KÜRESEL ISINMA VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK Doç. Dr. Hüseyin

Transkript

KÜRESEL ISINMA VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK Doç. Dr. Hüseyin
KÜRESEL ISINMA VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK
Doç. Dr. Hüseyin ÖNEN
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, 60240 Tokat
Küresel ısınma özellikle son 50 yıldan bu yana yeryüzü ve okyanuslarda meydana
gelen ortalama sıcaklıktaki artış olarak tanımlanabilir. Küresel ısınma daha önce de
görülmesine
rağmen,
özellikle
1750’li
yıllardan bu yana insanoğlunun doğayı hiçe
sayarak artan oranda fosil yakıtları kullanması,
ormanları tahrip etmesi ve tarımdaki yanlış
uygulamalarının bir sonucu olarak atmosferde
karbondioksit, metan, azot oksit gazları ve
ozon ile su buharı oranındaki artışın bir
sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Atmosfere salınan bu gazlar yeryüzünü adeta doğal bir örtü
ile kaplamakta, yeryüzü ve troposfer tıpkı güneş ışınlarıyla ısınan ama içindeki ısıyı dışarıya
bırakmayan bir serayı andırmaktadır. Bu sebeple bu olay sera etkisi olarak anılmaktadır.
İnsanlardaki tüketim eğilimlerinin giderek artması ile nüfus artışı beraberinde doğanın daha
fazla tahrip edilmesini ve sera etkisine neden olan bu gazların salınımında giderek artışa
neden olduğu saptanmıştır (Anonim, 2001a; Anonim, 2001a ve b; Booker ve ark., 2009).
Yirminci yüzyılın başlangıcı ile sonu arasındaki kısa sürede ısınma belirgin bir hal
almış ve küresel olarak yeryüzü sıcaklığı 0,7 – 0,8 °C artmıştır. Önümüzde yirmi yılda
sıcaklık artışının ortalama 0,2 °C dolaylarında
olacağı tahmin edilmektedir (Anonim, 2007).
Küresel ısınmanın bir sonucu olarak yirminci
yüzyıl boyunca dünya çapında deniz suyu
seviyesi 10 ila 20 cm artmış, İsviçre’de ki buzla
kaplı alanları 2/3 oranında azalmış, Kuzey Kutbundaki buzulların kalınlığı yaz sonları ve
erken sonbaharda % 40’a varan oranlarda düşmektedir. Diğer yandan, Klimanjaro
dağlarındaki buzlar %82 oranında erimiş, Nijerya, Çad gölü ve Senegal havzasında ki tatlı su
kaynaklarında % 40-60 azalma saptanmıştır (Anonim 2001b; Anonim, 2009c¸ McCarthy ve
ark., 2001).
Küresel ısınmanın nedenleri ve alınan tedbirler
Güneş'ten gelen radyasyon oranındaki farklılıklar küresel sıcaklık artışına neden
olurken, güneş'ten gelen ultraviyole ışınım aynı zamanda ozon tabakasını da etkilemektedir.
Dünya'nın
Güneş
çevresindeki
yörünge ekseninde meydana gelen
kayma ve sapmanın yeryüzünde
soğuk ve bunu takip eden sıcak
dönemlere yol açtığı, ayrıca "Güney
salınımı
sıcak
olayı"
olarak
tanımlanabilecek El Nino hareketinin doğal ısınma kaynaklarını oluşturduğu bilinmektedir
(Anonim, 2009a). Ancak güneş kaynaklı radyasyon ve yanar dağlar gibi doğal olaylardan
kaynaklanan bu ısınma daha ziyade 1950 öncesine dayanmakta ve bugün karşılaştığımız
küresel ısınmanın nedenleri arasında sayılmamaktadır (Anonim, 2007a). Sıralanan bu doğal
olayların da ısınmada etkisi bulunmasına rağmen, küresel ısınma % 90 oranında insanların
yeryüzünde yaptıkları yanlış uygulamalardan kaynaklanmıştır. Artan küresel ısınma iklimde
büyük farklılıklara neden olmakta yani iklim değişiklikleri meydana getirmektedir.
Sıcaklık artışının bugünkü haliyle kalmayacağı ve devam edeceği ön görüldüğünden
tehlike karşısında 184 ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir (Rio Deklarasyonu). Atmosferdeki
sera gazı etkisi yapan insan kaynaklı (antropojen) birikimlerin önlenmesi Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin en önemli amacı olarak tanımlanmıştır. Bu
protokolden sonra 1997 yılında Kyoto Protokolü ile taraf ülkelerin 2008-2012 döneminde
sera etkisi yapan insan kaynaklı gazların salınımını 1990’daki düzeyinin en az %5 altına
indirmesi hedeflenirken, ortaya çıkan anlaşmazlıkları sebebiyle Kyoto Protokolü herhangi bir
yaptırım gücü ya da geçerliliği olmayan bir metin olarak kalmıştır. Ancak, BM Uluslararası
İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) çalışmaları sonucunda, Avrupa’dan kutuplara, hatta
küçük ada devletlerine varana kadar küresel ısınmanın yol açabileceği sonuçların ortaya
çıkarılmasına ilişkin çalışmalar devam etmektedir.
İklim değişikliğinin muhtemel etkileri
İklim modellerine göre 21. Yüzyılın sonlarına kadar küresel ısınmanın yüzey
sıcaklığını muhtemelen 1,1 – 6,4 °C daha arttıracaktır. Dolayısıyla, insanoğlu küresel iklim
değişikliğinin sebeplerini dikkate
almaz
ve
alınması
önlemleri
göz
gereken
ardı
ederse
sonuçlarının son derece yıkıcı
olması
beklenmektedir.
Artan
sıcaklık
beraberinde
yağış
miktarı
ile
yağış
rejiminin
değişmesine neden olacaktır. Güney Doğu Asya’da ani ve büyük ölçekli yağışların neden
olacağı seller ve tehlikeli su baskınları görülürken, Asya’nın orta kesimleri, Akdeniz, Afrika,
Avustralya ve Yeni Zelanda da daha az düşen yağışların etkisiyle kuraklık tehdidi altında
kalacaktır. Çeşitli senaryolara göre 2070'lerde akarsu potansiyelleri Avrupa'nın Akdeniz
kısmında yüzde 20-50 oranında düşerken, Kuzey ve Doğu Avrupa kısımlarında yüzde 15–30
oranında artacak.
Kutuplardaki buzullar ile deniz dışı alanlardaki buzullarda önemli incelme olacak ve
bu, yeryüzündeki deniz seviyesini yükseltecektir. 2100 yılına kadar deniz seviyesindeki
yükselmenin
18-59
santimetre
arasında
olabileceği tahmin ediliyor. Deniz seviyelerinin
yükselmesi ve şiddetli kasırga ve fırtınalar ile
seller,
deniz
kıyısında
yer
alan
yerleşim
bölgelerini olumsuz etkileyebilecektir. Küresel
sıcaklık ortalamalarının hızla yükseleceği bir
senaryonun gerçekleşmesi halinde 2080'lere
geldiğimizde her yıl fazladan 2,5 milyon kişi
daha
kıyı
etkilenebilecektir.
şeritlerindeki
sellerden
Bazı
kuraklık
bölgelerde
tarımsal üretimi oldukça sınırlarken, diğer bazı
bölgelerde (özellikle kuzey bölgelerde) yağış
miktarında ki artış ve oluşması muhtemel ılıman iklim, tarımsal üretimde artışa sebep
olabilecektir. Asya'da birçok ülkede açlık sorunu olacak, 2020 yılında su sıkıntısı çeken kişi
sayısının 1,2 milyara yükselmesi tahmin edilmektedir. Kurak ve ülkemiz gibi yarı kurak iklim
kuşağında yer alan ülkelerde çölleşme büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Artan
sıcaklık ve yağış rejimindeki düzensizlikler, milyonlarca insanın sulak alanlarla iç içe
yoksunluk içerisinde yaşamasına neden olurken vektörlerle taşınan sıtma ve kolera gibi
hastalık salgınları daha sık görülecektir (Anonim, 2009a, McCarthy ve ark., 2001).
Biyolojik Çeşitlilik Nedir?
İnsan kaynaklı pek çok çevre problemi yanında küresel ısınma olgusu beraberinde
biyolojik çeşitlilik kavramının önem kazanması sonucunu doğurmuştur. Zira biyolojik
çeşitlilik bir ülkenin en temel doğal kaynaklarını oluşturur (Kençe, 1991). Biyolojik çeşitlilik
farklı alanlarda farklı tanımlamalar gerektirebilir. Ancak kısaca yaşamdaki çeşitlilik veya
yaşayan organizmaların çeşitliliği olarak tanımlanırken (Turan, 2007), aslında hem genetik,
hem de ekolojik çeşitlilik kavramlarını içerir. Dolayısıyla biyolojik çeşitlilik kavramı sadece
bir bölgede bulunan canlı tür sayısını içermez, o bölgede bulunan her bir türün gen
havuzundaki kalıtsal bilgilerin çeşitliliğini (Genetik Çeşitlilik), bu bölgede bulunan farklı
ekosistemleri, bu ekosistemdeki toplulukları, toplulukların sahip olduğu tür sayılarını ve
bunlar arasındaki ilişkilerle de (Ekolojik Çeşitlilik) ilgilenir. Geniş anlamı ile dünya üzerinde
şu ana kadar tanımlanabilmiş veya tanımlanmamış milyonlarca memeli, sürüngen, kuş, bitki,
böcek, sürüngen vb ile bunların yaşam alanları biyolojik çeşitliliğin konusudur.
Türkiye’de Biyolojik Çeşitlilik
Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında yer alan Türkiye’nin coğrafi konumu ve
topografik yapısı ile iklim özelliklerinde görülen çeşitlilik beraberinde çok farklı yaşam
ortamları meydana getirmekte ve bu durum biyolojik çeşitliliğe temel oluşturmaktadır. Bu
nedenle de Türkiye biyolojik çeşitlilik açısından dünya üzerinde önemli bir yere sahiptir.
Türkiye’de bugüne kadar kaydedilmiş olanlar da dâhil olmak üzere yaklaşık 80.000 canlı
türünün var olduğu tahmin edilmektedir. Şu ana kadar kaydedilmiş yaklaşık 11.000 bitki türü
olduğunu ve bunların yaklaşık 3.700’ünün endemik yani dünya üzerinde sadece Türkiye’de
bulunduğunu belirtmeliyiz (Turan, 2007). Ülkemizde bulunan bitkilerin yaklaşık %35’inin
endemik olması yanında hayvansal organizmaların sayıları da dikkate alındığında tek başına
adeta bir kıtanın sahip olduğu biyolojik çeşitliliğe haiz olduğu ortaya çıkar.
Dünyada Biyolojik Çeşitliliğin Durumu ve Küresel Isınmanın Olası Etkileri
Ülkesel biyolojik çeşitlilik sadece o ülkede yaşayanları ilgilendirmez, zira bütün
insanlığın ortak zenginliği olup gelecek nesillerin bizlere emanetidir. Çünkü canlı türlerinin
yok olması sadece bizi değil gelecek nesilleri de
etkileyecektir.
Biyolojik
çeşitlilik,
gelecek
nesiller için tarım, tıp, bilim ve teknolojinin en
önemli ve en değerli doğal kaynaklarını
oluşturacaklardır. Bu çerçevede FAO, gen
kaynaklarını insanlığın ortak mirası olarak
görmektedir. Ayrıca biyosfer dediğimiz ve
içerisinde yaşadığımız dünyayı çevreleyen ortamda ülkesel sınırlar bulunmadığından, bir
bölgede meydana gelen bir çöküş zincirleme olarak diğer bölgeleri de etkileyeceğinden,
biyolojik çeşitliliğin korunması doğal olarak tüm insanlığı ilgilendirmelidir (Kençe, 1991).
Artan dünya nüfusunun beslenebilmesi ve diğer
ihtiyaçlarının karşılanabilmesi açısından biyolojik
çeşitlilik bizlere büyük bir kaynak teşkil etmektedir.
Son
yıllarda
özellikle
gelişmiş
ülkelerde
gen
kaynaklarının korunması ve bunların kullanımı için
yapılan çalışmalar özellikle
de
biyoteknolojinin
ulaştığı aşama dikkate alındığında biyolojik çeşitliliğin
önemi daha kolay anlaşılacaktır. Yapılan çalışmaların
daha ileriye götürülmesi ve insanlığın gelecekteki
ortak sorunlarının çözümünde biyolojik çeşitliliğin bir
parçası olan gen kaynakları büyük önem taşıyacaktır.
Günümüzde nüfus artışı beraberinde artan
oranda şehirleşmeyi ve biyolojik kaynaklar üzerindeki baskıyı ortaya çıkarmaktadır. Bir
yandan tarım alanları elden çıkarken, diğer yandan ormanlar, çayır mera alanları ve diğer
doğal yaşam alanları sahip olduğu doğal kaynaklar veya yeni tarım alanları kazanmak için
plansızca tahrip edilmektedir. Bu
tahribat
sonucu
yaşam
alanı
giderek daralan pek çok tür yok
olma ile karşı karşıya kalmaktadır.
Özellikle
tropikal
yağmur
ormanlarının tahribatının ulaştığı
boyut
Sadece
inanılmaz
1990
ile
düzeylerdedir.
2000
yılları
arasında dünya ormanlarının %
0,23’ü, Asya’da ise tüm ormanların %1,04’ü tahrip edilmiştir. Bu tahribat oradaki türlerin yok
olması ile sınırlı kalmamakta, atmosferdeki karbondioksit miktarını arttıran yani küresel
ısınmayı tetikleyen unsurlardan biri olarak karşımıza çıkmakta ve bir bütün olarak yeryüzünü
etkilemektedir. Yeryüzünde bir arada bulunan canlı toplulukları bir bütün olarak birbiri ile
adeta görülmez iplerle bağlı bir ilişkiler ağı oluşturur. Bu iplerden biri koptuğunda
sonuçlarının ne olacağını kestirmek mümkün değildir. Çok önemsiz görülen bir tür bu sistem
içerisinde önemli bir görev üstlenen anahtar türlerden olabilir. Bunun ortadan kalkması da
sistemi bir bütün olarak çökertebilir. Kelebek etkisi olarak nitelendirilen bir teoriye göre çok
basit bir olay büyük değişimlere sebebiyet verebilir. Dolayısıyla insan farkında olmadan kendi
sonunu hazırlıyor olabilir. Çünkü en önemsiz görülen bazı türlerin yok oluşu bile tüm
dünyadaki ekosistemi etkileme potansiyeline sahiptir (Kışlalıoğlu ve Berkes, 1991).
İnsanoğlunun özellikle son yüzyılda tabiatı hiç dikkate almadan yaptığı tüm
tahribatların adeta birikmesi ile ortaya çıkan küresel ısınma, bir bütün olarak yeryüzünü
etkilemektedir. Bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan iklim değişiklikleri biyolojik çeşitliliğin
en önemli unsurlarından olan ekolojik çeşitliliği önemli ölçüde etkilemektedir. Yapılan
araştırma ve modellemelere göre yeryüzündeki ısı artışı yeryüzünün ilk dönemlerinde
meydana gelen ve türlerin %95’inin yok olduğu dönemdeki ısının düzeyine yaklaşmaktadır
(Turan, 2007). Bu tehdit şimdiye kadar karşılaştıklarımızın en önemlisi ve sonuçları itibarıyla
en trajik olan olabilir. Sonuçlarının en fazla bir iki kuşak sonra çok daha şiddetli olarak ortaya
çıkma ihtimali de gözden uzak tutulmamalıdır.
İklim değişikliğinin biyolojik çeşitliliğe etkileri
Son yüzyılda, insanların ekosistem üzerinde etkileri tarihin hiçbir döneminde
olmadığı kadar artmış, buna bir de iklim değişiklikleri eklenmiştir. İklim değişikliği bir
realite olarak karşımızda durmaktadır. İnsanlardan kaynaklanan sera etkisine sebep olan
gazların salınımı şu anda durdurulsa bile, bu değişiklikler gelecekte de devam edecektir.
İklim değişiklikleri biyolojik çeşitlik açısından en dikkat çeken unsurdur. Ancak, ekosistem
geçmişte meydana gelen ufak değişikliklere kolayca adapte olmuşsa da şu anda meydana
gelen değişiklikler tarihte görülmedik ölçüde şiddetli, hızlı ve yıkıcıdır. Dolayısıyla küçük
mikroorganizmalardan tutun da devasa memelilere varana kadar pek çok türün yeni koşullara
kolayca adapte olamayacağı veya uygun koşullara sahip yeni yaşam alanlarına göç
edemeyeceği düşünülmektedir (Anonim, 2007b). Doğadaki besin zincirinin bir kez kırılması
inanılmaz sonuçlara yol açacağından canlı türlerinin bazılarının ortadan kalkması, diğer canlı
türlerini de doğrudan etkileyecektir. Özellikle belirli koşullara adapte olmuş türler, meydana
gelebilecek en ufak değişiklikten olumsuz etkilenebilmekte veya tamamen soyu
tükenebilmektedir. Örneğin 1989 yılından beri görülemeyen altın karakurbağası gibi pek çok
türün soyunun tükendiği düşünülmekte, Afrika’da ki uzun süreli kurak dönemler filleri
etkilemektedir (Anonim, 2002).
İklim değişikliliği, türlerin dağılımına etki ederken, her geçen gün yeni türlerin yok
olmasına, üreme zamanları ile gelişme sürelerinin (özellikle bitkiler için) değişmesine neden
olmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki biyolojik çeşitlilik ve iklim değişikliği arasındaki
ilişki iki yönlü olarak çalışmaktadır. Biyolojik
çeşitlilik iklim değişikliğinden etkilenmesine
rağmen biyolojik çeşitliliğin uygun şekilde
desteklenmesi, korunması ve idare edilmesi
iklim
değişikliğinin
azaltacaktır.
Bunu
şiddetli
doğal
etkilerini
ekosistemlerin
korunması ve desteklenmesi ve rehabilitasyonu, tehlike altındaki türlere ait habitatların
korunması, sığınak ve tampon bölgelerin oluşturulması, iklim değişikliklerini dikkate alarak
karasal, tatlısu ve deniz ekosistemleri için korunmuş alanların oluşturulması için projeler
üretilmesi vb gerekmektedir (Anonim, 2003; Anonim, 2009d). Eğer bir çözüm üretilmezse,
türlerin kitlesel tükenişlerinin çok yüksek boyutlara ulaşabileceği ve 2050’ye kadar bitki ve
hayvan türlerinin dörtte birini ya da 1 milyondan fazlasının yok olacağı tahmin edilmektedir
(Anonim, 2009b).
Deniz, Ada ve Kutup Ekosistemlerine Etkileri: Okyanuslarda biriken karbon
miktarları yüzünden okyanuslarda asitlik giderek artmakta, balıkların yaşamı bundan
doğrudan etkilenmektedir. Kuzey kutbunda ise
denizin buzla kaplı olduğu dönemin son derece
kısalması kutup ayılarının yaşam alanlarını
daraltmakta ve avlanabilmeleri için çok daha
kısa süre kalmaktadır. İklim dalgalanmaları
Kuzey Amerika’da plankton popülasyonlarını
düşürerek balinaların ana besin kaynaklarını
azaltmaktadır. Şu anda iklim değişikliği nedeniyle yeterince gıda bulamamaları nedeniyle
oluşan ölümler sonucunda kuzey buzul balinalarının sayısı 3000’e kadar düşmüştür. Pasifik
bölgesinde deniz kaplumbağalarının cinsiyeti sıcaklığa bağlı olduğundan, artan sıcaklıkla
dişilerin sayısı her geçen nesilde artarken, erkeklerin oranı düştüğünden deniz
kaplumbağalarının nesli tehlike altına girmiştir. Hepsi birer karbon emme makinesi olan
mercanların yavaş yavaş ortadan kalktığı
görülüyor. Denizin kimyasal özellikleri ve
sıcaklığında meydana gelen değişiklikler böyle
devam ederse 1950 yılında Avustralya’nın
büyük deniz resiflerinde mercanlarını %95
azaltacağı
2009d).
tahmin
edilmektedir
(Anonim
Böyle bir durum doğadaki karbon
zincirinin kırılmasına ve buna bağlı olarak karbondioksit emisyon miktarlarının inanılmaz
boyutlarda artmasına sebep olabilir (Anonim 2009b).
Benzer şekilde deniz sularının yükselmesi, yüzey sıcaklığın artması, meydana gelen
büyük fırtına ve kasırgalar ile kıyı kesimlerdeki erozyonlar gibi olayların bir sonucu olarak
denizler yanında ada ekosistemleri de iklim değişikliğinden olumsuz etkilenmektedir. Kara ve
denizlerin birleştiği yerlerde bulunan ve son derece duyarlı ekosistemler olan mangrov
ormanları ile içerisinde pek çok canlı barındıran ada ekosistemleri tehlike altındadır.
Sucul Ekosistemlere Etkisi: Sulak alanlar, yağmur ve kar suyunun alçak havzalara
dolarak oluşturduğu göller ve nehirler veya bataklık
benzeri rutubetli ve çamurlu alanlardır. Sulak alanlar çok
sayıda bitki ve hayvan barındırır. Örneğin dünyada
yakalanan balıkların üçte ikisi yaşamlarına sulak
alanlarda başlarlar. Yeryüzünün en verimli ekosistemleri
olup korunmaları gerektiği yeni anlaşılmıştır. İklim
değişikliği sonucu oluşacak kuraklık nedeniyle bu alanlardaki flora ve fauna büyük risk
altındadır. Yağışlardaki en ufak değişiklik özellikle suya bağlı olan kurbağaları
etkilemektedir, buna sıcaklıktaki artı ilave olduğunda sudaki fungal etmenlerdeki artış
kurbağa ve balıklardaki hastalıkları arttırmakta ve nesillerini tehlike
altına atmaktadır.
Tarımsal
ekosistemlerde
biyolojik
çeşitliliğe
etkisi:
Dünyada ki karaların yaklaşık olarak 1/3’ü insanlara gıda temin etmek
gayesi ile tarımsal amaçlarla kullanılmaktadır. Tarımsal üretimin
temel faktörlerinden birisini iklim oluşturduğundan iklimdeki
değişiklik tarımı şiddetli biçimde etkileyecektir. Tarımsal üretim için
ortam oluşturan toprağın oluşumu, karakter kazanması ve verimliliği esas itibariyle iklimin bir
fonksiyonu olarak ortaya çıkmaktadır. İklim elemanlarından, özellikle sıcaklık ve yağış toprak
özelliklerinin oluşmasında önemli rol oynamakta, sıcaklığın artması ile toprakta süre gelen
kimyasal, biyolojik ve fiziksel olayların hızı artış gösterirken, parçalanmalar hızlanmaktadır.
Sıcaklık değişimleri de toprak oluşumu ve özellikleri üzerine son derece büyük etki
yapmaktadır (Durak ve Ece, 2007). Örneğin, hava sıcaklığının 10 °C artması toprakta
meydana gelen kimyasal olayların hızını 2 - 3 kat arttırabilmektedir (Dinç ve ark, 1987).
Yağışın düzeni ve miktarı ise topraktaki fiziksel, kimyasal ve biyolojik reaksiyonlar üzerine
oldukça etki etmekte, parçalanma sonucu ortaya çıkan ayrışma ürünlerinin yıkanmasına neden
olmaktadır. Yağışların artmasıyla toprakların uzun süre su ile doygun kalması oksijen
miktarını azaltmaktadır. Bundan bitkilerin gelişmesi olumsuz yönde etkilenirken, toprağın
pH’sı düşmekte asidik özellik kazanmaya başlamaktadır.
Bu durum topraktaki saprofit mikroorganizmaların
çalışmasını olumsuz yönde etkilerken (Durak ve Ece,
2007), bunun tersine yararlı antagonistlerin azalması
toprakta bulunan zararlı fungal etmenlerin faaliyetlerinde
ise
artışa
neden
olmaktadır.
Dolayısıyla
tarım
alanlarında bitki hastalıklarında artış görülecektir. İklim değişiklikleri sonucunda meydana
gelen ekstrem hava olaylarıyla toprak erozyonu, artan sıcaklık ve buharlaşmayla oluşan
tuzluluk, büyük çaplı yangınlar gibi değişiklikler görülebilecektir. Dolayısıyla küresel ısınma
sonucu oluşan iklim değişiklikleri toprak ve buna bağlı olarak bitkiler açısından da büyük
öneme sahiptir. Bu olaylar toprak özelliklerinin hızla değişimine neden olurken, buna bağlı
olarak da tarımsal üretimde verim, ürün kalitesi ve üretim deseninde farklılıklar ortaya
çıkmaktadır.
İklim değişikliği tarımsal ekosistemler de olduğu
gibi doğal ekosistemlerde de benzer farklılıklara neden
olmaktadır. Ekosistemde besin zincirinin ilk basamağını
oluşturan yani temel üreticiler konumundaki bitkilerin
etkilenmesi bütün olarak sistemleri etkileyecektir. Bitkiler
ekosistemdeki enerji ve karbon akışı için büyük öneme
sahiptir. Bir bütün olarak canlı materyalin % 90’nı bitkisel kökenli olup, bu bitkiler olmazsa
hayat olmaz anlamına gelmektedir. Bitkilerin gelişimi için güneş enerjisi yanında yağış, besin
elementleri, sıcaklık ve karbondioksit gibi iklim değişikliğinden etkilenecek faktörler büyük
önem taşımaktadır (Ziska, 2008). Ancak iklim değişikliğinin zararlı etkileri yanında yararlı
değişikliklere neden olacağı da beklenmektedir. Dolayısı ile küresel olarak beklenen iklim
değişikliği birçok olumsuzluğu beraberinde getirmesine rağmen, bazı bölgelerde toprakların
fiziksel kalitesini arttıracak ve atmosferik CO2’in artması sonucunda toprak verimliliğinde
göreceli bir artış söz konusu olacaktır (Durak ve Ece, 2007).
İklim değişiklikleri beraberinde vejetasyon süresi ve gece gündüz sıcaklık
farklılıklarında değişiklikler de getirecektir. Bu da bazı bitkileri olumlu, bazılarını olumsuz
etkileyecektir. Artan sıcaklık buğdaygiller gibi bitkilerin daha hızlı gelişimine olanak verecek,
fakat hızlı gelişme genellikle tane bağlama için daha az zaman anlamına geldiğinden verimde
düşüş olarak kendini gösterecektir. Sıcaklık artışı, yeterli su olmaması durumunda su için
rekabetin artmasına neden olacaktır. Kışların kısalması ve vejetasyon süresinin uzaması
özellikle zararlı böceklerin etkinliğini arttıracaktır.
Pek çok kültür bitkisi artan karbondioksit miktarı ve ufak sıcaklık artışlarına olumlu
tepki verirken, aşırı sıcaklıklar verimi olumsuz yönde etkilemektedir. Artan yağış miktarı
verimi, olumlu etkilerken şiddetli yağışlar ve kuraklık ise bitkileri olumsuz yönde
etkileyecektir. Dolayısıyla, bütün bitkilerin bundan aynı derecede olumlu etkileneceğini
düşünmek hayalden öteye gitmez. Özellikle olumsuz çevre koşullarına karşı son derece
dirençli olan yabancı otların (Özer ve ark, 2001), bilhassa da istilacı türlerin gerek tarım
alanlarında ve gerekse doğal ekosistemlerde çok daha fazla etkin hale geçmesi ve
bu
bölgelerin biyolojik çeşitliliğini olumsuz yönde etkilemeleri beklenmektedir. Ayrıca artan
karbondioksit miktarının yabancı otların gelişimini olumlu yönde etkilerken herbisitlerin
etkinliğinde düşüşe neden olmaktadır. Bu da tarım alanlarında özellikle istilacı türlerin her
geçen gün artış göstereceğini ortaya koymaktadır (Ziska, 2008). Tıpkı yabancı otlarda olduğu
gibi zararlı böcekler ve hastalıklar için son derece uygun koşullar oluşacaktır. Artan
karbondioksit miktarı kültür bitkilerinde stres koşullarını arttıracağından hastalık ve zararlılar
çok daha etkin hale geçecektir.
Artan karbondioksit miktarı Mera ve otlaklarda bir taraftan istilacı türlerin popülasyon
yoğunluğunu arttırırken, diğer taraftan bitkilerdeki azot ve protein oranını etkilediğinden yem
kalitesini olumsuz yönde etkileyecektir. Artan sıcaklık, hastalıklar ve ekstrem iklim olayları
evcil hayvanların verimliliğini de etkileyecektir (Anonim, 2009d).
İnsanoğlu tarih boyunca tam 7000 bitki türünü kültüre almasına rağmen, günümüzde
bunlardan sadece 15’i bitki türü ile 8 hayvan türü tüm gıda
ihtiyacımızın %90’nını karşılamaktadır (Anonim, 2009d). Bu
sebeple bu türlerin yabani formları bizim için büyük önem
taşımakta ve biyolojik zenginlik olarak kabul edilmektedirler.
Ancak maalesef pek çok yabani türün nesli tehlike altında
bulunmaktadır. Örneğin ıslahçılar için büyük bir potansiyel olabilecekken yabani patateslerin
yaklaşık ¼ kadarı son 50 yılda kaybolmuştur. İklim değişikliğinin, tarımsal üretim yanında
son derece büyük öneme sahip olan hatta muhtemelen sorunların çözümünü içinde barındıran,
kültür bitkilerinin yabani formlarındaki bu kayboluşu çok daha hızlandırmasından endişe
edilmektedir.
Kurak ve yarı kurak bölgelerdeki alanlar: Bu bölgelerde yer alan savanalar, çayır
ve meralar ile Akdeniz iklimine sahip bölgeler biyolojik çeşitlik aşısından son derece zengin
olup, günümüzdeki kültür bitkileri ile evcil hayvanların ana vatanı olması hasebiyle son
derece önemlidir. Ancak bu bölgeler iklim değişikliğine oldukça duyarlıdırlar. Şu anda dahi
baskı altında olan bu bölgeler mutlaka korunmalıdır. Zira buralarda yağış ve sıcaklıktaki son
derece küçük değişiklikler dahi biyolojik çeşitliliği etkileyebilecek boyutta olabilir. Bu
bölgede meydana gelen deşiklikler sadece biyolojik çeşitliliği değil burada bulunan insanları
da büyük oranda etkileyecektir. Hali hazırda Afrika nüfusunun yaklaşık %70’i böyle alanlarda
yaşamaktadır. Akdeniz havzası gibi dünyanın diğer kurak ve yarı kurak bölgeleri de ele
alındığında toplam olarak 2 milyar insan bu özelliğe sahip topraklarda yaşam sürmektedir
(Anonim, 2009d). Bu bölgelerde yangınların önemli tehlikeler oluşturması beklenebilir.
Orman Ekosistemleri: biyolojik çeşitliliğin korunması ve iklim değişikliğinin
yavaşlatılması ormanların korunmasına bağlıdır. Çünkü hâlihazırda karasal ekosistemlerde
bulunan karbonun %80’ini ormanlar depolamaktadır.
Karaların üçte birini kaplarken, tüm türlerin 3’te 2’sini
barındıran orman ekosistemleri iklim değişikliklerine
oldukça duyarlıdır. 1 oC’lik değişiklik dahi orman
kompozisyonunda önemli değişikliklere neden olabilir.
Yine zararlı ve hastalık etmenleri ile yangınlar
ormanlar için büyük tehdit oluşturma potansiyelinde olacaktır. Örneğin daha önce
İngiltere’nin soğuk kışları nedeniyle ormanlarda hiç görülmeyen zararlı türler görülmeye
başlanmıştır. Yine Kanada’nın kutuplara yakın bölgelerinde bulunan tundra alanları, küresel
ısınma nedeniyle yerini yavaş yavaş çalı ve ladinlerden oluşan ormanlara bıraktığı
saptanmıştır. 1700 ile 1925 arasında önemli bir değişiklik görülmemesine rağmen, yaklaşık
son bir asır gibi kısa sürede meydana gelen bu değişimin
son derece hızlı bir şekilde ortaya çıkan küresel
ısınmanın bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Bitki
örtüsündeki bu değişikliklerin kuzey Amerika Ren
Geyiği, büyük beyaz kanada yaban koyunları ve diğer
tundra hayvan türlerini de olumsuz etkileyeceği
düşünülmektedir (Anonim, 2007c).
Dağ ekosistemleri: Dağlar yeryüzünün % 27
kadarını kaplamakta ve kendine özgü pek çok türü
barındırmaktadırlar. Artan sıcaklığın etkisiyle burada
bulunan endemik türlerin çok daha yükseklere çıkma imkânı bulunmadığından tehlike
altındadırlar. Örneğin Alplerde daha önce aşağılarda bulunan bazı bitki türlerinin giderek
yukarılara yayıldığı, sadece dağların tepe kısımlarında
bulunan bazı türlerin ise tamamen ortadan kalktığı
görülmektedir. Yine Kuzey Amerika’da yer alan Grinnell ve
Pedersen
dağ
buzullarının
yoğun
şekilde
eridiği
saptanmıştır. Yüksek dağlardaki buzulların erimesi dağ
ekosistemlerini etkilerken, dağların su tutma kapasitesini
de etkilemekte, bu da dağ eteklerinde bulunan ekosistemleri etkilemektedir (Anonim, 2001b;
Anonim, 2005; Hall, 1994).
Sonuç olarak: iklim değişikliği, bir taraftan sıcaklık stresi, yağış miktar ve rejiminin
değişmesi, şiddetli yağışlarla besin elementlerinin yıkanması veya sıcaklıkla organik
maddenin hızla parçalanması, güçlü rüzgâr ve şiddetli yağışlarla meydana gelen erozyonla
toprak kaybı ve kurak bölgelerde meydana gelen büyük yangınlar ile kültür bitkilerinin
gelişimini etkilerken diğer taraftan hastalık ve zararlılar ile yabancı otların problem olmasına
neden olduğundan büyük önem taşımaktadır. Özellikle zaten yüksek sıcaklık değerlerine
sahip tropik ve (ülkemizin içerisinde yer aldığı) suptropik bölgelerde sıcaklık stresi ve
kuraklık, üründe 1/3’e varan oranlarda düşüşe neden olabilir (Anonim, 2001a). Bu sebeple
çevreyle dost tarımsal uygulamaların ve sistemlerin desteklenmesi ve yaygınlaştırılması,
sürdürülebilir
açısından
tarım uygulamalarının
önemli
alanlarda
özellikle
desteklenmesi,
biyoçeşitlilik
önemli
doğal
ekosistemlerin ve tehdit altında olan hayvan ve bitki türlerinin
korunması gerekmektedir. İnsan ve hayvan sağlığı için büyük
riskler taşıyan sentetik gübre ve bitki koruma ilaçlarının
kullanımında çevreye gereken özen gösterilmelidir. Küresel ısınmanın etkilerini azaltmak ve
suyumuzu en ekonomik biçimde kullanmak için; su kirliliğini azaltıması, su kalitesinin
izlenmesinin, akiferlerden aşırı su çekimi, aşırı sulamadan kaynaklı tuzlanma, erozyon, doğal
ve yarı doğal habitatların bozulması ve sulak alanların yok olmasının önüne geçilmesi
gerekmektedir (Dıvrak ve Eryılmaz, 2005). Ayrıca, yerel çeşitlerin korunması, yaban arıları,
kuşlar ve yarasalar gibi polinatörlerin korunması ve biyolojik mücadele prensiplerinin
uygulanması, arazi kullanımın değiştirilmesi, tarım topraklarının idaresi ve azotlu gübre
kullanımının azaltılması, anız yakılmasının önüne geçilmesi, geviş getiren hayvanların
sayılarının ayarlanması, çeltik tarımının metan emisyonunu azaltacak şekilde geliştirilmesi ve
bozulan tarım arazilerinin ıslahı gibi önlemler atmosfere salınan ve sera etkisi yapan gazları
azaltacaktır (Anonim, 2009d). Zira dünya çapında salınan sera gazlarının %20’si tarımsal
aktivitelerin sonucudur.
Kaynaklar
Anonim 2001a. UNEP. Climate Change Information Sheets, accessed online at
http://www.unep.org/dec/docs/info/ccinfokit/infokit-2001.pdf
Anonim, 2001b. (UNFCCC) Feeling the Heat, accessed online at
http://unfccc.int/essential_background/feeling_the_heat/items/2918.php
Anonim, 2002. UNEP-WCMC Species Sheet, (February) 2002. http://www.unepwcmc.org/species/factsheets/toad/sheet.htm
Anonim, 2003. Technical Expert Group on Biological Diversity and Climate Change. CBD Technical
Series No.10, Secretariat of the Convention on Biological Diversity. Guidelines for promoting synergy among
activities addressing biological diversity, desertification, land degradation and climate change. CBD Technical
Series No. 25, Secretariat of the Convention on Biological Diversity.
Anonim, 2007a: Summary for Policymakers. In: Climate Change 2007: The Physical Science Basis.
Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate
Change [Solomon, S., D. Qin, M. Manning, Z. Chen, M. Marquis, K.B. Averyt, M.Tignor and H.L. Miller
(eds.)]. Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA.
Anonim, 2005. http://www.globalwarmingart.com/wiki/File:Pedersen_Glacier_jpg
Anonim, 2007. Biodiversity and Climate Change. Biodiversity and Climate Change. Convention on
Biological Diversity (CBD) yayınları.
Anonim, 2007c. http://news.nationalgeographic.com/news/2007/03/070309-warming-tundra.html
Anonim, 2009a. küresel ısınmanın sonuçları http://www.kuresel-isinma.org/kuresel-isinma/kureselisinmanin-sonuclari.html
Anonim, 2009b. Küresel Isınmanın Etkileri http://www.kuresel-isinma.org/kuresel-isinma/kureselisinmanin-etkileri.html
Anonim, 2009c. UNFCCC, Feeling the Heat, accessed online at
http://unfccc.int/essential_background/feeling_the_heat/items/2918.php
Anonim, 2009d. Global Climate Change Impacts in the United States. Agriculture. The U.S. Climate
Change Science Program
Booker, F., R. Muntifering, M. McGrath, K. Burkey, D. Decoteau, E. Fiscus, W. Manning, S. Krupa,
A. Chappelka, D. Grantz. 2009. The Ozone Component of Global Change: Potential Effects on Agricultural and
Horticultural Plant Yield, Product Quality and Interactions with Invasive Species. Journal of Integrative Plant
Biology Vol. 51 No. 4
Dinç, U., Kapur, S., Özbek, H. ve Şenol, S. 1987. Toprak Genesisi ve Sınıflandırılması, Ç.Ü.
Yayınları, Ders Kitabı, 7.1.3, Adana.
Dıvrak, B.B. ve. Eryılmaz, Ç.D 2005. AB’ye Uyum Sürecinde Tarım ve Çevre. Powerpoint Sunu,
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Su Kaynakları Programı.
Durak A. ve Ece A., 2007. İklim Değişikliğinin Toprak Özelliklerine ve Sebze Tarımına Etkisi. I.
Türkiye İklim Değişikliği Kongresi – TİKDEK 2007, 11 - 13 Nisan 2007, İTÜ, İstanbul
Hall, M.H.P., 1994. Predicting the impact of climate change on glacier and vegetation distribution in
Glacier National Park to the Year 2100. Syracuse, NY: State University of New York, 192 pp. M.S. Thesis.
Kençe, A. 1991. Biyolojik çeşitlilik. Çevre sorunları üzerine, Türkiye Çevre sorunları Vakfı Yayınları,
Sayfa: 234-248. Kavaklıdere/Ankara.
Kışlalıoğlu M. ve Berkes F., 1991. Türleri neden koruyalım? Çevre sorunları üzerine, Türkiye Çevre
sorunları Vakfı Yayınları, Sayfa: 234-248. Kavaklıdere/Ankara.
McCarthy, J. J., O. F. Canziani, N. A. Leary, D. J. Dokken and K. S. White. 2001. Climate Change
2001: Impacts, Adaptation, and Vulnerability. IPCC, Cambridge University Press, UK.
Özer, Z., Kadıoğlu, İ., Önen H., Tursun, N., 2001. Herboloji (Yabanci ot bilimi - 3. baskı)
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Yayınları no:20, Kitap serisi no:10, Tokat.
Turan, L. 2007. Biyolojik çeşitlilik ve Türkiye. TUBİTAK.
Ziska, L. H., 2008. Climate Change and Invasive Weeds.Powerpoint sunu, Northeastern Weed Science
Society Meetings, Philadelphia, Pennsylvania.

Benzer belgeler