ŞEHİR POSTASI Şubat sayısı için tıklayın.

Transkript

ŞEHİR POSTASI Şubat sayısı için tıklayın.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
ŞEHİR’E ULUSLARARASI ZİYARETÇİ AKINI
ŞEHİR’de Ocak ayı uluslararası ziyaretler açısından oldukça yoğun geçti. Sciences Po, Illionis ve Soka
Üniversiteleri öğrenci ve akademisyenleri ŞEHİR’e ziyaretler gerçekleştirdiler. Ziyaretler, ŞEHİR’li
gerçekleştirmesi açısından önemli ve verimliydi.
YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya oldu
Efsane hocamız Can Abanazır’ı kaybettik
Öğrencilerinin gönlünde taht kuran efsane hocamız
Can Abanazır’ı, 2 Ocak Çarşamba günü sabahı,
geçirdiği kalp krizi sonucunda ebediyete uğurladık.
ŞEHİR’li öğrencilerden üç kitap
Geçtiğimiz aylarda İstanbul Şehir Üniversitesi’nin yüksek
lisans öğrencileri 3 kitaba imza attı. Titiz bir çalışmanın
Bir Portre: Mattia Rizzi
Vural Aksakallı’ya TÜBİTAK’tan destek
İstanbul Şehir Üniversitesi Endüstri Mühendisliği
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Vural Aksakallı, TÜBİTAK’ın
Ulusal Genç Araştırmacı Kariyer Geliştirme
Programı’ndan destek aldı.
ŞEHİR’de Walter Benjamin tartışıldı
İstanbul Şehir Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Yüksek
Lisans Programı, 6 - 7 Ocak 2012 tarihleri arasında
“Walter Benjamin Atölyesi” düzenledi.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Ayın söyleşisi: Zeynep Merve Uygun
ŞEHİR’liler güne müzikle başlıyor
İstanbul Şehir Üniversitesi Müzik Kulübü tarafından kurulan
“Günaydın Şehir Orkestrası”, Pazartesi ve Cuma günleri
ŞEHİR’lileri müzikle selamlıyor.
Tarih Yüksek Lisans Programı’na başvuru
İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Yüksek Lisans
Programı 2012 - 2013 Güz Dönemi için erken
başvurular başlıyor.
ŞEHİR’deydi
Abdurrahman Atçıl: “Osmanlı’da
Tarihçe Konferans Serisi’nin sekizinci Konuğu Yrd. Doç.
Dr. Abdurrahman Atçıl oldu. 4 Ocak Çarşamba günü
gerçekleşen etkinlikte Atçıl, “Osmanlı Alim-Bürokrat
Sınıfı ve Mezhep Uygulaması” adlı bir sunum yaptı.
TAHMİN ET KİM?
Şehir Postası’nın her sayısında üniversitemiz
çalışanlarından birinin çocukluk fotoğrafını
paylaşacağız. Fotoğrafın kime ait olduğunu bilenler
arasında yapılan çekilişte kazanana bir kitap
hediyemiz olacak. Bu ayki ödülümüz Orhan Pamuk’un
“İstanbul: Hatıralar ve Şehir” kitabı. Tahminlerinizi 29
Şubat 2012 tarihine kadar [email protected]
adresine ulaştırabilirsiniz.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Bir Portre: Mattia Rizzi
Mattia Rizzi, 2010 Ekim ayında Türk Militarizmi ve Demokratikleşme Süreci üzerine bir yüksek lisans tezi
hazırladığı Pavia Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu.
2009 - 2010 yılının güz döneminde Marmara Üniversitesi’nde Erasmus değişim öğrencisi olarak
bulunduğu sırada, Türkiye’nin meselelerine ilgi duymaya başladı. Pavia’ da Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nde Afrika ve Asya Çalışmaları yüksek lisans dersine kaydoldu. 2010 yaz dönemi ve 2011
güz dönemi boyunca Bourguiba Yaşayan Diller Enstitüsü’nde (Institut Bourguiba des Langues VivantesIBLV) Arapça eğitimi aldı. 2011 Eylül - Aralık döneminde, Tunus Milli Kütüphanesi (Bibliotheque Nationale
de Tunisie) ve Çağdaş Maghreb Araştırma Enstitüsü’nde (IRMC-Research Institute on Contemporary
Maghreb) araştırmasını yürüttü. 2011 - 2012 akademik yılında Pavia Üniversitesi’nin sağladığı İş Birliği
ve Bilgi Fonu (Fund for Cooperation and Knowledge) bursunu kazandı. Bu burs sayesinde, 11 Ocak - 5
Nisan tarihleri arasında İstanbul Şehir Üniversitesi Modern Türkiye Çalışmaları Uygulama ve Araştırma
Merkezi’nde Misafir Araştırma Görevlisi olarak bulunuyor. İlgi alanları özellikle Türkiye ve Orta Doğu’dur.
Çalışmaları, özellikle Tunus üzerine yapılan bir vaka araştırması ile Türk deneyiminin Arap İhtilali sonrası
bağlamdaki etkisine odaklanıyor.
Neden İstanbul Şehir Üniversitesi?
“ŞEHİR’i seçme nedenim, Türk-İtalyan ilişkileri üzerine Pavia Üniversitesi’nde katıldığım bir konferanstan
ileri geliyor. Bu etkinlikteki önemli katılımcılardan biri, konumunu ustalıkla yansıtan ve İstanbul Şehir
Üniversitesi’nin projelerini tanıtan Prof. Dr. Ümit Cizre idi. Modern Türkiye Çalışmaları Uygulama ve
Araştırma Merkezi’nde bir dönem araştırma yapma isteğim, Pavia Üniversitesi’nin verdiği İş Birliği ve Bilgi
Fonu bursu ve Merkez’in akademik kadrosunun değerli yardımları sayesinde gerçeğe dönüştü.”
Neden Türkiye?
“Türkiye, ilk yurt dışı deneyimimdi ve 2009’da Erasmus Projesi sayesinde gerçekleşti. Ülke, gelenek ve
modernliğin, dinamizm ve kültürel dayanıklılığın mukayese edilemez karışımı ve bin yıllık tarihi ile beni
hayretler içinde bıraktı. Bütün bu etkenler, ilgilendiğim araştırma alanlarını, Türkiye meselelerine ve
özellikle Türkiye’nin dış politikasına yoğunlaştırmama neden oldu.”
Çalışma Alanınız?
Ben, bir uluslararası ilişkiler öğrencisiyim ve odak noktam, Orta Doğu ve Türkiye. Özellikle bu çalışma
döneminde, araştırmamı Türk Siyasi deneyimine, AK Parti’nin yürüttüğü demokratikleşme süreçlerine ve
bunun Arap Baharı sonrası bağlamda Arap ülkelerini nasıl teşvik ettiğine yönelteceğim. Uygulamalı
bir örnek olarak da Tunus Vaka Çalışmasını kullanacağım.” Ana sayfa
.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Efsane hocamız Can Abanazır’ı kaybettik
Bilim kurgu fantastik sevdasıyla, alçak gönüllülüğüyle, öğrencilerinin gönüllerinde taht kuran efsane
hocamız Can Abanazır’ı 2 Ocak Çarşamba günü sabahı, geçirdiği kalp krizi sonucunda ebediyete uğurladık.
Mitoloji, edebiyat, sinema ve çizgiroman alanlarında derin birikimiyle tanınan Can Abanazır anısına
5 Ocak Perşembe günü 16:00’da ŞEHİR Altunizade Yerleşkesi Konferans Salonu’nda bir toplantı
düzenlendi. Türkiye’nin dört bir yanından öğrencilerinin, çalışma arkadaşlarının ve yakınlarının katıldığı
toplantıda, Can Abanazır konuşmalarla anıldı. Abanazır için helva dağıtılan toplantının sonunda öğrencileri
ve diğer katılımcılar ŞEHİR Bahçe’ye Can Eriği Ağacı diktiler. Ana sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
ŞEHİR’liler güne müzikle başlıyor
İstanbul Şehir Üniversitesi Müzik Kulübü tarafından kurulan “Günaydın Şehir Orkestrası” her pazartesi ve
cuma günü ŞEHİR’lileri müzikle selamlıyor. Yusuf İhsan Tokel, Seniyye Bayram, Taha İlbak, Raşit Karabağ
ve Melike Demirdağ’dan oluşan orkestra, Pazartesi 09.00 - 10.00, Cuma 08.00 - 09.00 arası yemekhane
önünde, tüm ŞEHİR’lilere müzikle “Günaydın” diyor. Keman, gitar, ud ve bağlama gibi enstrümanların
kullanıldığı orkestra sayesinde ŞEHİR’liler güne müzikle başlıyorlar. Ana Sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Vural Aksakallı’ya TÜBİTAK’tan destek
İstanbul Şehir Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Vural Aksakallı,
TÜBİTAK’ın Ulusal Genç Araştırmacı Kariyer Geliştirme Programı’ndan destek aldı. Aksakallı’nın
“Markov Karar Süreçleri için Yinelemeli Algoritmalar: Birleştirilmiş Bir Çatı ve Stokastik Engelli Ortamlar
Uygulaması” isimli projesi, 2011 yılının 2. döneminde Türkiye genelinde TÜBİTAK tarafından desteklenen
20 MAG (Mühendislik Araştırma Grubu) projesi arasına girdi. Ana Sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
ŞEHİR’de Walter Benjamin tartışıldı
İstanbul Şehir Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Yüksek Lisans Programı, 6 - 7 Ocak 2012 tarihleri
arasında “Walter Benjamin Atölyesi” düzenledi. Farklı üniversitelerden çok sayıda akademisyenin katıldığı
atölyede, ünlü Alman düşünürün tarih kavramı ve tarih tezi, dinsel geleneğe ve modernliğe yaklaşım tarzı,
mekan, şehir ve hafıza anlayışı, diyalektik imge ve alegori kavramları, edebiyat ve medya eleştirileri ve
politika, şiddet ve istisnai durum üzerine düşünceleri gibi çalışmalarının değişik yönleri üzerine sunumlar
ve tartışmalar yapıldı. “Angelus Novus”, “Pasajlar”, “Aura”, “Sinema”, “İstisna”, “Alegori” gibi oturum
başlıklarının bulunduğu atölyede, Mahmut Mutman, Beybin Kejanlıoğlu, Meral Özbek, Bülent Eken,
Michael Dillon, Meyda Yeğenoğlu, Aysim Türkmen, Besim Dellaloğlu, Didem Havlioğlu, Zafer Aracagök,
Çiğdem Artan, Fatih Uslu, Ahmet Gürata, Cihat Arınç, Ertan Kardeş, Sibel Yardımcı, Ferda Keskin,
Aykut Çelebi, Aslı Odman, Serdar Şengül, Ebru Kayaalp ve Necmi Zeka sunum yapan akademisyenler
arasındaydı. Ana Sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Tarih Yüksek Lisans Programı’na başvurular
başladı
İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Yüksek Lisans Programı 2012 - 2013 Güz Dönemi için erken başvurular
başlıyor. ŞEHİR’de lisansüstü eğitim fırsatından faydalanmak istiyenler için 13 – 27 Şubat 2012
tarihlerinde erken başvuru dönemi açılıyor.
2012 - 2013 Güz Dönemi için Erken Dönem Yüksek Lisans Başvuruları: 13 – 27 Şubat 2012
Yazılı Sınav/Mülakata Davet Edilenlerin İlanı: 1 Mart 2012
Yazılı Sınav/Mülakatların Yapılması: 5 – 9 Mart 2012
Değerlendirme Sonuçlarının İlanı: 19 Mart 2012
Başvuru için: www.sehir.edu.tr, history.sehir.edu.tr
Sorularınız için: [email protected]
Ana Sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
ŞEHİR’deydi
İstanbul Şehir Üniversitesi öğrencileri tarafından düzenlenen “Kültürel Söyleşiler” dizisinin üçüncü konuğu
söyledi.
Zaim, İstanbul Şehir Üniversitesi “Kulüp Kültürel” tarafından düzenlenen “Kültürel Söyleşiler” dizisinin
olan Derviş Zaim, İşletme Fakültesi’nde okumasına rağmen her zaman edebiyat ile ilgilendiğini ve bugün
yledi. Zaim, “Ben hep
sinema okumak istedim ve bu isteğimin peşini hiç bırakmadım. Ben şanslıydım, hayata verdiğim sözü
tuttum ve sinemanın içerisinde oldum” dedi.
Hem ben hem karşımdakiler besleniyor
çalıştığını ve değer yaratıldığı zaman hem karşısındakileri hem de kendisini beslediğini ifade etti.
sanatları, sinemaya deneyselliğe gitmeden, bir denge halinde tutarak tercüme ettiğini ifade etti.
Gölgeler ve Suretler beni mutlu etti
özel gösterimini Kıbrıs Rum kesimi ile Kıbrıs Türk kesimi sınırındaki Ledra Palace’da düzenleyen Zaim, “Bu
Rum senaryo editörüyle çalıştım. Film gösteriminden sonra aldığım teşekkürler beni mutlu etti” dedi.
Ana sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
ŞEHİR’li öğrencilerden üç kitap
Geçtiğimiz aylarda İstanbul Şehir Üniversitesi’nin yüksek lisans öğrencileri 3 kitaba imza attı. Titiz bir
Fazıl ve feylosof kızım - Fatma Aliye’ye Mektuplar
Kitaplardan ilki, ŞEHİR Tarih Bölümü yüksek lisans öğrencisi F. Samime İnceoğlu tarafından hazırlanan,
‘Fazıl ve feylosof kızım-Fatma Aliye’ye Mektuplar’. İnceoğlu’nun, M. Suat Mertoğlu editörlüğünde Zeynep
Süslü Berktaş ile birlikte hazırladığı kitap Klasik Yayınları’ndan çıktı. Ahmet Midhat Efendi’nin 70 yıldır
el sürülmeyen 250 Osmanlıca mektubunun latinize edilmesiyle ortaya çıkan kitap, Tanzimat dönemi
tartışmalarına ışık tutacak nitelikte.
Genç araştırmacı F. Samime İnceoğlu, Tanzimat döneminin en önemli, velûd yazarlarından gazeteci
Ahmed Midhat Efendi’nin (1844 - 1912) ilk kadın romancımız olarak kabul edilen Fatma Aliye Hanım’a
(1862-1936), 1890 - 1912 arasında yazdığı 245 mektubu derleyip, kitap haline getirdi. Büyük bir kısmı
Hanım tarafından bu mektuplara cevaben kaleme alınanlardan ulaşılabilen 19 tanesine de yer veriliyor.
Kitap, mektuplarda bahsedilen şahıs, olay, eser ve gazete/dergi yazılarına ilişkin notlandırmaları da
içeriyor. Mektuplarda geçen Fransızca, Farsça ve Arapça ibareler, deyimler, ayet ve hadislerin Türkçe’ye
çevrilmesi ise mektupları, günümüz okuyucusu için daha anlaşılır kılmakta. Kitabın girişinde Prof. Dr. Orhan
Okay’ın “İlk Hocamızdan Mektup Var” başlığı altında yaptığı değerlendirme, mektupların ne ifade ettiğini,
özellikle Ahmed Midhat’ı anlamak açısından önemli.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Saro Dadyan, Osmanlı Ermenilerini yazdı
ŞEHİR’den çıkan diğer iki kitabın yazarı ise İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi Saro Dadyan.
Dadyan, Osmanlı tarihi içinde genelde gayrimüslimlerin özelde de Ermeniler’in yaşadıkları olayları,
geçirdikleri tarihsel süreci ele aldığı iki kitaba imza attı. Tarih Bölümü Öğrencisi Saro Dadyan’ın iki kitabı,
iki farklı yayınevi tarafından peş peşe yayımlandı. Yeditepe Yayınları’ndan çıkan ‘Osmanlı’nın Gayrimüslim
Tarihinden Notlar’ ve Everest Yayınları tarafından yayımlanan ‘Osmanlı’da Ermeni Aristokrasisi’ adlı
kitaplar, Osmanlı tarihi içinde genelde gayrimüslimlerin özelde de Ermeniler’in yaşadıkları olayları,
geçirdikleri tarihsel süreci ele alıyor.
Saro Dadyan, ‘Osmanlı’nın Gayrimüslim Tarihinden Notlar’ adlı kitabında Osmanlı gayrimüslimlerinin hem
kendi yaşantılarını, çekişmelerini hem de gayrimüslimlerin toplumun geneliyle olan ilişkilerini, Osmanlı
İmparatorluğu’nun kozmopolit yapısını sade bir dille okuyuculara sunuyor. Dadyan kitabında resmî tarihin
dışında Osmanlı toplumuna ve tarihine bir de gayrimüslim toplumların gözüyle bakılmasını sağlıyor.
‘Osmanlı’da Ermeni Aristokrasisi’ adlı kitap ise 1554’ten imparatorluğun son günlerine kadar Osmanlı
içerisindeki Ermeni aristokrasisini, ‘Amira’ olarak isimlendirilen Ermeni Beyleri ile bakanlık ve müsteşarlık
mevkilerine yükselmiş Ermeni bürokratları ekseninde ele alıyor. Dadyan’ın kitabı, Amiralar ve
genç Ermeniler’in geçirdikleri tarihsel ve toplumsal değişim süreci üzerinden Osmanlı’nın ve Ermeni
toplumunun dönüşümünü, biyografilere ağırlık vererek inceliyor. Ana sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
hegemonyası yoktu”
Tarihçe Konferans Serisi’nin sekizinci konuğu Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Atçıl oldu. 4 Ocak Çarşamba günü
gerçekleşen etkinlikte Atçıl, “Osmanlı Alim-Bürokrat Sınıfı ve Mezhep Uygulaması” başlıklı bir sunum yaptı.
Queens College’da İslam ve Orta Doğu çalışmaları uzmanı olarak çalışan Abdurrahman Atçıl, sunumuna,
Fatih devrinde ulemanın konumunu anlatarak başladı. İstanbul’un fethinin, Osmanlı’ya büyük siyasi
prestij getirdiğini vurgulayan Atçıl, bu dönemde yapılan medreselerin alim sayısını iki katına çıkardığına,
diğer yandan Anadolu ve Balkanlar’daki siyasi belirsizliklerin de buralardaki alim ve sanatkarları Osmanlı
topraklarına yönelttiğine dikkat çekti.
II. Beyazıd ve I. Selim dönemlerinde ise sultanların, Fatih’in sahip olduğu prestije sahip olmadıklarını,
tahtta kalabilmek için yeni oluşmakta olan alim-bürokrat elitin desteğine ihtiyaç duyduklarını belirtti.
Ancak Atçıl’a göre bu dönemde Fatih’in Kanunnamesi, Fatih dönemine göre daha oturmuştu. Alim-bürokrat
dolayı özellikle alimler tarafından II. Beyazıd “adil hükümdar” olarak anılıyordu.
Atçıl bununla birlikte II. Beyazıd döneminden itibaren alim-bürokrat sınıfın kadılıkları kontrol altına alma
ve kendilerinden olmayanı dışlama çabası içerisine girdiklerini belirtti. Bu dönemde Osmanlı dışından
mezhebinden olduğuna dikkat çekti.
Memluk topraklarının Osmanlı tarafından ele geçirilmesiyle, kadılıklarda mezhep probleminin gündeme
geldiğine değinen Atçıl, Osmanlı’nın başlangıçta dört mezhepten kadı uygulamasını devam ettirdiğini ama
gelmediğini, aksine Osmanlı’nın merkezî idare ile yerel ulema grubunu uzlaştırma çabasını ifade ettiğini
önemli olduğunun altını çizerek sunumunu sonlandırdı. Ana sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya oldu
İstanbul Şehir Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, YÖK Başkanlığı’na atandı. 2008
yılından beri üniversitenin rektörlüğünü yürüten Çetinsaya, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından, Prof.
Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın görev süresinin sona ermesi nedeniyle boşalan YÖK üyeliğine ve başkanlığına
getirildi.
Göreve başladıktan sonra üniversiteli gençlere “Yumurta atmayın, tweet atın” çağrısı yapan Çetinsaya,
“akademik ve toplumsal talepleri dikkate alan, çağdaş ölçütlere uygun yeni bir Yükseköğretim Kanunu’nu
kamuoyunun ve TBMM’nin gündemine getirmeyi bir borç olarak gördüğünü” açıkladı. “Yükseköğretim
sistemimizin hem reforma hem de rehabilitasyona ihtiyacı var” diyerek YÖK Kanunu’nda değişiklik
yapacağı mesajını veren Çetinsaya, bu konuda toplumsal bir mutabakatın bulunduğunu söyledi.
Çetinsaya göreve geldikten sonraki ilk resmi ziyaretini deprem yaralarını sarmaya çalışan Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi’ne gerçekleştirdi.
Prof. Gökhan Çetinsaya Kimdir?
İstanbul’da 1964 yılında doğan Çetinsaya, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1985’te
mezun oldu. Aynı fakültede 1988’de yüksek lisansını tamamlayan Çetinsaya, 1994’te University of
Manchester Ortadoğu Araştırmaları Bölümünden doktora unvanını aldı.
Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde araştırma görevlisi
olarak 1986-1994 yılları arasında çalışan Çetinsaya, 1995 - 1999 yılları arasında yardımcı doçent
ve 1999 - 2002 yılları arasında da doçent olarak görev yaptı. 2002 - 2008 yıllarında İstanbul Teknik
Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümünde çalışan Çetinsaya, 2005 yılında profesör oldu.
Çetinsaya, 2000 - 2001 yılında, Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi yönetim kurulu
üyeliği, 2002 - 2005 yıllarında İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri bölüm başkanlığı, 2003 - 2005 yıllarında İTÜ
Fen-Edebiyat Fakültesi yönetim kurulu ve fakülte kurulu üyeliği ve 2003 - 2005 yıllarında ise İTÜ
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde çeşitli ana bilim dalı başkanlığı görevlerinde bulundu.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Gökhan Çetinsaya, 2001 yılında University of London, School of Oriental and African Studies, 2004’te
Free University of Berlin, Institute for Turcology ve 2007 - 2008’de Woodrow Wilson International Center
East Studies Association of North America, MESA) 1994 Malcom H. Kerr Sosyal Bilimler Doktora Tez Ödülü
Birinciliğini kazanan Çetinsaya, İngiltere Orta Doğu Çalışmaları Cemiyeti (British Society for Middle Eastern
Studies, BRISMES) 1995 Leigh Douglas En İyi Doktora Tezi Ödülü’nü de kazandı.
Çalışma alanları arasında, Osmanlı ve modern Türkiye tarihi (19. ve 20. Yüzyıl), Orta Doğu tarihi ve siyaseti
(19. ve 20. Yüzyıl) ve Türk dış politikası bulunan Çetinsaya’nın, ulusal ve uluslararası birçok makale ve
tebliğinin yanı sıra Ottoman Administration of Iraq, 1890 - 1908 adlı bir kitabı yayımlandı.
2008 yılından itibaren İstanbul Şehir Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüten Çetinsaya, evli ve 2 çocuk
babası. Ana sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
ŞEHİR’e uluslararası ziyaretçi akını
ŞEHİR’de Ocak ayı uluslararası ziyaretler açısından oldukça yoğun geçti. Sciences Po, Illionis ve Soka
Üniversiteleri öğrenci ve akademisyenleri, ŞEHİR’e ziyaretler gerçekleştirdiler. Ziyaretler, ŞEHİR’li
akademisyenlerle, bu üniversite öğrenci ve akademisyenleri arasında karşılıklı bir fikir alışverişi
gerçekleştirmesi açısından önemli ve verimliydi.
Sciences Po, ŞEHİR’deydi
ŞEHİR’in Ocak ayındaki ilk konuğu, Sciences Po Üniversitesi oldu. Sciences Po – L’Institut d’études
Politiques (IEP) de Paris, 40 yüksek lisans öğrencisi ve 5 hocası ile birlikte 10 Ocak Salı günü ŞEHİR
Sosyoloji Bölümü’ne bir ziyaret gerçekleştirdi. ŞEHİR Sosyoloji bölümü öğretim üyeleri, Sciences Po öğrenci
ve akademisyenlerinden oluşan gruba seminer verdiler.
Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinlikte, Murat Güvenç ve Eda Ünlü Yücesoy “Urban development in a
globalizing informal city: Istanbul”, Ferhat Kentel ise “Religion and politics in contemporary Turkey” başlıklı
sunumlar yaptılar.
Ziyaret çerçevesinde Sciences Po’dan Adrian Favell de, 12 Ocak Perşembe günü 16:00’da Altunizade
Yerleşkesi Konferans Salonu’nda “Sim Society Social Theory: Teaching Theory with Commercial Simulation
Games” başlıklı bir konuşma yaptı.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Illinois ve Soka Üniversitelerinden ŞEHİR’e ziyaret
Ocak ayında ŞEHİR’e ziyaret gerçekleştiren bir diğer üniversite ABD’den Illinois Üniversitesi oldu. Bu
üniversitede öğrenim gören ve “Cultural Diversity” dersleri kapsamında bir süreliğine Türkiye’de bulunan
19 lisans öğrencisi, grup rehberleriyle birlikte 10 Ocak 2012, Salı günü İstanbul Şehir Üniversitesi’ni
ziyaret etti. İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyeleri Mahmut Mutman, Nurullah Ardıç, Talha Köse ve
yönelttikleri araştırma sorularını yanıtladılar.
Ayın son konuğu ise ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Soka University of America oldu. Soka’dan
lisans öğrencisi ile birlikte 23 Şubat 2012 Pazartesi günü İstanbul Şehir Üniversitesi’ni ziyaret etti. Siyaset
er Şenel, Türkiye’nin uluslararası konumu,
Türkiye dış politikası ve Avrupa Birliği ile ilişkiler konusunda gruba bir seminer verdi ve öğrencilerin konu
ile ilgili sorularını yanıtladı. Ana sayfa
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
In Out’a Crossroads ve Boston’dan Ödül
İstanbul Şehir Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü araştırma görevlisi Zeynep Merve Uygun’un
yönettiği In Out filmi, 6. JCI İstanbul Crossroads Uluslararası Kısa Film Festivali bünyesinde düzenlenen
kısa film yarışmasında ikincilik ve bu yıl 16.sı düzenlenen Boston Türk Filmleri Festivali’nde “En İyi
Belgesel” ödüllerini aldı. Bu haberlerin ertesinde Zeynep Merve Uygun ile In Out’u ve onun temel aldığı
“sınır” kavramını konuştuk.
Nasıl oluştu “In Out”u çekme fikri?
Hikaye NISI MASA’nın (Merkezi Paris’te bulunan Avrupa Genç Sinemacılar Ağı) “İstanbul Express: Avrupa’da
Çokdilliliği Keşfetmek” isimli projesine kabul edilmemle başladı. Projeye göre Avrupa’nın 18 ülkesinden
geçecek üç farklı tren, İstanbul’da buluşacaktı. “İstanbul Express” projesi farklı Avrupa şehirlerinde dil
konusunda yaşanan benzerlikleri keşfetmeyi amaçlıyordu. Trenlerde toplam 54 kişiydik. Her trenin başında
bir sorumlu vardı. Ben de kendi projemizin ses kaydını yapmak için seçilmiştim. Proje sırasında, yine
trenle yolculuk ettiğimiz bir gün Macaristan-Sırbistan sınırındaki Subotica isimli küçük bir kasabada tren
durduruldu ve hiçbir gerekçe gösterilmeden trenden indirildim. Diğer arkadaşlarım ayrıldıktan sonra, sınır
ofisinde gözaltına alındım. Orada beklediğim saatler içerisinde bu konuda birşey yapmam gerektiğine
karar verdim. Tabii o sırada bunun bir haber mi, roman ya da film mi olacağını bilemiyordum.
Tüm katılımcılar farklı ülkelerdendi değil mi?
Farklı ülkelerden gelen, biraz da deli insanlardı. Çünkü bilmediğiniz bir ülkeye trenlerle gidiyorsunuz. İki gün
içinde ülkeye mi alışacaksınız çekim mi yapacaksınız? Öncesinde Skype üzerinden uzun görüşmeler yapıp
projeleri belirlemiştik. Ama sonuçta gittiğimiz yerlerde NISI MASA’nın gönüllüleri dışında bize yardımcı
olacak kimse yoktu. Haritalarla gitmek istediğimiz yerleri bulup oralarda çekim yapıyorduk. Yine de her şey
çok güzel gidiyordu. Ta ki Sırbistan sınırına gelene kadar!
Sınıra yaklaşırken, arkadaşımız Atanas “Türklere problem çıkarabilirler burada” dedi. Ben de dalga geçtim
“Ne problemi çıkacak, olmazsa ineriz hep birlikte trenden” diye. Schengen vizem vardı ve Türkiye’de birçok
yere gitmeden onaylatmıştım sorun çıkmayacağına dair. Beş dakika sonra treni durdurdular. Pasaport
kontrolü yaptılar uzun uzun. Benim pasaportumu vermiyorlar, aralarında konuşuyorlar. Ve bana “Siz
iniyorsunuz” dediler. Zaten görüntülerde de var.
Açıklama yapılmıyor, yapılsa da anlamıyorum. İngilizce konuşmuyor insanlar. Orada işte tam dil bariyerine
çarpmış oldum. O noktada kültürlerarası bir diyaloğun olmadığını anladım.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Bu görüntüler, In Out filminin belgesel görüntüleri oldu sanırım.
Aynen öyle. Orada Hollandalı belgeselci bir arkadaşım soğukkanlılıkla çekim yapmaya devam etti.
Muhtemelen orada bir Türk olsaydı aynı şeyi yapmayacaktı. Proje bittikten sonra, bana sınırda çekilen
görüntüleri gönderdi. Bir nevi hediye etti. Ki filmin çıkış noktası o görüntüler oldu.
Bir belgeselci refleksiyle hareket etti belki.
Kesinlikle öyle. Hatta görüntülerde de var. Atanas “Neden çekim yapıyorsunuz? Bırakın artık, başımız
belada” diyor. Onlar da “Biz belgeselciyiz ve bu da gerçek hayat, niye çekmeyelim ki?” diye cevap
veriyorlar.
Sizinle birlikte trenden inen tek kişi Atanas mıydı?
Evet. Atanas Makedon. Sırplarla aralarında bir husumet olduğu için acayip telaşlandı. “Ben de seninle
geliyorum” dedi ve birlikte indik trenden. Orada inanılmaz bir adaletsizliğe maruz kaldığımı düşündüm.
Hemen not almaya başladım. Başka hiçbir şey yapmama izin verilmiyordu zaten. Arkadaşlarım trenden
kafalarını uzatmış sesleniyorlardı. Dışarı çıkıp onlara el sallamama bile izin vermediler. Atanas trenden
indi ama onu da ofise almadılar, dışarıda kaldı. Bir süre sonra yanıma gelebildi. Yazdığımı fark ederek “Ne
o, günlük mü yazıyorsun?” dedi. Ben de “Evet şirin kız günlüğü yazıyorum” dedim. Sinirlerimiz çok bozuktu.
Gülme krizine girdik.
Arkadaşlarınızın ilk tepkisi ne oldu?
Arkadaşlarım, oradan ayrıldıktan sonra sürekli mesaj gönderdiler. Birisi “Senin için İncil okuyorum” diyor.
Ötekisi “Merak etme, akşama yine yemekte birlikte olacağız” diyor. “İyi şanslar” diliyorlar vs. İlk tepki buydu
ama Sofya’da tekrar buluştuğumuzda “Nerede hata yaptın, hangi belgen eksikti?” gibi sorular sordular.
“Devletler mükemmeldir” çünkü, ben hata yapmış olmalıydım onlara göre.
Hatayı sizde aradılar yani?
Herkes hatayı bende aradı, çünkü “Neden biz değil de sen indirildin?” sorusu akıllarını kurcalıyordu. Bu
çok can sıkıcı bir şey. Mesela Portekizli arkadaşımız pasaportsuz ve dolayısıyla vizesiz seyahat etti bir
noktaya kadar. Bir Alman arkadaşımın da pasaportu yanında değildi. Onlarda sorun çıkmadı. Demek ki bir
eksiklikten kaynaklanmıyordu muamele.
Bu yaşadığınız, sizi sınır hakkında düşünmeye itti anladığım kadarıyla.
Bu konuya önceden de kafa yoruyordum. Çünkü mesela vize almaya gittiğin zaman bir sürü belge
topluyorsun ve bunu her defasında yaşıyorsun. İlk defa Schengen vizesi almıyordum ve her seferinde
sabahın köründe konsolosluklara gitmekten sıkılmıştım. Orada saatlerce yağmur altında beklediğimi
hatırlıyorum. Bu hiç insani bir şey değil. Ayrıca pasaport ücretlerini de kıyasladığımızda en pahalı
pasaportun bizde olduğunu biliyordum. Sınır dışı edildikten sonra da Türkiye’den pek çok insanın benimkine
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
benzer hikayeleri olduğunu fark ettim. Kiminle konuşsam hemen herkes kendisinin ya da bir yakınının
hikayesini anlatmaya başlıyordu. Ama bununla ilgili yapılmış çok az şey vardı Türkiye’de. O yüzden hemen
sınırla ilgili bir film yapma fikri oluştu. Başta bitirme projesi olarak düşünmemiştim ama zamanla bitirme
projesine de dönüştü mecburen. Çünkü ben sadece bununla ilgilenmeye başladım. Sınır çalışmaları
alanında yazılmış bazı makaleler okudum. Dünyadaki örneklere baktım. O kadar trajik şeylerle
karşılaştım ki!
Bütün bu okuduklarınız ya da dinledikleriniz arasında sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Mesela Kanarya Adaları’nı yılda ortalama 9,5 milyon turist ziyaret ediyor. Bir taraftan da son yıllarda
sayısı 20.000 - 30.000 arasında olan Afrikalı ve Asyalı mülteciler Akdeniz kıyılarına ulaşmaya çalışıyor.
Bu mültecilerin birçoğu İspanya kıyılarına ulaşmadan boğularak hayatlarını kaybediyormuş. Bu çok büyük
bir rakam aslında. Orada bir turistin canına küçücük bir zarar gelse olay olur, bir tanesi ölse adına heykel
dikilebilir vs. Ama diğer taraftan çok sayıda insan boğuluyor ve onlarla ilgili belki kayıt bile tutulmuyor.
Aralarındaki fark ne? Bir tanesi oraya belgelerle gidiyor, durumu bir şekilde legalleştiriyor. Gezmeye
gidiyor çünkü. Ama öbürü canını kurtarmak için gidiyor ve yolda ölüyor. Bir yerin mülteci kampı mı yoksa
turist kampı mı olacağına nasıl karar veririz? İnsan hayatını bu kadar değersizleştiren şey nedir? Bir de
tarafsız bölgede yaşayan insanlar var. Ananda Rose Robinson adında bir araştırmacı Amerika - Meksika
sınırındaki Nogales kasabasında bulunan El Comedor isimli bir restoranla ilgili bir çalışma yapmış. Bu
sınır kasabasına her gün sınır dışı edilen mültecilerle dolu otobüsler geliyor. Bu insanlar orada parasız
pulsuz bekliyorlar, sınırı geçmek için belgeleri de yok ve özellikle geceleri insan kaçakçılığı, seks işçiliği ve
uyuşturucu satıcılığı gibi işler zirve yapıyormuş. Orada hiçbir yere ait olmayan topraklarda adsız sansız bir
şekilde yaşamaya çalışıyor insanlar.
Biraz filmden bahsedelim. Bütün bu soruları film diline nasıl aktardınız, nasıl
görselleştirdiniz?
Filmi iki tarafında simetrik evlerin, dağların yer aldığı bir planla açtım. Aslında öyle. Sınırlar çizilmeden
önce, -sınır çünkü insan eliyle çizilen bir şey- her yer birbirine benziyor ama sınır çizildiği an diğer tarafı
otomatik olarak ‘öteki’ kılıyoruz. Kendi durduğumuz yer de otomatik olarak yine güvenli bir alan oluyor.
Zamanla, öteki taraf başkalaşıyor ve oradaki dil ayrılıyor, din ayrılıyor, kültürler ayrılıyor.
Sınır çizmemizin nedeni ne sizce etrafımıza? Güvenlik kaygısı mı?
Ferhat Kentel’in bu konudaki görüşüne katılıyorum. Sınırla beden arasında bir analoji kuruyor. Sınırın
bedende başladığını söylüyor.
Sınırını bilmek insan için bir tür kemâlât göstergesidir. İnsan sınırının nerede başlayıp bittiğini bildiği
sürece olgun bir insandır. “Haddini bil” deriz mesela. Ama devlet sahasına taşınınca problemler orada
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
başlıyor. Ya da belki toplumda da mülkiyet sınırını çizmeye başladığın, yani etrafında bir çizgi çizip bunlar
benim dediğin andan itibaren sorunlar başlıyor. Çünkü artık iktidar devreye giriyor, para devreye giriyor,
bir şekilde ırk üstünlüğü devreye giriyor. Coğrafyanın hiyerarşisi devreye giriyor. İşte hâlâ “üçüncü dünya
ülkesi” diyoruz bazı ülkelere. Şimdi buna kibarca “gelişen, gelişmeye çalışan ülkeler” denmeye çalışılıyor.
Yani her zaman bir hiyerarşi oluşuyor. Avrupa’nın kendi içinde bile “Batı Avrupa”, “Doğu Avrupa” hiyerarşisi
var.
Herkes kendi “Doğu”sunu üretiyor yani.
Aynen öyle. Aslında dünya yuvarlak. Doğusu batısı yok. Ama Ferhat Kentel’in dediğine tekrar gelecek
olursam, insanlar kendi bedenlerindeki sınırları devletin sınırlarına atfedebiliyor. “Hudut namustur” gibi
şeyler yazıyor mesela dağlarda. Ya da “taciz ateşi” diyoruz mesela. Sanki bedenlere tecavüz ediliyormuş
gibi algılanıyor.
Mekan bedenleşiyor adeta… Peki günümüzde “dünya küreselleşiyor, sınırlar, duvarlar
kalkıyor, insanlar çok daha eskiye çok daha rahat hareket ediyor” şeklinde yaygın
bir söylem var. Ama hem sizin filminiz hem de basında her gün rastladığımız
yakalanan kaçak göçmen haberleri bu söylemi olumsuzluyor. Sizce sınırlar kalkıyor mu
küreselleşen dünyada yoksa tam tersi artıyorlar mı?
Açıkçası bana büyük bir kandırmaca gibi geliyor bu. Mesela Avrupa, Schengen ile kendi içerisinde sınırları
kaldırıyor ama etrafındaki sınırı kalınlaştırıyor yani duvarlarını yükseltiyor. Şimdi Schengen vizesini
almak eskiden bir Avrupa ülkesine vize almaktan daha da zor. Oradaki sınırlar aslında kalınlaşmış oldu
ve globalleşmeyle birlikte, yine aslında iş adamlarına kapılar ardına kadar açılırken hayatını kurtarmaya
çalışan insanların yüzüne kapanıyor.
Sizin Sırbistan sınırında durdurulmanızda etnik kökeninizin etkili olduğunu mu
düşünüyorsunuz? Özellikle sınır bağlamında düşündüğümüzde neye tekabül ediyor
sizce insanların ırkları ve etnik özellikleri?
Ben bir göçmen olarak değil de belgeselci olarak gitmiştim. Yani sözüm ona yerim yurdum “belliydi”.
Bir Avrupa projesi kapsamında gitmiştim sonuçta ve beni o topluluk içerisinde dışlayamazlardı. Ama
Sırbistan’da durdurulmamda, ben etnik kökenimin etkili olduğuna inanıyorum. Sınırdaki görevli -bu ne
kadar devlet politikasıdır değildir bilmiyorum ama- “Siz Kosova’yı ülke olarak kabul ettiniz, biz de o yüzden
Türkiye’yle olan tüm politik ilişkilerimizi, bağlarımızı kopardık” dedi. Ve gözlerinde gerçekten o soğukluk
ve öfkeyi gördüm. Döndüğüm zaman bu konuyu Hakan Albayrak ile görüştüm. Onun sayesinde konu
Dışişleri’ne iletildi.
ŞEHİR POSTASIŞUBAT 2012
Filme bu anlamda nasıl tepkiler oldu? Bir geri dönüş oldu mu size?
Dışişleri’nden Ali Sait Akın konuyla yakından ilgilendi. Bu olaydan bir ay sonra Sırbistan vizesi kalktı.
Durumumun ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum ama öyle olduğunu düşünüyorum.
Biraz filmin yapısını konuşalım. Anime belgesel mi demek lazım filme, nasıl
adlandırıyorsunuz?
Evet animasyon belgesel diye adlandırabiliriz.
Nasıl kurdunuz böyle bir anlatım tarzını? Animasyon belgesel tarzında başka örnekler
var mıydı önünüzde?
Biraz zor oldu benim için. Türkiye’de Ekümenopolis isimli bir belgesel var. Henüz görmedim ama galiba
o filmde de animasyon bölümleri var. Avrupa’da birkaç tane örnek var ama bu formattan farklılar.
In Out kavramsal bir bölümle başlıyor, sonra araya gerçek görüntü giriyor, sonra da benim hikayemi
anlatan animasyon bir bölüm var yine. Üç bölümden oluşuyor. Stopmotion ve fotomanipülasyondan
faydalandığımız yerler de oldu. Ben de aslında bu anlatımı bulup da yola çıkmadım. Elimde gerçek görüntü
vardı ve tekrardan canlandırma yapsam çok komik, çok güdük bir anlatım olacaktı. Yapay oyunculuklarla
bir belgeseli kurmacaya dönüştürmek istemedim. O yüzden de animasyon yapmaya karar verdim. İlk defa
metrobüsle Boğaz Köprüsü’nden geçerken aklıma geldi bu fikir. Kıta değiştiriyordum ama kimse benden
vize talep etmiyordu. Kimse pasaport, kimlik sormuyordu. Sonra Bitlisli bir arkadaşım, -aynı zamanda
filmi birlikte yaptığımız arkadaşım Meltem İşler- Bitlis’in merkezinden köyüne kadar beş defa kimlik
kontrolünden geçtiğini söyledi. İşte o zaman sorular arka arkaya gelmeye başladı. Sınırlar neyi koruyor?
Neden ayrı tutuyor bizi? Nerede güvendeyiz? Bunları düşünürken yavaş yavaş animasyona dönüştürdük
işi. Yapım sırasında Meltem’in çok büyük desteği oldu ve projede gönüllü çalışan bir sürü iyi insanla yola
çıktık.
Ne kadar sürdü filmi çekmeniz?
6 Ekim 2010’da sınır dışı edildim. Bundan tam bir sene bir haſta sonra film Altın Portakal’da gösterildi.
Aşağı yukarı 10 ay sürdü her şeyi tamamlamamız.
Ne gibi zorluklar yaşadınız bu süreçte? Yani sizi en çok zorlayan şey ne oldu?
En çok zorlayan şey, tabii ki bütçemin olmamasıydı. Muhtemelen politik sebeplerden dolayı insanlar
sponsor olmak istemediler. En büyük zorluğumuz oydu.
Peki film nerelerde gösterildi şimdiye kadar?
Altın Portakal’da belgesel finalisti olarak gösterildi. İzmir’den İkinci İnsan Hakları Belgesel Film
Festivali’nden davet aldı. Boston’da yapılan 16. Türk Filmleri Festivali’nde “En İyi Belgesel” ödülünü aldı.
6. Crossroads Film Festivali’nde “İkincilik” ödülü aldı. Sinepark 5. Kısa Film Festivali’nde finalist oldu. Mart
ayında Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nde gösterilecek. Şimdilik böyle.
Konuşan: Hilal Turan
Ana sayfa

Benzer belgeler