Türkiye`nin Orta Yeri

Transkript

Türkiye`nin Orta Yeri
Selami Uzun
TÜRKİYE’NİN ORTA YERİ
İstanbul Yayınları 13
Memleket Meseleleri 1
ISBN 975-8566-11-3
TÜRKİYE’NİN ORTA YERİ
Selami Uzun
İstanbul, Ocak 2004
Yayın Editörü: İbrahim Yarış
Kitap Tasarımı: Murat Arslan
Baskı: Kurtiş Matbaacılık
Selçuk Yayıncılık ve Sinemacılık Ltd.
Büyükdere Caddesi, Atakan Sokak, Petek Apartmanı B Blok No: 7/11
Mecidiyeköy / İSTANBUL
Tel: 0212 216 51 44 Fax: 0212 212 21 63
Sela­mi UZUN
1957 yı­lın­da Si­vas’ın Ko­yul­hi­sar il­çe­sin­de doğ­du. İs­tan­
bul Üni­ver­si­te­si Hu­kuk Fa­kül­te­si­’nden 1982’de me­zun ol­du.
1983 yı­lın­da kay­ma­kam­lık sı­na­vı­nı ka­za­ndı. Gü­müş­ha­
ne’nin Şi­ran, Si­vas’ın Yıl­dı­ze­li ve Ko­yul­hi­sar il­çe­le­rin­de kay­
ma­kam ve­kil­li­ği yap­tı. Kas­ta­mo­nu - Aba­na kay­ma­kam­lı­ğı­
gö­rev­in­de iken, 1989-1990 yı­lların­da İçişleri Bakanlığı’nın
görevlendirmesiyle ABD’de bulundu.
Yurda dönüşünde Kon­ya - Gü­ney­sı­nır, Adı­ya­man - Kah­ta,
Ma­lat­ya - Do­ğan­şe­hir ilçelerinde kaymakamlık yaptı. Ekim
1994’de İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si Kont­rol Da­ire Baş­kan­
lı­ğı’na ge­ti­ril­di. Bu gö­re­vi­ni 1999 yı­lı­na ka­dar sür­dür­dü. Ka­sım
2001’de Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si’nde­ki gö­re­vin­den ay­rı­la­rak AK
Par­ti Ka­ğıt­ha­ne İl­çe Baş­ka­nı ol­du.
3 Ka­sım 2002 se­çim­le­rin­de Si­vas Mil­let­ve­ki­li ola­rak
TBMM’ye gir­di.
Ev­li ve iki ço­cuk ba­ba­sı olan Se­la­mi Uzun, İn­gi­liz­ce bi­li­
yor.
ÖN­SÖZ
Ön­söz, ilk söz, son söz... Ya­zar­ken en çok söy­le­ni­len, ön
söz ne­dir, son söz ne­dir? Ki­ta­ba ön­söz ni­ye ge­rek­li­dir ya da
han­gi tür ki­ta­ba ge­rek­li­dir? Bu ki­ta­ba ge­rek­li mi­dir? Bun­lar
ön­söz’ün so­r u­la­rı...
Bir bi­lim­sel eser ya da baş­ka bir eser bel­ki iyi bir ön­sö­zü
ka­bul eder. Ama ken­di kö­şe ya­zı­la­rım­dan olu­şan bu ki­ta­bın
her bir ya­zı­sı ay­nı za­man­da ilk söz ya da son söz de­ğil mi­dir
za­ten? Onun için bu ki­tap­ta bir­çok ön­sö­zü, ön­gö­rü­yü, ön­fik­ri,
ön­se­zi­yi bü­tün ön’le­ri ya da ilk’le­ri bu­la­bil­me im­kâ­nı­mız ola­bi­
lir di­ye dü­şü­nü­yo­r um. Çün­kü ya­zar­ken gü­nü kur­tar­mak­tan
zi­ya­de ge­le­ce­ğe ışık tut­mak ya da top­ye­kün gün­de­mi ya­ka­la­
mak pe­şin­dey­dik. Bu ki­tap­ta­ki kö­şe ya­zı­la­rının bir­ço­ğu­nun
ya­yın­lan­dı­ğı ‘İs­tan­bul’da­ki Ana­do­lu’ za­ten bu amaç­la çık­mış
bir ga­ze­tey­di. Hem gün­de­mi ya­ka­la­ya­cak­tık hem de bir ta­rih­çi
ti­tiz­li­ğiy­le gün­ce­le ta­kıl­ma­dan de­vam edip gi­de­cek­tik.
"Ana­do­lu in­sa­nı, ses­siz­ce bü­yük şe­hir­le­rin ka­pı­la­rı­na da­yan­
dı­ğın­da gün­dem baş­lı­yor­du, ama Tür­ki­ye bu­nu çok­tan ka­çır­mış­
tı." Cum­hur­baş­ka­nı Se­zer’den Ke­mal Der­viş’e, AK Par­ti’den
Re­cep Tay­yip Er­do­ğan’a, Bill Clin­ton’dan 11 Ey­lül’e ka­dar bir­
çok ko­nu­yu ele al­dı­ğı­mı­zı ve bir­çok ye­ni gö­rüş ile dü­şün­ce­yi
sa­tır­la­rı­mı­za ta­şı­dı­ğı­mı­zı oku­yun­ca da­ha iyi an­la­ya­cak­sı­nız.
Spor ya­zı­la­rı da var bu ki­tap­ta. Spor ya­zı­sın­dan çok spor­cu
bir ru­hu, ama ay­nı za­man­da ül­ke ru­hu­nu yan­sı­tı­yor­du bu
me­tin­ler. Spo­ra ka­tıl­ma­sı ge­re­ken­le­ri biz sa­tır­la­rı­mı­za ka­tı­yor­
duk.
Ki­ta­bın çe­şit­le­me­ler bö­lü­mün­de, Za­bı­ta Der­gi­si’nde ya­yın­
lan­mış söy­le­şi­yi okur­ken, o dö­ne­min İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir
Be­le­di­ye Baş­ka­nı Re­cep Tay­yip Er­do­ğan ön­der­li­ğin­de ya­ka­la­
nan ‘İs­tan­bul Ba­şa­rı­sı’nın ipuç­la­rı­nı bu­la­cak­sı­nız.
4
Ki­ta­bın so­nu­na doğ­r u mek­tup­lar­dan der­le­nen bir mo­dern
bi­yog­ra­fi­yi ise ade­ta his­se­de­cek­si­niz.
Bu ki­ta­bın say­fa­la­rı­nı çe­vir­dik­çe, ba­zen ge­zi­le­re da­la­cak,
ba­zen şi­ir­ler oku­ya­cak, ba­zen mek­tup­lar ya­zı­yor­muş gi­bi ola­
ca­ğı­nı­zı ümit edi­yo­r um.
".............
Ha­ni şu Ka­dı­köy de ol­ma­sa
Öf­ke yük­lü ge­mi­le­ri­mi
Göz­le­ri­ne bo­şal­ta­ca­ğım
............."
mıs­ra­la­rın­da ol­du­ğu gi­bi ba­zen öf­ke­mi­zi, ba­zen se­vin­ci­mi­zi,
ba­zen kap­ris­le­ri­mi­zi ma­sum sa­tır­la­ra dök­tük.
Say­gı­la­rım­la.
Se­la­mi UZUN
02/12/2003
TBMM / An­ka­ra
5
İçindekiler
Aylık Yazılar
İstanbul’daki Anadolu .......................................................................................... 11
İstanbul’un sahipleri.............................................................................................. 13
“Tabiat boşluktan hoşlanmaz”................................................................................. 15
Sivillerin savunması .............................................................................................. 17
Değişmeyen değiştirilemez tavır ............................................................................. 20
Memleket manzaraları .......................................................................................... 22
Fırsatçılar.............................................................................................................. 25
Demokrasi ve Fazilet Partisi................................................................................... 28
Evcilleştirme Teorisi ............................................................................................. 31
“Kanunlarımız dahilere işlemez” ............................................................................ 33
“Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?”.............................................................. 36
Bir bayram nasıl zehir edilir?.................................................................................. 38
Sezer’in memur dürüstlüğü.................................................................................... 40
Halkın gündemini yakalamak ................................................................................. 42
İtalya’daki Anadolu ............................................................................................... 45
Legaliteyi küçümseme! .......................................................................................... 47
Derviş’ten önce, Derviş’ten sonra!......................................................................... 49
Ülkeyi sollamak! ................................................................................................... 51
Ak duruş ............................................................................................................. 53
Yazacak çok şey var, çook! .................................................................................... 55
Yeni iki kutuplu dünya............................................................................................ 57
Türkiye’nin orta yeri .............................................................................................. 59
Siyasetin anlamı ya da anlamsızlığı üzerine............................................................. 62
Amansız takip... ................................................................................................... 64
Savaşa taraf olmayan hükümete açık uyarı! ............................................................ 66
Hiç bir mazeret, başarının yerini tutamaz ............................................................... 68
6
Türkiye AB fonlarından yararlanmalı... ..................................................................... 71
Film gibi... ............................................................................................................ 73
Demokrasi çarkı dönüyor...
................................................................................. 75
Spor Yazıları
Korku ve yorulmak ................................................................................................ 79
Hastalık teşhisi .................................................................................................... 81
Bir gün geliriz ...................................................................................................... 83
Biraz duman var.................................................................................................... 85
Yolculuk .............................................................................................................. 87
İçinden sporcu geçen yazı ..................................................................................... 89
Futbol borsası ...................................................................................................... 91
Bu bir ders olsun .................................................................................................. 92
Hangisi kopya? ..................................................................................................... 94
Futbol oyunu ........................................................................................................ 96
Futbol pazarı ....................................................................................................... 98
İtfaiyeci iyi sporcudur ............................................................................................100
Yukarıdan bakanlar ..............................................................................................102
Çocuk sesleri .....................................................................................................104
Çeşitlemeler
Sokak ve çocuk ....................................................................................................109
“Zabıtanın gücü yokluğunda anlaşılır” ..................................................................111
Mektupların gizlediği .............................................................................................128
Her görevine onu kader atadı ................................................................................141
7
8
Aylık Yazılar
Yazılar
Aylık
9
10
İs­tan­bul’da­ki Ana­do­lu
1950'ler­de tek par­ti han­ga­rın­dan çı­kan Ana­do­lu in­sa­nı bü­yük­şe­
hir­le­rin ka­pı­la­rı­nı ucuz iş güç­le­riy­le zor­la­dık­la­rın­da, ken­di­le­ri­nin ne
ka­dar ya­şa­ma­mış ol­duk­la­rı­nın far­kı­na da va­rı­yor­lar­dı.
1960'la­ra ka­dar mev­sim­lik gel-git­ler­le de­vam eden Ana­do­lu-İs­
tan­bul kok­laş­ma­sı, alt­mış­lar­dan son­ra ‘yer çe­vir­me­ler­le’ baş­la­yan,
top­lu yer­le­şim alan­la­rın­da göç­men kamp­la­rı­nı ha­tır­la­tan, umut kay­
na­ğı bü­yük ma­hal­le­ler­le ye­ni bir bo­yut ka­za­nı­yor­du.
Bu ara­da Ana­do­lu in­sa­nı şeh­re gel­di­ğin­de, şe­hir­li dost­la­rı­mız da
Av­r u­pa ve Ame­ri­ka'nın ka­pı­la­rı­nı aşın­dı­rı­yor; tıp­kı Ana­do­lu­lu­nun şe­hir
kar­şı­sın­da uğ­ra­dı­ğı "düş kı­rık­lı­ğı­nı" Av­r u­pa ve Ame­ri­ka kar­şı­sın­da
ya­şı­yor­lar­dı.
Kı­sa­ca­sı, do­lan­dı­ra­rak an­lat­ma­ya ça­lış­tı­ğı­mız, Ana­do­lu in­sa­nı­nın
şeh­ri, ya­ni me­de­ni­ye­ti bir öl­çü­de keş­fet­tik­ten son­ra, ona doğ­r u hız­lı
bir gö­çün baş­la­mış ol­ma­sıy­dı.
İş­te ha­ya­tı­mı­zın bir çiz­gi üze­rin­de­ki her nok­ta­sı, za­ma­nın bir par­
ça­sıy­la, me­kâ­nın bir ye­riy­le, in­san­la­rın bir kıs­mıy­la ke­siş­me ha­lin­de­
dir. Muş­lu, Do­ğu­be­ya­zıt­lı, Adı­ya­man­lı Ah­met ile Si­vas­lı, To­kat­lı, Gi­re­
sun­lu Meh­met'in ka­der­le­ri İs­tan­bul'da ke­si­şi­yor.
Bu ke­siş­me, ay­nı za­man­da, bir or­tak ya­şa­ma bi­çi­mi olu­yor, ha­yat
olu­yor, ye­ni bi­r İs­tan­bul olu­yor. İs­tan­bul'da­ki Ana­do­lu iş­te böy­le
do­ğu­yor.
Ar­tık İs­tan­bul'da­ki Ana­do­lu'nun ha­ya­tı, akı­şı, ha­re­ket­le­ri bir
or­kest­ra­nın akı­şı gi­bi 'bir­bir­le­ri­ni kol­la­ya­rak' de­vam edi­yor. Bel­ki
ön­le­rin­de dü­zen­li bir ör­nek gö­re­mi­yor­lar ama, de­ne­me-ya­nıl­ma­lar­la
de­niz­den kar­şı­ya ge­çi­yor­lar.
Hiç­bir za­man ken­di­le­ri­ni güç­süz his­set­mi­yor­lar.
Umut­suz hiç ol­ma­dı­lar.
Ken­di ge­le­cek­le­ri­ni, ken­di iç di­na­mik­le­ri ve re­ka­bet­le­ri be­lir­li­yor.
11
İs­tan­bul'da ka­der­le­ri ke­si­şen in­san­la­rın ya­şa­ma­ya ça­lış­tık­la­rı,
kur­ma­yı dü­şün­dük­le­ri dün­ya­la­rı ile ge­ri­de bı­rak­tık­la­rı­nı, de­ğer­le­ri­ni,
di­na­mik­le­ri­ni, ha­yal­le­ri­ni, güç­le­ri­ni yan­sı­tan bir ay­na ol­ma­ya ça­lı­şan
"İs­tan­bul'da­ki Ana­do­lu" ga­ze­te­si ya­yın ha­ya­tı­na baş­lı­yor.
1999
12
İs­tan­bul'un sa­hip­le­ri
Ana­do­lu'dan İs­tan­bul'a gö­çüş ma­ce­ra­la­rın­da "ne­den, ni­çin, na­sıl
ve ne za­man" so­r u­la­rı­nı ge­ri­de bı­rak­ma­yı gö­ze alan­lar, ya­ni bu yol­da
"ge­mi­le­ri ya­kan" göz­le­ri pek, kalp­le­ri umut do­lu, da­mar­la­rın­da coş­
kun ne­hir­ler do­la­şan in­san­lar, de­li­kan­lı­lar dört el­le sa­rıl­dı­lar İs­tan­
bul'un top­ra­ğı­na.
İn­san­la­rı­mı­zın İs­tan­bul'a ge­lip Tür­ki­ye eko­no­mi­si içe­ri­sin­de
önem­li yer­ler edin­me­le­ri, ta­ri­hi ke­sin bel­li ol­ma­yan, ama en az bir
kırk yıl­lık sü­re­yi kap­sa­yan "dev­rim" ni­te­li­ğin­de­dir. Hat­ta bir­kaç as­ke­
ri dar­bey­le bu bü­yük ha­re­ket sek­te­ye uğ­ra­tıl­ma­ya ça­lı­şıl­dı. İs­tan­bul'a
doğ­r u de­vam eden bu ta­ri­hi Ana­do­lu ha­re­ke­ti, kar­şı­sın­da ha­zır­lık­sız
bir şe­hir bul­du, çar­pık şe­hir­leş­me ve uyum so­r un­la­rı ile kar­şı­laş­tı.
Ama böy­le­si du­r um­lar­da bi­le ye­ni kül­tü­rel kim­lik­le­ri, ye­ni çö­züm yol­
la­rı­nı da be­ra­be­rin­de bü­yüt­tü.
Bu ara­da ken­di­si­ni "da­ha ön­ce gel­di­ği için" İs­tan­bul'un sa­hi­bi
sa­nan söz­de kent­li­ler, "Bun­lar da ne­re­den gel­di?", "İş­ga­le uğ­ra­dık"
gi­bi he­ze­yan­lar­la, ki­mi za­man da­ha da ile­ri gi­de­rek ha­ka­ret cüm­le­le­
riy­le ken­di kor­ku­la­rı­nı açı­ğa vu­r u­yor­lar. Oy­sa Ana­do­lu in­sa­nı, der­nek­
le­ri, va­kıf­la­rı ve bü­tün si­vil ku­r um­la­rıy­la ak­ti­vi­te­le­ri­ni sür­dü­rü­yor:
Da­vul-zur­na eş­li­ğin­de pik­nik­ler ger­çek­leş­ti­ri­yor, dü­ğün­ler ya­pı­yor,
ma­ri­na­lar­da yat­la­rı ye­ri­ni alı­yor, gök­de­len­le­re ta­şı­nı­yor, ih­ra­ca­t pat­la­
ma­la­rın­da pay sa­hi­bi olu­yor, sa­na­yi­ci olu­yor, tüc­car olu­yor.
Ta­ri­hin akı­şı ar­tık böy­le. Bu sos­yo­lo­jik ola­yı ge­ri dön­dür­mek müm­
kün ol­ma­dı­ğı gi­bi, kö­rü kö­rü­ne kar­şı ol­ma­nın­ da kim­se­nin ya­ra­rı­na
ol­ma­dı­ğı da bir ger­çek.
El­li yıl­dır dev­le­tin ayak­la­rı­na gel­me­si­ni bo­şu­na bek­le­yen bu in­san­
lar, so­nun­da ken­di­le­ri dev­le­te, do­la­yı­sıy­la me­de­ni­ye­te gel­di­ler.
Şim­di ken­di ço­cu­ğu­nun oku­ya­ca­ğı oku­lu ya­pa­bi­le­cek, ça­lı­şa­ca­ğı
iş­ye­ri­ni ku­ra­bi­le­cek, bi­ne­ce­ği oto­mo­bi­li üre­te­cek gü­ce gel­me­si­nin
ne­re­si kö­tü­dür?
13
Ta­rih bo­yun­ca İs­tan­bul'u İs­tan­bul ya­pan, bir ti­ca­ret mer­ke­zi, bir
kül­tür mer­ke­zi ya­pan özel­li­ği, nü­fus ba­kı­mın­dan sü­rek­li bes­len­me­si­
dir. Çün­kü İs­tan­bul her dö­nem ca­zi­be mer­ke­zi ol­muş­tur.
Bu­gün 10 mil­yon­luk bir nü­fus ye­ri­ne beş­yüz­bin­lik nü­fu­sa sa­hip
ol­say­dı İs­tan­bul, ki­min umu­r un­da olur­du?
İs­tan­bul bü­yür­ken, ön­ce­den ted­bir al­ma­yan­la­rın bu­gün şi­kâ­ye­te
hak­kı ola­maz! Bu­gü­ne ka­dar ül­ke yö­ne­ti­min­de ba­şa­rı­sız olan­la­rın,
ka­ba­ha­ti İs­tan­bul'a göç eden­le­rde bul­ma­sı ka­dar bü­yük bir abes
ola­maz.
İs­tan­bul'da ya­şa­yan­lar, Ana­do­lu'da ol­sa­lar­dı oku­ya­cak oku­lu,
ça­lı­şa­cak işi mi ola­cak­tı?
Da­ha da önem­li­si bu­gün o in­san­lar ya­şa­dık­la­rı yer­ler­de kal­sa­lar­
dı Tür­ki­ye'nin eko­no­mi­si han­gi bo­yut­ta ola­cak­tı?
Ku­pon kar­şı­lı­ğı ga­ze­te­si­ni bu in­san­la­ra sa­tıp pa­ra­la­rı­nı Ak­de­
niz'in, Ege'nin kı­yı­la­rın­da yi­yen­ler, baş­lat­tık­la­rı ya­yın kam­pan­ya­la­rıy­la
üç met­re­lik park­la­rın­da bu in­san­la­ra pik­ni­ği çok gö­rü­yor­lar.
Hal­bu­ki bu in­san­la­rı kov­mak is­te­di­ği­niz park­lar, or­man­lar, de­niz­
ler, şe­hir­ler... hep­si bu in­san­la­ra ait. Ha­ni, şe­hit ka­nıy­la su­la­nan
va­tan top­ra­ğı var ya, iş­te bu­ra­sı da ora­sı... Şe­hit­ler de on­la­rın ba­ba­
la­rı...
1999
14
"Ta­bi­at boş­luk­tan hoş­lan­maz"
Ta­bi­at öy­le bir dü­ze­ne sa­hip ki bu dü­zen­de hiç­bir man­tık ha­ta­sı­
na, hiç­bir rast­lan­tı­ya ve "bo­şu­na­lı­ğa" yer yok. Bin­ler­ce yıl­dır sü­ren
bu mü­kem­mel akış­ta her­şey ve her can­lı "ken­di sün­ne­ti"nin ge­re­ği­
ni ye­ri­ne ge­ti­ri­yor. Bel­ki de bu yüz­den, ta­bi­atı din­le­mek, ken­di­mi­ze,
ya­şa­dık­la­rı­mı­za, ül­ke­mi­ze ve dün­ya­da olup bi­ten­le­re iliş­kin ye­ni ufuk­
lar açı­yor bi­ze. Çün­kü ta­bi­at ya­lan söy­le­mi­yor.
Bü­yük ­şeh­rin gün­lük ko­şuş­tur­ma­sın­dan, in­sa­nı ya­ra­la­yan, oya­la­
yan sa­nal yo­ğun­luk­la­rın­dan sıy­rıl­mak ge­re­ki­yor za­man za­man. Çün­kü
"şeh­rin in­sa­nı" ye­ri­ne "ta­bi­atın in­sa­nı" ola­rak da bak­mak lâ­zım olay­
la­ra. O za­man "ta­bi­atın boş­luk­tan hoş­lan­ma­dı­ğı­nı" kav­rı­yor, "boş­luk­
la­rın" kim­ler ta­ra­fın­dan, na­sıl dol­du­r ul­du­ğu­nu da­ha iyi far­k edi­yor­su­
nuz.
Söz­ge­li­mi ta­bi­at­la baş­ba­şa ol­du­ğu­nuz bir an, arı­la­rı iz­li­yor, on­lar­
da bir ha­re­ket­li­lik gö­rü­yor­sa­nız, an­lı­yor­su­nuz ki arı­lar için bir teh­li­ke
yak­la­şı­yor. On­la­rın teh­li­ke­si bir yağ­mur sa­ğa­na­ğı olu­yor ba­zen;
ön­lem­le­ri ise teh­li­ke fe­lâ­ke­te dö­nüş­me­den ko­van­la­rı­na sı­ğın­mak.
Ne ya­zık ki in­sa­noğ­lu teh­li­ke­yi fe­lâ­ke­te dö­nüş­me­den se­ze­mi­yor.
Bu özel­lik­le bi­zim ül­ke­miz için ge­çer­li. Ön­ce şu alın­tı­la­rı bir­lik­te oku­
ya­lım ve bu öner­me­nin Tür­ki­ye için ne den­li ge­çer­li ol­du­ğu­na bir
ba­ka­lım:
"Tür­ki­ye ya­şam ka­li­te­si açı­sın­dan 20. Yüz­yı­lı, Yu­na­nis­tan'ın 60
ba­sa­mak al­tın­da bi­ti­ri­yor."
ABD'de Fre­edom Ho­use ad­lı ku­r u­luş, 1998-99 en­dek­sin­de Tür­ki­
ye'yi "ya­rı öz­gür" ül­ke­ler ka­te­go­ri­si­ne so­ku­yor. Si­ya­si hak­lar ve top­
lum­sal öz­gür­lük­ler ba­kı­mın­dan da Gü­ney Af­ri­ka, Gü­ney Ko­re, Hin­dis­
tan, Ar­jan­tin, Bre­zil­ya, Rus­ya ve Pa­kis­tan'dan son­ra gel­di­ği­ni be­lir­ti­
yor.
15
Dev­let İs­ta­tis­tik Ens­ti­tü­sü ve­ri­le­ri­ne gö­re ül­ke­miz­de her dört ki­şi­den
bi­ri, ya­ni 14 mil­yon in­san, aç­lık sı­nı­rın­da ya­şı­yor. Gü­ney­do­ğu Böl­ge­si
mil­li ge­lir­den % 5,3 pay alır­ken Mar­ma­ra Böl­ge­si % 36,6 pay alı­yor.
Bu ara­da ABD Dı­şiş­le­ri Ba­kan Yar­dım­cı­sı Ha­rold Hang­ju Koh Tür­
ki­ye'ye ge­li­yor ve ba­zı tav­si­ye­ler­de bu­lu­nu­yor­du:
"İfa­de öz­gür­lü­ğü önün­de­ki tüm bas­kı­la­rı kal­dı­rın. Tüm va­tan­daş­
la­ra si­ya­si, kül­tü­rel, di­ni öz­gü­rük­le­ri­ni tam ola­rak kul­lan­dı­rın. İn­san
hak­la­rıy­la il­gi­le­nen­le­re bas­kı yap­ma­yın. Ha­lâ yay­gın olan iş­ken­ce­yi
en­gel­le­yin, iş­ken­ce­ci­le­ri ce­za­lan­dı­rın, bu ko­nu­da­ki dü­zen­le­me­ler lâf­
ta kal­ma­sın. Kürt­le­re ken­di çı­kar­la­rı­nı yan­sı­ta­cak par­ti­ler kur­ma
ola­na­ğı sağ­la­yın."
Ve bu­nun üze­ri­ne Çe­tin Al­tan Sa­bah Ga­ze­te­si'nde­ki kö­şe­sin­de
yap­tı­ğı de­ğer­len­dir­me­de, "Ye­rel köy­lü yı­ğın­la­rın te­pe­sin­de oli­gar­şik
ege­men­lik­ler ku­ra­rak, bir tür giz­li iç sö­mür­ge ya­pı­lan­ma­sı­nı, ulu­sal
ege­men­lik eti­ke­tiy­le mas­ke­le­me dö­nem­le­ri, hu­ku­kun ev­ren­sel il­ke­le­
ri önün­de dep­re­me uğ­ra­mak­ta­dır. Ve ar­tık ‘ye­rel dev­rim­ci­lik’ dö­ne­mi
ka­pan­mak­ta­dır" di­yor­du.
Ben ise bu­na "ulu­sal-ye­rel tu­tu­cu­luk-ge­ri­ci­lik" di­yo­r um.
Şim­di ya­zı­nın ba­şın­da be­lirt­ti­ği­miz öner­me­ye ge­ri dö­ne­bi­li­riz.
Ta­bi­at­ta ya­şa­yan di­ğer can­lı­lar ka­dar bi­le muh­te­mel teh­li­ke­le­ri se­ze­
mi­yor ül­ke­mi­zin "akıl­lı­la­rı". Dün­ya­nın ne­re­ye git­ti­ği­ni, "çağ­dı­şı ide­olo­
jik ku­r un­tu­la­rı ve ye­rel ege­men­lik­le­ri yi­tir­me kay­gı­sı" ile gö­re­mi­yor­lar.
Ül­ke­de ya­rat­tık­la­rı boş­luk­la­rı, "ül­ke dı­şın­da­ki ba­zı mer­kez­ler" dil­len­
dir­me­den kav­ra­ya­mı­yor­lar. Ül­ke için­de dil­len­dir­me­ye ça­lı­şan­la­rın
te­pe­si­ne ise dev­le­tin han­gi ku­r u­mu­nu gön­de­re­cek­le­ri­nin he­sa­bı­nı
ya­pı­yor­lar. Bü­tün bun­lar olup bi­ter­ken kah­ra­man­lık nu­tuk­la­rı ata­rak
Türk pro­pa­gan­da­sı (!) yap­ma­yı da ih­mal et­mi­yor­lar.
Oy­sa 2000 yı­lı­nın eşi­ğin­de, ül­ke ola­rak ar­tık kan kay­bet­me­ye
tâ­ka­tı­mız yok. Av­r u­pa ül­ke­le­ri or­tak ana­ya­sa, or­tak pa­ra bi­ri­mi,
or­tak dil te­sis ede­rek, dün­ya va­tan­daş­lı­ğı­na ge­çer­ken, biz ha­lâ
"tek"ler­le baş­la­yan slo­gan­lar­la da­yat­ma pe­şin­de­yiz. Eğer içi­ne düş­
tü­ğü­müz bu "sta­tü­ko­cu­luk ba­tak­lı­ğı"ndan kur­tul­mak is­ti­yor­sak,
ev­ren­sel il­ke­le­rin pe­şin­de ol­ma­lı­yız. Ta­bii ki bu nok­ta­da önem­li olan,
bu­nu is­te­yip is­te­me­di­ği­miz­dir.
1999
16
Si­vil­le­rin sa­vun­ma­sı
Gün­lük ha­ya­tın ko­şuş­tur­ma­sı için­de bir­bi­ri­miz­le ko­nu­şur­ken, şöy­
le de­riz: Bir dep­rem ol­sa ne olur? Ol­du iş­te. Ne ol­du­ğu­nu da gör­dük.
As­lın­da biz bu­nu yıl­lar­dır hep gö­rü­yo­r uz. Var­to'da, Ge­diz'de, Li­ce'de,
Nar­man'da, Er­zin­can'da ve şim­di de Düz­ce, Ada­pa­za­rı, Göl­cük ve
Ya­lo­va'da gör­dük.
Mey­da­na ge­len ola­yın bo­yut­la­rı çok bü­yük. An­cak ola­yın bü­yük­lü­
ğü­nü, 'bü­yük­le­ri­miz' üç gün son­ra an­la­ya­bil­di­ler. Onun için ko­nu­yu
der­li top­lu ele al­ma­ya ve ba­zı baş­lık­la­ra gir­me­ye ça­lı­şa­ca­ğım. Bu­ra­
da ele ala­cak­la­rım hem göz­lem­le­ri­me, hem mes­le­ki de­ne­yim­le­ri­me,
hem de ye­rin­de gö­rüp ya­yın ya­pan ba­sın ve ya­yın ku­r u­luş­la­rı­nın
ak­tar­dık­la­rı­na da­yan­mak­ta­dır.
Dep­rem, sel, yan­gın gi­bi fe­lâ­ket­ler­de za­ra­rı ve in­san kay­bı­nı aza
in­dir­mek için ku­r u­lan Si­vil Sa­vun­ma Ge­nel Mü­dür­lü­ğü var­dır. Bu
Ge­nel Mü­dür­lük, İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı'na bağ­lı­dır. İl­ler­de va­li­le­re, il­çe­ler­
de kay­ma­kam­la­ra bağ­lı si­vil sa­vun­ma mü­dür­lük­le­ri de uzan­tı­la­rı­dır.
Bu mü­dür­lük­ler afet plan­la­rı ya­par. İl ve il­çe­ler­de top­la­nıp onay­dan
ge­çen plan­lar, İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı'na gön­de­ri­lir.
Şim­di so­r u­yo­r um:
Ada­pa­za­rı'nda, Göl­cük'te, Ya­lo­va'da mey­da­na ge­len bu dep­rem­
de si­vil sa­vun­ma plan­la­rı­nı uy­gu­la­mak müm­kün mü­dür?
Ha­yır. Ni­çin? Çün­kü plan­la­rı ya­pan va­li-kay­ma­kam-mü­dür ve plan­
lar­da gö­rev ve­ri­len in­san­lar, araç­lar da­hil, her­kes ve her­ şey afe­te
ma­r uz kal­mış­tır.
Pe­ki, çö­zü­mü ne­dir bu­nun?
Çö­zü­mü; fe­lâ­ke­te uğ­ra­yan mer­ke­ze en kı­sa ne­re­den ula­şı­la­bi­li­
yor­sa ora­nın, di­ğer il için si­vil sa­vun­ma mer­ke­zi ol­ma­sı­dır. Bur­sa,
Bi­le­cik, Bo­lu, Es­ki­şe­hir, Zon­gul­dak...
Öy­ley­se, si­vil sa­vun­ma­da, özel­lik­le dep­rem­ler­de afet plan­la­rı­nı
mut­la­ka kom­şu vi­la­yet esa­sı­na gö­re yap­mak ge­re­kir.
17
Böy­le bir plan ol­ma­dı­ğı ve hü­kü­me­t ola­yın ve­ha­me­ti­ni geç far­k
et­ti­ği için, bu dep­rem­de en­kaz kal­dır­ma ve di­ğer acil yar­dım­la­ra
an­cak dep­rem­den üç gün son­ra baş­la­na­bil­miş­tir.
Dev­le­tin, as­lın­da bu tür afet­ler­de uy­gu­la­na­bi­le­cek bir pla­nı ol­ma­
dı­ğı gi­bi, pra­tik fay­da­lar ge­ti­re­cek "yö­ne­ti­ci el­le­ri"nin bu­lun­ma­dı­ğı da
or­ta­ya çık­tı bu fe­lâ­ket­le.
Cum­hur­baş­ka­nı'nın "So­r um­lu dev­let ola­maz, so­r um­lu dep­rem­
dir" şek­lin­de sa­vun­ma­ya geç­me­si; Baş­ba­kan'ın "Hiç­bir hü­kü­met
böy­le bir afe­tin al­tın­dan kal­ka­maz" şek­lin­de­ki açık­la­ma­sı, as­lın­da
dev­le­tin en­kaz al­tın­da kal­dı­ğı­nın açık iti­ra­fı olu­yor­du.
Ara­ma, kur­tar­ma ve en­kaz kal­dır­ma ça­lış­ma­la­rı ko­nu­sun­da yurt­
dı­şın­dan ekip­ler ge­lip ye­tiş­tik­le­rin­de bi­zim va­tan­daş­la­rı­mız tır­nak­la­
rıy­la ka­zı­yor­lar­dı be­ton yı­ğın­la­rı­nı. Hal­bu­ki 80 vi­la­yet, 10'ar ki­şi­lik
ara­ma-kur­tar­ma eki­bi ha­zır­lı­ğı yap­say­dı, 800 ki­şi eder­di. Bir yıl ön­ce­
sin­de ay­nı zor­luk­la­rı Cey­han dep­re­min­de ya­şa­dı­ğı­mız hal­de kim­se­nin
ted­bir al­mak ak­lı­na ge­l­me­miş­ti.
Dün­ya­nın bü­tün ül­ke­le­rin­de as­ker­ler, kur­tar­ma ça­lış­ma­la­rın­da
ha­zır güç­tür. Fa­kat ne­den­dir bi­le­mi­yo­r um, biz kur­tar­ma ça­lış­ma­la­rın­
da as­ker­le­ri, ilk üç gün­de yo­ğun bir şe­kil­de gö­re­me­di­ği­miz gi­bi fır­sat­
tan is­ti­fa­de "sı­kı­yö­ne­tim" tek­li­fi­ni yap­ma­yı ih­mal et­me­dik­le­ri­ni öğ­re­
ni­yor­duk.
Çe­şit­li ba­sın, kriz ma­sa­la­rı hak­kın­da sa­de­ce "ma­sa" di­yor, ba­zı­
la­rı ger­çek­ten "kriz ma­sa­sı" ta­bi­ri­ni kul­la­nı­yor­lar, ki bu ma­sa­lar ilk
haf­ta­da yan­sı­yan gö­rün­tü­le­riy­le yok gi­biy­di­ler.
Dep­rem­den bir haf­ta son­ra­sın­da bi­le va­tan­daş­la­rı, ya­ra­lı­la­rı,
ço­cuk­la­rı bir met­re­lik ça­dı­ra ko­ya­ma­yan­la­rın, "Dev­le­ti yıp­rat­ma­ya­
lım" pro­pa­gan­da­sı­na de­vam et­tik­le­ri­ni gö­rü­yor­duk...
İş­te "Va­tan, Mil­let, Sa­kar­ya" şim­di "Düz­ce, Göl­cük, Ya­lo­va"ya
dö­ner­ken, ölü sa­yı­nı bi­le doğ­r u bir şe­kil­de açık­la­mak­tan aciz yet­ki­li­
ler, on­la­rın do­zer kep­çe­le­riy­le me­za­ra "dök­me" gö­rün­tü­le­ri­ni dün­ya
te­le­viz­yon­la­rı­na geç­me­yi be­ce­ri­yor­lar­dı.
Bü­tün bun­lar olup bi­ter­ken dev­le­ti ve res­mi yet­ki­li­le­ri iş ba­şın­da
gö­re­me­yen acı­lı in­san­lar, der­nek­ler ve vic­dan sa­hi­bi her­kes dep­rem
böl­ge­si­ne ko­şa­rak kaz­ma, kü­rek ve tır­nak­la­rıy­la, di­ğer yar­dım­la­rıy­la
dev­le­ti by-pass edi­yor­lar­dı. Tek te­sel­li bul­du­ğu­muz nok­ta da, iş­te bu
si­vil ini­si­ya­tif­ti.
Ya­zı­mı, te­le­viz­yon ka­me­ra­la­rı­na ko­nu­şan bir fe­lâ­ket­ze­de­nin şu
18
söz­le­riy­le bi­tir­mek is­ti­yo­r um:
"Dev­le­te se­lâm söy­le­yin, dev­le­te."
1999
19
De­ğiş­me­yen de­ğiş­ti­ri­le­mez ta­vır
17 Ağus­tos Dep­re­mi Tür­ki­ye'de ve dün­ya­da ge­nel­lik­le mi­lât ola­
rak ka­bul edi­li­yor. 17 Ağus­tos ile her­şe­yin de­ği­şe­ce­ği, bu de­ği­şi­min
in­san, özel te­şeb­büs, ka­mu ku­r um­la­rı ve özel­lik­le "dev­let ve hü­kü­
met et­me" an­la­yı­şın­da yo­ğun­la­şa­ca­ğı gö­rü­şü, en azın­dan ümi­di
mu­ha­fa­za edi­li­yor.
Bu ümit, içe­ri­de ba­zı med­ya ku­r u­luş­la­rı ile az sa­yı­da­ki kö­şe ya­za­
rı ta­ra­fın­dan di­le ge­ti­ri­lir­ken, dı­şa­rı­da bir­çok ya­yın or­ga­nın­da sık­lık­la
ele alı­nı­yor.
Bu ara­da çe­şit­li çev­re­ler­de Tür­ki­ye'de ola­bi­le­cek ya da ol­ma­sı
ge­re­ken de­ği­şim­den bah­se­di­lir­ken, as­lın­da hiç­bir şe­yin de­ğiş­me­di­ği­
ni, de­ğiş­me eği­li­mi­ne bi­le gir­me­di­ği­ni be­lir­te­lim.
Dep­rem ön­ce­sin­de her tür­lü et­ki ve tep­ki kar­şı­sın­da "nev'i şah­
sı­na mün­ha­sır ta­vır" ser­gi­le­yen dev­le­tin, dep­rem son­ra­sın­da ay­nı
ta­vır­la­rı sür­dür­dü­ğü far­k e­di­li­yor. Bu "de­ğiş­ti­ri­le­mez ba­ba ta­vır(!)",
dep­rem ön­ce­si­ne gö­re dep­rem son­ra­sın­da da­ha çok ki­şi ta­ra­fın­dan
pay­la­şı­lı­yor ve me­kân­da di­le ge­ti­ri­li­yor; de­ği­şim, bun­dan iba­ret­tir.
De­ğiş­me­yen "de­ğiş­ti­ri­le­mez ka­rak­ter"; ide­olo­jik il­ke­ler, ce­ber­r ut,
gu­r ur­lu, hal­kı ida­re eden, ye­ri ge­lin­ce dep­rem­ze­de­le­re "şi­kâ­yet ede­
ce­ği­ni­ze ön­ce iyi va­tan­daş olun"ma­sı­nı tem­bih­le­yen, ta­ma­men "yer­
li" bir ka­rak­ter­dir...
De­ği­şi­mi, ba­zı ge­rek­çe­ler­le ba­sın ve med­ya­dan öv­gü alan bu
ta­vır, dep­rem gi­bi ola­ğa­nüs­tü du­r um­da de­ğiş­me­yin­ce "ho­mur­tu­lar"
baş­la­ma­sın­dan iba­ret­tir. Bir­kaç kö­şe ya­za­rı­nın dı­şın­da, ba­sı­nın da
böy­le bir de­ği­şi­mi is­te­di­ği­ni zan­net­mi­yo­r um za­ten.
Tam za­ma­nın­da ve ye­rin­de bir çı­kış­la ko­nu­yu tüm açık­lı­ğıy­la or­ta­
ya se­ren Yar­gı­tay Baş­ka­nı Sa­mi Sel­çuk'a bi­le na­sıl yak­la­şıl­dı­ğı­nı
gör­dük.
Ül­ke­de ya­pı­nın açık bir ka­rak­ter ka­za­na­rak de­ği­şik­li­ğe git­me­si
de­mek; iç­te ve dış­ta ba­rış­çı bir or­ta­mın ol­ma­sı ve do­la­yı­sıy­la dev­le­
20
tin te­kel­ci ya­pı­sı­nın sor­gu­ya açıl­ma­sı an­la­mı­na ge­le­cek­tir. Bu ise bu
alan­da at oy­na­tan­la­rın ho­şu­na git­me­ye­cek­tir.
Dev­le­tin, ge­nel ya­pı­sın­dan "bin yıl da sür­se" ta­viz ver­me­ye­ce­ği­ni
böy­le­ce an­la­mış olu­yo­r uz. Ama "dep­rem böl­ge­le­rin­de gö­rev­li bu­lu­
nan ge­rek kriz ma­sa­la­rı, ge­rek­se yet­ki­li­ler el­le­ri­ni bi­raz yu­mu­şa­ta­rak,
zi­hin­le­ri­ni zor­la­ya­rak, fe­da­kar­lık ya­pa­rak bu işin al­tın­dan kal­kıp bu
so­ğuk ya­pı­yı yan­sıt­ma­ya­bi­lir­ler­di" di­ye dü­şün­me­den de ede­mi­yo­r uz.
Çe­şit­li dev­let ka­de­me­le­rin­de ta­nı­dık­la­rı­mı­zı zi­ya­ret­le­ri­miz sı­ra­sın­
da gör­dük ki; biz­de iş ya­pa­cak ku­r um ve ku­r u­luş­la­rı ida­re eden­ler
yap­tık­la­rı iş­le­ri bı­ra­kın, özel ha­yat­la­rın­dan do­la­yı ta­ki­ba­ta uğ­ra­mak­
tan do­la­yı va­zi­ye­ti ida­re eder ha­le gel­miş­ler.
So­r um­lu­luk al­mak­tan kor­kan, özel ya­şan­tı­la­rı ade­ta kö­şe bu­cak
kaç­ma­ya dö­nü­şen ka­mu gö­rev­li­si­nin bil­gi ve zih­ni­ni bir ara­ya ge­ti­re­
rek "ol­maz­la­rı olur yap­ma­sı­nı" bek­le­mek her­hal­de hak­sız­lık olur.
Ül­ke­nin bü­tün med­ya or­gan­la­rı ara­cı­lı­ğıy­la her tür­lü söy­len­ti­nin ya­lan­
lan­mış ol­ma­sı­na rağ­men, öm­rün­de hiç İn­gi­liz­ce ke­li­me öğ­ren­me­miş,
bel­ki CNN sey­ret­me­miş va­tan­daş­la­rı­mı­zın CNN'i kay­nak gös­te­re­rek
dep­rem ola­ca­ğı de­di­ko­du­suy­la so­kak­la­ra dö­kül­dü­ğü bir or­tam, ki­me
ne ka­dar gü­ve­nil­di­ği­ni de açık­ça gös­ter­mek­te­dir.
Dep­rem­ze­de­le­rin, fe­lâ­ke­tin üze­rin­den 1 ay geç­miş ol­ma­sı­na rağ­
men, or­ga­ni­zas­yon ve yar­dım­lar­da­ki ba­şa­rı­sız­lı­ğı­na ye­ni­le­ri­ni ka­ta­
rak, eli­ne yü­zü­ne bu­laş­tı­ran Kı­zı­lay'a, dep­rem böl­ge­le­ri­nin yar­dım
or­ga­ni­zas­yon so­r um­lu­lu­ğu­nun ve­ril­me­si sa­de­ce "yar­dım or­ga­ni­ze
et­mek"le açık­la­na­maz. Bu­nun­la be­ra­ber si­vil ku­r u­luş­la­rın yar­dım­la­rı­
nın da çe­şit­li ba­ha­ne­ler­le en­gel­len­me­ye baş­lan­ma­sı­nın bi­ze gös­ter­
di­ği şu­dur: Gü­ve­nil­me­yen, ay­nı za­man­da ta­vır de­ğiş­tir­me­ye de ni­yet­
li de­ğil­dir. Tür­ki­ye'de de­ği­şim öy­le bir­kaç si­vil ör­gü­tün, bir­kaç kö­şe
ya­za­rı­nın, dış ba­sın ya da ba­zı ku­r um baş­kan­la­rı­nın di­le ge­tir­me­siy­le
ola­cak ka­dar ko­lay de­ğil­dir.
Acı ama ger­çek...
1999
21
Mem­le­ket man­za­ra­la­rı
Ken­di­ni­zi bir an için unu­tup bir baş­ka­sı olun. Far­z e­de­lim ki bir
iş­çi­si­niz, ev­li­si­niz, ev­de iki ta­ne ço­cu­ğu­nuz var. O gün ka­zan­dı­ğı­nız
bir­kaç ku­r uş­la al­dı­ğı­nız ta­vuk­la eve gel­di­niz. Ço­cuk­la­rı­nız ba­cak­la­rı­
nı­za sa­rıl­dı; eşi­niz ise ge­len üç ku­r uş­la evi­ni­zi yu­va yap­ma­ya ça­lı­şı­
yor, se­vinç­ten göz­le­ri­nin içi gü­lü­yor. "Ço­cuk­lar çok­tan­dır et ye­me­di­
ler" di­yor, bir gü­zel pi­şir­me­ye baş­lar­ken. Şu­ra­dan bur­dan ko­nu­şu­yor­
su­nuz. Ko­nu eşi­ni­zin as­ker­de olan kar­de­şi­ne ge­li­yor. Teh­li­ke­li bir
yer­de as­ker­lik ya­pı­yor. Mem­le­ket­te her ne ka­dar te­rör bi­ti­yor de­se­ler
de yer yer ce­na­ze­le­rin gel­di­ği­ni gö­rü­yor­su­nuz ve içi­niz cızz edi­yor.
Te­le­fon aç­mak ge­li­yor içi­niz­den. Arı­yor bu­lu­yor­su­nuz ka­yın­bi­ra­de­
ri­ni­zi, eşi­ni­zi de se­vin­di­re­cek­si­niz. Ani­den evi­ni­zin ka­pı­sı kı­rı­lı­yor,
yay­lım ate­şi­ne tu­tu­lu­yor­su­nuz. Ka­yın­bi­ra­de­ri­niz te­le­fo­na gel­di­ğin­de
si­lah ses­le­ri du­yu­yor. Eşi­niz ço­cuk­la­rın üs­tü­ne ka­pa­nı­yor, on­la­rı ko­r u­
ya­bi­li­yor. Yet­ki­li­ler çe­liş­ki­li açık­la­ma­lar ya­pı­yor. Yan­lış­lık var or­ta­da,
ama suç­lu yok. Üs­tü­ne ala­cak kim­se yok. Bir po­lis yet­ki­li­si; "O, te­rö­
rist­le­re ya­tak­lık edi­yor­du, suç­luy­du" di­yor. Bir hü­kü­met yet­ki­li­si çı­kıp
"Suç­lu­nun ce­za­sı­nı po­lis mi ve­rir?" di­ye­mi­yor. Bun­lar, dul eşi­ni­zin
bo­ğa­zı­na dü­ğüm olu­yor, fer­yat ede­mi­yor.
Yok, bu se­fer baş­ka bi­ri­si olun; bir ba­ba ya da bir ana olun.
Bü­yüt­tü­ğü­nüz oğ­lu­nuz, ufak te­fek çı­rak­lık iş­le­rin­de ça­lı­şı­yor. Evi­ne
kat­kı için üç-beş ku­r uş bi­rik­ti­ri­yor, ge­ti­rip eli­ni­ze ve­ri­yor. Se­vi­ni­yor­su­
nuz. Ama bir gün oğ­lu­nuz gel­mi­yor. Evi­ni­ze po­lis­ler ge­li­yor, di­dik di­dik
edi­yor­lar, sor­gu­lar, so­r u­lar... Oğ­lu­nuz te­rö­rist ol­muş, bom­ba­la­ma,
öl­dür­me­le­re ka­rış­mış. Hal­bu­ki o si­zin gö­zü­nüz­de da­ha as­ker­li­ği­ni
yap­ma­mış ço­cuk­tu. Hiç de an­la­ya­ma­mış­tı­nız olay­la­ra ka­rış­tı­ğı­nı; hiç
kö­tü­lük geç­me­miş­ti ak­lı­nız­dan.
Ya­ka­lan­dı­ğı için Al­lah’a şük­re­di­yor­su­nuz. Ana yü­re­ği, bir ça­tış­ma­
da öl­sey­di na­sıl da­ya­nır­dı? Şim­di, gü­ven­di­ğin, uğ­r u­na ata­la­rı­nı,
de­de­le­ri­ni şe­hit ver­di­ğin, ver­gi­si­ni ve­rip ço­cuk­la­rı­nı as­ke­re gön­der­di­
22
ğin "dev­let ba­ba"nın ka­nat­la­rı al­tın­da. "Al­lah’a şü­kür ca­nı sağ. Su­çu
var­sa ya­tar, çı­kar" di­ye te­sel­li bu­lu­yor­su­nuz.
Ama iş öy­le ol­mu­yor. Ge­ce kâ­bus bir rü­ya­nın ar­dın­dan kal­kı­yor­su­
nuz ve oğ­lu­nu­zun ha­pis­ha­ne­de çı­kan ça­tış­ma­da "ölü ele ge­çi­ril­di­ği­
ni" öğ­re­ni­yor­su­nuz. Ana­sı­nız; yü­re­ği­niz ya­nı­yor ak­lı­nız al­ma­sa da.
Ha­pis­ha­ne, si­lah, ça­tış­ma, ölü ele geç­me, ya­ra­lı­lar, du­man­lar çı­kan
ha­pis­ha­ne gö­rün­tü­le­ri... Dev­let on­la­rı ha­pis­ha­ne­de ko­r u­yup yar­gı­la­
ya­cak­tı, ce­za­sı­nı çe­ke­cek­ti, ama çe­ke­me­den öl­dü. Kim­den ne­yi
so­ra­ca­ğı­nı­zı bil­mi­yor­su­nuz.
Ak­lı­nı­za o si­lah­la­rın ora­ya na­sıl gir­di­ği ge­li­yor; ha­pis­ha­ne­ler­de
gü­ven­li­ği ki­min sağ­la­dı­ğı­nı dü­şün­se­niz de na­fi­le!
Ve­ya bir öğ­ren­ci ol­muş­su­nuz. Li­se­yi bi­tir­miş, üni­ver­si­te­yi he­ye­
can­la ka­zan­mış, ye­ni ar­ka­daş­lar edin­miş, ikin­ci, üçün­cü hat­ta son
sı­nı­fa gel­miş­si­niz. Ken­di­ni­ze bir ya­şam bi­çi­mi seç­miş­si­niz. Top­lu­
mun hoş­gör­dü­ğü ge­nel ka­bul ku­ral­la­rı için­de­si­niz, hat­ta so­kak­ta bu
kı­ya­fe­ti­niz­den do­la­yı say­gı gö­rü­yor­su­nuz. Bir gün oku­du­ğu­nuz fa­kül­
te­nin ka­pı­sı­na gi­di­yor­su­nuz; si­zi, bu kı­ya­fet­le ar­tık içe­ri ala­ma­ya­ca­
ğı­nı söy­le­yen gö­rev­li­ler kar­şı­lı­yor. Gün­ler­ce, ay­lar­ca gi­dip ge­li­yor­su­
nuz. Sa­ğır du­var­lar, taş­lar, top­rak­lar vu­r un­ca ses ve­ri­yor; ama on­lar
yu­mu­şa­mı­yor­lar. Hiç­bir şey dü­şü­ne­mi­yor­su­nuz. Ar­ka­nı­za ba­kıp ba­kıp
bel­ki bir gün di­ye ge­ri dö­nü­yor­su­nuz.
Ve­ya bir do­ğal fe­lâ­ke­te uğ­ra­dı­nız, ya­kın­la­rı­nı­zı kay­bet­ti­niz. On­la­rın
ce­na­ze­le­ri­ni do­zer­ler­le top­ra­ğa kat­tı­lar. Fe­lâ­ket de­di­niz. Ama fe­lâ­ke­
tin üze­rin­den 50 gün­den faz­la bir za­man geç­ti­ği hal­de ha­lâ ça­dı­rı­nız
alt­tan üst­ten su alı­yor, ya­tak­la­rı­nız sı­rıl­sık­lam olu­yor, yet­ki­li­ler "va­ta­
na, mil­le­te bağ­lı­lık" nu­tuk­la­rı çe­ki­yor, siz sa­de­ce içi­ni­zi çe­ki­yor­su­
nuz.
Pe­ki, söy­ler mi­si­niz, bu ül­ke­nin adı is­ter Pa­pua ol­sun, is­ter Tan­
zan­ya ol­sun, is­ter­se Tür­ki­ye ol­sun, böy­le bir ül­ke­de ya­şa­mak is­ter
mi­si­niz? Der­ken gö­züm bir ga­ze­te­ye ili­şi­yor, ha­be­ri oku­yo­r um:
"ABD’nin İl­li­no­is Eya­le­ti Mil­ford Şeh­ri Be­le­di­ye Baş­ka­nı Ja­mes
Co­ok, bir kö­pek yav­r u­su­nu kü­rek­le öl­dü­rün­ce, baş­kan­lık­tan is­ti­fa
et­mek zo­r un­da kal­dı."
Biz, bü­tün bun­la­ra müs­te­hak ola­cak ka­dar kö­tü bir mil­let mi­yiz?
Ken­di in­sa­nı­mı­za zul­met­mek­ten zevk alan bir top­lu­luk mu­yuz?
Bir kö­pek yav­r u­su­nu öl­dür­dü­ğü için gö­re­vin­den is­ti­fa eden Baş­
23
kan’ın men­su­bu ol­du­ğu top­lum na­sıl bir şey­dir, bu dün­ya­da mı­dır?
Pe­ki, "Biz ne­re­de­yiz?" di­ye ken­di­mi­ze ni­çin sor­mu­yo­r uz?
1999
24
Fır­sat­çı­lar
İs­ti­yo­r uz ki bu­ra­ya ya­za­cak­la­rı­mız hem gün­ce­li ya­ka­la­ya­bil­sin,
hem de ka­lı­cı ol­sun. Ge­çi­ci he­ves­le­re ve sa­nal gün­dem­le­re al­dan­ma­
dan ve oku­yu­cu­mu­zu meş­gul et­me­den ya­za­lım dü­şün­dük­le­ri­mi­zi.
Ama ne müm­kün! Tür­ki­ye'de gün­dem ve olay­lar o ka­dar hız­lı de­ği­şip
ge­li­şi­yor ki, ye­ti­şe­bi­le­ne aşk ol­sun.
Ba­kın ge­çen sa­yı­mız­dan bu ta­ra­fa ya­ka­la­ya­bil­di­ği­miz önem­li olay­
lar­dan ba­zı­la­rı­nı sı­ra­la­dı­ğı­mız­da ne­ler çı­ka­cak or­ta­ya:
2000 Yı­lı Büt­çe Ya­sa Ta­sa­rı­sı ha­zır­la­nıp mec­lis pro­se­dü­rü­ne gir­
di. Eko­no­mik çev­re­ler­den, ger­çek­leş­me­si zor ba­zı ka­lem­le­rin dı­şın­da
olum­lu gö­rüş gel­di.
Hel­sin­ki Zir­ve­si ön­ce­si Tür­ki­ye’nin AB aday­lı­ğı­na ye­şil ışık ya­kıl­dı.
Tür­ki­ye’nin bu ko­nu­da ata­ca­ğı adım­lar bek­le­ni­yor.
Ye­ni As­ya Ga­ze­te­si sa­hi­bi Meh­met Kut­lu­lar’ın, Be­di­üz­za­man Sa­id
Nur­si’yi An­ma Top­lan­tı­sı’nda dep­rem üze­ri­ne ko­nuş­ma­la­rı tep­ki çek­
ti.
DGM Sav­cı­sı Nuh Me­te Yük­sel, Mer­ve Ka­vak­çı ope­ras­yo­nu­nu
baş­lat­tı, ope­ras­yon so­nuç­suz kal­dı.
DGM Sav­cı­sı ge­ri adım at­tı. Hak­kın­da so­r uş­tur­ma açıl­dı. Cum­hur­
baş­ka­nı De­mi­rel ve Baş­ba­kan Ece­vit, Mer­ve Ka­vak­çı’ya ya­pı­lan­la­rı
tas­vip et­me­di.
Meh­met Kut­lu­lar tu­tuk­lan­dı, bir gün son­ra ser­best bı­ra­kıl­dı.
Prof. Dr. Ah­met Ta­ner Kış­la­lı bom­ba­lı bir su­ikast so­nu­cu öl­dü­rül­
dü.
Te­le­viz­yon ve ga­ze­te­ler İs­lâ­mi te­rör­den bah­se­di­yor­lar.
Et­ki­li ve yet­ki­li şa­hıs­lar "İs­lâm­cı­la­rın işi" de­di.
As­ker, Ah­met Ta­ner Kış­la­lı’ya sa­hip çık­tı. Ce­na­ze­si­ne üni­for­ma­lı
ka­tıl­dı.
25
Ci­na­yet­te he­nüz bir de­lil bu­lu­na­ma­dı.
Yek­ta Gün­gör Öz­den "ge­ri­ci­le­rin işi" de­di.
Cum­hur­baş­ka­nı De­mi­rel “ka­ran­lık güç­ler­den” bah­set­ti.
Ko­mu­tan­lar MGK ön­ce­si bir ara­ya gel­di.
"28 Şu­bat’tan bu ta­ra­fa ir­ti­ca ile mü­ca­de­le­de bir­şey ya­pıl­ma­
dı"ğı­nı ko­mu­tan­lar söy­le­miş, ga­ze­te­ler yaz­dı.
Sav­cı Nuh Me­te Yük­sel’in yet­ki­le­ri­ne te­ca­vüz edil­di­ği­ni yet­ki­li ve
et­ki­li­ler söy­le­di.
Ka­pa­tı­lan Re­fah Par­ti­si yö­ne­ti­ci­le­ri­nin mal­la­rı­na ted­bir ko­nul­du.
Ga­zi Üni­ver­si­te­si öğ­re­tim üye­le­rin­den bi­ri, CNN Türk Te­le­viz­yo­
nu’nda, "Ah­met Ta­ner Kış­la­lı su­ikas­tin­den 28 Şu­bat­çı­la­rın is­ti­fa­de
et­ti­ği­ni ve fa­il­le­rin ora­da aran­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni" söy­le­di.
Ga­ze­te­ci Cen­giz Çan­dar Sa­bah’ta­ki kö­şe­sin­de, "28 Şu­bat sü­re­
ci­nin her ye­rin­den de­li­nip su al­dı­ğı bir sı­ra­da, bu sü­re­ci tak­vi­ye et­me­
ye ni­yet­li çev­re­le­rin bu su­ikast­ta par­ma­ğı bu­lun­du­ğu­nu dü­şün­dü­re­
cek bir yı­ğın sin­yal var... Bu su­ikas­tın tar­zın­dan komp­lo­cu pro­fes­yo­
nel­li­ği bu­ram bu­ram ko­ku­yor. Ve bu­na rağ­men bu zo­ka­yı yu­ta­cak
olan var­sa el in­saf..." de­di.
İs­ra­il Baş­ba­ka­nı 14 sa­at­li­ği­ne Tür­ki­ye’ye “bü­yük” bir ge­zi ya­pı­
yor.
Emek­li Org. Çe­vik Bir, Ame­ri­ka’da bir ya­hu­di ku­r u­lu­şun­ca ödül­len­
di­ri­li­yor.
Sa­bah’tan Gü­lay Gök­türk "A. Ta­ner Kış­la­lı’yı bom­ba­la­yan­lar cep­
he­leş­tir­me yo­luy­la o ül­ke­de­ki de­mok­ra­tik ge­li­şi­mi en­gel­le­ye­rek
so­nuç­ta Hel­sin­ki Zir­ve­si’ne gi­den yo­lu bom­ba­lı­yor­lar" de­di.
Yar­gı­tay Baş­sav­cı­sı Vu­ral Sa­vaş va­tan­daş ola­rak, "Ce­za ka­nun­la­
rın­dan, san­sü­re, izin­siz te­le­fon din­len­me­si­den ce­za­ev­le­ri­ne, 163.
mad­de­den HA­DEP’e ka­dar" bir­çok ko­nu­da gö­rüş bil­di­ri­yor. Öz­gür­lük­
le­rin kal­dı­rıl­ma­sı­nı Mec­lis’­ten is­ti­yor, ama Mec­li­s’e de gü­ven­me­di­ği­
ni ilân ede­rek MGK top­lan­tı­sı ön­ce­sin­de dik­kat­le­ri üze­ri­ne çe­ki­yor.
Nuh Me­te Yük­sel açık­la­ma­la­rı ye­rin­de bu­lu­yor.
Re­cai Ku­tan: "Ağ­zı olan ko­nu­şu­yor."
Me­sut Yıl­maz "An­la­yı­şı­nız de­mo­de" di­yor.
Hü­kü­me­tin gö­ze ala­ma­dı­ğı ek ver­gi­ler IMF ile an­laş­ma­yı zo­ra
26
so­ku­yor
Öz­de­mir Sa­ban­cı’nın ka­til­le­rin­den Feh­ri­ye Er­dal yurt­dı­şın­da ya­ka­
lan­dı.
Ra­di­kal Ya­za­rı Meh­met Y. Yıl­maz: "Öte yan­dan Baş­sav­cı’nın A. T.
Kış­la­lı’nın öl­dü­rül­me­si ile top­lum­da yük­se­len nef­ret duy­gu­la­rı­nı ve
has­sa­si­ye­ti ki­şi­sel hak ve öz­gür­lük­le­rin bu­dan­ma­sı için bir fır­sat ola­
rak gör­dü­ğü an­la­şı­lı­yor ki bu­nun için bu­la­bi­le­ce­ğim en ha­fif de­yim
‘fır­sat­çı­lık’tır."
Gö­rül­dü­ğü gi­bi olay­la­ra ye­tiş­mek müm­kün ol­mu­yor ama olay­la­rı
ar­ka ar­ka­ya sı­ra­la­yın­ca komp­lo te­ori­si­ne ge­rek bi­le duy­ma­dan or­ta­
ya bir­şey­ler çık­tı­ğı­nı zan­ne­di­yo­r um.
Ola­ya ba­kı­yo­r uz kim ne ka­dar is­ti­fa­de edi­yor, kim kul­la­nı­yor?
Bi­ti­rir­ken, ne ya­lan söy­le­ye­yim, "Ah­met Ta­ner Kış­la­lı ola­yın­da
Vu­ral Sa­vaş’ın bir il­gi­si var mı?" ya da "Onu kul­la­nan­lar kim?" di­ye
dü­şün­me­den ede­mi­yo­r um.
Elim­de de­ğil, dü­şü­nü­yo­r um.
1999
27
De­mok­ra­si ve Fa­zi­let Par­ti­si
Fa­zi­let Par­ti­si geç­ti­ği­miz gün­ler­de bir ana­ya­sa de­ği­şik­li­ği tas­la­ğı
ya­pa­rak ka­mu­oyu­na sun­du. Ar­ka­sın­dan ABD Baş­ka­nı’nın Tür­ki­ye
zi­ya­re­ti sı­ra­sın­da üze­rin­de dur­du­ğu ko­nu­lar ve AGİT Zir­ve­si gün­de­me
otur­muş­ken, ya­ni tam ye­ri gel­miş­ken, tek­lif­le­ri­nin iş­le­me ko­nul­ma­sı
için Mec­lis Baş­ka­nı’na çağ­rı­da bu­lun­du.
Tek­lif edi­len ye­ni bir ana­ya­sa de­ğil, mev­cut ana­ya­sa­yı ta­dil ede­
rek çeh­re­si­ni si­vil­leş­tir­mek ve de­mok­ra­tik­leş­tir­mek.
Pe­ki ne­dir bu tek­lif­ler?
Cum­hur­baş­ka­nı­nı 4 yıl sü­re­li­ği­ne halk se­çe­cek, fert­ler öz­gür­lük­
ler­den da­ha ge­niş bir şe­kil­de ya­rar­la­na­cak, me­mur­la­ra sen­di­ka ve
top­lu söz­leş­me hak­kı ve­ri­le­cek, Di­ya­net özerk ola­cak, Ha­kim ve Sav­
cı­lar Ku­r u­lu ba­ğım­sız­la­şa­cak, DGM’ler lağ­ve­di­le­cek, MGK si­vil­le­şe­
cek, gö­zal­tı sü­re­si kı­sal­tı­la­cak, mağ­dur­la­ra taz­mi­nat hak­kı ve­ri­le­cek,
YAŞ ka­rar­la­rı yar­gı de­ne­ti­mi­ne alı­na­cak, mil­let­ve­kil­li­ği ya­şı 25’e in­di­
ri­le­cek.
Ül­ke­mi­zin için­de bu­lun­du­ğu şart­lar ve hâ­let-i ru­hi­ye göz önü­ne
alı­na­cak olur­sa bu tas­la­ğın, bel­li öl­çü­ler­de de ol­sa ha­ya­ta ge­çi­ril­me­
si ile da­ha de­mok­ra­tik, da­ha öz­gür­lük­çü, in­san hak­la­rı­na say­gı­lı bir
ül­ke ha­li­ne dö­nü­şe­bil­me­miz kâ­ğıt üze­rin­de bi­le ol­sa, müm­kün­dür.
Fa­zi­let Par­ti­si'nin Tür­ki­ye içe­ri­sin­de at­mış ol­du­ğu bu adım, ül­ke­
miz için se­vin­di­ri­ci bir adım ol­mak­la bir­lik­te, di­ğer par­ti­ler ve il­gi­le­
nen ku­r u­luş­lar açı­sın­dan teş­vik edi­ci ol­muş­tur.
Tür­ki­ye’de bu tek­lif­le olum­lu açı­lım­lar ya­pan Fa­zi­let Par­ti­si ge­çen
gün­ler­de ABD se­ya­ha­tiy­le ken­di­si­ni dış dün­ya­ya ta­nıt­ma gi­ri­şi­min­de
bu­lun­du.
Ame­ri­ka ge­zi­si, par­ti çev­re­le­rin­de ve ona ya­kın yer­ler­de çok ba­şa­
rı­lı ve olum­lu bu­lu­nur­ken, ba­sın dün­ya­sı ko­nu­ya çe­kim­ser yak­laş­ma­
yı yeğ­le­di. San­ki bu­nun ar­ka­sın­da bir "ne­den" var­dır ve ge­zi ba­şa­rı­lı
ol­ma­mış ha­va­sın­day­dı­lar. Ger­çek­çi tah­lil­le­r ya­pan­la­rı da gör­dük bu
28
ara­da.
Fa­zi­let Par­ti­si’nin ken­di­si­ni Ame­ri­ka ve­ya bir baş­ka ül­ke­de ta­nıt­
ma­sı­nın "bi­zi, biz­den öğ­re­nin" an­la­yı­şıy­la ha­re­ket ede­rek, bir yö­nüy­
le FP’nin ulus­la­ra­ra­sı meş­r u­iyet ze­mi­ni­ne otur­ma­sı ve böy­le­ce Tür­ki­
ye’de­ki ko­nu­mu­nu sağ­la­ma al­ma­sı açı­sın­dan olum­lu ol­muş­tur.
Fa­kat iz­le­di­ği­miz ka­da­rıy­la FP’nin 5 um­de­sin­i teş­kil eden "De­mok­
ra­si, İn­san Hak­la­rı, Öz­gür­lük­ler, Hu­kuk Dev­le­ti ve Kal­kın­ma" baş­lık­
la­rın­dan özel­lik­le İn­san Hak­la­rı ve Öz­gür­lük­le­ri iyi ta­rif ede­me­yi­şi­;
ta­rif eder­ken Tür­ki­ye sat­hı­na ya­ya­ma­yı­şı­ yü­zün­den, bu­nu an­la­tır­ken
ABD’de sı­kın­tı­ya düş­tük­le­ri an­la­şı­lı­yor.
İn­san hak­la­rı ko­nu­sun­da res­mi söy­le­min dı­şı­na çı­ka­ma­ma­sı,
"Kürt" de­ni­lin­ce ade­ta el­le­rin­de ol­ma­yan bir tep­kiy­le "Yok öy­le bir
şey" de­me­le­ri, bu baş­lık­la­rın al­tı­nın iyi dol­du­r u­la­ma­dı­ğı­nı gös­te­ri­
yor.
Eğer öz­gür­lük ve in­san hak­la­rı ko­nu­sun­da res­mi söy­lem­le uyum­lu
gö­rüş için­de ise bu baş­lık­la­ra hiç ge­rek yok. Eğer de­ğil­se ken­di­ne
has ba­kış açı­sı­nı çok ace­le ka­mu­oyu­na sun­ma­sı ge­re­kir.
Kürt so­r u­nu de­ni­lin­ce FP’nin gö­rü­şü, ta­bii ki HA­DEP ya da ABD
ile ay­nı ol­ma­ya­cak. So­r u­nu; "ka­şı­yı­cı" açı­dan de­ğil ama ya­pı­cı, bir­
leş­ti­ri­ci, ay­nı za­man­da ki­min ne yap­ma­sı ge­rek­ti­ği­açı­sın­dan da or­ta­
ya koy­ma­lı.
Ay­rı­ca in­san hak­la­rı ve öz­gür­lük­ler ko­nu­sun­da dün­ya­da­ki öz­gür­lük
ha­re­ket­le­ri­ni ve özel­lik­le müs­lü­man­la­rı il­gi­len­di­ren Çe­çe­nis­tan,
Ce­za­yir, Su­dan, En­do­nez­ya, Irak, Af­ga­nis­tan, Keş­mir, Ta­ci­kis­tan,
Ko­so­va, Dağ­lık Ka­ra­bağ gi­bi so­r un­lar açı­sın­dan gö­rüş­le­ri­ni tu­tar­lı bir
şe­kil­de or­ta­ya koy­ma­lı ve bu­nu da ABD da­hil her yer­de do­lu do­lu
sa­vu­na­bil­me­li.
Çün­kü de­mok­rat­lık, öz­gür­lük­çü­lük, in­san hak­la­rı­na say­gı­lı ol­mak
bir söy­lem ol­mak­tan çok "dav­ra­nış bi­çi­mi"dir. Eğer en ya­kı­nın­da­ki bir
olay kar­şı­sın­da de­mok­rat ta­vır ta­kı­na­maz isen se­nin elin­le ül­ke­ye
de­mok­ra­si­nin gel­me­si müm­kün de­ğil­dir.
Kar­şı­mız­da­ki­ni de­mok­rat yap­ma­nın ve de­mok­rat ol­du­ğu­na cüm­le
ale­mi inan­dır­ma­nın yön­te­mi "de­mok­rat dav­ra­nış"la müm­kün­dür.
Kı­sa­ca Fa­zi­let Par­ti­si’nin iç­te ve dış­ta öz­gür­lük­le­re ba­kı­şı olum­lu­
dur. ABD Baş­ka­nı Bill Clin­ton’un "Mil­yar­lar­ca in­sa­nın ge­le­ce­ği
TBMM’de 25 yıl için­de alı­na­cak ka­rar­la­ra bağ­lı" sö­zü­nü özel­lik­le
FP’nin iyi tah­lil et­me­si ge­rek­ti­ği ve bu­na ih­ti­ya­cı ol­du­ğu­nu bil­me­si
29
ka­dar, Tür­ki­ye’nin ge­le­ce­ği­nin ne­re­de ol­du­ğu­nu iyi tah­lil et­miş bir
FP’ye de Tür­ki­ye’nin ih­ti­ya­cı ol­du­ğu­nu bil­me­miz ge­re­kir.
Fa­zi­let Par­ti­si’nin Tür­ki­ye için­de ve ulus­la­ra­ra­sı bo­yut­ta dav­ra­nış­
la­rı­nı bu­ra­da özet­ler­ken par­ti­nin ken­di iç di­na­mik­le­rin­de­ki de­mok­rat­
laş­ma­nın tah­li­li­ni önü­müz­de­ki haf­ta­lar­da­ki ge­liş­me­ler­le bir­lik­te yap­
ma­yı ümit edi­yo­r um. Çün­kü en çok bu­na ih­ti­yaç du­yul­du­ğu­nu zan­ne­
di­yo­r um.
1999
30
Ev­cil­leş­tir­me Te­ori­si
Dün­ya ül­ke­le­ri, ön­le­ri­ne ge­len de­ği­şim fır­sat­la­rı­nı gün­dem­le­ri­ne
ala­rak yü­rür­lü­ğe ko­yar­ken, Tür­ki­ye’nin ge­rek dev­let ge­rek hü­kü­met
ka­na­dın­da ve en önem­li­si si­ya­si par­ti­le­rin­de şim­di­lik kı­pır­dan­ma
ol­du­ğu­nu söy­le­ye­mi­yo­r uz.
Bir­ço­ğu on yıl­lık de­mok­ra­si­ye bi­le sa­hip ol­ma­yan es­ki Do­ğu Blo­ku
ül­ke­le­ri bi­le özel­leş­tir­me­le­ri­ni bi­tir­di­ler. Biz ise 1950’le­rin Tru­man
Dokt­ri­ni ve Mars­hall Yar­dım­la­rın­dan be­ri “özel­leş­ti­re­lim” de­di­ği­miz
KİT’le­ri bir tür­lü eli­miz­den çı­kar­ma­yı gö­ze ala­ma­dık.
Si­ya­si par­ti­le­ri­miz, top­ye­kûn ola­rak dün­ya gün­de­mi­ni ta­kip ve yol
gös­te­ri­ci bir gö­rüş açık­la­mak­tan ade­ta yok­sun gö­rü­nü­yor­lar.
"Mo­dern Ro­ma’nın muk­te­dir im­pa­ra­to­r u ola­rak hem de Av­r u­
pa’nın is­tek­siz­li­ği­ne rağ­men 53 ül­ke­nin dev­let ve­ya hü­kü­met baş­ka­
nı­nı pe­şi­ne ta­kıp ge­len ABD Baş­ka­nı Clin­ton, mü­te­va­zı bir Se­zar
eda­sıy­la Tür­ki­ye’nin eli­ne ye­ni bir yol ha­ri­ta­sı sı­kış­tı­rı­yor", bi­zim si­ya­
si par­ti­le­ri­miz doğ­r u düz­gün gö­rüş açık­la­ya­mı­yor­lar.
Dün­ya­nın ne­re­ye git­ti­ği ve Tür­ki­ye’nin bu­nun ne­re­sin­de kal­dı­ğı ve
kal­ma­sı ge­rek­ti­ği ko­nu­sun­da ade­ta ağız bir­li­ği et­miş­çe­si­ne sus­ma­yı
ter­cih et­me­le­ri­nin önem­li bir se­be­bi ol­ma­lı­dır. Yok­sa on­ca gün­dem
var iken "Meh­di gi­bi or­ta­ya çı­kan" emek­li bir ge­ne­ral gün­ler­dir gün­
de­min baş sı­ra­sı­nı iş­gal et­mez­di.
Es­ki Mark­sist, şim­di­le­rin la­ik ve Ata­türk­çü­le­ri, Sov­yet ha­yal­le­ri­nin
yı­kıl­ma­sın­dan be­ri göz­le­ri­ni dün­ya­nın göz­le­rin­den za­ten ka­çı­rır ol­du­
lar. Onun için on­la­ra bir şey di­ye­mi­yo­r uz. Kal­kıp Clin­ton­cu mu ol­sun­
lar? Mil­li­yet­çi­le­rin ise bu ko­nu­da söy­le­ye­cek bir şe­yi ol­ma­sı­nı za­ten
kim­se bek­le­mi­yor.
30 yıl­dır Av­r u­pa Top­lu­lu­ğu’nun bir "Hris­ti­yan Ku­lü­bü" ol­du­ğu­nu,
Ame­ri­ka’nın "Bü­yük Şey­tan", İs­ra­il’in "Ka­dim Düş­man" ol­du­ğu­nu
an­la­tan ke­si­min ne ol­du­ğu­nu an­la­mak müm­kün de­ğil. Ka­pa­tı­lan
Re­fah Par­ti­si’yle ay­nı kad­ro­lar­dan olu­şan Fa­zi­let Par­ti­si’nin bir­den
31
bi­re Av­r u­pa Bir­li­ği sa­vu­nu­cu­su du­r u­mu­na geç­me­si, sa­de­ce ye­ni par­
ti ol­ma­la­rıy­la açık­la­na­maz. 30 yıl­dır sa­vu­nu­lan dü­şün­ce­ler, ile­ri sü­rü­
len fi­kir­ler ne ol­du da bir­den bi­re de­ğiş­ti? Bi­ri­le­ri bir yer­ler­de ya­nıl­
mış mıy­dı? Yok­sa Ba­tı mı de­ğiş­miş­ti?
Eğer ger­çek­ten Av­r u­pa ve­ya Ame­ri­ka’da bir de­ği­şim var­sa bu­nu
kit­le­le­re açık­la­mak ve ik­na et­mek zo­r un­lu­lu­ğu var­dır. Yok, ken­di­le­ri
de­ğiş­tiy­se se­bep­le­ri­ni ta­ba­na izah et­me­li­dir. 30 yıl­lık ya­nıl­gı­nın -eğer
ya­nıl­gıy­sa- ta­ri­hi ge­rek­çe ve iti­raf­la­rı­nı biz­le­re sun­ma­lı­lar. Yok­sa "Dün
dün­dür; bu­gün bu­gün­dür" ile açık­la­mak yet­me­ye­cek­tir.
Ba­zen komp­lo te­ori­le­ri ger­çek­ten da­ha çok ho­şu­mu­za gi­di­yor.
Aca­ba 28 Şu­bat­çı­lar, Ba­tı ile bir­lik­te bir ope­ras­yo­na gi­re­rek Tür­
ki­ye’de bu­lu­nan yüz­de 30’a ya­kın "ra­di­kal Ba­tı kar­şı­tı" bir hal­kı, fi­kir
de­ği­şik­li­ği­ne sevk ede­rek Ba­tı yan­lı­sı mı yap­tı­lar?
Çün­kü Ba­tı kar­şı­tı İs­lâm­cı ke­sim so­nuç­ta o ha­le gel­di ki, Bi­zans­
lı­la­rın "Os­man­lı sa­rı­ğı­nı ser­pu­şa ter­cih et­me­le­ri” gi­bi, la­ik Ata­türk­çü­
lük adı al­tın­da ya­pı­lan­la­ra kar­şı "Haç­lı bir­li­ği­ni" ter­cih eder ol­du­lar.
Ya­ni "ölü­mü gös­te­rip, sıt­ma­ya ra­zı" mı et­ti­ler di­yo­r um Tür­ki­ye’de­
ki Ba­tı kar­şıt­la­rı­nı.
To­par­lar­sak, Ba­tı ve­ya ABD, böl­ge­de­ki var­lı­ğı­nı ça­tış­ma po­li­ti­ka­la­
rıy­la ar­tık sür­dür­me­me­ye ka­rar ve­rir­ken ken­di­siy­le ça­tı­şa­cak grup­la­
rı, ya­ni ken­di po­li­ti­ka­la­rı­nı red­de­den kar­şıt­la­rı­nı, bir­kaç yıl­lık bir ope­
ras­yon­la ev­cil­leş­ti­re­rek de­mok­ra­tik ta­lep­le­ri top­ye­kûn ha­le ge­ti­rip
Tür­ki­ye’ye ye­ni gö­rev­ler yük­lü­yor. Tür­ki­ye’de hiç kim­se­nin in­isi­ya­ti­fin­
de ol­ma­yan kök­lü de­ği­şik­lik­le­re gi­di­li­yor ve di­ken­siz bir gül bah­çe­si
–Ba­tı için- oluş­tu­r u­lu­yor. Bu­ra­da biz­den baş­ka her­ke­sin bül­bü­lü ötü­
yor. Biz yo­kuz. Biz, ev­cil­leş­tik çün­kü.
1999
32
"Ka­nun­la­rı­mız da­hi­le­re iş­le­mez"
Cel­li­ni Ben­ve­nu­to, İtal­yan hey­kelt­raş, Rö­ne­san­sın mut­he­şem
ca­na­var­la­rın­dan bi­ri... Bir gün bir adam öl­dü­rür. Pa­pa'ya şi­ka­yet
eder­ler. Pa­pa kaş­la­rı­nı ça­tar; "Bi­zim ka­nun­la­rı­mız avam için­dir, da­hi­
ler için de­ğil" der.
Bir yüz­yı­lın ve bin­yı­lın bi­tip, di­ğe­ri­nin baş­la­dı­ğı şu gün­ler­de bel­ki
da­ha iç açı­cı bir ör­nek­le yak­la­şıp gü­zel ha­yal­ler ku­ra­rak baş­la­ya­bi­lir­
dim ya­zı­ma.
Fa­kat gün­ler­ce IMF ile pa­zar­lık ya­pa­cak­sı­nız ki mem­le­ke­te üç beş
ku­r uş kre­di ve yar­dım gir­sin di­ye. Köy­lü­nün, me­mu­r un gırt­la­ğın­dan
ke­se­cek­si­niz ki büt­çe açık­la­rı­nız ka­pan­sın di­ye. On­dan son­ra gö­zü­
nü­zün önün­de içi­ni bo­şalt­tık­la­rı ban­ka­la­ra "ser­best pi­ya­sa eko­no­mi­
si" adı­na el ko­ya­cak­sı­nız, dev­let­leş­ti­re­cek­si­niz.
Ya­ni bu ül­ke­nin bü­tün kay­nak­la­rı­nı beş-on ai­le­ye akı­ta­cak­sı­nız,
üs­te­lik he­sap da sor­ma­ya­cak­sı­nız. Pe­ki bi­zim ka­nun­la­rı­mız kim için­
dir? Fik­ri­ni açık­la­yan ya­zar ya da si­ya­set­çi için mi? Ya da bak­la­va
ça­lan ço­cuk­lar için mi sa­de­ce?
İçi­ni bo­şalt­tık­la­rı ban­ka­la­rı kur­tar­ma­sı için dev­le­te tes­lim eden
"da­hi­le­re" bi­zim ka­nun­la­rı­mız iş­le­mez di­ye "bir ka­nun" çı­ka­rır­sak
her­hal­de da­ha ger­çek olur. Hem "da­hi­le­ri­mi­zi" ko­r u­muş olu­r uz, hem
de kim ne­re­ye hiz­met edi­yor gö­rü­rüz.
Öte yan­dan bir ül­ke­de en yu­ka­rı­da­ki bir ki­şi ko­nu­şur­ken çe­liş­ki­ler
de­me­ti ser­gi­li­yor ade­ta:
"Av­r u­pa­lı ol­mak id­di­asın­da bu­lu­nur­ken Av­r u­pa şab­lo­nu­na uy­ma­
mak ol­maz" der­ken, "28 Şu­bat sü­re­ci bit­me­di, ni­ye bit­sin ki?"
di­yor.
Ge­ne, "Dar­be­ler ol­ma­say­dı, şim­di Av­r u­pa Bir­li­ği’ne üyey­dik" di­ye­
bi­li­yor.
33
Prof. Tok­ta­mış Ateş, "Her dar­be kö­şe­baş­la­rı­nı tank­la­rın tut­ma­sıy­
la ol­maz, ba­zen MGK’dan çı­ka­cak bir 'muh­tı­ra' da dar­be özel­li­ği­ni
ta­şı­ya­bi­lir" di­ye­rek, san­ki açık­la­ma ge­ti­ri­yor.
Dün te­rö­rist­le­rin ba­şı di­ye ge­ti­rip uğ­r u­na oy top­la­dık­la­rı ada­mı
bu­gün kur­tar­mak için kırk de­re­den ge­tir­dik­le­ri su­yun ya­nı­na Ça­kı­cı’yı
da ila­ve edi­yor­lar.
"Dün dün­dür, bu­gün bu­gün­dür"ün ge­çer­li ol­du­ğu yer­de ka­nun­la­rı­
mız "avam" için­dir, "da­hi­le­re" iş­le­mez.
Ye­ni bin­yı­la gi­rer­ken her­şe­ye sı­fır­dan baş­la­ya­bil­me ümit­le­ri yaz­
mak is­ter­dim as­lın­da. Ga­ze­te­ler 2001’den 2010’a ka­dar ola­cak
ge­liş­me­ler üze­rin­de tah­min­ler yap­mış­lar: AIDS ve şe­ke­re ça­re bu­lu­
na­cak, in­san Mars’a ayak ba­sa­cak, ABD se­ma­la­rın­da uçan ara­ba­lar
gö­rü­le­cek, atom çe­kir­de­ği­ni eri­ten ilk sant­ral ku­r u­la­cak, cep te­le­fo­
nuy­la gö­rün­tü­lü kon­fe­rans­lar ya­pı­la­cak gi­bi tah­min­le­rin bi­ri ve­ya bir­
ka­çı­nın bi­zim ül­ke­miz, bi­zim in­san­la­rı­mız eliy­le ger­çek­le­şe­bi­le­ce­ği­ni
yaz­mak is­ter­dim. Hal­bu­ki bi­zim bi­lim yu­va­sı ol­ma­sı ge­re­ken ku­r um­
la­rı­mız "baş ör­tü­sü­ne" ta­kı­lıp kal­dı­lar.
Av­r u­pa Bir­li­ği’ne üye­li­ği­miz bir ha­yal de­ğil­se Tür­ki­ye’nin yu­ka­rı­dan
aşa­ğı bir­çok ku­r u­mun­da an­la­yış de­ği­şik­li­ği ge­cik­ti­ril­me­den sağ­lan­
ma­lı, stan­dar­ta uyul­ma­lı.
Şa­ir At­ti­lâ İl­han geç­ti­ği­miz yıl­lar­da bir söy­le­şi­sin­de şöy­le di­yor:
"İn­gi­liz­ler’in İs­tan­bul’da­ki bü­yük el­çi­si, Mus­ta­fa Re­şit Pa­şa’yı
ça­ğı­rıp, hay­di bir Tan­zi­mat ha­zır­lı­ya­lım di­yor ve ka­fa ka­fa­ya ve­rip otu­
ru­yor­lar, bir tan­zi­mat ha­zır­lı­yor­lar. Na­sıl ha­zır­lı­yor­lar? Bü­yü­kel­çi söy­
lü­yor, M. Re­şit Pa­şa ya­zı­yor. O an­dan iti­ba­ren bi­ze uy­gu­la­nan bü­tün
ye­ni­lik­ler Ba­tı Em­per­ya­liz­mi­’nin Os­man­lı’yı par­ça­la­mak için bul­du­ğu
ça­re­ler­dir. Ye­ni­lik­çi­le­ri­miz de bun­la­rı sa­vu­nur. Ba­tı­nın bi­ze yap­tı­ğı bir
iyi­lik sa­nır­lar. ‘Bun­la­rı ya­par­sak çok iyi ola­ca­ğız’ der­ler ve ya­par­lar.
Son­ra bir de bak­mı­şsı­nız ki bat­mı­şız... Jön­türk­ler gel­di 600 yıl sü­ren
İm­pa­ra­tor­lu­ğu ba­tı­rıp git­ti­ler."
Şim­di çe­liş­ki­ler ül­ke­sin­de bu sa­tır­la­rı oku­yup çe­liş­ki­ye düş­me­
mek müm­kün mü? Top­lum ge­ne­lin­de ilk de­fa Av­r u­pa Bir­li­ği ko­nu­sun­
da mu­ta­ba­kat oluş­tu­ğu bu dö­nem­de, çok gü­ven­di­ği­miz ya­zar-ay­dın
ke­si­mi­nin Av­r u­pa Bir­li­ği’ne ba­lık­la­ma at­la­dı­ğı bir za­man­da At­ti­lâ
İl­han'ın bu fi­kir­le­ri­ni oku­yun­ca is­ter is­te­mez en­di­şe­ye ka­pı­lı­yo­r uz.
Av­r u­pa Bir­li­ği’ne gi­rer­ken ‘bi­zim’ de­yip gö­tü­re­bi­le­ce­ği­miz ba­zı
34
de­ğer­ler ol­sa gam ye­me­ye­ce­ğim. Fa­kat biz ken­di de­ğer­le­ri­mi­zi öl­dü­
rüp ken­di­mi­zi mah­ve­di­yo­r uz. Ter­cih me­se­le­si, bu­ra­da yok olup öl­mek
mi, Av­r u­pa da kay­bol­mak mı? Ama bir ih­ti­mal da­ha var, o da...
2000
35
"Ur­fa’da Ox­ford var­dı da biz mi git­me­dik?"
Gün­de­mi ya­ka­la­mak ko­lay de­ğil. Ama biz bir ta­rih­çi ti­tiz­li­ğiy­le at­la­
yış­la­rı, par­ça­la­nış­la­rı, her tür­lü tah­mi­ni ya­lan­cı çı­ka­ran skan­dal­la­rı
dik­ka­te al­ma­dan de­vam ede­ne ta­kı­lıp git­mek is­ti­yo­r uz.
"Pu­tu­nu ken­di ya­par, ken­di ta­par" mi­sa­li, her tür­lü ali­cen­giz oyun­
la­rı­nı ku­r up kul­la­na­rak, so­nun­da ma­ri­fet gös­ter­miş gi­bi bo­zan­la­ra,
gün­lük ha­be­rin dı­şın­da iti­bar et­mi­yo­r uz. Önem­li olan: Top­lum ola­rak
ne­re­den gel­dik, ne­re­ye gi­di­yo­r uz?
Ana­do­lu in­sa­nı, ses­siz­ce bü­yük şe­h­rin ka­pı­la­rı­na da­yan­dı­ğın­da
ger­çek gün­dem baş­lı­yor­du, ama Tür­ki­ye bu­nu çok­tan ka­çır­mış­tı.
Cum­hu­ri­yet ken­di­siy­le bir­lik­te ye­ni bir kül­tür ge­tir­miş­ti, bu­nun adı
her ne ka­dar "ba­tı" ol­sa da bir kül­tür de­ne­me­siy­di. Ba­zen dev­let
eliy­le zen­gin et­tik­le­ri­ne, uyu­ta­rak "ope­ra" sey­ret­ti­ri­yor, ba­zen me­lon
şap­ka giy­di­ri­yor, ba­zen de Av­r u­pa’ya se­ya­hat et­ti­ri­yor­du.
Ay­nı za­man­da Prok­r us­tes gi­bi ya­ta­ğı­na at­tı­ğı ki­şi­ler­den uzun boy­
lu olan­la­rı­n ba­cak­la­rı­nı ke­si­yor, kı­sa­la­rı­nı da men­ge­ne ile uzat­ma
iş­le­mi­ne tâ­bi tu­ta­rak stan­dart in­san ye­tiş­tir­me yo­lu­na gi­di­yor­du.
Bir ye­re ka­dar sür­dü bu. Ye­ni ye­tiş­tir­dik­le­ri ki­şi­le­rden ve bun­la­rın
el­le­ri­nin ulaş­tı­ğı yer­ler­den ken­di­le­ri­ne ha­va­ri­ler bul­du­lar. 1960’la­rın
son­la­rı­na doğ­r u Ana­do­lu in­sa­nı An­ka­ra’da­ki tek tip adam ye­tiş­tir­me
kur­gu­su­nu at­la­ya­rak, İs­tan­bul ka­pı­la­rı­na da­yan­dı­ğın­da plan­lar alt üst
ol­du.
İs­tan­bul şeh­ri­nin şe­hir­ci­lik plan­la­rı alt üst ol­du­ğu gi­bi, An­ka­ra’nın
plan­la­rı da alt üst ol­du. On­dan son­ra Ana­do­lu ön­de, An­ka­ra ar­ka­dan
gel­me­ye baş­la­dı.
1970’le­rin son­la­rı­na doğ­r u yük­se­len Ece­vit sev­da­sı bi­le Ana­do­
lu’nun bir ese­riy­di. Sü­ley­man De­mi­rel’in köy­lü şi­ve­si­ni yut­mu­yor,
Ece­vit’in bi­raz "uy­du­r uk­ça"ya ka­çan Türk­çe­si­’ni ter­cih edi­yor­du.
Ay­nı za­man­da ken­di için­de bir de­ğiş­me­nin ör­nek­le­ri­ni ve­ri­yor­du.
Bu, An­ka­ra’nın önü­ne at­la­mak olu­yor­du. Ken­di­siy­le bir­lik­te mü­zi­ği,
36
si­ne­ma­sı, star­la­rı, ki­ta­bı ve oku­luy­la ge­li­yor­du. Baş­lı­ğa al­dı­ğım ‘fey­
le­sof­ça’ söz ise An­ka­ra’da­ki­le­rin ayıp­la­rı­nı öy­le­si­ne yüz­le­ri­ne vu­r u­
yor­du ki tam da "ağız­la­rı­nın pa­yı­nı" ve­ri­yor­du.
Va­roş­la­rı dol­du­ran in­san­lar, "Dev­let­siz ser­ma­ye ol­maz" ta­bu­la­rı­nı
da yı­ka­rak ser­ma­ye sa­hi­bi olu­yor­lar­dı. Dev­le­tin yıl­lar­ca yas­tık al­tın­
dan çı­ka­ra­ma­dı­ğı bi­ri­kim­le­ri­ni pi­ya­sa­ya sü­rü­yor, te­rör­den yıl­mı­yor,
enf­las­yon­dan yı­kıl­mı­yor, su­suz­luk-yol­suz­luk din­le­mi­yor, ayak­ta ka­lı­
yor­du. On­lar ka­lı­ba sığ­mı­yor, An­ka­ra’nın plan­la­rı alt üst olu­yor­du.
Ken­di­le­ri­ni ida­re ede­cek bel­de yö­ne­ti­ci­le­ri­ni se­çi­yor, göz­le­ri­ni mer­ke­
ze di­ki­yor­lar­dı. Faz­la olu­yor­lar­dı...
Va­roş­la­rın kı­sa bir öze­ti­ni ve­rir­ken an­lı­yo­r uz ki ye­ni bir “tek tip
top­lum ya­rat­ma pro­je­si” ile kar­şı kar­şı­ya­yız. Hal­bu­ki, top­lum mü­hen­
dis­le­ri Prok­r us­tes’ten ör­nek al­mı­yor­lar­sa, ba­ri bi­zim Nas­red­din
Ho­ca’yı oku­sa­lar­dı:
Ho­ca ley­le­ği ya­ka­la­mış, bak­mış ba­cak­la­rı çok uzun kı­salt­mış,
boy­nu çok uzun kı­salt­mış, "Şim­di bir ku­şa ben­ze­din" de­miş.
Ku­şa ben­ze­miş­ti ama, ley­lek­lik­ten çık­mış­tı.
Tür­ki­ye’de ya­şa­yan in­san­la­rı, ka­fa­la­rın­da­ki mo­de­le ben­zet­me­ye
ça­lı­şan­lar, va­roş­la­rın ne­re­de ne tep­ki ve­re­ce­ği­ni bi­le­mi­yor­lar, kim­se
bi­le­mi­yor. Bi­li­nen sa­de­ce bi­ri­le­ri­nin eliy­le su­la­rın ter­si­ne akı­tı­la­ma­ya­
ca­ğı­dır.
Biz­den söy­le­me­si, ne ken­di­ni­ze, ne de bu in­san­la­ra ezi­yet edin.
Tek­rar ba­şa dön­me­nin fay­da­sı yok çün­kü.
2000
37
Bir bay­ram na­sıl ze­hir edi­lir?
Ga­li­ba ül­ke eko­no­mi­si­ni düz­lü­ğe çı­kar­ma ko­nu­sun­da ka­rar­lı­lık­la
ted­bir­ler uy­gu­la­yan hü­kü­met, bu ted­bir­ler­den bi­ri­si­ni da­ha aci­len
uy­gu­la­ma­ya ko­yup Kur­ban Bay­ra­mı ta­ti­li­ni 9 gü­ne çı­ka­rın­ca, İs­tan­
bul’da­ki Ana­do­lu­lu­lar, ka­çar­ca­sı­na yol­la­ra düş­tü­ler.
İş­te biz de bun­lar­dan bi­riy­dik. Oto­yol­da İs­tan­bul’dan Ana­do­lu’ya
akan bir neh­rin için­de kü­çü­cük bir "ka­yık"la yol­cu­luk eden bir­kaç
ki­şiy­dik.
Bi­zim iş­ler, dün­ya­da­ki­nin ter­si­ne iş­le­me­ye mah­kûm ya, elâ­lem
ça­lı­şa­rak, üre­te­rek dert­le­ri­ne ça­re arar­ken, biz her şe­yi ta­til ede­rek
kur­tul­ma­ya ça­lı­şı­yo­r uz bu­na­lım­lar­dan.
Yol­lar­da gör­dü­ğü­müz ufak te­fek ka­za­la­rın ve uzun yıl­lar mart ayı­
na sark­ma­mış ka­ra kı­şın dı­şın­da her­şey gü­zel­di. Ger­çi ka­ra kış da
gü­zel­di...
İn­san­la­rı­mı­zın ço­luk ço­cu­ğu­na bay­ram­lık al­ma te­lâ­şıy­la, kur­ban­
la­rı­nı gün­ler ön­ce­sin­den iti­na ile bes­le­me­le­riy­le, uzak­lar­dan ge­len
ya­kın­la­rıy­la bay­ra­mı bi­r a­ra­da ge­çir­me­nin se­vin­ciy­le; ço­cuk­lar ken­di
bay­ram dün­ya­la­rı­nı ken­di­le­ri­nin kur­ma­la­rıy­la, so­ğu­ğa, ka­ra, ça­mu­ra
al­dır­ma­dan gü­lü­cük­ler da­ğı­ta­rak ka­pı ka­pı do­laş­ma­la­rıy­la, ta­nı­dık
ta­nı­ma­dık her­ke­sin bay­ram­la­rı­nı kut­la­ma­la­rıy­la; üzün­tü­le­ri me­zar­lık
zi­ya­ret­le­riy­le bi­le se­vin­ce dö­nüş­tü­re­bi­len, yüz­yıl­lar­dır bu top­rak­lar­da
bay­ram­la­rı ya­şa­yan Ana­do­lu in­sa­nı­nın ne­sil­den ne­si­le bu ge­le­ne­ği
tüm vü­cu­bi­ye­tiy­le de­vam et­tir­di­ği­ni gö­rü­yo­r uz.
As­lın­da hiç kim­se işi­ne ka­rış­ma­dı­ğı za­man, her­ şe­yi "sağ­du­yu­
suy­la" da­ha gü­zel ha­le ge­ti­re­bi­len in­san­la­rın, önü­ne "zor­la­ma" ve
"en­gel­ler" çık­tı­ğın­da ge­ne sağ­du­yu­suy­la çöz­me­ye gay­ret et­ti­ği­ni
gö­rü­yo­r uz.
Kur­ban de­ri­si­ni tüm zor­la­ma­la­ra rağ­men is­te­me­dik­le­ri ye­re ver­
me­dik­le­ri­ni, köy muh­tar­la­rı­nın her ta­ra­fı ra­zı eder bir uz­laş­ma­ya gir­
dik­le­ri­ni, de­ri­le­ri zor­la top­la­ma gö­re­vi ve­ri­len ka­mu gö­rev­li­le­ri­nin de
38
bu­na inan­ma­dık­la­rı­nı gö­rü­yor ve şa­hit olu­yo­r uz bu bay­ram­da.
Bay­ram­da­ki bü­tün anı­la­rı tat­lı­ya bağ­la­ma­yı dü­şü­ne­rek dö­nüş
yo­lu­na baş­la­dı­ğı­mız­da bir haf­ta ön­ce ge­len­le­rin ge­ri dön­dü­ğü­nü, yol­
lar­da­ki ta­şıt ka­la­ba­lı­ğı­nı gö­rün­ce an­la­dık.
"Biz bir gün ön­ce gi­de­lim, hem pa­zar tra­fi­ği­ne ta­kıl­ma­ya­lım, hem
de önü­müz­de bir gün sü­re olur, ço­luk ço­cuk, okul için..." der­ken,
ba­kı­yo­r uz ki, bin­ler­ce ki­şi bi­zim gi­bi dü­şü­nüp yol­la­ra dö­kül­müş. 9
gün­lük bay­ram ta­ti­li de­se­ler de bin­ler­ce­si ta­til­den de­ğil, "sı­la-ı
ra­him"den dö­nü­yor­lar, bi­zim gi­bi.
Biz dö­nü­şe baş­la­dı­ğı­mız­da 3 gün ön­ce­sin­den ha­va du­r u­mu­nu
ta­kip edi­yor, ara­ba ile il­gi­li ted­bir­ler alı­yo­r uz. Ken­di­mi­zi kar, buz,
so­ğuk, ya­ğış ne ge­le­bi­lir­se ha­zır­lı­yo­r uz. Ama ge­lin gö­rün ki Ka­ra­yol­
la­rı bu iş­te öy­le­si­ne ha­zır­lık­sız ya­ka­la­nı­yor ki, Bo­lu’ya gel­di­ği­miz­de
bir uzun kon­vo­ya gi­ri­yo­r uz ve bek­li­yo­r uz. Hiç kim­se ni­çin bek­le­di­ği­ni
bil­mi­yor.
Bo­lu Da­ğı’nı 6 sa­at­ten ön­ce aşan hiç kim­se ol­ma­dı­ğı­na gö­re,
yet­ki­li­le­rin bir bil­di­ği var­dır di­ye sa­ğa so­la te­le­fon açı­yo­r uz, yol­da­ki
gö­rev­li­le­re so­r u­yo­r uz, kim­se bir şey bil­mi­yor.
TRT Ha­ber­le­ri­ni rad­yo­dan din­li­yo­r uz. Gö­zü­mü­zün içi­ne ba­ka ba­ka
ya­lan söy­lü­yor­lar: "Yo­ğun kar ya­ğı­şı, ti­pi, buz­lan­ma."
Biz Bo­lu Da­ğı’nda ol­ma­sak ina­nı­rız ama, biz ora­da­yız. Yo­ğun bir
kar ya­ğı­şı yok, yo­ğun buz­lan­ma yok, ti­pi yok... Tek ke­li­mey­le yo­ğun
tra­fik kar­şı­sın­da ha­zır­lık­sız­lık ve ac­zi­yet var.
Bo­lu Da­ğı’nın çe­şit­li yer­le­ri­ne ara­lık­lı ola­rak ışık­lı lev­ha­lar as­mış­
lar. Bun­la­rın ya­zı­la­rı­nı yol du­r u­mu­na gö­re de­ğiş­ti­rip yol­cu­la­rı uya­rı­yor­
lar­mış. Bun­lar 2 mil­yon do­la­ra ma­lol­muş.
Bu ışık­lı uya­rı­cı lev­ha­la­rın en bü­yü­ğün­de gös­te­riş­li bir şe­kil­de
"Bay­ra­mı­nız ze­hir ol­sun. Ko­ray Ay­dın, Ba­yın­dır­lık Ba­ka­nı" ya­zı­sı­nı
oku­duk. Bir biz de­ğil, bin­ler­ce in­san böy­le oku­du. Ben­ce gü­zel bir
bay­ra­mı, baş­ka tür­lü ze­hir ede­mez­di­niz. Kut­la­rım si­zi...
2000
39
Se­zer’in me­mur dü­rüst­lü­ğü
Cum­hu­ri­yet ta­ri­hin­de çok par­ti­li sis­tem için­de şim­di­ye ka­dar
mec­lis­te­ki bü­tün par­ti­le­rin bir ara­ya ge­le­rek, üze­ri­ne im­za atıp mu­ta­
bık kal­dık­la­rı tek olay, bel­ki de Ah­met Nec­det Se­zer’in cum­hur­baş­
ka­nı ada­yı ya­pıl­ma­sı­dır.
Onun için se­çi­lir­di, se­çil­mez­di en­di­şe­si ol­ma­ya­cak­tır. Bu­nun
ya­nın­da ta­kip et­ti­ği­miz ka­da­rıy­la hak­kın­da olum­lu-olum­suz de­ğer­len­
dir­me­ler ya­pı­lı­yor ta­bii ki.
Pe­ki, kim­dir bu Ah­met Nec­det Se­zer? Öm­rü­nü tek bir çiz­gi üze­rin­
de, ya­ni hu­kuk ve yar­gı ada­mı ola­rak ge­çir­miş, mü­te­va­zı ya­şa­mı
ter­cih et­miş, de­mok­ra­tik söy­lem­le­ri be­nim­se­me­di­ği­ni son iki yıl­da
yap­tı­ğı ko­nuş­ma­lar­dan an­la­dı­ğı­mız bi­ri­si.
Ay­rı­ca "Fah­ri Ko­r u­türk’ü ha­tır­lat­tı­ğı" ya­zı­lı­yor ya da ba­zı me­mur
ço­cuk­la­rı, onu "fa­kir" ama "onur­lu" rah­met­li ba­ba­la­rı­na ben­ze­tip
Ece­vit’e te­şek­kür öpü­cük­le­ri gön­der­mi­yor de­ğil­ler. Biz Se­zer’i rah­
met­li ba­ba­mı­za ben­ze­te­mi­yo­r uz. Ama bir­kaç tes­bi­ti­mi­zi de ak­tar­ma­
dan da ge­çe­me­ye­ce­ğiz.
Se­zer’in mec­lis­te­ki si­ya­si­le­rin bir­ço­ğu gi­bi üze­rin­den tank geç­me­
miş­tir. Ve hu­kuk­çu ol­du­ğu için da­ha de­mok­rat dü­şü­ne­bi­lir. "Höt"
de­nin­ce, "Al sa­na Cü­neyt" de­me­ye­cek bi­ri­si de ola­bi­lir.
Fa­kat yar­gı­nın için­den gel­di­ği ve Tür­ki­ye ger­çek­le­ri­ne te­orik ola­
rak de­ğil, fi­ilen uzak ol­du­ğu için "sta­tü­ko­cu" çık­ma ih­ti­ma­li yük­sek­
tir. Bu­nun işa­ret­le­ri­ni FP ka­pa­tı­lır­ken gös­ter­miş­tir.
Çün­kü Tür­ki­ye’de ba­zı yar­gı gö­rev­li­le­ri­nin geç­miş­te özel­leş­tir­me,
ya­ban­cı­la­rın mülk edin­me­le­ri gi­bi ko­nu­lar­da çok "tu­tu­cu" dav­ra­nış­lar
ser­gi­le­dik­le­ri­ni bil­mek­te­yiz. Ay­rı­ca par­ti ka­pat­ma­lar­da, Tür­ki­ye’nin
de­mok­ra­tik­leş­me­si ve in­san hak­la­rın­da ye­ter­li­lik gös­te­re­me­dik­le­ri­ne
şa­hi­diz.
Bu açı­lar­dan ba­kıl­dı­ğın­da Tür­ki­ye’nin önü­nü "çok bi­len hu­kuk­çu"
ola­rak, hu­kuk adı­na tı­ka­ya­bi­lir.
40
Di­ğer önem­li bir ko­nu da bir kö­şe ya­za­rı­nın ha­tı­lat­tı­ğı gi­bi "he­nüz
bri­fing al­ma­mış­tır". Ya­ni ye­ni cum­hur­baş­ka­nı he­nüz "de­rin dev­le­te"
nü­fuz ede­bil­miş bi­ri de­ğil­dir. Bu, ala­ca­ğı bri­fing­ler ne­ti­ce­sin­de or­ta­ya
çı­ka­cak­tır. Geç­miş­te Er­dal İno­nü’nün de­di­ği gi­bi "İk­ti­da­ra ge­lin­ce her
şey fark­lı" gö­rü­ne­bi­lir.
Bir hu­kuk ada­mı ola­rak de­mok­ra­tik söy­lem­ler yap­mış ola­bi­lir,
ama "Tür­ki­ye ger­çe­ği" di­ye önü­ne ko­nu­la­cak dos­ya­lar onu ne de­re­
ce­de et­ki­le­ye­cek­tir, bu çok önem­li. Bu­ra­da ala­ca­ğı ta­vır da et­ki­li ya
da et­ki­siz cum­hur­baş­ka­nı se­çe­ne­ği­ni, is­ter is­te­mez önü­ne çı­ka­ra­
cak­tır. Tür­ki­ye ida­re­si­ni za­ten ida­re et­mek­te olan "zin­de güç­ler"e
tes­lim ede­rek, tem­si­li cum­hur­baş­kan­lı­ğı ya­pa­bi­lir.
Bir önem­li ko­nu­ya Rus No­vie Iz­ves­tia ga­ze­te­sin­den alı­nan kı­sa
de­ğer­len­dir­me ile gi­re­lim: "Da­ha bun­dan iki ay ön­ce, böl­ge­nin sü­per
gü­cü ro­lün­de id­di­alı bir dev­le­tin baş­kan­lı­ğı­na sis­tem dı­şı bir fi­gü­ra­nın
ge­ti­ril­me­si­ni Türk po­li­tik eli­ti bi­le red­de­der­di."
Rus­la­rın bu de­ğer­len­dir­me­si­ni oku­duk­tan son­ra siz is­ter rah­met­
li ba­ba­nı­za, is­ter Fah­ri Ko­r u­türk’e ben­ze­tin, hiç­bir şey de­ğiş­mez.
Çün­kü şu gün­ler­de Or­ta As­ya cum­hu­ri­yet­le­rin­de öy­le şey­ler olu­
yor ki, iki yıl ön­ce ha­yal bi­le ede­mez­di­niz. Or­ta As­ya Türk cum­hu­ri­
yet­le­ri ka­rar ver­di­ler, ge­ri­ye, Sov­yet­le­re dö­nü­yor­lar. Ka­za­kis­tan Dev­
let Baş­ka­nı Nur­sul­tan Na­zar­ba­yev, "Es­ki Sov­yet cum­hu­ri­yet­le­ri­nin
Rus­ya ile bir­leş­me­sin­den baş­ka şans­la­rı yok­tur. Kül­tü­rü­müz, ta­ri­hi­
miz, ata­la­rı­mız bir" şek­lin­de açık­la­ma ya­pı­yor. Kır­gı­zis­tan ve di­ğer­le­
ri de ay­nı tel­den ça­lı­yor. Bir tek Gür­cis­tan’ın Şe­vard­nad­ze’si ha­riç.
Dün­ya­da ve et­ra­fı­mız­da olup bi­ten­le­ri öğ­ren­dik­ten son­ra, bir Tur­
gut Özal’ı, hat­ta Sü­ley­man De­mi­rel’i dü­şü­nür­ken, Ah­met Nec­det
Se­zer’in gö­zü­müz­de ne ka­dar kü­çül­dü­ğü­nü ar­tık siz ta­sav­vur edin.
Tür­ki­ye iç kay­gı­lar­la dı­şa­rı­yı göz ar­dı eder­ken, ba­sit "me­mur
dü­rüst­lü­ğü" he­sap­la­rıy­la dev­let ida­re et­me­ye ça­lı­şan bir ül­ke ol­ma­
ma­lı­dır.
Te­men­ni­miz, ül­ke­ye iç­te ve dış­ta ya­rar­lı, ül­ke ger­çek­le­ri­ne kı­sa
za­man­da nü­fuz ede­bi­len, Çan­ka­ya’dan dı­şa­rı­sı­nı gö­re­bi­len, iyi bir
cum­hur­baş­ka­nı­dır. Ar­tık ne ola­ca­ğı­nı bir­lik­te gö­re­ce­ğiz. Ba­şa ge­len
çe­ki­lir…
2000
41
Hal­kın gün­de­mi­ni ya­ka­la­mak
"Göz açıp ka­pa­yın­ca­ya ka­dar" bir sü­re­de gel­di geç­ti yaz. Bu ya­zı,
ko­şuş­tur­may­la ge­çir­dim. İki de­fa ‘mec­bu­ri­yet­ten’ mem­le­ke­te git­tim.
Çe­şit­li ke­sim­ler­den bir­çok ki­şiy­le gö­rüş­me im­kâ­nım ol­du.
Çok şü­kür gez­di­ği­miz yer­ler­de, gör­dü­ğü­müz ve ko­nuş­tu­ğu­muz
ki­şi­ler ara­sın­da bir ra­hat­sız­lı­ğa, ya­kın ge­le­cek­te­ki bir teh­li­ke­ye,
mem­le­ke­tin al­tı­na di­na­mit ko­yan­la­ra rast­ ge­lm
­ e­dik.
Fa­kat te­le­viz­yon ve ga­ze­te­le­re göz at­tı­ğı­mız­da kriz­den, fe­lâ­ket­
ten, düş­man­dan, mem­le­ke­tin al­tı­na di­na­mit ko­yan­lar­dan ge­çil­mi­yor.
Hat­ta Tür­ki­ye’nin kur­tu­luş bay­ram­la­rın­da en yet­ki­li ağız­lar­dan et­ra­fa
kor­ku­lar ya­yı­lı­yor, bü­yük teh­li­ke­ler­den söz edi­li­yor.
Ama ay­nı ba­sın or­gan­la­rın­ca ya­pı­lan araş­tır­ma­lar­da hal­kın ya­kın
bir ge­le­cek­te, yet­ki­li bey­le­rin söy­le­di­ği tür­den bir teh­li­ke­yi gö­re­me­
dik­le­ri or­ta­ya çı­kı­yor. Va­tan­da­şın iş­siz­lik, enf­las­yon ve ge­çim sı­kın­tı­
sı­nın dı­şın­da şi­kâ­yet­çi ol­du­ğu ya da kork­tu­ğu bir du­r u­mun ol­ma­dı­ğı
an­la­şı­lı­yor.
Bu du­r um­da şah­sen va­tan­daş ola­rak dev­le­tin üst or­gan­la­rı­na ve
ora­da gö­rev ya­pan­la­ra gü­ve­nim aza­lı­yor.
Gö­rüş­tü­ğü­müz, ko­nuş­tu­ğu­muz ki­şi­ler­de ba­zı or­tak ka­na­at­ler
oluş­muş. Bu ne zor­la­may­la ola­bi­lir, ne de be­yin yı­ka­may­la. Eğer öy­le
ol­say­dı, ül­ke­nin ba­sın ve ya­yın ku­r u­luş­la­rı­nın yap­tık­la­rı ya­yın son­ra­
sın­da, va­tan­da­şın so­ka­ğa çı­kıp bir­bi­ri­ni öl­dür­me­si ge­re­kir­di di­ye
dü­şü­nü­yo­r um.
Ne­dir bu or­tak ka­na­at­ler?
Dev­le­tin ba­zı ku­r um­la­rı­nın ba­şın­da­ki­le­rin bas­kı­cı uy­gu­la­ma­sın­
dan, med­ya­nın in­san hay­si­ye­ti­ni hi­çe sa­yan ve din düş­ma­nı tu­tum­la­
rın­dan, mil­le­tin inan­cı­na ne ad al­tın­da olur­sa ol­sun ya­pı­lan sal­dı­rı­lar­
42
dan, müs­lü­man­la­rın ir­ti­ca adı al­tın­da po­tan­si­yel suç­lu gös­te­ril­me­le­
rin­den, as­ke­rin olur ol­maz açık­la­ma­la­rın­dan, YÖK ve üni­ver­si­te­le­rin
tu­tum ve dav­ra­nış­la­rın­dan, ki­mi yar­gı or­gan­la­rı­nın hal­kı kamp­la­ra
bö­len be­ya­nat­la­rın­dan, Di­ya­net İş­le­ri’nin pı­sı­rık tu­tum­la­rın­dan, ban­
ka­la­rın içi­nin bo­şal­tı­lıp hal­kın ver­gi­le­ri­nin hor­tum­lan­ma­sın­dan, dev­
le­ti so­yan­la­rın ce­za­sız kal­ma­sın­dan, Sü­ley­man De­mi­rel’in tek­rar
pi­ya­sa­ya sü­rül­me­sin­den, Baş­ba­kan Ece­vit’in el­le­ri tit­re­ye­rek bo­ğa­zı
sı­kıl­mış gi­bi be­ya­nat­lar oku­ma­sın­dan, Dev­let Bah­çe­li’nin 312. Mad­
de’yi sa­vun­ma­sın­dan, R. Tay­yip Er­do­ğan’ın ha­lâ eli ko­lu bağ­lı kal­ma­
sın­dan, Fet­hul­lah Gü­len ve okul­la­rı­na re­va gö­rü­len uy­gu­la­ma­lar­dan,
Cum­hur­baş­ka­nı Se­zer’e ya­pı­lan bas­kı ve teh­dit­ler­den, tra­fik te­rö­rün­
den, iş­siz­lik­ten, pa­ha­lı­lık­tan, köy­ler­de okul­la­rın ka­pan­ma­sın­dan,
ta­şı­ma­lı eği­tim­den, üni­ver­si­te oku­ya­ma­mak­tan, be­le­di­ye baş­kan­la­rı­
nın iş­çi­le­re hak­la­rı­nı ver­me­me­sin­den, grev­ler­den, mec­lis­te­ki si­ya­si
par­ti­le­rin pı­sı­rık, uyu­şuk, kor­kak po­li­ti­ka­la­rın­dan, mil­let­ve­kil­le­ri­nin
vur­dum­duy­maz­lık­la­rın­dan şi­kâ­yet­çi­ler...
Hal­kın ara­sın­da, köy­ler­de, ka­sa­ba­lar­da ge­zer­ken in­san ra­hat­lı­
yor, din­le­ni­yor ve ba­zen gu­r ur du­yu­yor. Bi­raz vur­dum­duy­maz­lı­ğa
va­ran bir sü­kû­net var. "Dün­ya yan­sa da bir tu­tam otu yan­maz" cin­
sin­den de­ğil. Bu­na sağ­du­yu de­mek da­ha doğ­r u olur.
Bi­zim mem­le­ke­ti­miz iti­dal sa­hi­bi in­san­lar­la do­lu.
On­lar her şe­yin far­kın­da­lar.
Ken­di­le­ri mu­te­dil ol­ma­ya ça­lı­şır­ken, sa­de­ce bir şe­ye ta­ham­mül
gös­te­re­mi­yor­lar:
Bun­ca olan ve ko­nu­şu­lan­la­ra rağ­men, se­çip mec­li­se gön­der­dik­
le­ri­nin bu ka­dar kor­kak ve fe­ra­set­siz si­ya­set yap­ma­la­rı­na da­ya­na­mı­
yor­lar.
Yok­sa on­lar ir­ti­ca ve bö­lü­cü­den ne kas­te­dil­di­ği­nin far­kın­da­lar.
Me­mur­luk­tan atı­la­cak­lar lis­te­sin­de mut­la­ka her­ke­sin bir ak­ra­ba­sı­nın
bu­lun­du­ğu­nun far­kın­da­lar. MGK ne işe ya­rar, Cum­hur­baş­ka­nı ne
ya­par, Hü­kü­met ne ile uğ­ra­şır bi­li­yor­lar.
Ken­di­ne yu­ka­rı­dan ba­kan­la­rı, inan­cı­nı düş­man gö­ren­le­ri, de­ğer­le­
ri­ni hi­çe sa­yan­la­rı, ada­let­siz­li­ği, hak­sız­lı­ğı hep bi­lir­ler, ama hiç unut­
maz­lar.
Sa­bır­la za­ma­nı ko­va­lar­lar. Bu ara­da ço­luk-ço­cu­ğu­nu ge­çin­dir­mek
43
için ça­lış­ma­sı, eve ek­mek gö­tür­me­si ge­rek­ti­ği­ni hiç unut­maz­lar.
Ana­do­lu’yu ve İs­tan­bul’da­ki Ana­do­lu’yu gez­me­ye de­vam ede­ce­
ğiz. Çün­kü or­ada sağ­du­yu var...
2000
44
İtal­ya’da­ki Ana­do­lu
Fut­bol oy­na­ma­yı bı­rak­tık­tan son­ra, he­men tek­nik di­rek­tör­lü­ğe
baş­la­dı. An­ka­ra­gü­cü ve Mil­li Ta­kım­da ça­lış­tı. Da­ha son­ra dört yıl
üs­tüs­te Tür­ki­ye’de ve bir ke­re de Av­r u­pa’da Ga­la­ta­sa­ray’la bir­lik­te
şam­pi­yon­luk­la­ra im­za at­tı.
Bi­raz tom­bul ha­liy­le, yü­zün­de­ki mi­mik­le­ri, ku­lü­be­de du­dak­la­rı­nı
ke­mir­me­si, yum­r u­ğu­nu ateş­li bir şe­kil­de sık­ma­sı, se­vinç­li an­la­rın­da
yar­dım­cı­la­rı­nı yum­r uk­la­ma­sı, bit­mek tü­ken­mek bil­me­yen hır­sı ve
ener­ji­siy­le, açık­ça­sı biz Fe­ner­bah­çe­li­le­re çok iti­ci ge­li­yor­du.
Da­ha ön­ce an­ti­pa­tik ge­len bu dav­ra­nış ve ha­re­ket­ler şim­di sem­
pa­tik ge­li­yor. Öy­le ki te­le­viz­yon­da onun maç­la­rı­nı so­nu­na ka­dar he­ye­
can ve hırs­la iz­li­yo­r uz.
Bu, her ne ka­dar, yüz­yıl­lık ezik­li­ği­mi­zin komp­lek­si ola­rak yan­sı­sa
da ger­çe­ği de­ğiş­tir­mi­yor.
Son­ra da otu­r up so­r u­yo­r um “ne­dir bu” di­ye?
O ka­dar ba­sit bir ce­vap­la ge­çiş­ti­ri­le­me­ye­cek bir olay ol­du­ğu­nu
dü­şü­nü­yo­r um. Bu bel­ki yö­nü­mü­zü ba­tı­ya dön­dü­ğü­müz­de, ken­di­mi­ze,
ço­cuk­la­rı­mı­za, ken­di el­le­ri­miz­le yap­tı­ğı­mız zu­lüm­le­ri unut­tu­r u­yor, yol­
suz­luk­la­rın üze­ri­ni ör­tü­yor, ban­ka­la­rın içi­ni bo­şal­tan­la­rı şi­rin gös­te­ri­
yor ola­bi­lir.
İtal­ya’nın Fi­oren­ti­na Ta­kı­mı Tek­nik Di­rek­tö­rü Fa­tih Te­rim’den bah­
se­di­yo­r um.
Ge­çen gün bir te­le­viz­yon prog­ra­mın­da, İtal­yan ga­ze­te­le­ri­nin
Fi­oren­ti­na, Ar­te­mio Franc­hi Stad­yu­mu’nun ya­nın­da­ki ku­le ile bir­lik­te
res­mi­ni ba­sa­rak, ku­le­yi ca­mi mi­na­re­si­ne ben­zet­tik­le­ri­ni an­lat­tı­lar.
Ke­mal Bel­gin Ho­ca da, Mil­li Ga­ze­te’de­ki kö­şe­sin­de "Te­rim Ho­ca
ar­tık res­mi bir Türk el­çi­si­dir. Hem de ne el­çi... Her tür­lü po­li­tik yel­
pa­ze­den, Flo­ran­sa ken­ti­nin her tür­lü in­sa­nın­dan sev­gi ve say­gı gö­ren
bir el­çi..." şek­lin­de ger­çe­ği bir yö­nüy­le di­le ge­ti­ri­yor­du.
45
Fa­tih Te­rim’in Fi­oren­ti­na Ta­kı­mı’nı ça­lış­tır­dı­ğı Flo­ran­sa şeh­ri, İtal­
ya’nın ta­ri­hi sa­nat mer­kez­le­rin­den bi­ri­si­dir. İtal­ya’ya ge­len dün­ya­nın
bü­tün gez­gin­le­ri mut­la­ka Flo­ran­sa’yı gör­mek is­ter­ler.
Onun için bu şeh­rin hal­kı, Flo­ran­sa hal­kı, az be­ğe­nir cins­ten­dir.
Fa­tih Te­rim’i be­ğe­nip al­kış­la­ma­la­rı ay­rı­ca dik­ka­te de­ğer­dir.
Be­nim dü­şün­ce­me gö­re, Ba­tı­yı, sa­vaş­sız ve hi­le­siz fet­het­me yo­lu­
nu, Al­lah bi­ze ikin­ci ke­re na­sip edi­yor.
Bi­rin­ci­sin­de, Al­man­ya’ya gön­der­di­ği­miz iş­çi­ler, ta­ri­hi mis­yo­nu­mu­
zu ve ta­şı­dı­ğı­mız inanç­la­rı­mı­zı, de­ğer­le­ri­mi­zi he­ba et­me­se­ler­di şim­di
Türk iş­çi­le­ri­nin, Al­man­ya’da ufak te­fek hi­le hur­da sah­te­kar­lık fık­ra­la­
rı­nın ye­ri­ne ezan ses­le­ri ge­le­cek­ti.
Bu açı­dan Fa­tih Te­rim, ça­lış­kan­lı­ğı, ka­riz­ma­sı, Ana­do­lu’dan çık­
mış ol­ma­sı ve ay­nı za­man­da İs­tan­bul’da­ki Ana­do­lu’yu da tem­sil
et­miş ol­ma­sı ba­kı­mın­dan he­pi­miz için ye­ni bir fır­sat­tır.
İtal­ya’da be­ğe­ni­len, ba­şa­rı­lı olan bir Ana­do­lu­lu bü­tün Av­r u­pa’yı
fet­he­de­bi­lir.
Bil­mi­yo­r um, Fa­tih Te­rim bu­nun far­kın­da mı?
Bir yö­nüy­le far­kın­da ol­du­ğu­nu "Bir­bi­ri­miz­le her za­man maç ya­pa­
rız, ba­şa­rı­lı olu­r uz ve­ya ola­ma­yız; ama bu­ra­da ba­şa­rı­lı ol­ma­lı­yız"
sö­züy­le far­kın­da ol­du­ğu­nu zan­ne­di­yo­r um.
Ama ar­ka­sı­na bü­tün Ana­do­lu’yu ala­rak yö­nü­nü Ba­tı­ya dö­nen bir
Akın­cı ol­du­ğu­nu Yir­mi­bi­rin­ci Yüz­yı­lın iç­le­ri­ne at sür­dü­ğü­nü bil­mem
far­k e­di­yor mu?
Biz far­k e­di­yo­r uz.
Onun için “İta­ya’da­ki Ana­do­lu” di­yo­r uz.
2000
46
Le­ga­li­te­yi kü­çüm­se­me!
Bu de­yim ba­na ait de­ğil. Ama ya­ban­cı da de­ğil ba­na. Ara­ba­da
gi­der­ken rad­yo­yu din­li­yor­dum; şu her tel­den ça­lan, kâ­ina­tın bü­tün
ses­le­ri­ne Açık Rad­yo 94.9’u. ‘Le­ga­li­te­yi kü­çüm­se­me’den ko­nu­şu­yor­
lar­dı. Bu iki ke­li­me yol bo­yun­ca öy­le çok ko­nu baş­lı­ğı açı­yor­du ki
ka­fam­da...
Ger­çek­ten bi­rey ola­rak, far­kın­da ve­ya de­ğil, le­ga­li­te­yi kü­çüm­sü­yo­
ruz. Bu, kar­to­pu­nun yu­var­la­na­rak bü­yü­me­si gi­bi top­lum­sal bir le­ga­
li­te­yi kü­çüm­se­me­ye dö­nü­şü­yor. Bu­ra­da­ki “le­ga­li­te­” her­han­gi bir
ko­nu­da ya­zı­lı ka­nun mad­de­si de­ğil ta­ma­men. Her top­lu­lu­ğun, her
ku­r u­mun, her dü­şün­ce­nin, hat­ta di­nin le­ga­li­te­le­ri var. İç iliş­ki­ler­de
le­ga­li­te ol­du­ğu gi­bi dış iliş­ki­le­ri­miz­de de le­ga­li­te var­dır.
Ne­den­se bir iş ya­par­ken sü­rek­li bir ta­ra­fı­nı açık bı­ra­kı­yo­r uz. Her
işin bir ka­ça­mak nok­ta­sı­nı bul­ma­ya ça­lı­şı­yo­r uz. Bu du­r um, hem bi­rey
hem si­vil top­lum ör­güt­le­ri hem de ka­mu ku­r um­la­rın­da böy­le­dir. Fi­lan­
ca köy der­ne­ği ya da ilin kal­kın­dır­ma vak­fı­nın yö­ne­ti­ci­si, ya­sal for­ma­
li­te­le­ri for­ma­li­te ol­du­ğu için ya­pı­yor; kü­çüm­se­ye­rek. Onun dı­şın­da
ken­din­ce cid­di iş­le­ri­ni ‘baş­ka plat­form­lar­da’ hal­le­di­yor. Her­han­gi bir
si­ya­si par­ti, ya­sal gö­rev­le­ri­ni iş ol­sun di­ye ye­ri­ne ge­ti­ri­yor, par­ti­yi
baş­ka el­ler­den ida­re edi­yor.
Te­rör­le mü­ca­de­le eden bir dev­let ara ­sı­ra "ru­ti­nin dı­şı­na" çı­ka­bi­
li­yor. Ül­ke­de hü­kü­met, yü­rüt­me or­ga­nı ol­du­ğu hal­de al­tı­na im­za at­tı­
ğı ka­rar­lar, dev­le­tin bir baş­ka or­ga­nın­da ka­ra­ra bağ­la­nıp ge­li­yor.
Ko­nu­nun ör­nek­le­ri­ni gün­lük ha­ya­tı­mız­da sü­rek­li gö­re­bi­li­riz.
İl­le­ga­li­te öy­le tat­lı­dır ki, baş­la­dı­ğın­da ne­re­den baş­la­dı­ğı­nı unu­tur­
sun, ne­re­de du­ra­ca­ğı­nı da bi­le­mez­sin.
Bi­rey ola­rak üs­te­sin­den ge­le­me­di­ği­miz bir­çok zor­lu­ğun, bir kıs­mı­
nı il­le­gal ola­rak hal­let­miş isek, onu bir de ce­mi­yet­ler­de bal­lan­dı­ra
bal­lan­dı­ra an­la­tı­rız. Es­ki­den en çok an­la­tı­lan as­ker­lik anı­la­rı ya da
gur­bet ha­tı­ra­la­rı ta­ma­men il­le­ga­li­tey­le il­gi­li­dir. Fert fert le­ga­li­te­yi
47
kü­çüm­se­mek top­lum­sal bir has­ta­lık ha­li­ni al­mış­tır. Kü­çük bir sı­kı­şık­
lık­ta so­nu­na ka­dar ya­sal ve ah­la­ki git­mek ye­ri­ne he­men işin ko­la­yı­na
kaç­mak ar­tık onul­maz bir ya­ra ol­muş­tur. Bu­nun dev­let yet­ki­li­le­ri ta­ra­
fın­dan açı­lı­mı "ne yap­tıy­sak dev­let için yap­tık" ve­ya "mem­le­ke­ti bi­ri­
le­rin­den kur­tar­mak"tır.
İş­te bu le­ga­li­te­yi kü­çüm­se­me has­ta­lı­ğı biz­de is­tik­rar­lı ya­şa­mı boz­
muş­tur. Ha­yat­tan zevk ala­rak ya­şa­ma­yı yi­yip bi­tir­miş­tir. Yol­suz­luk­la­rı,
adam ka­yır­ma­la­rı, ha­ya­li ih­ra­cat­la­rı, ban­ka hor­tum­la­ma­la­rı­nı do­ğur­
muş­tur. Va­tan­daş elin­den ge­lir­se ar­tık ça­lıp çırp­ma­ya, ver­gi ka­çır­ma­
ya, be­da­va ya­şa­ma­ya ça­lış­mak­ta­dır. Şans oyun­la­rın­dan zen­gin ol­ma­
nın pe­şi­ne düş­müş­tür. Ha­ya­tın ta­dı tu­zu kal­ma­mış­tır.
Dev­let­le­ra­ra­sı iliş­ki­le­ri­miz­de sü­rek­li ka­ça­mak yol­la­ra sap­ma has­
ta­lı­ğı bi­zi ulus­la­ra­ra­sı yal­nız­lı­ğa it­mek­te­dir. İçe­ri­de le­ga­li­te­yi cid­di­ye
ala­ma­dı­ğı­mız için dı­şa­rı­ya le­gal ge­rek­çe­ler bul­mak­ta zor­lan­mak­ta­yız,
bu yüz­den iliş­ki­le­ri­miz kop­ma nok­ta­sın­da­dır.
Gü­ney­do­ğu’da te­rör­le mü­ca­de­le­de le­ga­li­te­nin kü­çüm­sen­me­si
ül­ke­ye zin­cir­le­me sı­kın­tı­la­rı ge­tir­miş­tir.
Her bi­rim gö­rev­li­le­ri, bir­bir­le­ri­nin il­le­gal ta­raf­la­rı­na göz yu­ma­rak
ül­ke­ye ah­la­ki ve eko­no­mik ola­rak "ta­ban" yap­tır­mış­lar­dır.
Tür­ki­ye’nin top­ye­kûn "ta­van" yap­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak top­lum­sal
ener­ji, le­ga­li­te­yi kü­çüm­se­me has­ta­lı­ğı ta­ra­fın­dan emi­li­yor. Bu du­r um
ül­ke­yi ma­ne­vi bir çö­zül­me­nin sı­nır­la­rı­na iti­yor. Top­lum­dan yük­se­len
le­ga­li­te ta­lep­le­ri­ne ku­lak­la­rı­nı tı­ka­yan, in­san­la­rı ka­pı ar­ka­la­rın­da kur­
duk­la­rı kum­pas­lar et­ra­fın­da şe­kil­len­dir­me­yi amaç­la­yan, ken­di­ne has
maf­yam­sı bir iliş­ki ağı sa­ye­sin­de eko­no­mik kay­nak­la­ra el ko­nul­ma­
sı­nı sağ­la­yan hük­met­me ya da hü­kü­met et­me an­la­yı­şı­nın bu top­lu­
mu ge­le­ce­ğe ta­şı­ma­sı müm­kün de­ğil­dir.
Bir Ti­bet­li bil­ge­nin de­di­ği gi­bi: "Önü­ne iki yol çı­kar­sa, zor ola­nı
ter­cih et."
Le­ga­li­te zor­dur.
2000
48
Der­viş’ten ön­ce, Der­viş’ten son­ra!
Adı­na glo­bal­leş­me de­dik­le­ri yer­yü­zü­nün ye­ni ida­re ve pay­la­şım
şek­lin­de, ar­tık es­ki ku­ral­la­rın bir kıs­mı ye­ni üre­tim şe­kil­le­riy­le mec­
bu­ren çö­pe atıl­mış ol­du.
Da­ha açık­ça­sı ge­liş­miş ül­ke­ler ye­ni üre­tim şe­kil­le­riy­le bir­lik­te
ken­di­le­ri­ne ye­ni pa­zar­lar oluş­tur­mak du­r u­mun­da­lar. Öy­ley­se ye­ni
üret­tik­le­ri ‘şey’ler ne­dir? Bil­gi ça­ğın­da bil­gi ve elekt­ro­ni­ğe da­ya­lı bir
sa­na­yi ge­liş­ti­ği­ne gö­re, bu sa­na­yi­ye pa­zar ge­re­kir. Bu pa­za­rın bü­yük
ço­ğun­lu­ğu es­ki ta­bir­le “üçün­cü dün­ya” de­dik­le­ri ül­ke­ler­dir.
Bu ül­ke­le­rin de, pa­zar ola­bil­me­le­ri için ge­lir ve re­fah dü­zey­le­ri­nin
yük­sel­til­me­si ge­re­kir. İş­te Tür­ki­ye bu ül­ke­ler­den bi­ri­si­dir.
Fa­kat işin şu kıs­mı­nı gö­z ar­dı et­me­den de­ğer­len­di­re­me­yiz: Tür­ki­
ye’de­ki eko­no­mik kri­zin nev’i ne­dir? Ya­ni Tür­ki­ye’de eko­no­mi çö­ker­
se, Türk hal­kı fa­kir dü­şer­se bu du­r um dün­ya­yı ya da di­ğer pa­zar­la­rı
na­sıl et­ki­ler?
Bi­zim ka­naa­ti­miz Ba­tı’­nın şu an­da al­mış ol­du­ğu mev­cut po­zis­yo­
na gö­re, Tür­ki­ye’de­ki kriz­den et­ki­le­ne­cek kim­se yok­tur. Ya­ni biz
ta­ma­men ken­di­miz edip ken­di­miz bul­mak­ta­yız. Bi­zim kri­zi­miz, biz­den
kay­nak­lan­mak­ta­dır.
Bu ne de­mek­tir? Bu­nun açı­lı­mı ne­dir? Bi­zim kriz­den et­ki­le­nen
hiç­bir ül­ke ol­ma­dı­ğı­na gö­re, bu kri­zin as­lı eko­no­mik de­ğil­dir. Ya­ni,
so­nuç­ta bir eko­no­mik kriz kar­şı­sın­da­yız, ama asıl so­r un si­ya­si­dir.
Dört yıl­dan be­ri ta­bii ol­ma­yan ve ta­bii ol­ma­dı­ğı ka­dar, sun’i ola­rak
da pom­pa­la­nan bir si­ya­si ik­ti­dar kri­zi var­dır.
“Bun­lar gö­rü­nüş­te ik­ti­dar, ama ger­çek­te bir ta­kım yer­ler­den emir
ala­rak ve ora­la­rın yar­dı­mıy­la ayak­ta du­r up işi ya­pı­yor gö­rü­nen ik­ti­
dar" ka­na­ati ha­kim­dir top­lum­da.
Hiç­bir ül­ke­de uzak­tan ku­man­da si­ya­set yü­rü­mez. Si­ya­se­tin yü­rü­
me­di­ği yer­de eko­no­mik is­tik­rar prog­ra­mı uy­gu­la­na­maz.
Ka­sım kri­zin­den on gün ön­ce bir ga­ze­te­nin baş say­fa­sın­da iş dün­
49
ya­sı tem­sil­ci­le­ri, "Ar­tık on yıl önü­mü­zü gö­re­bi­li­yo­r uz" di­yor­sa, bu,
"On gün son­ra­sı­nı gö­re­mi­yor­sun" de­mek­tir.
Ne olur­sa ol­sun, Tür­ki­ye’de si­ya­si bir kriz ve bu­na bağ­lı ola­rak
eko­no­mik çö­küş mev­cut­tur.
Bu­nu ar­tık mev­cut or­tak­lar­dan ku­r u­lu ik­ti­da­rın dü­zel­te­me­ye­ce­ği
açık ol­du­ğu için Ame­ri­ka’dan it­hal Ke­mal Der­viş gel­miş­tir ye­ni prog­
ra­mın ba­şı­na.
Bi­zim ik­ti­dar­dan hor­tum­la­nan ba­sı­nı­mız, yi­ne ay­nı iyim­ser­li­ğe
ka­pı­lıp ka­mu­oyu­nu ya­nılt­ma­ya ça­lış­mak­ta­dır. San­ki Ke­mal Der­viş’in
elin­de si­hir­li bir değ­nek var, Ame­ri­ka’da pa­ra­la­rı var, alıp ge­ti­re­cek,
son­ra da he­men her şey gül­lük gü­lis­tan­lık ola­cak.
Yok öy­le bir şey dün­ya­da. Yıl­lar­dır bo­zup ha­ra­be­ye çe­vir­dik­le­ri
Türk eko­no­mi­si üç gün­de dü­zel­mez. Son­ra, ar­tık Türk hal­kı­nın gü­ven
oyu­nu kay­be­den bu ik­ti­dar baş­ta ol­du­ğu sü­re­ce Tür­ki­ye da­ha da
kö­tü­ye gi­de­cek­tir.
Ya­zı­nın ba­şı­na dö­ner­sek; ge­liş­miş ül­ke­le­rin pa­za­rı­yız ama tek
ba­şı­mı­za bir kri­ze gir­miş­sek o ka­dar da umur­la­rın­da de­ği­liz. Eğer bir
dü­zel­me ge­re­ki­yor­sa bu ön­ce si­ya­set­te ye­ni olu­şum­lar­la ola­cak­tır.
Eko­no­mik ik­ti­dar on­dan son­ra ge­le­cek­tir.
Si­ya­si kriz­den çık­mak için he­nüz er­ken sa­yı­lır, fa­kat düğ­me­ye
ba­sıl­mış­tır. Dün­ya­nın gi­diş is­ti­ka­me­ti­nin ve Türk hal­kı­nın bek­len­ti­le­
ri­nin ge­ri­si­ne düş­müş olan Türk si­ya­se­ti ar­tık sil­ki­nip saf­ra­la­rı­nı
at­mak zo­r un­da­dır.
Ar­tık Der­viş’­ten ön­ce­ye dö­nüş yok­tur, son­ra­sı na­sıl ola­cak, sab­
re­dip gö­re­ce­ğiz...
2001
50
Ül­ke­yi sol­la­mak!
İlk­ba­har­la yaz ara­sı, sa­bah gü­ne­şin doğ­du­ğu, öğ­len son­ra­sı yağ­
mu­r un yağ­dı­ğı gün­ler. Su­yu­nu iyi alan ağaç­lar kuv­vet­li fi­liz ver­miş­ler.
Öğ­ren­ci­ler ders­ten kay­tar­mış, er­kek­li kız­lı don­dur­ma ta­dı­yor­lar. İki
kız öğ­ren­ci da­lın­da­ki gü­lü ko­pa­rıp ka­çı­yor. Ço­cuk­lar kay­dı­rak­ta, sa­lın­
cak­ta cı­vıl cı­vıl kuş ses­le­ri­ne ka­rı­şı­yor­lar.
"Ba­har gel­miş mem­le­ke­ti­min dağ­la­rı­na", biz ül­ke ger­çek­le­ri­ni
oku­yo­r uz, din­li­yo­r uz, gö­rü­yo­r uz. İn­san­la­rın sa­bah iş­ba­şı yap­tık­la­rın­
da ser­vet­le­ri­ni kay­bet­tik­le­ri­ni, ku­r um­la­rın if­las et­ti­ği­ni öğ­re­ni­yo­r uz.
De­mok­ra­si ders­le­ri alı­yo­r uz, "böy­le de­ğil şöy­le olur" di­ye. Li­me
li­me ol­muş fa­kat ya­pış­tı­ğı du­var­dan bir tür­lü ine­me­yen bir hü­kü­met
ta­sav­vur edi­yo­r uz.
"De­mok­ra­si­ler­de ik­ti­da­rı yön­len­di­ren, yan­lış­lık­la­ra en­gel ol­ma­ya
ça­lı­şan, es­na­fın, çift­çi­nin, köy­lü­nün ne­fes al­ma­sı­na umut ve­ren bir
mu­ha­le­fet ol­ma­lı" di­yo­r uz, ama bu­la­mı­yo­r uz. Kriz or­tam­la­rın­dan bes­
le­nen sen­di­ka­lar, oda­lar ve si­vil top­lum ör­güt­le­ri­ni deh­şet­le, ib­ret­le
ve de il­giy­le sey­re­di­yo­r uz.
Ve bü­tün bun­la­rın üs­tü­ne, Şa­ir - Ya­zar İs­met Özel "25 yıl­dır ger­
çek­le­ri yaz­ma­dım" di­yor.
Ge­rek­çe ha­zır: Oku­yan­lar ger­çek­le yüz­yü­ze ge­le­bi­le­cek kı­va­ma
gel­me­miş­ler.
Sa­de­ce İs­met Özel mi?
Hiç kim­se, hiç­bi­ri­miz ger­çek­le­ri yaz­ma­dık, ko­nuş­ma­dık. İçi­miz,
bey­ni­miz baş­ka bir şey ar­zu­la­dı; eli­miz, di­li­miz fark­lı ya­zıp söy­le­di.
Eli­miz­de­ki­ni kay­bet­me, ya­nı­mız­da­ki­ni yi­tir­me, al­tı­mız­da­ki­ni kay­
dır­ma, üs­tü­müz­de­ki­ni da­rılt­ma kor­ku ve he­sap­la­rıy­la biz de yıl­lar­dır
bu­nu yap­mı­yor mu­yuz?
Son­ra ül­ke so­r un­la­rı, hü­kü­met yan­lış­la­rı, bü­rok­rat ha­ta­la­rı be­nim
sı­nır­la­rı­ma da­yan­ma­dıy­sa, öze­li­me he­nüz gir­me­diy­se, ül­ke so­r un­la­
51
rı­nı sa­de­ce 5 yıl­da bir oya ha­va­le et­mek­le ken­di­mi­zi kuş gi­bi ha­fif
his­set­mi­yor mu­yuz?
Son­ra ga­ze­te kö­şe­le­rin­den ah­kâm ke­sip, ek­ran­lar­dan akıl ve­re­
rek her­kes­ten fe­da­kâr­lık bek­ler­ken lük­sü­müz­den bir san­tim ge­ri
du­r u­yor mu­yuz?
Eh, öy­ley­se biz ne ya­pı­yo­r uz, doğ­r u mu söy­lü­yo­r uz?
Son­ra ‘İs­ra­fil’in Sûr’u gi­bi et­ki ya­pa­cak çığ­lık­lar bek­li­yo­r uz. Bi­ri­le­
ri­ni kah­ra­man yap­ma­ya can atıp kur­tu­lu­şu­mu­zu el bir­li­ği ile "özel­leş­
ti­ri­yo­r uz".
"Ha­ki­kat, in­san için eme­ğin­den baş­ka­sı yok­tur" düs­tu­r u­nu ne
ça­buk unu­tu­yo­r uz.
Öy­ley­se bü­tün ger­çek­le­ri, ül­ke ger­çek­le­ri­ni, ya­ni bu ül­ke­yi sol­lu­
yo­r uz.
Ge­ri­ye, fıs­ki­ye­den çı­kan su şı­rıl­tı­la­rı­na, açan bir çi­çe­ğe, uçan bir
ke­le­be­ğe, bal top­la­yan arı­ya, ılık ılık esen ye­le, ço­cuk­la­rın ba­ğı­rış­la­
rı­na dö­nü­yo­r uz.
İs­mi­miz­le ça­ğı­rıl­dı­ğı­mız anın he­ye­can dal­ga­la­rı­na, bir lo­kan­ta­da­ki
ça­tal ka­şık se­si­nin sü­kû­ne­ti­ne, cad­de­le­rin ka­la­ba­lık kar­ma­şa­sın­da
kay­bol­ma­nın din­gin­li­ği­ne, bir be­le­di­ye oto­bü­sün­de dün­ya­yı yi­tir­me­ye,
bir ağaç göl­ge­sin­de se­rin­le­me­ye, bi­ri­le­rin­de ken­di­miz­den bir par­ça
bul­ma­ya dö­nü­yo­r uz.
Ül­ke ve ger­çek­ler bir gün ra­yı­na na­sıl ol­sa otu­r ur.
Ama o gün biz ol­ma­yız.
Öy­ley­se ül­ke­yi ve ger­çek­le­ri sol­lu­yo­r uz.
De­vam...
2001
52
Ak du­ruş
Geç­ti­ği­miz gün­ler­de "Ye­ni Olu­şum" ni­ha­yet olu­şa­rak Türk si­ya­set
sah­ne­sin­de­ki ye­ri­ni al­dı. Ada­let ve Kal­kın­ma Par­ti­si, prog­ram ve il­ke­
le­riy­le önü­mü­ze açıl­dı, "de­ğiş­tiy­di, de­ğiş­me­diy­di, ye­ni­lik­ti, de­ğil­di"
tar­tış­ma­la­rı­nı da be­ra­be­rin­de ge­tir­di.
İsim ve amb­le­mi olan am­pul tar­tış­ma­la­rı ile bir­lik­te AK Par­ti Tür­
ki­ye gün­de­mi­nin en ba­şı­na ge­lip otur­du. Par­ti­nin ba­sı­na ve üye­le­ri­ne
da­ğı­tı­lan prog­ra­mın­da, Gi­riş ve So­nuç bö­lüm­le­riy­le be­ra­ber 7 baş­lık
ve bun­la­rın alt baş­lık­la­rı­nı gö­rü­yo­r uz.
Esas­lı 5 baş­lık, Te­mel Hak­lar ve Si­ya­si il­ke­ler, Eko­no­mi, Ka­mu
Yö­ne­ti­mi, Sos­yal Po­li­ti­ka­lar ve Dış Po­li­ti­ka’dan olu­şu­yor.
Hu­ku­kun üs­tün­lü­ğü­ne, in­san hak ve öz­gür­lü­ğü­ne da­ya­lı de­mok­ra­
tik ya­pı­da bir cum­hu­ri­yet he­def­len­miş. "İn­sa­nı ya­şat ki dev­let ya­şa­
sın" fel­se­fe­sin­den ha­re­ket­le bi­rey öz­gür­lü­ğü­nü ön pla­na çı­ka­ra­rak,
"La­ik­lik bi­re­yi de­ğil, dev­le­ti sı­nır­la­yı­cı bir an­la­yış­tır" for­ma­tı ya­ka­lan­
mış­tır.
İri ve han­tal dev­let ye­ri­ne, ka­li­te­li hiz­met üret­me iş­le­vi ve et­kin­li­ği
açı­sın­dan güç­lü bir dev­let öner­mek­te. "Da­ya­tan, di­re­ten, rant da­ğı­
tan" bir dev­le­tin ye­ri­ne or­ga­ni­ze eden bir dev­let va­ad e­dil­mek­te.
Ka­mu har­ca­ma­la­rın­dan is­ra­fa, bü­yü­me­den üre­ti­me, borç­lan­ma­
dan ver­gi sis­te­mi­ne, ol­ma­sı­nı ar­zu et­ti­ği­miz he­def­ler gös­te­ril­mek­te.
"Tür­ki­ye’nin en bü­yük prob­le­mi, ül­ke­de ya­şa­nan gü­ven bu­na­lı­mı­
dır. Dev­le­tin hal­ka, hal­kı­mı­zın da dev­le­te gü­ve­ni te­sis edil­di­ği; hal­kın
ta­lep­le­ri ile si­ya­se­tin gün­de­mi ör­tüş­tü­rül­dü­ğü za­man Tür­ki­ye’nin
ulus­la­ra­ra­sı ya­rış­ta zir­ve­ye doğ­r u yü­rü­yü­şü mut­la­ka ger­çek­le­şe­cek­
tir" cüm­le­le­riy­le AK Par­ti ya­ka­la­mış ol­du­ğu ül­ke nab­zı­nı prog­ra­mı­na
yan­sıt­mış­tır. Dış po­li­ti­ka­sın­da Or­ta­do­ğu’dan Bal­kan­lar’a ve Gü­ney­do­
ğu’ya, Av­r u­pa Bir­li­ği’nden Or­ta­as­ya’ya, kom­şu­la­rı­mız­dan or­tak an­laş­
ma­la­ra uzun ve kı­sa va­de­li, böl­ge­sel ve kü­re­sel po­li­ti­ka­la­ra öz cüm­
53
le­ler ha­lin­de yer ve­ril­miş­tir.
AK Par­ti "si­ya­se­ti top­lu­ma hiz­met et­me­nin bir ara­cı ola­rak" gör­
dü­ğü­nü, "si­ya­se­tin kir­len­di­ği­, si­ya­si ala­nın iyi­ce da­ral­dı­ğı ül­ke­miz­de"
ye­ni­den si­ya­si say­gın­lık va­adin­de bu­lu­nu­yor. Mil­let ira­de­si­ni esas
alan uy­gu­la­ma­la­rı si­ya­se­te ge­tir­me­yi he­def­li­yor. Te­mel hak ve öz­gür­
lük­ler ile il­gi­li ola­rak ulus­la­ra­ra­sı söz­leş­me­le­rin in­san hak­la­rı ala­nın­
da ge­tir­di­ği stan­dart­la­rın uy­gu­la­ma­ya ko­nu­la­ca­ğı­nı be­yan edi­yor.
"Tür­ki­ye’nin te­mel hak ve öz­gür­lük­ler açı­sın­dan ha­k et­ti­ği ko­nu­ma
ge­ti­ril­me­si, ulus­la­ra­ra­sı ku­r u­luş­lar is­te­di­ği için de­ğil, in­sa­nı­mız hak
ve öz­gür­lük­le­re L­YIK ol­du­ğu için ge­rek­li­dir" iba­re­si bir "klas du­r uş"
ola­rak öne çı­kı­yor.
AK Par­ti’nin, prog­ram ve ya­zı­lan­lar iti­ba­riy­le, hem de ye­ni bir par­
ti ol­ma­sı do­la­yı­sıy­la önün­de çok me­sa­fe­ler var­dır; za­ten "ma­yın­lı
tar­la­ya" gir­miş­tir. Par­ti­nin söy­lem­den zi­ya­de du­r u­şu ve ey­lem­le­ri
bi­zim için ve ül­ke­miz için da­ha bir öne­me sa­hip ola­cak­tır.
Ya­rın öbür gün ay­rın­tı­ya gir­di­ğin­de, me­se­lâ İs­ra­il en­deks­li bir Or­ta­
do­ğu po­li­ti­ka­sı­na ne di­ye­cek­tir? Mil­li Si­ya­set Bel­ge­si’nde be­lir­le­nen
‘ulu­sal gü­ven­lik’ kav­ra­mın­da res­mi ide­olo­ji­ye uy­gun düş­me­yen fi­kir­le­
re sa­hip ola­bi­le­cek ken­di seç­me­ni kar­şı­sın­da­ki tu­tum ve dav­ra­nış­la­rı
na­sıl ola­cak­tır? Da­ha doğ­r u­su ulu­sal gü­ven­lik de­yin­ce biz ne an­la­ya­
ca­ğız? Yok­sa du­va­ra mı çar­pı­la­cak?
İmam-Ha­tip­le­ri RP’ye ka­pat­tı­ran, Apo’yu MHP’ye af­fet­ti­ren, FP’yi
ve ta­ba­nı­nı Av­r u­pa­cı, ba­tı­cı ya­pan "top­lum mü­hen­dis­le­ri" aca­ba AK
Par­ti’ye han­gi do­nu biç­ti­ler?
Bu­nu bi­li­yor mu­yuz, yok­sa AK Par­ti­li­ler "git­ti­ği­miz ye­re ka­dar" mı
gi­de­ce­ğiz di­yor­lar?
AK Par­ti; prog­ra­mı­nı ba­sıp med­ya­ya da­ğı­tır­sı­nız, ama on­lar ka­pa­
ğı­nı aç­ma­yıp, ilk can­lı ya­yı­na çı­kan li­de­re "Şe­ri­at­çı mı­sın, ne ka­dar
pa­ran var?" tü­rü abuk sa­buk so­r u­lar so­rar­lar.
AK Par­ti prog­ra­mıy­la, li­de­ri Re­cep Tay­yip Er­do­ğan’ın ko­nuş­ma­la­rıy­
la bek­le­nen du­r u­şu­nu yap­mış, bu ül­ke hal­kı­nın ya­nın­da ye­ri­ni al­mış­
tır. Ümid ede­riz ki is­mi gi­bi ak du­r u­şu­nu de­vam et­ti­re­rek eko­no­mik,
si­ya­si, coğ­ra­fi, böl­ge­sel ve kü­re­sel kriz­le­ri bir­lik­te ya­şa­yan ül­ke­mi­ze
ve in­sa­nı­mı­za ra­hat ne­fes ala­ca­ğı ufuk­la­rın açıl­ma­sı­na ve­si­le olur.
2001
54
Ya­za­cak çok şey var, ço­ok!
Bu gün­ler ka­fa­la­rın en ka­rı­şık ol­du­ğu, ta­ri­hin dö­nü­şüm nok­ta­la­
rın­dan bi­ri­si­dir. Bel­ki de bir dev­let ilk de­fa, "ya ben, ya on­lar" ter­ci­
hi­ne zor­lu­yor. Ve bir­kaç kü­çük ül­ke dı­şın­da ya­nın­da bu­lu­yor bü­tün
dün­ya­yı.
Olay­la­rın hız­lı akı­şı ve en­for­mas­yon sap­tır­ma­la­rı, ile­ri­ye dö­nük
yo­r um­la­rı da sağ­lık­sız kı­lı­yor.
Dün­ya Ti­ca­ret Mer­ke­zi’nin bom­ba­lan­ma­sı son­ra­sın­da kim­le­rin bu
işi yap­tı­ğı­na da­ir de­lil­ler dün­ya­ya açık­lan­mı­yor. Ama gö­rüş­tük­le­ri ül­ke
li­der­le­ri ik­na olu­yor­lar.
Bir tek düş­man için çok uzun sü­re­cek bir sa­vaş baş­la­tı­yor ve
"sa­vaş bal­ta"la­rı­nı Af­ga­nis­tan üze­ri­ne fır­la­tı­yor Ame­ri­ka.
Bu ara­da 15 yıl­dır dağ­lar­da te­rö­re kar­şı sa­va­şan Türk or­du­su tec­
rü­be­le­rin­den is­ti­fa­de edil­mek üze­re(!) gö­re­ve çağ­rı­lı­yor.
Tür­ki­ye’de ya­yın ya­pan te­le­viz­yon ve ga­ze­te­le­re ba­kı­yor­su­nuz,
ek­ran­la­rı, say­fa­la­rı, ka­lem­le­ri ve ağız­la­rı Ame­ri­ka’dan da­ha ile­ri­de
gi­di­yor.
Türk hü­kü­me­ti ken­di­si­ne "çağ­dı­şı Ta­li­ban re­ji­mi" dı­şın­da bir
ge­rek­çe üre­te­mi­yor. Ül­ke­nin baş­ba­ka­nı "Ame­ri­ka’nın no­te­ri" gi­bi
dav­ra­nı­yor.
Bu­gün Tür­ki­ye’nin asıl ger­çe­ği ve ih­ti­ya­cı, Or­ta­do­ğu’dan Bal­kan­
lar’a, Kaf­kas­ya’dan Hin­di­kuş Dağ­la­rı’na ka­dar ken­di­ne ha­kim, viz­yon
sa­hi­bi, şah­si­yet­li bir dış po­li­ti­ka­dır. Ama içe­ri­de ül­ke­yi kö­tü ida­re
eden, ça­lı­şan tüm atöl­ye­le­ri­nin ka­pan­ma­sı­na se­bep olan, ‘üf­le­sen,
do­la­rın yük­se­lip ye­ni bir çu­ku­ra düş­me­mi­ze yol aça­cak çok baş­lı ve
ne­ye sa­hip ol­du­ğu­nu bil­me­yen bir hü­kü­met­le’ bu, ne ka­dar sağ­la­na­
bi­lir? Açık­ça­sı, böy­le bir hü­kü­met­ten iyi bir dış po­li­ti­ka bek­le­mek
ha­yal­dir.
Bu Tür­ki­ye ger­çe­ği­ni yan­sı­tan en açık de­lil ise, ga­ze­te­le­rin iç say­
fa­la­rın­da yer alan "Baş­ba­kan­lık ya­kın­la­rın­da ‘açım’ di­yen bir ki­şi
55
ken­di­si­ni yak­ma gi­ri­şi­min­de bu­lun­du" ha­be­ri­dir. Pro­tes­to ey­le­mi
"Baş­ba­kan­lık ya­kın­la­rın­da" idi. Çün­kü kim­se Baş­ba­kan­lı­ğa yak­laş­tı­
rıl­mı­yor.
Bü­tün adı Müs­lü­man ül­ke­ler­de Af­ga­nis­tan le­hi­ne ve­ya sa­vaş
aley­hi­ne gös­te­ri­ler ya­pı­lır­ken, Tür­ki­ye’de hiç­bir grup ya da top­lu­luk­
tan ses çık­ma­ma­sı­nın ne­de­ni ne­dir aca­ba? Her­hal­de Ame­ri­ka’nın
sal­dı­rı­sı­nı tas­vip et­tik­le­rin­den de­ğil.
Bu­gün Türk hal­kı hem eko­no­mik, hem de si­ya­si ola­rak ba­şı­nı kal­
dı­ra­ma­ya­cak ka­dar sin­di­ril­miş du­r um­da­dır. So­ka­ğa çı­kıp yük­sek ses­
le ko­nuş­sa, do­la­rın yük­se­le­ce­ğin­den kor­kan in­san­lar, her­şe­yi iç­le­ri­
ne sin­dir­mek­te(!) bu­lu­yor­lar ça­re­yi. ‘Aman şu sa­vaş bi­ze do­kun­ma­
sın da, do­lar fır­la­ma­sın da...’ kor­ku­suy­la ya­şı­yor­lar.
Ame­ri­ka’dan ge­ti­ri­len Der­viş’in de ar­tık oya­la­ma dö­ne­mi­ni bi­tir­di­
ği, sı­ra­nın üç­lü ko­alis­yon hü­kü­me­ti­nin git­me­si­ne gel­di­ği bu ül­ke­de,
in­san­lar is­ter so­ka­ğa çık­sın­lar, is­ter çık­ma­sın­lar sa­vaş­tan et­ki­len­
me­mek müm­kün ol­ma­ya­cak­tır.
Ame­ri­ka 11 Ey­lül sal­dı­rı­sı­nın ar­dın­dan ken­di top­lu­mun­da ve dün­
ya­da yük­se­len nef­ret duy­gu­la­rı­nı ve has­sa­si­ye­ti, ki­şi­sel hak ve öz­gür­
lük­le­rin bu­dan­ma­sı ve dün­ya üze­rin­de ege­men­li­ği­ni pe­kiş­tir­mek için
bir fır­sat ola­rak gö­rü­yor ve öy­le ha­re­ket edi­yor. Tür­ki­ye bu ko­nu­da
Ame­ri­ka’dan da­ha tec­rü­be­li ol­du­ğu için, bu sal­dı­rı ve sa­vaş do­la­yı­
sıy­la Türk hal­kın­dan kriz avan­sı fır­sat­çı­lı­ğı ya­pı­yor.
El-Ce­zi­re Te­le­viz­yo­nu’n­da ya­yın­la­nan ko­nuş­ma­sın­da Bin La­den
şöy­le di­yor: "İs­lâm top­lu­mu 80 yıl­dan faz­la bir sü­re­dir bu acı­la­rı, hor­
lan­ma­yı ve utan­cı ya­şa­dı. Kut­sal say­dık­la­rı­na ha­ka­ret edil­di."
Ne­den 80 yıl­dan faz­la? 11 Ara­lık 1917’de Os­man­lı Ku­düs’ten
çe­kil­miş­ti.
Usa­me Ku­düs di­yor, Baş­kan Bush Haç­lı se­fe­rin­den bah­se­di­yor.
Bi­zim Baş­ba­kan Af­ga­nis­tan’da­ki çağ­dı­şı re­jim­den...
Ne ka­dar ço­ook şey var ya­za­cak!
2001
56
Ye­ni iki ku­tup­lu dün­ya
Tür­ki­ye’nin bü­yük si­ya­si­le­rin­den bi­ri­nin bir ta­bi­ri var­dı, "Huh­la­ya­
rak buz­da­ğı­nı erit­mek" di­ye. İş­te dün­ya­da, ya­ni Av­r u­pa, Ame­ri­ka,
Tür­ki­ye’de ikin­ci dün­ya sa­va­şın­dan son­ra ve de so­ğuk sa­va­şın bit­
me­sin­den son­ra özel­lik­le de ABD Baş­ka­nı Bill Clin­ton dö­ne­min­de,
in­san hak­la­rı­nın dün­ya üze­rin­de yer­le­şip yay­gın­laş­ma­sı için ade­ta
"Huh­la­ya­rak buz­dağ­la­rı eri­til­di". Av­r u­pa Bir­li­ği kri­ter­le­ri, Hel­sin­ki,
Ko­pen­hag, Stok­holm der­ken Tür­ki­ye üze­rin­de­ki yo­ğun hi­za­ya ge­tir­
me ça­ba­la­rı...
Bü­tün bun­la­rın Tür­ki­ye aya­ğın­da ve­ri­len ça­ba­lar. Ce­za­ev­le­rin­de,
Gü­ney­do­ğu'da, 28 Şu­bat sü­re­cin­de hak ih­lal­le­ri kar­şı­sın­da sağ­du­yu
ile yak­la­şa­rak me­sa­fe al­mak is­te­yen­ler.
Ya­zı­lar ya­zı­lı­yor, ko­nuş­ma­lar ya­pı­lı­yor, ki­tap­lar ya­yın­la­nı­yor, an­laş­
ma­la­ra im­za­lar atı­lı­yor, ör­nek ül­ke ola­rak ABD gös­te­ri­li­yor ve da­ha
da ile­ri gi­den­ler olu­yor­du.
Üs­tüs­te iti­na ile di­zi­len cam ka­deh­ler­den bi­ri­nin çe­kil­me­siy­le
tü­mü­nün yı­kı­lıp tuz­la buz ol­ma­sı gi­bi dev­ri­len iki ku­le­den son­ra her
şey al­tüst, kar­ma­ka­rı­şık. Ne­dir in­san hak­kı, ne­dir ba­rış, ne­re­de kal­
dı ge­le­ce­ğin dün­ya­sı. Bir za­man­lar Tür­ki­ye’nin eli­ne ve­ri­len yol ha­ri­
ta­sı var­dı. Clin­ton Tür­ki­ye’ye, "Na­sıl ol­sa 30 yıl son­ra Yu­na­nis­tan’la
ba­rış için­de ola­cak­sı­nız, si­lah­lan­ma­ya bu ka­dar ya­tı­rım yap­ma­ya ne
ge­rek var!" di­ye tav­si­ye­ler­de bu­lu­nu­yor­du.
Bü­tün sağ­du­yu­lu dü­şün­ce­ler unu­tul­du ve dün­ya bir an­da ABD ve
düş­man­la­rı di­ye iki kam­pa bö­lün­dü. Yer­yü­zün­de her bom­ba­nın düş­
tü­ğü, her in­sa­nın öl­dü­ğü yer bin­ler­ce, mil­yon­lar­ca Ame­ri­ka düş­ma­nı­
nın ye­tiş­ti­ği tar­la­ya dö­nüş­tü. Ba­ba Bush, yap­tı­ğı bir ko­nuş­ma­da,
"Ame­ri­ka’nın gü­nah­la­rın­dan" bah­set­tiy­se de bu­nu oğ­lu Bush duy­ma­
dı bi­le...
Me­de­ni (!) Ba­tı­’nın ver­di­ği si­lah­lar­la Af­gan­lı­lar yıl­lar­dır bir­bir­le­ri­ni
za­ten öl­dü­rü­yor­du. Şim­di bu­nu Ba­tı ken­di eliy­le ya­pı­yor ve yap­tı­rı­
yor.
57
Da­ha ön­ce­ki ya­zı­la­rım­da Tür­ki­ye’de­ki in­san hak­la­rı ih­lal­le­ri­ne
ör­nek ol­sun di­ye, "ABD’nin İl­li­no­is Eya­le­ti Mil­ford şeh­ri­nin Be­le­di­ye
Baş­ka­nı Ja­mes Co­ok, bir kö­pek yav­r u­su­nu kü­rek­le öl­dü­rün­ce baş­
kan­lık­tan is­ti­fa et­mek zo­r un­da kal­dı" şek­lin­de­ki bir ga­ze­te ha­be­ri­ni
alın­tı­la­mış­tım ya­zı­ma.
Şim­di He­rat, Me­za­rı Şe­rif, Ce­lâ­la­bat, Ka­bil ve Kan­da­har’ı iz­le­dik­
çe yu­ka­rı­da­ki ör­nek ne ka­dar ko­mik ve an­lam­sız ka­lı­yor.
"İn­sa­nın şu­uru uçu­r um­la­rın önün­de uya­nır" di­ye bir söz var­dı.
Şim­di de­ğil uyan­mak, tüm dün­ya gel­di­ği­miz uçu­r u­mun önün­de göz­
le­ri­ni ka­pa­tı­yor.
So­nuç iti­ba­rıy­la Ame­ri­ka bir ba­ha­ney­le Af­ga­nis­tan’da yap­tık­la­rı­nı
yap­ma­ya de­vam eder­se, İs­ra­il’e şart­sız sı­nır­sız des­tek ver­me­yi sür­
dü­rür­se dün­ya­da tar­la­lar­dan ot bi­ter gi­bi düş­man ye­tiş­ti­re­cek­tir.
Öl­mek­ten baş­ka kay­be­de­cek bir şe­yi ol­ma­yan mil­yon­lar­ca in­sa­
nın ölüm­den kor­ka­rak, ‘te­rör’den vaz­ge­çe­ce­ği­ni dü­şü­nen­ler ya­nıl­ma­
ya de­vam ede­cek­tir.
Bü­yük İs­ken­der Af­ga­nis­tan’a ka­dar yap­tı­ğı se­fer­de de­niz­de bir
kor­sa­na rast­ge­lir.
Kor­sa­nı hu­zu­r u­na ge­ti­rir­ler, he­sa­ba çe­ker Bü­yük İm­pa­ra­tor. Ve
azar­la­ya­rak so­rar kor­sa­na:
"Ni­çin kor­san­lık ya­pı­yor­sun?"
Kor­sa­nın ce­va­bı şöy­le­dir:
"Yap­tı­ğım iş se­nin­kiy­le ay­nı. Fa­kat be­nim bü­yük ge­mi­le­rim ve
or­dum ol­ma­dı­ğı için ben kor­sa­nım, sen im­pa­ra­tor."
2001
58
Tür­ki­ye­’nin or­ta ye­ri
Geç­miş­le ge­le­ce­ği bi­r a­ra­da dü­şün­me ve tar­tış­ma or­ta­mı­nı kay­
be­de­li, ar­tık so­r un­la­rı­mı­zı tar­tı­şıp or­ta­ya ko­ya­mı­yo­r uz. Ve de iti­raf
me­ka­niz­ma­mı­zı ça­lış­tı­ra­mı­yo­r uz. Böy­le olun­ca­ da kör­dü­ğüm ha­lin­de
dev­let or­gan­la­rı ve eko­no­mik dar­bo­ğaz için­de de­be­le­nen ül­ke ve
bu­nun önü­ne ko­nu­lan çö­züm fa­tu­ra­la­rı:
Bi­raz gü­cü­mü­ze gi­di­yor doğ­r u­su da­ya­tı­lan­lar. Bu­gün hal­kın ve
ül­ke­nin so­r um­lu ki­şi­le­ri­nin de ka­fa­sı ka­rış­mış du­r um­da­dır.
Tür­ki­ye ay­lar­dır Kürt­çe, idam, 312 - 159, Ku­zey Irak tar­tış­ma­la­rı
et­ra­fın­da do­lap bey­gi­ri gi­bi gö­zü ka­pa­lı dö­nüp du­r u­yor. Fa­kat ku­yu­da
su kal­ma­dı far­k e­de­mi­yo­r uz.
Tür­ki­ye im­pa­ra­tor­luk ser­ma­ye­si­nin far­kın­da ol­ma­dan ken­di­si­ni
mi­sâk-ı mil­li’ye hap­se­de­rek ve “dün­ya­ya açı­la­lım mı, açıl­ma­ya­lım
mı” so­r u­la­rıy­la ne yar­dan, ne ser­den ge­çe­me­den gi­di­yor.
Ül­ke ge­le­ce­ği­ni omuz­la­rı­na alan me­ka­niz­ma­lar için ka­rar ver­mek
çok zor­dur. Çün­kü önem­li bir dün­ya par­ça­sı­nın üze­rin­de yüz­yıl­lar­dır
oyun­lar oy­nan­mış ve ta­rih ya­zıl­mış­tır. “Öy­le ya­pıl­ma­yıp böy­le ya­pıl­
say­dı” de­mek ta­ri­hi ve ge­le­ce­ği­mi­zi kur­tar­mı­yor.Şim­di he­men ken­di­
miz ola­rak ka­rar ver­mek bi­zim ge­le­ce­ği­mi­zi kur­ta­ra­cak­tır. Ge­le­ce­ği­
miz üze­rin­de söz ­hak­kı ve ka­rar ve­ri­ci olan­lar, Tür­ki­ye’nin en çok
ti­raj­lı ga­ze­te­le­ri ile ka­mu­oyu­na yö­ne­lik psi­ko­lo­jik ha­re­ket ya­yın­la­rı­na
gir­me­den ya da mil­li­yet­çi­lik ve ba­ğım­sız­lık kav­ram­la­rı­nı sui­is­ti­mal
et­me­den dav­ran­ma­lı, bö­lü­cü­ler­den, ajan­lar­dan bah­se­de­rek top­lum­
sal ta­lep­le­ri ve bi­rey­sel hak ve öz­gür­lük­le­ri kıs­ma fır­sa­tı ola­rak gör­
me­me­li­dir.
Du­r u­mu­mu­zu, dev­ral­dı­ğı­mız mi­ra­sı­mız­la bir­lik­te de­ğer­len­di­re­bi­lir­
sek, top­lum­sal ta­lep­le­ri de kar­şı­la­ma güç ve ce­sa­re­ti­ni ül­ke ola­rak
bu­lu­r uz. Bi­zim­le bir­lik­te do­ğup bü­yü­yen, ay­nı hak­la­ra sa­hip ol­du­ğu­
muz in­san­la­rın ana dil­le­ri­ni öğ­ren­me­le­ri­nin bi­ze de­ğil za­ra­rı, ka­ta­ca­ğı
59
çok şey var­dır.
Ken­di ye­tiş­tir­di­ği­miz de­ğer­le­rin 312 - 159. mad­de­le­r ile sus­tu­r ul­
ma­la­rı, hap­se atıl­ma­la­rı bel­ki gü­nü kur­tar­ma açı­sın­dan bir­kaç ki­şi­
nin si­ya­si he­sa­bı­na uy­gun ola­bi­lir ama ül­ke ge­le­ce­ği açı­sın­dan ne
ka­dar acı ve za­rar­lı ola­ca­ğı­nın tah­mi­ni bi­le güç­tür.
Mil­li­yet’ten Tun­cay Öz­kan’ın yaz­dık­la­rı­na bir ba­kın: "Hu­ku­ku­muz
can çe­ki­şi­yor. Ah­lâ­kı­mız, kül­tü­rü­müz gi­bi pa­ram­par­ça. Sos­yal ve
si­ya­sal ku­r um­la­rı­mız­da­ki tı­kan­ma ar­tık top­lum­sal ya­pı­mı­zı olum­suz
yön­de de­ğiş­ti­ri­yor... Yok­su­lun öf­ke do­lu ses­siz­li­ği, zen­gi­nin ala­tur­ka
ben­cil ka­pi­ta­liz­mi, bü­rok­rat­la si­ya­set­çi­nin oli­gar­şi­si bi­zim dü­ze­ni­mi­
zin ta ken­di­si de­ğil ­mi? Öy­le bir dev­let dü­şü­nün ki ver­gi dü­ze­ni­ni,
pa­ra sis­te­mi­ni, as­ke­ri ge­li­şi­mi­ni dı­şa­rı­dan et­ki­ler­le şe­kil­len­di­rip sür­
dür­sün. Eko­no­mik çö­züm di­ye sa­de­ce ver­gi da­yat­sın. IMF ne is­ti­yor­
sa ona gö­re dav­ran­sın."
"Önü­mü­ze da­ya­tı­lan Or­ta­do­ğu ve Kaf­kas­ya se­çe­nek­le­ri­ni unu­tup
idam ve Kürt­çe öğ­re­ti­mi ko­nu­la­rın­da ol­du­ğu­muz yer­de dö­nüp du­r u­
yo­r uz. Ben bir Türk’üm, Tür­ki­ye­li’­yim ül­ke­me, ulu­su­ma bağ­lı­yım.
Be­nim ne idam edil­mek is­te­nen Ab­dul­lah Öca­lan’dan, ne de öğ­re­til­
mek is­te­nen Kürt­çe­den en kü­çük bir kor­kum yok." "Türk­çe ve Türk
kül­tü­rü nok­ta­sın­da da­ha kay­gı­lı­yım. Tür­ki­ye’de han­gi­miz ço­cuk­la­rı­mı­
zı İn­gi­liz­ce ve di­ğer dil­le­rin bo­yun­du­r u­ğun­dan kur­ta­ra­bi­li­yor ki? Kürt­
ler ço­cuk­la­rı­na ­İn­gi­liz­ce ve­ya Türk­çe ye­ri­ne Kürt­çe mi öğ­ret­mek
is­te­ye­cek­ler?"
Bir de Star’da ya­zan Ali Şen’i oku­ya­lım: "Ya­sak­lar­la bir yer­le­re
va­rı­la­ca­ğı­nı san­mı­yo­r um. Ev­de ko­nuş­tuk­la­rı li­sa­nı okul­da oku­ya­ma­
yan­lar sis­te­mi hiç­bir za­man ka­bul et­mez­ler. En azın­dan iç­le­rin­den
öy­le dav­ra­nır­lar... ABD Kür­dis­tan’ı iki yıl ev­vel kur­du. Hal­ka açık
ko­nuş­mak mı iyi, yok­sa bu­gü­ne ka­dar ol­du­ğu gi­bi ger­çek­le­ri sak­la­
mak mı? Tür­ki­ye’yi yö­ne­ten­ler ar­tık halk­tan ger­çek­le­ri sak­la­ma­sın­
lar."
Tür­ki­ye’nin sı­kın­tı­sı ken­di gö­be­ği­ni ken­di­si­nin ke­se­me­me­sin­den
kay­nak­lan­mak­ta­dır. Evet her di­li ko­nu­şa­nı ken­di va­tan­da­şı bi­lip, her
dü­şün­ce­yi ta­şı­ya­nı ken­di de­ğe­ri ola­rak ka­bul edip, idam et­mek is­te­
di­ği va­tan­da­şı­nı ba­ğış­la­ya­rak si­ya­si dü­şün­ce­sin­den do­la­yı ce­za­lan­
dır­mak is­te­di­ği de­ğer­le­ri­ni ce­za­lan­dır­mak­tan vaz­geç­mek­ten baş­ka
yo­lu yok­tur. Yok­sa bü­tün so­r un­la­rı­nı dı­şar­ıdan da­ya­tı­la­rak çöz­me­ye
zor­lan­mak gi­bi bir du­r um­la kar­şı kar­şı­ya­dır. Öy­ley­se ül­ke­yi yö­ne­ten
60
söz­ sa­hi­bi olan­la­rın bu ül­ke so­r um­lu­lu­ğu­nu ta­şı­mak gi­bi bir de­ğe­ri
hak edip et­me­dik­le­ri or­ta­ya çı­ka­cak­tır. So­r un­la­r Tür­ki­ye’nin or­ta
ye­rin­de du­r u­yor. Çö­züm bek­li­yor.
Ken­di­miz için he­men, şim­di.
2002
61
Si­ya­se­tin an­la­mı ya da an­lam­sız­lı­ğı üze­ri­ne
Bu ül­ke­de ya­şa­yıp si­ya­si olay­la­rı yo­r um­la­mak­tan da­ha zor bir şey
ol­du­ğu­nu san­mı­yo­r um. Çün­kü ya­pı­lan iş­le­rin ne an­la­ma ya da
an­lam­sız­lı­ğa gel­di­ği­ni bi­le­mi­yo­r uz.
Tür­ki­ye Bü­yük Mil­let Mec­li­si ça­lı­şıp ye­ni ya­sa­lar çı­ka­rı­yor. Ama bu
ya­sa­la­rın ki­min işi­ne ya­ra­dı­ğı­nı he­nüz an­la­mış de­ği­liz.
RTÜK ya­sa­sı­nın Av­r u­pa Bir­li­ği norm­la­rı­na ay­kı­rı ol­du­ğu­nu Av­r u­pa
Bir­li­ği yet­ki­li­le­ri ifa­de et­ti­ği hal­de, Av­r u­pa Bir­li­ği ada­yı ol­ma ar­zu­sun­
da olan bir ül­ke­nin ya­sa­ma mec­li­si bu ya­sa­yı sor­gu­suz su­al­siz çı­ka­
rı­yor. Üs­te­lik bas­kı­lar uy­gu­la­ya­rak.
Sa­bah­la­ra ka­dar ça­lı­şa­rak uyum ya­sa­la­rı çı­ka­ran par­la­men­to
ni­çin şim­di kal­kıp uyum­suz­luk ya­sa­sı çı­ka­rı­yor? Bu­nu na­sıl yo­r um­la­
ya­lım der­si­niz?
Son­ra RTÜK ya­sa­sıy­la ay­nı za­man­da ele alı­nan "cum­hur­baş­ka­nı­
nın yet­ki­le­ri­nin kı­sıt­lan­ma­sı" öne­ri­si­ne ne der­si­niz? Bir­bir­le­riy­le bağ­
lan­tı­lı mı­dır?
Bir de kim­se­nin sa­hip çık­ma­dı­ğı bir Af Ya­sa­sı var ki sor­ma­yın git­
sin! Hep bir­lik­te af­fı ko­ta­rı­yor­lar, son­ra hep­si bir­den "ha­zım­sız­lık"
çe­ki­yor.
Bü­tün bun­la­rın "bin yıl de­vam ede­cek olan" 28 Şu­bat’ın de­va­mı
ol­du­ğu­nu bi­li­yo­r uz. Ama ya­pı­lan iş­ler­de bir hu­kuk man­tı­ğı, bir sil­si­le,
da­ha­sı bir "er­kek­lik" ol­ma­lı de­ğil mi?
Tür­ki­ye’de hu­ku­kun yok sa­yıl­dı­ğı bir si­ya­set an­la­yı­şı yer­leş­miş
bu­lu­nu­yor. Bu yan­lış an­la­yı­şı yer­leş­ti­re­bil­mek için en ge­rek­li un­sur
ola­rak med­ya kul­la­nı­lı­yor. O da da­ha şim­di­den teh­dit ve te­tik­çi­li­ği­ni
ger­çek­leş­tir­me­ye baş­la­mış du­r um­da.
Ye­ni RTÜK ya­sa­sı da­ha yü­rür­lü­ğe gir­me­miş­ken in­ter­net­te ya­yın
ya­pan, Bil­gi Üni­ver­si­te­si’ne ait “med­yak­ro­nik.com” si­te­si­nin ba­zı
hu­kuk­suz­luk­la­rın üze­ri­ne git­me­sin­den do­la­yı Üni­ver­si­te’­ye bas­kı
ya­pı­la­rak ka­pat­tı­rıl­mış ol­ma­sı, ye­ni RTÜK ya­sa­sı­nın ül­ke­miz için tam
62
bir fe­lâ­ket ol­du­ğu­nu an­la­ma­mız için ye­ter de ar­tar bi­le...
Si­ya­se­tin mil­let­ten bes­len­me­di­ği bir dö­nem­de­yiz. Onun için si­ya­
set ku­r u­mu mil­le­tin is­tek­le­ri­ni dik­ka­te al­mı­yor. Si­ya­set­çi­ler içe­ri­de
bir­bir­le­riy­le mü­ca­de­le eder­ken de si­ya­set ku­r u­mu­nun ge­rek­tir­dik­le­ri­
nin ye­ri­ne si­ya­set­dı­şı güç­le­ri dev­re­ye so­ka­rak si­ya­si ik­bal ka­zan­ma
pe­şin­de ko­şu­yor­lar. Her bi­ri­nin da­yan­dı­ğı bir güç oda­ğı var. Bir güç
oda­ğı­na da­yan­ma­dan si­ya­set yap­ma­ya kal­kan olur­sa da pi­ya­sa­ya
he­men bir "ka­set" sü­rü­lü­yor.
On­lar pi­ya­sa­ya ka­set sü­rer­ken hal­kın "pi­ya­sa­sı"nda ne­le­rin ol­du­
ğu ki­min umu­r un­da?
Sür­dü­rü­len hu­kuk­suz de­mok­ra­si (!) se­be­biy­le 5 yıl­da ül­ke­nin ne
ha­le gel­di­ği­ni hep be­ra­ber gö­rü­yo­r uz...
Ken­di­le­ri­ni ye­te­rin­ce hür his­set­me­yen top­lum­lar üre­te­mi­yor­lar.
Mil­li has­sa­si­yet ge­rek­ti­ren ko­nu­la­ra bi­gâ­ne ka­lı­yor­lar.
Mil­le­ti­ni ar­ka­sı­na ala­ma­yan bir ül­ke hiç­bir kri­zi at­la­ta­maz.
Şim­di­ye ka­dar his­le­ri­ne bir neb­ze ol­sun ter­cü­man ol­du­ğu ezil­miş
in­san­la­ra ar­tık ses­le­ri­ni du­yu­ra­cak­la­rı bir mik­ro­fo­nu da kal­ma­ya­cak
med­ya­nın.
Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nun en san­cı­lı dö­nem­le­rin­de, 18. Yüz­yı­
l’ın so­nu ve 19. Yüz­yı­l’ın ba­şın­da ya­şa­yan Ha­let Efen­di hak­kın­da
söy­le­ni­len bir be­yit, sa­nı­rım bu­gü­ne de ışık tu­tar ni­te­lik­te:
"Ne ken­di ey­le­di ra­hat, ne hal­ka ver­di hu­zur
Yı­kıl­dı git­ti ci­han­dan, da­yan­sın ehl-i ku­bûr."
2002
63
Aman­sız ta­kip...
Tür­ki­ye’nin gün­de­mi baş­dön­dü­rü­cü bir hız­la de­ği­şir­ken ay­da bir
ne­yi ya­ka­la­ya­bi­lir­sek onu ya­zı­yo­r uz. Bir ay sü­ren dün­ya ku­pa­sı maç­
la­rı­nı böy­le­ce ıs­ka­la­mış olu­yo­r uz. Hal­bu­ki ku­pa ve­si­le­siy­le fut­bo­lun
sa­de­ce fut­bol ol­ma­dı­ğı­nı, yal­nız­ca gö­rü­nen kıs­mıy­la, ya­ni 11+11
ki­şiy­le oy­nan­ma­dı­ğı­nı, Tür­ki­ye’de­ki fut­bo­lu da ya­zıp ko­nu­şa­cak­tık.
Ama şim­di akış hız­lan­dı, bu­nu ge­çi­yo­r uz...
Son­ra Av­r u­pa Bir­li­ği için­de bir Tür­ki­ye ye­ri­ne, Or­ta­do­ğu’da İs­ra­
il’in "stra­te­jik or­ta­ğı" ola­cak ve Irak’a ve di­ğer Or­ta­do­ğu ül­ke­le­ri­ne
iliş­kin Ame­ri­kan ha­re­kâ­tın­da bir "Ame­ri­kan As­ke­ri Üs­sü" ha­lin­de
iş­lev gö­re­cek bir Tür­ki­ye’den ya­na olan­la­rı ve Av­r u­pa Bir­li­ği’ne kar­şı
çı­kan­la­rı an­la­ta­ma­dık.
Hat­ta "Ame­ri­ka’nın ba­şın­da son de­re­ce dar gö­rüş­lü, küs­tah ve
az­gın­laş­mış bir yö­ne­ti­min bu­lun­ma­sı"ndan bah­se­den ve bun­dan
du­yu­lan ra­hat­sız­lık­la­rı an­la­tan Cen­giz Çan­dar’dan da bir ­şey­ler ya­za­
ma­dık.
Bil­der­berg ya­zı­la­rı­nı ke­yif­le oku­du­ğu­muz Ta­ha Kı­vanç’ın tes­pit­le­ri­
ni bi­le kö­şe­mi­ze ala­ma­dık.
Bü­tün bun­la­rın ya­nın­da si­ya­si, eko­no­mik ve top­lum­sal ha­yat öy­le
hız­lı akı­yor ki bu sı­ra si­ya­set, di­ğer­le­riy­le ara­yı epey aç­tı.
"Se­çim olur mu?" so­r u­la­rı­na, "Der­viş’i ta­kip edin, ken­di­si bir
si­ya­si par­ti­ye ‘in­ti­sap et­ti­ğin­de’ se­çim ya­kın­dır" di­ye ce­vap ve­ri­yor­
dum. Bu he­men he­men ol­du. Da­ha ile­ri de gi­dil­di. Ama se­çi­me böy­
le gün­düz gö­züy­le git­me­ye­cek­le­ri ke­sin­di. Bir ope­ras­yon ge­re­ki­yor­du.
İk­ti­da­rı elin­de tu­tan 3 par­ti­nin top­lam oyu yüz­de 12 ci­va­rın­da gö­rü­
nür­ken el­le­ri­ni kol­la­rı­nı sal­la­ya­rak se­çi­me git­me­le­ri bir in­ti­har ol­maz
mıy­dı?
Ge­re­ken ope­ras­yo­nun ilk aya­ğı yü­rür­lü­ğe kon­du. Bu, bel­ki baş­ka
şek­liy­le dü­şü­nü­lü­yor ola­bi­lir­di, ama ale­la­ce­le böy­le ol­du. Ope­ras­yo­
nun ar­ka­sın­da­ki ba­sın - med­ya ve en­tel­lek­tü­el des­te­ği­ni gö­rü­yor­su­
64
nuz. Ade­ta Tür­ki­ye’nin uf­ku­na "ye­ni bir par­ti doğ­du": Ye­ni Tür­ki­ye.
Li­de­ri de Kay­se­ri­li ya (!), doğ­r u­su iyi bo­ya vur­du­lar!
İyi iş­le­yen de­mok­ra­si­ler­de mu­ha­le­fet var­dır. Bu işi be­ce­re­me­yen
ik­ti­dar­lar gi­der, yer­le­ri­ni mu­ha­le­fe­te bı­ra­kır­lar. Kriz­ler de böy­le aşı­lır.
Fa­kat Tür­ki­ye’de be­ce­rik­siz ik­ti­da­rın al­ter­na­ti­fi­ni, ül­ke için çok acı
ol­sa da, ik­ti­dar için­den çı­kar­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar. Bu 28 Şu­bat’ın ge­tir­
miş ol­du­ğu halk­sız si­ya­set an­la­yı­şı­nın bir uzan­tı­sı­dır. Mil­li­yet Ga­ze­te­
si’nden Gün­gör Uras, İs­ma­il Cem’i şöy­le uya­rı­yor: "İs­tan­bul’da bir
köşk­ten bir ya­lı­ya do­la­na­rak iş çev­re­le­ri­ne ya­ran­ma, on­lar­dan ala­ca­
ğın ta­li­ma­ta gö­re po­li­ti­ka be­lir­le­me yan­lı­şı­na sa­kın düş­me­yin, İs­tan­
bul Tür­ki­ye de­ğil..." Cem de bu ak­la uya­rak Kay­se­ri’ye gi­di­yor. Son­
ra­sı ma­lûm! İş­te ül­ke­de hız­la de­vam eden si­ya­si ha­ya­tın ope­ras­yon­
lar kıs­mı baş­la­mış­tır. Öy­le ve­ya böy­le bir se­çi­me git­me­ye mec­bur
olan bir ül­ke­de, bu ül­ke Tür­ki­ye ise, bu tür oyun­la­rın de­va­mı­nı bek­
le­me­miz ge­re­ki­yor. İlk aya­ğı DSP’yi di­rilt­me ha­re­kâ­tıy­dı. Do­ğum
ya­par­ken an­ne öl­se de!
Şim­di se­çim­den ka­çış yok. Son­ra­sı­nı, bun­dan son­ra­sı­nı, ikin­ci,
üçün­cü ayak­la­rı­nı bek­le­ye­lim. Hal­kın kor­ku ve te­dir­gin­lik ve­ren
se­nar­yo­la­ra de­ğil, sağ­du­yu­lu ön­der­le­re, li­der­le­re ih­ti­ya­cı var. On­lar
hal­kın hu­zu­r u­na çık­tık­la­rı an­da far­k e­di­li­yor­lar. Öy­ley­se her­kes kar­şı
ta­ra­fı tah­rip et­me­ye de­ğil, ken­di ta­ra­fı­nı yük­selt­me­ye ça­lı­şır­sa top­
lum­sal ba­rış ken­di­li­ğin­den te­sis edi­lir.
2002
65
Sa­va­şa ta­raf ol­ma­yan hü­kü­me­te açık uya­rı!
8 Ocak’ta ga­ze­te­ci­le­re ve­ri­len Ge­nel­kur­may Re­sep­si­yo­nu’nda,
Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Org. Hil­mi Öz­kök’ün hü­kü­me­te yö­ne­lik açık­la­
ma­la­rı­nı bi­zim ba­sın ge­ne "mü­ta­re­ke ba­sı­nı" gi­bi kar­şı­la­dı.
Ba­zı ga­ze­te­ler "muh­tı­ra gi­bi", "as­ker­den ağır uya­rı" şek­lin­de
man­şet­ler at­tı. Ki­mi kö­şe ya­zar­la­rı da açık­la­ma­la­ra bü­yük des­tek
ver­di. Da­ha doğ­r u­su, ‘ir­ti­ca’ ko­nu­su ön­le­ri­ne ge­lin­ce "ga­ze­te­ci­li­ği
unu­tun, ir­ti­ca­ya ba­kın" uya­rı­la­rı­na uy­gun man­şet­ler atıp ya­zı­lar ka­le­
me al­dı­lar.
Ak­re­di­te ba­sın men­sup­la­rı­nın da­vet edil­di­ği re­sep­si­yon­da bu­lu­
nan­lar­dan sa­de­ce Ak­şam Ga­ze­te­si’nden Zül­fi­kâr Do­ğan, is­te­ni­le­nin
dı­şın­da bir de­ğer­len­dir­me ya­zı­sı ya­za­bil­di. Hem de "Ça­lı­şan ga­ze­te­
ci­ler, bö­lü­şen ga­ze­te­ci­ler, muh­tı­ra­cı ga­ze­te­ci­ler" gi­bi, tam da gö­rün­
tü­yü yan­sı­tan bir baş­lık­la...
Kok­teyl­de ya­pı­lan açık­la­ma­la­ra Baş­ba­kan Ab­dul­lah Gül’ün "Gö­re­
vi­min, yet­ki ve so­r um­lu­luk­la­rı­mın bi­lin­cin­de­yim. Ne­yi, ne­re­de, han­gi
ze­min­de ko­nu­şa­ca­ğı­mı bi­li­rim. Böy­le ko­nu­la­rı ba­sın ara­cı­lı­ğıy­la tar­
tış­mam" şek­lin­de­ki yak­la­şı­mı cid­di dev­let adam­lı­ğı kim­li­ği­ne uy­gun­
du. An­la­ya­na ve ce­vap ara­ya­na ‘to­kat gi­bi bir ce­vap’tı. Ve bun­la­rın
ne an­la­ma gel­di­ği­ni bil­di­ği iz­le­ni­mi­ni ver­me­si ba­kı­mın­dan da dik­kat
çe­ki­ciy­di. Çok açık ki, eğer ba­sı­nı­nın ak­tar­dık­la­rı­na ya da Org.
Öz­kök’ün ‘uya­rı met­ni­ne’ ta­kı­lıp ka­lır­sak so­nu­ca ula­şa­ma­yız.
Tür­ki­ye’nin eko­no­mik sı­kın­tı­la­rı, Kıb­rıs so­r u­nu, Irak’a yö­ne­lik
sa­vaş teh­li­ke­si var­ken 8 Ocak’ta gün­de­me so­kul­ma­ya ça­lı­şı­lan açık­
la­ma­lar an­la­şı­lır gi­bi de­ğil. Üs­te­lik Yük­sek As­ke­ri Şû­ra’nın üze­rin­den
bir hay­li za­man geç­miş­ken, Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Org. Öz­kök’ün
‘şerh’in yol aç­tı­ğı ra­hat­sız­lı­ğı bir ‘ir­ti­ca so­r u­nu’ şek­lin­de sun­ma­sı­nı
an­la­ya­bi­len be­ri gel­sin!
YAŞ’ın iki si­vil üye­si, Baş­ba­kan Gül ve Mil­li Sa­vun­ma Ba­ka­nı
Gö­nül hiç­bir me­saj kay­gı­sı ta­şı­ma­dan, or­du­nun iç di­sip­li­ni­ni boz­ma­
ya­cak de­mok­ra­tik en­di­şe­ler­le şerh düş­müş­ler­di. Ve bu şer­hi ba­sı­na
66
da sız­dır­ma­mış­lar­dı. Şerh­ten 3 gün son­ra bu olay ba­sı­na yan­sı­dı.
Her­kes çok iyi bi­li­yor ki, Baş­ba­kan Gül ve Mil­li Sa­vun­ma Ba­ka­nı
Gö­nül bu­lun­duk­la­rı mev­ki­inin bi­lin­cin­de ve di­ya­lo­ğu ön plan­da tu­tan
ki­şi­ler­dir. Bu yüz­den de ‘ir­ti­ca’ kav­ra­mıy­la he­def alı­na­cak ki­şi­ler
de­ğil­ler­dir...
Ay­rı­ca, as­ker­le­rin sü­rek­li her ko­nu­nun bir ko­nuş­ma ye­ri ol­du­ğu­nu
söy­le­dik­le­ri­ni ve “si­ya­si­le­rin ulu or­ta her şe­yi, her yer­de ko­nuş­ma­la­
rın­dan” şi­kâ­yet et­tik­le­ri­ni de bi­li­yo­r uz.
O hal­de or­ta­ya çı­kan bu du­r u­mu na­sıl de­ğer­len­di­re­ce­ğiz?
İs­ter­se­niz bu nok­ta­da Ga­ze­te­ci Feh­mi Ko­r u’ya ku­lak ve­re­lim.
"Öy­ley­se" di­yor Ko­r u 10 Ocak ta­rih­li ya­zı­sın­da, "şerh ko­nu­su­nu
med­ya pat­ron­la­rı­nın da­vet­li ol­du­ğu bir re­sep­si­yo­na ta­şı­ma­nın ve
ga­ze­te man­şet­le­ri­ne tır­man­dır­ma­nın ‘ras­yo­ne­li’ ne ola­bi­lir?"
"Özel­lik­le de şu sı­ra­da."
"Tür­ki­ye’nin sı­nır­la­rı ABD’nin Irak’a aça­ca­ğı sa­vaş yü­zün­den sım­
sı­cak. Was­hing­ton Tür­ki­ye’yi de ken­di ya­nın­da sa­va­şın içi­ne çek­mek
için ola­ğa­nüs­tü gay­ret gös­te­ri­yor. Hü­kü­met, ih­ti­lâ­fı ba­rış­çı yol­dan
çöz­me­ye ve ül­ke­yi en az za­rar­la bu ba­di­re­den çı­kar­ma­ya ça­lı­şı­yor.
As­ker­le si­ya­si ik­ti­da­rın en ya­kın dur­ma­la­rı, ya­kın de­ğil­ler­se bi­le ya­kın
ol­duk­la­rı gös­te­ri­sin­de bu­lun­ma­la­rı ge­re­ken gün­ler­den ge­çi­yo­r uz.
Org. Öz­kök’ün çı­kı­şı bu ba­kım­dan da so­r un­lu."
Yok­sa, Org. Öz­kök’ün açık­la­ma­la­rı doğ­r ul­tu­sun­da ba­sın­da ko­par­
tı­lan ir­ti­ca yay­ga­ra­la­rı, Irak’a yö­ne­lik sa­va­şa ta­raf ol­ma­yan hü­kü­me­
te açık bir uya­rı mı?
Tür­ki­ye, ‘Sa­vaş­tan son­ra Be­yaz Sa­ray’ın te­le­fon­la­rı­nın hep meş­
gûl ça­la­ca­ğı’ teh­di­di­ne pa­buç bı­ra­ka­cak mı?
2002
67
Hiç­bir ma­ze­ret, ba­şa­rı­nın ye­ri­ni tu­ta­maz
Ar­tık sa­vaş baş­la­dı. Bun­dan son­ra "Olur mu, ol­maz mı, ku­zey mi,
gü­ney mi?" tar­tış­ma­sı ye­ri­ne "Sa­va­şın ne za­man bi­te­ce­ği ve so­nuç­
la­rı­nın ne ge­ti­re­ce­ği" tar­tı­şı­la­cak.
Şu bir ke­re ke­sin, ABD ile Av­r u­pa’da ba­zı ül­ke­ler ara­sı­na, pet­rol
ve nü­fuz ça­tış­ma­sı gir­miş du­r um­da. Ame­ri­ka, bü­tün dün­ya­ya rağ­men
bu sa­va­şı baş­lat­tıy­sa so­nuç­la­rı­na da kat­la­na­cak­tır.
Ama, Irak kri­zi sü­re­cin­de, an­la­şı­lan o ki, bi­zim amaç­la­rı­mız­la
Ame­ri­ka’nın amaç­la­rı ters düş­müş­tür. Kar­şı­lık­lı is­tek­ler, mü­za­ke­re
aşa­ma­sın­da ba­zı ne­den­ler­den ötü­rü ye­te­rin­ce an­la­şı­la­ma­mış ya da
iki ta­raf için de yu­tul­ma­sı zor lok­ma­lar ha­lin­de su­nul­muş­tur.
An­cak, şu çok açık ki, el­li yıl­lık "dos­tu­muz" ve "stra­te­jik or­ta­ğı­
mız" ABD, Türk hal­kı­na ve yö­ne­ti­mi­ne gü­ven ver­mi­yor. Pek ta­bii ki
stra­te­jik or­tak­lı­ğın bü­yük ta­ra­fı ola­rak her şe­yi ken­di çı­kar­la­rı doğ­r ul­
tu­sun­da ku­r up gö­tür­mek is­ti­yor. Elin­de­ki tüm koz­la­rı tu­tup za­ma­nı
ge­lin­ce "el­li yıl­lık dos­tu­na" teh­dit un­su­r u ola­rak da­ya­tı­yor.
Bu­nu Ku­zey Irak, PKK, Çe­kiç Güç me­se­le­le­rin­de ga­yet açık­ça gör­
dük.
Ame­ri­ka’nın Se­si Rad­yo­su 1991’den be­ri Kürt­çe ya­yın ya­pı­yor.
1992 Nev­r uz’un­dan iti­ba­ren PKK Ame­ri­ka­lı­lar­ca "ay­rı­lık­çı ha­re­ket"
ola­rak sı­nıf­lan­dı­rıl­dı. ABD, "Çe­kiç Güç’ün sü­re­si­ni uzat­maz­sa­nız boş­
lu­ğu Kürt­ler’e si­lah ve­re­rek dol­du­r u­r uz" di­ye­rek bi­zi teh­dit et­miş­ti.
Ekim 1992’de­ki Ku­zey Irak ope­ras­yo­nu­na Ame­ri­ka­lı­lar tep­ki gös­ter­
miş; 14 ka­sım 1992’de An­ka­ra’da "Tür­ki­ye, Su­ri­ye ve İran­lı yet­ki­li­le­
rin ka­tı­lı­mıy­la ya­pı­lan top­lan­tı"dan ha­ber­dar edil­me­di­ği için ra­hat­sız­
lı­ğı­nı di­le ge­tir­miş­ti.
1993’te ya­yın­la­dık­la­rı ra­por­da Kürt­ler’e ay­rım­cı­lık ya­pıl­dı­ğı ve
Kürt­ler’in "et­nik azın­lık" ol­duk­la­rın­dan bah­se­dil­miş­ler­di. Ey­lül
1994’te Türk yet­ki­li­le­ri Kürt­ler’e kar­şı mü­ca­de­le­de, te­mel in­san hak­
la­rı ko­nu­su­na uy­ma­la­rı için açık­ça uyar­mış­lar­dı.
68
As­lın­da bü­tün ül­ke­ler bir­bir­le­ri­ne kar­şı or­tak­lık ve dost­luk sı­nır­la­
rı­nı ken­di çı­kar­la­rı doğ­r ul­tu­sun­da yü­rü­tü­yor­lar.
Bu­ra­ya ka­dar gel­dik­ten son­ra ya­pa­cak bir şey yok ar­tık, ile­ri­ye
bak­ma­mız, olan­lar­dan ül­ke­mi­ze fay­da çı­kar­ma­mız ge­re­ki­yor.
"Ame­ri­ka, olan­lar kar­şı­sın­da bi­zi def­ter­den si­le­cek ve­ya bi­ze bir
ders ve­re­cek" di­ye bek­le­ye­bi­li­riz. Sa­vaş du­r u­mun­da bu­nu pek yap­
ma­ya­bi­lir, ama Irak’ta ra­ha­ta ka­vu­şun­ca ya­pa­ca­ğı en önem­li şey,
IMF ve Dün­ya Ban­ka­sı ara­cı­lı­ğıy­la eko­no­mi­miz üze­rin­de oy­na­mak­tır.
Ön­ce­lik­le Türk Hü­kü­me­ti’nin bu­nun ön­lem­le­ri­ni al­ma­sı ve eko­no­
mi­mi­zi ken­di ayak­la­rı üze­rin­de du­r ur ha­le ge­tir­me­si ka­çı­nıl­maz­dır.
İkin­ci ola­rak da Irak’ta ne tür bir şe­kil­len­me ola­cak­tır? Bu şe­kil­
len­me­de Tür­ki­ye’ye bir rol dü­şe­cek mi­dir? Ku­zey Irak ay­rı dev­let mi
ola­cak yok­sa Irak bü­tün­lü­ğü için­de mi ka­la­cak­tır?
Tür­ki­ye’nin bu aşa­ma­da ar­tık çok faz­la ro­lü ola­ca­ğı­nı zan­net­mi­
yo­r um.
Bu cep­he­den ba­kın­ca, ilk tez­ke­re­nin geç­me­si ve Ame­ri­ka ile bir­
lik­te Ku­zey Irak’a gir­me­miş ol­ma­mız ül­ke­miz açı­sın­dan de­za­van­taj­lar
ge­tir­mek­te­dir.
Tür­ki­ye’nin as­ke­ri ve dış po­li­ti­ka­sı İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı’ndan bu
ya­na pa­sif ve yak­la­şım­sız de­vam edi­yor. 58. ve 59. Hü­kü­met ola­rak,
söy­lem­le­ri gü­zel baş­lat­tık, ama dış po­li­ti­ka­da bu­nun de­va­mı­nı ge­ti­
re­me­dik. An­ka­ra bü­rok­ra­si­si­ne tes­lim ol­duk.
1991 Kör­fez kri­zin­de ku­zey­den gir­me şan­sı­nı as­ker­ler eliy­le ge­ri
tep­tik. Şim­di ise ken­di mil­let­ve­kil­le­ri­miz eliy­le bu fır­sa­tı ka­çır­dık.
Yü­re­ği yuf­ka in­san­la­ra lâf an­lat­mak ger­çek­ten zor.
Sul­tan II. Ab­dül­ha­mit, "Müs­lü­man ka­nı dö­kül­me­sin" di­ye Se­la­
nik’ten ge­len Ha­re­ket Or­du­su’­na kar­şı as­ker çı­kar­ma­mış­tı. Ama bir
İm­pa­ra­tor­lu­ğun çö­küş sü­re­ci­ni baş­lat­mış­tı bu dav­ra­nı­şı. Şim­di bi­zim
far­kı­mız ne­dir bu­nun­la?
Bi­zim hü­kü­met ola­rak en önem­li der­di­miz, Türk in­sa­nı­nın ge­le­ce­
ği­ni si­ya­si, as­ke­ri ve eko­no­mik ola­rak ga­ran­ti al­tı­na al­mak­tır.
Ama şu an kar­şı­laş­tı­ğı­mız du­r um öy­le bir du­r um ki, dün­ya­nın han­
gi pak­tıy­la ha­re­ket et­ti­ği­miz bi­le bel­li de­ğil.
Tek ba­şı­mı­za mı­yız, tıp­kı ro­man­tik sa­vaş­çı Don­ki­şot gi­bi?
Sa­va­şın ne için­de­yiz ne dı­şın­da. İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı’nda da
69
sa­vaş bit­tik­ten son­ra Al­man­ya’ya harp ilân et­mi­şiz. Şim­di de far­kı
yok.
Kor­kak, pı­sı­rık bir dış po­li­ti­ka bi­zi bir ye­re ta­şı­ya­maz. Or­ta­do­ğu
ül­ke­le­ri­nin dost­lu­ğu düş­man­lı­ğı za­ma­na gö­re de­ği­şir. Biz ise çok ‘saf
bir po­li­ti­ka’ üre­ti­yo­r uz; ha­yır üret­mi­yor, va­r o­lan po­li­ti­ka­la­rın üs­tü­ne
ya­tı­yor, on­la­ra ma­r uz ka­lı­yo­r uz.
Son ola­rak si­ze bir şey ha­tır­lat­mak is­ti­yo­r um:
Cum­hu­ri­yet Halk Par­ti­si 50 yıl­dır ik­ti­da­ra ge­le­mi­yor. Ni­ye ge­le­mi­
yor? Çün­kü Türk hal­kı­nı 1940-50 yıl­la­rı ara­sın­da aç bı­rak­tı.
Bi­zim in­sa­nı­mız şe­hit olan oğ­lu­na, ölen ko­ca­sı­na, gi­dip gel­me­yen
ev­lâ­dı­na bir te­sel­li bu­lur; ama aç­lı­ğı, aç bı­ra­kıl­ma­yı unut­maz.
Ölüm mu­kad­der­dir, onu unu­tur. Ama aç­lık as­la ka­der de­ğil­dir ve
halk bu­nu as­la unut­maz.
İlk gö­re­vi­miz bu ül­ke­yi aç bı­rak­ma­mak, eko­no­mik kriz or­ta­mı­na
sok­ma­mak­tır.
Ümit ede­rim öy­le olur.
2003
70
Tür­ki­ye AB fon­la­rın­dan ya­rar­lan­ma­lı...
AB, üye ül­ke­le­rin ya­nı ­sı­ra aday ül­ke­ler ara­sın­da­ki böl­ge­sel ge­liş­
me fark­lı­lık­la­rı­nı ve den­ge­siz­lik­le­ri­ni azalt­mak ama­cıy­la da prog­ram­
lar uy­gu­lan­ma­sı­nı ön­gör­mek­te­dir. AB dü­ze­yin­de sür­dü­rü­le­bi­lir ge­liş­
me­nin ger­çek­leş­ti­ril­me­si için böl­ge­ler oluş­tu­r ul­mak­ta­dır. Bu ge­li­şi­
min en önem­li un­su­r u da hız­la yük­se­len "ye­rel­leş­me" ol­gu­su­dur.
Ka­tı mer­ke­zi­yet­çi bir yö­ne­tim ya­pı­sın­dan şef­faf ve ka­tı­lım­cı de­mok­
ra­si­ye ge­çiş­le bir­lik­te ye­rin­den yö­ne­tim tar­zı­nın Av­r u­pa’da güç­len­me­
si de AB için­de böl­ge­sel po­li­ti­ka­nın öne­mi­ni ar­tır­mak­ta­dır.
Böl­ge­sel ge­liş­me­de­ki fark ve den­ge­siz­lik­le­ri en aza in­dir­mek ve
ya­tı­rım ve kay­nak­la­rın adil da­ğı­lı­mı­nı ger­çek­leş­tir­mek için böl­ge­sel
po­li­ti­ka­lar ge­liş­tir­mek ge­rek­ti­ği­ni AB söy­le­mek­te­dir.
14 Ni­san 2003 ta­ri­hin­de ka­bul edi­len ka­tı­lım or­tak­lı­ğı bel­ge­si­nin
"üye­lik­ten kay­nak­la­nan yü­küm­lü­lük­le­ri üst­le­ne­bil­me ye­te­ne­ği" baş­lı­
ğı­ al­tın­da­ki bö­lüm­ler­den bi­ri­si de "Böl­ge­sel po­li­ti­ka ve ya­pı­sal araç­
la­rın ko­or­di­nas­yo­nu­dur"
Ya­ni "Ulu­sal Kal­kın­ma Pla­nı ve NUTS 2 dü­ze­yin­de böl­ge­sel kal­
kın­ma plan­la­rı ha­zır­lan­mak sû­re­tiy­le, böl­ge­sel fark­lı­lık­la­rı azalt­ma­yı
amaç­la­yan ­bir ulu­sal eko­no­mik ve sos­yal uyum po­li­ti­ka­sı­nın ge­liş­ti­
ril­me­si, ya­sal çer­çe­ve­nin ka­bû­lü, böl­ge­le­re yö­ne­lik ka­mu ya­tı­rım­la­rı­
nın kri­ter­le­ri­nin be­lir­len­me­si, böl­ge­sel kal­kın­ma­yı ger­çek­leş­ti­re­cek
ida­ri ya­pı­la­rın güç­len­di­ril­me­si"dir.
NUTS (İs­ta­tis­ti­ki Böl­ge­sel Bi­rim­ler Sı­nıf­lan­dır­ma­sı) ha­ri­ta­la­rı­nın
ikin­ci­si­ne gö­re Tür­ki­ye çe­şit­li alt böl­ge­le­re ay­rı­lı­yor.
AB üye ül­ke­ler­de­ki bö­ge­ler ve de­ği­şik sos­yal grup­lar ara­sın­da­ki
eşit­siz­li­ği ve den­ge­siz­li­ği azalt­mak için eko­no­mik ve sos­yal so­r un­la­
rın çö­zü­mü­ne fi­nans­man sağ­la­ma­ya yö­ne­lik 4 ya­pı­sal fon ge­liş­tir­
miş­tir.
Bu 4 ya­pı­sal fo­na 2000-2006 yıl­la­rı için AB büt­çe­sin­den top­lam
195 mil­yar Eu­ro ay­rıl­mış­tır.
71
Bu fon­la­rın ya­nı­sı­ra 4 ta­ne de AB Top­lu­luk Gi­ri­şi­mi fo­nu bu­lun­
mak­ta­dır.
AB, Or­ta ve Do­ğu Av­r u­pa’da­ki 10 aday ül­ke­nin, ka­tı­lım ta­ri­hle­ri­ne
ka­dar üç ma­li yar­dım prog­ra­mın­dan fon al­ma­sı­na ka­rar ver­miş­tir.
Şim­di Tür­ki­ye AB üye­si ol­ma­dı­ğı için ya­pı­sal fon­lar­dan, Or­ta ve
Do­ğu Av­r u­pa ül­ke­si ol­ma­dı­ğı için de di­ğer ma­li yar­dım­lar­dan ya­rar­la­
na­ma­mak­ta­dır.
Oy­sa Av­r u­pa Ko­mis­yo­nu’nun 1999’da­ki Tür­ki­ye İler­le­me Ra­po­
ru’nda "Tüm aday ül­ke­ler ara­sın­da en cid­di böl­ge­sel so­r un­la­r ya­şa­
mak­ta olan ül­ke Tür­ki­ye’dir" de­ğer­len­dir­me­si ya­pıl­mış­tır. Ra­por­da,
Tür­ki­ye’nin di­ğer aday ül­ke­le­rin ak­si­ne uzun yıl­lar­dır böl­ge­sel po­li­ti­ka
uy­gu­la­dı­ğı, an­cak bu po­li­ti­ka­nın bir mer­ke­zi plan­la­ma sis­te­mi çer­çe­
ve­sin­de ger­çek­leş­ti­ği ve "Bu ne­den­le, böl­ge­sel bo­yut, ka­mu ya­tı­rım
büt­çe­si­nin ön­ce­lik­le­ri açık­ça dik­ka­te alın­ma­mak­ta­dır." tes­pi­ti ya­pıl­
mış­tır.
AB’nin aday ve üye ül­ke­le­re kul­lan­dır­dı­ğı fon­lar­dan çe­şit­li ne­den­
ler­le ya­rar­la­na­ma­yan Tür­ki­ye’nin bir an ön­ce bu ne­den­le­ri or­ta­dan
kal­dı­rıp va­r o­lan yö­ne­tim ya­pı­sı­nı ve plan­la­ma an­la­yı­şı­nı ye­ni­den göz­
den ge­çir­me­li­dir. DPT’nin böl­ge­sel kal­kın­ma plan­la­rı­nı ya­pıp uy­gu­la­
ma aşa­ma­sı­na ge­tir­me­si­nin sağ­lan­ma­sı ül­ke ya­ra­rı­na ola­cak­tır.
2003
72
Film gi­bi...
Ba­zı si­ne­ma film­le­ri var­dır. Fil­min ba­şın­da aşık­lar bir­bi­ri­ne ka­vu­
şur, mut­lu­luk­tan uçar her­kes. Ama se­yir­ci bi­lir ki bi­raz­dan bir şey­ler
ola­cak­tır.
Avu­pa Bir­li­ği mük­te­se­ba­tı­nın üst­le­nil­me­si için Tür­ki­ye Ulu­sal
Prog­ra­mı TBMM’de gö­rü­şül­dü. Uyum ya­sa­la­rı 6. Pa­ket ola­rak geç­ti.
7. Pa­ket yol­da, kı­sa za­man­da ge­çe­cek Ya­sal ola­rak, iki yıl gi­bi kı­sa
bir za­man son­ra AB ai­le­si­nin “bir üye­si gi­bi” olu­yo­r uz. Uy­gu­la­ma ola­
rak bel­ki za­man ala­cak ve baş­la­dı­ğı­mız tak­dir­de de mü­za­ke­re­ler bir
on yıl de­vam ede­cek.
AB tak­vi­mi­ne 1952’den be­ri şöy­le bir ba­kar­sak, ne biz ül­ke ola­
rak bu ka­dar yak­laş­tık, ne de on­lar bi­ze böy­le­si­ne sı­cak bak­tı. Ama
şim­di öy­le bir ba­har mev­si­mi var ki, ade­ta da­ha ön­ce­sin­de AB’ye
alı­na­cak­mış gi­bi­yiz. Bir za­man­lar ABD Baş­ka­nı Bill Clin­ton Tür­ki­ye’­ye
gel­di­ğin­de bi­ze bir yol ha­ri­ta­sı ver­miş­ti. O ha­ri­ta­da si­lah­sız dün­ya
ba­rı­şı­na gi­di­yor­duk. Bü­tün dün­ya ül­ke­le­ri­nin in­san­la­rı bir umut bul­
muş­tu onun söz­le­rin­de ve ey­lem­le­rin­de.
Ama ABD’ye ye­ni bir baş­kan se­çil­di, ikiz ku­le­ler yı­kıl­dı, Af­ga­nis­
tan, Irak, İran der­ken ül­ke­ler sı­ra­ya di­zil­di. ABD’nin ar­tık öz­gür­lük
da­ğı­tan ve öz­gür­lük va­ad eden ül­ke ol­du­ğu­na kim­se inan­mı­yor. Türk
ka­mu­oyun­da­ki yay­gın ka­na­at, ABD’nin bir teh­dit ol­du­ğu ve oluş­tur­
du­ğu­dur. Bir öz­gür­lük abi­de­si ve umu­du olan ABD, 11 Ey­lül’de­ki iki
uçak sal­dı­rı­sıy­la alt üst ol­du. Tıp­kı cam bar­dak­lar­dan ya­pı­lan ku­le
gi­bi, alt­tan bir bar­dak çe­ki­yor­su­nuz ko­ca bar­dak ku­le­si şan­gır di­ye
dev­ri­li­yor. Bü­tün umut­lar­la be­ra­ber…
Şim­di top­ye­kûn top­lum ola­rak geç­mi­şi­miz­de­ki iş­ken­ce­le­ri, hak
hu­kuk ih­lâl­le­ri­ni, te­rör suç­la­rı­nı, za­bıt­la­rı, tu­ta­nak­la­rı te­miz­le­me­ye
ça­lı­şır­ken, eko­no­mik bat­mış­lı­ğı­mı­zı, hır­sız­lık­la­rı, hor­tum­la­ma­la­rı bir
da­ha gel­me­mek üze­re gön­de­rir­ken; AB ai­le­si­nin ya­sal bir üye­si ol­ma
yo­lun­da adım­lar atar­ken; içer­iden ve­ya dı­şar­ıdan 11 Ey­lül mi­sa­li bir
sa­bo­taj olur mu?
73
‘Fil­min ba­şın­da­ki mut­lu­luk bo­zu­lur mu?’ di­ye ina­nın ak­lım­dan
geç­mi­yor de­ğil. Kor­ku­yo­r um. Ya da Av­r u­pa’da AB yö­ne­ti­mi­ne ye­ni
bi­ri­le­ri ge­lip her­şe­yi alt üst ede­bi­lir mi?
Çün­kü bu­gün­ler­de ül­ke­yi “iki du­dak ara­sın­da” ida­re et­me­ye alış­
mış ze­vat­la bi­zi Av­r u­pa’­nın dı­şı­na it­me­ye ça­lı­şan Av­r u­pa­lı­lar boş
dur­maz di­ye kö­tü kö­tü dü­şün­ce­ler ge­çi­yor ak­lım­dan.
"AB, si­ya­sal ve eko­no­mik kri­ter­ler top­la­mı­nın çok öte­sin­de, in­sa­
noğ­lu­nun mut­lu­lu­ğu üze­ri­ne ve onun ne­re­dey­se her anı­nı içe­ren tüm
ya­şa­mı­nı ye­ni­den dü­zen­le­yen, ni­te­li­ği­ni ve ka­li­te­si­ni yük­sel­ten, sa­na­
yi son­ra­sı top­lum an­la­yı­şı­na uy­gun ha­le ge­ti­ren bü­yük bir dö­ne­
meç."
"Tür­ki­ye’nin AB pla­nı üye­lik sü­re­ci de­mek, dev­let­ten bi­re­ye, mer­
kez­den çev­re­ye tek ses­li­lik­ten ço­ğul­cu­lu­ğa ge­çiş de­mek­tir."
Tür­ki­ye’de tüm ku­r um­la­rın da zih­ni­ye­ti bu yön­de de­ği­şe­cek. Mev­
zu­atın söy­le­di­ği­ni de uy­gu­la­ma­cı da böy­le an­la­ya­cak.
Ko­lay de­ğil.
Film gi­bi.
2003
74
De­mok­ra­si çar­kı dö­nü­yor...
Mec­li­sin ta­ti­le gir­me­si de­mek, de­vam eden ha­ya­tın ta­ti­le gir­me­si
an­la­mı­na gel­mi­yor. Bu­nu bi­li­yo­r uz, öy­ley­se dün­ya­da ve Tür­ki­ye’de
ye­ni olay­lar ge­li­şi­yor; ye­ni yo­r um­lar, ye­ni tah­min­ler, ye­ni du­r uş­lar
ser­gi­le­ni­yor. Irak’ta ve Fi­lis­tin’de kan göv­de­yi gö­tü­rür­ken, bu kan
her­ke­se bu­la­şı­yor. Bu böl­ge­de otu­r up “ba­na bu­laş­maz” de­mek
ha­yal olu­yor.
Baş­ba­kan ye­ni AB he­def­le­ri için nok­ta zi­ya­ret­le­ri­ne baş­lı­yor. Ül­ke­
de top­lum­sal ba­rı­şın sür­me­si ve de­vam et­me­si için “Top­lu­ma ka­zan­
dır­ma ya­sa­sı” gi­bi ça­ba­lar sü­rü­yor. Ül­ke kay­nak­la­rı­nı da­ha iyi de­ğer­
len­di­rip kul­lan­mak ve ye­ni kay­nak ara­yış­la­rı çer­çe­ve­sin­de 2B de­ni­len
or­man vas­fı­nı kay­bet­miş yer­ler­le il­gi­li Ana­ya­sa de­ği­şik­li­ği Cum­hur­
baş­ka­nın­ca an­la­şı­la­ma­dı­ğın­dan ‘oku­nak­lı’ ve ‘an­la­şı­lır’ ola­rak de­ğiş­
ti­ril­me­si için Mec­li­s’e ge­ri gön­de­ri­li­yor.
Bu ara­da Re­cep Tay­yip Er­do­ğan, oğ­lu Nec­met­tin Bi­lâl’i ev­len­di­ri­
yor. Cum­hur­baş­kan­lı­ğı, As­ke­ri­ye ve CHP’den kim­se­ler or­ta­lık­ta
gö­rün­mü­yor. Oy­sa bi­zim mem­le­ket­te dü­ğün­ler bir ba­rış se­be­bi­dir.
An­cak dü­ğün sa­hi­bi kan­da­va­lın ya da düş­ma­nın­sa bir kal­leş­lik ya­pı­
la­ca­ğın­dan kor­kar, dü­ğü­ne git­mez­sin...
“Bu, dev­le­tin te­pe­sin­de Çan­ka­ya - As­ker - Hü­kû­met üç­ge­nin­de bir
ek­sik­lik, ak­sak­lık var” an­la­mı­na mı ge­lir de­sem, gü­ven­siz­lik ma­na­sı
mı çı­kar­sam, yok­sa ger­çek­ten or­ta­da bir ha­zım­sız­lık mı var?
Hem Hü­kû­met, hem de Baş­ba­kan bu so­ğuk­lu­ğu sa­bır­la her fır­
sat­ta aş­ma­ya gay­ret edi­yor. Bu­nu da her­han­gi bir mü­ba­la­ğa­ya düş­
me­den, va­kur bir şe­kil­de ya­pı­yor.
Ama özel­lik­le Cum­hur­baş­kan­lı­ğı ma­ka­mı bu ko­nu­da ade­ta sa­ğır
du­var gi­bi. Du­yar­da ce­vap ver­mez. Biz de saf saf dü­ğü­nü­mü­ze da­vet
eder, “Bi­raz ıs­rar eder­sek bel­ki yu­mu­şar da ge­lir” di­ye dü­şü­nü­rüz.
Öy­ley­se ba­zı şey­ler­de da­ha dik­kat­li ol­ma­mız, de­mok­ra­tik hu­kuk
dev­le­ti­ne ya­kı­şır ta­vır­la­rı­mız­la ve sü­rek­li ba­rı­şı ko­va­la­yan tu­tu­mu­
75
muz­la “sa­ğır du­var­la­rı” ıs­rar­la aşın­dır­ma­ya de­vam et­me­miz ge­rek­
mek­te­dir.
Ge­ri­ye bir ba­ka­lım; kim­ler gel­di, kim­ler geç­ti?
De­mok­ra­si çar­kı her­ke­si öğü­te öğü­te dö­nü­yor.
Tüm bu olan­la­rın bir öze­ti­ni Ver­so Araş­tır­ma Şir­ke­ti ver­miş­ti
ge­çen ay. Bu araş­tır­ma­da “hiç­bir za­man oy ver­me­ye­ce­ği­niz par­ti”
so­r u­su­na yüz­de 20’lik bir ke­sim, “AK Par­ti” di­yor. Bu oran, se­çim­le­
rin ön­ce­sin­de yüz­de 30’la­rın bi­raz üze­rin­dey­di.
Bu ne de­mek olu­yor?
Hal­kın yüz­de 80’i ya­pı­la­cak ilk se­çim­de, “AK Par­ti’ye oy ve­re­bi­li­
rim” di­yor. Ya­ni AK Par­ti Tür­ki­ye’de oy ve­ren in­san­lar­ın yüz­de 80’inin
“bi­rin­ci, ikin­ci ve­ya üçün­cü ola­rak ter­cih et­ti­ği par­ti­”dir.
3 Ka­sım 2002 se­çim­le­ri ön­ce­si bu oran, yüz­de 70’in al­tın­day­dı.
Öy­ley­se iz­le­di­ği­miz yol doğ­r u­dur. Se­çim­ler­den bu ya­na ge­çen
sü­re için­de, hal­kın gü­ve­ni­ni bi­raz da­ha ka­zan­mış bir Hü­kü­met ve
İk­ti­dar var.
Öy­ley­se ev­lât­la­rı­mı­zı ev­len­dir­me­ye de­vam...
Dü­ğü­nü­mü­ze ça­ğır­ma­ya de­vam...
Gel­me­yen­le­re küs­mek yok...
De­mok­ra­si­yi iş­le­te­lim ye­ter.
2003
76
Spor Yazıları
Yazıları
Spor
77
78
Kor­ku ve yo­rul­mak
“Bu­gün ne ya­za­lım” di­ye dü­şü­nüp du­r u­yo­r um. Haf­ta­nın spor olay­
la­rı­nı özet­le­mek çok ko­lay ka­çar di­ye bun­dan ka­çı­nı­yo­r um. İki it­fa­iye­
ci­nin 9 gün­lük has­ta­ne öy­kü­le­ri­nin ar­dın­dan top­ra­ğa ve­ri­li­şi­ni, yağ­
mur ve göz­yaş­la­rı ile bir­lik­te an­la­ta­bi­li­rim. Er­zin­cans­por­lu fut­bol­cu­la­
rın en ağır ye­nil­gi­le­ri­ni "tra­fik ca­na­va­rın­dan" al­ma­la­rı­nın dra­ma­tik
yo­r u­mu­nu ve iki fut­bol­cu ile bir yö­ne­ti­ci­nin so­ğuk ölüm­le­ri­ni ya­za­bi­li­
rim.
Trab­zon’da Yıl­maz Vu­ral’ın An­ka­ra­gü­cü ka­le­si­ne gir­me­yen bir top
son­ra­sı yü­zün­de­ki ifa­de­yi alıp Okoc­ha’nın sol aya­ğıy­la vur­du­ğu to­pun
Ga­la­ta­sa­ray ağ­la­rı­na çarp­tı­ğın­da Rıd­van’ın yü­zün­de­ki ifa­de ile kar­şı­
laş­tı­rıp bir öy­kü çı­ka­ra­bi­li­rim.
Bu­na, bir gol son­ra­sı Ra­sim Ka­ra’nın "kol işa­re­ti" ile Fa­tih
Te­rim’in "du­dak ke­mir­me­si­ni" or­tak edip ne­den ha­la Ku­şa­da­sıs­
por’un pu­an sa­hi­bi ola­ma­dı­ğı­nı bü­tün spor ya­zar­la­rı­na bu­ra­dan so­ra­
bi­li­rim.
Ve­ya Mür­sel Sön­mez kar­de­şim Ör­nek Ma­ha­lle­si’nden arı­yor,
ya­nın­da mut­la­ka Dr. Şe­fik var, yal­nız­ken bi­raz zor arar, ger­çi hiç yal­
nız kal­dı­ğı da va­ki de­ğil­dir. "Biz ki­mi öl­dü­re­lim" di­yor. Ge­çen gün­ler­
de yaz­dı­ğım bir ya­zı­yı ha­tır­la­tı­yor. "Fa­di­me­ler unu­tul­du" di­yor­lar.
Yor­gu­num ve ce­na­ze­den dön­düm. Be­de­nen yor­gun­luk bir­ şey
de­ğil. Ga­ze­te­ler, ha­ber­ler, te­le­viz­yon­lar, ame­ri­ca­lar, çe­vik olan­lar,
ol­ma­yan­lar, ayar­lar, ba­lans­lar… Bo­şu­na söy­le­mi­yor şa­ir:
"Öy­le yo­rul­dum ki yo­rul­dum dün­ya­yı ta­nı­mak­tan
Saç­la­rım çok yo­rul­du genç­lik uy­ku­la­rım­da"
As­lın­da çok yo­r u­lan­la­rın bir­ço­ğu bu dün­ya­yı ter­k e­di­yor­lar. So­kak­
lar­da afiş­le­ri ası­lı. “Evi­ta” di­ye bir film çek­miş ün­lü yö­net­men Alan
Par­ker. Ben, iş­te Ba­tı­lı­la­rın bu ka­fa­sı­nı an­la­mı­yo­r um. Fil­mi sey­re­den
bir­çok ki­şi bel­ki ­de ‘Bu film mü­zi­kal ola­rak çe­kil­me­liy­di’ di­ye­cek­tir.
Bir­ şe­yi an­cak bu ka­dar an­lam­sız­laş­tı­ra­bi­lir in­san eli. Hal­bu­ki öy­le
79
an­la­şı­lı­yor ki doğ­r u düz­gün bir film ya­pıl­say­dı, "Os­car da alır, ha­sı­lat
re­kor­la­rı da kı­rar" de­ni­le­cek bir öy­kü var. Ben ­de ümit­len­miş­tim. Yir­
mi kü­sür yıl­dır ti­yat­ro­lar­da mü­zi­ka­li var­dı bu öy­kü­nün.
Be­şik­taş’ın Ni­jer­ya­lı­sı Amo­kac­hi’nin ağ­zın­dan İs­lâm an­la­yı­şı­nı
an­la­tan üç beş ke­li­me­yi ala­rak, "inan­cın rek­la­mı ol­maz" di­ye "ders"
çı­ka­ran bir ga­ze­te aca­ba ne rek­la­mı ya­pı­yor der­si­niz. Her­hal­de traş
bı­ça­ğı rek­la­mı de­ğil.
Rıd­van ise bun­la­ra, bü­tün olan­la­r kar­şı­sın­da he­nüz genç ka­lı­yor.
Önün­de yıl­lar var. Fut­bol öy­le çok kar­ma­şık bir şey de de­ğil. Fut­bol­
dan an­la­mak için eko­no­mi ho­ca­sı ve­ya ya­za­rı ol­ma­ya ge­rek yok.
Fe­ner­bah­çe şam­pi­yon ol­ma­sa bi­le Rıd­van doğ­r u yol­da­dır, oyu­muz
onun­la­dır ve de­vam et­me­li­dir.
Ve ge­ne bir şi­ir:
"Kor­ku­lur bu şeh­rin ge­ce­le­rin­den
Ma­yın tar­la­sı­dır kal­dı­rım­lar
Flaş­lar pat­lar ma­sum ka­lır ci­na­yet­ler
Kor­ku­lur bu şeh­rin mey­dan­la­rın­dan her mev­sim
Acı­ma­sız­ca to­pa tu­tar so­luk be­niz­li­ler
Saç­la­rı da­ğı­nık ağ­zın­da ıs­lık şeh­re inen­le­ri."
1997
80
Has­ta­lık teş­hi­si
Bir se­zon bo­yun­ca ümit­le­ni­yor, ha­yal­ler ku­r u­yor­lar. Bay­rak­la­rı­nı
ütü­le­yip ha­zır­lı­yor, bel­ki de ar­tır­dık­la­rı üç - beş ku­r uş­la bay­rak­la­rı­nı
ye­ni­li­yor, şam­pi­yon­luk rü­ya­sı gö­rü­yor­lar. Yağ­mur - ça­mur de­me­den,
so­ğuk kış ay­la­rı­na al­dır­ma­dan, ba­zen ye­me­den, ço­ğu ke­re sı­cak bir
şey iç­me­den stad­yum­la­ra ko­şu­yor­lar. Çok ga­li­bi­yet­ler alı­yor, pek çok
mut­lu­luk­lar ya­şı­yor­lar. Ev­de has­ta ço­cuk­la­rı­nı ih­mal edi­yor, gün­düz
maç sey­re­dip ak­şam spor prog­ram­la­rın­da, ka­fa­sın­da­ki­ler­le uyu­şa­bi­
len bir ka­nal arı­yor, bir spor ya­za­rı so­r u­yor­lar, uzak­tan ku­man­da­la­
ra.
Lig­de kaç ta­kım var­sa, hep­si­nin içe­ri­sin­den yal­nız bi­ri­si şam­pi­yon
ola­bi­li­yor. Bu­nu da bi­li­yor­lar. Ba­zen te­le­viz­yo­nun bir yo­r u­mun­dan, bir
ga­ze­te­nin baş­lı­ğın­dan, bir spor ya­za­rı­nın iki sa­tı­rın­dan et­ki­le­ni­yor,
oto­büs taş­lı­yor, ta­raf­tar kav­ga­sı­na ka­rı­şı­yor­lar. Bı­çak­lı­la­rı - sa­tır­lı­la­rı
bun­la­rın ara­sın­da say­mı­yo­r uz za­ten. Bun­la­rın hep­si­ni ta­kım­la­rı­nın
şam­pi­yon­lu­ğu için ya­pı­yor­lar. Bi­raz­cık mut­lu ola­bil­mek için.
Ge­çen haf­ta İs­tan­bul ye­nil­gi­siy­le Ka­ra­de­niz’den Trab­zon, bu haf­
ta bir Ka­ra­de­niz­li­’nin yen­me­siy­le İs­tan­bul’dan Be­şik­taş şam­pi­yon­luk
şans­la­rı­nı ma­te­ma­tik ola­rak bel­ki de­ğil, ama ak­len ve tec­rü­be ile
an­la­şı­la­na gö­re kay­bet­ti­ler.
Şim­di Be­şik­taş ta­kı­mı­nın ta­raf­tar­la­rı­na dün­ya­lar ze­hir ol­du. Ye­me­
den - iç­me­den ke­sil­di­ler, uy­ku­la­rı kaç­tı, iş ve­rim­le­ri düş­tü. Da­ha­sı
alay ko­nu­su ol­du­lar. Za­ten ku­pa­da­ki kö­tü so­nuç yet­mez­miş gi­bi bir
de Sam­sun ye­nil­gi­si çık­tı.
Se­zon bo­yun­ca alı­nan ga­li­bi­yet­ler so­nu­cu ya­şa­nan mut­lu­luk­lar
unu­tul­du, ye­ri­ni ka­ram­sar­lı­ğa bı­rak­tı, dün­ya baş­la­rı­na yı­kıl­dı.
Dün­ya­ca ün­lü fut­bol­cu­la­rı, gol­cü­le­ri, fri­kik kral­la­rı… Ama hep­si
unu­tul­du.
He­def­le­ri şam­pi­yon­luk­tu, o da ol­ma­yın­ca ge­ri­de bir­ şey kal­ma­dı
git­ti.
81
İş­te ge­çen haf­ta fut­bol in­san­la­rı mut­suz edi­yor de­miş­tim. İş­te
Be­şik­taş ta­raf­tar­la­rı­nın ha­li. Ya­rın ay­nı ka­der, ya­rış­ta­ki di­ğer iki
ta­kım­dan bi­ri­si­nin ba­şı­na da mut­la­ka ge­le­cek. Çün­kü şam­pi­yon bir
ta­ne çı­ka­cak.
"Biz duy­gu­sal mil­le­tiz" te­ker­le­me­siy­le işin ko­la­yı­na ka­çıp sıy­rıl­
mak is­te­yi­şi­mi­zin, çok iyi bir­şey ol­ma­dı­ğı­nı bil­me­miz ge­re­ki­yor.
Has­ta top­lum­lar ne sağ­lık­lı ne­sil ye­tiş­ti­re­bi­lir ne de sağ­lık­lı üre­
tim ya­pa­bi­lir. Tür­ki­ye’nin yüz­de 70’in­den faz­la­sı fut­bol has­ta­sı di­ye­
bi­li­riz. Sağ­lık­lı ol­ma­sı ge­re­ken bir top­lum­da bu oran çok faz­la.
Bi­zim fut­bol ta­raf­tar­lı­ğı ile gös­ter­miş ol­du­ğu­muz ruh hâl­inin, ge­ri
kal­mış de­dik­le­ri top­lum tür­le­ri­nin alâ­met­le­rin­den ol­du­ğu­nu sa­nı­yo­
rum.
Be­şik­taş’a üzü­lü­yo­r um, en çok ta­raf­tar­la­rı­na üzü­lü­yo­r um. Ay­nı
şey, ge­le­cek haf­ta Fe­ner­bah­çe’ye ola­bi­lir. Ga­la­ta­sa­ray’a ol­ma­ya­ca­ğı­
nı kim ga­ran­ti eder?
Dert­le­ri­ne ça­re ara­yan bir top­lu­ma acil şi­fa­lar ve sağ­lık­lı gün­ler
di­li­yo­r um.
1997
82
Bir gün ge­li­riz
"Ulur aya kar­şı kir­li ça­kal­lar,
Ür­kek ür­kek ba­kar tav­şan­lar da­ğa.
Mo­nna Ro­sa bu­gün ben­de bir hal var
Yağ­mur iğ­ri iğ­ri dü­şer top­ra­ğa,
Ulur aya kar­şı kir­li ça­kal­lar."
Yağ­mur iğ­ri iğ­ri top­ra­ğa dü­şü­yor­du. Ga­ze­te say­fa­la­rı, fut­bol fiks­
tür­le­ri­nin son say­fa­la­rı ar­tık sar­mı­yor­du. Bu yıl ba­har da gel­mi­yor­du.
Ço­cuk­lar hız­la eşik­ler­den at­la­yıp so­kak ara­la­rı­nın toz­la­rı­na, ça­mu­r u­
na bu­la­na­mı­yor­du. Ben­de de bir hâl var­dı. Sa­bah göz­le­rim açıl­mak
is­te­mi­yor­du. Ya­zı­lar ter­sin­den akan ır­mak, şi­ir­ler ku­r u­muş de­re­ler
gi­biy­di.
Ko­ca­eli, Trab­zon’u ye­ni­yor, ku­pa­yı ha­va­ya kal­dı­rı­yor, ta­raf­tar­la­rı­nı
se­vin­di­ri­yor­du.
Fe­ner­bah­çe’nin bi­zi na­sıl se­vin­di­re­me­di­ği ge­çi­yor bir bir göz­le­ri­
min önün­den. Li­ge gi­rer­ken “açık ara bi­ti­rir” di­ye tah­min­ler yü­rüt­tü­
ğü­müz ta­kı­mın ha­li­ni gö­rü­yo­r uz: Ace­mi­ler man­ga­sı. Man­ga ola­cak
sa­yı­da adam da bu­la­maz­sın iç­le­rin­de.
Ga­ze­te­de ya­yın­lan­mış ya­zı­la­rı­mı ka­rış­tı­rı­yo­r um; baş­lık­la­rı­na, sa­tır
ara­la­rı­na göz ucuy­la ba­kı­yo­r um. Önü­me bir ışık gel­sin is­ti­yo­r um.
Dı­şar­ıda yağ­mu­r un se­si, ha­fif rüz­gâr­lı, iğ­ri iğ­ri dü­şü­rü­yor dam­la­la­rı.
Top­rak ses ve­ri­yor, ben­de ses yok. Mo­nna Ro­sa’dan Sis­ler Bul­va­
rı’na ge­çi­yo­r um.
83
"Sis­ler bul­va­rı­na ak­şam çök­müş­tü
Omuz­la­rı­mı­za çok­tan çök­müş­tü
Ke­sik bi­rer kol gi­bi yal­nız­dık
Dağ­lar­da ateş­ler yan­mı­yor­du
De­niz fe­ner­le­ri sön­müş­tü
Bir­bi­ri­mi­zin göz­le­ri­ni arı­yor­duk."
Göz ara­yıp dur­dum ak­şa­ma ka­dar. Göz­le­rin­den oku­ya­bi­le­cek,
göz­le­ri oku­na­cak..
Bu yıl ço­cuk­la­rı­mı­zı se­vin­di­re­me­ye­ce­ğiz. Fe­ner­bah­çe­li ço­cuk­lar
mah­çup, ya­nak­la­rı al al çı­ka­cak­lar so­ka­ğa -çı­kar­lar­sa-…
De­niz Ka­dı­köy’ün du­var­la­rı­na na­sıl çar­par­sa hırs­la, Sa­ray­bur­nu
ses ve­rir Hay­dar­pa­şa’ya. Ama na­fi­le bu yıl ba­har hiç gel­me­ye­cek.
Yağ­mur iğ­ri iğ­ri dü­şe­cek top­ra­ğa, dağ­la­ra hep kar ya­ğa­cak, ço­cuk­lar
üşü­ye­cek ge­ce­ler bo­yu. Biz hep ye­mi­ni­mi­ze sa­dık ka­la­ca­ğız. Et­ra­fı­
mı­za te­sel­li da­ğı­ta­rak ken­di­mi­zi avu­ta­ca­ğız.
Ya­zı­lar düz­gün dur­ma­ya­cak ki­tap say­fa­la­rın­da. Şi­ir­ler te­miz­le­me­
ye­cek da­ma­ğı­mız­da­ki pas­la­rı. Bi­ri­si fut­bol to­pu­nu gö­ğe doğ­r u şut­la­
yıp gön­de­re­cek, top bu yıl düş­me­ye­cek or­ta sa­ha­ya.
Biz ge­le­cek yı­lı bek­le­me­ye baş­la­dık şim­di­den.
Bay­rak­la­rı ütü­le­dik san­dı­ğa koy­duk, ço­cuk­la­rı avu­tup eve ka­pat­tık.
Çin Sed­di ka­dar sağ­lam ka­le­ler örüp bek­li­yo­r uz.
İlk­ba­ha­rın gel­me­si­ni bek­li­yo­r uz.
Biz ka­le­ler gi­bi umut­la bek­le­riz.
Bir gün biz ge­li­riz.
1997
84
Bi­raz du­man var
Ba­zen es­ki def­ter­le­ri ka­rış­tı­rı­rım. “Es­ki def­ter” de­di­ğim ger­çek­ten
es­ki def­ter­dir. Ka­rış­tı­rır­ken ara­sın­dan kâ­ğıt­lar çı­kar, ga­ze­te­ler­den
ke­sil­miş ya­zı par­ça­la­rı, re­sim­ler, not ya­zıl­mış kâ­ğıt­lar.
Şim­di önüm­de­ki bir def­te­ri­min ara­sın­dan 1988-1989 yı­lı­nın ilk
ya­rı fiks­tü­rü çık­tı. 21 Ağus­tos 1988’de Ri­ze - Fe­ner­bah­çe ma­çı­nın
al­tı­nı çiz­mi­şim. Fe­ner­bah­çe’nin bü­tün maç­la­rı­nın al­tı çi­zi­li. Ga­li­ba
Fe­ner­bah­çe’nin şam­pi­yon ol­du­ğu yıl­dı. Gol re­ko­r u kır­dı­ğı yıl. O yıl
Fe­ner­bah­çe’yi li­der bı­ra­kıp yurt dı­şı­na git­miş­tim. Şam­pi­yon­lu­ğu­nu on
gün son­ra eli­me ge­çir­di­ğim ga­ze­te­ler­den ağ­zım ku­lak­la­rım­da öğ­ren­
miş­tim.
Kâ­ğıt par­ça­la­rı ara­sın­da şi­ir müs­ved­de­le­ri var:
"Geç kal­dın sev­di­ğim
Çi­çek­ler aç­ma­dan
Kuş­lar yu­va yap­ma­dan ge­le­cek­tin
Geç kal­dın
Tren­ler kalk­ma­dan
Yol­lar toz du­man olup
Mev­sim­ler dön­me­den ge­le­cek­tin
Geç kal­dın
Par­ti­ler ku­rul­ma­dan
Cim­bom bi­zi yen­me­den
Sa­rı kır­mı­zı­lı bay­rak­lar
85
Gön­de­re çe­kil­me­den ge­le­cek­tin
Geç kal­dın." (1983)
12 Ey­lül’ün ar­dın­dan par­ti­le­rin ku­r ul­du­ğu, ha­ya­tın nor­ma­le dön­
me­ye baş­la­dı­ğı gün­ler­de, ga­li­ba Ga­la­ta­sa­ray Fe­ner­bah­çe’yi yen­miş,
bu da be­nim şi­iri­me gir­miş.
Bu­gün de tank ses­le­riy­le kar­şı­la­şı­yo­r uz.
Fe­ner­bah­çe’nin önü­müz­de­ki haf­ta Ga­la­ta­sa­ray’la ma­çı var. Aca­
ba her ­şe­ye ye­ni­den mi baş­lı­yo­r uz di­yo­r um.
İn­san­lar bir ka­şık su­da fır­tı­na ko­pa­rır­ken ga­li­ba en iyi­si, fut­bol
se­yir­ci­si ol­mak.
Ba­zen in­san­lar bü­tün ge­re­ke­ni yap­sa da, bü­tün ted­bir­le­ri­ni al­sa
da iş ola­ca­ğı­na va­rı­yor. Ka­der­de çi­zi­len olu­yor.
Eğer bi­ri­le­ri dar­be yap­ma­ya ni­yet­len­di­ler­se ya­par­lar.
Ted­bir­ler de ni­yet­le­ri de­ğiş­tir­mez.
As­lın­da bu­gün ku­pa maç­la­rın­dan ya­za­bi­lir­dim. Be­şik­taş’ın ga­li­bi­
ye­tin­den bah­se­de­bi­lir­dim. Ama Fe­ner­bah­çe’nin umur­sa­maz­lı­ğı­na,
vur­dum­duy­maz­lı­ğı­na kız­gı­nım. Ta­ham­mül ede­me­di­ğim için bu­gün
et­raf­ta do­la­şı­yo­r um, "or­ta sa­ha­ya" bir tür­lü gel­mek is­te­mi­yo­r um.
Bir ta­kım "göz gö­re gö­re" der­ler ya, iş­te öy­le ku­pa­dan elen­di, lig­
den de kop­mak üze­re. Bun­lar bin­ler­ce se­yir­ci­nin ve ta­raf­ta­rın göz­le­ri
önün­de ce­re­yan edi­yor. Ama bi­ri­le­ri ted­bir al­mı­yor. Onun için maç
ko­nu­su­na gir­mek is­te­mi­yo­r um.
Hem gün­de­mi­miz­de ye­te­ri ka­dar ko­nu var za­ten. Tak­sim Ca­mii,
kur­ban de­ri­si, Sin­can va­k­ası gi­bi ko­nu­lar var­ken spo­ra ne ha­cet!
"Be­nim bu şa­şı ka­ran­lı­ğa zor­la, zor­la­ya­rak
Tu­tuş­muş bir gül sı­kış­tır­mak boy­nu­mun bor­cu."
1997
86
Yol­cu­luk
Yol­cu­lu­ğu se­ve­rim. Se­ve­rim yol­cu­lu­ğu der­ken içim­de bir ür­per­ti
olu­yor. Yol­cu­lu­ğu de­ğil, se­ya­ha­ti de de­ğil, bir yer­le­ri gör­me­yi, ye­ni
yer­le­re git­me­yi ger­çek­ten sev­di­ği­mi söy­ler­ken, o yer­le­rin ba­na gel­
me­sin­den da­ha çok hoş­lan­dı­ğı­mı söy­le­dim ak­şam ev­de.
Son­ra ki­tap­lar, şi­ir­ler ka­rış­tır­dım.
Ce­mal Sü­re­ya’dan oku­yo­r um:
"Gü­lün tam or­ta­sın­da ağ­lı­yo­rum
Her ak­şam so­kak or­ta­sın­da öl­dük­çe
Önü­mü ar­ka­mı bil­mi­yo­rum
Azal­dı­ğı­nı du­yup du­yup ka­ran­lık­ta
Be­ni ayak­ta tu­tan göz­le­ri­nin"
Ko­nu yol­cu­luk­tan açıl­dı ya ben de­vam edi­yo­r um:
"Bil­mem şim­di ha­la bu ilk ko­can­da mı­sın?
Ha­la dağ­la­rı kar­lı Er­zin­can’da mı­sın?"
di­yor­ken A. Mu­hip Dı­ra­nas "Fah­ri­ye Ab­la"sın­da, ben Ca­hit Sıt­
kı’nın "Otuz­beş yaş"ının or­ta­sı­na dü­şü­yo­r um:
"Gök­yü­zü­nün baş­ka ren­gi de var­mış!
Geç far­ket­tim ta­şın sert ol­du­ğu­nu.
Su in­sa­nı bo­ğar ateş ya­kar­mış!
Her do­ğan gü­nün bir dert ol­du­ğu­nu,
İn­san bu ya­şa ge­lin­ce an­lar­mış."
Der­ken Or­han Ve­li kar­şı­dan çı­kı­yor:
87
"Ne­ler yap­ma­dık şu va­tan için!
Ki­mi­miz öl­dük;
Ki­mi­miz nu­tuk söy­le­dik."
di­ye­rek yol­cu­lu­ğa de­vam et­mek is­ti­yo­r um. Ama ben yo­la çık­mı­yo­
rum, yol­cu­luk önüm­den ge­çi­yor, ben se­ya­hat edi­yo­r um.
"Ayın yir­mi­dör­dün­de Na­iro­bi’de ol
İlk yağ­mur­lar­la bir­lik­te ge­le­ce­ğim
Eğer ben gel­mez­sem yağ­mur­lar ge­le­cek
Ote­lin pen­ce­re­sin­den du­ya­bi­lir­sin"
At­til­â İl­han böy­le di­yor bir yer­ler­de. “İş­te şim­di bul­dum” di­yo­r um
ge­zip gö­re­ce­ğim yer­le­ri. Yan­lış an­la­ma­yın he­nüz Na­iro­bi’ye git­me­ye
ni­yet et­me­dim. "Eğer ben gel­mez­sem yağ­mur­lar ge­le­cek" di­ye­rek
ver­di­ği umut, ba­na bu yol­cu­lu­ğum­da ye­ti­yor.
Yol­cu­luk ön­ce­si yağ­mur bir müj­de­dir be­nim için.
Fut­bol in­san­la­rı azı­cık mut­lu edi­yor, ço­ğu za­man mut­suz­luk ve­ri­
yor.
Bir yıl bo­yu maç ka­za­nan bir ta­kım bir maç­ta şam­pi­yon­lu­ğu ya da
ku­pa­yı kay­be­din­ce ka­zan­dık­la­rı­nın hiç an­la­mı kal­mı­yor. Trab­zons­por
se­ven­le­ri­ni bir ke­re da­ha ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­rat­tı ve üz­dü.
Ar­tık bu sa­at­ten son­ra te­sel­li de fay­da­sız on­lar için. İş­te ben de
fut­bol­dan ka­ça­rak bu­gün şi­ir­le­re yol­cu­luk yap­ma­ya ça­lış­tım. Ge­ne
bir şi­ir­le ve bu se­fer Se­zai Ka­ra­koç’la bi­ti­re­lim:
"Ölen dö­ner ve ça­ğı­rır
Gü­lün açı­şı gi­bi
Ba­har söy­le­me­ğe baş­lar
Eri­yen kar­lar­la bir­lik­te
Der­ken kır otun di­liy­le
Fı­sıl­dar di­ri­li­şi."
1997
88
İçin­den spor­cu ge­çen ya­zı
Şöy­le bir yok­lu­yo­r um zih­ni­mi; “ta­kı­mı­nı, ar­ka­daş­la­rı­nı sat­tı” de­ni­
len, on­lar hak­kın­da ko­nu­şan, kö­tü gün­de in­ti­kam duy­gu­la­rı­nı ga­ze­te
say­fa­la­rı­na dök­me ih­ti­ya­cı­nı his­se­den kim var di­ye.
Bir Ha­san var­dı. Fe­ner­bah­çe’den olay­lı bir şe­kil­de git­miş, iha­net­le
suç­lan­mış, fut­bol ha­ya­tı­da o gi­diş­le bit­miş­ti.
Ça­nak­ka­le Dar­da­nel­li En­gin bir TV prog­ra­mın­da es­ki ta­kım ar­ka­
daş­la­rı için "An­cak 4. ve­ya 5. olur­lar" di­ye­rek ken­din­ce aşa­ğı­la­dı.
Fe­ner­bah­çe­li Bü­lent, Ko­ca­eli’ne git­tik­ten son­ra bi­ri­le­ri aley­hi­ne
ko­nuş­ma­lar yap­tı.
Ge­çen­ler­de bir ga­ze­te­de Fey­yaz’ın "oyu­na ge­tir­il­di­ği” ya­zı­yor­du.
Ama es­ki yö­ne­ti­ci­le­ri­ne so­rar­san Be­şik­taş’ı "kü­çük dü­şür­müş­tü."
Fe­ner­bah­çe­li Oğuz git­tik­ten son­ra hiç ko­nuş­ma­dı.
Ga­la­ta­sa­ray­lı Ha­kan’ın ay­rıl­dı­ğı eşi aley­hi­ne ga­ze­te­ler­de be­yan­la­rı­
nı oku­yun­ca çok içer­le­miş­tim. "Kö­tü­de ol­sa anı­lar ara­nız­da kal­ma­lıy­
dı" di­ye hay­kır­mak bo­şu­nay­dı ar­tık.
Ba­zen sev­di­ği­niz ya da ta­nı­dı­ğı­nız iki in­sa­nın or­tak­lık­la­rı­nı boz­duk­
tan son­ra­ki kö­tü du­r um­la­rı in­sa­nı çok üzer.
Ga­li­ba top­lum ola­rak bu, bi­zim ek­sik ya­nı­mız. Ne ya­par­sak ya­pa­lım
in­ti­kam duy­gu­su, ye­di­ği­miz ek­me­ği, iç­ti­ği­miz kah­ve­yi unut­tu­r u­yor.
“As­lın­da biz böy­le de­ğil­dik” de­mek ge­li­yor içim­den.
Fa­di­me’ye ge­lin­ce, hem ken­di­si ko­nuş­tu bir­lik­te yat­tı­ğı in­san­la­rın
ar­ka­sın­dan, hem de ci­ğe­ri beş pa­ra et­mez so­kak ço­cuk­la­rı.
Dün ga­ze­te kö­şe­sin­de:
"- Ne de ol­sa kal­bim fe­sat ya" di­ye baş­la­mış.
"- Epey bi ço­ğu­nun"
"- Lan val­la ha­tun taş gi­bi"
"- Öte yan­dan Müs­lüm Ho­ca’yı dü­şü­nü­yo­r um"
89
"- O ma­lı çok­tan gö­tür­dü"
gi­bi düz­me­ce ve ger­çek­ten de fe­sat bir ada­m, bu­ra­ya alı­na­ma­ya­
cak ya­zı­lar yaz­dır­dı.
Her­hal­de hak­sız­lı­ğa uğ­ra­dı­ğı­nı ka­bul et­sek de et­me­sek de hiç­bir
gö­nül Fa­di­me’nin ve­fa­sız ol­ma­sı­nı is­te­mez­di.
TV’ler­den pa­ra al­mış ol­sa bi­le.
Akıl yü­rü­tüp zor­la ev­len­di ya da ev­len­me­di, is­pa­tı yap­ma­ya da ih­ti­
yaç yok­tur.
Bel­ki de Sul­tan­bey­li’de bir sey­yar sa­tı­cı­nın ço­cu­ğu ol­ma­k in­ti­kam
duy­gu­la­rı­nı ka­bar­tı­yor. Bu duy­gu­lar da ge­çi­ci ola­rak baş­ka dün­ya­la­ra
gö­tü­rü­yor.
Hiç kim­se Fa­di­me’ye ‘Oh ol­sun, iyi yap­tın kız’ de­me­ye­cek. Gün
ge­lip unu­tu­la­cak, ko­nuş­tuk­la­rıy­la baş­ba­şa ka­la­cak. Yum­r uk­la­dı­ğı
ma­sa­la­ra oturt­mak için çok­tan baş­ka Fa­di­me­le­r bu­la­cak­lar.
Fa­kat bun­la­rın ara­sın­da 13 Ocak gü­nü Ya­vuz Gök­men’in ya­zı­sın­da­
ki bir bö­lü­mü Fa­di­me’nin­ de oku­ma­sı­nı is­ter­dim. Oku­yun­ca in­sa­nın
ak­lı ba­şı­na ge­li­yor:
"As­lın­da ya­za­cak çok ko­nu var." di­ye dü­şü­nü­yo­r um. Söz­ge­li­mi
"Fa­di­me" baş­lık­lı bir ya­zı ya­za­bi­li­rim.
Bu ya­zı­da Fa­di­me’nin "ka­dın" ta­ra­fı­nı ele alır ve onun ada­mı­nı
na­sıl sat­tı­ğı­nı iş­le­ye­bi­li­rim.
"Ka­dın­la­rın bü­yük ço­ğun­lu­ğu, ada­mı­nı sat­maz" dü­şün­ce­si­ni sa­vu­
na­bi­li­rim.
"Ba­şı­nı ört­se ­de ört­me­se­ de ka­dın ka­dın­dır" gi­bi­le­rin­den bü­yük
lâf­lar ede­bi­li­rim.”
di­ye yaz­mış.
Ben ar­tık ne ya­za­bi­li­rim bu­nun üs­tü­ne.
Ya­zı­nın için­den fut­bol­cu da geç­ti, çok şü­kür.
İş­te si­ze bir spor ya­zı­sı.
Dağ­lar­da hay­van­la­rı "av" adı al­tın­da öl­dür­me­ye gi­den­le­rin ya­zı­la­rı,
spor say­fa­la­rın­da ya­yın­la­nı­yor­sa, be­nim yaz­dık­la­rım ni­ye spor ya­zı­sı
ol­ma­sın.
Biz ki­mi öl­dü­re­lim?
1997
90
Fut­bol bor­sa­sı
Fut­bo­lu; fut­bol ola­rak dü­şü­nen, or­ga­ni­ze eden ve oy­na­yan ül­ke­
ler­de, bu işin bor­sa­sı var. Ya­ni bir ta­kım şam­pi­yon ol­muş ve­ya ol­ma­
mış; çok şey de­ğiş­mez. Ta­kım­da oy­na­yan her fut­bol­cu­nun fi­ya­tı
he­men he­men bel­li­dir. "He­men he­men" di­yo­r um, çün­kü fi­ya­tın alt ve
üst sı­nır­la­rı var.
Bu­nun için Be­şik­taş­lı Amo­kac­hi, "Tür­ki­ye’de oy­na­dık­ça de­ğe­rim
dü­şü­yor" di­ye fer­yat edi­yor. Çün­kü Tür­ki­ye’de fut­bo­lun bor­sa­sı ol­ma­
dı­ğı gi­bi, fut­bol­cu­la­rın ger­çek de­ğe­ri de bel­li de­ğil.
Fe­ner­bah­çe­li Bo­liç’in fi­ya­tı ne ka­dar­dır?
Bu­nun ce­va­bı, Bo­liç’e gö­re fark­lı, Fe­ner­bah­çe’ye gö­re fark­lı, Av­r u­
pa’da da­ha fark­lı ola­cak­tır. Eğer Fe­ner­bah­çe şam­pi­yon ol­say­dı;
du­r um za­ten ta­ma­men fark­lı ola­cak­tı.
Tür­ki­ye’de eğer ger­çek­ten fut­bol ol­sa, pro­fes­yo­nel ku­lüp­ler bu işi
ge­re­ğin­ce yap­sa­lar; fut­bol­cu­la­rın de­ğer­le­ri, dün baş­ka, bu­gün baş­ka
ol­ma­ya­ca­ğı gi­bi; fut­bo­lu­muz­da­ki iniş çı­kış­lar da bu şe­kil­de ol­maz­dı.
Türk fut­bo­lun­da­ki sis­tem­siz­lik, ha­ba­bam­cı­lık ge­liş­me­yi ön­lü­yor.
Pro­fes­yo­nel dü­şün­ce yer­leş­mi­yor. Böy­le­ce bir trans­fer ah­lâ­kı da doğ­
ma­mış olup hiç­bir ku­lüp, fut­bol­cu­su­nun de­ğe­ri­ni ko­ya­mı­yor. Alı­cı­ya
gö­re fi­yat de­ği­şi­yor. Bir fut­bol­cu­ya 4 bü­yük­ler ta­lip­se fi­yat ta­va­na
vu­r u­yor, di­ğer ta­kım­lar is­te­di­ğin­de ma­kûl se­vi­ye­de sey­re­di­yor. Biz­de­
ki bu du­r um bi­r de es­ki Do­ğu Blo­ku de­ni­len ül­ke­ler­de gö­rü­lü­yor.
On­lar da alı­cı­ya gö­re fi­yat be­lir­le­yip gün gün fi­yat de­ğiş­ti­ri­yor­lar.
Şam­pi­yon olan ta­kı­mın fut­bol­cu­la­rı­nı gö­zü­müz­de bü­yü­tüp; di­ğer­
le­ri­ni ye­rin di­bi­ne ba­tır­ma has­ta­lı­ğı­mız, hem se­yir­ci, hem med­ya,
hem de fut­bol ida­re­ci­le­ri ta­ra­fın­dan te­da­vi­ye alın­ma­dı­ğı sü­re­ce, bu
böy­le gi­der.
Fut­bo­lu­mu­zun bir çok has­ta­lı­ğın­dan bi­ri­si de bu­dur.
1997
91
Bu bir ders ol­sun
Lig­le­rin so­nu­na ge­lir­ken ya­vaş ya­vaş yap­rak dö­kü­mü de baş­la­dı.
Ön­ce Trab­zon bı­rak­tı ken­di­si­ni. Dört göz­le ta­kip et­tik­le­ri­mi­zin sa­yı­sı
ar­tık dört de­ğil üç. Ço­ğu za­man duy­gu­la­rım be­ni ya­nıl­tır, çün­kü fut­
bol­da ola­ya bi­ta­raf ba­ka­mam. Onun için de­ğer­len­dir­me ha­ta­sı yap­tı­
ğım çok ol­muş­tur. Bun­la­rın içe­ri­sin­de ha­kem­li­ği ve şim­di de de­ğer­
len­dir­me­ler yap­tı­ğı te­le­viz­yon prog­ram­la­rı için bu­gün Er­man To­roğ­
lu’na hak ve­re­ce­ğim. Çün­kü ben hep şöy­le dü­şü­nür ve söy­ler­dim:
"Er­man To­roğ­lu de­ği­şik bir­ şey­ler ya­pıp söy­le­ye­yim di­ye ba­zı ta­kım­
la­rın ca­nı­nı yak­mış­tır. Sev­di­ği ha­kem­le­ri yer­den ye­re vu­r ur."
Ama te­le­viz­yon gö­rün­tü­le­rin­den iki haf­ta­dır İkin­ci Lig Play Off kar­
şı­laş­ma­la­rın­da çı­kan olay­la­rı gör­dük­çe Er­man To­roğ­lu’na hak ver­me­
mek müm­kün de­ğil. O han­gi ma­çı ida­re eder­se et­sin fut­bol oy­na­na­
cak sa­ha el­ve­riş­li de­ğil­se, ku­ral­la­ra ay­kı­rı bir olay var ise ma­çı
ke­sin­lik­le baş­lat­maz­dı.
Ge­çen haf­ta­ki Ri­ze - Mer­sin ma­çın­da sa­ha­nın içe­ri­sin­de bir stad
do­lu­su in­sa­nın ne işi var­dı? Hem­de si­lah­lı adam­lar ne gö­rev ya­par­
lar ora­da, kim­se bil­mi­yor­du.
Ev­vel­ki haf­ta Di­yar­ba­kır’da mey­da­na ge­len olay­lar bu­nun bir ben­
ze­riy­di. Da­ha ön­ce Kay­se­ri’de bas­ket ma­çın­da si­lah çe­ken ku­lüp
baş­ka­nı, ay­nı za­man­da mil­le­tin­ de ve­kâ­le­ti­ni al­mış­tı. As­lın­da iş
ta­ma­men ha­kem­le­re ait de­ğil. Eğ­ri otu­r up doğ­r u ko­nu­şa­cak olur­sak,
ikin­ci li­gin sta­tü­sü ge­re­ği pla­y-off de­ni­len bir uy­gu­la­ma­sı var. Bu
uy­gu­la­ma li­ge çok he­ye­can ge­tir­di. Maç­lar haf­ta­lar ön­ce­sin­de za­ten
ko­nu­şu­la ko­nu­şu­la o şeh­ri stre­se so­ku­yor. Yö­ne­ti­ci­ler, tek­nik he­yet­
ve fut­bol­cu­lar şart­la­nı­yor­lar. Ay­kı­rı bir du­r u­mu da hiç­bi­ri­si kal­dı­ra­mı­
yor. İkin­ci li­gin du­r u­mu şu an­da bi­rin­ci lig­den da­ha önem­li bu ağır­lı­ğı
ile. Ama ge­rek fe­de­ras­yon, ge­rek­se pla­y-off’ta oy­na­yan il­le­rin ida­re­
ci­le­ri bu ağır­lı­ğın ve so­r um­lu­lu­ğun he­nüz far­kın­da de­ğil­ler. Da­ha
va­him olay­lar mey­da­na gel­me­den bir­ta­kım ted­bir­ler aci­len alın­ma­lı­
dır. Ne­dir bun­lar?
92
Ön­ce­lik­le maç­la­ra Tür­ki­ye’nin en iyi ha­kem­le­ri ve­ril­me­li.
Maç­la­ra te­le­viz­yon ya­yı­nı ge­ti­ril­me­li. Özel­lik­le kri­tik maç­lar­da
bu­nun sağ­lan­ma­sı, o şe­hir­de­ki tan­si­yo­nu dü­şü­re­cek, bü­tün Tür­ki­
ye’nin sey­re­de­ce­ği bir maç­ta her­kes da­ha dik­kat­li ola­cak­tır.
Ha­kem­ler sa­ha içe­ri­sin­de maç­tan ön­ce­ki ku­ral­la­rı, Er­man To­roğ­lu
gi­bi uy­gu­la­ma­lı­dır. Ma­çın oy­na­na­ca­ğı ilin mül­ki amir­le­ri işin cid­di­ye­ti­
ni ar­tık far­k et­me­li­ler. Bir de ya­pı­lan­lar ce­za­sız kal­ma­ma­lı.
Meş­hur Ka­ra­de­niz­li fık­ra­sı, ölür­ken ya da idam edi­lir­ken ken­di­si­
ne sor­muş­lar son söz­le­ri­nin ne ola­ca­ğı hak­kın­da: "Bu ba­na ders
ol­sun" de­miş.
Biz bu­nu de­me­den bir­şey­ler ya­pa­lım di­yo­r um.
1997
93
Han­gi­si kop­ya?
"Ka­nar­ya gi­bi­sin kar­de­şim
Ka­nar­ya­la­rın te­lâ­şı için­de­sin.
… ve ade­ta mağ­ru­r ko­şar­sın sah­ne­ye
Yor­gun­sak, al kan­lar için­dey­sek
Ve üzüm gi­bi ezi­li­yor­sak
Ka­ba­hat se­nin.
De­me­ğe di­lim var­mı­yor ama,
Ka­ba­ha­tin ço­ğu se­nin, ca­nım kar­de­şim."
Son gün­le­rin il­ginç gün­dem­le­rin­den bi­ri de şu ma­lûm "kop­ya
ko­yun" me­se­le­si­dir. İs­koç­ya’nın Edin­burg ka­sa­ba­sı ya­kın­la­rın­da
Ros­lin Ens­ti­tü­sü’nde ye­tiş­kin bir ko­yun­dan hüc­re nak­liy­le o ko­yu­nun
özel­lik­le­ri­ni ta­şı­yan bir ku­zu üre­til­miş.
Şim­di dün­ya­da bu fay­da­lı mı za­rar­lı mı tar­tış­ma­sı ya­pı­lır­ken bir
ha­ber uçu­yor ga­ze­te say­fa­la­rı­na, "in­san kop­ya­sı" ya­pıl­dı di­ye. Şim­di
bi­ri­si bit­me­den öbü­rü­nü ir­de­le­yin. Acep ne olur? Bi­ri­le­ri "teh­li­ke­li
olur", ah­lâ­ka uy­maz der­ken in­sa­nın he­nüz kop­ya­lan­ma­dı­ğı an­la­şı­lı­
yor.
Ol­sun, far­k et­mez bi­zim için. Tür­ki­ye’de bir­bi­ri­nin ben­ze­ri o ka­dar
in­san var ki, han­gi­si asıl, kop­ya kim val­la­hi an­la­ya­maz­sı­nız. Son gün­
ler­de as­ke­ri öy­le çok da­vet eden­ var ki, şa­şır­ma­mak el­de de­ğil.
Hep­si­nin ge­rek­çe­si bir, kor­ku­la­rı, yek­vü­cut ha­lin­de he­de­fe ki­lit­len­di­
ler. Amaç bu ise bi­zim kop­ya­la­ma­ya fa­lân ih­ti­ya­cı­mız kal­ma­dı git­ti.
Za­ten bun­lar bir­bi­ri­ne ben­ze­yip du­r u­yor­lar. Ak­şam ön­ce Fe­ner­
bah­çe - Ga­la­ta­sa­ray ku­pa ma­çı­nı, ar­dın­dan Bar­se­lo­na - A. Mad­rit
İs­pan­ya Ku­pa­sı ma­çı­nı sey­ret­tim. Fe­ner­bah­çe 3 gol yi­ye­rek ye­nil­di.
Bar­se­lo­na ken­di sa­ha­sın­da ilk ya­rı­yı 3-0 ye­nik ka­pa­ma­sı­na rağ­men
94
ikin­ci ya­rı­yı 5-4 ön­de bi­ti­re­rek tur at­la­dı. Ara­da­ki far­kı, oy­na­nan oyu­
nun fark­lı­lı­ğı­nı iz­le­dik­ten son­ra, in­sa­nın Tür­ki­ye’de bı­ra­kın ya­zı yaz­
ma­yı, fut­bol­la il­gi­len­me­si ka­dar ko­mik bir şey ol­ma­dı­ğı­nı an­lı­yo­r um.
Ve dü­şü­nü­yo­r um, bi­zim Tür­ki­ye’de oy­na­nan fut­bo­lu kim ne­re­den
kop­ya­la­dı?
As­lın­da sa­de­ce fut­bol­da de­ğil, dev­le­tin ve hal­kın kur­muş ol­du­ğu
bü­tün ku­r um­lar­da sis­tem­siz­lik, ba­şı­bo­zuk­luk, di­sip­lin­siz­lik ha­kim
ol­muş. Bu­nu her ka­de­me­de ve adı­mı­nı­zı at­tı­ğı­nız her so­kak ba­şın­da
gö­re­bi­lir­si­niz.
Be­ğen­me­sek, ya­vaş oy­nu­yor­lar­dı de­sek de iki yıl­dır Fe­ner­bah­
çe’de ger­çek­ten bir sis­tem var­dı. De­fans­ta baş­la­ya­ıp or­ta sa­ha­da
de­vam eden sa­bır­lı pas­laş­ma­lar­la oyu­nu kont­rol al­tı­na al­ma, ra­ki­bin
hü­cum­la­rın­da ise ona ra­hat pas ata­cak alan bı­rak­ma­yan or­ta sa­ha
- de­fans bü­tün­leş­me­si ile ga­ran­ti­li sa­vun­ma an­la­yı­şı ter­k e­dil­di.
Bu sis­tem içe­ri­sin­de tek tek ade­ta dev­le­şen oyun­cu­lar, şim­di­ki
sis­tem­siz­lik­te kü­çül­dü­ler, ba­sit sı­ra­dan bi­rer oyun­cu ha­li­ne gel­di­ler.
Bel­ki de tek ha­ta­sı Bo­liç ile Saf­fet’in form­suz oluş­la­rın­dan gol
ata­ma­yış­la­rı iken şim­di bü­tün ta­kı­mın iyi ol­ma­dı­ğı­nı gö­rü­yo­r uz. İş­te
Fe­ner­bah­çe’nin bu sis­te­mi, sa­ğol­sun Rıd­van sa­ye­sin­de üç haf­ta­da
bo­zul­du ve Fe­ner­bah­çe sı­ra­dan bir ta­kım ol­du. Hal­bu­ki bu ta­kım
Av­r u­pa’nın dev­le­ri­ni di­ze ge­tir­miş­ti. Ade­ta on­la­ra gol ata­cak po­zis­
yon fır­sa­tı ver­me­miş­ti.
Ar­tık be­nim bir­ şey söy­le­me­me ge­rek yok­. Na­zım Hik­met, baş­ta
al­dı­ğım diz­e­le­rin­de ka­ba­ha­tin ço­ğu­nun kim­de ol­du­ğu­nu açık bir dil­le
an­lat­mış.
An­la­ya­na bu da ye­ter.
1997
95
Fut­bol oyu­nu
“Kırk yıl sır­tın­da ta­şır­sın, bir ke­re in­dir­di­ğin­de kö­tü olur­sun” di­ye,
meş­hur ata­sö­zü var ya; bu da öy­le bir şey.
Ser­gen, Be­şik­taş’ı kö­tü gün­le­rin­de sır­tın­da ta­şı­dı, Be­şik­taş da
Ser­gen’i kö­tü gün­le­rin­de sır­tın­da ta­şı­dı bu­ra­ya ka­dar gel­di­ler. Ama
ne ol­duy­sa bir­den ­bi­re si­gor­ta­lar at­tı.
Bir maç­ta Ser­gen, Be­şik­taş’ı ta­şı­ya­ma­yın­ca, Be­şik­taş da onu
sır­tın­dan at­tı.
Var as­lın­da fut­bol ta­ri­hi­miz­de ip­le­rin kop­tu­ğu an­lar. Bun­lar da­ha
çok "afo­roz" di­ye ni­te­len­di­re­ce­ği­miz tek ta­raf­lı ce­za­lar­dı. “Rıd­van”
ör­ne­ği bun­lar­dan bi­riy­di. Fa­kat bu se­fer­ki fark­lı bo­yut­ta sey­ret­ti. Her
za­man­ki gi­bi Be­şik­taş’ın bir yö­ne­ti­ci­si, fa­tu­ra­yı Ser­gen’e kes­ti. Bu
fa­tu­ra Ser­gen’e ilk de­fa da ke­sil­mi­yor.
Ser­gen öy­le ahım şa­hım bir oyun da oy­na­ma­dı. İşin il­ginç ta­ra­fı
Ser­gen bu ce­sa­re­ti ne­re­den ve kim­den alı­yor da "rest"le­şi­yor. Ben
pek ha­tır­la­mı­yo­r um fut­bol ta­ri­hin­de böy­le bir şe­yin ol­du­ğu­nu.
Be­şik­taş­lı fut­bol­cu­ya so­rar­sa­nız, ka­ba­hat­ler iki yıl­dır sü­rek­li ken­
di­si­ne bu­lu­nu­yor, fa­tu­ra­lar ke­si­li­yor; so­nun­da o da da­ya­na­ma­yıp
ken­di­si­ni sa­vun­mak zo­r un­da kal­mış, otuz­mil­yar pa­ra­sı da yok­muş,
Er­dal abi­si öder­miş fa­lân fi­lân…
Si­zin an­la­ya­ca­ğı­nız bu ço­cuk ya çok saf ya da sır­tı­nı bir ye­re da­ya­
dı, bi­ri­le­riy­le söz kes­ti. Bu da önü­müz­de­ki gün­ler­de gö­rü­le­cek­tir.
Sa­lı gün­kü ya­zım­da fut­bol se­yir­ci­mi­zin "has­ta" ol­du­ğu­nu yaz­mış­
tım. Me­ğer sa­de­ce se­yir­ci­miz de­ğil, yö­ne­ti­ci­le­ri­miz ve en faz­la da
fut­bol­cu­la­rı­mız has­tay­mış da, bi­zim ha­be­ri­miz yok­muş.
Tür­ki­ye fut­bo­lun­da­ki sis­tem­siz­lik, ku­lüp­le­rin sis­tem­siz­li­ğin­den
kay­nak­la­nı­yor. Adı­na ‘pro­fes­yo­nel fut­bol’ de­nse­ de ku­lüp­ler ama­tör
ka­fa­lar­ca yö­ne­ti­li­yor. Pro­fes­yo­nel fut­bol­cu­dan bah­se­di­li­yor ama
on­lar­dan ama­tör fut­bol­cu ol­ma­sı­nı is­ti­yo­r uz. Ye­nil­gi anın­da işi pa­ray­
la çöz­mek var­ken "ruh­suz­lar"dan baş­lı­yor, "vic­dan­sız"lar­dan çı­kı­yo­
96
ruz. Se­yir­ci­miz öy­le­si­ne yan­lış yön­len­di­ri­li­yor ki ken­di ta­kım oyun­cu­
la­rı­nı "va­tan ha­ini" ilân edi­yor­lar. Fut­bol­cu da bu be­nim işim de­yip
işi­ne önem ver­mi­yor, yö­ne­ti­ci­ler iş­le­ri­ne gel­di­ğin­de fut­bol­cu­su­na
ama­tör bir ruh yük­le­me­ye, va­tan mil­let ede­bi­ya­tı­na sa­rı­lı­yor, ak­si
tak­dir­de pro­fes­yo­nel fut­bol­cu­nun va­sıf­la­rın­dan dem vu­r u­yor­lar.
An­la­ya­ca­ğı­nız, Ser­gen bir kur­ban, uya­nık bir kur­ban. Fut­bol za­ten
bir oyun de­ğil mi?
1997
97
Fut­bol pa­za­rı
Her yıl bu mev­si­me ge­lin­di­ğin­de fut­bol pi­ya­sa­sı açıl­ma­ya baş­lar.
Alın­ma - sa­tıl­ma de­di­ko­du­la­rı bir­bi­ri­ni ko­va­lar.
Tür­ki­ye’de­ki ya­ban­cı fut­bol­cu­la­rın bir­ço­ğu fut­bol sim­sar­la­rı ara­cı­
lı­ğıy­la pi­ya­sa­ya as­pa­ra­gas ha­ber­ler uçu­r ur­lar. Fa­lan­ca­yı İtal­ya’nın
meş­hur ku­lü­bü is­ti­yor, fi­lan­ca­yı İn­gil­te­re’den bek­li­yor­lar, bil­mem
ki­min Al­man dü­nür­le­ri Ka­pı­ku­le’den içe­ri gir­miş bi­le.
Bi­zim ta­kım­la­rın ida­re­ci­le­ri de "Bi­zim fut­bol­cu­muz ney­miş de
ha­be­ri­miz yok­muş, aman eli­miz­den ka­çır­ma­ya­lım" di­ye­rek, ba­sar­lar
im­za­yı. Ho­op gel­sin do­lar­lar, mark­lar ba­sıl­sın im­za­lar.
Bun­la­rı de­fa­lar­ca te­le­viz­yon­la­rın mi­zah prog­ram­la­rın­dan ve­ya
si­ne­ma film­le­rin­den iz­le­dik. Bu tür fut­bol­cu­lar ge­nel­lik­le Av­r u­pa’nın
ar­tık işe ya­ra­ma­yan ka­tı atık­la­rıy­dı.
Son bir­kaç yıl­da ve özel­lik­le Ali Şen ile bir­lik­te üç İs­tan­bul ku­lü­bü
ar­tık ka­las oyun­cu ye­ri­ne ger­çek­ten klas oyun­cu­la­rı ter­cih et­me­ye
baş­la­dı­lar. Be­şik­taş’ın Walsh am­ca­sı, Fe­ner­bah­çe’nin Be­go­viç’i,
Ga­la­ta­sa­ray’ın Ho­ciç’i gi­bi oyun­cu­la­rın dev­ri ka­pan­dı, şim­di Uc­he,
Amo­kac­hi, Ha­gi de­vir­le­ri baş­la­dı.
Dı­şar­ıdan ge­len­ler ne ka­dar ka­li­te­li olur­sa içe­ri­de­ki re­ka­bet o
ka­dar gü­zel ola­cak. Es­ki dü­men­ler gi­bi son haf­ta­lar­da ga­ze­te­ler­de
Uc­he’nin İn­gil­te­re ve İtal­ya de­di­ko­du­la­rı baş­la­dı. Hem de Uc­he
ge­çen haf­ta İn­gil­te­re’ye gi­dip gel­dik­ten son­ra çık­tı söy­len­ti­ler.
Ama ar­tık kar­şı­mız­da ya­ba­na atı­la­cak bir oyun­cu yok. Bu­ra­da
Uc­he söz ko­nu­su, işi şa­ka­ya ve ih­mal­ci­li­ğe ge­tir­me­den çöz­mek ge­re­
kir. Fe­ner­bah­çe ger­çek­ten Uc­he’yi is­ti­yor­sa ma­sa­ya otur­mak zo­r un­
da, hem de geç kal­ma­dan. Eğer bu­nu bir an ön­ce ya­pa­maz ise,
sa­de­ce pi­ya­sa­sı­nı yük­selt­mek için bi­le ol­sa Ga­la­ta­sa­ray dev­re­ye
gi­re­cek­tir di­ye dü­şü­nü­yo­r um.
Ba­zı­la­rı­nın söy­le­di­ği gi­bi "tek­lif­le­re ku­lak as­ma­yın" söz­le­ri­ne
ku­lak as­ma­yın. Ateş ol­ma­yan yer­den du­man çık­maz. Çün­kü Uc­he
98
söz ko­nu­su.
Uc­he ki­şi­li­ği ve fut­bo­lu ile Tür­ki­ye’de oy­na­yan yer­li ya­ban­cı her­ke­
se ör­nek­tir. Onun hiç­bir za­man form dü­şük­lü­ğü­ne uğ­ra­dı­ğı­nı gö­re­
mez­si­niz. Kim­se onu omu­zuy­la itip to­pu elin­den ala­maz. Onun iri
ya­pı­sı­na rağ­men Rıd­van bi­le sa­ğın­dan atıp so­lun­dan ge­çe­mez. Ko­lay
kart gör­mez. Ta­kım gol sı­kın­tı­sı çek­ti­ğin­de gol atar. Üç yıl­dır az gol
yi­yen de­fan­sın baş oyun­cu­su­dur. Bir ke­re ula­şa­bil­di­ği Fe­ner­bah­çe
kap­tan­lı­ğı­na o la­yık­tır.
Sa­rı ve la­ci­ver­te bo­yan­mış ko­ca­man bir Os­man­lı ka­le­si gi­bi­dir.
Eli­mi­zi ça­buk tu­ta­lım bey­ler.
1997
99
İt­fa­iye­ci iyi spor­cu­dur
Ev­vel­ki haf­ta so­ğuk bir gün­dü. Bay­ram­pa­şa Sta­dı’n­da Bü­yük­şe­hir
ve Ya­lo­vas­por ara­sın­da­ki fut­bol ma­çı­nı iz­li­yor­duk. Bi­r a­ra İt­fa­iye
Mü­dü­rü Mu­hit­tin So­ğu­koğ­lu gel­di ya­nı­mı­za, to­ka­laş­tık. Bir ar­ka­mız­
da­ki sı­ra­ya otur­muş­tu. Dev­re ara­sın­da "top oy­na­ma­dı­ğı­mız­dan, ne
za­man oy­na­ya­ca­ğı­mız­dan" ko­nu açıl­dı. Ben, "İt­fa­iye, Za­bı­ta’­yı sü­rek­
li ye­ni­yor, bir ke­re bi­le ye­ne­me­dik ki top oy­na­ya­lım. Ar­tık maç yap­
ma­nın an­la­mı kal­ma­dı" de­di­ğim­de Mu­hit­tin Bey tas­dik­le­di, ya­nı­mız­
da­ki­ler­le gü­lüş­tük. Ar­ka­sın­dan, "Za­bı­ta­’yı ni­çin ye­ni­yor­lar bi­li­yor
mu­sun? İş­le­ri yok, İs­tan­bul’da kış ol­ma­dı, ol­ma­yın­ca yan­gın da çık­
mı­yor, ak­şa­ma ka­dar top oy­na­yıp ant­ren­man ya­pı­yor­lar, bi­zim top
oy­na­ya­cak vak­ti­miz mi var?" de­di­ğim­de Mu­hit­tin Bey es­priy­le ar­kam­
dan sır­tı­ma bir vur­muş­tu. Ben de iyi şa­ka yap­tı­ğı­mı zan­net­miş­tim.
Tuz­la’da­ki ge­mi yan­gı­nı­nı sön­dür­me­ye gi­den it­fa­iye­ci­le­rin ge­mi­de­
yan­ma­la­rı­nı te­le­viz­yon­dan iz­le­yin­ce, bir de has­ta­ne­ler­de yüz yü­ze
ge­lin­ce, yap­tı­ğım şa­ka­dan utan­dım.
Ne de­mek ça­lış­ma­mak, ça­lı­şır­ken yan­mak da var işin için­de.
İt­fa­iye­ci­ler spor­da çok güç­lüy­dü­ler. Güç­lü ol­mak zo­r un­da­lar­dı.
Çün­kü sü­rek­li güç­lü kal­ma­lı on­lar.
Ama bir avuç gö­zü dön­müş si­ya­si, "Ökü­zün al­tın­da bu­za­ğı arar"
gi­bi ka­sıt­tan ve­ya ih­mal­den bah­se­der ol­du­lar. Ya­nan ken­di pla­za­la­rı
ol­say­dı ne di­ye­cek­ler­di? Ga­li­ba "Bu va­ta­na bin­ler­ce it­fa­iye eri fe­da
ol­sun" der­ler­di.
Ge­mi­de ya­nan­lar, yan­gı­na ilk ko­şan­lar, ce­sur, gö­zü­pek, fe­da­kâr
it­fa­iye­ci­ler­di. On­lar it­fa­iye­ye ve do­la­yı­sıy­la yö­ne­ti­me yan­gın­lar yü­zün­
den tek bir söz gel­me­si­ni is­te­me­dik­le­ri için en ön­de gi­den­ler­di. On­lar
İb­ra­him’di, Ce­lil’di, Na­ci’ydi.
On­lar İs­tan­bul’un ön­cü­le­riy­di, ken­di­le­ri­ni en ön­de ate­şe atar­lar­
dı.
On­lar ken­di­le­ri­ni ate­şe atar­ken bir şey ol­muş­tu. Bir ka­fa on­la­rın
100
al­dı­ğı pa­ra­yı faz­la bul­muş ol­ma­lıy­dı ki, bir el uzan­dı al­dık­la­rı ma­aşın
bir kıs­mı­nı kes­ti. Hem­de kos­ko­ca­man Büt­çe Ka­nu­nu’na bir mad­de
so­kuş­tu­ra­rak. O mad­de öy­le­si­ne sı­rı­tı­yor­du ki önü­ne ge­çi­le­mi­yor­du,
kim­se kı­lı­nı kı­pır­da­ta­mı­yor, her­ke­si bağ­lı­yor­du. Be­le­di­ye Mec­lis­le­ri
ar­tık ne tak­dir eder­se et­sin, bir şey far­k et­mi­yor­du.
Ve bu­nu her­kes bi­li­yor­du. Bi­zim de­dik­le­ri­miz hü­kü­met edi­yor­du.
İt­fa­iye­ci­ler ya­nı­yor­du. Hem de ucuz ta­ri­fe­den.
Evet it­fa­iye­ci­ler, iyi spor­cu­lar­dı. Sü­rek­li güç­lüy­dü­ler. Be­le­di­ye
bi­rim­le­ri ara­sın­da tur­nu­va­lar­da bi­rin­ci­lik­ler alı­yor­lar­dı. Spor­cu, ay­nı
za­man­da sport­men ve cen­til­men­di­ler.
Ye­ni­lir­ken kız­maz, te­lâş­lan­maz­dı­lar, so­ğuk­kan­lıy­dı­lar.
Ya­nar­ken de so­ğuk­kan­lıy­dı­lar; hem de bü­tün Tür­ki­ye’nin göz­le­ri
önün­de.
Geç­miş ol­sun it­fa­iye­ci­ler. Siz­ler iyi spor­cu­su­nuz. İyi it­fa­iye­ci­si­
niz.
1997
101
Yu­ka­rı­dan ba­kan­lar
As­lın­da spor­da, özel­lik­le fut­bol­da alt ya­pı­ya de­ği­ne­cek­tim. Ken­di­
mi ko­nu­ya kon­sant­re et­me­ye ça­lı­şı­yor­dum. Alt­ya­pı­nın ço­ğu ke­re
yan­lış an­la­şıl­dı­ğı­nı; bü­yük ta­kım­la­rın alt­ya­pı­dan fut­bol­cu ye­ti­şti­rip
oy­nat­ma­sı­nın şart ol­ma­dı­ğı­nı; za­ten Tür­ki­ye ge­ne­lin­de ye­ter­li ol­ma­
sa da bir fut­bol alt­ya­pı­sı­nın ol­du­ğu­nu; bü­yük de­di­ği­miz ta­kım­la­rın
çok pa­ra ve­re­rek bu­ra­lar­dan fut­bol­cu al­ma­sı­nın da­ha iyi ol­du­ğu­nu
ya­za­cak­tım.
Eğer bü­yük ta­kım­lar bu­nu yap­maz, bü­tün fut­bol­cu­la­rı­nı ken­di­le­ri
ye­tiş­tir­me­ye kal­kar­lar­sa fut­bo­lun o za­man öle­ce­ği­ni, bü­yük ta­kım­lar­
da bir­gün top oy­na­ma ha­ya­li bi­ter­se fut­bo­lun Tür­ki­ye’de za­ten bi­te­
ce­ği­ni ya­za­cak­tım.
Ya­ban­cı oyun­cu­la­rın dı­şın­da di­ğer oyun­cu­la­rın za­ten Tür­ki­ye’de
her­han­gi bir ta­kı­mın alt­ya­pı­sın­dan ye­tiş­ti­ği­ni, Fe­ner­bah­çe’de oy­na­ya­
nın Fe­ner­bah­çe’de ye­tiş­me şar­tı­nın çok saç­ma ol­du­ğu­nu, Er­zu­
rum’da to­pa vu­ran bir de­li­kan­lı­nın Fe­ner­bah­çe’de oy­na­ma ha­ya­li­ni
yık­ma­ya kim­se­nin hak­kı ol­ma­dı­ğı­nı ya­za­cak­tım.
Bu­gün ye­te­ri ka­dar oyun­cu­nun Tür­ki­ye’de ye­tiş­ti­ği­ni, bu­nun şu
ta­kım ve­ya bu ta­kım­da ye­tiş­miş ol­ma­sı­nın o ka­dar önem­li ol­ma­dı­ğı­nı
ya­za­cak­tım.
Fa­kat bir ga­ze­te­nin spor ya­za­rı ol­ma­yan bir ya­za­rı­nın za­man
za­man spor say­fa­sın­da­ki saç­ma­lık­la­rın­dan bi­ri­si­ni oku­yun­ca bü­tün
bun­lar­dan vaz­geç­tim.
"Biz Mek­te­b-i Sul­ta­ni’nin aris­tok­rat­la­rı ola­rak…" di­ye de­vam
eden ya­zı as­lın­da ken­di­si­ni ele ve­ri­yor. Kli­nik bir va­kıa. Ke­sin teş­his
ve te­da­vi ge­re­kir.
Ayak­la­rı­na ça­mur bu­laş­ma­mış züp­pe ço­cuk­la­rı, (bu­la­şan ça­mur
var­sa da o bi­zim, köy­den ge­lir­ken bin­di­ği­miz ara­ba­nın te­ke­rin­de
ge­len ça­mur­dur) bi­ze hep yük­sek­ten ba­kar­lar. On­lar "efen­di", biz
on­la­rın yap­tık­la­rı­nı an­la­ma­ya mah­kûm. Ama ba­zen ara­mız­dan bi­ri­si
102
çı­kıp on­la­rı onay­la­maz­sa bir ka­şık su­da boğ­ma­ya ha­zır gö­nül­lü cel­
lât­lar.
On­lar ta­kım­lar 3-0 mağ­lup oy­nar­ken bi­le kar­şı ta­kı­mın du­r u­mu­
nun ne ka­dar iç­ler acı­sı ol­du­ğu­nu ya­za­cak ka­dar ger­çek­ler­den uzak,
dün­ya­dan ko­puk, halk­tan ay­rı ol­duk­la­rı­nı gös­te­ri­yor­lar za­ten.
Kül­tür­den bah­se­de­rek mil­yon­lar­ca ta­raf­tar­ı aşa­ğı­la­ma­yı de­ni­yor­
lar. Şam­pi­yon olu­yor­lar, ama “en çok şam­­pi­yon” ola­mı­yor­lar, gol
atı­yor­lar ama “en çok gol atan” ola­mı­yor­lar; Av­r u­pa’dan bah­se­di­yor­
lar ama ka­va­no­zu dı­şa­rı­dan ya­lı­yor­lar. Kül­tür­den bah­se­di­yor­lar ama
ken­di hal­kı­na ya­ban­cı­la­şı­yor­lar. Ken­di ta­raf­ta­rı bi­le on­la­rın gö­zün­de
za­man za­man "hay­van" olu­yor. Be­ye­fen­di­ler ra­hat kol­tuk­la­rın­da
ra­hat­sız ol­mak is­te­mi­yor­lar.
Bi­ri­si çı­kıp bu aris­tok­rat­la­rın aris­tok­rat­lık­la­rı­na kar­şı çı­kın­ca,
"kö­le­le­rin önü­ne dü­şüp zin­cir­le­ri çö­zün­ce” bun­la­rın gö­zün­de "de­to­ne
bo­ra­za­nı" olu­yor.
Ön­ce okul­la­rıy­la, son­ra ba­kış­la­rıy­la, ba­şı­mı­za ge­çip bi­zi yö­net­me­
le­riy­le, son­ra köy­lü­ye efen­di de­yip aşa­ğı­la­ma­la­rıy­la, ken­di okul­la­rı­nın
bu­lun­du­ğu cad­de­ye gir­me­yi bi­ze "gi­ril­mez" yap­ma­la­rıy­la ar­tık gırt­la­
ğı­mı­za gel­di. Bi­ri­si çık­tı, bun­la­ra, bun­la­rın oyun­la­rı­na ‘dur’ de­di ve
oyun dur­du.
"Biz gün­de bin kez Tih Çö­lü’nde­yiz
Ne bıl­dır­cın kuş­la­rı gör­mü­şüz gö­ğü­müz­de
Ne kud­ret hel­va­sın­dan bir tad var sof­ra­mız­da
Kı­zıl­de­niz en de­liş­men gün­le­ri­ni ya­şar­ken genç­li­ği­nin
Tûr-u Si­na ses­siz ses­siz kan ağ­lar göğ­sü­müz­de"
1997
103
Ço­cuk ses­le­ri
"Bo­yu­na ateş­ler sön­dü dağ­lar­da,
Bir yıl­dız bo­yu­na sön­dü dur­du.
Ço­cuk in­san ses­le­ri­ne yas­lan­mış uyu­yor­du."
İçin­den ço­cuk­la­rın geç­ti­ği şi­ir­ler­den oku­dum ak­şam. Ço­cuk­la­rı,
İs­tan­bul’un ar­tık ol­ma­yan boş ar­sa­la­rın­da mıs­ra­lar­dan mıs­ra­la­ra
ko­şar­ken gör­düm. “Ço­cuk­lu­ğum­da ar­sa­lar­da top oy­nu­yor­dum”
de­sem, köy ço­cu­ğu idim, ne ya­lan söy­le­ye­yim ilk fut­bol to­pu­nu or­ta­
oku­la git­mek için il­çe­ye git­ti­ğim­de gör­düm.
Ço­cuk­la­rı Kı­zıl­top­rak’ta­ki To­ra­man Si­ne­ma­sı’nın boş be­ton ala­
nın­da hep sey­ret­tim. Fe­ner­bah­çe’nin o es­ki ant­ren­man sa­ha­sı­nın
ke­nar­la­rın­da, şim­di­ki stad­yu­mun ci­va­rın­da gör­düm. Hem mis­ket
oy­nar, ar­ka cep­le­rin­de Al­tı­yol oto­büs du­ra­ğın­dan al­dık­la­rı Tom Miks
- Tek­sas’lar ta­şır, Fe­ner ant­ren­man­la­rı­nı bek­ler­ler­di. Çı­kış­ta bel­ki
Di­di şans­lı bi­ri­nin ba­şı­nı ok­şar­dı.
Ar­sa­lar var­dı, ço­cuk­lar top oy­nar­dı, fut­bol zevk ve­rir­di.
Ço­cuk­lar ken­di ta­kım­la­rı­nı ku­rar, ma­hal­le maç­la­rı ya­par­lar­dı.
Ço­cuk­la­rın şim­di­ki ha­lı sa­ha­la­ra ve­re­cek ka­dar pa­ra­sı ola­maz­dı
za­ten.
Her­ke­sin ide­alin­de bir fut­bol­cu var­dı, onun gi­bi oy­na­ma­ya ça­lı­şır­
dı.
Ka­le­de­ki­le­rin ha­yal­le­ri­ni ka­le­ci­ler süs­ler­di.
Ga­ze­te­le­rin spor say­fa­la­rı di­dik di­dik oku­nur, ko­lay ko­lay de­di­ko­
du ya­zıl­maz­dı. Pa­zar gü­nü atı­lan üç Fe­ner go­lü­nün el­le çi­zi­li kro­ki­le­ri
ar­ka say­fa­yı süs­ler­di.
Öy­le çok spor ya­za­rı da yok­tu…
Te­le­viz­yon za­ten son­ra­dan çık­ma bir şey­di. Rad­yo­lar çok kıy­met­
104
liy­di, Ha­lit Kı­vanç, Or­han Ay­han. Sa­de­ce TRT.
Sa­ha­lar top­rak. İs­tan­bul ama­tör kü­me maç­la­rı­nın ta­dı öy­le değ­
me bi­rin­ci lig maç­la­rı­na de­ği­şil­mez­di.
Maç sey­re­der­ken gol­ler tek­rar gös­te­ril­mez­di. İti­raz­lar öy­le gün­ler­
ce de­vam et­mez, her­kes ah­kâm kes­mez­di. Oto­ri­te­ler var­dı.
Bir ger­çek var­dı, fut­bo­lu­muz Edir­ne’den öte­ye geç­mez, tek tur­luk
Av­r u­pa maç­la­rı ile avu­nur­duk. Bel­ki fut­bol iyi de­ğil­di, Edir­ne’den öte­
ye şans­lı ku­ra­la­rın dı­şın­da gi­de­mez­dik, ama ga­li­ba da­ha zevk­liy­di,
ma­ça git­mek, sey­ret­mek de­ğer­di. Dol­ma­bah­çe’ye git­mek için Ka­ra­
köy va­pu­r un­dan in­dik­ten son­ra sa­de­ce yü­rür­dü yüz­ler­ce, bin­ler­ce
ki­şi.
Şim­di özel oto­lar, lüks kol­tuk­lar...
Şim­di ek­ran­lı sa­ha­lar, te­le­viz­yon­lar, pa­ha­lı fut­bol­cu­lar…
Şart­lar bel­ki da­ha iyi ama sa­de­ce iyi.
Şu ger­çek: Es­ki­den si­ya­set mey­dan­la­rı yok­tu, fut­bol Ka­ra­güm­
rük’te ya da Üs­kü­dar’da bir kah­ve­de ay­nı tar­tı­şı­lır­dı. Ba­raj­lar es­ki­den
9,15’te ku­r u­lur­du. Eve ge­lin­ce ço­cuk­la­ra an­la­ta­cak bir şey­ler olur­du.
Dört göz­le bu­nu bek­ler­ler­di. Şim­di eve gel­di­ğim­de bu gol­le­ri tek­rar
tek­rar iz­le­yip, çok bil­miş eda ile "3. gol açık of­sayt­tı" lâf­la­rı ile kar­
şı­la­şır ol­duk.
Fut­bol yi­ne de kav­ga et­mek­ten iyi mi ne?
"Gön­lü­ne kar yağ­dı­rı­yor­sa ço­cuk ses­le­ri yet­sin
Dik­kat et hiç­bir şey ıs­lat­ma­sın nam­lu­la­rı."
1997
105
106
Çeşitlemeler
Çeşitlemeler
107
108
So­kak ve ço­cuk
Bir ara­ya ge­li­şin­de­ki an­lam, bu iki ke­li­me­yi çok­tan aşı­yor.
Ay­rı ay­rı üze­ri­ne ne­ler ya­zıl­maz ki… Ya bir ara­ya ge­lin­ce… Ya
so­kak­ta­ki bir ço­cuk, ço­cuk­lar…
"Oğ­lum çık so­ka­ğa, oy­na bi­raz" di­ye gü­ven­li emir­ler ver­mek ne
ka­dar hoş ge­li­yor. So­kak ço­cuk­la­rı de­mek is­ti­yo­r um as­lın­da.
Za­bı­ta Der­gi­si’nin ikin­ci sa­yı­sı­nı çı­kar­ma­ya ça­lı­şı­yor bi­zim­ki­ler.
Ben ise rü­ya­la­rım­da gö­rü­yo­r um ço­cuk­la­rı.
Tra­fik ışık­la­rın­da bek­le­yen ço­cuk­la­ra çok kı­zı­yo­r um. As­lın­da ço­cu­
ğun kı­zı­la­cak ne­yi var? Ço­cu­ğa kı­zıl­maz. Ço­cu­ğu so­ka­ğa dö­ken­le­re
kız­ma­lı­yız der­ken, o ço­cuk­lar­dan iki­si, ge­çen ge­ce ka­pı­mı çal­dı­lar.
Aç­tım. Bu­r un­la­rın­da sü­mük­le­ri var­dı, iyi ha­tır­lı­yo­r um. Rü­ya­ma gir­di­
ler. Ar­tık on­la­ra kız­mı­yo­r um, cam­la­rı sil­dir­me­sem de…
Kim so­kak ço­cu­ğu, kim ev ço­cu­ğu? So­kak ço­cu­ğu­nun sı­nı­rı ne­re­
de baş­la­yıp ne­re­de bi­ti­yor? Kaç ki­şi bun­lar? Ne yer, ne içer­ler? Yaş­
la­rı kaç?
So­r u­la­rı ço­ğal­ta­bi­li­riz.
Şi­ir­le­ri de:
"Ço­cuk­lar
Ne­ler çı­kar kar­şı­la­rı­na
Sal­dı­rı
Ya­ra­la­ma
Ölüm, kar­ga­şa
Ço­cuk­lar
Göz­le­ri fal ta­şı
Par­mak­la­rı ağız­la­rın­da"
Bir de bun­lar için kim ne yap­mış? Ni­yet et­miş­le­ri bi­le mak­bul.
109
Ama ye­ter ki ya­pı­yo­r uz di­ye or­ta­ya çı­kıp ço­cuk­la­rı so­kak­ta unut­ma­
sın­lar.
Ve kaç ya­şın­da so­kak ada­mı olur­lar?
Son­ra gel­sin suç­lar…
Hep ken­di ra­ha­tı­mız için bun­la­rı dü­şü­nü­yo­r uz gi­bi ge­li­yor ba­na.
"İle­ri­de­ki po­tan­si­yel suç­lu­la­rı, kü­çük yaş­ta ber­ta­raf et­me ha­re­ke­
ti." Ne ha­yır­lı iş!
Ya ahi­ret, ya se­vap, ya dev­let; bun­lar ne­re­de kim bi­lir?
Ne­re­de Hz. Ömer. Ka­pı ka­pı do­la­şan ha­li­fe­ler, emir­ler.
Sa­yı­mız ço­ğal­dı mı, azal­dı mı, emin de­ği­lim.
Yok­sa hiç “adam” kal­ma­dı mı?
1997
110
"Za­bı­ta­nın gü­cü yok­lu­ğun­da an­la­şı­lır"
Se­la­mi Uzun, 1994 - 1999 yıl­la­rı ara­sın­da İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­
si’nde Kont­rol Da­ire Baş­kan­lı­ğı yap­tı. Bu dö­nem, Re­cep Tay­yip Er­do­ğan
ön­der­li­ğin­de İs­tan­bul’da bir des­ta­nın ya­zıl­dı­ğı dö­nem­di. İs­tan­bul al­tın yıl­la­rı­
nı bu ta­rih­ler­de ya­şa­dı. Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si, as­lın­da Tür­ki­ye’nin yö­ne­ti­mi­
ne ta­lip olan ve bu­gün ül­ke­yi yö­ne­ten in­san­la­rın ka­mu yö­ne­ti­mi ile ta­nış­tık­
la­rı ilk yer­di. Bü­yük ço­ğun­lu­ğu ilk staj­la­rı­nı bu­ra­da yap­tı­lar. Tür­ki­ye, mar­ji­nal­
le­ri­ni bu­ra­da mu­te­dil­leş­tir­di. Ba­şa­rı ve umut Tür­ki­ye’ye bu­ra­dan ya­yıl­dı. O
yıl­lar­da, hiç şüp­he­siz, Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si’nin kat et­ti­ği ba­şa­rı­lar­da kol­luk
gü­cü olan za­bı­ta­nın et­ki­si bü­yük­tü. Be­le­di­ye­nin en gö­rü­nür hiz­met bi­ri­mi
olan za­bı­ta, çağ­daş ve ve­rim­li hiz­me­tin ad­re­si ha­li­ne na­sıl gel­miş­ti?
Bu­gün için ba­zı­la­rı­na gö­re sa­de­ce nos­tal­jik bir ta­dı olan aşa­ğı­da­ki söy­le­
şi, as­lın­da dik­kat­li göz­le­re de­ği­şi­min ne­re­de ve na­sıl baş­la­dı­ğı­nı da işa­ret
edi­yor.
İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si Kont­rol Da­ire Baş­ka­nı Se­la­mi
Uzun ile za­bı­ta­nın ça­lış­ma­la­rı ve so­run­la­rı üze­ri­ne ko­nuş­tuk:
Ön­ce za­bı­ta­nın ta­nı­mın­dan baş­la­ya­lım is­ter­se­niz.
Za­bı­ta, ka­nun­da ve­ya di­ğer ya­zı­lı me­tin­ler­de ta­nım­lan­ma­sı­na rağ­
men, uy­gu­la­ma­da bir ye­re otur­tu­la­ma­mış bir teş­ki­lat... Po­lis mi,
as­ker mi, si­vil mi? Bun­lar­dan hiç­bi­ri de­ğil, çok ay­rı bi­ri. Za­bı­ta ay­rı
ol­du­ğu­nu ka­bul et­miş, bu ay­rı­lık­tan do­la­yı iti­lip ka­kıl­ma­ya da alış­
mış.
Kim itip ka­kı­yor za­bı­ta­yı?
Za­bı­ta­yı po­lis iter ka­kar, za­bı­ta­yı be­le­di­ye baş­kan­la­rı, be­le­di­ye
baş­kan yar­dım­cı­la­rı iter ka­kar, mü­dür­le­ri iter ka­kar. Za­bı­ta bun­la­rın
hep­si­ne alı­şık. Bir ilin va­li­si ya da bir il­çe­nin kay­ma­ka­mı bir ye­re git­
111
ti­ği za­man, bi­lir ki o ye­rin po­li­si var­dır, as­ke­ri var­dır, bir ta­kım güç­le­
ri var­dır; o güç­le­rin hiç­bi­ri­ni gö­z ar­dı ede­mez; hiç­bir za­man ‘Bun­lar
da ne iş ya­pı­yor­muş’ di­ye­mez; ‘Bun­la­rın hep­si hır­sız’ di­ye­mez; bir
top­lan­tı­la­rı ol­sa ka­tıl­ma­maz­lık ya­pa­maz.
Za­bı­ta öy­le de­ğil. Za­bı­ta he­sa­ba alın­ma­yan bir teş­ki­lat; iş­le­ri­ne
ya­ra­dı­ğın­da akıl­la­rı­na ge­lir. Bel­ki in­san­la­rın ka­ba­ha­ti yok, sis­tem
böy­le ku­r ul­muş. Ya­ni in­sa­na, za­ma­na bağ­lı de­ğil, her­kes öy­le yap­
mış.
Be­le­di­ye­ler­de bir yö­ne­tim gel­di­ği za­man ilk vu­ra­cak­la­rı bi­rim,
za­bı­ta ol­muş. Be­le­di­ye baş­ka­nı se­çi­lip gel­miş, ‘ön­ce şu za­bı­ta­yı yo­la
ge­ti­re­yim’ de­miş. Çün­kü be­le­di­ye­yi ta­nı­mı­yor, za­bı­ta­yı o gü­ne ka­dar
za­val­lı in­san­la­rı ko­va­la­yan, rüş­vet alan, onun bu­nun ma­lı­nı gas­be­
den bir imaj­la ta­nı­mış. Bu yüz­den ge­len her­kes ön­ce za­bı­ta­ya vur­
muş. Bu Tür­ki­ye’nin en kü­çük be­le­di­ye­sin­den en bü­yük be­le­di­ye­si­ne
ka­dar hep­sin­de böy­le ol­muş. İlk ge­le­nin za­bı­ta­ya gü­cü yet­miş da­ima.
Hal­bu­ki za­bı­ta, ay­nı za­man­da be­le­di­ye­le­rin vit­ri­ni. Çün­kü be­le­di­ye
ka­mu gü­cü­nü kul­la­na­ca­ğı za­man za­bı­ta­ya baş­vu­r ur; ama zo­ra baş­
vur­ma­dı­ğı ya da işi ra­hat git­ti­ğin­de za­bı­ta­ya ilk ön­ce ken­di­si vu­r ur.
Bu ha­le gel­miş za­bı­ta; si­lah­sız ama bir çok ke­re si­lah­la ya­pı­la­ma­ya­
cak iş­le­ri yap­mış.
Na­sıl yap­mış?
Za­bı­ta­da öy­le bir ge­le­nek var ki, za­bı­ta iş bi­ti­ri­ci ol­muş. Za­bı­ta
‘bi­tir’ de­yin­ce bi­ti­ri­yor. Za­bı­ta­ya ye­ter ki ‘ya­par­sın’ de­yin, her tür­lü işi
yap­tı­ra­bi­lir­si­niz.
Za­bı­ta­nın gü­cü da­ha son­ra ya da yok­lu­ğun­da mı far­k e­di­li­yor?
Evet, za­bı­ta­nın gü­cü yok­lu­ğun­da far­k e­di­lir. Ama ge­nel­lik­le şöy­le
ol­muş: Be­le­di­ye baş­kan­la­rı gö­re­ve gel­dik­le­rin­de önem ver­me­dik­le­ri
ya da ilk dü­zel­te­cek­le­ri yer olan za­bı­ta­ya, gö­rev­den ay­rı­lır­ken bü­yük
de­ğer ve­re­rek git­miş­ler­dir.
Bu­nu ne­ye bağ­lı­yor­su­nuz?
Be­le­di­ye­nin ic­ra­atın­da za­bı­ta­nın et­kin­li­ği­nin far­k e­dil­me­si­ne bağ­
lı­yo­r um. Za­bı­ta bir­çok işin al­tın­dan kal­kı­yor ama, bu­nu tüm im­kân­
sız­lı­ğa, yok­lu­ğa rağ­men ba­şa­rı­yor. İs­ter­sen ara­ba ver­me, tel­siz ya da
el­bi­se ver­me - bun­la­rı is­ter, ala­ma­sa da se­si­ni çı­kar­maz- yi­ne de işe
ge­lin­ce ‘Ben bu işi yap­mam’ de­mez. Za­bı­ta ‘Ba­na şu ka­dar el­bi­se
112
ve­ri­yor­sun, bu ka­dar ma­aş ve­ri­yor­sun onun için ben şu ka­dar ça­lı­şı­
rım’ de­mez. Ne za­man işe ça­ğır­san anın­da or­ada­dır.
Bu şu an­la­ma ge­lir; za­bı­ta üni­for­ma­lı teş­ki­lat ol­ma özel­li­ği­ni haz­
met­miş, otur­muş bir teş­ki­lat­tır. Özel­lik­le Bü­yük­şe­hir’de apay­rı bir
ku­r um ol­muş, öy­le ki baş­ka yer­den ge­len za­bı­ta bu­ra­nın içe­ri­si­ne zor
gi­ri­yor, adap­te ola­mı­yor. Bu­ra­da­ki gö­rev ve ça­lış­ma an­la­yı­şı­nı haz­me­
de­bil­me­si için en azın­dan bir yıl geç­me­si ge­re­ki­yor.
Za­bı­ta­nın ya­zı­lı ol­ma­yan bir ge­le­ne­ği var an­la­şı­lan.
Mut­la­ka, o ge­le­nek oluş­muş. Bü­yük­şe­hir Za­bı­ta­sı’nda mü­dür yar­
dım­cı­sın­dan ko­mi­ser yar­dım­cı­sı­na uza­nan hi­ye­rar­şiy­le oy­na­ma­mak
ge­re­ki­yor. Çün­kü, ben şu­nu gör­düm: Müm­kün ol­du­ğu ka­dar za­bı­ta­da
hiç kim­se­yi hak et­me­di­ği ye­re ge­tir­me­ye­cek­sin. Bi­ri­si­ni, ha­k et­me­di­
ği ye­re ge­tir­di­ğin­de - Za­man za­man si­ya­si ne­den­ler­den do­la­yı olu­yorbu­nu haz­me­de­mi­yor za­bı­ta; bu da sı­rı­tı­yor, hak­sız­lık yap­tı­ğın or­ta­ya
çı­kı­yor. Biz müm­kün ol­du­ğun­ca za­bı­ta teş­ki­la­tı içe­ri­sin­de ne si­ya­si
ne de baş­ka tür­lü ay­rı­ma önem ver­me­den, her­ke­si bir in­san ka­bul
ede­rek, bir bü­tün­lük içe­ri­sin­de gö­rev yap­tır­ma­ya ça­lı­şı­yo­r uz.
‘Za­bı­ta üni­for­ma­lı bir teş­ki­lat ama di­ğer üni­for­ma­lı teş­ki­lat­lar­
dan fark­lı’ de­di­niz. Hal­kın için­de da­ha si­vil bir üni­for­ma­ya sa­hip
ol­mak bir avan­taj mı?
Za­bı­ta ne po­lis ne si­vil, iki­si­nin ara­sın­da; si­vi­lin ya­nın­da res­mi,
üni­for­ma­lı po­li­sin ya­nın­da si­vil; bu bir ka­za­nım, bir avan­taj. Be­le­di­ye
bir ic­ra­at yap­tı­ğın­da so­nu­cu anın­da hal­ka yan­sı­yor. Ya­ni bir ada­mın
ya le­hi­ne olu­yor, ya aley­hi­ne olu­yor alı­nan ka­rar. Bu da anın­da or­ta­ya
çı­kı­yor. Bu yüz­den be­le­di­ye bir­çok işi­ni za­bı­tay­la ya­pı­yor. Do­la­yı­sıy­la
mec­bu­ren za­bı­ta va­tan­da­şa ya­kın ol­mak zo­r un­da. Si­la­hı yok, bu
se­bep­ten so­kak­ta­ki adam ken­di­si­ne da­ha ya­kın his­se­di­yor. Üni­for­
ma­sı se­be­biy­le va­tan­daş onu za­ten res­mi ola­rak bi­li­yor.
Hal­kın, be­le­di­ye­nin bi­rim­le­ri­ne ge­lip bir­çok ka­pı ve iş­lem­den
ge­çe­rek, şi­kâ­ye­ti­ni an­lat­ma­sı çok zor. Ama za­bı­ta­yı so­kak­ta gö­rüp
der­di­ni an­la­ta­bi­li­yor. Za­bı­tay­la or­ada ha­şır ne­şir ola­bi­li­yor, be­le­di­ye­
nin ka­pı­sı­nı çal­ma­dan. Za­bı­ta za­ten ada­mın ka­pı­sın­da­dır. Bu yön­den
za­bı­ta­nın bi­raz si­vil ol­ma­sı avan­taj. Be­le­di­ye açı­sın­dan avan­taj,
in­san­lar açı­sın­dan avan­taj. Eğer za­bı­ta iyi ko­r u­nur, iyi bir teş­ki­lat
ol­ma­ya yön­len­di­ri­lir­se hem be­le­di­ye açı­sın­dan, hem ül­ke açı­sın­dan
baş­lı ba­şı­na fay­da­lı bir teş­ki­lat olur.
113
Ama bu­ra­da baş­ka bir so­r un var. Söz­ ge­li­mi İs­tan­bul, Çek­me­
ce’den Tuz­la’ya ka­dar en az oni­ki mil­yon nü­fu­su olan bir şe­hir. Böy­le
bir şe­hir­de­ki za­bı­ta hiz­met­le­ri 700 ki­şiy­le 800 ki­şiy­le yü­rü­ye­cek hiz­
met­ler de­ğil­dir. Eğer böy­le olur­sa, bir ye­re mü­da­ha­le et­ti­ği­niz­de öbür
ta­raf açı­lır. İti­raf ede­lim ki bu an­lam­da hal­ka hiz­met ve­rir­ken ye­ter­siz
ka­lı­yo­r uz; ye­ter­siz kal­dı­ğı­mız yer­de açık ve­ri­yo­r uz.
Ka­pı­mız her­ke­se açık
İs­tan­bul­lu çat ka­pı ka­pı­nı­zı ça­la­bi­lir mi? Ran­de­vu al­ma­dan za­bı­
ta­nın ka­pı­sı­nı ça­la­bi­lir, der­di­ni an­la­ta­bi­lir mi?
Evet, bu­ra­ya ge­len her­ke­si biz din­le­riz, kim­se­ye ka­pı­mı­zı ka­pat­
ma­yız. Bu yüz­den ran­de­vu­suz ça­lı­şı­yo­r uz. Kim­se­ye ran­de­vu ver­mi­yo­
ruz, iş se­be­biy­le ne­re­de ne za­man ola­ca­ğı­mız bel­li ol­mu­yor, ama
bu­ra­da ol­du­ğu­muz za­man her­ke­si tek tek mut­la­ka din­li­yo­r uz. Çö­ze­
bi­le­ce­ği­miz dert­le­ri­ni çö­zü­yo­r uz. Ya­ni her­ke­se her za­man ka­pı­mız
açık.
Za­bı­ta sık­lık­la yet­ki­le­ri­nin tır­pan­lan­ma­sın­dan söz edi­yor. Ama şe­hir hal­kı­nın da on­dan bek­le­di­ği bir­çok gö­re­vi var. Za­bı­ta, ka­nun
ya da yö­net­me­lik des­te­ği ol­ma­dan hal­kın bu bek­len­ti­le­ri­ne na­sıl
ce­vap ve­ri­yor?
Za­bı­ta­nın otur­muş bir ge­le­ne­ği var; o ge­le­ne­ği de­vam et­ti­ri­yor.
1580 Sa­yı­lı Ka­nun’dan bu ya­na ye­ri­ne ge­tir­di­ği gö­rev­le­ri var. Sen bu
iş­le­ri elin­den al­san bi­le va­tan­daş za­bı­ta­dan o iş­le­ri bek­li­yor; za­bı­ta
da bun­la­rı ya­pı­yor. Bu iş­ler ço­ğun­luk­la ka­nun­suz iş­ler de de­ğil, ama
ka­nun­da yaz­ma­yan iş­ler. Me­se­lâ cad­de ve mey­dan­da­ki sey­yar­la­rı
ko­vu­yor­lar, mal­la­rı­nı yed-i emi­ne alı­yor­lar. Ne­ye da­ya­na­rak alı­yor­lar?
Bu­nu za­bı­ta da bil­mi­yor. Ama kim­se iti­raz et­mi­yor, sey­yar bi­le iti­raz
et­mi­yor.
Mu­ha­tap olan­lar ta­ra­fın­dan da ka­bul gör­müş...
Evet, ka­bul gör­müş. Za­bı­ta sey­ya­rın ma­lı­nı alıp de­po­ya ko­yu­yor,
sey­yar da bir müd­det son­ra ge­lip ma­lı­nı alı­yor. Sis­tem böy­le iş­li­yor,
kim­se şi­kâ­yet­çi de­ğil. Ta­bii bu ara­da de­po­da kim­se­nin ma­lı kay­bol­
mu­yor. Ma­lı­nı iki yıl ön­ce de­po­ya koy­duk­la­rı bir adam 2 yıl son­ra
ge­lip ala­bi­li­yor. Me­se­lâ ge­çen­ler­de bir adam gel­di, 1992’de evi yı­kı­
lır­ken av tü­fe­ği­ne el kon­muş. Biz bu tü­fe­ği 1997 yı­lın­da bu­lup ada­
114
ma tes­lim et­tik. Bu şu­nu gös­te­rir, za­bı­ta ay­nı za­man­da böy­le­si­ne
gü­ve­ni­lir bir teş­ki­lat­tır.
Za­bı­ta İs­tan­bul gi­bi bü­yük bir şe­hir­de ba­zı iş­le­ri anın­da so­nuç­lan­
dır­mak zo­r un­da. Bir mey­dan­da­ki ya da park­ta­ki mo­bo ve­ya çay oca­
ğı iş­ga­li­ni ko­lay­lık­la kal­dı­ra­bi­li­yor. Ama da­ha bü­yük gü­ce ih­ti­yaç
duy­du­ğu olay­lar, yü­rü­me­yen ko­nu­lar olu­yor. Ya­ni za­bı­ta­nın si­lah­lı
gü­ce ih­ti­ya­cı olu­yor. İş­te za­bı­ta­nın işi bu nok­ta­da ak­sı­yor.
Eğer her şey za­bı­ta­ya kal­sa iş­le­ri anın­da bi­ti­re­cek, ama si­lah­lı
gü­ce ih­ti­ya­cı ol­du­ğun­da po­lis is­te­mek zo­r un­da. İş­te o za­man işi­miz
ak­sı­yor, en az 10-15 gün ge­ri ka­lı­yor.
Za­bı­ta­da her şey in­san un­su­r u­na bağ­lı. Teş­ki­lat­ta her işi, rüt­be­li­
le­ri bir ke­na­ra ko­yun, za­bı­ta ya­par. Bu­nun için za­bı­ta­nın ye­tiş­me
ka­li­te­si önem­li. Ai­le­sin­den tut, mem­le­ke­ti­ne va­rın­ca­ya ka­dar önem­li.
Çün­kü ka­rak­te­ri işi­ne yan­sı­yor. Ama va­tan­daş ola­yın bu bo­yu­tu­nu
gör­mez. Onun nez­din­de za­bı­ta ne ya­pı­yor­sa be­le­di­ye baş­ka­nı­nı tem­
si­len ya­pı­yor­dur, hat­ta be­le­di­ye baş­ka­nı ya­pı­yor­dur. Bu­nun için
‘fa­lan­ca za­bı­ta kö­tü yap­tı’ de­mez, ‘fi­lan­ca be­le­di­ye kö­tü yap­tı’ der.
10 bin za­bı­ta­ya ih­ti­yaç var
Za­bı­ta­nın sa­yı­sal ye­ter­siz­li­ğin­den bah­set­ti­niz. 15 mil­yon­luk
İs­tan­bul’a kaç za­bı­tay­la hiz­met ve­ri­yor­su­nuz?
Za­bı­ta Yö­net­me­li­ği bin­beş­yüz ki­şi­ye bir za­bı­ta dü­şe­cek der. Eğer
bu İs­tan­bul için ger­çek­leş­ti­ril­sey­di 10 bin za­bı­ta ol­ma­sı ge­re­ki­yor­du.
Oy­sa bin ta­ne bi­le yok. İl­çe be­le­di­ye­ler­le an­cak üç­bin ci­va­rın­da. Ger­
çi, üç­bin za­bı­ta da tek el­den ida­re edil­se bü­yük bir güç olur; ama şu
an­da müm­kün de­ğil bu. Şu an 30 be­le­di­ye ve 30 za­bı­ta mü­dür­lü­ğü
var. Böy­le­si­ne 30 ay­rı yö­ne­tim olun­ca İs­tan­bul’da za­bı­ta­nın gü­cü
his­se­dil­mi­yor. İl­çe be­le­di­ye­ler ara so­kak­lar­da kay­bo­lu­yor; Bü­yük­şe­
hir de ge­nel iş­ler­de. Onun için İs­tan­bul’da yap­mak is­te­di­ği­miz bir
ta­kım iş­le­ri ya­pa­mı­yo­r uz. Za­bı­ta sa­yı­sı­nın bir an ön­ce ço­ğal­tıl­ma­sı
ge­re­kir.
Za­bı­ta, tek­nik an­lam­da, İs­tan­bul’u na­sıl yö­ne­ti­yor?
Bü­yük­şe­hir ola­rak İs­tan­bul’u üç ana böl­ge­ye ayı­rı­yo­r uz: A (Emi­nö­
nü ya­ka­sı), B (Be­yoğ­lu ya­ka­sı), C (Ana­do­lu ya­ka­sı) böl­ge­le­ri di­ye. A,
115
B, C böl­ge­le­ri­nin al­tın­da alt bi­rim­ler var. Bir de dış bi­rim­le­ri­miz var,
Su Ürün­le­ri Ha­li, Seb­ze Mey­ve Ha­li, Bo­ğa­zi­çi İmar Mü­dür­lü­ğü gi­bi.
Be­le­di­ye­nin di­ğer mü­dür­lük­le­riy­le ko­or­di­ne­li ça­lı­şan bi­rim­le­ri­miz de
var, Çev­re Ko­r u­ma ve Kont­rol Za­bı­ta Amir­li­ği gi­bi; o mü­dür­lü­ğün
em­rin­de ça­lı­şı­yor­lar bil­gi­miz da­hi­lin­de. Ay­rı­ca bi­zim dö­ne­mi­miz­de
ka­çak kö­mür için ku­r ul­muş Kont­rol Nok­ta­la­rı Za­bı­ta Amir­li­ği­mi­zi söy­
le­mek ge­re­kir. İs­tan­bul’un ye­di gi­ri­şi­ne va­sıf­sız kö­mür­le­rin gi­ri­şi­ni
ön­le­mek için ku­r u­lan kont­rol nok­ta­la­rın­da, ay­nı za­man­da yaş seb­ze
ve mey­ve, can­lı ve can­sız hay­van, su ve gı­da de­ne­tim­le­ri de ya­pı­lı­
yor.
Ka­çak kö­mür­de bü­yük ba­şa­rı sağ­la­dık
Kont­rol nok­ta­la­rı ku­ru­luş ama­cı­nı ye­ri­ne ge­ti­re­bil­di mi?
Ta­bii ki, İs­tan­bul’da ha­va kir­li­li­ği­nin ön­len­me­si de gös­te­ri­yor ki,
za­bı­ta bu iş­te bü­yük oran­da ba­şa­rı ka­zan­mış­tır.
Kö­mür nok­ta­la­rın­da ça­lı­şan za­bı­ta­la­rın baş­la­rı­na bir çok tat­sız
olay­lar ge­li­yor. Za­bı­ta bu­ra­da si­lah­sız ol­ma­nın, yet­ki­siz ol­ma­nın
sı­kın­tı­la­rı­nı çek­mi­yor mu?
Za­bı­ta sis­tem ola­rak si­lah­sız ku­r ul­muş, do­la­yı­sıy­la işi­ni de si­lah­
sız yap­mak zo­r un­da. Ama kö­mür gi­bi bir gö­re­vi üst­len­mi­şiz, iş­te
ora­da si­la­ha ih­ti­ya­cı­mı­z var. Hem bu gö­re­vi biz mec­bu­ren üst­len­mi­
şiz. Gö­re­ve gel­di­ği­miz­de İs­tan­bul için her ak­şam ha­va kir­li­lik ra­po­r u
ya­yın­la­nı­yor­du. Kir­li­lik ora­nı kri­tik bo­yut­lar­day­dı. Ama bi­ze ya­sal ola­
rak bu­nu ön­le di­ye bir gö­rev ve­ril­me­miş. Çev­re Mü­dür­lü­ğü var, İs­tan­
bul Va­li­li­ği var so­r um­lu ola­rak. Ama va­tan­daş da da­hil her­kes gö­re­vi
be­le­di­ye­den bek­li­yor.
Bu­nun üze­ri­ne biz be­le­di­ye ola­rak her tür­lü ris­ki gö­ze ala­rak
de­dik ki, bu gö­re­vi bi­ze ve­rin biz ön­le­riz. Ma­hal­li Çev­re Ku­r u­lu top­
lan­dı ve bu işi bi­ze ver­di. Biz de on­lar­dan yar­dım is­te­dik, bi­ze po­lis,
po­li­sin ol­ma­dı­ğı yer­de jan­dar­ma ve­rin di­ye. Ta­mam, kont­rol nok­ta­la­
rı­na bi­r a­ra po­lis, ama ço­ğun­luk­la jan­dar­ma ve­ril­di, za­bı­tay­la bir­lik­te
bek­le­di. Ama kam­yon her za­man yol­dan gel­mi­yor ki, Sa­rı­yer’de,
Esen­yurt’ta dağ­lar­dan ge­li­yor. Bu­ra­lar­da kam­yon­la­rı ko­va­la­mak, el
koy­mak, ya­ka­la­yıp ge­tir­mek bü­yük fe­da­kâr­lık is­te­yen iş­ler. Jan­dar­ma
ise kont­rol nok­ta­sı dı­şı­na çık­mı­yor, ta­ki­be gel­mi­yor. Za­bı­ta­nın ko­va­
116
la­dı­ğı ka­çak kö­mür­cü­ler, ‘Be­ni ya­ka­la­dın sa­na he­lâl ol­sun, al git
kam­yo­nu’ de­mi­yor. Her yo­lu de­ne­ye­rek kar­şı ko­yu­yor, bu­gün so­pay­
la, ya­rın si­lah­la.
Bu yüz­den çok sa­yı­da ya­ra­lan­ma ol­du ga­li­ba.
Evet, kö­mür nok­ta­la­rın­da ça­lı­şıp da kam­yon­cu­lar ta­ra­fın­dan ya­ra­
lan­ma­yan za­bı­ta­mız yok gi­bi­dir. Si­lah­la ya­ra­la­nan za­bı­ta­mız ol­du.
Çe­şit­li ça­tış­ma­lar ol­du si­lah­lı ya da si­lah­sız. Her tür­lü zor­lu­ğa rağ­
men ba­şar­dık, bu ay­rı ko­nu; ama biz di­yo­r uz ki, za­bı­ta işi­ni ya­par­ken
baş­ka teş­ki­lat­la­ra muh­taç ol­ma­sın. Biz üni­for­ma­lı bir teş­ki­lat­sak,
yı­kım gi­bi olay­lar­da po­li­se git­me­ye­lim. Çün­kü po­li­se git­mek bi­zim
işi­mi­zi sü­rek­li ge­cik­ti­ri­yor.
Tü­ke­ti­ci­le­ri bi­linç­len­di­ri­yo­ruz
Ça­lış­ma­la­rı­nı­za geç­mek is­ti­yo­rum. Ge­çen yıl Za­bı­ta Tü­ke­ti­ci
Bü­ro­su’nu hiz­me­te aç­tı­nız. Tü­ke­ti­ci Bü­ro­su’yla ne­yi he­def­le­miş­ti­
niz? He­de­fi­ni­ze ulaş­tı­nız mı?
Tü­ke­ti­ci­yi ko­r u­mak ve bi­linç­len­dir­mek için çı­ka­rı­lan 4077 Sa­yı­lı
Tü­ke­ti­ci­yi Ko­r u­ma Ka­nu­nu, be­le­di­ye­le­re çok faz­la gö­rev ver­mi­yor.
Çün­kü ya­sa mer­ke­zi ida­re ağır­lık­lı çı­ka­rıl­mış. Be­le­di­ye­le­re eti­ket
de­ne­ti­mi dı­şın­da doğ­r u­dan ce­za yet­ki­si ta­nı­ma­mış. Ağır­lık­la gö­re­vi
Sa­na­yi ve Ti­ca­ret Ba­kan­lı­ğı­na ver­miş. Ay­rı­ca, bu­gü­ne ka­dar yü­rür­lük­
te olan tü­ke­ti­ciy­le il­gi­li di­ğer ka­nun­lar Sağ­lık Ba­kan­lı­ğı ve Ta­rım
Ba­kan­lı­ğı teş­ki­la­tı­na yet­ki ver­miş. Bu­ra­da şu ger­çek de or­ta­ya çı­kı­
yor, her “si­ya­si, ma­hal­li ida­re­le­ri güç­len­di­re­ce­ğiz” ça­ba­sı al­tın­da
sü­rek­li yet­ki­le­ri­mi­zi tır­pan­la­mış.
Es­ki­den be­le­di­ye gı­da üre­ten yer­le­rin de­ne­tim ve ruh­sat iş­le­ri­ni
ya­pı­yor­du, bu yet­ki de ma­hal­li ida­re­den alı­nıp mer­ke­zi ida­re­ye ve­ril­
di. İş­te ma­hal­li ida­re­le­ri güç­len­dir­mek an­la­yı­şı­mız bu bi­zim. Ya­ni
bun­la­rın ma­hal­li ida­re­den an­la­dık­la­rı sa­de­ce İl Özel İda­re­si ga­li­ba.
Özel İda­re­’nin ba­şın­da bir atan­mış var hal­bu­ki. Si­ya­si par­ti ayı­rı­mı
yap­ma­dan söy­lü­yo­r um, her­kes be­le­di­ye­le­rin elin­de­ki yet­ki­le­re göz
dik­miş, za­man için­de bu yet­ki­le­ri alı­yor.
Eti­ket de­ne­ti­mi de böy­le. Tü­ke­ti­ci ya­sa­sı bi­ze çok az gö­rev ver­miş
ol­ma­sı­na rağ­men biz hal­kı­mı­zı bi­linç­len­dir­mek ve ko­r u­mak adı­na bir
ne­vi yü­kü sır­tı­mı­za al­dık ve 24 sa­at te­le­fo­nu açık Tü­ke­ti­ci Bü­ro­
117
su’nu aç­tık. Her mü­ra­ca­at ede­nin prob­le­mi­ni çöz­me­ye gay­ret et­tik,
bu­nu ken­di­mi­ze il­ke edin­dik.
Tü­ke­ti­ci Bü­ro­su’nu ilk kez Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si mi aç­tı?
Evet, ilk de­fa biz aç­tık ve bü­ro­yu eti­ket de­ne­ti­miy­le de sı­nır­lan­dır­
ma­dık. Va­tan­da­şın eti­ket de da­hil tüm tü­ke­ti­ci prob­lem­le­ri­ni çö­zü­me
ulaş­tır­ma­yı amaç­la­dık ve bu­nu ba­şar­dık. İn­san­lar bi­ze gü­ven­mek­te
ve bi­zi sü­rek­li ara­mak­ta­lar. İn­san­lar bel­ki de ara­ya­cak yer bu­la­mı­yor­
lar­dı bu­gü­ne ka­dar, bel­ki de ka­pı­lar­dan ko­vu­lu­yor­lar­dı. Bu se­bep­ten,
bi­zim in­sa­nı­mız­da "Aman boş­ver, ki­mi ki­me şi­kâ­yet ede­cek­sin" an­la­
yı­şı ha­kim­dir. Ama bu dö­nem, Tü­ke­ti­ci Bü­ro­suy­la so­na er­di, ar­tık
"Boş­ver ki­mi ki­me şi­kâ­yet ede­cek­sin" de­mi­yor­lar, şi­kâ­yet edi­le­cek­
le­ri bi­ze şi­kâ­yet edi­yor­lar.
O hal­de siz bir an­lam­da İs­tan­bul­lu tü­ke­ti­ci­yi eği­ti­yor­su­nuz.
Evet, her­ke­se hak­la­rı­nı öğ­re­ti­yo­r uz
An­lat­tık­la­rı­nız­dan şu­nu an­la­dım, za­bı­ta­nın hal­kın gö­zün­de­ki
“sey­yar ko­va­la­yan” ima­jı­nı ted­ri­cen “hal­kı bil­gi­len­di­ren” ha­le ge­tir­
miş­si­niz. Ama her­ şe­ye rağ­men İs­tan­bul’un prob­lem­le­ri sü­rü­yor.
Ana cad­de ve mey­dan­lar­da di­len­ci ve sey­yar­lar göz aç­tır­mı­yor.
Ka­çak ya­pı­laş­ma so­ru­nu var. Siz bun­la­rı ön­le­mek için ne ya­pı­yor­
su­nuz?
Za­bı­ta ken­di­li­ğin­den ge­nel­de bir iş yap­maz. Za­bı­ta ne­re­ye yön­len­
di­ri­lir­se o işi ya­par. Va­zi­fe­si olan iş­le­rin dı­şın­da za­bı­ta­nın, be­le­di­ye­
nin ge­nel an­la­yı­şı doğ­r ul­tu­sun­da yön­len­di­ril­me­si ge­re­kir. Za­bı­ta­ya
“ka­çak ya­pı­laş­ma­yı ön­le” de­miş­ler­se ön­ler. İs­tan­bul na­sıl ge­ce­kon­
du­laş­mış­tır şim­di­ye ka­dar? Be­le­di­ye­le­rin mü­sa­ade­siy­le. Bi­zim dö­ne­
mi­miz­de ge­ce­kon­du ya­pıl­dı­ğı­nı kim­se söy­le­ye­mez. Top­lu ge­ce­kon­du
ola­yı za­ten müm­kün de­ğil, bir se­çim ge­çir­mi­şiz ol­ma­mış, yi­ne bir
be­le­di­ye se­çi­mi ge­çi­re­ce­ğiz, yi­ne ol­ma­ya­cak­tır. İs­tan­bul şim­di­ye
ka­dar ge­ce­kon­du­la­şır­ken hep se­çim­de ge­ce­kon­du­laş­mış­tır. Biz bu
an­la­yı­şı kal­dır­dık. Kim­se­nin biz­den bu ta­le­bi de ye­ri­ne ge­tir­me­mi­zi
is­te­me­si müm­kün de­ğil.
Sey­ya­ra ge­lin­ce, za­bı­ta sey­yar ko­va­lı­yor ta­bii, ama ge­ce­kon­du da
yı­kı­yor. Ama sey­yar ko­nu­su mem­le­ke­tin eko­no­mik den­ge­le­riy­le ­de
alâ­ka­lı; ül­ke eko­no­mi­si iyi­ye gi­der­se sey­yar aza­lır; kö­tü­ye gi­der­se
ço­ğa­lır. Ta­mam, sey­yar mey­dan­la­rı hak­sız iş­gal edi­yor ama onu
or­adan sö­küp ata­mı­yor­sun. Onu mem­le­ke­ti­ne gön­de­re­me­dik­ten
118
son­ra... Bu in­san­lar ev­le­ri­ne ek­mek gö­tür­mek zo­r un­da. Eve ek­mek
gö­tü­re­bil­mek için bir şey sat­mak zo­r un­da.
Ba­kın, bir gün uzun boy­lu iri ya­rı bir de­li­kan­lı gel­di da­ire­ye, Be­ya­
zıt’da ki­tap sa­tı­yor­muş. Biz de ora­da­ki ki­tap­çı­la­rı kal­dır­mış­tık. De­di
ki, "Ben öğ­ren­ci­lik yap­tım; hat­ta te­rö­re ka­rış­tım, ha­pis yat­tım, ama
şim­di çık­tım ha­pis­ten ve ev­de bir ka­rım ve bir ço­cu­ğum var, ak­şam
ben­den ek­mek bek­li­yor­lar. Ben ek­mek gö­tür­mek zo­r un­da­yım on­la­
ra." Hiç­bir şey söy­le­ye­me­dim, çün­kü hak­lıy­dı. Ben ona bir al­ter­na­tif
ge­ti­re­mi­yo­r um. Dev­let de “bur­ada ek­mek yok, git şu­ra­da ek­mek var”
di­ye­mi­yor. Ama o adam ek­mek gö­tür­mek zo­r un­da. O adam ken­di­ne
bir yol çiz­miş, bir kö­şe­de ki­tap sat­ma­sı­nın kim­se­ye de za­ra­rı yok. Bu
ko­nu­da on­la­ra bi­raz es­nek­lik ta­nı­dım za­man içe­ri­sin­de, ha­lâ ta­nı­yo­
rum, ama bu es­nek­lik sa­de­ce ki­tap için ge­çer­li.
Za­bı­ta son za­man­lar­da ba­zı uy­gu­la­ma­la­rıy­la unu­tu­lan gö­rev­le­ri­
ni can­lan­dı­rı­yor; “ter­si­ne göç pro­je­si” gi­bi. Ne­dir bu “ter­si­ne göç
pro­je­si”?
Baş­ka­nı­mı­zın İs­tan­bul’a vi­ze ko­nul­ma­sı yo­lun­da ka­mu­oyu­na bir
açık­la­ma­sı ol­muş­tu. Bu, ta­bii ki İs­tan­bul’a gö­çün ön­len­me­si için ara­
nan ça­re­ler­den bi­riy­di. Ama İs­tan­bul’a gö­çü şim­di­ye ka­dar kim­se
ön­le­ye­me­miş. Çün­kü gö­çü ön­le­mek için gö­çün ol­du­ğu yer­de bir ted­
bir alın­ma­sı lâ­zım. Biz de bu an­la­yış içe­ri­sin­de dü­şün­dük; vi­ze ko­ya­
mı­yo­r uz, gö­çü ön­le­ye­mi­yo­r uz, öy­ley­se bir kam­pan­ya baş­la­ta­lım,
ge­ri­ye git­mek is­te­yen­le­ri gön­de­re­lim de­dik.
İs­tan­bul’dan git­mek is­te­yen­le­re, yol­da kal­mış­la­ra, köy­le­ri­ne dön­
mek is­te­yen­le­re, eğer ai­le­le­riy­le gi­de­cek­ler­se kam­yon ki­ra­la­ya­rak,
di­ğer­le­ri­ne ise oto­büs bi­let­le­ri­ni te­min ede­rek yar­dım­cı ol­duk. Bu
ter­si­ne göç pro­je­si tam bir pat­la­ma­ya se­bep ol­du. Git­mek is­te­yen
her­kes bi­ze baş­vur­du. Mü­ra­ca­at­la­rın hep­si­ni ka­bul et­tik, ma­hal­le­le­
rin­de ge­rek­li in­ce­le­me­le­ri ya­pa­rak ele­dik.
Za­bı­ta Yö­net­me­li­ği yol­da kal­mış­la­rı, mem­le­ke­ti­ne git­mek is­te­yen­
le­ri mem­le­ket­le­ri­ne gön­der­me­yi za­bı­ta­nın va­zi­fe­le­ri ara­sın­da sa­yı­yor.
Bu ko­nu­da­ki esas gö­rü­şü­müz, slo­ga­nı­mız şuy­du: Ma­dem ge­li­şi ön­le­
ye­mi­yo­r uz, ge­ri­ye git­mek is­te­yen­le­ri gön­de­re­lim. Çün­kü gön­der­di­ği­
miz in­san­lar İs­tan­bul’a gel­mek is­te­yen­le­rin ge­li­şi­ni en az bir yıl er­te­
le­ye­cek­tir ve­ya dur­du­ra­cak­tır. Git­tik­le­ri köy­de ar­tık İs­tan­bul’da ha­ya­
tın çok da­ha zor ol­du­ğu­nu an­la­ta­cak­lar­dır. İs­tan­bul’a göç­mek is­te­
yen­le­ri en­gel­le­ye­cek­ler­dir.
119
Za­bı­ta­nın ta­nı­tım ata­ğı
Za­bı­ta­nın, ken­di­si­ni hal­ka ve il­gi­li­le­re ta­nıt­ma­da so­ru­nu var­dı.
Siz bu so­ru­nu aş­mak için ne­ler yap­tı­nız?
Biz bu ko­nu­da sis­tem­li bir ça­lış­ma ha­zır­la­dık. Ön­ce her yıl dü­zen­
le­nen za­bı­ta haf­ta­la­rın­dan fark­lı bir haf­ta dü­zen­le­dik. Bu, za­bı­ta­nın
ta­nı­tı­mı için önem­li bir et­kin­lik­ti. 1997 yı­lın­da, bu­gü­ne ka­dar ya­pıl­
ma­yan bir şe­yi ya­pa­rak za­bı­ta­yı ta­ri­hin­den bu­gü­ne ka­dar ta­nı­tan,
so­r un­la­rı ve ça­lış­ma­la­rı hak­kın­da bil­gi­len­di­ren bir bel­ge­sel ha­zır­lat­
tık. Bu bel­ge­sel çe­şit­li te­le­viz­yon ka­nal­la­rın­da ya­yın­lan­dı, za­bı­ta­la­ra
da­ğı­tıl­dı. Taş­ra­da­ki za­bı­ta­la­ra gön­de­ril­di.
Bir de Za­bı­ta der­gi­si çı­kar­ma­ya baş­la­dık. Za­bı­ta der­gi­si­ni za­bı­ta­
lar ara­sın­da bir ile­ti­şim ağı oluş­tur­sun di­ye Bü­yük­şe­hir’in ya­nı­sı­ra
il­çe za­bı­ta­la­ra ve İs­tan­bul pro­to­ko­lu­na da­ğı­tı­yo­r uz. Ana­do­lu’da­ki
çe­şit­li be­le­di­ye­le­re gön­de­ri­yo­r uz. Üc­ret­siz ola­rak da­ğıt­tı­ğı­mız Za­bı­ta
der­gi­siy­le za­bı­ta­nın prob­lem­le­ri­ni du­yu­r u­yor ve bu ko­nu­da bir ka­mu­
oyu oluş­tu­r u­yo­r uz. Der­gi­yi İs­tan­bul Be­le­di­ye Za­bı­ta Vak­fı’mız çı­ka­rı­
yor.
Ni­çin böy­le bir va­kıf kur­ma ih­ti­ya­cı his­set­ti­niz?
"Tür­ki­ye’de dev­let tav­şa­nı trak­tör­le ya­ka­lar" di­ye bir söz var. Ya­ni
dev­let bir işi ya­par­ken ace­le et­mez. Tür­ki­ye’de ya­sa­lar da bu­na
mü­sa­it­tir, çok ya­vaş iş­ler, si­zi en ba­sit kır­ta­si­ye ih­ti­ya­cı­nız­da bi­le,
me­se­lâ kâ­ğıt alı­mın­da, en­cü­men - bü­rok­ra­si çar­kın­da bo­ğar. İh­ti­ya­cı­
nız az da ol­sa, çok da ol­sa en­cü­me­ne gi­der. En­cü­men­de za­bı­ta­yı hiç
ta­nı­ma­yan bi­ri­si kal­kar ve za­bı­ta­nın kâ­ğı­da mı ih­ti­ya­cı olur­muş, o
so­kak­ta sey­yar ko­va­la­sın der. Ta­le­bi­niz red­de­di­lir. Da­ha ön­ce­ki ça­lış­
tı­ğım yer­ler­de de bu­nu gör­düm, dev­let ya­vaş ça­lı­şır, bu­nun için ih­ti­
yaç­la­rı­mı­zı va­kıf­lar ya da bir­lik­ler va­sı­ta­sıy­la gi­de­ri­yor­duk.
Za­bı­ta­da da biz bu işe te­şeb­büs et­tik, ama çok geç yap­tık. İki yıl
bek­le­dik­ten son­ra bir va­kıf kur­duk İs­tan­bul Be­le­di­ye Za­bı­ta Vak­fı
di­ye. Böy­le­ce İs­tan­bul’da çe­şit­li maf­ya­la­rın ya da değ­nek­çi­le­rin ce­bi­
ne gi­de­cek pa­ra­la­rı vak­fa, do­la­yı­sıy­la za­bı­ta­nın hiz­me­ti­ne ka­na­li­ze
et­tik.
Va­kıf ma­ri­fe­tiy­le, za­bı­ta­nın ih­ti­ya­cı olan tüm araç ge­reç­le­ri, tel­siz­
le­ri, bil­gi­sa­yar­la­rı al­dık. Za­bı­ta me­mur­la­rı­nın sos­yal ih­ti­yaç­la­rı, za­bı­ta
haf­ta­sı kut­la­ma­la­rı­nın gi­der­le­ri, za­bı­ta der­gi­si­nin gi­der­le­ri ak­lı­nı­za
ge­le­bi­le­cek tüm ih­ti­yaç­la­rı­nı va­kıf­tan kar­şı­la­dık.
120
Va­kıf, za­bı­ta­la­ra karz-ı ha­sen de­ni­len bir ka­pı aç­tı, ya­ni fa­iz­siz
borç pa­ra ver­di. Za­bı­ta­nın, 10 mil­yo­na 20 mil­yo­na ih­ti­ya­cı olu­yor­du,
ban­ka­dan fa­iz­le kre­di çe­ki­yor­du, biz bu­na en­gel ol­duk. İh­ti­ya­cı olan
mik­ta­rı Va­kıf ve­ri­yor ve ay­da 5 mil­yon gi­bi tak­sit­ler­le ge­ri alı­yor.
Has­ta­lık du­r u­mun­da za­bı­ta­ya kar­şı­lık­sız sağ­lık yar­dı­mı ve­ri­yo­r uz,
ev­le­nen­le­re dört al­tın li­ra kar­şı­lı­ğı pa­ra, ço­cu­ğu olan­la­ra pa­ra ve­ri­yo­
ruz, bun­la­rı hep va­kıf­tan kar­şı­lı­yo­r uz.
Şu­nu vic­dan sa­hi­bi her­kes ka­bul ede­cek­tir, Va­kıf za­bı­ta­ya bü­yük
ra­hat­lık ge­tir­miş­tir. Za­bı­ta­ya res­mi ola­rak alı­na­ma­ya­cak mont gi­bi,
ka­zak gi­bi gi­ye­cek ih­ti­yaç­la­rı Va­kıf ta­ra­fın­dan kar­şı­lan­mış­tır. Bu tür
ih­ti­yaç­la­rın ne bü­yük ih­ti­yaç ol­du­ğu­nu an­cak teş­ki­lat için­de olan­lar
bi­lir. Gö­rev sı­ra­sın­da el­bi­se­si yır­tı­lan bir in­san ne ya­pa­ca­ğı­nı bi­le­
mez, ama va­kıf onun im­da­dı­na ye­ti­şi­yor. Ay­nı za­man­da ter­si­ne göç
pro­je­si de Za­bı­ta Vak­fı’n­ca fi­nan­se edi­li­yor.
Za­bı­ta­ya mo­dern yö­ne­tim an­la­yı­şı­nı ge­tir­dik
Si­zin, ye­ni yö­ne­ti­min bir bü­rok­ra­tı ola­rak za­bı­ta­ya ge­tir­di­ği­niz
en önem­li ye­ni­lik ne­dir? Her açı­dan...
Za­bı­ta­nın çağ­daş tek­no­lo­jiy­le do­na­tıl­ma­sı, ekip­ma­nı­nın güç­len­di­
ril­me­si yö­nün­de­ki ça­lış­ma­la­rı­mı­zı say­mak is­te­mi­yo­r um. Be­nim za­bı­
ta­da esas yap­mak is­te­di­ğim baş­kay­dı; il­kel bir yö­ne­tim an­la­yı­şı­nın
ye­ri­ne mo­dern bir yö­ne­tim fel­se­fe­si­ni yer­leş­tir­mek­ti. Za­bı­ta, po­lis
gi­bi teş­ki­lat­la­rın ba­şı­na ge­len in­san­lar­da bir an­la­yış var­dır, ‘vur­du­ğu
yer­den ses çı­kar­ma­lı’ di­ye. Ki­me vu­ra­cak­sın, eğer vur­du­ğun bir hak­
sız­lık yap­tıy­sa ka­nun kar­şı­sın­da mut­la­ka ya­zı­lı bir ce­za­sı var­dır; mah­
ke­me­ye gön­de­rir­sin ce­za­sı­nı çe­ker. Za­bı­ta vur­du­ğu yer­den na­sıl ses
çı­ka­rır? Ben bu­nu an­la­mı­yo­r um. Ama za­bı­ta teş­ki­la­tı şim­di­ye ka­dar
şöy­le an­la­mış bu­nu: Za­bı­ta­nın ba­şı­na ge­len ön­ce za­bı­ta­nın ba­şı­na
vur­muş, ses çı­kar­mış.
Ba­na da an­la­tı­yor­lar, ‘Çok di­sip­lin­li teş­ki­lat­tık, mü­dür gel­di­ği
za­man hiç kim­se kal­maz­dı or­ta­lık­ta, her­kes ka­ça­cak bir de­lik arar­dı’
di­ye. Bu di­sip­lin de­ğil ki, ya­zık. Be­nim di­sip­lin an­la­yı­şım çok fark­lı,
ben is­te­dim ki şu za­bı­ta; mü­dür, onun al­tın­da amir, onun al­tın­da
baş­ko­mi­ser, onun al­tın­da ko­mi­ser, onun al­tın­da ko­mi­ser mu­avi­ni ve
me­mur­la­rıy­la hi­ye­rar­şik bir teş­ki­lat... Biz za­ten İs­tan­bul’u üç böl­ge­
121
ye, böl­ge­le­ri çe­şit­li amir­lik­le­re ayır­mı­şız, çark iş­li­yor. Sen bu teş­ki­la­
tın yö­ne­ti­mi­ne ge­lip ka­fa­sı­na vur­du­ğun za­man, ta­bii ki sen ona, o
di­ğe­ri­ne aşa­ğı ka­dar gi­de­cek bu sil­si­le, en son va­tan­da­şın ka­fa­sı­na
vu­ra­cak­lar. Hem sen vur­ma­dı­ğın za­man, sen ol­ma­dı­ğın za­man ne
ola­cak? İş­ler hep ya­ta­cak.
Ben is­te­dim ki bu hi­ye­rar­şik teş­ki­lat, oto­ma­tik iş­le­yen teş­ki­lat
in­sa­na bağ­lı ol­ma­sın; teş­ki­lat ken­di­ni ka­bul et­sin; ben ka­fa­ma vu­r ul­
ma­dan da bu işi ya­pa­bi­li­rim de­sin; ken­di­ne gü­ve­nen, ken­di ba­şı­na
ayak­ta du­ran gü­ve­ni­lir bir teş­ki­lat ol­sun.
Ben ya­nım­da ça­lış­tır­dı­ğım her­ke­se ke­sin­lik­le gü­ve­ni­rim. Eğer
gü­ven­mez­sem ça­lış­tır­mam. Bir ami­ri, bir mü­dür yar­dım­cı­sı­nı bir gö­re­
ve ge­tir­dim­se gü­ven­di­ğim için ge­tir­mi­şim­dir; so­nu­na ka­dar yet­ki
ve­ri­rim ona. Ya­ni şu an za­bı­ta­da bir çok ko­nu­lar­da be­nim al­tım­da
ça­lı­şan in­san­lar yet­ki­li­dir.
Ken­di iç­le­rin­de di­sip­lin­le­ri­ni sağ­la­sın­lar, ama ka­ba­ha­ti ol­ma­dan
da bu in­san­la­rın ka­fa­sı­na vur­mak ya da vur­du­ğu yer­den ses çı­kar­
mak ol­maz. Ne­re­ye vu­ra­cak­sın? Gi­de­cek­sin va­tan­da­şın sa­ğı­na so­lu­
na vu­ra­cak­sın, ses çı­ka­cak. Bu yan­lış. Bu an­lam­da ‘vur­du­ğu yer­den
ses çı­kar­ma­ya’ kar­şı­yım; ama iş yap­ma açı­sın­dan mut­la­ka di­sip­lin
ge­re­ki­yor, o di­sip­lin­de ıs­rar­cı­yız za­ten.
Za­bı­ta için ol­duk­ça fark­lı olan bu yö­ne­tim an­la­yı­şı­nız ne ka­dar
ba­şa­rı­lı ol­du?
Za­bı­ta teş­ki­la­tın­da bu otur­ma­dı da­ha. Teş­ki­lat­ta ha­lâ ka­fa­la­rı­na
vu­r up iş yap­tır­ma­yı öz­le­yen in­san­lar var. Ben bu­na di­re­ni­yo­r um. Ha­lâ
ken­di­le­ri tek­lif edi­yor­lar ka­fa­mı­za vur da bi­ze iş yap­tır di­ye; ben ‘vur­
ma­ya­ca­ğım si­zin ka­fa­nı­za’ di­yo­r um. ‘Siz ka­fa­nı­za vu­r ul­ma­dan iş
yap­ma­yı öğ­re­ne­cek­si­niz.’ Bun­da ba­şa­rı­lı olan ar­ka­daş­la­rı­mız var,
öğ­re­ne­me­yen ar­ka­daş­la­rı­mız var.
Bü­yük oran­da ba­şa­rı­lı ol­duk di­ye­bi­li­yor mu­su­nuz?
Bu­nu ben söy­le­ye­mem. Bu­nu en iyi ya za­bı­ta teş­ki­la­tı bi­lir ya da
dı­şar­ıda­ki in­san­lar bi­lir. An­cak şu­nu söy­le­ye­bi­li­rim: Eği­tim ça­lış­ma­la­
rı­mız sü­rek­li de­vam edi­yor, eği­tim­den geç­me­yen za­bı­ta­mız kal­ma­dı,
bir kıs­mı iki ke­re eği­tim­den geç­ti. Bu eği­tim sı­ra­sın­da mes­le­ki bil­gi­
le­rin ya­nı ­sı­ra kül­tü­rel eği­tim de alı­yor­lar. Böy­le­ce an­la­yış­la­rı de­ği­şi­
yor. Ay­rı­ca uy­gu­la­ma­la­rı­mız da an­la­yış­la­rı­nın da­ha iyi­ye git­me­si­ni
sağ­lı­yor. Ken­di­le­ri söy­lü­yor­lar, bir dört yıl­lık be­le­di­ye dö­ne­mi geç­miş
122
za­bı­ta mü­dü­rü­nü gör­me­yen za­bı­ta­lar var­mış. Çok ka­la­ba­lık teş­ki­lat
olur da bu nor­mal­dir, mü­dü­rü gö­re­mez­sin. Ama biz böy­le yap­ma­dık.
Za­bı­ta­lar prob­lem­le­ri­ni bel­li bir hi­ye­rar­şi için­de çö­ze­me­di­ler­se, dert­
le­ri­ni biz din­le­dik. Ya­ni bi­zim ka­pı­mı­zı is­te­yen ça­la­bil­di. Bi­zim ka­pı­mız
her­ke­se açık, hal­ka ne ka­dar açık­sa za­bı­ta­ya da o ka­dar açık. ‘Ben
gel­dim de sen­le gö­rü­şe­me­dim’ di­yen bir za­bı­ta ol­du­ğu­nu zan­net­mi­
yo­r um
Top­ka­pı Par­kı, bir kay­ma­ka­mın in­sa­fı­na kal­dı
Za­bı­ta, ça­lış­ma­la­rı­nı yü­rü­tür­ken, dev­le­tin di­ğer bi­rim­le­rin­den
des­tek gö­rü­yor mu?
Ma­ale­sef, ha­yır, des­tek gör­mü­yor. Ad­li­ye ay­rı bir sı­kın­tı, po­lis ay­rı
bir sı­kın­tı. Bir yer­de yı­kım ya­pa­ca­ğın za­man Vi­lâ­ye­t’e ya­zı ya­za­cak­sın
ki po­lis gön­der­sin. Po­lis top­lan­tı ya­pa­cak, bu­nun için en az bir haf­ta
ön­ce­sin­den bil­di­re­cek­sin, bir haf­ta son­ra­sı­na gün ve­re­cek, ne ka­dar
kuv­vet ge­le­cek di­ye he­yet top­la­na­cak, on­dan son­ra po­lis kuv­ve­ti
ve­ri­le­cek ve yı­kım ya­pı­la­cak. Bu iş­ler uzun pro­se­dür ge­rek­ti­ri­yor,
do­la­yı­sıy­la bü­yük iş­le­ri­miz, pro­je­le­ri­miz ak­sı­yor. Bir de o ma­kam­da­ki
in­san kö­tü ni­yet­liy­se vay ha­li­ni­ze!
İş­te bu Top­ka­pı Şe­hir Par­kı pro­je­sin­de ba­şı­mı­za ge­len­ler. Zey­tin­
bur­nu Kay­ma­ka­mı, po­lis ta­le­bi­mi­zi ye­ri­ne ge­tir­me­mek için top­lan­tı
yap­mı­yor. Top­ka­pı’da yı­kıl­ma­sı ge­re­ken, is­tim­lâk edil­miş, pa­ra­la­rı
öden­miş 400’den faz­la yer yı­kı­la­mı­yor. Bu­ra­lar iş­gal­ci­le­re peş­keş
çe­ki­li­yor. Halk bir hiz­met­ten mah­r um bı­ra­kı­lı­yor. Ay­rı­ca biz be­le­di­ye
ola­rak, za­ma­nın­da ye­ri mü­te­ah­hi­de tes­lim ede­me­di­ği­miz için her gün
mil­yar­lar­ca li­ra za­rar edi­yo­r uz. Kos­ko­ca İs­tan­bul ve hal­kı bir kay­ma­
ka­mın in­sa­fı­na kal­dı.
Böy­le bir du­rum­da gi­de­ce­ği­niz baş­ka bir mer­ci yok mu?
Vi­lâ­ye­t’e gi­di­yo­r uz. Vi­lâ­yet kay­ma­ka­ma pas­lı­yor. Kay­ma­kam di­yor
ki ‘Ben va­li­den te­le­fon em­ri gel­me­den bu işi yap­mam.’ Va­li­ye gi­di­yo­
ruz, ‘Ben emir ver­dim’ di­yor. Kay­ma­kam di­yor ki ‘Ba­na emir gel­me­
di’, biz ara­da kal­dık.
Bu bir tra­je­di­dir, san­sas­yo­nel bir olay­dır. Çün­kü bü­yük bir hak­sız­
lık var­dır bu olay­da.
123
Yık­mak is­te­mi­yor­lar ya da bi­ze yar­dım­cı ol­mak is­te­mi­yor­lar; bu
du­r um­da biz de ça­re­siz ka­lı­yo­r uz. Ne ya­pa­cak­sın? Yı­kı­ma git­ti­ğin­de
o in­san­lar se­ni taş­la so­pay­la ko­va­lar; el koy­ma gü­cün yok, in­san­la­rı
ne­za­re­te al­ma gü­cün yok; adam sa­na kar­şı koy­du­ğu, se­ni döv­dü­ğü
za­man ne ya­pa­cak­sın, yi­ne po­lis ça­ğı­ra­cak­sın. Ama kay­ma­kam
za­ten po­lis ver­mi­yor.
Çok va­him bir du­rum, be­le­di­ye­nin hiz­me­ti en­gel­le­ni­yor, ama
be­le­di­ye­nin gi­de­ce­ği bir mer­ci yok.
Yok. Bir ta­kım in­san­lar, ta­ma­men si­ya­si nü­fuz­la­rı­nı kul­la­na­rak
be­le­di­ye­nin iş­le­ri­ni en­gel­li­yor­lar.
Be­le­di­ye mah­ke­me­le­ri ku­rul­ma­lı
Za­bı­tanın gö­rev­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­rir­ken kar­şı­laş­tı­ğı yet­ki prob­
lem­le­ri­ni aş­mak için ne öne­ri­yor­su­nuz?
Biz di­yo­r uz ki, za­bı­ta işi­ni ya­par­ken baş­ka teş­ki­lat­la­ra muh­taç
ol­ma­sın. Biz üni­for­ma­lı bir teş­ki­lat­sak, yı­kım gi­bi olay­lar­da, sı­kış­tı­ğı­
mız za­man po­li­se git­me­ye­lim. Çün­kü po­li­se git­mek bi­zim işi­mi­zi
sü­rek­li ge­cik­ti­ri­yor.
Sis­te­min de­ğiş­me­si ge­re­ken esa­sı şu­dur: Bir suç iş­le­yen in­san,
hır­sız­lık ya­pan ya da adam öl­dü­ren ki­şi po­lis ma­ri­fe­tiy­le ya­ka­la­nır,
be­lir­li bir sü­re gö­zal­tın­da tu­tu­lur ve yar­gı önü­ne çı­ka­rı­lır. Şi­kâ­ye­te
bağ­lı ol­ma­yan suç­lar­da da cum­hu­ri­yet sav­cı­sı re’sen da­va açar,
tu­tuk­lar, mah­ke­me ce­za­lan­dı­rır.
Biz di­yo­r uz ki bu sis­tem be­le­di­ye suç­la­rı için de uy­gu­lan­sın. Be­le­
di­ye suç­la­rı­nı iş­le­yen in­san­la­rı da za­bı­ta­lar gö­zal­tı­na al­sın, mah­ke­
me­ye çı­kar­sın. Be­le­di­ye suç­la­rı­nı iş­le­yen­ler ce­za­sız kal­ma­sın. Bu­gün
za­bı­ta­nın gö­re­vi ge­re­ği mü­hür­le­di­ği bir yer­de, müh­rü ka­ale alın­mı­yor.
En ko­lay kı­rı­lan mü­hür za­bı­ta­nın müh­rü­dür. Çün­kü kı­ran, hiç ce­za
gör­mü­yor; on­beş ke­re za­bı­ta müh­rü­nü kır­mış, on­beş ke­re cum­hu­ri­
yet sav­cı­lı­ğı­na yaz­mı­şız, adam bir ke­re hap­se gir­me­miş. İş­te, esas
sı­kın­tı bu­ra­dan kay­nak­la­nı­yor.
Be­le­di­ye mah­ke­me­sin­den bah­se­der­ken, Os­man­lı dö­ne­min­de­ki
mes­lek­ta­şı­nız İh­ti­sap Ağa­sı’nın ha­pis­ha­ne­si ve ce­za­lan­dır­ma yet­ki­
si­ni ha­tır­la­dım. Bu, ta­rih­ten de te­mel­le­nen mo­dern ye­rel yö­ne­tim
124
an­la­yı­şı­nın ger­çek­leş­me­si için ya­sa­ma or­ga­nı nez­din­de bir gi­ri­şi­mi­
niz var mı?
Ye­ni ma­hal­li ida­re­ler ya­sa­sı tas­lak­la­rı­na de­ğiş­lik­lik tek­lif­le­ri­mi­zi
gön­der­dik, ha­lâ da gön­de­ri­yo­r uz. Her hü­kü­met dö­ne­min­de bu tas­lak
ha­zır­la­nı­yor, hep­si­ne de gön­de­ri­yo­r uz. Böy­le bir de­ği­şik­li­ğin çı­ka­ca­ğı­
na pek inan­mı­yo­r uz. Çün­kü bu, ta­ma­men Tür­ki­ye’nin re­viz­yo­nuy­la
alâka­lı, yö­ne­ti­mi­ni ye­ni­den ya­pı­lan­dır­ma­sıy­la il­gi­li. Ya­ni, ge­nel­de Tür­
ki­ye’de, özel­de İs­tan­bul’da iki baş­lı yö­ne­ti­mi kal­dı­ra­cak­sın. Bel­ki
eya­let sis­te­mi­ne ge­çe­cek­sin; bir atan­mış va­li ve bir se­çil­miş be­le­di­
ye baş­ka­nı ol­ma­ya­cak; onun ye­ri­ne şeh­rin se­çim­le iş­ba­şı­na ge­len,
mec­li­si olan, ken­di böl­ge­sin­de tek ha­kim olan, bel­ki de ka­nun koy­
ma yet­ki­si olan bir eya­let va­li­si ola­cak.
Do­la­yı­sıy­la Tür­ki­ye re­viz­yo­na gir­me­den tek ba­şı­na za­bı­ta­yı re­viz­
yo­na kim­se so­ka­maz. Za­ten za­bı­ta bu si­ya­si çev­re­ler­de çok et­ki­li
ol­ma­mış. Ya­ni An­ka­ra’da­ki­ler za­bı­ta­nın dert­le­ri­ni bil­mi­yor­lar. İs­tan­
bul’dan An­ka­ra’ya gi­den­ler bi­le za­bı­ta­ya yö­ne­lik ça­lış­ma­mış. Bir
or­man­cı­nın me­se­le­si bi­le Or­man Ba­ka­nı ta­ra­fın­dan di­le ge­ti­ri­ri­lir­ken,
za­bı­ta­nın me­se­le­si­ni di­le ge­ti­re­cek bir ba­kan bu­lu­na­ma­mış.
Za­bı­ta­nın ‘ba­ka­nı’ yok
İçiş­le­ri Ba­ka­nı?
İçiş­le­ri Ba­ka­nı, po­li­sin ba­ka­nı­dır, za­bı­ta­nın de­ğil, ya­sal ola­rak
öy­le ol­ma­sa bi­le. Or­man Ba­ka­nı, or­man mu­ha­fa­za me­mu­r u­nun
ba­ka­nı ol­du­ğu için or­man mu­ha­fa­za me­mur­la­rı­na yıp­ran­ma çı­kar­mış,
25 yıl ye­ri­ne 20 yıl­da emek­li olu­yor­lar. Ama za­bı­ta­nın ve it­fa­iye­nin
yıp­ran­ma­sın­dan hiç kim­se bah­set­me­mek­te. Za­bı­ta ge­ce gün­düz ça­lı­
şır, ama yıp­ran­ma­yı ba­ka­nı ol­ma­dı­ğı için hak ­et­mez. Za­bı­ta­nın elin­de
te­sel­li ola­rak faz­la me­sa­isi var­dır, onu da bir ön­ce­ki se­ne kes­ti­ler,
bu se­ne gi­ri­şim­le­ri­miz so­nu­cu bel­li bir se­vi­ye­ye yük­selt­ti­ler. Ama bu
bi­le gö­ze bat­mak­ta­dır. Beş ku­r uş faz­la alı­yor­sa, on ta­ne lâf işi­ti­yor­
dur bu yüz­den.
Za­bı­ta­nın si­ya­si ola­rak sa­hi­bi yok.
Ol­ma­mış şim­di­ye ka­dar...
Ama si­ya­si­ler ken­di ik­bal­le­ri için za­bı­ta­yı kul­lan­mış­lar...
125
Ta­bii bir ye­rel yö­ne­ti­ci si­ya­si ge­le­ce­ği için za­bı­ta­yı kul­la­na­bi­li­yor;
ama An­ka­ra’ya git­tik­le­ri za­man za­bı­ta di­ye dü­şün­ce­le­ri ol­mu­yor.
Bü­tün za­bı­ta­lar eği­tim­den ge­çi­ri­li­yor
Be­le­di­ye­nin gö­rü­nen yü­zü olan za­bı­ta­nın da­hi iyi ol­ma­sı için,
eği­ti­mi için ne ya­pı­yor­su­nuz?
Ön­ce şu­nu be­lirt­mek lâ­zım, her teş­ki­lat gi­bi za­bı­ta­nın da için­de
iyi­le­ri var, kö­tü­le­ri var. Bir kı­sım kö­tü­ler ele­nip gi­di­yor, ama bir kıs­mı
da ida­re edi­li­yor. Bel­ki atıl­ma­yı ha­k et­ti­ği hal­de so­nu­na ka­dar sab­
ret­tik­le­ri­miz de var. Bun­la­rı teş­ki­lat için­de kay­be­di­yor, çok dı­şa­rı­ya
yan­sı­mı­yor. Böy­le­si men­sup­la­rı­mız da da­hil tüm za­bı­ta eği­tim­den
ge­çi­ri­li­yor; yı­lın 12 ayın­da, Ra­ma­zan ayı ha­riç, eği­ti­mi­miz de­vam edi­
yor. Sa­de­ce Bü­yük­şe­hir za­bı­ta­la­rı de­ğil, İs­tan­bul’da­ki di­ğer il­çe za­bı­
ta­la­rı da, hat­ta taş­ra­da­ki za­bı­ta­la­rı da ça­ğı­rıp eği­tim­den ge­çi­ri­yo­r uz.
Böy­le­ce za­bı­ta­la­ra mes­le­ki ve kül­tü­rel eği­tim ve­ri­yo­r uz. Bu on­lar­da
bir an­la­yış de­ği­şik­li­ği de mey­da­na ge­ti­ri­yor.
Biz on­la­rı, hiç­bir ön ka­bul ol­ma­dan, ön­ce in­san ye­ri­ne ko­yu­yo­r uz.
On­la­ra geç­miş­te ya­pıl­dı­ğı gi­bi ha­ka­ret et­mi­yo­r uz. ‘Ne ka­dar kö­tü
mu­ame­le ya­par­san, al­tın­da­ki­ni o ka­dar iyi ça­lış­tı­rır­sın’ an­la­yı­şı­nı biz
yık­mak is­te­dik ve yık­tık. ‘Ne ka­dar çok in­san ye­ri­ne ko­yar­san, o
ka­dar iyi ça­lı­şır’ an­la­yı­şı­nı ge­tir­dik. Bu­nu haz­me­de­me­yen­ler de var,
ama o in­sa­na in­san gi­bi mu­ame­le edip ken­di­si­ne mes­le­ği­nin şu­uru­
nu ver­me­ye ça­lı­şı­yo­r uz. Bun­la­rın da za­man içe­ri­sin­de dü­ze­le­ce­ği­ne
ina­nı­yo­r uz.
Za­bı­ta bu eği­ti­mi ne­re­de alı­yor?
Bü­yük­şe­hir Za­bı­ta­sı bün­ye­sin­de bir eği­tim mer­ke­zi­miz var. Bu­ra­
da sü­rek­li bi­rer ya da iki­şer ay­lık kurs­lar açı­yo­r uz. Za­bı­ta­lar kurs­la­ra
de­vam et­tik­le­ri sü­re içe­ri­sin­de iş­le­ri­ne de­vam et­mi­yor­lar. Böy­le­ce
ta­ma­men eği­ti­me kon­sant­re olu­yor­lar.
Mer­kez­de kim­ler ders ve­ri­yor?
Mer­kez­de çe­şit­li üni­ver­si­te­ler­de gö­rev­li öğ­re­tim gö­rev­li­le­riy­le
be­le­di­ye için­de­ki ida­re­ci­ler ders ve­ri­yor. An­cak, bü­yük ço­ğun­luk üni­
ver­si­te men­su­bu. Ders ve­ren­ler ni­te­lik­li olun­ca so­nuç çok olum­lu
olu­yor. Bu öğ­re­tim gö­rev­li­le­ri za­bı­ta­dan çok mem­nun­lar. Za­bı­ta­nın
126
di­ğer bi­rim­ler­den, hat­ta üni­ver­si­te­de­ki­ler­den bi­le ay­rı­ca­lık­lı ol­du­ğu­nu
be­lir­ti­yor­lar. Bu şu­nu gös­te­ri­yor, za­bı­ta bir­kaç gün­lük adap­tas­yon
dö­ne­min­den son­ra öğ­ren­ci­li­ğe mo­ti­ve olu­yor ve iyi bir öğ­ren­ci olu­yor.
Kurs­lar so­nun­da sı­nav ya­pı­lı­yor ve dip­lo­ma ve­ri­li­yor.
Za­bı­ta­da branş­laş­ma var mı?
Branş­laş­ma an­cak uy­gu­la­ma­da ka­za­nı­lı­yor. Branş­laş­ma­ya gi­di­le­
me­yi­şi­nin se­be­bi, ye­ter­li sa­yı­da ele­ma­nın ol­ma­ma­sı­dır. Biz, şu an
ele­man ye­ter­siz­li­ği se­be­biy­le ih­ti­ya­ca gö­re, dö­nem dö­nem bi­rim­ler
ara­sı ro­tas­yon ya­pı­yo­r uz. Hiç­bir za­bı­ta­yı ömür bo­yu bir yer­de ça­lış­tır­
mı­yo­r uz. Ama branş­laş­ma­nın na­sıl­lı­ğı nok­ta­sın­da bi­raz dü­şün­mek
ge­re­ki­yor. Çün­kü, za­bı­ta­da branş­laş­ma ge­nel­lik­le üst dü­ze­ye çık­tık­
ça olu­şur, alt dü­zey­de her­kes her bi­rim­de ça­lı­şır.
1998
127
Mek­tup­la­rın giz­le­di­ği
Se­la­mi Uzun’un pek bi­lin­me­yen yön­le­rin­den bi­ri de ede­bi­ya­ta olan il­gi­si.
Uzun, as­lın­da ede­bi­yat­la sa­de­ce il­gi­li de­ğil; bir giz­li şa­ir de. Yaz­dık­la­rı­nı ken­
di­ne sak­la­yan bir ta­ra­fı var. Se­la­mi Uzun’un bir­ço­ğu­mu­zun bil­me­di­ği bu
yö­nü­nü an­la­tan, şi­ir­le­ri­ne yer ve­ren bir ya­zı­yı pay­la­şı­yo­ruz siz­ler­le:
Mek­tup­la­rın­dan ön­ce ta­nı­dım onu ve ilk gö­rüş­me­de da­ima per­de­
le­me­yi ba­şar­dı­ğı sı­cak­lı­ğı bul­dum mek­tup­la­rın­da. Bi­raz da­ha ile­ri
gi­de­rek, ge­nel­lik­le pay­laş­mak­tan sa­kın­dı­ğı hi­kâ­ye­si­nin iz­le­ri­ne rast­
la­dım; üni­ver­si­te yıl­la­rı­na dek uza­nan. Taş­ra­dan ge­len her genç gi­bi
bü­yük şeh­ri, İs­tan­bul’u şaş­kın­lık­la iz­le­di­ği gün­le­ri ya­ka­la­dım. Bu şaş­
kın­lık içe­ri­sin­de ede­bi­yat, özel­de de şi­ir ye­ti­şir im­da­dı­na onun. Üni­
ver­si­te an­fi­sin­den çok öğ­ren­ci yur­du ve ev­le­ri­dir uğ­rak yer­le­ri. Ya­şa­
mak, ona gö­re, di­ğer­le­ri için va­rol­mak­tır; bu se­bep­ten çok geç far­k
e­der ken­di­ni, ka­çır­dı­ğı gün­le­ri:
"Ne za­man bir ara­ba­dan in­sem
da­ki­ka far­kı ge­mi ka­çı­rı­rım"
İs­tan­bul, bir gü­zeldir, uzak­tan hi­kâ­ye­le­ri işi­ti­len, ya­kın­dan ca­zi­be­
si­ne ka­pı­lı­nan ve bir da­ha kalp­ten sö­kü­le­me­yen. İh­ti­mal, bi­raz da
bu­nun et­ki­siy­le genç­lik gün­le­rin­de ‘ar­şın­lan­ma­yan’ so­ka­ğı yok gi­bi­dir
İs­tan­bul’un. Çün­kü İs­tan­bul te­zat­la­rı­nı ba­rın­dı­rır için­de, ümit­siz­li­ğin
ya­nı ­sı­ra bir umut da su­nar ha­ya­ta, dost­lu­ğa ve aş­ka da­ir:
"Umut­la­rım da ya­tı­yor be­nim­le
128
ben kal­kı­yo­rum o kalk­mı­yor"
Ya da mah­çup bir taş­ra­lı de­li­kan­lı­nın söy­le­me­ye ce­sa­ret ede­me­
di­ği aş­kı için bir sı­ğı­nak olur:
"Ka­dı­köy’e git­tim
ge­le­me­dim
el­le­ri­ni tut­tum
öpe­me­dim
ge­ce uy­ku tut­ma­dı
bi­le­me­dim
bil­dim bil­dim de
di­ye­me­dim"
Bir Ey­lül son­ra­sı, de­mir bir yum­r uk in­di­ğin­de İs­tan­bul’un üze­ri­ne,
bun­dan ona da bir pay dü­şer:
"Bu uzun ge­ce
do­ğu­ya ba­kan pen­ce­re­de
ay­dın­lık yok ışık yok
si­ga­ra­mın tü­ten kö­zü
par­mak­la­rı­mı ya­lı­yor
se­ni bü­yü­me­den öl­dü­rü­rüm de
yü­re­ğim boy­nu­mu bü­kü­yor"
Ar­tık, he­sap­laş­ma dö­ne­mi baş­lar ve geç ka­lı­şın iti­ra­fı dö­kü­lür
mıs­ra­la­ra; mıs­ra­lar ye­ni bir oyun­cak da su­nar, “Fe­ner­bah­çe­li ol­mak”
oyun­ca­ğı­nı:
"Geç kal­dın sev­di­ğim, geç kal­dın
129
çi­çek­ler aç­ma­dan
kuş­lar yu­va yap­ma­dan ge­le­cek­tin
geç kal­dın
tren­ler kalk­ma­dan
yol­lar toz du­man ol­ma­dan
mev­sim­ler dön­me­den ge­le­cek­tin
geç kal­dın
par­ti­ler ku­rul­ma­dan
cim­bom bi­zi yen­me­den
sa­rı kır­mı­zı bay­rak­lar
gön­de­re çe­kil­me­den ge­le­cek­tin
geç kal­dın"
İti­raf mıs­ra­la­rı bir ha­ber­ci­dir ay­nı za­man­da, İs­tan­bul’un terk edil­
me za­ma­nı gel­miş­tir. Çün­kü, Ey­lül aşk­tan çok çı­kar, ede­bi­yat­tan çok
pa­ra, ey­lem­den zi­ya­de pa­si­fizm, dost­luk­tan zi­ya­de yal­nız­lık ge­tir­miş­
tir şeh­re. Çün­kü, ya­pı­la­cak en onur­lu şey, rüz­gâ­ra ka­pıl­mak ve ka­de­
rin gö­tür­dü­ğü ye­re git­mek­tir. ‘Acı bir kök ta­dı se­çip’ ku­r u yap­rak
ol­mak az şey mi­dir?
"Se­ni bu şe­hir­le baş­ba­şa bı­ra­kıp
gu­ru­rum al­dı ba­şı­nı gi­di­yor
de­niz ma­vi ma­vi ça­ğı­rı­yor
boz­kır sa­rı­ya çe­vi­ri­yor be­ni
du­rak­ta mi­ni­büs­ler şu­ra - bu­ra
Ku­yu­ba­şı’nda döv­me don­dur­ma
sen far­k e­de­me­din
ka­ra­taş çok­tan da­ma
bu­gün be­ni kay­bet­tin
130
gu­ru­rum ba­şı­nı al­dı git­ti
se­ni ve bu şeh­ri baş­ba­şa bı­ra­kıp"
Du­yar­lı­ğı, dev­rim­ci­li­ği ve ide­aliz­mi­ni bir ga­rip la­bi­rent­te kay­be­den
ada­mın öy­kü­sü gi­bi ge­le­bi­lir bu si­ze; ama o kay­bet­me­yi seç­miş­tir.
Dün­ya ile ir­ti­bat kur­du­ğu araç, gö­nül­lü sür­gün­den gön­der­di­ği mek­
tup­lar­dır. Mek­tup san­ki bir can si­mi­di­dir, yal­nız­lık ve sür­gün de­ni­zin­
de sa­rıl­dı­ğı. Bel­ki de hep­sin­den önem­li­si, la­bi­rent­te kay­bet­ti­ği o çok
yön­lü ço­cuk­la bir ir­ti­bat kur­ma ça­ba­sı­dır; di­ril­me­si­ni is­te­me­di­ği ama,
kay­bet­me­ye de ta­ham­mü­lü ol­ma­dı­ğı... Di­ril­me­si­ni is­te­me­di­ği, çün­kü
o acı ve yal­nız­lı­ğı seç­miş. Kay­bet­me­yi gö­ze ala­ma­dı­ğı, çün­kü o ken­
di­si­ni ya­şa­ma bağ­la­yan bir pa­muk ip­li­ği... Ya­pay dün­ya­nın diş­li­le­ri
ara­sın­da ezil­me­ye kar­şı bir im­dat çağ­rı­sı...
İti­raf ede­lim ki mo­dern ça­ğın hı­zı­na ayak uy­dur­ma­ya ça­lı­şan
in­san ya­şa­mı bü­tü­nüy­le kav­ra­ya­mı­yor. İç ev­re­ni­ne iliş­kin bir çok şe­yi
ka­çır­dı­ğı gi­bi dış dün­ya­ya da ya­ban­cı­laş­mak­tan ken­di­ni ko­r u­ya­mı­yor.
Dost­luk­lar da bu hız ba­sın­cı­na da­ya­na­mı­yor, ki­mi­le­yin li­me li­me olu­
yor; ki­mi­le­yin kök­ten ko­pu­yor. Hal­bu­ki in­san di­ğer­le­riy­le ya­şa­ma­ya,
acı ve se­vinç­le­ri­ni pay­laş­ma­ya mec­bur. Bu mec­bu­ri­ye­tin an­cak sı­nır­
la­rı da­ral­tı­la­bi­lir; çün­kü in­sa­nın ken­di­si­ne da­ya­na­bi­le­ce­ği, ak­li ge­rek­
çe­le­ri ol­ma­yan dost­luk­la­ra ih­ti­ya­cı var.
Mo­dern ya­şa­mın da­yat­tı­ğı hız ve çı­ka­ra ay­kı­rı, in­sa­nın do­ğa­sı­na
uy­gun dost­luk­lar bu­nun için he­nüz bit­miş de­ğil. Bi­ter­se, ih­ti­mal ki,
her şey bi­ter bu uf­ku ka­ran­lık dün­ya­da. Des­tan­sı dost­luk hi­kâ­ye­le­ri
yok bel­ki; ama dost­lu­ğun kü­çük iz­le­ri­ni ta­şı­yan iliş­ki­le­re de des­tan­sı
göz­le ba­kı­lı­yor. Bu ya­zı­nın kah­ra­ma­nı bir bü­rok­rat; bü­rok­rat söz­cü­ğü­
nün ya­van­lı­ğı ve so­ğuk­lu­ğu­na kar­şın, şa­ir ada­yı bir genç dos­ta gi­den
mek­tup­la­rı, sa­mi­mi­yet ve iç­ten­li­ğin sı­cak­lı­ğı­nı ta­şı­yor. En­gin bir dost
ol­ma ör­tü­sü­nü hep üze­rin­de tu­tu­yor. Kim bi­lir, bel­ki de dost­luk­la­ra
böy­le­si bir bo­yut ek­le­yen­ler­le ya­şa­na­cak bir yer ol­ma­yı sür­dü­re­cek
dün­ya.
İş­te mek­tup­lar:
131
25 Şu­bat 1985
"Bi­lir­sin her za­man ya­zıl­mı­yor. Uzun yaz­ma­ya ha­zır­la­nı­yo­r um, bu
mek­tu­bu ön ha­ber­ci ka­bul eder­sen, sa­na uzun uzun ya­za­ca­ğı­ma söz
ve­re­bi­li­rim... Kay­se­ri’ye gel­di­ğin ha­be­ri, be­ni ne ha­le koy­du bir bil­
sen. Ar­tık ya­nı­na ge­le­bi­li­rim. He­nüz ha­ri­ta­ya bak­ma­dım Ye­şil­hi­sar
ne­re­ye dü­şü­yor di­ye, ama ya­rın ye­ri­ni bu­la­ca­ğım at­las­ta.
Şah­si ah­va­lim­den ya­za­cak ne­yim ola­bi­lir ki (sor­muş­sun da), ne
idiy­sem oyum....
Sa­na şi­ir bi­le gön­de­re­cek­tim, gön­de­re­me­dim. "Cel­lâ­dı­ma gü­lüm­
ser­ken çek­tir­di­ğim son res­min ar­ka­sın­da­ki sa­tır­lar" çık­tı İs­met
Özel’in. Oku­dun mu? Ben­de he­nüz yok. Ama do­ya do­ya ol­ma­sa da
oku­ya­bil­dim.
-Ufa­cık not def­te­ri­ni sol göğ­sü­mün üze­rin­de ta­şı­yo­r um. Se­ni bul­
dum on­lar­daKız­ma ba­na: uzun ya­za­ma­ya­bi­li­rim. O za­man böy­le kı­sa ya­za­rım,
bel­ki de bir şi­ir sa­de­ce. Ama mut­la­ka yaz­ma­ya de­vam ede­ce­ğim."
18 Mart 1985
"Ar­tık Su­şeh­rin­de­yim. Mek­tu­bun ben­den ön­ce gel­miş otur­muş.
He­men al­dım, oku­dum. Tıp­kı sa­na ben­zi­yor­du; bi­raz dert­li, bi­raz
mah­zun, bi­raz da as­ker...
İs­tan­bul’dan Ha­san Ko­ca­baş’tan mek­tup gel­miş. Mek­tu­bun­da
İs­tan­bul’u an­la­tı­yor:
‘de­niz ay­nı de­niz, gök ay­nı gök İs­tan­bul’da
bir ba­kar­sın fır­tı­na­lar bi­ri­kir, saç­la­rı ya­lar
bir ba­kar­sın gü­neş gü­neş ba­kı­şır göz­ler
yü­rür­sün yü­rür
du­rur­sun du­rur
san­ki göl­gen­dir İs­tan­bul, kes ke­se­bi­lir­sen’
Ben İs­tan­bul’u öz­le­yin­ce, ba­na İs­tan­bul’u an­la­tan­la­rın an­la­tım­la­
rıy­la avu­nu­r um...
Se­ni zi­ya­re­tim sı­ra­sın­da çek­tir­di­ği­miz fo­toğ­ra­fı gön­der­me­yi unut­
ma..."
132
4 Ha­zi­ran 1985
"İz­nin olur­sa se­ni ku­cak­lı­yo­r um, sım­sı­kı, öy­le ki göğ­sü­mü­zün ara­
sın­dan su sız­mı­yor.
Se­ni ih­mal mi et­tim? En son ben mi yaz­dım, sen mi? Ne za­man
son mek­tup­la­rı al­dık? Ney­se, bu so­r u­la­ra ce­vap ara­mı­yo­r um. Sa­de­
ce ye­ni­den ya­za­bil­me­nin se­vin­ci­ni ya­şı­yo­r um.
Elim­de "gün­lük" def­te­rim, Kı­rıl­ma­lar isim­li şi­iri­ni oku­yo­r um. Bel­ki
as­lı sen­ de bi­le yok. Şi­ir çok gü­zel. Şim­di du­ra du­ra da­ha da gü­zel­
leş­miş:
"Aşk bu den­li ölü çi­le bu den­li ucuz­sa
bu şeh­ri, bu ge­ce­yi ter­k et­me­li "
di­ye bi­tir­miş­sin.
... Bu ara­da hiç ak­lım­dan çık­ma­dın. Sa­na 8-10 say­fa­lık bir mek­
tup ya­za­ma­ma­nın ezik­li­ği­ni his­se­di­yo­r um in­ce in­ce. Bu kı­sa mek­tup­
lar gö­nül kır­pın­tı­sı olu­yor be­nim için...
"Bu şeh­ri ter­k et­me­li" di­yor­sun ya, ben de Si­vas’ı 3 ay­lı­ğı­na terk
e­de­ce­ğim. Tef­tiş sta­jı adı al­tın­da "Şan­lı­ur­fa İli Bo­zo­va İl­çe­si’­ne" gi­di­
yo­r um. Gi­din­ce ilk işim ora­dan sa­na yaz­mak ola­cak."
2 Ka­sım 1985
"Çok yo­ğun ve kar­ma­şık bir yaz ge­çir­dim. Ka­fam­da bin­bir dü­şün­
ce... Ne yaz­dı­ğı­mı, ne oku­du­ğu­mu ve ki­me ya­za­ca­ğı­mı ha­tır­la­mı­yo­
rum. Yal­nız se­nin ha­lâ Ye­şil­hi­sar’dan bir ye­re git­me­di­ği­ni tah­min
ede­rek, ke­sik­li­ği, ko­puk­lu­ğu gi­de­re­cek bu kı­sa mek­tu­bu Ye­şil­hi­sar
Jan­dar­ma Ka­ra­ko­lu’na gön­de­ri­yo­r um.
... 1 Ka­sım ge­ce­ya­rı­sı, Şi­ran Kay­ma­ka­mı’yım. Evim­de­yim ve yal­
nı­zım...
Sa­bah da­ire­ye gi­di­yo­r um, hoş­gel­din­le­ri ka­bul edi­yo­r um. Me­mur­
la­rı ta­nı­ma­ya ça­lı­şı­yor, şe­hir­le ta­nı­şı­yo­r um...
Be­nim il­ko­kul me­zu­nu kar­de­şim, gön­lü­mün se­nin­le ol­du­ğu­nu bil.
Mek­tu­bu ak­şam yaz­dım, sa­bah eli­me al­dım ki şi­ir­siz bir mek­tup
ol­muş.
Sa­na da şi­ir­siz mek­tup gön­der­mek ya­kı­şık al­maz:
133
“Kı­rık ka­pı­la­rı dö­vü­yo­rum
ar­dın­da yağ­mur­lar ya­ğı­yor
mi­ni­büs­ten ak­şam­la­rı ini­yo­rum
ba­zen çe­kil­mez olu­yor­sun
Ha­ni, şu Ka­dı­köy de ol­ma­sa
öf­ke yük­lü ge­mi­le­ri­mi
göz­le­ri­ne bo­şal­ta­ca­ğım
Bu ba­zen bir utan­ma­dır
ağ­la­mak, ağ­la­mak ıs­sız­lar­da
ka­la­ba­lık­lar far­k et­mez bu­nu
Ka­dı­köy va­pu­run­da ol­du­ğu­mu"
22 Ara­lık 1985 - 4 Ocak 1986
"Fo­toğ­ra­fı­nı al­dım, ar­ka­sı­na yaz­dık­la­rı­nı ve se­ni oku­dum.
Şi­ran’dan sa­na ne yaz­dım, ne yaz­ma­dım ha­tır­la­mı­yo­r um. Mut­la­ka
yaz­ma­dık­la­rım kal­mış­tır. Şi­ran’a gel­dim ge­le­li, çok faz­la mek­tup ala­
mı­yo­r um. Ya­ni pek mek­tup gön­de­ren yok sa­yı­lır. Bi­li­yor­sun 1 Ara­lık
gü­nü ev­len­dim. Ev­li­lik bil­me­di­ğin şey de­ğil ya, onun için an­lat­ma­ma
ne ge­rek var.
Bu­gün 4 Ocak Cu­mar­te­si, 22 Ara­lık’ta yaz­ma­ya baş­la­dı­ğım bu
mek­tu­bu he­nüz bi­ti­re­me­dim. Di­ğer ar­ka­daş­la­ra mek­tup yaz­ma­dım
de­ğil, yaz­dım, ama sa­na yaz­dı­ğı­mı bi­ti­re­me­dim. Sa­na ya­za­bil­mem
için özel bir ça­ba, özel bir kon­sant­ras­yon sağ­la­mam ge­re­ki­yor. İğ­re­ti
ol­ma­sın, rast­ge­le ol­ma­sın di­ye. Bu­nun için de yal­nız ol­mam ge­re­ki­
yor. Bu şim­di­ye ka­dar müm­kün ol­ma­dı, şu an da öy­le. Ama yi­ne de
sa­na ya­zı­yo­r um, ar­tık se­ni çok bek­let­me­ye­ce­ğim...
“Bir gün zi­ya­re­ti­ne ge­li­rim”, de­yi­şin bi­le çok gü­zel. Sa­hi ya bir de
ge­li­ve­rir­sen, kim­bi­lir ne gü­zel olur!
134
Şi­ran’da şim­di kış var, kar var. So­ğu­ğuy­la meş­hur Şi­ran. İş­te böy­
le­si bir or­tam­da yaz­dı­ğım bir­kaç mıs­ra­yı sa­na gön­de­ri­yo­r um:
“bir son­ba­har gü­nü
her son­ba­har gi­bi
bir ara­da ya­şa­ma­dı­ğı­mız
za­man­la­rın ga­mı
çök­tü omuz­la­rı­ma
ben her son­ba­har
se­nin için şi­ir­ler ya­za­rım
yok­lu­ğu­nu ken­di­me dert edi­nir
me­lan­ko­li­ye vur­gun
ya­ra­lı gön­lü­mün
sa­çı­nı ba­şı­nı yo­la­rım
sen ilk­ba­har da,
yaz da yok­tun hal­bu­ki
son­ba­har be­nim
sa­na kar­şı ölü­müm
yıl­dö­nü­müm olur”
Şi­ran’da gün­le­ri­min bü­yük kıs­mı ev­de ge­çi­yor. Ki­tap oku­ma­ya
ça­lı­şı­yo­r um, ama ev­li­lik­ten son­ra bu­nu pek ba­şa­ra­mı­yo­r um. Her şey
ra­yı­na otu­r un­ca da­ha iyi ola­cak."
8 Ma­yıs 1987
Ya da içim­den şöy­le bir ta­rih at­mak gel­di: “An­ka­ra, 10 Ra­ma­zan
1987”. Tam bi­ze gö­re, Tür­ki­ye coğ­raf­ya­sı­na gö­re bir ta­rih olur­du.
Mek­tu­bun ge­le­li, 1.5 ay ol­du ne­re­dey­se. Tem­bel­lik­ten de­ğil,
"form tut­ma" me­se­le­si as­lın­da geç ka­lı­şım. Bir de in­san­lar yü­zün­
135
den. İn­san­la­rın ol­du­ğu yer­de ko­lay ka­lem ala­mı­yo­r um eli­me. San­ki
on­lar­dan bir­şey­ler sak­lı­yo­r um; ka­le­mi­mi eli­me alın­ca sır­rı­mı öğ­re­ne­
cek­ler gi­bi ge­li­yor ba­na. Bel­ki de ger­çek­ten bir şey­ler sak­lı­yo­r um.
Kal­dı­ğı­mız yer "yurt" gi­bi. Bu ak­şam çe­kip git­ti her­kes de, se­nin­le
baş­ba­şa ka­la­bil­dim. Ba­zan ku­ra­rım ken­di­mi sa­at gi­bi, kâ­ğı­dı ka­le­mi
eli­me alın­ca “tık” der ka­lı­rım. Bu­gün de san­ki öy­le ol­dum.
"Uzun sü­re sa­rı­şın san­dım ken­di­mi oto­büs­ler­de" di­ye bir mıs­raı
var­dı İs­met Özel’in. Uzun sü­re İs­tan­bul de­nin­ce, Tra­fik köp­rü­sü­nün
al­tın­dan Ha­rem’e gi­der­ken de­niz, Se­li­mi­ye, bel­ki uzak­ta bir­kaç mi­na­
re gel­di gö­zü­mün önü­ne. Çün­kü ilk ora­sı­nı gör­müş­tüm İs­tan­bul’un.
Şim­di ka­rı­şık, hem de kar­ma­ka­rı­şık İs­tan­bul.
Şi­iri­ni be­ğen­dim. Yal­nız tah­lil et der­sen ede­mem, o be­nim işim
de­ğil. Ya­rış­ma­ya ka­tıl­mak kö­tü bir şey de­ğil, ama iyi bir şey mi­dir?
Ya­rış­ma­yı ka­za­nır­san ‘al­da­tı­cı’ olur mu? Kay­be­der­sen ‘kay­be­di­ci’
ya­ni şi­ir aş­kı­nı öl­dü­rü­cü olur mu?
An­ka­ra gün­le­ri­mi bi­ti­ri­yo­r um. 12 Ma­yıs’ta gi­di­yo­r uz bu­ra­dan. 22
Ma­yıs’ta sı­nav için tek­rar ge­le­ce­ğim. Eğer sı­na­vı ka­za­nır­sam, 27
Ma­yıs gü­nü ku­ra ile gi­de­ce­ği­miz yer­le­ri be­lir­le­ye­cek­ler. Son 4 gü­nüm
An­ka­ra’da. Sı­kı­lı­yo­r um bu şe­hir­den. Ko­ca­te­pe Ca­mii’nin av­lu­sun­da
ki­tap fu­arı açıl­dı, "İs­tan­bul gi­bi" ol­du.
....
As­lın­da bu mek­tu­bun bir say­fa­sı­nı bir şa­irin şi­iriy­le dol­du­ra­cak­
tım. O an­la­ta­cak­tı be­ni sa­na. Şa­ir, Ce­mal Sü­re­ya. Şi­iri, “8.10 Va­pu­
ru”. Da­ha son­ra­sı için sak­lı­yo­r um bu­nu..."
5 Ha­zi­ran 1987
Ge­çen öm­rü­me acı­yo­r um. Bir de ki­tap­lı­ğım­dan kay­bo­lan iki ki­ta­
bı­ma: Çö­le İnen Nur ve Çi­le. Bun­lar ol­say­dı şim­di da­ha iyi olur­dum
bel­ki. Bu sı­ra Ce­mil Me­riç’in ‘Bu Ül­ke’si­ni oku­yo­r um. Ce­mil Me­riç en
az oku­du­ğu­muz, hak­kın­da en az bil­gi­ye sa­hip ol­du­ğu­muz ka­pa­lı bir
isim. Biz inanç­la­rı­mı­zı ide­olo­ji yap­tık, ide­olo­ji­le­ri­mi­zi de bay­rak, ken­
di­mi­zi avut­tuk. İs­lâm "iman" idi "bir de­vir" bi­le­me­dik. Bir "ist"in
"izm"ine sa­rıl­ma­sı gi­bi sa­rıl­dık inanç­la­rı­mı­za. Ol­ma­dı, ola­maz­dı da.
Şim­di ne ya­pı­yo­r uz? Ko­ca­man de­ğil, ufa­cık bir hiç. Hiç­le­ri­miz bi­le
136
kü­çük. “Bağ­lan­dı yol­la­rı­mız kal­dık ça­re­siz.”
Bu ara­da Ca­hit Za­ri­foğ­lu’nu kay­bet­tik. Onun 47 yıl­lık öm­rü­ne ve
yü­re­ği­me bir bı­çak gi­bi sap­la­nan ölü­mü­ne ba­ka­rak, otuz yıl­lık öm­rü­
mü tar­tı­yo­r um: Bo­şa geç­miş... Bel­ki de şim­di­ye ka­dar hiç­bir ölüm
ba­na böy­le acı gel­me­miş­ti. Son­ra 13 Ha­zi­ran’da Ce­mil Me­riç ve­fat
et­ti. Te­sa­dü­fe bak, elim­de bir ki­ta­bı: Um­ran­dan Uy­gar­lı­ğa. Ve gün­lü­
ğü­me Ce­mil Me­riç oku­mak­ta ge­cik­ti­ği­miz kay­dı­nı dü­şü­yo­r um. Böy­le­
ce çok ön­ce­den yaz­ma­ya baş­la­dı­ğım bu mek­tu­bun ilk sa­tır­la­rı da bir
an­lam ka­za­nı­yor. -Ha­tır­lar­san sa­na te­le­fon­da, "Elim­de bir mek­tup
var, ya­rım. Gön­der­me­yi dü­şün­mü­yo­r um, baş­ka ya­za­rım" de­miş­timŞim­di gön­der­me­ye ka­rar ve­ri­yo­r um.
"Bo­ğa­zi­çi bir akım­dır
Bir akan su­dur
Ni­ce der­gâh­lar
Din­ler gi­bi nab­zı­nı
Ye­ni do­ğan ço­cuk­la­rın
Ya­maç­lar­da me­zar­lık­lar
Se­ver gi­bi ba­zı­la­rı
Açık ha­va­da gö­mül­me­yi"
di­yor Za­ri­foğ­lu. Bu şi­iri­ni Alim Kah­ra­man kö­şe­si­ne al­mış. Ebu­be­
kir Eroğ­lu da "Kab­ris­ta­nı ter­k et­ti­ği­miz­de bir an­da Bo­ğa­zi­çi’nin bu­ra­
dan gö­rün­dü­ğü or­ta­ya çık­tı. Ön­ce yok­tu san­ki. Küp­lü­ce Ca­mii, kab­
ris­ta­nın uh­re­vi ha­va­sı, de­niz ve bir de o es­ki Ka­dı­köy, Su­adi­ye sa­hil­
le­ri onun şi­iri ile bir­bi­ri­ne an­lam ve­re­rek di­zil­di ar­d ar­da. ‘Vay ca­nı­na!
Ha­lâ şi­ir ya­zı­yor...’ de­dim" di­ye yaz­mış. San­ki öl­me­den ön­ce ken­di
şi­iri­ni ya­zıp ölü­müy­le de gü­zel bir açık­la­ma­sı­nı su­nu­yor­du...
Bu­ra­lar­da dün­ya ile ir­ti­ba­tı­mı­zı ga­ze­te sağ­lı­yor. Ga­ze­te­yi il­ginç bir
duy­guy­la oku­yo­r um: Dost­la­rım da ay­nı ga­ze­te­yi oku­yor­dur. Ken­dim­ce
bir ne­vi ile­ti­şim ku­r u­yo­r um on­lar­la. Ba­zan, bir ha­be­ri, bir yo­r u­mu ay­rı
yer­ler­de ama bir­lik­te ay­nı sa­at­ler­de oku­du­ğu­mu­zu, ay­nı şey­le­ri
dü­şün­dü­ğü­mü­zü düş­lü­yo­r um.
137
Ha­san ile ev­vel­ki gün te­le­fon­da ko­nuş­tuk. De­dim ki, "Ben bu
te­le­fon­la­rı sev­mi­yo­r um, mek­tup ya­za­lım." Bi­li­yor­sun, ben te­le­fon­da
ko­nu­şa­mam, di­ye­cek­le­ri­mi di­ye­mem. Bu da bir ne­vi mi­zaç me­se­le­
si... Sa­na bu sa­tır­la­rı ge­ce ya­rı­sı ya­zı­yo­r um. Oğ­lum Meh­met de
ya­nım­da. Bü­yü­yor, se­kiz ay­lık. O da bir umut iş­te, bü­tün ço­cuk­lar
gi­bi. Ha­san’ın de­di­ği gi­bi "Ço­cuk­lar bü­yü­yor sa­nı­yor­duk, me­ğer biz
ih­ti­yar­lı­yor­mu­şuz."
Gün­lük­ten - 13 Ağus­tos 1987
"İki şi­iri da­ha gel­di... Bel­li ki ce­vap bek­li­yor, yo­r um bel­ki de. Ya­za­
ca­ğım. İki şi­iri­ni de çok ke­re ve yan­ya­na oku­dum, oku­dum. Es­ki bir
tar­zı var­dı, yal­dız­lı ke­li­me­le­rin ar­ka­sı­na sak­la­nır, an­lat­mak is­te­dik­le­ri­
ni süs­le­me­ye ça­lı­şır­dı. Şim­di de­ğiş­miş, şi­ir­le­ri sa­de, ko­nu­şu­lan di­le
da­ha ya­kın. Baş­ka şi­ir­ler de gel­me­li ki bir ka­ra­ra va­ra­yım. Ama bu
ço­cu­ğa Ca­hit Za­ri­foğ­lu "şa­ir" de­miş, ba­na bir şey de­mek düş­mez..."
20 Ekim 1987
"Bir zarf içe­ri­sin­de üç şi­iri­ni al­dım. Ne­re­den baş­la­ya­ca­ğı­mı da
bil­mi­yo­r um. Olum­lu­dan mı, olum­su­zdan mı, yok­sa Aba­na’dan mı?
Ama Aba­na’nın öy­le an­la­tı­la­cak bir ya­nı da yok. Söz­de tu­ris­tik de­miş­
ler. Tu­rist de­dik­le­ri ya ken­di­le­ri, ya da gur­bet­te­ki oğul­la­rı, to­r un­la­rı.
Aba­na de­niz ke­na­rın­da, met­re­ka­re­si bir çır­pı­da çı­kar­tı­la­bi­le­cek bir
düz­lü­ğe ku­r ul­muş. Bir ta­ra­fın­dan usan­ma­dan sa­hi­li dö­ven Ka­ra­de­niz
dal­ga­la­rı, di­ğer yan­da de­niz­den yük­se­len yal­çın dağ­lar. Nü­fu­su az,
ik­li­mi İs­tan­bul’dan da­ha so­ğuk­ça...
Şi­iri­ne ge­le­lim, işe ye­ni gön­der­dik­le­rin­le baş­lar­sam: - Ama ben
şi­ir eleş­tir­me­ni de­ği­lim, se­nin şi­ir­le­ri­ni mıs­ra mıs­ra tah­lil et­me
gü­cüm de yok."Sı­nır" ad­lı şi­irin­den bir şey an­la­ya­ma­dım. Da­ha doğ­r u­su, şi­irin
piş­me­miş. Çok ace­le bir­ şey­ler ya­zıp bi­tir­miş­sin. Ger­çi tek tek mıs­
ra­lar iyi ama, ge­nel­de...
"Res­sam Ol­say­dım"ı res­sam ola­ma­dı­ğım için bil­mi­yo­r um. Çok
gü­zel re­sim çi­zi­yor ol­ma­lı­sın. Ben ol­say­dım o şi­irin oda­ğı­na ka­nı
de­ğil, kal­bi yer­leş­ti­rir­dim. Kalp kan’ın kar­şı­sın­da ikin­ci plan­da kal­
mış. Şi­irin asıl ma­na­sı, şa­irin kar­nın­da giz­li­dir der­ler. Şi­irin gü­zel.
138
Şu "Ağıt" şi­irin be­ni çarp­tı. Bu şi­iri­nin eleş­ti­ri­le­cek bir ya­nı­nı bu­la­
ma­dım.
Şi­ir­le­ri­ni bek­li­yo­r um. Bel­ki, bu­ra­da ki­ta­bı­nı ya­yın­la­rız. Ta­bii ki
şa­ka edi­yo­r um, ne ki­ta­bı, bu­ra­sı mah­r u­mi­yet böl­ge­si!.."
Ka­sım 1987
"Bu iş­te bir yan­lış­lık var, yan­lış an­la­ma var. Pek an­la­mış de­ği­lim
ama... Şa­ir ola­ma­ya­ca­ğı­nı söy­le­me­dim, Al­lah bi­li­yor ki gön­lüm­de
şa­ir­li­ği­ne ve şi­iri­ne im­re­ni­yo­r um. Se­nin şi­iri­ni tah­lil eder­ken ver­di­ğim
mi­sal uy­gun­suz kaç­tı ga­li­ba. Sen ne in­ce, ne ne­zih ruh­lu­sun. Ben
bu ka­ba be­yin ve kal­bim ile o in­ce­li­ği na­sıl dü­şü­ne­me­dim! Şi­ir­le­rin
ba­şu­cum­da du­r u­yor. Se­nin şi­ir­le­ri­ne ale­la­de bir şi­ir ola­rak bak­ma­dı­
ğım için, se­ni bir şa­ir ola­rak or­ta­ya çı­ka­bi­le­cek güç­te gör­mek is­te­di­
ğim için şi­ir­le­ri­n ha­ki­ki eleş­ti­ri­ye mu­ha­tap ol­sun is­ti­yo­r um. Bu­nu ben
ya­pa­mam. Ama öv­dü­ğüm bir ta­raf var­sa şi­ir­le­rin­de, bu­nu içim­den
öy­le gel­di­ği için yap­mı­şım­dır...
Bu ka­dar ye­ter, şim­di Aba­na...
Ha­va çok bu­lut­lu, de­niz dal­ga­lı, ağaç­lar yap­rak­la­rı­nı dö­kü­yor ve
be­nim içim­de bir boş­luk var. Ken­di­mi duy­gu­suz ve amaç­sız his­se­di­
yo­r um. Se­be­bi­ni araş­tır­ma­ya­ca­ğım...."
14 Ocak 1988
"Dün­ya ile ir­ti­bat kur­du­ğu­muz bir ga­ze­te var­dı, o da ba­di­re üs­tü­
ne ba­di­re at­la­tı­yor. Se­nin ha­be­rin yok, köh­ne­yip gi­di­yo­r uz bu­ra­da,
ne­re­dey­se ‘adam­lık’tan çı­kı­yo­r uz. Di­yor­sun ki mek­tu­bun­da “çe­şit­li
kül­tü­rel, sos­yal et­kin­lik­le­re ka­tıl.” Biz bu­ra­da on­la­rın adı­nı bi­le du­ya­
mı­yo­r uz. Bir ki­tap bi­le bu­la­mı­yo­r uz oku­ma­ya, der­gi gör­mü­yor gö­zü­
müz... Sen söy­le şim­di ben ne ya­pa­yım? Bel­ki sen­den bir şi­ir gel­me­
se, hep­ten ta­r u­mar ola­ca­ğım.
De­niz, san­ki Çin Sed­di gi­bi kar­şı­mı­za di­ki­li­yor bu­ra­da, ge­çit ver­
mi­yor. Di­ğer ta­ra­fı­mız­da dağ­lar yük­se­li­yor. Da­ğa da, de­ni­ze de, dal­
ga­sı­na da alış­tık ar­tık...
139
Şi­irin hak­kın­da yo­r um yap­mak is­te­mi­yo­r um. İs­te­mi­yo­r um çün­kü,
ha­ta yap­mak­tan kor­ku­yo­r um. Şi­iri çöz­müş­sün sen. Eğer yü­re­ği­ne
azim dol­muş­sa, der­gi­le­rin şi­ir­le­ri­ni ka­bul et­me­me­si im­kân­sız, ha­ta
eder­ler. Al­çak­gö­nül­lü­lü­ğü bı­rak­mış ol­man ge­re­kir. Se­ni da­ha ön­ce de
ih­tar et­miş­tim. Şi­ir­de bir ye­re ka­dar gel­miş­sin, bun­dan öte­si­ni ben
bil­mi­yo­r um. Bun­dan öte­si­ne hiç git­me­dim çün­kü. "Ken­di­me bir acı
kök ta­dı seç­tim" di­ye­rek de­ği­şik yer­le­re kay­dır­dım içim­de­ki­ni. Kı­sa­
sı, öte­si­ni bi­ri­ki­min­le el­de ede­cek­sin."
8 Ha­zi­ran 1989
"Şim­di çok uzak­lar­da­yım. Adı anıl­dı­ğın­da her­kes­te ay­rı çağ­rı­şım­
lar ya­pan bir ül­ke­nin bir kö­şe­sin­de­yim.
Sa­na ilk ba­kış­ta iz­le­nim ya­za­bi­le­cek hal­de de­ği­lim, ama şe­hir­le­
rin şe­hir, in­san­la­rın da in­sa­na ben­ze­di­ği­ni söy­ler­sem faz­la abart­mış
ol­mam. Ba­zen kü­çük şey­le­re "Aaa" di­yo­r uz, ba­zan te­bes­süm edi­yo­
ruz bu­ra­da. Bir ku­tu­ya pa­ra atı­yor­sun, ka­pak açı­lı­yor ga­ze­te alı­yor­
sun. İki ga­ze­te de alı­na­bi­lir­miş, ama kim­se al­maz­mış. Bu sa­de­ce bir
sis­tem, zor­la bir şey yap­tır­mı­yor­lar. Kı­lık kı­ya­fet­le de kim­se uğ­raş­mı­
yor bu­ra­da.
Tam­pa şeh­ri üç­yüz­bin nü­fus­lu. Hiç kim­se iki kat­lı bir ev­de otur­
mu­yor, hep­si tek kat­lı, çev­re­si ağaç­lı bir ev­de otu­r u­yor. Böy­le­si ev­ler­
den olu­şan çok ge­niş bir ala­na ya­yıl­mış te­miz bir şe­hir Tam­pa. Şe­hir
mer­ke­zin­de bir­kaç ta­ne 20’den faz­la kat­lı bi­na var, on­lar da iş­ye­ri.
Oku­la gi­di­yo­r uz. An­ne­si Ar­jan­tin­li, ba­ba­sı Yu­gos­lav, ken­di­si Ve­ne­
zu­el­la­lı Tam­pa’da otu­ran bir ba­yan; an­ne­si Mek­si­ka­lı, ba­ba­sı İtal­yan
ken­di­si Tam­pa’da otu­ran bir baş­ka ba­yan da­ha şu iki gün içe­ri­sin­de
bi­ze der­se ge­len öğ­ret­men­ler. İn­gi­liz­ce öğ­re­ti­yor­lar bi­ze.
Tür­ki­ye’den ne bir ha­ber, ne bir pos­ta gü­ver­ci­ni ge­li­yor. Te­le­fon
et­mek de müm­kün de­ğil. So­kak­tan je­ton­la ara­na­mı­yor Tür­ki­ye. Mut­
la­ka evin­de te­le­fon ol­ma­lı, o da he­nüz ger­çek­leş­me­di. Bir ga­ze­te­ye
bi­le has­ret kal­dık.
Bu­ra­da bir ca­mi var­mış, Cu­ma gü­nü gi­de­ce­ğiz.
1998
140
Her gö­re­vi­ne onu ka­der ata­dı...
"İç­ten­lik­ti her za­man her dav­ra­nı­şın al­tın­da ya­tan, sa­mi­mi­yet­ti.
Bi­ze ken­di­miz ol­ma­nın hiç de olum­suz ve ola­nak­sız ol­ma­dı­ğı­nı
öğ­re­ten­di; ör­nek­lik yap­tı ken­di öz­gü­ve­ni ile.
Yıl­lar ön­ce te­le­fon­da coş­ku ile şi­ir­ler okur, şi­ire olan il­gi­mi­zi kış­
kır­tır­dı. Bu­gün­ler­de has­bel­ka­der yaz­ma­ya ça­lı­şı­yor­sak, onun gö­nen­
dir­me­si­nin kat­kı­sı var­dır bun­da.
Çev­re­sin­de­ki in­san­la­rı, ba­riz vas­fı olan iç­ten­li­ği ile ku­şa­tır, on­la­ra
do­ğal­lı­ğıy­la bir şey­le­ri anım­sa­tır ve du­yum­sa­tır­dı.
Dün­ya­yı ko­nuş­tu­ğu­muz gi­bi onun­la, iç dün­ya­mı­zı da ko­nu­şur­duk.
Ki­mi za­man, aşı­rı de­re­ce­de bü­yüt­tü­ğü­müz so­r u ya da so­r un­la­rı, o bir
fis­ke ile yer­le bir eder­di.
Son­ra dev­let me­ka­niz­ma­sı­na gir­di, bü­rok­rat ol­du. Be­nim ha­lâ çok
iyi ede­bi me­tin­ler ola­rak gör­dü­ğüm mek­tup­la­rı, şi­ir - mek­tup­la­rı yaz­
ma­ya, gön­der­me­ye baş­la­dı.
Ha­ber­leş­me­miz ke­sin­ti­ye uğ­ra­ma­dan sür­dü. As­ker­de omuz omu­
za çek­tir­di­ği­miz si­yah be­yaz fo­toğ­raf da onun şi­ir­le­rin­den bi­ri­si­dir.
Mek­tup­la­rı­nı üç yıl ka­dar ön­ce "Sar­nıç" ad­lı ede­bi­yat der­gi­sin­de
ya­yım­la­mış­tık.
Okur­lu­ğu hep sür­dü, ama ya­zar­lı­ğı­nı (özel­lik­le şi­ir­le­ri­ni ve gün­lük­
le­ri­ni) ken­din­de tut­tu. Şim­di­ler­de mem­le­ket me­se­le­le­ri­ne da­ir yaz­
dık­la­rı ise or­ta­da. Yurt dı­şı, yurt içi der­ken, Su­şeh­ri ka­dar (bel­ki de)
sev­di­ği İs­tan­bul’a gel­di.
Be­le­di­ye’de bir (da­ire) ma­ka­mı var­dı. Ay­nı in­san ola­rak, hal­ka
hiz­me­ti bir iba­det şev­ki ile ya­par­ken uzak­tan (özel­lik­le uzak­tan) iz­le­
yip dur­dum onu.
Her gö­re­vi­ne onu ka­der ata­dı.
Şim­di­ler­de bi­rik­tik­çe bi­ri­ken bi­ri­ki­mi ile kim bi­lir ka­der ona ne­ler
ha­zır­lı­yor, bil­mem ama, Ya­ra­tı­cı­sı­nın, kul­la­rı­na ar­ma­ğan ver­mek is­te­
141
di­ği bir va­kit­te onu is­tih­dam ede­ce­ği­ni bi­li­yo­r um.
O za­ten ma­ka­ma ve mev­ki­ye al­dır­mı­yor.
İyi fut­bol oy­na­dı­ğı­nı, ce­bin­den kü­çük bir kâ­ğıt­tan bir - iki di­ze
dü­şe­bi­le­ce­ği­ni, kı­rı­şan al­nın­da, ül­ke­si­nin ıs­tı­ra­bı­nı ya­şa­dı­ğı­nı ve
ya­şat­tı­ğı­nı bi­li­yo­r um.
Si­vas’ın bu ya­şa­yan ta­rih bü­yük­le­rin­den olan za­tı ve onun gi­bi­le­ri
gör­dük­çe, in­sa­nın umu­du da­ha da ar­tı­yor.
Ay­nı ga­ze­te­de yaz­ma­nın zev­ki­ni ya­şı­yo­r um onun­la."
Mür­sel Sön­mez, İs­tan­bul’da­ki Ana­do­lu Ga­ze­te­si, 1 Ara­lık 1999
142

Benzer belgeler