File - Sitem

Transkript

File - Sitem
Başlarken…..
Selamlar.Biz gençler olarak yeni bir projeye başladık ve
sonuçlandırdık.Dergimiz tamamen gençlere yönelik olup amacımız
genç yazarların yazabileceği bir platform oluşturmaktır.Dergimizin
herhangi bir siyasi görüşü yoktur.Bu dergide Nazım Hikmet’te
vardır,Necip Fazıl’da.Biz edebiyatın birleştirici gücüne
inanmaktayız.Bu ay dergimizde İrem Işık,Gülcan Korkamaz ve Ömer
Gazali Atabey şiirleriyle;Emre Yaman,Ömer Kadim ve Ben
öykülerimizle dergiye katılmaktayız.Dergimizin tek denemesini ise
Hüseyin Korkmaz kaleme almakta…Gençler için bir dergi olup da
sinema bölümü olmazsa olmaz dedik ve aramıza Furkan Gökçe’yi de
kattık.Bizim gençlere kapımız her zaman açık .Dergimize eserleriyle
katılmak isteyenler bize sosyal medya hesaplarımızdan
ulaşabilirler.Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle…
Turguthan Gökçe
PERVASIZ
Bana göre aramızdaki bir duvar,
Kalbim kır, aklım dur, der.
Sana göreyse aramızdaki
Her şeyden bir haber bir kader.
Saçının teline telaş sinmiş bir muğber,
Gözlerini gözlerine dokundurup geçer.
Göz bebeklerin vücuduna konar da
Yine de pervasız rüyalara sürükler onu periler.
Başka periler, seni bu dünyadan
Alıp götürürken.
Bu yüzdendir ki her yeni güne,
Ölü bir kibritçi kızla uyanır caddeler.
Ben peri masalı okurum,
Sen peri masalı yazarsın.
Okuduğum bu saçma masalda
Bu yüzden hiç rol almazsın.
İrem Işık
ŞAİRİM AMA HEP SANA DAİR..
Ey ilk günlerin de her sevdanın
Kendini gizlemesini bilen ayrılık,
de ki ne yana dönsem yüzün
şairim ama hep sana dair
de ki gün gece, hasılı zaman
bir bağbozumunda
felek kameraman
seni çekiyor kalbim
bütün bir yaşamak figüran
de ki ellerimi tutmadan gitme
pişmanım evet, ölüm kadar pişman
ve ne yana dönsem hüzün
şairim ama hep sana dair!!
Ömer Gazali Atabey
IŞIK KÜMELERİ
Gözlerini ışık kümeleriyle doldur sevdiğm
Bir daha bu güzelliği görmeyebilirsin ama
Şimdi bana en güzel nedir diye sorarsan burada en güzel olan sensin
Gözlerini ışık kümeleriyle doldur sevdiğm
Onları gecelere mahkum etme
Çünkü sana baktığım saatte
En güzel gecelerimi görüyorum sende
Ve sıcacık bir rüzgar üşütürken ruhumu giderek sana bağlanıyorum bende
Gözlerini ışık kümeleriyle doldur sevdiğim doldur ki ;
Sana her baktığımda gözlerindeki ışıltıları göreyim
Sana her baktığımda kendimi göreyim
Bakışlarının bana ait olduğunu bileyim,
Gözlerini ışık kümeleriyle doldur sevdiğim
Hiç duyulmayan şarkılarımı söyleyeyim
Hiç yaşanmamış bir aşkı yaşamak istemezsen eğer
Sessizce girdiğim hayatından baktığın ışık kümeleri gibi çıkıp gideyim
Gittiğim vakit sakın üzülme sevdiğim
Gözyaşlarını içinde büyüterek beni unut unutabilirsen
Beni unut ki yeni bir sayfa aç kendine
Nereye gideceğimi bilmek istersen eğer
Gözlerini doldurduğum ışık kümeleridir yerim
Bu yüzden ben gecenin kardeşiyim....
Gülcan Korkmaz
AKŞAM ÇAYI MANİFESTOSU
-Sana ateizmin çelişkisini söyleyeyim mi sevgili dostum Mehmet,sonu ''izm '' ile bitiyor.Güya hiçbir
inanç sistemine sahip olmadığınızı söylüyorsunuz.En azından ruhani,ilahi,tanrısal öğretilerin
varolmadığına inanıyorsunuz.Ama ne olursa olsun,kimden,nereden çıkarsa çıksın siz de bir şeylere
inanıyorsunuz.Bak dikkatini çekerim 'inanıyorsunuz' dedim,kendinizi haklı çıkarabildiğinizi
söylemedim.Çünkü çıkaramazsınız,çünkü dini inancı olanlar da çıkaramaz.Diğer herkes gibi siz de
sadece size öğretilenlerin ya da sizin kendi sezdiklerinizin doğru olmasını istersiniz.Çünkü
istemek,inanmakla özdeştir.İnanmaksa başarmanın dayısıdır...
Mehmet kulağı bende,gözü elindeki gereksiz bir bilim dergisinde bir vaziyette plastik sandalyesinde
oturuyordu.Bilime de dergilere de saygım sonsuz fakat can dostum Toprak'ın(mehmet artık kendisine
böyle denmesini istiyor)meslek lisesi çıkışlı,açık öğretim işletmeyi 9 yılda bitirmiş bir ağır vasıta
olduğunu bildiğimden,bilgiye böylesine aç gibi davranmasını sindiremiyorum.Sırf ütopik
münakaşalarımız sırasında benden daha üstün olduğunu kanıtlamak için National Geographic dahil en
3-4 tane bilim dergisine yıllık abone olup çoluğunun çocuğunun rızkını İsviçreli bilim adamlarına
yedirmesine katlanamıyorum.National Geographic senin neyine?Stv'deki aslan belgesellerini öp de
başına koy.İnsanın kendiyle çelişmesi,ideolojisine de çamur sıçratır.Çocuğun senden adidas halı saha
ayakkabısı bekliyor,android telefon bekliyor,derbi maça bilet bekliyor.Sen ise bunları vade farksız kaç
taksitten nasıl alırımın peşine düşeceğin yerde çocuğa Marx şöyle delikanlı adamdı,Darwin
üniversitede bütsüz geçmiş diye nutuk atıyorsun.Yetmezmiş gibi sabah sendikalarla kol kola
eylem,akşam kanatçıda alem.Rahmetli baban öyle miydi,saate bakmadan namaz vaktinin geldiğini
hissederdi içgüdüsel olarak.Adam tavaf esnasında vefat etti,zirvede bıraktı resmen.Sense her gün
oynadığın günah oyunlarında double double yapıyorsun.Ama yine de sevilecek adamsın Toprak
Mehmet.En has arkadaşımsın.Çünkü ateist bile olsan benim memleketimin
ateistisin,alkolik bile olsan jack daniels değil rakı içersin.Elten John değil Zeki Müren
dinlersin.Kimsenin maaş bordrosunda gözün yok ve de en önemlisi sattığın kuruyemiş ve
dondurmalar bir harika.O yüzden sonsuza kadar cehennemde yanıp yanmaman veya kaotik olduğunu
iddia ettiğin bu evrenin dirilmemek üzere ölecek bir parçası olman umrumda bile değil.Ben senin tatlı
sohbetin ve ekşi vişneli dondurmanla ilgileniyorum.Fakat ne yalan söyleyeyim,dayanaksız fikirlerinin
kulağını çekmekten pek bir zevk alıyorum.Birazdan salarım ebabilleri üstüne.
--------Doğru söze ne denir canım kardeşim.Mesela siz müslümanların da inanmalarının sebebi,içinden ballı
ırmaklar akan cennette sonsuza kadar mutlu mesut yaşamayı istemek.Sizi dine iten sebep,ölümden
sonraki hiçlik ihtimali.Kabullenmek en büyük erdemlerdendir.Oysa dindarların büyük kısmı,kendi
düşüncesine aykırı olan fikirleri sindirmeden bünyesinden atmayı alışkanlık haline getirmiş.Sözgelimi
evrim bugün okullarda ders olarak okutulduğu halde dindarlar daha kitapların kapağını açmadan
''maymunden geldiğime mi inacağım ' deyip tartışmayı başlamadan bitiriyor.Evrimin,ateizmin ne
istemekle alakası var ne de inanmakla.Yerçekimi ne kadar ideolojik bir kavramsa,evrim de o kadar
düşünseldir.Şimdi söyle bakalım sayın Farabi,Arjantin'in plaka kodu nedir?
Abdullah'ın Arjantin'in plaka kodunu bilme ihtimalinin,evrenin sırrını çözebilmesinden bile daha
düşük olduğunu bildiğimden,bacağı kırık attan daha güvenilmez olan ucuz sandalyeye gönül
rahatlığıyla yaslandım.Hatta güvercin pisliği bulaşır mı diye bir endişe dahii duymayacak kadar
gevşektim.Çünkü Abdullah bu tür bulmaca bilgileriyle ilgilenmez.Henüz hiçbir bulmacayı bensiz
bitirebildiğine de şahit olmadım.Genellikle bulmacayı alır almaz resimdeki sanatçı kısımlarını
doldurur,hatırlayamazsa bana sorar.Sonra aceleyle bildiklerini yazar(genelde en fazla yarısı)ve
gazeteyi bir bilene fırlatır.Adam daha bulmacada dikiş tutturamıyor ki başladığı işi bitirsin.Ama sorsan
en mükemmel,en tutarlı fikirler onda.Saint Exupery'nin Küçük Prensi'ni,Yalnınız'daki Samim'i ve son
olarak Oğuz Atay'ı aynı potada eritip karıştırsan bile bu kadar garip içdünyası olan bi adam çıkmaz
ortaya.Ama onu en çok da bu yüzden seviyorum.Çünkü konuşurken cümleye 'sözgelimi ' diye
başlayabileceğim başka kimsem yok.Bazı akşamlar ben bi büyük rakı alırım,o da bir demlik çay
demler ve gece yarılarına kadar felsefeden siyasete,ekonomiden dine,edebiyattan ve haftanın iddaa
bankolarından konuşur dururuz.Aslında genelde o konuşur,ben dinlerim.Çünkü düşüncelerinden
bahsederken aşırı tezcanlı,hevesli ve sevimli bir adam oluyor.Birden dünyanın en saf,zararsız insanına
evriliyor.Ara sıra bilinçaltına inmek,onu sarhoş kafayla konuşturmak istesem de ağzına
sürmüyor.Halbuki ağız çalkalama suyundan kolonyaya kadar kullandığı birçok maddenin içinde az
buçuk alkol var.O da bunun farkında ama temizlik imandandır deyip kullanmaya devam ediyor.Zaten
en sevdiğim yanlarından biri de çocuksu bir hinlikle,gerçeği içten içe bilip de kendini avutup
kandırması.Ayrıca bir felsefe öğretmenine göre halı sahada çok iyi adam eksiltiyor.O yüzden varsın
rakı içmesin,evrime inanmasın,köküne kadar müslüman olsun,sabah akşam bana ve
ateistliğime,okuduğum dergilere laf sokmaya çalışsın.Ben dostumu böyle kabullendim,böyle sırdaş ve
arkadaş oldum.Söz konusu dostluksa,fikir teferruattır.
-----Mehmet ve Abdullah'ın aklından böyle düşünceler geçerken Mehmet,Abdullah'a sorusunu tekrarladı:
- Arjantin'in plaka kodunu diyorum aloo!
+Ne bileyim birader,Arjantin sosyalist değil mi,bunu evvela senin ezber etmen lazımdı
-Haha,zaten Das Kapital'de ekonomik ve toplumsal tespitler değil Güney Amerika ülkelerinin plaka
kodları yazıyor!
''RA'' dedi çaycı Yusuf çayları masaya bırakırken.Mehmet,Yusuf'a teşekkür çekti,bu sırada Abdullah
paketinden bi sigara çıkardı.Çay ve sigarayı birlikte içmeye büyük özen gösterirdi.Ceplerini yoklayıp
çakmağı üzerinde değilmiş gibi yaptı.Sonra Mehmet'e sataşma amaçlı sordu:
-Ateşin var mı?
+Yok malesef
-Üzülme dostum öbür tarafa gidince bol bol verirler.
+Sizin tarafta ateş yoksa üşürsün,sen de bizim tarafa gel o zaman kardeşim.
Birbirine böyle sözler söylemekten hiç rahatsız olmayan iki adam,aksine gülüşmeye
başlamıştı.Çaylarından birer yudum daha aldıktan sonra bulmacada çözme sırası Abdullah'a geçmişti:
-İnsanları hayvanlardan ayıran özellik,4 harfli
+Akıl.
-Değil!
-Bence de değil,zaten pek farkı olduğu söylenemez.Peki sence ne?
+Belki bu bulmacada akıl olabilir ama,hayat bulmacasındaki cevap o kadar düz mantık değil.Evvela
hayvanların hayatta kalabilmek için geliştirdiği türlü metodlar insanı hayrete düşürecek düzeyde,ki
bunu sen benden daha iyi biliyorsun bir biyoloji aşığı olarak.Bu metodlar vahşi bir nefsi müdafaa
yahut avlanmanın çok ötesinde bir zekanın,bilincin ürünü.Kendisini kuşlara yem etmemek için
kuyruğuna kobra görünümü veren minicik bir tırtıldan bahsederken nasıl ''aciz,akılsız'' gibi sıfatlar
kullanabiliriz?Ya da avını yedikten sonra kışı rahat geçirmek için tüylerini yolup başına yastık yapan
bir kemirgen kibrinden kabarmaz mı?Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi?Şaka bir yana
sorunun cevabı bence hayvanlar aleminde değil yine bizde bitiyor.İnsanın farkı,doğduğu dünyayı ve
bilhassa da kendini varlığını anlamlandırma çabası.Hiçbir bufalo sürüsü toplanıp da canlılığın
kökenini sorgulamaz.Bu yüzden bence aradaki fark,bize bahşedilen sorgulama özgürlüğünde.
-Hayvanlarla ilgili tespitlerine katılıyorum ama insanın,elinden temel ihtiyaçlarını giderme imkanını
aldığında aç bir hayvandan farksız olduğunu unutma.Çalmak gerekirse çalar,öldürmek gerekirse
öldürür.Sosyal adaletsizlikler varoldukça da insan kaynaklı kaos asla durmayacaktır.Bana kalırsa
insanın hayvandan farkı,kendine faydası ölçüsünde zararının da dokunması.Kendi türünü yok etme
meyilli başka bir gelişmiş organizma daha bilmiyorum.
+Ben de senin insanlarla ilgili tespitlerine katılıyorum,öyleyse kısmen de olsa mutabık sayılırız.Fakat
yine de seni imana çağırıyorum.Çünkü tebliğ dışında inançsız biriyle bu kadar sıkı fıkı,sırdaş
derecesinde yakın olmak benim imanıma toksin katabilir.O yüzden beni kırma da hadi bi nefeste :
''Eşhedü en la ilahe il..
-La havle kardeşim! Al bak benden daha fazlasını duyamazsın,zaten devamını da
bilmiyorum.Konuyu ne ara buraya kadar getirdin onu da hatırlamıyorum artık.Ne demiş ünlü Türk
büyüğümüz Tarkan :''Başkası olma,kendin ol.Böyle çok daha güzelsin''.Yanisi ne sen kendini yor ne de
beni.
+Tamam tamam kızma.Ben vazifemi yapayım da üstümden vebali gitsin.Gerisi senin bileceğin iş.Biz
bulmacamıza dönelim.Eveet,şuraya da ''akıl ''yazmamızla beraber büyük sorunun bir harfini daha
bulmuş olduk.Bir şairimiz,10 harfli.Çıkan harfler T-U-Y-A-R.Hah buldum Turgut...
-Uyar.Turgut Uyar.
Turgut Uyar'ın özelliği,hem Mehmet Toprak'ın hem de Abdullah'ın çok sevdiği bir şair
olmasıydı.Hiçbir ideoloji,bilim veyahut inanç onları ortak paydada buluşturmaya yetmezken,söz
konusu filmler,romanlar,şiirler olunca kafa yapısı birbirine en uyan iki insana dönüşüyorlardı.Ve ikisi
de şu anki ruh hallerine hangi Turgut Uyar dizesinin tercüman olduğunu çok iyi biliyordu.Bütün bir
şiir değil,tek bir satır.Aşk şiiri gibi dursa da aslında çok daha fazlasına ev sahipliği yapan bir cümle
: ''İkimiz birden sevinebiliriz,göğe bakalım''...
Nitekim öyle de olmuştu.Hayat görüşleri,meslekleri,memleketleri hatta halı sahadaki mevkileri bile
farklı olan bu iki adam,bir şiirde orta yolu bulmuştu: Göğe bakmak.
Güneş ufukta batarken kızıllaşan semaya yöneldi gözleri.Manzara tam karpostallıktı.Deniz ve güneşin
gökyüzünde beraberce boyadıkları tablo,ikisini de mest etmişti.Her zamanki gibi Mehmet Toprak
sessiz,Abdullah tezcanlı,yaşam doluydu.Üçüncü çaylarını da bitirdikten sonra ilk defa Mehmet
sessizliği bozdu:
-Sen demiştin ya inanmak istemektir diye,hakkın var.Ben gökyüzüne inanıyorum Abdullah.Yani
gökyüzünü istiyorum..
Abdullah içine biraz fetih maksadı katar gibi tekrarladı:: Gökyüzünü istiyorum!..
Hesabı ödeyip kalkmaya hazırlandılar.Mehmet'in vicdanı,Turgut Uyar 'ın adının olduğu bir bulmacayı
masada bırakmaya elvermedi.Kalemi eline alıp bulmacanın insanla hayvan arasındaki farkı soran
kısmından bir ok çıkarıp köşeye not düştü.Daha sonra gazeteyi katlayıp koltuk altına aldı.Yalova'da bir
gün daha sona ererken Mehmet'in gazeteye düştüğü notta şunlar yazılıydı:
''İnsanın hayvandan farkı,şiir yazabilmesidir''..
Ömer Kadim
Reenkarnasyon
Gözlerimi açmaya çalışıyorum ama sanki onları engelleyen bir şeyler var. Uykumu alamadım desem sanki kış
uykusundan kalkıyor gibi bir his var içimde yani uykumu da almışım fazlasıyla. Peki, nedir bu gözlerimde ki
karanlığın sebebi? Bir dakika durun gözlerim açık benim ama gördüğüm karanlıktan öteye geçmiyor. Hareket
etmeye çalışıyorum gene önüme engeller çıkıyor. Anlaşılan kapalı ve son derece dar bir yere hapsetmişler beni.
Dışardan sesler geliyor. Bir hareketlilik var ve yanılmıyorsam beni kurtarmaya geliyorlar veya beni buraya tıkan
şerefsizler işkencelerine daha iyi devam edebilmek için beni buradan çıkarmaya karar verdiler. Ben bunları
düşünürken içeri bir ışık huzmesi doğuyor ve birisi kafamdan tutup beni bulunduğum yerden çıkarmaya
çalışıyor. Açıkçası beni buradan çıkaranlar düşmansa ve bana zarar verecekse bile beni buradan çıkardıkları için
onlara teşekkür etmem gerekecek. Çünkü sanki aylardır buradayım gibi bir his var içimde ve sonucu ne olursa
olsun buradan bir an önce çıkmak istiyorum. Bulunduğum şeyin ağzı kendisinden daha da küçük olduğundan
kafamın oradan geçmesi ve bu yerden çıkmam biraz zaman alıyor ve oradan çıkarken buraya nasıl girebilmiş
olduğuma hayret ediyorum. Tahmin ettiğim gibi bu insanların bana dost olabileceğini hiç sanmıyorum. Çünkü
beni oradan çıkardıkları an ayaklarımdan yüksek bir yere bağlayıp işkenceye başlıyorlar. Makat bölgeme
acımasızca vuruyorlar. Uyguladıkları şiddetin getirdiği acıyla birlikte bir üşüme hissediyorum ve birden dehşet
verici bir şeyin farkına varıyorum. Ben çırılçıplağım! Çıplak olduğumu anladığım an utancım acımın önüne
geçiyor. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum ama bağıramıyorum. Sanırım uzun zamandır havasız
kaldığımdan veya belki de başka kimselerin beni kurtarmaya gelseler bile beni bu durumda görmelerini
istemediğimden sesim yeterince çıkmıyor. Belki de yanımdakiler bile duymuyorlardır beni. Bu arada yerde yatan
başka bir kadına takılıyor gözlerim yarı baygın bir şekilde bana bakıyor. Önce bakmasının sebebinin çıplaklığım
olduğunu düşünüp kızıyorum ama sonra deniz mavisi gözlerine takılıyor gözlerim. Gözleri o kadar güzel ki bu
kadar güzel gözleri olan birine kızamazsınız. Gözlerinin güzelliği dışında başka bir şey daha var o gözlerde diğer
işkenceciler gibi bakmıyor o yarı açık gözlerinde şefkat saçıyor bulunduğum yere doğru. Ayrıca bulunduğu
perişan durumun farkına varıyorum ve onun da benim gibi zor bir durumda olduğunu fark ediyorum ve onu
affediyorum ama gene de bu durumdayken bana bakıyor olması beni rahatsız ediyor.
Bir anda o deniz gözleri görmekten mahrum kalıyorum. Sanırsam gözlerini yumdu. Gözlerini yumması sadece
beni rahatsız etmiyor herhâlde ki bir hareketlilik vukuu buluyor. İşkenceci adamlar kadının başına çullanıyorlar
ve beni birisi zorla oradan uzaklaştırmaya çalışıyor. Direniyorum ve ayrılmak istemiyorum daha kendimi bile
savunamazken o deniz gözlü kadını savunmak istiyorum. Öyle tuhaf bir his ki şu an kendi acınacak halimi bir
kenara bırakıp onu düşünüyorum. Beni başka bir odaya götürüyorlar. Üzerime garip bir kıyafet giydirmeye
çalışıyorlar. Anladığım kadarıyla bu bir deli gömleği. Çıplak kalmaktansa deli gömleğine bile razıydım ama hala
olanları anlamlandırabilmiş değilim. Kıyafeti giydirdikten sonra beni camdan büyükçe bir odaya kapatıyorlar.
Bildiğim kadarıyla delilerin bulundukları odaların duvarları kendilerine zarar vermesinler diye yumuşak bir
madde ile örülü olurdu. Gerçi ben deli değildim (en azından şimdilik) ama bana deli kıyafeti giydirdiklerine göre
onlar öyle sanıyordu. Etrafımdan beyaz önlüklerle birileri dolaşıyordu. İşkence ettikleri yetmedi şimdi birde
üzerimde deney yapacaklar galiba. Bunları düşünürken bir sıvıyı ağzıma dayıyorlar direnemiyorum bile garip bir
tadı var ve insanı rahatlatıyor galiba bir zehir veriyorlar bana veya bayılmam için bir madde. Yavaş yavaş
gözlerim kapanıyor. Uyanık kalmaya çalışıyorum ama nafile verdikleri madde o kadar tesirli ki göz kapaklarım
dayanamıyor.
Aralıklarla uyanıyorum ve etrafıma bakınıp olanları anlamaya çalışıyorum ama uyandığımı gördükleri an benimle
ilgileniyorlar ya uyutuyorlar ya da öyle bir madde veriyorlar ki uyanık olsam da etrafıma dikkat veremeyecek
kadar kafam güzel oluyor. Burada ne kadar kaldığımı hatırlayamıyorum ama günlerin belki de haftanın geçtiğine
eminim. Sonunda beni buradan çıkarıyorlar. Bu sefer nasıl bir belaya gireceğimi merak ede ede gidiyorum. Beni
bir adamın yanına götürüyorlar. Bu adam diğerlerine hiç benzemiyor. Son derece hüzünlü ve bitkin bir hali var.
O adamla beni yalnız bırakıyorlar. Adam dikkatli dikkatli yüzüme bakıyor. Hüznü ve coşkuyu aynı anda
hissedebiliyorum onda. Sebebini merak ediyorum ama hangi merak ettiğim şeyi anlayabildim ki bunu
anlayayım? Uzaklardan bir ses geliyor ve adam irkiliyor. Bu bir ezan sesi. Ezanı okuyan kişinin öyle bir sesi var ki
insanı derinden etkiliyor veya içinde bulunduğum garip durumdan dolayı öyle hissediyorum. Adam ezan bitene
kadar beni izliyor ve dikkatlice ezanı dinliyor. Sonra kulağıma doğru yaklaşıp üç kere ‘DENİZ’ ismini fısıldıyor.
Deniz der demez aklıma deniz gözlü kadın geliyor. Adamın sol gözünden kalbine doğru akan bir yaş süzülüyor ve
şunları söylüyor:
‘Deniz gözlümün ömrü bir göl kadar etmedi okyanus ömürlü oğlumun adı DENİZ olsun. İyi ki doğdun oğlum!’
Emre Yaman
Bir Kitap-Bir Hayat
Sabah saat 5 civarı,bence gün içindeki en harika zaman.Kuş
cıvıltıları,sakin sokaklar ve güneşin ilk beni ısıtması…Hayatım
boyunca hep yalnızlığı sevdim,bazen bu sevda benim başıma işler açtı
fakat eminim ki onu sevmeseydim daha büyük felaketler
yaşayacaktım.Kuşlar öterken,ben yavaş yavaş mutfağa geçtim.Çok
susamıştım.Gece rüyam da bir şeylerle cebelleşiyordum ama
hatırlamıyorum.Her neyse!Mutfağa geçerken galiba biraz ses
çıkarmışım.Annem her uykulu insan gibi,gözleri baygın,saçları
dağınık bir şekilde bana bakıyordu.
-Oğlum noldu?Bu saate niye mutfaktasın?
-Görmüyor musun? Su içiyorum anne!
-Hayırdır, neyin susuzluğu bu?Bakıyım amma da terlemişsin.
Mecburen anneme gece benim de tam net hatırlayamadığım rüyamı
anlattım.Annem hemen teşhisi koydu.DEPRESYON. Hanım efendi
sanki doktor!Neymiş efendim, bu saatlerde kalkmamın da, gece kabus
görmemin de bütün sebebi psikolojik bunalımmış(!) Daha neler!Zaten
modern dünyada her ne sorun varsa,herkes depresyona bağlayıp
duruyor,neymiş efendim,çağın hastalığıymış.Kusura bakmayın.Bu
hastalığı kanal kanal gezip milletin beynine sokan
sizsiniz.Anneme,biraz yatmak istiyorum diyip odama
geçtim.Gerçekten de uyudum.Saat 10 gibi tekrar
kalktım.Elimi,yüzümü soğuk su ile yıkayıp,salona geçtim.Salonda
sadece kardeşim Erkan vardı.Erkan,biraz kilolu,saçları kıvırcık,gözleri
kahverengi,12 yaşındaki bir çocuğun ortalama boyu ne ise o
boyda,hafif şımarık,sempatik,tatlı bir çocuktur.Bazen onla kardeş
olduğuma inanamıyorum.Galiba onunla tek ortak noktamız,anne ve
babalarımızın aynı olması.Sade bir tebessümle Günaydın diyerek
salona geçtim.Kardeşim her zamanki gibi spor kanallarından birini
açmış,maç özetlerini izliyordu.Birden,her zaman tanıdığım o vurgu ile
Günaydın dedi babam.Babam,Ahmet Yılmaz.Uzun boylu,o yaşlarda
ki bir Türk erkeğine göre oldukça fit bir adam.Gözleri yeşil.Kendisi
Asker.İşini bence her şeyden çok seviyor.Hayatım boyunca bir gün
bile onun işe gitmediğini görmedim.Babamın Günaydınına bende
,saygılı bir şekilde Günaydın dedim.Ahmet Yılmaz,mesleği gereği
olacak ki ağır adımlarla baş köşesine yürüdü ve oturdu.Biraz
sustu.Salonda ki tek ses A takımın forvet oyuncusun golünü anlatan
spikerin sesiydi.Babam B takımlı olduğu için hışımla televizyonu
kapattı ve bana döndü.O kalın sesiyle başladı konuşmaya…
-Oğlum,annen bu gün bana bir şeyler anlatı.
-Ne anlattı?
-Bu gece yaşadıklarınla ilgili…
-Eee, ne var bunda?
-Oğlum bir düşün.Gece kalkmaları,kabuslar…
-Altı üstü bir susadım ve kalktım.Amma abarttınız.
-Seni psikoloji uzmanına götüreceğiz.
-Allah aşkına!Abartmayın.
Babam itirazımdan sonra biraz sustu.Ve sonra insanı derinden
etkileyebilecek o kalın sesiyle:
-Oğlum,kaç yaşındasın?
-17
-Bizden başka konuştuğun biri var mı bu dünyada?
-Yok!
-Okulda kimseyle konuşmuyormuşsun,hocalarla da öyle.Genç
adamsın.Bir kere seni arkadaşlarınla beraber gezerken
görmedim.Kusuru bakma.Seni psikologa götüreceğim.
Babamın dedikleri karşısında sadece kafa salladım.Ailecek kahvaltı
yaptıktan sonra babam saate bakarak:
-Erdem,hadi geç kalıyoruz,hemen hazırlan.
-Nereye gidiyoruz ki?
-Psikologa!
Vay be!Benim bildiğim bu işler için birkaç gün önceden randevu
alınması lazım.Babamlar hemen halletmiş.5 dakika da hemen
giyindim.Ayakkabılarımı giyinirken,annem durdurdu. “Bir kerede şu
saçına özen göster!” diye sitemde bulunarak saçlarımı düzeltti ve
yanığımdan öperek bizi uğurladı.Yol boyunca babam ile hiç
konuşmadık.Yeni bir binanın önüne arabayı park etti babam.Binanın
içine girip iki kat çıktık.5 numaralı daireye girdik.Uzun ve beyaz
saçlı,hafif göbekli adam karşıladı bizi.Kendisi psikolog Okan
beymiş.Kendisiyle selamlaştıktan sonra Okan beyin odasına
geçtik.Ama babam bekleme odasında oturdu.Okan bey kapıyı
kapattıktan sonra başladı konuşmaya…
-Evet Erdem,nasılsın?
-İyiyim,sağ olun siz?
-Bende iyiyim.Baban biraz senden bahsetti.İnsanlarla iletişim
kurmakta biraz zorluk çekiyormuşsun galiba.Oysa hiç öyle
durmuyorsun.Gayet konuşkan birisine benziyorsun.
Hadi ordan!Okan Bey,psikolog havalarında güya beni açmaya
çalışıyor!Sadece gülümsedim.
-Peki,eğer gerçekten iletişim kurmakta zorlanıyorsan,bunun nedeni
ne?
-Bilmiyorum.
-Keşke biraz bana yardımcı olsan.Neyse,kitap okumayı sever misin?
-Eh işte.
-Nasıl yani?
-Kitapçılarda gezinirim,ilgimi çeken bir kitap olursa hemen alırım
fakat okumam.
-Anladım,peki hiç okumayı denedin mi?
-Hayır.Oyun oynamayı tercih ederim.Birde bizi çok sosyal yapan(!)
sosyal paylaşım sitelerinde gezinmeyi severim.
-Anladım,ben izin ver şimdi baban ile görüşeyim.
-Peki.
Odadan çıkarken babamla göz göze geldik ve babam gülümseyerek
çıktığım odaya girdi.15 dakika sonra ikisi beraber odadan
çıktılar.Okan Bey gülümseyerek:
-Erdem,kitaplara ilgin varmış madem ,seni bir kitap okuma grubuna
gönderiyorum.Gayet nezih bir ortam inan bana.İnsanlar kitap okuyor
ve sonra kitap hakkında ki yorumları paylaşıyorlar birbirleriyle.
Mecburen kabul ettim.Eve geldik.Akşam yemeğimi yedim ve hemen
yattım.Sabah kalktığımda babam saat 10 da okuma grubunda
olacağımızı söyledi.Akrep dokuzu,yelkovan 6 yı gösterdiği vakit
evden çıktık.25 dakikaya okuma grubunun toplandığı eve
vardık.Babam arabadan inmeden,bundan sonrasını sen halledeceksin
dedi ve yoluna devam etti.Aslında ben çok uzaklaşmadığına eminim.
İçeri girene kadar beni görebileceği bir yere geçmiştir.Zili
çaldım.Kapıyı benden 3 yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim
esmer,uzun boylu bir adam açtı.Biraz utangaç bir şekilde:
-Ben okuma grubu için geldim.Adım Erdem.
-Oo!Erdem, senden bahsetmişti Okan abi.Ben de Kaan.Buyur içeri
geç.
İçeri geçtim.Kaan beni herkesle teker teker
tanıştırdı.Elif,Necati,Emin,Selin,Merve ve bir de Kasım.İçlerinden en
çok dikkatimi çeken Selin oldu.Doğaldı.Güzel bir gülümsemesi
vardı.Kaan beni bir köşeye oturttu ve benim dışında herkes bir şeyler
konuşmaya başladı.Galiba geçen hafta okudukları kitap hakkındaki
görüşlerini paylaşıyorlardı.En sonunda bu hafta okuyacağımız kitabı
kararlaştırmaya başladılar.Dünya Klasiklerinden
olacakmış.Dostoyevski “Öteki” kitabını okuyacakmışız.Ben de kabul
ettim.Çıkışta babamla birlikte kitapçıya gidip,kitabı aldık.Okumak ilk
başta sıkıcı olsa da sonradan zevkli olmaya başlamıştı.Kitabı okuyarak
saatler geçti,saatler geçtikçe,günler.günler geçtikçe,haftalar
geçti.Yaklaşık 4 hafta olmuştu,gruptakilerle aram kötü sayılmazdı
ama iyi de değildi.En çok Kaan ile konuşuyordum ve en fazla Selini
dinliyordum.Onun düşüncüleri öğrenmek beni mutlu ediyordu.Bir de
düşüncelerimiz aynı olursa,o zaman keyfime diyecek bir şey yoktu.Bu
arada kabuslarda geçmişti sanki.Ailem de benim gibi
mutluydu.Aslında gruptaki insanlar ile birlikte olmak beni mutlu eden
şey değildi.(Selin ve Kaan dahil değil)Beni asıl mutlu eden kitaplar ile
tanıdığım insanlar,onların hayatları…Her kitapta yeni birisini
tanıyor,yeni bir hayat yaşıyordum.Ben size bunları niye anlatıyorum
ki?Aa!Doğru,belki de sizde benim yaşadığım şeyleri
yaşarsınız.Unutmayın!Sorunlar lugatına eklenen her fasikül,edebiyatla
çözülebilir…
Turguthan Gökçe
Hayal kırıklığıdır en acı olan
Bazı şeyleri var gücünle istersin bazen olmasını dileyerek umarak küçük bir umutla koşarsın
peşinden delilercesine sahiplenmek ait olmak istersin kimi zaman ise olmayacağını bildiğin
halde hayal etmekten çekinmezsin.Döner kendine sorarsın bu ısrar neden ?ama onu her
gördüğünde istediğin, umduğun şeyin ne kadar değerli ve olağanüstü olduğunu her
gördüğünde devam edersin,yalpalayarak olsa peşinden gidersin o hızla uzaklaşırken. Acılar
senindir mutlulukta öyle her ikisinide göze almışsındır bu yola çıkarken, imkansız olduğunu
düşündüğün zaman kendine kızarsın. Ne de olsa meşhur bir söz vardır :”İmkansız diye bir şey
yoktur “ .Kendine bunu sayıklar durursun bu söz seni ayakta tutan şeydir. Bir söz bir insanı
nasıl ayakta tutar?sorusunun canlı cevabısındır sen. Bir yarıştasındır malumdur ki güzel şeyler
için her zaman rekabet olur bunuda göze almışsındır. Neleri göze aldığını gördüğünde biraz
daha cesaretlenirsin .Geceleri kafanı yastığa koyduğunda da cesaretin yanı başındadır. Peki ya
umutsuzluk… imkansızı umarsında umutsuzluk yanında olmaz mı ?aslında o da senin
yoldaşındır en az cesaret kadar o da hak eder seninle olmayı her hayal dünyasına daldığında.
Umutsuzluk bazen kemirir durur içini.Aslında bazen dostundur ama farkında olamazsın
sevgi bununda önüne geçer .İstediğin şey sana göre o kadar mükemmeldir ki asla kötü bir
duyguya yer yoktur bu hikayede,umutsuzluk gibi .Var olan en kötü duygu zannedersin
sevginin önüne geçen seni hayallerinden uzaklaştıran yegane kötülük.
Sen tüm bunları yaşarken içinde o farkında mıdır peki senin onun için nasıl yanıp
tutuştuğunun kapanırken kahverenginin üzerine perdeler onun suretiyle son bulduğunun tüm
gecelerin.Göz göze geldiğinde tüm kainatın ondan ibaret olduğunu zannedişinin farkında
mıdır.?İşte acı olan dost farkında olmaması değil farkında olduğu
haldeumrundaolmayışıdır,işte acı olan budur.
Peki umut, evet o da yabana atılmayacak kadar güçlübir duygudur hatta tüm duyguların en
üstünüdür ve senin içinde büyük önem arz eder.Zira o olmazsa sen en başta pes edersin .
İmkansızı sana mümkün gösterir .Olmaz dediklerin bir anda oluverir onun
sayesinde,gerçekleşmesedehayellerin düşman kesilmezsin ona .Yeniden sımsıkı sarılırsın her
düşüşte biraz daha sıkı ,her hayal kırıklığının sonrasında daha güçlü ve daha içten.
Çabalamaya başlamışsındır artık ,en içten duygularınla beraber hiçbir kötülük olamadan
yüreğinde sessizce çabalarsın .Bir kaç göz göze gelme hafif bir tebessümü aklını başından
almaya yeterlidir.Bu kadar güçsüz olmak kötü bir şey diye düşünürken ,bir gülümsemeyle o
da silinir aklından.Olucak ,hayallerim gerçekleşicek derken ,bu defa güzellikler beni bulucak
dersin kendine .Kim bilir belkide haklısındır ? belkide tüm o mutluluklar sana doğru
koşuyordur.
Sonra bir bakarsın ki düşündüğün her güzel duygu sadece bir yanılsamadan ibaret, anlarsın ki
şimdi değil ,yine yeni yeniden düşüş yaşarsın düşüşünde sevgin gibi saf ve temizdir .Zararın
olmaz kimseye kendi içinde kavrulursun yaralarını yine kendin saracaksındır .
Başkası için parlıyor gözleri,o dünyanın bütün varlıklarından güzel olan tebessümü sana değil
onun olan hiçbir güzlellik sana ait değil .Geceleri gözleri kapanırken, sabahları uyandığında
aklına gelen sen değilsin .Sen onun için ölürken o başkasına yaşar.
Artık halim kalmadı umut etmeye düş kırıklığına uğramaya gücüm yetmez bundan sonra
diye düşünürken yeniden istemiş bunu başarmış ama bir kez daha darbe almışsındır .Bir kez
daha TKO bir kez daha yıkılış.
Ve hayal kırıklığıdır en acı olan .Her şeyden sonra payına kalan yine hayal kırıklığıdır .Ölü
aşk diyarlarına düşmüşsündür yeniden .Kalmış mıdır kurtulmaya gücün ? yeni bir aydınlığa
çıkış için son bir çırpınış,kim bilir belki de hiç istemezsin aydınlığı, karanlıktır dostun olan.
Ve dostunun yanına giderken son birkaç cümle karalarsın yeni hayal kırıklığın için:
Ölümüm elinden olsun ;gözlerinin içine bakarken ,buz kadar soğuk ellerim şefkatinin
sıcaklığıyla birleşince, gözlerimden akan iki damla yaşı silerken, kanayan yaraya tuz basar
misali ”üzgünüm ama kalbim hiçbir zaman sana ait olmadı “ sözü çınlarken kulaklarımda.
Aldırmamyaralarıma ,gül yüzünün her bir çizgisini yanımda götürürüm ben …
Hüseyin Korkmaz
Ayın Yayın Evi :Yitik Ülke
Malumunuz,genç yazarlar için kitap bastırmak zor olay.Yayın evlerine
gönderilen emeklerin karşılığında bir red cevabı bile başarı…Fakat
Yitik Ülke diğer yayın evlerinden biraz farklı.Gençlere her zaman
kucak açıyor,bu ülke de sizinde yeriniz var diyor. Yitik Ülke 1997
yılında Kadıköy sokaklarında kurulmuş .Kurucusu Kadir
Aydemir.1997 yılından beri çok mesafe kat ettiklerini 124. Kitaplarını
çıkarmış olmaları kanıtlıyor.Bu arada sadece kitaplarınızı
hazırladıktan sonra çaldığınız bir kapı değil Yitik Ülke.Kitapları da
birbirinden güzel.Sürekli yeni kitap projeleri oluşturuyorlar.Ayrıca
emin olabilirsiniz ki Yitik Ülke size karşı çok samimi
olacaktır.Şiddetle sosyal medya hesaplarını takip etmenizi
öneriyorum.Bazen sosyal medyada şiir geceleri düzenliyor web
editörleri.Onun tadına bir varsanız zaten daha bırakamazsınız. Eğer
elinizde bir proje varsa mutlaka Yitik Ülkeye gidin.Merak
etmeyin,pasaportunuzu da ,vizenizi de yazdıklarınızı ile rahatlıkla
alabilirsiniz.Yitik Ülke’nin bir sloganı var: “Siz yeter ki bir şeyler
karalamaya başlayın,biz burada bekliyoruz.”
Turguthan Gökçe
TRANSFORMES 4:KAYIP ÇAĞ
ÖZET
Autobot ve Decepticon'lar arasında yaşanan son savaşın
ardından dört yıl geçer. Savaşta Chicago şehri yerle bir
edilmiş ve binlerce insan öldürülmüş olsa da dünya ve
insanlık büyük bir tehditten kurtulmuş olur. İnsanlık
yaralarını sarmaya çalışırken Amerikan hükümeti de
Autobotlar ile arasındaki ilişkiye iyice koparmış, hatta
hayatta kalanları yok etmeleri için CIA'de özel bir birim
dahi kurulmuştur. Teksas'ta kendi halinde bir tamirci
olan Cade Yeager, eline geçen hasarlı bir kamyoneti,
parçalarını satma umuduyla kabul eder. Ne var ki bu
kamyonetin yaralı bir Optimus Prime'dan başkası
olmadığını anlaması uzun sürmez. Optimus Prime'dan
aldıkları sinyallerle yola çıkan CIA ajanlarıyla başının
derde girmesi de çok yakındır. Cade Yeager bir şekilde
Optimus Prime'ı Chicago'ya ulaştırmak ve diğer
Autobotlar ile iletişime geçmesini sağlamak zorundadır.
Zira dünyayı tehdit eden güçlü bir düşman yola çıkmak
üzeredir. Optimus Prime ve Autobotlar, Cade Yeager
başta olmak üzere kendilerine destek olan insan
topluluğunun yardımıyla başlarına gelen en korkutucu
düşmanla yüzleşmek zorundadır...
Ehren Kruger'ın senaryosunu kaleme aldığı,
yönetmenliğini ise bir kez daha Michael Bay'in üstlendiği
filmin başrollerinde Mark Wahlberg, Nicola Peltz ve Jack
Reynor yer alıyor.
Seyircilerin merakla beklediği TRANSFORMES 4 çıkalı 2
hafta oldu.Ve 2 haftada Türkiye’de 402.563 sinema
sever izledi.
ÖZ GÖRÜŞ
Bir sinema sever olarak Transformes 4’ü izledim fakat beklediğim
karşılığı alamadım.Oyuncuların değişikliği olumsuz yanıt aldı.Filmin
IMDb puanı 6.4.Bu puan iç açıcı bir puan değil.Filmi sıkan 2 saat 45
dakikalık bir film olmasıydı.Transformes 4’ün devam filmi
(Transformes 5) bazı Transformes hayranlarına göre 2017’de çıkacağı
söyleniyor.Şu ana kadar resmi bir söylenti yok.Bekleyip göreceğiz.
Furkan Gökçe(@gkce5860)

Benzer belgeler