2005 Hutbe Arşivi E-Kitap
Transkript
2005 Hutbe Arşivi E-Kitap
2005 HUTBE ARŞİVİ Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden Alınarak Düzenlenmiştir. FİRHİST 07 Ocak - Haccı Anlamak - Dr. Ömer Menekşe-Din İşl. Yüksek Krl. Uzmanı 14 Ocak - Amellerde İyi Niyet ve İhlas - Yüksel Salman 20 Ocak - Kurban Bayramı Hutbesi 21 Ocak - Bayramlarımız ve Kurban - Prof. Dr. Mehmet Erdoğan - Marmara Ünv. İlahiyat Fak 28 Ocak - Dua ve Zikir - Dr. Ekrem Keleş - Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı 04 Şubat - Hicret 11 Şubat - Helal ve Haram Duyarlılığı 18 Şubat - Muharrem Ayı 25 Şubat - Kumar ve Şans Oyunları 04 Mart - Mutlu Aile Huzurlu Toplum 11 Mart - Allah Katında Din İslamdır 18 Mart - Çanakkale Geçilmez 25 Mart - Büyüklere ve Yaşlılara Saygı 01 Nisan - İman ve Hayat 08 Nisan - Sağlıklı Birey Sağlıklı Toplum 15 Nisan - Kutlu Elçinin Aile Hayatı 22 Nisan - Çocuklarımıza Sahip Çıkalım 29 Nisan - Kur’an 06 Mayıs - Varlığımızın Sebebi Anne ve Babalarımız 13 Mayıs - Engellileri Anlamak ve Onlara Destek Olmak 20 Mayıs - Gençlik 27 Mayıs - Fetih Ruhu 03 Haziran - Ekmeği İsraf Etmeyelim 10 Haziran - Çevre Sorumluluğu 17 Haziran - Komşularımız 24 Haziran - Vakti Değerlendirme 02 Temmuz - Evlilik 08 Temmuz - İffet İnsanın Süsü 15 Temmuz - Hak Kutsaldır 22 Temmuz - Salih Amel 29 Temmuz - Dürüstlük Bir Erdemdir 1 2 05 Ağustos - Regaib Kandili 12 Ağustos - Kuşaklar Arası İletişim 19 Ağustos - Şükür Nimeti Artırır 26 Ağustos - 30 Ağustosta Destanlaşanlar 02 Eylül - Kıyamet 09 Eylül - Çocuklarımızı Eğitimsiz Bırakmayalım 16 Eylül - Berat Kandili 23 Eylül - Ebedi Mutluluk Yurdu Cennet 30 Eylül - Cami İklimi - Ramazan Aydınlığı 07 Ekim - Kuran Ayı Ramazan 14 Ekim - Zekat Arındırır 21 Ekim - Tövbe 28 Ekim - Cumhuriyet 03 Kasım - Ramazan Bayramı 04 Kasım - Ramazanda Kazandıklarımızı Koruyalım 11 Kasım - Haklara Duyarlı Olalım 18 Kasım - Müslüman İşini Sağlam ve Güzel Yapar 25 Kasım - Ailede Devamlılık Esastır 02 Aralık - İnsan Haklarına Saygı 09 Aralık - İnsan Sevgisi 16 Aralık - Haccı Anlamak 23 Aralık - Çalışma Hayatı ve Sorumluluklarımız 30 Aralık - Nefis Muhasebesi Düzenleyen: Hüseyin KARATAŞ Hacıveli Cami İmam-Hatibi Serik - Antalya 2005 HUTBELERİ 1 07 - Ocak HACCI ANLAMAK Muhterem Mü’minler! Hac mevsiminin başlamasıyla binlerce vatandaşımız yakınlarıyla birlikte büyük bir heyecan yaşamaktadır. Bu heyecan; mukaddes yolculuğa yaklaşmanın müjdesidir. Hac İslam’ın temel esaslarından biri olup, imkânı olan Müslümanların Ka’be’yi ve civarındaki kutsal yerleri, belirli vakitlerde usulüne uygun olarak ziyaret etmesi ve belli dinî görevleri yerine getirmesidir. Erkek, kadın şartlarını taşıyan her Müslüman’ın ömründe bir defa haccetmesi farzdır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Gücü yetip de, ulaşabilen insana Allah 3 leştiği, din kardeşliğinin duygu ve davranışlara yansıdığı, İslâm dinine mensup olmanın gurur ve heyecanın, sabır ve hoşgörünün, yalnızlığın, mahşer duygusunun iç içe yaşandığı müstesna bir zamandır. Hac, bir Müslüman’ın, malını Allah rızası için feda edebileceğini gösteren büyük bir kulluk göstergesidir. Günlük elbiselerini çıkararak ihrama giren bir Mümin, dünyanın geçici olduğunu, makam, mevki gibi bütün varlığını burada bırakacağını, ahirete sadece kefenle gideceğini yaşayarak hisseder. Manevi duyguları doruk noktasına ulaşır. Diğer bütün Müminlerle birlikte, hep bir ağızdan; “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk!” “Buyur Allahım! Emrine amadeyim Allahım! Senin eşin ve benzerin yoktur. Emret Allahım! Her türlü övgü, sana mahsustur. Nimet de senin, mülk de senin. Senin eşin ve benzerin yoktur.” diyerek “Telbiye”yi okur. Yüce Rabbinden af ve mağfiret diler. Aynı şekilde Kâbe’yi tavaf ederken, Arafat’ta Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön için Beytullah’ı (Kabeyi) haccetmesi gereklidir”(1) buyurmaktadır. Değerli Kardeşlerim! Hac; dilleri, kültürleri, renkleri, ırkları, ülkeleri, sosyal ve ekonomik durumları farklı hedefleri bir olan milyonlarca müslümanın ilahi aşkla bir araya gelmesi, birlikte Allah’a yönelmesidir... Hac, Allah’a ve onun gösterdiği hedeflere yürüyüştür. Hz. Âdem’den itibaren peygamberlerin ve Hz. İbrahim’in hatırasını benliğimizde yaşamaktır. İlahi vahyin beşiğini, Hz. peygamberin tebliğini ve tevhid mücadelesini yakından tanımak, tarihle bütünleşmek, bir buçuk milyarlık İslam dünyasından bu topraklara davet edilen sınırlı sayıdaki temsilciden biri olmanın hazzını ve sorumluluğunu omuzlarımızda hissetmektir. Hac; dünyanın dört bir tarafından gelen mü’minlerin birbiriyle tanışmaları, kaynaşmaları ve dertlerini paylaşmalarıdır... Hac ; iman ve ibadet bilincinin derin4 vakfe yaparken kendisi, aile fertleri ve bütün Müslümanlar için dua eder. İşte bu coşku ve heyecanla gözlerden akan yaşlar, günahlara keffaret, ruhlara şifa olur. Muhterem Mü’minler! Hac ibadeti, bize yeni bir kulluk şuuru kazandırıp hayatımızda yeni ve güzel bir sayfa açmalıdır. Hutbemizi Peygamber Efendimizin şu hadis-i şerifleriyle bitirelim: “Kim Allah için hacceder kötü söz ve davranışlardan sakınırsa (kul hakları hariç) annesinden doğduğu gün gibi (temiz ve günahlarından arınmış olarak evine) döner”(2) “Allah katında makbul haccın karşılığı ancak cennettir”(3) KAYNAK: 1. Âl-i İmran, 3/97. 2. Müslim, Hacc, 436. 3. Buhari, Umre, 1. Müslim, Hacc, 437. Dr. Ömer MENEKŞE Din İşl. Yüksek Krl. Uzmanı Firhist’e Geri Dön 3 2005 HUTBELERİ 1 14 - Ocak AMELLERDE İYİ NİYET VE İHLAS Muhterem Müslümanlar İbadet, yaratılışın gayesi, Yüce Allah'a saygı ve bağlılığın açık bir göstergesidir. İbadetlerin makbul olması, usulüne uygun olarak, sırf Allah'ın rızası gözetilerek yapılmasına bağlıdır. "Temizlenmek için malını hayra veren Allah'a karşı gelmekten en çok sakınan kimse o ateşten uzak tutulacaktır. O hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (yaptığı iyiliği) ancak yüce rabbinin rızasını istediği için (yapar). Elbette kendisi de hoşnut olacaktır"(1) ayetleriyle, sadece Allah'ın rızası gözetilerek yapılan amellerin kabul edileceğine dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber de "şüphesiz Allah, kendi rızası gözetilerek yapılan amellerden başkasını kabul 3 dılar. Çünkü onları birtakım mazeretleri alıkoymuştur.”(5) Öte yandan, ihlastan yoksun olarak ibadet edenler: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.”(6) ifadeleriyle ağır bir dille uyarılmışlardır. Değerli Mü'minler! Gösteriş, amelleri boşa çıkaran, manevî bir hastalıktır. Yüce Allah bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: “Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun d/ye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. (Böyleleri iyiliklerinin karşılığını göremezler). Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”(7) Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön etmez"(2) sözleriyle, dünyevî çıkar ve beklentilerin kuşattığı amellerin kabul edilmeyeceğini vurgulamışlardır. Kur'ân-ı Kerim’de, Peygamberlerin tebliğ görevlerini derin bir ihlâs ve samimiyet içerisinde yerine getirdikleri ve insanlardan hiçbir karşılık beklemedikleri, ümmetlerine söyledikleri şu ortak sözlerle dile getirilmektedir: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatımı verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'tır"(3) Aziz Mü'minler! Niyet, söz ve fiilleri ibadete çevirir, ihlâs bulunmayan şeklî bir ibadet ise kişiye bir şey kazandırmaz, işte bu yüzden, İslâm dini, niyete büyük önem vermiş, sevgili Peygamberimiz de amellerin gerçek değerinin niyete bağlı olduğunu bildirmişlerdir.(4) Peygamber Efendimiz Tebük savaşı dönüşünde şöyle buyurmuştur: “Medine'de bizimle birlikte savaşa katılamayan öyle kişiler vardır ki, onlar bizimle birlikte savaşıyormuş gibi sevap kazan4 Muhterem Mü'minler! İbadetlerin ancak, ihlâsla değer kazanacağını ve yapılan her meşru işin, iyi niyetle ibadete dönüşeceğini unutmayalım. Aile hayatımızda, iş çevremizde ve sosyal ilişkilerimizde daima iyi niyetli olmaya ve yaptığımız her işte Allah'ın rızasını gözetmeye gayret edelim. Hutbemizi bir hadis mealiyle noktalayalım: “Allah sizin kalıbınıza ve suretinize değil, kalbinize bakar.”(8) KAYNAK: 1. Leyl, 18-21. 2. Nesai, Cihad, 24. Ahmet b. Hanbel, IV, 126. 3. eş-Şuarâ, 26/109, 127, 145, 164, 180. 4. Buhari, Bed’ül-vahy 1. Müslim, İmâret, 155. 5. Buharî, Megâzî, 81. Cihâd, 35. Ayrıca bk. Ebû Davûd, Cihâd 19. İbni Mâce, Cihad, 6. 6. Mâûn, 4-6. 7. Bakara, 264. 8. Müslim, Birr, 33. Yüksel SALMAN-Kurul Uzmanı Firhist’e Geri Dön 4 2005 HUTBELERİ 1 20 - Ocak KURBAN BAYRAMI HUTBESİ Aziz müminler; Müslümanlık bilincimizi yenileyen, millet olma irademizi diri tutan; birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularımızı pekiştiren, rahmet ve bereket dolu bugünlere bizleri kavuşturan Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükürler olsun. Rabbimizin dost edindiği İbrahim aleyhisselâma, Allah için kurban olmaya razı olan İsmail aleyhisselâma ve her iki peygamberin sadakat ve teslimiyetini evrensel bir bayrama dönüştüren Muhammed aleyhisselâma sonsuz salât ve selâm olsun. Değerli kardeşlerim; Biz Müslümanlar için bu bayramlar; 3 nızdır...”(1) Muhterem müminler; Bayramlar; sevinçleri büyütme mevsimidir. Bu bayramda da, sevinçleri dünya çapında büyütmeliyiz. Önce kendi gönüllerimiz bir sevinç yumağı hâline gelmeli. Sonra annelerimizin ve babalarımızın gönüllerini şad etmeliyiz. Bir tatlı söz işitmek için hayatın bütün ağırlığını paylaşmayı göze alan çileli eşleri mesrur etmeliyiz. Evlerin canlı bayramları olan çocukları sevindirmeliyiz. Gönüllerin ağır yükü olan küskünlükleri ortadan kaldırmalıyız. Selâmlaşarak, musafaha ederek, kucaklaşarak, ziyaretleşerek, kurban etlerini dağıtarak, ikramda bulunarak; bütün sokakların, bütün komşuların, bütün yurdumuzun, İslâm coğrafyasının ve bütün dünyanın gözlerine sevinç taşımalıyız. Güney Asya’da felâkete maruz kalanlara, en azından bir hilkat kardeşliği borcumuz vardır. Pek çok toplulukla dinî, tarihî, kültürel bağlarımız vardır. Onların yüreğinde bir sevinç pırıltısı oluşturmak da Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön imanı, ibadeti ve tarihi bir sevinç atmosferinde buluşturan ve bu sevinci sonsuzluğa taşıyan önemli zaman dilimleridir. Ramazan Bayramımız, her yıl bizlere yüce kitabımız Kur’an- Kerim’in nazil oluşunu ve İslâm’ın doğuşunu yaşatırken Kurban Bayramımız, Hz. Muhammed’den, üç ilâhî dinin kendisinde buluştuğu Hz. İbrahim’e uzanan yüce tarihe can verir. Arafat’ta dünyalıklardan soyunmuş, âdeta ak kefenlere bürünmüş iki milyonu aşkın Müslüman, Rabbin divanına durup ellerini açtı ve bütün insanlık için rahmet diledi. Bizler de, kurban ibadetinin manevî ikliminde bir gönül yüceliği yakalayıp Rabbimize yakınlık arayışında olacağız. Zira kurban, Allah’a, yüce ve ilâhî olan her şeye yakın olma arayışıdır. Kurbanda Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in baba-oğul sevgisi ile hakka bağlılık duygularının harman olduğu engin bir dünya vardır. Nitekim Cenab-ı Hak, hutbemizin başında okuduğum ayet-i kerimede mealen şöyle buyurur: “Allah’a kurbanlarınızın ne etleri ulaşır, ne de kanları. Ona ulaşan takva4 bizim bayram borcumuzdur. Çocuklarımızın gözlerine bakarken gerek oralarda, gerek yanı başımızda, savaş alevleri içinde anasız-babasız kalmış yavruları düşünmeden Rabbin katına sunulacak bir kalbe sahip olamayız. Kardeşlerim; Bayramınız mübarek olsun. Rabbimizden bizi yakınlığına lâyık kılacak bir kurban iklimi yaşatması için dua ediyoruz. Kalplerimizi, huzuruna çıkacak arı durulukta kalpler hâline getirmesini diliyoruz. Dualarımızın Arafat’taki dualara karışması ve Rabbin katına yükselmesi için niyaz ediyoruz. KAYNAK: 1- Hac: 37 Firhist’e Geri Dön 5 2005 HUTBELERİ 1 21 - Ocak BAYRAMLARIMIZ VE KURBAN Muhterem Mü’minler! Bugün Dini bayramlarımızın ikincisi olan Kurban Bayramını idrak etmiş olmanın sevinci içerisindeyiz Kurban bayramının bir özelliği de Hac ibadetinin o günlerde yapılıyor olmasıdır. Öyle ki, dünyanın her yerinden dilleri, renkleri, coğrafyaları, ırkları farklı, ama aynı inancı paylaşan milyonlarca Müslüman’ın hacca gelerek oluşturdukları tablo, bayramın değerini ortaya koyan muhteşem bir manzaradır. Kurban Allah’a yaklaşmaktır. Kurban, Allah’a kul olmanın şuuruna ermektir. Kurban, Hak yolunda fedakârlığın ifadesi3 ğimiz eş dost ve akraba, bayramlar vesilesiyle ziyaret ediliyor. Şu kadar var ki, bayramlarımızın kimilerinin yanında giderek bir tatil havasına sokulduğu ve insanların ziyaretleşme yerine adeta insanlardan kaçarak tatil ve eğlence merkezlerine gittikleri görülüyor. Bu tutumun, bayramlardan gözetilen ilahi amaçla bağdaşmayacağı açıktır. Çünkü bayramlar bizi birbirimize kenetlemek, birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirmek için vardır. Öyle ise Bayram, bütün güzellikleriyle gönlün derinliklerinde yaşanan, yoksullarla, kimsesizlerle ve yüreği yaralı insanlarla güzelliklerin paylaşıldığı günler olsun..Bayram, dini şuur ve duygumuzun gelişmesine, dargınlık, kırgınlık ve küskünlüklerin giderilmesine, akan kan ve gözyaşlarının dinmesine, akraba, komşu ve büyüklerin, hastaların ziyaret edilmesine, fakir, yetim ve kimsesizlerin gözetilmesine, çocukların sevindirilip manevi havayı teneffüs etmelerine, kısaca her türlü insani ve Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön dir. Kestiğimiz kurbanla, hak yolunda malımızı, hatta Hz. İbrahim ve oğlu İsmail gibi canımızı bile feda edebileceğimizi ifade etmiş oluyoruz. Aziz Mü’minler! Sevgili Peygamberimiz: “Âdemoğlu kurban bayramı gününde Allah için kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmış olmaz”(1) buyurarak bizleri kurban kesmeye teşvik etmiştir. Her ibadette olduğu gibi kurban ibadetinde de ihlâslı olmak ve yalnız Allah’ın rızasını gözetmek temel prensiptir. Nitekim Yüce Allah, kurbanları kastederek “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz, fakat O’na sizin takvanız ulaşır...”(2) buyurarak bu prensibe işaret etmektedir. Değerli Kardeşlerim! Yıl boyu kendimizi işimize kaptırıyor ve günlük telaşemiz içerisinde yakınlarımızı, hatta kendimizi bile ihmal ediyoruz. Yüce Allah bayramlar vasıtasıyla bizim kendimize ve çevremize zaman ayırmamızı sağlıyor. Nice zamandır görmeyi arzu etti4 ahlâki değerlerin kazanılmasına vesile olsun. Bu duygu ve düşüncelerle Bayramınızı tebrik eder, insanlığa barış ve huzur getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. KAYNAK: 1. Tirmizî, Edahî, 1. 2. Hac, 22/37. Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN Marmara Ünv. İlahiyat Fak Firhist’e Geri Dön 6 2005 HUTBELERİ 1 28 - Ocak DUA VE ZİKİR Muhterem Müslümanlar, İnsan hayatının en değerli anı, Yüce Allah’a yönelip O’nunla baş başa kaldığı zamandır. Allah ile baş başa kalmanın en güzel yolu dua ve zikirdir. "Dua, ibadetin özüdür.”(1) Dua ve zikir, Allah ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. Duadan ve zikirden uzak kalmak, kişinin yaratıcı ile irtibatının zayıflamasına, bunun sonucunda da dini hayatında gevşekliğe sebep olur. Özellikle günümüzde kalpleri katılaştıracak o kadar olumsuzluklar var ki, böyle bir ortamda, Müminin dua ve zikirle iç içe yaşaması daha bir önem taşımaktadır. Dua ve zikir ile yaşamak, Allah'ı görüyormuş gibi yaşamaktır. Her ne kadar biz O'nu görmesek de 3 dürtüklemesiyle ne zaman bir kötülüğe yönelse, hemen Rabbinin kendisini görmekte olduğunu, kalbinden geçenleri bildiğini hatırlar. Onun kendisine verdiği değeri düşünür ve içinde yaşadığı bu güzelliği kaybetmek istemez. Böyle bir şeyin, kendi huzurunu dinamitlemek anlamına geleceğini bilir. Değerli Müminler, Hiç kimsenin sesimizi duymayacağı yerde sesimizi duyan, hiç kimsenin bizi göremeyeceği yerde bizi gören, hiç kimsenin bilemeyeceği niyetlerimizi, düşüncelerimizi ve sırlarımızı bilen, hiç kimsenin yardım edemeyeceği durumlarda bize yardım edebilecek olan, hiç kimsenin bizi umursamadığı zamanlarda bizi dikkate alanın rahmet ve sevgisine mazhar olmaktan daha öte bir mutluluk düşünülebilir mi? İşte dua ve zikir, bu sevgi ve rahmet kaynağına bağlanma başvurusudur. Bu bakımdan dua ve zikirle yaşamak, huzur içinde yaşamaktır. "Bana dua edin, duanıza karşılık vereyim.”(4) mesajını kavramış olarak yaşamaktır. Allah kalıplara ve şekillere değil, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön O bizi görmektedir. Dua ve zikir, kişiye Allah'la birliktelik bilinci kazandıran ve Müminin zamanını manen diri yaşamasını sağlayan bir disiplindir. Zaman, kişiye verilmiş büyük bir emanet ve nimettir. Dua ve zikirle mümin, zamanı diri tutar. Dua ve zikirle iç içe yaşayanın her ânı ve her davranışı bilinç yüklüdür. Allah’ın rahmeti böyle bir Mümini bir bahar serinliği gibi sarar. Artık o, günlük hayatının her aşamasında Rabbini unutmaz. Hangi işle uğraşırsa uğraşsın, kalbi ve gönlü Rabbi ile beraberdir. Dünyevi işleri ile meşguliyeti, onu Allah’ı hatırlamaktan alıkoymaz. Ne ticareti, ne alış-verişi onun Allah’ı anmasına engel olabilir.(2) Bir taraftan dünyevi kazançlarını elde ederken diğer taraftan gönlü kendisini seven, koruyan ve gözetenle beraberdir. Bu haliyle o, "Beni anın ki ben de sizi anayım..."(3) ayetini hayatında fiili olarak uygulamış olur. Allah’ı unutmamanın bir gereği olarak gerçek mümin, kolay kolay kötülük işleyemez ve Allah’ın koyduğu sınırları çiğneyemez. Çünkü şeytanın veya nefsinin 4 kalplere bakar. Kalp kötülüklerle dolu ise, ona değer vermez. Bundan dolayı Hz. Peygamber “Allah Teala gafil bir kalpten hiç bir duayı kabul etmez”(5) buyurmuştur. Dua ve zikir, ibadetin ruhu ve özüdür. Nitekim en kapsamlı ibadet olan namazın her rek’atında Fatiha okunmaktadır. Namazlarını kılan müminler, günlük ibadetimiz olan ve zikrin bütün çeşitlerini kapsayan namazda, Fatiha suresini her gün okumaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’in anahtarı mesabesindeki Fatiha süresinde örnek olarak en güzel dua ve zikir cümlelerine yer verilmiş olması, Müslüman’ın daima dua ve zikir ile iç içe bulunması içindir. tir. Bu durum, müminin nasıl dua ve zikir ile iç içe olması gerektiğinin bir kanıtıdır. Sözlerimi bir hadis-i şerif mealiyle noktalıyorum: “Rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.”(6) KAYNAK: Dr. Ekrem KELEŞ Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı 1. Tirmizî, Deavât 1. 2. en-Nur, (24): 37. 3. Bakara, 152. 4. Gâfir, 60. 5. Tirmizi, Deavât, 64. 6. Buhârî, Deavât, 66. Firhist’e Geri Dön 7 2005 HUTBELERİ 1 04 - Ocak HİCRET Değerli Müminler! Yüce Allah, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, pek çok işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazısı öldürülmüş, bazısı yurtlarından göçe zorlanmış, bazıları da toplumdan soyutlanarak baskı altında tutulmuşlardır. Halbuki bu kutlu elçiler, gönderildikleri toplum için rahmet, şefkat ve sevgi kaynağı idiler. Onlara gönül kapılarını kapatan toplum, aslında insanî fazilet ve erdemlere kapısını kapatmaktaydı. Allah elçilerini bağrına basan toplumlar ise, insanî erdemlere, aydınlığa kucak açmaktaydı. 3 nışmayı vurgulayan İslam’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret; imanın maddi güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir. Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır. Hicret; her şeylerini Allah için, göz kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların, Ensarın destanıdır. Bu destanda fedakarlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin Medine'ye hicreti bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücadelenin en önemli aşamasıdır. Hicret; Allah’a ibadete, insanî erdemlere, rahmet ve medeniyete gönlünü açanların zaferi; bu değerlere kapılarını kapatanların mağlubiyetidir. Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın aydınNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Allah elçilerinin sonuncusu, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed de insanları, şirki ve küfrü, vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaratana ibadete, adalete, merhamete, insanî erdemlere davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu Yüce Elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler. O’na kucak açma, O’nunla insanlık onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar, hayatına kastettiler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan Kainatın Efendisi, Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etti. Bu hicret asla bir kaçış olmadığı gibi; sıradan bir göç de değildi. Muhterem Müslümanlar! Hicret; İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret; İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. Hicret; her vesile ile birlik, beraberlik ve daya4 lığa dönüşüdür. Bu büyük dönüşümün gerçekleşmesine katkıda bulunmuş olmanın Allah katında elbette bir mükafatı vardır. Yüce Kitabımız Kur’an bu mükafatı: "İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir."(1) ayetiyle dile getirmektedir. Aziz Kardeşlerim! Hicreti süsleyen tablolarda çağımız insanı için alınacak birçok ibret ve ders vardır. Bencilliğin, maddeperestliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlığın aydınlığa çıkışı; hicretle başlayan ve yeşeren insanî değerlerin, fedakarlık ve kardeşlik örneklerinin hayat bulması ile mümkündür. Günahlarla, isyanlarla kirlenen gönül dünyamızın, kulluğa, itaate, ibadete yönelmesinin de gerçek hicret olduğunu unutmayalım. KAYNAK: 1-Tevbe, 9/20. Firhist’e Geri Dön 8 2005 HUTBELERİ 1 11 - Şubat HELAL VE HARAM DUYARLILLIĞI Aziz Mü’minler! İrade sahibi insan için esas olan, iradesini serbest olarak kullanabilmesi, dilediği gibi davranabilmesidir. Ancak davranışlara hiçbir sınırlama getirilmemesi halinde hayatın çekilmez bir hal alacağı da açıktır. Bu sebeple, insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamanın yollarını gösteren dinimiz İslam, bazı şeyleri ve davranışları yasaklamış, bazılarını ise serbest bırakmıştır. Allah’ın açıkça yasakladığı şeylere “haram”, yasaklamayıp serbest bıraktığı şeylere de “helal” diyoruz. Mesela, başkasının malını gasp etmek, faiz alıp vermek haram, ticaret ve alış veriş yapmak, çalışıp kazanmak helal; zina etmek 3 ısrar etmek büyük günahtır. İşlenen haramdan bir an önce vazgeçilmeli, pişmanlık duyup tövbe edilmelidir. Allah’ın açıkça haram kıldığı bir şeyin helal; helal kıldığı bir şeyin de haram olduğunu söylemek, Allah korusun, insanı dinden çıkarır. Bu konuda bilgili ve hassas olmamız gerekiyor. Aziz Mü’minler! Haram ve helal konularında duyarlı olmak, bizi yaratan, ilim ve kudreti ile takip ve kontrol altında bulunduran Allah'a olan imanımızı kuvvetlendirir ve zinde tutar. Buna karşılık helal-haram çizgisine dikkat etmeden yaşanan bir hayat, fıtratın sağladığı iyiye yönelme eğilimlerini köreltir. Kötü ve zararlı eğilimlerin önünü açar; İnsan çok kere sebebini anlayamadığı bir huzursuzluğa ve mutsuzluğa düşer. Haram-helal konusunda göstereceğimiz hassasiyetin önemini ortaya koyması açısından şu hadis-i şerif oldukça dikkat çekicidir: “Helal bellidir, haram bellidir. Bu ikisinin arasında bir çok kişinin bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kişi bunNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön haram, evlenip yuva kurmak helaldir. Bir başka ifade ile, Allah’ın emir ve yasaklarına uymamak haram; yasaklamadığı konularda dilediğince davranmak helaldir. Muhterem Müslümanlar! Dinin getirdiği yasaklar ve kısıtlamalar hayatı zorlaştırmaya değil; kolaylaştırmaya yöneliktir. “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez”(1) ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Hayatımızın verimini azaltan ve bize zararlı olan şeyleri Kur'an, “kötü ve çirkin” diye nitelerken; sahip olduğumuz insanî değerleri korumamızı sağlayan, bizi yücelten şeyleri de “güzel ve temiz” diye nitelemektedir. Haramlar Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır. Yüce Allâh, “..Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa şüphesiz kendine zulmetmiş olur.” (2) buyurmaktadır. Allah’ın haram kılmış olduğu şeylerden, kendi bakış açımızla “küçük” diyebileceklerimiz de, “ciddi” gördüklerimiz kadar önemsenmelidir. Bile bile haram işlemek, haramlarda 4 lardan sakınırsa dinini, onur ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden kaçınmayanlar, koruluğun kenarında hayvanlarını otlatan kimse gibidir. Kolladığı hayvanların her an koruluğa dalması mümkündür. Dikkat edin her hükümdarın bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haram kıldığı şeylerdir...” (3) Muhterem Müslümanlar! Dinimiz, helalinden kazanıp meşru ve mubah yerlere harcamamızı ve aşırılıktan kaçınmamızı emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helal olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım kimin üzerine inerse o muhakkak helak olur” (4) buyurulmaktadır. KAYNAK: [1] Bakara, 2/185. [2] Talak, 65/1. [3] Buhârî, İman, 39. [4] Tâhâ, 20/81. Firhist’e Geri Dön 9 2005 HUTBELERİ 1 18 - Şubat MUHARREM AYI Muhterem Mü’minler!, İman ve ibadet bilincinin derinleştiği, din kardeşliğinin duygu ve davranışlara yansıdığı, mahşer tablosunun an be an yaşandığı müstesna zaman dilimlerinden biri olan ve Zilhicce ayında gerçekleştirilen Kurban Bayramı ve Hac ibadeti sona ermiş, Sevgili Peygamberimizin "Şehrullah: Yani, Allah'ın Ayı" diye nitelendirdiği Muharrem ayına girilmiştir. Muharrem ayı, tarih boyunca insanlık için dönüm noktaları sayılabilecek önemli olayların yer aldığı bir aydır. Bu sebeple gerek İslâm'da, gerekse İslâm'dan önce Muharrem ayına ayrı bir önem verilmiştir. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde: “Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en hayırlısı, Allah’ın ayı olan 3 Hz. Hüseyin'in siyasî ihtiraslar uğruna acımasızca şehit edilmesi, sevgili Peygamberimizi ve onun Ehl-i Beyti’ni seven bütün mü’minleri derinden yaralamış, kalplerini incitmiştir. Aziz Kardeşlerim! Ehl-i Beyt, Peygamberimizin mutlu yuvasında yetişmiş, O’nun sevgi dolu gönlünden feyiz almış örnek, model şahsiyetlerdir. Her biri bir yıldızdır. Yüce Allah, Hz. Peygamber'in ev halkıyla ilgili olarak, “Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”(5) buyurmuştur. Sevgili Peygamberimiz de Ehl-i Beyti, sahabeyi sevmemizi ve onları örnek almamızı tavsiye etmiştir. İşte bu tavsiyeyi kendisine rehber edinen Milletimizin gönlünde, ehl-i beyt sevgisi kök salmış ve toplum olarak bizleri birleştiren unsurlardan KAYNAK: 1 Müslim, Sıyâm, 202. 2 Tirmizî, Savm 46; Ebû Dâvûd, Savm 56 3 Buhari, Menakıb 22 4 Tirmizî, Menakıb 31 5 Ahzab, 33/33 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Muharrem'de tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise geceleyin kılınan namazdır.” (1) buyurmuştur. Ayrıca Peygamberimiz sallalahu aleyhi ve sellem, bu ayın Aşure günü olarak bilinen onuncu gününü, bir öncesi ve sonrası ile oruçlu geçirmeyi tavsiye etmiştir. (2) Değerli Kardeşlerim, Hicrî yılın ilk ayı olan Muharrem, aynı zamanda İslâm tarihinde meydana gelen bazı üzücü olayları da hatırlatmaktadır. Çünkü Muharrem, Kerbelâ olayını ve Hz. Hüseyin’in şehadetini hatırlatırQ Hz. HüseyinQ Sevgili Peygamberimizin damadı Hazret-i Ali ile cennet kadınlarının anası Hz. Fatıma’nın (r.a.)'ın ciğerpâresiQ Sevgili Peygamberimiz’in dünyanın iki çiçeği, ahirette de “cennet çocuklarının efendileri” diye övdüğü (3) ve haklarında, “Allah’ım, ben onları seviyorum, sen de sev!” diye dua ettiği,(4) adını bizzat kendisinin koyduğu torunudurQ biri olmuştur. 4 Firhist’e Geri Dön 10 2005 HUTBELERİ 1 25 - Şubat KUMAR VE ŞANS OYUNLARI Muhterem Müslümanlar! Dinimiz, dünyayı daha iyi yaşanır hale getirmek ve insanca bir hayat sürebilmek için çalışıp kazanmayı, Allah’ın verdiği nimetlerden olabildiğince yararlanmayı emir ve tavsiye eder. Ancak, davranışlarımızdaki temel değer ölçüsünü oluşturan meşruiyet şartı, çalışıp kazanma faaliyetleri için de geçerlidir. Bu sebeple Müslümanın, meşruiyet alanı içinde ve helal yolla gerçekleşmeyen işleri yapması yasaklanmıştır. Kazancın helal olması, meşru yollardan elde edilmesine bağlıdır. Geçimin helal yollardan sağlanması, Dinimizce ibadet olarak değerlendirilmiştir. “Hangi kazanç en temiz ve en helal yolla elde edilmiş 3 Artık vazgeçiyor musunuz?”(2) Aziz Mü’minler! Bütün kötü alışkanlıklar gibi kumar da, müptelasını kendine esir ederek onun üretkenliğini elinden alır, ruh ve beden sağlığını bozar, onu toplumla uyumsuz bir birey haline getirir, cinayete, hırsızlığa ve soygunlara yöneltir. Bir çok aile felaketinin arkasında da kumar illeti yatmaktadır. Gelişen teknolojik şartlar, artık kumarı masa başında ve birkaç kişi tarafından oynanır olmaktan çıkarıp; büyük kitlelerin iştirak ettiği sayısız kumar türünü de ortaya koymuştur. Bugün sanal ortamda, kumar rahatlıkla oynanabilmektedir. Bu sebeple, çocuklarımız, gençlerimiz kumarın ve diğer kötü alışkanlıkların pençesine düşme tehlikesi ile her zamankinden daha fazla karşı karşıya kalmaktadırlar. Onun için, çocuklarımızın bu konuda koruma ve yönlendirmemize muhtaç oldukları gerçeğini göz önünde tutalım. Onların bir hastalığa yakalanmaması için nasıl gerekli önlemleri almaya çalışıyorsak, aynı şekilde Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön olur?” diye sorulduğunda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Kişinin el emeği ile ve kimseyi aldatmaksızın yaptığı meşru ticaret yoluyla elde ettiği kazançtır.” cevabını vermiştir.(1) Değerli Kardeşlerim! Temel kazanç prensiplerine aykırı olması, çalışıp üretme yeteneğini köreltmesi ve çalışmadan kazanma arzusunu kamçılaması gibi daha pek çok olumsuz sonuç doğuran kumar, Dinimizce kesin olarak yasaklanmıştır. Kumar oyunlarının temel niteliği, hiçbir emek sarf edilmeden, haksız yere kazanılmış olmasıdır. Kumar ve benzeri kötü alışkanlıklar hakkında Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! (Aklı örten ) içki ( ve benzeri şeyler) , kumar, dikili taşlar, fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. 4 onların kumar gibi kötü alışkanlıklara yakalanmamaları için de her türlü tedbiri almalıyız. Değerli Müslümanlar! Hutbemi Nisâ Suresinin 29. ayetinin mealiyle bitirmek istiyorum: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret dışında, birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin.”(3) KAYNAK: 1 Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned; IV,141. 2 Maide, 5/90-91. 3 Nisa, 4/29 Firhist’e Geri Dön 11 2005 HUTBELERİ 1 04 - Mart MUTLU AİLE HUZURLU TOPLUM Değerli Müminler! Yüce Allah, insanı diğer varlıklardan üstün kılmış, farklı cinslerin bir araya gelerek sevgi ve saygı temeline dayalı huzurlu aileler kurmalarını öngörmüştür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.”1 buyurulmaktadır. Muhterem Müslümanlar! Toplumu oluşturan temel yapı ailedir. Ailelerin huzur ve mutluluğu, toplumun huzur ve mutluluğu demektir. Ailede görülen huzur veya huzursuzluk dolaylı olarak 3 Kur’an’da bizler için örnek gösterilen Hz. Peygamber, hiçbir zaman eşlerine ve çocuklarına el kaldırmamış3 herkese güzel söz söylemiştir. İnsan olarak bazen eşlerine darılsa da bunu devam ettirmemiş,4 onlara yardımcı olmak ve gerektiğinde görüşlerine başvurmaktan geri durmamıştır. Eşlerine kötü davranan erkeklerde hayır olmadığını5 ifade buyurmuştur. Muhterem Müslümanlar! Cenab-ı Hak eşlerin birbirleriyle iyi geçinmelerini, hoşlanmadıkları bazı şeylerde bile Allah’ın bir çok hayır yaratmış olabileceğini6 bildirmiş, Hz. Peygamber de, kişinin hanımından nefret etmemesini, zira onda hoşlanmadığı huylar yanında, hoşlandığı huyların da bulunacağını7 belirtmiştir. Ayrıca, “Müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlakça en güzel olanlarıdır, hayırlılarınız da kadınlarına iyi davrananlarınızdır”8 buyurarak, iman ve güzel ahlak ile eşlere iyi muamele arasında bir bağ kurmuştur. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ailelerden oluşan topluma da yansıyacaktır. Aile mutluluğunun sağlanması ise, eşlerin ve diğer aile bireylerinin birbirlerine sevgi, saygı ve hoşgörü temeline dayalı davranmalarına bağlıdır. Kur’an-ı Kerim “Mümin erkek ve kadınların birbirlerinin dostu olduklarını ve birbirlerine iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırdıklarını”2 bildirmiştir. Bu dostluğun öncelikle aile içinde görülmesi gerektiği ve hayatlarını birlikte geçirecek eşlerin dostluğa, sevgi ve saygıya herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Bu gerçeğe rağmen, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ailevî huzursuzluklar toplumun önemli bir problemini oluşturmaktadır. Sevgi ve anlayış eksikliği geçimsizliği, geçimsizlik ise kötü muamele ve şiddeti doğurmaktadır. Özellikle kadınlar ve çocuklara yönelik aile içi şiddet boşanmalara yol açmakta, parçalanmış aile bireyleri toplumun problemli üyeleri haline gelmektedir. Aziz Müslümanlar! 4 Sonuç olarak, ailede, eşler, karşılıklı anlayış ve hoşgörü içerisinde, sevgi ve saygı temeline dayalı bir beraberliği sağlayarak önce çocuklarına, sonra çevrelerine mutlu bir aile yuvası örneği sunmalıdırlar. Bu örneklerin çoğalması ve mutlulukların paylaşılmasıyla artacak olan huzur, dalga dalga insanları saracak ve bu insanlardan oluşan toplum, sevgi, saygı, hoşgörü ve paylaşımın hakim olduğu büyük bir aileye dönüşecektir. İnsanlık buna muhtaçtır, dinimiz de bunu istemektedir. KAYNAK: 1 Rûm, 30/21 2 Tevbe 9/71 3 Müslim Fedâil, H.No. 79 4 Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/33 5 Ebu Davud, Nikah, 43 6 Nisâ, 4/19 7 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/329 8 Tirmizî, Radâ,11;Ahmed b. Hanbel, Müsned,II/472 Firhist’e Geri Dön 12 2005 HUTBELERİ 1 11 - Mart ALLAH KATINDA DİN İSLAM'DIR Değerli kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, on dört asır önce, âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) aracılığıyla İslâm Dini’ni bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına iman etmek, O'nun birliğini kabul etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O'na ibadet etmek, bu dinin temelini teşkil ediyordu. Bu ilahi mesaj, aynı zamanda insanlığı hakka ve hakikate, adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlâka davet ediyordu. Zulmü, cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, yetimi, yolda kalmışı koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya çağırıyordu. 3 Değerli Mü’minler! Tarihte olduğu gibi günümüzde de aynı güçler, İslam’ı; çıkarları ve egemenlikleri karşısında en büyük engel gördükleri için insanlarımızı bu dinden koparmak amacıyla planlı ve organize bir şekilde çalışmaktadırlar. Özellikle etnik ayrımcılıktan, mezhep farklılıklarından, yaşanan bazı ekonomik ve siyasî sıkıntılardan ve hatta deprem, sel, kıtlık ve benzeri âfetlerden yararlanarak, çocuklarımızın ve gençlerimizin imanını çalmaya çalışmaktadırlar. Bu faaliyetlerinde, özellikle dinî bilgisi zayıf, ailesi veya çevresiyle çeşitli sorunlar yaşayan insanlarımız, bu tür odakların öncelikli hedefleri olmaktadır. Sürdürülen bütün bu çabaların da başarısızlıkla neticeleneceğine inancımız tamdır. Ancak bu konuda, biz Müslümanlara önemli görevler düşmektedir. Öncelikle dinimizin, değerini bilmeliyiz. Başta tevhit inancı olmak üzere İslâm’ın iman, ibadet ve ahlâk esaslarına sıkı sıkıya sarılmalıyız. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Bu evrensel çağrı, kısa surede bütün dünyada, insanların yüreklerinde yankı buldu. Öyle ki, bir kişinin tebliği ile başlayan İslâm, kısa zamanda dünyanın en hızlı yayılan ve insanları, şefkatli kucağına çeken bir din haline geldi. Daha bir asır geçmeden Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Atlas Okyanusundan Çin Seddine kadar insanlar, İslâm’la şereflendiler. Müslüman olma bahtiyarlığına eren sevgili kardeşlerim! Allah katında yegane din olan İslâm’ın (1) bu hızla yayılışına ve insanların akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek ve insanların kalplerini İslâm’a açmalarını engellemek için her türlü yola başvurdular. İslâm’ı ve Müslümanları tarihten silmek için sözde kutsal ordular oluşturdular, ancak nihai amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü karşılarındaki insanlar; tevhit, adalet, takva ve kendine güven; zulme, şirke, küfre ve haksızlığa karşı koyma gibi değerleri bünyesinde barındıran yüce bir dine mensup idiler. 4 Çocuklarımıza ve gençlerimize inanç ve değerlerimizi öğretmeliyiz. Bir birimizle olan ilişkilerimizde kişisel menfaatleri ve geçici dünyevî arzuları değil; adaleti, sevgiyi, hoşgörüyü ve yardımlaşmayı esas almalıyız. Dinimize ve manevî değerlerimize sahip çıkmalıyız. Hutbemi, Kur’an-ı Kerim’in en son nazil olduğu bilinen ayet-i kerimesinin mealiyle bitiriyorum: “Bugün dininizi, sizin için kemale erdirdim, size verdiğim nimetimi tamamladım ve size, din olarak yalnızca İslâm’ı seçtim.”(2) KAYNAK: 1 Al-i İmran, 3/19 2 Maide, 5/3 Firhist’e Geri Dön 13 2005 HUTBELERİ 1 18 - Mart ÇANAKKALE GEÇİLMEZ Muhterem Müslümanlar! Çanakkale Zaferi, tarihimizi taçlandıran olaylar arasında muhteşem bir yere sahiptir. Milletimizin tarih boyunca karşılaştığı en büyük ve en zorlu sınavlardan biridir. Müslüman varlığını yeryüzünden ebediyen silmeyi amaç edinen zihniyet, Çanakkale boğazından geçerek İstanbul’u ele geçirmek suretiyle ülkemizi parçalamak, milletimizi esir etmek amacıyla 1914 yılı Kasım ayında Osmanlı devletine savaş ilan etti. Bir yılı aşkın süre devam eden Çanakkale savaşları sonunda Milletimiz düşmanlara karşı tarihte emsaline az rastlanan büyük bir zafer kazanmış, vatan sevgisi ve iman gücünün maddi üstünlükten daha önemli olduğunu bütün dünyaya ispat etmiştir. 3 ğerlere bağlılığın güzel bir örneğidir. "Çanakkale Geçilmez" fermanı, 250 bin îmanlı vatan evlâdının, şehâdet şerbetini içmesiyle yazılmıştır. Şehitlik mümin için yüce bir mertebedir. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın; bilakis, onlar diridirler. Rabbleri katında rızıklanmaktadırlar..."[2] Sevgili peygamberimiz de: "Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister."[3] buyurmuştur. Ecdadımızın yüce değerler uğruna üstün fedâkarlıklar göstermesinin temelinde, bu ilahi ve peygamberî müjdeler bulunmaktadır. Tarihimizde Çanakkale gibi yer alan şanlı zaferlerin sırrı, milletimizin tek vücut olması, birlik, beraberlik halinde bölünmez bir bütün oluşturması ve «Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!» rûhunun yaşanmasında yatNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Çanakkale'de maddî gücümüz, düşmanın gücüne nispetle çok daha zayıftı. Askerimizin bir çoğunun, ayağında postalı dahi yoktu. Ancak Mehmetçiğin manevi gücü büyüktü. İngiliz Ordu komutanının:"Bizi Türklerin maddî gücü değil, mânevî gücü mağlup etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı” şeklindeki itirafı, bu gerçeği ifade etmektedir. Tarih; din ve vatan uğrundaki fedâkârlığın muhteşem bir örneğine de Çanakkale’de şahit olmuştur. Aziz Müminler! Can ve malın Allah yolunda, insanı insan yapan, toprağı vatan kılan, toplumu millet yapan değerler uğruna fedâ edilebilmesi, kulun Rabb'ine karşı muhabbetinin en güzel ifadesidir. Bunun içindir ki Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp şehit olmayı, diriltilip yine şehit olmayı, tekrar diriltilip şehit olmayı isterim”[1] Çanakkale'de yaşananlar, her yönüyle müstesnâ bir vatan sevgisinin ve milli de4 maktadır. Değerli Mü’minler! Milletimizin bekâsı, işte bu ruhla yetişmiş nesillere sahip olmakla mümkündür. Bunun için çocuklarımıza Çanakkale destânını ve ardındaki ruhu anlatmalı aziz vatanımızın ve yüce değerlerimizin kıymetini öğretmeliyiz. Bu vesileyle aziz şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. KAYNAK: 1-Buhârî, Cihâd, 199 2-Âli İmrân, 3/169 3-Buhârî, Cihâd, 21 Firhist’e Geri Dön 14 2005 HUTBELERİ 1 25 - Mart BÜYÜKLERE VE YAŞLILARA SAYGI Aziz Mü’minler! Allah'ın bizlere bahşettiği hayat nimeti, doğumla ölüm arasında gerçekleşen bir yolculuktan ibarettir. Bu yolculuk, çocukluk, gençlik, yetişkinlik gibi dönemlerden geçiyor ve nihayet yaşlılık ve ihtiyarlık dönemine ulaşıyor. Hayatın değişmez kanunu gereği, her dönemin insanı, zamanla yerini bir sonraki dönemin insanına bırakıyor. Yaşlılık dönemine gelen insan üst düzeyde bir hayat tecrübesine ulaşmış olmakta ise de fiziksel olarak zayıflamaktadır. Kur'an-ı Kerim'de, "Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz, gücünü azaltırız. Hâlâ düşünmeyecekler mi? "[1] buyurulmaktadır. Bu dönemde insanlar ruhen daha hassas olmakta; ilgi ve desteğe daha çok ihtiyaç duymaktadırlar. 3 öğretmiş,"Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Yaratılanlara merhamet ediniz ki, Allah da size merhamet etsin"[2] buyurmuştur. Hayatlarını bizler için, toplum için çalışıp çabalayarak, üreterek geçiren, tecrübelerini bizlere aktaran yaşlılarımız ve büyüklerimiz, her türlü sevgi ve saygıya layıktırlar. Muhterem Müslümanlar! Düşenin elinden tutmak, çaresizlere destek olmak, kimsesiz, bakıma ve ilgiye muhtaç olanlara ilgi göstermek, onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak insani ve dini görevlerimiz arasındadır. Toplumun her kesiminde maddi ya da manevi olarak başkalarının sevgi, ilgi ve dostluğuna muhtaç pek çok insan bulunmaktadır. Güler yüzle hatırlarını sormak, gerektiğinde oturmaları için yer vermek, yahut basit de olsa bir ihtiyaçlarını gidermek, yaşlılar için çok büyük anlamlar ifade edecektir. Unutmayalım ki bugünün yaşlıları dünün gençleri olduğu gibi bugünün gençleri de yarının ihtiyarları olacaklardır. Söz konusu olan yaşlı kimseNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Bu bakımdan yaşlılar ve büyükler yalnızlığa terk edilmemeli, sık sık ziyaret edilip gönülleri alınmalı, onlara gereken saygı ve sevgi gösterilmelidir. Bu hem dînî hem de milli bir görevdir. Muhterem Müslümanlar! Sevgi, saygı ve merhamet, Yüce Rabbimizin bize bahşettiği ulvi duygulardandır. İnsan ancak bu ulvi duygular sayesinde mutlu olabilir. Bu duyguların olmadığı yerde hüzün ve keder vardır. İşte bu sebeple dinimiz, insana saygı ve sevgiyi, temel ahlaki görevlerimiz arasına koymuş büyüklere ve yaşlılara karşı sergileyeceğimiz davranışlar konusunda önemli tavsiye ve uyarılarda bulunmuştur. Bu sebeple anne ve babalarımız başta olmak üzere; yaşı bizden ileride olan, bütün büyüklerimize karşı saygı göstermemiz gerekir. Yaşlılarla ve büyüklerimizle olan ilişkilerimizde sevgili peygamberimiz (s.a.v.) en güzel örneğimizdir. O bize, insanlara karşı daima merhametli, güler yüzlü, yardım sever olmayı yaşayarak 4 ler, kişinin anne ya da babası ise onlara karşı sergilenmesi gereken saygı, sevgi ve merhamet dolu tutum ve davranışlar kesin bir dini görev halini alır. Hutbemi Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) şu hadisleriyle bitirmek istiyorum: "Ana-babası ya da onlardan biri yanında yaşlanıp da cennete giremeyen kimseye yazıklar olsun"[3] , “Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine saygı göstermeyen bizden değildir.”[4] KAYNAK: [1] Yâ-Sîn, 36/68. [2] Tirmizi, Birr, 66. [3] Tirmizi, Birr,4627. [4] Tirmizî, Birr, 15; Ebu Dâvûd, Edeb, 66. Firhist’e Geri Dön 15 2005 HUTBELERİ 1 03 -Aralık İMAN VE HAYAT İmanla Hayat Bulmuş Değerli Kardeşlerim Yaratılışımızın gayesi, Yüce Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmektir. İman, hem dünya, hem de ahiret saadetini sağlayan en değerli manevî sermayemizdir. Sahip olduğumuz imanın en önemli özelliği ise, kalbin derinliklerine nüfuz etmesi ve vicdanların onunla huzur bulmasıdır. İman, bu özelliğiyle, şirkin ve putperestliğin kirlettiği kalplere yeniden hayat vermiş, sahabe örneğinde olduğu gibi, mensuplarını cehalet ve vahşetten kurtarmış, sevgi, saygı ve adaletin oluşturduğu medeniyetin zirvesine yükseltmiştir. İmanın kutsal iklimi, renkleri, dilleri ve düşünceleri farklı olan insanları ortak bir duyguda birleştirerek onları kar3 rahatsız edecek işleri yapmaktan sakınır. Şurası bir gerçektir ki, Allah’a inanan kişi huzur dolu bir gönüle sahip onurlu bir insandır. İmanı onu hayatın olumsuzluklarından ve doğru yoldan sapmaktan korur. Onu, insanların hizmetine kendini adayan ve bu uğurda her türlü fedakârlığı göze alan; kanaatkâr, cesur, faziletli, hiçbir kötülüğe bulaşmayan, başkalarının haklarına asla el uzatmayan, ağırbaşlı ve olgun bir insan haline getirir. Şayet imanımız bize bu özellikleri kazandırmıyorsa kuru bir iddiadan ibaret kalır. Gerçekte ise iman, sadece bir iddiadan ibaret değil, kalbe iyice yerleşmiş bir inançtır. Bu bakımdan amelimiz imanımıza uygun olmalıdır. Değerli Kardeşlerim, Allah ve Rasülünün çağırdığı iman, bizi kötülüklerden alıkoyup bütün güzellikleri yaşatan bir hayat iksiridir. Bu husus Kur’an-ı Kerimde şöyle vurgulanmaktadır: “Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, o çağrıya uyun ve bilin ki, Allah kişi ile Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön deş yapmış ve bu husus Kur’anda “Mü’minler ancak kardeştirler”[1] anlamındaki ayetiyle ilan edilmiştir. Mü’minler bu duygu ve imanla birbirlerini severek bütün çağlara örnek bir iman kardeşliği sergilemişler ve “İhtiyaç sahibi olsalar bile kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir.” Bu manzarayı Allah Rasülü şöyle tasvir etmektedir. "Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple rahatsızlanır."[2] Muhterem Mü’minler, Kalbin derinliklerine nüfuz etmiş bir iman, mü’minin hayatına canlılık ve güzellik katar. Bu nedenle, inanan kişi, ortaya koyduğu her davranışında inancını yansıtır. Gizli, açık her yerde Yaratıcının denetimini hisseder. Sözünde durur ve emanete ihanet etmez. Doğru yoldan ayrılmaz. Mü’min kardeşlerinin yararına olan işlerde onların karşısına dikilmez. Daha sonra vicdanını 4 kalbi arasına girer. Sizler, muhakkak O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [3] Hutbemi, kalbe yerleşmiş imanın hayata yansımalarını en güzel şekilde ifade eden bir ayet mealiyle bitiriyorum: “Mü’minler ancak, o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten Mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.”[4] KAYNAK: [1] Hucurat, 49/10 [2] Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586). [3] Enfal 8/24 [4] Enfal:8/2-4 Firhist’e Geri Dön 16 2005 HUTBELERİ 1 08 - Nisan SAĞLIKLI BİREY SAĞLIKLI TOPLUM Değerli Mü'minler! Yüce dinimiz İslâm, insanları Allah’a kulluğa çağırırken; hüküm ve prensipleriyle de dini, aklı, canı, nesli ve malı korumayı amaçlayan evrensel değerler ortaya koymuştur. Kuşkusuz, bu değer ve prensipler, kişi ve toplum sağlığını da ilgilendirmektedir. Kişi ve toplum sağlığını korumanın en önemli şartı ise, temizliktir. Bunun içindir ki, İslam’da temizliğe büyük önem verilmiş, maddî ve manevî kirlerden temizlenip, arınanları yüce Allah’ın sevdiği bildirilmiştir.[1] Elbise, beden, ruh ve çevre temizliği emredilmiş, hatta maddî ve manevî temizlik, namaz ve benzeri ibadetlerin temel şartlarından sayılmıştır.[2] Yine bu amaçla temiz 3 üzere bütün ibadetlerle yerine getirilen emirlerin kişi ve toplum sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğu da bilinen bir gerçektir. Nitekim âyet-i kerimelerde “Kur’an’ın mü’minler için şifa ve rahmet”[6] olduğunun ifade edilmesi, ruh ve toplum sağlığını korumaya yönelik yüce kitabımızın ortaya koyduğu bu hayat prensipleri sebebiyledir. Ayrıca sevgili Peygamberimizin değişik hadislerinde hastalıklar oluşmadan önce sağlığı koruma ve geliştirmeyi hedefleyen ve günümüzde “koruyucu hekimlik” olarak ifade edilen en güzel örnekleri görmekteyiz. Aziz Müminler! Sağlığı olumsuz yönde etkileyecek davranışlardan sakınmak ne denli önemli ise, hastalanınca da tedavi olmak en az o kadar önemlidir. Bu bakımdan Sevgili Peygamberimiz: “Allah (cc) verdiği derdin şifasını da verir.” [7] “Röyleyse tedavi olun.” [8] buyurarak hasta olan kişilerin tedavi olmalarının dini bir görev olduğunu hatırlatmışlardır. O halde geliniz, güzel dinimizin ilke Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ve faydalı gıdalar helâl, sağlığa zararlı olanlar ise haram kılınmıştır. Aynı şekilde bireysel ve toplumsal hayatımızı ciddi biçimde tehdit eden alkollü içeceklerin ve uyuşturucu maddelerin kullanılması haram kılınmış, bu ve benzeri zararlı şeylerden kaçınılması istenmiştir.[3] Muhterem Kardeşlerim! Her alanda olduğu gibi beslenme alanında da israf yasaklanmış,[4] böylelikle ölçüsüzce yeme ve içmeden kaynaklanan maddî ve manevî bir çok hastalığın önlenmesi de amaçlanmıştır. Nesli, aileyi ve toplumu olumsuz yönde etkileyen fuhuş, zina ve cinsel sapkınlıklar haram kılınmış;[5] bunun karşılığında meşrû ve nikâhlı aile hayatı teşvik edilmiştir. Bütün bunlara ilâveten, ruh sağlığını ciddi biçimde tehdit eden ve toplumsal barışa zarar veren şirk, yalan, iftira, gıybet, alay, dedikodu, haset, fitne, kibir, ikiyüzlülük, riyakarlık vb. olumsuz tavır ve davranışlar da haram kılınmıştır. Diğer yandan Allah’a karşı kulluk görevinin bir gereği olarak eda edilen, başta namaz, oruç, zekât ve hac olmak 4 ve prensiplerini Allah’a kulluk bilinciyle hayatımıza tatbik edelim. Sağlıklı toplumun sağlıklı bireylerden oluştuğunu asla göz ardı etmeyelim. Sağlıklı birey ve toplum için sağlık kurallarına ve bu konudaki uyarı ve önerilere kulak verelim. Unutmayalım ki, insanlara hayat verecek, onları maddeten ve manen sağlıklı ve diri tutacak, gönüllerini manevi ölümden kurtaracak iksir, Allah ve Resûlünün emir ve yasaklarına bağlılıktır. Sözlerimi, bu hakikati en güzel şekilde vurgulayan, hutbemin başında okuduğum âyetin meâliyle bitiriyorum: “Ey iman edenler! Allah ve Resûlü, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, o çağrıya uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, onun huzurunda toplanacaksınız.”[9] KAYNAK: [1] Bakara 2/22; Tevbe 9/108 [2] Müddessir 74/1-5; Mâide 5/6 [3] Mâide 5/90 [4] A’raf, 7/31 [5] İsrâ17/32 [6] İsrâ 17/82; Yûnus 10/57 [7] Tecrid-i Sarih, XII, 75, Hadis no:1920 [8] Ebu Davud, Tıp,11 [9] Enfâl, 8/24 Firhist’e Geri Dön 17 2005 HUTBELERİ 1 15 - Nisan KUTLU ELÇİNİN AİLE HAYATI Değerli Müminler! Yüce Allah, insanı diğer varlıklardan üstün kılmış, farklı cinslerin bir araya gelerek, sevgi ve saygı temeline dayalı huzurlu aileler kurmalarını istemiştir. Zira aile, toplumun temeli ve çekirdeğidir. Aile, belirli bağlarla birbirine bağlı olan, karşılıklı hak ve ödevlere sahip bireylerin oluşturduğu bir kurumdur. Eşler için huzur, paylaşım ve iffet mekanı; çocuklar için terbiye, sevgi ve şefkat ocağı olan ailenin son derece önemli olduğu inkar edilemeyecek bir gerçektir. Bu nedenledir ki ilk insan ve ilk peygamber hayata eşiyle ve ailesiyle başlamıştır. Aile hayatında dertler, kederler, problemler bir bütünün parçaları olan aile bireyleri arasında paylaşım ve fedakarlıkla hafiflerken, 3 Hatice’ler, bilgi ve hikmet kaynağı olan Hz. Aişe’ler, sevgi, saygı ve merhametin evlada dönüştüğü Hz. Fatıma’lar edep timsali Hz.Hasanlar, Hz.Hüseyinler yetişmiştir. Hasılı bütün bu güzellikler Kutlu elçinin yuvasında insanlık için birer sembol haline gelmiştir. Değerli Kardeşlerim! Çağımızda toplumlar büyük ailevî problemlerle karşı karşıyadır. Boşanan çiftlerin, yıkılan ailelerin, şefkat, saygı ve sevgi ortamından mahrum eş ve yavruların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Öyle ki, “anneciğim, babacığım, evladım” gibi sevgi ve şefkat yüklü sözcüklere hasret kalan insanlar hiç de az değildir. Bu problemlerin aşılmasında Allah’ın en güzel örnek olarak takdim ettiği kutlu elçinin aile yapısını süsleyen değerlerin hayata geçirilmesi kaçınılmazdır. O yüce Resul bir eş olarak; “Mü’minlerin imanca en mükemmeli, ahlaken en güzel olanlarıdır ve hayırlı olanlarınız da ailesine karşı hayırlı olanlardır.”[1], “Bir kimse hanımına kin duymasın; zira onda hoşlanmadığı huyları varsa buna karşı- Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön sevinçler bayrama dönüşür. Anne-babanın şefkat kucağında yetiştireceği merhamet, doğruluk, dürüstlük gibi milli ve manevi değerlere saygılı yavrularla toplumun geleceği teminat altına alınır. Saygıdeğer Müslümanlar! Yüce Kitabımız Kur’an’da hemen her konuda bizler için en güzel örnek olarak gösterilen Peygamberimiz Hz. Muhammed’in sadakat, fedakarlık, sevgi, hoşgörü ve mutluluk örnekleriyle dolu aile hayatı da ayrı bir önem arz etmektedir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber sadakat sahibi bir eş, sevgi ve şefkati eksilmeyen bir baba, emin ve fedakar bir dost idi. Onun aile yuvasını, huzur, paylaşım, adalet, fedakarlık ve saygı tabloları süslerdi. Allah Resulünün baba olduğu aile ocağında, coşkun ırmaklar gibi gönülden fışkıran muhabbet, şefkat, merhamet ve değer verme, yokluğu hissedilmeyen temel unsurlardı. Onun yuvası, eşiyle, çocuğuyla insanî erdemlerin yaşandığı bir yuvadır. Bu duygu ve temeller üzerine kurulan aileden, eş olarak sadakatin asla esirgenmediği Hz. 4 lık, memnun kalacağı huyları da vardır.”[2] diye ümmetine sesleniyordu. Hz. Peygamber; “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[3] diyordu. Kardeşlerim! Müminler olarak eşimize, çocuğumuza Hz. Peygamberin sadakatini, sevgisini, merhametini, fedakarlığını göstermenin gayreti içinde olalım. Ailemizde ahlak, edep, hoşgörü, haklara saygı temel prensipler olmalıdır. Bu prensipleri hayata geçirmek, hem inancımızın hem de sağlıklı ve erdemli bir toplum olmanın gereğidir. Hutbemi başlangıçta okuduğum âyetin mealiyle bitirmek istiyorum: “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.”[4] KAYNAK: [1] Tirmizî, Radâ’, 11; İbn Mâce, Nikâh, 50; Müsned, II, 472. [2] Müslim, Rada’, 63; Müsned, II, 329. [3] Tirmizî, Birr, 15. [4] Rum, 30/21 Firhist’e Geri Dön 18 2005 HUTBELERİ 1 22 - Nisan ÇOCUKLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM Değerli Müminler! Çocuklarımızın, muhtaç olduğu ahlaki faziletleri, sosyal kural ve davranışları, dini inanç ve değerleri öğrenmeleri ve yaşamaları; ruh ve beden bakımından sağlıklı, bilgili, sanat ve hüner sahibi olabilmeleri için bütün imkanların kullanılarak gayret sarf edilmesi başta ana-baba olmak üzere tüm toplumun görevidir. Ancak günümüzde, ya ailesi olmadığı, ya da ailesi yanlış tutum ve davranışlarda bulunduğu için, çocukların önemli bir kısmının, bu temel vasıflara sahip olamadığı görülmektedir. Bunun neticesinde de, zamanında gerekli değeri verip ilgilenmediğimiz çocuklarımız; bazen tinerci ve gaspçı, bezen hırsız bazen de içki ve uyuşturucu müptelası olarak karşımıza çık3 sak; seven, benimseyen ve ilgilenen bir tutum sergilemeliyiz. Sorunlara buyruklarla değil, konuşarak çözüm bulmalı, çocuklara söz hakkı tanımalıyız. Ailemizde; herkesin uyacağı kurallar koymalı; ancak çocuklarımızın bu kurallara dayakla, baskıyla, korkutmayla değil, gönüllü olarak, benimseyerek uymalarını sağlamalıyız Çocuklarımızla ilgili tutum ve davranışlarımız, ılımlı ve eğitici, sindirmeye değil, sorumluluk duygusu kazandırmaya, kişiliğini geliştirmeye yönelik olmalıdır. Böylelikle, ilk sosyal uyumlarını gerçekleştirirken kendilerine deneyim fırsatı tanınan, özgür ve ilgili bir aile ortamında, yeterince sevgi ve güven içinde büyüyen çocuklarımıza ileriki dönemlerde başarılı olmaları için gerekli ortamı hazırlamış oluruz. Kardeşlerim! Bağımsızlığı ve milli iradenin tecellisini ifade eden Milli Egemenlik Bayramı’nı coşku ile kutluyoruz. Milli Egemenlik Bayramı’nın, aynı zamanda çocuk bayramı olarak isimlendirilip onlara hediye edilmiş Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön makta ve ileriki yaşlarda toplumla çatışan, tutarsız ve çelişkili davranışlar sergileyen bireyler olmaktadırlar. Bizler belki de çoğu zaman, bu tür davranışlarla haberlere konu olan gençleri acımasızca eleştirmekte onlara kin duygusu ile bakmakta; bu davranışlarının sebeblerini düşünmemekteyiz. Halbuki bu tür insanların, hangi şartlarda yetiştiklerine baktığımızda ilgi ve sevgiden mahrum bir çocukluk dönemi yaşadıklarını; büyük bir kısmının da halk arasında, “kimsesiz çocuklar”, “sokak çocukları” şeklinde isimlendirilen kişilerden oluştuğunu görürüz. Değerli kardeşlerim! Çeşitli sebeplerle sokakları mesken tutan ve ilerleyen yaşlarında olumsuz davranışlar sergileyen çocukların bu davranışlarının bir çok sebebi vardır. Bunların başında aile içi huzursuzluk, anne babanın çocuklarla yeterince ve gerektiği gibi ilgilenmemesi, baskıcı tutumlar, kuralsızlık ya da yanlış kurallar sayılabilir. Çocuklarımızın başarılı, güvenilir ve yararlı birer insan olarak yetişmesini istiyor4 olması, son derece anlamlıdır. Milli egemenlik gibi, toplum hayatımız açısından fevkalade öneme sahip olan bir meselenin çocuklarla ilişkilendirilmesi, onlara vermemiz gereken değere ve bu konudaki sorumluluğumuza işaret etmektedir. Bu sebeple, hem kendi çocuklarımızın hem de kimsesiz çocukların maddi ve manevi açıdan iyi bir şekilde yetişmesini sağlamak için gerekli tedbirleri almak, toplumumuzun geleceği için önemlidir. Bu konuda son derece hassasiyet ve ilgi göstermek, hem dini hem de milli görevimizdir. Hutbemi bir ayet ve bir hadis meali ile bitiriyorum. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükafat vardır”[1]. Sevgili Peygamberimiz de buyuruyor ki : “Hiç bir baba, çocuğuna güzel terbiye ve edepten daha üstün bir hediye vermiş olamaz "[2] KAYNAK: [1] Enfâl, 8/28. [2] Tirmizi, Birr, 33. Firhist’e Geri Dön 19 2005 HUTBELERİ 1 29 - Nisan KUR'AN Aziz Mü'minler! Kur’an, alemlerin Rabbi Allah tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (a.s.) e indirilen son ilahi kitaptır. O, doğru yolu gösteren hidayet kaynağıdır. Kur’an, insan sözü değil, Allah kelamıdır. İndirildiği gibi korunmuş, bir harfi bile değişmemiş ve değişmeyecektir. Kur’ân insanlığı şirk ve küfür batağından alarak tevhit inancına yükseltmeyi hedeflemiştir. Değerli Kardeşlerim! Zulmün yerine adaleti, fitne ve fesadın yerine huzur ve sükunu gerçekleştirecek ilkeleri koyan Kur’ân’dır. Bitmez tükenmez düşmanlıkları ortadan kaldırıp; 3 Muhterem Müslümanlar! Allah’ın bir tek ilah olduğunu; O’nun şanına yaraşmayan sıfat ve nitelemelerden uzak bulunduğunu, babalık ve oğulluk gibi beşere ait sıfatların ise Allah’a isnat edilemeyeceğini, bu düşünce ve inancın Allah’a ortak koşmak olduğunu bize bildiren Kur’ân’dır. Nitekim bize şöyle seslenmektedir: ”Yahudiler, ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler. Hıristiyanlar ise, İsa Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkar etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onların hakkından gelsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!” [1] “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, tek olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”[2] Değerli Mü’minler! Peygamberlerin vahiy alan insanlar Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön genelde insanların, özelde ise müminlerin kardeşliğini bildiren Kur’ân’dır. Kadına insan muamelesi yapmayan hatta ona hayat hakkı tanımayan bir dünyada, ona layık olduğu değeri veren Kur’an olmuştur. Fakirin, yoksulun ve yetimin haklarını koruyup varlıklı insanlara bu konuda sorumluluk yükleyen Kur’ân’dır. Açık ve gizli bütün yaptıklarımızın hepsinin amel defterine kaydedildiğini, sevabımızla günahımızla kıyamet günü önümüze konacağını, hiçbir şeyin saklı ve gizli kalmayacağını, verilen nimetlerin bir gün hesabının sorulacağını bildiren Kurân’dır. Zulüm ve haksızlık yapanlara, İslam’a, Kur’ân’a ve İslam Peygamberine dil uzatan, insanlara ve diğer canlılara haksızlık edenlere Allah’ın azabının çetin olacağını haber veren yine Kurân’dır. Mü’minlere müjdeler verip, Cenneti anlatan, Ona teşvik eden ve Cennete giden yolları gösteren; Cehennemi tanıtıp, sakınalım diye Cehenneme götüren yolları ve davranışları da haber veren Kur’ân’dır. 4 olduklarını, ancak ilah olmadıklarını; ibadetin sadece Allah’a yapılacağını, peygamberliğin de Hz. Muhammed (a.s.) ile son bulduğunu, Ondan sonra peygamber gelmeyeceğini bize yine, Kur’an haber vermektedir. Kutsal kitabımız Kur’ân’dan ve Dinimiz İslam’dan Milletimizi ve özellikle gençlerimizi soğutmak isteyen sinsi çalışmalar olabilir. Ancak bizler bunlara karşı uyanık olmalı meal ve tefsirini okuyarak yüce Kitabımızı öğrenmeli ve onu yavrularımıza da öğretmeliyiz. Hutbemi tevhidi en güzel şekilde ifade eden İhlas süresinin mealiyle bitiriyorum: “De ki: “O Allah’tır, bir tektir.” “Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.)”. “Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir).” Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir”. [3] KAYNAK: [1] Tevbe: 30 [2] Tevbe: 31 [3] İhlas : 1-4 Firhist’e Geri Dön 20 2005 HUTBELERİ 1 06 - Mayıs VARLIĞIMIZIN SEBEBİ ANNE VE BABALARIMIZ Değerli Müminler! Dünya’da sevgi, saygı ve iyiliğe en fazla lâyık olan kişilerin başında anne ve babalar gelmektedir. Anneler, çocuklarını hamilelik dönemlerinde büyük zorluklarla taşımakta, çeşitli eziyet ve sıkıntılarla dünyaya getirmektedirler. Doğum sonrasında ise, uykularını bölerek onları emzirmekte, en güzel ninnilerle uyutup, sevgiyle büyütmektedirler. Hepimiz maddî ve manevî gelişimimizi annelerimizin sevgi, şefkat ve merhametine borçluyuz. Çünkü bir çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimi için anne sütü ne kadar önemli ise, annenin sevgi, şefkat ve merhameti de en az o kadar önemlidir. Kişinin anneye olan ihtiyacı hayat 3 ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi yaşlanırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim!, beni küçükken sevgi ve şefkatle koruyup büyüttükleri gibi sen de onlara merhamet et”[1]. Yetim olarak ana-baba özlemiyle büyümüş peygamberimiz (sav) de bir hadis-i şeriflerinde, Allah’ın en çok sevdiği amelin, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyilik etmek olduğunu bildirmişlerdir[2]. Aziz Müminler! Anne ve babalarımıza karşı görev ve sorumluluklarımız sadece dünya hayatıyla sınırlı olmayıp; onlar aramızdan ayrıldıktan sonra da devam etmektedir. Nitekim sahabeden Ebu Üseyd diyor ki, biz Rasûlullah’ın yanında otururken, bir adam çıkageldi ve; “Ey Allah’ın elçisi! Anne ve babamın vefatlarından sonra onlar için yapmam gereken herhangi bir iyilik var mı?” diye sordu. Rasûlullah (sav); “Evet, onlara dua etmen, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön boyu sürmektedir. Annelerimiz başlarımızın tâcı, dertlerimizin ilâcı, gönüllerimizin sultanıdırlar. Bakınız şair bu gerçeği ne güzel ifade ediyor: “Ana başa tâc imiş, Her derde ilâc imiş, Bir evlât pîr de olsa, Anaya muhtaç imiş”. “Ağlarsa anam ağlar, gayrisi yalan ağlar” özdeyişi de bunu desteklemektedir. Diğer yandan annelerimizle birlikte babalarımızın da üzerimizde şüphesiz çok büyük hak ve emekleri vardır. İyilik ve yardımlaşmanın, ağırbaşlılık ve sorumluluğun sembolü olan babalarımız; soğuk-sıcak, yazkış demeden, gece-gündüz çalışır, çabalar, helâlinden kazanır, maddeten ve manen büyüyüp gelişmemize ve hayata atılmamıza katkıda bulunurlar. Baba sevgisi ve desteği de çocuklar için önemli bir güç kaynağıdır. Muhterem Kardeşlerim! Yüce rabbimiz, kendisine kulluk emrinden hemen sonra, ana-babaya iyi davranmayı emretmiş, onları üzmek veya incitmek şöyle dursun; yüzlerine karşı “öf” bile demeyi yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu temel vazife şöyle hatırlatılıyor: “Rabbin, kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi, 4 onlar için Allah’tan af ve mağfiret dilemen, verdiği sözlerini yerine getirmen, akrabalarını ziyaret etmen ve dostlarına ikramda bulunmandır”[3] buyurdular. O halde iyi bir Müslüman, Allah’a kulluk görevinin yanı sıra, öncelikle anne ve babasına karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirir. Varlık sebebi olan ana-babasını her zaman hatırlar ve ihtiyaçlarını karşılar. Her fırsatta sevgi ve saygılarını sunar. Onları incitecek söz ve davranışlardan sakınır. Dünya ve ahiret mutluluğunun ana-babaya gösterilecek sevgi ve saygıya bağlı olduğunu aklından çıkarmaz. Sözlerimi hutbemin başında okuduğum âyet-i kerimenin meâliyle bitiriyorum: “İnsana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır”[4]. KAYNAK: [1] İsra 17/23-24 [2] Buhari, Edep 1 [3] İbn Mâce, Edep 2 [4] Lokman 31/14 Firhist’e Geri Dön 21 2005 HUTBELERİ 1 13 - Mayıs ENGELLİLERİ ANLAMAK VE ONLARA DESTEK OLMAK Aziz Müminler! Engelli olsun sağlıklı olsun her insan, Allah'ın en kıymetli ve en değerli varlığıdır. Yüce Allah, insanları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değil; îman, ibadet, güzel ahlâk ve yararlı işler yapma veya inkâr etme, Allah'a ortak koşma, ibadetleri terk etme ve günah işleme gibi iyi veya kötü davranışları açısından değerlendirir. "Allah katında en üstün olanınız, Allah’a karşı gelmekten en çok sakınanınızdır"[1] anlamındaki âyet ile "Allah, sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize bakar"[2] anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir. İnsanlar, imtihan dünyasında iyi-kötü, acı-tatlı olaylarla karşılaşabilirler; sevindikleri ve üzüldükleri, günler olabilir, bazen nimet3 veya engelli olabiliriz. Nice insanlar; sağlıklı iken bir trafik veya iş kazası ya da bir hastalık sonucu felçli, ortopedik engelli, işitme veya görme özürlü olmuşlardır. Dolayısıyla bu konuda daima bilinçli ve duyarlı olmalıyız.Fert, aile, sivil toplum örgütleri, kamu kurum ve kuruluşları olarak bu konu ile yakından ilgilenmeliyiz. Her kesim, üzerine düşeni yapmalıdır. Her şeyden önce insanlarımızın engelli olmamaları için gereken tedbirler alınmalıdır. Doğuştan veya sonradan engelli olan çocuklarımız mutlaka eğitilmeli, engellilere iş imkanı sağlanmalı ve onlar, sosyal hayata kazandırılmalı ve güvenceye kavuşturulmalıdır. Muhterem Kardeşlerim! Engelli insanlarımızın; yeteneklerini ortaya koymaları, toplumda yerlerini almaları ve haklarına sahip çıkmaları; sağlıklı insanlarımızın ise, engelli ve özürlü olanları anlamaya ve onları hayatın bir parçası olarak görmeye çalışmaları ve kendi imkânlarını onlara açmaları gerekir. Bir insanın engelli olması, onun bir takım haklardan mahrum bırakılmasını gerektirmez. Engelli veya sağlıklı herkesin, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön lerle bazen de musibetlerle imtihan edilirler. Karşılaşılan sıkıntılar; bazen insanların kendi ihmal veya kusurlarından kaynaklanır, bazen hiç kusur ve ihmalleri olmaz ama sıkıntılarına sorumsuz, saygısız ve kural tanımaz insanlar sebep olabilir. Hangi gerekçe ile olursa olsun müminlerin, sıkıntılar karşısında sabretmeleri gerekir. Ancak sabırlı olmak; sıkıntılar karşısında maddî ve manevî tedbirleri almaya mani değildir. Değerli Müminler! Ülkemizde, zihinsel, ruhsal ve bedensel engelli 8.5 milyon civarında vatandaşımız vardır. Fert ve toplum olarak bu kardeşlerimize karşı duyarlı olmak, gereken ilgiyi göstermek ve her konuda yardımcı olmak görevimizdir. Biz bu insanlara destek olur, yardım eder ve sıkıntılarını giderirsek Allah da bize yardım eder ve sıkıntılarımızı giderir: Peygamberimiz (a.s) "Kim mü’min kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamette bir sıkıntısını giderir” buyurmuştur.[3] Kaldı ki bizler de bir gün hasta 4 insan olmanın onur ve nimetini paylaşması gerekir. Engelli kimselere güçleri ve imkânları nispetinde sorumluluk yüklemek, insan haklarına saygının, hakkaniyet ve adaletin gereğidir. Yüce Dinimiz İslâm’ın en önemli evrensel değerleri arasında, engellilere sahip çıkılması da yer alır. Peygamberimiz (a.s.); zayıf, güçsüz, hasta, engelli, muhtaç ve âcizlere sahip çıkmış, yakın ilgi ve şefkat göstermiş, onların sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışmıştır. Engelli kimselere yol göstermenin, onlarla ilgilenmenin[4] ve yardımcı olmanın Allah katında sadaka olduğunu bildirmiş,[5] onları toplumun ayrılmaz birer parçası olarak görmüştür. “Bakıma muhtaç sahipsiz kimselerin sorumluluğu bize aittir”[6] sözüyle engellilere toplum ve devlet bazında sahip çıkılmasını istemiştir. Bizler de bu bilinç ve duyarlılık içinde olmalıyız. KAYNAK: [1] Hucûrât, 49/12. [2] Müslim, Birr, 32 [3] Buhârî, Mezalim, 3 [4] Ahmed, V, 154, 168, 169. [5] Ahmed, II, 350. [6] Buhârî, Ferâiz, 25. Firhist’e Geri Dön 22 2005 HUTBELERİ 1 20 - Mayıs GENÇLİK Muhterem müminler! Gençlik, hemen her yönden gelişme ve olgunlaşmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu dönem tatlı hayallerin, tutkuların ve ideallerin yeşerdiği; sıkı arkadaşlıkların kurulduğu, kendini kanıtlama çabalarının yoğun olduğu; zaman zaman da uyumsuzlukların yaşandığı bir dönemdir. Bu devrede olumlu olumsuz pek çok duygu yoğun bir şekilde yaşanır. Kıymetli kardeşlerim! Gençler genelde her türlü etki ve yönlendirmeye açıktırlar. Çünkü, insanlar bu dönemde genellikle iyi niyetli olup; ön yargıdan uzaktırlar. Ruhsal ve bedensel kabiliyetleri de çok zinde ve aktiftir. İşte gençlerin bu gücünün olumlu yönde kullanılması gerekir. Bu konuda gençlere olduğu kadar, başta anne-baba ve eğitimciler olmak üzere, top3 mayı göze almalarına[3]; Hz. Musa’nın gençliğindeki iffetli ve namuslu yaşantısına[4], ahlaksızlığın çok yaygın olduğu bir ortamda Hz. Peygamber’in son derece temiz bir gençlik dönemi geçirmesine, Allah ve ahiret inancının insana kazandırdığı dayanıklılık ve kararlılık gücünün birer örneği olarak Kuran’ı Kerim’de işaret edilmektedir. Yine Mekke döneminde gençlerin çektikleri sıkıntılar ve İslam’ın tebliğinde yerine getirdikleri büyük görevler de bu inancın gençlerin hayatına yansımalarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber de, kıyamet gününde arşın gölgesinde barınacaklar arasında, “Rabbi’ne ibadet ederek yetişen gençleri”[5] de sayarak, gençken dini yaşamanın önemine işaret etmiş; başka bir hadisinde de, “İnsanoğlu, Kıyâmet gününde; gençliğini nerede ve nasıl harcadığından....sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz”[6] buyurarak, gençlik enerjisinin Allah’a kulluk ve insanlığa hizmet uğrunda değerlendirilmesi gerektiği mesajını vermiştir. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön luma da büyük görevler düşmektedir. Günümüzde bazı gençlerimizin enerjilerini olumlu yönde kullanmadıklarını üzüntüyle müşahede etmekteyiz. Başta kötü alışkanlıklar olmak üzere bir çok olumsuz tutum ve davranışlar bir kısım gençler arasında yaygınlaşmış, hattâ sıradan eylemler halini almıştır. Değerli genç kardeşlerim! Gençlik çağının başı olan ergenlik, dini açıdan sorumluluğumuzun başladığı dönemdir. Onun için, varlık sebebimizi, niçin yaratıldığımızı, nereye gideceğimizi, kısacası hayatımızı sorgulamalıyız. Karşılaşabileceğimiz olumsuzluklarla baş edebilme imkanını ve her şeye rağmen hayatta kalabilme gücünü bize yalnızca Allah ve ahiret inancı verebilir. Bu inancın gereklerini gençlik döneminde yerine getirebilmenin ayrı bir önemi vardır. Nitekim Hz. İbrahim’in puta tapan kavmiyle tek başına mücadelesine[1]; Hz. Yusuf’un nefsine “dur” diyebilmesine[2]; Ashab-ı kehf olarak bilinen gençlerin kendi inandıkları gibi yaşama uğruna ülkelerini terk edip bir mağarada kal4 Değerli Müminler! Gençlerimizin tutarlı, dürüst, iyi niyetli, ailesine, milletine ve insanlığa faydalı kişiler olması için; onların maddi imkanlarını düşündüğümüz gibi; çocukluktan itibaren manevi açıdan da iyi yetişmesi için gerekli tedbirleri almalıyız. Gençlerimize, sahip olmalarını istediğimiz düşünce ve değerler sistemini, ancak çocukluk döneminden itibaren başta ailede olmak üzere tüm toplumda yaşamak ve yaşatmak suretiyle kazandırabiliriz. Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramını kutladığımız bu zaman diliminde, Atatürk'ün Cumhuriyeti koruma ve yüceltme görevini gençlerimize tevdi ettiğini de dikkate alarak, gençliğimize karşı sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Hutbemi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum: “Sonra o gün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.”[7] KAYNAK: [1] Enbiyâ, 21/51 vd. [2] Yusuf, 12/23 vd. [3] Kehf, 18/10 vd. [4] Kasas, 28/23-26 [5] Buhâri, Ezan 36; Müslim, Zekât 91; Tirmizî, Zühd 53. [6] Tirmizi, Kıyamet 1. [7] Tekasür 102/8. Firhist’e Geri Dön 23 2005 HUTBELERİ 1 27 - Mayıs FETİH RUHU Muhterem Mü’minler, Her milletin, kendisine ışık tutan şevk ve heyecan kaynağı değerleri vardır. Fertler, bu değerlerin etrafında kenetlendikleri zaman gerçek manada millet olma şuuruna ererler. Toplumu birbirine kaynaştıran bu değerlerden biri de milli birlik duygusudur. Şanlı tarihimiz, imanımızdan kaynaklanan, milli birlik ruhuyla kazanılmış eşsiz zaferlerle doludur. Bu zaferler, geçmişimizi süsleyen ve geleceğimizi aydınlatan çok önemli dönüm noktalarıdır. Tarih sahnesinde müstesna bir yere ve değere sahip olan İstanbul’un fethi de, bu dönüm noktalarından birisidir. 3 yönetimiyle, Bizans halkının yaşamakta olduğu zulme son vermiştir. Bu erdemli davranışıyla o büyük hükümdar, İstanbul’un fethini gönüllerin fethiyle taçlandırmıştır. İstanbul’u geri almak için harekete geçen kuvvetlere, öncelikle kilise önderleri ve şehrin yerli halkının karşı koymuş olması, bu fethin, Müslümanlara sadece Bizans topraklarını değil, Bizans insanının gönüllerini de açtığını net bir şekilde göstermiştir Değerli Kardeşlerim, Özünü İslam’ın yüce değerlerinden alan fetih ruhu, bugün artık daha çok, bilgi ve inançla çalışıp üreterek ülkemize ve insanlığa yararlı olmak şeklinde algılanmalıdır. Her ferdin sorumluluk bilinciyle vazifesini en güzel biçimde yapması bu anlayışın gereğidir. Gerçek ve kalıcı fethin, gönülleri fethetmek olduğu bilinciyle hareket ederek, gelecek nesillerimizi İslamî ve millî değerlerle donatıp bu ruh ve anlayışa sahip olmalarını sağlamalıyız. Bu vesileyle, vatan ve mukaddesat uğruna canlarını feda eden fetih erleri şehit Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Değerli Mü’minler, Temelleri Malazgirt’te atılmış olan bu zaferle, milletimiz sesini dünyaya daha gür bir şekilde duyurmuştur. İnsanlık tarihi, İstanbul’un fethiyle, bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasına sebep olan en önemli olaylardan birine şahit olmuştur. Peygamber efendimizin; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan ve O’nu fetheden asker ne güzel askerdir”[1] şeklindeki müjdesi ise, bu fethe, apayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır. İstanbul’u fethederek bu övgüyü hak eden büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı bir fermanla Bizans halkının hasret kaldığı can, mal, ırz ve namus güvenliğini teminat altına alarak, idaresi altındakilere, günümüze örnek olacak şekilde, sevgi, saygı ve hoşgörüye dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanımıştır. Hiçbir ayrım yapmadan herkese yardım elini uzatmış, yoksulları gözeterek sosyal adaleti yerleştirmiş ve örnek 4 ve gazilerimizle, ülkemiz için her türlü fedakarlığa katlanan ecdadımıza Allah’tan rahmet diliyor ve hutbemi Nasr suresinin mealiyle bitiriyorum: “Allah’ın yardımı ve fetih gelip, insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.” KAYNAK: [1] Ahmet b. Hanbel, Müsned IV, 325 Firhist’e Geri Dön 24 2005 HUTBELERİ 1 03 -Aralık EKMEĞİ İSRAF ETMEYELİM Muhterem Mü’minler! Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de “İnsan, yiyeceğine bir baksın”[1] buyuruyor. Hepimiz, kendimize ikram edilen nimetlerin kimden ve nasıl geldiğine bir bakalım. Günlük hayatımızda yararlandığımız nimetlerin en küçük görünen bir tanesine bile gücümüzün yetmeyeceğini görelim. Sonra, bütün bunları gönderen Yaratıcının yüceliğini ve cömertliğini düşünelim. Ve her nimet için O’na şükredelim. Sahip olduğumuz nimetin kıymetini bilerek onu saçıp savurmayalım. Değerli Mü’minler! Yüce Rabbimizin, hizmetimize verdiği nimetleri saymaya ne vaktimiz elverir, ne de gücümüz yeter. Gelin, bu ikramlardan sadece bir lokma ekmeği ele alalım. Oturacağımız ilk sofrada, bir lokma 3 mete lâyık bir sorumlulukla ve ona verilen emeğin kıymetini bilmekle mümkün olur. Şimdi şöyle soralım kendimize: -Biz bu nimetlerin sorumluluğunu idrak edebiliyor muyuz? -Bir lokma ekmeğin değerini biliyor muyuz? -Elimizde tuttuğumuz mucizenin farkında mıyız? Sorumsuzca tüketip israf ettiğimizde, başta onu yaratan yüce Allah olmak üzere, tohum halinden lokma oluncaya kadar geçen sürede emeği geçenlere karşı da saygısızlık yapmış olacağımızın farkında mıyız? Sevgili kardeşlerim! Araştırmalara göre ülkemizde, günde yaklaşık 120 milyon ekmek üretiliyor. Bu miktarın onda dokuzu tüketiliyor, geri kalan onda biri ise çöpe atılıyor. Bu demektir ki bu günün rakamlarıyla her gün yaklaşık 12 milyon ekmek çöpe atılarak israf edilmektedir. İsraf ise haramdır ve büyük günahtır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde; “Yiyin, için fakat israf etmeyin, çünkü Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ekmeği ağzımıza götürmeden önce ona dikkatle bakalım ve parmaklarımızın arasında adeta bir mucize tuttuğumuzu unutmayalım. Bir düşünelim; o bir lokma ekmeğin bize kadar gelmesi için, bir buğday tanesi toprağın içinde nasıl canlandı? Tohumdan çıkan narin filiz, toprağı nasıl yardı? Hayat veren yağmur yüklü bulutlar ve uzayın derinliklerinden gelen gün ışığı ona nasıl ulaştı? Bunlardan bir tanesi eksik olsaydı bütün insanlar bir araya gelerek o eksiği tamamlayabilirler miydi? Değerli Kardeşlerim! Bize ikram edilen her nimet gibi o bir lokma ekmeğin de, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir armağan olduğunu bilelim. Bunu bilip düşündüğümüz an, bir lokma ekmeğin asıl lezzetini keşfettiğimiz ve bütün ruhumuzda hissettiğimiz an olacaktır. Aziz Mü’minler! Allah’ın nimetlerine lâyık olmak çok büyük bir şeref ve tarif edilemez bir mutluluktur. Bu şeref ve mutluluk, ancak o ni4 Allah israf edenleri sevmez”[2] buyurulmaktadır. Aziz Kardeşlerim! Hiç birimiz, tek başına, milyonlarca ekmeği çöpten kurtarabilecek güce sahip değildir. Fakat bu israfın, bir çoğumuzun ihmali ile meydana geldiğini unutmayalım. Belki evimizde, belki iş yerinde yahut daha başka bir yerde, bu israfı bizler yapıyoruz. O halde çözümü de bizler bulmalıyız. Her birimiz, bir ekmeği, yahut tek bir lokmayı kurtardığımızda bu israfın önüne geçmiş olacağımızı unutmayalım. Hutbemi, Sevgili peygamberimizden, ekmeğe saygı örneği bir hatıra ile bitiriyorum: Hz. Âişe validemiz anlatıyor: Bir gün Allah’ın Rasulü odama gelmişti. Yere düşmüş bir ekmek parçası görünce onu aldı ve “Ey Aişe, nimetin kıymetini bil. Çünkü şu ekmek bir toplumdan nefret edip kaçtı mı bir daha ona dönmez.”[3] buyurdu. KAYNAK: [1]Abese, 80/24 [2]A’raf, 7/31 [3]İbn Mace, Et’ime 52, h.no:3353 Firhist’e Geri Dön 25 2005 HUTBELERİ 1 10-Haziran ÇEVRE SORUMLULUĞU Muhterem kardeşlerim! Yüce Allah, insanın da içinde bulunduğu âlemi canlı ve cansız varlıklarıyla birlikte bir düzen ve denge içinde yaratmıştır. Canlıların hayatlarını sürdürebilmesi için bu düzen ideal olup, onda herhangi bir eksiklik söz konusu değildir[1]. Değerli kardeşlerim! Çağımızın en önemli problemlerinden birisi, çevre kirliliğine bağlı olarak bu dengenin bozulmasıdır. Çevremizi gereği gibi korumadığımızdan doğal denge bozulmakta ve bundan diğer canlılarla birlikte insanın kendisi de zarar görmektedir. Bu durum hutbemin başında okuduğum 3 mızı koruyan, kökünden, yaprağından, kerestesinden, çiçeğinden, meyvesinden gölgesinden, kokusundan, güzelliğinden yararlanılan ilahi bir lütuftur. Onun içindir ki Peygamberimiz (s.a.v.), “Kıyâmet kopmak üzereyken elinde bir fidan bulunan kimse, imkan bulursa onu hemen diksin” [3] buyurmuştur. Muhterem müslümanlar! Çevremizi, özellikle ağaç ve yeşillikleri koruyup temiz tutmak için her türlü tedbiri alıp üzerimize düşeni yerine getirmek; hem insani hem de dini görevimizdir. Zira çevreyi tahrip etmek, sadece çevreye karşı işlenmiş bir kötülük değil, aynı zamanda kişinin kendisine ve aynı ortamı paylaşan diğer canlı ve cansız varlıklara karşı işlenmiş bir suçtur. “Yaş kesen baş keser” atasözümüz, yeşili tahrip etmenin insan canına kıyacak kadar kişinin vicdanını kararttığına işaret etmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadisinde, “Müslüman Müslümanın elinden, dilinden güvende olduğu kimsedir” [4] buyurmaktadır. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ayette, “İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır”.[2] şeklinde dile getirilmektedir. Hava, su ve denizlerin kirlenmesi; yeşilin ve ormanların giderek yok olması ve bunların sonucunda iklim değişikliklerinin meydana gelmesi bu ayette belirtilen durumu açıkça ortaya koymaktadır. Halbuki yararımıza sunulan her nimet aynı zamanda Allah’ın sorumluluğumuza verdiği bir emanettir. Şüphesiz çevre de bunlar arasındadır. Bu nimetleri Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmamız emanete riayetin bir gereğidir. Aksi takdirde emanete hıyanet etmiş oluruz. Muhterem müminler! Çevreye karşı sorumluluklarımız pek çoktur. Bunlar arasında ağacın ve yeşilin korunmasının ayrı bir önemi vardır. Zira ağaç ve yeşillikler dünya hayatının vazgeçilmez nimetlerinden biridir. Ağaç, kapımıza eşik, soframıza kaşık, bebeğimize beşiktir. Ciğerlerimize oksijen veren, erozyonu önleyerek sel sularıyla sürüklenen toprakları4 Çevreyi kirleten, doğal zenginlikleri sorumsuz ve ölçüsüzce kullanan kimseler, dolaylı olarak diğer insanlara zarar verdiği için hem bu hadiste belirtilen güven sıfatlarını zedelerler hem de kul ve kamu hakkına tecavüz etmiş sayılırlar. Bütün bunlardan en ince ayrıntısına kadar hesaba çekileceğimizi unutmayalım .[5] KAYNAK: [1]Bkz. Kamer, 54/49; Mülk, 67/3-4; Hicr, 15/19; Rum, 30/41. [2]Rum, 30/41. [3]Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 191, 184. [4]Tirmizî, İman 12; Nesâî, İman 8. [5]Bkz. Kehf, 18/19 Firhist’e Geri Dön 26 2005 HUTBELERİ 1 17-Haziran KOMŞULARIMIZ Değerli Kardeşlerim! İnsan, yaratılışı ve ihtiyaçları gereği, toplum halinde yaşamaya mecburdur. Zira o, imtihan alanı olarak nitelendirilen dünya hayatında, hemen her an sıkıntı ve problemlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Bu sorunlar, kişisel gayret, imkân ve yeteneklerle aşılamayabilir. İşte bu noktada, farklı imkân ve yetenekleri bir arada barındıran topluma olan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Ailemiz ve akrabalarımızdan sonra problemlerimizin çözümünde yardımına başvuracağımız en yakın dostlarımız komşularımızdır. Ahlakî erdemlere sahip, insanî değerlere saygılı, başkalarının haklarını, namus 3 timlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, idare ve himayeniz altında olanlara iyi davranınR” âyeti, Yüce Yaradan’a kullukla beraber başta ana-baba olmak üzere toplumun diğer kesimleriyle birlikte komşularımızla da iyi ilişkiler kurulmasını bir görev olarak vurgulamaktadır. Bu bakımdan komşuya iyilik etmek, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmak, ondan gelebilecek bazı sıkıntılara sabredebilmek, onları olgunlukla karşılamak dinimizin gereğidir. Sözleri ve örnek yaşantısıyla bizlere hayat veren, insanlık ve kulluk bilincimizi güçlendiren Sevgili Peygamberimizin, “Cebrail komşuya (iyilik konusunda) o kadar çok tavsiyede bulunuyordu ki, ben komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” , “Kim Allah’a ve Resûlüne iman ediyorsa, komşusuna iyilikte bulunsunR”. hadisleri, gönüllerimizde yer etmelidir. Rahmet Peygamberi (s.a.v) bir hadislerinde de üç kere; “Vallahi iman etmiş olmazR” buyurdu. “Kim Ey Allah elçisi? denildi. O da “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse (iman etmiş olmaz).” şeklinde cevap verdi. Değerli Müslümanlar! Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ve şerefini en az kendi hakları, namus ve şerefi kadar kutsal ve dokunulmaz kabul eden güvenilir, dürüst komşu, dünya hayatının önde gelen nimetlerindendir. İnsanın, sevincini paylaşabileceği, keder ve üzüntüsüne ortak görebileceği komşularının olması gerçekten büyük bir bahtiyarlıktır. Buna karşılık, geçimsiz, güven vermeyen, ahlakî erdemlerden yoksun bir komşu, hemen hiçbirimiz tarafından arzulanmaz. İlhamını Yüce Dinimizden alan ecdadımızın, “Ev alma, komşu al” sözü, sevgi ve saygı, güven ve dürüstlük, yardımlaşma ve dayanışma gibi faziletlerin unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde daha da bir anlam ifade etmektedir. İslâm’a Gönül Vermiş Saygıdeğer Müminler! Dinimiz İslâm, fert ve toplum olarak hayatımızın hemen her kesiti ile ilgili hayat ve fazilet yüklü ilke ve mesajlar içermektedir. Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan komşuluğun önemi üzerinde dinimiz, hassasiyetle durmuş ve komşuluk ilişkilerine dair hayatî prensipler getirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, ye4 Bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmamızın sonucu birbirimizle ilişkilerimizin zayıflayıp hatta kaybolma noktasına geldiği çağımızda kalabalıklar içinde yalnızlaşıyoruz. Babanın, evladından, evladın aile ocağından, komşunun komşudan kaçmaya çalıştığını üzüntüyle müşahede etmekteyiz. Halimizi soracak, bir nebze olsun dertlerimizi paylaşacak babaları, evlatları, komşu ve dostları her zaman ararız. Derya içinde susuzluk çekmek misali, kalabalıklar içinde yalnız kalmak ne kadar da acıdır. Birbirimizin derdini dert edinmediğimiz, huzur ve mutluluğumuzu umursamadığımız, günümüzde, mesajları ile paylaşımı imanımızla temellendiren, “Ben”i “Biz” yapan Dinimizin, rahmet kaynaklı şu çağrılarına kulak verelim: “Komşusu açken kendisi tok yatan gerçek mümin değildir” , “Kendi nefsiniz için arzuladığınızı mümin kardeşiniz için de arzulamadıkça olgun mümin olamazsınız” KAYNAK: [1]Nisa,36. [2]Buhârî, Edeb, 28;Müslim, Birr, 140-141. [3]Müslim, İmân, 77. [4]Buharî, Edeb, 29;Müslim, İmân, 73. [5]Hakim. Müstedrek, II, 15, Beyrut 1990. [6]Buharî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72 Firhist’e Geri Dön 27 2005 HUTBELERİ 1 24-Haziran VAKTİ DEĞERLENDİRME Allah’ın davetine uyarak bu mübarek vakitte camileri dolduran bahtiyar mü’minler! Yüce Allah, Mü’minun Suresinin üçüncü âyetinde, mü’min kullarının önemli bir özelliğini şöyle açıklıyor:“Onlar, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” Değerli Kardeşlerim! Günümüzde pek çok kimse vakit yokluğundan şikayet eder. Kime sorsanız, zamanı pek dardır; oradan oraya koşuşturmaktan, en gerekli işlere dahi fırsat bulamamaktadır. Bir akraba ziyareti, birkaç sayfa kitap okuma, hattâ ailesiyle üç beş dakika sohbet etme veya çocuklarıyla meşgul olma gibi en önemli işler bile, “vaktim yok” bahanesiyle ihmale uğrayıp gitmektedir. Doğru mu bu? Gerçekten vaktimiz 3 Muhterem Mü’minler! Kaybedilen birçok şey zamanla telafi edilebilir. Servetler yeniden kazanılabilir. Ayrılanlar birbirine tekrar kavuşabilir. Fakat giden zaman asla geri dönmez. Üstelik zaman, bizim yegane sermayemizdir. Dünya ve âhiret için ne kazanacaksak, hepsini, bize verilmiş olan sayılı ömür dakikalarını harcayarak kazanırız. Onun için, her şeyden değerli olan bu sermayemizi nereye harcadığımıza lütfen dikkat edelim. Niçin yaşadığımızı bilip, hayatımızda kendimiz için kısa ve uzun vadeli hedefler belirlersek; vaktimizi iyi değerlendirmek suretiyle çok büyük işler başarabiliriz. Günde on dakikamızı vererek her gün bir âyet ve bir hadis öğrenebiliriz. Bunun kazancını aylara ve yıllara vurduğumuz zaman, ortaya hiç de küçümsenmeyecek rakamlar çıkar. Meselâ her akşam ailemizle birlikte Allah’ın kitabından, Peygamberimizin hadislerinden beş on dakikalığına bile olsa bir şeyler okuyacak olsak; dünya ve ahiretimiz için çok büyük kazançlar elde ederiz. Yine bir yararlı bilgi öğrenme, bir sanat dalı ile uğ- Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön mi yok? Eğer en lüzumlu işler için vakit bulamıyorsak, zamanımızın geri kalan kısmını bunlardan daha önemli işler için mi harcıyoruz? Bunun cevabını hep birlikte düşünüp, bir günlük hayatımızı ayrıntılı bir şekilde baştan sona gözden geçirelim. Dünyamıza da âhiretimize de faydası olmayan şeylerin, günlük hayatımızda ne kadar yer işgal ettiğini göz önünde bulunduralım. Böylece her gün boşa akıp gittiğine şahit olduğumuz zamanımızı daha yararlı işlere ayırarak, neler kazanacağımızı ve hayatımızda nelerin değişeceğini hesaplayalım. Unutmayalım ki, günde iki saatimiz faydasız şeylerle hebâ olup gidiyorsa, bir senede yaklaşık 730 saatimiz gidiyor demektir. Bu da, neredeyse bir öğrencinin bütün bir sene boyunca okulda geçirdiği ders saatlerine denk bir süredir.. Peki zamanımız gerçekten her sene bir eğitim yılını göz kırpmadan hebâ edecek kadar çok mu? Hayatımızın dakikaları bu kadar ucuz mu? 4 raşma, bir gönül alma gayreti, bir yardıma koşma gibi daha nice işler ve güzellikler, işte bu kısacık vakitler vasıtasıyla hayatımıza girer ve onu zenginleştirirler. Değerli Mü’minler! Yüce Allah bize çok değerli bir ömür bahşetmiştir. Bu bakımdan hayatımızın kıymetini bilip, zamanımızı ona göre değerlendirelim. Ömür sermayemizi Allah’a kulluk bilinciyle insanlığa hizmet uğrunda harcayalım. Çocuklarımıza ve gençlerimize de bu bilinci aşılayalım.Yaz tatillerini en iyi şekilde değerlendirmeleri için sorumluluklarımızı yerine getirelim. Hutbemi sevgili Peygamberimizin konuyla ilgili olan bir hadis-i şerifiyle bitiriyorum: Efendimiz (s.a.v) buyuruyorlar ki; “Âhirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazanıp nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden” KAYNAK: [1]Tirmizi, Kıyâmet, 1(3531) Firhist’e Geri Dön 28 2005 HUTBELERİ 1 01-Temmuz EVLİLİK Muhterem kardeşlerim ! Evlilik, toplum hayatı ve insan fıtratının gerekli kıldığı ve dinimizin tavsiye ettiği bir ihtiyaçtır. Evlilikle, kadınla erkek arasında mümkün olan en geniş anlayış birliğini kapsayan; köklü, güçlü ve sürekli bir bağ kurulur. İnsan, evlenmeye ehil olduğu müddetçe hayat boyu, bu müesseseye ihtiyaç duyar. Eşlerin, ailenin, toplumun mutluluğunu ve neslin devamını sağlamak üzere kurulan evlilik müessesesi, Dinimizin önem verdiği konuların başında gelmektedir. Öyle ki Kur’an-ı Kerim’de evlilik ve aile kurumuyla ilgili dinî prensiplere ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir. Değerli müminler! 3 sizin içinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun(varlığının ve kudretinin) delillerindendir...”[2]; “Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz”[3] gibi ayetlerde Cenab-ı Allah tarafından açıkça bildirilmiştir. O halde evlenmeye ehil olan herkesin bu haktan yararlanmasından daha doğal ne olabilir?. Çeşitli nedenler, anlayış ve adetlere bağlı olarak belli yaş ve gurupta yer alan insanların evliliklerinin yadırganması hatta engellenmeye çalışılması temel insan haklarından birini önemsememek, yok saymaya çalışmak anlamına gelmez mi? Kıymetli kardeşlerim! Eşini kaybeden büyüklerimiz, çoğu zaman yanında sohbet edecek birini bulamamakta; büyümesi ve yetişmesi için gecesini gündüzüne kattığı evlat ve torunları tarafından yalnızlığa itilebilmekte, zaman zaman bir fazlalık ve yük olarak görülebilmektedir. Bu kişilerin, şartları uygunsa, istemeleri halinde evlenmelerine yardımcı Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Toplumumuzda genellikle, evlenecek gençler için aile büyükleri tarafından her türlü tedbirin alınıp imkanların sarf edildiği, düğünlerin en iyi şekilde icrâ edilmeye çalışıldığı bir gerçektir. Bunun yanında dul erkek ve kadınların evlenmesinin, çoğu zaman uygun bulunmadığını; bu durumda bulunan kişilerin evlenme girişimlerinin, başta miras kaygısı olmak üzere çeşitli nedenlerle engellenmeye çalışıldığını, toplum tarafından da ayıplanıp yadırgandığını müşahede etmekteyiz. Oysa Kura’n’da yer alan “içinizden bekar olanları...evlendirin”[1] ayeti eşi olmayan herkesi kapsamakta ve bu durumdaki kişilerin evlenmesine yardımcı olmanın başta aileler olmak üzere tüm toplumun görevi olduğunu ifade etmektedir. Gerçek şu ki, Yüce Allah kadın ve erkeği maddi ve manevi açıdan birbirine muhtaç olacak şekilde yaratmıştır. Zira, bazı durumlar ve ihtiyaçlar vardır ki, insan bunları sadece eşiyle paylaşabilir. Bu durum “Kendileri ile huzur bulasınız diye 4 olunması onlara yapılacak en büyük iyilik olacaktır. Kendimizin de bir gün böyle bir durumla karşılaşabileceğimizi unutmayalım. Aynı durum özellikle genç yaşında dul kalmış kadınlarımız için de söz konusudur. O halde, fertlerin, ailelerin ve toplumun huzur ve mutluluğu için, evlilik konusundaki bazı yanlış düşüncelerimizi değiştirmeli, yaratılana yaratanın isteği doğrultusunda muamele yapmalıyız. KAYNAK: [1] Nûr, 24/32. [2] Rûm, 30/21 [3] Bakara, 2/187 Firhist’e Geri Dön 29 2005 HUTBELERİ 1 08-Temmuz İFFET İNSANIN SÜSÜDÜR Değerli Müminler! İnsan, Yüce Allah’ın yarattığı varlıkların en mükemmelidir. “Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yarattık.”[1] âyeti, insanın yaratılışındaki bu mükemmelliğe dikkat çekmektedir. Gerçekten insan, sahip olduğu cevher, yetenek ve potansiyel ile diğer yaratılanlarda bulunmayan nice üstün değerlere sahiptir. İnsandaki bu üstün değerlerden birisi de şüphesiz iffettir. İffet; insanın dine ve edebe aykırı söz ve fiillerden uzak durması, tabii bir duygu olan cinsel arzu ve isteklerinin meşru ölçüler çerçevesinde karşılanmasıdır. Başka bir ifadeyle iffet; insanı kemale ulaştıran bir ziynet ve erdemdir. Aziz Kardeşlerim! Yüce Dinimiz İslâm, insana, hayatını 3 kınsınlar, ırzlarını, iffetlerini korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphesiz Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını, iffetlerini korusunlarR”[2] Bu âyetler aynı zamanda, namus ve iffetin sadece kadınlara özgü değil onun kadınerkek bütün insanlarda bulunması gereken ortak özelliklerden olduğunu göstermektedir. Üzülerek ifade edelim ki çağımızda bazı kimseler tarafından iffet, sadece kadınlarda bulunması gerekli bir değer olarak telakki edilmektedir. Oysa iffetli olmak, erkek için de dini ve ahlaki bir yükümlülük ve bir erdemdir. Değerli Kardeşlerim! Dinimizde iffetini koruyanlar övüldüğü gibi başkalarının iffetine zarar verecek söz ve davranışlar da yasaklanmıştır.[3] Kur’an-ı Kerim’de hiçbir delile dayanmadan başkalarının namusu hakkında olumsuz ifadeler kullananlar için, “İffetli, hiç bir şeyden habersiz, mümin Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için vazgeçilmez haklar tanımıştır. Din, can ve mal güvenliği, aklın ve namûsun korunması bu hakların en önemlilerindendir. Şüphesiz namus ve şerefin korunmasının en güzel yolu, iffetli olmaktan geçmektedir. Zira iffet, insanın süsü, ziyneti ve namus anlayışının göstergesidir. İffet ve namus duygusu, insanlarda doğuştan var olan ve onu diğer canlılardan ayıran en belirgin bir niteliktir. İffet duygusu, bir müminin kötülüklere, çirkinliklere, haramlara bulaşmasını önleyen bir kalkandır. İffetli müminin kapısı, Allah ve Resulüne dolayısıyla kendisine ve başkalarına karşı saygısızlık içeren her türlü çirkinliğe kapalıdır. İffetsiz insan ise, her türlü kötülüğü işlemeye elverişlidir. Değerli Müslümanlar! Dinimizde hemen her vesileyle kişilerin dürüst ve iffet sahibi olmaları istenmiş ve bu konuda kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın Nûr sûresinin 30 ve 31. âyetlerinde şöyle buyurulmuştur: “Mümin erkeklere söyle; gözlerini haramdan sa4 kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.”[4] buyurulmuştur. Hutbemi iffet ve haya timsali Sevgili Peygamberimizin Yüce Allah’a şu yakarışıyla bitiriyorum: “Yâ Rabbi! Senden hidâyet, takvâ ve iffet istiyorum.”[5] KAYNAK: [1] Tin.95/4 [2] Nur, 24/30-31 [3]Enbiya, 21/91; Müminûn, 23/5-7;Tahrim, 66/12; Meâric, 70/29-30 [4] Nûr, 24/23-24 [5] Müsned, I/389, 439 Firhist’e Geri Dön 30 2005 HUTBELERİ 1 15-Temmuz HAK KUTSALDIR Muhterem Mü’minler, İslam Dini can, mal, akıl, namus ve dini, öncelikle korunması gereken beş temel değer olarak kabul etmiş, bunlara yönelik tehdit ve saldırılara dünyevî ve uhrevî cezalar öngörmüştür. İnsanın beden ve ruh bütünlüğünün, onur ve haysiyetinin, din ve vicdan özgürlüğünün korunmasını ifade eden bu değerler günümüzde, bireyin temel hak ve hürriyetleri olarak kanunlarla güvence altına alınmıştır. Dinimiz on dört asır öncesinden haksız yere cana kıymayı[1], hırsızlık yapmayı[2], haksız kazancı[3], rüşvet[4] ve tefeciliği[5], stokçuluğu[6], zinayı[7], iftirayı[8], içkiyi[9], dinde zorlamayı[10] yasaklayarak bu temel insânî değerleri garanti altına almış ve toplumda karşılıklı hak ve 3 nahlarını üstlenmek zorunda kalmanın ne zor bir hesap olduğunun idrakindedir. Nitekim sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur : “Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak saldırmış ise, altın-gümüş bulunmayan günden önce onunla helalleşsin. Aksi takdirde, iyiliği varsa yaptığı zulüm oranında iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden o kimseye yükletilir.”[13] Değerli Kardeşlerim, Günümüzde, gitgide artan kapkaç ve hırsızlık olaylarını ve üç kuruş için insan canına kast etmenin ne kadar basit bir olay haline geldiğini gördükçe, karıncayı incitmeyen Müslüman duyarlılığının nerede kaldığını kendimize sormalıyız. Halkı Müslüman olan bu ülkenin çocuklarının nasıl bu hale geldiğini, bunda ana-babalar olarak bizim sorumluluğumuzun ne olduğunu sorgulamalıyız. “Müslümanı, elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği kimse”[14] olarak tanımlayan bir Peygamberin ümmeti olarak nerede hata yaptığımızı hep birlikte düşünmeliyiz. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön menfaatlerin korunduğu bir güven ortamı oluşturmayı amaçlamıştır. Değerli Mü’minler, Bugün, “insan hakları” kavramı altında ifade edilen hak ve hürriyetlerin İslam Kültüründeki karşılığı “kul hakkı” dır. Bu kavramın içine, en geniş anlamıyla, Cenabı Hakkın yarattığı canlı-cansız bütün varlıkların hukuku girmektedir. Dolayısıyla mü’min, hemcinslerine verdiği zararın yanı sıra, doğada yaptığı tahribatın, hayvanlara yaptığı kötü muamelenin hesabını vereceğinin bilincindedir. Nitekim hadis kaynaklarımız, bir hayvana yaptığı iyilikten dolayı Cenneti[11]; yine bir hayvana yaptığı eziyetten dolayı da Cehennemi hak eden[12] kimseleri bize haber vermektedir. Yeryüzünün kendisine emanet edildiğini bilen mü’min, boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı büyük mahkemeye kul hakkıyla çıkmanın ne ağır bir sorumluluk olduğunun farkındadır. Hak sahibi affetmedikçe Allah’ın affetmeyeceği bir suçu yüklenerek bu dünyadan ayrılmanın ve yaptığı haksızlığın karşılığı olarak hak sahibinin gü4 Aziz Mü’minler, Sevgili Peygamberimizin, “insanların en kötüsü, şerrinden çekinerek diğer insanların terk ettiği kimsedir”[15] şeklinde tanımladığı insan tipini ıslah etmek sadece kanunlara bırakılabilecek bir iş değildir. Bunun için Kur’an’ın rehberliğini, Hz.Muhammed’in dînî ve ahlakî örnekliğini esas alan bir aile terbiyesinin çocuklarımıza ve gençlerimize verilmesi zorunludur. Çünkü din, insanı insan yapan ahlâkî ilkeler bütünüdür. Bu dînî terbiyeyi alan genç, diğer insanların can, mal ve ırzının dokunulmaz olduğunu öğrenecek, yaptığı her davranışın Allah katında bir hesabı olduğunu bilecektir. Hutbemi, başta okuduğum ayeti kerimenin mealini vererek bitiriyorum. “Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kimde kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara asla zulmedici değildir.”[16] KAYNAK: [1] Maide / 32 [2] Maide / 38 [3] Nisa / 29 [4] Bakara / 188 [5] Âl-i İmran / 130 [6] Tevbe / 34 [7] İsra / 32 [8] Nur / 4 [9] Maide / 90 [10] Bakara / 256 [11] Riyâzu’s-Salihîn, I / 162 [12] Müslim, Birr, H.No. 133 [13] Riyazu’s-Salihîn, I / 258 [14] Riyazu’s-Salihîn, I / 259 [15] Tirmizî, Birr, 59 [16] Fussilet / 46 Firhist’e Geri Dön 31 2005 HUTBELERİ 1 22-Temmuz SALİH AMEL Muhterem Mü’minler, İnsanların dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen dinimiz, bu gayenin gerçekleşmesi için çalışmayı temel kural olarak getirmiştir. Gayret göstermeden başarı elde etmenin mümkün olmadığını ilan eden Kur’an-ı Kerim, temel ibadetlerin yanında, çalışmayı da ibadet kapsamında ele alarak yararlı işler yapmanın önemini vurgulamıştır. Böylece, insanın Yüce Allah’a kulluğu, tek bir şekil, belirli zaman ve mekanla sınırlandırılmamış, ibadetin, Yaratıcı ile insan arasında hiç kesilmeyen bir bağ ve hayatın her anını kuşatan davranışlar bütünü olduğu belirtilmiştir. Öyle ki, kişinin mü’min kardeşinin yüzüne tebessümle bakması bile salih bir amel olarak nitelendirilmiştir. 3 yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve söz verdiğinde sözünde duranlar ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.”[4] Değerli Kardeşlerim, İnsana gerçek değeri kazandıran ilim, fikir ve kültüre hizmet etmek de, tüm hayatı kuşatan ve renklendiren en kıymetli ibadetlerdendir. Hayatı salih amelin en güzel örnekleriyle dolu olan sevgili peygamberimiz, insan yetiştirmeyi, ilme ve insanlığa hizmet etmeyi, sevabı hiç kesilmeyen salih ameller olarak nitelendirmiştir. Allah rasulü, bize ışık tutan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "İnsan ölünce ardından amel defteri kapanır. Ancak üç şey müstesnadır ki onlar sebebiyle kişiye iyilik yazılmaya devam eder. Bunlar: sadaka-i cariye; isNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Değerli Mü’minler, İbadet kapsamında ele alınan salih amel, Yüce Yaratıcı’nın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan fert ve topluma yararlı her iştir. Kur’an-ı Kerim’de "Muhakkak ki iman edip salih amel işleyenler, yaratılanların en hayırlısıdırlar." [1] "Erkek veya kadın, kim mü’min olarak faydalı işler yaparsa, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve karşılığını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz. "[2] ayet-i kerimeleriyle faydalı işler yapan kişiler övülmüştür. "İman edip salih amel işleyenleri iyilerin arasına koyarız. "[3] ayetiyle de, faydalı işler yapanların iyilik ehli oldukları bildirilmiştir. Bakara Suresinin 177. ayetinde ise, gerçek iyilik ehline tavsiye edilen salih amellerin çerçevesi şöyle çizilmektedir: “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Gerçekte iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, 4 tifade edilen ilim ve kişinin ardından duacı olacak salih bir evlâttır."[5] Muhterem Kardeşlerim, Bir müslümanın, imanını salih amellerle ibadet anlayışı içerisinde bütünleştirerek bütün davranışlarını güzelleştirmesi gerekir. Hutbemi, iman ve salih amele vurgu yapan Asr suresinin mealiyle bitiriyorum: "Asr'a yemin olsun ki hiç şüphesiz insanlık hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel işleyenlerle, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna." KAYNAK: [1]el-Beyyine, 98/7 [2]en-Nahl, 16/97 [3]el-Ankebût, 29/9 [4]Bakara Suresi, 177 [5]Müslim, Vasiyet 14 Firhist’e Geri Dön 32 2005 HUTBELERİ 1 29-Temmuz DÜRÜSTLÜK BİR ERDEMDİR Aziz Müminler! Yüce dinimiz İslam'ın öngördüğü insan tipinin temel özelliği doğruluk, dürüstlük ve güvenilirliktir. Hud Süresinin 112. ayetinde; "Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür" buyrularak, Hz. Peygambere ve müminlere, her alanda dürüst olmaları emredilmiştir. Sevgili Peygamberimiz de bir çok hadislerinde müminlere dürüstlüğü emretmişlerdir. Sahabeden biri Peygamberimize gelerek; "Ey Allah'ın Rasulü! İslam hakkında bana öyle bir söz söyle ki, senden sonra artık hiç kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın" demesi üzerine, Ra3 larını kapsayan ve mutlaka riayet edilmesi gereken bir erdemdir.Bu itibarla; niyette ve düşüncede, özde ve sözde, işte ve davranışta dürüst olup, her türlü sahtekârlıktan sakınmak, dinin ve dindar olmanın bir gereğidir. Unutulmamalıdır ki, işçi-işveren; amirmemur; hizmet alan-hizmet veren; müşterisatıcı; eş, dost, arkadaş ve komşular birbirlerine güvenmezlerse, böyle bir toplumda huzur ve mutluluktan söz edilemez. Çünkü toplumsal hayatta huzur ve barış, iş hayatında verimlilik, insanların birbirlerine dürüst davranmalarına bağlıdır. Eksik ölçüp eksik tartan, kalitesiz ve kusurlu bir malı kaliteli ve kusursuz gibi piyasaya süren ve yalan söyleyenlerin bu tür davranışlarını, İslam'ın vazgeçilmez değerlerinden biri olan dürüstlükle bağdaştırmak mümkün değildir. Muhterem Müminler! Üzülerek ifade edelim ki, dürüst ve güvenilir insanların sayısı azaldıkça; can, mal, namus ve nesil emniyeti tehlikeye girmekte, servetler yağmalanmakta, çek ve senetler karşılıksız çıkmakta, sahte ürünler piyasaları doldurmakta, bir çok alanda ahlâkî Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön sulullah, "Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol”[1] şeklinde karşılık vermişlerdir. Dürüstlükle bağdaşmayan söz ve davranışlar ise dinimizde yasaklanmıştır. Nitekim peygamberimiz (a.s.) bir gün pazarı dolaşırken, tahıl satan birisinin yanına gelip, elini buğday yığınına daldırmış, altının ıslak olduğunu görünce; sebebini sormuş, satıcının; "Yağmur yağmıştı, ondan dolayı ıslandı" şeklinde cevap vermesi üzerine; "Niçin ıslak tarafı insanların görebilmesi için üste getirmedin?"diye sorduktan sonra; "Bizi aldatan bizden değildir"[2] buyurmuşlardır. Ayrıca "Kusurlu bir malı, ayıbını söylemeden satmak bir Müslüman'a helal olmaz”[3] hadisiyle de insanların, bu konudaki bilgisizliğinden yararlanıp, kalitesiz ya da kusurlu bir malı, kusurunu söylemeden satmanın Müslüman'a helal olmayacağını ifade etmişlerdir. Değerli Kardeşlerim! Dürüstlük, kişisel ilişkilerden toplumsal ilişkilere, ticari ve mesleki faaliyetlerden kamu görevlerine kadar hayatın bütün alan4 çöküş ve çürümeler başgöstermektedir. O halde geliniz, bu kötü gidişatı durdurmak ve dürüstlüğü davranışlarımıza yansıtabilmek için, toplum olarak üzerimize düşen görev ve sorumlulukları yerine getirelim. Olduğumuz gibi görünüp, göründüğümüz gibi olalım. Doğruluktan asla ayrılmayalım. Dürüstlük konusunda düşmanlarının bile takdirini kazanmış olan sevgili Peygamberimizi kendimize örnek ve rehber edinelim. Onun şu hadis-i şerif’ini aklımızdan hiç çıkarmayalım: "Kişinin kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz. Komşusu, kötülüğünden emin olmadıkça da kişi cennete giremez"[4] Hutbemi Fussilet Sûresinin 30. ayetinin meâliyle bitiriyorum: "Şüphesiz "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin!" KAYNAK: [1]Müslim, İman, 13. IV, 65 [2]Müslim, İman, 164; Ebû Dâvûd, Büyû, 50 [3]Müslim, İman, 43, 164; İbn Mâce, Ticârât: 45 [4]Ahmed b. Hanbel, Müsned, III / 198 Firhist’e Geri Dön 33 2005 HUTBELERİ 1 05-Ağustos REGAİP KANDİLİ Muhterem Müslümanlar! 11 Ağustos Perşembe gününü 12 Ağustos Cuma gününe bağlayan gece Regâib Kandilidir. Yüce Mevla, kullarına bol bol rahmet ve bağışta bulunduğundan bu geceye "Regâib" adı verilmiştir. Regaip gecesinin, içinde bulunduğu Recep ayı, rahmeti, bereketi ve mağfireti bol olan bir aydır. Hz. Peygamber: "Allah'ım! Recep ve Şaban aylarını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a kavuştur"[1] diye dua etmiştir. Muhterem Mü'minler! Hayat su gibi akıp gitmektedir. Dün, hatası ve sevabı ile geçmiştir. Geçen günleri geri getirmek mümkün değildir. Gelecek günleri yaşayacağımıza dair hiçbir garantimiz de yoktur. Bugünün değerlendirilmesi ise bizim elimizdedir. Mübarek gün 3 Yüce Allah'ı sevmek, O'na karşı kulluk görevini yapmamızı; Hz. Peygamberi sevmek O'nun sünnetini yaşamamızı gerektirir. Kur'an-ı Kerîm’in Allah kelamı olduğuna inanmak, onun emirlerini tutup yasaklarından sakınmamızı, Yüce Allah'ın verdiği nimetlere şükretmemizi; ahiret için hazırlık yapmamızı ön görür. Geçen yıl bizimle birlikte olan eş, dost, akraba ve arkadaşlarımızdan bu geceye ulaşamayanlar var. Bu kandilin bizim için de son kandil olabileceğini düşünmeli, görevlerimizi Yüce Allah'ın istediği şekilde yerine getirmeye gayret göstermeliyiz. Aziz Mü'minler! Mübarek gün ve geceler, geçmişi değerlendirmek, geleceğimize yön vermek için bulunmaz fırsatlardır. Yapılan duaların kabul edildiği, günahların bağışlandığı ve manen yeni bir sayfanın açıldığı bereketli zaman dilimleridir. Hepinizin kandilini tebrik ederim. KAYNAK: 1- Tirimizi C.4.S-55 2- İnşirâh, 94/7,8 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ve gecelerin manevi ikliminden yararlanarak içinde bulunduğumuz zamanın kıymetini bilip, üzerimize düşen kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışmalıyız. Bu mübarek gün ve geceler, kendimizi toparlamak, sorgulamak, davranışlarımıza çeki düzen vermek için bulunmaz fırsatlar sunmaktadır. Bir kere daha, bu mübarek gün ve gecelerde geçmişimizin muhasebesini yapıp geleceğe hazırlıklı olmanın tedbirlerini almalıyız. Ahiretin tarlası olan dünya hayatını çok iyi değerlendirmeli, fırsat elimizde iken Cenâb-ı Allah'a yönelip O'na karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Kaybedecek zamanımız yoktur. Hedefimize ulaşmak için zamanında gereken yükümlülüklerimizi yerine getirmeli ve Yüce Rabbimize yönelerek dua ve niyazda bulunmalıyız. Kur'an-ı Kerîm'de "Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar"[2] buyurulmuştur. Muhterem Müslümanlar! 4 Firhist’e Geri Dön 34 2005 HUTBELERİ 1 12-Ağustos KUŞAKLAR ARASI İLETİŞİM Muhterem Mü’minler, İnsan hayatı anne rahminde başlayıp, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi dönemlerden meydana gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de insan hayatının bu safhaları şöyle anlatılmaktadır. “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, gerçek kudret sahibidir” [1] 3 bilse, yaşlılar yapabilseydi!” deyişi, bu iki kuşağın bir bütünün parçaları gibi, birbirine ne kadar ihtiyacı olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Onun için gençlerin enerjisiyle yetişkinlerin bilgi ve tecrübesini karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörüyle birleştirme gayreti içerisinde olmalıyız. Zira sağlıklı bir iletişimin temelinde bu esasların bulunması gerektiğine Sevgili Peygamberimiz; “Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[2] hadisiyle işaret etmiştir. Dolayısıyla gençlerin zaman zaman sergileyecekleri farklı tutum, görüş ve değerlendirmeleri anlayışla karşılamak büyüklerimizin temel prensibi olmalıdır. Kuşaklar arasında bu tür farklılıkların olması normal görülmeli, bu farklılıkların çatışmaya dönüşmesini önleyecek tedbirler alınmalıdır.Bu sebeple, varsa gençlerin olumsuz davranışlarını kırıcı olmadan düzeltmeye çalışmak en sağlıklı yoldur. Onların bakış açılarının da göz önünde bulundurulması, sağlıklı bir iletişim kuraNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Muhterem Kardeşlerim, İnsan hayatı sürekli bir değişim ve gelişim içindedir. Çocukluktan yetişkinliğe geçiş olarak bilinen gençlik dönemi ise, hayatın en önemli safhasını oluşturur. Bu dönemde bir kimlik arayışı içinde olan genç, yenilik ve değişime yatkınlığı nedeniyle bazen çevresiyle uyum sorunu hatta çatışma yaşayabilmektedir. Çünkü gençler, henüz yetişkinlerin olgunluğuna sahip değildirler. Yetişkinler ise kendilerinin yaşamış olduklarını adeta unutmuşlardır. Aslında kuşakların birbirlerini eleştirmeleri sadece günümüze has bir durum değildir. Hemen her devirde yetişkinler gençleri, acelecilik ve tecrübesizlikle suçlarken, gençler de yetişkinleri yeniliklere açık olmamak veya pasiflikle nitelemektedirler. Değerli Müminler, Belli bir tecrübe ve bilgi birikimine sahip yetişkinlerimizle, geleceğimizin teminatı olan gençlerimiz arasında sağlıklı ve düzenli bir iletişim kurulması toplumun huzuru için son derece önemlidir. “Gençler 4 bilme konusunda oldukça önemlidir. Diğer taraftan gençlerin de yetişkinleri anlamaya çalışması, karşılıklı ilişkilerin sevgi ve saygı ölçüleri içinde yürütülmesi gereklidir. Değerli Kardeşlerim, Hutbemi, konuyla ilgili bir âyet mealiyle bitiriyorum: “Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca insan şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”[3] KAYNAK: 1- Rûm, 30/54 2- Tirmizî, Birr, 15. 3- Ahkâf, 47/15. Firhist’e Geri Dön 35 2005 HUTBELERİ 1 19-Ağustos ŞÜKÜR NİMETLERİ ARTIRIR Değerli Kardeşlerim! Rabbimiz, okumuş olduğum ayet-i kerimede bize şöyle bir çağrıda bulunuyor: “Beni anın ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.”[1] Muhterem Müminler! Alemlerin Rabbi, bizi şerefli ve mükemmel bir varlık olarak yarattı. Her birimizi, dilediği gibi şekillendirdi. Varlık aleminin sayısız nimetlerini önümüze serdi. Bizi, bütün bu nimetlerden yararlanabilecek duyu ve yeteneklerle donattı. Sonra da, hangimiz daha güzel işler yapacak diye bizi sınamak için dünyaya gönderdi. Bizler, bu dünyada birer misafir olarak bulunuyoruz. Gözümüzü çevirdiğimiz her yerde Allah’ın nimetlerini görüyoruz. Her lokmada O’nun ikramlarını tadıyor, her nefeste O’nun bize bağışladığı hayatı soluyoruz. 3 yan o şükran duygusu bizi nerelere götürecek! İşte o zaman Rabbimizin bize bağışladığı bunca nimet arasında şükretmenin ayrı bir yeri olduğunu göreceğiz. Onun içindir ki, Yüce Allah, Lokman Suresinin 12. ayetinde şöyle buyurur: “RKim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.”[3] Aziz Mü’minler! Şükür, nimet, lütuf ve ihsanlarından dolayı, Rabbimize minnet ve şükran duygularımızı ifade etmektir. Şüphesiz her nimetin, bir şükrü ve beraberinde getirdiği sorumluluklar vardır. Şunu iyi bilelim ki, şükretmek sadece dille “Ya Rabbi şükür” demek değildir. Şükür, her nimeti, Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirmektir. Aldığımız her nefesin, hayatımızın, gençliğimizin, zenginliğimizin, ilmimizin kendine has bir şükrü vardır. Sözgelimi, zekat ve sadaka vermek, kazandığımız helal servetin şükrüdür. Bildiğimiz hakikatleri öncelikle kendi hayatımızda tatbik etmek ve başka- Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Biliyoruz ki bütün bunlar bizim içindir. Bu gerçeği, Alemlerin Rabbi, Yüce Kitabımız Kur’an’da bize şöyle haber veriyor: “Görmedin mi: Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini Allah sizin hizmetinize verdi. Açık ve gizli nimetlerini üzerinize yağdırdı.”[2] Muhterem Kardeşlerim! Bir an için duralım ve son birkaç saatimizi düşünelim. Bu birkaç saat içinde üzerimize yağan nimetleri şöyle bir hatırlayalım. O nimetlerden her birinin nerelerden gelip bizi bulduğunu düşünelim. O nimet, toprağın derinliklerinden çıkan bir ağacın meyvesi ise, Allah onu çeşitli evrelerden geçirerek bizim için hazırlamıştır. Eğer o, bir damla su ise, Allah onu okyanuslardan bulutlara, bulutlardan yeryüzüne indirmiş, nihayet bardağımıza kadar bizim için getirmiştir. Eğer o bir ışık ise, Allah onu göklerin derinliklerindeki güneşten bize göndermiştir. Yüce Rabbimizin ikramını gördükten sonra, bir bakalım, bütün benliğimizi kapla4 larına da öğretmek, ilmin şükrüdür. Sahip olduğumuz gençlik enerjisini, hak, hakikat ve insanlığa hizmet uğrunda harcamak, gençliğin şükrüdür Q Değerli Kardeşlerim! Şükür, nimetlerin artmasına, isyan ve nankörlük ise, bu nimetlerin yok olmasına sebebiyet verir. Bu itibarla nimetlerin artışı veya yok oluşu bir anlamda bizim tutum ve davranışlarımıza bağlıdır. Nitekim Yüce Mevlamız Kuran-ı Kerim’de “RAndolsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” [4] buyurmak suretiyle bu hususu dile getirmektedir. Hutbemi Sevgili Peygamberimizin tavsiye ettiği bir dua ile bitirmek istiyorum: "Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!. ”[5] KAYNAK: 1- Bakara 2/152. 2- Lokman, 31/20 3- Lokman, 31/12 4- İbrahim, 14/7. 5- Ebû Dâvûd, Vitir 26. Firhist’e Geri Dön 36 2005 HUTBELERİ 1 26-Ağustos 30 AĞUSTOS’TA DESTANLAŞANLAR Muhterem Müslümanlar! Yakın tarihimizdeki Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin dünyada eşine az rastlanan büyük bir zaferidir. Bu asil mücadele, iman dolu göğüslerin kahramanca direnişidir. 83. yılını kutlamakla şeref duyduğumuz Zafer Bayramı’nın anlam ve önemini, bugünlerde daha iyi anlamaktayız. Bir çok zafer kazandığımız Ağustos ayının son haftasını “Zafer Haftası” olarak milletçe bir kez daha kutluyoruz. Muhterem Müslümanlar! İnsanlığın barış ve esenliğini temin etmek Yüce Dinimizin temel ilkelerindendir. 3 lunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp ağırlaştınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” buyurmaktadır. Aziz Mü’minler! Milletlerin varoluş mücadelesi olarak nitelendirdiğimiz savaşlarda, şehit ve gazi olmak bir mü’min için en büyük rütbedir. Bu ruh, milli metanet ve mukavemeti temsil eder. Şehit veya gazi olmayı manevi rütbe saymayan bir millet, düşmana karşı direncini kaybetmiş demektir. Uğrunda canların seve seve feda edilebileceği değerleri olmayan ve milli onuru bulunmayan toplumlar millet olamazlar. Şehit ve gazilerimiz, düşman dalgalarının çarparak parçalandığı yalçın kayalara benzerler. Vatanı düşman seline kaptırmayan yıkılmaz engel, aşılmaz settir onlar. Vatanın bütünlüğü, onların bükülmez bilekleri ve yenilmez yürekleri ile korunmuştur. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Zira, İslam kelimesinin bir anlamı da barıştır. İftiharla belirtmek isteriz ki, barışı adında bayraklaştırarak insanlığa kucak açan bir dinin mensuplarıyız. Dinimiz, savaşı ancak vatanın ve milletin mukadderatına yönelmiş tehlikelere karşı mukaddes bir vazife sayar. “Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salah” sözü bu gerçeğin ifadesidir. Müslüman Türk Milletinde vatan sevgisi, onun engin imanının bir yansımasıdır. Değerli Mü’minler! Şerefli bir hayat, gerektiğinde vatan, millet ve mukaddesat uğrunda ölebilmeyi de gerektirir. Dinimize göre vatan müdafaası ve kahramanlık ruhu, imandaki canlılık, sadakat ve samimiyetin bir sonucudur. Çünkü kutsal davalardaki sebat ve samimiyetin en içten olanı, can pazarı olan savaş meydanında belli olur. Cephede ateş hattında savaşarak mücadele edenlerle bundan uzak duranlar asla bir olamazlar. Nitekim, Dinimiz savaştan kaçmayı, büyük günah saymıştır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, “Ne oluyor size ki, Allah yo4 Bu vesileyle Cennet vatanımızı bizlere kanları ve canları pahasına miras bırakan bütün şehitlerimizi ve Cumhuriyetimizin banisi, ordularımızın Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz. Firhist’e Geri Dön 37 2005 HUTBELERİ 1 02 - Eylül KIYÂMET Muhterem cemaat! Kâinâtta bulunan her şey bir gün altüst olup bütün insanlar ve diğer canlılar ölecek, ardından ölen tüm insanlar yeniden dirilecektir. İşte bu duruma kıyâmet denmektedir. Kıyâmet, ahiret hayatının başlangıcıdır. Kıyâmetin peşinden gelecek olan, Hesap, Mizan, Cennet veya Cehennem ahiret hayatının devamını oluşturur. Bu nedenle âhiret inancı, Kıyâmet ve onun peşinden gerçekleşecek olayların hepsine birden inanmayı kapsar. Kıymetli müminler! Kur’an’ı Kerîm’de kıyâmetin kesin olarak gerçekleşeceği[1], bu konuda herhangi bir şüphenin söz konusu olmadığı[2], ansızın gelip çatacağı[3] ifade edilmektedir. Ancak, kıyâmetin zamanı konusunda Allah'tan başka hiç kimsenin bilgisinin olmadığı hatırlatılmaktadır[4]. Nitekim Kur’an’da 3 hoş olmadığı halde sarhoş gibi görüneceklerdir[10] Gözler dehşetten kamaşacak, ay tutulacak, güneş ve ay kararacak, insanlar sığınacak bir yer bulamayacaktır[11]. Kıyâmet'in Allah’ın diledikleri hariç göklerde ve yerdeki bütün canlıların öleceği bu ilk safhasının ardından Sûr'a ikinci defa üflenmesiyle ikinci safhası başlayacak ve tüm insanlar yeniden dirileceklerdir[12]. Bütün insanların tâbî oldukları kişilerle birlikte çağrılacağı[13] o günde, insanlar gözleri düşmüş bir halde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkıp davetçiye doğru koşacaklardır. Bu arada kâfirler "bu zor bir gün" diyerek korkularını dile getireceklerdir[14]. 0 gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacaktır. Çünkü o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi olacaktır. O gün dünyada Rabbinin rızasına göre yaşayanların yüzleri parlayacak, gülecek ve sevinçli olacaklardır. Kâfirlerin ve günaha dalanların yüzlerini ise toz toprak içinde kalmışçasına siyahlık bürüyecektir[15]. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön kıyametin zamanı konusunda Peygamberimiz’e yöneltilen sorularla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: "Sana, kıyâmet'in ne zaman kopacağını soruyorlar. Sen onu nereden bileceksin! Onun bilgisi varıp Allah’a dayanır”[5]. Yine Cebrail’in “kıyâmetin ne zaman kopacağı” şeklindeki sorusuna Peygamberimiz’in "Kendisine sorulan sorandan daha bilgili değildir”[6] şeklindeki cevabı da bu konuda Peygamberlerin dahi bilgi sahibi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. O halde günümüzde kıyâmetin ne zaman gerçekleşeceği ile ilgili yorum ve tahminlerin bir anlam taşımadığını söyleyebiliriz. Muhterem müslümanlar! Kıyâmet iki safhada gerçekleşecektir. Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle, Sûr'a ilk defa üflenince[7] şiddetli bir sarsıntı meydana gelecek, bunun etkisiyle gök yarılacak, yıldızlar saçılacak, denizler kaynayıp fışkırtılacak[8]; gök erimiş maden gibi ve dağlar atılmış yün gibi olacaktır[9]. Emzikli kadınlar emzirdiği çocuklardan vazgeçecek, hamile kadınlar karnındaki çocuğu düşürecek, insanlar sar4 Kıymetli müminler! İnsanların dünyadaki davranışlarına göre değerlendirilip, Cennet'e veya Cehennem'e gönderileceği kıyamet gününde, yüzlerimizin parlak ve sevinçli olması için yaşantımızı tekrar gözden geçirelim. Unutmayalım ki o gün dünyada işlendiğimiz hiçbir ayrıntı değerlendirme dışı tutulmayacaktır. Hutbemizi bu durumu ifade eden bir ayet meali ile bitirelim. “(O gün) (amellerin yazılı olduğu) kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez”[16]. KAYNAK: [1]Hicr, 15/85. [2]Hac, 22/7. [3] A'raf, 7/187. [4]Lokman, 31/34; A'raf, 7/187. [5]Nâziât, 79/42-44. [6]Buhârî, İmân, 37. [7] Zümer, 39/68. [8] İnfitâr, 82/14-. [9]Me’âric, 70/8-9. [10] Hac, 22/1-2. [11]Kıyame, 75/6-12. [12]Zümer, 39/68. [13]İsra, 17/71. [14]Kamer, 54/7-8. [15]Abese, 80/34-42. [16] Kehf, 18/49. Firhist’e Geri Dön 38 2005 HUTBELERİ 1 09 - Eylül ÇOCUKLARIMIZI EĞİTİMSİZ BIRAKMAYALIM Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah Kutsal Kitabımız Kur’an’da: “Sakın cahillerden olma!”1 “Cahillerden yüz çevir”2 buyuruyorQ Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde ve O’nun tefsiri mesabesindeki hadis-i şeriflerde cehalet yerilmiş; ilim tahsili, okuyup-yazma teşvik edilerek övülmüştür. Sevgili Peygamberimize ilk vahyolunan ayet de “Oku” emriyle başlamıştır. İslam; ilme, okumaya, öğrenmeye büyük önem vermiş; ilim öğrenmeyi kadınerkek her Müslüman’a farz kılmıştır. Bu ko3 lıdır. Bu uygulama, Sevgili Peygamberimizin ve O’nun tebliğ ettiği Yüce İslam Dini’nin, okuma ve yazmaya, dolayısıyla ilim öğrenmeye ne derece büyük önem atfettiğinin en güzel göstergesidir. Muhterem Cemaat! Yüce Allah’ın bizlere birer emaneti olan çocuklarımız arasında yozlaşma ve kendi milli değerlerine yabancılaşma daha fazla yaygınlaşmadan gerekli tedbirleri almalıyız. Unutulmamalıdır ki yeni yetişen nesiller, milletlerin geleceği ve en önemli güç kaynağıdır. Bu sebepledir ki her millet, kendi geleceğini garanti altına almak, milli ve manevi değerlerini yükseltip geliştirmek maksadıyla bilgili, görgülü, çalışkan ve üretken nesiller yetiştirmeye özen göstermektedir. Eğer yeni yetişen nesiller eğitimden mahrum bırakılırlarsa veya iyi eğitilmezlerse uyuşturucu, alkol, tembellik, kapkaççılık veya zararlı akımların ağına düşmeye müsait hale gelirler. Geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın bu kötülüklerden uzak kalNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön nuda karşılaşılabilecek bütün zorluk ve meşakkatlere rağmen ilim öğrenmeyi tavsiye ederek, ilim rütbesini en büyük rütbe olarak kabul etmiştir. Değerli Kardeşlerim! Müslümanlıkla cehalet birbiriyle bağdaşmaz. Cehaletin ve geriliğin İslam’da asla yeri yoktur. Çünkü cehalet, insanın şeref, haysiyet ve onurunu ayaklar altına düşüren en kötü sıfattır. Bu sebeple, İslam öncesi Arap toplumundan bahsedilirken o döneme cahiliyye dönemi denilmesi; müşriklerin lideri için de cehaletin babası anlamına gelen “Ebu Cehil” lakabının verilmesi çok anlamlıdır. Kur’an-ı Kerim’de: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”3 buyruluyor. Sevgili Peygamberimiz de: “İlim, mü’minin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alsın.”4 buyuruyor. Bu ve benzeri ayet ve hadisler ilmin mutlak değerine işaret etmişlerdir. Bedir’de esir alınan müşriklerin 10 Müslüman’a okuma-yazma öğretmeleri halinde serbest bırakılmaları, oldukça anlam4 ması; ailesine, vatanına, milletine ve bütün insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmesi, hepimizin en büyük arzusudur. Aziz Müslümanlar! Bu hafta okullarımız yeni bir eğitimöğretim yılına başlıyor. Eğitimin temeli ailede başlar; okulla ve çevreyle devam eder. Her çocuk, ailesinden, okulundan ve çevresinden edindiği bilgi ve davranışların etkisi altındadır. Bu noktada, kız-erkek ayrımı yapmaksızın çocuklarımızın eğitimi için bütün imkanlarımızı seferber edelim. Unutmayalım! İslam’ın gayesi, insanı kemale erdirmektir. Bu da ancak nesillerimizi iyi eğitmekle mümkündür. KAYNAK: [1] Enam, 35 [2]Araf, 199 [3]Zümer, 9 [4]Tirmizi, İlim, 19 (2688) Firhist’e Geri Dön 39 2005 HUTBELERİ 1 16 - Eylül MUHASEBE ANI: BERAT KANDİLİ Değerli Müminler! Önümüzdeki Pazar gününü Pazartesiye bağlayan gece, mübarek Ramazan ayının müjdecisi olan Berat Kandili’dir. Günah, borç ve cezadan kurtulmak gibi anlamlara gelen berat, günahlardan arınmayı ve Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine ulaşmayı ifade etmektedir. Berat Kandili, Müslümanların, sınırsız af ve merhamet sahibi Yüce Allah’a sığınarak günahlardan arınma, ilahi lütuf ve bereketlere erişebilme fırsatını yakalayabilecekleri müstesna zaman dilimlerinden birisidir. Bu tür gün ve geceler, dinî ve toplumsal hayatımızda ilahî af, mağfiret ve rahmet temennilerinin zirveye ulaşması, birlik, beraberlik ve kardeş3 rine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”[2] müjdesinin farkına varmalıdır. Bunun gereği olarak kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı, günah ve kusurlarından dolayı tövbe etmeli, bundan sonraki hayatını daha da güzelleştirme kararını vermelidir. Değerli Kardeşlerim! Kutsal geceler; iman, ibadet ve düşünce bakımından kendimizi yenilememiz, geçmişimizi muhasebe etmemiz, geleceğimizi Allah’ın rızası doğrultusunda planlama ve ümitlerimizi tazelememiz için şüphesiz büyük bir fırsattır. Bu tür vesilelerle, günahlarla kirlenen gönül dünyamızı temizleme gayretinde olalım. Unutmayalım ki tövbe, kendini bulma ve bilmenin, gönlü arındırmanın en güzel yoludur. Zira Yüce Mevla, ameli her ne olursa olsun istisnasız herkesi tövbeye davet etmektedir.[3] Bu sebepledir ki Sevgili Peygamberimiz sürekli tövbe-istiğfarda bulunurdu. Bizler de bu tür gece- Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön lik duygularının da yoğun biçimde yaşanması gereken anlardır. Bu geceler, kulluk şuur ve bilinciyle kendimizle hesaplaştığımız, hayatımıza Yüce Yaradan’ın rızası doğrultusunda yön vermeye karar verdiğimiz fırsat geceleridir. Muhterem Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, bu gecede kendisine huşû içinde yönelen kullarına rahmetini bol bol indirmekte, rızık ve şifâ kapılarını sonuna kadar açarak, bizleri sınırsız ikramlarına davet etmektedir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim! Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim! Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim!.. Yok mu başka isteği olan ona da istediğini vereyim”[1] Bu itibarla, Berat Gecesi’ni idrak eden herkes, Yüce Allah’ın; “REy kendile4 leri, ibadetin özü olan dualarla en güzel bir şekilde değerlendirmeli, günahlardan arınmak için Yüce Mevla’ya yalvarıp yakarmalı, tövbe ve istiğfarda bulunmalıyız. Aziz Kardeşlerim! Bu kandil vesilesiyle çevremize karşı olan görev ve sorumluluklarımızı hatırlayalım. Bu çerçevede ana-baba ve akrabalarımızın kandillerini tebrik ederek, hayır dualarını alalım. Dargınlık ve kırgınlıklara son vererek, kırık gönülleri tamir edelim. Fakir ve muhtaçlara imkanlarımız nispetinde yardım elimizi uzatarak, paylaşımı hayatımıza yansıtalım. Çağın getirdiği sıkıntılarla bunalan ruhlara, manevi hayatın ihmaliyle daralan kalplere, bu gecenin bir şifa olması dileğiyle, hepinizin Berat kandilini tebrik ediyor, insanlığın barış, huzur ve saadetine, bütün müminlerin de arınmasına, affına vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. KAYNAK: [1]İbn Mace, İkâmetü’s-Salât, 191. [2]Zümer, 39/53. [3]Nur, 24/31. Firhist’e Geri Dön 40 2005 HUTBELERİ 1 23 - Eylül EBEDİ MUTLULUK YURDU CENNET Muhterem Müslümanlar, Bir mü’minin en büyük gayesi Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak olmalıdır. Dünyada iyilik ehli olarak yaşayıp Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazananlara ise ahirette mükafat olarak Cennet vaat edilmektedirQ O cennet ki, iman edip sâlih amel işleyenlerin ahiret yurdundaki kutlu makamıQ Rabbinin huzuruna günahkar olarak varmaktan korkanların ve nefsini kötülüklerden arındıranların ebedî yurduQ Güzel ameller işleyerek elde edilmesi teşvik edilen hoş bir mekanQ Bu konuda Yüce Allah Al-i İmran suresinde şöyle buyuruyor: “Rabbinizin bağışlamasına ve gökler ve yer genişliğinde 3 karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir."[2] Bu seçkin insanlar bölük bölük girerler mutluluk ülkesineQ Üzüntü, yorgunluk ve hoşa gitmeyen her şeyden uzak oldukları halde en güzel makamlar tahsis edilir kendilerineQGünah işlemekten sakınan müminler için artık hoş bir hayat başlamaktadır ahiret yurdunda.. Müminlerin Cennet'e girişlerini tasvir eden diğer bir ayette, gıbta edilecek bu manzara şöyle anlatılır: “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar bölük bölük cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selam olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedi kalmak üzere girin cennete.”[3] Değerli Mü’minler, Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, çeşit çeşit cennet nimetleri, hayal ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Gönüllerin çekip gözlerin hoşlanacağı her şey oradadır. İşte Rabbimizin bizlere hazırlamış olNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön olan, müttakiler için hazırlanmış bulunan cennete koşun. O müttakiler bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcar, öfkelerini yener ve insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.” [1] Aziz Mü’minler, Kişi bu mükafata, imanı, ibadeti, güzel ahlakı ve yararlı işleriyle erişecektir. Yeri geldiğinde canını ve malını Allah yolunda feda ederek, insanların iyiliği için çalışarak, helal rızık kazanmak için çalışıp çabalayarak ve büyük-küçük demeden her türlü güzel işleri yapmaya çalışarak gelecektir bu kutlu mekanaQYüce Rabbimiz cennet ehlinin bazı niteliklerini şöyle dile getiriyor: “Onlar Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle savanlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır. Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler.” Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): " Sabretmenize 4 duğu cenneti anlatan ayetlerden bir demet: Gerçek şu ki bugün cennet ehli sevinç ve mutluluk dolu bir yaşantı içindedirler. (Yasin 36/55) Kendileri ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (Yasin 36/56) Orada taptaze-meyveler ve arzu ettikleri her şey onlarındır. (Yasin 36/57) Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak kendilerine "Selam" (vardır). (Yasin 36/58) Onlara altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Maide 5/ 119) Aziz Mü’minler, Bu güzel sonuca yalnızca dünyanın imtihan yeri olarak yaratıldığını bilen, Allah ve Rasülünün mesajlarına uyan, yararlı işler yaparak Allah’ın rızasına uygun yaşayanların ulaşacaklarını asla unutmayalım. KAYNAK: [1] Âl-i İmran 3/133-134 [2]Rad 13/22-24 [3]Zümer 39/73 Firhist’e Geri Dön 41 2005 HUTBELERİ 1 30 - Eylül CAMİ İKLİMİ-RAMAZAN AYDINLIĞI Değerli Müminler! Yarından itibaren, “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”na gireceğiz. Hafta boyunca camilerimizin anlam ve önemini hep birlikte yeniden hatırlayacak; varsa ihmal ve eksikliklerimizi gidermeye, iyi ve güzel davranışlarımızı da artırmaya çalışacağızQ Muhterem Kardeşlerim! Kalplerimize nûr, gönüllerimize huzur ve mutluluk bahşeden yüce dinimiz İslâm; müminler arasında sevgi, saygı, kardeşlik ve dayanışma bilincinin gelişmesi için evrensel prensipler getirmiş, bu konuda çeşitli müesseselerin oluşturulmasını öngörmüştür. Bu müesseselerin başında da camiler gelmektedir. Yüce Rabbimiz hutbemin başında okuduğum Tevbe sûresinin 18. âyetinde; “Allah’ın 3 Değerli Müminler! Kürsülerinden yapılan vaazlar ve minberlerinden okunan hutbelerle camiler; edep, terbiye, sevgi, saygı, hak ve hukuk anlayışının kazandırıldığı ilim ve irfan ocaklarıdır. Camilerden aldığımız hikmet ve bilgilerle, kulaklarımıza ve gönüllerimize fısıldanan ilahi mesajlarla hırs, kin, haset, gıybet, iftira gibi her türlü kötü duygu ve düşüncelerden arınmayı; israf, haksızlık, içki, kumar, fuhuş gibi haram ve günahlardan uzak kalmayı öğrenir; böylece Rabbimizin sevdiği ve razı olduğu müminlerden oluruz. Camilerde toplanan müminler; Allah’ın huzurunda birlikte kıyama durur, secdelere kapanır ve gerçek kardeşlik duygusunun tadına varırlar. Camilerden çıkışlarında da birbirleriyle görüşür, sevinçlerini paylaşır, dertlerine ortak olur ve problemlerine karşılıklı olarak çözüm bulmaya çalışırlar. Aziz Mü’minler! Hafta münasebetiyle bir yandan camilerin anlam ve önemini yeniden düşünüp tefekkür ederken; diğer yandan da gönüllerin günah kirlerinden arınacağı, sevgi, saygı ve Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur” buyurarak ihtiyaç olması halinde; müminleri cami ve mescitler inşa etmeye ve onarmaya teşvik etmişlerdir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.) da, “Mescidler Allah'a en sevimli olan mekanlardır”(1) hadis-i şerifleriyle cami ve mescitlerin önemine dikkatlerimizi çekmişlerdir. Camiler; günde beş kez okunan ezanlarla ilahi çağrının yapıldığı yerlerdir. İnsanlar bu çağrıyla tevhide, namaza, kurtuluşa, huzura ve manen dirilişe davet edilirler.(2) Şüphesiz insanları manen diri tutacak, gönüllerine huzur ve mutluluk bahşedecek yegane reçete, Allah ve Resûlünün hayat yüklü mesajlarında mevcuttur. Günde beş defa ezan sesine kulak vererek camilere koşup kulluk görevlerini yerine getiren mü’minler; her namaza duruşlarında Allah’ın huzurunda bulunmanın manevî zevkine ererler. 4 yardımlaşma duygularının yoğunlaşacağı on bir ayın sultanı Ramazan ayına girmek üzereyiz. İnşallah önümüzdeki salı akşamı teravih namazı kılıp, gece sahura kalkacak, çarşamba günü de oruçlu olacağız. Şüphesiz Ramazan ayı, tutulan oruçlarla, okunan mukabelelerle, yapılan vaaz ve nasihatlerle, coşkuyla kılınan vakit ve teravih namazlarıyla camilerimizde daha anlamlı bir şekilde değerlendirilmektedir.. Camilerin bu açıdan da önemi büyüktür. Bu itibarla nefislerin terbiye edileceği, yoksulların gözetileceği, sevap ve mükâfatın artacağı, af ve mağfiretin bolca ihsan edileceği Ramazan ayını mümkün mertebe camilerin manevi atmosferinde değerlendirelim. Geçmişimizi muhasebe ederek, günahlarımıza tevbe edelim. Kur’ân ayı Ramazanı fırsat bilerek yüce kitabımızı çokça okuyalım, okunacak mukabeleleri takip edelim; ayrıca meâl ve tefsirlerinden de anlamını öğrenmeye ve öğrendiklerimizi hayatımıza tatbik etmeye gayret edelim. KAYNAK: [1]Müslim, Mesacid, 288 [2]Bk, Enfâl, 8/24 Firhist’e Geri Dön 42 2005 HUTBELERİ 1 07 - Ekim KUR'AN AYI RAMAZAN Aziz Cemaat! Manevi derecesi çok yüksek ve kazancı pek büyük olan Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz, hepimize mübarek olsun! Bu mübarek ayın geceleri de, gündüzleri de çok İyi değerlendirilmeli, elden geldiğince ibadete, hayır ve hasenata ağırlık verilmelidir. Çünkü, çok kârlı bir uhrevî kazanç mevsimidir. Sevgili peygamberimiz, Ramazanın önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Ramazanın gecelerini ihya ederse, onun geçmiş günahları bağışlanır”[1]. “Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah onu mağfiret eder ve cehennem azabından kurtarır”. 3 dır. Ramazan ayına kıymet veren olaylardan biri yüce kitabımız Kuran’ın bu ayda Sevgili Peygamberimize indirilmeye başlanmasıdır. Nitekim Kur' an-ı Kerim'de: “Ramazan ayı , insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olan Kur’an’ın indirildiği aydır.”[4] buyurulmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabı Kur'an'ı en çok bu ayda okurlar; cömertliği en çok bu ayda gösterirler ve ibadeti en çok bu ayda yaparlardı. Hele bu ayın son on gününe ulaşıldığında ise Sevgili Peygamberimiz, zamanının büyük kısmını ibadete ayırırdı[5]. Öyleyse bizlerde, Ramazan ayında camilerimizi olduğu gibi evlerimizi de Kur'an tilavetiyle ihya edelim. Zira Sevgili Peygamberimiz Kur’an okunmayan evi kabristana benzetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Evlerinizi kabristana çevirmeyin! İçerisinde Kuran okunan eve şeytan girmez” [6] Bununla birlikte Kuran’ın hikmeti ve ayetlerinin anlamı üzerinde genişçe düNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur”[2]. Bu ay sabır, iyilik ve güzellik ayıdır. Müslümanın rızkının arttırıldığı bir aydır. Her kim bu ayda oruçlu bir kimseye iftar ettirirse, günahlarının affına ve cehennemden kurtuluşuna vesile olur. Ayrıca ona iftar edenin sevabı kadar sevap verilir ve İftar eden oruçlunun sevabında da bir eksilme olmaz. Bu iftarın mükellef sofralar ve ziyafetler şeklinde düzenlenmesi de şart değildir. Bir lokma ekmek,bir hurma veya bir yudum su ile de olsa aynı sevabı alır. Yeter ki ikramlar, Allah rızası için yapılmış olsun. İftar davetlerinde lüks ve israftan kaçınılmalı ve bu davetlerde fakirlere de yer verilmelidir. Nitekim Peygamber efendimiz bu konuda bizleri şöyle ikaz etmektedir: “En kötü davet, zenginlerin çağrılıp; fakirlerin çağrılmadığı davettir”[3]. Muhterem Müslümanlar! Bu ay bir başka yönüyle Kur’an ayı4 şünelim. Çünkü O bizleri her türlü kötülüklerden koruyacak ve mutlu bir hayatın yöntemini gösterecek ilahi bir rehberdir. Alimlerin doyamadığı bilgi ve hikmet kaynağıdır. Kalplerimizi O’nun mesajının nuruyla nurlandıralım. Bu ayda yapacağımız iyilikler ve ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanarak kendimizi affettirme fırsatını kaçırmayalım. KAYNAK: [1] Nesai, İman, bab,22, V, 117 [2] Buhari, Savm, 5 [3] Müslim, Nikah, 110, II, 1053-4 [4] Bakara, 185 [5] Müslim, İ’tikaf, 7 [6] Tirmizi, Fedail, bab, 2, V, 117 Firhist’e Geri Dön 43 2005 HUTBELERİ 1 14 - Ekim ZEKAT ARINDIRIR Muhterem Müslümanlar, İslam dini insanları her yönden arındırmayı hedeflemektedir. Dinimizin temel şartlarından olan zekat ve Ramazan ayında vermemiz gereken fitre, malî birer ibadet olarak Allah’ın rızasını kazanma, malımızı yoksulların hakkından temizleme ve günahlardan arınma vesilesidir. Bu gerçeği Kur’an-ı Kerim,"Onların mallarından zekat al. (Böylece) zekatla onları (günahlardan) temizlersin ve arıtıp yüceltirsinR”[1] ayetiyle dile getirirken, sevgili peygamberimiz de “RSuyun ateşi söndürmesi gibi sadaka da günahları giderirR”[2] buyur3 pılan yardımın sevabını yok edici manzaralar görmekteyiz. Mü’minler zekat ve fitre ibadetini yerine getirirken bu hususa son derece titizlik göstermelidirler. Zekat veren kişi, zekatı alanın kendisinin din kardeşi olduğunu unutmamalıdır. Bu görev ibadet ruhuna yaraşır bir şekilde eda edilmeli, izdihama ve kötü manzaraların oluşmasına meydan veren, onur kırıcı ve kamu vicdanını rahatsız edici uygulamalara son verilmelidir. Nitekim Cenab-ı Hak Bakara suresinin 262 ve 263. ayetlerinde zekatın verilmesinde uyulması gereken hususlara dikkatlerimizi şöyle çekmektedir: “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırmanın geldiği bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir”[3] Aziz Cemaat, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön maktadır. Aziz Mü’minler, Zekat ve fitre, varlıklı kimselerden, yoksullara uzanan bir yardım eli olarak, muhtaçları sevindirir. Mü’min, bu şekilde, alın teriyle kazandığı malının bir kısmını, ibadet niyetiyle din kardeşine verir. Bu bilinçle eda edilen zekat ibadeti, insanlar arasında sevgi, kardeşlik ve samimiyet bağlarının güçlenmesine vesile olur. Zekat, cimrilik ve kıskançlık hislerinin yok olup, cömertlik duygusunun gelişmesine ve iyilik ehli insanların çoğalmasına yardımcı olur. Değerli Mü’minler, Zekat, sadaka ve diğer her türlü yardımın yerine getirilmesinde dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Mali bir ibadet olan zekatın, muhatabı incitmeden, insan onuruna yakışır şekilde verilmesi gerekir. Gösteriş amacıyla, fakirin onurunu zedeleyecek şekilde yapılan yardımlardan sevap elde edilemeyeceği, hatta bunun büyük bir vebal olacağı iyi bilinmelidir. Ne yazık ki bazı yardım dağıtma kampanyalarında son derece üzücü ve ya4 Yüce Allah’ın bizlere emanet olarak lütfettiği malın ve mülkün sorumluluğunu bilelim. Bizim için bir arınma ve yücelme vesilesi olduğu bilinciyle zekat ibadetini en güzel şekilde yerine getirelim.Yüce Rabbimizin rızasını gözeterek vereceğimiz zekatın, fitrenin ve yapacağımız diğer güzel amellerimizin sevaplarımızı çoğaltacağının ve malımıza bereket, hayatımıza huzur getireceğinin bilincinde olalım. Zekat vermemenin de büyük bir vebal olduğunu unutmayalım. Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum: “RAltın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve "İşte bu, kendiniz için biriktirip-sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı" ! denilecek.”4 KAYNAK: [1]Tevbe, 9/103. [2]Tirmizî, İman 8 [3]Bakara, 2/262-263 [4]Tevbe Suresi, 34-35 Firhist’e Geri Dön 44 2005 HUTBELERİ 1 21 - Ekim TÖVBE Muhterem Müslümanlar, Yüce Allah, iyilik ve kötülük konusunda bizleri aydınlatmış, iyiliği emredip kötülükten nehyetmiş, tercihlerimizde ise bizi serbest bırakmıştır. Buna karşılık yaptıklarımızdan sorumlu olacağımızı bildirmiş; iyilikleri ödülle, kötülükleri ceza ile karşılayacağını bildirmiştir. Bunun yanında günah işleyen kullarına, tövbe ve bağışlanma imkanı da vermiştir. Tövbe, kulun işlediği bir günahtan pişmanlık duyup, bir daha işlemeyeceğine dair yüce Yaratıcı’ya söz vermesi ve O’ndan af dilemesidir. Af dileme isteği, kulun hatalarından dolayı vicdanında duyduğu rahatsızlıktan ortaya çıkar. Günahlar, Allah’ın rızası ile kul arasında bir perdedir. Bu perdenin ortadan kalkması, kişinin yapacağı tövbeye bağlıdır. Sevgili 3 pılması gerekir. Bu da kalp ile pişman olup bu pişmanlıktan dönmemek, dil ile istiğfar etmek, fiilen de günahı terk etmekle mümkün olur. Bunun yanında, kul ve kamu hakkı içeren konularda tövbenin kabul edilebilmesi için öncelikle hak sahiplerinin hakkını vermek ya da onlarla helâlleşmek gerekir. İşte böyle bir tövbe Kur’an’da içtenlikle yapılan tövbe olarak ifade edilmiş ve şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler Allah'a içtenlikle tövbe edin...”[4]. Kıymetli Müminler! İnsanları hayata bağlayan unsurların başında inanç ve ondan kaynaklanan ümit gelmektedir. İşte tövbe ve beraberinde gelen bağışlanma duygusu, günaha dalarak ümidini yitirmiş kişilerin yeniden hayata bağlanması ve yaşayışında ortaya çıkan çileli durumlara katlanmasını sağlar. Öyleyse Allah'a imân etmiş kişiler, bilerek veya bilmeyerek günah işledikleri zaman hemen Allah'a yönelip tövbe etmelidirler. Çünkü Yüce Allah samimiyetle ve şartlarına uygun olarak yapılan tövbeleri Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön peygamberimiz, kulların günah işleme ve tövbe etmeleriyle ilgili şöyle buyurmuştur. “Her insan günah işleyebilir. Günah işleyenlerin en hayırlıları ise tövbe edenlerdir”[1]. Değerli Müminler! Tövbe bütün müminlere emir ve tavsiye edilen bir durumdur. Çünkü kullar, Allah'ın kendilerini mükellef kıldığı her hususu, ne kadar gayret etseler de gereği gibi yerine getiremeyip hata yapabilirler. Bunun için yüce Rabbimiz: “Ey müminler hepiniz Allah'a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz”[2] buyurmuştur. Sevgili peygamberimiz de, kulların tövbe etmesinden Allah Teâlâ’nın hoşnut olacağını şu şekilde dile getirmiştir: “Kulunun tövbesinden dolayı Allah Teâlâ’nın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde devesini kaybedip de bulduğu andaki sevincinden daha fazladır”[3]. Muhterem Cemaat! Tövbenin Allah katında makbul olması için; içten gelerek, tam bir ihlasla ya4 kabul edeceğini, günahları bırakıp kendine yönelenlerden razı olacağını bizlere açık bir şekilde bildirmiştir. Zira günahkârlar için yüce Allah'ın rahmet, mağrifet ve kereminden başka bir sığınak yoktur. Hutbemi, Şûrâ Süresi 25. ayetin meâli ile bitiriyorum: “Allah, kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir”[5]. KAYNAK: [1]İbn Mâce, Zühd, 30 [2]Nûr, 31 [3]BuhârÎ, Deâvât, 4. [4]Tahrîm, 8. [5]Şûrâ, 25. Firhist’e Geri Dön 45 2005 HUTBELERİ 1 30 - Ekim CUMHURİYET Muhterem Cemaat! İslâm dini, insan fıtratına uygun olarak ortaya koyduğu değerlerle insanların sağlıklı ve güçlü bir toplum halinde yaşamalarını öngörmektedir. Dinimizin önem verdiği “aklın, malın, canın, neslin, şeref ve haysiyetin” korunması ilkeleri, bugün evrensel değerler olarak kabul görmüş temel hak ve hürriyetlerdendir. Her vesileyle samimiyet ve kardeşliği tavsiye eden yüce dinimiz, bu ilkelerle ferdî planda eşitliğin ve karşılıklı saygının vazgeçilmez değerler olduğunu belirtmiştir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, “İnsanlar tarağın dişleri gibi birbirlerine eşittirler. Kimsenin kimseye takvadan başka bir üstünlüğü yoktur.”[1] "Ey insanlar Rabbiniz birdir, ba3 Aziz Müslümanlar! İnsanlık, tarih boyunca adalet, iyilik, istişare ve eşit haklara sahip olma gibi bazı değerlerin arayışı içinde olmuştur. Toplumlar, bu değerlerin hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla, değişik yönetim biçimlerini uygulamış ve bu konuda daima daha iyinin peşinde olmuşlardır. Arayışlar neticesinde, bu değerlerin güzel bir biçimde gerçekleşmesine imkan veren Cumhuriyet idaresine ulaşılmıştır. Cumhuriyet, dinimizin öngördüğü istişareye dayalı, hak ve özgürlükleri teminat altına alan, insanların yeteneklerini ortaya koyabilmelerine imkan tanıyan, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edebilecekleri bir idare şeklidir. Aziz Mü’minler! Kurtuluş savaşını gerçekleştiren iradenin bizlere kıymetli bir armağanı olan ve ilanının 82. yılını bu günlerde kutladığımız Cumhuriyetin, özünde taşıdığı ruha uygun olarak yaşatılmasının en temel vatandaşlık görevlerimizden biri olduğunu unutmayalım. Bize bu kıymetli armağanı bırakan Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön banız birdir Arab’ın Arab olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha ve siyahın beyaza hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir"[2] sözleriyle, temel hak ve hürriyetlerdeki bu eşitliği dile getirmektedir. Değerli Müminler! Kur’an ve Sünnet, ortaya koyduğu üstün değerlerle toplumların kendi hayat şartlarını güzelleştirmelerine yardımcı olmuş, her hangi bir yönetim şekli önermese de “Şûra” prensibini getirerek, toplum işlerinde fertlerin katılımına fırsat tanımıştır. Dinimiz her vesileyle insanlar arasında adaleti ve iyiliği emrederken, fikir ve ifade özgürlüğünü, temel hak ve özgürlüklerde eşitliği ve istişareyi öngörmüştür. Al-i İmran Suresi 159. ayeti bizlere bu konuda şöyle ışık tutmaktadır: “ (Ey Muhammed!) İşlerinde onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (Ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever”[3] 4 başta Gazi M. Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi hayırla anar, kendilerine Yüce Allah’tan rahmet ve mağfiretler niyaz ederim. KAYNAK: [1] Keşfu’l-Hafa, 2847, C II sh 451 [2]Ahmed b. Hanbel, V, 411 [3]Al-i İmran 3/159 Firhist’e Geri Dön 46 2005 HUTBELERİ 1 03 -Aralık RAMAZAN BAYRAMI Muhterem Mü’minler! Bugün acılarımızı, sıkıntı ve endişelerimizi bir tarafa bırakıp mutlu olmamız gereken bir bayram sabahındayız. Kimsenin gelip geçmediği bir dağ başında yalnız olsak bile bayram yapacağız. Çünkü bayram içimizdedir. Mü’min, bayramını gittiği yere götürecek kadar heyecan dolu bir insandır. Bayramları şenlendirecek olan da bizleriz. Bugün övünç günümüzdür; iftiharımızdır. Bizden bayram neşesi bekleyen insanlara beklediklerini ikram edelim. Bizden güler yüz, tatlı söz, iyi komşuluk, iyi evlâtlık, iyi ebeveynlik umanları sevindirelim. Dargınların ayağına gidelim. Özür bekleyenlerden özür dileyelim. Komşuluk, akrabalık, dostluk ve en güzeli Allah rızası uğruna gerekirse yüzümüzü toza bulayalım. Dünyanın en 3 (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” (Al’i İmran, 103), “Allah’a ve Rasulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz elden gider.” (Enfal, 46), “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.” (A’li İmran, 105), “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 10) Aziz Mü’minler! Bugün cennet vatanımız için kanlarını seve seve akıtan, canlarını feda eden aziz şehitlerimiz, gazilerimiz ve geçmişlerimize hayır duada bulunalım. Onlar için Cenab-ı Hak’tan mağfiret ve rahmet dileyelim. Ölmüşlerimizin de üzerimizde hakkı olduğunu unutmayalım. Bu güzel bayram sabahında, ne yazık ki İslam aleminde bayram sevincini hissedemeyecek kadar yaralı, yorgun, yoksul, felakete maruz kalmış acı çeken kardeşlerimiz var. Bu sabah onların acısını yüreğimizin derinliklerinde hissedelim. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön güzel ve en büyük bayramını, küçük nefsanî duyguların altında ezmeyelim. Bu bayramda hastaları unutmayalım. Hastalık hâli hepimiz için ibret, hasta olanlar için bir imtihandır. Onlar için gıyaplarında ve yüzlerine karşı dua edelim. Birbirimize sevgimizi ikrar ve ilân edelim. Söz ve davranışlarımızla gösterelim. Muhterem Müslümanlar! Bu güzel sabahtan başlamak üzere selâmı aramızda yaygınlaştıralım; muhatabımızı tanımasak bile selâmda önce davranalım. Zira selam, Müslümanların birbirlerine olan sevgi ve muhabbetlerini ziyadeleştirir. Dinimiz, mü’minler arasında sevgi ve saygıyı, birlik ve beraberliği emreder. Renk, ırk, dil, bölge ve düşünce farklılığını, tanışma ve gelişme vesilesi sayar. Müslümanların birbirleriyle uyumlu ve uzlaşıcı olmalarını ister. Bununla birlikte toplumun, dini ve milli değerlerini sarsmaya yönelen her türlü bozgunculuğu, ayrımcılığı ve bölücülüğü kesin olarak reddeder. Yüce Allah bu gerçekleri Kur’an-ı Kerim’de şöylece zikreder: “Hep birlikte Allah’ın ipine 4 Darda kalan ve sıkıntıda olan mü’minler için, bütün samimiyetimizle Rabbimize yönelip dua edelim. Ramazan, sadece on bir ayın sultanı değil; aynı zamanda on bir ayın örneğidir. İbadetlerimiz, ihlâsımız, güler yüzümüz, sadakalarımız, diğergâmlığımız sadece Ramazan’a mahsus kalmamalıdır. Kazandığımız güzel hasletleri senenin her gününde ve anında tazeleyelim. Değerli Kardeşlerim! Şimdi evlerimize gidip içimizde biriktirdiğimiz neşe ve sevinçle hanelerimizi bayram yerine çevirelim. Bayramın hakkı, şükran borcumuzun farkında olmaktır. Bizi bu güzel ve sevinçli güne eriştirdiği için Yaradan’a şükredelim. Bunun bir gereği olarak bayramlaşmayı ve birbirimizi ziyaret etmeyi ihmal etmeyelim. Fakir, yetim ve kimsesizleri de bayramın bu güzel havasından mahrum bırakmayalım. Bu duygu ve düşüncelerle bayramınızı tebrik ediyor; nice bayramlara sağlık ve afiyetle ulaştırmasını Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum. Firhist’e Geri Dön 47 2005 HUTBELERİ 1 04 - Kasım RAMAZAN'DA KAZANDIKLARIMIZI KORUYALIM Muhterem Müslümanlar, Dini hayatımızda çok önemli bir yeri olan, orucuyla, namazıyla, zekat ve sadakasıyla ibadet ve rahmet ayı Ramazan-ı Şerifi geride bırakmış bulunuyoruz. Bu mübarek ay’da, gücümüz yettiğince oruçlarımızı tutmaya, dini görevlerimizi yerine getirmeye, namazlarımızı kılmaya çalıştık. Fakirleri gözetmeye ve düşkünlere yardım elimizi uzatmaya gayret ettik. Bol bol Kur’an okuduk ve dinledik. Dinimizin güzelliklerini gönlümüze yerleştirmeye ve İslam’ın ruhuna uygun bir hayat yaşamaya çalıştık. Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmenin ve nefsânî arzularımıza gem vurarak, manevî bir zafer kazanmanın sevinci içerisinde eriştiğimiz Ramazan Bayramı’nı da hep birlikte yaşadık. 3 buluşarak birlik ve beraberlik tabloları oluşturduk. Kimsesizlere şefkat ve merhamet kanatlarımızı gerdik. Fakir ve muhtaç insanların ihtiyaçlarını gücümüz nispetinde karşılamaya çalıştık. Camilerimiz cemaatle kılınan namazlarla ayrı bir canlılık kazandı. Kubbelerimizde, tekbirler, dualar ve Kur’an tilavetleri yankılandı. Fert ve toplum olarak elde ettiğimiz bu güzellik ve kazanımları, hayatımızın her anını kuşatacak şekilde devam ettirmeliyiz. Böylece, toplumumuzda huzur ortamının oluşmasına katkı sağlayacağımızı da unutmayalım. Değerli müminler, Hicr suresi 99. ayetindeki “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et”[2] emrine uygun olarak, hayatımız boyunca sayısız nimetlerle bizlere ihsanda bulunan Cenab-ı Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirelim. Yüce Kitabımızı okuyarak ve dinleyerek elde ettiğimiz güzelliği, Ramazandan sonra da meal ve tefsirini okumak suretiyle devam ettirme gayretinde olalım. Edinmiş olduğumuz Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Muhterem Müslümanlar, Mü’min ibadetlerle, Allah’a karşı tam bir teslimiyet içinde, iyi bir kul, örnek bir insan olma imkanını elde eder. Ramazan ayı bu ibadet yoğunluğuyla, Müslüman’ın tüm kötülüklerden ve hatalı davranışlardan arınıp güzellikler ve iyiliklerle donatılmasına imkan tanıyan mübarek bir zaman dilimidir. Ramazan ayında kazandığımız güzel hasletlerin ve yerine getirmeye çalıştığımız ibadetlerin Ramazandan sonra da devam ettirilmesi gerekir. Nafile de olsa ibadette esas olan devamlılıktır. Nitekim Sevgili peygamberimiz, “Allah’ın en çok sevdiği (nafile) ibadet az da olsa devamlı olanıdır”[1] buyurmuştur. Bu bakımdan bu ayda yerine getirmeye özen gösterdiğimiz ibadetlerimizi ve kazandığımız güzellikleri Ramazandan sonra da devam ettirmeye çalışmalıyız. Muhterem Müslümanlar, Ramazanda sabrı, paylaşmayı ve başkalarını da düşünmeyi öğrendik. Eş dost ve akrabalarımızla iftar sofralarında 4 güzel ahlaki değerlerden uzaklaşmayalım. İbadet, sadaka, güzel davranışlar ve tövbe ile arındırdığımız gönüllerimizi tekrar günahlarla kirletmeyelim. Unutmayalım ki Ramazan ayında yaptığımız ibadetleri ve edindiğimiz güzellikleri devam ettirmemiz, onların makbul olduğunun bir göstergesi olacaktır. KAYNAK: [1]Buhârî, Îmân 32, Müslim, Müsâfirîn 221. [2]Hicr, 15/99 Firhist’e Geri Dön 48 2005 HUTBELERİ 1 11 - Kasım HAKLARA DUYARLI OLALIM Değerli Müminler! Toplum halinde yaşamanın insana sağladığı bir takım haklar ve yüklediği sorumluluklar vardır. Bu haklara saygı göstermek ve sorumlulukları yerine getirmek herkesin ortak görevidir. Hak denilince de korunması, gözetilmesi gereken değerler, kişi ve kamu hakları akla gelmektedir. Bu haklara riayet edildiği ve sorumluluklar yerine getirildiği oranda toplumda huzur ve mutluluk olur. Nitekim günümüzdeki huzursuzlukların, kavga ve cinayetlerin, hatta savaşların, haklara saygı gösterilmemesinden kaynaklandığı bilinen bir gerçektir. Bunun için Yüce dinimiz İslâm, ırk, cinsiyet ve inanç ayrımı yapmaksızın bütün insanların haklarını kutsal ve dokunulmaz kabul etmiş, bu hakların 3 hile yapmak, borcunu zamanında ödememek, yetim hakkı yemek, sövmek, dövmek, yaralamak, çalmak gibi tavır ve davranışlar da kul hakkı ihlalidir. Yine havayı, suyu ve toprağı kirletmek, çevreye zehirli atıkları bırakmak, yerlere tükürmek, sigara izmariti, kuru yemiş kabuğu ve benzeri şeyleri yerlere atmak, trafik kurallarına uymamak, yüksek sesle müzik dinleyip komşuları ve çevreyi rahatsız etmek, kirli elbise ve çoraplarla camiye gitmek de birer kul hakkı ihlalidir. Aynı şekilde şahsî çıkarlar uğruna kamunun haklarını ihlal etmek, kamu malını zimmetine geçirmek, kaçak elektrik ve su kullanmak, vergi kaçırmak, görevi kötüye kullanmak, kamu hizmeti verirken insanlar arasında ayırım yapmak, adam kayırmak, rüşvet alıp vermek, gibi her türlü olumsuz tavır ve davranışlar gerçek bir müminin asla yapmaması gereken hak ihlalleridir. Ayrıca, hayvanların da üzerimizde hakları olduğunu ve bu konudaki ihlallerimizden de sorumlu tutulacağımızı unutmayalım. Aziz Müminler! Dünya hayatımızı perişan etmemek, hiçbir ayrıcalığın söz konusu olmayacağı, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ihlâline karşı maddî ve manevî birçok müeyyide getirmiştir. Kişinin en önde gelen hakkı, yaşama hakkıdır. Bu hakka karşı işlenecek tecavüzler dinimizde büyük günahlardan sayılmıştır.[1] Unutulmamalıdır ki, insanların itibarını sarsıcı, onurunu kırıcı sözler sarf etmek veya aynı anlama gelebilecek benzeri davranışlarda bulunmak da birer kul hakkı ihlalidir. Bu bakımdan Kur'an'ın değişik âyetlerinde iftira, gıybet, dedi-kodu, başkalarının özel hayatlarını ve gizli hallerini araştırmak, kötü lakap takmak, alay etmek gibi her türlü çirkin tavır ve davranışlar yasaklanmıştır.[2] Yüce Rabbimiz; “Birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin”[3] buyurarak, insanların ölçü ve tartıda hile, hırsızlık, emanete hıyanet, rüşvet gibi gayr-i meşru yollarla birbirlerinin mallarını yemelerini, haklarını gasbetmelerini yasaklamıştır. Muhterem Kardeşlerim! Kul hakkı ihlâline sebep olan ve İslâm’ın yasakladığı pek çok olumsuz davranış vardır: Cana kıymak, zina etmek, insanların namus ve şereflerine leke sürmek, aldatmak, 4 haklı ve haksızın mutlaka ortaya çıkarılacağı hesap gününde mahcup olmamak için; kul ve kamu hakları konusunda son derece duyarlı olalım. Herkesin hak ve hukukuna saygı gösterelim. Kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkmaktan sakınalım. Kul hakkını, hak sahibi bağışlamadıkça Allah’ın bağışlamayacağını bilelim. Sevgili peygamberimizin şu hadisi-i şerifine kulak verelim: Efendimiz buyuruyorlar ki; “Kişi namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerini eda etmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber; kimine sövmüş, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine de iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplar kendisinden alınarak hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri, ihlâl ettiği kul haklarını ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp kendisinin günahlarına eklenir. Böylece sevapları gitmiş, günahları artmış, neticede iflas etmiş olarak cehenneme gönderilir.”[4] KAYNAK: [1] Bk. Nisa, 4/93 [2] Bk. Hucurât 49/11-12 [3] Bakara, 2/188 [4] Müslim, Birr, 59-60 Firhist’e Geri Dön 49 2005 HUTBELERİ 1 18 - Kasım MÜSLÜMAN İŞİNİ SAĞLAM VE GÜZEL YAPAR Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, varlığı en güzel şekilde yaratmış ve “ RYaptığınız işi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever”[1] ayetiyle insana işini en iyi bir şekilde yapmasını emretmiştir. Her alanda işini en güzel bir şekilde yapmak, dinimizde “İhsân” kelimesiyle ifâde edilmektedir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, “İhsan nedir Ey Allah’ın Rasulü?” sorusuna “...Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmendir”; her ne kadar sen O’nu görmesen de O, seni görüyor...”[2] şeklinde cevap vererek, yapmakta olduğumuz her işi Yüce Allah’ın görüp gözettiği ve amellerimizin O’na arz edileceği bilinciyle yapmamız gerektiğini haber vermiştir. Dinimiz, tüm yararlı işleri Allah’a kul3 zin emrettiği güzelliklerdendir Dinimizce, yapılan işin güzel olabilmesi için öncelikle niyetin düzgün olması ve kişinin; “işini güzel yapma” arzu ve gayreti önemli görülmüştür. Bu arzu ve gayret insanı, işlerinde başarılı, kendini yenileyen, yapıcı bir niteliğe sahip kılar. Vicdanı temiz bir mü’min, hangi işte çalışırsa çalışsın “saatini doldurma” ve “baştan savma” şeklinde bir anlayışa sahip olamaz. Böyle bir anlayışla yapılan işten elde edilen kazancın helal olmayacağı da asla unutulmamalıdır. Müslüman’ın iş hayatındaki en belirgin özelliği, işini düzenli ve en güzel biçimde yapmasıdır. Mü’min, fert, aile ve toplum olarak, hayatı anlamlı kılacak ve huzur ortamı oluşturacak güzel bir çalışma sergilemelidir. İlim adamı ilmî çalışmasında, tüccar ticaretinde, işçi iş yerinde, kamu görevlisi görev yerinde, kısacası herkes kendi işinde, dinimizin “işi güzel ve sağlam yapmak” olarak telakki ettiği ve öğütlediği “İHSAN”ı hedeflemelidir. İş hayatında bu güzel prensibi getiren dinimiz, başkalarına yaptırılacak işin de Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön luk kapsamında bir ibadet olarak nitelendirmekte, yapılan işi önemseyip güzel ve sağlam yapmayı emretmektedir. Sevgili Peygamberimiz “Allah her şeyde ihsânı farz kılmıştır...”[3] buyurarak, insanın yaptığı her işi ve görevi kurallarına ve tekniğine uygun olarak, sağlam, güzel, kaliteli, en iyi ve en mükemmel bir şekilde yapmasını istemektedir. Sevgili Peygamberimiz diğer bir hadis-i şeriflerinde de “Yüce Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur”[4] buyurmaktadır. Değerli Mü’minler! İş yapmak, bir eser ortaya çıkarmak insana özgü bir yetenektir. İşi güzel ve sağlam yapmak ise işini benimsemiş sorumluluk sahibi kişilerin bir özelliğidir. Mensubu olduğumuz yüce dinimiz bizlere, her alanda daha iyiyi ve güzeli ortaya koymayı öğütlemektedir. Dinimiz, baştan savma hiçbir tutum ve davranışı, gayesiz bir hareketi, rast gele yapılan bir işi makbul görmemiştir. İnançta sağlamlık, davranışlarda samimiyet, alışverişlerde doğruluk, sanatta incelik, yapılan her türlü işte kalite ve dürüstlük dinimi4 en güzel şekilde yaptırılmasını ve her işin ehline verilmesini emretmiştir. Sevgili Peygamberimiz, “İş, ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekleyiniz”[5] buyurarak, işlerin verimli ve sağlam yapılmasının, onun ehline verilmesiyle ancak mümkün olacağını, aksi takdirde bozulmanın ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Aziz Mü’minler! İşini sağlam ve güzel yapmak, her şeyden önce fedakârlığı, ciddiyeti ve özveriyi gerektirir. En güzeli ortaya koyma idealini getirmiş olan yüce dinimizin çalışma hayatıyla ilgili ölçülerini bilerek dengeli bir şekilde bunları her işimizde tatbik etmek hedefimiz olmalıdır. Unutmayalım ki bir kimsenin işini güzel yapması hayatı da güzel yaşamasıdır. Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum: “Gerçek şu ki iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz işi iyi yapanların ecrini zayi etmeyiz.”[6] KAYNAK: [1]Bakara, 2/195. [2]Buhârî, İmân, 37. I, 18 [3] Müslim, Sayd, 57 [4]Beyhaki, Şu’abu’l-İman, 4/334 [5]Buhari, İlim, 2 [6]Kehf,18/30 Firhist’e Geri Dön 50 2005 HUTBELERİ 1 25 - Kasım AİLEDE DEVAMLILIK ESASTIR Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, insanı diğer varlıklardan üstün kılmış, farklı cinslerin bir araya gelerek sevgi ve saygı temeline dayalı huzurlu aileler kurmalarını öngörmüştür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet varetmesi, Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için dersler vardır.”[1] buyurulmaktadır. Değerli Müminler! Toplumu oluşturan temel yapı ailedir. Ailenin huzur ve mutluluğu, toplumun huzur ve mutluluğu demektir. Aile mutluluğunun sağlanması ise, eşlerin ve diğer aile fertlerinin birbirlerine sevgi, saygı ve hoşgörü çerçe3 dımıza ve diğer insanlara karşı hoş görülü olmalıyız. Zira Cenabı Hak eşlerin birbirleriyle iyi geçinmelerini, hoşlanmadıkları bazı şeylerde bile Allah’ın bir çok hayır yaratmış olabileceğini[3] bildirmiş, Sevgili Peygamberimiz de kişinin hanımından nefret etmemesini, zira onda hoşlanmadığı huylar yanında, hoşlandığı huyların da bulunacağını[4] belirtmiştir. Aziz Müminler! Her türlü gayret ve iyi niyete rağmen evliliğin devam etmesi mümkün gözükmüyorsa Dinimiz, boşanmayı meşru kabul etmiştir. Ancak Sevgili Peygamberimiz boşanmayı “Allah katında en sevilmeyen helal olarak”[5] nitelendirmiştir. Zira boşanma sadece eşleri ilgilendirmemekte, aynı zamanda eşlerin ailelerini ve anne-babadan kopuk bir hayata mahkum olan çocuklarını da derinden yaralamakta ve etkilemektedir. Boşanmanın yükünü en fazla onlar çekmektedirler. Şüphesiz bir çocuk fiziksel ve psikolojik gelişimini en güzel şekilde ailesinin içinde tamamlar. O, hem annenin hem de babanın ilgisine, sevgisine, şefkatine son derece muhtaçtır. Onun ruhsal ve zihinsel açıdan sağlıklı gelişimi, her Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön vesinde davranmalarına bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de, mümin erkek ve kadınların birbirlerinin dostu oldukları ve birbirlerine iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırdıkları[2] bildirilmiştir. Acısıyla, tatlısıyla bir ömür boyu beraber hayat sürecek eşlerin dostluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Bu gerçeğe rağmen, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ailevî huzursuzluklar toplumun önemli bir problemini oluşturmaktadır. Sevgi ve anlayış eksikliğinden geçimsizlik, geçimsizlikten ise kötü muamele ve şiddet doğabilmektedir. Özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik aile içi şiddet, boşanmalara yol açmakta, parçalanmış aile fertleri toplumun problemli üyeleri haline gelmektedir. Kıymetli Kardeşlerim! Huzur ve mutluluk ikliminde yaşansın diye kurulan evlilik hayatı, bazı sebeplerden dolayı istenildiği gibi devam etmeyebilir. Hemen herkesin diğerinde hoşlanmayacağı bir huy bulunabilir. Bizler sadece hoşlanılmayan huyları ön plana çıkararak huzursuzluğa sebebiyet verme yerine “Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü” anlayışı ile başta aile efra4 şeyden önce sıcak bir aile yuvasına sahip olmasına bağlıdır. Parçalanmış aile çocuklarında uyum ve davranış sorunları ortaya çıkabilmekte, eğitimleri yarım kalmakta kimi zaman sokağa ve suç ortamına itilmekte, uyuşturucuya yönelme gibi durumlar yaşanabilmektedir. Sonuçta, fert ve toplum olarak problemli bireylerle karşı karşıya kalınabilmektedir. Muhterem Müslümanlar, Eşler, boşanmanın dinimizde hoş karşılanmadığı bilinciyle evliliklerini karşılıklı anlayış ve hoşgörü içerisinde, sevgi ve saygı temeline dayalı olarak devam ettirme gayretinde olmalıdırlar. Öncelikle kendilerine ve çocuklarına, sonra da çevrelerine mutlu bir aile yuvası örneği sunmalıdırlar. Boşanmaların sadece boşanan eşleri değil öncelikle istikbalimizi emanet edeceğimiz ciğerparemiz olan çocuklarımızı hiç de hak etmedikleri bir ortama mahkum ettiğini unutmamalıyız. KAYNAK: [1]Rûm, 30/21 . [2]Tevbe 9/71 [3]Nisâ, 4/19. [4]Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/329 [5]Ebu Davud, Talak, 3 Firhist’e Geri Dön 51 2005 HUTBELERİ 1 02 - Aralık İNSAN HAKLARINA SAYGI Değerli Mü’minler! İslâm dinî, insana büyük değer vermiş, hayatını kendine yaraşır bir şekilde sürdürebilmesi için ona vazgeçilmez haklar tanımış ve bu hakları dokunulmaz kabul etmiştir. Günümüzde temel insan hakları olarak nitelendirilen bu haklar, insanın emniyetini, huzur ve mutluluğunu hedeflemektedir. Şüphesiz insanlık aradığı bu huzur ve mutluluğu ancak İslam’ın evrensel mesajlarında bulabilecektir. Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Allah ve Resûlü, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, o çağrıya uyunR”[1] buyurularak, ilahi mesajların insanlar için 3 siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” sözleriyle insanların haklar konusunda eşitliğini ifade etmiştir. Temel haklar, insanı insan yapan, hayatımıza ayrı bir anlam katan değerler bütünüdür. Bu yüzden insanlık âlemi, tarih boyunca bu değerleri muhafaza etmek için gözlerini kırpmadan canlarını dahi feda edebilmiş nice kahramanlarla doludur. Onurlu bir hayat için insanlık hakikaten ağır bedeller ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir. Muhterem Müslümanlar! Kur’an’a ve Sevgili Peygamberimize (s.a.s.) gönül vermiş kimseler olarak hiçbir ayırım gözetmeksizin insan haklarına saygı gösterelim. Kime ait olursa olsun, ihlal ettiğimiz her haktan Allah katında mutlaka hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Allah’ın Peygamberi; “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir hak varsa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön “hayat” yüklü olduğu dile getirilmiştir. Gerçekten cehalet, zulüm, vahşet ve hayatı anlamsız kılan nice olumsuzluklar içerisinde yüzen insanlık, İslâm’ın gelişiyle adeta yeniden hayat bulmuştur. Zira bu ilahi mesajların merkezinde hep insan, insana saygı ve insanın mutluluğu vardır. Şüphesiz huzur ve mutluluk filizleri, sadece hakların gözetildiği bir ortamda yeşerebilir. Hak ve hukuka riayet, karşılıklı sevgi ve saygı, kulluk bilinci, ahlaki erdemler bu filizlerin hayat bulmasında temel unsurlardır. Aziz Müminler! İnsanın hayatını onurlu bir şekilde sürdürebilmesi öncelikle din, can, mal akıl ve namus güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Bunlar aynı zamanda insanın temel haklarıdır ve dokunulmazdır. Sevgili Peygamberimiz, veda hutbesinde: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Araba üstünlüğü olmadığı gibi; beyazın siyaha, 4 takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.”[2] buyurmaktadır. Hal ve hareketlerimizi bu doğrultuda yeniden gözden geçirelim. İnsan haklarına saygı göstermenin dini bir görev olduğunun bilincinde olalım. Hutbemi konuyla ilgili bir âyet meâliyle bitirmek istiyorum; “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” [3] KAYNAK: [1] Enfâl, 8/24 [2] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48, Tirmizî, Kıyamet 2 [3] Maide, 5/8 Firhist’e Geri Dön 52 2005 HUTBELERİ 1 09 - Aralık İNSAN SEVGİSİ Muhterem Müslümanlar, Yüce dinimiz İslam, önemli ahlaki ilkeler koymuştur. Bu önemli ilkelerden birisi de insan sevgisidir. Sevgi duygusu, insanın hemcinsleriyle arasındaki ilişki ve kaynaşmasının en önemli unsuru ve toplumsal hayatın gelişip güçlenmesinin vazgeçilmez şartıdır. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde bütün Müslümanların kardeş olduğu vurgulanarak, onlar arasında güçlü bir sevgi bağı kurulması öngörülmüştür. Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”[1] “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde 3 bir araya getirip kaynaştıran sevgidir.Toplum sevgiyle kaynaşır, huzurla yaşar. Sevgi ya ana-babanın evladını sevmesi gibi doğal olarak; ya da insanların adalet, cömertlik, edep, haya gibi ortak değer ve faziletlerde birleşmeleriyle iradi olarak gerçekleşir. Bu surette birbirini seven insanlar kendi mutluluğunu düşündüğü kadar diğer insanların yarar ve mutluluklarını da düşünürler. Böylece aralarındaki birlik ve kaynaşma daha da artar. Mevlana'nın ifadesiyle “sevgi; acıyı tatlıya, bakırı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür.” İnsanı hayata bağlayan zincirin en güçlü halkası ve insanı yaratanına ulaştıracak en sağlam merdiven de yine sevgidir. Muhterem Müminler İnsanlar arasında olması gereken dostlukların azalması, ona bağlı olarak da kin, öfke, hiddet ve düşmanlıkların artması temelde sevgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.Yanlış düşünce ve davranışlarla pek çok kötülüğün en önemli sebeplerin- Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”[2] Yüreği sevgi dolu Peygamberimiz(s.a.s) de : “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de kamil mü’min olamazsınız.”[3] “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine yakınlıkta, şefkat gösterip birbirlerini koruyup kollamada bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir yerinde bir rahatsızlık olduğunda; bunu, vücudun tüm uzuvları hisseder.”[4] buyurarak sevgi ve kardeşliği öğütlemektedir. İslam Dini’nin bu güzel öğütlerinden aldıkları ilham ile “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü'' diyen Yunus Emreler, ''Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir, ne olursan ol yine gel'' diyen Mevlânalar ve ''bir olalım, iri olalım, diri olalım'' diyen Hacı Bektaş-ı Veliler hep sevmeye ve sevgiye çağırmışlardır. Değerli Müminler, Bir ülkenin bireylerini ve nesillerini 4 den biri de yine sevgi eksikliğidir. Halbuki sevgi olsa, öfkeler diner, düşmanlık duyguları biter, bir daha ortaya çıkma imkanı bulamadan kaybolup gider. Unutulmaması gereken bir husus da şudur ki, tüm faziletler, tüm iyilik ve güzellikler, sevgi ve samimiyet ortamında doğar ve gelişirler. Bu bakımdan, günümüzde yaşadığımız rahatsızlıklara karşı Allah rızasına dayanan sevgi pınarını herkesin gönlüne akıtmamız gerekmektedir. Çünkü bu sevgi ve samimiyet olmadan, yüce dinimizin hedeflediği faziletli hayat ve kâmil insan idealini yakalamamız mümkün değildir. O halde, insan sevgisine büyük önem veren Yüce dinimiz İslam’dan aldığımız ilham ile kalplerimizi sevgi ile dolduralım.Allah sevgisiyle gönüllerimizi herkese açalım. Hak aşığı Yunus Emre’nin ifadesiyle ''Gelin tanış olalım, yad isek bilişelim. Sevelim sevilelim. Dünya kimseye kalmaz.” KAYNAK: [1] Hucurat 49/10 [2] Fussilet 41/34 [3] Müslim İmam 93 [4] Buhari, Edep 27 Firhist’e Geri Dön 53 2005 HUTBELERİ 1 16 - Aralık HACCI ANLAMAK Muhterem Müslümanlar, Yüce Rabbimiz, “Gücü yetenlerin, Beytullah’ı haccetmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnîdir.”[1] buyurarak, gerekli şartları taşıyan insanları hacca davet etmektedir. Bu ilahî çağrıya, bu hac mevsiminde icabet etmiş olan mü’min kardeşlerimiz, şu günlerde Yüce Allah’ın davetlileri olarak Beytullah’ı ziyaret etme şeref ve heyecanını yaşamaktadırlar. Aziz Mü’minler, İnancın hayata yansıması olan ibadetlerimiz, Yüce Yaratıcı ile aramızdaki en sağlam ve en güzel bağdır. Bu ibadetlerden birisi olan Hac, ferdî ve toplumsal açıdan pek çok olgunlaştırıcı özellikler bulundurmaktadır. Dünyanın her tarafından gelen, dilleri, ırkları, renkleri, kültürel ve ekonomik durumları farklı 3 dırlar. Kâbe’yi tavaf ve sa’yi, Allah’ı yüceltmek; şeytan taşlamayı, her türlü kötülüğü terk etmek; vakfeyi, Allah’ın rızasını her şeyden önde görmek, İhram yasaklarına uymayı, Allah’ın emrine amade olmak; kurban ibadetini de gerektiğinde malını Allah yolunda harcayabileceğinin bir sembolü olarak düşünmek, hac ibadetine ayrı bir anlam ve güzellik kazandıracaktır. Bu yolculuk boyunca hacı adaylarının en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri, sabırlı ve tahammüllü olmalarıdır. Hacı adayları, ihramlı olduklarını daima hatırda tutmalı, kusurları görmeyip, her canlıya sevgi ve şefkat duygularıyla yaklaşmaya gayret etmelidirler. Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için çıkmış oldukları hac yolculuğunu ibadet ve taatlerle dolu dolu geçirmeli; alış-veriş, çarşı pazar gibi hususlara gereğinden fazla zaman ayırmamalı, vakitlerini boşa geçirmekten sakınmalıdırlar. Tam ve makbul bir hac yapabilmek için, kendilerine tavsiye edilmiş kurallara ve diğer hususlara da titizlikle uymaya çalışmalıdırlar. Bu duygu ve düşüncelerle, Huzur-u İlahî’de bulunduğunun şuurunda olan hacı Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön mü’minler, ortak inanç ve duygular içerisinde tanışıp bilişmek ve kardeşlik bağlarını güçlendirmek fırsatını elde ederler. Hac, peygamberlerin izinde, yücelme ve Hakk’ın rızasını kazanma yolunda gerçekleştirilen hikmetli bir yolculuktur. Bu yolculukta mü’minler inançlarını pekiştirme fırsatını yakalarken, aynı zamanda, takvâ, sabır, sevgi-saygı, kardeşlik, fedakârlık, cömertlik gibi bir çok ahlakî güzelliği yaşama imkanını bulurlar. Muhterem Mü’minler Hac esnasında, namaz, tavaf, sa’y, telbiye, zikir, vakfe, tövbe, kurban ve ihramla ilgili kurallardan oluşan yoğun bir ibadet ve taat heyecanı yaşanır. Malı, mülkü, evlat ve akrabayı geride bırakıp, ihramıyla Yüce Allah’ın huzuruna durarak “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” “Davetine icabet ettim. Buyur Allah’ım” nidalarıyla teslimiyetini dile getiren mü’minler, gündelik iş ve telaştan uzak, tam bir gönül huzuruyla Allah’a yönelme fırsatını elde ederler. Hac yolculuğuna çıkan kardeşlerimiz, bu mukaddes sefer esnasında yerine getirilen ibadetlerin görünen yönleri yanında, daha nice hikmetleri ifade ettiğinin bilincinde olmalı4 adayları, yapacakları samimi tövbe ve makbul bir hac ile sevgili peygamberimizin, “Hacceden kişi, anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınır”[2] müjdesini hak edeceklerdir. Değerli Mü’minler, Hacı adayı, bu mukaddes yolculuğu sıradan bir seyahat gibi görmemelidir. Kendisinin, Yüce Allah’ın konuğu olduğu bilinciyle, hac ibadetini en güzel şekilde eda etmeye çalışmalıdır. Hutbemi, hacca çağıran ayet-i kerime mealleriyle bitiriyorum: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, yaya olarak veya hazırlanmış binekler üzerinde sana gelsinler. (Böylelikle) Kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin. Sonra temizlenip adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.”[3] KAYNAK: [1] Âl-i İmran, 3/ 97 [2] Buhari, Hac 4 [3] Hac, 22/ 27-29 Firhist’e Geri Dön 54 2005 HUTBELERİ 1 23 - Aralık ÇALIŞMA HAYATI VE SORUMLULUKLARIMIZ Değerli Müminler! Toplum hâlinde yaşamanın insana sağladığı bir takım haklar ve yüklediği sorumluluklar vardır. Haklara saygı göstermek ve sorumlulukları yerine getirmek, herkesin ortak görevidir. Emeğe saygıda İslâm’ın üzerinde hassasiyetle durduğu bu çok önemli görevlerden biridir. Yüce Allah, emeği müstakil bir değer olarak kabul etmiş, emeğin hem maddî hem de manevî karşılığının olduğunu, Kur’an’ın değişik ayetleriyle bize bildirmiştir. Nitekim; “İnsan için ancak çalıştığı vardır.”[1] “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onu görecektir.”[2] “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”[3] ayetlerinde, hiçbir emek ve çalışmanın 3 işçi çalıştırmanın veya çalışanların sigorta primlerini eksik yatırmanın, başlı başına bir kul hakkı ihlâli olduğunu unutmamalı; kıdem tazminatını ise, işçinin fiilen aldığı en son ücret üzerinden ödemelidir. Yine bu hakların bir gereği olarak; işyerinde gerekli emniyet tedbirlerini almalı, çalışanların ibadetlerini rahatlıkla yerine getirebilmelerine imkan sağlamalı, rûhen ve bedenen sağlıklı olmalarına özen göstermelidir Saygıdeğer Müminler! Çalışanlar da aldıkları maaş ya da ücretin helal olması için, kendilerine verilen işleri belirtilen zamanda ve istenilen ölçülerde yapmaya gayret etmelidirler. Bu konuda sevgili Peygamberimiz; “Allah Taâlâ sizden birinizin bir iş yaptığı zaman, onu sağlam ve güzel yapmasını sever.”[8] buyurarak; çalışanları iyi ve kaliteli iş yapmaya teşvik etmişlerdir. Bunun yanı sıra günümüzde memur, işçi ya da sözleşmeli olarak görev yapanlar; gerek iş yerlerinden, gerekse üretim araçlarının korunup gözetilmesinden sorumlu olduklarını da unutmamalıdırlar. Sevgili Peygamberimiz bu sorumluluğu şöyle hatırlatıyorlar: “RÇalışan kişi de işverenin malının koruyucusudur...”[9] Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön gerek dünyada, gerekse ahirette karşılıksız bırakılmayacağı açıkça vurgulanmaktadır. Bir kudsî hadiste ise yüce Allah’ın; kıyamet gününde kendisine verdiği sözü tutmayanın ve çalıştırdığı işçiden tam olarak iş ve hizmet aldığı halde; onun emeğinin karşılığını tam olarak vermeyenin[4] hasmı olacağı ifade edilmektedir. Muhterem Kardeşlerim! Sorumluluğunun bilincinde olan bir işveren; çalıştırdığı kişilerin maaş veya ücretlerinin en azından temel ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda olmasına özen göstermelidir. Bilgi, beceri ve uzmanlık gerektiren işlerde çalışanlara ise durumlarına uygun, tatmin edici ve adil ücret ödemelidir. Vereceği ücreti önceden belirlemeli, sonradan hak kaybına sebep olabilecek durumlardan kaçınmalı[5], çalışanların emeğinin ücretini tam ve zamanında ödemelidir. Sevgili Peygamberimiz; “Çalışanın ücretini alın teri kurumadan veriniz.”[6] buyurarak, bu konuda işverenleri duyarlı olmaya davet etmişlerdir. Aynı şekilde işveren; işçisine güç ve kabiliyetinin üzerinde iş yüklememeli, onu kardeşi gibi görmeli, temel haklarına saygılı olmalıdır.[7] Sigortasız 4 Aziz Müminler! İslâm’a göre, çalışma hayatında karşılıklı sevgi, saygı, hak, hukuk ve adâlet prensiplerine uygun olarak hareket edilmelidir. Bu itibarla İslâm dini, çalıştırdığı kişileri ezen, onların hak ve hukukunu ihlâl eden bir işvereni tasvip etmediği gibi; iş vereniyle iyi geçinmeyen, yaptığı işin gereklerini yerine getirmeyen çalışanı da tasvip etmez. İslâm’ın istediği; çalışanın ücretini tam ve zamanında ödeyen ve işçisine sevgiyle yaklaşan bir işveren; aldığı ücreti hak etmek için çalışan ve işini en güzel ve kaliteli bir şekilde yapan işçidir. O halde sorumluluğunun bilincinde olan Müslüman kişi; ister işveren ya da amir, ister işçi ya da memur olsun, hak ve hukuka riayet etmelidir. Şu husus iyi bilinmelidir ki, ancak başkalarının hakkına saygı gösterenler, kendileri de saygı görmeye hak kazanırlar. KAYNAK: [1] Necm,53/39 [2] Zilzâl, 99/7-8 [3] Bakara, 2/286 [4] Bk, Buhâri, İcâre,10 [5] Bk, Nesâî, Eymân,10, 44 [6] İbni Mace, Ruhun,4 [7] Bk, Buhari, Edep, 44 [8] Beyhâki, şuabu’l-İman, IV, 334-335 [9] Buhari, İstikraz,20 Firhist’e Geri Dön 55 2005 HUTBELERİ 1 30 -Aralık NEFİS MUHASEBESİ Muhterem müminler! Allah Teâlâ yarattığı her insana belli bir ömür takdir etmiştir. Akıl nimetiyle donattığı insanı erginlik çağından itibaren ölünceye kadar tüm yaptıklarından ve yapması gerektiği halde ihmalkarlık edip yapmadıklarından sorumlu tutmuştur. Bununla birlikte insanı yalnız bırakmamış, onun aklına rehberlik etmek üzerede Peygamberler ve kitaplar göndermiştir. İşte bu noktada İnsana düşen görev hayatı ve yapıp ettiklerini düşünmek ve değerlendirmektir. Ben ne idim, ne oldum sonum ne olacak? İnsan önce bir hücre, sonra ana rahminde bir yavru ve dünyaya geldiğinde her haliyle bakıma muhtaç bir çocuk, sonra delikanlı, sonra yetişkin bir insan. Gücü kuv3 mı, yok mu? O halde her birimiz son nefesimizi vermeden önce kendimizi bir hesaba çekmeli ve nefis muhasebesi yapmalıyız. Zira yaptıklarımızdan Allah’ın huzurda hesap vereceğiz. Nitekim Peygamber efendimiz (S.A.S.) Kıyamet günü kişinin tüm yaptıklarından sorgulanıp hesaba çekilmedikçe mahşer yerinden ayrılamayacağını[1] bize haber vermektedir. Hz. Ömer (R.A) da: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz" uyarısında bulunmaktadır. Aziz müminler! Yeni bir yıla girerken geçen yıldan bu zamana kadar gerek kendimiz, aile fertlerimiz , akraba ve komşularımız için, gerekse yaşadığımız toplum için ne gibi güzel işler yaptık? Yahut kendimize, topluma, insanlara ne gibi zararlarımız dokundu? İyiliklerimizi çoğaltmak, yanlışlıklarımızı düzelmek için böyle bir değerlendirme yapmamız gerekmektedir.. Bütün bunları değerlendirerek dinimizin haram ve yasak kıldığı birtakım güNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön veti yerinde, dilediği gibi davranabilme yeteneğinde. Ne var ki bu hep böyle devam etmiyor. Her çıkışın bir de inişi olduğu gibi, gençliğin bir de yaşlılığı vardır. Arkasından da ölümün geleceği muhakkak, ama onunla ne zaman karşılaşılacağımızı bilemiyoruz. O bakımdan her an ölüm gelecekmiş gibi hazırlıklı olmak zorundayız. Değerli müminler! Kendi kendimizi bir hesaba çekmeliyiz. Mutlaka gerçekleşecek olan ölümü ve kıyameti hatırdan çıkarmamalı, davranışlarımıza bu kaçınılmaz gerçekleri göz önünde tutarak yön vermeliyiz. Öne alınması ve ertelenmesi mümkün olmayan ecel yakamıza yapışmadan düşünmeliyiz: Acaba ölüme ve ahirete hazır mıyız? Bir çok insan geçen yıl aramızda olduğu halde bu yıl aramızda bulunmuyorlar. Acaba biz gelecek yıla ulaşabilecek miyiz? Böyle bir garantimiz olamadığına göre bir düşünelim: Şu anda ruhumuzu teslim edecek olsak yaptıklarımızla Yüce Yaratan'ın huzuruna varmaya yüzümüz var 4 nahları işlediysek onlara tövbe etmeli ve bu günahlardan vazgeçmeliyiz. Allah'a karşı görevlerimizde, ibadetlerimizde eksikliklerimiz ve kusurlarımız varsa onları telafi etme cihetine gitmeliyiz. Ömrümüzün sayılı olan günlerini Allah'ın haram ve yasaklarında değil razı olduğu iş ve ibadetlerle geçirmeye çalışmalıyız. Hutbemi Haşr suresinin 18. ayetinin mealiyle bitiriyorum: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." KAYNAK: [1] Tirmizi, Kıyamet 1 Firhist’e Geri Dön 56