2005 Hutbe Arşivi E-Kitap

Transkript

2005 Hutbe Arşivi E-Kitap
2005
HUTBE ARŞİVİ
Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden Alınarak Düzenlenmiştir.
FİRHİST
07 Ocak - Haccı Anlamak - Dr. Ömer Menekşe-Din İşl. Yüksek Krl. Uzmanı
14 Ocak - Amellerde İyi Niyet ve İhlas - Yüksel Salman
20 Ocak - Kurban Bayramı Hutbesi
21 Ocak - Bayramlarımız ve Kurban - Prof. Dr. Mehmet Erdoğan - Marmara Ünv. İlahiyat Fak
28 Ocak - Dua ve Zikir - Dr. Ekrem Keleş - Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
04 Şubat - Hicret
11 Şubat - Helal ve Haram Duyarlılığı
18 Şubat - Muharrem Ayı
25 Şubat - Kumar ve Şans Oyunları
04 Mart - Mutlu Aile Huzurlu Toplum
11 Mart - Allah Katında Din İslamdır
18 Mart - Çanakkale Geçilmez
25 Mart - Büyüklere ve Yaşlılara Saygı
01 Nisan - İman ve Hayat
08 Nisan - Sağlıklı Birey Sağlıklı Toplum
15 Nisan - Kutlu Elçinin Aile Hayatı
22 Nisan - Çocuklarımıza Sahip Çıkalım
29 Nisan - Kur’an
06 Mayıs - Varlığımızın Sebebi Anne ve Babalarımız
13 Mayıs - Engellileri Anlamak ve Onlara Destek Olmak
20 Mayıs - Gençlik
27 Mayıs - Fetih Ruhu
03 Haziran - Ekmeği İsraf Etmeyelim
10 Haziran - Çevre Sorumluluğu
17 Haziran - Komşularımız
24 Haziran - Vakti Değerlendirme
02 Temmuz - Evlilik
08 Temmuz - İffet İnsanın Süsü
15 Temmuz - Hak Kutsaldır
22 Temmuz - Salih Amel
29 Temmuz - Dürüstlük Bir Erdemdir
1
2
05 Ağustos - Regaib Kandili
12 Ağustos - Kuşaklar Arası İletişim
19 Ağustos - Şükür Nimeti Artırır
26 Ağustos - 30 Ağustosta Destanlaşanlar
02 Eylül - Kıyamet
09 Eylül - Çocuklarımızı Eğitimsiz Bırakmayalım
16 Eylül - Berat Kandili
23 Eylül - Ebedi Mutluluk Yurdu Cennet
30 Eylül - Cami İklimi - Ramazan Aydınlığı
07 Ekim - Kuran Ayı Ramazan
14 Ekim - Zekat Arındırır
21 Ekim - Tövbe
28 Ekim - Cumhuriyet
03 Kasım - Ramazan Bayramı
04 Kasım - Ramazanda Kazandıklarımızı Koruyalım
11 Kasım - Haklara Duyarlı Olalım
18 Kasım - Müslüman İşini Sağlam ve Güzel Yapar
25 Kasım - Ailede Devamlılık Esastır
02 Aralık - İnsan Haklarına Saygı
09 Aralık - İnsan Sevgisi
16 Aralık - Haccı Anlamak
23 Aralık - Çalışma Hayatı ve Sorumluluklarımız
30 Aralık - Nefis Muhasebesi
Düzenleyen:
Hüseyin KARATAŞ
Hacıveli Cami İmam-Hatibi
Serik - Antalya
2005 HUTBELERİ
1
07 - Ocak
HACCI ANLAMAK
Muhterem Mü’minler!
Hac mevsiminin başlamasıyla binlerce vatandaşımız yakınlarıyla birlikte
büyük bir heyecan yaşamaktadır. Bu heyecan; mukaddes yolculuğa yaklaşmanın
müjdesidir.
Hac İslam’ın temel esaslarından biri
olup, imkânı olan Müslümanların Ka’be’yi
ve civarındaki kutsal yerleri, belirli vakitlerde usulüne uygun olarak ziyaret etmesi
ve belli dinî görevleri yerine getirmesidir.
Erkek, kadın şartlarını taşıyan her Müslüman’ın ömründe bir defa haccetmesi farzdır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de:
“Gücü yetip de, ulaşabilen insana Allah
3
leştiği, din kardeşliğinin duygu ve davranışlara yansıdığı, İslâm dinine mensup olmanın gurur ve heyecanın, sabır ve
hoşgörünün, yalnızlığın, mahşer duygusunun iç içe yaşandığı müstesna bir zamandır.
Hac, bir Müslüman’ın, malını Allah
rızası için feda edebileceğini gösteren
büyük bir kulluk göstergesidir. Günlük elbiselerini çıkararak ihrama giren bir Mümin,
dünyanın geçici olduğunu, makam, mevki
gibi bütün varlığını burada bırakacağını,
ahirete sadece kefenle gideceğini yaşayarak hisseder. Manevi duyguları doruk noktasına ulaşır. Diğer bütün Müminlerle
birlikte, hep bir ağızdan; “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk!” “Buyur Allahım! Emrine amadeyim Allahım! Senin eşin ve
benzerin yoktur. Emret Allahım! Her
türlü övgü, sana mahsustur. Nimet de
senin, mülk de senin. Senin eşin ve benzerin yoktur.” diyerek “Telbiye”yi okur.
Yüce Rabbinden af ve mağfiret diler. Aynı
şekilde Kâbe’yi tavaf ederken, Arafat’ta
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
için Beytullah’ı (Kabeyi) haccetmesi gereklidir”(1) buyurmaktadır.
Değerli Kardeşlerim!
Hac; dilleri, kültürleri, renkleri, ırkları,
ülkeleri, sosyal ve ekonomik durumları
farklı hedefleri bir olan milyonlarca müslümanın ilahi aşkla bir araya gelmesi, birlikte
Allah’a yönelmesidir...
Hac, Allah’a ve onun gösterdiği hedeflere yürüyüştür. Hz. Âdem’den itibaren
peygamberlerin ve Hz. İbrahim’in hatırasını
benliğimizde yaşamaktır. İlahi vahyin beşiğini, Hz. peygamberin tebliğini ve tevhid
mücadelesini yakından tanımak, tarihle bütünleşmek, bir buçuk milyarlık İslam dünyasından bu topraklara davet edilen sınırlı
sayıdaki temsilciden biri olmanın hazzını
ve sorumluluğunu omuzlarımızda hissetmektir.
Hac; dünyanın dört bir tarafından
gelen mü’minlerin birbiriyle tanışmaları,
kaynaşmaları ve dertlerini paylaşmalarıdır...
Hac ; iman ve ibadet bilincinin derin4
vakfe yaparken kendisi, aile fertleri ve
bütün Müslümanlar için dua eder. İşte bu
coşku ve heyecanla gözlerden akan yaşlar,
günahlara keffaret, ruhlara şifa olur.
Muhterem Mü’minler!
Hac ibadeti, bize yeni bir kulluk
şuuru kazandırıp hayatımızda yeni ve
güzel bir sayfa açmalıdır. Hutbemizi Peygamber Efendimizin şu hadis-i şerifleriyle
bitirelim: “Kim Allah için hacceder kötü
söz ve davranışlardan sakınırsa (kul
hakları hariç) annesinden doğduğu gün
gibi (temiz ve günahlarından arınmış
olarak evine) döner”(2)
“Allah katında makbul haccın karşılığı
ancak cennettir”(3)
KAYNAK:
1. Âl-i İmran, 3/97.
2. Müslim, Hacc, 436.
3. Buhari, Umre, 1. Müslim, Hacc, 437.
Dr. Ömer MENEKŞE
Din İşl. Yüksek Krl. Uzmanı
Firhist’e Geri Dön
3
2005 HUTBELERİ
1
14 - Ocak
AMELLERDE İYİ NİYET VE İHLAS
Muhterem Müslümanlar
İbadet, yaratılışın gayesi, Yüce Allah'a saygı ve bağlılığın açık bir göstergesidir. İbadetlerin makbul olması, usulüne
uygun olarak, sırf Allah'ın rızası gözetilerek
yapılmasına bağlıdır. "Temizlenmek için
malını hayra veren Allah'a karşı gelmekten en çok sakınan kimse o ateşten
uzak tutulacaktır. O hiç kimseye karşılık
bekleyerek iyilik yapmaz. (yaptığı iyiliği)
ancak yüce rabbinin rızasını istediği için
(yapar). Elbette kendisi de hoşnut olacaktır"(1) ayetleriyle, sadece Allah'ın rızası
gözetilerek yapılan amellerin kabul edileceğine dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber de
"şüphesiz Allah, kendi rızası gözetilerek
yapılan amellerden başkasını kabul
3
dılar. Çünkü onları birtakım mazeretleri
alıkoymuştur.”(5) Öte yandan, ihlastan
yoksun olarak ibadet edenler: “Yazıklar
olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.”(6) ifadeleriyle
ağır bir dille uyarılmışlardır.
Değerli Mü'minler!
Gösteriş, amelleri boşa çıkaran,
manevî bir hastalıktır. Yüce Allah bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: “Ey iman
edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun
d/ye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak
suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin
durumu, üzerinde biraz toprak bulunan
ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından
hiçbir şey elde edemezler. (Böyleleri iyiliklerinin karşılığını göremezler). Allah
kâfirler topluluğunu hidayete
erdirmez.”(7)
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
etmez"(2) sözleriyle, dünyevî çıkar ve beklentilerin kuşattığı amellerin kabul edilmeyeceğini vurgulamışlardır. Kur'ân-ı
Kerim’de, Peygamberlerin tebliğ görevlerini
derin bir ihlâs ve samimiyet içerisinde yerine getirdikleri ve insanlardan hiçbir karşılık beklemedikleri, ümmetlerine söyledikleri
şu ortak sözlerle dile getirilmektedir: "Buna
karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.
Benim mükâfatımı verecek olan, ancak
âlemlerin Rabbi olan Allah'tır"(3)
Aziz Mü'minler!
Niyet, söz ve fiilleri ibadete çevirir,
ihlâs bulunmayan şeklî bir ibadet ise kişiye
bir şey kazandırmaz, işte bu yüzden, İslâm
dini, niyete büyük önem vermiş, sevgili
Peygamberimiz de amellerin gerçek değerinin niyete bağlı olduğunu bildirmişlerdir.(4)
Peygamber Efendimiz Tebük savaşı
dönüşünde şöyle buyurmuştur: “Medine'de bizimle birlikte savaşa katılamayan öyle kişiler vardır ki, onlar bizimle
birlikte savaşıyormuş gibi sevap kazan4
Muhterem Mü'minler!
İbadetlerin ancak, ihlâsla değer kazanacağını ve yapılan her meşru işin, iyi niyetle ibadete dönüşeceğini unutmayalım.
Aile hayatımızda, iş çevremizde ve sosyal
ilişkilerimizde daima iyi niyetli olmaya ve
yaptığımız her işte Allah'ın rızasını gözetmeye gayret edelim.
Hutbemizi bir hadis mealiyle noktalayalım: “Allah sizin kalıbınıza ve suretinize değil, kalbinize bakar.”(8)
KAYNAK:
1. Leyl, 18-21.
2. Nesai, Cihad, 24. Ahmet b. Hanbel, IV, 126.
3. eş-Şuarâ, 26/109, 127, 145, 164, 180.
4. Buhari, Bed’ül-vahy 1. Müslim, İmâret, 155.
5. Buharî, Megâzî, 81. Cihâd, 35. Ayrıca bk. Ebû Davûd,
Cihâd 19. İbni Mâce, Cihad, 6.
6. Mâûn, 4-6.
7. Bakara, 264.
8. Müslim, Birr, 33.
Yüksel SALMAN-Kurul Uzmanı
Firhist’e Geri Dön
4
2005 HUTBELERİ
1
20 - Ocak
KURBAN BAYRAMI HUTBESİ
Aziz müminler;
Müslümanlık bilincimizi yenileyen,
millet olma irademizi diri tutan; birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularımızı pekiştiren,
rahmet ve bereket dolu bugünlere bizleri
kavuşturan Yüce Rabbimize sonsuz hamd
ve şükürler olsun.
Rabbimizin dost edindiği İbrahim
aleyhisselâma, Allah için kurban olmaya
razı olan İsmail aleyhisselâma ve her iki
peygamberin sadakat ve teslimiyetini evrensel bir bayrama dönüştüren Muhammed
aleyhisselâma sonsuz salât ve selâm
olsun.
Değerli kardeşlerim;
Biz Müslümanlar için bu bayramlar;
3
nızdır...”(1)
Muhterem müminler;
Bayramlar; sevinçleri büyütme mevsimidir. Bu bayramda da, sevinçleri dünya
çapında büyütmeliyiz. Önce kendi gönüllerimiz bir sevinç yumağı hâline gelmeli.
Sonra annelerimizin ve babalarımızın gönüllerini şad etmeliyiz. Bir tatlı söz işitmek
için hayatın bütün ağırlığını paylaşmayı
göze alan çileli eşleri mesrur etmeliyiz. Evlerin canlı bayramları olan çocukları sevindirmeliyiz. Gönüllerin ağır yükü olan
küskünlükleri ortadan kaldırmalıyız. Selâmlaşarak, musafaha ederek, kucaklaşarak,
ziyaretleşerek, kurban etlerini dağıtarak, ikramda bulunarak; bütün sokakların, bütün
komşuların, bütün yurdumuzun, İslâm coğrafyasının ve bütün dünyanın gözlerine sevinç taşımalıyız.
Güney Asya’da felâkete maruz kalanlara, en azından bir hilkat kardeşliği borcumuz vardır. Pek çok toplulukla dinî,
tarihî, kültürel bağlarımız vardır. Onların
yüreğinde bir sevinç pırıltısı oluşturmak da
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
imanı, ibadeti ve tarihi bir sevinç atmosferinde buluşturan ve bu sevinci sonsuzluğa
taşıyan önemli zaman dilimleridir. Ramazan Bayramımız, her yıl bizlere yüce kitabımız Kur’an- Kerim’in nazil oluşunu ve
İslâm’ın doğuşunu yaşatırken Kurban Bayramımız, Hz. Muhammed’den, üç ilâhî
dinin kendisinde buluştuğu Hz. İbrahim’e
uzanan yüce tarihe can verir.
Arafat’ta dünyalıklardan soyunmuş,
âdeta ak kefenlere bürünmüş iki milyonu
aşkın Müslüman, Rabbin divanına durup
ellerini açtı ve bütün insanlık için rahmet diledi. Bizler de, kurban ibadetinin manevî ikliminde bir gönül yüceliği yakalayıp
Rabbimize yakınlık arayışında olacağız.
Zira kurban, Allah’a, yüce ve ilâhî olan her
şeye yakın olma arayışıdır. Kurbanda Hz.
İbrahim ve Hz. İsmail’in baba-oğul sevgisi
ile hakka bağlılık duygularının harman olduğu engin bir dünya vardır. Nitekim
Cenab-ı Hak, hutbemizin başında okuduğum ayet-i kerimede mealen şöyle buyurur:
“Allah’a kurbanlarınızın ne etleri
ulaşır, ne de kanları. Ona ulaşan takva4
bizim bayram borcumuzdur. Çocuklarımızın gözlerine bakarken gerek oralarda,
gerek yanı başımızda, savaş alevleri içinde
anasız-babasız kalmış yavruları düşünmeden Rabbin katına sunulacak bir kalbe
sahip olamayız.
Kardeşlerim;
Bayramınız mübarek olsun. Rabbimizden bizi yakınlığına lâyık kılacak bir
kurban iklimi yaşatması için dua ediyoruz.
Kalplerimizi, huzuruna çıkacak arı durulukta kalpler hâline getirmesini diliyoruz.
Dualarımızın Arafat’taki dualara karışması
ve Rabbin katına yükselmesi için niyaz ediyoruz.
KAYNAK:
1- Hac: 37
Firhist’e Geri Dön
5
2005 HUTBELERİ
1
21 - Ocak
BAYRAMLARIMIZ VE KURBAN
Muhterem Mü’minler!
Bugün Dini bayramlarımızın ikincisi
olan Kurban Bayramını idrak etmiş olmanın sevinci içerisindeyiz
Kurban bayramının bir özelliği de
Hac ibadetinin o günlerde yapılıyor olmasıdır. Öyle ki, dünyanın her yerinden dilleri,
renkleri, coğrafyaları, ırkları farklı, ama
aynı inancı paylaşan milyonlarca Müslüman’ın hacca gelerek oluşturdukları tablo,
bayramın değerini ortaya koyan muhteşem
bir manzaradır.
Kurban Allah’a yaklaşmaktır. Kurban, Allah’a kul olmanın şuuruna ermektir.
Kurban, Hak yolunda fedakârlığın ifadesi3
ğimiz eş dost ve akraba, bayramlar vesilesiyle ziyaret ediliyor.
Şu kadar var ki, bayramlarımızın kimilerinin yanında giderek bir tatil havasına
sokulduğu ve insanların ziyaretleşme yerine adeta insanlardan kaçarak tatil ve eğlence merkezlerine gittikleri görülüyor. Bu
tutumun, bayramlardan gözetilen ilahi
amaçla bağdaşmayacağı açıktır. Çünkü
bayramlar bizi birbirimize kenetlemek, birlik
ve beraberliğimizi kuvvetlendirmek için vardır.
Öyle ise Bayram, bütün güzellikleriyle gönlün derinliklerinde yaşanan, yoksullarla, kimsesizlerle ve yüreği yaralı
insanlarla güzelliklerin paylaşıldığı günler
olsun..Bayram, dini şuur ve duygumuzun
gelişmesine, dargınlık, kırgınlık ve küskünlüklerin giderilmesine, akan kan ve gözyaşlarının dinmesine, akraba, komşu ve
büyüklerin, hastaların ziyaret edilmesine,
fakir, yetim ve kimsesizlerin gözetilmesine,
çocukların sevindirilip manevi havayı teneffüs etmelerine, kısaca her türlü insani ve
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
dir. Kestiğimiz kurbanla, hak yolunda malımızı, hatta Hz. İbrahim ve oğlu İsmail gibi
canımızı bile feda edebileceğimizi ifade
etmiş oluyoruz.
Aziz Mü’minler!
Sevgili Peygamberimiz: “Âdemoğlu
kurban bayramı gününde Allah için kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmış olmaz”(1) buyurarak bizleri kurban
kesmeye teşvik etmiştir. Her ibadette olduğu gibi kurban ibadetinde de ihlâslı
olmak ve yalnız Allah’ın rızasını gözetmek
temel prensiptir. Nitekim Yüce Allah, kurbanları kastederek “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz, fakat O’na
sizin takvanız ulaşır...”(2) buyurarak bu
prensibe işaret etmektedir.
Değerli Kardeşlerim!
Yıl boyu kendimizi işimize kaptırıyor
ve günlük telaşemiz içerisinde yakınlarımızı, hatta kendimizi bile ihmal ediyoruz.
Yüce Allah bayramlar vasıtasıyla bizim
kendimize ve çevremize zaman ayırmamızı
sağlıyor. Nice zamandır görmeyi arzu etti4
ahlâki değerlerin kazanılmasına vesile
olsun. Bu duygu ve düşüncelerle Bayramınızı tebrik eder, insanlığa barış ve huzur
getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
KAYNAK:
1. Tirmizî, Edahî, 1.
2. Hac, 22/37.
Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN
Marmara Ünv. İlahiyat Fak
Firhist’e Geri Dön
6
2005 HUTBELERİ
1
28 - Ocak
DUA VE ZİKİR
Muhterem Müslümanlar,
İnsan hayatının en değerli anı, Yüce
Allah’a yönelip O’nunla baş başa kaldığı
zamandır. Allah ile baş başa kalmanın en
güzel yolu dua ve zikirdir. "Dua, ibadetin
özüdür.”(1)
Dua ve zikir, Allah ile kul arasında
kuvvetli bir bağdır. Duadan ve zikirden
uzak kalmak, kişinin yaratıcı ile irtibatının
zayıflamasına, bunun sonucunda da dini
hayatında gevşekliğe sebep olur. Özellikle
günümüzde kalpleri katılaştıracak o kadar
olumsuzluklar var ki, böyle bir ortamda,
Müminin dua ve zikirle iç içe yaşaması
daha bir önem taşımaktadır. Dua ve zikir
ile yaşamak, Allah'ı görüyormuş gibi yaşamaktır. Her ne kadar biz O'nu görmesek de
3
dürtüklemesiyle ne zaman bir kötülüğe yönelse, hemen Rabbinin kendisini görmekte
olduğunu, kalbinden geçenleri bildiğini hatırlar. Onun kendisine verdiği değeri düşünür ve içinde yaşadığı bu güzelliği
kaybetmek istemez. Böyle bir şeyin, kendi
huzurunu dinamitlemek anlamına geleceğini bilir.
Değerli Müminler,
Hiç kimsenin sesimizi duymayacağı
yerde sesimizi duyan, hiç kimsenin bizi göremeyeceği yerde bizi gören, hiç kimsenin
bilemeyeceği niyetlerimizi, düşüncelerimizi
ve sırlarımızı bilen, hiç kimsenin yardım
edemeyeceği durumlarda bize yardım edebilecek olan, hiç kimsenin bizi umursamadığı zamanlarda bizi dikkate alanın rahmet
ve sevgisine mazhar olmaktan daha öte bir
mutluluk düşünülebilir mi? İşte dua ve zikir,
bu sevgi ve rahmet kaynağına bağlanma
başvurusudur. Bu bakımdan dua ve zikirle
yaşamak, huzur içinde yaşamaktır. "Bana
dua edin, duanıza karşılık vereyim.”(4)
mesajını kavramış olarak yaşamaktır.
Allah kalıplara ve şekillere değil,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
O bizi görmektedir.
Dua ve zikir, kişiye Allah'la birliktelik
bilinci kazandıran ve Müminin zamanını
manen diri yaşamasını sağlayan bir disiplindir. Zaman, kişiye verilmiş büyük bir
emanet ve nimettir. Dua ve zikirle mümin,
zamanı diri tutar. Dua ve zikirle iç içe yaşayanın her ânı ve her davranışı bilinç yüklüdür. Allah’ın rahmeti böyle bir Mümini bir
bahar serinliği gibi sarar. Artık o, günlük hayatının her aşamasında Rabbini unutmaz.
Hangi işle uğraşırsa uğraşsın, kalbi ve
gönlü Rabbi ile beraberdir. Dünyevi işleri ile
meşguliyeti, onu Allah’ı hatırlamaktan alıkoymaz. Ne ticareti, ne alış-verişi onun Allah’ı anmasına engel olabilir.(2) Bir taraftan
dünyevi kazançlarını elde ederken diğer taraftan gönlü kendisini seven, koruyan ve
gözetenle beraberdir. Bu haliyle o, "Beni
anın ki ben de sizi anayım..."(3) ayetini
hayatında fiili olarak uygulamış olur.
Allah’ı unutmamanın bir gereği olarak gerçek mümin, kolay kolay kötülük işleyemez ve Allah’ın koyduğu sınırları
çiğneyemez. Çünkü şeytanın veya nefsinin
4
kalplere bakar. Kalp kötülüklerle dolu ise,
ona değer vermez. Bundan dolayı Hz. Peygamber “Allah Teala gafil bir kalpten hiç
bir duayı kabul etmez”(5) buyurmuştur.
Dua ve zikir, ibadetin ruhu ve özüdür. Nitekim en kapsamlı ibadet olan namazın her rek’atında Fatiha okunmaktadır.
Namazlarını kılan müminler, günlük ibadetimiz olan ve zikrin bütün çeşitlerini kapsayan namazda, Fatiha suresini her gün
okumaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’in anahtarı
mesabesindeki Fatiha süresinde örnek olarak en güzel dua ve zikir cümlelerine yer
verilmiş olması, Müslüman’ın daima dua ve
zikir ile iç içe bulunması içindir. tir. Bu
durum, müminin nasıl dua ve zikir ile iç içe
olması gerektiğinin bir kanıtıdır.
Sözlerimi bir hadis-i şerif mealiyle
noktalıyorum: “Rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.”(6)
KAYNAK:
Dr. Ekrem KELEŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
1. Tirmizî, Deavât 1.
2. en-Nur, (24): 37.
3. Bakara, 152.
4. Gâfir, 60.
5. Tirmizi, Deavât, 64.
6. Buhârî, Deavât, 66.
Firhist’e Geri Dön
7
2005 HUTBELERİ
1
04 - Ocak
HİCRET
Değerli Müminler!
Yüce Allah, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler
göndermiştir. Görevleri sadece insanları
doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, pek çok işkence ve zulme
maruz kalmışlardır. Bazısı öldürülmüş, bazısı yurtlarından göçe zorlanmış, bazıları
da toplumdan soyutlanarak baskı altında
tutulmuşlardır. Halbuki bu kutlu elçiler, gönderildikleri toplum için rahmet, şefkat ve
sevgi kaynağı idiler. Onlara gönül kapılarını
kapatan toplum, aslında insanî fazilet ve
erdemlere kapısını kapatmaktaydı. Allah
elçilerini bağrına basan toplumlar ise, insanî erdemlere, aydınlığa kucak açmaktaydı.
3
nışmayı vurgulayan İslam’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret;
imanın maddi güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir. Hicret, Allah rızası için;
anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır.
Hicret; her şeylerini Allah için, göz
kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile
onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları
halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların, Ensarın destanıdır. Bu
destanda fedakarlık, kardeşlik, ahde vefa,
birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı,
özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü
temel konulardır. Alemlere rahmet olarak
gönderilen Peygamberimizin Medine'ye
hicreti bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücadelenin
en önemli aşamasıdır. Hicret; Allah’a ibadete, insanî erdemlere, rahmet ve medeniyete gönlünü açanların zaferi; bu değerlere
kapılarını kapatanların mağlubiyetidir. Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın aydınNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Allah elçilerinin sonuncusu, alemlere
rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz
Hz. Muhammed de insanları, şirki ve küfrü,
vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaratana ibadete, adalete, merhamete, insanî
erdemlere davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu Yüce Elçi’ye akla hayale gelmedik
işkence ve zulmü reva gördüler. O’na
kucak açma, O’nunla insanlık onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar, hayatına kastettiler. Bu ağır baskılar altında
tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan Kainatın Efendisi, Miladi
622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret
etti. Bu hicret asla bir kaçış olmadığı gibi;
sıradan bir göç de değildi.
Muhterem Müslümanlar!
Hicret; İslâm davasının hedefe
giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret;
İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç
haline gelmesi ve çevresine kendini kabul
ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. Hicret; her vesile ile birlik, beraberlik ve daya4
lığa dönüşüdür. Bu büyük dönüşümün gerçekleşmesine katkıda bulunmuş olmanın
Allah katında elbette bir mükafatı vardır.
Yüce Kitabımız Kur’an bu mükafatı: "İman
edip hicret edenlerin ve Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta
kendileridir."(1) ayetiyle dile getirmektedir.
Aziz Kardeşlerim!
Hicreti süsleyen tablolarda çağımız
insanı için alınacak birçok ibret ve ders vardır. Bencilliğin, maddeperestliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlığın
aydınlığa çıkışı; hicretle başlayan ve yeşeren insanî değerlerin, fedakarlık ve kardeşlik örneklerinin hayat bulması ile
mümkündür.
Günahlarla, isyanlarla kirlenen gönül
dünyamızın, kulluğa, itaate, ibadete yönelmesinin de gerçek hicret olduğunu unutmayalım.
KAYNAK:
1-Tevbe, 9/20.
Firhist’e Geri Dön
8
2005 HUTBELERİ
1
11 - Şubat
HELAL VE HARAM DUYARLILLIĞI
Aziz Mü’minler!
İrade sahibi insan için esas olan,
iradesini serbest olarak kullanabilmesi, dilediği gibi davranabilmesidir. Ancak davranışlara hiçbir sınırlama getirilmemesi
halinde hayatın çekilmez bir hal alacağı da
açıktır. Bu sebeple, insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamanın yollarını gösteren dinimiz İslam, bazı şeyleri ve
davranışları yasaklamış, bazılarını ise serbest bırakmıştır. Allah’ın açıkça yasakladığı
şeylere “haram”, yasaklamayıp serbest bıraktığı şeylere de “helal” diyoruz. Mesela,
başkasının malını gasp etmek, faiz alıp
vermek haram, ticaret ve alış veriş yapmak, çalışıp kazanmak helal; zina etmek
3
ısrar etmek büyük günahtır. İşlenen haramdan bir an önce vazgeçilmeli, pişmanlık
duyup tövbe edilmelidir. Allah’ın açıkça
haram kıldığı bir şeyin helal; helal kıldığı
bir şeyin de haram olduğunu söylemek,
Allah korusun, insanı dinden çıkarır. Bu konuda bilgili ve hassas olmamız gerekiyor.
Aziz Mü’minler!
Haram ve helal konularında duyarlı
olmak, bizi yaratan, ilim ve kudreti ile takip
ve kontrol altında bulunduran Allah'a olan
imanımızı kuvvetlendirir ve zinde tutar.
Buna karşılık helal-haram çizgisine dikkat
etmeden yaşanan bir hayat, fıtratın sağladığı iyiye yönelme eğilimlerini köreltir. Kötü
ve zararlı eğilimlerin önünü açar; İnsan çok
kere sebebini anlayamadığı bir huzursuzluğa ve mutsuzluğa düşer.
Haram-helal konusunda göstereceğimiz hassasiyetin önemini ortaya koyması
açısından şu hadis-i şerif oldukça dikkat
çekicidir: “Helal bellidir, haram bellidir.
Bu ikisinin arasında bir çok kişinin bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kişi bunNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
haram, evlenip yuva kurmak helaldir. Bir
başka ifade ile, Allah’ın emir ve yasaklarına
uymamak haram; yasaklamadığı konularda
dilediğince davranmak helaldir.
Muhterem Müslümanlar!
Dinin getirdiği yasaklar ve kısıtlamalar hayatı zorlaştırmaya değil; kolaylaştırmaya yöneliktir. “Allah size kolaylık
diler, zorluk dilemez”(1) ayeti bu gerçeği
ifade etmektedir. Hayatımızın verimini azaltan ve bize zararlı olan şeyleri Kur'an, “kötü
ve çirkin” diye nitelerken; sahip olduğumuz
insanî değerleri korumamızı sağlayan, bizi
yücelten şeyleri de “güzel ve temiz” diye nitelemektedir.
Haramlar Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır. Yüce Allâh, “..Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa şüphesiz kendine
zulmetmiş olur.” (2) buyurmaktadır. Allah’ın haram kılmış olduğu şeylerden,
kendi bakış açımızla “küçük” diyebileceklerimiz de, “ciddi” gördüklerimiz kadar önemsenmelidir.
Bile bile haram işlemek, haramlarda
4
lardan sakınırsa dinini, onur ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden kaçınmayanlar, koruluğun kenarında
hayvanlarını otlatan kimse gibidir. Kolladığı hayvanların her an koruluğa dalması mümkündür. Dikkat edin her
hükümdarın bir koruluğu vardır, Allah’ın
koruluğu da haram kıldığı şeylerdir...”
(3)
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz, helalinden kazanıp meşru
ve mubah yerlere harcamamızı ve aşırılıktan kaçınmamızı emretmektedir. Nitekim
Kur’an-ı Kerîm’de: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helal olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da gitmeyin,
yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım
kimin üzerine inerse o muhakkak helak
olur” (4) buyurulmaktadır.
KAYNAK:
[1] Bakara, 2/185.
[2] Talak, 65/1.
[3] Buhârî, İman, 39.
[4] Tâhâ, 20/81.
Firhist’e Geri Dön
9
2005 HUTBELERİ
1
18 - Şubat
MUHARREM AYI
Muhterem Mü’minler!,
İman ve ibadet bilincinin derinleştiği,
din kardeşliğinin duygu ve davranışlara
yansıdığı, mahşer tablosunun an be an yaşandığı müstesna zaman dilimlerinden biri
olan ve Zilhicce ayında gerçekleştirilen
Kurban Bayramı ve Hac ibadeti sona
ermiş, Sevgili Peygamberimizin "Şehrullah:
Yani, Allah'ın Ayı" diye nitelendirdiği Muharrem ayına girilmiştir.
Muharrem ayı, tarih boyunca insanlık için dönüm noktaları sayılabilecek
önemli olayların yer aldığı bir aydır. Bu sebeple gerek İslâm'da, gerekse İslâm'dan
önce Muharrem ayına ayrı bir önem verilmiştir. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde: “Ramazan ayından sonra tutulan
oruçların en hayırlısı, Allah’ın ayı olan
3
Hz. Hüseyin'in siyasî ihtiraslar uğruna acımasızca şehit edilmesi, sevgili
Peygamberimizi ve onun Ehl-i Beyti’ni
seven bütün mü’minleri derinden yaralamış, kalplerini incitmiştir.
Aziz Kardeşlerim!
Ehl-i Beyt, Peygamberimizin mutlu
yuvasında yetişmiş, O’nun sevgi dolu gönlünden feyiz almış örnek, model şahsiyetlerdir. Her biri bir yıldızdır. Yüce Allah, Hz.
Peygamber'in ev halkıyla ilgili olarak, “Ey
Peygamberin ev halkı! Allah sizden
ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”(5) buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz de Ehl-i
Beyti, sahabeyi sevmemizi ve onları örnek
almamızı tavsiye etmiştir. İşte bu tavsiyeyi
kendisine rehber edinen Milletimizin gönlünde, ehl-i beyt sevgisi kök salmış ve toplum olarak bizleri birleştiren unsurlardan
KAYNAK:
1 Müslim, Sıyâm, 202.
2 Tirmizî, Savm 46; Ebû Dâvûd, Savm 56
3 Buhari, Menakıb 22
4 Tirmizî, Menakıb 31
5 Ahzab, 33/33
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Muharrem'de tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise
geceleyin kılınan namazdır.” (1) buyurmuştur.
Ayrıca Peygamberimiz sallalahu
aleyhi ve sellem, bu ayın Aşure günü olarak bilinen onuncu gününü, bir öncesi ve
sonrası ile oruçlu geçirmeyi tavsiye etmiştir. (2)
Değerli Kardeşlerim,
Hicrî yılın ilk ayı olan Muharrem,
aynı zamanda İslâm tarihinde meydana
gelen bazı üzücü olayları da hatırlatmaktadır. Çünkü Muharrem, Kerbelâ olayını ve
Hz. Hüseyin’in şehadetini hatırlatırQ
Hz. HüseyinQ Sevgili Peygamberimizin damadı Hazret-i Ali ile cennet kadınlarının anası Hz. Fatıma’nın (r.a.)'ın
ciğerpâresiQ Sevgili Peygamberimiz’in
dünyanın iki çiçeği, ahirette de “cennet
çocuklarının efendileri” diye övdüğü (3)
ve haklarında, “Allah’ım, ben onları seviyorum, sen de sev!” diye dua ettiği,(4)
adını bizzat kendisinin koyduğu torunudurQ
biri olmuştur.
4
Firhist’e Geri Dön
10
2005 HUTBELERİ
1
25 - Şubat
KUMAR VE ŞANS OYUNLARI
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz, dünyayı daha iyi yaşanır
hale getirmek ve insanca bir hayat sürebilmek için çalışıp kazanmayı, Allah’ın verdiği
nimetlerden olabildiğince yararlanmayı
emir ve tavsiye eder. Ancak, davranışlarımızdaki temel değer ölçüsünü oluşturan
meşruiyet şartı, çalışıp kazanma faaliyetleri
için de geçerlidir. Bu sebeple Müslümanın,
meşruiyet alanı içinde ve helal yolla gerçekleşmeyen işleri yapması yasaklanmıştır.
Kazancın helal olması, meşru yollardan elde edilmesine bağlıdır. Geçimin helal
yollardan sağlanması, Dinimizce ibadet
olarak değerlendirilmiştir. “Hangi kazanç
en temiz ve en helal yolla elde edilmiş
3
Artık vazgeçiyor musunuz?”(2)
Aziz Mü’minler!
Bütün kötü alışkanlıklar gibi kumar
da, müptelasını kendine esir ederek onun
üretkenliğini elinden alır, ruh ve beden sağlığını bozar, onu toplumla uyumsuz bir
birey haline getirir, cinayete, hırsızlığa ve
soygunlara yöneltir. Bir çok aile felaketinin
arkasında da kumar illeti yatmaktadır.
Gelişen teknolojik şartlar, artık kumarı masa başında ve birkaç kişi tarafından oynanır olmaktan çıkarıp; büyük
kitlelerin iştirak ettiği sayısız kumar türünü
de ortaya koymuştur. Bugün sanal ortamda, kumar rahatlıkla oynanabilmektedir.
Bu sebeple, çocuklarımız, gençlerimiz kumarın ve diğer kötü alışkanlıkların pençesine düşme tehlikesi ile her zamankinden
daha fazla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Onun için, çocuklarımızın bu konuda koruma ve yönlendirmemize muhtaç oldukları
gerçeğini göz önünde tutalım. Onların bir
hastalığa yakalanmaması için nasıl gerekli
önlemleri almaya çalışıyorsak, aynı şekilde
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
olur?” diye sorulduğunda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Kişinin el emeği ile ve
kimseyi aldatmaksızın yaptığı meşru ticaret yoluyla elde ettiği kazançtır.” cevabını vermiştir.(1)
Değerli Kardeşlerim!
Temel kazanç prensiplerine aykırı
olması, çalışıp üretme yeteneğini köreltmesi ve çalışmadan kazanma arzusunu
kamçılaması gibi daha pek çok olumsuz
sonuç doğuran kumar, Dinimizce kesin olarak yasaklanmıştır.
Kumar oyunlarının temel niteliği, hiçbir emek sarf edilmeden, haksız yere kazanılmış olmasıdır.
Kumar ve benzeri kötü alışkanlıklar
hakkında Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Ey İman edenler! (Aklı örten ) içki ( ve
benzeri şeyler) , kumar, dikili taşlar, fal
okları ancak, şeytan işi birer pisliktir.
Onlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.
Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza
düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.
4
onların kumar gibi kötü alışkanlıklara yakalanmamaları için de her türlü tedbiri almalıyız.
Değerli Müslümanlar!
Hutbemi Nisâ Suresinin 29. ayetinin
mealiyle bitirmek istiyorum: “Ey iman
edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret
dışında, birbirinizin mallarını haksızlıkla
yemeyin.”(3)
KAYNAK:
1 Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned; IV,141.
2 Maide, 5/90-91.
3 Nisa, 4/29
Firhist’e Geri Dön
11
2005 HUTBELERİ
1
04 - Mart
MUTLU AİLE HUZURLU TOPLUM
Değerli Müminler!
Yüce Allah, insanı diğer varlıklardan
üstün kılmış, farklı cinslerin bir araya gelerek sevgi ve saygı temeline dayalı huzurlu
aileler kurmalarını öngörmüştür. Nitekim
Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden kendileriyle
huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir.
Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.”1 buyurulmaktadır.
Muhterem Müslümanlar!
Toplumu oluşturan temel yapı ailedir. Ailelerin huzur ve mutluluğu, toplumun
huzur ve mutluluğu demektir. Ailede görülen huzur veya huzursuzluk dolaylı olarak
3
Kur’an’da bizler için örnek gösterilen
Hz. Peygamber, hiçbir zaman eşlerine ve
çocuklarına el kaldırmamış3 herkese güzel
söz söylemiştir. İnsan olarak bazen eşlerine darılsa da bunu devam ettirmemiş,4
onlara yardımcı olmak ve gerektiğinde görüşlerine başvurmaktan geri durmamıştır.
Eşlerine kötü davranan erkeklerde hayır olmadığını5 ifade buyurmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
Cenab-ı Hak eşlerin birbirleriyle iyi
geçinmelerini, hoşlanmadıkları bazı şeylerde bile Allah’ın bir çok hayır yaratmış
olabileceğini6 bildirmiş, Hz. Peygamber de,
kişinin hanımından nefret etmemesini, zira
onda hoşlanmadığı huylar yanında, hoşlandığı huyların da bulunacağını7 belirtmiştir. Ayrıca, “Müminlerin imanca en
mükemmel olanı, ahlakça en güzel olanlarıdır, hayırlılarınız da kadınlarına iyi
davrananlarınızdır”8 buyurarak, iman ve
güzel ahlak ile eşlere iyi muamele arasında
bir bağ kurmuştur.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ailelerden oluşan topluma da yansıyacaktır.
Aile mutluluğunun sağlanması ise, eşlerin
ve diğer aile bireylerinin birbirlerine sevgi,
saygı ve hoşgörü temeline dayalı davranmalarına bağlıdır. Kur’an-ı Kerim “Mümin
erkek ve kadınların birbirlerinin dostu
olduklarını ve birbirlerine iyiliği tavsiye
edip kötülükten sakındırdıklarını”2 bildirmiştir. Bu dostluğun öncelikle aile içinde
görülmesi gerektiği ve hayatlarını birlikte
geçirecek eşlerin dostluğa, sevgi ve saygıya herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu
açıktır.
Bu gerçeğe rağmen, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ailevî huzursuzluklar toplumun önemli bir problemini
oluşturmaktadır. Sevgi ve anlayış eksikliği
geçimsizliği, geçimsizlik ise kötü muamele
ve şiddeti doğurmaktadır. Özellikle kadınlar
ve çocuklara yönelik aile içi şiddet boşanmalara yol açmakta, parçalanmış aile bireyleri toplumun problemli üyeleri haline
gelmektedir.
Aziz Müslümanlar!
4
Sonuç olarak, ailede, eşler, karşılıklı
anlayış ve hoşgörü içerisinde, sevgi ve
saygı temeline dayalı bir beraberliği sağlayarak önce çocuklarına, sonra çevrelerine
mutlu bir aile yuvası örneği sunmalıdırlar.
Bu örneklerin çoğalması ve mutlulukların
paylaşılmasıyla artacak olan huzur, dalga
dalga insanları saracak ve bu insanlardan
oluşan toplum, sevgi, saygı, hoşgörü ve
paylaşımın hakim olduğu büyük bir aileye
dönüşecektir. İnsanlık buna muhtaçtır, dinimiz de bunu istemektedir.
KAYNAK:
1 Rûm, 30/21
2 Tevbe 9/71
3 Müslim Fedâil, H.No. 79
4 Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/33
5 Ebu Davud, Nikah, 43
6 Nisâ, 4/19
7 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/329
8 Tirmizî, Radâ,11;Ahmed b. Hanbel, Müsned,II/472
Firhist’e Geri Dön
12
2005 HUTBELERİ
1
11 - Mart
ALLAH KATINDA DİN İSLAM'DIR
Değerli kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, on dört asır önce,
âlemlere rahmet olarak gönderdiği son
peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) aracılığıyla İslâm Dini’ni bütün insanlığa tebliğ
etti. Allah’ın varlığına iman etmek, O'nun
birliğini kabul etmek, O’na hiçbir şeyi ortak
koşmamak ve yalnızca O'na ibadet etmek,
bu dinin temelini teşkil ediyordu. Bu ilahi
mesaj, aynı zamanda insanlığı hakka ve
hakikate, adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlâka davet ediyordu. Zulmü,
cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, yetimi, yolda kalmışı koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya
çağırıyordu.
3
Değerli Mü’minler!
Tarihte olduğu gibi günümüzde de
aynı güçler, İslam’ı; çıkarları ve egemenlikleri karşısında en büyük engel gördükleri
için insanlarımızı bu dinden koparmak
amacıyla planlı ve organize bir şekilde çalışmaktadırlar.
Özellikle etnik ayrımcılıktan, mezhep farklılıklarından, yaşanan bazı ekonomik ve siyasî sıkıntılardan ve hatta
deprem, sel, kıtlık ve benzeri âfetlerden yararlanarak, çocuklarımızın ve gençlerimizin
imanını çalmaya çalışmaktadırlar. Bu faaliyetlerinde, özellikle dinî bilgisi zayıf, ailesi
veya çevresiyle çeşitli sorunlar yaşayan insanlarımız, bu tür odakların öncelikli hedefleri olmaktadır.
Sürdürülen bütün bu çabaların da
başarısızlıkla neticeleneceğine inancımız
tamdır. Ancak bu konuda, biz Müslümanlara önemli görevler düşmektedir. Öncelikle
dinimizin, değerini bilmeliyiz. Başta tevhit
inancı olmak üzere İslâm’ın iman, ibadet
ve ahlâk esaslarına sıkı sıkıya sarılmalıyız.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Bu evrensel çağrı, kısa surede
bütün dünyada, insanların yüreklerinde
yankı buldu. Öyle ki, bir kişinin tebliği ile
başlayan İslâm, kısa zamanda dünyanın
en hızlı yayılan ve insanları, şefkatli kucağına çeken bir din haline geldi. Daha bir
asır geçmeden Asya’dan Kuzey Afrika’ya,
Atlas Okyanusundan Çin Seddine kadar insanlar, İslâm’la şereflendiler.
Müslüman olma bahtiyarlığına
eren sevgili kardeşlerim! Allah katında
yegane din olan İslâm’ın (1) bu hızla yayılışına ve insanların akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler,
bu ilerleyişin önüne geçmek ve insanların
kalplerini İslâm’a açmalarını engellemek
için her türlü yola başvurdular. İslâm’ı ve
Müslümanları tarihten silmek için sözde
kutsal ordular oluşturdular, ancak nihai
amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü karşılarındaki insanlar; tevhit, adalet, takva ve kendine güven; zulme, şirke, küfre ve
haksızlığa karşı koyma gibi değerleri bünyesinde barındıran yüce bir dine mensup
idiler.
4
Çocuklarımıza ve gençlerimize inanç ve
değerlerimizi öğretmeliyiz. Bir birimizle olan
ilişkilerimizde kişisel menfaatleri ve geçici
dünyevî arzuları değil; adaleti, sevgiyi, hoşgörüyü ve yardımlaşmayı esas almalıyız.
Dinimize ve manevî değerlerimize sahip
çıkmalıyız.
Hutbemi, Kur’an-ı Kerim’in en son
nazil olduğu bilinen ayet-i kerimesinin mealiyle bitiriyorum: “Bugün dininizi, sizin
için kemale erdirdim, size verdiğim nimetimi tamamladım ve size, din olarak
yalnızca İslâm’ı seçtim.”(2)
KAYNAK:
1 Al-i İmran, 3/19
2 Maide, 5/3
Firhist’e Geri Dön
13
2005 HUTBELERİ
1
18 - Mart
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Muhterem Müslümanlar!
Çanakkale Zaferi, tarihimizi taçlandıran
olaylar arasında muhteşem bir yere sahiptir. Milletimizin tarih boyunca karşılaştığı en
büyük ve en zorlu sınavlardan biridir. Müslüman varlığını yeryüzünden ebediyen silmeyi amaç edinen zihniyet, Çanakkale
boğazından geçerek İstanbul’u ele geçirmek suretiyle ülkemizi parçalamak, milletimizi esir etmek amacıyla 1914 yılı Kasım
ayında Osmanlı devletine savaş ilan etti.
Bir yılı aşkın süre devam eden Çanakkale savaşları sonunda Milletimiz düşmanlara karşı tarihte emsaline az rastlanan
büyük bir zafer kazanmış, vatan sevgisi ve
iman gücünün maddi üstünlükten daha
önemli olduğunu bütün dünyaya ispat etmiştir.
3
ğerlere bağlılığın güzel bir örneğidir.
"Çanakkale Geçilmez" fermanı, 250
bin îmanlı vatan evlâdının, şehâdet şerbetini içmesiyle yazılmıştır. Şehitlik mümin
için yüce bir mertebedir. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda öldürülenleri ölüler
sanmayın; bilakis, onlar diridirler. Rabbleri katında rızıklanmaktadırlar..."[2] Sevgili peygamberimiz de: "Cennete giren
hiçbir kimse, yeryüzündeki bütün şeyler
kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyaya
dönmeyi ve defalarca şehit olmayı
ister."[3] buyurmuştur. Ecdadımızın yüce
değerler uğruna üstün fedâkarlıklar göstermesinin temelinde, bu ilahi ve peygamberî
müjdeler bulunmaktadır. Tarihimizde Çanakkale gibi yer alan şanlı zaferlerin sırrı,
milletimizin tek vücut olması, birlik, beraberlik halinde bölünmez bir bütün oluşturması ve «Toplu vurdukça yürekler, onu top
sindiremez!» rûhunun yaşanmasında yatNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Çanakkale'de maddî gücümüz, düşmanın gücüne nispetle çok daha zayıftı.
Askerimizin bir çoğunun, ayağında postalı
dahi yoktu. Ancak Mehmetçiğin manevi
gücü büyüktü. İngiliz Ordu
komutanının:"Bizi Türklerin maddî gücü
değil, mânevî gücü mağlup etmiştir. Çünkü
onların atacak barutu bile kalmamıştı” şeklindeki itirafı, bu gerçeği ifade etmektedir.
Tarih; din ve vatan uğrundaki fedâkârlığın
muhteşem bir örneğine de Çanakkale’de
şahit olmuştur.
Aziz Müminler!
Can ve malın Allah yolunda, insanı
insan yapan, toprağı vatan kılan, toplumu
millet yapan değerler uğruna fedâ edilebilmesi, kulun Rabb'ine karşı muhabbetinin
en güzel ifadesidir. Bunun içindir ki Allah
Resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah’a
yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp
şehit olmayı, diriltilip yine şehit olmayı,
tekrar diriltilip şehit olmayı isterim”[1]
Çanakkale'de yaşananlar, her yönüyle
müstesnâ bir vatan sevgisinin ve milli de4
maktadır.
Değerli Mü’minler!
Milletimizin bekâsı, işte bu ruhla yetişmiş nesillere sahip olmakla mümkündür.
Bunun için çocuklarımıza Çanakkale destânını ve ardındaki ruhu anlatmalı aziz vatanımızın ve yüce değerlerimizin kıymetini
öğretmeliyiz. Bu vesileyle aziz şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.
KAYNAK:
1-Buhârî, Cihâd, 199
2-Âli İmrân, 3/169
3-Buhârî, Cihâd, 21
Firhist’e Geri Dön
14
2005 HUTBELERİ
1
25 - Mart
BÜYÜKLERE VE YAŞLILARA
SAYGI
Aziz Mü’minler!
Allah'ın bizlere bahşettiği hayat nimeti, doğumla ölüm arasında gerçekleşen
bir yolculuktan ibarettir. Bu yolculuk, çocukluk, gençlik, yetişkinlik gibi dönemlerden
geçiyor ve nihayet yaşlılık ve ihtiyarlık dönemine ulaşıyor. Hayatın değişmez kanunu
gereği, her dönemin insanı, zamanla yerini
bir sonraki dönemin insanına bırakıyor.
Yaşlılık dönemine gelen insan üst düzeyde
bir hayat tecrübesine ulaşmış olmakta ise
de fiziksel olarak zayıflamaktadır. Kur'an-ı
Kerim'de, "Kime uzun ömür verirsek,
onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz,
gücünü azaltırız. Hâlâ düşünmeyecekler
mi? "[1] buyurulmaktadır. Bu dönemde insanlar ruhen daha hassas olmakta; ilgi ve
desteğe daha çok ihtiyaç duymaktadırlar.
3
öğretmiş,"Merhamet edenlere Allah da
merhamet eder. Yaratılanlara merhamet
ediniz ki, Allah da size merhamet
etsin"[2] buyurmuştur. Hayatlarını bizler
için, toplum için çalışıp çabalayarak, üreterek geçiren, tecrübelerini bizlere aktaran
yaşlılarımız ve büyüklerimiz, her türlü sevgi
ve saygıya layıktırlar.
Muhterem Müslümanlar!
Düşenin elinden tutmak, çaresizlere
destek olmak, kimsesiz, bakıma ve ilgiye
muhtaç olanlara ilgi göstermek, onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak insani ve dini
görevlerimiz arasındadır. Toplumun her kesiminde maddi ya da manevi olarak başkalarının sevgi, ilgi ve dostluğuna muhtaç pek
çok insan bulunmaktadır. Güler yüzle hatırlarını sormak, gerektiğinde oturmaları için
yer vermek, yahut basit de olsa bir ihtiyaçlarını gidermek, yaşlılar için çok büyük anlamlar ifade edecektir. Unutmayalım ki
bugünün yaşlıları dünün gençleri olduğu
gibi bugünün gençleri de yarının ihtiyarları
olacaklardır. Söz konusu olan yaşlı kimseNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Bu bakımdan yaşlılar ve büyükler yalnızlığa terk edilmemeli, sık sık ziyaret edilip
gönülleri alınmalı, onlara gereken saygı ve
sevgi gösterilmelidir. Bu hem dînî hem de
milli bir görevdir.
Muhterem Müslümanlar!
Sevgi, saygı ve merhamet, Yüce
Rabbimizin bize bahşettiği ulvi duygulardandır. İnsan ancak bu ulvi duygular sayesinde mutlu olabilir. Bu duyguların olmadığı
yerde hüzün ve keder vardır. İşte bu sebeple dinimiz, insana saygı ve sevgiyi,
temel ahlaki görevlerimiz arasına koymuş
büyüklere ve yaşlılara karşı sergileyeceğimiz davranışlar konusunda önemli tavsiye
ve uyarılarda bulunmuştur. Bu sebeple
anne ve babalarımız başta olmak üzere;
yaşı bizden ileride olan, bütün büyüklerimize karşı saygı göstermemiz gerekir.
Yaşlılarla ve büyüklerimizle olan ilişkilerimizde sevgili peygamberimiz (s.a.v.)
en güzel örneğimizdir. O bize, insanlara
karşı daima merhametli, güler yüzlü, yardım sever olmayı yaşayarak
4
ler, kişinin anne ya da babası ise onlara
karşı sergilenmesi gereken saygı, sevgi ve
merhamet dolu tutum ve davranışlar kesin
bir dini görev halini alır. Hutbemi Sevgili
Peygamberimizin (s.a.s.) şu hadisleriyle bitirmek istiyorum: "Ana-babası ya da onlardan biri yanında yaşlanıp da cennete
giremeyen kimseye yazıklar olsun"[3] ,
“Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine saygı göstermeyen bizden değildir.”[4]
KAYNAK:
[1] Yâ-Sîn, 36/68.
[2] Tirmizi, Birr, 66.
[3] Tirmizi, Birr,4627.
[4] Tirmizî, Birr, 15; Ebu Dâvûd, Edeb, 66.
Firhist’e Geri Dön
15
2005 HUTBELERİ
1
03 -Aralık
İMAN VE HAYAT
İmanla Hayat Bulmuş Değerli Kardeşlerim
Yaratılışımızın gayesi, Yüce Allah’ı
tanımak ve O’na kulluk etmektir. İman,
hem dünya, hem de ahiret saadetini sağlayan en değerli manevî sermayemizdir.
Sahip olduğumuz imanın en önemli özelliği
ise, kalbin derinliklerine nüfuz etmesi ve
vicdanların onunla huzur bulmasıdır. İman,
bu özelliğiyle, şirkin ve putperestliğin kirlettiği kalplere yeniden hayat vermiş, sahabe
örneğinde olduğu gibi, mensuplarını cehalet ve vahşetten kurtarmış, sevgi, saygı ve
adaletin oluşturduğu medeniyetin zirvesine
yükseltmiştir. İmanın kutsal iklimi, renkleri,
dilleri ve düşünceleri farklı olan insanları
ortak bir duyguda birleştirerek onları kar3
rahatsız edecek işleri yapmaktan sakınır.
Şurası bir gerçektir ki, Allah’a inanan kişi
huzur dolu bir gönüle sahip onurlu bir insandır. İmanı onu hayatın olumsuzluklarından ve doğru yoldan sapmaktan korur.
Onu, insanların hizmetine kendini
adayan ve bu uğurda her türlü fedakârlığı
göze alan; kanaatkâr, cesur, faziletli, hiçbir
kötülüğe bulaşmayan, başkalarının haklarına asla el uzatmayan, ağırbaşlı ve olgun
bir insan haline getirir. Şayet imanımız bize
bu özellikleri kazandırmıyorsa kuru bir iddiadan ibaret kalır. Gerçekte ise iman, sadece bir iddiadan ibaret değil, kalbe iyice
yerleşmiş bir inançtır. Bu bakımdan amelimiz imanımıza uygun olmalıdır.
Değerli Kardeşlerim,
Allah ve Rasülünün çağırdığı iman,
bizi kötülüklerden alıkoyup bütün güzellikleri yaşatan bir hayat iksiridir. Bu husus
Kur’an-ı Kerimde şöyle vurgulanmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü size
hayat verecek şeylere çağırdığı zaman,
o çağrıya uyun ve bilin ki, Allah kişi ile
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
deş yapmış ve bu husus Kur’anda
“Mü’minler ancak kardeştirler”[1] anlamındaki ayetiyle ilan edilmiştir. Mü’minler
bu duygu ve imanla birbirlerini severek
bütün çağlara örnek bir iman kardeşliği sergilemişler ve “İhtiyaç sahibi olsalar bile
kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir.” Bu manzarayı Allah Rasülü
şöyle tasvir etmektedir. "Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve
birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu
zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple rahatsızlanır."[2]
Muhterem Mü’minler,
Kalbin derinliklerine nüfuz etmiş bir
iman, mü’minin hayatına canlılık ve güzellik
katar. Bu nedenle, inanan kişi, ortaya koyduğu her davranışında inancını yansıtır.
Gizli, açık her yerde Yaratıcının denetimini
hisseder. Sözünde durur ve emanete ihanet etmez. Doğru yoldan ayrılmaz. Mü’min
kardeşlerinin yararına olan işlerde onların
karşısına dikilmez. Daha sonra vicdanını
4
kalbi arasına girer. Sizler, muhakkak
O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [3]
Hutbemi, kalbe yerleşmiş imanın hayata yansımalarını en güzel şekilde ifade
eden bir ayet mealiyle bitiriyorum:
“Mü’minler ancak, o kimselerdir ki;
Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir.
O’nun ayetleri kendilerine okunduğu
zaman bu onların imanlarını artırır.
Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden
Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte
onlar gerçekten Mü’minlerdir. Onlara,
Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.”[4]
KAYNAK:
[1] Hucurat, 49/10
[2] Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586).
[3] Enfal 8/24
[4] Enfal:8/2-4
Firhist’e Geri Dön
16
2005 HUTBELERİ
1
08 - Nisan
SAĞLIKLI BİREY
SAĞLIKLI TOPLUM
Değerli Mü'minler!
Yüce dinimiz İslâm, insanları Allah’a
kulluğa çağırırken; hüküm ve prensipleriyle
de dini, aklı, canı, nesli ve malı korumayı
amaçlayan evrensel değerler ortaya koymuştur. Kuşkusuz, bu değer ve prensipler,
kişi ve toplum sağlığını da ilgilendirmektedir.
Kişi ve toplum sağlığını korumanın
en önemli şartı ise, temizliktir. Bunun içindir
ki, İslam’da temizliğe büyük önem verilmiş,
maddî ve manevî kirlerden temizlenip, arınanları yüce Allah’ın sevdiği bildirilmiştir.[1]
Elbise, beden, ruh ve çevre temizliği emredilmiş, hatta maddî ve manevî temizlik,
namaz ve benzeri ibadetlerin temel şartlarından sayılmıştır.[2] Yine bu amaçla temiz
3
üzere bütün ibadetlerle yerine getirilen
emirlerin kişi ve toplum sağlığı üzerinde
olumlu etkileri olduğu da bilinen bir gerçektir. Nitekim âyet-i kerimelerde “Kur’an’ın
mü’minler için şifa ve rahmet”[6] olduğunun ifade edilmesi, ruh ve toplum sağlığını
korumaya yönelik yüce kitabımızın ortaya
koyduğu bu hayat prensipleri sebebiyledir.
Ayrıca sevgili Peygamberimizin değişik
hadislerinde hastalıklar oluşmadan önce
sağlığı koruma ve geliştirmeyi hedefleyen
ve günümüzde “koruyucu hekimlik” olarak
ifade edilen en güzel örnekleri görmekteyiz.
Aziz Müminler!
Sağlığı olumsuz yönde etkileyecek
davranışlardan sakınmak ne denli önemli
ise, hastalanınca da tedavi olmak en az o
kadar önemlidir. Bu bakımdan Sevgili Peygamberimiz: “Allah (cc) verdiği derdin şifasını da verir.” [7] “Röyleyse tedavi
olun.” [8] buyurarak hasta olan kişilerin tedavi olmalarının dini bir görev olduğunu
hatırlatmışlardır.
O halde geliniz, güzel dinimizin ilke
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ve faydalı gıdalar helâl, sağlığa zararlı
olanlar ise haram kılınmıştır. Aynı şekilde
bireysel ve toplumsal hayatımızı ciddi biçimde tehdit eden alkollü içeceklerin ve
uyuşturucu maddelerin kullanılması haram
kılınmış, bu ve benzeri zararlı şeylerden
kaçınılması istenmiştir.[3]
Muhterem Kardeşlerim!
Her alanda olduğu gibi beslenme
alanında da israf yasaklanmış,[4] böylelikle
ölçüsüzce yeme ve içmeden kaynaklanan
maddî ve manevî bir çok hastalığın önlenmesi de amaçlanmıştır. Nesli, aileyi ve toplumu olumsuz yönde etkileyen fuhuş, zina
ve cinsel sapkınlıklar haram kılınmış;[5]
bunun karşılığında meşrû ve nikâhlı aile
hayatı teşvik edilmiştir. Bütün bunlara ilâveten, ruh sağlığını ciddi biçimde tehdit eden
ve toplumsal barışa zarar veren şirk, yalan,
iftira, gıybet, alay, dedikodu, haset, fitne,
kibir, ikiyüzlülük, riyakarlık vb. olumsuz
tavır ve davranışlar da haram kılınmıştır.
Diğer yandan Allah’a karşı kulluk
görevinin bir gereği olarak eda edilen,
başta namaz, oruç, zekât ve hac olmak
4
ve prensiplerini Allah’a kulluk bilinciyle hayatımıza tatbik edelim. Sağlıklı toplumun
sağlıklı bireylerden oluştuğunu asla göz
ardı etmeyelim. Sağlıklı birey ve toplum
için sağlık kurallarına ve bu konudaki uyarı
ve önerilere kulak verelim. Unutmayalım ki,
insanlara hayat verecek, onları maddeten
ve manen sağlıklı ve diri tutacak, gönüllerini manevi ölümden kurtaracak iksir, Allah
ve Resûlünün emir ve yasaklarına bağlılıktır. Sözlerimi, bu hakikati en güzel şekilde
vurgulayan, hutbemin başında okuduğum
âyetin meâliyle bitiriyorum: “Ey iman
edenler! Allah ve Resûlü, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, o çağrıya
uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, onun huzurunda
toplanacaksınız.”[9]
KAYNAK:
[1] Bakara 2/22; Tevbe 9/108
[2] Müddessir 74/1-5; Mâide 5/6
[3] Mâide 5/90
[4] A’raf, 7/31
[5] İsrâ17/32
[6] İsrâ 17/82; Yûnus 10/57
[7] Tecrid-i Sarih, XII, 75, Hadis no:1920
[8] Ebu Davud, Tıp,11
[9] Enfâl, 8/24
Firhist’e Geri Dön
17
2005 HUTBELERİ
1
15 - Nisan
KUTLU ELÇİNİN AİLE HAYATI
Değerli Müminler!
Yüce Allah, insanı diğer varlıklardan
üstün kılmış, farklı cinslerin bir araya gelerek, sevgi ve saygı temeline dayalı huzurlu
aileler kurmalarını istemiştir. Zira aile, toplumun temeli ve çekirdeğidir. Aile, belirli bağlarla birbirine bağlı olan, karşılıklı hak ve
ödevlere sahip bireylerin oluşturduğu bir kurumdur. Eşler için huzur, paylaşım ve iffet
mekanı; çocuklar için terbiye, sevgi ve şefkat ocağı olan ailenin son derece önemli olduğu inkar edilemeyecek bir gerçektir. Bu
nedenledir ki ilk insan ve ilk peygamber hayata eşiyle ve ailesiyle başlamıştır. Aile hayatında dertler, kederler, problemler bir
bütünün parçaları olan aile bireyleri arasında paylaşım ve fedakarlıkla hafiflerken,
3
Hatice’ler, bilgi ve hikmet kaynağı olan Hz.
Aişe’ler, sevgi, saygı ve merhametin evlada
dönüştüğü Hz. Fatıma’lar edep timsali
Hz.Hasanlar, Hz.Hüseyinler yetişmiştir. Hasılı bütün bu güzellikler Kutlu elçinin yuvasında insanlık için birer sembol haline
gelmiştir.
Değerli Kardeşlerim!
Çağımızda toplumlar büyük ailevî
problemlerle karşı karşıyadır. Boşanan çiftlerin, yıkılan ailelerin, şefkat, saygı ve sevgi
ortamından mahrum eş ve yavruların sayısı
gün geçtikçe artmaktadır. Öyle ki, “anneciğim, babacığım, evladım” gibi sevgi ve şefkat yüklü sözcüklere hasret kalan insanlar
hiç de az değildir. Bu problemlerin aşılmasında Allah’ın en güzel örnek olarak takdim
ettiği kutlu elçinin aile yapısını süsleyen değerlerin hayata geçirilmesi kaçınılmazdır. O
yüce Resul bir eş olarak; “Mü’minlerin
imanca en mükemmeli, ahlaken en güzel
olanlarıdır ve hayırlı olanlarınız da ailesine karşı hayırlı olanlardır.”[1], “Bir
kimse hanımına kin duymasın; zira onda
hoşlanmadığı huyları varsa buna karşı-
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
sevinçler bayrama dönüşür. Anne-babanın
şefkat kucağında yetiştireceği merhamet,
doğruluk, dürüstlük gibi milli ve manevi değerlere saygılı yavrularla toplumun geleceği
teminat altına alınır.
Saygıdeğer Müslümanlar!
Yüce Kitabımız Kur’an’da hemen her
konuda bizler için en güzel örnek olarak
gösterilen Peygamberimiz Hz. Muhammed’in sadakat, fedakarlık, sevgi, hoşgörü
ve mutluluk örnekleriyle dolu aile hayatı da
ayrı bir önem arz etmektedir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber sadakat sahibi bir eş, sevgi ve şefkati
eksilmeyen bir baba, emin ve fedakar bir
dost idi. Onun aile yuvasını, huzur, paylaşım, adalet, fedakarlık ve saygı tabloları
süslerdi. Allah Resulünün baba olduğu aile
ocağında, coşkun ırmaklar gibi gönülden
fışkıran muhabbet, şefkat, merhamet ve
değer verme, yokluğu hissedilmeyen temel
unsurlardı. Onun yuvası, eşiyle, çocuğuyla
insanî erdemlerin yaşandığı bir yuvadır. Bu
duygu ve temeller üzerine kurulan aileden,
eş olarak sadakatin asla esirgenmediği Hz.
4
lık, memnun kalacağı huyları da vardır.”[2] diye ümmetine sesleniyordu. Hz.
Peygamber; “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[3] diyordu.
Kardeşlerim!
Müminler olarak eşimize, çocuğumuza Hz. Peygamberin sadakatini, sevgisini, merhametini, fedakarlığını göstermenin
gayreti içinde olalım. Ailemizde ahlak, edep,
hoşgörü, haklara saygı temel prensipler olmalıdır. Bu prensipleri hayata geçirmek,
hem inancımızın hem de sağlıklı ve erdemli
bir toplum olmanın gereğidir.
Hutbemi başlangıçta okuduğum âyetin mealiyle bitirmek istiyorum: “İçinizden
kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler
yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir.
Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.”[4]
KAYNAK:
[1] Tirmizî, Radâ’, 11; İbn Mâce, Nikâh, 50; Müsned, II, 472.
[2] Müslim, Rada’, 63; Müsned, II, 329.
[3] Tirmizî, Birr, 15.
[4] Rum, 30/21
Firhist’e Geri Dön
18
2005 HUTBELERİ
1
22 - Nisan
ÇOCUKLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM
Değerli Müminler!
Çocuklarımızın, muhtaç olduğu ahlaki faziletleri, sosyal kural ve davranışları,
dini inanç ve değerleri öğrenmeleri ve yaşamaları; ruh ve beden bakımından sağlıklı, bilgili, sanat ve hüner sahibi
olabilmeleri için bütün imkanların kullanılarak gayret sarf edilmesi başta ana-baba
olmak üzere tüm toplumun görevidir.
Ancak günümüzde, ya ailesi olmadığı, ya da ailesi yanlış tutum ve davranışlarda bulunduğu için, çocukların önemli bir
kısmının, bu temel vasıflara sahip olamadığı görülmektedir. Bunun neticesinde de,
zamanında gerekli değeri verip ilgilenmediğimiz çocuklarımız; bazen tinerci ve
gaspçı, bezen hırsız bazen de içki ve uyuşturucu müptelası olarak karşımıza çık3
sak; seven, benimseyen ve ilgilenen bir
tutum sergilemeliyiz.
Sorunlara buyruklarla değil, konuşarak çözüm bulmalı, çocuklara söz hakkı tanımalıyız. Ailemizde; herkesin uyacağı
kurallar koymalı; ancak çocuklarımızın bu
kurallara dayakla, baskıyla, korkutmayla
değil, gönüllü olarak, benimseyerek uymalarını sağlamalıyız Çocuklarımızla ilgili
tutum ve davranışlarımız, ılımlı ve eğitici,
sindirmeye değil, sorumluluk duygusu kazandırmaya, kişiliğini geliştirmeye yönelik
olmalıdır. Böylelikle, ilk sosyal uyumlarını
gerçekleştirirken kendilerine deneyim fırsatı tanınan, özgür ve ilgili bir aile ortamında, yeterince sevgi ve güven içinde
büyüyen çocuklarımıza ileriki dönemlerde
başarılı olmaları için gerekli ortamı hazırlamış oluruz.
Kardeşlerim!
Bağımsızlığı ve milli iradenin tecellisini ifade eden Milli Egemenlik Bayramı’nı
coşku ile kutluyoruz. Milli Egemenlik Bayramı’nın, aynı zamanda çocuk bayramı olarak isimlendirilip onlara hediye edilmiş
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
makta ve ileriki yaşlarda toplumla çatışan,
tutarsız ve çelişkili davranışlar sergileyen
bireyler olmaktadırlar. Bizler belki de çoğu
zaman, bu tür davranışlarla haberlere konu
olan gençleri acımasızca eleştirmekte onlara kin duygusu ile bakmakta; bu davranışlarının sebeblerini düşünmemekteyiz.
Halbuki bu tür insanların, hangi şartlarda
yetiştiklerine baktığımızda ilgi ve sevgiden
mahrum bir çocukluk dönemi yaşadıklarını;
büyük bir kısmının da halk arasında, “kimsesiz çocuklar”, “sokak çocukları” şeklinde
isimlendirilen kişilerden oluştuğunu görürüz.
Değerli kardeşlerim!
Çeşitli sebeplerle sokakları mesken
tutan ve ilerleyen yaşlarında olumsuz davranışlar sergileyen çocukların bu davranışlarının bir çok sebebi vardır. Bunların
başında aile içi huzursuzluk, anne babanın
çocuklarla yeterince ve gerektiği gibi ilgilenmemesi, baskıcı tutumlar, kuralsızlık ya
da yanlış kurallar sayılabilir.
Çocuklarımızın başarılı, güvenilir ve
yararlı birer insan olarak yetişmesini istiyor4
olması, son derece anlamlıdır. Milli egemenlik gibi, toplum hayatımız açısından
fevkalade öneme sahip olan bir meselenin
çocuklarla ilişkilendirilmesi, onlara vermemiz gereken değere ve bu konudaki sorumluluğumuza işaret etmektedir. Bu
sebeple, hem kendi çocuklarımızın hem de
kimsesiz çocukların maddi ve manevi açıdan iyi bir şekilde yetişmesini sağlamak
için gerekli tedbirleri almak, toplumumuzun
geleceği için önemlidir. Bu konuda son derece hassasiyet ve ilgi göstermek, hem dini
hem de milli görevimizdir.
Hutbemi bir ayet ve bir hadis meali
ile bitiriyorum. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız
birer imtihan aracıdır. Allah katında ise
büyük bir mükafat vardır”[1]. Sevgili Peygamberimiz de buyuruyor ki : “Hiç bir
baba, çocuğuna güzel terbiye ve edepten daha üstün bir hediye vermiş olamaz "[2]
KAYNAK:
[1] Enfâl, 8/28.
[2] Tirmizi, Birr, 33.
Firhist’e Geri Dön
19
2005 HUTBELERİ
1
29 - Nisan
KUR'AN
Aziz Mü'minler!
Kur’an, alemlerin Rabbi Allah tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammet
Mustafa (a.s.) e indirilen son ilahi kitaptır.
O, doğru yolu gösteren hidayet kaynağıdır.
Kur’an, insan sözü değil, Allah kelamıdır.
İndirildiği gibi korunmuş, bir harfi bile değişmemiş ve değişmeyecektir. Kur’ân insanlığı şirk ve küfür batağından alarak
tevhit inancına yükseltmeyi hedeflemiştir.
Değerli Kardeşlerim!
Zulmün yerine adaleti, fitne ve fesadın yerine huzur ve sükunu gerçekleştirecek ilkeleri koyan Kur’ân’dır. Bitmez
tükenmez düşmanlıkları ortadan kaldırıp;
3
Muhterem Müslümanlar!
Allah’ın bir tek ilah olduğunu; O’nun
şanına yaraşmayan sıfat ve nitelemelerden
uzak bulunduğunu, babalık ve oğulluk gibi
beşere ait sıfatların ise Allah’a isnat edilemeyeceğini, bu düşünce ve inancın Allah’a
ortak koşmak olduğunu bize bildiren
Kur’ân’dır. Nitekim bize şöyle seslenmektedir: ”Yahudiler, ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’
dediler. Hıristiyanlar ise, İsa Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarıyla
söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce
inkar etmiş kimselerin söylediklerine
benziyor. Allah onların hakkından gelsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!” [1]
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp hahamlarını;
(Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem
oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar
da ancak, tek olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. Ondan başka
hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”[2]
Değerli Mü’minler!
Peygamberlerin vahiy alan insanlar
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
genelde insanların, özelde ise müminlerin
kardeşliğini bildiren Kur’ân’dır. Kadına
insan muamelesi yapmayan hatta ona
hayat hakkı tanımayan bir dünyada, ona
layık olduğu değeri veren Kur’an olmuştur.
Fakirin, yoksulun ve yetimin haklarını koruyup varlıklı insanlara bu konuda sorumluluk
yükleyen Kur’ân’dır.
Açık ve gizli bütün yaptıklarımızın
hepsinin amel defterine kaydedildiğini, sevabımızla günahımızla kıyamet günü önümüze konacağını, hiçbir şeyin saklı ve gizli
kalmayacağını, verilen nimetlerin bir gün
hesabının sorulacağını bildiren Kurân’dır.
Zulüm ve haksızlık yapanlara, İslam’a,
Kur’ân’a ve İslam Peygamberine dil uzatan, insanlara ve diğer canlılara haksızlık
edenlere Allah’ın azabının çetin olacağını
haber veren yine Kurân’dır. Mü’minlere
müjdeler verip, Cenneti anlatan, Ona teşvik
eden ve Cennete giden yolları gösteren;
Cehennemi tanıtıp, sakınalım diye Cehenneme götüren yolları ve davranışları da
haber veren Kur’ân’dır.
4
olduklarını, ancak ilah olmadıklarını; ibadetin sadece Allah’a yapılacağını, peygamberliğin de Hz. Muhammed (a.s.) ile son
bulduğunu, Ondan sonra peygamber gelmeyeceğini bize yine, Kur’an haber vermektedir. Kutsal kitabımız Kur’ân’dan ve
Dinimiz İslam’dan Milletimizi ve özellikle
gençlerimizi soğutmak isteyen sinsi çalışmalar olabilir. Ancak bizler bunlara karşı
uyanık olmalı meal ve tefsirini okuyarak
yüce Kitabımızı öğrenmeli ve onu yavrularımıza da öğretmeliyiz. Hutbemi tevhidi en
güzel şekilde ifade eden İhlas süresinin
mealiyle bitiriyorum: “De ki: “O Allah’tır,
bir tektir.” “Allah Samed’dir. (Her şey
O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç
değildir.)”. “Ondan çocuk olmamıştır
(Kimsenin babası değildir). Kendisi de
doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir).” Hiçbir şey O’na denk ve benzer
değildir”. [3]
KAYNAK:
[1] Tevbe: 30
[2] Tevbe: 31
[3] İhlas : 1-4
Firhist’e Geri Dön
20
2005 HUTBELERİ
1
06 - Mayıs
VARLIĞIMIZIN SEBEBİ ANNE
VE BABALARIMIZ
Değerli Müminler!
Dünya’da sevgi, saygı ve iyiliğe en
fazla lâyık olan kişilerin başında anne ve babalar gelmektedir. Anneler, çocuklarını hamilelik dönemlerinde büyük zorluklarla
taşımakta, çeşitli eziyet ve sıkıntılarla dünyaya getirmektedirler. Doğum sonrasında
ise, uykularını bölerek onları emzirmekte, en
güzel ninnilerle uyutup, sevgiyle büyütmektedirler. Hepimiz maddî ve manevî gelişimimizi
annelerimizin sevgi, şefkat ve merhametine
borçluyuz. Çünkü bir çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimi için anne sütü ne kadar
önemli ise, annenin sevgi, şefkat ve merhameti de en az o kadar önemlidir.
Kişinin anneye olan ihtiyacı hayat
3
ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak
emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi
yaşlanırsa, sakın onlara “öf!” bile deme;
onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz
söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim!, beni küçükken sevgi ve şefkatle koruyup
büyüttükleri gibi sen de onlara merhamet
et”[1].
Yetim olarak ana-baba özlemiyle büyümüş peygamberimiz (sav) de bir hadis-i
şeriflerinde, Allah’ın en çok sevdiği amelin,
vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyilik etmek olduğunu bildirmişlerdir[2].
Aziz Müminler!
Anne ve babalarımıza karşı görev ve
sorumluluklarımız sadece dünya hayatıyla
sınırlı olmayıp; onlar aramızdan ayrıldıktan
sonra da devam etmektedir. Nitekim sahabeden Ebu Üseyd diyor ki, biz Rasûlullah’ın yanında otururken, bir adam çıkageldi ve; “Ey
Allah’ın elçisi! Anne ve babamın vefatlarından sonra onlar için yapmam gereken
herhangi bir iyilik var mı?” diye sordu.
Rasûlullah (sav); “Evet, onlara dua etmen,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
boyu sürmektedir. Annelerimiz başlarımızın
tâcı, dertlerimizin ilâcı, gönüllerimizin sultanıdırlar. Bakınız şair bu gerçeği ne güzel ifade
ediyor: “Ana başa tâc imiş, Her derde ilâc
imiş, Bir evlât pîr de olsa, Anaya muhtaç
imiş”. “Ağlarsa anam ağlar, gayrisi yalan
ağlar” özdeyişi de bunu desteklemektedir.
Diğer yandan annelerimizle birlikte
babalarımızın da üzerimizde şüphesiz çok
büyük hak ve emekleri vardır. İyilik ve yardımlaşmanın, ağırbaşlılık ve sorumluluğun
sembolü olan babalarımız; soğuk-sıcak, yazkış demeden, gece-gündüz çalışır, çabalar,
helâlinden kazanır, maddeten ve manen büyüyüp gelişmemize ve hayata atılmamıza
katkıda bulunurlar. Baba sevgisi ve desteği
de çocuklar için önemli bir güç kaynağıdır.
Muhterem Kardeşlerim!
Yüce rabbimiz, kendisine kulluk emrinden hemen sonra, ana-babaya iyi davranmayı emretmiş, onları üzmek veya incitmek
şöyle dursun; yüzlerine karşı “öf” bile demeyi
yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu temel vazife şöyle hatırlatılıyor: “Rabbin, kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi,
4
onlar için Allah’tan af ve mağfiret dilemen, verdiği sözlerini yerine getirmen, akrabalarını ziyaret etmen ve dostlarına
ikramda bulunmandır”[3] buyurdular.
O halde iyi bir Müslüman, Allah’a kulluk görevinin yanı sıra, öncelikle anne ve babasına karşı görev ve sorumluluklarını yerine
getirir. Varlık sebebi olan ana-babasını her
zaman hatırlar ve ihtiyaçlarını karşılar. Her
fırsatta sevgi ve saygılarını sunar. Onları incitecek söz ve davranışlardan sakınır. Dünya
ve ahiret mutluluğunun ana-babaya gösterilecek sevgi ve saygıya bağlı olduğunu aklından çıkarmaz. Sözlerimi hutbemin başında
okuduğum âyet-i kerimenin meâliyle bitiriyorum: “İnsana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün
biraz daha güçsüz düşerek taşımıştır.
Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde
olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş
banadır”[4].
KAYNAK:
[1] İsra 17/23-24
[2] Buhari, Edep 1
[3] İbn Mâce, Edep 2
[4] Lokman 31/14
Firhist’e Geri Dön
21
2005 HUTBELERİ
1
13 - Mayıs
ENGELLİLERİ ANLAMAK VE
ONLARA DESTEK OLMAK
Aziz Müminler!
Engelli olsun sağlıklı olsun her insan,
Allah'ın en kıymetli ve en değerli varlığıdır.
Yüce Allah, insanları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, engelli
veya sağlıklı oluşları açısından değil; îman,
ibadet, güzel ahlâk ve yararlı işler yapma
veya inkâr etme, Allah'a ortak koşma, ibadetleri terk etme ve günah işleme gibi iyi
veya kötü davranışları açısından değerlendirir. "Allah katında en üstün olanınız,
Allah’a karşı gelmekten en çok sakınanınızdır"[1] anlamındaki âyet ile "Allah, sizin
sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz.
Fakat kalplerinize ve amellerinize
bakar"[2] anlamındaki hadis, bu gerçeği
ifade etmektedir.
İnsanlar, imtihan dünyasında iyi-kötü,
acı-tatlı olaylarla karşılaşabilirler; sevindikleri
ve üzüldükleri, günler olabilir, bazen nimet3
veya engelli olabiliriz. Nice insanlar; sağlıklı
iken bir trafik veya iş kazası ya da bir hastalık sonucu felçli, ortopedik engelli, işitme
veya görme özürlü olmuşlardır.
Dolayısıyla bu konuda daima bilinçli
ve duyarlı olmalıyız.Fert, aile, sivil toplum örgütleri, kamu kurum ve kuruluşları olarak bu
konu ile yakından ilgilenmeliyiz. Her kesim,
üzerine düşeni yapmalıdır. Her şeyden önce
insanlarımızın engelli olmamaları için gereken tedbirler alınmalıdır. Doğuştan veya
sonradan engelli olan çocuklarımız mutlaka
eğitilmeli, engellilere iş imkanı sağlanmalı ve
onlar, sosyal hayata kazandırılmalı ve güvenceye kavuşturulmalıdır.
Muhterem Kardeşlerim!
Engelli insanlarımızın; yeteneklerini
ortaya koymaları, toplumda yerlerini almaları
ve haklarına sahip çıkmaları; sağlıklı insanlarımızın ise, engelli ve özürlü olanları anlamaya ve onları hayatın bir parçası olarak
görmeye çalışmaları ve kendi imkânlarını
onlara açmaları gerekir.
Bir insanın engelli olması, onun bir
takım haklardan mahrum bırakılmasını gerektirmez. Engelli veya sağlıklı herkesin,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
lerle bazen de musibetlerle imtihan edilirler.
Karşılaşılan sıkıntılar; bazen insanların
kendi ihmal veya kusurlarından kaynaklanır,
bazen hiç kusur ve ihmalleri olmaz ama sıkıntılarına sorumsuz, saygısız ve kural tanımaz insanlar sebep olabilir. Hangi gerekçe
ile olursa olsun müminlerin, sıkıntılar karşısında sabretmeleri gerekir. Ancak sabırlı
olmak; sıkıntılar karşısında maddî ve manevî tedbirleri almaya mani değildir.
Değerli Müminler!
Ülkemizde, zihinsel, ruhsal ve bedensel engelli 8.5 milyon civarında vatandaşımız vardır. Fert ve toplum olarak bu
kardeşlerimize karşı duyarlı olmak, gereken
ilgiyi göstermek ve her konuda yardımcı
olmak görevimizdir. Biz bu insanlara destek
olur, yardım eder ve sıkıntılarını giderirsek
Allah da bize yardım eder ve sıkıntılarımızı
giderir: Peygamberimiz (a.s) "Kim mü’min
kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah
da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da
onun kıyamette bir sıkıntısını giderir” buyurmuştur.[3] Kaldı ki bizler de bir gün hasta
4
insan olmanın onur ve nimetini paylaşması
gerekir. Engelli kimselere güçleri ve imkânları nispetinde sorumluluk yüklemek, insan
haklarına saygının, hakkaniyet ve adaletin
gereğidir.
Yüce Dinimiz İslâm’ın en önemli evrensel değerleri arasında, engellilere sahip
çıkılması da yer alır. Peygamberimiz (a.s.);
zayıf, güçsüz, hasta, engelli, muhtaç ve
âcizlere sahip çıkmış, yakın ilgi ve şefkat
göstermiş, onların sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını
gidermeye çalışmıştır. Engelli kimselere yol
göstermenin, onlarla ilgilenmenin[4] ve yardımcı olmanın Allah katında sadaka olduğunu bildirmiş,[5] onları toplumun ayrılmaz
birer parçası olarak görmüştür. “Bakıma
muhtaç sahipsiz kimselerin sorumluluğu
bize aittir”[6] sözüyle engellilere toplum ve
devlet bazında sahip çıkılmasını istemiştir.
Bizler de bu bilinç ve duyarlılık içinde olmalıyız.
KAYNAK:
[1] Hucûrât, 49/12.
[2] Müslim, Birr, 32
[3] Buhârî, Mezalim, 3
[4] Ahmed, V, 154, 168, 169.
[5] Ahmed, II, 350.
[6] Buhârî, Ferâiz, 25.
Firhist’e Geri Dön
22
2005 HUTBELERİ
1
20 - Mayıs
GENÇLİK
Muhterem müminler!
Gençlik, hemen her yönden gelişme
ve olgunlaşmanın yaşandığı bir dönemdir.
Bu dönem tatlı hayallerin, tutkuların ve ideallerin yeşerdiği; sıkı arkadaşlıkların kurulduğu, kendini kanıtlama çabalarının yoğun
olduğu; zaman zaman da uyumsuzlukların
yaşandığı bir dönemdir. Bu devrede olumlu
olumsuz pek çok duygu yoğun bir şekilde
yaşanır.
Kıymetli kardeşlerim!
Gençler genelde her türlü etki ve
yönlendirmeye açıktırlar. Çünkü, insanlar bu
dönemde genellikle iyi niyetli olup; ön yargıdan uzaktırlar. Ruhsal ve bedensel kabiliyetleri de çok zinde ve aktiftir. İşte gençlerin bu
gücünün olumlu yönde kullanılması gerekir.
Bu konuda gençlere olduğu kadar, başta
anne-baba ve eğitimciler olmak üzere, top3
mayı göze almalarına[3]; Hz. Musa’nın gençliğindeki iffetli ve namuslu yaşantısına[4],
ahlaksızlığın çok yaygın olduğu bir ortamda
Hz. Peygamber’in son derece temiz bir
gençlik dönemi geçirmesine, Allah ve ahiret
inancının insana kazandırdığı dayanıklılık
ve kararlılık gücünün birer örneği olarak Kuran’ı Kerim’de işaret edilmektedir.
Yine Mekke döneminde gençlerin
çektikleri sıkıntılar ve İslam’ın tebliğinde yerine getirdikleri büyük görevler de bu inancın
gençlerin hayatına yansımalarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber de, kıyamet gününde
arşın gölgesinde barınacaklar arasında,
“Rabbi’ne ibadet ederek yetişen gençleri”[5] de sayarak, gençken dini yaşamanın
önemine işaret etmiş; başka bir hadisinde
de, “İnsanoğlu, Kıyâmet gününde; gençliğini nerede ve nasıl harcadığından....sorguya çekilmedikçe yerinden
ayrılamaz”[6] buyurarak, gençlik enerjisinin
Allah’a kulluk ve insanlığa hizmet uğrunda
değerlendirilmesi gerektiği mesajını vermiştir.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
luma da büyük görevler düşmektedir.
Günümüzde bazı gençlerimizin enerjilerini olumlu yönde kullanmadıklarını üzüntüyle müşahede etmekteyiz. Başta kötü
alışkanlıklar olmak üzere bir çok olumsuz
tutum ve davranışlar bir kısım gençler arasında yaygınlaşmış, hattâ sıradan eylemler
halini almıştır.
Değerli genç kardeşlerim!
Gençlik çağının başı olan ergenlik,
dini açıdan sorumluluğumuzun başladığı dönemdir. Onun için, varlık sebebimizi, niçin
yaratıldığımızı, nereye gideceğimizi, kısacası hayatımızı sorgulamalıyız.
Karşılaşabileceğimiz olumsuzluklarla
baş edebilme imkanını ve her şeye rağmen
hayatta kalabilme gücünü bize yalnızca
Allah ve ahiret inancı verebilir. Bu inancın
gereklerini gençlik döneminde yerine getirebilmenin ayrı bir önemi vardır. Nitekim Hz.
İbrahim’in puta tapan kavmiyle tek başına
mücadelesine[1]; Hz. Yusuf’un nefsine “dur”
diyebilmesine[2]; Ashab-ı kehf olarak bilinen
gençlerin kendi inandıkları gibi yaşama uğruna ülkelerini terk edip bir mağarada kal4
Değerli Müminler!
Gençlerimizin tutarlı, dürüst, iyi niyetli, ailesine, milletine ve insanlığa faydalı
kişiler olması için; onların maddi imkanlarını
düşündüğümüz gibi; çocukluktan itibaren
manevi açıdan da iyi yetişmesi için gerekli
tedbirleri almalıyız. Gençlerimize, sahip olmalarını istediğimiz düşünce ve değerler
sistemini, ancak çocukluk döneminden itibaren başta ailede olmak üzere tüm toplumda
yaşamak ve yaşatmak suretiyle kazandırabiliriz. Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor
Bayramını kutladığımız bu zaman diliminde,
Atatürk'ün Cumhuriyeti koruma ve yüceltme
görevini gençlerimize tevdi ettiğini de dikkate alarak, gençliğimize karşı sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.
Hutbemi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum: “Sonra o gün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.”[7]
KAYNAK:
[1] Enbiyâ, 21/51 vd.
[2] Yusuf, 12/23 vd.
[3] Kehf, 18/10 vd.
[4] Kasas, 28/23-26
[5] Buhâri, Ezan 36; Müslim, Zekât 91; Tirmizî, Zühd 53.
[6] Tirmizi, Kıyamet 1.
[7] Tekasür 102/8.
Firhist’e Geri Dön
23
2005 HUTBELERİ
1
27 - Mayıs
FETİH RUHU
Muhterem Mü’minler,
Her milletin, kendisine ışık tutan
şevk ve heyecan kaynağı değerleri vardır.
Fertler, bu değerlerin etrafında kenetlendikleri zaman gerçek manada millet olma şuuruna ererler. Toplumu birbirine kaynaştıran
bu değerlerden biri de milli birlik duygusudur.
Şanlı tarihimiz, imanımızdan kaynaklanan, milli birlik ruhuyla kazanılmış
eşsiz zaferlerle doludur. Bu zaferler, geçmişimizi süsleyen ve geleceğimizi aydınlatan
çok önemli dönüm noktalarıdır. Tarih sahnesinde müstesna bir yere ve değere sahip
olan İstanbul’un fethi de, bu dönüm noktalarından birisidir.
3
yönetimiyle, Bizans halkının yaşamakta olduğu zulme son vermiştir. Bu erdemli davranışıyla o büyük hükümdar, İstanbul’un
fethini gönüllerin fethiyle taçlandırmıştır. İstanbul’u geri almak için harekete geçen
kuvvetlere, öncelikle kilise önderleri ve
şehrin yerli halkının karşı koymuş olması,
bu fethin, Müslümanlara sadece Bizans
topraklarını değil, Bizans insanının gönüllerini de açtığını net bir şekilde göstermiştir
Değerli Kardeşlerim,
Özünü İslam’ın yüce değerlerinden
alan fetih ruhu, bugün artık daha çok, bilgi
ve inançla çalışıp üreterek ülkemize ve insanlığa yararlı olmak şeklinde algılanmalıdır. Her ferdin sorumluluk bilinciyle
vazifesini en güzel biçimde yapması bu anlayışın gereğidir. Gerçek ve kalıcı fethin,
gönülleri fethetmek olduğu bilinciyle hareket ederek, gelecek nesillerimizi İslamî ve
millî değerlerle donatıp bu ruh ve anlayışa
sahip olmalarını sağlamalıyız.
Bu vesileyle, vatan ve mukaddesat
uğruna canlarını feda eden fetih erleri şehit
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Değerli Mü’minler,
Temelleri Malazgirt’te atılmış olan bu
zaferle, milletimiz sesini dünyaya daha gür
bir şekilde duyurmuştur. İnsanlık tarihi, İstanbul’un fethiyle, bir çağın kapanıp yeni
bir çağın açılmasına sebep olan en önemli
olaylardan birine şahit olmuştur. Peygamber efendimizin; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. O’nu fetheden komutan ne
güzel komutan ve O’nu fetheden asker
ne güzel askerdir”[1] şeklindeki müjdesi
ise, bu fethe, apayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır.
İstanbul’u fethederek bu övgüyü hak
eden büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı bir fermanla Bizans halkının
hasret kaldığı can, mal, ırz ve namus güvenliğini teminat altına alarak, idaresi altındakilere, günümüze örnek olacak şekilde,
sevgi, saygı ve hoşgörüye dayanan inanç
ve ibadet hürriyeti tanımıştır.
Hiçbir ayrım yapmadan herkese yardım elini uzatmış, yoksulları gözeterek sosyal adaleti yerleştirmiş ve örnek
4
ve gazilerimizle, ülkemiz için her türlü fedakarlığa katlanan ecdadımıza Allah’tan rahmet diliyor ve hutbemi Nasr suresinin
mealiyle bitiriyorum: “Allah’ın yardımı ve
fetih gelip, insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve
O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.”
KAYNAK:
[1] Ahmet b. Hanbel, Müsned IV, 325
Firhist’e Geri Dön
24
2005 HUTBELERİ
1
03 -Aralık
EKMEĞİ İSRAF ETMEYELİM
Muhterem Mü’minler!
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de
“İnsan, yiyeceğine bir baksın”[1] buyuruyor.
Hepimiz, kendimize ikram edilen nimetlerin kimden ve nasıl geldiğine bir bakalım. Günlük hayatımızda yararlandığımız
nimetlerin en küçük görünen bir tanesine
bile gücümüzün yetmeyeceğini görelim.
Sonra, bütün bunları gönderen Yaratıcının
yüceliğini ve cömertliğini düşünelim. Ve her
nimet için O’na şükredelim. Sahip olduğumuz nimetin kıymetini bilerek onu saçıp savurmayalım.
Değerli Mü’minler!
Yüce Rabbimizin, hizmetimize verdiği nimetleri saymaya ne vaktimiz elverir,
ne de gücümüz yeter. Gelin, bu ikramlardan sadece bir lokma ekmeği ele alalım.
Oturacağımız ilk sofrada, bir lokma
3
mete lâyık bir sorumlulukla ve ona verilen
emeğin kıymetini bilmekle mümkün olur.
Şimdi şöyle soralım kendimize:
-Biz bu nimetlerin sorumluluğunu idrak
edebiliyor muyuz?
-Bir lokma ekmeğin değerini biliyor
muyuz?
-Elimizde tuttuğumuz mucizenin farkında
mıyız?
Sorumsuzca tüketip israf ettiğimizde, başta onu yaratan yüce Allah olmak
üzere, tohum halinden lokma oluncaya
kadar geçen sürede emeği geçenlere karşı
da saygısızlık yapmış olacağımızın farkında mıyız?
Sevgili kardeşlerim!
Araştırmalara göre ülkemizde,
günde yaklaşık 120 milyon ekmek üretiliyor. Bu miktarın onda dokuzu tüketiliyor,
geri kalan onda biri ise çöpe atılıyor. Bu
demektir ki bu günün rakamlarıyla her gün
yaklaşık 12 milyon ekmek çöpe atılarak
israf edilmektedir. İsraf ise haramdır ve
büyük günahtır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde;
“Yiyin, için fakat israf etmeyin, çünkü
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ekmeği ağzımıza götürmeden önce ona
dikkatle bakalım ve parmaklarımızın arasında adeta bir mucize tuttuğumuzu unutmayalım.
Bir düşünelim; o bir lokma ekmeğin
bize kadar gelmesi için, bir buğday tanesi
toprağın içinde nasıl canlandı? Tohumdan
çıkan narin filiz, toprağı nasıl yardı? Hayat
veren yağmur yüklü bulutlar ve uzayın derinliklerinden gelen gün ışığı ona nasıl
ulaştı? Bunlardan bir tanesi eksik olsaydı
bütün insanlar bir araya gelerek o eksiği tamamlayabilirler miydi?
Değerli Kardeşlerim!
Bize ikram edilen her nimet gibi o bir
lokma ekmeğin de, doğrudan doğruya
Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir
armağan olduğunu bilelim. Bunu bilip düşündüğümüz an, bir lokma ekmeğin asıl
lezzetini keşfettiğimiz ve bütün ruhumuzda
hissettiğimiz an olacaktır.
Aziz Mü’minler!
Allah’ın nimetlerine lâyık olmak çok
büyük bir şeref ve tarif edilemez bir mutluluktur. Bu şeref ve mutluluk, ancak o ni4
Allah israf edenleri sevmez”[2] buyurulmaktadır.
Aziz Kardeşlerim!
Hiç birimiz, tek başına, milyonlarca
ekmeği çöpten kurtarabilecek güce sahip
değildir. Fakat bu israfın, bir çoğumuzun ihmali ile meydana geldiğini unutmayalım.
Belki evimizde, belki iş yerinde yahut daha
başka bir yerde, bu israfı bizler yapıyoruz.
O halde çözümü de bizler bulmalıyız. Her
birimiz, bir ekmeği, yahut tek bir lokmayı
kurtardığımızda bu israfın önüne geçmiş
olacağımızı unutmayalım.
Hutbemi, Sevgili peygamberimizden, ekmeğe saygı örneği bir hatıra ile bitiriyorum: Hz. Âişe validemiz anlatıyor: Bir
gün Allah’ın Rasulü odama gelmişti. Yere
düşmüş bir ekmek parçası görünce onu
aldı ve “Ey Aişe, nimetin kıymetini bil.
Çünkü şu ekmek bir toplumdan nefret
edip kaçtı mı bir daha ona dönmez.”[3]
buyurdu.
KAYNAK:
[1]Abese, 80/24
[2]A’raf, 7/31
[3]İbn Mace, Et’ime 52, h.no:3353
Firhist’e Geri Dön
25
2005 HUTBELERİ
1
10-Haziran
ÇEVRE SORUMLULUĞU
Muhterem kardeşlerim!
Yüce Allah, insanın da içinde bulunduğu âlemi canlı ve cansız varlıklarıyla birlikte bir düzen ve denge içinde yaratmıştır.
Canlıların hayatlarını sürdürebilmesi için
bu düzen ideal olup, onda herhangi bir eksiklik söz konusu değildir[1].
Değerli kardeşlerim!
Çağımızın en önemli problemlerinden birisi, çevre kirliliğine bağlı olarak bu
dengenin bozulmasıdır. Çevremizi gereği
gibi korumadığımızdan doğal denge bozulmakta ve bundan diğer canlılarla birlikte insanın kendisi de zarar görmektedir. Bu
durum hutbemin başında okuduğum
3
mızı koruyan, kökünden, yaprağından, kerestesinden, çiçeğinden, meyvesinden gölgesinden, kokusundan, güzelliğinden
yararlanılan ilahi bir lütuftur. Onun içindir ki
Peygamberimiz (s.a.v.), “Kıyâmet kopmak
üzereyken elinde bir fidan bulunan
kimse, imkan bulursa onu hemen diksin” [3] buyurmuştur.
Muhterem müslümanlar!
Çevremizi, özellikle ağaç ve yeşillikleri koruyup temiz tutmak için her türlü tedbiri alıp üzerimize düşeni yerine getirmek;
hem insani hem de dini görevimizdir. Zira
çevreyi tahrip etmek, sadece çevreye karşı
işlenmiş bir kötülük değil, aynı zamanda kişinin kendisine ve aynı ortamı paylaşan
diğer canlı ve cansız varlıklara karşı işlenmiş bir suçtur. “Yaş kesen baş keser”
atasözümüz, yeşili tahrip etmenin insan canına kıyacak kadar kişinin vicdanını kararttığına işaret etmektedir. Peygamberimiz
(s.a.v.) de bir hadisinde, “Müslüman Müslümanın elinden, dilinden güvende olduğu kimsedir” [4] buyurmaktadır.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ayette, “İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır”.[2] şeklinde dile
getirilmektedir. Hava, su ve denizlerin kirlenmesi; yeşilin ve ormanların giderek yok
olması ve bunların sonucunda iklim değişikliklerinin meydana gelmesi bu ayette belirtilen durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Halbuki yararımıza sunulan her nimet aynı
zamanda Allah’ın sorumluluğumuza verdiği
bir emanettir. Şüphesiz çevre de bunlar
arasındadır. Bu nimetleri Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmamız emanete
riayetin bir gereğidir. Aksi takdirde emanete
hıyanet etmiş oluruz.
Muhterem müminler!
Çevreye karşı sorumluluklarımız pek
çoktur. Bunlar arasında ağacın ve yeşilin
korunmasının ayrı bir önemi vardır. Zira
ağaç ve yeşillikler dünya hayatının vazgeçilmez nimetlerinden biridir. Ağaç, kapımıza
eşik, soframıza kaşık, bebeğimize beşiktir.
Ciğerlerimize oksijen veren, erozyonu önleyerek sel sularıyla sürüklenen toprakları4
Çevreyi kirleten, doğal zenginlikleri sorumsuz ve ölçüsüzce kullanan kimseler, dolaylı
olarak diğer insanlara zarar verdiği için
hem bu hadiste belirtilen güven sıfatlarını
zedelerler hem de kul ve kamu hakkına tecavüz etmiş sayılırlar. Bütün bunlardan en
ince ayrıntısına kadar hesaba çekileceğimizi unutmayalım .[5]
KAYNAK:
[1]Bkz. Kamer, 54/49; Mülk, 67/3-4; Hicr, 15/19; Rum, 30/41.
[2]Rum, 30/41.
[3]Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 191, 184.
[4]Tirmizî, İman 12; Nesâî, İman 8.
[5]Bkz. Kehf, 18/19
Firhist’e Geri Dön
26
2005 HUTBELERİ
1
17-Haziran
KOMŞULARIMIZ
Değerli Kardeşlerim!
İnsan, yaratılışı ve ihtiyaçları gereği,
toplum halinde yaşamaya mecburdur. Zira o,
imtihan alanı olarak nitelendirilen dünya hayatında, hemen her an sıkıntı ve problemlerle
karşı karşıya kalabilmektedir. Bu sorunlar, kişisel gayret, imkân ve yeteneklerle aşılamayabilir. İşte bu noktada, farklı imkân ve yetenekleri
bir arada barındıran topluma olan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Ailemiz ve akrabalarımızdan
sonra problemlerimizin çözümünde yardımına
başvuracağımız en yakın dostlarımız komşularımızdır. Ahlakî erdemlere sahip, insanî değerlere saygılı, başkalarının haklarını, namus
3
timlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak
komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, idare
ve himayeniz altında olanlara iyi davranınR” âyeti, Yüce Yaradan’a kullukla beraber
başta ana-baba olmak üzere toplumun diğer
kesimleriyle birlikte komşularımızla da iyi ilişkiler kurulmasını bir görev olarak vurgulamaktadır. Bu bakımdan komşuya iyilik etmek, sevinç
ve üzüntüsünü paylaşmak, ondan gelebilecek
bazı sıkıntılara sabredebilmek, onları olgunlukla karşılamak dinimizin gereğidir. Sözleri ve
örnek yaşantısıyla bizlere hayat veren, insanlık ve kulluk bilincimizi güçlendiren Sevgili
Peygamberimizin, “Cebrail komşuya (iyilik
konusunda) o kadar çok tavsiyede bulunuyordu ki, ben komşuyu komşuya mirasçı
kılacak sandım.” , “Kim Allah’a ve Resûlüne iman ediyorsa, komşusuna iyilikte bulunsunR”. hadisleri, gönüllerimizde yer
etmelidir. Rahmet Peygamberi (s.a.v) bir hadislerinde de üç kere; “Vallahi iman etmiş
olmazR” buyurdu. “Kim Ey Allah elçisi? denildi. O da “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse (iman etmiş olmaz).” şeklinde
cevap verdi.
Değerli Müslümanlar!
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ve şerefini en az kendi hakları, namus ve şerefi kadar kutsal ve dokunulmaz kabul eden
güvenilir, dürüst komşu, dünya hayatının önde
gelen nimetlerindendir. İnsanın, sevincini paylaşabileceği, keder ve üzüntüsüne ortak görebileceği komşularının olması gerçekten büyük
bir bahtiyarlıktır. Buna karşılık, geçimsiz,
güven vermeyen, ahlakî erdemlerden yoksun
bir komşu, hemen hiçbirimiz tarafından arzulanmaz. İlhamını Yüce Dinimizden alan ecdadımızın, “Ev alma, komşu al” sözü, sevgi ve
saygı, güven ve dürüstlük, yardımlaşma ve
dayanışma gibi faziletlerin unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde daha da bir anlam ifade etmektedir.
İslâm’a Gönül Vermiş Saygıdeğer
Müminler!
Dinimiz İslâm, fert ve toplum olarak hayatımızın hemen her kesiti ile ilgili hayat ve fazilet yüklü ilke ve mesajlar içermektedir.
Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan
komşuluğun önemi üzerinde dinimiz, hassasiyetle durmuş ve komşuluk ilişkilerine dair hayatî prensipler getirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de,
“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi
ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, ye4
Bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmamızın sonucu birbirimizle ilişkilerimizin zayıflayıp hatta kaybolma noktasına geldiği
çağımızda kalabalıklar içinde yalnızlaşıyoruz.
Babanın, evladından, evladın aile ocağından,
komşunun komşudan kaçmaya çalıştığını
üzüntüyle müşahede etmekteyiz. Halimizi soracak, bir nebze olsun dertlerimizi paylaşacak
babaları, evlatları, komşu ve dostları her
zaman ararız. Derya içinde susuzluk çekmek
misali, kalabalıklar içinde yalnız kalmak ne
kadar da acıdır. Birbirimizin derdini dert edinmediğimiz, huzur ve mutluluğumuzu umursamadığımız, günümüzde, mesajları ile
paylaşımı imanımızla temellendiren, “Ben”i
“Biz” yapan Dinimizin, rahmet kaynaklı şu
çağrılarına kulak verelim: “Komşusu açken
kendisi tok yatan gerçek mümin değildir” ,
“Kendi nefsiniz için arzuladığınızı mümin
kardeşiniz için de arzulamadıkça olgun
mümin olamazsınız”
KAYNAK:
[1]Nisa,36.
[2]Buhârî, Edeb, 28;Müslim, Birr, 140-141.
[3]Müslim, İmân, 77.
[4]Buharî, Edeb, 29;Müslim, İmân, 73.
[5]Hakim. Müstedrek, II, 15, Beyrut 1990.
[6]Buharî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72
Firhist’e Geri Dön
27
2005 HUTBELERİ
1
24-Haziran
VAKTİ DEĞERLENDİRME
Allah’ın davetine uyarak bu mübarek
vakitte camileri dolduran bahtiyar mü’minler!
Yüce Allah, Mü’minun Suresinin
üçüncü âyetinde, mü’min kullarının önemli
bir özelliğini şöyle açıklıyor:“Onlar, faydasız
işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.”
Değerli Kardeşlerim!
Günümüzde pek çok kimse vakit
yokluğundan şikayet eder. Kime sorsanız,
zamanı pek dardır; oradan oraya koşuşturmaktan, en gerekli işlere dahi fırsat bulamamaktadır. Bir akraba ziyareti, birkaç
sayfa kitap okuma, hattâ ailesiyle üç beş
dakika sohbet etme veya çocuklarıyla meşgul olma gibi en önemli işler bile, “vaktim
yok” bahanesiyle ihmale uğrayıp gitmektedir.
Doğru mu bu? Gerçekten vaktimiz
3
Muhterem Mü’minler!
Kaybedilen birçok şey zamanla telafi
edilebilir. Servetler yeniden kazanılabilir.
Ayrılanlar birbirine tekrar kavuşabilir. Fakat
giden zaman asla geri dönmez. Üstelik
zaman, bizim yegane sermayemizdir.
Dünya ve âhiret için ne kazanacaksak,
hepsini, bize verilmiş olan sayılı ömür dakikalarını harcayarak kazanırız. Onun için,
her şeyden değerli olan bu sermayemizi
nereye harcadığımıza lütfen dikkat edelim.
Niçin yaşadığımızı bilip, hayatımızda
kendimiz için kısa ve uzun vadeli hedefler
belirlersek; vaktimizi iyi değerlendirmek suretiyle çok büyük işler başarabiliriz. Günde
on dakikamızı vererek her gün bir âyet ve
bir hadis öğrenebiliriz. Bunun kazancını aylara ve yıllara vurduğumuz zaman, ortaya
hiç de küçümsenmeyecek rakamlar çıkar.
Meselâ her akşam ailemizle birlikte Allah’ın
kitabından, Peygamberimizin hadislerinden
beş on dakikalığına bile olsa bir şeyler okuyacak olsak; dünya ve ahiretimiz için çok
büyük kazançlar elde ederiz. Yine bir yararlı bilgi öğrenme, bir sanat dalı ile uğ-
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
mi yok? Eğer en lüzumlu işler için vakit bulamıyorsak, zamanımızın geri kalan kısmını
bunlardan daha önemli işler için mi harcıyoruz?
Bunun cevabını hep birlikte düşünüp, bir günlük hayatımızı ayrıntılı bir şekilde baştan sona gözden geçirelim.
Dünyamıza da âhiretimize de faydası olmayan şeylerin, günlük hayatımızda ne kadar
yer işgal ettiğini göz önünde bulunduralım.
Böylece her gün boşa akıp gittiğine
şahit olduğumuz zamanımızı daha yararlı
işlere ayırarak, neler kazanacağımızı ve
hayatımızda nelerin değişeceğini hesaplayalım. Unutmayalım ki, günde iki saatimiz
faydasız şeylerle hebâ olup gidiyorsa, bir
senede yaklaşık 730 saatimiz gidiyor demektir. Bu da, neredeyse bir öğrencinin
bütün bir sene boyunca okulda geçirdiği
ders saatlerine denk bir süredir.. Peki zamanımız gerçekten her sene bir eğitim yılını göz kırpmadan hebâ edecek kadar çok
mu? Hayatımızın dakikaları bu kadar ucuz
mu?
4
raşma, bir gönül alma gayreti, bir yardıma
koşma gibi daha nice işler ve güzellikler,
işte bu kısacık vakitler vasıtasıyla hayatımıza girer ve onu zenginleştirirler.
Değerli Mü’minler!
Yüce Allah bize çok değerli bir ömür
bahşetmiştir. Bu bakımdan hayatımızın kıymetini bilip, zamanımızı ona göre değerlendirelim. Ömür sermayemizi Allah’a kulluk
bilinciyle insanlığa hizmet uğrunda harcayalım. Çocuklarımıza ve gençlerimize de
bu bilinci aşılayalım.Yaz tatillerini en iyi şekilde değerlendirmeleri için sorumluluklarımızı yerine getirelim. Hutbemi sevgili
Peygamberimizin konuyla ilgili olan bir
hadis-i şerifiyle bitiriyorum: Efendimiz
(s.a.v) buyuruyorlar ki; “Âhirette insan şu
beş şeyden sorguya çekilmedikçe
Allah’ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü
nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini)
nereden kazanıp nerelere harcadığından
ve bildikleriyle amel edip etmediğinden”
KAYNAK:
[1]Tirmizi, Kıyâmet, 1(3531)
Firhist’e Geri Dön
28
2005 HUTBELERİ
1
01-Temmuz
EVLİLİK
Muhterem kardeşlerim !
Evlilik, toplum hayatı ve insan fıtratının gerekli kıldığı ve dinimizin tavsiye ettiği
bir ihtiyaçtır. Evlilikle, kadınla erkek arasında mümkün olan en geniş anlayış birliğini kapsayan; köklü, güçlü ve sürekli bir
bağ kurulur. İnsan, evlenmeye ehil olduğu
müddetçe hayat boyu, bu müesseseye ihtiyaç duyar.
Eşlerin, ailenin, toplumun mutluluğunu ve neslin devamını sağlamak üzere
kurulan evlilik müessesesi, Dinimizin önem
verdiği konuların başında gelmektedir.
Öyle ki Kur’an-ı Kerim’de evlilik ve aile kurumuyla ilgili dinî prensiplere ayrıntılı bir
şekilde yer verilmiştir.
Değerli müminler!
3
sizin içinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi
de onun(varlığının ve kudretinin) delillerindendir...”[2]; “Onlar, size örtüdürler,
siz de onlara örtüsünüz”[3] gibi ayetlerde
Cenab-ı Allah tarafından açıkça bildirilmiştir. O halde evlenmeye ehil olan herkesin
bu haktan yararlanmasından daha doğal
ne olabilir?. Çeşitli nedenler, anlayış ve
adetlere bağlı olarak belli yaş ve gurupta
yer alan insanların evliliklerinin yadırganması hatta engellenmeye çalışılması temel
insan haklarından birini önemsememek,
yok saymaya çalışmak anlamına gelmez
mi?
Kıymetli kardeşlerim!
Eşini kaybeden büyüklerimiz, çoğu
zaman yanında sohbet edecek birini bulamamakta; büyümesi ve yetişmesi için gecesini gündüzüne kattığı evlat ve torunları
tarafından yalnızlığa itilebilmekte, zaman
zaman bir fazlalık ve yük olarak görülebilmektedir. Bu kişilerin, şartları uygunsa, istemeleri halinde evlenmelerine yardımcı
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Toplumumuzda genellikle, evlenecek gençler için aile büyükleri tarafından
her türlü tedbirin alınıp imkanların sarf edildiği, düğünlerin en iyi şekilde icrâ edilmeye
çalışıldığı bir gerçektir. Bunun yanında dul
erkek ve kadınların evlenmesinin, çoğu
zaman uygun bulunmadığını; bu durumda
bulunan kişilerin evlenme girişimlerinin,
başta miras kaygısı olmak üzere çeşitli nedenlerle engellenmeye çalışıldığını, toplum
tarafından da ayıplanıp yadırgandığını müşahede etmekteyiz. Oysa Kura’n’da yer
alan “içinizden bekar olanları...evlendirin”[1] ayeti eşi olmayan herkesi kapsamakta ve bu durumdaki kişilerin
evlenmesine yardımcı olmanın başta aileler olmak üzere tüm toplumun görevi olduğunu ifade etmektedir.
Gerçek şu ki, Yüce Allah kadın ve
erkeği maddi ve manevi açıdan birbirine
muhtaç olacak şekilde yaratmıştır. Zira,
bazı durumlar ve ihtiyaçlar vardır ki, insan
bunları sadece eşiyle paylaşabilir. Bu
durum “Kendileri ile huzur bulasınız diye
4
olunması onlara yapılacak en büyük iyilik
olacaktır. Kendimizin de bir gün böyle bir
durumla karşılaşabileceğimizi unutmayalım. Aynı durum özellikle genç yaşında dul
kalmış kadınlarımız için de söz konusudur.
O halde, fertlerin, ailelerin ve toplumun
huzur ve mutluluğu için, evlilik konusundaki
bazı yanlış düşüncelerimizi değiştirmeli,
yaratılana yaratanın isteği doğrultusunda
muamele yapmalıyız.
KAYNAK:
[1] Nûr, 24/32.
[2] Rûm, 30/21
[3] Bakara, 2/187
Firhist’e Geri Dön
29
2005 HUTBELERİ
1
08-Temmuz
İFFET İNSANIN SÜSÜDÜR
Değerli Müminler!
İnsan, Yüce Allah’ın yarattığı varlıkların en mükemmelidir. “Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yarattık.”[1] âyeti,
insanın yaratılışındaki bu mükemmelliğe
dikkat çekmektedir. Gerçekten insan, sahip
olduğu cevher, yetenek ve potansiyel ile
diğer yaratılanlarda bulunmayan nice üstün
değerlere sahiptir. İnsandaki bu üstün değerlerden birisi de şüphesiz iffettir. İffet; insanın dine ve edebe aykırı söz ve fiillerden
uzak durması, tabii bir duygu olan cinsel
arzu ve isteklerinin meşru ölçüler çerçevesinde karşılanmasıdır. Başka bir ifadeyle
iffet; insanı kemale ulaştıran bir ziynet ve
erdemdir.
Aziz Kardeşlerim!
Yüce Dinimiz İslâm, insana, hayatını
3
kınsınlar, ırzlarını, iffetlerini korusunlar.
Bu davranış onlar için daha nezihtir.
Şüphesiz Allah onların yaptıklarından
hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara
da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını, iffetlerini korusunlarR”[2]
Bu âyetler aynı zamanda, namus ve iffetin
sadece kadınlara özgü değil onun kadınerkek bütün insanlarda bulunması gereken
ortak özelliklerden olduğunu göstermektedir. Üzülerek ifade edelim ki çağımızda
bazı kimseler tarafından iffet, sadece kadınlarda bulunması gerekli bir değer olarak
telakki edilmektedir. Oysa iffetli olmak,
erkek için de dini ve ahlaki bir yükümlülük
ve bir erdemdir.
Değerli Kardeşlerim!
Dinimizde iffetini koruyanlar övüldüğü gibi başkalarının iffetine zarar verecek söz ve davranışlar da
yasaklanmıştır.[3] Kur’an-ı Kerim’de hiçbir
delile dayanmadan başkalarının namusu
hakkında olumsuz ifadeler kullananlar için,
“İffetli, hiç bir şeyden habersiz, mümin
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için vazgeçilmez haklar tanımıştır. Din, can ve mal
güvenliği, aklın ve namûsun korunması bu
hakların en önemlilerindendir. Şüphesiz
namus ve şerefin korunmasının en güzel
yolu, iffetli olmaktan geçmektedir. Zira iffet,
insanın süsü, ziyneti ve namus anlayışının
göstergesidir. İffet ve namus duygusu, insanlarda doğuştan var olan ve onu diğer
canlılardan ayıran en belirgin bir niteliktir.
İffet duygusu, bir müminin kötülüklere, çirkinliklere, haramlara bulaşmasını önleyen
bir kalkandır. İffetli müminin kapısı, Allah ve
Resulüne dolayısıyla kendisine ve başkalarına karşı saygısızlık içeren her türlü çirkinliğe kapalıdır. İffetsiz insan ise, her türlü
kötülüğü işlemeye elverişlidir.
Değerli Müslümanlar!
Dinimizde hemen her vesileyle kişilerin dürüst ve iffet sahibi olmaları istenmiş
ve bu konuda kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın Nûr sûresinin 30 ve 31. âyetlerinde şöyle buyurulmuştur: “Mümin
erkeklere söyle; gözlerini haramdan sa4
kadınlara zina isnat edenler, gerçekten
dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin,
ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine
şahitlik edecekleri günde onlara çok
büyük bir azap vardır.”[4] buyurulmuştur.
Hutbemi iffet ve haya timsali Sevgili
Peygamberimizin Yüce Allah’a şu yakarışıyla bitiriyorum: “Yâ Rabbi! Senden hidâyet, takvâ ve iffet istiyorum.”[5]
KAYNAK:
[1] Tin.95/4
[2] Nur, 24/30-31
[3]Enbiya, 21/91; Müminûn, 23/5-7;Tahrim, 66/12; Meâric, 70/29-30
[4] Nûr, 24/23-24
[5] Müsned, I/389, 439
Firhist’e Geri Dön
30
2005 HUTBELERİ
1
15-Temmuz
HAK KUTSALDIR
Muhterem Mü’minler,
İslam Dini can, mal, akıl, namus ve
dini, öncelikle korunması gereken beş temel
değer olarak kabul etmiş, bunlara yönelik
tehdit ve saldırılara dünyevî ve uhrevî cezalar öngörmüştür. İnsanın beden ve ruh bütünlüğünün, onur ve haysiyetinin, din ve
vicdan özgürlüğünün korunmasını ifade
eden bu değerler günümüzde, bireyin temel
hak ve hürriyetleri olarak kanunlarla güvence altına alınmıştır.
Dinimiz on dört asır öncesinden haksız yere cana kıymayı[1], hırsızlık yapmayı[2], haksız kazancı[3], rüşvet[4] ve
tefeciliği[5], stokçuluğu[6], zinayı[7], iftirayı[8], içkiyi[9], dinde zorlamayı[10] yasaklayarak bu temel insânî değerleri garanti
altına almış ve toplumda karşılıklı hak ve
3
nahlarını üstlenmek zorunda kalmanın ne
zor bir hesap olduğunun idrakindedir. Nitekim sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur : “Bir kimse kardeşinin haysiyetine
yahut malına haksız olarak saldırmış ise,
altın-gümüş bulunmayan günden önce
onunla helalleşsin. Aksi takdirde, iyiliği
varsa yaptığı zulüm oranında iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği
yoksa hak sahibinin günahından alınıp
haksızlık eden o kimseye yükletilir.”[13]
Değerli Kardeşlerim,
Günümüzde, gitgide artan kapkaç ve
hırsızlık olaylarını ve üç kuruş için insan canına kast etmenin ne kadar basit bir olay haline geldiğini gördükçe, karıncayı incitmeyen
Müslüman duyarlılığının nerede kaldığını
kendimize sormalıyız. Halkı Müslüman olan
bu ülkenin çocuklarının nasıl bu hale geldiğini, bunda ana-babalar olarak bizim sorumluluğumuzun ne olduğunu sorgulamalıyız.
“Müslümanı, elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği kimse”[14] olarak tanımlayan bir Peygamberin ümmeti olarak
nerede hata yaptığımızı hep birlikte düşünmeliyiz.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
menfaatlerin korunduğu bir güven ortamı
oluşturmayı amaçlamıştır.
Değerli Mü’minler,
Bugün, “insan hakları” kavramı altında ifade edilen hak ve hürriyetlerin İslam
Kültüründeki karşılığı “kul hakkı” dır. Bu kavramın içine, en geniş anlamıyla, Cenabı
Hakkın yarattığı canlı-cansız bütün varlıkların hukuku girmektedir. Dolayısıyla mü’min,
hemcinslerine verdiği zararın yanı sıra, doğada yaptığı tahribatın, hayvanlara yaptığı
kötü muamelenin hesabını vereceğinin bilincindedir. Nitekim hadis kaynaklarımız, bir
hayvana yaptığı iyilikten dolayı Cenneti[11];
yine bir hayvana yaptığı eziyetten dolayı da
Cehennemi hak eden[12] kimseleri bize
haber vermektedir.
Yeryüzünün kendisine emanet edildiğini bilen mü’min, boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı büyük mahkemeye
kul hakkıyla çıkmanın ne ağır bir sorumluluk
olduğunun farkındadır. Hak sahibi affetmedikçe Allah’ın affetmeyeceği bir suçu yüklenerek bu dünyadan ayrılmanın ve yaptığı
haksızlığın karşılığı olarak hak sahibinin gü4
Aziz Mü’minler,
Sevgili Peygamberimizin, “insanların
en kötüsü, şerrinden çekinerek diğer insanların terk ettiği kimsedir”[15] şeklinde
tanımladığı insan tipini ıslah etmek sadece
kanunlara bırakılabilecek bir iş değildir.
Bunun için Kur’an’ın rehberliğini, Hz.Muhammed’in dînî ve ahlakî örnekliğini esas alan
bir aile terbiyesinin çocuklarımıza ve gençlerimize verilmesi zorunludur. Çünkü din, insanı insan yapan ahlâkî ilkeler bütünüdür.
Bu dînî terbiyeyi alan genç, diğer insanların
can, mal ve ırzının dokunulmaz olduğunu
öğrenecek, yaptığı her davranışın Allah katında bir hesabı olduğunu bilecektir.
Hutbemi, başta okuduğum ayeti kerimenin mealini vererek bitiriyorum. “Kim iyi
bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kimde kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin
kullara asla zulmedici değildir.”[16]
KAYNAK:
[1] Maide / 32
[2] Maide / 38
[3] Nisa / 29
[4] Bakara / 188
[5] Âl-i İmran / 130
[6] Tevbe / 34
[7] İsra / 32
[8] Nur / 4
[9] Maide / 90
[10] Bakara / 256
[11] Riyâzu’s-Salihîn, I / 162
[12] Müslim, Birr, H.No. 133
[13] Riyazu’s-Salihîn, I / 258
[14] Riyazu’s-Salihîn, I / 259
[15] Tirmizî, Birr, 59
[16] Fussilet / 46
Firhist’e Geri Dön
31
2005 HUTBELERİ
1
22-Temmuz
SALİH AMEL
Muhterem Mü’minler,
İnsanların dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen dinimiz, bu gayenin gerçekleşmesi için çalışmayı temel kural
olarak getirmiştir. Gayret göstermeden başarı elde etmenin mümkün olmadığını ilan
eden Kur’an-ı Kerim, temel ibadetlerin yanında, çalışmayı da ibadet kapsamında ele
alarak yararlı işler yapmanın önemini vurgulamıştır. Böylece, insanın Yüce Allah’a
kulluğu, tek bir şekil, belirli zaman ve mekanla sınırlandırılmamış, ibadetin, Yaratıcı
ile insan arasında hiç kesilmeyen bir bağ
ve hayatın her anını kuşatan davranışlar
bütünü olduğu belirtilmiştir. Öyle ki, kişinin
mü’min kardeşinin yüzüne tebessümle
bakması bile salih bir amel olarak nitelendirilmiştir.
3
yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için)
veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı
veren ve söz verdiğinde sözünde duranlar ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum
ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru
olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.”[4]
Değerli Kardeşlerim,
İnsana gerçek değeri kazandıran
ilim, fikir ve kültüre hizmet etmek de, tüm
hayatı kuşatan ve renklendiren en kıymetli
ibadetlerdendir. Hayatı salih amelin en
güzel örnekleriyle dolu olan sevgili peygamberimiz, insan yetiştirmeyi, ilme ve insanlığa hizmet etmeyi, sevabı hiç
kesilmeyen salih ameller olarak nitelendirmiştir. Allah rasulü, bize ışık tutan bir
hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"İnsan ölünce ardından amel defteri kapanır. Ancak üç şey müstesnadır ki
onlar sebebiyle kişiye iyilik yazılmaya
devam eder. Bunlar: sadaka-i cariye; isNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Değerli Mü’minler,
İbadet kapsamında ele alınan salih
amel, Yüce Yaratıcı’nın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan fert ve topluma yararlı
her iştir. Kur’an-ı Kerim’de "Muhakkak ki
iman edip salih amel işleyenler, yaratılanların en hayırlısıdırlar." [1] "Erkek
veya kadın, kim mü’min olarak faydalı
işler yaparsa, elbette ona hoş bir hayat
yaşatacağız ve karşılığını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz. "[2]
ayet-i kerimeleriyle faydalı işler yapan kişiler övülmüştür. "İman edip salih amel işleyenleri iyilerin arasına koyarız. "[3]
ayetiyle de, faydalı işler yapanların iyilik
ehli oldukları bildirilmiştir.
Bakara Suresinin 177. ayetinde ise,
gerçek iyilik ehline tavsiye edilen salih
amellerin çerçevesi şöyle çizilmektedir:
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Gerçekte iyilik, Allah'a,
ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere,
4
tifade edilen ilim ve kişinin ardından
duacı olacak salih bir evlâttır."[5]
Muhterem Kardeşlerim,
Bir müslümanın, imanını salih amellerle ibadet anlayışı içerisinde bütünleştirerek bütün davranışlarını güzelleştirmesi
gerekir. Hutbemi, iman ve salih amele
vurgu yapan Asr suresinin mealiyle bitiriyorum: "Asr'a yemin olsun ki hiç şüphesiz
insanlık hüsrandadır. Ancak iman edip
salih amel işleyenlerle, birbirlerine hakkı
ve sabrı tavsiye edenler müstesna."
KAYNAK:
[1]el-Beyyine, 98/7
[2]en-Nahl, 16/97
[3]el-Ankebût, 29/9
[4]Bakara Suresi, 177
[5]Müslim, Vasiyet 14
Firhist’e Geri Dön
32
2005 HUTBELERİ
1
29-Temmuz
DÜRÜSTLÜK BİR ERDEMDİR
Aziz Müminler!
Yüce dinimiz İslam'ın öngördüğü
insan tipinin temel özelliği doğruluk, dürüstlük ve güvenilirliktir. Hud Süresinin 112. ayetinde; "Öyle ise emrolunduğun gibi
dosdoğru ol. Beraberindeki tevbe edenler
de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı
hakkıyla görür" buyrularak, Hz. Peygambere ve müminlere, her alanda dürüst olmaları emredilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz de bir çok
hadislerinde müminlere dürüstlüğü emretmişlerdir. Sahabeden biri Peygamberimize
gelerek; "Ey Allah'ın Rasulü! İslam hakkında bana öyle bir söz söyle ki, senden
sonra artık hiç kimseden bir şey sormaya
ihtiyacım kalmasın" demesi üzerine, Ra3
larını kapsayan ve mutlaka riayet edilmesi
gereken bir erdemdir.Bu itibarla; niyette ve
düşüncede, özde ve sözde, işte ve davranışta dürüst olup, her türlü sahtekârlıktan sakınmak, dinin ve dindar olmanın bir gereğidir.
Unutulmamalıdır ki, işçi-işveren; amirmemur; hizmet alan-hizmet veren; müşterisatıcı; eş, dost, arkadaş ve komşular
birbirlerine güvenmezlerse, böyle bir toplumda huzur ve mutluluktan söz edilemez.
Çünkü toplumsal hayatta huzur ve barış, iş
hayatında verimlilik, insanların birbirlerine
dürüst davranmalarına bağlıdır. Eksik ölçüp
eksik tartan, kalitesiz ve kusurlu bir malı kaliteli ve kusursuz gibi piyasaya süren ve yalan
söyleyenlerin bu tür davranışlarını, İslam'ın
vazgeçilmez değerlerinden biri olan dürüstlükle bağdaştırmak mümkün değildir.
Muhterem Müminler!
Üzülerek ifade edelim ki, dürüst ve
güvenilir insanların sayısı azaldıkça; can,
mal, namus ve nesil emniyeti tehlikeye girmekte, servetler yağmalanmakta, çek ve senetler karşılıksız çıkmakta, sahte ürünler
piyasaları doldurmakta, bir çok alanda ahlâkî
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
sulullah, "Allah'a inandım de, sonra da
dosdoğru ol”[1] şeklinde karşılık vermişlerdir.
Dürüstlükle bağdaşmayan söz ve
davranışlar ise dinimizde yasaklanmıştır. Nitekim peygamberimiz (a.s.) bir gün pazarı
dolaşırken, tahıl satan birisinin yanına gelip,
elini buğday yığınına daldırmış, altının ıslak
olduğunu görünce; sebebini sormuş, satıcının; "Yağmur yağmıştı, ondan dolayı ıslandı"
şeklinde cevap vermesi üzerine; "Niçin ıslak
tarafı insanların görebilmesi için üste getirmedin?"diye sorduktan sonra; "Bizi aldatan bizden değildir"[2] buyurmuşlardır.
Ayrıca "Kusurlu bir malı, ayıbını söylemeden satmak bir Müslüman'a helal
olmaz”[3] hadisiyle de insanların, bu konudaki bilgisizliğinden yararlanıp, kalitesiz ya
da kusurlu bir malı, kusurunu söylemeden
satmanın Müslüman'a helal olmayacağını
ifade etmişlerdir.
Değerli Kardeşlerim!
Dürüstlük, kişisel ilişkilerden toplumsal ilişkilere, ticari ve mesleki faaliyetlerden
kamu görevlerine kadar hayatın bütün alan4
çöküş ve çürümeler başgöstermektedir.
O halde geliniz, bu kötü gidişatı durdurmak ve dürüstlüğü davranışlarımıza yansıtabilmek için, toplum olarak üzerimize
düşen görev ve sorumlulukları yerine getirelim. Olduğumuz gibi görünüp, göründüğümüz
gibi olalım. Doğruluktan asla ayrılmayalım.
Dürüstlük konusunda düşmanlarının bile takdirini kazanmış olan sevgili Peygamberimizi
kendimize örnek ve rehber edinelim. Onun
şu hadis-i şerif’ini aklımızdan hiç çıkarmayalım: "Kişinin kalbi doğru olmadıkça imanı
doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça kalbi
doğru olmaz. Komşusu, kötülüğünden
emin olmadıkça da kişi cennete giremez"[4]
Hutbemi Fussilet Sûresinin 30. ayetinin meâliyle bitiriyorum: "Şüphesiz "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, dosdoğru olanlar
var ya, onların üzerine akın akın melekler
iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin,
size vaat edilen cennetle sevinin!"
KAYNAK:
[1]Müslim, İman, 13. IV, 65
[2]Müslim, İman, 164; Ebû Dâvûd, Büyû, 50
[3]Müslim, İman, 43, 164; İbn Mâce, Ticârât: 45
[4]Ahmed b. Hanbel, Müsned, III / 198
Firhist’e Geri Dön
33
2005 HUTBELERİ
1
05-Ağustos
REGAİP KANDİLİ
Muhterem Müslümanlar!
11 Ağustos Perşembe gününü 12
Ağustos Cuma gününe bağlayan gece Regâib Kandilidir. Yüce Mevla, kullarına bol
bol rahmet ve bağışta bulunduğundan bu
geceye "Regâib" adı verilmiştir.
Regaip gecesinin, içinde bulunduğu
Recep ayı, rahmeti, bereketi ve mağfireti
bol olan bir aydır. Hz. Peygamber: "Allah'ım! Recep ve Şaban aylarını bize
mübarek kıl ve bizi Ramazan'a kavuştur"[1] diye dua etmiştir.
Muhterem Mü'minler!
Hayat su gibi akıp gitmektedir. Dün,
hatası ve sevabı ile geçmiştir. Geçen günleri geri getirmek mümkün değildir. Gelecek günleri yaşayacağımıza dair hiçbir
garantimiz de yoktur. Bugünün değerlendirilmesi ise bizim elimizdedir. Mübarek gün
3
Yüce Allah'ı sevmek, O'na karşı kulluk görevini yapmamızı; Hz. Peygamberi
sevmek O'nun sünnetini yaşamamızı gerektirir. Kur'an-ı Kerîm’in Allah kelamı olduğuna inanmak, onun emirlerini tutup
yasaklarından sakınmamızı, Yüce Allah'ın
verdiği nimetlere şükretmemizi; ahiret için
hazırlık yapmamızı ön görür. Geçen yıl bizimle birlikte olan eş, dost, akraba ve arkadaşlarımızdan bu geceye ulaşamayanlar
var. Bu kandilin bizim için de son kandil
olabileceğini düşünmeli, görevlerimizi Yüce
Allah'ın istediği şekilde yerine getirmeye
gayret göstermeliyiz.
Aziz Mü'minler!
Mübarek gün ve geceler, geçmişi
değerlendirmek, geleceğimize yön vermek
için bulunmaz fırsatlardır. Yapılan duaların
kabul edildiği, günahların bağışlandığı ve
manen yeni bir sayfanın açıldığı bereketli
zaman dilimleridir.
Hepinizin kandilini tebrik ederim.
KAYNAK:
1- Tirimizi C.4.S-55
2- İnşirâh, 94/7,8
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ve gecelerin manevi ikliminden yararlanarak içinde bulunduğumuz zamanın kıymetini bilip, üzerimize düşen kulluk görevlerini
hakkıyla yerine getirmeye çalışmalıyız. Bu
mübarek gün ve geceler, kendimizi toparlamak, sorgulamak, davranışlarımıza çeki
düzen vermek için bulunmaz fırsatlar sunmaktadır. Bir kere daha, bu mübarek gün
ve gecelerde geçmişimizin muhasebesini
yapıp geleceğe hazırlıklı olmanın tedbirlerini almalıyız.
Ahiretin tarlası olan dünya hayatını
çok iyi değerlendirmeli, fırsat elimizde iken
Cenâb-ı Allah'a yönelip O'na karşı kulluk
görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Kaybedecek zamanımız yoktur. Hedefimize ulaşmak için zamanında gereken
yükümlülüklerimizi yerine getirmeli ve Yüce
Rabbimize yönelerek dua ve niyazda bulunmalıyız. Kur'an-ı Kerîm'de "Öyleyse,
bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak
Rabbine yönel ve yalvar"[2] buyurulmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
4
Firhist’e Geri Dön
34
2005 HUTBELERİ
1
12-Ağustos
KUŞAKLAR ARASI İLETİŞİM
Muhterem Mü’minler,
İnsan hayatı anne rahminde başlayıp, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık
gibi dönemlerden meydana gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de insan hayatının bu safhaları şöyle anlatılmaktadır. “Allah, sizi
güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra
gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, gerçek kudret sahibidir”
[1]
3
bilse, yaşlılar yapabilseydi!” deyişi, bu iki
kuşağın bir bütünün parçaları gibi, birbirine
ne kadar ihtiyacı olduğunu açık bir şekilde
ortaya koymaktadır. Onun için gençlerin
enerjisiyle yetişkinlerin bilgi ve tecrübesini
karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörüyle birleştirme gayreti içerisinde olmalıyız. Zira sağlıklı bir iletişimin temelinde bu esasların
bulunması gerektiğine Sevgili Peygamberimiz; “Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden
değildir.”[2] hadisiyle işaret etmiştir. Dolayısıyla gençlerin zaman zaman sergileyecekleri farklı tutum, görüş ve
değerlendirmeleri anlayışla karşılamak büyüklerimizin temel prensibi olmalıdır. Kuşaklar arasında bu tür farklılıkların olması
normal görülmeli, bu farklılıkların çatışmaya dönüşmesini önleyecek tedbirler
alınmalıdır.Bu sebeple, varsa gençlerin
olumsuz davranışlarını kırıcı olmadan düzeltmeye çalışmak en sağlıklı yoldur. Onların bakış açılarının da göz önünde
bulundurulması, sağlıklı bir iletişim kuraNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Muhterem Kardeşlerim,
İnsan hayatı sürekli bir değişim ve
gelişim içindedir. Çocukluktan yetişkinliğe
geçiş olarak bilinen gençlik dönemi ise, hayatın en önemli safhasını oluşturur. Bu dönemde bir kimlik arayışı içinde olan genç,
yenilik ve değişime yatkınlığı nedeniyle
bazen çevresiyle uyum sorunu hatta çatışma yaşayabilmektedir. Çünkü gençler,
henüz yetişkinlerin olgunluğuna sahip değildirler. Yetişkinler ise kendilerinin yaşamış
olduklarını adeta unutmuşlardır. Aslında
kuşakların birbirlerini eleştirmeleri sadece
günümüze has bir durum değildir. Hemen
her devirde yetişkinler gençleri, acelecilik
ve tecrübesizlikle suçlarken, gençler de yetişkinleri yeniliklere açık olmamak veya pasiflikle nitelemektedirler.
Değerli Müminler,
Belli bir tecrübe ve bilgi birikimine
sahip yetişkinlerimizle, geleceğimizin teminatı olan gençlerimiz arasında sağlıklı ve
düzenli bir iletişim kurulması toplumun huzuru için son derece önemlidir. “Gençler
4
bilme konusunda oldukça önemlidir. Diğer
taraftan gençlerin de yetişkinleri anlamaya
çalışması, karşılıklı ilişkilerin sevgi ve saygı
ölçüleri içinde yürütülmesi gereklidir.
Değerli Kardeşlerim,
Hutbemi, konuyla ilgili bir âyet mealiyle bitiriyorum: “Nihayet olgunluk çağına
gelip, kırk yaşına varınca insan şöyle
der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın
salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben
sana döndüm. Muhakkak ki ben sana
teslim olanlardanım.”[3]
KAYNAK:
1- Rûm, 30/54
2- Tirmizî, Birr, 15.
3- Ahkâf, 47/15.
Firhist’e Geri Dön
35
2005 HUTBELERİ
1
19-Ağustos
ŞÜKÜR NİMETLERİ ARTIRIR
Değerli Kardeşlerim!
Rabbimiz, okumuş olduğum ayet-i
kerimede bize şöyle bir çağrıda bulunuyor:
“Beni anın ki Ben de sizi anayım. Bana
şükredin, nankörlük etmeyin.”[1]
Muhterem Müminler!
Alemlerin Rabbi, bizi şerefli ve mükemmel bir varlık olarak yarattı. Her birimizi, dilediği gibi şekillendirdi. Varlık
aleminin sayısız nimetlerini önümüze serdi.
Bizi, bütün bu nimetlerden yararlanabilecek
duyu ve yeteneklerle donattı. Sonra da,
hangimiz daha güzel işler yapacak diye
bizi sınamak için dünyaya gönderdi. Bizler,
bu dünyada birer misafir olarak bulunuyoruz. Gözümüzü çevirdiğimiz her yerde Allah’ın nimetlerini görüyoruz. Her lokmada
O’nun ikramlarını tadıyor, her nefeste
O’nun bize bağışladığı hayatı soluyoruz.
3
yan o şükran duygusu bizi nerelere götürecek! İşte o zaman Rabbimizin bize bağışladığı bunca nimet arasında şükretmenin
ayrı bir yeri olduğunu göreceğiz. Onun içindir ki, Yüce Allah, Lokman Suresinin 12.
ayetinde şöyle buyurur: “RKim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur.
Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah
her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.”[3]
Aziz Mü’minler!
Şükür, nimet, lütuf ve ihsanlarından
dolayı, Rabbimize minnet ve şükran duygularımızı ifade etmektir. Şüphesiz her nimetin, bir şükrü ve beraberinde getirdiği
sorumluluklar vardır. Şunu iyi bilelim ki, şükretmek sadece dille “Ya Rabbi şükür”
demek değildir. Şükür, her nimeti, Allah’ın
razı olacağı şekilde değerlendirmektir. Aldığımız her nefesin, hayatımızın, gençliğimizin, zenginliğimizin, ilmimizin kendine has
bir şükrü vardır. Sözgelimi, zekat ve sadaka vermek, kazandığımız helal servetin
şükrüdür. Bildiğimiz hakikatleri öncelikle
kendi hayatımızda tatbik etmek ve başka-
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Biliyoruz ki bütün bunlar bizim içindir. Bu
gerçeği, Alemlerin Rabbi, Yüce Kitabımız
Kur’an’da bize şöyle haber veriyor: “Görmedin mi: Göklerde ne var, yerde ne
varsa hepsini Allah sizin hizmetinize
verdi. Açık ve gizli nimetlerini üzerinize
yağdırdı.”[2]
Muhterem Kardeşlerim!
Bir an için duralım ve son birkaç
saatimizi düşünelim. Bu birkaç saat içinde
üzerimize yağan nimetleri şöyle bir hatırlayalım. O nimetlerden her birinin nerelerden
gelip bizi bulduğunu düşünelim.
O nimet, toprağın derinliklerinden
çıkan bir ağacın meyvesi ise, Allah onu çeşitli evrelerden geçirerek bizim için hazırlamıştır. Eğer o, bir damla su ise, Allah onu
okyanuslardan bulutlara, bulutlardan yeryüzüne indirmiş, nihayet bardağımıza kadar
bizim için getirmiştir. Eğer o bir ışık ise,
Allah onu göklerin derinliklerindeki güneşten bize göndermiştir.
Yüce Rabbimizin ikramını gördükten
sonra, bir bakalım, bütün benliğimizi kapla4
larına da öğretmek, ilmin şükrüdür. Sahip
olduğumuz gençlik enerjisini, hak, hakikat
ve insanlığa hizmet uğrunda harcamak,
gençliğin şükrüdür Q
Değerli Kardeşlerim!
Şükür, nimetlerin artmasına, isyan
ve nankörlük ise, bu nimetlerin yok olmasına sebebiyet verir. Bu itibarla nimetlerin
artışı veya yok oluşu bir anlamda bizim
tutum ve davranışlarımıza bağlıdır. Nitekim
Yüce Mevlamız Kuran-ı Kerim’de “RAndolsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz
hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” [4]
buyurmak suretiyle bu hususu dile getirmektedir.
Hutbemi Sevgili Peygamberimizin
tavsiye ettiği bir dua ile bitirmek istiyorum:
"Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine
şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için
bana yardım eyle!. ”[5]
KAYNAK:
1- Bakara 2/152.
2- Lokman, 31/20
3- Lokman, 31/12
4- İbrahim, 14/7.
5- Ebû Dâvûd, Vitir 26.
Firhist’e Geri Dön
36
2005 HUTBELERİ
1
26-Ağustos
30 AĞUSTOS’TA DESTANLAŞANLAR
Muhterem Müslümanlar!
Yakın tarihimizdeki Kurtuluş Savaşı,
Türk milletinin dünyada eşine az rastlanan
büyük bir zaferidir. Bu asil mücadele, iman
dolu göğüslerin kahramanca direnişidir.
83. yılını kutlamakla şeref duyduğumuz Zafer Bayramı’nın anlam ve önemini,
bugünlerde daha iyi anlamaktayız. Bir çok
zafer kazandığımız Ağustos ayının son
haftasını “Zafer Haftası” olarak milletçe bir
kez daha kutluyoruz.
Muhterem Müslümanlar!
İnsanlığın barış ve esenliğini temin
etmek Yüce Dinimizin temel ilkelerindendir.
3
lunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp ağırlaştınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa
ahirete göre dünya hayatının yararı, pek
az bir şeydir.” buyurmaktadır.
Aziz Mü’minler!
Milletlerin varoluş mücadelesi olarak
nitelendirdiğimiz savaşlarda, şehit ve gazi
olmak bir mü’min için en büyük rütbedir. Bu
ruh, milli metanet ve mukavemeti temsil
eder. Şehit veya gazi olmayı manevi rütbe
saymayan bir millet, düşmana karşı direncini kaybetmiş demektir. Uğrunda canların
seve seve feda edilebileceği değerleri olmayan ve milli onuru bulunmayan toplumlar millet olamazlar.
Şehit ve gazilerimiz, düşman dalgalarının çarparak parçalandığı yalçın kayalara benzerler. Vatanı düşman seline
kaptırmayan yıkılmaz engel, aşılmaz settir
onlar. Vatanın bütünlüğü, onların bükülmez
bilekleri ve yenilmez yürekleri ile korunmuştur.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Zira, İslam kelimesinin bir anlamı da barıştır. İftiharla belirtmek isteriz ki, barışı
adında bayraklaştırarak insanlığa kucak
açan bir dinin mensuplarıyız. Dinimiz, savaşı ancak vatanın ve milletin mukadderatına yönelmiş tehlikelere karşı mukaddes
bir vazife sayar. “Hazır ol cenge, ister isen
sulh-u salah” sözü bu gerçeğin ifadesidir.
Müslüman Türk Milletinde vatan sevgisi,
onun engin imanının bir yansımasıdır.
Değerli Mü’minler!
Şerefli bir hayat, gerektiğinde vatan,
millet ve mukaddesat uğrunda ölebilmeyi
de gerektirir. Dinimize göre vatan müdafaası ve kahramanlık ruhu, imandaki canlılık, sadakat ve samimiyetin bir sonucudur.
Çünkü kutsal davalardaki sebat ve samimiyetin en içten olanı, can pazarı olan savaş
meydanında belli olur. Cephede ateş hattında savaşarak mücadele edenlerle bundan uzak duranlar asla bir olamazlar.
Nitekim, Dinimiz savaştan kaçmayı,
büyük günah saymıştır. Yüce Allah Kur’an-ı
Kerim’de, “Ne oluyor size ki, Allah yo4
Bu vesileyle Cennet vatanımızı bizlere kanları ve canları pahasına miras bırakan bütün şehitlerimizi ve Cumhuriyetimizin
banisi, ordularımızın Başkomutanı Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz.
Firhist’e Geri Dön
37
2005 HUTBELERİ
1
02 - Eylül
KIYÂMET
Muhterem cemaat!
Kâinâtta bulunan her şey bir gün altüst olup bütün insanlar ve diğer canlılar ölecek, ardından ölen tüm insanlar yeniden
dirilecektir. İşte bu duruma kıyâmet denmektedir. Kıyâmet, ahiret hayatının başlangıcıdır.
Kıyâmetin peşinden gelecek olan, Hesap,
Mizan, Cennet veya Cehennem ahiret hayatının devamını oluşturur. Bu nedenle âhiret
inancı, Kıyâmet ve onun peşinden gerçekleşecek olayların hepsine birden inanmayı
kapsar.
Kıymetli müminler!
Kur’an’ı Kerîm’de kıyâmetin kesin
olarak gerçekleşeceği[1], bu konuda herhangi bir şüphenin söz konusu olmadığı[2],
ansızın gelip çatacağı[3] ifade edilmektedir.
Ancak, kıyâmetin zamanı konusunda Allah'tan başka hiç kimsenin bilgisinin olmadığı hatırlatılmaktadır[4]. Nitekim Kur’an’da
3
hoş olmadığı halde sarhoş gibi görüneceklerdir[10]
Gözler dehşetten kamaşacak, ay tutulacak, güneş ve ay kararacak, insanlar sığınacak bir yer bulamayacaktır[11].
Kıyâmet'in Allah’ın diledikleri hariç göklerde
ve yerdeki bütün canlıların öleceği bu ilk safhasının ardından Sûr'a ikinci defa üflenmesiyle ikinci safhası başlayacak ve tüm
insanlar yeniden dirileceklerdir[12].
Bütün insanların tâbî oldukları kişilerle birlikte çağrılacağı[13] o günde, insanlar gözleri düşmüş bir halde dağılmış
çekirgeler gibi kabirlerden çıkıp davetçiye
doğru koşacaklardır. Bu arada kâfirler "bu
zor bir gün" diyerek korkularını dile getireceklerdir[14]. 0 gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve
çocuklarından kaçacaktır. Çünkü o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi olacaktır.
O gün dünyada Rabbinin rızasına göre yaşayanların yüzleri parlayacak, gülecek ve
sevinçli olacaklardır. Kâfirlerin ve günaha
dalanların yüzlerini ise toz toprak içinde kalmışçasına siyahlık bürüyecektir[15].
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
kıyametin zamanı konusunda Peygamberimiz’e yöneltilen sorularla ilgili olarak şöyle
buyurulmaktadır: "Sana, kıyâmet'in ne
zaman kopacağını soruyorlar. Sen onu
nereden bileceksin! Onun bilgisi varıp Allah’a dayanır”[5]. Yine Cebrail’in “kıyâmetin ne zaman kopacağı” şeklindeki
sorusuna Peygamberimiz’in "Kendisine
sorulan sorandan daha bilgili değildir”[6]
şeklindeki cevabı da bu konuda Peygamberlerin dahi bilgi sahibi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. O halde günümüzde
kıyâmetin ne zaman gerçekleşeceği ile ilgili
yorum ve tahminlerin bir anlam taşımadığını
söyleyebiliriz.
Muhterem müslümanlar!
Kıyâmet iki safhada gerçekleşecektir.
Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle, Sûr'a ilk defa üflenince[7] şiddetli bir sarsıntı meydana gelecek, bunun etkisiyle gök yarılacak, yıldızlar
saçılacak, denizler kaynayıp fışkırtılacak[8];
gök erimiş maden gibi ve dağlar atılmış yün
gibi olacaktır[9]. Emzikli kadınlar emzirdiği
çocuklardan vazgeçecek, hamile kadınlar
karnındaki çocuğu düşürecek, insanlar sar4
Kıymetli müminler!
İnsanların dünyadaki davranışlarına
göre değerlendirilip, Cennet'e veya Cehennem'e gönderileceği kıyamet gününde, yüzlerimizin parlak ve sevinçli olması için
yaşantımızı tekrar gözden geçirelim. Unutmayalım ki o gün dünyada işlendiğimiz hiçbir
ayrıntı değerlendirme dışı tutulmayacaktır.
Hutbemizi bu durumu ifade eden bir
ayet meali ile bitirelim. “(O gün) (amellerin
yazılı olduğu) kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir
kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler.
Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez”[16].
KAYNAK:
[1]Hicr, 15/85.
[2]Hac, 22/7.
[3] A'raf, 7/187.
[4]Lokman, 31/34; A'raf, 7/187.
[5]Nâziât, 79/42-44.
[6]Buhârî, İmân, 37.
[7] Zümer, 39/68.
[8] İnfitâr, 82/14-.
[9]Me’âric, 70/8-9.
[10] Hac, 22/1-2.
[11]Kıyame, 75/6-12.
[12]Zümer, 39/68.
[13]İsra, 17/71.
[14]Kamer, 54/7-8.
[15]Abese, 80/34-42.
[16] Kehf, 18/49.
Firhist’e Geri Dön
38
2005 HUTBELERİ
1
09 - Eylül
ÇOCUKLARIMIZI EĞİTİMSİZ
BIRAKMAYALIM
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah Kutsal Kitabımız
Kur’an’da: “Sakın cahillerden olma!”1
“Cahillerden yüz çevir”2 buyuruyorQ
Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde
ve O’nun tefsiri mesabesindeki hadis-i şeriflerde cehalet yerilmiş; ilim tahsili, okuyup-yazma teşvik edilerek övülmüştür.
Sevgili Peygamberimize ilk vahyolunan
ayet de “Oku” emriyle başlamıştır.
İslam; ilme, okumaya, öğrenmeye
büyük önem vermiş; ilim öğrenmeyi kadınerkek her Müslüman’a farz kılmıştır. Bu ko3
lıdır. Bu uygulama, Sevgili Peygamberimizin ve O’nun tebliğ ettiği Yüce İslam Dini’nin, okuma ve yazmaya, dolayısıyla ilim
öğrenmeye ne derece büyük önem atfettiğinin en güzel göstergesidir.
Muhterem Cemaat!
Yüce Allah’ın bizlere birer emaneti
olan çocuklarımız arasında yozlaşma ve
kendi milli değerlerine yabancılaşma daha
fazla yaygınlaşmadan gerekli tedbirleri almalıyız. Unutulmamalıdır ki yeni yetişen
nesiller, milletlerin geleceği ve en önemli
güç kaynağıdır. Bu sebepledir ki her millet,
kendi geleceğini garanti altına almak, milli
ve manevi değerlerini yükseltip geliştirmek
maksadıyla bilgili, görgülü, çalışkan ve
üretken nesiller yetiştirmeye özen göstermektedir. Eğer yeni yetişen nesiller eğitimden mahrum bırakılırlarsa veya iyi
eğitilmezlerse uyuşturucu, alkol, tembellik,
kapkaççılık veya zararlı akımların ağına
düşmeye müsait hale gelirler.
Geleceğimizi emanet edeceğimiz
çocuklarımızın bu kötülüklerden uzak kalNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
nuda karşılaşılabilecek bütün zorluk ve meşakkatlere rağmen ilim öğrenmeyi tavsiye
ederek, ilim rütbesini en büyük rütbe olarak
kabul etmiştir.
Değerli Kardeşlerim!
Müslümanlıkla cehalet birbiriyle bağdaşmaz. Cehaletin ve geriliğin İslam’da
asla yeri yoktur. Çünkü cehalet, insanın
şeref, haysiyet ve onurunu ayaklar altına
düşüren en kötü sıfattır. Bu sebeple, İslam
öncesi Arap toplumundan bahsedilirken o
döneme cahiliyye dönemi denilmesi; müşriklerin lideri için de cehaletin babası anlamına gelen “Ebu Cehil” lakabının verilmesi
çok anlamlıdır.
Kur’an-ı Kerim’de: “Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?”3 buyruluyor.
Sevgili Peygamberimiz de: “İlim, mü’minin yitik malıdır. Onu nerede bulursa
alsın.”4 buyuruyor. Bu ve benzeri ayet ve
hadisler ilmin mutlak değerine işaret etmişlerdir. Bedir’de esir alınan müşriklerin 10
Müslüman’a okuma-yazma öğretmeleri halinde serbest bırakılmaları, oldukça anlam4
ması; ailesine, vatanına, milletine ve bütün
insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmesi,
hepimizin en büyük arzusudur.
Aziz Müslümanlar!
Bu hafta okullarımız yeni bir eğitimöğretim yılına başlıyor. Eğitimin temeli ailede başlar; okulla ve çevreyle devam eder.
Her çocuk, ailesinden, okulundan ve çevresinden edindiği bilgi ve davranışların etkisi
altındadır. Bu noktada, kız-erkek ayrımı
yapmaksızın çocuklarımızın eğitimi için
bütün imkanlarımızı seferber edelim.
Unutmayalım! İslam’ın gayesi, insanı kemale erdirmektir. Bu da ancak nesillerimizi iyi eğitmekle mümkündür.
KAYNAK:
[1] Enam, 35
[2]Araf, 199
[3]Zümer, 9
[4]Tirmizi, İlim, 19 (2688)
Firhist’e Geri Dön
39
2005 HUTBELERİ
1
16 - Eylül
MUHASEBE ANI: BERAT KANDİLİ
Değerli Müminler!
Önümüzdeki Pazar gününü Pazartesiye bağlayan gece, mübarek Ramazan
ayının müjdecisi olan Berat Kandili’dir.
Günah, borç ve cezadan kurtulmak gibi anlamlara gelen berat, günahlardan arınmayı
ve Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine
ulaşmayı ifade etmektedir. Berat Kandili,
Müslümanların, sınırsız af ve merhamet
sahibi Yüce Allah’a sığınarak günahlardan
arınma, ilahi lütuf ve bereketlere erişebilme
fırsatını yakalayabilecekleri müstesna
zaman dilimlerinden birisidir. Bu tür gün ve
geceler, dinî ve toplumsal hayatımızda ilahî
af, mağfiret ve rahmet temennilerinin zirveye ulaşması, birlik, beraberlik ve kardeş3
rine kötülük edip aşırı giden kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir”[2] müjdesinin farkına
varmalıdır. Bunun gereği olarak kendi
özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı,
günah ve kusurlarından dolayı tövbe etmeli, bundan sonraki hayatını daha da güzelleştirme kararını vermelidir.
Değerli Kardeşlerim!
Kutsal geceler; iman, ibadet ve düşünce bakımından kendimizi yenilememiz,
geçmişimizi muhasebe etmemiz, geleceğimizi Allah’ın rızası doğrultusunda planlama
ve ümitlerimizi tazelememiz için şüphesiz
büyük bir fırsattır. Bu tür vesilelerle, günahlarla kirlenen gönül dünyamızı temizleme
gayretinde olalım. Unutmayalım ki tövbe,
kendini bulma ve bilmenin, gönlü arındırmanın en güzel yoludur. Zira Yüce Mevla,
ameli her ne olursa olsun istisnasız herkesi
tövbeye davet etmektedir.[3] Bu sebepledir
ki Sevgili Peygamberimiz sürekli tövbe-istiğfarda bulunurdu. Bizler de bu tür gece-
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
lik duygularının da yoğun biçimde yaşanması gereken anlardır. Bu geceler, kulluk
şuur ve bilinciyle kendimizle hesaplaştığımız, hayatımıza Yüce Yaradan’ın rızası
doğrultusunda yön vermeye karar verdiğimiz fırsat geceleridir.
Muhterem Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, bu gecede kendisine huşû içinde yönelen kullarına rahmetini bol bol indirmekte, rızık ve şifâ
kapılarını sonuna kadar açarak, bizleri sınırsız ikramlarına davet etmektedir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle
buyurmuşlardır: “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de
oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece
dünya semasına rahmetiyle tecelli eder
ve ‘Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul
edeyim! Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim! Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim!..
Yok mu başka isteği olan ona da istediğini vereyim”[1]
Bu itibarla, Berat Gecesi’ni idrak
eden herkes, Yüce Allah’ın; “REy kendile4
leri, ibadetin özü olan dualarla en güzel bir
şekilde değerlendirmeli, günahlardan arınmak için Yüce Mevla’ya yalvarıp yakarmalı,
tövbe ve istiğfarda bulunmalıyız.
Aziz Kardeşlerim!
Bu kandil vesilesiyle çevremize
karşı olan görev ve sorumluluklarımızı hatırlayalım. Bu çerçevede ana-baba ve akrabalarımızın kandillerini tebrik ederek, hayır
dualarını alalım. Dargınlık ve kırgınlıklara
son vererek, kırık gönülleri tamir edelim.
Fakir ve muhtaçlara imkanlarımız nispetinde yardım elimizi uzatarak, paylaşımı
hayatımıza yansıtalım.
Çağın getirdiği sıkıntılarla bunalan
ruhlara, manevi hayatın ihmaliyle daralan
kalplere, bu gecenin bir şifa olması dileğiyle, hepinizin Berat kandilini tebrik ediyor,
insanlığın barış, huzur ve saadetine, bütün
müminlerin de arınmasına, affına vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
KAYNAK:
[1]İbn Mace, İkâmetü’s-Salât, 191.
[2]Zümer, 39/53.
[3]Nur, 24/31.
Firhist’e Geri Dön
40
2005 HUTBELERİ
1
23 - Eylül
EBEDİ MUTLULUK YURDU CENNET
Muhterem Müslümanlar,
Bir mü’minin en büyük gayesi Yüce
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak olmalıdır.
Dünyada iyilik ehli olarak yaşayıp
Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazananlara ise
ahirette mükafat olarak Cennet vaat edilmektedirQ
O cennet ki, iman edip sâlih amel işleyenlerin ahiret yurdundaki kutlu makamıQ
Rabbinin huzuruna günahkar olarak
varmaktan korkanların ve nefsini kötülüklerden arındıranların ebedî yurduQ
Güzel ameller işleyerek elde edilmesi
teşvik edilen hoş bir mekanQ
Bu konuda Yüce Allah Al-i İmran suresinde şöyle buyuruyor: “Rabbinizin bağışlamasına ve gökler ve yer genişliğinde
3
karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun
sonucu (olan cennet) ne güzeldir."[2]
Bu seçkin insanlar bölük bölük girerler mutluluk ülkesineQ Üzüntü, yorgunluk ve
hoşa gitmeyen her şeyden uzak oldukları
halde en güzel makamlar tahsis edilir kendilerineQGünah işlemekten sakınan müminler
için artık hoş bir hayat başlamaktadır ahiret
yurdunda.. Müminlerin Cennet'e girişlerini
tasvir eden diğer bir ayette, gıbta edilecek
bu manzara şöyle anlatılır: “Rablerine karşı
gelmekten sakınanlar bölük bölük cennete
sevk edilirler. Cennete vardıklarında kapıları
açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der:
“Size selam olsun! Tertemiz oldunuz.
Haydi ebedi kalmak üzere girin cennete.”[3]
Değerli Mü’minler,
Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir
kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, çeşit çeşit cennet nimetleri, hayal ve
ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Gönüllerin çekip gözlerin hoşlanacağı her şey oradadır.
İşte Rabbimizin bizlere hazırlamış olNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
olan, müttakiler için hazırlanmış bulunan
cennete koşun. O müttakiler bollukta ve
darlıkta Allah yolunda harcar, öfkelerini
yener ve insanları affederler. Allah iyilik
edenleri sever.” [1]
Aziz Mü’minler,
Kişi bu mükafata, imanı, ibadeti,
güzel ahlakı ve yararlı işleriyle erişecektir.
Yeri geldiğinde canını ve malını Allah
yolunda feda ederek, insanların iyiliği için
çalışarak, helal rızık kazanmak için çalışıp
çabalayarak ve büyük-küçük demeden her
türlü güzel işleri yapmaya çalışarak gelecektir bu kutlu mekanaQYüce Rabbimiz cennet
ehlinin bazı niteliklerini şöyle dile getiriyor:
“Onlar Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve
açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü
iyilikle savanlardır. İşte bunlar için dünya
yurdunun iyi sonucu vardır. Bu sonuç da
Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden
ve çocuklarından iyi olanlarla beraber
oraya girerler.”
Melekler de her bir kapıdan yanlarına
girerler (ve şöyle derler): " Sabretmenize
4
duğu cenneti anlatan ayetlerden bir demet:
Gerçek şu ki bugün cennet ehli sevinç ve
mutluluk dolu bir yaşantı içindedirler.
(Yasin 36/55)
Kendileri ve eşleri gölgeliklerde tahtlar
üzerinde yaslanmışlardır. (Yasin 36/56)
Orada taptaze-meyveler ve arzu ettikleri
her şey onlarındır. (Yasin 36/57)
Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak kendilerine "Selam" (vardır). (Yasin
36/58)
Onlara altından ırmaklar akan içinde
ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah
onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk'
budur. (Maide 5/ 119)
Aziz Mü’minler,
Bu güzel sonuca yalnızca dünyanın
imtihan yeri olarak yaratıldığını bilen, Allah
ve Rasülünün mesajlarına uyan, yararlı işler
yaparak Allah’ın rızasına uygun yaşayanların ulaşacaklarını asla unutmayalım.
KAYNAK:
[1] Âl-i İmran 3/133-134
[2]Rad 13/22-24
[3]Zümer 39/73
Firhist’e Geri Dön
41
2005 HUTBELERİ
1
30 - Eylül
CAMİ İKLİMİ-RAMAZAN AYDINLIĞI
Değerli Müminler!
Yarından itibaren, “Camiler ve Din
Görevlileri Haftası”na gireceğiz. Hafta boyunca camilerimizin anlam ve önemini hep
birlikte yeniden hatırlayacak; varsa ihmal ve
eksikliklerimizi gidermeye, iyi ve güzel davranışlarımızı da artırmaya çalışacağızQ
Muhterem Kardeşlerim!
Kalplerimize nûr, gönüllerimize huzur
ve mutluluk bahşeden yüce dinimiz İslâm;
müminler arasında sevgi, saygı, kardeşlik ve
dayanışma bilincinin gelişmesi için evrensel
prensipler getirmiş, bu konuda çeşitli müesseselerin oluşturulmasını öngörmüştür. Bu
müesseselerin başında da camiler gelmektedir. Yüce Rabbimiz hutbemin başında okuduğum Tevbe sûresinin 18. âyetinde; “Allah’ın
3
Değerli Müminler!
Kürsülerinden yapılan vaazlar ve minberlerinden okunan hutbelerle camiler; edep,
terbiye, sevgi, saygı, hak ve hukuk anlayışının kazandırıldığı ilim ve irfan ocaklarıdır.
Camilerden aldığımız hikmet ve bilgilerle, kulaklarımıza ve gönüllerimize fısıldanan ilahi
mesajlarla hırs, kin, haset, gıybet, iftira gibi
her türlü kötü duygu ve düşüncelerden arınmayı; israf, haksızlık, içki, kumar, fuhuş gibi
haram ve günahlardan uzak kalmayı öğrenir;
böylece Rabbimizin sevdiği ve razı olduğu
müminlerden oluruz.
Camilerde toplanan müminler; Allah’ın
huzurunda birlikte kıyama durur, secdelere
kapanır ve gerçek kardeşlik duygusunun tadına varırlar. Camilerden çıkışlarında da birbirleriyle görüşür, sevinçlerini paylaşır,
dertlerine ortak olur ve problemlerine karşılıklı olarak çözüm bulmaya çalışırlar.
Aziz Mü’minler!
Hafta münasebetiyle bir yandan camilerin anlam ve önemini yeniden düşünüp tefekkür ederken; diğer yandan da gönüllerin
günah kirlerinden arınacağı, sevgi, saygı ve
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından
korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur” buyurarak ihtiyaç olması halinde;
müminleri cami ve mescitler inşa etmeye ve
onarmaya teşvik etmişlerdir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.) da, “Mescidler Allah'a en sevimli olan mekanlardır”(1) hadis-i
şerifleriyle cami ve mescitlerin önemine dikkatlerimizi çekmişlerdir.
Camiler; günde beş kez okunan ezanlarla ilahi çağrının yapıldığı yerlerdir. İnsanlar
bu çağrıyla tevhide, namaza, kurtuluşa, huzura ve manen dirilişe davet edilirler.(2) Şüphesiz insanları manen diri tutacak,
gönüllerine huzur ve mutluluk bahşedecek
yegane reçete, Allah ve Resûlünün hayat
yüklü mesajlarında mevcuttur. Günde beş
defa ezan sesine kulak vererek camilere
koşup kulluk görevlerini yerine getiren
mü’minler; her namaza duruşlarında Allah’ın
huzurunda bulunmanın manevî zevkine ererler.
4
yardımlaşma duygularının yoğunlaşacağı on
bir ayın sultanı Ramazan ayına girmek üzereyiz. İnşallah önümüzdeki salı akşamı teravih namazı kılıp, gece sahura kalkacak,
çarşamba günü de oruçlu olacağız. Şüphesiz
Ramazan ayı, tutulan oruçlarla, okunan mukabelelerle, yapılan vaaz ve nasihatlerle,
coşkuyla kılınan vakit ve teravih namazlarıyla
camilerimizde daha anlamlı bir şekilde değerlendirilmektedir.. Camilerin bu açıdan da
önemi büyüktür. Bu itibarla nefislerin terbiye
edileceği, yoksulların gözetileceği, sevap ve
mükâfatın artacağı, af ve mağfiretin bolca
ihsan edileceği Ramazan ayını mümkün
mertebe camilerin manevi atmosferinde değerlendirelim. Geçmişimizi muhasebe ederek, günahlarımıza tevbe edelim. Kur’ân ayı
Ramazanı fırsat bilerek yüce kitabımızı
çokça okuyalım, okunacak mukabeleleri
takip edelim; ayrıca meâl ve tefsirlerinden de
anlamını öğrenmeye ve öğrendiklerimizi hayatımıza tatbik etmeye gayret edelim.
KAYNAK:
[1]Müslim, Mesacid, 288
[2]Bk, Enfâl, 8/24
Firhist’e Geri Dön
42
2005 HUTBELERİ
1
07 - Ekim
KUR'AN AYI RAMAZAN
Aziz Cemaat!
Manevi derecesi çok yüksek ve kazancı pek büyük olan Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz, hepimize mübarek olsun!
Bu mübarek ayın geceleri de, gündüzleri de çok İyi değerlendirilmeli, elden
geldiğince ibadete, hayır ve hasenata ağırlık verilmelidir. Çünkü, çok kârlı bir uhrevî
kazanç mevsimidir. Sevgili peygamberimiz,
Ramazanın önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Ramazanın
gecelerini ihya ederse, onun geçmiş günahları bağışlanır”[1]. “Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da
cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu
ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah onu mağfiret
eder ve cehennem azabından kurtarır”.
3
dır. Ramazan ayına kıymet veren olaylardan biri yüce kitabımız Kuran’ın bu ayda
Sevgili Peygamberimize indirilmeye başlanmasıdır. Nitekim Kur' an-ı Kerim'de:
“Ramazan ayı , insanlara yol gösterici,
doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olan Kur’an’ın indirildiği aydır.”[4] buyurulmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabı Kur'an'ı
en çok bu ayda okurlar; cömertliği en çok
bu ayda gösterirler ve ibadeti en çok bu
ayda yaparlardı. Hele bu ayın son on gününe ulaşıldığında ise Sevgili Peygamberimiz, zamanının büyük kısmını ibadete
ayırırdı[5].
Öyleyse bizlerde, Ramazan ayında
camilerimizi olduğu gibi evlerimizi de
Kur'an tilavetiyle ihya edelim. Zira Sevgili
Peygamberimiz Kur’an okunmayan evi
kabristana benzetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Evlerinizi kabristana çevirmeyin!
İçerisinde Kuran okunan eve şeytan girmez” [6] Bununla birlikte Kuran’ın hikmeti
ve ayetlerinin anlamı üzerinde genişçe düNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
“Ramazan ayı girdiği zaman cennetin
kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur”[2].
Bu ay sabır, iyilik ve güzellik ayıdır.
Müslümanın rızkının arttırıldığı bir aydır.
Her kim bu ayda oruçlu bir kimseye iftar ettirirse, günahlarının affına ve cehennemden kurtuluşuna vesile olur. Ayrıca ona iftar
edenin sevabı kadar sevap verilir ve İftar
eden oruçlunun sevabında da bir eksilme
olmaz. Bu iftarın mükellef sofralar ve ziyafetler şeklinde düzenlenmesi de şart değildir.
Bir lokma ekmek,bir hurma veya bir
yudum su ile de olsa aynı sevabı alır. Yeter
ki ikramlar, Allah rızası için yapılmış olsun.
İftar davetlerinde lüks ve israftan kaçınılmalı ve bu davetlerde fakirlere de yer verilmelidir. Nitekim Peygamber efendimiz bu
konuda bizleri şöyle ikaz etmektedir: “En
kötü davet, zenginlerin çağrılıp; fakirlerin çağrılmadığı davettir”[3].
Muhterem Müslümanlar!
Bu ay bir başka yönüyle Kur’an ayı4
şünelim. Çünkü O bizleri her türlü kötülüklerden koruyacak ve mutlu bir hayatın yöntemini gösterecek ilahi bir rehberdir.
Alimlerin doyamadığı bilgi ve hikmet kaynağıdır. Kalplerimizi O’nun mesajının nuruyla nurlandıralım. Bu ayda yapacağımız
iyilikler ve ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanarak kendimizi affettirme fırsatını kaçırmayalım.
KAYNAK:
[1] Nesai, İman, bab,22, V, 117
[2] Buhari, Savm, 5
[3] Müslim, Nikah, 110, II, 1053-4
[4] Bakara, 185
[5] Müslim, İ’tikaf, 7
[6] Tirmizi, Fedail, bab, 2, V, 117
Firhist’e Geri Dön
43
2005 HUTBELERİ
1
14 - Ekim
ZEKAT ARINDIRIR
Muhterem Müslümanlar,
İslam dini insanları her yönden arındırmayı hedeflemektedir. Dinimizin temel
şartlarından olan zekat ve Ramazan ayında
vermemiz gereken fitre, malî birer ibadet
olarak Allah’ın rızasını kazanma, malımızı
yoksulların hakkından temizleme ve günahlardan arınma vesilesidir. Bu gerçeği
Kur’an-ı Kerim,"Onların mallarından zekat
al. (Böylece) zekatla onları (günahlardan)
temizlersin ve arıtıp yüceltirsinR”[1] ayetiyle dile getirirken, sevgili peygamberimiz
de “RSuyun ateşi söndürmesi gibi sadaka da günahları giderirR”[2] buyur3
pılan yardımın sevabını yok edici manzaralar görmekteyiz. Mü’minler zekat ve fitre
ibadetini yerine getirirken bu hususa son
derece titizlik göstermelidirler. Zekat veren
kişi, zekatı alanın kendisinin din kardeşi olduğunu unutmamalıdır. Bu görev ibadet ruhuna yaraşır bir şekilde eda edilmeli,
izdihama ve kötü manzaraların oluşmasına
meydan veren, onur kırıcı ve kamu vicdanını rahatsız edici uygulamalara son verilmelidir.
Nitekim Cenab-ı Hak Bakara suresinin 262 ve 263. ayetlerinde zekatın verilmesinde uyulması gereken hususlara
dikkatlerimizi şöyle çekmektedir: “Mallarını
Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri
katında mükafatları vardır. Onlar için
korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden
gönül kırmanın geldiği bir sadakadan
daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir”[3]
Aziz Cemaat,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
maktadır.
Aziz Mü’minler,
Zekat ve fitre, varlıklı kimselerden,
yoksullara uzanan bir yardım eli olarak,
muhtaçları sevindirir. Mü’min, bu şekilde,
alın teriyle kazandığı malının bir kısmını,
ibadet niyetiyle din kardeşine verir. Bu bilinçle eda edilen zekat ibadeti, insanlar arasında sevgi, kardeşlik ve samimiyet
bağlarının güçlenmesine vesile olur. Zekat,
cimrilik ve kıskançlık hislerinin yok olup, cömertlik duygusunun gelişmesine ve iyilik
ehli insanların çoğalmasına yardımcı olur.
Değerli Mü’minler,
Zekat, sadaka ve diğer her türlü yardımın yerine getirilmesinde dikkat edilmesi
gereken kurallar vardır. Mali bir ibadet olan
zekatın, muhatabı incitmeden, insan onuruna yakışır şekilde verilmesi gerekir. Gösteriş amacıyla, fakirin onurunu zedeleyecek
şekilde yapılan yardımlardan sevap elde
edilemeyeceği, hatta bunun büyük bir vebal
olacağı iyi bilinmelidir.
Ne yazık ki bazı yardım dağıtma
kampanyalarında son derece üzücü ve ya4
Yüce Allah’ın bizlere emanet olarak
lütfettiği malın ve mülkün sorumluluğunu bilelim. Bizim için bir arınma ve yücelme vesilesi olduğu bilinciyle zekat ibadetini en
güzel şekilde yerine getirelim.Yüce Rabbimizin rızasını gözeterek vereceğimiz zekatın, fitrenin ve yapacağımız diğer güzel
amellerimizin sevaplarımızı çoğaltacağının
ve malımıza bereket, hayatımıza huzur getireceğinin bilincinde olalım. Zekat vermemenin de büyük bir vebal olduğunu
unutmayalım.
Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum:
“RAltın ve gümüşü biriktirip gizleyerek
onları Allah yolunda harcamayanları
elem dolu bir azapla müjdele. O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da
onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve "İşte bu, kendiniz
için biriktirip-sakladığınız şeylerdir.
Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı" ! denilecek.”4
KAYNAK:
[1]Tevbe, 9/103.
[2]Tirmizî, İman 8
[3]Bakara, 2/262-263
[4]Tevbe Suresi, 34-35
Firhist’e Geri Dön
44
2005 HUTBELERİ
1
21 - Ekim
TÖVBE
Muhterem Müslümanlar,
Yüce Allah, iyilik ve kötülük konusunda bizleri aydınlatmış, iyiliği emredip
kötülükten nehyetmiş, tercihlerimizde ise
bizi serbest bırakmıştır. Buna karşılık yaptıklarımızdan sorumlu olacağımızı bildirmiş;
iyilikleri ödülle, kötülükleri ceza ile karşılayacağını bildirmiştir. Bunun yanında günah
işleyen kullarına, tövbe ve bağışlanma imkanı da vermiştir. Tövbe, kulun işlediği bir
günahtan pişmanlık duyup, bir daha işlemeyeceğine dair yüce Yaratıcı’ya söz vermesi ve O’ndan af dilemesidir. Af dileme
isteği, kulun hatalarından dolayı vicdanında duyduğu rahatsızlıktan ortaya çıkar.
Günahlar, Allah’ın rızası ile kul arasında bir
perdedir. Bu perdenin ortadan kalkması, kişinin yapacağı tövbeye bağlıdır. Sevgili
3
pılması gerekir. Bu da kalp ile pişman olup
bu pişmanlıktan dönmemek, dil ile istiğfar
etmek, fiilen de günahı terk etmekle mümkün olur. Bunun yanında, kul ve kamu
hakkı içeren konularda tövbenin kabul edilebilmesi için öncelikle hak sahiplerinin
hakkını vermek ya da onlarla helâlleşmek
gerekir. İşte böyle bir tövbe Kur’an’da içtenlikle yapılan tövbe olarak ifade edilmiş
ve şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler
Allah'a içtenlikle tövbe edin...”[4].
Kıymetli Müminler!
İnsanları hayata bağlayan unsurların başında inanç ve ondan kaynaklanan
ümit gelmektedir. İşte tövbe ve beraberinde
gelen bağışlanma duygusu, günaha dalarak ümidini yitirmiş kişilerin yeniden hayata
bağlanması ve yaşayışında ortaya çıkan
çileli durumlara katlanmasını sağlar.
Öyleyse Allah'a imân etmiş kişiler,
bilerek veya bilmeyerek günah işledikleri
zaman hemen Allah'a yönelip tövbe etmelidirler. Çünkü Yüce Allah samimiyetle ve
şartlarına uygun olarak yapılan tövbeleri
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
peygamberimiz, kulların günah işleme ve
tövbe etmeleriyle ilgili şöyle buyurmuştur.
“Her insan günah işleyebilir. Günah işleyenlerin en hayırlıları ise tövbe edenlerdir”[1].
Değerli Müminler!
Tövbe bütün müminlere emir ve tavsiye edilen bir durumdur. Çünkü kullar, Allah'ın kendilerini mükellef kıldığı her
hususu, ne kadar gayret etseler de gereği
gibi yerine getiremeyip hata yapabilirler.
Bunun için yüce Rabbimiz: “Ey müminler
hepiniz Allah'a tövbe edin ki kurtuluşa
eresiniz”[2] buyurmuştur. Sevgili peygamberimiz de, kulların tövbe etmesinden Allah
Teâlâ’nın hoşnut olacağını şu şekilde dile
getirmiştir: “Kulunun tövbesinden dolayı
Allah Teâlâ’nın sevinci, sizden birinizin
ıssız çölde devesini kaybedip de bulduğu andaki sevincinden daha fazladır”[3].
Muhterem Cemaat!
Tövbenin Allah katında makbul olması için; içten gelerek, tam bir ihlasla ya4
kabul edeceğini, günahları bırakıp kendine
yönelenlerden razı olacağını bizlere açık
bir şekilde bildirmiştir. Zira günahkârlar için
yüce Allah'ın rahmet, mağrifet ve kereminden başka bir sığınak yoktur. Hutbemi,
Şûrâ Süresi 25. ayetin meâli ile bitiriyorum:
“Allah, kullarından tövbeyi kabul eden,
kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı
bilendir”[5].
KAYNAK:
[1]İbn Mâce, Zühd, 30
[2]Nûr, 31
[3]BuhârÎ, Deâvât, 4.
[4]Tahrîm, 8.
[5]Şûrâ, 25.
Firhist’e Geri Dön
45
2005 HUTBELERİ
1
30 - Ekim
CUMHURİYET
Muhterem Cemaat!
İslâm dini, insan fıtratına uygun olarak ortaya koyduğu değerlerle insanların
sağlıklı ve güçlü bir toplum halinde yaşamalarını öngörmektedir. Dinimizin önem
verdiği “aklın, malın, canın, neslin, şeref ve
haysiyetin” korunması ilkeleri, bugün evrensel değerler olarak kabul görmüş temel
hak ve hürriyetlerdendir. Her vesileyle samimiyet ve kardeşliği tavsiye eden yüce dinimiz, bu ilkelerle ferdî planda eşitliğin ve
karşılıklı saygının vazgeçilmez değerler olduğunu belirtmiştir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, “İnsanlar tarağın dişleri gibi
birbirlerine eşittirler. Kimsenin kimseye
takvadan başka bir üstünlüğü yoktur.”[1] "Ey insanlar Rabbiniz birdir, ba3
Aziz Müslümanlar!
İnsanlık, tarih boyunca adalet, iyilik,
istişare ve eşit haklara sahip olma gibi bazı
değerlerin arayışı içinde olmuştur. Toplumlar, bu değerlerin hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla, değişik yönetim biçimlerini
uygulamış ve bu konuda daima daha iyinin
peşinde olmuşlardır. Arayışlar neticesinde,
bu değerlerin güzel bir biçimde gerçekleşmesine imkan veren Cumhuriyet idaresine
ulaşılmıştır. Cumhuriyet, dinimizin öngördüğü istişareye dayalı, hak ve özgürlükleri
teminat altına alan, insanların yeteneklerini
ortaya koyabilmelerine imkan tanıyan, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edebilecekleri bir idare şeklidir.
Aziz Mü’minler!
Kurtuluş savaşını gerçekleştiren iradenin bizlere kıymetli bir armağanı olan ve
ilanının 82. yılını bu günlerde kutladığımız
Cumhuriyetin, özünde taşıdığı ruha uygun
olarak yaşatılmasının en temel vatandaşlık
görevlerimizden biri olduğunu unutmayalım. Bize bu kıymetli armağanı bırakan
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
banız birdir Arab’ın Arab olmayana,
Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha
ve siyahın beyaza hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir"[2] sözleriyle, temel hak ve hürriyetlerdeki bu
eşitliği dile getirmektedir.
Değerli Müminler!
Kur’an ve Sünnet, ortaya koyduğu
üstün değerlerle toplumların kendi hayat
şartlarını güzelleştirmelerine yardımcı
olmuş, her hangi bir yönetim şekli önermese de “Şûra” prensibini getirerek, toplum
işlerinde fertlerin katılımına fırsat tanımıştır.
Dinimiz her vesileyle insanlar arasında
adaleti ve iyiliği emrederken, fikir ve ifade
özgürlüğünü, temel hak ve özgürlüklerde
eşitliği ve istişareyi öngörmüştür.
Al-i İmran Suresi 159. ayeti bizlere
bu konuda şöyle ışık tutmaktadır: “ (Ey
Muhammed!) İşlerinde onlarla müşavere
et. Bir kere de karar verip azmettin mi,
artık Allah’a tevekkül et, (Ona dayanıp
güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever”[3]
4
başta Gazi M. Kemal Atatürk olmak üzere
tüm şehit ve gazilerimizi hayırla anar, kendilerine Yüce Allah’tan rahmet ve mağfiretler niyaz ederim.
KAYNAK:
[1] Keşfu’l-Hafa, 2847, C II sh 451
[2]Ahmed b. Hanbel, V, 411
[3]Al-i İmran 3/159
Firhist’e Geri Dön
46
2005 HUTBELERİ
1
03 -Aralık
RAMAZAN BAYRAMI
Muhterem Mü’minler!
Bugün acılarımızı, sıkıntı ve endişelerimizi bir tarafa bırakıp mutlu olmamız gereken bir bayram sabahındayız. Kimsenin
gelip geçmediği bir dağ başında yalnız olsak
bile bayram yapacağız. Çünkü bayram içimizdedir. Mü’min, bayramını gittiği yere götürecek kadar heyecan dolu bir insandır.
Bayramları şenlendirecek olan da bizleriz.
Bugün övünç günümüzdür; iftiharımızdır. Bizden bayram neşesi bekleyen insanlara beklediklerini ikram edelim. Bizden
güler yüz, tatlı söz, iyi komşuluk, iyi evlâtlık,
iyi ebeveynlik umanları sevindirelim. Dargınların ayağına gidelim. Özür bekleyenlerden
özür dileyelim. Komşuluk, akrabalık, dostluk
ve en güzeli Allah rızası uğruna gerekirse
yüzümüzü toza bulayalım. Dünyanın en
3
(Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” (Al’i İmran, 103), “Allah’a ve
Rasulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz elden
gider.” (Enfal, 46), “Kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.” (A’li İmran,
105), “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size
merhamet edilsin.” (Hucurat, 10)
Aziz Mü’minler!
Bugün cennet vatanımız için kanlarını seve seve akıtan, canlarını feda eden
aziz şehitlerimiz, gazilerimiz ve geçmişlerimize hayır duada bulunalım. Onlar için
Cenab-ı Hak’tan mağfiret ve rahmet dileyelim. Ölmüşlerimizin de üzerimizde hakkı olduğunu unutmayalım.
Bu güzel bayram sabahında, ne
yazık ki İslam aleminde bayram sevincini
hissedemeyecek kadar yaralı, yorgun, yoksul, felakete maruz kalmış acı çeken kardeşlerimiz var. Bu sabah onların acısını
yüreğimizin derinliklerinde hissedelim.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
güzel ve en büyük bayramını, küçük nefsanî
duyguların altında ezmeyelim.
Bu bayramda hastaları unutmayalım.
Hastalık hâli hepimiz için ibret, hasta olanlar
için bir imtihandır. Onlar için gıyaplarında ve
yüzlerine karşı dua edelim.
Birbirimize sevgimizi ikrar ve ilân edelim.
Söz ve davranışlarımızla gösterelim.
Muhterem Müslümanlar!
Bu güzel sabahtan başlamak üzere
selâmı aramızda yaygınlaştıralım; muhatabımızı tanımasak bile selâmda önce davranalım. Zira selam, Müslümanların
birbirlerine olan sevgi ve muhabbetlerini ziyadeleştirir. Dinimiz, mü’minler arasında
sevgi ve saygıyı, birlik ve beraberliği emreder. Renk, ırk, dil, bölge ve düşünce farklılığını, tanışma ve gelişme vesilesi sayar.
Müslümanların birbirleriyle uyumlu ve uzlaşıcı olmalarını ister. Bununla birlikte toplumun, dini ve milli değerlerini sarsmaya
yönelen her türlü bozgunculuğu, ayrımcılığı
ve bölücülüğü kesin olarak reddeder. Yüce
Allah bu gerçekleri Kur’an-ı Kerim’de şöylece zikreder: “Hep birlikte Allah’ın ipine
4
Darda kalan ve sıkıntıda olan mü’minler için,
bütün samimiyetimizle Rabbimize yönelip
dua edelim.
Ramazan, sadece on bir ayın sultanı
değil; aynı zamanda on bir ayın örneğidir.
İbadetlerimiz, ihlâsımız, güler yüzümüz, sadakalarımız, diğergâmlığımız sadece Ramazan’a mahsus kalmamalıdır. Kazandığımız
güzel hasletleri senenin her gününde ve
anında tazeleyelim.
Değerli Kardeşlerim!
Şimdi evlerimize gidip içimizde biriktirdiğimiz neşe ve sevinçle hanelerimizi bayram yerine çevirelim. Bayramın hakkı,
şükran borcumuzun farkında olmaktır. Bizi
bu güzel ve sevinçli güne eriştirdiği için Yaradan’a şükredelim. Bunun bir gereği olarak
bayramlaşmayı ve birbirimizi ziyaret etmeyi
ihmal etmeyelim. Fakir, yetim ve kimsesizleri
de bayramın bu güzel havasından mahrum
bırakmayalım.
Bu duygu ve düşüncelerle bayramınızı tebrik ediyor; nice bayramlara sağlık ve
afiyetle ulaştırmasını Yüce Mevla’dan niyaz
ediyorum.
Firhist’e Geri Dön
47
2005 HUTBELERİ
1
04 - Kasım
RAMAZAN'DA KAZANDIKLARIMIZI
KORUYALIM
Muhterem Müslümanlar,
Dini hayatımızda çok önemli bir yeri
olan, orucuyla, namazıyla, zekat ve sadakasıyla ibadet ve rahmet ayı Ramazan-ı
Şerifi geride bırakmış bulunuyoruz. Bu mübarek ay’da, gücümüz yettiğince oruçlarımızı tutmaya, dini görevlerimizi yerine
getirmeye, namazlarımızı kılmaya çalıştık.
Fakirleri gözetmeye ve düşkünlere yardım
elimizi uzatmaya gayret ettik. Bol bol
Kur’an okuduk ve dinledik. Dinimizin güzelliklerini gönlümüze yerleştirmeye ve İslam’ın ruhuna uygun bir hayat yaşamaya
çalıştık. Allah’a karşı kulluk görevlerimizi
yerine getirmenin ve nefsânî arzularımıza
gem vurarak, manevî bir zafer kazanmanın
sevinci içerisinde eriştiğimiz Ramazan Bayramı’nı da hep birlikte yaşadık.
3
buluşarak birlik ve beraberlik tabloları oluşturduk. Kimsesizlere şefkat ve merhamet
kanatlarımızı gerdik. Fakir ve muhtaç insanların ihtiyaçlarını gücümüz nispetinde
karşılamaya çalıştık. Camilerimiz cemaatle
kılınan namazlarla ayrı bir canlılık kazandı.
Kubbelerimizde, tekbirler, dualar ve Kur’an
tilavetleri yankılandı. Fert ve toplum olarak
elde ettiğimiz bu güzellik ve kazanımları,
hayatımızın her anını kuşatacak şekilde
devam ettirmeliyiz. Böylece, toplumumuzda huzur ortamının oluşmasına katkı
sağlayacağımızı da unutmayalım.
Değerli müminler,
Hicr suresi 99. ayetindeki “Sana
ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet
et”[2] emrine uygun olarak, hayatımız boyunca sayısız nimetlerle bizlere ihsanda
bulunan Cenab-ı Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirelim. Yüce Kitabımızı
okuyarak ve dinleyerek elde ettiğimiz güzelliği, Ramazandan sonra da meal ve tefsirini okumak suretiyle devam ettirme
gayretinde olalım. Edinmiş olduğumuz
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Muhterem Müslümanlar,
Mü’min ibadetlerle, Allah’a karşı tam
bir teslimiyet içinde, iyi bir kul, örnek bir
insan olma imkanını elde eder. Ramazan
ayı bu ibadet yoğunluğuyla, Müslüman’ın
tüm kötülüklerden ve hatalı davranışlardan
arınıp güzellikler ve iyiliklerle donatılmasına imkan tanıyan mübarek bir zaman dilimidir. Ramazan ayında kazandığımız güzel
hasletlerin ve yerine getirmeye çalıştığımız
ibadetlerin Ramazandan sonra da devam
ettirilmesi gerekir. Nafile de olsa ibadette
esas olan devamlılıktır. Nitekim Sevgili
peygamberimiz, “Allah’ın en çok sevdiği
(nafile) ibadet az da olsa devamlı olanıdır”[1] buyurmuştur. Bu bakımdan bu ayda
yerine getirmeye özen gösterdiğimiz ibadetlerimizi ve kazandığımız güzellikleri Ramazandan sonra da devam ettirmeye
çalışmalıyız.
Muhterem Müslümanlar,
Ramazanda sabrı, paylaşmayı ve
başkalarını da düşünmeyi öğrendik. Eş
dost ve akrabalarımızla iftar sofralarında
4
güzel ahlaki değerlerden uzaklaşmayalım.
İbadet, sadaka, güzel davranışlar ve tövbe
ile arındırdığımız gönüllerimizi tekrar günahlarla kirletmeyelim. Unutmayalım ki Ramazan ayında yaptığımız ibadetleri ve
edindiğimiz güzellikleri devam ettirmemiz,
onların makbul olduğunun bir göstergesi
olacaktır.
KAYNAK:
[1]Buhârî, Îmân 32, Müslim, Müsâfirîn 221.
[2]Hicr, 15/99
Firhist’e Geri Dön
48
2005 HUTBELERİ
1
11 - Kasım
HAKLARA DUYARLI OLALIM
Değerli Müminler!
Toplum halinde yaşamanın insana
sağladığı bir takım haklar ve yüklediği sorumluluklar vardır. Bu haklara saygı göstermek ve sorumlulukları yerine getirmek
herkesin ortak görevidir. Hak denilince de korunması, gözetilmesi gereken değerler, kişi
ve kamu hakları akla gelmektedir. Bu haklara
riayet edildiği ve sorumluluklar yerine getirildiği oranda toplumda huzur ve mutluluk olur.
Nitekim günümüzdeki huzursuzlukların,
kavga ve cinayetlerin, hatta savaşların, haklara saygı gösterilmemesinden kaynaklandığı bilinen bir gerçektir. Bunun için Yüce
dinimiz İslâm, ırk, cinsiyet ve inanç ayrımı
yapmaksızın bütün insanların haklarını kutsal ve dokunulmaz kabul etmiş, bu hakların
3
hile yapmak, borcunu zamanında ödememek, yetim hakkı yemek, sövmek, dövmek,
yaralamak, çalmak gibi tavır ve davranışlar
da kul hakkı ihlalidir. Yine havayı, suyu ve
toprağı kirletmek, çevreye zehirli atıkları bırakmak, yerlere tükürmek, sigara izmariti,
kuru yemiş kabuğu ve benzeri şeyleri yerlere
atmak, trafik kurallarına uymamak, yüksek
sesle müzik dinleyip komşuları ve çevreyi rahatsız etmek, kirli elbise ve çoraplarla camiye gitmek de birer kul hakkı ihlalidir. Aynı
şekilde şahsî çıkarlar uğruna kamunun haklarını ihlal etmek, kamu malını zimmetine geçirmek, kaçak elektrik ve su kullanmak, vergi
kaçırmak, görevi kötüye kullanmak, kamu
hizmeti verirken insanlar arasında ayırım
yapmak, adam kayırmak, rüşvet alıp vermek,
gibi her türlü olumsuz tavır ve davranışlar
gerçek bir müminin asla yapmaması gereken
hak ihlalleridir. Ayrıca, hayvanların da üzerimizde hakları olduğunu ve bu konudaki ihlallerimizden de sorumlu tutulacağımızı
unutmayalım.
Aziz Müminler!
Dünya hayatımızı perişan etmemek,
hiçbir ayrıcalığın söz konusu olmayacağı,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ihlâline karşı maddî ve manevî birçok müeyyide getirmiştir.
Kişinin en önde gelen hakkı, yaşama
hakkıdır. Bu hakka karşı işlenecek tecavüzler
dinimizde büyük günahlardan sayılmıştır.[1]
Unutulmamalıdır ki, insanların itibarını sarsıcı, onurunu kırıcı sözler sarf etmek veya
aynı anlama gelebilecek benzeri davranışlarda bulunmak da birer kul hakkı ihlalidir. Bu
bakımdan Kur'an'ın değişik âyetlerinde iftira,
gıybet, dedi-kodu, başkalarının özel hayatlarını ve gizli hallerini araştırmak, kötü lakap
takmak, alay etmek gibi her türlü çirkin tavır
ve davranışlar yasaklanmıştır.[2]
Yüce Rabbimiz; “Birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin”[3] buyurarak, insanların ölçü ve tartıda hile, hırsızlık,
emanete hıyanet, rüşvet gibi gayr-i meşru
yollarla birbirlerinin mallarını yemelerini, haklarını gasbetmelerini yasaklamıştır.
Muhterem Kardeşlerim!
Kul hakkı ihlâline sebep olan ve İslâm’ın yasakladığı pek çok olumsuz davranış
vardır: Cana kıymak, zina etmek, insanların
namus ve şereflerine leke sürmek, aldatmak,
4
haklı ve haksızın mutlaka ortaya çıkarılacağı
hesap gününde mahcup olmamak için; kul ve
kamu hakları konusunda son derece duyarlı
olalım. Herkesin hak ve hukukuna saygı gösterelim. Kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkmaktan sakınalım. Kul hakkını, hak sahibi
bağışlamadıkça Allah’ın bağışlamayacağını
bilelim. Sevgili peygamberimizin şu hadisi-i
şerifine kulak verelim: Efendimiz buyuruyorlar ki; “Kişi namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerini eda etmiş olarak Allah’ın huzuruna
gelir. Bununla beraber; kimine sövmüş,
kiminin kanını akıtmış, kiminin malını
yemiş, kimine de iftira etmiştir. Bu durum
karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği
sevaplar kendisinden alınarak hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri,
ihlâl ettiği kul haklarını ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından
alınıp kendisinin günahlarına eklenir. Böylece sevapları gitmiş, günahları artmış,
neticede iflas etmiş olarak cehenneme
gönderilir.”[4]
KAYNAK:
[1] Bk. Nisa, 4/93
[2] Bk. Hucurât 49/11-12
[3] Bakara, 2/188
[4] Müslim, Birr, 59-60
Firhist’e Geri Dön
49
2005 HUTBELERİ
1
18 - Kasım
MÜSLÜMAN İŞİNİ SAĞLAM
VE GÜZEL YAPAR
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, varlığı en güzel şekilde
yaratmış ve “ RYaptığınız işi güzel yapın;
Allah işini güzel yapanları sever”[1] ayetiyle insana işini en iyi bir şekilde yapmasını
emretmiştir. Her alanda işini en güzel bir şekilde yapmak, dinimizde “İhsân” kelimesiyle
ifâde edilmektedir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, “İhsan nedir Ey Allah’ın Rasulü?” sorusuna “...Allah’ı görüyormuş
gibi kulluk etmendir”; her ne kadar sen
O’nu görmesen de O, seni görüyor...”[2]
şeklinde cevap vererek, yapmakta olduğumuz her işi Yüce Allah’ın görüp gözettiği ve
amellerimizin O’na arz edileceği bilinciyle
yapmamız gerektiğini haber vermiştir.
Dinimiz, tüm yararlı işleri Allah’a kul3
zin emrettiği güzelliklerdendir
Dinimizce, yapılan işin güzel olabilmesi için öncelikle niyetin düzgün olması ve
kişinin; “işini güzel yapma” arzu ve gayreti
önemli görülmüştür. Bu arzu ve gayret insanı, işlerinde başarılı, kendini yenileyen,
yapıcı bir niteliğe sahip kılar. Vicdanı temiz
bir mü’min, hangi işte çalışırsa çalışsın
“saatini doldurma” ve “baştan savma” şeklinde bir anlayışa sahip olamaz. Böyle bir
anlayışla yapılan işten elde edilen kazancın
helal olmayacağı da asla unutulmamalıdır.
Müslüman’ın iş hayatındaki en belirgin özelliği, işini düzenli ve en güzel biçimde yapmasıdır. Mü’min, fert, aile ve toplum olarak,
hayatı anlamlı kılacak ve huzur ortamı oluşturacak güzel bir çalışma sergilemelidir. İlim
adamı ilmî çalışmasında, tüccar ticaretinde,
işçi iş yerinde, kamu görevlisi görev yerinde, kısacası herkes kendi işinde, dinimizin “işi güzel ve sağlam yapmak” olarak
telakki ettiği ve öğütlediği “İHSAN”ı hedeflemelidir.
İş hayatında bu güzel prensibi getiren dinimiz, başkalarına yaptırılacak işin de
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
luk kapsamında bir ibadet olarak nitelendirmekte, yapılan işi önemseyip güzel ve sağlam yapmayı emretmektedir. Sevgili
Peygamberimiz “Allah her şeyde ihsânı
farz kılmıştır...”[3] buyurarak, insanın yaptığı her işi ve görevi kurallarına ve tekniğine
uygun olarak, sağlam, güzel, kaliteli, en iyi
ve en mükemmel bir şekilde yapmasını istemektedir. Sevgili Peygamberimiz diğer bir
hadis-i şeriflerinde de “Yüce Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur”[4] buyurmaktadır.
Değerli Mü’minler!
İş yapmak, bir eser ortaya çıkarmak
insana özgü bir yetenektir. İşi güzel ve sağlam yapmak ise işini benimsemiş sorumluluk sahibi kişilerin bir özelliğidir. Mensubu
olduğumuz yüce dinimiz bizlere, her alanda
daha iyiyi ve güzeli ortaya koymayı öğütlemektedir. Dinimiz, baştan savma hiçbir
tutum ve davranışı, gayesiz bir hareketi,
rast gele yapılan bir işi makbul görmemiştir.
İnançta sağlamlık, davranışlarda samimiyet,
alışverişlerde doğruluk, sanatta incelik, yapılan her türlü işte kalite ve dürüstlük dinimi4
en güzel şekilde yaptırılmasını ve her işin
ehline verilmesini emretmiştir. Sevgili Peygamberimiz, “İş, ehil olmayana verildiği
zaman kıyameti bekleyiniz”[5] buyurarak, işlerin verimli ve sağlam yapılmasının, onun
ehline verilmesiyle ancak mümkün olacağını, aksi takdirde bozulmanın ortaya çıkacağını ifade etmiştir.
Aziz Mü’minler!
İşini sağlam ve güzel yapmak, her
şeyden önce fedakârlığı, ciddiyeti ve özveriyi gerektirir. En güzeli ortaya koyma idealini getirmiş olan yüce dinimizin çalışma
hayatıyla ilgili ölçülerini bilerek dengeli bir
şekilde bunları her işimizde tatbik etmek hedefimiz olmalıdır. Unutmayalım ki bir kimsenin işini güzel yapması hayatı da güzel
yaşamasıdır. Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum: “Gerçek şu ki iman edip iyi işler
yapanlara gelince, elbette biz işi iyi yapanların ecrini zayi etmeyiz.”[6]
KAYNAK:
[1]Bakara, 2/195.
[2]Buhârî, İmân, 37. I, 18
[3] Müslim, Sayd, 57
[4]Beyhaki, Şu’abu’l-İman, 4/334
[5]Buhari, İlim, 2
[6]Kehf,18/30
Firhist’e Geri Dön
50
2005 HUTBELERİ
1
25 - Kasım
AİLEDE DEVAMLILIK ESASTIR
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, insanı diğer varlıklardan
üstün kılmış, farklı cinslerin bir araya gelerek
sevgi ve saygı temeline dayalı huzurlu aileler
kurmalarını öngörmüştür. Nitekim Kur’an-ı
Kerim’de, “İçinizden kendileriyle huzura
kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda
sevgi ve rahmet varetmesi, Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için
dersler vardır.”[1] buyurulmaktadır.
Değerli Müminler!
Toplumu oluşturan temel yapı ailedir.
Ailenin huzur ve mutluluğu, toplumun huzur
ve mutluluğu demektir. Aile mutluluğunun
sağlanması ise, eşlerin ve diğer aile fertlerinin birbirlerine sevgi, saygı ve hoşgörü çerçe3
dımıza ve diğer insanlara karşı hoş görülü olmalıyız.
Zira Cenabı Hak eşlerin birbirleriyle iyi
geçinmelerini, hoşlanmadıkları bazı şeylerde
bile Allah’ın bir çok hayır yaratmış olabileceğini[3] bildirmiş, Sevgili Peygamberimiz de kişinin hanımından nefret etmemesini, zira
onda hoşlanmadığı huylar yanında, hoşlandığı huyların da bulunacağını[4] belirtmiştir.
Aziz Müminler!
Her türlü gayret ve iyi niyete rağmen
evliliğin devam etmesi mümkün gözükmüyorsa Dinimiz, boşanmayı meşru kabul etmiştir. Ancak Sevgili Peygamberimiz boşanmayı
“Allah katında en sevilmeyen helal
olarak”[5] nitelendirmiştir. Zira boşanma sadece eşleri ilgilendirmemekte, aynı zamanda
eşlerin ailelerini ve anne-babadan kopuk bir
hayata mahkum olan çocuklarını da derinden
yaralamakta ve etkilemektedir. Boşanmanın
yükünü en fazla onlar çekmektedirler. Şüphesiz bir çocuk fiziksel ve psikolojik gelişimini
en güzel şekilde ailesinin içinde tamamlar. O,
hem annenin hem de babanın ilgisine, sevgisine, şefkatine son derece muhtaçtır. Onun
ruhsal ve zihinsel açıdan sağlıklı gelişimi, her
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
vesinde davranmalarına bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de, mümin erkek ve kadınların birbirlerinin
dostu oldukları ve birbirlerine iyiliği tavsiye
edip kötülükten sakındırdıkları[2] bildirilmiştir.
Acısıyla, tatlısıyla bir ömür boyu beraber
hayat sürecek eşlerin dostluğa, karşılıklı
sevgi ve saygıya herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Bu gerçeğe rağmen, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ailevî
huzursuzluklar toplumun önemli bir problemini oluşturmaktadır. Sevgi ve anlayış eksikliğinden geçimsizlik, geçimsizlikten ise kötü
muamele ve şiddet doğabilmektedir. Özellikle
kadınlara ve çocuklara yönelik aile içi şiddet,
boşanmalara yol açmakta, parçalanmış aile
fertleri toplumun problemli üyeleri haline gelmektedir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Huzur ve mutluluk ikliminde yaşansın
diye kurulan evlilik hayatı, bazı sebeplerden
dolayı istenildiği gibi devam etmeyebilir.
Hemen herkesin diğerinde hoşlanmayacağı
bir huy bulunabilir. Bizler sadece hoşlanılmayan huyları ön plana çıkararak huzursuzluğa
sebebiyet verme yerine “Yaratılanı hoş gör
Yaratandan ötürü” anlayışı ile başta aile efra4
şeyden önce sıcak bir aile yuvasına sahip olmasına bağlıdır.
Parçalanmış aile çocuklarında uyum
ve davranış sorunları ortaya çıkabilmekte,
eğitimleri yarım kalmakta kimi zaman sokağa
ve suç ortamına itilmekte, uyuşturucuya yönelme gibi durumlar yaşanabilmektedir. Sonuçta, fert ve toplum olarak problemli
bireylerle karşı karşıya kalınabilmektedir.
Muhterem Müslümanlar,
Eşler, boşanmanın dinimizde hoş karşılanmadığı bilinciyle evliliklerini karşılıklı anlayış ve hoşgörü içerisinde, sevgi ve saygı
temeline dayalı olarak devam ettirme gayretinde olmalıdırlar. Öncelikle kendilerine ve çocuklarına, sonra da çevrelerine mutlu bir aile
yuvası örneği sunmalıdırlar. Boşanmaların
sadece boşanan eşleri değil öncelikle istikbalimizi emanet edeceğimiz ciğerparemiz olan
çocuklarımızı hiç de hak etmedikleri bir ortama mahkum ettiğini unutmamalıyız.
KAYNAK:
[1]Rûm, 30/21 .
[2]Tevbe 9/71
[3]Nisâ, 4/19.
[4]Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/329
[5]Ebu Davud, Talak, 3
Firhist’e Geri Dön
51
2005 HUTBELERİ
1
02 - Aralık
İNSAN HAKLARINA SAYGI
Değerli Mü’minler!
İslâm dinî, insana büyük değer vermiş, hayatını kendine yaraşır bir şekilde
sürdürebilmesi için ona vazgeçilmez haklar
tanımış ve bu hakları dokunulmaz kabul etmiştir. Günümüzde temel insan hakları olarak nitelendirilen bu haklar, insanın
emniyetini, huzur ve mutluluğunu hedeflemektedir. Şüphesiz insanlık aradığı bu
huzur ve mutluluğu ancak İslam’ın evrensel mesajlarında bulabilecektir. Kur’an-ı
Kerim’de; “Ey iman edenler! Allah ve Resûlü, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, o çağrıya uyunR”[1]
buyurularak, ilahi mesajların insanlar için
3
siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur.
Üstünlük ancak takvadadır.” sözleriyle
insanların haklar konusunda eşitliğini ifade
etmiştir.
Temel haklar, insanı insan yapan,
hayatımıza ayrı bir anlam katan değerler
bütünüdür. Bu yüzden insanlık âlemi, tarih
boyunca bu değerleri muhafaza etmek için
gözlerini kırpmadan canlarını dahi feda
edebilmiş nice kahramanlarla doludur.
Onurlu bir hayat için insanlık hakikaten ağır
bedeller ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir.
Muhterem Müslümanlar!
Kur’an’a ve Sevgili Peygamberimize
(s.a.s.) gönül vermiş kimseler olarak hiçbir
ayırım gözetmeksizin insan haklarına saygı
gösterelim. Kime ait olursa olsun, ihlal ettiğimiz her haktan Allah katında mutlaka hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Allah’ın
Peygamberi; “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir
hak varsa, altın ve gümüşün geçmediği
hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
“hayat” yüklü olduğu dile getirilmiştir. Gerçekten cehalet, zulüm, vahşet ve hayatı
anlamsız kılan nice olumsuzluklar içerisinde yüzen insanlık, İslâm’ın gelişiyle
adeta yeniden hayat bulmuştur. Zira bu
ilahi mesajların merkezinde hep insan, insana saygı ve insanın mutluluğu vardır.
Şüphesiz huzur ve mutluluk filizleri, sadece
hakların gözetildiği bir ortamda yeşerebilir.
Hak ve hukuka riayet, karşılıklı sevgi ve
saygı, kulluk bilinci, ahlaki erdemler bu filizlerin hayat bulmasında temel unsurlardır.
Aziz Müminler!
İnsanın hayatını onurlu bir şekilde
sürdürebilmesi öncelikle din, can, mal akıl
ve namus güvenliğinin sağlanmasıyla
mümkündür. Bunlar aynı zamanda insanın
temel haklarıdır ve dokunulmazdır. Sevgili
Peygamberimiz, veda hutbesinde: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız,
Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Araba üstünlüğü olmadığı gibi; beyazın siyaha,
4
takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi
amellerinden alınıp hak sahibine verilir.
İyiliği yoksa hak sahibinin günahından
alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.”[2] buyurmaktadır. Hal ve hareketlerimizi bu doğrultuda yeniden gözden
geçirelim. İnsan haklarına saygı göstermenin dini bir görev olduğunun bilincinde olalım.
Hutbemi konuyla ilgili bir âyet meâliyle bitirmek istiyorum; “Ey iman edenler!
Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan,
adalet ile şahitlik eden kimseler olun.
Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun. Bu, Allah’a
karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının.
Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.” [3]
KAYNAK:
[1] Enfâl, 8/24
[2] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48, Tirmizî, Kıyamet 2
[3] Maide, 5/8
Firhist’e Geri Dön
52
2005 HUTBELERİ
1
09 - Aralık
İNSAN SEVGİSİ
Muhterem Müslümanlar,
Yüce dinimiz İslam, önemli ahlaki ilkeler koymuştur. Bu önemli ilkelerden birisi
de insan sevgisidir.
Sevgi duygusu, insanın hemcinsleriyle arasındaki ilişki ve kaynaşmasının en
önemli unsuru ve toplumsal hayatın gelişip
güçlenmesinin vazgeçilmez şartıdır. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde bütün Müslümanların kardeş olduğu
vurgulanarak, onlar arasında güçlü bir
sevgi bağı kurulması öngörülmüştür. Bu
konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki size
merhamet edilsin.”[1] “İyilikle kötülük
bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde
3
bir araya getirip kaynaştıran sevgidir.Toplum sevgiyle kaynaşır, huzurla yaşar. Sevgi
ya ana-babanın evladını sevmesi gibi
doğal olarak; ya da insanların adalet, cömertlik, edep, haya gibi ortak değer ve faziletlerde birleşmeleriyle iradi olarak
gerçekleşir. Bu surette birbirini seven insanlar kendi mutluluğunu düşündüğü kadar
diğer insanların yarar ve mutluluklarını da
düşünürler. Böylece aralarındaki birlik ve
kaynaşma daha da artar.
Mevlana'nın ifadesiyle “sevgi; acıyı
tatlıya, bakırı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür.” İnsanı hayata
bağlayan zincirin en güçlü halkası ve insanı yaratanına ulaştıracak en sağlam
merdiven de yine sevgidir.
Muhterem Müminler
İnsanlar arasında olması gereken
dostlukların azalması, ona bağlı olarak da
kin, öfke, hiddet ve düşmanlıkların artması
temelde sevgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.Yanlış düşünce ve davranışlarla
pek çok kötülüğün en önemli sebeplerin-
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında
düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak
bir dost oluvermiştir.”[2]
Yüreği sevgi dolu Peygamberimiz(s.a.s) de
: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de kamil mü’min
olamazsınız.”[3] “Müminler, birbirlerini
sevmede, birbirlerine yakınlıkta, şefkat
gösterip birbirlerini koruyup kollamada
bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi
bir yerinde bir rahatsızlık olduğunda;
bunu, vücudun tüm uzuvları hisseder.”[4] buyurarak sevgi ve kardeşliği öğütlemektedir.
İslam Dini’nin bu güzel öğütlerinden
aldıkları ilham ile “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü'' diyen Yunus Emreler, ''Bu
kapı ümitsizlik kapısı değildir, ne olursan ol yine gel'' diyen Mevlânalar ve ''bir
olalım, iri olalım, diri olalım'' diyen Hacı
Bektaş-ı Veliler hep sevmeye ve sevgiye
çağırmışlardır.
Değerli Müminler,
Bir ülkenin bireylerini ve nesillerini
4
den biri de yine sevgi eksikliğidir. Halbuki
sevgi olsa, öfkeler diner, düşmanlık duyguları biter, bir daha ortaya çıkma imkanı bulamadan kaybolup gider. Unutulmaması
gereken bir husus da şudur ki, tüm faziletler, tüm iyilik ve güzellikler, sevgi ve samimiyet ortamında doğar ve gelişirler. Bu
bakımdan, günümüzde yaşadığımız rahatsızlıklara karşı Allah rızasına dayanan
sevgi pınarını herkesin gönlüne akıtmamız
gerekmektedir. Çünkü bu sevgi ve samimiyet olmadan, yüce dinimizin hedeflediği faziletli hayat ve kâmil insan idealini
yakalamamız mümkün değildir.
O halde, insan sevgisine büyük
önem veren Yüce dinimiz İslam’dan aldığımız ilham ile kalplerimizi sevgi ile dolduralım.Allah sevgisiyle gönüllerimizi herkese
açalım. Hak aşığı Yunus Emre’nin ifadesiyle ''Gelin tanış olalım, yad isek bilişelim. Sevelim sevilelim. Dünya kimseye
kalmaz.”
KAYNAK:
[1] Hucurat 49/10
[2] Fussilet 41/34
[3] Müslim İmam 93
[4] Buhari, Edep 27
Firhist’e Geri Dön
53
2005 HUTBELERİ
1
16 - Aralık
HACCI ANLAMAK
Muhterem Müslümanlar,
Yüce Rabbimiz, “Gücü yetenlerin,
Beytullah’ı haccetmeleri, insanlar üzerinde
Allah’ın bir hakkıdır. Kim inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnîdir.”[1] buyurarak, gerekli şartları taşıyan
insanları hacca davet etmektedir. Bu ilahî
çağrıya, bu hac mevsiminde icabet etmiş olan
mü’min kardeşlerimiz, şu günlerde Yüce Allah’ın davetlileri olarak Beytullah’ı ziyaret
etme şeref ve heyecanını yaşamaktadırlar.
Aziz Mü’minler,
İnancın hayata yansıması olan ibadetlerimiz, Yüce Yaratıcı ile aramızdaki en sağlam ve en güzel bağdır. Bu ibadetlerden birisi
olan Hac, ferdî ve toplumsal açıdan pek çok
olgunlaştırıcı özellikler bulundurmaktadır.
Dünyanın her tarafından gelen, dilleri, ırkları,
renkleri, kültürel ve ekonomik durumları farklı
3
dırlar. Kâbe’yi tavaf ve sa’yi, Allah’ı yüceltmek; şeytan taşlamayı, her türlü kötülüğü terk
etmek; vakfeyi, Allah’ın rızasını her şeyden
önde görmek, İhram yasaklarına uymayı, Allah’ın emrine amade olmak; kurban ibadetini
de gerektiğinde malını Allah yolunda harcayabileceğinin bir sembolü olarak düşünmek, hac
ibadetine ayrı bir anlam ve güzellik kazandıracaktır.
Bu yolculuk boyunca hacı adaylarının
en çok dikkat etmesi gereken hususlardan
biri, sabırlı ve tahammüllü olmalarıdır. Hacı
adayları, ihramlı olduklarını daima hatırda tutmalı, kusurları görmeyip, her canlıya sevgi ve
şefkat duygularıyla yaklaşmaya gayret etmelidirler. Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak
için çıkmış oldukları hac yolculuğunu ibadet
ve taatlerle dolu dolu geçirmeli; alış-veriş,
çarşı pazar gibi hususlara gereğinden fazla
zaman ayırmamalı, vakitlerini boşa geçirmekten sakınmalıdırlar. Tam ve makbul bir hac
yapabilmek için, kendilerine tavsiye edilmiş
kurallara ve diğer hususlara da titizlikle uymaya çalışmalıdırlar.
Bu duygu ve düşüncelerle, Huzur-u
İlahî’de bulunduğunun şuurunda olan hacı
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
mü’minler, ortak inanç ve duygular içerisinde
tanışıp bilişmek ve kardeşlik bağlarını güçlendirmek fırsatını elde ederler. Hac, peygamberlerin izinde, yücelme ve Hakk’ın rızasını
kazanma yolunda gerçekleştirilen hikmetli bir
yolculuktur. Bu yolculukta mü’minler inançlarını pekiştirme fırsatını yakalarken, aynı zamanda, takvâ, sabır, sevgi-saygı, kardeşlik,
fedakârlık, cömertlik gibi bir çok ahlakî güzelliği yaşama imkanını bulurlar.
Muhterem Mü’minler
Hac esnasında, namaz, tavaf, sa’y, telbiye, zikir, vakfe, tövbe, kurban ve ihramla ilgili kurallardan oluşan yoğun bir ibadet ve taat
heyecanı yaşanır. Malı, mülkü, evlat ve akrabayı geride bırakıp, ihramıyla Yüce Allah’ın
huzuruna durarak “Lebbeyk Allahümme
Lebbeyk” “Davetine icabet ettim. Buyur Allah’ım” nidalarıyla teslimiyetini dile getiren
mü’minler, gündelik iş ve telaştan uzak, tam
bir gönül huzuruyla Allah’a yönelme fırsatını
elde ederler.
Hac yolculuğuna çıkan kardeşlerimiz,
bu mukaddes sefer esnasında yerine getirilen
ibadetlerin görünen yönleri yanında, daha
nice hikmetleri ifade ettiğinin bilincinde olmalı4
adayları, yapacakları samimi tövbe ve makbul
bir hac ile sevgili peygamberimizin, “Hacceden kişi, anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınır”[2] müjdesini hak
edeceklerdir.
Değerli Mü’minler,
Hacı adayı, bu mukaddes yolculuğu
sıradan bir seyahat gibi görmemelidir. Kendisinin, Yüce Allah’ın konuğu olduğu bilinciyle,
hac ibadetini en güzel şekilde eda etmeye çalışmalıdır.
Hutbemi, hacca çağıran ayet-i kerime
mealleriyle bitiriyorum: “İnsanlar arasında
haccı ilan et ki, yaya olarak veya hazırlanmış binekler üzerinde sana gelsinler. (Böylelikle) Kendilerine ait bir takım
menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde (onları
kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar.
Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire
de yedirin. Sonra temizlenip adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi)
tavaf etsinler.”[3]
KAYNAK:
[1] Âl-i İmran, 3/ 97
[2] Buhari, Hac 4
[3] Hac, 22/ 27-29
Firhist’e Geri Dön
54
2005 HUTBELERİ
1
23 - Aralık
ÇALIŞMA HAYATI VE
SORUMLULUKLARIMIZ
Değerli Müminler!
Toplum hâlinde yaşamanın insana
sağladığı bir takım haklar ve yüklediği sorumluluklar vardır. Haklara saygı göstermek ve
sorumlulukları yerine getirmek, herkesin ortak
görevidir. Emeğe saygıda İslâm’ın üzerinde
hassasiyetle durduğu bu çok önemli görevlerden biridir. Yüce Allah, emeği müstakil bir
değer olarak kabul etmiş, emeğin hem maddî
hem de manevî karşılığının olduğunu,
Kur’an’ın değişik ayetleriyle bize bildirmiştir.
Nitekim; “İnsan için ancak çalıştığı vardır.”[1] “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır
işlerse onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onu görecektir.”[2]
“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği
şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik
kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”[3] ayetlerinde, hiçbir emek ve çalışmanın
3
işçi çalıştırmanın veya çalışanların sigorta
primlerini eksik yatırmanın, başlı başına bir kul
hakkı ihlâli olduğunu unutmamalı; kıdem tazminatını ise, işçinin fiilen aldığı en son ücret
üzerinden ödemelidir. Yine bu hakların bir gereği olarak; işyerinde gerekli emniyet tedbirlerini almalı, çalışanların ibadetlerini rahatlıkla
yerine getirebilmelerine imkan sağlamalı,
rûhen ve bedenen sağlıklı olmalarına özen
göstermelidir
Saygıdeğer Müminler!
Çalışanlar da aldıkları maaş ya da ücretin helal olması için, kendilerine verilen işleri
belirtilen zamanda ve istenilen ölçülerde yapmaya gayret etmelidirler. Bu konuda sevgili
Peygamberimiz; “Allah Taâlâ sizden birinizin bir iş yaptığı zaman, onu sağlam ve
güzel yapmasını sever.”[8] buyurarak; çalışanları iyi ve kaliteli iş yapmaya teşvik etmişlerdir. Bunun yanı sıra günümüzde memur,
işçi ya da sözleşmeli olarak görev yapanlar;
gerek iş yerlerinden, gerekse üretim araçlarının korunup gözetilmesinden sorumlu olduklarını da unutmamalıdırlar. Sevgili
Peygamberimiz bu sorumluluğu şöyle hatırlatıyorlar: “RÇalışan kişi de işverenin malının
koruyucusudur...”[9]
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
gerek dünyada, gerekse ahirette karşılıksız bırakılmayacağı açıkça vurgulanmaktadır. Bir
kudsî hadiste ise yüce Allah’ın; kıyamet gününde kendisine verdiği sözü tutmayanın ve
çalıştırdığı işçiden tam olarak iş ve hizmet aldığı halde; onun emeğinin karşılığını tam olarak vermeyenin[4] hasmı olacağı ifade
edilmektedir.
Muhterem Kardeşlerim!
Sorumluluğunun bilincinde olan bir işveren; çalıştırdığı kişilerin maaş veya ücretlerinin en azından temel ihtiyaçlarını
karşılayacak miktarda olmasına özen göstermelidir. Bilgi, beceri ve uzmanlık gerektiren işlerde çalışanlara ise durumlarına uygun,
tatmin edici ve adil ücret ödemelidir. Vereceği
ücreti önceden belirlemeli, sonradan hak kaybına sebep olabilecek durumlardan kaçınmalı[5], çalışanların emeğinin ücretini tam ve
zamanında ödemelidir. Sevgili Peygamberimiz; “Çalışanın ücretini alın teri kurumadan
veriniz.”[6] buyurarak, bu konuda işverenleri
duyarlı olmaya davet etmişlerdir. Aynı şekilde
işveren; işçisine güç ve kabiliyetinin üzerinde
iş yüklememeli, onu kardeşi gibi görmeli,
temel haklarına saygılı olmalıdır.[7] Sigortasız
4
Aziz Müminler!
İslâm’a göre, çalışma hayatında karşılıklı sevgi, saygı, hak, hukuk ve adâlet prensiplerine uygun olarak hareket edilmelidir. Bu
itibarla İslâm dini, çalıştırdığı kişileri ezen, onların hak ve hukukunu ihlâl eden bir işvereni
tasvip etmediği gibi; iş vereniyle iyi geçinmeyen, yaptığı işin gereklerini yerine getirmeyen
çalışanı da tasvip etmez. İslâm’ın istediği; çalışanın ücretini tam ve zamanında ödeyen ve
işçisine sevgiyle yaklaşan bir işveren; aldığı
ücreti hak etmek için çalışan ve işini en güzel
ve kaliteli bir şekilde yapan işçidir. O halde sorumluluğunun bilincinde olan Müslüman kişi;
ister işveren ya da amir, ister işçi ya da
memur olsun, hak ve hukuka riayet etmelidir.
Şu husus iyi bilinmelidir ki, ancak başkalarının
hakkına saygı gösterenler, kendileri de saygı
görmeye hak kazanırlar.
KAYNAK:
[1] Necm,53/39
[2] Zilzâl, 99/7-8
[3] Bakara, 2/286
[4] Bk, Buhâri, İcâre,10
[5] Bk, Nesâî, Eymân,10, 44
[6] İbni Mace, Ruhun,4
[7] Bk, Buhari, Edep, 44
[8] Beyhâki, şuabu’l-İman, IV, 334-335
[9] Buhari, İstikraz,20
Firhist’e Geri Dön
55
2005 HUTBELERİ
1
30 -Aralık
NEFİS MUHASEBESİ
Muhterem müminler!
Allah Teâlâ yarattığı her insana belli bir
ömür takdir etmiştir. Akıl nimetiyle donattığı
insanı erginlik çağından itibaren ölünceye
kadar tüm yaptıklarından ve yapması gerektiği halde ihmalkarlık edip yapmadıklarından sorumlu tutmuştur. Bununla birlikte
insanı yalnız bırakmamış, onun aklına rehberlik etmek üzerede Peygamberler ve kitaplar göndermiştir. İşte bu noktada İnsana
düşen görev hayatı ve yapıp ettiklerini düşünmek ve değerlendirmektir. Ben ne idim,
ne oldum sonum ne olacak?
İnsan önce bir hücre, sonra ana rahminde bir yavru ve dünyaya geldiğinde her
haliyle bakıma muhtaç bir çocuk, sonra delikanlı, sonra yetişkin bir insan. Gücü kuv3
mı, yok mu? O halde her birimiz son nefesimizi vermeden önce kendimizi bir hesaba
çekmeli ve nefis muhasebesi yapmalıyız.
Zira yaptıklarımızdan Allah’ın huzurda
hesap vereceğiz. Nitekim Peygamber efendimiz (S.A.S.) Kıyamet günü kişinin tüm
yaptıklarından sorgulanıp hesaba çekilmedikçe mahşer yerinden ayrılamayacağını[1]
bize haber vermektedir. Hz. Ömer (R.A)
da: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi
hesaba çekiniz" uyarısında bulunmaktadır.
Aziz müminler!
Yeni bir yıla girerken geçen yıldan
bu zamana kadar gerek kendimiz, aile fertlerimiz , akraba ve komşularımız için, gerekse yaşadığımız toplum için ne gibi güzel
işler yaptık? Yahut kendimize, topluma, insanlara ne gibi zararlarımız dokundu? İyiliklerimizi çoğaltmak, yanlışlıklarımızı
düzelmek için böyle bir değerlendirme yapmamız gerekmektedir..
Bütün bunları değerlendirerek dinimizin haram ve yasak kıldığı birtakım güNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
veti yerinde, dilediği gibi davranabilme yeteneğinde. Ne var ki bu hep böyle devam
etmiyor. Her çıkışın bir de inişi olduğu gibi,
gençliğin bir de yaşlılığı vardır. Arkasından
da ölümün geleceği muhakkak, ama
onunla ne zaman karşılaşılacağımızı bilemiyoruz. O bakımdan her an ölüm gelecekmiş gibi hazırlıklı olmak zorundayız.
Değerli müminler!
Kendi kendimizi bir hesaba çekmeliyiz. Mutlaka gerçekleşecek olan ölümü ve
kıyameti hatırdan çıkarmamalı, davranışlarımıza bu kaçınılmaz gerçekleri göz
önünde tutarak yön vermeliyiz. Öne alınması ve ertelenmesi mümkün olmayan
ecel yakamıza yapışmadan düşünmeliyiz:
Acaba ölüme ve ahirete hazır mıyız? Bir
çok insan geçen yıl aramızda olduğu halde
bu yıl aramızda bulunmuyorlar.
Acaba biz gelecek yıla ulaşabilecek
miyiz? Böyle bir garantimiz olamadığına
göre bir düşünelim: Şu anda ruhumuzu teslim edecek olsak yaptıklarımızla Yüce Yaratan'ın huzuruna varmaya yüzümüz var
4
nahları işlediysek onlara tövbe etmeli ve bu
günahlardan vazgeçmeliyiz. Allah'a karşı
görevlerimizde, ibadetlerimizde eksikliklerimiz ve kusurlarımız varsa onları telafi etme
cihetine gitmeliyiz. Ömrümüzün sayılı olan
günlerini Allah'ın haram ve yasaklarında
değil razı olduğu iş ve ibadetlerle geçirmeye çalışmalıyız.
Hutbemi Haşr suresinin 18. ayetinin
mealiyle bitiriyorum: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve herkes,
yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan
hakkıyla haberdardır."
KAYNAK:
[1] Tirmizi, Kıyamet 1
Firhist’e Geri Dön
56

Benzer belgeler