alfa tipi tek yer değiştirmeli bir stirling motoru tasarımı ve
Transkript
alfa tipi tek yer değiştirmeli bir stirling motoru tasarımı ve
C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 ALFA TİPİ TEK YER DEĞİŞTİRMELİ BİR STİRLİNG MOTORU TASARIMI VE PERFORMANSININ TESTİ Bülent DEMİR1, Ali GÜNGÖR2 ÖZET Bu çalışmada, Alfa tipi tek yer değiştirmeli 163,81 cc hacimli bir alfa tipi tek yer değiştirmeli Stirling motoru tasarlanmış ve imal edilmiştir. Prototip motor, güneş enerjisi yerine, laboratuvar şartlarında elektrikli bir ısıtıcı kullanılarak test edilmiştir. Motorun çalışma özellikleri, 700, 800, 900, 950, 1000 ve 1050 0C ısıtıcı sıcaklıklarında ve 0 - 0,5 - 1 1,5 - 2 bar doldurma basınçlarında test edilerek belirlenmiştir. Çalışma akışkanı olarak hava kullanılmıştır. Performans testinde motorda maksimum güç; 1050 0C sıcaklıkta, 0,5 bar doldurma basıncında 21,344 W olarak ölçülmüştür. Motorda maksimum tork ise, 1050 0C sıcaklıkta, 0,5 bar doldurma basıncında 0,343 Nm olarak belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: stirling motor, yenilenebilir enerji, güneş enerjisi, tasarım ABSTRACT In this study, an Alpha-Type Single Displacement Stirling Motor having 163,81 cc sweep volume was designed and manufactured. The prototype engine was tested under laboratory conditions using an electrical heating system instead of solar energy. The working properties of the engine were determined by tests at temperatures of 700, 800, 875, 950, 1000 and 1050 0C and air pressures of 0, 0.5, 1, 1.5, 2 bars. The working fluid is air. According to the results obtained, the maximum power of the engine was measured to be 21,344 Watts at a temperature of 1050 0C and a pressure of 0,5 bars. The maximum tork of the engine was measured to be 0,343 Nm at a temperature of 1050 0C and a pressure of 0,5 bars. Key Words: stirling engine, renewable energy, solar energy, design 1. GİRİŞ Enerji kaynakları olumsuz yönde çevresel etkiler yaratmakta ve bu etkiler bölgesel düzeyde kalmayıp evrensel bir niteliğe bürünmektedir. Enerji arzında fosil kaynakların önemli yer tutması, küresel ısınmaya ve iklim değişikliklerine neden olmakta ve dünyanın doğal dengesini bozmaktadır. Fosil enerji kaynaklarının rezervleri sınırlı ve pahalıdır (Demir, 2003). Günümüzde yenilenebilir ve alternatif enerjileri işe dönüştürecek makineler üzerindeki çalışmaları artmıştır. Bunlardan biri de 1816 yılında Robert Stirling tarafından tasarlanıp imal edilen ve sıcak hava motoru olarak adlandırılan, güneş enerjisi olmak üzere bir çok enerji kaynağı kullanılarak dışarıdan ısı enerjisi verilerek çalıştırılabilen Stirling motorlarıdır. 1 Ege Üniversitesi Ege Meslek Yüksekokulu Otomotiv Tek. Programı Öğretim Elemanı, Öğr.Gör.Dr., 35100Bornova/İZMİR , [email protected] 2 Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği. Öğretim Üyesi, Prof. Dr., 35100-Bornova/İZMİR, [email protected] 1 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Stirling motorlarının ısı makinesi, ısı pompası ve soğutma makinesi olarak ta kullanılabilinmesi nedeniyle Stirling motorlarına olan ilgi artmaktadır (Stine ve Diver, 1994). Sessiz, çevreci bir makine olması ve düşük sıcaklık farkları arasında çalışabilmesi nedeniyle uzay teknolojilerinde, havacılıkta, denizaltında, otomobillerde, sağlıkta, soğutmada, jeneratörlerde v.b. yerlerde kullanıma uygundur (Çınar, 2003). 20. yüzyılda, içten yanmalı motorlarda meydana gelen büyük gelişmeler bir ölçüde Stirling motorunun gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir. 1930 yılında Philips şirketi Stirling motorları üzerindeki çalışmalarını arttırmıştır. Çeşitli amaçlı deneme motorları imal etmiştir (Karabulut, 1996). Stirling motorlarının, otomobil motorlarına ilk uygulamasını yapan İsveç’te United Stirling şirketidir. 1977 yılında US Enerji Bölümü’nde dıştan yanmalı motorlar projesi kapsamında 370 kW ‘dan 1480 kW‘a kadar, kömür, kentsel, endüstriyel ve tarımsal atıklar ile alternatif yakıtları kullanan Stirling motorları imal edilmiştir. Japonya’da 1976-1981 yılları arasında Japon Gemi İmalatı Araştırma, Ulusal Taşımacılık, Mitsubishi ve Daihatsu Diesel’in ortak çalışmaları ile Stirling gemi motorları yapılmıştır. 1984 yılında ABD, güneş enerjisinden elektrik elde etmek için Arizona’da Stirling Enerji Sistemleri Şirketi kurmuş elektrik üretimine başlamıştır. 1953’de Philips Eindhoven şirketinden R. J. Meijer, Stirling motorlarında yer değiştirme-piston konfigürasyonlarında kullanılmak üzere Rhombic sürücü mekanizmasını icat etmiş ve büyük bir teknolojik buluş gerçekleştirmiştir. 1958’de General Motors, özellikle Rhombic sürücü mekanizmalı motorlar üzerinde askeri amaçlı denizaltı ve torpiller için araştırma ve geliştirme çalışmaları yapmıştır (Walker, 1980). Yüksek performanslı Stirling motorları 600 0C - 1000 0C sıcaklık arasında çalışmaktadır. Çalışma basınçları genellikle 1,5 MPa ile 15 MPa arasındadır (Gu vd., 2000). Otomotivde bu değer 19 MPa değerlerine kadar çıkmaktadır. Helyum ve hidrojen çalışma gazı kullanıldığında % 30 - % 40 gibi verime sahiptirler (Goswami vd., 1999). Stirling motorunun diğer içten yanmalı motorların aksine kullandığı enerjinin türüne bağlı olmaması, odun, kömür, petrol, doğal gaz, biyokütle, jeotermal v.b. gibi bir çok enerji kaynağı ile kullanılabilmesi bu motorları gelecek için daha ümit verici hale getirmektedir (Yücesu, 1996). Elektrik üretimi için kullanılan güneş enerjili Stirling güç sistemi “Dish-Stirling” olarak adlandırılmaktadır. Sistem bir güneş enerjisini toplayıp odaklayan bir güneş ışığını odaklayıcı parabolden, Stirling motorundan, alternatörden, rejeneratörden ve yön izleme sisteminden oluşmaktadır. Bu sistemler direk güneş ışınımını kullanarak küçük güçte elektrik enerjisi üretmeye yarayan sistemlerdir. Kapasiteleri 5 kW ile 100 kW arasında değişmektedir. Yan yana bağlandıklarında toplam güçleri 10 MW‘a kadar çıkmaktadır. Odaklı toplayıcının odak noktasına yerleştirilen rejeneratörde (receivers) güneş ışınımı emilerek yaklaşık 650 0C sıcaklıkta (helyum veya hidrojen olan) çalışma akışkanına verilmektedir. Verilen bu ısı enerjisi, Stirling motorda mekanik enerjiye dönüştürülerek bir çıkış milinden alınmaktadır. Stirling motorun ürettiği bu mekanik enerji, bir alternatör aracılığıyla elektrik enerjisine dönüştürülmektedir (Bergermannand, 2001). Bu çalışmada; süpürme hacmi 163,81 cm3 olan, küçük güçlü, tek yer değiştirme pistonlu Alfa (V) tipi bir Stirling motorunun analizi, tasarımı ve prototip motorun imalatı yapılarak, laboratuvar şartlarında elektrikli bir ısıtıcı kullanılarak değişik şarj sıcaklıklarda ve basınçlarında test edilmiştir. İş gören akışkan olarak hava kullanılmıştır. 2 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 2. DENEYSEL ÇALIŞMA 2.1. Stirling Çevrimi Stirling çevriminin, Carnot çevriminden farkı, iki izentropik hal değişiminin yerine iki sabit hacimde sistem içi ısı geçişinin olmasıdır. Gerçekleşen sistem içi ısı geçişi, rejenerasyon olarak adlandırılmaktadır. Bu işlemle akışkanın ısıl enerjisi, çevrimin bir bölümünde sistem içerisinde yer alan ve rejeneratör olarak adlandırılan bir ısıl deposuna verilmekte ve daha sonra çevrimin bir başka bölümünde bu enerji, rejeneratörden yeniden çalışma akışkana geçmektedir (Walker, 1980). Stirling çevriminin ısıl verimi, Carnot çevrimi verimine eşittir (Demiralp, 2000). P 3 QH TH 4 2 TL 1 QL V Şekil 2.1. İdeal Stirling th, Stirling = th, Ericsson = th, Carnot = 1 TL TH P–V diyagramı (2.1) 2.2. Stirling Motorunun Çalışma Prensibi Tasarlanıp imal edilen Stirling motorda, yer değiştirme pistonu (YDP) ve mekanik işin elde edildiği güç pistonu mevcuttur. Motora ilk hareketin verilmesi ile YDP, soğuk bölgeye hareket ederek buradaki akışkanı sıcak hacme aktarır. Aktarma sırasında akışkana dışarıdan ısıtıcı tarafından ısı verilerek, akışkanın sıcaklığı ve basıncı arttırılır. YD silindirinde soğuk hacim küçülürken, sıcak hacim aynı miktarda büyür. Dışarıdan ısı alarak sıcaklığı ve basıncı artan hava, iki silindir arasındaki ısı borusundan güç silindirine giderek, güç pistonunu AÖN‘ya iterek genişletip iş yaptırmaktadır. Güç pistonu AÖN’ya doğru inip iş yaparken YDP, sıcak bölgeye doğru harekete geçmekte ve havanın bir miktarını soğuk bölgeye pompalamaktadır. Soğuk bölgeye geçen akışkandan ısı çekilmekte ve bu hal, sabit hacimde ısı çekme (soğutma) işlemi olmaktadır. YDP, ÜÖN‘ya hareketini devam ederek havayı soğuk hacme süpürürken, güç pistonu AÖN‘yı aştıktan sonra önünde kalan akışkanını YD silindirine itmektedir. YDP, sıcak bölgede en üst noktaya çıktığında akışkan soğuk bölgeye aktarılmış ve sıcaklığı düşmüş durumdadır. Bundan sonra yer değiştirme pistonunun aşağıya hareketi ile akışkan sıcak bölgeye aktarılacak ve yeni bir çevrim başlayacaktır. 2.3. Prototip Motorun Analiz Yöntemi Stirling gerçek çevrimi ile ideal çevrimi arasında farklılıklar oluşmaktadır. Teorikte sabit sıcaklıkta gerçekleşen sıkıştırma ve genişleme süreçleri ile sabit hacim süreçleri pratikte gerçekleşmemektedir. Isı transfer işlemlerinin sürekliliği ve değişen piston hızı, ısının sabit hacim süreçlerinde sisteme sürülmesini engellemektedir. Motordaki ölü hacim ve sürtünme 3 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 kayıpları da diğer faktörlerdir. Stirling motorlarında gerçek çevrim şartlarına yaklaşabilmek için termodinamik hesaplamalar ve tasarım yapılırken daha gerçekçi yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu çalışmada, tasarlanan motorun detayları, Halit Karabulut tarafından geliştirilen, “Nodal” analiz yöntemine dayanan bir termodinamik simülasyon programı kullanılarak belirlenmiştir. Bu programda motor; genleşme hacmi, ısıtıcı hacmi, rejeneratör, soğutucu hacmi ve sıkıştırma hacmi olmak üzere beş ana bölgeye ve 14 ayrı kısma bölünmüştür ve analizde aşağıdaki kabuller yapılmıştır. Her bölüm açık sistem özelliği taşımakta olup, madde giriş ve çıkışı gerçekleşmektedir. Çalışma akışkanının yer değiştirmesi sırasında hidrodinamik sürtünmeden doğan basınç farklılıkları termodinamik basınca kıyasla ihmal edilebilir. Rejeneratör duvar kısmında sürekli lineer ve değişmeyen bir sıcaklık dağılımı vardır. Çalışma akışkanı hava olup ideal gaz kabul edilmiştir ve sistemdeki toplam kütle değişmemektedir. Isıtıcı ve sıcak silindirin cidarları sıcak kaynak sıcaklığında, soğutucu ve soğuk silindirin cidarları soğuk kaynak sıcaklığındadır. Isıtıcı, soğutucu ve rejeneratör hacimleri sabittir. Sıcak (VH) ve soğuk (VC) silindirdeki hacimler, krank açısı ile değişmektedir. Basınç, Sıcaklık ve yoğunluk olmak üzere üç tane bilinmeyen mevcut olup bunların belirlenmesinde, ideal gazların hal denklemleri, kütlenin korunumu ile enerjinin korunumu prensipleri kullanılmaktadır. 2.4. Motorun Özellikleri 1 2 3 4 5 6 7 8 16 9 12 13 14 15 10 11 Şekil 2.2. Stirling motoru parça ve kısımları Çizelge 2.1 ve 2.2’de motorun kısımları ve tasarlanan motorun bazı teknik özellikleri verilmektedir. 4 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Çizelge 2.1. Motorun kısımları (Şekil. 2.2’de) 1 2 3 4 5 6 7 8 Sıcak bölge YD silindiri YD pistonu Soğutucu Soğuk bölge Merkezleme malafası YD biyel kolu YD bağlantı çubuğu 9 10 11 12 13 14 15 16 Güç biyeli Motor bloğu Krank mili A.Ö.N. Güç pistonu Güç silindiri Ü.Ö.N. Akışkan borusu Çizelge 2.2. Tasarlanan motorun bazı teknik özellikleri Silindir çapı (D) Piston kursu (L) Maksimum motor devri (nmax) Sıkıştırma oranı () Minimum hacim (Vmin) Maksimum hacim (Vmax) Süpürme hacmi (Vs) Çalışma akışkan kütlesi 0,058 m 0,062 m 1200 d/d 1.70845 231.22.10-6 m3 395.03.10-6 m3 163.81.10-6 m3 0,00039708 kg 2.5. Prototip Motorun Parçaları Motorun boyutları termodinamik simülasyon program kullanılarak belirlenmiştir. Boyutları belirlenirken imalat şartları da göz önüne alınmıştır. Şekil 2.3’te tasarlanıp imal edilen motor parçalarından blok, krank mili, biyeller, volan, güç ve yer değiştirme silindirleri görülmektedir. Motor bloğu, ST 37 dikişsiz çekme çelik borudan iki yan kapaklı olup silindirleri birbirine 900 açı farkı ile kaynatılmıştır. Krank mili Ç 4150 ve Ç 1050 malzeme olup muylu yüzeyi ısıl işleme tabi tutulup krom kaplanmış ve 0,01 mm hassasiyete taşlanmıştır. Silindiri dikişsiz çelik boru olup içerisine yüksek grafitli dökme demir gömlek çakılmış ve 0,04 mm yağ boşluğu verilmiştir. Şekil 2.3. Blok, krank mili, biyeller, volan, güç ve yer değiştirme silindirleri Soğuk bölgenin soğutulması silindir üzerine yerleştirilen bir su ceketi ile sağlanmaktadır. YD ünitesi parçalarının tasarımı, sıkıştırma oranı 1,5 - 2 arasında olacak şekilde çeşitli değerlerde denemek suretiyle optimize edilerek belirlenmiştir. Optimum yer 5 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 değiştirme (YD) pistonu ile silindiri arasındaki boşluk (DEL) boşluğu 1 mm, yer değiştirme pistonu boyu da 150 mm olarak belirlenmiştir. 2.6. Deney Düzeneği ve Yöntem Şekil 2.4’de motorun tork ve güç gibi performansının test edildiği düzeneğin şematik resmi, şekil 2.5’te ise kurulan test düzeneği görülmektedir. Termometre Stirling Motoru Şekil 2.4. Stirling motoru test deney düzeneği şematik görünümü Motorun yer değiştirme silindiri sıcak bölgesi, elektrikli ısıtıcılı fırının iç kısmına yerleştirilip seramik çamuru ile yalıtılmıştır. Soğutucuya şebekeden, 16,6 l/s debide şekilde su verilmiştir. Isıtıcı sıcaklığı fırında 700 0C, 800 0C, 875 0C, 950 0C, 1000 0C, 1050 0C ‘de iken, akışkan basıncı, ayrı ayrı atmosfer, 0.5 bar, 1 bar, 1.5 bar ve 2 bar doldurma basınçlarında tutularak devir, tork ve güç değişimleri ölçülmüştür. Şekil 2.5. Tork, güç ve devir ölçümü için kurulan test düzeneğinde; terazi, tork aparatı, Stirling motor ve ısıtıcının görünümü 6 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 3. DENEYSEL SONUÇLAR Tasarlanan ve imalatı yapılan prototip motorda, balans sorunu, mekanik sürtünmeler, parçaların ataletlerinden kaynaklanan olumsuzluklar ve ısı kayıpları tespit edilmiştir. Optimizasyon çalışmaları sonunda bazı parçalar da ağırlık azaltılarak veya tasarım değişikliklerine gidilerek motor sürekli ve düzenli çalışır hale getirilmiştir. 3.1. Test Sonuçları Belirlenen farklı sıcaklık ve basınçlarda her sıcaklık ve basınç değeri için on adet ölçüm alınarak test sonucunda bulgular elde edilmiştir. “Motor şarjlı” deyimi, motor çalışma akışkanının sahip olduğu çalışma şarj (doldurma) basıncını belirtmektedir. 3.2. Farklı Şarj Basınçlarında Isıtıcı Sıcaklığına Bağlı Motor Devri Değişimi Şekil 3.1 incelendiğinde, motor devrinin, havanın farklı şarj basınçlarında, farklı değer aldığı ve ısıtıcı sıcaklığına bağlı olarak motor devrinin sürekli doğrusal bir artış gösterdiği ve en fazla ısıtıcı sıcaklığı değerinde, motor devrinin de en yüksek değerine çıktığı görülmektedir. Motor Devri (d/d) 650 600 550 500 450 400 350 300 250 650 800 950 Sıcak Kaynak Sıcaklıkları, 0C 0,5 bar d/d 1 bar d/d 1,5 bar d/d 2 bar d/d 0 bar 0 1100 o Şekil 3.1 Farklı şarj basınçlarında ısıtıcı sıcaklığına bağlı devir değişimi Motor şarjlı iken, aynı sıcaklıktaki motor devri, şarjsız duruma göre daha yüksek çıkmaktadır. Bunun nedenlerinden birisi, motor şarjlı iken içerideki iş yapan akışkanın kütlesinin daha fazla olmasıdır. Aynı zamanda basıncının yüksek olması nedeniyle ısı iletiminin artmasıdır. Şarjlı değerleri karşılaştırdığımızda, aynı sıcaklıktaki motor devirlerinin değiştiği görülmektedir. Fazla doldurma basıncı, bazı kayıpları arttırdığından 2 bar doldurma basıncındaki motor devri, diğer doldurma basıncı değerlerine göre daha düşük kalmaktadır. Prototip motorda en fazla devir 0,5 bar ile 1 bar’da alınmaktadır. (Şekil 3.1) Sıcak bölgeye, ısı kaynağından verilen ısı enerjisi miktarı, malzeme dayanımının, kalitesinin ve maliyetinin imkan verdiği ölçüde ne kadar fazla olursa motordan alınacak verim o değerde artacaktır. 7 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 3.3 Farklı Şarj Basınçlarında Isıtıcı Sıcaklığına Bağlı Tork ve Güç Değişimi Isıtıcı sıcaklığındaki artışa paralel olarak tork ve güç değerlerinin de artığı şekil 3.2 ve 3.3’de görülmektedir. Bu doğru orantılı artış, ısıtıcı ve soğutucu sıcaklıkların arasındaki farkın artmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Ancak bu artış değeri tork ve güç değeri olarak farklı doldurma basınç değerlerinde daha değişik değerde olmaktadır. Şekil 3.2. Farklı Şarj Basınçlarında Isıtıcı Sıcaklığına Bağlı Güç Değişimi Isıtıcı sıcaklığı, motor torku ve gücüne doğru orantılı olarak etkilemektedir. 0,5 bar doldurma basıncında, sıcaklığa göre değişimde ise; 700 0C ‘de yaklaşık 7 W olan güç, 1050 0 C ‘ de yaklaşık 19 Watt’a, (şekil 3.2) çıkmaktadır. Şekil 3.3’te 0.08 Nm olan tork 0,35 Nm değerine doğru lineer olarak artış göstermektedir. Şekil 3.3. Farklı Şarj Basınçlarında Isıtıcı Sıcaklığına Bağlı Tork Değişimi Şarj basıncının 0,5 bar olması ile sıcaklığa bağlı olarak tork ve güçte büyük bir artış olmuştur. Bu grafikler tork ve güç değerinin ısıtma sıcaklığına bağlı olduğu gibi, doldurma basıncına da bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. En fazla tork ve güç değerleri 0,5 bar’da çıkmaktadır. 8 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 4. SONUÇLARIN TARTIŞILMASI Çalışma akışkanı hava olan, süpürme hacmi 0,163 litre olan prototip Stirling motordan maksimum güç, 1050 0C sıcaklıkta, 0,5 bar doldurma basıncında 21,344 W olarak elde edilmiştir. Motorda maksimum tork, 1050 0C sıcaklıkta, 0,5 bar doldurma basıncında 0,343 Nm olarak elde edilmiştir. Isıtma sıcaklığı arttıkça motor devrinin, torkunun ve gücünün doğru orantılı olarak arttığı ortaya çıkmaktadır. Motorun tork değeri, sıcak bölgede verilen ısı miktarı değiştirilerek kontrol edilebilir. Doldurma basıncının 0,5 bar’da optimal değerine ulaştığı görülmektedir. Fazla doldurma basıncı motorda kayıpları fazlaca arttırmakta bunun sonucunda devir, tork ve güç değerleri azalmaktadır. Doldurma basıncı değerinin, Stirling motorları için güç ve yük kontrolünde ısıtma sıcaklığı kadar önemli bir parametre olduğu ortaya çıkmaktadır. Sıkıştırma oranı ölü hacimler açısından önemlidir ve 1,5 ile 2 değerleri arasında tutulmalıdır. Daha düşük ısıtma sıcaklığı sağlayabilen güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının dışarıdan ısı enerjisi sağlayıcısı olarak kullanılması için motorun bu sıcaklık değerlerindeki verim ve performansının arttırılması gerekir. Bunun için en etkin yollardan biri ısıl kapasitesi iyi ve sürtünme kayıpları olan helyum ve hidrojen gibi akışkanların çalışma maddesi olarak tercih edilmesi gerekir. İş gören akışkan olarak hava kullanıldığında motor performans değerleri düşük olmaktadır. İmal edilen motor içten yanmalı motorla kıyaslanacak olursa, yanma olmadığı ve sıkıştırma oranı yaklaşık 5 ile 8 kat düşük olduğu için, yüksek basınç, ani basınç artışı ve yüksek sıcaklık ortaya çıkmamakta, parçalar daha az termik, mekanik, kimyasal zorlanmaktadır. Gürültü oldukça azdır. Egzoz emisyonu oldukça temizdir. İçten yanmalı motorlarla rekabet edebilmesi için, sızdırmazlık, ölü hacim, ısı iletimi gibi problemlerinin halledilmesi gerekmektedir. Ülkemizin güneş enerjisi potansiyelinin yüksek olması ve tarım ülkesi olması bu motorun cazibesini arttırmaktadır. Bu nedenle bu çalışmalar desteklenmelidir. SEMBOLLER A.Ö.N. DEL GP QH QL P TH TL Ü.Ö.N. V YD YDP W η Alt ölü nokta Yer değiştirme pistonu boşluğu Güç pistonu Sisteme verilen ısı Sistemden atılan ısı Basınç Sıcak kaynak sıcaklığı Soğuk kaynak Sıcaklığı Üst ölü nokta Hacim Yer değiştirme Yer değiştirme pistonu (displacer) Güç birimi Verim TEŞEKKÜR Bu çalışma Ege Üniversitesi (BAP 2002/GEE/002 No’lu Proje) tarafından desteklenmiştir. 9 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 5. KAYNAKLAR [1] Bergermannand, S., 2000, Schlaich Partner Bergermannand GbR, Structural Consulting Engineers, Stuttgart [2] Çengel Y.A., ve Boles, M.A., 1996, Mühendislik Yaklaşımı ile Termodinamik, Reno [3] Çınar, C., 2003, Gama Tipi Bir Stirling Motorunun Tasarımı İmali Ve Performans Analizi, Gazi Üniversitesi Fen bilimleri Enstitüsü, Ankara [4] Demir, B., 2003, Küçük Güçlü ve Güneş Enerjili Bir Stirling Motoru Tasarımı, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir [5] Demiralp, M., 2000, Gama Tipi Bir Stirling Motorunun Tasarımı Ve İmalatı, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara [6] Goswami, D.Y., Kreith, F., Kreider, J.F., 1999, Principles Of Solar Engineering, Solar Thermal Power And Process Heat , 376-388p. [7] Gu, Z., Sato, H., Feng, X., 2000, Yokohama, Using Supertical Heat Recovery Process İn Stirling Engines For High Termal Efficiency, Applied Thermal Engineering 21, 2001, 1621p [8] Hirata,K.,1997, SchmıdtTheoryForStırlıngEngınes,“www.bekkoeme.or.jp/khirata /academic/simple, Tentative version on January 20, 1997 [9] Karabulut, H., Erdiller, B., Yücesu, S., Koca, A., 2000, Güneş Enerjisi İle Çalışan Bir Stirling Motorunun İmali Ve Performans Testleri, Isı Bilim Ve Tekniği Dergisi 8-14 s. [10] Karabulut, H., 1996, Stirling Motorlarının Termodinamik Simülasyonu, Isı Bilim Ve Tekniği Dergisi 20, 3-4s. [11] Stine, W.B., and R.E. Diver, 1994, A Compendium Of Solar Dish / Stirling Technology. SAND93-7026,Sandia National laboratory. [12] Yücesu, S., 1996, Küçük Güçlü Güneş Enerjili Bir Stirling Motoru Tasarımı, Gazi Üniversitesi Fen bilimleri Enstitüsü, Ankara [13] Walker, G., 1980, Stirling Engines, Clarendon Pres, Oxford 10 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 BORNOVA İÇİN GÜNEŞ-RÜZGÂR HİBRİD ENERJİ ÜRETİM SİSTEMİ TASARIMI Mustafa Engin1 ÖZET Bu makalede, İzmir’de batarya yedekli PV-rüzgâr hibrid enerji sisteminin uygulanabilirliği araştırıldı. Günlük ortalama tüketimi 12.1 KWh ve en yüksek tüketimi 3.7 KW olan örnek ev otonom yük olarak kabul edildi. Sistemi boyutlandırmak için HOMER yazılımı kullanıldı. Rüzgâr hızı, güneş ışınımı ve sıcaklık verilerine göre boyutlandırılan sistemin duyarlılık analizi yapıldı. Yapılan analizler sonucu PV-rüzgâr hibrid enerji siteminin günümüzde elektrik üretimi için uygun çözüm olmadığı görüldü. Anahtar Sözcükler: hibrid enerji sistemleri; rüzgâr türbini; hibrid enerji sistemi boyutlandırma. ABSTRACT In this paper, a pre-feasibility study of using PV-wind hybrid energy system with battery storage in İzmir is explained. A house having an energy consumption of 12.1 kWh/d with a 3.7 kW peak power demands was considered as the stand-alone load. HOMER is used as a sizing and optimization tool. Sensitivity analysis with wind speed data, solar radiation level and temperature was done. It was found that, a PV-wind-battery hybrid system is not suitable solution at present. Keywords: hybrid energy systems; wind turbines; sizing hybrid energy systems 1. GİRİŞ Fosil yakıtlardan elektrik enerjisi elde eden sistemlerin çevreye verdikleri zararın her geçen gün daha açık bir şekilde ortaya çıkması yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik enerjisi üreten sistemleri daha önemli hale getirmiştir. 1970’li yıllardan başlayarak güneş pili ve rüzgâr türbini, ayrı ayrı ve birlikte hibrid olarak özellikle şebekeden uzak bölgelerde elektrik üretimi için kullanılmaktadır. Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik enerjisi üretiminin önünde duran en önemli engeller üretilen enerjinin kesikli olması, ilk kurulum maliyetlerinin yüksek olması ve yeterli teknolojik bilgi birikiminin bulunmamasıdır. Güneşten sadece gündüz elektrik üretilebilirken günün geri kalan bölümünde yük enerjisiz kalır. Rüzgârda ise güneş kadar kesin sınırlar ile ayrılmasa da günün bazı saatlerinde elektrik üretimi mümkün iken diğer saatlerde yük enerjisiz kalmaktadır. Gün içinde gerçekleşen bu kesiklik, enerji üretimin olduğu zaman diliminde üretilen enerjinin tüketim fazlası bataryada depolanarak ve üretimin yetersiz kaldığı zaman dilimlerinde yük bataryadan beslenerek giderilebilir [1]. Güneş ve rüzgârdan elde edilebilecek elektrik enerjisi, mevsimlere göre farklı değişimler gösterir. Kış aylarında güneşten günlerce elektrik 1 Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Ege Meslek Yüksekokulu Elektronik Teknolojisi Programı, Bornova, 35100, İzmir, [email protected] 11 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 üretmek mümkün olmayabilir. Aynı şekilde bahar ve yaz aylarında rüzgârdan elektrik üretimi çok düşük seviyede kalabilir [2]. Mevsimsel kesikliliğin batarya kapasitesinin arttırılması ile çözümü hem maliyeti çok arttırır hem de birçok yerde mümkün değildir. Mevsimsel kesikliliği gidermek için birçok araştırmacı güneş pili veya rüzgâr türbininin yetersiz kaldığı durumlarda dizel jeneratörün kullanılmasını önermişlerdir [3], [4]. Batarya kullanmak ilk kurulum maliyetini yükseltirken, dizel jeneratör kullanmak işletme harcamalarını arttırmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre birbirini tamamlayıcı değişim gösteren alternatif enerji kaynaklarının birlikte kullanımının sistem güvenirliğini artıracağı belirlenmiştir. Eleman boyutlarının ve denetim stratejisinin iyi seçilmesi durumunda sistem maliyetinin çok az yükseleceği hatta kurulan bölgenin özelliklerine göre biraz düşebileceği belirlenmiştir [5]. Birden fazla yenilenebilir enerji kaynağı içeren hibrid enerji üretim sistemlerinde daha fazla eleman yer alacağı için sistemin yapısı ve denetimi karmaşık hale gelecektir. Hibrid enerji sisteminin diğer bir sorunu da ilk kurulum maliyetlerini minimumda, güvenirliği maksimumda tutacak boyutlandırmanın zorluğudur. Boyutlandırmanın doğru yapılması için en az bir yıl boyunca meteorolojik verilerin ölçülmesi gerekmektedir. Bu çalışmada Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü tarafından 1 yıl süreyle ölçülen güneş ışınımı, rüzgâr hızı ve ortam sıcaklık değerleri kullanılarak güneş-rüzgâr batarya hibrid enerji üretim sisteminin ön fizibilite çalışması yapılmıştır. Ortalama bir evin elektrik tüketimi belirlenmiş ve dışarıdan ek kaynağa gerek kalmadan bu tüketimi karşılayacak hibrid enerji sistemi HOMER yazılımı kullanılarak tasarlanmıştır ve elde edilen sonuçlar verilmiştir. 2. GÜNEŞ-RÜZGÂR HİBRİD ENERJİ ÜRETİM SİSTEMİNİN ELEMANLARI Güneş-rüzgâr hibrid elektrik üretim sisteminin blok şeması şekil-1’de gösterilmiştir. Sistem güneş pili, rüzgâr türbini, batarya gurubu ve bu birimlerin birlikte uyumlu çalışabilmelerini sağlayan elektronik dönüştürücü ve denetleyici devrelerden oluşur. Şarj Regülatörü DC AC DC AC Yüke Rüzgar Türbini Batarya Gurubu Güneş Pili Şarj Regülatörü Şekil 1. Güneş-rüzgâr hibrid elektrik üretim sistemi. 12 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 2.1 Güneş Pili Fotovoltaik hücreler güneş ışığını doğru akıma dönüştürürler, yeterli ışık olduğu sürece üretim devam eder ve işletme giderleri çok düşük, güvenirlikleri de çok yüksektir. Birkaç WP gücünden 300 WP gücüne kadar değişik ölçülerde güneş pili satılmaktadır. Güneş pilinin en büyük dezavantajı ilk yatırım maliyetlerinin yüksek olmasıdır. Güneş pilleri şebekeden uzak küçük ve orta ölçekli yüklerin beslenmesi için ekonomik bir seçenek olmaktadır. Güneş pillerinin kullanım süreleri yapım teknolojisine bağlı olarak 10-25 yıl aralığında değişmektedir. [6] 2.2 Rüzgâr Türbini Rüzgâr türbini hareket halindeki havanın kinetik enerjisini mekanik veya elektrik enerjisine dönüştürür. Ürettikleri enerji rüzgâr hızına göre değişir, birim maliyeti düşüktür. Fakat kurulacak yerin rüzgâr hızının yüksek olması ve hava akışını engelleyen yükseltilerin çevresinde yer almaması gerekir. Rüzgâr hızı çok değişken olduğu için üretilen enerjide değişken olacaktır. Kanatlara çarpan hava akımı kanatların dönmesini ve dolayısıyla kanatların bağlı olduğu milin dönmesini sağlar. Küçük ölçekli rüzgâr türbinlerinde mil doğrudan, büyük ölçeklilerde ise dişli kutusu yolu ile jeneratöre bağlanır. Jeneratör mekanik hareketi elektrik enerjisine dönüştürür. Düşük güçlü rüzgâr türbinlerinde jeneratör olarak sabit mıknatıslı alternatörler kullanılırken, yüksek güçlüler de ise asenkron veya senkron jeneratör kullanılır. Şebekeden bağımsız çalışan sistemlerde frekansı sabit tutmak rüzgâr hızındaki değişimlerden dolayı mümkün olmadığından jeneratör çıkışı DC’ ye dönüştürülür. Birçok rüzgâr türbini 3 veya 2 kanatlı olarak üretilir. Rüzgâr türbininden elde edilebilecek güç rüzgâr hızının küpüyle ve kanat süpürme alanı ile doğrudan orantılıdır. Üretici firmalar türbinin üretime başladığı rüzgâr hızını, üretimi durdurduğu rüzgâr hızını ve rüzgâr hızı-güç eğrisini kullanıcılara verirler. 2.3 Batarya Gurubu Bataryalar enerjiyi kimyasal formda depolayan elektro-kimyasal elemanlardır. Yenilenebilir kaynaklarla birlikte en yaygın kullanılan batarya tipi derin boşaltmaya izin veren kurşun-asit sabit tesis bataryalarıdır. Nikel-kadmiyum, nikel-demir ve demir-hava gibi başka daha uygun batarya türleri vardır, fakat bu bataryalar ya çok pahalı ya da henüz geliştirme aşamasında olduklarından pratik uygulamalar için yeteri kadar güvenilir değillerdir. Kurşun-asit bataryalar en yaygın kullanılan batarya tipi olmasına rağmen kullanımı en karmaşık olandır. Aşırı şarjdan ve aşırı deşarjdan korunmalıdır, ayrıca uzun süreli düşük şarj seviyesinde tutulmamalıdır. İşletme koşullarına göre bataryaların ömrü 3 yıl ile 15 yıl arasında değişmektedir. İlk yatırım maliyetleri düşük olmasına rağmen bakım ve yenileme maliyetleri yüksektir. Deşarj sırasında plakalar ile elektrolit arasında gerçekleşen kimyasal reaksiyon yük üzerinden elektrik akımı geçmesini sağlar. Şarj sırasında bu kimyasal reaksiyon tersine çevrilir. Batarya kapasiteleri Ah veya nominal gerilimlerinin çarpımı sonucu elde edilen kWh olarak ifade edilir. Bataryanın saklama kapasitesi üzerinde yazılan kapasitesinden farklı olabilir, saklama kapasitesi yaşına, çalışma şekline ve bakımına bağlıdır. Bataryaların kullanım sürelerini ve verimlerini etkileyen diğer bir etken de ortam sıcaklığıdır. Ortam sıcaklığındaki her 10 C artış bataryanın kullanım süresini yarı yarıya azaltır. Diğer taraftan negatif sıcaklıkta şarj verimi düşük olur. Kurşun-asit sabit tesis akülerinin 20 C sıcaklıktaki kullanım süreleri 5 ile 10 yıl arasında değişir. [7] 13 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 2.4 İnvertör Hibrid sistemde AC ile çalışan cihazlar kullanıldığında invertör kullanılması gerekir. İnvertör DC batarya veya jeneratör çıkışını 50 Hz AC gerilime dönüştürür. Küçük ölçekli yükleri beslemek için kurulan hibrid sistemlerde genellikle tek faz invertör kullanılır. Büyük ölçekli hibrid sistemlerde ise yükler 3 faz ile beslendiğinden 3 fazlı invertörler kullanılmaktadır. 2.5 MPPT Maksimum güç noktası izleyicisi genel anlamda yüksek frekansta çalışan bir DC-DC dönüştürücüdür. PV panel tarafından üretilen gücün her anında maksimumunu yüke iletmek için kullanılır. Kullanıldığında sistem verimini olumlu yönde etkiler. Çoğunlukla batarya şarj eden sistemlerde şarj regülâtörü ile tümleşik, doğrudan AC motor süren sistemlerde invertör ile birleşik olarak tasarlanır. Batarya şarjında MPPT kullanmak, sistemin verimini artırır fakat maliyeti yüksek olduğu için tercih edilmez [8]. 2.6 Batarya Şarj Regülâtörleri Batarya regülâtörleri şebekeden bağımsız hibrid sistemlerde sistemin çalışmasını denetlemek amacıyla kullanılır. Birçok sistemde şarj regülâtörü ve yük regülâtörü olarak iki ayrı birimden oluşur. Şarj regülâtörü bataryaları aşırı şarjdan korurken yük regülâtörü bataryaları derin deşarjdan korur. 2.7 Elektrik Yükü Ortalama bir evin elektrik tüketimini belirlemek için Bornova ilçesinde 3 tarifeli elektronik sayaç kullanan 10 adet evin bir yıllık tüketimleri, faturalarından kaydedildi. Bu kullanıcıların ortalaması alınarak bir evin bir yıl boyunca aylık tüketimleri 3 tarifeli olarak belirlendi. Seçilen evlerde yaşayan kişi sayısı 3 ile 8 kişi arasında değişmektedir. Bu evlerin yarısı ısınma için kış aylarında elektrikli ısıtıcı veya klima kullanmaktadır. Diğer yarısı ise kış aylarında ısınma için doğal gaz, dizel veya kömür kullanırken, tüm evler yaz aylarında soğutma için klima kullanmaktadırlar. Tarife saat aralıklarında eşit enerji tüketimi olduğu varsayılarak her tarifedeki toplam tüketim tarife uzunluğuna bölünerek saatlik elektrik tüketimi belirlendi. Şekil-2’de ortalama evin aylık ortalama günlük tüketiminin aylara göre değişimi gösterilmiştir. Seasonal Profile Load (kW) 4 max 3 daily high mean 2 daily low 1 0 min Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Ann Şekil 2. Elektrik tüketiminin ortalama günlük tüketiminin aylara göre değişimi. 3. METEOROLOJİK VERİLER Güneş ve rüzgârdan elektrik enerjisi üreten rüzgâr türbini ve güneş pilinin çıkışı sistemin kurulduğu yerin meteorolojik verilerine bağlıdır. Sistemin boyutlandırılması ve üreteceği enerjinin tahmin edilebilmesi için en azından bir yıllık rüzgâr hızı, güneş radyasyonu ve ortam sıcaklığının saatlik aralıklarla ölçülmesi gerekmektedir. Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsünde 1994 yılından başlayarak rüzgâr hızı, güneş ışınımı ve ortam sıcaklığı 14 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 ölçülmüş ve saatlik ortalama değerleri kaydedilmiştir [9]. Haftalık veriler bilgisayara kaydedilmiştir. Bu makalede 1994-2001 yılları arasında alınan veriler kullanılmıştır. Şekil3’de 7 yılın ortalaması alınarak elde edilen model yılın ortalama günlük güneş ışınım değerlerinin aylık değişimi ve aylara göre bulutsuzluk indeksinin değişimi verilmiştir. Şekil4’te ise aylık ortalama rüzgâr hızının yıl boyunca değişimi verilmiştir. 1.0 0.8 6 0.6 4 0.4 Clearness Index Daily Radiation (kWh/m²/d) 8 2 0.2 0 Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Daily Radiation 0.0 Clearness Index Wind Speed (m/s) Şekil 3. Model yılın ortalama günlük toplam güneş ışınımının ve bulutsuzluk indeksinin aylara göre değişimi. 3.0 2.0 1.0 0.0 Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şekil 4. Model yılda ortalama aylık rüzgâr hızlarının yıllık değişimi. 4. HOMER Bu makalede National Renewable Energy Laboratory (NREL) tarafından geliştirilen Hybrid Optimization Model for Electric Renewables (HOMER), hibrid sistemin boyutlandırılmasında ve optimizasyonunda kullanıldı. HOMER, hibrid sistemde kullanılan elemanların enerji ve ekonomik modellerini içerir. Bu eleman modellerini ve kullanıcıdan aldığı rüzgâr hızı, güneş radyasyonu, ortam sıcaklığı ve yük değerini kullanarak hibrid sistemi boyutlandırır, simülasyonunu yapar ve en ekonomik çözümü kullanıcıya sunar [10]. Programdan istenilen elemanın yıllık, günlük veya aylık performans eğrilerini almak mümkündür. HOMER kütüphanesinde özellikleri üretici firmalardan alınmış hibrid sistem elemanlarını içerir fakat kullanıcı yeni eleman ekleyebilir. Simülasyon sırasında meteorolojik verilerin yanı sıra elemanların kullanım süreleri, maliyetleri, yenileme maliyetleri ve maksimum minimum kullanılabilecek adetlerini kullanıcıdan ister. 15 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 5. BULGULAR VE TARTIŞMA 6 yılın saatlik güneş ışınımı, rüzgâr hızı ve ortam sıcaklığı verileri kullanılarak elde edilen ortalama, model yılın örnekleme sıklığı 1 saat olacak şekilde HOMER’a girildi. Elektrik tüketimi için örnek olarak seçilen 10 adet evin ortalaması alınarak model yük oluşturuldu. Model yükün aylık ortalama saatlik değişimleri programın yük kısmına girildi. Güneş pili olarak 100, 150 ve 200 WP güçlerinde üç seçenek belirlendi. Rüzgâr türbini olarak program kütüphanesinde yer alan 20 KW’ın altında kalan 6 adet rüzgâr türbini seçildi. Batarya olarak kütüphanesinde yer alan 12 batarya tipinin tamamı simülasyona dâhil edildi. DC gerilim 48 V, AC gerilim 220 V, 50 Hz olarak seçildi. Kullanılacak eleman adedine sınırlama getirilmedi. Bu değerler ile yapılan boyutlandırma ve optimizasyon simülasyonunu 2 saat 17 dakika sürdü. Bu sürenin sonunda programdan sistem boyutu, eleman verilileri ve performans eğrilerini gösteren sistem raporu alındı ve rapor programdan alınan haliyle EK’de verildi. Hibrid sistem 6.4 KW güneş pili, 2 adet rüzgar türbini, 240 adet batarya, 4 Kw inverter ve 4 Kw doğrultucudan oluşmuştur. Kurulum maliyeti 48052 $, yıllık bakım ve işletme maliyeti 207 $/yıl ve tüketilen enerjinin birim maliyeti 0.851 $/KWh olarak hesaplanmıştır. Şebeke elektriğinin birim fiyatı 0.10 ile 0.12 $/KWh olduğunu düşündüğümüzde kurulacak hibrid sistem şebekenin ulaşabildiği bir yerde kurulduğunda tüketici yaklaşık 8 kat daha pahalı elektrik enerjisi satın almış olacaktır. Üretilen enerjinin pahalı olmasının birinci nedeni kurulum maliyetinin yüksek olması, ikinci nedeni ise kapasite kullanımının çok düşük olmasıdır. Kapasite kullanımı rüzgar türbininde %1, güneşte ise %18.5’tir. Tüketilen enerjinin %86’sını PV ve %14’ünü ise rüzgâr türbini üretmiştir. 6. SONUÇ Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü tarafından 1994-200 yılları arasında ölçülen meteorolojik veriler kullanılarak Bornova’da ortalama bir evin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere bir PV-rüzgâr hibrid enerji sistemi HOMER yazılımı kullanılarak boyutlandırılmıştır. Elde edilen 72 adet çözüm en düşük enerji maliyeti elde edilecek şekilde aynı programla optimize edilmiş ve tüketilen enerjinin birim maliyeti 0.85 $/KWh olarak hesaplanmıştır. Günümüz şarlarında şebeke elektriğini fiyatı 0.10-0.12 $/KWh aralığında olduğunu düşünürsek boyutlandırılan sistemin kullanılması ekonomik değildir. Gelecekte kurulum maliyetinin düşmesi veya üretilen fazla elektriğin şebekeye satılmasının yasa ile izin verilmesi ile birim maliyeti düşebilir ve tasarlanan sistem ekonomik bir seçenek olabilir. EK: System Report - hybrid1.hmr System architecture PV Array 6.4 kW Wind turbine 2 BWC Excel-S Battery 240 Hoppecke 4 OPzS 200 Inverter 4 kW Rectifier 4 kW Cost summary Total net present cost $ 48,052 Levelized cost of energy $ 0.851/kWh Operating cost $ 207/yr 16 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Net Present Costs Capital Replacement O&M Fuel Salvage Total ($) ($) ($) ($) ($) ($) PV 22,400 0 409 0 0 22,809 BWC Excel-S 9,000 0 128 0 0 9,128 Hoppecke 4 OPzS 200 12,000 2,993 0 0 -1,678 13,316 Converter 2,000 668 256 0 -124 2,799 System 45,400 3,661 793 0 -1,802 48,052 Component Electrical Production Component Fraction (kWh/yr) PV array 10,378 86% Wind turbines 1,758 14% Total 12,136 100% Consumption Load Fraction (kWh/yr) AC primary load 4,415 100% Total 4,415 100% Quantity Excess electricity Value 7,184 Units kWh/yr Unmet load 1.67 kWh/yr Capacity shortage 2.98 kWh/yr Renewable fraction 1.000 PV Quantity Rated capacity Mean output Value 6.40 1.18 17 Units kW kW C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Mean output Capacity factor Total production 28.4 18.5 10,378 kWh/d % kWh/yr Quantity Value Units Minimum output 0.00 kW Maximum output 6.88 kW PV penetration 235 % Hours of operation 4,389 hr/yr Levelized cost 0.172 $/kWh AC Wind Turbine: BWC Excel-S Variable Total rated capacity Mean output Capacity factor Total production Value 20.0 0.201 1.00 1,758 Units kW kW % kWh/yr Battery Quantity Nominal capacity Value 96.0 Units kWh Usable nominal capacity 67.2 kWh Autonomy 113 hr Lifetime throughput 163,200 kWh Battery wear cost 0.063 $/kWh Average energy cost 0.000 $/kWh Quantity Valu e Units Energy in 2,875 kWh/yr Energy out 2,478 kWh/yr Storage depletion 4.41 kWh/yr Losses 393 kWh/yr Annual throughput 2,672 kWh/yr Expected life 20.0 yr 18 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Converter Quantity Inver ter Rectifi er Uni ts Capacity 4.00 4.00 kW Mean output 0.36 0.01 kW Minimum output 0.00 0.00 kW Maximum output 3.68 1.96 kW Capacity factor 9.1 0.3 % 19 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 7. KAYNAKLAR [1] Habib M.A, Said, S.A.M. El-Hadidy, M.A. I. Al-Zaharna, Optimization procedure of a hybrid photovoltaic wind energy system, 1999, Energy, Vol. 24 pp 919–929. [2] Hans George Bayer, Christian Langer, A method for the identification of configurations of pv/wind hybrid systems for the reliable supply of small loads, Solar energy vol 57 no. 5 pp 381-3911, 1996. [3] Kelleg, M.H. Nehrir, G. Venkataramanan, and V. Gerez, W.D., Generation unit sizing cost analysis for stand-alone wind, photovoltaic, and hybrid wind/PV systems, IEEE Transaction on Energy Conversion, Vol. 13, No. 1, March 1998 [4] Manwell, J.F., Rogers, A., Hayman, G., Avelar, C.T., McGowan, J.G., 1996, Draft theory manual for hybrid2: the hybrid system simulation model, for hybrid energy systems NREL/TP-440-21182, Golden, CO. [5] Morgan, T.R., Marshall R. H., B. J. Brinkworth, 1997 ‘ares’ a refined simulation program for the sizing and optimization of autonomous hybrid energy systems, Solar Energy Vol. 59, No. 6 [6] Hansen, A. D., Sorensen, P., Hansen, L. H., Bindner, H., 2000, Models for stand-alone PV system, Riso National Laboratory, Roskilde Danmark, ISBN 87-550-2774-1 40p [7] İNCİ EXIDE Akü Sanayi A.Ş, 1998, Traksyoner akü kataloğu, Manisa, 8 sayfa. [8] Seeling-Hochmuth, G.C., A combined optimisation concept for the design and operation strategy of hybrid-pv energy systems, Solar Energy Vol. 61, No. 2, pp. 77-87, 1997 [9] Ulgen, K. and Hepbasli, A. ‘Comparison of solar radiation correlations for Izmir, Turkey’, International Journal of Energy Research, 16(4), 787-790. 2001. [10] HOMER V.2. National Renewable Energy Laboratory (NREL), 617 Cole Boulevard, Golden, CO 80401-3393. URL: http://www.nrel.gov/homer 20 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 ISPARTA KUZEYDOĞUSUNDA YERALAN DAVRAZ FORMASYONUNUN (DAVRAZ DAĞI) MİKROFASİYES ANALİZİ THE MICROFACIES ANALYSIS OF THE DAVRAZ FORMATION IN THE NOURTHEAST OF ISPARTA (DAVRAZ MOUNTAIN) Ümran PEKUZ1 ÖZET İnceleme alanı, Batı Toroslar’da Isparta Açısı olarak bilinen bölgesel bir coğrafik yapının iç kısmında, Isparta İli’nin kuzeydoğusunda uzanan Davraz Dağıdır. Davraz Dağı Beydağ otoktonuna ait platform karbonatlardan oluşmaktadır. Bu karbonat kayalar önceki çalışmacılar tarafından Davraz formasyonu olarak adlandırılmıştır. Bu çalışmada, Triyas-Üst Kretase yaş aralığında olan Davras formasyonunda, petrografik ve paleontolojik incelemeler sonucunda dört mikrofasiyes ayırt edilmiştir. ‘Dolomitik mikritik kireçtaşı fasiyesi’ kıyıya yakın platform düzlüğünde, ‘dolomitik oolitik,pelletik-tanetaşı fasiyesi’ gel-git düzlüğü ve gel-git kanallarında, ‘bentik foraminiferli çamurtaşı-vaketaşı fasiyesi’ şelf lagünü,’ bentik foraminiferli vaketaşı-istiftaşı fasiyesi’ resif gerisi çökelme ortamlarını temsil etmektedir. Anahtar kelimeler: Davraz Dağı, triyas-üst kretase platform karbonatlar, mikrofasiyes ABSTRACT The study area is Davraz Mountain extending in the southeast of Isparta province in the inner section of a regional geographic structure known as Isparta Angle in Western Taurus Mountains. Davraz Mountain is composed of platform carbonates of Davraz Beydağ autochthon. These carbonate rocks are called Davraz Formation. In this study, in Triase-Late Crease Davraz formation, four facies were determined in petrographic and paleontological analyses. “Dolomitic micritic limestone facies” represent platform plane near the shore, “Dolomitic oolitic pelletic-grainstone facies” represent tidal plane and tide channels, “Benthic foraminiferous mudstone- wacketstone facies” represent shelf lagoon and “Benthic foraminiferous wacketstone-packstone facies” represent reef back sedimentary environments. Key Words: Davraz Mountain, triase- upper cretase platform carbonates, facies analysis 1. GİRİŞ Çalışma alanı Isparta’nın kuzeydoğusunda yeralan Davraz Dağı ve çevresidir (Şekil 1 ). Çalışma alanında yeralan Davraz Dağı karbonatlı kayaçlardan oluşmaktadır. Bu çalışmada karbonat kayaçlardan sistematik örnekler alınarak bu karbonat kayaların petrografik özellikleri incelenmiş ve değişik fasiyes özellikleri ortaya konulmuştur. Günümüze değin bu 1 SDÜ Müh-Mim Fak. Jeoloji Müh.Bölümü, ISPARTA. 21 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 karbonat platformda bu amaçla bir çalışma yapılmamış olup yapılan çalışmalar aşağıda verilmiştir. Brunn ve diğ.(1971), Batı Toroslarda çok geniş kapsamlı çalışmalar yapmışlardır. Beydağlarını ve Geyik Dağını otokton (zaman zaman paraotokton) kabul etmişler ve bunların üstünde üç ayrı zamanda yerleşmiş üç ana nap yapılarının bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. . Dumont ve Kerey (1975), Eğridir gölü güneyinde, Beydağları ile AnamasdağGeyikdağı arasında kalan alanda; kaya birimlerini, stratigrafik ve tektonik özellikleri açısından, birbirleriyle farklılık gösteren üç farklı birlikte toplamışlardır. Marcoux (1976), Antalya körfezi batı kesimindeki detaylı çalışmalarında, bölgede bir otoktonun (Beydağları otoktonu) ve bunun üzerinde üç ana nap sisteminin bulunduğunu ve bunları ayrı ayrı fasiyeslere ayırarak, bölgenin stratigrafisini ve tektoniğini açıklamaya çalışmıştır Akbulut (1980), Torosların Eğridir gölü güneyinde kalan bölümünde değişik yapısal konumlu oluşukların yeraldığını, Davras kireçtaşının paraotokton olduğunu belirtmiştir. Koçyiğit (1981), Isparta büklümü kuzey iç kenarında (Sultandağın güney eteğinde yada bir başka deyişle Hoyran havzasında) Liyas sırasında biçim kazanmış Hoyran neritik karbonat platformunun, Toros karbonat platformunun, özellikle Mesozoyik- Alt Tersiyer sırasında oluşmuş örnek istiflerinden biri olduğunu belirtmiştir. Poisson ve diğ.(1984), Antalya körfezinin iki tarafında görülen karbonat platformlarının jeodinamik evriminin yorumlanmasını yapan çalışmacılar, Isparta açısının yerleşimi içerisinde bir rift havzasının gelişebileceğini belirtirler. Isparta açısının batısındaki Beydağları platformunun, Üst Triyas’tan itibaren rekonstrüksiyonu, Mesozoyik’te doğuya doğru bir yamacı; AksekiAnamas platformunun batı kenarının rekonstrüksiyonu ise batıya doğru eğimli benzer bir yamacın varlığını gösterdiğini; oblik basen ortası sırtında ise ofiyolitlerin meydana gelebileceğini belirtmiştir. Şenel (1984), Antalya körfezi batısındaki çalışmalarında Mesozoyik yaşlı platform karbonatlarının oluşturduğu Beydağları otoktonu ile Geyikdağ otoktonunun aynı olduğunu savunmanın hatalı olacağını ileri süren Şenel iki otokton arasındaki ilişkinin tektonik olduğunu belirtmiştir. Yalçınkaya (1989), Batı Toroslarda Isparta dolaylarında yaptığı çalışmasında, taban ilişkisi gözlenemeyen, altta Noriyen-Resiyen yaşlı dolomitik kireçtaşları ile başlayıp, Senomaniyen’e kadar neritik fasiyeste, Senomaniyen sonrasında, Maestrihtiyen’e kadar neritik yarı pelajik-pelajik fasiyeste çökelmiş kireçtaşları ile devam ederek, Maestrihtiyen’de pelajik kireçtaşlarıyla sonlanan Davras formasyonu, Anatolid-Torid platformunun küçük bir bölümünü yansıttığını belirtmiştir. Görmüş ve Özkul (1995) Gönen-Atabey (Isparta) ve Ağlasun (Burdur) arasındaki bölgede yaptığı çalışmada Triyas-Kretase yaşlı Davraz kireçtaşı kalın tabakalı ve masif kireçtaşlarıyla temsil olduğunu ve Kretase yaşlı kireçtaşlarının formasyon içerisinde Söbüdağ kireçtaşı üyesi olarak ayırmışlardır. Bu çalışma ile Davraz Dağından sistematik örnekler alınarak bu numuneler üzerinde sedimanter petrografik incelemeler yapılarak Davraz formasyonunun Wilson’a (1975) ve Dunham’a (1962) dayanarak fasiyes analizi çıkarılmış, çökelme ortamı ve paleocoğrafik konumuna bir yaklaşım sağlanmıştır. 22 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 1. Isparta kuzeydoğusunun basitleştirilmiş jeoloji haritası (Özgül,1983’den değiştirilerek alınmıştır). Figure 1. Simplified Geological Map of the Nourtheast part of Isparta. 2. STRATİGRAFİ Gutnic ve diğ.(1979) Isparta kuzeydoğusunda yeralan Davraz Dağı çevresindeki Mesozoyik yaşlı karbonatlar için Davraz serisi terimini kullanmışlardır. Seriyi kendi içerisinde de birkaç çeşit karbonat üniteye ayırmışlardır. Akbulut (1980) Mesozoyik yaşlı bu karbonatlar için Davras kireçtaşı terimini önermiştir. Yalçınkaya (1989) ise Davras formasyonu ismini kullanmıştır. Bu çalışmada da Yalçınkaya’nın (1989) önerdiği Davraz 23 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 formasyonu ismi kullanılmıştır. Batı Toroslarda Akbulut’dan (1980) sonra gerçekleştirilen çalışmalarda tanımlanan Beydağları (Yalçınkaya ve diğ.,1986), Finike yöresinden tanımlanan Finike kalker (Şenel,1984) ve Tekedağ formasyonlarının (Şenel ve diğ,1981) birimin eşleniği olabileceği düşünülmektedir. Birimin tip kesiti Isparta’nın kuzeydoğusunda yeralan Davras Dağı olarak belirlenmiştir. Tip kesitinde birim çoğunlukla gri renkli, kalın tabakalı, yer yer bol fosil içerikli, mikritik dokulu kireçtaşlarıyla temsil olunur. Birimin stratigrafik istifteki yeri Şekil 2’de verilmiştir. Birimin tabanını Isparta’nın 15-20 km güneydoğusunda Ispartaçay boyunca Triyas yaşlı Ispartaçay formasyonunun (Yalçınkaya,1989), Sütçüler (Isparta) civarlarında KarniyenNoriyen yaşlı Kasımlar formasyonunun (Dumont ve Kerey,1975) oluşturduğu düşünülmektedir. Birimin üstüne ise uyumsuz olarak Çiğdemtepe kireçtaşı gelmektedir (Karaman ve diğ,1988; Yıldız ve Toker, 1991). Davras kireçtaşının tabanı Ispartaçay boyunca açıkça gözlenir. Birimin yaş ilişkileri dikkate alındığında Isparta civarlarında Ispartaçay formasyonu ile (Yalçınkaya,1989), Sütçüler civarlarında Alakilise kireçtaşı, Eşekini kireçtaşı (Dumont ve Kerey, 1975) ve Hoyran civarlarında alttan üste doğru Kocakaya, Ergenli, Eskigençali formasyonları (Koçyiğit,1984) ile yanal geçişli olabileceği de farz edilir. Üst dokanak ilişkisi Yalçınkaya (1989) ve Sarıiz (1985) tarafından uyumlu kabul edilmesine karşın paleontolojik verilerde eksiklik görülmesi nedeni ile yapılan son araştırmalarda (Karaman,1988; Yıldız ve Toker, 1991; Görmüş ve Karaman, 1992; Görmüş ve Özkul, 1995) uyumsuz olarak ortaya konulmaktadır. Son çalışmalardaki paleontolojik verilerin güvenilirliği düşünülerek sualtı uyumsuzluğu bu araştırmada da kabul edilmektedir. Birim içerisinde Miliolidae, Rotalidae, Textularidae gibi fosiller tespit edilmiştir. Önceki çalışmalarda tespit edilen fauna ile yaşının Triyas’a kadar inebileceği belirtilmiştir. Bu çalışmada da Görmüş ve Özkul (1995)’in Üst Triyas- Turoniyen yaş aralığı benimsenmiştir. Formasyonun kalınlığı 2000 m’den daha fazla olduğu düşünülmektedir. 3. FASİYES ANALİZİ Davraz formasyonunun fasiyes analiz çalışmalarında matriks, tane bileşenleri, dokusal özellikler ve fosil içeriği gibi parametreler dikkate alınmıştır. Davraz formasyonunda alttan üste doğru dolomitik mikritik kireçtaşı fasiyesi, dolomitik oolitik-tanetaşı fasiyesi, bentik foraminiferli çamurtaşı-vaketaşı fasiyesi ve bentik foraminiferli vaketaşı-istiftaşı fasiyesi olmak üzere dört fasiyes ayırt edilmiştir (Dunham,1962). Fasiyes zonlarının çökelme modeli bir blok diyagram üzerinde gösterilmiştir (Şekil 3). Şekilde Davraz formasyonu alttan üste transgressif bir istif özelliği göstermektedir. 24 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 2. Çalışma alanının genelleştirilmiş sütun kesiti. Figure 2. The generalized columnar section of study area. 25 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 3. Çalışma alanının çökelme modeli Figure 3. Sedimentary Model of study area. 3.1 Dolomitik Mikritik Kireçtaşı Fasiyesi Dolomitik mikritik kireçtaşı fasiyesine ait karbonat kayalar mikritten oluşan matriks içinde gelişmiş epijenetik kökenli ve özbiçimli dolomit kristallerinden oluşmaktadır. Dolomitleşmenin yaygın olduğu alanlarda, mikritten oluşan kalıntılar yersel olarak gözlenmektedir (Şekil 4 ). Diğer taraftan çatlak ve fisürler boyunca dolomitleşmenin yoğun geliştiği ve özbiçimli kristallerin yaygın ve girik olduğu gözlenir (Şekil 5). Bütün bu dokusal veriler, Davraz formasyonunun alt bölümünde yeralan dolomitlerin ikincil kökenli olduklarını yansıtır. Buna göre yöredeki dolomitler ve dolomitik kireçtaşları kıyıya yakın platform düzlüğünde çökelmiş karbonat kayalara ait bileşenler olarak değerlendirilebilir (Wilson,1975). 26 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 4. Davraz formasyonunda gözlenen dolomitik mikritik kireçtaşı fasiyesinin mikroskobik görünümü. Dl: ikincil dolomit kristalleri, Mk: Mikrit. Figure 4. Dolomitic micritic limestone facies in the Davraz formation. Şekil 5. Dolomitik mikritik kireçtaşı fasiyesindeki özbiçimli dolomit kristalleri. Dl: Dolomit kristalleri. Figure 5. Dolomite crystals in the dolomitic micritic limestone facies. 3.2 Dolomitik Oolitik, Pelletik-Tanetaşı Fasiyesi Bu fasiyese ait kireçtaşları, koyu grimsi-siyahımsı renkli, çok kalın düzensiz katmanlı, yersel çatlaklı ve çatlaklar ikincil kalsit dolguludur. Bu fasiyese ait kireçtaşlarının egemen tane bileşeni ooid,pellet , intraklast ve biyoklasttan oluşmaktadır (Şekil 6). Bu fasiyesi oluşturan kireçtaşı tane bileşenleri genellikle değimli, çok iyi boylanmalı, iyi yuvarlaklaşmış ve sparkalsit aradolguludur. Saptanan bu özelliklere göre kireçtaşları Dunham’a (1962) göre oolitik tanetaşı olarak tanımlanmıştır. Bu fasiyese ait örneklerde ooidler yaygın olduğu için Folk’un (1959 ) sınıflamasına göre de oopelsparit olarak tanımlanmıştır. Ayrıca yapılan petrografik incelemelerde bu fasiyese ait örneklerde birincil ve ikincil gözeneklilik yaygın olarak gözlenmektedir. Birincil gözeneklilik, tane arası, tane içi ve kavkı içi gözeneklilik şeklinde gelişmektedir. Gözeneklerin büyük bölümü sparkalsit tarafından kısmen veya tamamen doldurulmuştur. İkincil gözeneklilik çatlaklara bağlı olarak gelişmiştir. Bu çatlaklar genellikle sparkalsit çimentoyla doldurulmuştur. Bu fasiyesin alt bölümlerinde ikincil dolomitleşme yaygın olarak gözlenmektedir. Buradaki dolomit kristalleri özbiçimli ve iri kristallidir . Dolomitik oolitli-tanetaşı fasiyesine ait kireçtaşlarında gözlenen tane değimli ve sparkalsit matriksden oluşan dokusal özellikler, yüksek enerjili ve kıyı yakınında gelişen sığ denizel ortamsal koşulları yansıtır. Öte yandan kireçtaşı içinde yeralan yuvarlaklaşmış ve iyi boylanmış intraklastların ve pelletlerin varlığı ve taşınmış bentik foraminifer kalıntıları, yüksek enerjili kıyı yakını ortamı destekleyen diğer önemli veriler olarak değerlendirilebilir. 27 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 6. Davraz formasyonunda yeralan oolitik-pelletik tanetaşı fasiyesi. Ol: Oolit, İn: İntraklast, Pl: Pellet, Sp: Sparkalsit. Figure 6. Oolitic,pelletic grainstone facies in the Davraz formation. Fosil kırıntılarının çok seyrek oluşu bu fasiyese ait karbonatların kıyıya yakın gel-git arası düzlükte ve gel-git kanalları içinde depolanmış olabileceğini göstermektedir (Reading,1978; Friedman ve Reeckman, 1981). 3.3 Bentik Foraminiferli Çamurtaşı-Vaketaşı Fasiyesi Bu fasiyese ait kireçtaşının tanebileşenlerinin intraklast, biyoklast ve pelletten oluştuğu tesbit edilmiştir. Kireçtaşlarının tane bileşenleri %10’dan az ve değimsiz tanelerden oluştuğu ve çok kötü boylanmalı olduğu için Dunham’a (1962) göre çamurtaşı olarak tanımlanmıştır. Bazı kesitlerde tane bileşenleri %10’dan fazla olduğu için Dunham (1962) sınıflamasına göre vaketaşı olarak tanımlanmıştır. Folk’un(1959) sınıflamasına göre intramikrit veya biyomikrit olarak adlandırılmıştır. Diğer taraftan bu fasiyeste birincil ve ikincil gözeneklilikte oldukça yaygındır. Birincil gözeneklilik fosil kavkıları içinde gelişmiş olan kavkı içi gözenekliliktir. Kavkı içinde gelişen gözenekler bir bölümüyle sparkalsitle doldurulmuştur. İkincil gözeneklilik çatlaklara bağlı olarak gelişmiştir. İkincil çatlaklara bağlı olarak gelişen gözenekler sparkalsitle doldurulmuştur. Davraz karbonat istifinin orta bölümünü oluşturan çamurtaşı-vaketaşı fasiyesine ait kireçtaşları, çoğunlukla kötü boylanmış, çamur destekli ve mikritik matriksli bir dokusal özelliğe sahiptir. Kireçtaşı içinde intraklastların yanı sıra, kötü yuvarlaklaşmış algal oluşuklar ile daha az oranda bulunan bentik foraminiferlerden Miliolidae, Textularidae ve Rotalidae içeriği, bu kireçtaşlarının açık şelf (şelf lagünü) ortamında çökelebileceğini yansıtır (Bathurst, 1975) (Şekil 7,8,9). 28 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 7. Çamurtaşı-vaketaşı fasiyesinde gözlenen Textularidae Fosili. T: Textularidae fosili, Mk: Mikrit. Figure 7. Textularidae fossil in the Mudstone-Wackestone facies. Şekil 8.Çamurtaşı-vaketaşı fasiyesinde gözlenen Miliolidae fosili. Mk: Mikrit, Ml: Miliolidae fosili, Sp: ikincil çatlaklarda gelişen sparkalsit. Figure 8.Miliolidae fossil in the Mudstone-Wackestone facies. 29 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 9. Çamurtaşı-vaketaşı fasiyesinde gözlenen Rotalidae fosili. Rt: Rotalidae fosili, Pl:Pellet, Mk: Mikrit. Figure 9. Rotalidae fossil in the Mudstone-Wackestone facies. 3.4 Bentik Foraminiferli Vaketaşı-İstiftaşı Fasiyesi Bu fasiyese ait kireçtaşlarının tane bileşenleri biyoklast, intraklast ve pelletten oluşmaktadır (Şekil,10,11). Kireçtaşlarının tane bileşenleri %10’dan fazla ve değimsiz olduğundan Dunham’a (1962) göre vaketaşı olarak tanımlanmıştır. Bazı kesitlerde de bileşenler değimli ve iyi yuvarlaklaşmış olduğu için istiftaşı olarak tanımlanmıştır. Folk’un (1959) sınıflamasına görede intrapelmikrosparit olarak adlandırılmıştır. Bu fasiyeste de kavkı içi gözeneklilik yaygın olup kavkıların içi mikrit ile doldurulmuştur. Yapılan paleontolojik tayinlerde Miliolidae, Alveolina sp., Rotalidae ve Textularidae kavkı kırıntıları gözlenmiştir (Şekil 12,13). 30 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 10. Davraz formasyonunda yeralan vaketaşı-istiftaşı fasiyesi. İn: İntraklast, Pl: Pellet, Mk:Mikrit. Figure 10. Wackestone-packestone facies in the Davraz formation. 31 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 11. Davraz formasyonunda yeralan vaketaşı-istiftaşı fasiyesi. İn: İntraklast, Pl: Pellet, Mks: Mikrosparkalsit. Figure 11. Wackestone-packestone facies in the Davraz formation. 32 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 12. Vaketaşı-istiftaşı fasiyesinde gözlenen Miliolidae fosili. Ml: Miliolidae fosili, Sp: Sparkalsit, Pl: Pellet. Figure 12.Miliolidae fossile in the Wackestone-Packestone facies. Şekil 13.Vaketaşı-istiftaşı fasiyesinde gözlenen Alveolina sp. Fosili. Figure 13.Alveolina sp. fossile in the Wackestone-Packestone facies. 33 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Bu fasiyes gözlenen dokusal verilere ve fosil içeriğine dayanarak Wilson’un (1975) çökelme ortam modeline göre resif gerisi ortamında çökeldiği tesbit edilmiştir. 4. SONUÇLAR Davraz formasyonunda mikroskobik çalışmalar sonucunda, bu formasyonu oluşturan karbonat kayaçların tane bileşenleri ve dokusal özelliklerine dayanarak kıyıya yakın platform düzlüğü (gel-git arası düzlüğü), gel-git kanalları, şelf lagünü ve resif gerisi ortamında çökelmiş dört fasiyes zonu ayırt edilmiştir. Formasyonun oluşum mekanizmasını açıklayıcı bir çökelme modeli ortaya konulmuştur. Davraz formasyonunda alttan üste doğru dolomitik mikritik kireçtaşı fasiyesi, dolomitik oolitik-tanetaşı fasiyesi, bentik foraminiferli çamurtaşı-vaketaşı fasiyesi ve bentik foraminiferli vaketaşı-istiftaşı fasiyesi olmak üzere dört fasiyes ayırt edilmiştir (Dunham,1962). KATKI BELİRTME Bu çalışmanın arazi aşamasında yardımlarını gördüğüm lisans öğrencilerim Koray Babadan, Tolga Erçin ve Ömer Faruk Ünlü’ ye teşekkür ederim. 34 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 5. KAYNAKLAR [1] Akbulut,A.,1980, Eğirdir gölü güneyinde Çandır (Sütçüler-Isparta) yöresindeki Batı Toroslar’ın jeolojisi,TJK Bülteni, 23(1),1-9, Ankara. [2] Bathurst,R.,1975, Carbonate Sediments and Their Diagenesis, Jane Herdman Laboratories of Geology, university of Liverpool, 517-527. [3] Brunn, J.H.,Dumont,J.F., Graciansky,P.C., Gutnic,M., Juteau,T.,Marcaoux,J.,Monod,O., Poisson,A.,1971, Outline of the geology of the western Taurids, In: Geology and history of Turkey (cambell,A.S.,ed). Petrol.Explor.soc.Libya,225-255, Tripoli. [4] Dumont,J.F., Kerey,E.,1975, Eğirdir gölü güneyinin temel jeolojik etüdü, TJK Bülteni,18(2),169-174. [5] Dunham,R.J.,1962, Classification of carbonates rocks according to depositional texture, in W.E.Ham.ed., classification of carbonates rocks,AAPG Bull.v.1, p.108-121. [6] Friedman,G.,Reeckmann,A.,1981, Exploration for carbonate Petroleum Reservoirs, Departmant of Geology Rensselaer polytechnic Enstitute, Newyork. [7] Görmüş,M.,Karaman,M.E,1992, Facies changes and new stratigraphical-paleontological data in the Cretaceous- Tertiary boundary around Söbüdağ (Çünür-Isparta), Geosound, Çukurova üniv.21,43-47, Adana. [8] Görmüş,M.,Özkul,M.,1995, Gönen-Atabey (Isparta) ve Ağlasun (Burdur) arasındaki Bölgenin Stratigrafisi, S.D.Ü Fen Bilimleri Ens.Derg.1,43-64. [9] Gutnic,M.,Monod,O.,Poisson,A.,Dumont,J.F.,1979, Geologie des Taurides occidentales (Turquie),Mem.soc.Geol.France,137,112 pp., Paris. [10] Karaman, M.E., Meriç,E., Tansel,İ.,1988, Çünür (Isparta) dolaylarında Kretase-Tersiyer geçişi, Akd.Üniv.Isparta Müh,Fak.Derg.,4,80-100,Isparta. [11] Koçyiğit,A.,1984, Tectono- stratigraphic characteristics of Hoyran Lake region (Isparta Bend), In: Geology of the Taurus Belt proceed.In.symp.( Tekeli,O. Ve Göncüoğlu,M.C.eds),53-68, Ankara. [12] Marcoux,J.,1976, Les Series Triasiques des nappes a radiolarites et ophiolites d’Antalya (Turquie) homologies et significition probable, Bull.soc.Geol.Fr,18,511-512. [13] Özgül,N.,1983,Stratigraphy and tectonic evolution of the Central Taurides.,Geology of the Taurus belt International Symposium, 26-29 September, Ankara.,S:77-90. [14] Poisson,A.,Akay,E.,Dumont,J.F., Uysal,S.,1984, ‘The Isparta Angle’ In: Geology of the Taurus Belt proceed. Int.symp.(Tekeli, O. Ve Göncüoğlu,M.C,eds),11-16,Ankara. [15] Reading,H.G., 1978, Sedimentary Environments and Facies, Blackwell scientific publications, Oxford, 259-279. 35 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 [16] Sarıiz,K.,1985, Keçiborlu kükürt yataklarının oluşumu ve yörenin jeolojisi, Anadolu üniv.yayını.,91,Doktora tezi, Eskişehir. [17] Şenel,M., Serdaroğlu,M., Kangil,R., Ünverdi,M., Gözler,Z.,1981, Teke Torosları güneydoğusunun jeolojisi, MTA Enst.Derg.,95-96,13-43,Ankara. [18] Şenel,M.,1984, Discussion on the Antalya nappes, In: Geology of the Taurus Belt Proceed.Int.symp.(Tekeli.O. ve Göncüoğlu, M.C.eds.),41-51,Ankara. [19] Wilson, J.L,1975, Carbonate facies in geologic history, Springer-Verlag, Newyok,471p. [20] Yalçınkaya,S., Ergin,A.,Afşar,Ö.P., Taner,K.,1986, Batı Torosların Jeolojisi,Isparta Projesi raporu,MTA Genel Müd.raporları.(Yayınlanmamış),Ankara. [21] Yalçınkaya, S.,1989,Isparta-Ağlasun (Burdur) dolaylarının jeolojisi, İstanbul Üniv.Fen Bilim.Enst.Doktora Tezi,176s.İstanbul, (Yayınlanmamış). [22] Yıldız,A., Toker,V.,1991, Çünür köyü yöresindeki (Isparta kuzeyi) Üst Kretase-Eosen yaşlı birimlerin planktik foraminiferler ile biyostratigrafik incelemesi, TJK Bült., 34(2),4358,Ankara. 36 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 ALAŞEHİR YÖRESİ BAĞ İŞLETMELERİNİN PAZARLAMA VE ÖRGÜTLENME DURUMU ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA A STUDY ON THE MARKETING AND THE CASE OF ORGANIZATION OF VINEYARD ESTABLISHMENTS IN ALASEHIR DISTRICT A.Nuray CEBECİ1, Hüseyin YENER1, Şenay AYDIN2 ÖZET Ege bölgesi içerisinde en fazla bağ alanı ve üretimine sahip Manisa ili ve bu il kapsamında 185.960 da bağ alanı ile Alaşehir ilçesidir. Bu bağ alanının %95.45’ni yuvarlak çekirdeksiz üzüm (Vitis vinifera L.) çeşidi oluşturmaktadır. Bu nedenle bu çalışma, Alaşehir yöresini temsil eden 65 adet bağ işletmelerinde yürütülmüştür. Çalışmada, elde edilen verilerin ışığında; üreticilerin eğitim durumları, bağ işletmelerinin büyüklük durumları, üzümün pazara sunulma şekilleri ile sorunları, yapılan teknik uygulamalar ve örgütlenme durumunun belirlenmesi amaçlanmıştır. Veriler, bağ işletmelerinden anket yöntemi ile ve yöreyi temsil eden Alaşehir merkez ve 6 beldeden( Şahyar, Yeşilyurt, Piyadeler, Tepeköy, Killik ve Delemenler) toplanmıştır. Anket çalışmasının sonuçlarına göre; yörede bağcılıkla uğraşan üreticilerin eğitim düzeyi (%70.77 ilkokul) düşüktür. İşletme başına ortalama bağ alanlarının büyüklüğü genelde 21.40 da olarak saptanmıştır. Üreticilerin %38.46’sı TARİŞ’e, %6.15’i tarım kredi kooperatifine, %36.92’i her iki kooperatife üyedir. Ayrıca üreticilerin %86.15’nin Ziraat Odasına üye olduğu belirlenmiştir. İlçede üretilen kuru üzüm genellikle yöresel tüccarlara ve tarım satış kooperatiflerine (TARİŞ) satılmaktadır. Sofralık yaş üzümde ise benzer bir örgütlenme şeklinin olmadığı belirlenmiştir. Yöre üreticisinin karşılaştığı en önemli sorunlar, sırasıyla, fiyatların düşük ve istikrarsız oluşu, ürünlerin satış ve ödeme garantisinin olmaması olarak saptanmıştır. Anahtar sözcükler: Alaşehir, bağ işletmeleri, pazarlama, örgütleme, üzüm üreticisi, üzüm ABSTRACT In Ege region, there is most vineyard area in Manisa where Alaşehir district is most important center for production with a vineyard area 185.960 da. The round seedless grape (Vitis vinifera L.) occurs 95.45 % of this area of vineyard. Therefore, this study was conducted on the 65 vineyard establiments representing Alaşehir district. It was aimed at determining the education circumstances of producers, the magnitudes of vineyard establishments, representing ways of crop to market and problems, technical treatments and the case of organization in the light of the data obtained. 1 2 Yrd.Doç.Dr., C. B. Ü., Alaşehir M.Y.O., Alaşehir-MANİSA, [email protected] Prof.Dr., Celal Bayar Üniversitesi, Alaşehir M.Y.O., Alaşehir-MANİSA 37 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 The data were collected from 7 places(Alaşehir Center, Şahyar, Yeşilyurt, Piyadeler, Tepeköy , Killik and Delemenler) representing the district and vineyard establishments by method of questionnaire. According to the results from the study, it was determined that the level of education for producers dealing with vineculture in that district was low (70.77 % primary school), that the areas of vineyard per establishment were generally 21.40 % and that 38.46 %, 6.15 % and 36.92 % of the producers in this district were member to TARİŞ, cooperative of agriculture and credit and both associations, respectively. In addition, it was found the 86.15 % of producers to be member to the Chamber of Agriculture. It was determined that the dried grapes produced in that district were usually sold to districtive businessmans and TARİŞ, and that a similar way of organization was not for table grapes. The most important difficulties confronted by the producer of district were found to be prices becoming low and unstable and absence of guarantees of market, selling and payment. Keywords: Alaşehir, vineyard, establishment, marketing, organization, grape producers, grape 1. GİRİŞ Üzüm, iklim ve toprak istekleri yönünden çok seçici olmayışı, çok yıllık olması ve çoğalma yöntemlerinin kolay olması gibi faktörlerin de etkisiyle dünyada en yaygın kültür bitkilerinden biri haline gelmiştir. Bağcılık için en elverişli iklim kuşağı üzerinde bulunan Türkiye, yıllardır süre gelen alışkanlıklarını bir bağcılık kültürü haline dönüştürmüştür. Ülkemizde üretilen üzümlerin yaklaşık %30,0’u sofralık, %37,0’si kurutmalık, %30,0’u pekmez, pestil, şıra ve %3.0 de şaraplık olarak değerlendirilmektedir(Tüfekçi, 2006). Ege bölgesinde Manisa iline bağlı önemli bir bağcılık merkezi olan Alaşehir ilçesi çekirdeksiz kuru üzüm üretiminin %20’ini karşılamaktadır(Anonim, 2006). Ege bölgesi (özellikle Manisa ve çevresi)diğer bölgelerle karşılaştırıldığında, Türkiye toplam bağ alanın %27.99’nu, üzüm üretiminin %45.35’ini oluşturarak birinci sırada yer almaktadır. Ayrıca bölgede mevcut bağların %90’ını yuvarlak çekirdeksiz üzüm çeşidine (Vitis vinifera L.) ait bağlar oluşturmaktadır(Yener ve ark., 2008). Bununla birlikte, Alaşehir’de 20.900 hektarlık alanda bağcılık yapılarak 283.000 ton yaş üzüm üretilmektedir(Anonim a, 2008). Yörede, üzümü farklı şekillerde (sofralık, kurutmalık, pekmez gibi) değerlendirmek için, 44 adet yaş meyve sebze işletmesi, 2 adet kuru üzüm işletmesi, 1 adet sirke pekmez işletmesi ve 2 adet suma alkol fabrikası kurulmuştur. Türkiye bağcılığının geliştirilmesi her şeyden önce elde edilen ürünün taze ya da işlenmiş olarak iç ve dış pazarlarda değerlendirilmesine bağlıdır. Bu nedenle üretim hedefleri iç ve dış pazarlarla rekabet edecek şekilde belirlenmelidir. Kuru üzümde ve sofralık üzümde, renk ve boyutlarda standardizasyon, küf mantarlarının olmaması, pestisit ve ağır metal kalıntısı gibi kalite özellikleri pazarlamada en çok dikkat edilen unsurlardır. Ayrıca yörede sofralık üzümde, kuru üzümde olduğu gibi bir örgütlenme şeklinin gerçekleştirilememiş olması önemli bir sorundur. Alaşehir yöresinde üretici örgütü olarak; Ziraat Odası, Merkez, Kavaklıdere, ve Yeşilyurt beldelerinde tarım satış kooperatifleri (TARİŞ), merkez köy ve beldelerde 9 adet tarım kredi kooperatifi faaliyet göstermektedir. Yörede şaraplık üzüm üretimi çok az olduğundan bu konuda işletme anlamında herhangi aktivite bulunmamaktadır. Bununla birlikte bugüne kadar Alaşehir yöresi bağ işletmelerinin pazarlama ve örgütlenme durumuna ışık tutacak pek fazla araştırmaya rastlanılmamıştır. Bu nedenle, bu çalışmada; elde edilen verilerin ışığında, üzümün yetiştiriciliği, bağ işletmelerinin büyüklük durumları, 38 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 üzümün pazara sunulma şekilleri ile sorunları, yapılan teknik uygulamalar ve örgütlenme durumunun belirlenmesi amaçlanmıştır. 2. MATERYAL VE YÖNTEM Araştırma, Ege bölgesinde bağcılığın yoğun olarak gerçekleştirildiği Manisa’nın Alaşehir yöresinde diğer üzüm çeşitlerinin daha az (sofralık), yuvarlak çekirdeksiz (Vitis vinifera L.) üzüm çeşidinin(kurutmalık) üretiminin daha fazla yapıldığı bağlarda yürütülmüştür. Çalışmada, kullanılan verilerin önemli bir kısmı; yöreyi temsil eden Alaşehir yöresinde bağ işletmelerinden, anket yöntemi ile toplanmıştır. Ayrıca. Tarım İlçe Müdürlüğü, Ticaret Odası, Ticaret Borsası ve TARİŞ gibi kurumlardan bilgi toplanmıştır. Anketler; Alaşehir Merkez, Şahyar, Yeşilyurt, Piyadeler, Tepeköy, Killik ve Delemenler mevkilerinde yapılmıştır. Anket verileri 2007–2008 üretim dönemini kapsamaktadır. 65 adet anketin uygulandığı bağ işletmeleri, ilçede bağ alanlarının dağılışı dikkate alınarak seçilen yörelerde, yöre üreticilerinin önerileri doğrultusunda belirlenmiştir. Anket verileri, bağ sahipleri, tüccarlar, Ticaret Borsası, Ticaret Odası, Ziraat Odası, kooperatifler ve TARİŞ gibi kurumlar ile görüşme yapılarak oluşturulmuştur. Anketlerden toplanan orjinal nitelikli verilerin değerlendirilmesinde aritmetik ortalamalar ve yüzde hesaplara yer verilmiştir(Çoban ve ark., 2001; Durgut ve Arın, 2005 ). 3. BULGULAR VE TARTIŞMA Çizelge 1. Bağ üreticilerinin eğitim durumu Eğitim düzeyi Eğitimsiz İlkokul Ortaokul Lise % 4.60 70.77 10.78 13.85 Bağ üreticilerinin %4.60’ı eğitimsiz, %70.77’nin ilkokul, %10.78’nin ortaokul ve %13.85’inin de lise mezunu olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlara göre, bölgede eğitim düzeyinin düşük olduğu söylenebilir. Bu durum hem pazar isteklerine uygun ürün sunulmasında, hem de bu ürünün pazarlanması ile ilgili sistemlerin yerleştirilmesinde sorunlar yaşanacağını düşündürmektedir. Bölgedeki bağ işletmelerinin %26.16’ı 0-10da, %26.15’i 10-20da, %47.69’u ise 20da’dan daha büyük işletme şeklindedir. Çizelge 2. Bağ işletmelerinin büyüklüğü İşletme büyüklüğü (da) 0-10 10-20 20 ve üzeri % 26.16 26.15 47.69 Görüldüğü gibi bu bölgede küçük bağ işletmeleri daha yaygındır. Böyle durumda alıcı çok farklı sayıda ve yapıda işletme sahibiyle karşı karşıya gelmekte ve ürün fiyatında istediği gibi değişiklik yapabilmektedir. Ayrıca bu küçük işletmelerde farklı tarımsal uygulamalar, yetiştirilen ürünün standardizasyonunda çok çeşitliliğe neden olabilmektedir. 39 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Bölgede üretilen üzümü kurutmalık ve sofralık olarak değerlendiren tesisler bulunmaktadır. Bu tesislerin istedikleri kalite ve standartlarda ürün bulmaları pazarlamanın daha kolay olmasını sağlayacak bir diğer önemli konudur. Kuru üzümde ve sofralık üzümde, renk ve boyutlarda standardizasyon, küf mantarlarının olmaması, pestisit ve ağır metal kalıntının olmaması gibi kalite kıstasları pazarlamada en çok dikkat edilen unsurlardır. Bu bilgiler ışığında hem kurutmalık hem de sofralık üzümün pazarlanmasında kalitenin büyük önem taşıdığı görülmektedir. İstenilen kalitede ürünün elde edilebilmesi için, öncelikle ürünün nasıl pazarlanacağına başlangıçta karar verilip ona göre üretimin yapılması gerekmektedir. Yapılan çalışmada yöre üreticilerinin %51.56’sı kurutmalık, %35.94’ü kurutmalık ve sofralık, %12.50’u ise sofralık olarak ürünlerini değerlendirdiklerini bildirmişlerdir. Üreticilerin önemli sayılacak bir oranda hem kurutmalık hem de sofralık ürün yetiştirmesi üzümde kalite bozulmalarına yol açmaktadır. Bu da pazarlamayı olumsuz yönde etkilemektedir. Üreticinin %15.40’ı bir vejetasyon döneminde 0 -5 kez, %75.40’ı 6-10 kez, %9.20’si ise 11’in üzerinde hastalık ve zararlılara karşı ilaçlama yaptıklarını belirtmişlerdir. Çalışmadaki anket sonucuna göre hormon kullanım oranı %95.39’dur. Bu sonuçlardan da görüldüğü gibi yüksek düzeydeki ilaçlama ve hormon kullanımı hem sofralık hem de kurutmalık üzümde pestisit kalıntılarına neden olmaktadır. Cebeci ve Aydın (2005) da bu yörede yaptıkları çalışmada benzer durumu saptamışlardır. Ayrıca, bu pestisitlerin uygun olmayanlarının yüksek dozlarda kullanılması kalıntı sorununun bir diğer nedenidir. Yüksek pestisit kalıntıları pazarlamada karşılaşılan en önemli sorunlardandır. Bu sorun yeterli teknik elamanlarla kontrollü üretim yapılarak giderilebilir. Ayrıca tarımsal danışmanlık sisteminin yörede iyice yerleşmesi pazarlamada yaşanan bu teknik sorunun giderilmesinde en ideal çözüm yolu olacaktır. Çizelge 3. Bağ üreticilerinin tarım kooperatiflerine ortaklık durumu Tarım kooperatifinin adı TARİŞ Tarım kredi kooperatifi TARİŞ ve tarım kredi kooperatifi Toplam % 38.46 6.15 36.92 86.15 Bölge üreticisinin tarım kooperatiflerine ortaklık durumu incelendiğinde %38.46’sının TARİŞ’e, %6.15’inin tarım kredi kooperatifine, %36.92’sinin her iki kooperatife ve toplamda da %86.15’nin kooperatiflere üye olduğu görülmüştür. Alaşehir ve Buldan ilçesini kapsayan diğer bir çalışmada da bağ üreticilerinin %80’den fazlasının kooperatiflere üye olduğu belirtilmiştir(Çoban ve ark., 2002 ). Üreticilerin %75.38’nin TARİŞ’e üye olması bu kooperatiflerin bölgede ne kadar yaygın olduğunun bir göstergesidir. Çalışmada ayrıca bölge üreticisinin %86.15’nin Ziraat Odasına üye olduğu saptanmıştır. Bu durum üreticilerin kooperatifçiliğin yanında mesleki örgütlenmeye ilgisinin de önemli olduğunu göstermektedir. Bu yüksek örgütlenme durumu tarım politikalarının, yeni tarımsal tekniklerin ve bilimsel araştırma sonuçlarının üreticiye ulaştırılmasında ve benimsetilmesinde etkin bir araç olarak kullanılabileceğini göstermektedir. İlçede üretilen kuru üzümler genellikle yöresel tüccarlara ve Tarım Satış Kooperatiflerine (TARİŞ) satılmaktadır. TARİŞ bölgede özelikle çekirdeksiz kuru üzümün 40 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 pazarlanmasında etkin rol oynamaktadır. Bu olgu, yörede yapılan diğer araştırmalarla da desteklenmektedir (Çoban ve ark., 2001; Altındişli, 2001). Ekonomik ve sosyal amaçlı bir kooperatif kuruluşu olan TARİŞ, yöredeki faaliyet konusu olan çekirdeksiz kuru üzüm piyasasında devreye gereksiz sayıda aracının girmesini engellemekte, piyasanın spekülatif oyunlarına karşı üretici ortağını iç ve dış pazarda korumaya çalışmaktadır. Şekil 1. Çekirdeksiz üzüm pazarlama kanalı Tarımda örgütlenme ve kooperatif şeklinde hareket etmeye sıcak bakan bağcı kesimin ağırlık kazandığı bölgede, %30,0 gibi üretim payı olan sofralık yaş üzüm konusunda ne yazık ki benzer bir örgütlenme şekli oluşturulamamıştır. Dolayısı ile yörede bu konuda çok ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. 41 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 ÜRETİCİ SEMT PAZARI PERA KENDECİ TÜCCAR DIŞSATIMCI SUMA ALKOL FABRİKASI TÜKETİCİ Şekil 2. Sofralık üzüm pazarlama kanalı Sofralık yaş üzüm, yörede yer alan yaş meyve ve sebze işletmelerine ve hasat zamanı bölgeye gelen hal işletmelerine(tüccar) bağda pazarlanmaktadır. Her iki işletme sahiplerinin, ürünün fiyatı ve bedelinin ödenmesi konusunda hiçbir şekilde teminat vermemesi sofralık üzümün pazarlanmasında her yıl pek çok sorunun yaşanmasına neden olmaktadır. Bu sorun; yörede yapılan diğer çalışmalarda da belirtilmiştir(Cebeci ve Aydın, 2005; Çoban ve ark., 2002). Çizelge 4. Yörede mevcut pazarlama kanalında üreticinin tercihi Tercih edilen pazarlama kanalı % TARİŞ İhracatçı Diğer aracı kesim 57.40 12.8 29.8 Bağ işletmelerinin içinde bulunduğu pazarlama sistemi ve mevcut örgütlenme durumunu belirlemek üzere yapılan çalışmadan elde edilen verilere göre, yörede mevcut pazarlama sisteminde TARİŞ %57.40, tüccar ve ihracatçı %12.8, diğer aracı kesim ise %29.8 payla tercih edilmektedir. Aynı üretici grubun mevcut pazarlama sistemini %63.0 oranında başarısız bulduğu, buna karşın %20.0’nin kısmen başarılı ve %17.0’nin ise tamamen başarılı bulduğu tespit edilmiştir. Aynı gruba göre yöre kooperatiflerinin başarılı olup olmadığı sorulduğunda ise %53.85’in başarısız ve yetersiz, %20.0’ nin kısmen yeterli ve başarılı bulduğunun %12.31’nin ise bir fikrinin olmadığı belirlenmiştir. 42 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Araştırma verilerine göre yöre üreticisinin karşılaştığı sorunların başında fiyatların düşük ve istikrarsız oluşu yer almaktadır. Kuzey yarımküre bağcı ülkelerinde olduğu gibi, bu yörede de üzüm ağustos eylül aylarında olgunlaşmaktadır. Tüm üzüm çeşitlerinin pazar fiyatları bu dönemde birbirine yakın düzeyde gerçekleşmektedir(Işık ve ark., 2001). Yine bu dönemde diğer bölgelerde olduğu gibi üzümün çabuk bozulması, tüketim merkezlerine olan uzaklık ve uygun koşullarda korunması zorunluluğu gibi faktörler pazarlama zincirindeki aracı sayısını arttırmaktadır. Fakat arz yoğunluğu nedeniyle ürünün tüketiciye satış fiyatı bu dönemde değişmemektedir. Dolayısı ile üretici eline geçen fiyat mutlak ve oransal olarak azalmaktadır (Işık ve ark., 2001). Yöre üreticisinin karşılaştığı diğer önemli sorun da pazar garantisinin olmaması ve ürün bedelinin tahsilindeki sorunlardır. Açıklanan bu üç sorun yöre üreticisinin % 82. 9’unun ortaklaşa belirttiği sorunlar olarak tespit edilmiştir. Bunlara ek olarak %17.10 pay alan diğer sorunlar kapsamında ise; dolandırıcılık, üründe kilonun düşük gösterilmesi başta yer almaktadır. TARİŞ’in üzüm numarasını düşürmesi ve devlet desteğinin olmaması da bağ üreticisini zor durumda bırakmıştır. Bütün bu saptamalara karşın üretici sayısının çokluğu, dağınıklığı ve kooperatif şeklinde birleşmemiş olmaları, pazar ve fiyat bilgilerine sahip olmamaları, yetiştiricilik döneminin uzunluğu nedeniyle tüccar veya aracılara borçlanılması bu sorunları tetikleyen önemli etmenler olarak sıralanabilir. Örgütlenme, var olan sosyal yapı içerisinde birlikte karar alma sonucu sorumluluk anlayışının oluşturulması, tüm insan ve fiziki kaynakların bir araya getirilmesi ve kolektif hareket, tutum ve alışkanlıkların geliştirilmesine olanak sağlayan bir yapılanmadır. Tarımda üretici örgütlenmesinin ana amacı, bu kesimde verimliliği arttırmak ve üretimden tüketim aşamasına kadar tarımsal ürünlerin değerlendirilmesi suretiyle üreticinin gelirini ve pazardaki konumunu yükseltmektir Tarım sektörü, kaynakların sınırlı olması, doğal koşullara önemli ölçüde bağımlı olması, ürünlerin koruması ve depolanmasının zor olması ve üreticilerin fiyat oluşumunda etkili olamamaları gibi nedenlerle üretici örgütlenmesine daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Bağcılık ise tarım sektörünün bir kolu olarak, tarım sektörünün sayılan tüm özelliklerini çok daha hassasiyetle hissetmektedir. Bu bizzat üründen kaynaklanmaktadır. Hasadı takiben ürünün derhal pazarlanarak değerlendirilmesi gereklidir. Çünkü gecikme üründe miktar ve kalite kaybına neden olabilmektedir. Üreticinin karşı karşıya geldiği aracı kesim, pek çok üründe olduğu gibi bağcılıkta da üreticilerin dağınık ve çok sayıda olmasının verdiği dezavantajdan faydalanabilmektedir. Gelişmiş ülkeler gerek üretim gerekse üretim ve işlemeyi içeren bütünleşmiş oluşumlar sonrasında nihai ürünü iyi bir şekilde pazarlayabilecek üretici organizasyonları ile üzüm üreticilerinin karşılaşabileceği olumsuzluklardan etkilenmemesini ya da daha az düzeyde etkilenmesini sağlamaktadır. Ülkemizde bağcılığın geliştirilmesi her şeyden önce elde edilen ürünün taze ya da işlenmiş olarak iç ve dış pazarlarda değerlendirilmesine bağlıdır. Bu nedenle üretim hedefleri iç ve dış pazarlarda rekabet edecek şekilde belirlenmelidir. Ülkemizde üretilen üzümlerin yaklaşık %30.0 ’u sofralık, %37.0’si kurutmalık, %30.0’u pekmez, pestil, şıra ve %3.0’de şaraplık olarak değerlendirilmektedir(Tüfekçi ve Tüfekçi, 2006). Alaşehir, çekirdeksiz sultaniye üzüm yetiştiriciliğinde dünyada ABD’den sonra ikinci sırada yer almaktadır (Anonim b, 2008). Genel olarak yöre üzüm üretiminin %30. 0’ unu yaş üzüm %70’ini ise kuru üzüm oluşturmaktadır. Ancak son yıllarda daha fazla gelir düşüncesi ile üretici yaş üzüme yönelmektedir Sofralık olarak pazarlanan üzümde, kurutma sırasında iklimin oluşturduğu risk ortadan kalkmaktadır. Kurutulmak üzere beton veya kanaviçe sergiye serilen üzümde yağan 43 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 yağmurlar ile kalite kaybı ve düşük alım fiyatı görülmektedir. Genellikle bağdaki üzümün hepsini kurutacak büyüklükte sergi bulunmamaktadır. Ayrıca üzümün kurutulması sırasında birçok işlem yapılmakta ve üzüm için harcanan para artmaktadır. Yaş olarak pazarlanan üzümde ise bu masraflar ortadan kalkmaktadır. Üzüm taze olarak pazarlandığında hasat dönemindeki yoğunluk tüccar tarafından karşılandığı için üretici emek yönünden hiçbir kayba uğramamaktadır. Ayrıca bedeli çok daha kısa sürede alma imkânından dolayı üretici yaş üzüme yönelmektedir. Ancak yaş üzüm pazarlamasında ürünün tüketici sofrasına ulaşıncaya kadar çok sayıda el değiştirdiği bir pazar yapısı ile de karşılaşılmaktadır. Aracının gereğinden fazla olması, hem ürünün niteliği hem de üreticinin karlılığı bakımından sürekli bir azalmaya neden olmaktadır. Hem üretici hem de firma bazında sorunlarla karşılaşılmaktadır. Üretici bazında, kalite, tarımsal girdi fiyatlarının yüksekliği, verilen tarımsal kredilerin yetersizliği veya yüksek faiz uygulaması, yöreye gelen tüccarların verdiği çeklerin karşılıksız çıkması önemli sorunlardır(Anonim a, 2008). Üretici doğrudan yaş üzüm pazarlamaya yöneldiğinde bağın bakımını buna göre yapması gerekmektedir. Bu da kalite sorununu gündeme getirmektedir çünkü üzüm yaş olarak değil kurutmalık olarak değerlendirildiğinde; hormonlu üzüm daha geç kurumakta, renk ve büyüklük daha farklı olmakta ve sonuçta kurum üzüm kalitesi düşmektedir. Bu nedenle üretici enflasyonla orantılı girdi fiyat artışı ve düşük ürün fiyatı ile karşılaşmaktadır. Tüccar ise ürün fiyatını olabildiğince düşük tutarak daha fazla kar elde etmeye çalışmaktadır. Bu durumda üreticilerin üzümün yetiştirilmesi ve pazarlanması konusunda bilgilendirilmesi küçük ve dağınık bağ işletmelerinin toplanması ve üreticilerin örgütlenmesi, devlet desteğinin sağlanması en öncelikli çözümler olarak düşünülebilir. Yener ve ark., (2008)’nın aynı yörede yaptıkları çalışmada da araştırmamıza benzer şekilde üreticilerin %12.70’i 15 Ağustostan önce, %45.45’i 15-30 Ağustos arası, %40.0’ı 1-15 Eylül arası, %1.85’i ise 15 Eylül’den sonra ürünlerinin hasat işlemini gerçekleştirdiklerini belirtmişlerdir. Yörede yapılan diğer çalışmalarda da üreticilerin yaptıkları hasat tarihleri çalışmamızla benzerlik göstermektedir(Çoban ve ark., 2001; Çoban ve ark., 2002). Bu sonuçlara göre yörede hasat 15 Ağustos- 15 Eylül arasını kapsayan dönemde yoğunluk kazanmaktadır. Bu dönemde yöreye gelen zengin görünümlü tüccarlar, üreticilerden genellikle çek karşılığı üzüm almaktadır. Üreticiler bu tüccarların kimliğini, güvenirliğini, gerçek adresini öğrenmeden ürünü satmak durumunda kalmaktadır. Tüccarların özellikle bu dönemde verdiği çeklerin karşılıksız çıkması, söz karşılığı üzümü alan tüccarın ürünü kamyon ya da tır’a yükledikten sonra ortadan kaybolması, ödeme yapmaması ve belirttiği firma isminin sahte çıkması yörede yıllardır yaşanan ciddi bir suç kapsamlı sorundur. Üzüm pazarlamada karşılaşılan diğer sorunlar ise pazarlama aşamasında yaşanan teknik sorunlardır. Soğuk hava depoları ve soğuk hava donanımlı araçların azlığı veya bulunmaması öncelikli olanlardır. Gerekli donanıma sahip taşımacılık sistemi ile birlikte soğuk hava sistemleri de yaş üzüm pazarlamasında büyük önem taşımaktadır. Tüccar aldığı üzümü ön soğutmaya tabi tutmak zorundadır. Üzüm, dalından kesildikten sonra saklanması zor olan ve çabuk tüketilmesi gereken bir yaş meyvedir. Nitekim Kaliforniya’da yaş üzüm pazarlamasında, üretimdeki hızlı artışa karşın etkin dağıtım ve ürünün kalite muhafazasının ancak 1920’lerden sonra, soğuk zincirin ve tren yolu taşımacılığının gelişmesiyle sağlanabildiği belirtilmektedir Anonymous, 1985). Diğer yanda üreticinin ekonomik kuruluşu olan TARİŞ ve ihracatçı arasında bir çekişme gözlenmektedir. Bir tarafta plansız üretimden dolayı arz fazlalığı bulunurken diğer tarafta devletin yeni bağ kuranlara dekar başına 250 TL. 44 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 destek vermesinin plansız büyümeye neden olabileceği belirtilmelidir(Anonim, 2009). Bu plansız ve öngörüsüz desteklemenin önümüzdeki yıllarda üzümde kaliteyi düşüreceği ve üreticiyi daha da zor durumda bırakacağı söylenebilir. Daha öncede belirtildiği gibi yörede üzüm üretimi genellikle küçük işletmelerden sağlanmaktadır. Bu nedenle üreticiye dış pazarda talep edilen çeşit, kalite ve standartlar hakkında sürekli bilgi veren ve yönlendiren bir yapı ya da bir organizasyon oluşturulmamıştır. Kısacası; üretimden tüketime kadar bu durumu organize etmek için üzüm üreticileri bir pazarlama kooperatifi veya üretici birliği şemsiyesi altında birleşmelidir. Yörede özellikle de yaş üzüm konusunda oluşturulacak yaş üzüm pazarlama bordunun hem üretici hem de iç ve dış piyasadaki tüketici yelpaze için yarar getireceği belirtilebilir. 45 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 4. KAYNAKLAR [1] Altındişli, A., 2001. Alaşehir Bağcılık Paneli, Alaşehir. [2] Anonymous, 1985. Harvesting and Handling California Table Grapes for market 1985 by The Regents Of the University of California, Division of Agriculture and Natural Resources. Second Edition. USA.International Standard Book Number: 0-931876-33-8. Agricultural Experiment Station. University of California. Division of Agriculture and Natural Resources. [3] Anonim, 2006. Ege İhracatçı Birlikleri Kayıtları, İzmir, Türkiye. [4] Anonim a , 2008. Alaşehir İlçesi Tarım Müdürlüğü, Alaşehir-Manisa. [5] Anonim b , 2008. Alaşehir Ticaret Odası Kayıtları, Alaşehir-Manisa. [6] Anonim, 2009. Üzüm –Sen, Üzüm üzümsen.org. Üreticileri Sendikası Kayıtları, http://www. [7] Cebeci, N., Aydın., Ş. 2005. Alaşehir Yöresinde Bağcılığın Sorunları ve Bağcılığın Geleceği Üzerine Bir İnceleme, 6. Türkiye bağcılık Sempozyumu, Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Tekirdağ Bağcılık Araştırma Enstitüsü. S. 603-610, Tekirdağ. [8] Çoban., H., Kara, S., Kısmalı, İ., 2001. Alaşehir ve Buldan İlçelerinde Mevcut Bağ İşletmelerinin Yapısının Belirlenmesi Üzerinde Bir Araştırma. E.Ü.Z.F. dergi 38 (1):17-24, İzmir. [9] Çoban, H., Aydın, Ş., Okuyucu, B. 2002. Ege Bölgesinde Bağ Alanlarındaki Artış Nedenleri ve Başlıca Bağcılık Sorunları Alaşehir İlçe Örneği, Türkiye V. Bağcılık ve Şarapçılık Sempozyumu 5-9 Ekim 2002, 409-414, Nevşehir. [10] Durgut, M.R., Arın, S., 2005. Trakya Yöresi Bağcılığın Mekanizasyon Düzeyi ve Sorunları, Tekirdağ Ziraat Fak. Dergisi 2(3), Tekirdağ. [11] Işık, H., Delice, N.Y. ve Özer, C. 2001. Sofralık Üzüm Çeşitlerinin Marmara Bölgesi Koşullarında Biyoekolojik Uyumu ile Muhafaza ve Pazarlama Sorunları Üzerine Araştırmalar. Tekirdağ Bağcılık Araştırma Enstitüsü Sonuç Raporu, Tekirdağ. [12] Tüfekçi, Ö.K., Tüfekçi, N. 2006. Buldan ve Çevresindeki Üzüm Üreticisinin Pazarlama Sorunları ve Çözüm Önerileri, Pamukkale Üniv. Buldan Meslek Yüksekokulu. Buldan Sempozyumu. Buldan. [13] Yener, H., Aydın, Ş., Cebeci, N.2008. Alaşehir Yöresinde Bağ İşletmelerinin Yapısal Özellikleri ve Bazı Kültür İşlemlerin Uygulama Durumları Üzerine Bir Araştırma. Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi. 10(2) 44-52, Soma. 46 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARINDAN JEOTERMAL VE RÜZGAR ENERJİSİNİN GELİŞİMİ VE ÇEVRESEL DEĞERLENDİRMESİ Raşit ATA1 ÖZET Ülkemizde sosyal, ekonomik ve endüstriyel gelişimin bir sonucu olarak elektrik enerjisi talebi hızla artmaktadır. Petrol ve doğal gazın hemen hemen tamamı komşu ülkelerden ithal edilmektedir. Hızlı bir şekilde gelişen enerji talebi, Türkiye’yi yenilenebilir enerji kaynaklarında arayışa zorlamaktadır. Bu nedenle Türkiye rüzgar güneş ve jeotermal gibi yerli enerji kaynaklarını geliştirmeye ihtiyaç duyar. Yenilenebilir enerjideki son gelişmeler, Türkiye’deki bilim ve araştırma gruplarını cesaretlendirmektedir. Bu çalışma, Dünya’daki ve ülkemizdeki rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerjinin gelişimini ve durumunu ele alır. Ayrıca bu enerji kaynaklarının çevresel değerlendirmesini içerir. Anahtar Kelimeler: yenilenebilir enerji, rüzgar enerjisi, jeotermel enerji, çevresel değerlendirme. ABSTRACT The demand for electricity grows rapidly in our country as a result of social, economical and industrial development of country. Almost all types of oil and natural gas are imported from neighboring countries. Rapidly growing demand of energy forces Turkey to search for renewable energy sources. Therefore, Turkey needs to develop its indigenous energy resources like wind, solar and geothermal energy. The recent worldwide development of renewable energy has encouraged the scientific and research community in Turkey. This study presents the status and development of renewable energy use like wind and geothermal in our country and in world countries. Besides, it includes environmental evaluation of these energy resources. Keywords: renewable energy, wind energy, geothermal energy, environmental evaluation. 1. GİRİŞ Enerji, bilindiği gibi insan yaşamının vazgeçilmez bir parçasıdır. Enerji, modern endüstriyel ekonomiler için altyapısal bir gereksinimdir [1]. Ekonomik ve sosyal kalkınmayı destekleyecek şekilde enerjinin yeterli, kesintisiz ve güvenilir bir biçimde sağlanması gerekmektedir. Bu da enerji kaynaklarının yeterliliğiyle ilişkilidir. Bu açıdan alternatif enerji kaynakları, enerji teminine yönelik tüm süreçlerde ekolojik denge ile çevre üzerindeki olumsuz etkilerin en aza indirgenmesi sorunlarıyla da ilişkili olarak önemlilik arz etmektedir. Bugün var olan enerji kaynaklarının sağlıklı bir şekilde tespitinin, bilimsel teknolojik gelişmeler ışığında ve yukarıda belirtilen konular çerçevesinde yeni kaynaklar ile yeni 1 Yrd. Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi, Kırkağaç Meslek Yüksekokulu, 45700, Kırkağaç, Manisa, [email protected] 47 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 teknolojiler devreye sokulmalıdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarından olan jeotermal ve rüzgar enerjisi, gelişmiş ülkelerde ticari anlamda büyük kullanım alanı bulmuştur. Ülkemizde ise var olan yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimi ve bunların kullanımına yönelik yatırım ve proje çalışmaları çok düşük düzeydedir. Dolayısıyla ülkemiz kurulu gücüne katkısı da çok düşük düzeydedir. Oysa tahminlere göre 2025 yılına kadar dünyada üretilen toplam elektrik enerjisinin yaklaşık %10-15 kadarlık bir bölümü yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanacaktır 2. 2007 yılı verilere göre Dünya’daki toplam elektrik üretiminin %3’ünü yenilenebilir enerji kaynakları oluşturmaktadır. Şekil 1’de 2000-2007 yılları arasında dünya elektrik üretimi içindeki yenilenebilir enerji payının değişimi verilmektedir [3]. Dünya’da yenilenebilir enerji üretiminde ilk beş sırayı alan ülkeler sırasıyla Çin, Almanya, ABD, İspanya ve Hindistan’dır [3]. Yenilenebilir enerji payı(%) 3 2.5 2 1.5 1 0.5 0 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Yıllar Şekil 1. 2000-2007 yılları arasında dünya elektrik üretimi içindeki yenilenebilir enerji payının değişimi Ülkemizde son yıllarda yenilenebilir enerjiden elektrik üretimi konusunda önceki yıllara göre önemli gelişmeler olmuştur. Enerji yatırımcıları yenilenebilir enerji politikalarındaki belirsizlikten dolayı kuşku duymaktaydılar. Mayıs 2007 itibariyle çıkarılan enerji verimlilik yasası bu kuşkuları ortadan kaldırmıştır. Bu yasaya göre; yenilenebilir enerjiden elektrik üretiminin 10 yılı için garanti verilmektedir [4]. Bu yasadan sonra, 1 Kasım 2007 tarihinde yapılan rüzgar enerjisine dayalı lisans başvurularından 751 başvuru kabul edilmiştir. Bu başvuruların toplam kurulu güç değeri 77871,4 MW’dır [5]. Yine yenilenebilir enerjilerden olan jeotermal enerji alanında da yeni sahalar bulunarak bunlardan elektrik üretimi yoluna gidilmektedir. Bu çalışmalar ümit vericidir. 1 Kasım 2007 tarihi itibariyle jeotermal enerjisine dayalı lisans başvurularından 5 başvuru kabul edilmiştir. Bu başvuruların toplam kurulu güç değeri 82 MW’dır [5]. Türkiye’de jeotermal elektrik üretimi mevcut kurulu gücü 20,4 MW iken 2013 yılı projeksiyonu, Devlet Planlama Teşkilatı Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013)’na göre 550 MW’dır [6]. 2. JEOTERMAL ENERJİNİN GELİŞİMİ Dünyada ilk defa 1905 yılında Larderello (İtalya) yöresinde jeotermal buhardan elektrik üretimine başlanmış ve 1912 yılında gücü 250 kW olan ilk turbogeneratör kurulmuştur. 1960 yılında Amerika’da, 1961 de Meksika’da ve 1966 da Japonya’da santraller kurularak 48 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 jeotermal enerjinin kullanımı dünya çapında yayılmıştır. Dünyada, 1995'den 2000 yılına kadar, jeotermal elektrik üretiminde %17, jeotermal elektrik dışı uygulamalarda ise % 87 artış olmuştur. Filipinler'de toplam elektrik üretiminin %27'si, Kaliforniya Eyaleti'nde %7'si, İzlanda'da toplam ısı enerjisi ihtiyacının %86'sı jeotermalden karşılanmaktadır [7]. Dünyada jeotermal elektrik üretiminde ilk 10 ülkeye ait kurulu güç kapasiteleri Tablo.1’de verilmektedir. 2005 yılı itibariyle, dünyadaki jeotermal elektrik üretimi 9064 MW elektrik kurulu güç olup, 2000 yılına göre yaklaşık %13.6 oranında artış göstermiştir. Ülkemiz jeotermal enerji potansiyeli açısından Avrupa’nın şanslı ülkelerinden biridir. Jeotermal enerji yönünden önemli potansiyel oluşturan alanlar Batı Anadolu’da yoğunluk kazanmıştır ve bu bölgedeki enerji elektriğe dönüştürülebilecek niteliktedir. Diğer bölgelerde bulunan jeotermal akışkan ısıtma uygulamaları, kimyasal madde üretimi ve endüstride diğer uygulama alanlarında kullanılmaktadır. Türkiye’de elektrik üretimine yönelik ilk uygulamalar ise 1968 yılında Denizli-Kızıldere sahasının geliştirilmesi ile başlamış ve 1974’te 0,5 MW kapasiteli pilot santral devreye girmiştir. Daha sonra 1984’de 20,4 MW kurulu güce sahip bir santral kurulmuştur. Fakat bu santral düşük kapasitede üretim yapmaktadır. Bu nedenle jeotermal enerjinin ülkemiz kurulu gücüne katkısı çok düşük düzeydedir 8. Tablo 1. Jeotermal enerjiyi elektrik üretiminde kullanan ilk 10 ülkenin 2005 yılına ait kurulu güç kapasiteleri [7]. Kurulu gücü(MW) 2544 1931 953 797 790 535 435 202 163 151 Ülkeler ABD Filipinler Meksika Endonezya İtalya Japonya Yeni Zelanda İzlanda Costa Rica El Salvador Gelişmiş ülkelerde jeotermal ve rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynakları ticari anlamda büyük kullanım alanı bulmuştur. Türkiye’nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülkelerde yenilenebilir enerji kaynaklarından olan enerji üretimi ve bunların kullanımına yönelik yatırım ve proje çalışmaları çok düşük düzeydedir. Türkiye’nin jeotermal enerji potansiyeli 5000 MW elektrik ve 30000 MW ısıl kullanım olarak tahmin edilmektedir ve bu miktar Türkiye’nin enerji tüketimine önemli katkı yapabilecek büyüklüktedir 9. Ülkemizde jeotermal enerjinin daha geniş kullanımı elektrik üretimi dışındaki uygulamalarda daha yaygındır. 49 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 3. RÜZGAR ENERJİSİNİN GELİŞİMİ Rüzgar enerjisinden elektrik üretimi ilk kez 1890’ların başlarında Danimarka’da yapılmıştır. 1918’de ise 20-35 kW’lık türbinlerle kırsal merkezlerin elektrik ihtiyacını karşılamışlardır. 1931 yılında Rusya 100 kW’lık rüzgar türbini yaparken, 1941 yılında Amerika 1250 kW’lık rüzgar türbini kuruyordu. İkinci Dünya Savaşının ardından Danimarka, Fransa ve Almanya’da 200-800 kW’lık türbinler yapılmıştır. 1970’li yıllarda başka ülkelerin katılımı ile bu tür çalışmalar sürdürülmüştür 10. 2000 yılında dünyanın toplam rüzgar kurulu gücü 18039 MW değerini bulmuştur. Son olarak 2007 yılı itibariyle kurulu güç 93849 MW değerine ulaşmıştır. Bu kurulu gücün % 60’ı Avrupa’da bulunmaktadır 11. 2020 yılında Dünya’daki elektrik üretiminin % 10’unun rüzgar enerjisinden elde edileceği tahmin edilmektedir [12]. Şekil 2.’de Avrupa kurulu rüzgar gücünün 2000-2007 yılları arasındaki değişimi verilmiştir [13]. Buna göre 2000 yılında kurulu güç 12887 MW iken 2007’de 56335 MW olmuştur. Böylece yedi yılda 4,4 kat artış sağlanmıştır. Kurulu güç(GW) 60 50 40 30 20 10 0 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Yıllar Şekil 2. Avrupa kurulu rüzgar gücünün yıllara göre değişimi Türkiye açısından kıyı şeritleri; dağ-vadi yapıları gibi coğrafi özellikler göz önünde tutulacak olursa, rüzgar enerjisinin önemli bir enerji kaynağı olduğu hemen görülebilir. Meteoroloji kuruluşu tarafından yapılan ölçümler Marmara, Güneydoğu Anadolu ve Ege Bölgelerinin rüzgar gücü yoğunluğunun diğer bölgelere göre zengin olduğunu göstermektedir 14. Ülkemizde sadece rüzgar enerjisi potansiyeli ekonomik olarak kullanılabilecek 120 milyar kWh/yıl’dır. Santral kuruluş teknolojisi son derece hızlı bir gelişme göstermiş, son yıllarda geliştirilen güç elektroniği teknolojisinin ürünü olan dönüştürücülerle minimum rüzgar hızı limiti 2 m/s’ninde altına indirilmiştir. Güneş ve rüzgar enerjisinin yoğun olduğu bölgelerde(Ege Bölgesi gibi) iki kaynağı da birbiriyle senkronize olarak daha verimli çalıştıran teknoloji şu andaki en son teknolojidir 15. Türkiye’de rüzgar kurulu gücü 2000 yılında 18,9 MW, 2006 yılında 50,85 MW ve 2007 yıl sonu itibariyle 146,55 MW’a ulaşmıştır [15]. Özellikle son yıllardaki artış oranı dikkat 50 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 çekicidir. Tablo 2’de 2007 yılına kadar kurulan Türkiye’de mevcut rüzgar türbinleri ve özellikleri verilmektedir [16]. Türkiye’deki enerji boşluğunun rüzgar enerjisiyle doldurulabileceği tahmin edilmektedir. Bunun için tahmin edilen rüzgar potansiyeli 58 GW değerindedir. Diğer yandan 2015 yılında ülkemizde üretilen elektriğin % 5’inin rüzgar enerjisinden elde edileceği tahmin edilmektedir [4]. Tablo 2. Türkiye’de mevcut rüzgar türbinleri ve özellikleri [16]. Yer Üretime geçiş tarihi İzmir-Çeşme 1998 İzmir-Çeşme ÇanakkaleBozcaada İstanbulHadımköy BalıkesirBandırma İstanbul-Silivri İzmir-Çeşme Çanakkaleİntepe ManisaAkhisar ÇanakkaleGelibolu Her bir Türbin kapasitesi (kW) Türbin sayısı Kurulu kapasite (MW) 500 3 1,5 Enercon 1998 600 12 7,2 Vestas 2000 600 17 10,2 Enercon 2003 600 2 1,2 Enercon 2006 1500 2 30 GE 2006 850 1 0,85 Vestas 2007 800 49 39,2 Enercon 2007 800 38 30,4 Enercon 2007 1800 6 10,8 Vestas 2007 880 18 15,2 Enercon İŞLETMEDEKİ KURULU GÜÇ 4. Türbin Tipi 146,55 JEOTERMAL VE RÜZGAR ENERJİSİ İÇİN ÇEVRESEL ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Özellikle çevre kirliliği ile ilgili problemler arttıkça yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi artmıştır. Bilindiği gibi fosil yakıtlar yakılma olayından sonra ardında bir miktar katı ve gaz şeklinde artıklar bırakmaktadır. Bunlar herhangi bir şekilde değerlendirilemediği için atılmak zorundadırlar ve çevre açısından sorun oluşturmaktadırlar. Bu tür maddelerden CO2 gazı en önemli kirleticilerden biridir. Şekil 3’de görüldüğü gibi jeotermal ve rüzgar enerjisi üretim tesislerinden CO2 çıkışı, fosil enerji kaynaklarına göre çok düşüktür 17. Bu nedenle yenilenebilir enerji kaynaklarından olan jeotermal enerji, fosil enerji kaynaklarına göre daha cazip olmaktadır. Yüzey rahatsızlıkları, su üretimine bağlı fiziksel etkiler, gürültü, ısıl etkiler gibi etkenler jeotermal enerjinin kullanımına bağlı diğer önemli çevresel değişikliklerdir. Jeotermal 51 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 enerjinin çevresel etkileri ve bunun doğuracağı maliyet yatırıma başlamadan önce ayrıntılı olarak incelenmelidir. CO2 Emisyon miktarı(g/kWh) Diğer yandan görüntü ve gürültü etkisi [18] dışında ciddi bir çevre etkisi olmayan rüzgar enerjisi bu açıdan değerlendirildiğinde yeni enerji kaynakları arayış çalışmalarında öncelik kazanmaktadır. Rügar türbinleri gürültüsü orta ses basınç seviyesindedir. Türbin ile alıcı arasındaki mesafe 200-300 m. aralığında iken 50 dBA’dan küçüktür [18]. Rüzgar çiftliklerinin görsel etkisi son derece sübjektiftir. Yapılan çalışmalar görsel etkinin fazla rahatsız edici olmadığını göstermiştir. Ancak çiftliğin kurulacağı bölgenin durumu, yani doğal güzelliğe sahip bir bölge olup olmaması rüzgar çiftliklerinin kabul edilebilirliklerinde oldukça etkili olmaktadır. Rüzgar çiftliklerinin kabul edilebilirlikleri, endüstriyel veya geniş ölçekli tarım alanlarında daha fazla olmaktadır. Bunların dışında, telekominikasyon sistemine parazit yapma ve güvenlikle ilgili çevresel etkiler de söz konusudur. Ancak bunlar oldukça düşük düzeydedir. 900 800 700 600 500 400 300 200 100 0 ür m Kö l tro e P r ga z Rü al m r e ot e J Şekil 3. Yakıt türlerine göre CO2 emisyon miktarları(g/kWh) Çevresel değerlendirmeler ışığında rüzgar enerjisi gelecek vaat etmektedir. Tablo 3’de Avrupa topluluğu Ülkelerinin toplam elektrik kullanımının % 1’ini rüzgardan üretmeleri sayesinde önlenecek kirletici gazları göstermekte ve bu konuda bir fikir vermektedir 19. Tablo 3. Rüzgar enerjisi kullanımıyla kirlilik emisyonundan sağlanacak tasarruflar Atık Maddeler Tasarruf Miktarı(Ton) SO2 Nox Cürüf ve kül CO2 20.103 40.103 1.106 15.106 52 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 5. SONUÇLAR Yenilenebilir enerji kaynaklarından, özellikle jeotermal ve rüzgar enerjisinden, elektrik enerjisi elde edilip kullanılması gelişmiş ülkelerde artık tartışılmaktan çıkmış, uygulamaya konulmuş durumdadır. Tahminlere göre 2025 yılına kadar dünyada üretilen toplam elektrik enerjisinin yaklaşık %10-15 kadarlık bir bölümü yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanacaktır. Ülkemiz de bu enerji kaynakları bakımından yeterli potansiyele sahip olduğundan artan enerji açığının kapatılması için yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi gerekmektedir. Günümüzde, pek çok ülke sürdürülebilir kalkınmayı sürdürülebilir enerji yolu ile elde etmeye yönelik ulusal programlar ve stratejiler geliştirilmesi yönünde çalışmalar yapmaktadır. Bu bağlamda yenilenebilir enerji kaynaklarına ilgi giderek önem kazanmakta ve teşvik edilmektedir. Ülkemizde de potansiyeli olan jeotermal ve rüzgar enerjileri için ulusal programlar ve stratejiler geliştirilmelidir. Çevre ile uyumlu, yenilenebilir, yerli, ucuz, pahalı teknoloji gerektirmeyen ve zengin olan jeotermal ve rüzgar potansiyelimizden, bilimsel, teknik ve ekonomik esaslara dayalı olarak, verimli ve sürdürülebilir bir şekilde elektrik enerjisi üretiminin ve ülkemizde enerji arz çeşitliliğinin sağlanabilmesi için, bu enerjilere öncelik verilmelidir. 53 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 6. KAYNAKLAR [1] U.K. Mirza ve diğerleri 2007. Wind Energy development in Pakistan. Renewable & Sustainable Energy Reviews, 11 (2007) 2179- 2190. 2 İ.H. Altaş, “Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Türkiye’deki Potansiyeli” Enerji, Elektrik, Elektromekanik Dergisi, Sayı:45, Şubat 1998, s.58-63. 3 www.eere.energy.gov/Renewable energy data book, september 2008. [4] A.D. Şahin “A Review of Research and Development of Wind Energy in Turkey” CLEAN - Soil, Air, Water, Vol. 36 (9), 2008, p. 734 – 742. [5] http://www.eie.gov.tr/turkce/ruzgar/Turkiye_RES.html [6] www.jeotermaldernegi.org.tr [7] www.eie.gov.tr/turkce/jeoloji/jeotermal/12dunyada_jeotermal.html 8 “TEAŞ İstatistikleri- Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri 1994 Yıl Sonu”, APK369, Genel Kod No: 10/1-212, Kasım 1995. 9 DPT-BYKP, “Yenilenebilir enerji kaynakları özel ihtisas komisyonu jeotermal enerji alt komisyon raporu. Başbakanlık DPT Müsteşarlığı, Kasım 1992, Ankara. 10 M. Ö. Ültanır, “Artık güneş ve rüzgar elektrik santralları planlamaya alınmalı”, Kaynak Elektrik, Sayı:100, Temmuz 1997, s.149-156. [11] www.wwindea.org [12] G.M. Goselin, A review of wind energy technologies, Renewable andsustainable energy reviews, Vol. 11, 2007, p.1118. [13] http://www.ewea.org/index.php?id=180 14 R. Ata, “Yenilenebilir enerji kaynaklarının çevresel değerlendirmesi” Ege Bölgesi Enerji Sorunları Forumu, 21 Mayıs 1998, İzmir, s.45-47. 15 E. Akpınar, Ege Bölgesi Enerji Sorunları Forumu, 21 Mayıs 1998, İzmir, s.1-3. [16] http://www.eie.gov.tr/turkce/ruzgar/Turkiye_RES.html 17 E. Erdoğdu, “On the Wind Energy in Turkey” Renewable and Sustainable Energy Reviews, 13, 2009, p.1361-1371. [18] The European Wind Energy Association, “Wind Energy – The Facts Volume 4 Environment”, Belgium 2003. 19 “Time for Action- Wind Energy in Europe”, European Wind Energy Strategy Document I, EWEA, October 1991. 54 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 MANİSA İSTASYONU YAĞIŞLARININ STOKASTİK MODELLEMESİ STOCHASTIC MODELLING OF MANISA STATION PRECIPITATION Kıvanç TOPÇUOĞLU1 ÖZET Su kaynakları yönetimi birçok parametreye bağlı olsa da ele alınan sisteme yönelik hidrolojik veriler en önemli parametreyi teşkil eder. Hidrolojik zaman serilerinin istatistiksel analizinde ve geleceğe yönelik kestirimlerinde stokastik yöntemler öne çıkmaktadır. Otoregresif (AR-Aotu-Regressive), hareketli ortalama (MA-Moving Average), modellerin karışımı olan Otoregresif Hareketli Ortalama (ARMA-Auto Regressive Moving Average) modelleri en genel durağan Box-Jenkins modelleridir. Durağan olmayıp fark alma işlemi sonucunda durağanlaştırılan serilere uygulanan modellere Birleştirilmiş Otoregresif Hareketli Ortalama (ARIMA-Auto Regressive Integrated Moving Avarage) modeli adı verilir. ARIMA modeli Box-Jenkins tekniği olarak da adlandırılır. Box-Jenkins modellerinde amaç; zaman serisine uyan en az parametre içeren doğrusal modelin belirlenmesidir. Bu çalışmada Manisa İlinde 1930-2007 yılları arasında meydana gelen yağışlar ARIMA modelleri kullanılarak analiz edilmiş ve gelecek kestirimleri yapılmıştır. 10 yıllık bir gelecek kestirimi sonucunda yıllık toplam yağış miktarında %3.25’lik bir düşüş yaşanacağı hesaplanmıştır. Çalışma ile ortaya çıkan en çarpıcı bulgu ise beklenen en düşük yıllık toplam yağış miktarında %33’lük bir düşüş yaşanabileceğidir. Zararları çok ağır olacak bu kurak döneme kadar yeni biriktirme haznelerinin tesisi ve var olanların iyileştirilmesi çalışmalarının yapılması kaçınılmazdır. Anahtar Sözcükler: ARIMA, zaman serileri, yağış, stokastik, Manisa ABSTRACT Although water resources management is linked to many parameters, hydrologic data provide most important tools for the system handled. Stochastic methods are used to analyze statistically hydrologic time series and predict future events. Autoregressive moving average (ARIMA) models which are mixture of autoregressive (AR) and moving average (MA) models are the most common stationary Box-Jenkins models. Non-stationary models which are made stationary by difference operator are called autoregressive moving average (ARIMA) models. ARIMA model are also called model with the least number of parameters that fits to time series. In this study, precipitation time series recorded between 1930-2007 in Manisa Station was analyzed and fitted on ARIMA model, and future precipitation time series were predicted. According to a 10 year prediction it is predicted that there will be 3,25% decline in 1 Öğr. Gör. Dr., Ege Üniversitesi, Ege Meslek Yüksekokulu, Bornova, İzmir 55 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 the amount of total annual precipitation. The most impressive finding of the research was the possibility of 33% decline in the expected minimum amount of total annual precipitation. It is obviously mandatory to built new reservoirs or to advance the present ones until the time that there will possibly be a very hazardous drought period. Key Words: ARIMA, time series, precipitation, stochastic, Manisa 1. GİRİŞ Manisa gerek sanayi gerekse tarımsal alandaki yoğun yatırımları ile Türkiye ekonomisi için önemli bir il konumundadır. Geniş tarım alanları büyük oranda sulu tarım yapılmasına uygundur. İlin su ihtiyacını karşılayan yapılar Gediz üzerindeki Demirköprü Barajı, Kumçayı üzerindeki Gölmarmara Gölü, Anbar - Kırık Çayı üzerindeki Afşar Barajı, Yağcılı Çayı üzerindeki Sevişler Barajı ile Kula ve Yuntdağı göletleridir. Bu yapıların su tutma kapasiteleri toplam 1550 hm3 civarındadır (DSİ,2009). Gerek enerji üretimi gerekse de tarımsal ve içme suyu kullanımı açısından söz konusu yapıların işletilmesinde geleceğe yönelik hidrolojik kestirimler hayati önem taşımaktadır. Hidrolojik süreçler stokastik süreçlerdir. Bir başka deyişle hidrolojik zaman serileri değişken ve rastlantısal veriler içerirler. Bu nedenle bu tür serilere basit deterministik çözümlerle yaklaşılamaz. Bir zaman serisi analizinin iki hedefi vardır: Gözlem dizisinin olgusunu ortaya koymak ve geleceğe yönelik tahmin yapmak. Birçok zaman serisi eğilim ve dönemsellik (mevsimsellik) bileşenlerinden oluşur. Bileşen zamanla değişen doğrusal ya da doğrusal olmayan bir sistem içerir ve ele alınan süreç içerisinde bir tekrarı daha yoktur. Diğeri ise sistematik aralıklarla zaman içerisinde kendini tekrarlar. Burada Manisa İli yağışları için en uygun stokastik modelleme ile ilin önümüzdeki yıllardaki yağış potansiyeli üzerine bir araştırma yapılmıştır. Bu çalışmanın amacı, elde edilecek bulguların ileride yaşanacak kuraklık, sel v.b. doğal afetler için belli bir güven aralığında erken uyarı sistemlerinin oluşturulmasında yardımcı olmasıdır. Ayrıca yine bu çalışmadan elde edilecek model ile su kaynakları yönetimi için farklı bir bakış açısı da yakalanacaktır. 2. MATERYAL VE YÖNTEM Devlet Meteoroloji İşleri Manisa İstasyonu yağış kayıtları aylık, 3 aylık ve yıllık zaman serileri oluşturacak şekilde kullanılmıştır. İncelenen dönem 1930-2007 yılları arasını kapsamakta olup 1944 yılına ait kayıtlar elde edilememiştir. Burada eksik verili zaman serisi ile tamamlanmış verili seri arasında SPSS programı kullanılarak uygulanan iki değişkenli korelasyon sonucunda söz konusu yıla ait yağış değerleri hesaplanmış ve seriler eksiksiz hale getirilmiştir. Doğrusal ilişkiler stokastik süreç mantığına uymadığı için eksik veri hesaplamalarında Pearson yöntemi dikkate alınmamaktadır. Veri modelleri belirsiz olduğunda zaman serileri üzerinden araştırma ve uygulama verilerine ulaşmanın oldukça zor olduğu bilinmektedir. Modelleme ve tahmin işlemlerinde zaman serisinin matematik modeli hakkında bilgi sahibi olunması seri içindeki gizli desenleri ortaya çıkarmak için gereklidir. Bu amaçla Box ve Jenkins (1976) tarafından ARIMA yöntemi geliştirilmiştir ve çoğunlukla tatmin edici sonuçlar ürettiği görülmüştür (Bails ve Peppers, 1982). Zaman serilerinde bir analiz ve tahmin yöntemi olan Box-Jenkins tekniği; kesikli, doğrusal ve stokastik süreçlere dayanır. Otoregresif, otoregresif –hareketli ortalama ve 56 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 birleştirilmiş otoregresif hareketli ortalama Box-Jenkins tahmin modelleridir. AR(p), MA(q) ve bunların birleşimi olan ARMA(p,q) durağan süreçlere uygulanırken; ARIMA (p, d, q) durağan olmayan süreçlere uygulanmaktadır (Hamzacebi ve Kutay, 2004). AR(p) modelleri; xt =ξ + φ1*x(t-1) +φ 2*x(t-2) + φ3*x(t-3) + ... + ε (1) Burada: ξ Seri sabiti x(t-1), x(t-2), x(t-3) Serinin geçmiş gözlem değerleri φ1 φ 2 φ Geçmiş gözlem değerleri için katsayılar ε Hata terimidir. MA (q) modelleri; xt = µ + ε t - θ1* ε (t-1) - θ2* ε (t-2) - θ3* ε (t-3) - ... Burada: µ (2) Serinin ortalaması θ1,θ2 ,θ3 Hata terimleri katsayıları ε t ,ε (t-1) ,ε (t-2) ,ε (t-3) Hata terimleri ARMA (p,q) modelleri; Durağan stokastik modellerdir ve geçmiş gözlem ile hata terimlerinin doğrusal fonksiyonunu ifade etmektedir. ξ + φ1*x(t-1) +φ 2*x(t-2) + φ3*x(t-3) + ... + ε - θ1* ε (t-1) - θ2* ε (t-2) - θ3* ε (t-3) ... (3) ARIMA modelleri zaman serisi verilerini incelemek ve incelenen zaman serisinin gelecekteki verilerine ilişkin tahminler yapmak için kullanılır. Genel kullanımı ARIMA(p,d,q) dır. Amaç basit olarak serinin geçmiş değerlerinden ve geçmişte yapılan tahmin hatalarından değişkenin gelecek değerini tahmin etmektir. Box-Jenkins 1976 yılında ARIMA model kurma yöntemini oluşturmadan önce de AR ve MA modelleri bilinmekteydi. Ancak Box-Jenkins bu modelleri birleştirerek, durağan olmayan serilerde modellerin kullanılabilmesi için gerekli dönüşümleri gösteren, modellerin istatistiksel özelliklerini geniş bir şekilde inceleyen, zaman serisi verilerine uygun olan modeli bulan, modelin parametrelerinin tahmin eden ve modelin uygunluğunu test eden bir algoritma oluşturan ARIMA modelini geliştirmişlerdir. p otoregresif AR(p) kısım için kullanılır. Otoregresyon bağımlı değişkenin ardışık değerleri arasındaki ilişkidir ve burada “p” incelen verinin ilişkili olduğu diğer veri ile arasındaki süreci ifade eder. Stokastik süreçlerde rastgelesellik belirgin olduğu için seriyi oluşturan verilerde düzensizlik belirgindir. Bunu ortadan kaldırmak için seriyi durağanlaştırma işlemi yapılır. Durağanlaştırma her bir verinin bir önceki veriden çıkarılarak yeni bir seri elde edilmesidir. Burada “d” modelde kullanılan fark serisinin kaçıncı seri olduğunu göstermektedir. q ise hareketli ortalama MA(q) kısmı için kullanılır. Seriyi sadece trend ve döngü bileşenleri kalacak hale getirmek için mevsim etkisi ve düzensiz bileşenlerden arındırmak gereklidir. Bu amaçla hareketli ortalama yöntemi kullanılır. Hareketli ortalama bir zaman serisinin düzleştirilmesi için kullanıldığında incelenen zamana kadarki ve incelene zamandan sonraki değerlerin ortalaması ayrı ayrı hesaplanır. Burada “q”, elde edilen serinin başlangıç serisinin ardışık kaç elemanının ortalamasıyla oluşturulduğunu 57 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 gösterir. Veri serisinin elemanları birbirlerinden farklıysa bir diğer deyişle birbirlerinden bağımsızsa bu değer 1 olmalıdır. Gerçekte zaman serilerinin ortalama ve varyansında zaman bağlı bir değişim olmaktadır. Bu durum durağan olmayan durum olarak adlandırılır. Bu tip zaman serileri durağan hale dönüştürüldüğünde ARMA(p,q) modelleri tahmin için kullanılabilir. Bu nedenle durağan olmayan seriler durağan hale getirilir. Zaman serileri fark alınarak durağanlaştırılır. Zaman serisinin doğrusal bir trendi varsa birinci fark serisi durağan olmaktadır. Eğer zaman serisinin eğrisel bir trendi varsa farkların tekrar farkı alınarak ikinci farklar serisi durağanlaşmaktadır. Bu durumda model ARIMA(p,d,q) olarak ifade edilmektedir (Hamzacebi ve Kutay, 2004). ARIMA modeli dört temel aşamayı içermektedir. Birinci aşamada genel model sınıfı belirlenmektedir. Genel modelin seçimi için otokorelasyon fonksiyonu dikkate alınır. İkinci aşamada verilerin yapısına uygun bir model belirlenir. Bu amaçla korelasyon ve otokorelasyon fonksiyonlarından yararlanılır. Üçüncü aşamada geçici modelin parametreleri sonucun anlamlılığına bakılarak belirlenir. Son aşamada modelin uygunluk kontrolü yapılır. Bunun için geçici modelin hatlarının otokorelasyon grafiği çizilerek incelenir (Yaman ve ark., 2001). Üretilen sentetik serilerin, ele alınan serinin korelogram, ortalama, standart sapma ve artık serilerin çapraz korelasyonu gibi istatistiksel özelliklerini koruyup korumadığı kontrol edilir. Eğer bazı özelliklerin korunmadığı görülürse, modelin reddi söz konusu olabilmektedir ( Karabörk ve Kahya, 1999). Bu çalışmada zaman serilerinin analizi için XLSTAT programı kullanılmıştır. 3. BULGULAR VE TARTIŞMA Su yokluğu açısından kritik olan haziran-temmuz-ağustos dönemine ait diğer serilerden kestirimler yapılması çalışmada öne çıkmıştır. Bu amaçla aylık serilerden Aralık-Ocak-Şubat dönemi, Mart-Nisan-Mayıs dönemi, Haziran-Temmuz-Ağustos dönemi ve Eylül-EkimKasım dönemi olarak 4 ayrı seri daha üretilmiştir. Yine aylık serilerden yıllık toplam yağış serisi de oluşturulmuştur. Yapılan korelasyon testleri sonucunda yıllık toplam yağış serisinin % 5 yanılma olasılığı için Aralık-Ocak-Şubat serisi ile kuvvetli bir ilişkisi olduğu (0.808) sayısal olarak Tablo 3.1’de ve grafik olarak Şekil 3.1’de görülmektedir. Tablo 3.1. 3 Aylık ve yıllık toplam yağış serileri korelasyon matrisi tablosu (Pearson) AYLAR A-O-Ş M-N-M H-T-A E-E-K YILLIK A-O-Ş M-N-M H-T-A 0,033 0,080 1 0,033 -0,111 1 0,080 -0,111 1 -0,097 0,087 -0,150 0,092 0,808 0,430 58 E-E-K -0,097 0,087 -0,150 1 0,363 YILLIK 0,808 0,430 0,092 0,363 1 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 1200 Yıllık Toplam Yağış (mm) 1100 1000 900 800 700 600 500 400 0 200 400 600 800 Aralık-Ocak-Şubat Dönem i Toplam Yağış (m m ) Şekil 3.1. Aralık-Ocak-Şubat dönemi ve yıllık toplam yağış serileri korelasyon grafiği Yıllık yağışların stokastik modellemesi için en doğru ARIMA modeli, var olan serinin son 7 yılının ilk 70 yıldan kestirilmesi mantığıyla türetildi. Bu amaçla 1930-2000 yılları yağış serisine ARIMA modellerinin çeşitli kombinasyonları uygulandı. Modellerden üretilen sentetik serilerin son yedi yıl için %95 güvenle gerçekleşme durumları incelendi. Sonuç olarak ARMA(1,2) ve ARMA(2,2) ve birinci fark ARIMA modellerinin zaman serisi için uygun sonuçlar verdiği görülmüştür. Seri için yapılan analizde doğrusal bir trend içerdiği belirlenmiştir. Bu nedenle ARIMA modelleri daha uygun bir seçim olacaktır. ARIMA modelleri içerisinden ortalama, standart sapma v.b. seri özelliklerine göre en uygun model arayışına girildiğinde ARIMA(1,1,1) modelinin gerçek seriye en yakın sentetik seriyi ürettiğini görmekteyiz. Dolayısıyla modelimiz ARIMA(1,1,1) olarak belirlenmiştir. Bu modele ait karakteristik değerler Tablo 3.2 ve Şekil 3.2 ile gösterilmiş olup, üretilen serinin son 7 yıla uygunluğunu göstermektedir. Tablo 3.2. 1930-2000 yıllık toplam yağış serisi ve 1930-2007 ARIMA(1,1,1) serisi için seri özellikleri tablosu Gerçek Seri Üretilen Seri Ortalama (mm) 723,60 717,43 Min. Değer (mm) 433,10 370,48 Max. Değer (mm) 1165,50 1047,50 Std. Sapma (mm) 159,84 172,71 Buradan yola çıkarak önümüzdeki 10 yıl için kestirimde bulunulduğunda; 59 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 ARIMA (1,1,1) GRAFİĞİ Aralık-Ocak-Şubat Dönemi Toplam Yağış (mm) 800 700 600 500 400 300 200 100 0 1930,00 1950,00 Toplam Yağış 1970,00 1990,00 2010,00 2030,00 yıl ARIMA(1,1,1) Şekil 3.2. Yıllık toplam yağış serisi ARIMA(1,1,1) grafiği Tablo 3.3. 1930-2007 yıllık toplam yağış serisi ve 1930-2017 ARIMA(1,1,1) serisi için seri özellikleri tablosu Gerçek Seri Üretilen Seri Ortalama (mm) 723,60 700,12 Min. Değer (mm) 433,10 290,39 Max. Değer (mm) 1165,50 987,04 Std. Sapma (mm) 159,84 177,72 ARIMA(1,1,1) modeli, 3 aylık yağış toplamlarından oluşan seriler için de çalıştırılarak mevsimsel analiz yapılmıştır. Yapılan analiz sonucu önümüzdeki 10 yıllık kestirim için mevsimsel yağış serilerinin özelliklerinde bazı değişiklikler meydana gelmiştir Tablo 3.3 incelendiğinde yıllık toplam yağış ortalamasının 723,60 mm’den 700,12 mm’ye düşerek %3,25 bir azalma olacağı beklenmektedir. Yine buna bağlı olarak beklenen en düşük yağış miktarında %33 ve en yüksek yağış miktarlarının ise %15,4 azalacağı hesaplanmaktadır. Su kaynakları yönetimi açısından beklenen en düşük yağıştaki %33’lük azalma ciddi sorunlar yaşanacağını göstermektedir. Yıl içerinde yağış dağılımını inceleme amacıyla Tablo 3.4’e bakıldığında modelden 3 aylık periyotlar elde edilen bulgular yıllık toplam yağış ortalamasında %4,6 lık bir azalma olacağını göstermektedir. Burada önemli bir bulgu su yılının hemen hemen tamamını ifade eden Eylül-Ekim-Kasım-aralık-Ocak-Şubat aylarında %6,9 azalma yaşanırken Mart-Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında %1,3’lük artış yaşanacağı düşünülmektedir. 60 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Tablo 3.4. 1930-2017 ARIMA(1,1,1) 3 aylık toplam yağış serileri için seri özellikleri tablosu Aralık-Ocak-Şubat Mart-Nisan-Mayıs Haziran-Temmuz-Ağustos Eylül-Ekim-Kasım Gerçek Seri Ort.(mm) 367,21 172,51 24,90 154,523 Üretilen Seri Ort.(mm) 346,59 173,67 26,31 139,30 Gediz havzası için yapılmış olan bir diğer stokastik model çalışmasında havzanın 100 yıllık yağış kestirimi sonucunda yıllık toplam yağışların ortalama %2.4 azalacağı hesaplanmıştır (Topçuoğlu, Pamuk ve Özgürel, 2005). Buradan Manisa istasyonu yağışlarının Gediz havzasına düşen yağışlara göre daha kararsız ve azalma eğiliminde olduğu söylenebilmektedir. Bir başka çalışmada Gediz havzasında iyimser ve kötümser senaryolara göre yapılan su yönetimi politikaları araştırılmış yer altı su seviyelerinin kuraklık koşullarında endüstriyel talep de dikkate alındığında ciddi anlamda olumsuz etkileneceği vurgulanmıştır (Çetinkaya ve Barbaros, 2008). 4. SONUÇ VE ÖNERİLER Çalışma sonucunda görülmüştür ki yağış serisindeki azalma eğilimi çok belirgindir. Önümüzdeki 10 yıl için güven aralığı sınırlarında ve özellikle alt sınırda çok ciddi düşüş vardır. Bu yağış kestirimlerinin gittikçe azalan bir trende sahip olduğunu ve kurak yılların görülme olasılığının yüksekliğini göstermektedir. Üretilen seri ortalama yıllık yağış toplamlarının % 3,25 düşeceğini göstermektedir. Ayrıca standart sapmadaki artış uç değerlerin görülme beklentisini de arttırmaktadır. Beklenen en düşük yıllık toplam yağış açısından 70 yıl içerisinde görülmemiş bir su noksanlığının yaşanması olasıdır. Mevsimlik toplam yağışlar incelendiğinde su yılının büyük kısmını oluşturan AralıkOcak-Şubat ve Eylül-Ekim-Kasım dönemlerinde beklenen yağışlarda % 5,6 ile %10 arasında düşüşler yaşanabilecektir. Buna karşılık Mart-Nisan-Mayıs ve Haziran-Temmuz-Ağustos dönemlerinde küçük miktarlarda artışlar beklenmektedir. Bu 6 aylık dönemde 2,56 mm lik artışın akışa geçmesi, dolayısıyla biriktirme haznelerine destek olması mümkün değildir. Manisa iline düşen yağış miktarı yılda 10000 hm3 dür. Bu miktarın 1550 hm3 lük miktarı ölü hacimlerle birlikte rezervuarlarda tutulmaktadır. Dolayısıyla Manisa ilindeki rezervuarların ile düşen yağışın yaklaşık 1/1000 kadarını depoladıkları görülmektedir. Barajbağlama-gölet yapımına uygun coğrafi yapılara sahip Manisa’da bu su potansiyelinin daha iyi değerlendirilebileceği ve özellikle İzmir’in su ihtiyacını karşılayacak yapıların tesis edilebileceği görülmektedir. 61 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 5. KAYNAKLAR [1] Hamzaçebi C., Kutay F., 2004, Yapay Sinir Ağları İle Türkiye Elektrik Enerjisi Tüketiminin 2010 Yılına Kadar Tahmini, Gazi Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi, 19(3). [2] Karabörk Ç., Kahya E., 1999, Sakarya Havzasındaki Aylık Akımların Çok Değişkenli Stokastik Modellemesi, TUBITAK - Türk Mühendislik ve Çevre Bilimleri Dergisi, 23: 133147 [3] Yaman K. , Sarucan A., Atak M., Aktürk N., (2001), Dinamik Çizelgeleme İçin Görüntü İşleme ve Arıma Modelleri Yardımıyla Veri Hazırlama, Gazi Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt 16, No 1, 19-40 [4] Box, G.E.P., and Jenkins., (1976), G.M., Time Series Analysis: Forecasting and Control, Holden-Day, San Francisco, 35-72. [5] http://www.dsi.gov.tr/bolge/dsi2/manisa.htm#baraj [6] Topçuoğlu K., Pamuk G., Özgürel M., (2005),Gediz Yağışlarının Stokastik Modellemesi, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt 42(3),89-97 [7] Çetinkaya C. Polat., Barbaros F., Su Yönetimi Politikaları ile Gediz Nehri Yıllık Su Bütçesi Performansının değerlendirilmesi, (2008), TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi,323333 62 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 BAZI MELEZ MISIR ÇEŞİTLERİNİN (Zea mays L.) MANİSA EKOLOJİK KOŞULLARINDA SİLAJ AMAÇLI YETİŞTİRİLME OLANAKLARI POSSIBILITIES TO GROW SOME HYBRID MAIZE CULTIVARS (Zea mays L.) IN MANISA ECOLOGICAL CONDITIONS FOR SILAGE PRODUCTION Tamer KUŞAKSIZ1, Çiğdem KAYA2 ÖZET Bu araştırma, Manisa ekolojik koşullarında ana ürün yetiştirme sezonunda 2003 ve 2004 yıllarında Celal Bayar Üniversitesi araştırma alanında tesadüf blokları deneme desenine göre 4 tekrarlamalı olarak yürütülmüştür. Genetik materyal olarak Mitic, Otello, Giubileo, C-955 ve Maverik çeşitleri kullanılmıştır. Araştırmada bitki boyu, yaprak sayısı, sap çapı, kuru madde oranı, yeşil ot verimi ve kuru madde verimi özellikleri incelenmiştir. Kullanılan mısır çeşitleri arasında incelenen özellikler bakımından önemli farklılıklar olduğu tespit edilmiştir. En yüksek yeşil ot verimi(9011.00 kg/da) ve kuru madde verimi(1755.52 kg/da) C-955 çeşidinde kaydedilmiştir. Anahtar Kelimeler: mısır çeşitleri, hasıl verimi, kuru madde verimi ABSTRACT This research was carried out during main cropping season in Manisa at experimental station of Celal Bayar University in 2003 and 2004. The experimental design was Randomized Complete Block Design with four replications. The varieties tested are Mitic, Otello, Giubileo, C-955 and Maverik. Plant height, leaf number, stem diameter, dry matter rate, herbage yield and dry matter yield were examined. There were significant differences among all plant parameters. The maximum yields of herbage yield(9011.00 kg/da) and dry matter yield(1755.52 kg/da) were determined at C-955 cv. Keywords: maize cultivars, herbage yield, dry matter yield 1. GİRİŞ Mısır ülkemizde genellikle tane amacıyla yetiştirilen bir sıcak iklim tahılıdır. Ancak son yıllarda hayvancılığın entansifleşmesine paralel olarak tanesi kesif yem, bitkisi ise hamur olum döneminde hasat edilerek silaj yem olarak kullanılmaktadır. Mevcut koşullar altında, 1 Yrd. Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Alaşehir Meslek Yüksekokulu, (45600) MANİSA, [email protected] 2 Yrd. Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Alaşehir Meslek Yüksekokulu, (45600) MANİSA. 63 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 kısa sürede ihtiyaç duyulan kaliteli, bol ve ucuz kaba yem sağlayan bir yem bitkisidir. Dünyada silaj yapımı amacıyla yetiştirilen bitkilerin başında mısır gelmekte, onu sorgum, sudanotu ve sorgum-sudanotu melezleri izlemektedir (Sağlamtimur ve Tansı 1980; Avcıoğlu,1983; Heath ve ark., 1985; Gençkan,1992; Ergül, 1993; Kırtok, 1998; Tümer, 2001; Kuşaksız ve Kuşaksız 2005). Silajlık mısırda çevre, çeşit ve yetiştirme şartlarına bağlı olarak dekarda 4 - 10 ton verim alınabilir (Wermke, ve Hoynıngen-Huene, 1987; Tümer,2001). Tansı (1987), Çukurova bölgesinde yürüttüğü çalışmasında, mısırda ortalama bitki boyunun 275 cm, hasıl veriminin ise 4324 kg/da olduğunu belirtmiştir. Manga ve ark.(1991) tarafından Çukurova koşullarında ikinci ürün yetiştirme mevsiminde 3 farklı mısır çeşidi ile yürütülen bir çalışmada 4 farklı hasat döneminin, bitki boyu, yeşil ve kuru ot verimi vb. gibi bazı agronomik karakterler üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Araştırıcılar hasat zamanının ele alınan karakterler üzerinde çok etkili olduğunu, bitki boylarının 233-278 cm, yeşil ot veriminin 5553- 7140 kg/da arasında değişim gösterdiğini ve silajlık mısır yetiştiriciliğinde hasadın hiç olmazsa süt olum döneminden sonra yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Okant ve ark.(1991) Ceylanpınar ovası koşullarında 3 farklı ekim zamanının 5 değişik mısır çeşidinde verim ve bazı tarımsal karakterlere etkisini araştırmış, bitki boyunun 150.3162.5 cm, sap çapının 2.5-2.8 cm arasında değiştiğini bildirmişlerdir. İptaş(1993), Tokat ekolojik şartlarında ana ürün döneminde silajlık mısırın bitki boyunun 177.4-292.4 cm, yeşil ot veriminin 3867-8220 kg/da, kuru madde veriminin 693.4-2644.7 kg/da, ham protein oranının % 6.46-8.62 ve kuru madde oranının %13.83-28.74 arasında değişim gösterdiğini bildirmiştir. Konak (1994), Menemen-İzmir koşullarında yapmış olduğu araştırmada, bitki boyunun 211-239 cm, hasıl veriminin 5184-7192 kg/da, kuru madde oranının % 26.0-45.0 ve kuru madde veriminin 1673-2447 kg/da arasında değiştiğini bildirmiştir. Sade(1994), Çumra-Konya ekolojik şartlarında 13 değişik melez mısır çeşidiyle yürüttüğü çalışmasında bitkilerde yaprak sayılarının 13.9-15.7 adet ve bitki boylarının 244-288 cm arasında değiştiğini vurgulamıştır. Bilgen ve ark.(1996) tarafından Menemen-İzmir koşullarında yürütülen ana ürün mısır çalışmasında yeşil ot verimlerinin 5191-8099 kg/da, kuru madde oranlarının % 23.226.3, kuru madde verimlerinin 1365-1879 kg/da, ham protein oranlarının % 6.42-9.15 arasında değişim gösterdiği saptanmıştır. Yılmaz ve Sağlamtimur, (1996), Çukurova koşullarında ana ürün yetiştirme mevsiminde yürüttükleri çalışmalarında; ortalama bitki boyunun 248.1- 262.1 cm, hasıl veriminin 55476008 kg/da, kuru madde veriminin 1985- 2315 kg/da, ham protein oranlarının %7.52 - 9.59 arasında değişim gösterdiğini saptamışlardır. Akdemir ve ark.(1997), Ödemiş-İzmir koşullarında yürüttükleri bir çalışmada 7 değişik melez mısır çeşidini ana ürün döneminde ekmişler, elde ettikleri verilere göre bitki boyunun 215-259 cm, kuru madde oranının % 36.13- 39.89, yeşil ot veriminin 4686-7074 kg/da, kuru madde veriminin 1841-2384 kg/da olduğunu ifade etmişlerdir. 64 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Gözübenli ve ark. (1997). yapmış oldukları araştırmada bitki boyunun 207-246 cm ve sap kalınlığının 2.23-2.60 cm arasında değiştiğini bildirmişlerdir. Geren(2000), Bornova-İzmir koşullarında ana ürün döneminde 6 silajlık mısır çeşidi ile yürüttüğü çalışmasında, ortalama olarak bitki boyunun 193.0-218.6 cm, yaprak sayısının 12.0-14.3 adet, sap çapının 2.18-2.47 cm, kuru madde oranının % 23.58-25.00, kuru madde veriminin 1829-2291 kg/da, ham protein oranının % 7.49-9.00 ve yeşil ot veriminin 73359414 kg/da. arasında değiştiğini bildirmiştir. Değirmenci(2000), Menemen-İzmir koşullarında ana ürün döneminde 4 farklı melez mısır çeşidi ile yürüttüğü çalışmasında, bitki boyunun 110.5-246.0 cm, yaprak sayısının 8.112.7 adet, sap çapının 1.64-2.12 cm, kuru madde oranının % 25.00-25.90, kuru madde veriminin 909-2314 kg/da, ham protein oranının % 9.6-12.4 ve yeşil ot veriminin 3618-9238 kg/da. arasında değiştiğini bildirmiştir. Avcıoğlu ve Ark.(2001), Bornova-İzmir koşullarında ana ürün döneminde yürüttükleri çalışmada yeşil ot veriminin 9125-9942 kg/da, ve kuru madde veriminin 2350-2528 kg/da arasında değiştiğini saptamışlardır. Yılmaz ve Ark.(2003), Amik ovası koşullarında 1998 yılında 24 mısır çeşidi ile yürüttükleri çalışmada, bitki boyunun 197.9-233.2 cm, sap çapının 1.91-2.43 cm, kuru madde veriminin 1698-2687 kg/da, ve yeşil ot veriminin 4000-6305 kg/da. arasında değiştiğini bildirmiştir. Budak ve Soya(2003), Bornova-İzmir koşullarında ikinci ürün döneminde 4 silajlık mısır çeşidi ile yürüttüğü çalışmasında, bitki boyunun 134.2-242.0 cm, yaprak sayısının 8.313.2 adet, sap çapının 1.73-2.14 cm, kuru madde oranının % 22.5-31.7, kuru madde veriminin 897-2048 kg/da, ham protein oranının % 6.69-8.91 ve yeşil ot veriminin 39868658 kg/da. arasında değiştiğini bildirmiştir. Kuşaksız ve Kuşaksız(2005), Alaşehir-Manisa koşullarında ana ürün döneminde iki yıl süreyle yürüttükleri çalışmada, bitki boyunun 155.18-206.75 cm, yaprak sayısının 10.9-13.6 adet, sap çapının 2.06-2.38 cm, kuru madde oranının % 27.60-35.01, kuru madde veriminin 1627-2314 kg/da, ve yeşil ot veriminin 5598-7297 kg/da. arasında değiştiğini bildirmiştir. Bulut ve ark(2008), Erzurum ovası koşullarında ana ürün döneminde 2004 ve 2005 yıllarında yürüttükleri çalışmada, bitki boyunun 214.3-219.7 cm, yaprak sayısının 11.3-11.8 adet, kuru madde oranının % 27.1-27.4, kuru madde veriminin 1376.3-1774.4 kg/da, ve yeşil ot veriminin 6103.5-6550.0 kg/da. arasında değiştiğini bildirmiştir. Bu araştırmanın amacı, Manisa koşullarında ana ürün olarak yetiştirilebilecek en uygun silajlık mısır çeşitlerini saptamak ve elde edilen sonuçları bölge çiftçisinin bilgisine sunarak, hayvancılıkta en büyük girdi olan yem sorununun çözümüne katkıda bulunmaktır. 2. MATERYAL VE YÖNTEM Araştırma, 2003 ve 2004 yıllarında birinci ürün mısır olarak Celal Bayar Üniversitesi Alaşehir Meslek Yüksekokulu’nun Tepeköy’de bulunan deneme tarlalarında yürütülmüştür. Ekim öncesi 0-20 cm. derinlikten alınan toprak örnekleri analizine göre deneme alanı 65 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 toprağı tınlı-kumlu bünyeye sahiptir. Yetiştirme dönemine ait iklim verileri Çizelge 1’de verilmiştir(Anonim, 2004). Çizelge 1. Deneme yerinin deneme yılı ve çok yıllık ortalamalara göre iklim özellikleri Ortalama Sıcaklık (ºC) Aylar Uzun Yıllar 2003 2004 Uzun Yıllar Yağış (mm) 2003 2004 Mayıs 20.9 22.5 20.0 19.8 54.0 22.7 Haziran 24.8 26.6 25.2 4.3 20.7 7.3 Temmuz 28.5 28.8 28.2 4.7 - - Ağustos 27.3 29.2 26.2 7.4 1.0 1.2 Ortalama 25.4 26.8 24.9 Toplam:36.2 75.7 31.2 Araştırma materyali olarak Mitic(FAO-600, Syngenta), Otello(FAO-600, Poltar), Giubileo(FAO-600, Poltar), C-955(FAO-750, Monsanto) ve Maverik(FAO-550, Syngenta) olmak üzere 5 farklı mısır çeşidi tohumluğu kullanılmıştır. Araştırma Tesadüf Blokları Deneme Desenine göre 4 tekerrürlü olarak kurulmuştur. Denemede parsel büyüklüğü 2.6mx6m=15.6m2.( sıra arası 65 cm, parsel uzunluğu 6 m, her parselde 4 sıra)’dir. Ekim el ile 07 Mayıs 2003 ve 07 Mayıs 2004 tarihlerinde yapılmıştır. Ekimle birlikte 10 kg/da saf azot (N); saf fosfor (P2O5 ) ve saf potasyum(K2O) olacak şekilde (15:15:15) kompoze gübre taban gübresi olarak ve bitkiler 40-50 cm boylandığında 10 kg/da saf azot(N) gelecek şekilde üre gübresi üst gübre olarak verilmiştir. Hasat mısır hamur olum döneminde kenar tesirleri atıldıktan sonra 1.3mx5m=6.5 m2. alanda yapılmıştır. Parsellerden verim ve verim unsurlarına ilişkin veriler Geren(2000)’e göre elde edilmiştir. Elde edilen veriler Steel ve Torrie(1980); Yıldırım ve Kuşaksız(2002)’e göre MSTAT-C (Freed ve Ark., 1989) paket programı yardımıyla varyans analizine ve LSD testine tabi tutularak değerlendirilmiştir. 3. BULGULAR VE TARTIŞMA Manisa-Alaşehir koşullarında ana ürün silajlık mısır olarak yetiştirilen çeşitlere ait değerler Çizelge 2’de özetlenmiştir. Çizelge 2. Ana ürün olarak yetiştirilen farklı mısır çeşitlerinin (Zea mays L.) hasıl verimi ve verime ilişkin özellikleri 66 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 ** İşaretli F değerleri, işlemler arasındaki farklılığın % 1, * İşaretli F değerleri, işlemler arasındaki farklılığın % 5 ihtimal sınırına göre önemli olduğunu göstermektedir. Ö.D. İşaretli F değerleri, işlemler arasındaki farklılığın % 5 ihtimal sınırına göre önemli olmadığını göstermektedir. Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki farklılık LSD Testine göre % 5 veya % 1 ihtimal sınırında önemli değildir. Varyans analizi sonucuna göre mısır çeşitleri arasında Bitki Boyu, Yaprak Sayısı, Sap Çapı, Kuru Madde Oranı, Kuru Madde Verimi özellikleri bakımından (P<0.01) ve Yeşil Ot Verimi özelliği bakımından 2003 ve 2004 yıllarında (P<0.05) önem düzeyinde; birleştirilmiş analizde ise (P<0.01) önem düzeyinde istatistiki farklılıklar saptanmıştır. 3.1 Bitki Boyu Birim alandan kalite ve kantite açısından en üst düzeyde yeşil ot elde etmek amacıyla yetiştirilen yem bitkilerinde, verim üzerine önemli etkileri olan bitki boyu karakteri denememizde kullanılan çeşitlere göre farklılıklar göstermiştir. İncelenen çeşitlerin farklı olum grubuna dahil olmaları sonucu ortaya çıkan farklılıklar bitkilerin boylarına da yansımıştır. Bitkilerin tüm fizyolojik fonksiyonlarını ve vejetatif aktivitelerini gösterebildikleri vejetasyon periyodunun uzunluğu bir bakıma ortam sıcaklığı ile yakından ilgilidir. Ana ürün ekimi şeklinde gerçekleştirilen denememizde nisan ayını takiben yükselen hava ve toprak sıcaklıkları kısa vejetasyon süreli çeşitlerin ihtiyaçlarını hemen giderdiği için bitkiler hızla püskül çıkararak büyümelerini sonlandırmışlardır. Bu nedenle boy uzaması da kendiliğinden durmuştur. Orta-geçci çeşitlerde ise bu süre daha uzun olduğundan büyümelerini daha uzun süre devam ettirebilmişlerdir. Aynı olum sürelerine sahip çeşitlerin genetik kapasiteleri gereği ortaya çıkan minik farklılıklar ise kuşkusuz sınırlı bir çevresel etki varyasyonu olarak algılanmalıdır (Geren, 2000; Değirmenci, 2000; Kuşaksız ve Kuşaksız, 2005). Bitki boyu için yıllar dikkate alınarak yapılan varyans analizinde yıllar arasında , (P<0.01) önem düzeyinde istatistiki farklılıklar saptanmıştır. 2003 yılında 245.49 cm olan bitki boyu ortalaması, 2004 yılında 204.63 cm. olarak saptanmıştır. Bitki boyunda yıllara göre değişim büyük bir olasılıkla 2004 yılında sıcaklık azalması ve yağışın az düşmesi ile ilgili olabilir. Ana ürün olarak yetiştirilen mısır çeşitlerinde iki yıl ortalaması üzerinden en yüksek bitki boyu değerine 249.72 cm ile C-955 çeşidi ulaşırken, en düşük değere de 203.70 cm ile Mitic çeşidi sahip olmuştur. Mısır çeşitlerinin bitki boylarına ilişkin bulgularımız daha önceki çalışmalarla karşılaştırıldığında; Konak(1994), Geren(2000), Yılmaz ve ark.(2003), Bulut ve ark.(2008)’nın bulgularına benzer sonuçlar ortaya koymuştur. 67 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 3.2 Yaprak Sayısı Yem bitkilerinde fotosentez sonucu üretilen kaba yemin kalitesinin ve lezzetliliğinin iyi bir göstergesi olan ve verimini çok etkileyen unsurlardan biri olan yaprak sayısı, bir başka deyişle yapraklılık denememizde kullanılan çeşitlere göre farklılıklar göstermiştir. Yaprak sayısı için yıllar dikkate alınarak yapılan varyans analizinde yıllar arasında , (P<0.01) önem düzeyinde istatistiki farklılıklar saptanmıştır. 2003 yılında 12.40 adet olan yaprak sayısı ortalaması, 2004 yılında 12.55 adet olarak saptanmıştır. Yaprak sayısındaki yıllara göre değişimde, bitki boyu özelliğinde olduğu gibi iklim koşulları ile ilişkilendirilebilir. Denememizde C-955 çeşidi 15.05 adet ile en fazla yaprak sayısına ulaşırken; en az yaprak sayısına 12.47 adet yaprak sayısı ile Mitic çeşidi sahip olmuştur. Elde ettiğimiz bulgular Konak(1994), Sade(1994), Geren(2000) ‘in bulgularına benzer sonuçlar ortaya koymuştur. 3.3 Sap Çapı Bitkilerin toprak yüzeyine dik konumda kalmasını sağlayarak maksimum ışıklanmasını gerçekleştiren ve karbonhidrat asimilasyonuna doğrudan etki eden ayrıca rüzğar vb. unsurlara karşı direnç göstererek bitkinin mekanik olarak yıkılmasını engelleyen kalın saplılık üretilen yemin verimini de yükseltmektedir. Fakat yüksek oranda selüloz, hemisellüloz, lignin vb. sindirimi çok zor olan maddeleri de çokça içerdiğinden, her zaman tercih edilen bir nitelik değildir. Ana ürün olarak yetiştirilen mısır çeşitlerinde en yüksek sap çapı değerine 2.61 cm ile C-955 çeşidi ulaşırken en düşük değere de 2.23 cm. ile Maverik çeşidi sahip olmuştur. Bulgularımız Geren(2000) ; Kuşaksız ve Kuşaksız(2005) ‘ın bulgularıyla benzerlik sergilemiştir. 3.4 Kuru Madde Oranı Bitkilerin farklı ekolojik koşullardaki performanslarını çevre koşulları nedeniyle meydana gelen etkilerden arındırarak biyomas üretimleri açısından saptamada güvenilir bir kriter olan ve daha kesin bir sonuç elde edebilmek amacıyla incelenen kuru madde oranı karakteri; hayvan beslemede ve silaj yapımında çok büyük önem taşımaktadır(Tümer,2001). Denememizde kuru madde oranı bakımından en yüksek değere %22.44 ile Giubileo çeşidi ulaşırken, en düşük değere % 18.18 ile Maverik çeşidi ulaşmıştır. Daha önceki çalışmalar ile karşılaştırıldığında kuru madde oranları değerlerimiz İptaş(1993)’ın bildirdiği sınırlar içinde kalırken; Konak(1994), Bilgen ve ark.(1996), Akdemir ve ark.(1997), Geren(2000), Değirmenci(2000), Kuşaksız ve Kuşaksız(2005), Bulut ve ark.(2008)’adlı araştırıcıların bildirdikleri sonuçlardan daha düşük tesbit edilmiştir. 3.5 Kuru Madde Verimi Yeşil ot verimi ve Kuru madde oranı temel alınarak saptanan karakterin anılan iki özelliğin gösterdiği eğilimlerin etkisinde olduğu görülmüştür. Genel olarak ortaya çıkan kuru madde verimlerindeki azalmaların iklim koşullarından kaynaklandığı düşünülebilir. Zira artan sıcaklık ve yükselen ışık şiddeti ve süresi, bitkiler için stres koşulları oluşturarak onları daha kısa sürede oluma, yani generatif aşamaya geçmeye zorlamakta, neticede biyomas üretimleri sınırlanmaktadır. Bitkide sınırlanan yeşil aksam oluşturma etkinliği ise verim 68 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 düşüklüğüne, dolayısıyla kuru madde veriminin azalmasına neden olmaktadır(Seçer,1988). Denememizde, en yüksek kuru madde verimi değerine 1755.52 kg/da ile C-955 çeşidi ulaşırken , en düşük değere de 1148.39 kg/da ile Maverik çeşidi sahip olmuştur. Elde ettiğimiz bulgular, Bilgen ve ark.(1996), Değirmenci(2000), Budak ve Soya(2003), Bulut ve ark.(2008) ‘nın bulgularına benzer sonuçlar ortaya koymuştur. 3.6 Yeşil Ot Verimi Bitkilerin sergiledikleri agronomik performansları karşılaştırmak için ele alınan özelliklerden biri olan yeşil ot verimi; birim alandaki bitki sayısı, bitki cinsi ve türü, olgunlaşma süresi, yararlanma şekli, biçim zamanı, uygulanan teknoloji vb. unsurların tümünden etkilenen kantitatif bir karakter olduğu için çevre koşullarına yakından bağlı bir özelliktir(Geren,2000; Değirmenci,2000; Kuşaksız ve Kuşaksız,2005). Ana ürün olarak yetiştirilen mısır çeşitlerinde en yüksek yeşil ot verimi değerine 9011.00 kg/da ile C-955 çeşidi ulaşırken, en düşük değere de 6320.50 kg/da ile Maverik çeşidi sahip olmuştur(Şekil1). Diğer mısır çeşitlerinin aldıkları değerler de bu iki rakam arasında değişim göstermiştir. Mısır çeşitlerinin yeşil ot verimlerine ilişkin bulgularımız daha önceki çalışmalarla karşılaştırıldığında; Manga ve ark.(1991), Konak(1994), Bilgen ve ark.(1996), Geren(2000), Kuşaksız ve Kuşaksız(2005)’ın bulgularına benzer sonuçlar ortaya koymuştur. 250,00 200,00 Bitki Boyu (cm) 150,00 100,00 50,00 0,00 Giubileo C-955 Mitic Çeşit 20,00 15,00 Yaprak Sayısı 10,00 5,00 0,00 GiubileoOtello C-955Maverik Mitic Çeşit Şekil 1. Ana ürün olarak yetiştirilen farklı mısır çeşitlerinin (Zea mays L.) hasıl verimi ve verime ilişkin özelliklerine ait grafikler 69 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 2,70 2,60 2,50 Sap 2,40 Çapı (cm) 2,30 2,20 2,10 2,00 Giubileo Otello C-955 Maverik Mitic Çeşit 25,00 20,00 15,00 Kuru Madde(%) 10,00 5,00 0,00 Gi ubil eo Otell o C-955 Maveri k M itic Çeşit Şekil 1(Devamı). Ana ürün olarak yetiştirilen farklı mısır çeşitlerinin (Zea mays L.) hasıl verimi ve verime ilişkin özelliklerine ait grafikler 1800,00 1600,00 1400,00 1200,00 Kuru Madde 1000,00 Verimi(kg/da) 800,00 600,00 400,00 200,00 0,00 Giubileo Otello C-955 Maverick Mitic Çeşit 70 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Yeşil Ot Verimi (kg/da) 10000,00 9000,00 8000,00 7000,00 6000,00 5000,00 4000,00 3000,00 2000,00 1000,00 0,00 Giubileo Otello C-955 Maverik Mitic Çeşit Şekil 1(Devamı). Ana ürün olarak yetiştirilen farklı mısır çeşitlerinin (Zea mays L.) hasıl verimi ve verime ilişkin özelliklerine ait grafikler 4. SONUÇ Değişik özellikler açısından elde ettiğimiz veriler mısır çeşitlerinde geniş bir genetik varyasyonun bulunduğunu ortaya koymuştur. Mısır bitkisinin farklı sürelerde hasat dönemine gelen pek çok çeşidinin bulunduğu da anımsandığında, ülkemizin değişik ekolojileri için farklı çeşitlerin denenerek seçilmesi gerekeceği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Manisa ekolojisine benzer ekolojilerde silajlık mısır yetiştiriciliğinde, yukarıda sunulan sonuçlar ışığında C-955 çeşidi ümitvar bir çeşit olarak dikkati çekmiştir. 71 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 5. KAYNAKLAR [1] Akdemir, H., A. Alçiçek, ve R. Erkek., 1997. Farklı Mısır Varyetelerinin Agronomik Özellikleri, Silolanma Kabiliyeti ve Yem Değeri Üzerine Araştırmalar. Türkiye 1. Silaj Kongresi, 16-19 Eylül, Hasad Yayıncılık, s:235-240, İstanbul. [2] Anonim, 2004. Alaşehir Meteoroloji İstasyon Müdürlüğü Kayıtları. [3] Avcıoğlu, R.,1983. Yembitkileri Yetiştirme, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları No::83-II,s:92, Bornova-İzmir. [4] Avcıoğlu, R., B. Kır ve G, Demiroğlu, 2001. Ana Ürün Olarak Yetiştirilen Bazı Mısır Çeşitlerinde Ekim Zamanının Hasıl Verimi ve Kalite Özelliklerine Etkisi Üzerinde Bir Araştırma. GAP II. Tarım Kongresi, 24-26 Ekim 2001, s:857-864, Şanlıurfa. [5] Bilgen, H., A. Alçiçek, N. Sungur, H. Eichhorn, O.P. Walz, 1996. Ege Bölgesi Koşullarında Bazı Silajlık Kaba Yembitkilerinin Hasat Teknikleri ve Yem Değeri Üzerine Araştırmalar, Hayvancılık 96 Kongresi, 18-20 Eylül 1996, Cilt I, s:781-788, İzmir. [6] Budak, B., ve H. Soya, 2003. İkinci Ürün Olarak Yetiştirilen Farklı Mısır(Zea maysL.) Çeşitlerinin Hasıl Verimleri Üzerinde Bir Araştırma. Türkiye 5. Tarla Bitkileri Kongresi, 1317 Ekim 2003, Cilt:I, ISBN:975-7635-19-7, s:529-532, Diyarbakır. [7] Bulut, S., Çağlar, Ö., ve Öztürk, A.,2008. Bazı Mısır Çeşitlerinin Erzurum Ovası Koşullarında Silaj Amaçlı Yetiştirilme Olanakları. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi Cilt: 39, Sayı: l, s:83-91, Erzurum. [8] Değirmenci,R.,(2000). Ana Ürün Olarak Yetiştirilen Farklı Mısır Çeşitlerinin Hasıl ve Tane Verimleri Üzerinde Araştırmalar. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarla Bitkileri Anabilim Dalı (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Bornova-İzmir. [9] Ergül, M., 1993, Yemler Bilgisi ve Teknolojisi Ders Kitabı. Ege Üniversitesi Zir.Fak.Yay.No:487, s:63, İzmir. [10] Freed, R., S.P. Einensmith, S.Guets, D.Reicosky.,V.W. Smail and P.Wolberg, 1989. User’s guide to MSTAT-C, an analysis of agronomic research experiments..Michigan State University,USA. [11] Gençkan, M.S., 1992, Yem Bitkileri Tarımı (2.baskı), Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları No:467, Ege Üniversitesi Basımevi, s:432-434, Bornova-İzmir. [12] Geren, H., 2000. Ana ve îkinci Ürün Olarak Yetiştirilen Silajiık Mısır (Zea mays L.) Çeşitlerinde Ekim Zamanlarının Hasıl Verimleri ile Silaja İlişkin Tarımsal Özelliklere Etkisi Üzerinde Araştırmalar. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarla Bitkileri Anabilim Dalı (Basılmamış Doktora Tezi), Bornova-İzmir. [13] Gözübenli, H., A.C. Ülger, M. Kılınç, O. Şener ve U. Karadavut, 1 997. Hatay Koşullarında İkinci Ürün Tarımına Uygun Mısır Çeşitlerinin Belirlenmesi. Türkiye 2. Tarla Bitkileri Kongresi, 22-25./09/1997, s:153-157, Samsun. 72 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 [14] Heath. M.E.. R.F. Barnes, and, D.S. Metcalfe, 1985. Forages. Iowa State University, Press Fourth Edition. Ames, Iowa, USA.631 p. [15] İptaş, S. 1993. Tokat Şartlarında Birinci Ürün Silajlık Mısır(Zea mays L.), Sorgum (Sorghum vulgare), Sudanotu(Sorghum sudanense) ve Sorgum-Sudanotu Melezinin Değişik Olgunluk Devrelerinde Yapılan Hasatların Verim ve Silajlık Özellikler ile Kaliteye Etkileri Üzerinde Araştırmalar. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarla Bitkileri Anabilim Dalı (Basılmamış Doktora Tezi), Bornova-İzmir. [16] Kırtok, Y.1998. Mısır Tarımı. Kocaoluk Matbaası, İstanbul. [17] Konak, C., 1994. Mısırın Silajlık Verim ve Kalitesine Çeşidin, Ekim ve Biçim Zamanının Etkisi Üzerinde Bir Araştırma. I.Tarla Bitkileri Kongresi, 25-29 Nisan 1994. İzmir. [18] Kuşaksız, T. and E. Kuşaksız 2005. A Study on The Herbage Yield and its Components of Different Maize(Zea mays L.) Cultivars Under Irrigated Conditions of Manisa. Turkish Journal of Field Crops, Volume:10, Number:1, ISSN:1301-1111, İzmir, 8-15 p. [19] Manga, N., V.Tansı ve T. Sağlamtimur, 1991. Çukurova Koşullarında İkinci Ürün Olarak Yetiştirilen Değişik Mısır Çeşitlerinde Hasat Zamanının Hasıl Verimi ve Bazı Tarımsal Karakterlere Etkisi Üzerinde Araştırmalar. Türkiye 2. Çayır Mer’a ve Yembitkileri Kongresi, 28-31/05/1991,s:399-408, İzmir. [20] Okant, M., Y. Şılbır., V.Tansı., ve T. Sağlamtimur, 1991. Ceylanpınar Ovası Koşullarında Ekim Zamanının Farklı Mısır Çeşitlerinin Verim ve Bazı Tarımsal Karakterlere Etkisi Üzerinde Bir Araştırma. Türkiye 2. Çayır Mer’a ve Yembitkileri Kongresi, 2831/05/1991,s:352-358, İzmir. [21] Sade., B.,1994.Melez Mısır Çeşitlerinin (Zea mays L. indentata) Başlıca Tarımsal Karakterleri Üzerine Araştırmalar,Türkiye I. Tarla Bitkileri Kongresi, 25-29/04/1994, Cilt:I, s:236-240, Bornova-İzmir [22] Sağlamtimur, T. ve V. Tansı, 1980. Silaj Üretimi, Hasat ve Depolama, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Adana. Sağlamtimur, T., V. Tansı, ve H. Baytekin, 1995. Yem Bitkileri Yetiştirme. Ç.Ü. Zir. Fak. Ders Kitabı No:74, s.237.Adana. [23] Seçer,M.,1988. Bitki Besleme Fizyolojisi, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Teksiri, No:62-1, Bornova-İzmir. [24] Soya H. ve H. Geren, 2001. İkinci Ürün Olarak Yetiştirilen Bazı Mısır Çeşitlerinde Ekim Zamanının Hasıl Verimi ve Kalite Özelliklerine Etkisi Üzerinde Araştırma. GAP II. Tarım Kongresi, 24-26 Ekim 2001, s:909-916, Şanlıurfa. [25] Steel, R.G.D. and J.H. Torrie, 1980. Principles and Procedures of Statistics. 2nd Ed., McGraw Hill Inc., New York, USA. [26] Tansı, V., 1987. Çukurova Bölgesinde Mısır ve Soyanın İkinci Ürün Olarak Değişik Ekim Sistemlerinde Birlikte Yetiştirilmesinin Tane ve Hasıl Yem Verimine Etkisi Üzerinde 73 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Araştırmalar, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Anabilim Dalı, (Doktora Tezi), Adana. [27] Tümer, S.,2001. Silaj. T.C.Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Yayın No:104, Menemen-İzmir. [28] Wermke, M. and J.V. Hoynmgen-Huene, 1987. Influence of Genotype and Density On Chemical Composition and Nutritive Value of Silage Maize. Journal of Agronomy &Crop Science, 158, p:75-83. [29] Yıldırım,M.B., ve T. Kuşaksız.,2002. Tarımda İstatistik Yöntemler, Celal Bayar Üniversitesi Yükseköğrenim Vakfı Yayınları No:21, Manisa. [30] Yılmaz, Ş. ve T. Sağlamtimur, 1996. Ana Ürün Mısırda Üst Gübre Olarak Uygulanan Farklı Form ve Dozlarda Azot Gübresinin Hasıl Verimi ve Kalitesine Etkisi. Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi Cilt: I, Sayı: l, s:113-124, Antakya-Hatay. [31] Yılmaz, Ş., H.Gözübenli., E. Can. ve İ. Atış.,2003. Amik Ovası Koşullarında Yetiştirilen Bazı Mısır(Zea mays L.) Çeşitlerinin Silaj Verimi ve Adaptasyonu. Türkiye 5. Tarla Bitkileri Kongresi, 13-17 Ekim 2003, Cilt:I, ISBN:975-7635-19-7, s:341-345, Diyarbakır. 74 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 VİBRASYON ALTINDA DÖKÜM YÖNTEMİYLE ÜRETİLMİŞ A380 ALÜMİNYUM ALAŞIMININ ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ Nurşen SAKLAKOĞLU1, Simge GENÇALP2 ÖZET Döküm proseslerinin kusurlarından biri değişken yüzey kalitesidir. Bu prosesler makinede işleme, parlatma, kaplama vs. gibi ikinci bir bitirme operasyonuna ihtiyaç duyduğu için bu durum rekabeti azaltmaktadır. Yazarlar katılaşma esnasında titreşim etkisiyle yüzey kalitesi yüksek ve birincil fazı geleneksel döküm yöntemlerine göre nispeten ince ve daha küresel tane yapısına sahip ingotlar üretmektedirler. Bu durum katılaşma prosesi esnasında, sıvı alaşımda normal olarak şekillenen dendritlerin daha sonra mekanik titreşim yoluyla kalıp içinde dağılmasına ve parçalanmasına neden olmaktadır. Bu çalışma, döküm esnasında kalıba titreşim uygulanmasının ingotun yüzey kalitesi ve mikroyapısına olan etkilerini inceleyen bir araştırmadır. Bu sayede istenen parlak yüzeylere yaklaşılabilineceği ve titreşim sayesinde kaba katı fazdan parçalanmış dendrit yapıya ulaşılabileceği ileri sürülmektedir. Anahtar Sözcükler: döküm, titreşim, yüzey kalitesi, küresel tane ABSTRACT One of the failings of casting processes is that variable surface quality is a common result. This can reduce the competitiveness of these processes because secondary finishing operations are required, i.e. machining, polishing, plating, etc. The authors have produced that die vibration can be used to polish surfaces and finer and more globular microstructures compared to conventional casting methods as they form during solidification. This gave rise to that during the solidification process, dendrites that formed normally in the liquid alloy were subsequently disturbed and fragmented by the mechanical vibration introduced into the melt. This study is an investigation that surface roughness and microstructure examined into the feasibility of applying vibration to die. Thus, the authors assert to be approached required polish surfaces and reached from coarse solid phase to fragmented dendrite structure owing to vibration. Keywords: casting, vibration, surface roughness, globular microstructure 1. GİRİŞ Alüminyum-silisyum alaşımları spesifik mukavemetlerinin (mukavemet/ağırlık) yüksek olması nedeniyle uzay-uçak ve otomotive endüstrisinde yaygın kullanım alanına sahiptirler. Bu döküm alaşımları iyi döküm kabiliyeti, yüksek mekanik özellikler, iyi kaynaklanabilirlik ve yüksek korozyon direnci gibi avantajlar sağlar. Katılaşma sırasında ortaya çıkan kusurlar, döküm esnasında kaçınılmaz şekilde oluşan porozite, parçalanan oksit filmlerinin yapıya karışması gibi pek çok faktör bu alaşımların mukavemet değerlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bununla birlikte tane boyutu ve morfolojisi, dendrit kolları arası mesafe, ikincil fazların oluşumu ve yapıya dağılımları mekanik özellikler üzerinde büyük etkiye 1 Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Makine Mühendisliği Böl., Manisa, Türkiye, [email protected] 2 Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Makine Mühendisliği Böl., Manisa, Türkiye, [email protected] 75 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 sahiptir. Alüminyum parçaların mikro yapısı kimyasal bileşimine, ergitme prosesine, döküm prosesine ve soğuma hızına bağlı olarak gelişir [1,2]. Son zamanlarda, döküm prosesinin vibrasyon altında yapılmasının gravite dökümün mekanik özelliklerinin ve yüzey kalitesinin artırılmasında, tikso şekillendirmeler için biyet hazırlanmasında vb. için avantajlar sağladığı düşünülmektedir. Döküm sonrasında kötü yüzey kalitesi istenmeyen bir durumdur ve ikinci bir işleme operasyonu gerektirir, bu da maliyeti yükseltir. Döküm esnasında kalıba titreşim uygulanmasının yüzey kalitesini arttırdığına son zamanlarda yapılan çalışmalarda yer verilmektedir [6,7]. Döküm sırasında ergiyiğe ya da kalıba mekanik yada ultrasonik vibrasyon uygulanması tane büyümesi sırasında dendrit kollarının kırılmasına ve parçalanmasına yol açmaktadır. Böylece taneler küçülmekte ve dendrit kolları arası mesafe azalmakta bunun sonucu mekanik özellikler iyileşmektedir [3]. Bu çalışmada mekanik titreşim uygulanarak döküm yapılmış A380 alüminyum alaşımının mikro yapı incelemesi gerçekleştirilmiştir. 2. DENEYSEL ÇALIŞMA Bu çalışmada kullanılan A380 alüminyum alaşımının spektral analiz sonucu elde edilen kimyasal kompozisyonu Tablo 1’ de verilmiştir. Tablo 1. Bu çalışmada kullanılan A380 alüminyum alaşımının kimyasal kompozisyonu Si 8.163 Fe 0.972 Cu 2.987 Mn 0.170 Mo 0.144 Zn 0.737 Cr 0.0181 Ni 0.196 A380 alüminyum alaşımı grafit bir pota içerisinde rezistanslı fırında ergitilmiştir. Ergitme esnasında alaşımın içerisine tane inceltici olarak 0.2 gr stronsiyum ilave edilmiştir. Ergitmeden hemen önce ergiyik içerisine flux eklenmiş böylece hem ergiyik içerisindeki gazı giderilmiş hem de içerisindeki kirlilik ergiyiğin yüzeyine çıkararak kolayca temizlenmesine imkan vermiştir. Gravite döküm esnasında sıcaklık K tipi bir termokupl yardımıyla ölçülerek, A380 alüminyum alaşımının döküm sanayinde kullanılan döküm sıcaklığı olan 700 °C’ de gerçekleştirilmiştir. Dökümün yapıldığı kalıp malzemesi AISI 4340 çeliğidir ve 160 mm boy, 30 mm iç çapa sahiptir. Ayrıca, döküm kalıbının iç yüzeyi de yapışmayı önlemek ve ingotun kolay çıkmasını sağlamak için BN ile kaplanmıştır. Farklı olarak bir de gravite döküm esnasında kalıba 5dk. ve 10 dk. olmak üzere iki farklı sürede titreşim uygulanmıştır (Şekil 1). Böylece titreşimin doğrudan döküm yapısına etkileri incelenebilmiştir. Kalıbın titreşim frekansı bir ivmemetre kullanılarak ölçülmüştür ve bu değer 5.75Hz’ dir. Titreşimin nihai ürünün yüzey kalitesine etkisini incelemek için elde edilen ürünlerin ortalama yüzey pürüzlülük değerleri araştırılmıştır. Yüzey pürüzlülük ölçümü Mitutoyo Surftest marka mekanik bir profilometre yardımıyla gerçekleştirilmiştir. Döküm işlemleri tamamlandıktan sonra, test numuneleri %0.5 HF çözeltisi kullanılarak mikroskobik incelemeler için hazırlanmıştır. Numuneler CLEMEX dijital kamera ile desteklenen NIKON Ecilipse LV100 optik mikroskobu kullanılarak incelenmiştir. Farklı döküm şartlarında üretilen numunelerin sertlikleri BMS marka Brinell sertlik ölçme cihazında 62.5 kgf yük altında 2.5 mm çapındaki ball uç ölçülmüştür. 76 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 1. Titreşim cihazı 3. DENEYSEL SONUÇLAR VE TARTIŞMA Şekil 2 titreşim uygulanmadan gerçekleştirilen döküm sonucu elde edilen mikro yapıları göstermektedir. Görüldüğü gibi, boyu 1 mm’ye yaklaşan kolonsal tip dendritik katılaşma gerçekleşmiştir. Dendrit kolları arasında silisyum ötektik yapısı ile açık gri renkli intermetalik bileşikler de gözlenebilmektedir. 77 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 (a) (b) Şekil 2. Gravite dökümden elde edilen A380 alaşımına ait mikroyapı (a) 50x büyütme, (b) 100x büyütme 78 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Şekil 3’de 5 ve 10 dk vibrasyon uygulanmış malzemelere ait mikro yapılar görülmektedir. Görüldüğü gibi, 5 dk vibrasyon uygulanmış numunede dendrit kollarında kısmen kırılmalar meydana gelerek bireysel tanelerin oluşumu gerçekleşmiştir. Ancak dendritlerin hala belirgin şekilde varlıklarını sürdürmesi uygulanan vibrasyonun dendrit kollarının kırılmasında yetersiz olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, bu vibrasyon koşulunda taneler arasında silisyum ötektiğinin çok ince oluştuğu ancak tane sınırlarına yakın bölgelerde daha belirgin oluştuğu mikro yapı fotoğraflarından görülebilmektedir. Titreşim süresi arttıkça oluşan tanelerin bir araya toplandığı, homojen bir şekilde dağılamadığı ve kümelendiği gözlemlenmiştir (Şekil 3-b). Ayrıca titreşim süresi arttıkça taneler arası ötektik yapı daha belirgin olmuştur. Sonuç olarak, vibrasyon altında dökümün kısmen de olsa dendrit yapıları kırma eğilimi gösterdiği görülmüştür. F. Taghavi’ye göre [4] vibrasyon enerjisi ergiyikte dalgalar oluşturur. Bu dalgaların hareketi periyodik basma-çekme kuvvetlerinin oluşumuna neden olur. Ayrıca, vibrasyon enerjisi dendrit kolları üzerinde kuvvet uygulayarak dendrit kollarının kırılmasına yol açar. Her iki etki de alaşımın katılaşması ve tane büyümesi üzerinde önemli etkiye sahiptir F. Taghavi ve ark. [4] Vibrasyonun süresi ve frekansına bağlı olarak -Al fazının boyutu ve morfolojisinin önemli oranda değiştiğini, C. Limmaneevichitr ve ark. [4] mekanik vibrasyon arttıkça tanelerin daha küçük ve küresel formda oluştuğunu göstermişlerdir. (a) Şekil 3. Gravite döküm esnasında 5dk titreşim uygulanmış mikro yapı: (a), Gavite döküm esnasında 10 dk titreşim uygulanmış mikro yapı: (b) 79 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 (b) Şekil 3(Devamı). Gravite döküm esnasında 5dk titreşim uygulanmış mikro yapı: (a), Gavite döküm esnasında 10 dk titreşim uygulanmış mikro yapı: (b) Şekil 4’ te titreşim süresinin ortalama yüzey pürüzlülük değerine etkisine ait grafik verilmiştir. Grafik incelendiğinde titreşimin yüzey pürüzlülüğünü düşürdüğü gözlemlenmektedir. Titreşim süresi arttıkça yüzey kalitesi artmıştır. Titreşim süresi 0 dk için Ra=1.42µm, 5 dk için Ra=1.13µm, 10 dk için Ra=0.96µm ortalama yüzey pürüzlülük değerleri elde edilmiştir. Katılaşma sırasında ergiyik ve kalıp yüzeyi arasındaki relatif hareket katılaşan yüzeyde distorsiyona yol açarak yüzey pürüzlülüğünün azalmasına neden olmaktadır [7]. Ayrıca yüzey pürüzlülük değerleri incelendiğinde nihai ürünün yüzey kalitesinin kalıp yüzeyine bağlı olması gerektiği halde titreşim hareketi ile ergiyik üzerindeki ıslatma kuvvetleri azalmış böylece yüzey kalitesi titreşim süresine bağlı olarak değişim göstermiştir [7]. 80 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 Ortalama Yüzey Pürüzlülüğü (Ra) 2,5 2 en yüksek 1,5 en düşük ort 1 0,5 0 0 5 10 Titre şim süre si (dk.) Şekil 4. Titreşimin ortalama yüzey pürüzlülüğüne etkisi Şekil 5’ te döküm esnasında uygulanan titreşim süresinin sertliğe etkisini içeren grafik görülmektedir. En düşük sertlik değeri titreşim uygulanmamış gravite dökümden elde edilmiştir (70.16HB). Titreşim etkisi ile sertlik değeri artmıştır. Ancak titreşim süresinin artması ile sertlikte düşüş meydana gelmiştir. Bu durum mikro yapı sonuçlarını destekler niteliktedir (Şekil 3). Titreşim süresinin 10 dk olması ile α-Al taneleri bir araya toplanarak kümelenmiştirler. Yapıda homojen bir tane dağılımı oluşamadığından sertlik değeri düşmüştür. Ancak dendrit kollarının kısmen kırıldığı, tanelerin yapıda homojen dağılım gösterdiği ve ötektik yapının oldukça inceldiği 5dk titreşim uygulanmış dökümde sertlik değeri maksimum ulaşmıştır (78,65HB). 80 78 Sertlik (HB) 76 74 72 70 68 66 64 0 dk. 5dk. 10dk. Titreşim süresi (dk.) Şekil 5. Titreşimin sertliğe etkisi 4. SONUÇLAR Bu çalışmada vibrasyon altında döküm sonucu dendrit kollarının kısmen kırıldığı ancak küresel yapının oluşamadığı gözlenmiştir. Titreşimin etkisi ile yüzey kalitesinin iyileştiği böylece son işlem uygulamasına gerek olmadığı sonucuna varmışlardır. Dendrit kollarının kırılması, tanelerin katılaşma esnasında homojen dağılımı ve ötektik yapının incelmesi ile sertlik artmıştır. Yazarlar farklı sıcaklıklarda ve farklı frekans/genlik ve sürelerde vibrasyon uygulayarak döküm yapılmasının küresel tane oluşumunu sağlayacağına inanmaktadırlar. Bu 81 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 amaçla, daha detaylı çalışmalar yapabilmek üzere, laboratuarımızda mevcut vibrasyon cihazının farklı frekanslarda vibrasyon üretebilmesi için modifikasyonu üzerinde çalışmaktadırlar. TEŞEKKÜR Bu çalışma Celal Bayar Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri FBE 2007-081 numaralı proje desteği ile gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmadaki katkılarından dolayı teşekkür ederiz. 82 C B Ü Soma Meslek Yüksekokulu Teknik Bilimler Dergisi Yıl:2010 Cilt:2 Sayı: 13 5. KAYNAKLAR [1] S.G. Shabestari, H. Moemeni, Effect of copper and solidification conditions on the microstructure and mechanical properties of Al–Si–Mg alloys, Journal of Materials Processing Technology, Volumes 153-154, 10 November 2004, Pages 193-198 [2] L. Ceschini et al. / Journal of Materials Processing Technology 209 (2009) 5669–5679 [3] K. Kocatepe / Materials and Design 28 (2007) 1767–1775 [4] F. Taghavi et al. / Materials and Design 30 (2009) 115–121 [5] C. Limmaneevichitr et al. / Materials and Design 30 (2009) 3925–3930 [6] M.T. Alonso Rasgodo, K. Davey, “The Effect of Vibration on Surface Finish for Semisolid and Cast Components”, journal of Materials Processing Technology (2002). [7] M.T. Alonso Rasgodo, K. Davey, “Vibration and Casting Surface Finish”, journal of Materials Processing Technology (2004). 83