Kasım-Aralık 2013 - Kıbrıs Türk Kültür Derneği
Transkript
Kasım-Aralık 2013 - Kıbrıs Türk Kültür Derneği
KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ GENEL MERKEZİ YAYINIDIR www.kibristd.org.tr KASIM - ARALIK 2013 / OCAK - ŞUBAT 2014 ISBN :1300 - 2546 CİLT: 26 NO :6 / CİLT: 27 NO: 1 İKİ AYDA BİR YAYINLANIR Figen Rutkay 1934 Yılı Bolu doğumludur. İlk, orta, lise tahsilini Ankara’da tamamlayan sanatçı 1964 yılında evlenip, eşi ile birlikte Avusturya’da Filoloji dalında tahsiline devam etmiştir. Resim küçük yaşlardan itibaren yaşamında önemli yer işgal etmiştir. Ciddi anlamda resim çalışmalarına 1962 yılında İngiltere’de başlamıştır. Daha sonra Ankara’da altı yılı aşkın bir süre Yalçın Gökçebağ, Kayıhan Keskinok ve Sabri Akça gibi değerli hocaların atölyelerinde pastel ve yağlı boya çalışmıştır. Bu güne kadar ikisi yurt dışı olmak üzere ülkemizde çeşitli illerde 25 kişisel sergi açmış: ayrıca yurt içi ve yurt dışında olmak üzere yüze yakın karma sergilere katılmıştır. Sanatçının tabloları çeşitli özel ve resmi kuruluşların koleksiyonlarına girmiş ve çağdaş Tür kresim sanatı ile ilgili olarak basılmış kataloglarda yerini almıştır. İki eseri LÖSEV kartlarınada üç yıl süre ile basılmış ve satılmıştır. Figen Rutkay doğada var olan güzellikleri tuvallerine en ince ayrıntıları ile yansıtmaktadır. Çoğunlukla gelincik ve papatya tabloları ile tanınır. Bununla birlikte eski Türk evlerini çalışmaktan büyük zevk alır. Evindeki atölyesinde çalışmalarını sürdüren sanatçı: GESAM ve Kadın Ressamlar Derneği üyesidir. İngilizce ve Almanca bilmektedir. Kıbrıs Lalesi Bu Sayımızda Yeni Bir Döneme Başlarken Düşünceler ve Beklentiler.............................2 Ahmet Zeki Bulunç Kuruluş : 24.01.1987 KTKD Adına Sahibi Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Düzeltmen Hasan İKİZER Görsel Yönetmen Koray Polat Abone ve Dağıtım Gülendam ÖZER Denktaş Bey’in Hukuki Özellikleri.............................................................4 Taner Erginel Ada’da Barışa Giden Yol............................................................................16 Hasan İkizer KKTC’nın Tanınmasını istemek En Doğal Hakkımızdır...............................17 Metin Fahrioğlu Anılarla Yüzyüze Denktaş Bey’in Ardından ..............................................18 Ekrem Yeşilada Akılları AB Sevdasıyla Bulandırılan Kıbrıs Türk Gençleri’nin Beyinleri, Efsanevi Milli Türk Ruhu İle Yıkanmalıdır. . ...............................................20 İsmail Tansu Yavru Vatan Kıbrıs’ta Mağusa Türk Mezarlığındaki Çanakkale Şehitliği....22 Kemal ALTINKAYA “KAYAREİS” Tarihimizdeki Acı Bir Gün (Nihat İlhan Paşanın Gözyaşları)......................24 Mehmet Şükrü Baş Yönetim Yeri Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Merkezi Halk Sk. 17/2 Yenişehir 06420 Ankara/TÜRKİYE Tel: 0 312 434 14 12 Belgegeçer: 0 312 433 11 39 E-Posta: [email protected] web: www.kibristkd.org.tr www.kibrismektubu.com facebook.com/kibristkd Şehit Erdinç Salkım’ın Ardından................................................................26 Dr. Necati Yalçın ŞUBELER Antalya Tel: 0 242 248 25 00 İstanbul Tel : 0 212 222 36 42 İzmir Tel: 0 232 421 13 40 Mersin Tel: 0 324 233 36 58 Hedefiniz Birleşik Kıbrıs Öyle Mi?.............................................................37 Atilla Çilingir YEREL SÜRELİ YAYIN KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Anısına Kültürel Hazineler Armonisi Türk Sanat Müziği Konseri.........................................................42 Hasan İkizer Ön ve Arka Kapak : Ressam Figen Rutkay Basım Yeri : Atalay Matbaacılık LTD. ŞTİ. 1.Cadde Elif Sokak Sütçü Kemal İşhanı No: 7/59 İskitler Ankara Basım Tarihi : Ağustos 2014 Dr. Küçük ve Rauf R. Denktaş....................................................................29 Hüseyin Laptalı Çağdışı Kalmış Bir Ülkü.............................................................................30 Ali Fikret Atun Üniversiteliler Kıbrıs’ı Geziyor...................................................................33 Dr. Necati Yalçın Kıbrıs maüzakerelerine İlişkin Değerlendirme..........................................35 Ali Fikret Atun “Uluslararası Kültürel Hazineler Armonisi” Halkdansları Müzik ve Dans Festivali .......................................................40 Yunus Özerdem Memleketim / Liderimiz...........................................................................43 Hünalp Sabit Yeni Dönem Yönetim ve Denetim Kurullarımız ........................................44 Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilat (TMT) Birinci Bayraktarı Alir Rıza Vuruşkan Anıldı...........................................................................47 Vefat ve Başsağlığı....................................................................................48 * Dergimizde yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. * Dergimizin adı verilmek kaydıyla yazı ve haberlerden alıntı yapılabilir. Kıbrıs Mektubu 1 YENİ BİR DÖNEME BAŞLARKEN DÜŞÜNCELER VE BEKLENTİLER Dr. Ahmet Zeki Bulunç / Genel Başkan K ıbrıs Türk Kültür Derneği’nin, Kıbrıs Türk Halkı’nın Varoluş Mücadelesi’nde özgün bir yeri, tarihi bir görevi ve kimliği vardır. Kıbrıs Türk halkının tarihsel mücadelesi bu gün de farklı bir boyut kazanarak devam etmektedir. Kıbrıs Türk Kültür Derneği, Türk halkının bugün de büyük bir direniş, inanç ve kararlılıkla sürdürdüğü mücadelesinde üzerine düşen görevleri en iyi şekilde yerine getirecek bir potansiyele sahiptir. Kuşkusuz sürdürülen mücadelenin öncelikli hedefi Kıbrıs Türk halkının tarihten gelen ve uluslararası antlaşmalarla elde ettiği haklarını, egemenliğini, özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumaktır. Bunun için en temel unsur Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni mutlaka yaşatmak ve varlığını güçlendirerek sürdürmektir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda egemen eşitliğini kabul ettirme ve tanınma mücadelesini güçlü stratejik temellere ve sağlıklı politikalara dayandırarak taviz vermeden kararlılıkla sürdürmenin varlık nedenimiz olduğu bilinci ve anlayışıyla hareket etmemiz son derece önemlidir. Anavatanımız Türkiye’de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve küresel düzeyde ulaşabileceğimiz her alanda bu mücadele uzun vadeli erimlerle sürdürülmelidir. Annan Belgesi (Planı) örneğinde olduğu gibi bütün dış baskılara ve halkımız üzerinde oynanan çeşitli oyunlara karşı, kararlılıkla ve dirençle sürdürülen KKTC’yi koruma ve yaşatma mücadelesi 11 Şubat 2014 tarihinde BM yetkilisi tarafından kamuoyunun bilgisine getirilen “ortak açıklama” belgesiyle Kıbrıs uyuşmazlığı sürecinde yeni bir döneme girilmiştir. Bu yeni dönemde uluslararası aktörlerin, Annan Belgesi tecrübesi ışığında daha derinden ve sessizce meseleyi Türk kamuoyunun gözünden kaçırarak KKTC’ye ve Kıbrıs Türk halkına karşı planlarını farklı bir stratejisi ile uygulayacakları görülmektedir. Dış aktörlerin işbirlikçileriyle birlikte “Algı Yönetimi” ve “Kamu Diplomasisi” yöntemlerini ileri tekniklerle halkımız üzerinde uygulayacakları bilincinde olmamız ve gerçek ışığında gelişmeleri izlememiz, de2 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 ğerlendirmemiz milli çıkarlarımız açısından önemlidir. Anavatanımız Türkiye ve KKTC devleti üzerine, sözde “Kıbrıs Sorununun Çözümü” için başta ABD ve AB olmak üzere sürdürülen ağır uluslararası baskılarla dayatılan içerikle yeni sürecin başlatıldığı bilinen bir gerçektir. Bu süreçte ortaya konan yeni “Plan Oyunlarının” temel amacı, Kıbrıs Türk halkını azınlık statüsüne düşürerek “ozmosis” yolunu açarak Kıbrıs’ta Türk varlığına son vermek, Anavatan Türkiye’yi Kıbrıs’tan çıkarmak ve Kıbrıs üzerindeki uluslararası antlaşmalarla sağladığı hak ve statüleri ortadan kaldırmak; KKTC’ye, egemen eşitliğimize, özgürlüğümüze ve bağımsızlığımıza son vermek ve Kıbrıs’ı tam bir Rum-Yunan adası haline getirmektir. Bu gerçekler ışığında dikkatli, duyarlı ve bilinçli hareket edilmemesi halinde Kıbrıs Türk Halkı’nın ve KKTC’nin karşılaşacağı tehlikelerin çok büyük olduğu da bilinmektedir. Son dönemde yeni bir Annan Belgesi (Planı) örneği çalışmaların gizli diplomasi yöntemiyle sürdürüldüğü gerçeği ürperticidir. Bu gerçekler ve yaşadığımız süreç dikkate alındığında Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin tarihsel görevinin önemi daha da artarak devam etmektedir. Hepimizin böylesi bir bilinçle ve sorumlulukla hareket etmesi kaçınılamaz milli bir görevimizdir. Bu bağlamda birliğimizi, dayanışmamızı sağlamalı, güçlü bir iletişim içinde olmalıyız. Belirtilen gerçekler ışığında sorumluluğumuzun bir gereği olarak çeşitli nedenlerle, gerekçelerle ve etkilerle üyelikleri son bulmuş, üyelikten ayrılmış, Derneğimiz ile üyelerimiz ve Türkiye’de yaşayan Kıbrıs Türklerinin yeniden kenetlenmesi, Derneğimiz çatısı altında bütünleşmesi, etkin bir diyalog ortamı içinde bütün meselelerimizi olumlu şekilde sonuçlandırmamız öncelikli hedefimiz olmalıdır. Bu hedefimizin gerçekleştirilmesi için göreve gelen yeni Yönetim Kurulu olarak üzerimize düşenleri sonuna kadar her koşul altında yerine getireceğiz. Dayanışma, işbirliği, diyalog, güven ve şeffaflık temel ilkelerimiz olacaktır. Değerli üyelerimizin bizlere gösterdiği güven ve verdiği destekle başladığımız görevimize, belirlediğimiz şu çalışma programımızı uygulayacağız: Öncelikle belirtmek zorundayız ki Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin, genel olarak Anavatanımız Türkiye’de, KKTC’de ve uluslararası düzeyde gelişen ve değişen siyasal, ekonomik, kültürel ve teknolojik gelişmelere ayak uydurması ve uyum sağlaması için yeniden bir yapılanmaya ve üye sayımızı artırarak genişlemeye büyük bir ihtiyacı vardır. Bunu sağlayabilmek için temel ilke olarak çoğulculuk, katılımcılık, tabanı genişletici, şeffaf ve açık, gizlilikten uzak ve paylaşımcı olmak, üyelerimizle ve öncelikle Anavatanda yaşayan bütün Kıbrıslı Türklerle yeniden bütünleşmek ve kenetlenmek, küçülerek değil genişleyerek Şubeleriyle işbirliği, ortak çalışma ve dayanışma içinde etkinliği artan bir sivil toplum örgütü olarak çalışmak, milli davamıza desteği artıran lobi etkinliği sağlamak, Kıbrıs Türk kültürünü koruyarak geliştirmek, tanıtmak, yaygınlaştırmak temel amaçlarımız ve hedeflerimizdir. Gelişen iletişim teknolojilerinin sağladığı olanakları ve sosyal medyayı en etkin biçimde kullanmak suretiyle sadece Türkiye’de ve KKTC’de değil, uluslararası düzeyde ve Dünya’daki Türk örgütleriyle etkin bir iletişim ağı kurularak ortak projelerin uygulanması, tanıtım etkinlikleri düzenlenmesi ve Kıbrıs gerçeklerinin anlatılması, içte ve dışta lobi etkinliklerinin sağlanması ve değişen koşullara göre yeniden yapılanma kapsamında 2007 yılından beri T.C. İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği’nin tüzüğümüzde yasalara aykırı gördüğü değişiklikleri gerçekleştirmek, bu nedenle Derneğimiz aleyhine açılmış davalara son vermek öncelik verdiğimiz çalışmalarımız olacaktır. Ekip çalışması günümüzde en önemli unsurlardan biridir. Ekip çalışmasının temel öğesi KATILIMCILIKTIR. Dar bir çerçevede çalışmak, “ben yaptım oldu”, “ben her şeyi bilirim” anlayışı ve tekelci yaklaşımlar yerine ortak aklın ve ortak çalışmanın yaratıcılığını ve etkinliğini sağlamak esas olacaktır. Kadınların yaratıcılık, çalışma gücü, dayanıklılık, sabır ve özveri özellikleri ülkelerin, halkların, toplumların gelişmesinin, dinamizminin ve başarısının ana kaynağıdır. Bu gerçeğin ışığında kadınlarımızın en geniş katılımlarını ve katkılarını sağlayacak çalışma ortamları yaratılacak ve Derneğimizin gelişmesi, güçlenmesi, etkinliğinin ve belirleyiciliğinin daha da artması sağlanacaktır. öncü gücümüz olacaktır. Üye sayısı azalan, yaşlanan, statik bir dernek değil, gençleşen, üye sayısı artan dinamik bir Kıbrıs Türk Kültür Derneği yaratmak öncelikli yaklaşımlarımızdan ve görevlerimizdendir. Kültür ve eğitim bir ülkenin, milletin, halkın gelişmesi, daha çağdaş nitelikler kazanması, teknoloji üretimi ve bilgi çağını yakalamak için ana gereklerin başında gelmektedir. Kıbrıs Türk kültürünü daha yaygın bir şekilde Anavatanımızda tanıtmak, kültür etkinliklerini artırmak son derece önemlidir. Bu anlayış çerçevesinde kültür ve eğitim amaç ve çalışmalarına daha çok kaynak ayırmak, kültür ve eğitim ihtiyaçlarımızı karşılamak, geleceğimiz açısından belirleyici olacaktır. Bunu sağlamak zorunluluğunu duymaktayız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti anayasasına göre, seçme hakkı KKTC yurttaşı olmak ve 18 yaşını bitirmiş olmak koşullarının dışında herhangi bir koşul içermemektedir. Ayrıca, anayasamız seçimlere katılmanın bir yurttaşlık hakkı ve her yurttaşın görevi olduğunu belirtmiştir. Anayasamızın vatandaşları oy vermeğe teşvik eden düzenlemesi kapsamında yurtdışında yaşayan KKTC vatandaşları olarak Kıbrıslı Türklerin oy verme hakları vardır ve bu hakkın kullanılması yasalar ile düzenlenmelidir. Kıbrıs Türk Kültür Derneği olarak yurt dışındaki diğer Kıbrıs Türk örgütlerimizle diyalog ve işbirliği içinde seçme hakkımızı kullanacak yasal düzenlemelerin yapılması için çalışmak, önemli bir önceliğimiz ve hedefimizdir. Kıbrıs Türk Kültür Derneği, özetle belirtilen temel ilkeler, çalışmalar ve ana hedefler çerçevesinde yeniden yapılandırılmak suretiyle kurulacak dinamik ve güçlü yapısıyla, artan üye sayısıyla, DAYANIŞMA ve GÜÇLENEN BİRLİĞİ ile yapısal ve mali kaynakları daha da etkinleştirilerek öngörülen hedef ve amaçların gerçekleştirileceği ortam ve zemin mutlaka yaratılacaktır. YENİ YÖNETİM KURULU OLARAK HEDEFİMİZ: • ÇOĞULCULUK, KATILIMCILIK, BÜYÜMEK VE GENİŞLEMEK; • ÜYELERLE BÜTÜNLEŞMEK, DAHA ÇOK ÜYEYE ULAŞMAK; ŞEFFAFLIK, AÇIKLIKTIR. • ŞUBELERLE İŞBİRLİĞİ, ORTAK ÇALIŞMA VE ORTAK AKLIN EGEMEN OLDUĞU, ÇALIŞMA TABANINI GENİŞLETECEK EKİP ÇALIŞMASIDIR. Saygılarımızla Gençlerimiz geleceğimizdir. Deneğimizin daha genç ve dinamik bir yapıya kavuşturulmasında geçlerimiz Kıbrıs Mektubu 3 DENKTAŞ BEY’İN HUKUKÇU ÖZELLİKLERİ U Taner Erginel / Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı zun süren meslek hayatımda Denktaş Bey’le birçok temasım oldu. Onu tanıma fırsatını buldum. Özellikle hukukçu kişiliği konusunda diğer insanların bilmediği bilgilere sahip olduğumu sanıyorum. Denktaş Bey varoluş mücadelesi veren Kıbrıs Türk Halkının lideridir ve uzun süre Yürütmenin başında olmuştur. Herkesin onunla ilgili söyleyecek çok anısı ve bilgisi vardır. Ben bir hukukçunun dikkatini çeken özelliklerini anlatmayı düşünüyorum. Hukuk alanında daha çok kamu oyunun bilmediği özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışacağım. Onu tanıdığım süreç içinde toplum yaşamımızda büyük değişiklikler olmuştur. Anlatacaklarımı 4 ayrı döneme ayırarak anlatmamın daha uygun olacağını düşünüyorum. A) Avukatlık yaptığım süre, B) Yargıç olduğum süre C) Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum süre ve D) Emeklilik süresi. Bu süreleri ayrı ayrı ele alıp Denktaş Bey’le ilgili anılarımı ve izlenimlerimi anlatmaya çalışacağım. Avukat olduğum sürede izlenimlerim Hukuk eğitimimi İstanbul Hukuk Fakültesi’nde yaptım. Daha sonra bir süre de İngiltere’de eğitim gördüm. 1969 yılında Mağusada avukat olarak çalışmaya başladım. O yıllarda Kıbrıs’ta, Türk Mahkemeleri yeni kurulmuştu. Ancak sadece Türk bölgelerinde geçerli olacak işlere bakıyorlardı. Bu nedenle Türk avukatlar kısmen Rum Mahkemelerinde çalışmak zorunda kalıyordu. Rum Mahkemeleri’nde çalışınca Rum avukatları ve Rum halkını tanıma fırsatı buldum. Son derece milliyetçi olduklarını gördüm. Sağcı ve solcular arasında nüans farkı olmakla birlikte tümü çok milliyetçi idi. Doğal olarak Kıbrıs Türkleri için mücadele eden Denktaş Beyi en büyük düşman olarak görüyorlardı. Ancak şaşırarak gördüm ki içten içe ona saygı duyuyorlar. Onun Kıbrıs Türk halkı için yaptığı mücadelenin takdir edilecek bir mücadele olduğunu düşünüyorlar. Daha sonra benzer saygıyı 4 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Atatürk’e ve Ecevit’e de duyduklarına tanık oldum. Bir gün Rum avukatlar “Kıbrısın en iyi avukatı kimdir?” diye tartışıyorlardı. Sanırım Limasol’da avukatlık yapan bir veya iki Rum avukat üzerinde duruyorlardı. Onlara “Acaba Denktaş için ne düşünüyorsunuz ?” diye sordum. Hiç tereddüt etmeden “Denktaş bizim avukatlarımızın tümünden daha üstündür” dediler. Denktaş Bey’in Rum avukatlar arasında Kıbrıs’ın en iyi avukatı diye düşünülmesi beni şaşırtmıştı. O tarihlerde Denktaş Bey artık avukat olarak çalışmıyordu. Ancak Rum hukukçular onu eski günlerden tanıyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki belleklerinde silinmez bir iz bırakmıştı. Belirtmekte yarar var ki Denktaş Bey 1947 yılında Kıbrıs’ta avukatlığa başlamış ve zaman zaman ara vermekle birlikte bu görevi Cemaat Meclisi Başkanı seçildiği 1970 yılına kadar sürdürmüştür. 1960 yılından önce Kıbrıs’ta İngiliz Müstemleke Yönetimi vardı. Bu dönemin bir bölümünde Denktaş Bey savcı olarak görev yapmıştır. Kıbrıs’ta uygulanan Anglosakson sistemde savcılık Türkiye’de uygulanan Kontinental sistemdeki savcılıktan oldukça farklıdır. Anglosakson sistemde suçluların soruşturulması ve ceza takibi polis tarafından yapılır. Polisin C.I.D. (Criminal Investigation Department) isimli bölümü bu işi yapar. Savcılar devletin hukuk danışmanlarıdır. Ayrıca Ağır Ceza Mahkemesi duruşmalarında polisin hazırladığı davaları yöneten avukat görevi yaparlar. Anglosakson sistemde devletin konumu diğer tüzel kişilerin konumuna benzer. Bu sistemde savcının yaptığı işi bir tüzel kişinin hukuk işlerini yapan görevlinin yaptığı işe benzetmek mümkündür. Savcıların yaptığı iş Türkiye’deki hazine avukatlarının yaptığı işe benzemektedir. Denktaş Bey Kıbrıs’ta savcı olduğu zaman devletin ve polisin hukuk danışmanı olarak görev yapıyordu. Ayrıca Ağır Ceza Mahkemesi duruşmalarında polisi temsil ediyor ve Rum EOKA teröristlerini mahkûm etmeye çalışıyordu. Anglosakson sistemde duruşmalarda avukatın yetenekleri ön plana çıktığı için Rum hukukçular onun ne kadar iyi bir hukukçu olduğunu unutmamışlardı. Anglosakson sistemin bir özelliği yasaların her konuyu belirlememesi ve yargıçlara geniş takdir yetkisi bırakmasıdır. Yasalardaki boşluğu Mahkeme İçtihatları doldurur. İstinaf veya Temyiz Mahkemesi diye isimlendirilen Yüksek Mahkeme ince ayar yaparak yasal durumu netleştirir. Bu nedenle Anglosakson hukuk sisteminde Yüksek Mahkeme kararları önemlidir. Bu hukuk sistemine İçtihat Hukuku Sistemi de denmesinin nedeni budur. Denktaş Beyin hukukçu kişiliği daha ilk yıllarda ön plana çıkmaya başladı.1953 yılında “Criminal Cases” isimli bir kitap yazdı. Bu kitap avukatların izlemesi gereken önemli Yüksek Mahkeme kararlarını özetlemekteydi. Bir tür ders kitabı idi. Hukukçuların yasal bir sorunla karşılaştıkları zaman açıp baktıkları bir el kitabı olarak kullanıldı. rütmenin de yargıç atamalarını etkileme olanağı vardı. Yürütmenin başında olan Denktaş Bey’in kendisine karşı olan veya hiç değilse yakın olmayan bir kişinin yargıç atanmasını engellemesi söz konusu olabilirdi. Buna rağmen hiç bir engelleme girişimi olmadı. Bu gün geçmişe giderek o günleri anımsadığım zaman Denktaş Beyi’n tutumunu hoşgörülü kişiliğinin bir belirtisi olarak görüyorum. Denktaş Bey'in hukukçu kişiliği daha ilk yıllarda ön plana çıkmaya başladı.1953 yılında “Criminal Cases” isimli bir kitap yazdı. Bu kitap avukatların izlemesi gereken önemli Yüksek Mahkeme kararlarını özetlemekteydi. Avukatlık yaptığım yıllarda benim de kullandığım bu kitaptan söz edene pek rastlamıyorum. Halbuki Kıbrıs Hukuk sisteminde böyle bir kitabı yazmak ve yayınlamak önemlidir. Hukukçulara büyük bir yardımdır. Yazanın adalete verdiği önemi ve katkıda bulunmak istediğini gösterir. Denktaş Beyin hukukçu kimliği üzerinde duranların dikkatini çekmesi gereken bir olaydır. Bilindiği gibi 1960 dan sonra Türkiye’de öğrenciler arasında sol görüşler yaygın hale gelmişti. Türkiye fakültelerinden mezun olup Kıbrıs’a gelenler Denktaş Bey’in sağcı ve milliyetçi olduğunu düşünüyor ve ona karşı mücadele vermek istiyorlardı. Türkiye’deki sol akımlardan etkilenen Kıbrıslı öğrencilerden biri de bendim. Doğal olarak Denktaş Bey’den uzak durdum. Denktaş Beye karşıt görüşlü birisi olarak önemli bir devlet görevine atanma ümidim oldukça azdı. Buna rağmen 1973 yılında açılan yargıçlık münhalına müracaat ettim ve bu göreve atandım. O tarihte 1960 Anayasasının yargıya ilişkin hükümleri uygulanmaya devam ediyordu. Yargıçları atayan Yüksek Mahkeme idi. Ancak diğer birçok ülkede olduğu gibi Yü- Sırası gelmişken açıklayayım: Yargıç atanmasında Yürütmenin etkili olmasına fırsat veren 1960 Anayasası kısa süre sonra yürürlükten kaldırıldı . 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası ile Yargımız Yürütmeden bağımsız hale geldi. 1985 KKTC Anayasası ise Yargıyı Yürütmeden tamamen bağımsız hale getirmiştir. Bugün dünyanın en bağımsız Yargısının KKTC Yargısı olduğunu söylemek mümkündür. 1975 ve 1985 Anayasaları yapılırken Kurucu Meclislerde görev yapan genç ve idealist milletvekillerinin yargı bağımsızlığına önem verdiklerini ve bu nedenle Yargının bağımsız hale gelmesi için çaba harcadıklarını biliyoruz. Ancak Denktaş Bey’in de bu çabalara katkıda bulunduğu söylenebilir. Çünkü Yargının bağımsız olması Yürütmenin başında olan kendisinin yetkilerinin azalması anlamına gelecekti. Bu nedenle Yargının bağımsız olması çabalarına engel olmayı düşünebilirdi. Böyle bir düşünce içine girmedi. Bu gün geçmişi anımsayarak değerlendirdiğim zaman Denktaş Bey’in Kıbrıs Türk Halkının iyi bir Yargıya sahip olmasını istediğini, bu istek üstün geldiği için Adalet Bakanlığı’nı kaldıran ve Yargıyı tamamen bağımsız hale getiren düzenlemeyi engellemediğini düşünüyorum. Yargıç olduğum sürede izlenimlerim 1973 yılında yargıç oldum ve emekli olduğum 2006 yılına kadar bu görevde kaldım. 33 yıl gibi uzun bir süre bu görevi yaptım. Bu sürenin ilk 29 yılı yargıç, son 4 yılı da Yüksek Mahkeme Başkanı olarak geçti. 33 yıl içinde Denktaş Beyi gittikçe daha yakından tanıma fırsatını buldum. Yargıç olduktan sonra Denktaş Bey’le aramızdaki soğukluk ortadan kalkmaya başladı. Gerçi olaylara aynı Kıbrıs Mektubu 5 pencereden bakmıyorduk. Farklı ilkeler benimsemiştik. Buna rağmen anlayışlı bir çalışma ortamı içinde olduğumuzu söyleyebilirim. O Rumlara karşı mücadele eden milli bir liderdi. Her şeyi bu perspektiften görüyordu. Biz ise sol görüşleri benimseyen bir temelden geliyorduk. Ancak yargıç olan arkadaşlar ile kısa sürede siyasi görüşlerden uzaklaştık. Yargıçların tarafsız olması ve tüm siyasi görüşlere eşit mesafede durması gerektiği ilkesini benimsedik. KKTC Yargısını dünyanın en üstün ve en adil yargısı haline getirmek için çaba göstermeye başladık. KKTC nin dünyanın en demokratik ülkelerinden biri olmasını istiyorduk. Tarafsızlık bizim benimsediğimiz en önemli ilke idi. İktidarla muhalefet arasında tarafsız kalmaya özen gösteriyorduk. Bu tutum doğal olarak verdiğimiz kararların bir bölümünün büyük bir olasılıkla yarısının Yürütmenin istemediği kararlar olması sonucunu doğurdu. 1974 ü izleyen yıllarda Denktaş Bey güçlü ve otoriter bir kişi olarak Yürütmenin başında idi. Milli lider konumunda böyle bir kişinin Yargı kararlarına karşı nasıl bir tepki gösterdiği önemlidir. Denktaş Bey Yargının Yürütme aleyhine veya şahsen kendisi aleyhine verdiği kararları nasıl karşıladı? Aleyhine karar veren yargıçlara karşı nasıl davrandı? Büyük bir devlet adamından beklenen olgunluğu mu gösterdi, yoksa basit bir insan gibi aleyhine karar veren yargıçlara düşman mı oldu? İsterseniz bu sorulara hemen yanıt vereyim. Denktaş Bey aleyhine karar veren yargıçlara hiçbir tepki göstermedi. Yargıya karşı o kadar anlayışlı davrandı ki aleyhine karar veren yargıçları insanlığı ile utandırdı diyebilirim. 1974 den sonra sol görüşlü gençler Kıbrıs’ta aktif mücadele vermeye başladılar. Çeşitli etkinliklerde bulunuyorlar ve sol bildiriler dağıtıyorlardı. Aleyhlerine ceza davaları gelmeye başladı. KKTC yi dünyanın en adil ülkesi haline getirmek isteyen ve tarafsız olmaya gayret eden bizler, siyasi eylem yapan gençleri cezalandırmak istemiyorduk. Bu nedenle, Yürütmenin ceza verilmesi taleplerine karşı direndik. Diyebilirim ki o koşullarda birçok ülkede verilenden çok daha az ve sembolik cezalar verdik. Sanırım Yürütme bizimle uğraşmaktan yorul6 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 du. Böylece KKTC her türlü siyasi görüşü öne sürmek ve eylem yapmak serbest hale geldi. Objektif bir değerlendirme yaptığım zaman bugün KKTC’nin düşünce ve yayın özgürlüğü açısından dünyanın en özgür ülkelerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Diğer ülkelerle kıyaslayınca Denktaş Bey’in Yürütmenin isteklerine karşı gelen ve muhalefeti koruyan yargıçlara tepki göstermemesinin önemini daha iyi anlıyorum. “Yürütmenin başında Denktaş Bey’den başkası olsa acaba bize bu kadar hoşgörülü davranacak mıydı?” diye sormaktan kendimi alamıyorum. Bir gün bir resepsiyonda Denktaş Bey bana “Sen aleyhimize karar veriyorsun , muhalefeti destekliyorsun” dedi. “Ben tamamen tarafsız ve adil olmaya çalışıyorum” dedim. Biraz düşündükten sonra “Doğrusu da budur” dedi. Böylece özgürce görevlerimizi yapmaya devam ettik. KKTC halkına özgür düşünme ve özgür siyasi eylem yapma olanağı sağladık. 1974 den bir süre sonra Kıbrıs’ta siyasi ortam değişti. Sol güçlendi. CTP, Yeni Düzen gazetesini çıkarmaya başladı. Bugün iktidarın yayın organı olan bu gazete ilk zamanlarda militan sol bir gazete idi. Çok sert yazılar yayınlıyor ve bazen Denktaş Bey’e hakaret ediyordu. Denktaş Bey genellikle aleyhine yazılan yazıları görmezlikten geliyordu. Fakat gazetenin çok ileri gittiği bazı yazılara karşı hareketsiz kalamadı ve gazete aleyhine hakaret davaları açtı. Yargıç olarak önüme gelen bir hakaret davasında kendisinin veya ailesinin uyuşturucu ticareti ile ilgili olduğu yazılmıştı. Bizim hukuk sistemimizde ispat hakkı vardır. Yani hakaret içeren bir söz eğer doğru ise tazminat ödenmesi gerekmez. Gazeteyi savunmak için Naci Usar Mahkemeye geldi. Naci Bey’e “ Gazetede yazılanların doğru olduğunu gösteren hiçbir deliliniz yok. Yazılanların gerçek olmadığı apaçık meydanda. Özür dilenirse bu dava geri çekilecek. Bundan makul bir teklif olabilir mi?” dedim. Naci Bey insancıl birisi idi. Yalan söylentilerden ve hakaretlerden yararlanmak isteyen bir kişi değildi. Derhal Mahkemenin görüşüne katıldı. Gazeteyi ikna ederek Denktaş Beyin arzu ettiği gibi özür yazısı çıkarttı. Böylece yıllarca sürebilecek bir dava kapandı. Daha sonra Yeni Düzen gazetesinde Denktaş Beyin “Baba” olduğunu öne süren bir yazı yayınlandı. Okuyanlar yazıda “Mafya Babası” anlamını çıkarıyorlardı. Denktaş Bey yine hakaret davası açmak zorunda kaldı ve yine “Özür dilenirse davayı geri çekerim” dedi. Ancak ne davayı dinleyen yargıç benimle aynı tutum içinde idi, ne de gazeteyi savunan Naci Usar gibi bir hukukçu vardı. Sol ideoloji daha katı bir yöntem izlemeye başlamıştı. Özür dilenmedi ve dava uzayıp gitti. Sonunda gazete aleyhine yüklü bir tazminat kararı verildi. Tazminat ödenmedi ve gazete aleyhine icraya başvuruldu. İcra günü gazete binasına zorla girilip , araçlarına el konacak ve gazete kapatılacaktı. İcrayı önlemek için CTP üyeleri gazetenin çevresinde bekleyip çatışma hazırlığı içine girdiler. Denktaş Bey’in Mahkeme kararlarına saygılı olması dış dünyanın bile dikkatini çekmiştir. Rum gazeteleri sürekli olarak KKTC den sahte devlet diye söz ederler. KKTC nin legal bir devlet olarak kabul edilmesine karşı en küçük hoş görüleri yoktur. Bir gün bir Rum gazetesinde “Banana Republic” “Muz Cumhuriyeti” diye bir yazı çıktığını öğrendim. O günlerde Mahkemelerimiz Denktaş Bey ailesinden birisi aleyhine bir karar vermişti. Rum gazeteci yazısında “Banana devleti KKTC mi yoksa Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum devleti) mi?” diye sordu. “Rum Mahkemeleri Rum Cumhurbaşkanı veya yakınları aleyhine böyle Biz, KKTC’nin dünyanın en de- kararlar verebilirler mi? Asla veremokratik ve en adil ülkesi ha- mezler. Dolayısıyla KKTC Banana line gelmesi idealini benimse- Republic değildir. Banana Repubyen yargıçlar, Denktaş Beye lic olan Rum devletidir.” diye görüş belirtti. yapılan suçlamanın haksız olduğunu, Denktaş Bey’den özür dilenmesi gerektiğini düşünüyorduk. Biz, KKTC nin dünyanın en demokratik ve en adil ülkesi haline gelmesi idealini benimseyen yargıçlar, Denktaş Beye yapılan suçlamanın haksız olduğunu, Denktaş Beyden özür dilenmesi gerektiğini düşünüyorduk. Buna rağmen gazetenin kapatılmasına da karşı idik. Yasalarımızda basın araçlarının icra dışı kalacağı doğrultusunda maddeler vardır. İcra memurlarının polis refakatinde gazetenin kapısına dayanmasına dakikalar kala bir ara emri ile icrayı durdurduk. Böylece gazete önünde çatışma olmasını ve gazetenin kapatılmasını önledik. Şimdi düşünüyorum. Yürütmenin başında Denktaş Bey değil de başka bir Cumhurbaşkanı olsa o kadar kolay karar verebilecek miydik? Gazetecilerin yazdıkları yazılardan dolayı suçlanarak cezalandırıldığı bir dünyada, haksız hakaret yapan, özür dilemeyi reddeden ve Mahkemenin verdiği tazminat hükmünü yerine getirmemek için direnen gazeteler yayın hayatına devam edebilecek miydi? Bu gazeteleri koruyan yargıçlar mesleklerinde ilerleyebilecekler miydi? Yargıçlık dönemini kapamadan önce Uluslararası Mahkemelerde KKTC yi ilgilendiren davalar ve Denktaş Beyin bu davalardaki tutumu konusuna da değinmem gerekiyor. Denktaş Beye göre Kıbrıs sorununun temel nedeni Rum siyasi liderlerin aşırı milliyetçi olması , Enosis idealini benimsemeleri ve zaman içinde bu idealin hiç değişmemiş olması idi. O Kıbrıs sorununu anlamak isteyen herkesi Akritas ve İfestos planlarını okumaya ve incelemeye yönlendiriyordu. İnceleyenler bu planların etnik temizlik planları olduğunu, Rum Yöneticilerin silahlı eylemlerle ve katliamlar yaparak hedeflerine ulaşmak istediklerini anlıyordu. 1974 Barış Harekâtı Rumların silahlı eylemlerle Kıbrıs’a egemen olma stratejisine son verdi. Bu savaş onlara Türk ordusu karşısında başarılı olamayacaklarını öğretmişti. Ancak milli ideallerinden de vazgeçmediler. Aynı hedefe bu kez soğuk savaşla ulaşmak için mücadele etmeye başladılar. Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’yi baskı altında tutmayı ve Rum milli ideallerine açık kapı bırakacak bir anlaşmaya zorlamayı ümit ediyorlardı. Soğuk savaşın bir cephesi tanıtım ve propaganda diğer Kıbrıs Mektubu 7 cephesi ise uluslararası alanda hukuk mücadelesi idi. Askeri alanda başarısız olan Rum Yöneticiler soğuk savaşta büyük başarılar elde ettiler. Kıbrıs’ta haksız ve saldırgan oldukları halde tüm dünyayı haklı ve mağdur olduklarına inandırdılar. Uluslararası mahkemelerde ise inanılmaz başarılar sağladılar. dır. Kuzeyde taşınmaz mallarını terk eden Rumlar Rum Yönetiminin desteği ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye aleyhine dava açmaya başladılar. İlk önemli dava Loizidu davası oldu. Rumlar davayı Türkiye aleyhine açarak KKTC’nin gerçek bir devlet olmadığını ve Türkiyenin Kıbrısın Kuzeyini işgal ettiğini vurgulamış oluyorlardı. Türkiye Prof. Bakır Çağlar’ı avukat olarak görevlendirdi. Prof. Bakır Çağlar Lefkoşa’ya gelerek bir konferans verdi. Bu konferansa katılıp Çağlar’ın görüşlerini dinledikçe ciddi bir tehlike karşısında olduğumuzu anladım. Çünkü Türkiye’nin avukatı Rum iddialarına yanıt vermiyor ve kendi doğrularını tekrarlayıp duruyordu. Teknik noktalara dayanarak davayı kazanmaya çalışıyordu. Kıbrıs olaylarını objektif değerlendirenler Kıbrıs’ta tüm çatışmaları Rumların başlattığını,Türklerin haksız girişimlere ve yaratılmak istenen emrivakilere tepki gösterdiğini, Kıbrıs sorununun bu nedenle ortaya çıktığını görmektedir. Rum Yöneticiler tüm Kıbrıs’a egemen olmak ve Kıbrıs Türklerini azınlık haline getirmek istemektedirler . Buna karşılık Kıbrıs Türklerinin özgür ve eşit bir halk olarak yaşamaktan başka isteği yoktur. Bu gerçeklere rağmen tüm dünya Kıbrıs’ta Rumları haklı ve Rum soğuk savaşı tüm dünyada Rumların haklı oldumağdur , Türkleri ise haksız ve saldırgan olarak görmek- ğu yönünde bir zemin oluşturmuş ve bu zemin AİHM tedir. Bunun nedeni Rumların büyük bir hırsla verdikleri yargıçlarının kafasında yer etmişti. Özetle Türkiyenin soğuk savaşta başarılı olmaları ve dünya kamuoyunu saldırgan olduğuna ve Kuzey Kıbrıs’ı haksız yere işgal kendi görüşleri doğrultusunda etettiğine inanıyorlardı. Bu zemini kilemeleridir. Türkler ise bu savaş- 15 Temmuz 1974’de Rumlar ortadan kaldırmak için Denktaş ta çok pasif ve yetersiz kaldı. Türk Bey’in kitaplarındaki malzemedaha da ileri giderek Kıbrıs’ı den yararlanmak gerekiyordu. Bu aydınlarının çoğu böyle bir savaşın Yunanistan’a bağlama girişi- bilgilerden hareket edince işgal varlığını dahi kabul etmedi. minde bulunmuşlar. Türkiye altında olan bölgenin Kuzey Kıbrıs Kıbrıs Türk solu ise Kıbrıs soru- uluslararası anlaşmalardan değil Güney Kıbrıs olduğu ortaya nuna çok farklı bir pencereden çıkıyordu. kaynaklanan yasal hakkını kulbakıyordu. Onlar Kıbrıs sorununu Rumların Kıbrıs’a egemen olma lanarak adaya müdahale etti. Denktaş Bey’in görüşlerini şöyle girişimlerine karşı, Türklerin özözetlemek mümkündür: 21Aralık gürlük mücadelesi olarak görmü1963 de terörist EOKA örgütü Akyordu. Her iki halkın haklı ve haksız tarafları olduğunu ritas etnik temizlik planı doğrultusunda Kıbrıs’ın büyük düşünüyorlardı. İki halk arasında gereksiz çatışmalar bölümünü işgal etmiş ve Kıbrıs Türk Halkını enklavlarda çıktığına ve bir orta yol bularak iki halkı anlaştırmak yaşamaya zorlamıştır. Rum kesimlerindeki egemenlik, gerektiğine inanıyorlardı. Dolayısıyla Rum propaganda etnik temizlik planı doğrultusunda ve Anayasaya aykısavaşına karşı yapılan mücadeleye katkıda bulunmaları rı olarak oluşan bir egemenlik olup yasal değildir. 1974 söz konusu değildi. Türkiye’nin Yöneticileri ise soğuk sa- öncesi adanın Rum kesimlerinde yasa dışı bir işgal duvaşta son derece deneyimsizdiler. Bu nedenle ne tanı- rumu vardı. tım ve propagandada ne de uluslararası hukuk alanında başarılı bir mücadele veremediler. Deyim yerindeyse 15 Temmuz 1974 de Rumlar daha da ileri giderek Rumlar bu alanda meydanı boş buldular. Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama girişiminde bulunmuşlar. Türkiye uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yasal Rum soğuk savaşına karşı etkili mücadele vermeye ça- hakkını kullanarak adaya müdahale etti. Bu müdahalışan tek kişinin Denktaş Bey olduğunu söylemek müm- leye karşı Rumların yasa dışı direnişleri nedeniyle sakündür. Bir yabancı yazar bu durumu “Rum tarafında vaş oldu. Savaş sonunda Türk ordusu Kıbrıs Türkleribüyük bir propaganda ordusu var ve tüm dünyayı kendi nin güven içinde yaşayabilecekleri bir alan oluşturdu. görüşleri doğrultusunda etkiliyor, buna karşı Türk tara- Uluslararası hukuk ilkelerine göre Kıbrıs’ın Kuzeyindeki fında sadece Denktaş Bey’in sesi çıkıyor. Bu koşullarda Türk egemenliği yasaldır. Buna karşılık Güneyde oluTürk görüşlerinin dünya kamu oyunu etkilemesi müm- şan egemenlik yasal olamaz. 1974 öncesi egemenliğin kün değil” şeklinde anlatmıştır. yasal olmamasına ek olarak 1974 den sonra ikinci bir etnik temizlik planı uygulanmış ve bu nedenle yasa dıSoğuk savaşın önemli bir cephesi uluslararası davalar- şılık daha da artmıştır. Bu devrede uygulanan İfestos 8 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 etnik temizlik planı “Türkiye Kıbrısa gelirse kurtaracak Türk bulmamalı” ilkesi ışığında hazırlanmıştı. Plan doğrultusunda en küçük Türk köyleri dahil Türk ordusunun kurtaramadığı tüm Türk bölgeleri işgal edilmiştir. Bu işgal sırasında katliamlar yapılmıştır. Özetle Güneyde eli kanlı teröristlerin kurduğu bir devletin devamı vardır. Kuzeyde Kıbrıs Türk Halkının kendi geleceğini belirleme hakkına dayanarak kurduğu bir devlet vardır. Uluslararası hukuka göre yasal olan Rum devleti değil KKTC’dir. Hiç değilse KKTC’nin Rum devletinden daha yasal olduğunu kabul etmek gerekir. Bu gerçeği kabul etmeyen BM kararları adil olmayan kararlardır. Tavsiye niteliğinde olan bu kararların yasal ağırlığı olamaz. Loizidu davasında Mahkemeyi tarafsız ve objektif bir konuma getirebilmek için Denktaş Bey’in yukarıda özetlediğim görüşlerini ısrarla öne sürmek gerekiyordu. Fakat bu yapılmadı. Mahkeme Türk tarafının haksız olduğu varsayımı içinde davayı dinledi. Buna rağmen Mahkemenin Rumların lehine karar vermesi kolay değildi. Çünkü Kıbrıs’ta nedeni ne olursa olsun, karşılıklı toplu göç yaşanmış ve iki farklı yönetim oluşmuştu. Dünyada kabul gören doğru uygulamaya göre toplu göçlerden sonra devletler arasında anlaşma olması ve taşınmaz malların da toplu olarak takas edilmesi gerekir. Mülkiyet sorununu bireysel olarak ve göç eden kişiye eski malına geri dönme olanağı vererek çözmek dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bu nedenler dikkate alındığı zaman Loizidu’nun davayı kazanması söz konusu olamazdı. Nitekim AİHM Loizidu’nun açtığı ilk davayı reddetmişti. Mahkemenin önce kabul etmediği bir davayı daha sonra kabul etmesi yani kararını değiştirmesi kolay değildi. Buna rağmen Rumlar yılmadan büyük bir hırsla mücadele ettiler. Soğuk savaş taktikleri ile AİHM’yi etkilemeye çalıştılar. Loizidu Girne’deki evine gitmesini Türkiye’nin engellediğini iddia ederek Türkiye’den tazminat istemişti. Bu saçma bir talep idi. Çünkü Kıbrıs’ın iki bölgesinde iki ayrı yönetim oluşmuş, ayrı yasalar yapılmıştı. Bu yasalardan birinin hukuka uygun diğerinin ters olduğuna karar vermek diskrimasyon oluşturacak ve insan haklarını ihlal edecekti. AİHM tüm bu hususlar göz ardı ederek Rumların istediği gibi “Türkiye Loizidu’nun evine gitmesini engelliyor mu, engellemiyor mu?” sorusuna kilitlendi. Rumlar Türkiye’nin evlerine gitmesini engellediğini kanıtlamak için dramatik olaylar sahnelediler. Sınırda toplantı düzenleyerek Kuzeye geçmeye teşebbüs ettiler. Türk güvenlik güçleri doğal olarak bu yasa dışı girişimleri engelliyordu. Ancak Rumlar bu olayları Mahkeme’ye taşıyor ve “İşte siz de görüyorsunuz, Türkiye evimize gitmemize izin vermiyor.” diyorlardı. Rumlar sınır delme eylemlerini yaparken Türk kesiminde toplanan Kıbrıs Türkleri de karşı gösteri yapıyordu. 1996 yılında Loizidu davası kritik bir aşamaya gelince sınır delme girişimlerinin önemi arttı. En sert sınır delme girişimlerinden birinde Türk Bayrağı’nı indirmek için bayrak direğine çıkan bir Rum vurularak öldürüldü. Rum Yönetimi AİHM’yi etkilemek için aradığı fırsatı bulmuştu. Tüm dünyayı ayağa kaldıran bir propaganda yapmaya başladı. O gün olay yerine gelen KKTC yöneticilerini cinayet işlemekle suçladı. Denktaş Bey de suçlananlar arasında idi. Rum propagandasını ve Loizidu davasında öne sürülenleri dikkate aldığımız zaman Türk görevlilerin yaptığı açıklamaların hatalı olduğunu görürüz. Bu konuda tek istisna Denktaş Bey’in açıklamasıdır. “O gün ben orada değildim. Orada olsam bu tür trajik olayları engellemek için elimden geleni yapacaktım. İki halkı tahrik eden bu tür etkinliklerin düzenlenmesi hatalıdır. Çok daha büyük ve üzüntü verici olaylar yaşanabilirdi. Böyle bir toplantıyı düzenleyen Rum Yönetimi ve onlara göz yuman BM kusurludur.” dedi. Bu sözlerle Rumların mağdur rolü oynamasına izin vermedi. Loizidu davası Türkiye aleyhine açıldığı için Türkiye Hükümetinin yapacağı açıklama önemliydi. O tarihte Türkiyenin Başbakanı olan Tansu Çiller : “Biz kimsenin bayrağımızı indirmesine izin vermeyiz” şeklinde bir açıklama yaptı. Gerçekte değişik bir ortamda Tansu Çillerin söylediği sözlerde de bir yanlışlık yoktu. Ancak yıllarca devam eden Rum propagandasını ve AİHM deki argümanları izleyenler bu açıklamanın hatalı olduğunu görebiliyorlardı. Çünkü bu açıklama Türklerin haklı ve mağdur olduğunu ifade eden bir açıklama değildi. Rumların öne sürdüğü iddiaları yani Türklerin adayı işgal ettiği ve Rumların mağdur olduğu iddialarını destekliyordu. Tansu Çillerin açıklaması AİHM de bardağı taşıran son damla oldu. AİHM yasal engelleri göz ardı ederek Türkiye aleyhine karar verdi. Bu kararın etkileri hâlâ devam etmektedir. Özetlersek soğuk savaşta, yani tanıtım ve propaganda ile uluslararası hukuk mücadelesinde Denktaş Bey’in öne sürdüğü iddiaları öne sürmek gerekiyordu. Bu yapılmadığı için başarı sağlanamamıştır. Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum sürede izlenimlerim. 2002 -2006 yılları arasında Yüksek Mahkeme Başkanı olarak görev yaptım. Bu devre siyasi olaylar açısından Kıbrıs Mektubu 9 çok çalkantılı ve büyük yasal tartışmaların yapıldığı bir dönem olmuştur. Yargıç olarak görev yaptığım devrede Denktaş Bey’le çok az temasım olmuştu. Onu daha çok yaptığı açıklamalardan, yazdığı yazı ve kitaplardan tanıyordum. Yukarıda anlattığım Loizidu davası ile ilgili görüşler de daha çok gazetelerden elde ettiğim bilgilere dayanmaktadır. Yüksek Mahkeme Başkanı olmam üzerine durum değişti. Denktaş Bey’le sık sık görüşüp konuşma fırsatı buldum. KKTC de Adalet Bakanı olmadığı için Yüksek Mahkeme Başkanı diğer görevlerinin yanı sıra protokol görevi de yapmak zorunda kalmaktadır. Anayasamıza göre Yüksek Mahkeme Başkanı protokolde üçüncü sırada yer alır. Zaman zaman Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakanla bir araya gelir. Bu vesile ile Denktaş Bey’le de konuşup tartışma fırsatı buldum. Konuştukça onu daha iyi tanıdım. Denktaş Bey’in ilk fark ettiğim özelliği onun çok okuyan birisi olması idi. Çok meşgul olmasına rağmen vakit ayırıp sıkıcı yasa, mahkeme kararı ve diğer metinleri okuyabiliyor, kitap yazabiliyordu. Diğer siyasiler ve aydınların okumayı sevmediğini ve yüzeysel bilgilerle yetindiklerini bildiğim için Denktaş Bey’in bu özelliği dikkatimi çekti. Denktaş Bey ve milliyetçi kesime göre Kıbrıs’ta iki halkın ayrı ayrı kendi geleceklerini belirleme (self determinasyon) hakları vardır. 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları ile 1960 Anayasası Kıbrıs’ta eşit iki halk olduğunu teyit etmiştir. Rumlar iki halk arasındaki bu anlaşmayı bozmuş ve salt Rumlardan oluşan bir devlet kurma yönüne gitmişlerdir. Bu durumda KıbTürk Halkının da kendi geleceZıt görüşlerin tartışıldığı rıs ğini belirleyerek ayrı devlet kurma ortamda KKTC'de iki büyük hakkı doğmuştur. 1983 de bu hak siyasal olay yaşandı. 2003 genel kullanılarak KKTC kurulmuştur. seçimleri ve 2004 referandumu. 2000 'li yıllarda Türkiye Hükümeti dahil tüm dünya Kıbrıs’ta bir anlaşma olmasını arzu etmeye başlamıştı. O devrede Denktaş Bey’in başında olduğu milliyetçi cephenin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: Kıbrıs’ta eşit haklara sahip iki halk yaşamaktadır. Rum halkı aşırı milliyetçi olduğu için bu eşitlikten şikayetçidir ve Türklerden kurtulmak istemektedir. Rum yöneticiler milli ideallerini gizleme gereği dahi duymamaktadırlar. Hazırladıkları yazılı planlarda amaçlarını açıkça ortaya koymaktadırlar. Akritas ve İfestos planlarını dikkatle okuyanlar Rum yöneticilerin niyetini kolayca anlayabilirler. Bu planlara göre Rum siyasilerin amacı Girit’te uygulanan etnik temizliğin benzeri bir yöntemle Türklerden kurtulmaktır. Denktaş Bey Kıbrıs Türk Halkını bu tehlikeye karşı uyarmak için mücadele ediyordu. Bu konuda bir çok kitap ve yazı yazdı. Yazdığı kitaplar arasında Girit’le Kıbrıs arasındaki benzerliği vurgulayan “Kıbrıs Girit Olmasın” isimli kitap dikkati çekmektedir. KKTC de milliyetçi kesimin karşısında yer alan sol kesim Denktaş Beyin savunduğu görüşleri tamamen reddet10 mekteydi. CTP’liler, Sovyetler Birliğinde gerçekleşen Komünist devrimini benimsemişlerdi. Bu devrimin tüm dünyaya egemen olacağına, insanlığa barış ve refah getireceğine, halklar arasındaki anlaşmazlıkları sona erdireceğine inanıyorlardı.CTP liler Rum Komünist Partisi Akel ile işbirliği yapmaya başladılar. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra devrim görüşleri arka plana itildi. Buna rağmen Akel’le yakınlıkları devam etti. Kıbrıs’ta Rum kesimi ile bir anlaşmaya varmanın şart oluğuna, bunun Kıbrıs’a barış getireceğini inandılar. Daha da ileri giderek KKTC deki tüm sıkıntıların nedeninin bir anlaşmaya varılamaması olduğunu, anlaşma olmadıkça KKTC deki hiçbir sorunun çözülemeyeceğini öne sürdüler. Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 İki eşit halktan biri, her yönü ile farklı özelliklere sahip ayrı bir devlet kurunca diğerinin de kurabilmesi gerekir. Bu hakkı reddetmek iki halkın eşit olmadığını öne sürmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir. İki halkın 1960 da yaptıkları anlaşmayı bozan Rum yöneticiler olduğuna göre KKTC Rum devletinden daha yasaldır. KKTC’nin tanınmasını engelleyen BM ve büyük devletler iki halk arasında diskriminasyon yapmakta ve insan haklarını ihlal etmektedir. Rum Yöneticiler ayrı Rum devleti kurmakla Kıbrıs’ı taksim etmiş durumdadırlar. Bu taksimden vazgeçme niyetleri yoktur. Bu durumda Kıbrıs Türklerinin görevi 1960 Anayasasındaki eşitlik ilkesini yaşama geçirmek ve Türk kesimindeki fiili (de facto) durumu legal (de jure) hale getirmek yani KKTC’nin tanınmasını sağlamaktır. Bu görüşlere karşı sol kesim, KKTC’yi tanıtmanın gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ideal olduğunu, bu boş idealin peşinde koşmanın doğru olmadığını, iki halkın karşılıklı taviz vererek anlaşması gerektiğini, bundan iki tarafın da kazançlı çıkacağını söylüyordu. Zıt görüşlerin tartışıldığı ortamda KKTC’de iki büyük siyasal olay yaşandı. 2003 genel seçimleri ve 2004 referandumu. 2000’li yıllarda Türkiye Hükümeti dahil tüm dünya Kıbrıs’ta bir anlaşma olmasını arzu etmeye başlamıştı. 2003 genel seçimlerinde iktidarı değiştirip Rumlarla anlaşacak bir yönetimi başa geçirmek istiyorlardı. Seçimlerde dünyanın çeşitli ülkelerinden gözlemciler KKTC’ye akın ettiler. Gelenlerin çoğu önyargılı ve KKTC’yi kötüleme amacı taşıyordu. KKTC’deki Denktaş yönetiminin barışa engel olduğunu düşünüyor ve seçimlerle veya bu mümkün olmazsa seçimlerin hileli olduğunu kanıtlayıp, halkı sokağa dökerek, sivil itaatsizlikle hükümeti değiştirmek istiyorlardı. Seçimlerin adil olmadığını kanıtlayacak delilleri bulmak için Kıbrıs’a gelmişlerdi. KKTC Anayasası seçimleri yönetme ve denetleme görevini Yargıya vermiştir. Yargının başında bulunan biz Yüksek Mahkeme yargıçları KKTC’yi dünyanın en demokratik ve en adil ülkelerinden biri haline getirme idealini benimsemiştik. Bu nedenle siyasi görüşler karşısında tarafsız kalmaya ve siyasi partilere eşit mesafede durmaya kararlıydık. Bu ortamda 2003 seçimleri gerçekleşti. Yüksek Mahkeme ideallerine uygun bir seçim yapıldı. KKTC’nin geri kalmış sahte bir devlet olduğunu düşünen ve yıkılması için delil toplamaya gelen gözlemcileri utandırdık. Gözlemcilerin bir bölümü KKTC seçimlerinin kendi ülkelerindeki seçimlerden daha adil ve daha şeffaf olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Seçimler tamamen demokratik ve adil olmuştu. Fakat Denktaş Bey’in istemediği bir sonuç ortaya çıkmış ve KKTC’de sol görüş iktidara gelmişti. Rum yönetimi ile anlaşma olmasını isteyenlerin arzusu yerine gelmişti. Ancak bu anlaşma kolay olmayacaktı. Çünkü yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre Rum Yöneticiler ile Türk solu tam bir görüş birliği içinde değildi. Rum Yöneticiler aşırı milliyetçi ideallerinden vazgeçmiş değildiler. Sadece bu ideallerini kamufle ediyorlardı. Zamanla tüm Kıbrıs’a egemen olmalarına açık kapı bırakacak bir anlaşma yapılmasını istiyorlardı. Herkesin eski evine dönmesini yani 1974 öncesine dönülmesini talep ediyorlardı. Türk solu ise iki tarafın taviz vererek bir orta noktada anlaşmasını arzu ediyordu. Ancak bunu yaparken 1974’de Kıbrıs Türklerinin elde ettiği kazanımları koruyabileceğini zannediyordu. Böyle bir anlaşma nasıl mümkün olacaktı? Denktaş Bey varılacak anlaşmanın tehlikeli olacağı kaygısı içinde idi. Yapılacak herhangi bir anlaşmada KKTC’nin ve egemenliğinin korunması gerektiğini öne sürüyor, kağıt üstünde kalacak haklarla yetinmenin büyük hata olacağını ve trajik sonuçlara neden olacağını söylüyordu. Bu ortamda Annan Planı hazırlanarak 2004 Referandumuna gidildi. Denktaş Bey hazırlanan Annan Planı’nın tuzaklarla dolu olduğu kanısına vararak eleştirmeye başladı. Ona göre Kıbrıs Mektubu 11 bu plan Kıbrıs Türk halkının yok olmasına neden olacaktı. Büyük bir telaş içinde halkı uyarmaya çalıştı. Denktaş Beyin Annan Planı’na karşı çıkmasının nedenlerini şöyle özetleyebiliriz: Bu plan kağıt üstünde kalacak hiçbir güvenilirliği olmayan haklar karşılığından Kıbrıs Türk halkının temel haklarını ortadan kaldıracaktı. Plan halklar arasında bir iç savaşa neden olacak, Türk ordusunun koruması kalktığı için Kıbrıs Türkleri etnik temizlikle yok olacaklardı. Annan Planı’na göre Rumlara terk edilecek bölgelerde yaşayan 70 000 Türk’ün evlerini terk ederek Türk bölgesine göç etmesi gerekecekti. Bu kişilerin nereye göç edeceği, nasıl yerleşeceği, ne ile geçineceği konusunda plan tamamen sessizdi. Buna ek olarak 100 000 Rumun daha Türk Yönetimine kalan bölgeye geri dönme hakkı olacaktı . Bu durumda Türk Bölgesi diye bir şey kalmayacaktı. Bir planın barış getirmesi için potansiyel sorunları gidermesi ve halkın önüne yeni ve temiz bir sayfa açması gerekir. Halbuki Annan planı sınırsız kavga üreten iki halkı birbirinin boğazına sarılmaya yönlendiren bir plandı. Annan Planı’nın mülkiyete ilişkin hükmüne göre 20 Temmuz 1974 de Tapu Dairesinde mevcut kayıtlar geçerli kabul edilecekti. Bunun anlamı KKTC koçanlarının geçerli olmayacağı, geçiş döneminde malların Rum malı olarak kabul edileceği ve Kıbrıs Türklerinin bedelini ödemeden kendilerine ait olduğunu zannettikleri malların sahibi olamayacakları idi. Geçiş döneminde orijinal mal sahibi Rum ile malı kullanan Türk’ün kurulacak Mülkiyet Komisyonuna başvurmaları gerekecekti. Her parsel için ayrı bir müracaat yapılacağından herkesin birden fazla müracaatı olacaktı. Eski ve yeni mal sahipleri karşı karşıya gelerek yıllarca boğuşmak zorunda kalacaktı. Komisyonun karar vermesi kolay olmayacaktı. Bir Kıbrıslı Türk’ün orijinal Rum malı olan bir arsayı satın alıp üzerine ev inşa ettiğini varsayalım. Bu Türk büyük bir şaşkınlık içinde Komisyon kararına değin Rum koçanının geçerli olduğunu öğrenecekti. Bu nedenle Komisyon karar verene değin, bazen yıllarca evini tamir bile edemeyecekti. Denktaş Beyin ifadesine göre insanlar evlerine çivi bile çakamayacaktı. Bu nedenle Türk bölgeleri gecekondu mahallelerine dönecekti. Mülkiyet Komisyonu Türk’ün yaptığı inkişafa bakacak ve 12 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 bu inkişaf arsanın değerinden fazla ise Türk’e arsanın bedelini ödeyerek evine sahip olma hakkı tanıyacaktı. Ancak Türk’ün ödeyeceği bedel arsanın normal piyasa değeri olmayıp “current value” denilen sanal değeri olacaktı. “Curent value” demek bu mal Güneyde benzer bir bölgede olsaydı erişeceği değer demekti. Bu hesaplamaya göre Kıbrıslı Rumun Barış Harekâtı nedeniyle hiçbir kaybı olmayacak, bu mal Güneyde olsaydı kazanacağı değer üzerinden tazmin edilecekti. Bu durumda Kıbrıslı Türk satın aldığı arsa üzerine ev inşa etmişse bu eve sahip olmak için arsanın piyasa değerinin 3-4 katını ödemesi gerekecekti. Denktaş Bey Türklerin bu kadar yüksek bedeli ödeyemeyeceğini ve dolayısıyla evlerini Rumlara terk etmek zorunda kalacaklarını düşünüyordu. Aynı koşul orijinal Rum malı üzerine inşa edilmiş DAU gibi üniversiteler için de söz konusu idi. Üniversiteler planın öngördüğü tazminatı ödeyemeyerek kısa sürede kapanacaktı. Bu nedenle Denktaş Bey, Annan planını ciddi bir şekilde incelemedikleri ve ne sonuç doğuracağını anlayıp halka anlatmadıkları için Üniversitelere de sitem ediyordu. Denktaş Bey’e göre silahlı çatışmalar ve katliamlar çok erken başlayacaktı. Çünkü Rum kesiminde terhis olan askerler silahlarını evlerinde muhafaza etmektedirler. Denktaş Bey Rum yöneticilerin iç savaşa hazırlık amacıyla buna izin verdiklerini, bu askerlerin hiç değilse bir bölümünün Türklere karşı nefretle dolu olduğunu ve ilk fırsatta Kuzeyde evlerinde oturan Türkleri öldürmeye geleceklerini düşünüyordu. Bu olasılığa karşı BM çatışmaları önlemek için 10 000 kişilik bir Barış Gücünü Kıbrıs’a göndermeyi kabul etmişti. Ancak Denktaş Bey bu ordunun her şeyini yitirme konumuna gelen ve aldatıldığını anlayan Kıbrıslı Türkler isyan etmesin diye görev yapacağını düşünüyordu. BM barış gücünün geçmişte olduğu gibi Kıbrıslı Türkler öldürülürken seyirci kalacağına kuşkusu yoktu. Denktaş Bey Annan planının tehlikelerini yazdığı yazılarda ve konuşmalarda anlatıp durdu. Ancak sözlerinin iktidara gelmiş olan CTP ve diğer sol kesim üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Onlar Annan planı ile Kıbrıs’a barış geleceğini, Kıbrıs Türk halkının AB ye gireceğini ve diğer AB halkları gibi refah ve huzura kavuşacağını düşünüyorlardı. Barış isteyen ABD ve AB nin kesenin ağzını açacağına, havuzlu villalar yaptırıp göçmenlere dağıtacağına ve tüm sıkıntıların giderileceğine inanıyorlardı. Özetlersek Denktaş Bey için Annan planı cehennem, CTP ve diğer sol kesim için ise cennet idi. Denktaş Bey, görüşünü çok dramatik bir şekilde anlatmaya çalışıyor ve Kıbrıs Türk halkının kurbanlık hayvanlar gibi mezbahaya götürülmek istendiğini söylüyordu. Sol kesim ise bu görüşle alay ediyor, “Biz hayvan değiliz ki mezbahaya gidelim” diyordu. Denktaş Bey, Annan planının tehlikelerini halka anlatmak için her çareye başvurdu. Karşısında yer alan cephe o kadar güçlenmişti ki ne söylese etkili olamıyordu. Bu nedenle referandumu önleme girişiminde bulundu. Anayasa Mahkemesine başvurarak referandumun Anayasaya aykırı olduğuna dair görüş istedi. Anayasa Mahkemesi’nin referandum veya halkoylaması konusundaki kararı önemlidir. Bu kararı özetlemeye çalışacağım. Annan planı konusunda herkesin şahsi görüşü vardı. Ancak bu görüşleri tartışmıyor, şahsi görüşlerimizi kendimize saklıyorduk. Siyasilerin tartıştığı görüşlere eşit mesafede durmak ve tamamen adil seçimler gerçekleştirmek istiyorduk. Şahsen ben Annan Planı konusunda Denktaş Bey’in söylediklerine katılıyordum. Çünkü planı incelediğim ve tarihsel olayları gözden geçirdiğim zaman Denktaş Bey’in haklı olduğunu görüyordum. Denktaş Bey söylediklerini kanıtlayacak delilleri de ortaya koyabiliyordu. Halbuki Annan Planı’nı destekleyenler görüşlerini kanıtlayamıyorlardı. Onlar gerçeklerden değil, politik inançlardan hareket ederek değerlendirme yapıyorlardı.Görüşleri ümitlerle ve hayallerle karışıktı. Bu nedenle halkı tehlikeli bir noktaya doğru götürebileceklerini düşünüyordum. 22.3.2004 tarihinde Cumhuriyet Meclisi Annan planı referandumunun yapılması ile ilgili bir yasa yapmıştı. Kıbrıs Sorununun Çözümüne İlişkin Halkoylaması (Özel Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak Annan Planı’na ve Geçici Kurallar) Yasası isimli bu yasaya dayanarak An- kendi oyum “hayır” olacaktı. Ancak benim veya diğer nan Planı, Kıbrıs Türk Halkının onameslektaşlarımın ne oy vereceğiyına sunulacaktı. Bu kararla Denktaş Bey’e ters miz önemli değildi. Bizim oyumuz şey, halk oy veremez demek düştük. Ancak halkımızın en başka Denktaş Bey Anayasa Mahkemesibaşka şeydi. Biz KKTC’yi dünyanın ne müracaat ederek yasanın Ana- temel ve önemli hakkı olan en demokratik ve adil ülkesi haliyasaya aykırı olduğunu öne sürdü. kendi geleceğini belirleme ne getirmek istediğimiz için Yasahakkı açısından bir kazanç ma Meclisinin iradesine ve ondan Halk oylaması yasasının Anayasa’ya daha önemli gördüğümüz halk sağladığımızı düşünüyorum. aykırı bir yönü olduğu daha ilk bairadesine saygı duymamız gerektikışta göze çarpıyordu. KKTC Anayağini düşünüyorduk. Her hangi bir sasının 1.ci maddesi devletin şeklini belirlemektedir.2.ci konuda halkoyuna başvurulamaz demek bizim için çok maddeye göre ise KKTC ülkesi bölünmez bir bütündür. zordu, çünkü temel ilkemize tersti. Halbuki Annan planı KKTC’yi sona erdirip sınırları değişik yeni bir devlet kurmayı amaçlamaktaydı. Anayasa- Üzerinde önemle durduğumuz bir kavram daha vardı. nın 9.cu maddesine göre Anayasanın 1. ve 2.ci madde- O da Kıbrıs Türk Halkının kendi geleceğini belirleme lerini değiştirmeyi teklif etmek dahi mümkün değildi. (self determinasyon) hakkı idi. Bu hakkın halkımızın en önemli hakkı olduğunu düşünüyorduk. 1985 de bu hakReferandumun Anayasa’ya aykırı olduğunu göste- ka dayanarak halkoylaması yapılmış ve KKTC kurulmuşren bu hususlara karşılık Anayasa’da referandumun tu. Biz de bu Anayasaya dayanarak görev yapıyorduk. Anayasa’ya uygun olduğunu gösteren hususlar da var- Halkoylaması yapılamaz demek, olaya nasıl bakılırsa dı. Şöyle ki aynı Anayasa Kıbrıs’ta bir federasyon kurma bakılsın halkımızın kendi geleceğini belirleme hakkı olamacıyla toplumlar arası görüşmelere izin vermiş, bu madığı anlamına gelecekti. Hiç değilse böyle bir yoruizin nedeniyle yıllarca görüşme yapılmıştı. Cumhuriyet munun yapılmasına fırsat verecekti. Meclisi toplumlar arası görüşmeleri destekleyen yasalar yapmış ve kimse bu yasaların Anayasa’ya aykırı ol- Bu görüşleri de dikkate aldıktan sonra Anayasadaki duğunu öne sürmemişti. Objektif bir değerlendirmede çelişkiyi yorumladık ve “halkoylaması yapılabilir” yohalkoylaması konusunda Anayasanın çelişkili hüküm- rumunun Anayasaya daha uygun olduğuna karar verler içerdiğini söylemek gerekiyordu. Acaba Anayasa dik. Böylece Denktaş Beyin müracaatını reddederek Mahkemesi bu çelişkiyi nasıl çözecekti? halkoylaması yolunu açtık. Yargıçların tutumunu daha önce anlatmaya çalıştım. Biz KKTC nin dünyanın en demokratik ve en adil ülkelerinden biri olması gerektiğini düşünüyorduk. Gerçi Bu kararla Denktaş Bey’e ters düştük. Ancak halkımızın en temel ve önemli hakkı olan kendi geleceğini belirleme hakkı açısından bir kazanç sağladığımızı düşünüyoKıbrıs Mektubu 13 rum. Gerçi 1985 de KKTC kurulurken de halkoylaması yapılmış ve halk kendi geleceğini belirlemişti. Ancak Annan Planı gibi bir BM planının halkoyuna sunulması ve Anayasa Mahkemesi’nin, Kıbrıs Türk Halkı’nın kendi geleceğini belirleme hakkı olduğu için halkoyuna izin vermesi uluslararası hukuk açısından bir kazanç olmuştur. Bu karardan sonra Kıbrıs Türk Halkının kendi geleceğini belirleme hakkının olmadığını söylemek mümkün değildir. Karardan sonra Annan planını destekleyenler kararımızı beğendi, diğerleri ise eleştirdi. Denktaş Beyin hiçbir tepkisi olmadı. Hatta kararı dikkatle okuyan, gerekçesini anlayan ve bize hak veren tek kişinin Denktaş Bey olduğunu söyleyebilirim. Dünyada başka hangi devlet başkanı Mahkeme’ye başvurduktan ve müracaatı reddedildikten sonra bu kadar hoş görülü olabilir? Bir süre sonra bu konuyu Denktaş Bey’le konuştum. Kendisine bir halkın kendi geleceğini belirleme hakkının ayrılma hakkını da kapsadığını, yapılacak bir anlaşmada Çekoslavak Anayasasında olduğu gibi Kıbrıs Türk Halkı’nın anlaşmanın yürümemesi halinde ayrılabileceğini gösteren bir şartın bulunması gerektiğini, Anayasa Mahkemesi kararından sonra bu hakkın garanti altına alınmış olduğunu, ayrılma hakkını içermeyen bir anlaşmanın Anayasa’ya aykırı olacağını söyledim. Benimle hemfikir oldu. Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum devrede İngiltere Parlamentosu’nda geçen olayları da anlatmam gerektiğini düşünüyorum. İngiltere Parlamentosu’nda Rum Yönetimi ile aynı görüşleri paylaşan Kıbrıs’ın Dostları (Friends of Cyprus) isimli bir oluşum vardır. Yüz civarında parlamenter sürekli olarak Rum yönetimini desteklemekte ve Rum yönetiminin propaganda sloganlarını tekrarlamaktadır. Bu grup bazen Rum yönetiminden de daha ileri giden açıklamalar yapmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Rum yönetimi aşırı milliyetçi karakterini kamufle etmek için Türkiye’yi suçlayan en sert açıklamalarını bu gruba yaptırmaktadır. Kıbrıs’ın Dostları grubu ile konuşunca Kıbrıs Rum Kesimi ile yakın bağları olduğu ve olaylara Rum gözlükleri ile baktıkları anlaşılır. Barış Harekâtını çok kötü ve haksız bir olay olarak görürler ve Türkiye’ye baskı yapıp 14 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 1974 öncesine dönülmesini sağlamaya çalışırlar. Onlara göre 1974 öncesinde Kıbrıs’ta hiçbir sorun yoktu. Sadece Denktaş ve Kıbrıs Türk’leri sorun çıkarıyordu. Bu nedenle 1974 öncesine dönülürse hiçbir sorun kalmayacaktır. Bu grupla Kıbrıs Türk Solu arasında söylem benzerliği vardır. İkisi de Kıbrıs’ta mevut durumun kabul edilemez olduğunu ve bir çözümün bulunması gerektiğini söylemektedir. Ancak ayrıntıda ikisi arasında önemli farklar vardır. Kıbrıs Türk solu benzer sloganları söylemekle birlikte Kıbrıs’ta karşılıklı taviz verilerek bir anlaşmaya varılmasını ve bu yapılırken 1974 barış harekâtının Türk halkına sağladığı kazanımların bir kısmının korunmasını istemektedir. Halbuki Kıbrıs’ın Dostları grubu ile konuşunca Kıbrıs Türk’lerine basit bir azınlıktan fazla hak tanımadıkları, Kıbrıs Türkleri’ni Israil’de yaşayan, Israil vatandaşı olup Israil’in her isteğine boyun eğen Araplara benzettiklerini görürüz. Onlar Kıbrıs’ta herkesin eski yerine dönmesi gerektiği tezini savunmaktadırlar. Kıbrıs’ın 1974 öncesine dönmesini kabul etmeyen Denktaş Bey’i barış önünde engel ve en büyük sorun olarak görmektedirler. Denktaş Bey Cumhurbaşkanlığından ayrılıp yerine Mehmet Ali Talat geçince Kıbrıs’ın dostları grubu büyük ümide kapıldı . Mehmet Ali Talat ın onlarla birlikte mücadele edip Türk işgalini sona erdireceğini düşündüler. Bu grup mevsimlik yani yılda 4 kez,“Report” isimli bir dergi çıkarmaktadır. 2006 yılının Sonbahar 49.cu sayısının kapağında Mehmet Ali Talat, Papadopulos ve BM in o tarihlerdeki Kıbrıs Özel Temsilcisi Gambari nin fotoğrafları yer alıyordu. Aynı fotoğraf yerel basında da çıkmış ve bu olayı CTP, barış yolunda atılan önemli bir adım olarak tanımlamıştı. İngilterenin Rum dostu parlamenterlerinin görüşü oldukça farklı idi. Resmin altına “time is on our side” diye yazdılar. Dergiyi okuyanlar grubun isteğinin 20 Temmuz’un intikamını almak olduğunu anladılar. Mehmet Ali Talat’tan bu amaç için yararlanmayı ve 1974 öncesine geri dönmeyi ümit ediyorlardı. İngiltere Parlamentosunda Kıbrıs’ın dostları grubunun karşısında çok daha küçük Kuzey Kıbrıs’ın dostları grubu vardır. Yirmi kadar parlamenter ellerinden geldiği ölçüde KKTC’ye yardımcı olmaya ve Rum dostları grubuna yanıt vermeye çalışmaktadır. Rum dostları parlamenterlerin aksine KKTC dostu parlamenterlere göre Denktaş Bey Kıbrıs Türk’lerini yok olmaktan kurtaran milli bir kahramandır. 1974 den sonra Kıbrıs’ta barış vardır. Bu barışı Kıbrıs’a getiren Denktaş Bey Nobel Barış ödülüne layıktır. Türk Halkı için de geçerlidir. KKTC dostları grubuna göre Denktaş Bey’in üstün gayreti olmasa Kıbrıs’ta Girit modeli uygulanacaktı. İngiltere parlamentosundaki iki grubun Denktaş Bey hakkından bu kadar farklı ve zıt görüşler içinde olması insanı şaşırtacak bir olaydır. KKTC dostları grubu zaman zaman Kıbrıs’tan gelen konukları misafir etmekte ve onlara konuşma fırsatı vermektedir. 2005 yazında Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum için beni de davet ettiler. 20 kadar grup üyesine parlamento binasının bir salonunda konuştum. O tarihlerde İngiltere’de İslami terörist gruplar eylemlerde bulunmuşlardı. Bu nedenle konuşma konusu terörizmin nasıl önlenebileceği idi. Onlara Atatürk’ün uyguladığı laiklik ilkesinin dünyaya barış getirebileceğini, İngiltere’yi ve Avrupa’yı bu ilkenin kurtarabileceğini söyledim. KKTC dostları grubu ile konuşunca onların 1950 li yıllarda EOKA nın İngiliz yönetimine karşı yürüttüğü terörist faaliyetleri unutmadıklarını anlıyordunuz. O dönemde EOKA 300 den fazla İngiliz askerini tek tek ve pusu kurarak öldürmüştü. Rumlar bu olayı özgürlük mücadelesi olarak görüyorlardı. Fakat KKTC dostları grubuna göre işlenen cinayetlerin özgürlükle hiçbir ilgisi yoktu. Çünkü İngiltere İmparatorluğu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm koloni ve müstemlekelerini terk etmiş ve imparatorluk topraklarında 50 den fazla bağımsız devlet kurulmuştur. Bu devletlerin hiç birinde silahlı mücadeleye gerek olmamıştır. Bağımsızlık için diplomatik bir mücadele yeterli idi. Kaldı ki 1958 yılında İngiltere Koloniler Bakanı Lennox – Boyd Kıbrıs’a gelerek Makarios’a terörist faaliyetleri durdurmalarını, çünkü İngiltere’nin Enosise razı olacağını söylemiştir. Buna rağmen silahlı eylemler devam etmiştir. Makarios’a göre daha erken bağımsızlık için silahlı eylemlerin devam etmesi gerekliydi. Makarios’un insan hayatına önem vermeyen tutumu, Kıbrıs Türk’lerine ve Türkiyeye toparlanma fırsatı vermiş ve Kıbrıs Cumhuriyeti kurulabilmiştir. KKTC dostları grubuna göre Kıbrıs’taki terörist faaliyetlerin nedeni Kıbrıs Rumlarının aşırı milliyetçi fanatik karakteridir. Dünyada terörist eğilimi Kıbrıs Rumları kadar fazla olan başka bir halk yoktur. Bu karakterin bir benzeri de Sırplarda vardır. Nitekim onlar da etnik temizlik yöntemlerini uygulamışlar ve 100 binlerce Bosnalı’yı gözlerini kırpmadan öldürmüşlerdir. Aynı tehlike Kıbrıs Konuşmamdan sonra tartışmalar oldu ve konu Kıbrıs’a geldi. Onlar fanatik Rum karakterinin değişmediğini, Rumların rahat durmayıp ilk fırsatta tekrar eylem yapacağını, bu nedenle Kıbrıs Türk’lerinin hâlâ tehlikede olduğunu düşünüyorlardı. Dolayısıyla Denktaş Bey’i halkını koruyan bir kahraman olarak görüyorlardı. Kıbrıs Türk sol kesimin görüşlerini ise dünya gerçeklerinden kopuk ve çelişkili buluyorlardı. Bu kesimin Rum propagandasının etkisi altında kalmış, kendi haklarından vazgeçmeye razı, karşı karşıya olduğu tehlikeleri görmeyen bir topluluk olduğunu düşünüyorlardı. Bir taraftan Türkiye’den kurtulmak için yapılan Rum propagandasına destek verdiklerini, diğer taraftan Türkiye’nin 1974 de getirdiği kazanımların devam edeceğini zannettiklerini, bunun çelişki olduğunu söylüyorlardı. İngiltere Parlamentosunun KKTC dostları grubunda Denktaş Bey’e duyulan saygıdan etkilenmemek olası değildi. Devamı edecek... Kıbrıs Mektubu 15 ADA’DA BARIŞA GİDEN YOL Hasan İKİZER* A Ada’da barışa giden yolun Kıbrıs Türklerine karşı yapılmakta olan ambargo ve izolasyonların ortadan kaldırılması gerektiği konusu, herkes tarafından teslim edilmesi en başta gelen bir koşul olarak halen ortada görülmektedir. Bütün bunlar ortada iken barışın gelmesi, gerçekleşmesi olanaksızdır. AB’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ve Yunanistan’ın da bir takım koşullar ileri sürerek Kıbrıs’ta ödün verilmeden Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmayacağını, müzakerelerin ilerlemeyeceği, yeni fasılların açılmayacağı dile getirilerek Türkiye’ye gözdağı vermesinden artık vazgeçilmelidir. Yapılan baskılara bir son verilmelidir. Baskılardan Kıbrıs Türklerinin de Türkiye’nin de bir adım geri atacağı düşünülmemelidir. Zaman gittikçe uzamakta, barışa gidilecek yolda bir takım engeller konularak barış süreci gittikçe uzatılmaktadır. Yarım asra varan anlaşmazlıklara son verilerek barışın gelmesi için bütün taraflar el birliği içinde çaba göstermelidirler. 2004 yılında Ada’da yapılan her iki halkın halkoylaması sonucunda Türklerin evet demelerine karşın, Rumların hayır oyları sonucunda öne çıkan fırsat kaçırılmış ve bugünlere kadar gelinmiştir. Yapılan halk oylamasında şimdiki Kıbrıs Rum lideri Anastasiadis’in evet oyu verdiği bilinmektedir. Diğer Rum liderlere karşı daha olgun ve ılımlı bir görünüşe sahip Anastasiadis’in barıştan yana olduğu izlenimi, halk tarafından da onaylanmakta idi. Ancak aradan geçen zaman yeni Rum liderinin de diğerlerinden pek farkı olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Ekonomik gerekçeler dile getirilerek onun da diğerleri gibi zamana oynadığı ve Türkleri oyalamakta, zamanı uzatmakta olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Kıbrıs Türklerinin de Türkiye’nin de artık sabrı tükenmek üzeredir. Hiçbir ülke şimdiye değin yarım asır barışın gelmesi için görüşmeleri uzatmamış, bu kadar uzun bir süre barış için beklenmemiştir. Kıbrıs’ta uzun süredir her iki halkın değişik liderlerle yapılmakta olan müzakerelerde alınan kararlar şimdilerde Kıbrıs Rumlarının yeni lideri Anastasiadis’in 16 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 hiç yokmuş gibi; yeni koşullar ileri sürerek müzakereleri başlatmak istemesi bardağı taşıran son damla olmaktadır. Özellikle de ortaya müşterek bir belge koyarak müzakerelerden önce birtakım koşullar öne sürerek, Maraş’ın kendilerine verilmesi, yapılan müzakereleri yok sayarak yeniden başlamak gibi ve egemenlik konularını dile getirerek işleri yokuşa sürmesi pek anlaşılır bir durum değildir. Hâlâ daha diğer Rum liderleri gibi zamana oynayarak işleri daha da uzatmak Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi usandırıp bezdirmekten yana olduğu artık açıkça ortaya çıkmaktadır. 30 yıldır Kıbrıs Türk halkının kurduğu bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini yok sayarak, kendi GKRY’yi egemen bir devlet gibi kabul ettirmek istemesi, barıştan yana olmadığı gerçeğini dile getirerek tek egemen devlet olduğunu belirtmesi ve zamana karşı oynaması kabul edilebilir bir durum değildir. 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti de iki eşit halk tarafından ortaklaşa kurulan bir devlet idi. 1963 Aralık ayında devleti ortadan kaldırarak Türkleri tamamen yok ederek Cumhuriyete tek başlarına sahip olmak emeli içinde idiler, başaramadılar. Kıbrıs Türkleri egemenliklerinden vazgeçtikleri takdirde, Kıbrıs Rumlarının yönetiminde egemen bir devlete azınlık statüsü içinde kalacakları için, hiçbir zaman egemenliklerinden ödün vermeyerek statülerini koruyarak müzakerelere başlamak ve yeni yılla birlikte kesin bir anlaşmaya varmak amacında olmalıdırlar. Başka herhangi bir statüyü kabul ederek azınlık durumuna düşmeleri halinde hiç beklenmeyen bir durum meydana gelir ve Kıbrıs tamamen elden gider ve bir defa daha da kurtarılması söz konusu dahi edilemez. Bu böyle bilinmelidir. * Yazı İşleri Müdürümüz Hasan İkizer’in Kıbrıs Konusu ile ilgili yayınlanmış kitapları: 1. Kıbrıs İki Ulus İki Devlet 2. Kıbrıs’ın Panoraması (Dünya, ABD, Nato, AB, Türkiye Yunanistan çerçevesinde) Kitaplar derneğimiz idari sekreterliğinden temin edilebilir. KKTC’NİN TANINMASINI İSTEMEK EN DOĞAL HAKKIMIZDIR G Metin FAHRİOĞLU ünümüzde BM parametreleri ve AB normları çerçevesindeki “İki bölgeli, iki toplumlu Federasyon” görüşmelerinde Rumlar KKTC’nin tasfiyesini hedeflemektedir. “İki kesimli, iki toplumlu Federasyon” formülünün gündemde olduğu 1977-1979 Denktaş-Makarios anlaşmasının yapıldığı günlerdeki ortam ile bugünkü ortam çok farklıdır. O günlerde Rumlar AB’ye üye değillerdi ve görüşmelere de Garantiler konusu getirilmiş değildi. Bugüne kadar süre gelen “İki bölgeli, iki kesimli Federasyon” görüşmelerinden bir sonuç çıkmamıştır, bundan sonra da çıkmayacaktır … Bilinmelidir ki “Federal Birleşik Kıbrıs” formülü ile gelecek bir çözüm KKTC’yi ortadan kaldıracak ve Kıbrıs Türklerini Rum Cumhuriyeti’ne dönüşmüş olan Kıbrıs Cumhuriyeti içinde bir azınlık yapacaktır. Bu durumda bize düşen görev devletimizin tanınmasını gündeme getirmektir. Anavatanımızla işbirliği içinde yapılacak istikrarlı çalışmalarla da bu isteğimizin gerçekleşmemesi için bir neden yoktur. Uluslararası Hukuk çerçevesinde tanınma hakkına sahip KKTC’nin tanınması ancak görüşmelerin sona ermesiyle mümkün olabilir. Dolayısıyle görüşmeler en kısa sürede sonlandırılmalıdır. Bu girişimler öncelikle yıllardan beri devam eden izolasyonların kalkmasını sağlarken yabancı devletlerle yapılacak diplomatik görüşmeler bize tanınmanın yolunu açacaktır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluş anlaşmaları üç garantör devlet Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin yanında Kıbrıs Türk ve Rum Halklarının liderleri tarafından da imzalanmıştı. Bu anlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliği Ada’daki Türklere ve Rumlara ortaklaşa verilmişti. 1974-1975 Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi ve 1975-1983 döneminde ise Kıbrıs Türk Federe Devleti” olarak tarihe geçmiştir. Bu gerçekler BM Genel Sekreterinin raporlarında da yer almıştır. Devletler hukukunda ; “Toprağı bütün egemen bir devletin, bir self-determinasyon hakkının kullanılmasıyle parçalanması” teşvik edilmemektedir. Ancak Kıbrıs’ta durum farklıdır ve Kıbrıs Türk Halkı 15 Kasım 1983’de Devletlerarası Hukuk normlarına uygun olarak KKTC’yi kurmuştur. Herhangi bir egemen devlet başka bir devleti tanıma veya tanımama hakkına sahiptir. Egemen bir devlet, yeni kurulan bir devleti tanıma veya tanımama konusunda iradesini serbest kullanabilmelidir. BM Güvenlik Kurulu, “KKTC’nin tanınmaması” yönündeki 541 Sayı ve18 Kasım 1983 tarihli kararı ile hiçbir ülkenin KKTC’yi tanımamasını ve ilişki kurmamasını isterken 15 Aralık 1983 tarih ve 544 sayılı kararı ile de 4 Mart 1964 tarihli kararın geçerli olduğunu ve uygulamaktan geri kalmamıştır. Yine BM, Ada’nın tanınan tek devletinin Kıbrıs Rum Cumhuriyeti olduğunu vesilelerle belirtmiş olup bunlar BM arşivlerinde mevcuttur.Bu kararlarıyle BMGK, devletler arası hukukun self-determinasyon ilkesini ihlal etmiştir. Kıbrıs Türk halkı 15 Kasım 1983’de Devletler arası Hukuk normları ışığında Self-determinasyon hakkını kullanarak KKTC’yi kurmuştur. BMGK Devletler arası hukuk normlarına göre bir devlet olan KKTC aleyhine karar vermekle devletler arası hukuk normlarını ihlal etmiştir. Yine büyük devletlerin diğer devletlere KKTC’yi tanımamaları için baskı yapmaları devletler arası hukuk normlarına aykırıdır. Sonuç olarak KKTC bağımsız ve egemen bir devlettir. Bu devlet Kıbrıs Türk Halkının Self-Determinasyon hakkını kullanması ile oluşturulmuş devletler arası hukukta vardır. İstense de istenmese de KKTC uluslararası ilişkilerde ve devletler arası hukukta vardır. KKTC tanınma isteme hakkına sahiptir. Rumların,21 Aralık 1963 Kanlı – Noel saldırılarıyle birlikte Kıbrıs Türk Halkı ve temsilcileri Kıbrıs Cumhuriyeti’nden zorla dışlanmışlardır. Günümüzde Kıbrıs Türk halkının kendi ayrı yönetimi vardır ve GKRY Kıbrıs Türk halkını temsil etmediği gibi, Kıbrıs Türkleri adına konuşma hakları da yoktur. Kıbrıs Türk Halkı , Kıbrıs Cumhuriyetinden dışlandıktan sonra kendi kendini yönetmeye başlamıştır. Bu yönetimler:1963-1967 döneminde “Genel Komite”,1967-1974 döneminde “Geçici Türk Yönetimi”, Kıbrıs Mektubu 17 ANILARLA YÜZYÜZE DENKTAŞ BEY’İN ARDINDAN Ekrem Yeşilada / Emekli Müsteşar İ ki ayda bir yayınlanan bir dergide yazı yazmak bizim gibi yaşını-başını almış şahıslar için zor olmasa da, elli yıldan beri yakından tanıyıp sık sık görüştüğünüz şayet Denktaş Bey gibi biri ise onunla ilgili bir yazı yazmak hiç de kolay değildir. 1994’de yazdığım Kıbrıs’ta Turizm adlı kitabımın önsözünde Ekrem Yeşilada’yı 1959’dan beri tanımaktayım dediyse de kendisi ile yakından tanışmamız 1964 yılında Ankara’da kendi deyimi ile sürgünde bulunduğu yıllarda başlamıştır. Ne yazık ki o yıllarda ben de Rum Yönetimince kara listeye alınmış olduğumdan bir süre Türkiye’de bir iş bulup çalışmak zorunda idim ve öyle yapmıştım. Nitekim Kıbrıs Türk Cemaatı (K.T.C) yöneticilerinin emri ile 1965 yılı sonunda Kıbrıs Türk Cemaatı Ankara Bürosu’nu kurup öncelikle Erenköy’den dönen mücahitler ile o tarihe kadar yüksek tahsilini yapamıyan Kıbrıslı gençlerin sorunları ve Kıbrıs’ta tedavisi mümkün olmayan insanlarımızın tedavileri ile ilgilenmekle görevlendirilmiş bulunuyordum. O tarihte Denktaş Bey ve Erenköy’den Türkiye’ye yeni dönen E. Alb. Rıza Vuruşkan Kıbrıs Türkleri’nin ilk ve resmi temsilciliği sayılan benim büroya sık sık uğrayıp çalışmalarını burdan yürüttükleri için ikisi ile de tanışıp kaynaşmamız haliyle mümkün olmuştur. Denktaş Bey ülkesine dönmek için canını da tehlikeye atmak sureti ile sonunda verdiği çetin mücadeleyi kazanarak 1968’de muradına erdikten sonra, 1970 yılında ben de kendi isteğim ile Kıbrıs’a dönerek Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak bir yandan sivil görevimi yaparken, diğer yandan da iki yıllık mücahitlik görevimi yaptım. Ancak o tarihten vefatına kadar bu dostluğumuz artarak devam etmiş asla eksilmemiştir. Diğer büyüklerimizden farklı olarak, onun da benim gibi güzel sanatlarla ve gelecek kuşaklara kalıcı 18 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 birşeyler bırakmak gibi müşterek bir yeteneğimizin bulunması, buna ek olarak Dr. Fazıl Küçük gibi Gönyeli’ye karşı özel bir ilgi duyması, onunla da aramızdaki yakınlığın sürekli olarak artmasına neden olmuştur. Ancak bu yakınlığın ne benim için, ne de onun için çıkara yönelik olmadığını belirtmekte yarar görüyorum!... Nitekim vefatından sonra kendisi için yapılacak anıt mezarın yer seçiminin Gönyeli’ye çok yakın olan Cumhuriyet Parkına yapılmış olmasını çok yerinde buldum. Bu kararı verenleri yürekten kutlamak isterim. Hatta Dr. Fazıl Küçük’e sağlığında sorulsa idi o da burayı tercih ederdi diye düşünüyorum. Denktaş Bey’in iki aydır hâlâ daha başlanamayan anıt mezar projesini hazırlarken aslen Ortaköylü olan Doktor Küçük’ün de bir büstünün ya da heykelinin buraya dikilmesinin yerinde olacağı görüşündeyim. Bana Denktaş Bey’le ilgili unutamadığın bir anını anlat derseniz, bu elli küsur yıllık süre içerisinde anlatmaya değer çok şey var ama, şimdiye kadar kimseye anlatmadığım var ki, size onu nakletmeyi uygun gördüm. Aslında onun yasal yollardan Kıbrıs’a dünüşünün Rumlar tarafından engellenmesi üzerine 1967 yılı Kasım ayında gizlice Kıbrıs’a çıkma girişiminde bulunduğunu, ancak Rum askerleri tarafından yakalanarak günlerce sorgulandıktan sonra serbest bırakıldığının öyküsünü ve bunu müteakip Kıbrıs konusunda meydana gelen önemli gelişmeleri hepimiz biliyoruz. Ben size bu önemli olayın ardından benim tanık olduğum ikisini aktarmak istiyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi Denktaş Bey K.T.C. Ankara Bürosuna sık sık uğrar, hatta bazı önemli konuklarını benim büroda kabul ederdi. O günkü konuklarından biri kendisi gibi yasaklı muamelesi görmekte olan Nejat Konuk Bey, diğeri de aslen Larnakalı olan Erol Bey isminde genç bir arkadaştı. Denktaş Bey be- nim de duyacağım şekilde onlara yarın Ankara’dan ayrılacağımıza göre yolda ihtiyacımız olacak şunları, şunları alın ve şu saatte de falan yerde buluşalım dedi ve bana dönüp, biz gizli yoldan Kıbrıs’a gitmek üzere ayrılıyoruz, bunu sadece güvendiğimiz birkaç kişi biliyor, bunlardan biri de şimdi sen oldun. Bu sırrı bir TMT mensubu gibi saklamalısın, aksi halde başına geleceği tahmin edersin. Bir şey daha var. Ben bu yolculuk sürerken zarf içinde sana bazı notlar gönderebilirim. Odamdaki çelik kasayı gösterip, aldığında orda muhafaza et, sonra ben ne yapacağını sana bildireceğim dedi. Nitekim onlar gittikten 5-6 gün kadar sonra kendisinden iadeli taahütlü bir zarf geldi. Ben de gereğini yaptım. Yanılmıyorsam onlar ayrıldıktan 10 gün sonra da yakalandıkları haberini aldık ve herkes gibi biz de çok üzüldük. Ancak benim herkesten farklı bir durumum olduğu için o on günde hemen hemen hiç uyuyamadığımı söyleyebilirim. Meğer ilk girişimleri başarısız olduğu için, ikincisini daha güvenilir birileri vasıtası ile halletmek yoluna gittikleri için bu gecikmenin olduğunu daha sonra öğrendik. Bir yandan Anavatan Türkiye yetkilileri bütün ağırlığını anında ortaya koyarak onların salimen kurtulup Türkiye’ye dönmeleri için çaba sarfederken, diğer yandan da başta aileleri ve sevenleri olmak üzere çeşitli formüller üretmeye başlamıştı... Ailesi, daha önce de Ankara dışında bulunduğu dönemlerde ya kurye ile Kıbrıs’a gönderilmek üzere, ya da kendisi gelene kadar kasamda muhafaza etmek üzere mektup, ya da önemli belgeleri bana gönderdiğini bildikleri için böyle bir zarf geldi mi deyince ben de evet geldi ve kasamdadır dedim ve kendisinden bana talimat gelmeden birşey yapmam doğru olmaz dedim. Bunun üzerine bana çeşitli çevrelerden baskı gelmeye başlayınca şu formülü önerdim. O tarihte Rauf Bey’in büyük oğlu Raif 17 yaşında idi, gelsin ona zarfı vereyim okusun, içinde erken kurtarılmasına ilişkin bir bilgi var ise, o bilgi alınsın ve zarfı tekrar yerine koyup muhafaza edeyim dedim ve öyle yaptık. Nitekim o zarfta daha sonra kendisinden öğrendiğimize göre, başarısız geçen ilk tekne girişimine dair notları varmış... Benim hiç hazmedemediğim olay, Denktaş Bey ve iki arkadaşının yakalanmalarının baş suçlusu benmişim. Çünkü bu girişimi önceden bilen 3-5 kişiden biri olarak onları ben ihbar etmiş olabilirmişim!.. Denktaş Bey kurtulup Ankara’ya döndüğünde bu iftirayı ona da anlattığım zaman seni ben iyi bilirim, yalnız ben değil, herkes seni tanır bilir; bu kuru iftiraya inanmazlar dedi. Amma bu sefer biz kendi beceriksizliğimizin cezasını çektik dedi. Onun bu konuda unutamadığım tepkilerinden biri de şu idi. Ankara’ya döndüğünde basın mensuplarından biri kendisine sizin bu Kıbrıs’a giriş teşebbüsünüzden gerçekten Türk hükümetinin haberi yokmuydu? demesi üzerine, yanıtı şu olmuştu: “Onların yardımı ile gitsek böyle kepaze olurmuyduk?” Yattığı yer nur, mekânı cennet olsun. İşte Denktaş Bey böyle bir durum karşısında bile soğuk kanlı olmasını bilen, sorumluluğunu müdrik, çok zeki eşi benzeri zor bulunan büyük bir lider idi. Kıbrıs Mektubu 19 AKILLARI AB SEVDASIYLA BULANDIRILAN KIBRIS TÜRK GENÇLERİNİN BEYİNLERİ, EFSANEVİ MİLLİ TMT RUHU İLE YIKANMALIDIR. İsmail TANSU / Emekli Albay Ö nce birkaç konuda satırbaşlarıyla hatırlatmalar yapmak istiyorum. İngiltere’nin senaryosunu yazdığı ve 1960 yılında sahneye koyduğu Kıbrıs Davası’nın ilk 15 yılının perdeleri trajik olaylarla açıldı kapandı. Bu bölümde Rumları hazimete uğratan Türkler; Yunanistan, İngiltere, ABD ve AB’yi de hayal kırıklığına uğrattı. Söz konusu olaylar Türkiye’nin önceden belirlenmiş olan Kıbrıs Milli Politikası’nın hedefine ulaştırılmasına vesile olmuş ve bu sayede; özgür ve bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, “YAVRUVATAN” doğmuş; tarih ve coğrafyadaki şerefle yerini tam anlamıyla haketmiş olarak almıştır. Şimdi bakınız; Ona YAVRUVATAN sıfatı fantezi olarak yakıştırılmamıştır. Ona verilen bu sıfat 450 yıl öncesine dayanan Anavatan’a bağlılık ve son 60 yıl içinde vuku bulan tarihi gelişmeler sonucunda ağır doğum sancıları çekilerek doğması bir yavru devlet tarihinin sahnesine çıkmasıdır. Düşmanların gözlerini üzerinden ayırmadıkları KKTC Devleti’ne nazar değmesin. Sağlıklı büyütülmesi, geliştirilmesi ve de sonsuza dek yaşatılmas için bir önerim var. BM Genel Sekreteri Kofi ANNAN Planı’nın 24 Nisan 2004 Referandumu öncesinde Kıbrıs’ta yaşanan iç ve dış kaynaklı olumsuz olaylar göz önünde bulundurularak; bir daha tekerrür etmemesi için gereken önlemler alınmalıdır. Örneğin; Kıbrıs Milli Kurtuluş Mücadelesi’nin Kuvay-i Milliye’si olan TMT önceden örgütlenmemiş olarak var olmasaydı; bugün Kuzey Kıbrıs’ta bağımsızlık bayrağı altında 40 yıldır “Kim ne derse desin, yaşamakta olan bir Türk Devleti var ilgili resmi kuruluşlar olacak mıydı? nasıl karşılarsa karşılasın hiçbir şeyden çekinmeden inançlarımı sonuna kadar savunmaya devam edeceğim.” Bu nedenle Türkiye Devleti, hükümeti ve halkı ile “ANAVATAN”lılığının; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’de, devleti, hükümeti ve halkı ile; “YAVRUVATAN”lılığının bilincinde olmak zorundadır. Aslında bu yazımın nedeni çok önemli ve şimdiye kadar açıklanmamış bir husus hakkındaki bir sorudur. Milli davamız o kadar kritik meselelerle karşı karşıya ki; kafamız karışmaktadır. 20 Kim ne derse desin, ilgili resmi kuruluşlar nasıl karşılarsa karşılasın hiçbir şeyden çekinmeden inançlarımı sonuna kadar savunmaya devam edeceğim. Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Bilindiği gibi Rumların, ortak devletin Türk kanadına darbesi ve soykırımına girişmesi üzerine; Türkiye Başbakanı İsmet İNÖNÜ Kıbrıs’a askeri müdahele kararı almış ve askerleri gemilere bindirmiştir. Bu durum karşısında ABD Başkanı JOHNSON; İsmet İNÖNÜ’ye gönderdiği sert bir mektupla harekâtın durdurulmasını istemiştir. Aksi takdirde Akdeniz’deki Amerikan savaş gemileriyle önleneceği tehdidinde bulunmuştur. Bu yüzden İsmet Paşa çok kızmış ve harekâtı durdurmuk zorunda kalmıştır. Böyle bir durumda; Türk askerinin günü geldiğinde Kıbrıs’a çıkacağının bilincinde olan TMT MÜCAHİTLERİ yılgınlık göstermemişlerdir. İşte o tarihi, efsanevi ve muzcize güç TMT’nin kahra- man mücahitleri öyle bir RUH’a sahiptiler ki; halkını kurtarmanın yanı sıra bir Türk Yavruvatan’ının doğmasını sağladılar. Neydi Milli TMT Ruhu? Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilen uzman Türk subayları, Kıbrıs Türk toplumu liderleri ve bazı aydın kişilerin tavsiyeleriyle teşkilata yemin ettirilerek alınan Kıbrıslı Türk mücahitleri; komutanları olan o subaylar tarafından öyle bir sıkı disiplin ve gizlilik içinde eğitilmiş ve yetiştirilmişlerdi ki;kendilerinde mevcut olan Milli duygu, vatanseverlik, cesaret, azim ve kararlılıkla birleşince onları zafere götüren MİLLİ bir TMT RUHU oluşmuştur. Şimdi Kıbrıs hükümetinin değerli devlet adamlarına bir öneride bulunmak istiyorum. Gerçekleştirilmesini temenni ettiğim önerimin içeriği şudur: Kuzey Kıbrıs’ta Türk toplumunda var olan; sonra da gelecekte katılacak olan genç kuşakların TMT’nin Milli Mücadelelerindeki yeri ve fonksiyonunun her yönüyle iyice anlatılması, TMT Mücahitlerinin sahip oldukları o tarihi “Milli TMT Ruhu” ile beyinlerinin yıkanmasıdır. Hatırladığıma göre Kıbrıs’ta geçmişte bir gün bir üniversitede gerçekleştirilen sempozyumda Kıbrıs Türk gençliği konusu tartışılırken; bir Kuzey Kıbrıs Devlet büyüğü bu konuda gençlerin ihmal edilmiş olduğunu itiraf ederek acı acı yakınmıştı. 1974 yılında Türkler binbir türlü engelleri aşarak Kıbrıs sorununu, Milli politikaların hedefi istikametinde gerçekleştirerek Kıbrıs sorununu çözümlediler. Düşmanlar bu defa da hazırladıkları hain ve sinsi davranışla kurulmuş bulunan bağımsız Kıbrıs Devleti yapan Milli ve kutsal kavramlardan mahrum etme yolunu seçtiler. Bu arada Türkiye’nin müttefiki olan o ikiyüzlü dostları, bir yandan da yerli işbirlikçileri yeni kuşak gençlerin gönderdikleri ajanlar tarafından beyinlerinin Avrupa Birliği sevdası ile yıkanmasıyla uğraştılar. Örneğin; Kıbrıs sorunun çözümü için BM Genel Sekreteri Kofi ANNAN’ın hazırladığı planın referandumundan önceki dönemde AB Ajanları yoğun bir çabaya girmişlerdir. Bir yandan yeni kuşak Türk gençlerinin beyinlerini sapık ideolojilerle ve de özellikle de Avrupa Birliği’nin güzellikleriyle yıkamaya çalışırken;öte yandan T.C. ve KKTC Hükümetleri de izledikleri AB’ye katılım politikaları gereği olarak; Türk toplumunun ANNAN Planı’na “EVET” oyu verilmesi yolunda seferber olmuşlardır. Fakat; Türk tarafının %65 “EVET” oyuna karşılık Rum tarafından %75 “HAYIR” oyu kullanılması bütün tarafları hayal kırıklığına uğratmıştır. Ne hazindir ki; o dönemde vatansever Türklerin Milli duygularını ve onurlarını inciten öyle olaylar olmuştur ki, utanç duymamak mümkün değildir. Örneğin; İŞGALCİ Türk Askeri Kıbrıs’tan çekilsin, Türkiye’den gelen göçmenler ülkelerine iade edilsin, küstahlıklarında bulunulmuştur. Bu arada; TMT’yi aşağılamak için türlü kötüleme de bulunup, suçlamışlardır. Hükümetlerimizin 40 yıldır izledikleri dışa bağımlı politikalara rağmen bütün yavruvatan sahip olduğu bütün Milli Devlet kavramlarını yitirmeden dimdik ayaktadır. Halen onun atmosferini kaplayan kara bulutların dağıtılarak parlak geleceğe kavuşulacağına inancımız tamdır. Ancak hali hazırdaki durumda gelecekteki kötü ihtimallere karşı hazırlıklı olunabilmesi için bir önerim var: Yediden yetmişe bütün Kıbrıs, Türk halkı; genç bir vücut, bir yumruk gibi birleşmiş olarak o muhtemel tehlikeye karşı hazır bulundurulmalıdır. Bu arada; AKILLARI AB SEVDASIYLA BULANDIRILAN KIBRIS TÜRK GENÇLERİNİN BEYİNLERİ; EFSANEVİ MİLLİ TMT RUHU İLE YIKANMALIDIR. Kıbrıs Mektubu 21 YAVRU VATAN KIBRIS’TA MAĞUSA TÜRK MEZARLIĞINDAKİ ÇANAKKALE ŞEHİTLİĞİ Kemal ALTINKAYA “KAYAREİS” “Kıbrıs Türk Halkı Çanakkale ve Mısır cephelerinde İngilizlere esir düşen ikibin Mehmetçiğin 'KARAVOL Kampındaki' esaret günlerini, iliklerine kadar hissederek yaşamıştır ” S ene 1963 yaş 23 İkinci Dünya Savaşının ikinci yılında ve bu yılın tam da ortasında 11.06.1940’da İtalyanların, faşist Musolini’yi devirip, Almanlarla beraber başladıkları bu savaşta, taraf değiştirdikleri gece, şafak sökmezden önce, Kıbrıs’ta, Mağusa Kalesi’nin tam da ortasındaki bir evde, ailemizin ikinci çocuğu olarak, bağıra bağıra dünyaya gelmişim. O günlerden sonra İkinci Dünya Savaşının bitimine ve de 1946 yılının ortalarına kadar; babama teyzesinden miras kalan Aysergi Köyündeki “YENİ BOĞAZİÇİ” evimizde geçirdik. AYSERGİ Köyü o zamanlar Rum-Türk karışık ortak yaşanan bir köydü. Köyde Türklerin, Türk; Rumların, Rum muhtarları vardı. Ayrıca iki sınıflı, iki öğretmenli Türk ilkokulumuz ve de camimiz vardı. O devirde bu ilkokulda dayı oğlum ağabeyimiz, BURHAN NALBANTOĞLU; Lefkoşa Lisesinden mezuniyetinden sonra; İSTANBUL Üniversitesinde tıp öğrenimine gitmezden önce, ilkokul öğretmenliği yapıyordu. Bu köyde 1943’te bir kız kardeşim “AYŞE SEVGİ” ve 1945’te bir erkek kardeşim “MUSTAFA ALPAY” dünyaya geldi. Artık dört çocuklu bir aile idik. İkinci dünya savaşının bitimiyle birlikte 1946 yılının ortalarında tekrar Mağusa’ya taşındık. Kira evimiz bugünkü yaz22 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 lık Canbulat Sineması olan yere oturmuş; bahçesinde çoklu ambarlarla sınırdaş idi. Bu çoklu ambarlar, o devirde İngiliz ordusunun kuru yiyecek stok ambarları idi. Kıbrıs adası, özellikle Mağusa Kasabası; Kalesi ve Limanı ile İngiliz ordusunun, Orta Doğu’da, lojistik üssü olarak etkin görev yapmıştır. Bu görevi 1948’de Filistin Devletinin yıkılışı ve İSRAİL’in kuruluşu evresinde olduğu gibi; Mısır’ın, Süveyş Kanalını millileştirme evresinde; bu sürece mani olmak isteyen İngiliz ve Fransız ordularında aynı şekilde hizmet etmeye devam etmiştir. Kıbrıs adasının; özellikle de Mağusa Kasabasının; İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ordularına lojistik destek görevi yüklemesi hususu, orayı uçak filolarının dahi hedefi haline getirmişti. Bu nedenle Mağusa sakinleri, emniyetli bölgelere, yani yakın köylere, dört beş yıl sürecek, geçici göçlerle kendilerini ve ailelerini emniyete almışlardı. Bu nedenle o dönemde Aysergi Köyündeki Türk nüfusu epey artış göstermişti. Görüldüğü gibi Kıbrıs’ın Türk halkı, önce 1878’de Sultan Abdulhamit’in adayı İngilizlere kiralamasıyla, İngiliz boyunduruğuna; Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla da kendi yaşadığı adada, düşman duru- muna düştü. O günleri kısaca toparlamak gerekirse Kıbrıs Türk’ü; önce İngiliz Yönetimini, Balkan bozgununu, Trablusgarbı, Mısır’ı, Yemen’i tüm cepheleri Çanakkale’yi, Birinci Dünya Savaşı yenilgisini, İstiklal Savaşını, sanki dışında ama aslında tam ortasında bütün travmalarıyla, iliklerine kadar duyarak yaşamıştır. Çanakkale ve Mısır Cephelerinde İngilizlere esir düşen ikibin Mehmetçiğin “KARAVOL Kampındaki”, (bugünkü adı “Gülseren Askeri Kampı) esaret günlerini, onlarla beraber iliklerine kadar hissederek yaşamıştır. Karavol Kampındaki esir Mehmetçiklerin, Cuma Namazlarını kılmak üzere, bölükler halinde, kamplardan, Mağusa merkezindeki, bugünkü adıyla “Lala Mustafa Paşa” Camisine yaklaşık üç kilometrelik yolu yürüyerek giderken ve dönerken, yol kenarlarına dizilerek onların alkışları sevgi ve muhabbet gösterileriyle morallerini yüksek tutmanın gayreti içinde olmuşlardır. Bu ikibin savaş esiri Mehmetçiğin esaretleri müddetince, kötü şartlar, açlık ve hastalıklar nedeniyle ikiyüzonyedi kişi Şehadete ermiş ve orada defnedilmişlerdir. Mağusa Türk halkı, adada daha İngiliz Yönetimi devam ederken, yanılmıyorsam 1951-1952 yıllarında bu şehitlerimize sahip çıkarak, onları Mağusa Türk Mezarlığında onlar için hazırlamış olduğu mezarlara taşımıştır. Mezar taşı olanları ayrı ayrı taşı olmayanları diğer mezarların orta yerinde, yuvarlak olarak hazırladıkları bir mekâna toplu olarak gömmüşlerdir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasındaki bir tarihte, Çanakkale’de, Çanakkale Şehitlerimiz için yapılmış olan Şehitler anıtının benzeri bir mini anıt ve ikiyüzonyedi Şehidimizin tekrar tekrar isimlerini taşıyan kitabesiyle Şehitliğimiz son haline kavuşmuştur. Bugün bu ikiyüzonyedi Şehidimiz, baş uçlarında dalgalanan Bayrağımızın altında ve de Kıbrıs Türk’ünün sıcacık gönlünde huzur içinde yatmaktadır. Tarihe küçük bir not düşmek düşüncesiyle çala kalem karaladığım bu denemeyi, tesadüfen okuyan sizlere, naçizane bir önerim var. Bir gün şayet yolunuz KIBRIS’a düşerse Mağusa’yı da ziyaret ederseniz önce orada sürgün olarak hayatının iki yılını geçirmiş olan vatan şairimiz NAMIK KEMAL’in zindanını, sonrada bu ikiyüzonyedi Çanakkale Şehidimizin şehitliğini ziyaret ederek onların ruhlarına birer Fatiha okuyunuz. Ruhları şad olsun. Kıbrıs Mektubu 23 TARİHİMİZDE ACI BİR GÜN (NİHAT İLHAN PAŞA’NIN GÖZYAŞLARI) MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ 2 4 Aralık bizim için çok önemli, önemli olduğu kadar da çok hüzünlü bir hadisenin yıl dönümüdür. Bu nedenle yıllar önce kaleme aldığım bu yazıyı bu tarihin unutulmaması, her zaman diri ve zihinlerde tutulması için yeniden yazıyorum. İşte o yazı: “İnsanlık adına insanlıktan utanılacak kadar, dünyada eşi ve benzeri olmayan, dünya durdukça o hadiseden daha onursuz, daha haysiyetsiz, daha kişiliksiz bir olayın yaşanmayacağı bir hadisenin yıldönümü. Yıl 1963!.. 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece. Hıristiyan inanışına göre Hz. İsa’nın doğum günü, yani Noel. Hıristiyanlar o gece, bu Noel’i kutlayacaklar; ama nasıl? Noeller en iyi şekilde nasıl kutlanır? Türkleri katletmekle, Kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden masum insanları kurşuna dizmekle, İşte o gün dünya durdukça hiçbir tarihin bu kadar onursuzca, bu kadar canavarca işlenmiş bir katliamı yazamayacağı bir katliam yapılıyor. Hiçbir insanın, hatta hatta hiçbir hayvanın yapamayacağı insanî ve merhamet duygularından uzak, hayâsızca ve alçakça bir katliam yapılıyor. Bu katliamı, bu katliamı yaşayan bir sabır timsali insandan, bir doktor babadan, bir paşadan dinleyelim. *** Tarih, 24 Aralık 2008. Yer, Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi. Protokol sırasında Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu, Doğu Akdeniz Üniversitesi rektörü Ufuk Taneri, Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Harid Fedai, Prof.Dr. Ata Altun, Rektörümüz Feyzi Bingöl, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı Ahmet Göksan ile Kıbrıs’tan ve diğer şehirlerimizden gelen çok değerli misafirler... *** Sahnede bir sabır abidesi, “Çocuklarımın yaralarını saramadım.” diyen bir cerrah, bağrı yanık bir baba ve bir asker, bir emekli paşa, Tuğgeneral Nihat İlhan. Nihat İlhan salonu dolduran Elazığlılara hitap ederken o koca salonda çıt çıkmıyordu. Nihat Paşa anlatıyor, anlattıkça o acı günleri yeniden yaşar gibi oluyordu. Bir 24 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 ara dudakları titredi. Kelimeler boğazında düğümlendi ve o güngörmüş, savaş görmüş, acı görmüş Paşa “Asker üşümez, asker acıkmaz, asker ağlamaz.” söylemine sadık kalmak içinde gözyaşlarını saklıyordu. Bir müddet titreşen cümlelerle sözlerine devam etmek istedi ise de daha fazla başarılı olamadı. Hiçbir zaman hiçbir güç karşısında yenilmeyen Nihat Paşa gözyaşlarına yenik düşüyor, ağlıyordu. Sadece o mu ağlıyordu? Dinleyenlerin yüzde yüzü ağlıyordu. Ben ağlıyordum, yanımdakiler ağlıyordu. Salonda bayılanlar oluyordu. Şayet ağlamayacaksanız Nihat Paşa’nın söylediklerine dönelim: *** “Rumlar, Kıbrıs Türklerine karşı hunharca bir saldırı başlatmıştı. 24 Aralık akşamı Lefkoşe’nin batı kesimindeki evimizi de bastılar. Eşim Mürüvet Hanım, birisi daha altı aylık, diğeri dört, bir diğeri ise yedi yaşanda olan üç oğlunun pijamalarını giydirmiş, yatağı henüz açmıştı. Rumlar geldi… Mürüvet Hanım, kapının önündeki Rumca konuşmaları duyar duymaz, çocuklarını kaptığı gibi banyoya koştu. Oğullarını küvetin içine doldurdu; sarmaladı, bağrına bastı. O gece evde bulunan ev sahibi Hasan Efendi ile eşi Feride Nineyi tuvalete sakladı, kendisi de bir köşeye büzüldü. Feride’nin kız kardeşi beş aylık bebeği Işıl’la banyonun bir köşesine sığındı. Evdekiler saklanmaya çalışırken kapı kırıldı, makineli tüfekler çalışmaya başladı. Rumlar çocuk, yaşlı, kadın demeden savunmasız körpecik bedenlere otomatik silahlarla ateş ettiler. Eşim üç çocuğumu banyodaki küvetin içerisine koydu. Kendisini yüzükoyun onların üzerine örtü yaptı. Rumların ellerindeki ölüm kusan otomatik silahları adeta kan kusuyordu. Çocuklarımın içerisinde *** Bu gidişi gören Yazar-Şair ve Doktor Ahmet Tevfik Ozan “Dört Güvercin, Beş Sevinç” şiirinde bakın nasıl değerlendiriyor bu mübarek olayı. Dört Güvercin Beş Sevinç Paşam, ne ki; can dediğin Dünya’da.. Bir baharda yeşerecek dört çiçek! Melekleri görmek olmaz, rüyada Hakan, bulutları yalnız geçecek... olduğu küvet bir kan gölüne dönüşmüştü. Kendisini çocuklarına siper eden annenin sırtından giren yirmi yedi mermi göğsünden çıkarak kanadı altındaki yavrularının körpe bedenlerine saplanmıştı. Orada insanlık adına bir vahşet ve alçakça işlenen bir cinayet vardı.” Nihat Paşa kırk beş yıl sonra o acıları yeniden yaşar gibiydi. “Ünlü bir cerrah olmama rağmen çocuklarımın yaralarına bakamadım.” diyordu. Gözlerinden akan yaşları göstermemeye özen gösterse de başarılı olamıyordu. Konuştuğu kürsünün üzerinde bulunan bir bardak sudan bir iki yudum aldı. Belli ki su bile boğazından gitmiyordu. Salonda derin bir sessizlik vardı. Bir ara yerimden kalkıp Atatürk’ün elini öpme şerefine nail olan o koca çınarın ellerinden öpmek geldi içimden. Bir süre dinlenir gibi gözlerini tavana dikti. Belli ki yıllar öncesine, o hüzün dolu, o çile dolu yıllara gitmişti. Kendine döndü bir salona, bir salondaki pür dikkat kendisini dinleyen gözü yaşlı insanlara baktı ve sözlerine kaldığı yerden devam etti. Dudakları titriyordu. Kelimeler cümleler titriyordu. Ağzından çıkan sözler ağlıyor, dinleyen misafirler ağlıyordu. AKM soğuk olmasına rağmen insanları ter basıyor, efkâr basıyordu. Böyle bir ayıptan insanlık ağlıyordu. Nihat İlhan Paşa’nın gözyaşları bize bağımsızlığın, bize hürriyetin, bize Cumhuriyetin önemini o kadar güzel anlatıyordu ki! Sözlerinin burasında bir müddet suskun kaldı Nihat Paşa. Gerilere, çok gerilere gitti. “Ben zaten biliyordum.” diyerek sözlerine devam etti: “Evet, ben biliyordum. Onların şehit olacaklarını görmüştüm. Hem de bir gece evvel! Karıma bir beyaz tuvalet diktirmiştik. Onu giymişti, Murat ve Kutsi’nin ellerinden tutmuştu. ‘Hakan nerede?’ diye sordum. Gökyüzünü gösterdiler. Uçuyordu. Sonra onlar da uçmaya başladılar. Beşparmak Dağlarını aştılar, Adana’ya, oradan da şimdi gömülü oldukları memleketim Elazığ’a doğru gittiler.” Denize kavuşmuş balıklar gibi Çağırsan; gelecek, çıkmayacaklar! Rüya diyeceksin, gözlerin yaşlı Sırrını, denizin açmayacaklar... Harput Kalesi’ni seyreden beyaz Güvercin kanatlı, yalnız bulutlar.. Şehitler kervanı, içinden geçen Rüzgârı rüyada, nurlu kanatlar... Bir gün, dört güvercin; kapıyı çalar Beş olur sevinçler, bulutlar akar.. Feza, derinlerde bir nokta olur Harput sırtlarına o gün, nur yağar... Paşam, ne ki, can dediğin dünyada Bir baharda yeşerecek dört çiçek! Melekleri görmek olmaz rüyada Hakan, bulutları yalnız geçecek... *** Biz de Hakan’ın bulutları yalnız geçtiğine inanıyoruz. Hakan bulutları yalnız geçecek. Çocuklarına örtü olan o mübarek annenin bedenine yirmi yedi kurşun isabet edecek. Üç yavrunun bulunduğu küvet kan gölüne dönüşecek ki bunlar Cennet’te Peygambere komşu olsunlar, 253 bin Çanakkale şehidine yoldaş olsunlar. Bunlar olacak ki vatan olsun. Bunlar şehit olacak ki vatan kurtulsun. 1963 Aralık ayındaki o kanlı Noel’de eşini ve üç evladını toprağa verirken “Vatan sağ olsun!” diyen Nihat İlhan Paşamın kırk beş yıl aradan sonra o acıları aynı duygularla, aynı tazelikle yeniden yaşarken ayakta dimdik duruşu bize cesaret vermiş, bu duruş bu vatanın nasıl vatan olduğunu bir kere daha gözler önüne sermiştir. Şehitlerime rahmet olsun, şehit ailelerinin başı sağ olsun. “VATAN SAĞOLSUN!” Mehmet Şükrü Baş 24 Aralık 2013 Elazığ Nurhak Gazetesi Kıbrıs Mektubu 25 ŞEHİT ERDİNÇ SALKIM’IN ARDINDAN Dr. Necati Yalçın Tekirdağlı Erdinç Salkım otuz bir yaşındadır. Eşi Özlem ve kızı Ada ile Ankara’da yaşamaktadır. 2013 yılının kışı ilk ayında kendini gösterir. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Salkım ailesinin oturduğu Etimesgut da soğuktan ve beraberindeki kardan nasibini alır. Kışın ilk ve çok soğuk günleridir. Erdinç soğuğa aldırmaz. Tatlı kızı Ada’nın karla arasının iyi olmasını ister. Bir kızak yapar. Çıkarlar dışarı. Bir saat kaydırır kızını. Takvimler aynı kış mevsiminin, aynı soğuk aralık ayının on yedisini göstermektedir. Eşi izin alır, ailesinin yanına İzmir’e gider. Eşiyle tatil yapmak ister ama işler yoğundur. Mesai arkadaşlarını bu sıralar bırakmaması gerektiğini düşünür. Eşi ve kızını İzmir’e uğurlar. Onlar İzmir’deyken kendisi Etimesgut’a çok da uzak olmayan Ankara’nın bir başka ilçesi Gölbaşı’nda, görevdedir. Bakımını yaptıkları Skorsky helikopterinde uçmaktadır… *** Bir sonraki günün gazetelerinde acı bir haber yer alır: “Facia”, “tecrübe-test-bakım uçuşu” gibi ortak kelimelerle verilen “dört şehit” haberi yürekleri yakar. Yurdun dört yanına ateş düşmüştür. Haberlerdeki mutlu anları yansıtan fotoğraflar diğer ortak noktadır. Erdinç, eşi Özlem ve kızı Ada ile gülen veya sarılan fotoğraflarıyla “ – Çok sevdim sizi”, “ – Çok mutluyduk biz” “ – İşte benim canlarım” gibi cümlelerden hangisini isterseniz onu veya hepsini söyler okuyucunun gözünün içine bakarken. Erdinç Başçavuş üç görev arkadaşıyla birlikte şehit olmuştur. İyi ki sonraya bırakmamıştır Ada’sıyla kızak eğlencesini. Bilmez ama bu kızıyla son dışarı oyunudur. Hiç bırakmamıştır zaten yaşamı sonraya. 26 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Örnek mi? Bir zamanlar İngilizce kursuna devam eder. Kurs İngilizce olsa da dershane panosuna Türkçe bir şiir asar. Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” şiiri, ipli askılıdır ve ferman cinsi yazılmıştır. Şiirin asılması herkesin hoşuna gider. Okunmakla kalınmaz, etkinlik bile yapılır! Tüm sınıf ikişer mısra seçerek ezberler ve kurstaki diğer sınıfa sürpriz yapılarak şiir onlara okunur. Şiir, çok şey anlatır. Sınıfa şiiri asan, böyle bir etkinliğin olmasını sağlayan Erdinç, yıllar önce nasıl yaşadığına ilişkin ipucu vermektedir. Kurs biter. Hayat dolu, çalışkan ve disiplinli Erdinç, dil sınavına girer. Emeklerinin karşılığını alır. Yurt dışı görev alacak bir puan tutturur. Afganistan görevi onu beklemektedir. Görevini tamamlayıp döner. Yurt dışı görevlerini başarıyla tamamlayanlara verilen şerit rozet (Yurt Dışı Geçici Görev Şerit Rozeti) artık göğsündedir. Yurt içinde de verilen görevleri başarıyla yerine getirmeye devam etmektedir. TRT’de yayınlanan programda bir askerin “ – Her türlü durumda bizim yardımımıza koşan koruyucu meleklerimiz” olarak adlandırdığı Kara Havacı olmanın guruyla kamera karşısında görevini anlatır. Başarılı geçen görevinin ardından göğsünde bir başka şerit rozet (Muhabere Harekât Şerit Rozeti) daha olacaktır. 14 aralık tarihinde sosyal paylaşım sitesindeki “profil resmini” değiştirir ve gülen bir fotoğrafını koyar. İki gün, kayınpederi ve yeğenleri dâhil herkesten maşallahlı övgüler alır, “Ankara yaramış” diye yazar bir büyüğü. Aynı fotoğrafa ertesi gün bir başka büyüğü “Ankara yaramamış” şeklinde mesaj yazacaktır, “Mekânı Cennet olsun” dilekleriyle birlikte… *** Erdinç’in kurs gördüğü dershanelerde yer değişikliği yapılır. Dershaneler taşınır. Yeni dershanede pano yoktur. Öğretmen, Erdinç’ten yadigâr o ipli-askılı şiiri hatıra olarak saklar. Şiir, o gün, bu gündür öğretmenin çalışma odasında asılıdır… Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” isimli şiirinin son kıtası: Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana. Kıbrıs Mektubu 27 Şehit Erdinç Salkım (1 Mayıs 1982 Tekirdağ–17 Aralık 2013 Ankara) Erdinç Salkım, kocaman yürekli insan, doğumundan tam 31 yıl 7 ay 16 gün sonra, ölümsüz oldu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Çok sevdiği askerlik mesleğine girdi. Ankara ve Malatya’da çalıştı. Uçuş ve bakım görevleri nedeniyle bu iki şehirde çok fazla oturduğu söylenemez. Sikorsky helikopterleri ilk defa Igor Ivanovich Sikorsky tarafından tasarlanmış ve üretilmiştir. 1889 Kiev doğumlu Sikorsky 1912 yılında üç yolcu kapasiteli uçakla (S-16) yapımıyla başladığı serüvenine 1913 yılında iki adet dört motorlu uçakla (S-21 ve S-22) devam etmiştir. 1924 yılında ikiz motorlu uçak (S-29) üreten Sikorsky 1934 yılında deniz uçağı (S-42 Clipper) yapmıştır. Bugün kullanılan helikopterlerin ilk örneğini 1939 yılında gerçekleştirmiştir. 1942’de Atlantik’te yolcu taşımacılığı için 40 üzeri yolcu kapasiteli deniz uçağını (VS-44 Excambian) yaptı. Dünyanın ilk helikopterini (R4) de dört yıl sonra yine kendisi yapmıştır (Igor Ivanovich Sikorsky’nin hayatı için kaynak: http://tr.wikipedia. org/wiki/%C4%B0gor_Sikorsky) (Erişim tarihi: 18 Aralık 2013). Amerikan ve İngiliz ordularının ilk kullandığı helikopter olan Sikorskyler ülkemizde de olmak üzere toplam 24 ülkede kullanılmaya devam etmektedir. 1992 yılından beri kullanılan hava araçlarıyla ne yazık ki 18 kaza olmuş ve toplam 91 askerimiz şehit düşmüştür (Vatan Gazetesi, 17 Aralık 2013). Girildiği andan itibaren helikopter motoru sesi duyulmaya başlanan firmanın resmi internet adresi üretilen hava araçlarına ilişkin bilgiler içermektedir: http://www.sikorsky.com/Index (Erişim tarihi: 19 Aralık 2013). Vatanını, görevini, meslektaşlarını, arkadaşlarını ve ailesini çok sevdi. Özlem Salkım ile olan mutlu evliliğinde Ada isimli tatlı mı tatlı bir de kızı oldu. Eşine her zaman “Aşkım” dedi. Amasya gezisi sırasına, Yeşilırmak kıyısında akşam çekilen fotoğrafta babasına yaslanan ve bebeğini itinayla tutan kızı, onsuz uyumazdı. Kendisine sunulan armağan hayatını dolu, dolu yaşadı. Gülüşü ve hareketleriyle çevresine neşe ve enerji verdi. Afganistan Türk Helikopter Birliği’nde başarıyla görev yaptı.Bu sırada aklı hep kızına hamile Aşkında kaldı. Yurda döndü. İç Güvenlik Harekâtında görevlerini başarıyla çalışmaya devam etti. Yetmiş bir takdir belgesi ve iki şerit rozet verildi. Üç meslektaşıyla birlikte, dünyanın ilk helikopterini yapan kişinin adını taşıyan helikopterin test uçuşundaydı. Helikopter düştü. Hepsi şehit oldu. Ruhları şad olsun… Boğaz Şehitliği 28 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Rauf o gün yirmi dört yaşındaydı. Ve işte o gün, Kıbrıs’ta yeni bir lider doğuyordu…(Not: Bilgiler ve sözler “Rauf Denktaş, Yeniden Yaşasaydım, Nur Batur,” röportaj kitabından alınmıştır.) DR. KÜÇÜK ve RAUF R. DENKTAŞ…. Hüseyin Laptalı [email protected] “Halkın Sesi Gazetesi” Kıbrıs Türk Halkı için bitmeyen özgürlük mücadelesinin yeni bir başlangıcını haykırıyordu. 14 Mart 1942’de Dr. Küçük’ün yayınlamaya başladığı gazete, Ada’nın iki özgürlük sevdalısını buluşturdu. 5 Eylül 1942’de Sn Denktaş’ın “Halkın Sesi” gazetesinde ilk şiiri yayınlandı. FERYAT… “Ayıptır günahtır ey Türk erleri, Toplanın bir yere, hep birleşelim, Şaşırdık yolları, kaldık geride, Veriniz ele ele, öne geçelim, Maziye bakarak, hep toplanalım, Topluluk doğursun yeni bir vatan…” Dava, Enosis’i önleme, Türk Kıbrıs’ı Yunan çizmesi altında ezdirmeme davasıydı. Dr. Küçük’ün Kıbrıs tutkusu, Rum kilisesinin çanlarında haykırılan “Enosis” çığlıklarına “sus” demekti. Rumlar “Enosis için ölürüz” diyorlardı. Dr. Küçük ise “Enosis’i önlemek için biz de ölürüz” diyordu. Dr. Küçük, Kıbrıs davasının Türkiye için de hayati önemi olduğunu düşünüyordu. Onun da ötesinde bu bir şeref ve haysiyet meselesiydi. Doktor, Kıbrıs davasının Türkiye’nin desteği olmadan halledilemeyeceğini de düşünüyordu. 27 Kasım 1948: Rumlar iyice azıtmış “Enosis” bayrağını açmışlardı. Kıbrıslı Türklerin düzenlediği ilk Ayasofya mitingi bu gün yapıldı. Dr. Küçük çok keyifliydi. Enosis’e karşı büyük bir halk desteği ile bayrak açıyorlardı. Başarmışlardı. Mitingde, Dr. Küçük heyecanlı bir konuşma yaptı. Ardından yanında duran Denktaş’a “Rauf sen de konuş” dedi. Denktaş heyecanlı ve coşku doluydu. Kürsüden indiği zaman, meydan bravo sesleri ve alkışlarla inliyordu. 24 Mayıs 2011: Sayın Denktaş’ın komadan çıktıktan sonra ilk sözü; “Merak etmeyin bana bir şey olmaz,” şeklinde idi. O, korku nedir bilmeyen, tartışmasız yüce bir liderdi. Denktaş’ın vasiyeti ise; Kıbrıs’a sahip çıkınız. Türkiye ile ilişkilerinizi bozmayın… 1940’ların başında henüz genç bir delikanlı iken Sayın Denktaş Kıbrıs hakkında ne düşünüyorsa şimdi de aynını düşünüyordu. Dr. ve Denktaş son nefeslerine kadar düşmanla olan savaşı, inatla ve ısrarla yürütmüşlerdi. 15 Ocak 1984’de Dr. Küçük’ün vefatı ile Sayın Denktaş Kıbrıs davasını bu günkü hale getirmek için bu inat ve ısrarı, canını dahi tehlikeye atarak, ölümden hiç korkmayarak, 13 Ocak 2012 tarihindeki vefatına kadar sürmüştür. Onu son ziyaretimde bana “Biz Erenköy’e dans etmeye gitmemiştik,” demişti. Onlar yeminlerini, 1942’de yayına başlayan Halkın Sesi’nde şöyle ilan etmişlerdi. Rumlar “Enosis için ölürüz” diyorlarsa, bizler de “Enosis’i önlemek için ölürüz.” Kıbrıs Türk Halkının yapıştırıcısı olan bu büyük azmin eseri; 20 Temmuz 1974, Mutlu Barış Harekâtı ile noktalandı. 15 Kasım 1983, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu. Sayın Denktaş ve Dr. Küçük’ün yaşamı, Kıbrıs davamızın uzun ve dram dolu hikayesidir. “Taksim değil, Birleşik Kıbrıs” diyen bedhahlara duyurulur. Antalya Şube Başkanımız Hüseyin Laptalı’nın yayınlanmış kitapları: 1. Erenköy Sürüngeni (Anılar ve Şiirler) 2. Erenköy Sürüngeni (Özgürlüğün Bedeli) 3. Erenköy Sürüngeni (Özgürlük Geleceğe gelecek ve umutlara kalmıştı.) 4. Sesiz Kalmış Anılar kitaplar Antalya Şubemiz başkanlığından temin edilebilir. Kıbrıs Mektubu 29 ÇAĞDIŞI KALMIŞ BİR ÜLKÜ MEGALİ İDEA O Ali Fikret Atun / Emekli Tümgeneral smanlı İmparatorluğu, bugün Yunanistan olarak anılan toprakların fethine 1491 de başlamış ve 1503 de Balkan Yarımadası’nın güney ucundaki toprakların fethi tamamlanarak Mora Yarımadası Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlanırken; Ege Adaları Kaptan-ı Derya’nın sorumluluğuna verilmişti. şünü ve sakat siyasal mantığı kafasına yerleştirdikten sonra Yunanlı artık Megali İdea diyecek, başka bir şey demeyecek ve bu yolda yürümeyi kutsal görev bilecekti. Fanatik, gerici ve Ortaçağ kafalı Rum Ortodoks Kilisesi de, başından itibaren Megali İdea’nın bayraktarlığını yapacaktı. (Bilal N. Şimşir; Ege Sorunu, Cilt I; S: XXXVII) Üç yüz yirmi yedi yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümranlığı altında kalan Yunanlılar, Çarlık Rusya’nın yardımları ile 1814 de, Odessa’da kurdukları Filiki Ederiya’nın öncülüğünde Çarlık Rusya, İngiltere ve Fransa’nın desteğinde, 1821 de, Mora’da Osmanlı idaresine karşı silahlı isyana başlamışlardı. 1821 de başlayan Yunan ayaklanması 1829’a kadar devam etmiş ve bu yüzden 1828 de Çarlık Rusya ile harbe giren Osmanlı Devleti yenik düşmüş; 14 Eylül 1829 da imzalanan Edirne Barış Antlaşması ile Yunan Devleti’nin kurulmasını kabul etmiştir. Kadim Yunan’ın ve Bizans’ın varisi olduklarını iddia eden Yunanlılar, Megali İdea’yı(1) milli bir ülkü olarak kabul ederek onun öngördüğü aşağıdaki hedefleri ele geçirip Büyük Yunanistan’ı kurmak üzere mücadeleye başlamışlardı. Megali İdea’nın temel hedefleri şunlardı: 1. Bizans İmparatorluğu ile Rum Pontus Devleti’nin yerine, İki kıtada (Avrupa, Asya ), beş denize açılan (Akdeniz, Adriyatik Denizi, İonien Denizi, Marmara Denizi, Karadeniz ) Büyük Helen İmparatorluğu’nu kurmak ve İstanbul’u bu imparatorluğun merkezi yapmak. 2. Yunanistan Epir’i, Makedonya’nın tamamını ve Güney Bulgaristan’ı bu imparatorluğun parçası saymaktadır. 3. Anadolu’nun batısını ve Ege Denizi’ndeki bütün adaları ele geçirmek; Ege Denizi’ni bir Yunan gölü haline getirmek. 4. Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek. ( ENOSİS ) 5. Batı Trakya Türkleri’ni yok etmek. 6. Gizli hedefleri arasında: Bu antlaşmanın hemen ardından 1830 da imzalanan Londra Protokolü hükümleri çerçevesinde Mora ve Atik yarımadaları ile Eğriboz ve Siklat Adaları üzerinde, kurucuları ve koruyucuları Çarlık Rusya, İngiltere, Fransa’nın uydusu olarak, küçük ve güçsüz bir Yunanistan kurulmuştur. Yunanlılar’ın mitolojiden kaynaklanan inançları, hayaller âleminde dolaşma alışkanlıkları vardır. Aşırı ölçüde şövenist bir ruha sahip olmaları onları zaman içerisinde adeta Megali İdea’nın esiri yapmış ve bu nedenle, dönemin Büyük Devletleri’nin – Çarlık Rusya, İngiltere, Fransa – desteğine güvenerek kendilerini dev aynasında görmeye başlamışlardır. a. Ege Denizi üzerindeki hava sahasının tamamına hakim olmak b. Türkiye’yi Avrupa’dan siyasi, ekonomik, askeri yönden tecrit etmek. Gayeleri, Yunan Krallığı’nı kurmak; Osmanlı İmparatorluğu zararına adım adım genişlemek; Ege denizini yutmak; sonunda İstanbul’u da alarak Bizans İmparatorluğu’nu ilan etmekti. Bu çarpık tarih görü30 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Harita, “ Dr. Şükrü Torun;1956; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında Kıbrıs’ın Politik Durumu” adlı ki- tabından alınmıştır Tarih sahnesine egemen bir devlet olarak çıktığı günden itibaren elde ettiği siyasi haklarla yetinmeyen Yunanistan, Büyük Helen İmparatorluğu’nu kurmak için mücadelesine hız vermiş; antlaşmalarla elde ettiği hakları geçici bir durum olarak kabul ederek, aç gözlü Helen yayılmacılığını esas alan, tek boyutlu Megali İdea politikasını izlemeye başlamıştır. Osmanlı’nın topraklarını, “erzak ambarına girmiş aç gözlü fare gibi” (2 ) kemirmeye ve adım, adım Büyük Helen İmparatorluğu’nu gerçekleştirmeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıf düştüğü zamanlarında Yunanistan ondan toprak alarak sınırlarını sürekli genişletmiş ve topraklarının yüzölçümünü, 117senede, 47516 km. kareden; 132562 km. kareye çıkarmıştır. (3) O günün dünya devletleri, Yunanistan’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhine olacak şekilde topraklarını genişletmesine göz yummuş, hatta, zamanın Büyük devletleri Çarlık Rusya ( daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği), İngiltere, Fransa Yunanistan’nın yayılmacılığını desteklemişlerdir. Bugün hâlâ, Batılı Büyük Devletler (Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Rusya, İngiltere, Fransa) Megali İdea peşinde koşan Yunanistan’nın yayılmacı politikasına örtülü olarak destek vermektedirler. Çok iyi bilinmektedir ki, Yunanistan küçük ve güçsüz bir ülkedir. Ancak tarih boyunca onu himaye eden ve daima ona arka çıkan Batılı Büyük Devletler’in güdümünde çok tehlikeli ve ciddi bir tehdit olabilmektedir. Bu bakımdan Türkiye, Doğu Akdeniz’de, Anadolu’da, Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Balkanlar üzerinde yayılmacı, emperyalist emeller besleyen Yunanistan’nın benimsediği Megali İdea ülküsünü, ülkesinin bütünlüğüne ve dünya barışına yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Yunan Yayılmacılığı Hatırlanacağı üzere, Ege’de elde ettiği topraklarla yetinmeyen Yunanistan, Batılı Büyük Devletlerin teşviki ile ve onların desteğinde, Megali İdea’nın hedeflerinden birini gerçekleştirmek üzere, 1919 ‘da İzmir’e asker çıkarmış ve Batı Anadolu’yu işgale kalkışmıştı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Yunan ordusunu burada ağır bir hezimete uğratarak yenmiş ve Yunanlılar’ın Megali İdea ülküsünü tarihe gömmüştü. Bu önemli olaydan ders almayan ve Megali İdea tutkusundan bir türlü kurtulamayan Yunanistan, Kıbrıs’ta EOSİS’i gerçekleştirmek üzere 1955-1959; 1963-1974 tarihleri arasında adada, önce İngilizler’e ve sonra da Kıbrıs Türk halkına karşı silahlı mücadele vermiş; Kıbrıs Yunan Yayılmacılığı Türk halkının inatçı direnişi karşısında ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’a çıkması ile ağır bir yenilgiye uğrayıp amacına ulaşamamıştır. Yunan tarihinin ünlü kahramanı ve milli şairi Ferros’un, Balkanlar’ın büyük bir bölümünü, İstanbul dâhil Trakya’yı ve Anadolu’nun yarıdan fazlasını, Ege Adaları ile Girit, Rodos, Kıbrıs’ı kapsayan Megali İdea haritasını bastırıp ilk defa dağıttığı 1796 yılından günümüze kadar geçen zaman içinde dünyada köklü değişiklikler ve gelişmeler olmuştur. Kısaca denilebilir ki, 21nci Yüzyıl’da baş döndürücü bir hızla meydana gelen değişim ve oluşum, dünyada yeni bir küreselleşme anlayışını da beraberinde getirmiştir. Yirmi Birinci Yüzyıl dünyası devletlerin bağımsızlığına, egemenliğine, toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi; dünyada barış ve istikrarın kurulmasını; insanın temel hak ve özgürlükleri ile demokrasinin kökleşmesini sağlamayı; refah seviyesinin yükseltilmesini öne çıkarmış; milletlerin eski düşmanlıkları bir kenara bırakarak aralarında iyi ilişkiler kurup, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde hareket etmelerini zorunlu hale getirmiştir. Bütün bunların yanı sıra, harp silah ve vasıtalarının insanlığı felakete sürükleyecek ve dünyanın sonunu getirecek boyutta nicelik ve nitelik kazanması dikkate alındığında, 21nci Yüzyıl’da eski imparatorlukların kurulması döneminin kapandığı açıkça görülmektedir. Ayrıca, on milyondan az nüfusu olan; çok sınırlı milli kaynaklara sahip bulunan ve yeterli askeri, siyasi, ekonomik gücü olmayan Yunanistan’nın eski Bizans İmparatorluğu toprakları üzerinde Büyük Helen İmparatorluğu’nu kurması hayalden başka bir şey değildir. Kıbrıs Mektubu 31 Bu nedenle, Yunan siyasetinin temelini teşkil eden Megali İdea, 19 ncu Yüzyıl’da miadını doldurmuş ve böylece, 21nci Yüzyıl’da baş döndüren bir hızla değişen dünyada geçerliliğini yitirerek çağ dışı kalmıştır. Hal böyle olmasına rağmen Yunanistan hâlâ bugün, Megali İdea’nın peşinde koşmaktadır. Bu yüzden komşuları ile dostane ilişkiler kuramamakta, dış politikada Batılı Büyük Devletler’in güdümünden kurtulamamaktadır.. Özellikle Türkiye’yi ezeli ve ebedi düşmanı olarak gören Yunanistan, “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diyerek, Türkiye’ye hasım ülkelerle yakın ilişkiler içine girmekte; Türkiye’de faaliyet gösteren PKK, THKP-C, MLSPB ve benzeri yasadışı yeraltı örgütlerine ülkesinde harekât ve lojistik destek üsleri sağlayıp, gerekli her türlü yardımı yapmakta ve TC Devleti’ni ortadan kaldırma gayretlerini sinsi ve örtülü bir şekilde sürdürmektedir. Bugün hâlâ Yunanistan, Türkiye’yi kendisine bir tehdit olarak algılamakta, Türkler’e karşı duyduğu tarihi düşmanlığını devam ettirmekte ve Türkiye’den toprak talep etmektedir. Yunanistan’da bir tek devlet adamı çıkıp da, “ben Kıbrıs’ta ENOSİS’i istemiyorum” diyemez. Hatta buna şunu da ekleyebiliriz: “İstanbul üzerinde – kendi tabirleriyle Kostantinopolis – Yunanlılar’ın hiçbir emeli yoktur ve olmayacaktır” sözünü söyleyemez. Bu cesareti gösterecek bir Yunanlı politikacının kolay kolay bulunabileceğini sanmıyorum. Bunları söyleyenler Yunanistan’da ve Kıbrıs Rum toplumu içinde kolaylıkla vatan hainliği ile suçlanabilirler. (4) Hiç şüphesiz 21nci Asır, Megali İdea gibi geçmişe dönük büyük hayallere kapılma çağı değildir. Bu çağda bir devletin büyüklüğü topraklarının yüzölçümü ile ölçülmez. Bu çağda büyük devlet olabilmek için devleti yöneten devlet adamlarının ülkenin geleceğine dönük vizyon sahibi olmaları; kısa, orta ve uzun vadede doğru planlar yapabilmeleri ile mümkün olur. Bugün Batılı Büyük Devletler “savaşan hal” aşamasından, “evrensel hal” aşamasına geçerek toprak emperyalizmine fiilen son vermişler; küreselleşen yeni dünya düzeni içerisinde milletler paylaştıkları ortak değerler, inançlar, uygulamalar ve kurumlar çatısı altında bir araya gelerek birleşmeye başlamışlardır. Bu gelişmelerin yaşandığı böyle bir çağda Yunanistan’nın izlediği Megali İdea’ya dayalı yayılmacı, emperyalist politika çağdaş dünya görüşüne ve konsepti’ne ters düşmektedir. Bu sebeple Yunanistan’nın çağa ayak uydurabilmesi ve daha güçlü, daha müreffeh bir gelecek kurabilmesi, her şeyden önce, devrini tamamlamış ve modası geçmiş Megali İdea ülküsünü terk etmesi ile mümkün olacaktır. Çünkü toprak ilhakını esas alan Megali İdea Yunanistan’nın bölgesel ve küresel menfaatlerine büyük ölçüde zarar vermektedir. Hiç şüphesiz 21nci Yüzyıl’da Yunanistan’ın 32 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 ulusal çıkarları Türkiye ile düşman olmayı değil; onunla siyasi, ekonomik, askeri bağlarını kuvvetlendirmeyi ve onunla dost olmayı zorunlu kılmaktadır. Sonuç: 1.Yunanistan’ın karşı karşıya bulunduğu bütün sorunların temelinde Megali İdea ve onun öngördüğü ENOSİS (toprak ilhakı)tutkusu yatmaktadır.(5) 2. Batılı Büyük Devletler’in desteği ile tarih sahnesine egemen bir devlet olarak çıktığı günden beri Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne karşı Batı saldırganlığının aleti olmuş ve her zaman Batı Emperyalizmi’ne hizmet etmiştir. 3.Egemen bir devlet olarak tarih sahnesine çıktığı günden beri Türkler’in boğazına sarılan Yunanistan’nın ulusal çıkarları, 21nci Yüzyıl’da şekillenmekte olan yeni dünya düzeni içinde Türkiye ile dost olmayı zorunlu kılmaktadır. 4.Yunanistan’nın sıkı sıkıya bağlandığı Megali İdea tarihi fonksiyonlarını yerine getirme olanaklarını kaybetmiş; devrini tamamlamış; 21nci Yüzyıl’ın yeni dünya felsefesi içinde geçerliliğini yitirmiş ve artık Yunanistan’a faydadan çok zarar vermeye başlamıştır. Dip Notları: 1. Megali İdea: Bütün Helenleri kurtarmak ve Yunanistan ile birleştirme politikası olarak tanımlanır. (Bilal Şimşir;1976; Ege Sorunu, Belgeler, Cilt I; 1912- 1913, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. S:XXX. 2. Sadi Barak; Fetihten Bu Yana; 7Ağustos1974; Milliyet. 3. Bilal N. Şimşir; Aralık 2003; AB, AKP Ve Kıbrıs; Bilgi Yayınevi, Ankara. S: 20. 4. Bülent Ecevit; Nisan2011;Dış Politika Ve Kıbrıs Dosyası; Türk İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara. S: 71 5. Turgut Özakman; 15nci Basım, Mart2012; Çılgın Türkler Kıbrıs; Bilgi Yayınevi, İstanbul S: 446 ÜNİVERSİTELİLER KIBRIS’I GEZİYOR Dr. Necati Yalçın Ü niversiteliler gezimizin ikincisinde Gazimağusa’dayız. Pek bilinmeyen yakın tarihimizin adeta bir Plevne Savunması saklıdır bu kentte. Bu unutulmaz günlerin saklı olduğu yerlerin başında surlar gelir. Rehber o günlerin tanığı olmaktan çok öte biri olan sayın Özber Kutup1, ardında gezenlerse yine Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) öğrencileri. Biz de onların bu özel gezisine bir-iki sayfalık yazıyla katılıyoruz. Dergimizin önceki sayılarında Gazimağusa Turları arasında yayınlanan turlardan olan Hendek Gezisi’ne konuk olacağız. Öncelikle üniversitelilerin bu gezideki rehberi Özber Kutup’tan kısaca söz edelim. Sayın Kutup, 1974 ve öncesi Gazimağusa’nın savunulmasında mücahit komutanı olarak görev yapmıştır. Halen uğruna uzun yıllar savaş verdiği bu güzel kentte yaşamaya devam ediyor. Kendisi başarılı bir iş adamı olarak adanın her tarafında satış yapıyor Üniversiteliler Hendek gezisine başlamadan önce Canbulat Kapısı ve Şehitliği gezdiler. Kapı’nın en önemli özelliğinin Türklerin ilk olarak bu kapıdan girmesi olduğunu vurgulayalım. 1571 yılında adanın Osmanlılarca fethinin son aşamasıydı burası. Yüzyıllar sonra (1974 yılında) bu kez surların deniz tarafındaki diğer kapısı olan Yeni Kapısı Mehmetçiğin girdiği kapı olarak tarihe not düşülecektir. Hemen Canbulat Kapısı’nın girişinde yer alan müze son yıllarda yenilenmiş. Harita, resim ve objelerin yanı sıra, yandaki fotoğrafta Canbolat Paşa’yı at üzerinde gösteren heykel gibi son derece hoş başka görsel malzemeleri de müzede görmek olası. Türklere Gazimağusa’nın kapılarını tarihte ilk kez açtığına inanılan Canbulat Paşa’nın mezarı da bu müzede yer alıyor. Müzeden sonra Hendek gezisinin başlangıca onlarca metreyle ifade edilecek uzaklıktaki ikinci mekânsa Canbulat Kapısı Şehitliği. Burada genç-yaşlı ve kadın-erkek olmak üzere Kıbrıs milli mücadelesinin kahramanlarından bazıları yatıyor. Örneğin, gezide uğranılan Çiftemazgallar’da kaybettiğimiz Hüseyin Akil Hoca da burada yatıyor. Özber Kutup, Mücahit Komutanlar Derneği Yönetim Kurulu üyesi olup başarılı bir işadamıdır. Barış Harekatı’na dek Gazimağusa’yı savunmuş ve halen orada yaşamaktadır. Bu gezide LAÜ’lülerin yürekten rehberi olmuş ve zorlu günlerin anlaşıl- masına önemli katkılarda bulunmuştur. 1 Kıbrıs Mektubu 33 Hendekte ilerlemeye devam edildiğinde ilerde köprü gözüküyor. Akkule Kapısı’nda bulunan bu köprüye yaklaşırken dış dünyayla köprü üzerindeki trafikten yararlanılarak az da olsa haberdar olunabilir. Venediklilerin hendeği suyla doldurduğu dönemde açılır kapanır bir köprüyle giriş çıkışı sağladıkları köprü günümüzde sabit ve betonarme olarak aynı işlevi görmeye devam ediyor. Canbulat Kapısı’ndan girdiğinizde sizi karşılayan şehitliğin girişinde yer alan kitabe Örneğin, gezide uğranılan Çiftemazgallar’da kaybettiğimiz Hüseyin Akil Hoca da burada yatıyor. Hendek gezisine günümüz koşullarında iki yanda bulunan girişlerin birinden girilerek başlanabilir. Bu iki giriş de biri fetih, diğeri soydaşlarını kurtarmak için olmak üzere yukarda sözünü ettiğimiz gibi Türk askerinin ilk girişlerini yaptığı kapılar. Yenikapı’dan girildiğinde beyaz harcın yüzyıllardır akarak oluşturduğu görüntü ilk dikkat çeken nokta. Burası “ağlayan kaya” olarak adlandırılmış. Kıvrılarak iki sur arasında devam eden yolculuğunuz boyunca dış dünyayla ilginizin kesilmesi çok farklı duygular yaşamanıza neden olabilir. Yüksek duvarlar ve kendiliğinden yetişen ağaç ve bitkiler, sizi bir anda surların yapıldığı döneme götürebilir. Konum itibariyle en kolay girişin yapılabileceği düşünülen köprü, zorlu 1974 yılının ağustos ayında Mehmetçiğin de ilk geldiği kapı olmuş. Özellikleriyle nedeniyle en iyi tahkim edilen kapı burası olduğundan Mücahitler bu kapıyı açmaktansa gelenleri Yenikapı’dan almışlar. Bu sırada yaşananlarsa ayrı bir yazı konusu olacak zenginlikte. Hendek gezisinde bundan sonra çıkışa kadar seyahat sırasında iç sur duvarlarına bakılacak olursa top güllelerinin asılı durduğunu görebilirsiniz. Gezinin sonunda Venedik, Osmanlı veya Barış Harekâtı günlerini birbirine karışmış olarak yaşayabileceğiniz benzersiz bir gezidir Hendek Gezisi… Gezinin fotoğrafları ve geziyle ilgili idari ve teknik konuları yüksek lisans öğrencileri LAÜ İletişimin asistanlarından Ercan Tatlı, Ramazan Cıngıl, Necmettin İşkey ve Berk Güçlüer tarafından çözüldü. Kıbrıs Dergisi okuyucularına kazandırdıklarından dolayı teşekkür ediyoruz. Hendek boyunca yolculuğunuzda bu kez Çiftemazgallar bölgesi sizi bekliyor. Burası daha genişçe bir alana sahiptir. İç ve dış surların hendeğe bakan kısımlarında sadece bu noktada iki giriş görebilirsiniz. Bu kapılar köprü ya da giriş kapıları dışında kale içine girilmesini olanaklı kılan tek yoldur. Zorlu 1974 yılının ağustos ayında kale içine girebilmek canını kurtarmak anlamına geliyordu. Surlarını Mücahitleri koruduğu kaleye civar yerleşim yerlerinden de gelenlerle kale içi nüfusu on bine ulaşmıştı. İşte bu insanların bazıları bu kapılar sayesinde içeri alınabilmişlerdir. Bu noktada dış surlar tarafındaki kapıyla ilgili önemli bir ayrıntıyı verelim: bu kapıyı dışardan gezerken görmek olanaksızdır. Bunun nedeni kapının dış surlarda iyi gizlenmiş olması değildir. Bu kapı bir yeraltı geçidinin çıkış kapısıdır. Bugün diğer tarafta yer alan çıkış noktası üzeri örtülü ve anlaşılması olanaksız haldedir… Gezinin rehberliğini üstlenen Mücahit Komutanı Özber Kutup’un bu noktayı savunan Mücahitler arasında bulunması da bu geziyi özellikli kılan bir başka neden olarak not düşülebilir. 34 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Katılımcılar Hendek gezisini ilginç kılan noktalardan biri olan tünel çıkışında Özber Bey’in anlattıklarını ilgiyle dinliyorlar KIBRIS MÜZAKERELERİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME Ali Fikret Atun / Emekli Tümgeneral ÖZET B eş ay süren yoğun ve gergin müzakereler sonunda KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile yeni GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis arasında başlayacak müzakerelerin kılavuz düşünce/ilkelerini oluşturan Ortak Açıklama metni üzerinde başta Türkiye’nin teşviki ve Amerikalıların baskısıyla 7 Şubat 2014 tarihinde uzlaşı sağlanmıştır. Ortaya çıkan Ortak Açıklama metninin Kıbrıs sorununun çözümü için gerekli müzakereleri başlatacak ileri bir adım olması yanında içerdiği muğlaklıklar nedeni ile gerçek anlamda iki kurucu topluma/devlete dayalı yeni bir federal devlet yapılanmasının gereklerini kurgulamada ve Kıbrıs Türk tarafının böyle bir ortaklıkta çıkarlarını gözetmede eksikleri olduğu değerlendirilmektedir. Siyasal/stratejik çevremizde değişmekte olan paradigmalardan Kıbrıs ve İsrail açıklarında keşfedilen doğal gaz yataklarının ve bu gazın Avrupa pazarlarına en az yatırımla/en uygun fiyatlı olarak Türkiye üzerinden boru hatlarıyla ulaştırılabilecek olmasının, Doğu Akdeniz’de deniz alanlarında paylaşım rekabetinin, GKRY’nin içinden geçmekte olduğu ekonomik ve mali krizin, Türkiye’den Ada’ya boru hattı ile getirilecek suyun, Rusların Kıbrıs’ta etkinliklerini artırma çabalarının ve bölgedeki istikrarsızlığın başta Amerikalıları harekete geçirmede ve bu uzlaşının sağlanmasında etken olduğu düşünülmektedir. Ortak Açıklama işin başlangıcıdır. Yönetim, mülkiyet, hudut ayarlamaları ve garantiler gibi hassas konularda çetin müzakereler bundan sonra başlayacaktır. Türk Tarafının müzakerelere yapıcı ve Kıbrıs sorununu çözme odaklı bir anlayış ve kararlıkla yaklaşması Kıbrıs Türk Halkının beklentisidir. Bu yapılırken sadece bu günün değil geleceğin olası koşullarının da düşünülerek iki eşit halkın barış içinde işbirliğini sağlayacak ve ayrımcılıkla yeni çatışma koşulları yaratmayacak bir federal ortaklık kurgulamaları esastır. İşte bu nedenlerle Kıbrıs Rum Tarafının tutku haline gelen hakimiyetçi politikaları karşısında öngörülen iki-toplumlu, iki-kesimli ve siyasal eşitliğe dayalı yeni federal devletin Kıbrıs Türk tarafının yaşamsal çıkarlarını sürdürülebilir şekilde gözetilebilmesi için aşağıdaki unsurların/gereksinimlerin başlayan yeni müzakere sürecinde titizlikle gözetilmesine ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir: • Türk ve Rum tarafları arasında egemen eşitlik/ paylaşılan egemenlik anlayışının özenle korunması ve ileri götürülmesi; • Bölünmez tek egemenlik söylemine ve anlayışına kararlılıkla karşı durulması; • İki kesimliliğin titizlikle gözetilmesi; • Bu kapsamda Kıbrıs Türk Kurucu Devletinde mülkiyetin ve nüfusun bariz çoğunluğunun Kıbrıslı Türklerde olmasını sağlayacak düzenlemelerin gerçekleştirilmesi; • Siyasi eşitliğin gerçek anlamda tüm düzenlemelerde pratiğe tercüme edilmesi/gözetilmesi; • Artık yetkilerin kaynağının Kurucu Devletler ve temsil ettikleri toplum olduğu ve bunların egemen yetkiler olduğu; • Federal Hükümet ile Kurucu Devlet Hükümetleri ve yasaları arasında hiyerarşi farkı bulunmaması. • İki toplumdan veya iki Kurucu Devletten herhangi birinin Adayı, Federasyonu veya diğer toplumu/ Kurucu Devleti temsil etme hakkı bulunmaması; • Yeni oluşturulacak federal devletin Ada’da mevcut iki devletin kurucusu olacağı ve her ikisinin de devamlılığını sağlayacağı anlayışla oluşturulması, başka bir deyişle, münhasıran Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin devamı olmaması; • Garanti ve İttifak Anlaşmalarının yeni düzenlemeyi garanti etmesi; • Varılacak anlaşmanın AB müktesebatının parçası haline getirilmesi; Kıbrıs Mektubu 35 • Kıbrıs bağlamında, Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengenin korunması ve bunu güvence altına alacak düzenlemelere yapılacak anlaşmada yer verilmesi; • Mevcut KKTC vatandaşlarının tümünün yeni oluşturulacak Federasyonun vatandaşı kabul edilmesi; • Doğal kaynakların adil paylaşımının nasıl yapılacağının müzakere edilerek kapsamlı anlaşmaya dâhil edilmesi. • Federal Kıbrıs’ın Türkiye’nin AB üyeliğini aktif biçimde desteklemesi; • Kapsamlı Anlaşmanın ayrılmaz parçası olarak Türkçenin yeni Federasyonun ve AB’nin resmi lisanlarından biri olacağının karar altına alınması. Ancak, yukarıdaki yaşamsal düzenleme/gereksinimlerin başlayan müzakereler yoluyla sağlanmasında gerek Kıbrıs Türk gerekse Türk siyasi iradelerinde zafiyet ve bölünme, kamuoylarında yorgunluk, ve KKTC yetkili makamlarının ikinci plana indirgenmesi/itilmesi gibi riskler gözlemlenmektedir. Bu zafiyetler Türk tarafının masada müzakere gücünü zayıflatabilecek niteliktedir. Geçmiş deneyimler Rum ve üçüncü tarafların hem bu zafiyetleri hem de Türkiye ile ilişkilerin bozulmasını pervasızca körüklediklerini ve istismar ettiklerini göstermektedir. 36 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Kıbrıs’ta her iki tarafın yararına bir uzlaşıya ihtiyaç olduğu ortadadır. Dengeli bir uzlaşı iki taraf yanında anavatanlarının ve bölgenin de yararına olacaktır. Ancak bu uzlaşıda, Rum Tarafının tek başına egemenlik/üstünlük kurmasına olanak sağlayacak koşullar bulunması halinde bu yeni istikrarsızlıkların ortaya çıkması ve Kıbrıs Türklerinin Balkanlardaki Türk azınlıklara benzer bir sürece girmeleri sonucunu doğurabilecektir. Bunun önlenebilmesi için ortaya çıkan yeni fırsatlar ve tehditler ışığında Türk Tarafının Kıbrıs ve Doğu Akdeniz politikalarını yeniden değerlendirmesine, Kıbrıs Türk ve Türk kamuoylarının bu yeni değerlendirme ışığında bilinçlendirilmesine, dışa karşı etkin bir kamu diplomasisi programının uygulanmasına ve siyaset kurumlarının bu fırsatlar/tehditler temelinde Kıbrıs’ta yeni bir federal ortaklık ilişkisinin gerekleri konusunda dik durmalarına ihtiyaç vardır. Ada çevresinde doğal gaz bulunması, Orta Doğu’daki dengelerde meydana gelen çalkantılar, Rusya’nın Akdeniz’e yeniden ve daha güçlü bir şekilde girme çabaları, Kıbrıs Rumları ile Yunanistan’ın da içinde bulunduğu Akdeniz’deki deniz alanlarının paylaşılmasına yönelik girişimler bizim bu oyunu kazanmamızı KKTC için beka, Türkiye Cumhuriyeti için ise Kıbrıs, Ege ve Akdeniz’deki çıkarlarının korunması yanında bölgede etkinlik ve saygınlık sorunu haline getirmiştir. HEDEFİNİZ BİRLEŞİK KIBRIS ÖYLE Mİ YA GERÇEKLER? Atilla Çilingir / Kıbrıs Gazisi ‘’ Kıbrıs’ta, Rum tarafı ve Yunanistan; eğer müzakere sürecine evet demişse! Biliniz ki, bu ‘evet’in’ içinde tarihsel ve değişmeyen hedeflerini ve çıkarlarını destekleyen önemli kazanımları vardır. Ya bizim? ’’ İngiltere’nin her müzakere sürecinde adadaki, üslerini görüşmelerin dışında bıraktığı, tarihsel bir gerçektir. Bu durum, yeniden başlatılan müzakereler sürecinde sorgulanacak mıdır? zun süredir ara verilen Kıbrıs Müzakereleri bugün yeniden başlıyor! 2008 yılından beri devam eden ama aslında 1968 yılına kadar giden bu müzakere sürecinde bu defa da, her iki tarafın umutlu olduğu basına yansıyan haberlerden anlaşılmaktadır. Annan planında da İngiliz üsleri bu planın içinde dâhil edilmemiş, İngiltere ve Amerika’nın Kıbrıs adası üzerinden Ortadoğu petrolleri ve Arap ülkelerini kontrol altında tutacağı noktası daima gözetilmiştir! U 40 yıldır bu süreci takip eden bir Kıbrıs Gazisi olarak, hemen şunu ifade etmeliyim ki, yazımın girişinde tırnak içine almış olduğum cümlelerim; bu sürecin tarihsel gerçeğini anlatan bir tespittir. Çünkü Rum tarafı ve ama daha da önemlisi, arkasındaki en büyük gücü olan Yunanistan; ilhak amacını güttüğü Kıbrıs adasında, bugün müzakere başlıklarının yeniden görüşülmeye başlamasına ‘evet’ demişse, bunun ardında gerek ABD, BM ve gerekse AB tarafından kendilerine vaat edilen önemli kazanımları var demektir! Ya Kıbrıs Türk Halkının kazanımları ne olacaktır? Bugüne kadar elde edilen tarihi ve hukuksal kazanımlarımız, halen uluslararası arenada varlığı devam eden ve bugüne kadar hiçbir şekilde söz konusu edilmeyen 1959 - 1960 antlaşmalarının hukuki gerçekleri, bu süreçte ne kadar savunulacaktır? Her defasında ABD, BM ve AB tarafından Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak görülen, 1959 ve 1960 antlaşmalarıyla kurulan sözde Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin muhatap alındığı ve BM zemininde çözümü ön gören garantör devletler; İngiltere ve Türkiye bu süreci nasıl yönetecektir? Göreceğiz. Ancak gerçek olan o dur ki! Amerika’nın arabuluculuğu ile yeniden başlayacak olan müzakerelerin ardında ki hedef de budur! Amerika; adanın etrafını çevreleyen, Türkiye’nin hakkının da olduğu, münhasır ekonomik bölgede bulunan doğal gaz ve petrol yataklarının işletim hakkını alan Amerikan petrol şirketinin önünü açmak adına, bölgede yıllardır süregelen anlaşmazlığı çözmeyi hedeflerken! Bu zengin doğal gaz ve petrol rezervlerine, en yakın limanı bulunan Türkiye üzerinden Avrupa ve diğer ülkelere nakil ve satmak istemesinin önünde duran bu anlaşmazlık sürecinin kısa sürede çözümü; hem Rum tarafının, hem de kendi menfaatinin gereğidir. Bu nakilde AB ülkelerine ait tankerlerin görev alacağını da unutmamak gerekir! AB, Türkiye ile yürütmüş olduğu müzakereler çerçevesinde, yeniden başlayacak görüşmelerle, Kıbrıs konusunun çözümsüzlüğü nedeniyle kapalı duran 14 başlığın yeniden açılabileceği sinyalini vermekte ama bunun karşılığında ise ‘’Birleşik Kıbrıs’’ çatısını işaret etmektedir! İşte görüşmeleri yeniden başlatan ortak açıklama metnindeki, asıl sihirli cümle de budur! Çünkü bu cümle; Rum tarafının da, Yunanistan’ın da, görüşlerine ve hedeflerine de uygundur. Kıbrıs Mektubu 37 Pekiyi Anavatan Türkiye’nin; bu süreçte ki görüşleri nedir? Türkiye Dış İşleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu, AB – Türkiye Siyasi Diyalog toplantısından sonra yapmış olduğu açıklamada: ‘Türk tarafının yapıcı girişimleriyle Kıbrıs sorununun önemli kısmının aşıldığını, AB tarafına Türkiye’nin perspektifi ve Kıbrıs’ta müzakere sürecinin hızlandırılmasına yönelik kararlılık aktarıldı’ görüşlerini aktararak. Bu süreçte Garantör ülkelerin, BM’in ve ABD’nin yoğun çaba harcadığını ifade etmiştir. Dış İşleri Bakanı, Sn. Davutoğlu’nun açıklamaları; müzakere sürecinin yeniden başlamasına yönelik gayretleri ifade etmektedir. Ancak bu sürecin önü açılırken, hangi konularda nelerin konuşulduğu bilinmemektedir! Pek tabiidir ki, önümüzdeki müzakere sürecinde görüşülmeyi bekleyen ve Türk tarafının adada ki varlığını doğrudan doğruya etkileyecek çok önemli hususlar vardır. Önemli olan, bu hususları tarihi gerçekler ve hukuki kazanımlarımızla savunabilmektir. Bu güne kadar, yazmış olduğum yazılarımda hep şu konuyu savundum! Çözümü hedefleyen hiçbir müzakere sürecinde, Kıbrıs Türk Halkına sen ne istiyorsun diye sorulmamış; tam tersine müzakereler, hep Rum tarafının ve uluslararası aktörlerin ne istediğine göre yürütülmüş ve yönlendirilmiştir! Görünen o dur ki! Bu defa da aynı yöntem izlenmektedir. Çünkü arabuluculuğa soyunan Amerika’nın yazımın giriş bölümünde belirtmiş olduğum menfaatlerini, AB’nin hiç olmaması gereken bu süreçte ki, taleplerini, İngiltere’nin her dönemde ortaya koyduğu kurnazlıklarını, Yunanistan’ın ve Rum tarafının her defasında destek alan tercihlerini gördükten sonra; Kıbrıs Türk Halkına sunulacak olan nedir? Bugün görüşmeleri başlatacak olan uzlaşı metninin 3’ncü maddesi de Kıbrıs Türk Halkına sunulan gerçeğin ta kendisidir! Söz konusu 3’ncü madde şu teslimiyeti içermektedir: ‘’ Birleşik Kıbrıs, Avrupa Birliği’ne ve Birleşmiş Milletlere üye, tek uluslararası kimliği, tek vatandaşlığı ve tek egemenliği bulunan bir devlet olacaktır.’’ İşte bu kadar! Bu sürecin sonu baştan belirlenmiştir! Egemenlik Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden kay38 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 naklanacak, Birleşik Kıbrıs vatandaşları, aynı zamanda Türk kurucu ve Rum kurucu devletinin vatandaşı olacak denmişse de! Bu içi boş ifadelerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü Kıbrıs Türk tarafının önceki taslaklarda birleşik devletlerin halklar yerine ‘egemen devletlerden’ oluştuğunun vurgulanması isteği kabul edilmemiştir! Daha da önemlisi, basına düşen haberlerde; orijinali İngilizce olan bu ortak metinde, ‘kurucu devlet tanımı yerine, seçim bölgesi anlamına da gelen, ‘ kurucu meclis’ ifadesi yer almaktadır! Ama bundan da önemlisi, eğer böyle bir şey var ise; Yunanistan ve Rum tarafının yıllardan beri amaçladığı gerçekleşmiş olacaktır! Çünkü Türkiye’nin adada ki garantörlük hakkına hiç değinilmemiştir! Şimdi başta Türkiye’nin yöneticileri olmak üzere ve özellikle Kıbrıs’ta müzakere sürecini yürüten Cumhurbaşkanı Sn. Derviş Eroğlu’nun bundan sonraki süreçte; müzakere masasına getirilecek 6 başlıkta neleri pazarlık konusu yapıp, nelerden vazgeçeceği çok önemlidir! 40 yıl önce aynı amaç uğruna omuz, omuza savaştığımız Kahraman Kıbrıs Türk Mücahitlerinden birisi olan, hayatını tıpkı kendisinden önceki dava liderleri gibi halkının adada ki varlığına ve müreffeh geleceğine adayan, bunun için yemin eden, Sn. Eroğlu’nun; daha önce halkına vermiş olduğu sözler çok önemlidir! Kıbrıs Türk Halkının ‘gerçek egemenlik’ hakkından, Türkiye’nin garantörlüğünden ve Mehmetçiğin adada ki varlığından asla taviz vermeyeceği noktasındaki sözlerini savunması; müzakereler sürecini belirleyen, Kıbrıs Türk Halkının adadaki yaşamsal varlığını tescil eden en önemli hususlar olabilecek midir? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kıbrıs Konusunda ki tavrı aslında hala çok nettir. Çünkü bu konuda TBMM’de alınmış olan karar, hala geçerli olup; ülkemizin milli menfaatleri ve stratejik konumu itibariyle Kıbrıs adası bizim için hayati öneme haiz olduğu bu karar ile tescil edilmiştir. Ama önemli olan TBMM’de alınmış olan bu kararın hala geçerli olup, olmadığıdır! Bu önemli karardan ne AB’nin, ne de ABD’nin emperyal görüşlerine uyum sağlayacağız diyerek vazgeçilmemelidir. Kıbrıs Milli davamızın lideri ve her geçen gün yokluğu biraz daha fazla hissedilen rahmetli Sn. Denktaş, 2004 Annan tuzak planı dönemi sonrasındaki süreci analiz edere, hep şu noktaya dikkat çekmiştir: ‘’ İnşallah gün gelir; Kıbrıs Konusunun çözümünü; Kıbrıs Türk Halkı böyle istedi diyerek, bizim üzerimize yıkmazlar…’’ Çünkü Sayın Denktaş’ın hayatı boyunca savunduğu gerçekler daima tarihsel kazanımlarımız ve uluslararası hukukla örtüşmüştür. O, son nefesine kadar Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkının menfaatlerini içeren görüşleri savunmuştur. Umarım yeniden başlayan müzakere süreci, geçmişten ders alınmış tarihi gerçekler, hukuksal kazanımlarımız üzerine oturur ve sonuçlanır! 30 yıldır dimdik duran KKTC devleti, gönderine çekmiş olduğumuz milli ve devlet bayraklarımızın varlığı; bu sürecin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda, tüm yetkililerin hatırlaması gereken en önemli görüntü, en önemli mesajdır. Değişmez ENOSİS hedefi olanlarla "Birleşik Kıbrıs" kurulamaz. Kıbrıs Mektubu 39 “ULUSLARARASI KÜLTÜREL HAZİNELER ARMONİSİ HALKDANSLARI MÜZİK VE DANS FESTİVALİ” 28 Ocak -2 Şubat ANKARA –KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ Yunus Özerdem K ıbrıs Türk Kültür Derneği ve Sinerji Kültür Sanat Derneği işbirliğinde derneğimiz adına Sayın Yunus Özerdem ve Sayın Hatice Taşkan koordinatörlüğünde gerçekleşen “Uluslararası Kültürel Hazineler Armonisi Halkdansları Müzik ve Dans Festivali” nin ilk ayağı, 28 Ocak 2014 tarihinde Ankara’da Yenimahalle Belediyesi katkılarıyla Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yapıldı. Gece İstiklal Marşı ve saygı duruşu ile başladı. Ardından Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı Sayın Ahmet Zeki Bulunç açılış konuşmasını yaptı. Konuşmasında Kıbrıs Türk Kültürünün ve ülkemiz tanıtımının öneminden bahsederken, bu etkinliğin Dünya kültürlerinin birarada sahnelenmesi ile tam bir Kültürel Hazineler Armonisi yarattığından bahsetti. Geceye katkı koyanlara teşekkür ederek bu etkiniğin önümüzdeki yıllarda büyüyerek ve gelişerek devam etmesi temennisinde bulundu. Saat 19.00 da Karma Sergi açılışıyla başlayan etkinlikte eserleriyle Sayın Sultan Özateş Türk kostümleri , şiir 40 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 kitapları ve yağlı boya resimleriyle, Sayın Almula İdil Kılıç Seramik boyama Sanatı eserleriyle, Sayın Recep Tuğ Katı sanatı eserleriyle, Sayın Ahmet Göksan kendi yazdığı kitaplarıyla,Sayın Mahmure Tünal yağlı boya resimleriyle ve İstanbuldan Motif Halkbilimi Araştırma Vakfı araştırma, sempozyum kitap ve dergileriyle karma sergide yer aldı. Saat 20.00 da sunuculuğunu Ankara Sanat Platformu Başkanı Araştırmacı, Eğitimci ve yazar Sayın Sultan Özateş ile Polis radyosu yapımcısı ve sunucusu Sayın Gökhan Olcaytürkkan’ın yaptığı Uluslararası Halkdansları Gecesinde Kırım Kültür Derneği Halkdansları Ekibi(KIRIM), Demiurk Kafkas Halkdansları ekibi(KAFKAS ), Yenimahalle Tubil (TÜRKİYE) ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği Kültürel Hazineler Armonisi Halkdansları Ekibi (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) Ülke danslarıyla performanslarını sundular. Sayın Sultan Özateş ve Sayın Gökhan Olcaytürkkan’ın birbirinden güzel şiirleriyle süslediği gecede T.C. Kültür Bakanlığı semazenleri de sahne aldılar. Derneğimiz eğitmeni Sayın Yunus Özerdem tarafından çalıştırılan Kıbrıs Türk Kültür Derneği Kültürel Hazineler Armonisi Çocuk ve Büyükler Halkdansları ekipleri, sırasıyla Sarhoş Zeybeği, Arabiye, Mendilli, Susta, Bardak, Darı oyunlarını sergilediler. Gecenin sonunda geceye katkı koyan yazar, sanatçı ve ekiplere plaket ve belge dağıtımı yapıldı. İkinci etabı KKTC Cumhurbaşkanlığı ve Güzelyurt Belediyesi katkılarıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Güzelyurt’ta çeşitli etkinliklerle yer aldı. Etkinlikler 28 Ocak’ta Güzelyurt Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi’nde Lefkoşa Belediyesi Orkestrası konseri ile başladı. 30 ocak Perşembe, KKTC Cumhurbaşkanlığı ve Güzelyurt Belediyesi katkılarıyla, Güzelyurt AKM’de gerçekleşen etkinliğin açılış konuşmasını Sinerji Kültür Sanat Derneği Başkanı Yunus Özerdem gerçekleştirdi. Grup Baria nın mini konserinin ardından Sinerji Kültür Sanat Derneği, Kıbrıs Türk Kültür Derneği, AHDAD (Anadolu Halkdansları Topluluğu) ve HOYEM ‘in (Halkoyunları Eğitim Merkezi) halkdansları ve Mağusa Kültür Derneği Modern Dans ekiplerinin gösterileri yer aldı. Gecenin sonunda geceye katkı koyan yazar, sanatçı ve ekiplere plaket ve belge dağıtımı yapıldı. 31 Ocak’ta Şehit Turgut Ortaokulu’nda gerçekleşen Etkinliklerde konuşan Okul Müdürü Sayın Cengiz Topel Uzun Kıbrıs Türk Kültür Derneği ve Sinerji Kültür Sanat Derneği ne bu güzel etkinlik için teşekkür etti. Katılımcı derneklere de adamıza bu ziyaretlerinden dolayı bir anı plaketi tekdim etti. 1 Şubat’ta Güzelyurt Belediye Başkanı Sayın Mahmut Özçınar ekipleri ve temsilcilerini makamında kabul etti. Sinerji Derneği Başkanı Yunus Özerdem de Kıbrıs Kültür Derneği ile ortaklaşa organize edilen “Kültürel Hazineler Armonisi” adlı etkinlik hakkında Özçınar’a bilgiler aktardı. Özerdem, 28 Ocak’ta başlayan ve 2 Şubat 2014 tarihinde sona erecek ortak organizasyona katkılarından dolayı Güzelyurt Belediyesine Kıbrıs Türk Kültür Derneği ve Sinerji Kültür Türk Sanat Derneği adına teşekkür ederek anı plaketini sundu. “Kültürel Hazineler Armonisi” etkinliğinin Anavatan ile yavruvatan ‘ın halk oyunlarının karşılıklı tanıtımı amacıyla oluşturulduğuna dikkat çeken Özerdem 28 Ocak’tan itibaren Ankara’da ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Halkdansları ve Müzik etkinliklerinin yer aldığı bir etkinlik düzenlediğini anımsattı. Tüm ekipler temaslarını tamamlayarak 2 Şubat Pazar günü adadan ayrılarak Ankara’ya döndüler. Kıbrıs Mektubu 41 KKTC KURUCU CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ ANISINA KÜLTÜREL HAZİNELER ARMONİSİ TÜRK SANAT MÜZİĞİ KONSERİ Hasan İKİZER Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın doğum günü anısına düzenlenen Türk Sanat Müziği konseri 3 Şubat 2014 tarihinde Pazartesi akşamı Saat 20.00’de Necip Fazıl Tiyatro Salonu Gençlik Parkı Kültür Merkezi Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Kültür Merkezi sonuna kadar tıka basa dolmuş, tek boş yer kalmamıştır. Kıbrıs Türk Kültür Derneği eski başkanı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği yeni Genel Başkanı Ahmet Zeki Bulunç, Yönetim Kurulu Üyeleri ve Dernek üyelerinin de katıldığı konser çok başarılı geçmiş, geç saatlere kadar sürmüştür. Konserde Kıbrıslı Türk sanatkârların eserleri de okunmuş, uzun alkışlarla beğenilmiştir. Beş şarkı okuyan Bahadır Özüşen, Unutulmaz Birer Birer, Eski Dostlar Eski Dostlar şarkısı sonunda çok alkışlanmıştır. 42 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Kıbrıs Türk Kültür Derneği eski başkanı ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği yeni Genel Başkanı Ahmet Zeki Bulunç’a karşılıklı plaketler verilmiş, koro şeflerine de plaketleri sunulmuştur. Ahmet Zeki Bulunç başarılı sanatkârları kutlayarak teşekkür etmiş ve Kıbrıs konusunda kısa öz bir konuşma yapmıştır. Bu gibi etkinliklerin daha sık yapılması dileklerimizle emeği ve katkıları geçen Ankara Büyükşehir Belediyesi, KKTC Çağdaş Müzik Derneği TSM Korosu Şefi Ersin Tünay ve Koro elemanlarına Sultan-ı Yegah TSM Korosu Şefi Bahadır Özüşen ve koro elemanlarına teşekkür eder , mutlu ve neşeli yarınlar dileriz. Seni ve kurduğun Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatacağız. Nurlar içinde yat… MEMLEKETİM Bu kadar mı çok sevilir bir memleket Bu kadar mı çok düşünülür Sevgilim gibi bu kadar mı çok özlenir An olur gökyüzünün mavisi Güneşinin sıcaklığı sarar beni Denizi kucaklar dalga dalga Ki Akdeniz denizlerin en güzeli An olur sarhoş eder beni yasemin kokuları O sıcak yaz akşamlarında Lefkoşa’nın daracık sokakları Mağusa’nın hisarları Girne’nin limanı Behçeleri Lefke’nin Kucaklar beni daha onlara varmadan Ve daha neleri ki hiç çıkmaz aklımdan Bu kadar mı çok sevilir bir memleket Bir kurşun atılmasın bir yerde Akmasın kan düşmesin bir can toprağa Mücahidim gelir aklıma Yanımda şehit olan o arkadaşım Ki bu toprakları bize vatan yapan onlar Bu kadar mı çok sevilir bir memleket Bu kadar mı beklenir özgürlük orada Bu kadar mı alınır insanlık hakları Hünalp SABİT LİDERİMİZ O Kıbrısın bağrından fışkıran Kökleri Anadolu’dan olan Babayiğit dedelerinin torunu bir Türk’tü Bir yürek değil binlerce yürekti o Kıbrıs’ta Türküm ne mutlu Türküm diye çarpardı kalbi Kıbrıslı Türk’üm diye durmaz yazardı kalemi Onun tek hedefi tek emeli hayatında Kıbrıs’lı Türk’ün özgürlüğüydü ve şerefi İnancıydı namusuydu bu uğurda savaşmak Ve savaştıkça anlaşıldı onun büyüklüğü Halkın sesi Kıbrıslı Türklerin ve onun sesiydi. Türkiyesiz olamayız derdi bu adada Türkiyesiz olmaz biz Türk gibi yaşamak Kıbrıs’ta Yaşanacaksa yaşanmalıydı ay yıldızlı bayrağın altında Ölünürdü ancak bir Türk gibi özgürlüğümüz olmazsa Öylesine bir meşaleydi bir inançtı ümitti İngilize karşı Ruma karşı Türklüğü ezdirmedi. Onunla dirildi ayağa kalktı Kıbrıs Türk’ü Dolaştı dillerde özgürlük türkü türkü Ezilmişlik suskunluk çaresizlik bitti. Onunla tek yumruk oldu Kahramanca direndi Mücahit oldu bayrak oldu savaştı Kıbrıs Türk’ü Bugün kalplerimiz onunla gururla dolu Onun zaferi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti oldu O şimdi Kıbrıs’ta Türklerin özgürlüğüdür O kalplerimize taht kurmuş yaşayan büyüğümüzdür O unutulmaz liderimiz doktor Fazıl Küçük’tür. Hünalp SABİT Kıbrıs Mektubu 43 YENİ DÖNEM YÖNETİM VE DENETİM KURULLARIMIZ Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ Genel Başkan Lefkoşa’da 5 Ağustos 1945 yılında doğdu. İlk, Orta ve Lise Öğrenimini Kıbrıs’ta, Yüksek Öğrenimini Türkiye’de yaptı. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra KKTC Maliye Bakanlığı’nda Bütçe Kontrolörü olarak kamu görevine başladı. İtalya’da ISVE Kalkınma Enstitüsü’nde ve ABD’de Boston Üniversitesi’nde Yüksek Lisans, Türkiye’de Uludağ Üniversitesi’nde Doktora eğitimini tamamladı ve İktisat Ana Bilim Dalı’nda Doktor Unvanını kazandı. Kamu görevi süresinde T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nda “Personel Değişim Programı”na katıldı, KKTC Başbakanlık Devlet Planlama Örgütü’nde Planlama Uzmanı, Kıdemli Planlama Uzmanı, İktisadi Planlama Daire Başkanı ve Müsteşar görevlerini ifa etti. Doğu Akdeniz Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanlığı, Kıbrıs Türk Kooperatif Merkez Bankası İdare Meclisi Başkanlığı, Vakıflar İdaresi Yönetim Kurulu Üyesi, Avrupa Lefke Üniversitesi Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Üyelikleri görevlerini yürüttü. Kıbrıs Mülkiyeliler Birliği Başkanı ve KT Amme Memurları Sendikası Genel Sekreteri görevlerini uzun yıllar yürüttü. KKTC Ankara Büyükelçisi olarak beş yıl süre ile görev yaptı. Çok sayıda ulusal ve uluslararası dergide, gazetede ve Anonim Kitaplarda, özellikle Kıbrıs Uyuşmazlığı konusunda makaleleri yayınlandı, konferans ve panellere konuşmacı olarak katıldı, yazılı tebliğler sundu. Başkent Üniversitesi’nde İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi ve Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi olarak dokuz yıldan beri görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. 44 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Av.Rabia BALKANLI Genel Başkan Yardımcısı 13.05.1952 tarihinde Lefke’de dünyaya geldi. 1970 yılında Lefke Gazi Lisesinden mezun olduktan sonra Ankara Hukuk Fakültesine girdi ve 1974 yılında mezun oldu. Bugüne kadar mesleğini serbest avukat olarak yürütmüştür. Evli ve 2 çocuk sahibidir. Mersin Barosu yönetim kurulu üyeliği ile Ankara Barosu Barolar Birliği Delegesi olarak görev yapmıştır. KKTC ile Türkiye arasında hukuk konusunda çok sayıda panel ve konferans düzenlemiştir. Halen Ankara Barosu Kıbrıs Kurulunun Başkanı ve Staj Kurulu üyesi olup, KKTC Devleti ile KKTC Ankara büyükelçiliğinin avukatlığını yapmaktadır. FUAT EKİNCİ Genel Sekreter 1948 yılında Baf’ın Anarita köyünde doğdu. İlkokulu Ovalık ve Yeşilova’da okudu. Ortaokul ve lise öğrenimini ise Kurtuluş Lisesi’nde tamamladı. Mücahitliğini Baf sancağı ile Yeşilova taburunda D4 Sb. olarak yaptı. 1976 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Yabancı bir bankanın Ankara temsilcisi olarak sürdürdüğü görevini 1993 yılında emekli olarak tamamladı. Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nde iki dönem yönetim kurulu üyeliği, altı yıl kadar da müdürlük görevi yaptı. Evli ve iki çocuk babasıdır Tolga ÜNSALDI Sayman Üye 26.08.1975 tarihinde Ankara ‘da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Sivas’ta tamamlayıp, Üniversite tahsilini Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Mühendisliği bölümünde tamamladı. 1993 yılından beri Kıbrıs Türk Kültür Derneği üyesidir. Özel sektörde yönetici olarak çalışmaktadır. Evli ve bir çocuk sahibidir. Prof. Dr. Mine UZBİLEK KIRKAĞAÇ Veznedar Üye İstanbul’da 1966 yılında doğdu. Babasının görevi dolayısıyla ilköğrenimini Türkiye’nin çeşitli illerinde, orta ve lise öğrenimini Konya Anadolu Lisesi’nde tamamladıktan sonra, 1989 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversite’de 1991 yılında akademik kariyerine başladı. Yüksek Lisans Eğitimi’ni 1993 yılında, doktora eğitimini ise 2000 yılında tamamladı. 2011 yılında profesör oldu ve halen Ankara Üniversitesi Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü’nde görevine öğretim üyesi olarak devam etmektedir. İlmiye Sema İMER Sosyal İşlerden Sorumlu Üye 1945 Lefkoşa doğumludur.. İlkokulu Lefkoşa Ayasofya İlkokulunda, ortaokulu Kıbrıs Erkek Lisesi nde ,liseyi ise Haydarpaşa Ticaret Lisesi nde okudu.Üniversiteyi Ankara daki İktisadi Ticari İlimler Akademisinde okudu. 1972 de Milli Eğitim Bakanlığı nda çalışmaya başladı. 13 yıl adı geçen yerde görev yaptıktan sonra Türkiye Elektrik Kurumu’na geçti. Buradan 1992 de emekli oldu. Evli ve iki çocuk sahibidir. Doç.Dr.Ahmet Terzioğlu Serbest Üye 1963 yılında Kukla’da (Sakarya-Baf) doğdu. İlkokulu Kukla’da, ortaokul ve liseyi Güzelyurt’ta bitirdim. 1981 yılında girdiğim Ege Üni. Tıp Fakültesini 1987 yılında bitirdi. 1994’te Plastik Cerrahi uzmanı, 2006 yılında ise Plastik Cerrahi Doçenti ünvanını kazandı. Halen S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Eğitim Görevlisi olarak görev yapmaktadır. Evli ve 2 çocuk sahibiyim. Niyazi ERÖZ Serbest Üye Nil KÖKEN Eğitim İşlerinden Sorumlu Üye 1976 yılında Ankara’da doğdu. 2002 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun oldu. 2003’te aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek Lisans programını 2005 yılında, Sanatta Yeterlik Programını 2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Anasanat Dalında tamamladı. Halen Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak çalışmalarına devam etmektedir. 15 Ağustos 1944 tarihinde Kıbrıs’in Limasol kasabasında dogdu. mamladı. İlk, orta ve lise tahsilini Limasol’da, yüksek tahsilini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektrik Mühendisliği Bölümünde ta- Rumlarin Kıbrıs’ta Türklere saldırması nedeniyle Ankarada büyük huzursuzluk yasadığı için tahsilini bırakıp 1964 yılında Kıbrıs’a giderek Erenköy bölgesinde 2 yıl mücahitlik yaparak Rumlara karşı çarpıştı. Daha sonra Kıbrıs Mektubu 45 1966 yılında tekrar Ankara’ya dönerek tahsiline yeniden başladı. 1971 yılında Elektronik Mühendisligi bölümünden mezun olarak Balkaş Eröz ile evlendi. Bu evlilikten biri kız(Betil) digeri erkek(Altar) iki çocuk sahibidir. 1971 yılında ODTÜ Elektronik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra girdigi Tıp sektorüne önce servis mühendisi daha sonra hem servis hem de pazarlama elemanı olarak 32 yıl calıştı. Mayıs 1999’da emekli oldu. 2007 yılında firmasını kapatarak zamanını kızının 2011 Mart ayında doğurduğu torunu Teoman’la ilgilenmekle geçiriyor. Derneğimizin kıymetli üyesi rahmetli Prof. Dr Doğan Remzi’nin Başkanlığında Yönetim Kurulunda Genel sekreterlik, daha sonra Dernek Y.K Başkanlığı yaptı. 2000 yılında Antalya’ya yerleşerek ve Antalya şubemizde üyeliğini devam ettirdi. 2000 yılında Antalya’ya yerleşerek ve Antalya şubemizde üyeliğini devam ettirdi. ABDULSALİH AYBAR Denetim Kurulu Başkanı 1960 Yılında Engindere - Baf’da doğdu. İlkokulu Engindere İlkokulunda, Ortaokulu Baf Kurtuluş Ortaokulu’nda, Liseyi Güzelyurt Kurtuluş Lisesi’nde bitirdi. Yükseköğrenimini Ankara Devlet Müh. ve Mim. Akademisi (Gazi Üniversitesi) Elektrik Mühendisliği Fakültesinde 1981 – 1982 öğretim yıllarında tamamladı. Askerliğini, 1983 – 1985 yıllarında Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nda Yedek Subay olarak tamamladı.1986’da ELİT Proje Müşavirlik, Taahhüt Ticaret Ltd. Şti., 2007’ de ELRON İnşaat, Taahhüt ve Ticaret Ltd. Şti.’ni kurup yönetti.Halen bu iki şirketle Demiryolları, Havayolları, Hastane ve İleri teknoloji gerektiren yapım işlerini 40’ı mühendis, toplam 500 iş arkadaşı ile birlikte yürütmektedir. 46 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 RASİH DENKTAŞ ÇELEBİ Denetim Kurulu Üyesi 11 Şubat 1959 Aydoğan Baf’da doğdu. İlkokulu Köy İlkokulunda, Ortaokulu Baf Kurtuluş Lisesinde, Liseyi ise Lefkoşa Türk Lisesi’nde tamamladı. 1977’ de başladığı Diş Hekimliği Eğitimini 1984’de tamamladı. 1985-1991 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde doktora (endodonti) eğitimini tamamladı. Doktorasını tamamladıktan sonra 1997 yılına kadar Araştırma Görevlisi olarak Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Endodonti Anabilim Dalında çalıştı. 1997’den itibaren serbest Diş Hekimi olarak çalışmaktadır. 2006-2008 yılları arasında Kıbrıs Türk Hava Yolları’nda Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır. Evli ve bir kız çocuğu babasıdır. YASEMİN SEZGİN Denetim Kurulu Üyesi Kıbrıslı bir ailenin çocuğu olarak, 1961 yılında Ankara’da doğdu. İlköğrenimimi Ankara’da, lise öğrenimini Kıbrıs’ta tamamladı. Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nde tamamladıktan sonra, iş hayatıma Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı bünyesinde bulunan “Sitoloji” bölümünde başladı. Bu süre içerisinde Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü bünyesinde yaptığı çalışmalar sonucu yüksek lisans ve ardından doktora derecesini almaya hak kazandı. 26 yıl Hacettepe Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra emeklilik sonrası çalışmalarına Başkent Üniversitesi bünyesinde devam etmektedir. 2 kız çocuk annesidir. KIBRIS TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI (TMT) BİRİNCİ BAYRAKTARI ANILDI Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT) Birinci Bayraktar’ı Merhum Albay Rıza Vuruşkan, vefatının 35. yılı olan 15 Şubat 2014 Cumartesi günü Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği, Türkiye Muharip Gaziler Derneği ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği tarafından saat 11:00’de Cebeci Askeri Şehitliği’nde kabri başında törenle anıldı. Cebeci Şehitliği’ndeki anma töreninden sonra Kıbrıs Türk Kültür Derneği Mehmet Ertuğruloğlu Toplantı Salonunda anma toplantısı yapılmıştır. Toplantıya Merhum Albay Rıza Vuruşkan’ın kızı Ferizet Clark, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Askeri Ataşesi Piyade Kurmay Albay Cemal Volkan, Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği Genel Başkanı Yılmaz Bora ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Türkiye Muharip Gaziler Derneği Genel Başkanı Albay Şükrü Tandoğan ve Üyeleri, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı Ahmet Zeki Bulunç ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Üyeleri ve misafirler katılmıştır. Anma töreninde Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı Ahmet Zeki Bulunç yaptığı açılış konuşmasında; “TMT’nin kuruluşunun Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde belirleyici ve etkin bir rolü vardır. Bugün KKTC’nin varlığı ve TMT’nin dirayetli kurucu Bayraktarı Albay Rıza Vuruşkan’ın örgütlü ve disiplinli çalışmalarının sonucunda oluşmuş olan koşullar ve zeminler üzerinde gerçekleşmiştir.TMT ruhunun devamı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yaşatılmasında önemli bir unsur ve belirleyici bir faktör olacaktır ‘’ dedi. T.Muharip Gaziler Derneği Genel Başkanı Alb. Şükrü Tandoğan yaptığı konuşmada, “EOKA’nın silahlı terör faaliyetlerine karşı koymak için Türk toplumunun da aynı şekilde silahlanması gerekiyordu. TMT bu amaç için kurulmuştur. Ali Rıza Vuruşkan TMT’nin ilk Bayraktarı, ilk komutanı, ilk lideridir. Ali Rıza Vuruşkan, 1950 yılında Kore’de savaşmış, Kore kahramanı bir subaydır. Kore’de yürütülen gerilla faaliyetlerini iyi çok iyi bilmektedir. İsmini kullandığı “CONAN” tepesi Türk askerlerinin Kore’deki kahramanlıklarının bir sembolüdür. TMT’de görev alan subay ve astsubaylar Rıza Vuruşkan gibi Kore gazileridirler. Her biri savaş tecrübesine sahip, yetişmiş ve tecrübeli askerlerdir. Kore Savaş’ında, bilhassa gerillacılık faaliyetleri konusunda elde edilen tecrübelerin, TMT’nin başarısına da yansıdığına şahit oluyoruz.” dedi. Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği Genel Başkanı Yılmaz Bora yaptığı konuşmasında, “Birinci Bayraktar Rıza Vuruşkan’ın Kıbrıs’a böylesine bir ortamda, zor bir görevi üstlenmenin kararlılığı içinde geldiğine dikkat çeken Bora, Vuruşkan’ın İş Bankası’nda Müfettiş olarak “Ali Conan” ismi ile göreve başladığını” anlattı. Merhum Albay Rıza Vuruşkan Kore gazisi olduğu için, Kore Devleti’nin “BARIŞ MADALYASI” Kore Büyükelçiliği adına Alb. Rıza Vuruşkan’ın kızı Ferizet Clark’a Türkiye Muharip Gaziler Derneği Genel Başkanı Albay Şükrü Tandoğan tarafından takdim edilmiştir. KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ GENEL MERKEZİ Daha sonra Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği Genel Sekreteri Çetin Serez Alb. Rıza Vuruşkan’ın biyografisini slayt gösterisi eşliğinde anlattı. Kıbrıs Mektubu 47 VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI Derneğimiz üyesi M. Tekin İmer’in kardeşi 1946 doğumlu eski TRT görevlilerinden prodüktör Mehmet Çetin İmir 01.11.2013 günü vefat etmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileriz. Derneğimiz üyelerinden aslen Kıbrıs Akıncılar Köyü’nden emekli Kimya Yüksek Mühendisi Yusuf Alarslan 02.02.2014 tarihinde vefat etmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet ailesine ve camiamıza başsağlığı dileriz. Derneğimiz üyelerinden Birsen Salahi Görbilin Sevgili eşi Devlet Tiyatroları Çalışanlarından Gökalp Görbilin 31.01.2014 tarihinde vefat etmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet Görbil ailesi, Akyüz ailesi, Kabadayı ailesi, Salahi ailesine ve camiamıza başsağlığı dileriz. 48 Kasım - Aralık 2013 / Ocak - Şubat 2014 Figen Rutkay 1934 Yılı Bolu doğumludur. İlk, orta, lise tahsilini Ankara’da tamamlayan sanatçı 1964 yılında evlenip, eşi ile birlikte Avusturya’da Filoloji dalında tahsiline devam etmiştir. Resim küçük yaşlardan itibaren yaşamında önemli yer işgal etmiştir. Ciddi anlamda resim çalışmalarına 1962 yılında İngiltere’de başlamıştır. Daha sonra Ankara’da altı yılı aşkın bir süre Yalçın Gökçebağ, Kayıhan Keskinok ve Sabri Akça gibi değerli hocaların atölyelerinde pastel ve yağlı boya çalışmıştır. Bu güne kadar ikisi yurt dışı olmak üzere ülkemizde çeşitli illerde 25 kişisel sergi açmış: ayrıca yurt içi ve yurt dışında olmak üzere yüze yakın karma sergilere katılmıştır. Sanatçının tabloları çeşitli özel ve resmi kuruluşların koleksiyonlarına girmiş ve çağdaş Tür kresim sanatı ile ilgili olarak basılmış kataloglarda yerini almıştır. İki eseri LÖSEV kartlarınada üç yıl süre ile basılmış ve satılmıştır. Figen Rutkay doğada var olan güzellikleri tuvallerine en ince ayrıntıları ile yansıtmaktadır. Çoğunlukla gelincik ve papatya tabloları ile tanınır. Bununla birlikte eski Türk evlerini çalışmaktan büyük zevk alır. Evindeki atölyesinde çalışmalarını sürdüren sanatçı: GESAM ve Kadın Ressamlar Derneği üyesidir. İngilizce ve Almanca bilmektedir. Kıbrıs Lalesi KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ GENEL MERKEZİ YAYINIDIR www.kibristd.org.tr KASIM - ARALIK 2013 / OCAK - ŞUBAT 2014 ISBN :1300 - 2546 CİLT: 26 NO :6 / CİLT: 27 NO: 1 İKİ AYDA BİR YAYINLANIR