Cevşen duasının ehemmiyeti..

Transkript

Cevşen duasının ehemmiyeti..
Cevşen duasının ehemmiyeti..
Cevşen, benzeri olmayan bir duadır. Cevşen’deki İlâhî isimleri tefekkür etmek sadece gafleti
dağıtmaz, Allah’ı tanıma konusundaki dereceyi de yükseltir.
Peygamberimizin mükemmel duası Cevşen..
Bediüzzaman Said Nursi, Cevşen’in “Âl-i Beytin manevî ve gayet mühim bir mirası ve bir feyiz
kaynağı” olduğunu belirterek Allah’ı tanıyıp tarif etme konusunda Cevşen’in bir benzeri
olmadığını söylüyor. Allah (c.c), Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hakikatini, ulûhiyetinin
tecellilerine kapsamlı bir ayna yapmış ve bütün isimlerinin en büyük ve en yüksek mertebelerine
onu mazhar ederek Kur’ân’dan çıkmış “Cevşen” gibi harika bir münacatı O’na nasip etmiştir.
Sözlükte “zırh, savaş elbisesi” anlamına gelen Cevşen, Arapça bir kelimedir. “Büyük zırh”
manasında olan meşhur Cevşen-i Kebîr duası ise Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) büyük bir
münacatıdır. Bu münacatla Efendimiz (s.a.v.), Cenâb-ı Hakk’a bin bir ismiyle dua eder ve
ateşten O’na sığınır.
Yüz bölümden meydana gelen Cevşen’in her bir bölümünde Cenâb-ı Hakk’ın on ismi yer alır.
Böylece bin bir isim ya açıkça veya işaret edilerek belirtilir. Her on isimden sonra Efendimiz
(s.a.v.) Rabb’ini her türlü noksan sıfattan, aczden ve şerikten tenzih eder. Sonra, “Senden
başka hiçbir ilâh yok ki, bize imdat etsin. El-Aman, el-Aman! Bizi ateşin azabından ve
Cehennem’den kurtar.” diye dua ederek Cenâb-ı Hakk’a sığınır. Dünya afetlerinden ve ahiret
aza-bından kurtulmak için niyaz eder.
Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de “En güzel isimler Allah’-ındır; o isimlerle O’na dua edin. O’nun isimleri
hakkında haktan ayrılanları ise bırakın. Onlar işlediklerinin cezasını göreceklerdir.” buyurulur.
İşte Kur’ân’ın en büyük müfessiri olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu isimlerin hangi isimler
olduğunu ve onlarla Cenâb-ı Hakk’a nasıl dua edileceğini Cevşen duasıyla göstermiştir.
Cevşen, Allah’ı anlatmada benzersizdir.
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” ayeti ile diğer bazı ayetlerin dersinden anlıyoruz ki, her bir ilâhî
isim bu kâinattaki bir âlemi aydınlatıyor, küfür ve dalaletten gelen karanlıkları, gafletleri parça
parça ediyor. Sapıtmış veya gaflete dalmış insanların saklandıkları perdeleri yırtıyor. Devekuşu
misali başını kuma sokanların başlarını kumdan çıkartıyor. Kâinatı bireyleriyle ve türleriyle
hallaç edip tarıyor. Tabiat ve tesadüf putlarını veya Allah’tan başka bütün uydurma otoriteleri ve
sahte tanrıları kâinattan kovuyor. İnkârcıların tutunacağı hiçbir dal bırakmıyor. Her şeyin bir olan
Allah’a ait olduğunu göstererek gerçek tevhide ulaştırıyor ve insana Allah’ın huzurunda
olduğunu hissettiriyor.
Zira şu kâinatta gördüğümüz, işittiğimiz, tattığımız ve tanıdığımız her türlü hâl, fiil, şe’n ve şey
Esmâ-i Hüsnâ’nın çeşitli renk ve tonlarda yansımasından başka bir şey değildir. Mealen de olsa,
Cevşen’i tefekkürle okuyan kimse bu gerçeği daha yakından hissedebilir. Ayette geçen “O
isimlerle O’na dua edin!” emrinin hikmetini anlayabilir, o isimlerin hakikatinden ayrılan kimselerin
de nasıl doğru yoldan ayrıldığını ve azabı hak ettiğini kavrayabilir.
Cevşen’deki İlâhî isimleri tefekkür etmek sadece gafleti dağıtmaz, Allah’ı tanıma konusundaki
dereceyi de yükseltir. Üstad Bediüzzaman, Allah’ı tanıyıp tarif etme konusunda Cevşen’in bir
1/5
Cevşen duasının ehemmiyeti..
benzeri olmadığını belirtiyor. Meselâ Mecmuatü’l-Ahzab’da Cevşen’le beraber birçok ârif ve velî
zatların duaları da yer alıyor. Bunlar arasında İmam-ı Gazâlî, Abdulkadir Geylânî, İmam-ı
Nakşibendî gibi büyük zatların münacatları var. Başka insanların birikiminden ve birbirlerinin
tecrübelerinden yararlandıkları halde ne Cevşen’deki marifetullaha yetişebilmişler, ne de
Cenâb-ı Hakk’ı Cevşen’deki gibi tarif ve tavsif edebilmişlerdir. O dualarla Cevşen’i kıyaslarsak,
hiç kimseyi taklit etmeden Rabb’imizi en doğru ve en geniş niteliklerle tarif edip tanıtan zâtın,
ümmî Peygamber olan Efendimiz (s.a.v.) olduğu hemen anlaşılır.
Çünkü âlemlerin Rabb’i olan Allah, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hakikatini ulûhiyetinin
tecellilerine kapsamlı bir ayna yapmış ve bütün isimlerinin en büyük ve en yüksek mertebelerine
onu mazhar etmiş. O hakikate ve o mertebelere lâyık olan Kur’ân gibi büyük bir mucizeyi ve
Kur’ân’dan çıkmış Cevşen gibi harika bir münacatı da ona nasip etmiştir. Yani, Cenâb-ı Hak,
Peygamber Efendimiz’e öyle büyük bir din nasip etmiş ki, kullukta en mükemmele ulaşmak
isteyen büyük veliler ve büyük zatlar, olgunluk derecelerinin fihristini o dinde bulmuş ve kulluğun
sağlam ve mükemmel programını o dinde görmüş ve tatbik etmişlerdir. Çünkü bütün insanlığa
hitap eden en mükemmel din onun dinidir. Böyle bir din onun manevî şahsiyetinin ne kadar
engin olduğunu gösterir.
İşte Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) manevî şahsiyeti olan hakikati böyle bir hakikattir. O
hakikate tam sahip olamayan başka bir kimse yoktur ki, onun münacat ve duası Efendimiz’in
(s.a.v.) Cevşen münacatı gibi mükemmel olsun, Rabb’ini tarif ve tavsifte onunki kadar kapsamlı
olsun. Elbette olamaz.
Bediüzzaman, Cevşen hazinesini açmıştır.
Üstad Bediüzzaman, Yirmi Sekizinci Lem’a’da Cevşen-i Kebîr için “Âl-i Beytin manevî ve gayet
mühim bir mirası ve bir feyiz kaynağı” olduğunu belirttikten sonra, ilk zamanlarda Cevşen’in
tamamını her gün bir defa, bazen de iki-üç defa okuduğunu ve talebelerine de tavsiye ettiğini
yazar.
Yine aynı yerde, Cevşen-i Kebîr’in içinde İsm-i Âzamla beraber bin bir adet İlâhî ismin
bulunduğunu ve o isimlerle Kur’ân ilimlerini açan Risale-i Nur’u yazdığını ve o isimlerin feyziyle
Risale-i Nur’u Kur’ân’a tefsir yaptığını açıklar.
Bu noktada Kur’ân; Cevşen, Ehl-i Beyt ve Risale-i Nur ilişkisine bir göz atmak adına, örnek
olarak teksirlerde yer alan Üçüncü Şua’nın baş kısmını mealen buraya kaydedelim:
“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı
şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’-ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden
sonra diriltmesinde, her türlü canlı-yı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve
gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlar-da, aklını kullanan bir topluluk için nice
deliller vardır.” (Bakara Sûresi, 2: 164.)
Bu büyük ayetin, çeşitli nuranî perdelerinden tevhide dair bir perdesini büyük müfessir ve en
mükemmel tercüman olan Resul-i Ekrem (s.a.v.), emsalsiz en büyük bir münacat olan
el-Cevşenü’l-Kebîr namındaki doksan dokuz bölümde bin bir Esmâ ile bin bir burhana işaret
ederek, bu âyeti tefsir ve Rabb’ini tarif etmiş-tir... (O bölümlerden birinde mealen diyor ki:)
“Ey göklerde ve ecrâm-ı ulviyede azameti görünen Zât-ı Zülcelâl!
Ey zeminde ve zeminin her bir mevcudunda vahdaniyetin delilleri, ayetleri müşahede edilen
Zât-ı Zülkemâl!
Ey her bir şeyde ve mahlûkta vücub-u vücuduna delalet eden burhanlar bulu-nan Zât-ı
Vacibü’l-Vücud!
Ey azametli denizlerde acîbeleri yaratan Zât-ı Celîl-i Zülkemâl!
Ey dağlarda zîhayatların hâcetleri için iddihar edilen hazineleri halk eden Hallâk-ı Kerîm!
2/5
Cevşen duasının ehemmiyeti..
Ey her bir şeyin yaratılışını güzel yapan, güzel tedbirini gören ve ona levâzı-matını güzel bir
tarzda veren Zât-ı Cemîl-i Zülikrâm!
Ey her şey her bir hâcetinde, her bir emrinde O’na müracaat eden ve her bir mevcud her bir
keyfiyetinde O’na dayanan ve her bir hak ve hakikat ve hüküm ve hâkimiyet O’na râci olan Zât-ı
Kadîr ve Rabb-i Külli Şey!
Ey her şeyde zâhir bir surette lütfunun eserleri ve inayetinin cilveleri ve güzel san’atının lâtif
nakışları ve rahmetinin letâfetli hediyeleri müşahede edilen Zât-ı Lâtif-i Habîr!
Ey zîşuur mahlûkatına kudretini göstermek için kâinatı bir meşher-i acayip ya-pan ve umum
masnuatını kudret ve hikmet ve rahmet gibi kemâlatını teşhir et-mek için birer dellâl, birer
ilânname hükmüne getiren Zât-ı Kadîr-i Hakîm!
Sen aczden, şerikten, kusurdan münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize
imdat etsin... El amân, el amân! Bizi azap ateşinden ve Cehen-nem’den kurtar.”
İşte Büyük Müfessir olan Resul-i Ekrem (s.a.v.), baştaki büyük ayetin bir per-desini bu münâcât
ile tefsir etmiş. Resul-i Ekrem’in (s.a.v.) gayet büyük ve mü-dakkik bir tilmizi ve gayet zeki ve
muhakkik bir şakirdi olan Hz. İmam-ı Ali (r.a.) dahi üstadının münâcâtvâri tefsirine münâcâtlı bir
tefsir yapıp, o mü-nâ-câ-tın bir yüzünü keşfederek, o âyetin vecihlerinden bir vechini açmış ve
Üs-tad-ı Ekrem’inin münâcâtına bakarak arkasında âyetin bir yüzünü tarif edip de-miş:
“Yâ İlâhî! Göklerde hiçbir deverân ve hareket yoktur ki intizamıyla ve hikmet-leriyle senin
vücuduna (varlığına) şehadet etmesin ve seni tanıttırmasın. Hem zeminde hiç-bir tahavvülât ve
tebeddülât ve keyfiyet ve san’at yoktur ki; mizan ve nizamıyla senin vahdaniyetini ve
rububiyetini bildirmesin ve Sen’i tanımasın. Hem deniz-lerde hiçbir mahlûk, hatta hiçbir katre su
yoktur ki hikmetleriyle senin vücuduna delalet etmesin ve Sen’in rububiyetine şehadet etmesin.
Hem dağlarda zîhayatlar için iddihar edilen hiçbir madeniyat ve ilâçlar ve taşlar yoktur ki
faideleriyle se-nin rububiyetini tanımasın ve senin mevcudiyetine şehadet etmesin. Hem
kalplerde hiçbir gaybî hatıralar ve ilhamlar yoktur ki Sen’in varlığına işaret ve vahdetine şehadet
etmesin. Hem ağaçlarda hiçbir yaprak yoktur ki; intizâmâtıyla (düzenli oluşlarıyla) ve
hikmetleriyle Sen’i tanımasın, yani Sen’in san’at eserin olduğunu bildirmesin. Hem cisimlerde
hiçbir hareket yoktur ki Sen’in rububiyetine şehadet etmesin. Ey Hâlık’ım, arz ve semâvâtı teshir
eden kudretinin hakkı için matlubumu bana mu-sahhar eyle.”
İşte İmâm-ı Ali’nin (r.a.) bir aciz şakirdi ve Kur’ân’ın bir fakir hâdimi dahi üstadının bu münâcâtını
bir münâcâtla tefsir ederek, üstadının üstadı olan Mü-fessir-i Âzam’ın (s.a.v.) Cevşen-i Kebîr
münâcâtında yüz fıkrasından bir tek fıkra olan buradaki münâcâtın bir vechini tefsir ile, o büyük
ayetin bir yüzünü İsm-i Âzam ışığıyla açmak isteyip diyor ki…]
Bu girişten sonra Üstad Bediüzzaman baştaki ayetin bir yönünü tefsir etme adına Üçüncü
Şua’daki o uzun münacatı yazmıştır.
Kur’ân, Cevşen ve Risale-i Nur’u devamlı okuyanlar, bu Üçüncü Şua’daki kadar sistematik
olmasa da, diğer risalelerin hemen hemen her cümlede Cevşen’deki İlâhî isimlerin feyzini
yakından hissedebiliyorlar.
Cevşen duasının fazileti..
Cevşen’in faziletine ait Mecmuatü’l-Ahzab’daki ilgili bölümde çok uzun bir rivayet naklediliyor. O
rivayette Cevşen duasını okuyanlar için, Tevrat, İncil, Zebur, Kur’ân ve Hz. İbrahim’in (a.s.)
sayfalarındaki harfler sayısı kadar sevab verileceği; Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ ve Hz. İsâ’nın
(aleyhimüsselâm) sevapları kadar sevap kazanacağı; meleklerin kendisine hürmet edip onu
tehlikelerden koruyacağı; hem dünya hem ahiret nimetleri için ona dua edecekleri gibi daha
birçok faziletlerden bahseder. Oradaki rivayet hakkında Üstad Bediüzzaman şu yorumda
bulunur:
3/5
Cevşen duasının ehemmiyeti..
“Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan
Cevşenü'l-Kebîr hakkında ve akıl haricindeki sevap ve faziletine dair bir hadisi görmüş, şüpheye
düşmüş. Demiş:
“Râvi, Ehl-i Beyt’in imamlarındandır. Hâlbuki hadsiz bir mübalâğa görünüyor. Meselâ içinde der:
'Bu duaya Kur'ân kadar sevap verilir.' Hem 'Göklerdeki büyük melâikeler, o dua sahibini
gördükçe kürsilerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler.' Bu ise, aklın ve
mantığın mikyaslarına gelmez” diye, Risale-i Nur'dan imdat istedi. Ben de Kur'ân'dan ve
Cevşen'den ve Nur'lardan gayet kat'î ve tam akıl ve hikmete mutabık bir cevap verdim. Size
gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ: Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında on adet "usul" var, böyle şüpheleri esasıyla
keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.
Saniyen: … Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duanın kendi hakkında o azîm
mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâm’dan işitmiş, başkalarını kendine
kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde ve acip sevap, zât-ı Ahmediye’nin (s.a.v.)
velâyet-i kübrâsından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duanın mahiyetinde böyle harika
bir kıymet var ve İsm-i Âzam mazharı olan zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap
mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvazene-i
ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Salisen: …O duadaki yüzer Esmâ-i Hüsnâ’nın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübalâğa,
belki onların nihayetsiz tecellîlerinden gelmesi mümkün… (Her mümkün her zaman ve herkes
için vaki olmaz.)
Rabian: …Hem İslâmiyet’te her sevabın, her fazilet-i a'mâlin en evvel mazharı ve bizlerin bir
duada bir zerre sevabımızda, o duada bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zât-ı Ahmediye
(s.a.v.), hususî virdler ve dualar ve şeriat ve risalet cihetiyle değil, belki velâyet-i Ahmediye
noktasında ve umumî olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder.
Kendine tam tebaiyet eden has vârislerini, o noktalara teşvik eder.”
Sonuç olarak Cevşen’de Ehl-i Sünnet inancına ters düşen tek bir cümle bile bulunmadığı gibi,
marifetullah noktasında Cenâb-ı Hakk’ı bu kadar güzel tarif eden, belki Kur’ân’ın bu noktada bir
özeti hükmünde olan kapsamlı başka bir münacat da yoktur. Said Nursî gibi bir “bediüzzaman”
bunu böyle kabul etmişse bu konuda daha fazla söz söylemeye gerek yoktur.
Cevşen nasıl ve ne kadar okunmalı?
Cevşen’in faziletleri çok fazla olduğu için çok okumanın maddî manevî büyük yararları olur. Her
şeyden önce mealinden de yardım alınarak okunursa tefekkür ibadeti yapılmış olur. “Bir saatlik
tefekkür bir yıllık nafile ibadetten hayırlıdır.” sırrına mazhar olunabilir. Ayrıca tesbih, dua ve
istiaze ibadeti gibi ibadetler de yapılmış olur. Hem Allah’ı tanıma konusunda derecelere
kavuşulabilir. Daha buna benzer birçok fazileti var. Onun için Üstad Bediüzzaman gibi her gün
tamamını okumalı. Eğer buna gücü yetmiyorsa en azından her gün 100 bölümden birkaç
bölümünü okuyarak bir haftada, 15 günde veya bir ayda tamamını okumalı. Ama mutlaka
okunmalı ki, o büyük faziletten mahrum kalınmasın. Hem Kur’ân hatminde olduğu gibi
başkalarıyla taksim ederek de okunabilir.
Taşınmasında fayda var mı? Üstad Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, o büyük ve küllî faziletten
istifade etmek için sadece onu okumak yetmez. Sadece üzerinde taşımak ise hiç yeterli değildir.
Şartlarına uygun bir şekilde okur ve tefekkür ederse, niyetine ve kendi bulunduğu makam ve
seviyeye göre o faziletten istifade eder. O zaman üzerinde taşırken ona içindeki mana ve
kudsiyeti hatırlatıyorsa elbette onun da faydasını görecektir. Cevşen’in içindeki manaları
bilmesi, inanması ve onlara hürmet etmesi derecesinde ona fayda sağlayabilir ve o oranda onun
4/5
Cevşen duasının ehemmiyeti..
faziletinden yararlanabilir.
Dinlenmesinde fayda var mı? Evet, büyük faydası vardır. İnsan ilim ve marifeti ya dinleyerek ya
da okuyarak elde eder. İnsanın o andaki ruh hâline göre bazen dinlerken okumaktan daha fazla
feyiz alabilir.
Kenan DEMİRTAŞ
5/5