MEVLÂNÂ`NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ: YAHYÂ B. MUÂZ ER

Transkript

MEVLÂNÂ`NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ: YAHYÂ B. MUÂZ ER
-II-
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 2 Yaz/Summer 2010
ISSN 2146-1449
MANİSA
Yılda iki sayı yayımlanan ulusal hakemli bir dergidir.
Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği'nin yayın organıdır.
-III-
Sahibi:
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği adına Mehmet Veysî DÖRTBUDAK
Editör:
Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM
Bu Sayının Editörü
Prof. Dr. Atabey KILIÇ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Gürol PEHLİVAN
Yabancı Dil Danışmanları
Prof. Dr. Metin EKİCİ
Mehmet Nuri ERDEM
Emine ERSÖZ
Redaksiyon
Yrd. Doç. Dr. Furkan ÖZTÜRK
Mehmet ERSAL
Mehmet ALTUNMERAL
Gülcihan PEHLİVAN
Pınar ERSAL
Sanat Danışmanı
Özkan BİRİM
Teknik Sorumlu
Mehmet Nuri ERDEM
Yazışma Adresi
5527 sok. No: 41/11 Uncubozköy / MANİSA
Elmek: [email protected]
YAYIN KURULU
Esin ÇELEBĠ BAYRU (Uluslararası Mevlânâ Vakfı II. BaĢkanı)
Prof. Dr. Rahmi KARAKUġ (Sakarya Üniversitesi)
Prof. Dr. Himmet KONUR (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Nuri ġĠMġEKLER (Selçuk Üniversitesi Mevlânâ AraĢ. Ens. Md.)
Yrd. Doç. Dr. Cahit TELCĠ (Celal Bayar Üniversitesi)
-IV-
BĠLĠM KURULU
Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ (Muğla Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet AKKUġ (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Rami AYAS (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Osman BĠLEN (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Ġlhan GENÇ (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Turan GÖKÇE (Ege Üniversitesi)
Prof. Dr. Gürer GÜLSEVĠN (Ege Üniversitesi)
Prof. Dr. AyĢe ĠLKER (Celal Bayar Üniversitesi)
Prof. Dr. Alimcan ĠNAYET (Ege Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi)
Prof. Dr. Adnan KARAĠSMAĠLOĞLU (KırıkkaleÜniversitesi)
Prof. Dr. Zeki KAYMAZ (Ege Üniversitesi)
Prof. Dr. Bilal KEMĠKLĠ (Uludağ Üniversitesi)
Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKĠN (Harran Üniversitesi)
Prof. Dr. Atabey KILIÇ (Erciyes Üniversitesi)
Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ (Marmara Üniversitesi)
Prof.Dr. Aynur KOÇAK (Kocaeli Üniversitesi)
Prof. Dr. Ahmet ÖGKE (Akdeniz Üniversitesi)
Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK (Gazi Üniversitesi)
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN (Ege Üniversitesi)
Prof. Dr. AyĢe ÜSTÜN (UĢak Üniversitesi)
Prof. Dr. Emine YENĠTERZĠ (Mevlânâ Üniversitesi)
Doç. Dr. Safi ARPAGUġ (Marmara Üniversitesi)
Doç. Dr. Ziya AVġAR (Bozok Üniversitesi)
Doç. Dr. Gülgün ERĠġEN YAZICI (Onsekiz Mart Üniversitesi)
Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK (Selçuk Üniversitesi)
Doç. Dr. Mustafa SARI (Mevlânâ Üniversitesi)
Doç. Dr. Ömer Faruk TEBER (Onsekiz Mart Üniversitesi)
Doç. Dr. Ahmet Hakkı TURABĠ (Marmara Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜLER (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLER (Harran Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Sezai KÜÇÜK (Sakarya Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. A. Yılmaz SOYYER (Süleyman Demirel Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Mustafa TATÇI (Gazi Üniversitesi)
YurtdıĢı Temsilcileri
Prof. Dr. Amin ODEH (Ürdün)
Prof. Dr. Ahmad Naseem SHAH (Hindistan)
Prof. Dr. Elfine SIBGATULLĠNA (Rusya Federasyonu)
Dr. Seema ARĠF (Pakistan)
Dr. Güzel TYUMOVA (Tataristan)
-V-
-VI-
İÇİNDEKİLER
EDİTÖRDEN... ........................................................................................................................ IX
MİSAFİR EDİTÖRDEN...
Prof. Dr. Atabey KILIÇ ..................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.
MEVLEVÎLİK KÜLTÜRÜNE KATKI: MESNEVÎ ŞERHLERİ PROJESİ
Contribution to Mevlevism Culture: The Project of Masnavi Commentaries
Prof. Dr. Atabey KILIÇ <<<<<<<<<<<<<.<<<<<<<<<<<<<<.1
MEVLEVÎ MÛSİKÎSİ ÜSTÜNE
About The Mawlawıyah Music
Doç. Dr. Fazlı ARSLAN<<<<<<<<<<<<.<<<<<<<<<<<<<<<..9
MEVLÂNÂ’NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ: YAHYÂ B. MUÂZ ER-RÂZÎ
A Forerunner of Rumi: Yahya b. Muadh al-Radhi
Doç. Dr. Salih ÇİFT<<<..<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<19
ŞEM’Î’NİN MESNEVÎ’Yİ LAFZEN OKUMA TEKLİFLERİ
Şem’î’s Proposals Upon Lıteral Readıng of Mesnevî
Öğr. Gör. Dr. Abdülkadir DAĞLAR<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<27
MESNEVÎ’NİN BİR BEYTİ IŞIĞINDA GÖNÜL AYNASI VE
MEVLÂNÂ’NIN “GÖNÜL”E BAKIŞI
A Mırror of the Heart in The Lıght of a Couplet of Masnavı
and Rumı’s Vıew of the Heart
Öğr. Gör. Dr. Nurgül SUCU<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<.37
ANKARAVÎ ŞERHİ’NİN TE’LÎF SÜRECİ
The Writing Process of Ankaravî’s Commentary
Dr. Ahmet TANYILDIZ<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<.45
SERTÂRİK MESNEVÎHÂN ŞEFİK CAN DEDE’NİN
MESNEVÎ ÜZERİNE ÇALIŞMALARI
Mesnevîhân Şefik Can Dede’s Invaluable Work On The Mathnawı
H.Nur ARTIRAN<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<55
DEĞERLENDİRMELER
1001 Günlük Mevlevî Çilesi: MUTFAKTA PİŞEN CANLAR
Yrd.Doç.Dr. Nuri ŞİMŞEKLER<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<.62
BİR DEĞER EĞİTİMİ KİTABI OLARAK MESNEVÎ
Dr. hc. Esin Çelebi Bayru<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<68
-VII-
-VIII-
EDİTÖRDEN
Sufi AraĢtırmaları dergisinin ikinci sayısıyla huzurunuzdayız. Doğan bir çocuğun yaĢatılması esas
olduğu gibi, dergimizin de uzun yıllar yaĢmasını arzu ediyoruz. Bunun gerçekleĢmesi için bilim insanlarımızın çok değerli katkıları, doğan çocuğun anne sütü mesabesindedir. Birinci ve ikinci sayılarda gördüğümüz destek bu amacımızın gerçekleĢmesi konusunda bizi ümitli kılmaktadır. Yeni açılan
üniversitelerimizde görev alan araĢtırmacılarımızın yapacakları çalıĢmalar da bu konuda ayrı bir ümit
kaynağımızı oluĢturmaktadır.
Sufi AraĢtırmalarının, tasavvuf alanında yapılmıĢ olan çalıĢmaların yayımlanarak değerlendirilmesine imkân tanımasının yanı sıra, tasavvuf mirasının günümüze aktarılmasına ve bu yolla günümüz insanının gönül dünyasının zenginleĢtirilmesine, daha tahammüllü, daha tevekküllü, daha hoĢ
görülü, daha rızalı, kısacası daha ahlaklı bir toplum oluĢmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz.
Farklı fikir ve hayat tarzlarının ilahi fıtrat/yaratılıĢ kuralı olduğu hatırlanırsa ifade etmeye çalıĢtığımız
ahlaki yapıya hiç Ģüphesiz her zaman ihtiyaç olacaktır. Bu ihtiyacı karĢılayacak olanlar ise, Allah‟ın
lutfuyla çok değerli bilim ve gönül insanlarımızdır. Bu sebeple onlara minnettarız ve duacıyız.
Bu sayımızın editörlüğünü üstlenen Prof. Dr. Atabey KILIÇ hocamıza çok teĢekkür ediyoruz.
Hocamızın teĢekkür ettiği, bu sayıda yayımlanan çoğu yazının ortaya çıkmasına imkân sağlayan kurum ve Ģahıslara biz de kalbi Ģükranlarımızı sunuyoruz. Keza çalıĢmaları dergimizde yayımlanan
saygıdeğer araĢtırmacı ve gönül dostlarına ve bu çalıĢmaları değerlendiren hakem heyetine teĢekkür
borcumuzu ifa etmeliyiz. Son olarak dergimizin mutfağında fedakârca çalıĢan ve emeğini hiç esirgemeyen M. Veysi DÖRTBUDAK‟a ve sevgili Gürol PEHLĠVAN‟a teĢekkür etmeyi bir tahdisi nimet
olarak görüyorum.
Üçüncü sayımızda görüĢmek üzere sevgiyle kalın.
Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM
-IX-
MİSAFİR EDİTÖRDEN
Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergimizin bu sayısı; 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde YozgatSorgun‟da, Sorgun Belediyesi‟nin katkılarıyla, Erciyes Üniversitesi Klâsik Türk Edebiyatı Topluluğu
ve Bozok Üniversitesi Türkçe Kulübü‟nün ortaklaĢa düzenlemiĢ olduğu “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne :
Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda sunulan 24 tebliğden tarafımıza gönderilen bir kısmının dergi kurallarına uygun olarak hakem sürecini tamamlayanlarından oluĢmaktadır. Bahsi geçen
sempozyum, eminiz ki, Anadolu‟nun bir ilçesinde mahallî imkânların istifadeye sunulması sûretiyle,
akademik danıĢmanlar nezâretinde iki üniversite kulübünün güç birliği yoluyla gerçekleĢtirdikleri ilmî
seviyesi bir hayli yüksek bir tasavvufî faaliyet ve kayda değer bir teĢebbüs olarak hatırlanacaktır.
Nasip olursa, “Neşvegâh-ı Sûfiyâne” silsilesi hâlinde devam etmesini arzuladığımız bu sempozyumlar
baĢta Ġç Anadolu olmak üzere, ülkemizin değiĢik bölgelerinde devam ettirilecektir.
Mevlânâ DüĢüncesi AraĢtırmaları Derneği (MEDAR) baĢkanı kıymetli gönül insanı Mehmet
Veysî DÖRTBUDAK Beyefendi, bahsi geçen sempozyumda sunulan bildirilerin dergimizde
yayımlanması sûretiyle bilim âleminin istifadesine sunulması yönündeki teklifimizi himmet buyurup
kabul etmekle âlîcenaplık göstermiĢlerdir. Kendilerine bildiri/makale sâhibi gönül erleri adına
Ģükran duygularımızı arz ediyoruz.
Bu sayının hazırlanması süresince kıymetli mesâîlerini sarf eden kıymetli bilim ve gönül adamı
Gürol PEHLĠVAN Beyefendiye teĢekkür borçlu olduğumuzu ifade etmek isteriz.
Bu kalemden olmak üzere, Sorgun‟da bir sempozyum düzenlenmesi fikrine baĢından beri sıcak
bakıp gereken hemen her desteği tereddütsüz karĢılayan belediye baĢkanı Ahmet ġĠMġEK Bey‟e,
Sorgun Millî Eğitim Müdürü Yusuf YAZICI Bey‟e, Bozok Üniversitesi Türkçe Kulübü danıĢmanı
kıymetli dostumuz Doç. Dr. Ziya AVġAR Bey‟e, sempozyuma ülkemizin çeĢitli bölgelerinden
katılan kıymetli bilim adamlarına, sempozyum programının baĢından sonuna kadar büyük bir
nezâket ve baĢarı ile yürümesinde önemli hizmetleri bulunan kıymetli meslektaĢım Öğr. Gör. Dr.
Abdülkadir DAĞLAR Beyefendi‟ye, sempozyum boyunca büyük bir heyecan ve hevesle varlıklarını
hissettiren her iki topluluk öğrencilerine kalbî Ģükranlarımızı arz etmek isteriz.
Son olarak, Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergimizin uzun yıllar tasavvufî araĢtırmalar için
önemli bir merkez olarak hizmet etmesi niyâzımızla, özellikle bu sayı için hakemlik görevini üstlenen
kıymetli bilim adamlarımıza minnet duygularımızı sunarız.
Prof. Dr. Atabey KILIÇ
Mart 2011 KAYSERĠ
-X-
MEVLEVÎLİK KÜLTÜRÜNE KATKI:
MESNEVÎ ŞERHLERİ PROJESİ*
Contribution to Mevlevism Culture:
The Project of Masnavi Commentaries
Prof. Dr. Atabey KILIÇ
ÖZET
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin Mesnevî-yi Ma‟nevî‟si Türk edebiyatında en çok Ģerh edilen eserlerdendir. Gerek metni gerekse Ģerhleri, Mevlevîlik kültürü için son derece önem arz eden ilk el kaynaklardır.
Bu vesileyle henüz gün yüzüne çıkmamıĢ klâsik Mesnevî Ģerhlerini ilmî usullerle hazırlayarak ilgililerinin istifadesine sunmanın ve arûz/imlâ husûsiyetlerine dikkat ederek Lâtin alfabesiyle bir Mesnevî metni ortaya
koymanın gereği açıktır. Bu çalıĢmada Mesnevî metni ve Ģerhleri üzerine hazırlanan projenin taslağı verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Mevlevîlik, Mesnevî, Mesnevî ġerhleri
ABSTRACT
Mevlânâ Jalaluddin Rumi's Masnavi„l Ma'nevi is one of the most commented Turkish
literatureworks. Both the text and commentaries are extremely important first-hand sources for the
Masnavi culture. On this occasion, it is obviously essential to deliver to the persons interested the
uncovered classical Masnavi commentaries prepared with scientific procedures and to put out a text in
Latin alphabet making sure of prosody/ spelling. In this study, the draft of the project prepared on
Masnavitext and commentaries will be presented.
Key Words: Mevlevism, Masnavi, Masnavi Commentaries
―――――――――
Bu çalıĢma, I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne-Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempzoyumu (25-27 Haziran 2010, YozgatSorgun)‟nda sunulan tebliğin geliĢtirilmiĢ metnidir.
Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, [email protected]
*
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
1
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin en önemli
eseri olan Mesnevî-yi Ma‟neviyye‟nin bizatihi
metni kadar Ģerhleri de Mevlevîlik kültürünün
müesses bir nizama kavuĢmasında ve yaygınlaĢmasında hayatî görev üstlenen kaynaklar
arasındadır. Ancak son dönemde kaleme alınan
Ģerhlerin dıĢında bilhassa klâsik dönem Mesnevî
Ģerhleri dünyâsına pek nüfûz edilememiĢtir.
Mesnevî irfânının kaynağına daha yakın olan ilk
dönem Ģerhleri günümüz okuyucusuna ve Mesnevî muhiplerine maalesef ulaĢabilmiĢ değildir.
Hem akademik hem de popüler anlamda hissedilen bu ihtiyaca cevap vermek niyeti ile Anadolu sahasında kaleme alınan klâsik Türkçe Mesnevî Ģerhlerini ilim ve irfân âleminin yararına
sunmak için bir Mesnevî ġerhleri Projesi düĢünülmüĢtür.
Mesnevî gibi evrensel kültüre ait bir
Ģâheserin lafzı, ilmî okuma yöntemleri ıĢığında
Lâtin harfleri ile basılı hâle getirilmemiĢtir; bu
yüzden Farsça ve klâsik Ģiir bilgisi olmayan
Mesnevî muhipleri orijinal okunuĢu ve Ģiirsel
âhenginden yoksun bir Ģekilde sadece tercümeleri veya bazı Ģerhleri ile iktifâ etmektedir.
2
Bilindiği üzere Ģerh metinlerinin birçoğu
ortaya çıkmadığı için bu külfetli ve hacimli
projenin ciddî ekip çalıĢması gerektirdiği ortadadır. Bu sebeple Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Eski Türk Edebiyatı Ana
Bilim Dalı‟nda hazırlanan seri doktora tez çalıĢmaları ile söz konusu projeye akademik bir
hüviyet kazandırılmıĢtır. Yapılan/yapılacak
çalıĢmalarda, belirlenen bir sistem çerçevesinde
Mesnevî beyitlerinin arûz imlâsına uyularak
yapılmıĢ çevriyazılarıyla birlikte beyitlerin metindeki tercümelerine yer verilmiĢ/verilecektir.
Mesnevî‟nin tüm metninin bu Ģekilde günümüz
alfabesine aktarılması, Mevlânâ‟nın Ģiirdeki
vezin tasarruflarını belirlemenin ötesinde Mesnevî‟nin Farsça metnine aĢinâ olmayan okurun
da rahatlıkla yararlanabileceği bir metni gün
yüzüne çıkarmaya vesile olacaktır. Bu sebeple
yapılan ilk iĢ, Mesnevî Ģerhlerinin eski yazılı
metinlerinin ilmî usûllere uygun olarak günümüz alfabesine aktarılmasıdır.
önünde bulundurularak dört farklı tez çalıĢması
olarak taksîm edilmiĢtir.
ġem’î ġem’ullâh - ġerh-i Mesnevî
1. Cilt:
[Abdülkadir Dağlar; Şem‟î Şem‟ullâh
Şerh-i Mesnevî (I. Cilt) (İnceleme-Tenkitli MetinSözlük), YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, (Dan.:
Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2009, 1455
s.]
Abdülkadir Dağlar bu çalıĢmasında ilk
olarak Türk edebiyatında geleneksel Ģerh meselesini tartıĢmıĢ, Türk edebiyatı araĢtırmacılarının
konu ile ilgili çalıĢma, tespit ve hükümlerini
değerlendirerek Ģârihlerin eserlerinde kullandıkları usûllerin ortak noktalarını belirlemeye çalıĢmıĢtır. Ardından ayrıntılı bir literatür taraması
sonucunda geleneksel Ģerh dünyasının ve özelde
Mesnevî Ģerhleri ve Ģârihleri hakkında bilgi
vermiĢtir.
Dağlar‟ın çalıĢmasındaki asıl kısım ise
ġem‟î ġem‟ullâh ve ġerh-i Mesnevî‟yi tahlil ettiği
bölüm ile Ģerh metni içeren bölüm ve fonksiyonel sözlüktür. AraĢtırmacı Ģârih ve Ģerh hakkında çeĢitli tahlillerde bulunmuĢ, eserin yazma
eser kütüphanelerindeki nüshalarını inceleyip
nüsha Ģeceresi oluĢturmuĢ ve metin tenkidi
yoluyla müellif nüshasına en yakın metni oluĢturmaya çalıĢmıĢtır. ÇalıĢmanın sonunda ise
metin içinde geçen kelime, kavram ve terkiplerle ilgili Ģârihin verdiği anlamlardan yola çıkarak
fonksiyonel bir sözlük hazırlamıĢtır.
ledir:
Bu çalıĢmanın hazırlanma Ģablonu Ģöy- 4058 beytin tercüme ve Ģerhi
- Metin incelemesi
- 5 nüshadan tenkitli metin
- Transliterasyon (ġem‟î‟nin Mesnevî‟yi
okuma metotları ile) ve transkripsiyon çalıĢması
- Lugavî anlamlar ve Metin Ġçi Bağlamlı
(Fonksiyonel) anlamlar sözlüğü
Mesnevî ġerhleri Projesi‟ne Anadolu sahasındaki ilk tam Türkçe Mesnevî Ģerhi olan ġem‟î
ġem‟ullâh‟ın ġerh-i Mesnevî‟si ile baĢlandı.
Toplam altı cilt olan bu eser, hacmi de göz
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
3
ġem’î ġem’ullâh ġerh-i Mesnevî I. Cilt 8a-8b
“1
Bi’şnev ezney çun ≈ikäyet mìkuned
Neyden istimäú eyle niçe ≈ikäyet eyler
Ezcüdäyìhä şikäyet mìkuned
(16) belki ≈aøìøatda cüdälıølardan
şikäyet eyler ki yär-ı øadìm ve va≠an-ı
a´lìsinden cüdä vü dùr olmışdur (17) sen anı
≈ikäyet ve bìhùde ef˚än u şikäyet eyler ®ann
eyleme neyden muräd mürşid-i kämildür ki
gerçi ®ähiren ∆aløıla (18) mu´ä≈abet idüp anı
ve bunı ≈ikäyet eyler lìkin derùn-ı pür-sùzı bir
nefes va≠an-ı a´lì yädından ve úälem-i (19)
ezelìde olan itti≈ädından färı˚ u ˚äfil
degüldür belki ol úälemde olan Ÿevø u ´afädan
cüdä oldu˚ınuè derd ü eleminden (20) ney
gibi feryäd u fi˚än idüp änenfeänen saúy u
kùşişden ∆älì olmayup yine evvelki mertebeye vu´ùl bulma˚a (21) iødäm u ihtimäm eyler
şikäyet ≈a◊ret-i Mevlänuè kendüsine göre
degüldür zìrä kendüsi vä´ılìnden idi (22) belki
ol cänibi ferämùş idenlere göredür ki tä
şikäyetüè sebebini fehm idüp ol cänibe küllì
meyl ü ra˚bet (23) peydä olup vu´ùline saúy u
kùşiş eyleyeler çùn imäle ile istifhämdur
keyfe maúnåsına ki bu maúnå üzre şer≈ (24)
olındı ve bu hem vechdür mı´räú-ı evvelde
neyden istimäú eyle çünki ≈ikäyet eyler belki
cüdälıødan şikäyet eyler (25) pes neyüè sözini
istimäú idüp ˚aflet eyleme belki anuè
şikäyetini da∆ı gùş-ı cänıla ı´˚ä eyler zìrä (26)
saèa ol şikäyetden nefú-i ke§ìr vardur zìrä
şikäyetüè sırrını fehm itdükde saèa bir sùz u
≈aräret peydä oldı (27) seni va≠an-ı a´lì
cänibine ≠älib ü rä˚ıb eyler bu vech üzre çun
imälesizdür ki istifhäm maúnåsı yoødur. (28)
Sürùrì Efendi ra≈metullähi úaleyh şikäyeti
taødìm ve ≈ikäyeti teõ∆ìr eylemişdür neyden
muräd insän-ı kämildür ki (29) mürşid-i kämil
yine andan úibäretdür neyle münäsebeti ve
mürşidüè neye olan müşäbeheti yuøarı yanında…”
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
2. Cilt
[Turgut Koçoğlu; Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i
Mesnevî (II. Cilt) (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük),
YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, (Dan.: Prof. Dr.
Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2009, 1352 s.]
Turgut Koçoğlu, ġem‟î ġem‟ullâh Efendi‟nin ġerh-i Mesnevî‟sinin ikinci cildini ele
aldığı bu çalıĢmasında önce giriĢ mahiyetinde
Ģerh kavramını değerlendirerek Türk edebiyatında vücuda getirilmiĢ Mesnevî Ģerh ve tercümelerine değinmiĢtir. Ardından ġem‟î ġem‟ullâh
Efendi‟nin hayatı ve eserlerine yer vermiĢ ve
ġerh-i Mesnevî‟nin ikinci cildini; nüshaları,
Ģerhin yazılıĢı, dil ve muhteva özellikleri ve
diğer tam Mesnevî Ģerhleri ile mukayesesi gibi
baĢlıklar altında incelemiĢtir.
ÇalıĢmanın ikinci önemli kısmı ise Ģerhin
metni ve metinden hareketle hazırlanmıĢ olan
sözlüktür. Bu çalıĢmanın Ģablonu da Ģu Ģekildedir:
- 3810 beytin tercüme ve Ģerhi
- Metin Ġncelemesi
- 4 nüshadan tenkitli metin
- Transkripsiyon çalıĢması
- Fonksiyonel Sözlük
4
ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 2, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi No: 6401, 1b
“[H1b] (1) baúde edäõi mä-vecebe
min≈amdillähi’l-øadìr
ve’´-´alätu
úalänebiyyihi’l-beşìru’n-neŸìr ve ´a≈bihi’lkirämi ve’l-a∆yär ve (2) älihi’l-emcädi ve’lebrär läzım olan va´f-ı ®ıllulläh-ı fi’l-úälem ve
meläŸ u melce-yi benì-Ádemdür ki maø´ùd
Sul≠än (3) Muräd ≈a◊retleridür ki sul≠än-ı
selä≠ìn-i cihän ferìd-i zamän va≈ìd-i devrän
menbaúu’l-cùdi ve’l-emän maúdenu’l-fa◊li (4)
ve’l-úirfändur edämallähu teúälä úumrahu ve
iclälehu ve ebbedallähu ∆iläfetehu ve
iøbälehu bu ev´äf ile mev´ùf olan saúädetlü ve
mürüvvetlü (5) pädşäh-ı úälem-penäh
≈a◊retleri cänibinden Me§nevì-yi Şerìfüñ
lisän-ı Türkìyile şer≈ olınması içün fermän-ı
şerìf-i väcibü’l-ittibäú (6) värid olma˚ın bu
úabd-i faøìr-i pür-taø´ìr Şemúì-yi ≈aøìr ol
işäret-i pür-beşäret ve úinäyet-i pür-≈imäyet
mùcebince cän u dilden saúy u (7) kùşiş idüp
biúavni’l-Meliki’l-Müteúäl cild-i evvel tamäm
şer≈ olınup şimdi cild-i §änìyi şer≈ itmege
şürùú eyledi (8) yä ∆ayru’n-nä´irìn sen kemäli lu≠fuñdan ∆ayr ile ∆atm eyle”
3. ve 4. Ciltler
[Oğuzhan ġahin; Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i
Mesnevî (III- IV. Cilt) (İnceleme - Tenkitli Metin –
Sözlük), Devam Eden Doktora Tezi, (Dan.:
Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.]
Bu tez çalıĢması tamamlanma aĢamasındadır. ÇalıĢmada ortaya konulması düĢünülen
taslak Ģu Ģekildedir:
- 3. Cilt: 4810 beytin tercüme ve Ģerhi
- 4. Cilt: 3855 beytin tercüme ve Ģerhi
- Metin incelemesi
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
-Transkripsiyon sistemiyle tenkitli neĢir
çalıĢması
- Fonksiyonel Sözlük
ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 3, Süleymâniye Kütüphanesi Ġsmihan Sultan 272, 1b.
“…bi’l-úadli ve’l-i≈sän saúädetlü ve
mürüvvetlü Sul≠än Muräd `an bin Sul≠än
Selìm `an ~a◊retleridür edämellähu úumrehu
ve devletehu ve ebbede iøbälehu ve
sal≠anatehu ilåintihäyi’z-zemän ve inøırä◊i’ddevrän ki ~a◊ret-i Mevlänänuñ øuddise
sırrahu’l-úazìz Me§nevì-yi Şerìfi lisän-ı Türkì
ile şer≈ olınmaø muräd-ı şerìfleri oldu˚ıyiçün
säkin-i künc-i va≈det ve ≠älib-i genc-i øanäúat
müläzım-ı ∆alvet ü úuzlet tärik-i dünyä-yı pürmi≈net eføaru’l-verå øalìlü’l-bi◊äúa Şemúì-yi
≈aøìr cild-i evveli ve cild-i §änìyi úavn-i
Yezdänì vü tevfìø-i Ra≈mänì ile tamäm idüp
el-än cild-i §äli§üñ şer≈ine şürùú eyledi
ümmìŸdür ki lu≠f-ı İlähì ile vech-i a≈sen üzre
a∆ìrine irişe…”
ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 4, Süleymâniye Kütüphanesi Dâru’l-Mesnevî 204, 1b2a.
“…bu ev´äf-ı ≈amìde ile mev´ùf olan
saúädetlü ve mürüvvetlü päd-şäh-ı úälempenäh ≈a◊retleri ≠arafından Me§nevì-yi şerìfüñ
lisän-ı Türkì ile şer≈ olınması içün fermän-ı
şerìf-i väcibü’l-imti§äl vürùd bulma˚ın bu
bende-yi ◊aúìf Şemúì-yi şikeste-≈äl ol pürbeşäret sebebi ile cän u dilden saúy u kùşiş
iderise
biúavnillähi’l-Meliki’l-Vehhäb
Me§nevì-yi şerìfden defter-i §äli§üñ şer≈ini
tamäm eyledi fermän-ı úälì sebebi ile defter-i
räbiúuñ şer≈ine şürùú eyledi yä Müyessire’lmurädät sen äsän eyle tä ki suhùletile itmämı
müyesser ola”
5. ve 6. Ciltler
[Zehra GümüĢ; Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i
Mesnevî (V-VI. Cilt) (İnceleme - Tenkitli Metin Sözlük), Devam Eden Doktora Tezi, (Dan.:
Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.]
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
5
Bu tez çalıĢması da tamamlanma aĢamasındadır. ÇalıĢmada ortaya konulması düĢünülen
taslak Ģu Ģekildedir:
- 5. Cilt: 4333 beytin tercüme ve Ģerhi
- Transkripsiyon sistemiyle tenkitli neĢir
çalıĢması
- Fonksiyonel Sözlük
- 6. Cilt: 4944 beytin tercüme ve Ģerhi
- Metin incelemesi
ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 5, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 2072, 1b.
6
“Derva´f-ı päd-şäh-ı cihän-penäh Sul≠än
Muräd `an ibni Sul≠än Selìm `an saúädetlü
päd-şäh-ı úälem-penäh ≈a◊retlerinüè emr-i
şerìfi ile ki ≈a◊ret-i Mevlänänuè øaddesellähu
sırrahu’l-úazìz Me§nevì-yi Şerìfinüè şer≈ine
şürùú olınmış idi tevfìø-ı Ra≈mänì vü úinäyet-i
Yezdänì ile dört cildinüè şer≈ olınması müyesser oldı ve Hicret-i Nebeviyyenüè tärì∆i
tamäm biè yıl olduøda mäh-ı Mu≈arremüè
evvel çehär-şenbih güni bu bende-yi ≈aøìr
Şemúì-yi pür-taø´ìre saúädetlü päd-şäh-ı heftiølìmüè fermän-ı şerìfi tekrär väøıú oldı defter-i ∆ämisi lisän-ı Türkì ile şer≈ eylemege
şürùú eyledüm ve minellähi’l-úavni ve’ttevfìø”
ġem’î ġem’ullâh; ġerh-i Mesnevî, Cilt 6, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 2072 1b-2a.
“Kitäb-ı müste≠äba Şemúì-yi ≈aøìr-i pürtaø´ìrüè lisän-ı Türkì ile väøıú olan şer≈inüè
dìbäcesi `udäy-ı ÿü’l-celälüè ≈amd-i celìli ve
`udävend-i ÿül-cemälüè §enä-yı cemìli ile
muúanven øılındı tä ki bu şer≈e küllì şän u
şeref ≈ä´ıl olup ve tamäm ra˚bet ü iltifät bulup maøbùl-i ehl-i cihän ola”
Mesnevî ġerhleri Projesi‟nin diğer kolu da
meĢhur Mevlevî Ģeyhi Ġsmâîl Rusûhî-yi
Ankaravî‟nin Ģerhidir. Anadolu sahasında yapılan ikinci tam Türkçe Ģerh olan Mecmû‟atu‟lLetâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif de aynı sistem
içerisinde bilim ve kültür dünyasının istifadesine
sunulacaktır. Bu maksatla baĢlatılan çalıĢmada
Ģerhin ilk cildi tez olarak hazırlanmıĢtır:
Ġsmâîl
Rusûhî-yi
Mecmû’atu’l-Letâyif
ve
Ma’ârif
Ankaravî
Matmûratu’l-
1. Cilt
[Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi
Ankaravî-Şerh-i Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve
Matmûratu‟l-Ma‟ârif) (I. Cilt) (İnceleme-MetinSözlük), YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, (Dan.:
Prof. Dr. Atabey Kılıç), Erciyes Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2010, 1449
s.]
Ahmet Tanyıldız, çalıĢmasının giriĢ kısmında Ankaravî‟nin hayatı, kiĢiliği ve eserlerine
temas etmiĢ, ardından Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve
Matmûratu‟l-Ma‟ârif‟in birinci cildini; Ģerh metodu, Ģârihin bakıĢ açısı, metnin içeriği, kelime
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
dünyası, dinî ve felsefî ekollere bakıĢ açısı, Ģerhin kaynakları, diğer Ģârihlerle etkileĢimi vb.
yönleriyle değerlendirmiĢtir.
Daha sonra Ģerh metnine ait nüshalar
tasnîf ve tavsîf ederek iki nüsha üzerinden Ģerhin metnini kurmuĢtur. ÇalıĢmanın son bölümünde ise Ģerh metninde geçen kelime ve terkiplerin lugat anlamları ve gramer yönünden
açıklamaları ile kelimelerin metin bağlamında
üstlenmiĢ olduğu anlamlarından oluĢan fonksiyonel bir sözlük oluĢturmuĢtur. ÇalıĢmanın
Ģablonu Ģu Ģekildedir:
- Metin Ġncelemesi
- Tenkitli metin
- Transkripsiyon çalıĢması
- Metin Ġçi Bağlamlı (Fonksiyonel) Sözlük ve Gramer Sözlüğü
7
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî - Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif,
Afyon Gedik Ahmed PaĢa Kütüphanesi, No: 18215, 12a.
“(1) Me§nevì
Bi’şnev in ney çun ≈ikäyet mìkuned
Ezcüdäyìhä şikäyet mìkuned
İşit bu ney niçe şikäyet ider şikäyet degül
[A12a] (1) belki cüdälıølardan olan ser-güŸeştin
≈ikäyet ider ey gùş kunende-yi esrär-ı ≠arìøat ve
şinevende-yi güftär-ı ≈aøìøat (2) ~a◊ret-i
Mevlänä øuddise sırruhu evvelä bi’şnev diyü
istimäúa emr idüp ˚ayrı úibäretile ibtidä eylemediklerinde nükte-yi úa®ìme vardur (3) zìrä ney ki
ä˚äz-ı ≈ikäyet mìkuned diseler øäbil idi ney ki
her dem na˚me-yi ämälì kuned (4) diseler ve
bunuè em§äli nice gùne úibäretile taúbìr øılsalar
øädir idiler ve läkin bi’şnev diyü istimäúa emrile
evvel ibtidä (5) eylediler anuèçün ki dìn ü
≠arìøatde ibtidä väcib ü läzım olan istimäúdur
anuèçün ba´ardan ve säyir-i aú◊ädan (6) ve
ceväri≈den dìn ü ≠arìøatde semú evlädur ve
ef¬aldur”
Sonuç
Mesnevî ġerhleri Projesi tamamlandığında Mesnevî metninin tamamının okunuĢunu
ilmî bir Ģekilde Lâtin harfleriyle ortaya koyan bir
çalıĢma gerçekleĢmiĢ olacaktır.
Mesnevî Ģerhlerinin metinlerinin ilim
dünyasına kazandırılması ile muhtevalarındaki
zenginliklerin dökümü mümkün olacaktır. Bu
sayede tek tek Ģerh sözlükleri oluĢturulabileceği
gibi büyük bir Ģerhler sözlüğü veya konulu Ģerh
sözlükleri hazırlanabilir.1
Mesnevî-yi Ma‟nevî gibi dünyanın ortak
kültür mirasından kabul edilen bir Ģâheser üzerinde geleneğin yapmıĢ olduğu bütün tercüme
ve Ģerh eserleri en kısa zamanda akademik ve
popüler dünyanın yaygın ve rahat kullanımına
kazandırılmalıdır. Bu yolla Mesnevî‟nin beyitlerine verilen anlamları bir arada mukayeseli olarak veren modern ilmî çalıĢmalar daha kolay
ortaya konacaktır.
―――――――――
Bu tarzda hazırlanmıĢ bir sözlük taslağı için bk. Atabey
Kılıç “Mesnevî ġerhleri Sözlüğü” Uluslararası Mevlânâ ve
Tasavvuf Kültürü Sempozyumu, 9-10 Ekim 2010, Manisa.
1
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
8
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
MEVLEVÎ MÛSİKÎSİ ÜSTÜNE
About The Mawlawıyah Music
Doç. Dr. Fazlı ARSLAN
ÖZET
Doğunun edebiyatına, sanat ve felsefesine tarifsiz derinlik katan Mevlevîliğin bir penceresi de mûsikîye bakar. Bilindiği gibi döneminin gerektirdiği ilmi donanıma sahip olan
Mevlânâ, aynı zamanda “aşk” insanıdır. Duyguların ifade araçlarından birisi belki en önemlisi
de mûsikî olduğuna göre aşkı musikiden ve dolayısıyla Mevlânâ’yı musikiden uzak düşünmek
imkânsızdır. Zamanının bir entelektüeli olarak Mevlânâ, musikinin değerine hakkıyla vakıftır.
Şiirlerinde musiki kavramlarını, derin mistik, felsefi anlamlar yükleyerek kullanmış, meclisinde
musikiye yer vermiştir. Sonraki dönemlerde de Mevlevîler onun izinden gitmişlerdir. Mevlevîler üstadlarından aldıkları ilhamla Mevlevîliği geliştirip şekillendirmiş ve “sema” esnasında
kullanılan kendine has ezgi karakterine, güfteye, icra biçimine sahip, ağdalı musiki eserleri
meydana getirmişlerdir. Bu çalışmada Mevlevî mûsikîsinin ortaya çıkışı, sema içerisindeki hareketlerin sembolik anlamları, Mevlevî ayinlerinin müzikal değerine değinilerek bu bestelerin
Türk ve Doğu mûsikîsine katkılarına ve millî kültürümüz açısından önemine işaret edilecektir.
Anahtar sözcükler: Mevlevîlik, mûsikî, sema, Türk kültürü
ABSTRACT
One window of the Mawlawiyah, which adds to the Eastern literature, art and
philosophy an inexpressible depth, is to music. As is known, Mawlānā is a person of “love”. If
music is one or maybe the very important way of feelings’ expressions, then we cannot imagine
love far from music and therefore Mawlānā far from music. Mawlānā, used music at his
gatherings and so did his followers. Mawlawians, with the inspiration of their master,
developed and shaped the practising of Sema, they invented the music which had the specific
character, lyrics and the way of performance. In this study, mentioning the origin of
Mawlawiyah music, the symbolic movements of sema’s action and musical values of
ceremonies of Mawlawiyah, we are going to point to the contribution of this art to Turkish and
Eastern music and to the cultural importance of it.
Key words: Mawlawiyah, music, sema, Turkish culture
―――――――――
Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik
ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir.
Erciyes Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
9
GiriĢ
10
Ġnsan duyguları içinde en yoğun, en yüksek
seviyeli, en fazla etkileyici olanı aĢktır. Ondan
daha esrarlı olanı yoktur. Mûsikî de duyguları
ifade etmede en güzel vasıtalardan biridir. AĢk
bilinmez, çözülmez ancak bazı Ģeylerde onun
tecessüm ettiğini, yaratılmıĢ olanlarda, aĢkla
yaratıĢın eserini görebiliriz. AĢkın, kendisinde
tecessüm ettiği kiĢilerden birisi de Mevlânâ‟dır.
Öyle bir Ģahsiyet ki “Asr-ı saadetten sonra beĢeriyet henüz daha samimisini, daha heyecanlısını,
daha merhametlisini, daha vefalısını, daha coĢkununu tanımamıĢtır.”1 Ģeklinde tavsif edilmiĢtir. Ölümünün arkasından 737 yıl geçti. Bütün
dünyanın ilgisini çekmeye devam etmektedir.
Birçok ülkede çok sayıda insan onu anlamaya
çalıĢmaktadır. Onu anlamak için Farsça öğrenmektedir. Mevlevî mûsikîsini araĢtırmakta, bu
sebeple Türk mûsikîsini öğrenmektedir. Yüzyıllardır tüm dünya insanlarını bu kadar yakından
ilgilendiren, peĢine takan Ģeyin Mevlânâ‟daki
bilgi ve aĢk olduğu ortadadır. Evet aĢkın olduğu
yerde, güzel sanatların her Ģubesini görmek
mümkün. Özellikle musikiyi. Mevlevîlik de aĢk
esası üzerine bina edildiği için bu binanın temellerinden birisi de mûsikîdir diyebiliriz. Nitekim
Mevlânâ‟nın zamanından beri zikir meclisinde
mûsikî kullanılmıĢ ve Mevlevîlikte kullanılmaya
devam ediyor.
Mesnevi‟nin ilk beyitlerinin “ney” ile ilgili
olması tesadüf değildir. Mevlânâ‟nın verdiği bu
ilham yüzyıllar boyunca milyonları etkilemiĢ,
mûsikîde yeni bir türün doğmasına sebep olmuĢtur: “Mevlevî ayini”. Mevlevî ayinlerinin
kaynağı -onun zamanında günümüzdeki Ģekliyle
icra edilmese de- Mevlânâ‟dır. Ayinler, onun
meclisinde, vecd ve zevk eseri olarak herhangi
bir usûl ve kaideye bağlı kalmaksızın zaman
zaman yaptığı semâlardan alınan ilhamla, kendisinden sonra düzenlenip geliĢtirilerek ĢekillenmiĢtir.2
1. Mevlevî Mûsikîsinin Ortaya ÇıkıĢı
Mevlânâ‟ya göre mûsikî, insana mutluluk
verir, cana safâdır, ruhu arındırır.3 Mevlânâ‟nın
bu düĢünceye sahip olmasında onun ilmî-fikrî
donanımının ve kiĢilik özelliklerinin etkisi büyüktür. O Ģiiriyle, sanatıyla, düĢünce ve fikirleriyle coĢkun bir sufidir, doyumsuz bir aĢk içinde
Ģiirle, mûsikî ile yoğrulmuĢtur.4
―――――――――
Abdülkadir Karaaslan, “Mevlânâ‟nın ġahsiyeti”, Mevlânâ
Güldestesi (1968), s. 30 (17.12.1954 Vatan gazetesinden)
2 Nuri Özcan, “Mevlevî Ayini”, DİA, c. XXVIII, s. 464.
3 Mehmet Önder, “Mevlânâ Celâleddin”, Mevlânâ Güldestesi
(1970), s. 10.
4 Önder, “Mevlânâ Celâleddin”, s. 10.
1
N. S. Banarlı, Mevlânâ‟nın, mûsikîyi hangi
amaçla kullandığı hakkında Ģunları söyler: “BaĢta söz sanatı (Ģiir) olmak üzere bütün güzel
sanatları “nefis” denilen ağır yükten kurtarmak
için kullanmıĢtır.”5
Mevlânâ nasıl sema ederdi? Tabii ki onun
semaında günümüzdeki gibi tespit edilmiĢ kurallar yoktu. Gölpınarlı‟ya göre herhangi bir
vesileyle cezbeye, vecde gelince sema etmekteydi.6 Mevlânâ‟nın düĢüncelerinin bir tarikat kimliğine bürünüp teĢkilatlandırılması oğlu Sultan
Veled‟in zamanında baĢlamıĢtır.7 Mevlânâ,
Sultan Veled ve ilk Çelebiler zamanında sema
esnasında söylenmek için özel olarak hazırlanmıĢ eserler (Mevlevî ayinleri) yoktu. Kavval ve
güyende denilen hanendeler, Ģeyyad denilen
çalgı çalanlar aĢıkane Ģiirleri terennüm edip
semaın vecd vasıtası olurlardı.8 Ancak Mevlevî
âyininin belli bir âdâb ve erkâna tâbi olarak
yapılması XV. yüzyılda Sultan Veled‟in torunu
Emîr Âlim Çelebi‟nin oğlu Pîr Âdil Çelebi dönemine rastlar.9 Bu konudaki son düzenlemeler
ise Konya‟daki âsitânenin Ģeyhlerinden Pîr
Hüseyin Çelebi tarafından XVII. Yüzyılda gerçekleĢtirilmiĢtir. “Mukābele-i ġerîf” adıyla da
anılan Mevlevî âyini haftada bir defa Ġstanbul
dıĢındaki dergâhlarda Cuma namazından sonra,
Ġstanbul Mevlevîhânelerinde ise haftanın belirli
gününde öğle veya yatsı namazının ardından
Mevlevîhânelerin “semâhâne” denilen bölümünde yapılırdı. Ayrıca “ihyâ geceleri” adı verilen kandil ve bayram geceleriyle hilâfet
merâsimlerinde de âyin icrâ edilirdi.10
Mevlânâ zamanında kudüm, ney ve rebap
kullanıldığını Ģiirlerinden çıkarmak mümkün:11
―――――――――
Nihad Sami Banarlı, “Mevlânâ‟nın Vuslat Gecesi”,
Mevlânâ Güldestesi, (1968), s. 37 (17.12.1960 tarihli
Hürriyet‟ten)
6 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, Ġstanbul:
Ġnkılap ve Aka 1963, s. 71. Gölpınarlı, burada “nara
atardı”, Ģeklinde ifadelere de yer veriyor ki cezbe kelimesi,
günümüzdeki meczupla bir araya getirildiğinde yanlıĢ
anlaĢılmaya sebep olabiliyor. Bu da Mevlânâ gibi bir
entelektüelin ilmî, fikrî konumuna zarar veriyor
kanaatindeyiz.
7
Cinuçen Tanrıkorur, Mevlevîliğin, Sultan Veled
tarafından babası Mevlânâ‟nın insanlık felsefesini ve
yaĢama tarzını takliden kurulmuĢ, sonra zamanla adap ve
erkânıyla müesseseleĢmiĢ bir tarik (tasavvufi anlamda
Allah‟a ulaĢma yolu) olduğunu yazıyor. Bkz. Tanrıkorur,
Osmanlı Dönemi Türk Mûsikîsi, Ġstanbul: Dergâh Yay., 2003,
s. 109.
8 Selami Bertuğ, “Sema‟ ve Eski Bir Kitabda Bulunan Âyin
Notası”, Mevlânâ Yıllığı (1963), s. 74; Gölpınarlı o zaman
okunan bu Ģiirlerin bestelerinin de anonim olabileceğini
belirtir. Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, Ġstanbul: Ġnkılap ve
Aka, 1983, s. 455.
9 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 75.
10 Nuri Özcan, “Mevlevî Ayini”, DİA, c.XXVIII, s. 464.
11 Tanrıkorur, ODTM, s. 108; Sonraları Türk müziği
sazlarının birçoğu kanun, ud, kemençe ve tanbur
kullanılmıĢtır. Hatta Galata Mevlevîhanesinde bir defa
5
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
KamıĢ kuru, çomak kuru, bakır kase üzerine gerilen deri de kuru.
O halde bu Allah sesi nereden geliyor.12
Mevlânâ‟nın mûsikîye bakıĢını nasıl değerlendirmek gerekiyor? Halil Can‟ın ifadesiyle,
onu bir tarikat kurucusu, bir tekke Ģeyhi veya
pir olarak anlamamak, onu aĢk, musiki ve raksın
meftunu adeta sembolü bir hakîm13 görmek
gerek. Onu, zamanın kültüründen haberdar bir
entelektüel saymak bu sebeple mûsikî bilgisi
olan birisi kabul etmek -rebap çaldığı rivayetleri
de dikkate alınırsa-14 zorunludur. “KamıĢ denilen bitkinin ve ney denilen nefesli sazın ne
kadar yalnız, ne kadar yanık, zayıf, hisli ve o
ölçüde ifadeli, güçlü bir nesne olduğunu Ģiir ve
felsefe tarihinde ilk keĢfedenin Mevlânâ olduğunu15 Arap ve Ġranlı Ģairleri iyice okuduğunu,
Ġbn Sina ve diğer Ġslam filozoflarının felsefi
nazariyelerini adamakıllı bildiğini16 göz önünde
bulundurursak Ģu rivayetler Mevlânâ‟nın yukarıda arz edilen kimliğine gölge düĢürür: Mevlânâ
bir gün kuyumcular çarĢısından geçerken
Selahaddin-i Zerkûb‟un dükkânından çekiç
seslerini duymuĢ vecde gelerek semaa baĢlamıĢ
ve Selahaddin‟i de semaa çekmiĢ ancak
Selahaddin yorulmuĢ semaı bırakmıĢ fakat altınların ziyan olmasına rağmen çıraklarına altını
dövmelerini emretmiĢ. Yine Mevlânâ birisinin
pazarda dilgü dilgü diye tilki sattığını görünce
vecde gelerek sema etmeye baĢlamıĢ ve “dil kû
dil kû…(gönül nerede..) anlamına gelen beyti
okumuĢ medreseye kadar dönerek gitmiĢ.17
Mevlevîliğe ait bazı değerleri tezyif ettiği için
Gölpınarlı‟yı eleĢtiren Asaf Halet Çelebi de bu
rivayetlere rahatça yer verebilmektedir.18 Bu tür
rivayetlerin menkıbe kitaplarında yer alması
mümkündür ancak bugün bunları üstelik bilimsel yazılarda, toplantılarda kullanmanın
Mevlânâ‟yı yüceltmeye ne kadar yarayacağı
piyano denenmiĢ ancak esasa uymadığı görülerek
terkedilmiĢ. Viyolonsel sazı da denemiĢtir baĢarı
sağlanmıĢtır. Bkz. Nezih Uzel, “Paris‟de Mevlevî
Semineri”, Mevlevî Güldestesi, (1975), s. 48; Charles
Fonton‟un eserinde mevcut bir çizimde tanbur ve musikar
yer almaktadır. Bkz. 18. Yüzyılda Türk Müziği, (Çev. Cem
Behar), Ġstanbul: Pan Yay., 1987, s. 92; Avrupaî keman ve
çeng için bkz. Mahmut Ragıp Gazimihal, Konya‟da Musiki,
Ankara: CHP Halkevleri Yayını, 1947, s. 29.
12 M. Refi‟ Cevad Ulunay, “Mevlevîlikte Rumuz”, Mevlânâ
Yıllığı (1963), s. 16; “Sema, Sema Ayini ve Mevlevîlik, ”
Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 56.
13 Halil Can, “Dînî Musiki”, Musiki Mecmuası, sayı 308,
(Haziran 1975) s. 25.
14 Halil Can, “Dînî Musiki”, s. 25; Selami Bertuğ, “Sema‟
ve Eski Bir Kitabda Bulunan Âyin Notası”, s. 74.
15 Ahmet Kabaklı, “Çıldıran Ney”, Mevlânâ Güldestesi,
(1968), s. 47. (15.11.1963 tarihli Tercüman‟dan).
16 Gölpınarlı, Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, s. 441.
17 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 64-65
18 Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Ġstanbul:
Nurgök 1957, s. 149-179.
tartıĢılmalıdır. Mevlânâ‟yı büyük bir din ve sanat
bilgini olarak kabul edeceksek böyle menkıbeleri tekrar etmeye ne hacet?
Mevlânâ‟dan çok daha önce sema kelimesi
mûsikî/mûsikî dinleme karĢılığı Ġslam literatüründe kullanılmaktaydı. Adabu‟s-sema, ġerhu‟ssema risaleleri mevcut idi. Mesela vefatı 912
olan Ġbn Hurdazbiz, Kitabu Adabi‟s-Sema‟yı
yazıyor, fıkıhçılara karĢı semaı savunuyor.19
1191 de Halep‟te Ģehit edilen ĠĢrakilerin Ģeyhi
ġihabüddin Sühreverdi semaın bir ibadet olduğunu ilan ediyor.20 Mevlânâ‟nın yaĢadığı asır,
bilim tarihi açısından çok önemli eserlerin kaleme alındığı, mûsikî teorisine dair de Urumiyeli
Safiyyüddin‟in iki büyük eser yazdığı dönem.
Kısacası mûsikî/sema denen olgu biliniyor ve
Mevlânâ da bunu kullanıyor doğal olarak. Bunu
birtakım meczub hareketlerle anlatmak pek
mantıklı görünmüyor. Menkıbe kitaplarında yer
alan bu rivayetlerin hâlâ kullanılması kabul
edilebilir olmasa gerek.
Türk mûsikîsi, Doğu mûsikîsi kavramları
içinde bir de Mevlevî mûsikîsi adlandırması ne
kadar doğrudur? Mevlevî mûsikîsinin hususiyeti
nerededir? Mesut Cemil bu yönde kendisine
sorulan bir soruya Ģöyle cevap veriyor. “Mevlevî
musikisi de Ġslam-ġark musiki müessesesi içinde, yalnız bu musikiye has malzeme ve unsurlarla meydana getirilmiĢ fakat Ģekil ve karakterindeki özellikleri ile ayrı bir üslup, mektep
vasfını ve Mevlevî musikisi adını kazanmıĢtır.
Gerçekten Osmanlı Türklerinin klasik devrinde
Mevlevî seremonisine refakat eden “ayin-i Ģerif”
müzikal formunda telif edilmiĢ musikinin, cami
musikisinden, klasik profan musikiden, halk
musikisinden, askeri yeniçeri musikisinden bu
üslup ve iklim bakımından maada icra, Ģekil ve
Ģartları, vasıta ve aletleri ile de ayrılarak istiklâl
kazandığını zengin repertuarını tetkik ederek
görüyoruz.”21
2. Mevlevî Ayinleri
Ayinler, na‟t-i Ģerif, ney taksimi, Sultan
Veled devri denilen üç devir, dört selamdan
oluĢan sema, Kur‟andan bir aĢır, bir dua ve
gülbanktan ibarettir.22
Burada Mevlevî ayinlerinin nasıl icra edildiği konusuna girmeyeceğiz. Ayinlerdeki ve bu
ayinlerin icra edildiği mekândaki her bir unsura
Mevlevîliğin hangi sembolik anlamları yüklediğini belirterek, müziğin ve zikrin, bir arada ne
―――――――――
Bkz. Farmer, The Sources of Arabian Music, Leiden: 1965,
s. 25.
20 Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 177,
21 Mesut Cemil, “Mevlevî Musikisi”, Musiki Mecmuası, sayı
190 (Aralık 1963), s. 260.
22 M. Refi‟ Cevad Ulunay, “Mevlevîlikte Rumuz”, Mevlânâ
Yıllığı (1963), s. 15.
19
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
11
kadar felsefi anlamlar kazandığını ve bu ameliyenin insan eğitiminde ne denli büyük bir yer
tuttuğuna değineceğiz.
12
Mevlevî mûsikîsini, Mevlevî ayinleri oluĢturur. Mevlevî ayinleri, Nâyî Osman Dede‟nin
Miraciyesi (2.5 saat süren icrası ve çok sayıda
makam kullanması ve tek örnek olması ilginçtir)23 hariç tutulursa, Türk mûsikîsinin en asil,
en sanatlı, en nadide eserleri sayılmıĢtır. Bu
eserler ses veya saz icracıları için de birer “mektep eser” olarak görülmüĢlerdir.24 Ayin bestekârlığı diğer tarz bestekârlıktan büsbütün baĢka
vasıflara ihtiyaç gösteren bir Ģube kabul edildiği
için her bestekârın ayin besteleyemeyeceği ifade
edilir.25 Diğer Türk müziği repertuarına nispetle
çok az sayılabilecek ayin vardır. Tanrıkorur‟un
verdiği bir listeye göre, 103 adet ayin bestelenmiĢtir. (Hüseyin Sadettin Arel‟in bestelediği 51
ayini ise hiç icra edilmedikleri gerekçesiyle listeye dahil etmemiĢtir.)26 Mevlevî ayinlerinin üç
tanesi 16. yüzyıldan kalmadır ve bestekârı belli
değildir. Pençgah, Dügah ve Hüseyni üç eser.27
17 yüzyıldan ise bir eser kalmıĢtır.28 Günümüze
bu kadar az sayıda eser kalmasının sebebi bütün
Doğu mûsikîlerine has bir durum sebebiyledir.
Nota kullanımı kabul görmemiĢ, usta çırak
iliĢkisi/meĢke dayalı öğretim sistemi ile sayısız
eser tarihin karanlıklarına gömülmüĢtür. Oysa
Doğu mûsikîsi Urmevî ve Kutbeddîn-i ġîrâzî
gibi dehalara sahiptir ve onların harf nota sistemleri 13. yüzyılda ortaya konmuĢtur. Ancak
Doğu toplumları bunları yüzyıllarca ihmal etmiĢlerdir.
3. Ayinleri Nasıl Tanımladılar?
―――――――――
Sadettin Heper, Miraciye‟yi klasik Türk mûsikîsi
repertuarımızın en kıymetli varlığı ve Osman Dede‟nin
mûsikî sahasındaki dehasının en baĢta gelen delili olarak
kabul eder. Bkz. Heper, “Türk Musikisi ve Nây-î Osman
Dede”, Mevlânâ Güldestesi, (1964) s. 62.
24 Ayinlerdeki üstün sanatı ifade etmek için çeĢitli
tanımlamalar yapılıyor. Örneğin Halil Can ayinlerden
bahsederken, onlara abide diyor. BaĢlarındaki peĢrevleri de
o abidelerin giriĢlerine yapılan çok süslü bağçeler olarak
nitelendiriyor. Halil Can, “Mevlevî Musikıysinde Beyatî
Ayinin Yeri ve Bestekârı”, Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 52;
Galip Alnar, Mevlevî ayinlerinin daima öteki tekke
musikilerinin önünde olduklarını belirtir ve onları yüksek
sanat musikisiyle yarıĢmaya savaĢan sanatkârca ve çok ince
bir musiki olarak niteler. Bkz. “Mevlevî Musikisi”, Türk
Musikisi Dergisi, sayı 29. (Mart 1950), s. 7.
25 Halil Can, “Ruy-i Irak Ayin-i ġerifi Bestekârı Ahmed
Avni Beyefendi”, Mevlânâ Güldestesi (1965), s. 66.
26 Tanrıkorur, Osmanlı Dönemi Türk Musikisi, Ġstanbul:
Dergâh yay., 2003, s. 126 vd.
27 Sadeddin Heper, “Mevlevî Âyinleri”, Mevlânâ Yıllığı (1963), s. 60; Bu üç ayini Meragi, Molla Cami,
Meragi‟nin oğlu Abdülaziz‟in bestelemiĢ olabileceği yolunda düĢünceler var. Bkz. Köroğlu, Erdoğan, “Mevlevî
Âyinleri ve Usullerimiz”, Musiki Mecmuası, sayı 134 (Nisan
1959), s. 57.
28 Sadettin Heper, “Eylül Töreni”, Mevlânâ Güldestesi
(1965), s. 49.
23
Ayinleri niçin seviyorum diyor Osman ġevki Uludağ. Cevabı Ģöyle: “Herhalde mistik ruhlu
olduğum için değil. 15. asırda yapılıp bugün hâlâ
tazeliğini muhafaza eden çinilerle döĢenmiĢ bir
duvar, abanozdan yapılmıĢ bir çekmece veya
kutuya, yorgunluk bıkkınlık duyulmadan yapılan
sedef yahut fildiĢi iĢlemeler, bir santimetre karesinde elliden fazla atması bulunan ve genel
heyeti ile dikkatli bir ressamın fırçasından çıkmıĢ sanılan ince ipek bir halı, bende ne tesir
yaparsa bu ayinler de bana aynı sanat, zevk,
sabır, titizlik tesiri yapar.”29
Mesut Cemil ayinler hakkında Ģöyle diyor:
“Mevlevî musikisi dans, Ģiir, jest, kostüm, ıĢık
ve mizansen gibi sanat ve sanat unsurları ile
beraber geliĢmiĢ fakat hepsinden ziyade saf musiki
olarak da tesir değerinden kaybetmeyecek bir sıhhat ve
sağlamlık gösterebilmiştir. Mevlevî tekkeleri ve
dergâhlarının fonksiyonu kalmadığından beri
Mevlevî ayininin bütünündeki vizüel unsurlar
kısa bir zaman içinde kaybolmuĢtur. Henüz bazı
derviĢler ve Ģeyhlerin hayatta ve tam bir ayini
icraya yetecek sayıda oldukları yakın geçmiĢ
senelerde bu eski ve bütün dünya kültür ve
sanatı bakımından son derece değerli eserin
filmle tespiti iĢi mümkün olmamıĢtır…Bu ayinlerden Ģu veya bu vesile ile dinlemeye muvaffak
olduğumuz dağınık ve bir bütün fikri vermekten uzak parçalar bile hatta mesnevinin farsça
metnini anlamadığımız halde bile hatta çalan ve
söyleyenlerin mikrofonunun arkasına saklandıkları Ģartlar altında bile en geliĢmiĢ bir musiki
kültürünün halis iĢaretlerini vermektedir. Mevlevî
na‟tının ve ayinlerinin yalnız bir kısmını, az muvaffak
icra imkânlarıyla dinleyen pek çok batılı musiki şahsiyetlerini veya başka meslekten kültürlü yabancıların
hayret ve heyecan içinde kaldıklarına şahit olduğumu
söylerken o anlardaki gibi acı duyuyorum. Mevlevî
sanatı ve sadece Mevlevî musikisi sanat tarihimizde ve dünya sanat tarihinde karanlıklar içinde kalmıĢtır. Sanat tarihçilerimiz kadar geleceğin
sanatçı ve bestecilerine bakir ve zengin kaynak
olduğundan Ģüphe edilemez.30
Heper, ayinlerin Türk müziğinin terakkisine
yaptığı katkıyı Ģöyle dile getirir: “Mevlevî ayinleri klasik musikimizin esasını teĢkil eden muazzam eserlerdir. Bu ayinlerin musikimizin inkiĢaf
ve tekâmülünde baĢlıca amil olduklarına Ģüphe
yoktur.”31
Mevlevî
ayinlerini
klasik
Osmanlı
mûsikîsinden ayıran Necip Asım Bey‟in görüĢleri önemlidir. O, ney ve kudüm ile Mevlevîhane―――――――――
Osman ġevki Uludağ, “Mevlânâ ve Musiki”, Türk
Musikisi Dergisi, sayı, 24 (1949), s. 3.
30 Mesut Cemil, “Mevlevî Musikisi”, Musiki Mecmuası, sayı
190 (Aralık 1963), s. 260.
31 Sadettin Heper, “Musikimiz ve Mevlevî Ayinleri”,
Musiki Mecmuası, sayı, 190 (Aralık 1963), s. 261.
29
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
lerdeki sema fasıllarının o mekânlara gerçekten
uygun, vecd veren Ģeyler olduğunu vurgularken,
bunun da sebebini, o müziğin Türk zevkine
uygunluğuna ve asli vatanın mahsulatından
olmasına bağlar.32
Türk Mûsikîsinin lâ-dinî sahasında yaĢanan
bozulmanın, Mevlevî âyini besteciliğindeki
gelenekçi yapının korunması sebebiyle bu sahaya çok fazla sirâyet edemediği, Mevlevî
âyinlerinin lâ-dinî sahada yapılan eserlere de
tesirleri olduğu bir gerçektir.33
4. Semboller
Mevlevî ayini sadece müzik olmayıp sadece
görsel unsurlardan da ibaret değildir. BaĢtan
sona bir takım sembollerle örülüdür. Sembollere geçmeden önce ayinlerin, insan eğitimindeki
rolüne dair birkaç hususa vurgu yapmakta yarar
var:
Mevlevî ayininin tam bir zikir olduğunu
Tanrıkorur Ģöyle ifade eder: “Mevlevî zikri
kıyâmi, devrâni, hafî yapılan bir zikir türüdür.
Müziğin eĢliğindeki -sadece devran eden semazenlerin çıplak veya mesli ayak hıĢırtılarının
duyulduğu- bu sessiz zikirde sağa sola, öne
arkaya baĢ veya vücudu döndürmek ya Allah
veya Allah hu nidaları çıkarmak ve hançereyi
ritmik nefes alıĢ-veriĢleriyle zorlamak yoktur.
Zikir gizlice Ġsm-i Celal çekmekten ibarettir.
Mevlevî mûsikîsi mana olarak sathi taĢkınlıkların çok ötesinde insana yaratılıĢındaki amacı
düĢündürüp deruni bir vecd içinde onu mana
aleminin burçlarına kanatlandıran bir mûsikîdir.
Hele Mevlânâ‟nın gerek murakabe gerek cezbesinde mûsikînin yeri ve önemi göz önüne alınacak olursa Mevlevîliği mûsikînin dıĢında düĢünmenin mümkün olmadığı kendiliğinden
ortaya çıkar. Bu açıdan Mevlevî ayininin bütün
nizam ve sembolleriyle semavî bir mûsikî olduğu söylenebilir.34 Mevlevîhaneler insan eğitim
yapan mekânlardır: “Mevlevîhaneler insanı en
ham halinde alıp çeĢitli bedeni fikri ve ruhi
eğitim devrelerinden geçirerek piĢirdikten sonra
insan-ı kâmil haline getirmeyi amaçlayan manevi
ocaklardı. Asitane adı verilen büyük mimari
programlı (1001 günde çile çıkarılıp dede olunabilen) Mevlevîhanelerin eğitim bölümü olan
―――――――――
Necip Asım, “Türk Musikisi” Malumat, sayı 103 (5
TeĢrîn-i Evvel 1313), s. 1065-1066; Fazlı Arslan, “Erken
Cumhuriyet Dönemi Türk Musikisi Siyasetinde Necip
Asım”, Doğu Araştırmaları, sayı 3 (2009/1), s. 43.
33 Bkz. AyĢe BaĢak Ġhan, XIX. Yüzyıla Kadar Olan
Mevlevî Âyinlerinde Usûl-Vezin İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi,
Ġstanbul 2006, s. 6.
34 Tanrıkorur, ODTM, s. 111; Mevlevî ayinlerini, Ahmed
Avni Konuk, ahkâm-ı Ģeriyyeyi icradan sonra yapılan bir
meclis-i aĢktır” Halil Can, “Dini Musiki”, Musiki Mecmuası,
sayı 308 (Haziran 1975), s. 26; Halil Can, “Ruy-i Irak Ayini ġerifi Bestekârı Ahmed Avni Beyefendi”, s. 66.
32
matbah-ı Ģerifte piĢirilen yemek değil derviĢ
(yani insan) idi.”35
Mevlevî ayini, sema, raks, devran, zikir vb.
birçok adlandırmalarla ifade edilmektedir. Raks
olarak tanımlamaya karĢı çıkan, yazarı belli
olmayan bir yazıda “sema” fikrî bir ibadet olarak tavsif edilir: “Mevlânâ‟nın çok sevdiği sema
bir ibadet-i fikriyedir. Bilmeyenler buna raks derler.”36
Mevlevîlikte âyinin sembolik anlamlarına
gelince M. Refi‟ Cevad Ulunay‟ın ifadesine göre
ayin tamamen rumuzdur. Ayinde en ufak bir
hareket dahi rumuz dıĢına çıkamaz.37
Mevlevî âyininin kendisi, kıyamet gününü
tasvîr eder.
Mevlevî derviĢinin baĢındaki sikke mezar taşı, tennure kefeni, sırtındaki hırkası da kabridir.
Kâinâtı temsil eden semâhânenin sağ tarafı görünen
maddî âlem (nâsût âlemi), sol tarafı ise görünmeyen mânâ âlemidir (gayb, melekut âlemi).
Ney insan-ı kâmili, neyin üflenmesi ölümden sonra
sur sesiyle dirilmeyi anlatır.38
Kudümün ilk vuruĢu Allah‟ın “Kün (Ol)”
emrinin ifadesi olup kalkarken yere ellerle vurma hem olmayı hem de sûru iĢitince kabirden
kalkmayı (haĢr) temsil eder.
Semâhânenin, hatt-ı istivânın baĢlangıcı sayılan noktası, yâni şeyhin bulunduğu yer mutlak
varlık âlemine, tam karĢısındaki nokta ise insan
mertebesine iĢârettir. Bu durumda posttan sağa
doğru hareket mutlak varlıktan insana iniĢi
(kavs-i nüzûl), hattı- istivânın sonunda posta
sola doğru yürüyüĢ ise insandan mutlak varlığa
çıkıĢı (kavs-i urûc), yâni seyr-i sülûkü (mânevî
olgunluğa eriĢme yolculuğu) anlatır. Bu da tasavvuftaki devir anlayıĢının Mevlevî âyinine
aksetmesidir.
―――――――――
Tanrıkorur, ODTM, s. 109-110.
“Sema, Sema Ayini ve Mevlevîlik, ” Mevlânâ Güldestesi
(1965), s. 54.
37 M. Refi‟ Cevad Ulunay, “Mevlevîlikte Rumuz”, s. 14.
38 Sembollerde sıralama da yapılmıĢtır. Mevlevîlikteki
ilk sembolün ney ikinci sembolün de kudüm olduğu ifade
edilir. Mevlânâ neyle insanı remzeder. Ney yani insanın
vatan-ı aslisinden ayrılıĢı Mesnevi‟nin dibacesinde yer
almıĢtır. Dinle neyden ki Ģikayet ediyor. Ayrılıkları hikâyet
ediyor.
Ġkinci sembol kudümdür. Kudüm, kamus manasına göre
bıçağın taĢa vurulmasıdır ki buna tasavvufta vücudun
insilahı derler. Mevlevîler bu insilah-ı vücudu semaa
kalktıkları zaman üzerlerinden hırkaları atarak tecerrüdü
remzederler. M. Refi‟ Cevad Ulunay, s. 14-15; “Sema,
Sema Ayini ve Mevlevîlik, ” Mevlânâ Güldestesi, s. 56;
Mesnevi‟nin ilk beytine oldukça farklı ve ilginç bir anlam
yükleyen Ahmet Kabaklı‟ya ait yazı en sonda yer
almaktadır.
35
36
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
13
Devr-i Veledî‟deki üç dönüĢ ilme‟l-yakîn,
ayne‟l-yakîn ve Hakka‟l-yakîn mertebelerine
aynı zamanda mutlak varlıktan cansızlar, bitkiler
ve canlılar âlemine eriĢmeye iĢarettir. Semâ
esnâsındaki selâmlar zât, sıfat, fiil, vahdet gibi
tasavvufî anlamlar taĢır. Birinci selâm insanın
Allah‟ı ve ona kulluğunu idrak etmesi, ikinci
selâm insanın Allah‟ın büyüklüğü ve kudreti
karĢısında hayranlık duyması, üçüncü selâm
insanın hayranlık duygularının aĢka dönüĢmesi,
Hakk‟a tam teslîmiyet yâni vuslattır. Dördüncü
selâm ise mânevî yolculuğunu mi‟râcını tamamlayan insanın yaratılıĢtaki vazîfesine, kulluğuna
dönüĢüdür.39
5. Mevlevîhanelerin Konservatuvarlar ve
Güzel Sanatlar Akademileri ĠĢlevi
14
Mevlevîhanelerin güzel sanatlar akademisi,
konservatuvar, Edebiyat fakültesi olarak hizmet
ettiğini vurgulayan Süheyl Ünver, Mevlevîlerin
güzel sanatlarla iliĢkisi konusunda Ģöyle der:
“Mıtrıbde vazife ile veya misafir olarak bulunanlar dedenin odasında musiki sohbetleri,
temrinleri yapıyorlar. El iĢlerine meraklı olanlar
yine bunlardan her birine meraklı bir dedenin
odasında
resimle
tezyinatla,
oymacılık,
hakkâklık, güzel yazı öğrenim ve öğretimine
devam ediyorlar. Resim yapanlar, levhaları tezhip usuliyle süsleyenler, ciltlere elleriyle nakıĢ
yapan ve bunları vernikle ömrünü artıran ciltçiler.”40 ÇeĢitli sanat dallarında ustalaĢmaları
ruhlarının inceliği ile bizzat ilgilidir. Ruhun
inceliğinde de mûsikînin rolü inkâr edilemez.
Bu hakikat, aslında bütün tarikatlarda vardır:
“Dergâhlar (genel anlamda tekkeler) insanı
sadece en ham ve karmaĢalı halinde alıp uzun
süren bir eğitim (çile) sonunda „piĢmiĢ‟ bir insan-ı kâmil haline getirmekle kalmıyor. Zikir
sema ve nevbe meclisleri içinde onu mûsikî ile
de eğiterek ruhunu tasfiye ediyorlardı.”41 Mevlevîlikte mûsikî iĢte bu amaç için kullanılmıĢ.
Mûsikîsiz devranın ne kadar mümkün olabileceği gerçekten düĢünülmelidir. Mûsikînin bu
sahada kullanılması -hem de en sanatlı eserlerle/ayinlerle- gerçekten önemlidir.
“Mevlevîlerin zikri olan sema, mutlaka
mûsikî eĢliğinde yapıldığından, Mevlevîhanelerde42 az sonra değineceğimiz gibi nazarî ve amelî
―――――――――
Özcan, “Mevlevî Ayini”, s. 465; Ayrıca bkz. Tanrıkorur,
ODTM, s. 111.
40 Süheyl Ünver, “Mevlevîlik Medeniyeti”, Türk Yurdu
Mevlânâ Özel Sayısı (Temmuz 1964), s. 38. Ayrıca bkz.
Tanrıkorur, ODTM, s. 109.
41 Tanrıkorur, ODTM, s. 108; Ayrıca bkz. Süleyman
Arısoy, “Mevlevî Musikisi Ruhiyatı” Musiki Mecmuası, sayı,
142 (Mevlânâ Özel Sayısı), s. 310.
42 Süheyl Ünver, Feridun Nafiz Uzluk‟tan naklen Osmanlı
havzasında yüz civarında Mevlevîhane olduğunu
yazmaktadır.
Bkz.
“Osmanlı
Ġmparatorluğu
39
mûsikî eğitimi yaptırılmıĢ, bu sebeple Türk
mûsikîsinin en büyük bestekârları ve nazariyecileri Mevlevîhanelerden yetiĢmiĢlerdir. Ünver‟in
ifadesiyle, yaradılıĢları itibariyle çok hassas ve
kabiliyetli olanlar arasında bestekârlar yetiĢmiĢtir. Yine Ünver, ney sazının ancak Mevlevîlerden öğrenilebileceğini kaydeder.43 Bu eğitimin
yanı sıra eski edvarlardan yararlanarak yeni Türk
müziği nazariyatının tespitinde, eserlerin notaya
alınarak gelecek nesillere intikâlinde Mevlevîlerin hizmeti büyüktür. Dolayısıyla Klasik Türk
müziğinin Mevlevîhanelerde korunduğunu,
geliĢtiğini söylemek gerekir.
Osman ġevki Uludağ da bu hususta Ģöyle
yazmaktadır: “Mevlevîler musikinin haĢmetli
saraylarını yapmıĢlardır. Türk ruhu bu süslü ve
ihtiĢamlı musikiyi yarattığı gibi onun sade güzelliğini de yapmıĢtır. ĠĢte Mevlevî ayinlerinin
karĢısında BektaĢi nefesleri ki ötekilere tavus
kuĢu dersek bunların adı güvercin olmuĢ olur.
Birisi ifrat derecesinde süslenmiĢ, gururlu,
vekarlı, heybetli, beriki ise sade, güzel, civelek,
zariftir.”44
Mevlevî sanat anlayıĢının mahsulü olarak ilk
anda akla gelen isimler Ģunlardır: Osman Dede,
Kûçek DerviĢ Mustafa Dede, Itrî, Neyzen Yusuf PaĢa, III. Selim, Hamamizade Ġsmail Dede
(efsane) ġeyh Galip, Esrar Dede, Nasır
Abdülbaki Dede, Zekâi Dede, Zekâizade Hafız
Ahmed Irsoy, Ahmed Avni Konuk, Bolahenk
Nuri Bey.45
Rauf Yekta, Farabî zamanından itibaren ilk
Osmanlı padiĢahları devrine kadar birçok nazariyecilerin çıktığını fakat son yüzyıllarda
mûsikînin nazari cephesinin tamamen terk
edildiğini, mûsikîĢinasların paĢaları ve büyük
asilzadeleri eğlendirmek için bu sanatı icra ettiklerini belirtir. Farabî ve Ġbn Sina gibi isimleri
zikrettikten sonra kendi zamanında bir Türk
mûsikîĢinası tarafından hiçbir eser yazılmadığını, Farabî, Ġbn Sina gibi nazariyecilerin tesis
ettikleri kurallara göre kendi öz mûsikîsinin
nazariyesini izah etmeye muktedir yeni bir Türk
mûsikîĢinasının da bulunmadığını ifade eder.
Kendisinin mûsikî nazariyesi çalıĢmaları için bir
hoca aradığını ve aradığını da Beyoğlu
Mevlevîhanesinde bulduğunu belirtir. Bu isim
adı geçen Mevlevîhanenin Ģeyhi Ataullah Efendi„dir.
Rauf Yekta Türk Mûsikîsi nazariyatını ihya
etmek için eski mûsikî yazmalarından yararlanır.
O dönemde (1890‟lar) farklı mûsikî üstatları ve
Mevlevîhaneleri ve Son ġeyhleri”, Mevlânâ Güldestesi (1964)
s. 30.
43 Ünver, “Mevlevîlik Medeniyeti”, s. 38.
44 Osman ġevki Uludağ, “Mevlânâ ve Musiki”, s. 3.
45 Tanrıkorur, ODTM, s. 109, 126-127.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
yazarlarla tartıĢmalara girer. Bunlardan en meĢhuru Ahmet Mithat Efendi ile yaptığı “Kemana
Bir KiriĢ Zammı” tartıĢmasıdır. Orada Rauf
Yekta‟nın bazı cümlelerinden anladığımız kadarıyla Ġstanbul‟da eski mûsikî yazmalarını anlayabilen ve mûsikî teorisini bilen birkaç kiĢi var ve
bunlar Beyoğlu Mevlevîhanesi ġeyhi Ataullah
Efendi,
Yenikapı
Mevlevîhanesi
ġeyhi
Celaleddin Efendi‟dir. Kendisi bu isimlerden
baĢka kimsenin Türk mûsikî teorisi hakkında
hiçbir Ģey bilmediğini iddia ile muarızlarına
birkaç soru sorar ve bu sorulara cevap alamayacağını iddia eder. Gerçekten verilen bir haftalık
sürenin ardından hatırı sayılır bir cevap alamaz.46
Bu arada meĢhur Miraciye‟nin bestekârı Beyoğlu Kulekapı Mevlevîhanesi Ģeyhi Nâyî Osman Dede‟nin de, Yenikapı Mevlevîhanesi Ģeyhi
Abdülbâki Nâsır Dede‟nin de kendilerine ait bir
harf notası icat ettikleri bilinmektedir.47
6. Mevlevî Mûsikîsine Gösterilen Ġlgi
Bu Mûsikînin Kültürel Değeri
Mevlevî ayinlerinin, hem yurt içinde hem
de yurt dıĢında icra edilmekte olduğu, son yıllarda Batılıların bu konuya çok daha fazla ilgi
duydukları bir gerçektir. Bugün ayinler bir gösteriden ibarettir. Mevlevîlik günümüzde eskiden
olduğu gibi bütün prensipleri yaĢamadığı için
yapılanlar sadece bir gösteriden ibaret kalmaktadır. Tabir caizse iĢin ruhu gitmiĢtir. Türkiye‟nin de değiĢik yerlerinde semanın hiçbir
kuralına riayet etmeden bu ayini yapmaya çalıĢanlar maalesef Mevlevîliği nasıl anladıklarını
ortaya koyan ibret verici manzaralar sergiliyorlar. Oysa semanın yukarıda değindiğimiz muhtevasına, anlamına bakılacak olursa, bu gün
yapılanlar o devasa dinî-felsefî kültürün, medeniyetin sadece bir silüeti olabilir. Semazenler
eskiden Mevlevî derviĢlerin bizzat kendileri idi.
Devran esnasında duydukları haz, vecd ve Ģevkin tarifi -kaynakların bizlere aktardıklarına
göre- mümkün değil. Bir gösteriden ibaret de
olsa bugün dahi sema törenleri Mevlânâ‟nın
felsefesini yaymak için vazgeçilmez bir vesile
―――――――――
Bu tartıĢmanın seyri için bakınız, Fazlı Arslan,
Başmuharrir‟in Mûsikîşinaslığı, Ahmet Mithat ve Müzik, Ankara: Yayınevi yay., 2009, s. 168 vd; Muhammed Ali Çergel,
Çergel, Raûf Yektâ Bey‟in İkdâm Gazetesi‟nde Neşredilen Türk
Mûsikîsi Konulu Makâleleri, Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul
2007.
2007, s. 442,440; Rauf Yekta, Türk Musikisi, s. 56.
47 Bkz. Yekta, s. 52-53; Hayri Yenigün, “ġeyh Abdülbâki
Dede”, Musiki Mecmuası, sayı 241 (Aralık 1968), s. 5.
Yekta, Abdülbaki Dede ile ilgili bilgiyi aktarırken dipnota
Ģu ilginç cümleyi not düĢmüĢtür: “Gerçekten Mevlevîlere
Türk Benediktenleri denilebilir. Çünkü bunların çoğu Ģair,
edip, musikiĢinas veya bazı sanatlarda ustalaĢmıĢ idiler.
Maalesef
bugün
içlerinden
pek
azı
eskilere
benzemektedir.” s. 53.
46
olmaya devam etmektedir. Semazenler olmadan
bir yabancıya hatta bir vatandaĢımıza dahi ayin
bestelerini dinletebilmenin ne kadar zor olduğu
açıktır. Besteler çok ağır, sözler Farsça. Ancak
semazenlerin eĢliğinde bu bestelerin icrası ilgiyi
dikkati artırıyor. Batı‟da özellikle Doğu mistisizmi ve müzikoloji çalıĢmaları yapanların sema
törenlerine çok fazla ilgi duydukları48 göz
önünde bulundurulduğunda bu müziğin
Mevlânâ öğretisinin anlaĢılmasına ne derece
katkı sunduğu açıktır.
Avrupa‟da, Amerika‟da Mevlevîliğin anlatıldığı, ayinlerin icra edildiği çok sayıda programlar yapılmıĢ ve yapılmaktadır. Ġlk yurt dıĢı Mevlevî töreni Paris‟te 1966‟da gerçekleĢtirilmiĢtir.49
1975‟te de yine Paris‟te yarı ilmî bir Mevlevî
semineri düzenlenmiĢtir. “Paris‟te Mevlevî
Semineri” baĢlıklı yazısında 1975 yılında yapılan
bu faaliyeti Nezih Uzel kaleme almıĢtır.50 Yabancıların bu konuya ilgisini en güzel ifade
edenlerden birisi olan Cinuçen Tanrıkorur‟un
bir hatırasına değinmeden geçemeyeceğim:
Tanrıkorur‟un böbrek hastalığı sebebiyle Kasım
1989‟da Washington‟da bulunduğu sırada kendisine Amerikalı iki genç geliyor ve 17 Aralık‟ta
Batı Wirginia‟da bir Ģeb-i arus töreni düzenlemek için Tanrıkorur‟un fikrini soruyorlar. 17
Aralık günü Batı Wirginia‟da bir çiftlikte bulunan hususi bir malikânede -bu malikâne mesken
olarak değil çeĢitli manevi konularla ilgili seminerler için kullanılıyormuĢ.- bir ayin icra ediliyor, ilahiler söyleniyor. Elli altmıĢ kadar Amerikalı yerde huĢu içinde oturup bu ayine katılıyor.
Tanrıkorur‟un ifadesiyle, Ģöminede yanan odunların kibar çıtırtısı dıĢında salonda çıt çıkmıyor.
O günden sonra Amerikalılar buna doymuyor
ve her on beĢ günde bir sohbet ve mûsikî için
grup arkadaĢların birinin evinde toplanıyorlar.
Bu olayı aktardıktan sonra devam eden cümleleri üstadın kaleminden aktaralım:
“BaĢlarında beyaz örtüleriyle hanımların eĢleri veya arkadaĢlarıyla birlikte yerde iki diz
üstünde niyaz vaziyetinde tertemiz yüreklerindeki derin huĢu içinde Allah hü dediklerini
görmek, insanı uzaklara ta uzaklara götürmeye
―――――――――
Karl Signel, “Mevlevîler Londra‟da”, Mevlânâ Güldestesi,
(1973), s. 55.
49 Bu tören hakkında detaylı bilgi için bkz. “Paris‟te
Mevlânâ‟yı Anma Törenleri”, Mevlânâ Güldestesi (1966), s.
65-72.
50 Nezih Uzel, “Paris‟te Mevlevî Semineri”, s. 43. Bu
seminerde semazenbaĢı Ahmet Bican Kasaboğlu semaın
bütün anlamlarını yavaĢlatılmıĢ hareketlerle Parislilere
öğretmeye çalıĢmıĢ. Nezih Uzel‟in ifadelerinde Ģu husus
dikkat çekmektedir. Seminer izleyicilerinin sabırsız
oldukları, hareketlere çabuk alıĢmak ve cezbe ismi verilen
yüksek ruhi ihtizaz derecelerine kısa yoldan ulaĢmak
istiyorlardı. SemazenbaĢı onlara tennurenin de nasıl
dikildiğini öğretmiĢtir. Etrafımızı çeviren insanların ilgi
dereceleri gözlerimizi yaĢatıyordu. s. 49-50.
48
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
15
yetiyordu. Bildiğimiz kadarıyla bu insanların
hiçbiri Müslüman değildi ve batıda böyle bir
soru kimseye sorulamayacağı için bilmemize
imkân da yoktu. (zaten iĢin o tarafı fazla önemli
de değildi. Ya biri kalkıp cevap olarak acaba siz
ne kadar Müslümansınız? dese napardık?) Ama
her Ģeyi, Hristiyan olarak doğup büyüyüp,
Hristiyan bir ülkede iĢleri-güçleri, çoluk çocuklarıyla o dinin havasında Ģu kadar yıldan beri
yaĢadıklarını unutup kendilerini müzik ve zikrin
cazibesine kaptırıp sallanmaları, Ġslam tasavvufunun gücü kadar batılılardaki hür iradeye dayalı
arayıĢ ve davranıĢ özgürlüğünün de göstergesi
değil miydi? Zikirle, ibadetle, dinle yobazlık
arasında uzak yakın bir iliĢki kurulamayacağını
yani din‟i yobazlık, yobazlığı din zannetmenin
sadece geliĢememiĢlik olduğunu belki çok uzun
yıllar sonra acaba biz de öğrenebilecek miydik?... 51
16
Asaf Halet Çelebi, büyük Hind dansörü
Ram Ğopal‟in danslarını gördüğü zaman hissettiği bedii heyecandan gözyaĢlarını tutamadığını,
Türk Ocağının Mevlânâ‟nın hatırasını ihya ettiği
bir programda da ondan daha fazlasını hissettiğini,
yanı baĢında tanıĢtığı Ġsveç sefiri M.
Toerston‟un da vakur sükûtu içinde ağladığını
aktarır.52
Sonuç
Türkiye‟de her yıl Konya‟da Mevlânâ‟yı
anma törenlerinden sonra Mevlevî ayinleri
hakkında çıkan yazılara bakıldığında eleĢtirilen
birçok noktanın olduğunu görürüz. Bu programlardaki titizlik son yıllarda artsa da eleĢtirilen
hususların bazılarının devam ettiğini görüyoruz.
Özellikle Konya dıĢındaki törenlerde. Etem
Üngör, 1968‟deki törenin ardından kaleme
aldığı tenkit yazısında ciddi eleĢtiriler yapmıĢtır.
Bu ayinlerin nasıl icra edilmesi gerektiği noktasında bir fikir vermek amacıyla yazısından özetle alıntılar yapıyoruz ve aslında her konser salonunda riayet edilmesi gereken kuralları bu yazıda görebiliyoruz.
Gördüğü hataları dile getiren Etem Üngör
diyor ki özetle; bu gösteri bir sinema, tiyatro
konseri değildir. Ġbadettir. Saygıya layıktır. Bu
ibadetin değerini anlamalı ve anlatmalıyız. Törenin kendisine mahsus bir adabı olmalıdır.
Kundaktaki çocukların törende bulunmaması
gerekir. Salonda ayran vs. satıĢı yasaklanmalıdır.
Ayin baĢladığı sırada kapılar kapatılmalı giriĢ
çıkıĢ önlenmelidir. Ayin sırasında alkıĢın gereksizliği anlatılmalıdır. Fotograf çekmek yasak―――――――――
“When are we going to zikir again?” Müzik Kimliğimiz
Üzerine Düşünceler, Ġstanbul: Ötüken 1998, s. 290-292.
52 Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 180.
51
lanmalıdır. Kadınlar pantolon gibi laubali kıyafetler giymemelidir. Hatta alkol alarak gelenler
olurmuĢ ve rakı kokusu mıtrıptan bile duyulabiliyormuĢ. Ġcra berbat. Çok defa hele giriĢlerde
ritim isabetsizliği mevcut. Ayinhanların provasızlığı hemen belli olduğu gibi kaynaĢmıĢ bir
koral icra da verilemiyor. Tenor, bariton ve bas
seslerin birbirine uyacak adedi ölçülmeli hatta
oturuĢta bile dikkate alınmalıdır. Neysen kadrosu da zayıf. Saz grubuna yaylı tanbur ve kemeçe
de katılmalıdır. Törende tek ayin icrası hem
mıtrıbı hem de dinleyenleri cezp etmiyor. ġevke
getirmiyor. Her yıl üç değiĢik ayin icra etmelidir.53
Bugün ayin icralarında son derece basit, yakıĢıksız davranıĢlar sergilenmekle beraber iĢin
aslında bazı değiĢikliklerin neden düĢünülmediği
tartıĢılabilir. Ayinler Mevlevî mûsikîsinin kutsalları yerine konulmuĢ veya bu tür fikirlere Ģiddetle karĢı çıkılmıĢ olmalı ki örneğin Farsça sözlerin sadeleĢtirilmesi üzerine gidilmemiĢtir. En
azından son zamanlarda yapılan besteler üzerinde bu düĢünülebilirdi. AnlaĢılır güftelerin
duyguyu daha da artıracağında Ģüphe yoktur.
BektaĢi nefeslerini, sözleri Türkçe diğer dini
eserleri hatırlayalım. Çok etkileyici eserler
yapılagelmiĢtir. Bu kutsallaĢtırma, yeniliğe, dinamizme engel olabilir. 20. yüzyılda da 16.
yüzyıldan kalan ayinler gibi ayin yapılırsa burada
bir yeknesaklık var demektir. Ġnsanlar değiĢiyor.
ġartlar değiĢiyor. GeliĢmeler takip edilmezse
tarihin bir antikası olarak kalmaya mahkûm
olmak kaçınılmazdır. Ayinleri çok sevdiğini,
beğendiğini, hayranlığını yazan Osman ġevki
Uludağ aynı yazının sonunda da Ģunları söyleyebiliyor. “Mistisizm devri artık geçmiĢtir. Ġnsanlar gittikçe daha dinamik oluyorlar. Yirminci
asırda bir milletin yaĢaması için geçmiĢ yılların
hasret ve iĢtiyakına kapılmak tehlikelidir. MaddileĢen ve maddeleĢen dünya içinde mana halinde kalınamaz. Biz nefesleri de ayinleri de
yalnız eskiden yaĢanan ahlakın çerçevesi içinde
görürüz…Tank ve tayyare devrinde Bâli Bey
süvarileri neyse yirminci asırda da ayin ve nefes
odur.”54 Ayinlere hayran olan birisinin bu fikirleri üzerinde düĢünmeye değer. Peki ya Ģimdi
yeni nesil bu müziği nasıl sevecek ve dinleyecek? Aslî ve Ģeklî bazı unsurları korunarak bu
eserlerin güfte ve bestelerinde ve icrasında bazı
yenilikler yapılabilir. Bu tutum onları tarihte
kalmıĢ görmekten daha iyidir.
Ayinler üzerine müzikal analiz çalıĢmaları
yapılmaya baĢlanmıĢtır ancak yeterli değildir.
Uzun yılar önce Gölpınarlı sormuĢtu: Mevlevî
müziği nedir? Klasik müziğin Mevlevî müziğine
―――――――――
Etem Üngör, “Mevlevî Musikisi ve Bu Yılki Anma
Töreni II”, Musiki Mecmuası,sayı: 230, (Ocak 1968), s. 8-9.
54 Osman ġevki Uludağ, “Mevlânâ ve Musiki”, s. 22.
53
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
veya Mevlevî müziğinin klasik Türk müziğine
neler vermiĢtir? ġarkılarında halk ve batı müziğinin etkisinde kalan Dede‟nin ayinlerinde bu
tesir yok mu? Ayinin ilahiden ne farkı var? Bu
tür sorulara verilecek cevapların bir kitap olabileceğini söylemiĢti Gölpınarlı.55 Ama o günden
beri bu ince noktalara eğilen bir çalıĢma olmadı.
Bu noktaları tekrar hatırlatalım ve ilgililerin
dikkatini yeniden çekelim. Kültürümüzün, medeniyetimizin klasiklerini günümüzde nasıl
dinamik tutabileceğimizin hesaplarını yapalım.
Gazimihal, Mahmut Ragıp, Konya‟da Musiki,
Ankara: CHP Halkevleri Yayını, 1947, s. 29.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlânâ‟dan Sonra
Mevlevîlik, Ġstanbul: Ġnkılap ve Aka, 1983.
Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, Ġstanbul: Ġnkılap ve Aka, 1963.
Heper, Sadeddin, “Türk Musikisi ve Nây-î
Osman Dede”, Mevlânâ Güldestesi, (1964).
--------, “Mevlevî Âyinleri” Mevlânâ Yıllığı
(1963).
--------, “Eylül Töreni”, Mevlânâ Güldestesi
(1965).
Kaynakça
Alnar, Galip, “Mevlevî Musikisi”, Türk
Musikisi Dergisi, sayı 29. (Mart 1950).
Arısoy, Süleyman, “Mevlevî Musikisi
Ruhiyatı” Musiki Mecmuası, sayı, 142 (Mevlânâ
Özel Sayısı).
Arslan, Fazlı, Başmuharrir‟in Mûsikîşinaslığı,
Ahmet Mithat ve Müzik, Ankara: Yayınevi Yay.,
2009.
--------, “Musikimiz ve Mevlevî Ayinleri”,
Musiki Mecmuası, sayı, 190 (Aralık 1963).
Ġlhan, AyĢe BaĢak, XIX. Yüzyıla Kadar Olan
Mevlevî Âyinlerinde Usûl-Vezin İlişkisi, Yüksek
Lisans Tezi, Ġstanbul: 2006.
Kabaklı, Ahmet, “Mevlânâ‟yı Anarken”,
Mevlânâ Güldestesi (1972), s. 28. (19.12.1960
tarihli Tercüman‟dan).
Asaf Halet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Ġstanbul: Nurgök yay., 1957.
Kabaklı, Ahmet, “Çıldıran Ney”, Mevlânâ
Güldestesi,
(1968),
(15.11.1963
tarihli
Tercüman‟dan).
Ayla, Safiye, “Naât-ı Mevlânâ ve Itri‟ye Dair”, Mevlânâ Güldestesi (1968), (Radyo Dergisinden 1954).
Karaaslan,
Abdülkadir,
“Mevlânâ‟nın
ġahsiyeti”, Mevlânâ Güldestesi (1968), (17.12.1954
Vatan gazetesinden).
Banarlı, Nihad Sami, “Mevlânâ‟nın Vuslat
Gecesi”, Mevlânâ Güldestesi, (1968) (17.12.1960
tarihli Hürriyet‟ten).
Köroğlu, Erdoğan, “Mevlevî Âyinleri ve
Usullerimiz”, Musiki Mecmuası, sayı 134 (Nisan
1959).
Bertuğ, Selami, “Sema‟ ve Eski Bir Kitabda
Bulunan Âyin Notası”, Mevlânâ Yıllığı (1963).
Mauguin, Bernard, “Mevlevî Müziği Teksif
Müziği”, Türk Yurdu Mevlânâ Özel Sayısı
(Temmuz 1964).
Can, Halil, “Dînî Musiki”, Musiki Mecmuası,
sayı 308, (Haziran 1975).
--------, “Mevlevî Musikıysinde Beyatî
Ayinin Yeri ve Bestekârı”, Mevlânâ Güldestesi
(1965).
--------, “Ruy-i Irak Ayin-i ġerifi Bestekârı
Ahmed Avni Beyefendi”, Mevlânâ Güldestesi
(1965).
Çergel, Muhammed Ali, Raûf Yektâ Bey‟in
İkdâm Gazetesi‟nde Neşredilen Türk Mûsikîsi Konulu Makâleleri, Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul:
2007.
Farmer, Henry George, The Sources of
Arabian Music, Leiden: 1965.
Mesut Cemil, “Mevlevî Musikisi”, Musiki
Mecmuası, sayı 190 (Aralık 1963).
Önder, Mehmet, “Mevlânâ Celâleddin”,
Mevlânâ Güldestesi (1970).
Özcan, Nuri, “Mevlevî Âyini”, DİA, c.
XXVIII.
Rauf Yekta, Türk Musikisi, Ġstanbul: Pan
Yay., 1986.
Signel, Karl, “Mevlevîler
Mevlânâ Güldestesi, (1973).
Londra‟da”,
“Sema, Sema Ayini ve Mevlevîlik, ” Mevlânâ
Güldestesi (1965).(Yazar belli değil)
Fonton, Charles, 18. Yüzyılda Türk Müziği,
(Çev. Cem Behar), Ġstanbul: Pan Yay., 1987.
Tanrıkorur, Cinuçen, “When are we going
to zikir again?” Müzik Kimliğimiz Üzerine
Düşünceler, Ġstanbul: Ötüken, 1998.
―――――――――
Tanrıkorur, Cinuçen, Osmanlı Dönemi Türk
Musikisi, Ġstanbul: Dergâh, 2003.
55
Gölpınarlı, Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, s. 464.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
17
Uludağ, Osman ġevki, “Mevlânâ ve
Musiki”, Türk Musikisi Dergisi, sayı, 24 (1949).
Ulunay, M. Refi‟ Cevad, “Mevlevîlikte
Rumuz”, Mevlânâ Yıllığı (1963).
Uzel, Nezih, “Paris‟de Mevlevî Semineri”,
Mevlevî Güldestesi, (1975).
Üngör, Etem, “Mevlevî Musikisi ve Bu
Yılki Anma Töreni II”, Musiki Mecmuası, sayı,
230, (Ocak 1968).
Ünver, Süheyl, “Osmanlı Ġmparatorluğu
Mevlevîhaneleri ve Son ġeyhleri”, Mevlânâ
Güldestesi (1964).
Ünver, Süheyl, “Mevlevîlik Medeniyeti”,
Türk Yurdu Mevlânâ Özel Sayısı (Temmuz
1964).
Yenigün, Hayri, “ġeyh Abdülbâki Dede”,
Musiki Mecmuası, sayı 241 (Aralık 1968).
“Paris‟te Mevlânâ‟yı Anma Törenleri”,
Mevlânâ Güldestesi (1966).
18
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
MEVLÂNÂ’NIN ÖNCÜLERİNDEN BİRİ:
YAHYÂ B. MUÂZ ER-RÂZÎ
A Forerunner of Rumi: Yahya b. Muadh al-Radhi
Doç. Dr. Salih ÇİFT
ÖZET
İlk dönem tasavvufunun dikkate değer isimlerinden biri olan ve yaşadığı dönemin çeştili
dinî-tasavvufî oluşumlarıyla değişik düzeylerde temasları bulunan Yahyâ b. Muâz er-Râzî hakkında bugüne değin dikkate değer bir çalışma yapılmamıştır. Bununla birlikte yüzyıllar boyunca onun fikirleri ve hikmetli sözleri hem mutasavvıflar tarafından tekrarlanmış hem de sufî olmayan müelliflerin eserlerinde nakledilegelmiştir. Yahyâ’nın tasavvuf anlayışını devam ettiren
isimler arasında en önemli olanı ise Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’dir.
Anahtar kelimeler: Tasavvuf, Yahyâ b. Muâz er-Râzî, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî
ABSTRACT
As a distingusihed figure in early sufism, Yahya b. Muadh al-Radhi has been neglected
until recent years. He was in touch with some religious and mystical groups of his time.
However he wasn’t belong to any of those groups. Through centuries many mystics and
authors affected by him and some of them cited his original ideas in their texts. Among those
figures, Mawlana is the most important one.
Key words: Sufism, Yahyâ b. Muadh al-Radhi, Rûmî.
―――――――――
Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik
ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir.
Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
19
Tasavvufî düĢüncenin sistemleĢme evresinde yaĢayan mutasavvıfların geliĢtirdikleri
fikirler ve kaleme aldıkları eserler sayesinde
tasavvuf temel dinî disiplinler arasında yerini
almıĢtır. Bu dönemin mühim simalarından biri
de Yahyâ b. Muâz er-Râzî‟dir (ö. NiĢâbur
258/876). Tasavvuf tarihi ve düĢüncesi üzerine
yaptığı araĢtırmalar ve bu alandaki yetkinliğiyle
tanınan Mısırlı ünlü âlim Ebu‟l-Alâ Afîfî (ö.
Ġskenderiye 1966), Yahyâ b. Muâz er-Râzî‟yi,
“NiĢâbur‟da üçüncü asrın ikinci yarısında yaĢamıĢ olan üç büyük sûfînin ilki” olarak nitelendirmektedir.1 Bu derece önemi hâiz bir mutasavvıfın hayatı hakkında bilinenler ise maalesef
ehemmiyetiyle orantılı değildir.
20
Nisbesinden de anlaĢılacağı üzere aslen
Reyli olan Yahyâ b. Muâz er-Râzî bu Ģehirde
doğmuĢ olmalıdır. Ancak doğum tarihi belli
değildir. Tabakât müellifi Sülemî‟nin birinci
tabakada yer alan sûfîler arasında saydığı Yahyâ
b. Muâz, aynı zamanda Kerrâmiyye‟nin kurucusu Muhammed b. Kerrâm‟ın (ö. 255/869) da
hocası olan Ahmed b. Harb‟in (ö. 234/849)
müridlerindendir. Yahyâ b. Muâz‟dan istifade
eden isimler arasında ise Ebû Osman el-Hîrî (ö.
298/910), Yusuf b. Hüseyin er-Râzî (ö.
304/916) ve Ahmed el-Havvâs (ö. 291/904)
bulunmaktadır. Döneminin ünlü mutasavvıfları
olan Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 234/848 ?), (Hâtim
el-Esam 237/851), Ebû Türâb en-NahĢebî (ö.
245/859), Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909) ve
Hakîm Tirmizî (ö. 320/932) ise görüĢtüğü diğer
ünlü sûfilerdir.
Asrının mühim zühd ve tasavvuf hareketleriyle belli dönemlerde, çeĢitli düzeylerde
iliĢkileri olmakla birlikte, daha ziyade bağımsız
hareket etmeyi yeğlediği anlaĢılan Yahyâ b.
Muâz‟ın fikirleri zühdden tasavvufa geçiĢ evresinin izlerini taĢır. Kalbin mânevî düzeyleri ile
tasavvufî
makâmlara
yönelik
tasnifleri,
mahabbetle ilgili, öncekilere nazaran aĢırı denebilecek yorumları, raks ve semâın yüceltilmesine
dair görüĢleri ve fakrın yerine gınâyı tercih etmiĢ olması bu hususlara örnek olarak gösterilebilir. Bunlar onun tarafından tam bir sûfî nazarıyla ele alınıp iĢlenmiĢ meselelerdir. Bununla
birlikte Yahyâ b. Muâz, belli hususları dile getirme noktasında çağdaĢları olan Bâyezîd-i
Bistâmî ve Hallâc-ı Mansûr gibi cesur davran―――――――――
1
Ebu‟l-Alâ Afîfî, “Melâmîlik, Sûfîlik ve Ehl-i
Fütüvvet”, İslam Düşüncesi Üzerine Makaleler (trc.
Ekrem Demirli), Ġstanbul 2000, s. 159. Seyyid Hüseyin
Nasr da Yahyâ b. Muâz‟ı ilk dönem Horasan tasavvuf
ekolünün önemli isimlerinden biri olduğunu
söylemektedir, bk. “Ġran‟da Tasavvufun Tarihi”,
Makaleler II (trc. ġehabeddin Yalçın), Ġstanbul 1997, s.
133.
mamakla beraber Hâris Muhâsibî kadar da
temkinli olmaya gayret etmiĢ değildir. Yahyâ b.
Muâz‟ın tasavvufî görüĢlerinin, kendisinden
hemen sonra gelen Hakîm Tirmizî düzeyinde
spekülasyona müsait olmadığını da ayrıca vurgulamak gerekir. Onun temsilcisi olduğu tasavvuf anlayıĢı bu iki grup arasında bir yerde bulunmaktadır.
Yahyâ b. Muâz er-Râzî tasavvuf tarihinde “vâiz” sıfatı ile anılan ilk sûfîdir. Bu da
onun, kendisinden önce açıktan dile getirilemeyen pek çok tasavvufî meseleyi halk içinde
rahatlıkla bahis mevzuu edebilecek tecrübeye,
bilgi birikimine ve özgüvene sahip olduğunun
kanıtı durumundadır. Diğer taraftan tasavvufun
bir zühd hareketi Ģeklinde ortaya çıktığı dönemde servet ve refaha takılıp, mânevî geliĢmeyi ikinci plana iten anlayıĢa alternatif olma amacını güttüğü bilinmektedir. Bu doğrultuda, tasavvufta baĢından beri hâkim olan fakr taraftarlığı Ģeklindeki genel tavrın aksine, fakrın karĢısına gınâyı (zenginlik) koyarak, zenginliğin fakirlikten üstün olduğunu söyleyen ve bunu açıktan
savunabilen, bilinen ilk mutasavvıf Yahyâ b.
Muâz‟dır. Bu yaklaĢımının doğal uzantısı olarak
o, tıpkı kendisinden yaklaĢık iki yüz yıl sonra
vefât etmiĢ olan Ebû Saîd Ebu‟l-Hayr (ö.
440/1048) gibi derviĢlere ziyafet meclisleri
düzenleyen ve bu amaçla borçlanmayı dahi göze
alabilecek kadar bu iĢlere hevesli olan bir mutasavvıf olarak temayüz etmiĢtir.
Tasavvuf tarihinde, seyr u sülûk boyunca aĢılması gereken belli makâmlardan sistematik olarak bahseden ilk sûfîlerden biri yine
Yahyâ b. Muâz‟dır. Onun makâmlarla ilgili
olarak yapmıĢ olduğu yedili tasnif daha sonraki
mutasavvıflar tarafından da kullanılmıĢtır. Ayrıca tasavvufî düĢüncenin temel meselelerinden
olan velâyet konusundaki ilk teorik izahların
sahiplerinden biri olan Yahyâ b. Muâz, bu çerçevede velâyet hiyerarĢisinde farklı sûfîler tarafından değiĢik Ģekillerde konuĢlandırılan abdâl
(büdelâ) kavramını klasik bağlamı dıĢında değerlendirmek suretiyle ilk görüĢ beyan eden mutasavvıflardan biri olarak karĢımıza çıkmaktadır.
Nefs konusunda, çağdaĢı Hâris
Muhâsibî‟ye benzer Ģekilde, kendine özgü
görüĢler ortaya koyan Yahyâ b. Muâz er-Râzî,
nefsi kontrol altına almak için riyâzetin gerekliliği ve bu husustaki uygulamaların Ģekli konusunda çeĢitli uyarı ve önerilerde bulunmuĢtur.
Yahyâ b. Muâz, bu hususta öncelikle bazı temel
ilkeler ortaya koymuĢtur. Buna göre, “insanın
biyolojik ve psikolojik yapısıyla ve dinin temel
esaslarıyla çeliĢmeme” bu ilkelerin ana çerçevesini oluĢturmaktadır. Bu noktada o, nefsi terbiye
etme gayesiyle dînen helâl olan Ģeyleri kiĢinin
kendisine haram kılmasını doğru bulmaz. Yahyâ
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
b. Muâz, bu tarz bir anlayıĢın ve buna bağlı
olarak devreye sokulacak olan uygulamaların
insanı harama kadar götürecek derecede tehlikeli sonuçlar doğurabileceği kanısındadır.
ĠĢârî tefsir hareketinin ortaya çıkıp geliĢmesine öncülük eden önemli mutasavvıflardan biri olan Yahyâ b. Muâz er-Râzî, aynı zamanda kendi döneminde yaĢamıĢ olan diğer
bazı sûfîler gibi hadis ilmiyle meĢgul olmuĢ,
hadis rivâyetinde bulunmuĢ ve muhtemelen bu
özelliğinden dolayı, kendisine ait bazı hikmetli
sözler daha sonraları, hadis adı altında, özellikle
tasavvufî eserlerde nakledilegelmiĢtir. Bunlar
arasında en meĢhur olan “nefsini (kendini)
bilen Rabbini bilir” meâlindeki sözdür.
Yahyâ b. Muâz‟ın, kaynaklar tarafından
nakledilen duâları, tasavvuftan zühde geçiĢ
döneminin husûsiyetlerini yansıtan en önemli
metinler olarak takdim edilebilir. Söz konusu
duâ metinleri, muhtevâ itibariyle ele alındığında,
bunların esas olarak onun ihlâs, mahabbet ve
recâ kavramları üzerine kurulu olan tasavvuf
anlayıĢını en güçlü Ģekilde yansıtan cümleleri
bünyelerinde barındırdıkları görülecektir.
Yahyâ b. Muâz‟a ait elde mevcut bir
eserin bulunmayıĢı nedeniyle ona ait fikirler
birbirinden farklı disiplinlere mensup müellifler
vasıtasıyla nakledilen sözlerinden hareketle
tespit edilebilmektedir. Tesir sahasının geniĢliği
hakkında bir fikir vermesi açısından, meĢhur
filozof Ebû Hayyân et-Tevhîdî‟nin (ö.
414/1023) ona ait sözleri ve duâları eserlerinde
naklettiğini ve bu tarzda kaleme aldığı bir eserinde onun duâlarındaki üslubu aynen benimsediğini söylemek yeterli olacaktır.2
―――――――――
2
Ebû Mutî‟ Mekhûl en-Nesefî, Lü‟lü‟iyyât, Süleymaniye
Ktp., Ayasofya/ 4801, 167b, 177a, 186a. Ebû Nasr
Serrâc Tûsî, el-Lüma‟ fî târîhi‟t-tasavvufi‟l-İslâmî (nĢr.
Kâmil Mustafa el-Hindâvî), Beyrut 2001, s. 193; Ebû
Abdurrahman es-Sülemî, Tabakâtü‟s-sûfiyye (thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ), Beyrut 2003, s. 107; Ebû Hayyân
et-Tevhîdî, el-İşârâtü‟l-İlâhiyye, Kuveyt 1981; Ebû
Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, X, 51; Abdülkerim
KuĢeyrî, er-Risâletü‟l-Kuşeyriyye (thk. Abdülhalîm
Mahmûd, Mahmûd b. eĢ-ġerîf), Kahire 1995; s. 28, 65;
Hucvirî, Keşfu‟l-mahcûb (trc. Süleyman Uludağ), s. 222,
298; Hatîb Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIV, 208- 209;
Ferîdüddîn-i Attâr, Tezkiretü‟l-evliyâ (trc. Süleyman
Uludağ), Ġstanbul 2002; s. 357-370; Abdurrahmân
Câmî, Nefehâtü‟l-üns (trc. Lâmii Çelebi, haz. Süleyman
Uludağ, Mustafa Kara), s. 180, 182; Ebu‟l-Alâ Afîfî,
Tasavvuf: İslam‟da Mânevî Devrim (trc. H. Ġbrahim Kaçar,
Murat Sülün), Ġstanbul 1996, s. 138; Süleyman AteĢ,
İşârî Tefsir Okulu, Ġstanbul 1998, s. 171; Ali Bolat, Bir
Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, Ġstanbul 2003, s. 9299; Annemarie Schimmel, Mystical Dimensions of Islam,
Chapel Hill 1975, s. 51-52, 200; Louis Massignon,
Zühd
döneminde
Râbiatü‟lAdeviyye‟nin, tasavvuf evresinde ise Yahyâ b.
Muâz‟ın öncülük etmiĢ olduğu mahabbet ve
recâ ağırlıklı tasavvuf anlayıĢı doğal olarak daha
esnek bir din ve tasavvuf yaĢantısının ortaya
çıkmasına zemin hazırlamıĢtır. Güçlü mahabbet
anlayıĢının tesiriyle korku (havf) yerine ümîde
(recâ) ağırlık veren ve bunun doğal neticesi
olarak Yaratan‟la “senli-benli” denebilecek
tarzda bir üslupla “söyleĢen” Yahyâ b. Muâz‟ın
bu tavrını tıpkı duâlarında olduğu gibi Ģiirlerinde de gözlemlemek mümkün olmaktadır. Bu
yönüyle o, kendisinden önce yaĢamıĢ olan, bazı
ilk dönem zâhidelerinin yolunu benimsemiĢ gibi
gözükmektedir.3 Bu doğrultuda, Yahyâ b.
Muâz‟ın aĢağıdaki Ģiiri bir örnek olarak takdim
edilebilir:
Âşık yalnızca mâşûku arzular,
Sevmez onu bu boş dünya için.
Ne Firdevs, ne içindekiler,
Ne köşklerdeki hûriler için.4
Mahabbet meselesinde Yahyâ b.
Muâz‟ın hareket noktası Yaratan-yaratılan
(Hâlık-mahlûk) iliĢkisidir. Ona göre Allah, kullarını severek yaratmıĢtır ve hâlen de sevmeye
devam etmektedir. Dolayısıyla insanın halk
ediliĢiyle baĢlayan mahabbet çift yönlü ve sürekli bir eylemdir. Bir tarafta Yüce Yaratıcı Allah,
diğer yanda ise insan bulunmaktadır. Ancak, bu
eylemde Allah‟ın insana olan sevgisinin niteliğini tayin ve tespit etmek imkân dâhilinde değildir. Bununla birlikte Yahyâ b. Muâz, bu sevgiyi
birilerine anlatmak ve dolayısıyla tasvir etmek
gerektiğinde, bunu kısmen anne-babanın evlâda
karĢı olan sevgisiyle kıyaslamanın mümkün
Essays on the Origin of the Technical Language of Islamic
Mysticism (Ġng. trc. Benjamin Clark), Indiana 1997, s.
180, 182. Yahyâ b. Muâz er-Râzî‟nin hayatı ve eserleri
hakkında müstakil bir çalıĢma için ayrıca bk. Salih Çift,
Tasavvufta Sevgi ve Ümit Yolu: Yahyâ b. Muâz er-Râzî,
Bursa 2008.
3
4
Râbiatü‟l-Adeviyye hakkında bk. Abdurrahmân
Bedevî, Şehîdetü‟l-ışki‟l-İlâhî Râbi‟atü‟l-Adeviyye, Kahire
1962.
Sülemî, Beyânu ahvâli`s-sûfiyye (nĢr. Süleyman AteĢ,
Tasavvufun İlkeleri Sülemî‟nin Risâleleri içinde), Ankara
1981, s. 138. Yahyâ b. Muâz‟ın bu Ģiirinde mahabbeti
dile getiriĢ biçimi ve kullandığı kelimeler Yûnus
Emre‟nin:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç hûri
İsteyene ver sen anı
Bana seni gerek seni”
dizelerinin Arapça ifade edilmiĢ sekli olarak karĢımıza
çıkmaktadır.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
21
olabileceğini söylemektedir. Buna rağmen Allah‟ın, kuluna olan sevgisinin büyüklüğü her
türlü karĢılaĢtırmanın ötesindedir.5 Allah‟ın
insana olan sevgisi bu Ģekildeyken, insanın
Allah‟a karĢı olan sevgisinin istenen düzeye
ulaĢabilmesi özel bir gayreti gerekli kılmaktadır.
Bunun için lazım olan çabayı ortaya koyan
mürîd neticede Allah‟ın kendisine yönelik olan
sevgisine karĢılık vermiĢ olacaktır. Bu sayede
mahabbet makâmına nâil olan kul artık Allah‟ın
cemâl ve celâl tecellîleri arasında bir fark gözetmez olur. Bu durumu vecîz bir Ģekilde tasvir
eden Yahyâ b. Muâz er-Râzî mahabbeti, “cefâ
ile azalmayan, iyilikle de artmayan Ģey”6 diye
tanımlamaktadır.
22
Özellikle zâhir ehli açısından zındıklıkla
itham edilmeyi gerektirecek derecede keskin
ifadeler kullanmak suretiyle mahabbet hakkındaki kanaatlerini ortaya koyan Yahyâ b. Muâz‟ın
bu doğrultudaki cümlelerinden bir diğeri ise
Ģöyledir: “Hardal tanesi kadar mahabbet,
mahabbetsiz yetmiĢ sene ibâdetten daha çok
hoĢuma gider.”7 Yahyâ b. Muâz‟ın bu cümlesinde özetlenen yaklaĢımı, tasavvuf tarihinin
ünlü sîması Ebû Saîd Ebu‟l-Hayr baĢta olmak
üzere daha sonra yaĢamıĢ olan ve aynı çizgiyi
benimseyen baĢka mutasavvıflar tarafından da
―――――――――
5
6
7
Ebû Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, X, 52. Yahyâ b.
Muâz‟ın, mahabbetin kaynağı ile ilgili görüĢünün bir
benzerini çağdaĢı Muhâsibî‟de bulmak mümkündür.
Muhâsibî‟ye göre kulun Allah‟ı sevmesinin esası
Allah‟ın kulu sevmesinde saklıdır, bk. Abdülhalîm
Mahmûd, Muhâsibî, Hayatı, Eserleri, Fikirleri, s. 307.
Sülemî, Hakâiku‟t-tefsîr, I, 96; Beyhakî, Şu‟abu‟l-îmân, I,
383; KuĢeyrî, Risâle, s. 488; Hucvirî, Keşfu‟l-mahcûb, s.
453; Ġbn Asâkir, Târihu Dımaşk, XXXI, 74; Ġbnü‟lCevzî, Sıfatü‟s-safve, Beyrut 1979, IV, 93; Ġbn Kayyım
el-Cevziyye, Medâricu‟s-sâlikîn, Kahire 1983, III, 16.
Ġbn Kayyım burada, Yahyâ b. Muâz‟ın ilgili sözünün
Ģerh edilmesi gerektiğini düĢünmekte ve bu çerçevede
Ģunları söylemektedir: “Sevgiliye irade, istek ve özlem
zâtından dolayıdır…Zâtî mahabbetle dolmuĢ bir kalp,
sevgilisinden bir iyilik geldiği zaman sevenin kalbinde
sevgiden baĢka bir Ģey bulamaz ki, onu iyilik sevgisiyle
mahabbetinden alıkoysun. Bilakis bu sevgiyi hiçbir
sebep olmaksızın zâtı hak etmiĢtir.” Annemarie
Schimmel ise, ilk defa Yahyâ b. Muâz tarafından
ortaya konulan mahabbet konusundaki bu yorum
Ģeklinin daha sonraki Ġranlı Ģâirler tarafından da
sıklıkla iĢlendiğini ve son haddine vardırıldığını
söylemektedir, bk. Mystical Dimensions of Islam, s. 52.
KuĢeyrî, Risâle, s. 492. Yahyâ b. Muâz‟ın, özellikle
mahabbet konusunda meramını çok daha çarpıcı bir
Ģekilde ifade için zaman zaman sarf ettiği bu tarz
sözlerden dolayı olsa gerek, bazı araĢtırmacılar onu
panteistliğe
meyilli
mutasavvıflar
arasında
göstermiĢlerdir, bk. Richard Hartmann, “Sülemî‟nin
Risâletü‟l-Melâmetiyye‟si” s. 308.
devam ettirilmiĢtir.8 Yine güçlü mahabbet duygularının tesiri ile dile getirdiği anlaĢılan bir
Ģiirinde Yahyâ b. Muâz Ģöyle demektir:
Kişinin derdi, Melik‟ine olan sevgisiyse eğer,
Derman verecek tabip olarak O‟ndan başka
kimi ister!
ter.9
Allah‟la birlikte, her anı zevk ile geçer,
Sen onu gâh isyan, gâh itaat halinde gör is-
Ona göre, mahabbetin mevcudiyetinin
göstergelerinden bir diğeri ve belki de en önemlisi mahabbetin kaynağı ve muhatabı konumunda olan Allah‟ın koymuĢ olduğu hükümlere
riâyettir. Zira hem Allah‟ı sevdiğini söylemek
hem de O‟nun hudûduna riâyet etmemek kiĢinin bu iddiasındaki samimiyetsizliğinin iĢaretidir.10 ĠĢte bundan dolayıdır ki Yahyâ b. Muâz
“mahabbette samimiyet, kiĢinin sevgilisine itaat
ederek amel etmesidir”11 demektedir. Bununla
bağlantılı olarak onun mahabbet makâmına nâil
olmak isteyenlere yaptığı bir baĢka tavsiye ise
Allah‟ın edebi ile edeblenmeye çalıĢmaktır.12
Zira seven, her Ģeyiyle sevgiliye benzemeye
çalıĢır.
Yahyâ b. Muâz‟ın ilk temsilcilerinden
olduğu recâ ve mahabbet ağırlıklı tasavvuf yorumu ister istemez hayata ve varlığa karĢı daha
hoĢgörülü bir yaklaĢımı beraberinde getirmiĢtir.
Bu bakıĢ tasavvuf tarihinde güçlü bir damar
Ģeklinde varlığını bugüne değin sürdürmüĢtür.
Yahyâ b. Muâz‟dan itibaren söz konusu tavır
Ebû Saîd Ebu‟l-Hayr gibi belli isimler tarafından devam ettirilmiĢ ve Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî‟de en belirgin Ģeklini almıĢtır.
Mevlânâ‟nın bu anlayıĢında Yahyâ b. Muâz‟ın
herhangi bir rolünün olup olmadığı kesin olarak
bilinmemektedir. Bununla birlikte hayata ve
varlığa bakıĢ açılarındaki birlik ve bununla bağlantılı olarak çeĢitli dinî-tasavvufî meseleleri
değerlendirme biçimlerindeki güçlü benzerlikten dolayı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin,
Yahyâ b. Muâz‟ın temsil ettiği anlayıĢla aynı
çizgide yürüdüğünü söylemek mümkündür.
Nitekim tasavvuf tarihi araĢtırmalarının ünlü
ismi Annemarie Schimmel de, Yahyâ b. Muâz
er-Râzî ile Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin aynı
―――――――――
8
9
10
11
12
Bk. Muhammed b. Münevver, Tevhîdin Sırları, s. 304.
Bk. Ebû Nasr Serrâc, Lüma‟, s. 226.
KuĢeyrî, Risâle, s. 408.
Abdurrahmân Câmî, Nefehâtü‟l-üns, s. 182.
KuĢeyrî, Risâle, s. 373. Bu ifade daha sonra Muhyîddîn
Ġbnü‟l-Arabî tarafından “Allah‟ın ahlâkı ile
ahlâklanmak” Ģekline dönüĢtürülmüĢ ve tasavvufu
tarif için kullanılmıĢtır, bk. William Chittick, Hayâl
Âlemleri (trc. Mehmet Demirkaya), Ġstanbul 1999, s.
39.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
tasavvufî neĢvenin silsilesinde yer alan iki mühim isim oldukları kanaatini taĢımaktadır.13 Bu
iki büyük ruh arasındaki temasın zâhirî bağlantıları net olarak belirlenemese de, Ferîdüddîn-i
Attâr‟ın eserleri vasıtasıyla Mevlânâ‟nın, Yahyâ
b. Muâz er-Râzî‟nin tasavvufî yorumlarından
haberdar olduğu anlaĢılmaktadır. Nitekim kaynakların verdiği bilgiye göre Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, Mekke‟ye giderken uğradığı
NiĢâbur‟da ġeyh Ferîdüddîn-i Attâr‟ın sohbetinde bulunmuĢ ve Attâr da ona Esrâr-nâme
isimli eserini hediye etmiĢtir.14 Bu çerçevede
Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn‟in
gerçekten de adı geçen kitaptan istifade ettiğini
ve burada geçen bazı hikayeleri Mesnevî‟sine
aldığını belirtmektedir.15
Bu iki büyük mutasavvıf arasında mevcut olan genel manadaki benzerliklerin dıĢında,
Yahyâ b. Muâz‟a atfedilen bazı sözlerin anlam
itibariyle özdeĢlerini Mevlânâ‟da bulmak mümkündür. Örneğin “ölüm güzel Ģey, dostu dosta
kavuĢturuyor” sözü Yahyâ b. Muâz‟ın, Mevlânâ
ile aynı yolun yolcusu olduğuna delâlet eden
cümlelerdedir.16 Yine güçlü mahabbet anlayıĢının yansıması olan ölüm ile ilgili bir baĢka sözünde Yahyâ b. Muâz, kendi ölüm gecesini
düğün gecesi ilan eden Mevlânâ Celâleddîn‟in
bu yaklaĢımını çağlar öncesinden müjdelemektedir. Burada Yahyâ b. Muâz ölümü düğüne,
Allah‟ı sevgiliye, cenneti ve oradaki nimetleri de
düğün yemeğine benzetmekte ve Ģöyle demektedir:
“Düğüne düğün yemeği için gitmekle,
orada mâĢukla buluĢmak için gitmek
arasında ne büyük fark vardır.”17
Bunların dıĢında Mevlânâ Celâleddîn ile
Yahyâ b. Muâz‟ın, belli tasavvufî gruplarca
farklı Ģekillerde yorumlanan tevekkül konusunda da aynı yaklaĢıma sahip oldukları gözlenir.
Bu hususta dönemindeki tasavvuf erbabının
genelinin aksine kendine has bir tavır geliĢtiren
ve bununla bağlantılı olarak sûfinin kendi elinin
emeği ile geçimini temin etmesi gerektiğine
inanan er-Râzî gınâ (zenginlik) taraftarı bir
sûfidir. Mevlânâ‟ya gelince, o da her ne için
olursa olsun derviĢler arasında yaygın olan dilenmeyi kabul etmez, “elinizin emeğiyle, alnını-
zın teriyle kazanıp yiyin” der.18 Mevlânâ bu
görüĢünü temellendirirken tıpkı Yahyâ b. Muâz
gibi hayatın gerçeklerinden ve Kur‟ân‟ın ilgili
hükmünden hareket eder. Mesnevî‟de Ģöyle der
o:
“Muhtaçları doyurun demiĢ; bu, kazan
da doyur, demektir. Ezelden beri bir
gelir olmadıkça harcamaya da imkan
yoktur.”
“Muhtaçları doyurun diye buyurmuĢ,
Ģartsız bir buyruk, ama sen onu, kazanç elde edin de sonra muhtaçları
doyurun, diye oku.”19
Mevlânâ ve özellikle de Mevlevîlik ile
adeta özdeĢleĢen semâ konusuna gelince;
sûfîlerin genelde semâya olumlu baktıkları bilinmektedir.20 Bununla birlikte, ilk dönem tasavvufunda baĢta Melâmetiyye mensupları
olmak üzere21 Hakîm Tirmizî gibi bazı mutasavvıflar ise semâ aleyhinde görüĢ belirtmiĢlerdir.22 Ġlk dönem sûfîlerinin çoğunluğunun aksine Yahyâ b. Muâz er-Râzî semâyı savunan,
hatta önemseyen isimler arasında yer almaktadır.23 Ona göre güzel ses, içindeki Allah sevgisiyle yanıp kavrulan kalbe yine Allah‟tan gelen
serinletici bir esintidir.24 Yahyâ b. Muâz‟ın,
semânın yanında raksla ilgili görüĢü de müspettir. Bu bağlamda o, kendisinden nakledilen bir
Ģiirinde Ģöyle demektedir:
Raks ile yerleri dövdük,
Manâlarının sırrı uğruna.
Yoktur raksın ayıbı,
Kendini Sende yitirmiş kula.
Yerleri dövüşümüzdür bizim bu,
Senin vâdine çıktığımızda.25
Yahyâ b. Muâz‟ın bu dizelerinden anlaĢıldığı kadarıyla onun nazarında raks normal
zamanda ve irâdî olarak yapılan bir iĢ değil,
bilakis vecd halinin etkisine girildiğinde kendiliğinden ortaya çıkan irade dıĢı bir eylemdir. Bu
―――――――――
18
19
―――――――――
13
14
15
16
17
bk. Annemarie Schimmel, Ben Rüzgarım Sen Ateş (trc.
Senâil Özkan), Ġstanbul 1999, s. 11.
bk. Abdurrahmân Câmî, Nefehâtü‟l-üns, s. 634.
bk. Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, Ġstanbul
1985, s. 44-45.
Bk. Ferîdüddîn-i Attâr, Tezkiretü‟l-evliyâ, I, s. 359;
Annemarie Schimmel Mystical Dimensions of Islam, s. 52.
Beyhakî, Şu‟abu‟l-îmân, I, 373. Ayrıca bk. Louis
Massignon, Doğuş Devrinde İslam Tasavvufu, s. 136.
20
21
22
23
24
25
Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, s. 188.
Mevlânâ, Mesnevî (haz. Abdülbakî, Gölpınarlı),
Ġstanbul 1984, V, 61.
Süleyman Uludağ, İslam Açısından Mûsikî ve Semâ,
Ġstanbul 1992, s. 243-278.
Bk. Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, s.
138, 190.
Mesela bk. Hakîm Tirmizî, Kitâbu‟l-menhiyyât (nĢr.
Muhammed Osman el-HuĢt), Kahire 1986, s. 91.
Bk. Afîfî, “Melâmetîlik, Sûfîlik ve Ehl-i Fütüvvet”, s.
189.
Ebû Nasr Serrâc, Lüma‟, s. 262.
Ebû Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, X, 61.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
23
gayr-ı irâdî olma özelliği sebebiyle raks neticesinde kiĢiye gayba dair gizli bilgiler açılmaktadır.26 Raks ve semâ bu yönleriyle mühim olmakla birlikte, Yahyâ b. Muâz‟ın, semâ ile ilgili bazı
uygulamaların kimi çevrelerce istismar ediliyor
olmasından dolayı rahatsızlık duyduğu anlaĢılmaktadır.27 Yahyâ b. Muâz‟ın semâ ile ilgili
kanaatlerini paylaĢan Mevlânâ‟ya göre de semâ
“dostun hâllerini görmek, lâhut perdelerinden
Hakk‟ın sırlarını duymaktır.28 Yahyâ‟nın Ģiirinde
kullandığı ifadeleri çağrıĢtıran dizelerinde ise o
Ģöyle der:
24
Abdülhalîm Mahmûd, Muhasibî, Hayatı, Eserleri
ve Fikirleri, trc. M. BeĢir Eryarsoy, Ġstanbul 2005.
Afîfî, Ebu‟l-Alâ, Tasavvuf: İslam‟da Mânevî Devrim, trc. H. Ġbrahim Kaçar, Murat Sülün, Ġstanbul 1996.
--------------. “Melâmîlik, Sûfîlik ve Ehl-i Fütüvvet”, İslam Düşüncesi Üzerine Makaleler,
trc. Ekrem Demirli, Ġstanbul 2000.
AteĢ, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, Ġstanbul
1998.
“Semâın ne olduğunu biliyor musun?
Bedevî,
Dostun aĢk vuruĢları, darbeleri
önünde baĢını top gibi yapıp, baĢsız-ayaksız dosta koĢmaktır.”29
Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed, Şu‟abu‟l-îmân, nĢr.
Besyûnî Zağlûl, Beyrut 1990.
Netice itibariyle; zühd döneminde
Râbiatü‟l-Adeviyye ile baĢlayan, havftan ziyade
recâyı öne çıkaran mahabbet ağırlıklı din ve
tasavvuf anlayıĢının Fudayl b. Ġyâz ile geliĢen ve
Yahyâ b. Muâz er-Râzî ile hatları belirginleĢen
Ģeklinin en mükemmel ifadesini bulduğu kiĢi
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟dir, demek pek de
abartılı bir yorum olmasa gerektir.
Bibliyografya
Abdurrahmân, Şehîdetü‟l-ışki‟l-İlâhî
Râbi‟atü‟l-Adeviyye, Kahire 1962.
Bolat, Ali, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik,
Ġstanbul 2003.
Can, ġefik, Mevlânâ, Ġstanbul 1995.
Chittick, William, Hayâl Âlemleri (trc. Mehmet
Demirkaya), Ġstanbul 1999
Çift, Salih, Tasavvufta Sevgi ve Ümit Yolu: Yahyâ b.
Muâz er-Râzî, Bursa 2008.
Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-İşârâtü‟l-İlâhiyye, Kuveyt 1981.
Abdurrahmân Câmî, Nefehâtü‟l-üns, trc. Lâmiî
Çelebi, haz. Süleyman Uludağ, Mustafa
Kara, Ġstanbul 1995.
Ebû Mutî‟ Mekhûl b. Fazl en-Nesefî, Kitâbu‟llü‟lü‟iyyât fi‟l-mevâiz, Süleymaniye Ktp.,
Ayasofya 4801 (165a-264b).
―――――――――
Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma‟ fî târîhi‟ttasavvufi‟l-İslâmî, nĢr. Kâmil Mustafa elHindâvî, Beyrut 2001.
26
27
28
29
Yahyâ b. Muâz‟ın, semâ zamanlarını ilâhi sırların keĢf
edilme anları olarak nitelemesi daha sonra Gazzâlî
tarafından da benimsenmiĢ ve geniĢ bir Ģekilde
yoruma tâbi tutulmuĢtur. Bu konuda Gazzâlî Ģöyle
demektedir: Kâdir-i Mutlak, insanların kalbine bir sır
koydu. Bu sır ateĢin demirde saklanması gibi saklandı.
Ne zaman bir taĢ demire çarparsa o saklı ateĢ (sır)
ortaya çıkar. Semâya kalkmak ve güzel bir mûsikî
dinlemek insandaki cevheri harekete geçirir. Bu ise,
kalp ile kâinatı ve mânevî âlemleri birbirine bağlayan
bir hâl meydana getirir. Kâinât güzelliğin ve âhengin
âlemidir. Her bir ritm, güzellik ve âhenk bu âlemin bir
cilvesidir. Güzel bir ses ve hoĢ bir Ģarkı bu âlemin
hârikalığının bir aksidir. Semâ kalbi uyandırır ve vecde
getirir. Eğer bir insanın kalbi Ģiddetli Allah aĢkıyla ve
zevkiyle dolarsa, semâ o kalpteki ateĢi körükler. Semâ
kalbe bir kıvılcım atar ve oradaki bütün kirleri yakıp
yok eder. Birçokları arınmaya çalıĢır fakat semâ
olmadan bunu baĢarmaları mümkün değildir”, bk.
Kimyâ-yı Sa‟âdet (trc. A. Faruk Meyân), Ġstanbul 1971,
s. 337.
Ebû Tâlib Mekkî, Kûtü‟l-kulûb, Kâhire 2001, II, 1095;
Gazzâlî, İhyâu ulûmi‟d-dîn, Beyrut ts., II, 269.
ġefik Can, Mevlânâ, s. 265.
ġefik Can, Mevlânâ, s. 265.
Ebû Nuaym Isfahânî, Hilyetü‟l-evliyâ, Beyrut
1405.
Ebû Tâlib Mekkî, Kûtü‟l-kulûb, Kahire 2001.
Ferîdüddîn-i Attâr, Tezkiretü‟l-evliyâ, trc. Süleyman Uludağ, Ġstanbul 2002.
Gazzâlî, Ebû Hâmid, İhyâu ulûmi‟d-dîn, Beyrut
ts.
-----------------. Kimyâ-yı saadet, trc. A. Faruk
Meyan, Ġstanbul 1971.
Gölpınarlı, Abdülbâkî, Mevlânâ Celâleddîn, Ġstanbul 1985.
Hakîm Trirmizî, Kitâbu‟l-menhiyyât, nĢr. Muhammed Osman el-HuĢt, Kahire 1986.
Hartmann, Richard, “Sülemî‟nin Risâletü‟lMelâmetiyyesi”, trc. Köprülüzâde
Ahmed Cemâl, DEFM, sene: 3, sy. 6
(1340/1924), s. 277-322.
Hatîb Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, Beyrut ts.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
Hucvirî, Keşfu‟l-mahcûb, trc. Süleyman Uludağ,
Ġstanbul 1982.
Schimmel, Annemarie, Mystical Dimensions of
Islam, Chapel Hill 1975.
Ġbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, nĢr. Ömer b.
Garâme el-Amrî, Beyrut 1995.
-----------------, Ben Rüzgarım Sen Ateş, trc. Senâil
Özkan, Ġstanbul 1999.
Ġbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu‟s-sâlikîn, Kahire 1983.
Sülemî, Ebû Abdurrahman, Beyânu ahvâli`ssûfiyye, nĢr. Süleyman AteĢ, Tasavvufun
İlkeleri Sülemî‟nin Risâleleri içinde, Ankara 1981, s. 132-139
Ġbnü‟l-Cevzî, Sıfatü‟s-safve, Beyrut 1979.
KuĢeyrî, Abdülkerîm, er-Risâletü‟l-Kuşeyriyye, thk.
Abdülhalîm Mahmûd, Mahmûd b. eĢġerîf, Kahire 1995.
Massignon, Louis, Essays on the Origin of the
Technical Language of Islamic Mysticism,
Ġng. trc. Benjamin Clark, Indiana 1997.
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî, haz.
Abdülbâkî Gölpınarlı, Ġstanbul 1984.
-----------------, Hakâiku‟t-tefsîr,
Ġmrân, Beyrut 2001.
thk.
Seyyid
-----------------, Tabakâtü‟s-sûfiyye, thk. Mustafa
Abdülkâdir Atâ, Beyrut 2003.
Uludağ, Süleyman, İslam Açısından Mûsikî ve
Semâ, Ġstanbul 1992.
Muhammed Ġbn Münevver, Tevhîdin Sırları, trc.
Süleyman Uludağ, Ġstanbul 2003.
Nasr, Seyyid Hüseyin, “Ġran‟da Tasavvufun
Tarihi”, Makaleler II, trc. ġehabeddin
Yalçın, Ġstanbul 1997.
25
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
26
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
ŞEM’Î’NİN MESNEVÎ’Yİ LAFZEN OKUMA
TEKLİFLERİ*
Şem’î’s Proposals Upon Lıteral Readıng of Mesnevî
Öğr. Gör. Dr. Abdülkadir DAĞLAR
ÖZET
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî-yi Ma’nevî adlı şâheserine Anadolu sahasında 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar mensur-manzum şekillerde ve çeşitli hacimlerde ellinin üzerinde şerh yazılmıştır.
Osmanlı ilim ve edebiyat dünyasının meşhur şârihlerinden Şem’î Şem’ullâh’ın 16. yüzyılın sonlarında
bitirdiği ‚Şerh-i Mesnevî‛si ilk Türkçe tam Mesnevî şerhi olarak bilinmektedir. Şem’î bu eserinde Mesnevî’nin tamamını mısrâ mısrâ tercüme ve şerh etmiştir. Mesnevî’de geçen Farsça ve Arapça kelimeleri
önce gramer zemini üzerinde ardından da Mesnevî’de geçtiği yer bağlamında kavramsal olarak açıklayan
Şem’î, zaman zaman Mesnevî metnini vezin, kâfiye ve Farsça gramer yordamıyla lafzen okuma yönünde
teklif ve ikazlarda da bulunmuştur. Bu tebliğ çerçevesinde Şem’î’nin, Şerh-i Mesnevî’sinin 1. cildinde bu
konuda yaptığı teklif ve ikazlar değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Mesnevî, Şem’î, Şerh-i Mesnevî, Lafzen Okuma
ABSTRACT
For the Mesnevî of Mewlana Jalaluddin Rumi, over 50 annotations in verse form, in prose form and
of various volumes were written in Anatolian region from 15th to 20th century. Şerh-i Mesnevî written
by the end of 16th century by Şem‘î Şem‘ullâh, a distinguished annotator of the Ottoman literature, is
known to be the first full Turkish annotation of Mesnevî. In his work, Şem‘î translated and annotated the
entire Mesnevî verse by verse. Şem’î, who studied the Persian and Arabic words in the Mesnevî
grammatically and terminologically according to their meanings in the context, also gave warnings and
made proposals on reading the Mesnevî literally with the assistance of rhyme, syllabic meter and Persian
grammer. In accordance with this declaration, warnings and proposals of Şem’î in the 1st volume of Şerhi Mesnevî will be assessed.
Key Words: Mesnevî, Şem’î, Şerh-i Mesnevî, Literal Reading
―――――――――
Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ, Mevlevîlik
ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir.
*
Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, [email protected]
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
27
AraĢtırma sahasında Lâtin alfabesini kullanan bilim dünyası, Arap harfli tarihî metinlerin
neĢrinde öteden beri çeĢitli problemler yaĢamaktadır. Bilim adamları da çeĢitli ilmî tavır ve
usûllerle bu problemleri bertaraf etmeye çalıĢmıĢlardır. Arap harfli Arapça, Farsça ve Türkçe tarihî
elyazması metinlerin yine Arap harfleriyle yeniden
neĢirlerini hazırlayanların yanında bu metinlerin
tamamını normal bir Ģekilde veya ilmî transkripsiyon sistemine uygun olarak Lâtin harflerine aktaranlar da bulunmaktadır. Türkçe tarihî elyazması
metinlerin neĢrinde ise bu iki uygulama ile beraber, Türkçe kısımların Lâtin, Arapça ve Farsça
kısımların da Arap harfleri ile yazılması yönünde
bir tutum da dikkati çekmektedir.
28
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‟nin Mesnevî-yi
Ma‟nevî adlı eserinin kendi metninin, tercüme ve
Ģerhlerinin neĢirlerinde de benzeri farklı tutumlar
gözlemlemek mümkündür: Reynold A. Nicholson
Mesnevî‟nin tenkitli metnini1 Arap harfleri ile
neĢretmiĢtir. Âmil Çelebioğlu‟nun Nahîfî‟nin
manzum Mesnevî tercümesi üzerine hazırlamıĢ
olduğu neĢirde2 Mesnevî‟nin metni Arap harfleri
ile verilmiĢtir. Bursevî3 ve Ahmed Avni Konuk‟un4 Mesnevî Ģerhlerinin neĢrinde Mesnevî
metni ile Arapça ve Farsça alıntılarda Arap harfleri kullanılmıĢtır. Abdülbâki Gölpınarlı5 ve Adnan
Karaismailoğlu6 neĢirlerinde ise Mesnevî‟nin
doğrudan tercümesi verilmiĢtir.
Bu çalıĢmaların yanında Mesnevî beyitlerinin okunuĢunu ve Lâtin harfleri ile yazılıĢını gös―――――――――
Reynold A. Nicholson, The Mathnawî of Jalâlu‟ddîn Rûmî,
Cilt 1-8, London, 1925-1940. Bu çalıĢmanın sadece 1, 3 ve
5. ciltleri tenkitli metindir.
1
Âmil Çelebioğlu, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Mesnevî-yi Şerif,
Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi, Cilt 1-3,
Ġstanbul: Sönmez NeĢriyat, 1967 (I. Cilt) / 1972 (III. Cilt).
2
Ġsmail Güleç, İsmail Hakkı Bursevî, Mesnevî Şerhi: Rûhü‟lMesnevî (Mesnevî‟nin ilk 748 beytinin şerhi), Ġstanbul: Ġnsan
Yayınları, 2004.
3
Ahmed Avni Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi I, Cilt 1-2, haz.
Selçuk Eraydın-Mustafa Tahralı, Ġstanbul: Gelenek
Yayınları, 2004 // Mesnevî-i Şerîf Şerhi II, Cilt 3, haz.
Osman Türer-Mustafa Tahralı-Sâfi ArpaguĢ, Ġstanbul:
Gelenek Yayınları, 2005 / Cilt 4, haz. Osman TürerMustafa Tahralı-Sâfi ArpaguĢ, Ġstanbul: Kitabevi, 2005 //
Mesnevî-i Şerîf Şerhi III, Cilt 5-6, haz. Selçuk EraydınMehmet Demirci-Mustafa Tahralı-Sâfi ArpaguĢ-Necdet
Tosun, Ġstanbul: Kitabevi, 2005 / 2006 (6. Cilt) //
Mesnevî-i Şerîf Şerhi IV, Cilt 7, haz. Selçuk Eraydın- Mustafa
Tahralı-Necdet Tosun, Ġstanbul: Kitabevi, 2006 / Cilt 8,
haz.: Sâfi ArpaguĢ-Mustafa Tahralı, Ġstanbul: Kitabevi,
2007 // Mesnevî-i Şerîf Şerhi V, Cilt 9-10, haz. Mehmet
Demirci-Süleyman Gökbulut-Mustafa Tahralı, Ġstanbul:
Kitabevi, 2008 // Mesnevî-i Şerîf Şerhi VI, Cilt 11-12-13,
haz.: Dilaver Gürer-Mustafa Tahralı, Ġstanbul: Kitabevi,
2008 / 2009 (13. Cilt).
4
Abdülbâki Gölpınarlı, Mesnevî ve Şerhi, Cilt 1-6, 3. Basım,
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000.
5
Adnan Karaismailoğlu, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî,
Cilt 1-2, Ankara: Akçağ Yayınları, 2004.
6
teren neĢirler de vardır: Tâhirü‟l-Mevlevî Ģerhinde7 Mesnevî‟nin sadece ilk cilt beyitlerinin, Hüseyin Top da eserinde8 Mesnevî‟nin ilk 1001
beytinin okunuĢunu ve popüler amaçla Lâtin
harflerine aktarılıĢını göstermiĢtir.
Öncelikli amaçlarından biri de Mesnevî‟nin
Lâtin harfleriyle okunuĢunu vermek olan çalıĢmalardan bazılarını -ġem‟î‟nin Mesnevî Ģerhi üzerineAbdülkadir Dağlar9 ve Turgut Koçoğlu10, Ankaravî‟nin Mesnevî Ģerhi üzerine de- Ahmet
Tanyıldız11 yapmıĢlardır. Bu çalıĢmalarda Mesnevî‟nin beyitlerinin okunup ilmî transkripsiyon
sistemi ıĢığında Lâtin harflerine aktarılması ile ilgili
çeĢitli tavır ve usûller dikkati çekmektedir.
Dili ve anlam dünyası bakımından tercüme
ve/veya Ģerhe ihtiyaç duyulan metinlerin tekke,
mektep ve medrese gibi mahfillerde mütercim/Ģârih rehberliğinde çeĢitli gruplar tarafından
topluca okunup anlaĢılması faaliyetleri üzerine
kurulmuĢ olan Ģerh geleneği, esasında tâlim ve
tedris amacı taĢımaktadır. Bu durumda, genel
olarak Ģerhleri “meĢrûh eserleri okuma ve anlama
kılavuzları” olarak kabul etmek mümkündür;
Ģerhler kelimeden mısrâ veya cümle bütününe
kadar metnin okunuĢu ile ilgili ipuçları verir, metni yorumlamada çeĢitli bakıĢ açıları sağlar.
Muhitinde Farsça muallimi olarak temayüz
eden ġem‟î ġem‟ullâh Efendi, aralarında Bostân,
Gülistân, Mantıku‟t-Tayr ve Dîvân-ı Hâfız gibi
Farsça klâsiklerin yanında Mesnevî-yi Ma‟nevî‟yi
de okutup tercüme ve Ģerh etmiĢtir. ġem‟î‟nin
1587-1595 yılları arasında te‟lif ettiği ġerh-i Mesnevî adlı eseri, Mesnevî‟nin altı cildinin tamamına
yapılan ilk Türkçe tercüme ve Ģerhtir, bu özelliğiyle ayrı bir önemi hâizdir.12
Eserinde beyit esasından hareketle Mesnevî‟nin her bir beytini, genelde mısrâ mısrâ bazen
de bütün olarak tercüme eden ġem‟î, tercümenin
ardından da Ģerh etmiĢtir. ġem‟î bu arada, Mesnevî‟nin Farsça ve Arapça kelimeleri ile ilgili ciddî
açıklamalar yapmıĢtır ki eseri bu yönüyle bir Mesnevî sözlüğü olarak görmek de mümkündür.
―――――――――
Tâhirü‟l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Cilt 1-14, 2. Basım,
Ġstanbul: ġâmil Yayınları, 1975. Bu çalıĢmanın ilk beĢ cildi
Mesnevî‟nin ilk cildinin Ģerhidir.
7
Hüseyin Top, Mesnevî-i Ma‟nevî Şerhi (İlk 1001 Beyit),
Konya: Tablet Yayınları, 2008.
8
Abdülkadir Dağlar, Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (I. Cilt)
(İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2009.
9
Turgut Koçoğlu, Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i Mesnevî (II. Cilt)
(İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2009.
10
Ahmet Tanyıldız, İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî - Şerh-i
Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif) (I. Cilt)
(İnceleme-Metin-Sözlük), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2010.
11
12
Dağlar, a.g.t., s. 70-87.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
Genel olarak eserlerinde Ģiir metinlerini doğru
okuma yollarını ve Ģiir kurallarını öğreten bir
edebiyat muallimi profili çizen ġem‟î, bu eserinde
Mesnevî‟nin arûz, kâfiye, kelime bilgisi ve gramer
kuralları yordamlarıyla nasıl okunabileceğinin
ipuçlarını göstermiĢtir.
Çünki øalbüè senüè räzuèuè gùr-∆änesi ola
yaúnì sırruèı çünki ifşä eylemeyesin ... [gùr∆äneõ-ide hemze säkin oøunmaø gerekdür vezn
içün]” (Ş 176/1) (- HT)
Mesnevî-yi Ma‟nevî‟nin nesir değil de nazım formunda bir metin olduğu gerçeğinden
hareketle, mısrâ ve beyitlerinin vezin ve kâfiye
ölçülerinde nasıl okunması gerektiği ile ilgili somut ve görsel denemeleri, en azından Farsça ve
Arap yazısı bilgisine sahip olmayan Mesnevî meraklılarının istifâdesine sunmanın önemi ortadadır.
Kaldı ki, Arap harfli tüm metinlerde olduğu gibi,
Mesnevî‟yi lafzen okunma Ģekli ve tercihleri ondan ne anlaĢıldığının da ciddî bir göstergesidir.13
Kalbin; sırrının mezârı olursa ...” (TM 174/1;
c. 1, s. 163)
AĢağıda, ġem‟î‟nin Mesnevî‟yi lafzen okumaya dâir verdiği ipuçlarından, yapmıĢ olduğu
kılavuzluktan hareketle Mesnevî‟nin ilk cildinden
seçilmiĢ örnek beyitlerin nasıl okunabileceği üzerinde durulmuĢ, bu beyitleri okuma Ģekilleri
Tâhirü‟l-Mevlevî ve Hüseyin Top‟un okuma biçimleriyle mukayese edilmiĢtir.14
1. Arûz Kılavuzu
Remel bahrinin “fâ‟ilâtün fâ‟ilâtün fâ‟ilün”
kalıbıyla nazm edilmiĢ olan Mesnevî-yi
Ma‟nevî‟nin bu Ģerhinde ġem‟î arûzla ilgili teorik
bilgiler vermez, okuma esnâsında mısrâların bu
kalıba tam olarak oturması için ne gibi tasarruflarda bulunulabileceğinin yollarını gösterir:
“Gûr hâne râz-ı tû çün dilĢeved
“Bì∆aber k’an şäh øa´d-ı canş kerd
bì∆aber ki ol şäh anuñ cänına øa´d eyledi
cäneşde nùn vezn içün säkin oøunmaø gerekdür
cäneşde olan ◊amìr-i ˚äyib merd-i zer-gere
räciúdür” (ġ 193/2)
“Bîhaber kâ‟nĢâh kasd-î cânĢ kerd
ġâhın canına kasdettiğinden haberi olmayan
...” (TM 191/2; c. 1, s. 169)
“Bîhaber k‟anĢâh kasd-î cânĢ kerd
ġâhın kasdediciliğinden habersiz ...” (HT
191/2; s. 151)
“Cüz ki ´ä≈ib-Ÿevø ki’şnäsed biyäb
Ki ´ä≈ib-Ÿevødan ˚ayrı kim aèlar fehm eyle [şinäsed fiúl-i mu◊äriú müfred-i müŸekker-i
˚äyibdür]
Ù şinäsed äb-ı ∆oş ezşùre-äb
1.1. Harekeli Harflerin Sâkin veya Sâkin
Harflerin Harekeli Okunması
∆oş ve leŸìŸ äbı tel∆ u şùre-äbdan o aèlar
zìrä ≠atdı... ki şinäsedde ki istifhämdur imtinäú
içün ve şìn vezn içün säkin oøunur” (ġ 281/1)
“Näyib-i ~aøø u ∆alìfe-y men tuyì
“Cüz ki sâhib zevk ki Ģînâsed biyâb,
~aøøuè näyibi ve benüm ∆alìfemsin
[∆alìfeõ-ide hemze yä-yı säkine oøunmaø
gerekdür vezn içün]” (ġ 660/2) (- TM)
“Nâib-i Hakk û halîfe men tüî
Hakk‟ın vekîli ve benim halîfem sensin” (HT
651/2; s. 365)
“Gùr-∆äne-y räz-ı tù çün dil şeved
―――――――――
Bu konuda bkz. Ahmet Tanyıldız, “Mesnevî ġerhlerinde
Sözden Ma‟nâya Yorum Farklılıkları”, Turkish Studies,
International Periodical for the Languages, Literature and History
of Turkish or Turkic, Volume 4/6 (Prof. Dr. Cem Dilçin
Adına - ġerh/Annotation), (Fall 2009), s. 407-426.
13
Örneklerde sırasıyla ġem‟î (ġ), Tâhirü‟l-Mevlevî (TM) ve
Hüseyin Top‟un (HT) aynı beyit veya mısrâ üzerine
okumaları yer almaktadır; ġem‟î‟den alınan beyitler ve
mısrâlar koyu Ģekilde ve paragraf girintisi fazladır.
Örnekler Abdülkadir Dağlar, Tâhirü‟l-Mevlevî ve Hüseyin
Top‟un yukarıda künyesi verilen çalıĢmalarından alınmıĢ
olup bu çalıĢmalardaki beyit/mısrâ numaraları parantez
içinde verilmiĢtir. Tâhirü‟l-Mevlevî ve Hüseyin Top‟tan
örnek alınırken hiçbir tasarrufta bulunulmamıĢ,
kitaplarından aynen alıntılama yapılmıĢtır.
14
Ô Ģinâsed âb-ı hoĢ ez Ģûre âb.
BilmiĢ ol ki, tatlı suyu acı sudan ayırt edecek
olan zevk sâhibidir” (TM 273; c. 1, s. 207)
“Cüz ki sâhib zevk ki Ģînâsed biyâb
Ô Ģinâsed âb hoĢ ez Ģûre âb
BilmiĢ ol ki tatlı su ile acı su arasındaki farkı,
zevk sâhibi (tatma duygusu olan) anlar” (HT 276;
s. 186)
“Ger hemì∆¥ähì úa´ä tu’fken nu∆ust
eger ister iseè úa´äèı evvel sen bıraø ... [tu
efkende elif ve fä säkindür vezn içün]” (ġ
1644/2)
“Ger hemî-Hâhî aSâ tu-„fken nuHust
istersen evvelâ asânı sen at” (TM 1615/2; c.
3, s. 819)
örneklerinde harekeli harflerin sâkin,
“Deri§ir mìguft canrä süst şev
úaøabince cäna eydürdi ki süst ü kähil ol ...
deri§rde hemze meksùr olup úaøab maúnåsına
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
29
olmaø rùşendür nihäyeti vezn içün §äya da∆ı
kesre virilür i§ir úaøabince maúnåsınadur e§er
olup maúnå böyle olmaø hem ∆ùbdur anuè e§er
ü maúnåsında cäna süst ü kähil ol dirdi bu vech
üzre hemze ve §ä meftù≈dur” (ġ 457/2)
“Vez eser mî gûft canrâ sûst Ģev
Zımnen ve fi‟len ise, rûha atâlet ve miskinlik
tavsiye ediyordu” (TM 447/2; c. 1, s. 288)
“Vez eser mî gûft canrâ sûst Ģev
ama sözünün özünde cana „gevĢek ol‟ diyordu, sanki tembellik, gevĢeklik tavsiye ediyordu”
(HT 448/2; s. 263)
Eger benüm göèlüm dervìşlik sebebinden
´ıçradı ise ...
Behr-i ∆¥ìşem nìst an behr-i tuvest
ol ∆u´ù´ kendümden ötüri degüldür senden
ötüridür [tùstda väv fet≈ile oøunmaø gerekdür
vezn içün]” (ġ 2440)
“Ger zi dervîĢî dilem ez Sabr cest,
Behr-i HîĢem nîst ân behr-i tu est.
örneklerinde de sâkin harflerin hareke ile
okunmasının aruz için gerekli olduğu ifâde edilmiĢtir.
MüĢedded
“Zêr-i kalb û zêr-i nîkû der ayâr,
Kalp altını da, hâlis altını da ...” (TM 296/1;
c. 1, s. 221)
“Zer-i kalb û zer-i nîkû der ayâr
Kalp altın ile hâlis altın ayarda anlaĢılır” (HT
299/1; s. 197)
örneklerinde
müĢedded,
muhaffef
kelimelerin
Æıfl ≈accämuè ol nìşinden ditrer ve ∆avf
eyler ≈accäm müşeddeddür ammä bunda vezn
içün mu∆affef oøunur ≈accäm ≈acämat idici
maúnåsınadur ammä cerrä≈ maúnåsına istiúmäl
olınur” (ġ 246/1)
“Tıfl mîlerzed ezan nîĢ-i hacâm
Çocuk, hacamat neĢteri karĢısında titrer”
(TM 238/1; c. 1, s. 192)
“Beççe mî lerzed ezan nîĢ-i hacâm
Zarûret ilcâsiyle gönlümün sabr ve tahammülü taĢtıysa kendim için değil, senin için idi” (TM
2403; c. 4, s. 1158)
1.2. Kelimelerin
Muhaffef Okunması
æalb altunı ve ∆äli´ altunı úayärda ... [zer
bunda iki ma≈alde bile teşdìdiledür]” (ġ 304/1)
“Beççe mìlerzed ezan nìş-i ≈acäm
“Ger zidervìşì dilem ez´abr cest
30
“Zerr-i øalb ü zerr-i nìkù derúayär
veya
“`un revan şud hem-çü seyl ezçepp ü rast
™ol ve ´a˚dan yaúnì e≠räfdan øan seyl gibi
revän oldı çep ´ol räst ´a˚ maúnåsınadur çepde
pä müşeddeddür vezn içün” (ġ 714/1)
“Hun revan Ģüd hemçü sîl ez çepp ü râst
Sağdan, soldan kan selleri aktı” (TM 699/1;
c. 2, s. 421)
“Hun revan Ģüd hemçü seyl ez cebb ü râst
Soldan sağdan sel gibi kan aktı” (HT 704/1;
s. 395)
“Çün ziúUmmer an resùl inrä şinìd
Çünki ol resùl-i Rùm ≈a◊ret-i úÖmerden ...
[úUmer bunda mìmüè teşdìdiyile oøunur vezn
içün]” (ġ 1539/1)
“Ez-Umer çun ân resûl înrâ Ģenîd
O elçi, Hazret-i Ömerden bunları iĢitince ...”
(TM 1514/1; c. 3, s. 778)
Çocuk hacamatçının neĢteri karĢısında titrer”
(HT 244/1; s. 172)
“Berdükan bùdì nigehbän-ı dükän
dükkända dükkänuè nigehbänı ve ≈äfı®ı idi
... dükän a´lı müşeddeddür lìkin vezn içün ta∆fìf
olınmışdur” (ġ 250/1)
“Ber dûkân bûdî nigehbân-î dükân
Dükkânda bekçilik eder ...” (TM 242/1; c. 1,
s. 194)
“Ber dükân bûdî nigehbân-î dükân
Dükkanda dükkan bekçiliği yapar” (HT
248/1; s. 174)
örneklerinde de müĢedded kelimelerin
muhaffef okunmasının vezn için daha doğru
olduğu belirtilmiĢtir.
1.3. Kelimelerin, Harf Hazfı veya
Ziyâdesiyle Okunması
“~amleşän ezbäd bäşed dembedem
ol şìrlerüè ≈areket ü ≈amlesi dembedem
yilden olur ... [≈amle-yi şän taødìrindedür ki
vezn içün hemze ≈aŸf olınmışdur]” (ġ 612/2)
“Hamle Ģan ez bâd bâĢed dembedem
ki saldırıĢımız, rüzgârın tahrîkiyledir” (TM
601/2; c. 2, s. 379)
“Hamle Ģân ez bâd bâĢed dembedem
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
Onların zaman zaman hareketi, oynaması
rüzgardan olur” (HT 603/2; s. 338)
“Däne bäşì mur˚ekänet berçinend
Däne olur iseè seni øuşçu˚azlar dirürler ve
yirler [berçìnend idi vezn içün yä ≈aŸf olındı]”
(ġ 1860/1)
“Dâne bâĢî murğakânet ber-çenend
Dâne gibi olursan seni kuĢcağızlar toparlar
...” (TM 1830/1; c. 3, s. 924)
“An úAräbì ezbiyäbän-ı baúìd
Ol úAräbì dùr u baúìd biyäbändan [úaräbì
a´lı aúräbìdür ki vezn içün elif ≈aŸf olınmışdur]”
(ġ 2818/1)
Aslında vasl-ı hâ aruzda bir kusur olarak
kabul edilmektedir. Ancak, Ģâirler nâdiren de olsa
belki de zarûret dolayısıyla bu yolu kullanmıĢlardır:
“K’ezvey ägeh geşt heme pìr ü cevän
ki ol meclisde ≈ä®ır olan cemìú-i pìr ü
cevän ol näleden ägäh u ∆aberdär oldı geşt laf®ı
vezn içün tìz oøunmaø gerekdür” (ġ 2148/2)
“K‟ez-vey âgeh gêĢt hem pîr û cevân
o iniltiyi bulunanların, ihtiyârı da, genci de
duydu ...” (TM 2113/2; c. 4, s. 1042)
örneğinde vezin için “geĢt” kelimesinde
meddin açılarak “heme” kelimesine ulanarak hızlı
bir Ģekilde okunması gerektiği ifâde edilmiĢtir.
2. Kâfiye Kılavuzu15
“An a‟râbî ez beyâbân-ı baîd
O Bedevî, uzak çöllerden ...” (TM 2775/1; c.
5, s. 1313)
örneklerinde kelimelerin, bir harflerinin hazf
edilerek okunması,
“Cebr çi’bved besten-i işkesterä
Lu˚atda cebr nedür ´ınmışı ´arup
ba˚lamaødur [işkestede hemze zäyid vezn
içündür]” (ġ 1089/1)
“Cêbr çibved: besten-î iĢkesterâ
Cebr nedir? Kırık bir kemiği sarıp bağlamak
...” (TM 1068/1; c. 2, s. 595)
örneklerinde ise kelimenin, bir harf eklenerek
okunması gerektiği vurgulanmıĢtır.
“`alfehum sedden fe a˚şeynähumù
Biz anlaruè öèinden sedd eyledük ve
anlaruè ardından sedd eyledük pes biz anları
i≈ä≠a eyledük ki anlar ≠arìø görmezler ebedì
¬aläletde øalurlar kibr ü úinädlarına sebeb budur
Mìnebìned bendrä pìş ü pes ù
o ardında olan bend ü øaydı görmez fe
mìm ◊ammıla ve işbäúıla
oøunmaø gerekdür” (ġ 3291)
a˚şeynähumda
ġem‟î, aruz hususunda olduğu gibi kâfiye
konusununda da teorik açıklamalar yapmadan,
kelimelerin kâfiyeye uygun olarak nasıl okunması
gerektiği hakkında ikazlarda bulunmuĢtur. AĢağıda
ġem‟î‟nin kâfiyeye uygun okuma ile ilgili tasarrufları ele alınacaktır.
2.1. Kâfiye Kelimesinde Mukayyed
Revînin Mutlak Revî Yapılması
ġiirde kâfiye harfi olan “revî” sâkin ise
“mukayyed” harekeli ise “mutlak” adını alır. AĢağıdaki örnekte “derkûlhâ” kelimesindeki sâkin
“lâm”ın kâfiye icâbı (“lûlehâ” kelimesine uydurulmak için) fetha ile okunması gerektiği belirtilmiĢtir:
“Şeh çü ≈av◊ì dan ≈aşem çün lùlehä
Päd-şähı bir ≈av◊ ve ≈aşem ü erkänı lùleler
gibi bil
Áb ezlùle revan derkùlehä
äb lùleden göllere cärìdür kùlhädan muräd
reúäyädur kùl käf-ı úArabìnüè ◊ammesiyile bir
deredür ki anda ∆urde ≠aş ve øum ola ve Türkìde
göl dirler ki úArab ˚adìr dir [kùlhäda läm fet≈ile
oøunmaø gerekdür]” (ġ 2866)
“ġeh çü havzî dan haĢem çün lûlehâ,
Ab ezlûlehâ revan der gôlehâ.
“Halfehum sedden feağĢeynâhumû,
Mî nebîned bendrâ pîĢ-û-pes ô.
Onların önlerine ve ardlarına sed yaptık ki, o
önde ve arkada olan bendi görmezler” (TM 3238;
c. 5, s. 1499)
örneğinde de, klâsik nazımda vezin ve kâfiye
zarûretinden dolayı kelimenin sonuna harf katma
anlamına gelen “iĢbâ‟” hâdisesine değinilmiĢtir ki
görüleceği üzere hem vezin hem de kâfiye için
kelime harf eklenmesiyle okunmuĢtur.
1.4. Vasl-ı Hâ ile Okuma
PâdiĢâhı havuz, etbâını o havuzun muslukları
farzet. Su, göle musluklardan akar.” (TM 2822; c.
5, s. 1332)
2.2. Kâfiye Kelimesinde Revî Harfinin
DeğiĢtirilmesi
“Cüzv-i küll ezküll-i ù gerded pedìd
―――――――――
Bu bölümdeki kâfiye ile ilgili terminoloji için bkz. M. A.
Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi (Biçim-Ölçü-Kafiye),
Ġstanbul: 3F Yayınevi, 2007, s. 265-272.
15
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
31
Küllüè cüzõi ol cüzõüè küllinden ®ähir olur
yaúnì úaøl-ı cüzõì úaøl-ı küllìden øuvvet ü kemäl
bulur
An çünan ki mesti-yi úaøl eznebìd
Ancılayın ki nebìdden úaøluè mestligi ®ähir
olur nebìd ∆urmädan ≈ä´ıl olan şeräbdur ki
nebìŸü’t-temr dirler a´lı Ÿäl-i muúceme iledür
lìkin øäfiyeden ötüri däl-i mühmele oøunur” (ġ
2086)
“Cüz‟-i küll ez-küll-i û kerded bedîd,
Ân-çun-ân kî mesti-î aKl ez-nebîd.
Küllün cüz‟ü, onun küllünden zâhir olur. Nitekim nebizden akl sarhoĢ olur” (TM 2051; c. 4, s.
1013)
örneğinde “nebîz” kelimesinin “pedîd” ile
kâfiyelenebilmesi için “zâl” harfi “dâl” harfine
çevrilmiĢtir.
2.3. Kâfiye Kelimesinde “Ridf” Harfinin DeğiĢtirilmesi
32
“Ridf”, revî harfinden önceki sâkin “elif,
vâv, yâ” harfleridir. Kâfiye zarûretinin ortaya
çıktığı durumlarda bu harflerin birbirleri ile değiĢtirilmesi gerektiği belirtilmiĢtir:
Ender â der sâye-î nahl-î ümîd.
Lâkin arslanlığa itimad etme de ümid ağacının gölgesine gel” (TM 2959; c. 5, s. 1388)
Yukarıdaki örneklerde “imâm” ve
“i‟timâd” kelimelerindeki ridf harfleri olan
“elif”ler, kâfiye gereği “yâ” ile değiĢtirilmiĢtir.
2.4. Kâfiye Kelimesinde “Hazv”da DeğiĢiklik Yapılması
Kâfiye harflerinden “ridf” ve “kayd”dan
önceki harfin harekesine “hazv” denir. AĢağıdaki
örnekte ġem‟î “∆ord” ile “nekerd”i kâfiyeli hâle
getirmek için mazmûm (ötreli) “∆ä” harfinin
harekesini meftûh (üstünlü) yapmıĢ, böylece,
revînin sâkin olması durumunda hazvin farklı
olmasından kaynaklanan kâfiye kusurunu ortadan
kaldırmıĢtır:
“Çün ki bùyì bürd ü şükr-i an nekerd
Çünki bir bùy iltdi ve anuè şükrini eylemedi
Küfr-i niúmet ämed ü bìnìş ∆ard
ol kimse küfrän-ı niúmet geldi ve burnını
yidi [∆ordda ∆ä fet≈ile oøunmaø gerekdür øäfiye
içün]” (ġ 451)
“Tä becäy-ı ù şinäsìmeş imìm
Tä vezìr yerine anı imäm u ∆alìfe
aèlayalum
Dest ü dämenrä bedest-i ù dihìm
dest ü dämenümüzi anuè eline virelüm
yaúnì aèa küllì teslìm olalum imìm a´lında
imämdur ki øäfiye içün elif yäya øalb olındı” (ġ
679)
“Tâ becây-i ô ĢinâsîmeĢ emîm,
Dest ü dâmen râ bedest-î ô dihîm.
Ki o vezîrin makâmında imam ve muktedâ
tanıyalım; ve elimizi, eteğimizi onun eline teslîm
edelim” (TM 666; c. 2, s. 405)
“Tâ becây-î ô ĢinâsîmeĢ emîm
Dest ü dâmen râ bedest-i ô dihîm
Tâ ki onun yerini alacak imamı bilelim. Eli,
eteği onun eline verelim.” (HT 669; s. 376)
“Lìk berşìrì mekun hem iútimìd
“Çünki bûyî bürd ü Ģükr-î an nekerd,
Küfr ü ni‟met âmed û bînîĢ hord.
Bir kimse, mânevî koku duyup da o nîmetin
Ģükrünü îfâ etmezse, küfrân-ı nîmet gelir, onun
burnunu yer ve düĢürür” (TM 441; c. 1, s. 284285)
“Çünki bûyî bürd ü Ģükr-î an nekerd
Küfr-i ni‟met âmed û bînîĢ hôrd
(Ma‟nevî) Bir koku alıp da onun Ģükrünü îfâ
etmiyen kimsenin bu nankörlüğü, onun burnunu
yer, bitirir.” (HT 442; s. 260)
2.5. Kâfiye Kelimesinde “Tevcîh”te
DeğiĢiklik Yapılması
Ġçinde te‟sîs harfi bulunmayan kâfiye kelimelerinde mukayyed revîden önceki harfin harekesinin yani tevcîhin değiĢtirilmesi yoluyla kâfiye
sağlanması gerektiğine metnin pek çok yerinde
rastlanmaktadır. AĢağıdaki örneklerde ġem‟î
tevcîhlerde değiĢiklik yaparak, revînin sâkin olması
durumunda tevcîhin farklı olmasından kaynaklanan kâfiye kusurunu bertaraf etmiĢtir:
Lìkin arslanlı˚uè üzre hem iútimäd eyleme
iútimäd idi øäfiye içün elif yäya øalb olındı ve
evlå yä ile yazılmaødur
Ender ä dersäye-yi nä∆l-i ümìd
ümìd na∆linüè säyesine gel” (ġ 3007)
“Tä kenìzek dervi´äleş ∆aş şeved
Tä kenìzek anuè vi´älinde tendürüst ü ∆oş
ola
Áb-ı va´leş defú-i ìn äteş şeved
“Lîk ber Ģîrî mekün hem i‟temîd,
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
zer-gerüè vi´äli äbı bu äteş ü ≈aräreti defú
idici ola ... ∆oşda ∆ä fet≈ile oøunmaø gerekdür”
(ġ 201)
“Tâ kenîzek der visâleĢ hoĢ Ģeved,
Âb-ı vasleĢ def‟-i in âteĢ Ģeved.
Tâ ki bunun visâliyle câriye iyileĢsin, âb-ı
visâli onun hasret ateĢini söndürsün” (TM 199; c.
1, s. 172)
“Tâ kenîzek der visâleĢ hoĢ Ģeved
Âb-ı vasleĢ def‟-i an âteĢ Ģeved
Ver ki, câriye onun visâliyle (onunla buluĢmakla) Ģifâ bulsun, onun vuslat suyu bu âteĢi
söndürsün” (HT 199; s. 154)
“Gufte ìnek mä beşer ìşan beşer
Eytmişler işte biz beşerüz anlar da∆ı
beşerdür ...
Mä vü ìşan beste-yi ∆¥äbìm ü ∆¥ar
biz ∆¥äb u ∆ora muøayyedüz anlar da∆ı
∆¥äb u ∆ora muøayyedlerdür ... ∆or yimek
maúnåsınadur ∆orda ∆ä fet≈ile oøunmaø
gerekdür øäfiye içün” (ġ 271)
Gayr-ı in heft âsmân-î mu‟teber
Onlar, bu bilinen muteber yedi gökten baĢka
göklerde seyrederler. Bu gökler ise bilinen, bu
meĢhur yedi göğün ötesindedir.” (HT 755; s. 425)
örneğinde de “diger-müĢtehir” kelimeleri
arasında kâfiye sağlamak için “hâ” harfinin harekesini (tevcîh) kesreden fethaya çevirmek gerektiği
ifâde edilmiĢtir.
2.6. Her Ġki Mısrâda Kâfiye Kelimelerinde DeğiĢiklik Yapılması
AĢağıdaki örnekte ilk mısrâda “≈icäb” kelimesindeki ridf-i elif ridf-i yâ‟ya çevrilerek
“≈acìb”, ikinci mısrâda “ceyb” kelimesindeki kayd
harfi (sâkin yâ) ridf harfine çevrilerek “cìb” kelimesine dönüĢtürülmüĢtür:
“Çeşm-bendest äteş ezbehr-i ≈acìb
Áteş ≈icäbdan ötüri göz ba˚ıdur úaväma
a´lı ≈icäbdur øäfiye içün ≈acìb oøunur
Ra≈metest in ser beräverde zicìb
“Güfte înek mâ beĢer îĢan beĢer,
bu äteş ceyb ü ˚aybdan başın øaldurmış ve
®ähir olmış ra≈metdür [ceyb a´lı cìmüè
fet≈iyiledür bunda øäfiyeden ötüri cìme kesre
virmek läzımdur]” (ġ 801)
Mâ vü îĢan beste-î hâbîm ü hor.
“ÇêĢm bendest âteĢ ez-behr-i hacîp,
ĠĢte biz de insanız, onlar da. Biz de yemeye
ve uyumaya mecbûruz, onlar da dediler.” (TM
263; c. 1, s. 201)
Rahmetest in serberâverde zicîp.
“Güfte înek mâ beĢer îĢan beĢer
Bu ateĢ, sathî görüĢlülere perde olmak için
bir göz bağıdır. Yoksa ceyb-i gayb-ı Ġlâhiden zuhur etmiĢ bir rahmettir” (TM 785; c. 2, s. 466)
Mâ vü îĢân beste-î hâbîm ü hor
“ÇêĢm bendest âteĢ ez-behr-î hacîb
ĠĢte, biz de insanız onlar da insan, biz de uykuya ve yemeğe bağlıyız (mecburuz, muhtâcız)
onlar da dediler” (HT 266; s. 181)
örneklerinde “hoĢ-âteĢ” ve “beĢer-hor” kelimeleri arasında kâfiye sağlamak için “hâ” harflerinin harekesini (tevcîh) zammeden fethaya,
“Säyiran deräsmanhä-yı diger
Ol a∆terler
idicilerdür
˚ayrı
äsmänlarda
seyr
Rahmetest in ser ber âverde zi cîb
(Bu) AteĢ, (nasipsizlerden) gerçeği gizlemek
için bir göz bağıdır. (Aslında ma‟nâ) yakasından
baĢını çıkaran bir rahmettir.” (HT 787; s. 443)
3. Harf ve Hareke Kılavuzu
Metinde karıĢması muhtemel kelimelerin
harflerini ve harekelerini sözlü olarak belirtmekle
yanlıĢ okuma ve yorumlamanın önüne geçilmiĢtir:
“~äl-i tù dìdem neveştem øäl-i tù
˙ayr-ı in heft äsmän-ı müşteher
bu müştehir olan yedi äsmändan ˚ayrı ...
müştehir ism-i fäúildür lìkin bunda øäfiye içün
hänuè fet≈iyile oøunur” (ġ 765)
“Sâiran der âsmanhây-î diğer,
Gayr-i in heft âsmân-î nâmver.
O yıldızlar, Ģu meĢhur yedi gökten baĢka
göklerde seyrederler” (TM 749; c. 2, s. 447)
“Sâirân der âsmânhây-î diğer
senüè ≈älüèi gördüm yaúnì tamäm bildüm
senüè sözüèi dürdüm yaúnì minbaúd sözlerüèe
iútiøäd u iútimäd eylemezem neveştem nùn ve
vävuè fet≈asıyıla fiúl-i mä◊ì nefs-i mütekellim-i
va≈dedür ≠ayy eyledüm maúnåsına” (ġ 359/2)
“Hâl-i tû dîdem nenûĢem kâl-i tû
Hâlini görüp anladığım için, dedikoduna kulak asmam” (TM 349/2; c. 1, s. 247)
“Hâl-i tû dîdem nenevĢem kâl-i tû
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
33
Martavalına kanmam (yalanını yutmam).”
(HT 353; s. 220)
örneğinde
“nüviĢtem”,
“neveĢtem”
kelimesinin
“Bendegì der˚ayb ämed ∆ùb geş
`ıdmet ü bendelik ˚aybda ∆ùb u la≠ìf gelür
[geş käf-ı Färsìyile ∆ùb u näzük maúnåsınadur]
~ıf®-ı ˚ayb äyed deristiúbäd ∆aş
˚aybuè ≈ıf®ı istiúbädda ∆oş gelür” (ġ 3684)
“Bendekî der ğayb âyed hûb-u-keĢ,
Hıfz-ı ğayb âmed der isti‟bad hueĢ.
Gâibâne ibâdet güzel ve latîftir. Ġsti‟bâd yânî
ibâdette gaybı muhâfaza etmek hoĢtur” (TM
3627; c. 5, s. 1678)
örneğinde de “geĢ” kelimesinin “keĢ” okunmaması için uyarı yapılmıĢtır.
“Künd ü mande mìşevì vü ser-nigùn
34
çönge ve yor˚un ve zebùn ve başı aşa˚a
olursun yaúnì mädäm ki ≈ämil-i ≈avässın ≈älüè
∆aräbdur a≈väl-i beşeriyyetden ∆alä´ bulmaz ve
vä´ıl u maøbùl-i ~aøø olmazsun ve bir dem
taúab u za≈met ü meşaøøatdan ∆älì degülsin
künd käf-ı úArabìnüè ◊ammesiyile çönge
maúnåsınadur künd yerine gend käf-ı Färsìnüè
fet≈asıyıla øokmış maúnåsına ma≈alle müläyim
degüldür nite ki aşa˚ada väøıú olan beytden
®ähirdür ...” (ġ 3232/2)
“Kûned-û-mandê miĢêvî ser nigun
yorgun ve âciz kalmıĢsın” (TM 3180/2; c. 5,
s. 1475)
örneğinde ise, muhtemelen mısrânın baĢkalarınca yanlıĢ okunmuĢ ve yorumlanmıĢ olmasından
dolayı, kelimenin “gend” değil “künd” okunması
gerektiği ifâde edilmiĢtir.
4. Bâb (Vezin) Kılavuzu
Kelimelerdeki harflerin farklı harekeler ile
okunmaması için bazen harekesinin yanında
Arapça kelime bilgisi kâidelerine göre bâbları, aynı
bâbdaki baĢka bir kelime örneği ile belirtilmiĢtir,
Ģu öneklerde olduğu gibi:
“Guft el-∆aløu úıyälun li’l-İläh
≈a◊ret-i Resùl ´allallähu úaleyhi ve sellem
eytdi ∆alø Alläh taúälånuè úıyälidür ... úıyäl kesri úaynıla cemú-i úıyeldür ciyäd cemú-i ciyed oldu˚ı gibi” (ġ 941/2)
“Guft „el Halk û iyalun lil Ġlâh‟
Nitekim sallallahü aleyhi vesellem Efendimiz
„el halku iyâlullâh‟ buyurmuĢtur” (TM 921/2; c. 2,
s. 531)
“Gûft elhalkû ıyâlün lil‟ilâh
(Peygamber) buyurdu: Halk Tanrının âile
efrâdı (gibi)dir.” (HT 927/2; s. 507)
“Derdhä ezmerg mìäyed resùl
Mara◊ u derdler mevtden resùl gelür yaúnì
andan ∆aber getürür
Ezresùleş rù megerdän ey fa◊ùl
ey fa◊ùl anuè resùlinden yüz döndürme ve
iúrä◊ eyleme fa◊ùl bunda fänuè fet≈iyiledür
resùl vezni üzre” (ġ 2343)
“Derdhâ ez merg mîâyed resûl,
Ez resûleĢ rû megerdân ey fuDûl.
Derdler, insana ölümün elçisi olarak gelir. Ey
fodul kimse, ölüm elçisi olan hastalıklardan yüz
çevirme, yânî onlarla ünsiyyet et ki ölüme de
alıĢmıĢ olasın” (TM 2305; c. 4, s. 1119)
5. Gramer Kılavuzu
Metnin okunuĢunda doğruluğun sağlanması için bazı gramer kuralları da kılavuz olarak
devreye sokulmuĢtur.
5.1.
Ġzâfet
Muzâfunileyh)
Terkîbi
(Muzâf-
Farsça izâfet terkîbi kâidesi üzere terkiplerde genellikle kelimenin muzâf olup olmama
durumları dikkate alınarak yanlıĢ okuma ve yorumlamanın önüne geçilmiĢtir:
“Ney ≈adì§-i räh-ı pür-∆un mìkuned
Ney ∆ùnıla pür olmış yoluè sözini eyler ...
[≈adì§ räh laf®ına ve räh laf®ı pür laf®ına
mu◊äfdur]” (ġ 13/1)
“Ney hadîs-i râh-i pür hûn mîküned
Ney, kanlı bir yoldan bahseder” (TM 13/1; c.
1, s. 66-67)
“Ney hadîs-î râh-ı pürhûn mîküned
Ney, kanlarla dolu bir yolun sözünü etmede
...” (HT 13/1; s. 42)
“Pìş-i sul≠änan mih ü bü’gzìdeem
sul≠änlaruè øatında ulu ve mu∆tär u
maøbùlem [sul≠änän mu◊äf degüldür]” (ġ
1142/2) (- TM)
“Şükr kun çün kerd ~aø ma≈bùs şän
şükr eyle çünki ~aøø taúälå ≈a◊reti anları
úaŸäb u øahrı zindänına ma≈bùs eyledi [ma≈bùs
şän laf®ına mu◊äf degüldür]” (ġ 2609/2)
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
“ġükr kun çûn kerd HaK mahbûs Ģân
Allahın onları dünyâda toprak altında,
ukbâda ise cehennemde habseylediğine Ģükr ve
hamdet” (TM 2571/2; c. 4, s. 1220)
“Destişan kej päyışan kej çeşm kej
Anlaruè eli egri anlaruè aya˚ı egri gözi
egri yaúnì ~aøø içün bir nesneye yapışmazlar ve
~aøø yolına gitmezler ve ~aøøı görmezler
Mihrişan kej ´ulhışan kej ∆aşm kej
anlaruè ma≈abbeti egri zìrä Alläh içün
degüldür anlaruè ´ul≈ı egri zìrä rı◊ä-yı İlähì
içün degüldür anlaruè ˚a◊abı egri zìrä bu˚◊ u
úadävetleri Alläh içün degüldür” (ġ 2610)
“Dest Ģân kej pâyĢân kej çeĢm kej,
Mihr Ģân kej SulhĢân kej HıĢm kej.
Onların elleri de, ayakları da, gözleri de, muhabbetleri de, sulhleri de, gazabları da eğri idi”
(TM 2572; c. 4, s. 1220)
5.2. Kelimelerin Müfred ve Mürekkep
OluĢları
AĢağıdaki beyit, kelimenin veya kelimelerin
basit ve birleĢik oluĢlarına göre nasıl okunup
yorumlanmaları gerektiği hususunda ġem‟î‟nin
dikkatlerini örneklemek için verilmiĢtir:
“Terk-i ∆¥äb u ˚aflet-i ∆argùş kun
`argùş ∆¥äb u ˚afletini terk eyle zìrä
∆argùş egerçi gözi açıø uyur lìkin ≈aøìøatda
∆¥äbdur ki ˚aflet anuèıla biledür [kun emr-i
≈ä◊ır müfred-i müŸekkerdür]
˙ırre-yi in şìr ey ∆ar gùş kun
ey ∆ar bu şìrüè ˚ırre vü ∆urùşını istimäú eyle mı´räú-ı evvelde olan ∆argùş müfreddür
mı´räú-ı §änìde olan ∆ar gùş mürekkebdür ∆ar
gùşdan ki ∆ar eşek maúnåsınadur şìr ∆argùşa
∆ı≠äb u úitäb ≠arìøıyıla didi gùş semú
maúnåsınadur ki Türkìsi øulaødur ˚ırre ˚aynuè
kesriyile ˚ırrìden maúnåsınadur ki emr-i ≈ä◊ır
´ì˚asında ma´dardur” (Ş 1177)
“Terk-i Hâb û gaflet-i HargûĢ kün,
Gurre-î in Ģîr ey Har gûĢ kün.
TavĢan uykusile gafletini bırak da hey eĢek;
bu arslanın böğürtüsünü dinle” (TM 1155; c. 3, s.
635)
5.3. Fiillerden Önce Gelen Bâ’nın
OkunuĢu
Farsça gramerinde mâzî, muzârî ve emir
kiplerinde fiillerin önüne gelen bâ‟nın harekesinin
ne olması gerektiği husûsunda ġem‟î doyurucu bir
açıklama yapmıĢ, yanlıĢ okumalara mahal vermemiĢtir:
“mä◊ì ve mu◊äriú ve emr-i ≈ä◊ır ´ì˚asında
olan bä beş yirde ma◊mùmdur ki evvelinde
≈urùf-ı şefeviyyeden bir ≈arf ola ≈urùf-ı
şefeviyye dörtdür ki bä fä mìm vävdur bürden
ve fermùden ve mänden ve vezìden gibi me§elä
mä◊ìde bübürd ve mu◊äriúde büberd ve emr-i
≈ä◊ırda büber dirler ve mä◊ìde büfermùd ve
muú◊äriúde büfermäyed ve emr-i ≈ä◊ırda
büfermäy dirler ve mä◊ìde bumänd ve
mu◊äriúde bumäned ve emr-i ≈ä◊ırda bumän
dirler ve mä◊ìde büvezìd ve mu◊äriúde büvezed
ve emr-i ≈ä◊ırda büvez dirler ve şol yirde ki
≈arf-i evvel ma◊mùm ola nùşìden ve dù∆ten ve
sù∆ten gibi mä◊ìde bünùşìd ve büdù∆t ve büsù∆t
dirler mu◊äriúde bünùşed ve büdùzed ve
büsùzed dirler ve emr-i ≈ä◊ırda bünùş ve büdùz
ve büsùz dirler bu beş ma≈alden ˚ayrıda kesre
ile oøunur ve ma´ädırda olan bä ki bir maúnå
ifäde eyler olsa ol bä meftù≈dur me§elä
®arfiyyet ve il´äø ve istiúänet ve mu´ä≈abet
maúnåları gibi” (ġ 579)
“Tä bugùyem şer≈-i derd-i iştiyäø
tä iştiyäø derdinüè şer≈ini diyem” (ġ 3/2)
“Tâ bigûyem Ģerh-i derd-i iĢtiyâk
ĠĢtiyak derdini Ģerhedebilmem için” (TM
3/2; c. 1, s. 54)
“Tâ bi kûyem Ģerh-i derd-i iĢtiyâk
ki bu özlem derdimi ona anlatıp Ģerhedeyim”
(HT 3/2; s. 32)
“Terk-i ceng u rehzenî ey zen bigû,
Ver nemî gûyî be terk-i men bigû
Kadın; artık benimle uğraĢmayı ve yolumu
vurmayı bırak! Bunu yapamayacaksan bâri benim
yakamı bırak” (TM 2396; c. 4, s. 1155)
“Men nihädem ser bübür in gerdenem
ben baş øodum ve rä◊ì vü mu≠ìú oldum
benüm boynumı kes ... [bübür emr-i ≈ä◊ırdur
bürìdenden]” (ġ 1250/2)
“Men nihâdem ser bi-bür in gerdenem
ĠĢte gerdanım, yalan söylüyorsam onu kes”
(TM 1227/2; c. 3, s. 659)
“Ù büdùzed ∆ırøa-yı dervìşrä
dervìşüè ∆ırøasını ol `udä diker ...
[büdùzed fiúl-i mu◊äriú müfred-i müŸekker-i
˚äyibdür]” (ġ 695/2)
“Ô bidûzed Hırka-î dervîĢ râ
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
35
DerviĢin hırkasını diken de odur” (TM
681/2; c. 2, s. 415)
“Ô bidûzed hırka-î dervîĢrâ
DervîĢin hırkasını diken de O‟dur.” (HT
685/2; s. 386)
“Guft säõil çun bumand in ∆äkdän
Bir säõil eytdi bu zemìn bu §aøìlligi ile niçe
øaldı [bumänd fiúl-i mä◊ì müfred-i müŸekker-i
˚äyibdür]” (ġ 2526/1)
“Goft sâil çûn be mând în Hâkdân
Der miyânı în muhît-i âsmân
Bir sorucu: O halde Ģu arz, onu kaplamıĢ
olan semânın ortasında nasıl duruyor? diye sordu”
(TM 2489; c. 4, s. 1186)
“Hem-çü perväne büsùzäned vücùd
perväne gibi vücùdını yandurur” (ġ 4019/2)
“Hemçu pervânê bısôzâned vucud
pervâne gibi cismini yandırır” (TM 3955; c. 5,
s. 1812)
36
Sonuç
Mesnevî tercüme ve Ģerhleri üzerine yapılan incelemelerde müĢâhede edildiği üzere, beyitleri okuma tercihleri tercüme ve Ģerh Ģekillerini
doğrudan ilgilendirmektedir. ġem‟î‟nin eserinin
tümünde yapılan ikazlarda, metni aruza ve
kâfiyeye göre okumanın çok mühim olduğu, aruz
ve kâfiye için -anlamı değiĢtirmemek kayd u Ģartıyla- kelimenin fesâhatından bile ödün verilebileceği
anlaĢılmaktadır. Bu çalıĢma, ġem‟î‟nin sadece
Mesnevî‟nin lafzen okunuĢu ile ilgili yapmıĢ olduğu kılavuzluğun, aslında diğer Farsça (ve hattâ
Türkçe) manzum metinler için de geçerli olabileceğini göstermektedir.
KAYNAKÇA
DAĞLAR, Abdülkadir, Şem‟î Şem‟ullâh Şerh-i
Mesnevî (I. Cilt) (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük),
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2009.
SARAÇ, M. A. Yekta, Klâsik Edebiyat Bilgisi
(Biçim-Ölçü-Kafiye), Ġstanbul: 3F Yayınevi, 2007, s.
265-272.
Tâhirü‟l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Cilt 1-5, 2.
Basım, Ġstanbul: ġâmil Yayınları, 1975.
TANYILDIZ, Ahmet, “Mesnevî ġerhlerinde
Sözden Ma‟nâya Yorum Farklılıkları”, Turkish
Studies, International Periodical for the Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Volume
4/6 (Prof. Dr. Cem Dilçin Adına ġerh/Annotation), (Fall 2009), s. 407-426.
TOP, Hüseyin, Mesnevî-i Ma‟nevî Şerhi (İlk 1001
Beyit), Konya: Tablet Yayınları, 2008.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
MESNEVÎ’NİN BİR BEYTİ IŞIĞINDA GÖNÜL
AYNASI VE MEVLÂNÂ’NIN “GÖNÜL”E BAKIŞI
A Mırror of the Heart in The Lıght of a Couplet of
Masnavı
and Rumı’s Vıew of the Heart
Öğr. Gör. Dr. Nurgül SUCU
ÖZET
Bir gönül sultanı ve gönül eğitimcisi olan Mevlânâ, eserlerinde ele aldığı her mevzu ile,
insanlara temiz bir gönül elde etmenin önemini ve bunun yollarını göstermiştir. Mevlânâ,
eserlerinde insan vakıasının zaman ve mekân üstü gerçeklerine ebediyet ufkundan ışık tutmuştur. Bu nedenle üzerinden asırlar geçse bile, onun eserleri; mevzuu, muhtevası ve üslubu
itibariyle tazelik ve taravetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Hâlen, gönül bahçelerine, çağlar
öncesinden gelen bir bahar melteminin hayat bahşeden esintisi gibi, cennet rayihaları yaymaya devam etmektedir.
Bu makalede, Mesnevî-i Şerîf’in 1. cildinde yer alan 34. beyitden yola çıkarak
Mevlânâ’nın “gönül”e bakışı ve Mesnevî’de söz konusu edilen gönül çeşitleri ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevi, Gönül, Ayna
ABSTRACT
Rumi, a sultan of the hearts and a heart trainer, emphasised the importance of having a
clean heart and pointed to ways of achieving this via all kinds of themes in his works. In his
works, Rumi shed light on the timeless and spaceless realities of the human phenomenon
from the horizon of eternity. Therefore, his works have never lost their freshness and
relevance by virtue of their themes, content and style even after long centuries. Currently, he
is infusing in gardens of the heart heavenly fragrances just like a life-giving breeze from
centuries before.
In this article, Rumi’s view of the “heart” and the types of heart mentioned in Masnavi
will be investigated on the basis of the 34th couplet in the 1st volume of Masnavi.
Key Words: Rumi, Masnavi, Heart, Mirror
―――――――――
Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne: Mevlânâ,
Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla sunulmuĢ tebliğin geliĢtirilmiĢ Ģeklidir
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected].
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
37
Mevlânâ, Mesnevî‟nin 1. cildinin 34.
beytinde;
1
Āyine'et dānī çirā ġammāz nīst
Z'ān ki jengār ez ruḫ eş mümtāz nīst
38
“Senin aynan neden gammaz değildir, bilir
misin? Çünkü onun yüzü kir ve pastan arınmamıĢtır.” diyerek gönlü bir aynaya benzetir ve
bu aynanın temiz tutulması, cilalanması gereği
üzerinde durur. Zira gönül aynasına güzelliklerin en hakikisi akseder. Nasıl ki bir aynanın
gerçekleri berrak biçimde gösterebilmesi için
temiz tutulması, tozunun alınması gerekirse
can aynasının da Cenab-ı Hakk‟ın sıfatlarına
mazhar olabilmesi için üzerindeki “mâsivâ”2
pasının atılıp Allah aĢkıyla cilalanması gereklidir. Cenab-ı Hakk‟ın tecellisi ancak “kalb-i
selîm” olarak adlandırılan Hakk‟a vasıl olmuĢ
gönüllerde zuhur eder. Manaların ve hakikatlerin çehresi ancak her türlü paslardan silinerek
sırları aydınlanmıĢ bir can aynasında yüz gösterir.3 Gönüllerini Allah aĢkıyla cilalamıĢ olanlar,
her an oraya bir baĢka güzelliğin aksettiğini
görürler ve her an Allah‟ın sayısız kudret akıĢından birine Ģahit olurlar. Yani kendilerinde
gizli bulunan “ahsen-i takvîm”4 hakikatini
keĢfederler. Pek çok insanın güzelliklerine
sarıldığı mecazi renk ve kokuları aĢıp
“marifetullah”5a ererler ve bu yüceliklerinin
neticesi olarak “hakka‟l-yakîn”6 mertebesine
ulaĢıp ilahî sonsuzluğu oradan seyrederler.
Beyitte aynanın pasından bahsedilmesi, eski aynaların camdan değil de, madenî
levhalardan yapılmasından dolayıdır. Madenî
levhaların havayla temas edince rutubetten
paslanıp sathına akseden Ģeyleri göstermediği
gibi, gönül aynası da nefis pasıyla cilasını kaybedince feyz-i ilahîye ma‟kes olmak nimetinden
mahrum kalır. Buna binaen her insanın yapması gereken ilk iĢ, gönül aynasındaki pası temizlemektir. Gönüldeki pasın giderilmesi ise ancak
Allah‟ı zikir ve yâd etmekle mümkündür. Nefsin bulanıklığı gitmez, kalp aynasının pası açıl―――――――――
Mesnevî-i Şerif, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî
Tercümesi, Hzl. Âmil Çelebioğlu, Ġstanbul 1967, C. I, s. 3.
2 Allah‟tan baĢka her Ģey, “mâsivâullâh” da denir. Bkz.
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul
2001, s. 235.
3 Ken‟an Rifâî, Şerhli Mesnevî-i Şerîf, Ġstanbul 1973, s. 14.
4 En güzel Ģekil; Cenab-ı Hakk‟ın en mükemmel mazharı,
halifesi, olgun insan. Bkz. Uludağ, age., s. 33.
5 Birtakım ruhani hâlleri yaĢayarak, manevi ve ilahî
hakikatleri tadarak, iç tecrübeyle ve vasıtasız olarak
Hakk‟a dair elde edilen bilgi. Uludağ, age., s. 234.
6 Bir Ģeyi tadarak ve yaĢayarak öğrenmek, kesin ve apaçık
bilgi. Salikin yalnızca ilim yönünden değil, aynı zamanda
hâl ve müĢahede yönünden de Hak‟ta fani ve Hak ile baki
olması. Uludağ, age., s. 153-154.
1
mazsa, ruh Allah‟ın tecellisine mazhar olamaz.7
Mevlânâ bu hususu Ģöyle açıklar: “Gönül kirden, süsten temizlenirse, Hak güneĢinin nuru
orada parıldar.”8
Mevlânâ, Mesnevî‟de gönül aynası üzerinde hassasiyetle durur; bu aynanın kibir,
haset, hırs, gıybet, yalan, riya ve benzeri manevi hastalıklardan temizlenmesinin önemine
dikkat çeker. Hatta bu hastalıklardan kurtulmanın yollarını gösterir. Mesnevî‟de bu fikri
destekleyen çok sayıda örnek ve hikâye yer alır.
Hz. Musa‟nın Tûr-i Sînâ‟da Cenab-ı Hakk‟ın
tecellisine mazhar olmasının anlatıldığı bölüm
de bunlardan biridir.
Cenab-ı Hak Musa (A.S.)‟a; “Ey Musa,
elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıksın.”
diye emretmiĢti. (Tâhâ, 20/22) Hz. Musa bu
emri yerine getirmiĢ ve eli cihan güneĢi gibi
bembeyaz ve nur saçıcı olarak görünmüĢtü.
Çünkü Hz. Musa‟nın gönül aynasına gayb
âleminin uçsuz bucaksız ve suretsiz olan namütenahiliği aksetmiĢti. Yani, Musa (A.S.),
elini, sanat-ı ilahiyyeyi görmekten gayrı her
Ģeyden müstağni kılarak kalbinin üzerine koyunca, eli, tecelli nurlarıyla parlayan bembeyaz
bir ıĢık halesi hâline gelmiĢti. Musa (A.S.)‟ın
gönlüne akseden uçsuz bucaksız namütenahilik, hakikatte ne göklere, ne yere, ne de denizlere sığar. Çünkü bu sayılanların, sayılabilir bir
hududu vardır. Hâlbuki hududu olmayanın,
hududu olana sığması imkânsızdır. Bunun
içindir ki, hududu olmayan zat ve sıfatlar ancak
her türlü dünya kirlerinden sıyrılmıĢ bir gönül
aynasına akseder. Zira gönül aynası da, tıpkı
kendisine akseden güzellik ve ilahî esrar gibi
hudutsuzdur. Cenab-ı Hakk‟ın tecellileri ile
dolan gönül aynası, hadsiz hesapsız namütenahiliğin aksettiği bir mekândır.9 Mademki Ġlahî
nazar yalnızca böyle gönüllere layıktır, o hâlde
gönül temiz tutulmalı, samimiyet ve aĢkla doldurulmalı; kötülükler ve olumsuzluklar orada
asla kendine yer bulamamalı, insan Rabbinin
huzuruna pırıl pırıl, saf bir gönülle çıkmalıdır.
Fîhi Mâ Fîh‟te buna dair Ģöyle bir hikâye anlatılır:
Hz. Yusuf‟un bir arkadaĢı yolculuktan
döner. Yolculuktan dönenlerin hediye getirmesi âdettir ya, Hz. Yusuf sorar: “Bana hediye
getirdin mi?” ArkadaĢı cevap verir: “Sen Mısır‟ın sultanısın. Neye ihtiyacın olabilir diye çok
düĢündüm, ne kadar aradıysam da hiçbir Ģeyi
sana layık görmedim. Altın madenine altın, ya
da okyanusa su arz etmenin ne anlamı var?
―――――――――
Tâhirü‟l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Ġstanbul, t.y., C. I, s. 88.
Çelebioğlu, age., C. I, s. 3.
9 Osman Nuri TopbaĢ, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su,
Ġstanbul 2006, s. 51-76.
7
8
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
Ancak senin güzelliğin müstesnadır ki, onun
eĢi bulunmaz. Nihayet münevver bir kalp gibi,
cilalı bir aynayı huzuruna getirmeyi münasip
gördüm. Ey güneĢ gibi semanın nuru olan Hz.
Yusuf, o aynadan güzel yüzünü göresin.” der.10
Hikâyenin ardından Mevlânâ izah eder: Cenabı Hakk‟ın da her Ģeyi vardır, hiçbir Ģeye ihtiyacı
yoktur. Bu nedenle insan, kul olarak, Allah‟ın
huzuruna, zatını seyretmesi için parlak bir
ayna, yani tertemiz bir gönül götürmelidir. Zira
insandaki gönül, Cenab-ı Hakk‟ın kendi zatını
müĢahede etmek için nazar ettiği bir aynadır.
Ancak ayna tozlanınca görüntüyü yansıtmaz.
Bu nedenle gönül aynasının daima tertemiz ve
pırıl pırıl olması gerekir. Gönül aynasının kiri
ise; kibir, kıskançlık, hırs, açgözlülük, kin, nefret, düĢmanlık, iki yüzlülük, yalan, hile ve riya
gibi olumsuzluklardır.11
Gönül, yani manevi kalp, mekân olarak maddi kalbin yerindedir fakat gözle görülmez, elle tutulmaz. Ġman ve ibadetlerle, özellikle de zikirle uyanır, aydınlanır, nurlanır, derinleĢir ve bilginleĢir. Bir acayip âlem olur. Böyle
bir kalbe sahip olanlar için de; “gönül ehli”,
“uyanık kalpli”, “diri kalpli”, “selim kalpli” gibi
tanımlamalar yapılır. Kalp, manevi yönü itibariyle hak ve hakikat pusulasıdır ve bu görev
ona Cenab-ı Hakk‟ın tayini ile yüklenmiĢtir.
Lakin kalp, yaratılıĢ maksadının aksine bir
Ģartlandırılma ile bu fıtri yörüngeden uzaklaĢtırıldığı zaman, menfiliklere sürüklenmekten
kurtulamaz. Bu takdirde, sahibini dünya ve
ahirette abat etmek yerine berbat etmenin amili
olur. Bu sebepledir ki, onu yaratılıĢ gayesine
göre yönlendirecek tesirlere tabi kılmak ve ilahî
gayeye yönelik temayüllerini takviye edip geliĢtirmek, nefis terbiyesi ve gönül eğitiminde çok
ehemmiyetli bir meseledir.
Bu teĢhisten sonra, hastalığın tedavi
yollarına da iĢaret eden Mevlânâ, insanın asli
gayesinden sapmaması için nefsini bilmesi ve
onu zapturapt altına alması gerekliliği üzerinde
hassasiyetle durur: “Ey insanoğlu; senin nefsin
de bir ejderhadır!.. ÖlmüĢ görünse bile ölmemiĢtir; günah iĢlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuĢmuĢ bir hâlde,
donmuĢ gibi beklemektedir! Nefis güçlense,
fırsat bulsa hemen Firavunluğa baĢlar; yüzlerce
Musa‟nın yüzlerce Harun‟un yolunu keser!
Nefis ejderhası yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe
düĢerse, küçük bir kuvvet hâline girer. Fakat
mal mülk, yüksek mevki yüzünden nefis sivrisineği çaylak kesilir. Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını baĢına al da, onu
güneĢin altına getirme! Dikkat et ki, ejderha
donmuĢ hâlde kalsın; eğer o canlanırsa, sen
onun bir lokması olursun! Onu mat et de, mat
olmaktan, yani manen ölmekten emin ol! Ona
acıma; o, acımaya ve iyiliğe layık değildir!”12
Cami ve tekkelerin levhalarında yer
alan; “HoĢ Gör Yâ Hû”, “Bu da Geçer Yâ
Hû”, “Edeb Yâ Hû” ve “Hîç” lafızları da
Mevlânâ‟nın üzerinde durduğu gönül eğitiminin temel prensipleri ve ihtar talimatlarıdır.
“HoĢ Gör Yâ Hû” lafzı; hiçbir mahluku incitme, hiçbir mahluktan da incinme!” talimatıdır
ki, bu özellik “kalb-i selîm”in en önemli vasfıdır. Bu lafız, diğer bir manada; sebepler âleminin dıĢına çık, murad-ı ilahîye razı ol, talimatı
olarak da düĢünülebilir.
“Bu da Geçer Yâ Hû” ifadesi ise insana
Ģöyle seslenir: “Ey Hak yolu yolcusu, Ģunu bil
ki, gönle, her gün yeniden yeniye fikirler, üzüntüler gelir. Sen de onları güle güle karĢıla. O
ekĢi yüzlü, asık suratlı derdi hoĢ tut. O ekĢiliği
Ģeker gibi tatlı say. Bulutun da görünüĢte yüzü
ekĢidir. Ama çorak yerleri yok eder, oraları gül
bahçeleri ile süsler. Gam fikrini, kederi, üzüntüyü gelip geçici bir bulut gibi kabul et de, o
asık suratlıya karĢı pek o kadar surat asma.
Belki de elde etmek için koĢup durduğun o
gevher, yani manevi saadet onun elindedir.
Kederler, ıstıraplar sana manevi inciler getirmese de, eli boĢ olarak senin karĢına çıksalar
bile, onlar senin tatlı huyunu artırmıĢ olurlar.
Bir baĢka yerde, bu sabır ve tahammül huyunun sana faydası dokunur. Beklemediğin bir
sırada, bir gün dileğine kavuĢursun. ġunu iyi bil
ki, senin sevinmene, gülmene mani olan kederler, ıstıraplar, kâinatı yaratan büyük bir sanat
sahibinin emri ile onun hikmeti ile gelmiĢlerdir.
Ey delikanlı, sana gelip çatana, bir musibet, bir
felaket deme. Belki de sana felaket gibi görünen, bir mutluluk yıldızıdır.”13
“Ey Hak yolcusu, gamın, kederin varsa
sevin, neĢelen; çünkü gam, buluĢma tuzağıdır.
Ġnsan gamlı olduğu zaman Hakk‟a sığınır,
Hakk‟ı hatırlar. Sonra bu yolda alçakgönüllü
olmak, alçaklarda dolaĢmak, hor görülmek,
manen yükselmektir. Aslında gam ve keder bir
hazinedir. Senin hastalığın ve baĢına gelen
belalar, sıkıntılar da birer hazinedir. Fakat bu
düĢünce, çocuklara nasıl tesir eder? Bunun bir
hakikat olduğunu nasıl anlarlar?”14
Gam ve kederin kıymetini bilip ondan
memnun olmak gerekir. Zira sıkıntının insan
ruhunu cilalamak gibi bir meziyeti vardır. Gam
―――――――――
―――――――――
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Hzl. Selçuk
Eraydın, Ġstanbul 2006, s. 249-250.
11 Emine Yeniterzi, Sevginin Evrensel Mühendisi Mevlânâ,
Konya 2007, s. 160.
12
10
Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi,
Hzl. ġefik Can, C. 3, s. 78.
13 Can, age., C. 5, s. 295-297.
14 Can, age., C. 3, s. 55.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
39
ve keder, gönül aynasının üzerindeki tozları
üfleyen manevi bir lütuf rüzgârıdır, onu kötü
bir fırtınaya benzetmemelidir.
“Edeb Yâ Hû” ifadesi, insanı ahlakın
zirve noktası olan edebe davet ederken, “Hîç”
lafzı, benlikten sıyrılmaya iĢaret eder. Ġlahî
esrardan bir nasip alabilmenin yolu, nefsani
arzulardan sıyrılmaktan geçer. Dolayısıyla,
manevi tekâmülün baĢlangıç noktası, “hiç”liğin
farkına varabilmektir.
Mevlânâ, varlık duvarını yıkıp “hiç”liğini
idrak etmeyen insanın hakiki sevgili olan
Cenab-ı Hakk‟ı bulamayacağını söyler ve bu
konuyla ilgili Ģöyle bir hikâye anlatır:
40
Deniz kenarında bir duvar vardı. Duvar
yüksekçe olduğu için onu aĢıp suya ulaĢmak
mümkün değildi. Duvarın üzerinde ise susuzluktan kavrulmuĢ dertli biri bulunuyordu. Onu
sudan men eden, üzerinde olduğu yüksek duvardı. O kimse ise, duvarın üzerinde, suya
kavuĢmak isteyen bir balık gibi çırpınıp duruyordu. Ansızın duvarın üzerinden bir tuğla
parçasını söküp suyun içine attı. Tuğlanın
düĢmesi ile birlikte, suyun sesi bir abıhayat gibi
geldi. Susuzluk mihneti çeken bu kimse, su
sesinin verdiği neĢeden dolayı duvardan tuğlaları koparıp koparıp suya atmaya baĢladı. Su
ona; ey derviĢ, bana böyle tuğla atmaktaki
telaĢın neden, diye seslenince, susuzluktan
yanan derviĢ cevap verdi ve dedi ki; “Ey su, bu
atıĢtan bana iki fayda vardır. Onun için bu
sanattan vazgeçmem. Birinci fayda; su sesini
dinlemektir ki, o, susamıĢlara musiki nağmeleri
gibi gelir ve yine o su sesi, ölüye sesi ile tekrar
diriliĢ imkânı veren Ġsrafil‟in sûru gibidir. Yine
o ses, bahar mevsiminde nisan ayının bereketli
yağmurları gibidir. Bağlar ve bahçeler, o semanın gözyaĢlarıyla hasret giderir, hayat bulur ve
nakıĢlanır. Ġkinci fayda Ģudur ki; koparmıĢ
olduğum her tuğla ile duvar alçalıyor. Ben de o
nispette, ey su, sana yaklaĢmıĢ oluyorum.”
Mevlânâ, hikâyenin akabinde bu meseleyi Ģöyle
izah eder: “Ey Ģuurlu kimse! Yüksek bir duvardaki tuğlaların azalmasından Ģüphesiz duvar
alçalır. Duvarın alçalması suya yakınlık hâsıl
eder. O tuğlaların duvardan ayrılması, vuslat
dermanı olur. Allah‟a secde etmek, o yapıĢık
tuğlaları koparmakla olur ki, kurbiyeti mucip
olur. Kur‟an-ı Kerim‟de “Secde et ve yaklaĢ”
(Alak, 96/19) buyrulmuĢtur. Bu varlık duvarı
yüksek bulundukça, baĢı eğmeye, yani secde
etmeye mani olur. Bu toprak vücudun arzularından kurtulmadıkça, eğilip abıhayat sahibine
secde etmek ve o manevi derya suyundan kana
kana içmek imkânsızdır. Duvarın üstünde kim
daha ziyade susamıĢ ise, duvarın taĢını ve tuğlasını o daha çabuk koparır. Suyun sesine her
kim daha ziyade âĢık ise, ona hicap ve mani
olan varlık duvarından daha büyük parçalar
koparır.15 Hikâyede, deryaya kavuĢmaya set
olan duvar, insandaki nefsani emeller ve hakikate ermeye mani olan fani dünyanın nihayetsiz arzuları, hassaten “benlik”tir. Derya ise
“muhabbetullah” ve “marifetullah”tır. Kalbi
ilahî muhabbete teĢne olanlar, ömür boyu o
deryaya varabilmenin iĢtiyakı içindedirler. O
muhabbet ve marifet deryasından gelen her
ses, her nefes, onları sonsuz lezzetlere gark
ederek yüksek bir Hak yolculuğuna hazırlar.
Muhabbetullah ve marifetullah ile duygulanan
insan için bu dünya, idrak ve Ģuura sunulan bir
hikmet aynasıdır. Ġnsan, maddesi değil, manası
ile mükerrem olduğu için, kulluğun kemaline
de ancak ruhunun, gönlünün ve duygularının
derinliği nispetinde eriĢebilir. “A gönül; bu
yolu dedikodu ile vermezler sana, yokluk kapısından baĢka bir yerde kavuĢma yoktur sana…
Onun kuĢlarının uçtuğu havada kanat çırpmadıkça kol kanat vermezler sana…”16
Nasıl ki dıĢ görünüĢümüzü kavramak
için bir aynaya muhtaç isek; iç âlemimizi, karakterimizi, huy ve temayüllerimizi teĢhis ve
gerektiği Ģekilde tedavi için de, bizi iç âlemimizle tanıĢtıracak bir “gönül aynası”na muhtacız. Bu safiyetteki bir gönül ise ancak Cenab-ı
Hakk‟ın has kullarında mevcuttur. Hz.
Ebubekir‟in Allah Resulü‟nün yüzüne bakınca
“Ne kadar güzelsin ya Resulallah!” demesine
mukabil; Ebû Cehil‟in o mübarek yüzden nefret etmesinin sebebi de budur. Zira her ikisi de
“âyine-i Muhammedî”de kendi sîretlerini görmekteydiler.
Hiçbir ayna hatır için yalan söylemez ve
çirkini güzel, güzeli de çirkin olarak göstermez.
Kendisine akseden Ģey her ne ise, görüntüsü de
ondan ibarettir. “Ayna ile terazi, birisi incinecek yahut utanacak diye doğru söylemekten
sakınır mı? Susar mı? Ayna ile terazi, öyle kadri
yüce ve doğru mihenk yerleridir ki, sen onlara
iki yüz sene hizmet etsen, sonra aynaya desen
ki: „Ben sana bu kadar sene hizmet ettim, hatırım için beni çirkin gösterme.‟ Teraziye de
desen ki: „Yalvarırım sana; fazla tart, eksiğimi
açığa vurma.‟ Onlar sana cevap verir de derler
ki: „Zavallı, herkesi kendine güldürme, kendini
âleme maskara etme.‟ Ayna ile terazi hile bilmezler, yalan söylemezler. Doğruluktan ayrılmayan ayna ile terazi derler ki; „Allah, gerçeklerin bizim vasıtamızla tanınması, anlaĢılabilmesi
için kadrimizi yüceltti, bizi bu iĢte görevlendirdi. Bu doğruluğumuz olmasaydı, gerçeği olduğu gibi ortaya koymasaydık, bizim ne değeri―――――――――
Tâhirü‟l-Mevlevî, age., C. 7, s. 396-400.
Mevlânâ Celâleddin, Rubâîler, Hzl. Abdülbaki Gölpınarlı,
70/24.
15
16
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
miz kalırdı? Ġyilerin, güzellerin yüzlerini nasıl
görür, nasıl gösterebilirdik?‟”17
bir ejderhadır. ġeyhin yüzü, ona karĢı, göz
çıkaran zümrüttür.20”21
Allah‟ın sevgili kulları da birer ayna gibi olduğundan onlara bakan herkes kendini
görür. Hasta ve yaralı kimse nasıl kendini tedavi edemeyip bir doktor veya cerrah ararsa,
ahlak hastası ve manen yaralı kimseler de bir
tasfiye-i ahlak hekiminin yani gönlünü Cenab-ı
Hakk‟ın tecelligâhı hâline getirmiĢ bir mürĢid-i
kâmilin tedavisine ihtiyaç duyar.
“Gönül aynası dünya sevgisi tozundan,
nefsani arzulardan temizlenir, pak ve saf bir
hâle getirilirse, orada su ve toprak nakıĢlardan
baĢka Ģeyler görürsün. Gönül aynasında hem
resmi, nakĢı görürsün; hem de resmi ve nakĢı
yapanı; hem devlet, saadet yazgısı seyredersin,
hem de onu yayanı ve döĢeyeni. Benim manevi
yârim olan kâmil insanın hayali bana Halil
Ġbrahim (A.S.) gibi göründü. GörünüĢte o
maddi varlıktır, hakikatte ise maddi varlığı
(putları) kırandır. Allah‟a Ģükürler olsun ki,
kâmil insan göründü de can onun hayalinde
kendi hayalini gördü. Ey kâmil insan! Dergâhının toprağı gönlümü büyüledi. Senin hakikatini, manevi gücünü göremeyenin, sana karĢı
büyüklük taslayanın toprak baĢına olsun.”22
Bir kimse Hak katında makbul olup olmadığını anlamak için gönlüne nazar etmelidir.
Kul, Allah‟ı gönlünde ne kadar hissediyorsa,
Allah da ona o kadar yakındır. Bunun için her
hâlükârda kalp tasfiyesine itina göstermelidir
ki, Cenab-ı Hakk‟ın nur tecellileri ile gönüldeki
hevesler kül olup cemal tecellileri zuhura gelebilsin.
Nefis engelini aĢıp hakikat ve marifete
ermenin reçetesi olarak, Peygamber mirasçısı
bir velinin terbiyesine girmeyi sunan Mevlânâ
Ģöyle der:
“Bir kimsenin ayağına diken batınca,
ayağını dizinin üstüne kor, iğne ucu ile dikenin
baĢını arar durur. Ayağa batan diken böyle güç
bulunursa, gönle batan diken nasıl bulunur?
Eğer gönüllere batan dikenleri herkes görebilseydi; insanlara gamlar, kederler gelebilir miydi? Gönüllere batan manevi dikenleri çıkaracak
o hekim çok mahirdi, üstattı.”18
“Daha küçük iken Ģehvet yılanını nefis
mücadelesi ile öldür, yoksa o büyür, baĢına
ejderha kesilir. Ama herkes kendi Ģehvet yılanını karınca gibi küçük görür. Bu yanlıĢ görüĢten kurtulmak için, sen kendini bir gönül sahibinden sor! Bakır, altın olmadıkça bakırlığını
bilmez. Gönül de, manevi padiĢah olmadıkça
hatalarını görmez, süfliliğini anlamaz. Ey gönül! Sen de bakır gibi iksire hizmet et; sevgilinin ve gönül alanın cefasını çek! Gönül alan
sevgili kimdir? Ġyice bil ki, onlar gönül sahibi
olanlardır. Gece ile gündüz birbirinden nasıl
çekinir ve ayrılırsa, onlar da dünyadan öyle
çekinir, öyle kaçıp dururlar. Allah‟ın has kullarını ayıplama, padiĢahı hırsızlıkla suçlama!”19
“ÇalıĢıp çabalamakla can gıdasını nasıl
elde edeceksin? Onu ancak sana bir Ģeyhin
himmeti bağıĢlar. Nefis, Ģeyhe uyduğunu, Ģeyhle beraber adım attığını görünce, ister istemez
senin buyruğun altına girer. ġeyh senin dostun
olunca, akıl o vakit köpek nefsini yener. Nefis
yüzlerce gücü, kuvveti, hüneri ve marifeti ile
―――――――――
Can, age., C. 1, s. 228.
Can, age., C. 1, s. 21.
19 Can, age., C. 2, s. 518.
17
18
Manevi durumuna göre kalpler (gönüller) umumi tasnif itibariyle üç grupta mütalaa
edilir. Bu tasnif; yaratılıĢ gaye ve haysiyetini
muhafaza eden diri kalpler, mühürlenmiĢ ve
ölü kalpler, hastalıklı ve gafil kalpler Ģeklindedir.23 Tasavvuf ehlinin eserlerinin çoğunda
rastladığımız bu gruplandırmayı Mevlânâ‟nın
eserlerinde de tespit etmek mümkündür. Bu
durumda; yukarıda gönül aynası bahsinde ele
aldığımız hususları da göz önünde bulundurarak, Mesnevî çerçevesinde Ģöyle bir tasnif
yapabiliriz:24
1.Diri Gönüller: Gönül aynasını her türlü
kir ve pastan arındırmıĢ, onu Cenab-ı Hakk‟ın
tecelligâhı hâline getirmiĢ Allah‟ın has kullarının, evliyâullahın, mürĢid-i kâmillerin, peygamberlerin kalbi bu gruba dâhildir. “Kimin canı
Ģehvetten, hiddetten, nefsani arzulardan arınmıĢ, temizlenmiĢse, o kimse mana âlemini ve
mana sarayını çabucak görür. Hz. Muhammed
(S.A.V.) Efendimiz, hiddet ateĢinden ve Ģehvet
dumanından arınmıĢ olduğu için, nereye baksa,
orada Allah‟ın hikmetini, kudretini, yaratma
―――――――――
Zümrüt taĢının, yılan gözünü kamaĢtırıp görmez hâle
getirdiği söylenir.
21 Can, age., C. 3, s. 201-202.
22 Can, age., C. 1, s. 264.
23 Ayrıntılı bilgi için bkz. Ġmam Gazâlî, Ġhyâu Ulûmi‟ddîn, Ġstanbul, t.y, C. 3, s. 103-110; Osman Nûri TopbaĢ,
Îmândan İhsâna Tasavvuf, Ġstanbul 2002, s. 155-163.
24 Bu tasnifte sıralayacağımız maddelerin her birine
Mesnevî‟den doğrudan ve dolaylı olarak sayısız örnek
göstermek mümkündür. Fakat biz konuyu sınırlandırma
mecburiyetimizden dolayı birkaç örnekle iktifa edeceğiz.
Mesnevî‟nin bazı bölümlerinde Mevlânâ mananın daha iyi
anlaĢılması için benzerlikleri ve zıtlıkları iç içe kullanır. Bu
nedenle aĢağıda vereceğimiz bazı örneklerin iki gruba
birden dâhil edilebileceği görülecektir. Bu durumda biz
söz konusu misali, kanaatimizce en baskın özelliğini
gördüğümüz sınıfa dâhil ettik.
20
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
41
gücünü görürdü. Kimin gönlünden bir kapı
açılırsa, o, her zerrede bir güneĢ görür.”25
“Allah‟ın nûru ile bakıp gören kiĢi, insanın ve eĢyanın bâtınına, iç yüzüne yol bulur.”26
42
“Hak yolunda yürüyenlerden biri, duygularından birinin bağı çözülür de biraz manaya vâkıf olursa, diğer duygularında da değiĢiklik
olur. Duygulardan biri, duyulamayan Ģeyleri
duydu, görülemeyecek Ģeyleri gördü ise; bütün
duygulara gayb âleminin pencereleri açılır.
Nasıl ki sürüden bir koyun sıçrar da derenin
öte yanına atlarsa, onu gören sürüdeki baĢka
koyunlar da birbiri ardınca o yana atlarlar. Sen
de duygu koyunlarını güt, yaylaya gönder de,
“Ahrace‟l-mer‟â; O (Allah ki), otlağı çıkardı.”
(A‟lâ, 87/4) yaylasında yay, otlat! Orada, o
manevi merada duyguların sümbül otlasınlar,
reyhanlar yesinler de, hakikat gül bahçesine yol
bulsunlar. Böylece senin her duygun duygulara
peygamber olsun da, bütün duyguları çeksin,
cennete götürsün. Gönüllerden geçen her Ģeyi
anladığın için, baĢkalarının duyguları; senin
duyguna dilsiz, dudaksız, hakikatten de öte,
mecazdan da öte sırlar söylesin. Çünkü bu
hakikat yorumlanabilir, mecazi olan da, vehmin, hayallere kapılmanın temelidir. Ayan olan,
apaçık meydana çıkan, nebilerin ve velilerin
gördüğü bir hakikat var ki, o hakikat hiç yoruma gelmez. Bütün nefsani duyguların senin
Rahmani duyguna, irfan ve idrakine kul olursa,
gökler bile senin arzularına boyun eğer.”27
“Göklerden de üstün olan gönül, “abdal”ın28, yahut peygamberlerin gönülleridir.
Onların gönülleri çamurdan, yani kirli isteklerden, günahlardan arınmıĢ, temizlenmiĢ, saf bir
hâl almıĢtır. Manevi neĢeleri arttıkça artmıĢ,
coĢmuĢtur. Her iyi iĢe yarar olmuĢtur.”29
“Canla, gönülle giderler; ne ata binerler, ne
yaya yürürler. Gönülsüzdür onlar, gönüllerini
vermiĢlerdir; binekleri de yoktur, azıkları da.
Tevekkül ve teslimiyet adımıyla ilerlerler; parça
buçuğun da, bütünün de hakiki sahibine giderler.”30
2.MühürlenmiĢ ve Ölü Gönüller: Bu tür
gönüller; peygamber, veli ve salih kulların sahip
olduğu diri gönüllerin tam zıddıdır. Bu tür kalp
―――――――――
Can, age., C. 1, s. 106-107.
Can, age., C. 1, s. 228.
27 Can, age., C. 2, s. 499-501.
28 Sayıları yedi, yetmiĢ ya da kırk olarak gösterilen bir
evliya zümresi. Dünyadan habersiz kalacak kadar kendini
ahirete, gönlünü Hakk‟a veren saf derun insanlar,
ermiĢler. Uludağ, age., s. 21.
29 Can, age., C. 3, s. 194.
30 Mevlânâ Celâleddin, Mecâlis-i Seb‟a (Yedi Meclis), Hzl.
Abdülbâki Gölpınarlı, Ġstanbul 1994, s. 14.
25
26
sahiplerinin imana dair nasip kapıları kapanmıĢ
ve nefsani iĢtihalardan baĢka bir talepleri kalmamıĢtır. “Allahım! Her Ģeyde ben, senin sanatına âĢığım; baĢıma gelen belalara, acılara, ıstıraplara sen verdiğin için sabrediyorum! Yine
senden geldiği için lütuflarına, ihsanlarına,
iyiliklerine Ģükrediyorum. AteĢe tapan kâfirler
gibi nasıl seni görmez de, yarattığına, ortaya
koyduğun sanat eserine âĢık olurum? Bu bir
gerçektir ki, Allah‟ın sanatına, yaratma gücüne
âĢık olan, üstün bir varlıktır. Gönlü uyanık,
gözü aydın bir kiĢidir. Fakat sadece Allah‟ın
sanat eserine, yarattığı güzele âĢık olan kimse
de, hakikati görememiĢ bir kâfirdir.”31
“Acaba Firavun‟un ordusu bu âlemin,
kuĢluk vaktinin güneĢi ile doluluğunu nasıl olur
da göremiyor? Gözleri açık, kulakları açık ve
bu parlak zekâları ile beraber hakikati görüp
iĢitmiyorlar! Allah‟ın gözleri bağlamaktaki
gücüne, kudretine hayranım! Ben, onların
gafletine ĢaĢıyorum; onlar da benim peygamberliğime, Hakk‟a davet ediĢime ĢaĢıyorlar.
Onlar, bir baharın yetiĢtirdiği dikenlerdir; ben
ise o baharın çimeniyim, yaseminiyim! Ben,
onlara imanla, ilahî aĢkla dolu nice kadehler
sundum. Fakat gördüm ki, onların önünde
onlara sunduğum mana Ģarabı dondu, taĢ kesildi. Hakikat bahçesinin güllerinden bir demet
yaptım, onlara götürdüm. Verdiğim güllerin
her biri diken oldu. Onları Hakk‟a çağırmak
için döktüğüm tatlı diller, onlara söylediğim
tatlı sözler zehir oldu, iğne oldu… Onlara
sunduğum mana Ģarapları, götürdüğüm hakikat
bahçesinin gül demetleri, kendi benliklerinden,
varlıklarından geçenlerin canlarının nasibi idi.
Kendinde olanlara, kendilerine tapanlara bu
kadehler, bu demetler nasıl nasip olur? Bizim
yanımızda, uyurken uyanık (yani dünyaya karĢı
uykuda, ahirete karĢı uyanık) olan bir kiĢi gerek
ki, uyanıkken rüya görsün!”32
“BaĢ gözü kör olan kiĢi, görünen pisliklere
bulaĢır, kirlenir. Fakat gönül gözü kör olan,
gizli pisliklere düĢer. Görünen pislikler su ile
temizlenir; görünmeyen, gizli olan, içte bulunan pislik ise, su ile temizlenmek Ģöyle dursun,
arttıkça artar. Ġçteki pislikler belirince, onları
gözyaĢından baĢka bir Ģeyle yıkamak, temizlemek mümkün değildir. Cenab-ı Hak kâfire „Pis‟
dedi. (Tevbe, 9/28) O pislik, onun dıĢında
değildir ki…”33
3.Gafil ve Hastalıklı Gönüller: Bu tür
gönül sahipleri ise diri gönül sahipleri ile ölü
gönül sahipleri arasında bir mevkidedirler.
Bunların hâli, bedenen hasta insanların musta―――――――――
Can, age., C. 3, s. 99.
Can, age., C. 3, s. 102.
33 Can, age., C. 3, s. 184.
31
32
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
rip hayatına benzer. Ne dünyevi hayatlarında
bir âhenk ne de içlerinde huzur vardır. Ġç âlemlerindeki belirsizlik dıĢ âlemlerini, dıĢ âlemlerindeki düzensizlik de iç âlemlerini olumsuz
yönde etkiler. Gönüllerindeki hastalık tüm hâl
ve hareketlerine sirayet eder. ġüphe, kararsızlık
ve tutarsızlık içinde bocalar dururlar.34
Mevlânâ; yukarıda da iĢaret ettiğimiz gibi, hastalıklı gönül sahiplerine, bir gönül aynası
önünde hastalıklarını teĢhis etmeyi ve o
mürĢid-i kâmilin tedavisine can u gönülden
talip olup benlikten sıyrılarak ölmeden önce
ölmeyi, günah kirlerini tövbe ve gözyaĢı ile
yıkamayı önerir.
“Ey kara tencere! Kat kat isler içindesin. Bu is senin iç yüzünü karartmıĢ. Senin
gönlünde pas üstüne paslar var. Bu paslar öyle
yığılmıĢ ki, gönül gözün görmez olmuĢ. Ġlahî
sırlara karĢı perdelenmiĢ, kör olmuĢ gitmiĢ. O
is, yeni bir tencereye vursa, arpa kadar bile olsa
eseri o tencerede görülür. Çünkü her Ģey zıddı
ile meydana çıkar. Kalaylı tencerenin beyazlığı
üstünde o kara is, fena bir Ģekilde kendini
gösterir. Fakat dumanın etkisi ile tencere kararınca onun üstündeki kara lekeyi çabucak kim
görebilir? Demirci zenci olursa duman onun
yüzünde bir iz bırakmaz. Fakat beyaz tenli
birisi demircilik ederse, dumanın tesiri ile onun
yüzü kararır. O da günahın tesirini çabucak
anlar da; „Aman ya Rabbi!‟ diye ağlayıp sızlamaya baĢlar. Fakat günah iĢlemekte ayak direr,
kötülüğü âdet edinirse, kalp gözüne toprak
doldurmuĢ olur; o günahı görmez, vicdan
azabını da hissetmez olur. Tövbe etmeyi hatırına bile getirmez. Günah onun gönlüne tatlı
gelir. Derken dinsiz olur gider. O piĢman oluĢ,
o „Ya Rabbi!” deyiĢ ondan gider; gönül aynasına beĢ kat pas çöker. Onun demir kalbini,
kaskatı olan kalbini paslar yemeye koyulur,
temelini de yok etmeye giriĢir. Beyaz bir kâğıt
üzerine yazı yazarsan, o yazı, bakınca okunur.
Yazılı bir kâğıt üzerine yazarsan, yazdığın anlaĢılmaz. Okunması güçleĢir ve yanlıĢ okunabilir.
Çünkü mürekkebin siyahlığı üst üste gelince,
iki yazı da körleĢmiĢtir, manası kalmamıĢtır.
Eğer o kâğıda üçüncü kere yazı yazarsan, onu
kâfir kalbi gibi simsiyah edersin. Öyle ise her
Ģeyin çaresini bulan Allah‟a sığınmaktan baĢka
ne çare vardır? Bakır gibi olan günahkârın
ümitsizliğine iksir, Allah‟ın rahmet nazarıdır.
Ümitsizlikleri Hakk‟a arz edin ve O‟ndan rahmet ve hidayet ümidinde bulunun ki, devasız
dertten yani kalbinizin kararmasından, paslanmasından kurtulasınız.”35
―――――――――
TopbaĢ (2002), s. 161.
35 Can, age., C. 2, s. 513-514.
34
“Mezar yapmak; ne taĢladır, ne tahta
ile ne de keçe iledir. Lekesiz bir gönülde, kendi
iç temizlik âleminde, kendine bir mezar kazman ve Allah‟ın yüce varlığı önünde kendi
benliğini defnetmen gerekir. Allah yolunda
toprak olarak gama gömülmeden, O‟nun aĢkının mecnunu, güzelliğinin meftunu olman
gerekir ki, nefsin O‟nun manevi nefesinden
feyz alsın. Mezarın üstüne türbe yapmak, kubbe kurmak, yüksek duvar örmek mana sahiplerince makbul bir Ģey değildir. Diri iken atlaslara
bürünmüĢ, ipekliler giymiĢ kiĢiye bir bak; giydiği atlas, ipek, onun aklının elini tutuyor mu?
Onun idrakine, anlayıĢına yardım ediyor mu?
Giydiği değerli, süslü elbiselerle gurura kapıldığı için onun canı Münker ve Nekir‟in azabına
uğramıĢ, gamlı gönlünde ise gam akrebi yer
tutmuĢtur. Onun dıĢarıdan görünüĢü süslü
püslü, fakat gönlü huzursuzdur, düĢüncelere
dalmıĢtır, inlemektedir.”36
“Gönüldeki uyanıklık, huzur ve manevi zevkler, aradığına olan bağlılıktan, sevgiden
ileri gelir. Bütün dünya iĢlerinden vazgeç, dünyalık sevgisini gönlünden at da, o üveyik kuĢu
gibi canla baĢla „Kû-kû (Nerede-nerede)‟ diye
gerçek sevgiliyi ara. Ey gaflet perdesi ile gözü
kapanmıĢ kiĢi, Ģu âyete iyi bak: Cenab-ı Hak;
„Bana dua ediniz ki, kabul edeyim.‟ (Mü‟min,
40/60) diye buyurdu. Kimin gönlü illetlerden,
hastalıklardan temizlenmiĢ ise, onun duası celal
sahibi Allah‟ın huzuruna kadar gider.”37
“Ben gönül sahibi bir arifim, baĢka birine ihtiyacım yok, Hakk‟a ulaĢmıĢım, diye
böbürleniyorsun. Senin bu hâlin, bulanık suyun, „Ben suyum, niçin yardım arayacakmıĢım?‟
demesine benzer. Nefsani isteklerle kirlenmiĢ
gönlünü, sen temiz, günahsız bir gönül sandın
da gönül ehlinden, velilerden kendini çektin,
ayırdın. Dünyada yemek, içmek için yaĢayan,
süt ve bal sevdasına düĢen, nefsani arzulara
bulaĢmıĢ olan gönlünün, gerçekten gönül sayılmasını reva görür müsün? (…) Sen; „Bende
de gönül var‟ diyorsun, diyorsun ama gönül
arĢın üzerinde olur, hâlbuki sen aĢağılardasın.
Kara balçıkta da su bulunduğunu herkes bilir
fakat o su ile abdest alınmaz. Balçığın içinde su
vardır ama balçığa yenilmiĢ, balçıkta kaybolmuĢtur. Sen de gönlüne; „Bu da gönüldür‟
diyemezsin. Çünkü senin gönlün de kirli emellere, Ģehvete, hiddete, mevki hırsına, dünya
isteklerine mağlup olmuĢ, onlar arasında kaybolup gitmiĢtir.”38
―――――――――
Can, age., C. 3, s. 23.
Can, age., C. 3, s. 180.
38 Can, age., C. 3, s. 193-194.
36
37
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
43
SONUÇ:
Bir gönül eğitimcisi olan Mevlânâ; “gönül”ü bir aynaya, onu Cenab-ı Hakk‟ın tecellisine mazhar olmaktan alıkoyan manevi hastalıkları ise aynanın pürüzsüz görüntüsüne mani
olan toz, kir ve pasa benzetir. Cenab-ı Hakk‟ın
yeryüzündeki halifesi olarak yaratılan ve bu
sebeple eĢref-i mahlukat olan insana düĢen en
önemli görev, en kıymetli sermayesi olan gönlünü her hâlükârda temiz tutmak ve Yaratanın
karĢısına pırıl pırıl bir gönülle çıkmaktır. Bunun
yolu da nefis terbiyesi ile benlik engelini aĢıp
ikiliği ortadan kaldırmak, bu yolda çekilecek
sıkıntılara rıza göstererek gönül aynasını Hak
aĢkıyla cilalamaktan geçer.
Tasavvufi kaynaklarda yer alan umumi
kalp tasnifini Mesnevî-i ġerîf‟e de uyarlamak
mümkündür. Buna göre; Mesnevî‟de manevi
durumlarına göre; diri gönüller, ölü gönüller ve
hastalıklı gönüller olmak üzere üç türlü gönülden ve bunların özelliklerinden bahsedildiğini
söyleyebiliriz.
44
KAYNAKLAR:
AteĢ, Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce
Meâli, Kevser Yay., Ġstanbul t.y.
Can, ġefik, Mevlânâ, Konularına Göre
Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken
Yay., Ġstanbul 2004, 6C.
Çelebioğlu, Âmil (hzl.), Mesnevî-i ġerîf
Aslı ve SadeleĢtirilmiĢiyle Manzum Nahîfi
Tercümesi, Sönmez NeĢriyat, Ġstanbul 1967, C. 1.
Eraydın,
Selçuk
(hzl.),
Mevlânâ
Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Ġz Yay.,
Ġstanbul
2006.
Gölpınarlı, Abdülbâki (hzl.), Mevlânâ
Celâleddin, Mecâlis-i Seb’a (Yedi Meclis),
Kent Basımevi,
Ġstanbul 1994.
Gölpınarlı, Abdülbâki (hzl.), Mevlânâ
Celâleddin, Rubâîler, Ajans-Türk Matbaacılık, Ankara 1982.
Ġmam Gazâlî, Ġhyâu Ulûmi’d-Dîn, Bedir
Yay., Ġstanbul t.y., 4C.
Ken‟an Rifâî, ġerhli Mesnevî-i ġerîf, Hülbe
Yay., Ġstanbul 1973.
Tâhirü‟l-Mevlevî, ġerh-i Mesnevi, ġamil
Yay., Ġstanbul t.y., 18C.
TopbaĢ, Osman Nuri, Îmândan Ġhsâna
Tasavvuf, Erkam Yay., Ġstanbul 2002.
TopbaĢ, Osman Nuri, Mesnevî Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yay., Ġstanbul
2006.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri
Sözlüğü, Kabalcı Yay., Ġstanbul 2001.
Yeniterzi, Emine, Sevginin Evrensel
Mühendisi Mevlânâ, Konya 2007.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
ANKARAVÎ ŞERHİ’NİN TE’LÎF SÜRECİ*
The Writing Process of Ankaravî’s Commentary
Dr. Ahmet TANYILDIZ
ÖZET
XVII. yüzyıl Osmanlı ilim ve meşîhat dünyasının önemli isimlerinden olan İsmâîl Rusûhî-yi
Ankaravî, Mevlevî âdâb ve erkânı üzerine kaleme aldığı on altı eseri ile Mevlevîliğin felsefî ve fıkhî
savunuculuğunu yapmıştır. Erbâbı arasında ona Hazret-i Şârih pâyesini kazandıran yegâne eseri ise
Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif adlı Mesnevî şerhidir. Bu eser Ankaravî’nin zihninde
yer etmiş olan büyük şerh düşüncesinin en önemli somut örneğini teşkil etmektedir. Şârih bu
vesîleyle eserini te’lif etmekle kalmamış, ilerleyen zaman içerisinde yer yer esere eklemelerde bulunarak tekâmül etmiş bir şerh metni ortaya koymaya çalışmıştır. Bu çalışmada Şerh-i Mesnevî’nin üç
aşamalı te’lîf süreci değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’lMa’ârif, Te’lîf Süreci
ABSTRACT
İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, who is one of the outstanding people of the field of science and
religion in Ottoman, 17th century, supported being Mevlevî in terms of philosophy and religion
through the 16 works of which he wrote on the tradition of Mevlevî. Among his materpieces, his
essential work making him gain the position "Hazret-i Şârih" is the work of Mesnevî, Mecmû'atu'lLetayif and Matmûratu'l-Ma'ârif. This work of art is the most outstanding, concrete example for the
big thought of Mesnevî, having a significant role in Ankaravî's mind. Not only Ankaravî wrote his
work simply but also he struggled to come up with a work got perfect through additional
contributions to it, over time. In this working, the writing process of Şerh-i Mesnevî made in three
steps is going to be evaluated.
Key Words: İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif, The
Writing Process.
―――――――――
Bu çalıĢma, I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne-Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempzoyumu (25-27 Haziran 2010, YozgatSorgun)‟nda sunulan tebliğin geliĢtirilmiĢ metnidir.
Erciyes Üniversitesi, Rektörlük Türk Dili Bölümü, [email protected]
*
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
45
GiriĢ
XVII. yüzyıl Mevlevî düĢüncesinin teorik
altyapısını te‟lîf ettiği eserlerle somut bir yapıya
dönüĢtüren ve çeĢitli mahfillerde müdafâasını
gerçekleĢtiren Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî, ilim
ve tasavvuf dünyasında saygın bir konum elde
etmiĢtir. Onun imparatorluğun ve ilmin merkezi Ġstanbul‟da Ģöhret bulmasında, Ģüphesiz
gençlik döneminde Mısır‟da kaldığı süre içerisinde aldığı ilmî eğitimin ve Konya‟da yaĢadığı
tasavvufî deneyimin de etkisi vardır. ġerh-i
Mesnevî‟nin meydana getirilmesinde etkin olan
ilmî ve tasavvufî serüvenine kısaca değinmek
yerinde olacaktır.
H.1000/M.1591 yılının sonunda Mısır seyahatine çıkan Ankaravî, orada kaldığı yedi sene
zarfında ilim ve fenle meĢgul olmuĢ, Mevlevîliğe intisâb edip Mesnevî-yi Şerîf kırâatına mezun
olmuĢtur. 1008/1599 yılında Mısır‟dan Ankara‟ya dönüp yerleĢmiĢ ve Mesnevî-yi Şerîf kırâatı
ve vaazına baĢlamıĢtır.1
46
Ankaravî, Mısır‟dan döndükten sonra
H.1008-1015/M.1599-1606 yılları arasında yedi
yıl boyunca Ankara‟da kalmıĢ ve Mesnevî kırâatı
ile meĢgul olmuĢtur. Bu eğitim ve irĢâd hareketini sürdürürken Ankaravî‟ye haset edip kin
güdenler kendisini inkâr etmiĢ, ona bühtan ve
iftiralarda bulunmuĢ, hatta onun helâkine niyetlenmiĢlerdir. Ankaravî bu zor dönemde gözlerinden rahatsızlanmıĢ ve sonunda hem oradan
uzaklaĢmak hem de gözlerine derman bulmak
niyetiyle H.1015/M.1606 yılının Muharrem
ayında Konya‟ya gelmiĢ, bu arada I. Bostan
Çelebi‟ye mürîd ve onun kardeĢi Ebû Bekir
Efendi‟ye dervîĢ olmuĢtur.2
Esrâr Dede, Ankaravî‟nin ilk dönemlerinden ve Mısır‟a gidiĢinden söz etmez. Ayrıca
Ankara‟da Bayrâmî bir Ģeyh olduğunu belirterek
yakalandığı göz hastalığına Ģifâ bulmak amacıyla
Konya‟ya geldiğini, Bostân Çelebi‟nin himmetiyle Ģifâ bulduğunu ve Mevlevîlikle tanıĢıp kısa
bir sürede merhaleleri aĢarak Galata
Mevlevîhânesi meĢîhatıyla Ģereflendirildiğini
söyler.3
Ankaravî,
H.1019/M.1610
yılının
ġevvâl/Ekim ayında beĢ yıllık Konya hayatını
nihayete erdirip Ģeyhi I. Bostan Çelebi‟nin ira―――――――――
Sahîh Ahmed Dede; Mecmû‟atu‟t-Tevârîhi‟l-Mevleviyye
(Mevlevîlerin Tarihi), Haz: Cem Zorlu, Ġstanbul: Ġnsan
Yayınları, 2003, s. 281.
2 Semih Ceyhan; İsmail Ankaravî ve Mesnevî Şerhi, Bursa:
Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ
Doktora Tezi, 2005. s. 117; Sahîh Ahmed Dede;
Mevlevîlerin Tarihi, s. 286.
3 Esrâr Dede; Tezkire-i Şu‟arâ-yı Mevlevîyye İnceleme-Metin,
Haz.: Ġlhan Genç, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, 2000, s. 209.
1
desiyle
ve
meĢîhat-nâmesiyle
Galata
Mevlevîhânesi‟ne gitmiĢtir. Ġstanbul‟a vardığı
zaman Rumeli Kazaskeri Yahyâ Efendi ve
Anadolu Kazaskeri Kemal Efendi kendisini
ziyaret etmiĢ ve vaazını dinlemiĢlerdir.4
ġerhin Te’lîf Süreci5
Mukaddime ve Ġlk On Sekiz Beyit
Ankaravî, Konya‟da dervîĢ olarak bulunduğu sırada Mesnevî‟nin Arapça mukaddimesini
yine Arapça olarak Simâtu‟l-Mûkinîn adıyla Ģerh
etmiĢtir (H.1017/M.1608). ġârihin zihninde var
olan çoklu Ģerh projesinin ilk adımı olan bu
eserin nüshaları 13 ila 23 varak arasında değiĢmektedir.
Ankaravî risâlenin mukaddimesinde Mesnevî‟in dîbâcesindeki bazı müĢkül cümlelerin
kimi Ģârihlerce hatalı yorumlandığını fark ettiğini belirtip o dîbâceye uygun bir Ģerh yazdığını
ifâde eder. Eserin yazıldığı sıralarda gördüğü bir
rüyada, kendisine söylenildiği gibi adını
Simâtu‟l-Mûkinîn (Yakîn Ehlinin Sofrası) koyar.6
Ankaravî Mesnevî‟nin Ģerhine baĢlarken de
bu risâlenin geliĢtirilmiĢ Türkçe tercümesini
Fâtihu‟l-Ebyât ile beraber Ģerhin baĢına koymuĢtur. Burada Mesnevî‟nin mukaddimesindeki
Arapça cümleler Türkçeye çevirilerek Ģerh
edilmiĢtir. Ġleri sürülen fikirler âyet, hadis ve
manzum parçalarla desteklenmiĢtir.
H.1028/M.1619 yılının Rebî‟u‟l-evvel ayında ise Mesnevî‟nin ilk on sekiz beyit Ģerhi olan
Fâtihu‟l-Ebyât‟ı kaleme almıĢtır. Ankaravî bu
eseri müstakil olarak kaleme almıĢ olmasına
rağmen Mesnevî ġerhi‟ne baĢladıktan sonra
geliĢtirerek Simâtu‟l-Mûkinîn‟in tercümesiyle
beraber büyük Ģerhin baĢına koymuĢtur.
Fâtihu‟l-Ebyât, Mesnevî ġerhi‟nin baĢına
alındığı için kimi kaynaklarda ve kataloglarda
Ģerhle karıĢtırılarak Ģerhin bütününe verilen bir
isim hâline gelmiĢtir. Ancak Ankaravî Ģerhin
mukaddimesinde iki ismi birbirinden ayırt edip
risâlenin yazılıĢ serüvenini de açıklar.7
―――――――――
Sahîh Ahmed Dede; Mevlevîlerin Tarihi, s. 289.
Ankaravî ġerhi‟nin te‟lîf süreci meselesi doktora
tezimizin ilgili bölümünde ayrıntılı olarak ele alınmıĢtır.
Daha fazla bilgi için bk. “Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi
Ankaravî- Şerh-i Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟lMa‟ârif) (Cilt I) (İnceleme-Metin-Sözlük), Kayseri: Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora
Tezi, 2010”.
6 Sahîh Ahmed Dede; Mevlevîlerin Tarihi, s. 289; Semih
Ceyhan, Mustafa Topatan; Mesnevî‟nin Sırrı-Dîbâce ve İlk On
Sekiz Beyit Şerhi, Ġstanbul: Hayykitap Yayınları, 2008.
7
“Bu faøìr ü ≈aøìr-i ke§ìru’t-taø´ìr ol vaøtde ki ~a◊ret-i
Pìrüè keläm-ı münìrin ibtidädan naøl u taørìr itmege
şurùú eyledükde baú◊-ı yärän efä◊ullähu úaleyhim
4
5
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
Fâtihu‟l-Ebyât, Mesnevî ġerhi‟nde yer aldığı biçimiyle Semih Ceyhan ve Mustafa Topatan
tarafından yayınlanmıĢtır. Öncesinde Ceyhan‟ın
doktora tezinde ele aldığı ilk on sekiz beyit, bu
çalıĢmada Mesnevî dîbâcesi ile birlikte değerlendirilmiĢtir.8
Fâtihu‟l-Ebyât, Mesnevî ġerhi‟nin içinde de
yer aldığı için çoğunlukla Ģerhle beraberdir.
Bunun dıĢında kütüphanelerde kimi müstakil
nüshaları da bulunmaktadır.9
sicälu’l-úirfän ol ta≈øìø ü beyänı isti≈sän idüp istidúä
eylediler ki ol dürer-i maúänì vü maúärif ve ˚urer-i esrär
u le≠äyif silk-i ta≈rìre dizile ve andan bir kitäb-ı
müste≠äb düzile egerçi cümle-yi ebyäta şer≈ yazılmazsa
bärì ibtidäda väøıú olan on sekiz ebyäta yazıla bu faøìrüè
ol ≈ìnde Æarìøat-nämenüè ta´nìfine işti˚älüm
oldu˚undan bunlara didüm ki inşäõallähu Teúälå baúde
tekmìl-i Minhäcu’s-Sälikìn bu Ÿikr olınan ta≈øìø ü
taørìri maúaziyädetin ta≈rìr ü tas≠ìr eyleyem ve baú◊-ı
ebyä≠-ı müşkile vü kelimät-ı muú◊ılayı da∆ı cäbecä
bulup bu ebyät-ı semänì úaşere ◊amm øılup anlara da∆ı
şer≈ söyleyem pes ol kitäb-ı müste≠äb tamäm olduøda
yärän-ı ´afä el-kerìmu iŸä úahede vefä (Kerim olan kişi
ahdine vefalı olur) ma◊mùnın edä eylediler ve
mäme◊äda olan vaúdenüè ®uhùrın istidúä øıldılar bu faøìr
da∆ı ve emme’s-säõile felä tenher (Sakın isteyeni
azarlama! Duha, 10) fe≈väsınca anları bu behreden nehy
itmeyüp ibtidä-yı Me§nevì-yi Şerìfde väøıú olan hijdeh
ebyät-ı la≠ìfenüè ve da∆ı baú◊-ı müşkil olan kelimät-ı
şerìfenüè şer≈ine şurùú eyledüm ve bu kitäba Fäti≈u’lEbyät diyü näm söyledüm.”İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî;
Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’l-Ma’ârif, Afyon
Gedik Ahmed Paşa Kütüphanesi, 18215, 1b.
8 Semih Ceyhan; Mustafa Topatan; Mesnevî‟nin Sırrı-Dîbâce
ve İlk On Sekiz Beyit Şerhi, Ġstanbul: Hayykitap Yayınları,
2008.
9 Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 42211 (117. varaktan
itibaren); Ankara Adnan Ötüken Ġl Halk Kütüphanesi,
4212; Diyarbakır Ġl Halk Kütüphanesi, 1603, Afyon Ġl
Halk Kütüphanesi, 17715; Süleymaniye Kütüphanesi
Zühdü Bey Bölümü, 011; Süleymaniye Kütüphanesi
Zühdü Bey Bölümü, 102; Süleymaniye Kütüphanesi
Zühdü Bey Bölümü, 110; Süleymaniye Kütüphanesi
Kasidecizâde Bölümü, 333; Süleymaniye Kütüphanesi
Tâhir Ağa Bölümü, 246; Süleymaniye Kütüphanesi Gelibolulu Tâhir Bölümü, 013; Süleymaniye Kütüphanesi
Süleyman Düğümlü Baba Bölümü, 346; Süleymaniye
Kütüphanesi Pertevniyal Sultan Bölümü, 371; Süleymaniye
Kütüphanesi ReĢid Efendi Bölümü, 413; Süleymaniye
Kütüphanesi Süleymaniye Bölümü, 715; Süleymaniye
Kütüphanesi Kılıç Ali PaĢa Bölümü, 819; Süleymaniye
Kütüphanesi Esad Efendi Bölümü, 1564; Süleymaniye
Kütüphanesi Lala Ġsmail Bölümü, 174; Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Bölümü, 274; Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Bölümü, 275; Süleymaniye Kütüphanesi Hacı BeĢir Ağa Bölümü, 347; Süleymaniye
Kütüphanesi Nâfiz PaĢa Bölümü, 429; Süleymaniye Kütüphanesi Nâfiz PaĢa Bölümü, 450, Süleymaniye Kütüphanesi Nâfiz PaĢa Bölümü, 593; Süleymaniye Kütüphanesi
Laleli Bölümü, 1422; Süleymaniye Kütüphanesi Esad
Efendi Bölümü, 1561; Süleymaniye Kütüphanesi Esad
Efendi Bölümü, 1598; Süleymaniye Kütüphanesi Hacı
Mahmud Efendi Bölümü, 2638.
Mecmû’atu’l-Letâyif ve Matmûratu’lMa’ârif
Ankaravî H.1030/M.1621 tarihinde Mesnevî‟nin Ģerhine baĢlamıĢtır. Yazılan bu ilk
metinde Mesnevî beyitleri mevcut değildir.
Beyit yerlerine surhla bir mîm iĢareti konularak
Ģerhe baĢlanmıĢtır.10 Ankaravî bu müsvedde
Ģerhi tamamladıktan sonra Ģerhin Mesnevî
beyitleriyle beraber okunmasında sıkıntılar
yaĢandığı için aynı yılın Zilhicce/Aralık ayında
Mesnevî beyitlerinin de yer aldığı Ģerhi yazmaya
baĢlamıĢtır.11
Ġkinci Ģerh metninin ilk üç cildi bittikten
sonra Ankaravî‟nin geçirdiği göz rahatsızlığı ve
çevresinde bulunan bazı insanlardaki isteksizlik,
dördüncü cildin Ģerhini geciktirmiĢtir. Ankaravî
dördüncü cildin mukaddimesinde manevî evlâdı
DervîĢ Ganem‟in ısrarı ve niyâzıyla Ģerhe tekrar
baĢladığını ifâde eder. DervîĢ Ganem‟in üçüncü
cildin müsveddelerini temize çekmesi Ģeyhinin
kalbine kuvvet vermiĢtir. Onun bu çabası çeşm-i
zaîfine rü‟yet, cism-i nahîfine tâkat getirip Ģerhe
baĢlamasına vesîle olmuĢtur.12 Dördüncü cilt
H.1035/M.1626 yılında tamamlanmıĢtır.13
47
―――――――――
Bu Ģerhin yazma örneği için bkz. Süleymaniye
Kütüphanesi, Hâlet Efendi, 274.
11
“Bu faøìr ü ≈aøìr biè otuz tärì∆inde bu kitäb-ı bìmi§l ü
bìna®ìrüè şer≈ini ta≈rìr eylemege şurùú eyledükde…”
(Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C VII, Süleymaniye Kütüphanesi
Hâlet Efendi, 178, vr. 2a).
“Me§nevì-∆¥än olanlara biläteõemmül maúnåları vä◊ı≈ ve
úinde’l-øıräõat fe≈väları eŸhän-ı päklarına läyı≈ olmadan
ötüri her bir beytüè evveline sur∆ıla bemìm işäret
10
øılunmış idi baúdehu ol ebyäta işäret olan mìmler refú
olup baú◊-ı yäränuè iltimäsıyla anlaruè mevä◊ıúına
ebyät-ı şerìfe yazılmış ve kämil bir şer≈ düzülmiş idi.”
(Ankaravî; ġerh-i Mesnevî, C I, Süleymaniye Kütüphanesi,
ġehid Ali PaĢa, 1260, vr. 2a).
12
“Ammä ≈amdu lillähi ve tevfìkıhi ´o≈betimüzde olan
baúz-ı yäränuè bu úilm-i şerìfe ≠älib olması ve bu şer≈-i
la≠ìfüè ta≈rìrine işti˚äl øılması fi’l-≈äl ferä˚ u keläl
úukdelerin bäl u pür-melälden izäle idüp lisänumı taúbìre
ve kilk-i maúrifet-beyänumı mertebe-yi ta≈rìre yitürdi
úale’l-∆u´ù´
ol
veled-i
mu≈terem
caúalellähu
mina´ä≈ibi’l-himem ve ´ära bi’l-úulùmi ˚aniyyen
ve’˚tenem aúnå Dervìş ˙anemüè bu şer≈i yazması ve
müsvedde olanı ı´lä≈ idüp düzmesi øalbime øuvvet
virüp çeşm-i ®aîfimi rüõyet ve cism-i na≈ìfimi ≠äøat
mertebesine irgürüp cän u cenänumı cild-i räbiúüè
şer≈ine şurùú eylemege getürdi pes anuè muúävenet u
mu≠älebeti sebebiyle bu a≈sen-i meräbiú olan cild-i
räbiúüè şer≈ine mütevekkilen úalelläh şurùú øıldum”
(Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C IV, Mevlânâ Müzesi
Kütüphanesi, 2064, vr. 1b-2a).
13
“Bi≈amdillähi’l-Meliki’l-úAlläm bu cild-i şerìfüè bu
şer≈-i la≠ìfi da∆ı eymen-i ezmän ve eşref-i eyyämda
tamäm oldı Hicret-i Nebeviyyenüè ´allallähu úaleyhi ve
sellemüè biè otuz beş senesinüè mäh-ı Mu≈arreminüè
Áşùrä güni nihäyet bulup ve bu şer≈üè da∆ı ta≈rìrinüè
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
Ankaravî beĢinci cildin yarısına geldiği vakit Mesnevî‟nin yedinci cildi ortaya çıkmıĢtır.
Bunun üzerine beĢinci cildin Ģerhini bırakmıĢtır.14 Bu sırada Şerh-i Ehâdîs-i Erbaîn adlı eserini
ve Fâtiha Sûresi‟nin tefsîri olan Fütûhât-ı Ayniyye
adlı risâlesini kaleme almıĢtır. Ardından semâ‟ın
câiz oluĢuna dâir Arapça Huccetu‟s-Semâ‟ adlı
eserini yazmıĢ ve Mesnevî‟nin yedinci cildini
Ģerh etmeye baĢlamıĢtır. Bu cildin Ģerhinin
yarısına gelince daha önce eksik bıraktığı beĢinci
cilde dönmüĢ, beĢ ve altıncı cildin Ģerhini bitirmiĢtir. ġerhin altıncı cildi H.1036/M.1626 Ramazan‟ında bitmiĢtir.15
DervîĢ Ganem‟in yardımıyla Ģerhini
H.1036/M.1626 yılında tamamlamıĢ olan
Ankaravî yedinci cildi de H.1039/M.1629 yılından önce bitirmiĢ olmalıdır. Çünkü Ģerhin Afyon nüshanın birinci cildinde H.1039 tarihinde
Sultan IV. Murâd‟ın bu Ģerhi beğendiğini ifâde
edip hüsn-i hatla yazılmıĢ bir nüshasını istediğini belirtir.16
48
itmämı mübärek æadr gicesi tamäm oldı.” (Ankaravî;
Şerh-i Mesnevî C IV, vr. 807).
14
“~attå bu faøìr ü ≈aøìr biè otuz tärì∆inde bu kitäb-ı
bìmi§l ü bìna®ìrüè şer≈ini ta≈rìr eylemege şurùú
eyledikde dìbäce-yi úArabiyye ile on sekiz beyt-i şerìf
bu cild-i iútibärì taødìr olınmış ve bu nükteyi işúär
eylemeden ötüri ol ma≈alde bir ∆u≠be beyän olınup ve
sebúiyyätuè fe◊äyiline müteúallıø baú◊-ı aøävìl ü deläyil
yazılup anda taúbìr ü taørìr øılınmış idi pes nice müddeti medìde mürùr ve úuhùd-ı baúìde úubùr idüp ta≈rìrimüz
cild-i ∆ämisüè nı´fına geldikde ve hicret-i
Nebeviyyenün biè otuz beş senesi olduøda ≈ikmet-i
İlähì ve taødìr-i Rabbäniyye ile sekiz yüz on dört
tärì∆inde yazılmış cild-i vä≈id içre yidi mücelled bir
me´nevì beyne’n-näs ®uhùr øıldı ve ä∆ıru’l-emr sevø-ı
İlähì ile bu faøìrüè eline geldi ol cild-i säbiúi
minevvelihi ilää∆ırihi mü≠älaúa øıldıøda anuè evänì-yi
ebyät-ı la≠ìfesinden züläl-i cän-ba∆ş-ı esrär-ı maúärif nùş
øıldum ve ®ulumät-ı ≈urùf u kelimätında äb-ı ≈ayät-ı
maúänì vü le≠äyifi buldum” (Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C
VII, 2a).
15 Ankaravî; Şerh-i Mesnevî, C VI, vr. 630a; Ceyhan; Ġsmail
Ankaravî ve Mesnevî ġerhi, s. 143.
16
“Günlerden biè otuz ≠oøuz tärì∆inde mübärek ÿi’løaúdenüè eväyilinde bir gün (…) Bu şer≈üè ≈üsn-i
∆a≠≠ıla yazılması ve saúädetle mü≠älaúa øılmalarından
ötüri a≈sen-i tertìb üzre tekrär düzilmesi ∆u´ù´unda
merkez-i räyet-i iøbäl ve mehbi≠-i saúädet ü kemäl olan
cänib-i şevket-meõälleri cänibinden mi§äl-i väcibü’limti§äl gelüp teõlìf eyledüèüz şer≈-i Me§nevìnüè
cümlesini ≈üsn-i ∆a≠≠ıla bir ∆oşca yazdurup cenäb-ı
hümäyùnuma irsäl idesüz diyü bu cänibe vu´ùl
bulduøda emrlerine imti§äli far◊-ı úayn ve fermän-ı
hümäyùnlarına inøıyädı far◊ u dìn me§äbesinde bilüp
mümä≠alet ü tesvìfden ≈aŸer øılup ∆a≠≠ı øıräõate äsän bir
kätibe mümkin oldı˚ı mertebe yazdurup ve ∆azìne-yi
dilde medfùn olan cevähir-i zevähiri da∆ı münäsib olan
ebyät-ı melä≈at-simätuè şer≈ ü beyänı silkine cäbecä
Yukarıdaki bilgilere ve nüshaların tasnîfine
göre Ģerhin te‟lifinde üç aĢamalı bir sürecin
olduğu görülmektedir.
Ġlk Metin
Ankaravî, Mukaddime ve Ġlk On Sekiz Beyit ġerhi‟nden sonra, H.1030/M.1621 yılında
baĢladığı büyük Ģerhin ilk te‟lifinde ilgili kısımlarda Mesnevî beyitleri yazılmayıp beyit yerleri
kırmızı mürekkepli bir mîm ile iĢaretlenmiĢtir.
Bununla beraber Ģârih tarafından müĢkül olduğu düĢünülen kimi beyitler metinde yer almaktadır. MüĢkül olmadığı düĢünülen beyitler ise
çoğunlukla yazılmamıĢ, yazılanların ise Ģerh
kısmında anlam dünyalarının izahı sınırlı tutulmuĢtur.17
Mesnevî beyitlerine ve Ģerh metnine ayrı
ayrı bakmayı icap ettirdiği için Ankaravî bu tarz
te‟lîfte ısrarcı olmamıĢtır. Bu sebeple ilk te‟lîf
olan ve çoğu kısmında beyitlerin yer almadığı
bu Ģerh metni yaygınlaĢmamıĢtır. Bu tarzda
kaleme alınan metnin üç nüshası tespit edilebilmiĢtir.18
Ġkinci Metin
Ankaravî, yine H.1030/M.1621 yılında bazı
derviĢlerinin, özellikle DervîĢ Ganem‟in gayretleriyle Ģerhin geniĢletilmiĢ te‟lîfine baĢlamıĢtır.
Daha önce beyit yerlerine iĢaret olarak konulmuĢ mîm harflerinin yerine bu metinde bizzat
beyitler konmuĢ ve kâmil bir şerh yazılmıĢtır.
Anlam olarak eksik kalan kısımlar da tamamlanmıĢtır.19
Mevlevî muhîtinde yaygınlaĢan bu Ģerh
metni, DervîĢ Ganem‟in istinsah ettiği metin
yazdurdum evvelki nüs∆alara mu˚äyir bir bu da∆ı bir
∆oş kämil nüs∆a olup dergäh-ı saúädet-penähları ≠arafına
irsäl olındı ve hediyye øılındı” (Şerh-i Mesnevî, C I,
Süleymaniye Kütüphanesi, ġehid Ali PaĢa Bölümü, 1260,
2b).
17
“Ebyät-ı müşkile bunda biúaynihä yazılup ve ebyät-ı
˚ayr-ı müşkile me∆äfetun úani’t-ta≠vìli ve ra˚betün bi’li∆ti´äri’l-cemìl biúibärätihä yazılmış ammä maúnåları
bas≠ olup läzım gelen şer≈ ü ì◊ä≈ fi’l-cümle terk olmış
idi ve Me§nevì-∆¥än olanlara biläteõemmül maúnåları
vä◊ı≈ ve úinde’l-øıräõat fe≈väları eŸhän-ı päklarına läyı≈
olmadan ötüri her bir beytüè evveline sur∆ıla bir ≈arf-i
mìm işäret øılınmış idi.” (Şerh-i Mesnevî, C I, 1b)
18 Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi Bölümü
Nu: 274; Süleymaniye Kütüphanesi ġehîd Ali PaĢa Bölümü, Nu: 1269; Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmut
Efendi Bölümü, 2350.
19
“Baúdehu ol ebyäta işäret olan mìmler refú olup
baú◊-ı yäränuè iltimäsıyıla anlaruè mevä◊ıúına ebyät-ı
şerìfe yazılmış ve kämil bir şer≈ düzilmiş idi egerçi
bi≈ükmi meşşä≠a-yı vøät ve bi≈asebi iøti◊ä-yı ezmän u
säúat bu øadar mu∆adderät-ı maúänì vü maúärif ve ebkärı esrär u le≠äyif pes perde-yi ˚aybdan ®uhùra geldi ve
eräyik-i su≠ùr üzre cilveger oldı.” (Şerh-i Mesnevî, C I, 2a)
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
olmalıdır. Semih Ceyhan‟ın orijinal nüsha olarak
belirttiği Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev PaĢa
Bölümü, 306 numarada kayıtlı nüshaya göre bu
metnin te‟lîfi H.1036/M.1627 yılında tamamlanmıĢtır.20 Ġstanbul ve Mısır matbaalarında
basılan Ģerhler de bu nüsha esas alınarak hazırlanmıĢtır. Bu tarzda yazılmıĢ metnin 27 nüshası
bulunmaktadır. ġerhin bu yaygın metninin nüshaları dört farklı koldan çoğaltılmıĢtır.21
Üçüncü Metin
DervîĢ Ganem‟in istinsah ettiği metnin
yaygınlaĢmasından sonra Ankaravî‟nin son
yıllarında Ģerh yeniden gözden geçirilmiĢtir.
Bunun
sebebi
devrin
padiĢahı
IV.
Murad(d.1612-ö.1640)‟ın Ankaravî‟den Ģerhin
bir nüshasını talep etmesidir. PadiĢah, ġerh-i
Mesnevî‟nin tamamının hüsn-i hatla yazdırılıp
huzuruna getirilmesini ferman buyurmuĢtur.
H.1039/M.1629 yılının Zilkade ayında gelen bu
talep üzerine Ankaravî, Ģerhi sunulacağı makamın yüceliğiyle örtüĢtürmek için geniĢletip
ikmâl ederek diğerlerine mugâyir bir nüsha olarak
saraya sunmuĢtur. Bu nüshada, Ģerhte mücmel
kalan yerler mufassal hâle getirilmiĢ, eksik kısımlar tamamlanmıĢtır. Ġkmâl edilmesi gereken
beyitlerin ilgili yerlerine yer yer ilaveler yapılmıĢtır. Metin, hattı kolay olan bir kâtibe de hızlıca
yazdırılmıĢ ve saraya takdim edilmiĢtir.22
Bu metin Ģerhin diğer nüshaları kadar yaygın olmamasına rağmen Ankaravî‟nin birtakım
eklemelerde bulunarak son Ģeklini verdiği
(ikmâl ettiği) metin olması yönüyle önem kazanmaktadır. Mevcut nüshalar arasında sadece
Afyon Gedik Ahmed PaĢa Ġl Halk Kütüphanesi, 18215 numarada yer alan nüsha Ģerhin son
metnidir.
Yukarıda verilen bilgilerden çıkan sonucu
Ģerh metinlerindeki örneklerle somutlaĢtırmak
mümkündür. AĢağıdaki tabloda Ģerhin üç nüshasından seçilen bölümler vardır. Görüleceği
gibi aynı metin üzerinde üç farklı tasarruf söz
konusudur.
49
―――――――――
Semih Ceyhan; İsmail Ankaravî ve Mesnevî Şerhi, s. 287.
Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî- Şerh-i
Mesnevî, s. 139-150.
22 “Läkin nice cevähir ü rumùz ü nikät da∆ı ∆azìne-yi
20
21
dilde medfùn olmış ve perde-yi ∆afäda øalmış idi
istedüm ki ol mücmel olan yirler mufa´´al ola ve näøı´
øalan ma≈aller kemäl bula bi≈amdillähi’l-Meliki’lMennän günlerden biè otuz ≠oøuz tärì∆inde mübärek
ÿi’l-øaúdenüè eväyilinde bir gün ol girän-rıfúat ü äsmänrütbet `usrev ü Cem-cäh u Kisrä-menzilet […]
murettibu erkäni’ş-şerúiyyeti úale’l-menheci’l-A≈medì
muheŸŸibu
dìväni’l-úurfiyyeti
úale’l-medreci’lMu≈ammedì sul≠änu’l-maşrıøayn ∆äøänu’l-∆äfiøayn
elleŸì läúıyäne ∆aväøìnu’l-úälemi úayni meläŸi
ekäsireti’z-zamän meúäŸi øayä´ıreti’d-deverän netìce-yi
Ál-i úO§män emere-yi şecere-yi bäl-i Or∆än filizze-yi
kebed-i Selìm `än ˚urre-yi bedr-i Sul≠än Süleymän ve
øurrat-i úayn-ı Me≈emmed `än es-sul≠än bin sul≠än
Sul≠än Muräd `än bin A≈med `än ~a◊retleri […] bu
şer≈üè ≈üsn-i ∆a≠≠ıla yazılması ve saúädetile mu≠älaúa
øılmalarından ötüri a≈sen-i tertìb üzre tekrär düzilmesi
∆u´ù´ında merkez-i räyet-i iøbäl ve mehbi≠-i saúädet ü
kemäl olan cänib-i şevket-meõälleri cänibinden mi§äl-i
väcibu’l-imti§äl gelüp teõlìf eyledügièüz şer≈-i
Me§nevìnüè cümlesini ≈üsn-i ∆a≠≠ıla bir ∆oşca yazdurup
cenäb-ı humäyùnuma irsäl idesüz diyü bu cänibe vu´ùl
bulduøda emrlerine imti§äli far◊-ı úayn ve fermän-ı
humäyùnlarına inøıyädı far◊-ı dìn me§äbesinde bilüp
mümä≠alet ü tesvìfden ≈aŸer øılup ∆a≠≠ı øıräõate äsän
olan bir kätibe mümkin oldu˚ı mertebe yazdurup ve
∆azìne-yi dilde medfùn olan cevähir-i zevähiri da∆ı
münäsib olan ebyät-ı melä≈at-simätuè şer≈ ü beyänı
silkine cäbecä yazdurdum evvelki nus∆alara mu˚äyir bir
bu da∆ı bir ∆oş kämil nus∆a olup dergäh-ı saúädetpenähları ≠arafına irsäl olındı ve hediyye øılındı
ümmìddür ki na®ar-ı şerìfleriyile müşerref olduøda
ma≈all-i øabùle gele ve maøbùl-ı humäyùnları ola
biúavnillähi ve tevfìøıhi” (Şerh-i Mesnevî, C I, 2a)
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
1. ġerhin Ġlk Hâli
ġehit Ali PaĢa Nüshası
Beyit Yok
Me§elä
bir
kimse
merkeb-i ≈ayväniyyeti ≠utsa
pälän-ı niúmet-i dünyeviyyesi
olmaz niúmet ü devlet-i
dünyeviyye bulsa gürg-i mevt
ve sebú-i seøämet merkeb-i teni
rubùde øılur (44a)
1. ġerhin Ġlk Hâli
ġehit Ali PaĢa Nüshası
Dästän-ı
şuden-i
berkenìzek
úäşıø
pädşäh
50
Beyit Yok
Ey dostän-ı ≈aøìøat
bu ≈ikäyeti gùş idüè ki
bu cümlenüè naød u
≈älidür zìrä ≈ikäyenüè
meõäli budur ki
Beyit Yok
2. ġerhin Ġkinci Hâli
Pertev PaĢa Nüshası
3. ġerhin Son Hâli
Afyon Nüshası
Me§nevì
An yekì ∆ar daşt päläneş
nebùd
Yaft pälan gurg ∆arrä
derrubùd
Me§nevì
An yekì ∆ar daşt päläneş nebùd
Yaft pälan gurg ∆arrä derrubùd
Me§elä ol bir kimse merkeb-i
cismäniyyeti ≠utdı anuè pälän-ı
niúmet-i dünyeviyyesi olmadı çün
niúmet-i pälän-ı dünyevì buldı
gürg-i mevt ve sebú-i seøämet
merkeb-i teni øapdı (14a)
Me§elä ol bir kimse ∆ar ≠utdı anuè
pälänı olmadı yaúnì semer bulmadı pes
pälänı buldı bu kerre øurd ∆arı øapdı yaúnì
ol bir kimse merkeb-i cismäniyyeti ≠utdı
anuè pälän-ı niúmet-i dünyeviyyesi olmadı
çünkim niúmet-i pälän-ı dünyeviyyeyi buldı
gürg-i mevt ve sebú-i seøämet merkeb-i teni
øapdı (26b)
2. ġerhin Ġkinci Hâli
Pertev PaĢa Nüshası
Dästän-ı
berkenìzek
úäşıø
şuden-i
3. ġerhin Son Hâli
Afyon Nüshası
pädşäh
Me§nevì
Bi’şnevìd ey dùstän in dästän
`od ≈aøìøat naød-i ≈äl-i mast än
Ey dostän bu ≈ikäyeti gùş idüè ∆od
fi’l-≈aøìøa o dästän bizüm naød-i
≈alümüzdür zìrä bu ≈ikäyeden meõäl ü
maø´ùd budur ki
úÁşıø şuden-i pädşäh berkenìzek ve
∆arìden-i pädşäh än kenìzekrä ve rencùr
şuden-i kenìzek ve tedbìr-i şäh
dermuúälece-yi ù
Bu sur∆-ı şerìf ve bu beyän-ı la≠ìf
bir pädşähuè bir cäriyeye úäşıø olması ve
pädşähuè
ol
cäriyeyi
alması
beyänındadur ve cäriyenüè ∆aste olması
ve şähuè ol cäriyenüè muúälecesinde
tedbìr eylemesi beyänındadur
Cesed ∆alø olmazMe§nevì
Me§nevì
dan evvel bir pädşäh-ı
Bùd şähì derzamänì pìş ezìn
rù≈ var idi ki mülk-i
Bi’şnevìd ey dùstän in dästän
Mülk-i dünyä bùdeş u hem mülk-i dìn
dünyä ve hem mülk-i dìn
`od ≈aøìøat naød-i ≈äl-i mast än
Cesed ∆alø olmazdan evvel bir pädşäh-ı
yaúnì saúädet-i däreyn
İşidüèüz ey dostän bu dästänı yaúnì
anuè vücùdında mev◊ùú rù≈ var idi ki mülk-i dünyä ve hem mülk-i dìn ey dostän-ı ≈aøìøat bu ≈ikäyeti gùş idüè
yaúnì saúädet-i däreyn anuè vücùdında mev◊ùú
idi (43b-44a)
≈aøìøatda ∆od ol dästän bizüm naød-i
idi (13b-14a)
≈alümüzdür zìrä bu ≈ikäyeden meõäl ü
maø´ùd budur ki pädşähdan muräd rù≈
ve kenìzekden muräd nefsdür pes bu
teõvìl üzre taf´ìl ü ta≈øìøi gelür
Me§nevì
Bùd şähì derzamänì pìş ezìn
Mülk-i dünyä bùdeş u hem mülk-i
dìn
Bu zamändan evvel bir zamända
bir pädşäh var idi ki aèa hem mülk-i
dünyä ve hem mülk-i dìn müyesser olmış
idi yaúnì cesed ∆alø olmazdan evvel bir
pädşäh-ı rù≈ var idi ki mülk-i dünyä ve
hem mülk-i dìn yaúnì saúädet-i däreyn
anuè vücùdında mev◊ùú idi (26a-b)
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
1. ġerhin Ġlk Hâli
ġehit Ali PaĢa Nüshası
2. ġerhin Ġkinci Hâli
Pertev PaĢa Nüshası
Me§nevì
Bä˚banrä ∆är çün derpäy reft
Düzd fur´at yaft ü kälä burd
Beyit ve şerhi yok
(92a-92b)
teft
Me§elä bä˚bänuè aya˚ına
çünkim diken batdı bä˚bän kendü
≈äline meş˚ùl iken ∆ırsuz fur´at
buldı metäúını úale’l-fevr iltdi (61b)
3. ġerhin Son Hâli
Afyon Nüshası
Me§nevì
Bä˚banrä ∆är çün derpäy reft
Düzd fur´at yaft ü kälä burd teft
Me§elä bä˚bänuè aya˚ına çünkim diken batdı bä˚bän kendü ≈äline meş˚ùl iken
∆ırsuz fur´at buldı metäúını úale’l-fevr iltdi
yaúnì düzd ki muräd şey≠ändur bä˚bän-ı
cennet olan Ádemüñ päy-ı úaklına ∆är-ı fikr
ü ®ann batma˚ıla kendü vehmine meş˚ùl
oldu˚ın görüp fır´at bulup úale’l-fevr metäú-ı
úı´met ve kälä-yı i≈≠iyä≠ını iltdi ve sırøa itdi
(125b)
1. ġerhin Ġlk Hâli
ġehit Ali PaĢa Nüshası
2. ġerhin Ġkinci Hâli
Pertev PaĢa Nüshası
3. ġerhin Son Hâli
Afyon Nüshası
Guften-i Emìru’lMüõminìn
úAlì
ra¬ıyallähu úanh bäøarìni ∆od
Guften-i Emìru’l-Müõminìn úAlì
ra¬ıyallähu úanh bäøarìn-i ∆od ki çün
∆udù endä∆tì derrùy-ı men nefs-i men
cünbìd ve i∆lä´-ı nemand mäniú
kuşten-i tù än şud
Guften-i
Emìru’l-Müõminìn
úAlì
ra¬ıyallähu úanh bäøarìn-i ∆od ki çün ∆udù
endä∆tì derrùy-ı men nefs-i men cünbìd ve
i∆lä´-ı úamel nemand mäniú kuşten-i tù än şud
Beyit ve şerhi yok
(201a)
Me§nevì
Guft emìru’l-müõminin bäan
cevän
Ki behengäm-ı neberd ey
pehlevän
Emìru’l-müõminìn úAlì ~a◊retleri
ol ceväna eyitdi ceng vaøtinde ey
pehlevän (147a)
Bu sur∆-ı şerìf ve bu beyän-ı la≠ìf
Emìru’l-müõminìn úAlì ra¬ıyallähu úanh kendü
øarìnine dimesinüè beyänındadur böyle diyü
ki çünkim sen benüm yüzüme tükürük atduè
benüm nefsüm ≈areket eyledi ve úamelde i∆lä´
eylemek øaldı seni depelemege mäniú ol oldı
raveye úAbdu’l-Vä≈id bin Zeyd øäle seõeltu
el-~asane’l-Ba´rì úani∆lä´ mä huve øäle
seõeltu úan`uŸeyfe úani’l-i∆lä´ mä huve øäle
seõeltu’n-Nebì ´allallähu úaleyhi ve sellem mä
huve øäle seõeltu Cebräyìl úani’l-i∆lä´ mä
huve øäle seõeltu Rabbi’l-úizzet úani’l-i∆lä´ mä
huve øäle teúälå huve sırrun minsırrì istevedde
úanhu øalbe men a≈bebtehu minúibädì pes bu
maúnåyı şer≈ idüp Cüneyd-i Ba˚dädì
~a◊retleri dir el-i∆lä´u sırru beynellähi ve
beyne’l-úabd
läyaúlemhu
melekun
feyukibbehu ve läşey≠änu fìfesedihi ve
lähuven fetemeìluhu ve bu ma≈alle münäsib
Æarìøat-nämede taf´ìl olunmışdur anda ≠aleb
olına
Me§nevì
Guft emìru’l-müõminin bäan cevän
Ki behengäm-ı neberd ey pehlevän
Emìru’l-müõminìn úAlì ~a◊retleri ol
ceväna eyitdi ceng vaøtinde ey pehlevän
(A327)
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
51
KAYNAKÇA
Ahmet Tanyıldız; İsmâîl Rusûhî-yi AnkaravîŞerh-i Mesnevî (Mecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟lMa‟ârif) (Cilt I) (İnceleme-Metin-Sözlük), Kayseri:
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2010.
Alî Enver; Semâ‟-hâne-yi
Matbaası, Ġstanbul 1309.
Edeb,
Âlem
Esrâr Dede; Tezkire-i Şu‟arâ-yı Mevlevîyye
İnceleme-Metin, Haz.: Ġlhan Genç, Ankara:
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2000.
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atu‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C I,
Afyon Gedik Ahmed PaĢa Kütüphanesi, 18215.
Ġsmâil Rusûhî-yi Ankaravî, Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C I,
Süleymâniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi, 176.
52
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i Mesnevî
Mecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C I,
Süleymaniye Kütüphanesi, ġehid Ali PaĢa
Bölümü, 1260.
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C VI,
Matba‟a-yı Âmire, Ġstanbul 1289.
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C IV,
Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, 2064.
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C V,
Matba‟a-yı Âmire, Ġstanbul 1289.
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C VI,
Matba‟a-yı Âmire, Ġstanbul 1289.
Ġsmâil Rusûhî-yi Ankaravî, Mecmû‟atü‟lLetâyif ve Ma‟ârif, C VII, Süleymâniye
Kütüphanesi Hâlet Efendi, 178.
Mustafa Sâkıb Dede; Sefìne-yi Nefîse-yi
Mevleviyân, Matbaa-yı Vehbiyye, Kahire
1283/1866.
Sahîh Ahmed Dede; Mecmû‟atu‟t-Tevârîhi‟lMevleviyye (Mevlevîlerin Tarihi), Haz: Cem Zorlu,
Ġstanbul: Ġnsan Yayınları, 2003.
Semih Ceyhan; İsmail Ankaravî ve Mesnevî
Şerhi, Bursa: Uludağ Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi,
2005.
Semih
Ceyhan;
Mustafa
Topatan;
Mesnevî‟nin Sırrı-Dîbâce ve Ġlk On Sekiz Beyit
ġerhi, Hayykitap Yayınları, Ġstanbul 2008.
Ġsmâîl Rusûhî-yi Ankaravî; Şerh-i MesnevîMecmû‟atü‟l-Letâyif ve Matmûratu‟l-Ma‟ârif, C III,
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, R 450.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
SERTÂRİK MESNEVÎHÂN ŞEFİK CAN DEDE’NİN
MESNEVÎ ÜZERİNE ÇALIŞMALARI*
Mesnevîhân Şefik Can Dede’s
Invaluable Work On The Mathnawı
H. Nur ARTIRAN**
ÖZET
Mutasavvıf, âlim, edip, bir babanın ilgi ve terbiyesiyle daha çok küçük yaĢlarda Hz. Mevlânâ, ġeyh
Sâdi ve Hâfızın beyitlerini ezberleyerek büyüyen ġefik Can, Mevlevîlik içerisinde çok önemli bir makam
teĢkil eden Mesnevîhânlığın, yüzyılımızdaki icâzetli en son temsilcisidir.
Tüm hayatını Hz. Mevlânâ ve eserlerine adayarak geçiren bu güzide insan ilk önemli mânevî eğitimini ve Mesnevîhânlık icâzetini Tâhirü‟l-Mevlevî‟den almıĢtır. Hayatının en kemal devresi olan altmıĢ dokuzla doksan dört yaĢları arasında tamamlamıĢ olduğu Mesnevî ile ilgili tüm çalıĢmalarında çağımız insanının
en kolay bir Ģekilde Mesnevî‟den faydalanmasını amaçlamıĢtır.
ġimdiye kadar yapılan tüm Mesnevî Ģerh ve tercümelerinden oldukça farklı bir konuma sahip olan,
Mesnevi tercümesinde; farklı sayfalar arasına dağılan hikaye ve konuları bir araya getirerek, beyitleri kendi
içerisinde Ģerhli olarak tercüme etmiĢtir. ġefik Can‟ın Mesnevî dıĢında Hz. Mevlânâ‟nın Divân-ı Kebîr-i,
Rubâîleri, Hayatı ġahsiyet Fikirleri ve Mitoloji üzerine de çeĢitli eserleri yayımlanmıĢtır.
Biz bu tebliğimizde Sertârik Mesnevîhân ġefik Can Dedemizin Mesnevî üzerine yapmıĢ olduğu çalıĢmaların hazırlanıĢı, amacı, üslubu ve Mesnevî'yi okumada okuyuculara sunmuĢ olduğu kolaylıklar üzerinde
duracağız.
Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevî, Mesnevîhân, ġefik Can.
ABSTRACT:
ġefik Can a Sufi teacher and literary scholar who was raised with utmost care by his Father,
memorizing the poems of Maulana, Hafiz and Sadi, was the last formally appointed Mesnevihan * in this
century.
This uniquely distinquished man who has devoted his entire life to Maulana and his poetry,
received his formative education and his Mesnevihan endorsement (icazet) from Tahirü-l Mevlevi. ġefik
Can‟s unadorned translation of the Mathnawi coincides with his „learned years‟ which were the last 25 years
of his life from the age of 69 to 94 and aimed to provide the comtemporary readers to benefit from the
wisdom of the Mathnawi with relative ease.
In his translation of Mathnawi which has a unique place amongst all the other translations and
annotations done before, he has compiled the stories and added valuable annotations to clarify the verses.
Apart from the Mathnawi, many other books of ġefik Can have been published including Divan-ı Kebir,
the Quatrains and the life and teaching of Maulana.
In our humble presentation today, we will dwell on the invaluable work our beloved Mesnevihan
Dede Sefik Can has devoted to the Mathnawi, the the manner in which the translation was done ; the style
he adopted and how it aims to provide a relative convenience for readers to understand this Masterpiece.
Mesnevihan is a title given to the masters who have acquired the knowledge and insight to be
able to teach others.
Key words: Mathnawi, Jalal al-Din al-Rumi, Mesnevihan, Sertarik, ġefik Can
―――――――――
Bu çalıĢma, I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne-Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempzoyumu (25-27 Haziran 2010, YozgatSorgun)‟nda sunulan tebliğin geliĢtirilmiĢ metnidir.
** ġefik Can Uluslararası Mevlânâ Eğitim ve Kültür Derneği BaĢkanı. [email protected]
*
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
53
GĠRĠġ:
Cenâb-ı Hakk‟ın “Kün” emri tecellisiyle
semâdan yeryüzüne ilâhi rahmet olarak inen Hz.
Mevlânâ‟nın Mesnevî‟si, yazıldığı XIII. yüzyıldan günümüze kadar yüzlerce mütercimin kalemiyle farklı dillere çevrilmiĢ, birçok insan
yaĢadığı ülkenin sosyal ve kültürel Ģartları, maddi mânevî kiĢisel görüĢ ve düĢünceleri doğrultusunda bu müstesna eserden faydalanmaya çalıĢmıĢtır. Tüm zamanların en önemli klasik
eserlerinden biri kabul edilen Mesnevî yurt
dıĢında olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi
görmüĢ, çeĢitli zamanlarda birçok kiĢi tarafından tercüme, Ģerh ve seçmeleri yapılmıĢtır.
54
Tâhirü‟l-Mevlevî‟nin 1951 yılında vuslat
etmesi; ġefik Can'ı kendi iç âlemindeki derinliğe
çekmiĢ, maddi mânevî hayat tecrübesi, içinde
bulunduğu çağın sosyal ve kültürel Ģartları, onu
insanların en âcil ihtiyacı olarak gördüğü Hz.
Mevlânâ‟nın eserlerine yöneltmiĢtir.
Tâhirü‟l-Mevlevî‟nin uzun yıllar üzerinde
çalıĢtığı Mesnevî Ģerhlerini[1] tamamlamaya fâni
ömrü yetmeyince, üstadının bıraktığı yerden
devam eden ġefik Can 5 ve 6 ciltleri Ģerh ederek
bu muhteĢem eseri 18 cilt olarak tamamlamıĢtır.
1970‟li yıllarda ikmal edilen bu eser yayınevinin
ihmali neticesinde ne yazık ki, ancak 2000 yılında basılabilmiĢtir.
Hz. Mevlânâ ve eserleri üzerine yapmıĢ
oldukları çalıĢmalardan dolayı çok yakın olarak
tanıdığımız Ahmed Avni Konuk, Tâhirü'lMevlevî, Veled Çelebi Ġzbudak, Abdülbâki
Gölpınarlı ve Sertârik Mesnevîhân ġefik Can,
bu eĢsiz âbidevî eseri Cumhuriyet döneminde
tam metin olarak yeni harflerle Türkçeye çeviren çok değerli üstatlarımızdır.
Ön sözde yer alması gereken Tâhirü‟lMevlevî‟ye ait bazı resim ve mektuplar kaybedilerek, eserin genel muhtevasına gerekli dikkat ve
özen gösterilmemiĢtir. Kitabın uzun bir süre
yayınevinde bekletilmesi, içeriğine uygun bir
kalitede basılmayıĢı, tarihi belge niteliğindeki
çok değerli resim ve mektupların kaybedilmesi,
ġefik Can‟ı oldukça müteessir etmiĢtir
Ayrıca, Prof. Dr.Adnan Karaismailoğlu,
Doç.Dr. Derya Örs ve Doç. Dr. Hicabi Kırlangıç‟ta yakın tarihimizde Mesnevî‟nin tamamını
tercüme ederek hem kültür, hem de gönül dünyamızı zenginleĢtiren çok kıymetli akademisyenlerimizdir.
1978 yılında 69 yaĢındayken baĢlamıĢ olduğu; Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî
Tercümesi [2] üzerinde 19 yıl çok büyük bir
dikkat ve hassasiyetle çalıĢan ġefik Can, bu eseri
de ancak 88 yaĢında tamamlayabilmiĢtir. Çok
önemli diğer çalıĢmalarından biri olan Cevâhir-i
Mesneviyye [3] isimli eseri 92, Mesnevî hikâyelerini [4] ise 94 yaĢında tamamlamıĢtır. Oldukça
ileri yaĢlarda bile Mesnevî üzerine bu denli
yoğunlaĢması onun Hz. Mevlânâ ve eserlerine
karĢı göstermiĢ olduğu ilâhi aĢk u muhabbetin
aĢîkâr bir tezâhürüdür.
Biz bu tebliğimizde Sertârik Mesnevîhân ġefik Can Dedemizin Mesnevî üzerine
yapmıĢ olduğu çalıĢmaların hazırlanıĢı, amacı,
üslubu ve Mesnevî'yi okumada okuyuculara
sunduğu kolaylıklar üzerinde duracağız.
SERTÂRĠK MESNEVÎHÂN ġEFĠK CAN
DEDE’NĠN
MESNEVÎ
ÜZERĠNE
ÇALIġMALARI
Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî
Tercümesi, ġefik Can‟ın Hz. Mevlânâ ve Mesnevî‟ye adanmıĢ bir asırlık hayat tecrübesi,
maddi mânevî kültür birikiminin Hakk âĢıklarıyla paylaĢıldığı ilk önemli eserdir.
Mutasavvıf, âlim, edip, bir babanın ilgi ve
terbiyesiyle daha çok küçük yaĢlarda Hz.
Mevlânâ, ġeyh Sâdi ve Hâfız‟ın beyitlerini ezberleyerek büyüyen ġefik Can, Mevlevîlik içerisinde çok önemli bir makam teĢkil eden
Mesnevîhânlığın, yüzyılımızdaki icâzetli en son
temsilcisidir.
XIII yüz yıldan günümüze kadar yapılan
tüm Mesnevî Ģerh ve tercümelerinden oldukça
farklı bir konuma sahip olan bu çalıĢmada,
çağımız insanının en kolay bir Ģekilde Mesnevîden faydalanması amaçlanmıĢtır.
Tüm hayatını Hz. Mevlânâ ve eserlerine
adayarak geçiren bu güzide insan ilk önemli
mânevî eğitimini ve Mesnevîhânlık icâzetini
Tâhirü‟l-Mevlevî‟den almıĢtır. 1935 yılında
baĢlayan bu ulvî birliktelik,16 yıl baba oğul
muhabbeti içersinde geçmiĢtir.
Ġfâdenin en berrak, en basit, en sanatsal
bir Ģekliyle, herkesin anlayabileceği edebî bir
üslup içinde hazırlanan eserde, muğlâk, anlaĢılması zor olan beyitler kendi içersinde Ģerhli
olarak tercüme edilmiĢtir.
Zamanı en iyi derecede kullanmak amacıyla, dipnotlar Ģeklinde verilen geniĢ açıklama-
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
lar, Mesnevî‟nin esasını teĢkil eden ve bazı sembollerle anlatılan çeĢitli hikâye ve beyitlerin
ifade ettiği mânâya ulaĢmakta okuyucuya çok
büyük kolaylıklar sağlamıĢtır.
Söz konusu eserde; hassas bir mizaç,
güçlü anlaĢılır bir dil, çok derin edebiyat ve tarih
bilgisi, geniĢ bir tasavvûf anlayıĢı, aĢk derecesine
ulaĢan dîvân edebiyâtı hâkimiyeti, hemen göze
çarpmaktadır.
Eserdeki bu üstün niteliklerin yanı sıra,
Mesnevîhân‟lığın günümüzdeki en mümtaz bir
temsilcisi olarak, mânevî konulardaki aĢırı dikkat ve hassasiyeti, Hz. Mevlânâ ve Mesnevî
yolunda herkesçe kabul edilen çok samîmî aĢk-u
muhabbeti, hiç bir maddi kaygı taĢımayan bir
çok âli hizmetleri, özelliklede Mesnevî‟nin lahûti
mânâsına olan güçlü hakimiyeti eserin ilk sırada
tercih edilmesine, Mesnevî‟nin çok daha geniĢ
kitlelere ulaĢmasına etkili olmuĢtur.
1995 yılında 86 yaĢındayken yayımladığı
600 sayfaya yakın oldukça kapsamlı bir eser
olan Mevlânâ Hayatı ġahsiyeti Fikirleri [5] kitabının, Rusça ve Çince dahil olmak üzere bir çok
dünya dillerine çevrilmiĢ olması, onun bu konuda yurt dıĢındada ne kadar etkin ve güvenilir
bir isim olduğunun açık bir göstergesidir.
Birbirinin içine girmiĢ olan hikâyeleri,
birbirinden ayırarak tercüme ettim.
Hikâyelerin ifâde ettikleri hakikatleri
Mevlâna‟nın açıkladığı Ģekilde aynen aldım.
Gereken yerlerine koydum.
Hikâyeler arasında geçen güzel sözler,
derin anlamlı beyitler, hakikâtler, hikmetler
okuyanlara bir kolaylık olsun diye, ihtiva ettikleri konulara göre, ayrı ayrı baĢlıklar halinde arz
edilmiĢtir. O baĢlıklar dahi benim değildir. Mevlâna‟nın beyitlerinden çıkarılmıĢ baĢlıklardır.
Metin tercümelerinde okuyacağınız satır
baĢlarına konmuĢ olan ve numaralı bulunan
bütün beyitler hep Mevlâna‟ya aittir.
Açıklanması gereken hususlar, Rasûhî
Ankaravî‟den, Tâhirü‟l- Mevlevî‟den, Bahrü‟lulûm‟dan, ve Hüseyin bin Hasan Harizmî tarafından yazılmıĢ olan Cevâhirü‟l-Esrâr adlı yazma Ģerhinden yararlanarak, sahife altlarına dipnotlar halinde yazılmıĢtır.
Böylece birçok kitaplarda görüldüğü gibi
kitaplarının sonuna eklenen notları karıĢtırmaktan, araĢtırmaktan, okuyucu kurtarılmıĢtır.
Son yüzyılımızda Mesnevîyle ilgili en
dikkat çeken çalıĢmalardan biri olan Konularına
Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesiyle ilgili
olarak kendi yazmıĢ olduğu ön sözde özetle
Ģöyle demektedir:
Tek gayem, okuyucunun yorulmadan,
Ģerhlere bakmadan Mesnevî- ġerîf‟ten, adetâ
tasavvuf ansiklopedisi sayılan bu Ģaheserden, bu
irfan hazinesinden gereği gibi zevk alması,
rûhen aydınlanması, huzûra kavuĢması en kolay
bir Ģekilde Mesnevî‟den faydalanmasıdır.”
“Ġlâhî aĢktan bahseden, bizim nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi haber veren, müsamahalı bir görüĢle insanı, insanlığı
sevdiren bu mübârek kitabı, dikkatle okumaya
ve içimize sindirmeye bugünün insanı olarak
çok muhtacız. Bu Mesnevî‟de metin olarak
Nicholson‟ın bastırdığı Mesnevî‟leri esas tuttum. Tercüme edilen beyitlere, onun verdiği
numaraları verdim.
Arz edilen ön sözden de anlaĢıldığı üzere
söz konusu eserin en büyük özelliği, farklı sayfalar ve beyitler arasına dağılmıĢ olan hikaye ve
çeĢitli konuların amaç, gaye ve özden hiçbir Ģey
kaybetmeden sistematik bir Ģekilde yer değiĢtirmesi, beyitlerin belli bir akıcılık içersinde
yeniden farklı baĢlıklar altında düzenlenmiĢ
olmasıdır.
Bazı beyitleri, rûha sâdık kalınarak, bir
kaç kelime eklemek suretiyle açıklamalı olarak
tercüme ettiğim gibi anlaĢılması zor olan bazı
beyitleri de Ģerhlerden yararlanarak dipnot olarak geniĢlettim. AnlaĢılır hale getirdim.
Bu tercümeler yapılırken, gerek Veled
Çelebi merhumun, gerekse Tâhirü‟l-Mevlevî
Hazretlerinin, Abdülbakî Gölpınarlı merhûmun
tercümelerinden, kendisini dâima saygı ile andığım değerli müsteĢrik Nicholson‟ın Ġngilizce‟ye
çevirdiği Mesnevî‟lerden yararlandım.
Eserde dikkat çekici diğer bir konu da;
Hz. Mevlânâ‟nın irĢâd maksadıyla söylediği,
gerçekte her insanın hayatında çok önemli bir
yer tutan bazı hikâye ve anlatımların, kendi öz
benliğinden habersiz kiĢilerce asıl gaye ve maksadın dıĢında yanlıĢ algılanması nedeniyle, beĢinci ciltten üç, altıncı ciltten bir hikâyenin sadece sözün özü niteliğindeki beyitlerle eserde
yer almasıdır. Böylece Mesnevî‟nin rûhuna ve
aslolan gayesine sadık kalınarak, söz konusu
hikâyelerin, ifaâde ettiği lahûti mânâdaki derinliği anlamakta zorlanan kiĢilerin, gereksiz ayak
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
55
sürçmelerinin önüne geçilerek, herkesin Mesnevî‟ye çok daha yakın olması arzu edilmiĢtir.
“Kur‟ân‟ın Tefsiri”, “Ruhların Cilâsı” ve
“Allah ÂĢıklarının Kitabı” olarak nitelenen
böylesine eĢsiz tasavvûfi bir eseri yüz yıllar
sonra aslından oldukça farklı bir vizyonda hazırlayıp okuyucuya sunmak, elbette çok büyük bir
mânevî sorumluluk gerektirmektedir.
Doksan altı yıllık yaĢamı içersinde bir an
dâhi târik-i müstakimden ayrılmamaya a‟zamî
dikkat ve gayret gösteren, çok güçlü bir imân
derecesinde Hz. Mevlânâ‟ya bağlı olan ġefik
Can‟da bu ilâhi sorumluluğun bilinci içersinde
hazırlamıĢ olduğu eserle ilgili bu konuda Ģöyle
demiĢtir:
“Bendeniz, hâĢâ Hz. Mevlânâ‟nın yapmıĢ
olduğu düzeni beğenmeyerek Mesnevî‟de böyle
bir değiĢiklik yapma gereği duymadım. Bendeniz yine Hz. Mevlânâ‟nın âli rûhaniyetinden
aldığım emir üzerine bu Mesnevî‟yi hazırladım”
56
Altı ciltlik Mesnevî‟nin tamamının ġefik Can
tarafından Arap harfleriyle elde yazılmıĢ olmasıdır. Bu eser daha sonra yayınevi tarafından
Latin harflerine çevrilerek basılmıĢtır. Orijinal el
yazması Mesnevî‟nin, baskıya hazırlanması
sırasında gözden kaçan ve çeviriden kaynaklan
bazı eksikliklerin olması da muhtemeldir. Bunu
gayet tabii karĢılamakla birlikte, söz konusu
eserin orijinal el yazması ile karĢılaĢtırılması
varsa bir eksiklik giderilmesi faydalı olacaktır.
Böyle bir incelemenin en kısa zamanda tarafımızdan yapılması da en büyük niyâzımızdır.
Prof.Dr. Reynold A. Nicholson tarafından Latince tercüme edilen bazı hikaye ve beyitler aĢağıdaki gibidir:
Cilt.5: 1333-1337, 1343, 1345, 1356,
1363, 1364 ve 2497 numarayla baĢlayan hikayenin baĢlığının tümü Latince tercüme edilmiĢtir.
Ayrıca 3329-3336 arası beyitler Latince olup
3391, 3392, 3731-3735 arası ve 3861 den 3864
beyte kadarda Latince tercüme edilmiĢtir.
Özellikle mânevî konularda oldukça hassas ve mütedeyyin bir mizâca sahip olan ġefik
Can‟ın, sadece kiĢisel kararları, Ģahsi görüĢ ve
düĢünceleri doğrultusunda, Mesnevî‟de böylesine ciddi bir düzenleme yapabileceğini düĢünmek elbette son derece yanlıĢ olacaktır. Zaten
söz konusu eser üzerinde on dokuz sene büyük
bir dikkatle çalıĢılması, bu konuya gösterilen
hassasiyetin çok küçük bir yansımasıdır.
Cilt.6: da; 3847-3850 arası beyitleri 3857,
3858 ve 3941-3946 arası beyitleri Latince tercüme edilmiĢtir.
Mesnevî üzerine 40 yıl araĢtırmalar yapan
son yüzyılımızın çok değerli Ġngiliz müsteĢriklerinden Nicholson‟ında Ġngilizce olarak hazırladığı Mesnevî‟de bazı hikâyeleri Latince tercüme
ettiği bilinmektedir.
Cilt.6: ( 3843-3887 ) Arz edilen beyit
numaraları arasında bulunan hikâye ve anlatımlar ana konuyu ihtiva edecek Ģekilde verilmiĢtir.
Hikâyeler konsusunda farklı bir yaklaĢım
sergileyen Nicholson‟da insanların yanlıĢ değerlendirmeleri neticesinde asıl hedeften uzaklaĢmalarına bu Ģekilde engel olmaya çalıĢmıĢtır.
XIII yüz yıldan yakın tarihimize kadar
Mesnevî her zaman icâzetli bir Mesnevîhân
tarafından okunarak Ģerh edilmiĢtir. Mevlevî
yolu içersinde çok önemli bir makam teĢkil
eden Mesnevîhânlık, sadece Farsça olan beyitleri tercüme etmek değil, beyitlerin ihtiva ettiği
mânâ zenginliğini, dinleyicinin mânevî hâl ve
idrâki seviyesinde sunmaya çalıĢarak, gerektiğinde eserle dinleyici arasında seviyeli ve dengeli
bir iletiĢim kurmaktır.
Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî
tercümesinin diğer çok önemli bir özelliği de;
ġefik Can tarafından sözün özü Ģeklinde
tercüme edilen beyitleri ise:
Cilt.5: ( 1333 -1364 ) ( 2494- 2502 ) (
3329-3340 ) ( 3391-3403 ) (3708-3736 )
ġefik Can‟ın Mesnevî‟yle ilgili üçüncü
önemli çalıĢması, 2001 yılında iki cilt halinde
yayımlanan “Cevâhir-i Mesneviyye” adlı eseridir. “Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî
Tercümesi”nin hazırlık aĢamasında alınan bazı
notlardan yola çıkılarak tarafımızca yayıma
hazırlanan bu eserin en büyük özelliği, Mesnevî‟nin fihristi niteliğinde olmasıdır. Tarihi kaynaklara göre 1260- 1267 yılları arsında yazıldığı
kabul edilen Mesnevî‟de, tüm zamanlara hitap
edecek çeĢitli sosyolojik, psikolojik, tarihî, dini
ve tasavvufî birçok konu, âyet, hadis ve hikâyeler vasıtasıyla zihinlerde yer edecek etkin bir
üslupta okuyucuya aktarılmıĢtır.
Altı ciltlik Mesnevî‟de yer alan 145 farklı
konu Cevâhir-i Mesnevîyye‟de alfabetik sırayla
bir araya getirilerek okuyucunun çeĢitli konular
üzerinde hâkimiyeti sağlanmıĢtır. Söz konusu
eserin dikkat çeken diğer bir özelliği de; bu
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
konuların ark arkaya diziliĢinde bir birini takip
eden baĢlıkların, bir önceki metni tamamlayıcı
özellikte olmasıdır.
Asırlardan beri birçok kiĢi çeĢitli amaçlara mâtufen, yahut kendi beğenilerine göre Mesnevî‟den mensûr yada manzûm antolojiler meydana getirmiĢlerdir. XV. yüzyıldan itibaren
baĢlayan bu usûlün ilk örneği Muînî‟nin, Sultan
II. Murad‟a (ölm.1451) takdim ettiği ve Mesnevî‟nin bir bölümünün manzum tercümesini
kapsayan Mesnevi-yi Murâdî‟dir (1438) Yusuf
Sîneçâk‟ın (öl. 1564) Cezîre-i Mesnevî‟si ve
Muğlalı ġâhidî Dede‟nin (öl.1550) GülĢen-i
Tevhîd‟i de bu konudaki önemli eserler arasındadır. Mesnevî‟nin tamamını Ģerh etmekle “Hz.
ġârih” unvanını alan Ankaravî Ġsmail Rüsûhî
Dede (öl.1631)‟nin Mesnevî‟deki anlaĢılması zor
deyimlerin açıklandığı ve âyetlerin indeksi niteliğinde olan Fâtihü‟l-ebyât ve Câmi‟u‟l-âyât adlı
eserleri de bu tarzdaki önemli örneklerden
bazılarıdır. 2004 yılında Konya Ġl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü tarafından yayınlanan Yakup ġafak ve Nuri ġimĢekler‟in hazırlamıĢ olduğu “Konulara Göre Mesnevî‟den ÖzdeyiĢler”
isimli eserde yakın tarihimizde aynı amaçla
hazırlamıĢ kitaplardan biridir. ġefik Can‟ın
“Cevâhir-i Mesneviyye” isimli çalıĢması yukarıda kısaca bahsedilen eserlerin çok daha kapsamlı ve farklı bir örneğidir
2003 yılında ilk baskısı yapılan “Mesnevî
Hikâyeleri” de, ġefik Can‟ın diğer eserleri gibi
türevi içersinde farklı bir konuma sahiptir. ÇeĢitli zamanlarda birçok kiĢi tarafından hazırlanan “Mesnevî Hikâyeleri” genellikle çocuklara
hitap edecek Ģekilde veya eseri hazırlayan kiĢinin idrâk ve anlayıĢı nisbetinde özetlenerek
seçmeler Ģeklinde okuyucuya sunulmuĢtur.
Söz konusu eserde ise 255 hikâyenin tümü orijinal Ģekli muhafaza edilerek beyit numaralarıyla birlikte verilmiĢtir. Ayrıca hikâyelerin
ihtiva ettiği derûni mânalarda genellikle beyitlerin altında okuyucuya sunulmuĢtur. Dipnotlar
Ģeklinde yapılan açıklamalar ise hikâyelerin
doğru ve kolay bir Ģekilde anlaĢılmasında yardımcı olmaktadır.
Daha evvelde arz edildiği üzere Mesnevî
hikâyelerinin ihtiva ettiği engin mânâları anlamakta zorlanan bazı kiĢiler zaman zaman önyargılı ve haksız eleĢtirilerde bulunmuĢlardır.
Kitabın ön sözünde bu konulara açıklık
getirmeye çalıĢan ġefik Can özetle Ģöyle demiĢtir:
“Hz. Mevlâna vahdet-i vücut görüĢlerini
ve tasavvufî hakikatları açıklarken konuların
daha iyi anlaĢılması için bazı hikâyeler söylemiĢtir. Bu hikâyeler Kelile ve Dimne‟den, tarihten,
Kur‟an kıssalarından, halk arasında söylenen
hikâyelerden alınmıĢtır. Fakat Hz. Mevlâna
bunları söylerken kendi güzel anlatıĢ tarzıyla bir
takım çağrıĢımlarla (tedaî), hayallerle kendi
yaratıcı muhayyelesinden ilham alarak kendine
has hoĢ bir Ģekilde hikâye etmeyi baĢarmıĢtır.
Bunların içinde her duyguya yer verilmiĢtir.
AĢk, imân, fazilet, kahramanlık, doğruluk ve
bunların dıĢında bütün insanî duygular yer almıĢtır. Büyük bir psikolog gibi bazen insan
ruhunun derinliklerine inmiĢ, bazen faziletin ve
kahramanlığın meth ü senâsını yapmıĢ, bazen
de insanın süflî arzularını bütün açıklığıyla realist bir Ģekilde dile getirmiĢtir. Bu yüzden bazı
kiĢilerin Hz. Mevlâna‟ya açık seçik yazdı diye
tarizde bulunmaları, taĢ atmaları, onların Hz.
Mevlâna‟yı gereği gibi anlamadıkları, ya da anladıkları halde kasten Hz. Mevlâna‟ya sataĢtıkları
bir hakikattir. Ġtalyan yazarlardan Hz Mevlâna‟nın çağdaĢı olan Boccaccio, Dekameron adlı
eserinde manastırdaki rahibelerin seviĢmelerinden apaçık bahsederken onu realist bir yazar
diye alkıĢladıkları halde Hz. Mevlâna Mesnevî‟sinde sadece iki üç hikâyede açık açık insanın
süflî arzularının baĢına neler getireceğini, insanı
ne hallere düĢüreceğini ders olarak anlatınca
haksız olarak eleĢtirilmiĢtir. Fransız romancılardan Gustave Faluber Madam Bovari adlı romanında, Emile Zola Nana adlı eserinde realist
olarak alkıĢlanırken Hz. Mevlâna‟dan söz edilirken onu realist olarak görmek istememiĢlerdir.
Hz. Mevlâna bazı hakikatlerin kolayca anlaĢılması için her yerden hikâyeler almıĢtır.
Bu arada bir câriyenin eĢekle seviĢmesi
gibi meĢhur hikâye de, Latin Ģairlerinden
Apuleius‟un Altın EĢek kitabından alınmıĢtır.
Bu kitap Milli Eğitim Bakanlığının klasik kitapları arasında yayınlanmıĢtır. Apuleius‟un Altın
EĢek‟ini okuyanlar insan tabiatının süflî arzularını ifade eden bu kitabı alkıĢlarken aynı hikâye
Hz. Mevlâna‟nın Mesnevî‟sinde olunca hor
görülmüĢtür. Bu görüĢ tamamiyle bîtaraf değildir. Garez gelince insanın gözü kör oluyor,
hakikati göremiyor.
Hz. Mevlâna rubâ‟îlerinin birinde [Hezli
men hezl nîst ta‟lîm est = Benim açık saçık
yazıĢım insanların süflî duygularını uyandırmak
için değildir, bir Ģeyler öğretmek içindir] demiĢtir.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
57
Mehmet Âkif merhum da Safahat‟ında:
lek
“Budur cihanda en beğendiğim mes-
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun
tek” demiĢtir.
58
ġefik Can‟ın Mesnevî ile ilgili en son çalıĢması “Okullar için Mesnevî‟den Seçmeler”[6]
adlı eserdir. Milli Eğitim Bakanlığının Mesnevî‟yi okullara tavsiye etmesi üzerine tarafımızca
hazırlanan bu eser 2005 yılında yayımlanmıĢtır.
Mesnevî‟de çeĢitli vesilelerle anlatılan ve özellikle genç neslimizin temel eğitiminde mutlak
olması gereken dini, tasavvûfî, sosyolojik ve
psikolojik bazı konular 29 ana baĢlık altında
toplanırken, Hz. Mevlânâ‟nın hayatı, Ģahsiyeti
ve fikirleriyle ilgili genel bilgilere de yer verilmiĢtir. Mesnevî‟yi ilk defa okumaya baĢlayan
her yaĢtaki insan için önemli bir hazırlık kitabı
niteliğinde olan eserde; Allah, Peygamberimiz
ve peygamberler, Kuran-ı Kerim, insan, cennet,
cehennem, günah, tövbe, aĢk sevgi, bilgi, öğüt,
ömür ve ölüm gibi konular iĢlenmiĢtir. ġefik
Can‟ın diğer tüm çalıĢmalarında olduğu gibi
burada da dip notlar Ģeklinde okuyucuya kısa
açıklamalar yapılmıĢtır. Çok yönlü bir araĢtırmacı yazar olan ġefik Can Hz. Mevlânâ‟nın
Mesnevî‟si dıĢında Divân-ı Kebîr‟i ve
Rûbâileriyle ilgilide çalıĢmalar yapmıĢ bu konularda da çeĢitli kitapları yayımlanmıĢtır. Yunan
Mitolojisi isimli eseri ise çeĢitli Üniversitelerin
arkeoloji ve sanat tarihi bölümünde ders kitabı
olarak okutulmaktadır.
SONUÇ
Makalemizin baĢlangıcından itibaren bir
çok kez dile getirdiğimiz gibi, ġefik Can, Hz.
Mevlânâ ve eserleriyle ilgili yapmıĢ olduğu tüm
çalıĢmalarda öz‟e içerikteki lâhûti mânâya tümüyle sadık kalarak, kedi deyiĢiyle sadece: Okuyucunun yorulmadan, Ģerhlere bakmadan Mesnevî ġerîf‟ten, adetâ tasavvuf ansiklopedisi
sayılan bu Ģaheserden, bu irfan hazinesinden
gereği gibi zevk alması, ruhen aydınlanması,
huzûra kavuĢması en kolay bir Ģekilde Mesnevî‟den faydalanmasını amaçlamıĢtır.
KAYNAKÇA
Can, ġefik. Konularına Göre Açıklamalı
Mesnevî Tercümesi, Ġstanbul: Ötüken NeĢriyat,
2004, 7.Basım.
Can, ġefik. Cevâhir-i Mesneviyye, Ġstanbul:
Ötüken NeĢriyat, 2001, 2.Basım.
Can, ġefik. Mevlana Celaleddin Rumi Mesnevi Hikayeleri, Ġstanbul: Ötüken NeĢriyat, 2003.
Can, ġefik. Mevlana - Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri, Ġstanbul: Ötüken NeĢriyat, 2009,
7.Basım.
Can, ġefik. Okullar için Mesnevî‟den Seçmeler, Ötüken NeĢriyat, 2005, 1. Basım.
Olgun, Tahir. Şerh-i Mesnevî Tâhirü‟lMevlevî, ġamil Yayınları 2000.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
1001 Günlük Mevlevî Çilesi:
MUTFAKTA PİŞEN CANLAR*
Yrd.Doç.Dr. Nuri ŞİMŞEKLER**
“Canı Sen aldıktan sonra,
Şeker gibi gelir ölüm bize;
Sana kavuşma olduktan sonra,
Candan da tatlıdır ölüm bize.”
Hz. Mevlânâ
Tarih 17 Aralık 1273; saat 16:00 civarı;
gün baĢka coğrafyalarda doğmak üzere garbı
kızıla bürürken, güneĢ batıyor gibi görünse de
nöbeti gereği seyrini tamamlayıp bütün dünyayı
aydınlatacaktı. ġems-i Tebrizî‟nin aracılığı ve
Yüce Allah‟ın inayeti ile tüm dünyaya ıĢık olacak
olan Mevlânâ güneĢi de aynı saatlerde batıyor;
ama bu gidiĢ Sevgili‟yle buluĢmanın kutlu bir
habercisi olmakla birlikte, yakın zamanda batmamak üzere tekrar doğacağı müjdesini de
veriyordu…
Mevlânâ Hakk‟a yürümüĢ; yıllardır gönlüne
sevgisini nakĢettiği Sevgili‟sine kavuĢmuĢtu.
Peki eserlerinde bazen açıkça, bazen sırlar halinde, bazen de en cahil kiĢinin dahi anlayabileceği tarzda ifade ettiği öğretileri, kendisinin
Hakk‟a yürümesiyle görevini tamamlayacak
mıydı? Ya da örnek ve yerli yerinde hoĢgörü
dolu yaĢam biçimi bir-iki kuĢak dilden dile
dolaĢıp sonra unutulup gidecek miydi? ĠĢte
bütün bu soruları kendi kendine soran oğlu
Sultan Veled, yakın dostu Çelebi Hüsâmeddin
ve diğer müritler bu görevi üslenmiĢ, beklentiler
doğrultusunda Mevlevîliği kurmuĢlar ve bir
öğreti
_________________________
*
Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat
Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne:
Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla
sunulmuĢ tebliğdir.
Selçuk Üniversitesi, Mevlânâ AraĢtırma ve Uygulama
Merkezi Müdürü.
sistemi haline getirmiĢlerdi. Bu sisteme göre;
kiĢisel terbiyeyle insan önce kendi “iç”ini keĢfetmeli, kendisiyle ve çevresiyle barıĢık bir
insan olmalı, “yerli yerinde” hoĢgörü sahibi
olmalı ve Ģekle göre değil de “mânâ”ya göre
hüküm verme sanatı kazanmalıydı. Ayrıca
“duraganlık”ı terk edip sürekli yeni Ģeyler keĢfetme, kendini yenileme ve insanlara faydalı
olmayı kendine düstur edinmeliydi. Bütün bunları yaparken de unutmaması gerektiği bu
“yol”un “Ġslâm merkezli” olduğuydu.
Mevlânâ‟nın döneminde oğlu Sultan
Veled ve özellikle torunu Ulu Ârif Çelebi‟nin
yaptığı ziyaretler sonucu Anadolu‟da yayılan
Mevlevî kültürü, Osmanlı Devletinin kurulması
ve geniĢlemesiyle devlet ileri gelenlerinin destek
ve himayesiyle üç kıtaya yayılarak kurumsal
hüviyetini ve nüfuzunu artırmıĢtı. Doğuda
Ġran/Tebriz, Batıda Macaristan/Peçoy, Kuzeyde Ukrayna Kırım Özerk Bölgesi/Gözleve,
Güneyde ise Arabistan/Mekke‟yi içine alan
geniĢ coğrafya içerisinde 140‟a yakın noktada
kurulan Mevlevîhâneler bölge insanlarına hem
Ġslâm‟ı ve hem de dini güzel yaĢama sırlarını
öğretmiĢtir. Konya‟da bulunan Merkez Dergâh
(bugünkü Mevlânâ Müzesi) baĢta olmak üzere,
Afyonkarahisar, Manisa, Kütahya, Halep, Ġstanbul‟da bulunan Galata, Yenikapı, BeĢiktaĢ ve
KasımpaĢa, Bursa, Kastamonu, EskiĢehir, Kahire, Gelibolu ve Rumeli YeniĢehir (Yunanistan) Mevlevîhâneleri Çile çıkarılabilen ana Dergâhlardı. Âsitâne olarak adlandırılan bu Dergâhların haricinde Şeyh ve Dede unvanı alarak görevlendirilen Mevlevî büyüklerinin idaresindeki
bugünkü Türkiye Cumhuriyeti toprakları dahilinde 80‟in üzerinde, yukarıda çerçevesi çizilen
Osmanlı toprakları içinde de 60‟a yakın Zâviye
vardı.
Bu bildirimizde tarihte uygulandığı Ģekliyle Mevlevî olmanın, diğer bir tabirle piĢip olgunlaĢmanın “seyr u sülûk”unu anlatmaya çalıĢacağız. Mevlevî matbahında (mutfak) baĢlayan
1001 günlük Mevlevî çilesinin, insan gibi insan
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
59
olmanın aĢamalarını Mevlânâ‟nın Ģiirleri eĢliğinde aktarmaya çalıĢacağız…
“Bu semtten bir koku almayacaksan gelme!
Bu ırmaktan testini doldurmayacaksan gelme!
Denizimize dalmayacaksan gelme!
Elbiselerinden arınıp
bizim suyumuzla yıkanmayacaksan gelme!”
Hz. Mevlânâ
NASIL MEVLEVÎ OLUNURDU?
“Sen beni tanıdık biri sanma;
uzak yerlerden gelmiş,
garip bir misafir olarak kabul et!
Beni bir emir, bir başbuğ olarak görme;
kapına hizmetçi olarak kabul et!
Aşkına susamış olan şu zavallıyı,
hasta yerine koyma;
şifa ilacına muhtaç biri olarak kabul et!”
Hz. Mevlânâ
60
Mevlevîlik‟e girecek aday adayı Dergâha
gelir müracaat ederdi. Dergâhın iki üst görevlisi
vardı. Birincisi Tarikatçı Dede, ikincisi Mevlânâ
zamanında aĢçılık görevini üstlendiği kaydedilen
ÂteĢbâz-ı Velî‟nin makamını temsil eden Aşçı
Dede. Bunların baĢında da Mevlânâ soyundan
olması gereken Dergâhın “Çelebi”si vardı. Mevlevî adayını önce Tarikatçı Dedeye götürürlerdi.
Dede kendisini sıkı bir imtihana tabi tutar;
ailesinden izin alıp almadığını sorar, Dergâhta
nefse verilen eziyetlerle dolu 1001 gün çile çıkarmadan Mevlevî olunamayacağını, bu Yol‟dan
dönüĢün ise veballi olduğunu detaylarıyla anlatarak adayın samimiyetini ölçerdi.
İkrâr vererek; yani bütün Ģartları kabul
ederek ilk aĢamayı geçen aday önce hamama
götürülüp beden temizliğinden geçirilir, sonra
genellikle “Can” (bazen “Nev-niyâz” nadiren de
“Sâlik”) ad ve sıfatıyla Dergâhın mutfağında
(Matbah) bulunan Saka Postu‟na oturtulurdu.
Can artık üç gün boyunca bu postta oturacak,
yemek ve diğer zaruri haller dıĢında hiç kalkmayacak; kimseyle konuĢmayacak, kimse ona bir
Ģey demeyecek ve kendisinden önce 1001 gün
Çile çekip Dede olan Mevlevîleri seyredecektir.
Tabiî ki bu sırada kendisi de ilgili Dede tarafından gözlemlenmektedir. Can tavırları neticesinde ya sınavın ilk aĢamasını geçecek; ya da postun ön tarafında uçları kendisine dönük ayakkabıları ters çevrilerek nazikçe “bu iĢi baĢaramayacaksın, evine geri dön” denilmiĢ olunacaktır.
Üç günü baĢarıyla geçirebilmiĢ Can‟ı ise
Aşçı Dede teslim alır; Can‟la diz dize oturarak
onun baĢını Kıbleye gelecek Ģekilde dizine yas-
latır; Can‟a giydireceği Sikke ve Tennureyi önce
kalbine götürür, sonra öperek Can için Hz.
Peygamber‟den Ģefaat, Hz. Mevlânâ‟dan himmet diler; üĢ defa Fâtiha, üç defa Ġhlâs surelerini
okur; sonrasında üç defa tekbir getirerek yedi
salâvât-ı Ģerîfe okur; devamında da üç kez daha
tekbir getirerek ikinci tekbirde göğsü üzerinde
tuttuğu Sikkeyi Can‟ın baĢına giydirir. Buna
Mevlevîlikte Sikke Tekbirlemek denir. Daha
sonra Sikkesi tekbirlenen Can‟ı alıp odasına
götürür, karĢısında bulunan bir posta oturtarak;
“ĠĢte üç günden beri Mevlevî Tarikatı‟nın namaz, niyâz, hizmet ve mihnetini gördün. Bu,
tahammül ve sabır iĢidir. Birisi sana kötülükte
bulunursa dahi, sakın karĢılık verme; kimseye el,
dil uzatma; herkese eyvallah de; tevazûlu ol.
Burada daha üç gün bulundun; daha görmediğin ve bilmediğin çok Ģey var.” Ģeklinde nasihat
eder; Mevlevîlik Tarikatı hakkında bilgi vererek;
bu Yol‟un aslının edepten geçtiğini, beden temizliğinden daha önemli olan ruh temizliğinin esas
olduğunu, bu sebeple de öncelikle nefsin isteklerini terk etmek gerektiğini, tam bir niyâz ile
dinî gerekleri yerine getirmesi gerektiğini iyice
vurgulayarak, bu samimiyet ve özelliklerden
dolayı devlet büyüklerinin bile Mevlevîlere saygı
gösterdiklerinin altını çizerdi. Daha sonra adaya
ebced hesabında karĢılığı rıza olan 1001 gün
içerisinde Dergâhtan hiç ayrılmadan (zaruri
hallere Can dıĢarı çıkabilir, ancak gece mutlaka
Dergâha dönmesi gerekirdi) birçok hizmeti
yerine getirmesi gerektiğini söyler; ondan son
bir kez daha söz (ikrâr) alırdı.
“Bu derdine dertle derman vereceğim ben,
bu işini sabırla kolaylaştıracağım ben.
Ya ayağını bu balçık bedenden kurtaracak,
yada canını güzellere vakfedeceğim ben.”
Hz. Mevlânâ
1001
GÜNLÜK
BAġLIYOR
“ÇĠLE”
EĞĠTĠMĠ
“Ey âşıklar kervanının yularını çeken!
Başka yerde değilim, elinizdeyim ben.
Gece gündüz bu katarın içindeyim;
sonsuzluğa doğru yol almadayım ben.”
Hz. Mevlânâ
AĢçı Dede, Can‟dan “hepsine razıyım,
hizmet ve ibadetle vaktimi geçireceğim…”
cevabını aldıktan sonra onu Matbah-ı şerîf diye
adlandırılan ve Mevlevîlikte kutsal sayılan mutfağa alırdı. Bazen de bu 3 günlük imtihanın
sonunda 18 günlük bir Çile dönemi daha geçirilerek asıl Çileye soyunulurdu… Böylece 1001
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
gün boyunca devam edecek ve Mevlânâ‟nın
bizzat kendi eliyle yazdığı Mesnevî‟nin ilk 18
beytine istinaden 18 hizmetin birincisine baĢlayan Can, burada da hizmetlerin her aĢamasında
olduğu gibi diğer Dedelerin gözlemlerinden
oluĢan imtihanlarla dolu dokuz gün daha geçirir, sonra çivili tahta üzerinde Semâ tâlim etmeye baĢlardı. Bir taraftan 1001 günlük Çile hizmetlerini yerine getiren Can, diğer taraftan
mûsıkîye veya yetenekli olduğu diğer sanat ve
iĢlerde eğitim almaya baĢlardı. Tamamen cahil
olan Can‟lara ise okuma yazma öğretildikten
sonra diğer eğitimler verilirdi.
Artık Can için nefsin terbiyesinin ön planda
tutulduğu imtihanlar baĢlamıĢtır. 1001 gün
boyunca birçoğu eziyetlerle dolu hizmetler arka
arkaya yapılacak; getir-götür iĢlerinin verildiği
Ayakçılık hizmeti ile baĢlayıp, Dergâhın temizlenmesinin üstlenildiği Süpürgecilik görevi ile
devam edecektir. Bu arada eksik olduğu veya
yeteneği bulunduğu konularda da ilgili Dedelerden sürekli eğitim görecektir.
Süpürgecilik görevini de baĢarıyla tamamlayan Can, kendisine hissettirilmeden her aĢamasında farklı sabır imtihanlarına da tâbi tutulacağı Bulaşıkçılık, Pazarcılık, Dolapçılık (yemek
kaplarının kalaylı ve temiz tutulması), Tahmisçilik (kahve hazırlama), Meydancılık, Kandilcilik
(Dergâhın kandillerini yakıp söndürme),
Somatçılık (sofra kurup kaldırma), Çamaşırcılık,
Yatakçılık, Şerbetçilik gibi görevlerini yerine
getirerek çeĢitli aĢamalardan geçecek; “artık
yetiĢtim, olgunlaĢtım, kıdem kazandım” diye
aklından geçirdiği zamanlarda ise hizmetlerin en
aĢağısı olan Abrîzcilik görevi verilecektir.
“Sedefe benzerim ben;
kırdıkları zaman gülerim ben.
Rahatlığa ulaşınca değil;
kırılıp ezildiğim zaman gülümserim ben.”
Hz. Mevlânâ
MEVLEVÎNĠN ÇĠLESĠ BĠTMEZ
“Aşk ateşinden başka ne varsa tozdur, dumandır.
Aşkın yakışından kaçma!
Çünkü sana o dermandır.
Duman seni pişirmez, olsa olsa karartır.
Seni pişirmede usta olan ise ateştir, aşktır.
Ateşi bırakıp dumana giden bulanır;
aşka düşmediği için pişmez, ham kalır.”
Hz. Mevlânâ
Abrîzcilik görevi tuvalet temizliği iĢidir ve
Can‟ın Dede unvanı almadan önceki Çiledeki
son hizmetidir. Fakat 1001 gün boyunca zaman
ve tarih mevhumunu kaybeden Can, Çilesinin
bitmek üzere olduğunun ve bu hizmetin son
imtihanlardan en ağırı olduğunun farkına bile
varmazdı.
1001 gün hizmeti boyunca birçok eziyetlere katlanıp nefsini ayakları altında ezmeyi
baĢarabilen ve tuvalet temizliği hizmetinden de
baĢarıyla çıkıp sabırla hamlığını yok ederek
Mevlevîlik‟e ilk adımını atan Can, bunları yerine
getirirken Dergâh görevlisi Dedeler tarafından
da dinî bilgilerle birlikte Mesnevî ve Mevlevîlik‟in âdâb ve erkânının öğretildiği dersler alırlardı.
Matbah-ı Ģerîf‟te çiğ yiyeceklerin piĢmesi
gibi güç hizmet ateĢinde piĢen ve bu hizmetlerin her aĢamasını da baĢarıyla geçen Can, ilk
liyâkatını elde etmiĢ; dünyevî ve uhrevî bilgilerle
teçhiz olmak üzere derslerine daha da ağırlık
vermeye baĢlamıĢtır…
Can, artık 3 gün Saka Postu‟nda oturmuĢ,
1001 gün Çilesini tamamlamıĢ ve 18 hizmeti
yerine getirmiĢtir. Bu rakamların toplamı 1022
etmektedir ve bunun ebced karĢılığı da rızâ-yı
Hû yani “Allah‟ın kendisinden razılığıdır.” Ancak hizmet daha bitmemiĢtir. Meydancı Dede
akĢam üzeri elinde bir Ģamdanla Can‟ı namaza
götürür ve sonrasında da bir yemeğin ardından
Dergâhın meydanında niyâz vaziyetinde dururken Tarikatçı Dede; “Vakt-i şerifler hayr ola,
hayırlar feth ola, şerler def ola, derviş kardeşimizin
niyâzı kabûl ola, âşiyân-ı Mevleviyyede rahatı müzdâd
ola, demler-safalar ziyâde ola; dem-i Hazret-i Mevlânâ,
sırr-ı Şems-i Tebrizî, kerem-i İmâm-ı Ali; Hû diyelim,
Hû…” Ģeklinde gülbang çekerek 3 gün sürecek
hücreye kapanma günleri baĢlar. Can burada
kendini iyice tanır sır olur; ama Çile henüz bitmemiĢtir… Eskilerin deyimiyle bu hâl;
“Mevlevînin Çilesi bitmez” Ģekliyle dillerde
dolanır ve bu Yol‟a girenlerin hayatları boyunca
her türlü cefa ve elemlere katlanması ve iradesinin güçlü olması gerektiği vurgulanırdı.
“Ağlasam da, inlesem de Sevgili duymaz beni;
kulaklarına pamuk tıkamış asla dinlemez beni.
Cefalar eder durur bana; ama pişmanlık duymaz;
yaptıkları kendinde kalır, cefaları incitmez beni.
Beni yok sayar, adam yerine koymaz;
sitemini kerem sayarım; asla üzmez bu beni.”
Hz. Mevlânâ
1001 GÜN 18 GÜNLÜK HÜCRE ÇĠLESĠ
ĠLE SONA ERĠYOR
“Hak yolunda sefere çıkmak istiyorsan eğer;
mânâ atına bin, yüksel, yücelere ulaş!
Hakikate susamış kişilerden ol; kanma suya;
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
61
yüksel, yükseldikçe de yüceliğe ulaş!
Hem piş, hem de yakıcı ateş ol;
mest olup, kendinden geç, „ben‟sizliğe ulaş!”
Hz. Mevlânâ
62
Can‟ın 3 günlük Çilesinin ardından AĢçıbaĢı yanına gelerek Can‟a öğütler verecek ve
çektiği; “Vakt-i şerifler hayr ola, hayırlar feth ola,
şerler def ola, derviş kardeşimizin hizmetleri mübarek
ola; dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrizî,
kerem-i İmâm-ı Ali; Hû diyelim, Hû…”
gülbangiyle 18 gün daha Hücre Çilesi‟ne kapatacaktır.
18 günlük son Çilesini de çıkararak Dede
unvanı almaya hak kazanan Can, Meydancı
tarafından Dergâhın Çelebisine götürülür,
önünde diz çöker vaziyette oturtulurdu. Çelebi,
Can‟ın sağ elini kendi sağ eliyle tutarak; Kur‟ân-ı
Kerim‟in “Muhakkak ki sana biat edenler ancak
Allah‟a biat etmektedirler. Allah‟ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi
aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine
vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” meâlindeki Fetih Suresi‟nin 10. âyetini
okur; daha sonra yanındaki makasla Can‟ın
kaĢlarının ortasından ve bıyığından birkaç kıl
keser ve Mevlevî hırkasını tekbirleyerek giydirirdi.
Üç sene kadar önce Dergâha Can olarak
giren aday artık bu “insan gibi insan” yetiĢtirme
okulunda Dede unvanı almıĢ, olgunlaĢma yolunda bir hayli yol kat etmiĢtir. Kendisine 2-3
Dede ile birlikte kalacağı bir hücre tahsis edilen
Dede, artık hem kendini yetiĢtirmeye devam
edecek, hem de Çile döneminde aldığı dersler
neticesinde uzmanlaĢtığı konuda yeni gelen
Can‟lara ders verecektir. Ya da kendi istediği
takdirde
baĢka
yerlerde
bulunan
Mevlevîhânelere aynı unvan ve görevle naklini
isteyebilecektir…
Mevlevîlik tarihi boyunca 1001 günlük bu
Çileye soyunan Can‟lar genellikle bu zamanı
baĢarıyla tamamlar ve Dede olurlardı. Ancak
çeĢitli vesilelerle Çileyi kıran yani yarım bırakan
Can‟lar da olurdu. Bu Can‟lar ileriki bir zamanda kendileri istedikleri takdirde Çilenin hangi
döneminde Çileyi kırmıĢ olurlarsa olsunlar Saka
Postu‟nda 3 gün oturmayla iĢe baĢtan baĢlarlardı.
Tekrar Çile çıkarmak istemeyenler ise Dergâha
gelip gitseler dahi hem kendilerinde bir eksiklik
hissederler; hem de diğer Mevlevîler nezdinde
daha az itibara sahip olurlardı.
“Şimdiye kadar Sevgili‟den ne dertler çektim,
ne cefalar gördüm, ne acılara katlandım;
Sevgili yüzünden çok belalara uğradım.
Sonunda çektiğim dertler, gözyaşlarıma karıştılar;
orayı vatan edinip, gözümden ayrılmaz oldular.
Binlerce ateş, binlerce âh,
binlerce gam, binlerce duman…
Bunun adı aşk!
Binlerce dert, binlerce ıstırap, binlerce cefa…
Bunun adı Sevgili!”
Hz. Mevlânâ
MEVLEVÎLĠK’TE “MUHĠB” DERECESĠ
Mevlevîlik‟te genel çoğunluğu teĢkil eden
bir de muhib sınıfı vardır. Bunlar ikrâr vermeyip
1001 gün Çile çıkarmadan tarikata intisap edenlere verilen sıfat olup bu Yol‟un ilk halkasını
oluĢturur. Muhib olmak isteyen aday Dergâhın
Ģeyhine müracaat eder, o da eğer reĢit değilse
velisinden izin almak Ģartıyla samimiyetine
inandığı adayı karĢısına alır, önce tam bir beden
temizliğinden geçip abdest almasını söyler.
Daha sonra kendisi de abdestli olduğu halde her
ikisinin yüzleri de Kıbleye gelecek Ģekilde adayı
soluna oturur. ġeyh; “Bilerek veya bilmeyerek işlediğim günahlardan duyup bilen Allah‟a sığınırım…”
tarzında duada bulunurken aday da aynını tekrar
eder. Bu duanın ardından adayın beraberinde
getirdiği Sikkeyi iki eliyle tutan Ģeyh üç kez Ġhlâs
Suresini okur ve Sikkenin her bir yönüne üfleyerek, adayın baĢı Kıbleye gelecek ve ayakları
toplu olacak vaziyette sol dizine yatırtır ve Sikkeyi Kıbleye karĢı tutarak Mevlânâ‟yı tavsif eden
cümleler söyledikten sonra Sikkenin sağ, sol ve
ön kısımlarını öper; adaya da aynı Ģekilde öptürdükten sonra baĢına giydirir ve elini Sikkenin
üzerine koymak suretiyle; “Allahu ekber, Allahu
ekber, lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber, Allahu ekber ve
li‟llâhi‟l hamd.” der ve adayın sırtını üç kez sıvazlayarak dizinden kaldırır; sağ elini iki eliyle tutar,
aday da aynı Ģekilde Ģeyhin elini tutar ve bu
Ģekilde aynı anda birbirlerinin ellerini öperler.
Artık aday muhib; yani Mevlânâ dostu olmuĢtur.
Muhib bu törenin ardından sırtını Ģeyhe dönmeden geri geri giderek kapıdan çıkar; Mevlevî
âdâbı, Semâ, mûsıkî, Mesnevî, güzel sanatlar vs.
dersleri almak ve yetenekli olduğu konuda yetiĢtirilmek üzere ilgili Dedeye teslim edilirdi. Osmanlılar döneminde baĢta III. Selim, II.
Mahmud ve Sultan ReĢad olmak üzere bazı
sultanlar ve çok sayıda devlet ileri gelenleri
muhib sıfatıyla Mevlevîlik‟e hizmetlerde bulunmuĢlar; birçok Ģâir, yazar, edîb, hattât, hakkâk
ve mûsıkîĢinâs da aynı sıfatla eserler meydana
getirmiĢlerdir.
“Yarın ihtiyarlayacak güzel değiliz biz;
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
ebediyyen genç kalacak hâlimiz.
Görmek istiyorsan sen de bizi,
temizlen, arıt kirlerini!
Böyle yapmayacaksan eğer,
bizden uzak dur; başka yere et sefer!”
Hz. Mevlânâ
Son söz olarak I. NeĢvegâh-ı Sûfiyâne
Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu‟nun düzenlenmesinde emeği geçen ve katkıda bulunan herkese teĢekkür ve minnetlerimi
sunar, Hz. Mevlânâ‟nın Türbesinin kapı üzerindeki anlamlı beyiti naklederek sözlerimi
tamamlamak isterim:
Mevlânâ ve Mevlevilik, Asaf Hâlet Çelebi,
Hece Yay., Ankara, 2002
Mevlevîlikte Ma‟nevî Eğitim, Sâfi ArpaguĢ,
Vefa Yay., Ġstanbul, 2009
Tarihi Boyunca Mevlevî Kıyafetleri, Hasan
Özönder, Konya Ġl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yay., Konya, 2006
Canlandırma Matbah Fotoğrafları: ġerafettin
Derin
“Kâbetü’l-uşşâk bâşed în makâm
Her ki nâkıs âmed încâ şod tamâm”
(ÂĢıkların kâbesidir bu makam
Eksik gelen burda olur tamam)
KAYNAKÇA:
Divân-ı Kebîr ya Külliyât-ı Divân-ı Şems,
Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, I-II c., IV. Baskı,
Tahran, 1374 hĢ./1995
Divan-ı Kebir‟den Seçmeler, I-IV c., Çev. ġefik Can, Ötüken Yay., Ġstanbul, 2000
Velednâme, Sultan Veled, NĢr. Celâleddîni Hümâî, Tahran, 1315 hĢ./1937, Çev.
Abdülbaki Gölpınarlı, İbtidânâme, Ankara, 1976
Risâle-i
Sipehsâlâr
be
Menâkıb-ı
Hüdâvendigâr, Ferîdûn b. Ahmed-i Sipehsâlâr,
NĢr. Sa‟îd-i Nefîsî, Zindegî-nâme-i Mevlânâ
Celâleddin-i Mevlevî, Tahran, 1325 hĢ./1947, Çev.
Tahsin Yazıcı, Mevlânâ ve Etrafındakiler, Ġstanbul,
1977
Menâkıbü‟l-ârifîn, ġemseddin Ahmed-i
Eflâkî, NĢr. Tahsin Yazıcı, I-II c., Ankara,
1976-1980, Çev. Tahsin Yazıcı, Âriflerin Menkıbeleri, I-II c., Ġstanbul, 1986-1987
Mevlânâ‟dan Sonra Mevlevîlik, Abdülbaki
Gölpınarlı, II. Baskı Ġstanbul, 1983
Mecmû‟atü‟z-zarâ‟if
Sandûkatü‟l-ma‟ârif,
Yahyâ Âgâh b. Sâlih el-Ġstanbulî, Hzl. M. Serhan TayĢi, Tarikat Kıyafetlerinde Sembolizm, Ġstanbul, 2002
Mevlânâ ve Mevlevilik, Mehmet Önder, Ġstanbul, 1998
Mevlevî Usûl ve Âdâbı, H. Hüseyin Top, Ġstanbul, 2001
Mevlevî Âdâb ve Erkânı, Abdülbaki
Gölpınarlı, Ġnkılâp Kitabevi, Ġstanbul, 2006
Hatıralarım, Veled Çelebi Ġzbudak, Ġstanbul, 1946
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
63
64
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
65
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
66
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
BİR DEĞER EĞİTİMİ KİTABI OLARAK MESNEVÎ*
Dr. h.c. Esin ÇELEBİ BAYRU**
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 800 yıl kadar
önce yaĢamıĢ olmakla birlikte günümüzde sadece yaĢadığı topraklarda değil, dünyanın dört bir
tarafında tanınmakta ve eserlerinden faydalanılmaktadır.
Nedir Mevlânâ‟yı ve dolayısıyla dünya klasikleri arasına çoktan girmiĢ Mesnevî‟yi değerli
kılan? Farklı din, kültür ve yaĢam biçimini benimseyen insanlar yüzyıllar öncesi söylenmiĢ bu
dizelerde neler buluyor?
Mevlânâ, Mesnevî‟sini kastederek “Ben o
ilâhî gül bahçesinden ancak bir gül getirdim.
Anlayana ve önyargısız bakana bu gül o bahçenin vasıflarını anlatmaya yeter” demektedir.
Ben de o gülden bir yaprak getirmeye, insanlara
bir yaĢam kılavuzu, bir yol gösterici olmasına
neden olan değerlerden bahsetmeye çalıĢacağım. Öyle ya; Hz. Pîr‟in “Gül zamanı geçtiyse,
gülü gül suyundan ara!” dediği gibi, biz de yine
kendisinin “Biz gittikten sonra Mesnevî’miz
insanlara doğru yolu gösterecektir, kılavuz
olacaktır.” buyurduğu üzere Mesnevî‟nin yaprakları arasından kokular almaya, onun iĢaret
ettiği yöne giderek yolumuzu tayin etmeye çalıĢmalıyız.
Öncelikle bilinmesi gerekir ki, Hz. Mevlânâ 6
ciltten oluĢan Mesnevî‟sini bütün kitapların
anası “Ümmü’l-Kitâb” diye bilinen Kur‟ân-ı
Kerim‟in bir tefsiri olarak niteler ve bu özelliğiyle de Mesnevî‟sinin asıl değerini ortaya koyar.
Sonraki yüzyıllarda tefsir âlimlerinin Mesnevî‟yi
klâsik tefsirlerden farklı kurgulanmıĢ, hikâyelerle
okuyucusuna ilâhî yoldan haber veren bir eser
olarak nitelemesi Hz. Pîr‟in zaten Ģüphe duymadığımız bu sözünün bir delili olmaktadır.
________________________________
Bu makale, 25-27 Haziran 2010 tarihlerinde Yozgat
Sorgun‟da düzenlenmiĢ olan “I. Neşvegâh-ı Sûfiyâne:
Mevlânâ, Mevlevîlik ve Mesnevî Sempozyumu”nda aynı baĢlıkla
sunulmuĢ tebliğdir.
Hz. Mevlânâ‟nın 22. KuĢak Torunu ve Uluslararası
Mevlânâ Vakfı BaĢkan Vekili
Hz. Mevlânâ bütün yazma nüshalarda da
mevcut olan o tanınmıĢ rubaisinde Ģöyle demektedir:
“Ben yaşadığım müddetçe Kur’ân’ın
kölesiyim.
Hz. Muhammed (SAV)’in yolunda bir
zerreyim.
Kim benim hakkımda bu sözümden
başka bir şey söylerse,
O kişiden de, söylediği o sözden de şikâyetçiyim”
Hz.Mevlânâ‟nın eserlerini, yaĢam tarzını
ve özellikle bugünkü konuĢmamızın temelini
oluĢturan Mesnevî‟yi okurken, anlamaya çalıĢırken, yorumlarken bu rubaiyi bir Ģablon olarak
kullanmak gerekir.
Bu giriĢin ardından “Mesnevî‟nin değeri”
ya da farklı bir bakıĢ açısıyla “Mesnevî‟nin değer
verdiği konu” veya “Mesnevî‟deki değerler”
hakkında dilimiz döndüğünce, testimizin o
berrak su pınarından aldığı miktarca sizlere
bilgiler aktarmaya çalıĢacağım.
Mesnevî‟nin değeri ilâhî âlemin küçücük
bir örneğini gözümüzün önüne sermesinden
dolayıdır.
Mesnevî‟nin
değeri,
“eşref-i
mahlûkât” olan, bir kudsi hadiste “Sen olmasaydın dünyaları yaratmazdım” buyurulan ve
yaratıldığında da “Ona kendi ruhumdan üfledim” müjdesiyle bütün meleklerin kendisine
secde edilmesi emrolunan insanı temel almasından kaynaklanmaktadır.
Mesnevî‟nin değeri, ilâhî yolu basit iĢaretlerle insanlara göstermesinden olduğu kadar, o
yolun aĢamalarında insanı rastlayacağı tehlikelerden haberdar etmesinden, “tedbirli ol!” diye
uyarmasındandır. Mesnevî‟nin değeri, bu uyarıları, bazen Âyet ve Hadislerle, bazen Ģiir ve özlü
sözlerle, bazen de hikâyelerle yapıp herkesimden insanın anlamasını sağlamasındandır. Bundan dolayıdır ki, orijinal dili Farsça‟dan farklı
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
67
dillere çevrilse dahi anlamından bir Ģey kaybetmemektedir.
68
Yine bildiğiniz gibi Mesnevî‟nin ilk 18
beyitini Hz.Mevlânâ kendi yazmıĢ, geri kalan
yaklaĢık 26 bin beyiti Hz. Pir söylemiĢ talebesi
Çelebi Hüsameddin kâğıda dökmüĢtür. Mesnevî‟deki konularda da tam bir olgunluk ve fikir
birliği vardır. Ġlk ciltte söylenen değerlerle son
ciltte söylenenler arasında fark yoktur, çeliĢki
yoktur. Hatta yazılımı uzun süren bu eserin
baĢtan sona bir konu bütünlüğü içerisinde olması, ilk ciltlerde söylenen bazı hususların sonraki ciltlerde daha da açıklanmaya çalıĢılması
veya tekrar hatırlatılması Mevlânâ‟nın vermeye
çalıĢtığı mesajları bizlere mutlak ulaĢtırmayı
amaçlamasındandır. Peki söylenmesi bu kadar
uzun süren bir eserin çeliĢkiler barındırmaması
nasıl açıklanabilir? ĠĢte Mevlânâ eserinin son
cildinin son beyitinde bize “Gönlümden kopup
gelen o söz, o taraftan gelmededir. Çünkü
gönülden gönüle pencere vardır.” diyerek sorumuzun cevabını verirken eserinin kaynağını
da açıklamıĢ oluyor. ĠĢte “ilham” ya da Hz.
Pîr‟in “gönül vahyi” diye açıkladığı bu sözlerin
kaynağından dolayı Mesnevî değerlidir.
ġimdi de ne değerli, ne değersiz; “değer”
nedir, onu “değerli” kılan nedir sorularına
Mesnevî‟nin beyitleri arasından cevap bulmaya
çalıĢalım.
Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden
ibaretsin.
Canı görsen cisimden vazgeçersin.
İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten
başka bir şey değil.
Gözü, neyi görürse değeri o kadardır insanın.
(Mesnevî, çev. Veled Ġzbudak, VI, 811, 812)
Hz. Mevlânâ burada insanın değerinin görünüĢünden değil de görüĢünden dolayı olduğunu vurgulamaktadır. Ġnsanın değerinin mallamülkle, mevkiyle-makamla, güzellikle-çirkinlikle
değil gördüğü Ģeye verdiği değerle, ileriyi ve
gerçek Sevgili‟yi görme özelliğine göre belirlendiğini anlatmaktadır. Olayları Ģekil olarak görebilen, hattâ gözünün önünde hırs veya kin gibi
bir engel olduğu zaman doğruyu göremeyen
baĢ gözünü kapatıp, merhameti kahrından daha
üstün olan Canan‟ının vasfıyla vasıflanıp can
gözüyle bakmalıdır. Böyle olmakla birlikte o
canı arayıp bulan, o canı görebilen insan en
değerli insandır.
Biz değeri de bulduk kan diyetini de.
O yüzden can vermeye koştuk.
Ey âşık! Âşıkların hayatı ölümledir.
Gönlü, gönül vermeden bulamazsın.
(Mesnevî, I, 1750, 1751)
Can, gönül, kan değerlidir ancak Canan‟ı
bilen âĢık can, âĢık gönül daha da değerlidir. En
değerlisi ise bu kanı, bu canı, bu gönlü koĢakoĢa
sevinerek Canan‟a ulaĢtırmayı arzulamaktır. Bu
gönlü verdikten sonra alacağın gerçek gönül en
değerlidir.
Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı.
Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri
arttı, cana can katan gıda oldu.
Sonra ekmeği bir kere daha diş altında
ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da
Hak yolunda ekildikten sonra mahsul verdi,
ekincileri hayrete düşürdü.
(Mesnevî, I, 3165-3166-3167-3168)
AnlaĢıldığı gibi buğday değerli, un da değerli; asıl amaç olan o undan yapılan ekmek de
değerli. Ancak daha değerli olan o ekmeği yiyip
gıdalanan insanın o gıdayı canın beslenmesi için
kullanmasıdır. Peki, en değerli olan nedir? Toprağa atılan bir tanenin, Yüce Yaradan‟ın himmet
ve emriyle ekmeğe dönüĢüp besin olduğunu
kavrayabilen ve bunun Ģükrünü yerine getirmesini bilen insan en değerlidir. Çünkü bunun
idrakine varabilen insan sadece bedenini değil
canını da beslemiĢtir. Bu aĢamanın bir de son
noktası vardır ki, ona ulaĢan insana paha biçilemez. Bu da bedeni ile birlikte canını da besleyen o insanın ilâhî aĢk tarlasına ekilip, önce yok
olduktan sonra o tarladan baĢ çıkarmasıdır,
baĢak vermesidir.
Bir baĢka örnek:
Demirden yapılma ayna suretler içindir.
Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok
değerlidir.
Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür.
O sevgilinin yüzü ki, o diyardandır.
(Mesnevî, II, 95, 96)
Demirden veya camdan yapılan ayna değerlidir ve suretler içindir. Ancak canı gösteren
ayna daha değerlidir. En değerlisi ise cana tutunca Canan‟ı gösteren aynadır.
Sen olmadıkça, nazım ve kafiyenin ne
değeri olur, böyle meydana gelen şiire kim
bakar?
Ey bilgi sahibi padişah, nazım da, cinas
da kafiye de ayrılık korkusundan senin emrine kuldur.
(Mesnevî, III, 1493, 1494)
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
ġiir, söz değerlidir. Cinas ve kafiye de değerlidir. Ancak Yüce Allah‟ın inayetiyle söylenen söz daha değerlidir. Eğer bu ikisi Yaradan‟ın emrine kul olursa o zaman en değerli
olan budur.
Kese ile dağarcığın değeri içindeki altındadır.
İçinde altın olmayan keseyle dağarcığın
ne kıymeti var?
Nitekim tenin değeri de canladır,
Canın değeri de cananın ışığıyladır.
(Mesnevî, III, 2534-2535)
Görüyoruz ki Mevlânâ‟ya göre insan değerlidir. Bu görüĢünü bize kesenin
değil, içindeki altının değerli olduğunu misal göstererek verir. Ancak, insan topraktan
yaratılan, çeĢitli Ģekil ve cinsiyette olan bedeni
ile değil, bedendeki canı ile değerlidir. Fakat o
cana ise asıl değer katan Cananın ıĢığıdır, yani
Yüce Allah‟ın nuruyla nurlanmıĢsa değerlidir.
Kuyuda ki göz, akisler yapar, insana hayaller görünür... onların en bayağısı da taşın
altın şeklinde görünmesidir!
Hani oyun zamanı çocuklar kızışırlar da
o taş, topaç kırıklarını altın ve mal gibi görürler ya.
Ancak Allah ârifleri kimyager olmuşlardır da onlara madenler bile değersiz görünür
artık!
(Mesnevî, IV, 675, 676,677)
Hz. Pir basit örneklerle bizlere gerçek bilgiyi ve erdemi gösterir. Bilindiği gibi çocuklar
için çanak çömlek kırıkları, taĢlar, topaçlar çok
değerlidir. Onlara göre bunlar altın gibidir ve
bunlar için oyun sırasında kavga bile ederler.
Ġnsanlarda da mal-mülk ve altın için hayatlarını
heba ederler, kavga eder dururlar. Ancak gerçek
Allah ârifleri bir kimyager gibidir ve değil altın,
altın madeni bile onların nezdinde, ilâhî aĢkın
terazisinde tartıldığında beĢ para etmez.
Hasılı ağlayıp sızlanmanın Tanrı yanında değeri vardır. Ağlayıp sızlanmadaki değer
başka nerede var?
Ey ümit hemen kalk, belini sıkıca bağla.
Kalk ey ağlayan, daima gül.
Çünkü ulu Tanrı üstünlük bakımından
gözyaşını, şehitlerin kanları ile bir tutmadadır.
(Mesnevî, V, 1617-1618-1619)
Ağlamak değerlidir, Allah için gözyaĢı
dökmek daha değerlidir. Ancak en değerli olan
Allah yolunda dökülen bu gözyaĢlarının Ģehitlerin kanlarıyla eĢit olduğunu kavrayarak ağlamanın kıymetini bilebilmektir.
Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken
yarası ile renk solup sararıverir.
(Mesnevî, VI, 256)
Beden güzelliği önemli olabilir, ancak bir
diken çiziği ile bile gölgelenecek olan bu güzellikten daha güzeli gönlün güzel olmasıdır. En
değerli olan da bu güzelliktir.
Değerli Mevlânâ dostları; Mesnevî ıĢığında
Ģöyle devam edebiliriz:
Vettini suresindeki “İnsanı en güzel şekilde yarattık” âyetini oku.
Ey dost, en değerli inci candır.
En güzel şekli olan insan şekli, arştan da
üstündür, düşünceye de sığmaz.
Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem
ben de yanarım, duyan da yanar.
(Mesnevî, VI, 1005-1006-1007)
Çuvala değil, içine bak. Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse öyle taşı!
Yine Hz. Mevlânâ‟ya göre “İnsanı en güzel şekilde yarattık” Âyet-i Kerimesinde buyrulduğu üzere insanın değerine paha biçilmez.
Ġnsan ve bedenindeki bütün uzuvlar değerlidir.
Ancak, onun içindeki can anlatmaya ve değer
biçmeye akıl yetmeyecek kadar pahalıdır.
Değerli can da latiftir, coşkundur. Fakat
insanın bedeni onun üstüne çekilmiş bir perdedir.
(Mesnevî, VI, 3428)
Yoksa, çuvalındaki taşları boşalt, kendini bu saçma işten, bu yükten kurtar gitsin!
Çuvalını Sultan’a götürülebilecek şeylerle
doldur!”
(Mesnevî, IV 1575-1576-1577)
Hz. Pîr, gerçek Sevgili‟nin nûruyla nurlanan bu değerli canın, bedenimizle örtüldüğünü,
perdelendiğini ancak bedensel ihtiyaçlara önem
vermeyen insanların bu örtüyü kaldırıp gerçek
değere ulaĢabildiğinin de altını çizer.
Mevlânâ yine Mesnevî‟sinde çuval misali
bedene hamallık yapan, bu eziyete katlanan
bizlere seslenerek bedenimizi değerli Ģeylerle
doldurmamız gerektiğini belirtiyor.
Muhterem Mevlânâ dostları, Mesnevî bu
gerçek değerleri bizlere aktardığı için değerlidir.
Bu sözleri, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
KonuĢmamı, Hz. Mevlânâ‟nın
“Akıllılara bir işaret kâfidir, gerisini
anlar onlar.”
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
69
ve
“Söz değerlidir, ancak onu daha da değerli kılan dinleyicidir. ”
beyitleri ile tamamlarken, konuĢmamın baĢında da belirttiğim gibi kendi kabımın aldığı
ölçüde Hz. Pîr‟in pınarından su getirmeme aracı
olduğunuz için sizlere teĢekkür ederim.
En değerliye ulaĢabilmek için gönül penceremizin daima açık olmasını niyazederim.
70
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
SÛFÎ ARAŞTIRMALARI-SUFİ STUDİES DERGİSİ
1. CİLT HAKEMLERİ
Prof. Dr. Mehmet AKKUġ
Prof. Dr. Ġsmail Hakkı AKSOYAK
Prof. Dr. Osman BĠLEN
Prof. Dr. Âdem CEYHAN
Prof. Dr. Ġlhan GENÇ
Prof. Dr. Dilaver GÜRER
Prof. Dr. Mahmut KAPLAN
Prof. Dr. Mustafa KARA
Prof. Dr. Bilal KEMĠKLĠ
Prof. Dr. Atabey KILIÇ
Prof. Dr. Himmet KONUR
Prof. Dr. M. Fatih KÖKSAL
Prof. Dr. Cemal SOFUOĞLU
Prof. Dr. Emine YENĠTERZĠ
Prof. Dr. Ali Ġhsan YĠTĠK
Doç. Dr. Ziya AVġAR
Doç. Dr. Abdülbaki ÇETĠN
Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK
Doç. Dr. Ahmet Hakkı TURABĠ
Doç. Dr. Gülgûn YAZICI
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin AKPINAR
Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇIPAN
Yrd. Doç. Dr. Necip Fazıl DURU
Yrd. Doç. Dr. Zehra GÖRE
Yrd. Doç. Dr. Furkan ÖZTÜRK
Yrd. Doç. Dr. Semra TUNÇ
Dr. Abdülkadir DAĞLAR
Uzm. M. Veysi DÖRTBUDAK
―――――――――
Liste, unvan ve soyadına göre düzenlenmiĢtir.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
71
SÛFÎ ARAŞTIRMALARI-SUFI STUDIES DERGİSİ
YAYIN İLKELERİ
GENEL İLKELER
YAZIM KILAVUZU
1. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisi, hakemli bir dergi olup yılda altıĢar aylık dönemler
hâlinde iki sayı olarak yayımlanır.
SAYFA DÜZENĠ
2. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisinde,
Tasavvuf ile ilgili bilimsel makaleler, röportajlar,
çeviriler, tanıtım yazıları vb. çalıĢmalara yer
verilmektedir.
3. Yazının Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisine gönderilmesi, yayımı için baĢvuru olarak
kabul edilir. Yazılar için telif ücreti ödenmez.
4. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisinde
yayımlanan yazıların içerikleriyle ilgili her türlü
yasal sorumluluk, yazarına aittir.
72
5. Sûfî AraĢtırmaları-Sufi Studies Dergisi, gönderilen yazılarda düzeltme yapmak, yazıları
yayımlamak ya da yayımlamamak hakkına sahiptir.
6. Yayım dili Türkiye Türkçesi olmakla birlikte,
gerekli ve uygun görüldüğü durumlarda, diğer
Türk lehçeleri, Ġngilizce, Almanca, Fransızca,
Arapça, Farsça ve Rusça yazılara da yer verilmesi mümkündür.
7. Makalenin baĢında 200 kelimeyi aĢmayacak
biçimde Türkçe özet, 3-5 kelimelik anahtar
kelimeler; Ġngilizce baĢlık, Ġngilizce özet ve
Ġngilizce anahtar kelimelere yer verilmelidir.
8. Yazının baĢlığının altında yazar adı, unvanı,
görev yaptığı kurum ve kendisine ulaĢılabilecek
e-posta adresi gibi bilgilere yer verilmelidir.
9. Dergiye gönderilen yazıların daha önce baĢka
bir yerde yayımlanmamıĢ olması gerekmektedir.
Kitap hâlinde yayımlanmamıĢ sempozyum
bildirilerinin yayımı ise, bu durumun belirtilmesi
Ģartıyla mümkündür.
10. Yazılar, mutlaka Yazım Kılavuz unda belirtilen formatta gönderilmelidir. Bu formatta gönderilmeyen yazılar değerlendirmeye alınmayacaktır.
1. Yazılar, Microsoft Word programında yazılmalı ve sayfa yapıları aĢağıdaki gibi düzenlenmelidir:
Kağıt Boyutu A4 Dikey
Üst Kenar BoĢluk 5,4 cm
Alt Kenar BoĢluk 5,4 cm
Sol Kenar BoĢluk 4,5 cm
Sağ Kenar BoĢluk 4,5 cm
Yazı Tipi Garamond
Yazı Tipi Stili Normal
Boyutu (normal metin) 11
Boyutu (dipnot metni) 9
Paragraf Aralığı 6 nk
Satır Aralığı Tek (1)
2. Özel bir yazı tipi (font) kullanılmıĢ yazılarda,
kullanılan yazı tipi de, yazıyla birlikte gönderilmelidir.
3. Yazılarda sayfa numarası, üst bilgi ve alt bilgi
gibi ayrıntılara yer verilmemelidir.
4. Makale içerisindeki baĢlıkların her bir kelimesinin sadece ilk harfleri büyük yazılmalı, baĢka
hiç bir biçimlendirmeye, yer verilmemelidir.
5. Ġmlâ ve noktalama açısından, makalenin ya
da konunun zorunlu kıldığı özel durumlar dıĢında, Türk Dil Kurumunun imlâ Kılavuzu esas
alınmalıdır.
6. Metinlerde dipnot ve kaynakça bölümleri için,
Dipnotlar sayfa altında sıralı numara sistemine
göre düzenlenmeli ve aĢağıda belirtilen kaynak
gösterme usullerine uyulmalıdır:
a. Kitap: BasılmıĢ eser; yazar-yazarların ad ve
soyadı, eser adı (italik), çeviri ise çevirenin,
tahkikli ise tahkik edenin, sadeleĢtirme ise sadeleĢtirenin, edisyon ise editörün veya hazırlayanın, yayınevi, kaçıncı baskı olduğu, baskı yeri ve
tarihi, cildi, sayfası.
Tek yazarlı
Mahmut Erol Kılıç, Sûfi ve ġiir Osmanlı Tasavvuf
Şiirinin Poetikası, Ġstanbul: Ġnsan Yayınları, 2008,
s. 20.
Çok yazarlı
Gülbün Mesera vd., A. Süheyl Ünver Bibliyografyası, Ġstanbul: ĠĢaret Yayınları, 1998, s. 50.
(Kaynakça kısmında hazırlayanların hepsi yazılmalıdır)
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
Derleme
M. Öcal Oğuz (edit.), Türk Halk Edebiyatı El
Kitabı, Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2004.
Çeviri
William C. Chittick, Tasavvuf Kısa Bir Giriş, çev.
Turan Koç, Ġstanbul: Ġz Yayıncılık, 2006, s. 10.
b. Tez örnek:
Barihuda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhanelerinin
Mimari Özellikleri, c. 1 –Metin-, Konya: Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Doktora Tezi, 2000, s. 51.
c. Yazma eser:
Yazar adı, eser adı (italik), kütüphanesi, varsa
kütüphane bölümü, kayıt numarası, varak numarası.
Örnek:
Mehmed Emin Tokadî, Şerh-i Kelimât-ı Hâcegân,
Millet Ktp., Ali Emîrî-ġer„iyye, no: 832, vr. 18a.
d. Hadis kitaplarında, ilgili eserin hadis alanında
meshur olan referans yöntemi kullanılmalıdır.
Örnek:
Buharî, es-Sahîh, Ġman 1.
e. Makale: Yazar adı soyadı, makale adı (tırnak
içinde), dergi veya eser adı (italik), çeviri ise
çevirenin adı, cildi/ sayı numarası (tarihi), sayfası.
Telif makale örnek
Ahmet YaĢar Ocak, “Babaîler Ġsyanından KızılbaĢlığa: Anadolu‟da Ġslam Heterodok-sisinin
DoğuĢ ve GeliĢim Tarihine Kısa Bir BakıĢ,
Belleten, LXIV/239 (Nisan 2000), Ankara: Türk
Tarih Kurumu, s. 147.
Çeviri makale örnek
Wilferd Madelung, “Zeydilik ve Tasavvuf”, çev.
Salih Çift, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 9/9 (2000), Bursa: Uludag Üniversitesi
Ġlahiyat Fakültesi, s. 233.
f. BasılmıĢ sempozyum bildirileri: Yazar adı
soyadı, bildiri adı (tırnak içinde), sempozyum
kitabının adı (italik), Basım yeri: Yayınevi, basım
tarihi, sayfası.
BasılmıĢ bildiri örnek
Ahmet Ögke, “YiğitbaĢı Velî‟nin Tasavvuf
AnlayıĢının Temel Özellikleri”, Manisalı YiğitbaĢı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Sempozyumu
26 Nisan 2008 Bildiriler, haz. Mehmed Veysî
Dörtbudak, Gürol Pehlivan, Manisa: YiğitbaĢ
Vakfı Yayınları, 2009, s. 63.
g. BasılmıĢ ansiklopedi maddeleri: Yazar adı
soyadı, madde adı (tırnak içinde), ansiklopedinin adı veya kısaltması (italik), cilt numarası,
basım yeri: Yayınevi, basım tarihi, sayfası.
BasılmıĢ ansiklopedi maddesi örnek:
Tahsin Yazıcı, “DerviĢ”, DİA, 9, Ġstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, s. 189.
h. Kitapta bölüm: Yazar adı soyadı, bölüm adı
(tırnak içinde), kitabın adı (italik), editör adı,
basım yeri: yayınevi, basım tarihi, sayfası.
Metin Ekici, “AraĢtırma Yöntemleri”, Türk
Halk Edebiyatı El Kitabı, ed. M. Öcal Oğuz,
Ankara: Grafiker Yayınları, 2004, s. 100.
ı. Dipnotlarda kullanılan kaynak ilk geçtigi
yerde yukarıdaki Ģekilde tam künye ile verilmelidir. Ġkinci defa gösterilen aynı kaynaklar için;
yazarın soyadı veya meĢhur adı, eserin kısa adı,
birden çok cilt varsa cildi ve sayfa numarası
yazılır.
Örnek:
KuĢeyrî, er-Risale, s. 21.
i. Arapça eser isimlerinde, birinci kelimenin ve
özel isimlerin baĢ harfleri büyük, diğerleri küçük
harflerle yazılmalıdır. Farsça, Ġngilizce, vb. diğer
yabancı dillerdeki ve Osmanlı Türkçesi ile yazılan eser adlarının her kelimesinin baĢ harfleri
büyük olmalıdır.
j. Birden çok yazarı ve hazırlayanı olan eserlerde her Ģahıs isminden sonra virgül konmalıdır.
k. Ayetler italik karakterle yazılmalı, referansı
(sure adı, sure no/ayet no) sırasına göre verilmelidir.
Örnek:
El-Bakara, 2/10.
l. Ġnternet kaynaklarında yararlanıldığı tarih
belirtilmelidir.
Örnek:
http://www.freeminds.org/ts3/km368.tif
(05.05.2008)
m. Dipnot referans numaraları noktalama iĢaretlerinden sonra konulmalıdır.
7. Makalenin sonunda kaynakça verilmelidir.
S û f î A r a ş t ı r m a l a r ı - S u f i S t u d i e s , Sayı 2
73

Benzer belgeler

Kamāl Al-Dīn Husayn Al-Khorezmī and His Unfinished Persian

Kamāl Al-Dīn Husayn Al-Khorezmī and His Unfinished Persian Latin alphabet making sure of prosody/ spelling. In this study, the draft of the project prepared on Masnavitext and commentaries will be presented. Key Words: Mevlevism, Masnavi, Masnavi Commentar...

Detaylı

mesnevî şârihlerine göre mesnevî`deki bazı hayvan metaforlarına

mesnevî şârihlerine göre mesnevî`deki bazı hayvan metaforlarına Doktora Tezi 2009, Danışman: Prof. Dr. Atabey Kılıç,); Turgut Koçoğlu, Şem’î Şem’ullâh Şerh-i Mesnevî II. Cilt (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bas...

Detaylı

Sufi Araştırmaları Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 2 Yaz/Summer 2010

Sufi Araştırmaları Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 2 Yaz/Summer 2010 keyfe maúnåsına ki bu maúnå üzre şer≈ (24) olındı ve bu hem vechdür mı´räú-ı evvelde neyden istimäú eyle çünki ≈ikäyet eyler belki cüdälıødan şikäyet eyler (25) pes neyüè sözini istimäú idüp ˚aflet...

Detaylı