Nasihat Yoldur - GÜL

Transkript

Nasihat Yoldur - GÜL
Nasihat Yoldur
Ramazan SARITAŞ
Nasihat
Yoldur
Hikâyeler
1
Nasihat Yoldur
Baskı: Sarıtaş Ofset
GÜLNAR – MERSİN
0 324 751 7593
Editörler:
Alibaz KÖSMENE
Abdullah AY
Kapak Tasarım:
Bilgehan ÖZKUL
İletişim:
[email protected]
[email protected]
0 532 375 60 88
Kasım 2012
Baskı: 2000 Adet
2
Nasihat Yoldur
İçindekiler
Önsöz………………………………….5
Nereden Nereye………………………7
İmtihan ………………………………11
Dünya……………………………….. 17
Habil ve Kabil……………….…….... 21
Nuh Tufanı …………………....……..25
Halilullah………………………...……31
Kurban ……………………….....…. 35
Kabe ………………………….....……41
Ebrehe ………………………....….…45
Heykeltıraş …………………....…….49
Hz. Yusuf ……………………....……53
Çingene ve Yahudiler ………...……69
Peygamberin Halifeleri ………....….75
İmtihan ………………………..….…..81
Sahabeler ……………………….......85
Zalim Haccac …………………....….90
Ömer Bin Abdülaziz ………….....….94
İbrahim Ethem ……………..……..…98
Abbasiler ………………………....…101
Alparslan ……………………......….106
Selahaddin Eyyubi ………….....…111
Mevlana
……………….……..…..115
Yunus Emre …………………..……119
3
Nasihat Yoldur
Fetret …………………………….123
Akşemseddin ……………………127
Şeyh Edibali …………………….131
Yalın Ayak ………………………137
4
Nasihat Yoldur
Önsöz
Ticarette, siyasette, bürokraside, dini yaşamda ve
hayatın her alanında başarı ile adından söz ettiren herkesin bir
başarı öyküsü vardır. Bu başarı öyküsünde mutlaka birilerinin
nasihatleri etkili olmuştur. Annemiz,
babamız, eşimiz,
çocuklarımız, kardeşimiz, çevremizde yaşanan bir olay,
hocalarımız, saygı duyduğumuz bir kişi, okuduğumuz bir kitap,
yapılan hayırlı bir dua, bize yol göstermiştir. Bunlardan biri
mutlaka başarımıza yön vermiştir.
“Küpün içinde ne varsa, dışına onu sızdırır.” Bu
atasözünde olduğu gibi, iyi insanlar, çevrelerine maddi ve
manevi güzellikler katar.
Yaşamını olumsuzluklar üzerine
kuranların yaydıkları negatif enerjiden dolayı herkes uzaklaşır.
Allah, kullarına akıl, ruh ve nefis vermiş. Bunun yanında
cüz-i irade vererek onu imtihana tabi tutmuş. En büyük
düşman olarak da şeytanı musallat etmiş. Şeytan, nefis ile
ortaklık yaparak insanı kötü yola sevk ediyor.
5
Nasihat Yoldur
Allah, insanlara mağfiretiyle muamele edip cennetine
almak için kitap ve peygamber göndererek nasihat ediyor.
Sevgili
peygamberimiz:
“Din
Nasihattir”
buyuruyor.
Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetleri anlatarak Müslümanlara
nasihatte bulunuyor.
İnsanın dünyaya gönderilmesinden beri her zaman hak
ile batıl mücadelesi olmuştur. Şeytanın ve şeytanlaşmış
insanların isyanlarından dolayı Allah, kullarına doğru yolu
göstermek için kitap ve peygamber göndermiştir. Ancak nisyan
ile malul olan insan hatalarına tekrar tekrar düşmektedir.
Merhum Mehmet Akif ne güzel söylemiş: “Tarihi tekerrür diye
tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” Ne yazık
ki biz insanoğlu çabuk unutuyoruz ve tekrar yanlış yola
gidiyoruz. Bunun için devamlı bize nasihat edecek güzel
insanlara ihtiyacımız var.
Hatalardan dönmek için her zaman nasihatlere ihtiyacımız
var. Geçmişe bakıp yaşananlardan ders almak geleceğimize
ışık tutacaktır.
6
Nasihat Yoldur
Nereden Nereye!
Nereden
geldik ve
nereye
gidiyoruz.
İnsan
nasıl
yaratıldı? Bunu hepimiz merak ederiz. Bu bilgileri pozitif
ilimlerde bulmak zordur. Diyebilirsiniz ki, bu konular dinin
alanına giriyor ve orada var. Din ile bilim birbirine karışabilir
mi? Yoksa etle tırnak birbirinden ayrılır mı?
Etle tırnak birbirinden ayrılırsa insan hayatı zehir olur.
Bunun bir denemesini yapın. Tırnaklarınızı derinden kesin.
Acısını bir kenara elle yapılacak işleri zor yaparsınız. Bir de
tırnak olmaz ise eller vazifesini tam yapamaz. Hayatı bir
noktada zorlaştırır.
Fen ilimleri ile din ilimlerini birbirinden ayırmamak
gerekiyor. Birbirinin alternatifi olmamalı. Her ikisi de insan için
var. Öyle ise ortak merakımıza ortak cevap vermeliler.
İnsan yaratılışı ile ilgili bütün toplumlarda her tür bilgiye
rastlamak mümkün. Bunlar genelde felsefi ve destansı
anlatımlar. Akla ve mantığa uygun en geniş bilgi İslam’da.
Kuran-ı Kerim’deki ayetler ve peygamber efendimizin
hadisi şeriflerinde bazı konular nettir ve kesin hüküm taşır.
Bazı konularda yoruma açıktır. Mesela; namaz, oruç, zekat ve
hac için kesin hüküm vardır. Bunların nasıl yapılacağı kurallara
7
Nasihat Yoldur
net bağlanmıştır ve buna Müslüman olan uymak zorundadır bir
yorum getiremez.
Bir de herkesin farklı yorumlayacağı konular vardır.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki: “Kıyamet akşam vakti
kopacak” peki Türkiye’de akşam olunca Amerika’da öğle vakti,
Çin’de gece yarısı oluyor değil mi? Böyle yüzlerce konu var
yoruma açık. İşte yaratılışın hikayesi de böyle bir şey.
İslam bazı konularda kesin hüküm koyarken, bazı
konularda yorumu sonuna kadar açık bırakmış. Sanki Yüce
Allah bize şöyle sesleniyor: “ Kullarım, size cüz i irade verdim,
akıl verdim. İstediğinizi araştırabilirsiniz, yorum yapabilirsiniz.
Yapacağınız bu yorumlarda doğru sonuca ulaşabileceğiniz gibi
yanlış da yapabilirsiniz. Doğru karar verirseniz size ödül
vereceğim. Yalnız bilinçli olarak toplumu yanlış yönlendirirseniz
sonucuna da katlanırsınız.”
İslam, insanı cennete en kısa yoldan ulaştıracak kuralları
koymuş.
Şunları
yapacaksınız,
şunları
kesinlikle
yapmayacaksınız. Bir de yoruma açık olan hikâyeler var.
İnsanoğlu
her
zaman
genellikle
bir
incir
kabuğunu
doldurmayan konular üzerinde tartışır, durur.
Bir gün Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna biri getirilir.
Derler ki padişahım, bu adam 5 metreden ipi atıp iğneden
geçiriyor. Fatih Sultan Mehmet, bir görelim der. Gerçekten
adam 5 metreden ipliği atıp iğneden bir ok gibi geçiriyor.
Gösterilen bu hüner herkesin çok hoşuna gidiyor. Padişah
soruyor:
8
Nasihat Yoldur
- Bunu kaç yılda öğrendin.
- Padişahım 40 yılda öğrendim.
- Bu adama 40 altın verin ve 40 kırbaç vurun.
- Padişahım neden 40 kırbaç vurduruyorsun?
- 40 altın hünerine veriyorum. 40 kırbacı da kırk yılını
boşuna geçirdiğin için.
Biz insanoğlu böyleyiz. Kırk altın için kırk kırbaç yeriz.
Hayatımız böyle değil mi? Hepimiz yaşadığımız yıllara bir göz
atsak sanırım büyük çoğunluğumuz yıllarımızı bir hiç uğruna
geçirdiğimizi veya boşu boşuna geçip gittiğini görürüz. Bir incir
kabuğunu doldurmayan konular için kimleri kırdığımızı hatırlar
ve geçmişe hayıflanırız.
İnsan, sağlığının ve boş vaktinin
kıymetini zaman geçince anlıyor. İşte yoruma açık konular
insanı hayal dünyasında gezdirir durur. Bazen hayaller
güzeldir. İnsanın yaşam sevincini artırır ve insana vizyon katar.
Bazen de psikolojik hastalığa neden olur ve bir türlü hayal
dünyasından çıkıp gerçek dünyaya dönemez.
Rahat ve huzur içinde yaşayan bazı insanlar sıkıntıları
görünce bocalar. Ben bu hallere düşecek adam mıyım? İçine
düştüğüm sıkıntılardan nasıl kurtulmalıyım diyeceği yerde
geçmiş de yaşadığı o güzel günleri düşünüp hayal dünyasında
yaşıyor.
Tıpkı birinci dünya savaşı öncesi Osmanlı devletinin
yönetimine geçen ittihat ve terakki üyeleri gibi… Enver paşa ve
arkadaşları, devletin o anki sosyal, siyasal ve ekonomik
durumuna bakmadan şaşalı Osmanlı imparatorluğunu tekrar
9
Nasihat Yoldur
eski günlerini kazanmayı hayal ederek birinci dünya savaşına
ülkeyi soktu. Şunu hemen belirtmeliyim ki Enver paşa ve
arkadaşlarının hepsi vatanseverdi ama hayalperestti. O
yüzden 90 bin vatan evladını yazlık elbiselerle Sarıkamış’ta
düşmana bir mermi atamadan iki metrelik karın üzerinde
donarak şehit oldular. Enver paşa ve arkadaşları gerçeklerden
kaçıp hayal dünyasında yaşamalarından dolayı 500 bin
askerimizi şehit verdik. Osmanlı devleti yıkıldı ve orta doğuda
dengeler değişti. Milletimizin pestili çıktı, yaşam sevincini ve
umutlarını kaybettiler.
İstiklal mücadelesinde son bir gayret ve heyecan ile
bugünkü
vatanımızı
düşmanlardan
temizledik
ve
bağımsızlığımızı kazandık.
Hayal ile gerçek neye benziyor? Hayal, yoruma açık
konular. Gerçek, hakkında kesin hüküm konulan konular.
Hayal gereklidir elbette. Denizde yelkenli bir geminin
rüzgara çok ihtiyacı vardır. Fakat rüzgarı kontrol edemezsen
gemi hedeflenen noktaya varamaz. O zaman da felaket
geliyorum der.
Gerçek ise şudur. Kaptan bir gemisine bakar, bir
yelkenine bakar ve bir de rüzgara bakar. Bu rüzgar benim
gemimin ve yelkenimin boyutunu aşıyor, çok şiddetli en iyisi
yelkenleri kapatayım havanın biraz yumuşamasını bekleyeyim.
İşimi sağlama alayım. Biraz geç varırım ama hiçbir risk
almamış olurum, der…
10
Nasihat Yoldur
İmtihan
Kâinatta en mükemmel yaratılan varlık insan. Kuran-ı
Kerim’de Tin Suresi’nin dördüncü ayetinde “Biz insanı en güzel
şekilde yarattık” buyruluyor.
Dünya dışındaki gezegenlerde hayat emaresi ve gözle
görülen bir varlık yok gibi. Dünyamızda insanoğlunun yanında
sayısını bilemeyeceğimiz on binlerce çeşit canlı varlık yaşıyor.
En mükemmel varlığın insan olduğunu görüyoruz. Bununla
beraber hayvanlardan daha aşağı, kişiliksiz ve karaktersiz
insanlar da var. Melekleri kıskandıracak ve herksin saygı
duyduğu insanlar da var.
Yediğimiz içtiğimiz yıllarca ayrı gitmeyen dostlarımızla bir
anda nasıl düşman oluyoruz. Aynı anne ve babadan doğan
çocuklar birbirileriyle bir ömür boyu nasıl kavga ediyorlar.
Birkaç kuruş çıkar için insanlar neden hep birbirlerini
boğazlıyor ve savaşıyorlar. Bu olumsuz örneklerin sayısını
arttırabiliriz. Kısacık dünya hayatında bunlar neden oluyor diye
çoğumuz düşünürüz.
11
Nasihat Yoldur
İnsanlar hep kötü değil ya! Bir de mükemmel insanlar
var. Hayatlarında umutsuzluk nedir bilmeyen, çevresine neşe
veren ve insanlara yaşam sevinci sunanlar var. Tıpkı Yunus
Emre gibi. Yaşadığı dönemde Anadolu Moğallar tarafından
talan edilmiş insanlar perişan, umutsuz ve yaşam sevinci
kalmamış.
Yunus Emre sayesinde Anadolu insanımız kendine
gelmiştir. O, hayattan bir beklentisi olmayanlara ışık tutmuş bir
rehber. Kardeşliği, birlik ve beraberliği tekrar güçlendirmiştir. O,
bu gayreti ile milletin gönül tahtına oturmuştur. Yüz yıllar
geçmiş hala sanki aramızda. Nice yüz yıllar geçmiş bazı
düşünürler, liderler sanki aramızda gibi yaşıyorlar. Gerçekte
yaşamadıklarına göre onlar bizim gönül tahtımızda hayatlarını
idame ettiriyorlar.
İki
tür
insan
vardır.
Birisi
nefret
ve
intikam
duygularımızı uyandırıyor, diğeri ise; kendisi ve davası yoluna
canımızı feda edeceğimiz nitelikte. Sonuçta kötü ve iyi her
insan; Hz. Adem ve Havva’nın çocuklarıdır. Hepimiz kardeşiz
öyleyse bu mücadele niye?
Hz. Adem (a.s.)
yaratılmadan önce, yaşadığımız bu
dünya vardı. Bunu nereden anlıyoruz. Bakara 30. ayette “Hani
Rabbin meleklere: ‘Muhakkak ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım’ demişti. Melekler de: ‘Biz seni hamdinle tesbih ve
tenzih edip dururken –orada bozgunculuk edecek, kanlar
dökecek- kimse mi yaratacaksın?’ demişlerdi. Allah (da): ‘Sizin
bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim’ demişti.” Taberi’nin
12
Nasihat Yoldur
tefsirinde Abdullah İbn Ömer (r.a.): “Cân oğulları diye anılan
cinler, Adem (a.s)’in yaratılmasından iki bin yıl evvel
yeryüzünde idiler. Yeryüzünü fitne ve fesada vermek suretiyle
bozdukları ve kanlar döküp cinayetler işledikleri için, Allah
onlara karşı meleklerden müteşekkil bir ordu gönderdi.
Melekler tarafından iyice hırpalanan bu fesatçılar denizlerdeki
adalara sığınmak suretiyle canlarını kurtarabildiler. Bunun
üzerine Cenab-ı Hak meleklere: “Muhakkak ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım” dedi.
İbn-i
Abbas
şöyle
diyor:
İnsan
çamurdan
yaratıldı.
Yeryüzünde önceleri cinler yaşarlardı. Onlar arzda kanlar
akıttılar, birbirlerini öldürdüler. Allah onlara İblisin komutasında
meleklerden askerler gönderdi. İblis ile onun komutası altında
bulunanlar, öteki cinlerle savaşarak, onları denizlerdeki adalara
ve dağların etrafına sürdüler. Bu zaferi kazandıktan sonra
İblisin kalbinde gurur doğdu ve: “Ben, kimsenin yapmadığı bir
iş yaptım” diye övündü. Allah onun kalbinde doğan bu gururu
biliyordu. İblisin yanındaki melekler bunu bilmiyorlardı. Cenab-ı
Hak, İblisin yanında bulunanlara: “Ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım” dedi. Buna karşılık olarak melekler: “Sen, bizim
kendilerini tenkile memur edildiğimiz cinlerin yaptığı gibi orada
fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın?”
dediler.
Bu ayetten ve sahabelerden Abdullah ibn-i Ömer ve İbn-i
Abbas’ın
yorumlarından
anlıyoruz
ki
yaşadığımız
bu
dünyamızda insan yaratılmadan cinler hüküm sürüyormuş. O
13
Nasihat Yoldur
cinler
de
Allah’a
isyan
ettiklerinden
dolayı
İblis’in
başkomutanlığındaki melekler ordusu onları perişan ediyor. Bu
galibiyet İblis’te büyük bir gurur oluşturuyor. Ben yaptım ve
Allah’ın düşmanlarını yerle bir ettim diye gururlanmaya
başlamıştır. Oysa diğer savaşa katılan melekler şöyle dua
ediyordu: “ Yarabbi! Yardımınla ve inayetinle bu savaşı
kazandık.
Sen
yardım
etmeseydin
biz
bu
savaşı
kazanamazdık. Hamd sana, şükür sana ve minnet sanadır”
Melekler çok mütevazi idiler. İblis ile melekler arasında büyük
bir uçurum meydana geldi.
Yüce Allah,
bizden önce yani insanoğlundan önce
cinlerin yaşadığı bu dünyamızda bulunan bütün toprak
çeşidinin karışımından insan yaratmaya karar verdi. (En
doğrusunu bilen Allah’tır. Bizim ki sadece bir yorumdur.)
yeryüzünde fitne ve fesat üreten cin topluluğunu yenen
melekler ve komutanları İblis’in bulunduğu bir ortamda Allah,
yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi. Melekler cinlerle
yapılan savaşı düşündüler. O cinler yeryüzünü fesada
uğratmışlardı. Melekler yaşadıkları bu olayı düşünerek “ Biz
hamdinle tesbih eder ve seni ululayıp dururken, orada
bozgunculuk yapacak ve kanlar akıtacak bir varlık mı
yaratacaksın” dediler. (Bakara 30) Bu ayetin devamında
“Şüphesiz ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim” Yüce
Allah’ın bu sözü melekleri kendine getirmiştir. İblis kahramanlık
sarhoşluğundan bir türlü kurtulamıyordu. Allah’ın; “ Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım.” sözünü kabullenemiyordu.
14
Nasihat Yoldur
Allah, Adem’i yarattı. Bütün meleklerini topladı. Bakara 31.
ayette bu durum şöyle anlatılıyor: “Allah Adem'e bütün
varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek,
"Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini
bildirin" dedi. Bu ayetin devamında melekler şöyle der: "Seni
bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla
bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler. Melekler tövbe
istiğfar etmiş ama İblis büyük şok geçiriyordu. Yaşanan olayları
bir türlü hazmedemiyordu. Yüzünden düşen bin parçaydı. Dün
büyük savaş kazanan en büyük komutandı. Kendini Allah’ı en
çok seven biri olarak görüyordu. Gurur ve enaniyetinin yanında
artık kin ve nefrette oluşmaya başladı. Allah’ın ve bütün
meleklerin gözünden düşüyordu. Bunun sebebi olarak yeni
yaratılan ve Allah’ın yeryüzüne Halife olarak gönderdiği Hz.
Adem’di. İblis yüce yaratıcıyı çok iyi tanımasına rağmen
içindeki gurur ve kibir sonunu hazırlıyordu. İblis kulluk görevini
unutmuştu. İntikam hesapları yapmaya başladı. Bundan dolayı
Allah meleklere Adem ile ilgili Bakara 33.ayette şöyle buyurdu:
“Allah şöyle dedi: "Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle."
Adem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, "Size,
göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa
vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim
mi?" dedi. İblis bu sözleri artık anlamıyordu. Egosu onu farklı
bir boyuta çekmişti. Allah’ı en iyi bilen İblis’ti ve ona en çok
kulluk eden de oydu. Onun için meleklerin lideri idi. Bütün
15
Nasihat Yoldur
alemlerin tek sahibi Allah. Kulların tek görevi ona itaattir. İblis o
itaat görevini yapmayıp, gurur ve kibrine uyduğu için önüne
çıkan sınavı kaybetmiştir. Yüce Allah İblis’e son şans verdi ve
Bakara 34 ayette: “Hani meleklere, "Adem için secde edin"
demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen secde etmişlerdi,
İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden
olmuştu.” İblis bu sınavı böylece kaybetti ve şeytan oldu.
Ebediyen Allah’ın lanetine uğradı. Bütün makam ve mevkilerini
insan yüzünden kaybettiği için en büyük ve tek düşmanı
insanoğlu.
16
Nasihat Yoldur
Dünya
Allah,
hammaddesi
yeryüzündeki
toprakların
karışımından olan insanı yarattı. İsmini Adem koydu. Allah,
Adem’e her şeyi öğretti. Ona kendi özünden Ruh verdi, her
şeyi güzel görsün, güzel düşünsün diye.
Bütün canlıların
hayran olduğu ve saygı duyduğu bir insandı Adem…
Allah, ruhun yanında bir de nefis verdi. İsyan eden,
şeytanın peşinden koşan, heva ve hevesinin peşinden koşarak
bütün canlıların nefret ettiği bir varlık. Ayrıca hiçbir şeyden
memnun olmayan, her şeye olumsuz bakan ve her şeye isyan
eden bir varlık
Allah, insana ruh ve nefsi kontrolde tutması için akıl
vermiştir. Ona cüzi irade vermiştir.
Allah, Adem’in eğe kemiğinden ona eş yaratmıştır. Hz.
Adem ve Hz. Havva cennette ilk ve son kez Allah tarafından
imtihana tabi tutulmuştur. ( Cennete girenler bir daha imtihan
edilmeyecektir. Orası mükâfat yeridir. Sonsuza dek orada
istediği gibi yaşabileceklerdir.)
Hz. Adem ve Havva validemiz, cennette bir tek elma
ağacının meyvesi ile imtihan oldular. Şeytan onların peşini
bırakmadı ve cennetten kovulması için büyük bir çalışma içine
17
Nasihat Yoldur
girdi. Şeytan, yaratılan insan yüzünden makam ve mevkisini
kaybettiğini düşünüyordu. En büyük düşman olarak gördüğü
Hz. Adem ve eşini cennetten kovdurmak için çok büyük
mücadele verdi. Yukarıda belirtildiği gibi Allah insana nefis
vermişti, ruh ve akıl vermişti. İşte şeytan nefisten girerek insanı
kandırdı. Bu olay Bakara 35 ve 36. ayetlerde şöyle anlatılır:
“ Dedik ki: "Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada
dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa
zalimlerden olursunuz. Derken, şeytan ayaklarını oradan
kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun
üzerine biz de, "Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için
yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır." dedik
Cennetten
kovulduktan
sonra
Hz. Adem
bugünkü
Hindistan’a ve Hz. Havva validemiz de Kudüs civarına
gönderilmiştir.
Her
ikisi
yapayalnızdır.
Koskocaman
yeryüzünde iki insan birbirinden kilometrelerce uzaktaydı.
Pişmanlık bir taraftan, yalnızlık bir taraftan ve ne yapacaklarını
bilmeyen iki insandı. Şeytan bayram ediyor, sevinçten dört
köşe olmuş ve intikamını almıştı.
Belli bir süre sonra düşünmeye başladılar. Yaşadıkları
zamanı düşündüler, cenneti düşündüler, melekleri düşündüler,
şeytanı düşündüler ve her şeyden önemlisi kendilerini yoktan
var eden Allah’ı düşündüler. Allah’ın kendilerine verdiği nimeti
hatırladılar. Nefislerine uymuşlardı ve şeytanın hilelerine
kanmışlardı. Vicdanlarını dinlediler ve en büyük düşmanlarının
şeytan ve nefisleri olduğunu akıl nimeti ile çözdüler.
18
Nasihat Yoldur
Allah’a tövbe ve istiğfar etmeye başladılar. Günahlarına
ağladılar. Yıllar yılı tövbe ve istiğfar ile geçiyordu. Bir yandan
da birbirlerini çok özlüyorlardı. Acaba o ne yapıyordur.
Yağmurda, karda, soğukta ve sıcakta o ne yapıyor. Yine bir
gün kalktıklarında dua ile Allah’a yalvarıp yakarırken farklı
sevinç içlerini sarıvermişti. İçlerindeki hisler yani ilhamlar onları
bir noktaya doğru götürüyordu. Her ikisinin içi içine sığmıyordu.
İçlerindeki heyecan ve mutluluklarının sebebini bilmiyorlardı.
Hz. Adem ve Havva validemiz, uzun ince bir yolda dere
tepe gidiyorlar. Nereye gittiklerini kendileri de bilmiyor.
İçlerindeki bir ses onları götürüyor. Nihayet Hz. Adem doğudan
ve Hz. Havva batıdan aynı anda Arafat dağının tepesinde
buluşurlar. Birbirlerini görünce hem şaşırmışlar hem de çok
sevinmişler. Mutluluklarını paylaşmak için, yoktan var eden ve
imtihana tabi tutan Yüce Allah’a ellerini kaldırmışlar, dua
etmeye başlamışlar ve Hz. Adem şöyle dua ediyordu:
“Yarabbi, biz nefsime uyduk günah işledik. Günahlarımızı affet,
bizi
bağışla,
şeytana
uymaktan
koru.
Senden
bunu
Muhammed’in hatırı için istiyorum” deyince Yüce Allah
buyurdu!
- Sen benim Muhammed’imi nerden biliyorsun?
- Yarabbi, cennetin kapısında görmüştüm. La ilahe
illallah
Muhammedün
Resûlullah
şimdi
hatırladım.
sevdiğin biri olmasa isminin yanına onu yazmazdın.
- Muhammed kim biliyor musun?
- Bilmiyorum Ya Rabbi
19
Çok
Nasihat Yoldur
- O senin neslinden gelecek son peygamber
- Ya Rabbi verdiğin nimetlere hamd olsun, sana ne
kadar şükretsek azdır. Bizi habibin Muhammed hürmetine
bağışla
- Sizin günahlarınızı bağışladım…
Hz.
Adem
ve
Havva
validemiz
şükür
secdesine
kapandılar. En büyük sevinci ve mutluluğu yaşadılar.
Hz. Adem ile Şeytan arasındaki fark burada ortaya
çıkıyor. Hz. Adem hatasını itiraf etti, Pişmanlık duydu, Nefsini
kötüledi, Tövbeye devam etti ve Rahmetten ümidini kesmedi…
Şeytan ise günahını ikrar (saklamadan söylemek) etti,
pişmanlık duymadı, kendini kötülemedi, kendini kötülemeyip
azgınlığını Allah’ü Teala’ya nispet etti ve Rahmetten ümidini
kesti.
Hz. Adem, eşi ve meleklerle Mekke’de Kabe’yi yaptı.
Peygamber oldu. Bir kız, bir erkek olmak üzere ikiz çocukları
dünyaya gelmeye başladılar…
Hacıların, Arafat’ta vakfeye durması ilk atamız Hz. Adem
ve Havva validemizin buluşmasını ve bağışlanmasını hatırlatır.
Hac görevini yapanlar, annesinden doğmuş gibi bütün
günahları bağışlanır. Bütün ibadetlerde, Allah kabul etsin denir.
Hac görevini yerine getirene Allah mübarek eylesin denir.
20
Nasihat Yoldur
Habil ve Kabil
İnsanın hammaddesi yani Hz. Adem’in yaradılışındaki
toprak çeşitleri bu dünyamıza ait. Yeryüzünde kaç çeşit toprak
varsa bazı rivayetlerde iki yüz noktadan alınan topraklar su ile
karıştırılmış ve balçık haline getirilmiş. Bu topraklar hava almış,
ateş görmüş.
İklim, insan yaşamında çok önemli bir paya sahiptir.
İnsan karakterinde, renginde, yaşam koşullarında ve hayata
bakış açılarında büyük bir rol oynar. Her ülkenin, her bölgenin,
her yerleşim yerinin kendine has özellikleri var. Bu hem
ekonomide büyük bir rol oynuyor, hem de insan psikolojisi ve
yaşam koşullarında büyük önem gösteriyor.
Hz. Adem ve Havva’nın çocukları dünyaya gelmeye
başlıyor. Çocukları çoğalıyor ve büyüyor. Ailede her gün
sorunlar başlıyor. Dünya imtihan yeriydi. Şeytan, Hz. Adem ve
eşinin af edilmesi karşısında iyice çılgına dönmüştü. En büyük
azılı düşmanı insanoğluydu. Şeytana karşı insanın en büyük
silahları Allah’a kulluk, vicdanlarını dinleme ve nefsine karşı
mücadelesidir. Şeytanın en büyük tek silahı vesvesedir.
Şeytan insanın en zayıf anını bekler durur.
21
Nasihat Yoldur
Habil ile Kabil büyümüşler ve kendi işlerini yapıyordu.
Habil hayvancılıkla uğraşıyor, Kabil tarımla uğraşıyordu.
Evlenme çağları gelmişti. Hz. Adem’in çocukları bir kız bir
erkek
ikiz
olarak
dünyaya
geliyordu.
Evlenme
çağına
geldiklerinde babaları, ilahi emir ile çocuklarına çapraz
evlenebileceklerini
söyledi.
Kabil’in
kız
kardeşi
normal
koşullarda Habil’le evlenmesi gerekiyordu. Ancak Kabil,
Habil’in kız kardeşinden kendi ikizi daha çok güzel olduğu için
buna itiraz etmişti. Bu olayı şeytan çok iyi değerlendiriyordu.
Kabil’in kıskançlık krizine girmişti. Habil çok rahat yaşıyor,
anne ve babasına hizmette kusur etmiyordu. Yaptığı her işi
severek
yapıyor
ve
hiç
kimseye
kötü
bir
düşünce
beslemiyordu.
Hz. Adem Habil ile Kabil’i çağırdı. Allah için yaptıkları
işten kurban adamalarını istedi. Kabil çok agresif ve her şeyi
eleştirel gözle bakar hiçbir şeyi olumlu görmezdi. Bu yüzden
babası, ara ara bu davranışlarının yanlış olduğunu söylerdi.
Bazen çocuklarını karşısına alır nasihatte bulunurdu. Allah’ın
rahmetinin ne kadar geniş olduğunu ve buna örnek olarak
yaşadıklarını anlatırdı. Şeytan Allah’a isyan etti. Bunun sebebi
olarak insanı gördü. Onun için şeytanın oyununa gelmeyin diye
nasihat ederdi. Hz. Adem ve eşi her zaman çocuklarının iyiliği
için her daim dua ederdi.
Habil ve Kabil söylenen yere kurbanlıklarını bıraktılar.
Habil beslediği en iyi koçu kurban olarak Allah’a sundu. Kabil,
yetiştirdiği mısırlardan ve meyvelerden en kötü olanlardan
22
Nasihat Yoldur
bıraktı. Habil Allah rızası için en iyisini bırakırken, Kabil
babasına ayıp olmasın diye en kötü ürünlerini bıraktı. Sonuçta
Habil’in kurbanı kabul edildi. Kabil olay karşısında küplere
bindi. Şeytan bu fırsatı iyi değerlendirip Kabil’e fısıldadı:
“ Baban, Habil’i çok seviyor, çok güzel olan kız kardeşini
onunla evlenmesini istiyor. Allah’a dua edip senin kurbanını
kabul ettirmiyor. Eğer sen Habil’i öldürürsen baban seni de
sevecek, güzel kız kardeşinle evleneceksin ve kurbanını da
Allah kabul edecek.” diye dolduruşa getirdi. İçindeki nefret
ateşi bir anda alevlendi ve kardeşi Habil’i öldürdü. Pişman oldu
ama gururuna yedirip tövbe ve istiğfar etmedi. Kız kardeşini
alarak, annesine, babasına ve diğer kardeşlerine haber
vermeden uzak diyarlara gidip yerleşti.
Habil ile kabil konu alan Maide süresi 27,28,29,30 ve 31.
ayetler: “Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku.
Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş,
diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen,
ötekine):" Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti:
"Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder. Allah'a
yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da,
ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin
Rabbi olan Allah'tan korkarım. "Ben isterim ki sen, benim
günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından
olasın! Zalimlerin cezası budur." Bunun üzerine kurbanı kabul
edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve
onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu. Derken Allah
23
Nasihat Yoldur
bir karga gönderdi, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini
göstermek için toprağı eşeliyordu. "Yazıklar olsun bana, şu
karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz
miyim ben?" dedi ve pişman olanlardan oldu.”
Kıyamete kadar Habil, mazlumları temsil edecek, Allah’a
sadık bir kul olması ve mazlumların manevi önderi olarak hep
anılacak. Anne ve babaya itaat etmenin mükâfatını gören bir
gönül eriydi. Dünya işlerini hakkıyla yerine getiren asla hile
yapmayan bir kahramandı. Nefsini değil, vicdanını dinleyen
erdemli bir insandı.
Kabil ise, zalimleri temsil edecek. Allah’ı ilah olarak
bilmesine ve babasının peygamber olduğunu bilmesine
rağmen onlara hep muhalefet etti. Nefsinin ve şeytanın istek ve
arzularını yerine getirdi. Kadın ve mal hırsı gözünü kör etti.
Hakikatleri bilmesine rağmen şeytan gibi isyan etti ve onun
emir ve komutasına girdi.
Dünya işlerinde hep hile,
üçkâğıtçılık ve düzenbazlıkla yaparak yaşadı. Kardeşi Habil,
cennette ebedi kalacak ve kendisi de cehennem de ebedi
kalarak azap çekecek…
24
Nasihat Yoldur
Nuh Tufanı
Hz. Âdem’den sonra İdris peygamber geldi ve tıpkı Hz.
İsa’da olduğu gibi Allah, onu kendi katına aldı. İnsanlar İdris
peygambere saygısını ve sevgisini belirtmek için onun
heykellerini yaptılar, resmini yaptılar, evlerine ve şehrin
meydanlarına astılar. Heykel ve resimcilik o kadar ilerledi ki,
herkes sevdiklerinin heykellerini yapmaya başladılar. İyi niyetle
yapılmış heykeller ve resimler zaman içerisinde putçuluğa
dönüşmüştür. İnsanlar Allah’a değil o elleriyle yaptıkları putlara
tapmaya ve ibadet etmeye başladılar.
Hz. Nuh, Allah’ı unutup, puta tapan bu insanların
arasında dünyaya geldi. Marangozluk yaptı, hayvancılık ve
tarımla uğraştı. Hz. Nuh, insanların Allah’ı bırakıp putlara
tapmasını bir türlü kabullenemiyordu. Her gün Allah için ibadet
ediyor ve onun için gözyaşı döküyordu. İnsanların bu
sapıklığının altında en büyük sebeplerden biri şeytanın
evhamlarıydı. İnsanın en büyük düşmanı şeytandı. İnsan
Allah’a tam kul olamayınca, şeytanın oyuncağı oluyor. Hz.
Nuh,
bir yandan Allah’a kulluk vazifesini tam yapıyor, bir
yandan dünyalık geçimi için çalışıyor ve bir yandan insanların
vurdumduymazlığına, puta tapmalarına ve her türlü hile
yapmalarına üzülüyordu.
25
Nasihat Yoldur
Hz. Nuh 50 yaşına geldiğinde peygamber oldu. Bütün
insanlara 950 yıl boyunca tebliğde bulundu. Hz. Nuh’un
mücadelesi ve kavmi ile ilgili ayetler şöyle:
Araf süresi 59. ayet
“And olsun biz Nuh'u kendi kavmine
(halkına bir elçi olarak) gönderdik. Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben,
sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”
Yunus süresi 71. ayet “Onlara Nuh'un haberini oku.
Hani kavmine demişti ki: 'Ey kavmim, benim makamım ve
Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben,
şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla
toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü
kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki
hükmünüzü-bana süre tanımaksızın verin.”
Hud süresi 32.ayet: “Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun,
bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bize vaat
ettiğini getir (görelim.)”
Hud süresi 36. ayet “Nuh'a vahyedildi: “Gerçekten iman
edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde
onların yaptıklarından dolayı üzülme.”
İşte 950 yıllık mücadele de bunlar yaşandı. Toplam 80
kişi iman etti. Azıttıkça azıttılar ve Allah’ın azabını göstermesini
istediler. Allah, Nuh’a gemi yapmasını emretti. Üç katlı bir gemi
yapıyordu. Geminin yapımı sırasında inanmayanlar gelip Hz.
Nuh’la alay ettiler. Bu yetmiyor gibi tuvalet ihtiyaçlarını gemiye
yapıyorlardı. Allah o kâfirlerin vücutlarına kaşıntı ve uyuzluk
26
Nasihat Yoldur
verdi. Ne yaptılarsa geçmedi.
İçlerinden biri yine tuvalet
ihtiyacına gemide yapıyordu ve kaşıntıları devam ediyordu.
Ayağı kaydı ve pislediği yere düştü. Eli yüzü o pislediklerine
değmişti. Bir de ne görsün kaşıntıları geçmeye başladı.
Kaşıntısı geçen adama herkes sormaya başladı. Kaşıntın nasıl
geçti? Ne yaptın dediler, o da başından geçeni anlattı. Herkes
gemiye koşup pislediklerini vücutlarına sürdüler. Hem gemi
temizlenmiş oldu hem de kaşıntıları geçmiş oldu. Yaşadıkları
bu mucizeyi bile anlayamadılar ve küfürlerinde inat ettiler.
Gemi tamamlandı. Hz. Nuh’a inananlar bindi. Her çeşit
yiyecekler gemiye stok edildi. Her canlı türünden birer çifti
gemiye alındı. Yerden su kaynamaya, denizler ve nehirler
taşmaya, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla sular
yükselmeye başladı. Sular yükselince gemi de yüzmeye
başladı. Gemide Hz. Nuh’un üç oğlu vardı. Bunlar Sâm, Hâm
ve Yafes. Diğer oğlu Kenan babasına inanmıyordu. Bir ara Hz.
Nuh, oğlu Kenan’ı gördü ve dedi ki: “ Bugün kurtuluş yok, gel
gemiye bin ve kurtul” dedi. Oğlu Kenan ise; “Ben sana
inanmıyorum. Ben şu yüksek tepeye çıkıp kurtulacağım.” der
demez bir su dalgası geldi ve gözden kayboldu. Çok üzülmüş
ve yüce Allah’a onu bağışlaması için dua etti.
Suların
yükselmesi, oğlu Kenan’ın olayı Kuran-ı Kerim’de şöyle
anlatılıyor;
Hud süresi 42.ayet: “(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga (lar)
içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna
27
Nasihat Yoldur
seslendi: 'Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte
olma.'
Hud suresi 45. ayet: “Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki:
'Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de
doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.'
Hud suresi 46. ayet: “Dedi ki: Ey Nuh, kesinlikle o senin
ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır).
Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme.
Gerçekten cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.”
Yaklaşık 6 ay boyunca gemide kaldılar. Her taraf sular
altındaydı. Kâbe’yi kırk kez gemi ile tavaf ettiler. Bütün
yerleşim yerleri yok oldu. Bundan Kabe’de nasibini aldı. Hz.
İbrahim ve Hz. İsmail zamanına kadar Kabe yıkılmış ve yeri
unutulmuştu. Nuh tufanı yeryüzünü tamamen kaplamıştı.
Bunun en büyük kanıtı en yüksek yerlerde deniz kalıntıları ve
deniz hayvanlarının fosillerinin bulunmasıdır.
Allah’ın emri ile yağan yağmur durdu. Yer suyunu çekti
ve gemi Cudi Dağı’na oturdu. Yaklaşık bu süre 150 gündü.
Recep ayında başlayan tufan Muharrem ayının onunda sona
erdi. Gemide yiyeceklerin sonuna gelmiş ve herkes acıkmıştı.
Hz. Nuh, herkese gemide yiyecek ne varsa getirmesini istedi.
Toplanan malzemeleri bir kazana atıp karıştırarak bir yemek
ortaya çıktı. Onun adına Aşure dendi. O günden bugüne bu
adet yapıla gelmiştir.
Bütün inanç sistemlerinde Nuh tufanı anlatılır. İnsanlığın
ikinci atası olarak Hz. Nuh gösterilir. Bütün insanlık onun üç
28
Nasihat Yoldur
çocuğundan çoğaldığına inanılır. Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve
Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i
de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve
Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedir.
Allah’a inanmayan bütün insanlar suda boğuldu. İnanan
insanların atası Hz. Nuh’tur. İnsanlardan önce bu dünyada
cinler yaşıyordu. Allah’a isyan ettiler. Bu nedenle yeryüzünde
zelil duruma düşürüldü. Onun yerine halife olarak insan
yaratıldı. İnsanlarda isyan etti ve Allah, inanmayanları suda
boğdu. İnsana verdiği halife unvanını geri alıp başkasına
vermemiştir. Yine bu makamı insana vermiştir. İnsanların yine
isyan edeceğini belirtiyor. Konu ile ilgili iki ayet bu olayı çok
güzel izah ediyor.
Araf süresi 69. ayet: “Sizi uyarmak için aranızdan bir
adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi
şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler
kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün
kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki
kurtuluş bulasınız.”
Hud süresi 48.ayet: “Ey Nuh' denildi. Sana ve seninle
birlikte olan ümmetler üzerine bizden selam ve bereketlerle
(gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kâfir) Ümmetleri de
yararlandıracağız,
sonra
onlara
bizden
acı
bir
azap
dokunacaktır.”
Nuh Tufanı bize Allah’ın azametini, mağfiretini ve
gazabını anlatıyor. Azametini anlatıyor yani büyüklüğünü
29
Nasihat Yoldur
gösteriyor. Ol emri ile yeryüzü sular altında kalıyor ve ol emri
ile sular çekiliyor ve yaşanacak güzel bir ortam yaratıyor.
Mağfiretini yani bağışlayıcılığını gösteriyor. İnsanlara nimet
veriyor ve insan nankörlük yapıyor. Buna rağmen insanı en
güzel şekilde yaratmaya devam ediyor. Allah’a isyanda ve
gönderdiği elçilere hakaret edenlere rahmet ediyor. Halife
unvanını
insandan
geri
almıyor.
“Rahmetim
gazabımı
geçmiştir” diyen Allah’a bizler de gerektiği gibi kulluk
yapmamız gerekiyor…
30
Nasihat Yoldur
Halilullah
Nemrut, kendini ilah ilan etmiş ve onun heykelleri birer
ibadethane haline getirilmişti. Heykeltıraşçılık zirve noktasına
ulaşmıştı. En büyük heykeltıraş ustalarının başında Hz.
İbrahim’in babası Azer geliyordu. Hz. İbrahim çocukluk ve
gençlik
yıllarında
tepkisini
ortaya
koyarken,
halkı
da
düşünmeye sevk ediyordu. İnsanların aklına ve vicdanına
sesleniyordu.
Babasının put yapmamasını ve Allah’a kulluk
etmesini istiyordu. Ancak o küfründe inat ediyordu. Kur’an-ı
Kerim’de babası ile olan diyalog şöyle;
Enam Suresi, 74.ayet “Hani İbrahim, babası Azer'e
(şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu,
ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum."
İnsanların vicdan ve aklına seslenen Hz. İbrahim;
Yıldızları gördü ve çevresindeki insanlara dedi ki; “ Bu benim
rabbimdir”
biraz sonra yıldız kayboldu ve bu benim ilahım
olamaz dedi. Bir başka zaman yanında bulunanlara güneşi
gösterip bu benim Rabbim demişti. Akşam olup güneş batınca
bu benim rabbim olamaz dedi. Kur’an-ı Kerim’de bu durum
şöyle anlatılır;
Enam Suresi, 75-78. ayetler: Böylece İbrahim'e, -kesin
bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu
gösteriyorduk. Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş
31
Nasihat Yoldur
ve
demişti
ki:
"Bu
benim
Rabbimdir."
Fakat
(yıldız)
kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti.
Ardından ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu
benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "And olsun"
demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten
sapmışlar topluluğundan olurum." Sonra güneşi (etrafa ışıklar
saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim rabbim, bu en büyük"
demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey
kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan
uzağım."
Hz. İbrahim’e tepkiler her gün artıyordu. Hz. İbrahim’de
insanları uyandırmaya çalışıyordu. Onların gittikleri yanlış yolu
göstermeye çalışıyordu. Bir gece putların olduğu merkeze
giderek balta ile en büyüğü hariç bütün putları kırdı. Elindeki
baltayı aldı ve kırmadığı büyük putun boynuna astı. Sabah
gelip görenler büyük dehşete kapılmıştı. Bunu ancak İbrahim
yapmıştır deyip hemen tutuklayıp getirdiler;
- Putları sen mi kırdın?
- Boynunda baltası olan puta sorun
- Putlar konuşur mu, hareket edebilir mi?
- Peki niye tapıyorsunuz?
Kur’an-ı Kerim’de bu olayla ilgili şöyle anlatılır: Enbiya Suresi,
62.ayet ve Nahl süresi 120,122.ayetler: "İlahlarımıza bunu sen
mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir;
eğer Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a
gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden
32
Nasihat Yoldur
değildi. O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve
doğru yola iletti. Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik;
şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır.
Enbiya Suresi, 52-56 ayetler: “Hani babasına ve kavmine
demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz
bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor
bulduk." dediler. Dedi ki: "And olsun, siz ve atalarınız apaçık
bir sapıklık içindesiniz." 'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa
(bizimle) oyun oynayanlardan mısın?" "Hayır" dedi. "Sizin
Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır
ve ben de buna şahadet edenlerdenim.
Ankebut Suresi, 16-17 ayetler: İbrahim de; hani kavmine
demişti ki: "Allah'a kulluk edin ve O'ndan sakının, eğer
bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz yalnızca Allah'tan
başka
birtakım
putlara
tapıyor
ve
uyduruyorsunuz.
Gerçek
şu
sizin
ki,
birtakım
Allah'tan
yalanlar
başka
taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı
Allah'ın katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz
O'na döndürüleceksiniz."
Hz. İbrahim’in akla ve vicdana yönelik tebliğ faaliyeti,
putlardan, aydan, güneşten yıldızdan ilah olamayacağını
gösterdi. Allah’ın bir olduğunu herkes vicdanında hissediyordu.
Herkes İbrahim, haklı demeye başlamıştı ki, çıkarcı gruplar,
rejimden nemalananlar ve iktidarı tehlikeye giren Nemrut, Hz.
İbrahim’i şiddetli ve herkese ders olacak, en dehşetli bir ceza
için plan yaptılar. Bu plan gereği herkese odun toplattılar,
33
Nasihat Yoldur
büyük
bir
meydanda
toplanan
odunlar
yakıldı.
Ateşe
yaklaşmak imkânsızdı. Bunun için uzaktan mancınıkla Hz.
İbrahim’i ateşe attılar. Hz. İbrahim kendisine kesilen bu ağır
cezaya, mancınığa konarken ve atılırken hiçbir tereddüt ve
korku yaşamadı. Çünkü onun Allah’a inancı tamdı. “Biz de
dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Cenabı
Allah’ın ol emri ile ateşin ortası cennet bahçesine dönüştü.
İnsan şeytana uydukça, nefsine esir oldukça, aynı
hatalara düşer durur. Vicdanını dinleyen ve aklını iyi yönde
kullanan ise kazanmaya devam eder. Hak ile batıl mücadelesi
insanlık var olduğu sürece devam edecek.
34
Nasihat Yoldur
Kurban
Hz. İbrahim, Sare validemiz ile evlenirken şartlar ne
olursa olsun boşanmamak üzere evlendiler. Yaşları 85’e
yaklaşmıştı ve hala bir çocukları yoktu. Sare validemiz, hep
çocuk özlemi ile yanıp tutuşuyordu. Allah’a her daim dua
ediyordu. Aynı şekilde Hz. İbrahim’de çocuğunun olması için
dua ediyordu. Sare validemiz, yaşının çok geçtiğini ve artık
çocuğunun olmayacağını biliyordu.
Aklına bir fikir geldi ve onu uygulamaya koydu. Yıllardır
kendisine
hizmetçilik
yapan
Hacer
ile
Hz.
İbrahim’in
evlenmesini ve bir çocukları olursa onu kendi çocuğu gibi
görüp sevebileceğini düşündü. En önemlisi de Hz. İbrahim’in
nesli devam edeceğini düşünüyordu. Bu düşüncelerini Hz.
İbrahim’e anlattı ve bir an önce evlenmesini istedi.
Hz. İbrahim ile Hacer validemiz evlendi ve bir yıl sonra bir
erkek çocukları oldu. Bir anda Sare validemizin kıskançlık
krizleri tuttu. Hz. İbrahim’e dedi ki:
-
Bu çocuğu ve Anasını görmek istemiyorum!
-
Neden?
-
İstemiyorum, al götür.
-
Bizi evlendiren sensin, bu işte benim bir dahilim yoktu
-
Biliyorum, şimdi istemiyorum.
35
Nasihat Yoldur
Çocuk olursa onu kendi evladın gibi seveceğini
-
söylemiştin.
Ne söylersen doğru, hepsini ben yaptım. İçimden bir
-
ses onları öldürmek istiyor, onlara bir kötülük yapmadan al,
götür. Artık katlanamıyorum, canıma tak etti.
Sana
yalvarıyorum götür bunları.
-
Nereye götüreyim?
-
Çölün ortasına, çok uzaklara bırak gel.
-
Peki, öyle olsun.
Hacer validemiz ve oğlu İsmail ile beraber Şam’dan
çıktılar ve haftalarca yürüyorlardı. Yapılan bu yolculukta herkes
içinde ne olacak diye düşünüyordu. Hz. İbrahim, Allah’a dua
ediyordu: “ Allah’ım bana bir çıkış yolu göster, eşime ve
çocuğuma merhamet et” etrafı dağlarla çevrili ıssız bir yere
geldiler.
Cebrail, İbrahim peygambere buraya bırakmasını ve
gitmesini istedi. Hz. İsmail ve Hacer validemizi oraya bırakıp
bir şey söylemeden ve arkasına bakmadan gidiyordu. Hacer
validemiz, Hz. İbrahim’e seslendi:
Bizi buraya bırakıp nereye gidiyorsun?
-
Hz. İbrahim cevap vermiyor ve arkasına bakmadan
gidiyordu ve bir kez daha Hacer validemiz seslendi:
Bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Yoksa bu Allah’ın bir
-
emri mi?
Evet, Allah böyle istedi.
-
36
Nasihat Yoldur
O zaman gidebilirsin? Allah bizi mahzun etmeyecektir
-
ve bize ne yapacağımızı gösterecektir.
Hz. İbrahim, peygamber de olsa sonuçta o da bir insan.
Allah’ın emrini yerine getiriyordu. Eşini ve çocuğunu bırakıp
hemen dönüp, arkasına bakmadan gidiyordu. Dönüp baksa
belki de onları o durumlarına acıyıp kalacaktı ve Allah’ın
emrine muhalefet etmiş olacaktı. Yüreğine taş bastı ve emri
yerine getirdi. Bu sadece Sare validemizin kıskançlığı olsaydı,
Hacer validemizi ve oğlu İsmail’i orada bırakıp gidemezdi.
Allah’ın emri olunca her iki taraf rıza gösteriyordu.
Hz. Hacer validemiz, dağların arasında ve hiçbir canlının
olmadığı bir yerde bebeği İsmail ile yapayalnızdı. Burada
olmak ilahi bir emir gereği idi ama şeytan ve nefsin evhamları
da içini daraltıyordu. Devamlı Allah’a sığınıyor ve dua
ediyordu. Suları bitmişti. Su aramaya çıktı. İsmail’i bıraktı ve su
aramaya başladı. Küçük tepecikler vardı oraya çıktı hem su
arıyor hem de İsmail’e gözü ile bakıyordu. Koşup su aradığı
yer Sefa ile Merve arasındaki küçük yedi tepecikti. O
tepecikleri dört kez gidip, üç kez geldi ama su bulamadı. İsmail
ağlamaya başlamış ve ayaklarıyla tepiniyordu. Hacer validemiz
hemen yanına koştu ve bir de ne görsün ayaklarının altından
su çıkmaya başladı. Su akıp gitmesin diye etrafını çeviriyor ve
“zemzem” dedi. yani dur, dur, anlamında.
Su hayat demekti. Hacer validemizin artık içi rahatlamıştı.
Sevinçten
uçacak gibiydi. Oğlu
İsmail ile
güzel
vakit
geçiriyordu. Derken bir aşiret kuraklıktan göçüyordu ve yolları
37
Nasihat Yoldur
oradan geçmişti. Zemzemden içtiler ve çok güçlü bir su
kaynağı
olduğunu
gördüler.
Zemzemin
olduğu
yere
yerleşmeye karar verdiler. Suyu duyan bir çok kabile oraya
gelip yerleşiyorlardı. Artık bir şehir kurulmuştu ve adı Mekke
olmuştu.
İsmail büyümüş delikanlı olmuş ve annesi ile beraber çok
güzel geçinip, birbirlerine destek olup yaşıyorlardı. Annesi
yaşadıkları bütün olayları oğluna anlatmıştı. İsmail, babasını
çok özlüyordu. Allah’a dua ediyordu: “ Yarabbi, babamla
görüşmeyi nasip et” aynı duayı Hz. İbrahim’de yapıyordu. İşte
o vakit gelmişti. Bir gün Hz. İbrahim geldi ve bıraktığı yerde
artık bir şehir olduğunu gördü. Oğlu ve eşini buldu, hasret
giderdiler.
Cebrail (a.s) Hz. İbrahim’e unuttuğu adağını hatırlattı. Hz.
İbrahim’in uzun yıllar çocuğu olmamıştı ve Allah’a söz verdi. “
Bir erkek çocuğum olursa onu sana kurban edeceğim.” verdiği
sözü hatırladı. Ömrü hep çetin imtihanlara geçmişti. Allah’ın
yardımı ile hepsini kazanmıştı. Bu sefer sanki daha zordu.
Oğluna konuyu anlattı. İsmail, babasını daha yeni görmüş ve
yılların hasretini gidermeye çalışıyordu. Bu Allah’ın emri ve bir
imtihan olarak gördü. Babasına döndü ve şöyle dedi: “Baba
Allah’ın emrini yerine getir. Beni sabredenlerden bulacaksın.”
dedi.
Annesi ile helalleşti ve şehrin dışına Mina bölgesine
geldiler.
38
Nasihat Yoldur
Annesi ağlıyor ve bağrına taş basıyordu. Bu Allah’ın bir
emri idi. Şeytan fırsat tam elime geçti deyip Hacer validemizin
karşısına çıktı ve şöyle dedi:
-
Kocan oğlunu kesecek, engel olmayacak mısın?
-
O ne yapacağını bilir?
-
Kocan yoktu. Sen oğlunu tek başına büyüttün. O seni
bırakıp gitti. Şimdi oğlunun kesilmesine göz mü yumacaksın?
-
La havle…
-
Sen ne biçim annesin, insan çocuğunu kestirir mi?
Allah, insanın kurban edilmesini haram kılmıştır? Kocan büyük
günah işleyecek hemen engel olman gerekiyor.
Ey şeytan, ben senin gibi rabbime isyan edecek
-
değilim. Rabbim ne emrederse ona biz boyun eğeriz.
Şeytan bir türlü Hacer validemizi ikna edemez ama pes de
etmez. Yine ileri geri konuşmaya başlayınca yerden aldığı yedi taşı
atarak onu yanından uzaklaştırır.
Şeytan, Hacer validemizi kandıramayınca derhal
İsmail’in karşısına çıkar ve ona derki:
-
İnsan kendini kestirir mi?
-
Defol.
-
Allah insanın kurban edilmesini istemez, bu çok büyük
günah.
-
Defol.
-
Kendini de babanı da bu büyük günahtan kurtar.
-
Ey Şeytan, sen isyan ettin diye ben de mi isyan
edeyim?
39
Nasihat Yoldur
Bu sözler şeytanı şok etmiş ama vazgeçmiyor ve ileri geri
vesveselerine devam edince, yerden aldığı yedi taşı şeytana
atarak uzaklaştırdı.
Şeytan, Hacer validemiz ve oğlu İsmail’den beklemediği
cevaplar alınca ve taşlanınca son bir umutla İbrahim
peygambere yaklaştı. Şeytan, İbrahim peygambere gelirken
onu kandıramayacağını çok iyi biliyordu. Çıkmadık candan
ümit kesilmez deyip son bir hamlesini yapmak istedi.
Çocukluğunda, gençliğinde ve peygamberlik gelinceye kadar
onu hiçbir konuda kandıramamıştı. Bunları yaşayıp, gördüğü
halde bir kez daha şansını denemek istedi.
Şeytan, Hz.
İbrahim peygamberin karşısına çıkıp gözükmesi ile taşları
yemesi bir olmuştu. Hz. İbrahim şeytanı görür görmez yerden
yedi taş almış ve ona atmıştı.
Hz. İbrahim, İsmail’i yatırıp tam kurban etmek isterken, Allah,
Cebrail ile koç gönderdi ve onu kurban etmesini istedi. Böylece
her üçü de sınavı geçmişti. Allah’a sadakatlerini bir kez daha
göstermiş oldular…
40
Nasihat Yoldur
Kâbe
Hz. Adem ile Havva validemiz, Arafat’ta buluşmuşlar.
Tövbe ve istiğfar etmişler ve günahları af edilmişti. İki sevinci
birden yaşıyorlardı. Cennetten çıkınca birisi Hindistan tarafına
diğeri de Filistin tarafına gönderilmişti. Uzun yıllar ayrı
yaşamışlardı. Arafat’ta birbirlerine kavuşunca çok sevinip mutlu
olmuşlardı. Tövbeleri de kabul olunca sevinç ve mutlulukları
katlanmıştı. Bu iki mutluluğu beraberce yaşarken el ele verip
batıya doğru yol almaya başladılar.
Akşama doğru büyük kayalıkların olduğu
mekâna
geldiler. Allah’a dua ettiler. Uykuları gelmişti, oracıkta uyudular
ve dinlendiler. Orası Müzdelife idi. Sabah kalkıp yürümeye
devam ettiler. Etrafı dağlarla çevrili küçük bir vadiye geldiler.
Her ikisi de burasını sevdiler. Yerleşmeye karar verdiler.
Allah’a ibadet yapmak için bir şeyler yapmak istediler. Bunun
için her ikisi de dua ediyorlardı. Allah’ın bir yol göstereceğine
inançları tamdı.
Cebrail (a.s) geldi, Hz. Adem ve Hz. Havva’ya yaptıkları
duanın kabul olduğunu söyledi. Temeli cennetten gelen bir
bina yapmaya başladılar. Meleklerin yardımı ile yapılan bu bina
41
Nasihat Yoldur
Kâbe idi. Taşları hemen yanı başında bulunan Ebu Kuveys
dağından çıkarıp
yaptılar. Kabe’nin başlangıç
noktasını
cennetten gelen, parlaklığı ile etrafını aydınlatan kristal bir
taştı.
Zaman
içerisinde
Allah’a
isyan
edenlerin
ellerini
değmesiyle siyahlaştı. Kafirlerin el sürmesine hayıflanan
kristal, siyahlaşarak karardı ve ismi Hacer’ül-Esved oldu. Yani
siyah taş. Cennetten bir parlak taş daha gelmişti. Hz. Adem ve
Havva validemiz burada Allah’a ibadet ediyorlardı. Çocukları
çoğaldı, torunları ve torunlarının torunları olmaya başladı.
Kur’an-ı Kerim’de ilk ibadet yerinin Kabe olduğunu
belirtiyor. Ali İmran süresi 96 ayette: “Şüphesiz insanlar için
kurulan ilk mabet, Mekke'deki çok mübarek ve bütün âlemlere
hidayet kaynağı olan Beyt (Kabe) dir.”
Hz. Adem ve Havva validemiz bu dünyadan ayrıldılar ve
cennette ki makamlarına gittiler.
Çocuklarından bir kısmı
Allah’a eş koşmaya başladılar. İnsanların bir kısmı kendine
göre bir inanç sistemi geliştirdi ve ona ibadet etmeye
başladılar.
İdris peygamber geldi ve sapıtanları hak yola davet etti.
Bir kısmı inandı ve bir kısmı küfründe inat etti. Hz. Nuh geldi ve
o da insanları 950 yıl boyunca uyardı. İnanan 80 kişiyi gemiye
aldı ve geri kalan insanlar suda doğuldu. Yeryüzü sular altında
kaldı ve dolaysıyla Kabe’de yok oldu.
Kâbe, Nuh tufanından sonra kaybolmuş ve bir daha
insan nesli oraya uğramamıştı. Hz. İbrahim, Allah’ın emri ile eşi
Hacer ve oğlu İsmail’i buraya bırakıp gitmişti. Hacer validemiz,
42
Nasihat Yoldur
su ararken İsmail’in ayakları altından su çıktığını görmüştü.
Curhum kabilesi oradan geçerken suyu görüyorlar ve oraya
yerleşiyorlar. Derken bir şehir oluşuyor. Hz. İbrahim, Cebrail
( a.s.) gösterdiği yeri oğlu İsmail ile beraber kazıyorlar ve
Kabe’nin temellerini buluyorlar. Kabe’nin temellerini ararken o
parlak kristal taşı siyahlaşmış olarak buldular ve ayrıca yine
cennetten gelen diğer taşta rengini değiştirmişti. O taşı
Kabe’nin yapımında iskele olarak kullandığı ve ayaklarını
bastığı ve izi çıktığı bir taş haline gelmiştir. ( Bu ayak izini
taşıyan
taş
bugün
makamı
İbrahim
olarak
Kabe’de
bulunmaktadır.) Bulunan bu Kabe’nin temelin üzerine binayı
yaptılar. Taşı Ebu Kuveys dağından kesiyorlardı. Kabe’nin
başlama köşesine günahkar insanları görerek siyahlaşan
Hacer’ül-Esved’i koydular. Kabe tamamlanarak ibadete açıldı.
Kur’an-ı Kerim’de Kabe ve Hz. İbrahim şöyle anlatılır:
Hac süresi 26. ayet: “Bir zamanlar Kâbe'nin yerini
İbrahim'e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak
koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) duranlar, ruku edenler
ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.”
Bakara süresi 125. ayet: “Biz ta o zaman bu beyti,
insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de
Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca
İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf
edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve
secde edenler için tertemiz tutun!"
43
Nasihat Yoldur
Ali İmran süresi 97.ayet: “Onda apaçık deliller, İbrahim'in
makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol
bulabilenlerin beyti haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir
hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden
müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç) dir.”
Kâbe’nin yönetimi her dönem değişmiştir. İlk yapan ve
bakımını üstlenen İsmail peygamber, onun vefatı ile çocukları
bu görevi yapmış. Kâbe ibadet olarak insanların akınına
uğrayınca bunu ekonomik ranta çevirmek isteyen ve Mekke’ye
ilk yerleşen Curhum kabilesi, Hz. İsmail’in çocuklarıyla
savaşmış ve yönetimi ele geçirmiştir. Zaman içerisinde İsmail
peygamberin soyundan gelenler çoğalmış ve güçlenmişler,
Kabe’nin yönetimini tekrar ele geçirmişler. Kabe’de tek ilah
inancı zamanla yerine put inancına bırakmıştır. Mekke dini ve
ticaretin merkeziydi. Mekke’nin fethinden önce Kabe’nin içinde
onlarca büyük putlar, latlar, uzzalar vardı…
44
Nasihat Yoldur
Ebrehe
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) dünyaya
teşriflerine
40
gün
vardı.
Mekke’nin
reisi
dedesi
Abdulmuttalip’ti. Mekke’ye bir haber yayıldı. Yemen valisi
Ebrehe, San’a şehrine görkemli bir ibadethane yaptırmış ve
Kabe’ye hacıların gelmesine engel olacakmış.
Ebrehe, Devletin bütün imkanlarını bu ibadethane için
harcamıştı. Bir verip, on kazanacaktı. Bütün Arapları oraya
davet etti.
Vali Ebrehe’nin davetine katılım çok az oldu.
Katılımcılar, ibadethanenin çok muhteşem olduğunu ancak,
Kabe’nin yerini tutamayacağını söylerler.
Ebrehe, devletin bütün bütçesini bu ibadethane için
harcamış ve karşılığında çok büyük hayal kırıklığı yaşamıştı.
“Kabe’yi yıkarsam insanlar buraya gelir” dedi ve bir ordu
hazırladı. 50 bin kişilik bir ordu ve dokuz fille Kâbe’yi yıkmak
için yola çıktı. Ordu Müzdelife’yi geçti ve Mina bölgesine
gelmeden Muhassap vadisinde konakladı. Mekke kuşatılmıştı.
Asker çevredeki bütün develere el koyuyorlardı. Ebrehe’nin
elçisi Kabe’ye geldi ve Mekke’nin ileri gelenleri ile konuştu.
Onlara şöyle dedi: “ Biz buraya sizlerle savaşmaya gelmedik.
45
Nasihat Yoldur
Kâbe’yi yıkıp gideceğiz. Karşı koymaz iseniz kimseye zarar
verilmeyecek.” dedi
Ebrehe’nin elçisi Hinata el-Himyeri ile Mekke’nin Reisi
Abdulmuttalip, ordunun konakladığı Muhassap gölgesine
gelirler. Ebrehe, Abdulmuttalip’e büyük bir ilgi ve alaka gösterir.
Kendisi ile bir anlaşma yapacağını düşünür. Konuşmalar
Ebrehe’nin tahmin ettiği gibi olmaz. Abdulmuttalip derki:
El koyduğun develerden 200’ü benimdir. Devlerimi
-
istemeye geldim.
Ebrehe
bu
söz
karşısında
şaşkına
dönmüştür.
Karşısındaki adamın şehri korumak için pazarlık yapmasını
beklerken, o develeri istemesi onu şaşırtmış ve şöyle dedi:
Sen benim karşıma Mekke’nin zarar görmemesi için
-
gelmedin mi?
-
Hayır.
-
Peki niçin geldin?
-
Develerimi almaya geldim
-
Ya Kâbe ne olacak?
-
Oranın sahibi var. O koruyacaktır. Ben develerimi
istiyorum.
Ebrehe’nin içine bir ürperti girdi. Ne söyleyeceğini
şaşırdı. Biraz durduktan sonra, bunun develerini verin ve
gönderin. Ebrehe’nin içine bir kurt girmişti ama bunu
hissettirmiyordu. “Hazırlıkları yapın yarın Kabe’yi yıkacağız.”
dedi.
46
Nasihat Yoldur
Abdulmuttalip, develerini getirdikten sonra doğru Kabe’ye
gitti. Ellerini açtı ve Yüce Allah’a şöyle dua etti: “ Yarabbi!
Bizim Ebrehe’nin ordusuna karşı savaşacak hiçbir gücümüz
yoktur. Bu kutsal Kabe, ilk atamız ve ilk peygamber Hz. Adem
ile meleklerin yaptığı bir ibadethanedir. Nuh tufanında yok
olduktan
sonra
onun
soyundan
gelmekle
büyük
onur
duyduğum Hz. İbrahim ve İsmail’in tekrar yaptığı bu kutsal
mekanı savunacak hiçbir gücümüz yoktur. Bizi afet Allah’ım.
Allah’ım bu kutsal
mekan senin evin, Ebrehe ve ordusunu
buraya girdirme ve bu kutsal evin yok olmasına müsaade
etme. Senin her şeye gücün yeter Allah’ım.”
Allah’ın evi
Kabe’den gözyaşları içinde ayrıldı. Bütün Mekke halkı dağlara
çekilmiş ve olacakları seyredeceklerdi.
Sabahın erken ışıkları ile Ebrehe, ordusunu ve Fillerine
hücum emri verdi. Filler ve develer diz çökmüş gitmiyorlar. Ne
yaptılarsa bir türlü hareket ettiremiyorlardı. Bir anda hava
kapkara bulutlarla kaplandı. Herkesin içine bir korku düşmüştü.
Ebrehe, ısrar ediyordu. Bir anda deniz tarafından ortaya çıkan
sürü sürü ve çeşit çeşit kuşlar, ağızlarında ve ayaklarında
nohut büyüklüğünde taşlar atmaya başladılar. Atılan bu taşlar,
ateşten pişirilmiş çamurdan taşlardı. Kuran’ın ifadesi ile Taşın
değdiği insanı, kurt yeniği yaprağa çeviriyordu.
Ordu
dağılmıştı. Canını kurtaran kaçıyordu ve binlerce kişi orada
can verdi. Bu yaşananları Mekkeliler çıktıkları dağdan
görüyorlardı. Büyük hayallerle gelen Ebrehe, görünmeyen
47
Nasihat Yoldur
ordular tarafından yok edilmişti. O yıla fil yılı dendi. Mekkeliler,
Allah’ın Kâbe’yi nasıl koruduğunu gözleri ile gördüler.
Kur’an-ı Kerim’de bu olayı anlatan bir Sure var.
insanımızın elemtere olarak bildiği Fil süresi. Fil olayı şöyle
anlatılıyor: “ Rabbinin fil ashabına ne ettiğini görmedin mi? O,
onların düzenlerini boşa çıkarmadı mı? Ve üzerlerine sürü sürü
ebabil kuşları göndermedi mi? Ki her biri onlara ateşte
pişirilmiş çamurdan taşlar atmışlardı. Allah (u Teâlâ), onları
kurt yeniği yaprağa çeviriverdi.”
48
Nasihat Yoldur
Heykeltıraş
İlk resim ve heykel yapma işi Hz. İdris peygamberin Yüce Allah
tarafından göğe yükselterek insanların içinden ayrılmasına
dayanır. İdris peygamber, kavmine Allah’ın emir ve yasaklarını
getirmiş. Bunun yanında ilk astroloji yorumlarını o yapmıştır.
Daha önce insanlar hayvan derilerinden kendilerine elbise
yaparken, o dönem ormanların
içinde pamuk ağaçları
bulunmuş ve onlardan iplik yapılmış ve dokutulmuştur.
Onlardan ilk kez elbiseler yapılmış. O döneme kadar insanlar,
ağaç kovuklarında ve mağaralarda yaşıyordu.
İdris peygamber döneminde taştan ve ağaçtan binalar
yapılmıştır. İnsanlar şehir hayatı yaşamaya başlamışlar. Küçük
birlikler kurulmuş, insanlar arasında düzen asayiş sağlanmıştı.
Dışarıdan
gelen
saldırılara
müdahale
edecek
ilk
ordu
kurulmuştur. İdris peygamber insanlık tarihine kazandırdığı bir
çok ilklere imza atmıştır. Bunlardan en önemlisi de okuma ve
yazma öğrenimine büyük önem vermesidir.
49
Nasihat Yoldur
Hz. İdris peygamberi çekemeyen ve onu öldürmeye
çalışan insanlar olmuş. Onun hakkında diğer peygamberlerde
olduğu gibi birçok iftira atmışlar ve onu
toplumun önünde küçük düşürmek için çalışmışlar. Başarılı
olamayınca öldürmek için büyük bir plan yapıyorlar.
Tam
öldürmeye karar verdiklerinde İdris Peygamberi Allah, göğe
yükseltiyor. Herkes İdris peygamberi arıyor ve bir türlü
bulamıyor.
İdris peygamberin oğlu, babasının göğe Allah’ın
yanına yükseltildiğini söylüyordu. Halkı ise bunu bir türlü
kabullenemiyordu.
Her devirde olduğu gibi şer odakları yine boş durmadı.
Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar, Hz. İdris peygamberin Allah
tarafından gelen ilahi kuralları görmezden geldiler. O, şer
odakları İdris peygamberin, astroloji ve şehircilik çalışmalarını
ön plana tutarak İdris peygamberi yücelttiler. İdris (A.S.) halkı
tarafından sevilen bir peygamberdi. Onun ayrılığına bir türlü
alışamamışlardı.
Bir gün halkın tanımadığı biri, İdris peygamberin heykelini
yapmış ve halkı başına toplamış ve şöyle demişti:
- Kim İdris peygamberin heykelini yaparsa, onu çok
sevdiğini göstermiş olacak. En iyi heykeli yapan Allah’ın
rızasını kazanacak ve cennette idris peygamberle beraber
olacaktır.
Herkes bir ağızdan:
- Olur mu böyle şey?
50
Nasihat Yoldur
-
Ben denedim ve huzura erdim. Rüyamda idris
peygamberi gördüm. Bu heykelden dolayı beni kutladı ve size
nasihat etmemi istedi. Karar sizin. Onu görmek isteyen, onu
seven heykelini yapar.
Toplanan kalabalığı gören İdris peygamberin oğlu,
burada neler oldu biri bana anlatsın dedi. Anlatılanları
dinledikten sonra şöyle dedi:
-
Bunu kim söyledi
Herkes etrafına baktı o adamı göremediler. Herkes, şimdi
buradaydı dediler. Adam ortada yoktu.
-
Daha önce o adamı gördünüz mü ?
-
Herkes ilk kez o adamı gördük dediler
Bunun
üzerine
İdris
Peygamberin
oğlu
şöyle
seslendi: “ Sevgili kardeşlerim! Sizler gibi ben de babamı çok
seviyor ve onun hasretiyle yanıp tutuşuyorum. Bu hasret
İnşallah cennette kavuştuğumuzda son bulacak. Hepimiz
öleceğiz.
Cennete
girebilmemiz
için
Allah’a
ortak
koşmayacağız. Allah’ın emir ve yasaklarına uyacağız. Hz. İdris
peygamberin sünnetine uyacağız. Onu gösterdiği istikamette
gidersek yarın öldüğümüzde cennette beraber olacağız. Az
önce size gelen ve nasihat edeni ilk kez gördüğünüzü
söylediniz ve şu an kayıplara karışmış, ortada yoktur. Peki
sizce kimdir? Ya söyledikleri dinin hangi kuralına uygun. İşte
dinlediğiniz
ve
gördüğünüz
o
adam
şeytandır.
Sizin
duygularınızı ve İdris peygambere aşırı sevginizi kullanarak
yoldan çıkmanız için çalışıyor. Sizi dinden soğutmak ve
51
Nasihat Yoldur
Allah’tan uzaklaştırmak için planladığı iğrenç bir oyundur.
Allah’a tövbe istiğfar edin. Şeytanın şerrinden Allah’a sığının.
Hepimizi koruyacak olan Allah’tır. Dua ile Allah’a şöyle
yalvaralım.
Allah’ım
günahlarımızı
affet.
Şeytan
ve
şeytanlaşmış insanların şerrinden bizi koru. Cennette bizi İdris
peygamberimizle beraber olmayı nasip et”
İnsanoğlu, her ne kadar doğruları, gerçekleri bilse de,
nefsinin istek ve arzularına, şeytan ve şeytanlaşmış insanların
sözüne çabuk itibar ediyor. Bazıları hatasını anlayıp tövbe ve
istiğfar
ile
kendine
çeki
düzen
verirken,
yanlışlarında ısrar etmeye devam eder…
52
bazıları
da
Nasihat Yoldur
Hz. Yusuf
Kur’an-ı
Kerim’de
çok
kıssalar
anlatılır.
Geçmiş
kavimlerin yaptıkları iyi veya kötü davranışları ve hayat
biçimlerim üzerinde durulur. Niçin? Müslümanlar ondan ders
alsın diye. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar, olayın çok kısa
bir özet verir. Ancak Yusuf süresi çok farklıdır. İlk üç ayet ve
son dokuz ayet hariç, geri kalan ayetler tamamen Yusuf
peygamberin hikâyesini anlatır. Böyle başka bir sure yoktur.
Yusuf peygamberle ilgili herkes bir hikaye okumuş veya
dinlemiştir. Yusuf peygamber, sağlığında ve vefatından sonra
hep kıssaları konuşuldu. Onun hikâyeleri kıyamete kadar
konuşulmaya devam edecektir. Bunun sebebi insanın fıtratında
olan ve onun için, canlar verilmiş ve mallar feda edilen
konulardır. Yusuf
peygamber, dünyanın gelmiş geçmiş tek
yakışıklı delikanlısı ve
doğramış.
Tarih,
kadınlar onun için
kadınların
güzelliği
için
parmaklarını
çıkan
erkek
kavgalarını ve ülkeler arası savaşları yazar. İnsan için para ve
makam’da ayrı bir mücadele alanıdır. Yusuf peygamberin
şahsında bu mücadeleyi görüyoruz.
53
Nasihat Yoldur
Fazla yorum yapmadan, Yusuf süresini okumanızı ve
kendi adınıza hangi dersleri çıkaracağınıza bir bakın…
Rahmân
1.
Elif.
Lâm.
ve
Râ.
Rahîm
Bunlar,
(olan)
apaçık
Allah'ın
Kitab'ın
adıyla.
âyetleridir.
2. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.
3. (Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an-ı vahyetmekle geçmiş
milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz.
Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette
bilmeyenlerden idin.
4. Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki:
Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı
gördüm;
onları
bana
secde
ederlerken
gördüm.
5. (Babası) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine
anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana
apaçık bir düşmandır.
6. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen)
olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve
İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da
nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir,
hikmet sahibidir.
7. Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için
ibretler vardır.
8.
(Kardeşleri)
dediler
ki: Yusuf’la
kardeşi (Bünyamin)
babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir
cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.
9. (Aralarında dediler ki) Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir
54
Nasihat Yoldur
yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan
sonra
10.
da
(tövbe
Onlardan
biri:
ederek)
sâlih
kimseler
Yusuf’u
öldürmeyin,
olursunuz!
eğer
mutlaka
yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan
biri onu alsın (götürsün), dedi.
11. Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında
bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz.
12. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin
(içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz."
13. (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz
ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.
14. Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz
halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz
kimseler sayılırız.
15. Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar
verdikleri zaman, biz Yusuf’a: And olsun ki sen onların bu
işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber
vereceksin, diye vahyettik.
16.
Akşamleyin
ağlayarak
babalarına
geldiler.
17. Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık;
Yusuf’u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt
yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize
inanmazsın.
18. Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi
ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık
55
Nasihat Yoldur
(bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında
(bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.
19. Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da
(gidip) kovasını saldı, (Yusuf’u görünce) "Müjde! İşte bir oğlan!"
dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların
yaptıklarını çok iyi bilir.
20. (Kafile Mısır'a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı
birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.
21. Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer
ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât
ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve
kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için
Yusuf’u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye
kadirdir.
Fakat
insanların
çoğu
(bunu)
bilmezler.
22. (Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme
(yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle
mükâfatlandırırız.
23. Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak
istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Hâşâ),
Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana
güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.
24. Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve
ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz,
kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik).
Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.
56
Nasihat Yoldur
25. İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini
arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar.
Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası,
zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne
olabilir!
26. Yusuf: "Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi"
dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: "Eğer
gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise
yalancılardandır."
27. "Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir.
Bu ise doğru söyleyenlerdendir."
28. (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu
görünce, (kadına): "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin
tuzağınız gerçekten büyüktür."
29. "Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey
kadın!)
Sen
de
günahının
affını
dile!
dediler
ki:
Çünkü
sen
günahkârlardan oldun"
30.
Şehirdeki
bazı
kadınlar
Azizin
karısı,
delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusuf’un
sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir
sapıklık içinde görüyoruz.
31. Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi
gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Her birine
bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yusuf’a): "Çık
karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü
anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ
57
Nasihat Yoldur
Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!
32. Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur.
Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan)
şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi
yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden
olacaktır!
33.
(Yusuf)
Rabbim!
Bana
zindan,
bunların
benden
istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden
çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.
34. Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini
uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.
35. Sonunda (aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine
rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir
zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun
göründü.
36. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan
biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de:
Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek
taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz
seni
güzel
davrananlardan
görüyoruz,
dedi.
37. (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce
onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin
bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir
kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin
kendileridir.
38. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a
58
Nasihat Yoldur
herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın
bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu
şükretmezler.
39. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa
gücüne
karşı
durulamaz
olan
bir
tek
Allah
mı?
40. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı
birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında
herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O
size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir.
İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
41. Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz
(daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise
asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler.
Yorumunu
sorduğunuz
iş
(bu
şekilde)
kesinleşmiştir.
42. Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni
efendinin yanında an, (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan
ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç
sene daha zindanda kaldı.
43. Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz
inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru
gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim
rüyamı da bana yorumlayınız.
44. (Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz
böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.
59
Nasihat Yoldur
45. (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman
sonra (Yusuf’u) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu
haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.
46. (Yusuf’un yanına gelerek dedi ki) Ey Yusuf, ey doğru sözlü
kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek
ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar)
hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli
yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.
47. Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz.
Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi
başağında (stok edip) bırakınız.
48. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar
(tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek
yedi kıtlık yılı gelecektir.
49. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda
insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve
suyu ve yağ) sıkacaklar.
50. (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: "Onu bana
getirin!" Elçi, Yusuf’a geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: "Efendine
dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor.
Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir."
51. (Kral kadınlara) dedi ki: Yusuf’un nefsinden murat almak
istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için,
biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi
ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak
istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir."
60
Nasihat Yoldur
52. (Yusuf dedi ki): Bu, azizin yokluğunda ona hainlik
etmediğimi
ve
Allah'ın
hainlerin
hilesini
başarıya
ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.
53. (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü
nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş
başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.
54. Kral dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman
edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek
makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi.
55. "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok
iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi.
56. Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere
ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi
eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.
57. İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı
daha hayırlıdır.
58. Yusuf’un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf)
onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı.
59. (Yusuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin baba
bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği
tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim.
60. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size
verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!"
61.
Dediler ki: Onu
babasından
kuşkusuz bunu yapacağız.
61
istemeye
çalışacağız,
Nasihat Yoldur
62.
(Yusuf)
emrindeki
gençlere
dedi
ki:
Sermayelerini
yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun
farkına varırlar da belki geri gelirler.
63. Babalarına döndüklerinde dediler ki: Ey babamız! Erzak
bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin'i) bizimle beraber
gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka
koruyacağız.
64. Ya'kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size
ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar
güvenirim! (Ben onu sadece Allah'a emanet ediyorum); Allah
en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.
65. Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri
verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne istiyoruz.
İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize
yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla
alırız.
66.
Çünkü
bu
(seferki
aldığımız)
az
bir
miktardır.
(Ya'kub) dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma
durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah
adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle
beraber göndermem!" Ona (istediği şekilde) teminatlarını
verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah şahittir.
67. Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan
girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek)
hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının
değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül
edenler yalnız O'na dayansınlar.
62
Nasihat Yoldur
68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan)
girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir)
Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak
Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim
sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu
bilmezler.
69. Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve
"Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme"
dedi.
70. (Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı
kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir
tellal:
Ey
kafile!
Siz
hırsızsınız!
diye
seslendi.
71. (Yusuf'un kardeşleri) onlara dönerek: Ne arıyorsunuz?
dediler.
72. Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü
(bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri) Ben buna kefilim, dedi.
73. Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için
gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz, dediler.
74. (Yusuf'un adamları) dediler ki: Peki, siz yalancıysanız
bunun cezası nedir?
75. "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o
(şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle
cezalandırırız"
dediler.
76. Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların
yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin
yükünden çıkarttı. İşte biz Yusuf’a böyle bir tedbir öğrettik,
63
Nasihat Yoldur
yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak
Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle
yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi
vardır.
77. (Kardeşleri) dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha önce onun
bir kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu içinde sakladı, onlara
açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız!
Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir.
78. Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası
var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik
edenlerden görüyoruz.
79.
Dedi
ki: Eşyamızı
yanında
bulduğumuz
kimseden
başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz
gerçekten zalimler oluruz!
80. Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere
ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın
sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında
işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin
verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu
yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.
81. Babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun
hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz
gaybın bekçileri değiliz.
82. (İstersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve
aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru
söylüyoruz."
64
Nasihat Yoldur
83. (Babaları) dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe
sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki,
Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir,
hikmet sahibidir."
84. Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf'um ah!" diye sızlandı ve
kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.
85. (Oğulları) "Allah'a andolsun ki sen hâla Yusuf'u anıyorsun.
Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!"
dediler.
86. (Ya'kub) Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arz
ediyorum.
Ve
ben
sizin
bilemeyeceğiniz
şeyleri
Allah
tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.
87. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın,
Allah'ın
rahmetinden
ümit
kesmeyin.
Çünkü
kâfirler
topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.
88. Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve
ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik.
Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun.
Şüphesiz
Allah
sadaka
verenleri
mükâfatlandırır.
89. Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine
yaptıklarınızı biliyor musunuz?
90. Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun? dediler. O da: (Evet)
ben Yusuf’um, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah
bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse,
şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez,
dedi.
65
Nasihat Yoldur
91. (Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah
seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.
92. (Yusuf) dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin!
O, merhametlilerin en merhametlisidir."
93. "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne
koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana
getirin."
94. Kafile (Mısır'dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer
bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu
alıyorum!
dedi.
95. (Onlar da) Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın, dediler.
96. Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz
(Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin
bilemeyeceğiniz
şeyleri
bilirim"
demedim
mi!
dedi.
97. (Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim
günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar
idik.
98. (Ya'kub) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O
çok
bağışlayan,
pek
esirgeyendir,
dedi.
99. (Hep beraber Mısır'a gidip) Yusuf’un yanına girdikleri
zaman,
ana-babasını
kucakladı,
"Güven
içinde
Allah'ın
iradesiyle Mısır'a girin!" dedi.
100. Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi
onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf)
dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın
yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana
66
Nasihat Yoldur
(çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan
benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden
getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O
çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."
101. "Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana
(rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve
yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin.
Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!"
102. İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana
vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri
zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).
103. Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman
edecek değillerdir.
104. Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için)
onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an, âlemler için ancak bir
öğüttür.
105. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu
delillerden yüzlerini çevirip geçerler.
106. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.
107. Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında
olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini
emîn mi gördüler?
108. (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a
çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz.
Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan
değilim."
67
Nasihat Yoldur
109.
Senden
önce
de,
şehirler
halkından
kendilerine
vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.
(Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden
öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için
ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâla aklınızı kullanmıyor
musunuz?
110. Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin
yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir
ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular
topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.
111. Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin)
kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu
Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden
öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman
eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.
68
Nasihat Yoldur
Çingene ve Yahudiler
Yeryüzünde çeşit çeşit milletler var. Allah her millete
dünyaya yön verme ve dünyayı yönetme üstünlüğü vermiş. Bir
kısmı verilen bu üstünlüğü hakkıyla yerine getirirken, bir kısmı
çok kötü kullanmıştır. Dünyaya yön vermiş, sonra rezil edilmiş
bir çok millet vardır. Bunlardan iki millet çok ilginç özelliklere
sahiptir ve günümüzde de nesilleri devam etmektedir. Birincisi
Çingeneler, ikincisi Yahudiler.
Çingenler, dünyaya hükmeden ve yöneten bir milletti. En
çok Mısır’da hükmetmiştir. M.Ö. yaklaşık 2000 yılı aşkın
yönetimde kalmışlar. Sanatta, eğitimde, bilimde dünyaya yön
vermişler. Dünyaya hükmettiklerinin ve teknolojiye ne kadar
hakim olduklarını yaptıkları Piramitler gösteriyor. Bugün bile
herkes o piramitleri hayranlıkla görmek için Mısır’a gidiyor.
Çingenelerin krallarına Firavun denirdi.
69
Nasihat Yoldur
Çingeneler, müzik ve eğlencede sınır tanımıyorlardı.
İnanç sistemlerini bu eğlencenin üzerine kurmuşlardı. Yüzlerce
yıl dünyaya hükmederken onların sonlarını hazırlayan İsrail
oğulları oldu.
Firavun bir gün bir rüya görür ve onu kâhinlere yorumlatır.
“Yahudilerden doğacak bir erkek çocuğu senin sonunu
getirecek” demesi üzerine, yeni doğmuş ve doğacak bütün
Yahudi erkek bebeklerini öldürtür. Musa peygamber o zaman
dünyaya gelmiş, annesi bir sandala koymuş ve Nil nehrine
bırakmıştı. O bebek Firavun’un sarayının yakınlarında bulunur
ve firavun ailesi ona bakar.
Gün gelir o baktıkları bebek, karşılarına peygamber olarak
çıkmıştır. Firavun onun getirdiği dine inanmaz.
Musa
peygamberi
Musa
sıradan
bir
sihirbaz
olarak
görür.
peygamberi, büyük sihirbazların mat edeceğini düşünerek onu
düelloya davet eder. Bütün halkın izlediği gösteride, sihirbazlar
hünerlerini gösterir ve Hz. Musa, elindeki asayı yere attığında
asa büyük bir yılına döner. Sihirbazların halkın gözlerini
boyadığı gösteri malzemelerini ve her şeyi yutar. Hz. Musa
(A.S.)’ın
asasının sıradan bir sihir malzemesi olmadığını
gördüler. Bunun üzerine sihirbazlar, Allah’a iman ettiler. Halk
Hz. Musa’nın Allah’ın peygamberi olduğunu düşündü. Firavun,
halkın kendisine olan inancını kaybetmemek için, Hz. Musa’yı
sihirbazların hocası olarak gösterip, iman eden sihirbazları
çaprazlama ellerini ve ayaklarını kestirerek halkına gözdağı
verdi.
70
Nasihat Yoldur
Hz. Musa, İsrail oğullarını toplayarak şehirden kaçtı.
Bunun üzerine Firavun ordusunu topladı ve arkasından takibe
koyuldu. Hz. Musa ve kavmi, kızıl denize geldiler ve
arkasından firavunun ordusu geliyordu. Kaçacak bir yerleri
yoktu. Hz. Musa, asasını denize vurdu ve deniz ikiye ayrıldı.
Denizin
ortasından
hızla
uzaklaşıyorlardı.
Firavun
da
arkasından takibe koyuldu. Kızıl denizin ortasına gelince sular
birleşiverdi. Firavun ve askerleri suların birleştiğini görünce
hemen secdeye kapanıp, “Musa’nın ilahına inandık” dediler. İş
işten geçmişti, firavun ve ordusu boğulmuştu.
Firavun’un
secdeye kapanmış cesedi bugün İngiltere’de bir müzede
sergilenmeye devam ediyor.
Çingene milleti, Firavun’un ölümünden sonra bir daha
toparlanamadı ve güçlerini kaybettiler. Zaman içerisinde,
iktidar mücadelesi ve savaşlar nedeniyle tabiri caizse çil
yavrusu gibi dağıldılar. Dünyanın her ülkesinde dağılmış ve
yaşam mücadelesine devam ediyorlar. Allah’ın kendilerine
bahşettiği
unutup
dünya liderliğini iyi
eğlencelerini
ilah
değerlendiremediler. Allah’ı
edindiler.
Allah’ın
gönderdiği
peygamberi yok etmek isterken kendisi ve ordusu yok oldu.
Kavmi de aynı yanlışı devam ettirmeleri nedeniyle zelil olarak
dünyanın her tarafına sürüldüler.
Bu gün dünyanın her yerinde küçük gruplar olarak
yaşamlarını sürdürüyorlar. İstisnalar hariç, büyük çoğunluğu
inançlarını o ülkelerin inancına göre yaşamak isteseler de pek
71
Nasihat Yoldur
oralı
değillerdir.
Onların
en
büyük
yaşam
sevinci
ve
inançlarının temelini müzik ve eğlence oluşturur.
Yahudiler, Musa peygamberle, firavunun zulmünden
kurtuldular. Kızıl denizin yarıldığını, firavun ve ordusunun
boğulduğunu gördüler. Geldikleri Sina çölünde hiçbir şey
yoktu. Allah onlara cennetten bıldırcın eti ve kuvvet macunu
gönderiyordu. Hz. Musa asasını bir taşa vurdu ve 12 yerinden
su fışkırmaya başladı. Bunları bizzat gözleri ile görüp şahit
oldular.
Sonraları İsrailoğulları Hz. Musa’ya isyan ettiler ve
dediler ki; “ Biz bıldırcın eti ve kuvvet macunu istemiyoruz. Biz
yerin bitirdiği soğan ve yeşillikler istiyoruz.” Yahudiler bununla
da yetinmediler ve Allah’a isyan ettiler. Allah onların bu
isyanlarına karşı onları domuz suretine çevirdi. Tövbe istiğfar
ettiler, sonra Allah bağışladı.
Hz. Musa, Tur dağına Allah ile görüşmeye çıkmıştı.
Yahudilerin
başına
kardeşi
Harun’u
peygamber
olarak
bırakmıştı. 40 gün sonra döndüğünde Yahudiler, altından bir
buzağı yapmışlar ve ona tapmaya başlamışlardı. Hz. Musa
onları
bu
yanlışından zor vazgeçirmişti. Allah’ın
bütün
mucizelerini görmelerine rağmen, başlarına gelen felaketten
yine Allah’ın lütfüyle kurtulan bir kavimdi. Onlar kendilerini
Allah’ın yeryüzüne üstün bir millet olarak gönderdiğine
inanmaktaydılar.
Yahudilerin cumartesi günleri avlanmaları yasaktı. Balıklar
cumartesi günleri kıyıya çıkar ve hemen geri dönerlerdi. Diğer
72
Nasihat Yoldur
günleri avlanmaya çıktıklarında hiçbir balık yakalayamazlardı.
Tabiri caizse balıklar, onlarla dalga geçerlerdi. Bu da bir
Allah’ın imtihanı idi. Bunu anlamadılar ve cumartesi günleri
avlanmaya başladılar.
Yahudiler,
bugünkü
Ortadoğu’da
büyük
devletler
kurdular. Başta Roma İmparatorluğu olmak üzere iç ve dış
savaşlar nedeniyle parçalandılar. En son Yahudi devleti 132
yılında yıkıldı. Bütün devletler, Yahudileri bir ur gibi gördüler.
1492 yılında İspanyollar Yahudiler’i katlederken Osmanlı
devleti himayesine almış ve ülkemize getirmiştir. İkinci dünya
savaşında Almanlar Yahudileri fırınlara atıp yakmıştır. O
günden sonra hiç bağımsız bir devlet kuramadılar.
Yahudiler,
yaşadıkları
bütün
ülkelerde
çok zengin
olduklarından ülke yönetiminde mutlaka söz sahibi idiler.
Lobicilikleri çok güçlüydü. İşte bu nedenle Amerika ve
İngilizlerin yardımı ile 1948 yılında İsrail devletini kurdular.
Bugün Amerika desteğini çektiği an İsrail diye bir devlet olmaz.
Bugünkü İsrail devleti yapay bir devlettir. Elindeki atom
bombaları, teknolojinin bütün imkânları, onların askeri dehası
hiçbir işe yaramaz.
Yahudilerin dünya malına sevgileri çoktur. Malını çok
seven canını veremez. Amerika gücünü kaybettiğinde veya
desteğini çektiğinde İsrail’in ekabirleri ülkesini terk eder gider.
Kalan gariban Yahudi insanları olur.
Yahudiler,
Filistin’de
bir
devlet
kurmak
için
II.
Abdülhamit’in huzuruna çıkıp şöyle demişlerdi: “Filistin’de bize
73
Nasihat Yoldur
toprak
ver
ve
karşılığında
Osmanlının
bütün
borcunu
ödeyelim.” II. Abdülhamit şöyle dedi: “Orası neyle alınmışsa
öyle verilir.” bu söz onları şok etmişti. Orası savaşarak alındı
ve savaşarak verilecekti.
Bir dönem dünyayı yöneten ve üstün bir millet olan
Yahudiler, yaklaşık 1800 yıl devletsiz yaşadılar. Çok büyük
işkenceler ve zulümler gördüler. Her zaman bulundukları yerde
zengin ve hatır sahibi insanlar oldular. Düşmanlıklarını gizli
tutarlar. Dost görünürken her zaman arkadan vururlar. Bunlar
tarihi vakalar. İçlerinde birkaç grubun iyi niyeti geneli
kapsamıyor. Yahudiler, iyi insanlar olsaydı gördükleri o zulüm
ve
işkencelerin
daha
fazlasını Filistinlilere
yapmazlardı.
Yaptıkları katliamlar lanete uğradıklarının birer belgesidir.
Dünyanın en büyük lobisi, para babalarının en büyükleri
Yahudi kökenlidir. İsrail devletini kurmalarına rağmen hiç
birisinin huzur ve güven ortamları yoktur. Varlık içinde zelil bir
hayat sürüyorlar.
Bugün
sürdürürken,
Çingeneler,
zor
Yahudiler,
lüks
şartlar
altında
yaşamlarını
hayat
içinde
yaşamlarını
sürdürüyor. Biri zengin, biri fakir. Geçmişte her ikisi ayrı ayrı
dönemlerde dünyaya hükmetmiş birer millet iken bugün Dünya
kamuoyunda ikisi de iticiliklerini sürdürmektedir…
74
Nasihat Yoldur
Peygamberin Halifeleri
Halife deyince akla ilk 4 halife gelir. Peygamber
efendimizi temsil eden yöneticiler. Halifeyi üç bölümde
incelemek gerekiyor. Birincisi Allah’ın yarattığı her insan bir
halife, ikincisi 4 halife dönemi. Üçüncüsü kral halifeler dönemi.
İnsanoğlundan önce dünyada cinler yaşıyordu. Hepsi
yeryüzünü fesada soktuklarından dolayı Allah onları rezil rüsva
etmiştir. Sonra Allah, insanı yeryüzünün halifesi yapmıştır. Bu
hususta Bediüzzaman İşaratü’l-İ`caz’da şunları söylemektedir:
“Ben yeryüzünde kendime bir halife yaratacağım”(Bakara,
2/30) ayetindeki “Halife” tabiri, dünyanın, insanların hayatına
elverişli şartlara sahip olmazdan evvel yeryüzünde idrakli
(düşünen) bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun
hayatına o zamandaki yerin evvelki vaziyetleri muvafık ve
müsait bulunduğuna işarettir. “Halife” tabirinin bu manaya
delaleti, hikmet gereğidir. Amma meşhur olan manaya göre, o
75
Nasihat Yoldur
idrak sahibi mahluk, cinlerin bir nevi (çeşidi) imiş; yaptıkları
fesattan dolayı insanlar ile değiştirilmişlerdir.”
Allah, bizi dünyaya hem halife yapmış hem de imtihan
yeri kılmış. Enam süresinin 165.ayetinde bu olay şöyle
anlatılıyor: “O sizi yeryüzünün halifelerini yapan, size verdiği
şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizde derecelerle
üstün kılan O’dur…” bu ayetten anlıyoruz ki insan ekonomik
olarak, manevi olarak, yönetici olarak ve farklı özellikleri
nedeniyle
bir
birlerine
karşı
üstünlükleri
var.
İnsanın
yaradılışında yöneticilik var. Sanırım bu özellik Allah’ın insanı
halife olarak yaratmasında hikmet saklı. Bütün canlılar
yöneticilikten kaçıp sade yaşamayı tercih ederken insan
yönetmeye talip oluyor. Allah bize bu olayı Ahzap süresi
72.ayetinde “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk;
onu
yüklenmekten
kaçındılar,
on(un)
sorumluluğundan
korktular; onu insan yüklendi; (bununla beraber onun hakkını
tam yerine getirmedi), doğrusu o, çok zâlim, çok câhildir”
buyuruyor.
İnsan Allah’a tam kul olamadığı zaman yani Allah’ın emir
ve yasaklarına tam riayet etmediği zaman büyük sorunlar
ortaya çıkıyor.
İnsan da ruh, nefis ve akıl var.
Ruh; Allah’ın emir ve yasaklarını dinleyendir.
Nefis; şeytani istekler ve Allah’a isyan edendir.
Akıl; bunları yönetme sanatıdır. Akıl yönetebilmesi için
ona yardımcı kuvvetler lazım.
76
Nasihat Yoldur
Heraklius, peygamber efendimiz döneminde Bizans
imparatoruydu.
Peygamberimiz İslama davet
için
bütün
devletlere mektup göndermişti. O İslama davet mektuplarından
biri
de
dönemin
en
büyük
süper
gücü
olan
Bizans
İmparatoruna 628 yılında göndermişti. Büyük bir dikkatle elçiyi
dinleyen Heraklius, bir araştırma yapar. Heraklius islama davet
mektubu geldiğinde Şam’da idi. ticaret için Mekke’den gelen
tüccarlardan peygamber efendimiz ile ilgili bilgi aldı. Kendisi de
bu konuyla ilgili okumuş ve geniş bilgiye sahipti. Beklenen
peygamber buydu. Devleti yöneten ve ileri gelenleri toplayıp
kapıları kilitletti.
Heraklius devletin ileri gelenlerine şöyle der: “ Bana Arap
yarımadasından bir mektup geldi. Beni ve sizleri islama davet
ediyor. Araştırdım ve bizim kitabımızda onun işaretleri var.
Beklenen peygamber budur. İslamı kabul edelim ne dersiniz.”
Bu konuşma üzerine herkes homurdanmaya ve
sert
tepkilerini ortaya koyup odadan çıkmak istediler. Heraklius,
korkusundan ve makam sevgisinden dolayı İslamı kabul
edemedi ve onlara şöyle dedi: “ Ben sizi denedim. Dininize ne
kadar sadıksınız diye. Görüyorum ki tek ses, tek yürek birlik ve
beraberlik içinde devletimizin geleceği için çalışan bir ekibim
var. Sizlerle gurur duyuyorum. ” dedi
Heraklius, Müslüman olmak istemişse de, makam ve
ölüm korkusundan îmân etmedi. Peygamberimize yazdığı
mektupta şöyle diyordu: “Hz. İsâ'nın müjdelediği ALLAH'ın
Rasûlü Muhammed'e Rum hükümdârı Kayser'den, Elçin
77
Nasihat Yoldur
mektubunla birlikte bana geldi. Ben şehâdet ederim ki sen
Allah’ın hak Rasûlüsün. Zaten biz seni İncil'de yazılı bulduk ve
Hz. İsa seni bize müjdelemiş idi. Rumları sana îmân etmeye
da'vet ettim. Fakat îmân etmeye yanaşmadılar. Onlar beni
dinleselerdi muhakkak ki, bu onlar için hayırlı olurdu. Ben senin
yanında bulunup, sana hizmet etmeyi ve ayaklarını yıkamayı
çok arzu ediyorum."
Kudüs, Hz. Ömer zamanında fethedildiğinde, Heraklius,
gözyaşları içinde elveda diyordu. Bunu gören yardımcılarından
biri şöyle der: “ Tekrar savaşırsak Kudüs’ü Müslümanların
elinden alırız.” deyince Heraklius: “Ben kutsal kitaplarımızda
okudum. Üzerinde bulunduğumuz bu topraklar Müslümanlar
tarafından ele geçirilecek ve bir daha kazanma şansımızın
olmadığını yazıyor ve onun için ağlıyorum”
Heraklius, her şeyin farkında ve olacakları bilen biriydi.
Vicdanına, ruhunun derinliklerinden gelen o doğruları aklıyla
onaylıyordu. Nefsin ve şeytanın isteklerine boyun eğiyordu. Ne
acı değil mi? Gerçekleri bildiği halde, yanlış yolda gitmek.
Sonuçta inandığın gibi yaşamaz isen, yaşadığın gibi inanırsın.
Peygamberimiz döneminde Müslüman olanlar tam bir
sadakatle Kur’an’a ve peygambere bağlıydı. Dört halife dönemi
olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali
zamanında aynı bağlılık devam etti.
Peygamber efendimizin vefatı ile Müslümanlar büyük bir
üzüntü yaşadılar. Yaşam bir taraftan devam ediyordu. Devleti
yönetecek bir lider seçilecekti. Büyük istişarelerden sonra Hz.
78
Nasihat Yoldur
Ebubekir ilk halife seçildi.
İki yıl halifelik yaptı. Bazı kişiler
kendisine Ey Allah’ın halifesi dediği zaman, hemen müdahale
eder, ben Resulullah’ın halifesiyim derdi.
Aynı sözler Hz.
Ömer halife olduğunda da söylendi ve o da Ebubekir gibi
aynısını söyler ve derdi ki: ben Resulullah’ın halifesiyim derdi.
İltifat, göze girmek veya bir art niyet olmadan Allah’ın
halifesi denmesine hem Hz. Ebubekir, hem de Hz. Ömer tepki
göstermişler. Bunun yanında diğer Müslümanlar da tepki
göstermişler. Allah’ın bir yardımcıya veya onu temsil edecek
bir halifeye ihtiyacı yok. Böyle düşünmek bir şirktir. Peki “Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım.” bakara 30.ayetini nasıl
açıklayacağız. Burada Allah kendisine bir halife tayin etmiyor.
İnsanın
yaratılış
hikayesini
yukarıda
anlattık.
Orada
yaşananları özetlersek, cinler dünyayı yaşanmaz hale getirdi,
İblis ve melekler ordusu onları yerle bir etti. Allah yeryüzünde
adaleti ve kulluğu yerine getirecek ve düzen sağlayacak insanı
yaratmaya karar verdi. Bu yarattığı insanın çok mükemmel
olduğunu ve çok büyük özellikler haiz olduğunu belirten unvan
Halifeliktir. Böylece bütün canlıların dikkatini insanoğlunun
üzerine odaklanmasını sağlamıştır.
Bazı kelime ve cümleler zaman içinde manası ve içeriği
değişir. Cümle aynı kalır, anlamı 180 derece yer değiştirir yani
tam zıt anlama dönüşebilir. Mesela “ haydan gelen, Huya
gider.” Biz milletçe bu cümleyi kullanırken hangi anlamı
yüklüyoruz. Haramdan gelen harama gider veya buna benzer
olumsuz işler için kullanırız. Oysa ki bu cümlenin anlamı
79
Nasihat Yoldur
”Allah’tan gelen, Allah’a gider” değil mi? Hay’da Huy’da Allah’ın
isimlerinden biri. Bunun gibi bir çok deyim, atasözü ve veciz
sözlerin anlamı kullanıldığı yere göre değişmektedir.
Kurandaki halife, istişareler sonucunda seçilen halifeler,(
özellikle dört halife dönemi) ve kral halifeler( Emevi, Abbasi ve
Osmanlı halifeleri babadan oğula devam eden bir halifelik.)
dikkat ederseniz halifelik kelime olarak aynı ama içerik olarak
devamlı değişime uğramış.
80
Nasihat Yoldur
İmtihan
Hz. Osman’ın hilafeti ile başlayan ve Yezid’in ölümü ile
biten yaklaşık 40 yıllık zaman içinde yaşanan olaylar çok acıklı
ve hazin olaylar meydana gelmiştir. Bu dönemde yaşanan
hadiselerin başlıcaları şöyle: yakın akrabaların vali olarak
atanması, Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve günlerce kaos
yaşanması, Hz. Ali Sahibelerin ileri gelenlerinin yoğun baskısı
sonucunda halife seçilmesi, Şam valisi Muaviye’nin Hz. Ali’ye
biat etmemesi, Hz. Osman’ın katillerinin bulunamaması ve
buna bağlı olarak Cemel vakıasının yaşanması, Sıffin savaşı,
Hakem olayı, Hz. Ali’nin Şehit edilmesi, Hz. Hasan’ın
zehirlenerek şehit edilmesi, meşhur Kerbela olayı ve Hz.
Hüseyin’in şehit edilmesi, Mekke ve Medine’nin kuşatılması,
Kabe’nin talan edilmesi ve binlerce insanın katledilmesi bu acı
olaylar inananlarda çok büyük bir iz bırakmıştır.
Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde: “Ashabım
gökteki
yıldızlar
kavuşursunuz.”
81
gibidir,
Bu
hangisine
nedenle
hiçbir
uyarsanız
selamete
sahabe
efendimizi
Nasihat Yoldur
eleştiremeyiz ve gönül koyamayız. En iyi yönetici olmak
isteyen, en iyi ve başarılı politikacı olmak isteyen, hissi ve
duygusal davranmayıp gerçekleri olduğu gibi kabullenecek
olanlar, yukarıda bahsettiğim olayları değişik kaynaklardan
okuyup araştırabilirler.
Her bir yaşanan hadiselere ciltlerce
kitap yazılır, yazılmaya devam ediyor ve yazılmış yüzlerce
eserler var. Önemli olan yaşananlardan kendimize iyi bir ders
çıkarmaktır. Hayata bakış açımıza çok büyük yön verecektir.
Bütün bunları okurken asla sahabe efendilerimize şu haklı, şu
haksız gibi cümleler kullanmayacağız ve gönül koymayacağız.
Çünkü bu dünya imtihan dünyasıdır.
Dünyada iken cennetle müjdelenen on sahabe vardı.
Bunlardan ikisi Hz. Ali İle Zübeyir bin Avam’dır. Ayrıca bu iki
sahabe hala ve dayı çocukları idi. Cemel Vakıası, Hz.
Osman’ın katili bulunmadı diye Hz. Ali’ye karşı yapılan bir
savaştı. Bu savaşta Hz. Ali ile Zübeyir bin Avam, kılıçla
birbiriyle çarpışırken, Hz. Ali, halasının oğlu Zübeyir’e şöyle
seslendi: “ Hatırlıyor musun bir gün Resulullah’ın dizinin
dibinde ikimiz oturuyorduk. Bir sana baktı ve bir bana baktı.
Sonra sana dönüp şöyle dedi. Zübeyir bin Avam, bir gün Ali’nin
karşısına çıkacaksın ve o gün sen haksızsın” demişti. Bir an
düşünüp ve şöyle dedi: “ Evet, hatırladım öyle söylemişti.
Hakkını helal et. Kılıcımı bırakıyorum ve gidiyorum” dedi.
Savaş alanını bırakıp giderken bir kem talihli adam, Hz. Ali’ye
yaranmak için Zübeyir bin Avam’ı arkadan hançerleyip şehit
ediyor. O katil gelip Hz. Ali’ye şöyle der: “ Ya Ali! Müjdemi
82
Nasihat Yoldur
isterim senin en büyük düşmanın Zübeyir bin Avam’ı
öldürdüm.”
bunun üzerine Hz. Ali Şöyle der: “ Ben bu iki
kulaklarımla peygamberimizden duydum. “Kim Zübeyir bin
Avam’ı şehit ederse onu cehennemle müjdelerim.” ben de seni
cehennem ile müjdeliyorum dedi.
Cemel vakıası veya savaşı, Hz. Osman’ın katillerinin
bulunmamasına gösterilen bir tepkiydi. Hz. Ali’den bunu
soruyorlardı. Kılıçlar çekildiği anda bile sahabe efendilerimiz
yine hakikatlerin yanında. Nefislerinin istek ve arzularına göre
hareket etmiyor. Buna en güzel örneklerden biri yukarıda
anlattığımız olaydır.
Peygamber efendimizin sözünü hatırlayınca Zübeyir Bin
Avvam, hemen kılıcını indirir ve özür diler. Sanırım sır burada
saklı. İnsan beşerdir. Şaşar ve unutur. Hatırlayınca da hemen
gereğini yapar. Yaşadıkları zaman diliminde nefislerinin
peşinden koşup giden değil,
af dileyip tövbe isteyenler
kazanacaklardır.
Bir
de
doğruları
gördüğü
halde
içinde
bulunduğu
koşullardan dolayı eli kolu bir noktada bağlı olan insanlar var.
Ne yapacağını bilemeyen gerçekleri gördüğü halde o ortamdan
ayrılamayan ve içi kan ağlayan insanlar var.
Sıffın
savaşında
Hz.
Ali
ile
Muaviye’nin
ordusu
savaşıyordu. Savaş tam hızlanmıştı. Muaviye’nin komutanı
Amr bin As’tı. Hz. Ali’nin ordusunda savaşan Ammar Bin Yasir
şehit olmuştu. Ardından yine Hz Ali’nin saflarında çarpışan
Veysel Karani’de şehit olmuştu. Bir anda peygamberimizin
83
Nasihat Yoldur
hadisi şerifi aklına geldi. “Ammar asiler tarafından şehit
edilecek.” O an yanlış cephede olduğunu anladı ve ordusunu
savaştan çekmeyi düşündü. Ancak Muaviye olayları farklı
yorumlayarak komutanı Amr bin As’ı ikna etti. İçinde
bulunduğu ortam ve konumu onu farklı ortamda tutuyordu.
Sahabe efendilerimiz yanlışlıklarında ısrar etmemişlerdi.
Görüldüğü gibi Allah ve peygamber aşkı her şeyin üstündeydi.
Münafıkların oyununa gelinen zamanlar olmuş ve zaaf
noktalarımızı şeytan iyi değerlendirmiş. Biz insanoğlu bu
dünyaya imtihan için gönderilmişiz. Vicdanımız var, nefsimiz
var, aklımız var ve en büyük düşmanımız şeytan var.
Yanlışlarımız oluyor ve olmaya devam edecek. Önemli olan
yanlışlıklara tövbe ve istiğfar etmek ve aynı yanlışa bir daha
düşmemeye çalışmaktır. Nefsimize uymamak ve vicdanımızı
dinleyerek aklımızı kullanarak Allah’a iyi bir kul ve resulüne iyi
bir ümmet olmak için dua etmeliyiz. Şeytan ile insanın en
büyük farkı bu olsa gerek. Şeytan yanlışında israr edip pişman
olmadığından dolayı cezalandırılmıştır. İnsan ise bazen bilerek
bazen bilmeyerek hata eder ama Rabbine döner günahlarına
içten pişmanlığını belirtir. Allah’ta her zaman onu af eder.
Şeytan gibi yanlışlığında direnen insanları da af etmiyor.
84
Nasihat Yoldur
Sahabeler
Peygamber efendimizi gören ve sohbetine katılan
herkese sahabe denir. Yaklaşık 120 bin sahabe var. Bunlardan
yine yaklaşık 10 bin kişi Mekke ve Medine’de vefat etmiştir.
Diğer 100 bini aşkın sahabe efendilerimiz İslami tebliğ için
dünyanın dört bir yanına dağılmışlar ve gittikleri yerlerde hak
ve hakikati anlatmışlar. Gittikleri yerlere yerleşip orada vefat
etmişler.
Sahabe efendilerimiz, Allah ve Resulünü o kadar
seviyorlardı
ki,
yaşanan
hiçbir
olay
onları
ümitsizliğe
düşürmemiştir. Bunun en bariz örneği, Hz. Osman’ın hilafeti ile
başlayan ve Yezid’in ölümüne kadar geçen sürede yukarı
anlattığımız, siyasi ve iktidar mücadelesi, iç çatışmalar
olmasına rağmen İslami tebliğ ve İslam ordusunun fetihleri
durmamıştır.
85
Nasihat Yoldur
Peygamberimizi Medine de ilk evinde misafir eden Ebu
Eyyüp El Ensari hazretleridir. Medine de peygamberimizin
bütün sohbetlerinde bulunmuştur. Yapılan savaşların büyük
çoğunluğuna katılmıştır.
Bir gün peygamber efendimiz:
“İstanbul mutlaka
fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu
fetheden ordu ne güzel ordudur.” Bu müjdeden sonra Ebu
Eyüp El Ensari hazretlerinin iç dünyası farklı bir heyecan
yaşıyordu. İstanbul’un fethine katılabilecek miyim ve o günleri
görebilecek miyim diye içinden geçiriyordu. Hep dua ediyordu:
“Allah’ım İstanbul Fethine hazırlanacak ordunun içinde ben de
olayım. Peygamber efendimizin müjdesine nail olayım.” diye
niyazda bulunuyordu. Son nefesine kadar her duasında bunu
yapmıştır.
Efendimizden sonra, dört halife döneminde de
yapılan bir çok savaşa katılmıştır. Ayrıca fethedilen yerlerde
tebliğ görevinde bulunmak için kalmıştır.
Mısır’ın fethinde
bulunmuş ve oranın maddi ve manevi imarına da katkı vererek
uzun süre burada tebliğde bulundu. Yaşı sekseni aşmıştı ama
o hala duasına devam ediyordu. 668 yılında İstanbul’u
fethetmek için ordu hazırlanıyordu. Duyunca Allah’a şükretti,
bir anda gençleşti sanki. Efendimizin duasına bir kez daha nail
olmak için şöyle dua etti: “Ya Rabbi, yaşım çok ilerledi. Bana
güç ve kuvvet ver. İstanbul’u fethedecek ordunun içinde
bulunmayı nasip et. İstanbul’un fethinde beni şehit olarak
huzuruna al yarabbi. Ordumuz muzaffer olsun, ben de şehit
olayım.”
86
Şükür namazı kılıp ve dua ettikten sonra orduya
Nasihat Yoldur
yazılmak için Şam’a gider. Görevliler, yaşının çok ileri olması
nedeniyle bu savaşa katılamayacağını nazik bir şekilde
anlatırlar. Ebu Eyyüp Hazretleri o kadar çok ısrar eder ki, onu
kıramazlar. Nasıl üzebilirler ki, o peygamberimizi evinde misafir
etmiş, onun duasına nail olmuş, her zaman savaşa hazırlanan
orduya katılmış ve mücadele vermişti.
İstanbul’a gelirken atın üstünde duracak gücü ve takati
yoktu. Attan düşmesin diye bağlıyorlardı ve hasta idi. Harp
meydanında şehit olmak istiyordu. İstanbul’un fethini görmek
en büyük arzusuydu. İstanbul, 669 yılında İslam ordusu
tarafından kuşatılmış ve bir türlü surlar aşılamıyordu. Aylarca
kuşatma sürdü. Ebu Eyyüp Hazretleri çok ağır hastaydı. Artık
ömrünün sonlarına gelmişti. Çevresinde bulunanlara nasihatte
bulunuyor ve vasiyetini söylüyordu. Tam o sırada birden
karşılarına Bizans kuvvetlerinden büyük bir asker birliği çıktı.
Bu arada bir mücahit Bizans güçlerinin arasına daldı. Ta
ortalarına kadar girdi. Sonra aralarından sıyrılıp çıktı. İnsanlar
bunu görünce: "Subhanallah! Bu adam kendini tehlikeye
atıyor." dediler. Bunun üzerine Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.) şöyle
dedi: "Ey insanlar! Siz bu ayeti (yani "kendi ellerinizle kendinizi
tehlikeye
atmayın"
(Bakara,
195.
ayetini)
böyle
mi
yorumluyorsunuz. Bu ayeti kerime biz Ensar topluluğu
hakkında inmiştir. Allah İslam'ı kuvvetlendirince ve destekçileri
de çoğalınca biz kendi aramızda gizlice: "Mallarımız zayi oldu.
Yüce Allah da zaten İslam'a güç kazandırdı. Artık mallarımızın
başında durup da onlardan zayi olanları düzeltsek, dedik.
87
Nasihat Yoldur
Bunun üzerine Yüce Allah bize cevap olarak bu ayeti kerimeyi
indirdi. Burada tehlike ile kastedilen savaştan geri kalarak
malların başında durup onları düzeltmeye çalışmaktır." Ölüm
gelip çattığında bile Müslümanların yanlış yorumlayacağı bir
ayetin, doğru yorumlanmasına çok büyük katkı sağlıyordu.
Yaşanan bu küçük çatışmadan sonra son nefesini vermeden
önce: “beni götürebildiğiniz yere kadar götürüp oraya defin
edin.” dedi ve son arzusunun yerine geleceğine inancı ile
ruhunu Allah’a teslim etti.
Ebu Eyüp El Ensari hazretleri, İstanbul’un manevi
bekçisi olarak hep bekledi. Müslümanlarda İstanbul’u hep
fethetmek istedi ve bunun için seferler düzenlendi. Vakti ve
saati gelmeyince bir türlü fetih gerçekleşmedi. 764 yıl aradan
sonra İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet ve ordusu fethetti. Fatih
Sultan
Mehmet
ve
kahraman
ordusu
peygamberimizin
müjdesine nail olmuştu. İlk iş olarak peygamberimizi Medine’de
ilk misafir eden ve İstanbul’un fethi için ev sahipliği yapan Ebu
Eyyüp El Ensari’nin mezarını bulmaktı. Hocası Akşemseddin’in
gayreti ile yeri bulundu. Fatih Sultan Mehmet, hemen türbesini
yaptırdı ve ardından oraya cami yaptırdı.
Allah Resulü Hz. Muhammed ( S.A.V )’i Medine’de ilk
misafir eden, ömrü boyunca Kuran ve sünnet çizgisinden
çıkmayan ve peygamberimizin duasına mazhar olmuştur.
Aradan asırlar geçmesine rağmen milletimizin gönül tahtında
oturmaktadır…
88
Nasihat Yoldur
Bugün İslam coğrafyasının tamamında mutlaka sahabe
mezarları vardır. On dört asırdır onların gittikleri yerleri
muhafaza etmeye çalışıyoruz. Sahabe efendilerimizin gidip te
bugün İslam toprağı olmayan yerler de var. Hiçbir olumsuz
olay onların Allah’a olan bağlılıklarını azaltamamış. Dilini,
dinini, örf ve adetlerini bilmedikleri yerlere o günün koşulları
düşünüldüğü zaman insana imkansız geliyor. Onlar imkânsızı
başarmışlar. Eşlerini, çocuklarını ve mallarını düşünmeden
çekip gitmişler.
Bunları yaparken tek düşünceleri Allah ve
Resulü’nün rızası idi. İşte peygamberimizin arkadaşları…
Peygamber efendimiz ashabı için: “Ashabım gökteki
yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız selamete kavuşursunuz.”
O yıldızlar, Müslümanlara ufuk açıyor ve tekrar İslam aleminde
ve özellikle ülkemizde sahabe gibi yaşayan insanlarımıza
örnek model oluyor. Sahabe gibi dünyanın her tarafına sırf
Allah ve Resulü’nün rızası için gidiyorlar… o kutlu yolculara
selam olsun…
89
Nasihat Yoldur
Zalim Haccac
Halifelik bitmiş ve saltanatlık dönemi başlamıştır. Kurulan
Emeviler devleti Müslümanların gönlünde yer etmemiştir. Silah
gücü ile her ne kadar devleti yönetiyorsa da bu dinimizce
istenmeyen bir yönetim şeklidir. Zaman zaman isyanlar olmuş
ve her zaman Müslümanlar tepkilerini ortaya koymuşlardır.
Emeviler devleti, sorunları konuşup çözme yerine, şiddetle
yönetmeyi tercih etmiştir. Yaklaşık doksan yıllık Emevilerin
iktidarında yüz binlerce Müslüman katledilmiştir.
Zalim Haccac, Emeviler devletinin en zalim valilerinden
biriydi. Emeviler devletine o kadar sadık bir komutandı. Halk
ona unvan olarak Küleyp ismini takmıştır.
Yani Köpek
yavrusu. Hak ve adaleti gözetmeden körü körüne Emeviler
devletine bağlılığından dolayı Küleyp denmiştir. Aslında
Haccac-ı Zalim, çok iyi dini eğitim almıştı ve hafızdı. Bunun
yanında askeri ve kültürel bir eğitim almasına rağmen Emeviler
halifesinin gözüne girmek ve bağlılığını göstermek için halkı
ezmekten çekinmezdi. Emeviler devletinde en büyük zalimliği o
yapmıştır.
Haccac-ı zalim olarak meşhur olanın künyesi yani asıl
adı Ebu Muhammed Haccac bin Yusuf bin Hakem es-Sekafî.
90
Nasihat Yoldur
Aslen Taif’lidir. Taif Mekke’nin yaylası ve 120 km uzaklıkta bir
şehir. Bu şehrin meşhurluğu asıl Peygamber efendimizi
taşlayan ve tebliğini kabul etmeyen bir kent olmasıdır.
Mekke’nin fethinden sonra kan dökülmeden bu şehir komple
Müslüman olmuştur. Zalim haccac 661 yılında doğdu ve 714
yılında öldü.
Peygamber
efendimiz
ashabı
ile
sohbet
ederken
geleceğe dair söylediği hadisi şeriflerden birinde: “Sakif
kabilesinden biri dâvâ-yı nübüvvet edecek ve biri hunhar zalim
zuhur edecek." Peygamber efendimizin bu hadisi şerifinden
yaklaşık 60 yıl sonra olay şöyle zuhur ediyor. Mekke’nin
yönetimi Abdullah bin Zübeyir’deydi. Emevilere biat etmiyordu.
Bunun üzerine Zalim Haccac iki bin kişilik ordusu ile şehri
kuşattı. Şehre başta gıda girişi olmak üzere şehrin ekonomisini
felç etti. Bu arada beş bin kişilik destek için bir ordu daha geldi.
Şehri 6 ay kuşattı. Mancınıklarla şehri taşa tuttu. Kabe yerle bir
oldu. Ordu şehre girdi ve her şeyi talan etti. Abdullah bin
Zübeyir şehit edildi. Mekke’nin kontrolü tamamen Zalim
Haccac’ın eline geçti. Mübarek şehir Mekke’de binlerce
müslümanın kanını akıtarak şehre giren Haccacın karşısına
Ebubekir’in kızı Esma çıktı ve şöyle dedi: "Resul-i Ekrem
Sakif'ten bir yalancının, bir de bozguncunun çıkacağını haber
vermişti; gördük ki, yalancı Muhtar es-Sekafi imiş, bozguncu
da sensin" Haccac, konuşan yaşlı kadının Hz. Ebubekir’in kızı
olduğunu öğrenince hiçbir şey söylemeden yanından çekip
gitmiştir.
91
Nasihat Yoldur
Haccac, yönetimi sırasında çok sert tedbirlere başvurdu
ve insanları öldürürken, din adamlarına karşı da aynı tavrı
gösterdi. Bunlardan biri meşhur hadis ve tefsir alimi olan Said
bin Cübeyr'i bile öldürmekten çekinmedi. Ömrünün sonuna
doğru büyük ruhî bunalım yaşayan Haccac, ölümünü isteyecek
kadar büyük sıkıntıların içine düştü. Dayanılması güç hastalığa
yakalandı. Özellikle şiddetli mide ağrıları çekti. Bu elem ve
ızdıraplar içinde öldü (714). Ölümünü haber alan İslâm alimleri
kendisi
için
rahmet
dileğinde
bulunmadılar.
Ölümüne
sevinenler olduğu gibi, hal ve hareketlerinin kendisinden
sonrakiler tarafından devam ettirilmemesi ve son bulması için
duâ ettiler. Mezarının tahrip edilmesinden korkulduğu için,
naaşı ulaşılması güç ve sarp bir yere gömüldü.
Mevlana Hazretleri, bir gün talebeleri ile yolda giderken
bir leş görürler. Talebeler, burunlarını kapatırlar ve ileri geri
konuşurlar. Mevlana hazretleri; “Ne güzel dişleri var.” der. O
leşte bile bir güzellik yakalar. O leşte görünen bir güzellik gibi
Zalim Haccac’ın bir sözü herkese küpe olmalı. Zalim Haccac
yüz bini aşkın insanı öldürtmüş ve bir o kadarına aşırı
işkenceler yaptırmış. Bir gün adamın biri cesaretini toplamış
çıkmış demiş ki:
Sen Müslümanlara zulmediyorsun, Neden Hz. Ömer
-
gibi adaletli davranmıyorsun?
-
Olun ashab, olayım Ömer
-
Bu söz çok önemli. Peygamber efendimiz bir hadisi
şeriflerinde buyuruyorlar ki: “ Nasılsanız öyle idare edilirsiniz.”
92
Nasihat Yoldur
Ömer Bin Abdülaziz
Emeviler devletini yöneten halifelerin içinde bütün
Müslümanlar tarafından tek onay alan
Halife Ömer Bin
Abdülaziz’dir. Halife Süleyman b. Abdülmelik, vefatından önce
bir vasiyet hazırladı. Bu vasiyetin divanda ölümünden sonra
okunmasını istedi. Herkesin huzurunda açılan vasiyette
halifeliği erkek çocukları Yezid veya Haşim’e değil damadı ve
yeğeni Ömer Bin Abdülaziz’e bırakmıştı. Yezid ve Haşim buna
itiraz etseler de sonucu değiştirememişler. 717 yılında Ömer
Bin Abdülaziz, halife olur.
Ömer Bin Abdülaziz, daha önce Hicaz valiliği yapmış ve
adaletli yönetimi ve herkesi kucaklaması nedeniyle ünü her
tarafa duyulmuştu.
Zalim Haccac’ın zulmünden kaçanlar,
Mekke ve Medine’ye sığınıyorlardı. Vali onlara sahip çıkıyordu.
Bu durumdan rahatsız olanlarda vardı. Bunların başında zalim
Haccac geliyordu. Sarayda Hicaz Valisi Ömer Bin Abdülaziz
için yaptığı kulislerle onu görevden aldırdı.
Zalim Haccac, Irak valisi iken, yakalandığı amansız
hastalık sonucu elli üç yaşında, miladi 714 yılında hayatını
93
Nasihat Yoldur
kaybetmişti. Haccac’ın ölümünden üç yıl sonra Ömer Bin
Abdülaziz halife oldu. Zalim Haccac yaşasaydı, o vasiyeti
yırtar, itiraz edenleri öldürür ve
Ömer Bin Abdülaziz halife
olamazdı. Saraydaki şer odakları bugünün tabiri ile derin devlet
boş
durmamış
ve
Ömer
bin
Abdülaziz’i
hizmetçisine
zehirletmişlerdir. Halifeliği toplam 2 yıl 5 ay sürmüştür.
Ömer Bin Abdülaziz, İslam alimleri tarafından beşinci
halife olarak kabul edilir. Buna sebep olarak da her ne kadar
Emevi halifesi Süleyman bin Abdülmelik’in vasiyeti olsa ya da
saray da veliahtlar karşı çıkmasına rağmen herkesin oy birliği
ile biati ile yapılmıştır. Ayrıca Hz. Ömer gibi yönetmiş ve
yaşamış bir halife.
Emeviler devletinin yönetimi Arap ırkçılığına ve Hz. Ali
düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Ömer Bin Abdülaziz, bu
uygulamalara son verdi. Devlet yönetimine kim ehil ise onu
atadı. Tıpkı Hz. Ömer gibi. Bu uygulamalar Müslümanlar
arasında büyük sevinç oluşturdu ve devlete güveni arttırdı. Bu
uygulamadan rahatsız olan haneden üyeleri vardı. Hanedan
üyelerinden biri Ömer bin Abdülaziz’e gelerek şöyle der;
-
Bize görev ver
-
İsterseniz her birinizi asker yapabilirim
-
Ne
diye
yapamayacağımız
bir
şeyi
bize
teklif
ediyorsun? Akraba değil miyiz? Bizim de bir hakkımız yok mu?
Biz bu hanedanın bir üyesi değil miyiz? Bize para ve makam
vermen gerekmez mi?
94
Nasihat Yoldur
Benim için bu konuda, sizinle en uzak bir Müslüman
-
arasında hiçbir fark yoktur. Devletin malını ve parasını kimseye
peşkeş çekemem.
Ömer Bin Abdülaziz, bütün Müslümanları kucaklaması ve
adaletli yönetimi ile ülke ilk kez huzura ve güvene kavuşmuştu.
Bu durumdan rahatsız olanlar vardı. Başta hanedan üyeleri
olmak üzere bir araya gelmesi imkânsız bütün gruplar
birleşiverdi.
Çünkü
her
grup
arkasındaki
halk
kitlesini
kaybediyordu. Daha önce devletle çatışan her grubun bir
argümanı vardı ve bu elden gidiyordu. Bunlardan bir kaçı
şöyle; Emeviler devletini yıkmaya çalışan Hariciler, Hz. Ali
taraftarları, rejimin devam etmesini isteyen Hanedan üyeleri,
ülkeyi yıkmak isteyen dış güçler, münafıklar ve her ne kadar
çıkarcı
grup
varsa.
Kısacası
“Düşmanımın
düşmanı
dostumdur.” felsefesi gereği bir araya gelip karar aldılar. Ömer
bin Abdülaziz’i hizmetçisine zehirlettirerek şehit ettiler. Devlet
tekrar eski zorba yönetimine yani kaldığı yerden zulümlerine
devam etti.
Emeviler devleti seksen dokuz yıl yaşadı. Bu devlet, bir
insan ömrü kadar ancak yaşayabilmiştir. Kan, şiddet ve
beddua ile kurulan bir devlet, yüz binlerce Müslüman kanı
döken bir devlet ancak bu kadar yaşayabilirdi. Allah, bu zalim
hanedan içinde öyle bir gül çıkardı ki, karda açan kardelen gibi.
Ömer Bin Abdülaziz, görev yaptığı çok kısa bir süre içerisinde
ülke içinde birlik ve beraberliği sağlamış, ülkenin bozulan
ekonomisini düzeltmiştir. Onun sağlığında zekat verilebilecek
95
Nasihat Yoldur
fakir kalmamıştır. Dilden dile anlatılan hadisi şeriflerin yazılı
kaynak haline gelmesine öncülük etmiştir. Bu nedenlerle bütün
Müslümanların gönlünde taht kurmuştur.
Ömer Bin Abdülaziz için en veciz sözlerden birini dönemin
Bizans
imparatoru söylemiştir: “Bir insanın, imkansızlıkları
dolayısıyla, ruhbanca bir yaşantıya sahip çıkması, dünyadan
el-etek çekmesi çok kolaydır. Çünkü onun zaten terk edeceği
herhangi bir dünya malına sahipliği yoktur. Fakat bu halife gibi,
dünyanın en büyük devletinin yöneticisi için ayni şeyleri
söylemek mümkün değil. Onun elindeki hazinelere rağmen,
bunların hiçbirine aldırmayıp, sıradan bir fakirin yaşantısına
sahip çıkmasına hayran olmamak doğrusu elden gelmiyor.”
96
Nasihat Yoldur
İbrahim Ethem
Zalim Haccac 714 yılında öldüğünde bugün Afganistan
toprakları içinde bulunan Belh şehrinde İbrahim Ethem
dünyaya geldi. İyi bir eğitim aldı ve babası vefat edince sultan
oldu. En büyük hobisi avlanmaktı.
Bunun yanında sarayda
haftada bir alimlerle ve şehrin aydınları ile sohbet ederdi.
Yönettiği ülke küçük bir sultanlıktı. İbrahim Ethem’i farklı kılan
ve İslam dünyasında kendine has bir özelliği olmasının nedeni
yaşadığı olaylar ve saltanatı bırakmasıdır…
İbrahim Ethem, yine bir gün alimlerle sohbet yaptı,
sohbetten
sonra
herkes
dağıldı
ve
konuşulanları kafasında değerlendiriyordu.
tahtında
oturup
O an müthiş
uykusu gelmiş ve tahtında uyuyakalmıştı. Rüyasında tavan
sallanıyordu, sarayın damında biri vardı ve seslendi:
-
Kim O?
-
Tanıdık biriyim, sen rahat ol, ben devemi kaybettim
onu arıyorum. Bulur bulmaz gideceğim.
-
Be adam! Deli misin nesin, damda deve mi olur?
-
Ey dünyaya dalmış adam! Sen Allah’ı altın taht, süslü
ve şatafatlı elbiseler içinde arıyorsun. Ben devemi damda
aramışım çok mu acayip!..
97
Nasihat Yoldur
Bu gördüğü rüyanın etkisinden kurtulamamıştı. Vezirleriyle ve
alimlerle bu rüyayı yorumlarken heybetli bir adam çıkagelmişti.
Hiçbir görevli sen kimsin, ne işin var deme cesareti
gösterememişti. Bu heybetli adama İbrahim Ethem sordu;
- Ne istiyorsun?
- Bu handa konaklamak istiyorum.
- Burası han değil, benim sarayımdır.
- Senden önce bu sarayda kim vardı?
- Babam vardı.
- ondan önce kim vardı?
-Dedem vardı.
- Daha önce kim vardı?
- Falan oğlu falan.
- Hepsine ne oldu?
- Öldüler.
- Bu nasıl bir saray ki, gelen gidiyor. Handan ne farkı var
- Sen kimsin?
Bu söz üzerine o heybetli adam çekip gitti. İbrahim
Ethem’de peşinden gitti. Uzun süre takip etti ve gözden
kayboldu. Bir daha saraya dönmedi. Üzerindeki şatafatlı
elbiseleri çıkardı ve fakir fukaranın giydiği elbiseleri aldı.
Günahlarına tövbe istiğfar etti. Dünya malını terk edip Allah’ın
rızasına nail olmak için çalıştı. Makam mevkii bırakmak, eşini
ve çocuklarını bırakmak, şaşalı yaşantıyı terk edip bir derviş
gibi yaşamak her yiğidin harcı değildir.
98
Nasihat Yoldur
Bir gün göl kenarında oturuyordu. Korumalarıyla bir adam
geldi. İbrahim Ethem’e öyle bir bakışı vardı ki, “Sen bu hallere
düşecek adam mıydın?”
bakışları İbrahim Ethem’i rahatsız
etmişti. O adam vali olabilmek için ne diller dökmüştü, ne
aracılar koymuştu bir makama sahip olabilmek için. Huzurunda
tir tir titreyip el pençe durduğu adam bugün sıradan biriydi.
İbrahim Ethem, hiç istifini bozmadan elindeki iğneyi göle attı.
“Balıklar iğnemi getirin.” dedi. Bir balık iğneyi ağzına alıp kıyıya
çıktı ve İbrahim Ethem’e getirdi.
Bunu gören vali, yaptığı
yanlışı gördü ve oradan hemen ayrıldı.
İbrahim Ethem, bütün sevdiklerini Allah için terk etti ve
manevi âlemde yükseldi. Allah sevdiği kullarını diğer insanlara
da sevdirir. İşte İbrahim Ethem sıradan küçük bir devletçiğin bir
sultanı iken bütün Müslümanların gönlünde sonsuza dek
manevi sultan olmuştur. On üç asır geçmiş Müslümanların
hatırasında dipdiri yaşıyor.
99
Nasihat Yoldur
Abbasiler
Kan, şiddet ve zulüm ile yönetilen devletlerin uzun ömrü
olmuyor, günümüzde de böyle geçmişte de böyle. Sovyet
Sosyalist Cumhuriyet Birliği 1917 yılında kuruldu ve 1990
yılında yıkıldı. Toplam ömrü 77 yıl oldu. Emeviler devleti (661 –
750 ) de zulüm, şiddet ve kan üzerine kurulduğu için ömrü 89
yıl yani bir insan yaşamı kadar hüküm sürebilmiştir.
Abbasi devletinin doğuş sebebi, Emeviler devletinin
yaptığı yanlış politikalar ve zulümlerdir.
Birincisi Emeviler devleti, hilafeti, Hz. Ali’den aldıkları için
halkta
bir
infial vardı.
Hz. Ali’nin
oğlu
Hz. Hasan’ın
zehirlettirilmesi ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi,
müslüman dünyasında büyük infiale neden olmuştu. Bununla
beraber
bütün
Cuma
hutbelerinde
Hz.
Ali’ye
beddua
ettiriliyordu. Peygamber efendimizin soyundan gelenlere büyük
haksızlık yapılıyordu.
İkincisi Emeviler, devleti ırkçı Arap milletçiliği üzerine
devleti kurmuşlardı. Arap olmayan Müslümanlara, devlet
yönetiminde yer verilmediği gibi onlardan cizye alınıyordu.
100
Nasihat Yoldur
Cizye, müslüman olmayandan alınan vergi idi. Bu uyguluma
Arap olmayan müslümanlarda derin infiale sebep oluyordu.
Emeviler devletine tepki gösterenlerin büyük çoğunluğu,
devleti yıkmak değil, yapılan yanlışlara bir tepkiydi. Bunun en
büyük misali şudur. Emevi halifelerinden Ömer bin Abdülaziz,
bütün Müslümanları kucaklayıcı bir politika izleyince ülkede
asayiş düzelmiş, Müslümanlar arasındaki soğukluk giderilmişti.
Onun döneminde herkes mutluydu. İsyanlar bitmişti. Cuma
hutbelerinde
Hz.
Ali’ye
beraberliğe,
kardeşliğe
beddua
vurgu
edilmiyordu.
yapan
ayet
ve
Birlik
ve
hadisler
okunuyordu. Müslümanlar tam kaynaşmıştı. Bunun en büyük
delili de o dönemde herkes zekatını fazlasıyla vermiş
olmasıdır. Çünkü zekat bütün fakirlere dağıtılmış ve artmıştı.
Herkesin devlete güveni tamdı.
Bugünün meşhur tabiri ile derin devlet, durumdan
rahatsız olmuş ve hizmetçisine zehirletmişlerdir. Bütün bunlar
iki buçuk yılda yapılmıştı. Ömer bin Abdulaziz’nin ölümü ile
Emeviler devleti tekrar eski zorbalığına geri döndü.
Yine
şiddet, kin ve zulüm ile yönetilmeye başlayınca isyanlar arttı.
Müslümanlarda tek düşünce vardı. Emevi hanedanlığına son
verilmeli.
Herkesi
kucaklayacak
bir
devlet
kurulması
Hz.
Abbas’ın
isteniyordu.
Peygamber
efendimizin
torunlarından Ebu’l-
amcası
Abbas Seffah
öncülüğünde, Emevi
devletini devirmek için herkesi örgütledi. Bu harekete Türk’ler
büyük destek veriyordu. Sonunda Şam’da Emevi saltanatına
101
Nasihat Yoldur
son verildi. Yerine Abbasi devleti kuruldu. Kurulan Abbasi
devleti kısa bir süre sonra başkenti Bağdat’a taşıdı. Abbasi
devletine Türklerin yanında İranlılar da büyük destek oldular.
Devletin yönetiminde herkesin söz hakkı vardı.
Abbasi Devleti, 750 yılında kuruldu ve 1258 yılında yıkıldı.
Abbasi devleti 508 yıl yaşadı. Abbasi devleti; Cengiz Han’ın
torunu Hulagu yönetimindeki İlhanlılar’ın,
1258’de yakıp
yıkmasıyla son buldu. Abbasi devletinde on yedi bağımsız
İslam devleti vardı. Bağımsız İslam devletinin oluşmasında
merkezi hükümetin zayıf olması büyük etken olmuştu. Emeviler
devletine göre çok uzun ömürlü bir süre geçirmesinde en
büyük etken ırkçı arap milliyetçiliği yapmaması ve Müslümanlar
arasında dengeyi iyi kurmasıdır.
Her devletin bir yıkılış hikayesi olduğu gibi Abbasilerin de
ilginç bir hazin sonu var. Abbasi devleti, bilim, sanat, teknoloji
ve felsefi akımlarda çok ileri gitmişlerdir. Özellikle felsefi
akımlar,
İslam
dünyasında
büyük
tartışmalara
ve
fikri
ayrılıklara neden olmuştur. Özellikle Aristo, Eflatun başta
olmak üzere Yunan felsefecilerin kitapları tercüme edilmiş ve
onun üzerine tartışmalar başlamıştır. Bu tercümelerin hem
faydası olmuş hem de zararları olmuş. Bu konuda denge bir
türlü kurulamamıştır. Bilim, teknoloji ve sanat konularında fazla
tartışma olmamış ve İslam dünyasında kabul görmüştür. Bilim,
sanat ve teknolojinin gelişimine ve yeni buluşlara çok büyük
katkısı olmuş ve Avrupalılar bu gelişmelerden faydalanmıştır.
Abbasilerde her şeyi tartışmak serbestti.
102
Nasihat Yoldur
Felsefi
konular,
fikri
ayrılıklara
neden
olmuş
ve
Müslümanların içine büyük şüphe atmıştır. En büyük tartışma
inanç sistemi üzerine olmuştur. Farabi ve İbn-i Sina bu akımın
öncülerindendir. Müslümanların içine bir kurt düşmüştür. O
dönem herkes kendi fikrini, inancını anlatabilmek için her
önüne gelen kitaplar yazıyordu. Yazılan bu kitaplar, milyonlarla
ifade ediliyor.
Moğollar’ın, Cengiz Han’ın torunu Hulagu, Abbasi devletini
ortadan kaldırırken, Bağdat’ı yerle bir etmiştir. Binlerce
kütüphaneyi yakmıştır. Yakmadıklarını da, toplatıp günlerce
Dicle nehrine attırmıştır. Haftalarca Dicle nehri o kitapların
mürekkep renginden dolayı, masmavi akmıştır. Ne kadar kitap
yazıldığı bu yaşanan kitap katliamı gösteriyor. Her alanda
sınırsız fikir ve vicdan hürriyeti vardı. Herkes düşüncelerini
kitaplaştırıyordu ve özgürce anlatıyordu.
Abbasi geniş hoşgörüsü ile uzun yıllar yaşadı. 508 yıl
boyunca iktidarı Abbasi hanedanlığı yönetti. Felsefi akımlar,
İslam dünyasında büyük bir yozlaşmaya sebep oldu. Hayatın
her alanında bu etkisini göstermiş ve halkta büyük tahribatlara
neden olmuştur. Halk yozlaştığı için devlet yıkılmıştır. Bu
yıkıma bir iç savaş neden olmamıştı, tek sebep kendi
benliklerini kaybetmeleriydi. 1258’den 1513’e kadar toplam 255
yıl İslam dünyası fetret dönemi yaşadı. Hilafet makamı anlam
ve önemi kaybetti. Sembolik olarak varlığını sürdürdü.
Emevi devleti; kin, nefret, ırkçılık ve zulümle çok kısa
sürede yıkıldı ve hemen yerine yenisi kuruldu.
103
Nasihat Yoldur
Abbasi devleti; herkese eşit muamele ve herkesi
kucaklayan bir anlayışla uzun yıllar hüküm sürdü. Fikri
kokuşmuşluk, rehavet ve vurdumduymazlık onun sonunu
getirmiştir…
104
Nasihat Yoldur
Alparslan
Sahabeler, İslami tebliğ için gidebildikleri en uzak yerlere
gitmişler ve gittikleri yerlere yerleşmişler. Çin’e, Özbekistan ve
uzak doğunun her bölgesine gitmişler. Türklerin Müslüman
olmasında bu sahabe efendilerimizin büyük katkısı vardır.
Türkler, İslam’ı kendi inançlarına yakın buldukları için kolaylıkla
kabul
etmişlerdir.
Arapların
Çinlerle
yaptığı
savaşta,
kaybetmek üzere olan Araplara, İslam’a büyük sempati duyan
ve müslüman olan Türk aşiretleri savaşa müdahil oldular.
Müslümanların yanında yer alarak Çin’i yendiler. Bu savaş
Müslüman Araplarla Türkler arasında büyük kaynaşmaya
sebep olmuştur. Türkler İslam’ı severek kabul etmişlerdir.
Türkler, Emevi hanedanlığını yıkan Abbasi devletinin
yanında yer aldılar. Abbasi yönetiminde Türkler etkindi. Büyük
Selçuklu devleti, İranlılar tarafından baskı altında tutulan
Abbasilere yardım etmiştir. Abbasiler de her zaman Türklere
minnet ve saygı duymanın yanında, istedikleri her şeyi
vermişlerdir.
Türkler İslam’ı özümsemiş, hem en iyi bir şekilde
yaşamışlar, hem de İslam’ın özünü bozmamışlar. İranlılar, en
105
Nasihat Yoldur
güçlü
devlet
iken
Müslümanlar
ile
yapılan
savaşı
kaybettiklerinden dolayı zorla Müslüman olmuşlardı. Savaşı
kaybetmenin acısını hep içlerinde yaşamışlardır. Dinin bazı
kurallarını kendi çıkarlarına göre yorumlayarak yeni İslam
inancı ortaya çıkarmışlardır. Köklü ve Savaşçı iki milletin İslam
anlayışı
çok farklı olmuş ve
tarih
boyu
bir
birleriyle
savaşmışlardır. İran ile Türklerin savaş nedeni budur. İranlılar,
İslam’ı kılıçların gölgesinde kabul ettiği için dini yozlaştırmıştır.
Türkler, İslam’ı kılıç gölgesinde değil, sevgi ve ikna yolu ile
kabul ettiğinden Kur’an ve sünnet çizgisinden ayrılmamıştır.
Yani
İslam,
peygamber
efendimiz
döneminde
nasıl
yaşanıyorsa, öyle yaşamaya gayret göstermişlerdir.
Büyük Selçuklu Devleti, hem Abbasi halifeliğini korurken,
hem de yönünü batıya döndürmüştür. Bunda iki hedef vardır.
Birincisi Türk boyları arasında savaşmak istemiyordu. İkincisi
İslam’ı daha çok yere yayabilmek için batıya yöneldi. Bazı
tarihçiler; “Orta Asya’da kıtlık ve kuraklık olduğu için Türkler
batıya gitmişlerdir.” Bu görüş sebeplerden biri olabilir ancak
ana unsur olamaz. Çünkü öyle olsaydı daha çok göç olurdu.
Göç eden Türk boylarının ortak özelliği İslam dinini yaşama ve
yayma düşüncesi taşımasıdır.
Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarından Alparslan,
Anadolu’yu
yurt
edinirken
en
büyük düşüncesi
İslam’ı
yaymaktır. Babası Horasan Valisi Çağrı Bey’dir. Çağrı Bey,
oğluna asıl Muhammed ismini vermiştir. Onun iyi bir İslami
eğitim almasını sağlamıştır. Bunun yanında devlet yönetimi ve
106
Nasihat Yoldur
fen ilimlerini de çok iyi öğrenmiştir. Babası Çağrı Bey,
öldüğünde amcası Tuğrul Bey tarafından babasının yerine vali
olarak atanmıştır. Horasan, din ve fen ilimlerinin merkezi haline
getirmiştir. Horasan, ilim yuvası olarak,
Türk İslam tarihine
damgasını vuran ender şehirlerden biridir.
Büyük Selçuklu Devletinin Hükümdarı, Tuğrul Bey’in
erkek çocuğu olmadığı için ölümüne yakın herkesin Alparslan
olarak tanıdığı yeğeni Muhammed’i devletin başına getirmiştir.
Ona batıya yönelmesini ve İslam’ın adını yüceltmesini vasiyet
etti.
Bizanslılar, 1071 yılında Müslüman Türkleri Anadolu’dan
çıkarmak için iki yüz bin kişilik büyük ordu hazırladı ve büyük
bir katliama başladı. Alparslan, elli bin kişilik bir ordu hazırladı
ve yola çıktı. Malazgirt’e geldiğinde iki ordu karşılaştı. Bizans
ordusunun başında imparator Diyojen vardı. Düşman ordusu
her yönden çok güçlü ve sayıca Türk ordusunun dört katı idi.
Bizans ordusunun çok güçlü olması, Türk ordusunda büyük
tedirginlik oluşturdu.
Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan, çadırında iki rekat
namaz kılıp şöyle dua etti: “Allah’ım görüyorsun düşmanlarımız
her yönden bizden çok güçlü. Biz senin rızan için yola çıktık.
Bizleri mahcup etme! Yarabbi! Şu an İslam dünyasında senin
adını yüceltecek tek ordu budur. Bize yardım et, bizi muzaffer
eyle. Allah’ım biz galip gelirsek bütün Müslümanlar da
sevinecek. Bizi muzaffer eyle…”
107
Nasihat Yoldur
Ordusu ile beraber Cuma namazını kıldı. Namazdan sonra
atına binerek askerlerin önüne geçip şöyle dedi:
Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak
olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla
bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için
dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak
istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur
cennete girerim.
Büyük bir inançla söylenen bu heyecanlı sözlere
askerler hep bir ağızdan:
Ey Yüce Sultan! Her zaman senin emrinde ve seninle
olacağız, nereye gidersen oraya gideceğiz, diye haykırdılar.
Sultanın üzerinde beyaz bir elbise vardı. Düşmana
hücum etmeden önce son söz olarak askerlerine şunları
söyledi:
İşte şehitlik kefenim, savaş meydanında ölürsem beni bu
elbise ile gömersiniz.
Bundan sonra Türk ordusu hücuma geçti. Cuma günü
öğleden sonra başlayan savaş akşam üzeri sona erdi. Tarihin
en büyük meydan savaşlarından biri olan Malazgirt Savaşı
Türk ordusunun kesin galibiyeti ile sonuçlandı.
Büyük komutan Alparslan’ın üstün savaş taktiği ve
Türk askerinin cesaret ve kahramanlığı sayesinde elli bin kişilik
Türk ordusu, kendisinden kat kat fazla olan Bizans ordusunu
birkaç saat içinde kesin bir yenilgiye uğratmış ve büyük bir
zafer kazanmıştı.
108
Nasihat Yoldur
Malazgirt savaşı, Anadolu’nun artık Türk ve Müslüman
yurdu olduğunun bir belgesiydi. Atalarımız bu duygularla ve
düşüncelerle bize emanet etmiş ve bin yıldır bu emaneti
koruyoruz.
109
Nasihat Yoldur
Selahaddin Eyyübi
Selahaddin Eyyübi, aslen Kürt kökenli olup sıradan bir
devlet memuruydu. Çok iyi derece de dini eğitimi almış ve
babası koruma muhafızı olduğu için iyi derecede harp etme
sanatını da öğrenmişti. Şam’da Selçuklu atabeklerinden
Nüreddin Mahmud Zengi'nin yanında Haçlılara karşı yapılan
muharebelere katıldı. Bu savaşta büyük başarı ve kahramanlık
göstermesi dikkatleri üzerine çekti.
Kudüs, haçlılar tarafından ele geçirilmiş ve devlet
kurulmuştu. Selahaddin Eyyübi’nin içini kemiren buydu. O
savaşmaktan çok eğitim ve öğretimle uğraşmak istiyordu.
Kudüs’ün işgal altında olması onu uyutmuyordu. Haçlılarla
mücadele etmek ve Kudüs’ü kurtarmak için Şii Fatımi
devletinde görev aldı. Fatımi devletinin haçlılarla işbirliği
yapması onu çileden çıkartıyordu.
Selahaddin Eyyübi, 1168 yılında vezir oldu. Artık
devlette daha etkin ve söz sahibi idi. Fatimi devleti iyice
zayıflamıştı. Kontroller Selahaddin Eyyübi’nin eline geçmişti.
1171 yılında son Fatimi halifesi Abid’in ölmesiyle devlet
yönetimini değiştirdi. Şii iktidarına son verdi ve Eyyübi devletini
kurdu.
110
Nasihat Yoldur
Sıradan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş.
Makam ve mevkileri, başarı ve kabiliyetleri ile aşmış bir
insandı. Gelişen olayları değerlendirerek kendi devletini
kurmuştu. Dünyada ondan daha mutlu ve yüzü gülen bir adam
olmaması gerekirdi. Ancak onun yüzü hiç gülmedi. Devlet
kurduğuna sevinmedi. O dünyaya geldiğinde Kudüs haçlıların
elindeydi. O kutsal mekan nasıl olurda haçlıların eline geçer
diye geceleri ağlar dururdu. Gündüzleri plan yapardı, bu
haçlıları nasıl Kudüs’ten çıkarırız diye. Bundan dolayı güçlü bir
orduya ve güçlü bir devlete ihtiyaç olduğunu gördüğü için ilk
bunu yapmış ve başarmıştı. Onun için devlet kurmak ve güçlü
ordu sahibi olmak başarı değildi. Hedef haçlıları yenmek ve
Kudüs’ü kurtarmaktı.
Kimse Selahaddin Eyyübi’nin güldüğünü görmemişti. Hep
asık surat ve hüzünlüydü. Hiçbir şey onu sevindiremiyordu.
Cuma hutbesinde en çok sevdiği hocası hutbe okuyordu.
Hutbede tebessüm etmenin faydalarını anlatıyordu. Tebessüm
etmeninin, peygamberimizin sünneti olduğunu hatırlattı. Bunun
üzerine koca Sultan Selahaddin Eyyübi, kalktı ve şöyle dedi:
-Hocam, gülmenin ve tebessüm etmenin faydalarını anlattın.
Bunu bana söyledin. İnsanlara güler yüz göstermek gerekiyor.
Doğru söylüyorsun ama Kudüs işgal altındayken ben nasıl
gülebilirim ve nasıl mutlu olabilirim.
Cami cemaati bu söz üzerine hep birden ağlamaya
başladılar.
111
Kudüs
işgal
altındayken,
insanların
yüzü
Nasihat Yoldur
gülmemeliydi. Selahaddin Eyyübi o inançla 89 yıllık Kudüs
krallığını ve haçlıları yenmişti.
Selahaddin Eyyübi, Kudüs’ü fethedince bütün İslam
alemi büyük sevince boğuldu. Bütün camilerde kutlama
programları
yapıldı.
Kudüs
ve
çevresi
haçlılardan
temizlenmişti. Artık mutlu olmak, gülmek ve tebessüm etmek
Selahaddin Eyyübi’nin hakkıydı. Kudüs’ü fethedene kadar
sarayında ve koltuğunda oturmadı. Hep çadırda yaşadı ve
mutlu sona ulaşmıştı. Sarayına yerleşmiş ve koltuğuna
oturmuştu ve ülkesini buradan yönetecekti. Saraya gelen bir
görevli şöyle dedi:
-Sultanım, Haçlılar büyük bir ordu kurmuşlar ve başlarında
kralları ile beraber buraya geliyorlar.
Hemen hazırlıklara başlayın Selahaddin Eyyübi, içinden
şöyle dedi, bu sarayda, bu koltukta oturmak sana yasak.
Gülmekte yasak, tebessüm etmekte. Seni ancak şehit olmak
kurtarır.
Haçlılar Kudüs’ün düşmesini ve kurdukları krallıkların yok
olması onları derinden sarsmıştır. III. Clemens'in teşvikiyle
Fransa, İngiltere kralları ile Almanya imparatoru kumandasında
Eyyübiler üzerine Üçüncü Haçlı Seferi (1189-1192) yapıldı.
Fransa Kralı Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar
katıldı. Üç yıl süren savaşı Selahaddin Eyyübi kazandı.
İngiltere kralı Arslan Rişar’ı esir aldı.
Selahaddin Eyyübi, haçlıları bir kez daha Allah’ın yardım
ve inayeti ile yenmişti. Müslümanlar bir kez daha Selahaddin
112
Nasihat Yoldur
Eyyübi sayesinde zafer kazanmıştı. O artık çok yorgundu. Elli
altı yaşında olmasına rağmen o kendini bitkin ve yorgun
görüyordu. İslam alemi huzura ermişti. Kendisi de huzura
ermek istiyordu. Gülmek ve tebessüm etmek istiyordu. Bu
yorgunlukları
üzerinden
atmak
ve
sevincini
Peygamber
efendimiz ile paylaşmak istiyordu. 1193 kışı şubatında
hastalandı. On dört gün hasta yattı. 4 Mart 1193 tarihinde, 56
yaşında Şam'da vefat etti. Yirmi beş senelik vezirlik ve
sultanlık hayatı, hep İslamiyet’e hizmetle geçmiştir.
Izdırap ve çileli geçen bir ömür, devlet kurmuş ve
yönetmiş ama hiç yüzü gülmemiş bir lider. O ızdırap ve çile
çekerken,
müslümanların
yüzü
gülüyordu.
Çünkü
altındaki haçlı toprakları tekrar müslümanların oluyordu…
113
işgal
Nasihat Yoldur
Mevlana
Mevlana, dünyanın tanıdığı ve sevdiği bir gönül adamıdır.
Bu dünyadan ayrılalı 700 yılı aşmış hala insanların gönlünde
taptaze canlılığını koruyor. Yazdığı eserler değişik dillere
çevrilmiş ve alanında dünyada en çok satan kitaplar arasında.
Sadece yazdığı eserleri insanlar okumakla kalmıyor. Bunun
yanında Konya’ya gelerek onun kabrini ziyaret ediyorlar.
Değişik milletler ve çeşitli dinlerin mensubu insanlar ona
hayranlıklarını belirtiyor.
Mevlana hazretleri, 1207 yılında bugün Afganistan
sınırları içinde olan ve o dönem Horasan ülkesinin Belh
şehrinde dünyaya geldi. Ülkede yaşanan iç siyasi çekişmeler
ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle babası 1212
yılında bütün aile fertleri ile beraber yaşadıkları şehirden göç
ederler. İlk önce hac ibadetini yaparlar. Daha sonra Şam’a
gelirler. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri,
Niğde yolu ile Karaman’a geldiler. 1222 yılında Karaman’a
gelip buraya yerleşmeye karar verdiler. 1225 yılında Mevlana
hazretleri Gevher Hatun’la evlendi. O dönem Anadolu
Selçuklu Devleti iktidardaydı. Devletin başında Alaeddin
Keykubat vardı. Mevlana ve babası Bahaeddin Veled Sultanın
davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve
114
Nasihat Yoldur
dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir
törenle karşıladı ve İplikçi Medresesi’ni tahsis etti. Mevlana
hazretleri, babası vefat edince sohbetlere kendisi başladı.
Mevlana hazretleri yaşadığı o dönem de seveni çok
olduğu kadar, aleyhinde olan bir çok gruplar vardı. Bunlar
içinde gayri müslimler olduğu gibi, dinî cemaatler de vardı. O
ömrü boyunca hiç kimsenin aleyhinde olumsuz hiçbir cümle
sarf etmemiştir. “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen
hayatından lezzet alır” düsturu ile hareket etmiştir. O yüreğini
bütün insanlara açmış ve hiç kimseyi ayırt etmeden hepsine
saygı duymuştur. Bakın Mevlana hazretleri ne diyor: “ Gel, gel,
ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan
ol yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz
kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...”
bütün insanları
olduğu gibi kabul etmiş bir gönül adamı. Bütün insanları
İslam’a davet etmiş bir gönül adamı.
Mevlana hazretlerinin büyüklüğünü bizim idrak etmemiz
çok zor. Onun bütün dünya insanları tarafından tanınması ve
sevilmesi neye bağlıdır. İşte burası bir sır.
Meşhur bir Hızır (a.s.) hikayesi vardır. Bir gün Hızır (a.s),
köprüden geçiyorken bir atlı hızla Hızır (a.s)’a çarpar. O da
hemen adamı tuttuğu gibi atından indirir ve köprüden aşağı
atmaya karar verir. Adam çarptığı için defalarca özür dilemiş
ama Hızır (a.s.)’ın bir türlü siniri yatışmamıştır. Adam dedi ki:
ne yapıyorsun? Seni aşağı atacağım. Niye diye sordu. Bir an
düşündü yaptığının yanlış olduğunu anladı ve dedi ki: “ Hızır’ın
115
Nasihat Yoldur
nerde olduğunu bilirsen seni bağışlayacağım” bir dakika der,
gözü kapatır, açar ve derki: “ Bütün alemi gezdim ve gördüm
ama Hızır ortada yok. Bu durumda Hızır ya sen oluyorsun, ya
da ben” verilen bu cevaba çok şaşırır ve adamı serbest bırakır.
Bunun üzerine elindeki deftere bakar ama adamın ismi yoktur.
Allah’a şöyle niyazda bulunur: “ Allah’ım bana verdiğin defterde
bu zatın ismi yok. O sıradan biri değil. Bunun hikmeti nedir”
diye niyazda bulunurken, Yüce Allah şöyle buyurur: “ senin
elindeki defterde beni seven kullarımın ismi var. Benim
sevdiğim kullarımın ismi bendedir” …işte Allah’ın sevdiği has
kullardan biri de Mevlana Hazretleridir.
Mevlana hazretleri, özü ve sözü bir olan ve Allah’a ve
peygambere tam bağlı biridir. Mevlana bir şiirinde şöyle der:
Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim.
Ben Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum.
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikâyetçiyim...
Dünyanın
değişik
milletlerinden
ve
farklı
inanç
kesimlerinden insanlar, Mevlana Hazretlerinin insan için
söylediklerine ve yaptıklarına hayran. Yukarıdaki bu dörtlük
biz
Müslümanlara
bir
şey
hatırlatıyor.
Allah’a
kul,
peygamberine iyi bir ümmet olursak yani Kur’an ve sünnete
uygun yaşarsak herkes sever. Çünkü kalpleri yönlendiren ve
insanlara sevdiren Allah’tır. Kim Allah’ı severse o da o kulunu
diğer kullarına sevdirir. Allah için yaşayan, peygambere sevdalı
bir
insandan
116
kimseye
zarar
gelmediği
gibi,
herkesin
Nasihat Yoldur
hayranlığını kazanır. İnsanların gönlünde taht kurar. Yüzyıllar
geçer onun ilahi aşkı insanların sinelerinde yanmaya devam
eder. Böyle insanlar ölümü de bir düğün gecesi olarak görürler.
Mevlana Hazretlerini en iyi anlatan dizeler yine kendi şiirleridir.
Bakın, Mevlana Hazretleri sevgi ve ölümü nasıl güzel bir
dörtlüğe dökmüş:
Şu
toprağa
sevgiden
başka
bir
tohum
ekmeyiz
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
117
Nasihat Yoldur
Yunus Emre
Moğol istilası olmuş, Anadolu Selçuklu Devleti yıkılmış,
beylikler kendi arasında savaşıyor, insanlar moral ve ekonomik
olarak çökmüş bir ortamda yaşamlarına devam ediyordu.
Umutların tükendiği, yokluğun had safhaya çıktığı bir dönemde
Anadolu insanına umut, aşk ve insan sevgisini aşılayan, bilge
insan Yunus Emre’dir. Anadolu insanı Yunus Emre’yi öyle
bağrına basmıştır ki, bugün birçok yerleşim yerinde onun
mezarı vardır. Aslında Yunus Emre, nerde doğdu ve nerede
vefat etti tam olarak bilinmemektedir.
1238’de doğduğu ve
1320 yılında vefat ettiği söylenir. Söylediği sözler, dilden dile
ve gönülden gönüle aktarılarak günümüze gelmiştir. 700 yıl
önce söylediği sözler hala insanlarımızın dilinde ve ismi de
çocuklara verilerek yaşatılmakta.
Yunus Emre, hocası Tapduk Emre’ye 40 yıl boyunca
hizmet etmiş ve onun izniyle Anadolu’yu karış karış gezerek
insanlara
umut
olmuş,
yaşam
sevinçlerini
arttırmış
ve
yarınlarına aydınlıkla bakmalarına ışık tutmuştur. Kırk yıl
boyunca ders aldığı ve hizmetinde bulunduğu hocası Tapduk
Emre’nin evine eğri bir odun bile getirmemiştir. O şöyle
düşünmüştür: “ Hocam Tapduk Emre, Allah’ın sevdiği bir
kuldur. Hayatı boyunca dosdoğru yaşamış, Allah’ın sevdiği bir
118
Nasihat Yoldur
kulun evine eğri bir odun giremez. Onun için hep aynı hizada,
aynı ölçülerde düz odunlar getirmem gerekir” Ormanda düz
odun bulmak, fabrikadan çıkmış gibi aynı ölçülerde bulmak
imkansız gibi bir şeydir. Yunus Emre, o imkansızı kırk yıl
boyunca ah vah etmeden, severek yaptı. Bütün bunları
yaparken Allah’ın rızasını gözetiyordu.
Bütün benliği ile Allah’ın rızası ve peygamber efendimizin
şefaatine nail olabilmek için, Tapduk Emre’ye hizmetkâr
olmuştur. Hocası da onun aşk ve muhabbetine hayran idi.
Yunus Emre, insanları çok seviyordu. Zalim de olsa, sarhoş da
olsa, her gün kendine zulüm de yapılsa ve daha akılınıza ne
kadar olumsuz düşünce gelirse bütün bunlara karşı insanı çok
seviyordu. Onun sevgisi, insanı yaratan Allah’tan dolayı idi.
Yunus Emre insana ve doğaya olan sevgisini şöyle anlatır: “
Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü”
Tapduk Emre, ömrünün sonuna gelmişti,
son günlerini
yaşıyordu. Yunus Emre her zaman olduğu gibi başından bir an
olsun bile ayrılmıyordu. Yunus Emre’ye vasiyette bulunup
şöyle dedi: “ Evladım, bana uzun yıllar hep hizmet ettin. O
kadar ısrar etmeme rağmen, bana bakmak için evlenmedin.
Senin benim üzerimde çok hakkın var. Helal etmeni istiyorum.
Sendeki
bu
aşk,
herkese
umut
olacaktır.
İnsanlarımız
geleceklerinden umudunu kesmişler, ekonomik sıkıntıları
çoğalmış ve dolaysıyla inançları zayıflamıştır. Sen bu Anadolu
insanına ışık olacaksın.
119
Yollarını aydınlatacaksın. Seninle
Nasihat Yoldur
kaybettiklerini bulacaklar. Allah, yolunu açık etsin. Allah
hidayetten ayırmasın.” diyerek ruhunu teslim eder.
Hocasından aldığı işaretle Anadolu’yu karış karış gezer.
Gittiği her yerde insanların gönüllerine seslenir. Gittiği bazı
yerlerde ilk etapta sert tepki gösteren de oluyor ama o hiç
bunlara takılmıyordu. Sövene, hakaret edene cevap vermiyor.
Dövmek isteyenler de çıktı ama onlara da el kaldırmadı.
Şikâyetçi olmadı. “Dövene elsiz, sövene dilsiz olmak gerek.”
sözünü söylerken o bizzat yaşıyordu. Özü ve sözü ile bir
olması nedeniyle insanların gönlünde taht kurmaya başlamıştı.
Kendine gösterilen aşırı ilgi ve alaka karşısında da mütevazı
yaşamından taviz vermiyordu.
Yunus Emre, dünya malına aşırı tamah gösteren, birkaç
kuruş için konu komşusunu üzenleri,
küçücük çıkarları için
birbirlerini gammazlayanları ve ölümlü dünya da yalanla
dolanla iş çevirenleri görünce şöyle der:
Mal Sahibi Mülk Sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan
Yunus Emre, insanların hatalarını asla yüzüne vurmaz.
Halkın anlayacağı bir dil ile onların gönül dünyasına seslenirdi.
Hayatında yaşamadığı ve yapmadığı hiçbir şeyi yapmaz ve
söylemezdi. Ömrü boyunca yaratılanı, yaratandan ötürü hep
sevmiş ve insanlarda hiçbir zaman hata aramamayı ve
görmemeyi bir prensip edinmişti.
120
Nasihat Yoldur
Yunus Emre, gittiği her yerde umut, sevgi ve güven
vermişti. İnsanlar, Yunus Emre’nin beldelerinden ayrıldıktan
sonra daha çok sevmeye ve anlamaya başlamışlardır. Bir daha
gelse bize nasihat etse derlerdi. Yunus Emre özlemi ve hasreti
Anadolu’nun her yerinde vardı. Bu nedenle olsa gerek Yunus
Emre gibi yaşayan ve onun gibi özlü veciz sözler söyleyen
birçok
derviş
çıkmıştır.
Hepsi
Yunus
Emre
olduklarını
söylemişlerdir.
İnsana sevgi ve güveninin sonuçlarını, yine insanların
gönül tahtında bulabiliriz. Yunus Emre, yedi yüz yılı aşmış bu
dünyadan ayrılalı ama, insanlarımızın hala gönül dünyalarında
dipdiri yaşamaya devam ediyor. Sözleri dilden dile, gönülden
gönüle aktarılmaya devam ederken, hakkında yüzlerce eser
yazılmış ve yazılmaya devam edecek.
121
Nasihat Yoldur
Fetret
Ankara savaşında, Yıldırım Beyazıt, Timur karşısında
savaşı kaybetti. Yıldırım Beyazıt, esir düştü. 1402 yılından
1413 yılına kadar Osmanlı devletinde kardeşler arasında taht
kavgası nedeniyle yönetim boşluğu oluştu. Bu döneme fetret
dönemi deniyor. 1413 yılında Çelebi Mehmet, kardeşlerini
yenerek devletin birliğini tekrar kurmuştur. Anakara savaşını ve
11 yıl boyunca yaşananları padişah Çelebi Mehmet, masaya
yatırır ve tarihi kararlar alınır ve uygulanır. Alınan bu kararların
faydaları ve zararları olmuştur. En büyük faydası devletin
ömrünü uzun kılmıştır.
Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt, Timur’dan daha
güçlü taraftı. Vezirleri ani saldırı ile Timur’un üzerine
gidilmesini önerdiler. Yıldırım Beyazıt, ordusunun çokluğuna
güvenip sabah mertçe savaşırız diyerek önerileri reddetti.
Timur ve adamları, sabaha kadar, Osmanlı ordusundaki
Türk beyliklerini ve aşiret liderlerini ikna ederek kendi tarafına
çekti. Sabah savaş başladığında Osmanlı ordusu büyük bir şok
yaşadı. Moral ve motivasyon bitmişti. En büyük mücadeleyi
veren grubun biri on bin kişilik Sırp birlikleriydi. On dört saat
süren savaşı Osmanlı kaybetmiş ve Yıldırım Beyazıt iki eşiyle
122
Nasihat Yoldur
esir düşmüştü. Timur, Yıldırım Beyazıt’ın Türk olan güzel eşini
kendi ordusundaki en çirkin sıradan bir askere nikâhlayarak
vermiştir. Yıldırım Beyazıt ve Sırplı olan eşini beraber
götürmüştür.
Birinci Kosova savaşında Osmanlı ordusu kazanmıştı.
Sırp kral öldürülmüştü. Savaş alanında Padişah Murat
Hüdavendigar dolaşırken yaralı bir Sırp askeri tarafından şehit
edilmişti. Babasının vefatının ardından tahta Yıldırım Beyazıt
geçmişti. Savaşta ölen Sırp Kralının oğlu Stefan, tahta geçmiş
ve Osmanlı devleti ile barış yapmak için Edirne’ye gelmişti. Kız
kardeşi Maria’yı Yıldırım Beyazıt’a nikâhlayarak akrabalık bağı
kurdular. Niğbolu savaşında Osmanlının sıkıştığı bir ortamda
on bin kişilik Sırp ordusu yardıma gelmişti. Niğbolu savaşını
Osmanlı kazanmıştı. Yıldırım Beyazıt, savaş dönüşünde
Sırbistan’a uğradı kral Stefan’a yardımlarından dolayı teşekkür
etti. Aynı zamanda eniştesi olan Yıldırım Beyazıt’a yardım için
gönderdiği on bin kişilik orduyu bu ziyaretten duyduğu
memnuniyetin bir ifadesi olarak Osmanlı devletine verdi. İşte
bu Sırp ordusu Yıldırım Beyazıt için Ankara’da Timur
karşısında büyük bir özveri göstererek savaşmıştır.
Türkler, savaştan korkmaz ve lider özelliğe sahiplerdir.
Tarihte nice devletler kurmuş ve ülkelerin korkulu rüyası
olmuşlar. Kardeş kavgaları ve kadın yüzünden kurulan güçlü
devletler bir anda yıkılmıştır. Düşmanları,
alanında
yenememiş
ama
ayak
oyunları
Türkleri savaş
ile
birbirine
kırdırmışlardır. Tarihte kurulan Türk devletlerinin acı sonları...
123
Nasihat Yoldur
Yıldırım Beyazıt’ın çocukları; Musa Çelebi, Süleyman
Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Mehmed Çelebi, Ertuğrul
Çelebi, Kasım Çelebi, 11 yıl boyunca taht için mücadele
verdiler. Devlet başsız kaldı ve dağılma sürecine girdi. Mehmet
Çelebi, kardeşlerini yenerek Osmanlı devletinin başına geçti ve
dağılan
birliği
toplamaya
başladı.
Mehmet
Çelebi
yaşananlardan ders çıkartarak devletin politikalarında radikal
değişime gitti. Hala bu kararları bugün bile savunan ve karşı
çıkanlar var. Bu kararlarların neler getirdiğine baktığımızda
sistemin doğru veya yanlış sonuçlarını değiştiren etken insan
düşüncesi. Devlette yapılan bu radikal değişim Osmanlı
devletini en uzun ömürlü Türk devleti rekorunu elinde tutuyor.
Her mükemmel sistem gibi bu da sona ermiş ve tarihteki yerini
almıştır.
Daha önce kurulan Türk devletlerinden farklı ve radikal
değişiklikler nelerdir diye baktığımızda birçok kararlar alınmış
ve uygulanmıştır. Bu kararlardan iki tanesi çok dikkat çekicidir.
Devletin en önemli kadrolarında köklü Türk ailelerinin
çocuklarına görev verilmeyecek.
Enderundan yetişen
gayrı Müslim çocuklarına görev
veriliyor. Bu çocuklar çok iyi devlet yöneticiliği, sanat, kültür ve
dini eğitim
alıyorlardı.
Çocukların
kökeni olmadığı
için
Padişaha ve devlete ihanet etmelerinin önü kesilmiştir.
Padişahlar, kesinlikle Türk ve köklü aileden gelen kızlarla
evlendirilmeyecek. Yabancı kökenli olacak. Böylece akraba
124
Nasihat Yoldur
bağı ile devletin kadrolarına yerleşmelerine ve nüfus kullanarak
güçlenmesinin önüne geçmek.
Osmanlı devleti aldığı radikal kararlarla devletin Türk
unsurları tarafından içten parçalanmasını önlemiştir. Ancak
değişme ayak uyduramadığı için ekonomik ve siyasi olarak
çöküşe geçmiştir.
Gösterilen geniş hoşgörüden Osmanlı
devletinin içindeki gayrimüslimler, dış ülkelerin tahrikleri ile
ayaklanmıştır. Osmanlı devletinin topraklarında bugün kırktan
fazla ülke bağımsızlığını ilan etmiştir.
Osmanlı İstanbul’un fethi ve Avrupa fetihleri ile uğraşırken,
Timur komşusu Çin ile savaşacağı yerde hiç mıntıkasında
olmayan yere gitmesi çok ilginçtir. Her iki ülke Müslüman ve
Türk devleti. İslam dinin emri kardeş kavgasını yasaklar. En
büyük Türk bu dünyada sadece ben olacağım kavgasıdır
yapılan. Ankara savaşından Osmanlı kendine çok iyi dersler
çıkardı ve üç kıtaya hükmetti. Timur,
yaşanlardan ders
çıkaramadığı için çok kısa sürede devleti yıkılıp gitti…
125
Nasihat Yoldur
Akşemseddin
Akşemseddin, tıp, astroloji ve fen ilimlerinin yanında dini
eğitimini alır. Öğrenci yetiştirmeye başlar. Bütün ilimleri
öğrenmesine ve öğretmesine rağmen içinde bir boşluk
olduğunu hisseder. Herkes onun ilmine hayran iken ve ondan
ders almaya çalışırken o içindeki boşluğu nasıl bir eğitim
alırsam
bunu
tamamlarım
diye
düşünüyordu.
Arkadaşı,
Akşemseddin’e iyi bir tasavvuf dersi almasını önerir. Bu
konuda dönemin en iyi hocası Hacı bayram-ı Veli hazretleridir.
Bursa’dan yola çıkar Anakara’ya gelir ve Hacı Bayram-ı
Veli’yi sorar. Sorduğu esnaf derki; işte Bayram-ı Veli şu
karşıdaki yardım toplayan zattır. Akşemseddin, işin aslını
astarını araştırmadan böyle tasavvuf lideri mi olur deyip,
arkadaşının verdiği diğer isim Hâlep’te ki Zeynüddin Hafi
Hazretlerinin
yanına
gitmek
için
yola
çıkar.
Halep
yakınlarındaki bir kervansarayda istirahat eder. Rüyasında
boynunda bir tasma ve onu çeken Hacı bayram-ı Veli
hazretleri. Bir anda uyanıyor ve o tasmanın izinin boynunda
olduğunu ve acıttığını görüyor. Benim ders alacağım hocam
Hacı Bayram-ı Veli hazretleri deyip Ankara’ya geri döner.
126
Nasihat Yoldur
Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin dergâhına gelir ama çok
mahcuptur. Herkese yemek verilir, köpeklerin bile yemeği
verilir ama kimse Akşemseddin’e bakmaz. Yorgunluktan ve
açlıktan bitap düşen Akşemseddin, kendine derki; “Ey nefsim!
Sen bu cezayı hak ettin. Senin istihkakın bu köpeklerle beraber
olup onun yiyeceğini paylaşmaktır.”deyip
köpeklerin yayına
yöneldiği zaman, Hacı Bayram-ı Veli hazretleri yanına çağırdı
ve ona yemek getirilmesini söyledi. Uzun yıllar onun manevi
ikliminde yaşar ve tasavvuf dersleri alır. Akşemseddin’in artık
içindeki
boşluk
dolmuştur.
Hedefine
ulaşmanın
hazzını
yaşıyordu. Maddi ve manevi ilimlerin zirvesinde bir ulu çınar
olmuştu. Hocası da bunun farkındaydı ve ona göre muamele
yapıyor ve saygı gösteriyordu.
Osmanlı padişahı ikinci Murat, Hacı Bayram-ı Veli
hazretlerinin ve taraftarlarının isyan edeceği ve devleti ortadan
kaldıracağı yöndeki dedikodular üzerine huzuruna çağırttırır.
Akşemseddin ile beraber, Edirne’ye gider. Sarayda padişah
ikinci Murad’ın huzuruna çıkarlar.
Padişah, bir kendisine
anlatılanlara bakar, bir de karşısında duran insana bakar. Bu
işte bir yanlışlık var der. Misafirlerini günlerce sarayda ağırlar.
Padişah, Hacı Bayram Veli’den etkilenir. Onun yanında
kalmasını isterken, odaya padişahın oğlu Mehmet girer. Onu
kucağına alır ve sever. Padişah’a derki; “bu çocuk İstanbul’u
fethedecek
ve
peygamberimizin
müjdesine
nail
olacak
inşaallah.” Bunun üzerine ikinci Murad derki: “ Hocam, bu
sözleriniz bizleri çok memnun etti. Sizden isteğim bu evladımı
127
Nasihat Yoldur
siz yetiştirin.” Beni Ankara’da talebelerim bekliyor. Geleceğin
Fatih’ini en iyi yetiştirecek olan talebem Akşemseddin’dir. Onu
size bırakıp müsaadenizle gitmek istiyorum.” Padişah ikinci
Murad, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerine müsaade eder ve
Akşemseddin’i oğluna hoca olarak kabul eder.
Akşemseddin,
bir
türlü
şehzade
Mehmet’e
ders
veremiyor ve kontrol edemiyordu. Bir gün padişah ikinci
Murad’ın huzuruna çıkıp olayı anlattı. Padişah,
Ne yapalım hocam deyince, Akşemseddin; “Sultanım, biz
ders yaparken siz kapı çalmadan girin. Ben de sizi azarlayayım
ve siz biraz daha ısrar edin ve size değnek ile vurur gibi
yapayım. Siz de kaçın ben de sizi kovalayayım ve böylece
şehzademiz derslerine çalışır.” der. Padişah bu işi onaylar ve
birkaç gün sonra uygulamaya koyarlar. Bu arada derslerde
Akşemseddin, Şehzade Mehmet’e taviz vermez ve onu
azarlar. Bir gün kapı çalmadan padişah girer. Padişahı azarlar
ve elindeki sopa ile dersten kovar ve arkasından sopası ile
koşar. Şehzade Mehmet bu gördüğü olaydan sonra hocası
Akşemseddin’in bir sözünü ikinci kez tekrarlattırmadan ne
söylerse tam yapardı. Fatih Sultan Mehmet bu sayede fen ve
din ilimlerini tam öğrenmişti. Bu sayede İstanbul’un surlarını
delmek için topları döktürmüş ve denize karadan gemi
indirmiştir. Bu iki olay bile çok kapsamlı bilim ve teknolojiye
hakim olmayı gerektirir. Bunları bilmek ve başarmak çok sıkı
bir eğitim ve öğretimden geçmeyi gerektirir.
128
Nasihat Yoldur
Akşemseddin, İstanbul’un fethinin hemen ardından, Fatih
Sultan Mehmed’in emri ile İstanbul’un misafiri Eyyüp El Ensari
hazretlerinin
mezarını
bulmuştur. Fatih Sultan
Mehmet,
mezarın bulunduğu yere türbe ve camii yaptırmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra bir süre daha bu şehirde kalan
Akşemseddin,
Fatih
Sultan
Mehmed’den
yaşlılığını
ve
memleketine olan özlemini dile getirerek kendisine izin
verilmesini istedi. Doğup büyüdüğü Bolu’nun Göynük ilçesine
giderek ömrünün son birkaç yılını burada geçirdi. Fatih Sultan
Mehmet, maddi ve
manevi ilimler
tahsil ettiği hocası
Akşemseddin’nin mezarına 1464 yılında türbe yaptırdı.
129
Nasihat Yoldur
Şeyh Edibali
Kayı boyu, İslam ile o kadar özleşmişti ki, yaşam
tarzlarını
ona
göre
ayarladılar.
Geleneksel
kardeş
kavgalarından uzaklaşmış ve onun yerine dini yaşamaya ve
yaşatmaya önem vermişler. Bunun için akıncı güç olarak
devamlı batıya göç etmişlerdir. 1071 Malazgirt savaşında
Alparslan’ın
yanında
yer
alarak
büyük
kahramanlıklar
göstermişlerdir. Bu savaşın ardından Anakara bölgesine
akıncılar olarak gelip yerleşmişler. Anadolu Selçuklu devletine
bağlı olarak haçlılarla mücadele etmişlerdir. Anadolu Selçuklu
devleti zayıflayınca söğüt dolaylarına göç etmişlerdir.
Kayı boyunun lideri Ertuğrul Gazi, Anadolu Selçuklu
devleti zayıflayıp, Türk beylikleri kendi arasında savaşırken
onlarla iyi geçinmeye çalışıyordu. Müslüman ve kardeşkanı
dökmek istemiyordu.
Geriye dönüp bakmıyor, yönünü hep
batıya dönük tutuyor ve Bizanslılarla mücadele veriyordu. Kayı
boyunun felsefesi İslam’ı yüceltmek, Allah ve Resulü’nün adını
her tarafa duyurmaktı. Bunu
“Ölürsek Şehit, kalırsak gazi”
parolasıyla mücadele veriyordu.
Kayı aşireti, her geçen gün büyüyordu. Anadolu’dan
kardeş kavgasından bıkan aşiretler akın akın geliyorlardı.
Müslüman Türk toplumunu, aşiret mensuplarını maddi ve
manevi huzura ermeleri için ahi teşkilatı irşat çalışmalarını
130
Nasihat Yoldur
sürdürüyordu. Bunlardan biri de ahi şeyhlerinden Şeyh Edibali
idi.
Kayı aşiretinin lideri Ertuğrul Gazi, oğlu Osman’ı dini ve
milli duygularının daha iyi olması için Şeyh Edibali’nin
dergahına gönderir. Osman Gazi aldığı eğitim ve terbiye
maneviyatın zirve noktasına ulaşmıştır. Buna en güzel örnek
şu olsa gerek; Osman Gazi, bir gün uzakta olan bir arkadaşını
ziyaret eder ve orada misafir edilir. Odasında uyumak için
çekildiğinde bakar ki, duvarda Kur’an-ı Kerim vardır. Bu
nedenle sabaha kadar uyumaz ve zikir yaparak oturur.
Arkadaşı sabah kahvaltı için kapıyı çalar odaya girer ve bakar
ki yatak hiç bozulmamış. Bunun üzerine derki: “ Neden
uyumadın. Bir kusurumuz mu oldu” Osman Gazi şöyle der:
“Odamda
Kur’an
var.
Ona
saygımdan
ayağımı
uzatıp
yatmaktan haya ettim.”
Osman Gazi çok iyi bir savaşçı ve çok iyi bir yöneticiydi.
Osman Gazi’nin gönlü hep ilimden yanaydı. Fırsat buldukça
hocası Şeyh Edibali’nin sohbetlerine katılırdı. Osman Gazi'nin
dergahta bulunduğu bir gece, rüyasında Şeyh Edibali'nin
göğsünden
bir
ayın
çıkıp
kendi
göğsüne
girdiğini
ve
göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının âlemi kapladığını,
altından
birçok
nehirlerin
çıkıp
insanların
bu
sulardan
geçtiklerini görmüş ve hemen uyanmıştı. Sabah olup rüyayı
anlatınca, Şeyh Edibali şöyle tabir etmiştir
"Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman, babandan sonra bey
olacaksın. Kızım Malhun Hatun ile evleneceksin. Benden çıkıp
131
Nasihat Yoldur
sana gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar
gelecek ve nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, Allah
nice insanın İslam'a kavuşmasına senin soyunu vesile
edecektir."
Osman Gazi gördüğü bu rüya ve onu mükemmel şekilde
yorumlayan Şeyh Edibali’nin sözleri onda iki duyguyu birden
yaşatmasına neden olmuştur.
Birincisi halen devlet kurulmamış ama büyük bir devlet
olacağını ve soyunun dünyaya hükmedeceği duygusu içi içine
sığmıyordu. Bu büyük bir onur ve mutluluktu.
İkincisi devlet kuracaksam daha çok çalışmalıyım,
geleceğin devletinin sağlam temellere oturtmak için çok iyi bir
ekip ve manevi bir dinamik oluşturmalıyım diye düşünüyordu.
O rüya ve yorumdan sonra Osman Gazi bambaşka bir
adam oluvermişti. Şeyh Edibali’nin kızıyla evlenmişti. Çocukları
olmuştu. Babası Ertuğrul Gazi vefat etmiş ve bütün yük
omuzlarına binmişti. Neşeli ve esprili bir kişiliği olan Osman
Gazi, çatık kaşlı ve agresifli biri olmaya başlamıştı. Beylik her
geçen gün büyüyordu. Artık Şeyh Edibali’nin sohbetlerine
katılamıyordu.
Şeyh Edibali, Bey olan damadı Osman Gazi’yi tebrik
etmek için yanına gider. Osman Gazi mahcuptur. Sık sık
ziyaretine gittiği hocası ve kayın babasına işlerin yoğunluğu
nedeniyle gidemez olmuştu. Bundan dolayı özür diler. Şeyh
Edibali kendine yakışan olgunluğu gösterir. Osman Gazi,
hocasından nasihat ister.
132
Nasihat Yoldur
Şeyh
Edibali,
Osman
Gazi’nin
şahsında
bütün
yöneticilere, idarecilere öyle bir nasihatte ve duada bulunur ki,
yüzyıllar geçer onun nasihati ve duası taptazeliğini her daim
korur. İşte o nasihat ve duası:
Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana...
Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak
sana..
Acizlik
bize,
yanılgı
bize;
hoş
görmek
sana..
Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize;
adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize;
bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek
sana..
Üşengeçlik
bize;
uyarmak,
gayretlendirmek,
şekillendirmek sana..
Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah
Teâlâ yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna
yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü
taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen
ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir
ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı
temizlemeliyiz.
Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları
nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında
savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder.
Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!..
Sabır çok önemlidir. Bir Bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden
önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında
kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi
133
Nasihat Yoldur
irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy
varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar
vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya,
senin
gözlerinin
gördüğü
gibi
büyük
değildir.
Bütün
fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve
adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki
bereket,
büyüklerle
beraberdir.
Bu
dünyada
inancını
kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü
ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme!
Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın
zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin
iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı!
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette
değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın
iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman,
gözü pek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman,
insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir.
Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü
ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce,
yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan
atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri
arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar. İnsan bir
kere
oturdu
mu,
yerinden
kolay
kolay
kalkmaz.
Kişi
kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf
dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah
etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin
134
Nasihat Yoldur
gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı,
kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan
ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil,
bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı
yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan
hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu
kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç
indirmesi bir cinayettir.
Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey
için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü,
zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim
zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa
da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın
esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez.
Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de
bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.
135
Nasihat Yoldur
Yalın Ayak
Hz. Mevlana Hazretleri: “ Vurana değil, vurdurtana bak.”
karşılaştığımız bir insan hakkında ani hüküm vermek bazen
bizi çok yanıltabilir. İyi dediğimiz bir insan kötü olabilir, kötü
olarak bildiğimiz bir insan da çok iyi olabilir. Atalarımız: “ İman
ile para kimde olur bilinmez”
der. Dini bütün olarak
gördüğümüz bazı kişilerin ne kadar zararlı olduğunu görürüz.
Bu
ayyaşın
teki bundan
adam
olmaz dediğimiz bazı
insanlarında tövbe edip Allah’ın veli kullarından olduğunu
görürüz…
Horasan’da bir genç vardır. Zengin bir ailenin çocuğudur.
Meyhanelerde ömür tüketmektedir. Çalışmaya ihtiyacı yoktur.
Babasından kalan miras ona fazlasıyla yetiyordu. Bu genç
Bişr-i bin Hâris Abdurrahmân, künyesi Ebû Nasr'dır.
767
yılında dünyaya geldi. Babası savaşta şehit düşmüş ve
annesiyle beraber yaşıyorlardı. Annesi, oğlunun alkol bağımlısı
olmasından çok üzülüyordu. Onun o kötü alışkanlıklarından
kurtulması için çok dua ediyordu. Annesi her namazın
arkasında şöyle dua ederdi: “ Allah’ım, eşim senin rızanı
kazanmak için, evini geçindirebilmek için ticaret yaptı. Bu
gayretinden dolayı sen de bizi zengin bir aile yaptın. Verdiğin
136
Nasihat Yoldur
bu mallardan bizde zekat ve sadaka olarak ihtiyaç sahip olan
fakirlere dağıttık. Senin rızanı nail olabilmek için gayret
gösterdik Yarabbi! Eşim senin rızanı kazanmak için savaşa
katıldı ve şehit düştü. Oğlumla baş başa kaldık. Oğluma sahip
çıkmadım ve kötü arkadaşlarının ağına düştü. Oğlum Bişr’i
kurtar Rabbim! Oğlumu Kur’an ve sünnet çizgisinde yaşayan
bir insan eyle!.. Rabbim! Oğlumu o bataklıktan kurtar ve veli
kullarının zümresine ilhak et. Allah’ım senden başka el açacak,
dua edecek kimse yoktur. Senin eşin ve benzerin ortağın
yoktur. Bütün dualara tek cevap verebilecek sensin!... Aciz ve
günahkar bir kul olarak huzuruna geldim. Kalpleri evirip çeviren
sensin Rabbim! Oğlum Bişr’in de kalbini hakikate yönelt.
Rabbim bu aciz kadının duasını geri çevirme. Dualarımı en
güzel bir şekilde duaları makbul olanların duasıyla kabul et…”
Bişr, her eve geldiğinde pişmanlık duyar, bir daha kötü
arkadaşlarına uyup meyhaneye gitmeyeceğine ve annesini
üzmeyeceğine dair kendi kendine söz verir ama arkadaşları
eve gelip onu ikna eder ve götürürlerdi.
Bir gün yine meyhaneden çıkmış, sarhoş ve bitkin olarak
evine dönerken gökten boşanırcasına yağan yağmurun altında
yürüyordu. İçi içine sığmıyordu. Sebebini bilmediği ve o
zamana kadar yaşamadığı bir duygu ile yürüyordu. Yolda
üstünde Besmele yazılı bir kâğıt buldu. Eline aldı ve evine gitti.
Öpüp, çamurlarını silerek, temizledikten sonra, güzel kokular
sürüp, evinin duvarına astı ve uyudu. Annesi gördüğü manzara
137
Nasihat Yoldur
karşısında çok duygulandı ve ellerini kaldırım Allah’a dua
etmeye başladı.
Bişr-in
arkadaşları
akşam
olunca
yine
kandırıp
meyhaneye götürdüler. Bu defa meyhaneye giderken içinde
çok büyük bir sıkıntı oluştu. Meyhanede sanki patlayacak hale
gelmişti. Stresten çarıklarını ayağından çıkarmıştı…
O gece âlim ve velî bir zâta, rüyâda; "Git Bişr'e söyle!
İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim. İsmimi büyük tuttuğun
gibi, seni büyültürüm. İsmimi güzel kokulu yaptığın gibi, seni
güzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dünya’da
ve âhirette temiz ve güzel eylerim." dendi. Bu rüya üç defa
tekrar etti. O zât sabah Bişr-i Hâfî'yi arayıp meyhanede buldu.
Mühim bir haberim var diye içerden çağırdı. Bişr geldiğinde;
- Kimden haber vereceksin?
-
Sana Allah’u Teâlâ’dan haber vereceğim."deyince,
ağlamaya başladı.
Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak?
-
Rüyayı dinleyince arkadaşlarına;
-
Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir
daha beni buralarda göremeyeceksiniz.
O zatın yanında hemen tövbe etti. o anda ayağında
ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi. Sebebini
soranlara, "Allah’u Teâlâ’ya tövbe ettiğim, günah işlememeye
söz verdiğim zaman yalın ayaktım. O zaman giymediğim
ayakkabıyı şimdi giymeye hayâ ederim" dedi. Bu zamandan
138
Nasihat Yoldur
sonra ayakkabı giymediği için kendisine yalın ayak manasında
"Hâfî" lakabı verildi.
Bişr-i Hafi, yalın ayakları ile arkadaşları ve memleketini
terk ederek yollara düştü. Mekke, Medine, Kufe, Basra başta
olmak üzere birçok memleket gezdi. Gittiği her yerde alimlerle
görüşüp ders aldı ve ders verdi. Maliki mezhebinin kurucusu
İmam-ı Malik, Hanbeli Mezhebinin kurucusu Ahmet Bin Hanbel
ile yaptığı sohbetler başta olmak üzere devrin bir çok tanınmış
insanlardan ders aldı. En son Bağdat’a yerleşti ve burada
dersler vermeye başladı. Onun sağlığında yaşadığı yerler pırıl
pırıl idi. Hayvanlar bile sokaklara pislik yapmazlardı. Bu
kerametin Bişr-i Hafi’den olduğunu herkes bilirdi. Bir gün bir
hayvan Bağdat sokakta pisleyince eyvah Bişr-i Hafi vefat etti
dediler. Gerçekten o saat ruhunu Allah’a teslim etmişti. 841
yılında
vefat
eden
Bişr-i
Hafi’nin
türbesi
Bağdat’ta
bulunmaktadır.
Bişr-i hafi, halis bir tövbe ile, annesinin duası ve Allah’a
olan saygısı ile doğru yolu bulmuş ve yaşadığı dönemin büyük
bir manevi önderi olmuştur.
Hilye, Kuşeyrî Risalesi, Keşfu'l-Mahcûb, Nefehâtü'l-Üns,
Tezkiretü'l-Evliyâ kitabında Bişr-i Hafi ile ilgili ibretli sözlerden
bir demet…
Kardeşlerim, dün öldü, bu gün can veriyor. Yarın henüz
doğmadı. Zamanın kıymetini bilin.
Ömrü boş işler peşinde harcamayın. Şöhretten sakının.
İnsanlar bir gün över yarın söverler.
139
Nasihat Yoldur
Ölçünüz Allah rızası olsun. Şükredin. Bütün azalarınızla
şükrederek gerçek şükredenlerden olun.
Sadece dille şükreden kişinin şükrü az olur.
Gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman ibret almak. Şer
gördüğü zaman örtmektir.
Kulağın şükrü, bir hayır işitirse onu ezberlemek, şer işitirse onu
unutmaktır.
Ellerin şükrü, harama uzanmamaktır. Midenin şükrü,
helal yemek.
Ayakların şükrü, harama gitmemektir. Kim böyle yaparsa
gerçek şükredenlerden olur.
Öfkelenmeyin. Öfke ve şehvet insanı küfre götürür.
Kişi gazabını yenmedikçe takva sahibi olamaz.
Sabredin. Sabır güzeldir. Susmak sabırdandır.
Makamların en yükseği fakirliğe sabretmektir.
Ahmağa bakmak, gözü ağlatır, cimriye bakmak da kalbi
daraltır.
Tasannu' yapmamaya değil, onu terk etmeye çalış
Seninle şehevât arasında demirden bir duvar olmadığı
müddetçe, yaptığın ibadetlerin tadını bulamazsın.
Dua, günahları terk etmektir.
Dünya ve ahiret rahatınız için kötü ahlak sahipleriyle
görüşmeyin. Ey mü´minler nefsinizin kölesi olmayın...
Halkın kendisini bilmelerini ve tanımalarını arzu eden bir
kimse, ahiretin (ve bu maksatla işlediği amelin) hazzına
varamaz.
140
Nasihat Yoldur
Eğer halkın seni bilmelerini arzu ediyorsan, bil ki, dünya
sevgisinin başı işte bu arzudur.
Arifler öyle bir taifedir ki, Hak Teâlâ'dan başkası onları
(gerçek hüviyetiyle) tanımaz ve ancak Allah-u Teâlâ'nın rızası
için kendilerine hürmet ve itibar edilir.
141
Nasihat Yoldur
142
Nasihat Yoldur
DÜŞÜNCELER
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
143
Nasihat Yoldur
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
....................................................................................................
144

Benzer belgeler