Makaleyi Yazdır - Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler

Transkript

Makaleyi Yazdır - Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
ASKERİ KEYNESÇİLİK
Kürşat BİLİŞLİ
ÖZET
1930’lar Almanya’sı ile 1980’ler ve 2000’ler Amerika Birleşik Devletleri
(ABD)’nde yürütülen hükümet politikalarında dile getirilen Askeri Keynesçilik,
en çok yankı bulan kavramlar arasındadır. Askeri Keynesçilik; hükümetlerin,
ekonomik büyümeyi yükseltmek amacıyla orduya büyük miktarlarda harcama
yaptığı bir tür ekonomik politikadır. Bu kavram İngiliz ekonomist John Maynard
Keynes tarafından geliştirilmiş olan Keynesyen Ekonomi’nin çok özgül bir
çeşitlemesidir. Askeri Keynesçilik destekçilerine göre bu tür politikalar arz ve
talep yönünden değişik etkiler yapar. Talep tarafından bakıldığında, askeri
kurumun artan mal ve hizmet talepleri direkt olarak hükümet harcamaları
yoluyla karşılanır. Diğer yandan bu doğrudan harcama, genel tüketici
harcamalarında çarpan etkisine yol açar. Arz tarafından bakıldığında ise,
ayakta duran bir ordunun devamlılığı, sivil işgücü içinde yer alan pek çok
çalışanın yerini değiştirmektedir. Asker alımı, eğitim veya ustalık gibi konularda
doğrudan fırsatlar sunularak yapılmaktadır. Arz kanadında ayrıca; araştırmageliştirme (Ar-Ge) yönündeki askeri harcamaların sivil sektörlerdeki verimliliği
yeni ileri-sistemler ve gelişmiş teknoloji üretme yoluyla arttırdığı sık sık
tartışılmaktadır. Çalışmada ayrıca klasiklerden başlamak üzere “devlet” faktörü
üzerinde durularak, devletin piyasaya bu türlü müdahalelerinin ekonomistler
tarafından bir değerlendirmesi ortaya konulmuştur. Ayrıca tarih boyu Askeri
Keynesçilik politikalarının, örnek gösterilen Almanya ve ABD üzerindeki etkileri
tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Keynesyen Ekonomi, Askeri Keynesçilik, Devlet,
Savunma Harcamaları.
ABSTRACT
In this study, the notion Military Keynesianism which was expressed in the
policies implemented at the Germany of 1930’s and US of 1980’s and 2000’s is
related. Military Keynesianism is an economic policy on which the goverment
spends great amounts on the military in order to increase the economic growth.
This is a very specific variation of Keynesian Economics, developed by the
English Economist John Maynard Keynes. The supporters of Military
Keynesianism say that this kind of policies affect differently on the side of supply
and demand. On the demand side, increased military demand for goods and
services are devoted directly by the goverment. On the other side, this direct

48’inci Mot.P.Tug.K.Yrd.lığı Bayburt/TÜRKİYE, [email protected]
8
Kürşat BİLİŞLİ
spending causes a multiplier effect on the general consumer spending. On the
supply side; the duration of a standing army replaces many workers in the
civilian workforce. The soldier charge is implemented by serving direct
oppurtunites on some subjects like education and expertise. Also on the supply
side, it’s often discussed that whether the military spending on the research and
development (R&D) increases the efficiency of the civilian sectors by the new
advanced-systems and producing advanced tecnology. Also on the study, the
“state” notion is expressed considering first the classics; the interpretation of
this kind of interference of the goverment on the market by the economists is
expressed. Also, the effects of Military Keynesianism on the examples of
Germany and US throughout the history is discussed.
Keywords: Keynesian Economics, Military Keynesianism, The State, The
Defence Spending.
1. GİRİŞ
Keynes’e göre Büyük Buhran’ın başlıca nedeni toplam talepteki
yetersizliktir. Bu talep yetersizliği eksik istihdamın ana kaynağıdır ve kapitalist
sistemin, klasik ekonomistlerin iddia ettiğinin aksine tam istihdamı garanti
edecek bir mekanizması yoktur. Ayrıca faiz kuramının önermeleri de hatalı olup
yatırım ve tasarruflar arasında faiz oranları aracılığıyla dengeleyici bir ilişki
kurulamaz.
Klasik ekonomistler devlete ekonomide hiç yer vermemekte ve bunu da
ekonominin kendiliğinden tam istihdamı sağlayacağı varsayımına
dayandırmaktadırlar. Klasiklere göre eksik istihdam ortaya çıksa bile bu
geçicidir ve ekonomi kendiliğinden tam istihdama dönecektir. Keynes ise
ekonominin yalnızca kısa dönemde değil, uzun dönemde bile eksik istihdam
dengesine takılabileceğini, ekonominin bu durumu ortadan kaldıracak
mekanizmalara sahip olmadığını öne sürmekte ve devlet müdahalesini
kaçınılmaz görmektedir (Yıldırım v.d., 2008; 142).
Bu çalışmada Keynes’in görüşlerine paralel olarak geliştirilen “Askeri
Keynesçilik” kavramı üzerinde durulacaktır. Keynes’in savunduğu gibi, kamu
harcamalarını uyarmanın ekonomik istikrarı ve refahı sağlayabileceği yönündeki
görüşün, savunma harcamalarının arttırılması şeklindeki yorumu olan Askeri
Keynesçiliğin tarihsel uygulamaları, sonuçları ve bu görüşe getirilen eleştiriler
üzerinde durulacaktır.
2. KEYNESYEN GÖRÜŞ
Keynesyen iktisadı, etkin kaynak kullanımının sağlanması, ekonomik
büyüme ve kalkınmanın gerçekleştirilmesi, adil bir gelir ve servet dağılımının
sağlanması ve ekonomik istikrarın temini için devletin “toplam talep” üzerinde
yönlendirici kararlar almasının gerekliliği şeklinde ifade etmek mümkündür.
Keynes özellikle kamu yatırımlarının etkisini şu şekilde ifade etmektedir:
Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 3, Sayı: 2
9
…devlet tüketim eğilimini kısmen vergileme sistemiyle,
kısmen faiz oranlarını sabitleyerek ve kısmen de, belki de, diğer
yollardan etkileyerek yönlendirme görevini üstlenebilir. Bunun
ötesinde, bankacılık politikasının faiz oranını etkileyerek optimum
yatırım oranını belirleme etkisinin olabileceği pek mümkün
görünmemektedir. Bu nedenle, kamu yatırımlarının tam istihdama
ulaşılmasında tek yol olduğunu düşünüyorum (Keynes, 2008; 319).
Keynes’e göre, klasiklerden J.Baptiste Say tarafından getirilen “her arz
kendi talebini yaratır” şeklindeki önerme doğru değildir. Keynes, 1929 Büyük
Buhranı’nın başlıca nedeninin toplam talepteki yetersizlik olduğunu ifade
ederek, klasiklerin aksine “talep kendi arzını yaratır” görüşünü savunmaktadır.
Bu görüşün gerisinde, talep yükseldiğinde tüm üreticilerin yatırım arzlarını da
arttıracağı görüşü yatmaktadır. Özel tüketim ve yatırım harcamalarının
yetersizliği durumunda, devletin telafi edici maliye politikaları uygulayarak özel
tüketim ve yatırım harcamalarını uyarması gerekliliği ifade edilmektedir.
Keynes’e göre devlet için öngörülen bu politikalar bireycilik ilkesini
savunanların korkacağı bir durum değildir. Bu politikalar bireyciliğin işlevini
yerine getirmesinde daha fazla katkı sağlayabilirler.
…birbiri ardına tüketim eğilimi ve yatırımın uyarılmasını
düzenlemek için görevlendirilen devletin işlevlerinin genişletilmesi,
on dokuzuncu yüzyıl politika yazarları ya da çağdaş Amerikan
yatırımcısı açısından bireycilik ilkelerine karşı korkunç bir
başkaldırı gibi görünecek olmasına karşın ben bu durumu, hem
mevcut iktisadi şekillerin bütünlüğünün bozulmasını önlemede
uygulanabilir bir araç ve hem de bireysel inisiyatifin başarılı bir
biçimde işlevini getirmesinin koşulu olması nedeniyle
destekliyorum. … bugünün otoriter devlet sistemi etkinlik ve
özgürlük pahasına, işsizliği çözecek gibi görünmektedir. Telaşın
hakim olduğu fasılalar bir tarafa bırakılırsa, dünyanın bugünkü
bireysel kapitalist girişimcilikle birlikte gelişme gösteren – ve
fikrimce, kaçınılmaz bir biçimde bir arada gelişme gösteren işsizliğe daha fazla tahammül etmesi mümkün değildir. Ancak,
etkinlik ve özgürlüğü koruyarak işsizliğin üstesinden gelinmesi,
sorunun, hastalığın tedavi edilmesinde, doğru analiz edilmesiyle
mümkündür (Keynes, 2008; 321).
Keynes’in getirdiği bu görüşler 1929 Buhranı sonrası geçerlilik kazansa
da, klasiklerin devamlı surette bir eleştirisine neden olmuştur. Klasikler devletin
müdahalelerinin piyasaları içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyeceğini ifade
etseler de, Keynes’in öne sürdüğü görüşlere net bir şekilde karşı
çıkamamışlardır. Klasiklerin, fizyokratlardan gelen bir geleneğin devamı olarak
devletin bu tür müdahalelerine gelişen tepkisinin temelinde, bu politikalar
neticesinde devletin karşı konulamaz bir güce sahip olabileceği, devlet yanlısı
10
Kürşat BİLİŞLİ
veya menfaatlisi olanlar tarafından bu durumun kolayca istismar edilebileceği
yönündeki kaygılar yatmaktadır. Keynes’in bu görüşlerine Neo-klasikler belirli
yönlerde cevap vermeye çalışsalar da, devletin ne kadar müdahaleci olması
gerektiği veya nelere müdahale etmesi gerektiğini tam olarak ifade
edememişlerdir. Günümüzde bile hala bu soru tartışılmaktadır: Ne kadar Devlet?
3. NE KADAR DEVLET?
“Laissez Faire” kavramı ilk defa Fizyokratlar tarafından kullanılmış ve
doğal ekonomik yasaların işleyişine fırsat bırakmak için devletin ellerini
bireylerin ekonomik faaliyetlerine sokmaması anlamına gelmiştir.
Adam Smith’den başlamak üzere klasiklerin tümünün “devlet” kavramı
ile ilgili bir açmaza sürüklendikleri görülmektedir. Hepsi de liberal bir asgari
devlet oluşturmakta zorlanırlar. Genel olarak devletin büyümesini zararlı bir etki
ve bürokratik bir gereksiz genişleme olarak görmüşlerdir. Ayrıca onlara göre
işadamlarında, devletin desteğini arkalarına alarak, devletin kendilerini koruyucu
bir politika izlemesini ve belirli sektörlerde tekel olmalarını sağlayacak
uygulamalar yapmasını umut ederek, bunun için gizli ve açık her türlü yolu
kullanarak büyük kazanç sağlama eğilimi vardır (Yayla, 2003). Ancak hiçbiri bir
siyaset biçimi olarak devlet ile modern toplumlarda bireyin güç kazanması
arasındaki yakın bağı fark edememiş ve analiz etmemiştir.
Laissez Faire’cilik genellikle Adam Smith’e atfedilen bir vasıf olmasına
rağmen, bu görüşü en şiddetli şekilde savunan düşünür Herbert Spencer’dır.
Spencer, sağlık tedbirleri ya da güvenlik araçlarının sağlanması, her türlü
kamusal yardımlaşma şekilleri ve eğitimin kamuca desteklenmesi dahil,
sanayinin düzenlemesi yolundaki bütün tedbirlere kararlı bir şekilde karşı
olmuştur (Yayla, 124; 2003).
Spencer, teorisini işlerken sık sık askeri rejimlerle ilgili bilgiler aktarır.
Düşünür Devlet Sosyalizmini ve Komünizmi özgürlüğü ve dolayısıyla hem
bireysel hem sosyal hayatı tahrip eden tehlikeler olarak görmektedir. Askeri
rejimlerle bu tip rejimler arasında benzetme yapmak yoluyla ne demek istediğini
daha açık biçimde ortaya koymaya çalışmıştır. Bireylerin hayatlarına devlet
tarafından yapılan müdahalelerin bireylerin özel müdahalelerinden çok daha
kötü sonuçlar vereceğine dikkat çekmektedir. Devletin belirli sektörlere el
atmasının onu adım adım başka alanlara da el atmaya iteceğini, özel işletmelerin
devletle rekabette dezavantajlı duruma geleceğini ve gittikçe zayıflayacağını
belirtmektedir (Yayla, 114; 2003).
1929 krizi sonrası kabul gören Keynesyen görüş ise bir “Refah Devleti”
nin gerekliliğini ifade etmiştir. Keynes’e göre devlet, piyasanın tıkandığı,
durduğu veya çözüm bulamadığı yerlerde müdahale etmelidir; vergiler, faiz
oranları, kamu harcamaları gibi uygulanacak politikalar piyasayı
canlandıracaktır. Keynes Planı krizden savrulan ABD’yi düze çıkarmıştır.
Roosevelt tarafından benimsenen ve “New Deal” ile şekil bulan bu politikalar
Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 3, Sayı: 2
11
1970’lere kadar geçerliliğini korumuştur (Ferguson, T., From Normalcy To New
Deal: Industrial Structure, Party Competition And American Public Policy In
The
Great
Depression,
http://vi.uh.edu/pages/buzzmat/DH%20articles/ferguson.pdf, 11.08.2010).
New Deal’cilerin aldıkları düzenleyici önlemlerin temelindeki düşünce,
“Devletin doğrudan doğruya ekonomik işletmelere sahip olması şeklindeki
sosyalist seçenekten kaçınıp, düzenlenmemiş bir piyasanın en açık
başarısızlıklarını düzelterek kapitalist sistemi kendi zayıflıklarından kurtarmak”
şeklinde tanımlanmaktadır. Diğer taraftan II. Dünya Savaşı ve savaş sonrası
toplumdaki sosyal gelişmeler devletin yetkilerini arttırırken; ekonomik
faaliyetler, serbest piyasa mekanizmasının başarısızlıklarını ve aksaklıklarını
gidermek düşüncesinin ötesinde kamu yararı, sosyal meseleler, çevre, doğal
kaynaklar gibi faktörler nedeniyle de bir takım düzenlemelere tabi tutulmuştur
(Kestane, D., Kamu Kesiminde İdari Kuruluşların Genel Görünümü Ve İdari
Yapıda Yeni Organizasyonlar Olarak Bağımsız İdari Otoriteler (Üst Kurullar),
http://portal1.sgb.gov.tr/calismalar/maliye_dergisi/yayinlar/md/md139/kestane.p
df, 11.08.2010).
Keynesyen Refah Devleti’nin yükseliş dönemi olarak da adlandırılan bu
dönem birçokları tarafından bir altın çağ olarak nitelendirilir. Dünya daha çok
üretmiş ve ürettiği hızdan daha yüksek bir hızda ticaret yapmıştır. 1948 ile 1953
yılları arasında ticaret artış hızı yıllık ortalama % 6.7 olarak gerçekleşirken, bu
oran 1958 ile 1963 yılları arasında yıllık ortalama ise % 7.4, 1963 ile 1968 arası
dönemde ise % 8.6 olmuştur. Bu rakamlar dünya iktisadında modern zamanlarda
görülen en yüksek oranlardır ve ticaret üretimden daha çok artmıştır. Kısaca
özetlemek gerekirse üretim cephesinde, teknolojik gelişme ve işgücü
verimliliğindeki artış, işgücü arzı fazlalığından kaynaklanan ücretlerin düşük
olmasına yönelik baskılar ve bunun yanı sıra ilksel ürün fiyatlarının düşük
olması; talep cephesinde ise devlet harcamalarında (yatırım ve askeri
harcamalar) meydana gelen artış, Keynesyen politikalar sonucunda uzun süreli
büyümenin kaynaklarını oluşturmuştur (Dağdelen, İ., Liberalizasyon, İnsan
Bilimleri Dergisi, Ankara: 2004 http://www.insanbilimleri.com/ojs/index.php
/uib/article/viewFile/110/108, 07.07.2010.
Keynesyen yaklaşım 1970’lerden itibaren popülaritesini yitirmiş, yeni
ekonomik kriz sonrası yaşanan arayışlar neticesinde neo-liberal yaklaşım
kendini göstermeye başlamıştır. 1950-1960’lı yıllarda kendini iyice hissettiren
Parasalcı Okul (Monetarism), Chicago Okulu’ndan Milton Friedman, Avusturya
İktisat Okulu’ndan politik iktisatçı Friedrich Hayek ve bu akademisyenlerin
öğrencileri; klasik öğretinin refah devletini yok etme konusundaki yetersizliğini
ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.
Friedman ve Hayek, devletin yönetsel, siyasi, ticari, finansal aygıtlar
üzerindeki müdahalelerinin daima optimum-altı sonuçları olacağını ve bunun da
12
Kürşat BİLİŞLİ
sosyal refahı azaltacağını savunurlar. Bu bakımdan onlara göre devletin
faaliyetleri ve kontrol olanakları sınırlandırılmalıdır.
Friedman, “özgürlüğümüzü koruması için kurduğumuz devlet,
özgürlüğümüzü yok edici bir Frankestein’a dönüşmemelidir” diyerek Keynesçi
politikaların yer verdiği devlet kontrollerine ve müdahalelerine ciddi eleştiriler
getirmiştir. Friedman, bu kontrol ve müdahalelerin iki temel noktada hatalı
olduğunu ileri sürmüştür. Birincisi, devlet faaliyetleri çeşitli alanlarda (konut
yapımında, beslenmede ya da giyimde, sağlık ve temizlik hizmetlerinde) tek tip
standartlar getirerek etkinlik sağlasa da çeşitliliği ve çok sesliliği ortadan
kaldırmaktadır. İkincisi, sadece iktisadi faaliyetlerde değil insan yaşamının
başka alanlarında (bilim, sanat, kültür gibi gönüllü işbirliği, deneme-yanılma ve
kabul etme-reddetmeyle gelişen alanlarda) “görünmez elin” işlerliğini
bozmaktadır. Bu düşünceler çerçevesinde Friedman, Refah Devleti
uygulamalarının ve devletin aşırı genişlemesinin yarattığı hantallıkların
kaldırılması için devletin yapmaması gereken bir dizi faaliyetlerden bahsetmiştir.
Bunlar, (fiyat, ücret, faiz, kira kontrolleri, ithal ve ihraç sınırlamaları gibi)
iktisadi düzenlemelerin yanı sıra radyo, televizyon gibi iletişim araçlarının
kontrolü, kamu toplu konutu yapımı, posta hizmetlerindeki devlet tekeli gibi pek
çok alanı kapsamaktadır (Dağdelen, İ., Liberalizasyon, İnsan Bilimleri Dergisi,
Ankara:2004, http://www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/viewFile
/110/108, 07.07.2010).
Serbest piyasa sisteminin yegâne hâkimiyetini savunan Friedman ve
Hayek’in öncülüğünü yaptığı grup, devletin sınırlı faaliyetlerinin şu çerçeve
içerisinde kalması gerektiğini öne sürmüşlerdir: Devlet, vatandaşlarının iç ve dış
güvenliğini, adalet ve düzenin sürekliliğini sağlamalı, özel antlaşmalara
uyulmasını, rekabetçi piyasaların güçlendirilmesini ve para sisteminin
kontrolünü amaçlamalıdır. Bunlara ek olarak bazı yüksek maliyetli ya da
dışsallıklar yaratan ve tüm toplumun yararına olan hizmetleri üstlenmelidir.
Friedman ve Hayek’e göre bu çerçevenin dışındaki bütün siyasal, yönetsel,
finansal, ticari faaliyetler liberalizasyon politikaları ile devletin kontrol ve
müdahale alanından çıkarılmalıdır. Diğer yandan 1990 sonrası dönemde neoliberalizmin sözü edilen formu “rekabetçi piyasa” odağını muhafaza etmek
kaydıyla bir miktar evrimleştirilerek, piyasanın daha etkin çalışması için devlet
müdahalesi gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. “Düzenleyici Devlet” kavramı
ile nitelenen bu yaklaşımın kesinlikle neo-liberal yaklaşımdan bir kopuş
olmadığı, aksine neo-liberal düşüncenin özünde yer alan piyasa hâkimiyetini
güvence altına almak için ortaya çıkarıldığı söylenebilmektedir (Dağdelen, İ.,
Liberalizasyon, İnsan Bilimleri Dergisi, Ankara:2004 Hata! Köprü başvurusu
geçerli değil., 07.07.2010).
Bununla birlikte neo-klasikler güvenlik konusunda şu görüşü de
benimsemişlerdir: Özgür toplumu tanzim eden unsurların muhafazasının bir
yönü olarak, bunların dış düşmanlardan korunmaları kaçınılmaz olacaktır.
Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 3, Sayı: 2
13
Devlet savunmada önemli bir role sahiptir. Bu, hem savunmanın masrafını
karşılayacak vergiyi toplamada, hem de olağanüstü zamanlarda orduya asker
almada devletin bazı cebri güçlere sahip olmasını gerektirir. Bu hususlarla ilgili
olarak devlet kendini genel kurallarla bağladığı sürece, telaşlanmak için ciddi
herhangi bir neden yoktur (Butler, E.,2001). Anlaşılmaktadır ki, neo-klasikler de
ülke güvenliğinin sağlanması gibi bir konuda devletin müdahil olması ve bu
hizmetlerin ancak devlet tarafından karşılanması gerektiğini, bununla birlikte
klasik öğretinin temelindeki esaslar dahilinde devletin bu müdahalelerinin belirli
kurallar içerisinde kısıtlanması gerekliliğini belirtmektedirler.
4. ASKERİ KEYNESÇİLİK
II. Dünya Savaşı’nın tartışmasız galibi ABD, savaş sonrası dönemde
dünya ekonomisini yeniden ayağa kaldıracak tek ve ezici bir üstünlüğe sahipti.
1945 yılında tüm dünya üretiminin yarısından fazlası (% 57) ve toplam mamul
ihracının da % 22’si ABD tarafından gerçekleştiriliyordu. Dünyanın atölyesi
unvanının yanında, dünya altın rezervlerinin de % 80’den fazlasını elinde
bulundurması sebebiyle para birimini “altın gibi” yapmıştı. Bu gücü kullanarak
ABD 1944’te imzalanan Bretton Woods antlaşmalarıyla tüm diğer ülke
paralarını altın karşısında sabit bir orana, altını da sabit bir oranla dolara
bağlayarak kendi para birimini bir dünya parası haline getirdi. Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin savaş sonrası bir genişleme sürecine girmesi
ve Çin’in 1949’ta devrimle kapitalist sistemin dışına çıkması ABD’nin
kaygılarını arttırmış, ABD ve SSCB arasında 40 yıl sürecek ve Soğuk Savaş
olarak adlandırılan bir dönem başlamıştır. SSCB’ye karşı yürütülen bu savaş
içinde Avrupa’yı güçlendirmek amacıyla “Marshall Planı” olarak adlandırılan
ekonomik kalkındırma programıyla birlikte Avrupa ayağa kaldırılmıştır. 1970’li
yıllara kadar geçen süreç içerisinde ekonomide gerçekleşen müthiş büyüme,
1974’te bir petrol krizi biçiminde patlak veren resesyon ile etkisini kaybetmiştir.
1971’de Başkan Nixon altın-dolar standardını kaldırdığını ilan etmek zorunda
kalmıştır. Bretton Woods sisteminin bizzat ABD tarafından bu şekilde tasfiye
edilmesi, mutlak ekonomik hegemonyasının sonunun ilanı gibidir. Bu dönemde
ABD ekonomik büyüme konusundaki hızlı ilerleyişini savaş sonrası desteklediği
Japonya ve Almanya’ya kaptırmıştır. 1973-1974 yıllarında yaşanan petrol
krizinden sonra 1979’taki diğer bir kriz, ABD’nin bu gerilemeyi telafi
edilebilmek amacıyla esasen Başkan Carter zamanında başlayan ama Başkan
Reagan zamanında tam anlamıyla rayına oturan “Askeri Keynesçilik” olarak
adlandırılan kamu askeri harcamaları çabasına itmiştir. Her ne kadar bu çabalar
hem devlet harcamalarında, hem de ödemeler dengesinde ABD’nin meşhur çifte
açığını doğurup, onu dünyanın en borçlu ülkesi haline getirmiş olsa da, ABD’nin
büyüme hızının rakiplerinin önüne geçmesini sağlamıştır. Askeri Keynesçiliği
desteklemek ve sarsılan otoritesini tekrar kazanmak maksadıyla 1980-1988
yılları arasında müthiş bir kampanya başlatılmıştır. Bu dönemde SSCB ile
“II.Soğuk Savaş” denen bir mücadele başlatılmış; Reagan yönetimi tarafından
14
Kürşat BİLİŞLİ
SSCB bir “Şer İmparatorluğu” olarak ilan edilmiştir. Askeri gerilimin nerelere
vardığının göstergesi “Yıldız Savaşları” olarak bilinen, o döneme göre
bilimkurgu ve gerçek dışı bir proje olmaktan ileriye gidememiş “Stratejik
Savunma Girişimi”dir (Başköy v.d., 2005).
Askeri Keynesçilik; hükümetin, ekonomik büyümeyi yükseltmek
amacıyla orduya büyük miktarlarda harcama yaptığı bir tür ekonomik
politikadır. Bu, İngiliz ekonomist John Maynard Keynes tarafından geliştirilmiş
olan Keynesyen Ekonomi’nin çok özgül bir çeşitlemesidir. Yeterince doğru olup
olmadığı ciddi tartışmalara konu olsa da, bu tür politikalara genelde örnek olarak
gösterilen belirlemeler 1930’lar Almanya’sı ve 1980’ler ve 2000’lerdeki
ABD’dir. Noam Chomsky, bugünün Amerika’sında uygulanan Askeri
Keynesçiliği “Pentagon Sistemi” olarak adlandırmaktadır (Chomsky, N., The
Pentagon
System,
1993
http://www.thirdworldtraveler.com/Chomsky/
PentagonSystem_Chom.html , 01.08.2010).
Askeri Keynesçiliğin destekçileri tarafından öne sürülen ekonomik etkiler,
ikisi arz ve ikisi talep tarafında olmak üzere dört gruba ayrılabilir. Talep
tarafından bakıldığında, askeri kurumun artan mal ve hizmet talepleri direkt
olarak hükümet harcamaları yoluyla karşılanır. İkinci olarak; bu doğrudan
harcama, genel tüketici harcamalarında çarpan etkisine yol açar. Bu iki etki,
genel Keynesyen ekonomik öğretinin içinde yer alır. Arz tarafından bakıldığında
ise, ayakta duran bir ordunun devamlılığı sivil işgücü içinde yer alan pek çok
çalışanın yerini değiştirmektedir. Asker alımı, eğitim veya ustalık gibi konularda
insanlara doğrudan fırsatlar sunmaktadır. Arz kanadında ayrıca; araştırmageliştirme (Ar-Ge) yönündeki askeri harcamaların sivil sektörlerdeki verimliliği
yeni ileri-sistemler ve gelişmiş teknoloji üretme yoluyla arttırdığı sık sık
tartışılmaktadır. Kısmen veya tamamen askeri fon kullanılarak geliştirilen ancak
daha sonra sivil yapılanmalarda uygulanan teknolojilere sıklıkla gösterilen
örnekler içinde bilgisayar, havacılık (özellikle helikopterler ve süpersonik
seyahat ile ilgili), radar, nükleer güç ve internet yer alır (Wikipedia The Free
Encyclopedia,
Military
Keynesianism,
http://en.wikipedia.org/wiki/
Military_Keynesianism, 10.07.2010).
5. 1930’LAR ALMANYASI
I. Dünya Savaşı tüm dünyayı etkilemekle beraber, İngiltere, ABD ve
Almanya üzerinde çok farklı şekillerde etkiler göstermiştir. Savaş sonrası
Amerika’dan alınan borçla ve yeniden kurulan altın standardıyla değer kazanan
pound, İngiliz ihracatının azalmasına sebep olmuştur. Bir zamanların hegemonik
gücü İngiltere, daha az ihracat ve dışa akan altın dolayısıyla borçlarını daha da
arttırmıştır. Ekonomisi durma noktasına gelen Almanya ise, savaş tazminatlarını
ödeyebilmek için para basmayı denemiş; ancak bu girişim hiperenflasyona sebep
olmuştur. 1924 yılında ABD tarafından önerilen “Dawes Planı” ile Almanya’ya
yeniden yapılanması için kredi olanağı sağlanmış, bu yapılanma sonrası tazminat
borçlarının ödenmesi öngörülmüştür. 1929 Ekonomik Buhranı’nın etkileri
Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 3, Sayı: 2
15
Amerika’dan sonra Avrupa’da da hissedilmeye başlamış; ancak bunalımı erken
atlatarak tam istihdama ulaşan ilk sanayi ülkesi, Almanya olmuştur. Almanya,
enflasyonsuz “orijinal” finansman yöntemleri ile iç piyasayı canlandırmayı
başarmıştır.
Bu dönemde öncelikle Almanya fabrikalarına sürüm alanları temin etmek
ve hammadde bulmak gerekmiştir. Güney Amerika, Orta Avrupa, Balkanlar ve
Türkiye serbest dövizle mal almakta ve satmakta güçlük çekmekteydiler.
Almanya, direkt serbest döviz transferi olmaksızın malın malla mübadelesini
gerçekleştirmek imkânını sağlayan bir “counter-trading” modelini
benimsemiştir. Böylece serbest döviz piyasalarında ihracat mallarına uygun
fiyatla alıcı bulamayan ülkelerin müşterisi durumuna geçmiştir. Tarım
ekonomilerinin ihracat mallarını yüksek bedelle satın almış ve onlara kendi
sanayi ürünlerini satmıştır (Wikipedia Özgür Ansiklopedi, 1929 Dünya
Ekonomik Bunalımı, http://tr.wikipedia.org/wiki/1929_Dünya_Ekonomik_
Bunalımı, 15.07.2010).
Bu arada en büyük gelişim askeri sanayi alanında yaşanmıştır. Hitler
tarafından beğenilmeyen Alman Kara Kuvvetleri “Reichswehr”ın yerini,
“Wehrmacht” almış ve bunun için hızlı bir sanayi altyapısı hazırlanmıştır.
Wehrmacht'ın araç ihtiyacı, Krupp ve Porsche ikilisi tarafından karşılanırken;
top gibi ağır silahlar için Rheinmetal devreye girmiştir. IG Farben tıbbi ve
lojistik ihtiyaçları karşılarken, Siemens gibi firmalar da yeni gelişmekte olan
elektronik-radar-haberleşme gibi ihtiyaçlara karşılık vermişlerdir. Kısa sürede
Wehrmacht; Panzer, Mekanize Piyade, Motorize Piyade Tümenlerine sahip
olmuştur. Kara Kuvvetleri yanında, Deniz Kuvvetleri (Kriegsmarine) ve Hava
Kuvvetleri (Luftwaffe) yeni gelişmelere tanık olmuştur. Böylece Hitler
tarafından Versay Antlaşması tarafından getirilen tüm yaptırımlar hiçe
sayılmıştır (Wikipedia Özgür Ansiklopedi, Nazi Almanyası, Hata! Köprü
başvurusu geçerli değil., 15.07.2010).
Alman Ekonomisi, Hitler tarafından yürütülen bu özel programlar ile
oldukça hızlı bir şekilde denge altına alınmıştır. Büyük Bunalımda % 15'lerde
olan işsizlik , % 0'lara çekilmiş; ayrıca Fransa, Belçika ve Danimarka'dan
sayıları milyonları geçen işçiler ülke içinde istihdam edilmiştir. Hitler ülkedeki
büyük patronlara gerektiğinde döviz ve ucuz hammadde sağlamış ve buna
karşılık onların politik desteğini almıştır. Savaş başladıktan sonra esirler de
işgücü olarak yine belli başlı patronlara verilmiştir.
ABD’de 1929 krizinin faturasının kesildiği Başkan Hoover’ın (Galbraith,
2009) yerine gelen Başkan Roosevelt, 1930-1937 yılları arasında “New Deal”
programını uygulamaya sokmuştur. Ekonomik Bunalım sonrası ABD bu şekilde
ılımlı bir politika sergilerken; Almanya, “Nazi Totalitarizmi” nin etkisine
kapılmış; ırkçılığa ve katı bir çalışma disiplinine bağlı bu ideoloji, yıllar boyu
gelişerek II. Dünya Savaşı’nın çıkmasının başlıca nedeni haline gelmiştir.
16
Kürşat BİLİŞLİ
6. ABD ASKERİ KEYNESÇİLİĞİ
1940’larda ABD seçkin tabakası, kamu harcamalarındaki müthiş
yükselişin dünyayı Büyük Buhran’dan çekip çıkardığını hatırlatarak; askeri
bütçelerdeki düşüş sürecini tersine çevirmek arzusuyla endişelerini ifade
etmişlerdir. Onlara göre eğer bu durum gerçekleşirse beklenti, iş dünyasında
meydana gelebilecek bir düşüş, işsizlikteki müthiş yükseliş ve serbest piyasa
kapitalizmi yasalarının yeniden sorgulanması olacaktı. Bu ihtimali tersine
çevirmek düşüncesiyle, 1950 yılında Birleşik Devletler Ulusal Güvenlik Konseyi
“NCS-68” isimli çok gizli bir belge üzerinde planlama yaptı. Bu belge 1977
yılında geçerliliğini yitirinceye kadar hükümet, böyle bir sonucu önlemek için
yüksek savunma harcamaları yapma yolunun gerekliliğini açıkça ifade
etmekteydi. NCS-68 Askeri Keynesçiliğin doğumunu işaret etmektedir. Bundan
sonra takip eden yıllar boyunca askeri harcamalar belgenin tasavvur ettiği gibi
işlevini yerine getirir gibi görünmüştür (Nitzan, J. ve Bicler, S., Cheap Wars,
Montreal
ve
Kudüs:
2006
http://bnarchives.yorku.ca/205/02/
20060809nb_cheap_wars.pdf, 14.06.2010).
ABD’de Askeri Keynesçilik politikaları görünürde ilk olarak Başkan
Ronald Reagan döneminde dile getirilmiştir. Bu tür politikalar geliştirilmesinin
farklı nedenleri vardır. II. Dünya Savaşı sonrası Moskova merkezli ideolojinin
oldukça genişlemesi, Çin gibi büyük bir potansiyelin bu rejime kaptırılması
ABD’ni oldukça kaygılandırmıştır. Bu dönemden sonra dünya üzerindeki
kutuplaşma ve uzun soğuk savaş dönemi ABD hegemonyasının yavaş yavaş
yitirilmesine sebep olmuştur. Almanya ve Japonya’nın II. Dünya Savaşı sonrası
yükselişi bu ülkeler üzerindeki hesapları da tersine çevirmiştir. Avrupa
Almanya, Doğu Asya ise Japonya tarafından kontrol altına alınmıştır. Özellikle
Bretton Woods’un iflası bu hegemonyanın elden tamamen gideceği konusundaki
düşünceleri daha da arttırmıştır.
Tüm bu gelişmeler sonrasında 1980’li yıllarda Başkan Carter döneminde
başlatılan ve Başkan Reagan döneminde hız kazanan bir savunma harcamaları
artış politikası içerisine girilmiştir. Bu Keynesyen politikalar dâhilinde savunma
harcamaları arttırılarak ABD ekonomik büyümesinin artışı hedeflenmiştir.
Bunun için SSCB mutlak düşman olarak nitelendirilerek, “Yıldız Savaşları”
denen ütopik proje ile devam eden soğuk savaşa yeni bir boyut kazandırılmıştır.
Yıldız Savaşları projesi hayal olarak kalmasına rağmen, savunma
harcamalarındaki bu artış ile ABD Silahlı Kuvvetleri müthiş bir reorganizasyona
girmiştir. Sonuçta “Kırmızı Kuvvetlere” karşı bir üstünlük sağlanmıştır. Kamu
harcamalarının özellikle savunmaya aktarılması sadece diğer kutba üye olanları
caydırmakla kalmamış; tüm dünyanın endişelerini arttırmıştır. ABD kaybetmeye
yüz tutan hegemonyasına tekrar kavuşmuştur.
Savunma harcamalarını arttırmak, yani güçlü bir orduya sahip olmak, iç
politikada da hükümetleri oldukça rahatlatmaktadır. Güçlü bir ordu, ülkenin
Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 3, Sayı: 2
17
insanlarına verdiği güvenin yanında, ideolojisine karşı gelebilecek her türlü iç ve
dış tehdide karşı büyük bir caydırıcılık sağlamaktadır.
SSCB dağıldıktan, komünizm geçerliliğini kaybetmeye başladıktan ve
artık tek kutuplu bir dünyanın olacağı yönündeki düşüncelerin ağırlık
kazanmasından sonra artık soğuk veya sıcak çatışma ve savaşların olmayacağı
yönündeki düşünceler 11 Eylül saldırısı ile tamamen alt üst olmuştur. Bu saldırı
sonrası ABD yitirdiğini düşündüğü hegemonyasını tekrar kazanmak amacıyla
askıya aldığı savunma hizmetlerini yeniden canlandırmıştır. Günümüz ABD
Askeri Keynesçiliğinin yeniden ele alınmasına şahit olmaktadır. ABD yıllık
savunma harcamaları 2009 yılında 663 Milyar Dolara ulaşmıştır (SIPRI
(Stockholm International Peace Research Institute) Military Expenditure
Database http://milexdata.sipri.org, 05.09.2010). Bu miktar toplam dünya
savunma harcamalarının yaklaşık %47’sine tekabül etmektedir ve artış trendi
göstermektedir.
Günümüzde emperyalizm yeni biçimde bir militarizm şeklinde kendini
göstermektedir. Bu militarist davranışlarda toprak ilhakı yoktur; aksine ulusal
devlet yerinde bırakılmaktadır. Amaç, coğrafi sınırlarıyla belirli bir hegemonya
değil, küresel ekonomi üzerinde sınırsız bir hegemonya kurmaktır. Bugünün
emperyalizmi bir araziyi yutmak yada ülkeye katmak yerine küresel sermayenin
egemenliğini şiddet kullanarak sergilemektir. Sermayenin egemenliğini
belirlemek için bazı ulus-devletler üzerinde şiddet gösterisi yapma gücüne az
sayıda, hatta tek bir devlet sahiptir: Amerika Birleşik Devletleri. Amaç küresel
ekonominin engelsiz süregitmesinin sağlanmasıdır (Kafaoğlu, A.B., 2000).
7. ELEŞTİRİLER
Askeri Keynesçiliğe en çok ve doğrudan yapılan eleştiri; sağlık, eğitim vb.
askeri olmayan umumi konulara yapılacak harcamaların, askeri harcamalara
oranla daha çok istihdam yaratacağı şeklindeki görüştür.
Bir başka temel eleştiri, ekonomik kavramlara değil, sosyal etkilere kusur
bulur. Barış zamanındaki büyük orduların devamlılığının ve askeri harcamaların
büyümesinin halkları savaşa sürüklediği, ayrıca militarizmi ve milliyetçiliği
teşvik ettiği pek çokları tarafından ileri sürülür. Bu tür eleştiriler genelde;
askeriyenin, savaştan dönen pek çok askerin evde ve işsiz kalmış olma
durumuna göre fiziksel ve ruhsal olarak çok daha iyi durumda olacağı iddiasıyla
genç insanları suçtan koruduğu şeklindeki görüşe saldırıda bulunmaktadır.
Benzer bir eleştiri de; Askeri Keynesçiliğin, bir askeri-endüstriyel yapının
(askeri harcamalara büyük oranda bağımlı endüstriyel sektörler) büyümesini
hızlandırdığı ileri sürer. Askeri-endüstriyel yapı büyük bir istihdam kaynağı ve
talebin önemli bir bölümünü oluşturduğunda, askeri harcamaları azaltmak
hükümet için politik açıdan zordur. Bu durumun korkulan sonucu, daimi savaş
ve sürekli yüksek askeri harcamalar döngüsü olacaktır.
18
Kürşat BİLİŞLİ
Başka bir eleştiriye göre; askeri araştırma-geliştirme faaliyetleri daha
sonra sivil endüstrilerde uygulamalar bulabilse de, sivil uygulamalarda doğrudan
yapılan araştırmalara göre daha az verimlidirler. Pek çok kişi, ABD gibi ülkelere
nazaran daha az askeri harcamaya rağmen yeni teknoloji geliştirmede büyük
başarı elde eden yakın geçmişteki Japonya ve Almanya örneklerine değinirler.
En önemli ekonomik eleştirilerden biri de “kırık pencere safsatası” olarak
bilinir. XIX. Yüzyıl Fransız Ekonomisti Frederic Bastiat’ın hikâyesine
dayanılarak denilir ki, eğer biri bakkalın penceresini kırarsa, bu durum kasabaya
fayda getirir; çünkü bu camcı için iş imkânı yaratır ve o da ardından terziden
daha fazla alışveriş yapar ve bu böyle kasaba halkı arasında devam eder. Bastiat,
bu durumun aldatıcı ve mantıksız bir nedenleme olduğuna değinmektedir; zira
eğer bir pencere almak zorunda kalmasaydı, bakkalın ne satın alacağı görmezden
gelinmektedir. Yani çağdaş ekonomik terminolojideki “fırsat maliyetini”
görmezden gelinmektedir. Askeri Keynesçilik fırsat maliyetini hesaba katmakta
başarısızdır; yani askerlerin, eğer asker olmasalardı ne yapacaklarını ve ayrıca
ordu için çalışan şirketlerin, bu durumda savaş malzemesi üretmek yerine ne
yapıyor olacağını açıklayamaz.
Bir başka eleştiri de çok daha bariz bir gözleme dayanır. Askeri
harcamalar genel vergilendirmelerle karşılanmaktadır. Askeri harcamaları
karşılamak için yüksek vergiler gereklidir; bu da ekonomik büyümede uzun
vadede geri çekilmeye neden olur. Aslında bu genel olarak Keynesyenizme
getirilen eleştirilerden biridir.
Bazı eleştirmenler günümüz dünyasında bu tür politikaların gelişmiş
ülkeler için geçerli olmadığını, çünkü askeri gücün günümüzde ileri teknoloji ile
donatılmış profesyonel ordularla kurulduğunu ve bu nedenle de askeriyenin
eğitimsiz genç insanlar için istihdam konusunda son çare olma geçerliliğini
yitirdiğini ileri sürerler.
8. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Savunma harcamalarının düzeyi ne olmalıdır? Diğer bir ifadeyle bir
ülkede optimal savunma harcamaları ne kadar olmalıdır? Savunma bir kamusal
mal olarak tanımlandığında, kollektif tüketim mantığı gereği, optimal savunma
harcamaları düzeyi; marjinal faydalar toplamının, marjinal maliyetlere eşit
olduğu miktar kadar olacaktır. Farklı bir teori ise savunmanın oluşturacağı
caydırıcılığa dayanmaktadır. Caydırma, hizmet sonucu saldırının olmamasıdır.
Bu durumda bir tek hizmet düzeyi vardır ve bu değiştirilemez. Ancak
caydırıcılığın ne kadar savunma harcaması ile sağlanacağı sorusu yanıtsız
kalmaktadır.
Savunma harcamalarının az veya çok olması ile ilgili görüşler şu sorulara
da halen cevap verememektedir: Savunma harcamaları çok olursa daha çok mu
savaş olur? Savunma harcamaları az olursa dünya daha güvensiz bir yer mi olur?
Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 3, Sayı: 2
19
1930’lar Almanya’sı ile 1980’ler ve 2000’ler ABD’sinde yürütülen
politikalara örnek gösterilen Askeri Keynesçilik kavramı, iyi yönlerinin yanında
daha çok kötü yönleriyle eleştirilmektedir. 1930’lar Almanya Askeri
Keynesçiliği Alman halkını, Nazi Totaliterizmi gibi ideolojik bir saplantı
içerisine itmiştir. Güçlü bir orduya sahip olunması, dış düşmanlara bir
caydırıcılığın sağlanmasının yanında, Almanya için tüm dünyaya egemen
olunabileceği hissini de doğurmuştur. Gelişen Nazi ideolojisi II. Dünya
Savaşı’nın çıkış nedenlerinin en büyüğüdür. Bu savaş, telafi edilmez asker ve
sivil 73 Milyon insanın hayatına mal olmuştur.
1980’lerde ABD’de yaşanan Askeri Keynesçilik kavramının ortaya çıkışı
da benzer özellikler göstermektedir. 1970’lerde yaşanan krizlerin faturası
ABD’ne ağır gelmiştir. Yitirilen dünya hegemonyası zamanında kolay elde
edilmemiştir ve ABD’nin bunu kaybetmeye hiç niyeti yoktur. Kaybedilmemesi
gereken aslında SSCB karşı yürütülen ideoloji savaşıdır. Bu aşamada ülkeyi,
hem askeri olarak güçlendirerek hasımlara karşı caydırıcılık sağlamak, hem iç
politikada yaşanan muhalif görüşlere cevap vermek, hem de askeri-endüstriyel
yatırımlarla kaybetmeye yüz tutan ekonomik büyümeyi yeniden alevlendirmek
amaçlanmıştır. Dünyanın bu girişimi yeni bir savaş ile tecrübe etmemesi büyük
bir şanstır.
ABD’nin dünya üzerinde vuku bulan çatışma ve savaşlar açısından kötü
bir sicili bulunmaktadır. Yani insanlar ABD’nin yıllarca “barışı sağlamak için
mi savaştığını, yoksa savaşarak güç sağlamaya mı çalıştığını” çözebilmiş
değildir. Ancak burada değinilmesi gereken nokta, bu savaşların ABD’ni
dünyanın tek kutbu ve hegemonik gücü haline getirdiğidir. Güç tabi ki güzel bir
olgudur. Ulus devlet anlayışının hala hüküm sürdüğü dünyamızda bugün hangi
ülkeye sorsanız, bir gün ABD’nin yerine geçerek kendi hegemonyasını ilan
etmek isteyeceği görülecektir.
Güçlü olanın, düşmanı da çok olacaktır. 11 Eylül saldırısı ABD’nin bu
hegemonyasına vurulan ciddi bir darbedir. Bu saldırının haklı bir gerekçesi
olamaz. Çünkü terörist bir saldırıdır. Hedef alınan ise sivil insanlardır. Bunun
yanında bu saldırı acaba ABD’ni zayıflatmış mıdır? Net cevap: “Kesinlikle
Hayır.”
Bu saldırı sonrası geliştirilen “Bush Doktrini”
ile ABD Askeri
Keynesçiliği için yeni bir sayfa açılmıştır. Ülkede savunma harcamaları yeniden
arttırılmış, “ön alıcı ve önleyici vuruşlar” (preemptive/preventive strikes), ABD
menfaatlerine tehdit oluşturduğu varsayılan ülkeler veya gruplar karşısında
başvurulacak meşru ve tercih edilen bir savaş metodu olmuş, böylece ön
alma/önleme kavramına daha merkezi bir rol yüklenmiş, terörizmle mücadele
başlığı altında yürütülen savaş ile Irak dünyadan silinmeye yüz tutmuştur. ABD
Ortadoğu’da hegemonyasını ilan etmiştir.
20
Kürşat BİLİŞLİ
Askeri Keynesçiliğin olumlu yönlerinden birisi, teknolojik gelişmeye olan
etkisidir. İnsanoğlunun XIX. ve XX. Yüzyıllardaki keşiflerinin çoğu savaşlar
dolayısıyla veya askeri ihtiyaçlar doğrultusunda kazanılmıştır. Doğal afet veya
nükleer saldırı sonrası Amerikan ordusunun iletişiminin devamı amacıyla
geliştirilen sistem bugün “Internet” olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir ihtiyaç
hasıl olmasaydı, Internet ile belki uzun yıllardan sonra tanışılacaktı. Bu
örneklere daha fazlasını eklemek mümkündür. Örneğin sonar, denizaltılara karşı
savunmak sağlamak amacıyla, radar ise savaş uçaklarına karşı kullanılmak üzere
geliştirilmiştir.
Bu olumlu gelişimin yanında, şu husus da gözden kaçırılmamalıdır.
Askeri-Endüstriyel sektöre yapılan bu yatırımlar her zaman sivil sektörde yer
bulamayabilir. Ayrıca savaş zamanı veya tehlike görüldüğünde geliştirilen bu
sektörün aşırı gelişimi bir takım sonuçlar doğurabilir. Barış zamanı ihtiyaç
duyulmayan, ancak büyük bir istihdam kaynağı olan bu sektörle bir süre sonra
başa çıkılamayabilir. Devlet yanlısı bu sektör üreticileri, devlete istediklerini
yaptırmaya muktedir olabilirler, hatta artan üretim arzlarını karşılayabilmek için
dünyayı devamlı bir savaş döngüsü içine sokabilirler.
Burada ekonomistlerin tartışmalarının odaklandığı “devlet” faktörü
üzerinde durmak yerinde olacaktır. Devletin politikaları, devletin işlevi, devletin
gerekliliği, devletin görevleri bu tartışma konularından birkaçıdır. Birçok ünlü
ve büyük düşünürün sırf iktisat konularından ziyade ekonomi-politik hakkında
görüş bildirmeleri, siyaset teorisiyle ekonomi teorisinin, özellikle geçtiğimiz iki
yüzyıl boyunca ne kadar iç içe olduğunu göstermiştir. Başka bir deyişle,
kapsamlı bir sosyal teori geliştirmeye çalışan her fikir adamı, toplumsal hayatın
ekonomik ve siyasi yanlarını birlikte ele alıp izah etmeye yönelmek zorunda
kalmaktadır.
Keynesyenler, devletin müdahalesinin toplam talep yönündeki yetersizliği
kaldırmanın tek yolu olduğu ileri sürerlerken; klasikler, “bırakınız yapsınlarbırakınız geçsinler” politikasının piyasaya daha yararlı olacağını, piyasayı esas
düzenleyecek olanın “görünmez el” olduğunu öne sürerler. Klasiklerin dediği
gibi piyasayı müdahalesiz bırakmanın geçerli bir teori olmadığı 1929 Buhranı
sonrası yürütülen Keynesyen politikalarla görülmüştür. Ancak sonrasında
klasiklerin öngördüğü gibi, Keynesyen politikaların da devleti yok edilemez bir
canavar haline getirebileceği ve daha büyük bir kaosa sürüklenilebileceği görüşü
de geçerlilik kazanmıştır. Burada devletin müdahalesinin ne boyutta ve nelerle
kısıtlı olması gerektiği sorusu akla gelmektedir.
Örneğin hükümetlerce, toplu konut yapımı gibi devlet tarafından ülkede
kıt gelirli vatandaşlara yönelik olarak yürütülecek bir politikayla, “vatandaş en
azından kira vermesin, bir evi olsun” gibi düşünceler savunulabilir. Ancak
piyasa dengesini bozarak yapılan bu tür bir müdahale inşaat sektörü ve bu
sektöre bağlı birçok sektörü de etkileyecektir. Hatta bu sektörlerin yok olmasına
bile sebep olabilir. Ayrıca devletin bu uygulaması sadece kıt gelirli vatandaşların
Aksaray Üniversitesi İİBF Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 3, Sayı: 2
21
ev sahibi olması amacından sapabilir, bir üst gelir grubunu da hedefleyebilir ve
bu sektörü devletin tekeli altına alabilir.
Savunma hizmetlerinin ise devlet tarafından özel sektöre devredilmesi
veya vatandaşların kendilerine mal edilmesi ütopik bir düşünce olacaktır.
Devletin öncelikli görevlerinden birisi vatandaşlarının güvenliğini sağlamaktır.
Savunma hizmetlerini arttırmak amacıyla yapılan harcamalar da devletin
piyasaya dolaylı bir müdahalesidir. Bu müdahaleler bir takım sektörleri gereksiz
olarak geliştirebilmektedir. Bu itibarla, esas olan vatandaşların güvenliği ise
devlet gelebilecek iç ve dış tehditleri caydırabilecek ve ülkeyi gerektiğinde
savunabilecek kadar harcama yapmalıdır.
Sonuç olarak savunma hizmetlerinin tamamen ortadan kalkması, savunma
harcamalarının sıfıra indirilmesi günümüz dünyasında söz konusu
olamayacaktır. Bu harcamaların mahiyeti etraflıca hesap edilmeli; savunma ve
caydırma içgüdüleriyle, korkulan veya düşman görülen taraf olunmamalıdır.
İnsanlık tarihindeki acı tecrübelerden sonra denilecek tek bir şey olabilir: “En İyi
Savaş Hiç Başlamayandır.”
9. KAYNAKLAR
BAŞKÖY, Sabri, Nurhan ERKAN, Adnan DEMİR, S.Ümran GÜLLÜ, Necmi
HASTÜRK, Zeynep KARBEYAZ, İbrahim OKUR, Birol ÖNDER,
Hüseyin ÖZALAN, Mete SALT, Sultan SEYHAN, Cafer UZUNPINAR
(2005). ABD, Çin ve Hindistan’la Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, Harp
Akademileri Komutanlığı Basım Evi Müdürlüğü, Ankara.
BUTLER, Eamonn. (2001). Hayek, Çev.:Yusuf Ziya ÇELİKKAYA, Liberte
Yayınları, Ankara.
CHOMSKY,
Noam.
(1993).
The
Pentagon
System,
http://www.thirdworldtraveler.com/Chomsky/PentagonSystem_Chom.htm
l , 01.08.2010
DAĞDELEN, İlhan (2004). Liberalizasyon, İnsan Bilimleri Dergisi, Ankara.
http://www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/viewFile/110/108
07.07.2010
FERGUSON, Thomas. From Normalcy To New Deal: Industrial Structure, Party
Competition And American Public Policy In The Great Depression,
http://vi.uh.edu/pages/buzzmat/DH%20articles/ferguson.pdf, 11.08.2010
GALBRAITH, J.Kenneth. (2009). Büyük Kriz 1929, Çev.:Elif Nihan AKBAŞ,
Pegasus Yayınları, İstanbul.
KAFAOĞLU, A.Başer. (2000). 2000’li Yıllara Girerken Kapitalizm, İstanbul.
22
Kürşat BİLİŞLİ
KESTANE, Doğan. Kamu Kesiminde İdari Kuruluşların Genel Görünümü Ve
İdari Yapıda Yeni Organizasyonlar Olarak Bağımsız İdari Otoriteler (Üst
Kurullar),
http://portal1.sgb.gov.tr/calismalar/maliye_dergisi/yayinlar/md/md139/kes
tane.pdf, 11.08.2010
KEYNES, J.Maynard. (2008). Genel Teori: İstihdam, Faiz ve Paranın Genel
Teorisi, Çev.:Uğur Selçuk AKALIN, Kalkedon Yayınları, İstanbul.
NITZAN, Jonathan ve BICLER, Shimshon. (2006). Cheap Wars, Montreal ve
Kudüs,http://bnarchives.yorku.ca/205/02/20060809nb_cheap_wars.pdf,
14.06.2010
SIPRI (Stockholm International Peace Research Institute) Military Expenditure
Database http://milexdata.sipri.org, 05.09.2010
WIKIPEDIA
The
Free
Encyclopedia,
Military
Keynesianism,
http://en.wikipedia.org/wiki/Military_Keynesianism, 10.07.2010
WIKIPEDIA Özgür Ansiklopedi, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı,
http://tr.wikipedia.org/wiki/1929_Dünya_Ekonomik_Bunalımı,
15.07.2010
WIKIPEDIA
Özgür
Ansiklopedi,
Nazi
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nazi_Almanyası, 15.07.2010
Almanyası,
YAYLA, Atilla. (2003). Liberalizm, Plato Film Yayınları, İstanbul.
YILDIRIM, Kemal; KARAMAN, Doğan; TAŞDEMİR, Murat. (2008),
Makroekonomi, Seçkin Yayıncılık, Eskişehir.

Benzer belgeler