasına
bile izin verilmeyen kayıplarla büyüdü. Bunun acısını ve bir
bireyin tek başına asla kaldıramayacağı ağırlıktaki yükünü
bilincinde hissettiğinde, içinde yaşadığı toplumla paylaşmak istedi bunu, ama toplumsal hafızaya giydirilmiş çelik
bir kafesle ve inkar üstüne inşa edilmiş bir nefret duvarıyla
karşılaştı. Bunları aşmak için çok uğraştı. Öyle özenli ve
samimi bir dil kurdu ki bu yolda, zihinleri sarstı, inkardan
beslenen her türden milliyetçiliğin yarattığı sahte güvenleri
bozdu. Ve tam da bu nedenle katledildi.
Şimdi 2015’teyiz, yani soykırımın yüzüncü yılında.
Soykırımla yüzleşmekten kaçma yollarının iyice daraldığı,
hatta tıkandığı bir zamanın içindeyiz. Bu yoldan, çoğulcu
demokratik bir ortak yaşam kültürü, dolayısıyla toplumsal
barış çıkmadı, çıkamaz da zaten. Bunun için seçilmesi gereken yol, yüzleşmedir. Hrant’ın hayatıyla yazdığı, ölümüyle imzaladığı vasiyet de bundan başka bir şey değildir…
04
BasHaberSÖYLEŞİ
19 - 25 Ocak 42015
MANŞET
MANŞET
BasHaber
19 - 25 Ocak 2015
5
SÖYLEŞİ
Almanya Yeşil Partisi’nden Berivan Aymaz:
Almanya’nın Ortadoğu politikası değişiyor
Alman ordusunun, Peşmerge’yi
eğitmesi, askeri yardım, savunma bakanı ve askeri yetkililerin
Kürdistan’a sık ziyaretleri söz
konusu. Özellikle askeri alanda
temkinli bir siyaset izleyen ve
kamuoyu hassasiyetinin olduğu
Almanya dış siyasetinde BM veya
NATO gibi bağlayıcı uluslararası
bir karar olmadan bu tür girişimde bulunulmasının esas nedenlerini nasıl okumak gerekir?
Almanya tarihi geçmişinden dolayı
militarist girişimlerden uzak duran bir dış
politikayı esas alıyordu. Ancak özellikle
90’lı yılların sonlarından itibaren bu
konuda bir değişim yaşandı. Doğu ve Batı
Almanya’nın birleşmesiyle birlikte dış
politikada da değişiklikler yaşandı. Bunun
belirgin sonucu önce, Kosova Savaşı,
Afganistan Misyonu sonra özellikle Güney
Kürdistan’a silah yardımında bulunulması olarak karşımıza çıkıyor. Bu gelişmeler
Almanya gündemini uzun bir dönem
meşgul etti. Bu kararlar kolay verilmedi.
Yoğun tartışmalara yol açtı, partiler üstü
tartışmalar yaşandı. Güney Kürdistan’a
silah yardımı tartışmaları özellikle iki
noktada yoğunlaştı. ‘Silah yardımı Kriz
bölgelerinde etkileyici midir, yoksa krizlerin daha da derinleşmesine mi yol açıyor?
İhraç edilen silahların akıbeti nasıl kontrol edilecek.
Sosyal Demokratlar
ve özellikle Hıristiyan Demokratlar, Kürd
halkının
karşı
karşıya
olduğu
acil durumu göz
önün-
enerji kaynaklarına yoğunlaşması gerektiği tartışılıyor.
Fakat bu anlamda Kürdistan işaret edilmiyor. Açıkça
şunu da söyleyeyim, dış politikada ekonomik çıkarları
ve insan hakları tartışmalarını ayrı düşünmek gerekiyor.
Yani Almanya hükümeti bugün, ‘ben Kürdlere silah yardımında bulunuyorum, çünkü uzun vadeli onlar benim
ekonomik partnerim’ söylemini asla kullanamaz ve bu
ciddi bir skandal olarak karşımıza çıkar diye düşünüyorum. İşte bir yandan ‘bir insanlık dramı yaşanıyor ve bu
drama karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek için dış
politikamızdaki tabuları yıkıyor ve icraatlarında bulunuyoruz’ diyorsanız bu konuda da hükümetin samimi
olması gerekiyor. Ve ekonomik, ticari çıkarların bertaraf
edilmesi gerekiyor. Ama meseleyi bu konunun dışında
bağımsız olarak ele aldığımızda KBY’nin özellikle gaz ve
petrol alanında önemli olduğunu Almanya zaten biliyor!
Almanya Yeşiller Partisi’nden Berivan Aymaz, Berlin’in Ortadoğu ve Kürdistan’a yönelik izlediği statükocu politikasını
değiştirme sürecine girdiğini, KBY’nin çoğulcu ve etnik gruplara saygılı yaklaşımının ve Batılı değerlere yakınlığının, Erbil’in
Avrupa’da ıstikrarlı ve güvenilir bir partner olarak algılanmasını sağladığını söyledi. Berivan Aymaz, Almanya’da IŞİD saldırıları ile birlikte Ortadoğu’ya yönelik gelişen yeni algıları, Berlin’in Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerini, Yeşiller
Partisi’nin Kürdistan’daki gelişmeler karşısında takındığı tutumu ve özellikle Kürdistan’a silah yardımı konusunda parti için
yaşanan tartışmalara dair BasHaber Gazetesi’nin sorularını yanıtladı:
de bulundurarak, bir insanlık dramının
yaşandığına vurgu yaparak böyle bir karar
aldılar. Ancak şu anda Almanya’da yeni
bir tartışma gündemde. Silah ihracatı yapıldı ama Almanya’nın kısa bir sürede 100
kadar askerini Güney Kürdistan’a eğitim
için yollaması söz konusu. Bu konuda
anayasal bir engel de söz konusu. Çünkü
bağlayıcı uluslararası bir karar yok. Yani
şu an da Güney Kürdistan ile ilgili ne
NATO ne de BM’nin bir kararı yok. Hükümet ise IŞİD karşıtı koalisyona işaret
ediyor ve koalisyonun kararlarının uluslararası bağlayıcı nitelikte olduğunu söylüyor. Yani gördüğünüz gibi aslında Güney
Kürdistan’da yaşananlar Almanya’nın dış
politikasını ciddi bir şekilde etkiliyor ve
Berlin’in dış politikada yeni bir döneme
girdiğine işaret ediyor.
Irak, İran ve Türkiye gibi geçmişte güçlü ekonomik ve siyasi
ilişkilere sahip ülkelerin tepkisini çekme olasılığına rağmen,
Berlin’in Ortadoğu’da geleneksel
“izle-gör” siyasetini terk ederek Kürdistan’ın bağımsızlığını
etkileyecek askeri yardımlarda bulunması,
Almanya’nın bu geleneksel dış politikasını terk ettiği
anlamına geliyor
denebilir mi?
Almanya’nın dış politikasında iki anlamda yeni gelişmeler var. Demin söylediğim gibi
dış politikada militarist girişimlere
yaklaşım açısından bir değişiklik söz
konusu ve geleneksel politikada çok
belirgin bir değişiklik var. Ayrıca sizin
de söylediğiniz gibi özellikle Ortadoğu
politikasında yeni bir değişiklik olduğunu
düşünüyorum. Çünkü uzun bir dönem
Almanya ve aslında Avrupa siyaseti, Ortadoğu ile ilgili sözde ‘stabiliteyi koruma’
anlayışı altında statükocu bir politika
güdüyordu. Burada özellikle bölgesel
güçlerin, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan
gibi ülkeler arasındaki dengelerin sıkı bir
şekilde korunması durumu önem taşıyordu. Ama şimdi görüyoruz ki bugüne
kadar aslında dikkate alınmamış ve henüz
bağımsız bir devlet statüsüne ulaşmamış
olan Kürdler muhatap alınıyor. Berlin
yeniden şekillenen Ortadoğu’yu Fransa,
İngiltere ve ABD’ye bırakmak istemiyor.
Bunun için de muhatap olabilecekleri en
istikrarlı yapı KBY. Çünkü KBY uzun dönem Avrupa ve ABD ile istikrarlı bir ilişki
sergiledi. Özellikle Batı değerlerine yakınlığı biliniyor ve İsrail için tehdit unsuru
değil. Ve bir güven ilişkisi var. Bölgede
mümkün olduğunca demokratik yapılar
geliştirmek istiyor. KBY de azınlıklara
kucak açan bir bölge oldu. Özellikle dinsel
azınlıklar için, Hıristiyanlar için, Ezdiler
için. Ama onun dışında da Türkmenler
ve birçok etnik grubun dilinin resmi
dil olarak tanınması gibi uygulamalar
bölgede KBY’nin istikrarlı ve uzun vadede
güvenilir bir partner olabileceğinin işaretlerini veriyor. Bu gelişmeler Almanya’nın
dış politikasının değişmesinde büyük rol
oynadı. Ama durumun sadece bununla
sınırlı olduğunu sanmıyorum. Özellikle
Almanya’nın Rusya ile ciddi sorunlar yaşaması da rol oynuyor diye düşünüyorum.
Kürdistan bağımsızlık ilanına
giderse Almanya’nın koruyucu
ülkelerden biri olabileceği, bağımsızlığı tanıyan ilk ülkelerden
olabileceği yönündeki görüşlere
ne diyorsunuz?
Bu konuda dikkatli davranılması
gerekir. Almanya Dış İşleri Bakanı Güney
Kürdistan’ı ziyaretinde özellikle silah
yardımı tartışmalarında, ‘Kürdistan’ın
bağımsızlık ilan etmesini hiçbir şekilde desteklemiyoruz, tasvip etmiyoruz’
açıklamalarında bulundu. Yani gerçekten
Kürdlere yapılan bu yardım aynı zamanda
Kürdistan’ın bağımsızlığını destekliyor
mu emin değilim. Evet silah yardımında
bulunuyor, ama bölge ile ilgili uzun vadeli
ve bölgenin demokratikleşmesi, huzura
ermesi için hiçbir konsept kamuoyuna
sunulmadı. Ve yine uzun vadeli bölge demokrasisi için Türkiye’yi, Suriye’yi, İran’ı
da bağlayan Kürdistan sorunu için henüz
hiçbir politikaları yok gibi.
Almanya’da Kürdistan’a silah
verilmesi konusu ciddi tartışmalara neden oldu. Savaş ve kaos
alanlarına müdahale veya silah
yardımı yapılması konusunda
“ahlaki hassasiyetlerin” güçlü olduğu Alman toplumunun
Kürdistan’a yardım yapılması
konusundaki bu olumlu isteğinin
nedeni nedir?
Öncelikle değişik anketler olduğunu
söylemeliyim. Ve bu anketlerin hepsi sizin
söylediğiniz sonuca varmıyor. Kamuoyunun büyük çoğunluğunun silah ihracatını
savunduğunu söyleyemeyiz. Evet kamuoyu yoğun bir şekilde bu meseleyi tartıştı.
Ama şöyle bir gerçeklik var: Özellikle
Kürdlerin IŞİD saldırılarına karşı çaresiz
kalmaları ve yaşanan insanlık dramı medya tarafından yoğun bir şekilde işlendi.
Ve bu Almanya kamuoyunda Kürdlere bir
şekilde yardım edilmesi, sessiz kalınmaması yaklaşımlarına yol açtı. Yani bunu
inkar etmek mümkün değil. Bir de tabi
Ruanda jenosidi hatırlandı, dünya kamuoyu buna sessiz kalmıştı. Ve ‘bir Ruanda
felaketi daha yaşanmaması için’ kamuoyu,
Kürdistan’daki dram karşısında vicdani
olarak kendisini sorumlu hissetti.
Fransa’da gerçekleşen radikal
İslamcıların saldırısı Avrupa’nın
IŞİD saldırısı altındaki Kürdlere yardım etmesine karşılık bir
cezalandırma olarak da yorumlanıyor. Saldırganların izahı da
bu yönde. IŞİD türevi İslam’ın
Kürdlerle dayanışan Avrupa’yı
da savaş cephesi ilan etmesi
Kürd-Avrupa ilişkilerinde nasıl
bir moment sağlar?
Saldırganlarla yapılan telefon görüşmeleri de bunu doğrular nitelikte. ‘Fransa
koalisyonla birlikte şu an Irak ve Suriye
de IŞİD’e karşı savaşıyor ve biz bunun intikamını alıyoruz’ söylemlerinde bulunuyorlar. Bu söylem Almanya kamuoyunda
çok fazla gündem oluşturmadı. Daha çok
ön plana çıkan, bu saldırının basın fikir
ve sanata yönelik boyutu oldu. Özellikle
Almanya ve Fransa’da da radikalleşen
gençlerin sayısı artıyor. Bu, insanlar tarafından ve Almanya Siyasit tarafından da
bir tehlike olarak görülüyor fakat ilk önce
kendilerine yönelik bir tehdit algılıyorlar.
Almanya ve Güney Kürdistan arasında
sıkı güvenlik işbirliği politikaları gelişiyor.
Almanya’daki Kürd toplumunun Alman
siyasetini, kamuoyunu etkileme, lobi yapma
konusunda nasıl sıkıntıları var? Bunu aşmanın yöntemleri nelerdir?
Almanya’da yaşayan büyük bir Kürd kitlesi var. IŞİD’in
Kürdlere saldırısı başladığında Kürdler burada yoğun
eylemlerde bulundular. Avrupa’nın diğer ülkelerinde
de aynı şey oldu. Ama bütün bu girişimler, eylemler
Almanya dış politikasını etkileyecek düzeyde değil.
Çünkü bu eylemler ilk defa yapılmıyor. Kürdler yıllardır
her fırsatta yaşadıkları her dram karşısında sokaklara
dökülüyor, ama gündem yaratamıyorlar. Yani aslında
siyasi örgütlerin yurtdışı temsilcilikleri gibi hareket
ettiklerini görüyoruz. Bunun meşru bir yanı var, böyle
örgütlenmelerin olması gerektiğini düşünüyorum. Bazen
Kürd topluluğunun ihtiyaçları örgütlerin çıkarları ile
çelişebiliyor. Bunun için bulunduğunuz ülkenin sosyal
ve siyasal yapısını iyi tanımanız, kamuoyu ve toplum ile
ortak bir dil yakalamanız gerekiyor. Güney Kürdistan için
başka bir eksiklik var ama KBY’nin en azından Berlin’de
federal bir yönetim olarak algılanması söz konusu. Örneğin Güney Kürdistan’da saldırıların yaşandığı dönemde
diplomatik görüşmeler daha çok Erbil ve Berlin hattında
yürüdü. Bu durum herhalde Güney Kürdistan’ın siyasi
kültürü ile alakalı olmalı diye düşünüyorum. Amerika ile
durum farklı olabilir. Amerika’daki faaliyetlerin bölgeden
aktif yürütüldüğünü tahmin ediyorum ama Avrupa için
bunu söylemek mümkün değil.
Almanya’nın Kürdistan’a ilgisinin nedenlerinden birinin Rusya’nın gaz monopolüne karşı
bir alternatif yaratmak olduğu biliniyor.
Alman hükümeti sizce de Kürdistan’ı gelecekteki aktif ticari partnerlerinden biri olarak
görüyor mu?
Almanya’da şimdilik bu tartışma yürütülmüyor. Rusya
ile yaşanan sorunlardan dolayı Almanya’nın alternatif
Partiniz içinde Kürdistan’a silah yardımı
konusunda farklı eğilimler var. “Kürd dostu”
olarak bilinen Claudia Roth silah yardımına
karşı iken, Türkiye kökenli Eş Başkan Cem
Özdemir net bir şekilde silah yardımı talep
ediyor. Yeşiller bu tartışmada hangi noktaya
dayandı?
Aslında Yeşiller Partisi’nde dış siyaset ve politika her
zaman sancılı geçmiştir. Bunun sebeplerinden biri uluslararası siyasetin genellikle krizleri merkeze alan bir siyaset olması ve savaş ile barışın tartışıldığı bir alan olmasıdır. Kendisini ‘barış partisi’ olarak tanımlayan Yeşiller
içerisinde dış politika ve uluslararası sorunlar her zaman
tartışılmıştır. Yeşiller, her türlü militarist girişimlerin bir
insanlık dramına yol açabileceğini ve soykırımların önlenmesinin uluslararası kararlarla mümkün olabileceğini,
silahların kullanılmasının da ancak BM kararı bağlayıcılığı ile mümkün olabileceğini savunuyorlar. Partimiz
için Kürdistan konusunda yaşanan en ciddi sorunlardan
biri BM‘nin bağlayıcı bir kararının olmamasıdır. Yeşiller,
Almanya’da son yıllarda gelişen silah ihracatındaki artıştan çok endişeli ve silah ihracatını sınırlayan yasalara
ihtiyaç olduğunu söylüyor. Bunları savunan bir partinin Güney Kürdistan’da yaşanan sorunlar karşısındaki
durumlarda silah yardımına olur vermesi mümkün değil.
Diğer taraftan öne sürdükleri; ‘Silahların sonunda kimin
eline geçeceği belirsizdir’ söylemi idi. Silah yardımının
yapılmasını isteyen kesim ise özellikle Kürdlerin yaşadığı
dramı ve şu anda bir soykırımla karşı karşıya olduklarını
ve kendilerini koruyacak silahlarının olmadığını vurguluyordu. Ve BM’nin bağlayıcı bir kararının olmayışı, ayrıca
Rusya’nın vetosunun söz konusu olabileceği düşünülüyordu. Parlamento grubumuzdaki büyük bir kesimin
silah yardımına karşı oy kullanmasını destekliyoruz. Ama
grubumuzdaki bir kesimin de silah yardımından yana oy
kullanmamasını anlayışla karşılıyor ve bunu vicdani bir
davranış olarak değerlendiriyoruz.- Alman ordusunun,
Peşmergeleri eğitmesi, askeri yardım, savunma bakanı ve
askeri yetkililerin Kürdistan’a sık ziyaretleri söz konusu.
Özellikle askeri alanda temkinli bir siyaset izleyen ve
kamuoyu hassasiyetinin olduğu Almanya dış siyasetinde
BM veya NATO gibi bağlayıcı uluslararası karar olmadan
bu tür bir girişimde bulunmasının esas nedenlerini nasıl
okumak gerekir?
Röportajın tamamı basnews.com sitesinde yayımlanacaktır.
05
Çok uzaktan, çok yakından
MESUT YEĞEN
Perşembenin gelişi çarşambadan
belliydi. Charlie Hebdo katliamının
“Siz İslamcılar!”, “Siz İslamofobikler!” tahterevallisinde düşünüleceği, tartışılacağı az çok belliydi. Öyle
de oldu. Memlekette tefekkür işleri
çoktandır münazara disiplininde gerçekleştiğinden başka türlüsü sürpriz
olurdu.
Tartışmanın ana seyrinde bir
sürpriz olmadı; lakin, yan yollarında da öyle. Üzerine düşünülen vakanın, mevzunun esasına, bütününe bakmamaya bir
kez karar verildiğinde devreye giren bildik bütün entelektüel
taktikler kullanıma alındı tartışma boyunca. Faili ve saiki örtmek isteyenler yapıyı/tarihi ve sebebi; yapıyı/tarihi ve sebebi
örtmek isteyenler de faili ve saiki göstermeye koyuldular.
Gerek çok, gerekse de çokça yerde olduklarından olsa
gerek, dindar/muhafazakar kalem erbabı vakanın esasını, vakanın bütününü örtecek taktikler geliştirmekte daha hevesli, daha mahir göründü. Faili ve saiki görünmez kılmak için
merceği bazen ‘vakanın’, ‘mevzunun’ çok uzağında, bazen çok
yakınında tuttular, bazen de vakanın çeperine kaydırdılar merceği; vakaya, mevzuya bazen çok uzaktan, bazen çok yakından,
bazen de çeperinden bakılmasını istediler.
“Dünya’da, Ortadoğu’da, Fransa’da adalet yok, bu işler bu
yüzden oluyor” diyerek bakışların vakadan, failden ve saikten
uzaklaşıp tarihe, yapıya, sebebe çevrilmesini istedi kimisi. Kimisi de “katliamın kolayca yapılabilmiş olmasının ve faillerin
öldürülmesinin ardında kesin bir yeniği var” diyerek bakışların
vakanın ötesine geçecek kadar vakaya yakınlaşmasını istedi.
Kimisi de “bu işler Batıda olunca mesele oluyor, Batı harici
yerlerde yaşanan benzer trajediler bu kadar gürültü koparmıyor” diyerek bakışların vakanın çeperine kaymasını istedi.
Bu üç bakış teklifini, bu üç entelektüel taktiği (vakadan
uzaklaşmak, yakınlaşmak, sapmak), ortaklaştıran tek şey hepsinin birden vakanın esasını, bütününü örtmesi olmadı; her üç
bakış teklifi vakaya, mevzuya dair bir şeyleri göstermek itibarıyla da ortaklaştılar. Mevzuya, vakaya dair bir şeyleri göstererek mevzunun, vakanın esasını, bütününü gözden kaçırmak:
Her üç entelektüel taktiğin niyeti/neticesi bu oldu.
“Paris’teki katliam Dünya’da, Ortadoğu’da, Fransa’da
adaletin olmayışıyla alakalıdır” bakışını teklif edenler, katliam
vakasının anlaşılması için bakılması gereken, doğru bir yeri
göstermiş oldular elbette; ne ki, gösterdikleri bu doğru yerde
“fail kimdi ve saiki neydi” sorularının yanıtı yoktu. Dünya’nın,
Ortadoğu’nun, Fransa’nın adaletsiz bir yer oluşu bugünün
meselesi olmadığından “bugün olan bitende yeni olan nedir”
ve buralardaki adaletsizlik bugünden yarına kalkmayacağına
göre “katliam vakasının tekrarı nasıl önlenir” sorularının da.
Geçmişteki benzer, başka yığınla vakada komplo olduğu
aşikar olduğundan, “katliamda bit yeniği var, kesin komplodur” diyerek vakaya, vakanın ötesine geçecek kadar yakından
bakmayı önerenler de bir şeylere işaret etti elbette. Tabii ki,
vakayı, faili ve saiki görünmez kılarak. IŞİD ve El Kaide, Paris katliamını ve benzeri onlarca işi yaptıklarını kıvançla duyurmuşken, varlığı meçhul bir komplonun peşine düşenler,
IŞİD’i, El Kaide’yi, Selefi fanatizmini, yani katliamın failini ve
saikini görmezden gelmeyi, en azından ikincilleştirmeyi teklif
etmiş oldular.
“Batıda olanla Batı dışında olana verilen tepkilerin asimetrikliğine” bakın diyen teklif de doğru bir şeyi gösterdi elbet. Tabii ki, bakışı vakadan kaydırarak. “Dünyanın, insanlığın
vicdanının nasıl bir asimetriyle malul olduğuna bakalım” diyen
teklif soylu bir teklif olabilirdi gerçekten; bakışımızı vakadan
kaydırmasaydı eğer. Vakaya baktıktan sonra, vakaya bakarken
bu asimetriye de bakalım denseydi eğer, soylu bir bakış teklif
edilmiş olurdu gerçekten. Oysa, bakışımızı vakadan kaydırmayı öneren entelektüel bir taktikten fazlası olmadı vicdan asimetrisine bakın demek.
Günün sonunda bütün bu bakış taktikleri vakadan önceki
normatif, siyasi konumlarını tahkim etmekte dindar/muhafazakar kalem erbabının epey işine yaramıştır herhalde. Olur da
bir gün dertleri normatif konumlarını tahkim etmenin ötesine geçerse, faili ve saiki, sebebi ve tarihi bir defada kat eden,
vakaya ne çok yakından, ne çok uzaktan, hem yakından hem
uzaktan bakmayı da denerler herhalde.
06
MANŞET
BasHaber
19 - 25 Ocak 2015
Kürdler kendi gücünü
yeterince kullanamıyor
H
Özcan Şahin
einrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Ulrike Dufner, Almanya’nın
Kürdistan’a silah yardımı ve
askeri desteğinin tutarlı olmadığını ve
Almanya’nın amacının stratejik ve analiz
edilmiş bir amaç olmadığını söylüyor.
Dufner, Berlin-Erbil ilişkileri konusunda
BasHaber’in sorunlarını yanıtladı.
Alman toplumunun Kürdistan’a
yardım konusundaki yaklaşımı
Silah göndermek asker göndermekten
daha ucuzdur. Almanya koalisyon güçlerinin müdahalesine katılmadı. Silah
göndermesinin yanı sıra neden müdahaleye katılmadığı da tartışılabilir. Bence
bu çok tutarlı bir tavır değil. Ben şahsen
bu silah gönderme işinde çok stratejik ve
analiz edilmiş bir amacın sonucu olarak
görmüyorum. Bütün dünya IŞİD konusunda panik oldu. Özellikle IŞİD’in yaptığı
katliamlar karşısında bir tepki gösterilmesi
gerektiği konusunda herkes hem fikirdi.
IŞİD’e karşı nasıl bir stratejik plan geliştirileceği konusunda herkesin kafasında
soru işaretleri var. Çünkü silahlı mücadelenin yanı sıra hem Irak’ta hem Suriye’de
IŞİD’e destek veren toplumsal kesimler de
var ve bunlarla da mücadele etmek gerekiyor. Yani Irak ve Suriye’de kriz ortamında
ortaya çıkabilecek gruplar var. El Kaide, El
Nusra var ve bunlarda sırada bekliyor. O
yüzden eğer bu yardımlar uzun vadeli stratejik planlar doğrultusundaysa tamam ama
sadece panik anında verilen bir reaksiyon
ise bence bu riskli bir yaklaşım olur.
Türkiye’ye IŞİD baskısı
Bence çok tartışılan bir konu olarak
IŞİD’e destek veren kimlerse onlara karşı
bir baskı oluşturmak gerekiyor. En azından bizim bildiğimiz kadarıyla Türkiye
IŞİD’e destek veren veya onlara göz yuman ve varlığına imkan sağlayan bir ülke
haline geldi. Ama ne Almanya, ne Amerika, Türkiye’ye yeterince baskı yapmadı.
‘Kobanê’de sınır kontrolü yapıyorsun ama
IŞİD’e karşı bu kontrolü neden yapmıyorsun’ gibi bir baskı oluşturabilirdi.
Bu konuda yeterince baskı yaratılmadı.
İkinci olarak da Irak yıllardır terk edilmiş
bir ülke haline gelmiş. Savaş yapıldı ve
savaştan sonra bir çaresizliğe bırakıldı ve
aktif bir politika üretilmedi. Bu yüzden
Almanya’nın bölgede aktif bir politika
ürettiğinden bahsedemiyoruz maalesef.
Almanya bu konuda yetersiz kalıyor ama
aynı durumda sayabileceğimiz Ukrayna
konusunda toplantılar ve öneriler sunuyor sürekli aktif bir politikayı ve teması
sürdürüyor. Bunun gibi bir politikayı Türkiye ve Kürdistan için uygulaması her iki
taraf için güzel ve sevindirici olur. Bunu
umut ediyoruz.
Barzani uluslararası bir partner
Almanya, Kürdistan ile çalışıyor ve
silahlı destek veriyor. Bu konuda daha
çok Barzani’den bahsediliyor. PKK ve
PYD açısından bakınca Almanya’nın
PYD’ye yaklaşımı değişti ama PKK
konusunda terör örgütü listesinde
olması dolayısıyla tavrı değişmedi. PKK
terör listesinde olduğu ve hala bir örgüt
niteliğinde bu yüzden silahlı destek
Barzani’ye yapılıyor ve ondan sonrasına karışılmıyor. Barzani Türkiye dahil
olmak üzere bütün uluslar arası camia
için daha kabul edilebilir bir partner
haline geldi.
Pegida’ya destek artıyor
PEGİDA, Charlie Hebdo saldırından
sonra 30 bin kişi topladı. Batının İslamileşmesine karşı çıkma adı altından
kitlesel ve toplumsal bir hareket haline
geldi ama bunun arkasından ırkçı ve yabancı düşmanlığı yapan bir kitle ortaya
çıkıyor. Almanya’da hala ne hükümet
ne de muhalif partiler bu PEGİDA korkularıyla nasıl baş edeceği konusunda
net bir tavır koymadı. Yeşiller Partisi
karşı tavır sergiledi daha sonra Angela
Merkel, PEGİDA’nın yürüyüşlerine
katılmamak gerektiğini söyledi. Diğerleri ise PEGİDA’nın dertlerini anlamak
gerektiğini söylediler. Almanya’da bu
kadar büyük toplumsal bir hareketin ortaya çıkması kaygı verici olarak
görülüyor. Özellikle Müslüman ülkelerden bakıldığında ürkütücü bir durum.
Çünkü insanlarda İslamofobinin
Almanya’da da var olduğuna dair kaygılar üretebiliyor. PEGİDA, IŞİD ile paralel bir şekilde yükseliyor. Kullandıkları
sloganlar da ilginç ve basit sloganlar
ama halk buna rağmen PEGİDA’ya
destek vermeye başlıyor. Korkutucu
olan bir başka şey ise PEGİDA’nın
yaptığı toplantılarda insanlar artık açık
bir şekilde ‘Evet, belki söylemek doğru
değil ama yabancılar Almanya’dan
gitsin’ diyorlar. Almanya’da insanlar
bunları söylemezlerdi. Geçen haftalarda Almanya’da camilere ve Musevilere
karşı saldırılar artmış bu da bizim için
kabul edilemez bir durum.
Kürdler kendi gücünü yeterince
kullanamıyor
Şimdiki gidişata bakılınca öyle görünüyor. Ama bence Kürdistan iktisadi gelişim konusunda kendi gücünü yeterince
kullanmıyor. Geleceğe yönelik sadece
gazla ilgili değil ticaret meselesi ile ilgili
de Kürdistan çok stratejik bir konumdadır. Hem doğal kaynaklara sahip hem
komşu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi
ile birlikte ticaret potansiyeli bakımından çok stratejik bir öneme sahiptir.
Eğer Kürdistan çevresinde istikrarlı ve
güvenli bir politika geliştirilse o zaman
ekonomik açıdan böyle olacaktır. Bence
Kürdistan bunun yeterince farkında
değil. Bu anlamda Kürdistan’ın petrol
zengini diğer ülkelerdeki gibi tüketime
yönelik bir ülke olmak yerine üretken bir
ülke olmalıdır. Doğal kaynaklardan gelen
gelirlerin dağıtılmasıyla yetinilmemesi ve
ekonomik bir kalkınma ile birlikte daha
güçlü hale gelecektir.
BasHaber
MANŞET
19 - 25 Ocak 2015
KBY’nin AB Temsilcisi Ajgely:
AB, Kürdistan’ın
bağımsızlığını destekliyor
K
Yeşiller Partisi
barışçıl
Yeşillerde ortak bir tavır yok.
Bahsettiğiniz gibi iki farklı tavır
var. Yeşiller Partisi barış hareketinin üzerine kurulmuş bir hareket
ve kriz bölgelerine silah verilmemesi ve satılmaması konusunda
kriterleri olan bir partidir. Hatta
bunun yasaklamasını bile isteyen
bir partidir. Claudia Roth daha
çok bu konularda insanı yardım
yapılmasını savunuyor Cem Özdemir ise IŞİD’e karşı silahlı mücadele dışında başka bir mücadele verilemeyeceğini söylüyor. Şu
anda bu partide bu iki görüş yan
yana politika üretmeye çalışıyor.
Bu tartışma nasıl devam edecek
izleyip göreceğiz.
Alman solu
tutarsız
Alman sol partilerinin bazı konulardaki duruşu biraz farklıdır.
Mesela geçenlerde dış politika
sözcüsü ‘PKK yasağına karşıyız
ama silah verilmesine de karşıyız’
diyordu. Bu çelişkili bir durumdu
ve eleştiri yağmuruna tutuldu.
Buradaki ayrım Yeşiller Partisi’ndekine benziyor. Yeşillerden
farklı olarak PKK’nin serbest
bırakılması ve terör listesinden
çıkarılıp legal bir örgüt olduğunu
kabul etmek gerektiğini söylüyorlar. Kürdistan konusunda ise
emin olamıyoruz çünkü Almanya
sol partilerinin birçok konuda
tutarsız politikaları bulunuyor.
Özellikle Gysi’nin bu konularda
birçok tutarsız tutumu söz konusudur. Bazen siyasi partilerce
sadece seçmen kitlesine bir şey
verebilmek için bu gibi tavırlar
sergilenebiliyor
BY’nin AB Temsilcisi Dilawer Ajgeyi, AB’nin açıkça
ifade etmese de Kürdistan’ın
bağımsızlığını desteklediğini söyleyerek, bu konuda Almanya’nın
belirleyici bir rol oynadığını söyledi.
KBY’nin uzun zamandır Almanya’da
ciddi etkinlikler yürüttüğünü, bunun
sonuncunda ikili ilişkilerin geliştiğini, Kürdistan’ın güvenliğinin
ve stratejik konumunun AB için
çok önemli olduğuna dikkat çekti.
BasHaber’in sorularını yanıtlayan
Ajgeyi, Almanya-AB ve Kürdistan
ilişkilerini değerlendirdi:
KBY’nin güçlü olması Avrupa
için önemlidir
Almanya Hükümeti ile Kürdistan
Bölgesel Yönetimi (KBY) arasında
direk görüşmeler yapılmaktadır.
Bu görüşmeler daha sık yapılabilir.
Yaklaşık 14 Avrupa Birliği Üyesi
Ülkesinin Erbil’de temsilcilikleri
var. İlişkiler çok kuvvetli. İngiltere,
Fransa, İtalya Almanya Danimarka ve İsveç gibi ülkelerin dış işleri
bakanları ayda bir Erbil’e geliyorlar.
Mesud Barzani ile ve diğer yetkililer
ile görüşüyor, KBY’yi bağımsız bir
yönetim olarak görüyorlar. Kürdistan’daki siyaset ve güvenliği Bağdat’takinden daha güçlü görüyorlar.
Kürd siyasetindeki tolerans ve katılımcılık AB’dekine benzemektedir.
Demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, eşitlik ve medya özgürlüğü
hususunda KBY’nin AB’ye benzeyen
yaklaşımları var. KBY Parlamentosu
kısa bir süre içerisinde bunu sağalmayabilmiş durumda. Farklı inanç
ve milletlerden insanlar problemsiz
bir şekilde birarada yaşayabiliyor,
parlamentoya girebiliyor. Hristiyan,
Ermeni, Süryani, Asuri ve Türkmenler parlamentoya girebiliyor ve
parlamento bu temsilliyeti sağlayabiliyor. Irak’ta beraber yaşayamayan
Şii ve Süniiler KBY idaresinde bir
arada yaşayabiliyor. Bu Kürd siyasetinin sonucu ve Avrupa’da gözlemlenen bir durumdur. Avrupa bunu
ortaklık olarak görüyor. Avrupa’nın
siyaseti ve KBY’nin siyaseti birbirine
benziyor. Bir ortaklık var. Aralarında coğrafi olarak da sadece Türkiye
var. KBY’nin bu durumu ve siyaseti
Ortadoğu’da da Avrupa IŞİD’e karşı
Kürdleri destekliyor. KBY’nin güçlü
olması Avrupa için önemlidir. Stratejilerini gerçekleştirebiliyor.
Rusya gazına alternatif arıyorlar
Almanya Avrupa Ülkeleri arasında önemli bir ekonomiye sahiptir.
Almanya’nın Avrupa için önemli bir
yere sahiptir, Almanya yardımda
öne çıktığı zaman bu diğer Avrupa Ülkelerini ’de etkiliyor. Diğer
Avrupa ülkeleri de KBY’ye destek
veriyor. KBY’nin de gaz ve petrole
dair stratejileri var. Almanya’da gaz
ve petrol stratejileri üzerine Rusya
ile görüşmelerde bulunuyor. Rusya,
Bulgaristan ve Macaristan’a gaz ve
petrol satıyor. Ukrayna olaylarından
sonra Rusya üzerinde baskılar oluştu. Putin bu gazı siyasi kart olarak
kullanıyor.
Avrupa’da başka alternatifler
arıyor. O alternatifler de Kıbrıs,
Türkiye ve İsrail’dir. Bu devletlerin
birbirine yakın olması lazım. Bu da
zor görünüyor, o koridorun açılması zordur. Başka alternatifleri de
Irak’tır. Irakta 6 trilyon metreküp
gaz rezervi var. Bu rezervin 4 trilyon
metreküpü KBY’nin toprakları, 2
trilyon metreküpü de Sünni topraklarındadır. Sunilerin sahip oldukları
gaz da KBY üzerinden Türkiye ve
Avrupa pazarına çıkabilir. Avrupa
ülkeleri petrol ve gaz rezervleri için
KBY’yi önemli buluyor. Güney Irak
ve Kuveyt ve başka stratejilerden de
bahsedebiliriz.
KBY, Almanya’da ciddi
etkinlikler yürüyüyor
KBY, Almanya’da önemli etkinlikler yürütüyor. Özellikle Alman
partilerine yakınlaşması SPD ve
diğer partiler ile yakınlaşması çok
önemli. Onlar da KBY’ye ziyaretlerde bulunuyor. Kürdistan partileri
ile görüşüyorlar. Tarihi ilişkiler var.
Almanya ve Avrupa’nın karar merkezleri Mesud Barzani’nin rolünün
önemli olduğunu söylüyor. Suriye
de Mesud Barzani gibi bir lider
olmadığı için yardımda bulunmadıklarını söylüyorlar. KBY Başkanı
Mesud Barzani Avrupa’da bir sürü
görüşmelerde bulunuyor. Davos
görüşmeleri ve başka görüşmelere
katılıyor. Peşmergelerin Kobanê’ye
gönderilmesi ve diğer meselelerde
Mesud Barzani’nin rolünü tarihi
buluyorlar.
AB, Kürdistan’ın bağımsızlığını
destekliyor
Almanya AB’ye önderlik yapıyor, AB’nin siyasetini yürütüyor.
Kürdistan’ın bağımsızlık meselesi
Erbil ile Bağdat arasındaki ilişkiler
bağlıdır. KBY, Bağdat ile ilişkileri
düzelip petrol ve doğalgaz satışında bulunabilir. Bağımsızlık Kürd
halkının verebileceği bir karardır.
Eğer halkın iradesi bağımsızlıktan
yana ise halk bağımsızlığın kendileri için iyi olduğunu düşünüyorsa
buna karar verir. AB de Bağımsız
Kürdistanı savunuyor ve destekliyor.
Açıkça söylemiyorlar, ama Kürdistan
bağımsızlığı Kürdler’in güvenliği için
gerekli olduğunu söylüyorlar. Irak’ın
o kadar silaha rağmen Kürdler’i
koruyamadığını söylüyorlar. Eğer
Kürdistan daha güçlü olsaydı IŞİD,
Kürdistan’a saldıramazdı.
KBY, Avrupa ve Batı için önemli. Arap ülkelerine komşu. KBY
başka bir öneme de sahip. İran’a ve
Suriye’ye yakın. AB, KBY’nin Türkiye
ile ilişkilerinin iyi olmasını da ister.
Bence ilişkiler iyi. Çünkü Türkiye’de
de Kürdler var. Türkiye’de çözüm
süreci başlamış ve AB ile KBY bunu
destekliyor.
07
İkişer ikişer
memleketler
FERHAT KENTEL
Hrant’ın katlinin yıldönümündeyiz.
Gene sokaklara çıkacağız; hâlâ gerçek
failleri ortaya çıkarılamayan o korkunç
cinayeti lanetlemekle ve “unutmama”
sözümüzle yetineceğiz.
Yıldönümünün şerefine şimdilik
elimize iki tane daha “sanık” polis verdiler. Uluslararası alanda sürekli gurur,
onur, itibar vb. “duygularla” iştigal eden
devlet Hrant cinayetinde “utanacak” bir
şey bulamıyor; “itibar zedelenmesi” gibi bir şey yaşamıyor.
Kuruluşundan önceye dayanan ve sürekli olarak Batı karşısında eziklik ve üstünlük kompleksi arasında gidip gelen ve
bu kadar çok görüntüye önem veren bir devletin yetkililerinin
Hrant’ın cinayeti konusunda “itibar”a ilişkin tek bir laf etmemeleri ilginç değil mi? Çünkü bu cinayeti çözmenin getirisi mi
yok? “Üzüntüden daha önemli şeyler” mi var?
Bakan Yıldız, Soma’nın mezarlık patronuna “gene” bir
termik santral ihalesi verdikten sonra “Ülke menfaati üzüntümüzden önemli” şeklinde açıklama yapmış. Ölen işçiler sadece “üzüntü” kaynağı demek ki... Yani gayet “çıkarlarla” ve
“rasyonel” düşünüyor gibi sayın bakan ama ihalede “şartları
sağladığını” söylediği” Soma Holding’i -hadi bırakalım duygusallığı- “rasyonel” bir şirket olarak algılamak mümkün mü?
301 işçisini koruyamayan adamın “şartları sağlaması” mümkün
mü? Ve hani bu Soma Holding’in adamı işçilerinin maaşlarını
ödeyemiyordu? Hani aparatçikler de dahil olmak üzere, bütün
milletçe -hükümeti temize çıkarmak için- bu adamın üzerine
çullanmıştık?
301 tane maden işçisi öldükleriyle kaldı demek ki...
Aynı Hrant gibi...
Tabii ki her şeyin daha da kötüsü var.
301 işçi ölür... Tavırlar alırsınız; tavırlar alırız... Siz oradasınızdır; biz burada...
Hrant öldürülür... Bir takım insanlık eksikliği dikkat çeken
yaratıklar beyaz bere takıp, “daha da kan isteriz!” diye bağrışırlar...
Cizre’de son günlerde beş tane çocuk öldürüldü... Bir görgü tanığı “hiç bir olay, eylem etkinlik yokken gaz bombaları ve
silahla ateş açarak gelen” polislerin gene geldiğini, “çocuklara
bağırıp, çağırıp, daha sonra gaz bombaları attığını, ardından
silah sesleri geldiğini ve bir çocuğun başından aldığı bir mermi
ile yere düştüğünü” anlatıyor...
Hepimiz bilmiyor muyuz, ne olursa olsun, kimimizin o polislere toz kondurmadığını? Her halükarda o çocukların “hak
edecek bir şeyler yaptığını” düşündüğünü? Siz hangi tarafta
yer aldınız? Hrant’ta, Soma’da, Cizre’de? Bir de kutuplaşmalarımızda hiç yeri bile olmaya çocuklar var. Van’da karakolda
öldürülen Afgan mülteci çocuk mesela... Gene “tesadüf” işte;
olayı kaydetmesi gereken kamera bozukmuş...
Gene geçtiğimiz günlerde Denizli’de bir Roman çocuk tabancayla vurularak öldürüldü. Bir atölye sahibi 9 el ateş etmiş
zihinsel engelli ve böbrek yetmezliği olan, hiç okula gidememiş
10 yaşındaki çocuğa.
Arayanı soranı olmayan Afgan çocuk, Roman çocuk...
Memleketi sağdan soldan, karikatür özgürlüğü, nefret suçu,
kutsallarımız kavgası vererek kurtardığını zanneden kapkaranlık vicdanlıların umurunda bile değil...
Kutuplaşmalar Türkiye’nin adeta kaderi gibi... Her konuda iki tane Türkiye var. Falanca konuda kutuplaşanlar başka
bir kutuplaşmada yan yana gelebiliyorlar. Son zamanlarda bu
konuda yaratıcılıkta sınır tanımıyoruz. Yüzyıldır tecrübe ettiklerimize yenileri de ekleniyor.
Düne kadar “Müslümanlar ve diğerleri” gibi kutuplaşmalarımız vardı; şimdi “cemaatçi -AKPci” savaşlarından “Müslüman Müslümana karşı” kutuplaşmamız bile oldu.
Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle Akit gazetesini basan
Ülkücüler... Peygamberin karikatürünün çizilmesinde sorun
görmeyen Atatürkçü Cumhuriyeti basan milliyetçi-muhafazakarlar... Beşiktaşlılar, Fenerbahçeliler, Trabzonsporlular...
Bir tek memleketten birbirinden bu kadar çok farklı “iki
memleket” çıkar mı? Birilerimizin diğerlerine sağır olması değil mesele; sağırlığın kendisi dolaşıyor ortalıkta; dokunduğu
yeri başkasına karşı düşmanlaştırıyor.
08
BasHaberSÖYLEŞİ
19 - 25 Ocak 82015
HABER
Alî Qazî:
Hayallerim Barzani eliyle gerçekleşiyor
K
Rawîn Stêrk
ürdlerin iki önemli tarihi problemi
olan brakujî (kardeş kavgası) ve
bağımsızlık konusundaki yaklaşımlarına dair engeli geride bıraktığını
ve bunun hayati önemde mutluluk veren
bir gerçek olduğunu ifade eden Kürdistan
Özgürlük Partisi (PAK) Genel Başkanı ve
Mahabat Kürd Cumhuriyeti Başkanı Qazi
Muhammed’in oğlu Ali Qazi, babasının
Mele Mustafa Barzani’ye teslim ettiği Kürdistan bayrağının bugün Mesut Barzani
eliyle bağımsızlığa doğru dalgalanmaya
devam ettiğini belirtti. Qazi, “Hayallerim
bugün sayın Barzani tarafından gerçekleştiriliyor. Bu beni çok mutlu ediyor ve
huzur veriyor” dedi.
Kürdistan’ın çevresinde ülkelerle süren
tarihi savaşların gölgesi altında dünyaya
gelen, hayatı boyunca sürgün, işkence,
izlenme, ölüm tehditleri ve daha birçok
bedeli ödemekle geçirdiği hayatının
son bölümünü Avrupa’da geçiren Qazi,
bağımsızlık, ulusal birlik, kongre ve Kürd
hareketlerinin iç etkileşimlerine dair görüşlerini BasHaber Gazetesi ile paylaştı.
Babam Kürdistan Bayrağını
Barzani’ye emanet etti
17 Aralık 1945’te binlerce kişinin katılımı ile Mahabad’da İran bayrağı indirilerek Kürdistan bayrağı dalgalandırılıp, 21
Ocak’ta Mahabad Cumhuriyeti ilan edildiğinde Kürdistan’ın her yerinden insanların buluştuğunu, Kürdistan’dan birçok
asker ve milisin Mahabad Cumhuriyeti’ne
hizmet edebilmek için geldiklerini ve
aynı zamanda Molla Mustafa Barzani’nin
de orada bulunduğunu hatırlatan Qazi,
“Molla Mustafa Barzani, babamın yanına
gelerek, Kürdistan dağlarına gidip seni
orada koruyalım, sen önderimizsin, sen
başkanımızsın, bir asker gibi seni korumaya hazırım dedi. Babam Molla Mustafa
Barzani’ye dedi ki; Molla Mustafa Barzani
ben rahat ve huzurlu günlerde halkımın içinde oldum. Eğer ben gidersem
ve Kürdistan’da savaş çıkarsa binlerce
insanın ölebilir. Molla Mustafa Barzani’de
babama, sen bilirsin eğer kalmak istiyorsan kalabilirsin dedi. Babam Mahabad’tan
ayrılmadı. Babamın masasının üstünde
bir tane Kürdistan bayrağı vardı. Babam
onu Molla Mustafa Barzani’ye emanet
etti” dedi.
Bağdat’ta 5 yıl yattım
Hayatı boyunca ölüm tehditleri, sürgün
ve cezaevleri gölgesi altında yaşamak
durumunda kalan ve uzun yıllardır
Avrupa’da yaşayan Qazî, “Bir ara, iki
haftalık bir süre Ankara’da da cezaevinde
kaldım. Daha sonra Saddam beni davet
etti. Kendisiyle çalışma teklifini geri çevirmem üzerine de tutuklatıp 5 yıl cezaevine
attı. Irak Hükümeti’nin hala beni sorgusuz ve sualsiz yakaladığını anlayamıyorum. 1991’deki devrimde beni bıraktılar ve
Almanya’ya geri döndüm. Şimdi her şeyi
geride bıraktık ve çok şükür ki Kürdler
çok ağır sonuçlar doğuran iki büyük
sorunu geride bıraktı. Bunların ilki ve
önemlisi kardeş kavgasıdır. Artık kimse
Kürdleri birbiriyle çatıştıramaz. İkincisi
ise bağımsızlıktır ki onun da zamanı gelmiştir ve Kürdistan bağımsızlığa gidiyor.
Şu anda 81 yaşındayım. İnanıyorum ki
Kürdistan’ın bağımsızlığını göreceğim.
Görüyorum ki Kürdistan’ın tüm halkı
kenetlenmiş durumda. Allah yardımcımız
olsun. Mesud Barzani Kürdistan’a başkanlık yapabilecek liyakat ve yetenektedir.
Dediğim gibi babam Kürdistan bayrağını
Molla Mustafa Barzani’ye verdi, Molla
Mustafa Barzani de oğluna verdi o bayrak
şimdi Kürdistan’ın dağlarında özgürce
dalgalanıyor. Bugün Peşmerge Kuvvetleri
Mesud Barzani’nin öncülüğünde IŞİD’i
Kürdistan topraklarından çıkarıyor.
Mesud Barzani’nin emin adımlar attığını
ve doğru yolda olduğunu söyleyebilirim.
Mesud Barzani Kürdistan’a başkanlık yapabilecek liyakat ve yetenektedir. Hayalim
onun elleriyle gerçekleşiyor. Bundan çok
ama çok mutlu oluyorum” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Tüm Doğu Kürdistan partileriyle
dostuz
Doğu Kürdistan’daki siyasal durum ve
partilerin birbirleriyle olan etkileşimleri
konusunda da bilgi veren Qazî, “Doğu
Kürdistan halkı milli kimliklerine sahip
çıkan bir halktır. Doğu Kürdistan halkının gönlü Bölgesel Kürd Yönetimi’ndeki
Kürd halkıyla beraberdir. Peşmergelerimizin zafere ulaşmasını istiyorlar. Kürd
kimliği Doğu Kürdistan halkı tarafından
çok benimseniyor. Doğu Kürdistan’daki
siyasi partilerin bir cephede birleşmeleri
için birkaç defa çalıştım. Patilerimiz birlik
olmaya ittifak kurmaya hazır değillerdi.
Diğer bir taraftan eğer dünya devletleri
ile bir söylem ile ilişki kurarsak muhakkak bize yardım edeceklerdir. Maalesef
Doğu Kürdistan’daki siyasi partiler ittifak
kurmayı beceremediler. Bu onların eksikliğidir. Doğu Kürdistan halkı bundan çok
rahatsız. Ben Kürdistan Özgürlük Partisi
Başkanı’yım. PAK, Bölgesel Kürd Yönetimi Peşmergeleri ile beraber IŞİD’e karşı
cephelerde çatışan Doğu Kürdistan’ın ilk
partisidir. Peşmergelerimiz IŞİD’e karşı
büyük zaferler elde ettiler. Büyük çatışmalara girdiler. Peşmergelerimiz IŞİD’in 68
üyesini öldürdü. Bizimde bir şehidimiz ve
beş yaralımız oldu. Kak Mesud peşmergelerimize teşekkür etti. Peşmergelerimiz
IŞİD’ karşı cephelerde savaşıyorlar. PJAK
ve PDKİ ile de dostluklarımız var. Birbirimize saygımız var. İlişkilerimiz var. Biz
Doğu Kürdistan’daki tüm siyasi partilerin
dostuyuz” dedi.
Tek kurtuluş yolu birlik
Kürdlerin tek kurtuluşunun birlik
olduğunu ve bu nedenle ulusal kongrenin toplanmasının şart olduğunu aktaran
Qazî, kongre için yüksek umut taşıdığını
ve tüm Kürdistan güçlerinin bir araya gelerek kongreyi gerçekleştirmelerine çok
az zaman kaldığını söyledi.
Türkiye’de devam eden Çözüm Süreci
ve Kuzey Kürdistan’daki siyasal duruma
ilişkin ise Qazî, “Türkiye’de yaşanan barış meselesinden çok ümitliyim. Türkiye
Hükümeti umarım Kürdlerin farklı bir
millet olduğunu, bizim dilimiz olduğunu
kabul eder. Kendi yönetimimizi kurmamıza ve topraklarımızı yönetmemize
izin verir. Bu hususta ümidim var. Hiç
unutmam bundan 7-8 sene önce eğer
Kürd deseydin sana 7 yıl hapis cezası
veriyorlardı. Eğer Kürdistan deseydin 12
yıl hapis cezası veriyorlardı. Bugün ise
görüyoruz ki Davutğlu, Van’da Kürdçeyi
öğrenmediği için hayıflandığını söylüyor.
Kürdler artık inkar edilmiyor. Kuzey
Kurdistan’daki halkımızın temel hak ve
hukuklarını alacaklarını ümit ediyorum.
İnşallah Öcalan da cezaevinden çıkar ve
bir şehre yerleşip orda oturur.” ifadelerini kullandı.
Qazî, Rojava ve Güney Kürdistan’ın
gelecekte birleşip birleşemeyeceği
konusunda ise şöyle konuştu; “Böyle bir
umudum var. Ben de öyle inanıyorum ki
bu gerçekleşecek. Kuzey, Rojava, Doğu
ve Güney güçleri şu anda IŞİD’e karşı
beraber savaşıyorlar. Bu Kürdistan için
büyük bir şeydir. Bölgesel Kürd Yönetimi
Peşmergeleri’nin Kuzey Kürdistan’dan
Rojava’ya geçmesini çok anlamlı buluyorum. Kobanê’ye Kürd kardeşlerine
yardım eli uzatmak için gittiler, bunu büyük bir zafer olarak görüyorum. Bunun
sonucu şudur: Tüm Kürdler kardeştir.
Ümid ediyorum ki Kobanê de bir an önce
özgürleşir ve Rojava da IŞİD’ten temizlenip Bölgesel Kürd Yönetimi ile birleşir”
KOBANÊ
BasHaber
19 - 25 Ocak 2015
9
SÖYLEŞİ
IŞİD Kobanê’de intihar ediyor!
D
ördüncü ayını geride bırakan Kobanê
savaşında geçtiğimiz hafta çatışmalar sakin
seyirden, Peşmerge’nin nöbet değişimi ile
birlikte yeniden şiddetlenmeye başladı. Kürd güçlerine karşı giderek zayıflayan IŞİD, intihar saldırılarına ağırlık veriyor. Son hafta 400 silahlı elemanını
bölgeye kaydırdığı ve ağır silah takviyesi yaptığı
bildirilen IŞİD, işgal ettiği sokaklarda evleri ateşe
vererek, panik yaratmaya ve koalisyon güçlerinin
keşif uçuşlarını engellemeye çalışıyor.
Dördüncü ayını geride bırakıp beşinci ayına
giren Kobanê’deki savaşta son günlerde şiddetli
çatışmalar yaşanıyor. Kürd güçlerinin kentin yüzde
80’ni kurtarmalarının ardından intihar saldırılarını
attıran IŞİD, bu eylemlere ağrılık vermeye başladı.
Son günlerde yabancı savaşçılarının da içinde olduğu iyi eğitimli 400’ün üzerinde üyesini Kobanê’ye
gönderen örgüt, bölgede savaşı kazanmak için her
yöntemi deniyor. Geçtiğimiz günlerde 4 tonluk
bomba yüklü bir araçla intihar saldırısı düzenleyen
örgütün savaşın başından beri binlerce kayıp verdiği bildiriliyor. Son günlerde silah ve güç takviyesi
alan IŞİD’in düzenlediği bombalı intihar saldırıları
ve çatışmalarda 8 YPG/YPJ savaşçısının yaşamını
yitirdiği belirtildi.
3. Peşmerge birliği Kobanê heyecanı yaşıyor
Kobanê’den dönüş yolunda olan ikinci grubun Peşmerge Komutanı Emid Şevket Muzuri,
Kobanê’de son günlerde takviye alan IŞİD’in saldırılarını yoğunlaştırdığını söyledi. IŞİD’in saldırılarının püskürtüldüğünü kaydeden Muzuri, örgütün
ilerleme kaydedemediği ve kentin yüzde 80’inden
daha fazla bir bölümünün Kürd güçlerinin elinde
olduğu ve kurtarılması gereken 2 mahalle kaldığını
belirtti. Bu iki mahallede de bazı bölgelerin kurtarıldığını aktaran Muzuri, kalan bölgelerin de kısa
zamanda kurtarılacağını söyledi. Üçüncü Peşmerge
Birliğinin durumunun iyi, maneviyatının ise güçlü
olduğunu dile getirdi.
‘Güney Kürdistan’da yardım
için çabalayacağız’
Kobanê’deki sivillerin mevsim şartlarından dolayı zor günler geçirdiğine dikkat
çeken Muzuri, yardım çağrısında bulundu.
Muzuri, “Sivillerin durumu çok kötü. Çünkü ne mazot, ne su, ne yiyecek, ne giyecek
ne barınacak bir yerleri yok” diyerek dört
parçadaki kürdlere ve uluslararası
güçlere yardım çağırısında bulundu.
Kobanê’de bulundukları süre içinde
Hewler’den de yardımın ulaştığını
belirten Muzuri, şöyle devam etti:
“Siviller için acil yardıma ihtiyaç
var. Burada günlük yaşam içinde
her şeye ihtiyaç duyuluyor. Özellikle yakacak ve ilaç yardımı acil
yapılmalı.”
‘Dört koldan yapılan saldırı
boşa çıkarıldı’
Kobanê’de bulunan gazeteci Mehmet Zeki Çiçek, YPG’nin birkaç gün
önce 48. Caddenin güneyinde bir
eylem gerçekleştirdiğini ve
bu operasyon sonucunda 4 sokağın IŞİD’den temizlendiğini, bu sırada bir tank ve zırhlı araç imha
edildiğini belirtti. Bu operasyondan sonra IŞİD’in
yaklaşık 4 ton bomba yüklü bir araçla saldırı düzenlediğini aktaran Çiçek, “Bu saldırı boşa çıkarıldı” dedi. Örgütün bu hezimet sonrasında Termik
Yolu ve Miştenur arasından bir saldırı başlattığını
kaydeden Çiçek, “Eş zamanlı olarak Miştenur etekleri, Dibistana Reş bölgesi, Termik Yolu güzergahı
ve doğuda asayiş binası çevresinden 4 koldan başlayan bir saldırıları oldu. Bununla birlikte şiddetli
çatışmalar yaşandı” diyerek öğlen saatlerine doğru
bu saldırının kırıldığını belirtti.
‘Sivillere acilen yardım ulaştırılmalı’
Kentte hala yaşayan binlerce sivilin olduğuna
dikkat çeken Çiçek, bir kısmının şehrin içinde
güvenli bölgelerde olduğunu bir kısmının ise sınır
hattındaki ara bölgede yaşadığını söyledi. Dört
aydır yaşam mücadelesi veren bu siviller içinde
kadınların, çocukların ve yaşlıların olduğunu ifade
eden Çiçek, “Buradaki kanton yönetimi sivillerin
ihtiyacını karşılamak için var gücüyle çalışıyor
ancak yetmiyor. Kentte stoklar tükenmek üzere. Bu
noktada hem kanton yöneticilerinin hem de sivillerin insani koridorun açılmasına yönelik talepleri
var” diye konuştu.
Kobanê’de 4 ayın bilançosu
İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları için
Gözlemevi (SOHR), IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarının bilançosunu açıkladı. Buna göre saldırıların başladığı günden bugüne, IŞİD’den 1091kişi
öldürüldü, Kürdlerden ise 462 kişi yaşamını yitirdi.
Bilançoya göre, IŞİD’den ölenlerin 49’u intihar
saldırılarında öldü. SOHR’un bilançosunda, “32
Kürd sivil öldü. IŞİD 17 sivili infaz etti. Dört kişinin
başını kesti, dört kişi ise IŞİD bombardımanında
öldü” denildi.
Kobanê Kanton yönetimi Suruç’ta
Kobanê Kantonu Eşbaşkanı Enwer Muslim ile
Kobanê sağlık bakanı Dr. Nahsun Ahmed’in de aralarında bulunduğu heyet, geçişler ile ilgili yaşanan
sorunlar ve yardımlar konusunda devlet yetkilileri ile temaslarda bulunmak üzere Suruç’a geldi.
Devlet yetkilileri ile yapılan görüşmenin olumlu
geçtiğini belirten Muslim, geçişlerde engellemelerin yaşanmaması yönündeki
taleplerini dile getirdikleri aktardı. Müslim, “Umuyoruz ki verilen
sözler tutulur.”
09
Provokasyonlar ve Süreç
HAKAN TAHMAZ
Son dönemde provokasyon lafını
çok sık duyar olduk. Olur, olmaz birçok
şeyi provokasyon diye tanımlamak sözcüğün anlamını yitirmesine, ağırlığının
zayıflamasına ve içinin boşalmasına yol
açıyor.
Çözüm Süreci’nde yaşanan olayları salt bu sözcükle açıklamak ise toplumdaki güvensizliği pekiştiriyor. Bu
sözcükle tarif edilen cinayetlerin, saldırıların, vakaların failleri bulunmuş açığa çıkarılmış değil;
istisnasız hepsi karanlığa terk edildi.
İşin tuhaf yanı Çözüm Süreci’nde yaşanmış birçok olaya ilişkin hem hükümetin hem de Kürd siyasal hareketin
benzer tanımlamalar yaptığına şahit oluyoruz. Her ne kadar
taraflar provokasyonun yapanların adresini zaman zaman
çok farklı gösteriyor olsalar da yinede bu ortaklık fazlasıyla
dikkat çekici.
Provokasyonların adresi olarak PKK, AK Parti, HÜDA
PAR ikilisini, DTK, paralel yapıyı (Gülencileri) , HDP, devlet içindeki çözüm karşıtların, AK Parti ise PKK içindeki
çözüm karşıtlarını adres göstermesi neredeyse bir alışkanlık
oldu.
Sorunlara bu tarz yüzeysel yaklaşmak “yeni gerçek provokasyonlara” kapı aralamak olduğu gibi süreci zorlayan
vakaları önleyici radikal tedbirlerin almasının ertelenmesi
sonucunu da doğuruyor.
Cizre’de yaşananlara tarafların yukarıda izah etmeye
çalıştığım çerçevede yaklaşmaları sonu on günde 5 çocuk
yaşamını yitirdi. Ölenlerin polis kurşunlarıyla olduğu iddiası
ise durumun daha vahim ve daha derin olduğunu gösteriyor.
Bir hafta önce öldürülen Nihat Kazanhan ile iki hafta
öldürülen Ümit Kurt ve Çelebi Sakçak’ın öldürülme anları,
bu ölümlerin Çözüm Süreci ile ilişkisini ve tehlikenin boyutlarını gözler önüne seriyor.
Ümit Kurt ve Çelebi Sakçak, 6-8 Ekim olayları sırasın
kazılan hendeklerinin Abdullah Öcalan’ın isteği üzerine
YDG-H kongresinde alınan karar gereğince kapatılması
sırasında; Nihat Kazanhan ise yine Öcalan’ın gençlere gönderdiği mesajın okunması anında öldürüldüler.
Yani bu gençler, Öcalan’ın, hükümetin 6-8 Ekim olayları sonra gündeme getirdiği “kamu düzeni bozan eylemlere”
YDG-H’nin son vermesi için yaptığı girişimlerin sonuç verme ihtimalinin yüksek olduğu bir anda öldürüldü.
Buradan, bu ölümlerin faillerinin Çözüm Süreci’nin
ilerlemesini engellemek istedikleri sonucu rahat çıkar.
Öcalan’ın girişimlerinin bizzat hükümetin isteğiyle gerçekleştiği ise çok açık bir gerçek.
Peki, nasıl oluyor da ölümlerin önüne geçilemiyor ya
da süreci provoke etmek isteyenlerin gerçek adresi ortaya
çıkarılamıyor? Bir yıl öncesine kadar benzer şeyler Lice’de
yaşanıyordu. İki yıldır bu güçlerin kontrol edilememiş olması şaşırtıcı ve izah edilebilecek bir durum olmasa gerek.
Cizre’ye, hakkında Hrant Dink’in katledilmesi olayında
soruşturma yürütülen ve yurtdışına çıkış yasağı konulan polisi, ilçe emniyet müdürü yapmak; parelel yapı soruşturmasına
uğramış bürokratı kaymakam olarak atamak veya Öcalan’a
Özgürlük İmza Kampanyası’na Batman’da, Mardin’de imza
veren belediye başkanlarını parti il başkanlarını gözaltına
alan ve sorgulayan polis müdürlerinin varlığı bu türden olaylara zemin hazırladığı gerçeği kavranamadan bu durumu engellemek mümkün değil.
Bu nedenle tarafların provokasyon var sözleriyle sınırlı
açıklamalarının artık çok fazla bir anlamı yok. Hiçbir şeyi
izah etmeye yetmiyor. Çözüm Süreci’nin siyasal tarafları bu
önlenemeyen ölümler karşısında biraz susmalılar, toplumla
daha fazla dalga geçmemeliler. 31 Eylül 2014 tarihli Bakanlar
Kurulu kararının gereğini yapmalılar. Çözüm Koordinasyon
Kurulu’nun “toplumun doğru ve doğrudan bilgilendirmesi
“görevini yerine getirmek için taraflar sözlerini ortaklaştırmalı; tetiği çektirenlerle, çekenleri açığa çıkarmalılar.
Bölgeye, vukuatlı kamu görevlileri gönderme uygulamasına son vermeli. Aksine bölgede görev yapacak kamu
görevlilerinin tespitinde bölge hassasiyetleri dikkate alınmalıdır. Bölge sürgü yeri olmaktan çıkarılmalı.
10
MANŞET
BasHaber
19 - 25 Ocak 2015
Barzani dünya zirvesinde
U
zun süredir dünyanın gündeminde olan Güney Kürdistan
bağımsızlık tartışması ve IŞİD’in
bütün cephelerde yenilgiye uğratılmasının ardından yeni bir dönemece giriyor.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)
diplomaside hızlı bir hafta geçirirken KBY
Başkanı Mesud Barzani’nin Şubat ayında
Münih’te düzenlenecek olan 51. Güvenlik
Konfransı’na ve Davos Zirvesi’ne davet
edilmesi, Güney Kürdistan’ı dünya siyasi
zirvesine taşıyor. Geçtiğimiz hafta Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen,
ABD Başkanı Obama ve IŞİD’le Küresel
Mücadele Özel Temsilcisi emekli general
John Allen’in Hewler’e yaptıkları ziyaretler de Kürdistan’ın artık global güvenlik
stratejisinin önemli bir partneri olduğu
yönünde değerlendirmelerde bulunuldu.
Allen ve Leyen ziyaretleri sonrasında
Peşmerge birliklerinin IŞİD’e karşı verdiği
mücadeleyi işaret ederek, verdikleri “IŞİD
ile savaşacak tek güç Kürdlerdir” mesajı
da dünyanın Kürdistan’a bakışının yansıması olarak gündeme oturdu.
Birçok cephede birden IŞİD’e karşı operasyonlar düzenleyen Peşmerge birlikleri,
IŞİD’i çoğu noktada bozguna uğrarıtırken
Şengal, Musul ve Guwer’in tamemen
temizlenmesinin de yakın olduğu bildiriliyor. Ayrıca 29 Ekim’de Kürdistan Bölgesel
Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin
talimatıyla IŞİD’in saldırdığı Kobanê’ye
giderek YPG ve YPJ ile birlikte savaşan
Peşmerge birliği üçüncü kez görev değişimi yaptı. Yaklaşık bir aydır Kobanê’de
bulunan ikinci Peşmerge birliği Suruç’tan
Hewler’e geri dönerken yeni ekip de
Kobanê’ye geçti.
Barzani Güvenlik Zirvesi’ne
katılacak
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani Münih’te düzenlenecek Güvenlik
Konferansı’na katılmak üzere Almanya’ya
gidecek. Almanya’nın Münih kentinde
düzenlenecek 51. Güvenlik Konferansı’na
katılmak üzere KBY Başkanı Mesud
Barzani Almanya’ya gidecek. Güvenlik
Konferansı Hazırlık Komitesi’nin daveti
üzerine konferansa Kürdistan Bölgesi’ni
temsilen Barzani’nin katılacağı açıklandı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in
başkanlık edeceği konferansa 30 ülkeyi
başkan ve bakanları temsil edecek. Konferansın 6-8 Şubat tarihlerinde gerçekleşeceği bildirildi. 1963’den beri Münih
kentinde gerçekleşen Güvenlik Konferansı
90’lı yıllarda Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla önemini kaybemişti. 2014 yılında 50.’si
gerçekleşen konferansa dünyada ‘terör’
tehdidinin artması üzerine katılım yüksek
olmuştu.
Barzani Davos’a katılıyor
Almanya’da Güvenlik Zirvesi’nin yanı
sıra Başkan Barzani uluslararası bir
forumda daha ülkesini temsil edecek. Bu
yıl 45’incisi düzenlenecek olan DavosKlosters Zirvesi’ne iki bin 500 civarında
iş dünyası ve sivil toplum temsilcisi ve
40’ın üzerinde devlet ve hükümet başkanı
katılacak. Dünya Ekonomik Forumu Zirvesi Davos 21- 24 Şubat’ta gerçekleşecek.
“Yeni Küresel Bağlam” ana temasıyla gerçekleşecek toplantılarda konular “Çevre
ve Kaynak Kıtlığı, İstihdam Becerileri ve
İnsani Sermaye, Cinsiyet Eşitliği, Uzun
Vadeli Yatırım, Altyapı ve Kalkınma, Gıda
Güvenliği ve Tarım, Uluslararası Ticaret
ve Yatırım, İnternetin Geleceği, Küresel
Suç ve Yolsuzluk, Sosyal Kapsama ve
Finansal Sistemlerin Geleceği” şeklinde
belirlendi.
280 toplantıdan oluşan forumda “Kriz
ve İşbirliği” başlıklı tema altında yapılacak
olan “Jeopolitik krizlerin çözümü” konulu
oturumda “uluslararası toplum Ukrayna,
Ortadoğu ve dünyanın diğer bölümlerini
istikrarsızlaştırmayı sürdüren çatışmalarla sürekli barışa ilişkin hangi yardımda
bulunabilir?” sorusunun yanıtı aranacak.
Bu tartışmanın katılımcıları arasında,
Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi,
Ürdün Kralı Abdullah El Hüseyin, Irak
Başbakanı Haydar Al Abadi, Kürdistan
Bölge Başkanı Mesud Barzani, Ukrayna
Devlet Başkanı Petro Poroşenko bulunuyor. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
hem Güvenlik Zirvesi’ne hem de Davos’a
katılması, bağımsızlığa adım adım giden
Güney Kürdistan’ın uluslararası plat-
formda artık partner olarak görülmeye
başlandığına işaret ediyor.
Barzani, Kızılhaç Başkanı ile görüştü
Diplomatik trafiğin yoğun olduğu
Güney Kürdistan’da Barzani bu kez
de Kızılhaç Başkanı Peter Maurer’i ile
görüştü. Görüşmeye dair yapılan açıklamalarda Barzani, Kürdistan’da terörü
bitireceklerinin mesajını verdi. Barzani,
“Teröristler, Kürdistan’daki ilerlemeyi ve
büyümeyi durdurmak istedi. Sahip oldukları güçle Kürdistan bölgesini işgal etmeye
yeltendiler. Bu amaçla topraklarımıza
saldırdılar. Fakat Peşmerge güçlerinin
ve Kürd halkının bu şekilde bir savunma
yapacağını ve Kürdistan bölgesinin dostu
olan ülkelerin de böyle bir yardımda
bulunacağını beklemiyorlardı” ifadelerini
kullandı. Kızılhaç Başkanı Peter Maurer
ise Peşmerge’nin, IŞİD’le mücadelesine ve
Kürd hükümetinin sığınmacılara yönelik
yardımlarına değinerek, “Yüzbinlerce
sığınmacıya kapılarını açan Kürdistan
hükümetine ve halkına teşekkür ediyoruz.
askeri yetkilileri kabul etti. Allen, Peşmerge güçlerinin, Musul’a bağlı Zumar,
Rabia ve Şengal bölgelerinde elde ettiği
başarılardan dolayı Barzani’yi tebrik etti.
Peşmerge’nin kahramanca mücadelesiyle IŞİD’i hezimete uğrattığını belirten
Allen, Barzani’nin de terörle savaşta
önemli bir rol oynadığını dile getirdi.
IŞİD’e karşı savaşabilecek en önemli
güçlerden birinin Kürdler olduğunu
vurgulayan Allen, Peşmerge’nin, “IŞİD
efsanesini bitirdiğini” söyleyerek, ABD
olarak Peşmerge güçlerine ve Kürdistan
Bölgesi’ne desteklerini sürdüreceklerini
bildirdi. John Allen, ayrıca göç etmek
zorunda kalan halka da yardım eden
Kürdistan Bölge Hükümeti’nin, her türlü
takdiri hak ettiğini kaydederek, “Bu çabalar, Kürdistan’ın dünyada önemli bir
konum elde etmesini sağladı” ifadesini
kullandı. Barzani de konuşmasında ABD
Başkanı Obama’ya ve Amerikan halkına
desteklerinden dolayı teşekkür etti.
HABER
19 - 25 Ocak 2015
199 yeni
cezaevi açılıyor
İ
“IŞİD’i yenecek tek güç Kürdlerdir”
Geçtiğimiz hafta KBY Başkanı
Mesud Barzani, Erbil’de ABD Başkanı
Obama’nın IŞİD’le Küresel Mücadele
Özel Temsilcisi Emekli General John
Allen ile birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk, ABD
Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones ve Erbil
Başkonsolosu Joseph Pennington ile
BasHaber
ç Güvenlik Yasası, Demokratikleşme Paketi
farklı platformlarda tartışılmaya devam ederken, cezaevleri kapasitesinin dolmasına sadece
ve sadece 3 bin 700 kişi kaldığı, Adalet Bakanlığı
resmi sitesinde yayınlanan raporla ortaya çıktı.
Mevcut duruma ilişkin çözüm önerileri ortada dururken, çözüm cezaevi sayısı artırılmakta görülüyor.
Çözüm Süreci bağlamında ele alınan cezaevlerindeki tutukluların durumu hala tartışılırken, üzerinde uzlaşma sağlanamayan ve tartışmalara neden
olan İç Güvenlik Paketi’nin ‘dolmak üzere’ olan
cezaevleri sorununa çözüm olamayacağı kamuoyunda hâkim görüş olarak yer buluyor. Demokratikleşme Paketi’nde ele alınması planlanan hasta
tutukluların durumunun yanı sıra hapishanelerdeki
mevcut mağduriyet ve uygulamaların ne olacağı
hala belirsizliğini koruyor. Tartışmalar devam ededursun; Adalet Bakanlığı’nın 2014 yılı sonu verileri
cezaevlerindeki durumun vahametini gözler önüne
seriyor.
Buna göre, Türkiye genelinde cezaevleri sayısı 355, bu cezaevlerinin toplam kapasitesi ise
163 bin 129. Türkiye Ceza ve Tevkif Evleri Genel
Müdürlüğü’nün 2015 Ocak ayı verilerine göre
toplam tutuklu ve hükümlü sayısı 159 bin 396’yı
buluyor. Bu verilere göre Türkiye’deki cezaevlerinde sadece 3 bin 700 kişilik kapasite kalmış. Adalet
Bakanlığı’nın verilerine göre 2002 yılından itibaren
80 yeni hapishane yapılmış olmasına rağmen, hapishanelerdeki doluluk oranı göz önüne alındığında
ortada büyük bir yanlış olduğu görülüyor.
Yine Adalet Bakanlığı verilerine göre 2000 yılından bu yana cezaevlerinde, hayatını kaybedenlerin
sayısının 2 bin 847 olduğu göz önüne alındığında
hapishanedeki yaşam şartlarının ne düzeyde olduğu
ve tutukluların hangi uygulamalara maruz kaldığı
Her gün çok sayıda insanın
siyasi ve adli nedenlerden tutuklandığı Türkiye’de cezaevleri
kapasitesinin dolmasına 3 bin
700 kişi kaldı. Bu soruna çözüm
üretilmesi ve haksız yargılamaların önüne geçip hapishanelerdeki
mağduriyetin giderilmesi beklenilirken Adalet Bakanlığı’nın 199
yeni hapishane açacağı bildirildi.
Çocuk, kadın, yaşlı ve engelli
tutukluların sorunları devam
ederken sadece İHD’ye başvuran
hasta tutuklu sayısı 500’ü buluyor.
soru işaretleri uyandırıyor. İstatistik sonuçlarında
ölüm nedenine bakıldığında ise, ‘eceliyle’ öldüğünün raporlandığı görülüyor. Bu sonuçlar akıllara,
hasta tutuklular ve verilen uzun tutukluluk durumunun yeniden gözden geçirilmesini getiriyor.
Yüz çocuğa bir psikolog
Hapishanelerde bulunan tutuklu ve hükümlü
çocuk sayısı ise 2 bin 157’yi buluyor. Rakamlar bu
durumdayken Türkiye’de ikisi eğitim evi, üçü kapalı
cezaevi olmak üzere sadece beş çocuk cezaevi bulunuyor. Çocukların hapishanelerdeki sayısı artarken
şartları ise giderek kötüleşiyor. İstatistiklere göre
her 100 çocuğa bir psikolog düşüyor. Bunun yanı
sıra çocuklar özellikle Kürdistan’da ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyor ve birçoğu F tipi cezaevlerinde tutuluyor. Türkiye genelinde yeterince eğitim
evi (ıslahevi) bulunmadığı için çocuklar yetişkin
cezaevlerinde kalıyor ve yetişkinlere uygulanan
uygulamalara maruz kalıyor. Yetişkin cezaevlerindeki ziyaret günleri ile çocuk cezaevlerindeki ziyaret
günleri arasında ise bir fark bulunmuyor.
Hapishanelerde çocuklu kadın sayısı artıyor
Kadın tutuklu ve hükümlüler için de durum pek
fark arz etmiyor. Türkiye’de biri açık olmak üzere
altı kadın cezaevi bulunmasına karşın cezaevlerindeki kadın sayısı 5 bin 750 ve kadınların birçoğu
erkek cezaevlerinde kalmak zorunda bırakılıp, özel
ihtiyaçlarını karşılamakta güçlüklerle karşılaşıyor.
Eşlerin birlikte özel zaman geçirebildiği ‘Pembe
Oda’ uygulaması ile birlikte cezaevlerinde doğum
yapan kadın sayısının da hapishanelerde yaşamak
zorunda bırakılan çocukların sayısının da arttığı ifade ediliyor. Bu çocuklar kreş ve okul imkânlarından
mahrum kalıyor.
Birçok kişi haklarını bilmiyor
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) yönetim kurulu üyesi Mustafa Eren hapishanelerdeki mağduriyetleri
araştırmak ve çözüm önerileri sunmak için
yaptığı çalışmalarda hapishaneleri ziyaret
ettiğini ve şartlar ve uygulamalar hakkında
bilgi alıp atölyeler düzenlediğini söylüyor.
Ancak bu araştırmalar sırasında mağdur
olan tutuklularla görüşemedikleri, bunun
devlet tarafından güvenlik ihlali sayıldığını
söyleyen Eren, “Mağdur olan tutuklularla
görüşemediğimiz için sıkıntılar yaşıyoruz”
diyor. Eren, “Hapishanelerdeki kişiler bize
mektup göndererek şikâyetlerini iletiyorlar ve bununla ilgili adımlar atıyoruz. Siyasi tutuklular hakları konusunda bilinçli
oldukları için bize gelen şikâyetler daha
çok adli tutuklu ve hükümlüler’’ belirtiyor.
11
Belki de
SENNUR BAYBUĞA
Sistem dediğin koskoca bir
ağ. Ne zaman ne tarihte kimler
tarafından akıl edilip örgütlenmeye başlanmış, tekerleği bulan
insanoğlu mu başımıza bugünün
belasını tebelleş edip buldum
diye bağırmış bilmiyorum. Devlet, onu oluşturan aygıtlar ve o
aygıta göre şekillenmiş bir milim
ötesine şahsiyet tesis edemeyen
insanlar. Ve terbiyenin vücud
bulmuş son haddi silahlar. Öldürmekle, eğitmek arasında ne kadar sıkı bir ilişki
var farkında mısınız?
Doğduğumuz evlerde uslandırabildikleri kadar
uslandırdıkları, sonra okulların merhametsiz yalanlarla dolu ‘bilgi’lerine hapsettikleri ruhumuzu, yetmezse bir yaşa geldikten sonra askere gönderip iyi
birer ağ örücü haline getirdikleri vatandaş bizler.
O meşum kültürü taşıyacak, o kötü soruları soracak, o verdiğin cevaplardan seni mahkum edecek,
beğenmezse susturacak tüm malzeme bu devletçe sonra ailece ve en sonda ve neredeyse biz itiraz
edenlerce bile çoğaltılan bir şey. Hepsi birbirine bağlı hepsi birbirinden bağımsız gibi görünen.
İdeolojiler, dinler, yönetme biçimleri ve yönetilme biçimleri, tümü bu kötü keşfin bir örümcek
ağı gibi bizi sarmaladığı ağın birer küçük parçaları.
Devletin yaptığı bir katliamı anlatırken, artık ölen
çocukların morglarda çekilmiş fotoğraflarını yayınlamadan duyarlılık bile yaratamayacağımızı düşünürken, aslında o fotoğrafı koyarken hiç birşey hissetmediğin, koyanın bile anlamayacak şekilde parçası
olunan katliamcı insan hali. Sesimiz nasıl da yüksek
çıkıyor, bağıra bağıra erkek çıkıyor ama kimse birbirini kesinlikle duymuyor. Dinlemeye gerek yok artık
duymuyor diyorum heyy.
Bir türlü doyurulamamış, hep yarı açlık sınırında
bırakılmış taleplerimiz ve ruhumuzun, kendini doyurmak için üzerine basa basa yükseldiği her türlü
sosyallik durumunda, edindiğimiz terbiyenin bizden
nasıl kıyımcılar yarattığı ortada değil mi?
Çok çok çalıştığım günlerin akşamında bazen eve
döndüğümde, bedenimin halsizliğinden küçücük bir
tabak çorbayı zor içerken, bu kadarcıkla doyan bir
insanın neden gününü o anlaşılmaz, kendini de yok
eden çalışma hırsı ile geçirdiğini düşünürüm. Bıraktım doymayı, barınmayı daha başka sadece ‘insana
özgü’ olan sahip olma hırsımızın yarattığı cinayetlerimizin hangi taammüde dayandığını bulamam bile.
Ve işte siyaset ihtiyacımızın da alemi nizamata
verme hastalığımız dışında hadi ‘iyi’insanlar için kurayım cümleyi, dünyayı güzelleştirme ya da insanlığı
kurtarma yüce idealimiz dışında, aslında bir tabak
çorba ile doyabilen bedenimizin yaşadığı çok dışsal
ve başka açlıkların doyurulmaya çalışılması olduğunu da görüyorum son zamanlarda.
Sosyal medya denen devasa bir dünyanın içinde,
eğlenceli zaman geçirirken bir yandan da ‘sosyal’ yanımızın, hangimizde neye karşılık geldiğini gözlemleme şansım oluyor. Devrimcilerimiz çok devrimci
görüyorum, öyle ki oturdukları yerde yazı yazdıklarını bilmesem kapılıp gitmek üzere bir gence dönüşebilecek kadar şaşırtıyorlar beni. Ağlayanlarımız çok
ağlıyor, üzülenlerimiz en çok üzülüyor ve işlenmiş
cinayetlerin en pornografik fotoğraflarını koyma
yarışında geride kalırlarsa sanki bu dünya onların
üzülmediğini düşünecek diye korkuyorlar. Belki ben
de korkuyorum, emin değilim. Buralarda, yazılı dünyanın içinde turlarken zamanımın epeycesinde; evet,
bizi baştan başa sarmalamış binlerce yıldır örülen o
ağın tüm fotoğrafını kısa sürede çekebilecek duruma
geldiğimizi de görüyorum. Artık şarkılardan, marşlardan ve dünya kahramanlık hikayelerinden, feda
edilmiş bedenlerden kendine gelecek hayali devşiremeyen ben, okuduğum tüm o yüksek sesle yazılmış
kitapların arasındaki fısıltıların peşine düştüm bir
süredir.
O fısıltılarda bulmayı umud ettiğim insan, dolayısıyla kaybolmuş kendim için her tarafımıza örüldüğü bas bas bağrılan o ağdan kurtulmanın yolunu
bulacak diye hayal ediyorum. Sadeleşeceğiz ve bize
öğretilen karmaşık bilgilerdern kurtulup, birbirimizi
kandırmaya ve öldürmeye son vereceğiz böylece.
12
BasHaberSÖYLEŞİ
19 - 25 Ocak12
2015
ROJAVA
Rojava’da yeniden Arap Kemeri mi?
S
uriye’de 1960’lı yıllardan itibaren
Rojava Kürdistanı’da uygulanmaya
başlanan ve bölgeyi Kürdsüzleştirerek Araplarına yerleştirmeyi amaçlayan
Arap Kemeri politikasının sonuçlarından
biri olarak 150 binin üzerinde Kürd hem
kimliksizleştirildi hem de kendi topraklarında mülteci durumuna getirildi. Rojava
Kürdlerini “Türkiye asıllı” diye tanımlayarak vatandaşlıktan çıkaran Baas Rejimi, Kürdlerin topraklarına da el koyarak
buralara çölden getirilen Bedevi Arapları
yerleştirdi. 2011 yılında Suriye’de başlayan
iç savaş sonrasında sınırda değişen dengeler Rojava’da vatansız ve kimliksiz Kürdlerin durumunu da netleştirerek Rojava’da
kantonların ilanına zemin hazırladı.
Suriye iş savaşının başlaması ile birlikte
Arap Kemeri poltikası bir başka isimle
yeniden gündeme geldi. Rojava’yı Kürdsüzleştirmeyi amaçlayan IŞİD, el koyduğu
Kürd köylerine Arapları yerleştirerek, Baas
rejiminin uygulamalarını devam ettiriyor.
Radikal İslamcı grupların hem Suriye
hem de Rojava’ya yönelik saldırıları ile
Kürdler yine mülteci durumuna düşürülürken, sığındıkları Türkiye’de bu siyaseti tamamlayan uygulamalara maruz kalıyorlar.
Kürdlerin sınırda kalıp ilerde geri
dönmesini engellemek isteyen Türkiye, Suriye’den göçen Arapları sınırdaki
kamplara yerleştirirken, 2011 yılından
sonra başlayan çatışmalarından dolayı göç
eden Kürdlerin ise Kuzey Kürdistan’ın ve
Türkiye’nin değişik kentlerine dağılmasına neden olarak gittikleri yerlere entegre
olmalarını sağlıyor. Bu durumun 800 km
uzunluğundaki sınır koridorunda demografik değişimlere neden olmasının ön
görüldüğü iddia ediliyor.
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşla birlikte bölgede dengeler değişirken
yıllardır unutulan bir mesele de yeniden
gün yüzüne çıktı. 1963 yılında Suriye’de
Baas Partisi’nin iktidara gelmesiyle Suriye
Kürdleri’nin de kaderi değişmişti. O
dönem 150 bin civarında Kürdün kimliksizleştirilmesi ve mülteci statüsüne alınmasıyla birlikte bölgede bir Araplaştırma
politikası başlamıştı. Baas Rejimi, Rojava
Kürdlerinin bir kısmının Türkiye’den geldiklerini öne sürerek, vatandaşlık hakları
ile birlikte arazilerine de el koyarak, çöl-
den getirdiği Bedevi Araplara dağıttı. Kürdler yıllarca birçok baskıya maruz kalarak
varlıklarını sürdürmeye çalıştılar.
Ortadoğu’da başlayan ve domino taşı
gibi birçok ülkeye yayılan Arap Baharı
Kürdleri de etkiledi. Arap Baharı ile siyasal
ve sosyal kimliği değiştirmeye yönelik
ayaklanmalar Tunus’tan, Libya ve Mısır’a
kadar birçok ülkeye yayıldı. Arap Baharı
isyanlarının son adresi Suriye oldu. 2011
Yılında Suriye’de Arap Baharı etkisiyle
başlayan isyanlar zamanla dalga dalga tüm
ülkeye yayılırken Kürdler bu isyanda yer
almadı. İç savaştan uzak duran Kürdler de
Rojava’da özerklikleri için uğraştı. Türkiye
Hükümeti yıllarca vatansız ve kimliksiz bırakılan Kürdlerle sınır komşusu olmamak,
Kürdlerin bölgede güçlenmesini engellemek için Suriye’de muhalifleri ve radikal
grupları desteklemeye başladı. Türkiye’nin
çoğunluğu Kürd düşmanı olan Suriyeli
muhalif grupları destekleyrek, Rojava’daki
Kürdlerin kazanımlarını engelleme siyaseti
izledi. Daha da ötesi Güney Kürdistan ile
Rojava’nın birleşmesini ve ilerde Kürdlerin
alternatif denize çıkış yollarını kesmek için
bölgenin Kürdsüzleştirilmesini amaçlayan
IŞİD’in şovenist politikalarını destekledi.
Türkiye’nin de bu yöndeki tutumlarının
etkisi ile Kürdler yeni bir Arap Kemeri
politikasıyla karşı karşıya kaldı.
Rojava’dan kitlesel göç
Rojava’da Kürdlere özellikle insani yardımların gönderilmesi konusunda ambargo
uygulamaya başlayan Türkiye, 2011 yılından bu yana göç eden Suriyeli Arap mültecileri geri dönüş umuduyla sınır hattına
kurulan çadır kentlerde
toplu halde tutarken göçen Kürdlerin bir
çoğu Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’nin
farklı kentlerine dağılarak kendi imkanlarıyla yaşamaya başladı. Evleri yakılıp, arazilerine el konulan ve topraklarını tekeden
Kürdler yerleştikleri uzak kentlerde yeni bir
yaşam kurma telaşına düştü. Sınırın diğer
tarafında da IŞİD özellikle sivilleri hedefleyen ve bölgeden göçmelerini sağlayan
vahşi saldırılarını sürdürüyordu. Tam bir
imha hareketi şeklinde süren bu saldırılar
sonucu Rojava ve Suriye’nin farklı bölgelerinden 1 milyonu aşkın Kürd, Türkiye,
Ürdün, Irak, Güney Kürdistan ve Lübnan
ile dünyanın farklı ülkelerine sığınmak
zorunda kaldı.
“Tampon bölge Kürdsüzleştirme
amaçlı”
Türkiye’nin Rojava’ya yönelik tüm bu
politikalarını ve bölgenin Kürdsüzleştirme
çalışmalarını değerlendiren Gazeteci Fehim
Işık, Türkiye’nin Arap Kemeri politikasını
hayata geçirmesinin zor bir durum olduğunu ifade ediyor. Ancak Türkiye’nin Kobanê
çatışmalarının yoğun olduğu dönemde
gündeme getirdiği ‘tampon bölge’ fikrinin
hayata geçirilmesi için bölgenin Kürdsüzleştirilmesinin önemli bir adım olduğunu
belirten Işık, IŞİD’in de bu politika ile Kürd
köylerine saldırdığını söyledi. Türkiye’de
Arap mültecilerin ‘tampon bölge’ uygulaması için özellikle sınır hattında konumlandırıldığını belirten Işık, “Ancak ABD’nin
güvenlikli bölge ya da tampon bölge fikrine
karşı çıkması, Kobanê’nin düşmemesi,
Güney Kürdistan’daki gelişmelerle birlikte
bölgede Kürdsüzleştirme politikalarının
askıya alınmasını sağladı” dedi.
“Türkiye bölgeyi Kürdsüzleştiremeyecek”
Rojava’da hayata geçirilemeyen Kürdsüzleştirme politikaları
Türkiye’ye sığınan mültecilerin
asimile edilmek istenmesi ile
sürdürülüyor. Özellikle yoğun
göçlerin yaşandığı dönemlerde
Kürd mültecilerin, İdari Gözetim adı altında Arap mültecilerin bulunduğu çadır kentlere
gönderilmesi, AFAD kamplarında bulunan Kürd mültecilere
Arapça ve Türkçe eğitim verilmesi de bu politikaların bir yansıması oldu. Işık, Türkiye’nin bu
tür politikalar uygulamasının en
büyük sebebi olarak Türkiye’ye
gelen Kobanêlilerin Kürd siyasi
hareketinden etkilenmesini iste-
memesinden kaynaklı olduğunu
söyledi. Işık, Türkiye’nin Kürd
mültecilere yönelik politikalarına ilişkin şu değerlendirmede
bulundu: “Türkiye, Kürdlerin
bölgede statü sahibi olmalarını
istemediği gibi Türkiye’de de
Kürd siyasi hareketinden etkilenmelerini istemiyor. Üstelik
nefret politikalarından dolayı
AFAD kampında kalmayanlar
mülteci bile sayılmadı. Mültecilik statüsünü verdiklerini
de sindirebilmek adına Arap
mültecilerin arasına gönderiyor.
Ancak Türkiye tüm politika ve
uygulamalarına rağmen bölgeyi
Kürdsüzleştiremeyecek.”
HABER
BasHaber
19 - 25 Ocak 2015
13
SÖYLEŞİ
Amed’in yoksulluk kalkanı
K
‘Kürdlere hizmet
korkuttu’
Bölgenin PYD’nin kontrolünde
olmasının Türkiye’ye rahatsızlık
verdiğini belirten Gazeteci Fehim
Taştekin hükümetin içte mültecilere yönelik politikaları dışta Rojava
tutumunun en önemli sebebinin
özerkliği önleme çabasından
kaynaklandığını belirtti. Özellikle
Kobanê’ye yönelik ilk günlerdeki tavrının önemli bir korkuyu
barındırdığına işaret eden Taştekin, “Türkiye ilk günlerde Kobanê
halkına yardım ederek Türkiye’deki
Kürd yapılanmasına hizmet etmekten korktu. Bu nedenle mültecilere
kimliklerinden dolayı çifte standart
uyguladı. Bu nedenle de Türkiye’ye
göç eden birçok Kürd mülteci dağılmak zorunda kaldı. Ya da yerel
yönetimlerin imkanlarıyla barınmaya çalışıyor. Türkiye’de bu kriz
üzerinden bir dış politika uygulamasında bulunarak bölgede Kürd
varlığını engellemeye çalışıyor. Üstelik AFAD kamplarında bulunan
Kürd mültecilere yönelik verilen dil
eğitimlerinde Kürdçe’nin olmaması
da bu korkudan kaynaklanıyor.
Yani, hükümet yüzleşmek istemediği bir tepkiden dolayı Arapça
ve Türkçe eğitim veriyor. Ancak
tüm bunlar yaşansa da hükümetin
istediği Kürdsüzleştirme politikalarının hayata geçirilemeyeceği
kanısındayım” dedi.
Son olarak, Türkiye hükümeti
Rojava’da gerçekleştiremediği
tampon bölge ve Kürdsüzleştirme
politikalarına paralelel olarak göç
eden Kobanêlileri entegre etmeye
çalışıyor. Kobanêli Kürdlerin gözaltına alınması gerektiği durumlarda
onları Arap mültecilerin bulunduğu çadırkentlere göndermesi,
AFAD kamplarında kalmayanların
mülteci sayılmaması, yeniden
Kobanê’ye dönebilme ihtimallerinin olması, AFAD çadırlarında
kalmayanlara yardımların dağıtılmaması ve de en önemlisi bu
kamplarda kalanlara verilen eğitim
dilinin Arapça ve Kürdçe olması
hükümetin Rojava poltikalarını bir
kez daha gözler önüne seriyor.
Mustafa Turan
uruluş amacı Diyarbakır’daki yoksulluk haritasını
çıkarmak için daha çok alan
araştırmaları yapmak ve meslek
edindirme kursları vasıtasıyla
yoksulluğa çareler üretmek olan
Sarmaşık Derneği, arka plandaki
ağır yoksulluk ve açlık buhranı
karşısında istemeden de olsa bir
anda hayır kurumu hüviyetine
bürünmek zorunda kalıyor. Sarmaşık Derneği’nin Diyarbakır’daki
faaliyetlerini sorduğumuz Derneğin
Genel Sekreteri Mehmet Şerif Camcı yoksulluğun tehlikeli boyutlarda
olduğunu ama Kürdistan’ın diğer il
ve ilçelerinin Diyarbakır’dan farklı
olmadığını ve bu ağır tablonun
90’larla şiddetlenen savaştan bağımsız olmadığını söyledi.
Diyarbakır’da 30 bin kişi açlık
sınırında
Sarmaşık Derneği’nin 2005
yılında kamuoyunu Kürdistan’daki
ağırlaşan yoksulluk koşullarından
haberdar etmek ve buna neden
olan etkenleri saha çalışmaları ile
araştırmak amacıyla kurulduğunu
belirten derneğin Genel Sekreteri
Mehmet Şerif Camcı ilk başlarda bu
soruna çözüm üretebilecek yapıları
harekete geçirip, toplumu; yoksullukla mücadelede daha duyarlı hale
getirmek ve toplumsal dayanışma
yönünü diri tutmak için stratejiler
geliştirdiklerini, alışılmış tarzda
5-10 kişinin bir araya gelip bu alandaki boşluğu doldurmak amacıyla
hareket etmediklerini, kentteki
yoksulluk durumuyla ilgili bütün
kurumlarla bir araya geldiklerini ve
yaklaşık 8 ay yürütülen tartışmalar,
toplantılar, ziyaretler ve Diyar-
bakır’daki sivil toplum kuruluşlarının yüzde 90’ının konsensüsü
ile 2006’nın Mart’ında derneğin
kuruluşunu ilan ettiklerini belirti.
‘Yoksulluk içler acısıydı’
Camcı, Kent Yoksulluk Haritasını
çıkarma çalışmaları neticesinde,
ummadıkları ve insanın tüylerini
diken diken eden bir manzara ile
karşılaştıklarını ve bu manzara
karşısında mevcut öngördükleri
stratejilerini değiştirmek zorunda
kaldıklarını söyledi. Camcı şöyle
devam etti: “Diyarbakır’da 37 bin
kişiyi kapsayan bir saha çalışmasında yaptığımız yüz yüze görüşmeler
neticesinde kentteki yoksulluğun
düzeyini, nedenlerini açığa çıkarmaya çalıştık. O araştırmalardan
elde ettiğimiz sonuçlar bize ne
durumda olduğumuzu gösterdi. O
sonuçları incelerken gördük ki tarihi boyunca kalkınmanın, refahın,
siyasal bir merkez olmanın, beşiklik
ettiği 33 medeniyetin tümünün
cazibe merkezi olan bu kentin
geçmişine yakışmayan sonuçlarla
karşılaştık. Yani bir öğün yemek
için bile destek alamazsa geceyi aç
geçirme riski ile karşı karşıya kalan,
Cumhuriyetin kuruluşundan beri uygulanan
Kürdistan’ın geri bırakılması politikaları, 90’lardan
sonra zorla göç ettirme ile birlikte daha sistematik
bir hal aldığını dile getiren Camcı, şöyle devam etti:
“Şu an yaşanan ağır yoksulluk, bizatihi devlet eliyle
yaratılan yoksulluktur. Kürdler, Kürdistan’ın her il ve
ilçesinde karşı karşıya bulundukları bu açlık ve yoksulluğu, orta vadede, kendilerini yönetme statüsünü elde
etme süreciyle birlikte çok kolaylıkla ortadan kaldırabilecek olanaklara sahiptir. Bu coğrafyada yer altı ve
yer üstü kaynakları, elverişli coğrafya, iklim ve üretimi
Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen
Gümüş, Mustafa Kılıç, Berfîn Mijdar
/ Dimilkî: Roşan Lezgîn / Diyarbakır:
Mustafa Turan /Ankara: Salih Batırhan
Paris’in üzerindeki
gölge
BİLAL SAMBUR
hane fertleri ortalaması 6.2 olan 5
bin ailenin var olduğunu gördük.
Bu 30 bin nüfusa denk düşen kitle,
iş verseniz bile hanede çalışabilecek
fertleri olmayan, düzenli tek kuruş
bile geliri olmayan ve sadece yardımlarla karnını doyurmaya çalışan
ailelerden oluşuyor. Başlarken,
bir hayır kurumundan ziyade bu
konuda araştırma yapan ve belirli
eğitim ve meslek edindirme kurslarıyla yoksul kesimleri üretime katıp
belli bir gelirle geçimlerini sağlayabilecekleri bir düzeye getirmeyi
amaçlamıştık. Ama karşılaştığımız
realite, stratejimizi değiştirmemize
sebep oldu.”
Bünyesinde kurulan Gıda Bankası aracılığıyla açlık sınırındaki
bu kesimlere temel ihtiyaçlarını
karşılamaları için düzenli ve insan
onurunu zedelememeye özen
göstererek destekler yaptıklarını belirten Mehmet Şerif Camcı,
“Kentin yoksulluk sorununu bir
anda ortadan kaldıramayacağımızı
biliyoruz ama toplumsal dayanışma
mekanizmalarını devreye sokup
açlık sınırındaki bu insanlarımıza
hayata tutunabilmeleri için destek
sunabiliriz” dedi.
‘Kürdlere statü ile bu sorun çözülebilir’
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat
13
gerçekleştirmek için gerekli insan kaynağı da dâhil bütün faktörler vardır. İsteyen herkes, Devlet Planlama
Teşkilatı’nın sitesinden iller bazında aktarılan yatırım
miktarlarına bakıp Kürdistan’ın nasıl sefalete mahkûm
edildiğini görebilir”
Kürd kamuoyunun bu konuda yeterli duyarlılığı
gösterip göstermediği yönlü sorumuza da Camcı, Kürdistan’daki açlık ve yoksulluğun siyasal mücadele ile
çok ilintili olduğunu ve devletin bu tavrının sebebinin
de bizatihi siyasal mücadeleyi bertaraf etme amaçlı
olduğunu söyledi.
İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
İdare Müdürü: Esin Alp
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
7 Ocak 2015 tarihinde Paris’te
Charlie Hebdo isimli magazin
dergisine El-Kaide militanları tarafından yapılan baskında on iki
dergi çalışanı öldürüldü. Derginin
Hz. Peygamber’in karikatürlerini
basmasını saldırının nedeni olarak ifade eden militanlar, katliamla
Peygamber’in intikamının alındığını
dünyaya ilan ettiler.
El-Kaide, sadece silahlı eylemler
yapan bir terör organizasyonu değildir. El-Kaide, özünde İslam’ı Batı’nın kültür emperyalizmine karşı koruma
iddiasında olan bir yapıdır. El-Kaide ideolojisinin merkezinde ve temelinde Batının kültür emperyalizmine
karşı savaş vardır. Charlie Hebdo dergisinin bastığı karikatürleri, Batı’nın İslam’a yönelik bir kültür saldırısı
ve emperyalizmi olarak algılayan El-Kaideci zihin yapısı, buna katliamla cevap vermiştir.
Paris katliamını yapan teolojik ideolojizm için ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü gibi iki temel özgürlük
kategorisinin hiçbir anlamı yoktur. El- Kaide ideolojizminin dayandığı dünyaya en yabancı olan değer, özgürlüktür. El-Kaide için asıl olan kendi inanç dünyalarıdır.
İnanç karşısında özgürlüğün hiçbir anlam ve değeri yoktur. Charlie Hebdo saldırısını gerçekleştiren karanlık zihin dünyasına, ifade ve basın özgürlüğünü anlatmanın
hiçbir anlamı yoktur. Paris katliamını yapan El-Kaide
barbarlar çetesi örneği, özgürlüğü inkar etmenin insanı
ve hayatı birlikte inkar ve yok etmek olduğunu hepimize
çok acı bir şekilde göstermiştir.
Charlie Hebdo katliamı, İslamofobiye veya Batılı
ülkelerin İslam ülkelerindeki kolonyalist politikalarına
bir tepki olarak anlaşılamaz. Bu katliam, Batıyla girişilen iktidar ve hegemonya mücadelesinin bir sonucudur. El-Kaide, Paris katliamıyla Batıya had bildirmeye
kalkmakta ve ona, Fransa örneğinde sınırlarını göstermeye çalışmaktadır. Paris katliamı, El-Kaide’nin Batıya
bir meydan okumasıdır. El-Kaide, Nusra, Boko Haram
ve DAİŞ gibi uzantılarıyla insanlığa saldırıyor. DAİŞ,
Kürdistan’da Şengal ve Kobanê’ye saldırdı ve büyük
katliamlarda bulundu. El-Kaide, Ortadoğu’da egemenliğini kurmak için Şii-Sunni savaşı çıkartmayı ve Kürdlerin olmadığı bir Ortadoğu’yu kurmayı hedefliyor.
Kobanê’ye ve Şengal’e yapılan saldırı, tesadüfi ve geçici
bir saldırı değildir. El-Kaide’nin stratejik ve ideolojik
aklı, Paris katliamı gibi Kobanê’ye saldırmayı da gerekli kılmaktadır. Paris ve Kobanê saldırılarının bir bütün
olarak ele alınması gerektiğinin farkına varmak için ElKaide’nin düşman listesine iyi bakmak lazım. Irak’ta
El-Kaide’nin kurucusu konumundaki Zerkavi’nin şu
ifadelerini iyi okumak lazımdır: “ Bizim dört düşmanımız vardır: Amerikalılar, Kürdler, Irak hükümetini
destekleyenler ve Şiiler.” El-Kaide, Ortadoğu’da ve
Avrupa’da düşman olarak konumlandırdıklarıyla savaşıyor. Kobanê ve Şengal katliamları karşısında DAİŞ,
Kürdistan’a niçin saldırıyor sorusunu şaşkınlıkla soranlar, El-Kaide’nin ideolojisinin, stratejisinin ve hedeflerinin farkında değildirler. DAİŞ, Kobanê’ye niçin
saldırıyorsa aynı nedenle Paris’te Charlie Hebdo katliamını gerçekleştirmiştir. Kobanê ve Paris’i birlikte ele
almayan bir bakış açısı, El-Kaide’nin insanlık düşmanı
küresel bir tehdit olduğunu kavrayamaz.
El-Kaide ideolojisinin temel özelliği insan, din, ahlak ve maneviyat dahil her şeyi araçsallaştırmasıdır. Asıl
olan El-Kaide ve ideolojisidir. Herkes ve her şey bunlara hizmet ettiği sürece bir anlam taşımaktadır. El-Kaide,
insan ve din dahil her şeyi araçsallaştırdığı için ölme ve
öldürme üzerine bir ideolojiye ve pratiğe dayanmaktadır. Yapılan terör eylemlerinin gerçek İslam’la ilgili
olmadığını söylemek tatmin edici olmamaktadır. Bu
söylemin aşılarak İslam kültüründe ve toplumunda ElKaide isimli bir barbar yapının oluşmasına imkan veren
karanlık gölgeyle yüzleşilmesi gerekmektedir.
14
BasHaberSÖYLEŞİ
19 - 25 Ocak14
2015
SİNEMA
Sinemanın ulusu mu
olmalı, coğrafyası mı?
L
Fatoş Yıldız
umiere Kardeşlerin 28 Aralık 1895’te
bir trenin istasyona girişini görüntüleyerek başlattıkları sinema sanatı
zaman içinde insanın yaşamında temel
sanat dallarından biri haline geldi. Transnation devasa filmlerin yapıldığı günümüzde Kürdlerin henüz ‘ulusal sinemalarını’
yaratım çabası sürüyor.
Kürd sinemasının geçmişte her ne
kadar tekil örnekleri sahneye yansısa da
90’lı yıllara geldiğimizde Kürdler var oluş
mücadelelerini sinemaya kategorik olarak
yansıtmaya başladılar. Kürdçe filmler çekilmeye başlandı ve Kürd yönetmen adayları
günden güne çoğaldı.
Sinema diğer sanat dallarından farklı
olarak işbirliği ve kolektif bir emek
temelinde yükselir. Sinemanın yoğun
kolektif bir emekle şekilde yapılıyor olması
sinemada ‘ulusallık’ kavramını tartışmaya
açmıştır. Sinema ile geç tanışan Kürd
sanatçılar, sinemayı diğer sanat dalları
gibi ulusal taleplerini dile getirmede bir
araç haline getirirken, bu durum ‘ulusal
sinema’ tartışmasına zemin oluyor. Bu yılı
Ekim ayında 51.’si düzenlenen Antalya
Altın Portakal Film Festivali’nde yönetmen
Ertem Görenç’in “Artık Türk sinemasına
hakaret etmeyi bırakın, Türkiye sineması
diye bir şey yoktur” sözleri ile fitili yeniden ateşlenen konuyu, ‘Kürd sinemasını
Türkiye sineması bağlamında mı yoksa
ayrı mı değerlendirmek gerekir’ sorusunu
sinemacılara sorduk.
‘Bu tartışma sanatkarane değil’
‘Türk sineması, Türkiye sineması’ tartışmasının sanatkarane ve estetik bir tartışma
olmadığını belirten Yönetmen Ömer
Leventoğlu, ulusal sinema tartışmalarını;
“Tartışma her şeyden önce sinemanın
temel konusu değildir. Bu sinemayı iyi bir
yere götürmez. Kürdler sinemaya başlarken ulusal taleplerini yansıtmak istiyorlar.
Fakat günümüzde bugün bu tartışmaların
yaşanıyor olması yersiz bir tartışma. Biz
her şeyden önce bizzat sinemanın sinema
diline yoğunlaşmalıyız. Onun estetiğine,
onun söyleme edasına, onun söyleyişteki
görkeme yoğunlaşmalı ve orada derinleşmeliyiz. Ayrıca dünyaca tanınmış yazarlar
sinemacılar kısacası sanatçılar aldıkları
ünü ve iyi bir sanatçı olmalarını geldikleri ulustan ötürü almıyorlar. Örneğin
Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan şey onun
Rus olması değildir. Keza aynı şekilde
Balzac, Tolstoy, Sartre gibi yazarların tanınıyor ve iyi bir yazar olmalarının geldikleri
ulusla bir ilgisi yoktur. ‘Türkiye Sineması’
kavramı doğru bir tanımlama değildir.
Kürdlerin sinemadaki kendine has özellikleri bu şekilde ‘Türkiye’ kavramının içinde
eritiliyor. Sinema dediğimiz zaman bir
üsluptan bahsediyoruz. Ama Türkiye dediğimiz zaman o üslubu reddediyoruz. İran
sineması dediğimiz zaman bir anlatımdan
söz ediyoruz. Bir film izlediğiniz zaman
filmin içindeki öğeler, karakterler, dekor,
anlatım tarzı gibi argümanlar size o filmin
hangi sinemaya ait olduğunu söylüyor. Fakat Türkiye sineması dediğimiz zaman bir
anlatım tarzı, üslubu yok oluyor. Ontolojik
olarak kendi içinde çelişik bir kavramdır
Türkiye sineması kavramı” şeklinde değerlendiriyor.
‘Kürd sineması kuşkusuz vardır’
Kürd sineması tartışmasının yüzeysel bir
tartışma olmadığını, Kürd gerçekliğinin
varoluşundan ötürü böyle bir tartışmanın
sürdüğünü belirten Kürd yönetmen Kazım
Öz ise, “Bu tartışma bugün adı konmuş
Kürd filmleri çekildiği için var. Kürd sanatı
var mı daha doğrusu ‘Kürd var mı?’dan
itibaren gelen bir tartışma bu. Kürdler var
ise onların sineması, tiyatrosu, sanatı da
var demektir. Dolaysıyla Kürd sineması
da kuşkusuz vardır.” diyor. Sinemanın
Türkiye’de yaşanan mevcut koşullardan bağımsız bir şekilde sürdürülmediğini, bugün
Türkiye gibi kavramların kullanıldığını ve
yarın daha başka kavramlarla, tanımlarla
da ifade edilebileceğini aktarıyor Öz. ‘Sinemada Türkiye’ başlığı altında da bir tanımlamanın yapılabileceğini çünkü Kürdlerin
de diğer etnik grupların da bugün sinema
yaptıkları ve resmi sınırlar bağlamında
Türkiye olarak uluslararası festivallere
katıldıkları coğrafyanın Türkiye coğrafyası
olmasından kaynaklı olduğunu dile getiriyor. Sinemanın bu tarz tanımlamalarla
ayrılmasından ziyade düşünceler açısından
ayrılmasının daha doğru olduğunu öne süren Öz, “Sinemaya düşünce açısından bakmamız gerekiyor. Fakat bugün Kürdlerin
varoluş mücadelesi söz konusu olduğu için
Kürd sineması kavramının önemli olduğunu düşünüyorum. Bir Alman sineması,
Rus sineması, Fransız sineması kavramları
çok önemli değildir çünkü onların varoluş
gibi bir problemleri yoktur. Fakat Kürdler
açısından bu daha farklı bir durumdur”
şeklide değerlendiriyor.
‘Türk sinemasının karşıtı Türkiye
sineması değil’
Dünyada hiçbir sinemanın coğrafi bölge
olarak tanınmadığını, ‘Türkiye sineması’
kavramının doğru bir kavram olmadığını
esas doğru olanın ‘Kürd Sineması ve Türk
sineması’ olduğunu öne süren Türk Sinema
Tarihçisi Burçak Evren de, tartışmaya,
“Türkiye sineması bir bölgeyi kapsıyorken
Türk sineması bir milliyeti kapsıyor.
Türkiye sineması kavramının çok farklı
okumalara açık olduğunu söyleyebilirim.
Fakat doğru olan şeyin Türk sineması ve
Kürd sineması kavramının olmasıdır. Türk
sinemasının karşıtı Türkiye sineması değildir. Türk olmayanların kendilerini tanımlarken Türkiye gibi coğrafik bölge terimi ile
tanıtmaları doğru değil. Kürd iseler Kürd
sinemacı desinler. Kürd sinemacılarının
kendilerini Türkiye sineması içinde ifade
etmek istiyor olmaları doğru değildir. Türk
sineması Türk sinemasıdır, Kürd sineması
Kürd sinemasıdır. Başka türlüsüne evrensel değerlerle karşı çıkıyorum. Her sinema
kendisini kendi kültürü ile tanımlarken
Türkiye sineması derken ne anlayabiliriz.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir tanımlama yoktur” görüşleriyle katılıyor.
“Türkiye sineması demenin
bir anlamı yok”
Sinemacıların yıllarca devletin resmi
söylemleri ile konuştuğunu, tartışmanın
ancak Kürd sinemacıların çıkıp ‘biz de
varız bu tanımlama olmaz’ dedikten sonra
başladığına dikkat çeken senarist Hüseyin
Kuzu da, “Zamanında politik sorunsalın
bir uzantısı olarak, bari ‘Türkiye Sineması’
diyelim demeyi önerdiler. Bu kabul görmedi ve bu tartışma da hala sürüyor. Bu
tanım Türkçeyi de zorluyor. Çünkü Fransa
Sineması demiyor ve Fransız Sineması
diyoruz. Yani, yerleşik tanımlar hep ulusal
kimlik üzerinden yapılıyor! Türkiye sineması demenin de bir anlamı yok çünkü bu
ifade eski sorunsalın bir terimi ve kültürel
asimilasyon paradigmasını da aşamıyor.
Dolaysıyla Kürd sineması demek daha
doğru.
“Türkiye sineması kavramı daha
doğru”
En son çektiği ‘Sesime Gel’ filmi ile
gündeme gelen Hüseyin Karabey de, “Kürd
sineması ya da ille Kürdçe sinema yapacağım diye bir derdim yok ama illa bir tanım
kullanacak olursak ben Türkiye sineması
demeyi daha doğru buluyorum. Asıl önemli
olan şey şu; biz Kürd sinemacıları Türk sineması içine dahil etmesinler. Ayrıca Kürd
sineması dememiz içinde ancak Kürdler
kendilerinin finanse ettiği, kendilerinin oynadığı ve gösterdiği filmler için Kürd filmi
diyebilirler. Günümüzde böyle bir durum
olmadığına göre hiç kimse ben Kürd sinemacısı olacağım ya da ben Kürd sineması
yapacağım şeklinde ifadeler kullanamaz.
Onun kendisi Kürd’tür yapacağı film de
Kürdçe’dir o kadar” diyor.
YAYIN
BasHaber
19 - 25 Ocak 2015
15
SÖYLEŞİ
Dermanê derdê ‘Ma’
K
Laser Mario
ürdçenin en dezavantajlı ve az
imkana sahip lehçesi olan, aynı
zamanda Birleşmiş Milletler’in
kaybolma tehlikesi altında bulunan diller listesinde bulunan Kirmancki, çeşitli
yerlerdeki bireysel ya da grup çalışmaları sayesinde varlık yokluk mücadelesi
veriyor. Son derece kısıtlı imkanlarla
dil ve kültür üzerine yapılan bu çalışmalar, Kirmancki’nin erime girdabından kurtulmasına can simidi oluyor
adeta. Yazın anlamında çok kaynak ve
edebi eserin bulunduğu Kirmancki’de,
gün geçtikçe hem okur hem de yayın
sayısı da artış gösteriyor. Bu azme
yeni katılan çalışmalardan biri de Ma
Dergisi. İstanbul’da bir grup Kirmancki
gönüllüsünün bir araya gelerek kendi
imkanlarıyla çıkardıkları Ma, öykü,
deneme, şiir, anı, gezi, masal, araştırma
gibi birçok alana ilişkin konuyu içinde
barındırıyor.
Mikail Aslan’ın öncülüğüne çıkan ve
içinde Zaza kültürü ve Kirmancki ile
ilgili önemli isimlerin bulunduğu ‘Ma’
dergisi, bu bölünmüşlüğü dışlamadan ve sadece Dersim tarihi üzerine
kurulmuş olan kültürel dili biraz kırıp
genişleterek, herkesin kendi kültürel
zenginliğini bulabileceği bir yayın yapıyor. Ma, Kırmancki kültürünü ve Kırmanckiyi kendi özgünlüğünde yansıtma
amacı güdüyor. Derginin yayın kurulu
üyesi Gule Mayera, derginin çıkış fikrinin Mikail Aslan, Devrim Tekinoğlu ve
Doğan Munzuroğlu’nun buluşmasıyla
ortaya çıktığını ve Kırmancki’de eksikliği hissedilen kültür sanat yayınlarındaki boşluğu doldurma amaçlarının olduğunu belirterek, “‘Ma’ Kırmancki’de
‘biz’ demek, derginin sloganı olarak da
Türkçe anlamı derdimize derman anlamında ‘Derdê marê derman’ sloganını
kullandık. Dergimizin beşinci sayısını
çıkardık. Daha önce yapılan dergilerde genellikle Dersim tarihinin acıları
işlenirdi ama biz bunun yanında kültür
sanat ağırlıklı çalışmalara yer vermeyi düşüyoruz. Mesela önümüzdeki
sayıda Hızır Orucu ve Gağan geleneğini
işleyeceğiz. Bundan sonra kültür sanat
ağırlıklı tematik çalışmalar yayınlayacağız. Her sayıda bir tarih yazısı ve fabl
tarzı masala dayer veriyoruz” diyor.
Yayın kurulunun bireysel çabalarıyla
finanse ettiği derginin henüz 5. sayısının yayımlanmasına rağmen önemli
bir ilgi ile karşılandığını ve yakında
kendini finanse edebilecek duruma
geleceğini aktaran Mayera, derginin
dil ve uslup konusunda katı
kuralları olmadığını
belirtti. Mayera, “Büyük hassasiyetlerimiz yok çünkü zaten zor olan bir şey
yapıyoruz ve bunun daha da zorlaşmasını istemiyoruz. Bizim için önemli olan
insanların kendi dilinde kültürlerini
yazıp okuması ve bunda kendinden bir
şeyler bulabilmesi” dedi.
Derginin dağıtımını da hali hazırda kendi imkanlarıyla yaptıklarını
sözlerine ekleyen Mayera ayrıca başta
İstanbul olmak üzere Dersim, Diyarbakır, Bingöl gibi şehirlerde de derginin
bulunabileceğini ve yakında
bunlar dışında birçok
şehirde okuyucuların dergiye
kolayca ulaşabileceğini
söyledi.
Kürdlerin silahsız mücadele tarihi
İşgalini yaşadıkları ülkelerle olan
münasebetleri genelde silahlı ve
savaş zemininde bir seyir izlediği düşünülen Kürdlerin, silahsız,
siyaset ve legal alan mücadeleleri
pek üzerinde durulmamış bir durum olageldi. Yazar Celal Temel’in
İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları’ndan
çıkan ‘1984’ten Önceki 25 yılda
Kürdlerin Silahsız Mücadelesi’
isimli kitabı tam da tartışılmayan
bu alanı konu ediniyor.
Güney Kürdistan’da Irak ile silahsız mücadele dönemiyle başlayan
Temel, o dönem güney siyaseti ile
Bağdat yönetimi arasındaki diplomatik,
siyasi ve ekonomik
münasebetlere çeşitli
başlıklar altında geniş
yer veriyor.
Ardından Kuzey
Kürdistan’da 49’lar
Davası olarak bilinen
vakadan, 27 Mayıs’a,
TİP döneminden 60
yıllarda Kürd haklarının
batının gündemine taşın-
masına, TKDP deneyiminden doğu
mitinglerine, İki Saitler olayından
DDKO davasına, 90’lı yıllarda Kürd
basınına ilişkin gelişmelere kadar
geniş bir yelpazede bu kez bu yaka
Kürdlerinin siyasal tarihini masaya
yatırıyor.
Kuzey Kürdlerinin 1958’e kadar
olan aşamasını sessizlik süreci olarak niteleyen yazar, Musa Anter’in
‘Kımıl’ isimli şiirini ‘Uyanışın
Tetikçisi’ olarak değerlendirip bu
dönemi de “Uyanış Dönemi” olarak
tanımlıyor. Her dönemin legal alan
mücadelesini tüm kategorileri ve detaylarıyla
aktaran Temel, “Bir
ülke, bir millet ve bir
dil sömürgeci uygulamalarla karşı karşıya
ise ve yok sayılıyorsa
o ülkenin ve o milletin tarihini öğrenmek çok zor olur.
Çünkü ‘olmayanın’
tarihi olmaz. Bundan kötüsü, inanç,
ideoloji, siyasi ve
toplumsal kaygıların objektif tarihinin öğrenilmesinin önüne geçmesidir. Son dönemlerde, Kürdistan
tarihi, neredeyse PKK’nin kuruluşu
ve 1984’deki silahlı mücadele ile
başlatılıyor. Ondan önceki tarih yok
sayılıyor” ifadeleriyle, Kürd ulusal
mücadelesinin yakın tarihine ışık
tutuyor. Yazarın 1958 ile başlayan
ve 1983’te sona eren bu döneme
Yeniden Uyanış Dönemi demesinin
sebeplerinden biri 1938 Dersim
katliamı sonrasında Kürdistan’da
başlayan sessizliğin bozulmasıdır.
1958’de Melle Mustafa Barzani’nin
Moskova’dan Irak’a gelmesinden
ve Kürdlerin Irak yönetiminde söz
sahibi olmasından sonra Kuzey
Kürdistan’daki Kürdlerin kendi
güçlerinin farkına varıp haklarını
talep etmeye başlaması yazarın
özellikle eğildiği bölümlerden biri.
Devlete karşı yasal zeminde
verilen ulusal mücadeleyi irdeleyen
kitap daha önce açığa çıkmamış birçok belgeye de yer verirken Kürd silahsız mücadelesi hakkında önemli
baş ucu kaynağı niteliği kazanıyor.
15
Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı’na mektup
FERHAT PİRBAL
Ben Ferhad Pirbal, ‘’Dr. Ferhad’’
olarak tanınırım. Mardin Artuklu
Üniversitesi’nde Kürd Dili ve Sanatı
öğretmeniyim. 73 kitabın yazarıyım.
Bunlardan 28’i Kürd dili, edebiyatı ve
sanatı üzerine akademik araştırmaları
içeren kitaplardır. 8 roman kitabım var
ve bunlardan bazıları 7 farklı dile çevrilmiş. Kale kenti Hewlerliyim. Sorbon
Üniversitesi’nde İrancılık üzerine iftihar doktoram var.
Sayın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı; Bir rüya gördüm:
Bir balina. Kadın bedenli ve ruhum kadar hafif. Kuyruğunu gölün beyaz sularından çıkardı ilkin, kırmızı-kırmızı idi,
pençeleri yeşil, sarı gövdeli, kuyruğunu sallıyordu. Bu yaratığın büyük ayağı Dicle’de baş kaldırdı... Gördüm! Korkunç bir
şey gördüm rüyamda, bunu size bildirmek istiyorum...
Bu rüyayı size söylemezsem Türkiye yıkılır, viraneye döner! Bir rüya gördüm: Türkiye’nin yarısı kalır eğer siz resmi
olarak Türkiye’de Türklerden sonra ikinci ulus olarak Kürdleri ve haklarını tanımazsanız. 3 ay sonra viran olur Türkiye, siz
bunu yasal güvenceye kavuşturmazsanız... IŞİD orta yerden
bir fırtına estirir Paris’teki gibi ancak Allah bilir nereye!
Parça parça oluyordu Türkiye, eğer Kürdlerin otonomi
hakkını parlamentoda onaylamazsanız! Kürdler okullarını,
kendi dillerini, tarih ve kültürlerini okusun, kendi yaşamlarının her miliminde söz sahibi olsun, sokak sokak kendi kendilerini yönetsinler, dönüm dönüm, bizim deyimimizle dağ dağ,
inek inek!..
Bazen güzellik Kürdler için olsun, hayrı Türkler’in. Bazen
de güzellik Türkler için olsun hayrı Kürdler’in.
1650’lerde buralara gelen ünlü Fransız coğrafyacı ve gezgin Jean – Babtist Taverniee’nin dediği gibi ‘Kürdler temiz
niyetli, vefalı ve temiz yüreklidirler.’
Ben sizin küçüğünüzüm sayın Türkiye Başbakanı. Siz
Allah’a şükredin ki; Anadolu’nun ezilen ve sömürülen sınıflarına insanlık dışı bir şekilde zülmeden adaletsiz Türk devletine PKK karşı çıktı, çok vahşi bir yöntemlerle bile değil... Bunu
siz kendiniz de biliyorsunuz!
Bir filozof olarak bende, dünyanın bir takla atarak Kürdleri ve Türkleri bir milyon kilometre birbirinden uzaklaştırmasını çok isterdim. Ancak hepimiz de çok iyi biliyoruz ki böyle
bir şey olmaz. Yani bizim birbirimizle iyi komşu olmaktan
başka çaremiz yok.
Hewlêr’in en eski yerlileri olan Türkmenler üzerine yemin ediyorum. Bence siz Türkiye’nin tüm liderleri ve sultanlarının tarihine bir bakın ve hepsinin tersine, Türkiye’nin şanlı
barış tarihinde, Ortadoğu’da hiç birinin yapamadığını yapın.
Kahraman, tarihte kendinden önce kimselerin yapamadığını yapan kIŞİDir. Siz Cezayir’deki General Charles de
Gualle’yi hatılayın. Rusya’ya, Polonya’ya, Hind’e bakın. Kürdler o kadarını da istemiyor! Siz kendiniz de çok iyi biliyorsunuz, ama ben size bir şey söyleyeceğim:
Bugün Ortadoğu’daki tüm kapıların kilidi Mesud
Barzani’nin elinde, bu yüzden onun öncülüğünü ve görüşlerini yadsıyarak tek adım atmak mümkün değil. Büyük Kürdistan yani Kuzey, Güney, Rojava ve Doğu Kürdistan’dır kastım,
onun komutası altında! Büyük Kürdistan’ın tümü, sizinle vefalı komşular oluruz. Daha doğrusu sizden bir parça. Bölgede
Kürd-Türk konfederalı gibi bir şey.
Arap burjuvazisi şaşkın ve aptallaşmış. İşte kendine ve İslama mezar kazıyor. İran İslam Cumhuriyeti sermayedarları
da ölüm döşeğinde. Türkiye’nin ekonomisi Kürdler olmadan
kalkınmaz. Türkler’in gücü Kürdler olmadan tamamlanmaz.
Biliyorum, balinanın hikayesini tamamlamadım. Ancak
Türkiye’nin barış programını uygulayabilmesi için önünde 3
aylık bir zaman kalmış.
Birçok defa şaka yaparken şöyle derim; Türkiye barış için
sadece Kürdistan Gazetesi’nin Başyazarı’nın 1898-1902’deki
taleplerini karşılasın yeter. Bir gün sizinle karşılaşırsak eğer,
Kürdlerin ilk gazetesi olan Kürdistan’ın bir nüshasını size sunarım. Çünkü siz Türkiye tarihinde Kürd ve Kürdistan adını
resmen anan, Kürdistan Bayrağı önünde duran ilk liderisiniz!
Allah uzun ömürler versin!
16
MÜZİK
BasHaberSÖYLEŞİ
19 - 25 Ocak16
2015
Sait Gezici:
Kürd düğünlerinin ‘Pop Star’ı
H
Mustafa Kılıç
er yerde olduğu gibi Kürdistan
ve Türkiye’de de, değişen ve
gelişen yaşam döngüsü, kendisiyle birlikte hayatın her alanı için
yenilikler getiriyor kuşkusuz. Söz konusu yeniliklerin bazıları bir noktadan
sonra gelenek halini alabiliyor, yerleşik
kültürel bir norm gibi geleceğe akmayı başarabiliyor. Düğün müzisyenliği
de bu gelenekleşen yeniliklerden biri.
Özellikle Kürdistan’da yakın geçmişe
kadar orkestra ve düğün müzisyenliği,
(dengbêjlik geleneğini saymazsak) pek
söz konusu olan bir durum değildi. Politikleşen hayat, beraberinde düğünlerin
de politikleşmesini getirdi. Meydanlarda
kitleleri coşturan sanatçıların zamanla
siyasi kişilerin düğünlerinde baş göstermeye başlaması, beraberinde bunun
alt tabakalara da kaymaya başlaması ile
artık Kürdistan’da düğün müzisyenliği
diye bir sektör oluşmuş durumda. Aktüel ya da entelektüel cenahların ilgisini
çekmese de bu sektör konusunda dikkat
çekici bir izlek söz konusu, müzik, düğün ve gelenek arasında. Sektör haline
gelmesi de kaçınılmaz rekabeti söz
konusu kılıyor. Düğünler, katılan müzisyenin namı oranında ciddiye alınmaya
başlarken, düğün sahipleri de düğününe
getirmeyi başardığı müzisyenin namı
oranında ‘caka satar’ noktaya gelebiliyor. Eh, bu yumuşak karın üzerinde ise
bu sektörün starları doğuyor. Cafcaflı
dünyanın starları TV programlarıyla
belirlenirken, ‘baldırı çıplakların popstarları’ ise çamurlu sokak düğünlerinde
boy göstererek belirleniyor. Tanınmış
birçok Kürd müzisyeni de entelektüel
zeminlerde gizleme gereği duyacak kadar küçümsediği bu düğün müzisyenliği
pastasına dadanmış durumda. Televizyonların ‘aşiret düğününde … kilo altın
takıldı’ nosyonlu haberleri sayesinde,
düğün müzisyenleri yükünü almaya
başlamışken, yüksek topuklu Kürd
müzisyeninin de bu alana dalış yapması
şaşırtıcı olmasa gerek.
Düğün müzisyenliği dünyasının
aranan ‘starı’ olmayı başarmak ise pek
kolay olmasa gerek. Zira Kürd müziği
denince akla dengbêjlik gelir ve zengin
müzikal kalite, toplumun, yani alıcının
çıtasını da yukarılara çekmiştir. Dolayısıyla düğünlerde aranan isim haline
gelmenin kritik taktikleri olduğunu
anlamak mümkün. Bu camianın deyim
yerindeyse güncel ‘popstarlarından’ biri
de Sait Gezici ya da Saide Mala Kinê.
Namı diğer, ‘Koma Mala Kinê’ isimli
grubun solisti. Burada durup soluklanılması gereken bir ayrıntı ise ‘Kinê’…
Zira Sait Gezici, Kürd müziğinin ünlü
dengbêjlerinden Miradê Kinê’nin oğlu.
Miradê Kinê Kürdistan tarihinde düğün
ve geleneksel festivallerde (zew) herkes
tarafından bilinen ve hala dinlenen bir
dengbêj. Süleymaniye’den Duhok’a,
Qamişlo’dan Mahabad’a kadar tanınmış,
sesi ve kemençesiyle Kürdistan tarihine
sosyolojik hizmetlerde bulunmuş bir
müzisyen. Müziğini, İstanbul gibi büyük
bir metropolde Kürd düğünlerinde icra
eden Said Gezici hemen hemen tüm
Kürd düğünleri, festivalleri ve politik
şölenlerinin aranan isimlerinden biri.
Babasının tavrını ve mirasının taşıyıcısı olarak karşımıza çıkan Gezici,
İstanbul’un Kürd semtlerinde herkes
tarafından bilinen bir düğün müzisyeni. O da babası gibi Mardin’in Kerboran (Dargeçit) ilçesinde doğmuş ve
Kürdistan’ın yedi gün yedi gece süren
düğüninin aranan müzisyenleri arasında
ilk sıralarda yer alıyor. Ancak sonraları
İstanbul’a gelip sanatını burada icra
etmeye karar veriyor.
“Babam kalp krizi sonucu öldü”
Gezici, babasının ölümü hakkında
belki de herkes tarafından yanlış bilinen
bir gerçeği paylaşıyor ilkin. Babasının
bazılarının söylediği gibi zehir verilerek bir cinayet sonucu öldürüldüğünü
kabul etmiyor. Babasının kalp sorunları
olduğunu, kalp krizi sonucu vefat ettiğini, kalp sorununun ailede genetik bir
durum olduğunu söylüyor.
Şer / ceng kayıtlarının
Kürdistan’daki izleri
Dikkatimizi o dönemdeki müzik kayıt-
larına çeken Gezici şöyle diyor: “Babamın son dönemlerinde Kürdistan’da
yeni yeni ses kayıtlarınıortaya çıkmaya
başlamıştı. Ve bölge bölge gezerek
edindiği tarihi rolleri olan birikimi bize
aktarmayı başardı. Bazı kayıtları kesintisiz 120 dakika sürüyor. Ve bunları
Kürdistan tarihinde sözlü divan olarak
görebiliriz. Her biri ayrı bir bölgede olan
çatışmaları ve gelişen özgürlük ayaklanmaları olan politik kayıtlardır. Bizim
de ‘şer/ceng’ dediğimiz müzik kayıtları
örneğin, Ose Zerî, Seyrê û Eliyê Memed,
Seva Xacîya, Ome Klika, Tewar, İbo Beg,
ve daha nice kayıtları sosyolojik olarak
Kürdistan tarihinde önemli bir sözlü
kaynaktır. Ki bu kayıtların çoğu pilli
kasetçalarlarla kayıt yapılmış.”
İstanbul’da genelde hafta sonları
yapılan Kürd düğünlerine, festival ve
şölenlere müziği ve grubuyla katılan
Gezici gençlik yıllarından itibaren ciddi
performans sergilemeye başlar. Babasını idol olarak gören Gezici, İstanbul’da
Kürdlerin yaşadığı semtlerde düğünlerin
aranan müzisyenlerinden. Ayrıca farklı
müzik türlerinde kayıtları olan Gezici,
şimdi bir albüm çalışması yapaıyor.
“Dem û Dewrana Berê” ismiyle yakında raflardaki yerini alması beklenen albüm çalışmasında da babasının yürüdüğü yoldan örnekler olacağını ifade eden
Gezici, artık deyim yerindeyse bir düğün
müziği Pop Star’ı. Ailesinin izlerinin
Hindistan’a kadar uzadığını dile getiren
Gezici, “Kesin olmamakla beraber
ailemizin Hindistan’dan gelen göçebe
Dom aşiretine veya Pakistan’dan yine
göçebe bir aşiret olan Qereçî toplumuna
üye olduğu düşünülebilir. Fakat benim
araştırmalarıma ve aile büyüklerimizden duyduğum kadarıyla ailemiz Şengal
bölgesinden, o dönemde gelişen katliamdan kaçarak bir çeşit sürgün yaşamış
ve yukarı Mezopotamya’ya yani şimdi ki
Tor bölgesine yerleşmiş.
İstanbul ve düğün müziği
Düğün müzisyenliği hakkında da bilgi
veren Gezici şöyle konuşuyor: “Biz grup
olarak her an düğünlere gitmeye hazırlıklıyız. Boş zamanlarımızda provalar
yaparak kendimizi geliştiriyoruz. Kürd
düğünlerini güncel politik olaylardan bağımsız düşünemeyiz. Her düğün zamanla
müzisyenin de etkili söylemleriyle bir
şölene ve Kürdistan mücadelesine atıfta
bulunan sloganlara dönüşüyor. İnsanlar bu sloganları ve etkileyici söylemleri
duyarak halaya daha güçlü katılıyor.
İstanbul’da Kürd düğünlerinde artık bir
sürü enstrüman kullanıyoruz. Rıbab bunların piri tabi ki de. Özellikle düğünler
daha hazırlık aşamasındayken insanlar
bizimle iletişim kurup ‘düğünümü hangi
tarihe alayım, siz hangi tarihte müsaitsiniz’ diyerek sıra alıyor. Neredeyse her
hafta sonu insanlarımızın düğünlerini
keyifli hale getirmeye çalışıyoruz. Bu bize
‘Koma Mala Kinê’ grubu olarak kendimizi insanlara ifade etmemize yardımcı
oluyor.”
Sadece İstanbul değil, Kürdistan ve
Türkiye’nin birçok ilindeki Kürd düğünle-
rine de teşrif eden Gezici, düğünlerde bu
kültürü sürdürmenin de bir tür yurtseverlik olduğuna atıfta bulunuyor. Tanınmış sanatçıların bu piyasaya girmesinde
ise bir beis görmeyen ancak, herkesin
kendi rüştünü kendi mecrasında ispatlaması gerektiğini düşünüyor. Gezici, bu
dünyanın birinci sırasında yer alanlardan
biri olarak, kültürel norm haline gelen
mesleğini bazen, özellikle düğünlerin en
coşkun anlarında adeta bir ‘ulusal kurtuluşçu’ tavrıyla sürdürmeye devam ediyor.
O artık bir ‘düğün Pop Star’ı..

Benzer belgeler

16.02.2015

16.02.2015 Berivan Aymaz:

Detaylı

13.09.2014

13.09.2014 bölge devletlerinin planıyla gerçekleştirildiğini söyleyen Elîko ile Rojava’daki durumu, olası Kürd Ulusal Kongresi’ni, Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı ve Kürd partileri arasındaki siyasi ilişkiler...

Detaylı