Dev İş Gazete Sayı 3.cdr
Transkript
Dev İş Gazete Sayı 3.cdr
BEM emekçisi Hayrullah Çolak: Dünya Sendikalar Federasyonu, “Birlik yoksa bozgun var!” Mücadele dolu 70 yıl. Sayfa: 6 Sayfa: 8 Sendikalı ol! Ağustos - 2015 - Sayı 3 özel eki ga zetemizin iç inde! Sendikanın 'S'sine tahammül edemediler… TANI BUNLARI Ülkemizde neredeyse kölelik koşullarında çalışmaya mahkum edilen özel sektör emekçileri için sendikalaşma çabalarına sermaye kesiminden ilk tepki geldi. Sendikalaşmanın tartışılmasına bile tahammülü olmadığı anlaşılan Ticaret Odası Başkanı Fikri Toros, Sanayi Odası Başkanı Ali Çıralı, İşadamları Derneği Başkanı Metin Şadi, Genç İşadamları Derneği Başkanı Ceyhun Tunalı ve DP-UG Milletvekili Hasan Taçoy özel sektörde sendikalaşmaya karşı çıktı. Her alanda özelleştirmeyi savunan sermayedarlar, söz konusu özel sektörde sendikalaşma olunca ne kadar 'demokrat' ve 'özgürlükçü” olduklarını da gösterdiler. Yapılan açıklamalarda patron ve sermaye sözcülerinin 'demokrasiyi' de 'özgürlüğü' de sadece kendileri ve sermayeleri için istedikleri, söz konusu emeğin özgürlüğü, örgütlülüğü ve demokrasisi olduğunda buna tahammül dahi edemedikleri anlaşıldı. İşte özel sektördeki sendikalaşmanın önündeki patron baskısı ve engellerini görmezden gelerek emekçilerle alay edercesine yapılan açıklamalar: Hasan Felek yazı Taşeron İşçileri II. Sınıf İnsan Değildir. Sayfa 3 Sanayi Odası Başkanı Ali Çıralı: “Her ay işçiden para kesip de sendika patronuna para verilmesi doğru değildir yasal zorunluluk yanlış olur. KKTC'de sendikacılık zihniyeti 1960'lardan kalmadır maalesef. Bunda ısrar edilirse ekonomi geri gider ve ağır bedeller öderiz” Ticaret Odası Başkanı Fikri Toros: “Serbest piyasa koşullarında sendikalaşmanın mecburi olmasına tamamen karşıyız.” İş Adamları Derneği (İŞAD) Başkanı Metin Şadi: “Bu cılız ekonomide sendikalaşma olması pek doğru olmaz.” Genç İşadamları Derneği (GİAD) Başkanı Ceyhun Tunalı: “Özel sektörde sendikalaşma isteğinin ülkede şu ekonomik koşullarda imkânsızdır. Özel sektörde sendikalaşmanın önü açılırsa ekonomik olarak kalkınma söz konusu olamaz. Biz buna tamamen karşıyız.” DP-UG Milletvekili Hasan Taçoy: “Özel sektörde sendikalaşma konusunda reel sektör buna hazır değildir. İLO sözleşmeleri bu ülkede doğru şekilde uygulanırsa sendikalaşmaya da gerek yoktur.” Kaynak: Dialog Gazetesi Hasan Yıkıcı yazdı Asgari ücret kandırmacası Ömer Naşit yazdı Taşeron neden tehlikelidir? Koral Aşam yazdı Grev! Sayfa 5 Sayfa 4 Sayfa 5 2 DEV - İŞ’ten HABERLER 1 Eylül'de alanlardayız! l Dünya Sendikalar Federasyonu üyesi sendikalar, PΕΟ, DEV-İŞ, KTAMS, KTÖS, KTOEÖS, BES, KOOP-SEN, 1 Eylül dolayısı ile Eylem düzenleyecek. Açıklama şöyle: Örgütlerimiz dün gerçekleştirdikleri toplantıda 1 Eylül'ü bu yıl da yapacakları etkinlikle onurlandırmayı kararlaştırdılar. Ledra Palas karşısındaki Dayanışma Evi'nin önünde 1 Eylül akşamı saat:18.30'da gerçekleştirilecek olan bu etkinliğe bütün emekçileri kitlesel olarak katılmaya çağırıyoruz. Ayrıca etkinliğin içeriği ve ileriki günlerde destek için imzaya açılacak olan deklerasyon ile hemfikir olan siyasal partileri ve sivil toplum örgütlerini de bu etkinliği desteklemeye çağırıyoruz. Kıbrıs'ın kuzeyinde etkinlik için saat 18.00'de Kuğulu parkta buluşularak kortej halinde Ledra Palace'a yürünecektir. Bu çerçevede, ortak hedefimize yönelik olarak binlerce yurttaşımızı bir araya getirecek kültürel içerikli yeni büyük bir etkinliğin Eylül ayı içerisinde gerçekleştirilmesini ve yakın zamanda bunu duyurmayı kararlaştırdık. Bu konuya ilişkin detaylar yakında açıklanacaktır. Nazi Almanya'sının 1939'da insanlığa karşı başlattığı saldırı ile Nazizm'in ve Faşizmin katlettiği milyonlarca kurbanın anısına, 1 Eylül Dünya Sendikalar Federasyonu tarafından, Sendikaların Barış için Küresel Eylem Günü olarak ilan edilmiştir. Bu gün, her ilerici ve demokrat insan açısından ülkemizde ve tüm dünyada barışın hâkim olması hedefiyle verilen mücadele günüdür. Barış ve ülkemizin yeniden birleşmesi için mücadele, bizim için temel ve acil önceliktir, çünkü ülkemiz bölünmüş bir durumda kalmaya devam ettiği sürece, çalışanların hiç bir kazanımı kalıcı ve istikrarlı olamaz. Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi ve askersizleştirilmesi için; vasiler ve hamiler olmaksızın, Kıbrıs'ın tüm halkı için barış, güvenlik ve refah koşullarının yaratılması için istikrarlı ve kararlı bir biçimde mücadeleye devam ediyoruz. Bu vesileyle, ülkemizde barış ve yeniden birleşme mücadelemizin sürdürülmesinin ve yoğunlaştırılmasının gerekliliğini vurguluyoruz. (PΕΟ – DEV-İŞ – KTAMS – KTÖS – KTOEÖS – BES – KOOP-SEN) Dünya Sendikalar Federasyonu üyesi sendikalar (a) DEV-İŞ Gönyeli Belediyesi'nde Toplu İş Sözleşmesi imzalandı “28 belediyenin 17'sinde Sosyal Sigorta ve İhtiyat Sandığı yatırımları yapılmamaktadır, ancak Gönyeli Belediyesi'nde böyle bir sıkıntımız yoktur” diyen Devrimci Genel İş Sendikası Başkanı Hasan Felek, Gönyeli Belediyesi'nin çalışanların haklarına saygı gösteren bir yönetime sahip olduğunu vurguladı. “Bizler sadece altyapıya değil, insana da yatırımı önemsiyoruz” diyen Gönyeli Belediye Başkanı Ahmet Yalçın Benli, “Gönyeli'ye hizmet veren çalışanlarımızın yaşam kalitesi yükseltmek görevimizdir” dedi Gönyeli Belediyesi, “dünya standartlarında bir kent yaratma” çalışmalarını sürdürürken, çalışanların geleceğini de güvenceye alınması yönünde, yeni dönemin toplu iş sözleşmesine imza attı. Gönyeli Belediyesi ile Devrimci Genel İş Sendikası arasında 2015-2016 yılı Toplu İş Sözleşmesi imzalandı. Toplu sözleşmeye Gönyeli Belediye Başkanı Ahmet Yalçın Benli ile Devrimci Genel İş Sendikası Başkanı Hasan Felek imza koydu. 'Gönyeli Belediyesi'nde sıkıntı yoktur' Devrimci Genel İş Sendikası Başkanı Hasan Felek imza töreninde yaptığı konuşmada 2015-2016 yılı toplu iş sözleşmesini imzalamış bulunmaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi. Felek, yeni dönem toplu iş sözleşmesinin sonuçlanmasındaki emeğinden dolayı Gönyeli Belediye Başkanı Ahmet Yalçın Benli'ye teşekkür etti. Devrimci Genel İş Sendikası Başkanı Hasan Felek, pek çok belediyemizde yaşanan sıkıntıların, Gönyeli'nin gündeminde olmadığını belirterek, bu tablonun kendilerini mutlu ettiğini söyledi. “28 belediyenin 17'sinde Sosyal Sigorta ve İhtiyat Sandığı yatırımları yapılmamaktadır, ancak Gönyeli Belediyesi'nde böyle bir sıkıntımız yoktur” diyen Devrimci Genel İş Sendikası Başkanı Hasan Felek, Gönyeli Belediyesi'nin çalışanların haklarına saygı gösteren bir yönetime sahip olduğunu vurguladı. Benli: Çalışanların yaşam kalitesini yükseltmek görevimiz Gönyeli Belediye Başkanı Ahmet Yalçın Benli de sözlerine 2015-2016 Toplu İş Sözleşmesi'ni imzalamaktan duyduğu mutluluğu dile getirerek başladı. Benli, “ülkede altyapısı projelendirilmiş tek kent” olarak Gönyeli'yle gurur duyduklarını anımsatarak, “Bu plan, proje ve kurumsal anlayış içerisinde bütçe kaynaklarının doğru yönetimi hassas olduğumuz konuların başında gelmektedir” dedi. Ahmet Benli, Gönyeli'nin, bütçesinden yatırıma en fazla kaynak yaratan kent olduğuna da dikkat çekerek, “Bizler sadece altyapıya değil, insana da yatırımı önemsiyoruz. Gönyeli'ye hizmet veren çalışanlarımızın yaşam kalitesi yükseltmek görevimizdir. Elbette bunu kurumsal yapımızı koruyarak yapacak, halka hak ettiği hizmetin en iyisini vermeye çalışan personelin yaşam koşullarını iyileştireceğiz” diye konuştu. Dikmen Belediyesi'nde toplu iş sözleşmesi imzalandı Dikmen Belediyesi ile Devrimci Genel İş Sendikası arasında 2015-2016 dönemini kapsayan toplu iş sözleşmesi imzalandı… Dikmen Belediye Başkanı Yüksel Çelebi, toplu iş sözleşmesi imza töreninde yaptığı açıklamada, Dikmen Belediyesinin her geçen gün gelişen ve büyüyen bir kurum olduğunu ve halkına en iyi şekilde hizmet etmeye devam ettiğini, belediyenin rutin hizmetleri ve hayata geçirdiği projelerle birlikte, bölge halkı için her zaman yatırım yapmayı önemsediklerini söyledi. Dikmen Belediye Başkanı Yüksel Çelebi, Dikmen Belediyesinde hizmet veren çalışanlarında yaşam kalitesini yükseltmek görevimizdir. Elbette bunu kurumsal yapımızı koruyarak yapacak, halka hak ettiği hizmetin en iyisini vermeye çalışan personelin yaşam koşullarını iyileştireceğiz” dedi. Felek: “Çalışanların hakları ilerletildi” DEV-İŞ Başkan Vekili, Devrimci Genel İş Sendikası Başkanı Hasan Felek çalışanların haklarının ilerletildiği kaydederek, “2015-2016 yılını kapsayan Toplu İş Sözleşmesini bugün imzalamış bulunmaktayız, uzun emekler sonucunda imza aşamasına gelen Toplu İş Sözleşmesinin Dikmen halkına ve çalışanlara hayırlı olmasını dileriz. Emeği geçen meclis üyeleri ve çalışan arkadaşlarımıza teşekkür ederiz. Bu sözleşmeyle çalışanların haklarında iyileştirmeler sağlanarak daha iyi bir noktaya getirildi” dedi. Felek, ülkemizde 17 belediyede yaşan ihtiyat sandığı ve sosyal sigorta yatırımlarının olmamasına vurgu yaparak Dikmen Belediyesi'nde böyle bir sorununun yaşanmamasından dolayı duyduğu memnuniyeti ifade etti. DEV - İŞ’ten HABERLER 3 United Medya'da tarihi gün… Kanal Sim, Sim Fm ve Yenidüzen'de toplu iş sözleşmesi imzalandı! DEV-İŞ'e bağlı Devrimci Genel İş Sendikası ile Yenidüzen gazetesi ve Kanal Sim ile Sim Fm (Simen Yayıncılık LTD) arasıda toplu iş sözleşmesi imzalandı. Yenidüzen Gazetesi ile toplu iş sözleşmesi yenilenirken, Kanal Sim ve Sim FM ile ilk kez toplu iş sözleşmesi imzalandı. Felek: “Özel sektörde sendikalaşmanın tartışıldığı bu günlerde daha da önemli” Kanal SİM ve SİM FM'de de bugün ilk defa Toplu İş Sözleşmesi imzalamanın mutluluk ve heyecanının yaşandığını belirten Felek, “Arkadaşların tabiriyle, 'SİM için tarihi bir gün'. Toplu İş Sözleşmesi'nin hem Yenidüzen'in, hem de Kanal Sim ve Sim FM'in bütün çalışanlarına hayırlı uğurlu olmasını temenni ederim” şeklinde konuştu. Özel sektörde sendikalaşmanın tartışıldığı bu günlerde, atılan bu adımın daha da büyük önem kazandığına işaret eden Felek, işverenlerin sendikaları 'öcü' algısıyla, işyerlerini batırma aracı olarak görmesinin yanlış olduğunun en açık kanıtları olduğunun altını çizdi. Başkan Felek, bütün basın camiasındaki, tüm basın emekçilerinin de sendikalı, toplu iş sözleşmeli, huzurlu bir ortamda çalışması temennisini belirtti. Mutluyakalı: “Toplu iş sözleşmesi örgütlülüğü taçlandırma adına çok önemli” Yenidüzen'de yıllardır, geleneksel olarak Toplu İş Sözleşmesi ile çalışıldığına işaret eden Yenidüzen Gazetesi Genel Müdür ve Genel Yayın Yönetmeni Cenk Mutluyakalı, “Bugün bizim için daha heyecanlı çünkü tüm United Medya bünyesine yayılmış oluyor, oradaki örgütlenmenin de toplu iş sözleşmesi aşamasına gelmesiyle, medya grubundaki tüm çalışanlar toplu iş sözleşmesi ile çalışıyor olacak” şeklinde konuştu. Örgütlülüğün United Medya'da gelişmesi ve diğer medyada da gelişmesinin daha ciddi bir kamuoyu oluşturması temennisini de belirten Mutluyakalı, “Hem Devrimci Genel İş, hem de diğer basın örgütleri inanıyorum ki tüm basın emekçilerinin haklarının ilerletilmesi için siyasi otoriteye de üzerindeki görev ve sorumluluğu anımsatacaktır, biz de burada üretmeye ve adil bir şekilde paylaşmaya devam edeceğiz” dedi. Özuslu: “Medyanın var olma- yok olma kavgası, toplumun var oluş kavgasını ta kendisi” “Bizim için çok önemli bir gün, önemli bir imza atıyoruz” diyen Kanal SİM ve Sim FM Genel Yayın Yönetmeni Sami Özuslu, United Medya çatısı altındaki Kanal SİM ve Sim Radyo'nun Yenidüzen'in bir kardeşi olduğunu belirtti ve bu yıldan itibaren Kanal SİM ve Sim Radyo'nun da toplu iş sözleşmesi ile çalışmaya başladığına işaret etti. United Medya'da, klasik 'patronçalışan, çalışan- çalıştıran' anlayışı olmadığının altını çizen Özuslu, herkesin yönetici, herkesin çalışan olduğunu ifade etti. Hasan Felek Taşeron İşçileri II. Sınıf İnsan Değildir. Neo Liberalizmin dayattığı taşeron sistemi, ülkemizde çok fazla tartışılan bir konu olmadığının farkındayız. Çalışma yaşamı içerisinde taşeron işçiliğe dikkat çekmek ve bu işçilerin sorunlarını tartışıp çözüm önerileri sunmak DEVİŞ'in boynunun borcudur. Alt işveren, tali işveren adıyla da bilinen taşeronluk, bir sözleşme dahilinde, esas işveren tarafından kendisine verilen bir iş veya görevi yerine getiren işletmeleri tanımlar. Sözleşme dahilinde istihdam edilen devamlı veya süresi belli olarak çalıştırılan işçiler de taşeron işçisi olarak isimlendirilir. Taşeron çalıştırma yöntemi, Devlette, Belediyelerde ve özel sektörde ucuz işgücü maliyeti olarak görüldüğünden her geçen gün daha da fazlalaşmaktadır. Taşeron işçilerin ana sorunlarını dört başlık altında toplayabiliriz. a) İş Güvencesi: Taşeron işçilerin hiçbir iş güvencesi yoktur, ihaleye bağlı olarak, ihale bitiminde bu işçiler durdurulur. Bize göre sürekli işleri yapan bu işçiler, taşeron şirket değişse bile, işe devam etmeleri teminat altına alınmalı. b)Ücretler: Ülkemizde taşeron işçilerin ücreti asgari ücrettir. Asgari ücrete bağlı olarak çalışan bu işçiler günde 8 saat yerine 10-12 saat kölelik koşulları altında çalıştırılmaktadır. Taşeron işçilerin de günde 8 saatden fazla çalıştığı süreler ek mesaiden sayılmalıdır. Düzensiz çalışanlara İş Yasasında var olan Düzensiz Mesai Ödeneği uygulaması hayata geçirilmelidir. c)Ücretlerin Zamanında Ödenmemesi: Birçok taşeron firma işçilerini zamanında ödememektedir. Bazı taşeron firmalar Maliye Bakanlığını bahane ederek çalışanların aylık maaşlarını zamanında ödemeyerek işçileri mağdur etmektedir. En temel insan hakkı olan ücreti de işçiler talep ettiği zaman kapı dışarı edilmektedir. d) Çalışma Koşulları: Hiç bir güvencesi olmayan taşeron işçilerin çalışma koşulları çok kötü şartlardır. Uygulamada İşverenlerin keyfi davranışları, baskıları, çalışanları çileden çıkarmakta. Çalışma huzurunu bozmaktadır. Sürekli işten atılma tehdidi altında çalışan taşeron işçilerin psikolojisini tahmin etmek zor olmasa gerek. Ortaya koymaya çalıştığımız taşeron işçiliğin ana sorunları konusunda, DEV-İŞ'in ve tüm sendikaların ortak bir mücadele örgütlemesi acil bir gerekliliktir. Çünkü Taşeron Demek Ucuz İşgücü Demek, Çünkü Taşeron Demek günde 10-12 saat çalıştırmak demek, kölelik demek, Çünkü Taşeron Demek Sosyal Güvenlik yatırımlarının yatmaması demek, Çünkü Taşeron Demek İş Güvenliği önlemlerinin ihmal edilmesi demek, Çünkü Taşeron Demek maaşını ne zaman alacağını bilmemek demek, Çünkü Taşeron Demek hiçbir sosyal hakkın olmaması demek, Çünkü Taşeron Demek sendikasız, örgütsüz olmak demek. Bizler artık bu çağdışı uygulamaların son bulmasını istiyoruz. Çalışanların sendikalı, Toplu İş Sözleşmeli, insani koşullarda çalışmalarını talep ediyoruz. Bu uğurda DEV-İŞ olarak mücadelemizi yükseltmek ve örgütlülüğümüzü artırmak için üzerimize düşen bütün görevleri ve sorumlulukları yerine getireceğimizi bir kez daha vurgulamak isterim. 4 EMEK GÜNDEMİ Hasan YIKICI Asgari ücret kandırmacası! Ülkemizde özelliklede özel sektörde sendikalaşmanın neredeyse hiç olmadığı koşullarda asgari ücret belirlenmesi de bir kandırmacadan öteye geçmemektedir. Asgari ücret belirlenmesi ile ilgili ve asgari ücretle ilgili olarak kısaca şu değerlendirmelerde bulunabiliriz. · Asgari Ücret, çalışmaya yeni başlamış, hiçbir vasfı olmayan işçilerin ücretidir. Bu ücret, belli bir çalışma döneminden sonra ayni kalmamalıdır. Halbuki ülkemizde özellikle sendikasız işçilerin sürekli ücreti haline gelmiştir. · Asgari Ücreti belirlemede esas alınan ağırlıklar/kriterler dikkate alınmamakta yada rakamlarla oynayıp Asgari Ücreti olması gereken miktarın altında tutmaktadır. · Asgari Ücret berlirleme komisyonunun hiçbir güvenilirliği ve toplumsal karşılığı yoktur. İşveren kesimi hükümet üzeride baskı yaparak asgari ücreti açlık sınıtının altında tutturarak özel sektör emekçileri için 'daimi üçret' haline getirmeye çalışıyor. Komisyonda temsil edilen işçi federasyonları ise özel sektörde hiçbir örgütlüğü olmamasına rağmen özel sektör emekçilerinin haklarını savunurmuş gibi yapmakta. Günün sonunda ortaya çıkan tablo ise asgari ücretli çalışanı daha da mağdur etmekte. · DEV-İŞ olarak Asgari Ücret yerine Sektörel Toplu İş Sözleşmeleri düzenine geçmeyi savunuyoruz. Sektörel Toplu İş sözleşmesi düzeniyle sadece asgari ücret değil aynı zamanda özel sektörde sendiklaşmanın önü de açılarak emkeçiler kölelik koşullarında çalışmakta kurtulmuş olacak. · Sektörel Ücret belirlenen ülkede, ayni veya bağlantılı-benzer Üretim ve Hizmet Çalışma biçimlerinin birbirlerinden ayrılarak ülkede 4 veya 5 İş Koluna ayrılıp, İş Kollları bazında Toplu İş Sözleşmeleri yapılmasıdır · Böylesi uygulamalarda, İşçi Sendikaları Federasyonları ile İşveren Örgütleri ve Hükümet Temsilcileri bir araya gelirler ve her yıl toplu iş sözleşmeleri imzalarlar. Bu toplu iş sözleşmesi ile yalnızca tek bir ücret belirlenmez. İlgili sektörde aşağıdaki uzlaşılar yapılır; 1- İşe Başlangıç, yani Deneme Devresi Ücreti, 2- Düz İşçi Ücreti ( 3 ay dolunca olur), 3- Yarı Kalifiye Ücreti, 4- Kalifiye İşçi Ücreti, 5. Teknik Eleman Ücreti. · Yine bu uygulamada, toplu iş sözleşmesi ile bazı sosyal konular ve işin özelliğine bağlı olarak bazı özel kurallar da belirlenir. Yani Sektörel ücret belirlemesi ayni zamanda ilgili iş kollarında çoklu ücret belirlemesi ve sosyal haklarının düzenlemesini de içerir. Bu uygulama sendikalı yaşama geçmenin de önünü pratikte açacaktır. DEV-İŞ olarak ülkemizde son zamanlarda yoğunluklu olarak tartışılan 'özel sektörde sendikalaşma' noktasında da somut adım atılmış olacak. Sektörel bazda toplu iş sözleşmeleri ile özel sektörde sendiklaşmanın önü açılacak, emekçiler yasal haklarına kavuşmuş olacak ve acımasız emek sömürüsüne karşı sınıf mücadelesinde önemli bir mevzi kazanılmış olunacak. Bunun için ise sendikal hareketin taleplerini ve önerilerini somutlaştırması ve hükümetler üzerinde baskı yapması gerekmektedir. Özel sektörde örgütlenmek tek boyutlu bir mücadeleyi değil, içerisinde yasal, siyasal, militan, meşru ve fiili örgütlenme çalışmalarını gerektiren çok boyutlu bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bunun bilincinde olarak sendikalar özel sektör çalışanlarına güven vermeli ve inandırıcı olmalıdırlar. Bu noktada DEV-İŞ olarak bugüne kadar sürdürdüğümüz mücadeleyi daha da yükseltip yeni mevzi ve kazanımlar elde etmeliyiz. Çalışırken ölmek istemiyoruz! Özel sektöre sendika! Pek çok örgüt, parti ve sendika işcinayetlerine karşı özelde sendikalaşma için ortak açıklama yayınladı. İşte ortak metinden kesitler: 2015 yılı içerisinde iş cinayetlerinden hayatını kaybeden emekçilerin sayısı Haziran ayı itibariyle 7'ye yükselmişti. 2014 yılında iş cinayetlerinden hayatını kaybedenlerin sayısı 6 iken, 2015 yılında bu iş cinayetlerinden ölenlerin sayısı 7'ye ulaşmış durumda. Son beş yıl içerisinde iş cinayetlerinden ölenlerin sayısı ise geçen hafta yaşanan ölümlerle 30'a ulaştı. *** Son beş yılda ortaya çıkan bu tablodan hem gelmiş geçmiş hükümetler hem de insan yaşamını hiçe sayan, tek kaygıları daha fazla kar elde etmek ve o karı da emekçi hayatı üzerinden sağlayan patronlar sorumludur! *** İş verenler üzerinde herhangi bir denetleme yapmayan, işçi sağlığı ve güvenliği kriterlerinin uygulanması için neredeyse hiçbir gerçekçi emek sarf etmeyen, iş yerlerinde sendikalaşma ve örgütlenme girişimlerinin patronlar tarafından yasa dışı bir şekilde bastırılmasına göz yuman hükümet, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve sözde emekten yana siyasiler bugün bu tablo karşısında halka hesap vermelidir. İş cinayetlerinin önüne geçilmesi için yapılması gerekenler çok açıktır! · Uluslararası normlarda, yasalarımızla da belirlenmiş olan işçi sağlığı ve güvenliği kriterlerinin, ILO düzenlemelerinin uygulanması! Kısacası yasaların uygulanması! · Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın şov yapmak yerine ciddi bir şekilde Bakanlık bünyesinde işçi sağlığı ve güvenliği ihlallerini denetleyecek kapasiteye ulaşarak, temel görevlerinden biri olan söz konusu denetimleri yerine getirmesi. · Hükümetin her hangi bir iş yeri açma izni için işçi sağlığı ve güvenliği kriterlerinin uygulanmasını şart haline getirmesi. · İş yerlerinde sendikalaşmayı engelleyen işverenlere ağır yaptırım uygulanması. Sendikalaşmanın önünün açılması! Bunun patronlara ekstra primler ve teşvikler ödenerek değil, en temel insan haklarından biri olan örgütlenme hakkını engelleyenlere ağır yaptırımlar uygulayarak gerçekleştirilmesi. · Derhal iş mahkemelerinin kurulması! Gerek sendikalaşmaya karşı çıkan iş verenlerin gerekse de işçi güvenliği ve sağlığı kriterlerini uygulamayan işverenlerin hem şu anki yasal mevzuat işletilerek yargılanması hem de kurulacak olan iş mahkemelerinde yargılanması! İş yerlerinde iş cinayetlerinin önlenmesinin iki temel zemini vardır. Bunlardan biri işçi sağlığı ve güvenliği kriterlerinin uygulanması, denetlenmesi ve yerine getirmeyenlerin iş mahkemelerinde cezalandırılması. Bir diğeri ise hem iş ve çalışma huzurunun sağlanması, emekçilerin gasp edilen haklarının geri alınması hem de işçi cinayetlerinin önüne geçmek için özel sektörde sendikalaşmanın sağlanmasıdır. Çalışma Bakanı bu yönde çalışmalar yaptığını ifade etse de bizler için söz konusu girişimler tatmin edici olmak şöyle dursun, en temel haklardan biri olan örgütlenme ve sendikalaşma hakkını sulandırmaktadır. Bizler patronlara prim artışlar ve teşviklerle ne sendikalaşmanın önünün açılacağını ne de iş cinayetlerinin engelleneceğini düşünmekteyiz! Bunun yolu emekçilerin örgütlenme ve sendikalaşma hakkını garantiye alacak, koruyacak ve ileriye götürecek yasal değişikliklerle açılacaktır. İmzalayanlar: DEV-İŞ, TÜRK-SEN, BES, GÜÇ-SEN, KTÖS, KTOEÖS, DAÜ-SEN, BASIN-SEN, KTAMS, KOOP-SEN, Feminsit Atölye (FEMA), Mağusa Gençlik Merkezi (MAGEM), Mülteci Hakları Derneği (MHD), Kıbrıs Sosyalist Partisi (KSP), Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP), Yeni Kıbrıs Partisi (YKP), Bağımsızlık Yolu, Devrimci Komünist Birlik (DKB) EMEĞİN HAKLARI Ömer Naşit Taşeron neden tehlikelidir? Taşeron nedir? Taşeron, sahibince yapılacak bir işin bir başka şirket/kurum(alt işveren) tarafından yapılmasıdır. Tabii sadece bu kadar basit gözüken bu tanımın esas altında yatan ise emeğin daha ucuz hale getirilmesi ve karın maksimize edilmesi adına neo-liberal sistemin ürettiği durumdur. Emeğin değerinin karşılığı bulması adına yapılan mücadeleler sonucunda imzalanan toplu sözleşmeler, emeğin değerini garanti altına almaktadır. Hizmet akitleri ya da iş güvencesi olan yerlerde emeğin maliyetini ucuzlatmak adına başta kamu sektörü olmak üzere taşeron sistemi yani ucuz emek sömürüsünü yaratılmaktadır. Bu durum çalışanların bir işyerinde başka şirketin hizmet alımı adı altında orada çalışmasını getirmekte ve iş güvencesi olmadan, işçi sağlığı ve güvenliği koşulları olmadan, esnek çalışma saatleriyle ucuz emek yaratılarak ve onu dahi sömürerek yürütülen bir neo-liberal uygulamadır. Kıbrıs'ın kuzeyinde taşeronlaşma ile ilgili durum nedir? En çok hangi sektörlerde görülmektedir? Bugün Hastahanelerin güvenlik, temizlik ve mutfak alanlarında, Karayollarında ki asfalt işlerinde, temizlik işlerinde, Orman Dairesinde ki odun kesme işlerinde hatta kamu da ve yerel yönetimlerde ki Koral Aşam GREV Tarihte bilinen ilk grev, papirüs yapraklarına yazılarak kaydedilen, Firavun III. Ramses döneminde antik Mısır'da MÖ. 1152 tarihinde zanaatkârlar tarafından yapılmıştır. Grev 2. Dünya Savasının sonuna kadar hukuk dışı olarak kabul edilmiştir. Sanayi Devrimi ile fabrikalarda ve madenlerde olan işçi sayısındaki artış ile grev iş hayatında önemli bir rol oynamaya başlasa da, grev hukuk dışı bir hareket olarak görülmeye devam etmiştir. Bu dönemde fabrika sahiplerinin politik açıdan işçilerden daha güçlü olmalarından dolayı, kapitalist ülkelerde grev yasadışı bir hareket, hatta isyan ve ayaklanma olarak kabul edilmiştir. Grevler nedeni ile işverenler ve/veya devletler ile işçiler arasında büyük olaylar çıkmış ve bu olaylar sonucu çok sayıda işçi hayatını 5 memuriyet işlerinde dahil taşeron firmalarla çalışıldığı açıktır. Buna ilaveten İnşaat Sektöründe de taşeronlaşma sisteminin kamu sektöründe sonra geldiğini söyleyebiliriz. Bugün en büyük müteahhitlik ve inşaat şirketleri dahi yapacakları binaları taşeron firmalarla anlaşarak yürütmektedirler. firmaların yaptığı iş sırasında yaşanmaktadır. Çünkü maliyetin aşağı çekilmesi adına hiçbir iş güvencesi ve işçi sağlığı adına önlemler alınmamakla birlikte çalışanlar 8 saatin üzerinde çalışmakta ve tüm bunların sonucunda da iş kazası veya cinayetlerinin yaşanması çok yüksek ihtimaldir. Taşeron neden tehlikelidir? Taşeronlaştırılan hizmetlerde örgütlenmek ve sendikalaşmak neden zordur? Bugün birçok işyerinde taşeron sistemi uygulandığından örgütlü yaşamın bölünmekte ve verilen mücadelelerin başarı ihtimali kalmamaktadır. Buna ilaveten, örgütlü olan kamu sektöründe de taşeronlaşma hem örgütlü mücadeleyi kırmak adına hem de örgütlü emeğin değerini aşağı çekmek adına yapılan bir işlemdir. Bu sebeple, ayni işyerinde ayni işi yapan kişiler farklı bordrolarla ayrıştırılmakta ve iş güvencesi olmayan ve emeği ucuza maruz kalan çalışanlar, grev kırıcısı olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla taşeron sistemi emek mücadelesi adına en büyük tehlikedir. Burada çözüm en başta elbette ki taşeron sisteminin sona erdirilmesidir. Fakat bu sistem içerisinde ve bu devlet anlayışı ile bu sitemin artarak ilerleyeceği tahmin etmek zor değildir. Bu sebeple, kamu sektöründe taşeron firmalarında örgütlenmesi sağlayacak çalışmalar yapmak sendikaların bu dönemde birincil görevi arasındadır. Taşeron işçinin hakları var mıdır? Taşeron işçinin hakları İş Yasasında ki haklara tabidir. Yani taşeron işçi de İş Yasası 21.Madde Ücret, Madde 31 Günlük ve Haftalık Çalışma Süreleri Madde 29 A Düzensiz Mesai Ödeneği, Madde 27 Fazla Çalışma Koşulları ve Fazla Çalışma Ödeneği ve Madde 43 Yıllık Ücretli İzin gibi diğer yasa maddeleriyle birlikte temel haklara sahiptir. Fakat taşeron işçi olmasından ötürü buna ilaveten herhangi bir hakları yoktur. Bununla birlikte tıpkı diğer yasalarda olduğu gibi devlet denetimi yine burada da olmadığından ötürü birçok emekçi asgari ücrete çalışırmış gibi gözükse de yapılan mesai den ötürü saat başına vurulduğunda aslında asgari ücretin altında çalıştırılmakta, sigorta ihtiyat sandığı gibi güvenceleri yapılmamakta, hatta yurtdışından gelen yabancı işgücü kaçak çalıştırılmakta, iş sağlığı ve güvenliği kuralları es geçilmekte, izin, hastalık izni ve ek mesai gibi temel haklar yok sayılmaktadır. Taşeron şirketlerin bir takım aklama işlerini yapacak sendikaların doğacağı önümüzde ki günler DEV-İŞ gerçek sınıf sendikacılığı mücadelesine tüm zor şartlara rağmen devam edecek ve taşeron örgütlenmesinin bu dönemde daha çok üstüne gidecektir. Taşeronlaşma ile iş kazaları-cinayetleri arasında nasıl bir bağ kurabiliriz? Bugün ülkemizde yaşanan iş kazalarının ve cinayetleri büyük bir bölümü taşeron kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşı'nın bitimi ile savaşı kaybeden ülkelerde otoriter rejimler dağılmış, Sistemi sorgulayan Avrupa'daki işçi hareketleri yükselişe geçmiştir. Buna paralel sistemin sorgulanmasını büyük tehlike olarak gören siyasi elitler, sözde demokrasi hareketlerini başlatmıştır. Sözde demokratik yapının oluşması, grevin bir hak ve özgürlük olarak kabul edilmesini kabullenmiştir. Grevin hak ve özgürlük olarak kabul edilmesi ve yasalarda yer alması sonucu, grev yasal dayanağı olan bir olgu haline gelmiştir. Grevin hak olarak tanınmasındaki en büyük olgu, işçilerin işverene oranla sosyal ve ekonomik koşullar açısından daha zayıf bir pozisyonda olmalarıdır. Kapitalist sistem içinde “liberal ekonomiyi” korumak ve tartıştırmamak amacından ötürü ortaya çıkan “toplu sözleşme” özgürlüğü ve “serbest rekabet” ilkeleri sonucunda işverenler ve işçiler sadece şekil olarak eşit konuma gelmiş, ekonomik yönden güçlü olan işveren, işçileri en düşük ücretle ve en yüksek üretimle çalıştırma yoluna gitmiştir. Dolaysı ile işçiler işverenden hiçbir hak talep edemez duruma gelmişlerdir. Ve bu şartlar altında, grev hakkı olmadan elde edilecek “toplu pazarlıktan” söz edilmesinin mümkün olmadığı, bu hakkın ancak “toplu yalvarış” özgürlüğü olduğu gerçeği sendikalar tarafından dile getirilerek, büyük mücadeleler sonunda yasal bir hak olarak kazanılmıştır. Grev günümüzde işçi ve işveren arasındaki iş ilişkisini dengelemeye yardımcı en önemli haklardan biridir. Bağımlı çalışan işçilerin genel olarak işverenden haklarını almak ve iş koşullarını düzeltmek için başvurdukları, en büyük baskı vasıtası olan ve sosyoekonomik etkisi ile toplum içinde önemli rol oynayan grev genel anlamda, işçilerin büyük bir kısmının işi kesintiye uğratmalarını ifade eder. Greve giden işçilerin amacı, kesintiye uğrayan iş nedeni ile ekonomik veya politik kayıplara uğrayan işverenin bu durumdan daha fazla zarar görmekten kurtulmak için işçilerin taleplerini karşılamasını sağlamaktır. 6 EMEĞİN İÇİNDEN Birlik olunamadığı yerde bozgunculuk olur! Sendika şart! DEV-İŞ'in uzun yıllardır örgütlü olduğu Boğaz Endüstri Madencilik (BEM)'de çalışan Hayrullah Çolak, emek, üretim, iş yeri ve sendika hakkındaki düşüncelerini paylaştı. “45 yaşındayım 25 yıldır BEM'de çalışıyorum. Her yerde görev yaptım. Kırıcıdaydım, gemi boşaltmada da çalıştım. 17 yıldır da değirmendeyim. Kepçe sürerim genel olarak. Değirmen işçisiyim.” Sendika ile tanışma “Biz bir grup arkadaş Türkiye'de görevdeydik. Döndüğümüzde bize formları verdiler sendikaya üye olmamız için. 1993 yılıydı. O dönem sendikanın yönetimindeki Hüseyin Gamar arkadaş bize sendikayı anlatmıştı. Bizler de heyecanlı ve gençtik. Sendika ismini duyunca, sosyalist düşünceyi de sahiplendiğimizden hiç düşünmeden tamam dedik.” Grev yaptık, arkadaşlarımızı geri aldık “Tabii her zamanki gibi iş verenler tarafından tehditlerle karşılaştık. Fakat işçiler birlik olduklarından bu yöntem sökmedi. 50 kişi idiysek firesiz herkes birlikti. Çok büyük sorun yaşamadık ilk başlarda. Fakat ilerde iki üç kişiyi durdurtmaya kalıktılar. Biz grev yaptık ve geri aldık arkadaşlarımızı. 90'ların sonunda da büyük bir grev yaşadık. Sosyal haklarımız için. Orada da hiç fire yaşamadık. 20 güne yakın sürdü ve esas olarak orada kazandık. Bugüne kadar ne kazanım elde ettiysek ve sendikada burada kalıcı olduysa o grev sayesindedir.” “İş veren o dönem bir vinç operatörünü arabaya yatırarak içeri koydular. Biz adamı tehdit ettik ve grev kırıcılığı engelledik.” Her dönemin bir kahramanı vardır “Ben siyasete güvenmiyorum. Kıbrıs'ta hepsi çorba oldu ve sol sermayenin uşağı oldu. Kıbrıs'ta benim tek güvendiğim kurum DEV-İŞ'tir. Özellikle Mehmet Seyis'ten çok şey öğrendik. Her dönemin bir kahramanı vardır. Bana göre benim kahramanım da Mehmet abidir.” BEM'in işçi sağlığı politikası örnek alınmalıdır “Sendikasız işçilerin durumunu görüyoruz. Emek uğruna ailesini geçindirmek uğruna adam canının veriyor. Ama hak sahibi olamıyorlar. Bizim BEM'in işçi sağlığı politikası örnek alınmalıdır. Devlet dahi örnek almalıdır. Yolda bir çatlak olsa hemen önlem alınır, düzeltilir. Bu çok saygı duyulacak bir hassasiyettir. KKTC'nin genelinde örnek alınması gereken bir şeydir bu. Sendikanın varlığı da bunu etkiliyor tabii.” İşçinin iş yerini de düşünmesi lazım “İşçinin iş yerini de düşünmesi lazım. Haklarını alacaksın ama haklarını aldığın kadar o iş yerinin bekasını da düşünmek zorundasın. Umursamazlık olmaz. Sonuçta oradan ekmeğini yiyorsun. Bugün ben bir işçi olarak çimento fabrikasındaki satışlar düştüğü anda benim moralim bozuluyor. Çünkü ben 'bana ne yahu' düşüncesinde değişim. Üretim yapıyorum ben ve bir insanın ürettiği şeyin satılmamasından morali bozulur. Ne mutlu ki BEM gibi bir özel sektörde çalışıyoruz. Devlette olmayan haklarımız dahi var.” Üretimin bize kattığı özgüven var! “Üretimin bize kattığı özgüven fakat bunun da yanında gurur var. Çünkü ben üretiyorum burada. Üretimin az olduğu bir ülkede üretim yapıyorum. Devletten kaynaklı, piyasadan kaynaklı sorunlar yaşıyoruz. Çok yaşadık, hiç satmadığımız günü biliriz. Ama yine ona rağmen bizler maaşlarımızı aldık. Ama gün geldi biz 5 günden taviz verdik, iş yerimiz zarar görmesin diye 4 gün işe gittiğimiz, daha az maaş aldığımız oldu. Sendika ile iş veren anlaşmıştı ve o dönemi karşılıklı fedakarlık yaparak atlattık. Devlet üretime karşı! Devlet burada üretimi korumuyor. Sanayi Holding'te bir sürü fabrika vardı. Ne oldu? Birilerine peşkeş çekildi. Dışarıdan getirmeye başlandı. Buradaki halk da üretimden kopartıldı. Daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri tarafından bu halk hakaret gördü. Ama bunu yaratan buradaki sistemsizlik.” Birlik olmadığı yerde bozgunculuk olur! “İki yıl sonar emekli olacağım ama sendikadan ayrılmayacağım. Ailemden, eşimden önce tanıdım sendikayı. Ailem gibi bir şey sendika. Çok insanlar tanıdım. Bütün işçiler sendikalı olmalıdır. Her yerde birlik ve örgütlülük önemlidir. Birlik olmadığı yerde bozgunculuk olur!” Bugün bir işçiye bir şey olsa kimse hesabını soramıyor “KKTC'de özel sektörün bir an önce sendikalaşması lazım. İnşaatta, taş ocaklarında çok ölümler oluyor. Bu insanların haklarının koruyacak sendikaların orada olması lazım. Bugün bir işçiye bir şey olsa kimse hesabını soramıyor. Daha bir iş verenin de hapse girdiğini görmedik. Ölümlerin yaşandığı inşaatların kime ait olduğu, şirketlerin ismi hiç açıklanmıyor. Sendika şart!” Asla unutamam! “Emekçileri savunurmuş gibi gözükenler emekçileri savunmuyor. Herkes kendi cebini düşünüyor. Biz üç dört arkadaş limandan gelen çimento konusunda Başbakan'ın odasına girdik. Biri de bendim. Başbakan Ferdi beydi. Biz dedik ki dışarıdan gelen çimentoya fon, yaptırım uygulayın dedik. Çünkü bizi engelliyor. Ama öte yandan diğerleri Türkiye'den ihracat teşviği alıyor. Bize teşvik veren yok tam tersi zorluk çıkaran var. Biz de bunu gündeme getirdik. Ferdi bey ise 'ben yapamam' dedi. “Yanlış anlaşılırım” dedi. Bir başbakan bunu nasıl söyler. Yanlış anlaşılırım yapamam. Ben bunu asla unutmayacağım! Neden yanlış anlaşılacak ki. Sen bir başbakansın!” Haber: Hasan YIKICI DEV - İŞ’ten HABERLER 7 Öngörülen Birleşik Kıbrıs'ı tartışmaya devam ediyoruz! toplumlu olarak birlikte yazılması gerektiğini belirtti, Billuroğlu ortak okulların oluşması gerektiğini, Yunanistan ve Türkiye'nin boyunduruğundan eğitimin kurtarılması gerektiğini söyledi. Öngörülen birleşik Kıbrıs'ta Eğitim ve Sağlık hizmetlerine erişim isimli konferans 26 Haziran 2015 günü Oelmek Tesislerinde gerçekleştirildi. “Öngörülen Birleşik Kıbrıs'ta Maaşların Şekillendirilmesi ve Korunması Mekanizması” konulu konferans ise 10 Temmuz'da gerçekleşerek, konferansta çözüm sonrası ekonomi konusu ele alındı. “Kıbrıs'ta eğitim bütünsel olarak düşünülmeli!” Açılış sunumu olan Eğitimin Erişiminin Geliştirilmesi ETUCE eğitim politikası koordinatörü Agnes Roman yaptı. ETUCE' nin faaliyetleri hakkında geniş bilgi veren Roman, Avrupa'da gençler arasındaki işsizliğin arttığını belirtti. 25 milyon işsizin 7 milyonunun 25 yaş altında olduğunu söyledi. En çok işsizliğin Akdeniz ülkelerinde olduğunu söyleyen Roman, bu sayının daha çok olabileceğini söyledi. İyi bir mesleki eğitimi olan ülkelerde işsizlik oranının daha düşük olduğunu söyleyen Roman, bunun nitelikli eğitimle doğru orantılı olduğunu söyledi. Okul öncesi eğitime erişim eşitsizlik ve öğretmen maaşlarında eşitsizlik olduğunu söyledi. Öğretmenlerin % 80'nin kadın olduğunu ve maaşlarının da düşük olduğunu belirtti. AB yasalarına göre okul öncesi eğitime erişimin %95 olması ve ücretsiz olmasını Önemli olduğunu ama ücretli eğitimin yaygınlaştığını söyledi. Roman, Çıraklık eğitimi ile ilgili bilgi verirken, mesleki eğitime yönlendirmenin bazı ülkelerde olumsuz sonuçlar verdiğini ifade etti. Yüksek öğrenimde öğretmenin niteliğini artırmak için hizmet içi eğitimler teşvik edilirken, adil ve eşit bir şekilde devlet tarafından desteklenmelidir. Kıbrıs'ta ekonomik programın uygulanması ile birlikte öğretmenlerin azaltılması, ek ödeneklerin kaldırılması, birden fazla okulda çalıştırılması gibi önerilerin olduğunu ve bunun olumsuz sonuçlar doğuracağını söyledi. Romer: “Yoksulluk oranını 27,8” Açılış sunumunun ikinci konuşmasını ETUCE direktörü Martin Romer yaptı. Romer, birleşik bir Kıbrıs için umutların gerçeğe dönüşebileceğini düşünüyoruz şeklinde duygularını ifade etti. Romer, Kıbrıs'ın gelecek perspektifine bakarken, Kıbrıs'ta geçmişte yaşanan olayların zor bir süreç olduğunu, doğal kaynakların, stratejik konumunun güçlü bir ekonomi yaratabileceğini söyledi. Eğitime ayrılan bütçenin AB ortalamasının üstünde olduğunu ifade eden Romer, önümüzdeki yıllarda bunun biraz düşeceğini ama büyük oranlar olmadığını söyledi. Kıbrısta işsizliğin 2014'de 16,2, genç nüfus arasında 35,5'e ulaştı. Yoksulluk oranının 27,8 olduğunu ve bunun çok yüksek olduğunu söyledi. AB istihdam hedefinin % 75 kıbrıs %67,6. Ab %68'9 AB'nin gelecekteki yatırımlarından bahseden Romer, eğitim yatırımları için üç farklı projeden bahsetti. Eğitime yatırımların adanın her iki tarafından doğru orantılı olması gerektiğini söyleyen Romer, bunun dengeli bir gelişmeyi tetikleyeceğini söyledi. Eğitime yatırımı muhafaza edip, geliştirmek ana hedefin olması gerektiğini söyleyen Romer, birleşik bir Kıbrıs'ta eğitimin nasıl olacağını da tartışmamız gerektiğini söyledi. Billuroğlu: “Ders kitapları iki toplumlu yazılmalı!” KTOEÖS'den Ahmet Billuroğlu Kıbrısta'ki eğitimin politik tarihsel süreci ile ilgili bilgi verirken, iki toplumun eğitim üzerinden ayrıştırıldığını belirtti.. Eğitimin toplumları birbirine yakınlaştırmadığını, hoşgörü ve barış kültürü aşılamadığını aksine milliyetçi ırkçı söylemlerle ötekileştirdiğini söyleyen Billuroğlu, 2004 yılında kuzeyde özellikle tarih kitapları ile ilgili olumlu adımlar atıldığını fakat devlet arkasının politik nedenlerle getirilemediğini söyledi. Özel okulların ve kamusal okullara bütçe ayrılmamasının eşitsizlik yarattığını, göç yasası ile kamusal alandaki öğretmenlerin yoksulluğa terkedildiğini, özel sektörde ise eğitim emekçilerinin emeklerinin sömürüldüğü tespitini paylaştı. Çözüm önerilerimde sunan Billuroğlu, eğitimin bütünsel olarak ele alınması gerektiğini, eğitim programların, ders kitaplarının iki Herkesin ulaşabilceği sağlık sistemi! Konferansın ikinci bölümünde sağlığa erişim tartışıldı. Koordinatörlüğünü Devİş'ten Hasan Yıkıcı ve PEO'dan Soterula Charalambus oturumda, WHO'dan İan Pett, KTAMS'dan Ülfet Kral ve Sağlık Sigortası Uzmanı Thomas Antoniou sunum gerçekleştirdi. Ian Pett: “Hiçbir ülke yaşanan sorunları tek başına çözemez!” Dünya Sağlık Örgütü'nün kıdemli strateji danışmanı Ian Pett, sağlık ve mutluluğun iki önemli değer olduğunu kaydederek, sağlıklı olmanın yanında artık mutlu olmanın da temel bir olgu olduğunu ifade etti. Orta gelirli ülkelerde ve Asya ile Afrika'da daha sağlıkla ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken Pett, “Hiçbir ülke yaşanan sorunları tek başına çözmez. Artık dünya böyle bir duruma geldi” diyerek buna örnek olarak da Lefkoşa'nın kanalizasyon sorununun iki kesim tarafından çözüldüğünü gösterdi. Ülfet Kral: “Kamusal sağlık özele teşvik edilmektedir” KTAMS'tan uzman hemşire Ülfet Kral Kıbrıs'ın kuzeyinde sağlığın tarihsel gelişimini anlattığı sunumunda, “Ülkemizde uygulanan neoliberal politikalar sonucu kamusal alanalar sermaye kesimine pazarlanmaktadır. Kamusal alanlarımızdan olan sağlığa gerekli kaynak ve altyapı yapılmadığından bu alanlar özele teşvik edilmektedir” dedi. Lefkoşa'da IŞİD'e lanet okundu! Türkiye'de Suruç'ta İŞİD tarafından gerçekleştirilen katliam Kıbrıs'ın kuzeyinde DEV-İŞ'in de katılımıyla protesto edildi. Devrimci Komünist Birlik, Kıbrıs Pir Sultan Abdal Derneği, Çağ-Sen, KTÖS, KTOEÖS, Bağımsızlık Yolu, Baraka, Yeni Kıbrıs Partisi, Toplumcu Demokrasi Partisi Gençlik, Üretim Merkezi, BASINSEN, Bağımsızlık Cephesi, Birleşik Kıbrıs Partisi, Doğu Güneydoğu Kültür Derneği, DEV-İŞ, KTAMS, BES, GÜÇSEN, TDP, FEMA, KKTC Alevi Kültür Derneği ortak düzenlediği eylem Lefkoşa Kuğulu Park'ta başlayarak TC Elçiliği önünde son buldu. Eylemde sık sık IŞİD'I lanetleyen sloganlar atıldı. Okunan ortak açıklamada Suruç'ta katliamın boyutlarına dikkat çekilerek, “Reyhanlı, Roboski, Maraş ve Sivas'ta benzer katliamları yapanlar, bugün de Suruç'ta yeni katliamlara imza atıyorlar! Bizler Kıbrıs'ta yaşayan ilerici, devrimci, sosyalist güçler olarak, tüm dünya halklarının ve hemen yanı başımızdaki Ortadoğu halklarının yanındayız! Emperyalist güçlerin ve onların güdümündeki gerici güçlerin saldırılarına karşı omuz omuza birlikteyiz! Gerici barbar güçler; onlar kaybedecek... Dünya hakları ve aydınlık güçler; bizler kazanacağız!” denildi. Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu: Eylem ve mücadelede 70 yıl Bugün mücadeleleri ve eylemleri ile kuruluşundan bu yana sınıf sendikacılığı , dayanışma değerleri ve 120 ülkede 82 milyon üyesi ile WFTU 70. Yılında sınıf temelli sendikal hareketin ve çalışan insanların çıkarlarının gerçek savunucusu ve sesi olmaya devam ediyor. Hazırlayan: Resa Göçkün Bu yıl Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU)'nun kuruluşunun 70. Yıldönümü. Dünya Sendikalar Federasyonunun kuruluşu için konferans 56 ülkeden 346 delegenin katılımı ile 25 Eylül - 8 Ekim 1945 tarihlerinde Paris'te gerçekleştirildi. 3 Ekim günü konferans WFTU kurucu Kongresine dönüştü . Yeni kurulan federasyonun ilk yürütme kurulu açağıdaki gibi oluştu: Walter Citrine (Büyük Britanya) Yönetim Kurulu Başkan, Louis Sayan (Fransa) Genel Sekreter, Başkan yardımcıları Kuznetsov (SSCB), Hillman (ABD), Jouhaux (Fransa), Lombardo Toledano (Latin Amerika), Xu (Çin), Di Vittorio (İtalya) ve Coopers (Hollanda). WFTU Paris'te Kongresindeki kuruluşundan beri tüm kıtalarda çalışan insanların haklarını savunan mücadelelerle dolu bir yolda yürüdü. WFTU nun kuruluşundan kısa birsüre sonra tüm dünyada korkunç yıkımlara ve milyonlarca insanın hayatına mal olan sadece konvansiyonel değil nükleer silahların da kullanıldığı savaşta insanlık Faşizmi ve Nazizmi yenmeyi başarır. Yeni kurulan WFTU buna kayıtsız kalmaz ve ilk bildirgesinde faşizmin ortadan kaldırılması için verilecek mücadelenin öncelikli olduğunu açıklar. WFTU İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren dünyanın birçok yerinde gelişen geniş anti-kapitalist ve anti-emperyalist hareketin önemli bir bileşeni olmuştur. Soğuk Savaş'ın başlangıcı ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve diğer kapitalist devletlerin hükümetleri tarafından yürütülen faaliyetlerin sonucu WFTU saflarında bölünmeler oluşur. 1950 yılların başında diğer ülkelerdeki bazı Konfederasyonlarla birlikte WFTU saflarınıdan ayrılan Amerikalı sendikaların AFL-CIO başını çektiği birtakım girişimler sonucu sonradan adını Uluslararası Sendikalar konfederasyonuna (ITUC) dönüşecek Serbest Ticaret Birlikleri Uluslararası Konfederasyonu (ICFTU) kurdu . 1945'ten 1990 yılına kadar, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu'nun eylemlerinde uluslararası dayanışma ve enternasyonalizm ilkeleri rehberlik etmiştir, kitle örgütlerini yönlendirme ve prestiji ile işçi sınıfının kitle hareketlerinin öncü kuvvet olarak kendini kabul ettirdi. DSF Uluslararası Çalışma Örgütü içinde emekçilerin yararına olan önemli sözleşmelerin ve kararların kabul edilmesinde önemli bir rol oynadı ve değerli katkılarda bulundu. Toplu sözleşmeler, sosyal sigorta, kadın hakları, çocuk işçiliği, çalışma saatleri, işçilerin eğitimi ve işçi sınıfının kazanımlarını yansıtan Sendikal ve demokratik özgürlükler ile ilgili tüm önemli Uluslararası sözleşmeler ve kararlar DSF nin izini taşır. DSF ayni zamanda işçi sınıfının ve genel olarak ınsanlığın kitlesel mücadelelerine büyük ve çok yönlü katkı koymuştur. DSF tüzüğünde dünyada barış öncelikli bir yere sahiptir. Dünyanın her köşesinde bağımsızlık, demokrasi, ulusal kurtuluş hareketlerine, halkların ve işçi sınıfının faşist ve askeri diktatörlüklere karşı verdiği mücadeleye aktif destek sağladı. Çöküş ve yeniden kuruluş! Sovyetler Birliği'nin ve sosyalist kampın dağılması ile birlikte ortaya çıkan değişiklikler, özellikle de DSFyi etkili bir şekilde etkiledi ve uluslararası sendikal hareket içindeki dramatik değişikliklere yol açtı. Bu kritik dönemde iki konu ön saflardadır. Sınıf yaklaşımı ile öncelikli olarak WFTU yeniden inşası ve bunun nasıl olacağı. 2005 yılında Havana'da düzenlenen 15. Kongre WFTUiçin yeni bir başlangıç noktası oldu. Katılan delegeler WFTU yeni kurşunun temellerini attı. 2011 yılında Atina'da yapılan 16. WFTU Kongresi, uluslararası işçi hareketi ve insan haklarına saldırıların yoğunlaştığı kapitalist krizin yeni sorunlar yarattığı bir ortamda önemli bir dönüm noktası olur. Zorluk ve sorunlara rağmen, Kongre WFTU sınıf temelli yönelimini ve militan eylemlerini geliştirilmiştir . 16. WFTU Kongresi kararları ve sınıf dayanışması ilkelerine dayanan WFTU Avrupa Bölge Ofisi, zorluklara rağmen sınıf ilkelerine ve 16.WFTU kongre kararlarına bağlı kalarak Avrupa işçi sınıfının birliği mücadelesi ve koordinasyonu için mücadele etmeye devam ediyor. Mevcut koşullarda WFTU hareketi için çalışanlar yeni sorumluluklar ve yeni sorunlarla karşı karşıyadır Çalışanların karşı karşıya kaldığı büyük zorluklar ve saldırılara rağmen i WFTU her zaman neoliberal anti-sosyal politikalara karşı direnişin merkezi olmuştur. Bugün mücadeleleri ve eylemleri ile kuruluşundan bu yana sınıf sendikacılığı , dayanışma değerleri ve 120 ülkede 82 milyon üyesi ile WFTU 70. Yılında sınıf temelli sendikal hareketin ve çalışan insanların çıkarlarının gerçek savunucusu ve sesi olmaya devam ediyor. Kapitalizmin derin krizi farklı bir yolu savunmak, neoliberalizmin saldırına karşı direnmeye, sosyal adalete dayalı bir toplum inşası ve insanın insan tarafından sömürüsünün ortadan kaldırılması mücadelesine vesile olmalıdır. Ağustos - 2015 - Sayı 3 Sahibi: Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu adına Hasan Felek Editör: Hasan Yıkıcı Adres: Şerabioğlu Sok. No:6 L/şa PK:748 Tel: 0392 227 26 40 Fax: 0392 228 64 63 e-mail: [email protected] Web: www.dev-is.org Kıbrıs Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu (DEV-İŞ) @Dev_İs_Kibris Grafik Tasarım ve Baskı: Dörtrenk Matbaacılık Tel: 0392 225 82 11 SEKTÖREL TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ Ağustos - 2015 - Ek 1 Mutlu günler için SENDİKALI OL EMEĞİN GASPINA SON! İŞ MAHKEMELERİ KURULSUN! TEŞVİK DEĞİL SEKTÖREL SENDİKAL ÖRGÜTLENME! Özel sektörde örgütlenme tartışmaları, hükümetin programını etkileyecek kadar yankı uyandırdığı bir dönemde DEV-İŞ konuya somut öneri ve argümanlarla yaklaşmaktadır. Bunun gereği olarak ise çalışma yaşamında sektörel bazda toplu iş sözleşmesi düzenine geçilmesi gerekmektedir. DEV-İŞ olarak bizler gerek emeğin en temel yasal haklarının sağlanması gerekse de işçi cinayetleri ve kazalarının önüne geçilmesi için şu temel noktaları savunuyoruz: Çalışma Bakanlığı ve hükümet programında yer alan patronlara yönelik teşviklerle sendikalaşmanın sağlanması imkansızdır. Bizler patronlara prim artışlar ve teşviklerle ne sendikalaşmanın önünün açılacağını ne de iş cinayetlerinin engelleneceğini düşünmekteyiz! Bunun yolu emekçilerin örgütlenme ve sendikalaşma hakkını garantiye alacak, koruyacak ve ileriye götürecek yasal değişikliklerle açılacaktır. 3. Bunun yanında ise sektörlerin belirlenmesi ve sektörel bazda sendikal örgütlenme ve Toplu İş Sözleşmesi düzenine geçilmelidir. 1.Derhal iş mahkemeleri kurularak hak ihlali yapan, yasalara uymayan işverenlerin yargılanması sağlanmalıdır. DEV-İŞ olarak bu yöndeki gerek yasal gerekse de meşru militan mücadelemizi yeni girişimlerle sürdüreceğiz. 2. Özel sekörde iş güvencesinin sağlanması gerekmektir. Bugün güvencesiz bir şekilde çalışan emekçiler sendikalaşmaya veya yasal haklarını aramaya giriştikleri anda, tüm yaşamları patronun iki dudağı arasında olmakta, işlerine son verilmektedir. Sendikalaşma zemini için iş güvencesi garanti altına alınmalıdır. Hasan Felek ile röportaj Sayfa 2 DEV-İŞ'in Sesi gazetesinin elinizde tutmakta olduğunuz EK sayısında Yenidüzen ve Havadis gazetesinin dergisi POLİ'de yayınlanan DEV-İŞ Başkanı Hasan Felek, DEV-İŞ eski başkanları Ali Gülle ve Hasan Sarıca'nın röportajları derledik. Röportajların günümüzün sendikal hareketine ve özel sektörde örgütlenme tartışmalarına ışık tuttuğunu düşünmekteyiz. Hasan Sarıca ile röportaj Sayfa 3 Ali Gulle ile röportaj Sayfa 4 2 DEV - İŞ EK - 1 Hasan Felek: “'Sendikalar gelip batıracak' anlayışı tamamen yanlıştır” Havadis gazetesinin Pazar eki olan Poli Dergisi'nde DEV-İŞ Başkan Vekili Hasan Felek ile yapılan söyleşiden kesitler: Poli: Sayın Felek, KKTC'de özel sektör genelinde çalışanların çoğunluğu, iş yasalarından kaynaklanan haklardan yoksun çalışıyorlar. Hatta bu nedenle sosyal güvenlik sistemi çökmek üzere. Bizde özel sektörde sendikalaşma geleneği mi yok? Neden bu durumdayız? Hasan Felek: 1974'ten sonra Kıbrıs'ın kuzeyinde kurulan düzen, ganimet ekonomisine dayandırıldığı için süreç her bakımdan çarpık gelişmiştir. Bu durumdan nasıl ki ekonomi, gelir dağılımı, siyaset ve kültür nasibini olumsuz yönde almışsa, sendikacılık ve sendikalara bakış açısı da bu bozuk yapıdan nasibini almıştır. Oysa ki toplum, 1963-74 arasında dar alanlarda gettolarda, kendi içine kapanmış dünyadan kopuk olarak yaşıyordu. Yönetim, askeri nitelikte baskıcı bir yönetimdi ve toplumun temel ihtiyaçları, iaşe gıda yardımları veya düşük düzeyde sabit ödemelerle karşılanıyordu. Bu şartlarda bile sendikal faaliyetlerin toplumda kabul gördüğünü, iş yaşamının doğal bir parçası sayıldığını ve var olan sınırlı sayıdaki özel sektör işletmelerinde, irili ufaklı kooperatif işletmelerde sendikaların faaliyetlerinin olduğunu hatırlatmak isterim. Kıbrıs'ta sendikacılığın kökeni, çok eskilere, 1920'lere kadar geriye götürülebilir. Sendikacılık, Kıbrıs'ta üretim ilişkilerinin kapitalistleşmeye başladığı ve yeni bir sınıfın ortaya çıkması ile birlikte gündeme gelmiş ve sömürge şartlarında bile hayat bulmuştu. Üretim sektörlerine göre ve Türk-Rum ayrımı yapılmaksızın çok yoğun bir sendikal hayat vardı. Poli: Peki 1974'ten sonraki süreci nasıl değerlendirirsiniz? Hasan Felek: Savaştan sonra karşımızda, yeni oluşturulan pek çok kurumu ile koskoca bir devlet bulduk. Ve Rumlardan kalan fabrikalar, iş yerleri ve hotellerle organize edilmiş eskiye göre daha büyük ölçekli bir ekonomi ile karşı karşıya kaldık. Sanayi Holding, Kıbrıs Türk Turizm İşletmeleri, Kıbrıs Türk Petrolleri, Kıbrıs Türk Hava Yolları gibi kamu odaklı pek çok işletme oluşturuldu. Federasyonumuz Dev-İş de bu koşullarda 1976 yılında kuruldu. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in mentalitesi gereği devlet ağırlıklı bir ekonomi süreci yaşanacağı beklenirken, 1980 askeri darbesinden sonra politikalar değişti ve 1986-87 yıllarında Türkiye'den ilk ekonomik paket gelerek her şey ters yüz olmaya başladı. Bu kamu işletmelerinde ve özellikle Sanayi Holding'te sendikamız çok ciddi bir örgütlenme yapmıştı. Özel sektörde de örgütlenme gerçekleştirmiştik. Ancak Türkiye'deki yöneticilerin ekonomide rota değişikliğine gitmeleri ve bizdeki yöneticilerin sorgulamadan kabul etmeleri sonucu Rumlardan kalan fabrikaların hemen hemen tümü kapatıldı ve çürümeye terk edildi. Özelleştirme bile yapılmadı çoğu işyeri peşkeş çekildi. Bir anda ekonominin en büyük kapasitesi ortadan kalkmış oldu. Geriye devletin kendi organları kaldı. Dönemin politikacıları “bizim partiye gelin, oy verin biz de sizin çocuklarınızı devlette işe alalım” demeye başladılar. Devlet kadroları şişirildi ve sendikacılığın merkezi de devlet kurumlarına kaydı. Bu gün yaşadığımız sendikal çıkmazın kaynağı işte oradadır. Poli: Her şeye rağmen bu gün gelişmiş bir özel sektöre sahibiz. Eğitim, turizm, finans, sağlık inşaat ve daha başka hizmet sektörlerinde özel sektör yatırımları var. Bu günkü sorun ne? Ciddi düzeyde bir gelir dağılımı bozukluğu olmasına rağmen özel sektör sendikal yapılardan henüz çok uzak. Neden? Hükümetlerle veya işveren örgütleri ile bu sorun tartışılamıyor mu? Hasan Felek: Personel sayıları 5-6 bine ulaşmış ve yüksek karlılık sonucu durmaksızın yatırım yapan özel üniversiteler sendika sözünü duymak bile istemiyorlar. Lefkoşa'da bir üniversitedeki girişimimiz, çalışanların işten çıkarılması ile sonuçlandı. Yurtdışından getirilip çalıştırılan personel silah olarak kullanılıyor. Bu üniversitede çalışma izni ile çalışan ve sendikal gereksinime inanan personelin iş akitleri feshedildi. Bu durumdaki insanların bir ay içinde ülkeyi terk etmeleri lazım. Böylesi bir sonuç çalışanlar için korkutucu oluyor. Nitekim örgütlenmeye çalıştığımız bu üniversitemizde başarılı olamadık. Benzer bir durum turizm sektöründe daha da yoğun olarak yaşanmaktadır. Sözünü ettiğimiz şey aslında bir demokrasi sorunudur. Ülkemizde şu ya da bu seviyede demokrasi olduğu söylenmektedir ama iş çıkarlara dokunacak bir noktaya gelince, zümresel çıkarlar demokrasinin önüne geçebilmektedir. İşveren örgütleri ile en küçük bir temas dahi yapamaz durumdayız. Poli: Peki bütün bunlar isteğe bağlı olarak mı gelişiyor? Ülkemizde yasal standartlar yok mu? Dünya Çalışma Örgütü'nün kriterleri bizde geçersiz mi? Veya Güney Kıbrıs'taki durumu soralım. Farklı süreçler yaşıyor olsak da, ayni adada ve yaklaşık benzer bir kültür etkisi altında yaşıyoruz. Oradaki durum ne? Hasan Felek: Güney Kıbrıs'ta çalışanların sendika üyesi olmalarına yönelik özel bir yasa yoktur. Ancak her iş sektörünün işveren örgütleri ile sendikaların çok güçlü bir diyalogları vardır. Bu sosyal diyaloğun sonucunda sendikasız işçi çalıştırmak ahlaksızlık ve ayıpla eş değerde tutulmuştur. Bu kültür, 1940'lı yıllardan beridir geliştirilmektedir. Ve 1974'teki büyük felaketten sonra daha da kurumsallaşmıştır. Düşünün ki 1974'te Rum toplumunun nüfusunun üçte biri kadar olan 200 bin kişi göçmen durumuna düşmüş, topraklarının dörtte birini, sanayisi ve kıyılarının yarısını kaybetmişti. Bu şartlarda bile işveren ve çalışan örgütleri arasında güçlü bir diyalog başlatılmış ve ülkenin geleceği üzerine eylem planları çıkarılmıştır. Bu diyaloglarda hem üretim artışı, hem de çalışma koşulları eş değerde konular olarak ele alınmıştır. Poli: Siz özel sektörde örgütlenme perspektifi olan bir federasyonsunuz. Örgütlenmenin önündeki en önemli sorunlar olarak neyi görüyorsunuz? Hasan Felek: Her şeyden önce zihinlerin değişmesi lazım. İşverenler şu mentaliteden artık kurtulmaları lazım; “ben bir işyeri kuracam ve sendikalar gelip batıracak.” Bu anlayış tamamen yanlıştır. Poli: İşverenler, eğer sendikalı bir üretime geçerlerse ortaya çıkacak maliyetler sonucu bölgesel ve uluslar arası düzeyde rekabet şartlarını kaybedeceklerini düşünüyorlar. Bu iddia doğru mu? Sendikalı olmanın maliyeti çok mu yüksektir? Hasan Felek: Eğer böyle düşünülüyorsa en az bir yüz yıl geride kalmış bir tartışmayı tekrar açmak istiyorlar demektir. Günümüzde burjuva demokrasisi ile yaratılan toplum modeline bile aykırı bir düşünce. Zaten bu bir korku değil, olsa olsa daha çok kar hırsının başka bir şekilde ifade edilmesidir. Doğrudan doğruya, “sendika istemiyorum” demenin başka bir ifadesidir. Az önce Güney Kıbrıs'taki şartları konuştuk. Orada işverenlerin aklına böyle bir düşünce gelmiyor. Mesela vergi listelerinde en çok vergi verdikleri anlaşılan finans kuruluşlarının personellerini iş yasalarında belirtilen süre içinde çalıştırmaları, daha uzun süre çalıştıracaklarsa karşılığını ödemeleri iflaslarına sebep olabilir mi? Devletten teşvik gördükleri için vergi vermeyen ve bünyelerinde yüzlerce binlerce kişi çalıştıran eğitim ve turizm kuruluşlarının en az asgari ücret ödemeleri veya sosyal sigorta, ihtiyat sandığı yatırımı yapmaya zorlanmaları iflaslarına neden olabilir mi? Üniversitelerin eğitim dışında her türlü alana yatırım yaptıklarını görüyoruz. Yabancı sermayeli büyük hotellerin müşterilerine bir akşamlık konser için 100 bin lira ödediklerini biliyoruz. Personellerini köle gibi çalıştırmazlarsa iflas edeceklerine inanır mısınız? Güneyde sendikalı personel çalıştıran ve iflas etmeyen Vodafon'un Kuzey'de iflas edebileceği inandırıcı olur mu? Gündelik hayatımızda birbirimize sorular soruyoruz. “Seçimlere katılım neden bu kadar düşük? Neden toplum bu kadar sinirli ve tahammülsüz oldu? Trafik neden bu kadar bozuldu? Neden hastanelerimiz bu kadar tıka basa doldular ve artık hizmet veremiyorlar? Neden mahkemelerimizde 90 bin tane alacak verecek davası var?” Bütün bu soruların kökeninde gelir dağılımındaki bozukluklar vardır. Toplumumuz, orta sınıfın çoğunlukta olduğu bir toplum olmaktan çıkıp yoksulluğun yaygınlaşmaya başladığı bir topluma dönüşüyor. Bu düzeydeki bir sosyal gerileme, genel olarak demokrasinin sınırlarının daha da daralmasına neden olmaktadır. Halbuki yaşam insan odaklı olmalıdır. İnsana değer verilmeyen bir ortamda sonuçta işverenler de zarar görecektir. Sendikaların varlığı ve iş yaşamının yasal bir düzene kavuşması, toplumun en önemli sigortalarındandır. Poli: Sayın Felek, bir işçi federasyonunun başkanı olarak çok ciddi şeyler ileri sürüyorsunuz. Ve biliyoruz ki sınırlı da olsa, özel sektörde en yaygın örgütlenmeye sahipsiniz. Örgütlü olduğunuz işyerlerinde işçi işveren ilişkilerine özen gösterdiğinizi ve karşılıklı yarar ilkesi ile hareket ettiğinizi söyleyebilir misiniz? Hasan Felek: Mesela bu anlamda Boğaz Endüstri ve Madencilik Şirketi bizim yıllardan beridir gururla örnek gösterdiğimiz bir işyeridir. Bu işyerinde, inşaat sektörünün iyi gittiği dönemde hem işveren hem de biz işçiler olumlu sonuçlar elde ediyorduk. İnşaat sektöründe işler geriye gitmeye başlayınca üretimde gerilemeler oldu. İşveren bize 10-15 civarında personeli işten durdurmak zorunda kaldıklarını iletti. Sendika olarak biz, bütün çalışanları bir araya topladık ve bunun değerlendirmesini yaptık. Dedik ki; “Bu 15 arkadaşımızın korunması ve kimsenin işsiz kalmaması için bir şeyler yapmamız lazım. Ya herkes eş düzeyde bir fedakarlık yaparak bu kötü günleri atlatmaya çalışacağız ya da grev yapıp bu arkadaşlarımızın işsiz kalmalarının önüne geçmeye çalışacağız.” Uzun tartışmalardan sonra şöyle bir karar aldık: “var olan toplu iş sözleşmesini işler düzelene kadar askıya alacağız. Hiç kimsenin işten çıkarılmasına razı olmayacağız ve herkes işler düzelene kadar haftada dört gün çalışmaya razı olacak” Bu karar pratikte ücretlerin yüzde 20 kadar gerilemesi anlamındaydı. İşveren bu teklifimizi kabul etti, kriz dönemi bir buçuk yıl devam etti, piyasa düzelip üretim olağan düzeye çıkınca herkes tekrardan tam kapasite çalışmaya başladı ve toplu sözleşme düzenimiz tekrardan hayata geçti. Şu anda bu işyerimizde hiçbir sıkıntımız yoktur. Bu örnekle size bu ülkede sorumlu sendikacılık yapılabileceğini anlatmaya çalıştım. Eğer biz daha en baştan “ben anlamam nereden bulursan bul bana paramı ver” deseydik, ya o işyeri bu gün orada olmayacaktı ya da biz. Kısaca, biz evet sınıfsal sendikacılıktan yanayız ancak işçilerin ve bizim varlığımızı sürdürebilmemiz için işyerlerinin de korunması gerektiğine inanırız ve öyle davranırız. DEV - İŞ EK - 1 3 Hasan Sarıca: “Sektörel örgütlenme modeli uygulanmalı” DEV-İŞ'in kurucularından ve ilk Genel Başkanı Hasan Sarıca ile Yenidüzen gazetesinin özel sektörde sendikalaşma ile ilgili yaptığı röportaj: YENiDÜZEN: Özel sektörde sendikalaşma bugüne kadar neden başarılamadı nedir faktörleri? Hasan SARICA: Bunu birkaç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi; fiziki koşullar. 50 ve üzeri işçi çalıştıran özel sektör işyeri sayımız çok çok sınırlı otellerin dışında. Niye 50 rakamı? Çünkü küçük işyerlerinde örneğin 10 kişi çalışırsa bunun 1'i kendi, muhtemelen 2 kişisi kızı, oğlu, damadı… Dolayısıyla işverene rağmen örgütlenebilecek olan insan sayısı 3-5'i aşmayınca pratik olarak işyerlerinde örgütlenmenin fiziki alt yapısı oluşmuyor. Özel sektörde iş yerlerini analiz ettiğimiz zaman karşımıza böyle bir sorun çıkıyor. Çünkü en azından 30-40 ama en iyi 50 civarında bir çalışanı olması lazım işyerinin ki hısım akraba ilişkilerinden uzak örgütlenmenin fiziki alt yapısı oluşsun. İkinci faktör; yürütmenin ve yargının örgütlenme hakkı konusunda bilerek veya bilmeyerek yeterli bilgi ve saygı anlayışına sahip olmaması. Yani bir işverenin örgütlenmeye karşı çıkması karşısında yürütme veya yargının vardıkları kararlar, uygulamalar birbiriyle ilişkilidir. Biz hiç bugüne kadar sırf sendikalaştı diye işçi atan bir işverenin mahkemelerde mahkûm edildiğine şahit olduk mu? Ben olmadım. 3'ncü neden ise sendikaların kendinden kaynaklanmaktadır. Devrimci Genel İş'in özel sektörde Toplu Sözleşme, Grev ve Referandum Yasası'ndan önce Harson Deterjan Fabrikası'nda ve Arplast Fabrikası'nda yaşadığı acı tecrübeler var. Çalışanların kimi sendikaya üye olmuştu. Hepsi de işveren tarafından işten atıldı ve başka işçiler alındı. Bu konu bizim tarafımızdan yargıya taşındı. Verilen karar Anayasa Mahkemesi'ne götürüldü. O dönemde sendikalaşma nedeniyle işten atılan işçilerin yerine yeni işçi istihdam edilmesinin anayasaya aykırı olmadığına dair bir karar üretildi. Bunlar 1977-78 yılında yaşananlardır. Kıbrıs Türk Federe Devleti Yasası yürürlükteydi. Daha sonra 1994-96 CTP-DP koalisyon hükümeti döneminde ben de o dönem Çalışma Bakanlığı'nda müsteşardım. Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Referandum Yasası çıkartılırken, bütün bu açıkların ortadan kaldıracak düzenlemeler yapıldı. Bu yasayı Başsavcılık daha önce bahsettiğim Anayasa Mahkemesi kararı nedeni ile de ismi ve bir iki madde dışında Anayasa'ya aykırı buldu. Anayasa Mahkemesi oturdu ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Referandum Yasası'nın anayasaya aykırı olmadığına karar verdi. 1977-78'deki tehdit böylece ortadan kalktı. Biraz pratik düşünelim; küçük küçük bir sürü restoran var. Bunları örgütlediniz peki muhatabınız kim olacak? Burada bizim toplu sözleşme, pazarlık veya örgütlenme üzerinde hiçbir fonksiyonu olmayan Kıbrıs Türk İşverenler Sendikası var. Bu sendika her hangi bir zeminde toplu iş sözleşmesi bağlamında işverenlerini üyelerini temsil etmemektedir. Şimdi onlarca restoran var. Diyelim ki çalışanlar üye oldu ve işverenler de bunu hoş gördü nasıl bir toplu iş sözleşme oluşturulabilir? Muhatap yok, ya da yüzlerce var. Şimdi böyle bir ortamda sendikalaşma oldukça zordur. Demek ki işverenlerin de sendikaların da ya bir tek işveren sendikasında veyahut iş kolu bağlamında örgütlenmeleri ve dünyadaki klasik örgütlenmelere bakılacağı gibi örneğin inşaat sektöründe inşaat işçileri sendikası ile inşaat işverenleri sendikasının oturup toplu iş sözleşmesi yapması lazım. Bizde böyle bir zemin şuan da yoktur. Bu olmadığında benim kanaatime göre örgütlenmenin pratik alanı uygulanabilirlik alanı yoktur. Sektörel bazda işverenlerin de örgütlü olması ve sendikaların muhatabı olması gerekir. Çünkü mevcut Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Referandum Yasamız 'işveren ve işverenleri temsilen sendika' demektedir. Belki onu kaldırıp İşverenler sendikalarının artık muhatap alınmasını bir şekilde zorlayacak bir düzenlemeye gidilmeli. Hem yasal olarak hem de pratikteki kültür olarak. 'Zorunlu sendikacılığa inanlardan değilim' YENiDÜZEN: Sendikalaşma zorunlu olmalı mı? Hasan SARICA: Sendikalaşmanın zorunlu hale getirilmesine inanlardan değilim ve bu ILO'nun sözleşmelerine de aykırıdır. Zorla siz hiç kimseyi herhangi bir sendikaya üye yaptırtamazsınız. Ama sendikalaşma hakkını kullananların cezalandırılmasına karşı önlemler alabilirsiniz. Diyelim ki; sendikaların bir kısmının talebi zorunlu sendikalaşma. Peki, muhatap kim? Adamın yanında bir sekreter var, belki de kardeşidir, kızıdır… bu tür sorunları çözmek özel sektörde sendikalaşma zorunlu olsun demekle olmuyor. Hatta daha da kaotik bir ortam oluşabilir ve ister istemez sarı sendikacılık gündeme daha ağırlıkla yasa zoruyla getirilmiş olabilir. Bunun yanında endüstriyel ilişkiler de bir diğer ayaktır. Turizm sektörünü ve otelleri ele alacak olursak; turizm sektöründe belirli bir yüzdelikte vatandaş istihdamı zorunludur. Peki, bunu kim denetleyecek? Çalışma Bakanlığı… Çalışma Bakanlığı vazifesini yapıyor mu? Sorunu bile değil. Peki, özellikle otellerde öğrenci veya stajyer olarak gösterilen dünya kadar insan var. Bunların takibi yapılıyor mu? Hayır, yapılmıyor. Kimse bize boş laf konuşmasın. Ben Çalışma Bakanlığı'nda müsteşar iken yapılıyor muydu? Hayır, bizde yapamıyorduk. Ama o dönemde özel sektörde çalışanların aktif Turizm Emekçileri Sendikası vardı ve özel sektördeki ciddi otellerde örgütlüydü. YENiDÜZEN: Peki ne yapılmalı bu sorun böyle sürüp gidecek mi? Hasan SARICA: Şimdi devletin, kamunun, polisin, savcının ve Çalışma Bakanlığı'nın bu bağlamda bu işyerlerini ciddi şekilde denetlemesi lazım. Aykırı hareket edenlere mevcut yasalar çerçevesinde ne gerekirse yapılmalıdır. DAÜ'de sendikalar var. Profesör gelir, asgari ücretten primi yatırılır. Çalışma Bakanlığı Sosyal Sigorta, İhtiyat Sandığı Dairesi bunları ciddi olarak denetliyor mu? Bunların ciddi ciddi denetlenmesi ve denetime tabi tutulması gerekmektedir. Orda çalışanların gerçek maaşlarından sosyal sigorta ve ihtiyat sandığı yatırımlarının yatırılıp yatırılmadığı takip edilmelidir. Çünkü işveren çalışanların bu haklarını fiilen öderse işverenin, sendikalaşmayı kabullenmesi de nispeten daha rahat olabilir. Üniversite ve otellerde örgütlenmenin önünü açmak pratik olarak Çalışma Bakanlığı'nın görevini layığıyla yapıp yapmaması ile de bağlantılıdır. YENiDÜZEN: Bir işçinin sırf örgütlenmesinden dolayı işten atılması ne kadar yasal, etiktir. İşçi neden korunamıyor? Hasan SARICA: Suçtur. Sendikalar Yasası'na, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Referandum Yasası'na, İş Yasası'na göre de KKTC Meclisi'nce de onaylanan 87 sayılı ve 98 sayılı ILO sözleşmelerine de aykırıdır. Yani yasal alt yapı bence var. Ama o kültür yok. Yasal anlamda örgütlenmeyi öngören düzenlemeler var ve bir işçinin sendikaya üye olup olmamasından işten atılmasına sebep olanlara ceza öngören düzenlemeler de var. Yasal bir eksiklik olduğu kanaatinde değilim. YENiDÜZEN: Bu pratikte olmadı mı? Hasan SARICA: Ben duymadım, siz duydunuz mu? Varsa açıklansın. Bu denetimler sıkı bir şekilde yapılabilse sendikaların özel sektörde örgütlenmesinin fiziki koşullarının olduğu yerlerde önü rahatlayıp açılır. YENİDÜZEN: Devlet eliyle sendikalaşmanın önü tıkanıyor mu? Hasan SARICA: Tıkanmıyor. Örgütlenmenin önü açılmıyor. Bir kastı yok Çalışma Bakanlığı görevini layıki ile yapmıyor bu Maliye Bakanlığı için de geçerlidir çünkü çalışanların maaşlarından Maliye vergi alamıyor. Demek ki buradaki müfettişlerde gereğini yapmıyor. Ana unsur 50 ve üzeri işçi çalıştıran iş yerlerinde bile bunlar yapılamıyor. Demek ki Çalışma, Maliye ve diğer bakanlıkları görevini yapmamıştır. YENiDÜZEN: Peki özel sektörde sendikalaşma nasıl başarılacak? Hasan SARICA: Fiziki ortam oluşması lazım, kültür olarak bunun yerleşmesi lazım. Çalışanların örgütlenme hakkının bir şekilde olduğu gibi muhatapların da belirli olması lazım. YENiDÜZEN: İşverenler özel sektörde sendikalaşma için teşvik edilebilir mi? Hasan SARICA: İşverenleri teşvik edemezsiniz. İşverenleri sadece zorlayabilirsiniz. Sigortasından vergisinden kaçırırken işveren neden gönüllü olarak bunu istesin ki? Özellikle küçük işyerlerinde Ali'yi atar Veli'yi alır. Dolayısıyla Ali'nin hiçbir hakkı oluşmaz. YENiDÜZEN: Güney Kıbrıs'ta sendikalaşmada nedir durum? Hasan SARICA: Güneyde fiziki ortam oluşmuştur. Nasıl oluşmuştur? İnşaat İşverenleri Sendikası var. Restoran veya küçük işyerlerinde çalışanların sendikası var. Dolayısıyla muhatabı işçi örgütleri de bu işverenler ile bu sektörde çalışanların minimum haklarını düzenleyen toplu iş sözleşmeler yapmaktadırlar. Ayrıca sözleşme yapmak isterlerse onu da yapabilmektedirler. 'Savcının gözünden bakılırsa suçlu işçi ve sendikadır' YENiDÜZEN: Özel sektörde sendikalaşma üniversitelerde başlanabilir mi? Hasan SARICA: Dev-İş'in UKÜ'de bir zaman örgütlenme girişimi oldu, grevler oldu ama sonuç hüsran oldu. Çünkü suçlu işçidir ve sendikadır. Savcının gözünden bakılırsa suçlu işçi ve sendikadır. Kültür budur. Güneydeki kültür bu değildir. Orda daha objektiftir. YENiDÜZEN: Esnaf ve Zanaatkârlar Odası Koordinatörü Hürrem Tulga 25 bini aşkın iş yeri olduğu ifade etti ve çok az sayıdaki iş yerinde örgütlülük var. Bunu nasıl yorumlarsınız? Hasan SARICA: Hürrem Tulga'ya sormak gerek Oda'ya bağlı işyerlerinde çalışanların sendikalaşması konusunda kendileri acaba ne gibi katkı yapma düşüncesindedirler. Bunu işverenlerin tolere edeceğine kendisi samimiyetle inanır mı? Ben söyleyeyim kendi ne isterse söylesin, hayır. Çünkü esnaf ve zanaatkârların kendileri bile zaten zor durumdadır. Dolayısıyla sendikalaşma ve sendika kanalıyla çalışanların daha fazla haklar elde etmeye çalışmasının ben esnaf ve zanaatkârlar tarafından tolere edileceğine inanlardan değilim. YENiDÜZEN: CTP emekten yana ve birçok kez hükümette bulundu neden özel sektörde sendikalaşmanın önü açılamadı? Hasan SARICA: Emekçi halkın partisi olma iddiası başka bir şeydir. Emekçi halkın partisi olma başka bir şeydir. Maalesef şuanda neo-liberal akımların etkisi altında kalan bir CTP'den bahsediyoruz. Ama en azından olaylar olduğunda CTP işçiden yana tavır koyan partidir. Bunun tam tersi de vardır UBP gibi, bunlar hiç tolere etmez. CTP'nin zaten kamu önünde, emekçinin önünde büyümesi ve küçülmesinin temeli de burada yatmaktadır. Emekçi halktan yana mısınız patronlardan yana mısınız? Patronlardan yana olursanız zor duruma düşersiniz çünkü onların haklarını daha iyi savunan partiler var. Siz sadece kopya olabilirsiniz. Bu taraftan da emekçileri kaybediyorsunuz. Üstelik bir de neo liberal politikaları takdim etmeye çalışıyorsunuz. Röportaj: Fayka Arseven Kişi, 29 Haziran 2015, Yenidüzen gazetesi. 4 DEV - İŞ EK - 1 Ali Gulle: “Sendikacılar yamyam değildir” “Sorunları demokrasiyi de geliştirerek, sadece bu tedbiri, o tedbiri alarak değil, bu ülkede işçisiyle işvereniyle demokrasiyi bir yaşam biçimi haline getirerek çözebiliriz. Nasıl ki suya ihtiyacımız vardır demokrasiye de bu kadar ihtiyacımız var. Demokrasiyi geliştirerek, işyerlerindeki anlayışı değiştirebiliriz.” “Örneğin güneyde sektörel bazda örgütlenme var ve herkes bir sendikaya üyedir. Bizim ülkemizde de sektörel bazda sendikacılık olabilir. İnşaat sektörü, enerji, metal, gıda gibi oturup işverenler, sendikalar ve devlet bunu kollara ayırırsınız ve o çerçevede ülkede hem sendikal hareketi hem demokrasiyi geliştirirsiniz.” “İş yerleri sendikalaşmadan korkmasınlar. Sendikacılar yamyam değildir. Sendikalar, çalışanların itilip kakılmaması, gelişi güzel sömürülmemesine karşı mücadele veriyor.” “Emekçiler de örgütlenip sendikalaşırlarsa bilecekler ki hem kendileri, hem demokrasi hem o iş yeri kazanacak. Örgütlü mücadele kazandırır, iş yerinde cinayet olmasını engeller, sendika yoksa cinayet var.” DEV-İŞ eski Genel Başkanı Ali Gülle ile Yenidüzen gazetesinin özel sektörde sendikalaşma ile ilgili yaptığı röportaj: YENiDÜZEN: Neden özel sektörde sendikalaşma istenilen düzeyde olamadı? Ali GULLE: Öncelikle bu konuyu gündeme getirdiğiniz için sizi tebrik ediyorum. Bu konu ülkemizde kanayan yaradır. Biraz geçmişe gitmekte fayda vardır. Çok geri tarihlerde teknolojinin çok gelişmediği koşullarda emek ve fizik gücü ağırlıklı yoğun işyerlerinde sömürünün katmerlisi yaşanıyordu. Gün doğarken ve gün batarken o şekilde çalışılıyordu. İş güvencesi, iş sağlığı, sigorta da yok her şey iki dudak arasında… Çalışırken sakatlandınız, hasta oldunuz sokaktasınız. Böylesi bir süreçte sendikalaşma ihtiyacı ortaya çıktı ve sendikalar oldu. Sendikalar, çalışanların işçi sınıfının çıkarlarını koruyan ve geliştiren örgütlerdir. İhtiyaçtan ortaya çıkmış ve doğmuştur. Ta o günlerden bugünlere sendika mücadele çok önemli mesafeler kat etmiştir. Ülkemizde 1974 öncesi sadece PEO vardı güneyde… PEO, Kıbrıslı Türkleri de içine alan bir yapıydı. Bu yapıya bile tahammül edemeyen ve PEO'ya üye olan Kıbrıslı Türkleri tehdit eden, vuran, öldüren milliyetçilik, ırkçık yapanlar vardı. Bu yapıyı bozmak için insanlar öldürüldü, tehdit edildi ve Türk tarafında etnik temele dayalı sendikalar oluşturuldu. TÜRK-SEN'de Türkler örgütlenmeye başladı. Daha sonrada 1976'da da DEV-İŞ'te… Tarihsel süreci anlatmak istedim ki burada yaşanan süreç bilinsin. Kıbrıslı Türklerin, emekçilerin, işçi sınıfının binlerce çalıştıran iş yeri olmadığından o dönem sadece Sanayi Holding vardı. Bu yapıyı da Dev-İş örgütledi. Çalışanların haklarını, işçi ve kitle sendikacılığı doğrultusunda hem çalışanlara iş güvencesi, hem birtakım ekonomik, sosyal, demokratik hakları kazandıran ilk sendika oldu. TürkSen'e alternatif olarak emekçiler Dev-İş'te örgütlenmeye başladı. 13'ncü maaşı bu ülkeye ilk Dev-İş kazandırmıştır. İşçinin işten atılma meselesini iki dudak arasından çıkarıp disiplin kurullarını oluşturdu. İşçiler gelişi güzel işten atılamadı. Ta ki Sanayi Holding Özal'ın politikaları doğrultusunda 'gerek yoktur, kapatılsın' yani neo liberal siyasetler ülkemize girdiği gün bu örgütlü bulunan işyerlerimiz dağıtılmıştır. Süreç derinleşerek de devam etmektedir. Bütün bu yapıyı yaşayan işverenler, işçilerin, çalışanların bir sendikada örgütlenmeyi düşündüğünde zanneder ki o ilkel dönemlerdeki şu sendikalar yoktu üretim araçlarına zarar verilecek. Çalışan bir öcü olarak görülür. Bu yapıyı düşündüklerinde geri duruyorlar. Tabi temelde en önemlisi çalışanların disipline edilmesi. 8 saat çalışması, yasalara uygun olarak asgari ücretin ödenmesi, teknik elemansa bunun üzerinde maaş alması… Halbuki bizdeki işverenler tam anlamıyla hem işveren olamamıştır. Demokrasiyi tam anlamıyla içlerine sindiremediler ve sendika denildiği zaman bir öcüymüş gibi korkuyorlar. Sendikalar sadece sendika mücadele vererek, bir yere kadar gelebilir, sömürüyü engelleyebilir ama sömürüyü durdurmaz. Kendine yakın işçi sınıfına, emeğe değer veren bir partiyi desteklemen lazım.Ya da bir partiyle istişare içinde olman lazım. Neden? çünkü senin kazandığın kazanımları onu iktidara taşıyarak emeğe saygı duyan bu partileri bu kazanımlarını koruması ve geliştirmesi adına desteklenmesi gerekir. Bizde bu tür ilişki biçimi de bozulmuştur aslında. Sendikalar yaşanan kötü deneyimlerden dolayı bozulmuştur. “Emekçilerin emeğe değer veren partilere giderek güveni azalmaktadır YENiDÜZEN: Bu ilişkiler ne zaman bozuldu? Ali GULLE: Emeğe değer veren partiler hükümetlere, iktidarlara gelince tam anlamıyla emekçilerin, alın teriyle geçinen insanların, sorunlarına katkı koyamadı. Aksine düzen içerisinde emekçilerin kazanımlarının giderek kısıtlanması, haklarının geriletilmesi gözlemlenmektedir. Dolayısıyla emekçilerin emeğe değer veren partilere giderek güveni azalmaktadır. YENİDÜZEN: Sendikaların özeleştirisi nedir? Ali GULLE: Bu ülkede toplumsal bir yara vardır. Sendikalar sadece sendikacılık yapmaz, hem ekonomik mücadele hem politik, hem de ideolojik mücadele aynı anda yürütülür. Bu ülkede kayıtsız kalınabilinir mi emekçilerin sömürülmesine, örgütsüz kalmasına, ülkenin ekonomik yapısının bozulmasına, dışarıdan yabancı işçilerin getirilip kayıtsız bir şekilde 14 saat çalıştırılmasına, emekçilerin, dili, dini, ırkı, rengi ayırmaksızın çalıştırılmasına, bu ülkede bunlar yaşanmaya başlandı. Türkiye'den, Pakistan'dan, Özbekistan, Bulgaristan, Rusya'dan gelen emekçiler 3-5 kuruş kazanmak için buranın ekonomisini daha iyi gördüğünü düşündüğü için geldi. 3-5 kuruş emek parası kazanmak için ama buradaki emekçilerle çatışır bir vaziyete düşmesi emekçiler açısından kötü bir durumdur. Bütün bunlara sendikalar duyarsız kalabilir mi? Kalamaz. Bütün KİT'lerin özele veya yandaşlara devredilmesine ben sendikacıyım diye bu ülkenin vatandaşı olarak sessiz kalabilir miyim? Kalmamam lazım. Emeğe değer veren partimin de kalmaması lazım. Kaldı ki en önemlisi bu ülkede Kıbrıs sorunu gibi halen çözümlenmemiş bir sorun var. Şimdi sen bütün bunları da göz ardı ederek, neoliberal çerçevede ekonomiyi kurtaracağını, faturasını da emekçilere ödeterek kurtaracağını zannediyorsun. Bütün bu çerçevede ele alırsanız sendikalı bir iş yerinin olmasını iş adamları, işverenler arzu etmez. Çimento Fabrikası'nı örgütleyen Dev-İş bugün orayı örnek iş yeri olarak gösteriyor. İşveren de iş sağlığı, iş güvenliği ile ilgili önlemleri tamamen kendisi 'bu benim görevimdir' diyerek yapıyor. Orada işveren de işçi de memnun alın size işte özel sektör. Başka iş yerleri de sendikalaşmadan korkmasınlar. Sendikacılar yamyam değildir. Sendikalar, çalışanların itilip kakılmaması, gelişi güzel sömürülmemesine karşı mücadele veriyor. YENiDÜZEN: Bu sorunlar nasıl aşılacak? Ali GULLE: Bu sorunlar demokrasiyi de geliştirerek, sadece bu tedbiri o tedbiri alarak değil, bu ülkede işçisiyle işvereniyle demokrasiyi bir yaşam biçimi haline getirerek, nasıl ki nefes alıp verirken, nasıl ki suya ihtiyacımız vardır demokrasiye de bu kadar ihtiyacımız var. Demokrasiyi geliştirerek, işyerlerindeki anlayışı değiştirebiliriz. Örgütleyebiliriz tabi ki yasaları da değiştirerek de… Örneğin güneyde sektörel bazda örgütlenmedir ve herkes bir sendikaya üyedir. Bizim ülkemizde de sektörel bazda sendikacılık olabilir. İnşaat sektörü, enerji, metal, gıda gibi oturup işverenler, sendikalar ve devlet bunu kollara ayırırsa ve bu yönde bir sendikalaşma sağlanırsa hem sendikal hareketi hem demokrasiyi geliştirebiliriz. Dev-İş'in şimdi yeni bir ekibi var. Mehmet Seyis arkadaş da ben de diğer arkadaşlar da özel sektörde sendikalaşma konusunda çok girişim yaptık. Ancak yeni ekipteki arkadaşlar iletişimle ile de ilgilidir. Gördüğüm kadarıyla gündeme de cuk diye oturdu, 'sendikasız çalışma cinayettir' diye. Son zamanlarda gördüğüm en güzel manşettir. Ülkenin de gündemi oldu. Diğer sendikalarda bu konuya ilgilidir. Dolayısıyla hep birlikte hareket ederler ve sendikalar yasasını güncellerlerse çok iyi bir iş yaparlar. Emekçiler de örgütlenip sendikalaşırlarsa bilecekler ki hem kendileri, hem demokrasi hem o iş yeri kazanacak. Örgütlü mücadele kazandırır, iş yerinde cinayet olmasını engeller, sendika yoksa cinayet var. Röportaj: Fayka ARSEVEN KİŞİ, Yenidüzen