DİNİMİZ İSLAM Osmanlı Hakkında

Transkript

DİNİMİZ İSLAM Osmanlı Hakkında
www.dinimizislam.com
DİNİMİZ İSLAM
www.dinimizislam.com
Osmanlı
Hakkında
Künye
Sahibi:
Mehmet Ali Demirbaş
Gazeteci – Yazar
29 Ekim Cad. No:23 Kat:4
Yenibosna İstanbul
Tel: (0212) 454 38 20
[email protected]
Hazırlayan:
www.bizimsahife.org
1
www.dinimizislam.com
Osmanlı Hakkında
İÇİNDEKİLER
Osmanlı Sultanları
Önsöz
Osman Gazi
Orhan Gazi
Birinci Murad Han
Birinci Bayezid Han (Yıldırım
Bayezid)
Çelebi Mehmed Han (Birinci
Mehmed Han)
İkinci Murad Han
Fatih Sultan Mehmed Han
İkinci Bayezid Han
Birinci Selim Han (Yavuz)
Birinci Süleyman
Han (Kanuni)
İkinci Selim Han
Üçüncü Murad Han
Üçüncü Mehmed Han
Birinci Ahmed Han
Birinci Mustafa Han
İkinci Osman Han (Genç
Osman)
Dördüncü Murad Han
İbrahim Han
Dördüncü Mehmed Han
İkinci Süleyman Han
İkinci Ahmed Han
İkinci Mustafa Han
Üçüncü Ahmed Han
Birinci Mahmud Han
Üçüncü Osman Han
Üçüncü Mustafa Han
Birinci Abdülhamid Han
3
3
9
10
16
Üçüncü Selim Han
72
Dördüncü Mustafa Han
73
İkinci Mahmud Han
74
Abdülmecid Han
76
Abdülaziz Han
79
Beşinci Murad Han
84
İkinci Abdülhamid Han
85
Mehmed Reşad Han
93
Vahideddin Han
95
Osmanlıyı tanımak
95
Baba’dan tarih dersi
95
Osmanlı düşmanlığına birkaç
örnek
96
Osmanlı Sultanlarının ahlakı 96
Fatih Sultan Mehmed’e iftira 99
Şehzadeleri öldürmek
100
Yıldırım Bayezid han
102
Yavuz Sultan Selim Han
102
Timur Han
104
Dördüncü Murat
104
Kuyucu Murat Paşa
104
Âmirsiz toplum olmaz
104
Padişahlar ve hac
106
Sultanlara dua
107
Halife seçiminde şu'ra ve
tayin usulü
108
“Harem” ile ilgili romanlar
109
Bu kadar yangın tesadüf mü? 112
Osmanlı Sultanlarının Ehl-i
Beyt sevgisi
113
İnsan yetiştirmek
116
Zimem defteri
117
16
17
18
23
28
29
30
37
42
43
45
46
47
50
51
53
56
57
59
62
62
65
66
69
2
www.dinimizislam.com
Osmanlı Hakkında
Osmanlı Sultanları
Önsöz
Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’dir. Babası Ertuğrul
Gazi’dir. Bunun da babası Süleyman Şah’tır.
Oğuzların en kıymetlisi, Kayı hanın kabilesi idi. Bunun torunlarından
Süleyman Şah, Cengiz zamanında Anadolu tarafına gelip, 1229
senesinde Fırat’ta boğuldu. Dört oğlu kaldı. Bunlardan Ertuğrul Bey,
Cengizlerden uzaklaşmak için, kabilesi ile Sivas tarafına geldi. Bir tatar
ordusu ile, Selçuk sultanı Alaüddin savaş ediyordu. Selçuklulara yardım
etti. Sultan, Ertuğrul Beyin Kayı han kabilesini Ankara civarına yerleştirdi.
Sonra, beşyüz kişi ile Söğüt’e yerleşti.
Ertuğrul Gazi etrafın fethi ve İslamiyet’in yayılması için bütün gayreti
ile çalıştı. Çok cömertti, fakirlere, düşkünlere daima yardım ederdi. Yarım
asır adaletle idare ettiği bölgede Hıristiyanlara da İslamiyet’i sevdirdi.
1281 yılında Söğüt’te vefat ederek oraya defnedildi. Vefatından sonra,
küçük oğlu Osman Gazi, babası yerine emir seçildi.
Osmanlı devleti Osman Gazi tarafından 1299 da Söğüt kasabasında
kuruldu.
Devletin dini, (İslamiyet) idi. Kanunlar ve bütün sosyal işler ve
fertlerin güzel ahlakları, hep İslam dininden hasıl oluyordu. Müslümanlar
ile beraber başka dinden olanlar da, ibadetlerini, ticaretlerini serbest
yapıyorlar, rahat yaşıyorlardı. İnsan haklarına, adalete tam kavuştukları
için, çoğu Müslüman oluyordu.
Osmanlı sultanları 1517 den itibaren bütün Müslümanların halifeleri
oldular. Her işlerinde İslamiyet'e uydular. Altıyüzyirmiüç sene İslamiyet'e
hizmet ettiler. Ehl-i sünnet olup, Hanefi mezhebinde idiler. İslamiyet'i
yaymak ve Müslümanları korumak için kâfirlerle cihad yaptılar. İslamiyet'i
bozmak, Müslümanları bölmek için saldıran mezhepsizleri terbiye etmek
için çok uğraştılar. Alusi, (Galiyye)nin doksanbeşinci sayfasında diyor ki,
(Yeryüzünü salih kullarıma miras bırakırım) âyet-i kerimesinin
Osmanlı sultanlarını övdüğünü, Abdülgani Nablüsi bildirmektedir.
(Burhan) kitabı da bunu yazmaktadır.
Masonların ve İngilizlerin oyunları ile 1908 de halifelerin salahiyetleri
sınırlandı. 1922 de Devlete ve 1924 de hilafete son verildi. Azgın İslam
düşmanlarından İngiliz casusu Lawrence’in bu işlerde çok tesiri oldu.
3
www.dinimizislam.com
Osmanlı toprakları üzerinde kurulan küçük Arab devletleri, Avrupalıların
kontrolü altında kaldı. İkinci cihan harbinden sonra da, başlarına geçen
din cahili devlet adamları, İslamiyet'i içerden yıktılar. Doktor Muhammed
Savaş tarafından 1991 de Şam’da üçüncü baskısı yapılan arabi
(Müzekkiratü sultan Abdülhamid) kitabında Osmanlı devletinin
yıkılması ve İslamiyet'in yok edilmesi için, ingilizlerin hileleri ve askeri
hücumları uzun yazılıdır.
Osmanlı devleti Avrupa’da Viyana ve Karpat dağlarına kadar yayıldı.
Macaristan, Romanya, Basarabya, Kırım ve Asya’da Hemedan ve Tebriz
ve Basra Körfezi, Umman denizi sahilleri ve Afrika’da Sudan, Büyük
sahra, Libya, Tunus, Cezayir ele geçti.
Devletin kurulması ve genişlemesi savaş ile olduğu için, savaş
sanayiinde çok ileri gidildi. Avrupa’da ateşli silahları ilk olarak Osmanlılar
kullandı. Hicretin dokuzuncu ve onuncu asırlarında Osmanlı fen
adamlarının yaptıkları toplar ve koruganlar, Avrupa’da savaş tekniğinin
başlamasında numune oldu. Şimdi, Midilli, İstanbul boğazı ve Van
istihkamlarında (Mustafa ustanın yapısıdır) ve (Ali ustanın yadigârıdır)
damgaları bulunan büyük toplar turistleri hayrete düşürüyorlar. Bu
topların İstanbul’dan Bağdat, Van gibi uzak yerlere nasıl götürüldüklerine
akıl erdirilememektedir.
Fatih sultan Mehmed’in İstanbul’u almak için döktürdüğü büyük
topları (Sarıca) isminde bir Türk mühendisi ile (Urban) isminde bir Macar
döküm ustası yapmıştır. Dinamit de ilk olarak Fatih tarafından
kullanılmıştır. Gedik Ahmed paşa, İtalya’da Otranto’yu alınca güzel kale
yaptırdı. İtalyanlar bu kaleyi gördükleri zaman hayran oldular. Harplerde
böyle istihkamlar yapmaya başladılar. İran seferlerinde yüzellibin kişilik
orduların sevk ve idaresinin büyük bilgi ve maharete muhtaç olduğu
şüphesizdir. Böylece Osmanlı imparatorluğu, o zaman, Avrupa’da en ileri
devlet olmuştu.
Mimarlıktaki üstünlüğün şahitleri, büyük camiler ve medreselerdir.
Fatih camiini yapan Mimar İlyas’ın, Bayezid camiini yapan Mimar
Kemaleddin’in ve Süleymaniye ve Şahzade camilerini yapan Mimar
Sinan’ın ve daha nice mimarların büyük üstad olduklarını eserleri
göstermektedir. Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed camiinde ve türbesinde
olan çok kıymetli çinileri (Deli Mehmed usta) yapmıştır. Bunların
bazılarında (Ameli Muhammed Mecnun) imzası hâlâ görülmektedir.
Hindistan padişahı Hümayun şah, sultan Süleyman’dan inşaat ustaları
istemiş, Mimar Sinan’ın şakirdlerinden Musa usta gönderilerek
Hindistan’da Osmanlı inşaatı üzere büyük ve mükemmel binalar
4
www.dinimizislam.com
yapılmıştır. Osmanlı medreselerinde okutulmuş olan fizik, matematik ve
astronomi derslerinin kitapları ve savaş sanayiine ait yazılar Süleymaniye
kitaplığında hâlâ mevcuttur.
Osmanlılarda ziraat ve ticaret de çok ilerlemişti. Her konuda iş
bölümü yapılmış, bütün millet kendi işinde arı gibi çalışıyordu. Millet,
servet ve refah içinde yaşıyor, din kardeşi olarak sevişiliyor, devlet reisi
yani padişahlar, Peygamber vekili olarak biliniyor, ona itaat etmek büyük
ibadet sayılıyordu.
Osmanlılarda isyan, ihtilal, devrim gibi şeyler kimsenin aklına
gelmiyordu. Din düşmanlarının, haçlıların, Yahudilerin, masonların, Ehl-i
sünnet düşmanlarının, yurt dışından yaptıkları kışkırtmalarla çıkardıkları
Samavneli oğlu Bedreddin, Celali, Hurufi ayaklanmaları, milletin güç
birliği ile az zamanda bastırılmıştır.
Sultan Süleyman zamanında Mekke kadılığı ihdas edildi. Sinan
paşanın Yemen seferinden sonra, Cidde gümrüğü gelirlerinin yarısı
Mekke şeriflerine bağışlandı. Daha sonra, (Hicaz beyler beyi) isminde
valilik yapıldı. Her sene hac zamanında, halifeler tarafından Mekke
şeriflerine ve oradaki ilim adamlarına (Surre-i Hümayun) denilen
hediyeler gönderilirdi. Kırım hanları kendileri para bastırır ve Cuma
hutbelerinde Osmanlı halifelerine dua ederdi. Kırkbin askerleri olup
Moskova’ya kadar ilerlemişler, Ruslardan vergi almışlardı. 1328
senesinde Bursa’da altın para basıldı. 1395 senesinde Anadolu hisarı
kalesi yapıldı.
1516 senesinde İstanbul'da tersane kuruldu. O zamanın en büyük
gemileri yapıldı. 1526 da sultan Süleyman, Fransa’yı, himayesi altına
aldı. Haliçte yapılan Osmanlı donanması 1538 de Avrupa devletleri
birleşik donanmasına galip geldi. 1560 da Malta açıklarında haçlı
donanması yok edildi. 1579 da Takıyyüddin efendinin başkanlığındaki
heyet, yıldızları tetkik ve logaritma cetvelleri ile hesap yaptı. 1657 de
Osmanlı donanması Venedik donanmasını mağlup etti. 1723 de
Üsküdar’da Osmanlı matbaası kuruldu. 1791 de Deniz savaş okulu
kuruldu. 1827 de Osmanlı tıp fakültesi kuruldu. 1837 de Unkapanında
Mahmudiyye köprüsü, 1838 de karantina yapıldı. 1844 de Karaköy ile
Eminönü arasında Mecidiyye köprüsü yapıldı. 1852 de, (Şirketi Hayriyye)
isminde boğaziçi vapurları işletmesi kuruldu. 1856 da İstanbul ile Varna
arasında deniz altı telgraf hattı yapıldı. 1863 de Basra ile Karaşi arasında
telgraf hattı yapıldı. 1867 de Sultani liseleri, 1868 de sanat okulları, 1870
de orman ve madenler mektebi, 1871 de İstanbul tramvay ve itfaiyye
alayı, 1873 de İzmit demiryolu ve Galata tüneli yapıldı. İkinci Abdülhamid
5
www.dinimizislam.com
hanın yaptığı sayısız hizmetlerinden bir kısmı 34. maddedeki isminde
yazılıdır. Bu arada Osmanlı donanmasını en modern vasıtalarla yeniledi.
İngiltere’den sonra Avrupa’da ikinci derecede oldu.
Haydar Paşa tıp fakültesi, Viyana tıp fakültesinden sonra Avrupa’da
en ileri idi. Her bölümün laboratuvarları en yeni alet ve makinalarla techiz
edilmişti. 1931 senesinde, bu fakültede okuyanlar, Histoloji
laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her
mikroskop üzerinde sultan Abdülhamid hanın tuğrası, yani ismi oyma
olarak yazılı olduğunu söylemişlerdir. Avrupa’dan getirilen seçme
profesörlerin yetiştirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en
modern tıp bilgilerini veriyorlar. Değerli mütehassıslar yetişiyordu.
Kolağası kimyager Cevad Tahsin beyin 1903 de (Mektebi tıbbiyyeyi
şahane matbaası)nda bastırdığı kimya kitabı, bugünkü yeni bilgileri ve
analiz usullerini bütün incelikleriyle yazmaktadır. Miralay Mehmed Şakir
beyin 1901 de basılan (Dürusi Hayati Beşeriye) kitabındaki, modern tıp
bilgilerini görenler ve tıb fakültesinde hijyen profesörü Muhammed Fahri
beyin 1906 da basılan (İtam ve Tağdiyye) kitabındaki tıp bilgilerini
okuyanlar ve tıp fakültesinde kimya muallimi olan tabip kolağası Vasil
Neun beyin 1895 de basılan (İlmi Kimyayı Tıbbi) kitabını ve yine o sene
Mısırda basılan (Hulasatül Kavl fi tahlilil-bevl) kitabını okuyanlar ve
mektebi tıbbiyyeyi şahane botanik muallimi tabip Şerefeddin beyin 1888
senesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen (ilmi nebatat) kitabını
okuyanlar ve mektebi mülkiyeyi şahane ve hendese-hane fizik muallimi
Salih Zeki beyin (Hikmeti tabiye) kitabını ve bunlar gibi nice kıymetli
kitapları görenler, Sultan ikinci Abdülhamid han zamanında çok değerli
mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetiştirildiğini tasdike mecbur
kalmaktadır.
Osmanlı sultanları, ilme, fenne bu kadar ehemmiyet vererek, kıymetli
mütehassıslar yetiştirdikleri ve eserler meydana gelmesine vesile
oldukları gibi, İslamiyet'e hizmette de, Abbasi ve Emevi ve diğer İslam
devletlerini geçmiş, bu çalışmaları ile de tarihte şan ve şöhret
bırakmışlardır. Yavuz Sultan Selim han, Kâbe’nin içini süpürmeye
mahsus olan süpürgelerden birisi getirildiğinde, süpürgeyi bir taç gibi
kaldırarak başına koymuştur. Kendinden sonra gelen sultanların taçlarına
koydukları süpürge işareti buradan gelmektedir.
Kanuni Sultan Süleyman, Arafat meydanındaki tıkanmış olan su
yollarını açarak Arafatı ve Mekke’yi suya kavuşturdu. İkinci Abdülhamid
han, bu su yollarını yeniden temizleyerek ve genişleterek hacıları suya
doyurdu. Medine’deki Ayn-ı zerkayı Abdülmecid han tamir ve tevsi eyledi.
6
www.dinimizislam.com
Vehhabiler, Mekke’de, Medine’de, hiçbir kâfirin ve zalimin yapamayacağı
vahşet ile Ehl-i sünnet Müslümanları kılıçtan geçirip, Selefden yadigâr
kalmış olan bütün türbeleri, camileri, ziyaret mahallerini yıktılar.
Mukaddes makamları ve kabristanları çöle çevirdiler. İkinci Sultan
Mahmud han, vehhabi eşkıyasını def ve tard ettikten sonra, bütün bu
eserleri yeniden inşa ve mamur eyledi.
Mısır ve Yanya ve Mora gibi vilayetlerin isyanı ve yeniçerilerin kazan
kaldırmaları ve yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında
Sultan Mahmud han, Mekke ve Medine’yi ancak tamir edebilmiş,
kendisinden sonra oğlu Abdülmecid han, bunları tezyin için şaşılacak bir
himmet ve gayret göstermiştir. Hucre-i nebeviyyeye döşenmek üzere
gönderdiği Kaşi tuğlalar altına kendi el yazısı ile kendi ismini zelilâne ve
hakirâne yazmıştır. Hele Babüsselam kemerine yazılmak üzere
hazırlanan yazıdaki şahane kelimeleri kabul etmeyerek, iki cihanın
saltanatı Resulullaha mahsustur, demiştir.
Sultan ikinci Abdülhamid hanın bu mübarek beldelere ve bunların
şefaat sahibi efendisine yaptığı hürmet ve hizmetler, öncekilerin
hizmetlerini kat-kat aşmıştır. İhsanları ve hizmetleri yalnız Ümeraya ve
Ülemaya ve makamlara mahsus kalmamış, ahalinin ve fakirlerin hepsine
ulaşmıştır. Mescid-i haramı gözleri kamaştıracak derecede tamir ve
tezyin etmiş, Hatice-tül Kübranın türbesini ve Mevlidin-Nebi ile Mevlidi
Fatıma olan binaları, benzeri olmayacak şekilde ihya etmiş, Mina şehrini
su şebekeleri ile doldurmuştur. Seyyid Ahmed Rıfainin ve diğer Velilerin
türbelerini fevkalade bir himmet ile tamir etmiştir. Mekke’de Gayretiyye ve
Hamidiyye piyade kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükümet konağı
yaptırmıştır. Osmanlı halifelerinin herbirinin (Hadimülharemeyn)
olduklarını, eserleri bütün dünyaya ilan etmektedir. Vehhabi eşkıyaları,
Haremeyni şerifeyni tekrar ele geçirdikten sonra, bu paha biçilemeyen
tarihi eserleri, güzel sanatları, sinsice yok etmekte, böylece bozuk
inançları ile ve barbarca saldırıları ile İslamiyet'i içerden yıkmaktadırlar.
Sultan ikinci Abdülhamid han memleketin her köşesinde aynı şekil ve
değerde liseler yaptırdı. 1950 senesinde Bursa askeri lisesinin
kumandanı, Bursa erkek lisesini ziyarete gitmişti. Lise müdürü kimyager
Rıfat beye, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle haksızlık
olur mu?) dedi. Rıfat bey, (Bu mektebin her odası böyle güzel, havadar
ve hoştur. Ben Manastırda bu binada okudum. Sultan Abdülhamid han,
büyük şehirlerde hep aynı binaları, aynı güzellikle ve aynı metanet ile
yaptırmıştır. Bu binanın tamire ihtiyacı hiç olmadı. Halbuki, karşımızda
geçen sene yapılan ticaret lisesinin bu sene duvarları çatladı. Şimdi tamir
7
www.dinimizislam.com
ediliyor) dedi, tarihi birçok bilgiler verdi. Ankara’da, Yenişehir
istasyonundaki kayaların üstünde (Ankara lisesi) de Bursa’daki lisenin
aynı idi.
Ankara valilerinden Abidin paşa, Elmadağı’ndan Ankara’ya tatlı su
getirmek için halktan para toplamıştı. İşe başlamak için halifeden izin
istedi. İkinci Abdülhamid han, valiye gönderdiği cevapta, (Susuzlara su
vermek çok sevaptır. Dinimizin emirlerinden biridir. Bu vazife ve şeref
bana aittir. Topladığın paraların hepsini sahiplerine geri ver. Bütün
masrafı hazine-i şahanemden olmak üzere hemen işe başla. Milletimi iyi
suya kavuştur!) dedi. Az zaman içinde Ankaralılar tatlı suya kavuşturuldu.
Sultan ikinci Abdülhamid hanın Osmanlı devletini her bakımdan
ilerletmesi, güçlendirmesi, İslam düşmanlarının ve en başta İngilizlerin
harekete geçmesine sebep oldu. 1890 senesinde politik ve masonik
faaliyete geçtiler. Birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi tarafından (İttihad ve
terakki cemiyeti) kuruldu. Yedi sene sonra, haber alınarak dağıtıldı.
Birkaç üyesi Paris’te çalışmalarına devam etti. Halife, mit başkanı
Orgeneral Ahmed Celaleddin paşayı Paris’e gönderdi. Nasihatleri tesir
ederek üyelerden çoğu tevbe ettiler. Ancak Ahmed Rıza bey ve birkaç
arkadaşı nasihat dinlemediler. Haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan
paralarla daldıkları lüks hayattan, kadınlı, içkili sefahet âleminden
ayrılmak istemediler. Hele Ahmed Rıza bey, parlamento başkanlığına
getirileceği vaadinin sevinci ve sarhoşluğu içinde, Türk düşmanlarının
kuklası haline gelmişti. Halifeye karşı basın propagandasına başladılar.
1908 senesinde ikinci meşrutiyetin ilanına ve bir sene sonra da, Halifenin
tahttan indirilmesine sebep oldular. Sonradan arkadaşları, bunu
kıskanarak kendisini Millet meclisi başkanlığından attılar. Onların
düşmanı haline geldi. Cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan hatıratında,
vaktiyle küfürler ettiği ikinci Abdülhamid hanı, överek ve pişman olduğunu
bildirerek öldü.
Aynı hâl, sultan ikinci Abdülhamid hanı, tahttan indiren Talat, Enver
ve Cemal paşalarda da tecelli etti. Onun büyüklüğünü anlayamadıklarını
itiraf edip, hayatlarını hüsranla bitirdiler. 1908 senesinde devlet idaresini
ellerine geçiren gençler, cahil, tecrübesiz, dünya ve memleket
şartlarından gafil, gözü kapalı adamlardı. Kimi, telgraf memuru iken
başbakan oldu. Kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye nazırı ve
başkumandan vekili, kimi jandarma teğmeni iken dahiliye nazırı oldu.
İttihad ve terakkicilerin zulüm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının,
sultan Abdülhamid devrini aratmış olduğunda bütün tarihciler
birleşmektedirler. İttihad ve terakki cemiyeti, Türkiye’de kötü bir particilik
8
www.dinimizislam.com
hayatının başlamasına, bölücülüğe yol açtı. Particiler, birbirlerine düşman
gibi oldular. Bu yüzden balkan harbi ve birinci cihan harbi kaybedildi.
Nihayet imparatorluk parçalandı.
Sultan ikinci Abdülhamid hanın tahttan indirilmesi ile din işlerine de
fesat karıştı. İttihad ve terakki fırkasına kayıtlı olan cahiller, hatta
masonlar, din işlerinde yüksek mevkilere getirildi. İlk iş olarak, sultan
Abdülhamid hanın son şeyh-ül-İslamı Muhammed Ziyaüddin efendi,
vazifesinden alındı. Bu yüksek makama 1910 da Musa Kazım efendi
getirildi. Bu zat, koyu ittihadcı ve mason idi. Bunun gibi, İslamiyet'e
uymayan hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı ikinci Abdülhamid
han tarafından nefy edilmiş, Irak’a ve Fizan’a sürülmüş olan bölücü
kimseler, İstanbul’a getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler verildi. Bu
cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitaplarının yazılmasına,
yayılmasına, önayak oldular.
Abdülhamid han zamanında yazılan din kitapları, bir ilim heyeti
tarafından tetkik edilirdi. Tasdik edilip, izin verilenler bastırıldı. Böylece, o
tarihlerde basılan din kitaplarına güvenilir. 1909 dan sonra din kitapları
salahiyetli âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. Bu kitaplardan, ancak
vesikalar vererek, yazılanlara güvenilir. Ne oldukları belirsiz kimselerin ve
mezhepsiz din adamlarının yazdıkları bozuk kitapları okuyan Müslüman
yavruları, temiz gençler, dini yanlış öğrendiler. Böyle cahil yetiştirilen
Müslümanlardan bazıları, siyaset cambazlarının tuzaklarına düştüler.
Kendi partilerinden olmayanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yapanları
oldu. Müslümanlar arasındaki bu fitne, İslam düşmanlarının işlerine
yaradı. İngilizlerin (İslamiyet'i yok etmek) planlarının gerçekleşmesini
kolaylaştırdı.
İşte bunun için, Allahü teâlâ, Müslümanların bölünmelerini yasak
etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, birbirlerini sevmelerini, vatan
düşmanlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emretmiştir.
(Birleşmemiz kâfirleri korkutur ve Allah’ın yardım etmesine sebep olur.
Tefrikaya düşmemiz kâfirleri sevindirir ve Allah’ın gadabına uğramamıza
sebep olur) nasihati, her Müslümanın kalbine işlenmiş olmalıdır.
Osman Gazi
Sultan birinci Osman han, Ertuğrul beyin oğlu ve Süleyman şahın
torunudur. Süleyman şah, Cengiz fitnesinde Ahlat taraflarına yerleşmişti.
Osman han, Osmanlı devletinin kurucusudur. 1257 yılında Söğüt’te
doğup, 1326 da Söğüt’te vefat etti. Bursa’dadır.
9
www.dinimizislam.com
1281 yılında babası Ertuğrul bey vefat edince yerine geçti. İnegölü,
Karacahisarı Rumlardan aldı. 1299 da Konya’daki Selçuk sultanı üçüncü
Alaüddin Keykubad, Gazan hana esir olunca, Yenişehir’de Osmanlı
devletini kurdu.
Cesur, zeki ve tam bir Müslüman idi. Çok cömert idi. Şeyh Edebali
hazretlerinin kızı ile evlenip, bundan Alaüddin paşa oldu. Ömer beyin kızı
Bala hatundan da sultan Orhan oldu. Konya Selçuki sultanı Alaüddin
şahın 1288 senesinde sultan Osman’a gönderdiği takdir ve iltifat ve
nasihatlerle dolu uzun mektubu ve sultan Osman’ın edep ve nezaket dolu
cevabı, Mirat-i kâinat kitabında yazılıdır.
Ömrü, Rum kâfirleri ile savaşmakla ve İslamiyet'i yaymakla geçti.
Müslümanları rahata, huzura kavuşturmak için çalıştı. Vefat edeceği
zaman, oğlu Orhan beye gönderdiği vasiyetnamesi, İslamiyet'e olan
sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve
insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir.
Vasiyetnamenin özü şöyledir:
(Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş işlemeyesin!
Bilmediğini İslam ulemasından sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir
işe başlamayasın! Sana itaat edenleri hoş tutasın! Askerine inamı,
ihsanı eksik etmeyesin ki, insan ihsanın kuludur. Zalim olma! Âlemi
adaletle şenlendir. Ve Allah için cihadı terk etmeyerek beni şâd et!
Ulemaya riayet eyle ki, ahkam-ı İslamiye işleri nizam bulsun! Nerede
bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbal ve hilm göster! Askerinle ve
malınla gururlanma! Bizim mesleğimiz Allah yolunda cihaddır ve
maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve
cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese
ihsanda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü
teâlâya emanet ediyorum.)
Osmanlı sultanları, bu vasiyetnameye candan sarılmış, devletin
altıyüz sene hiç değişmeyen anayasası olmuştur.
Orhan Gazi
Osmanlı padişahlarının ikincisidir. 1281 yılında Söğüt’te doğdu.
Babası Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi, annesi Ömer beyin
kızı Bala Hatundur. İslam terbiyesiyle yetiştirildi. İyi bir eğitim ve öğretim
gösterilerek
büyütüldü.
Osman
Gazi’nin
kumandanları
ve
arkadaşlarından silah talimi gördü. Devrin silahlarını maharetle
kullanmasını ve muharebe taktiklerini öğrendi. Osmanlı Devletinin
kuruluşunda hizmet aldı. Küçük yaştan itibaren devletin teşkilatlanıp
10
www.dinimizislam.com
müesseseleşmesinde lazım olan tecrübelere sahip oldu.
Orhan Gazi, gençliğinden itibaren Bizans tekfurlarıyla yapılan
gazalara katıldı. Muharebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babasının ve
gazilerin takdirini kazandı.
Osman Gazi, 1299 tarihinde istiklalini ilan edince, devleti idari
bölgelere ayırdı. Orhan Gazi 1301 de Sultanönü bölgesinin beyliğine
tayin edildi. 1302 de Yenişehir ile İznik arasındaki Köprühisar’ın fethine
gönderildi. Köprühisar’ı fethedip, Çavdarlı aşiretinin Osmanlı hududuna
tecavüzlerinin önüne geçti. 1315 de Çavdar beyini esir alıp, Çavdarlı
aşiretinin suçlularını cezalandırdı. 1317 de Karatekin, Karacebeş,
Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerinin fetih harekâtına katıldı.
Muharebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babası ve gazilerin kendisine
olan güvenini daha da arttırdı.
Osman Gazi, 1320 yılından itibaren, yaşının ilerlemesi ve
romatizmasının şiddetlenmesiyle, oğlunun idaresini görmek istedi. Orhan
Gazi’yi seferlerde kumandan tayin etti. 1321 Mudanya-Gemlik Seferinde,
Mudanya’yı fethetti. Bursa’nın denizle irtibatını kesti. 1325 de Bursa’nın
güneyindeki Atranos’u fethedince, şehrin ablukasını daha da
şiddetlendirdi. 1326 yılında Bursa’nın Pınarbaşı mevkiine gelerek,
karargahını kurdu. Şehrin kalesini kuşattı. 1314 yılından beri abluka
altındaki Bursa Kalesini kurtarmaktan ve yardımdan ümidini kesmiş olan
kale kumandanı, teslim şartlarını görüşmeye mecbur kaldı. Orhan Bey, 6
Nisan 1326 tarihinde Bursa’yı teslim aldı. Osman Gazi Bursa’nın fethini
işitince memnun olup, Orhan Beyi yerine vâris tayin etti. Diğer evlatlarının
ve kumandanlarının Orhan Beye biat edip, ona karşı itaatli olmalarını
bildirdi.
Kaynakların çoğuna göre Osman Bey, Bursa’nın fethinden hemen
sonra vefat etmiş ve Gümüşlü Kümbete defnedilmiştir.
Osmanlı Devletinin ikinci sultanı olarak tahta geçen Orhan Gazi,
Alaaddin Paşayı vezir tayin etti. Devlet Merkezi Yenişehir’den Bursa’ya
nakledildi. Askeri, idari faaliyetlere ağırlık verilip, iktisadi müesseseler
kuruldu. Aşiret kuvvetlerine ilaveten “yaya” denilen piyade sınıfı orduya
dahil edildi.
Tayinlerde bulunup, Akçakoca’ya Kandıra, Kara Mürsel’e İzmit
Körfezinin güneyi ve Abdurrahman Gazi’ye de yeni fethedilen Aydos ve
Samandra’nın idaresi verildi. Bu kumandanlar, bulundukları mevkilerde
fetihlerle de vazifeliydiler.
Osmanlıların Boğaz sahillerine kadar genişlemeleri Bizansı
telaşlandırdı. Türklerin Sakarya Irmağı sahilinden Karadeniz
11
www.dinimizislam.com
istikametinde ilerlemesini durdurmak ve İznik kuşatmasını kaldırtmak için,
Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos ordu hazırladı. 1329 yılında
İstanbul’un Anadolu yakasına geçti. Floken’de karargahını kurdu. Orhan
Gazi, İznik kuşatmasına bir miktar asker bırakarak, sekiz bin kişilik
kuvvetle Bizanslılara karşı harekete geçti. Maltepe (Pelekanon)
mevkiinde düşmanla karşılaştı. 1329 Mayısında meydana gelen
Osmanlı-Bizans muharebesi, sabahtan akşama kadar sürdü. Bizans
İmparatoru bir günlük muharebenin sonunda, büyük ümitlerle
Rumeli’nden Anadolu’ya geçirdiği ordusunun, Osmanlılar karşısında
dayanamayacağını anladı. Gece karanlığından istifade etmeyi düşünen
İmparator, muharebe meydanından karargahına dönmek isterken Orhan
Gazi, fırsatı kaçırmadı. Gece muharebe şartlarını iyi bilen ordusuyla
Bizanslıları takibe geçti.
Bizans ordusu gece taarruzuna uğrayınca, paniğe kapılarak, birbirine
girdi. İmparator yaralı vaziyette canını kurtarabildiyse de, ordusu imha
edildi. Savaşı kazanan Orhan Gazi, İznik şehrinin kuşatmasını
şiddetlendirdi. Bizanslıların İznik kumandanı, Pelekanon Muharebesinin
neticesini öğrenince, artık kendisine yardım edilemeyeceğini
kestirdiğinden, Osmanlıların adaletine sığınarak teslim oldu. Kaleyi teslim
alan Orhan Gazi, ahaliden arzu edenlerin eşyalarıyla birlikte gitmesine
müsaade etti.
Ayrıca Osmanlı Devletinin tebaası olarak kalıp, yalnız cizye vermek
şartıyla, âdet ve ananelerini muhafaza edebileceklerini de ilan etti. Halkın
büyük çoğunluğu Osmanlı idaresini tercih etti.
Osmanlı Devletinin merkezi, geçici olarak İznik’e taşındı. Şehir imar
edilip, İslami eserlerle süslendi. Bundan sonra, bölgenin ticari bakımdan
meşhur şehirlerinden olan İzmit’in kuşatılması şiddetlendirildi. Bizans
İmparatoru, deniz yoluyla İzmit’in yardımına geldi. Orhan Gazi Osmanlı
Devletinin ilk sulh antlaşmasını, İzmit’in muhasarası esnasında, Bizans
İmparatoru Üçüncü Andronikos ile yaparak kuşatmayı kaldırdı.
1331 de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabaları Osmanlı ülkesine
katıldı. 1333 de Gemlik, 1336 da Kirmasti, Mihaliç ve Ulubad kasabaları
fethedildi. 1337 de şiddetli bir şekilde tekrar kuşatılan İzmit teslim olmak
zorunda kaldı. İzmit’in fethiyle Kocaeli Yarımadasının tamamı
Osmanlıların eline geçti. Daha sonra Hereke, Yalova ve Armutlu’nun da
fethedilmesiyle Osmanlı Devletinin hududu Boğaz sahiline dayandı.
Bizans’ın Anadolu ile irtibatı sadece Şile ve Boğaziçi’nde kaldı. Orhan
Gazinin Bizans’ı iyice sıkıştırması, Üçüncü Andronikos’u antlaşmaya
mecbur etti. 1341 Osmanlı-Bizans Antlaşmasına göre Anadolu’daki Şile
12
www.dinimizislam.com
ve Üsküdar Orhan Gazi’nin akıncılarından emin olmak şartı ile diğer
yerler Osmanlı Devletine kaldı.
Orhan Gazi, Karesi üzerine sefere çıktı. Balıkesir, Manyas, Edincik,
Kapıdağı ve havalisi Osmanlı topraklarına katıldı. 1354 de Gelibolu’nun
fethi ile Avrupa kıtasındaki Osmanlı toprakları devamlı genişledi.
Süleyman Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri Bolayır ve
Tekirdağ’ına kadar, bütün Marmara kıyılarına hakim oldu. Süleyman
Paşa, 1356 senesinde Doğu Trakya’ya geçerek Malkara ile Keşan ve
Çorlu’yu aldı. Bölgedeki Osmanlı hakimiyetini kuvvetlendirmek için
Anadolu’dan Türk-İslam nüfusu getirilerek iskan edildi. Rumeli
fütuhatında, Osmanlıların yerli ahaliye iyi muamelesi, din, mezhep, dil
hoşgörüsü; can, mal, ırz, emniyeti sağlaması, bölgeye sulh, sükun, huzur
ve refah getirdi.
Trakya’da bu son fetihlere kardeşi Murad Beyle devam eden
Süleyman Paşa, 1359 senesinde bir avı takibi sırasında düşerek kırk üç
yaşında vefat etti. Rumeli fethine Gazi Murad Bey devam etti. Oğlunun
vefatına ziyadesiyle üzülen Orhan Gazi rahatsızlandı. Veliahtlığa getirdiği
Murad Beye şu nasihatlerde bulundu:
“Oğul, saltanatına mağrur olma. Unutma ki, dünya, hazret-i
Süleyman’a kalmamıştır. Unutma ki, dünya saltanatı geçicidir, lakin
büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamber efendimizin
şefaatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir. Dünyaya ahiret
ölçüsüyle bakarsan ebedi saadeti feda etmeye değmediğini
göreceksin. Oğul! Rumeli Hıristiyanları rahat durmayacaktır, sen o
canibe yürü. Rumeli fethini tamamla. Kostantiniye’yi ya fethet, yahut
fethe hazırla, civardaki Türk beyleriyle mesele çıkarmamaya çalış.
Ahali her ne kadar bizi istese de başlarında bulunan beyler,
beyliklerinden geçme taraftarı gözükmez. Daha bir zaman idare
edecekler, lakin sonunda olmuş meyve gibi avucuna düşecekler.
Anadolu’da gaile çıkmazsa Rumeli işini rahat halledersin. Bu
yüzden
Anadolu’nun
sessizliğini
bozmamaya
gayret
et.
Cennetmekan babam Osman Gazi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibaret
bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allahü teâlânın izniyle beyliği
hanlığa çevirip sultanlığı ikmal ettik. Sen daha da büyüğünü
yapacaksın. Osmanlıya iki kıta üstünde hükmetmek yetmez. Zira i’layı kelimetullah azmi dünyaya sığmayacak kadar yüce bir azimdir.
Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın vârisi de biziz.
Oğul, dinimizin hükmünden ayrılma. Adaletle hükmet. Gazileri
gözet. Dine hizmet edenlere hizmeti şeref say. Fakirleri doyur.
13
www.dinimizislam.com
Zalimleri ise cezalandırmakta tereddüt gösterme. En kötü adalet,
geç tecelli eden adalettir. Sonunda hüküm isabetli dahi olsa,
geciken adalet zulümdür. Oğul, biz yolun sonuna geldik, sen daha
başındasın. Cenab-ı Mevla saltanatını mübarek kılsın.”
1360’ta rahatsızlığı artarak vefat etti. Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e
defnedildi.
Şahsiyeti nesillere örnek mahiyette olan Orhan Gazi, halim selim
olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi.
Askerlerini ve tebeasını kendisinden fazla korurdu. Muharebelerde zayiat
durumuna dikkat ederdi. Zayiata sebep olacak yerlerin fethini kuşatmayla
kolaylaştırıp, teslimini beklerdi. Çok adildi. Dini bütün bir Müslüman olup,
ülkede İslam hukukunu tereddütsüz tatbik ettirirdi. Orhan Gazi’nin İslam
ahlakına hayran olup adaletine gıpta eden Hıristiyanlar, kendi soyundan
ve dininden hanedanların yerine, Osmanlı idaresini tercih ederlerdi.
İyi bir teşkilatçı, cesur bir kumandan olduğu gibi mükemmel bir
idareciydi. İlme, âlimlere ve gönül sultanı manevi şahsiyetlere
hürmetkârdı. Âlimlerin sohbetinde bulunup, onlarla istişare ederdi. İmar
ve iskan siyasetine önem verip, devrinde fethedilen beldelere Türk-İslam
nüfusu yerleştirirdi. Osmanlı ülkesinin nüfuzunu arttırıp, devleti
müesseseleştirdi.
Devletin topraklarını altı misli büyüten Orhan Gazi’nin vefatı
sırasında Osmanlı Devleti Bilecik, Bursa, Balıkesir, Bolu ve civarı,
Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Çanakkale, İstanbul’un birkaç kalesi hariç
Anadolu yakası, Ankara, Ayaş, Beypazarı, Nallıhan, Kızılcahamam,
Haymana, Polatlı, Soma, Kırkağaç, Domaniç, Bergama, Dikili, Kınık,
Marmara Adaları, Trakya’da Tekirdağ, Lüleburgaz, İpsala, Keşan gibi
şehir ve kalelere hakim bulunuyordu.
Orhan Gazi, Sultan olunca, devlet teşekküllerini kuvvetlendirdi ve
yenilerini kurdu. Saltanatının üçüncü yılında hükümdarlık alametinden
olarak Bursa’da gümüşten akçe kestirdi. Akçenin bir tarafında Kelime-i
şehadet ile Hulefa-i Raşidinin (radıyallahü anhüm) isimleri yani; Ebu
Bekir, Ömer, Osman ve Ali yazılı idi. Diğer tarafında; Orhan bin Osman,
basıldığı tarih olan H.727 ve Osmanlıların mensup olduğu Kayı boyunun
damgası vardı.
Osmanlı Devletinde ilk fütuhatı yapanlar aşiret kuvvetleri olup, hepsi
atlı idi. Bu kuvvetler uzun süre muhasara hizmetlerinde bulanamadıkları
için muvaffakiyetler gecikiyordu. Orhan Gazi, bu yüzden Bursa’nın
fethinden sonra, askeri teşkilatta yenilikler yaptı. Türk gençlerinden daimi
ve esaslı bir yaya ordusu kuruldu. Askeri birliklerde onluk sistem tatbik
14
www.dinimizislam.com
edildi. Piyade askerler, onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldı. On
kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zabitler tayin edildi. Bin mevcutlu
kuvvetlerin başındakilere de binbaşı rütbesinde subaylar tayin edildi.
Müsellem denilen süvari kuvvetinin otuz askeri, bir ocak kabul edildi. İlk
planda biner kişilik birlikler halinde kurulan yaya ve müsellem askerlerinin
sayıları zamanla arttırıldı. Günlük birer akçe olan ücretleri, iki akçeye
çıkartıldı. Ayrıca muharebe dışında işleyebilecekleri araziler de verildi.
Timar sisteminin tatbikiyle askeri hizmete tayin edilenlerin miktarı, tertip
edilen kadroyu çok geçtiğinden, bunların nöbetle sefere gitmeleri ve
sefere gidenlere, gitmeyenlerin yardımcı olmaları kanun haline getirildi.
Sefere gitmeyenlere “yamak” denildi. Yamaklara yardım karşılığı ücret
verilirdi.
Osmanlı devlet teşkilatı ilk defa Orhan Gazi zamanında teşkil olundu.
İlk devlet teşkilatında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıların teşkilatları örnek
alınarak bir hükümet mekanizması kuruldu. Bunun esası Beylik
merkezindeki divandı. Bu divana devlet reisi olan padişah başkanlık ettiği
gibi icabında padişah adına vezir de başkanlık yapabilirdi. Osmanlı
Devletinin ilk veziri Orhan Gazi’nin tayin ettiği Hacı Kemaleddin oğlu
Alaeddin Paşa idi. Vezirler “paşa” unvanını taşırlardı. Devletin askeri ve
idari bütün işlerinde padişaha yardımcı olurlardı. Şehir ve kazalar kadı ve
subaşıların idaresindeydi. Kadı, idari ve adli; subaşı da asayişle askeri
işlere bakardı. Orhan Gazi devrinde en yüksek kadılık makamı Bursa
kadılığı olup, tayinlere de bakardı.
Orhan Gazi devrinde fethedilen beldeler, ilmi, mimari ve sosyal
tesislerle süslendi. İznik fethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk
Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik’te yaptırmış olduğu imaretin
açılışında kendi eliyle fakirlere ve gazilere aş dağıttı. Ahalisinden müslim
ve gayri müslim hiç kimsenin aç ve açıkta kalmamasına gayret etti.
Bursa’da, cami, imaret, tabhane, yol, köprü ve hamamlar yaptırdı. Hanımı
Nilüfer Hatun da; İznik’te bir imaret, Nilüfer Çayı üzerinde köprü ve
çeşme gibi pek çok hayrat inşa ettirdi. İlk Osmanlı medresesi olan İznik
Medresesinin müderrisliğine zahiri ve bâtıni ilimlerde derin âlim Davud-i
Kayseri tayin edildi.
Orhan Gazi, gazilerin yetişmesinde, yeni fethedilen yerlerin İslam
beldesi olmasında, fetih öncesi hazırlıkların yapılmasında, cihad
esnasında askerin şevke getirilmesinde büyük emekleri geçen âlimler ve
dervişlere de hürmet edip onların barınmaları ve hizmetlerini kolayca ifa
edebilmeleri için, tekke ve zaviyeler yaptırdı.
15
www.dinimizislam.com
Birinci Murad Han
Sultan Murad-ı Hüdavendigar, Osmanlı padişahlarının üçüncüsüdür.
Sultan Orhan’ın oğlu, Yıldırım sultan Bayezid’in babasıdır. 1326 da
doğdu. Bursa valisi oldu. Babası zamanında altın para basılmasında
hizmeti görüldü. 1362 de, pederi vefat edince tahta çıktı.
Selçuki devleti parçalanınca Ankara’da bir devlet kuran Ehilerin,
Konya’daki Karaman oğulları ile, Osmanlı aleyhine birleştikleri işitilince,
1362 de Ankara’yı aldı. Lala Şahin paşayı ilk serdar ve sadr-ı azam yaptı.
Çorlu, Keşan, Edirne, Gümülcine’yi alıp Bursa’ya döndü. Biga’yı aldı.
Haçlı ordusu geldiğinden Rumeli’ye geçip Sırp Sındığı muharebesini
kazandı. Tuna’ya kadar aldı. İkiyüzbin kişilik ikinci haçlı ordusu geldi.
Kosova ovasında çetin savaşı kazandı. Sırp Kralı Lazari ve
kumandanları öldü. Sırp devleti yok edildi.
1389 de, bir yaralı sırbın hâlini sorarken şehit edildi. Bursa’da
Çekirgede defnedildi. Dini bütün, adil, merhametli, faziletli idi. Otuzyedi
gaza etti.
Murad-ı Hüdavendigar Han zaferden zafere koşmuş, Anadolu'da ve
bilhassa Avrupa'da devletin hudutlarını çok genişletmiş ve babasından
bir beylik olarak aldığı ülkeyi büyük bir devlet halinde oğluna bırakmıştır.
Azim ve irade kudreti, vakar ve ciddiyeti, ahalisine karşı şefkatli
oluşu, açık ve samimi siyasetiyle içte ve dışta istikrarıyla ve mühim
askeri, adli, mali ve idari teşkilatıyla Osmanlı Devletini sağlam temeller
üzerine oturtmuştur. Güneydoğu Avrupa'ya Anadolu'dan Türk-İslam
nüfusunun naklinde tatbik ettiği şuurlu sistem, Sultan Murad Hanın
dahiyane bir siyasetidir. Fütuhatla alınan Rumeli topraklarına iskan edilen
Türk ve İslam nüfusu, Avrupa'da kalıcı bir hakimiyetin ve emniyetin
başlangıcı olmuştur.
Anadolu'da, Rumeli'nde pek çok hayır müesseseleri, dini, askeri ve
idari teşkilatlarını kuran Sultan Murad Han, tarihte kazandığı zaferlerle
olduğu gibi, yaptığı eserlerle de milletin kalbinde taht kurmuştur. Sultan
Murad Han, ihtiyaç ve lüzumunda eserler yaptırdığı gibi zaferlerin
ardından da şükran ifadesi olarak, mescid, cami, medrese, mektep,
imaret, han ve sosyal müesseseler inşa ettirmiştir. 1364 Sırpsındığı
Zaferi sonunda şükran olarak; Bursa ve Bilecik'te birer cami, Yenişehir'de
bir imaret, Çekirge'de bir imaret, medrese ile kaplıca ve han yaptırmıştır.
Birinci Bayezid Han (Yıldırım Bayezid)
Yıldırım sultan Bayezid, Osmanlı padişahlarının dördüncüsüdür.
16
www.dinimizislam.com
Murad-ı Hüdavendigar’ın oğlu ve Çelebi sultan Mehmed’in babasıdır.
1360 da doğdu. 1388 de, babası şehid olunca, tahta çıktı.
Rumeli’de ve Anadolu’da çok şehirler aldı. Macaristan’a kadar feth
etti. İstanbul’u almak için Anadolu hisarını yaptı ise de, 1388 de İstanbul
imparatoru, senede onbin altın cizye vermeyi ve şehirde bir Müslüman
mahalle ve cami yapmayı istedi. Fakat üç sene sonra, bunları yıktı.
Yıldırım, şehri on sene muhasara etti. Alman, Macar, Fransız orduları
yardıma gelirken, 1396 da Yıldırım hücum ederek Niğbolu’da hepsini
perişan etti.
1402 de, Ankara’da Timur ile savaş ederken, oğlu Süleyman
efendinin emrindeki asker Timur tarafına geçince, mağlup ve esir oldu.
Timur çok hürmet ve ikram etti ise de, kederinden sekiz ay sonra nefes
darlığından vefat etti. Bursa’ya defnedildi.
Timur, Yıldırımın ölümünü işitince, (Yazık oldu. Büyük bir mücahid
kaybettik) dedi. Çok cesur ve adil idi. İslam düşmanları, bu kahraman
mücahidi lekelemek için, içki içerdi diye iftira etti ise de, bunu bildiren hiç
bir vesika yoktur. 1394 de Bursa’da yaptırdığı (Camii kebir), İslamiyet'e
olan bağlılığının büyük bir vesikasıdır.
Yıldırım Bayezid, çevik, atılgan, cesur, zamanının hadiselerini
kavramış iyi bir kumandan ve iyi bir sultandı. Ani olaylar karşısında
soğukkanlılığını muhafaza ederek kararını verir ve ordusunu süratle
istediği yere sevk ederdi. Bu yüzden düşmanları çok ihtiyatlı
davranırlardı. Ömrünü cepheden cepheye koşmakla geçirmiş Türklüğün
ve İslamiyet’in Rumeli'de yerleşmesini sağlamıştır. Adaleti çok meşhurdu.
Her gün belirli bir zamanda herkesin kendisini görebileceği bir yere gelir
ve dört bir yandan gelen tebeasının şikayet ve arzularını dinler,
haksızlığa uğrayanların haklarını derhal iade ederdi. Kadıların
hükümlerine kesinlikle karışmaz ve kimseyi de karıştırmazdı. Âlimlerin
sohbetlerinde bulunur, onların Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren
sözlerini canla başla kabul ederdi. Evliyaya çok hürmette bulunurdu.
Osmanlı topraklarının her tarafında ilim yuvaları kurdu. Memleketin her
tarafında cami, mescid, darüşşifa, medrese, imaret ve misafirhaneler
yaptırdı. Bunlardan en meşhuru Bursa'da yaptırdığı Ulu Camiidir. Ayrıca
bütün bu imaretler için geniş vakıflar kurdu.
Çelebi Mehmed Han (Birinci Mehmed Han)
Osmanlı padişahlarının beşincisi ve Osmanlı devletinin ikinci
kurucusudur. Timur bozgununda esir olmadan Amasya’ya geldi.
Pederinin vefatından sonra, burada saltanatını ilan etti. Bursa’daki İsa
17
www.dinimizislam.com
çelebiye ve sonra Rumeli’de Musa çelebiye galip geldi.
Oniki sene aralıktan sonra 1413 yılında Osmanlı sultanı oldu.
Anadolu’daki isyanları bastırdı. Rumeli’de Macaristan’a kadar aldı.
Hereke’yi ve Gebze’yi de Bizanstan aldı. Serez’de ilhad ve isyan çıkaran
Samavne kadısı oğlu denilen şeyh Bedreddin’i yakalayıp idam etti.
1421 senesinde Edirne’de vefat edip Bursa’ya getirildi. Haremeyne
her sene Surre alayı göndermek güzel âdetini çıkarmıştır.
Çelebi Mehmed Han, makul hareket eden, sabırlı, azim ve irade
sahibi, sözüne ve vâdine sadık, nazik, vakur ve ciddi bir hükümdardı.
Yalnız dostuna değil, düşmanlarına da kendisini sevdirerek itimat telkin
etmiş ve saydırmıştır. Onun hakkında yabancı kaynaklar da iyi şehadette
bulunmaktadırlar.
Küçük ve büyük 24 muharebede bulunarak 40'a yakın yara aldığı
rivayet edilmektedir. Emellerinin en başında babası zamanındaki yerlerin
geri alınması geliyordu ki, bu gaye için çalışmış ve büyük ölçüde
muvaffakiyet elde etmiştir. Zamanının yerli ve yabancı kaynakları onun
dirayetinden, sebatkârlığından, iyi ahlakından ve daha birçok
meziyetlerinden bahsetmektedir.
Çelebi Mehmed, kısa ömrünü savaş alanlarında geçirmiş olmasına
rağmen, memleketin imarına da önem vermiştir. Bursa'da yaptırdığı cami,
medrese, imaret ve Yeşil Türbesi önemli sanat eserleridir. Caminin
karşısına yüksekçe mevkide kendi türbesini yaptırdı. Türbenin karşısına
düşen medresesi bugün müze haline getirilmiş olup, Bursa medreseleri
arasında Sultaniye adı ile meşhurdur.
Bunlardan başka Edirne'de Emir Süleyman tarafından inşasına
başlanan ve Musa Çelebi tarafından devam ettirilen Ulu Cami (Cami-i
Atik) nin tamamlanması da ona nasip olmuştur. Çelebi Mehmed, bu eski
Camiye vakıf olmak üzere Edirne'deki bedesteni yaptırmıştır.
İkinci Murad Han
Altıncı Osmanlı padişahıdır. Babası Çelebi Sultan Mehmed’dir. 1404
de Amasya'da doğdu. Çocukluğu Amasya, Bursa ve Edirne'de geçti.
Küçüklüğünden itibaren devrin büyük âlimlerinden okuyarak yetişti. On iki
yaşındayken idari ve askeri bilgileri öğrenip, tecrübe sahibi olması için,
lalası Yörgüç Paşanın yanında Amasya Valiliğine tayin edildi.
Şehzade Murad, ilk vazife yeri Amasya'dayken, 1416 da asi Börklüce
Mustafa isyanını bastırdı. 1421 de Anadolu Beylerbeyi Hamza Bey ile
İsfendiyar oğullarından Samsun'u aldı. Babasının vefatıyla 25 Haziran
1421 de Bursa'da tahta çıktı.
18
www.dinimizislam.com
Sultan ikinci Murad Han 1422 de Osmanlı Devleti için büyük tehlike
arz eden Bizans'ın entrikalarına son vermek ve Peygamber efendimiz
aleyhisselam tarafından vaad edilen manevi müjdelere kavuşmak için
İstanbul'u kuşattı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Anadolu Beyliklerini
Osmanlı Devleti aleyhine kışkırttı. Sultan İkinci Murad Hanın kardeşi
küçük Mustafa isyan ederek Karaman ve Germiyan beylik kuvvetleriyle
Bursa'yı kuşatınca, İstanbul'da kâfi miktarda kuvvet bırakıp, Edirne'ye
gitti. Edirne'den Bursa'ya geçti. Küçük Mustafa yakalanıp, cezalandırıldı.
Karaman, Eflak beyleri ve Venedikliler ile antlaşma yapıldı. Candarlı
İsfendiyar Bey itaat altına alındı.
İstanbul kuşatmasını hızlandıran Murad Han İmparatorun şehri
Venedik hakimiyetine teslim edebileceği ihtimaliyle 22 Şubat 1424 de
Bizanslılarla antlaşma yaptı. Bu antlaşma ile Ege ve Karadeniz kıyılarını
Osmanlılara terk eden Bizanslılar, yıllık otuz bin düka altın vermeyi kabul
ettiler. Anadolu'da İzmir, Menteşe ve Teke beylikleri Osmanlı
hakimiyetine geçti. Germiyan beyliği, Osmanlı Devletine katıldı.
1425 de Selanik'i ele geçiren Venedikliler Osmanlılara karşı Macarlar
ile ittifak kurdular. 1426 da Batı Anadolu'dan hareket eden Türk
denizcileri, Venediklilere ait Eğriboz, Modon ve Koron'a sefer yaptılar.
Osmanlı-Venedik Harbi 1425-1430 yılları arasında devam etti.
Venediklilerin batı ve doğu devletleriyle ittifak kurmasına rağmen, Sultan
İkinci Murad Han Şubat 1430'da Selanik'i fethetti. Venedik donanması
Gelibolu'da Türk donanmasına taarruz ettiyse de müthiş bir bozguna
uğradı. Temmuz 1430'da Osmanlı-Venedik Harbine son veren Lapseki
Antlaşması imzalandı. Selanik Osmanlılarda kaldı. Venedikliler yıllık
vergiye bağlandı.
İtalyanların hakimiyetindeki Yanya'da ahali despot kavgalarından
bıkmıştı. Yanyalılar Selanik'te bulunan Osmanlı Sultanı İkinci Murad
Hana müracaat edip, Türk adaletine sığınarak hürriyet istediler. Rumeli
Beylerbeyi Sinan Paşa, ahalinin hürriyetine dair Sultan Murad Hanın
fermanını getirince, şehrin anahtarı Osmanlılara teslim edildi. Böylece
1431 de Yanya ve çevresi de Osmanlı hakimiyetine girmiş oldu.
Balkanlarda ahalinin Osmanlı adaletini, kendi ırk, din, dil ve kültüründen
olan idareye tercihi, başta Papalık olmak üzere Hıristiyan kral, despot ve
prenslerini telaşa düşürdü. Balkan milletlerinin Osmanlı idaresini tercih
etmelerinin önüne geçmek için, içeride ahaliye zulüm, dışarıda da diğer
devletlerle ittifak kurdular. Türkü Türke düşürmek için, hakimiyet
mücadelesindeki Anadolu beyliklerini Osmanlılar üzerine saldırtırken,
Papanın da teşvikiyle büyük bir Haçlı ordusu kurmak için hazırlıklara
19
www.dinimizislam.com
başladılar.
1435 de Karamanoğlu İbrahim Bey yola getirildikten sonra İkinci
Murad Han Rumeli'ye geçti. Akıncı Beyi Ali Bey'e Macaristan'ı vurma
emri verildi. 1437 de Ali Bey'in kırk beş gün süren Macaristan akınında,
Demirkapı geçilerek Erdel'e girildi. Akıncılar Macar şehirlerinin askeri
mevkilerini tahrip edip, yetmiş bin esir alarak, pek çok ganimetle
döndüler. Osmanlılara karşı düşmanca tavır alan Sırp kralı Brankoviç'ten,
1439 da ülkesinin başşehri Semendire'nin anahtarı istendi. Brankoviç,
Osmanlı teklifini kabul etmediği gibi ayrıca ordu hazırlattı. Osmanlıların
taarruz harekâtını haber alan Brankoviç, Semendire'nin müdafaasını
oğluna bırakıp, Macar kralına sığındı. Üç ay kuşatmadan sonra
Semendire kalesi 27 Ağustos 1439 da fethedildi.
Almanya imparatoru ve Macaristan kralı İkinci Albert, Semendire'yi
kurtarmak için sefere çıktı. Macaristan seferi kumandanlarından İshak
Bey ve Osman Çelebi kumandasındaki Osmanlı ordusuyla karşılaşan
İkinci Albert, muharebe başlamadan ordusuyla kaçmaya başladı. Macar
ordusunun müthiş bir bozgun havasıyla kaçışı, İkinci Albert'i de korkuttu.
Albert bu telaş içinde canını zor kurtardı. Bu seferden ürken Bosna kralı
Tvartko yıllık yirmi bin düka altın vergisini, yirmi beş bin düka altına
çıkardı.
1441 de Belgrad kuşatmasının neticesiz kalışı Avrupalıları
ümitlendirip, yeni bir ittifaka heveslenmelerine sebep oldu. Macarların
milli kahramanı Hunyadi Yanoş'un Bosna'ya girişi, Balkan
hükümdarlarının ve Anadolu beyliklerinin Osmanlılara karşı birleşmesine
yol açtı. Bu sırada İkinci Murad Hanın Karamanoğulları meselesiyle
meşgul olmasından istifade eden Haçlı ordusu, 1443 de Tuna'yı aşarak
Sofya ve Niş'i aldı. 1444 de Yalvaç Muharebesinde iki taraf da kesin bir
üstünlük kuramadı. Haçlılar, geri çekildiler. Neticede 12 Temmuz 1444 de
Macarlarla on yıl süreli Segedin Sulh Antlaşması imzalandı.
Sultan İkinci Murad Han, Segedin Antlaşmasından sonra; Hacı
Bayram-ı Veli'nin İstanbul'u fethedeceğini işaret buyurduğu oğlu Mehmed
(Fatih) lehine; ''Sağlığımda oğlumun padişahlığını göreyim'' diyerek
saltanattan çekildi. Osmanlı tahtına on iki yaşındaki İkinci Mehmed Hanın
geçirilmesi on yıllık Segedin Sulh Antlaşmasına rağmen, başta papalık ve
Macarlar olmak üzere Avrupa Devletini ümitlendirdi. Osmanlılara karşı
birleşerek hazırlıklarını süratle tamamladılar. Hunyadi Yanoş, Segedin
Antlaşmasını bozarak, yanında papalık kuvvetleri de olduğu halde, büyük
bir Haçlı ordusuyla hareket etti. On iki yaşındaki Sultan Mehmed Han,
ömrünün yirmi sekiz yılını muharebe meydanlarında geçiren babası ikinci
20
www.dinimizislam.com
Murad Hanı yaşından ümit edilmeyecek ifadelerin bulunduğu tarihi davet
mektubu ile tahta geçmeye çağırdı. İkinci Murad Han, Manisa'dan
Edirne'ye geldi.
Murad Hanın kumandayı ele almasından sonra, tecrübe, dirayet ve
askerlerin içten bağlılığının da verdiği kuvvetle, Varna'da Haçlılara karşı
İslam-Türk tarihinin en muhteşem zaferlerinden biri daha kazanıldı.
Tekrar tahta çıkan Murad Han, ilk seferini Bizans imparatorunun kardeşi,
Mora despotu Konstantin'in tecavüzkârane faaliyeti üzerine yaptı. Despot
Konstantin'den, Mora'da tecavüzleri durdurması ve işgal ettiği araziden
çekilmesi istendiyse de reddedildi. Elde edilen bilgiler neticesinde
Turahan Bey kumandasında öncü akıncı kuvvetleri gönderildi. Sultan
Murad kumandasındaki asıl Osmanlı ordusu 1446 da Korent ve
Balyabadra'yı zaptetti. 1447 de Arnavutluk isyanı bastırıldı.
Macarların milli kahramanı Hunyadi Yanoş, Varna Muharebesi
mağlubiyetinin lekesini silmek için Macarlardan başka Eflak, Bohemya ve
Almanya'dan kuvvet toplamıştı. Asi Arnavutluk Beyi dönme İskender ile
de ittifak kuran Hunyadi Yanoş kendisiyle beraber olmayan Sırbistan'ı
işgal edip, Tuna'yı geçti. Haçlı ittifakına karşı cephe alan Sultan Murad
Han, Türk İslam ananesince muharebeden önce antlaşma teklif ettiyse
de Haçlılar kabul etmedi. 17 Ekim 1448 de başlayan ve üç gün devam
eden meydan muharebesi Haçlıların bozgunu ile neticelendi. Hunyadi
Yanoş canını güçlükle kurtarabildi. Murad Han, 1450 de Arnavutluk
seferine çıktıysa da tamamlayamadı. 3 Şubat 1451 tarihinde vefat etti.
Vasiyetnamesini tanzim edip vezirlere şahitlik ettirdi. Bursa'ya defnedildi.
Türbesi, Bursa'da Muradiye mahallesinde yaptırmış olduğu cami
yanındadır.
Sultan Murad, büyük bir sarsıntıdan yeni çıkmış olan devletin
hükümdarı olduğu zaman çok gençti. Anadolu'da Timur Hanla yeniden
ortaya çıkan Türk Beyliklerinin; Rumeli'de ise devletin zaafından istifade
etmek için fırsat gözleyen Balkan ve Avrupa devletlerinin korkunç
ihtiraslarıyla karşı karşıya idi. Bizans, devletin başına her gün yeni bir
gaile, bir iç buhran açmak için sinsi sinsi çalışıyordu. Böyle buhranlı bir
devirde devlet idaresini eline alan Sultan Murad Han, hayatı boyunca,
Anadolu'da Türk birliğinin kökleşmesi için çalıştı. Rumeli'de tabii hudutlar
içinde yaşamayı tercih etmesine rağmen, memleket menfaati icap ettiği
vakit asla vazifeden kaçmayacak ve hayatını bu uğurda fedadan
çekinmeyecek kadar cesur, metin, iradeli, azimkâr idi.
İç ve dış gailelerle geçen hükümdarlık hayatı sonunda, sadece siyasi
ve askeri bakımdan değil, medeniyet bakımından da yeniçağı açacak
21
www.dinimizislam.com
olan oğlu Sultan Mehmed'e mamur ve her türlü ilmi gelişmeye hazır bir
ülke bıraktı. Murad Han, ince ruhlu, hassas, lütufkâr adil, merhametli olup
sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet
adamıydı. On iki yaşında şehzade iken başlayan muharebe hayatı,
vefatına kadar devam etti.
İlmi sohbetleri sever, âlimleri himaye eder ve onların ihtiyaçlarını
karşılardı. Haftanın iki gününü ilim meclisinde sohbetle geçirirdi.
Kendisinin de ilmi ve ibadeti çok; zühd, vera ve takvası pek fazlaydı.
Hemen bütün ömrünü gaza meydanlarında geçirdiği halde, imar
işlerine ehemmiyet verip çok eser bıraktığı için Ebü'l-Hayrat diye anıldı.
Bursa, Edirne ve başka şehirlerde, yoksullar için imaret ve ulema için
medrese yaptırdı. Edirne'de darülhadis ve buna gelir olarak Tahtakale
Hamamı, Alacahamam ve Üç Şerefli Camiini yaptırıp, bunları birçok
vakıflarla destekledi. Bursa'da Muradiye semtinde cami, medrese ve
imaret yaptırdı. Edirne'de Ergene civarında bir köprü yaptırıp, Uzunköprü
kasabasını kurdu. Selanik ve İpsala'da da camiler inşa ettirdi. Her yıl
Kudüs, Halil-ür-Rahman, Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevvere
yoksulları için otuz beş bin altın gönderirdi. Ankara bölgesinde Balıkhisarı
adlı büyük bir subaşılığın köylerini Mekke yoksullarına vakfetmişti.
Bulunduğu şehirde her yıl on bin altını kendi eliyle seyyidlere
paylaştırırdı. Tebeasının hakkına ziyadesiyle riayet eder, kul hakkından
pek sakınırdı. Babası Çelebi Sultan Mehmed Handan kalma, Mekke-i
mükerreme ve Medine-i münevvere fakirlerine hediye gönderme âdetini
devam ettirdi.
İlme ve âlimlere çok hürmet edip evliyaya izzet ve ikramda kusur
etmediği için memleketi âlim ve evliya yurdu oldu. Herkesin duasını aldı,
pek kıymetli eserlerin yazılmasına, tercüme edilip Türkçeye
kazandırılmasına ve kıymetli ilim müesseselerinin inşâsına vesile oldu.
Yazılan eserlerde açık bir dil kullanılmasını emrederek Türkçe yazmak
hususunda titizlik gösterdi. Devrinde Osmanlı sarayı, âlim ve şairlerin
buluştuğu bir yer oldu. Büyük âlim Molla Yegan bile ona hac dönüşünde
hediye olarak, Fatih'in hocası âlim Molla Gürani'yi getirmişti. Bu husus
hiçbir milletin kültür tarihinde rastlanılmayan eşsiz bir hadise olup, ikinci
Murad Hanın ilme verdiği değeri de gösterir. Osmanlı Devletinde
devrinde en çok eser yazılan padişah olması bakımından dikkat çeker.
Gerçekten onun devrinde pek çok eser yazılmış ve Osmanlı sarayı
eserler hazinesi durumuna gelmiştir.
Devrinde görülen geniş tabanlı bu kültür faaliyeti sonraki asırlara da
temel teşkil etmiştir
22
www.dinimizislam.com
Fatih Sultan Mehmed Han
Osmanlı padişahlarının yedincisidir. İkinci Murad hanın oğlu, ikinci
Bayezid hanın babasıdır. 1429 da Edirne’de doğup, 1481 de Gebze’de
vefat etti. Türbesi Fatih camii yanındadır.
1451 de padişah oldu. Bosna Herseki ve birçok yerleri aldı. 1453
Mayıs ayının yirmidokuzuncu Salı günü İstanbul’u Bizans Rumlarından
alarak, orta çağa son verdi. Ayasofya kilisesini cami yaptı. Kıyamete
kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakf eyledi. Fakat, 1935 Ramazan
ayında müze yapıldı. 1990 Ramazan ayında, bir kısmı ibadete açıldı.
Ayasofya [Sainte Sophie] camii, İstanbul'da, Topkapı sarayı yanındadır.
Fatih camii, Yedikule camii, Kireç iskelesi camii, Şehremini camii ve
Rumeli-hisarı, Fatih sultan Mehmed’in Türklere bıraktığı yadigârlarının en
kıymetlilerindendir. Ayvansaray’da Tahta-minare ve Aksaray’da Horhor
çeşmelerine bitişik Hindiler tekkesi mescidlerini de Fatih yaptırdı. Havan
topunu ilk yaptıran Fatih’tir.
Fatih sultan Muhammed, Kasım paşada Divanhane mescidini de
yaptırmıştır. Sultan Süleyman, bu camiin etrafına bir saray ve bir
divanhane yaptı. Osmanlılarda ilk tersaneyi 1516 da Yavuz sultan Selim
han yapmıştır. Okmeydanı camiini de Fatih yaptırmıştır. İstanbul’u
kuşatınca, yetmiş gemiyi Balta limanından kızaklarla karadan Kasım
paşaya indirdi. Bir sene sonra Bayezid kulesinin olduğu yerde, ilk Türk
sarayını yaptırdı. Bu büyük saraya (Eski saray) denir.
Batılı gözüyle Fatih:
Büyük devlet ve ilim adamı olan Fatih, en büyük düşmanlarının
gözlerini
kamaştıran
padişahtır.
Eserlerinde
ondan
takdirle
bahsetmişlerdir. Fetih sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin
bir keresinde şöyle demiştir:
“Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekası, daimi bir çalışma
halindeydi. Çok cömertti. Her işte fevkalade atılgan, hatta cüretkârdı.
Seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi. Soğuğa, sıcağa, açlığa,
susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi. Zevk
ve sefadan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu. Her
gün bir müddet okurdu. Roma tarihi, başka devletler tarihi, Laerce, TiteLive, Herodot, Quinte-Curce, Papaların, Alman İmparatorları ile Fransa
ve Lombardiya krallarının vak’aları okuduğu tarihler arasındaydı.
Avrupa’daki bütün devletleri tanırdı. Özellikle İtalya’nın coğrafyasını en
ince noktasına kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı.
Askeri ve coğrafi ilimlerle isteyerek meşgul olur, araştırmalar, incelemeler
23
www.dinimizislam.com
yapardı. Tabiiyyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin ve
bölgenin menfaatlerine kullanmakta maharetliydi.”
Diğer bir İtalyan tarihçi Langusto, İstanbul’un fethinden sonra şöyle
yazmıştır:
“Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silahlar
kuşanmış, asil tavırlı, çok az gülen, devamlı öğrenmek ihtirası ile yanan,
cömert ve iyi kalbli, gayelerine ulaşmakta inatçı bir hükümdardı. En çok
harp sanatına meraklıydı. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir
araştırmacıydı. Sefahat düşkünlüğü olmayıp, kötü âdetleri yoktu. Nefsine
hakim ve uyanıktı. Her şarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihan devleti
peşindeydi.”
Alman müsteşrik Franz Babinger, (Mehmed-II der Eroberer und
seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende) adlı eserinde şöyle
yazmaktadır:
“Türk dünyası için Fatih günümüze kadar, bütün imparatorların en
büyüğü olup, beşer tarihinde başka her hangi bir şahsın kendisiyle
mukayese edilmesi zordur. O Türk milletine, bütün tarihinin en harikulade
ve en yaklaşılması gayr-i kabil şahsiyet olarak takdim edilmiştir. Batı
âleminin mukadderatı, Fatih Sultan Mehmed’in görünmesiyle sarih bir
şekilde işaretlenmiştir. Kudretli şahsiyeti, büyük Avrupa sahalarının dış
görünüşünü derinden değiştirmiştir. Ortaçağdan çıkarken insanları ve
dünyayı görüş tarzında, Fatih’in şahsiyeti, zekâları tesir altında
bırakmıştır.”
Fatih’in sayısız vasıflarından bazıları
Fatih’in ölümü, Türk milletini büyük mateme gark etti. Ölüm haberi
Roma’ya ulaşınca, İtalya’da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldı. Papa
bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldırıp, şükür âyini yapılmasını
emretti.
Türk tarihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle
doludur. Fatih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir.
Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır. Onun
için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp’ta ve
Şark’ta çok şeyler söylenmiştir. Tetkik edildikçe derinleşen, derinleştikçe
deryalaşan bu cihangirin sayısız vasıflarından bazıları şunlardır:
Fatih Sultan Mehmed, soğuk kanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en
güzel misalini, Belgrad Muhasarası sırasında, askerin gevşediğini
gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi.
İstanbul Muhasarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını
denize sürmesi bu cesaretinin büyük örneğidir.
24
www.dinimizislam.com
Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük
işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim,
sabır ve sükunetle hazırlayan bir insandı.
Çok merhametli ve müsamahalıydı. Kendisine elli gün mukavemet
eden, birçok Müslümanın şehid edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve
onun sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamıyacağı
genişliktedir. Halbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan,
zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini
haklı görürdü. Fatih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi. İstanbul’a
girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla
alicenaplığını gösteren cihangir, şu sözlerle patriği teselli etti: “Ayağa
kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu andan itibaren
artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden
korkmayınız!”
Fatih, gayri müslim tebeasının din ve mezheplerine asla dokunmadı,
herkesi vicdani inanışında serbest bıraktı. Fatih, İstanbul’un imarında
ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini kullandı. Bu sırada
biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkanını sağladı. Bu
müsamaha o devir dünyasının hayalinden bile geçirmediği bir olgunluk
eseriydi.
Askeri ve siyasi sahada eşsiz bir deha idi. Askeri alanda başarısının
ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi.
En küçük itaatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde
cezalandırırdı. Ordusunu, plansız, düzensiz hareket ettirmez, macera
hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada
yapmış oldukları akınlarını, planlı bir fütuhat haline getirdi ve devletini,
sistemli bir idarecilik şuuruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı.
Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler,
memleketin coğrafi işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gayeye ulaşmak için
de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup
dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plana göre
yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lazım geldiğini bilerek
hareket etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle neticelenmesini
sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruatını hazırlardı.
Kumandanlığı ile diplomatlığı daima beraber hareket ederdi. Hangi devlet
üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münasebetlerini,
zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münasebetlerini en ince
noktasına kadar tetkik eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en
kuvvetli zamanında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarına bile
25
www.dinimizislam.com
haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma
sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım” sözü
meşhurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca
sebeplerinden sayardı.
Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa’da bazen
birkaç cephede beş, on hatta daha fazla devletle birden harp halinde
bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini
bölmenin, siyasi müzakereler, vaatler ve geçici tavizlerle müttefikleri
birbirinden ayırmanın kolayını bulurdu.
Casuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili
hareketleri müzakere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma
teşkilatına da sahipti. Almanya’da yerlilerden elde edilmiş casusları da
vardı. İtalya ise, son derece gizli ve daimi bir Türk haber alma servisiyle
örülüydü. Fatih’in, bu teşkilatı sayesinde düşmanlarından günü gününe
haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı.
Fatih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekamül ettirmişti. Ordunun
silahları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin
yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekamül etmiş şekilde kurucusu
Fatih’tir. Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişahtır. Fatih’ten
önce, top, bütün dünyada, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için
kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan
muharebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fatih, bütün bunları
akıl ederek, o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına
yöneldi. Topların balistik ve mukavemet hesaplarını kendisi yaptı.
Piyadeye de, öncesine nispetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu esas
bakımından bir süvari ordusu olmaya devam etmişse de, yeniçeri ve
azab gibi piyade sınıfları, Fatih devrinde önem kazandı.
Fatih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet
verirdi. Zihniyeti ve tabiatı itibariyle ileri hamleden hoşlanan, terakki ve
medeniyetten zevk alan bir padişahtı. Tıpkı askeri fetihleri gibi, ilim adına
açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem
orduya kendisi serdar oldu. Yeni devletin kurulması planının icrasında
eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maarif
sistemini kanunla tanzim ederek ulema sınıfı diye tanınan ve idarenin
temelini meydana getiren diyanet ve hukuk kurumlarını teşkilatlandırdı.
Devlet idaresini ve bunun ilmileştirilmesini esas aldı.
Akli ve nakli ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve
onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük
âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev,
26
www.dinimizislam.com
tefsirde Molla Gürani, Molla Yegan, Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu,
kelamda Hocazade, zamanının büyük âlimlerindendi ve ülkesine
dünyanın dört bir tarafından âlimler akın ederdi.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih, hocası Akşemseddin’in elini öpüp,
tahtı tacı bırakıp derviş olmak istedi. Akşemseddin bu teklifi reddederek,
devlet işlerine memur edilen padişahın asıl vazifesini yapmamış
olacağını, din-i İslam ve adaletle memleketi ve dünyayı idare etmenin
daha makbul olduğunu; aksi halde din ve devletin zarar göreceği için,
ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi. Bunun üzerine Allah
aşkı ile yanan kalbinin ateşini de şiirleriyle ortaya döktü.
Fatih Sultan Mehmed, kelam ve matematik ilminde devrinin en büyük
otoritelerinden biriydi. Bizanslı tarihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı,
balistik sahasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır.
Fatih Sultan Mehmed, teşkilatçı ve imarcı idi. Devlet idaresini tam bir
intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe İslam’ın
esaslarına uygun kanunlar ve fermanlar yayınladı. Tanzimat dönemine
kadar Osmanlı Devletinin temel kanunu olarak mer’iyyette kalan Fatih
Kanunnamesi çok mühim bir eserdir. Padişahın görüşleri alınarak
sadrazam Karamani Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli
kanunnameyi, Nişancı Leyszade Mehmed Çelebi kaleme almıştır. Kanuni
Sultan Süleyman devrinde hazırlanan kanunnamede de bu eser esas
alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilatı, Fatih
devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderun Mektebini kurarak
memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.
Fatih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temasa büyük önem verdi.
Oğlu Sultan İkinci Bayezid de Türk medeniyetini ilerletmek hususunda
babasını takip etti. Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen
medeniyet hareketlerinin benzeri, Fatih devrinde Osmanlılarda tahakkuk
etti. Fatih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü
çok iyi takip etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması
sebebiyle, Avrupa’dan bir şey alma ihtiyacını duymamıştır.
İstanbul’un imarına çok önem veren Padişah, saray, camiler,
medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkan
yaptırarak vakfetti. Büyük camilerin yanındaki medreselerin haricinde 24
medrese, 12 han, 40 çeşme ve Halkalı Su Tesisatı ile iki gemi tersanesi
ve kışla yapılan binalar arasındadır. İstanbul imar olunurken, diğer
taraftan Bursa, Edirne gibi şehirlerde imar faaliyetleri büyük bir hızla
devam etti. Bu devirde Bursa’da 37, Edirne’de 28 ve sair şehirlerde 60
cami yapıldı.
27
www.dinimizislam.com
İkinci Bayezid Han
Sekizinci Osmanlı padişahıdır. Fatih Sultan Mehmed’in iki oğlundan
büyüğüdür. 1447 yılında doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla
yetiştirilen şehzade Bayezid, devrin en kıymetli âlimleri elinde tahsil
gördü. Küçük yaşta, Hadım Ali Paşa nezaretinde Amasya valisi oldu. 16
yaşında da 1473 Otlukbeli savaşına sağ kol kumandanı olarak katıldı.
Babası Fatih, 3 Mayıs 1481 tarihinde sefere giderken Gebze’de vefat
edince, 20 Mayıs 1481’de tahta çıktı.
Önce iç isyanı bastırdı, birliği sağladı. 16 Ocak 1482’de
Venediklilerle bir antlaşma imzalayıp Hıristiyan birliğini bozarak, en
kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı. Böylece, zahiren de olsa, onların
dostluğunu temin ederek, 17 yıl Osmanlılar aleyhindeki teşebbüslere
seyirci kalmalarını sağladı.
Boğdan Voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte
faaliyetleri üzerine 1484 yılında bu ülkeye karşı sefere çıkan Bayezid, 15
Temmuz'da Kil’i ve 11 Ağustos’ta Akkerman Kalesini fethetti.
Sultan Bayezid, Osmanlı Devletinin dış politikasına başka bir yön
verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi Bali Bey
kumandasında 40 bin kişilik akıncı birliği Lehistan’a Osmanlı tarihinin en
büyük akın hareketlerini gerçekleştirdiler. Bu arada Venediklilerin Mora
üzerine tecavüzi hareketlerde bulunması üzerine de Sultan, 1499 da
Mora seferine çıktı. 25 Ağustosta İnebahtı, 9 Ağustos 1500 de Modon ve
16 Ağustosta Koron Venediklilerden alındı.
Bayezid Han batıda daha önemli fetihlere başlama noktasındayken,
doğuda büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. Bu sebepten Osmanlı
Sultanı 1502’den sonra zamanını Safevi hükümdarı Şah İsmail’in türlü
entrikalarını karşılamaya hasretti.
Sultan Bayezid son zamanlarında, oğlu Selim’e; “Adaletten ayrılma,
acizlere ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster,
herkesin sana ram olmasını istiyorsan ulemaya çok saygı göster; zaruret
olmadıkça kimseye sert davranma” diye nasihat ettikten sonra, çok dua
etti ve Allahü teâlânın mübarek etmesi dileğiyle saltanatı ona teslim etti.
Bayezid Han, daha sonra Dimetoka’daki saraya giderken Abalar
köyü mevkiinde hastalanarak 26 Mayıs 1512 günü vefat etti. Kabri
İstanbul’da Bayezid’deki caminin yanındaki türbededir. İlim sahibi, takva,
adalet ve merhametten ayrılmayan vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah
olduğu için Veli Bayezid olarak bilinir. Bayezid meydanında kendi
külliyesi ile birlikte camiinin inşası bitince Padişah: “Her kim ömrü
boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk
28
www.dinimizislam.com
Cuma namazında imam olsun!” buyurmuştu. Bu hususta kendisinden
başka kimse çıkmamış, sulhte ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için
namazı kendisi kıldırmıştır. Sultan Bayezid’in mührünü taşıyan sayısız
yazma eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde bulunması onun kültür
faaliyetlerini açıkça göstermektedir.
Bayezid Han vaktinin çoğunu mütalaa ile geçirir, okuduğu kitaplar
hakkında düşüncesini yazardı. Namına çok eser yazılmıştır. O, eserlerin
açık ve anlaşılır bir dil ile yazılmasını emrederdi. Bu yönüyle Türk diline
verdiği ehemmiyet ortaya çıkmaktadır.
Bayezid Hanın âlimliği, şairliği, hat sanatkârlığı, ilim ve şiir erbabına
gösterdiği saygı ve sevgi, Fatih Sultan Mehmed’in oğluna yakışır
derecedeydi.
Sultan İkinci Bayezid Hanın otuz seneden fazla süren saltanatı
boyunca, sulh ve sükunu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar
yapması, kendisinden sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selim Hanın
fasılasız seferler ile meşgul olmasına vesile oldu. Zamanında yeniçeri
ocağını genişletti. Ağa bölükleri kuruldu. Donanmaya ehemmiyet
verilerek, yelkenli savaş gemileri yapıldı ve gemilere uzun menzilli toplar
yerleştirildi. Timar teşkilatında değişiklik yapıldı. Sultan Bayezid bir
taraftan devlet teşkilatını sağlamlaştırarak halkın huzur ve sükununu
temin etmek için uğraşırken, diğer taraftan doğudan batıya kadar bütün
müslümanların meseleleri ile ilgilendi.
Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı
en önemli eserler arasında Amasya’da medrese, cami ve zaviye,
Edirne’de bir darüşşifa ve İstanbul’da Bayezid Camii, medrese ve imareti
başta gelmektedir
Birinci Selim Han (Yavuz)
İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü ve Osmanlı padişahlarının
dokuzuncusudur. İkinci Bayezid hanın oğlu, sultan Süleyman hanın
babasıdır. Hilafeti Osmanlı padişahlarına bağlayan budur. 1470 de
doğup, 1520 de vefat etti. Fatih’de sultan Selim camii bahçesindedir.
1514 de Çaldıran’da İran şahı İsmaili Safeviyi mağlup ederek, bozuk
inanışlarının yayılmasını önledi. Böylece İslamiyet'e büyük hizmet etti.
Tebriz’i de aldı. 1516 da İstanbul'da ilk tersaneyi yaptı. Burada
gemiler inşa edildi. 1517 de Mısır’ı aldı. Haremeyni şerifeyn de ele girmiş
oldu. Hutbelerde, (Mekke ve Medine’nin hizmetçisi) diye ismini okuttu.
Mısır’daki son Abbasi halifesi olan Yakub bin Müstemsik-billahdan
emanetleri alarak halife oldu. Böylece Halifelik Osmanlılara geçti. Büyük
29
www.dinimizislam.com
donanma yaptı. 1520 de Çorlu ovasında hastalanarak vefat etti.
Sekiz buçuk senede devleti iki kat büyüttü. Yavuz adını kazandı.
Türbesinin yanındaki bir türbede, kızı Hatice sultan ile bunun da kızı
Hanım sultan vardır. Başka bir türbede, sultan Süleyman’ın validesi
Hafsa sultan ile sultan Süleyman’ın üç oğlu Murad, Mahmud ve Abdullah
efendiler vardır. Bir türbede de sultan Abdülmecid han medfundur. Kızı
Şah sultan, Davutpaşa’da bir cami ve tekke ve Eyyub’de Bahariyye
caddesi ile deniz arasında (Şah Sultan camii)ni ve yanında, ilk şeyhi
Merkez efendi olan tekkesini 1555 de yaptırmış olup, bu cami yanındaki
türbededir.
Selim hanın kız kardeşi Gevher Müluk sultanın kızı Nesli-şah sultan,
Edirnekapı’da ve İstinye’de birer cami yaptırmıştır. Zevci İskender bey ile
birlikte Eyyubde zal Mahmud paşa camii yanındadır. Gevher Müluk
sultan ve zevci Muhammed bey de buradadır
Birinci Süleyman Han (Kanuni)
Kanuni sultan Süleyman, İslam halifelerinin yetmiş beşincisi ve
Osmanlı padişahlarının onuncusudur. Yavuz sultan Selim hanın oğlu,
ikinci Selim hanın babasıdır. 1494 senesinde doğup, 1566 da vefat etti.
Süleymaniyye camii yanındaki türbededir. İkinci Süleyman ve ikinci
Ahmed han da bu türbededirler.
1520 de halife oldu. Onüç kere cihad yaptı. Hepsinde zafer kazandı.
Yaptığı donanma, Avrupa’da birinci idi. Atlas okyanusundan Umman
denizine kadar ve Macaristan, Kırım ve Kazan’dan Habeşistan’a kadar
geniş yerleri, Allahü teâlânın dini ile, adalet ile idare etti.
Almanya İmparatoru ve İspanya kralı olan Şarlken yani beşinci Şarl
1526 senesinde Fransa’ya saldırdığı zaman, Fransızlar Osmanlı
devletinden yardım istedi. Sultan Süleyman, Barbaros Hayreddin paşayı
büyük bir donanma ile imdada gönderdi. Şarlken, Fransa ile sulh
yapmaya mecbur oldu. Karada da, sultan Süleyman’ın idare ettiği
Osmanlı ordusuna mağlup oldu.
Sultan Süleyman han pek çok hayır ve hasenat yaptı. Sultan Selim,
Şahzadebaşı, Cihangir ve Süleymaniyye camilerini ve Anadolu ve
Rumelinin her yerinde, Rodos ve başka adalarda müzeyyen camiler,
medrese, hastaneler, aşhaneler, yollar, köprüler yaptı. Kızları, damatları,
kumandanları da sayılamayacak kadar çok hayırlı eserler bıraktı. Kur'an-ı
kerimi sekiz kere yazdı.
1526 da Fransa hükümeti, sultan Süleymana sığındı. 1539 da
Osmanlı donanması, Avrupalıların birleşik deniz kuvvetlerini bozguna
30
www.dinimizislam.com
uğrattı. 1555 de Süleymaniyye camii ve külliyesi yapıldı. 1559 da
Avrupalıların donanmaları ikinci bozguna uğradı. Eyyubde (Baba
Haydar) camiini yaptırdı.
(Kamus-ul alam)da diyor ki, (Sultan Süleymanın kızı Şah sultan ile
damadı Zal Mahmud paşa, Eyyubde Defterdar caddesinde büyük bir
cami yapmışlardır. İkisi de 1562 senesinde vefat ettiler.) Cami yanındaki
türbededirler. Sultan üçüncü Selim hanın büyük hemşiresi Şah sultan bu
camiin yanına bir mektep ve kendi için bir türbe yaptırdı. Türbede zevci
Mustafa paşa ile validesi sultan da vardır. Sultan Mahmud han ve son
olarak 1960 da, başvekil Adnan Menderes, camii ve türbeyi tamir ettiler.
Oğlu sultan Cihangirin ruhu için, 1559 da Cihangir camiini yaptı.
Cihangir 1552 de Halebde vefat etmiş, Şahzade camii yanında ağabeyisi
Muhammed sultanın türbesine defnedilmiştir. Cihangir camii üç defa
yandı. Son olarak, ikinci Mahmud hanın sadr-ı azamı silahdar Ali paşa
1823 de yaptırmıştır.
Avrupalıların, Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman lakaplarını
verdiği, Kanuni Sultan Süleyman, padişah olunca önce, memleketin iç
işlerini düzeltip, Osmanlı ülkesinde huzur ve sükun temin ettikten sonra,
Avrupa seferlerine başladı.
Avrupa Seferleri
Belgrat Seferi: Yavuz Sultan Selim Han devrinde Osmanlı Devleti
doğu siyasetini takip ederek, hudutlarını emniyete almıştı. Bu sebeple
Sultan Süleyman Han, doğudan emin olarak ilk seferlerini Avrupa üzerine
yaptı. Macar Kralı II. Layoş’un, Kutsal Roma Cermen İmparatoru
Şarlken’e güvenerek, Osmanlı elçisine düşmanca davranması üzerine,
Orta Avrupa’nın kilidi sayılan ve önceki devirlerde üç defa kuşatılıp
alınamayan, Belgrat üzerine sefere çıktı. 18 Mayıs 1521 de İstanbul’dan
hareket eden Kanuni Sultan Süleyman Han, 29 Ağustosa kadar şehrin
çevresindeki kaleleri fethettirdi. 29 Ağustos 1521 de Belgrat Kalesi de
teslim alınarak, 30 ağustos Cuma günü, şehrin en büyük kilisesi camiye
çevrilip, Cuma namazı kılındı. Belgrat’ın imarı için hazineden büyük
yardımlar yapıldı.
Mohaç Seferi: Macar Kralı II. Layoş’un; Şarlken ile akrabalık kurup,
Osmanlı Devletine karşı İran Safevi Devleti ve Sultan Süleyman Hanın
hakimiyetindeki Eflak ve Boğdan beylikleriyle ittifak kurması, Papalığın
Haçlı ruhu ile Hıristiyanları kışkırtması ve esir Fransız Kralı için
annesinin, Osmanlı Sultanından yardım istemesi üzerine bu sefer tertip
edildi. 23 Nisan 1526 da İstanbul’dan hareket eden Kanuni, 29 Ağustos
1526 da Macaristan ve Haçlı ordusunu Mohaç Meydan Muharebesinde
31
www.dinimizislam.com
büyük bir mağlubiyete uğratarak, zafer kazandı. Macaristan Krallığının
başşehri Budin (Budapeşte) dahil Macaristan, Erdel (Transilvanya)
Türklerin hakimiyetine geçti.
Avusturya Seferi: Mohaç, Meydan Muharebesinden sonra,
Macaristan’da askeri harekat bitti. Fakat siyasi faaliyetler başladı.
Osmanlı padişahının, Budin muhafazasına ahalinin de arzusuyla tayin
ettiği, Erdel Voyvodası Zapolya’ya karşı, Viyana Arşidükü Ferdinand,
Macar kralı olmak için harekete geçti. Ferdinand 1527 de Macaristan’a
girip Zapolya’yı mağlub ederek, Budin’i işgal etti. Macaristan’daki hudut
hadiseleri ve Zapolya’ya yardımda bulunmak üzere Sultan Süleyman
Han, 10 Mayıs 1529 da Avusturya Seferine çıktı. Ferdinand’ın işgalindeki
Budin 8 Eylül 1529 da teslim alındı. Zapolya 14 Eylülde Osmanlıya sadık
kalmak şartıyla Kral Yanoş ünvanıyla Macar tahtına geçirildi. Osmanlı
Ordusu 22 Eylülde Avusturya’ya girdi ve 25 Eylülde Viyana önlerine
geldi. Viyana’nın teslimini isteyen Sultan Süleyman Han, teklifin kabul
edilmemesi üzerine; 27 Eylül 1529 da şehri kuşattı.
1529 Avusturya Seferinde Türk akıncıları Osmanlı Tarihinin en büyük
akın hareketini yaptılar. Avusturya, Güney Almanya toprakları Türk
akıncılarınca çiğnenerek, bütün Avrupa Osmanlıların azametini, şaşasını
gördü. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken korktuğundan,
meydan muharebesi için ortaya çıkamadı. Mevsim ve şartların elverişsiz
olması üzerine Osmanlı padişahı, ordusuyla 16 Ekim 1529 da Viyana’dan
Budin’e hareket etti. 1530 da Arşidük Ferdinand’ın elçi heyeti İstanbul’da
sultanla görüştü. İsteklerinde samimi olmayan Ferdinand, sulh
görüşmeleri yapılırken tekrar Budin’i kuşattırdı. Şehir, Türk kuvvetleri ve
Macarlar tarafından müdafaa edilerek, kuşatma kaldırttırıldı.
Alman Seferi: Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ve
kardeşi Avusturya ve Bohemya Kralı Ferdinand’ın Macaristan’ın içişlerine
karışması üzerine Kral Yanoş, Sultan Süleyman Handan yardım istedi.
Padişah, 25 Nisan 1532 de Alman seferine çıkıp, yüz yirmi bin mevcutlu
ordusuyla Avusturya’yı zaptetti. Şarlken 250.000 kişiden fazla Hıristiyan
ordusuyla Osmanlıların karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Osmanlı
Sultanının Alman Seferi de, düşman ülkesinin ezilmesi ve
Avusturyalılardan birçok kaleyi almasıyla neticelendi. Sultan Süleyman
Hanın, Alman Seferi münasebetiyle Orta Avrupa’da bulunmasından
korkup, meydan muharebesinden kaçan Şarlken, 22 Haziran 1533 tarihli
İstanbulAntlaşmasıyla Osmanlı Devletinin ve Sultanın üstünlüğünü kabul
etti. İstanbul Antlaşmasına göre:
1) Kral Ferdinand, Sultan Süleyman Hanı baba ve metbu (kendisine
32
www.dinimizislam.com
tabi olunan, uyulan) bilecek ve ancak “kardeş” diye hitap ettiği
veziriazamla eşit sayılacaktır. 2) Kral Ferdinand, Osmanlı ülkesine
tecavüz etmeyecek ve Sultan da Avusturya ülkesiyle ahalisini kendi
tebaası bilecektir. 3) Kral Ferdinand, Macaristan üzerindeki veraset
iddialarından vazgeçecek; Macaristan’ın batısı ve kuzey batısındaki
arazisinin hakimi olacaktır. 4) Macar Kralı Yanoş ile Kral Ferdinand
arasında, Osmanlıların uygun göreceği hudut geçerli olacaktır. 5) Eski
Kraliçe ve Ferdinand’ın kızkardeşi Maria’nın kocasından miras kalan
malikhane, geçimi için ihsan edilecektir. 6) Bu antlaşma geçici değil,
devamlıdır.
Avrupa’da, Fransa’dan başka Avusturya’nın da Osmanlı Sultanının
himayesini kabul etmesiyle Şarlken’in “Avrupa İmparatorluğu” kurma
projesi gerçekleşemedi. Türklerin takib ettiği cihanşümul dünya
hakimiyeti siyaseti gereğince, Kanuni Sultan Süleyman Han ve Osmanlı
Devleti, Avrupa’da tek başına söz sahibi oldu.
Boğdan Seferi: Osmanlı Devletinin düşmanlarıyla işbirliği yapan
Boğdan Voyvodalığının bazı hareketleri üzerine sefere karar verildi. 8
Temmuz 1538 de İstanbul’dan hareket eden padişahın, Avrupa içlerine
ilerlerken düşman ülkesinde bile ahalinin canına, ırzına, malına, mülküne
ve hatta tarlasındaki ekili mahsulüne zarar verdirtmeden hareketi güzel
bir adalet örneği oluyordu. Mimar Sinan bu seferde, kenarı bataklık bir
araziye sahip, Prut Nehri üzerine büyük ve sağlam bir köprü yaparak
Osmanlı ordusunun yoluna devam etmesini temin etti. 15 Eylül 1538 de
Boğdan Voyvodalığının merkezi Suçava’ya girildi. Ahali İslam dininin
adaletini temsil eden ve Avrupa’ya medeniyet götüren Osmanlıyı
istediğinden, Voyvoda kaçmak mecburiyetinde kaldı. Boğdan meselesini
halleden Sultan Süleyman Han, büyük ganimetlerle 27 Kasımda
İstanbul’a döndü.
Budin Seferi: Osmanlı Devletine tâbi Macaristan Kralı Yanoş
ölünce, Kral Ferdinand fırsattan istifadeyle Budin’e büyük bir AvusturyaAlman ordusu sevk etti. Macar Kraliçesi İsabelle, Sultan Süleyman
Handan ve ordusundan yardım istedi. 20 Haziran 1541 de İstanbul’dan
hareket eden padişahın yaklaşmakta olduğunu haber alan düşman, Tuna
Nehrini geçmeye çalışırken, Osmanlı ordusunun mahirane hareketiyle
21/22 Ağustos gecesi imha edildi. İstabur Zaferiyle Budin ve Macaristan,
antlaşmaya sadık kalmayan Avusturya-Alman Kralı Ferdinand’ın
istilasından kurtarıldı. Macaristan Osmanlı Devletine katılarak, 30
Ağustos 1541 de Budin Beylerbeyliği ve idare teşkilatı kuruldu. Budin’in
en büyük kilisesi camiye çevrilip, “Fethiye” adı verildi. Kanuni bu camide,
33
www.dinimizislam.com
Ebüssü’ud Efendinin imametinde 2 Eylül 1541’de ilk Cuma namazını
kıldı. Budin’de adaleti tesis ettirdi. Defalarca verdiği sözü tutmayarak,
tekrar riyakârca Macar Krallığına talib olduğunu iddia eden Kral
Ferdinand’ın isteği Osmanlı Devletince reddedildi.
Kral Ferdinand, 1542 yazında, yıllık vergi karşılığında Macar
Krallığının kendisine verilmesini tekrar teklif ettiyse de bu teklif dikkate
alınmadı. Ferdinand, Budin’in bir Türk eyaleti olmasından ürkerek, telaşa
kapıldı. Avrupa’da Türk-İslam tehlikesinden bahsederek, propagandaya
başladı. Avusturya, Alman ve diğer Avrupa milletlerinden 100.000
mevcutlu büyük bir Hıristiyan ordusu topladı. Peşte Kalesini kuşatan
müttefik Avrupa ordusuna karşı, Budin Beylerbeyi Yahya Paşazade Bali
Bey, sekiz bin askerle müdafaada bulundu. 17 kasım 1542 de Osmanlı
ordusunun başında istanbul’dan hareket eden Sultan Süleyman Han,
henüz yoldayken, 24 Kasımda düşmana karşı gece taarruzuyla Peşte
Zaferi kazanıldı. Müttefik Avrupa orduları perişan bir halde kaçarken imha
edildi. Düşmanlardan pekçok esir ve ganimet alındı. Zafer haberi
padişaha ulaşınca Edirne’de kaldı.
Avusturya Seferi: Estergon Seferi de denilen bu sefere, Osmanlı
eyaleti haline gelen Budin’in emniyet ve teşkilatını pekiştirmek için çıkıldı.
Padişahın emriyle Budin Kalesine İslam ahali iskan edilip, dini
müesseselerin yapımına başlandı. Âlimler tayin edilerek Avrupa’ya İslam
dininin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi. 23 Nisan
1543 de İstanbul’dan hareket eden Kanuni yol boyunca alınması lüzumlu
mevkileri fethettirerek 29 Temmuz 1543 de Tuna Nehri sahilinde ve
Budin yakınlarındaki başpiskoposluk merkezi Estergon önüne vararak
şehri kuşattı.
Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve İspanyol muhafız askerleri
teslim teklifini kabul etmeyince, devrin en büyük ve tesirli ateşli silahlarına
sahip Osmanlı ordusu, 315 topla kaleyi döğmeye başladı. Kanuni’nin en
muhteşem seferlerinden biri olan Estergon Seferine gayet planlı ve
tedarikli çıkılmıştı. Anadolu ve Rumeli orduları padişahın maiyetinde,
çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmatı ve erzağı mükemmeldi.
Estergon, Osmanlı kuşatmasına on iki gün mukavemet edebildi. 10
Ağustosta müdafilerin çekilip, gitmesine müsaade edildi. Şehrin en büyük
kilisesi camiye çevrilerek Kanuni Sultan Süleyman Han, Cuma namazını
burada kıldı.
Osmanlı fütühatı, Avrupa’da devam ederek eski Macar krallarının
taht merkezi İstolni-Belgrat 20 Ağustosta kuşatıldı. 4 Eylülde fethedilen
İstolni-Belgrat’ta büyük kilise camiye çevrildi. Mevsim ilerlediğinden
34
www.dinimizislam.com
Padişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti. Avrupa’daki fetihler durmayıp,
Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekatı devam ettirdi.
On altıncı yüzyılın ortalarında Avrupa’da Osmanlı askeri kuvvetlerinin
bu muhteşem başarıları yanında Akdeniz’de ve Atlas Okyanusunda hepsi
birer denizkurdu olan Türk leventleri de Osmanlı bayrağını şan ve şerefle
dalgalandırıyorlardı. Bu kara ve deniz harekatlarından Fransa da
menfaatleniyordu. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru ünvanı taşımak
arzusuyla Avrupa siyasetinde hakim rol oynamak isteyen Şarlken’in
elinde esir olan Fransa Kralı I. Fransuva, annesi vasıtasıyla Kanuni’den
yardım talep ediyordu. Fransızlara yardım eden Osmanlılardan korkan
Şarlken, Kanuni’yle antlaşmak için elçilik heyeti gönderdi. Osmanlı devlet
adamları tarafından kabul edilen Şarlken ve kardeşi Ferdinand’ın elçilik
heyetleri ile uzun süren müzakereler oldu. 13 Haziran 1547
Antlaşması’na göre, Almanya ve Avusturya Osmanlılara yıllık otuz bin
Duka vergi vermeyi kabul ettiler. İmparator ünvanını kullanmamayı kabul
eden Şarlken İstanbul Antlaşması’nı 1 Ağustos’da imzalayınca Osmanlı
padişahı da bu antlaşmayı 8 Ekim 1547 de tasdik etti.
Zigetvar Seferi: Osmanlı ordusunun İran seferlerinde, Safevi Devleti
ile Papalık ve Hıristiyan devletler bir olup aralarında anlaşarak Avusturya
ve Macaristan’da çeşitli hadiseler çıkartıyorlardı. 1562 OsmanlıAvusturya Antlaşması’nda kabul ettikleri vergiyi ödemedikleri gibi yeni
Kral II. Maksimilyan’ın olumsuz tutumu ve Zigatvar Kalesindeki düşman
kuvvetlerin ahaliyi taciz etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu başlarında
Sultan olduğu halde 1 Mart 1566 da İstanbul’dan hareket etti. Sultan
Süleyman Han, on üçüncü olarak çıktığı bu seferinde yetmiş üç
yaşındaydı. Hayatı, seferden sefere koşarak insanlığı, Hakka
kavuşturacak yola davetle geçmişti. Bir takım hastalıklarla durumu iyi
olmayan, ayaklarında nikris hastalığı bulunan Padişah, zulmün önüne
geçmek, ahalinin huzur ve güveni için, hasta haliyle Osmanlı tarihinin en
muhteşem askeri harekâtı kabul edilen sefere bazen araba, bazı yerde
tahtırevan ile gidiyor ve yerleşim merkezlerine girileceği zaman, ata
binerek en muteber psikolojik metodları tatbik ederek ilerliyordu. 1566
Ağustos başında kuşatılan Zigetvar Kalesini, Zerniski Makloş müdafaa
etmekteydi. Günlerce süren kuşatmada birçok defa umumi hücumlar
yapıldı. Zigetvar Kuşatmasından iyice bunalan Kont Zerniski, Eylül
başındaki huruc harekatında öldürülünce 7 Eylülde kale fethedildi.
Kanuni 6-7 Eylül gecesi vefat ettiyse de, askerin moralinde bozukluk
meydana gelmemesi için, ordudan gizli tutuldu. Bu sefer ile Zigetvar’dan
başka; Güle, Lügos ve diğer bazı kaleler de fethedildi.
35
www.dinimizislam.com
Doğu Seferleri
Kanuni, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücadele ederken,
İran’daki Şii Safevi Devleti de, Mukaddes Roma-Cermen Devletiyle
Osmanlılara karşı ittifak kurup, Doğu Anadolu’da hududa tecavüz ettikleri
gibi, Sünni ahaliye de zulmediyorlardı. Safevilerin ajanları Osmanlı
ülkesinde faaliyet gösterip, Celaliler vasıtasıyla iç isyanlar çıkarmak
istiyorlardı. Şah Tahmasb’ın bu düşmanca davranışları yüzünden Sultan
Süleyman Han, harekete geçti. 27 Ekim 1533 de Vezir-i azam Makbul
İbrahim Paşayı İstanbul’dan doğuya gönderen Sultan’ın kendisi de,
baharda sefere çıktı.
Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534 de İstanbul’dan hareket eden
Kanuni Sultan Süleyman Han, 20 Temmuzda Konya’ya geldi. Konya’da
Mevlana Celaleddin Rumi’nin türbesini ziyaret edip, Kayseri-SivasErzincan yoluyla 27 Eylülde Tebriz’e girdi. Safevilerin zulmünden bunalan
şehir halkı, Kanuni’yi ve Osmanlı ordusunu sevinçle bir kurtarıcı olarak
karşıladılar. Yavuz Sultan Selim Hana karşı 1514 Çaldıran mağlubiyetinin
hâlâ tesirinde olan Safeviler, devamlı Osmanlılardan kaçıp, meydan
muharebesi için ortaya çıkamıyorlardı. Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye
gelmesinden memnun olan ahali, âlimler, kale ve şehir hakimleri
padişaha bağlılıklarını arz ettiler. Hazret-i Ali ve Hazret-i Hüseyin’in
makamlarının bulunduğu Kerbela ve Hanefi mezhebinin kurucusu imam-ı
a’zam Ebu Hanife’nin kabrinin bulunduğu Bağdat Valisi Zülfikâr Han ve
büyük İslam âlimi ve Veliy-yi kâmil Abdülkadir-i Geylani’nin memleketi
Geylan Hakimi Malik Muzaffer, Sultan Süleyman Hana bağlılıklarını
bildirdiler. 24 Kasım 1534 de Bağdat’a giren Osmanlı ordusunun
ardından, Azamiyye’de imam-ı a’zam’ın kabrini ziyaret edip, büyük bir
türbe yapılmasını emrettikten sonra, Kanuni Sultan Süleyman Han, 30
Kasımda şehre girdi. Bağdat’ta ahalinin, âlimlerin, kumandanların ve
devlet adamlarının bulunduğu bir sırada şükür ifadesi olan dini merasim
yapılarak, ihsanlarda bulunuldu.
1534-1535 kışını Bağdat’ta geçiren Sultan, burada Osmanlı devlet
teşkilatını tesis ettirdi. Bağdat’ın mübarek beldelerini, Kerbela’da Hazret-i
Ali ve Hazret-i Hüseyin’in makamlarını ziyaret etti. Geylan’da Abdülkadir-i
Geylani hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret, imam-ı a’zam’ın
kabrine türbe yaptırdı. Safevi tehlikesini kesin olarak bertaraf etmek
isteyen Kanuni, Şah Tahmasb’ın Van istikametinde olduğu haberi
üzerine, harekete geçti. 1 Temmuz 1535 de Tebriz’e gelen Osmanlı
Sultanı, devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevi’yi takip için İran içerisine
girildiyse de karşı çıkan olmadı. Avrupa devletlerinde ve Safevilerden elçi
36
www.dinimizislam.com
heyetlerini kabul eden, Sultan Süleyman Han, dönüşünde de Mevlana
Muhammed Şems-i Tebrizi’nin makamı dahil mübarek beldeleri ziyaret
ederek Tebriz-Diyarbekir-Antakya-Adana-Konya yoluyla 8 Ocak 1536 da
İstanbul’a geldi.
Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği için “İki Irak seferi” manasında
Irakeyn Seferi adı verilen bu hareketin neticesinde, bölgedeki Şii Safevi
hakimiyeti sona erdirilip, Bağdat dahil Basra, Osmanlı ülkesine katıldı.
İkinci Selim Han
Osmanlı padişahlarının on birincisi ve İslam halifelerinin yetmiş
altıncısıdır. Kanuni Sultan Süleyman Hanın oğlu olup, 1524 senesinde
doğdu. Şehzadeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet
idaresi ve teşkilatını iyice öğrenmesi için Anadolu’nun çeşitli
vilayetlerinde sancak beyliği yaptı. Valilik yıllarında tahsile devam edip,
bilgi ve kültürünü arttırdı. Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sahip oldu.
İlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu.
Sultan Süleyman Han, Macaristan seferine çıkıp, Zigetvar Kalesinin
fethi öncesinde vefat edince, Padişahın ölümünü gizli tutan Veziriazam
Sokullu Mehmed Paşa, veliaht Selim’e haber göndererek saltanata davet
etti. Bu sırada Kütahya Sancakbeyliğinde bulunan Selim Han, süratle
İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 tarihinde tahta çıktı.
Sultan Selim Han, Osmanlı padişahı olmasıyla devlet idaresine ve
orduya ehil devlet adamları ve kumandanlar tayin edip, eskilerden bir
kısmını da yerinde bıraktı. Veziriazam Sokullu Mehmed Paşayı
vazifesinde bırakması devlet idaresi ve imar faaliyetlerinin devamında
isabetli oldu.
22 Haziran 1567 de Edirne’ye geçen Selim Han, burada çeşitli
devletlerin elçilerini kabul etti. Bu elçilerden özellikle zamanın kudretli
devletleri sayılan ve çok değerli hediyelerle gelen Avusturya ve Almanya
elçileri dikkat çekiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, Kanuni Sultan
Süleyman Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücadele halinde
bulunmuş ve her iki devlet de Osmanlı Devletinin askeri kuvvet ve kudreti
karşısında kaybolup ezilmişti. Şimdiyse yeni bir hükümdar tahta
geçiyordu. İki devletin en büyük endişesi ve merakı, yeni hükümdarın
güdeceği siyasetti. Dedesi Yavuz Selim Han gibi bir doğu siyaseti takip
ederek İran üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa yakasına mı
yüklenecekti? Her iki devlet de, en azından yeni Sultanın siyaseti belli
oluncaya kadar Türk ordularını kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için,
Osmanlı Devletiyle derhal bir sulh akdine büyük ehemmiyet vermekteydi.
37
www.dinimizislam.com
Selim Han, uzun görüşmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yıllığına
antlaşma imzaladı (17 Şubat 1567). Buna göre, Kanuni’nin Zigetvar
Seferinde fethettiği yerler Osmanlı Devletinde kalacak, Avusturya
İmparatoru her sene Osmanlı Devletine 30.000 Macar altını vergi
verecekti. Ayrıca iki devlet de birbirlerinin haklarına riayet edecekler ve
sınır boylarına saldırılarda bulunmayacaklardı. Bu arada iki devlet
arasında çıkması muhtemel hudut anlaşmazlıkları, Osmanlı Devletinin
Budin, Avusturya’nın da Macaristan valisi arasında görüşülüp
halledilecekti. Avusturya ile antlaşma imzalayan Selim Han, birkaç gün
sonra da İran elçisi Şahkulu Hanın, Kanuni Sultan Süleyman Han
devrinde imzalanan Amasya Sulhünün yenilenmesi ricalarını kabul etti.
Bu sırada Yemen’de Zeydi İmamı Topal Mutahhar’ın ayaklanması
ortaya çıktı. Kısa zamanda bu ülkenin hemen tamamı isyancıların eline
geçti. Topal Mutahhar sahile kadar inip Muha’yı aldı. Osmanlı kuvvetleri
Zebid’de zorlukla tutundular. İmam Mutahhar, Zebid’i de sıkıştırmaya
başlayınca, Osmanlı birlikleri çok kötü bir vaziyete düştüler. Bu durum
üzerine Yemen’e önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve ordudan Koca
Sinan Paşayı serdar olarak gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden
devlete bağlılığını sağladı.
Yemen meselesi çıktığı yıllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu
arasında bulunan Sumatra adası, Malaka Yarımadası ve bir takım küçük
adalara hakim olan Müslüman Açe Sultanlığından bir elçi gelmişti. Uzun
yıllardan beri Hind Denizinde faaliyette bulunan Portekizliler çok zengin
tabii kaynaklara sahip olan bu adalara göz dikmişler ve Açe Müslüman
Sultanlığının istiklalini tehdit etmeye başlamışlardı. Açe Sultanı Alaeddin
Şah, devrin cihan devleti ve bütün Müslümanların hamisi durumunda
olan Osmanlı Devletinden top, topçu, silah ve askeri mütehassıslar ve
bilhassa istihkam mühendisleri istiyordu. Fakat bu sırada Yemen İsyanı
çıktığından yardım geciktirilmişti. Selim Han, 1569 da bu uzak sefer için
Kızıldeniz Kaptanı Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis’i memur etti. Bu değerli
amiral, Zeydilerin eline geçen Aden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir
filoyla hareket etti. Beraberinde muhtelif usta, birçok top, asker, silah,
mühimmat ve yüzlerce gönüllü levend ve topçuyu Açe Sultanına teslim
etti. Gelen Türkler buraya yerleştiler. Bunların kurduğu donanma ile
Açeliler mühim fütuhatta bulundular. Açeliler, Türk toplarını ve
bayraklarını zamanımıza kadar kutsal bir hatıra olarak sakladılar.
Bu suretle Osmanlı Devletinin tesir alanı Uzakdoğu’ya, Güneydoğu
Asya ve Endonezya’ya dayandı.
1569 da Rusya’nın Hazar kıyılarındaki ilerlemelerinin önünü almak,
38
www.dinimizislam.com
Astırhan’ı kurtarmak ayrıca İran üzerine yapılacak seferlerde Hazar
Denizi vasıtasıyla askere kısa zamanda zahire ve harp malzemesi
yetiştirebilmeyi sağlamak gayesiyle Volga Nehri ile Don Nehirlerinin
birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açma teşebbüsüne girişildi.
Ancak kış mevsiminin gelmesi üzerine çalışmalar tamamlanamadı. Ertesi
yıl da İran ile Rusya’nın Kırım Hanını kandırmaları yüzünden, tekrar
işbaşı yapılamadığından bu büyük teşebbüs gerçekleştirilemedi.
1569 Haziran ayında İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu
kesen Venedik korsanlarının Müslümanları esir alıp Kıbrıs’ta satmaları
olayına çok hiddetlenen Selim Han, derhal Venedik’e bir elçi göndererek
Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini istedi. Bu isteğin Venedik tarafından
reddi üzerine sefer hazırlıklarına başlandı.
Aslında Kıbrıs’ın Osmanlı Devletince fethini mecburi kılan birçok
sebep vardı. Osmanlı Devletini, hakimiyeti altındaki Ortadoğu ve Kuzey
Afrika ülkelerine ulaştıran kara yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz
olmasına karşılık, Kıbrıs üzerinden bu ülkelere her türlü lojistik destekler
daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi. Ancak Kıbrıs’ın,
büyük deniz gücüne sahip Venedik Cumhuriyetinin elinde bulunması bu
imkanı ortadan kaldırmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs veya yakınlarından geçen
Osmanlı ticaret ve hacıları taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hıristiyan
korsanları tarafından vurularak soyuluyor, Venedik de bu korsanları
himaye ediyordu.
İkinci Selim Han, hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdarlığına Lala
Mustafa Paşayı tayin etti ve 15 Mayıs 1570 de donanma İstanbul’dan
ayrıldı. Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım
etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda 8 Eylül 1570 de
Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571 de de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini
tamamladı.
Osmanlı askerinin Kıbrıs’a çıkması sırasında Venedik bütün Avrupa
devletlerinden yardım istedi. Bunun üzerine Papa V. Piyer’in yoğun
faaliyetleri neticesinde İspanya Kralı II. Filip ve Malta Şövalyeleriyle
Venedik arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka, Toskana, Ceneviz, Savoia
ve Ferrara gibi küçük Hıristiyan devletçikleri de katıldı. İspanyol Kralı
Filip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemiden meydana gelen
Haçlı donanması, 6 Ekim 1571 de İnebahtı önlerinde görüldü. Osmanlı
harp meclisinde Kılıç Ali Paşanın şiddetli muhalefetine rağmen, Kaptan-ı
derya Müezzinzade Ali Paşa, donanmada cenkçi ve kürekçi noksanlığını
göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırılması yönünde karar aldı. 7
Ekimde başlayan muharebe sonunda, Osmanlı donanması büyük bir
39
www.dinimizislam.com
yenilgiye uğradı. Sadece sağ kanadı komuta eden Kılıç Ali Paşa,
Düşmanın sol kanadındaki Malta donanmasını yok edip kayıp vermeden
bölgeden çekildi.
Bu başarı Hıristiyanlara hiçbir kâr getirmedi. Hıristiyanlar
kazandıkları bu zaferin şerefine heykeller dikmekle meşgulken, bizzat
Selim Hanın emriyle hummalı bir çalışma içine giren Osmanlı tersaneleri,
1571-72 kışı içinde İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir donanma
vücuda getirdi. Müezzinzade’nin eliyle kaptan-ı deryalığa getirilen Kılıç Ali
Paşa, 13 Haziran 1572 de büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı.
İnebahtı’da galip gelmelerine rağmen, donanmaları çok yıpranmış ve bir
hayli de asker kaybetmiş olan müttefikler, kendilerini toparlayıp galibiyetin
meyvelerini toplamak niyetindeyken bu müthiş Osmanlı donanmasının
Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Müttefik
donanması, Osmanlı donanmasının karşısına çıkmaya cesaret edemedi.
İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış istedi. 7 Mart 1573 de
imzaladığı antlaşma ile Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine ait olduğunu kabul
etti. Kanuni devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka vergi, 1500
dukaya çıkarıldı. Ayrıca Kıbrıs Seferinin tazminatı olarak üç senede
ödenmek üzere üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti.
Kıbrıs’ın fethinden sonra Kırım Hanına bir miktar asker ve top
gönderen Selim Han, 1569 da Astırahan Seferi başarısızlığını telafi
etmek ve daha fazla genişlememeleri için gözdağı vermek üzere Rusya
içlerine bir sefer düzenlenmesini emretti. Nitekim 1571 baharında
harekete geçen Devlet Giray Han, 120.000 kişilik süvariden meydana
gelen ordusu ile Rusya üzerine yürüdü. Çok süratli hareket eden Devlet
Giray, yaptığı muharebelerde Rus ordularını on binlerce zayiat verdirerek
dağıttı ve Moskova’ya girdi. 150.000 esirle Kırım’a dönen Devlet Giray
Han, bu zaferi üzerine Taht-alan lakabıyla anıldı. Ertesi yıl tekrar sefere
çıkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandı. Bu başarıları üzerine
İkinci Selim Han, murassa kılıcı, hil’at ve name-i hümayun göndererek
Devlet Giray’ı tebrik etti. Çar, Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlığıyla,
yılda 60.000 altın vergi vermeyi kabul ederek barış yaptı.
1574 yılında Boğdan Voyvodası Loan celCumplit isyan ederek,
Lehistan’ın da yardımıyla Tuna’nın batı kıyısındaki İbrail, Dinyester’in
güney kıyısındaki Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim
kaleleri ele geçirdi. Üzerine gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle
desteklenmiş olan Eflak Voyvodasını yendi. Bunun üzerine Selim Han,
Üçüncü Vezir Ahmed Paşa ve Kırım Hanı Adil Giray’ı isyanı bastırmakla
görevlendirdi. Kısa zamanda bölgeye giden Ahmed Paşa ve Adil Giray
40
www.dinimizislam.com
Han, Tuna’nın güneyinde üç gün süren kanlı muharebeler sonunda,
asileri ve onlara yardım eden Lehistan kuvvetlerini imha ettiler (9 Haziran
1574). Asi Voyvoda da yakalanarak cezalandırıldı ve yerine Petru Şiopul
tayin edildi.
İkinci Selim Hanın ilgilendiği işlerden biri de Tunus meselesiydi.
İspanya’nın Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi bu devletle harp halinin
devam etmesine sebep oluyordu. Osmanlı donanması, Kıbrıs Seferine
çıktığı sırada, Cezayir beylerbeyi olan Uluç (Kılıç) Ali Paşa da Tunus
üzerine yürümüş ve 30.000 kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsi Sultanı
Mevlay Hamid’i yenip, ikinci defa fethetmişti. Fakat kendi yanında fazla
bir kuvvet bulunmadığı gibi, bu arada Kıbrıs Seferine katılma emri de
aldığından, Tunus’a Ramazan Beyi bırakarak donanmasıyla birlikte
Kıbrıs Seferine katılmıştı.
Kaptan-ı deryanın bölgeden uzaklaşmasından sonra, İspanya Kralı
Don Juan büyük bir donanmayla Tunus üzerine yürüdü. Direndiği
takdirde İspanyolların sivil halka karşı katliama girişeceklerini anlayan
Ramazan Bey, Kayrevan’a çekildi ve bu suretle Tunus bir kere daha
İspanyolların eline geçmiş oldu (Ekim 1573). Don Juan, Tunus
hükümdarlığını kendi taraftarı Mevlay Muhammed’e verip bir miktar da
asker bırakıp İspanya’ya döndü.
Cezayir ve Trablusgarb Osmanlı Devletinin elinde olduğu halde,
ikisinin ortasında bulunan ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un,
İspanyol hakimiyeti altında halka zulüm eden kukla bir hükümet elinde
olması, Akdeniz’de hakimiyeti elinde bulunduran Türk donanması için
tehlikeydi. Bu sebeple İkinci Selim Han, Tunus işinin kökünden
halledilmesi için emir verdi. Kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa, yanında kara
ordusu serdarı Koca Sinan Paşa olduğu halde Tunus’a hareket etti (15
Mayıs 1574). Navarin üzerinden Sicilya sularına geçen donanma,
Messina havalisini de vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü. İki yüz
ellinin üzerinde harp gemisi ve kırk-elli bin civarında askerden meydana
gelen muhteşem Osmanlı donanması, Tunus önlerine gelir gelmez
derhal Halk-ul-Vad Kalesi yakınına çıkarma yaptı. Koca Sinan Paşa
kendisi Halk-ul-Vad’ı kuşatırken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paşa
ile eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paşayı Tunus Gölü ile şehir arasında
bulunan Bastiyon Kalesini fethe memur etti.
Tunus’un yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiçbir
suretle zaptedilemez diye öğündükleri Halk-ul-Vad, Osmanlı ordusuna
ancak otuz üç gün mukavemet etti. 24 Ağustosta kale fethedilip Mevlay
Muhammed’le kale komutanı Don Pietro Cerrera esir edilerek İstanbul’a
41
www.dinimizislam.com
gönderildi.
13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamamen ele geçti.
Tunus, aynen Cezayir ve Trablusgarb gibi bir eyalet haline getirildi ve
beylerbeyliğine Ramazan Paşa tayin edildi. Böylece Tunus’ta üç asırdan
fazla sürecek olan Osmanlı idaresi başladı.
Tunus meselesinin halledilmesinden yaklaşık bir ay sonra; Osmanlı
Devletiyle Almanya arasında Zigetvar Seferinden sonra 17 Şubat
1568’de yapılan antlaşma, 4 Aralık 1574 de yenilenerek, sekiz sene
uzatıldı. Bu antlaşmadan hemen sonra rahatsızlanan İkinci Selim Han,
15 Aralık 1574 de vefat etti. Mimar Sinan’a Ayasofya Camii avlusunda
yaptırdığı türbeye defnedildi.
İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, ela gözlü ve
sarışındı. Avcılık ve yay çekmede fevkalade maharetli olup, zamanında
ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu. Babası Kanuni Sultan Süleyman
devrinde birçok savaşa katılmakla beraber, tahta geçtikten sonra sefere
çıkmadı. Çünkü devrindeki seferler umumiyetle büyük deniz seferleri olup
bu seferlere de padişahın kumanda etmesi âdet değildi. Tecrübeli ve
bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed Paşayı hükümet işlerinde tamamen
serbest bırakmakla beraber, lüzumlu gördüğü birkaç meselede duruma
müdahale etmiştir. Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği büyük
âlim Ebüssü’ud Efendiyi vefatına kadar meşihat (şeyhülislamlık)
makamında tutmuştur. Cülus bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi
âdetini ilk defa İkinci Selim Han çıkarmıştır.
İkinci Selim aynı zamanda imarcı bir padişahtır. Kısa süren saltanat
döneminde Türk ve dünya sanatının şaheseri sayılan Edirne Selimiye
Camii’ni inşa ettirmiştir. Tamire muhtaç olan Ayasofya Camiini yaptırdığı
istinad duvarlarıyla tahkim ettirerek günümüze kadar gelmesini sağladığı
gibi, iki minare eklemiş, yanına iki de medrese yaptırarak külliye haline
getirmiştir. Bunlardan başka Mekke-i mükerremenin su yollarının tamiri,
Mescid-i Haram’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşe Selimiye Camii,
Aziz Efendi tekkesi, Navarin limanına hakim bir mevkiye yaptırdığı kule,
hayratı arasındadır.
Üçüncü Murad Han
İslam halifelerinin yetmiş yedincisi, Osmanlı padişahlarının on
ikincisidir. İkinci Selim hanın oğlu, sultan üçüncü Mehmed hanın
babasıdır. 1546 da doğup, 1595 de vefat etti. Türbesi Ayasofya camii
yanındaki, babası ikinci Selim han türbesinin yanındadır. Selim hanın
türbesinde kırkdört sanduka olup, üçüncü Murad hanın validesi Nur Banu
42
www.dinimizislam.com
sultan ve iki padişahın şahzadeleri ve kerimeleri vardır.
1871 de beşinci baskısı yapılan (Fezleke-i Tarih-i Osmani)
kitabında diyor ki:
(İkinci Selim han, saraydaki yangında yanıp yeniden yapılan daireleri
ve hamamı gezerken, ayağı kayıp mermerler üzerine düştü. Bu kaza,
ölümüne sebep oldu.) İslam düşmanları, (Sarı Selim hamamda zevk,
safa yaparken sarhoş olduğundan düşüp öldü) diye gençleri aldatıyorlar.
Uydurma tarih kitaplarına da, bu yalan ve çirkin iftiraları yazarak
ecdadımızı lekeliyorlar. Evlatları, babalarına düşman yapıyorlar. Halbuki,
ikinci Selim han halvetiyye meşayıhinden Süleyman Amediden feyiz
almış, salih Müslüman idi.
Murad hanın türbesinde ellidört sanduka olup, Muhammed hanın
validesi Safiyye sultan ve şahzade ve sultanlar buradadır. 1574 de halife
oldu. Tunus’u aldı. Azerbaycan’ı, Tebriz’i aldı. Âlimleri çok severdi.
Nakşibendi meşayıhinden hace Ahmed Sadık Kabiliden feyiz alarak
kemale geldi. Rasadhane ve astronomik araştırmalar ile logaritma
hesapları yaptırdı. Toptaşı tımarhanesini yaptı. Çok hayrat yaptı. Mescid-i
harama kargir kubbeler yaptırdı. Çok para sarf ederek su da getirtti.
Murad hanın validesi Nur Banu sultan 1582 senesinde Üsküdar’da
Zeyneb Kamil çocuk hastanesi yakınında bulunan Atik Valide camiini
yaptırmıştır. İki minarelidir. Nur Banu sultan 1582 de vefat etmiştir. Bu
camiin artıklarından Dabaklar mescidini yapmıştır. Camie yakın olarak bir
de (Dar-üş-şifa) mescidi yaptırmıştır. Türkçe divanını Şemsüddin-i Sivasi
şerh etmiştir
Üçüncü Mehmed Han
İslam halifelerinin yetmiş sekizincisidir ve Osmanlı padişahlarının on
üçüncüsüdür. Üçüncü Murad hanın oğlu ve birinci Ahmed hanın
babasıdır. Eğri fatihidir. 1566 da doğup, 1603 de vefat etti. Ayasofya
camii bahçesindeki türbesindedir.
1593 de halife oldu. Celali eşkıyası ile ve Macarlarla uğraştı. İçkiyi
sıkı yasak edip, bütün meyhaneleri kapattı. Bunun zamanında, 1603 de
tütün içilmeye başlandı.
Mehmed Han, şehzadeliğinde; yüksek din, fen, idari ve askeri ilimleri,
kıymetli âlimlerden öğrenerek yetiştirildi.
1583 de Manisa sancağı Valiliğine tayin edildi. Kumandanlık ve
devlet idaresi siyasetini iyice öğrenmek için Manisa’ya gönderildiğinde
yanına müderrisi Nasuh Nevali Efendi, lalası Sipahi Bey ile Defterdar Baş
ruznamecisi Hasan Beyzade, Nişancı Lala Mehmed Paşa, Reisülküttab
43
www.dinimizislam.com
olarak da Abdurrahman Çelebi ve diğer vazifeliler verildi. Manisa’da
valilik yaptı.
Babası Üçüncü Murad Hanın vefatından sonra Manisa’dan İstanbul’a
gelip, sultan ilan edildi. İlk icraatı, devlet ve saltanatın emniyetini
kuvvetlendirip, tayinlerde bulunmak oldu. Ulemadan Sadeddin Efendiyi
hocalığına, Ferhad Paşayı Sadrazamlığa, Halil Paşayı da Kaptan-ı
deryalığa tayin etti.
1593 den beri devam eden Avusturya harpleri esnasında, papa
Sekizinci Clément’in teşvik ve propagandalarıyla, ahalisi Hıristiyan olan
Osmanlı Devletine tâbi Erdel, Eflak ve Boğdan Voyvodalıkları Türklere
karşı isyan ettiler. Sadrazam Ferhad Paşa, Eflak Seferi için Serdar-ı
ekrem tayin edildi. 14 Mayıs 1595 de Eflak ve Boğdan’ın imtiyazlı
prenslik statüsü kaldırılıp vilayet haline getirilerek, valiler tayin edildi.
Papa’nın çağrısıyla Almanya, Avusturya, Belçika, Bohemya, İtalya,
Macaristan’dan toplanan elli bin piyade ve yirmi bin süvariden meydana
gelen Hıristiyan ordusu, Avusturyalı Prens Mansfeld emrinde yardıma
geldiğini haber alan Eflak Voyvodası Mihail, binlerce Müslümanı kılıçtan
geçirip, her yeri harap etti. Prens Mansfeld, 1 Temmuz 1595 de Osmanlı
idaresindeki Macaristan’ın Estergon Kalesini kuşattı. Serdar-ı ekrem
Ferhad Paşanın ve eski Vezir-i azam Koca Sinan Paşanın taraftarları
seferde bozgunculuk yaptılar. Ferhad Paşa vazifesinden alınarak, Koca
Sinan Paşa tekrar Vezir-i azam ve serdarlığa getirildi. Birbiri ardına gelen
felaketler ve ölümler sebebiyle düşman karşısında kesin zafere
gidilemedi. Sadrazamlardan Ferhad Paşanın idamı, Lala Mehmed ve
Koca Sinan Paşaların vefatları ve 27 Ekim 1595 Köprü Faciasıyla Akıncı
Ocağının çok zarar görmesi neticesinde, Estergon, Vişegrad, Tegovişte,
Yergöğü düşman eline geçti. Hıristiyanlar yerli ahaliye ve esir
kumandanlara insanlık dışı fiillerde bulundular. Önemli devlet adamları ile
3500 asker, Voyvoda Mihail tarafından kazığa vuruldu.
Eflak ve Macaristan cephelerinde, Osmanlı şehirlerinin düşman
ordularınca yıkılıp, yakılması, ahalinin kılıçtan geçirilmesine son vermek
için Üçüncü Mehmed Han, Vezir-i azam Damad İbrahim Paşanın da
tavsiyesiyle 20 Haziran 1596 tarihinde Eğri Seferine çıktı. Üçüncü
Mehmed Hanın, ordusunun başında bizzat sefere çıkması askerleri
coşturdu. Müslümanları zulümden kurtarmak için cihad aşkı ve şevkiyle
Edirne, Filibe, Niş, Belgrad yolundan Sirem’e gelindi. 26 Ağustos 1596
tarihinde Sirem’deki Salankamen Kalesindeki harp meclisinde, isyan
halindeki Erdel üzerine mi yoksa Avusturya işgalindeki Macaristan
topraklarına mı sefer edilmesi müzakeresi yapıldı. Eğri’nin askeri strateji
44
www.dinimizislam.com
bakımından daha fazla kıymet arz etmesinden, Avusturya cephesi hedef
tayin edildi. 21 Eylül 1596 tarihinde Macaristan topraklarındaki Eğri
Ovasına gelen Sultan Mehmed Han, Otağ-ı Hümayuna yerleşti. 24 Eylül
1596 tarihinde başlatılan Eğri Kalesi kuşatmasında, 4 Ekimde dış kalenin
fethinden sonra iç kale de 12 Ekimde teslim oldu. Eğri’deki Avusturya
askeri cezalandırıldı. Şehrin en büyük kilisesi camiye çevrilerek, 18 Ekim
Cuma günü Türk-İslam ananesince Sultan Mehmed Han, Cuma
namazını burada kıldı.
Eğri fatihi Sultan Üçüncü Mehmed Han, 23 Ekim 1596 tarihi Harp
meclisi kararınca ileri harekâta devam etti. 24 Ekim 1596 tarihinde,
Haçova’da Alman, Avusturya, Çek, Fransız, İspanya, İtalyan, Leh, Macar,
Papalık askerlerinden meydana gelen 300.000 mevcutlu Hıristiyan
ordusuyla karşılaşıldı. 100-110.000 mevcutlu Osmanlı ordusu, 25 Ekim
günü başlayan Haçova Meydan Muharebesinde 26 Ekimde düşman
ordusunu mağlup etti. Haçova’da büyük bir zafer kazanılmasının
ardından, 22 Aralık 1596 tarihinde İstanbul’a dönüldü. İstanbul’da Eğri ve
Haçova zaferleri sevinciyle, üç gün üç gece merasim ve şenlikler yapıldı.
Avusturya cephesine Satırcı Mehmed Paşa Serdar-ı ekremliğe tayin
edildi.
Osmanlı Devletinin Avrupa cephesinde harplerle uğraşmasını fırsat
bilen İran Safevi Devleti Anadolu’da, önce propaganda faaliyetlerini
başlatıp, isyanlar çıkarttı. Celali isyanları denilen bölücü ve yıkıcı
faaliyetlerin ardından, Safeviler, Osmanlı Devleti hududuna saldırdılar.
Avusturya ve İran cephelerini halletmek çarelerini araştıran Üçüncü
Mehmed Han, 1603 yılında 21/22 Aralık gecesi vefat etti. Ayasofya Camii
bahçesindeki türbesine defnedildi.
Sultan Üçüncü Mehmed Han çok nazik, halim selim, vakur, kerim bir
şahsiyete sahipti. Sancakbeyliğinden saltanata gelen son Osmanlı
padişahıdır. Beş vakit namazını daima cemaatle kılardı. Devrin
kaynakları dindarlığını, Peygamber efendimize, Hulefa-i raşidine, Eshab-ı
kiram ve âlimlere hürmetini yazar. Bunların adı bahsedildiği an hürmeten
ayağa kalkardı.
Birinci Ahmed Han
İslam halifelerinin yetmiş dokuzuncusu ve Osmanlı padişahlarının on
dördüncüsüdür. 1603 de halife oldu. 1617 de, yirmi sekiz yaşında vefat
etti.
Nemçe ile yani Avusturya ile ve İranla ve Celali eşkıyası ile savaş
edip galip geldi. Akıllı ve iyi idareli idi. Devlet idaresindeki başarılarında
45
www.dinimizislam.com
zevcesi Mahpeyker sultanın çok yardımı olmuştur.
At meydanında, sultan Ahmed Camiini, mektep ve imaretini
yaptırmıştır. Camiin altı minaresi, dördünde üçer olmak üzere, onaltı
şerefesi vardır. İki kere Edirne’ye, bir kere de Bursa’ya seyahat etti. Cami
yanındaki türbededir.
Beytullahın ve Hucre-i seadetin perdeleri Mısırda dokunurdu. Ahmed
han, İstanbul'da dokutup saygı ile göndermiştir.
Birinci Mustafa Han
Osmanlı padişahlarının on beşincisi ve İslam halifelerinin
seksenincisidir. 1591 senesinde Manisa'da doğdu. Her şehzade gibi iyi
bir eğitim gördü. Ağabeyi birinci Ahmed Hanın vefatı üzerine 22 Kasım
1617 de ilk defa ekberiyet kaidesine göre, yani hanedanın en yaşlı
mensubu olarak zorla tahta çıkarıldı. Sultan Mustafa Han, devlet
meseleleriyle ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmediyse de
bu hâl devlet erkanınca göz önüne alınmadı.
Ancak çok geçmeden devlet işlerinde sultanın yabancı kalması ve
işlerin karışması üzerine, durumun böyle devam edemeyeceğini anlayan
devlet adamları hal'ine fetva aldılar ve 26 Şubat 1618 günü Sultan
Mustafa'yı tahttan indirerek yerine Genç Osman'ı çıkardılar.
Ancak yenilik taraftarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyan eden
yeniçeriler 19 Mayıs 1622 de Genç Osman'ı tahttan indirdiler. Bu durum
Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçirilmesine yol açtı. Bu sırada
Sultan Osman Hanın veziriazam Kara Davud paşa tarafından şehit
ettirilmesi büyük karışıklıklara sebep oldu. Sultan Mustafa Han, Davud
paşayı azlederek yerine Mere Hüseyin paşayı getirdiyse de, isyanlar son
bulmadı. Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmed paşa başkaldırarak,
bölgesindeki yeniçerilerin bir kısmını öldürttü. ''Genç Osman'ın intikamını
alacağım'' diye and içen Abaza, İstanbul'a gelmek için yola çıktı. Bursa’yı
muhasara ettiyse de alamadı. Kış geldiği için Niğde'ye çekildi.
Anadolu'daki isyanlar ve Genç Osman’ın şehit edilmesi olayına adı
karışan sipahiler, halk nezdinde kazandıkları nefreti silmek için bir divan
toplantısı sırasında ayaklanarak Sultan Osman Hanın katillerinin
bulunmasını istediler. Bunun üzerine Kara Davud paşa ve Kalenderoğlu
denilen kişiler yakalanarak idam edildiler.
Diğer taraftan Osmanlı Devletinin iç karışıklıklarından istifade etmek
isteyen Lehistan kazakları, daha önce imzalanan antlaşma şartlarına
uymayarak, şayka adı verilen yüz elli civarında küçük gemiyle Osmanlı
kıyılarına saldırdılar. Kazakların üzerine gönderilen Karadeniz serdarı
46
www.dinimizislam.com
Damad Receb paşa, kazakları takip ederek Kilgra önünde birçok
gemilerini batırdı ve 21 gemiyi zaptederek beş bin esirle İstanbul'a
döndü.
İstanbul'da vukubulan karışıklıklar ve Anadolu'da meydana gelen
isyanlar, Osmanlı Devletinin başında daha kudretli, azimkâr ve zeki bir
padişahın bulunmasını gerekli kılıyordu. Bu sebeple 1623 de sadarete
getirilen Kemankeş Ali paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ve diğer devlet
erkanı toplanarak Sultan Mustafa'nın artık makam-ı saltanatta kalmaması
gerektiği hususunda karara vardılar. Nitekim verilen fetva ile 10 Eylül
1623 günü Sultan Mustafa, ikinci defa tahttan indirildi ve yerine dördüncü
Murad Han geçti.
Sultan Mustafa Han, zayıf ve narin vücutlu idi. Yüzü her zaman
solgun olup, üzüntülü bir görünüşü vardı. Son derece dindardı. Sık sık
türbeleri ziyaret eder ve çokça sadaka dağıtırdı. Saraydaki hayatını
ibadet içinde, dini eserler ve Kur'an-ı kerim okuyarak geçirirdi. Saltanatta
gözü olmadığı için her iki hal'inde de en küçük bir memnuniyetsizlik
göstermemiş, tahttan sevinçle inmiştir. 20 Ocak 1639 günü Topkapı
Sarayında vefat eden Sultan Mustafa Han, Ayasofya Camii karşısındaki
türbesinde medfundur.
İkinci Osman Han (Genç Osman)
Osmanlı padişahlarının on altıncısı ve İslam halifelerinin seksen
birincisidir. Babası Sultan birinci Ahmed Handır. 1604 senesinde
İstanbul'da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arapça, Farsça, Latince,
Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir
edebiyat, tarih, coğrafya ve matematik tahsili gördü.
26 şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci
Mustafa'nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine
Osmanlı sultanı oldu. İkinci Osman'ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile
barış antlaşması imzalanarak harbe son verildi. 1620 yazında Halil Paşa
kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini kuzeye doğru
geçerek Otranto Boğazında Adriyatik'e geldi. Dıraz üssünde iki İtalya
gemisini ele geçirdi. Daha sonra batıdan doğuya doğru Adriyatik
Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi ve İtalya'ya asker çıkardı.
Kısa sürede Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa bu zaferini
Padişaha ve hususi bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdai
hazretlerine bildirdi ve çok hayır dua aldı.
Bu sırada Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya karşı cephe
almıştı. İhaneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan'a sığındı ve büyük
47
www.dinimizislam.com
destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı
topraklarına saldırdı. Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, süratle
harekete geçip bu kuvvetleri Turla Nehrini geçerken imha etti. Düşman
ordusundan Zahire ganimet olarak alındı. Diğer taraftan Sultan Osman,
Lehistan'ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, orada bir donanma
kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, hem Akdeniz
hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gayesiyle 21 Mayıs
1621 de Cuma namazını kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621 de
Hotin önüne varıldı ve kale derhal kuşatma altına alındı. 35 gün devam
eden muharebelerde kale birkaç defa düşmek durumuna geldiyse de
yeniçerilerin itaatsizliği ve devlet adamlarının arasındaki geçimsizlikler,
kesin neticenin elde edilmesine mani oldu. Ancak Nogay tatarlarının beyi
Kantemir mirza ile Kırım Hanının oğlu Nureddin, Lehistan içlerine kadar
akınlarda bulunarak pek çok ganimetle döndüler. Netice de kış
mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan'la barış yapılarak geri dönüldü.
Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen sultan, bunun
sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bazı ıslahatlar
yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Suriye
ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sadece askerlikle uğraşan, padişahın
emirlerine itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray,
harem ve ilmiye teşkilatlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu.
Ancak onun bu ıslahat fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor,
ilmiye sınıfı da çok çekimser davranıyordu. Nitekim Osman Hanın hacca
gitme arzusunu bahane eden yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar.
Öncelikle Osman Hanın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan
isyan, daha sonra bazı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle
büyüdü. Neticede isyan Sultan Osman Hanın hal-i ve sultan Mustafa'nın
ikinci defa tahta geçirilmesiyle son buldu.
İsyan sırasında Sultan Osman'ı ele geçiren caniler, reva gördükleri
ağır ve kötü sözlerle orta camiye götürerek orada hapsettiler. Genç
padişahın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve
cefa onu boynu bükük ve perişan bir hâle koymuştu. İkinci Osman Han,
kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; ''Dün sabah padişah-ı cihan
idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın; dünya size
dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler''
diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin caniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı.
Orta camide Genç Osman'ın muhafazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa
tayin edildi.
Yeniçeriler, Sultan ikinci Osman'ın hayatına dokunulmayarak kafes
48
www.dinimizislam.com
hayatı yaşamasını istiyorlardı. Nitekim, çok hain bir kimse olan yeni
sadrazam Davud Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince,
yeniçeri ağaları mani oldular. Osman Han hayatına kasd eden Davud
Paşaya; ''Behey zalim, ben sana neyledim? İki defa mucib-i katl cürmünü
affedip öldürmedim, mansın verdim, bana gadrin nedir?'' diye bağırdı.
Buna rağmen, Davud Paşa, Cumadan sonra en güvendiği adamları olan
cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zabite, sultan Osman'ı Yedikule'ye
götürerek boğmalarını emretti. Eski Sultanın Yedikule'ye götürülüşünü
seyretmek üzere yollara biriken halk, o tarihe kadar görülmemiş
kalabalığı teşkil ediyordu. Yedikule'ye gelindiği zaman vakit akşama
yaklaşıyordu. Davud Paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker
dağıtıldı. Daha sonra Davud Paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna
dönerek; ''Yanınıza sekiz cellat alıp, Osman'ın işini bitirin. Yarına
kalmasın'' dedi.
Sultan Osman, günlerden beri perişan vaziyette, aç ve uykusuz
olduğu halde kendisini son nefesine kadar müdafaa etmeye karar
vermişti. On celladın ilk hücumu netice vermedi. Bire on nispet olmasına
rağmen, cellatlar, silahsız padişahla mücadele edemeyeceklerini
anladılar. Kementten başka silah da kullanmak istemiyorlardı. Çünkü
hanedandan olanın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen dışarıdan balta alan
cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. Fakat arkasından
gelen bir cellat, baltası ile omuzuna vurarak fena şekilde yaraladı. Bu
durumu fırsat bilen cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi
ve yere düşürdü. Diğer caniler de üzerine yüklenerek genç padişahı
şehid ettiler (20 Mayıs 1622).
Şehid sultanın cenazesi o gece Topkapı Sarayına götürüldü. Ertesi
gün yapılacak cenaze törenine hazırlandı. Öğle namazından sonra
kılınan cenaze namazını müteakip Sultanahmet Camiinde babasının
türbesine defnedildi.
Genç Osman'ın şehid edilmesi tarihimizin en acıklı olaylarındandır.
Genç Osman'ın öldürülmesi, Anadolu'da bazı isyanların çıkmasına sebep
oldu. Millet, padişahın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun
katillerini nefretle andı.
Sultan ikinci Osman Han güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet
sahibi, bahadır bir padişahtı. Fevkalade iyi bir binici, silah ve harp
aletlerini kullanmakta pek mahirdi. Şecaat ve binicilikte akranı pek az
olup, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı
49
www.dinimizislam.com
Dördüncü Murad Han
İslam halifelerinin seksen ikincisi, Osmanlı padişahlarının on
yedincisidir. 1609 da doğup, 1640 da vefat etti. Babası, birinci Ahmed
hanın türbesindedir. Kardeşi ikinci Osman han da buradadır. 1623 de
halife oldu. Yavuz gibi cesur idi. Annesi Mahpeyker Kösem sultanın
yardımı ile, iş başına, kıymetli adamlar getirerek, ortalığı düzeltti.
Şah Abbas Bağdat’ı alıp, otuzbin Ehl-i sünneti kadın, çocuk
ayırmadan kesti. Sadr-ı azam hâfız Ahmed paşa Bağdat’ı geri aldı. İran
askeri telef oldu. Tütün, enfiye ve içkiyi yasak etti. Kendi harbe giderek
Tebriz’i geri aldı. İkinci defa giderek Bağdat’ı tekrar aldı. Kâbe-i
muazzamayı yeniden yaptırdı. Hâfız Ahmed paşa, Fatih’te Malta
çarşısındaki camiinin kıble duvarı önündedir.
Dördüncü Murad Han Arapça ve Batı dillerine hakim olup her türlü
memleket meselesine vakıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat
buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Kur'an-ı kerim
okumayı ve ibadetlerini hiç ihmal etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim
Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur'an-ı kerim okurdu. Ömrünü
devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itaatle geçiren bu
Türk hakanı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pek çok iftiralarına maruz
kaldı. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük padişaha da
bulaştırmaya kalkıştılar. İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler.
Birçok tarihçinin Kanuni sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak
kabul ettikleri Dördüncü Murad Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim
Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla
uyuşurdu. Fakat Yavuz'un sahip olduğu kıymetli Devlet adamlarına ve
tecrübeye malik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefatında
ise, on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı belli değildi.
Avrupa baştan başa istihbarat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli
sırları, Osmanlı sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet
alınıyordu.
Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken,
vefatında itaat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu.
Dördüncü murad Han, bozulmuş devlet nizamını yoluna koymak için
mülazimlikleri kaldırdı. Timar sistemini yeniden düzene koydu. İsrafın
önüne geçmek için kanunlar çıkarttı. Sipahilerden zorbalıkla ele
geçirdikleri evkaf idaresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı. Sipahileri
intizam ve itaat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların
toplandığı yerler olan kahvehaneleri kapatarak asayişi temin etti.
Yeniçerilik tahsisatının şuna buna yemlik olması suistimalini kaldırarak,
50
www.dinimizislam.com
yeniçeriliği ıslah etti. Vefatında içte ve dışta huzurlu ve itibarlı bir devlet
bıraktı.
Sultan Murad Hanın cesareti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin
zekâsı, hünerleri, askeri dehası, atıcılık, binicilik, silahşörlükteki başarısı,
askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık
gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı
ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin bütün silahlarını en iyi
şekilde kullanırdı. En küçük suçları bile memleketin selameti için
cezalandırmaktan çekinmeyen sultan Dördüncü Murad Hanın merhameti
de çoktu. Savaş esnasında otağının yanına kurdurduğu seyyar
hastanelerdeki yaralı ve hastaları ziyaret eder, onlarla yakından
ilgilenirdi.
Memleketin her tarafındaki imarethanelerin vakıf şartlarına uygun
şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret
gösterirdi. Din ve Devlet menfaatine iş yapanı hemen mükafatlandıran
Sultan Murad Han, pek çok hayırlı işin yanında, topkapı sarayında Revan
ve Bağdat köşkü gibi nadide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve
benzeri hayır eserleri de inşa ettirdi. Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu
Muhammed'in doğumundan yedi gece kandilleri astırıp şenlikler
yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar'daki kaleleri yaptırdığı
gibi, pek çok şehrin de surlarını tamir ettirdi. Bağdat'ı feth edince, imam-ı
a'zam ve Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin türbelerinin tamiri yaptırdı.
İbrahim Han
Osmanlı padişahlarının on sekizincisi ve İslam halifelerinin seksen
üçüncüsüdür. Birinci Ahmed Han ile Mahpeyker Kösem Sultanın oğlu
olup, 1615 yılında doğdu. Bu adı taşıyan tek Osmanlı hükümdarıdır.
Ağabeyi Dördüncü Murad’ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı
şehzadesiydi. Ağabeyinin genç yaşta ölümüne bir türlü inanamadı. Sultan
olduğunu bildiren annesine ve paşalara; “Allahü teâlâ, padişah
kardeşimin ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lazım değildir. Padişah
kardeşimin ömrüne duacıyız” dedi. Ancak annesi ve devlet adamlarının
ısrarı ile ağabeyi Sultan Dördüncü Murad’ın naşını gördükten sonra taht
odasına geçti, Hırka-i Saadet Dairesinden getirilen hazret-i Ömer’in sarığı
besmele ile başına sarıldıktan sonra ellerini açtı, ve; “Elhamdülillah, ya
Rab! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama layık gördün. Saltanat
günlerimde milletimi hoş-hâl eyle ve birbirimizden hoşnut kıl” diye dua
ederek tahta oturdu (9 Şubat 1640).
Girit adasının fatihidir. 1648 de şehid edildi. Sultan İbrahim, amcası
51
www.dinimizislam.com
Mustafa hanın Ayasofyadaki türbesindedir.
Sultan İbrahim Hanın tahta geçtiğinin ilk senesinde Mirgün oğlu
hadisesi vuku buldu. Dördüncü Murad han Revan [Erivan] kalesini feth
edince, kale kumandanı Mirgün oğlu, af diledi. Kabul edilip, paşalık
rütbesi ve ayrıca Emirganda bir saray kendine verildi. Mirgün oğlu burada
kaldı. Fakat, sultan Murad vefat edince, yerine geçen kardeşi, sultan
İbrahim
han
zamanında,
hurufilik
propagandasına
başlayıp,
Müslümanları aldattığı görülünce, başı kesildi. Halk arasında kesikbaş
denilen mezarda, işte bu hurufi babası yatmaktadır. Hurufiler ve
mülhidler, bundan dolayı sultan İbrahim’e düşman oldular. Bu mübarek
Türk sultanına deli İbrahim dediler. Gençler de, bu yalana ve uydurma
hikayelere inanıyor. Bu temiz sultana ve afife zevcesi Turhan sultana
bilmeyerek dil uzatıyorlar.
İbrahim Han bundan sonra dış meseleler ile ilgilenmeye başladı.
1637 yılında Ruslar tarafından işgal olunan Azak Kalesi üzerine bir ordu
gönderdi. Kırım kuvvetlerinin de gelmesi üzerine Ruslar kaleyi teslim
ettiler. Almanya sınırında ise akıncılar daimi olarak Avusturya’ya akınlar
düzenliyorlardı. 1641 yılında düzenlenen akında, Osmanlı akıncıları
Bavyera içlerine kadar ilerledi. Kuzey Bavyera’daki bazı kasabalar,
Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Bu akınlardan büyük zarara uğramaları
üzerine İmparator Ferdinand, Osmanlı fetihlerini kabul ederek Zitvatoruk
Antlaşmasını yeniletmeye muvaffak oldu.
Diğer taraftan Malta Saint-Jean Şövalyelerinin fırsat buldukça Türk
ticaret gemilerine saldırmaları yüzünden, Sultan İbrahim Han onların en
büyük sığınağı olan Girit Adasının fethini emretti. 20 Haziran 1645 de
Sakız Adasından denize açılan Osmanlı donanması, 17 Temmuzda
Girit’in Hanya limanını fethetti. Hanya’nın Osmanlılar tarafından fethi,
Avrupa’da büyük akisler uyandırdı. Almanya ve İtalya, asker göndererek
Venedik’e yardım kararı aldılar. Bu sırada Hanya muhafazasına getirilen
Deli Hüseyin Paşa, harekâta devamla Resmo Kalesini ele geçirdi.
Osmanlı donanması muharebeye devam ederken, Sultan İbrahim’in hal’i
olayı meydana geldi.
1647 de Kara Musa Paşanın ölümüyle sadaret makamına getirilen
Hezarpare Ahmed Paşanın dikkatsiz ve adaletsiz davranışları aleyhte
büyük bir propaganda ve isyanı beraberinde getirdi. Bu arada Hurufilerin
Sultan İbrahim Han aleyhine yaptıkları iftiralar da hedefine ulaşmıştı.
Nitekim Hezarpare Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyan, Sultan
İbrahim Hanın da tahttan indirilmesiyle sonuçlandı.Tahta, oğlu Dördüncü
Mehmed Han çıkarıldı. İsyancılar ve bunların önderi olan Sofu Mehmed
52
www.dinimizislam.com
Paşa, Sultan İbrahim hayatta durdukça rahat edemeyeceklerini
bildiğinden, kendisini şehid ettirdiler (18 Ağustos 1648).
Sultan İbrahim, çok cömert ve lütufkâr olup, fakirlere, acizlere
ihsanlarda bulunurdu. Devrinde maliye düzeltilip, milletin kıtlık
çekmemesi ve israfın önlenmesi için fermanlar çıkarıldı. Beylerin zalim
olmaması ve halka zulüm yapmaması için çok dikkat ederdi. Halka zulüm
yapan ister idareci, ister halktan bir kişi olsun onunla mücadele eder ve
cezasını şiddetle verirdi.
Halkın rahat ve huzurunu her şeyin üzerinde tutardı. Bir gün tebdil-i
kıyafetle gezerken fırın önünde ekmek almak için uzun kuyruklar
meydana geldiğini gördü. Saraya döner dönmez sadrazama; “Tebea-i
şahanemden hiç birisinin ekmek almak için bir dakika dahi beklemesine
rızam yoktur. Bir hoşça mukayyed olasın.... ve illa başın gider!” diye
emretmiştir. Bundan sonra da kuyruklar olmamıştır.
Dördüncü Mehmed Han
Osmanlı padişahlarının on dokuzuncusu, İslam halifelerinin seksen
dördüncüsüdür. Babası Sultan İbrahim Handır. 1648 de padişah oldu.
Dördüncü Mehmed Han devrinde esaslı ıslahatlar yapılıp, İstanbul’da
ve ülke içinde asayiş sağlandı.
Ordu ve donanma kuvvetlendirildi. Çanakkale Boğazı girişine kadar
gelen Venedik ve diğer Hıristiyan devletlerin gemileri, 19 Temmuz 1657
de kaçırıldı. Bozcaada ve Limni düşman işgalinden kurtarıldı. Asi Erdel
prensi üzerine sefere çıkılarak, 1 Eylül 1658 de Yanova Kalesi ele
geçirildi. Erdel, harp tazminatı vermeyi ve on beş bin altınlık vergiyi, kırk
bin altına çıkarmayı kabul etti. Kırım Hanı Mehmed Giray, Rusları 12
Temmuz 1659 da Konotop’ta mağlup ederek, elli bin esir alıp, yüz yirmi
bin Rusu imha etti.
Dördüncü Mehmed Han, Köprülü Mehmed Paşanın iç ve dış
işlerindeki başarılı icraatlarını takdir ederek, onun vefatından sonra oğlu
Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşayı, 30 Ekim 1661 de Sadrazamlığa tayin
etti. Osmanlı hududunu ihlal eden Avusturyalılar üzerine 12 Nisan 1663
de sefer açılarak, Serdar-ı ekremliğine Fazıl Ahmed Paşa getirildi. 1663
de başlayan Avusturya harpleri, 10 Ağustos 1664 Vasvar Antlaşmasıyla
neticelendi.
Arazi bakımından olduğu gibi askeri ve siyasi yönden de kârlı çıkılan
Avusturya Seferinden sonra, 1666 yılında Girit Seferine çıkıldı. Fazıl
Ahmed Paşa, Girit Adasının Kandiye Kalesini kuşatırken, fethin
gecikmesi üzerine, Sultan Dördüncü Mehmed Han, 18 Ağustos 1668 de
53
www.dinimizislam.com
sefere çıktı. Sultan Mehmed Han Girid’e geçmek üzere Eğriboz’a
giderken, Kandiye’nin fethi haberi verilince geriye döndü.
Lehistan Kralının, Osmanlı himayesini kabul eden Ukrayna
Kazaklarına saldırması üzerine, Lehistan’a sefer açıldı. 4 Haziran 1672
tarihinde Birinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, 27
Ağustosta Kamaniçe’nin teslim alınması neticesinde Osmanlı ordusuyla
birlikte süratle Podolya’ya girdi. Lehistan Kralı anlaşma istedi. 18 Ekim
1672 Bucaş Antlaşmasına göre; Podolya Osmanlı Devletine, Ukrayna
Türk himayesini kabul eden Kazak Beyine verilecekti. Lehistan, yıllık
220.000 altın vergi vermeyi kabul etti. Papa ile Almanya’nın yardım teklifi
üzerine tesir altında kalan Lehistanlılar, Bucaş Antlaşmasını ihlal ettiler. 7
Ağustos 1673 de İkinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed
Hanın Ukrayna’ya girmesiyle Lehliler, tekrar anlaşma istediler. 27 Ekim
1676 Zorawno Antlaşmasıyla Podolya ile Ukrayna Osmanlı Devletine
bırakıldı.
Sultan Dördüncü Mehmed Han, Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşanın
1676 Kasım ayı başında vefatıyla Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı
sadrazamlığa getirdi. 1677 de Ukrayna’nın Rus istilasına uğramasıyla,
Lehistan serdarı İbrahim Paşa ile Kırım Hanı Selim Giray, Kazakların
merkezi olan Çehrin Kalesini kuşattılar. 1678 baharında Rusya Seferine
çıkan Dördüncü Mehmed Han, yol üzerindeki Silistre’den sonra yerine
sadrazam Mustafa Paşayı gönderdi. İki yüz bin Rus, Alman, Kazak ve
diğer milletlerden meydana gelen müttefik düşman kuvvetlerinin müdafaa
ettiği Çehrin Kalesi, Osmanlı ordusunun yaptığı şiddetli taarruzlara
dayanamayarak, 1677 yılı Ağustos ayının 20/21. günü gecesi düştü.
Şiddetli topçu ateşi sebebiyle kalede çıkan yangında düşman ordusu,
yanarak veya can havliyle atladıkları nehirde boğularak yok oldu.
1680 yılında Rusların harp hazırlıkları haberi alındığında Dördüncü
Mehmed Han 29 Ekim 1680 de İkinci Rus Seferine çıktı. Osmanlı
seferinden çok korkan Ruslar, Sultanın Edirne’ye gelmesiyle, Kırım Hanı
Murad Giray vasıtasıyla anlaşma istediler. 11 Şubat 1681 de imzalanan
Osmanlı-Rus Antlaşmasına göre; iki devlet arasında Özi Nehri hudut
kesildi. Avusturya Kralının Macar milliyetçilerini imha hareketine karşı,
Macarlar, Osmanlılardan yardım istedi. Sultan Mehmed Han, 9 Ocak
1682 de Macar milliyetçilerinin lideri Tökeli İmre’yi Orta Macaristan Kralı
tanıdı. Mehmed Han Tökeli İmre’ye mücevher bir topuz, Budin
Beylerbeyliğine de Hatt-ı Hümayun göndererek yardım edilmesini ve yeni
krallığın Avusturyalılardan kurtarılmasını emretti. Budin Beylerbeyi
İbrahim Paşa, Tökeli İmre’nin yardım istemesiyle, 27 Temmuz 1682 de,
54
www.dinimizislam.com
Orta Macar Seferine çıktı. 15 Ağustos 1682 de Orta Macaristan’ın
merkezi olan Kaşa Kalesi fethedilerek, Tökeli İmre, Macar
milliyetçilerinden on iki bin gönüllü askeriyle krallık tahtına oturtuldu.
Yabancı devletlere karşı tavizsiz bir siyaset takip eden Vezir-i azam
Kara Mustafa Paşa, Fransız gemilerinin Sakız Adasında küstahca
davranmasını protesto ederek, Fransa Kralından tazminat aldı.
Avusturya’nın tekrar tekrar antlaşma istemesine rağmen, devamlı
tecavüzkâr bir siyaset takip etmesi üzerine, Dördüncü Mehmed Han, 12
Ekim 1682 de sefere çıktı. Avusturya Seferinde Sultanın Belgrad’da
kalmasıyla, Sadrazam Kara Mustafa Paşaya Serdar-ı ekremlik vazifesi
verildi. Papalığın Avusturya’ya yardım ederek Lehistan’la ittifak kurması
üzerine, 27 Haziran 1683 tarihindeki Harp meclisinde Viyana’nın fethine
karar verildi. 14 Temmuz 1683 de Avusturya’nın merkezi Viyana
Osmanlılarca ikinci defa kuşatıldı. Serdar-ı ekrem Kara Mustafa Paşanın
Viyana kuşatmasını kaldırıp, geri çekilmesiyle, 15 Aralık 1683 de
sadrazamlığa Kara İbrahim Paşa tayin edildi. Dördüncü Mehmed Han,
Osmanlı Devletini en geniş hudutlara kavuşturmasından sonra, 1683 geri
çekilişiyle mevzii harpler kazanılmasına rağmen Macaristan elden çıktı.
Dalmaçya kıyıları ve Yunanistan, Venediklilerin tecavüzüne uğradı.
Avrupa devletleriyle muharebeler, 26 Ocak 1699 tarihinde imzalanan
Karlofça Antlaşmasına kadar devam etti. Antlaşmadan on iki yıl önce 8
Kasım 1687 tarihinde Dördüncü Mehmed Han tahttan indirilmişti. Otuz
dokuz yıl Osmanlı sultanlığı yapan Dördüncü Mehmed Han, 6 Ocak 1693
tarihinde, vefatına kadar Edirne’de oturdu. Vefat edince İstanbul’a getirildi
ve Yeni Cami yanındaki annesi Turhan Valide Sultanın türbesine
defnedildi.
Osmanlı Devletinde Kanuni Sultan Süleyman Handan sonra en fazla
tahtta kalan padişah Dördüncü Mehmed Handır. Yaratılışı icabı mutedil,
kadirşinas, vefakâr olup, verdiği söze sadık bir şahsiyete sahipti. Ava,
edebiyata, tarihe merakı olup, sohbet dinlemeyi severdi. Dindardı, beş
vakit namazını cemaatla kılardı. İçkiyi ve imalatını yasakladı. Dine
sonradan karıştırılan bütün hususların kaldırılması için uğraştı.
Kahvehaneleri kapattırıp, oyuncu ve çalgıcıları İstanbul’dan uzaklaştırdı.
Sadrazamlığı Köprülü ailesine verip, idarede serbest bıraktı. Ava
merakından dolayı “Avcı” lakabı verildi. Zamanında Osmanlı Devleti en
geniş hudutlarına kavuşarak, dünya siyasetinde faal rol oynadı.
Dördüncü Mehmed Han devrinde, kıymetli ilim adamları ve
sanatkârlar yetişti. Her sahada kıymetli eserler yazıldı. Dördüncü
Mehmed devrinde inşası tamamlanıp, ibadete açılan Yeni Cami, Osmanlı
55
www.dinimizislam.com
mimarisinin şaheserlerindendir. Yeni Cami yanındaki Mısır Çarşısı, bu
camiye vakıf olarak yapılmıştı
İkinci Süleyman Han
Osmanlı padişahlarının yirmincisi, İslam halifelerinin seksen
beşincisidir. Sultan İbrahim Hanın oğlu olup, 1624 tarihinde İstanbul’da
doğdu. Şehzadeliğinde mükemmel tahsil ve terbiye gördü. Kardeşi Sultan
Dördüncü Mehmed Han zamanında sarayda hususi hocalardan ders aldı.
1687’de Osmanlı sultanı oldu.
Sultan İkinci Süleyman Han tahta çıktığı zaman, Osmanlı ordularında
Viyana bozgunuyla başlayan çözülme ve toprak kaybı devam ediyordu.
Venedik, Mora Yarımadasını işgal etti. Avusturya Vişegrad, Uyvar ve
Estergon’un ardından 160 yıllık Türk yurdu Budin’e girdi. Macaristan’da
ise Türk hakimiyeti sona ermek üzere bulunuyordu. Ayrıca bu
mağlubiyetler hazine gelirleri üzerinde olumsuz tesirler yaptığı gibi,
Anadolu’daki eşkıyalık hareketlerini de körüklüyordu. Avusturya Cephesi,
serdarı Yeğen Osman Paşanın kendisi bir asi lideri gibi Rumeli’de
yolsuzluk yapıyor, zorla usulsüz vergiler topluyordu. Bu sırada 8 Eylül
1688’de Belgrad da düştü.
Devlet içindeki karışıklıklar ve Macaristan’ın elden çıkarak,
Belgrad’ın düşmesi, Sultan İkinci Süleyman Hanı çok üzdü. Emir
dinlemeyip, pek çok kalenin düşmesine sebep olan Osman Paşanın
katline fetva verildi. Avusturya cephesi serdarlığına Receb Paşa tayin
edildi. Padişah sağlığının elvermemesine rağmen, askeri teşvik için
ordunun başında Edirne’den Sofya’ya kadar geldi ve harekâtı bizzat
buradan idare etmeye başladı.
1689 da Kırım’a saldıran Rus kuvvetlerini Selim Giray Han az bir
kuvvetle dağıtarak perişan etti ve ağır kayıplar verdirdi. Vidin Muhafızı
Sarı Hüseyin Paşa, Tuna kenarındaki Gladova ve Orsova kalelerini
düşmandan geri aldı. Vişegrad’ı muhasara eden on iki bin kişilik
Avusturya kuvveti bozguna uğratıldı. 1689 yılında Fazıl Mustafa Paşanın
sadarete getirilmesinin ordu üzerindeki tesiri çok müspet oldu. Mustafa
Paşa, ilk iş olarak bir adaletname neşrederek memleketin umumi ahvalini
yoluna koydu. Aldığı acil tedbirlerle hazineye gelir sağladı. Yeniçeri ocağı
yoklanıp ulufeye müstahak olmayanların isimlerini sildirdi. Orduyu
disiplinli ve intizamlı bir hale getirdi. Fazıl Mustafa Paşa 1690 yılında
Edirne’den hareketle çıktığı Avusturya Seferinde düşman kuvvetlerini
mağlup ederek, Şehirköy, Musa palangası ve Niş şehrini aldı. Osmanlı
Devletinin batıda en önemli serhad kalesi olan Belgrad’ı altı günlük bir
56
www.dinimizislam.com
kuşatmadan sonra fethetti. Bu zaferler Osmanlı ülkesinde büyük sevince
vesile oldu.
Hastalığı sebebiyle Davudpaşa Kışlasına kadar arabayla gelen
Süleyman Han, burada Fazıl Mustafa Paşayı huzuruna kabul edip; “Hoş
geldin. Berhudar ol, yüzün ak, kılıcın berrak, ekmeğin sana helal olsun,
arzum üzere hizmet eyledin. Seleflerinden birine böyle bir ulu gaza
müyesser olmadı” dedikten sonra ordu erkanının önünde samur erkan
kürkünü sadrazama giydirdi. Belinden çıkardığı hançeri beline ve bir kıt’a
murassa pençe sorgucu da başına taktıktan sonra; “Ben mükafat
vermeye kadir değilim. Allahü teâlâ iki cihanda yüzünü ak etsin” diye
duada bulundu.
Bu sırada Mora Serdarı Koca Halil Paşa da Venediklilerin elinde
bulunan Avlonya’yı otuz bir günlük bir muhasaradan sonra ele geçirmişti.
13 Mayıs 1691 de Sancak-ı şerifi tekrar Fazıl Mustafa Paşaya vererek,
Avusturya Seferine dua ile yolcu eden İkinci Süleyman Han, bir müddet
sonra İstanbul’a yakın Yoncaçeşme mevkiinde vefat etti (22 Haziran
1691). İki gün sonra Süleymaniye’ye getirilip, Sultan Süleyman Hana ait
kabrin sağ tarafına defnedildi.
İkinci Süleyman Han kadirşinas, halim, cömert ve temkinli bir
padişahtı. Fakir, muhtaç ve ihtiyaç sahiplerine pek çok ihsanlarda
bulunurdu. Saltanat müddeti iç ve dış gailelerle geçti. Bilhassa, Avusturya
karşısında alınan mağlubiyetler dolayısıyla, herkesin Rumeli elden
çıkıyor, diye Anadolu’ya kaçtığı sırada, muktedir devlet adamı
Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşayı iş başına getirerek, kaybedilen yerleri
devlete tekrar kazandırdı. Memleket içerisinde imar faaliyetleriyle de
ilgilenen Süleyman Han, kendisi de Fener Kulesi ile İzmir’de bir cami inşa
ettirdi.
İkinci Ahmed Han
Osmanlı padişahlarının yirmi birincisi ve İslam halifelerinin seksen
altıncısıdır. Sultan İbrahim Hanın üçüncü oğlu olup, 1643 de doğdu.
1691 de ağabeyi İkinci Süleyman Hanın ölümü üzerine Osmanlı
tahtına geçti. Kırk sekiz yaşında tahta geçen Sultan İkinci Ahmed Han,
daha birkaç gün önce ordunun başında Avusturya üzerine sefere çıkan
sadrazam ve serdar-ı ekrem Fazıl Mustafa Paşaya, sadaretinin
devamına dair bir ferman gönderdi. Belgrad önlerinde bulunan Avusturya
ordusu üzerine yürüdü. Orduya henüz Kırım kuvvetleri katılmamıştı. Bu
durumu fırsat bilen Avusturya ordusunun kumandanı 25 Ağustos 1691
günü derhal taarruza geçti. Slankamen muharebesi adı verilen savaşın
57
www.dinimizislam.com
ilk anlarında Osmanlı askeri galip durumdaydı. Ancak sadrazam Mustafa
Paşanın şehid düşmesi üzerine durum birden Osmanlı ordusu aleyhine
döndü ve hezimetle neticelendi.
Slankamen mağlubiyetinden sonra ilerleyen Avusturya kuvvetleri
Kasım ayında Varat Kalesini kuşattılar. Sultan, yeni sadrazam Arabacı Ali
Paşayı tayin ve Avusturya üzerine sefere memur etti. Bu sırada Avrupa
devletleri Osmanlı-Avusturya savaşının durdurulması için girişimde
bulundular ise de, netice alamadılar. Diğer taraftan zamanında yardım
ulaşmayan Varat Kalesi, Avusturyalılara teslim olmak mecburiyetinde
kaldı.
1692 Haziranının sonlarına doğru sadrazam Hacı Ali Paşa
Edirne'den hareketle Belgrad'a vardı. Kaleyi tahkim ve tamirden sonra,
Avusturyalıların kışlaya çekilmeleri üzerine Edirne'ye döndü. Sadrazam,
Avusturya ile uğraşırken, Venedik donanması da Girit'e asker çıkardı.
Kaptan-ı derya vezir Damad Yusuf Paşanın donanma ile Hanya önlerine
gelmesi üzerine Venedikliler muhasarayı kaldırarak geri çekildiler. 1693
yılı Mart ayı sonlarında Bozoklu Mustafa Paşa sadarete getirildi. Yeni
sadrazam Temmuz ayında Avusturya seferine çıktı. Hedef, Erdel'i geri
almaktı. Avusturya ordusunun Belgrad'ı kuşatması üzerine sadrazam
Belgrad'a yöneldi. Kırım Hanı Selim Giray'ın Avusturyalıların yardımına
gelen bir orduyu mağlup etmesi üzerine, kuşatma kaldırıldı. Serdar-ı
ekrem, çekilen düşmanı takiple çok zayiat verdirdi ve 17 Eylülde
Belgrad'a girdi. Kışın yaklaşması üzerine Osmanlı ordusu Edirne'ye
döndü.
Stratejik önemi pek büyük olan Narenta Kalesi 28 Haziran 1694 de
Venedikliler tarafından işgal edildi. Geri almak için yapılan teşebbüsler
netice vermedi. Bu hadiseden bir süre sonra sefere çıkan Osmanlı
ordusu Varadin Kalesini kuşattı. Ancak bu sırada, Malta, Floransa ve
Papalık filolarından müteşekkil bir Venedik donanması Sakız'ı zaptetti.
Buna çok üzülen Sultan İkinci Ahmed Han, Sadrazama bir hatt-ı
hümayun göndererek geri dönmesini ve Sakız adasının geri alınmasını
emretti. Kaptan-ı deryalığa amcazade Mezemorta Hüseyin Paşa tayin
edildi. Öte yandan Osmanlı Devleti dış gailelerle uğraşırken içte de bazı
hadiseler vuku bulmaktaydı. Irak ve Hicaz'da çıkan isyanlar ile Suriye'de
Sürhan ve Maanoğullarının aleyhte faaliyetlerini Sultan Ahmed Han
anında aldığı tedbirlerle önledi.
Bu sırada Sakız Adasının geri alınması için yola çıkan Hüseyin Paşa,
ada açıklarında Venediklilerle çarpışırken Sakız'ın elden çıkmasının acısı
ile üzüntüden hastalığı ağırlaşan Sultan Ahmed Han, 6 Şubat 1695
58
www.dinimizislam.com
tarihinde fetih haberini alamadan, elli iki yaşında Edirne'de vefat etti.
Naşı, İstanbul'a nakledilerek Kanuni Sultan Süleyman Hanın türbesine
defnedildi.
Çok merhametli ve vatanperver olan Sultan İkinci Ahmed Han, hasta
olduğu zamanlarda bile, devlet işlerinden asla el çekmezdi. Haftada iki
gün yapılan divan toplantılarının dörde çıkarılmasını emretti. Toplantıları
bizzat takip eder, yaptığı herhangi bir hatayı düzeltmekten çekinmezdi.
Adil bir sultan olarak yaşayan Ahmed Han, milletini memnun etmek için
elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmıştır. Sanatkârları korur, taltiflerde
bulunarak daha iyiye ve güzele doğru yönlendirirdi. İyi bir hattat olan
Sultan Ahmed Hanın yazdığı Kur'an-ı kerimler ve çoğalttığı kitaplar
vardır.
İkinci Mustafa Han
Osmanlı padişahlarının yirmi ikincisi ve İslam halifelerinin seksen
yedincisidir. Sultan dördüncü Mehmed’in oğlu, birinci Mahmud ile sultan
üçüncü Osman’ın babalarıdır. 1664 de doğup, 1703 de vefat etti. Yeni
Cami yanında, Turhan sultan türbesindedir. Babası da bu türbededir.
Devrin âlimlerinden iyi bir tahsil gördü. Devlet idaresi ve harp
oyunlarını öğrendi. İkinci Ahmed Hanın 6 Şubat 1695 de vefatıyla tahta
çıktı. Padişah olduğunda, Osmanlı Devleti on iki yıldan beri Avusturya,
Lehistan, Rusya ve Venediklilerle harp ediyordu. Gayretli ve kahraman
bir hükümdar olan Sultan Mustafa Han, tahta çıkışının üçüncü günü
sadrazama gönderdiği fermanda;
''Cenab-ı Hak, bu aciz, bu günahkâr kuluna bir cihan padişahlığı
ihsan etti. Biz, bugünden zevki ve sefayı kendimize haram kıldık.
Düşmana karşı ceddim (Kanuni) Sultan Süleyman gibi kendim sefere
çıkmaya kat'i niyet ettim. Sizler ki veziriazamım, vüzera, ulema, vükela ve
ocak ağalarısınız, cümleniz bir yere gelip, bu hatt-ı hümayunumu okuyup
düşününüz, gazaya gitmem mi makbul, yoksa Edirne'de oturup,
kalmamız mı münasip? Din ve devlet ve halka hangisi faydalı, Allah için
söyleşüp, doğruyu bana bildiriniz, vesselam'' buyurarak vazifeye başladı.
Bu hatt-ı hümayun devlet adamlarını, âlimleri, kumandanları,
askerleri ve ahaliyi çok memnun edip coşturdu. Hocası Seyyid Feyzullah
Efendiyi yanından ayırmayıp, sultanlığında da çok istifade etti. Ordunun
başında sefere karar verip, saltanatının ilk günlerinde sevindirici zaferler
kazanıldı. 18 Şubat 1695 de sakız Adasının Venedik işgalinden
kurtarılmasını temin eden Koyun Adaları Zaferi kazanıldı. Venediklilerin
sekiz harp gemisi ve bir cephanesini zapteden Koyun Adaları Zaferi
59
www.dinimizislam.com
kumandanlarından kalyonlar kaptanı Mezemorta Hüseyin Paşa, Kaptan-ı
deryalığa yükseltildi. Venediklilerin Sakız'a tekrar saldırmasıyla
Mezemorta Hüseyin paşa 15 Eylül 1695 de düşmanı çekilmeye mecbur
etti. Venedik, donanmasını takip eden Hüseyin paşa 18 Eylül 1695 de
Midilli'nin Zeytinburnu açıklarındaki deniz muharebesinde de parlak bir
zafer kazanarak düşmanın on üç gemisini tahrip etti.
Sultan İkinci Mustafa Han, 30 Haziran 1695 tarihinde Avusturyalıların
işgalindeki Macaristan'ı kurtarmak için ilk Avusturya seferine çıktı.
Belgrad'da 9 Ağustosta topladığı harp Divanında Janova- Lippa, Lugos
ve havalisinin işgalden kurtarılmasına karar verildi. 9 Eylülde Lippa Kalesi
feth edildi. 22 Eylül 1695 de Kırım Hanı Selim Giray'ın da iştirak ettiği
Lugos Muharebesinde Osmanlı ordusu galip geldi. Lugos zaferinden
sonra Sultan Mustafa Han, sefer mevsimi geçtiğinden, 18 Kasım 1695 de
İstanbul'a döndü.
Rus Çarı Deli Petro, Karadeniz'e inmek için Azak Kalesini üç aydan
fazla kuşatmışsa da, muvaffak olamamıştı. 13 Ekim 1695 de elli bin ölü
vererek Azak’tan çekilen Deli Petro, Kefe Beylerbeyi Mustafa paşa ve
Kırım Kalgayı Kaplan Giray'ın takibi sonucu daha da kayıp verdirilerek
ateşli silahları zapt edildi. Azak yenilgisinin öcünü almak isteyen Deli
Petro, Venedik, Avusturya, Hollanda ve Prusya'dan teknik eleman ve
yardım alarak 1696 da kaleyi tekrar kuşattı. Azak Kalesini müdafaa için
bırakılan beş yüz kadar asker, Deli Petro'nun yüz binlik ordusuna karşı
altmış dört gün dayanabildi. Yardıma gönderilen kuvvetlerin zamanında
yetişememesi üzerine Azak Kalesi 6 Ağustos 1696 da teslime mecbur
oldu. Bu hâl Sultan Mustafa Hanın ve bütün ülkenin büyük üzüntüsüne
sebep oldu. Azak Kalesinin ikmalini ihmal eden ve yardıma memur edilip,
zamanında yetişmeyen kumandanlar cezalandırıldı. Kuban Nehri ağzına
Açu'ya kale yaptırılarak, Moskof yayılmasını durdurma çaresi düşünüldü.
İkinci Avusturya seferine 1696 baharında çıkan Sultan Mustafa Han
kumandasındaki Osmanlı ordusu Saksonya Kralı Nalkıran Friedric ile
General Heisler kumandasındaki düşman kuvvetleriyle 1696 yazında
karşılaştı. 27 Ağustos 1696 da Olasch yakınlarında meydana gelen
muharebede şiddetli taarruzlar oldu. Düşman ordusu fazla
dayanamayarak, yenildi. Tameşvar tekrar zaptolundu. Muzaffer padişah
Avusturya'ya son ve kesin bir darbenin vurulması için yeni bir seferin
lüzumuna inanıyordu. Ancak 17 Haziran 1697 de bu maksatla çıkılan
sefer, sadrazam Elmas Mehmed paşa ile Tameşvar Muhafızı Koca Cafer
paşanın padişahı yanlış yola sevk etmeleri sonucu Zenta bozgununa
sebep oldu. Savaşta sadrazam Elmas Mehmed paşa ile on üç beylerbeyi
60
www.dinimizislam.com
ve binlerce asker şehid oldu. Sultan Mustafa Han süvari kuvvetleriyle
Tameşvar'a çekildi. Sadrazamlığa Amcazade Hüseyin paşayı getirdi.
Zenta bozgunun tesiriyle Osmanlı ordusunda disiplin kalmamıştı. Bundan
faydalanan Avusturya kuvvetleri Sav Nehrini geçerek Bosna eyaletine
kadar girdiler. Saray Bosna şehrine kadar olan sahalar tahrip edildi.
Ancak Bosna beylerbeyliğine getirilen Daltaban Mustafa paşa Bosna'da
bulunan Avusturyalılara taarruz ederek onları memleketlerine kadar
sürmeye muvaffak oldu.
Zenta Vak'ası Osmanlı devlet adamlarını sulha taraftar hâle getirdi.
Avusturya da harbe taraftar olmadığı için İngilizce Flemenk (Hollanda)
elçilerinin tavassut teklifi her iki devletçe de kabul edildi. Karlofça'da
antlaşma görüşmeleri devam ederken, Sultan Mustafa Han, hudut
tecavüzlerine karşı serdar tayin edilen sadrazam Amcazade Hüseyin
paşa kumandasındaki yüz bin Osmanlı ve otuz bin Kırım askerini
Belgrad'a gönderdi. Akdeniz, Karadeniz ve Tuna donanmaları yeni
gemilerle takviye edilerek, harekete hazır hâle getirildi. Semendre ve
Belgrad önlerinde bekleyen Osmanlı ordusu, uzun süren görüşmeler
üzerine Kasım 1698 de geri döndü. Uzun görüşmelerden sonra
Avusturya, Venedik ve Lehistan, 26 Aralık 1699 da Karlofça Antlaşmasını
imzaladı. Buna göre; Macaristan'la Erdel Avusturya'ya terk edilerek, Sava
ve Unna nehirleri hudut kesildi. Mora, Dalmaçya ve Aya Mavri Adası
Venediklilere Ukrayna ve Podolya Lehistan'a verildi. Rusya ile antlaşma
14 Temmuz 1700 de yapıldı. Azak Kalesi Ruslara bırakıldı.
Sultan Mustafa Han, Karlofça Antlaşmasından sonra askeri ve mali
teşkilatlarla ıslahat hareketlerine girişti. Donanmada çektiri usulünün
kullanılması terk edilerek kalyon sistemine geçildi. Bahriyenin ıslahı ve
ihtiyaçlarının giderilmesi için bir kanunname ilan edildi. Ancak bilhassa
kapıkulu ocakları arasında yapılan ıslahatlar yeniçeri ve sipahilerin
hoşuna gitmedi. Bazı devlet adamlarının tahrikiyle başlayan ayaklanma
sonunda Sultan Mustafa Han 22 Ağustos 1703 de tahttan indirildi.
Saraya geldiğinde kapıda kendisini feryat ederek karşılayan Valide
Sultanın elini öptükten sonra; ''Beni tahttan indirmişler, yerime
karındaşım Sultan Ahmed'i padişah eylemişler. Allah mübarek eyleye,
evlatlarım kendisine Allah emaneti olsun'' sözleriyle kendisine ayrılan
özel daireye çekildi. Mustafa Han, hizmetleri ortadayken karşılaştığı bu
durumdan dolayı çok müteessir oldu. İstiska hastalığından da muzdarip
bulunan Sultan, nihayet 20 Aralık 1703 de vefat etti. Yeni Cami yanında
Valide Sultan Türbesine defnedildi. Babası Dördüncü Mehmed Han da
bu türbededir.
61
www.dinimizislam.com
Dokuz yıla yakın Osmanlı sultanlığı yapan İkinci Mustafa Han
muktedir ve değerli bir padişahtı. Orduların başında sefere giden son
Osmanlı sultanıdır. Âlimlere ve hocasına karşı hürmeti çok fazlaydı.
İkinci Mustafa Hanın devrinde devlet adamları ve âlimler kıymetli ilmi
ve sosyal müesseseler yaptırmışlardır. Hocası Seyyid Feyzullah Efendi,
Fatih'de yaptırdığı medrese ile değerli ve nadide kitapların toplandığı bir
kütüphane, sadrazam Amcazade Hüseyin paşa Saraçhane'de bir
medrese, kütüphane ve çeşme, sadrazam Rami Mehmed paşa Eyüp'te
bir mektep ile çeşme, Damad Ali paşa bir kütüphane yaptırmışlardır.
Sultan Mustafa Hanın silahtarı olan Çorlulu Ali paşa tarafından tersane
içinde iki katlı cami yapılmıştır. Mihrabı üstüne Kâbe taşı yerleştirilmiştir.
İkinci Mustafa Hanın hanımı Saliha Sultan, oğlu Birinci Mahmud Han
zamanında Azapkapısı'nda sebil, çeşme, hamam ve mektep yaptırıp
Arap Camiini tamir ettirerek genişletti. Camide mevlid ve Kur'an-ı kerim
okunmasını vakfiyesinde belirtmiştir.
Üçüncü Ahmed Han
İslam halifelerinin seksen sekizincisi ve Osmanlı padişahlarının yirmi
üçüncüsüdür. Sultan dördüncü Mehmed Hanın oğludur. 1673 de doğup,
1736 da vefat etti. Turhan sultan türbesindedir. 1703 de cülus edip, 1730
da hal edildi.
İsveç kralı onikinci Şarl, Ruslara mağlup olarak, Ahmed hana
sığınmıştır. Bunun üzerine başlayan Osmanlı-Rus harbinde Ruslar
bozguna uğramış, büyük Petro, zor kurtulmuştur.
Üçüncü Ahmed hanın ve ikinci Mustafa hanın valideleri Gülnuş
Emetullah sultan, 1696 da (Galata yeni cami) demekle meşhur (Valide
camii)ni yaptırdı. Üsküdar’da (Yeni valide camii), valide sultan için,
1707 senesinde, Ahmed han tarafından yaptırılmıştır. Bu valide sultan
1714 de, Edirne’de vefat etti. Üsküdar’a getirilip, camii önüne defnedildi.
Ahmed hanın kızı Zeyneb sultan Gülhane parkı karşısındaki mescidi
yaptırdı.
Birinci Mahmud Han
Yirmi dördüncü Osmanlı padişahı olup, İslam halifelerinin seksen
dokuzuncusudur. Babası İkinci Mustafa Handır. İstanbul’da, 1696
tarihinde doğdu. Şehzadeliğinde, yüksek fen ve din ilimleri öğretilerek
yetiştirildi. Aklı, zekâsı, kabiliyeti ve anlayışı kuvvetliydi.
Üçüncü Ahmed Han, Patrona Halil ayaklanması sonunda tahttan
62
www.dinimizislam.com
çekilince, Şehzade Mahmud, 1730 da Osmanlı sultanı oldu. Üçüncü
Ahmed Hanın tecrübe ve tavsiyelerinden istifade etti. İlk icraatı, Lale
Devrinde yapılan ilim, kültür ve sanat eserlerinin tahribini durdurmak
oldu. Asi Patrona Halil’i ve zorbaları imha ettirdi. İstanbul’da emniyet ve
asayişi sağladı. Ülkede huzur dolu, mesut günler başladı. İçişlerini
düzelten Sultan Birinci Mahmud Han, doğuda hududa saldıran İran
Safevileri ile, batıda Avusturya ve Rusya’ya karşı tedbir aldı.
Doğuda İran ile Üçüncü Ahmed Han devrinden beri devam eden
hadiselere son vermek istedi. Ancak İran Şahı bir taraftan anlaşmak
üzere heyetler gönderirken, diğer taraftan büyük kuvvetlerle Revan
üzerine yürüdü. Şah’ın elçi göndermekteki maksadının Osmanlı
hükümetini yanıltmak ve oyalamak olduğu anlaşıldığından elçi ve maiyeti
Mardin Kalesine hapsedildi. Osmanlı kuvvetleri, İran Seraskeri Ahmed
Paşa ile Erzurum Valisi ve Revan Seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa
kumandası altında iki koldan harekete geçti. 30 Temmuz 1731 de
Kirmanşah alındı. 15 Eylülde Kurican Sahrasında İran kuvvetleri bozguna
uğratıldı. Urmiye ve Tebriz ele geçirildi. İran Şahının sulh istemesi
üzerine Ocak 1732 de Ahmed Paşa Antlaşması imzalandı. Buna göre
Aras Nehri iki devlet arasında hudut olarak kabul edilirken Revan, Gence,
Nahçıvan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan Osmanlılara; Tebriz, Kirmanşah,
Hemedan, Luristan ve Erdelan eyaletleri ise İran’a bırakıldı. Ancak 1733
de İran’da iktidarı ele geçiren Nadir Şah, Osmanlıların fethettiği bölgeleri
almak için tekrar savaş açtı. 1735 de Arpaçay’da yapılan muharebeyi
Osmanlılar kaybetti. Gence, Tiflis ve Revan İran’ın eline geçti.
Osmanlı Devletinin doğuda İran ile mücadelesinden istifade eden
Avusturya ve Rusya da iki cepheden harekete geçmişti. Azak Kalesini ele
geçiren Ruslar Osmanlı kuvvetlerinin toparlanmasına meydan vermeden
Gözleve, Kılburun ve Urkapı’yı da işgal ettiler. 12 Temmuz 1737 de
harekete geçen Avusturya ordusu ise Bosna, Sırbistan ve Eflak’a girdi.
Bu mağlubiyetler ve düşmanın girdiği yerlerde büyük tahribat ve mezalim
yapması Sultan Mahmud Hanı son derece üzdü. Sedarete getirdiği
Muhsinzade Abdullah Paşayı Rusya üzerine, Hekimoğlu Ali Paşayı da
Avusturya üzerine sefere memur etti. Muhsinzade süratli bir hareketle
Özi ve Kılburun kalelerini ele geçirirken, Hekimoğlu Ali Paşa ise
Banyaluka’yı kuşatan Avusturya kuvvetlerine büyük bir darbe indirdi.
Yapılan savaşta Avusturya kuvvetlerinin asker zayiatı 60 bin idi.
Hekimoğlu Ali Paşanın bu zaferi İstanbul’da büyük bir sevince sebep
oldu. Bu zaferler üzerine Avusturya ve Rusya barış istemek zorunda
kaldı.
63
www.dinimizislam.com
Nihayet 18 Eylül 1739 tarihinde Avusturya ve Rusya ile Belgrad
Antlaşması imzalandı. Avusturya Devleti ile yirmi yedi yıllık, Rusya ile
süresiz olan antlaşmaya göre, Belgrad Osmanlı Devletine kaldı.
Avusturya ile Tuna ve Sava nehirleri tabii hudut kesildi. Ruslar, Azak
Denizi ve Karadeniz’de donanma bulundurmayacaktı. Kazaklar Osmanlı
topraklarına, Kırım Hanlığı da Rusya’ya akın etmeyeceklerdi.
Rusya ve Avusturya devletleriyle antlaşmalar sağlayan Birinci
Mahmud Han yeniden İran üzerine döndü. Nadir Şah ise bu vaziyet
karşısında Osmanlılarla baş edemeyeceğini anlayınca Kasr-ı Şirin
Antlaşması maddeleri üzerinden yeniden antlaşma teklifinde bulundu ve
bu istek kabul edildi (1746).
Böylece 1739 Belgrad Antlaşmasıyla batı ve kuzey, 1746 OsmanlıAvşar Antlaşmasıyla da doğu hudutlarını emniyet altına alan Birinci
Mahmud Hana muharebelerdeki muzafferiyet üzerine Gazi ünvanı verildi.
Mahmud Han bundan sonra ülkede pek çok imar faaliyetlerinde
bulunup, ilim, kültür, sanat sahalarında çok kıymetli eserler yaptırdı.
Kağıthane civarındaki Bahçeköy ile Balaban köyleri arasında geçen iki
çayın sularını toplayan Topuzlu Bendini yaptırdı. Burada toplanan sular,
Taksim’deki depodan, Tophane’deki Meydan Çeşmesi ile Azapkapı’da
Saliha Sultan Çeşmesi ve Beşiktaş, Galata, Kasımpaşa, Tepebaşı
semtlerinin çeşitli yerlerindeki kırk kadar çeşmeye su verildi. Ahali bol ve
tatlı suya kavuşturuldu. Pek çok saray, kasır inşa ve tamir ettirildi.
Beşiktaş Sarayının bir çok kısımlarını ve Bayıldım Kasrını yeniden
yaptırdı. Yuşa Tepesi civarındaki Tokat Köşkünü donatıp, Hümayunabad, Kandilli Sarayını imar ettirerek Nevabad isimleri verildi. Kanlıca’da
Mihr-abad Kasrını yaptırdı.
İstanbul’da Ayasofya Camii içine, Fatih Camii yakınında ve
Galatasaray’da olmak üzere üç, Belgrad’da bir kütüphane yaptırdı.
Ayasofya Camii Kütüphanesine sarayın hazine odasından pek nefis,
kıymetli, nadide kitaplar gönderdiği gibi, devrin devlet adamları da
hediyelerde bulunarak dört bin cilt nadide kitap toplandı. Ayasofya
Kütüphanesine İslam âleminin en meşhur hattatlarından Ya’kut-ı
Musta’sımi, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman hatlarıyla Mushaflar ve
hazret-i Osman ve hazret-i Ali’ye ait olduğu söylenen iki Kur’an-ı kerim de
kondu. Kütüphanenin masrafını karşılamak için de Cağaloğlu’nda çifte
hamamı yaptırıp, gelirini vakfetti. Ayasofya’ya bitişik aşevi yaptırıp,
huzurunda tertiplenen merasimle açıldı. Galatasaray ocağında yaptırmış
olduğu kütüphaneye, saraydan kitaplar gönderip, açılış merasiminde,
kütüphanenin iki tarafına yaptırılmış olan çeşmelerin hazinelerine şekerli
64
www.dinimizislam.com
şerbet doldurulup, halka ikram edildi. Nuruosmaniye Camiinin yapımını
başlattıysa da, vefatından bir yıl sonra tamamlanabildi. Beşiktaş’da Arap
İskelesi Camii, Rumeli Hisarı’nda İskele Camii, Üsküdar’da Sultan
Mahmud Camii ve Kandilli, Defterdarkapısı, Tulumbacılar odası,
Yalıköşkü, Yıldıztepe mescidlerini yaptırdı.
Birinci Mahmud Han devrinde, ilim kültür ve sanat faaliyetleri arttı.
İkinci defa matbaa açıldı. Matbaa ve hattatların artan kağıt ihtiyaçlarının
karşılanması için Yalova’da kağıt fabrikası kuruldu.
Ülke içinde ve dışında Osmanlı Devletine azamet devri yaşatan
Birinci Mahmud Han, 13 Aralık 1754 tarihinde Cuma selamlığı yapıp,
Cuma namazını kıldıktan sonra vefat etti. İstanbul’da Yeni Camii
yanındaki Turhan Sultan türbesine defnedildi. Çok zeki, anlayışlı,
hamiyetli, lütufkâr ve merhametli idi. Askeri ıslahat taraftarıydı. Askeri
kitaplar yayınlattı. Lütuf ve merhameti çok olduğundan, devrindeki
İstanbul yangın ve zelzelesinde zarar görenlerin ızdırabına samimiyetle
ortak olup, yanan, yıkılan yerlerin yeniden yapılması için çok yardım etti.
Devlet adamları ile memurları kontrol ettirdi. Faaliyetleri ciddiyetle takip
ettirip, zamanın ve memleketin durumuna göre icraatlarda bulunurdu.
İlim, sanat, edebiyat meclislerindeki sohbetlere katılırdı.
Üçüncü Osman Han
İslam halifelerinin doksanıncısı ve Osmanlı padişahlarının yirmi
beşincisidir. Sultan ikinci Mustafa Hanın oğlu olup, 1699'da doğdu. 1754
tarihinde ağabeyi Birinci Mahmud Hanın vefatı üzerine sultan oldu.
1757 de vefat etti. Yeni cami yanında, Turhan sultan türbesindedir.
Kardeşi birinci Mahmud han da buradadır.
Sultan üçüncü Osman'ın tahta çıktığı kış çok şiddetli geçti. Haliç
dondu ve deniz yol oldu. Osman Hanın saltanatı huzur ve sükunla
başladı. Belgrad Muahedeleriyle başlayan sulh dönemi devam etti. Rus
sınırındaki bazı olaylar, Rusya ile bir ihtilafa yol açacak gibi göründü ise
de, iki tarafta da sulh bozulmadı. Hudutlarda bazı ayaklanmalar oldu.
Mısır'da Memluklar başkaldırdılarsa da olaylar kısa sürede bastırıldı.
Üçüncü Osman Han bu olaylarda ihmali görülen Veziriazam Bahir
Mustafa Paşayı azlederek yerine Birinci Mahmud zamanında iki defa
sadrazamlık yapmış olan Hekimoğlu Ali paşayı getirdi. (15 Şubat 1755)
Fakat Hekimoğlu, kısa bir süre sonra sadaretten alınarak, yerine
başdefterdar Naili Abdullah paşa getirildi. Naili Abdullah paşa da üç ay
gibi kısa bir süre sonra azledilerek yerine silahtar Bıyıklı Ali paşa tayin
65
www.dinimizislam.com
edildi. Bu sırada İstanbul tarihinin en büyük yangını oldu. 28 Eylül 1755
de Hocapaşa semtinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak büyük bir afet
haline geldi. Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda Paşakapısı da
yandığından, sadaret dairesi bir müddet Kadırga Limanındaki Esma
Sultan sarayına nakledildi.
Sadrazam silahtar Ali paşanın rüşvet aldığını anlayan sultan üçüncü
Osman, Ali paşayı 25 Ekim 1755 de görevden azlederek cezalandırdı ve
yerine yirmi sekiz Çelebizade Said Mehmed Efendiyi getirdi. 6 temmuz
1756 da, Sultan üçüncü Osman devrinin ikinci büyük yangını oldu. Bu
yangın İstanbul'un dörtte üçünü kül hâline getirdi. Cibali taraflarında
başlayan yangın, on üç kola ayrıldı. Unkapanı, Süleymaniye tarafları,
Vefa'dan itibaren Şehzadebaşı, eski yeniçeri odaları, Langa tarafları,
Zeyrek, Saraçhane, Etmeydanı, Aksaray, Davutpaşa iskelesi, Fatih,
Sultanselim, Ali paşa çarşısı, Ayakapısı semtleri harabe haline geldi.
Yangının ardından, İstanbul'un yeniden inşâsı için büyük bir imar faaliyeti
başladı.
Sultan üçüncü Osman, fakirlere, düşkünlere çok acıyıp, onlara karşı
daima cömert ve şefkatli davranırdı. Tebdil-i kıyafetle İstanbul'da dolaşıp,
halkın dertleriyle bizzat alakadar olurdu. Haksızlıkların önüne geçip,
tamiri mümkün olanları tamir ederdi. Müslim ve gayri müslimlerin kıyafet
ve nizamını ve davranışlarını dikkatle takip etti. Yalan ve rüşvetle
amansız bir şekilde mücadele etti. Kim olursa olsun rüşvetçiyle yalancıyı
asla affetmedi. Kadınların dikkat çekici kıyafetlerle sokağa çıkmalarını
yasakladı. İmar faaliyetlerine önem vererek Üsküdar'da İhsaniyye Camii
ve İhsaniyye Mescidini yaptırdı. Ağabeyi birinci Mahmud Hanın
başlattığı cami inşasını bitirerek Nuru Osmaniye adı ile ibadete açtı.
Caminin yanına medrese, kütüphane, imaret, sebil ve çeşme de yaptırıp
tamiratı ve masraflarının karşılanması için vakıflar tesis ettirdi.
Üçüncü Mustafa Han
Osmanlı padişahlarının yirmi altıncısı ve İslam halifelerinin doksan
birincisidir.
Sultan üçüncü Ahmed’in oğlu, üçüncü Selim hanın babasıdır. 1717
de doğup, 1774 de vefat etti. 1757 de halife oldu. Yaptırmış olduğu Laleli
camiinin yanındaki türbededir. Dört kerimesi ile iki oğlu da buradadır.
Fatih camiini yeniden yaptırdı. Çakmakçılar yokuşunda kendi adında bir
camii vardır. 1759 da Kadıköy İskele camiini yaptırdı. 1763 de
Paşabahçe İncirliköy camiini yaptırdı. Üsküdar’da Ayazma camiini de
1760 da yaptırmıştır.
66
www.dinimizislam.com
Üçüncü Mustafa Han, çalışkan ve azim sahibiydi. Devlet işlerini iyi
takip ederek, mali ve askeri sahalarda ıslahatlar yapmak istedi.
Saltanatının ilk yılları sulh ve sükun içinde geçti. İlk sadrazamı Koca
Ragıb paşayı tahta çıkışından vefatına kadar vazifesinde tuttu. Avrupa
devletleri arasında cereyan eden (1756-1763) ''Yedi Yıl Harbleri''nde
müttefiklerden her biri Osmanlı Devletinin kendi safına katılmasını teklif
etti. Prusya ve Fransa ittifaklarına katılmaları halinde, siyasi, askeri ve
mali vaadlerde bulundular. Teklifleri dikkatle takip eden Mustafa Han ve
devlet adamları, ittifak sahiplerinin menfaatkâr ve planlı hareketlerini
yerinde teşhis edip, onları ustalıkla oyaladılar.
Süratle ordunun, donanmanın techizine ve yenilenmesine, maliyenin
iyice düzeltilip, takviyesine başlanıldı. Huduttaki Hotin, Bender ve Özü
kaleleri ihtiyaten takviye kuvvetlerle tahkim edildi. Tophane ıslah edilerek
yeni toplar döktürüldü. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tahkim ve
müdafaası için boğaz içindeki kalelerin planlarının tanzimiyle Hasköy'de
yeni bir top dökümhanesi yapılması, orduda kullanılan kayık köprü
sisteminin tadili ve top arabalarının yeni tertip üzere düzenlenmesi gibi
yenilikler yapıldı. Üçüncü Mustafa Han yapılan işleri bizzat kontrol eder
ve görürdü.
Avrupa'da Yedi Yıl Harpleri bitip, iki ayrı ittifaktan olmalarına rağmen,
Prusya ve Rusya'nın antlaşmasıyla, Lehistan paylaşıldı. Rus işgal ve
zulmüne karşı hürriyet ve istiklalin vazgeçilmez savunucusu Osmanlı
Devletinden yardım isteyen Leh milliyetçileri (Polonezk) Osmanlı
hududundan geçerek Balta'ya sığındılar. Bunları, Rus ordusunun takip
etmesi ve tecavüz ettikleri topraklarda Lehlilerle beraber Osmanlı
ahalisini de kılıçtan geçirip, kasabayı yakıp yıkmaları 18 Eylül 1739 da
Belgrad'da kabul edilen süresiz Osmanlı-Avusturya-Rusya Antlaşmasının
bozulmasına sebep oldu.
Osmanlı Devletinin hükümdarlık hakkını korumak, Rusya'nın
Lehistan'a yerleşmesine engel olmak ve sahte beyanatlarla Lehistan
işgalini dünya kamuoyunda geçiştirmeye çalışıp dostu Kont Stanislaw
Doniatowski vasıtasıyla Balta da zulüm yaptıran Rus Çariçesi İkinci
Katerina'ya haddini bildirmek için toplanan divanda Rusya'ya sefer için
karar verildi. 8 Ekim 1768 de Rusya'ya savaş açıldı. Rusya'da bulunan
Osmanlı ticaret heyetinin iadesi için İstanbul'daki Rus sefiri Obreskoff
Yedikule'de hapsedildi. Osmanlı Devletine tâbi Kırım Hanı Kırım-Giray'ın
orduları 1769 Şubatında Güney Rusya'ya girerek Rusları yendi ve yüz
binden çok esir alarak, döndü. Tarihte ahlaksızlığı ile meşhur olan Çariçe
Katerina Kırım-Giray Hanı, Bahçesaray şehrinde saray hekimi olan bir
67
www.dinimizislam.com
Rum doktoru vasıtası ile zehirleterek öldürttü. 27 Mart 1769 da serdar-ı
ekrem vazifesiyle Rus seferine çıkan Sadrazam Yağlıkçızade Mehmed
Emin paşa, 1 Mayıs 1769 da ilk Hotin Zaferini kazandı.
Lehistan'ı himaye için girişilen savaşta Birinci Hotin Zaferinin
ardından tekrar saldıran Ruslara karşı 12 Ağustos 1769 da Hotin'de ikinci
bir zafer daha kazanıldı. Yağlıkçızade'den sonra sadrazamlığa getirilen
Moldovanlı Ali paşa, Rus seferine serdar tayin edildi. Ali paşa, Turla
Nehrinden orduyu geçirirken köprünün yıkılmasıyla büyük bir facia
meydana geldi. Ayrıca yeniçerilerin artan itaatsizliği ile muharebelerden
kaçması, ateşli silahların gereği gibi kullanılmamasından, Rus orduları
Kırım Hanlığı topraklarına ve Romanya'ya girdi. 21 Eylül 1769 da Hotin
Rusların işgaline uğradı. İngiltere ve Fransa'nın askeri yardım ve siyasi
desteğiyle, Baltık Denizinden gönderilen Rus Donanması Cebelitarık
Boğazını geçerek Akdeniz'e girdi. Bununla, Çar Deli Petro (1682-1725)
tarafından sistemleştirilen sıcak denizlere inme projesi Batıdan da destek
ve yardım görmüş oldu.
Bir Osmanlı ülkesi olan Mora Yarımadasında ortodoksluğun hamisi
rolüyle slavlık propagandası yapan Rus donanmasındaki subaylar,
Koron, Modon, Navarin, Patras, Anabolu, Tripoliçe, Kalamota ve
Isparta'da asi Rumlar ile işbirliğine girerek, buradaki Müslüman ahaliye
müttefikleri Avrupa devletlerince de tepki gören vahşice katliamlar
yaptırdılar. Bunun üzerine Mora Serdarlığına tayin edilen Kaptan-ı Derya
Mandalzade Hüsameddin paşanın Mora çıkartmasıyla Rumlar geri
çekilip, yetmiş bin kişilik Maynot-Rum ordusu, Tripoliçe'de 9 nisan 1770
de bozuldu. Hüsameddin paşaya ''Mora Fatihi'' ünvanı verilip, bölgedeki
asiler temizlendi. Ruslar geri çekildi.
Akdeniz'deki Rus donanması, Osmanlılar tarafından devamlı taciz
edildiyse de fırsatlardan istifade eden Ruslar, İngiliz subaylarının da
yardımı ile Çeşme limanındaki Osmanlı donanmasını yaktılar.
Osmanlı donanması yanarak imha olunca İngiliz amirali ve Rus
donanma komutanı, Boğazları tehdit etmek istediler. Fakat tahkim ve
müdafaadan ürküp, cesaret edemediler. Çeşme faciasından sonra, Tuna
boyundaki Kartal ovasında bulunan Osmanlı ordusu Yeniçerilerin
itaatsizliği yüzünden 1 Ağustos 1770 de bozguna uğradı. 1771 yazında
Kırım'ın işgalinden başka General Tatloben idaresindeki Rus ordusu
Ahıska bölgesinde bozguna uğrayıp, geri çekildi.
2 Ağustos 1771 de Özü (Kırım), 12 Eylül 1771 de Yerköyü
(Romanya), 29 Haziran 1773 de Varna (Bulgaristan), zaferleri kazanıldı.
Sultan Üçüncü Mustafa Han, beş yıldan beri devam eden Rus seferini
68
www.dinimizislam.com
neticelendirmek için hazırlanırken, 21 Ocak 1774 de vefat etti.
1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi, Birinci Abdülhamid Han devrinde,
zafer kazanılmasına bakılmaksızın, 21 Temmuz 1774 de imzalanan
Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla aleyhte neticelendi. Üçüncü Mustafa Han
devrinde, Osmanlı ülkesi içeride sulh ve sükun içindeydi. 22 Mayıs 1766
İstanbul zelzelesinden başka tabii afet olmadı. Osmanlı Rus Harbi
esnasında, Mısır'da Kölemenli Cin Ali Beyin Suriye, Filistin ve
Arabistan'daki isyanı, 1 Mayıs 1773 de Salihiyye'de mağlubiyetiyle
bastırıldı. Balkanlarda Rus yayılma siyasetinde ortodoksluğun hamisi
rolüyle Mora'da Slavlık propagandası yapılıp, isyan çıkarıldı. Kısa
zamanda bastırılıp, Osmanlı ordusunun 9 nisan 1770 zaferiyle
neticelendirilerek, bölgede sulh ve sükun sağlandı. Dış politikada,
devletlerin büyük menfaatleri karşılığı teklif ettikleri siyasi ve askeri
ittifaklar kabul edilmedi. Osmanlı-Rus Harbinde de görüldüğü gibi ittifak
tekliflerinin samimiyetsizce ve menfaatkâr olduğu meydana çıktı.
Lehistan
(Polonya)
milliyetçilerinin
''Türk
atları
Vistül'de
sulanmadıkça Polonyalılara hürriyet yok” sözü Osmanlılardan yardım
istemelerinden kalmıştır.
Bütün Osmanlı sultanları gibi yüksek din ve fen ilimlerinde devrin en
iyi hocalarından ders görerek yetiştirilen Üçüncü Mustafa Han, dindar,
adil, çalışkan, azimli hamiyetli, metin, hassas ve ilme, âlimlere
hürmetkârdı. Devrin âlimleri seviyesinde ilmi vardı. Güzel konuşur ve
yazardı. Çok kitap okurdu. Dış ülkelerden yazılmış kitapları da getirtir,
incelerdi. Doğu ve Batı kültürüne vakıftı. Yapılan icraatları bizzat yerinde
kontrol ederdi. Askeri ve donanmayı teftiş etmeyi, tebdil gezmek, ata
binmek, avlanmak ve gezi yapmayı severdi. Askeri, idari ve mali birçok
ıslahatlarda bulundu. Çok hayırseverdi. Âlimlere ve ahaliye cömertçe
ihsanlarda bulunurdu. Süveyş'te kanal açmak, Sakarya Nehrini, Sapanca
Gölü üzerinden İzmit Körfezine bağlamak gibi düşünceleri vardı.
Birçok hayır müessesesi, askeri ve sivil eser yaptırdı. 1773 de Deniz
Harp Okulunun temelini teşkil eden Mühendishane'i Bahr-i Hümayun ve
teknik üniversite mahiyetindeki Mühendishane-i Berr-i Hümayun açıldı.
Zamanında Tüfeklere süngü takıldı. Islahatçı bir hükümdar olan Üçüncü
Mustafa Hanın icraatlarını oğlu Üçüncü Selim Han devam ettirdi.
Birinci Abdülhamid Han
Osmanlı padişahlarının yirmi yedincisi ve İslam halifelerinin doksan
ikincisidir. Sultan üçüncü Ahmed’in oğlu, sultan dördüncü Mustafa ile,
sultan ikinci Mahmud’un babalarıdır. 1725 de doğdu. 1773 de halife oldu.
69
www.dinimizislam.com
1789 da vefat etti. Sirkecide, dördüncü vakf hanı karşısında, köşedeki
türbededir. Oğlu dördüncü Mustafa han da bu türbededir. Türbede, Yeni
cami tarafındaki duvardaki dolaba yerleştirilmiş taşta Resulullahın
mübarek ayaklarının izleri mevcuttur. Türbe yanındaki ince sanatlı olan
sebili, cumhuriyet devrinde Gülhane parkı kapısı karşısına nakil
edilmiştir.
Validesi Rabia sultanın ruhu için, 1778 de, Beylerbeyinde, deniz
kenarında, bir minareli cami yaptırdı. İkinci minaresini sultan Mahmud
yaptırdı. Emirgan camiini de birinci Abdülhamid han yaptırmıştır.
Birinci Abdülhamid Han, tahta çıktığı zaman devlet buhran
içerisindeydi. Tahta çıkışından evvel başlamış olan Rus Harbi devam
ediyor ve birçok eyalette de isyanlar baş göstermiş bulunuyordu. Mali
sıkıntı da mevcuttu. Birinci Abdülhamid Han bu güçlükleri başarıyla
yenecek kudrette bir padişahtı. Saltanatı müddetince bu zorluklarla
mücadele etti. İyi niyetli, dindar, gayretli bir insandı.
Rus Harbine devam kararı verdi. Çünkü düşmana karşı hiç olmazsa
bir muharebe kazanarak sulh yapmak istiyordu. Fakat Osmanlı ordusu
Kozluca'da yenilmiş ve Serdar Muhsinzade Mehmed Paşanın yanında
ancak 12000 kişi kalmış diğerleri dağılmıştı. Bu vaziyette Rusya'nın sulh
şartlarını kabul etmekten başka çare yoktu. Türk temsilcileri Ahmed
Resmi ve İbrahim Münib efendilerle Rus temsilcisi Prens Repnin
arasında 21 Temmuz 1774 de küçük Kaynarca Antlaşması yapıldı. Bu
antlaşmaya göre Kırım, Kuban ve Bucak yalnız dini bakımdan halifeye
bağlı olmak üzere müstakil oluyor; Yenikale, Kerç, Azak, Kılburun kaleleri
Rusya'ya geçiyordu. Eflak, Boğdan ve Cezayir-i Bahr-i Sefid sahili gibi
savaşta Ruslar tarafından işgale uğramış yerler ise Osmanlı Devletine
geri veriliyordu. Kaynarca Antlaşmasının ağırlığını artıran en önemli
maddesi, Rusların Türk topraklarındaki Ortodokslar üzerinde bir çeşit
himaye hakkı iddiasında bulunabilecek tarzda hazırlanmış olanıdır.
Antlaşmadan hemen sonra Avusturya, Osmanlı Devletinin
zafiyetinden faydalanarak Boğdan Beyliğine bağlı Bukaniva'yı işgal etti.
(1775) Saltanatın başında böyle kahredici bir durumu kabul ile barışı
sağlayabilen Birinci Abdülhamid, savaş zamanında devletin çeşitli
bölgelerinde çıkmış isyanları bastırmak ve askeri sahada ıslahatta
bulunmak durumundaydı. İsyanları bastırmak üzere Kaptan-ı Derya
Cezayirli Hasan Paşa ve ıslahat yapmak için de sadrazam Halil Hamid
Paşa görevlendirildiler.
Kapıkulu'nun bazı ocaklarının ıslahı için Fransa'dan mühendisler
getirtilmiş,
Mühendishane-i
Berri-i
Hümayun
(Devlet
Kara
70
www.dinimizislam.com
Mühendishanesi) kurulmuş, yüzüstü bırakılan metruk haldeki İbrahim
Müteferrika matbaası tekrar açılmıştır. Birinci Abdülhamid devrinde
yapılan hayırlı işlerden birisi de, yerli malı kullanılmasının mecburi hâle
getirilmesidir. Diğer taraftan Anadolu'da çeşitli karışıklıklar çıkmıştı. Her
vilayette bir asi hüküm sürüyordu. Hele kapısız levent denilen binlerce asi
Anadolu'yu yakıp yıkıyordu. Şam ve Mısır'da isyanlar baş göstermiş,
İranlılar Osmanlı topraklarına saldırarak pek çok yeri kendi topraklarına
katmışlardı. Hicaz'da ayaklanmalar birbirini takip etmişti.
Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla, Osmanlılarla Ruslar arasında tam
bir sulh temin edilememiş, yalnız bir çeşit müterake hasıl olmuştu. Bu
antlaşma her iki tarafı da tatmin etmemişti. Osmanlılar olsun, Ruslar
olsun Kırım üzerinde daha çok hakka sahip olmak istiyorlardı. Nitekim
Kırım'da bağımsızlık ilan edildiğinde devlet Giray Han, Babıali ile eski
bağlılığın korunmasına taraftardı. Bunun üzerine Ruslar, asker sevk edip
kendi adamlarından Şahin Giray'ı, han seçtirmişlerdi. Böylece Kırım
Hanının tayininde çıkan anlaşmazlık, iki devleti yeni bir savaşa
götürürken, Fransızların yardımıyla Haliç Aynalıkavak Kasrında 10 Mart
1779 da bir antlaşma imzalanmıştır. Küçük Kaynarca Antlaşmasının bazı
maddeleriyle ilgili olan bu antlaşma Aynalıkavak Tenkihnamesi adıyla
anılır. Tenkihnameye göre, Kırım bağımsız kalacak ve Ruslar buradan
askerlerini çekecek; buna karşılık, Osmanlılar da Şahin Giray'ın hanlığını
kabul edeceklerdi. Kafkaslardan güneye kadar Rus hakimiyetinin
artmasını Osmanlı Devleti için büyük tehlike olarak gören Birinci
Abdülhamid Han ve Devlet adamları, Kafkasya'nın bazı bölgelerini Türk
nüfusu altına almayı tasarladılar. Bu sebeple Soğucak ve Anapa
kalelerini tahkim ettiler. Buradaki Çerkez kabilelerini itaat altına almaya
çalıştılar.
Şuursuz olarak Rus taraftarlığı yapan Şahin Giray aleyhinde Kırım'da
isyan çıkınca, Ruslar buraya hemen asker gönderdiler. Binlerce
Müslümanı şehid ettikten sonra yine Kırım'ı Şahin Giray'a bırakarak geri
çekildiler. Daha sonra yeni bir bahaneyle tekrar Kırım'a girerek memleketi
Rusya'ya bağladılar. (1784) Bunun üzerine, tekrar bir Osmanlı-Rus
savaşı tehlikesi doğdu. Osmanlı ordusu harbe hazır değildi. Bu sebepten
Sultan Abdülhamid Han antlaşmayı bozmak istemedi. Rusya ile birkaç yıl
gerginlikten sonra Koca Yusuf Paşa sadrazam oldu. Aslında 1781 de
Rusya, Avusturya ile beraber bir tasarı hazırlamış ve bu tasarıya göre de
Osmanlı Devletini taksime karar vermişlerdi. Yeni Sadrazam, Rusya ile
mutlaka savaşmak istiyordu. İkinci Katerina'nın gösteri yaparak Kırım'ı
ziyaret etmesine ve Avusturya imparatoru ile görüşme yapmasına Babıali
71
www.dinimizislam.com
artık tahammül edemiyordu. Rus elçisi Sadarete çağrılarak Kırım'ın
iadesi istendi. Elçinin uygun cevap vermemesi üzerine Rusya'ya savaş
ilan edildi.
Rusların idaresi altındaki Kılburun Kalesine hücum ile 1786-1792
Osmanlı-Rus savaşı başlamış oldu. Avusturyalılar da savaş açmadan
Belgrad ve Sırbistan'a taarruz ettilerse de bir sonuç alamadılar. Bu
vaziyet karşısında yalnız Ruslarla başa çıkamazken, iki düşmanla birden
karşılaşılıyordu. Serdar-ı Ekrem Sadrazam Koca Yusuf Paşa, önce
Avusturya derdini halletmek istedi. Avusturya imparatoru İkinci Josef'in
saldırılarını önledikten sonra sınır aşılarak düşman kendi topraklarında
ağır yenilgiye uğratıldı. İkinci Josef güç bela kaçabildi. Fakat Rus
cephesindeki savaş aleyhte gelişiyordu. Kısmi başarılar Özi Kalesini
kurtarmaya yetmedi. Özi Kalesi Ruslar tarafından alınınca tarihin en
büyük mezalimine uğradı. Masum ve günahsız çocuklar, genç ve ihtiyar
kadınlar dahil 30 bin civarında insan vahşice öldürüldü.
Sadrazam, Özi Kalesinin düştüğünü bildiren ve yapılan mezalimleri
dile getiren telhisi okurken, padişah, kederinden felç olup çok geçmeden
vefat etti. (28 Mart 1789)
Birinci Abdülhamid Han, devlet işleriyle yakından ilgilenir, her konuda
düşüncelerini dikte ederek vezirlere bildirirdi. Saltanatı boyunca hep
liyakatlı sadrazam, ehil adam aramış ve onlara yetki verip ıslahatların
yapılmasına uğraşmıştır. Halil Hamid Paşa, sadrazamlarının en
değerlisidir. Abdülhamid Han, halka karşı merhametli ve çok dindar bir
padişahtı. Halk arasında kerameti dahi yaygındı. Oğullarından ikisi,
Dördüncü Mustafa ve İkinci Mahmud, padişah olmuşlardır
Üçüncü Selim Han
İslam halifelerinin doksan üçüncüsü ve Osmanlı padişahlarının yirmi
sekizincisidir. Sultan üçüncü Mustafa’nın oğludur. 1761 de doğdu. 1789
de amcası birinci Abdülhamid handan sonra halife oldu. 1807 de ingiliz
casuslarının teşviki ile, yeniçeri zorbaları isyan ederek tahttan indirildi.
1808 de Topkapı sarayında şehid edildi.
Halim, selim ve çok zeki idi. Dahilde, haricde düşmanların saldırdığı
sırada tahta çıktı. Vehhabilik bunun zamanında ortaya çıktı. Yeni,
modern ordu kurmaya başladı. 1791 de Bahriye mektebi ve
Halıcıoğlunda mühendis ve topçu mektepleri yaptı. Üsküdar’da Selimiyye
kışlasını ve 1805 de Selimiyye camiini ve Çiçekçi camiini yaptı. Eyyub
camiini yeniden büyük olarak yaptı. Bunu önce Fatih, küçük yaptırmıştı.
Karaca-Ahmedde Miskinler tekkesi denilen (Dedeler Mescidi)ni yaptı.
72
www.dinimizislam.com
Küçük Mustafa paşada (Gül camii)ni kiliseden çevirdi. Yeni bölükler
kurdu. Tam ıslahata başlayacağı sırada şehid edildi. Laleli camii yanında,
babasının türbesindedir. Yerine amcasının oğlu sultan dördüncü Mustafa
han ve bir yıl sonra bunun kardeşi, ikinci Mahmud han geçti.
Dördüncü Mustafa Han
Osmanlı sultanlarının yirmi dokuzuncusu, İslam halifelerinin doksan
dördüncüsüdür. Babası birinci Abdülhamid Handır. İstanbul'da 1779'da
doğdu. Şehzadeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi.
Amcası Sultan Selim Hanın ıslahat fikirlerine karşı çıkan bazı devlet
adamları yeniçerileri tahrik ettiler. Neticede Kabakçı Mustafa'nın sevk ve
idaresinde ayaklanan yamaklar Selim Hanı tahttan indirerek Şehzade
Mustafa'yı sultan ilan ettiler. (1807)
Devlet idaresini ele geçiren asiler, Nizam-ı cedid kuvvetlerini
dağıttılar. İsyanın teşvikçisi Köse Musa paşa, Sultan Selim taraftarlarını
birer birer ortadan kaldırdı. İstanbul'daki isyan, Rus cephesinde ordunun
disiplinini de bozdu. Orduda bulunan Selim Han taraftarları Ruscuk ayanı
Alemdar Mustafa paşanın yanına sığındılar. Bu hadiseler üzerine
Mustafa Han, sadrazam Hilmi paşayı azlederek yerine Çelebi Mustafa
paşayı sadarete getirdi. Osmanlı ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan
Ruslar, Eflak ve Boğdan'da bazı kaleleri ele geçirdiler. Ancak bu sırada
Fransa imparatoru Napoleon karşısında zor durumda kalmaları barış
istemelerine sebep oldu. Rusya'nın Eflak, Boğdan ve diğer zaptettiği
yerleri tahliye ederek çekilmesi şartıyla 20 Ağustos 1807 de mütareke
imzalandı.
Dördüncü Mustafa Han, Rusya ile yapılan mütarekeden sonra
İstanbul'da asayişi sağlayabilmek için harekete geçti. Bu sırada asiler işi
çığırından çıkararak halkın mallarını yağmalamaya, yeniçeriler de her işe
karışmaya başlamışlardı. Mustafa Han, öncelikle asilerin bir kısmını
çeşitli bahane ve vazifelerle saraydan uzaklaştırdı. Ancak, zorbaları
tamamen sindirebilmek için büyük bir güce ihtiyacı vardı. Bunun için
Alemdar Mustafa paşanın İstanbul'a gelmesini istedi. Kendisine sadık 16
bin kişilik kuvvetle harekete geçen Alemdar, öncelikle Boğaz nazırlığı
yapmakta olan Kabakçı Mustafa'yı öldürttü. Kabakçı'nın öldürülmesi
saray erkanı ve yeniçeriler arasında büyük telaşa sebep oldu. Daha
sonra İstanbul'a giren Alemdar, zorbaları ortadan kaldırmaya ve
fesatçıları sürmeye başladı.
Bu sırada Alemdar'ın taraftarları Sultan Selim Hanı tekrar tahta
çıkarmaları için tahrike başladılar. Onun bu niyetini sezen sadrazam
73
www.dinimizislam.com
Çelebi Mustafa paşa kendisinden İstanbul'u terk etmesini istedi. Alemdar
Mustafa paşa da bunun üzerine 28 Temmuz günü on beş bin kişiden
fazla askeriyle Bab-ı âliyi bastı. Sadrazamdan mührünü aldı. Ancak
Üçüncü Selim'in yeniden tahta çıkması halinde kendilerini
öldürteceğinden korkan asiler ve bazı devlet adamları padişahtan
Üçüncü Selim ve şehzade Mahmud'un öldürülmeleri için ferman
çıkarttırdılar. Nitekim zorla saraya giren Alemdar, Selim Hanın hançer
darbeleriyle şehid edilmiş cesediyle karşılaştı. Hizmetkârlarının yardımı
ile hayatını kurtaran Şehzade Mahmud'u padişah ilan etti. (28 Temmuz
1808) Mustafa Han ise Topkapı Sarayına yerleştirildi.
Dördüncü Mustafa Han, 14/15 Kasım gecesi meydana gelen
Alemdar Mustafa paşa Vak'ası sırasında yeniçerilerin saraya saldırmaları
ve kendisini tekrar başa geçirmeye teşebbüs etmeleri üzerine İkinci
Mahmud Han taraftarlarınca öldürüldü. (1808)
Mustafa Han, zeki ve tedbirli olmasına rağmen Üçüncü Selim Hanın
tahttan indirilmesi neticesinde tahta çıkarılmış olmasından dolayı
isyancıların elinde kaldı. Yeniçerilerin tamamının zorba bir güruh haline
gelmeleri sebebiyle eşkıyayı bertaraf edecek bir kuvveti yanında
bulunamadı. Bu sebeple onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı.
Daha sonra asileri sindirmek üzere çağırdığı Alemdar Mustafa paşanın
Selim Hanı tekrar tahta geçirme teşebbüsü Mustafa Hanın aleyhte
hareketine yol açtı. İkinci Mahmud Hanın saltanatı döneminden ve
ıslahatlarından memnun olmayan bazı devlet adamları, yeniçerileri tahrik
etmek suretiyle kendilerine yakın gördükleri Dördüncü Mustafa'yı tekrar
tahta geçirmek üzere harekete geçtiler. Bu durum neticede Mustafa
Hanın öldürülmesine yol açtı. Mustafa Hanın cenazesi merasimle
kaldırılarak, Bahçe Kapısında babası Birinci Abdülhamid'in türbesine
defnedildi. Saltanat müddeti bir sene iki ay olup, vefat ettiğinde otuz
yaşında idi.
İkinci Mahmud Han
İslam halifelerinin doksan beşincisi ve Osmanlı padişahlarının
otuzuncusudur. Birinci Abdülhamid hanın oğlu, sultan Abdülmecid hanın
babasıdır. 1785 de doğup, 1839 da vefat etti. 1808 de halife oldu.
Yeniçerileri kaldırdı. Vehhabileri Hicazdan çıkardı. Harbiye ve tıbbiye
mülkiye mekteplerini vücuda getirdi. 1826 da Tophanede Nusratiyye
camiini yaptırdı. 1828 de Bayezidde Eski saray bahçesine yangın kulesi
yaptırdı. 1837 de Unkapanı ile Azapkapı arasında (Mahmudiyye)
köprüsünü yaptırdı. 1831 de İstanbul'da ilk gazete çıkarıldı. Dünyada ilk
74
www.dinimizislam.com
gazete 1641 de çıkarıldı. 1837 de maliye nezaretini kurdu. 1838 de
karantina vücuda getirdi. Bahçekapı’da (Hidayet camii), Üsküdar’da
Şemsi paşa camii yanında, 1816 da (Adliye) camiini, yağlı boyalı ahşap
Beylerbeyi ve Çırağan saraylarını yaptırdı. 1819 da Hazret-i Halid’in
türbesini tamir etti. Sandukası puşidesi üzerindeki kendi el yazılarıdır.
1825 de hurufi tekkelerini kapattı. 1819 da Beyoğlunda Galatasaray lise
binasını yaptırdı. Burası 1834 de Tıbbiyye mektebi yapıldı ise de, 1850
de yandı. 1851 de Tıbbiyyei şahane yaptırdı.
Arnavutköy sahilinde (Tevfikiyye) camiini yaptırdı. Çeşitli yerlerde
çeşmeler yaptırdı. Tophanede Kadiri cami ve tekkesini Tosyalı İsmail
Rumi yaptı ve 1644 de vefat etti. İkinci Mahmud han 1823 de yeniden
yaptı. Türbesi Çemberlitaş’tadır.
Sultan İkinci Mahmud Han, Osmanlı Devletinin ilerlemesini, teknik
sanayide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir
padişahtı. Devrindeki büyük hadiseler karşısında asla ümitsizlik ve
gevşeklik göstermedi. Gayreti sayesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli
orduya sahip oldu. Avrupa'da askerlik ve yeni silahların kullanılmasını
öğrenmek için, talebe gönderdi. Askeri Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini
kurdu. Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak
için Avrupa'dan hocalar ve mütehassıslar getirdi. Askeri Tıbbiye, Harbiye
ve sivil yüksek okulların öğrenci ihtiyacını karşılamak için medrese ve
mekteplere ilaveten sıbyan mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul),
devlet memurlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i Maarif-i Adli kuruldu.
Ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak, çeşitli sahalarda mütehassıs eleman
yetiştirmek için Avrupa'da çok sayıda öğrenci tahsil mecburi hale getirildi.
Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik
bürosu kuruldu. Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos
gönderilmeye başlandı. 1 Ekim 1831 tarihinde Takvim-i Vekayi adlı
gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı.
Fransızcası da ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen
gazeteler ile Türkiye'nin propagandası yapılarak hadiseler ve ıslahatlar
dünya kamuoyunda değerlendirmeye tâbi tutuldu. Avrupa basınında,
Türkiye ve sultan Mahmud hakkında neşredilen yayınlar takip edildi.
İkinci Mahmud Han, hükümet teşkilatı usülleri, kıyafet nizamında
yenilikler yaptı. Osmanlı Devlet teşkilatındaki önceki müesseselerin
yerine, Sadrazama Baş Vekil (Başbakan); Defterdara Maliye Nazırı
(Maliye Bakanı); Reisü'l küttaba Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı);
sadrazam Kethüdasına Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) denilmeye
başlanıldı. Osmanlı Devletinde büyük bir yekün tutan vakıflar için Evkaf
75
www.dinimizislam.com
Nezareti kuruldu. Hükümet ve ahalinin önemli meselelerinin görüşüldüğü
Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye; askeri işlerin görülüp, kararlaştırıldığı
Dar-ı Şura-yı Askeri müessesesi kuruldu. Memurlar iç ve dış işlerde
olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları, rütbe ve derecelerine göre
bağlanarak, verilmeye başlanıldı. 1827 de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu.
1838 de Karantina usulünü vücuda getirdi. Posta müessesesini kurdu.
Posta yollarının kurulmasına çalıştı. Üsküdar'dan İzmit'e kadar bir posta
yolu yaptırdı.
İkinci Mahmud Hanın ilmi fazla olup, dini, fenni, teknik, askeri, idari
ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti. Dindar, akıllı, zeki,
çalışkan olup, gayret ve azim sahibiydi. Şairdi. İlim, sanat adamlarına ve
eserlerine çok alaka gösterdi. Onlara kıymet verip, himaye ederdi.
Ülkenin imarına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müesseselerine önem veren
İkinci Mahmud Han, pek çok eser yaptırdı.
Mısır, Yanha ve Mora gibi vilayetlerin isyanı ve yeniçerilerin kazan
kaldırmaları, yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında
sultan Mahmud Han, Mekke ve Medine'yi ancak tamir edebilmiş,
kendisinden sonra oğlu Abdülmecid Han, bunları tezyin için şaşılacak bir
himmet ve gayret göstermiştir
Abdülmecid Han
Osmanlı padişahlarının otuz birincisi ve İslam halifelerinin doksan
altıncısıdır. Sultan ikinci Mahmudun oğludur. Sekiz oğlundan dördü
padişah oldu. 1823 de doğdu. 1839 da padişah oldu. 1861 de vefat etti.
Sultan Selim camii bahçesindedir.
Abdülmecid hanın büyük bir hatası, memlekete ve bütün İslamiyet'e
çok ağır zararı dokunan, af edilmez bir kabahati olmuştur. Öyle bir hata
ki, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası yapmış, bu koca İslam
devletinde bir (yok olma devri)nin başlamasına sebep olmuştur.
Masonların, İslam düşmanlarının örtbas etmek istedikleri, gençlerden
saklamaya çalıştıkları bu hata, saf, temiz kalbli hakanın, azılı ve sinsi
İslam düşmanı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak, İskoç
masonlarının yetiştirdikleri cahilleri işbaşına getirmesi, bunların devleti
içerden yıkmak siyasetlerini hemen anlayamamasıdır.
İngilizlerin Osmanlı devletine karşı korkunç saldırıları ve başarıları
sultan Abdülmecid hanı aldatmakla başladı. İslamiyet'i yıkmak için
İngiltere’de kurulmuş olan (İskoç mason teşkilatı)nın kurnaz üyesi Lord
Rading İstanbul’a İngiliz sefiri olarak gönderildi. 1834 senesinde Paris’te
ve sonra Londra’da Osmanlı sefiri bulunan Mustafa Reşid paşa,
76
www.dinimizislam.com
aldatılmış, mason yapılmıştı. Bunun sadrazam yapılması için, Lord
Rading sultana çok dil döktü. (Bu aydın, kültürlü ve başarılı veziri
sadrazam yaparsanız, İngiltere imparatorluğu ile Devlet-i aliyye
arasındaki bütün anlaşmazlıklar kalkar. Devlet-i aliyye ekonomik, sosyal
ve askeri sahalarda ilerler) diyerek halifeyi aldattı.
1846 da sadrazam olan paşa, iş başına gelir gelmez, hariciyye nazırı
iken, Rading ile el ele verip, hazırlamış olduğu, (Tanzimat) kanununa
istinat ederek, büyük vilayetlerde mason locaları açtı. Casusluk ve
hıyanet ocakları çalışmaya başladı. Gençler, din cahili olarak yetiştirildi.
Londra’dan alınan planlarla bir yandan idari, zirai, askeri değişiklikler
yaptılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, İslam ahlakını, ecdat
sevgisini, milli birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri
işbaşına getirdiler. Bu senelerde Avrupa’da, fizik, kimya üzerinde dev
adımlar atılıyor. Yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor. Büyük fabrikalar, teknik
üniversiteler kuruluyordu. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. Hatta,
Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, matematik
derslerini büsbütün kaldırdılar. Din adamlarına fen bilgisi lazım değildir
diyerek, kültürlü, bilgili âlimlerin yetişmelerine mani oldular.
Sultan Abdülmecid han zamanında dünyada iki büyük İslam devleti
vardı. Biri Osmanlı devleti, ikincisi Hindistan’daki Gürganiyye
hükümdarlığı idi. Her iki devletin sultanları, İslam dininin bekçisi idiler.
İslam düşmanı olan İngilizler, bu iki bekçiyi yok etmek için, çok kurnaz
planlar hazırlamıştı. Önce, Gürganiyye devletini parçalamaya karar
verdiler. Böylece, Asya’daki Müslümanları başsız bırakacak, hem de
Hindistan’ın hazinelerine, ticaretine hakim olacaklardı. Fakat,
Osmanlıların buna mani olmasından korkuyorlardı. Bunun için
Osmanlıları Ruslarla savaştırmaya çalıştılar. Avusturya ve Prusya,
Osmanlı-Rus savaşının önlenmesini istediler. Rusya da bunu kabul etti.
Fakat İngilizler, Reşid paşayı savaş etmeye teşvik ettiler. Yardım
edeceklerine, zafer kazanacağına, böylece Osmanlıların bir numaralı
adamı olacağına inandırdılar.
Reşid paşa, Osmanlı devletinin başına geçeceğinin çılgınlığı içinde,
İngilizlere maşa oldu. 1853 de, Bab-ı alide yüzaltmışüç (163) kişi topladı.
Rusya’ya savaş açılmasına karar verdi. Sultan Abdülmecid hanı da,
tuzağa düşürüp, tasdik ettirdi. Rusya’ya savaş ilan edildi. Osmanlı
devletinin başını derde sokan İngilizler, Hindistan’daki facia ve felaketlere
başladılar. 1857 de, Delhi’de, büyük ihtilal çıkardılar. İkinci Bahadır şahı,
oğulları ile birlikte Kalküteye götürüp hapis ettiler. Gürganiyye devleti
yıkıldı. Hindistan’ın ilerde, İngiliz imparatorluğuna katılması için, birinci
77
www.dinimizislam.com
adım atılmış oldu. İngilizler, Rus çarı birinci Nikola’nın Kudüs’te
katoliklere karşı ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların
Akdenize inmesini hiç istemeyen Fransa imparatoru üçüncü Bonapartı
da, Türk-Rus Kırım Harbine sürüklediler. Kendi çıkarları için yaptıkları bu
işbirliği, Türk milletine Reşid paşanın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı.
Düşmanların bu yaldızlı reklamlar ve sahte dostluklarla örtmeye
çalıştıkları imha hareketlerini, herkesten önce anlayan sultan, çok zaman
sarayında hüngür hüngür ağlardı. Memleketi, milleti kemiren düşmanlara
karşı koymak için tedbirler arar ve Allahü teâlâya yalvarırdı. Bu sebeple,
Reşid paşayı, birkaç kere sadrazamlıktan uzaklaştırdı ise de, kendisine
(koca), (büyük) gibi isimler takan bu kurnaz adam, rakiplerini devirip,
tekrar iş başına gelmesini becerirdi. Ne yazık ki, sultan kederinden
tüberküloza yakalanıp genç yaşında öldü. Sonraki senelerde devlet
koltuklarını kapışan, üniversite öğretim üyeliklerine, mahkeme
başkanlıklarına getirilenler, hep Mustafa Reşid paşanın yetiştirmeleridir.
Böylece (Kaht-ı rical) devri açılmasına ve Osmanlılara (Hasta adam)
denilmesine sebep olmuştur.
Abdülmecid han, 1840 da ilk olarak kağıt para çıkardı. 1844 de
(Mecidiyye) köprüsü yapıldı. Şimdi Galata köprüsü deniliyor. 1992 de
yeniden yapıldı. 1849 da Beşiktaşla Ortaköy arasında (Küçük Mecidiyye)
camiini ve Ortaköy iskelesi yanında (Büyük Mecidiyye) camiini yaptırdı.
1860 da Maçka ile Nişantaşı arasındaki (Teşvikiyye camii)ni yaptırdı.
1852 de (Şirketi Hayriyye) denilen boğaziçi vapurları işletilmeye başlandı.
1861 de Aydın demir yolu yapıldı. 1854 de deniz altı telgraf hattı döşetti.
1856 da arazi kanunu çıkardı. 1858 de belediye teşkilatı kurdu. 1860 da
ticaret kanunu yaptı.
Abdülmecid hanın validesi (Bezmi Alem) sultan, 1845 de
Yenibahçede Guraba hastanesi ve Dolmabahçe sarayı önünde deniz
kenarında (Valide camii) ve Bakırcılarda Bayezid kulesi önünde büyük
sultani lisesi ve daha birçok mescid, çeşme yapmıştır. Dolmabahçe
denilen yer, 1614 de, birinci Ahmed hanın emri ile dolduruldu. Bir tepeyi
denize doldurdular. Dolmabahçe iskelesini birinci Abdülhamid han yaptı.
Dolmabahçe sarayını birinci ve ikinci Mahmud hanlar ahşap olarak
yapmışlardı. 1853 senesinde Abdülmecid han, bunların yerine, şimdiki
muhteşem sarayı yaptırdı. Beşmilyon altın liraya mal oldu. Bu kadar çok
para, milletin cebine girmiş oldu. Binlerce ailenin yüzü güldü. Ayrıca,
memlekete, çok kıymetli ve tarihi bir sanat eseri kazandırmış oldu. Sulh
ve terakki sağladı. Hicazda ve Anadoluda çok eserler yaptı.
İslam düşmanları, Osmanlı halifelerine çirkin iftiralar yaptıkları gibi,
78
www.dinimizislam.com
bu mübarek zata da, leke sürmeye çalışıyorlar. Memleketin her tarafında
ve hele Mekke’de, Medine’de yaptırdığı, görülmemiş güzel sanat
eserlerine, israf yaptı diyorlar. İçki içerdi diyorlar. Sultan ikinci Selim hana
ve Yıldırım sultan Bayezide de böyle iftira ettiler. Hiçbir vesikaya
dayanmayan bu sözlere saf Müslümanlar da inanıyor. Yeni tarih
kitaplarına bile yazıyorlar. Halbuki Osmanlı padişahlarının hepsi, her
işlerinde İslamiyet'e uyar, yüksek âlimlerin fetvaları ile hareket ederlerdi.
Hepsi salih, dindar, mübarek insanlardı. Herbiri İslamiyet'e çok hizmet
etti. İkinci Selim hanın Edirne’de yaptırdığı büyük Selimiyye camii,
düşmanlarına açık cevap vermekte, iftiralarını yalanlamaktadır. Din
düşmanları, iyileri kötülemekte, kötüleri, dinsizleri övmektedir.
Abdülaziz Han
Osmanlı padişahlarının otuz ikincisi ve İslam halifelerinin doksan
yedincisidir. Sultan ikinci Mahmud’un ikinci oğludur. 1830 da doğdu. 1860
da halife oldu. 1876 da Dolmabahçe sarayından alınıp, Topkapı sarayına
hapis edildi. Beş gün sonra Mithat paşa ve serasker [savunma bakanı]
Hüseyin Avni paşa, Süleyman paşa ve arkadaşları tarafından, Ferıyye
sarayında Kur'an-ı kerim okurken bilek damarları kestirilerek şehid
edildiği, sultan Vahideddinin baş katibi, Ali Fuat beyin hatıralarında
yazılıdır. Ferıyye sarayı, Beşiktaş ile Ortaköy arasında, Galatasaray
lisesinin orta kısmı olan yalıdır. Sultan Mahmud türbesindedir. Sultan
Murad, bu işkenceli ölümü işitince, korkudan aklı bozuldu.
(Belgelerle Türk tarihi dergisi)nin 1967 Kasım ve 2 sayılı
nüshasında diyor ki:
İstanbul üniversitesine bağlı kıymetli eserler arasında, İbnül-Emin
Mahmud Kemal beyin [3310] numaralı defterinde, sultan Abdülaziz hanın
annesi Pertevniyal valide sultanın söyleyip yazdırdığı (Sergüzeşt-name)
vardır. Yıldız evrakı arasında görülüp, İbnül-Emin Ahmed Tevfik beyin,
1918 de suretini çıkardığı bu sergüzeşt-namede Pertevniyal sultan diyor
ki:
1876 senesi, Camazil-evvelin yedinci [30 Mayıs] günü, sabaha karşı
saat sekizde, valide sultanı yataktan kaldırıyorlar. Sultan, oğlu Abdülaziz
hanı uyandırıyor. Halife, (Anne bunu bana kim yaptı? Beni sultan Selime
mi döndürecekler? Ben kime ne ettim?) diyor. Valide sultan (Avni paşa
etti) diyor. (Yalnız Avni etmedi. Rüştü paşa ile Ahmed ve Mithat paşalar
da, bu işe dahil. Ben bu felaketi otuz kırk defa rüyamda gördüm. Bundan
sonra, Cebrail gökten inse, devlet reisi olmam. Cenab-ı Hakkın takdiri
böyle imiş) diyor. 30 Mayıs 1876 Salı günü kayıkla Topkapı sarayına
79
www.dinimizislam.com
götürülüp, üçüncü Selim hanın şehid edildiği odada, hapis olunuyor.
Çorba gönderiyorlar. Kalfa (Kaşıksız, efendimizin önüne nasıl koyayım?)
diyor. Bir kırık tahta kaşık veriyorlar. Halife, biraz içiyor. Abdest almak
için, nalın aratıyor. (İzin yok) diyerek vermiyorlar. Abdesthaneye yalın
ayak giriyor. Üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz bırakılıyor. Kayıkta
yağmurdan ıslanmış olan elbisesini çıkarmak için gecelik istiyor. (İrade
yoktur) diyerek vermiyorlar. Sultan Murada tebrikname ve acıklı
mektuplar gönderip yalvarıyor. Dördüncü gün, (2 Haziran sabahı) sultan
Muradın iradesi ile diyerek, Ferıyye sarayına götürüyorlar. İçeri hızlı
girdiği için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. (Annem nerede?) diyor.
Annesi koşup gelerek, yukarı çıkarıyor. Askerlerin saygısızca
konuşturulduğunu görünce, (Aman anneciğim. Bunlar beni öldürecekler)
diyerek ağlıyor. İki gün sonra, eski, yırtık eşya gönderiyorlar. Askerler,
ikide bir, kılıcını isteriz diye hücum ediyor. Vermiyor ise de, Valide sultan,
gizlice vermek zorunda kalıyor. 4 Haziran sabahı Valide sultan içeri gelip,
kapının açık olduğunu ve halifenin kanlar içinde yattığını görünce, feryat
ediyor. Halife, ellerini, annesinin göğsü üzerine koyup (Allah, Allah) diyor.
Gelenler, Valide sultanı başka odaya götürüyor, kulağındaki küpeleri ve
yüzüğünü çekip alıyorlar. Halifeyi eski bir perdeye sarıp, Ortaköy
karakoluna götürüyorlar. Can çekişirken Rüştü, Mithat ve Avni paşalar ve
yardakçıları gelip, (Bizi azlet!) diyerek alay ediyorlar. Valide sultan,
(Aslanım şehid oldu. Beni de şehid etsinler) diye feryat ediyor. Asker
gelip, (Sultan Murad irade etti. Seni Beylerbeyi sarayına götüreceğiz)
diyorlar. Valide sultan, (Benim yerim, Yeni-saraydır) diyor. Valide sultanın
kollarından çekip yalın ayak, yaşmaksız ve feracesiz karakola götürüp,
paşalara seyrettiriyorlar. Halifenin zevcelerinden Tıryal hanım efendi
gelip, (Canım, Allah rızası için namusu ile oynamayın. Hiç olmazsa araba
ile götürünüz) diyor. Paşalar, başarılarından pek keyifli kahkaha
atmaktadırlar. Tıryal hanımın arabasına bindirilerek yeni-saraya (Topkapı
sarayına) götürülüyor. Başka araba ile Tıryal hanımı da, zorla oraya
götürüyorlar. Üç gün sonra kızlar ağası Topkapı sarayına geliyor. İki
sultanın ayrı odalarda baygın yattıklarını görüyor. Altı gece sonra,
odalarına birer kandil gönderiliyor. Otuzsekiz gün sonra Ferıyye sarayına
götürülüyorlar. Kapı ve pencereleri çivileniyor. Sekiz gün Valide sultana
eziyet ederek (Mallarının yerini bildir) diyorlar. Dokuzuncu gün,
pencereler açılıyor. 31 Ağustos 1876 da beşinci Murad tahttan indirilip,
Dolmabahçe sarayından Çırağan sarayına götürülüyor. Sultan
Abdülhamid han tahta çıkınca, işkencelerden kurtulup, rahata
kavuşuyorlar. Sultanlara yapılan işkencelerin, sultan Muradın emri ile
80
www.dinimizislam.com
olduğunu söylerlerdi. Halbuki sultan Muradın bir şeyden haberi yoktu.
Sultan Abdülaziz’in tebriklerini ve yalvarmalarını paşalar sultan Murada
göstermiyor. Sultan adına kendileri cevap yazıp aldattıkları, 1959 tarihli
askeri tarih mecmuasında uzun yazılıdır.
1967 de İstanbul'da basılmış olan T.Yılmaz Öztuna’nın (Türkiye
tarihi)nin onikinci cildinde özetle diyor ki:
(Sultan Abdülaziz’in hal edilmesi, birkaç ahlaksız veya safdil devlet
adamının, şahsi ihtirasları uğruna oldu. Bunların başında, eski sadrazam
Hüseyin Avni paşa geliyordu. Kurmaylıktan yetişmiş, üç defa serasker
olmuştu. Bir uşağın oğlu idi. (Kinim dinimdir) diyen kindar adamlardan biri
idi. Mason Fuat paşanın yetiştirmesi idi. Meziyetsizliklerinden,
kötülüklerinden dolayı azlolunur, sonra entrikalarla yine bir makam
kapardı. Mahmud Nedim paşa tarafından azledilip sürüldüğü ve rütbesi
ve nişanları alındığı için, padişaha kin bağladı. Sultanı tahtından
indirmeye ve öldürmeye karar verdi. Londra’ya gidip, ingilizlerle bu işi
planlaştırdı. Facianın ikinci adamı Mithat paşanın batı kültürü olmadığı
gibi, din bilgisi de yoktu. Tuna ve Bağdat valiliklerinde yaptığı işler,
Avrupa basınında alkışlanmış, bilhassa ingilizler tarafından şımartılmıştır.
Hislerine kapılan, acele ve yanlış kararlar veren, bu yüzden iyi iş
görmeye müsait olmayan bir adamdı. Ali paşa gibi, ölünceye kadar
sadarette kalacağını umarken, iki ay içinde azledilmesini, gururuna
yedirememiş, hükümdara düşman olmuştur. İçki masalarında, devlete ait
kararlar alırdı. İngiltere’deki parlamento idaresini aynen alırsa, Türkiye’nin
aynen İngiltere olacağını sanırdı. Böyle bir idareyi yürütecek tek şahsın,
kendisi olacağına inanırdı. Mithat paşanın, meşrutiyeti tesis edebilmek
için hal işine karıştığını ileri sürmek, gerçeğe hiç de uymamaktadır. Avni
paşa, hal projesini Mithat ve Şirvanizade Muhammed Rüştü paşalara,
sonra zamanın sadrazamı mütercim Rüştü paşaya açtı. Şirvanizadeden
yüz bulamayınca, onu Taife sürdürdü ve orada zehirletti. Mithat paşa,
sadrazam
Mahmud
Nedim
paşanın,
kendisini
merkezden
uzaklaştıracağını vehim ederek, hal işine karışmıştır denilebilir. Hal işine
Mithat paşanın emri ile, uydurma fetva veren Şeyhul İslam Hasen
Hayrullah efendi de, bu makamından, önce azledilmiş, bu yüzden sultana
kin bağlamıştı. Sultan Abdülaziz, bunun için, (O, sarayda iken, müfsid
imam denirdi. Rüştü paşanın tavsiyesi ile Şeyhul İslam yaptık, Allah vere
de, bir halt etmese) demiştir.
Sultan Abdülaziz’in hal’inin bir vatanperverlik olacağına inanan tek
adam, savaş okulu nazırı [kumandanı] Süleyman paşa idi. Yirmibeş
Mayıs gecesi, Redif ve Süleyman paşalar, Avni paşanın Kuzguncuktaki
81
www.dinimizislam.com
evinde toplanarak, üçyüz (300) harbiye talebesinin Dolmabahçe sarayını
kuşatmasına karar verdiler. Talebeye, Sultanı korumak için gidiyoruz
denildi.
Avni paşa sultanı öldürmeyi çoktan planlamış ve nihayet bu cinayeti
işlemiştir. Uzun zaman sarayda casusu olan, ikinci mabeynci Fahri beyi
bu işte kullandı. Cezayirli Mustafa pehlivanı ve Yozgatlı pehlivan Mustafa
çavuşu ve Boyabatlı hacı Mehmed pehlivanı Ferıyye sarayına bahçıvan
yaptılar. Fahri beyle bu pehlivanlar, odaya girip, uzun dövüşmeden sonra
bileklerini kesip pencereden bahçeye kaçtılar. Avni paşa, çığlık seslerini
duyarduymaz, Kuzguncuktaki yalısından, kayıkla, hemen Ferıyyeye
geldi. Ölüm raporunu imzalamak istemeyen iki doktordan birini, Avni
paşa hemen Trablusgarba sürdü. İkincisi olan Ömer beyin apoletlerini
[formalarını] hemen orada sökmüştür. 1293 [m. 1876] Haziranın 4. cü
günü sabahı, sultan Abdülaziz’in Ortaköy sahilinde Ferıyye sarayındaki
odasından garip sesler gelmeye başladı. Saat dokuz buçukta odaya
girenler, eski hakanı kanlar içinde buldular. Ertesi gün yayınlanan
hükümet tebliği, şöyle diyordu: (Sultan Abdülaziz sakalını düzeltmek
üzere istediği küçük makasla her iki bileğinin damarlarını açarak intihar
etmiştir. Serasker Avni paşa cesedi karakola nakil ettirmiştir.) Bu tebliğ ve
ekli tabib raporu, hiç kimseyi inandıramadı. Doktorlara yalnız bilekler
gösterilmiştir. Avni paşa, birkaç sene önce de, sultan Abdülazizi
zehirlemeye teşebbüs etmişti. Mithat paşa, ölümü işitince, (Hakanın
muhafazası pek müşkil ve tehlikeli olduğundan, bu vech ile vefatı pek iyi
oldu) demiştir. Maliye nazırı Yusuf paşa ise, (Melun herif [Avni paşa]
padişahın başını yedi. İnşaallah yakında o katil de katledilir) demiştir.
Sadrazam mütercim Rüştü paşa da, (Naşı karakola çıkardıkları zaman
canlı imiş. Hekimler de, canlı olduğunu tasdik eylediler) demiştir. Üç
pehlivana yüzer altın maaş bağlanarak, sırrı ifşa etmeleri önlendi. Sultan
Abdülaziz’in naşını yıkayan sekiz imam, Yıldız muhakemesinde, sultanın
iki dişi kırılmış, sakalının sol tarafı yolunmuş, sol memesi altında büyük
bir çürük vardı demişlerdir. Pehlivanlar da, yaptıklarını sonradan itiraf
etmişlerdir. İntihar edecek şahsın her iki bileğinin damarlarını birlikte
kesemeyeceği de tıp ilminde meydandadır. Hüseyin Avni paşa, sultan
Abdülaziz’in hal edileceğini birkaç sene önce Londra’da İngiliz nazırlarına
söylemek cesaret ve hiyanetinde de bulunmuştu. Bunun için,
(Encyclopaedia Britannica) intihar tezini ileri sürmektedir. Son çıkan,
(Grand Larousse) ise, öldürüldüğünü yazmaktadır. 1940 tarihli (Larousse
illustre)de, (fut assassiné en 1876= 1876 da katledildi) yazılıdır. 5
Haziran günü cenazesi büyük merasimle kaldırıldı. Topkapı sarayında
82
www.dinimizislam.com
yıkandı. Pederi sultan ikinci Mahmud hanın Çemberlitaş’taki türbesine
defnedildi.
Süleyman paşa, bu inkılabın meşrutiyet için yapıldığını söyleyince,
Avni paşa, sen sus! Asker siyasete karışmaz demiştir. Halbuki, kendisi,
askeri çoktan siyasete karıştırmış. Balkanlarda felaketli hadiselerin patlak
vermesine sebep olmuştu. Nitekim, 2 Temmuzda Sırp ve Karadağ
prenslikleri isyan etti. Balkanlar karıştı. 24 Nisan 1296 [m. 1877] de
Rusya’nın arabulucu teklifi red edilerek, 93 harbi başladı. Hemen müşir
yapılan Süleyman paşa, Şıpka geçidini ruslara kaptırınca, mağlubiyete
sebep oldu. Plevne’de üç kere zafer kazanarak gazi ünvanını alan
Osman paşayı kıskandı. Maçka meydan muharebelerini de gayb ederek,
Edirne’ye kadar kaçtı. Böylece, Edirne de, harap oldu. Ruslar
Ayastefanosa [Yeşilköye] kadar geldi. İngilizler, bu mağlubiyeti fırsat
bilerek, 20 Mayıs 1878 de, İstanbul'da Ali Süavi vakasını çıkarıp, ikinci
Abdülhamid hanı devirmek, hilafeti lağv etmek istedi ise de, muvaffak
olamadı. Ali Süavi mason idi. Karısı ingiliz idi. (Yeni Türkiye tarihi) diyor
ki, (İkinci Abdülhamid hanın diplomasisi [Aklı ve zekâsı] olmasaydı, 93
harbinin zararları daha büyük olacaktı). Süleyman paşa, sefih ve zelil bir
hayat sürerek, 1891 de Bağdat’ta öldü.
Abdülaziz hanı şehid ettiren paşalar, başarılarının zevki içinde,
Mithat paşanın Bayeziddeki konağında, 15 Haziran gecesi
toplanmışlardı. Odaya giren erkan-ı savaş kolağası, 26 yaşındaki, Hasen
bey, Avni paşayı ve sonra hariciyye nazırı Raşit paşayı vurup öldürüyor.
Mithat paşayı kovalıyor ise de, paşa mutfağa kaçıp, aşçının dolabına
saklanıp, ölümden kurtuluyor. Yaralı yakalanan Hasen bey, ertesi gün
Bayezid meydanında şehid ediliyor. Edirnekapı’dan Topkapı’ya giderken,
sağ köşede, parmaklıklı mezarının büyük taşında (Ümera ve guzati
çerakiseden İsmail beyin oğlu olup, Savaş okulunu bitirip, kolağası
rütbesinde iken, genç yaşında, velinimeti uğrunda fedayi can eden,
Çerkes Hasen beyin kabridir) yazılıdır. Sultan Abdülaziz han, Çerkes
Hasen beyin eniştesi idi. Halifenin feci şekilde şehid edildiğini ve annesi
Pertevniyal sultana çok çirkin işkenceler yapıldığını işiten sultan Muradın
üzüntüden ve bu felaket yolunun sonunu düşünmekten aklı bozuldu.
Sultan Abdülaziz han, onbeş senelik saltanat zamanını Dolmabahçe
sarayında geçirdi. Bu sarayda iken hal edildi. Beşinci Murad da üç aylık
saltanatını bu sarayda geçirdi. İkinci Abdülhamid han, bu sarayda yedi ay
oturduktan sonra, Yıldız kasrlarına yerleşti. Sonra Yıldız sarayını yaptı.
Sultan Mehmed Reşad da, Dolmabahçe sarayında oturdu.
Sultan Abdülaziz han, 1862 de yeni askeri elbiseleri kabul etti. 1863
83
www.dinimizislam.com
de posta pulu kullanıldı. 1869 da Süveyş kanalı açıldı. 1871 de
İstanbul'da tramvay işletilmeye başladı. 1875 de Galata tüneli yapıldı ve
askeri rüştiyye mektepleri açıldı. 1863 de Osmanlı bankası açıldı. 1864
de sahillere deniz feneri konuldu ve devlet şurası [Danıştay] kuruldu.
1867 de sultani mektepleri [liseler] açıldı. 1868 de Sanayi mektepleri
açıldı. 1869 da Fransa imparatoriçesi İstanbul’u ziyaret etti. 1870 de
Avusturya imparatoru, sultan Abdülazizi ziyarete geldi. 1870 de şark
demir yolları yapıldı. 1870 de tıbbiyyei mülkiye açıldı ve orman ve maden
mektepleri açıldı ve Eski saray dış kapısı, yani üniversitenin Bayezid
meydanına açılan giriş kapısı yapıldı. 1871 de itfaiyye alayı teşkil edildi.
1872 de seyyar havz yapıldı ve Darüşşefeka lisesi açıldı. 1873 de İran
şahı, sultan Abdülazizi ziyarete geldi ve İzmit demir yolu yapıldı.
Abdülaziz han, kardeşi gibi, memleketin idaresini Ali ve Fuat paşanın
ve bunların yetiştirdiği masonların ellerine bıraktı. Bunlar da, İngilizin
siyasetine göre hareket ettiler. Dağıstanlı şeyh Şamil, yirmi sene ruslarla
kahramanca cihad yaparak, ordularını perişan ederken, seyirci kaldılar.
Bu mücahidin 1866 da esir düşmesine sebep oldular. Rusların 1873 de,
Semerkand, Buhara ve Hiveyi işgal etmelerine de sebep oldular.
Ömürlerini Avrupa’da geçirdiler. Memlekette kaldıkları zaman, Tanzimat
fermanındaki mason planlarının tatbik edilmeleri için çalıştılar. Bu
hıyanetlerinin sebebi mesulü elbette Halifenin gafleti idi. Bu gafletinin
neticesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafından şehid edildi.
Beşinci Murad Han
Osmanlı padişahlarının otuz üçüncüsü, İslam halifelerinin doksan
sekizincisidir. Babası, Abdülmecid Handır. 1840 da İstanbul’da doğdu.
Babasının 25 Haziran 1861’de vefatından sonra Abdülaziz Han
padişah olunca, veliaht oldu. Nezaketi, kibarlığı, çağına göre bilgisi ve
yumuşak huyluluğu ile sevildi. Amcası Abdülaziz Hanın 1863 Mısır ve
1867 Avrupa seyahatlerine katıldı. Bu gezilerde davranışları ile Osmanlı
hanedanının asaletini temsil ederek takdir topladı. Veliaht Murad, 30
Mayıs 1876 tarihinde Sultan Abdülaziz Hanın hal’ edilmesiyle Osmanlı
Sultanı ilan edildi. 4 Haziran 1876 da Abdülaziz Hanın feci şekilde şehid
edildiğini ve annesi Pertevniyal Sultana çok çirkin işkenceler yapıldığını
işiten Sultan Murad Hanın üzüntüden ve bu felaket yolunun sonunu
düşünmekten aklı bozuldu. Üzüntüden hastalığının artmasında doktor
Capoleone’nin cahilane ve yanlış teşhis ve tedavisinin mühim rolü oldu.
Beşinci Murad Han bu hasta haliyle ihtilalcilerin kuklası haline getirilip,
Avrupa’da belirli odakların devleti ve İslamiyet’i yok etmek için
84
www.dinimizislam.com
hazırladıkları yıkıcı planları tatbik edilmek istendiyse de kardeşi İkinci
Abdülhamid Han bunların önüne geçti. 31 Ağustos 1876 da hal’ edilen ve
doksan üç gün saltanat süren Beşinci Murad Han, Osmanlı sultanlarının
en az padişahlık yapanıdır.
Saltanattan hal’inden sonra, ailesiyle Çırağan Sarayına yerleştirilen
Beşinci Murad Hanın hastalığı sonradan iyileşti. Vaktini okumak ve
torunlarını okutmakla geçiren Murad Han, kardeşi Sultan Abdülhamid
Hanın nazikane hatır sormasını, daima teşekkürle cevaplandırırdı. 29
Ağustos 1904 tarihinde vefat eden Beşinci Murad Han, İstanbul’da Yeni
Camideki türbeye defnedildi.
İkinci Abdülhamid Han
Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve en yüksekleri idi. İslam
halifelerinin doksan dokuzuncusu idi. 1842 de doğdu. 1876 da halife
oldu. 1918 de vefat etti. Çemberlitaş’ta, dedesi sultan Mahmud’un
türbesindedir.
İslamiyet'e hizmeti, saymakla bitirilemez. Abdülaziz han, düşmanlara
alet olanlar tarafından şehid edilip, sonra beşinci Murad da hal edilip,
kendisi kukla olarak halife yapıldı. Avrupa’da belirli ocakların İslamiyet'i
yok etmek için hazırladığı yıkıcı planları, kıyasıya hortlatmaya başlarken
önlerine dikildi. Aklı, zekâsı ve ilmi fevkalade üstün olduğu için,
memlekete karşı asırlar boyunca hazırlanmış olan sinsi, alçak ve vahşi
suikasdı hemen sezdi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları sahte
kahramanları, iş başından uzaklaştırdı. İslam bilgilerini, yani din ve fen ve
ahlak bilgilerini memleketin her yerine yaydı. Çok sayıda kültürlü din
adamı yetiştirdi. Milleti otuzbir sene adalet ile idare etti. Bilgili, temiz bir
gençlik yetiştirdi. Haksızlığın, kötülüğün, ahlaksızlığın kökünü kazıdı. Bu
yüzden bazı kimselerin hedefi oldu. Yıllarca kötülendi. İftiralara uğradı.
Sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. Fakat, insaflı
yazılan tarihleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanayiye, ticarete, ahlaka,
kısaca insanlığa bıraktığı eserlerini görenler, bu iftiralara aldanmadı. Ona
dil uzatan yalancılardan, ilim adamı, yazar maskesi altında çalışan
düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan nefret ettiler. Onun
büyüklüğü karşısında hayran kaldılar.
Önce, bir sene beş ay devlet idaresine karıştırılmadı. Memleketi
sadrazam Mithat paşa ve arkadaşları idare etti. Bunlar, 24 Nisan 1295
[m. 1877] günü Rus harbine sebep oldular. Mali 1293 senesine rastladığı
için (93 harbi) denilmektedir. 93 harbi Edirne mütarekesine kadar dokuz
ay sürdü. Müşir [Mareşal] yaptıkları Süleyman paşa, Şıpka geçidinde
85
www.dinimizislam.com
büyük gaflet yaparak, en seçkin Türk birliklerinin harcanmasına sebep
oldu. Bu hezimete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. Fakat,
Filibe’ye ve oradan Edirne’ye kaçtı. Edirne’de de tutunamayıp mütareke
istedi. Mütareke Abdülhamid hanın, kraliçe Viktorya’ya çektiği telgraf
üzerine mümkün olabildi. Ruslar ve Bulgarlar, onbinlerce Türk kadın ve
çocuğunu kestiler. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan, İstanbul’a
hicret etti. O zaman Rusya’nın nüfusu doksan, Osmanlıların ise
altmışdört milyondu. Sultan Abdülhamid han, faciaları görünce, Edirne
mütarekesinden onüç gün sonra, 13 Şubat 1296 [m. 1878] da Meclisi
mebusanı kapattı. Devlet idaresini eline aldı. Mebusların ancak yüzde
kırkı Türktü. Bu parlamento devam etseydi, Osmanlı devleti, daha o
zaman parçalanacaktı. Sultan Abdülhamid hanın ilk ve büyük başarısı,
bu felaketi görmesi ve önlemesi oldu.
Osmanlılara imzalattırılan 3 Mart 1878 Ayastefanos [Yeşilköy]
muahedesini sultan Abdülhamid han bir türlü hazmedemedi. Dahiyane bir
kurnazlıkla 4 Haziran 1878 de İngiltere ile gizlice anlaştı. Kıbrıs adasının
idaresini İngiltere’ye bıraktı. Adanın gelirleri her yıl İstanbul’a yollanacak,
ada Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası kalacaktı. Buna karşılık,
İngiltere Ayastefanos muahedesinin Türkiye lehine değiştirilmesine
yardım edecekti. Böylece, Berlin muahedesi, 13 Temmuz 1878 de
imzalanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. Bu harpte, para tazminatı
pek ağır oldu. Sultan Abdülhamid, buna da pek dahiyane çare buldu.
1881 de Düyuni umumiyye idaresi kurarak, borçları, ikiyüzelliiki
milyondan, yüzaltı milyona indirdi. Bu büyük başarısı, memlekete
unutulmaz bir hizmet oldu.
Büyük devletlerin bütün baskılarına rağmen, Abdülhamid han, Berlin
muahedesinin, Anadolunun şarkında Ermenilere muhtariyet veren
maddesini hiç tatbik etmedi. Mithat paşa ve arkadaşları, Rusya’nın savaş
açmasına sebep oldu. Bütün Rumeli ve Anadolunun büyük kısmı
Rusya’nın eline geçti. Dahili işler, masonların elinde kaldı. İslamiyet'i
yıkmak, dinde reformlar yapılmak isteniyordu. Bunun için, din adamları
cahil yetiştiriliyordu. Alman tarihçisi, Hans Kramer, (Ondokuzuncu asır)
adındaki büyük tarih kitabının üçüncü cildi, yirmialtıncı sayfasında
(dessen klugen Bruder Abdülhamid II) = Beşinci Muradın akıllı
kardeşi, diye övdüğü sultan ikinci Abdülhamid, memleketin felakete
götürüldüğünü, paşaların, mason uşağı olduklarını görerek, meclisi
kapattı. İrade-i seniyye ve meclis-i vükela [Bakanlar kurulu] kararı ile
meclis-i mebusan tatil edildi. Meşrutiyet ve bunu sağlayan doksanüç (93)
kanuni esasisi [anayasası] ilga edilmedi. Bu anayasa 1908 de ikinci
86
www.dinimizislam.com
meşrutiyetin ilanına kadar devam etmiştir. Sultan Abdülhamid han, ayan
üyelerinin [senatörlerin] vazifelerine de son vermedi. Yaşayanları, 1908
millet meclisine dahil oldular. Sultan Abdülhamid han, devleti, milleti,
otuzbir sene, Allahü teâlânın emirlerine göre, adaletle idare etti. Millet,
sulh, bolluk, ucuzluk, rahat ve huzur içinde yaşadı.
Her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, Viyana’dan
başka bir yerde eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi yaptırdı. 1876 da
Mektebi Mülkiyeyi yaptırdı. 1879 da bir müze yaptırdı. 1880 de hukuk
mektebi ve divan-ı muhasebatı [sayıştay] kurdu ve Beyoğlu kadın
hastanesini yaptırdı. 1882 de güzel sanatlar akademisi, 1883 de yüksek
ticaret mektebi, 1884 de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi
açıldı. 1886 da Terkos suyunu İstanbul’a getirtti ve mülkiye lisesini açtı.
1888 de Alman imparatoru İstanbul’a gelip, sultan Ahmed
meydanında Alman çeşmesi yapıldı. 1890 da Bursa’da ipekçilik
mektebini yaptırdı. 1891 de Halkalı ziraat ve baytar mektebi ve
Kağıthanede bir poligon kurdurdu. 1892 de Bursa demiryolunu ve Aşiret
mektebini yaptırdı. 1893 de Üsküdar lisesi ve Rüştiyye mektepleri ve yeni
postane binası ve Osmanlı bankası ile Reji binalarını ve (Yafa-Kudüs)
demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine 1893 de Hamidiyye kağıt
fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yaptırdı.
1894 de Osmanlı sigorta şirketi ve Küçüksu barajı ve (Manastır-Selanik)
demiryolu yapıldı.
1895 de (Şam-Horan) demiryolu ve (Eskişehir-Kütahya) demiryolu
yapıldı. Yine 1895 de Hamidiyye yüksek ticaret mektebi ve (GalataTophane) rıhtımı, Dolmabahçe saat kulesi yapıldı. 1896 da (Beyrut-Şam)
demiryolu, Dar-ül-aceze binası, mum fabrikası, (Afyon-Konya) demiryolu,
Sakız limanı rıhtımı, şimdiki İstanbul lisesi binası, (İstanbul-Selanik)
demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1897 de Tuna
nehrinde Demirkapı kanalını, kapalıçarşı tamirini yaptırdı.
1896 Yunan zaferini kazandı. Akıl hastanesini yaptırdı. 1899 da
Şişlide Hamidiyye Etfal hastanesini yaptırdı. 1900 da Medine-i
münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. 1902 de Hamidiyye Hicaz
demiryolu Zerkaya kadar işledi. Kağıthanedeki Hamidiyye suyu yapıldı.
Yeni balıkhane, Haydarpaşa rıhtımı, maden arama mektebi, Şam’da
tıbbiyyei mülkiye yapıldı. Haydarpaşa’da askeri tıbbiyye mektebi
şahanesi 1903 de açıldı. 1904 de dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. Yine
1904 de Bingaziye telgraf hattı yapıldı. 1905 de (İstanbul-Köstence)
kablosu döşendi. Haydarpaşa istasyonu binası yapıldı. Beşiktaş
tepesindeki Yıldız sarayını ve önündeki camii yaptırdı.
87
www.dinimizislam.com
Velhasıl Avrupa’da yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde
yurdumuzda yaptırdı. Ne yazık ki, 1909 da tahttan indirilince, bütün bu
ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. Abdülhamid han, (İstanbulEskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdat) ve (Adana-Şam-Medine)
demiryollarını yaptırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar
demiryolu yoktu. Din bilgileri, fen ve edebiyat üzerinde çok kitap bastırdı.
Köylere kadar kurslar açtırdı. Parasız kitaplar gönderdi. Savaş gücünü
gayb etmiş olan eski gemileri Halice çekip, Avrupa’da yeni yapılan üstün
evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri, subayı
öyle şerefli olmuştu ki, bir kahve önünden bir binbaşı geçerken, kahvede
oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir
binbaşının evinde pişen yemekten, bir mahalle fakirlerinin karnı doyardı.
Bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini çok severdi. Yalnız 1896 yılında,
Yunan isyanı oldu. Ethem paşa kumandasında gönderdiği askeri, kendisi
saraydan idare ediyordu. Askeri yirmidört saatte Termopil geçidini aşıp,
Atina’ya girdi. Bütün Avrupa kumandanları buna şaşırdı. Çünkü, Alman
kurmayları, Osmanlı ordusu, Termopili altı ayda geçemez diye rapor
vermişti.
İkinci Abdülhamid hanın güzel ahlakını, dine olan bağlılığını, edep ve
hayasının derecesini, aklını, ilmini, adaletini, millet için durmadan
çalıştığını, hiç can yakmadığını, düşmanlarına bile iyilik ettiğini,
masonların aldattıkları ve maşa olarak kullandıkları satılmışları bile af
ettiğini anlamak isteyenlere, (Mabeyn baş katibi) Esad beyin (Hatırat-ı
Abdülhamid-i han-ı sani) kitabını okumalarını tavsiye ederiz.
Ermeni komitecilerin hazırladıkları ve 21 Temmuz 1323 [m. 1905]
günü Cuma namazını kılıp, Yıldız camiinden çıkarken patlatılan bir
arabadaki saatli bombadan kurtulunca, binlerce seyirci ve ecnebi
diplomatlara karşı, düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, kalbinin
temizliğini, milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeye yetişir
sanırız: (Kendimce en büyük emel, ahalinin rahat ve mesut olmasıdır. Bu
uğurda, gece-gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği malumdur.
Gayret ve hüsn-ü niyetimin min tarafillah mükafatı, şu hadiseden, hıfz-ı
Huda ile, emin olmaklığımdır. Onun için, cenab-ı Hakka şükür ve hamd
ederim. Müteessir olduğum bir şey varsa, asker evlatlarımdan ve
ahaliden bazılarının telef ve mecruh olmalarıdır. Buna, ilelebed teessüf
ederim. Tebeamın, hakkımda göstermiş oldukları hissiyata ansamimilkalb memnuniyetimi beyan eyler, afati semaviyye ve erdiyyeden
masuniyetleri için dua ederim).
Merkezi Selanikte bulunan üçüncü ordunun bazı subayları, ingiliz
88
www.dinimizislam.com
casusları tarafından bol para ve makam vaadleri ile aldatıldı. 7
Temmuzda Şemsi paşa, teğmen Atıf tarafından vuruldu. Ellerinde ingiliz,
fransız silahları bulunan hareket ordusu İstanbul’a yürüdü. Halife,
[müslüman kanı dökülmesin diye] bunlara karşı koymadı. Bu durum, facia
ve felaketlere sebep oldu. 23 Temmuz 1908 de ikinci meşrutiyet ilan
edildi. Silah baskısı altında seçim yapıldı. 17 Birinci kanun [Aralık]da
meclis açıldı. Bununla, devletin idaresi, ehliyetsiz, tecrübesiz ellere geçti.
İngilizlerin hazırladığı facialar tekrar başladı.
5 Ekim 1908 de, Bulgaristan prensliği, krallığını ilan ederek,
Osmanlılardan ayrıldı. Yine o tarihte, Avusturya, Bosna-Herseki ilhak etti.
Yunanistan da baş kaldırıp, beş sene sonra Girit’i ilhak eyledi. 14 Nisan
1909 da, Adana’da ermeni ihtilali oldu. Müslümanların mallarına,
canlarına, ırzlarına saldırdılar. 1850 Türkü öldürdüler. İttihadcılar buna da
seyirci kaldılar. Halk, onyedibin ermeniyi öldürüp isyan bastırıldı.
İttihadcılar, Avrupalılara şirin görünmek için yüzlerce Müslümanı kestiler,
astılar. Bu zulümleri, o zaman Adana valisi olan meşhur Cemal paşa
yaptı. Dahiliyye nazırı Talat paşanın takdirine mazhar oldu. Bu hadiseler
dolayısiyle ittihadcılar da [1914]de meclisi kapattı. Sultan Hamide hak
vermek zorunda kaldılar.
31 Mart vakası adı ile meşhur olan 13 Nisan 1327 [m. 1909] hareketi
ile sultan Abdülhamidin hiçbir alakası olmadığı, kati olarak anlaşılmıştır.
İttihadcıların, padişaha sadık birinci orduya güvenmeyerek, Selanikteki
üçüncü ordudan getirdikleri avcı taburlarının çıkardığı tespit edilmiştir.
Yani ittihadcıların bir tertibi olmuştur. İttihadcılar, böylece Selanikten
Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut yağmacılarının meydana getirdikleri hareket
ordusunu İstanbul’a gönderdi. Talat beyin baskısı ile Sultan, 27 Nisan
1327 [m. 1909] da tahttan indirildi. Son meşrutiyet zamanında
hükümdarlığı dokuz ay, beş gündür. Selanikten gelen, toplama ve frenk
silahlarını taşıyan hareket ordusuna karşı koymak isteyen kumandanlara,
çarpışılmamasını, Müslüman kanı dökülmemesini sıkı emir verdi.
İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki talimli asker ve sadık subaylar,
gelen çapulcu alaylarını darmadağınık edebilirdi. Fakat, kardeş kanının
dökülmesini istemedi. İstanbul’a giren hareket ordusu kumandanları,
doğru Yıldız sarayına geldiler. Hazineyi, asırlardan beri toplanmış olan
kıymetli yadigârları ve dünyanın en zengin kütüphanelerinden olan saray
kitaplığının bir kısmını yağma ettiler. Padişahın altın arabası bile
parçalanıp paylaşıldı. Bu barbarca saldıranlar, birer kahraman, kurtarıcı
ilan edildi.
O yıl, ittihadcılar, Sultandan iki yaş küçük olan kardeşi Mehmed
89
www.dinimizislam.com
Reşadı yerine geçirdiler. Sultan Reşad, ihtiyar, sessizdi. Ortalığı kana
boyayanların, gönülden Müslüman olmadıklarını görüyordu. Bu
canavarlar karşısında aciz, zavallı bir kukla halinde idi. İttihadcılar, sultan
Hamidi lekeleyecek bir suç bulamadılar. Milletin onu çok sevdiğini,
saydığını görerek, öldürmeye de cesaret edemediler. Hemen o gece,
kurmay binbaşı Fethi Okyar’ın emrinde olarak, trenle Selaniğe götürdüler.
Orada Alatini köşkünde hapis edildi. Ömrünü okumakla ve ibadet ile
geçirdi. Hükümeti ele geçiren ittihadcıların çoğu, hatta din işleri başkanı
olan şeyh-ul İslam efendileri dahi mason idi.
Sultan Hamid hanın kansız ve huzur içinde geçen idaresinden sonra
memleket, siyasi idamlar, sui kasdler ülkesi oldu. Çok kimseleri idam
ettiler. Birbirlerini, hatta kendi başkumandanları olan Mahmud Şevket
paşayı da dört aylık sadrazam iken 11 Haziran 1331 [1913] de kendileri
öldürdü. Yerine getirilen Mısır prensi Said Halim paşanın 3 sene, 7 ay ve
23 günlük ve bunun yerine gelen Talat paşanın birbuçuk senelik sadaret
zamanlarında, memleket karma karışık oldu. Herkes, ölüm, hapis
korkusu içinde idi. Can, mal ve namus emniyeti kalmadı. İslam
düşmanlığı, küfür ve irtidad moda olmaya başladı. Her vilayette zalimler
türedi. 1329 [m. 1911] da Arnavut isyanı oldu. Mahmud Şevket paşa
büyük kuvvetle önleyemedi. Sultan Reşad 16 Haziranda Kosova’ya gitti.
Beşyüzyirmiiki sene önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, yüzbin
Arnavut ile Cuma namazı kıldı. Huzuru temin etti. Mahmud Şevket
paşanın sekseniki taburla yapamadığını, sultan Muhammed Reşad, bir
gövde gösterisi ile temin eyledi.
Ebüzziya takviminin 19 Şubat 1945 pazartesi yaprağında diyor ki:
(Meşrutiyetin başlangıcı, memleketimiz için büyük felaket ve
ziyanlara sebep oldu. Çünkü 1911 de Trablusgarb İtalyanlara bırakıldı.
1912 de Balkan harbi bozgunu oldu. İki büyük kıta ile ilişiğimiz kesildi.
Afrikada birmilyonikiyüzbin kilometre kare, Rumelide ikiyüzelli bin
kilometre kare yerimiz elden gitti. Birinci cihan harbinde de birmilyon
kilometre kareden fazla toprak gayb oldu. Koca imparatorluk yağma
edildi. Bu felaketlere, ittihad ve terakkinin, gafil, cahil, fırkacı, inatçı,
bölücü idaresi sebep oldu.)
Birinci cihan harbine Osmanlılar üç milyon askerle katıldı. Bir milyon
zayi eyledi. Bunun dörtyüzbini cephede şehid oldu. Müttefiklerimizin
mevcudu yirmiüç milyon olup, onbeşbuçuk milyon zayıatımız oldu. Bunun
üçbuçukmilyonu cephede öldü. Düşman orduları mevcudu, kırküç milyon
idi. Bunların yirmiüç milyonu zayi oldu. Yalnız beşbuçuk milyonu cephede
öldü.
90
www.dinimizislam.com
Sultan Abdülhamidi tahtından indirenler, sonunda memleketi düşman
çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver paşa, Talat paşa,
doktor Behaeddin Şakir, doktor Nazım, 30 Ekim 1918 de Mondros
mütarekesini imza ettikten bir gün sonra, gece yarısı kaçtılar. Talat paşa
1921 de kırkdokuz yaşında Berlin’de, Enver paşa kırk yaşında 1922 de
Türkistan’da, Cemal paşa da 1922 de elli yaşında Tiflis’de öldürüldüler.
Avrupa’daki mason locaları, bu başarılarını uzaktan keyif ile
seyrediyorlar, İslamiyet'i yok etmek için, yeni planlar hazırlıyorlardı.
Masonlar, ittihadcılara yaptırdıkları bu cinayetleri Mithat paşa ve
arkadaşları gibi maşalarla, daha otuzbir yıl önce ve pek kıyasıya
yaptıracaklardı. Fakat, çok akıllı, zeki, ileriyi görüşü keskin ve tam
Müslüman olan, ikinci Abdülhamid han, bunu anlamış, bu felaketleri
önlemiş, İslam âlemine seadet, huzur sağlamıştı. Bunun için, bu yüce
hakana, kızıl sultan, korkak, zalim gibi isimler taktılar. Böylece gençleri
aldatmaya, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmaya
uğraştılar.
(Türkiye Tarihi)nde diyor ki:
(İkinci meşrutiyetten sonra gelen yeni rejim, ikinci Abdülhamidi
mahkum etmiş, hatta bugüne kadar, bu hükümdarın lehinde, hatta
tarafsız yazmak ve konuşmak, tehlikeli sayılmıştır. Bunun bir sebebi,
ikinci Abdülhamidin, asla mürteci, gerici olmamak şartı ile, muhafazakâr
olması ve imparatorluğu otuz yıl şahsen adalet ile idare etmesidir. İkinci
Abdülhamidi düşürenler birbirinden inkılabcı oldukları için, tabiatiyle, bu
hükümdarın muhafazakârlığını beğenmemek durumunda kalmışlardır.
Ancak tarih, siyaset değildir. Günün modasına göre söyleyen, yazan
kimse, tarihci değildir. Çünkü, siyasi rejimler ve fikir modaları daima
değişir. Yakın maziyi halka fena tanıtmak gibi hissi görüş, ilmi tetkik
yapılmasına mani olmaktadır. Bazı sathi görüşlü kimseler, günlük oluşları
küçültür, gölgede bırakır diye, eski kahramanları küçültürler. Tarihi
realiteden korkmak manasızdır. Türkiye’de, yine de, ikinci Abdülhamid
aleyhindeki yalanları nakil etmek modası yürürlüktedir.
13 Şubat 1295 [m. 1878] gününe kadar, ikinci Abdülhamidin
saltanatının ilk bir yıl, beş ay ve onüç günü, bu hükümdarın şahsi idaresi
ile ilgisizdir. Şahsi idaresi, 13 Şubatta başlar. 7 Zilhicce 1293 ve 23
Kanuni evvel [Aralık ayı] 1876 günü birinci meşrutiyet ilan edildi. İlk millet
meclisi 19 Mart 1877 de açıldı. Anayasayı hazırlayanlardan Mithat paşa,
bir hukukcu değildi. İkinci Abdülhamid han hatıratında diyor ki:
Mithat paşa, öteden beri meşrutiyet taraftarı idi. Lakin ismini ve bazı
kitaplarda methini işitmekle hasıl olmuş bir taraftardı. Hiçbir devletin
91
www.dinimizislam.com
Kanuni esasisini tetkik etmiş ve bu babda esaslı fikir edinmiş değildi.
Rehberi, nafia vekaletinin müsteşarı, Odyan efendi idi. Odyan efendi ise,
o zaman bile bizde mümtaz hukukculardan değildi. Hele memleketi hiç
bilmezdi. Zan ederim bu vukufsuzluk, Mithat paşa ile Taif kalesine kadar
beraber gitti.
Mithat paşanın başkanlığında, Ziya bey [paşa] ile Namık Kemalin de
katıldığı bir heyetin hazırladığı Anayasanın 113. cü maddesi, hükümdara
bir şahsı sürmek hakkını vermişti. Bu maddeyi Mithat paşa, mahsus
koydurdu. Çünkü, ölünceye kadar iktidarda kalmayı umuyordu. Bu
madde ile, muhaliflerini sürmek istemiştir. Nitekim birkaç devlet adamını
sürdü. İkinci Abdülhamid han, muhakemesiz sürülmenin tanzimata aykırı
olduğuna dikkati çekti ise de, Mithat paşayı ikna edememişti. Mithat
paşa, anayasaya, herkesin kendi dili ile konuşabileceğini koydurmak
istemiş, fakat Sultan, bu maddeyi kaldırmıştır. Mithat paşa, Sultanın
bütün selahiyetini yok etmek için, Anayasayı büyük devletlerin kefaletleri
altına koymak istemiştir. Türk devletinin istiklalini yok edecek bu feci
madde de kabul edilmemiştir. Rusya ile savaş etmek için, Bab-ı alide
nutuklar çekti. Medrese talebesini ayaklandırarak, savaş lehine nümayiş
yaptırdı. Bunlar, Sultanın penceresi altında bile savaş diye bağırdılar.
Savaş olursa, İngiltere’nin yardım edeceğine inanıyordu. İçki
sofralarında, Cumhuriyet ilan edip, üçüncü Napolyon gibi,
Cumhurbaşkanı, sonra imparator olacağını söyledi ve (niçin Âl-i Osman
olur da, Âl-i Mithat olmaz) dedi. İşi daha ileri götürerek, hususi asker
yazmaya kalkıştı. Bu yeni asker, Millet askeri namı ile yeni bir ordu teşkil
edecek ve Mithat paşanın emrinde olacaktı. Hıristiyan ve
Müslümanlardan gönüllü yazılanlar, başkumandanları Mithat paşa lehine
yürüyüşler yapıyorlar. İstanbul'da huzuru bozuyorlardı. Yeniçeri ocağı
hortluyordu. Mithat paşa, milliyetçiliğe uymayan hareketlerde de bulundu.
Bosna’da, Türk bayrağındaki ayyıldız yanına bir haç eklenmesini emretti.
Devlet bayrağının, bir eyalette olsa bile, sadrazam emri ile değiştirilmesi
de, onun demokrasi anlayışına parlak bir örnektir. Bu haçlı Türk
bayrağını taşıyan bir tabura İstanbul'da geçit resmi bile yaptırdı. Bütün bu
sapıklıkları, ikinci Abdülhamid hanın sabrını taşırarak, 5 Şubat 1877 de,
onu sadrazamlıktan azletti. Kendi arzusu üzerine İzzeddin vapuruna
bindirilerek İtalya’ya gönderildi. Eline de beşyüz altın verildi. Bir sene,
sekiz ay çeşitli şehirleri gezdi. İngilizlerle halifeye karşı anlaşmalar
yapması üzerine, yurda çağrıldı. İki ay Girit’te, Hanya’da oturduktan
sonra 1295 [m. 1878] son ayında Suriye valisi, 4 Ağustos 1297 [m. 1880]
de Aydın valisi yapıldı. Burada iken, 16 Mayıs 1298 [m. 1881] de,
92
www.dinimizislam.com
Yıldızda muhakeme edilmek için tevkif emri verildi. Fransız
konsolosluğuna sığınarak kendisini lekeledi. Fransız sefirinin emri ile
halifeye teslim edildi. Mahkemenin idam kararını halife, müebbet hapse
çevirip, 28 Temmuzda İzzeddin vapuru ile Rüştü, Mahmud ve Nuri
paşalarla ve Hasen Hayrullah efendi ile birlikte Taife götürülüp hapis
edildiler. 6 Mayıs 1301 [m. 1883] de Mahmud Celaleddin paşa ile,
askerler tarafından boğulup öldürüldüler. İngiltere onu kurtarmaya karar
verdi. Kızıldeniz’deki bir savaş gemisine bu vazifeyi verdi. Paşaların,
İngilizler tarafından kaçırılacağını anlayan hicaz valisi müşir Osman Nuri
paşanın emri ile öldürüldüğü sanılmaktadır). (Yeni Türkiye Tarihi)nin
yazısı tamam oldu
Mehmed Reşad Han
Osmanlı padişahlarının otuz beşincisi ve İslam halifelerinin
yüzüncüsüdür. Çocukluğundan itibaren hususi olarak iyi bir tahsil ve
terbiye ile büyüdü. Yüksek din ve fen bilgilerini okudu. Arapça ve
Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Uzun Şehzadelik devrinin
çoğunu okumakla geçirdi.
1890 senesinde İngilizlerin yardımıyla kurulan ve padişah aleyhtarı
Türk, Rum, Ermeni, Arnavut ve Yahudilerle Bulgar, Sırp ve Yunan
çeteleri tarafından desteklenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1909 yılında
Sultan Abdülhamid Hanı tahttan indirdi ve yerine kukla bir vaziyette
Mehmed Reşad Hanı geçirdi. Devlet idaresini tamamen hakim olan
ittihatçılar, istedikleri kabineyi iş başına getiriyorlar, istemediklerini ise
baskı ve tehditle görevden uzaklaştırıyorlardı.
Sultan Abdülhamid taraftarı diyerek pek çok kişiyi idam ettirdiler.
Herkes ölüm ve hapis korkusu içine düştü. Memlekette can, mal ve
namus emniyeti kalmadı. Devlet düşmanlığı, küfür ve dinden dönme
moda oldu. Her vilayette zalimler, asiler ve zorbalar türedi. Bunun
neticesi olarak Arnavutluk'ta isyan hareketleri başladı. Arnavutluk bölgesi
mebusları,
hükümete
müracaat
ederek
şiddet
hareketlerine
başvurulmadan bölgeye bir nasihat heyeti gönderilmesini istediler. Ancak
şiddet taraftarı olan İttihat ve Terakki mensupları, Mahmut Şevket paşa
komutasında büyük bir orduyu Arnavutluk'a göndermelerine rağmen ve
pek çok kan dökülmesine sebep oldukları halde isyanı önleyemediler.
Sultan Reşad, 16 Haziran 1911'de Kosova'ya gitti. 522 sene önce dedesi
Murad-ı Hüdavendigar'ın zafer kazandığı yerde, yüz bin Arnavut ile
Cuma namazı kıldı. Balkan Müslümanları ve Arnavutlar asırlar öncesi
Osmanlı hakimiyetine girişlerinde adalet hissini Sultan Reşad Hanın
93
www.dinimizislam.com
''Baba'' davranışıyla tekrar ve daha ziyadesiyle yaşadılar. Arnavutluk'taki
yüzbinlerce Müslüman, Halife-i Müslimin ve Osmanlı Sultanı Reşad Hanı
görebilmek için bütün sıkıntılara katlanarak yollara düştü. Sultan din ve
millet farkı gözetmeden bütün halka bol ihsanlarda bulundu. Huzuru
sağladı. Mahmud Şevket paşanın yirmi iki taburla yapamadığını, sultan
Mehmed Reşad bir gövde gösterisiyle temin etti.
Ancak İttihatçıların ihanet derecesine varan gafletleri devam
ediyordu. Sultan Abdülhamid Hanın bizzat körüklediği kiliseler ihtilafını, 3
Temmuz 1910 da neşrettikleri bir kanunla hallettiler. Böylece Balkan
milletleri arasında ihtilaf kalmadığından, Osmanlı Devleti aleyhine
kolayca birleştiler. Bu birleşme bir süre sonra (8 Ekim 1912) Balkan
Harbinin başlamasına sebep oldu.
Siyaset yapmaktan memleket müdafaasına vakit bulamayan
komutanların elinde kalan Osmanlı orduları, Karadağ, Bulgaristan,
Yunanistan ve Sırbistan, karşısında bozguna uğradılar.
30 Mayıs 1913 e kadar devam eden savaş sonunda, Osmanlı
Devleti, Yenipazar, Libya, Girit, Rodos, Onikiada, Arnavutluk, Epir ve
Trakya'yı kaybetti. Edirne'de Balkan devletleri eline düştü ise de daha
sonra müttefikler arasında çıkan anlaşmazlıktan faydalanılarak tekrar
kazanıldı. Son facialarla Afrika kıtası ile ilişiğimiz kesilirken, Avrupa'da
çok küçük bir toprağımız kaldı. Afrika'da 1.200.000, Rumeli'de ise
250.000km'lik yerimiz elden gitti. İttihat ve Terakki'nin gafil, cahil, fırkacı,
bölücü idaresi neticesinde Osmanlı Devleti, padişahın haberi bile
olmadan bu defa da dünyanın süper güçlerine karşı Almanya safında
Birinci Dünya Harbine katıldı. (11 Kasım 1914)
Dört sene süren savaş sonunda koca Osmanlı imparatorluğu yağma
olundu. Bir milyon km'den fazla toprak kaybedildi. Asker zayiatının
yekunu ise bir milyonun üzerindeydi.
Sultan Mehmed Reşad, memleketin içinde bulunduğu durumun
ızdırabı içerisinde 3 Temmuz 1918 de vefat etti. Cenazesi kendisi
tarafından hazırlanmış olan Eyüb'teki türbesine defnedildi. Mehmed
Reşad Han, halim, selim ve merhametli bir şahsiyet sahibi olup, terbiye
ve nezaketi her türlü ölçünün üstünde bulunuyordu. Maiyetine karşı çok
şefkatli davranır, biri rahatsızlanınca, iyileşinceye kadar defalarca hatırını
sorardı. Hafızası çok kuvvetliydi. Dini vecibelerini geciktirmeden yapar,
boş zamanlarında kitap okurdu.
Meşrutiyet anayasası çerçevesinde devleti idare etmek istedi. Ancak
İttihatçıların Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyet ve icraatlarının önüne
geçecek kudrette değildi. Hükümeti ele geçiren İttihatçıların çoğu, hatta
94
www.dinimizislam.com
din işleri başkanı olan Şeyhülislam Musa Kazım dahi masondu. Bu
sebeple Sultan Reşad Hanın saltanat devri, İttihatçıların keyfi ve
mesuliyetsiz icraatları neticesinde büyük hadiselerle geçti. Neticede üç
kıta yedi denize hakim olan Osmanlı Devleti, dünya çapında faaliyet
gösteren yıkıcı ve bölücü teşkilatların, planlı, sinsi çalışmaları sonucu yok
olma noktasına getirildi.
Vahideddin Han
Altıncı sultan Mehmed, sultan Abdülmecid’in oğludur. Padişah olan
dört kardeşten en küçüğüdür. Osmanlı padişahlarının otuz altıncısı ve
sonuncusudur. İslam halifelerinin yüz birincisi ve sonuncusudur.
1861 de doğdu. 4 Temmuz 1918 de büyük kardeşi sultan Reşad’ın
öldüğü gün halife oldu. 1926 da İtalya’da San Remo’da vefat etti. Şam’da
sultan Selim camii kabristanındadır. Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Din
bilgisi çoktu. İngilizlerin Türk ve İslam düşmanı olduğunu iyi biliyordu.
İsmail Hami Danişmend, (Osmanlı Tarihi Kronolojisi) kitabının
dördüncü cildinde, Vahideddin han hakkında geniş bilgi vermektedir.
Osmanlıyı tanımak
Baba’dan tarih dersi
Ertuğrul Gazi’yi Anma Günü’nde
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 718. Ertuğrul Gazi’yi Anma
Günü dolayısıyla yayınladığı mesajda, günümüzden 7 yüzyıl önce
yaşayan Ertuğrul Gazi’nin, tarihimizde çok özel bir yere sahip olduğunu
belirtti. Cumhurbaşkanı Demirel, Ertuğrul Gazi’nin nasihatlerini ve
vasiyetini kendisine rehber edinen Osman Gazi’nin kurduğu Osmanlı
Devleti’nin, üç kıtada dalga dalga yayılarak, bir cihan devleti haline
geldiğini ve 6 asır boyunca, birbirinden farklı inançlara, dillere ve
kültürlere sahip insanları, adaletiyle idare ettiğini belirterek, “Ertuğrul
Gazi’nin hatırasını rahmetle anıyor, bütün vatandaşlarıma selam ve
sevgilerimi iletiyorum” dedi. (Türkiye, 12.09.1999)
13'üncü Türk Tarih Kongresi’nde
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı İmparatorluğunun 623
yıl ayakta kalmasının sırlarını öğrenmenin herkese lazım olduğunu
belirtti.
Cumhurbaşkanı Demirel, 13'üncü Türk Tarih Kongresi'nin
kapanışında yaptığı konuşmada, Osmanlı İmparatorluğunun idaresinden
95
www.dinimizislam.com
dersler alınması gerektiğini anlatarak, tarihçilerden, gerçekleri ve
doğruları ortaya çıkararak, barışa ve dostluğa katkıda bulunmalarını
istedi. Osmanlının 500 sene idare ettiği Balkanlarda bugün problemler
yaşandığını, yine Osmanlının 400 sene hiç ses çıkmadan yönettiği
Ortadoğu'nun bugün problemli bölgeler arasında olduğunu anlatan
Demirel, şunları söyledi:
"Osmanlı devletinin postundan 35 tane devlet çıkmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti devleti, bugünkü sınırları içinde, bu büyük
imparatorluğun içinden çıkmış devletlerden sadece biridir. Osmanlı
devleti deyince, ister tarihten husumet taşıyalım ister taşımayalım,
bir gerçektir ki bu kadar sene birçok ülke, bugün devlet olan birçok
halk bu devletin idaresinde yaşamıştır. Bu devletin tebâsı olmuştur,
reayası olmuştur. O devirlerde pek çok şey almış, o devletin ayakta
durması için de pek çok katkıda bulunmuştur."
Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla ortaya çıkan devletlerin,
kendi rejimlerini ayakta tutabilmek için önceki yönetimleri kötülediğini
belirten Demirel, bunun sadece Osmanlıyı kötülemekle kalmadığını,
Türklüğü kötülemeye kadar vardığını kaydetti. Türkiye Cumhuriyetinin de,
Kurtuluş Savaşı sonrasında bir yangının içinden, büyük ızdıraplar
çekerek çıktığını kaydeden Demirel, şöyle konuştu:
"Osmanlıyı biz de kötüledik. Çünkü Osmanlıyı methetsek,
cumhuriyeti tutturmakta zorluğumuz olurdu. Yalnız, şimdi dönüp
geriye baktığımız zaman şöyle kötüledik, biz, kahramanlıklarla
övündük. Yani Kanuni Sultan Süleyman'ı kötülemedik hiçbir zaman,
yahut Fatih Sultan Mehmed'i kötülemedik. Ama padişahlar dendiği
zaman topyekün kötüledik. Böyle bir dönemi geçirmek
mecburiyetindeydik." (Türkiye, 09.10.1999)
Cumhurbaşkanı Demirel’den bir itiraf daha:
“Osmanlı 623 yıl yaşayan bir devletti. Cihan tarihinde böyle bir
hanedanlık bulmak zordur. Osmanlı büyük bir medeniyet, büyük bir
kültürdür.” (Türkiye, 11.11.1999)
Osmanlı düşmanlığına birkaç örnek
Osmanlı Sultanlarının ahlakı
Sual: Mısırlı bir yazar, "Osmanlıların savaşlarda kazandığı zaferler,
İslam’a şeref vermiştir. Ancak Osmanlı elinde İslam, manasından çok şey
kaybetmiş, gelişmesi durdurulmuş, ilme gereken önem verilmemiş,
ictihad durdurulup fıkıh ilmi de dondurulmuştur. Nihayet İslam,
96
www.dinimizislam.com
Osmanlıların bağlayıcı kaydından kurtulup bağımsızlığını kazanmıştır"
diyor. Bir cevap verir misiniz?
CEVAP
İslamiyet’e şeref verilemez. Ondan şeref alınır. Hazret-i Ömer, (Biz,
zelil, aşağı kimselerdik. Allahü teâlâ, bizleri müslüman yapmakla
şereflendirdi) buyuruyor. İslamiyet’in, her çeşit fazilet ve şerefler
kaynağı olduğunu bilmeyen, İslamiyet’e şeref verilecek zanneder.
İstanbul’dan Viyana’ya doğru giden İslam ordusu, Belgrad
yakınlarında, bir su başında, mola verir. Çeşme, abdest alan, kablarına
su koyan askerlerle doludur. Yakındaki kilisenin papazı, bir hile düşünür,
güzel kızları süsler, ellerine birer kab verip, çeşmeye gönderir. Papaz
gizlice seyreder. Kızlar gelince, askerler hemen çekilirler. Kızlar rahatça
doldurup kiliseye dönerler. Papaz, İslam askerlerinin bu güzel ahlakını,
edebini ve merhametini görünce, haçlı kumandanlarına, (Bu ordu hiç
yenilemez, boş yere kan dökmeyin) diye haber gönderir.
Hadimül-Haremeyn
Yazar, İngiliz Lord Davenport’un kitabını okumuş olsaydı, (İslam
ordusu gittiği her yere, adalet, fazilet ve medeniyet götürmüştür.
Boynu bükük mağlup düşmanı daima af ile karşılamıştır) bilgisini
öğrenir de, biraz edepli davranırdı. Abbasilerden sonra, halifelere zindan
hayatı yaşatanlar, hutbelerde kendilerine, Sultanül-haremeyn demekten
çekinmiyorlardı.
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethedip, hilafeti esaretten
kurtarınca, alışkanlıkla kendine de Sultanül-haremeyn diyen hatibe,
(Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük
şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn deyin) buyurmuştur. İslam
ahlakını, Osmanlılar mı, yoksa Mısırlılar mı dondurmuş, buradan da
anlaşılmaktadır.
İkinci Abdülhamid Han, siyasal bilgileri birincilikle bitirene, her sene
sarayda görev verir, böylece, gençleri çalışmaya teşvik ederdi. Katip
seçilen Esad bey, Hatırat-ı Abdülhamid Han-ı Sani kitabında diyor ki:
Bir gece yarısı şifre yazdım. İmza için, sultanın yatak odası kapısını
çaldım. Açılmadı. Bir daha vurdum. Yine açılmadı. Üçüncüyü vuracağım
anda, kapı açıldı. Karşıma çıkan sultan, havlu ile yüzünü siliyordu.
(Evlat, seni beklettim. Kusuruma bakma, ilk çalışta kalkmıştım.
Gece yarısı, mühim bir imza için geldiğini anladım. Abdestsiz idim.
Bu milletin hiçbir kağıdını abdestsiz imzalamadım. Abdest almak
için geciktim) dedi. Besmele çekerek imzalayıp, (Hayırlı olsun
inşaallah) dedi. İşte Osmanlı sultanları İslamiyet’e böyle bağlı, böyle
97
www.dinimizislam.com
saygılı idi.
Eyyup Sabri Paşa Mirat-ül Haremeyn kitabında diyor ki:
(Sultan Abdülmecid Han, Mustafa Reşit Paşanın mason olduğunu,
İslamiyet’e aykırı bir yol tuttuğunu anlayınca, üzüntüsünden hastalandı.
Yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunup irade-i
şahane alınıyordu. Sıradaki bir yazı için, Medine halkının bir dilekçesi
okunacak denildi. (Durun, okumayın, beni oturtun) buyurdu. Arkasına
yastık konup, oturtuldu. (Onlar, Resulullah efendimizin komşularıdır.
O mübarek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten haya ederim.
Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım
bereketlensin!) buyurdu. Ertesi gün vefat etti.)
İşte, Osmanlı sultanlarının ahlakı, hayası ve dine saygıları böyle idi.
Osmanlı, İslamiyet’i dondurdu sözünde, sinsi bir İslam
düşmanlığının habis kokusu duyulmaktadır. Molla Fenariler, molla
Hüsrevler, Hayaliler, Gelenbeviler, İbni Kemaller, Ebüssüudlar, Birgiviler,
İbni Abidinler, Abdülgani Nablüsiler, Mevlana Halid-i Bağdadiler,
Süveydiler ve Abdülhakim Efendiler ve Abduhu rezil eden Mustafa Sabri
Efendi ve daha nice fıkıh ve kelam âlimleri, hattatlar, Mimar Sinanlar,
Sokullular, Köprülüler, hangi devlette yetişti?
Osmanlı âlimlerinin yazdıkları yüzbinlerce ilim kitapları, her
vilayetteki milli kütüphaneleri doldurmuştur. İslam âlemine altıyüz sene
fetva veren, her müşkülü çözen, Hıristiyanlığa ve sapık fırkalara
reddiyeler yazarak, onları rezil eden, Osmanlı Şeyh-ül-islamları değil mi
idi?
Hayali’nin ilm-i kelam haşiyeleri, Molla Hüsrev’in Düreri, Halebi’nin
Mültekası ve İbni Abidin’in Redd-ül-muhtarı ve Ebüssüud’ün tefsiri ve
Şeyhzade’nin Beydavi haşiyesi bugün, İslam âlemine ışık tutmaktadır.
Mecelle ise, dünyada benzeri bulunmayan bir hukuk abidesi oldu.
(Faideli Bilgiler)
Kanuni Sultan Süleyman
Sual: Kanuni Sultan Süleyman’ın dinin bazı emirlerini kaldırdığı
söylentisi doğru mudur?
CEVAP
Doğru değildir. Kendisi Müslümanların halifesi olup, her işini
Şeyhülislam Ebus-suud efendiden fetva alarak yapardı. Bu fetvalar
İstanbul kütüphanesinde mevcuttur.
98
www.dinimizislam.com
Fatih Sultan Mehmed’e iftira
Sual: Okuduğum bir romanda, Fatih Sultan Mehmed’in namaz
kılmadığı, içki içtiği ve daha başka çirkin işler yaptığı yazılıdır. Bu iftiralar
niçin yapılıyor?
CEVAP
İftiraların kaynağı Hıristiyanlardır. İstanbul’un fethine tahammül
edemiyorlar. Yerli maşaları ile bu büyük sultana hücum ediyorlar.
Peygamber efendimiz, İstanbul’un fethedileceğini evvelden haber
vermiş ve bu şehri zabt eden kumandan ve askerleri için, (Ne mutlu
onlara) buyurmuştu. Bu hadis-i şerif imam-ı Süyuti hazretlerinin
Camiussagir isimli hadis kitabının 444. sayfasındaki 7227 numaralı
hadistir. İmam-ı Süyuti, bu hadisin sahih olduğunu, imam-ı Ahmed’in
“Müsned”inde ve Hakim’in “Müstedrek”inde bulunduğunu bildirmektedir.
Mezkur hadis-i şerifin meali şöyle:
(İstanbul elbette fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel
bir emir, askerleri ne güzel askerdir.)
Peygamber efendimiz, İstanbul’u fethedecek kumandanın iyi bir zat
olduğunu bildirirken, Hıristiyanların ve onların yerli maşalarının Fatihi
kötülemeleri, Resulullah efendimizin hadis-i şeriflerini inkâr etmek için
sinsi bir oyundur.
İstanbul’u fethederek tarihte yeni bir çığır açan Fatih Sultan
Muhammed Han, bunu bütün dünyaya ilan için Hıristiyanlığın sembolü
olan Ayasofya’yı, cami haline, yani Müslümanlığın sembolü şekline
koymuştu.
Fatih camii, Yedikule camii, Kireç İskelesi camii, Şehremini camii ve
Rumeli-hisarı,
Fatih
Sultan
Mehmed’in
Türklere
bıraktığı
yadigârlardandır.
Molla Gürani hazretleri, Bursa kadısı iken Evkafa dair bir fermana,
(İslamiyete mugayirdir) diye bildirince, Fatih Sultan Muhammed Han,
özür dilemiştir. Altı dil bilen Fatih, âlimlerle istişare ederek, ahkam-ı şer’i
şerife uygun kanunlar hazırladı. Bu kanunlar, Kanuni Sultan Süleyman
tarafından ikmal olunarak, devletin anayasası son şeklini aldı. (Tarih-i
devlet-i Osmaniye)
Fatihin bir emirnamesi
Sual: Fatih Sultan Mehmed Hanın namaz kılınması hakkında Rum
vilayetlerine gönderdiği bir fermanı varmış. O ferman nasıldır?
CEVAP
Elimize Fatihin fermanı diye bir yazı geçti. Özeti şöyle:
99
www.dinimizislam.com
"Allahü teâlâ, emirlerinin yerine getirilmesini bize nasip ve müyesser
eylesin! İşittiğime göre, Rum diyarındaki şehir ve kasaba ve köylerde
yaşayan müslüman ahali, İslam dininin emrettiği farzları yapıp,
sünnetlerine riayet etmekte, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymakta
gevşeklik gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü teâlânın "Namazı
ikame ediniz" emrine ve "Namaz dinin direğidir. Onu doğru kılan
dinini korumuş, terk eden dinini yıkmış olur" hadis-i şerifine uymayıp,
tuğyan yoluna sapanlar böylece camileri harabeye döndürüp, fısk ve
fücur yerlerini mamur ederler imiş. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker
eylemek vacip olduğundan, bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. Şöyle
emir eyledim ki:
"Namazı terk edeni tazir eylemek meşrudur. Rum diyarında namazını
geçirenler tespit edilip, İslam dininin emrinin gereği yapılsın. Halka
namaz kılmaları tembih edilip, kılmayanlar teşhir edilsin! Hiç kimse ne
olursa olsun bu cezaya mani olmaya!.. Rum sancağı beyleri ve kadıları
ve subaşıları ve bunların emrindeki diğer memurlar, gönderdiğim
vazifeliye yardımcı olalar. Böylece İslamiyet’in yüce ahkamı, emri ve
yasaklarını yerine getirmekte gevşeklik ve tembelliğe asla meydan
verilmeye. Öyle ki, mescitler dolacak, medreseler mamur edilecek ve dini İslam kuvvetlendirilmiş olacaktır. Böylece müslümanlar, huzur ve saadet
içinde olacaklardır."
Şehzadeleri öldürmek
Sual: Fatih’in, saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı halde, “Hangi
evladıma saltanat müyesser ola, karındaşlarını nizâm-ı âlem içün
katlede” diye bir kanunname çıkardığı söyleniyor. Böyle bir şeyin aslı var
mıdır?
CEVAP
Bu iftira, tarih kitaplarına kadar geçmiştir. Aslı yoktur. Suç işlememiş
bir çocuğa, sen büyüyünce padişahlığa göz dikeceksin, seni öldüreceğiz
demek asla caiz olmaz. Hıristiyanların her çocuk günahkâr doğar
demesine benziyor. Yani her çocuk potansiyel suçlu olarak doğuyor. Son
asırlarda yazılan tarihlere itibar etmemek gerekir. Çünkü Demirel özetle
şöyle demişti:
(Artık Osmanlıyı suçlamamızın manası kalmamıştır. Rejim
oturmuştur. Rejim oturana kadar Osmanlıyı kötülemek gerekiyordu. Ama
şimdi buna ihtiyaç kalmadı.) [09.10.1999]
Dinimizde şöyle bir kaide var. Mevcut bir kimse halife seçilse, sonra
100
www.dinimizislam.com
bir başkası halife olmak istese, fitneye sebep olacağı için, o kimsenin
öldürülmesi caiz olur.
Osmanlı halifeleri, aynen Hazret-i Ebu Bekrin Hazret-i Ömer’i tayin
ettiği gibi tayinle gelmişlerdir. İkinci bir kişi halifelik iddiasında bulunursa
elbette onunla çarpışılır. Ama halifelikte gözü yoksa onu öldürmek,
beşikte çocuk ise, sen büyüyünce halifelik iddiasında bulunacaksın
diyerek o çocuğu öldürmek ne kadar yanlıştır. Bunu Osmanlı yapmaz ve
yapmamıştır. Hatta hiçbir müslüman ordu, hiçbir zaman savaşlarda bile
çocuklara, sivil halka, kiliselere, din adamlarına dokunmamıştır. Fatih
Sultan Mehmet hakkında söylenenler gerçek dışıdır. Fatih hakkında
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(İstanbul fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel emir,
askerleri ne güzel askerdir.) [İ. Ahmed, Hakim, İ.Süyuti]
Suçsuz insan öldürülmez. Peygamber efendimiz, Hazret-i Ali’ye
(Seni ibni Mülcem öldürecektir) buyurmuştur. Hazret-i Ali, katilini bildiği
halde, ona bir şey yapmamıştır. Aynı şekil de Hazret-i Ömer de katili olan
Yahudi Ebu Lülü Firuz’u bildiği halde, ona önceden bir şey yapmamıştır,
Suç işlenmeden ceza verilmez buyurmuşlardır. Suç işlemeden cezayı
veren kâfirlerdir. Şu anda bile çoluk çocuğu öldürüyorlar. Firavun da yeni
doğan erkek çocukları öldürtmüştü.
Kardeş katli
Sual: (Osmanlı sultanları, kendilerine rakip olacağı için kardeşlerini
beşikteyken öldürdüler) diyenler var. Bu doğru mu?
CEVAP
Hayır, doğru değildir. Halife varken, başka birisi, ben halife olacağım
diyerek devlete isyan ederse onunla savaşılır. Bu her devlette böyledir.
Devlete isyan edenlere, her kanun en ağır cezayı vermektedir. Bu hüküm
İslamiyet’te de vardır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir emîr [devlet başkanı] üzerinde ittifak ettiğiniz halde, biri çıkar
da birliği bölmek ve tefrika çıkarmak isterse onu hemen katledin!)
[Taberani]
Böyle bir isyan olmadan, ileride isyan edebilir diye, suçsuz hiç kimse
öldürülmez.
Osmanlı sultanları beşikteyken bütün kardeşlerini öldürselerdi, bazı
padişahların kardeşleri, kendilerinden sonra padişah olabilir miydi?
İkinci Osman hanın kardeşi dördüncü Murad han,
Sultan Dördüncü Mehmed hanın kardeşi ikinci Süleyman han,
Birinci Mahmud hanın kardeşi üçüncü Osman han,
Dördüncü Mustafa hanın kardeşi ikinci Mahmud han,
101
www.dinimizislam.com
Beşinci Murad hanın kardeşi ikinci Abülhamid han,
İkinci Abdülhamid hanın kardeşi Mehmed Reşad han,
Mehmed Reşad hanın kardeşi Vahdeddin han kardeşlerinden sonra
padişah olmuşlardır.
Osmanlı, asırlar boyunca İslamiyet’i doğru olarak yaşamış ve
yaymıştır. Bunun için, dine karşı olanlar her fırsatta Osmanlı’yı hedef
alıyorlar. Bu bakımdan, ecdadımız hakkındaki asılsız söylentilere itibar
etmemeli.
Yıldırım Bayezid han
Sual: Yıldırım Bayezid Hanın içki içtiği söyleniyor. Doğru mudur?
CEVAP
İslam düşmanları, hiç bir vesikaya dayanmadan (Yıldırım içki içerdi)
diye yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar. Maalesef müslümanım diyen bazı
ahmak kimseler de, bu dinsizlerin tesiri altında kalıp, onları vesika
göstererek yüce padişaha aynı iftirayı yapıyorlar.
Dinsizin biri, bir kitap yazıyor. Kitapta (Falanca padişah içki içerdi,
masondu) diyor. Başka bir dinsiz de bu kitabı vesika gösteriyor, sayfa
numarası veriyor. (İşte masonluk vesikası) diyor. Müslümanım diyen bazı
ahmaklar da bunları vesika olarak gösterip Osmanlı sultanlarına iftira
ediyorlar. Osmanlı sultanlarına olan düşmanlığın altında din düşmanlığı
yatmaktadır.
Avrupa’nın Yıldırım Han’a düşmanlığı neden ileri geliyor? Bu
kahraman padişah, Alman, Macar ve Fransız ordularını Niğbolu’da
perişan etti. İstanbul’u fethetmeye çalıştı. Bizans imparatoru on bin altın
cizye vermek mecburiyetinde kaldı. Nefes darlığından vefat etti. Bursa’ya
defnedildi. Yıldırım Han’ın ölüm haberini işiten Timur Han, (Yazık oldu,
büyük bir mücahidi kaybettik) dedi. Çok cesur ve adil bir sultan idi.
Bursa’da yaptırdığı Cami-i kebir, bu kahraman mücahidin İslamiyet’e
olan bağlılığının bir vesikasıdır. Kızını Emir Sultan gibi evliya bir zatla
evlendirdi. Emir Sultan hazretleri de, mücahid bir padişaha damat
olmakla şereflendi. Evliya bir zat, kötü bir kimsenin kızı ile evlenmek
istemez
Yavuz Sultan Selim Han
Sual: Yavuz nasıl halife oldu? Bir kimse, halifeliği güç kullanarak
alsa veya bir halife, halifeliğini başka birine devretse, halifeliği sahih olur
mu?
102
www.dinimizislam.com
CEVAP
Tarihi kaynaklar diyor ki:
1258de, Hülagü Han, Bağdat’ı alıp, Abbasi hilafetini yıkmış, halifeyi
de çocukları ile birlikte öldürmüştü.
Üç sene halifesiz kalınmıştı. Bir Abbasi şehzadesi, halife olmuştu.
Bundan sonraki halifelerin devlet işleriyle alakaları yoktu. Sadece din reisi
idiler.
Kölemen sultanı Kansu-Gavri ile beraber Merci Dabık savaşında
bulunan son halife 3. El- Mütevekkil, Osmanlının zaferi üzerine Yavuz’a
teslim olmuştur. Yavuz ona gerekli hürmeti gösterip Kahire’ye iade
etmişti.
Bu son Abbasi halifesi, birçok ilim, sanatkâr ve söz sahibi
şahsiyetlerle İstanbul’a geldi. Mısır ve Osmanlı uleması toplanıp,
halifeliğin, Yavuz Sultan Selim Hana devredilmesi kararlaştırılmış, ElMütevekkil, sırtındaki hilati çıkarıp Yavuza giydirmiştir. (İ.H. Danişmend,
İzahlı Osmanlı Tarihi kronolojisi c.2, s.37)
Yavuz, halifeliği devralmayıp zor kullanarak da almış olsaydı, yine
sahih olacağı aşağıdaki yazıdan anlaşılmaktadır. Şah Veliyyullah-ı
Dehlevi hazretleri, İzalet-ül hafa kitabında halife seçiminin dört türlü
olduğunu bildirip dördüncüsünü şöyle anlatmaktadır:
(Birinin güç kullanarak, halifeliği zorla elde etmesidir. Bu da iki türlü
olur:
Halifeliği zorla alan kimse, ya halifeliğe layıktır veya değildir.
Halifeliğe layık olmayanın da dine uygun olan emirlerine uyulur.
Abdülmelikin halifeliği böyle idi. Bunlara da beyat edilince meşru halife
oldular.) [Redd-ül-muhtar, Hadika]
Sual: Yavuz Sultan Selim Han’ın, kulağına küpe taktığı, doğru mu?
CEVAP
Hayır, doğru değildir. Ona ait olduğu söylenen, küpeli ve burma
bıyıklı resmin, Şah İsmail’e ait olduğu bazı tarih kitaplarında yazmaktadır.
Sadece Yavuz Sultan Selim Han değil, hiçbir Osmanlı sultanı, kadın
gibi küpe takmazdı, sünnete aykırı bıyık da bırakmazdı. Savaşta bıyık
uzatmak müstehabdır. Savaş haricinde bıyıklar sünnete uygun şekilde
kısaltılır.
Bazı tarih kitaplarındaysa, küpe takmak kölelere has bir alamet
olduğu için, (Ben İslam’ın kölesiyim) diyerek bir defa küpe takıp, sonra
hemen çıkardığı da bildiriliyor.
103
www.dinimizislam.com
Timur Han
Sual: Timur müslüman değil miydi?
CEVAP
Timur Han, müslüman idi. Çok medrese ve kütüphane yaptı.
Teftazani gibi büyük âlimlerin sohbetinde bulunur, nasihatlerini dinlerdi.
Yıldırım Bayezid ile savaştığı için bazı tarihçiler bunu haksız olarak
kötülemektedir. Savaş yapılınca elbette insanlar ölür. Bunu zulüm olarak
göstermek doğru olmaz.
Dördüncü Murat
Sual: Dördüncü Murat’ın içki içtiği söyleniyor. Doğru mudur?
CEVAP
Diğer Osmanlı sultanları gibi, Dördüncü Murat Han da içki içmezdi.
Din düşmanları "İçki içerdi" diye iftira etmişlerdir. Tütün, enfiye ve içkiyi
yasak etti. Kendi harbe giderek Tebriz’i geri aldı. İkinci defa giderek
Bağdat’ı tekrar aldı. Kâbe-i muazzamayı yeniden yaptırdı.
Kuyucu Murat Paşa
Sual: Kuyucu Murat Paşa nasıl bir zattır?
CEVAP
Murat Paşanın aleyhinde söylenen sözlerin aslı yoktur. Murat Paşa,
Nemçe, yani Avusturya muharebesinden başarı ile dönünce, hicri 1015de
sadrazam oldu. Üçüncü Mehmed hanın son senesi 1012de Şah Abbasa
yenilen ordudan kaçanlar, hurufilerle birlikte Celali isyanı çıkardılar. Bu
isyan Anadolunun yarısına yayıldığından, Murat Paşa, 1017de bunların
üzerine yürüdü. Reisleri olan Canpolat, Kalenderzade ve Kara Sait gibi
eşkıyayı ve otuzbinden ziyade hurufinin, çoğunu öldürerek kuyulara
gömdürdü. Doğu Karahisardaki yuvalarını da basarak, yüzbin asiyi imha
etti. 1019da İran’a yürüdü. Zafer kazandıktan sonra, hastalanarak Miladi
1611 senesinde doksan yaşında vefat etti. İstanbul’a getirilip
medresesine defnedildi. Çok gayretli ve dindar bir paşa idi
Âmirsiz toplum olmaz
Sual: Geçen gün bir ajansta görevli biri, bir radyoda (Saltanata
alışmış, güdülmeye alışmış bir milletiz) diyerek Osmanlı devletini, emirlik
ve sultanlık sistemini kötüledi. İddiasını ispat için de, Kur'an-ı kerimdeki,
104
www.dinimizislam.com
(Raina demeyin, ünzürna deyin) âyetini delil getirdi. Bu âyet milleti
gütmemek gerektiğini mi bildiriyor?
CEVAP
Âyet-i kerimeyi kendi görüşüne göre yorumlamak çok tehlikelidir.
Peygamber efendimiz nasıl bildirmişse, âlimler nasıl açıklamışsa öylece
bildirilir. Mektubat-ı Rabbanideki hadis-i şerifte, (Kur'anı kendi
görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. Şimdi, aklı değil de,
nakli esas alarak âyet-i kerimenin iniş sebebini ve manasını bildirelim:
Eshab-ı kiramdan bazıları, Peygamber efendimize, Bizi de gözet, iyi
anlayalım ya Resulallah manasına, Raina ya Resulallah derlerdi.
Halbuki Raina İbranicede Ey çoban, ey ahmak gibi manalara
gelmekteydi. Bir yahudi bir yahudiye hakaret etmek istese Raina derdi.
Müslümanların (Raina ya Resulallah) demelerini fırsat bilen yahudiler,
Raina kelimesini andıracak şekilde ağızlarını eğerek, hakaret kasdı ile
Peygamber efendimize Raina demeye başlamışlardı. İbranice bilen Sad
bin Muaz, bunu işitince, Resulullaha karşı böyle söyleyeni bir daha
işitirsem, boynunu vururum demişti. Yahudiler de, Siz, böyle
dediğiniz için biz de öyle söylüyorduk diye kaçamak bir cevap
vermişlerdi. Bunun üzerine, (Ey iman edenler, raina demeyin, ünzürna
deyin) âyet-i kerimesi nazil olmuştu. (Tibyan)
Emirlere itaatin önemi
Diğer tefsirlerde de aynı şey bildiriliyor. Dinimizde birlik ve
beraberliğin sağlanması için emire itaatin önemi büyüktür. Kur'an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a, Peygambere ve sizden olan emirlere itaat edin!) [Nisa
59]
Allah’a, Peygambere ve emirlere itaat etmeye, güdülmeye alışmış
olmak denir mi? Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
([Ey aile reisleri] Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden
koruyunuz!) [Tahrim 6]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Hepiniz çobansınız ve hepiniz raiyesinden [güttüklerinden,
evindekilerden ve emri altındakilerden] mesuldür. Emir çobandır ve
raiyesinden mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobandır ve
raiyesinden mesuldür. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve
raiyesinden mesuldür. Evlat, babasının malının çobanıdır ve
raiyesinden mesuldür. Şu halde hepiniz çobansınız ve çoban
sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları
Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz,
105
www.dinimizislam.com
mesul olursunuz.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İ.Ahmed,
Taberani]
(Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de
Allah’a isyan etmiş olur. Benim tayin ettiğim emire itaat eden,
hakikatte bana itaat etmiş, ona isyan eden de hakikatte bana isyan
etmiş olur.) [Buhari]
(Habeşli siyah bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Buhari]
(Malını zorla alsa da emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhari]
(Müslüman, hoşuna gitse de, gitmese de, emirin sözünü dinler
ve ona itaat eder. Emir, günah olan bir şeyi emrederse, o emri
dinlemek gerekmez.) [Buhari]
(Emirin, beğenmediğiniz işlerine sabredin, zira cemaatten
ayrılan imansız ölür.) [Buhari]
Çobanlık kötü müdür?
Görüldüğü gibi, dinimiz, cemiyetin huzuru ve kargaşadan uzak olmak
için emir kötü de olsa, onun meşru emrine itaat edilmesini, yani
güdülmeyi emretmektedir.
Her rejimde, gütme ve güdülme vardır. Zaten dünyada âmirsiz,
memursuz hiçbir sistem yoktur.
Bir sürüyü gütmek, çobanlık etmek kötü bir şey değildir. En sahih
hadis kitabındaki bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, çobanlık etmemiş olan bir Peygamber
göndermedi.) [Buhari]
Saltanat yani sultanlık ve emirlik sistemi kötü değildir. Sultan kötü ise
kötülük eder, iyi ise iyilik eder. Her rejimde de öyledir. Belediye
başkanının biri halka hizmet eder, biri de rüşvet yer, hainlik yapar. Bir
hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Ona ikram eden kimse,
ikram görür, ona ihanet eden kimse de ihanete maruz kalır.)
[Taberani]
Sultan, Allah’ın gölgesidir demek, (Sultan, Allah’ın emirlerini tatbik
etmek salahiyetine malik olan kimsedir) demektir.
Padişahlar ve hac
Sual: Solcu bir yazar, Osmanlı padişahlarının hacca gitmelerinin
yasak olduğunu, gittikleri takdirde, öldürüldüğünü yazmaktadır. Osmanlı
Padişahları niçin hacca gitmez?
CEVAP
Tarihi olaylarda tarih kitaplarına, dini konularda ise dini kitaplara
106
www.dinimizislam.com
bakılır. Hacca gitmek dini bir vazifedir. Bunun nasıl yapılacağı, hangi
hallerde, kimlerin bu vazifeden muaf tutulacağı hakkında din kitaplarına
bakılır. Hangi olayda hangi kitaplara, hangi kaynaklara bakılacağını,
neyin nereye sorulacağını bilmeyen kimsenin boyundan büyük çam
devirmesi işten değildir. Halkı yönlendiren, bir köşe yazarının rastgele
yazması, çok tehlikelidir.
Hacca gitmek isteyen padişah kim, niçin öldürür? Osmanlı devleti,
Osmanlı halkı müslüman değil miydi, gavur muydu da dinin bir emrini
yerine getirmek isteyen padişahı öldürsünler.
Osmanlı padişahlarının her işlerini Şeyh-ül-İslam’a sordukları, bütün
tarih kitaplarında da yazmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman Hanın, bir
sandıkla gömülmesini vasiyet ettiği meşhurdur. Vefatında bahsettiği
sandığı açtıklarında, yaptığı her işinde, Şeyh-ül-İslam’dan fetva aldığı,
sandıktaki kağıtların bu fetvalar olduğu görülmüştür.
Dini meselelerde bu kadar, hassas davranan kimseler, İslam’ın beş
şartından biri olan Hac hususunda da elbette çok titiz davranmıştır.
Bir olayı incelerken o zamanın şartlarını da göz önüne almak gerekir.
O zamanın imkanları ile hacca gidip gelmek aylar sürüyordu. Bir devlet
başkanının aylarca devletinin, ordusunun başından ayrılması, devlet için
her zaman tehlikedir. İşte bu sebepten dolayı Şeyh-ül-İslamlar,
Padişahların hacca gitmelerine, devletin, milletin selameti açısından izin
vermediler.
Bu hususta meşhur fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Lubab Şerhi’nde sultan ve sultan vazifesi gören emirler, padişahlar,
sultanlık halleri devam ettiği müddetçe, hacca gitmezler, yerlerine bedel
gönderirler. (Redd-ül-Muhtar Hac bahsi)
Sultanlara dua
Sual: Bir çok müslüman sultan ve halife gelip geçmiştir. Kimi iyi işler,
kimi kötü işler yapmıştır. Onlara itaat gerekir mi idi? Onları kötülemek
caiz midir?
CEVAP
Müslümanların sultanına itaat ve iyi dua etmek, Ehl-i sünnet
itikadındandır. Fıkıh kitaplarında yazdığı gibi, sultana beddua etmek
doğru değildir, iyi dua etmek gerekir. (R. Nasıhin)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eğer emirlerinize sövmeseydiniz, Allahü teâlâ üzerlerine ateş
yağdırıp onları mahvederdi. Fakat kötü sözleriniz yüzünden bunu
yapmıyor.) [Deylemi]
107
www.dinimizislam.com
(Sultanı zelil etmeye çalışanı, kıyametten önce Allahü teâlâ zelil
eder.) [Deylemi]
(İdarecilerinize kötü dua etmeyin! Çünkü onların iyiliği sizin
iyiliğiniz, kötülüğü sizin kötülüğünüz demektir.) [Şirazi]
(Sultana iyilik dileyen ve dua eden, hidayet bulur. Beddua eden
ve iyilik dilemeyen, dalalete düşer.) [Deylemi]
(Her mazlum, sultana iltica eder. Adalet yaparsa ona ecir,
diğerine şükür, zulmederse ona vebal ve tebâya da sabır düşer.)
[Beyheki]
Halife seçiminde şu'ra ve tayin usulü
Sual: Osmanlılarda halife seçimi dine aykırı değil mi idi? Halifenin
oğlunu tayin etmesi saltanat değil midir? Niye Hazret-i Ömer gibi şu'raya
havale edilmemiştir?
CEVAP
Osmanlıların halife seçme usulü, Hazret-i Ebu Bekir'in ictihadına
göre idi. O tayinle yerine halife seçmiştir. (Yerime Ömer halife olsun)
demiştir. Hazret-i Ömer de, yerine tek kişiyi seçmek istemiştir; (Eğer Ebu
Ubeyde bin Cerrah hayatta olaydı, onu halife tayin ederdim. Çünkü
Resulullah ona “Ümmetin emini” buyurmuştu) demiştir. Bu da gösteriyor
ki, halife kendisinden sonrakini tayin edebilir. Yine Hazret-i Ömer’e,
oğlunu halife bırakmasını istediklerinde Hazret-i Ömer, (Halifelik ağır bir
yüktür. Bir aileden bir kurban yeter. Oğlumun da kurban gitmesine
razı olamam) buyurmuştur. Oğuldan halife olmaz veya tayinle halife
olmaz dememiştir. Zaten böyle bir şey uygun olmasaydı, her biri bir
Müctehid olan eshab-ı kiram, yerine oğlunu halife yap diye teklif
etmezlerdi.
Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğu âyet-i kerime ve hadis-i
şeriflerde açıkça bildiriliyor. Peygamber efendimiz ayrıca bazılarına (Sen
Cennetliksin) diye ikramda da bulunmuştur. Aşere-i mübeşşere denilen
on zatın da, ikram olarak ismen Cennetlik olduğu bildirilmiştir. Hazret-i
Ömer, şu’raya Cennetle müjdelenenleri seçmiştir. Şu’raya seçilenler
şunlar idi:
1- Osman bin Affan,
2- Ali bin Ebi Talib,
3- Talha bin Ubeydullah,
4- Zübeyr bin Avvam,
5- Sad bin Ebi Vakkas,
6- Abdurrahman bin Avf.
108
www.dinimizislam.com
Aşere-i mübeşşereden ikisi (Hazret-i Ebu Bekir ile Ebu Ubeyde bin
Cerrah hazretleri) vefat etmişti. Biri kendisi, öteki de Said bin Zeyd idi.
Hazret-i Ömer, bu zatı, amcasının oğlu olduğu için şu'raya dahil
etmemişti. Hatta kendi oğlunu, halife olmamak şartı ile, şu’rada oy
kullanmak için seçmişti.
Hazret-i Ömer, ictihadına göre aranılan şartlara haiz birini tam
seçemediği için halife işini şu'raya havale etmiştir. İctihadında aradığı
şartlar tam yerine gelse idi, Hazret-i Ebu Bekir gibi o da birisini tayin
ederdi. Nitekim hayatta olsaydı bu ümmetin emini Ebu Ubeyde bin
Cerrah hazretlerini halife tayin edeceğini bildirmişti.
Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu
Bekir'in ictihadına uyup, onun tayin usulünü kabul eden Osmanlı
sultanlarına dil uzatmak doğru olmaz. Osmanlı sultanları şehzadeleri özel
eğitimle yetiştiriyorlardı. Rastgele bir oğlunu yerine tayin etmiyordu.
Hazret-i Ebu Bekir'in üstünlüğü ile ilgili üç hadis-i şerif meali:
(Ebu Bekir, insanların en üstünüdür. Yalnız Peygamber değildir.)
[Deylemi]
(Ebu Bekir’i sevmek ve ona şükretmek her mümine vacibdir.)
[Deylemi]
(Cebrail aleyhisselama, Ömer’in üstünlüklerinden sordum. Onun
kıymetini, Nuh aleyhisselamın Peygamberlik zamanı kadar [950 yıl]
anlatsam, bitiremem. Bununla beraber, Ömer’in bütün kıymetleri,
Ebu Bekir’in kıymetlerinden birisidir, dedi.) [Ebu Ya’la]
Böyle bir zatın usulünü uygulayan Osmanlıyı tenkit etmek çok
yanlıştır.
“Harem” ile ilgili romanlar
Bazı Valide Sultanlar ve hayır hasenatları hakkında özet bilgi
verelim:
Hürrem Sultan
Kanuni Sultan Süleyman Hanın zevcesidir. Haseki ve Hürrem Sultan
ismiyle meşhur oldu. 1558 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Süleymaniye
Camii avlusuna defnedildi. Kanuni sonradan bu saliha zevcesinin kabri
üzerine bir türbe yaptırdı. Türbe, Mimar Sinan’ın eseri olup, içi muhteşem
çinilerle süslüdür. Kubbeye yakın yerlerinde âyet-i kerimeler yazılıdır.
İlk çocuğu Şehzade Mehmed olup, Kanuni’nin tahta çıkmasından bir
yıl sonra dünyaya gelmiştir. Mihr-i Mah Sultan, şehzade Selim ve
Bayezid diğer çocuklarıdır. Bunlar kendisinden sonra vefat etmişlerdir.
109
www.dinimizislam.com
Mihr-i Mah Sultan, Rüstem Paşa ile evlendirildi.
Hürrem Sultan, hayır hasenat yapmayı çok severdi. Aksaray’da o
zaman Avratpazarı, bugün Haseki denilen semtte kubbeli bir cami ile
şadırvan, yanında imaret, medrese, darüşşifa ve mektep yaptırdı.
Medrese, 1539 da yapıldı. Şimdi belediyenin polikliniği olarak kullanılan
darüşşifa da 1550 de inşa edildi. Bundan başka Mekke ve Medine-i
münevverede birer imaret yaptırdı. Edirne’ye su getirtti ve bunları
muhtelif çeşmelerden akıttı. Cisr-i Mustafa Paşada Kervansaray, cami ve
imaret yaptırdı. Bunlara kocası Kanuni Sultan Süleyman’ın kendisine
verdiği emlakını vakfederek adını hayırla tarihe yazdırdı. Kanuni de bu
saliha zevcesi için, hayatının sonuna kadar hayırlar ve vakıflar
yaptırmıştır.
İstanbul’da Aksaray Fındıkzade yolu üzerinde, sol taraftaki ağaçlık
içinde İstanbul’un en eski hastanesi Haseki hastanesi, Hürrem Haseki
Sultan tarafından 1539 da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Civardaki Haseki
Camii, büyük bir medrese, imarethane ve sebil de Sinan’ın eseridir.
Hastanenin yönetimi 1878 yılına kadar Hürrem Haseki Sultanın tesis
ettiği vakfa ait iken o yıldan sonra şehremanetine (belediyeye) geçmiştir.
Hürrem Sultanın yaptırdığı bina halen hastane polikliniği olarak
hizmet vermektedir. Diğer binalar sonraki yıllarda yapılmıştır. Bugün
Haseki Hastanesi 15 faal servisi ve 645 yatağı ile hizmet veren Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı, tam teşekküllü bir kuruluştur.
Mihr-i Mah Sultan
Kanuni Sultan Süleyman hanın kızıdır. Zevci Rüstem paşa, Eminönü
ile Unkapanı arasındaki meşhur camii yapmıştır. Mihr-i Mah sultan da,
Edirnekapı yanında büyük camii ve 1546 senesinde Üsküdar
iskelesindeki Eski valide camiini yaptırmıştır. 1556 senesinde vefat
etmiştir. Süleymaniyyede babasının türbesindedir. Rüstem paşanın
kardeşi kaptan-ı derya Sinan paşa, Beşiktaş iskelesi yanında meşhur
camii yaptırdı. 1553 senesinde vefat edip, Üsküdarda Mihr-i Mah sultan
camii mihrabı önüne defnedildi. Camii Rüstem paşa 1555 de tamamladı.
Rüstem paşa 1560 da vefat etti. Şehzade camii bahçesindeki
türbesindedir.
Fatıma Sultan
Yavuz sultan Selim hanın kerimesidir. Topkapı’da, zevci kara Ahmed
paşanın camiine yakın (Fatıma sultan mescidi)ni yaptırmıştır. Kara
Ahmed paşanın yaptırdığı (Topkapı camii), (Pazartekke mescidi)nin
yanındadır. Ahmed paşa 1554 senesinde şehid edilince, inşâsı yarım
kalmıştı. 1564 de, kardeşi Rüstem paşa tamamlamaya başladı. Yedi
110
www.dinimizislam.com
senede tamam oldu. Ahmed paşa camii yanındaki türbededir. Zevcesi
Fatıma sultan, bu türbenin yanındadır.
Mahpeyker Sultan
Sultan Ahmed hanın zevcesi ve sultan dördüncü Murad ile Sultan
İbrahim’in validesidir. (Kösem sultan) da denir. 1592 de doğup, 1651 de
şehid edildi. Hüsni cemali, aklı ve zekâsı ve hayrat ve hasenatı ile
meşhur saliha ve afife bir sultan idi. Yeni camiin temelini attı.
Çarşambadaki (Valide medresesi mescidi) ve 1640 da Üsküdar’da
Çinili camiini yaptırdı. Çakmakcılar yokuşunda büyük valide hanı ile
içindeki mescid de, bunun eseridir. Rumelinde milyonlar değerinde
vakıfları ve hayratı vardır. Otuz sene, devletin idaresinde hizmetleri oldu.
Asiler ve şakiler tarafından sarayda şehid edildi. Sultan Ahmed
türbesindedir. Sultan dördüncü Muradın kızı Safiyye sultan da bu
türbededir. Hayrat ve hasenatı ile millete hizmetleri Naima tarihinde uzun
yazılıdır. 1623 de, Anadolu kavağı camiini yaptırmıştır. Bu mescid şimdi
gazinodur. İki kavağın kaleleri de 1623 de yapılmıştır.
Turhan Sultan
Sultan İbrahim’in zevcesi ve dördüncü sultan Mehmed’in validesidir.
Hatice Turhan sultan, saliha ve hayrı sever bir hanım idi. Eminönü’nde
büyük Yeni camiin temelini Mahpeyker Kösem sultan atmıştı. Turhan
sultan tamamlatıp, 1664 de ibadete açıldı. Mektep, medrese, imarethane,
kütüphaneler, çeşmeler yaptırdı. 1682 de vefat etti. Yeni cami yanındaki,
Turhan sultan türbesindedir. Oğlu sultan dördüncü Mehmed ile torunları
sultan ikinci Mustafa ve üçüncü sultan Ahmed ve birinci sultan Mahmud
ve sultan üçüncü Osman han ve sultan beşinci Murad ve sultan
Mahmudun validesi Saliha sultan ve diğer şehzadeler de buradadırlar.
Üçüncü Mustafa hanın validesi Mihr-i şah Emine sultan ile birinci
Abdülhamid hanın validesi Rabia sultan da buradadır.
Fatıma Sultan
Üçüncü Ahmed hanın kızıdır. 1725 de Bab-ı âlide bir cami
yaptırmıştır. İbrahim paşanın zevcesi idi. 1732 de vefat edip, Turhan
sultan türbesinin haricine defnedildi.
Hatice Sultan
Dördüncü Mehmed hanın kerimesidir. 1738 de Defterdar ile
Ayvansaray arasında (Sultan camii)ni yaptırdı. Buna (Ya-Vedud camii)
de denir. Çünkü, önceden şeyh Abdül-Vedud yaptırmıştı. Kendisi,
Buhara’dan, İstanbul’u almak için gelenlerdendir. 1456 senesinde vefat
edip, orada defnolundu. Sonra, halifelerinden Tokmak dede, vakfını tayin
etti. Bu da orada medfundur. Bunun için oradaki kabristana
111
www.dinimizislam.com
(Tokmaktepe) denir. Hatice sultan, buradaki sahil sarayları yerine
çeşme, sebil ve mektep ve mektebin altında Muhammed Ensarinin
türbesini yaptırırken, bu mescidi yeniden yaptırmıştır. Rumeli-kavağı
camiini de Hatice Turhan sultan yaptırmıştır. 1743 de vefat etti. Turhan
sultan türbesindedir. Zevci Hasan paşa, Üsküdar’da (Nesuhi tekkesi
mescidi)ni yaptırmıştır.
Mihr-i Şah Sultan
Üçüncü Selim hanın validesidir. Halıcıoğlu kışlası ile yeni köprü
arasındaki camii yaptırmıştır. Eyyub camii ile Bostan iskelesi arasında
1796 da yaptırdığı türbesindedir. Kızı Hatice sultan da yanındadır.
Bu kadar yangın tesadüf mü?
Vehhabilik maddesine özetini aldığımız (İngiliz Casusunun
İtirafları) kitabında, İslamiyet’i yıkmak, müslümanların birliğini bozmak,
dinsizleştirmek için hazırlanan planlarda şu iki madde yer alıyor:
9- İktisadi çöküntü de, bahsi geçen zararlı işlerin tâbii bir
neticesidir. Mahsulleri çürütmek, ticaret gemilerini batırmak,
çarşıları yakmak, bentleri, barajları yıkıp ziraat sahalarını ve sanayi
merkezlerini su altında bırakmak ve içme suyu şebekelerine zehir
katmak suretiyle tahribatı arttırmalıdır.
14- İktisatları tahrip edilecek, gelir kaynakları, ziraat sahaları
bozdurulacak, su bentleri yıktırılacak, ırmaklar kurutulacak,
tembellik yaygınlaştırılacak, tembeller için, oyun yerleri açılacak.
Uyuşturucu madde, içki, yaygın bir hâle getirilecektir.
Yukarıdaki iki maddeyi okuyunca, tarihte bilinen meşhur Edirne,
İstanbul ve Babıali yangınlarını hatırladık. Bakın o tarihlerden itibaren
nasıl yangınlar olmuş. Bu kadar yangın tesadüf mü, yoksa casuslar mı
yaptı? Ansiklopedilerdeki bilgiler şöyle:
* İstanbul, 24 Temmuz 1660 Cumartesi günü tarihinin en büyük
yangın felaketine uğradı. Öyle ki 49 saat içinde şehrin üçte biri kül oldu.
Yangın Unkapanı semtinde başlayarak, Topkapı Sarayı yönüne,
Aksaray’dan surlara doğru ve Fatih semtine yayıldı. Deniz kenarındaki
surların tepesinden aşarak, Marmara kıyılarında bulunanların üzerine
kıvılcımlar sıçradı. En az 4.000 kişinin öldüğü bu yangında 80.000 ev kül
oldu. Yangında su yolları kapandı ve fırınlar çalışmadığı için, halkın
büyük bir kısmı aç ve susuz kaldı. Sultan Dördüncü Mehmed Hanın
büyük gayretleri ve yardımlarıyla iki ay içinde Anadolu’dan getirilen
ustalarla yanan binaların yerlerine yenileri yaptırıldı. Bu yangında 360
112
www.dinimizislam.com
cami ve mescit, 40 hamam, 100 han ve kervansaray, 100 depo, yüzlerce
konak, okul, medrese, tekke yanmıştı.
* 5 Eylül 1693’de Ayazma Kapısında çıkan yangında; 18 cami, 19
mescit, 17 ilkokul, 10 medrese ve tekke, 11 hamam, 12 fırın, 2517 ev,
1146 dükkan birçok han ve depo yandı.
* 1700 senesinde, Edirne 350 bin nüfusu ile dünyanın en büyük
birkaç şehrinden biriydi. Bunlar; İstanbul, Paris, Londra ve Edirne idi. On
sekizinci asırdan itibaren gerilemeye başladı. 1745 senesinde çıkan
büyük bir yangınla 60 mahalle kül oldu. 1751 yangını da 1745’deki
yangın şiddetindeydi.
* 28 Eylül 1755’de İstanbul’da Hoca paşa semtinde çıkan yangın,
dört kola ayrılarak büyük bir âfet hâline geldi. Yaklaşık otuz altı saat
süren yangın sonunda Paşa kapısı da yandığından, sadâret dairesi bir
müddet Kadırga Limanındaki Esma Sultan Sarayına nakledildi.
* 6 Temmuz 1756’da, Sultan Üçüncü Osman devrinin ikinci büyük
yangını oldu. Bu yangın İstanbul’un dörtte üçünü kül hâline getirdi. Cibâli
taraflarında başlayan yangın, on üç kola ayrıldı. Unkapanı, Süleymaniye
tarafları, Vefa’dan itibaren Şehzadebaşı, eski yeniçeri odaları, Langa
tarafları, Zeyrek, Saraçhane, Etmeydanı, Aksaray, Davutpaşa İskelesi,
Fatih, Sultanselim, Ali Paşa Çarşısı, Aya kapısı semtleri harabe hâline
geldi.
* 7 Temmuz 1795 gecesi çıkan yangında İstanbul’un mal depoları
büyük ticarethaneleri yandı. Uğranılan zarar tahmini olarak o zamanki
Osmanlı Devletinin iki yıllık geliri kadardı.
* 1908, 1911, Mart ve 13 Haziran 1918’de çıkan dört yangın
Sultanselim, Fatih, Halıcılarda büyük zararlara sebep oldu. Harp içinde
olan devlet bunların yerine hemen yenisini yaptıramadığından uzun yıllar
yanık yerler öyle kaldı.
* Babıali Yangınları: Osmanlı Devletinin idari merkezi olan
Babıali'nin; 1740, 1755, 1808, 1826 ve 1839 senelerinde tamamen, 1878
ve 1911 senelerinde ise kısmen yanmasına sebep olan yangınlardır.]
Osmanlı Sultanlarının Ehl-i Beyt sevgisi
Sultan İkinci Abdülhamid Han, Peygamber efendimize olan tazim ve
muhabbetini, Onun kutsal beldesine hizmetler götürerek ve İslam Birliği
gayesini gerçekleştirmeye çalışarak göstermiştir. Hicaz bölgesiyle
münasebetleri kuvvetlendirmek ve mukaddes topraklarla aradaki
mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu,
bunun en güzel örneği olmuştur. Demiryolu yapımının Medine’ye ulaştığı
113
www.dinimizislam.com
esnada, Sultanın verdiği şu çok özel talimat; onun, Ehl-i Beyt’in şahsında
Peygamber efendimize olan sevgi, saygı ve bağlılıktaki hassasiyetini
göstermesi açısından, eşine az rastlanır müthiş bir misaldir:
“Mümkün olan aletlerin üzerine keçeler sarınız ki, fazla gürültü
olmasın ve Ehl-i Beyt’in ve burada yatanların mübarek ruhları
rahatsız olmasın!..”
Kulaklarım bereketlensin
Sultan Abdülmecid Han son hastalığında, yatakta oturamıyor, hep
yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunup irade-i şahane alınıyordu.
Sıradaki bir yazı için, Medine halkının bir dilekçesi okunacak denildi.
(Durun, okumayın, beni oturtun) buyurdu. Arkasına yastık konup,
oturtuldu. (Onlar, Resulullah efendimizin komşularıdır. O mübarek
insanların dilekçesini yatarak dinlemekten haya ederim. Ne
istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım
bereketlensin!) buyurdu. Ertesi gün vefat etti.
Hadimül-haremeyn deyin
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethedip, hilafeti esaretten
kurtarınca, alışkanlıkla kendisine de Sultanül-haremeyn diyen hatibi
susturup, (Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan
daha büyük şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn deyin)
buyurmuştur.
Surre alayları
Sultan Birinci Mehmed Han, Haremeyne her sene Surre alayı
göndermek güzel âdetini çıkarmıştır.
Osmanlı padişahlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerifeyn
ahalisine, zahidlere, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini
sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölgesinde yaşayanlara
gönderdikleri para ve değerli eşyalara surre; bunları götüren topluluğa da
surre alayı denirdi.
Her şeyin en güzelini Haremeyn-i şerifeyne layık gören Osmanlılar
da, surre alaylarının en güzellerini gönderdiler. Bu hizmet devletin
yıkılışına kadar en zor şartlarda bile devam ettirildi.
Gönderilirken, Kur’an-ı kerim ve na’tlar okunur, kurbanlar kesilir,
buhûrdânlar yakılır, tekbir getirilir, dualar edilirdi. Receb ayının on ikisinde
Üsküdar’a geçirilen surre alayı halkın coşkun sevgi gösterileri arasında
yeni hediye katarları ve hacı adaylarının da iştirakı ile Hicaz’a doğru
yoluna devam ederdi. Yol üzerinde bulunan beylerbeyi ve sancakbeyleri
surrenin emniyetini temin etmekle mükelleftiler.
Surre alaylarının sonuncusu 1915 yılında gönderildi. Daha sonra
114
www.dinimizislam.com
Mekke Emirinin isyânı (1916) ve toprakların elden çıkması sebebiyle
gönderilen surre alayları yerine ulaşamadı.
Yüzün sür kademine o gülün
İstanbul’da Sultan Ahmed Camiini yaptıran, Birinci Ahmed Han,
İslamiyet’e ve Resulullah efendimize gönülden bağlı idi. Beytullahın ve
Hucre-i seadetin perdeleri Mısır’da dokunurdu. Ahmed han, İstanbul'da
dokutup saygı ile göndermiştir.
Bahtî mahlasıyla şiir de yazan Ahmed Han, Nakş-ı kadem-i şerîf
[Peygamber efendimizin mübarek ayak izi] şeklinde murassâ bir sorguç
yaptırmış, ortasına da mavi mine üzerine altınla kendisine ait şu mısraları
yazdırmıştı:
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmini ol hazret-i şâh-ı Rüsülün
Göl-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir.
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.
Sultan Ahmed Han, Cuma ve Bayram günlerinde ve diğer mübarek
günlerde başına bu sorgucu takardı.
Kimim var hazretinden gayrı
Sultan İkinci Mahmud Han’ın, Hücre-i saadete hediye ettiği şamdanla
birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı sultanlarının Resulullah
efendimize olan hürmet ve muhabbetlerinin başka bir vesikasıdır.
Şamdan ihdaya eyledim cüret ya Resulallah!
Muradım der-i ulyaya hizmet, ya Resulallah!
Değildir ravdaya şayeste, destaviz-i naçizim,
Kabulünle kıl ihsan u inayet, ya Resulallah!
Kimim var hazretinden gayrı, halim eyleyem i'lam,
Cenabındandır ihsan u mürüvvet, ya Resulallah!
Dahilek, el'eman, sad el- eman, dergahına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat ya Resulallah!
Dü- alemde kıl istishab bu Han Mahmud-i Adliyi,
Senindir evvel ü âhırda devlet ya Resulallah!
“Nakibü’l Eşraflık” müessesesi
Devlet-i Âliye; Fahri Kâinat Efendimiz ve Onun kutlu soyu Ehl-i
Beyt’e hürmet ve hizmetini, müesseseler kurarak da fiilen gösterme
yoluna gitmiştir. Sınırları dahilindeki, Peygamber nesebine mensup
Seyyid ve Şerifleri tek tek kaydederek; her türlü ihtiyaç ve hizmetlerini
görmek ve şecerelerini soy kütüklerine işleyip muhafaza etmek için, özel
olarak “Nakibü’l Eşraflık” müessesesi ihdas etmiş ve başına da Âl-i
Beyt’e mensup “Nakibü’l Eşraf” isimli bir memur atamıştır.
115
www.dinimizislam.com
Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenlere, birer berat verip
kendilerini her çeşit vergiden muaf tutmuştur. Bütün bu hürmet ve
imtiyazlarla, topraklarımızda dağınık halde bulunan Seyyid ve Şeriflerin,
huzur ve sükun içerisinde hayat sürmelerini amaçlamıştır.
Osmanlı, Nakibü’l Eşraflara hürmet ve ihtiramda o kadar ileri gitmiştir
ki, bazı padişahların Eyüp Sultan Türbesinde tertiplenen cülus
merasimlerinde onlara, kılıç dahi kuşattırmıştır. Mesela, III. Ahmed, I.
Mahmud ve III. Mustafa Han’a, Şeyhülislam ile beraber Nakibü’l Eşraf
kılıç kuşandırmıştır. Cüluslarda, Osmanlı Sultanına ilk önce, yine Nakibü’l
Eşraf bağlılığını arzedip dua etmiştir. Savaşlarda ise, padişahla beraber
Nakibü’l Eşraf da sefere katılıyor ve Hazret-i Peygamberin sancağı
dibinde yürüyordu. Sancak-ı Şerif’in İstanbul’dan sefere çıkışından tekrar
dönüşüne değin, Nakibü’l Eşraf ile maiyetindeki bütün Seyyid ve Şerifler,
tekbir ve salevat getiriyorlardı...
İnsan yetiştirmek
Sual: 16. yüzyıl Osmanlı Tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âli
Efendi şöyle diyor:
Mesacid-ü meabidi ko âdem yap
Kâbe yapmakcadur âdem yapmak
Taş ağaç kaydı ne lâzım şâhım
Yaraşır şahlara âdem yapmak.
Bu şiir, internette dolaşıyor, insan yetiştirmenin önemi anlatılıyor
diyerek, herkes birbirine tavsiye ediyor. Bu şiirde Osmanlı idarecileri mi
kötüleniyor?
CEVAP
Ansiklopedilerdeki bilgilere göre, bu tarihçinin, zamanındaki
padişahlardan yüz bulamadığı, onların itimadını kazanamadığı, bazı
görevlerinden azledildiği bildiriliyor. Bu şiirin, (Benim gibi bir adamı niye
önemli bir yere tayin etmiyorsunuz?) gibi bir düşünceyle yazılmış olma
ihtimali kuvvetlidir.
Adam yetiştirmek elbette çok önemlidir; fakat yükseğe çıkmak için
başkalarının üstüne basmamalı, yani bir hizmet yaparken başkalarına
zarar vermemelidir. Adam yetiştirmeli; ama mescit yapmayı da ihmal
etmemelidir. (Bırak mescid yapmayı da, adam yetiştir) denir mi hiç?
(Ne güzel mescidler yapıyorsun, bir de bunlar için güzel adamlar
yetiştir) demek daha uygun olurdu. Padişahları mescid yapmakla tenkit
etmek doğru değildir. Osmanlı Sultanları, mescid yaptırdığı için adam
116
www.dinimizislam.com
yetiştirmeyi ihmal etmediler.
Mescid yapmak için kullanılan, (Taş ve ağaçla oyalanmak) ifadesi de
hiç uygun değil! Mescid, cami yapmak, dinimizde çok kıymetli bir
ibadettir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden,
namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan
kimseler imar eder.) [Tevbe 18]
Kâmil insan nerede yetişir? Elbette medresede, mescidde yetişir.
Buralar, insan yetişmesi için bir eğitim merkezi değil mi? Adam yetiştirme
yeri yapmak, tenkit edilmemeliydi.
İslam âlimleri de buyuruyor ki: Camilerde cemaatle namaz kılmak,
Müslümanların kalblerini birbirine bağlar. Aralarında sevgiyi sağlar.
Birbirlerinin kardeş olduklarını anlarlar. Büyükler, küçüklere merhametli
olur. Küçükler de, büyüklere saygılı olur. Zenginler, fakirlere ve
kuvvetliler, zayıflara yardımcı olur. Sağlamlar, hastaları camide
göremeyince, evlerinde ararlar. (Din kardeşinin yardımına koşanın,
yardımcısı Allahü teâlâdır) hadis-i şerifindeki müjdeye kavuşmak için
yarış ederler. (Mezahib-il-erbea)
Zimem defteri
Sual: Osmanlı’da zimem defteri diye bir şey varmış, o nasıl bir şey?
CEVAP
Zimem, zimmet kelimesinin çoğuludur. Zimmet burada borç
demektir. Zimem defteri borçluların borçlarının yazılı olduğu defter
demektir.
Osmanlı zenginleri, borçlarını ödeyemeyenlere yardımcı olurlardı. Bir
de kendi isimlerinin bilinmemesini, gizli yapılmasını isterlerdi.
Veremeyenleri tespit edip borçlarını öderlerdi. Durumu iyi olmayan
fakirlerin de borçlarını öderlerdi. Eğer borcunu ödeyemeyen
bulamazlarsa, borç defterini açıp rastgele bazılarının borçlarını öderlerdi.
Bu olay, zimem defteri diye şöhret bulmuştur.
Osmanlı’nın sadaka taşları da meşhurdur. Fakirler ihtiyacı kadar
oradan para alırlardı. Böylece fakir zengine minnettar kalmazdı.
Osmanlı, kışın kurtların aç kalıp köye, kente saldırmaması için dağ
başlarına ölmüş hayvan eti bırakırdı. Osmanlı insanları aç bırakmadığı
gibi hayvanları da aç bırakmazdı.
Osmanlı devletinde çeşitli ırklardan insanlar olduğu halde ırkçılık diye
bir şey yoktu.
Bazı ülkeler, birçok işte Osmanlıyı örnek almıştır. Bir milletin iyi
117
www.dinimizislam.com
işlerini örnek almak hiçbir ülkeye zarar vermez, aksine çok yararı olur.
118

Benzer belgeler