Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri / Prof. Dr. Duygun Yarsuvat

Transkript

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri / Prof. Dr. Duygun Yarsuvat
Olağanüstü Yargılamaların OlağanlaĢmıĢ Hali
ÖZEL YETKĠLĠ AĞIR CEZA MAHKEMLERĠ
Neden Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri
Toplumda karıĢıklığın ortaya çıktığı ve siyasi iktidarın gücünü toplum üzerinde
hissettirdiği dönemlerde, olağandıĢı mahkemelerin kurulduğunu ve faaliyet
gösterdiğini biliyoruz. Türk Hukuk tarihine baktığımızda, Ġstiklal Mahkemeleri,
Sıkı Yönetim Mahkemeleri, Yassıada Mahkemeleri, Olağanüstü Hal
Mahkemleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulup, faaliyetlerini
sürdürmüĢlerdir.
En son olarak bilindiği gibi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin Avrupa
Birliği’ne katılma heyecanı içinde 2004 yılında önce Anayasa’dan kökünü bulan
143’üncü madde kaldırılmıĢ, daha sonra da Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin
yerine CMUK’da değiĢiklik yapılarak özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri Türk
Hukuk sistemine sokulmuĢtur.
SaymıĢ olduğumuz bütün bu mahkemelerin olağanüstü mahkemeler olduğu
konusunda kuĢku yoktur. Dikkat edilecek olursa, yukarıda saydığım çeĢitli
olağanüstü mahkemelerin kurulmasından önce, Türk toplumunda korku
yaratacak olayların ortaya çıktığını, terörist faaliyetlerin çoğaldığını, toplum
içinde kamu güvenliğinin kaybolduğu kuĢkusunun yaratılması tespit edilebilir.
Kamu güvenliğinin kalmadığı, korku toplumunun yer aldığı günlerde medyanın
bu korku ve güvenlik eksikliği üzerindeki etkisini de unutmamak gerekir. Zira
medya, kamuoyu üzerinde yapmıĢ olduğu yayınlar ile etkili olmakta, bu tür
olağanüstü mahkemelerin kurulmasına da yol hazırlamaktadır.
Özellikle son 20 yılda terörist hareketlerin ortaya çıkması toplum üzerinde bir
panik yaratmıĢtır. Terörist eylemlerin cezalandırılması için özel kanunlar
çıkartılmıĢ ve özel mahkemeler kurularak bu eylemlerin cezalandırılması yoluna
gidilmiĢtir. Kamuoyu da bu yeni istisnai hukuki durumu kabul edegelmiĢtir.
Tabiidir ki, olağanüstü ceza mahkemelerinin kurulması, olağanüstü ceza
tedbirlerine baĢvurulması, popülist bir hareket olarak kabul edilmelidir.
Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde New York’da meydana gelen olaylar ve bu
olayların rehaveti Devletin yöneticilerini harekete geçirmiĢ, meydana gelen bu
sebep bir koz olarak kullanılarak ağır tedbirler almıĢlardır. KiĢilerin hak ve
hürriyetlerinin kısıtlanmasının önemli olmadığı sonucuna varmıĢlardır.
1
Kamu güvenliğinin kalmadığı, toplumun panik ve korku içine düĢtüğü hallerde,
siyasi iktidarlar ceza hukuku normlarına müracaat etmiĢler ve panik atak
kanunlarla bu eylemleri bastırmaya çalıĢmıĢlardır. Tabii ki bunun sonucu olarak
da cezaların ağırlaĢtırıldığını, olağanüstü mahkemeler kurulduğunu görmekteyiz.
Ülkemizde her darbeden sonra kamuoyunu tatmin etmek saikinden hareket ile
bu tür mahkemelerin kurulmuĢ olduğunu söylemek fazla iddialı bir söz olmaz.
Ġktidara demokratik usullerle gelmiĢ olunsa dahi, siyasi iktidarlar yerlerini
güçlendirmek için ceza hukuku aracına sıklıkla baĢvurmaktadırlar.
Özellikle yasamayı yerinde tutan iktidar, kendine disiplinli bir polis ve sadık bir
yargı kurarak, yaptığı kanun değiĢiklikleri ile yeni bir safhaya girilmiĢtir.
Bunun sonucu olarak da, yargının cezalandıracağı kiĢilere karĢı yeni
cezaevlerinin yapımı da gündeme gelmiĢtir. Bu gibi eylemler, ceza hukukunun
içinde değiĢiklikler yapılması önerilerini de beraberinde getirmiĢtir. Ġlk defa
olarak hukuken kabul edilemeyecek bir kavram olan düĢman ceza hukuku
kavramı ortaya atılmıĢ ve bununla ilgili prensipler belirtilmiĢtir.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin Kuruluşu; İnsan Hakları
Gerçeğinin Gözardı Edilmesi
DüĢman ceza hukukunun kalkıĢ noktası, Amerikan hukuk sisteminde
bulunmaktadır. 2001 olayları, Irak savaĢı, Afgan savaĢı, El-kaide, Amerikan
halkına bir düĢmanın varlığını zannettirmiĢ ve buna karĢı da terör suçlularının
insan olmadığı ve ne yolla olursa olsun mutlaka cezalandırılmaları gerektiği
düĢüncesi ile adeta ortaçağ hukukuna dönülmüĢ, Engizisyon Mahkemelerinin
benzeri olan mahkemeler hukuk dünyasında yerlerini almıĢtır. Böylece istisnai
bir ceza hukukunun bu suçla savaĢta alet olarak kullanılmaya baĢladığını da
söyleyebiliriz. Bu düĢünceyle yapılmıĢ olan kanunlar ve bu kanunlara
dayanılarak yapılan yargılamalar adil yargılanma hakkını ortadan kaldırmıĢ,
demokratik ülkelerde geçerli olan geleneksel yargılanma prensiplerini elinin
tersiyle itmiĢtir. Halbuki, geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısının sonuna kadar
insan hakları, insana saygı ön plana çıkmıĢ ve bu hakların korunması için sistem
oluĢturulmuĢtur.
Bugün için insana saygı, insan hakları gibi kavramlar ikinci plana atılmayı
öngören bir yol yapılmaktadır. Dikkat edilirse, Türk Hukuk sisteminde son
yapılan ceza kanunlarında, polise geniĢ yetkiler verilmiĢ, sorgulama yöntemleri
konusunda büyük bir takdir hakkı sağlanmıĢ, savcıların yetkileri geniĢletilerek
2
hakimlerle eĢit hale getirilmiĢtir. 2007 yılında Polis Vazife ve Selahiyet
Kanunu’nda değiĢiklik yapılması kabul edilmiĢ, polisin yetkileri geniĢletilmiĢtir.
Polise proaktif tedbirleri uygulama imkanı tanınmıĢ, cumhuriyet savcıları da
proaktif tedbirlere ve bu yolda elde edilen delillere dayanarak kamu davası
açabilmiĢlerdir.
2005 yılında yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu’nda savcıların
yetkilerini oldukça geliĢtirmiĢtir. (Söz gelimi 1412 sayılı Kanunda arama kararı
verilmesi yetkisi sadece hakime ait iken, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
Cumhuriyet Savcısının arama emri vermesi ve ancak bunu derhal hakime
sunması gerekirken, Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bu yetki savcıya
tanınmıĢtır ve vermiĢ olduğu emri hakime sunma gibi bir sorumlulukta
getirilmemiĢtir).
Yine, gözaltına alma süresi 96 + 16 saate kadar uzatılmıĢtır. Bu sürenin 168
saate kadar da uzatılması mümkündür. Özel hayatın gizliliği ihlal edilmiĢ, liste
halinde yazılan suçların iĢlenmesi halinde gözaltına alma süresinin
uzatılabileceği, tutuklama tedbirine gerekçe gösterilmeden baĢvurulabileceği,
avukatıyla sanığın görüĢmesinin ise gözaltına alındığı ilk 24 saat içinde
gerçekleĢemeyeceği gibi temel ilkelerin ihlal edilebildiği görülmektedir.
KovuĢturma evresinde ise 10 yıla varan tutukluluk süresi öngörülmektedir (Bize
göre bu süre en fazla 5 yıldır). Bu süre “makul süre” olarak kabul edilebilir mi?
Zannetmiyorum.
Bu Mahkemelerde, cezalandırmanın esas olduğu, kiĢisel hakların göz önüne
alınmadığı, mahkumların yeniden topluma kazandırılması fikrinin söz konusu
olmadığı ve yargılamanın sanığa karĢı ilan edilmiĢ bir harp olarak algılandığı
mahkemelerdir. Söz konusu mahkemelerde yapılan yargılamada, iki hal önem
kazanmaktadır. Yakalama ve tutuklama. Bu mahkemelerde yerleĢik usul,
içtihat ve normların, masumiyet karinesi, silahların eĢitliği ilkesinin tek yanlı
olarak ortadan kaldırılmasıdır. Genellikle soruĢturma evresi gizlilik kararı
alınmasıyla, savunma hakkının kısıtlanmasıyla baĢlamaktadır. Dosya içinde
bulunması gereken fail lehinde olan deliller dosyaya konulmayarak, garip bir
usulle adli emanete alınarak hıfzedilmektedir.
Gizlilik kararları verilmek suretiyle, neden, niçin ve hangi gerekçe ile tutuklama
kararı verildiği bilinmeden, savunmanın tutuklama kararına itirazı yapılması
istenmektedir. Gerçekte bu “sen ne itiraz edersen et, biz dediğimizi yapacağız”
3
düĢüncesinin bir sonucudur.
düĢünülmemektedir.
Özetle bu mahkemelerde savunma hakkı
Söz konusu mahkemelerin kuruluĢ kanunlarına baktığımızda, dıĢ görünüĢ bu
mahkemelerin aynı adli yargı bölgesinde kurulmuĢ bulunan diğer Ağır Ceza
Mahkemeleri’nden bir farkları yoktur. Yalnız daha önce kurulmuĢ
mahkemelerin numara sırasını takip ile devam etmektedir. Bunu bir Ģark
kurnazlığı olarak nitelendirebiliriz. Gerçekte olağanüstü bu mahkemeler,
gücünü ve toplum üzerinde yarattığı korkuyu vurgulamak üzere, diğer
mahkemeleri dıĢında ayrı yerlerde kurulmuĢ ve faaliyet göstermiĢtir. Söz
gelimi, Ġstanbul’daki Özel Ağır Ceza Mahkemeleri’nin bulunduğu binaya
BeĢiktaĢ’daki Ġstanbul Adliyesi denmektedir. Ġstanbul Adliyesi dendiği vakit
burada Sulh Ceza, Asliye Ceza ve diğer hukuk mahkemelerinin de faaliyet
gösterdiği mahallerin olması icap eder. Bu yapılaĢma, Özel Yetkili Ağır Ceza
Mahkemeleri’nin diğer Ağır Ceza Mahkemelerinden çok farklı olduğunu da
ortaya koymaktadır. Bugün ikinci bir slogan daha ortaya çıkmıĢtır. “Silivri
Mahkemeleri”. Silivri Mahkemesi, Silivri Cezaevi’nin ilk önce içinde, sonra da
kampüsünde kurulmuĢ mahkemeler olarak faaliyet göstermektedir. Silivri
Cezaevi bu mahkemeler ile özdeĢleĢtirilmiĢtir.
Örneklerini yabancı
mahkumların kaldıkları ve burada kurulan mahkemelerde yargılandıkları
Guantanamo Cezaevi’ni gösterebiliriz.
Ġngiltere’de Belmarsh Cezaevi de
tutukluların duruĢmaya tabi olmadan uzun süre gizli olarak tutuldukları
cezaevlerine örnek teĢkil eder. Türk kamuoyunda Özel Yetkili Ağır Ceza
Mahkemeleriyle özdeĢleĢmiĢ Silivri Cezaevi de aĢağı yukarı bu niteliktedir.
Tutuklanan kiĢiler uzun süre binlerce sayfalık iddianame yazılmasını
beklemekte, bu süre 2-2,5 seneye kadar değiĢmekte ve sonuçta iddianame çıktığı
zaman yargılanan kiĢilere hangi suçların isnat edildiği, yargılananların hangi
eylemlerinden dolayı yargılandıkları anlaĢılamamaktadır. Gerçekte bu durum,
toplumun bir bölümünde bu mahkemelere karĢı duyulan güvenin, adaletin
iĢleyiĢine karĢı duyulan sempatinin azalmasına yol açmaktadır. Böylece toplum
içinde bizler ve onlar ayırımı ortaya çıkmaktadır.
Bir takım kiĢilere göre, Ġnsan hakları, tabii hakim, savunma hakkı, özel hayatın
gizliliği, ifade özgürlüğü, iĢkenceye, kötü muameleye maruz kalmamak, kiĢi
özgürlüğü, adil yargılanma hakkı gibi kavramlar batıl hukuka aittir. Yine bu
kiĢilere göre, özel yetkili ağır ceza mahkemelerine uygulanan ve burada
yargılanan kiĢilerin baĢtan suçlu olduğunu ve cezalandırılmaları gerektiği görüĢü
ise hakkın hukukudur.
4
Bu söz konusu özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin düzenlediği CMK 250251’inci maddeleri arasında yer alan usul kuralları, keyfi davranıĢlara yol açtığı
da bilinmelidir.
Bu mahkemelerde dijital verilerin delil olmayacağı
tartıĢılmadan kabul edilmekte, çakma deliller dijital veri üzerinden kolaylıkla
dosyaya sızdırılabilmektedir.
Kamuoyunda bilinen, medyada yer alan
haberlerden öğrenildiği üzere, bir kiĢinin telefonuna dıĢarıdan elektronik yoldan
girilmek suretiyle, içindeki rehberin değiĢtirildiği ve istenilen Ģekilde rehberin
düzenlenerek o kiĢinin suçlanabildiği öğrenilmiĢtir. Keza, bilgisayarlara hacker
vasıtasıyla girildiği, içine kendileri tarafından düzenlenen yazılar sokmak
suretiyle suçlamalar yapıldığı yine medyaya intikal eden olaylardır. Bütün bu
olaylar “sehven” yapıldığı gerekçesiyle geçiĢtirilmektedir.
Siyasi iktidarlar kendine sadık hakimlerin bu mahkemelerde görev görmesini
tercih etmek istemektedirler. Yürütmeye bağladığı mesleki kurullar vasıtasıyla
istediği hakimi almak, istediği hakimi görevlendirmek konusunda serbest
hissederler. DuruĢma gününden bir gün öncesi mahkemenin baĢkanı hakimleri
rahatlıkla değiĢtirilmekte ve yetkililer tarafından bunun olağan bir uygulama
olduğu ileri sürülebilmektedir. Böylece “tabii hakim” prensibinin ihlal edildiği
tartıĢmasızdır.
Bazı yazarlar, tabii mahkemeden söz ederler. Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi
de suç iĢlemeden önce kanunla kurulmuĢ mahkemeleri olağan mahkeme olarak
kabul etmektedir. Ancak hepimiz biliyoruz ki, kararı veren mahkeme değil
hakimdir. AnlaĢılması gereken, kiĢiye ait bir sıfat olan tabii hakim sıfatıdır.
Olağan mahkemenin hakimi de olağan hakimdir ifadesi yanlıĢtır. Nitekim,
yargılama süresinde mahkeme hakiminin değiĢtirilmesini Avrupa Ġnsan Hakları
Mahkemesi adil yargılanma hakkının ihlali olarak öngörmüĢtür (Moiseyev v.
Russia, 62936/00, 9 October 2008).
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde Yargılama
Meslektaşları Arasında Başkalaşma Yaratılması
Aktörlerinin
Bu mahkemelerin kurulması Adalet Bakanlığı’nın yapmıĢ olduğu teklif üzerine
Adalet Bakanı’nın baĢkanlığını yaptığı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca
karar verileceği 250’inci maddenin 2’inci fıkrasında yer almıĢtır. ĠĢbu
mahkemelerin yetki alanları diğer mahkemelerin yetki alanlarından daha
geniĢtir. Söz gelimi, Ġstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, görevi içine
giren suçların Ġstanbul dıĢında muhtelif Ģehirlerde iĢlenmesi halinde, yetkili
olarak görevlendirmiĢlerdir.
5
Doğal olarak ortaya Ġstanbul BaĢsavcısı veya Ġstanbul 1 No’lu Ağır Ceza
Mahkemesi Hakiminin mi, yoksa Ġstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza
Mahkemelerinin Savcısı veya hakiminin mi üstün yetkileri olup olmadığı
tartıĢması çıkmaktadır. Özel Yetkili Mahkemelerin savcıları özel koruma
altında, altlarında zırhlı otomobillerle dolaĢmaktadırlar. Buna karĢılık Ġstanbul
BaĢsavcısı’nın arabası dahi Renault marka bir vasıtadır.
Söz konusu mahkemelerin baĢkan ve üyeleri adli yargı, adalet komisyonunca bu
mahkemelerden baĢka mahkemelerde veya iĢlerde görevlendirilemez hükmü de
250’inci maddenin içine alınmıĢtır. Bütün bunlar, Türkile’deki mevcut
uygulamayı da etkilemiĢtir.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’ne tayin edilmiĢ bir savcının Ġl Savcı
Vekili olarak atanması ilgililerce tenzili rütbe olarak öngörülmüĢ ve günlerce bu
konu üzerinde spekülasyon yapılmıĢtır.
Çok yakın bir dönemde gazetelere düĢen bir Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu
kararına göre, evvelce yine aynı kurulca özel yetkisi elinden alınmıĢ bulunan bir
savcının, özel yetkisinin iade edildiğini ihtiva eden haber, bu konudaki
uygulamayı ve özellikle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde görev yapmaya
ne kadar önem verildiğini ortaya koymaktadır.
Bu haberde yer alan bir baĢka savcı, yine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
kararıyla meslekten ihraç edilmiĢ olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Rektörü’ne karĢı tarihi eser kaçakçılığı, ihale edimine fesat karıĢtırmak ve
Üniversite’de çete kurmakla suçlayan Ġddianameyi hazırlayıp dava açan Özel
Yetkili Ağır Ceza Savcısı’nın göreve iade edildiği haberi de kamuoyunun
bilgisine sunulmuĢtur. Bu olayları, çok yakın bir devrede yaĢanan, siyasi
iktidarın bu savcıların arkasında olduğunu gösteren vakıalar olarak kabul etmek
gerekir.
Siyasi iktidarın etkisi altında kalan, siyasi iktidarın arzusuna göre çizilen Hakim
ve Savcılar Yüksek Kurulu kolaylıkla hakim ve savcılar arasında değiĢtirme
yapabilmektedir. Bu olay, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakim ve
savcıları siyasi iktidar tarafından özel koruma altına alındığının da bir
göstergesidir.
Türkiye’de mevcut uygulamaya baktığımızda, yargılama faaliyetine katılanlar
içinde söz konusu mahkemelerin hakim ve savcılarının diğerlerine nazaran
kendilerinin daha üstün ya da yetkili oldukları düĢüncesini taĢımalarına sebep
6
olmaktadır. Bu düĢünce, yargılama aktörlerinde bir keyfiliğe sebep olmaktadır.
Söz konusu mahkemelerde yargılama Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki
yargılamalara, Türk Hukuk sisteminde yerleĢmiĢ bulunan içtihat haline gelmiĢ
usul kurallarına aykırı olarak devam edebilmektedir. Söz gelimi, diyaletlik
metodun sonucu olarak tez, antitez ve sentez uygulanmamakta, sadece tezin
varlığı yeterli kılınmakta, karara varılmaktadır. Savunma hakkı sadece
yargılamayı uzatan bir faktör olarak göz önüne alınmakta ve bu düĢünceye göre
de uygulama Ģekillenmektedir.
Polisin Soruşturmayı,
Yönlendirmesi
Bunun
Sonucu
Olarak
da
Kovuşturmayı
Polis, kendisine yapılan isimsiz elektronik posta içindeki ihbarları
değerlendirerek, insanların birbirleriyle konuĢmalarını dinleyerek soruĢturmaya
geçebilmektedir. Ya da hangi tarafta olduğu belli kiĢilerin bavullarla taĢıyarak
getirdiği belgelere inanarak, soruĢturma baĢlatabilmektedir. Daha sonra, Özel
Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin Kanun tarafından tanınan birçok istisnai
hükümden yararlanmak amacıyla polis, her eylemi bu kanun kapsamı içine
sokmak çabası içindedir; Gerçekte bu kiĢilere göre her suç, örgütlü suçtur.
Örgütlü suç olarak etiket konulduktan sonra, dinleme kararları, arama kararları
kolaylıkla alınmakta, gözaltı süresinin uzatılması, tutukluluk süresinin diğer
suçlara karĢı daha uzun bir süre olarak öngörülmesi polisin bu çabasını
kendilerine göre haklı göstermektedir. Özellikle güneĢ doğmadan bir saat önce
baĢlatılan çok sayıda polisin görev aldığı aralamalar ve yakalamalar kamuoyu
önünde korku yaratmaktadır. ĠĢlenen suçlar karĢısında güvenliğin kaybolması
korkusu altında kalan kamuoyu bu kez polis dehĢeti karĢısında korku içine
düĢmüĢtür. Bugün Türkiye’de yaĢayanlar arasında telefonlarının dinlendiği
kuĢkusu mevcuttur. O kadar ki, bu korku günlük konuĢmalarda ironik bir hal
almıĢtır.
Bir örnek vermek icap ederse, yine Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde kendisini
konu alan soruĢturmayı gösterebiliriz. Rektör Prof. Yücel AĢkın hakkında, önce
tarihi eser kaçakçılığı, ardından da haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla
kurulmuĢ bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak suç
iĢlediği savı ile itham edilmiĢ, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin savcısı
250’nci maddenin 3’üncü fıkrasındaki hükümden yararlanabilmek için tarihi
eser kaçakçılığı iddiasını dahi ileri sürerek soruĢturmayı baĢlatmıĢtır. Tabiidir ki
sonuçta Rektör AĢkın ile birlikte tutuklanan Üniversite Genel Sekreteri Enver
Arpalı maruz kaldığı muameleyi kendine yediremeyerek cezaevinde intihar
7
etmiĢtir. Sonuçta Rektör AĢkın uzun bir süre tutuklu kalmıĢ, yapılan yargılama
sonunda da beraat etmiĢtir. Enver Arpalı’nın hayatı sönmüĢ, ancak bu keyfiliği
yapan savcıya iade-i itibar yolu açılmıĢtır.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin nezdinde Cumhuriyet Savcılığı
görevini görenler, Türk Hukuku’nda yerleĢik kuralların dıĢına çıkarak,
Ġddianame tanzim ettikleri davalara “isimler” vermekte, yüzlerce sayfa tutan
Ġddianameler tanzim etmektedir. Bu Ġddianamelerin bir bölümü davaya niçin o
ismin verildiğinin açıklanması ile ilgili onlarca sayfadan oluĢmaktadır. Bazı
Ġddianamelerde, iddianamenin sayfa adedini çoğaltmak amacıyla, intihal
yapıldığı da rastlanan traji-komik olaylardan biridir. Bir öğrencinin hazırlamıĢ
olduğu yazı, kopyala kes yapıĢtır usulüyle aynen iddianemeye alındığı olaylara
Ģahit olmaktayız. Kamuoyunda bu davalar, Ġddianamelerde savcılar tarafından
konulmuĢ bulunan isimlere göre anıldığını da hepimiz biliyoruz.
Bu mahkemelerde görev gören aktörler, kamuoyu önünde popüler olduklarını
düĢünerek, ileride siyasete atılabilmektedirler. Ġtalya’da “kirli eller” “Mani
Pulite” operasyonunu yürüten savcı, Antonio Di Pietro bu popülerlikler
yararlanarak statü değiĢtirmiĢ, parti kurarak siyasi hayata atılmıĢtır. Yine
Almanya’da Hamburg Mahkemesi Hakimi Ronald Schill “acımasız hakim”
olarak ün yapmıĢ ve bu ünü ona Anayasayı Koruma Partisi kurma imkanını
vermiĢ ve 2001 yılında Hamburg’da yapılan seçimlerde oyların %14’ünü alarak
seçimi kazanmıĢ ve sonuçta da Hamburg eyaletinin ĠçiĢleri Bakanı olmuĢtur.
Bizim uygulamamızda henüz bazı savcıların, polis Ģeflerinin yakında yapılacak
olan genel seçimlerde aday adayı olduğu gazetelerde haber Ģeklinde
dolaĢmaktadır. Herhalde sonuçta da bu kiĢileri siyasi hayatta da izleyebileceğiz.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin Olağanlaştırılması
Özellikle suçla savaĢ düĢüncesinin sonucu olarak, bu tür olağanüstü
mahkemelerin ortaya çıkması, yukarıda belirtmiĢ olduğumuz gibi soruĢturma ve
kovuĢturma evrelerinde temel hak ve hürriyetlerin de ortadan kaldırılmasını
sağlaması hem siyasi iktidarların hem de yargılama aktörlerinin hoĢuna gitmekte
ve bu imkanlardan yararlanabilmek için iĢlenen her fiil, suç olarak bu
mahkemelerin yetki alanları içine sokulmaya çalıĢılmaktadır. Adeta olağanüstü
yargının “Truva atını” teĢkil eden bu mahkemelerden siyasi iktidarlar oldukça
istifade etmiĢlerdir.
Amerikan Hukukunda Patriot Act.’in kanunlaĢması
sonucunda da bu istisnai hal kurumlaĢtırılmıĢtır. Bu bir tehlikedir. Olağanüstü
hal, bu Ģekliyle hukuk ile Ģiddetin, demokrasi ile despotizmin birbiri ile
8
çatıĢmasını da ortaya çıkarmaktadır. Siyasi iktidar kimseyle paylaĢamayacağı
bir güce kavuĢmakta, istisna maskesi altında hedefe yönelmektedir. Ceza
Kanunu’nun 2’inci kitabının 4’üncü kısmında yer alan suçların devlete karĢı
iĢlenen suçların da bu mahkemelerin yetkisi altına alınması, suça karĢı savaĢ
tiyatrosunun bir sonucudur. Ġyinin kötüye karĢı mücadelesi Ģeklinde kamuoyuna
sunulmaktadır.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin Görev Alanlarına Giren Suçların
Özellikleri
“(a) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve
ticareti suçu,
(b) Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti
çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar,
(c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde
tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç)”
Bu maddede yer alan suçların her Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanabileceğini
kabul etmek gerekir. Olağanüstü bu mahkemeler kurulmadan önce de
Türkiye’de 1’inci bentte yer alan uyuĢturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti
suçu Adli Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanabilmekte idi.
(b) bendinde yer alan haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuĢ bir
örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak iĢlenen suçların
cezalandırılması da Mevzuatımıza hatırlanacağı gibi 4422 sayılı Kanunla
gelmiĢtir. Bu Kanun yapıldığı vakit, “mafya suçları” olarak bu eylemler
tanımlanmıĢtı. Yine bu Kanunda yer alan iletiĢimin dinlenmesi ile ilgili olarak,
özel hükümler yeni yapılan Ceza Muhakemesi Kanunu ile aĢağı yukarı bütün
suçlara uygulanabilecek Ģekilde geniĢletilmiĢtir, olağanlaĢtırılmıĢtır. Bunun
sebebi, bize göre bentte tam bir suç tanımının yapılmamıĢ olmasındandır. Bu
bentte yer alan ifadeler o kadar geniĢ yorumlanabilmektedir ki, her eylem suç
olarak bu tanım içine sokulmaya, böylece olağanüstü mahkemeler tarafından
yargılanmaların yapılmasına büyük çaba sarf edilmektedir. Tabiri caiz ise,
250’inci maddenin (b) bendi bir kırk ambar maddesidir.
23 Mart 2005 tarihli 5320 sayılı “CMK’nun yürürlük ve uygulama Ģekli
hakkındaki Kanunun 18/d bendi ile 4422 sayılı Kanunun bütün ek ve
9
değiĢiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılmıĢtır. Yürürlükte olmayan bir
Kanunda yer alan suça göre yargılama yapılamayacağı için, TCK 250/b
bendinde yer alan ifadelerin de keyfi bir Ģekilde yorumlanması da meydana
çıkmıĢtır.
(c) bendinde yer alan suçlara baktığımızda, bunlar genelde Devlet aleyhine
iĢlenen suçlar olarak belirtilmiĢtir ki, tümü siyasi suçlar olarak kabul edilmelidir.
Dolayısıyla, bu Mahkemelerin görevi siyasi iktidarı korumak olarak
Ģekillenmektedir. Bu da bizi bu Mahkemelerin siyasileĢtirilmesi sonucuna
götürmektedir. Nitekim Türkiye’deki ve karĢılaĢtırmalı hukuktaki uygulamalara
baktığımızda, siyasi bir tabloyu seyrettiğimiz kanısına varabiliriz.
Olağanüstü Mahkeme Olarak Kurulan Ancak Olağanlaştırılmış Bu
Mahkemelerin Kaldırılması Düşüncesi
Siyasi iktidarın güçlendirilmesi için kurulduğu anlaĢılan bu çok özel yetkili
mahkemelerin, demokratik bir ülkede gerekli olmadıkları için kaldırılması
gerekmektedir.
Özellikle uygulamaya baktığımızda, bu mahkemelerin
cezaevlerinin içinde kurulması, bu mahkemelere ulaĢımın zorluğu, bu
mahkemelerde yapılan yargılamaların ve dolayısıyla uygulanan normların temel
hak ve hürriyetleri, insan haklarını ihlal etmeleri, bu mahkemelerin kaldırılması
için yeterli sebep teĢkil eder.
Ancak bazı hukukçuların bu mahkemelerden yana olduğu da görülmektedir.
11.02.2009 tarihinde internet sitelerine düĢen bir haber, “Konya Barosu’nun,
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinin kurulmasını istediği” baĢlığını taĢıyor.
Bu haberin içeriğine göre, Konya Barosu Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi
kurulması için Adalet Bakanı Mehmet Ali ġahin ile görüĢtüğü, Bakan ġahin’e
601 avukatın imzasının bulunduğu talep dilekçesini ilettiği bildirilmektedir
(http://www.tumgazeteler.com/?a=4667269). Bu haberin değerlendirmesini siz
dinleyicilerime bırakıyorum.
Ġç ve dıĢ güvenlik, kamu güvenliğinin azalması gibi sebeplerin arkasına
sığınılması Ceza Hukuku’nun bir savaĢ stratejisi haline gelmesiyle
sonuçlanmakta ve bu strateji de önlenmez bir Ģekilde yükselmektedir.
Bu trend sonucunda ülkemizde de olağanüstü olan fakat olağanlaĢtırılmıĢ yeni
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin kurulacağı ve bu yöndeki uygulamaya
devam edeceği korkusu toplumda yeĢermeye baĢlamıĢtır.
10

Benzer belgeler