Özel yaşam - İlef Arşiv

Transkript

Özel yaşam - İlef Arşiv
Özel yaşam
Haluk Şahin
“Özel yaşam” kavramı televizyon haberciliği etiğinin en çok tartışma yaratan konulardan birisidir. Bunun böyle olmasının nedenlerinden birincisi, iletişim teknolojisindeki gelişmelerle özel bir aciliyet kazanan bu
kavramın karmaşıklığı ve sınırlarının belirsizliğidir. Şu sorulara kolay
kolay net yanıtlar alamazsınız: Koruma altındaki “özel yaşam” alanı
nerede başlar, nerede biter? Bu kavram dilimizde ve kültürümüzde
kökleri çok daha eskiye giden “mahremiyet” ile hangi ölçüde örtüşür?
Özel yaşam alanına giriyor diye bir takım bilgilerin verilememesi sansür değil midir?
Özel yaşam kavramı, tarihsel anlamda oldukça yeni kabul edilen “özerk birey” varsayımından yola çıkar. Bu yaklaşıma göre insan, “özerk birey”
olarak öylesine biricik ve benzersiz bir toplumsal varlıktır ki, onurlu
bir saygıya layıktır. Bir çeşit dokunulmazlığı vardır. Bu dokunulmazlık,
insanın fiziksel varlığının tecavüzlerden korunmasını kapsadığı gibi,
hakkındaki kimi bilgilerin ya da “şöhret” ve onurunun korunmasını
da içerir. Birey bu alana giren bilgileri başkalarıyla, bu arada medyayla,
ancak kendi istediği zaman paylaşır. İstemezse bir istiridye gibi kapalı
kalabilir ve kimse onu açılmaya zorlayamaz.
Fark edeceğiniz üzere, özel yaşam kavramının bu şekilde tanımlanması, televizyon habercisinin çok önemli kimi etik görevleriyle potansiyel olarak çatışma halindedir: Televizyon habercisi, halkın gerçekleri öğrenme
hakkı çerçevesinde, doğruları, doğru biçimde kamuoyuna açıklamakla
Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 179
yükümlüdür. Ya televizyon habercisinin halka anlatmak zorunda olduğu doğrular özel yaşamın alanı içine giriyorsa? O zaman ne olacaktır? Ya, sözgelimi, aşırı alkol alışkanlığı dolayısıyla eşinden ayrılan kişi
tanımış bir siyasetçi ya da sinema yıldızı ise? Özel yaşam alanındadır
diye görmezden mi gelinecektir? Yok, eğer bazı gerekçelerle gene de
yayınlanacaksa, bu o politikacının ya da sinema yıldızının içki masası
arkadaşı olan sıradan vatandaşın özel yaşam alanının da iptali, onun
görüntülerinin de kullanılabilmesi anlamına mı gelecektir?
Bu örnekten de anlayacağınız gibi, özel yaşam hakkının (ki bazı Batılı hukukçular bunu “rahatsız edilmeme” hakkı şeklinde de tanımlıyorlar) sınırları uygulandığı kişiye göre değişir. Bu da ilk bakışta kafa karıştırıcı
bir durumdur. Çünkü yurt bilgisi kitapları, temel haklardan insanların
eşit olarak yararlandığını vurgular. Temel hak ve özgürlükler açısından
pek çok kavram yurttaşlara eşit ölçülerde uygulanırken burada durum
farklıdır: “Bazılarının özel yaşam alanı diğerlerinden çok daha küçüktür.” Bu ilginç durumu “sıradan insanların yaşamında ünlülerden ve
güçlülerden daha büyük olan şey nedir?” şeklinde bilmeceleştirebiliriz!
Bu eşitsizliğin, bütün eşitsizlikler gibi, açıklanabilmesi ve haklı gösterilebilmesi gerekir.
Özel yaşam hakkı modern bir kavramdır dedik. Bundan, böyle bir kavramın daha önce hiç bulunmadığı anlamını çıkartamayız. İnsanların yabancıların çiğnemesine kapalı bir özerklik alanı bulunabileceği düşüncesi, çekirdek halinde de olsa, hep var olagelmiştir. Feodal toplumlarda,
korunan bireyin yerine aile ya da kabileyi de koyabiliriz. Koruyan da
onlardır çoğu kez. Bu alanın sınırları genellikle din ya da töre tarafından belirlenmiştir. Sınırlarla ilgili kurallar bazen çok ayrıntılıdır. İhlalleri halinde uygulanacak yaptırımlar da çok sert olabilir. Kim ailenin ya
da bireylerinin nerelerini görebilir ya da hakkında neleri bilebilir? İslam
hukukunda bu gibi soruların yanıtları “mahremiyet” konusunun içine
girer. “Mahrem” kelimesi “haram”, yani yasak sözcüğünden gelmedir.
İhlali “günah” gibi dinsel yaptırımlara bağlanmıştır. Feodal ve erken
kentli düzende, özel yaşamın korunmasında “mahalle”nin çok önemli
bir rolü vardı. “Mahallenin namusu” kavramı yakın zamanlara kadar
etkisini sürdürmüştür, taşranın kimi yerlerinde hala sürdürmektedir.
180 > Televizyon haberciliğinde etik
Günümüzde ise, özellikle büyük kentler için mahallenin yerini medyanın ve özellikle televizyonun aldığı söylenebilir. Televizyon özel yaşam
açısından hem en büyük ihlalci, hem de özel yaşam ihlali yapanları sergileyen bir çeşit yaptırımcı durumundadır.
Özel yaşam alanının sınırları
Bir kişinin izinsiz girilemeyecek, okunamayacak, teşhir edilemeyecek, ticari meta haline dönüştürülemeyecek özel yaşam alanına neler girer? Ülkeden ülkeye bazı farklılıklar olmakla birlikte hemen tüm demokratik
ülkelerde örneğin şunların bu alanın kapsamı içinde sayıldığını söyleyebiliriz: Kişinin özel notları, fotoğrafları, film ve videoları, mektupları,
telefon konuşmaları, günlükleri, cinsel yaşamı, sağlığına ilişkin bilgiler,
özel yaşamını geçirdiği mekânlar, aile ilişkileri… Bir başka deyişle, merak edenlere haklı olarak “sana ne?” diyebileceği her konu. “Sana ne!
Orası benden başka kimseyi ilgilendirmez!”
Tabii, bazı durumlarda “sana ne?” sorusuna verilecek haklı yanıtlar bulunabilir ve özel yaşam alanının sınırları daha dar olarak yeniden çizilebilir. Yukarıda saydıklarımızın dokunulmazlığı mutlak olsaydı, gazetelerimizin birçok sayfasının boş çıkması, televizyon haberlerinde ve özellikle magazin programlarında büyük boşlukların bulunması gerekirdi.
“Özel yaşama ilişkin koruma hangi durumlarda geçerli olmuyor?” sorusuna ayrıntılı bir yanıt vermeden, daha önce de kısaca değindiğimiz
bir şeyi anımsayalım: Demokrasilerde özel yaşamın korunması gibi en
temel hakların diğer haklarla çatıştığı durumlar söz konusu olabilir. Bu
çatışmanın en çok anılan örneği, halkın gerçekleri öğrenme hakkı ile
cezai kovuşturmaya uğrayan yurttaşların adil bir yargılamadan geçme
hakları arasındaki potansiyel çatışmadır. Televizyonda çıkan haberler
yargı sürecini etkilerse, ortaya geri dönülmez bazı sonuçlar çıkabilir. O
yüzden, pek çok yerde ikinci hak daha önemli sayılmış, yargıya ilişkin
haberlerde basın özgürlüğüne aykırı görünen çeşitli sınırlamalar konulabilmiştir. Kameraların mahkeme salonlarına alınmaması, belirli bir
aşamaya kadar suçlananların tam adlarının verilmemesi ve bizde pek
uyulmasa da, ön soruşturmanın gizliliği bunlardan bazılarıdır.
Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 181
Ancak bu konudaki tartışmalar da hiçbir ülkede sona ermemiştir. Çünkü
halkın kendi kendisini daha iyi yönetebilmesi için sürekli ve kapsamlı olarak bilgilendirilmesi demokrasinin vazgeçilmezlerinden birisidir.
Bu nedenle, televizyon habercileri basın özgürlüğü alanının olabildiğince geniş olmasını savunur ve konulan sınırlamalara karşı çıkarlar.
Özgürlük alanının mümkün olduğunca geniş olması için çaba göstermek, demokratik ülkelerde habercilerin etik yükümlülüklerinden biridir, çünkü doğrudan doğruya işlerini iyi yapıp yapamayacaklarını ilgilendirir. Medya arayacak, araştıracak, görüntüleyecek ve kamuoyunu
bilgilendirecek. Bu onun görevidir.
Ancak… Ya medya tarafından halka bildirilmesi gerekli görünen konu
özel yaşam alanına giriyorsa? O zaman ne olacaktır? Sözgelimi, sağlığa
ilişkin bilgiler normal olarak özel yaşam alanı içinde koruma altında
bulunduğuna göre, önemli bir siyasetçinin ölümcül bir hastalığa yakalandığını yazmak da mümkün olmayacak mıdır? Ya bu siyasetçi önemli
biri değilse? Ya bu kimse siyasetçi olmayıp bir sinema oyuncusu ise? Ya
da siyasetçinin bir yakını ise? Peki, bu kimse hastalığının bilinmesini
özellikle istiyorsa ne olacaktır? vb.
Özel yaşama ilişkin yasal kurallara ve meslek ilkelerinin tanımlamalarına
rağmen, her olayı kendi özellikleri bağlamında tek tek değerlendirmek
en doğru yol olarak görülüyor. Özel yaşam savını geçersiz sayarak haberi yayınlama kararı alırken nelere bakılmalıdır? Hangi sorular eldeki
olaya mutlaka uygulanmalıdır?
Konuyla derinlemesine ilgilenenler, en azından şu soruların yanıtlarının
alınmasını zorunlu görüyorlar:
1. Özel yaşama ilişkin bilgilere hangi amaçla ulaşılmak isteniyor?
2. Bu amaç haklı ve önemli mi?
3. Özel yaşam alanını aşarak elde edilecek olan bilgi, o amacın gerçekleşmesini sağlayacak mı?
4. Özel yaşam alanının aşılması bu amacın gerçekleşmesi için tek ya da
en iyi yol mu?
182 > Televizyon haberciliğinde etik
5. Özel yaşam alanından bilgi edinme yöntemleri üzerinde ne gibi sınırlamalar var?
6. Bu bilgiler elde edildikten sonra ne olacak? Onlar ne süreyle ve nasıl
korunacak? (Parent, 1992: 100).
Diyelim elinize, insanları sürekli olarak günahkâr olmakla suçlayan birinin
bir yaz tatili sırasında felekten bir gün çalarken çekilmiş görüntüleri
olduğuna dair bir ihbar geliyor. Karşı cinsten insanlarla şarkı söylüyor,
içki içiyor, dans ediyor, vb. Bu görüntüleri yayınlayabilir miyiz? Tahmin edebileceğiniz gibi bu sorunun tek bir yanıtı yoktur. İhbara konu
olan kişi kimdir? Önemli bir politikacı ya da kamuoyu önderi midir,
yoksa sıradan bir insan mı? Bu görüntüler bu kişinin riyakârlığını, ikiyüzlülüğünü ortaya koyarak topluma ibret olacak, yanılgıya düşmesini
engelleyecek bir kişilik kusurunu mu ortaya koymaktadır? Yoksa yalnızca pornografik özellikleri ağır bastığı için ilgi çekecek bir röntgencilik eseri midir? Eldeki görüntülerin kurgu ya da sahte olması olasılığı
var mıdır? Eğer sahiciyse bile, buradaki görüntülerin ne kadarı yayınlanmalıdır? Müstehcen bölümler varsa onlara ne yapılacaktır? Ya orada
bulunan ve aynı derecede önemli olmayan kişiler? Onların görüntüleri
nasıl yayınlanacaktır? Rastlantı sonucu orada bulunan masum kişilere
zarar verilmesi nasıl engellenecektir? Elde edilen görüntüler başkalarıyla ne ölçüde paylaşılacaktır? Yayınlanmaya uygun görülmeyen kısımlar daha sonra nasıl korunacaktır? Bu ve benzeri soruların her olaya
tek tek uygulanması sonucunda, ilk bakışta benzer görünen olaylarda
bile farklı kararlar verilebilir. Aslında, tüm olaylarda özel yaşam alanına ilişkin son kararı etkileyecek iki temel ölçütten söz edebiliriz.
1. Söz konusu kişinin kimliği ile ilgili ölçüt
2. Söz konusu bilginin toplumsal sonuçlarıyla ilgili ölçüt
Kimin özel yaşamı?
İlk ölçüte göre, daha önce de belirttiğimiz üzere, kamusal kişilik elde etmiş olanların özel yaşam alanları sıradan yurttaşlardan daha küçüktür. Hatta kişinin ünü ile özel yaşam alanının genişliği arasında bir ters
Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 183
orantıdan söz edilebilir. Sıradan bir yurttaşın kişisel kusurlarını açıklamak özel yaşam ihlali sayılsa da, makam sahibi ya da ünlü birinin
kusurlarını açıklamak mübahtır. Gerçekte, Medya Çağı’nda halkın algılaması açısından önemli kişilerle ünlü kişiler arasında ayrım yapmak
zorlaşmıştır. Yaşamını, herhangi bir alandaki üstün becerileriyle değil,
özel yaşam alanını gözler önüne sererek kazanan, Paris Hilton’la simgeleşmiş, “celebrity” diye bir olgu var. Diğer ün kategorileri de bu kimliğe
bulaşabiliyor, ya da ona göre muamele görebiliyor. Özellikle sahne-sinema-müzik dünyasının şöhretlerinin çoğu, özel yaşamlarını medya
aracılığı ile kitlelere açmak zorunda hissediyorlar. Burada genellikle bir
danışıklı dövüş, al gülüm ver gülüm oyunu söz konusudur.
Tabii, bu oyunu oynayanlar ya da oynadığı varsayılanlar özel yaşam itirazını kullanma hakkından feragat etmiş sayılırlar. Sıradan yurttaşa
reva görülmeyen “ifşa”, burada ünün bedeli olarak görülür. Örneğin
Hülya Avşar gibi bir “ünlü” özel bir kortta tenis oynarken çekilmiş
şortlu fotoğraflarının izinsiz yayınlanmasına karşı çıkabilir mi? Çıksa
bile, mahkemelerden olumlu karar çıkartması olası mıdır? Bu soruların yanıtı olumsuzdur. Mademki o alan daha önce rıza ile açılmıştır ve
“ünlü” olan kişi bunun sağladığı tanıtım ve reklâmdan yararlanılmıştır,
o halde bu türden sonuçlara da katlanmalıdır. Ama nereye kadar? Ünlü
ve önemli kişilerin özel yaşam alanı tamamen yok mu olur? Mantıken
bunun bir sınırı olmalıdır. Özellikle onların yakınlarında bulunanlar
için, örneğin çocukları için, hassas durumlar söz konusudur. Nitekim
yine Hülya Avşar olayına dönecek olursak, kendisini medyaya açma
konusunda çok cömert olan bu ünlü, çocuğunun medyada benzer şekilde sergilenmesine haklı olarak karşı çıkmıştır. Daha önce de dediğimiz
gibi, her olaya temel ilkeler açısından ayrı ayrı bakmak en doğrusudur.
Kamusal kimlikleri nedeniyle özel yaşam alanları iyice küçülmüş olanların başında kuşkusuz siyaset insanları gelir. Medya ağırlıklı demokrasilerde, onların da itiraz edecek halleri yoktur: Onlar bulundukları
konumlara kendi istekleriyle gelmişlerdir ve bunun için ödeyecekleri
bedellerden birinin özel yaşam alanında olacağının bilincinde olmaları
beklenir. Bu kimselerin gücünün kamusal erke dayanması ve harcadık-
184 > Televizyon haberciliğinde etik
ları paranın kamunun parası olması, kamunun “gerçekleri” öğrenme
hakkını daha da geçerli kılar. Hele başkalarına nasıl yaşamaları konusunda nutuklar atan bir siyaset insanı, halkın gözünde sürekli olarak
tutarlılık sınavındadır. Toplum onlara, yani seçip başına geçirdiklerine,
sıradan insanlara özgü zaaflardan kurtulmuş üstün varlıklarmış gibi
bakar. Onları gözetlemekle yükümlü olan medyanın bir açık yakaladığında olayın üzerinde tepinmesi boşuna değildir.
Ne tür bilgiler?
Özel yaşamın belirlenmesinde söz konusu bilginin toplumsal sonuçlarıyla ilgili ölçüte gelince… Burada şöyle bir akıl yürütme söz konusudur:
Demokratik sistemlerde kimi şeylerin bilinmesi sistemin işlemesi açısından yararlıdır. Eğer temel etik ölçütlerden birisi, yapılan yayının birilerine haksız yere zarar vermesi ise, bunun tam tersi de söz konusu
olabilir, yani bir şeyin bilinmemesi toplum açısından zararlı olabilir.
“Kamu yararı” ya da “kamu çıkarı” kavramları işte bu bağlamda karşımıza çıkar.
Kimi bilgiler ilk bakışta özel yaşam alanına giriyor gibi gözükse de yukarıdaki akıl yürütme gereği yayınlanabilir. Örneğin, eğer bilginin yayınlanmaması adaletin yerine gelmesine engel oluyor, toplumsal düzeni
sarsıyor, suçluların cezasını bulmasına ya da masum insanların cezaya
çarptırılmasına yol açıyorsa medyanın görevi onları yayınlamaktır. Bu
sonuç, kamu sağlığı açısından tehlike varsa da doğrudur. Domuz gribine tutulmuş bir hastayla ilgili bilgiler sıradan sağlık bilgilerinden farklıdır, tıpkı kimi diğer salgın hastalıklarda olduğu gibi. Tabii, bu türden
bilgilerin nasıl verileceği de duyarlık gerektiren bir konudur.
“Kamu yararı” da, “özel yaşam” gibi sınırları çizilmesi zor bir kavramdır
ve her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Bu kavramın sınırları
da mekâna ve zamana göre değişebiliyor. Gene de, belirli durumların
bu kategoriye girdiği genellikle kabul ediliyor. Örneğin BBC Yayın İlkeleri Kılavuzu şu alanların özel yaşam kapsamında olduğunu kaydediyor:
Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 185
“Bir suçun ifşa edilmesi ya da ortaya çıkarılması; ciddi anti-sosyal davranışların ifşası; yolsuzluk ya da adaletsizliğin ifşası; ciddi yetersizlik ya da ihmalin
açıklanması; halk sağlığının ve güvenliğinin korunması; bir birey ya da kurum
tarafından yapılan bir açıklama ya da eylemin halkı yanıltmasını önlemek; kamuyu ilgilendiren konularda insanların çok daha bilinçli karar vermesine yarayan bilgilerin açıklanması” (BBC, 2005).
Buna örnek verecek olursak, birinin, bir akrabasını adam öldürmeye azmettiren mektubu, başka bakımlardan çok özel olsa da koruma dışı
kalır; çocuklarına karşı aşırı şiddet uygulayan babanın yaptıkları evin
içinde cereyan etmiş olsa da kamunun öğrenme hakkının içine girer;
tıp bilimi tarafından onaylanmamış tedavi yöntemlerinin kapalı kapılar
arkasında da olsa önerilmesi ya da uygulanması haberdir; önemli bir
makama aday olmuş kişinin suç siciline ilişkin bilgiler onun kişiliğini
öğrenme ihtiyacındaki kamu için artık özel yaşam alanında değildir.
Bir başka deyişle, kamu yararı kavramı, medya etiğinin temelini oluşturan
“doğruları doğru biçimde söylemek ve “özgürlükleri savunmak” ile
“başkalarına zarar vermemek” kavramları arasında bir denge kurmayı
hedefler. Bu dengenin kurulup kurulmadığını her olayda ayrıca irdelemek gerekir.
Sorunlu alanlar
Türkiye’de televizyon haberciliğinde, özel yaşam ihlallerinin en çok yaşandığı alanlardan birisi “cenaze röntgenciliği” ve “yeis sömürüsü”dür.
Dünyanın önde gelen yayın kuruluşları, yakınlarını kaybetmiş insanların yaşadıkları acıları, kamusal mekânlarda olsalar bile, özel yaşam
alanı içinde sayarlar. Yas tutan babaya, gözyaşı döken anneye saygılı
bir mesafeden bakarlar. Hele insanların hayatlarının en acı haberini aldıkları an, yakın çekimden görüntülerle, bütün dehşetiyle dakikalarca
yayınlanmaz. Çünkü doğum ve ölüm gibi büyük acıların da çok özel
ve bireysel olduğuna inanılır. Kara haberi o an almış şehit annesinin
burnu dibinden çekim yapılmaz, çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş
babanın kendisini yerlere atması, çekilse bile asla yayınlanmaz. Cesetlere ve cenazelere de bir reyting unsuru olarak bakılmaz. Temel etik ilke,
186 > Televizyon haberciliğinde etik
“insana saygı”dır. İnsana saygısız yayıncılığın toplumsal yararı olması
da düşünülemez.
Ölenlerin kimliklerinin, resmi makamlar kötü haberi ailelere ya da yakınlara bildirmeden yayınlanmaması da aynı ilkenin gereğidir. Bizde, ne
yazık ki hemen hiç uygulanmayan bu kurala, haber kovalamanın telaşı
içinde yanlış yapma olasılığı nedeniyle de özel bir önem verilmelidir.
Nitekim geçmişte öldü diye bildirilenlerin yaşadığı ortaya çıktığı gibi,
yaşıyor diye sevince gark olan ailelere işin doğrusunun öyle olmadığının bildirildiği korkunç örnekler de yaşanmıştır. Medya etiğinin ana
ilkelerinden olan “doğruları doğruca vermek”, özellikle bu gibi başkalarına zarar verilmesi olasılığı yüksek olaylarda üstün bir özen gerektirir. Hız önemlidir ama doğruluk daha da önemlidir.
Üstün duyarlık gösterilmesi gerekli bir alan da cinsel taciz ve tecavüz olaylarıdır. Bu konuda gereken duyarlık gösterilmediği zaman, mağdur için
vücudun dokunulmazlığına yönelik saldırı, kişiliğin dokunulmazlığına
yönelik medya saldırısı ile katmerlenmektedir. Medyamızda, ne yazık
ki, uzun yıllar boyunca gerekeni yapıyormuş gibi yapıp aslında yapmamak yerleşik bir uygulama haline gelmiştir. Tecavüz kurbanı kadınların
ve hatta çocukların resimleri, gözlerine atılan ince bir çizgiyle sözüm
ona gizlenmiştir. Tecavüz ya da taciz kurbanlarının yüzlerinin, mozaikleme teknikleriyle sözüm ona saklandığı, ama aslında tanınabildiği
örneklere televizyon haberlerinde rastlanmıştır. Kimi yetersiz önlemlerin, mağdurları asıl korunmaya muhtaç oldukları yerlerde, yani kendi
ortamlarında korumaya yetmediği, hatta teşhire dönüştüğü ortadadır.
Hele özel yaşamın da en özeli sayabileceğimiz “ensest” olaylarında duyarlılık kaynama noktasına ulaşır. Avusturya’da yıllarca hapsettiği kızından çok sayıda çocuk sahibi olan baba olayında olduğu gibi saklanamayacak büyüklükte bir olay söz konusu değilse, bu alanı haber
dışı tutmak, psikolog ve psikiyatristlere bırakmak belki de en doğru
yaklaşımdır. Bu gibi olaylarda çoğu kez kimin doğru söylediğinin bilinmesi olanaksız olduğu gibi, medyada teşhirin zararları yararlarını kat
be kat geçecektir. Küçük çocukların işe karıştığı tüm haberler çeşitli etik
tuzaklarıyla doludur.
Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 187
Bizde çok görülmese de, özellikle ABD’de özel yaşam ihlali olarak yüksek
tazminat talepleriyle mahkemelere yansıyan bir konu da, adların karıştırılması, adlarla görüntülerin birbirine uymaması türünden dikkatsizliklerdir. Birisini hırsızlıkla suçlayan bir haberde, aynı adı taşıyan bir
başkasının görüntülerini gösterirseniz o kişi haklı olarak şikâyetçi olabilir. Frengi ile ilgili bir habere döşenmiş olan kalabalık görüntülerinde,
yüzü tanınabilen bir kişi kendisinin frengili olduğu izlenimini uyandırdığı için kendisini mağdur hissedebilir. Arşiv görüntüsü kullanırken bu
gibi yanlış anlamalara karşı özel bir dikkat gerekir.
Bu arada, Türkiye’de son yıllarda çok rastlanan bir özel yaşam ihlali türünün kaygı verici boyutlara ulaştığını belirtmek gerekiyor. Normal olarak, habercilerin haber peşinde koşarken kendi inisiyatifleriyle, başkalarının özel yaşam alanlarına girdikleri durumlar akla gelir. Peki, özel
yaşama ilişkin ayıplı bilgi, haberciye ikinci elden, üstelik resmi bir kaynaktan geldiği takdirde ne olacak? Örneğin, bir ceza soruşturma ya da
kovuşturması sırasında polisin elde ettiği ve dosyaya koyduğu kayıtlar,
özel yaşama ilişkin bilgiler, resimler, belgeler içeriyorsa? Ve özellikle, o
bilgilerin söz konusu ceza soruşturması ile bir ilgisi yoksa? Özel telefon
dinleme kayıtları dosyaya konmuş olan kişi, sanık değilse? Bu bilgiler mahkeme dosyalarına konarak kamusal kayıtlar haline geldiklerine
ve bir yasaklama kararı da bulunmadığına göre, yasal olarak medya
tarafından kullanılabilir ve kullanılmaktadır. Peki, bu noktada hiçbir
etik sorumluluk yok mudur? Ya cezai sorumluluk kime aittir? Yasalara
aykırı bir biçimde o bilgileri açığa vuran kamu sorumlularına ne gibi
yaptırımlar uygulanabilir?
Telefon dinlemelerin çok yaygınlaştığına ilişkin kanıtların medyada geniş
olarak yer aldığı, gizli olma niteliğini yitirdiği için “iletişimin anti-iletişime dönüştüğü” (Şahin, 2009: 2) bu dönemde, özel yaşamın gizliliğinin de işportaya düştüğünü söylemek yanlış olmaz. Kamusal kişiliği
olmayan, suç işlememiş, yayına izin vermemiş sıradan yurttaşların,
özel yaşama ilişkin ve kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek bilgilerinin, televizyon haberlerinde çarşaf çarşaf yayınlanması, bazı medya organlarında siyasi çıkar duygusunun mesleki etik duyarlıklarının önüne
188 > Televizyon haberciliğinde etik
geçtiği izlenimini veriyor. Televizyon haberciliği açısından bu son derece kaygı verici bir durumdur.
Yasalarda ve meslek ilkelerinde özel yaşam
Özel yaşam alanı, yeni Ceza Yasası’nın Dokuzuncu Bölümünde ele alınmıştır. Yasanın 134. maddesi şöyle diyor: “Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para
cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü ve seslerin kayda alınması
suretiyle ihlal edilmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü ve sesleri ifşa eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiilin basın ve yayın
yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı oranında arttırılır.”
Bu dar tanımlamalar karşısında televizyon habercisinin sığınağı, kanunda anılmamakla birlikte, rıza, şöhret, kamusal kişilik, kamu yararı ve
kamu çıkarı gibi kavramlardır. Neyse ki, Yasa bu bölümde yer alan
suçların soruşturulması ve kovuşturulmasını şikâyete bağlıyor. Şikâyet
olmadığı takdirde rıza olduğu varsayılıyor.
RTÜK Yasası’nın Yayın İlkeleri başlıklı ünlü 4. Maddesinin bendinde de
“özel hayatın gizliliğine saygılı olunması” yükümlülüğü getiriliyor.
Özel yaşam konusu, medya örgütleri ve kuruluşlarının meslek ilkeleri arasında da yer alıyor. Örneğin Basın Konseyi’nin Basın Meslek İlkeleri’nin
5. maddesi “Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz,” diyor.
İlkenin “kamu çıkarları” ile terbiye edilmiş olması yasa yapıcı için de rehber olmalıydı.
Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi” ise bu konuda şöyle diyor: “Gazeteci, kamuya mal olmuş
bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan
bağlantılı olmayan hiçbir amaç için, izin verilmedikçe, özel yaşamın
gizliliği ilkesini ihlal edemez.”
Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 189
Görüldüğü gibi burada Basın Konseyi’nin “kamu çıkarları” ibaresinin yerini “halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmak”
alıyor. “İzin” ya da rıza öğesinin vurgulanması da bir fark oluşturuyor.
Doğan Yayın Holding’in Yayın İlkeleri’nde de net ve açık bir kural yer almakta:
Madde 10: Kişilerin özel yaşamı – ilgilinin açık ve kapalı rızası olduğu
anlamına gelen yaşam şekli ve kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar
dışında – yayınlara konu edilemez.
Tüm bu yasalara ve kurallara rağmen, daha çok reyting ya da siyasal çıkar
uğruna, televizyon haberlerinde özel yaşam ihlallerine sıkça rastlanması, mesleki vicdanın zayıflaması ve etik bilincin içselleştirilememesi ile
açıklanabilir. Bunların, medyanın saygınlığı ve güvenilirliği üzerindeki
olumsuz etkisini görmezden gelemeyiz.
Kaynaklar
BBC (2005). BBC Yayın İlkeleri Kılavuzu.
Parent, W. A. (1992). “Privacy, Morality and the Law.” Philosophical Issues in Journalism.
Elliot D. Cohen (der.) içinde. New York: Oxford University Press.
Şahin, Haluk (2009). “Kanserli İletişim – ya da İletişim Devriminden Anti-iletişim
Karabasanına.” Şalom. 27 Mayıs.
190 > Televizyon haberciliğinde etik