Hidayet Rehberi - Anasayfa

Transkript

Hidayet Rehberi - Anasayfa
Hidayet Rehberi
el-Munkiz mine’d-dalâl
©İlk Harf Yayınevi, 2012
Kitabın tüm yayın hakları "İlk Harf Yayınevi"ne aittir.
 İlk Harf Yayınevi, 22
Tasavvuf Serisi, 18
 ISBN
978-605-5457-63-1
 Özgün adı:
el-Munkiz mine’d-dalâl
 Yazar
el-Gazzâlî • Hidayet Rehber
el-Gazzâlî
 Tercüme
Dr. Eyyüp Tanrıverdi - Dr. Nazım Hasırcı
 Yayın Yönetmeni/Editör
Ersan Güngör
 Sayfa Düzeni
İrfan Güngörür
 Kapak Tasarımı
Sercan Arslan
 Basım Tarihi
1. Baskı, İstanbul, Ekim 2012
 Baskı / Cilt
Şenyıldız Yay. Matbaacılık Ltd. Şti.
Gümüşsuyu Cad. No: 3, K: 2 Topkapı/İstanbul
Tel: 0212 483 47 92 (Sertifika No: 11964)
 İLK HARF YAYINEVİ
Genel Dağıtım
Çelik Yayınevi
(Sertifika No, 14710)
Ticarethane Sokak No: 59 Cağaloğlu - Fatih / İstanbul
Tel: +90 212 511 28 11 - 513 73 19 • Fax: +90 212 511 28 12
www.celikyayinevi.com • info@celikyayınevi.com
el-Gazzâlî
Hidayet Rehberi
el-Munkiz mine’d-dalâl
Tercüme:
Dr. Eyyüp Tanrıverdi - Dr. Nazım Hasırcı
el-Gazzâlî: Huccetu’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâlî,
kelamcı, fıkıh alimi, mutasavvıf ve İslam düşünürüdür.
450/1058’de Tûs’ta (bugünkü Meşhed) doğdu. Tûs’ta başladığı öğrenimini Curcân’da daha sonra Nîşâbûr’da sürdürdü. Nîşâbûr Nizamiye Medresesi’nde İslamî ilimler öğrenimini tamamladı. Hocası el-Cuveynî’nin vefatından sonra
Nizâmü’l-mülk’ün himayesine girdi. Onun yanında altı yıl
kaldı. 484/1091’de Bağdat’ta Nizamiye Medresesi müderrisliğine atandı. Bu görevi dört yıl sürdü. 488/1095’te Bağdat’tan
ayrılarak Şam’a gitti. Bu onun hayatının on bir yıl süren inziva döneminin başlangıcıdır. 499/1106’da Nîşâbûr’a dönerek Nizâmiye Medresesi’nde öğretim görevine yeniden başladı. Bu görevi üç yıl icra ettikten sonra tekrar Tûs’a döndü.
505/1111’te Tûs’ta vefat etti ve orada defnedildi. el-Gazzâlî,
olağanüstü bir zekâ ve hafıza gücüne sahip bir kişiliktir. Fıkıh,
mantık-metodoloji, kelam, felsefe, tasavvuf ve ahlak alanlarında çok sayıda eser yazmıştır. el-Munkiz mine’d-dalâl adlı
eseri de İslam dünyasında bir başucu kitabı olma özelliğini
sürekli korumuştur.
İçindekiler
[Giriş]................................................................................................................... 7
Safsata İncelemesi ve İlimlerin Reddi ........................................... 13
Gerçeği Arayanların Kısımları ............................................................ 19
Kelam İlmi ..................................................................................................... 21
Felsefe .............................................................................................................. 25
Filozofların Kategorileri ........................................................................ 27
Felsefenin Kısımları ................................................................................. 31
Talim Mezhebi ve Bu Mezhebin Sorunları.................................. 45
Tasavvuf Tarikleri...................................................................................... 57
Nübüvvetin Hakikati ve İnsanların Nübüvvete İhtiyacı ...... 67
Ders Okutmaya Yeniden Dönüş ........................................................ 75
Metinde Geçen Ayetlerin Dizini ........................................................ 95
Metinde Geçen Hadislerin Dizini...................................................... 98
Kelimeler Dizini.......................................................................................... 99
.
[Giriş]
Ö
vgü, Allah’a mahsustur. Her risale ve her makale
onun övgüsü ile başlar. Salât, nübüvvet ve risalet
sahibi Hazreti Muhammed Mustafâ’ya (sav), dalâletten hidayete erişmiş olan ailesine ve ashabına olsun.
Din kardeşim, ilimlerin amacını ve sırlarını, düşünce
ekollerinin içyüzünü ve derinliklerini anlatmamı istedin.
Ben gerçeğe ulaşıncaya kadar çok sıkıntılar çektim. Çünkü
bu konuda grupların görüşleri birbirinden çok farklıdır.
Ekoller ve yöntemler birbirinden çok farklıdır. Taklit eşiğinden basiretle görme aydınlığına cesaret ettim. Öncelikle kelam ilminden yararlandım. Bu ilimde tatmin etmeyen bazı hususlar da gördüm. Sonra gerçeği anlama
konusunda sadece “imamı taklit” ile yetinen “talîmiyye”
taraftarlarının yollarını inceledim. Üçüncü olarak filozofların doktrinlerini öğrendim. Bazı felsefe ekollerini değersiz buldum. Sonunda tasavvuf erbabının yoluna yöneldim.
Bunların da bazı görüşlerini beğendim. Bilginlerin gerçeğin göstergeleri hakkındaki görüşlerini sürekli bir şekilde
inceledim. Bu sayede bazı kanaatlere ulaştım.
7 
 el-Gazzâlî
 el-Munkiz mine’d-dalâl
Bir süre önce Bağdat’ta müderrislik yapıyordum. Pek
çok öğrencim olmasına rağmen bu arayış dolayısıyla her
şeyi bırakmıştım. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra
Nişâbûr’da tekrar müderrislik yapmaya başladım. Bunun
da sebepleri vardır. Sen de bütün bu olan bitenleri anlatmamı istedin. Ben de bu isteğindeki samimiyetine inandım ve isteğine cevap verdim. Allah’tan yardım isteyerek,
O’na dayanarak O’nunla yetinerek ve O’na sığınarak şöyle
anlatıyorum:
Allah sizi güzellikle doğru yola erdirsin, gerçeğe yönelmeyi kolaylaştırsın. İnsanlar dinler ve mezhepler hakkında
farklı görüşlere sahiptir. Ümmetin mezhepleri farklı farklıdır. Ayrıca pek çok grup mevcuttur. Ekoller birbirinden
farklıdır. Bu konu adeta derin bir denizdir. Çoğu kimse bu
denizde boğulmuştur, çok az kişi kurtulmuştur.
Her grup dahi kendisinin “kurtulan fırka” olduğunu iddia etmektedir. Yüce Allah “Her grup kendi yanında bulunan ile böbürlenmektedir.” (Müminun, 23/53) buyurmuştur.
Kurtulan fırka, Hazreti Muhammed’in (sav) bize vadettiği fırkadır. Hazreti Muhammed (sav) ise doğru sözlüdür
ve herkes O’na inanır. O, şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetim yetmiş kusûr fırkaya ayrılacaktır. Bunların içinde
kurtulan fırka bir tanedir.”1 Hazreti Muhammed’in (sav)
vadettiği şey gerçekleşmiştir.
Gençliğimin başlangıcından bu yana yani yaşımın yirmiyi bulmadığı erginlik çağımdan yaşımın elli küsura
1
 8
Bu, sahih bir hadistir. Hadisi yaklaşık ifadeler ile et-Tirmizî, Ebû
Dâvûd ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.
Hidayet Rehberi  [Giriş] 
ulaştığı bu ana kadar bu derin denizin derinliklerine dalmaktayım. Bu denizin dalgalarına sakıngan ve korkan bir
kişi gibi değil cesurca atıldım. Her karanlığın sonuna kadar ilerledim. Bütün sorunların üstüne gittim. Bütün çıkmazlarda iyice uğraştım. Her fırkanın akidesini dikkatle
araştırdım. Her grubun düşünce sırlarını anlamaya çalıştım. Bütün bunları da hak ve bâtıl, sünnet ve bidat üzere
olanları birbirinden ayırmak için yaptım. Bütün batinî
mezheplerin batinîliğini anlamaya çalıştım. Bütün zahirî
mezheplerin zahirîliğinin özünü kavramaya çalıştım. Bütün filozofların felsefelerinin özünü anlamayı amaçladım.
Bütün kelamcıların doktrinlerini ve tartışmalarını öğrenmeye çalıştım. Bütün mutasavvıfların sufiliğinin sırrını öğrenmeye çalıştım. Bütün zahitlerin ibadetlerinin özünün
nereye vardığını gözetlemeye koyuldum.
Gördüğüm bütün zındık (zindîk) ve Allah’ın sıfatlarını
inkâr edenlerin (muattil) gösterdiği zındıklık ve inkârcılık
cüretinin sebeplerini öğrenmek için cesaretle uğraştım.
Gerçekleri kavrama tutkusu en baştan beri bende bir
alışkanlık ve prensip idi. Hayatımın başlarından itibaren
bu bende Allah vergisi bir tabiat idi, Allah’ın yaratılış ile
bana verdiği bir fıtrat idi, kendi seçimim ve tercihim değildi. Böylece daha çocukluğuma yakın bir yaşta bendeki
taklit bağından kurtuldum. Miras olarak geçen inançlardan sıyrıldım. Hristiyan çocuklarının sadece Hristiyanlığa
göre yetiştiğini gördüm. Yahudi çocuklarının da Yahudiliğe
göre yetiştiğine tanık oldum. Müslüman çocuklarının da
İslam’a göre yetiştiğini gördüm. Hazreti Muhammed’den
9 
 el-Gazzâlî
 el-Munkiz mine’d-dalâl
(sav) rivayet edilen hadisi duydum. Şöyle buyuruyor: “Doğan her çocuk, fıtrat üzere doğar. Anne babası onu Yahudi,
Hristiyan ya da Mecusi yapar.”2 Bundan dolayı bende “asli
fıtrat gerçeği”ni anlama isteği oluştu. Yani anne-baba veya
hocayı taklit ile oluşan inançların gerçeğini anlamaya çalıştım. Bu taklitlerin birbirinden ayrıldığı noktaları kavramak istedim. Bunların başlangıcı telkindir. Bunlardan hak
olanlar ile bâtıl olanların birbirinden ayrılması noktasında
farklı görüşler bulunmaktadır.
İlk önce kendi kendime şöyle dedim: Benim amacım,
gerçekleri öğrenmektir. Öyleyse “bilgi gerçeği”nin ne olduğunu araştırmam her halükârda gereklidir. Nihayet şunu
anladım: “Yakînî bilgi”, bilinenin kuşkuya yer kalmayacak
şekilde açığa çıktığı, yanlışlık ve yanılgı imkanı bulunmayan
kesin bilgidir. Bu sadece kalp ile takdir edilemez. Hatadan
emin olmak, kesinliği gerektirir. Bu kesinlik asla kuşku barındırmamalıdır. Birinin çıkıp bu kesinliği örneğin taşı altına ya da asayı yılana çevirmek suretiyle bulandırmaya
kalkışması karşısında dahi hiçbir kuşku veya inkârın oluşmayacağı bir nitelikte olmalıdır. “On”un “üç”ten büyük olduğunu öğrendikten sonra biri çıkıp da “hayır”, “üç daha
büyüktür” deyip delil olarak da “ben bu asayı yılana çeviririm” dese ve bunu gerçekleştirse ve ben de bunu gözlerimle görsem dahi onun yalan söylediğine dair bilgimde
bir kuşku duymam. Bu durum onun bu eylemi gerçekleştirme gücü karşısında hayrete düşmeme sebep olur. Ama
bildiğim konuda asla kuşku doğurmaz.
2
 10
Sahih bir hadistir, el-Buhârî ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.
Hidayet Rehberi  [Giriş] 
Daha sonra bu şekilde bilmediğim ve bu kesinlikte emin
olmadığım hiçbir bilginin güven duyulan bir bilgi olmadığını ve ondan emin olunamayacağını, emin olunmayan hiçbir bilginin ise “yakînî bilgi” olamayacağını anladım.
11 
Safsata İncelemesi ve
İlimlerin Reddi
B
ir süre sonra bilgilerimi gözden geçirdim. “Yakînî
bilgi” niteliği taşıyan bir bilgiye sahip olmadığımı
gördüm. Sadece “hissiyyât”3 ve “zarûriyyât”4 ile ilgili bilgilerim bu niteliğe sahip idi. Kendi kendime düşündüm. Ben
ümitsizliğe kapıldım. Bundan sonra ancak “celiyyât”ta kesin bilgileri elde edebilirim. “Celiyyât” ise “hissiyyât” ve
“zarûriyyât”tır. Buna göre öncelikle bunların sağlamlaştırılması gerekir. Çünkü acaba “mahsûsât”a5 dair kesinliğim ve “zarûriyyât”ta hatadan emin oluşum, daha önce
taklitle yaptıklarımdaki eminliğim ile aynı türden midir?
Ya da insanların büyük çoğunluğunun teorik bilgilerdeki
eminliği türünden midir? Yoksa hiçbir kuşku ve tartışma
kabul etmeyen kesin bir eminlik midir? Bunları açıklayabilmek için öncelikle “hissiyyât” ve “zarûriyyât”a dair bilgilerin sağlamlaştırılması gerekmektedir.
3
4
5
Hissiyyât: Beş duyu ile elde edilen bilgiler.
Zarûriyyât: Akıl prensipleriyle elde edilen bilgiler.
Mahsusât: Duyulara dayalı bilgiler.
13 
 el-Gazzâlî
 el-Munkiz mine’d-dalâl
Bundan dolayı büyük bir gayretle “mahsûsât” ile
“nazariyyât”6 üzerinde düşünmeye koyuldum. Bunlarda da
şüphe etme imkânı olup olmadığını düşündüm. Uzun süre
bu konulara şüpheyle baktım. Bir süre “mahsûsât”tan emin
olmayı bir türlü kendime kabul ettiremedim. Hatta bunlara
yönelik şüphelerim gittikçe artmaya başladı. “Mahsûsât”a
dair güvenin kaynağını sorguladım. Bunun “görme duyusu” yani göz olduğunu düşündüm. Görme duyusu yani
göz, gölgeye bakar, onu durgun ve hareketsiz görür, dolayısıyla hareketsizliğe hükmeder. Sonra bir süre tecrübe
ve gözlem ile gölgenin hareket ettiğini anlar. Gölge birden
ve ansızın hareket etmemekte, aksine kademeli ve yavaş
yavaş hareket etmektedir. Hatta gölge için durgunluk hali
söz konusu değildir. Göz, yıldızlara bakar. Onları bir madeni para kadar küçük görür. Ancak hendesî deliler (geometri) yıldızların hacim olarak yeryüzünden daha büyük
olduğunu kanıtlarıyla ortaya koyar.
Bu ve benzeri “mahsûsât”ta duyu hakimi, kendi yargılarıyla hüküm verir. Akıl hakimi ise onu yalanlar, savunulamayacak şekilde reddeder. Şöyle dedim: Mahsusattaki
güvenirlik de ortadan kalktı. Belki de güvenirlik sadece
“akliyyât”ta söz konusudur. “Akliyyât” ise “evveliyyât”7
türündendir. Örnekleri şöyledir: “On üçten daha büyüktür.” “Olumluluk ile olumsuzluk aynı şeyde bir araya gelemez.” “Aynı şey aynı anda hem yeni hem eski, hem yok
hem var, hem zorunlu hem muhal olamaz.”
6
7
 14
Nazariyyât: Akla dayalı bilgiler.
Evveliyyât: Akılda var olan apaçık bilgiler.
Hidayet Rehberi  Safsata İncelemesi ve İlimlerin Reddi 
Bunun üzerine “mahsûsât” şöyle dedi: “Akliyyât”a dair
güvenirliğin “mahsûsât”ta dair güvenirlik gibi olmadığına
nasıl emin olabilirsin? Sen daha önce bana da güven duymakta idin. Sonra “akıl hakimi” benim yalanımı ortaya
koydu. Akıl hakimi olmasaydı beni doğrulamaya devam
edecektin. Bu durumda belki de aklın kavramasının üstünde başka bir hakim daha vardır. Aklın verdiği hükmün
yanlışlığını ortaya çıkardığı zaman, aklın kavramasının üstünde başka bir hakim olduğu ortaya çıkar. Nitekim akıl
hakimi ortaya çıktığında duyunun hükmündeki yanlışlık
ortaya çıkmış oldu. Bu kavramanın ortaya çıkmamış olması onun var olmadığını göstermez.
Bir süre bu soruya cevap veremedim. Rüyalarımda bu
sorunun türlü biçimlerini gördüm. Şöyle düşündüm: Baksana, rüyada gördüğün türlü görüntülere inanıyorsun, türlü
türlü hayaller görüyorsun, onların sabit ve var olduğuna
inanıyorsun. Uykuda iken rüyada gördüklerinden hiçbir
kuşku duymuyorsun. Sonra uyanıyorsun ve bu görüntülerin ve inandıklarının hiçbir aslının olmadığını anlıyorsun.
Buna göre uyanık iken duyu ve akıl ile inandıklarının tamamının gerçekten içinde bulunduğun hâle ait olduğundan nasıl emin olabilirsin? Oysa şimdiki uyanıklık halinin,
uyanıklık haline göre uyku hali olduğu herhangi bir durumun meydana gelmesi mümkündür. Bu durumda şu andaki uyanıklık hali, meydana gelen duruma göre bir uyku
hali olabilir. Bu durum meydana geldiğinde aklın ile varsaydığın her şeyin asılsız birer hayal olduğundan emin
olursun. Bu durum sufilerin kendileri için iddia ettikleri
hal olmalıdır. Çünkü onlar kendilerinde dalıp duyulardan
15 
 el-Gazzâlî
 el-Munkiz mine’d-dalâl
arındıklarında müşahede ettiğimiz “makûlât” ile uyuşmayan çeşitli haller gördüklerini ileri sürerler. Bu belki de
ölüm halidir. Çünkü öncekilerin ve sonrakilerin efendisi
Hazreti Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar
uykudadırlar. Öldüklerinde uyanırlar.”8 Dünya hayatı ahiret hayatına göre uyku olmalıdır. İnsan öldüğünde her şey
şu anda gördüğünden daha farklı görünecektir. Bu esnada
ona şöyle denilir:
“Biz senden örtünü kaldırdık, bu gün bakışın keskindir.” (Kâf, 50/22)
Bütün bu düşünceler aklıma geldi ve zihnime yerleşti.
Ben de bunlar için bir çözüm aradım, ama bulamadım.
Çünkü bu sorular ancak delil ile savuşturulabilir. Delil ise
ancak “evvelî bilgiler”in terkibi ile kurulabilir. Kesin bilgi
yoksa delil oluşturmak da mümkün olmaz. Bundan dolayı
bu mesele karmaşık olarak kaldı ve bu durum iki ay kadar devam etti. Bu süre zarfında ben safsata ekolü üzere
hareket ediyordum ama bunu açıkça ifade edip yazmıyordum. Nihayet Yüce Allah bu hastalığa ve sıkıntıya şifa
verdi. Düşüncem yeniden düzeldi ve itidal yolunu buldum.
“Aklî zaruretler” yeniden güven ve kesinlik üzere makul
ve güvenilir oldu. Bu durum bir delil kurma ve öncül düzenleme ile değil, aksine Yüce Allah’ın kalbime attığı bir
ışık ile gerçekleşti. Bu ışık ise bilgilerin büyük bir kısmının anahtarıdır. Buna göre keşfin yani açılımın salt delillere bağlı olduğunu zannedenler, Yüce Allah’ın geniş rahmetini daraltmaktadırlar. Hazreti Resulullâh’a (sav) “Allah
8
 16
Bu zayıf bir hadistir. İfade Alî b. Ebî Tâlib’e aittir.
Hidayet Rehberi  Safsata İncelemesi ve İlimlerin Reddi 
kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü İslam’a açar”
(Enâm, 6/125) ayetindeki “şerh”in yani “açma”nın anlamı soruldu. Hazreti Resulullâh (sav) “Yüce Allah’ın kalbe attığı
bir ışıktır” dedi. “Göstergesi nedir?” diye soruldu. Hazreti
Resulullâh (sav) “gurur yeri olan dünyaya karşı ilgisiz durmak, ebedilik yurduna yönelmektir” dedi.9
Hazreti Resulullâh bu “ışık” hakkında ayrıca şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, varlıkları bir karanlık içinde yarattı. Sonra kendi “nur”undan onların üzerine serpti.”10 İşte
keşif bu “ışık”ta aranmalıdır. Bu “ışık” bazen “ilahi ışık”tan
kaynaklanmaktadır. İşte bu ışığı gözetlemek gerekmektedir. Nitekim Hazreti Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur: “Rabbinizin sizin zamanınızın bazı günlerinde esintileri vardır, onları mutlaka arayınız.”11
Bunları anlatmaktan maksat, talep edilmemiş olanı talep etmeye yöneltinceye kadar talepte tam ciddiyetin gerekli olduğunu anlatmaktır. Çünkü “evveliyyât” talep edilenler değildir. Çünkü bunlar herkesçe bilinen şeylerdir.
Herkesçe bilinen şeyler ise talep edildiğinde kıymetli ve
görülmez olur. Talep edilmeyeni talep eden, talep edileni
araştırdığında kusur işlemekle suçlanamaz.
9
10
11
İbn Cerîr, tefsirinde rivayet etmiştir.
Hasen bir hadistir, Ahmed, Musned’de ve et-Tirmizî, Sunen’de rivayet etmiştir.
Bu hadisi et-Taberânî el-Mucemu’l-kebîr’de rivayet etmiştir.
17 
Gerçeği Arayanların Kısımları
Y
üce Allah, fazlı ve büyük keremiyle bu hastalığın ilacını bana bahşetti. Böylece gerçeği arayanların dört kısım olduklarını gördüm.
Kelamcılar: Bunlar “rey ve nazar ehli” olduklarını söylerler.
Batınîler: Bunlar “talim mezhebi” mensupları olduğunu iddia eder, mevcut “masum imam”dan bilgi alma konusunda ehliyetli olduklarını iddia ederler.
Felsefeciler: Bunlar mantık ve “burhan”12 ehli olduklarını söylerler.
Sufiler: Bunlar “varlıkların seçkinleri” olduğunu ileri
sürerler. “Müşahede” ve “mükâşefe” ehli olduklarını söylerler.
Kendi kendime düşündüm. “Gerçek” mutlaka bu dört
sınıfın içinde olmalıdır. Çünkü gerçeği arama yollarını
12
Burhan: Bir şeyi kesin bir şekilde ispatlamak. Doğruluğu kesin olan
(yakiniyyât) öncüllerle kurulan kıyas.
19 
 el-Gazzâlî
 el-Munkiz mine’d-dalâl
tutanlar bunlardır. Eğer gerçek, bunların tamamının haricinde ise bu takdirde gerçeği kavrama ümidi yok demektir. Çünkü taklidi bir kere bıraktım. Bundan sonra tekrar
taklide dönmem mümkün değildir. Çünkü taklitçi olmanın
şartı, kişinin taklitçi olduğunu bilmemesidir. Eğer taklitçi,
kendisinin bir taklitçi olduğunu fark ederse bu takdirde
taklit fanusu kırılır. Kırıldığı takdirde ise bu fanus bir daha
toparlanamaz, parçaları bir araya getirilip yeniden fanus
haline getirilemez. Yeniden fanus olabilmesi için tekrar
ateşte eritilip yeni baştan yapılması gerekir.
Bunun üzerine ben de bu yollarda yürümeye koyuldum.
Bu grupların ilimlerini incelemeye geçtim. Kelam ilmi ile
başladım. Sonra felsefe ekollerini ele aldım. Üçüncü olarak Batinîlik öğretilerini araştırdım. Son olarak da sufilik
yolunu inceledim.
 20