Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri / Prof. Dr. Duygun Yarsuvat
Transkript
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri / Prof. Dr. Duygun Yarsuvat
Olağanüstü Yargılamaların OlağanlaĢmıĢ Hali ÖZEL YETKĠLĠ AĞIR CEZA MAHKEMLERĠ Neden Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri Toplumda karıĢıklığın ortaya çıktığı ve siyasi iktidarın gücünü toplum üzerinde hissettirdiği dönemlerde, olağandıĢı mahkemelerin kurulduğunu ve faaliyet gösterdiğini biliyoruz. Türk Hukuk tarihine baktığımızda, Ġstiklal Mahkemeleri, Sıkı Yönetim Mahkemeleri, Yassıada Mahkemeleri, Olağanüstü Hal Mahkemleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulup, faaliyetlerini sürdürmüĢlerdir. En son olarak bilindiği gibi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin Avrupa Birliği’ne katılma heyecanı içinde 2004 yılında önce Anayasa’dan kökünü bulan 143’üncü madde kaldırılmıĢ, daha sonra da Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerine CMUK’da değiĢiklik yapılarak özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri Türk Hukuk sistemine sokulmuĢtur. SaymıĢ olduğumuz bütün bu mahkemelerin olağanüstü mahkemeler olduğu konusunda kuĢku yoktur. Dikkat edilecek olursa, yukarıda saydığım çeĢitli olağanüstü mahkemelerin kurulmasından önce, Türk toplumunda korku yaratacak olayların ortaya çıktığını, terörist faaliyetlerin çoğaldığını, toplum içinde kamu güvenliğinin kaybolduğu kuĢkusunun yaratılması tespit edilebilir. Kamu güvenliğinin kalmadığı, korku toplumunun yer aldığı günlerde medyanın bu korku ve güvenlik eksikliği üzerindeki etkisini de unutmamak gerekir. Zira medya, kamuoyu üzerinde yapmıĢ olduğu yayınlar ile etkili olmakta, bu tür olağanüstü mahkemelerin kurulmasına da yol hazırlamaktadır. Özellikle son 20 yılda terörist hareketlerin ortaya çıkması toplum üzerinde bir panik yaratmıĢtır. Terörist eylemlerin cezalandırılması için özel kanunlar çıkartılmıĢ ve özel mahkemeler kurularak bu eylemlerin cezalandırılması yoluna gidilmiĢtir. Kamuoyu da bu yeni istisnai hukuki durumu kabul edegelmiĢtir. Tabiidir ki, olağanüstü ceza mahkemelerinin kurulması, olağanüstü ceza tedbirlerine baĢvurulması, popülist bir hareket olarak kabul edilmelidir. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde New York’da meydana gelen olaylar ve bu olayların rehaveti Devletin yöneticilerini harekete geçirmiĢ, meydana gelen bu sebep bir koz olarak kullanılarak ağır tedbirler almıĢlardır. KiĢilerin hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasının önemli olmadığı sonucuna varmıĢlardır. 1 Kamu güvenliğinin kalmadığı, toplumun panik ve korku içine düĢtüğü hallerde, siyasi iktidarlar ceza hukuku normlarına müracaat etmiĢler ve panik atak kanunlarla bu eylemleri bastırmaya çalıĢmıĢlardır. Tabii ki bunun sonucu olarak da cezaların ağırlaĢtırıldığını, olağanüstü mahkemeler kurulduğunu görmekteyiz. Ülkemizde her darbeden sonra kamuoyunu tatmin etmek saikinden hareket ile bu tür mahkemelerin kurulmuĢ olduğunu söylemek fazla iddialı bir söz olmaz. Ġktidara demokratik usullerle gelmiĢ olunsa dahi, siyasi iktidarlar yerlerini güçlendirmek için ceza hukuku aracına sıklıkla baĢvurmaktadırlar. Özellikle yasamayı yerinde tutan iktidar, kendine disiplinli bir polis ve sadık bir yargı kurarak, yaptığı kanun değiĢiklikleri ile yeni bir safhaya girilmiĢtir. Bunun sonucu olarak da, yargının cezalandıracağı kiĢilere karĢı yeni cezaevlerinin yapımı da gündeme gelmiĢtir. Bu gibi eylemler, ceza hukukunun içinde değiĢiklikler yapılması önerilerini de beraberinde getirmiĢtir. Ġlk defa olarak hukuken kabul edilemeyecek bir kavram olan düĢman ceza hukuku kavramı ortaya atılmıĢ ve bununla ilgili prensipler belirtilmiĢtir. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin Kuruluşu; İnsan Hakları Gerçeğinin Gözardı Edilmesi DüĢman ceza hukukunun kalkıĢ noktası, Amerikan hukuk sisteminde bulunmaktadır. 2001 olayları, Irak savaĢı, Afgan savaĢı, El-kaide, Amerikan halkına bir düĢmanın varlığını zannettirmiĢ ve buna karĢı da terör suçlularının insan olmadığı ve ne yolla olursa olsun mutlaka cezalandırılmaları gerektiği düĢüncesi ile adeta ortaçağ hukukuna dönülmüĢ, Engizisyon Mahkemelerinin benzeri olan mahkemeler hukuk dünyasında yerlerini almıĢtır. Böylece istisnai bir ceza hukukunun bu suçla savaĢta alet olarak kullanılmaya baĢladığını da söyleyebiliriz. Bu düĢünceyle yapılmıĢ olan kanunlar ve bu kanunlara dayanılarak yapılan yargılamalar adil yargılanma hakkını ortadan kaldırmıĢ, demokratik ülkelerde geçerli olan geleneksel yargılanma prensiplerini elinin tersiyle itmiĢtir. Halbuki, geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısının sonuna kadar insan hakları, insana saygı ön plana çıkmıĢ ve bu hakların korunması için sistem oluĢturulmuĢtur. Bugün için insana saygı, insan hakları gibi kavramlar ikinci plana atılmayı öngören bir yol yapılmaktadır. Dikkat edilirse, Türk Hukuk sisteminde son yapılan ceza kanunlarında, polise geniĢ yetkiler verilmiĢ, sorgulama yöntemleri konusunda büyük bir takdir hakkı sağlanmıĢ, savcıların yetkileri geniĢletilerek 2 hakimlerle eĢit hale getirilmiĢtir. 2007 yılında Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nda değiĢiklik yapılması kabul edilmiĢ, polisin yetkileri geniĢletilmiĢtir. Polise proaktif tedbirleri uygulama imkanı tanınmıĢ, cumhuriyet savcıları da proaktif tedbirlere ve bu yolda elde edilen delillere dayanarak kamu davası açabilmiĢlerdir. 2005 yılında yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu’nda savcıların yetkilerini oldukça geliĢtirmiĢtir. (Söz gelimi 1412 sayılı Kanunda arama kararı verilmesi yetkisi sadece hakime ait iken, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının arama emri vermesi ve ancak bunu derhal hakime sunması gerekirken, Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bu yetki savcıya tanınmıĢtır ve vermiĢ olduğu emri hakime sunma gibi bir sorumlulukta getirilmemiĢtir). Yine, gözaltına alma süresi 96 + 16 saate kadar uzatılmıĢtır. Bu sürenin 168 saate kadar da uzatılması mümkündür. Özel hayatın gizliliği ihlal edilmiĢ, liste halinde yazılan suçların iĢlenmesi halinde gözaltına alma süresinin uzatılabileceği, tutuklama tedbirine gerekçe gösterilmeden baĢvurulabileceği, avukatıyla sanığın görüĢmesinin ise gözaltına alındığı ilk 24 saat içinde gerçekleĢemeyeceği gibi temel ilkelerin ihlal edilebildiği görülmektedir. KovuĢturma evresinde ise 10 yıla varan tutukluluk süresi öngörülmektedir (Bize göre bu süre en fazla 5 yıldır). Bu süre “makul süre” olarak kabul edilebilir mi? Zannetmiyorum. Bu Mahkemelerde, cezalandırmanın esas olduğu, kiĢisel hakların göz önüne alınmadığı, mahkumların yeniden topluma kazandırılması fikrinin söz konusu olmadığı ve yargılamanın sanığa karĢı ilan edilmiĢ bir harp olarak algılandığı mahkemelerdir. Söz konusu mahkemelerde yapılan yargılamada, iki hal önem kazanmaktadır. Yakalama ve tutuklama. Bu mahkemelerde yerleĢik usul, içtihat ve normların, masumiyet karinesi, silahların eĢitliği ilkesinin tek yanlı olarak ortadan kaldırılmasıdır. Genellikle soruĢturma evresi gizlilik kararı alınmasıyla, savunma hakkının kısıtlanmasıyla baĢlamaktadır. Dosya içinde bulunması gereken fail lehinde olan deliller dosyaya konulmayarak, garip bir usulle adli emanete alınarak hıfzedilmektedir. Gizlilik kararları verilmek suretiyle, neden, niçin ve hangi gerekçe ile tutuklama kararı verildiği bilinmeden, savunmanın tutuklama kararına itirazı yapılması istenmektedir. Gerçekte bu “sen ne itiraz edersen et, biz dediğimizi yapacağız” 3 düĢüncesinin bir sonucudur. düĢünülmemektedir. Özetle bu mahkemelerde savunma hakkı Söz konusu mahkemelerin kuruluĢ kanunlarına baktığımızda, dıĢ görünüĢ bu mahkemelerin aynı adli yargı bölgesinde kurulmuĢ bulunan diğer Ağır Ceza Mahkemeleri’nden bir farkları yoktur. Yalnız daha önce kurulmuĢ mahkemelerin numara sırasını takip ile devam etmektedir. Bunu bir Ģark kurnazlığı olarak nitelendirebiliriz. Gerçekte olağanüstü bu mahkemeler, gücünü ve toplum üzerinde yarattığı korkuyu vurgulamak üzere, diğer mahkemeleri dıĢında ayrı yerlerde kurulmuĢ ve faaliyet göstermiĢtir. Söz gelimi, Ġstanbul’daki Özel Ağır Ceza Mahkemeleri’nin bulunduğu binaya BeĢiktaĢ’daki Ġstanbul Adliyesi denmektedir. Ġstanbul Adliyesi dendiği vakit burada Sulh Ceza, Asliye Ceza ve diğer hukuk mahkemelerinin de faaliyet gösterdiği mahallerin olması icap eder. Bu yapılaĢma, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin diğer Ağır Ceza Mahkemelerinden çok farklı olduğunu da ortaya koymaktadır. Bugün ikinci bir slogan daha ortaya çıkmıĢtır. “Silivri Mahkemeleri”. Silivri Mahkemesi, Silivri Cezaevi’nin ilk önce içinde, sonra da kampüsünde kurulmuĢ mahkemeler olarak faaliyet göstermektedir. Silivri Cezaevi bu mahkemeler ile özdeĢleĢtirilmiĢtir. Örneklerini yabancı mahkumların kaldıkları ve burada kurulan mahkemelerde yargılandıkları Guantanamo Cezaevi’ni gösterebiliriz. Ġngiltere’de Belmarsh Cezaevi de tutukluların duruĢmaya tabi olmadan uzun süre gizli olarak tutuldukları cezaevlerine örnek teĢkil eder. Türk kamuoyunda Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleriyle özdeĢleĢmiĢ Silivri Cezaevi de aĢağı yukarı bu niteliktedir. Tutuklanan kiĢiler uzun süre binlerce sayfalık iddianame yazılmasını beklemekte, bu süre 2-2,5 seneye kadar değiĢmekte ve sonuçta iddianame çıktığı zaman yargılanan kiĢilere hangi suçların isnat edildiği, yargılananların hangi eylemlerinden dolayı yargılandıkları anlaĢılamamaktadır. Gerçekte bu durum, toplumun bir bölümünde bu mahkemelere karĢı duyulan güvenin, adaletin iĢleyiĢine karĢı duyulan sempatinin azalmasına yol açmaktadır. Böylece toplum içinde bizler ve onlar ayırımı ortaya çıkmaktadır. Bir takım kiĢilere göre, Ġnsan hakları, tabii hakim, savunma hakkı, özel hayatın gizliliği, ifade özgürlüğü, iĢkenceye, kötü muameleye maruz kalmamak, kiĢi özgürlüğü, adil yargılanma hakkı gibi kavramlar batıl hukuka aittir. Yine bu kiĢilere göre, özel yetkili ağır ceza mahkemelerine uygulanan ve burada yargılanan kiĢilerin baĢtan suçlu olduğunu ve cezalandırılmaları gerektiği görüĢü ise hakkın hukukudur. 4 Bu söz konusu özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin düzenlediği CMK 250251’inci maddeleri arasında yer alan usul kuralları, keyfi davranıĢlara yol açtığı da bilinmelidir. Bu mahkemelerde dijital verilerin delil olmayacağı tartıĢılmadan kabul edilmekte, çakma deliller dijital veri üzerinden kolaylıkla dosyaya sızdırılabilmektedir. Kamuoyunda bilinen, medyada yer alan haberlerden öğrenildiği üzere, bir kiĢinin telefonuna dıĢarıdan elektronik yoldan girilmek suretiyle, içindeki rehberin değiĢtirildiği ve istenilen Ģekilde rehberin düzenlenerek o kiĢinin suçlanabildiği öğrenilmiĢtir. Keza, bilgisayarlara hacker vasıtasıyla girildiği, içine kendileri tarafından düzenlenen yazılar sokmak suretiyle suçlamalar yapıldığı yine medyaya intikal eden olaylardır. Bütün bu olaylar “sehven” yapıldığı gerekçesiyle geçiĢtirilmektedir. Siyasi iktidarlar kendine sadık hakimlerin bu mahkemelerde görev görmesini tercih etmek istemektedirler. Yürütmeye bağladığı mesleki kurullar vasıtasıyla istediği hakimi almak, istediği hakimi görevlendirmek konusunda serbest hissederler. DuruĢma gününden bir gün öncesi mahkemenin baĢkanı hakimleri rahatlıkla değiĢtirilmekte ve yetkililer tarafından bunun olağan bir uygulama olduğu ileri sürülebilmektedir. Böylece “tabii hakim” prensibinin ihlal edildiği tartıĢmasızdır. Bazı yazarlar, tabii mahkemeden söz ederler. Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi de suç iĢlemeden önce kanunla kurulmuĢ mahkemeleri olağan mahkeme olarak kabul etmektedir. Ancak hepimiz biliyoruz ki, kararı veren mahkeme değil hakimdir. AnlaĢılması gereken, kiĢiye ait bir sıfat olan tabii hakim sıfatıdır. Olağan mahkemenin hakimi de olağan hakimdir ifadesi yanlıĢtır. Nitekim, yargılama süresinde mahkeme hakiminin değiĢtirilmesini Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi adil yargılanma hakkının ihlali olarak öngörmüĢtür (Moiseyev v. Russia, 62936/00, 9 October 2008). Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde Yargılama Meslektaşları Arasında Başkalaşma Yaratılması Aktörlerinin Bu mahkemelerin kurulması Adalet Bakanlığı’nın yapmıĢ olduğu teklif üzerine Adalet Bakanı’nın baĢkanlığını yaptığı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca karar verileceği 250’inci maddenin 2’inci fıkrasında yer almıĢtır. ĠĢbu mahkemelerin yetki alanları diğer mahkemelerin yetki alanlarından daha geniĢtir. Söz gelimi, Ġstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, görevi içine giren suçların Ġstanbul dıĢında muhtelif Ģehirlerde iĢlenmesi halinde, yetkili olarak görevlendirmiĢlerdir. 5 Doğal olarak ortaya Ġstanbul BaĢsavcısı veya Ġstanbul 1 No’lu Ağır Ceza Mahkemesi Hakiminin mi, yoksa Ġstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin Savcısı veya hakiminin mi üstün yetkileri olup olmadığı tartıĢması çıkmaktadır. Özel Yetkili Mahkemelerin savcıları özel koruma altında, altlarında zırhlı otomobillerle dolaĢmaktadırlar. Buna karĢılık Ġstanbul BaĢsavcısı’nın arabası dahi Renault marka bir vasıtadır. Söz konusu mahkemelerin baĢkan ve üyeleri adli yargı, adalet komisyonunca bu mahkemelerden baĢka mahkemelerde veya iĢlerde görevlendirilemez hükmü de 250’inci maddenin içine alınmıĢtır. Bütün bunlar, Türkile’deki mevcut uygulamayı da etkilemiĢtir. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’ne tayin edilmiĢ bir savcının Ġl Savcı Vekili olarak atanması ilgililerce tenzili rütbe olarak öngörülmüĢ ve günlerce bu konu üzerinde spekülasyon yapılmıĢtır. Çok yakın bir dönemde gazetelere düĢen bir Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu kararına göre, evvelce yine aynı kurulca özel yetkisi elinden alınmıĢ bulunan bir savcının, özel yetkisinin iade edildiğini ihtiva eden haber, bu konudaki uygulamayı ve özellikle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde görev yapmaya ne kadar önem verildiğini ortaya koymaktadır. Bu haberde yer alan bir baĢka savcı, yine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla meslekten ihraç edilmiĢ olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü’ne karĢı tarihi eser kaçakçılığı, ihale edimine fesat karıĢtırmak ve Üniversite’de çete kurmakla suçlayan Ġddianameyi hazırlayıp dava açan Özel Yetkili Ağır Ceza Savcısı’nın göreve iade edildiği haberi de kamuoyunun bilgisine sunulmuĢtur. Bu olayları, çok yakın bir devrede yaĢanan, siyasi iktidarın bu savcıların arkasında olduğunu gösteren vakıalar olarak kabul etmek gerekir. Siyasi iktidarın etkisi altında kalan, siyasi iktidarın arzusuna göre çizilen Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu kolaylıkla hakim ve savcılar arasında değiĢtirme yapabilmektedir. Bu olay, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakim ve savcıları siyasi iktidar tarafından özel koruma altına alındığının da bir göstergesidir. Türkiye’de mevcut uygulamaya baktığımızda, yargılama faaliyetine katılanlar içinde söz konusu mahkemelerin hakim ve savcılarının diğerlerine nazaran kendilerinin daha üstün ya da yetkili oldukları düĢüncesini taĢımalarına sebep 6 olmaktadır. Bu düĢünce, yargılama aktörlerinde bir keyfiliğe sebep olmaktadır. Söz konusu mahkemelerde yargılama Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki yargılamalara, Türk Hukuk sisteminde yerleĢmiĢ bulunan içtihat haline gelmiĢ usul kurallarına aykırı olarak devam edebilmektedir. Söz gelimi, diyaletlik metodun sonucu olarak tez, antitez ve sentez uygulanmamakta, sadece tezin varlığı yeterli kılınmakta, karara varılmaktadır. Savunma hakkı sadece yargılamayı uzatan bir faktör olarak göz önüne alınmakta ve bu düĢünceye göre de uygulama Ģekillenmektedir. Polisin Soruşturmayı, Yönlendirmesi Bunun Sonucu Olarak da Kovuşturmayı Polis, kendisine yapılan isimsiz elektronik posta içindeki ihbarları değerlendirerek, insanların birbirleriyle konuĢmalarını dinleyerek soruĢturmaya geçebilmektedir. Ya da hangi tarafta olduğu belli kiĢilerin bavullarla taĢıyarak getirdiği belgelere inanarak, soruĢturma baĢlatabilmektedir. Daha sonra, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin Kanun tarafından tanınan birçok istisnai hükümden yararlanmak amacıyla polis, her eylemi bu kanun kapsamı içine sokmak çabası içindedir; Gerçekte bu kiĢilere göre her suç, örgütlü suçtur. Örgütlü suç olarak etiket konulduktan sonra, dinleme kararları, arama kararları kolaylıkla alınmakta, gözaltı süresinin uzatılması, tutukluluk süresinin diğer suçlara karĢı daha uzun bir süre olarak öngörülmesi polisin bu çabasını kendilerine göre haklı göstermektedir. Özellikle güneĢ doğmadan bir saat önce baĢlatılan çok sayıda polisin görev aldığı aralamalar ve yakalamalar kamuoyu önünde korku yaratmaktadır. ĠĢlenen suçlar karĢısında güvenliğin kaybolması korkusu altında kalan kamuoyu bu kez polis dehĢeti karĢısında korku içine düĢmüĢtür. Bugün Türkiye’de yaĢayanlar arasında telefonlarının dinlendiği kuĢkusu mevcuttur. O kadar ki, bu korku günlük konuĢmalarda ironik bir hal almıĢtır. Bir örnek vermek icap ederse, yine Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde kendisini konu alan soruĢturmayı gösterebiliriz. Rektör Prof. Yücel AĢkın hakkında, önce tarihi eser kaçakçılığı, ardından da haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuĢ bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak suç iĢlediği savı ile itham edilmiĢ, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin savcısı 250’nci maddenin 3’üncü fıkrasındaki hükümden yararlanabilmek için tarihi eser kaçakçılığı iddiasını dahi ileri sürerek soruĢturmayı baĢlatmıĢtır. Tabiidir ki sonuçta Rektör AĢkın ile birlikte tutuklanan Üniversite Genel Sekreteri Enver Arpalı maruz kaldığı muameleyi kendine yediremeyerek cezaevinde intihar 7 etmiĢtir. Sonuçta Rektör AĢkın uzun bir süre tutuklu kalmıĢ, yapılan yargılama sonunda da beraat etmiĢtir. Enver Arpalı’nın hayatı sönmüĢ, ancak bu keyfiliği yapan savcıya iade-i itibar yolu açılmıĢtır. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin nezdinde Cumhuriyet Savcılığı görevini görenler, Türk Hukuku’nda yerleĢik kuralların dıĢına çıkarak, Ġddianame tanzim ettikleri davalara “isimler” vermekte, yüzlerce sayfa tutan Ġddianameler tanzim etmektedir. Bu Ġddianamelerin bir bölümü davaya niçin o ismin verildiğinin açıklanması ile ilgili onlarca sayfadan oluĢmaktadır. Bazı Ġddianamelerde, iddianamenin sayfa adedini çoğaltmak amacıyla, intihal yapıldığı da rastlanan traji-komik olaylardan biridir. Bir öğrencinin hazırlamıĢ olduğu yazı, kopyala kes yapıĢtır usulüyle aynen iddianemeye alındığı olaylara Ģahit olmaktayız. Kamuoyunda bu davalar, Ġddianamelerde savcılar tarafından konulmuĢ bulunan isimlere göre anıldığını da hepimiz biliyoruz. Bu mahkemelerde görev gören aktörler, kamuoyu önünde popüler olduklarını düĢünerek, ileride siyasete atılabilmektedirler. Ġtalya’da “kirli eller” “Mani Pulite” operasyonunu yürüten savcı, Antonio Di Pietro bu popülerlikler yararlanarak statü değiĢtirmiĢ, parti kurarak siyasi hayata atılmıĢtır. Yine Almanya’da Hamburg Mahkemesi Hakimi Ronald Schill “acımasız hakim” olarak ün yapmıĢ ve bu ünü ona Anayasayı Koruma Partisi kurma imkanını vermiĢ ve 2001 yılında Hamburg’da yapılan seçimlerde oyların %14’ünü alarak seçimi kazanmıĢ ve sonuçta da Hamburg eyaletinin ĠçiĢleri Bakanı olmuĢtur. Bizim uygulamamızda henüz bazı savcıların, polis Ģeflerinin yakında yapılacak olan genel seçimlerde aday adayı olduğu gazetelerde haber Ģeklinde dolaĢmaktadır. Herhalde sonuçta da bu kiĢileri siyasi hayatta da izleyebileceğiz. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin Olağanlaştırılması Özellikle suçla savaĢ düĢüncesinin sonucu olarak, bu tür olağanüstü mahkemelerin ortaya çıkması, yukarıda belirtmiĢ olduğumuz gibi soruĢturma ve kovuĢturma evrelerinde temel hak ve hürriyetlerin de ortadan kaldırılmasını sağlaması hem siyasi iktidarların hem de yargılama aktörlerinin hoĢuna gitmekte ve bu imkanlardan yararlanabilmek için iĢlenen her fiil, suç olarak bu mahkemelerin yetki alanları içine sokulmaya çalıĢılmaktadır. Adeta olağanüstü yargının “Truva atını” teĢkil eden bu mahkemelerden siyasi iktidarlar oldukça istifade etmiĢlerdir. Amerikan Hukukunda Patriot Act.’in kanunlaĢması sonucunda da bu istisnai hal kurumlaĢtırılmıĢtır. Bu bir tehlikedir. Olağanüstü hal, bu Ģekliyle hukuk ile Ģiddetin, demokrasi ile despotizmin birbiri ile 8 çatıĢmasını da ortaya çıkarmaktadır. Siyasi iktidar kimseyle paylaĢamayacağı bir güce kavuĢmakta, istisna maskesi altında hedefe yönelmektedir. Ceza Kanunu’nun 2’inci kitabının 4’üncü kısmında yer alan suçların devlete karĢı iĢlenen suçların da bu mahkemelerin yetkisi altına alınması, suça karĢı savaĢ tiyatrosunun bir sonucudur. Ġyinin kötüye karĢı mücadelesi Ģeklinde kamuoyuna sunulmaktadır. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin Görev Alanlarına Giren Suçların Özellikleri “(a) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu, (b) Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar, (c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç)” Bu maddede yer alan suçların her Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanabileceğini kabul etmek gerekir. Olağanüstü bu mahkemeler kurulmadan önce de Türkiye’de 1’inci bentte yer alan uyuĢturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu Adli Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanabilmekte idi. (b) bendinde yer alan haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuĢ bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak iĢlenen suçların cezalandırılması da Mevzuatımıza hatırlanacağı gibi 4422 sayılı Kanunla gelmiĢtir. Bu Kanun yapıldığı vakit, “mafya suçları” olarak bu eylemler tanımlanmıĢtı. Yine bu Kanunda yer alan iletiĢimin dinlenmesi ile ilgili olarak, özel hükümler yeni yapılan Ceza Muhakemesi Kanunu ile aĢağı yukarı bütün suçlara uygulanabilecek Ģekilde geniĢletilmiĢtir, olağanlaĢtırılmıĢtır. Bunun sebebi, bize göre bentte tam bir suç tanımının yapılmamıĢ olmasındandır. Bu bentte yer alan ifadeler o kadar geniĢ yorumlanabilmektedir ki, her eylem suç olarak bu tanım içine sokulmaya, böylece olağanüstü mahkemeler tarafından yargılanmaların yapılmasına büyük çaba sarf edilmektedir. Tabiri caiz ise, 250’inci maddenin (b) bendi bir kırk ambar maddesidir. 23 Mart 2005 tarihli 5320 sayılı “CMK’nun yürürlük ve uygulama Ģekli hakkındaki Kanunun 18/d bendi ile 4422 sayılı Kanunun bütün ek ve 9 değiĢiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılmıĢtır. Yürürlükte olmayan bir Kanunda yer alan suça göre yargılama yapılamayacağı için, TCK 250/b bendinde yer alan ifadelerin de keyfi bir Ģekilde yorumlanması da meydana çıkmıĢtır. (c) bendinde yer alan suçlara baktığımızda, bunlar genelde Devlet aleyhine iĢlenen suçlar olarak belirtilmiĢtir ki, tümü siyasi suçlar olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla, bu Mahkemelerin görevi siyasi iktidarı korumak olarak Ģekillenmektedir. Bu da bizi bu Mahkemelerin siyasileĢtirilmesi sonucuna götürmektedir. Nitekim Türkiye’deki ve karĢılaĢtırmalı hukuktaki uygulamalara baktığımızda, siyasi bir tabloyu seyrettiğimiz kanısına varabiliriz. Olağanüstü Mahkeme Olarak Kurulan Ancak Olağanlaştırılmış Bu Mahkemelerin Kaldırılması Düşüncesi Siyasi iktidarın güçlendirilmesi için kurulduğu anlaĢılan bu çok özel yetkili mahkemelerin, demokratik bir ülkede gerekli olmadıkları için kaldırılması gerekmektedir. Özellikle uygulamaya baktığımızda, bu mahkemelerin cezaevlerinin içinde kurulması, bu mahkemelere ulaĢımın zorluğu, bu mahkemelerde yapılan yargılamaların ve dolayısıyla uygulanan normların temel hak ve hürriyetleri, insan haklarını ihlal etmeleri, bu mahkemelerin kaldırılması için yeterli sebep teĢkil eder. Ancak bazı hukukçuların bu mahkemelerden yana olduğu da görülmektedir. 11.02.2009 tarihinde internet sitelerine düĢen bir haber, “Konya Barosu’nun, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinin kurulmasını istediği” baĢlığını taĢıyor. Bu haberin içeriğine göre, Konya Barosu Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi kurulması için Adalet Bakanı Mehmet Ali ġahin ile görüĢtüğü, Bakan ġahin’e 601 avukatın imzasının bulunduğu talep dilekçesini ilettiği bildirilmektedir (http://www.tumgazeteler.com/?a=4667269). Bu haberin değerlendirmesini siz dinleyicilerime bırakıyorum. Ġç ve dıĢ güvenlik, kamu güvenliğinin azalması gibi sebeplerin arkasına sığınılması Ceza Hukuku’nun bir savaĢ stratejisi haline gelmesiyle sonuçlanmakta ve bu strateji de önlenmez bir Ģekilde yükselmektedir. Bu trend sonucunda ülkemizde de olağanüstü olan fakat olağanlaĢtırılmıĢ yeni Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin kurulacağı ve bu yöndeki uygulamaya devam edeceği korkusu toplumda yeĢermeye baĢlamıĢtır. 10