Cezayir`de Siyasi geçişin zorluğu
Transkript
Cezayir`de Siyasi geçişin zorluğu
Cezayir’de Kuşaklararası Siyasi Geçiş Açmazı: Üç kuşak iki senaryo Dr. Abdünnasır Cabi 2011 yılının başından itibaren Arap toplumlarının yaşamakta olduğu, Tunus’ta başlayan, Mısır ve Yemen’le devam eden Libya ve Suriye hattını geçip Mağrip ülkelerine ulaşan üst düzey siyasi hareketlilik, demografik boyutları olan siyasi bir dönüşüm meydana getirmiştir. Gerek içten içe çürümekte olan siyasi rejimleri devirmekle gerekse bu rejim sahiplerinin tevarüs yoluyla halef tayin etme yönündeki projelerini tehdit etmeye başlayan genç kuşak ve bu kuşağın üstlendiği siyasi rol gündeme oturmuştur. Tehdit altındaki bu rejimler, genellikle bir “aile”nin resmi siyasi faaliyete açıkça egemen olduğu siyasi rejimlerdir. Mısır, Yemen ve Libya’da olduğu gibi paraya ve silaha el koymuşlardır. Diğer bir uygun örnek, bölgede siyasi veraset sistemini başlatarak ikinci nesil yöneticilerin iş başına gelmesinin önünü açan Suriye rejimidir. Gençler, bu siyasi hareketliliği sağlayan toplumsal kesimler olarak ortaya çıkmış, daha geniş ve daha renkli toplumsal gruplardan güçlü bir halk desteği sağlamayı başarmışlardır. Bu genç gruplar, -Mısır örneğinde açık bir şekilde görüldüğü gibi- kentli orta tabakaya ait oluşları türünden kültürel ve sosyolojik özellikleriyle diğerlerinden ayrışmaktadırlar. Bu gruplar, yüksek öğrenimlerini, yabancı dile olan hakimiyetlerini kullandıklarından bu durum, onların yeni medya teknolojisinden en üst düzeyde yararlanmalarını sağlamıştır. Arap gençleri, söz konusu üstünlüklerini protesto hareketlerini başarıya götüren yolda güçlü bir şekilde kullanmış, değişim ve reformdan uzun uzadıya bahseden ancak uygulamada en ufak bir başarı dahi gösteremeyen devletin baskı aygıtlarının ve resmi muhalefetinin kış uykusuna yattığı bir dönemde bu araçları üstünlüklerinin bir aracı yapmayı başarmışlardır. Eğitimin yaygınlaşması, Arap devrimlerinde ve hatta eğitim yaygınlığının diğer Arap ülkeleriyle karşılaştırıldığında sınırlı olduğu söylenen Yemen’de bile, başka bir demografik ve siyasi unsur olarak devreye girmiştir. Özetle biz, eğitimin yaygınlaşması, kadının iş hayatına katılması, aile planlaması, büyük kentlere göç, geleneksel toplumsal değerlerin dağılması, çekirdek ailenin giderek yaygınlaşmasının sonucu olarak Arap toplumlarının son yıllarda yaşadığı demografik dönüşümlerle karşı karşıyayız. Bahsettiğimiz etkilerin tamamı, bir çok Arap ülkesindeki siyasi hareketliliği başlatan yeni genç kuşakta “Ben” kavramının ortaya çıkışına imkan verdi. Bu siyasi hareketlilik resmi siyasi düzenin, iktidarın siyasi partisinin paternalist değerleriyle en iyi şekilde temsil ettiği “Pederşahi” kurumun ve onun otoriter uygulamalarının dışında gerçekleştiği gibi, aynı koşullar, değişimi isteyen muhalefet partilerinde de ortaya çıktı. 1. Cezayir usulü siyasi geçiş Cezayir’deki siyasi geçiş durumunu, bu ülkeyi diğerlerinden ayıran siyasi düzeydeki sonuçları ve özellikleri bakımından söz konusu demografik sorundan yola çıkarak inceleyeceğiz. Bu demografik sorunsalı masaya yatırırken Karl Manheim’ın Le probleme des generations (Kuşakların sorunu)1 ile Emmanuel Todd’un2 eğitimin yaygınlaşmasının etkisi sorunsalı ve kızların cehaletinin yok edilmesi ile bunun doğurma oranlarındaki azalmaya neden olması, bununla irtibatlı olarak aile terbiyesiyle ilgili değerlerde bozulma ve bu bozulmanın genç nesilde yeni siyasi davranışların ortaya çıkışına yol açması hakkındaki yazdıklarına dayanacağız. Emmanuel Todd, Arap dünyasının demografik düzeyde yaşadığı dönüşümlerin ve bunun siyasi etkilerinin incelenmesine tahsis ettiği bölümde, Cezayir’deki dönüşümlerin Arap dünyasının diğer bölümleriyle karşılaştırıldığında her zaman kolay olmadığını dile getiriyor.3 Emmanuel Todd ve Youssef Courbage, şu kanaattedir: “Kültürel ilerleme, insanları rahatsız eder/onların kafalarını karıştırır. Eğitimin büyük bir yaygınlık göstererek egemen bir kurala dönüşebilmesi için mutlaka bütünleştirici bir tasavvura ihtiyaç vardır. Bu yüzden, eğitimin yaygınlaştığı toplumda tek bir aile içindeki iktidar ilişkileri hızla karışık bir hal alır, oğul, gayet iyi bir okur-yazar haline gelirken baba ümmi kalır. Aynı şekilde eğitimin yaygınlaşmasından sonra ortaya çıkan doğum kontrol yöntemleri, genellikle kadınla erkek arasındaki geleneksel ilişkilerin özellikle kocanın karısı üzerindeki hakimiyetinin sorgulanmasına yol açar. İktidar ilişkilerinde farklı düzeylerde gerçekleşen bu çoklu kopuş, son tahlilde toplumun genel bir kargaşa içine düşmesine, genelde siyasi otoritenin geçici bir şekilde çöküşüne neden olur. Bu yıkım bazen şiddetli de olur. Başka bir ifadeyle, toplumların ümmiliğini yok etme, eğitimin yaygınlaşması, doğum kontrol ve aile planlama yöntemlerinin uygulandığı çağ, devrimler çağıdır.”4 Son tahlilde her iki yazardan yapılan okumalar ve çıkarsamalara göre hareket edersek, İngiliz, Çin ve Rus Devrimleri’nin Arap dünyasında yaşananlarla tamamen intibak içerisinde olan parlak örneklerden başka bir şey olmadığı kanaatine varırız. Karl Mannheim, jenerasyonlar arasındaki farkları biyolojik, tarihi ve sosyolojik bakımdan ele alarak, her jenerasyonu diğerinden ayıran “Jenerasyonel dönem” olarak adlandırdığı şey hakkında şöyle der: “Bu dönem, belirli bir jenerasyonun belirli bir siyasi kültürle temayüz ederek onu belirli şekilde davranmaya iten ve bu şekilde toplumsal tecrübesini oluşturan dönemdir. Öyleyse bu yaşananlar, özellikle de sosyal hareketlerin oluşumu bağlamında, onu diğer kuşaklardan farklı kılan bir deneyimdir. Böylece kuşak sorunu, düşünsel ve toplumsal hareketleri anlayabilmek için stratejik öneme sahip olması itibariyle mutlaka ciddiyetle ele alınması gereken önemli bir sorundur. Bilimsel yanına gelince, mevcut modernleşmenin hızlı dönüşümlerini incelikli bir şekilde anladığımız taktirde zaten mesele halledilmiş demektir.”5 Karl Mannheim, belirli bir jenerasyonel bütünlük oluşturma, ve bu jenerasyonun üyeleri arasında ortaya çıkan yoğun ilişkiler hakkında sorgulamalar yaparak şunları söyler: “İlk bakışta belirli bir jenerasyonu düşündüğümüzde, her bireyin bilincini oluşturan dinamiklerin birbirine oldukça yakınlaşması jenerasyon kavramını ortaya çıkarır. Bu dinamikler, sadece anlamları ve imada bulundukları şeyler açısından değil aynı zamanda toplumsal terbiye gücüne sahip, izole edilmiş bireylerden oluşmuş bir topluluk meydana getirdiği için de sosyolojik açıdan önemlidir.”6 Bu anlamda bakıldığında biz Cezayir’de, salt politik değil aynı zamanda bu geçiş işlemini zorlaştıran demografik özelliklere sahip bulunan, siyasi geçişin kendisiyle irtibatlı olduğu üç politik kuşakla karşı karşıya olduğumuzu varsayabiliriz. Cezayir’de iktidarın pürüzsüz bir şekilde yeni kuşağa geçişi, siyasi iktidarın Kurtuluş Devrimi’ne öncülük eden ve ulusal bağımsızlığı gerçekleştiren kuşaktan bir sonraki kuşağa geçmesi demektir. Kurtuluş savaşına katılan kuşak, bağımsızlıktan bu yana iktidarı elinde tutmaktadır. Geçtiğimiz yüzyılın ikinci ve üçüncü on yılında doğan kuşak, bu incelemede birinci jenerasyon olarak adlandırdığımız kuşaktır. Bu nedenle iktidarın el değiştirmesiyle siyasi geçiş gerçekleşirse bu, Kurtuluş Savaşı (1954-1962) ve bağımsızlığın son yıllarında doğan yeni kuşağın lehine olacaktır. Ancak bu kuşak, bir önceki kuşaktan bir çok alanda farklılaşmaktadır, örneğin daha iyi eğitim almıştır ve birincisinden daha kentli bir kuşaktır. Bunu biz, iktidarın birinci kuşaktan ikinci kuşağa pürüzsüz ve barışçıl bir şekilde aktarılması senaryosu olarak adlandırıyoruz. Her iki kuşak da birbirini tanımaktadır, birbirleri hakkında olumlu görüşlere sahiplerdir. Bu durum, siyasetin bir kuşaktan diğerine geçiş işlemini kolaylaştırmakta, Cezayir’de siyasi ve ekonomik durumların gelişmesine ivme katan bu süreci olumlu bir hale büründürmektedir. İki kuşak arasındaki siyasi geçiş, Cezayir’i milli yapısı içinde gerçekleşecektir. Her ne kadar, siyasi geçiş sürecinde, çağın imkanlarını yakalama ve toplum nezdinde daha fazla kabul görme yönünde gerçeklen bir takım değişimler yaşansa da, millilik Cezayir’de hakim siyasi düşüncedir. Bu olumlu senaryonun aksine, birinci senaryoyla karşılaştırıldığında daha keskin kopuşların yaşanacağı ve daha acılı bir senaryoyu düşünmemiz de mümkündür. Bu senaryoya göre iktidar birinci kuşaktan, Mannheim’a göre, kendisinden yaşça çok daha küçük, aldığı terbiye, yaşadığı dönemdeki politik özellikler bakımından daha farklı üçüncü kuşağa geçecektir. Bu kuşak, bağımsızlıktan sonra doğmuş, yaşamış ve büyümüş doğrudan eylem kuşağıdır. Bu dönem, devlete ait milli projelerin başlatıldığı, büyük sıkıntılar ve acılara şahit olunan bir dönemdir. Bu kuşak, protesto hareketlerini örgütleyen, ülkede yaşananlara ilişkin reddini, egemen iktidara, onun siyasi otoritesine, kurumlarına ve siyasi söylemine karşı muhalefetini dile getirmiş bir kuşaktır. Birinci kuşak, hayatının son dönemlerini yaşamaktadır çünkü biyolojik olarak yaşlanmıştır, ayrıca ülkede iktidarın daha genç bir kuşağa intikalini zorunlu hale getiren genel gidişatla ilgili siyasi değerlendirmeler de bu geçişi kaçınılmaz kılmaktadır. İktidarın daha genç kuşağa geçişinin etkileri ve niteliği ne olursa olsun, ister birinci isterse ikinci senaryo gerçekleşsin, Cezayir, bu bakış açısından, hemen hemen aynı kuşaktan olmaları nedeniyle bütün siyasi yöneticilerinin aynı anda yaşlandığı Sovyetler Birliği’nin son dönemine oldukça benzerlik göstermektedir. Bu,–Sovyet deneyimin son günlerinde- siyasi geçiş planlarını derinlemesine etkileyen, -yaklaşık aynı döneme ait- bir kuşağın tamamının taşıdığı bütün kurumsal, siyasi etkileriyle birlikte biyolojik olarak yok olduğu bir dönemdir. Cezayir’in siyasi tarihi, bu tür, siyasi kuşaklarla irtibatlı politik-demografik sorunlar ile bu kuşakların bir politik duraktan diğerine geçişindeki rollerine ilişkin problemleri, 50’li yılların başlarında Cezayir Kurtuluş Devrimi patlak verdiğinde yaşamıştır. Doğrudan devrimci eylem kuşağı7, gençler tarafından ulusal sorunun askeri yollardan halledilmesine karar verilmesi, özellikle de Kurtuluş Cephesi’nin arkasında olduğu 22’ler Grubu8 ve 1954 yılında silahlı mücadeleyi başlatanları içine alan gruptur. Bu eylemlilik, milli hareketin lideri Musali el Hac’ın temsil ettiği baba kuşağına karşı, kurdukları siyasi parti ve ikinci dünya savaşının hemen sonrasında yapılan seçimler gibi siyasi oyunun araçlarıyla yapılmış bir darbeydi. Bu kuşak, 1920’li yıllarından başından itibaren bağımsızlık mücadelesine omuz vermiştir.9 Cezayir’in ilk tanık olduğu anlaşmazlık, ulusal hareketin kurucu babalarıyla daha küçük yaştaki doğrudan devrimci eylem kuşağı arasında meydana gelen çatışmadır. İkinci kuşak, birinci kuşağı, sömürgecilikle savaştan kaçınmakla, devrimci eylem kuşağının 1954 Kasımı’nda Fransız sömürgeciliğine karşı başlattığı silahlı mücadelenin zorunlu kıldığı sömürgeciyle bütün ilişkileri kesmeye yanaşmamakla suçlamıştır.10 İki kuşak arasındaki bu çatışma, milli siyasi düşüncenin içeriğini etkilemiştir. Söz konusu çatışmanın ürettiği kanaatler, bu tartışmaya eklemlenerek, devrim sürecinde ve bağımsızlığın hemen ardından “milli siyasi kültür”e dönüşmüştür. Bu kanaatlere örnek vermek gerekirse: tek kişilik liderliğin reddi, toplu siyasi önderliğin üstünlüğü ve halkın siyasi elit karşısındaki üstünlüğüdür. Hatırlatma babında, Kurtuluş Devrimi sırasında bazı kentlerde siyasi elite karşı düşmanlığın en son noktaya ulaştığını görürüz. O dönemdeki mevcut kanaatlerin ortak noktası, askerlerin siyasetçilere egemen olması, entelektüelin devlet taraftarı bir yazara dönüşmesi, kamuya açık siyasi ve fikri tartışmanın geçici güç dengeleri üzerine kurulu şahıslar arası uzlaşmalar lehine kapatılmasıdır. Bu ve diğerlerinin tamamı, kurucu dönemin Cezayir ulusal tarihi ve fikri muhtevası üzerindeki etkilerini gözler önüne serer. Siyasi geçiş ve bu geçişin Cezayir’deki siyasi kuşaklarla ilişkisine tekrar dönersek, her kuşağın özellikleri ve her bir senaryoyla irtibatlı olarak, Ocak 2011 itibariyle Arap dünyasında başlayan halk hareketlerine dair Cezayir usulü geçişin koşullarına dair derin bir analiz, bu geçişi anlamamızda bize faydalı olacaktır.11 2. Birinci kuşak: Devrim ve Milli devlet inşası kuşağı Bu kuşak, çağdaş Cezayir tarihindeki en büyük siyasi başarıyı gerçekleştirmiştir: Bağımsızlığın elde edilmesi, milli devletin inşası. Bu anlamda, Karl Mannheim’ın “jenerasyonel dönem” olarak adlandırdığı şeyle bu kuşağın gerçekleştirdiği milli hareket ve kurtuluş devrimi, ardından milli devletin inşası ve uzun süre bu yapının devam ettirilmesi gibi başarıları kastedilmektedir. Bu kuşak, siyasi açıdan uzun ömürlü olmuş, Cezayir siyasi hayatının son derece kritik dönemlerinde aktif olarak rol almışlardır. Bu kuşak, kelimenin tam anlamıyla politik bir kuşaktır. Birinci kuşak, tamamen siyasi bir hava içerisinde yetişmiş ve gelişmiştir. Kurtuluş savaşından önce siyasi partilerin kuruluşuna önderlik etmiş, Cezayir’i ele geçiren sömürgeci yapının barışçı siyasi faaliyet ve seçim mekanizmasıyla yok edilemeyeceğini gördükten sonra bundan vazgeçmiş, ardından silahlı mücadele kararı almıştır. Cezayir’e has özellikleriyle milli bir düşünce yapısı içerisinde serpilmiştir. Ulusal hareket, işçi hareketiyle kuruluşunun ilk aşamalarında, yani yirminci yüzyılın ilk dönemlerinde tanışmıştır. O dönemde,1926 yılında Paris’te “Kuzey Afrika Yıldızı” adlı bağımsızlık yanlısı ilk siyasi parti kurulmuş, göçmen işçileri kendisi için siyasi taban olarak seçmiştir. İlk aşamalarda bu parti, Fransız Komünist Partisi’yle gerek örgütsel gerekse düşünsel planda yakınlık yaşamıştır. Daha sonra Ulusal Hareket, 1930’ların başından itibaren Cezayir’de halk arasında büyük destek toplamış, düşünce ve eylem planında partiye, köylü güçlerle ulusal hareketin omuzları üzerinde yükselen küçük burjuvazinin de içinde bulunduğu kentli güçler egemen olmuştur.12 Ulusal düşüncenin halkçı boyutuyla egemen olmasına ve gösterdiği uygulamaların dönemsel özelliklerine rağmen, Müslüman Alimler Cemiyeti’nin temsil ettiği ıslahatçı dini hareketin zenginlik kattığı, siyasi ve fikri çeşitliliğe de tanık olmuştur. Bu hareket, kültürel kimlik ve dinle ilgili konular üzerinde yoğunlaşmıştır.13 Bir de buna liberal14 ve daha az derecede komünist15 hareketin etkisini, bilincin artırılmasında bazı kurumların, sendikaların16 ve siyasi partilerin katkısını ekleyelim. Bazı Cezayirlilerle Avrupalıların ortaklaşa yaşadıkları bir takım iskan mahalleriyle ortak iş alanları da bu bilince katkıda bulunmuştur. Bu durumu Fransız tarihçi Annie Rey-Goldzeiguer, söz konusu bilincin kurulmasına katkı sağlayan “Temasların dünyası”17 olarak adlandırmaktadır. Söz konusu temas noktalarını, büyük ve orta ölçekli kentsel alanlarda yaşayan Cezayirli ve Avrupalı ailelerin yaşam öykülerinde açıkça görmek mümkündür.18 Bu karışım, Cezayir milliliğine renklilik katmış, bağımsızlık sonrası döneme kadar devam eden birinci kuşağın eylemlerinin ana alanı haline getirmiştir. “Ulusallık”, yönetici sınıfın yaşlarının ilerlemesi ve milli devletin işlerinin yürütülmesinde köylülerin egemen olmasıyla birlikte daralma yaşamış ve muhafazakâr düşüncenin hakimiyetine boyun eğmiştir. Bu döneme, bağımsızlığın hemen sonrasında milli devletin gerektirdiği bir takım işlerin tek elden yürütülmesi neticesinde oluşan fikri ve siyasi aşınma eşlik etmiştir. Özellikle Cezayir ulusal hareketinin Fransız işçi hareketi ve sendikal mücadelesinden ilham aldığı ilk yükseliş dönemiyle karşılaştırıldığında böyle olmuştur. Nitekim bir çok Cezayirli işçi jenerasyonu bu hareketlerle güçlü bir bağ kurmuş, bu sayede ulusal bağımsızlık yanlısı bir parti ve sendika federasyonu kurabilmişlerdir.19 Öte yandan Cezayir ulusal hareketi, çevresindeki Mağrip havzasıyla da temas halindeydi. Fikri ve siyasi faaliyet içerisindeki güç alanlarından yararlanmalarına izin verildiğinden bu tecrübe onları zenginleştirmiş ve yükselişe geçmişlerdi. Ancak Mağripliler arası temas, bağımsızlık sonrası dönemde minimum noktasına gerileyerek Arap Mağribi’nde milli elitin devlete egemen olmasına yol açınca elitler, milli devletin bir çok alanda karşı karşıya kaldığı sıkıntıları aşmanın mümkün ve gerekli yollarından biri olan Mağrip Birliği’nin inşası girişiminin karşısında yer aldılar.20 Cezayir Ulusal Hareketi ve bağımsızlık kuşağının ağırlıklı olarak köylü ve halk tabanlı kökenlerine rağmen, kamu sektörünün merkezi rolüne dayalı kalkınma modelini benimseyen milli devletin ekonomik işlerinin yürütülmesiyle yakından irtibatlı olması nedeniyle bu kuşağın sınıfsal yapısı, bağımsızlıktan sonra ciddi dönüşümler geçirdi. Aynı kuşak, yerleşimci sömürgeciliğin kendisine eğitim alanında pek de fazla yardımcı olmadığı halkın bir parçası olması hasebiyle kaliteli eğitimden çok sınırlı bir pay almıştır. Bu kuşağın kaderi, siyasi merkeziyetçiliğin yürütülmesi ve karar alma mekanizmalarında neredeyse tekel oluşturduğu milli devletin kaderiyle yakından irtibatlıdır. Bu yüzden kendisinden sonra gelen iki kuşağın ona bakışı, Cezayir devleti tecrübesi en parlak günlerini yaşarken, özellikle de bağımsızlıktan sonraki ilk dönemlerde ve ardından gelen yirmi senede çok daha olumludur. Ancak bu tablo, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren ulus devletin karşılaştığı sorunlar ve zorluklar nedeniyle olumsuz etkilenmiştir. Köy kökenli ve bağımsızlıktan sonra kente gelen birinci kuşak,21 Cezayir toplumunun ve aynı kuşağın yönetimindeki Cezayir devletinin geçirdiği bütün dönüşümlere rağmen, muhafazakar karakterli milli bir söylem benimsemeyi sürdürdü. Bu kuşak, her ne kadar ulusal kurtuluş savaşından önce partisel çoğulculuğa ilişkin kısa bir tecrübe yaşadıysa da, tek parti eksenli söylemini sürdürdü. Çoğulculuk deneyimine ilişkin bütün yaşadıklarını inkar etti. Halkçı bir deneyimin ürünü olarak köy kökenlerinden ve kendisinden önceki nesillerden öğrendiği şekilde, devlet eliyle ekonomik gelişme anlayışını terk ettiğinde dahi, kendisi açısından bölünmüşlük, kaos ve zaaf halleriyle eş anlamlı olan çoğulculuğa karşı direnmeye devam etti. Bu kuşak, kurtuluş savaşına öncülük etti, genç yaşlardayken iktidar koltuğuna oturdu,22 iktidarı başka ellere bırakmayı düşünmeksizin burada uzun süre kaldı. Belki de sonraki kuşakların halen yetersiz olduğunu, siyasi övünç kaynağının üzerinde yükseldiği devrimci meşruiyete sahip olmadığını düşünüyordu.23 Ona göre kendinden sonraki kuşaklar, Cezayir’e bağlığı şüpheli kuşaklardır, siyasi karar alma merkezine ulaşmasına yetecek tecrübesi yoktur. Tıpkı onun kendinden sonraki kuşaklara baktığı gibi, birinci kuşak da biyolojik yaşı ne olursa olsun kendisinden sonraki kuşağa yaşı küçük ve deneyimi yetersiz olarak bakmaktadır. Kurtuluş savaşı kuşağı ise, tıpkı bir baba gibi, yaşları, deneyimleri, bilgi ve ehliyetleri ne olursa olsun, evlatlarını henüz daha çocuk olarak görmektedir. 3. Bağımsızlık ve ulusal inşa kuşağı Bu kuşak, kategorilere ayırdığımız yapılanma içerisinde ikinci kuşağa denk düşmektedir. Bu kuşak, kurtuluş devriminin son yıllarında bağımsızlığın ise ilk yıllarında doğmuş olup devletin bağımsızlıktan sonra sağladığı büyük eğitim imkanlarından yararlanmış,24 küçük yaşlarda kente gelmiş ya da kentte doğmuş, bu durum onu kente, kentin değerlerine ve davranış kalıplarına düşmanlığını sürdüren25 birinci kuşaktan daha kentle uyumlu ve kent tarafından kabul gören biri haline getirdi. Ancak kent, bir yandan iktidarın her alanına hakim olan bu kuşağın icraatlarının kötü yanlarını ortaya çıkaran bir alan haline gelirken ve öte yandan da yönetici kuşağın hakim olduğu kurumlara karşı 80’li yılların başlarından itibaren düzenlediği protesto hareketleriyle ve üçüncü kuşakla yaşadığı çatışmanın bir alanı dönüşmüştür. Zira sözü edilen dönemle birlikte, devrimci meşruiyetine sıkı sıkıya bağlı Cezayir devletinin ekonomik ve toplumsal projelerinin aşındığına ilişkin belirtiler ortaya çıkmaya başlamıştır. İkinci kuşak, kendisini “bürokratlar kuşağı” haline getiren birinci kuşağın hakimiyeti altında ekonomik ve toplumsal işlerin yürütülmesiyle görevlendirilmiştir. Her ne kadar bu işlerden bir ölçüde yararlanmışsa da kendisinden önceki kuşağın talimatlarını yerine getirir. İkinci kuşağın sahip olduğu bilimsel yeterlilik ve diplomalar, onun halen devrim kuşağının hakim olduğu siyasi karar alma merkezinden uzakta tutmakla birlikte, iktisadi ve sosyal kurumların yönetilmesi için belirli bir yeterlilik kazandırmıştır. Bu açıdan ikinci kuşak, birinci kuşakla üçüncü kuşak arasında köprü görevi görmektedir. İkinci kuşak, ekonomik ve toplumsal alanda “kendisine çalışan” birinci kuşakla doğrudan ve kurumsal ilişki içerisindeyken aynı zamanda üçüncü kuşak da, üniversiteler, fabrikalar, genel olarak iş dünyası gibi hizmet sektörü ve iktisadi-sosyal kuruluşlarda çalıştırarak “işlerini gördürdüğü” üçüncü kuşakla da doğrudan günübirlik ilişki içerisindedir. Kısacası bu jenerasyon, diğer her iki kuşakla da doğrudan ilişkiye sahip olan tek kuşaktır. Bu açıdan, Cezayir toplumunda farklı kuşaklar arasında geçiş işlevini üslenmektedir. İkinci kuşak, siyasi faaliyeti farklı şekillerde ancak sınırlı olarak tanımıştır. Bu kuşağın bazı temsilcileri, tek parti döneminde, Sol, Berberi, Dini siyasi örgütler içerisinde gizli siyasi faaliyetlere katılmışlardır. Özellikle Fransızcanın günlük konuşmalarda hakim olduğu iş dünyasının duayenlerine göre, bu kuşağın resmi partisel deneyimi hayal kırıklığıyla neticelenmiştir. Bu toplumsal gruplar, Cezayir siyasi sürecinde kuşaklar arasında siyasi olanla iş dünyası dediğimiz alan arasında yapılan iş bölümü nedeniyle siyasi faaliyete ehemmiyet atfetmeyen topluluklardır. Mevcut iş bölümü, -orta tabakanın özelliklerini üzerinde taşıyan, yüksek ücretli ve eğitimli bir toplumsal grup olan- bu kuşağı, siyasi faaliyetlerini tek parti çatısı altında icra etmekle görevlendirilmiş gruplara verilen resmi siyasi faaliyet ve yapılardan uzak durmasına neden olmuştur. Aynı durum, çeşitli halk katmanlarıyla hakim kuşak ve onun inşa ettiği kurumlar arasında arabulucu rolünü yerine getiren öğretmenler ve memurlar için de geçerlidir. Onların sahip oldukları bu konum, iş dünyasının ve teknokrasinin dili haline gelen Fransızca’nın aksine, açık bir ideolojik ve siyasi role sahip Arapça’yı ustalıkla konuşma ve hayatın her alanında kullanmalarına imkan tanımıştır. 26 Kuşaklar arasında, yerine getirilen roller ve sahip olunan mevkilere ilişkin yaşanan anlaşmazlığı anlamamız, bu kuşağın üyelerinin toplumsal oluşturucusu sayılan orta sınıfları birbirinden ayıran dilsel bölünmeye başvurmadan mümkün değildir. Bu bölünme, Cezayir’de devlet işlerinin yürüten elitle farklı sektörler içerisinde hayatını sürdüren elit arasında cereyan eden çatışmayı birbirinden ayırarak, sektörler arası ayrımcılık olarak adlandırdığımız şeye yol açmaktadır.27 Bu durum, birbirleriyle çekişen elitle vatandaşların gözünde meşruiyet eksikliği gibi bir takım olumsuzluklara yol açmaktadır. Bu siyasi tecrübenin örgütsel düzeyde sahip olduğu zenginliğe rağmen bazı durumlarda sol, kültürel olarak Berberliği savunan ya da dini bir görünümle ortaya çıksa dahi büyük ölçüde Cezayir milliyetçiliği düşüncesine yakınlık arz etmektedir. Cezayir’e has kuşaklar arasındaki iş bölümü çerçevesinde ekonomik ve toplumsal işlerin yürütülmesi göreviyle atbaşı giden Cezayir milliyetçiliği, hem siyasi hem de mesleki düzeyde kendisine zengin tecrübeler kazandırmış olup düşünsel olarak onu, birinci kuşaktan uzaklaştırmamış, hiçbir zaman ondan kopmayı düşünmemiştir. Onun siyasi pratiklerini eleştirebilir, ancak, ona karşı isyan bayrağı açmaz, onunla çatışmayı düşünmez. Bu kuşak, otorite tarafından kendisine verilmiş rolü kabul etmek üzere eğitilmiş olduğundan bağımsız bir siyasi faaliyette bulunmaya alışmamıştır. Okuldan fabrikaya ya da çalıştığı hizmet sektörüne kadar yetiştiği bütün kurumlarda bu rolüne razı olmuştur. Hakim kuşağın 90’ların başından itibaren benimsediği çoğulculuk ve Pazar ekonomisi gibi ekonomik ve siyasi seçeneklerin, uzun süre devlet ve kurumlarında çalışan orta sınıf mensubu bu kuşağın konumuna büyük etkisi olmuştur. Söz konusu politikaların yürürlüğe konmasıyla birlikte, mesleki olarak kamu sektöründe iş yapan teknokrat kesim, bütün toplumsal ve iktisadi konumunu kaybetmiştir. Yeni koşullar, ikinci kuşağın, birinci kuşağın siyasi faaliyet etme biçiminden bütünüyle kopuşu beraberinde getirmemiş, en fazla yaptıkları şey, farklı sendikaların kurulmasına izin verilmesiyle birlikte bağımsız sendikalarda faaliyet göstermek,28 veyahut; seçimlerde sahtecilik yapılması, medyanın diğer partilere kapatılması, kamuya açık siyasi faaliyetlerin sınırlandırılması gibi resmi çoğulcu siyasetin çerçevesi dışına çıkmayacak şekilde siyasi partilerin kurulmasına öncülük etmek olmuştur.29 Bütün bunlar, birinci kuşağın benimsediği siyasi tercihlerle birlikte ekonomik ve toplumsal durumu kötüleşen ikinci kuşağın durumunu yansıtmaktadır. Bu kuşak içerisindeki bazı gruplar, bazı ekonomik alanların açılmasından yarar sağlayan, bu sayede Cezayir içinde ve dışında ilişkiler kuran, ve sonuç olarak toplumsal durumunda iyileşme gözlenen eski solcular da dahil, açık bir liberal yönelim göstermişlerdir. Bu gruplar, açık bir aile stratejisi güderek, ilişkilerini ve finansal kaynakları devlet sektöründen söz sahibi oldukları özel sektöre aktarmışlardır.30 Bu kuşağın farklı yönelimlere sahip olması nedeniyle birinci kuşağın meşruiyetini sorgulamak ve onunla siyasi çatışmaya girmek gibi bir rolü olmuş olabilir. Ancak, kendisine bakışında, devrim kuşağı ya da ulus devleti inşa eden kuşağın birinci kuşağı değerlendirişinde, aldığı siyasi terbiye çerçevesinde bu tutumun bir açıklaması olması gerekir. Sıkıntılar içerisinde büyümüş, bireysel ve toplumsal sorunlarla yüzleşmiş, hiçbir şekilde babalarının kuşağına karşı isyan bayrağı açmalarına izin verilmemiştir.31 Her kuşağın kendisine ve başka kuşaklara bakışından bahsederken bu araştırmanın geriye kalan kısmıyla ilgili kendisine başvurulması mümkün olan farklı nedenler vardır. Ancak bu, Cezayir’deki siyasi geçişin nedenlerinden birinin, ikinci kuşağın yönetici babalarına karşı gelmeye güç yetirememesinde yatmaktadır. Ayrıca onların, Cezayir’deki devlet işlerinin yürütülmesinde bir ön kabul haline gelen iş bölümünü kabul etmesi de başka bir sıkıntıdır. Zira kendisinin önemli bir parçası olduğu elitin oluşumunda kendine has yapısını veren iş bölümü mantığının payı büyüktür. Bu siyasi kuşağın üyelerinin doğumu, 80’li yıllarda Cezayir ulus devletinin siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda yaşadığı ilk bocalama dönemine denk gelmiştir. Bu kuşak gözlerini Cezayir devletinin ekonomik, toplumsal ve siyasi alanda tökezlediği dönemde açmıştır. Bu dönemde merkezi kurumları etkisi altına alan bir takım işaretler baş göstermiş, üniversite mezunları da dahil olmak üzere işsizlik genel bir artış kaydetmiştir. Okullaşma oranı azalmış, geçmiş dönemlerde kendisinden oldukça büyük ölçüde yararlanan halk kesimleri nezdinde önemli bir prestij mekanı ve toplumsal yükselişin ana merkezi olarak görülen okullar artık bu konumunu kaybetmeye başlamıştır. Kuşaklar arasında karşılaştırma yapma bakımından ikinci kuşağın ilk başlarda yükseliş kaydettiğini, ardından üçüncü nesille birlikte her açıdan sıkıntılı bir döneme girdiklerini söyleyebiliriz. Öte yandan üçüncü kuşağın yaşadığı dönem, en başından beri ulusal projenin yaşadığı yenilgilerden payını almış ve bunun en büyük kurbanı olmuştur.32 Bu kuşak, ekonomik ve toplumsal nedenlerden dolayı bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren33 yoğun bir göç dalgasına tanıklık eden kentte doğmuş bir kuşaktır. Konut, ulaşım, içme suyu sıkıntısı, işsizlik ve şiddet gibi çok yönlü krizler yaşamakta olan kentin sokak ve mahallelerinde yetişmiştir. Bu krizlerin tamamı, kendi varlığını ve taleplerinin bir ifade aracı olarak onu protest bir tavır almaya zorlamış, hatta muhalefetin daha sonra oluşturduğu sendika, parti veya dernek gibi resmi kurumlara dahi girmeyi reddetmiş, resmi siyasi söylemin doğruluğundan her zaman şüphe etmiştir.34 Sosyal ve iktisadi meselelerini ifade eden kentli gençlerin başlattığı protestolara katılan FIS (İslami Selamet Cephesi)’nin temsil ettiği Siyasi İslam, burada bir istisnayı oluşturmaktadır. FIS, herhangi bir fikri katkıda bulunmadan ya da reforme etmeye çalışmadan doğrudan bu dalgaya katılmıştır. Hareketin doğallığından ve kirlenmemişliğinden yararlanan FIS, daha sonraki dönemde kriz ve karışıklıklar döneminde bu genç kuşağın yaptıklarını kontrol edememiştir. Bu yüzden FIS’in bir parti yapısından ziyade bir protesto hareketi mantığına daha yakın olduğunu söylememiz mümkündür. Nitekim bu durum, FIS’e katılanların büyük çoğunluğunun neden gençler olduğunu bizlere açıklamaktadır. Bu protest tavrı yakalayamayan Nahda Partisi ya da HAMAS (Barışçı Toplum Hareketi-Müslüman Kardeşler)35 gibi dini partiler ve o dönemde ciddi kriz içerisinde olan sol da dahil olmak üzere diğer siyasi partiler, gençlerin bu enerjisinden faydalanamamıştır. Bu protestolar, fakir halk kesiminin bulunduğu mahallelerden çıkmış, farklı sorunları güçlü bir şekilde dile getirebilmek için, futbol sahası ve camiler gibi genel toplantı alanlarının konumundan yararlanmıştır. Protestolar, örgütlülükten uzak, ham bir şekilde gelişmiş, bu da amaçlarını gerçekleştiremeden sürekli olarak kendini ve taleplerini tekrarlamasına neden olmuştur. Gençlerin bağımsızlıktan sonraki ilk siyasi katılım girişimleri, radikal dini hareketlerin Cezayir devletine ve ona egemen olan kuşağa yönelik başlattığı silahlı mücadeleyle birlikte kendisini fiili bir açmaza götürmüştür ve bu nedenle de başarısız olmuştur. 90’lı yıllara has büyük terör operasyonlarının durmasından ama özellikle de Cezayir’de toplumsal değişimin mümkün olmadığı yönünde güçlü bir inanç oluşmaya başlamasından sonra, özellikle milenyum başlarından itibaren genç nesilde bireyselciliğin ağır bastığı yeni bir ifade biçimi tezahür etmeye başlamıştır. Genç kesim arasında intihar oranları artış gösterir, uyuşturucu tüketiminde artış yaşanır, Avrupa’ya yasa dışı yollardan göç dalgası artarken, 90’lı yıllarda toplumsal kurtuluşu hedefleyen siyasal İslam’ın aksine kişisel kurtuluş anlayışı üzerinde yükselen yeni selefi dindarlaşma eğilimi yaygınlık göstermeye başlamıştır.36 Bu analizde bizi özellikle ilgilendiren şey, bu kuşağın protesto hareketleri ve bu hareketlerle eş zamanlı gelişen,siyasi karar alma merkezinin başında egemen sınıfa karşı toplumsal ve bireysel şiddet hareketlerine başvurmak zorunda kalmış olmasıdır. Bu, aynı zamanda genç kuşakların Cezayir’deki egemen sınıfın uygulamalarından memnun olmadığının da bir kanıtıdır. Ülkede tam on yıl boyunca yaşanan çatışma nedeniyle daha da derinleşen bu olumsuz bakış buna eşlik etmiştir. Bu dönemde sosyal ayrım keskinleşmiş, uzun yıllar eşitlik içerisinde güvenli bir hayat tarzına sahip bir toplumda bütün biçimleriyle yolsuzluklar hızlı bir artış göstermiştir.37 Ve bu kuşak, kendisini doğrudan ifade edebilmek için fabrikaya ve iş yerine sığınmıştır. Cezayir’in daha önce benzerini görmediği işçi protestolarının yarattığı karışıklıklar, devrim tecrübesine sahip milliyetçi düşünceyle dolu işçilerin sınırlı protestolarına hiçbir şekilde ilgi göstermemiştir.38 Farklı sendikaların kurulmasına izin verilmesinden önce dahi bu kuşak, hiçbir şekilde devletin kurdurduğu resmi yönelime sahip sendikaların çatısı altında faaliyete kesinlikle yanaşmamış, bütün faaliyetlerini bu çerçevenin dışında yapmaya özen göstermişlerdir. Buna bir de bu kuşağın kullandığı, Ray müziği ve Berberi şarkıları gibi sanatsal ifade biçimlerini de eklemek gerekir. Birinci kuşağın ve en azından kültürel tüketim düzeyinde daha dışa açık olan ikinci kuşağın tercihleriyle çatışmak için diğer sanatsal ifade biçimlerini de denemiştir.39 Bir önceki analizden, üç kuşak arasındaki ilişkilerin ve her bir kuşağın diğerine bakışının homojen bir yapı arz etmediğini ve birbirine benzemediği sonucunu çıkartıyoruz. Bu sadece subjektif değerler üzerinde yükselen bir bakışa değil aynı zamanda her kuşağın diğerini tanıması ve onunla temas kurmasına bağlıdır. Zira doğrudan temas ve aynı kurumlar içerisinde çalışmak, ötekine takdir dolu hislerle bakmaya uygun bir zeminin yaratılmasına yardım eder. Birinci kuşağın yanında toplumsal ve ekonomik işleri yürütme görevini üslenmeyi kabul etmiş ikinci kuşak, birinci kuşağa hala saygı beslemekte, kurtuluş devrimi sırasında yaptığı işler ve özellikle milli bağımsızlığın kazanılması noktasındaki katkılarını kabul etmekte ve saygı duymayı sürdürmektedir. Bunun aksine üçüncü kuşak ise birinci kuşağın kurmuş olduğu resmi siyasi ve sendikal kurumlara girmekten kaçınmış, bu nedenle bir türlü birinci kuşakla temas kuramamıştır.40 Bu iki kuşak arasındaki buluşmazlık, ikinci kuşak nezdinde devrimi gerçekleştiren kuşağın imajını olumsuz etkilemiştir. Bu nedenle söz konusu imaj, birinci kuşağın tarihsel olarak Cezayir’in sömürgecilikten kurtuluşunda yaptığı büyük katkıların görmezden gelinmesine yol açmıştır. Mesele sadece iki kuşak arasında temas olmamasıyla sınırlı olmayıp bunu da aşan bir özelliğe sahiptir. Örneğin bağımsızlığın kazanılmasından hemen önceki dönemde birinci kuşağın siyasi deneyimi, bu kuşağın devlet işlerini ve siyasi faaliyetleri uzun süre tekelinde tutmasının bedelini kendisine ödeterek siyasi meşruiyetinin yıpranmasına neden olmuştur. Yolsuzluk, milli servetin adaletsiz dağılımı, Cezayir’in sahip olduğu onca yer altı ve yerüstü zenginliğe rağmen sürekli olduğu yerde saymasına neden olan sosyal ve iktisadi alanlardaki fiyasko da bu meşruiyetin yitirilmesinin nedenlerindendir. İkinci kuşağın birincisiyle ilişkisine gelince, bu ilişki daha objektiftir. Zira bu ilişki daha çok ücretli-müdür, patron-işçi ilişkisine daha çok benzemektedir. Her ne kadar gergin bir ilişki tarzı olsa da bir red ilişkisi ya da psikolojik boyutları olan bir ilişki söz konusu değildir. Gençlerle ondan yaşça büyük ekonomik ve sosyal politikaların uygulayıcısı ikinci kuşak arasındaki ilişki, ekonomik ve sosyal krizler nedeniyle olumsuz etkilense de hiçbir zaman düşmanlık ve kopuş noktasına gelmemiştir.41 90’lı yılların başlarından itibaren gündeme gelen devletin ekonomideki rolünün azaltılması, özelleştirme, işçilere yol verilmesi ve kamu kuruluşlarının kapatılması gibi yeni siyasi ve ekonomik tercihlerle buna eşlik eden finansal kriz, ikinci ve üçüncü kuşak arasında çatışmaların artmasına yol açmış ancak çatışma, sadece ekonomik çıkarlar alanında gerçekleşmiş, genç kuşağın devrim kuşağına bakışında olduğu gibi siyasi ve fikri noktalara intikal etmemiştir. Uygulayıcı ikinci kuşak, aynı ilişkiyi taklit etmek istememekte, babasının yerini işgal gibi bir niyete sahip olmamakta, kendisinde olmayan devrimci meşruiyet gibi bir iddiada bulunmamaktadır. Ayrıca “Bu devrimci meşruiyet” Cezayir’de genç nesilleri psikolojik açıdan zor durumda bırakmış, kendisinin hiçbir “tarihi önemi” yokmuş gibi bir hisse kapılmasına neden olmuştur. Bu nedenle bu kuşak, Cezayir milli takımının maçlarında olduğu gibi basit ve geçici de olsa bir takım zaferlere özlem duymasına neden olmuştur.42 Bunları, genç kuşağın ikinci kuşağa yönelik, onun “bencil ve sadece sınıfsal çıkarlarını gözeten bir kuşak” olduğu şeklindeki suçlamalarına rağmen söylüyoruz. Bu anlamıyla söz konusu durum onu orta sınıfa yakınlaştıran bir sosyolojik özelliğe sahiptir. Adı geçen sınıfın üst kesimleri, bir çok durumda yabancı sermayenin de yardımıyla ücretlilikten işveren konumuna geçiş amacıyla ekonomi politikalarının kamusal uygulanmasından yararlanırken aynı sınıfın başka diğer gruplarını olumsuz etkilemiştir. Bu da iş dünyasında söz konusu başarısızlıktan ikinci kuşağın sorumlu tutulmasına, onun genç nesiller tarafından eleştirilmesine ve dolayısıyla oluşturulması mümkün olan sosyal ittifakların ilgasına yol açmıştır. Halbuki meydana gelen dağılma hali yerine, devlet kurumlarına dayanan tarihi sosyal kitlenin inşası savunulabilirdi. Bu senaryo, bağımsız bir şekilde siyasi faaliyet yapma yeteneği olmayan ikinci kuşağın aldığı siyasi terbiye ve yetiştiği koşullar nedeniyle fiilen hiç gerçekleşmedi. Genç kuşağın, devrim ve milli devlet kuşağı olan birinci kuşağa yönelik olumsuz bakışı kadar, birinci kuşağın genç kuşağa da aynı nazarla baktığını görüyoruz. Öyleyse bu kuşak, günlük protestolar üzerinden babasının kuşağına isyan bayrağı açan “özürlü ve çarpıtılmış”, yeteri kadar milli değerlere sahip olmadığı düşünülen, hatta birilerine göre milli değerlerin temsilcilerinden kaçan bir kuşaktır. Bu kaçış, bağımsızlık kuşağının fedakarlıklarından şüphe etme noktasına varmış durumdadır. Bu bakış açısı, hızla savrularak Cezayir kurtuluş savaşına omuz vermiş mücahitlerin ve şehitlerin evlatlarının, dini örgütlerin düzenledikleri suikastlarla can vermelerine yol açtı. Bu 90’lı yıllardaydı.43 Bu dönem kurtuluş savaşına katılmış bir çok mücahidin silahını bu kez radikal İslami hareketlerin saflarına katılmış “özürlü kuşak”a doğrulttuğu bir dönemdir. 6. Geçiş Senaryoları Cezayir’de siyasi hayatın çerçevesini oluşturan üç kuşağın, yetiştiği kurumların, bütün kültürel ve fikri özellikleriyle birinin diğerine bakışının bilgisine ayrıntılı olarak sahip olduktan sonra incelemenin, Cezayir’de siyasi geçişin mümkün senaryolarıyla ilgili ikinci bölümüne değinmemiz mümkündür. Daha önce de belirttiğimiz gibi, mesele salt iktidarın siyasi el değiştirmesinden ibaret olmayıp kuşaklarla ilgili, düşünsel ve kurumsal boyutları olan da bir konudur. Olaya böyle baktığımızda merkez siyasi kurumların yürütülme biçimleri, kendi aralarındaki ilişkileri ve siville asker arasındaki ilişkiyle alakalı olduğunu görürüz. Bu geçiş, sürekli milliyetçilik örtüsünün altına saklanmamayı, milliliği ya da milliyetçiliği çağla uyumlu, kendisinden uzaklaşan sosyal sınıflara yeniden ilgi göstermeyi ve -biyolojik olarak son demlerini yaşamakta olan- devrim kuşağının iktidarı gençlere teslim etmesini gerektirir. Böyle bir geçişe ilişkin önümüzde iki muhtemel senaryo gözükmektedir. Birincisine “Olumlu senaryo” veyahut “Devrimci olmayan reformist” adını verdik. Bu ifade, siyasi iktidarın devrim kuşağından, politikaları uygulamada ve hayata geçirmede birincisinden çok daha başarılı ikinci kuşağa aktarılmasını bize özetler. İktidarın hala milliyetçi düşünceye yakın ve birinci kuşağa saygı beslemeye devam eden bir kuşağa aktarımı, iki kuşak arasında iktidar geçişinin daha pürüzsüz olmasına yardım edebilir. Ancak bu senaryonun önünde engeller vardır. Bunlardan en net olarak ortaya çıkanı, işleri başka bir otoritenin gözetimi altında yürütmeye alışmış, devrim kuşağının kendisi için çizdiği çerçevenin dışında siyasi insiyatif kullanamayan ikinci kuşağın sahip olduğu kültürel özelliklerdir. Aynı şekilde, iş bölümüne ve bu iş bölümünün Cezayir siyasi düzenindeki uzantılarını kabullenmek, bu kuşağa belirli siyasetlerin uygulayıcısı ve onaylayıcısı olma dışında bir pozisyon vermemiştir. İlaveten, aydınlanmış kuşağın içerisindeki büyük bir kesimin nevi şahsına münhasır olan bölünme hali de buna eklenmelidir, zira bu kuşağın konumu, çevresiyle Arapça konuşamaması sorununu ortaya çıkarmakta, bu da kendisiyle diyaloğa girilememesine yol açmaktadır. Aynı sorunu, Cezayir’de sınai ve idari sektörlerin yönetimini üslenmiş teknokrat kesimde de bulmaktayız. Ancak, fiili zorluklar ne olursa olsun, ikinci kuşağın üstünlükleri ve avantajları, diğer iki kuşak arasında orta bir pozisyonda bulunmasında yatmaktadır, zira bu konum ona arabuluculuk imkanı sağlamaktadır. Aynı şekilde önce kendine sonra da diğer iki kuşağa olumlu bakışa sahip olması nedeniyle iktidarın pürüzsüz bir şekilde genç kuşaklara aktarılmasına yardımcı olabileceği gibi, birinci kuşakla milliyetçilik düzleminde ortak değerlere sahip olmasından dolayı fikri ve siyasi konulardaki geçişte başarılı olma şansı yüksektir. Bu senaryo, barışçı ve kaosa prim vermeyen öngörülerine rağmen, devlet kurumlarının, ikinci kuşağın yöneticiliğini yaptığı siyasi partiler, dernekler ve sendikaların da içinde bulunduğu devlet-toplum ilişkisinin derin bir reformuna ihtiyaç göstermektedir. İkinci senaryonun, diğer senaryonun başarısız olması ve birinci kuşağın bayrağı devretmeyi reddetmesi durumunda birinci senaryoya alternatif olması mümkündür. Bu durumda ikinci kuşak, fiili olarak bir takım siyasi rollerden oluşan bir “sandviç kuşak”a dönüşmektedir. Yaşı ilerlerken hiçbir zaman gelmeyecek bir siyasi rolü beklemektedir. Ancak bu gerçekleşmesi imkansız rol, Cezayir’deki en büyük kuşakla en küçüğü arasındaki işlerin bir sonuca bağlanması noktasında son derece stratejik bir öneme sahiptir. Burada zaman unsurunun ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır, zira bu unsur ikinci senaryonun uygulanabilirliği açısından önemlidir. Cezayir’de siyasi geçiş görevinin gerçekleştirilmesi uzadıkça, objektif olarak ikinci senaryonun uygulanabilirliğine zemin hazırlamaktadır. İkinci senaryonun anlamı, üçüncü kuşağın, genç ve toplumsal hareketler kuşağının, kendisine açıkça olumsuz bir bakışa sahip olan birinci kuşaktan iktidarı doğrudan ve tek bir hareketle almasıdır ki bu durum fikri, siyasi, kuşaklar arası ve kurumsal düzeyde bir kopuşa yol açabilir. Öyleyse anahtar, iktidara egemen olan devrim kuşağının elindedir. Bu şiddeti de içeren ikinci senaryo, şayet siyasi karar alma mekanizmalarının başında olan birinci kuşağın ruh ikizi olan ikinci kuşağın lehine olarak iktidardan kendiliğinden ve uzlaşma yoluyla çekilmesi durumunda kaçınılmaz olarak gerçekleşecek bir senaryo değildir.44 Bu durum, Cezayir’deki siyaset alanının, neden ikinci kuşağın mevcut iktidarın reforme edilmesi talebiyle üçüncü kuşağın radikal değişimler isteyen talepleri arasında git gel yaşayan bir iç çekişmeye tanık olduğunu bizlere açıklar. Bu ikilik, göreceli olarak uzun sürebilir. Ancak kesinlikle Cezayir’deki iktidarın genç kuşaklara geçişi, tarihi çözüm biçimini kararlaştıracak olan bir aşamaya ulaşacaktır. 7. Geçişin şartları: Objektif ve subjektif faktörler Bu araştırmanın birinci bölümünün bitimine doğru, Cezayir’deki siyasi geçişin, bazılarına kısmen işaret ettiğimiz özellik ve koşullarıyla birlikte, diğer bütün faktörlerden bağımsız gerçekleşmediğini hatırlatmakta fayda var. Geçişe her zaman yardımcı olmayabilen belirli tarihsel, siyasi şartlar mevcuttur. Biz bu koşulları biri objektif diğeri subjektif olmak üzere ikiye ayırdık. Bize göre, bunlardan ilk kısmının büyük bir bölümü yardımcı unsurlardır, değişime doğru ilerleyen yolda olumlu katkıları bulunmaktadır. Öte yandan subjektif şartlar geçiş işlemine yardımcı olmaz, Cezayir’de yapılması gerekli reformların tamamlanmasına engeldir. Bu durum, okuyucuya Cezayir’deki reform sürecinin yaşadığı tıkanıklık hali hakkında bir fikir verebilir. Her şeye rağmen, objektif şartları, bize göre siyasi geçişin makul ve uygun koşullarda gerçekleşmesini sağlayacak üç ana başlığa ayırabiliriz. Bu koşullardan biri ülkenin mali durumuyla ilgili, diğeri Cezayir’in yakın dönem siyasi tecrübesi ve bundan alınan derslerle ilintili, üçüncüsü ise medyada ve bazı siyasi merkezlerde dile getirilen “Arap dünyasındaki olayların Cezayir üzerinde etkisi yoktur” şeklindeki yaklaşımların aksine, Cezayir üzerinde güçlü bir baskı yaratan uluslararası koşullar ve Arap ülkelerinin içinde bulunduğu durumdur.45 Cezayir’in yaşadığı, finansal kriz (ekonomik değil),46 ilk bakışta geçiş işlemine katkısı olan bir faktör gibi görünmektedir, zira karar sahibinin, geçişin hemen ardından yapılması mümkün olan tercihlere, finansal durumun etkisinden duyulan endişeye ya da yabancı baskısına boyun eğmeksizin ekonomik ve toplumsal kararlar alınmasına izin veren bir faktör olabilir. Buradaki çelişki, objektif bir şekilde yürütülen finansal durumun, geçiş işlemini engelleyen bir faktöre dönüşebilmesidir. Ocak 2011’den itibaren Arap dünyasındaki iktidarlar, mevcut sosyal durumun değiştirilmesini değil aynen sürmesini sağlamak amacıyla sosyal ya da ekonomik reformlar yapmak yerine sorunların özüne inmeyen, sadece bir takım kanuni ya da şekli değişikliklerle yetinen, “sosyal rüşvet” mantığını çağrıştıran bir takım toplumsal politikaları uygulamaya koydular.47 Bu nedenle de Arap dünyasındaki toplumsal başkaldırı dinmek yerine daha da gemi azıya aldı, taleplerini artırdı. Öyle görünüyor ki ekonomik ve toplumsal reform politikalarına başvurulsa bile genellikle belirli toplumsal gruplar için yapıldığından, Arap devrimlerinde halkların toplumsal taleplerin ucu açıktır.48 Diğer geçiş şekillerinin başarılı olmasında objektif olarak katkıda bulunan faktörlerden biri de 10 yıldan fazla bir zaman boyunca iç savaş yaşamış ve bu zaman diliminde 200 bin vatandaşını kaybetmiş bulunan “Cezayirlilerin zihniyeti”dir.49 Bu zihniyet, Cezayir’deki siyasi ve toplumsal tartışmanın kalitesiyle ölçülebilecek ve büyük bir pazarlık gücüne sahip siyasi, sosyal ve ekonomik yaklaşımlar yerine ideolojik ve kültürel tercihleri önemseyen bir zihniyettir. Halbuki, Emmanuel Todd’un “Toplumun Antropolojik derinliğinin kışkırtılması”50 dediği şeyle irtibatlı olması nedeniyle, bu pazarlık gücü, 90’lı yıllarda hakim olan ideolojik yaklaşımlarda neredeyse sıfıra yakın olmuştur. Çözümlenmesi uzun zamansal süreçler gerektiren ideolojik ve kültürel sorunsallardan uzak objektif bir yaklaşımı, Cezayir’in 2011 Ocağından itibaren tanık olduğu protesto hareketlerinde dile getirilen taleplerde görmek mümkündür.51 Bir diğer gösterge de dil, kimlik ve din meselelerine önem veren bu kültürel taleplerin benimsenmesinde son derece uzman olan siyasi parti ve hareketlerin maruz kaldığı zaafta da görmek mümkündür. Medya alanında da bu tür yaklaşımların geçersiz olduğu görülmekte. Özellikle de toplumsal taleplerde yaşanan dönüşümden sonra,52 kadın, kimlik ve (ki 80’li yılların sonlarında 90’lı yılların başlarında güçlü bir şekilde tartışılan ancak şimdi ortadan kalkmış bulunan) bütün kültürel tartışmalarda da aynı şey geçerlidir. Son olarak geçişi mümkün kılacak objektif şartlar çerçevesinde 2011 yılının başlarından itibaren hakim olan Arap ve uluslararası boyutu hatırlatmakta fayda var. Cezayir, sanki durağan hiçbir şeyden etkilenmeyen yapıya sahip bir ülkeymiş ya da her şey burada güllük gülistanlıkmış gibi, Arap ve Mağrip ülkelerinin dışında kalması mümkün değildir.53 Arap dünyası ve uluslararası yapı, bölgede tek başına kalan, uluslararası ve bölgesel düzeyde kuşatılmış bir yapıya dönüşmesini önleyecek siyasi reformlar yapması için Cezayir siyasi düzenine baskıda bulunan iki farklı faktördür. Okuyucu, reform ve siyasi geçişe katkıda bulunabilecek faktörler olarak nitelediğimiz şeylerin, Cezayir’de siyasi düzenin aynen devam etmesi için yapılan sosyal yardımların sosyal rüşvete dönüşerek, bazı durumlarda geçişi zorlaştıran ve reformu engelleyen şeyler olduklarını göreceklerdir. Arap dünyası ile uluslararası boyutun, Cezayir’de siyasi geçiş kararına olumsuz etkileri olabilir. Tunus’ta ve Mısır’da devrim sonrası süreçte seçimleri İslamcıların kazanması, Cezayir rejiminin mevcut durumun olduğu gibi sürdürülmesine neden olmaktadır. Zira benzer süreçten geçen Cezayir, 90’lı yıllarda büyük bir şiddet sarmalına girdiğinden aynı tecrübeyi yaşama korkusuyla hiçbir şekilde değişim ya da reform sürecini başlatmak istememektedir. Libya’daki durum şüphesiz, yabancı askeri müdahale nedeniyle Tunus ve Mısır’dan farklı olarak Cezayir üzerinde olumsuz etkisi olacaktır. Bu komşu ülke, Cezayir vatandaşlarının endişe kaynağı haline dönüşmüştür. Buradan Cezayir’de reformların hayata geçirilmesinde zaman faktörünün ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bütün bu değişkenlerin orta ve kısa vadede bu noktayla bağlantılı unsurların etkili olması beklenmektedir. Reform ve geçiş işlemine yardımcı olması beklenen objektif şartların, az önce de belirttiğimiz gibi tam tersine bir engel ve statükonun devamı için bir gerekçe olabileceğini gördük. Öyleyse nasıl bir tablo oluşacak? Subjektif şartlar dediğimiz faktörlere geçersek, bunların tamamının reforma ve geçiş işlemine yardımcı olmadığını görürüz. Bu da Cezayir’in siyasi geçiş ve siyasi reformların gerçekleştirilmesinin karşı karşıya kaldığı sorunları bizlere göstermektedir. Kolaylaştırıcı olmayan bu subjektif şartlar arasında Cezayir siyasal sistemi ve yürütme mekanizmalarının bulunduğuna inanmıyoruz. Cezayir siyasal sistemi, Tunus ya da Mısır tarzı bir siyasal sistem değildir. Başkan Buteflika’nın, 2004 yılından bu yana sivil karar merkezi olarak yetkileri Cumhurbaşkanı lehine genişletmişse de, buradaki siyasi düzen, Bin Ali’nin ülkeden kaçmasına ya da Mübarek’in koltuğundan çekilmesine benzer şekilde, sadece bir unsurunun kalkmasıyla değişecek bir düzen değildir. Siville askerler arasındaki ilişkilerin özellikleri, reform ve değişim lehine olmayacaktır, zira fiili karar sahibi olan askerler, salt sivil unsurların değişmesiyle değişecek değildir. Hatta sivil unsurların şahıslar düzeyinde bir değişim gerçekleştirmesi mümkün olsa bile, bu, hiçbir zaman sivillerle askerler arasındaki kurumsal ilişkilerin değişeceği anlamına gelmez.54 Bu durum, mevcut düzenin ve uygulama mekanizmalarının ömrünü uzatmakta, şahısların ve kurumların hesap verme imkanını azaltmakta, şeffaflığın koşullarını zayıflatmakta, insanlara sorumluluklar yüklemektedir. 55 Bütün bunlara, partilerin zayıflıklarını, doğrudan eyleme inanan halk siyasi kültürünün varlığını eklediğimizde Cezayir’de resmi siyasetin dönüşümünün oldukça zor bir senaryo olduğunu görürüz. Subjektif şartlar çerçevesindeki ikinci unsur ise, bir kısmına bu araştırmanın birinci bölümünde değindiğimiz, bölünmüş haliyle Cezayir’de orta sınıfın özellikleri ve rollerine ilişkindir. Her ne kadar bu gruplar halk kökenlerine sahip olsalar da kültür ve dil düzeyinde bölünmüşlerdir. Daha önce ikinci siyasi kuşağı ele alırken ifade ettiğimiz gibi, kendisini çıkmaz bir yola götüren içinde yetiştiği şartlar nedeniyle bu gruplar, reformun başlatılması noktasında aktif bir rol üslenmeyeceklerdir. Yapmış oldukları tercihlerden zarar görmeleri nedeniyle bireysel çözümlere başvuracaklardır.56 Bu çözümler, göç, 90’lı yıllarda kültürlü ve eğitimli sınıfın yaptığına benzer bir tavırla Cezayir’i terk etmek, içe kapanma ve toplumsal meselelere ilgi göstermemek şeklinde tezahür etmektedir. Aynı şekilde “halk”ın korku ve kaygı içine düşmesi, siyasi ve kültürel tercihlerinin neye yol açacağını anlamadan yapılan bir taleple, siyasi ve toplumsal çevreden kendisini koruması için ordudan yardım istemesine neden olmuştur.57 Halbuki, reformun ve değişimin mantığı ikinci kuşağın ana direği olan grupların üçüncü kuşakla daha fazla bağ kurarak, zorlukları aşmayı, bu orta sınıf mensubu grupların egemen olduğu sendika ve parti gibi kurumlarda genç kuşakla daha fazla buluşmalarını gerektirir. 2011 Ocağında patlak veren gösterilerde dikkat çekici bir şekilde gözlemlendiği gibi ikinci kuşağın acziyeti halen sürmektedir.58 Ülke içinde yaşanan toplumsal hareketleri derinlemesine anlamaya yanaşmamış, buradan siyasi ve toplumsal anlamda bir ders çıkarma yoluna gitmemiştir. Bu durum, orta sınıfların hakim olduğu siyasi partilerin ve korporatist (sadece belirli grupların çıkarlarına hizmet eden sendikal) mantığa bağlı kalan bağımsız sendikaların59 dile getirdiği bir yetersizliktir. Bu olgu, devletin “toplumsal rüşvet”i yaygınlaştırarak belirli bir para akışının yaşanmasını sağlamıştır. Yaşanan bu durum, Cezayir’i Körfez ülkelerindeki tabloya kısmen yaklaştırmış, orta sınıflar ve bu sınıfların hakimiyetindeki sendikalar ve siyasi kurumlar, önemli toplumsal taleplerin yerine getirilmesi ve siyasi düzenin reforme edilmesi için hiçbir şey yapmamıştır.60 Bu bağlamda, ikinci kuşak üyelerinin sahip olduğu özel yere işaret etmek gerekir. Ordudaki teknik ve günlük idari işlerin yürütülmesini üslenmekle birlikte, siyasi karar alma mekanizmasına hala hakim olabilmiş değildir. Genel olarak siyasi karar, birinci kuşağın tahakkümündedir. Ordu bağlamında bu mesele giderek önem kazanmaktadır, zira ülkedeki siyasi geçişin sağlanmasında ordu üzerine büyük görevler düştüğü düşünülmektedir. İyileştirici bir güç, yetişme koşulları, sahip olduğu ilişkilerin düzeyi, yaşça büyük yönetici kuşağın ona bakışı, bir alt kuşakla ilişkisi, bütün bunlar, Cezayir’de şu ana kadar devam etmekte olan ordunun siyasi hayata müdahaleden elini çekmesi ve profesyonel işleyişe geçişinin temini bakımından objektif anlamda katkıda bulunabilecek hususlardır. Bu yönelim orta dönemde orduyu ideal çözüme yaklaştırabilir. Birinci kuşakla ikinci kuşak arasında gerçekleştirilmesi beklenen siyasi geçişe ilişkin birinci senaryo gerçekleşmediği taktirde, doğal olarak ordunun başka roller yerine getirmesinin beklendiği ikinci senaryo gündeme gelecektir. Bu senaryoya göre 90’lı yıllarda olduğu gibi toplumsal hareketler tarafından değişime zorlandığı taktirde ordu ile bazı halk grupları arasında çatışmanın meydana gelmesi kaçınılmazdır. Bunun anlamı, ordunun siyasi rolünü sürdürmesidir ki bu durum, içerisindeki ikinci kuşak üyelerini memnun etmeyecektir. Zira kendisi bunu yapmayı “öğrenememiştir”. Bu da yaşça büyük birinci kuşağın üyelerinden küçük bir grubun,ordunun çeşitli kademelerinde bulunan uygulayıcı ve teknik anlamda donanımlı ikinci kuşağın aleyhine siyasi kararı tekellerine almaları demektir. Değişim lehine olmayacağına inandığımız üçüncü subjektif veri, “halk siyasi kültürünün özellikleri” olarak isimlendirdiğimiz, radikal ve eşitlikçi talep olarak gördüğümüz şeyle ilgilidir. Bu kültür, kendisini doğrudan eylemle ifade etmeyi tercih eder. Cezayir toplumu, tarihî bir anın yaşandığı sömürgeciliğe karşı mücadele döneminde, bir varlık gösteremeyen orta sınıf ve elit tabakayla, hareket ve eylem kabiliyetini bütünüyle yitirmiş kuşak karşısında, kendi adına konuşması gereken siyasi partilerin ve orta sınıfın fiyasko yaşadığı bir dönemde, halk güçlerine alan açılmasıyla mesele halledilmiş ve sonuç alınmıştır. Bu durum, Cezayir’deki kurtuluş devriminin, Tunus ve Fas’la karşılaştırıldığında sahip olduğu radikalliği ve halkçı doğasını bizlere açıklar. Zira bu iki ülke, Cezayir’in yaşadığı uzun bir sömürgecilik dönemini yaşamamış, yerli burjuvazi, ulusal harekete hakim olmayı ve bu hareketin kendi çıkarlarına hizmet etmesini sağlamayı bilmiştir. Orta sınıfın bölünmüşlüğü ve pasifliğine karşın Cezayir halkının siyasi kültürü, siyasi partiler ve sendikalar gibi halkçı toplumsal hareketlerle buluşmasını imkansıza yakın derecede zor bir durum haline getirmiştir. Buluşmanın gerçekleşmemesi, krizde olan Cezayir’de reform ve değişim projelerini kuvvetle etkileyecektir. Hele hele, iktidarı elinde tutan devrim kuşağının, ülkeyi bir çıkmaza sürükleyecek kadar işlerin kötüye gittiği bir ülkede yönetimi bırakmaya yanaşmaması, durumun iyice içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olabilir. Son olarak, Cezayir’deki değişim krizi, bir kez daha bireysel çözümlerin ve toplumsal eyleme inançsızlığın tercih edildiğini göstermektedir. Kişisel sorunları dışında başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen, olaylara karşı ilgisiz Cezayirli insanı konu alan şarkıcı Ba Aziz’in “bugün hiçbir şeyi takmıyorum” (je m’en fou) ifadesinde de kendini bulduğu gibi, bu olguyu hemen hemen Cezayir’deki bütün kuşaklarda gözlemlemek mümkündür. Partilere üye olmaz, cami yerinde evinde namaz kılmayı tercih eder, gazete okumaz, söylenen hiçbir şeye güvenmez, zira o da bu da hepsi yalan ve Cezayir deyişiyle “hikaye”dir. Doha Institute sayfasından dünyabülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu 1 Karl Mannheim , Le Problème des générations (1928), trad. Gérard Mauger, (Paris : Nathan, 1990). Emmanuel Todd ,Youssef Courbage, Le rendez –vous des civilisations , (Paris : éd. seuil et la république des Idées , 2007). Emmanuel Todd , La diversité du monde : famille et modernité , (Paris : éd. seuil , 1999). 3 Emmanuel Todd, Youssef Courbage , Le rendez –vous des civilisations, (Paris, éd. Seuil et la république des Idées , 2007), p. 73. 4 a.g.e. 5 Karl Mannheim , Le Problème des générations, Op. Cit., P. 7. 6 Ibid., p19. 7 Bu grubu, 1954 yılının Kasım ayında Kurtuluş devriminin ilan edildiği 22 Grubu’nun toplantısını düzenleyen şahsiyetler temsil etmektedir. Muhammed Budiyaf, Kerim Belkasım, Diduş Murad, el Arabi bin el Mehdi bu grubun üyelerindendir. Dışarıda düzenlemiş olması nedeniyle toplantıya katılamayanlar olmuştur, örn: Hüseyin Ayet Ahmet ve Ahmed Bin Bela. 8 “Demokratik Özgürlüklere Destek Hareketi” (Daha önceki Halk Partisi) içerisinde kriz meydana geldi. 1953 yılı Nisan ayında Parti’nin ikinci Kongresi sırasında belirli eğilimler ortaya çıkınca, partinin merkez idare konseyiyle başkanı Musali el Hac ve taraftarları arasında anlaşmazlık belirdi. Bağımsızlığın gerçekleştirilmesi için silahlı mücadele yöntemine inanan bir grup savaşçı, bu anlaşmazlıkta tarafsız kaldılar. Bu sorunun ortaya çıkmasına neden olan rahatsızlığın aşılmasına karar vererek 22 kişinin katıldığı bir toplantı düzenlediler ve devrimi başlatma kararı aldılar. 9 Muhammed Harbi ya da Mahfuz Kaddaş gibi milli kurtuluş hareketinin bu dönemini inceleyen bir çok Cezayirli tarihçiye atıfta bulunmak mümkündür. 10 Bu çatışma salt siyasi olmamıştır, devrimin başladığının ilan edilmesiyle birlikte özellikle de Fransız topraklarında silahlı çatışmaya dönüşmüştür. Musali’nin kuvvetleri bu çatışmada hazır bulunmuşlardı. Daha fazla bilgi için bkz: Benjamin stora , Messali Hadj : Pionnier du nationalisme algérien, (Paris, éd. Hachette, 2004). 11 Gerçekte hatta Ocak 2011 olaylarından sonra da Cezayir’de başka bir siyasi sisteme geçişin gerekliliği üzerinde bir konsensus bulunmaktadır. Ulusal Demokratik Topluluk Partisi’nin liderleri gibi bazı resmi çizgideki siyasi güçler, Cezayir’in 1988 yılında monist bir yapıdan pluralist bir yapıya geçişi gerçekleştirdiğini, başka bir geçişe ihtiyaç olmadığını düşünmektedir. Cezayir’de bağımsız siyasi partiler, periyodik seçimler, bağımsız bir medya vardır. Dolayısıyla iktidarın yeni kuşaklara devrine gerek yoktur. 12 Tarihçi Muhammet Harbi’nin eserlerine başvurulabilir: Mohamed Harbi, Aux origines du fln:, le populisme révolutionnaire en Algérie , (Paris : Christian Bourgois, 1975). Mohamed Harbi, Le FLN : mirage et réalité, des origines a la prise du pouvoir 1975/62, (Alger : éd. NAQD/ENAL,1993). 13 Cemiyet, 1931 yılında kurulmuş, ulusal hareket içerisinde bağımsızlık yanlısı oluşumla (Halk Partisi, sonra demokratik Özgürlüklere Destek Partisi) olan rekabetlerine ve çatışmalarına rağmen, faaliyetlerini kültürel, dini ve eğitim-öğretim gibi alanlarda yoğunlaştırmışlardır. Ancak bu hareket, özellikle de bağımsızlık sonrası dönemde, Cezayir ulusalcılığının fikri ve siyasi muhtevasına müthiş etkiler yapmıştır. 14 Ferhat Abbas’ın 1930’lu yılların başlarında kurduğu partilerin temsil ettiği liberal hareket. Bağımsızlık sonrası halkçı ve ulusal siyasi hareketlerin hakim olduğu bu dönemde, fikri ve siyasi etkileri, elitizmi ve halk derinliğinin olmaması nedeniyle zayıf kalmıştır. Hatta bu hareketin temsilcileri bir dönem iktidara katılmışlardır. Önce Farhat Abbas, ardından da Ali Bumencel ve Kayid Ahmet, 1962’de bağımsızlığın ilanının hemen ardından yönetimde meydana gelen tartışmayı kesin bir sonuca kavuşturan Tilmisan grubuna katılmışlardır. Örgütsel siyasi faaliyet bu unsurların mevcut tutum ve siyasetlerden memnun olmadıklarını ifade etmelerini engellememiştir. Nitekim daha sonraki süreçte bu unsurların çoğu iktidardan uzaklaşmış ve çeşitli şekillerde muhalefetlerini ortaya koymuşlardır. Abbas, 1963 yılında parlamento başkanlığından istifa etmiş, Bumencel siyasi faaliyetten uzaklaştırılmış, Kayid Ahmed, Bumedyen’den 70’li yılların başında ayrılmıştır. 15 Komünistler, Kurtuluş Devrimi sırasında dahi siyasi bağımsızlıklarını korumaya çalıştılar ancak bu konuda fazla bir başarı elde edemediler. Komünistler, bağımsızlık sonrası dönemde işçi hareketi, sendikalar ve bazı kentli orta tabaka üzerinde etkiliydiler. Yeni kurulan Cezayir devletine bir çok kadro verdiler. Bazı eleştirilerine rağmen genel olarak mevcut siyasi düzene destek verdikleri tek parti döneminde sendika, üniversiteler, medya gibi bir takı yerlerde etkili bir varlıkları mevcuttu. 16 Nacer Djabi, kaidi lakhdar : Une histoire du syndicalisme algérien; entretiens , (Paris : Chihab éditions, 2005). 2 17 Annie Rey-Goldzeiguer , « le monde du contacte : une fausse charnière » , In : Aux origines de la guerre d Algérie 1940/45. de mers –el kebir aux massacres du nord –constantinois , (Alger : casbah éditions Alger 2002), pp. 75/102. 18 René Galissot (sous la direction ) , Algérie: Engagements sociaux et question nationale : De la colonisation à l'indépendance de 1830 à 1962 Dictionnaire biographique du mouvement ouvrier : Maghreb, (Paris, les éditions de l’atelier le maitron, 2006). 19 Cezayirlilerin, Tunus ve Faslılarla karşılaştırıldığında sahip oldukları oldukça engin sendikal tecrübelerine rağmen, ulusal hareketin içinde bulunduğu kriz nedeniyle milli sendikaların kuruluşu 1950’lerin sonlarına kadar sarkmıştır. 20 1920’li yıllarda Fransa’da kurulan Kuzey Afrika Yıldızı Partisi, Cezayirlilerin partiye hakim olmasından önce lider kadrosuyla, yapısıyla ve tabanıyla Fransa’da yoğun olarak bulunan Faslılara ait bir partiydi. Ancak bu durum, Faslıların parti içerisindeki işçi, öğrenci hareketleri içerisindeki etkinliğini sürdürmesine engel olmadı, ancak daha sonra, Fas ve Tunus’un bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Mağrip’teki her üç devletin kendi kabuğuna çekilmesiyle birlikte bu dönem kapanmış oldu. 21 Bir çok televizyon ve sinema çalışması, yeni dünyayla adaptasyona girmeden ekonomik durumunun iyileştiğine tanık olan, kente yeni gelmiş köylünün kimliği ve şahsiyetini ifade etmeye çalışmıştır. Bu çalışmalarda söz konusu köylünün hoş olmayan davranışları da yer almıştır. 22 Örneğin, şu anki Devlet başkanı Abdülaziz Buteflika, 1962 yılında Bağımsızlıktan hemen sonra Gençlik Bakanı’ydı. Bu görevi üslendiği sırada o yirmi beş yaşını geçmiyordu. (1937) doğumluydu. Aynı durum hükümet başkanlığına, Savunma Bakanlığı’na ve daha önce daha henüz otuz yaşına bile gelmemişken Genel Kurmay Başkanlığı’na yükselen Bumedyen için de geçerlidir. 23 Cezayir Anayasası, 73. maddesinde Cumhurbaşkanlığına aday olan herkesin, aday, 1942 öncesi doğumluysa 1954 Devrimi’ne katılmasını şart koşar. Şayet aday, 1942 sonrası doğumluysa anne babasının devrime karşı mücadele etmediğini ispatla yükümlüdür. Bu şartlar, kuşakların tavırlarını belirleme noktasında bir kriter olarak, Kurtuluş Devrimi’ne katılıma ne kadar önem verildiğini göstermektedir. 24 Sömürge döneminin sonlarına doğru, özellikle de büyük kentlerde eğitim yaygınlığının göreli olarak iyileşme belirtisi göstermesi, bu kuşağın eğitimden daha üst düzeyde yararlanması sonucunu doğurmuştur. 25 Cezayir’deki siyasi seçimler olgusu hakkında özellikle de çoğulculuğa geçişten sonraki döneme ilişkin yaptığımız çalışmalar, açıkça Cezayirli siyasetçinin, erken dönemde geldiği kentin sakini olmakla birlikte birinci kuşaktan olduğunu göstermiştir. Ancak o, adaylığını kentten göstermeyi reddederek yıllar önce ayrıldığı köyü ya da kasabayı tercih etmektedir. Bu da onun fiiliyatta halk tabanı olmayan bir siyasetçi olmasına yol açmaktadır. Bu durum, seçimlere girerek bir maceraya atılan bu tür bir siyasi elitin doğurduğu felaket sonuçları açıklamaktadır. Daha fazla ayrıntı için bkz: Abdünnasır Cabi, el İntihabatu’d Devle ve’l Müctema, (Cezayir, Darü’l Kasba, 1999). 26 Cezayir’deki yerleşimci sömürgecilik ve onun yarattığı çarpıklıklar, Arapçaya din ve ideolojiyle bağlantılı kutsal bir mekan atfedilmesine neden oldu. Fransızca ise iş dünyasının ve çağdaşlığın dili haline geldi. İki dilin kazandığı farklı konumlar, aynen bu dili konuşanların toplumsal konumlarına da yansıdı. Arapça bilenlerin nasibine, daha sonraki dönemde din ve ideolojiyle ilgili her şey düşerken, Fransızca bilenler üretilen politikaların uygulanmasını ve alt yönetim işlerini üslendiler. Bu kurumsal özellik arz eden iş bölümü, memur ve öğretmenlerin, teknokrat ve uygulayıcılardan uzak kalan Kurtuluş Cephesi Partisi’ne egemen olmasına yol açtı. 27 Daha fazla bilgi için bkz: Nasır Cabi, el Cezayir: ed Devletü ve’n nuhabu ve’l harekatu’l ictimaiyye, (Cezayir, Daru’ş Şihab, 2008.) 28 1990 yılında alınan çoğulcu döneme geçiş kararının uygulamaya konmasıyla birlikte en etkin ve aktif sendikalar kamu sektöründe (özellikle de sağlık, eğitim ve idare) alanında kuruldu. Bu sendikalar, başta ücretler sorunu olmak üzere maddi taleplerde bulunarak ülkede ciddi karışıklıkların çıkmasına neden oldular. 29 Bu durum bir çok parti ve kişilerin Cezayir hükümetinin 2011 yılında başlattığı siyasi istişare döneminde anayasa ve yasaların günlük uygulamalarıyla kurumların günübirlik işletimleri üzerinde yoğunlaşmalarına neden oldu. Siyasilerin bir çoğunun ifadesiyle bu kanun ve anayasaların günübirlik uygulamalarına ilişkin düzenlemeler eksiklikleri ya da üstünlüklerine bakılmaksızın hiç uygulama alanı bulamadı. 30 90’lı yıllarda uygulanan açılım siyasetinden sonra ortaya çıkan sanayi ve hizmet sektöründeki kurumların büyük bölümünün arkasında kamu sektöründeki aktif sektörlerin başında bulunan alt yöneticileri bulunmaktaydı. 31 Bu kuşağın üyelerinin çoğu, özellikle de 90’lı yıllarda güvenliğin ortadan kalkmasıyla birlikte toplu olarak ülke dışına göç etti. İleri yaşlardaki kuşağın çocukları çok zor koşullarda göç ettiler. Söz konusu şartlar bu kuşağın üzerinde ciddi psikolojik kırılmaların yaşanmasına neden olurken bunların bir kısmı Kanada, Avustralya, Amerika, İngiltere gibi Cezayirlilere yeni göç alanları açmış oldular. 32 Bu görüşe ilişkin daha ayrıntılı bilgi için daha önce el Cezair mine’l hareketil ummaliyye ile’l harekati’l ictimaiyye, (Cezayir, el Mahedu’l Vatani li’l Amel, 2002) adıyla yayınlanan şu çalışmamıza bkz: “el Cilu ve’l Usturatu’s Siyasiye evi’l ebu ‘el faşil ve’l ibnu’l ‘kafiz’ 33 Cezayirli aile, kentte çocuğu için okul, yetişkin kadın ve erkekleri için çalışacak yer bulabilir. Kurtuluş devrimi sırasında köyler büyük tahribata uğradığı için köylere nazaran kentlerde çok daha iyi yaşam koşulları bulabilir. Kalkınma politikalarının köye yansıması oldukça geç dönemlerde olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. 34 Genç kuşağın, genç kuşağın gazete okumaması, spor gazetelerini tercih etmesi ve siyasi konuları konuşmaması, bu kuşağın, yönetici kuşağın resmi siyasi söyleminden uzaklaştığını ortaya koyan önemli bir göstergedir. İkinci kuşak ise Cezayir’deki bu medya araçlarının en büyük tüketicisi hatta kısmen de üreticisidir. 35 Cezayir’deki İhvan hareketi, sola çok benzer. Eğitimin umumileşmesinden en çok yararlanan ikinci kuşak orta sınıfın egemen olduğu bir yapı arz etmektedir. Islahatçı ve tedrici bir siyasi faaliyet metodu benimsemektedir. Bu nedenle radikal protesto hareketleriyle bir yakınlık içerisinde olması mümkün değildir. 36 Başkan Şadli bin Cedid, 80’li yılların ortasından itibaren yeni ve daha zengin bir din siyasetine dönüşü benimsedi. İhvan’a yakınlığıyla bilinen Muhammed Gazali ve Yusuf el Karadavi gibi bazı alimlerden yardım istedi, onlar da ülkeye gelerek Cezayir üniversitelerinde uzun süre dersler verdiler. Bunu yaparken, bağımsızlıktan bu yana kendi içine kapanmış olan tekke ve zaviyelerle olan ilişkisini geliştirdi, bunların açılmasına izin verdi. Abdülaziz Buteflika da Cumhurbaşkanlığa geldiği 1999 yılından itibaren dikkat çekici bir biçimde aynı siyaseti benimsemiştir. 37 Cezayirlilerin Cumhurbaşkanlarının görev süreleriyle ilgili anlattıkları meşhur bir fıkra vardır: “Bumedyen döneminde eğitim görmeyen hayatı boyunca eğitim göremez, Şadli döneminde zengin olmayan hiçbir zaman zengin olamaz, Zerval döneminde ölmeyen hiçbir zaman ölmez!”. Fıkra devam edip Buteflika dönemini kapsasaydı acaba onun hakkında ne derdi? 38 Daha fazla bilgi isteyenler, Cezayirli sosyolog Dr. Cemal Kureyd’in, “klasik faktör yaşlılar” olarak adlandırdığı kuşağın yetişmesi ve yaptıklarıyla üçüncü kuşağın genç üyeleri arasında yaptığı karşılaştırma ve analizin ayrıntılarına başvurabilir. Djamel Guerid, L’exception algérienne : la modernisation a l’épreuve de la société, (Alger : Casbah éditions, 2007), pp. 188-242. 39 Üçüncü kuşağın teknik tercihleri farklılık ve çeşitlilik arz eder. Belden aşağı konuları gündeme getiren Ray müziğini de, ahlaka sıkı sıkıya bağlı Berberi şarkılarını da, dini kaside ve ilahileri de dinler hatta bu kuşak içerisinde ciddi manada müziğin her türlüsünü reddeden ve onunla mücadele edinmeyi kendine şiar edinmiş önemli bir grup da vardır. 40 Son dönemlerde hükümetler, devrim kuşağından mücahitlerin konuşmacı olarak katıldığı, üniversite ve lise öğrencilerine yönelik fikri ve siyasi panel ya da konferansların düzenlenmesine başvurmuştur. Ancak öğrencilerin bu tür organizasyonlara ilgi göstermemesi, hükümetin askeri ve polis okulları gibi öğrenim kurumlarından öğrencilerin bu etkinliklere zorla getirmek zorunda kalmasına neden olmuştur. 41 Cezayir ailesi içerisinde eğitimde başarılı olmuş, ve toplumsal olarak başarının merdivenlerini tırmanmış ikinci kuşağı temsil eden ağabeylerle derslerinde başarısız olan kardeşleri arasında bir çok çatışma gözlemlenmiştir. Bu ilişkiler, iki kuşak arasında aile ortamı içerisinde yardımlaşmayı ortadan kaldırmaz. Bu aile ortamı, toplumsal politikaların iflas ettiğine dair güçlü algıların oluşmasıyla birlikte üyelerinin ekonomik, siyasi ve psikolojik olarak misyon yükledikleri bir yer haline gelmiştir. 42 Cezayir milli takımının Güney Afrika’da düzenlenen 2010 Dünya Kupası maçlarındaki başarı, bağımsızlıktan sonra genç nesille devrim kuşağının ilk kucaklaştığı ve barıştığı nadir anlardan biri olmuştur. Bu maçtan sonra Cezayir bayrakları ülkenin her yanını kaplamış, bu nedenle Cezayir’deki hakim sınıf, vatana bağlılığı konusunda hakkında şüphe duyduğu genç kuşağa bakışını yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştır çünkü bu kuşağın halen Cezayiri sevdiğini ve vatanına bağlı olduğunu gözleriyle görmüştür. Geçmişte ise bu kuşak pakında onun vatana bağlılığını sorgulayan sözler gerek resmi siyasi düzeyde gerekse medyada sürekli işleniyordu. 43 Suikastlardan önce, Cezayir’de bu kuşağın üyeleri arasında, fanatik dini grupların mücahitlere karşı eylemlerinin etkisiyle birbirine hitap ederken sesler yükseldi. Çünkü onlar yaptıkları cihadın karşılığını devletten almışlardı. Bu ise cihadın faziletini kaybettiren bir şeydir. Dinin hükümlerine göre cihad sadece Allah yolunda olur, geçici dünyevi çıkarlar için değil. 44 Siyasi geçiş ve kuşak meselesini, Fransa-Cezayir ilişkilerinin ayrıntılarında bulmak mümkündür. Fransız eski Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, 2010 Şubatı’nda yaptığı “Devrim kuşağı yönetimde olduğu sürece CezayirFransa ilişkilerinin iyileşme göstermeyeceği” yönündeki açıklaması, Cezayir’de büyük protestolarda bulunulmasına ve bu ülkeye yapmayı planladığı ziyaretin iptaline neden olmuştur. 45 Cezayir’de Resmi medya, büyük bir kriz içerisindedir. Öncelikle resmi medya kuruluşları, 1988 yılında Cezayir’de bir siyasi geçiş tecrübesi yaşadığını, bunun bedelini çok ağır ödediğini dolayısıyla bir kez daha denemenin yararı olmadığını düşünmektedir. Ekim 1988 olaylarına yaklaşımı resmi medyanın önceden böyle değildi. Aynı şeyi bugün de yaşıyoruz, resmi medya 2011 Ocağında yaşanan olayları farklı şekillerde vermeyi sürdürüyor. Bazen serserilerin yasadışı bir şekilde düzenlediği karışıklıklar, bazen bazı gıda fiyatların indirilmesi gibi meşru taleplerin dile getirildiği gösteriler, son olarak da Cezayir’in bir çok kentinde sirayet eden bu gösterileri tamamen siyasi hareketler olarak ele almıştır. Bunun ardından Cumhurbaşkanı ciddi siyasi reformların gündeme getirileceğini ilan etmiştir. Reform konuları arasında 1992 yılından bu yana uygulanan olağanüstü halin kaldırılması, anayasada ciddi değişiklikler, seçim ve partiler kanunuyla dernekler yasasında yeni düzenlemelere gidilmesi, hükümetteki siyasilerle istişarelerin başlatılması gibi konular yer almaktadır. 46 Cezayir basın kaynakları (el Watan gazetesi 28 Temmuz 2011) döviz rezervlerinin 160 milyar dolara ulaştığını açıklamıştır. Ayrıca Cezayir’in dış borçlarının tamamını önceden ödeyerek kapattığı bilinmektedir. Ekonomik ise kayda değer bir iyileşme göstermemiştir, ülke ekonomisi halen %98 oranında petrole dayanmaktadır. Üretim sistemi bütünüyle dağılmış, tarım, turizm ve hizmet sektörüne ise şu ana kadar ciddi bir şekilde el atılmamıştır. 47 2008 yılıyla karşılaştırıldığında memur maaşlarında %100 düşüş yaşanmaktadır. Gençlere kendi küçük işlerini kurmaları için kredi verilmiş, on binlerce konut sembolik ücretlerle vatandaşlara kiraya verilerek dağıtılmıştır. Ücret artışları, üyelerinin satın alma gücünün artırılmasını isteyen sendikalarla ciddi bir diyalogla birlikte gerçekleştirilmemiş, mezkur artış kurumların işleyişlerinde bir iyileşmeye neden olmamış, ücretlerdeki artış sosyal bir sözleşme ile hakların ve sorumlulukların belirlendiği bir çerçevede gerçekleşmemiştir. Önemli olan eldeki mevcut finansın belirli toplumsal kesimlere akışının sağlanarak geçici de olsa satın alma gücünün artırılmasıdır. Sosyal sözleşme, varlıklarının ve farklı düşünme haklarının meşru görüldüğü taraflarla diyaloğu gerektirir. Bunu ise mevcut egemen siyasi yapı kabule yanaşmamaktadır. 48 İşçilerin sınıfsal taleplerinin yanında gençler, bazı kentlerde, kentlerin arka mahallelerinde ve protestoların ulaşabildiği köylerde, sosyal konutların dağıtımı, susuzluk ve işsizlik gibi konuları gündeme getirmek için toplumsal ve ekonomik bir çok protesto hareketine öncülük etmektedir. 49 Bu rakam, özellikle de Cumhurbaşkanı Buteflika’nın yaptığı bir konuşmadan sonra yarı resmi bir rakam haline gelmiştir. Ekonomik etkisinin 20 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Onbinlerce aileyi etkileyen zorunlu göç, kadınların ve çocukların uğradıkları cinsel saldırılar ve tecavüzler gibi diğer sosyal ve psikolojik boyutlar ise sessizce geçiştirilmektedir. 50 Emmanuel Todd, Après l’empire, essai sur la décomposition du système américain, (Paris : éd. Gallimard, 2004), p79. 51 Fransızca yayın yapan El Watan gazetesi, Ocak 2011’den itibaren patlak veren süreç içerisinde Cezayir’deki toplum polisinin her iki saatte bir bir olaya müdahale ettiğini yazmıştır. Bunun anlamı, ayda 555, günde ise 18 gösteri yapıldığı anlamına gelir. Bütün bu protestolar, milli servetin dağılımı, konut sorunu, işsizlik ve su gibi meseleleri gündeme getirmektedir. (Bkz. El Watan gazetesi, 9 Haziran 2011). 52 Eğitimli orta sınıfın bölünmesi, burada açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır, Örneğin Arapça olarak yayınlanan gazeteler, Fransızca yayınlanan gazetelerin aksine bu tür konular üzerinde daha fazla durmaktadır. 53 Fas’ta mütevazi anayasal reformların üst limitinin bulunması, Cezayir Parlamentosu’nun 2011’in sonunda onayladığı kanunların metinlerinde ortaya çıkmaya başlayan, anayasal ve yasal reform sürecine olumsuz etkileri olmaktadır. Başka ülkelerde olan biten olayları takip eden kamuoyunun baskısıyla Cezayir ve Fas rejimleri aralarındaki rekabet eskidir. 54 Cezayir rejiminin özellikleriyle ilgili daha fazla ayrıntı için Cezayir siyasi sisteminde karar alma mekanizması ile ilgili yaptığımız ortak çalışmaya bkz: Nasır Cabi, Nevin Sa’d (editör), Keyfe Yusnau’l Karar fi’l Enzımeti’l Arabiyye (Arap rejimlerinde kararlar nasıl alınıyor?) Beyrut, Merkezi’d Dirasati’l Vahdeti’l Arabiyye, 2010. s.9146. 55 Bakanların da içinde bulunduğu üst düzey sivil yetkililerden bir çoğu, kendilerinin, karar alma mekanizmasına katılmadıkları için rejimin hatalarından sorumluğu olmadığına inanıyor. Bunu eski başbakanlardan Seyyid Ahmed Gazali, Şefik Misbah ile yaptığı röportajda bunları dile getiriyor. Gazali, Cezayir’deki bir gazetenin kendisiyle yaptığı röportajda, bu durumu Fransızlarla işbirliği yapan Cezayirlilere benzetmeye cüret edememiştir. Sid Ahmed Ghozali, Questions d’état : entretien avec mohamed chafik mesbah, (Alger : casbah éditions, 2009). 56 Bireysel çözüm eğilimi Cezayir toplumunda üçüncü kuşağın temsilcisi olan gençlerin de içinde bulunduğu çeşitli gruplar için egemen bir tutum haline gelmiştir. Bunu daha önce selefiliğin, uyuşturucunun, intiharın ve gizli göçün yaygınlaşmasıyla ilgili konuda dile getirmiştik. Orta sınıf ise bireysel çözümü tercih eden gruplar içerisinde başka bir türü temsil etmektedir. O, Batılı ve Körfez ülkeleri gibi müreffeh ülkelere göç etme şeklinde tebarüz eden kendi yaşam standartlarıyla uyumlu tercihler yapmaktadır. Bu, değişimin toplu bir şekilde gerçekleştirilmesi projesinin ne kadar zor gerçekleştirildiğini yansıtan bir durumdur. 57 Kentli orta sınıfa ait bu eğitimli kesim, toplumsal konumunu yeniden üretmek için, özellikle eğitimin Arapça yapılmasının ardından mezunlarına güvenmediği ve terörist yetiştirmekle itham ettiği devlet okulları yerine, özel okulları tercih ettiler. Buradan hareketle Cezayir’deki eğitim sistemi üzerinde yaşanan mücadeleyi daha iyi anlayabiliriz. 58 Bu, bu tarihten önce toplumsal hareketler olmadığı anlamına gelmez. 2011 Ocağından sonraki dönemi sadece model olması ve protestoların yoğun olarak yaşandığı bir dönem olması nedeniyle seçtik. 59 Sadece, (Cezayir İşçi Sendikaları Federasyonu’nun doktorlar, profesörler, hemşireler ve pratisyen hekimlerle ilgili kollarının bulunduğu) merkezi sendika yapısına ek olarak en az dokuz sendikanın faaliyet gösterdiği sağlık sektörünü örnek olarak alabiliriz. Bütün bu grupların doktorların yaptığı türden uzun bir grev dönemi geçirmiş, iki ay boyunca grevlerini sürdürmüşler, caddelerde yürümüşlerdir. Ancak sendikaların kendi aralarındaki bir işbirliğiyle gerçekleşmemiş, bu nedenle sağlık sektörünün içinde bulunduğu sıkıntılar gündeme getirilmediği gibi sektörde yaşanan sorunların ülke sathında yaşanan sorunlarıyla ilişkisi de ele alınmamıştır. 60 Bu eğitimli orta sınıfın kendine ve rejimle olan ilişkilerine bakışı, son yıllarda Cezayir’de meşhur olmuş bazı çalışmalara müracaat ederek daha iyi anlaşılabilir. Bu kitapların bazısı, 1989-1992 yıllarında Merkez Bankası eski Başkanlığı görevini yürütmüş olan Abdürrahman Hac Nasır gibi bu teknokrat grubun temsilcilerinin tanıklıklarını içeren biyografik çalışmalardır. Kitabın önsözünde yazar bu hisleri şu kelimelerle ifade etmiştir: “Bunları altmışlı yaşlarımın başındayken yazıyorum. Gerçekten her gün aşağılanma hissediyorum. Cezayirli bir vatandaş ve Cezayir elitinin bir üyesi olarak hissediyorum bu aşağılanmayı. Benim yaşımda olan birinin hayatı boyunca çalıştığının meyvesini devşirmesi ve rahat bir hayat yaşaması, çocuklarının geleceğini garanti altına almanın verdiği keyifle yaptığı işlerden hoşnut olması beklenir. Ancak fiiliyatta müthiş bir fiyasko hissi sürekli beni yoklamakta. Bu hisse kapılan tek kişi ben değilim, bütün bir halk benimle bu kanaati paylaşıyor. İşte Cezayir’in paradokslarından biri de burada yatıyor. Bu, mahrum halk kitlelerinin ya da rejimle çatışma içerisinde olanların duyumsaması gayet normal olan bir his. Ancak, bu hissi karar alıcıların da duyumsadığını ve hatta ranttan en yüksek payı alanların da hissettiğini görüyoruz ki bu çok daha garip ve vahil bir durumdur. İşte Cezayir’in farkı bu. En azından görünüşte karar alma gücüne sahip ve rejimin işleyişinden yararlanan insanlar, bu rejimi eleştirenlerin başında geliyor. Gerçekten çok gülünç bir durum…” Abderrahmane Hadj -Nacer, La martingale algérienne : réflexion sur une crise, (Alger : éditions Barzakh, 2011).