çelebiler geçiyor - akbaşlar köyü web sitesi

Transkript

çelebiler geçiyor - akbaşlar köyü web sitesi
ÇELEBİLER GEÇİYOR
Araştırma-Şiir
FEYZULLAH KIRCA
Gelişim Sanat
1. Baskı / Temmuz 2013
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Gelişim Sanat Kültür Merkezi
Haşim İşcan Mahallesi 1304 sk. No.34 Antalya // 0 242 247 66 58
Baskı ve Cilt: İrem Matbaacılık İvedik Organize Sanayi 5588 sk. No:4
Yenimahalle / ANKARA
ISBN: 978-605-5281-13-7
*5846 sayılı yasaya göre eserin tüm yayın hakları yazara aittir.
www.gelisimsanat.net
Feyzullah KIRCA
e-posta: [email protected]
Tel: 0 535 875 1924
ÇELEBİLER GEÇİYOR
Araştırma-Şiir
FEYZULLAH KIRCA
Gelişim Sanat
4
ÖNSÖZ
“Çelebiler Geçiyor” tarihin sinesinden, taklar altından, akça kavukları
ve sırmalı kaftanlarıyla, divit, hokka ve mürekkepleriyle; çoğu kadı,
kâtip, müderris olmuş, sarayın en üst noktasında yönetenlere yakın olmuş bizim Çelebilerimiz var ki; onlar zeytin yapraklarıyla donatılmış
ışıklı ve cümbüşlü taklar altından ağır ve vakur adımlarla geçip gitmekteler.
Devlet-i ebed müddet’in, koskoca Osmanlı’nın asırlarca ayakta durmasını sağlayan bu âlim, feyizli, bilgili, kültürlü insanlar, o sultan ve
şehzade gösterişlerinin, öykülerinin gölgesinde kalmışlardır. Gölgede
kalan tarihin, gölgesini aralayan ağır başlı, ciddi ve sevgi yürekli Çelebilerini anlatalım istedik. Kimisi seyyah, kimisi edebiyat.ı, tarihçi, vakanüvis, müderris, hattâ doktordu Çelebilerimiz.
Elinizde tuttuğunuz bu eser, sahasında ilk ve tek eserdir ve aslında bir
Gülce projesidir. Başta Evliyâ Çelebi olmak üzere, bizim tarihimizde ne
kadar gelmiş-geçmiş çelebi var ise her birini ele almaktadır.
Bir kısmı babadan oğla akseden, kalabalık ve köklü sülâleler ki Kınalızadeler buna örnektir, okumuş, başta Kur’an, Hadis ve diğer İslâmî
bilgilerle hukuksal bilgilerle yetişmiş olan Çelebilerin çoğunluğu kadılar teşkil etmektedir.
Bizim tarihimizde bir de Mevlâna sonrası, Mevlâna dergâhında postnişin olan, dergâhı kurallar çerçevesinde yöneten, çekip çeviren,
Mevlevî semâ âyinlerini yöneten Çelebilerimiz de apayrı bir yer tutmaktadır. Yazarımız, bu eserinde Mevlâna Çelebilerini çoğunlukla nesir diliyle nakletmiştir. Ve sonra, Sultan Yıldırım Beyazıt Han’dan sonra şehzadelerin Çelebileşmesi de bizim öz tarihimizin önemli bir
isimlendirmesidir ki, bu eser bu hususları da yansıtmaya çalışmıştır.
Konuyu derinlemesine araştıracak, tarih ve edebiyat araştırmacılarımızın bulunacağına yürekten inanıyoruz. Araştırmacı şair Feyzullah
Kırca, manzum-nesir arası, nesiri manzumlaştırmaya çalıştığı bu eserinde, kendine özgü, adeta “çelebice” bir üslup tercih etmiştir.
Sahasında önemli bir boşluğu dolduracak olan bu eserden dolayı teşekkürler Feyzullah KIRCA diyoruz...
Gelişim Sanat
5
…Çelebi dost, çelebi terbiyeli, çelebi bilge
….Ve çelebi müjdelenmiş insan demek.
…...Çelebi, hoş görü, barış, sevgi
……..Çelebi baştanbaşa destan demek.
Birer birer yan yana
Ellerinde bin eser
Ders vererek insana
Geçiyor Çelebiler.
Bayraklaşıp tarihten
Osmanlıdan, ta ilkten
Evet, tıpkı sen ve ben
Geçiyor Çelebiler.
Kavuklar başlarında
Bugünde ve yarında
Her çağın esrarında
Geçiyor Çelebiler.
İlim, ahlâk ve edep
Gülce olaya sebep
Yanyana, el ele hep
Geçiyor Çelebiler.
Evliyâsı, kâtibi
Kimyacısı, tabibi
Severek her garibi
Geçiyor Çelebiler.
Üstünde kaftanları
Canda canın canları
Yazarak destanları
Geçiyor Çelebiler.
6
EVLİYA ÇELEBİ VE SEYAHATNAMESİ
Çelebiler geçer tarihin sahnesinden
Kavuklar, kaftanlar içinde...
Bir zarafet, bir letafet, inceden birer musiki...
En çok divit yakışır ellerine,
En çok gül açar tebessümlerinden
Ülkeye, gönüle, göze, çağlar üstüne...
‘‘Dost’’ demek, ‘‘terbiyeli, bilge’’ demek çelebi.
......Çelebi var çelebiler içinde
.........Gezer, durmadan gezer halâ
..............İlden ile, köyden kente, yaza çize...
Gülce düşsün güle, goncalaşıp dilimize
Anlatayım onu, anlatayım şimdi size...
*
Şefâat diyecekken
Seyâhat deyiveren
Dili hoş güzel Türkçe
Evliya Çelebimiz.
Bize bizi anlatan
Asırları ağlatan
Büsbütün güzel vatan
Evliya Çelebimiz.
*
Çelebilerden bir çelebi
...Evliya Çelebi,
.....Yirmi beş martın bin altı yüz on birinde
......Soğuğunu hissettiren bir kış gününde
Yağar gecelerden sehere bir İstanbul yağar
Haber kuşları Boğaz’da müjdeli gagalarla
Sulara dokunur, sulardan bin güneş doğar…
O günlerden kalma
…Solgun fotoğraflar içinden…
.......İstanbul’un nadide semtlerinden
.........Unkapanı’ndaki baba evinde
7
............Sanat ve sinemanın merkezinde...
................Açtı gözlerini Çelebimiz.
Açtı gözlerini, fani dünyaya
Verdi selâmını, ol mâsivaya
Gökte aya, yerde ışığa, suya
Masum gülücükler
Sağdı zaman
Uykusuz bir seherden…
Saray kuyumcularının başıydı
.....”Derviş Mehmet Zıllî Efendi” derlerdi babasına…
.......Lâ sesiyle her duvardan çinilerin dünyasına
......Zikir yağdı zikir, elifleşen renklerin sinesinden
.......Müjdeli haberler geliyordu İstanbul’dan Kütahya’ya
.......Aşktı tüten, çini çini, motif motif lâlelerden
…...Sevdaydı dökülen gökle yerden…
Aslen Kütahyalıydı Mehmet Zılli Efendi
Müjdeli haberlerde “Geldi bir oğul“ dendi
Türkü bile söyledi, üstelik neşelendi
Akasya kokusuydu türküsü gökle yerin.
*
Medrese öğrenimini aldı İstanbul´da
....Evliya Çelebi,
.......Daldı müzik ve yazı dersine
……...Hâfız oldu Kur’ an-ı ezberleyip,
………..Sonra bir de şairliğe özenip
………....Sarıldı kalem ile kâğıda...
Böyledir işte kâğıtla mürekkebin kokusu
Girdiğinde ciğere, yüreğe ve akıla
Çıkası değil…
...............Kâğıt kalem tutkusuna yakalanır Çelebi
…………..Başkaca hiçbir şeye
……………..Bakası değil.
........................Yanar, kâğıt kalemle yanar,
…………………Yazmak bir tutku
……………………Bir aşktır kâğıdın teni
………………………Bir kurşun yarasıdır divitin ucu
8
………………………..Bir hoş olmuştur bizim Çelebi
……………………………Ayıkası değil….
Öğrenir el sanatlarını teker teker
Arapça, Farsça ve Rumcayı ilmik ilmik söker
Ana diliyle birlikte
....Tam dört lisan…
.........Çelebiler çelebisi,
..............Sanki dört güzel insan…
Dünyanın seyyahı zat-ı muhterem.
Hiç evlenmeyip; der: ‘Ben ki gezerken
Bakamam evime, yakışmaz bana
Hayat deryasında böyle yüzerken...’
*
Sesi de
Çok güzel olan
Evliya Çelebimiz,
Güneşli güzelce bir günde
Bin altı yüz otuzun da içinde
Bulunduğu bir zamanın can evinde
O güzelim sesiyle, hem de kadir gecesinde
Gönülleri mest eden ta ki bir huşu derecesinde
Yanık sesiyle mukabele okur Ayasofya Cami’inde.
Dördüncü
Sultan Murat han
Dedi:’Kimdir okuyan
Yüreğiyle sesler dokuyan
Deyin hele yanık sesli şakıyan
Harika sesiyle gönülleri okşayan?’
Söylendi hemen padişaha:‘Evliya Çelebi’.
Yeni ferman geliverdi, çelebi bir oh çekiverdi.
Sanki yüzyıllarca umutlu gözlerle bekledi bu haberi.
*
Silâhtar Melek Ahmet Paşa
....Aracı oldu
........Girsin diye genç yaşında bir işe...
.............Böylece oluverdi bizim Çelebi,
9
...................Devlet kapısında “muhasip-memur”.
‘Kocacığım’ der idi, Melek Ahmet paşaya teyzesi
Ahmet Paşa değil yabancısı, aslında eniştesi.
Bu han kapısı değil, saray kapısı bilesin,
Tokmağından anlarsın, nakışlarından bilirsin
Biraz heybetli, biraz mağrur...
Dört yıl hesap kitap olunur,
...Sipahiler bütçesinin son sayfasında
....Çelebimizin ismi okunur.
*
Kendi ifadesine göre gecelerden bir gece,
Bir gece tatlı uykularından birinde
Birinde uykularından birinde gördüğü bir düşünde
Düşünde vardı, erişti
Erişti Ahi Çelebi adındaki camiye
Camiye girince Nebi-yi Muhterem’i gördü
Gördü ki; sahabe pür dikkatle dinler
Dinler birde, görünmez yaratılan cinler
Cinler hayran ki Muhammed’e, Evliya durur mu?
Durur mu yapışır öpmeye mübârek ellerini,
Ellerini öperken diyecek,
Diyecek ‘Şefaat ya Resul Allah!
Lâkin heyecandan
Heyecandan dolanmaz mı dili?
Dili dolanınca demiş
Demiş ‘seyahat ya ResulAllah! ’
Allah’ın şefkatli Ulu Peygamberi Ahmet
Ahmet Nebi dualar etti açıp avucunu
Avucunu çevirdi sonsuz göklere
Gökler ki göklerin göklerine
Ulaştırır bu yürek isteğini
İsteğine ulaştı, bu mutlu ve kutlu rüyanın ertesi
Ertesi gün başladı gezilerine Evliya Çelebi’miz...
Çelebimiz, içimiz, dışımız, rengimiz, sesimiz
Sesimiz ‘önce dünya kenti İstanbul’ dedi
10
Dedi ve tüm camilerle türbelerini gezdi
Gezdi kahvehane, divanlarını ve tüm afakı çevresini
Çevresini dolaştı güzel ve gülen şehir İstanbul’un...
İstanbul ve çevresinde gördüklerini
Gördüklerini ve öğrendiklerini bir özenle
Özenle ve düzenle defterine geçirdi.
Geçirdi ve yenisini yazmak için
Yazmak için boş sayfayı çevirdi
Çevirdi yolunu Bursa, İzmir ve Trabzon’a
Trabzon’un yemyeşil yaşanası yaylalarına
Yaylalarında akan sulardan içti kana kana
Kana kana buz gibi soğuk sulardan içerken
İçerken doğanın harika güzelliğine oldu şahit...
Şahit oldu on dokuz yaşında yürüyerek
Yürüyerek İstanbul’un çevresini
Çevresini gezip karış karış dolaştı
Dolaştığında gördü ihtişamlı güzellikleri
Güzellikleri tatlı sohbetlerinde anlatırken
Anlatırken oturup bunları yazdı, yazdı deftere
Defter ki, nakış nakış sevdalanmış, okunmaya yazmaya
Yazmaya başlayınca, bir ırmak yüreğinde çağlamaya başladı
Başladı ünlü SEYAHATNAME böylece oluşmaya.
*
(E)vliya Çelebi’ye artık açılır bütün kapılar
A(V)rupa’dan Afrika’ya bil cümle dünyaya
Me(L)ek Ahmet Paşa sadrazamdır çünkü saraya
Tay(İ)n edilince birde, Rumeli beylerbeyliğine
Yürü(Y)üp onunla birlikte, yol aldı beyliğe
Seyah(A)te dönüştü askeri seferler, resmi görev ve elçilikler.
(Ç)ok yeri gezip görme imkânı buldu böylece
G(E)zilerinde doldu Osmanlıyla, sevgiyle doldu sinesi
Kü(L)tür, sanat ve inceleme hazinesi...
Gel(E)nek ve göreneklerin yanında halkın her türlü öznesi
Üslû(B)u tatlı, sanat, yaşayış, folklor, inanç ve neşe
Getir(İ)r dile, seyahatnamesi gerçek tarihçe...
11
*
İnsanlığın dostuyum der, Çelebimiz Evliyâmız
Yüzyıllardır mühim kaynak, değişmeyen dünyamız.
On büyük ciltte toplanan, enfes Seyahatnamesi
Kültür, sanat ve dünyanın, inceleme hazinesi
Ahmet Yesevî‘ye gider, soyumuzun silsilesi
İnsanlığın dostuyum der, Çelebimiz Evliyâmız
Yetmiş senelik bir hayat, yaşanmıştır dolu dolu
Ömrünün elli yılını, destan etmiş Anadolu,
Üç yüz yıl önceki dünya, gösteriyor sağı-solu
Yüzyıllardır mühim kaynak, değişmeyen dünyamız.
*
‘Şefaat’ diyecekken;
....’Seyahat ya Resul Allah!’ diyen birisi daha var mı?
…....Bu ince kelam, bu leziz dil
...........Söyleyin çağımızda,
................Acep yeniden doğar mı?
Doğar mı yollarını erim erim eriten
Doğar mı ışıklarla şehirleri dirilten?
Mesafeyi yenen, bıkmadan, usanmadan
Doğar mı bir daha, Çelebice bir insan?
Sanki sohbet yapıyor
Kentleri anlatıyor,
Geziyor, dolaşıyor
Evliya Çelebimiz.
Yollarda kervan kervan
Kale, cami, hamam, han
Eşi bulunmaz insan
Evliya Çelebimiz.
Kimi zaman hanlarda, hikâyeler dinledi
Yürüdü kervanlarla, çöllerde serinledi
Kinle işi olmadı, sevgi, dostluktur dedi
“Gelimli gidimli dünya,
Ah gönül, vah gönül” gördünya;
.......................................Bu gerçeği sen de
12
Sen de gel, sen de gör, dünya...
Değişik kültürlerden, insanlarla tanıştı
Zengin konaklarına, konuk oldu karıştı
Yüce dağ başlarında, harabe kalelerde
Uçsuz bucaksız bozkır, ya bahar, ya da kıştı...
Yıkılmış surları
....Ölçtü adımlarıyla.
.......Bin bir çeşit nesneyi tartıp geçti eliyle
…......Engin denizlerin ucundaki,
.............Liman kentlerine düştü yolu.
..................Çağlar öncesinin kralları,
.....................Sultanları
………………Sanki onunla arkadaştı;
Anlattılar öykülerini,
Söylediler türkülerini
Onlarla orada yoldaştı
Derledi dinledi; dinledi derledi
....Oya gibi beynine işledi,
….....Kıssadan hisse dedi,
................Satırlara işledi.
Bilinmiyor asıl adı
....Dünya onu “Evliya Çelebi” diye tanıdı
.......O ki bizim Osmanlının
…......Zamanı, mekânı aşan
..............Hudutsuz hâfızasıydı.
*
Örf,
Adet,
Yaşayış,
Dolaştığı
Tüm mekânlara,
Çarşı pazarlara,
Görkemli binalara
Ünlü şahsı simalara
Ve tanınmış tarihçilere
13
Has
Lisan,
Samimi
Üslubuyla,
Meraklı biçim
Ve incelemeyle
Zaman da kurâmeyle
Enfes de mübalâğaya
Yer verip nakşetti esere.
Köy
Şehir
Kasaba
Ayırt etmez
Dolaşır gezer.
Bazen at üstünde,
Ne bulursa onunla.
Süzer imbikten zamanı
Sırlı aynalardan kurtarır,
Kalem ucuyla anılar dizer.
Bir
Roman,
Görülsün,
Çok istenen,
Macera sanki…
Sürükler okuru.
Nakledilir yüz yıl
Tüm bir yaşantısıyla
Göz ekranından serilen
Güzel güzel emek verilen
Bu
Büyük
Bir eser
Sair devlet
Ve halkların
Dikkatini çeken
Üzerindeyse birçok
İncelenme yapılarak
On’dan fazla dile çevrilen.
14
Ünlü seyyah yer verir, güzel eserinde
Elli yılı kapsayan, bir zaman seferinde
Gezip gördüklerini, sergiler iken
Sanki resim çiziyordu, hem de yerli yerinde
Zamanların içinden
Geçen cümle olayı
Sanki görmüş geçirmiş
Söyler yazar,
Yazar kolayı, kolayı…
Günlük konuşma diline yakın
....Halkın bilip duyduğu;
….....Kolay söylenip yazılan
.............Ana sütü yerine koyduğu
.................Akıcı ve sürükleyici
......................Bir dili benimsedi.
Yer yer alaycı, birde eğlenceli
Görüp duyduğu, nice çok günceli
Yorup katışmış, ince düşüncesi
Çelebinin kalemi oy kalemi
Yazar olayı, olayı…
Öyküler, türküler, halk şiiri, söylenceler,
....Masal, mani, ağız, dil
........Halk oyunları, eğlenceler,
..........Giyim-kuşam, düğünlerde yanan kandil…
...............Daha daha niceler…
...................Komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar,
.........................Sanat ve zenaatda açan karanfil,
..........................Bayramlar, panayırlar, seyranlar
...........................Yok değil, sıra sıra “Defter-i Havadiste”
...........................İste,
...........................İsteyebildiğin kadar iste…
Not ediyor her şeyi
Menkıbe, efsâneyi
Ak sakallı Türkmen beyi
Evliya Çelebimiz.
15
En büyük gezginimiz
Ona bütün sevgimiz
Kaç yüzyıl rehberimiz
Evliya Çelebimiz.
Evliya Çelebi bu,
Çelebiler içinde bir çelebi,
Bizim Çelebi işte..
İnsanlarla ilgili bilgiler yanında,
Yörenin evlerinden, cami, mescit, çeşme, handan,
Saray, konak, hamam, manastır, kule, kale, surdan,
Kilise, havra ve sinagog gibi
Zamanın değişik yapımlarından
Söz ederken
Bütün bunların
Yapılış yılları ve onarımlarından,
Yapan, yaptıran, bakandan
Yapının çevresinden, çevrenin havasından,
Mekânın suyundan da söz eder.
......................................Böylece ele alıp konuyu
..............................Hem anlatıya getirir canlılık
....................Kazandırır çevreyle bütünlük, çok yanlılık.
............Değişik yöre insanlarının geçimlerine
Yaşama ve de davranış biçimlerine
Tarımsal çalışma ve eş seçimlerine
……….Süs eşyası türü ve takım şekillerine
……………Kadının süsü kına yakan ellerine
..............................Çalgıları ve aletlerine kadar ne varsa
......................................Geniş geniş yer verir.
Bir çok bölgelerinden ve yönetimlerinden
Eski aileler ve ileri geleninden
O dönemde yaşamış önder kişilerinden
Zamanın ünlü şair ve oyuncularından
...Çeşitli kademelerdeki görevlilerinden
....Ayrıntılı biçimde söz eder.
*
16
(S)eyahat name adlı bu eşsiz eserde
Ç(E)lebi gezdiği yerlerde geçen olayları
Ha(Y)atları anlatıp göz önüne sererken
Akt(A)rırken gözlemlerini
Seya(H)atlerindeki birikimlerini
Anlat(A)rak nüktedan bir şekilde
Gerçek(T)en coğrafi de bir kaynak olan eserinde
Kendisi(N)in gözlemlerini kaleme aldığı on ciltlik emeğinde
İstanbul’(A) ve civarına ayırdı birinciyi
Trabzon’u(M)uza ve 1640’larda gezdiği diğerlerine ikinciyi
Gözlemlem(E)ye devam ettiği yerleri için,
…………………….Diğerlerine döküverdi inciyi
*
Horona kaldırdı Trabzon’da ellerini
Ellerini bırakıverdi Kafkasya’da
Çerkezlerin oyununa
”Oyununa uyanık olup dur” dedi
”Dur! ” dedi ta o zamandan
Ermeni oyununa…
Oyununa eşlik etti Bağdatlı çocukların
Çocukların yüzmesini izledi Fırat çayında
İzledi Dalmaçya’da penguenlerin dansını
Dansını gördü Transilvanya’lı genç kızların
Kızların gelecekteki çeyizlerini Bosna da gördü
Gördüğü Macar seferinden sonra ki kırk bin tatarla
Kırk bin tatarla Baltık denizini boyladı
Boyladı, boy boyladı, seslendi dünyanın dört bir yanına.
Yanına yangın düştü, ocağına, canına
Canında yaprağını açtı Kâbe gülleri
Güller ki Mevlâ’yı çığrışır bülbülleri...
Bülbülleri, bunca zaman hasretiyle boyar göğü
Göğün en yüce katında iki cihan serverimiz,
“İzime gel çelebi, gel izime diyordu... “
Diyordu ya
Bizim Çelebi Kutsal topraklara koşarak gidiyordu.
Gidiyordu, gittiği yol, kutlu mu kutlu;
17
Kutlu beldede yeniden yeni oldu, yürüdü
Yürüdü sonra Mısır’ın muhteşem piramitlerine doğru
Doğruysa yol, hedefe kilitliyse bakış
Bakış ufukları boyar güvercin kanadında
Ve mağara önünde örümcek…
Örümceği tutamazsınız destan eder aşkını
Aşkını örer nakış nakış, işte bu en güzel gerçek.
Gerçek; fotoğraf gibidir, yalansız, yalın
Yalın ayak gezer takvimlerde bilemezsiniz.
Bilemezsiniz dostunuz değilse bir Çelebi
Çelebisiz mesafeleri silemeziniz…
*
...Tam on yıl döndü dolaştı Bizim Çelebi
Uzandı yolu oradan bir ara
Piramit piramit dertli Mısıra.
...On yılın sonunda,
Anadolu’nun toprağı burcu burcu kokuyordu
“Dön, gel bana! ” diye, mıknatıs gibi çağırıyordu
Gecelerden sabaha pul pul İstanbul yağıyordu
Piramitler üstüne Pul pul İstanbul doğuyordu
...Dayanamadı…
....Dayanamazdı
.....Nasıl dayansın ki, öyle değil mi?
...Nihayet döndü İstanbul’a
....Meğer toprağın çağrısıymış bu hasretlik
Zamanlardan bir koca dilim kesti
Sanki bir kâğıt parçasıydı esti
...Bıraktı kendini boğazın rüzgârına
....Ve kavuştu doya doya
.....Yaradan’ına…
*
Dosttur ona, başı dumanlı dağlar, büklüm büklüm akan yollar
Dosttur ona, han, hamam, kale, sur; bey, paşa, ağa, köle
Dosttur ona, camiler, kubbeler, kervan saraylar
Kütüphaneler, bilginler, âlimler dosttur...
18
Kısım kısım insanlar, çekik kaşlar,
Çeşitli dinler, inanışlar,
Göçler, öçler, kaçışlar,
Dosttur hepsine
Çelebi.
*
Bilmiyoruz Çelebi’nin, hangi zaman öldüğünü
....İstirahatgâh yurdunun,
….....Nerede bulunduğunu da bilen yok…
................Yetmiş bir yıl yaşamış, öyle yazar kayıtlar
Bin altı yüz seksen iki, yılının güzel bir günü
Dünya kenti İstanbul’da, yummuş gülce gözlerini
Mevla’mızdan af dileyen, tevhit dolu sözlerini
Söyler şimdi bu dünyayı gezen yolcular, söyler:
...Ya seyahat,
....Ya şefaat
.....Ya ResulAllah!
...Unutulmaz defteri, unutulmaz elbet
....Okundukça insanlığın hafızası
.....O muhteşem eseri.
......“Söz uçar yazı kalır”, işte ispatı dostlar…
...Dedik ya:
Fakirin yoktu evlâdı,
Seyyah olmaktı maksadı
Yatan aslandan evlâdır,
Diyar diyar gezen tilki
Evliya Çelebi bir Türk,
Ünlü seyyahların ilki
*
19
SEYAHATNAMEDEN BAZI BÖLÜMLER
Viyana’da Bir Hastanın Ameliyatı
‘‘Bir
Mermi
Hastanın
Şakağında
Ta Viyana’da,
Ölümse şafağında...
Nitekim hekim mermiyi
Alma işine başladı da
ılık ılık ter aktı alnında...
Ben izin istedim, hiç ses etmedim
Büyük bir merakla onları izledim.
Bir
Elde
Ustura
Diğerinde
Pamuklar dura,
Güven var Allah’a
Sonra da kul doktora...
Hastanın alın tasından
Alın tasının ortasından
Deriyi sağa ve sol tarafa
Soydu aşağı doğru yukarısından.
Bir delik açtı başın yan tarafından...
Bir
Demir
Parçayla,
Kaktırarak
Kafatasının
Kemiğini ise
Diğerinden ayırdı...
20
Testere gibi dişleri
Birbirine geçmiş kemiğin
Arasından bakmaya çalıştım.
Mendille tuttum ağzımı sıkıca
Doktor bana ‘niçin kapattın deyince’
Ben
Dedim
’Hapşırır,
Hastanıza
Zararım olur’.
Deyince doktora;
…………….‘Doktor olmalıymışsın’
Dedi gül veren sesiyle,
Ardından kurşunu çıkardı.
Temizledi yerini süngerle.
Sonra kemikleri eski yerine
Birleştirip deriyi de kapadı.
Yüzlerce at karıncası getirdiler
Bir
Güzel
Derinin
Birleştiği
Yerin üstüne
Teker teker koyup
Karıncalar bitişen
Deriyi dişler dişlemez
Doktor kesiyordu belinden
Kapattı deriyi baştanbaşa
Ameliyat eriverdi son başa
Birkaç hafta sonra iyileşti adam.’’
*
21
Erzurum’un Soğuğu
Bir dervişe demişler, geliyorsun nereden?
‘Beyaz kar rahmetinden’ deyivermiş cevaben.
O diyar nerde denmiş, sonra bunu deyince.
‘Erzurum’dur insana, zulüm olan soğuktan’
.........................diye eklemiş...
...Demişler...
....Güngörmüş, edindiği tecrübeyle,
.....Sözlerini örmüş,
......Alaycı insanların gözlerini görmüş.
.......Aksakallı dervişe;
Rastladın mı orada, hiç yaza kim ki ermiş
‘‘On bir ay yirmi dokuz, gün kaldım’ dedi derviş
Halk gelecek dedi hep, ben hiç yaz göremedim
Orada görmüşüm ben, beyazlar içinde kış’’
...Demiş bizim derviş,
....Belki de ermiş.
Başka bir fıkra da şudur:
.....‘Kedinin biri kara kışta
Bir çatıdan diğerine atlarken
Havada don tutup kala kalırken
Sekiz ay sonra buzlar çözülmüşte
Miyavlayıp yere düşermiş işte,
Gerçek! Bir kişi, elinde yaş varken
Bir demir parçası tutsa ki donar.
Eli demirden koparmak isterken
Mutlaka elin derisinden kopar’.
22
İstanbul Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi
Yetmiş oda, seksen kubbe, hizmet iki yüz kişilik
İpek altın işlemeli, bürümcek tüller gecelik
Biri hasta olsa hemen, hastaneye götürürler
Günde iki yemek ile bakıp ilacın verirler...
...Öylesine sağlamdır ki,
....O gün ki Vakfın kurallarında:
.....Mutfakta keklik, turaç ve sülün
......Kuşlarının eti bulunmazsa
.......Buluna mutlak güvercin, serçe ve bülbül’ün
Pişirilip de hastalara bol bol verile
Diye yazılıdır duvarda büyük harf ile.
...Hastanelerde akıl hastalarının iyileşmesi
....Hastalıklarının daha çabuk geçmesi için
Müzisyenlerle hikâye okuyucular göreve
Tayin edilmişti şahit oldum bu özel ödeve
*
İstanbul’daki Marifet Sahibi Üstatlar
Hezarfen Ahmet Çelebi ok meydanın minberine
Minberin üzerinden rüzgârın sert
Sert olduğu sırada kartal kanatlarıyla
Kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada
Havada uçarak talim edip uçtuktan sonra
Sonra Murat han dedi: ‘bir daha uç... ’
Uçtu Sarayburnu’ndaki Sinan paşa köşkünden
Paşa Köşkünden; Sinan paşa boğazı seyrederken
Seyrederken Galata Kulesinin tepesinden lodosla
Lodos rüzgârıyla kuş gibi uçarak
Uçarak Üsküdar’a varabilmişti Hezarfen.
23
Lagarı Hasan Çelebi’den de vereyim bir nükte haber
Haber vereyim Murat hanın Kızından
Kızının dünyaya geldiği mühim geceden...
Gece kurban keserek bayram ettiler.
Etti imal bu Lagarı Hasan, elli okka barutu.
Barut macunundan yaptı yedi kollu bir fişek,
Fişeğe bindi Sarayburnu’ndaki hünkârın huzurunda.
Hünkârın huzurunda çıraklar fişeği ateşlediler...
*
Allah’ a ısmarladık der, Lagarı hasan hünkâra
İsa peygamberi bulup, sohbet kurcam ben bu ara
Deyip göklere yükseldi, yanındaki fişekleri
Havadayken ateşleyip, deniz kavuşmuştu nûr’a
En yukarı çıkıp durdu
Bitirince son barutu
Kanat açıp, suya kondu
Yüzüp geldi, ol padişaha
...‘Padişahım İsa peygamber size selam söyler.’
....Diye başladı şakaya.
*
İstanbul Beyanındadır
Bu şehri İstanbul’ u da, Hazreti Süleyman şahın,
İlk önce kurmuşluğudur, söylenir ağzında halkın...
Türkler bu güzelim şehri, alsın diyen yüce Kur’ an
‘Kutlu belde’ sözcüğüyle, sanki Türk’e bunu söyler...
...Sözün kısası
....Türk gümbürtüsü
.....Türk görkemi, Türk velvelesi
......Türk debdebesi ve Türkün zaferi
.......Yoktur bu beldenin yeryüzünde bir benzeri.
........Yunan ve öteki tarihçilerin
24
.........İstanbul’un kuruluşu hakkında
..........Söz birliği ettiği hikâyesi
...........Peygamberin doğumundan bin altı yüz yıl önce
............Hazreti Süleyman insanlarla cinlere
Kuşlarla hayvanlara ve rüzgâra hüküm ederken
Bir padişah ki ona isyân edivereyim derken
Hazreti Süleyman onun ülkesine varıp erken,
Padişahı etti tutsak, oldu oda esirlerden
...Padişahın vardı, periler kadar güzel bir kızı
....Duldu Hazreti Süleyman
.....Başladı dünyevi aşka bir sızı...
......Eş olarak alınca bu güzeller güzeli kızı
.......Allah’ın emriyle kendisine oldu hayat güneşi
........Rumeli’nin illerine getirdiği ay yüzlü eşi
.........Şeytanın aldatmasıyla akar oldu gözyaşı
Sebebini sorduğunda, nebi hazreti Süleyman
Dile geliverdi kadın, söyledi ‘Ya Eminallah’
Bana bir saray isterim, olacak dillerde destan
Kalan ömrümde Allah’a, kul olacak ben inşallah’
...Diyerek ricada bulundu.
....Hazreti Süleyman kocası
.....Uzun araştırmaların sonrası
......Geldi İstanbul toprağına
.......Şimdi hünkâr bahçesi...
Sarayburnu mekânına otağı da kuruldu
Bir gecede suyuna ve havasına vuruldu.
Büyük bir sarayı çiçekli bahçeler içinde
Efsâne konusu, harika köşkler biçiminde.
Onun işlerinde çalışırdı cinler
İster istemez de, her emrini dinler
Bir dediğini de iki söylemezdi
Hazreti Süleyman öleceğin sezdi
Cinlere sezdirmeden
Bastona kestirmeden
25
Uyudu ebediyen
Çürümeden asası
Durmadı hep çalıştı
Cinler işe alıştı
Birbiriyle yarıştı
Çürüyünce asası
...Hazreti Süleyman’ın
....Cesedi yere düştü
.....Haberdar oldu cinler
......Peygamber ölmüştü.
*
Ölmeden önce
İstanbul’u görünce
Yaptı bir dua
Ayakta kalsın rüya
Şehir İstanbul
Olsun dedi İslam bol
*
...Sonuç olarak dua da:
‘Bu şehir, cihan yıkılıncaya kadar,
Bakımlı ve onarımlı ve payidar
...Kalsın.’ Dedi Süleyman.
....Der bizim Evliya Çelebi.
.....Ve ünlü seyahatnamesinde
.....Daha böyle on binlerce konuyla
......Hikâyeden bahseder.
26
(Şiir: GÜLCE-Buluşma)
HEZARFEN AHMET ÇELEBİ
Asırlar önce bir gün, ömürlerden bir ömür
Gülümseyerek bizi, komedyence güldürür
Çelebilerden biri, kuş gibi aya yürür
Durmadan hayâl eder, hayâlen uçak görür
On yedinci yüzyılda uçuk yaşayan
Dağlar gibi özgürce bir ruh taşıyan
Şelale olmuş, hep uçmaya çağlayan
Dikip gözünü, en yükseği arayan
……Hezarfen Çelebi,
……..Asıl adı Ahmet Çelebi hattı zatında
……….Hayatı hakkında
…………Çok fazla bilgi olmamakla beraber
…………..Vereyim ben size hemen, edeyim haber.
Dördüncü Murat’la aynı devirde yaşardı,
İçi boş bulutlara, özlem duyar bakardı
İçin içine sığmaz, çalışkandı, vakurdu
Ömrünü destan edip, taşırdı asırlara.
‘Muhtelif çeşit ilimde, çokta ederdi inkişaf
Sevgi dolu yüreğiyle, insana duyardı zaaf
Köpük köpük ihtişamla, dolu dolu bir şelâle
Uzaya yol bulmak ister, bulutları dele dele
………….Belki değiller akraba bile,
…………..Çelebiler kendince koca bir sülâle…
Hezarfen adı var ya ‘bin fenli’ manâsına gelir
Bu isim onun şahsına halk tarafından verilir
Aşk ve sevgiyle çalışır, ilim ve fenle dirilir
Ünün salar bilgin ismi, bil ki yorgun asırlara
Çelebimizdir Ahmet, bizim bir cevherimiz
Türkistan bir ilimiz, Farab da bir şehrimiz
……..Vardı güzel şehirde,
………. Hezarfen Çelebiden önce
…………Yaşayan kendisinden yıllar önce…
27
Örnek aldığı İsmail Cevheri
Maviye hasretti gözleri
Örnekti, bulunmaz sözleri
Hedefin bilir, söyler, söylerdi.
……………. Uçmayı denemişti, uçmaya ahla vahla…
………………Kollarına bağladığı düz iki satıhla
………………..Büyükçe bir iştahla
…………………Kuşlar gibi havada.
Denedi denemesine, efsunluca bir havada
Ol Nişabur camisinin uzunca minaresinden
Sahteden kanatlarıyla, kalkışmıştı uçmaya da
Muvaffak olamayınca, çakılmıştı ensesinden
…………Tarihçilere göre bu denemesinde
………….Uçamayıp, çaresizce düşmesi,
…………..Sebep olmuştu cevherinin ölmesinde
Ahmet çelebi, bir güzel uçmayı
Martılar gibi, kanadın çırpmayı
İstanbul’a kuş bakışı bakmayı
Hesapladı hep, inceden inceye
İsmail Cevheri’nin, örnek oluşlarını
Çeşit çeşit kuşların, gördü uçuşlarını
Havada süzülerek, gezip duruşlarını
Her hareketlerini, hayranlıkla izledi
……detaylarıyla gözledi…
…….İnceleme ve çalışmalarına
………Kanat vurup uçma çabalarına
………..Önce evinde başladı, özenle gizledi…
…………Bitirince de olabildiğince hızlı,
…………..Okmeydanı’ndaki yüksekçe yerlere
…………….Kartal kanatlarıyla
………………Uzanmak istercesine havadaki renklere…
………………..Rüzgarlı havalarda başladı denemelere.
Kurtulmak ister gibi, uykucu zincirlerden
Süzülmeye gül yüzlü, bir tebessüme doğru
Müspet neticelerden, gördü tecrübe erden
28
Nihayet büyük uçuş, yolu gülsûme doğru
………Hazırdı, göklerde kuş gibi uçacaktı
…………Balmumu kartal kanatlar yapacaktı
……………Kanatları kullanacak
………………Galata Kulesinden atlayacak
…………………Bir müddet uçtuktan sonra, yere konacaktı.
Uçardı uçamazdı, yalan ya da gerçekti
Merak eder padişah, mutlaka görecekti
Lodosluca bir günde, kat-i karar kılındı
Çelebice bir soluk, derin derin alındı
…………Galata kulesinin şerefesi üstünde
…………..‘Ya Allah bismillah’ dedi sesli sözünde
…………….Boşluğa bıraktı kuş gibi kendini…
…………….. Hızlı hızlı çırpmaya başladı,
……………….Balmumundan yapma, takma kanatlarını.
Hayret dolu bakışlar
Sonra sonra alkışlar
Arasında uçmaya
Çıktığında uç boya
……………… Martılar durup uçtu, eşlik için iki yanına
……………. Üsküdar’daki Doğancılar meydanına
…………..İnmeye muvaffak oldu da sağ salim
……….. Dedi ‘Yorgunluktan kalmadı mecalim
………Göçmen kuşlar onca yol uçarda gider
……Kilometrelerce yolu yorulmadan kat eder…
…Lakin uçmak çok güzel’ deyiverdikten sonra;
Dördüncü Murat’tan, mükâfatı kapar
Müslüman olarak, uzay çalışmasını
İlk başlatan bir Türk, olmaya koşmasını.
Belki düşünmeden, öncülükte yapar
Lakin bin fenli, elinden her iş gelen
Gökyüzünde kuşlar gibi uçabilen
Bir kişi korkulacak bir muhataptı
Sonra gelip tahtına oturacaktı
29
Diye bazı devlet ricalinin kurgulamasıyla
Sultan Murat’ında bu minvalde yargılamasıyla
Hezarfen Çelebimiz, hemen Cezayir’e sürüldü
Ömrünün kalan kısmında, sılaya ağlar örüldü
……………..Şu delice akan suların dili mi var
……………Ey ayyaş, kendine gel, biraz yaklaş
………….Bize öncülük eden çelebilerimiz var…
…………Sen, ben koca bir nesil duymasak ta;
………..Sessizliğin de kalbi var, o hep atar…
………Çünkü buna Hezarfen Çelebi gibi
……..Müşahhas mı müşahhas delillerimiz var…
İlim ve teknikte, ilerlemiştir günümüzde
Başka ülkelerin, çalışmaları önümüzde
Füzeye binipte, gezegenlere ulaşınca
Sapma var bizlerin, boş durduğu yönümüzde
İlim adamlarımız, bu çalışmalarıyla
Bilim ve fen dalında, hep yarışmalarıyla
Deve kuşu misali, başları kuma gömen…
Batacak ne bir gemi, düşünmez ne de dümen…
………Mazisine ısrarla sırt çeviren
……….Hazırı yemek için dağlar deviren
…………Bencillik edip birbirini haksızca sömüren
…………..Bizlere şöyle haykırmaktadırlar,
……………Haykırmaktadırlar ta asırlar ötesinden;…
‘Bu tecrübelerimizi, siz devam ettirseydiniz
Zevkine ve sefasına, aldatan fani dünyanın,
Kanmadan albenisine, hakikati görseydiniz
Gerçekleşmesi içinse, istenen büyük rüyanın
İstikbal göklerde diyen, sese kulak verseydiniz
Sizlerde pekâlâ çoktan, aya gidebilirdiniz…’
…….diye.
…Sonuç olarak;
……Hezarfen Çelebi’nin üç yüz sene önce
…….Yaptığı bu önemli tecrübe
30
………Uçarak aldığı harika netice
………..yıllardan beri ‘eller aya biz yaya’ tekerlemesini
…………Söyleyerek kendi değerlerini
Mazisinden habersizce, halkımızı küçümseyen,
Türkün öz değerlerini, hiçe sayan insanlara…
Hakikatin tokadıdır, yüzlere sessizce inen!...
Selam olsun Çelebice, tarihte ünü sanlara
Ruhun dizginlerini, al eline, al ve dur
Bak ayak izlerine, sana doğru geliyor.
Yollar vardır yol olur, şehirlere ulanır
Şehre uzaklaşınca, sislenirde bulanır
(Şiir: GÜLCE-Buluşma)
31
LAGARI HASAN ÇELEBİ
…İnsanın içini okuyan bir güneşin altında
….Bulutların sonsuzluğa yolculuğu vardı,
…..Gökle yer anlaşmış,
……Yağmur ha yağmış, ha yağacaktı,
……..Ve
Zaman:
Bin altı yüzlü yılların başlarında
Çelebilerden bir çelebi daha geldi
Bir adım attı çelebice faniliğe;
Hasan Çelebi’ydi bebeğe konulan ad
Hoş gelmiş, Safalar getirmişti,
………..Masumca bir gülümseme,
………..Çelebice baktı da baktı.
…Çelebi dost, çelebi terbiyeli, çelebi bilge
….Ve çelebi müjdelenmiş insan demek.
…...Çelebi, hoş görü, barış, sevgi
……..Çelebi baştanbaşa destan demek.
……Hasan Çelebi’nin lakabı da vardı
Anlamı zayıf, cılız ve de çelimsiz,
Her insan gibidir oda çokça aciz
Vardı yüreğinde sevdaya dair iz
Gizlerdi belki de esrarengiz bir giz
……….Belki de beslenmede yetersizdi, lagardı…
…Lâkin Lagarı Hasan Çelebi
….Bin altı yüz otuz üç yılında
…..Uzaya ilk çıkan insan olmayı başardı.
Siz nerden çıktı ki bu uzay
Nasıl oldu diye sormadan soruları
Gireyim hemen söze,
Haber vereyim size
Unutulan gerçekten,
Bahsedeyim biraz
Bizim dost çelebiden
32
……Lagarı Hasan Çelebi
……Lagarı, aman aman Lagarı
……Gözü gönlü daima
……Ufuklayın yukarı
Gerçek efsaneye göre, roketle dikey uçuşu
Başarıyla gerçek kılan, ilk insan Lagarı Hasan
Unutulmamalı füzenin ilk bulucusu o,
Ünlü bir bilim adamı, o bir Türk, roketle uçan
…..Füzeciliğin atası
……Hız, hava, bulutlarca özgür,
……..Uykusuz gecelerinin sonrası
……….Gök mavi atlas
…………Gök canda can,
…………..Gök, bir göz ile görünür…
Yorgun gözbebeklerinin, uykuya hasret olması
Bir şeyler yapabilmenin, umuduyla yorulması
Yetmiyordu bol bilgiyle, çokça şevkle dolması
Gerekiyordu mutlaka, bir maddi kaynak bulması
Çok zorlu ve uzunca, doğumun sonrasında
Ömürlük iç kemiren, bekleyiş arkasında
Dördüncü Murat han ki; Kızı Kaya Sultan
Dünyaya geldi diye, sevinçler ortasında
…Doğumun ebesi hekimbaşına
….Dedi “söyle isteğin nedir Allah aşkına?”
….. Dedi Hekimbaşına;
……‘Saye-i şahanede yoktur bir derdimiz
…….Cenabı Kibriya’dan ömrü şahanelerinizin
………Devamını dileriz’.
Dördüncü Murat han yine deyince
Mutlaka ki bir şey, de! İsteyince
Ol bu arzusunu yineleyince
Dökülür dilinden, bil ince ince…
…..Vardır büyük teyzesinin
……Okumasına da yardımcı olduğu
…….Küçük yaşta yetim kalan bir oğlu
33
Gözleri çağıl çağıl, zeki bakışlı
Geleceğe gerçekle düşle adım atar,
Kocaman gönlü sevgiyle, hoşgörüsüyle nakışlı
Yetimlikten ve yokluktan kapanık içine
Kendine kendince bir yol tutar..
…..Lagarı Hasan Çelebi’nin
……Kaynak bekleyen projesi diline dolaştı.
………Ve Hekimbaşı dedi hünkâra cesaretle;
‘Malumu şahaneniz de, bilir devletlû sultanım
İsa Nebi göğe uçmuş, diler ki benim Hasan’ım
Sizin Devri Dilara’yı, saltanatınız altında
İcat ettiği aleti, denemek ister aslanım
…..Benzeri daha önce hiç olmamış,
……Bu deneyi gerçekleştirmek niyazındadır…’ dedi.
Osmanlı padişahı, Dördüncü Murat Han
Kızı Kaya sultanın, verdiği mutluluktan
Deneye izin verdi, haberi duyduğunda
Lagar sevinçle doldu, hemen işe koyuldu.
Elli okka barut ol macunundan
Yedi kollu fişek, icat ederek
Hünkâr huzurunda, Sarayburnu’ndan
Fişeğin üstüne, hemen binerek
………………deneyiverecekti…
Ol padişahın bulunduğu yere
Ancak uzaktı belki elli metre
Ulu Allah’ım bir selâmet vere
Deyip en içten dualar ediyordu…
…Lagarı Hasan Çelebi
….Hedefine adım adım yürüyordu…
…..Yedi kollu roketi hazır bulunuyordu…
……Bin altı yüz otuz iki yılının güzel bir yaz akşamında
….....Dördüncü Murat hanın yanında
……..Dönemin ileri gelenleri
………Sinan paşa köşkü önünde hazırlanan yerde
……….İstanbul halkı boğazın her iki kıyısında
……......Hattâ bir kısmı denizdeki kayıklarda
34
…………Alınmıştı çoktan yerleri,
…………..Bekliyordu meraklı gözleri
Huzura çağrılan Hasan Çelebi
Sultan makamına, hürmetin verdi
……..…”Padişahım seni Hüdaya ısmarlarım
……..….İsa Nebi ile konuşmaya gidiyorum” dedi.
……..…..Koşarak gitti oturdu yedi kollu rokete
Ta ki kendisi için hazırladığı yere
“Haydin bire be yakın!” Der yeniçerilere
Aynı anda yedi kol, yedi tek meşaleyle
Ateşlenir de roket, bu işaret üzere
…Bir anda büyük bir hızla göğe dikey ilerledi.
….Bizim Lagarı Hasan Çelebi
….. Çıktı da göğe üç yüz metre boyunca
……Yaklaşık yirmi saniye havada kalınca…
……..Ateşlenmiş barut macunu, kaybedince gücünü
………Roket yere inmeye başladı.
………. Lagarı Hasan bunu da hesapladı
………..Önceden kartal kanatlarını hazırladı
…………Açtı kollarına bağladığı kanatlarını
………….Martı gibi süzülerek Marmara’ya
…………..Meraklı gözler arasında
…………….Düşen bir yaprak gibi…
Tarihi Sinan Paşa, köşkünün tam önünde
Kendini buluverdi, deryanın içinde
Henüz elbiseleri, ıslak bir biçimde
Huzura getirilip, zemini öptüğünde
…‘Padişahım İsa Nebi size selam söyledi’ dedi.
Padişah bir kese altın ihsan eder
Yetmiş akçe ücret verip hasbel kader
“Sipahi yazılsın” diye ferman buyurur
On gün süresince sipahilik eder
Sonra hinoğlu hinlik ederek
Kızlar ağası huzura gelerek
35
Biraz ezilerek, az büzülerek
Şahane icattan bahis ederek;
…...‘Şevketlü padişahım bu icada binerek
……..Bir gün Saray-ı Hümayuna inilerek
………Zatı şahanenize kast edilebilse gerek’.
………….Diye söyleyince
…..Padişahı telaşa verince
Lagarı Hasan Çelebi’nin Kırıma sürülmesi
Hemen oracıkta karar verilmiş inceden ince
Ta Kırım Hanı Selamet Giray Han’a gönderilen
Hasan Çelebinin katlinin fermanı da o gece
…..İmzalanıvermiş hemence…
……Böyle yazarsa da Evliya Çelebi seyahatnamesinde
……Sultan Murat; Lagarı Hasan’a destek vermiş ilk önce
……Ulemanın baskısına dayanamayınca
………Yargılanıp sürülmüş Kırıma
……….Bu da diğer, bir başka ifade…
İfade eder ki Evliya Çelebi:
‘Kırım’a Selamet Giray hana gitti
Oracıkta merhum olmuştu kendisi
Yakınca dostumuz olurdu rahmetli’
Sonuç olarak;
Öyle ilginçtir ki, modern anlamda
Yapılır roketin, ilk çalışması
Ukrayna toprağı olan Kırımda
Bizse yapıyoruz film çalışması
Bilmedik geçmişi araştırarak
Okuyup öğrenip, sahip çıkarak
Olmadık ecdada lâyık çırak
Tarihi sevmedik pek ulus olarak…
36
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
SÜLEYMAN ÇELEBİ VE MEVLİT
Bin üç yüz kırk altı
Ya da bin üç yüz elli bir’e az kala
Bir zaman aralığında
Ulu Allah’ın büyük lütfû
Avâzesini duydu dünya.
…………Orhan Gazi döneminde
…………Açtı dünya’ya gözünü
…………Ağlasa da ilk deminde
…………Çevresine tebessüm saçtı
…………Yeşil Bursa onun yurdu
…………Sevdi durdu kuşu kurdu
…………İman zırhı kale surdu
…………Taçtı gönül sultanlarına
…………Dil bayrağı, musiki, âhenk
…………Sevdi, övdü, dolaştı.
Birinci Murat’ın vezirlerinden
Bir inci, hazeratın pirlerinden
Ahmet paşanın oğlu Mahmut efendinin torunudur.
Mahmut efendiyse;
Torunudur Şeyh Edebali’nin…
Silah arkadaşı Fiehzade Süleyman’la
Dedesi Mahmut
Suya; “daldırma!” diyen ilahi fermanla
Bin üç yüz otuz sekizde
Rumeli’ye sal ile geçenlerden…
…………Zikrolunan aileden şeyhler vezirler çıkardı
…………Suya seccade serecek derecede ve vakardı
…………Mahmut Efendi toruna başka ne adı koyardı?
…………Okunur da kulağına,
…………Öğrenir âlim Süleyman.
37
…………Ne anlamı olacak ki, bilgisiz kuru nefesin
…………Ve ismi verilecek ki, bekliyor ezanı kesin
…………Fiehzade Süleyman’dı, ismini verirken esin
…………Dokunur da kulağına,
…………Öğrenir âlim Süleyman
…………O devir Bursa önemli, baş il ve ilim merkezi
…………Hakikatleri bilmeli öğretmek gerek herkesi
…………Budur akil gönüllerin insanlığa hak vergisi
…………Yakınır da kulağına,
…………Öğrenir âlim Süleyman
…………Süleyman Çelebi ilme, gözde okullara gider,
…………Ünlü âlimler yanında, diz kırarak talim eder…
…………Cüz’î irade önünde, birer yazı ölüm-kader
…………Akınır da yolağına,
…………Öğrenir âlim Süleyman
*
Efendi,
Nazik ve kibar
Padişah oğlu değil,
Böylelikle şehzade değil,
Bilesin ki; başka hünerleri var…
Her hangi bir işaret veya kanıt yoktur
Mevlevi tarikatına da girdiğine dair
Şehir terbiyesiyle dolu, ahlâki yönleri çoktur
O kendi
Has çelebidir…
Mahir olup bilendi
Çelebi dediğin efendi
Hem eğitimlidir, hem de kültürlü,
Her çelebi gibi okur-yazar mühürlü
Ömrü boyunca haktan iman şerbeti dilendi
Hayatının her anında, dili dua dua söylendi
*
...………Ya şehzade olup, padişahın oğlu
…………Ya Mevlevi büyük, ya Bektaşi soylu
…………Ya görgülü olup, terbiyeyle tuğlu
38
…………Böyle bir üstünlük, sahibi olana
……………………………Verilir Çelebi namı…
…………Biraz aklı kaçık, parlayan ziyadır
…………Sevgi dolu körük, duygusu hayâ’dır
…………Gönül gözü açık, kimi evliyadır
…………Hak yolda bütünlük, sahibi olana
…………………………... Verilir Çelebi namı…
Süleyman Çelebi;
…………Bilgisiyle görgüsüyle, o gün dikkati çekermiş
…………Ahlâkiyle örgüsüyle, huzura tohum ekermiş
…………Ve örnek tavırlarıyla, bilgisini göstermiş
…………Yıldırım Beyazıt Han’ın,
………….Çekivermiş dikkatini
Divan-ı Hümayun imamı olmuştu
…………Bin üç yüz doksan dokuzda, yapımı bitirilmişti
…………Bursa da Ulu Cami’ye, göreve getirilmişti
…………Sonunda Yıldırım Han’a, imamlık edip
…………Cami de cemaatine,
…………Göstermişti rikkatini…
*
Söylenceye göre;
Göre göre söylenir sözün közü…
Özü başka İranlı bir vaiz
Vaaz ve nasihatlerinin yanı sıra
Bir ara peygamberlerin üstünlük ve görece
Derecelerini anlatırken eşitliklerine dalmıştı
Almıştı sözü diline, ‘bütün peygamberler eşittir’ demiş
Yemişti naneyi,
Cemaatin gönlünü salmıştı üzüntüye.
*
………… “Allah’ın peygamberlerinden hiç birini
…………Diğerlerinin arasından ayırmayız.
…………Duyduk kabul ettik, tutuyoruz emrini”
…………Rızan varsa, başka bir şeyi kayırmayız…
39
………… “Hz İsa ile Hz Muhammed arasında
…………Fark ve üstünlük yoktur” diyordu cahilce
…………Bozuk inanışa göre dil yarasında
…………Hem Muhammed’i küçültüyordu sefilce
Bu ifadeleriyle meal ediyordu nihayet
Bakara suresi iki yüz seksen beşinci ayet
Ayeti tefsir ederken, anlaşılmıştı yek niyet
Muhammed(s.a.v.)’in de aynılığında kalmıştı…
*
Ağa sitemkâr olmuş, nasıl olurdu öyle
İtiraz eder hepten, duramaz söyler sözü
Lâkin saygısı vardır, önce kalkar ayağa
Yüzü gül sevgilinin, ölçülmez derecesi
Bakma cahil cühelâ ne derse deyiversin
Karanlığı dağıtmaya varsa içinde esin
Dilersen yüreğine, bir mumu yakıversin
Alçalmaz derecesi yüzü gülün bir anlık
*
“Ey bre cahil!
Kendi kafana göre veriyorsun tefsire meyil
Sen bu ilimde geri bilgilerdesin
Elem dolu fikirlerin var, bizden beri gölgelerden eğil…
Hiç peygamberler arası üstünlük olmaz mı?
Nübüvvet ve risalet yönünden olmasa da
Diğerleri kavimlere yol gösterirken
Muhammed’in ümmeti kâinata dolmaz mı?
O âyeti:
“Birinin peygamberliğini kabul edip
Diğerlerini etmeyerek dönüp gitmeyiz.
Hepsine karşı bağlılık hissedip
Onların aralarında ayrılık gütmeyiz.
Her birine derecelerine göre iman ederiz”
Diye meal edip
Tefsirine de bu meyan da mana güderiz…
Son peygamberi örnek alır peşinden gideriz
Söylediğini yapar, yaşadığı gibi yaşarız,
40
Ümmetine dâhil olmak için gece gündüz koşarız…
…………Bu âyeti izahtaki, ifadeniz müstağnidir
…………Derece ve üstünlüğü, aynıdır anlamı çıkmaz…
…………Belki de ilâhi değil, henüz beklentin aynidir
Bizim imanımız akmaz, söylediğin yere akmaz…
…………O sendeki hadsiz dille, konuşulan mefkûreyi
Yedi kere şeksiz hele, zemzemle yıkamak lâzım…
…………Bu yanlışı ispat için, Kur’an da aynı sureden
…………İki yüz elli üçüncü, âyeti okumak lâzım
Dilin; o âyetteki:
“ Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık
Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş,
Bazılarını da derece derece yükseltmişte” göğe uçmuş
Rabbimle görüşmeye açılmış da bir pencere
Miraca çıkarak, görece mucizelerle dönmüş bulduk…
İfadelerine de dokunması lâzım…
Görüldüğü gibi bu iki âyet destekler birbirini
Konuyla ilgili âyet ve hadislerin
Okumak ve görmek gerek isteklerinin her birini
Halbuki;
Senin düşüncene göre tekzip eder, biri diğerini”
Gibi sözler dilinden düşünce
Başka deliller de söyledi, bilindi peşince
El netice İranlı vaiz, yanlışını kabul edince
Onca, değil yüzce, belki bince
İnanışın önüne geçildi, hakikat şerbeti içildi
Yoksa yanlışa sevk ederdi mümini bu düşünce…
…………Geçerken bu olayın, zamanı ve süresi
…………Osmanlının o gün ki, en zayıf bir evresi
…………Bâtıni görüşlerle, Ehl-i Sünnet çevresi
…………İnanış ve fikirler, savaşına dalmıştı
…………Çekişmenin zirvesi, Fetret Devri bu zaman
…………Olmak ister kirvesi, şeytan ki vermez aman
41
…………Bursa Ulu Cami’nin, baş imamı Süleyman
…………Ehl-i Sünnet yolunun, yanında yer almıştı…
İranlı vaizin sözlerine şahit olmuştu
Söz konusu hadiseden üzülerek duygu dolmuştu
Bu sözlere cevap olarak:
…………“Ölmeyip İsâ göğe bulduğu yol,
…………Ümmetinden olmak için idi ol.”
Mısralarını söyledikten sonra:
…………“Dahî hem Mûsâ elindeki asâ,
…………Oldu O’nun izzetine ejderhâ.
…………Çok temennî kıldılar Hak’dan bunlar,
…………Kim Muhammed ümmetinden olalar.
…………Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.
…………Lâkin Ahmet efdâl-ü-ekmel durur.”
Mısraları bir anda dilinde dirilir…
*
(S)üleyman Çelebi
S(Ü)rüp giden hayatının azıydı kalan
As(L)ında uğraşmazdı şiirle falan
Ger(E)ği kadar dünyadan istifade alan
Yaşı(Y)ordu hak yolunda, şeytana bulaşmazdı
Peyga(M)beri çok severdi ve yolundan şaşmazdı
Meydan(A) nifak tohumu saçmaz,
Toplumu(N) fertleriyle kavga edip dalaşmazdı…
(Ç)ağırırdı insanları hak yoluna
S(E)si yumuşaktı bağırmazdı hakkın kuluna
Ma(L)ına mülküne değer vermez fâni dünyanın
Gül(E) âşıktır, ateşler içinde yanar, ara ki külleri buluna
Güle (B)enzer yanakları, sözünü dinleyenler kaçmaz
Öneml(İ) bir özelliği hiç ama hiç haddini aşmazdı…
*
42
Yaşı altmışlara gelince
Haince eleştiriler yapmıştı peygambere insanların birazı
Bazı art niyetli kişiler olduğunu bilince
Önce daha çok dayanılmaz bir aşkla sevgiyle
Övgüyle dolar taşar Muhammed’e
Hem Ahmed’e dökülür dilinden muhteşem beyitler
Seyitler seyidi, efendiler efendisine methiyeler
Hediyedir mevlithanlara mevlit şiirleri kaleminden
Eleminden yazmıştı tek eseri mevlidi
Taklidi yazılsa da tutmadı yerini
Değerini bulacaktı buldu çok geçmeden
Geçmeden vuslat saati gelmişti
Gelmişti Süleyman’a, hem yolu bilmişti
Yılı bilmişti, ayı bilmişti, günü ve saati, anı bilmişti…
Gelmişti bin dört yüz yirmi iki de dolmuştu vaat
Saat iki mi desem, gece mi desem
İşte o andı, vefat edince
İnce ince ebedî mekâna, hicret etti hazince
Önce yıkandı hak hukuku paklandı
Saklandı cismi, namazı kılınıp ta açılan zemine
Yemine ne hacet; bin dokuz yüz elli iki de
Yüzü düz, özüyse öz taştan türbesi dikildi
Akil kişi bilir bunu topraktan gelen toprağa ekildi…
Çekildi canlar, nice canlar can evinden
En devinden en cücesine geçti geçiyor
Kendi âleminden…
Âleminden geçersen Bursa’da kabrinin bulunduğu
Defnolunduğu dünyadaki son durağı
Son uğrağı
Osmangazi’nin çekirge mezarlığı mekânı
Mekânı cennet olsun, kabri nurla dolsun
Bulsun istersen ey kardeşim, senin de mezarın bir fatiha
Bir fatiha okusun ruhuna dilin
43
Elin semâda olsun, gönülden fışkırsın içten bir dua
Bir dua söylesin dilin kabri yanında
Yanından ve çekirge mezarlığı yolundan geçerken
Hem erken, daha vakit varken yükselin
Yükselin birlikte hak katına bu dünya ilinden…
*
MEVLİT
…………Mevlidi yazmasının esas gayesi
…………Ehl-i sünnete destek vermek,
…………Habib-i Kibriya’nın, sevgisi nihayesi
………… Isıttı gönlümüzü, ışıttı;
………….Beyitleriyle canlar
Birde her mümin gibi;
Şefaatine nail olma şerefine ermek için
Ona duyduğu sevgisini gün yüzüne sermek için
Peygamberlerin sonuncusu,
Kurtuluşun öncüsü
İnsanlığın önderi,
Beşerin incisi
Ona verilmişti
Nübüvvetin en büyük dilimi
İnsanların en halimi,
İnsanların en selimi
Efendimize olan sevgi ve muhabbetini
Arapça dua ile anlatırken arzu halimi
Kör kalemimle Türkçe benzer ifadelerle
Şöyle söyletir bakın naçiz dilimizi:
…………Rahman ve rahim olan, bir Allah’ın adıyla
…………Görür korur bizleri, şefkâtin kanadıyla
…………Verir her bir nimeti, kendine has tadıyla
…………Bizi kim anlasın ki, anlarsa Rabb’im anlar…
Kâinatın yaratılış sebebi
En azizi, en şereflisi ve en Habib’i
44
Makam-ı Mahmut’a çıkan,
Şefaat hakkıyla bütün peygamberlerden üstün kılan
Körelmiş gönüllerin beklediği
Cümle gönüllerin derman ve tabibi
Muhammet Mustafa’nın ismiyle
Hasetçi şeytanın burnunu sürttüren
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…
O Muhammet ki;
…………Yaratanın yanında, değerli ve makbuldü
…………Melekler hep şanını, yüceltmede hak buldu
…………Dünya nimetlerine, hep kendini tok buldu
…………Şahadet bize helal, yoluna helal kanlar…
Melekler hep onun yardımına koştular
Cansız varlıklar dahi dil buldu, onunla konuştular
Onu gören aklıselim insanlar sevgiyle coştular
Onu sevenler iki cihanda kurtulur
Ona düşman olanlar, peşinde koşmayan
Hesap günü cehennemin ateşine sürtülür…
Eşi, ortağı ve benzeri bulunmayan
Mekândan münezzeh olan
Varlığına ve birliğine şahitlik ettiğim
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…
…………Her kulun muhtaç olup, kanununa uyduğu
…………Şükrünü eda edip, alnı yere koyduğu
…………Âlemde her varlığın, hep ihtiyaç duyduğu
…………Merhameti bol olan, Hakk’a koşar insanlar…
Her türlü ahlâki güzellik
Her güzellik onda ayrı bir özellik
Her daim yardımseverlik
Ve gül yüzünde bir gülümserlik
Her haliyle ortaya çıkan ender bir meziyete malik
Kıyamet günü ilk onun şefaatini kabul eder yaratıcı Halik
Kullarını rahmet ve merhametine boğduğu
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…
45
…………Muhammed Mustafa’nın, İslam’ı tebliğ işi
…………Görevini yaparken, kırıldı hem ön diş’i
…………Ve bir bağa kaçarken, olmadı serzenişi
…………Allah’ın öz kuluydu,
………….Bulutlarca rahmet
………….Gökler kadar doluydu.
Şahitlik ederim Allah’ın kulu olduğuna
Hem O’na, hem ümmetine muhabbetle dolduğuna
Bu muhabbetin karşılığı Mirac’a yol bulduğuna
Muhammed’e, âline ve ashabına salât ve selam olsun
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…
Mevlidin ilk bölümü, zikri tevhit bahrinde
Sözlerin özünü söyleyip ahirinde
…………Allah adın analım, diyecekti nidası,
…………Huşuyla dinlenecek, hem eda, hem sedası
…………Her kula vacip olan, Yaratana sevdası
…………Söyletir öz dilini, okuyor mevlithanlar
*
Tevhit Bahri
“Allah âdın zikredelim evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kulâ
Allah âdın her kim ol evvel anâ
Her işi âsân ider Allah anâ
Allah âdı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya ânın sonu
Her nefesde Allah âdın di müdâm
Allah âdıyle olur her iş tamâm
Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân”
……..diye devam ediyor.”
46
Allah Tealâmızın, Hak mutlak iradesi
Mahlûku nizamının, hilkat idaresini
Sun ile kâinatı, bak yoktan var eyledi
Cümle varlık inandı, candan ikrar eyledi
Diyerek;
Sanat-ı hakikatin, mutlak kudret sahibi
Mevla’yı yüceltti, onun dili paresi…
Sonunda nübüvveti, devralmıştı Habibi
Peygamberlik nurunun, yol intikal evresi
Anlatıyordu dili, sonraki bölümünde
Süleyman Çelebi’nin, çağlayan yürek sesi:
Risaletin İntikali Bahri
“Hakk Teâlâ çün yarattı Âdem’i
Kıldı Âdem’le müzeyyen âlemi
Âdem’e kıldı feriştahlar sücûd
Hem âna çok kıldı ol lutfu ıssı cûd
Mustafâ nûrunu alnında kodu
Bil Habîbim nûrudur bu nûr dedi
Kıldı ol nûr ânın alnında karar
Kaldı ânın ile nice rûzigâr
Sonra Havvâ alnına nakletti nûr
Durdu anda dahi nice ây ü yıl
Şît doğdu âna nakletti nûr
Ânın alnında tecellî kıldı nûr
Erdi İbrâhim ü İsmâil’e hem
Söz uzanır ger kalanın der isem
İş bu resm ile müselsel muttasıl
Tâ olunca Mustafâ’ya müntakil
Geldi çün ol rahmeten lil’âlemîn
Vardı nûr anda karar etti hemîn”
47
*
Annesi Amine’nin, bebeği nur tanesi
Şenlenesi Kureyşli, yetimin hem hanesi
Vakit eriştiğinde, sunmuştu da annesi
Görecekti peşinde, bir nurun pervanesi
Melekler birbirine, kutlu eyyam eyledi
Müjdeli sözleriyle, günü bayram eyledi
Ve dahi eserine, aşkla devam eyledi
Kutlu doğuma hürmet, sözü kıyam eyledi
Okuyalım bakalım Süleyman Çelebi’miz
Veladet-i Nebi de, daha neler söyledi:
Veladet bahri
“Âmine hâtun Muhammed ânesi
Ol sadeften doğdu ol dür dânesi
Çünkî Abdullah’tan oldu hâmile
Vakt erişdi hefte vü eyyam ile
Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn
Çok alâmetler belirdi gelmeden
Ol Rebiûl evvel âyın nîcesi
On ikinci gîce isneyn gîcesi
Ol gîce kim doğdu ol hayrûl-beşer
Ânesi anda neler gördü neler
Dedi gördüm ol habîbin ânesi
Bir acep nûr kim, güneş pervânesi
…………….diye devam eder”
Bu bölümü okudukça, kalktık hürmetle ayağa
Salât selam eyledikçe, dalar olduk mutluluğa
Sanki o gece doğmuştu, o nur ki; doğmuştu daha
Her haberini aldıkça, yeniden eyledik dua
48
Her köyün hayrı önünde, ben derim yeniden doğar
Düğün ve sünnet gününde, önderim yeniden doğar
Sanki o gece doğmuştu, o nur ki; doğmuştu daha
Her haberini aldıkça, yeniden eyledik dua
Selâmlamıştı melekler, hem selâmladı dağ ve taş
Selâmlamayı beklerdi, hem insanlık ona gardaş
Kör cehalet yok olacak, hükmünü kaybedecek haç
Yoksa rehavet bulacak, Müslümanlık buna muhtaç
Düşüncesiyle istemiş, muhabbet tazelemeyi
İlk defa gelirmiş gibi “hoş geldin” sözün demeyi
Muhammed(s.a.v)’in sevgisini, yeniden yinelemeyi
Gönüller mâbedindeki, halis özü elemeyi
Yüreklerden sevgisi, çıkmasın-kaçmasın diye
O sevginin uçlarını, sanki ister yivlemeyi…
Gönül diliyle yazıp, sanat sanat söylediği
‘Merhaba’ diye söyler, bak! el ve dil emeği
*
Merhaba Bahri
“Yâradılmış cümle oldu şâdümân
Gam gidûp âlem yenîden buldu cân
Cümle zerrat-ı cihân idûb nidâ
Çağrışûben dediler kim merhabâ
Merhabâ ey âli sultân merhabâ
Merhabâ ey kân-ı irfan merhabâ
Merhabâ ey sırr-ı fürkân merhabâ
Merhabâ ey nûru râhman merhabâ
Merhabâ ey bülbül-i bâğ-ı Cemâl
Merhabâ ey âşinâ-yi Zülcelâl
Merhabâ ey cân-ı bâki merhabâ
Merhabâ uşşâkâ sâki merhabâ
Merhabâ ey cân-ı cânan merhabâ
Merhabâ ey derde dermân merhabâ
49
Merhabâ ey cümlenin matlâbu sen
Merhabâ ey Hâlikın mahbâbu sen
Merhabâ ey Pâdişah-i dû cihân
Senin için oldu kevn île mekân
Merhabâ ey rahmeten lil-âlemîn
Merhabâ sensin şefîa’l-müznibîn
Ey gönüller derdinin dermânı sen
Ey yarâdılmışların sultânı sen
Sensin ol sultân-i cümle enbiyâ
Nûr-i çeşm-i evliyâ vü asfiyâ
Yâ habîballâh bize imdâd kîl
Son nefes didârın ile şâd kîl”
Hoş geldin ey nebimiz, diyerek karşıladık
Sevinç gözyaşlarımızdı akan gözlerimizden
Hoş geldin gül Sultanım, yüreğimin sancısı
Nuş olsun canım kanım, ey gönlümün goncası !
Hoş geldin ey gönlümün, sönmeyen gül sevdası
Ey kavrulan külümün, hayat veren devası
Yolumu aydınlatan, ey kurtuluş rehberim
Hak dinimi anlatan, hoş geldin peygamberim
Kurtuluşa çağıran, sen hakikat pınarım,
Aydınlığı yoğuran, kış ardında baharım
Hoş geldin isminle, duyguları coşturan
Müminleri cisminle, camilere koşturan
Hoş geldin ey canlar ve cananların serveri
Hakk’ı buldu insanlar, ey güllerin peygamberi
Gaflet elde yatanlar, Allah adın anmıştı
Zincirlenip şeytanlar, gözleri bağlanmıştı
Hoş geldin tatlı dilim, elimi tutan elim
Gamlı kederli halim, seninle oldum selim
Hoş geldin ey muallim, ışığım, yüreğim
Edem salât-u selam, devam edelim hemen
*
50
Sonra ki bölümde;
…………Karanlık mı karanlıktı, kördü zamanın dilimi
…………Yaşarken seçiyordu, insanlık da ölümü
………Gelmişti kırk yaşına, vuruldu nübüvvet nuru
………Parçaladı yerlerde, vesveseyle gururu.
Her halinden;
“Allah var, başka ilah yok” diye okunur bir seda
Onda doğruluk, onda güven,
Onda sekinet var, hak dile dokunur bir eda…
…………Muştu var sanki havada, yıldızlar uyanmıştı
…………Ağızlar susuzluktan, gönüller aşktan yanmıştı
…………Hıra Dağı
…………Nur mağarasından
…………Işık salkımı uzatanda
…………Kâinat yeniden yeni olup,
…………Donatılmıştı…
…………Mağara, ey mağara !
………...Gide karanlık gide,
………...Her şey, her şey ağara…
…………Hırkasını bürünmüştü,
………....Düşünmeye dalmış
…………Endişe korku salmıştı
…………Bekleyen insanlıktı,
…………Can bulacaktı insanlık
…………Can bulacaktı
*
Vahiy meleği Cebrail, karşısında görününce,
Gül yüreği heyecanla, hızlı hızlı atıyordu
Onu üç defa sımsıkı, sıkıyordu ilkin önce
Oku deyip okuyordu, ilk nurunu katıyordu
İlk vahyini alıyordu, zillet geri kalıyordu
Evinde teselli veren, hayat ortağı eşiydi
Boğulan insanlığı, mutluluğa salıyordu
O ki saadet ufkunun, iki cihan güneşiydi…
51
Söz konusu insanlığın yeniden dirilişiyse
“Lâ ilahe illallah”, anahtar her kilidinde
Can buluyor tebliğ için, görevin verilişiyle
Süleyman Çelebi’mizin, söz konusu mevlidinde
Risalet Bahri
“Fahr-i âlem erdi çün kırk yaşına
Kondu pes tâc-ı Nübüvvet başına
İndi Kur’ân âyet âyet beyyinât
Zâhir oldu nice türlü mu’cizat
Evvelâ ol kim mübârek cisminin
Gölgesi düşmezdi yere resminin
Nûr idi baştan ayağa gövdesi
Nûr ayandır nûrun olmaz gölgesi
Ol mübârek başı üzre her zaman
Bir bölük bulut olurdu sâyebân
Her nere varsa bile varırdı ol
Başı üzre her zaman dururdu ol
Depredîcek dudağın ol mâh-ı veş
Deprenirdi gökte hem ay ü güneş
Dokunucak saçına bâd-ı sabâ
Misk-i anberle dolar idi hava
Terlese güller olurdu terleri
Hoş dererlerdi terinden gülleri
İnci dişleri şuâından gece
İğne düşse bulunurdu ey hoca
Sadr-i nûrundan karanlık geceler
Yolda yürürdü yiğitler kocalar
Çün işâret kıldı ol mahbûb-u Hakk
Parmağîle ay oldu iki şak
Dikti hurmayı hem ol şâh-ı cihân
Diktiği saat yemiş verdi hemân”
52
*
Cebrail’in;
…………Resulü seçti yaratan, insanların arasından
…………Oku rabbinin adıyla, oldun sultanlara sultan
…………Merhaba ey âli sultan, merhaba ey nuru rahman
…………Merhaba ey câna canan,
………….Merhaba huzura derman
Diyen sesinin zuhura yükselişini
Sultanlar sultanına risalet müjdesiyle gelişini
Üç defa okuma bilmem deyip de
Rabbinin izniyle
Heybetli Cebrail’in okuduğunu okumayı bilişini
Nübüvvet mührünün kadir gecesinde verilişini
Dağ ile taşın vecd ile ayağa kalkıp da
Kutluyordu her şey kendi haliyle
Ağaç kendi sesiyle, dağ, taş kendi sesiyle
Kutluyordu kendi sesiyle vahyin yükselişini…
Süleyman Çelebi ise;
Hiç bir âdemin nail olamadığı miracı
Son noktada Cebrail’in bile aracı kalamadığı
…………Hüda’nın hürmetiyle, ol Burak binitiyle,
…………Sema’ya yükselerek, zamansız üniteyle
İnsan aklına meydan okuyarak
Semada melekleri yüzüne hasret koyarak
Zamana ve mekâna rahmani aşk dokuyarak
Muhammet Mustafa’nın
Edep ve hayâ duyarak göğe yükselişini…
Yazıyordu.
Cenneti gezerken ümmetini hayâl edişini
Yazıyordu.
Cehennemi selâmlarken gözyaşlarının yere inişini
Yazıyordu.
Beş vakit namaz ve şirk koşmayanların
Gireceği cennetin müjdesini verişini
Müjdeleriyle dönerken Sidre-i Müntehadan
53
Daha yatağı bile soğumadan geri gelişini
Yazıyordu.
“O söylediyse doğrudur” diyen Hz Ömer’i
Yazıyordu.
Sultanlar sultanını Muhammet Mustafa’nın
Varlık âleminde, noksanlıktan münezzeh olanla
Habib-i Kibriya’nın, muhabbete yükselişini
Yazıyordu:
*
Süleyman Çelebi’nin Miraç Bahri
Bir ses çağırıyordu, resulü Muhammed’i
Miraca bekliyordu, hem gül ismi Ahmed’i
Ey Muhammed gel beri, senin için yol açık
Ben görmez kimse diri, sadece sen yola çık
Gerçek âşıksın bildim, gel şimdi aşkı dindir
An ve mekânı sildim, beklerim gün bu gündür
Diye davet etmişti, yaratan kadri yüce
Aşka avdet gitmişti, geceyse kadir gece
Başına parlak bir taç, beline de bir kemer
Burak sevgiye muhtaç, ağlar zamanı emer
Çünkü semadan gelen, bir ses duyar kulağı
—Burak olsun getiren, olsun at ve ulağıBuraklar otlar bir hak, biri ağlar hem kati
Yemez içmez gözü sak, ağlar kalmaz takati
—Cebrail dedi niçin, söyle niçin ağladın
Hüzünle için için, can ciğer dağladın—Bir ses duydu kulağım, gitti yerinden aklım
Durdu sesim soluğum, yetti kırk yıldır saklım
Artık isterse ölsün, Burak mutlu anında
Denildi Ahmet gelsin, binek olsun yanında54
—Sende aşk nişanı var, gel beri er göreyim
Düşürme yüreğine nar, gel dermanın süreyim—Dedi gelsin habibim, konuk edeyim onu
Seyreylesin hem arşım, yok kudretimin sonuKalbini yıkadı hem, sonra Cebrail Nebi’nin
Kaldırıldı hem bilem, perdesi de kalbinin
Miraç bahri mevlitte, yer alan iki bölüm
Beyit beyit anlattı, Süleyman bunu gülüm:
Miraç bahri - 1.Bölüm
“Söyleşirken Cebrail ile kelam
Geldi Refref önüne verdi selam
Aldı ol şah-ı cihanı ol zaman
Sidre’ye gitti ve götürdü heman
Bir feza oldu o demde rûnüma
Ne mekân var anda ne arz-u sema
Kim ne hâlîdir, ne mâlî, ol mahal
Akl-ü fikr etmez o hâli fehm-ü hal
Ref olup ol şaha yetmiş bin hicap
Nur-u tevhid açdı vechinden nikab
Her birisinden geçerken ileru
Emr olundu Yâ Muhammed gel beru
…………….”
Bu gece açılıyor, sana esrarı Hakk
Bu gece içiliyor, ulu aşk badesi bak
Sekiz cennet kapısı, birden ona açılıyor
Âlemin tüm yapısı, birer birer geçiliyor
Allah’ı görmek ister, yalvarmakta her melek
Yüzlerin sürmek ister, dilemekte onca dilek
Ayağına yüz sürüp, ona bir selam vermek
Cemali Hakk’ı görüp, hakiki sırra ermek
55
Bir tek ona içirdi, hak şerbeti yaratan
Bir tek onu geçirdi, sidre-i müntehadan
Mevlidin miraç bahri, ikiye yol açalım
İmam okusun Bahri, kendimizden geçelim
Ahmed’e aşk derelim, hem iftihar edelim
Haydi, kulak verelim, hep huzura gidelim:
Miraç bahri - 2.Bölüm
“Hak-Tealâ’dan erişdi bir nida
Yâ Muhammed ben sana kıldım ata
Ümmetini sana verdim ey habib
Cennetimi anlara kıldım nasib
Yâ habibim nedir ol kim diledin
Bir avuç toprağa minnet meyledin
Ben sana müştak olunca ey şerif
Senin olmaz mı dü-âlem ey lâtif
Zatıma mir’at edindim zatını
Bile yazdım adım ile adını
Hem dedi kim Yâ Muhammed ben seni
Bilürem görmeğe doymazsın beni
Avdet edüp davet et kullarımı
Tâ gelüben göreler dîdârımı
Sen ki mi’rac eyleyub etdin niyaz
Ümmetin mîracını kıldım namaz
Her kaçan kim bu namazı kılalar
Cümle gök ehli sevabın bulalar
………………………..”
Diye devam ederken, cenneti vaat eder
Rabbimden müjde erken, müşrik olmayan gider
Soğumadan yatağı, evine geldi hemen
Haberi duydu çağı, inandı etmedi men
56
Her ne görüp duyduysa, haber verdi ashaba
—Her kim sana uyduysa, çekmez seni hesaba
Sen bizim önderimiz, sen İslam’ın kıblesi
Sen ey peygamberimiz, seslerin tatlı sesi
Anlat ki dinleyelim, hak sözünü duyalım
Seni hep bildik selim, miracın kutlayalım
Biz hepimiz kullarız, sen bizim şahımızsın
Biz günahı bollarız, yol ve dergâhımızsın
Ümmetin olduğumuz, bu büyük nimet yeter
Yolunda bulduğumuz, huzuru devlet yeter*
Deyip,
Miracı şüphesiz kabullenen ashabı
O gelmese hayatları iflâs etmiş bir şekilde
Bekliyor olacaktı yaratılıp geldikleri türabı
…………O yokken ağlardı hep, dünya mazluma dardı
…………Hem özenip bezenip, helvadan put yapardı
…………Allah sensin deyip, bir güzelce tapardı
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı
…………Derin bir bağlılığı, vardı ashabın ona
…………Rabb’i elçi gönderdi, merhameti kuluna
…………Ne etsin akılsıza, onu görmez olana
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı
Her aklı başında yürek, çağıl çağıl akardı
Bir şey söyleyecek diye gözünün içine bakardı
Cehaleti söndürmek içindi, her sözü ardı
Her sözü bir mum, her sözü bin mum yakardı…
“Beni kendinizden daha çok sevmedikçe
Kamil mümin olunmaz, kininizden vazgeçmedikçe”
Sözü gibi yüzlerce, binlerce, on binlerce
Dünyayı huzur ve saadete çağıran sözü vardı…
…………Tüm nimeti sunsan, fakire verir hani
…………Ömrü altmış üç yıldan, daha az olsa kani
57
…………Nihayet o da insan, bizim gibi bir fani
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı
…………Gül peygamberimize, misk-i amberimize
…………Hak yolda serimize, hem ki önderimize
…………Sevgisini anlatmış, nebiler nebimize
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı
Hayatının her diliminde, her mevlit bölümünde
Ayan ve beyan sevgi ve saygısını göstermiş.
Her insanın sağlığında ve ölümünde
Ona yaraşır ümmet olmasını istermiş;
Süleyman Çelebi mevlidin Rihlet bölümünde
Peygamberimizin ölümüne yer vermiş…
Bakalım hele; peygamberin vuslata gülümün de
Hangi haberleri gün yüzüne sermiş:
*
Hak yoluna itelim, sözü özden başları
Gel beri akıtalım, gözümüzden yaşları
Ağlayıp onun için, tazelensin imanlar
Çağlayıp sultan için, tez hüzünlensin canlar
Her fani bile ölmüş, hisseder bir peygamber
Bil nakil ile gelmiş, rivayettir bu haber
“Vakt erişti dünyâdan kıla sefer
Ol güneş yüzlü ol alnı kamer
Her kim ol sultân için yaş indire
Yaşı anın tamu od’un söndüre
Altmış üç yaşına girdi ol Habîb
Ol şerif-ü ol latîf ü ol tabip
Geldi Cebrâîl Hakk’tan emrile
Söyledi anda Resûle lûtfile”
—Dedi söyle de bilsin, selam etti yaratan
Vakit tamamdır gelsin, bize gelsin oradanBu sözü işitmişti, kalbi mahzun olmuştu
Dönüp eve gitmişti, sararmıştı solmuştu
58
Kesilmişti takati, gözünden düştü yaşlar
Hem üzülmüştü kati, ağladı dağ ve taşlar
—Dedi Fatıma varıp, baba hasta mı oldun?
Bak vücudun sararıp, ne diye tenin soldun?—Dedi gel Fatıma kızım, zamanım geldi benim
Dostadır bütün sızım, vuslatı ister tenimBütün ashabı geldi, onu tavaf ederler
Hep dualar yükseldi, hem helallik isterler
Her seher adet olmuş, salâ okurdu Bilal
Sesi hüzünler dolmuş, hele yanaklar al al
Yanık sesini almış, dili şakıyacaktı
Bir seher daha gelmiş, sala okuyacaktı
— sanki sözü kadayıf, dedi gel hele Bilal
Vücudum bugün zayıf, bugün onda yok mecal
Ebu Bekir’e söyle, ashaba imam olsun
Hepsine haber eyle, cemaat tamam olsunKaldırdı yerden başını, varıp söyledi Bilal
Döktü gözden yaşını, ashap eyledi melal
Ebu Bekir durup ta, mihraba el bağladı
Hüznü gönle kurup ta, mihraba sel bağladı
Mustafa dedi tutun, ben mescide varayım
Hem yarenlere katın, namazıma durayım
Sağ koluna girmişti, hemen damadı Ali
Sol koluna durmuştu, hem İbn-i Abbas veli
Koltuğuna girdiler, mescide götürdüler
Yoluna yol verdiler, cemaate yetirdiler
Ebu Bekir’e uydu, durdu namaza safa
Son namazı buydu, cemaatte Mustafa (sav)
—Dedi dünyaya geldim, şöylece bir turladım
Ölüm anına geldim, Allah’a ısmarladım
59
Yaratandır tek Halik, odur ki tek padişah
Yok, ondan başka malik, odur bir tek baki şah
Biliniz ki şu dünya, fani imtihan yeri
Önce gelen hani ya, herkes dönüyor geri
Hayat dediğin kısa, çok kısacık bir andır
Dayanır derde yasa, yaşayan garip candır
Ayrılmayın yolumdan, her an birlik olunuz
Olmayın kale kumdan, Kur’an yolu yolunuzDiye nasihat verdi, ah edip de ağlaştılar
Hep ümmetiydi derdi, böyle vedalaştılar
Tutup geri götürdü, Abbas ile hem Ali
Dua edip el sürdü, ashabın üzgün hali
Ardından eve geldi, cümle ashabı güzin
Figan göğe yükseldi, içten dışa ev hazin
Fatıma ah ederek, boynuna el bağladı
—Sen ölme ne gerek, dedi de dil ağladı
Sen ölme ben öleyim, senin için ben öleyim
Ben yoluna köleyim, sensiz ben nasıl güleyim?
—Mustafa dedi ey kızım! Sil yaşını ağlama
Dünyadaki tek özüm, al cenneti sağlama
Sende bir gün gelirsin, geçerek bu kapıdan
Herkes geçer bilirsin, toprak evli yapıdan
Hasan ile Hüseyin, ol iki körpe kuzu
Yanıma gelsin deyin, dedi yaş doldu gözüTez iki kuzuyu, alıp da getirdiler
Sezdi gözlerin suyu, akmayı bitirdiler
—Dediler hasta mısın? Dede ne oldu bugün
Yüreğe düştü yasın, hüzünle doldu bugün
Sizi böyle görmeyip, duymayaydık hiç sızı
Anamız doğurmayıp, beslemeyeydi bizi
60
Geldi bu hal üzere, konuşurken Cebrail
—Dedi selamın vere, gel isterken Zülcelâl
Hal ve hatırın sordu, söylesin tatlı leb
Hele ne istiyordu, eylesin benden talep—Ümmetimi dilerim, neresidir onun yeri
Ben hep bunu isterim, rabbimden çoktan beriTekrar vardı da hakka, geri geldi Cebrail
—Ümmetin şu dakika, bağışlandı ey Halil
Vuslatıma hazırım, al canımı o zaman
Bilirsin ki bizarım, hele az biraz aman
Hele biraz edeyim, kalanlara elveda
Sonra hemen gideyim, olsun canlara sedaYine kulak verelim, hemen başlasın söze
Süleyman’a dil dilim, hitabı özden öze
Ne haberler veriyor, güllerin en gülünden
Bak elveda ediyor, peygamberin dilinden:
Rihlet (Vefat) Bahri
Elveda Bölümü
“Fahr-i âlem göç eyledi dünyâdan
Ümmetlerim size olsun elvedâ
Bize gel oldu ol yüce Mevlâ’dan
Ashâblarım size olsun elvedâ
Bunu dedi yaşlar doldu gözüne
Bir figân düştü halkın özüne
Hasan’la Hüseyin’i almış dizine
Kuzularım size olsun elvedâ
Çağırın Bilâl’i gelsin yanıma
Yükümü yüklettim bindim atıma
Helâlım Âişe kızım Fâtıma
Ehl-i beytim size olsun elvedâ
61
Çağırın Bilâl’i hem salâ versin
Ali yusun, Fazlı suyumu kosun
Ebû Bekir dursun, namazım kılsın
Ashablarım size olsun elvedâ
Terâzînin sağ yanına oturur
Zebâniler tutar tutar götürür
Ümmet olanların işin bitirir
Ümmetlerim size olsun elvedâ
Ebû Bekre der ey pîr-i fânî
Veren alır imiş bu tatlı canı
Firdevs-i alâ da bulun siz beni
Ashâblarım size olsun elvedâ”
Vuslat Bölümü
“Cebrâîl geldikte Hakk’tan emr ile
Gelmiş idi anda Azrâîl bile
Taşradan içeriye kıldı nidâ
Dedi kim yâ ehl-i beyt-i Mustafa
İzniniz var mı içeru girmeğe
Ol münevver hub cemali görmeğe
Fâtıma eder eyâ miskîn garîb
Kat’i hastadır Resûl çeker taab
Var işine ey karındaşım arap
Bunda biz ağlaşırız her ruz u şeb
Bir dahi çağırdı der kim gitmezem
Mustafâ’yı görmeden terk etmezem
Fâtıma dedi ana kimsin acep
Dedi bir a’rabiyem kim hoş edep
Maslahat var içeri girsem gerek
Âşıkı mâşûka er görsem gerek
62
Ey benim devletli babam kimdürür ol
İçeru girmeklik ister yâ Resûl
Mustafa dedi eyâ can ü ciğer
Ol gelen a’rabidir sandın meğer
Ol gelendir eden oğullar yetim
Canlar alıp tenleri kılan remîm
Oldur ol kim mâmuru virân eden
Oldur ol kim göz yaşın ummân eden
Câm-ı mevti sunan oldur Adem’e
Nâr-ı fırkat salan oldur Âdem’e
Adı Azrâîldürür gelsin beri
Kim ne cinn kurtulur andan ne peri
Fâtıma ana kapı açtı revân
Girdi Azrâîl içeri ol zaman
Ol vakit dedi Resûl-ü Müctebâ
Ey emîn hoş geldin imdi merhaba
Sordu kabz için mi geldin yâ melek
Ya ziyâret mi dürür ancak dilek
Dedi gelmişem ziyâret etmeğe
İzn olursa kabz eduben gitmeğe
Hakk buyurdu ben sana olam mutî
Her ne desen ânı tutam yâ şefi
Dedi Âzrâîl’e ol dem ol hümâm
Dilerim senden ilâ yevmi’l-kıyâm
Ben çekeyim ümmetimçün zahmeti
Kıl terahhum anları tutma kati
Bana kıy anlara kıyma yâ melek
Evvel âhir bu durur senden dilek
Hakk Teâlâ’dan nidâ geldi hemin
Yâ Muhammed dedi Rabbü’l-âlemîn
63
Ğam yeme kim yâ Habîb olma melül
Her ne kim sen diledin oldu kabûl
Dedi ashâba ol hayrü’l enâm
Ümmetime kılasız benden selâm
Ey beni can ile seven ümmetim
Hem seve canı gibi her sünnetim
Her işi bunlara tâlim eyledi
Dahi canın Hakk’a teslim eyledi
Çün sefer kıldı cihandan Mustafa
Dünyâdan hiç kimse ummasın vefâ”
Ümmet isen uy ona, hep onun gibi yaşa
Dön yüzü ondan yana, aldırma yaza kışa
*
Süleyman Çelebi can, sonra devam eyledi
Okur belki mevlithan, dua ve ram eyledi
Münacat bahri-dua
“Yâ İlâhî, ol Muhammed hakkı çün
Ol şefâat kân-ı Ahmed hakkı çün.
Sidrevü arş-î muallâ hakkı çün
Ol süluk-i seyr-i âlâ hakkı çün.
Ol gece söyleşîlen söz hakkı çün
Ol gece Hakk’ı gören göz hakkı çün.
Sırr-ı fürkân nûr-i âzam hakkı çün
Kuds ü Kâbe Merve Zemzem hakkı çün.
Gözü yâşı hakkı çün âşıkların
Bağrı bâşı hakkı çün sâdıkların.
Aşk odundan ciğeri püryân içün
Derd ile kan ağlayan giryan içün.
Sıdk ile yolundan kâim kul içün
Hazretine doğru vâran yol içün.
64
Şol zaman kim müddet-i ömrü hayât
Âhir ola ere hengâm-i memât.
Yâ İlâhi, saklagıl îmânımız
Verelim îman ile tâ cânımız.
Biz günâhkâr âsî mücrîm kulları
Yarlıgâyüb kıl günâhlardan berî.
Kabrimiz imân ile pür-nûr kıl
Mûnisi ğilmân ile hem-hûr kıl.
Hem dahî mîzânımız eyle sakîl
Cennete girmeğe lütfun kıl delîl.
Mustafa’ya hem civâr et, yâ Kerîm
Cennetü’l-firdevs içinde, yâ Rahim.
Lutf ile göster bize didârını
Nimetinle topla-gıl kullarını.
Afvedüb isyânımız kıl rahmeti
Ol habîbin yûzü sûyû hörmeti.
Sâna lâyık kullarınla hemdem et
Ehl-i derdin sohbetine mahrem et.
Hem Süleymân-ı fakîre rahmet et
Yoldaşın îmân makâmın cennet et.
Yâ İlâhi, kılma bizi dâllîn
Bu dûâya cümleniz deyin âmîn.
Ümmetinden râzı olsun ol muîn
Rahmetullâhi aleyhim ecmâin.
*
Böylece son bulur, dillere destan eseri
Bin dört yüz dokuzda bitirdi
……Bitirdi ve avazesin doldurdu
………Göğü, yeri…
Referans oldu Âşık Paşa’nın “Garipnâmesi”
Erzurumlu Darir’in “Siyer’ün Nebi” şurup namesi
65
…………Eb’ul Hasan Bekri’nin “Siyer” adlı kitabı
…………Muhyiddin Arabî’nin “Füsûs” adlı hitabı…
…………Aşkla yazdığı mevlit, bilinen tek eseri
…………Okurken yanık sesler, mest eder beşeri
…………Mevlit sade ve içli, öğretici metindir
…………Basit görünürse de, yazmak zor ve çetindir
…………Samimiyet teçhizli, kalıp aruz vezindir
…………Dinle hele okunsun, gönül halin hazindir
…………Üç beş dile çevrilmiş, kıtalara dağılmış
…………Olaylar evirilmiş, imbiklerle sağılmış
…………En kısa ve en uygun, anlatım kullanılmış
…………Her şiirsel sanatın, süsüyle pullanılmış
…………Cinas, tespih, tekrirle, beyit beyit donanmış
…………Ben diyen şairlerce, beğenilip onanmış
…………Nazireler yapılmış, onun gibi olmamış
…………Beyit mısra pulmuş, daha kimse bulmamış
…………Bölümlerde bütünlük, kayıp olmamış gözden
…………Her mısra ince ince, dokunmuş önce özden
Kuruluktan ıramış,
Hem coşkunluk yaramış,
Görünüşte kolay,
Oysa yazması büyük olay…
Geyik, güvercin, kesik baş gibi hikâyeler
Asıl nüshalara eklenmiş bazı yeni payeler
…………Mesneviden ziyade, kaside tertibi var
…………Gazellerden piyade, birkaç nadide akar
( Şiir : GÜLCE-Bahçe)
...............................................................
Genellikle mevlit (fâilâtün, fâilâtün, fâilün) vezniyle yazılmıştır.
Sadece bir yerde (Mef ’ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün) vezni uygulanmıştır.
66
İSTANBULUN İLK KADISI
HIZIR BEY ÇELEBİ
Güle düştü, güle düştü; geceydi, kapkara
Bir ay ışıdı gökten, şavkı geldi güle düştü
Sivrihisar bahçelerinde umut ve sevda
Sene bin dört yüz yedi, umuda gül sevdaya bülbül düştü
Hızır Bey Çelebi adı, Hızır’a verildi erken
Ve bu müjdeyi Sivrihisar bölüştü…
…İstanbul’un ilk kadısı Hızır
….Divit hokka ve beyaz kâğıt arasında hak, hukuk
….Hızır bey oldu Hızır Bey Çelebi..
…..Âlim ve bilgin olan edebi bir şairdi babası,
……Emir Celalettin Arif Efendi,
…….Köklü de bir sipahi ailesine mensuptu kendisi.
……..Söylenir annesiyse fıkralarımızın ustası,
……...Nasrettin Hocamızın Biricik kerimesi.
………Ve de hocanın gözünde küçücük ciğer paresi.
Hızır Bey Çelebi, önce babasından
İlk dersini aldı, o gün en hasından
Sonra Bursa’daki, Yegân’dan aldı ders
Bilir ilim yolu, yolların alâsından.
Çok kabiliyetli bir de çok çalışkan
Çabuk ilerledi, yol ona akışkan
Bilgi penceresi, toplar bilgileri
Çakır gözleri, ilimle barışkan
…Hocası molla Yegân’ın, Ahmet bin Armağandı asıl adı
….Genç yaşında oldu o hocası Yegan’ın damadı
…..Sivrihisar Medresesinde müderrisliğe oldu amade
Hızla geçip giden zamana inat, kalanların terkisine
Onca hayâllerle dillerde söylenen hayatın türküsüne
Yazdı ikinci Murat’ın yaptırdığı Ergene Köprüsüne
Üç mısrası Türkçe, son mısrası Farsça bir dörtlük
Yirmi yaşlarında; iz düşürdü, tarihe giden ülküsüne.
67
Bin
Dört yüzün
Otuz altısı
Sivrihisar Kadısı
Olarak devam etmekteydi.
Hızır Bey Çelebi’nin bu göreve
Hangi tarihte geldi bilinmemekteydi.
Bin
Dört yüzün
Kırk sekizinde
Müderrisliğe başlar,
Bursa’nın bir medresesinde…
Fatih çağının ünlü âlimleri
Molla Kastalânî ve Muslihiddîn ile
Hocazâde ve de Hayâli gibi isimleri
Bu medresede, umudun baharına bilinmektedir.
*
Fatih Sultan Mehmet ki; ona çok değer vermiş
İlme giden yolda; ne renkli düşler dermiş.
…O gün Ulu batlı Hasan İstanbul’a bayrağı dikivermiş,
….Fatih’in fermanıyla yeni başşehrin ilk kadısı
…..Hızır Bey Çelebi oluvermiş.
……Orta çağ kapanıp,
………Yeni çağa yol alınıvermiş.
…Fatih’in Hızır Bey Çelebi’ye
….Değer vermesinin
……Söylenir sebebi diye;
Tahta geçişinin ilk yıllarında
Umut dolu ömrün zor yollarında
Yaşarken hayatın uç kollarında
Bir acem gelmişte Türk illerinde,
…Bilgisiyle ezerdi her âlimi
….Fatih Sultan Mehmet çok üzülür,
….Derdi, görmeyin halimi
…..’Yok mu!’ diye gürledi ‘bununla baş edecek,
……Türkün bilgilisi ve aklı selimi’.
68
Tavsiye edilir de, Hızır Bey kendisine
Bir meclis tertibine, girer kılık sipahi
Acem bilgin söylerken, lâfa girer ve dahi
Üstünlük sağlayınca, herkes efendisine
Hayretli bakışlarla, kim diye göz atarken
Fatih’in sevgisine, mazhar oldu burada
Ulu Hakan Fatih de, böyle erdi murada
Ezilirdi acem bilgin, üstün ilim satarken
Artık vardı bir bilgin, acem âlimden bilgin
Fatih’in başı dikti, Türkler yürüyecekti
Nebi’nin Müjdesini, aşkla bürüyecekti
Çağ Fatihti ve saatler duvarlarda pul puldu
Aşk odur ki ey gözüm, adı İstanbul’du
Türkoğlu Türk’e bu yurt, Fatih’le nasip oldu
*
Dönelim biz yeniden Hızır Bey’in yaşamına
Devam edelim mısralara kaldığımız yerden
Hızır Bey asıl şöhretini kazanmıştı birden
Edirne’deki Mısır ya da Suriye’den gelen
Arap âlimiyle girdiği bu tartışmada fiilen
Üstünlük sağladığı için Fatih’i çok memnun etti.
…Bir Osmanlı âliminin başarısını alkışlıyordu Fatih,
….Sultan ki; sırtından kürkünü çıkarıp giydirdi.
…..Ve
……Bursa’daki Sultan Çelebi medresesine
……Elli akçe maaşla müderris olarak görevlendirdi.
…….Edirne’de üç şerefeli Medresede de ders verdi.
……..Bin dört yüz elli bir deki
……...Yanbolu Kadılığı da onun
……….Sonraki görevlerinden biriydi.
Tekrar olacak ya olsun, fetih olunca İstanbul
Yeni başşehir olunca, yedi tepeye uzar yol
Peygamber müjdesi şehre, nasip olur ilk kadılık
Şehrin ilk hizmetindeyse üslendi çok önemli rol
…Adliye ve belediye hizmetlerinde hakka uygun
69
….Emniyet ve imar işlerinde göze doygun
…..Önemli düzenlemeleriyle, kadı gördü şehir ay oğul.
*
Ancak o
Bu görevdeyken
Mevsim kış, aysa ocak
Yılsa bin dört yüz elli dokuz
Genç sayılabilecek bir yaştayken
Hakkın rahmetine kavuştu biliyoruz;
Elli iki yaşındaydı çekip dosta giden
Beklenmedik bir andaydı daha çok işi varken
Ahiret kapısı zeyrekte diye, bak söylüyoruz…
Kadıköy
Değil ki, bir köy
İstanbul’un beldesi
Sakın ha köyde nesi
Deme, dinle hele ben sesi,
Burası başşehrin ilk kadısına
Arpalık olarak verildi tarafına
Belki de Kadının köyü dedi Fatih kendisi…
Bu günkü
Unkapanı’nda
Hızır Bey Çelebi’nin
Kendi öz ismini taşıyan
Bir mahalleyle bir cami varlığı
Yüzümüze yayılan sevinç tutarlığı
Bilirim yine de ben, var ondan bilgi darlığı
Mutlaka gidermeliyim dostlar bu noksanlığı…
*
Burada öğrendi Arapçayı, Arap ülkelerine gitmeden,
Osmanlının âlimlerindendi,
Yüzünden bedene nur akseden,
Hem ekolde Fahrettin Razi’nin,
Kelam ekolüne devam eden
İkinci İbni Sina, İlim Dağarcığı ve de İlmin Âlemi
70
Gibi isimlerle kendisine, değer verilip, hitap edilen
…Değerli bir âlim olarak yaşadı, örnek bir şahsiyetti
Taassuptan uzak, açık fikirli, ince ruhlu olduğu
Yaşayan her canlıya sevgiyle dolduğu bilinir
Hesabın çetinliği ve dehşetiyle sararıp solduğu
Hayat sınavını kazanmaya daha çokça yorulduğu,
…Bilinir ve de kendisinin lâtifeden hoşlandığı,
….Yüksek bir şiir kabiliyetine sahip olduğu
Eserlerini söyleyeyim ben dostlar hemen.
İlmi çok geniş ve engin olmasına rağmen,
Az olmuştur eseri, çok olsa da beklenen
Daha fazla eserler olsa da hedeflenen
Az ama öz eserler, kaleme almasının
Birinci sebebiydi, denir idarecilik
Görevinin yanında, gösterilir öncelik
Genç denecek yaşında, yola koyulmasının
…Pek kıymetli talebelerinin ilme doyurulmasının
…Sebep olduğu söylenir.
….Dosta vuslata daha geç yürüseydi
…..Daha ne eserler verecekti denir.
Hızır Bey Çelebiyle Molla Fenârî dostu
O zamana kadar ki, tüm âlimlerin üstü
Olarak kabul gördü, onlar söyler sözünü
Bilip söylediler de, öz içine öz düştü…
…Hızır Bey Çelebi’nin; el, göz ve dil emeği
….Ebcet hesabıyla, geliştirmiş tarih söylemeyi
…..Ebcetle tarih düşürmeyi icat eden kişi diye söylenir
……Bilinir yek başına bu da onun bir özelliği…
Türkçe, Arapça ve Farsça, şiirleri yazmışsa da
Bu yolda da kalemiyle, engin kuyu kazmışsa da
Ancak birkaç mısra kalmış, Arapça ve Farsça şiir
Bunlardan biri Müstezat, adlı meşhur eseridir
…Bu eser ki onun Arapçaya hâkimiyetini gösterir.
….Ayrıca bu manzum eserde aruz veznini
…..O devirlerde asla görülmeyen bir ustalıkla
71
……Bir nakkaş gibi ahenkle işlediği yazılır ve söylenir.
Daha ünlü eseriyse Akait’ten bahseden
Cevâhir-ul-Akâid, kasidesi akseden
…..Göze kulağa ve ruha hitabeden
…...Yüz beş beyitten müteşekkil bu Arapça kaside,
……Medreselerde ders kitabı olarak
…….Okutulmuş mazide…
…….Birkaç kere basılmış ve şerh edilmiştir
……..Bu Manzume eser Türkçeye çevrilmiştir.
Kaside-i Nuniye, en meşhur eseriyse
Yüz beş beyitlidir, yine bu emeğiyse
Kelam meseleleri, önemine göreyse
Maturidi ekolü, olmuş içeriğiyse
….Bir veya birkaç mısrada ele alınmıştır.
…..Bu güzide eseri de pek çok kimse tarafından
……Şerhler ve tercümeyle değerlendirmek için
…….Kalemlerle, kağıtlara bir güzel iştahla dalınmıştır…
Hızır Bey Çelebi’nin üç erkek, iki de kız
Peri masallarına, beş çocuk hazırladı
Onlara lâyık baba, olmaya çabaladı
Miras diye ahlâkla, bilgi bırakan halkız
…O da Tazarruat adlı esrin sahibi Sinan Paşa’yı
….Alim ve edebiyatçı şahsiyetler
…..Ahmet Paşa ve Yakup Paşa’yı
…..Kızları Sultan hatun ile Fahrunnisa’yı
…...Bu bilinçle yaşama hazırladı Hızır Bey Çelebimiz.
……Böyle bir ilme ve yaşama gıpta edelim hepimiz..
72
(Şiir:GÜLCE-Bahçe)
DOKTOR AHİ AHMET ÇELEBİ
Çizgiler çizgiler aynalarda gözüken
Yüzümün derin vadileri oy ki oy!
Ağaran şakakların gevezeliği var
Her çizgide bir serçe kuşu
Yıkılmak üzere üstüme
Ömür denen koca çınar
Anladım, fakat vakit geç,
Elindeyse gel
Bir ayna yüzünden
Yüzündeki çizgileri
Teker teker seç…
Hekimle hakimin arasındayım
Ruh köküme giröiş yazgan kalemleri
Ben ağlarım, onlar yazar
Ben susarım kalem konuşur;
Birisinde beyaz, bembeyaz bir renk,
Ötekisinde isyânlarıma karar
Sarkaç misal salınıyorum,
Hayat çemberindeyim dostlar
Çember gibi yuvarlanıyorum.
Burası sevap, ötesi günah;
Şu sanık, bu şahit
Yaram derinde
En derinden kanıyor,
Bu dem, bu saat olmuş
Bütün aynalarda
Bir göz, bir gözü arıyor…
Çelebi yanımı göstermiyor bu yalancı aynalar
Kırıp parça parça parçalamalıyım
Ancak
Her parçada yürek yangınlarım
Offf ki offff
73
Bir sonsuz,
Sonsuz tek…
Gel ey Hipokrat yemini
Dilime yapış bırakma
Gel ey Ahi Ahmet Çelebi
Çık tarihlerin içinden
Konuş benimle,
Sen anlat ben dinleyeyim
Ben anlatayım, sen dnle…
*
…Dünya onu Ahi Çelebi adıyla şöhrete boğdu
….Bin dört yüz otuz iki yılında dünyaya doğdu
…..Geçer adı;
Kaynaklarda Mehmet, Ahmet ve Mahmut
Olsa ne fark eder, ismi Nuh ve Yakut
Ünlü çelebimiz, o bizim Ahi’miz
Ünlü hekimlerden ünlü şifacımız.
… Tabip Kemaleddin babasıdır, doktorlukta dâhimiz,
…. Mevlâna Kemal der ona halk bir başka ifadesinde
….. Bulunmuştu hekimlik görevinde
……Fatih Sultan Mehmet ve ikinci Beyazıt devrinde…
Aslen Tebrizli olan Ahi Ahmet Çelebi
Babasından almıştı ilk tıbbi bilgileri
…Ölümünden sonra babasının
…….Devrin büyük hekimleri
…….Altuncuzade ve Kutbuddin verdi tıbbi birikimleri
…….Kısa zamanda ilerletti mesleki bilgileri…
…….Kastamonu da Candaroğlu İsmail beyin hizmetinde
Başladı işine çalışıyordu
Yavaş yavaş alışıyordu
Gecelerinde mum ışıyordu
Giden güne gelen gün akıyordu
….Sonra bu beylik Fatih Sultan Mehmet han tarafından
…..Osmanlı devletinin topraklarına ilhak ettiğinde
……İsmail beyinde Rumeli’deki
…….Kendisine verilen yere gittiğinde
74
…….İçinde bıraktığı düş yaprağını
……..Yedi tepeden dünyaya
………Ve İslam’a göz kırpan toprağını
………Peygamberin müjdelerin müjdesiyle müjdelediği
……….Bir gün
………..İslam’ın koruma merkezi olacağını hissettiği;
………..Bizim Ahi Ahmet Çelebi
…………Kendisi içinde şehirlerin en güzeli,
………….Güzel şehir İstanbul’a gitti.
………….Mahmutpaşa da açtığı bir yerde
…………...Mesleğine ilk adımı attı.
…Derken;
Fatih Darüşşifasına oldu öncesinde hekim
Hekimlerin başı oldu, sonrasındaysa nitekim.
Hekim olup hastaların yüzünü güldürmeye
Bilinen hastalıkların defterlerini dürmeye…
……Devam ederken görevine severek
..….Başhekimde olunca görevde yükselerek
…..İkinci Beyazıt döneminde
…Düştü yolu hassa hekimliğine
Hassa hekimliği de, nedir ki demeden siz
Dile ve söze gelip, diyelim kısaca biz
Saraydaki görevli hekimler ki hassa hekimi
Onların başına da denirdi saray başhekimi
…Hastaneleri, tımarhaneleri
….Ve tıp medreselerini yönettiği
….Resmi ve özel sağlık görevlilerini tayin ettiği
…..Bir görevdi saray başhekiminin yapıp ettiği
……Emirlerindeydi, Cerrahbaşılar,
…….Kehtalbaşı’ların idaresine bakardı
…… ..Hekimbaşılarının sağlık işlerinde
………Geniş yetkileri vardı
……. …Ayrıca görevleri arasında
…………Yeniçeriye hassa hekimlerinden,
…………..Hekim başı tayin etmek
……… …….Osmanlı devletinin sağlık işlerini
……………… Yönetmekte vardı.
75
…......Devam etti bir müddet
……..Bahsettiğimiz hassa hekimliğine
……Yükselemese de saray baş hekimliğine
…...Hayat yolu uzayıp gider mutfak amirliğine.
Yol uzun dedik bir kere, hekimbaşılığa döner
Yavuz sultan zamanında görevine devam eder
Mısır seferine çıkan, yavuz ile seyrüsefer
Nasip eder hekimbaşı Ahi Çelebiye kader
…Kâbe’ye yakın giderim diye yanaklarına yaş düşer
….Ruhundaki güneşlere sıvanır bütün gülücükler
Kanuni Sultan Süleyman zamanına da yetişti
İnsanlara hizmet için, nefes verdi, hastalar iyileşti;
Ahi Ahmet Çelebi ki, Mevla’m eylesin gözü şen
Onun ömrü uzadıkça sözün şavkı yere düşen
…Bin beş yüz yirmi üç yılında
….Hac farizasını edip, Mısır seferinden dönerken
…..Ecel gelip sözünde şavkı da, kahire de sönerken
……İmam Şafinin kabri civarına edilmiştir defin
…….Öldüğü sırada vücudu kuvvetli, dişleri sapa sağlam
……..Yaşı dersen doksanı çoktan geçkin.
Birazda eserlerinden bahsedivereyim size
Azıcık kulak, göz ve dil, verirseniz eğer bize
Boşluğa nida söylerim, gidiyor sözüm dehlize
Hitap eder belki göze, belki gelir dil de dize
......Onun zamanında Edirne iline bağlı
….Osmanlı evleri vardı kapıları yola açılan sollu sağlı
Bir ilçe merkezi olan Ahi Çelebi adında
Arpalık diye verildi kendisine bu kasaba
Çalıştı hep bir şeyleri alın teriyle üretmeye
Yalan katmadı sözüne, haram katmadı hesaba
……..İstanbul’da bir hamam ile
…….Çok sayıda dükkândan meydana gelen
……Bir varlığa sahipti bile…
…..Edirne’de yaptırdığı mektep ve medrese
….Bir de mescit İstanbul yemiş iskelesindeki adrese
Kanlı Fırın mescidi olarak da bilinen
76
İşte bu imaretlerin emrine vakfedilen
Gelir fazlasınınsa Medine fakirine
Gönderilivermesi vasiyeti edilen
…Hasenatı yaparken gözün kırpmadı ibadet kastı ile
….Büyük sevaba koştu, tasattuk olsun diye nafile…
…Kanlı fırın Mescidi dediğimiz
….Ahi Çelebi Camii olarak bildiğimiz
…...Evliya Çelebi’nin Şefaat derken seyahati istediği
……Böyle bir hatırası olan bu güzel camii
…….En son Mimar Sinan tarafından tamir oldu
……...Bildiğimiz.
Ne yazık ki cami, bu gün tek başına
Duvarı çatlamış, sıvası dökülmüş
Sıvalar çürümüş, küf tutmuş taşına
Belki çinileri, yerinden sökülmüş
Cemaatini kaybetmiş haldeydi
Restorasyonu ise hep dildeydi
…Hız verildi iki bin yedi yıllarında
…..Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden bitirmesini
……İbadet edilir hale getirilmesini
……..Bekliyor çağımız ve halkımız
……….İbadet yollarında…
Belki de bekliyordur, Ahi Çelebi bunu
Bakıp ağlıyor belki, damıtır göz suyunu
Bir camimize sahip çıkamadılar diye
Ayıplıyor belki de kendisi öz soyunu…
Bugün İstanbul’umuzda bir mahalle
Edirne vilayetinde bir köy ile
Bulgaristan da püfür püfür bir yayla
İsmi anılır dillerdeki nidayla
…Taşır bu mekânlar Ahi Çelebi adını halâ…
Yazdığı en önemli neşriyatı eseri
On bölüm halindeki kitaplardan seri
…Taşlara dair Böbrek ve mesanede meydana gelen
….Risale-i Hasatül Külâ Vel Mesane de verir bilgileri…
77
…Bundan başka Farsça yazdığı
El Fevatüs Sultaniye Fil Kavaidi Tıbbiye
Birde Risale-i Fit-tıp ve Mesnevi Fit-tıp diye
….İki Türkçe eseri daha tespit edilmiştir ki
…...Hepsi tam birer bir külliye.
Bilgi dolu hazine, insan adlı beşere
Hekimlik üzerine ‘Mucez’ adlı esere
El emeği göz nuru akıtmıştı Ahi’miz
Onun güzel eseri, bilmesek de sahimiz
… Neşredilmiştir Arapçadan dilimize
….Evladım sen oku öğren diye.
78
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
ÖZGÜN EDEBİYAT TARİHÇİSİ
ÂŞIK ÇELEBİ
Koşan yağız atların, nal sesidir şu zaman
Yiğitler ve bilginler, diyarı oldu mekân,
Soyumuz; Oğuz göçer, gelir orta Asya’dan,
Osmanlıyla şahlanır,
Türk dediğin ne yaman !
On altı devletiyle, hep adalet dağıtan
Bir milletin evlâdısın, bunu iyi belle!
Bilmiyorsan, utan, utan!
Kahraman ve çalışkan ecdadınla gurur duy,
Âlimler ve âşıklar yurdu bu yurt
Bırakma ellerimi, iyi dinle dilimi,
…Kelimeler sıkışıp kalsa da dilimde
….Yine soyumuzdur, cihana ün salan
…..Osmanlı, hoşgörüsüyle ve adaletli iklimde
……Yaşayan zatı muhterem Aşık Çelebi’yi
…….Anlatacağım size,
………Sözcükler arşa değiyor içimde.
Asıl adı Pir Mehmet olan Âşık Çelebi
…Yıl bin beş yüz on beşte,
….Bu günkü Kosova toprağı Prizren de doğar.
…..Ana, babasını her bebek gibi sevince boğar.
Soyu Muhammed nebi, soyuna dayanan
Bağdatlı bir haneden, gelip aşka uzanan
Emir Buhari ile Bursa’ya göçüp konan
Seyyid Muhammed Netta, onun büyük dedesi
…On dördüncü yüzyıl sonunda buraya yerleşti
….Babası Seyyid Ali de bir Osmanlı efendisi
…..İkinci Beyazıt dönemi kazaskeri
……Müeyyedzade Abdurrahman Efendi’nin kerimesi
…….Onun biricik kızıyla hayat boyu evlenip eşleşti.
Farsçayı çok iyi bilen, yüzü gamzeli babası,
79
Birinci Selim zamanı, olur İnegöl kadısı
Bin beş yüz otuz beşte, kesilince can nefesi
Âşık Çelebi yetimdir, sürer hayatın çabası
Edebiyat ve ilimle, ilgilenen ismi âşık
İstanbul kazan o kepçe, bilgi peşindeki kaşık
Bilgi toplar kaşık kaşık, İstanbul’da aldı ışık,
Bilgisiz ve cahil olan, kişiye yollar dolaşık…
…Dedi ve Sururi Çelebi’yle Taşköprülüzade
….Abdulbaki Efendiyle Saçlı Emir Efendi
......Ve de Arapzade
…..Karesili Hasan Çelebiyle Ebusuud Efendi
……Ve bir de eniştesi Muhiddin Efendilerden içti,
…….Yudum yudum ilim dolu bade, yaşadı hayatı sade
……..Dönemin ünlü bilginlerinin derslerine devam eder
………Böylece öğrenimini tamam eder
Taşlıcalı Yahya’yla, Hayâli’yle tanışır
Şiirin demini de, Zâti ile konuşur
Kelâmlar şiir olur, muhatap kulağına
Kulaktan da gönlüne; şiir sel olup doluşur…
Bursa da memurluğun, hayatına atılır
Mahkeme kâtibidir, adliyeye katılır
…Bin beş yüz kırk birde,
….Emir Sultan vakıflarına yönetici yapılır.
…..Burada Bursa’nın güzelliklerini anlatan,
……“Bursa Şehrengizi” adlı şiirsel mesnevisi,
…….Tarafından kaleme alınıp yazılır.
……..Bin beş yüz kırk altı da ise
………Bursa vakıflarını denetleyen
………Muradiye medresesi öğretmenidir Ruşenizade
……….Düzenlediği raporuyla görevden alır.
Dört yıl daha mahkemede, kâtiplik görevi yapar
Bin beş yüz elli de yolu, önce Silivri’ye sapar
Daha sonra Piriştine, iline de düşer yolu
Kâtiplikten kadılığa, devlet Serfiçe’ ye atar
……Buradaki Kadılık görevinden sonra da koşar
80
Vatan hizmetinin iştahıyla,
Narda kadılığına atanır.
Narda voyvodalığı yaptıydı,
Ferruh Kethüda ile dadanır.
Musa kadının da bu şehirde,
Kadılık yaptığı da saptanır.
Bu iki eski görevlinin de,
Etkisiyle görevden alınır.
…Bin beş yüz altmış iki de
…Alanya kadılığına yollanır…
Kanuni’nin gazeline
Güzelce bir tahmis yazar.
Tahmis gazelin her beyit,
Başına üç mısra katar.
Sonra onu Kanuni’ye,
Götürüp de şevkle sunar.
Bu yüzden padişah onu,
Önce Niğbolu’ya atar
Niğbolu kadılık yolu, başka bir kapıyı açar
Bin beş yüz altmış üçlerde, Çernovi kadısı yapar
Tuna yoluyla Belgrad’a, giden padişah kayığını
Oturduğu iş mekânında, sever okşarda bıyığını
İstifini bozmaz da densiz, sultan karşılamaya çıkmaz,
Göstermez padişahımıza, kadı hürmetin lâyığını…
…Padişahın huzuruna gelenlerin başlarında kavuklar
….Bunu söyler Padişaha yalaka ve dalkavuklar
…..Bu görevinden de alınır, duruma güler tavuklar…
Zigetvar’dan İstanbul’a, dönen İkinci Selim’e
Bir lâmiye gazel yazar, lâm uyaklı son kelime
Sunar lâmiye gazeli, İkinci Selim hünkâra
Hünkârı dedi ey Âşık, Makedonya Kıratova
Kadı olarak senindir, git göreve o ilime
Bin beş yüz altmış altıda, uzun süre çalıştığı
‘Şairlerin Duyusu’nu, yine İkinci Selime
Taşköprülüzade’nin de, ‘Şakayık’ı buluştuğu
Çevirisini yaptı da, bir güzel kelime kelime
81
O gün sadrazam Sokullu, Mehmet Paşaya sununca
Sokullu Mehmet paşası, çeviriyi okuyunca
…Üsküp kadılığına getirilir, kalan ömrü boyunca
….Bin beş yüz yetmiş ikide,
…..Cebrail burada alır canını, vadesi dolunca…
Doğusundadır Üsküp’ün türbesi
Dolu gitmiştir bilakis heybesi
Vatana hizmet, etmektir gayesi
Bu sebeptendir, tüm görev payesi
Bahsedeyim size canlar, birazda eserlerinden
Bizimdir Âşık Çelebi, şairlerin pirlerinden
“Bursa Şehrengizi” adlı mesnevi
Bin beş yüz kırk birde, yazdı eseri.
Türkçeye çevirir, Farsçaydı nev’i
“Şehitler Bahçesi” adlı çeviri
…Yazmıştı bu güzel eseri
…..Hüseyin Vaiz’in kalemi…
……Peygamber torunu Hüseyin’in Kerbela’da ölümünü,
…….Anlatır bu eser o günkü vahşet-i âlemi….
Serfiçe kadılığında, o güne kadar yazdığı;
Bütün kaleme aldığı, dile dolanıp çözdüğü
Gazel, kaside ve bendi, ‘Divan’ adlı eserinde
Topladı hepsini onda, dillendi görüp gezdiği.
Birinci Süleyman’ın Zigetvar seferini
Kaleme alıp yazdı, bu gözlem eserini
“Zigetvar Name” verdi, içeriği bilinsin
Şehrin güzellikleri, ister gözlere insin…
Kâtiplik yaptığı, dönem denemesi
Edebi değerli, yazım derlemesi
‘Mahkeme belgeleri’ adlı şekerlemesi
Hadislerin güzelce, bir izahat namesi
…..‘Kırk Hadis Açıklaması’ adlı eserleri
……Vardır dostlar, istiyorum bunlar bilinsin.
Çeviri eserlerinden biri şudur ki;
Huzursa, Sultan Sencer’in huzurudur ki,
82
Bu İmamı Gazalinin Şuurudur ki,
Gazali konuşup derledi sözlerini
Farsça eserini yazdı böyle hepsini
İşte onu Farsca’dan Türkçeye çevirdi.
…‘Hükümdarın Altın Parçası Öğütleri’ adlı kitabı
…. Arapçasından Türkçeye çevirip bize ulaştırdı hitabı…
‘Şairlerin Duyusu’ndan, bahsetmiştim biraz size
En önemli eserinde, ne var bildireyim göze
Âşık kendi yaşamından, önemlice kesitlerle
Uzun bir önsözle başlar, öz bilgiler verir bize
…On dördüncü ve on altıncı yüz yılda yaşamış olan
…..Üç yüz elli kadar şairin yaşam öyküsüyle dolan
……Ebcet hesabına göre düzenlenerek yer bulan
……..Bilgiler ve hayat hikayeleri
………Gelir sayfalarda dizelere…
Aşık Çelebi’nin,
Kendi görüp, duyduğu bilgiye dayanması,
Çağında yaşayan şairlerin,
Pek çoğuyla dostluk kurması,
Bu sebeple hepsiyle de yakın, ilişki kurulmuş olunması,
Daha önce ölen şairlerin, en yakınlarından dinlenerek;
…Bu şairlerin hayatı hakkında,
…Detaylı bilgiler toplanması
…..Bu eserini, çokta önemli,
……Bir kaynak haline getirmiştir.
……Şairlerin karakterleri, onların yaşamları ve çevresine
…….Biyografilerden sonra geçilmiştir
……..Şiirlerinin örneklenme evresine
……..Bu ayrıntı ve örneklemeler nedeniyle,
………Bu eser kendisine
…….Benzerlerinden ayrılır dedirmiştir..
Âşık Çelebi eserde, üç şehir hakkında şöyle
Bir saptamada bulunur, söyler ki bence bu böyle;
‘Adına mahlas eklerler, Pirizren’de oğlan doğsa,
Farsça konuşmaya başlar, Yenice’de oğlan doğsa
Belinde divitle doğar, Piriştine’de de olsa.
83
…..Dolayısıyla, Prizren şairler yatağı ve kaynağı,
……Yenice Farsça konuşmanın ana ocağı,
……..Priştine ise biliniz ki, nice kâtipler yatağıdır”
……Aşık Çelebi;
Şairlerden bir şair, hem ozan, hem de Âşık
Şiirleri yalın ve basit; dili, dile alışık
Ve de günlük konuşma, diline de yaklaşık
Ana tema olarak; aşk! diline dolaşık
….Aşk olmakla birlikte işlediği genel konu
…..Yaşanan pek çok olayı, şiirlerinde
…....Konu edinir.
……Köstendil Ilıcaları, Serfiçe ve Tuna
…….Narda’yı anlatan şiirleri de ekleyebiliriz buna,
……..Bestelenmek üzere yazdığı murabbaları
………En güzel örnekleridir bu konuda.
En önemli özelliği, âşık ve de kâtip kulun
Yaşadığı zaman olan, ol on altıncı yüz yılın,
Edebiyat tarihçisi, olmasıdır en özgünce
Görün ne cevherler yaşar, ecdadımda bizden önce…
84
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
HAMDULLAH HAMDİ ÇELEBİ
Dil şakıyan kekliktir, duy! Sesi çağa düşer
Tarihin sahnesine, üçler beşler yediler
Allah dostu erenler, nice yarenler
Gelirler, giderler de anlatmak bize düşer
Bak;
Birisi daha geçti, geçer bak çelebiler
…Bin dört yüz kırk dokuz yılında
….Doğduğu yer Bolu’nun Göynük kasabası
…..İstanbul’un manevi fatihi
……Akşemseddin hazretleriydi babası
Osmanlı âlimlerinden Hamdullah Hamdi Çelebi
Akşemseddin oğulların, sevgili küçük kardeşi
Hazreti Ebu Bekir’e ulaşır soyu nesebi
Devrinin öncülerinden, gönüllerin güneşi.
‘Muhammed Hamdullah Hamdi’ diye bilinir künyesi
Yedi kat gökleri delmek, hakka varmaktır hevesi…
Babası Akşemseddin özel alâka gösterdi
İlimlerden bin ilim, güzel ahlâk önerdi
Bildiğini önüne, hem ki ardına serdi
Kalanı bulsun diye, ufkuna yol gösterdi
*
İlk
Ve temel
Eğitimini
Alırken babasından
Baba sevgisi alıyorken
Dünyalık sevgilerin en hasından
On
Belki de
On iki yaşı
Hayatının baharı
Fani ömrünün daha başı
Babasının vefatı üzerine
Dökülmüştü, damla damla gözyaşı…
85
Son
Görevde
Hüzün yüklendi
Titreyen sözlerine,
Yeni siyahlaşmakta olan
Kaşları birbirine kilitlendi…
*
Sen ki benim babamsın, yolum gösteren elsin
Osmanlı devletine, kapılar açan dilsin
Rabbim cümle kullara, sonsuz hidayet versin
Gösterdiğin hak yolda, ruhum göğe yükselsin
…Dediği babasından yetim kalsa da
….Maddi ve manevi zorluklara düçar olsa da
…..Her şeye rağmen
……Mükemmel bir tahsil almayı başardı.
Yaşanacak günlere göğüs gerdi sağıyla soluyla
Hizmet etti insanlığa, mübarek eliyle koluyla
Âlim, arif ve şair olacağını keşif yoluyla
Babası Akşemseddin çok önceleri haber vermişti.
…Babasının öngörüsüne erişmeye
….Yüzünü kara etmemeye
…..Tüm emeğini çabasını dermişti.
……Din ve fen ilimleriyle
…….Edebiyat ve şiirde söz sahibi oldu
……..Kendine has ve özgün diliyle…
Bursa’da eğitim vermekte olan ilim yuvaları
Çelebi Sultan Mehmet ve Yıldırım Beyazıt Hanların
Adlarını taşıyan güzide medrese mekânların
Müderrisliğinde yapmıştı tasavvuf inzivaları
…Mesnevîleri hazırlamaya buralarda başlamıştı
….Aşkı, ilmi kaynağından fışkırıp çıksın diye
…..Göğe bin dilek sunup,
…….Yere, ağaca, suya ve de mürekkebe
……...Ulaşmıştı;
……Kalemiyle diliyle, geceyi gündüzlere katmıştı.
*
86
Birer birer yan yana
Ellerinde bin eser
Ders vererek insana
Geçiyor Çelebiler.
Bayraklaşıp tarihten
Osmanlıdan, ta ilkten
Evet, tıpkı sen ve ben
Geçiyor Çelebiler.
Kavuklar başlarında
Bugünde ve yarında
Her çağın esrarında
Geçiyor Çelebiler.
İlim, ahlâk ve edep
Gülce olaya sebep
Yanyana, el ele hep
Geçiyor Çelebiler.
Evliyâsı, kâtibi
Kimyacısı, tabibi
Severek her garibi
Geçiyor Çelebiler.
Üstünde kaftanları
Canda canın canları
Yazarak destanları
Geçiyor Çelebiler.
*
Aşka
Gelelim
Dercesine
Kendini verdi,
Tasavvufa girdi.
Özünde yetişmeye
Yanıp yanıp da pişmeye,
Gönlü gönlünü yercesine;
Rabbin dostluğuna erişmeye,
Bilimlerde seyyah olup gezmeye,
87
Sevda sarnıcına koşmaya başladı.
Bir gece
Rüyâsında
Gerçek gibice,
Babasını gördü.
Sebep oldu aldığı
Bu rüyâsındaki özlü
Ve yol gösteren nasihatler
Görünmez âleme seyahatler
Onun inzivaya çekilmesine…
Hızla tükenen kısacık ömürde
Sevdaya hızlı koşmaya başlamasına…
…Sebep oldu.
….Babası Akşemseddin ona;
Ahret hazırlığına artık koşulmasını
Gönülden alçalarak cana doyulmasını
Bunun için de hemen yola koyulmasını
Hemen de Kayseri’ye tez ulaşılmasını,
…Şeyh İbrahim Tennuri’ye varıp
….Teslim olmasını nasihat etmişti.
…..Hamdullah Hamdi Çelebi, rüyâsından uyandığında
……Adeta kendinden geçmişti,
…….Bu rüyâ gönlünün daha çok yanmasına yetmişti.
Kayseri’ye gitmek için, hazırlıklara başladı.
Yolculuğa çıkmak için, gönülden anı taşladı
Tam bu esnada âniden, Tennuri Bursa’ya geldi
Hamdullah Hamdi Çelebi, emrine koşmayı bildi
…Babasının nasihatine uyarak
….Hemen sohbetine teslim oldu.
…..İbrahim Tennuri ona dönüp;
……‘Seni bana gönderen, beni de sana gönderdi’
…….Dedi ve Bursa’ya geliş sebebini müjdeledi.
88
(H)amdullah Hamdi Çelebiye
K(A)yseri’ye hemen gitmesini
He(M)en kısa bir müddet sonrasında
Ken(D)isinin de oraya geleceğini söyledi.
Sorg(U)lu bir ömrün geçen hikâyesini düşleyerek
Zikir(L)i sözlerle dilini işleyerek
“Lutfey(L)e bize de inayetini ya Rab” diyerek
Hamdull(A)h Çelebi şöyle bir kendince titrer derinden
Son dergâ(H)ına kor ateşler yağarken
(H)em Kayseri’ye ulaşılmıştır tez elden
V(A)rlık kendini inkâr edemezdi, edemedi ezelden
Tü(M) güllere ve gülmelere bedeldi bu sevda
Ham(D) ederek yaratana, koşarak güler şahı peşinden
Hak d(İ)nin tebliğcisi, efendiler efendisinin izinden
(Ç)alışarak hocası İbrahim Tennuri ile birlikte
D(E)rsini bir tamam eyledi,
Bi(L)erek hizmet ve sohbetini canına minnet
Tev(E)ccühü ve terbiyesi ile olgunlaşıp kazanarak zihniyet
Bile(B)ildi elbet, ilim ve irfanla dolmayı
Bileb(İ)ldi elbet onun halifesi olmayı…
*
Hocasının izni ile Göynük’e gelerek yerleşti
Belki de özüne şimşek çakan uğurlu sayı beşti
Kül kendi zerrelerini, gizleyemez olmuş gönülde
Yazmaya özlemler, kâğıda mürekkep aşkı depreşti
…Türk edebiyatında batı Türkçesiyle
….İlk defa yazdı beş adet mesnevi hamse
…..Hamse beşleme demektir budur hadise…
……Değişik konularda beş adet eser
…….Divan edebiyatı şairlerinin hangilerinde var ise
……..O şair ki; hamse sahibi, önemli bir şairdir.
………Beş ayrı eserin bir araya gelmesiyle oluşan
……….Büyük ve hacimli esere verilen addır hamse…
Hamsenin Divan Şiirinde önemli bir yeri vardır
Daha değişik bir ifadeyle söyleyecek olursak
Bir ifadenin sesli haykırışıyla söze durursak
89
Sözün anlamı okuyan dilin anladığı kadardır
…Özünde hamse;
….Divan şairleri tarafından
…..Mesnevi şeklinde yazılan
……Beş kitaptan meydana gelen bir takım demektir…
*
Mesnevîleri arasında en çok
En çok Yusuf ve Zelîha’sı beğenildi
Beğenildi Leyla ve Mecnun da dahası
Dahası meşhur etti onu bu ikisi
İkisi ve diğer eserleri kendi zamanında
Anında ve sonraki zaman ve asırlarda okundu.
Dokunda dudaklarda nakış nakış, ilmek ilmek
Bilmek ve söylemek gerek özellikle
Özellikle Yusuf ve Zeliha’sı en güzeli
En güzeli kabul edildi o zamana kadar yazılan eserlerin
Eserlerin dili ve üslubu bakımından
*
Bu eserinin
Ön söz bölümündeki
Saygın babası
Akşemseddin’i veli
İle ilgili
Bir menkıbesindeki
Gerçek olayı
Şöyle ifade eder:
*
Gökyüzünde yıldızlara, turnalar uçup giderdi
Hasret denen o ocakta, gam pişerdi can pişerdi
Akşemseddin hazretleri, her zaman şu sözü derdi,
“Şu benim küçücük oğlum Muhammed-i Hamdi yetim
Şu benim Rabbimin son ki hediyesi bidayetim
Zelil kalmasa şu mihneti, çokça dünyadan göçerdim
Vuslata çağıran ilahi şerbeti, hiç düşünmeden içerdim”
…Diye söylenirken Hamdi Çelebi’nin babası
….Valide sultanı babası Akşemseddin’e dönünce
90
…..“Göçerdim dersin durursun,
……Ama yine de göçmezsin” deyince…
…….Akşemseddin Hazretleri “Göçelim!” buyurdu.
Göynük kasabasına yaptırdığı mescide
Girip çocuklarına, vasiyetini yaptı
Sonra yakınlarından, helâllikleri kaptı
İçten bir his ve sesle, çağıran sese gide
…Ve Yasin suresini okumaya başladı
….Sünnet üzere yatıp
…..Yanına da iman ve Salih âmelini katıp
……Ruhunu Hak Teâlâya teslim eyledi…
…….Zikredilen manzumenin ilk mısrasında
……..Hamdullah Hamdi Çelebi,
………Babasının bu kerametine işaret eyledi
*
Edebi sahada, ortaya koyduğu
Şiirsel mısralarla geceyi okşuyor
Yazarken büyükte, bir haz duyduğu
Manzum eserlerle, her beyit coşuyor
Bir söz sağanağı, dudağa bal şerbet
Sözün başı Allah, tamamı şehadet
Dünyada kullar ki tutar kısa nöbet
*
…………………..On beşinci asırda
………İlim, irfan ve edebiyat dünyasının
…………...En seçkin şahsiyetlerindendi…
Özellikle edebi sahadaki otaya koyduğu
Manzume eserlerle tanınıp ahalinin duyduğu
Zamanın İslam kültürü ve irfanına hep uyduğu
Pek samimi bir şekildeki bir üslupla aksettiren
……Sayılı ve seçkin bir Osmanlı münevveriydi…
…Hamdullah Hamdi Çelebi
….Babasının tabiriyle Muhammed Hamdi çelebi
…..Hayatının sonuna kadar hep münzevi yaşadı…
……Umumiyetle eserlerinden kazandığı parayla
91
…….Geçimini temin ediyordu
……..Tutumlu oluyordu,
………Özen ve itinayla
*
…Bir ara Anadolu’ya gelen
….Meşhur Abdurrahman Cami ile görüştü
…..Onun da sohbetlerinden istifade etti.
…...Eserlerine ondan aldığı feyiz de aksetti
……İzi düştü
…….Özü düştü
…….Gözü düştü…
Cami’yi taklit etmiştir, diyerek tenkit edenler
Susuz kuyuya kovayla, koşar adımla gidenler
Sisli dağlarda kaybolan, arayıp bulunamayan
Kurtların yemiş olduğu, kara koyunu güdenler
…Olduysa da normaldir,
….Bakıldığında eserlerindeki tasvirler orijinaldir
…..Okunuşu pek lezzetli
……Kendi şahsına formeldir….
Almış olduğu derinlik ve genişlik muhtevalı
Din, felsefe, tasavvuf kültürü ve edebiyatın
Potasında tam pişerek, her hatıra bir gül dalı
Olarak olgunlaşmıştı dolmuştu gönlü Ferhat’ın
…Ve eserler telif etmişti.
….Mesnevilerinde dini ve ahlâkî konuları
…...Tasavvufî olgun görüşleri sunuları
……Ve incelikleri pek güzel bir üslupla işlemişti.
*
Kutlu sevdayla
Sarılmıştı Çelebi,
Yazmaya..
Eserlerinde
Az da olsa bulunmaz
Yapmacık üslup
Ol deyince olunmaz
Ara ki; yoktur
92
Ara ki; bulamazsın…
İstersen ara!
Ara mumla, çırayla…
Pek kıymetlice
Bir kültür yadigârı
Kopsa fırtına
Hep var olup vakarı
Sen fıtratına
Sunmuştur edip, varı…
*
…Hamdullah Hamdi Efendi
Gül yanaklı gül yüzüne sürerdi ismini sevdiğinin
Dilinden eksik etmezdi sevgisini sevdiğinin,
Bin beş yüz üç senesinde, arzın Göynük diliminde
Son nefesle bir kez daha, koklamıştı son havayı
…Arzı terki diyar ederken
….Güler yüzle selamlamıştı, can alıcı meleği
…..Melek de onu selamlar, vuslata ererken…
Babası teninde vardı, ona meyil, aşk tortusu
Bu sebeple vardı diye, ondan ayrılık yortusu
…Sebep bu olsa gerek,
….Muhammedi yetim dediği küçük oğluna
…..Daha bir sevgiyle dolsa gerek…
Aynı yere, aynı il’e, aynı atan gönüllere
Babasının bulunduğu, kabre yakın bir kabire
…Hemen yanı başına defnedildi.
….Yolu yol, istikameti ve tasavvufi inancı
…...Her daim murat edildi…
Hoşgörüsü, tevazusu, görün başındaki taç
Alçak gönüllülükle, insanlığa olur ilaç
Sabır denen olguyla sevgisiz kişiden kaç
Nice hekimler bile, her zaman buna muhtaç
Sözün konusu aşk ise, dil yanar, ağız yanar, dil yanar
O badeden içenler, susamış gönlü söndürür
93
Sevdayı çeken gönül hasretse nice başlar döndürür
Döndükçe dem vaktinde, diken yanar, yaprak yanar
Gül yanar…
Hamdullah Hamdi Çelebi’nin bilinen eserlerinden
‘Yusuf ve Zeliha’ ile ‘Leyla ve Mecnun’u söyledik
‘Tuhfet-ül Uşşak’ ile ‘Kıyafet Name’ eserlerinden
‘Mevlid-i Nebi’ ve Mecâlis’üt Tefsir’e söz eyledik
…‘Ahmediyye’ şiirlerini ihtiva eden
….Divan-ı edebî eseriyle
….Tasavvufla ilgili ‘Risale’sidir bir diğer eseriyse
Divanıyla ve mesnevileri, yazma halinde olup
Her birisi, el emeği, göz ve gönül nuruyla dolup
…Henüz basılmamıştır.
….Mesnevileri gazel ve kasidelerine bakınca
…..Sade ve güzeldir, anlaşılır dili
……Ancak;
…….Halâ kıymeti anlaşılmadı beki de;
…….Kitap haline çoğaltılarak basılmamıştır,
……..Gözler önüne asılmamıştır.
Yûsüf ü Zalîha mesnevîsinden bir gazeli
Sunayım ben size kendi dilinden en güzeli:
“Kâlû belâ’da ekdi çü tohum-i belâ-yı aşk
Bitürdi âb-i derd ile ben bî-nevâyi aşk
Çün hâsıl etti döğe döğe harmânımı derd
Bir demde hâsılım yele verdi hevâ-yi aşk
Gönlümü âşinâ edeli derd-i yâr ile
Bîgâne etti bana kamu âşinâyı aşk
Benden selâmı kesdi, selâmet çûn eyledi
Dest-i melâmetiyle bana merhabâ-yi aşk
Kalmadı gözde hâb eseri, doldu âb ile
Bilmem ki âkıbet nidiser mâcerâ-yi aşk”
94
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
HATTAT ŞEYH HAMDULLAH ÇELEBİ
Kalbinde Allah aşkı, ruh kökünde heyecan
Yazdığı eserlerle, sanat sanat ışıyan
Gözleri koşar dosta, ışıl ışıl parlayan
İslâmî hat yazısını, en zirveye taşıyan
…Hattat olarak tanımlanan Şeyh Hamdullah
…Amasya’da doğmuştur ey okuyan kari Abdullah.
…Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte
….Tarihçiler bin dört yüz yirmi altı
…..Ya da yirmi dokuz olabileceğini kaydetmekte.
*
Mürekkep, divit, hokka
Her birisi yakın Hakk’a
Bir görseydim sizi keşke
Çelebiler, Çelebiler.
Hakikatin aynasından,
Mevlâna’nın Konyası’ndan
Dostluk, sevgi dünyasından
Çelebiler, Çelebiler.
Görevleri hep mukaddes
Tarihlere en kutlu ses
Işık ışık, nefes nefes
Çelebiler, Çelebiler.
İlham verip Feyzullah’a
Geliverin bir kez daha
Varır ışıklı sabaha
Çelebiler, Çelebiler
*
Hamdullah Çelebi, etti fedakârlık, gitti ileri
Hatip Kasım’dan dini ilim ve edebi bilgileri
Tahsil etti Kur’an dili Arapça ve sair ilimleri
95
Tutunacak dallar diledi Rabb’inden ileri geri
…İlk hat hocası sufi Yahya Çelebi
….Ve zade Ali Çelebi olmuştur.
…..Ali Çelebi Fatih’in kâtibi olunca
……Amasya da Hayrettin Halil Çelebi hocalığında da
…….İlme ve sanata giden vade dolunca
……..Asıl eğitimini ve asıl gelişimini
………Yakut Musat’sımi ve Abdullah Sayrafi’nin
……….Yazıları üzerindeki uzun çalışmaları sonunca
………..Elde etti ve yürüdü.
*
Silinmez bir yazısın
Şeyh Hamdullah Çelebi.
Desen desen ışırsın
Şeyh Hamdullah Çelebi.
Sende güzel hat-sanat
Resmedip kanat kanat
Zikir, huşû, kanaat
Şeyh Hamdullah Çelebi.
Üslûbun kendine has
Dua, zikir ve niyaz
Eşin, benzerin de az
Şeyh Hamdullah Çelebi.
Harflerin âhengisin,
Tablodan gelir sesin
İlim, edep adresin
Şeyh Hamdullah Çelebi
*
…Şeyh Hamdullah yazdığı yazılarıyla
…..Yazılarındaki kendine has üslubuyla
……“ Kıbletül Küttab ” diye anılmıştır.
…….Yani işin özü Katiplerin Kıblesi diye tanınmış,
……..Gök kubbenin altında bu ünü almıştır.
Yazı onun elinde, sanat onun elinde,
Renga renk buselerle, bil! Hat onun elinde,
96
Onun adı bilenle, duyan hattat dilinde,
Benim diyen sanatkâr, hattat; heyhat! Peşinde
…Yazılarındaki güzellik, o derece gelişmiştir ki
….Ona benzemeye çalışmışlarsa da,
…..Sanatının güzelliğine çok az olmuştur yaklaşabilen.
…İkinci Beyazıt; şehzadeliğiyle
….Amasya valiliği döneminde
…..Şeyh Hamdullah ile yakından ilgilenmiş
……Onun yazı hokkasını kendi elinde tutarak,
…….Üstat Hamdullah’a hizmette bulunmuş.
……..Hizmet eden, bir devrin padişahıysa,
Ya da adaysa o tahta, daha onu küçümsemem
Sevda yolunda ağlayan, mor menekşe, al gül ise;
Söz bazen altın olup da, çoğu zaman gümüş ise,
Tövbe! Üstat sanatkârın, eline hiç su dökemem
Davetlerde yakınında, oturuyorsa ol hattat
Apayrı tutuluyorsa, diğer halktan da kat be kat,
…Ders alıp, ondan eğitim gören şehzade Beyazıt
….Tahta çıkınca, bin dört yüz seksen birde
…..Amasya’dan ayrılırken hocası Şeyh Hamdullah’ı da
……Arkasından gelmesi için İstanbul’a ediyorsa davet.
Tövbe! Üstat sanatkârın, eline hiç su dökemem…
Hocası İstanbul’a gelmişti, duymuştu en tezinden
Sultan Beyazıt, Şeyh’e olan sevgi ve muhabbetinden
Ona yakın olmak ve hisse almak için sohbetinden
Hoşlanırdı yârenliğinden, dostça münasebetinden
…Yakınında istiyordu onu da bu yüzden,
….Harem dairesi civarından bir oda tahsis etmişti
…..Günler birbirini kovalayıp, geçip giderken,
……Saraya kâtip ve muallim de tayin etmişti.
Okçudur Hattat Şeyh Hamdullah;
Ne babadan, ne dededen ders almadı dersine
Verseler de tüm okları doldursa heybesine
…Hattatlığındaki başarısı yanında,
….Okçudur, attığını vuran mertebesine;
97
…..Bilakis şeyh unvanını atıcılıktan almıştır.
……Ok atmak ne ki? Ok ve yay yapmakta da
…….Meşhur olmuş ve ün salmıştır.
Çok iyi ve isabetli, ok atıcısı olduğunu
Bu konuda da ustaca meziyetlerle dolduğunu
Bin yüz adımlık mesafeden isabetli atışıyla
Öğrendim bende, bilin sizlerde göstermiş olduğunu.
Pehlivanlar arasında ok atış rekoru kırarak
Attığı okla, uzak hedefe isabetle vararak,
…Menzil sahibi üstat olmuştur.
….Padişah İkinci Beyazıt tarafından
…..Mahmut ve Hamza dede’den sonra,
Ok Meydanı atıcılar Tekkesi şeyhliğine tayin olmuştur.
Terzidir Hattat Şeyh Hamdullah;
Sanki demiş beklenen yaz, bir çiçekle gelmez kardaş
Çok iyice bir terzidir, kumaşlarla bile sırdaş
Dikti kaftanlar özenle, dikişi bulmak maharet
Alnından teri damlamış, dikilmiş kaftan arkadaş;
…Padişahı Beyazıt’a,
Şehzadeyken hediye edilmiş, yok ki dikişinden işaret
….Gel, bul bulabilirsen,
…..Dikişi nereye gizlenmiş,
……Ya da dikiş var mı tespit et…
…İkinci Beyazıt’ın
….Oğlu Sultan Selim’in padişahlığında
…..Sekiz yıl tamamen inzivaya çekilmiş,
……Hem talebe yetiştirmiş,
…….Hem mânevi terbiyesini pekiştirmiş.
……..İrşat ederek müritlerine,
………Göğe tohumlar özenle ekilmiş.
Kanuni Sultan Süleyman’ın çıkmasıyla tahta
Padişah tarafından teveccüh de buldu hattâ
Lâkin bin beş yüz yirmi altı da vade dolmuştu
İstanbul’da öldüğünde yaş doksanı bulmuştu.
…Karaca Ahmet mezarlığındaki yeri,
….Değerli bir zatı ağırlamakla, şerefyap olmuştu.
98
…Eserlerinden de haber vereyim
….Birer cümleyle onları da, size bildireyim;
…..Otuz, bir rivayetse kırk yedi adet Mushaf-ı Şerif
……Elli cüz ve bine ulaşan En’am-ı Şerif
…….Kehf, Nebe sureleriyle
……..Yüz yirmi bir Mûrakka ve kıt’a
………Sekiz adet ise ilmi eser hazır kıta,
……….Ve dahası;
………..Altı adet dua mecmuası yazmış ve bırakmıştır.
Mimaride bir tezyini, unsur olan celi yazılarla
Çok az meşgul olmuşsa da, İstanbul’da Firûz Ağa,
…Davut Paşa Camii ve Beyazıt Camii kitabeleriyle,
….Edirne Beyazıt Camii kitabeleri
….. Dimağdan gönle, gönülden dudağa, dudaktan dile
……Dilden kalem tutan usta ele
……. Usta işi yazılmış, birer büyük eserlerdir.
Kavuşmaksa ölüm, sonsuzluksa ölüm
Ben ki ona dünden, hazırım be gülüm
…Ben ki vadem de, durgun suya atılan bir taş,
….İnsanlık için faydalı bir iş yapmalıyım arkadaş.
…..Yapamıyorsam bu yolda ölürüm
……Bunu yapamadığım için akar gözümden,
…….Damla damla yaş.
…Alıp gitti her damla su, asırları delen uykusunu
….Hasta yatağında ırmaklar ve göller o yüzden susuz,
…..Kapılar kapalı anlaşılan, setler, engeller var
……Gök yüzünün tavanında yağmur yüklü bulut yok
…….Kör ateş yangınların içinde, içim ve dışım,
……..Dermana giden yollar çok uzak mı ne?
………Neden özüme görünüyor sonsuz
……….Ya Rabb’im olmasa ne yaparım ben onsuz!
*
Şimdi sen Karaca Ahmet kabristanında
Uzanmış yatıyorsun
Yeşil serinliğinde;
Ben,
Evet ben,
Harflerin raksını seyrediyorum duvarlardan
99
Ve
Mürekkebin sanat gelinliğini
Şimdi sen yazdığın
Ve Hak zikreden her harfin, her yazının
Diliyle gözlere, gönüllere
Ses vermeye devam ediyorsun
Biliyor musun?
Ya ben,
Çağın makinası bilgisayarla
Seni anlatmaya,
Seni sunmaya çalışıyorum
Kendime,
Gelecek nesillere
Vah ki vah!
Yazık bana!
Yorgun tuşlar ucunda baygın ve ürkek harfler
Tablonun kenarı bile etmiyor,
Neredeysen çık gel
Şeyh Hamdullah üstadım, duy beni, işit beni…
100
(Şiir: GÜLCE-Buluşma)
BÜYÜK VELİ KASIM ÇELEBİ
Büyük velilerdendi, yanardı bir mum gibi
O da bir çelebiydi, hem ki Kasım Çelebi
Bu şiirde size ben, onu anlatacağım
Kulak verin, dil verin, dinleyin “helebi”
…Kendisi İstanbul da doğdu
….Her doğan bebek gibi
…..Ailesini sevinçe boğdu.
Bilinmiyor ne zaman, açtığıysa gözünü
Anasına gösterdi, gülümseyen yüzünü
Belki de veriyordu, iyi evlat sözünü
Çelebiler içinde Veli Kasım Çelebi.
…Gülümseyerek
….Kendisine bakan anne adlı meleğe
….O da gülümseyerek eder mukabele…
Sevgili babası Edirne kadısı
O ki adaletin, adilce yankısı
Muhammed Cemali Efendiydi adı
Olmazdı, olamazdı hukukta
Bir dünyalık kaygısı
…Böyle bir babanın oğlu olarak
….Büyüdü, yetişti dünyada
…..Hak hakikat yoğurdu
……Gençliğinin hamurunu
……..Kaybetmedi alnına düşen
………..Parıldayan nurunu.
Kasım Çelebi uzleti, seçti de ilk önceleri
Seçti insanlardan uzak, günleri ve geceleri
…Yalnız başına tenha yerlerde
….Dolaştı dağlarda, ovalarda ve derelerde.
Çağlayıp akan giden zamanın bir yerinde
Değerli ağalardan, sarayın bir ağası
Bir dergâh hayratıyla, bir de cami yerinde
101
Yapar güzel eseri, niyet Allah rızası
…Memleket menfaati ve ilim yuvası
….Olsun istedi dahası, insanlığa faydası
…..Ve bu değerli vakıf inşaatın bitimi sonrası.
Evliya bir zat olan, Halife Çelebi’den
Ol bir talebesini, bu dergâhta irşaden
Yaymak için hak yolda, hakikat bilgisini
Görevlendirmesini dileyince ricalen…
…Allah dostu Halife Çelebi
….Bu arzu üzerine gönderdi bir talebesini
…..Tenha yerlerde Allah aşkıyla dolaşan
Yunus gibice dostlara ulaşan
Nice sohbetler ederek konuşan
…Kasım Çelebi’yi getirtti
….Saçını tıraş ettirtti
…..Yeni elbiseler giydirip,
…...Saray ağasının yaptırdığı
……Dergâhta görevlendirdi.
Kovalayıp geçerken, günler dünlerini
İlâhi aşka verir, yüreğinin içini
Dolu dolu yaşamak isterdi biliyorum
Günah ve hatalardan pakladı
Gündüzlerini.
…Kasım Çelebi bundan, bir zaman sonra
….Hadım Ali Paşanın kendisine
…..Sevgi ve muhabbeti sebebiyle.
Bir dergâh bir cami yaptırmasıyla
Geçmesini ister camiasıyla
Aşkı ve hoş görüyü dokudu orda
İrşat helvasını bilgi tasıyla
…Dağıttı ilme koşan talebelerine
….Çıktılar bu yolda zirvelerin tepelerine…
…..İlim ve ibadetle meşgul oldular.
Mecburiyet halleri hariç
Dergâhtan da Kasım kendisi
Dışarıya çıkmadılar hiç
Ol Osmanlı beyefendisi
102
…O bir efendiler efendisi
Kerametleri çokça görüldü.
Dudaklarında zikir örüldü
…Kutlu bir sevdayla yanıp pişerken
….Kutlu bir tebessüm sürüldü gözlerine.
Vahdete vuslat, yaklaştığı zaman
Kasım Çelebi, bunu anladığı an.
…Dergâhtan çıkıp, Baba Nakkaş semtine,
….Giderek burada bekledi ölümü kendine…
…….Sevdikleri kendisine;
‘Efendim bu zayıf ve hasta halinizle
Yol aydınlatan nur yüzlü cemalinizle
Niçin gidiyorsunuz bu tenha yerlere
Dönseniz dergâha da öz mecalinizle
………Orada kalıp istirahat etseniz’ dediklerin de.
Dedi onlara;
‘Biz ki Allah ü Teâlâ’mızın lütfuna
Buralarda kavuşmuştuk aşkın kutbuna
Buralardan ahrete sefer edelim
Arzu ederiz dosta vuslata gidelim
…Hem biz burada merhum olursak daha iyi olur’
….Buyurdukları o gecenin sabahında.
Yaratana açıldı sevda kapısı
Topraktandır insanoğlunun yapısı
Tek hakikat bu döner gider toprağa
Döner sonbaharında düşen yaprağa
…Yıl bin beş yüz on dokuz da
….Arzu ettiği gibi huzurla
…..Vefat edip kavuştular ulu dosta…
*
Her devirde nur tufanı esecek
Biliyorum, yoksa çıkar döndüren mil
Her devirde bir kutup var gelecek
Biliyorum, yoksa hayat bu değil.
103
Dağları, dağları yerinde tutan
Bu atom döngüsü devr-i devranda
Yıldırımı, şimşeği sevip avutan
Biliyorum, bir büyük Veli vardır gelende.
Gelende yâr, gelende aman, gelende
Büyük Veli, bizim ele gelende
Gönlümün kırk kanatlı seher kuşları
Yedi kat göğe yükselende
Dua dua yâre gider biliyorum kanat kanat
Ben tahta bir pençere, kanadı kırık
Sen en mukaddes ışıltı,
Büyük Veli büyük sanat;
Gel çıkar beni bu köhne duvarlardan
Yenile ellerinle, ışıktan dillerinle…
*
…….Kıymetli talebelerinden biri
……..Allah’a en çok sevgili, arıyordu bir pir’i
………Bir kutup görmek dilerdi
……….Kafasını bu işle meşgul ederdi…
Kutup ne demektir derseniz ki eğer
Bilir ve söylerler konuşan tüm değer
Devrin en büyük yaşayan velisidir.
Her devrin bir kutbu, olur imiş meğer…
Kıymetli talebesinin aklı hep buna kayınca
Kasım Çelebi de onun bu arzusunu anlayınca
Bu talebesini bir iş sebebiyle
Bursa’ya gönderdi hemen gemiyle
Talebe giderken deniz seferiyle,
Bir fırtına çıktı su döndü deliye
…Nasıl oldu anlamadan bir anda
…..Buldu kendisini bir adanın ortasında.
……Adada dolaşmaya durdu yalnız başına
Neticede; yemyeşil çimenliklere oturdu
Etrafta kimseler var mı deyip de bakınıp durdu
Etrafta kimseler yoktu, yüzüne şaşkınlık vurdu
Akşama kadar da orda kendisine yolu sordu
104
…Rabbine yardım etmesi için dua ediyordu
….Akşam olunca adanın her bir yönünden
…..Kendisine doğru geldiğini gördü.
……Bir ara aralarında bazı şeyler konuştular.
…….İçlerinden birinin yüzü örtülüydü
……..Yakınına doğru gelip tam orta da buluştular.
Sonra da cemaat halinde, akşam namazını kıldılar
Yüzü örtülü olandı, imam olup öne durdu.
Akşam namazı bitince, on dört el göğe bakıp
Nurlu yüze sürüldüler, o ki halâ bakıyordu
Geldikleri yöne doğru, sonra her birisi kalkıp
Mekândan yürüyüp gitmeye, hızlıca yola koyuldular
…Talebe onların yanından ayrılıp gittiklerini görünce
….Feryât edip dedi, beni de görün ne olur gitmeden önce
……Bunun üzerine
Yüzü örtülü olan döndü de talebeye
‘oğlum niçin hocanla kanaat ediversene
Ne diye başka kimse, başka kutup ararsın
Beynin aynalarına, kutup kim der sorarsın
…İçinden kutup görme arzusunu çıkar’ dedi.
…. ‘Öz hocan sana yeter’ dedi.
Talebe dikkatli baktı şaşkınlık ile yüzüne
‘Peki, efendim’ diyerek utanma geldi özüne
Tövbe dedi pişmanlıkla, yön verdi titrek sözüne
Dikkatlice baktığında, görünüverdi gözüne
…Kutup diye aradığının, kendi hocası
….Kasım Çelebi olduğunu, anladı açıkçası…
Büyük veli Kasım Çelebi, talebesine tebessümle
Bakıp gülümseyip söyledi, kalasın gözümle başımla
Oğlum sen arkadan gelirsin, bizim işimiz var acele’
Deyip oracıktan ayrıldı, talebesi koşar hışımla
…Kırk gün sonra İstanbul’a döndü.
…. Dergâha geldiğinde, sözcükleri bir tersti bir öndü
….. Hocası Kasım Çelebi’yi sordu
…… Üzülerek onun Hakk’ın rahmetine
………Vuslat ettiğini gördü.
105
*
Caddelerde ağaçlar
Zikreder yaprağıyla
Bir ışık düşse yere
Zikreder toprağıyla.
Büyük Veli Çelebi
Geldi geçti buradan
Öyle çok talebesi
Dua kervanıydı sanki
Geçtiler ardı sıra
Birer birer, sıradan..
Ne zaman göğe baksam
Görürüm ışığını
Mevlâ Cennete koysun
Veli Çelebi derler
Sevdalı, âşığını.
106
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
KÂTİP MUSTAFA ÇELEBİ
Sarı güller açardı evlerin önlerinde
Gecenin orta yeri gül gülistan kokardı
Bin altı yüz dokuz yılı şubatında çevreyi
Bir Mustafa muştusu sardı da sardı.
…Doğduğu İstanbul’da bebekliğini yaşadı
….Sevimli bir bebekti o da, değerli bir “paşadı”
Babası Abdullah ki Enderun’da yetişmiş
Sarayda nasip olmuş, silahtarlık görevi
Türlü silah, mermiyi övüp övüp de sevmiş
Bilmiş ve de öğrenmiş, çeşidini silahın
…Emekli olup ayrılmış saraydan
….Sona erince bu hizmetteki görevi…
…..Eğitmeye koyuldu oğlu Mustafa’yı
……Bunu bildi, bu yolda ilerlemek oldu ödevi
On dört yaşına kadardı, birçok kitap ezberledi
Özel bir eğitim gördü, Kâtip Mustafa Çelebi
Topladı çok bilgileri, çok şükür Rabb’im dedi
Dünyada olan biteni, izledi merakla
İzledi ilgiyle.
Doğuda Hacı halife, batıdaysa Hacı Kalfa
Adıyla tanınır oldu, o zaman yaşayan halka
Toplanır oldu düşleri, fikirler başında halka
Yaydı beyin dalgaları, kimi beta kimi alfa
….Bin altı yüz yirmi üçte, Anadolu muhasebesi
…..Kalemine kâtip olarak girdi.
……Bir zaman bu görevde
……..Başarıyla hizmet verdi.
Dördüncü Murat Han’ın, hanlık erişiminde
Doğuya seferinde, utku girişiminde
Kâtiplik yaparaktan, orduya katıldı da
Kalemini harcadı, yazı ibrişiminde
107
Bin altı yüz otuz beşte, İstanbul’a dönüverdi
Kendisini tümüyle, okuyup yazmaya verdi.
Dönemin bilginlerinin, derslerine katıldı
Medrese öğreniminde, eksiklerini giderdi
Coğrafyadan tarihe, astronomiden tıpa
Geniş bilgi ağının, sahibi olan kâtip
Ol zamanda malikti, çok sayıda kitaba
Her birinden hız ve ilham alanda,
Alanda yâr alanda, alanda can dost alanda
Can kitabı durur canda,
Göz var onu okuyanda ah canım…
Bin altı yüz kırk beşte, sırası geldiği halde
Belki de umut beslerdi, ta derinlerde gönülde
…Yükselemediği kalemdeki görevinden ayrıldı
…Yürüdü kendi bildiği yolda ve izde
….Ancak bin altı yüz sekizde
‘Takvimü’t Tevarih’ adlı eseri dolayısıyla
Şeyhülislam Abdurrahim Efendinin ricasıyla
Kalemdeki ikinci halifeliğe getirildi.
Belki de böylece gönül kırgınlığı giderildi…
Okuyarak hayli çok kitabı sağında ve solundaki
Bundan sonra da öğrenme ve öğretme yolundaki
…Çabalarını sürdüren Kâtip Çelebi
….Peş peşe yapıtlar vermeye başladı
….. Ta o günden bugüne, bugünden de geleceğe
…… Değerleri bilgi ve belgeleri,
……..Çevrilip okunsun istedi.
Telif ve çeviri olarak tam yirmiyi aşkın
Kitap yazdı bilgi olarak deryaları taşkın
…En önemlileri bibliyografya, coğrafya ve tarih
….Verdi en güzel örnekleri sarih
Altı ekim bin altı yüz elli yedi de
108
Benim vadem buraya kadardır dedi de
İstanbul da Hakkın rahmetine kavuştu
Ebedi âlemine sessizce savuştu
*
Yirminci kattan daha yukarda
Yakıtı tükenen uçak gibi yere düş de
Düşte gör, kaç bucak olduğunu dünyanın.
Hayat, yeşil asmalarda üzüm salkımı
Ölüm, dört kolluyla saraya gidiş
Sen ne diyorsun, ne diyorsun ey gönlüm!
Gel kendine, sarıl dine
Şol İslâmın direğine…
*
Muhteremler dilerseniz,
Önemli eserlerine, kısa kısa değinelim
…Şiirsel renklerin, renk renk tabakalarına
….Bir çentik daha attık diye sevinelim
*
Arapça Fezleke;
Tarih alanındaki, eserlerinden ilki
Bin altı yüz kırk iki yılında tamamladı
Dört bölüm halindeydi, kitap Arapça veri
Neler vardı eserde, bilmek istersin belki…
Tarihin anlamıyla, neye vardır yararı
Anlatıldı okura, gayet güzel ve doygun
Bu alanda klâsik, İslam tarihe uygun
Olarak yazıp nesle, öğretmekti kararı
Yaratılıştan alıp, bulunduğu güne dek
Kurulan devletlerle, meydana geliveren
Önemli olayları, sıralatmış dil veren
Nesil hisse alsındı, belki amacı bir tek
Belki başka ihtimal, başka kalemle pişer
109
Tarih bilmek isteyen, gönülcüklere düşer
*
Türkçe Fezleke;
Arapça fezlekenin, devamı nitelikte
Yaşam öykü esere, yer verir özellikle
Bin beş yüz doksan birden, elli dörde olaylar
Osmanlı tarihinden, yazılmış gün ve aylar
Bilir eseri okuyan, bütün bayan ve baylar
Arapça fezlekenin, devamı nitelikte
Olaylar alfabetik, olarak sıralanmış
Her yılın olayları, yıl sona aralanmış
Ölen devlet adamı ve bilginleri anmış
Yaşam, öykü, esere, yer verir özellikle
*
Takvimü’t Tevarih;
Tarihlerin Takvimi;
Bil gözüm sende
Tarihlerin takvimi
Demek imiş de
Yeni öğrendim bende
Âdem resulün
Günüden itibaren
Bin altı yüz kırk
Sonrasında bile ki
Sekiz yıl daha
Tarihsel olaylardan
Bahseder yaren
Alfabetik olarak.
Bilinmez tende
Tarihlerin takvimi
Tekrar etmesin
110
Hatalar ülkemizde
İstermiş her hal
Zamanda yürüdükçe
Gelecek günde
Düşmeyiniz der derde…
*
Tuhfetü’l Kibar Fi Esfari’l Bihar;
Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan;
En
Çokça
Tanınmış
Elzem eser
Güzel kaynakça
Deniz Savaşları
Hakkında Büyüklere
Armağan adlı kitapça
Ta ki kuruluş döneminden
Hem denizciliğin öneminden
Bin altı yüz elli altıya kadar
Denizciliğin tarihçesi yanında
Osmanlı donanmasının tersanesiyle
Bahriye örgütü işleyişinden bahseder.
Ve kaptan-ı deryaların yaşam öykülerinden
Onların güzel ve asil değerlerinden bahseder.
Sonundaysa son zamanlarda denizlerdeki alınan
Başarısız sonuçları bertaraf etme yolunda birçok,
Kendince doğru bildiği güzide öğütlerini sıralar...
Başbakanlığa bağlı denizcilik müsteşarlığı tarafından
Türkçe ismiyle “Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan”
Olan bu nadir eseri iki bin sekizde yayınladı İdris Bostan
Umuda yaslanınca güneş fışkırsın diye sararan odalarımıza
Bir mavi masal yeniden demlensin diye günümüzdeki öz hayatımıza
*
111
Cihannüma;
Coğrafi yapıtların en önemli eseri
Osmanlı coğrafyası için çığırlık veri
… Kâtip Çelebi’nin iki kez yazdığı
…. Bin altı yüz kırk sekizde yazmaya başladığı
…..Cihannüma’nın ilki
……Klasik İslam coğrafyası temelindeydi.
Bu eserini henüz daha bitirmemişken
Noktayı son satıra, henüz değdirmemişken
…Eline geçen Gerardus Marcator’un atlasını
….Bir de buldu Fransız dönmesi Mehmet İhlas’ını
…..Latinceden Türkçeye çevirterek yeni bilgiler edindi.
……Ol Cihannüma’yı ikinci kez yazmaya didindi.
O günler coğrafyacılık bu günden çok daha zor işti
Derken yine Marcator’un Atlas Minor’una erişti
Bunların yanı sıra batılı coğrafyacılar olan
Ortelyus, Culuveryos ve Lorenz’in eserlerinden de
………Azami derecede yararlanmaya girişti
………. Doğal olarak eski Arap, İran ve Osmanlı
………..coğrafya eserlerini de kullandı…
….İkinci Cihannüma, dünyanın yuvarlak olduğunu
…..Üçte ikisinin suyla dolduğunu
Kanıtlamaya çalışan, fiziki coğrafya ağırlıklı
Bir bölümdür ki yazılan, yer kürenin merkezine
Belki de öbür yüzüne, kürek çeken dağarcıklı,
Yönelik olan bu eser, tüm dünyanın herkesine
……Bu giriş bölümünden sonra yazıp menzilde gider
…….Kristof Kolombo ve Macellan’ın
……..Keşif gezilerinden de bilgi verir, söz eder…
………Japonya’dan başlayarak tanıtır Asya ülkelerini
……….Yönetim biçimlerini, ekonomilerini ve tarihlerini
İnançları konusunda veriyor bilgilerini
İslam coğrafyasınınsa, yanlışa ilgilerini
El yazması yazılarla, kalemin kamerasından
Görülsün diye hatalar, satırların arasından
……………Okuyan gönüllere gösterir…
112
Bu yanlışların ve hataların
Kullanılmadık haritaların
Eksikliğinden ileri gelir
Diye açıklar, sözünü bilir.
İkinci cihannüma da anlatılan son yer Van’dır
Cahillerin muhabbette dövdüğü hep boş havandır.
Birinci cihannüması Osmanlı Avrupa’sıyla
Kapsar Kuzey Afrika’yı, batıyı ispanya’sıyla
Anadolu’yu da yazar, tüm güzel manzarasıyla
Dağıyla, taşıyla gözer, söze dizer ovasıyla
….Her iki esri cihannümada
……Ek olarak kullanılır elbet harita…
……..Cihannüma özünde
………Tüm İslam ve Hıristiyan coğrafyacılığının da
……….Özünde ve sözünde…
………...Temeli olan
Batlamyus Kuramına dayanmakla birlikte,
Aşkına keskin yolları, yaza çize geçmekte
Hem de o güne kadar, hiç yararlanılmayan
Osmanlı coğrafyası, adıyla anılmayan
…………….Batı kaynaklarını tanıtması bakımından
……………...Büyük önem taşımaktadır hatta...
*
Keşfü’z Zünun An Esamü’l Kütübi Ve’l Fuünun;
Kâtip Çelebinin en ünlü eseri batı da tanınan
Tanınan ve bilinen on dört bin beş yüz kitap ve risale eseri,
Eserlerin yazarları ve de isimleri Arapça yazıyla
Yazıyla, adıyla ve tadıyla
On binlerce eserden bilgi vermek maksadıyla yazılmış
Yazılmış bir bibliyografi sözlüğü olan eser
Eser geçmişten günümüze
Günümüze ışık tutan bir bibliyografi huzmesi
Bilim tasnifine ve alfabetik sıraya uygun
Uygun desenli bir kilim gönlümüzün kışlasına serilen
113
Serilip, derilip ve de düzenlenmiş
Özenilmiş ve bezenilmiş, yirmi yılda
Yirmi yılda bitirilip düze inilmiş…
*
Düstüru’l Amal Li İslahi’l Halel;
…Kâtip Çelebinin tarih felsefesini
….Toplum görüşünü açıklayan dil nefesini
…..Ve kalem sesini
Ortaya koyması bakımından, önemli olan bu eserini
Bir düşün hikâyesi dökülür, sanki yorgun vücudu terini
Bu emek dolu eser de kısa kısa dört bölümden
O gün dağlar düze düşer, dünden bu güne oluşur
Mevsimlerin en efsunlu sözcükleri dolup tümden
İbn-i Haldun’un etkisi, bu risaleye doluşur.
Yaşayan bütün toplumların da canlılar gibi
Ölümler ile sınırlanmış zamanlılar gibi
Doğup gelişip öldüğü görüşünü yineler
Dökülür der ülkelerde, düşer başaktan taneler…
…Bu dönemlerin uzunluğu ve kısalığı
….Yaşamda huzurlusu ve alığı
…..Toplumun yapısına ve kişilere göre
….. .Kendisine göre uyulan bir töre
…….Var olduğunu ve değişkenlik gösterdiğini
………İdrak etsin ister nesiller ve sineler…
Osmanlı toplumunun ömrünün uzaması,
Refah ve mutluluğa, çok huzura dalması,
Her zümreden insanın ders ve öğüt alması,
Yolunda çok gerekli, öğütlerini yazar
….Alınması gerekeli gördüğü önlemleri sıralar…
*
114
İlhamü’l Mukaddes Fi Feyzi’l Akdes;
Daha çok dinsel, konular tartıştığı
Önemli eser, yazmaya çalıştığı
Her bir satırda, kendini aştığı
Bilgi dolu, güzel eser
Dünya kuzeyi ülkelerindeki
Namaz ve oruç ibadetindeki
Zamanlarının bilinmesindeki
Bilgi veren, güzel eser
Şu dünyamızda güneşin doğduğu
Aynı zamanda hem bir de battığı
Bir yerlerinin olup olmadığı
Sorusunu soran eser
İnsan ki her ne, yana yönelirse
Mekke’den başka, kıble aranırsa
Tartışır yok der, eğer ki okunursa
Bu bilgiyi, veren eser
Arapça olan, ünlü yapıtında
Bu soruları, çok çalıştığında
Şeyhülislam’a, sorup açtığında
Doyurucu bilgi yok der
Bilginlere de, söyler sorduğunu
Bir yere varıp, orda durduğunu
Son bilgisini, bize derdiğini
Söylediği, güzel eser
*
115
Mizanü’l Hakk Fi İhtiyari’l Ahakk;
…Son yapıtı olan bu esrinde
….Dönemin bilginlerinin tartıştıkları
…..Doğru dedikleri fikirlerle çarpıştıkları
……İlimleriyle yarıştıkları
Konular hakkındaki yazdı düşünceleri
Karşıt düşüncelere öğütler hoşgörüyü
Kavga edercesine bilginler önceleri
Tartışmayın söyledi, bu güzel öngörüyü
………Temelsizdir dedi bunlar
………..Bunun zararlarını vurgular…
Bu eserin sonunda öz yaşam öyküsünü
Yer verip anlatır da, hayatın türküsünü
Anlatmıştır okura, bilinen görgüsünü
Gündüz ve gecelerde, an be an örgüsünü
…Çok ünlü bilinen eserleri
….Söyledim size
…..Yirmi üç eser hepsi, var daha diğerleri
……Hitap eder hepsi bize
…….Bilgi ve belgeye aç ise gönlümüze….
116
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
YİRMİ SEKİZ MEHMET ÇELEBİ
Vur davulu mehter başı yeniden vur aşk ile
Duvarlar duysun, sütunlar, mahyalar ve tarih
Açsın kulağını bize kapatan batı, açsın da duysun
Çelebiler geçerken bir karanfil düşü girsin gözlere
Bir mavi zambak buyruğu insin serince gönüllere
Vur, haydi durma, vur davula vur, vur
Unutma tarih elbet isterse
Her şeyin bir tekerrürü olur…
*
…Yeniçeri ocağında Saksoncubaşı iken
….Saksoncubaşılık; yeniçerilikte bir rütbe
…..Belirteyim hemen siz neydi bu diye düşünürken
……Peç seferinde şehit düşen
…….Süleyman Ağanın oğludur
……..Yirmi sekiz Çelebi Mehmet.
……..Bu yüzden babası Süleyman’ın gözü şen,
………Gözbebeği şen
Kendisi de yeniçeri ocağında yetişmiştir
Eğitim ve öğrenimde bilgilenip gelişmiştir
…Yeniçerilikte yirmi sekizinci ortada
…..Hizmet gördüğü için
….Yirmi sekiz rakamı çelebi Mehmet’e ilişmiştir
….. Hayatı boyunca bu isimle yakından sevişmiştir.
……Çorbacılık ve muhzır ağalığı yaptıktan sonra
…….Felek ağlar ördü görevinde,
……...Yeniçeri efendiliğine…
Darphane nazırlığı oldu sonraki görev sahası,
Şıkkı Salis Defterdarlığı görevi yaptı dahası
Sultan Üçüncü Ahmet paşa saltanatı döneminde
Baş muhasebeci oldu, o ki muhasiplerin hası
117
Bin yedi yüz yirmi yılında çalışıyordu burada
Başarıyla bu görevinde bulunduğu bir sırada
Talih kuşu konar gibi kondu önüne bu arada
Gül açtı gamzeden yanağına, uçup gitti karada
…Fransa’ya büyük elçi olarak, ilk defa görev aldı
….Osmanlı Devleti’nde devamlı elçi olarak
…..Ülke dışında devlet görevlisi olarak
……Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi on bir ay Paris’te Kaldı.
Bu görev seyahati içinde gözlemlerde bulundu
Bu sırada gördüklerini yazmakla meşgul olundu
Dönüşünde bunu kitap halinde padişaha sundu
Canı canından ayıran memleket hasreti solundu
…Yirmi Sekiz Mehmet efendinin
….Fransa’nın uygarlık araçlarını öğrenmek,
…..Bu konulardaki gerekli bilgileri edinmek,
……Zaman hep gelişmeye koşmaya aşık
…….İnsanlar ve ülkeler birbirine dolaşık,
……..medeniyet o ki, geri kalırsan
………Olur her şey birbirine sarmaşık.
Medeniyet yolunda bir ilerleme kaydedilirse
İnsanlık hayrına düzenlemeye karar verilirse
…Onları özenle öğrenmeye gönderildiği
….Elçiliğini anlattığı ‘Sefaretname’si
…..Tarihi ve edebi açıdan bu alanda yazılmış
……En önemli eserlerden biridir,
…….Dile ses, göze ışık, özden öze veridir.
……..Oku kardeş! Eğer ki elinden gelirse…
Sefaretname adlı bu kitabında
İstanbul’dan Paris’e yolcu oluşu
Fransızların vebanın korkusunda
Heyeti, kırk gün karantina tutuşu
Karantina sonu Paris’e varışı
Bu yolculukta rabbine yakarışı
Yağmurlu günler paltosunu sarışı
Beşinci Luis’den randevu alışı
118
…Katıldığı askeri merasimleri
….Paris’in ilgi çekici yerlerine ait betimleri
…..Konu edinmiştir,
……Okurken; okuyucular bile, oralarda gezinmiştir.
Ayrıca Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet beyim
Konuşma, terbiye, hal, hareketler ve giyim
Başta saray ve diğer ilmi kurumlarıyla
Genelde tüm halkından takdir görmüştür deyim
……….İttifak arayışı içindeydi Fransa o dönemde
………Ve belki de ülkenin talep kar konumu
……..O gün için daha da bir önemde,
…….Böyle anlamak mümkündür
Söylerim ben, elçiye gösterilen ilgi ve özeni
Kısa yoldan menfaate gitmeye, kurulan düzeni…
Meselenin özü ve bizim için daha da en en’i
Yirmi sekiz Çelebi Mehmet’in elçiliği; özen’i
Olmaz, istemezüklere karşı medeniyet çabası
Bin bir engeli ve maniyi aşıp geldi ya dahası
İbrahim Müteferrika’nın o ünlü ilk matbaası,
Paris’in Tuileres Sarayının örnek alınması,
Kendine has dilleriyle Rablerini tespih ederler
Gönülleri huzur ve mutlulukla doldurup giderler
Dediği lale devri zamanının renk renk gülceleri
Şiir ve aşklara konu, ünlü Sadabat Bahçeleri
…Ve daha bilemediğimiz, anımsayıp söyleyemediğimiz
….Kısa ve uzun vadede Osmanlı devletine
…..Nice önemli yansıma ve gelişmeye
……Vesile olmuş,
…….Yürek bulmuş statükoya ilişmeye.
Ve koyulmuş söze, hitap eder özden öze;
‘Hasret kalmıştım ben ki, vatanın taşına, toprağına
Nice sevgiler dolmuştur benim gönlümün yaprağına
119
Nice sevgililer gezsin, dolaşsın huzura ulaşsın
Ömrünce ağırla, sana da konuk severlik bulaşsın
Benim gibi memleket sevdalısı çöker konağına
Gülücük düşsün bahçende sevdalıların yanağına
Ey memleketim bahçelerin olsun mutluluk vizesi
Her yerin olsun huzur köşesi, gül ve çiçek müzesi’
…Dediği bahçecilik yolunda gelişim olmuştur,
….Bu özlem ve çabayla bahçeler çiçekle dolmuştur.
Paris’ten dönünce de çeşitli görevlerde bulundu
Siyasi bir görevle Mısır’a da, yolu yol olundu
Yüksek dağlar, denizler aşarken güneşten el sallandı
Gökyüzü dalgalandı, yıldızlar fener diye yollandı
Ses edince ses verdi, eşlik etti görünmez yolcular
Sanki vatan hizmetinde ona koruyucu kolcular,
Varlık sen, yokluk sen, sensiz gidilen yolun ucu boşluk
Demiştir kendini ve rabbini bilen bütün yolcular
Patrona Halil İsyanından sonra Kıbrıs’a sürülen
Bekli de hizmetlerinin bedeli defteri dürülen
Kaderdir farkında olmadan hayat yolunda örülen
Bin yedi yüz otuz sekizde, melek Azrail görülen
…Mekân Kıbrıs’ta Gazimagosa civarıdır
….Mezarının yeriyse Buğday Camii kenarıdır.
…İlk büyük elçi,
….Yirmi sekiz Çelebi Mehmet Efendi
…..Paris Sefaretnamesiyle
……Türk edebiyat tarihine silinmez harflerle geçti
…….Güzide bir Osmanlı devlet adamı olarak
……..Adı büyük harflerle ilmek ilmek işlendi.
Sefaretnamesi, bin yedi yüz elli yedi de
Değer verilip de Fransızcaya çevirtilmiş
Göz nuru eseri, bin yedi yüz altmış yedi de
Basılıp bizde de kitap haline getirtilmiş…
120
Bu sözü edilen Sefaretname eserinde;
Şöyle ifade eder notlarının bir yerinde
‘Paris’e mahsus bir lob varmış opera denilen
Acayip sanatlar gösterirmiş ilgiyle izlenilen
Büyük cemiyetler gelir, Kibar Şehre varırlar
Bu sanat arenasında yerlerine alırlar
…Vasıflı görevliler ve değerli komutanlar,
….Bazen kral dahi gelip buradaki yerinde otururmuş.
…..Aynı seyre biz dahi gidecek olduk,
……Kral yakınından bir tanıtıcı
…….Ve giriş görevlisi hinti bulduk.
…….Bize bağlı olan ailelerimizi de alıp,
……..Yakından müşerref olduğumuz operaya dolduk’.
………Diyerek bu bilgiyi özenle sunar.
Bir başka anekdotunda ise şöyle ifade eder;
‘Elçilik görevim esnasında Ramazan ayı geldi
Yüce rabbe sevgi ve muhabbetimiz arşa yükseldi
Oruç tuttuk, riyasız ibadet etmekse çok güzeldi
Mübarek ayın manevi havası mümine özeldi
…Geceleri cemaatle teravih namazı kıldırdık,
Bu esnada Merşal gelip ayan ve ekâbirden
Size selam getirip ‘rica ve niyaz ederiz,
Sizin ramazan ibadetini görmek dileriz
Hanımlarımız gelip iftar eylediğinizi
İftar etme huzuruyla yemek yediğinizi
Dediler görüp gözlemek ve seyretmek isteriz.
…Eğer ki izniniz olursa sevindirirsiniz cümlemizi
….Ve belki kralımız dahi bundan hazzeder dediler’.
…..Çaresiz kalıp;
……‘Elimizden ne gelir, hoş geldiler,
…….Safa geldiler’ dedik ve gitti.
Akşama yarım saat kala baktım ki, iki yüz avret
Elmaslara batmış ve her tarafları altın ve ziynet
Dolu bir şekilde etrafımıza gelip oturdular
Güya konağımız kadınlar evine dönmüştü evet
121
…Sonra etrafımızda,
….İznimizi duyanlar hala yerini almadaydı
…..Biz bir kaç bin kadın içinde kalmada
……Sanki düğün evinde gibi ortama salmadaydı…
Böyle bir hal ve ortamda iftar eyledik, yemek yedik
Teravih namazı kıldığımızı da haber almışlar
Daha ziyadesiyle nasıl bir şeydir merak salmışlar
Yine iftara yarım saat kalmışken çıkageldiler
İki bin avret, kızlar şekerleme börekle geldiler
İftar ettik, yedik içtik taam eyledik, söz söyledik
Bunlar gitmezler halâ oturur saat üçe varınca
Meğer namazı beklerlermiş geçte olsa anlayınca
Çare yok abdest alıp teravih namazını da kıldık
Tekrar gelebilmek için izin istediler ayrıldık
…Her gece gelip iftar ve taam ile
.....Namazımızı temaşa etmek için yalvarır oldular
…..Onlara izin verdik tamam ile
Cemaat halinde gece teravihi eda ederken,
İlâhiler ve tespihatlerle biz huzura ererken,
Bütün kızlar bizi seyretti ve hayranlıkla doldular
Belki de ilk defa İslam diniyle tanışmış oldular’
Ufukta siz, mekânda biz, ufuk ötesi deniz
Bir şiir daha karaladık, Çelebili şüphesiz
İçeriğinde bir ömür var, yaşanmaz öyle bedelsiz
Her seste bir utkuyuz, her şekilde bir şiirsel biz
122
(Şiir :GÜLCE-Buluşma)
KINALIZADE ALİ ÇELEBİ
Ta uzaklardan esen, umut yelleri gibi
Bin beş yüz on bir günü, gönül gülleri gibi
Isparta’da doğar da, babası Emrullah’a
Sevgi sunar gözleri, sevda gölleri gibi
…Emrullah Efendi kadılık mesleğini icra eder
…..Sevda bülbülleri gibi dost dost deyip dosta gider.
…… Fatih Sultan Mehmet’e
……..Şehzadeliği döneminde
……….Hocalık eder.
Uçarı rüzgârlar ki onun dağlarına tutunan
Güller diyarı Isparta diye cihana nam salan
Ali Çelebi ilk tahsilini doğduğu yer olan
Bu günkü renk çağıltısı,
Bu gül şehri Iparta’da yapar.
Bayramı var güllerin
Gül şehri Isparta’da.
Bayram: Anlamlı, derin
Gül şehri Isparta’da.
Kadı Emrullah oldum,
Ali Çelebi buldum
Gül bağında kayboldum
Gül şehri Isparta’da.
Sonra üç kıtanın, geçiş köprüsü
Yedi büyük tepe, olan örtüsü
Eyyub’u kuşatan, fetihin süsü
İstanbul’a gelir, devam ederek
…Akrabası Kadir Efendinin nezaretinde
….Tahsilini ikmale çalışır,
…..Taviz vermez zarafetinden…
Mahmut Paşa, Davut Paşa ve eski Ali Paşa
Medreselerini bitirir de bu doğrultuda
Fatih’teki üniversiteye girer de sonra
123
Tanınmış müderrislerden dersler alır burada
… Bunlardan biri Kara Salih Efendi
….. Bir diğeri de Kamil Çivizâde kendi
……Bin beş yüz yirmi dokuzda
……..Onun yardımcılığını üstlendi…
*
Ali Çelebinin Müderris olmasına gelince sıra
Sıra beklendi töre beklendi
Teklendi Ebussuud Efendi’den ses soluk çıkmaz oldu
Çıkmaz oldu onun uhdesinde olan tayin etme yetkisi
Yetki onundu ama vardı belki bilinmedik bilgisi
Bilgisi, kemalât ve faziletine rağmen
Kendine rakip saydığı
Saydığı ve belki bir o kadar da sevdiği Çivizade’ydi
Çivizade’nin ise bizim Kınalı zade Ali yardım eriydi…
Eriydi de bu beklemenin vardı bir başka sebebi
Sebep neyse neydi,
Belki de kendince düşündüğü bahaneydi
Neydi, bahaneydi, Ali Çelebi’yi fazlasıyla üzmekteydi.
Üzmekteydi ve görev beklemekten
Bıkıp da sabrı tükenmekteydi
Tükenmekteydi de sonunda
Teklif etmiş olduğu bazı eserleri alıp
Alıp gider de dikilir Ebussuud Efendinin kapısına
Kapısına Ebus Suud Efendi
Kınalızâde’ye niçin geldiğini sorar
Sorar da alır hem de soruya kızgınca bir cevabı
Bir cevap ki; ‘Memuriyet ve müderrislik görevi almaya
Almaya devlet ricalinin kapılarını
Nail oluyorlar dolaşarak.
Dolaşarak değil hakkımızla istiyoruz biz de
Bizde müderrisliği yazdığımız
Bu eserlerle istiyoruz almak
Almak için başka kapıları
Aşındırmak gerekse bilelim
Bilelim de ona göre hareket edelim’ dedi.
124
*
Bir uçta bir uca ağır, vakur adımlarla
Sırmalı kaftanlarla geçti önümüzden
Çelebiler içinde
Kınalızade Ali Çelebi.
Kavuğunu sarmalında bin güneş,
İlim kaynağından en ağır yük
Elleri var güneşin tam ortasında
Güneşten bile büyük…
*
Dedi bunları, Kınalızâde Ali Çelebi
Çelebi dedi, Ebussuud Efendi dinledi
Dinledi ve genç müderris adayının eserlerini
Eserlerini okudu, bir güzel inceledikten sonra
Sonra derhal Edirne’deki
Hüsamettin Medresesine tayin etti.
Tayin etti ve onun bu sert tavır
Ve sert karşılığına kızmadı
Kızmadı âlicenap ve kadirşinastı Ebussuud Efendi
Ebussuud Efendi yanındakilere,
Onu şöyle örnek gösterdi
Gösterdi ve; ‘İşte insan olan böyle fiilen
Fiilen ehliyet ve liyakatini ispat ederek hakkını ister.
İster hakkıyla hakkını da, emeline nail olabilmek için
Olabilmek için kimseden şefaat ve delalet etmez.
Etmez çünkü bu insanlık değildir’ dedi.
*
Kınalızade Ali Çelebi efendi
Edirne Hüsamettin Medresesi’nde
Bursa vilayeti Hamza Bey’inde
Veliyiddinoğlu Ahmet paşa
Kütahya’daki Rüstem paşa
Sonra da İstanbul’da da
Yaptırdı Rüstem Paşa
Kendisi medrese
125
Kınalızade Ali Çelebi efendi
Geçti bu adrese müderris olarak
Sonra da Haseki Medresesine
Geçti ;
Ve
Ona bol şöhret kazandıran
Sahn-ı Seman medresesi
Ve Süleymaniye’de
Görevde kalarak
*
Öğrencileriyle, hakça ilgilendi
Daha çok okudu, çokça bilgilendi
…Kınalızade Ali Çelebi efendi
….Kitaplar göze indi
…...Beş yıllık görevde kalma sırasında
…….İlerledi nice ilimler arasında
Nasip oldu menzilde, görevde yükselmesi
Eyalet Kadılığı, kazandığı payesi
…Kınalı zade Ali Çelebi,
….Elli dört yaşında idi kendisi
…..Şam kadılığına tayin edildi
…Sonra sırayla Mısır, Bursa ve Edirne de
…..Vilayeti İstanbul, kadılığı görevine de
Dokuz yıllık başarılı, bir yolculukla yürüdü
Hak ve adalet yolunda, hep doğruluğu bürüdü
Zor koltuğun ürpertili cazibesine dalmadan
Üzerine mazlumların, ahlarını da almadan
Asırları, senleri, saatleri bir düğümde toplayıp
Ağır ağır geçti yoldan Kınalızade Ahi Çelebi;
Nice sultan sarayına gün düştü, güneş düştü
Kadılar içinde bir büyük kadı,
Bismillâh deyip yürüdü…
Gönlünün sarmalında hayâller gerçek oldu
Kalıcı nefeslerle, gözleri mercek oldu
Gönül bulutlarından rahmetler gerçek oldu
Hedef noktasında, sonsuza nazar edip;
Anadolu bakışlarıyla sanki gülecek oldu,
126
Böyledir makamlar, hak edene verilir
Ve Çelebiler Çelebisi Çelebimiz
Tayin oldu,
Anadolu Kazaskerliğine.
Bin beş yüz seksen dörde, kadar
Kaldı görevde.
Edirne de Nıkris’e,
Bir illetin yüzünden,
Yatakaldığı evde
Göçtü dar-ı bekaya.
….Çok başarılı bir müderris
…..Başarılı bir devlet adamı olarak biliriz
Üç dilde şiirler yazan, kudretlice bir şairdi
Böyle insanlar gerekli,
Onlar k bu dünyada nadirdi
Fıkıh ve tefsir ilminde, çok güçlü otoriteydi
Matematik ve Felsefe, ilminde de öyle.
…….Dönemin en önemli simalarından biriydi…
…….. Nitekim Tecrid, Mevakıf ve Keşşaf gibi
……….Ünlü eserlere “haşiyeler” yazan bir ilim ehliydi.
…Bir başka ilginç nokta ise,
Ona neden Kınalızade, dendiği ile ilgilidir
Rivayeti hak dedesi de, çok veli bir sevgilidir
Sakalına kına yaktığı, bilinenden bir olaydır
Bu yüzden kendisi ve oğlu, Hasan ile tüm ailesi
……Kınalı zadeler diye anılmışlardır.
Hiçbir kuşku yok ki, en ünlü eseri
“Ahlâk-ı Alâî “ adlı şaheseri
Olmasın isterdi ki, ahlâki bir yarada
Şam’da görevini yaptığı sırada
…Suriye beylerbeyi Ali Paşa adına
….Yazıp erdi bu güzel muradına.
……Dahası Mehmed Ali Ayni’nin ifadesiyle,
Dört yüz kusur senelik bir zaman geçmesine
Ahlâk ve yaşantının bayağı göçmesine
Nefisler türlü türlü, kötülük içmesine
127
Ve bu yolda eserler, yazılmasına rağmen
…….Bu kitabın derecesinde kuvvetli
……..Ahlâki konularda dirayetli
………Bir ahlâk kitabı
……….Yazılamamıştır daha.
………Birçok haşiyeler ve risaleleri
……..Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri
…….Münşeat ve tefsirden mübahaseleri
.…..Olmak üzere on ikiyi aşkın eserleri
.....Yazan Kınalı Zade Ali Çelebi;
…Vardır dinleyin helebi
Kâinatın yapısının, ana unsurları
Dört madde çevirir, insanda surları
Su, ateş, havayla toprak anadır der,
Değinelim buna, kısaca ne söyler;
*
“Hayatta
Toplum yapısı
Dört şey ile kaimdir;
Nasıl insan için su varsa,
Toplumların suyu ki ulemadır.
En geniş anlamda bilgiyle var olmadır
Ulemalık toplumda ilimle hayat bulmadır.
İkinci
Unsur şudur ki;
Ateş ısıtan bir yâr,
Nasıl ki insana ateş var,
Topluma ateş muharip güçlerdir.
Bunlar işini yapmayıp görev savsaklar
O zaman toplumun hali yanan acı içlerdir.
Üçüncü
Unsur şudur ki;
Toprak saklar baharı
İnsan ki muhtaçsa toprağa
Toplum da tarıma ihtiyaç duyar
Çiftçi ürünler üretip koyar ortaya.
128
Toplumun toprağının teşkil eder çiftçi ağa…
Dördüncü
Unsur şudur ki;
Hava nefeslik bir yâr,
Nasıl ki nefessiz ölüyor.
Toplumun ise havası tüccardır.
Zaruri malların olduğu uzak diyar
Tüccarla toplumların istifadesine sunar…”
*
…..Diyen Kınalı zade Ali Çelebi;
“Toplumun temel meselesi, bu unsurlar arasındaki
Dengenin iyi korunması, işleyişler sırasındaki
Birinin üstün gelmek için, saldırısı sırasındaki
Diğerine bir tecavüzü veya göreve karışması
……Gözün işi kulağa, kolun işi parmağa
……..Kol yardım ederse, yolun gidicisi ayağa
………Bozulur ya bedenin düzeni.
……….Karışırlarsa askerler yönetime
………..Başlarlarsa ticaret ve de üretime
…………Askeri güç azalır, çok olur üzeni” der…
*
Ve devam eder
Kınalızade söze;
“Bir hikâyedir
Söylenir dilde dile
Kisra Hürmüz’e
Söyler vezirler bile
Dinle bir hele
Başka beldeden, göze
Hoş gelen cevher,
Taçlar ve de mücevher
Gelmiş biz gördük.
Saraya satın alıp,
Satarak zengin
Olmaya tez yürürdük”
Diye arz ettiler.
129
Hükümdar cevap verdi;
“Hak Rabbim bize
Saltanat nasip etti.
Ticareti de
Halkımıza bu yoldan
Rızık temine
Vesile için verdi.
Biz hükümdarlık
Onlar ise tüccarlık
Herkese ödev
Güzel yapmak öz görev”
Dedi, dedi bir anlık
Bilsin bunu insanlık….
*
….Yine eserlerinden birinde rivayet edilir ki;
Japon devleti, ilk hükümdarı
Şogun Leyasu, ismi medarı
Son savaşını, kazanıp geçti
Sonra bir daha, at binmemişti.
“Kazanılır ama savaş at sırtında
Yönetilemez ki ülke at sırtında”,
…….Demiş.
……..Kemal Tahir de buna ilaveten İttihatçılara;
Vazgeçemediniz gitti, şu tabanca doyunuzdan
Muhalefette düşmedi, iktidarda huyunuzdan
Kurtulun dedim size de, beni hiç dinlemediniz
Haberiniz yok ülkeme; kazdığınız kuyunuzdan
….Anlatamadım ben size,
….. Edilemeyeceğini tabancayla devlet idare…
Tabancalık iş değil bu içine düştüğümüz bela,
Üstesinden gelinecek iş değil tankla topla bile.
Adalet ve hukukla kalkınmadan gerisi nafile
Çıkar benim ülkem düzlüğe sevgi ve hoşgörü ile”
……….Diyorum bende okuyan gönüllerinize…
130
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
KINALIZADE HASAN ÇELEBİ
Osmanlı ikindisi düştü gölgeler yere
Tarihlerin içinden sessiz, sakin yürüyen
Tesbihinin imamesi kaftanıyla aynı renk
Destanı var okunuyor dillerde
Hasan Çelebi Kınalızade…
Kürsüler, kürsüler, yüce kürsüler
Kim müderris, kim değil; duruşundan bilirler
Dili yüreğiye barışık, gönlü cihanlara denk
Namı desitan olnuş okunuyor gökte, yerde
Hasan Çelebi Kınalızade.
Şamdan Edirne’ye gül gider aşk kokulu
İlim ve iman buhurdanları oy ki tümen tümen
Ebussud Efendidir şu gelen
Bin dua düşer İstanbul’dan mavilerde
O duayı ben bilirim fidanım;
Hasan Çelebi Kınalızade…
*
….Müderris Kınalı zade Hasan Çelebi
…..Bin beş yüz kırk altı yılında Bursa’da doğdu
……Fıkıh ve kelam âlimlerinin büyüklerinden oldu
……..Kovdu cehaleti,
………İlim ve irfan ile kovdu…
Babası bilgin kınalı Zade Ali Efendiydi
Müderrislik ailecek onların hepten fendiydi
…Bursa’da Hamza Bey Medresesindeydi müderris
…..Kınalı zade Ali Efendinin babasına
……Emrullah efendi dendiydi
…….Onun babası Abdulkadir Hamidi de
……..Veriyor, veriyordu bıkmada, usanmadan
………Yüreği ilme susamış talebelerine ders.
131
…Kınalı Zade Hasan Çelebinin büyük dedesi
…..Sakalına kına yaktığı için söylendi ziyadesi
…….Kınalı zade diye tanınır Hasan Çelebinin
……..Dedesi ve babasıyla kendisi
Veli olan dedeleriyle, eli öpülesi babası
Var idi belki bir hırkayla, belki birde kalın abası
Değildi onlar insanların, hiçbir ahvalde de kabası
Zamanın en yüksek bilgili, âlimleriydi tebaası
Harama helal, helale haram diyen tüm beylerden
Haramlardan ve şüpheli olan bütün her şeylerden
……Haram olma korkusuyla
……..Mübahların çoğundan sakınırdı
………Tüm aile…
*
Hasan Çelebi önce babasından
Babasından ve diğer âlimlerinden zamanın
Zamanın büyük âlimi Ebussud Efendiden de ders aldı.
Ders aldı özellikle fıkıh ve kelam ilimlerinde
İlimde yükselerek icazet alıp
Alıp, oldu züht ve takva sahibi
Takva sahibiydi, ilmiyle amil büyük bir âlimdi.
Âlimdi de dini emir ve yasaklara uymakta çok titizdi.
Titizdi kanunlara uyma konusunda, iradeye haizdi
Haizdi kuvvetli bir edebi şairliğe
Şairliğe ve yüksek bir hitabet gücüne sahip edipti, vaizdi.
*
Bunu da
Göstermektedir
Sayısız beyitleri…
Dini kitaplara koyduğu
Yerli yerinde şerhler ve ekleri
Yürekten yüreklere çağlayıp dökülen,
Şiirlerindeki edebilikten de üstündü.
132
‘Âlimler
İlime doymaz’
Dedi ilme yürüdü.
Tahsilini tamamlayınca
Müderrisliğe hemen başlayınca
Bir adım atıp yaşı yirmiye yüründü…
Yürekten yüreklere bilgiler dilden dökülen!
Bin beş yüz
Altmış yedinin
Gönle gülen gününde
Ahmet Paşa Medresesinde
Bursa da vazife aldıktan sonra
Bir senecik geçmişti de bu görevinde
Babası olunca kadılık görevine tayin
Çuhacı Hacı Medresesine müderrislik göründü…
*
Üç senelik bir zaman, daha yeni geçtiydi
İstanbul’a geçti de, yer İbrahim Paşaydı
Medrese müderrisi, olup ilme maşaydı
Bu güzel görevle, ay turunu seçtiydi
Karanlığa düşen loş, bir ışık gibi düştü
Aydınlandı gönüller, bildi okudu diller
Çeşitli görevlerde bulundu hasbel kader
Üç günlük bu ömürde, yine yol görünmüştü
Sene bin beş yüz seksen, Bursa Sultaniye de
İki yıllık bir zaman, görev alıp da döndü
Medrese Sahnı Seman, İstanbul ona yöndü
Orda ki Sultan Selim, Medrese-i Haniye de
Görev aldı sırayla, geçince bir yıl daha
Süleymaniye’deki, medrese ilme oldu saha
*
Yıl bin beş yüz doksandı, kadılığa erindi
İlk olarak bu yolda, Halep’e yol güründü
133
Mısır, Kahire, bursa ve Edirne onundu
Bu güzel iller için, kadılığa yüründü
Bin altı yüz yılında, o nurlu ve onurlu
Günümüzde şahadet hatıraları dolu
Gelibolu da kadılık, olduydu derken yolu
Halka hizmet düsturu, düşünmezdi hiç pulu
…Eyüp kadılığı da yaptı bir zaman, bir ara
….Derken bin altı yüz iki de Eski Zaara
…..En sonunda Mısırdaki reşit beldesi kadılığında
…...Bin altı yüz dört yılı olduğunda
……Hastalanıp vefat etti bir yıl burada kaldığında
…Kınalı zade Hasan Çelebinin en ünlü eseri
….Üçüncü Murat’a sunduğu şairler tezkiresi
…..Bir derya ki yükseklerdedir dibi
……Babası kınalı zade Ali Çelebinin
Ahlakı ala kitabı gibi
Bu eserde çok rağbet ve itibar görmüştür
Şöhrete giden yolda, kader ağlar örmüştür
Cihanı Osmanlı da, namıdır söylenen hep
O da bir çelebidir, belleklerde durmuştur…
O üç bölümden oluşan şairler tezkiresinde
Söyleyeyim bakayım da neler var içerisinde
Giriş bölümünde şair ve şiirlerden bahseder,
Birinci Bölümü şair padişahlara bahseder,
……..İkinci bölümde şehzade şairleri neşreder
………..Üçüncü bölümde ise
…………Harf sırasıyla Arap alfabesinin,
…………Beş yüz yetmiş civarında, şairin hal tercümesi
………….Topladı eserinde bildiği cümle şairleri…
…Latifi ve Âşık Çelebinin eserlerinden faydalanmış,
Onların ifadelerini yer yer süsleyerek
Düşünüp taşınıp yeni fikirler düşleyerek
…..Kendi tespit ettiği bilgileri de eklediği bu eser
……Türk tarih kurumu yayını olarak
…….Bu güzide eser iki cilt halinde gözünüzden öper.
134
...Aynı zamanda;
Şair olan kınalı zade Hasan Çelebi
Yazılmasa da derli toplu şiir kitabı
.....Dağınık bir hal ile mecmualarda yer alsa da
Kitap haline gelmiş, divanı ise yoktur
Gürül gürül çağlayıp, dinleyen ve okuyan
Yüreklere sımsıcak, dola dola akışan
Şiirlerde şairin, ustalığıysa çoktur…
…….Bundan başka Dürer ve Gurer haşiyesi
……..Ve vardır çeşitli mevzulara dair
………Vardır kaleme alınmış birçok güzide risalesi
………..Bundan ibaret Feyzullah’ın bilgi ziyadesi.
Ol ulu veliler olsun, bizlere ışık halesi
Bize verildi kısacık, bir ömrün ihalesi
Seviler toplayalım ki; ebedi aşkın lalesi
Bir yol bulup şiirlerle aşka yürüyelim dedik
………Şairler tezkiresinin asıl adı “Tezkiret-i Şüara”
Sorma kardeş şairlik zor, şiir yazmak zor bu ara
İlham gelmez bilir misin, bakıyorum havalara
Kelimelerim bitince, düştüm arkadaş bak dara
Bir yol bulup aşka, şiirlerle yürüyelim dedik…
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
135
CELALZADE NİŞANCI MUSTAFA ÇELEBİ
Kanuni Sultan
Süleyman Han devrinden
En önde gelen
Âlim ve bilginlerden
Karadeniz’in
Yemyeşil diyarından
Görülmeye değer
Tosya’nın civarından
Kadı Celal’in
Sevgili oğlu olup,
Koca Nişancı
Namıyla anılırdı.
*
Tosya’da doğan, Mustafa Çelebi
İlk tahsilini, burada yaptı
Genç yaşında girdi devlet hizmetine
…….Yıl bin beş yüz on altıydı
……..Piri paşaya intisap ederek,
………‘Halka hizmet hakka hizmettir’ dedi;
……….Hizmet için insanlığa
…………Divan Kâtibi oluverdi.
İslam yazılarından, en divani yazıda
Başarılı olup da, bir güzelce kâğıda
Döktü, döktü emekle, yaşar gibi yazıda
Oya gibi işledi, çözüldü el bağı da
…Mesleğini ilerletti çabuk yoldan,
….Yavuz Sultan Selim’in iltifatına kavuştu.
…..Piri Paşadan sonra, İbrahim Paşanın da,
……Kazandı takdirini, hem de en boldan.
…..Mısır’a gittiği sırada İbrahim Paşa
….Mustafa Çelebi’yi de aldı yanına
136
…Sır kâtibi olarak görev verdi, gitmedi takdir boşa.
Mısır’da kaldıkları, an zarfında âsâyiş,
Huzurun ve düzenin, teminine kanunlar
Kurşuni kızağına, çekilip de alâyiş
Ol ki huzurumuza, bir nebze dokunsunlar
…Diye Sadrazam İbrahim Paşanın yanında
….Liyâkatini fevkalâde gösterdi.
…..Her insan doğduysa bir şekilde ölecek
……Kimi faydalı iş peşinde, kimi dünyalık gelecek
…..Ölsem bende, her vatan ve millet sevdalısı gibi
….Serilsem yere, yağcı bedir halısı gibi
…Gerçekte ne için öldüğümü,
……Rabb’imden başka kim bilecek?…
Rapor hazırlamada, kabiliyeti üstün
Mustafa Çelebi’nin, resmi yazımlardaki;
Bilinmiyor bu diye, niçin darlara düşsün
Parmağı var fermanlar gibi nazımlardaki
…Dahası beratlarla, çoğu defa, çoğu zaman
….Padişah mektupları ona yazdırılıyordu.
…..Çünkü Padişahlarda biliyordu
……Edebiyat bilirsen savaş kazandıran bir ordu
……..Bilmezsen, beceremezsen bizi mahvediyordu.
*
Bin
Beş yüzün
Otuz dördünde
Irakeyn seferinde,
Bitmesin tamda şimdi çile,
Hasretken biz damlacık suya, göle
Hele de hainlerin eli, beyaz güle,
Sakın değmesin derken kara toprağıma bile
Ülkeme acımadan edilirken arkasından hile
Bir
Nişancı
Adı Seydi Bey
Sonu bulan vadeyle,
137
Sonsuzluğa giriş kapısı
Ölüm denen vuslatın türküsüyle,
Ölünce cennette yer bulmak ülküsüyle;
Yerine bizim Celal Zade Mustafa Çelebi
Nişancılık makamının nişancısı olarak geldi.
*
Bin beş yüz elli yediye, hiç aralıksız çalıştı
Bu makamda da devlete, hizmet etmeye alıştı
Birçok kanun ve nizamın, hazırlığını sağladı
Ayrıca dış ülkelerle, siyasi ilişkileri bağladı
…Siyasi münasebetlerde
….Fevkalade maharet sahibi olduğunu,
…..Gösterdi daha nice meziyetlerle dolduğunu.
*
Osmanlı Devletinin, Bakanlar Meclisinde
Kanunlarla ilgili, hususlarda devamlı
Hep fikri alınırdı, fikirlerse kıvamlı
Ondan dinlendi kanun, yapanlar meclisinde
Sonraki devirlerde, derlenen bu kanunlar
Onun dahli olup da, hazırlanan nizamlar
Osmanlı tarihine, geçen altın kuramlar
Hepsi de celal zade, kanunu oldu bunlar
Celal zade kanunu, ismi tarihe geçti
Bak dudaklarımızdan, sevinçtir hep yayılan
Nice insanlar vardır, başarıya bayılan
Rab’dir yüce yaratan, herkese ömür biçti
Bu bir kısa imtihan, keşke bunu bilseler
Vatan, millet ve din, deyip gidebilseler
*
Günler geldi, günler geçti hızla, bak hep geriye
Gidelim hak ve hidayet yolunda ileriye,
Baykuş yuvasıdır gönlümüz gel kardeş beriye
Diyerek hep kardeşliğe, hep sevgiye çağıran
138
…Nişancılıktan ayrılan Mustafa Çelebi’ye
….Kanuni Sultan Süleyman Han
…..Olur kendisine emeklilik maaşı bağlayan.
Ey gökte uçan kanadı kırık kuşlar, siz ötün
Ey karagözce koyun, üzülme sal, aksın sütün
Bununla beraber devlet hizmetinden büsbütün
El çekmiş değildi, bu yolda hiç vermedi ödün
…Bin beş yüz altmış yedi tarihinde,
….Tekrar nişancılığa tayin oldu, ey okuyan kişi
…..Duysun seninde kulağın
……Okusun, yorgunluktan yaşarsa da, iki gözün…
Dar geçitli Zigetvar Seferine de katılan
Mustafa Çelebi, vazife seçmeden atılan
Görevden kaçıp arzulara uymakla batılan
Her halükarda, kara zindan çukurda yatılan
…Ahret kapısı kabre varıncaya kadar,
….İkinci kez geldiği nişancılık vazifesinde kaldı
…..Aynı yıl içinde vefat ederek,
……Eyüp Sultandaki Nişancılar Camii yanındaki
…….Ebedi yolculuğuna, dört kişinin omuzlarında daldı.
*
Yeter artık bu miskinlik, bu eksiklik bize yetti
O lim seven âşıkları, bilinir himaye etti
Kendisinin emekliye, ayrıldığı ilk dönemde
Güzelce bir ev yaptırdı, oturabilir önemde
Birde hamam yaptırmıştır, çıksın kirler suyla, nemde
Yeter artık bu miskinlik, bu eksiklik bize yetti
Birde halveti tarikat, için yaptırdı bir tekke
İlim ve irfan yuvası, oldu evi sanki Mekke
Sanki ev, Erkam’ın evi, bundan hiç almazdı sikke
İlim seven âşıkları, bilinir himaye etti
*
139
Aynı zamanda bir şairdi kendisi takdir edilen
Padişaha sunduğu kasideler pek bir beğenilen
Kendisine ikram ve iltifatla sevgi gösterilen
Cömert ve şefkatli bir kişiliğe sahipti muhterem
Tutunacak dal dilerken yüceler yücesi rabbinden
İlim ve fen de, insanlığa hizmet yolunda gidilen
Devrin önde gelenleri tarafından takdir edilen
Başka alanlarda da çalışmış, ülke için bilinen
…Şiir ve inşâ yanında,
….Birçok telif ve tercüme eser bırakarak,
…..İlim seven aşıklara, bilinir hediye etti.
Belki merak edipte soracaksınız inşâ ne demek,
Divan edebiyatında edebi sanat yüklü emek;
Çağlar duygu, okşar ruhu, maharet ister ya denemek
Düz yazıdır, günümüzdeki bir neviden kompozisyon
Eserleri neler şöyle bir değinelim;
Oku dedi ilk önce, bilgili ol der yüce yaratan
Bunun için kalem yorup, kâğıda mürekkep yalatan,
Kânûnî Sultan Süleyman devrini kalemden akıtan
Gayet içten, güzel ve akıcı bir üslûpla anlatan
…Celal Zade Mustafa Çelebi’nin
….‘Tabakatül memalik fi deracetil mesalik’ adlı eseri
…..Eserlerinin başında gelmekte diye methetmeye.
……Gerek vardır elbet keleme ve dile söyletmeye.
……Bundan dolayıdır belki de, Tarihçi Peçevi bu esere;
…….‘Manzum ve Mensur Şehname’ adı vererek,
……..Çalışmıştır kıymetini ifade etmeye
…İlk nişancılığı döneminde
Horasanlı bir Muinül Miskin adlı beşerin
Peygamberlerin yaşam tarihiyle ilgili
Bil, Mearicün Nübüvve adlı eserini
Tercüme etti Türkçeye, okur diye dillerin
140
Mustafa Çelebi, emekliye ayrıldığı sırada
Eyüp Sultandaki evinin bulunduğu o arada
Oturmaktaydı ne saray, ne de kötü bir barakada
İşte burada yazdı, tam onu söyleyecek burada
…Konuşan haddini bilmez dilim
….Yazacak okumasanız da, şu benim elim.
…..Mevahibül Hallak Fi Meratibil Ahlak adlı
……Daha sonraki zamanlarda,
…….Enisüs Selatin ve Celisül Havakın adı verilen
……...Kelamlarla dolu olan, pek kıymetli eserini,
,
…….Bu kıymetli eserin, İslam ahlakını anlattığını
……..Meydana geldiğini elli dört bölümden
……..Sizlere bildirecek ben, bunda bile aciz benim
………Bari hiç olmazsa ahlak üzere olsun,
……….Yaşadığım ömrümde, benim hayat düzenim
Günebakan çiçeği güne bakıp emerken ışıklar
Çalıştı o hep, fütursuzca gidip gelirken kaşıklar
Yavuz Sultan selim’i ve yaşamını yazdı özenle
Din ve devlete hizmetlerini, ahenkli bir düzenle
…’Selimname’ adlı eserini yazdı…
….Nişânî mahlaslı Dîvân’ı olan eseriyle
…..Bunlardan başka bir çok tercüme eseri,
……Yazdığı bilinmektedir başlamadan ebedi seferi.
*
Neyi beklersin
Ey kul, niye gafil ben
Ne emeklersin
Hep kötülük peşinden
Sisler de başın
Akmasın hiç gözyaşın
Düşün ve taşın
Gel çatılmasın kaşın
141
Göz gözü oyar
Virgül menfaat için
Söyle gözüm, yar
Bu debdebe gör niçin
Sislerde başın
Vakit var, düşün taşın
Hayırlı işin
Peşine koş ve düşün
Ömür kısa bak
Hızlıca geçip gider
Âlemde kalmak
Yok, sen dur ki o gider
Örnek yaşanmış
Bak nice hayatlar var
Tarihin sahnesinden
Bak çelebiler geçer
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
------------------------------------------------------------İntisap: bağlanma, hizmete girme, kapılanma
Alâyiş: gösteriş, göz kamaştırma,
142
CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
…Bin dört yüz doksan üç senesinde
….Yağmuru müjdeleyen rüzgâr misali,
Muştu gizliyordu zaman celalzade’ye sinesinde,
Bir emanet daha bekliyordu, dünya hazinesinde
Her evlat bir emanetti, rabbimizden neticesinde
Dualar yükseldi sineden, divan boyu uzandıkça
…Ve dualar kabul oldu,
….Babası Tosyalı Celal Zade orada kadıyken
…..Volçitrin de beklenen bebek geldi dünyaya,
……Okunur kulağına ezan, hemen erken…
…….Celal Er-Rumi oğlu Molla Sâlih künye adı,
……..Celal zade Salih Çelebi oldu, asıl dünya adı
Hanefi mezhebi öğretileriyle fıkıhta pişen
Osmanlı devleti zamanı, Anadolu da yetişen
Duyar sesini suyun, akarken dereye hasret düşen
Sesi okşardı ruhu suyun, dere boyu uzandıkça
…Celal Zade Salih Çelebi
….Medrese tahsilini tamamladıktan sonra
…..İbn-i Kemal Paşanın derslerini aldı.
……Hattat Şeyh Hamdullah ile
…….Hat sanatının inceliklerine daldı.
*
Aslında bildiğimiz, yazısı çok güzeldi
Kalem tutan hattat el, ne maharetli eldi
Bir yandan ders okuyup, beyne ilim ekerdi
Hocası ibn-i kemal, ona pek çok ders verdi
O bazı eserleri, temize çekiverdi
Aslında bildiğimiz, yazısı çok güzeldi
Düşmüştü denizlere, sanki balığa hasret
Hasret çek ki bilirsin, belki balığı sabret
143
Merhem oldu dillere, bulmuştu ilmi nusret
Kalem tutan hattat el, ne maharetli eldi
*
…Bin beş yüz yirmi senesinde
Tahta çıkışı sonrasında, Kanuni Sultan Süleyman Han,
Celal zade Salih Çelebi, İbn-i Kemal’den ayrılarak
Özlemlerin kucağındaki, gerçeklerde yaşanılarak
Padişah hocası Hayrettin, hocası oldu onun heman.
…Talebe olup Hayrettin Efendiye,
….İcazet aldı ondan, ve de resmi diploma
…..Edirne’deki Siraciyye
……Medresesine tayin edildi, müderris diye…
Güneş yaksa kavursa da, ilham yağar yüreğine
Yıldırımlar düşer ta ki, sırtındaki küreğine
Edirne’de Siraciyye, müderrisliği yaparken
Kalem kağıt arkadaşı, yazmak düştü süreğine
…Kanuni Süleyman Han’ın
….Belgrat, Rodos ve Budin seferlerini yazarak,
…..Takdim etti sultana, hürmetle bakarak.
Bin beş yüz yirmi dört senesinde,
İstanbul Murat Paşa Medresesine müderris oldu
Uzun süren bir zaman, buradaki görevinde doldu
Gündüz ve gecelerde umudu, kendine yoldaş buldu
Umutla hasret sarmalanınca, endişeler kayboldu
…Sonra özlemlerin yolu düştü
….Divanyolu’ndaki Haldun Ali Paşa Medresesine,
Bin beş yüz otuz altı yılından gün aldığında zaman
Görev yeri oldu, ünlü medreselerden Sahn-ı Seman
Burada görevdeyken, emir verdi Kanuni Süleyman
Firuz Şah hikâyesini çevirdi Farsçadan Türkçeye
…Sekiz cilt halindeydi, bahse konu eser,
….Lakin çok kısaydı, oysa çeviriye zaman
…..Müderrislikte müderris oldu
……Daha bir kaç medreseye…
144
*
Bin
Beş yüz
Kırk dörtte
Gülen bir yüz,
Halep’te başlar
Elli beş günlük bir
Zaman kalacaktır ya
Kadılık ona görevdir…
Bakar şöyle bir göğe,
Düşler sola sağa,
İnce bir çizgi
Ve çok kısa
Bak zaman…
Bu
Kısa
Görevden
Hemen sonra,
Mısır beylerbeyi
Haldun Davut Paşa’nın
Beylikteki durumunu
Teftiş ve tahkik etsin diye,
Havayı koklasın diye
Mısır’a gönderildi…
Görev bitiminde
Tekrar Halep’e
Kadı olsun
İstendi…
*
Anlatır kim kendini, söz bitmez öğe öğe
Ömrün ortası benlik, görür ayna da devi
Alıp gider bak sular, haykırışları göğe
Ancak kabul etmedi, yeniden bu görevi
…Sonra istirahat mekânı olacakken evi,
….İstanbul’daki Sultan Beyazıt Medresesine
…..Tayin olup başlayacakken tam göreve,
145
……Şam kadısı olup geçti görev başına;
…….Bir yıl sonrasına, kara verildi
……..Mısır kadısı olmasına….
Cennete gidecek yol, arandı ve kayrıldı
Rüşvet ve de zulümden, uzak durup sıyrıldı
Yıl bin beş yüz elli de, emekliye ayrıldı
Şöyle anlatır dili, ayrılma sebebini;
*
“İslam dininden
Başka olmadı yolum,
Kadılık yaptığım müddetçe,
Kıl kadar ayrılmadım ben hiç,
Kurandır sağım ve kurandır solum
Şahadete aykırı kıpırdamaz kolum
Lakin o günler
İstenirdi ödünler
Görev yaptığım o diyarlar
Mısır, Şam ve Halep’te zulüm vardı;
Haksızlık alıp başın, göklere çıkmıştı
Nefisler özü yakmaya, birer kibrit çakmıştı
Aramızda çok
Çetin mücadeleler
Geçti fikri mübadeleler.
Sanki bir zemheri kanatlar ıslak
Ben ki adalete ve hakikate tutsak
Oysa geleceğe dair ne umutlar beslerken
Ne onlar beni
Zulme uydurabildi,
Ne ben onları adalete
Ve hakikate, az götürebildim.
Sonuçta onlar zulümlerde galip geldi,
Bense adaletli yolda, mağlubiyeti bildim.
*
146
Şaşkınlık ve hayretle, çok uzunca bir müddet
Tefekkürle düşünüş, yolculuğuna daldım
Ufka derince bakıp, öylece baka kaldım
Ne edeyim Allah’ım, çaresiz ben’e medet
Sonunda tüm dünyalık, hevâ ve hevesleri,
Özlem ve arzuları, bertaraf edecektim,
Bunu yapacak kadar, kuldum ve gözü pektim
Dünyadan geniş hayat, fanidir kümesleri
Tiren kalkar duraktan, vakitlice gidene
Bırakmaz ki kimseyi, biz de gideriz sal’la
İstersen sen kal şimdi, gidene mendil salla
Aldanmayın dostlarım, hukuku yok edene
Ecel kapıda bekler, daha çıkmadan yola
Sorumluluk yaşında, gelse halimiz nola”
*
Diye söyler bencileyin, Feyzullah’ın dilinden
Emekliye ayrılan, kadı Salih Çelebi
Bir güzelce ev alır, Eyüp Sultan ilinden
Yan yana duran birer, göreceli gül gibi
…Özlemlerin kucağında,
….Köz ateş yangınlarda arar desteği ve ilacı…
…..Komşu oldu, biraderi koca nişancı
……Celal Zade Mustafa Çelebi’ye.
Başladı orada yaşamaya kendisine gelerek
Şu doğanın ahengini, düzen verenini bilerek
Sohbetine gelen talebeleriyle sohbet ederek
Ve ilmi çalışmaları enine boyuna yaparak
…Tatlı bir ömür sürdü.
….Hem gündüzlerde, hem de birçok gecelerinde,
…..Eser telif etmenin defterini dürdü.
.…..Kanuni Sultanın Şehzadesi Beyazıt’ın emriyle,
..…..Yazar Cemalettin Mehmet Avfi efendinin,
……..Selçuklu veziri Nizamülmülk adına,
………Farsça olarak yazdığı;
147
……….Cevamiul Hikayat
……….Ve Levami ur Rivayat adındaki
………..Kısa ama çok şey ifade eden hikayeler
…………Ve parıldayan rivayetler anlamına gelen
………….Tarih ve ahlâka dair eserini Türkçeye çevirdi.
Şehzade Bâyezîd çeviriyi okur ve çok beğenir
‘Muradı neyse arz etsin!’ Demiştir, haberi söylenir
Böyle bir malumat sorulsa, daha neler neler denir
…Oysa sadece talebeleriyle birlikte olmak,
….Eser teliflerinin devamına mekan bulmak,
…..İstek ve arzusuyla, Eyüp Sultan medresesinde
……Tekrar müderris olma şerefi, kendisince istenir
Bu görevde üç yıl daha, gönlüne ilimler sardı
Kim bilir ki; bilinmesi gereken daha neler vardı
Oysa bu yaşam denen zaman ne kadar kısa ve dardı
Ömürse; sadece yaşadığın güzel şeyler kadardı
…Bunu biliyordu
….Ancak gözlerine perde indiğinde
…..Zaman, bin beş yüz altmış bir, senesine bindiğinde
……Rahatsızlığı, Safer ayında affını isteyip,
…….Emekliye ayrılacak kadardı.
Yüksek din ilimlerine vakıf, değerli bir zat olan
Bilhassa fıkıh ilminde, derin bir ihtisasla dolan
Nesir ve nazım vadisinde, kudretli bir kalem bulan
Ahlaklı, faziletli ve dürüstlük dolu bir vakardı.
Hakşinaslığıyla kendini tanıtıp, adalet doldu
Devrin âlimleri arasında önemli mevki buldu
Telif ve tercüme de, çok kıymetli eserleri oldu
Ahlaklı, faziletli ve dürüstlük dolu bir vakardı
Mısır kadılığı esnasında, evlenmesi söylendi
Annesi tarafından verilen cariyeyle evlendi
Bu cariyeden İshak adında oğlu doğup dillendi.
On yaşına gelip ölünce, vefatına hüzünlendi
148
…Bundan müteessir olup üzülmesi sebebiyle,
….Manzum olarak kısa bir zamanda
…..‘Leyla ve Mecnun’ hikayesini kaleme aldı.
……O günden bu güne
…….Bu hikayeyle Leyla ve Mecnun
……..Dillere pelesenk oldu,
Hayaldir bazen dumanlı dağlar, bazen ufukta vaha
Bazen kuş cıvıltında, huzur bulur şair ve fukaha
Bazen de sessizlikte kalkar, ilham duyguları şaha
Elli yaşını geçtiği halde, evlenmedi bir daha
Dini çalışma ve hizmetlerine mani olur diye
Kendini adadı, ilim ve irfana yol göstermeye
…Yaşadı bu minvalde…
….Hizmetçilerinden birini, büyüttü evladı gibi
Gencecik yaşta çocuğa, sevgi ve şefkatini verdi
Tutardı ilgiyle elini, çocuk ona baba derdi
Herkes bu çocuğu, onu gerçek oğlu zannederdi.
Dertlilerin derdini, kendi derdi gibi dert ederdi
…Yumuşak huylu, temiz kalpli ve vefakâr,
….En az biraderi,
…..Nişancı Mustafa kadar cömert ve cefakar,
……Hayatının her devresinde
…….Fakirlere ve akrabalarına,
……..Yedirirdi kim varsa muhtaç çevresinde.
Yardım ederdi elbise ve para vermek suretiyle
Ne biti, ne de eksildi, bereket buldu servetiyle
Sanki fakir babasıydı, görüp gözeten cihetiyle
Dertlilerin derdini, kendi derdi gibi dert ederdi
…Her gece sofrasında izzet ikram olurdu,
….Dostlarından ve talebelerinden misafiri bulunurdu…
*
Tezkire sahibi Âşık Çelebi görüşmüş onunla,
Rahmanın aşkına söken şafaktaki, sohbeti sonla
Anladı fazilet yüksek ahlak onunla da beraber,
149
Anladı kazası yok, dünyada işi olmaz oyunla
Belli ki birlikte; sohbet dolu bir hava solunmuştu,
Öyle ki; bir şiirinde şöyle övgüde bulunmuştu:
‘Ülemâ vü fuzelâ vü fukahâdandır ol
Şuarâ vü bülegâ vü fusahâdandır ol.’
O âlim ve fakihlerdendir hem de fazilet sahibi
Şairdir, açık ve güzel sözlü muaşeret sahibi
*
Salih Çelebinin, Salih ve Saliha mahlası ile
Şiirleri vardır; divanında yazmış, dolanır dile
Nesir vadisindeki kalemi, şiirden üstün bile
Yazmıştır daha sade ama ahenkli bir kalem ile
…Hüsnü hat öğrenmiş gençliğinde,
….Amasyalı Şeyh Hamdullah’la
…..Güzel yazı çalıştı iştahla…
……Bin beş yüz altmış üç yılında
…….Vefat eden Salih Çelebi,
……..Mustafa Çelebi Camii bahçesinin
………Yol kenarındaki kabrine, defnedildi cesedi.
*
Kabrinin ayakucundaki taşında şu şiir vardır:
‘Dâr-ı dünyâ menzil-i fâni imiş,
Hep geçer mîr-ü-vezîr-ü-pâdişâh.
İrse ger takdîr-i Hayy-u Lâyemût,
Saçılur toprağa tohm-ı izz-ü-câh.
Avn-i Hak ile birâder-i ferîd,
Fazl-ü irfân-ü ulûm ana sipâh.
Azm-i tarf-ı âhiret kıldı bu dem,
Rahmet-i Hakdan teâlâ lutf-hâh
Rıhleti sâlini ma’lûm etmeğe,
İstedi Hakdan Nişânî-i pür günâh.
150
Dedi hâtif bu duâ târihdir,
Kabr-i Sâlih Cennet ola yâ İlâh’.
Dünya denen şu mekânın, durağı geçici imiş,
Emir, vezir ve padişah, hepsi de buradan geçer.
Ölümsüz, bir ve hay olan, sadece Allah Teâlâ;
İzzet ve ikram sahibi, makamın olsa da biter.
Tohumun kara toprağa, düşmesi gibi; bak hala
Görürsün ömrü bitince, canlılar toprağa düşer.
Bu eşsiz kardeşi bulmuş, bil ki dolmuştur fazilet
Allah’ın yardımı dolmuş, irfan olmuş ona asker.
Ömrü zamanda her daim, öbür âleme yöneldi
Ona hakkın rahmetini, ihsan ve lütuf dile der.
Vefat yolunu belirtmek, bu gerçeği sen gör için,
Günahkâr hali arz edip, hakka yalvarıp af diler.
Gaiptendir; Ey Allah’ım, Salih kabrini cennet et,
Diyen bir ses, dua edip; tarih söyledi deyiver.
*
…Sâlih Çelebi; yazdığı bir şiir kıtasında ise,
….Resûlullah efendimize şöyle yakarmaktadır:
‘Acep hayrette kaldım ben, hidâyet yâ Resûlallah!
Ne tahsîl-i metâlib var ne tâat, yâ Resûlallah!
Halâyık cümle yer yer hep huzûr-ı Hakk’a vardukda,
Kerem kıl Sâlih’i etme melâmet, yâ Resûlallah!’
Hayret içinde kaldım, olsun bize de hidayet,
…………………………….Ey Allahın elçisi!
Ne okumak isteyen var, ne de kalmış dine itaat,
…………………………….Ey Allahın elçisi!
Yolunda toz zerresi olsa idim o bana yeter
Aşkın yüreğimde alev alev yanar, tüter…
Kalem ve kağıt arkadaştı, yazdı bir uçtan bir uca
Eserlerinden de bahsedecek olur isek kısaca;
…‘Belgrat Fetihnamesi’ biri
….‘Rodos Fetihnamesi’ bir diğeri
151
…..‘Tarih-i Budin’ ile ‘Tarih-i Sultan Süleyman’la,
……‘Firuz Şah Menakıbı’yla
‘Tarih-i Mısır’ da onun eseri,
‘Kitâb-ül-Muhtasar fî Ahvâl-il-Beşer’
Beşeri hallerden kısa ve öz bahseder.
…‘Cevâmi-ul-Hikâyât ve Levâmi-ur- Rivâyât’
….Kısa ama çok şey ifade eden hikayelerle
…..Parıldayan, ışık saçan rivayetleri nakleder.
……‘Leyla ve Mecnun’ manzumesi
…….‘Dürer-i Nesayıh’ eseri tanzimesi
……..‘Miftah’, ‘Mevakıp’,
……..‘Vikaye’ ve ‘Islah-ul İzah’ adlı
………Dört adet Haşiyesi;
………..‘Tağyir-üt Tenkih’ adlı esere talakatı ile
…………‘Münşeat’ ve şiirlerinden oluşan ‘Divan’-ı
………….Bilinen en temel eserleridir.
…Yaşanan böyle bir hayattır,
….Yolculuğun farkındalık ise kat kattır,
…..Bizimse hatalar ve eksiklerle dolu yaşamımız,
……Anladım; hayat değil, memattır.
Gecelerden gündüzlere, zaman akıp ta giderken
Bahtıma düşen ömrümse, yaprak misali düşerken
Hep eksilen hayatımda, taş kesik anılar varken,
Bırak beni de kalayım, ne güzel hayat akarken
Ey Azrail! Müsaade, bence daha vakit erken
Alma hemen canımı be, dünyalık çok işim varken,
Nedamete gözyaşlarım, gelir belki beklerken
Bırak beni de kalayım, ne güzel hayat akarken
Düğünlerde oynayıp ta, neşeyle halay çekerken
Faydasız muhabbetlerde, malayani söz söylerken
Belki gelirim kendime, sona takılıp düşerken
Bırak beni de kalayım, ne güzel hayat akarken
152
(Şiir :GÜLCE-Bahçe)
ELVAN ÇELEBİ
On dördüncü asırda
Anadolu da yaşayan,
Velilerden ve şairlerden
Oğul Ali’nin, babası Elvan…
Elvan’ın babası meşhur şairlerden,
Aynı zamanda bilinen tarihçilerden,
Bin yıllık ocakta yetişen Âşık Paşadır,
Elvan çelebi, Amasya civarında yetişti
Âlim ve Evliyaların büyüklüğüne erişti
Kırşehir de doğdu diye söylemişti konuşan diller
Babası orada yaşadı, orada yürüdü Hakk’a
*
Tespit edilememiştir, doğduğu tarih kesince,
Yüzlerinin kırlarında, sert soğuk rüzgâr esince
İçlerindeki yangında, suya özlem dinmeyince
Yol göründü gelinecek, öyle uzun ve ip ince
…Mensup olduğu aile,
….On üçüncü asrın ilk yarısında,
…..Moğol istilası sebebiyle;
……Orta Anadolu’ya gelip yerleşmişti.
…….Anadolu’da önemli bir nüfus kazanmıştır…
…Elvan çelebinin;
….Dedesi Muhlis Paşa Yerleşti önce
…..Çorum ile Mecitözü arasındaki Eski Çat köyüne.
……Muhlis Paşa’nın babasının ismi
…….İlyas Horasani, olduğundan dolayı olsa gerek,
……..Söylenir oldu, sevgilinin güneşli bahçesi bu köye,
………Ellez veya İlyas ismi, İlyas Köyü diyerek…
153
Elvan Çelebi’nin saygın ve güler yüzlü dedesi
Gül insan, İlyas Horasan, veli kulların velisi
Öldüğünde defnedildi, köyde yapıldı türbesi
Yaşamına devam etti, Muhlis Paşa ailesi
Talebeleriyle birlik, evler yaptırdı burada
Çiftçilikle meşgul oldu, geçinmek için sonrada…
İlim ve irfan peşinde, erinmek için murada
Yaşamına devam etti, Muhlis Paşa ailesi.
Zamanın âlimlerinden, ilim tahsil etti Elvan
Babası Âşık Paşa’nın, önde gelen talebesi
Şeyhülislam Fahrettin’le, tasavvuf doldu pehlivan
Dedesi vefat edince, çaldı hüznün galebesi,
…Elvan’ın sevgili veli dedesi
….Tatlı bir türkünün, aşkın ilmeklerinden geçerek,
…..Yaşanmıştı güzelliklerle dolu hikayesi.
*
(E)lvan Çelebi, babası Âşık Paşanın izniyle;
Ö(L)üm döşeğine, her an yaklaştığını bilerek an be an,
Gö(V)desine emanet ruhun, geldiğini bilerek kalubeladan,
Yan(A)rak hakka hizmet aşkıyla, halka hizmet yolunda
Daya(N) ey gönlüm şu kısacık fani yaşamın dikenli kolunda diyerek;
(Ç)ıkmadan ulu davete çağıran, ulu yoldan
Y(E)rleşti hizmet etmek için, İlyas Köyüne kendisi…
Ge(L)eceğim ey yüce Rabbim ebedi yurduna deyip;
Hey(B)emde kuru ekmek bulunsun misali
Kend(İ)si yaptırdı bir Cami, zaviye, türbe ve hamam
*
Susuzlar engin ummanda, su arar tüm ziyadesi,
‘Suyu neyleyeyim ben ki; gerektir hakkın kendisi,
Kendine gel be ey nefis; bir an bile, boş durma der…’
Eratna beyine vezir, olunca amcazadesi
…Alâeddin Ali Şah-ı Rumi,
….Bu eserleri besleyecek zengin vakıflar kurdu.
…..Köyü ve etrafındaki geniş araziyi,
……Yeğeni Elvan Çelebi’ye bağışladı.
154
…Bir rivayete göre; babası Âşık Paşa’nın,
Bin üç yüz yirmi altı da, Mısır’a yola gitmesi
Ya da eceli vaciple, dosta vuslat üzerine…
Nur âlemlerine gidip, geldim diye el etmesi
İnince bize sır olan; dehlizin derinlerine…
…Oğul Elvan çelebi;
Onun yerine geçerek, deryalardan su içerek,
İnsanları güler yüzle, hak yola davet ederek
Allahın emir ve yasak, kıldığını bildirerek
Hidayete koşmasına, nasihatle meşgul oldu…
…Sohbetlerinde birçok kimsenin yetişmesine
….Vesile için yol gösterip, nice gönüllere hidayet doldu.
…..Birçok devlet adamı ve şairin doğru yola,
……Ulaşmasına sebep oldu,
…….Bunun için koştu, hep hayatta dört nala…
O devirlerde, ortalara çıkan
Babailerin, sapık inancından
Çevirmek için, kulları uyaran
Ehli Sünnete, her an ve her zaman
…Onları davet eden Elvan çelebi
….Babası ve dedesi gibi;
….Allahın sevgili kulu, kulların güzeli
……Zamanın ileri gelen evliyasıydı,
……..Ermişlerden idi, meşhur da bir veli…
*
Kutsal sevgiler od’unda, sonsuz nar-ı aşka kandı
Yanan gönlünün duvarı, aşka ve meşke boyandı
Karanlık düşürme sakın, düşmesin biz kula efkâr
Gün ufka batıp giderken, son bir gayret daha boyar
Gökyüzünü sarmak için, hala ondan ışık yağar
Kutsal sevgiler od’unda, sonsuz nar-ı aşka kandı
Kırık dökük hayatların, hızlıca mevsimi geçer
Kanayan yaradır ömür, bazen bir bakarsın meğer
Deyip dünyanın zevkine, vermedi fazla bir değer
Yanan gönlünün duvarı, aşka ve meşke boyandı
155
*
Yerleşmesi sebebiyle, Toprak kokan güzel köye,
Belki unutmaz, bir yerden bize dostça bakar diye
Nice hizmet ve önderlik, etmiş bu değerli veli
Yol göstermiş hakikate, hep oldu ismi himaye…
Bundan sonra köyün adı, Elvan diye dile geldi,
Daha sonra resmiyette, bu isimle hep güzeldi
Ruhları saran düşlerle, göğe dualar yükseldi
Çocukça gülümsemeler, mühürlü gönüller deldi
…Tarihe dizdiği doyumsuz anılarla,
….Elvan Çelebi’nin Elvan Köyünde
…..Yaşanmıştı asırlar, kim bilir daha nice güzeldi…
Elvan Çelebi’nin doğumu gibi,
Bilinmemektedir ölüm tarihi,
Elvan köyünde açtılar kabrini;
Yer yatağıdır burada türbesi.
…Türbesini ziyaret edenlerin,
….Çeşitli hastalıklara,
…..Şifa bulduğu rivayetinin,
……Boşa değildir, belki de söylenmesi…
*
DÜNYA çıkrık misali, durmadan döner durur
Boşa çaba ey akrep, yelkovana YETİŞMEK,
Kimine bal kaymaktır, kimineyse barBUNYA
İTİŞMEK boşa dostum, hayat biter can kurur.
Çıktık birer sefere, gideriz gündüz GECE
KOŞALIM rahmanıma, söken şafakta bari
HECE gibi yaşamda, cümlenin var fazlası
Günler hızlı geçer bak, bir umuda COŞALIM
*
Çelebi Elvan
İlham dolu şairdi.
Kaleme hâkim,
Türlü şiirler yazan…
156
Atalarının
Hayat hikâyesini
Anlattı sağken,
Gör şair payesini…
Bin seksen beyte,
Aşkın hissi inince;
Tarih, kültür ve
Edebiyat sinince
*
Yaşanmış bazı tarihi olaylara ışık tutan
Ecdadının nice yaşam hikâyesini anlatan
Kültürel ve edebiyat değerini de taşıyan
Şair bahtın harabesi, derken onunla yaşayan
…Elvan Çelebi’nin
….‘Menâkıb-ül-Kudsiyye fî Menâsıb-il-Ünsiyye’ adlı
…..Manzum eseri meydana çıkmıştır.
…...Osmanlıca bilmiyor olsam da,
……Bence bu güzide eserin anlamı;
…….‘Tanınmış Makamlardaki İnsanların Değerli Yaşam Hikâyeleri’
……..Gibi bir manadaki hislerle, gönlüme akmıştır…
Bu eserin bilinen bir yazma nüshası
Bin dokuz yüz elli beş, belki de elli yedi
Senesinde bulunmuş ve korunmuş dahası
Bu sayede o günden, bu güne gülümsedi
…Konya Mevlana Müzesi Kitaplığında,
….Muhafaza edilmekte olduğunu da
…..Duydu kulağım, haberini okudu gözüm,
……Yazıyorum bende, okunursa diye sözüm…
*
Dil bakımından
Evliya Çelebi’nin
Bu eserinde,
Eski Anadolu’nun
Öz Türkçesinin;
Öz özellikleri de
Taşınmaktadır.
157
Aynı zamanda
On üç ve on dördüncü
Yüz yıllarınsa;
Türkün, tarih akımı,
Engin ve önemli,
Güzellikte kaynaktır...
*
Zaman denen olgunun, ardı ve önü hardır
Bilirim elbet bende, dünya gönlümden dardır
Bize sadece rahim ve rahmanımız yardır
O ki bizden razıysa, bizim için bahardır
…Bizim mükâfatımız, Salih amelimiz kadardır
….Örnek alınacak yaşamları olan nice çelebimiz gibi
…..Elvan Çelebimiz vardır.
……Biz çelebileri unutsak bile,
…….Onların da, bizim de; örnek alıp bağlandığımız,
……..Allahın elçisi, sevgili peygamberimiz vardır…
(Şiir :GÜLCE-Bahçe)
---------------------------------------------------------------Paye: rütbe, derece, aşama, basamak
158
MAHMUT LAMİ’İ ÇELEBİ
Bir yaşam şehri ki, bin renk, bin bir çiçek, allı karalı
Yüz yıllar, kültür ve bilim merkezi olan yeşil Bursa
Oku kardeşim dünya ilimsiz, hep eksik ve yaralı,
Oysa devam eder halâ buna, yer yerinden kudursa
…Yetiştirir halâ âlim ve bilgin,
….Ancak; bu yolda, talip olan olursa;
…..Bunun için diz çürütüp, kalem tutan olursa;
Çok sayıda şair, yazar ve bilim adamı çıkarmış
Rabbine canı gönülden dua dua yalvarıp yakarmış
Aydınlarından doğan o ışıkla, dünyaya bakarmış
Aydınlığı kadar, değerleri de büyük bir vakarmış
…Bursa da yetişen alim ve aydınlar,
….Sadece Bursa’yı değil
…..Tüm bir imparatorluğa öncülük yaparmış.
Nice gidenler kaldı mı eserlerinizden gerisi
Bunu bilenlerin, bir eser peşine koştu dirisi
Gökte yıldızlar misali vardır bu aydınlar serisi
Bursa da yetişen yüzlerce ünlü aydından birisi
…Mahmut Lami Çelebi’yi tanıtayım,
….Şu gök kubbenin altında,
…..Hoş bir seda bırakmak için
……Dilim dönsün de kalemin var olsun verisi
…….Ben size onu bir güzel anlatayım…
Ölecek, ölecek, ölüm bile ölecek
Hayat sevda ister, herkes bilecek
Vakti gelen gidip, gelen gelecek
Her bebek dünyaya, gelip gülecek
…Geldi,
…..Güldü,
……Bir bebek daha, dünyayı bildi
159
Yıl bin dört yüz yetmiş iki, o fani dünyayı gördü
Söyle dostum ona karşı bu cazibeyi kim ördü
Mevla’m her ebeveyn gibi onlara da sevgi sürdü
Yavrunun sesinde sanki ilahi bir efsun vardı
…Ünlü divan şairi Lemi Çelebi’dir doğan
….Asıl adı Mahmut, bekleyenlerini neşeye boğan,
…..Babası ikinci Beyazıt’ın hazine defterdarı olan
……Basar göğsüne minik oğlunu Çelebi Osman
…….Ve de annesi Dilşad Hatun’dur.
……..Ünlü Nakkaş Ali’ye ise sevgili torundur.
Bursa’nın güzellerini, yazan şairdi kendisi
Yayıldı o günden güne, güzel yazar söylentisi
Kelamlar kifayetsizse, kalemi kırar da şair
Her şey anlatılsın ister, yaşanmışlıklara dair
…On altıncı yüzyılın ünlü,
….Türk Edebiyat sanatçısıydı.
…..Sevgi ve hoşgörüyle dolu gönlü,
……Mahmut Lemi Çelebi
…….Bir mutasavvıf, çok ilme yüzü yönlü,
……..Bilmek ister hayatı, bu günlü ve dünlü…
Devrin âlimlerinden, dersler görmüşlüğü var
Kul yâre meftun iken, düşer saçlara ak kar
Yol uzun, koş menzile, der gelmeden sonbahar
Kayıp gider her şeyler, gördüm bana dünya dar
…Der ve önce medrese öğrenimini tamamlar
….O gün medreselerde ilimlerin tamamı var
…..Arapçayı ve Farsçayı öğrenmişti.
……Genç yaşta Nakşibendî tarîkatine girdiği söylenmişti.
…….Hayatının sonuna kadar bu tarikata bağlı kaldı
……..Nakşibendi Mütefekkir edibi olup,
………Tefekküre ve tasavvuf deryasına daldı
İçten gelen şiirlerinde, dokundu her renkli güle
Düzyazının akıcılık ve güzellik arardı hele
Bunun için o, almıştı Lâmi’î mahlasını bile
Alın teri damlamıştı edebiyat denen ocağa
160
Sevgi deyince, döner kara gözleri hemen gökçeye
Bilir ki ecelse çoğu zaman yakın gezer ökçeye,
Molla Cami’nin kitaplarını çevirmişti Türkçeye
Alın teri damlamıştı edebiyat denen ocağa
…Bunun için Cami-i Rum lakabıyla anılmıştır.
….Otuza yakın eser vermiş olan sanatçı,
…..Rabbi ona verdi diye
……Koştu sayısız nimete kulluğa
……Şükürde yarıştı, şükrü eda için, oldu ilahiyatçı…
Bin beş yüz otuz iki de, yeşil Bursa’da ölmüştür
…Kendisine Bursa’lı Lami’î de denilmiştir
….Şiirlerinden oluşan Divan’ı ile,
…..‘Ferhatname’ ve ‘Şehrengiz’ adlı
……En çok bilinen eserleriyle
…….Tanınıp, okunmuş ve beğenilmiştir.
Mahmut Lami’i çelebi inzivayı çok sevmiş
Ağır başlı olup, kendini tasavvufa vermiş
Allah’ım gafil kulum, günahımı affet dermiş,
Tok sözlü, hazır cevap, mizahi eğilimliyken
…Fikirlerinde ısrarlı kişiliğe sahip oluvermiş
…..Hayatın amaç ve gayesini, en gerçeğini
……Arifler zümresine katıldıktan sonra hissedivermiş.
Edebiyat yazmak için yoktur ki, bilesin eldiven
Bulamazsın bu yolda, çıkmak için göklere merdiven
Eserlerinin sayısı dayar da otuza merdiven
Türk edebiyat tarihinde nice çok eserler veren
…Şahsiyetlerinden biridir, boş durursa daralır
….Tercüme ve nakil ürünlerinde birinci sırada yer alır
…..Genel olarak eserlerindeki dil çok sade
……Sunar okuyana yazarken, ahengi sevgiyi bade, bade
…….İfadesi çekici olup,
……..Vezin ve kafiyeleri diğer şairler kadar güzel kullanmış,
………Tercümelerinde sadık kalmıştır asla,
……….Oldukça serbest davranmış,
………..Hayal gücünü sınırlandırmamış
…………Var sende okumak istersen, oku ey can,
161
………….Okurken şöyle bir rahatla,
…………..Arkanı şöyle bir yere yasla!...
Geniş kültüre vakıf ve büyük bir birikim sahibi
Hem de manzum ve mensur eserlerin edebi edibi
Şiirce haykırışını alıp gitti de kuşlar göğe
Okunur edebi sanatı, arşta gider en yükseğe
Hepsinde başarılı eserler vermiş bir sanatçıdır
Mahmut Lami Çelebi güzide bir edebiyatçıdır
…Eserlerini de söyleyeyim ben hemen size;
….‘Şevahidi Nübüvve’ birisi
…..Diğeri ‘Nefahatül Üns’ tercümesi
……Dahası; ‘Futuhul Mücahidin Li Tervihi Kulubül Müşahidin’ deyin,
…….‘İbret Name’, ‘Şerefül İnsan’ ve ‘Makteli İmam Hüseyin’,
……...‘Divanı Eş’ar’, ‘Hüsnü Dil’, ‘Veysü Ramin’,
……….‘Letaif ’, ‘Lügat’, ‘Münazara-i Bahar-u Şita’,
………..‘Münşeat’, Nefsül Emr Risalesi’, ve Vamıku Azra,
…………‘Şehri Dibace-i Gülistan’
………….Hemen akla gelip, dökülüverecek eserleridir dudaktan
Ey Feyzullah gel kendine, düştüğün yerden doğrul kalk!
Bir çivi çakarsan hak için çak, sever seni de güzide halk,
Güneş bakışlı çocuklar, senden hep bunu bekler bak
Kalk silkin kendine gel de, sendende bir miras bırak
…Derim ve bir şiir daha yazarım kendimce;
….Kah on dört hece, kah on altı hece,
…..Genellikle duraksız on yedi ve on beş hece,
……Şiir derim ya gündüzdür, yani güzeldir bence
…….Belki de bu bir şiir değil, belki de size göre gece…
……..Ama hakikat şu ki, bu şiir bir hece-serbest buluşma,
………Hem de yeni edebiyat akımı Gülce
162
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
HALİMİ ÇELEBİ
Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider
Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider
Kastamonu diyarından, doğum tarihi bilinmez
Abdulhalim bin Ali’dir, ismi tarihten silinmez
Bak zaman geçer hızlıca, parçalanıp dilinmez
Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider
Osmanlı âlimlerinin, büyüklerinden Halimi
Hocası olup okuttu, Han Yavuz Sultan Selimi
Zamanın âlimlerinden tahsil etti hem ilimi
Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider
*
Alâeddin Arabî’nin hizmetlerinde bulundu
Ondan maddi ve manevi, ilmi tahsille dolundu
Bir nefes Gül-i Rana’dan, hava-i bahar solundu
Sultanını görmek için, şaha kalkındı can evi.
…Molla Alâeddin-i Arabî vefat edince
….Sonrasında Arabistan diyarına gidince
…..Orada da çeşitli ilimleri dimağa getirince
……Haç ibadetini de, hakkıyla bitirince
…….Sultanına selam vermek için, şaha kalkındı can evi.
İran’a yol bulup gitti, ilme gün evi arardı
O belde âlimlerinin sohbetlerine koşardı
Mahdümi’nin hizmetinde, tasavvufi ilim vardı
Feyiz alıp ilerledi, şaha kalkındı can evi
Sonra asıl memleketi Kastamonu’ya dönmüştü
Belki de ilim özlemi, birazcık olsun sönmüştü
Harlayan yürek yangını, az ölkeseyip dinmişti
Daha deyip ilerledi, şaha kalkındı can evi
*
163
Hayatın altın gemisi, azgın sulara yürüdü
Bâyezîd-i Veli canla, aynı devirde yaşardı
Kin kusanların kimisi, durulamazdı şaşardı
Kendisini heyecanla, hakkın yoluna bürüdü
İnayet ayyuka çıksın, delaletse kalsın dünde
Ruhu coşar kafesinde, insanlık selametine
Müjde solur nefesinde, irfanlık alametine
Çelebinin özlemi var, yıkamaz şeytani künde
Haktan bulur merhameti koşar durur rahmetine
Dosta vuslat özlemiyle, cennet gülleri kokuyor
Sabrın külleri derildi, diller şükrünü dokuyor
Bağışlasın rabbim bizi, erenlerin hürmetine
Gecenin sessizliğinde, vuslata durur erenler
Korkusuzluğu giyinip, hanlara vaaz verenler
*
Bundandır; bilgiye hâkim, bilmediğini okuyan
Maddi ve manevi hekim, gönülleri hem dokuyan
Bilelim bahse konu kim? Halimi Çelebi veli…
Bu yüksek ilmi duyan, Yavuz Sultan Selim Hanım
Seçti onu ayan beyan, han olmazdan önce canım
Tırabzon’da Yavuz o an, valilikle vazifeli
*
Ol Halimi Çelebi’yi kendine hoca edindi,
Talebeydi kendisine, dilinden ilim öğrendi
Gece gündüz huzurunda, döndü onun sohbetine
Devamlı feyiz almaya, ilk anda muhabbetine.
Yavuz Sultan Selim Hanım, yaratanın bir kuluydu
Halimi Çelebi’ye de; dili iltifat doluydu
Yücelerin en yücesi, Allah’ın da ihsanıyla
Osmanlı tahtına geçip, padişah oldu şanıyla
Hep birlikte olmak ister, onu yanından ayırmaz
Ne hoş onunla sohbetler, başka bir şeyi kayırmaz
164
Maneviyatı doyurmaz, salih amelden başkası
Amelse; ilim bilirsen, doğru olur, açıkçası
…Halimi Çelebi,
….Yavuz Sultan Selim Han ile
….. Birlikte katıldı Mısır Seferine bile.
…Nakledilir ki; bu sefer zamanında
….Molla Şemseddin diye bir saray hocası vardı
…..Teheccüd namazını kılan, iyi huylu bir vakardı
……Yazması öyle süratliydi ki,
…….Kuran-ı Kerimi on günde yazardı.
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır fetih olunca,
Mısır halkı Osmanlının, fesiyle huzur bulunca
Bunun sevinciyle dolup, gönüller şuur dolunca
Yavuz Sultan Selim Han’ın, dileği dile vurunca…
…Halimi Çelebiye buyurdu ki:
“Tarihi Vassâf yazsın, Şemseddîn efendi bize
Maharetli kalemiyle, ışık tutsun gören göze”
Padişah emri ulaşan, Molla Şemseddîn erenden
Yirmi beş gün mühletin, ricası emri verenden
…Mühlet isteği kabul gördü.
….Halimi Çelebi’nin evinde kendini bu işe verdi.
*
(H)alimi Çelebi’yi ziyarete gelenlerin
B(A)zı Molla Şemseddin’i tanıyıp bilenlerin
Ça(L)ışmalarına mani olmak pahasına
Gel(İ)yorlardı hücresine ve çalışma sahasına…
İste(M)iyordu zamanın başka işle gitmesini
Hele k(İ) aldığı zamanın bitmesini…
(Ç)ekti dış kapının iç sürgüsünü nitekim
V(E) dahi odasını da kilitledi.
Bi(L)medi gelen kimse kim!...
Kal(E)mine sarılıp hızla yazdığı sırada
Bera(B)erinde bir kimseyi oturur halde gördü orada
Yüreğ(İ) ürperdi, aniden görünce, korkuyla titredi
*
165
Anladı o kimse bunu, yaklaştı hemen dizine
Heyecanı gidermeye, başladı şöyle sözüne;
“Korkmayasın bizden sakın, senin gibiyiz, insanız
Seni ziyarete geldik, dostluğa gelen ihsanız”
…Böyle dedi gelen,
….Molla Şemseddin, kapıların kilitli olduğunu
…..Pencerelere, girilmez demir örgüler dolduğunu
……Kontrol edip hemen,
…….Bu kimsenin ricâl-i gâipten geldiğini
……..Anlayıp, idrak ediverdi.
Yazmayı bırakıp ta, sohbet etmeye başladı
Merak ettiği şeyleri, hem iletmeye başladı;
“Arap diyarı bir tamam, bizce fethedilecek mi?
Osmanlı topraklarına, öz diyar edilecek mi?
…Yoksa dönüşten sonra tekrar
….Başka milletlerin eline geçecek mi?” dedi.
…O zat dedi ki;
“Karanlık basmış yollarda, iman nuru alevlendi
Padişah Yavuz Selim Han, bu görevle görevlendi
Mübarek belde hizmeti, onun nesline verildi
Uykuya dalmış umutlar, uyanmaya gönderildi
….Bu kutlu davada
..…Allah’ın yardımına erildi
İslâm padişahlarının arasında makbul olan
Nebimizin sonrasında, bilesin ki kurucu Osman
Ol evliyanın dışında, değildir hele Selim Han
Ben söylerim hakikati, sen benim sözüme inan”
…Diye söyledi.
…Molla Şemseddîn:
“Yavuz Selim saltanatı, çok uzun zaman sürer mi?
Onun süresi dolmadan, Osmanlı buna erer mi?”
….Diye ekledi.
…..O kimse; “Üç yıl vakti vardır.” dedi.
…Molla Şemseddîn tekrar sordu:
166
….“Konağında oturduğum Halimi’nin sonu nicedir?
…..Yani onun vefatı hangi gündür, hangi gecedir?”
……O zat şöyle cevap verdi:
“Yüce melek ecelinde, hemen gelir canın alır
Şamdan öteye geçemez, Halimi orada kalır”
……..Şemseddîn Efendi dedi ki:
“Ya benim ölümüm nerde, bilir misin ne zamandır?
O zor mudur, kolay mıdır, bana ne kadar yamandır?”
O zatı muhterem şöyle cevap verdi:
“Kişinin kendine ölüm anın bilmek
Rabbimin kanuna, hem ki ters düşerdi
Yoktur ki kimseye, sonu bilip gelmek
Nerede ölecek, nefisler bilemez
Söyle deseniz de, biz bunu söylemez
Rabbim yol vermese, buraya gelemez
İzinsiz yok bize, bu kanunu delmek
Allah’ın izniyle, bil kulağa düştün
Dostun çelebiyle, dosta giden üçtün
Üç ruhun haliyle, göğe doğru göçtün
Üç dostta nasiptir, semaya yükselmek
Yavuz Sultan Selim, derim hanlar hanı
Hakkın yardımıyla, dilden dile şanı
Cenazenizde var, gelmeye zamanı
Nasip olur Han’a, namazınız kılmak”
…Dedi beklediği haberi verdi.
….Koynundan tiftik bir başlık çıkarıp
…..“Bu Selim Han’a hediyemizdir.
……Bir tane daha çıkarıp
…….Bunu da Halimi Çelebi’ye veresiniz” dedi.
…Bunun üzerine Şemseddîn Efendi;
….“Bana bir hatıranız, olamaz mı?” dedi
Sana özel bir şey hazırlamadım bil
Eğer istiyorsan, olur diyorsan gel
Şu başımdakini, sana vermek güzel
167
Benimkisi sana, nasip olsun kalmak”
…Dedikten sonra
….Başındaki arakiyye’yi ona verip;
“Hadi hemen yaz bakayım,
Ben sana izin vereyim
Hızlı mı yazın göreyim
Nasip olsun sonu bulmak”
…..Deyince;
Şemseddîn efendi başladı yazmaya.
Hem yazdı hızlıca, hem mısra dizmeye
Bir anda kayboldu, boşlukta gezmeye
Zor oldu bir daha, gözlerine almak.
*
Bu durumları Hasan Can’a
Anlattı bir güzel, baştan sona
“Bir zahmet ulaştırıversen” dedi
“Emanet arâkiyyeyi, Selim Han’a”
Hasan Can; huzuruna vardı.
Olanları dinledi Selim Han
Olayın aslı budur, değil yalan
Arakiyye oldu sevince salan…
Saygıyla yüzüne sürdü ve kokladı.
Ruhunu hemen ilahi bir muştu sardı
Mısırdan yola çıkacak, hazır mı yokladı…
*
Mısırdan yola çıkmıştı, Şam’a yol aldı kafile
Halimi Efendi dersen, yolculukta hastalandı
Hekimlerin ilaç verdi, fayda etmedi nafile
Selim Han bildi, anladı, ölümden gayri yalandı
Kalbini hoşça tutmaya, çalıştı gayret gösterdi
Sık sık ziyaret etmeyi, gönlünü almak isterdi
Üçüncü gün vefat etti, Halimi vuslata erdi
Yakınlar bildi bu ölüm, onları hüzne salandı
168
Molla Şemseddîn Efendi, vefat etti aynı gün,
Selim Han’ın sarayında, vuslatında bulur düğün
Aynı yerde kaldırıldı, cenazeleri üçünün
Selim Han da hazır olup, son görevde yer alandı
…Mısır Seferi dönüşünde
….Miladi bin beş yüz on altı senesinde
…..Bu olaydan anlaşılmıştır ki; Halimi çelebi
……Şam’a gelince,
…….Vefat etmiştir Mısır’dan dönüş seferinde…
……..Orada Muhyiddin Arabi hazretlerinin türbesinde
………Defnedilerek onun yanı başında yer bulandı…
*
Nakledilir ki;
Yavuz Sultan Selim han,
Ayak basınca
Gözüm Anadolu’dan
Dönüp bakınca
Hatıralar var ondan…
Hasret yakınca
Bahseder hocasından…
Pek çok sefere
Mevlana Abdulhalim
Benle çok kere
Birlikte çıktı o âlim.
Aksar her yere
Hatırasın gör Selim.
*
Diyerek anardı, sevgi ve saygıyla
Onsuz ne yapardı, düşünür kaygıyla
Hatıralarıyla, çare yok döneriz
Bahane bir küçük, çıbanla söneriz
*
…Yavuz Selim Han derdi ona;
Mevlana Abdulhalim, hem molla hem efendi.
İlim irfanı yüksek, ilmiyle amil kendi
169
Fazilet sahibi zat, hem ki nefsini yendi
Yüksek derecelerin sahibi bir erendi
…Hem vefalı, hem kerem ehli
….Yumuşak huyluydu, yola getirirdi cehli
…..Az konuşur çok dinlerdi,
……Olmazdı konuşanın sözüne, konuşurken dahli…
Başka insanlarda, kusur aramazdı
Hakikati söylerdi, yalana uğramazdı
Dedi kodu etmezdi, talana varamazdı
Yüksek derecelerin sahibi bir yarendi
Görmeye çalışırdı doğruyu ve güzeli
Meziyetli olanlara, ilginin en özeli
Kimsesiz fakirlere, uzandı yardım eli
Yüksek derecelerin sahibi bir verendi
Sonuçta onun ismi, her tarafta duyuldu
Sözleri dinlenerek, öğüdüne uyuldu
Nasihatin dinleyen, hak yoluna koyuldu
Yüksek derecelerin sahibi bir görendi
Ne zaman kimin başına, ne gelecek belli değil
İzin ver ki gözyaşına, rıza-i hakka ver meyil
Zehir katma gül aşına, gülün dikeni yok değil
Herkes düşünüp taşına, geri dönüş yok diyendi
170
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
İSHAK ÇELEBİ
Üsküp’ten Prizren’e selâm gider, gül gelir
Bir anne yatar serin selviler altında
Yahya Kemal Beyin annesidir annem benim
Dualar ak, dualar berrak ve dualar sımsıcak
Üsküp camiinden bir öğle vakti
Ramazanın son cumasıdır vakit
Ezanlar okunanda, ruhları yıkayanda
İşte o vakitte oy balam oy!
İshak Çelebi doğar
Haber gider Goraya, Prizren’e
Su akar Karaçaydan Kerkük’te
Türkmen gelinleri gökçe bakışlı gelinler
Çeşme başlarında Balkanları düşler
Bir güvercin boyun rengi
Petrol mavisi yeşile çalar
Çelebiler çıkar gölgelerden aydınlığa
Sen düşersin aklıma
Sen…
*
Kına yakılmış dostlar, saçı uzun geline.
Candan sevmiş sevdiği, elin vermiş eline,
Mutluluk dolu çiftin, bebek düşer diline
Neşe dolar evine, hem de Üsküp iline
…Bin dört yüz altmış beşte
….Üsküp’te doğar İshak Çelebi
…..Her bebek gibi yerini alır ilkin beşikte.
Kılıç yapmakla tanınmış, demirciydi babası
Kılıç ustası İbrahim, yapardı kılıcın hasını.
Üsküplü Hemdemi ise, onun biricik lalası
Kışlarda soğuğa karşı, olurdu yünden abası
171
…Eğitim çağına gelen İshak Çelebi ilime daldı
….Zamanın ünlü ilim adamlarından nice dersler aldı
İlim adamlarına ait eser ve nadideleri
Çeşitli şairlere ait gazel ve kasideleri
Tarih kitabı olarak kaleme düşüp gelenleri
Nebi Muhammed’in hayatını anlatan selenleri
…..Çokça okudu
……Öğrenimi sırasında sevgi dokudu.
…….Zamanın dış işleri bakanı olan
……..Divan Reis’ül Küttab-ı Haydar Çelebi’yle
………Arkadaşlık eyleyip, birlikte gül çiçekleri kokudu.
Edirneli şair Revani,
Orhaniye’de medrese öğretmeni Hüsrev Efendi,
Mübarek şehir Mekke’den Deli Birader kendi
Ve Bursalı şair Halil-i Zerd de arkadaştılar biliriz yani.
İshak Çelebi bulunur, çeşitlice görevlerde
Öğretmenlikler yapmıştı, nice medrese evlerde
Söz söyleyecek olursak, bu kapsamda etraflıca
Edirne İbrahim Paşa, Üsküp ve Bursa Kaplıca
…İznik Sultan Orhan, Siroz ve Edirne’de bir hadis okulunda
….Medrese öğretmenliklerinde yapar iştahlıca ödevler
…Bin beş yüz yirmi dokuz yılında
….Kıtaları ulayan,
Şehirlerin şehri Osmanlının İstanbul’unda
Sahn-ı Seman medresesine öğretmen almaya
Sınav yapılır liyakatli görevli bulmaya
Medrese Sahn-ı Semana öğretmenlik yolunda
Bir birinden merdane üç aday talip olundu
Sınava giriş için gerekli evrak dolundu
İshak çelebinin yanı sıra bu göreve amade
İsrafil zade Fahrettin Çelebi ile Çivi Zade
Seçici kurul; üç katımcıya da sordu sade
Tavzih, Hidaye ve Meyakıf ’tan birer konuyu
Hemen yazıya dökmesi istendi alelade
172
Sınavda kalemleri bildiklerini salınca
Ancak her üç talipli de eşit puan alınca
Bu ulvi göreve kimse seçilemez olunca
Katılımcılar medreselere geri gönderildi
Ancak belli bir zaman geçtikten sonra yolunca
…Bin beş yüz otuz bir yılında
….İshak Çelebi çağrılarak bu göreve atanarak alındı.
Öğretmenlik yaparken, Siroz medresesinde
Beklemiyor olsa da, başka bir yere vize
…Yakın Arkadaşı Serfice kadısı Amri
….Bir mektup yazar, kadılıkta huzur var
…..Güvenli bir ortamla mutluluk dolu bir hayat var
……Gel geç kadılığa, kulak ver kardeşim bize
…….Diye yazar mektuba, hislerini satırlara dize.
İshak Çelebi halen, bulunduğu görevde
Yeganzade Sinan’la, arası bozuk zaten
Geçinemez bir çare, arardı hakikaten
Bu öğüdü dinler, karar verir de evde.
Bin beş yüz otuz beşte olurda o kadıların hası
Şam vilayetine kadı olur, uzun lafın kısası.
…İshak Çelebi’nin son görev yeri olur burası
….Hayata veda eder burada dahası.
…..Ancak ölüm tarihi bilinmez kesin olarak
……Bin beş yüz otuz yedi ile kırk iki arası
…….Öldüğü tahmin edilmektedir işin esası.
1- Selimname;
Sevgili dostlar eserlerinden de söz edeyim size
Neler yer almış değerli kalemden risaletimize
Selimname için akmış ilk önce, mürekkebi ize
Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler
173
Yavuz sultan Selim tahta çıkınca sarılmış kaleme
Bu coşkuya tutkun eserin diğer adı ‘ishak name’
Giriş bölümünde sitemli satırlar gelmiş kelama
Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler
Beyazıt devrinde aydın ve âlimler değer bulmadı
Yedi veren aşklar sarılıp da gönüllere dolmadı
Söyler değeri bilinip, yalnızlığına son olmadı
Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler
Yavuz sultan Selim’in başa geçmesiyle yazmak gelmiş
Devletin iç durumu eserde satır satır yükselmiş
Bin beş yüz dokuzdaki devletin durumu dile gelmiş
Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler
Ta başlayarak İstanbul’u yerle bir eden depremden
Yazar Yavuz’un tahta geçmesine kadar ki dönemden
Söyler Yavuz’la aydınlar için kurtuluşa özlemden
Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler
…Eserde ve İshak Çelebi’nin özlem dünyasından
….Yavuz Sultan Selim’le beklenti hülyasından
…..Osmanlı toplumu ve aydınlar için destek ve ilgi rüyasından
……Yavuz’a methiyelerle dem vurarak
…….Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler
2- Risale-i İmtihaniyye(Sınav Risalesi);
İshak Çelebi’nin sınav risalesi
Bin beş yüz yirmi dokuz senesindeki
Sahn-ı Seman’a talep hanesindeki
Öğretmenlik için yazdığı halesi
…Seçici kurul tarafından verilen konu hakkında
….Arapça olarak kaleme aldığı eseridir aslında
174
3-Divan;
Tam yirmi altı kasidesi divan eserinde mevcut
On dokuz tarih ve mesnevisi yerinde bulmuş vücut
Altı musammatla üç rubai yerine etmiş sücut
Sen ki üç yüz kırk bir adet gazelini de aklında tut
…Mesnevileri arasında yeşili içine çizdiği
….Yüz on sekiz beyite mısra mısra dizdiği
…..Bursa Şehrengizi mesnevisi de mevcut
Bunlardan başka yazmıştır dört adet Arapça müstezat
Kırk bir beyitlik Kaside-i Fasiha’yı da yazdı zat
Kaside-i Fasiha; güzel kaside demek bil heyhat
Onların açtığı çığırda şiirle sürüyor hayat
Değinelim birazda nasıldı onun sanatı;
Şiir sanatında oldukça deneyimli olmasıyla
Bu konuda geniş ve engin bilgilerle dolmasıyla
Şiirde yapmacık ve gösterişten uzak kalmasıyla
Retorik kurallarının mısralarda yer bulmasıyla
Dil bulmuş, satır bulmuş, yunusça çağlamış fikriyatı.
….Şiirlerine çok iyi tarih düşürmüş
…..Heyecandan okuyanların içi üşürmüş
……Her dizesi tarih olan nice şiirleri vardır
…….Çoğu mısralarında aşkı sanat haline getirmiş
……..Aşıkların hali vardır, sanat bile aşka dardır
Dostlarıyla olan ilişkilerini anlattığı için
Hayatını da şiirlerine bolca yansıttığı için
Yaşadığı dönem hakkında da bize bilgi verilmiştir
Gerçek şu ki; şiirleri hakikaten çokta sevilmiştir.
Nesirlerindeyse sözcükleri gayet akıcı
Kullandığı her kelimeyse yerli yerindedir
Olurken şiirleri gayet yalın ve yakıcı
Gösteriş ve yapmacık nesirlerin içindedir
…Benzersiz güzel buluşları
….Hoş eğretilemeleri ve loş dokunuşları
175
…..Düz yazı sanatı hakkında derin bilgisi yanında
……Vardır tarihçi yönünü de sunuşları
İshak Çelebi, erdemli ve iyi huylu bir kişidir.
Coşkusunun yanında şen ve neşeli olmak işidir
Dostlarıyla konuşurken gönülden konuşan biridir
Şam kadılığına kadar; söylenti, tam bir serseridir…
Bu yüzden ‘Harabati şairler’ arasında anılır
Kim bilir belki de sadece bir söylentiye kanılır.
Söylentilerden bir anekdot var elimde, şöyle bişi
Bir gün bir düğünde içki sunan sakilerden bir kişi
…Her sunduğu içki de onun bir gazelini okumak olur işi
….İshak çelebi de Yanındakilere;
…..‘Acaba gazellerim olmasaydı bunlar ne okurdu?’
……Demiş ya güya, dinle be hey kişi
…….Onunla arası açık olan Şah Kasım da,
……..Sanki o anı beklermiş ki,
………Turnayı gözünden hemen oracıkta vurdu;
……….‘Bunlar olmasaydı, acaba gazellerini kim okurdu?’
………..Aklınca söze durdu.
Bir tadımlık fallar atarız gönlümüze ve dilimize
Düşleriz yalansız sevinçler fırtınasında ısınmak
Kırık bir saz olmasın isteriz yaşamın elimizde
Bize düşer kardeşimizi günahlardan uzak sanmak
…Hiç içimden gelmiyor arkadaş
….Osmanlının değerli şair, yazar ve eğitimcisi
…..Hem de Şam vilayeti kadılığı etmiş birine
……Gıyabında su-i zan üzere böyle bir taş
…….Benden uzak olsun, beynimden uzak olsun gardaş.
……..Melekler olsun cümlemize sırdaş.
176
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
EMİR HAYALÎ ÇELEBİ
“Derin sevgi harmanında, harmanlanır nice canlar
Serin, bölge ormanında, gölgeler önce insanlar
Büyür ter temiz hanlarda, narin ellerde yunanlar”
*
Şair ve eren
Mısırda yetişen
Namı Ahmet verilen
Şemseddin diye bilinen
Büyür gelişirde kendisi
Ebü’s Safa okunur künyesi
Babasıdır ki; İbrahim Gülşenî
Meşhur velinin oğlu ve halifesi
Bu eserin, Emir Hayali Çelebisi…
*
Bayındır şehirlerden, diyarı Tebriz ilinde
Miladi bin dört yüzün, seksen beşli yılında
Bu gün İran bilinen, Türk Azeri elinde
Narin ellerde yundu, ak kundağına kondu…
Doğduğunda babası, gezer idi attaydı
Allah yoluna davet, vaaz ve irşattaydı
Dede Ömer Rûşenî, hazretse hayattaydı
Narin ellerde yundu, pak kundağına kondu…
Babasının hocası, Dede Ömer Rûşenî
Küçük yaşta göründü, ona bebekler şeni
Velilerden olacak, artır baba neşeni
Dedi müjdeyi sundu, hak kundağına kondu
İlim öğrenip ondan, hazineler bulacak
Ferasetiyle dolup, âlem müştak olacak
Kendisinden çok kimse, nice feyizler alacak
Dedi müjdeyi sundu, bak kundağına kondu
177
…Akıl yaşta değil baştayken
….Henüz daha çocuk yaştayken
…..Başından geçen hadiseler
…...Onun bu güzel hasletlerini
……Dede Ömer Ruşenî hazretlerini
…….Sözleri istikametinde doğruluyordu…
Eşkıyalar türedi, Sultan Rüstem devrinde
Evleri yağmaladı, ay karanlık her gece
Buna çare olmadı, fevkalade fevrinde
Tedbirler de alındı, çare olmaz şer güce
İbrahim Gülşenî’ye, Tebriz halkı geldiler
Bu bela nasıl kalkar, yardım eder bildiler
Dua destek isterler, yalvar yakar dildiler
İbrahim Gülşenî’den, çare bulmaz şer güce…
“Onlar bu işlerinde, durmadan devam eder
Bu haramilik böyle, bir müddet sürer gider
Zarar bize dokunsa, yakalanırlar biter…
Tedbir budur biliniz, çare almaz şer güce”
…O zaman bir bey, başka bir yere gitmişti.
….Altınlarım, çalınır diye
…..Hanımının içi , pırpır etmişti…
İbrahim Gülşenî’ye, derin bir güven duyup
Tüm mücevheratını, küçük sandığa koyup
Başkaları da dâhil, kollasın da koruyup…
Harami yol bulmasın, çare kalmaz şer güce
…Diye emanet bıraktılar.
*
(H)aramiler bunu duyup, sağa ve sola baktılar
M(A)lı toptan götürmeye, şeytanca fikirler yaktılar
İb(R)ahim Gülşenî hazretlerinin evini bastılar.
Har(A)miler onu öldürmeye, sessizce eve aktılar
Yete(M)edi kılıçları, kılıçları onun hiç canını yakmadı
İbrah(İ)m Gülüşeni’nin gözleri hiç iyi bakmadı
178
*
Çoluk çocuğu alıp, dışarıya çıktılar
Ahmet Hayali daha, küçücük bir çocuktu
Uyuyorken uykuda, o halde bıraktılar
Hizmetçi yanındaydı, gözler mavi boncuktu
…Kaldıramayınca hiçbir eşyayı yerinden
….Haramiler; İbrahim Gülşenî’ye emanet edilen,
…..Şaşkınlıkları ayyuka çıktı, şok oldular derinden.
…Hizmetçi Onlara;
“Bu kadar denediniz, bir şey alamadınız
Efendime emanet, bir toz çalamadınız
Kendinizde bu gücü, dahi bulamadınız
Hala aklı başında, insan olamadınız”
….Deyince ona saldırdılar
…..Bu sırada yaptıkları gürültüyle
……Uyumakta olan küçük çocuk
…….Emir Hayali’yi uykudan kaldırdılar…
“Başladı bağırmaya babam nerede?” diye
Babası hemen geldi, cop verdi hizmetçiye
Dedi “git çıkar hemen, onları dışarıya”
“Bismillah” der hizmetçi, vururda haramiye
Başlayacak dediler, başta delik açmaya
Haramiler korkuyla, başladılar kaçmaya
Kaçarken yeltendiler, neredeyse uçmaya
Emir Ahmet Hayali, savururda arkadan
…Elindeki bıçağı;
….Vurur çocuk onunla, bir kaçağı
…..Haramilerden birinin ayağı
……İsabet almıştır da, boşalır kan aşağı…
…….Ayakkabısı düşüp orada kalakalıyor…
*
179
(E)rtesi gün olayı duyan emanet sahipleri
E(M)anetlerinin durumunu sordular
Em(İ)ndiler, eşyalarına bir şey olmadığına
Zara(R) görmediğini, çalınmadığını gördüler…
(H)ayret ki, İbrahim Gülşenî’nin
T(A)lebelerinden bazılarının, bazı eşyaları çalınmış,
Ni(Y)e ki, diğerlerine bir şey olmayıp, onların kiler alınmış?
Cev(A)bı ve hikmeti, İbrahim Gülşenî’den soruldu:
‘Yaka(L)anacak hepsi yarın tez elden
Kesil(İ)p birer uzuvları, mahrum kalacak hepsi birer elden’ denildi.
(Ç)arçabuk yakalandı, ertesi gün haramîler,
G(E)rçekten kimisi öldürüldü,
Öy(L)e ki; kiminin ayağı, kiminin eli kesildi.
Ahm(E)d Hayali; “Yaraladığım kişinin ayağına baksınlar.
Gari(B)im şaşmış haramiyi, bana bıraksınlar” deyince verildi,
Dileğ(İ) kabul gördü, çocuk yaşta Emir Hayali’nin.
*
Adam kendisine bağışlandı
Suçu affetmekte güzel işlerden
Vardır bir bildiği, diyerek hoşlandı,
Harami tövbe etti, oldu dervişlerden…
*
Toplanmıştı çapulcular Şah İsmail çevresinde
Akkoyunlu Devletinin merkezi Tebriz’e yürür
Önce İbrahim Gülşenî, uykuda bir rüya görür
İşi gücünü bırakmış, zalimler kem devresinde
Tebriz’i işgal ederler, gözlerini kan bürümüş
Şah İsmail ve ordusu, ederler her evi talan
Yakarak yıkıyorlardı, olmuyordu sağlam kalan
Nefisleri şeytan olmuş, ta derinlere yürümüş
Yakınlarına anlattı, gördüğü korkunç rüyayı;
“Bela gelmeden gidelim” deyince çıktılar yola
Talebe ve yakınları, hem çok az verdiler mola
180
Tedbir için almışlardı, çoğu oklarıyla yayı
Hicrete koyulmuşlardı, çocuklar at terkisinde
Kırlar çiçeğe durmuşta, göz çiçeğin nergisinde
*
…Babası İbrahim Gülşenî;
….”Evlâdım, korkuyor musun?” dedi.
…..Oğul Emir Ahmed Hayalî;
“Babacığım mademki, sizinle beraberim;
Endişe etmiyorum, yok korkudan haberim
Rabbine iman edip, âbid olursa kullar
Onun güvencesinde, diyordu peygamberim”
…İbrahim Gülşenî hazretleri;
….“Yüce Allah’ım seni, korkulardan korusun
…..Arkana bakma!
……Korkuya ışık yakma!
…….İhlas Suresini okumaya devam et” dedi.
Bundan sonrasını da, Emir Hayali söyler:
“Ondan sonra rahatlar, kalbim hep huzur eyler
Artık hiç endişem yok, kalmaz korkuya yollar
Kalbimde yeni bir nur, oluştu güzel şeyler
…İhlâsı her okuyuşumda, kalbim daha bir selamet.
Bir araziye geldik, hep beraber giderken,
Atının terkisinde, binmiştim gidiyordum
Babam yoruluyordu, benle meşgul olurken
Ona hayli sıkıntı, veriyorum diyordum
…Kalbimden;
Keşke şimdi burada, olmasaydım yanında
Rahat etseydi babam, diye de iç geçirdim
Ben bunu düşünürken, döndü bana anında
Pür dikkatle sözünü, kulağıma içirdim
“Ahmetçiğim istersen, birkaç gün ayrıl bizden
Namazını kılasın, terk etmeyesin sakın
Su bulamazsan yolda, az içeri git izden
181
Su ve yemek bulursun, düşman olursa yakın
…Bu sayede kurtulursun,
….Hem böylece bana ulaşırsın” deyip
Beni oracıkta attan indirdi.
Atını koşturup kaybolup gitti
Geceyse kendine siyah bindirdi
Sahrada karanlıkta, kalmama yetti
…Kâh ayrılık üzüntüsü,
….Kah ne yöne gideceğimi bilemedim.
Şaşkınlık içinde bakıp giderken
Biraz yol gidince, bir ateş gördüm
Daha yaklaşınca, köyden çıkarken
Son ev olan eve, yolumu sürdüm
Ev sahiplerine hemen seslendim
Kapıya çıktılar, misafir oldum
Ben kimim sordular, öyle hislendim
Babamı tanırlar, çok hürmet buldum
Bende hatırladım, sonradan onları
Tebriz’e babama, misafir geldiler
Hediyeler sundu, bize dost yanları
Süt ve kaymak verip, mindere ildiler.
Misafirlik bitip, geriye dönerken
Babamda onlara, hediyeler vermiş;
“Sizler garipsiniz, bilin ki gün erken,
Bakarsınız oğlum, Ahmet size ermiş
…Sizin garibiniz oluverir” demişti.
Kimse anlamadı, bir şey bu sözlerden
Babamdan keramet, dediler bu hale
Daha bir hürmetle, döküldü yüzlerden
Güler yüz yanında, birer parça hale
…Annemin Tebriz’den, ayrılmadan önce
….Kuşağıma koyduğu, altınlardan birini
182
Ev sahibine çıkarıp verince
Diğerleri de altını görünce
Aralarında fısıltı başladı
Kızgın baktılar, fısıltı durunca
Paranın hırsıyla, üstümü soydular
Eski bir elbise, bulup giy dediler
Otuz altınımı, ceplere koydular
Gece çıkıp gittim, gitmiş hey dediler
Babamdan tarafa, koşa koşa gittim
Peşimden çıktılar, beni çağırdılar
Hızlıca koşarken, yorgunluktan bittim
Bulabilmek için, bana bağırdılar
…Niyetleri kötüydü çok belli ettiler,
….Umutları kesilince, dönüp gittiler.
*
(T)am bu sırada
B(E)yaz bir kuzu çıktı önüme
Ta(B)iîdir ki; sevinç düştü gönlüme
Sah(R)ada düştüm onun peşine
Kend(İ)sini göremediğimde, kayıp eyleyerek
Koyma(Z)dı merakta, belli ederdi yerini meleyerek.
*
Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım
Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım
Kalbim rahatlamıştım, sabaha kadar gittim
Bir çeşmeye varmıştım, namaza niyet ettim
Kuzuyu da suladım, su isterdi hissettim
Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım
Öğlen olmuştu oldu, su bulduk iki yetim
Abdestimi aldım da, namazaydı niyetim
Kuzu otlardan yedi, ben onunla ot yedim
Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım
*
183
İkindi oluncaya, devam ettikte yola
Namaz için yeniden, verdiydik yine mola
Namazdan sonrasında, yola tekrar koyulduk
İki taze ekmekle, birde peksimet bulduk
…Sahibini bilmediğim için almak istemedim
….Kuzu yanıma yaklaşıp geldi
…..Peksimeti verdim yemeyip geri çekildi
……Ekmeği uzattım yedi.
…….Peksimeti de ben yedim.
……..Ücret olarak sahibi gelirse
………Külahımı veririm dedim.
Yoluma devam ettim, akşam namazı kılıp,
Kuzu yanıma geldi, acayip sesler salıp
Sürtündü kedi gibi, yumuşacık tüylüydü
Sevdim onu, okşadım, kucağıma da alıp
…Yatsı vakti olurdu
….Kuzu yolun bir kenarında durdu
…..Başı ile işaret ederek ‘buradan git’ diye buyurdu.
……Bir lütuftu bu, anladım rabbimden
…….Yoksa bir kuzu ona bakarken
……..Bir anda nasıl kaybolurdu.
*
Gösterdiği yöne dosdoğruca gittim
Kalbime gelmedi hiç ki hiçte korku,
Gece yarısında, bir sestir işittim
Biterdi şüpheler, meraklıca sorgu
…Önden giden üç kişiye yavaşça
….Arkadan yaklaşıp dinlediğim de.
Söylediğim gibi de, kuruttum merakımı
Biri benim hocamdı Muslihuddîn Efendi
Diğerleri dostları, hem yarenlik takımı
Yaklaştım selam verdim, aleykesselam dendi
…Sesimden tanıdılar, elbiseme şaşırdılar
….Anlattım kuzudan başkasını
…..Çünkü; ve başımdan geçen hali sordular.
*
184
Yatsın su bulamadık, namazı kılacaktık
Aklıma geliverdi, hemen babamın sözü
Dağın ardına döndük, giderken aştık düzü
Önce abdest almaya, bir çeşme bulacaktık
Hem ateş yanıyordu, bu çeşmenin önünde
Abdest aldık, ısındık, imamla namaz kıldık
Dilinmiş ekmek bulduk, yedik uykuya daldık
Yine yola koyulduk, o gecenin gününde
Otuz kadar süvari, çıktılar yolumuza
Birisi öne gelip, hemen halimiz sordu
Hocam; ‘Karaahmed’e, yolcuyuz biz’ diyordu
Belli ki göz dikmezler, para ve pulumuza
‘Kafilemiz önceden, hızlı gidip aktılar
Bizimde yetişmemiz, lazım dedi’ baktılar
*
O kimse hocamı sesinden tanıdı
Öğrendik ki onlar, beni arıyordu
Hocam da tanırdı, bu işin kanıtı
Gördünüz mü diye, bize soruyordu
…‘Onu babası bana emanet etmişti’ dedi.
….Hocam da ‘İşte budur’ diyerek beni gösterdi.
Atından indi de benimle tokalaştı
Bana atını verdi başka bir ata bindi
Hocam yürüyecekti, bana fena bir işti
Ona da at verdi de, benim gönlüme sindi
Bana biraz parayla, verdi bir küçük mendil
‘Eğer olursa yolda, sizlere bir saldıran
Bu mendili gösterin, Mirza Hasan verdi bil
Kimse bir şey yapamaz, olur buna aldıran’
Deyince yolumuza, hızla devam etmiştik.
Babamın kafileye, en tezinden gitmiştik.
…..Onun kafilesini de, Rafızi Eşkıyaları çevirmişler
185
……Babamı sorup, gözlerini oraya buraya evirmişler
…….Fakat onu görüp dururken, görememişler
……..Kafilesi yola devam ederken buluştuk,
………Birlikte Diyâr-ı Bekir’e ulaştık” diye anlatır…
*
Zulme akıl ermedi
Orda da aman vermedi,
Şah İsmail ve adamları…
Babasıyla birlikte durmadı
Mısır’a yönelmişti adımları...
Mısır’daki Memluklu halkı ve sultan
Kansugavri çok hürmet ve tevazu etti.
Sultan Kansugavri;
İbrahim Gülşenî’ye
Güzel bir medrese yaptı
Onun ilim ve irfanından
Senelerce orada insanlar
Feyizle manevi hayat buldular.
Mısır’a gelince
Yavuz Sultan Selim Han
Gülşenî ile görüştü
Muhabbet ettiler iki can
Birbirlerine hürmet örüştü…
Dört tane de halife
Kırk icazetli talebe
Biri Emir Ahmet Hayali
Bir diğeri de Hasan Zarifi
Anadolu Hisarında metfundur.
Sadık Ali Efendi Diyarbakır’da
Âşık Musa Efendi’de Edirne’dedir.
İbrahim Gülşenî;
Bin beş yüz otuz üçte
Taun’da vefat ederek,
Yüceler yücesine göçtü.
186
Babasının vefatından sonra
Oğlu Emir Ahmet Hayali geçti
Kendisinin makamına rücû ederek…
*
Tasavvuf ve olgunlaşma yolunda,
Yolunda ilerlemek için yedi gün
Yedi gün kendi halinde
Kendi halinde yalnız kalarak,
Kalarak yüce Allah’ı zikirle
Zikirle, fikirle tevekkül ederek meşgul oldu.
Meşgul olup yedi gün dolduktan sonra
Sonra irşat ve doğru yolu tebliğ makamına oturdu
Makamında oturup babasının
Babasının talebeleri ve sevenleriyle
Sevenleriyle birlik içinde ve beraber olmaya
Beraber olup parçalanmamaya davet etti.
Daveti alan halife ve dervişlerin bir kaçı,
Bir kaçı hariç hepsi bağlılıklarını arz etti.
Etmeyenlerden biriydi Nahifi Halifeydi.
*
Bu konuda Nahifi, bakın ne söylemiştir;
“Hayali’nin babası, vefat edip göçünce
Hayali babasının, makamına geçince,
Karar veremeyerek, gönlümü eylemiştim.
Babasına bağlılık, elinde tövbe yeter
Başka bir lidere, bağlılık lazım gelmez
Demiştim de hocamız, rüyama geldi gülmez
Bu durum geldi bana, ölümden bile beter
Beyaz elbise giymiş, beyaz sarık sarmıştı
Beyaz değil siyahlar, giyer dedim içimden
Niye vazgeçti acep, her dem siyah seçimden
Hatırımdan geçenin, hem farkına varmıştı;
‘Orda siyah giymenin, bil sebebi niçindir
Onun tersine bugün, beyaz giymek içindir’
187
*
Mübareğin ellerini, öpmek istedim eğilip
Yüzünü çevirdi benden, öptürmediler elini;
‘Hayalinin elini öp, git dinle onun dilini
Yetişecek talebeler, yanlarında eğitilip…
Seninde ondan feyizler, alman lazım’ buyurdular
Tekrar baktığımda gördüm, beyazlar giymiş olan zat
Emir Ahmet Hayalî’nin, kendisi olmuştu bizzat
Bağlılığımı bildirdim, sözümü duyup durdular
Bu yanlışımı gösteren, güzel rüyadan uyandım
Niyet ettim talebesi, hem halifesi olmaya
Tasavvufun merhalesi, yüksek derece bulmaya
Sabaha kadar sabredip, beklemeye zor dayandım
Gördüğüm rüyayı bildi, dikkatle baktı şu göze;
‘Babamdan işaret aldın, yoksa gelmiyordun bize’
*
Diye eğilip söyledi, bildiğini kulağıma…
Başkaların başına da, geldi bunun gibi haller
Birkaç tanesini duydum, anlatıyorlardı diller
Kulağımı kabartımda, soluma ve de sağıma…”
…Emir Ahmet Hayali
Bin beş yüz kırk iki de, hac yoluna yürüdü
Hac görevini yaptı, gönlü huzur bürüdü
Peygamberimizin, kabrini de ziyaret etti
Onu bu ziyaret, sevinçlere boğmaya yetti.
Bin beş yüz elli beşte, acaba nasıl şehir?
Diye merak ederek, İslam bol şehre gitti
…Kudüs, Şam ve Halep yoluyla
….İstanbul’a gelerek, altı ay ikamet etti.
…..Sonra tekrar Mısır’a döndü….
*
188
Bin beş yüz altmış dokuz yılında
İman ve ihlâsın nuru alında
Bu fani olan kısa hayat yolunda
Memluklu halkının sevgi dolu kolunda
Mısır diyarında, yüce Mevla’ya kavuştu
*
Hayattayken her zaman, güzel şey anışmıştır
Faydalı konularda, tesirli konuşmuştur
Sözlerinde incelik, zarafet uçuşmuştur
Manası derin olan, dilden manzum savuştu
…İnce manalı ve ilahiyat imalı şiirleri
….Şiirlerinin bulunduğu Divan’ı vardır…
…..İşte bizim böyle de Çelebilerimiz vardır.
……Yanlış ve hatalarımızdan dönmez isek
…….İzlerinde gitmez isek, iki dünya bize dardır…
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
189
MİRİM ÇELEBİ
Çelebiler geçiyor, geçecekler bekleyin
Yıldızlardan taç yapın akça kavuklarına
Çiçekleyin takları, divit hokka koyarak
Katılın siz de
Onların
Yolculuklarına…
Yarına hey yarına,
Bizim çelebilerden
Kara göz, kesin karar
Aşk ve tarih
Akar da akar
Gönüller diyarına…
*
……Bu sefer dostlar, bu sefer
……Bir başka çelebiden
…….On altıncı yüz yılda yaşamış,
……..Mirim Çelebi’mizden bahsedeceğim
………Sizlere…
Asıl adı Mahmut’tur Mirim Çelebi’mizin
…Tanınmış Osmanlı matematikçisi,
….Astronomi alimlerimizdendir kendisi.
…..Bu alanda çalışmaların
……Devamıdır dünden geleceğe offf!
Bin dört yüz yetmiş beş, civarı bir yılda
Ay aydınlık sabaha, göz açar İstanbul’da
Sonsuza uzanmaya, kanat çırparak koşar,
Goncalaşmış bir gülün, sevdası var her kulda
…Hem Ali Kuşçu’nun hem de Kadı zade’nin
….Yanaklarına ay düşüren torunları oldu.
190
Dede oldu kendisine, namı değer Hoca Zade,
Mirim Çelebiye oldu, biricik kızı valide
Kutbettin Mehmet olunca, saygıya değer babası
Meşhur âlim Ali kuşçu, baba tarafından dede…
…Babası Kutbettin Muhammet’tir
….Mehmet’in yanında söylenir ona,
…..Birde böyle bir ifade…
İstanbul medreselerinde okudu
…Bursa manastırında hoca iken
….Genç yaşta vefat edince babası,
…..Dedesi Hoca Zade,
……Yanına alıp, yetiştirmek için oldu hem de hocası.
…….Sinan paşa’nın hizmetine girmiş iken,
……..Ondanda ders almaya gayretliydi çabası.
Önce İnebolu da, müderris oldu
Edirne’den sonra Bursa’ya yol buldu
Son gayretle gün ufka batıp giderken
Bir sonraki güne hazırlanır erken
…Medreselerinde yetiştirmek için umuda yelken,
….Her türlü emeği ve çabayı esirgemedi.
…..Gönüllerin geleceğe olan sevdasına,
……Uyanmak için uykudaki derinlerden…
İkinci Beyazıt Han’ın, şehzadelik döneminde
Hocası olup ders verdi, hesabi ilimler derdi
Riyaziyat derslerini, öz belleğine gönderdi
İlme irfanla çalışıp, oldu her an öneminde
Yaprak dala sarılır, dal dediğin gövdeye
Söz güler; gökte güneş, düş saklar hep sevdeye
Dünya’nın sahnesinden, nice mevsimler geçer
Çalışırlar her daim, azık dolsun heybeye…
Kulaklarımızdadır hep yaşam ezgileri
Koşarız peşlerinden, bizlerde bu sevdaya,
Asırlar geçse silinmez, yüksek yaşam çizgileri
Onlar gidiyordu aya, biz kaldık bu yolda yaya
191
Hocalık etmişti şehzade şahsına
İkinci Beyazıt geçince tahtına
Önemli makamlar görev yeri oldu
Mirim Çelebi’nin güzide bahtına
…Bin beş yüz on dokuz yılında;
….Yavuz Sultan Selim zamanında
Kazaskerlik görevine, çıkar birde hayat yolu
Görevde yükselip oldu, görev yeri Anadolu
Dudaklarında bir gülün ebedi sevgisi vardı
Aşkla susamış dilini, o güle salâvat sardı
…Mirim Çelebi, Kısa bir süre sonra
Emekliye sevk edildi, görevden azledilerek,
Hayatının sonlarında, hacca gitti bir kafile
Say edipte vakfe durdu, öncesinde tavaf ile
Hac görevini yapınca, ilahi haz edilerek
…Dönüşünde Edirne’ye yerleşti.
….Bir dalganın köpüğüyle üşüdü sözleri
…..Gün ufuktan batıp giderken son gayretle
……Her bir tarafı bin bir renge, boyamak isterdi gözleri…
Ağaçtan sararıp ta, düşen her yaprak gibi
Eğilip döner beller, toprağa orak gibi
Çalar Cebrail melek, onunda kapısını
Bin beş yüz yirmi beşte, mertek yapısını
…Defnederken Kasım paşa Camii avlusuna
….Döşerler sıra sıra tahtalarla…
…Kimi arzular peşinde koşar,
….Şeytanı memnun ederken,
…..böyledir der töre…
…..Merhum Mirim Çelebi
……Yaşamadı hayatını şeytana ve nefsine göre.
…Yüce yaratıcı, ulu rabbin yolunda
….Rızaya istikamet için, aşkla ve şevkle doldu
İki büyük astronomdan, torun diye destek buldu
Fikriyat gelişmesinde bunun çok etkisi oldu
192
Zor olmadı bu sebeple, kendisine yön bulması
Bir sevdanın sarnıcında, arşa sevda dolması
…Dedesi Ali Kuşçudan sonra,
….Osmanlı devletinin ilim hayatında
…..Geometrinin gelişip ilerlemesi için
……En çok çalışan kişi olması…
…….Matematik ve astronomi alanlarında
……..O dönemin en çok tanınan kişisi haline gelmesi…
………Tesadüf değildir diye;
………..Kaydı düşer, okunası beyaz yaprağa.
…Özenti duyarak karıncalara,
Arıların metrelerce gidip yaptığı ballarına
Tohumlar dökerek gidilesi zirvenin yollarına
Yüreğine tutunarak uzandı bilim dallarına
Haylaz vakitlerden kaçarak gün toplayıp kollarına
…Özlemine sarılarak yarınların, arşa merdivenine,
….Uluğbey’in ünlü ‘Zeyç’i olan eserini
…..“Cetvelin Düzeltilmesi ve Çalışma Kılavuzu” adlı kitabına
……Kendi görüş ve düşünselleriyle birlikte
…….Farsça olarak şerh etmiştir…
.……..Çalışmaların devamında büyükbabası
………Ali Kuşçunun Astronomiyle ilgili eseri
……….‘Fethiye’ adlı risalesini de şerh etmiştir…
Dişlerinden akınca bedenin yorgun teri
Kazandı göğsündeki en sancı dolu yeri
Bin emekle eritti, sırtında yüz dağları
Yorulsa da koşarak kucakladı çağları
…Matematik ve astronomi ile ilgili vardır
….Yazdığı bir çok eseri halesi,
…..İkinci Beyazıt’a sunulmuştur sekiz adet risalesi
……Bunlardan başka trigonometriye dair
…….Bulunur çoğu Farsça yazılmış eserden gül lalesi
……..Hepsi birer aydınlık meşalesi…
Matematik sahası bilimlerin yanında
Türkçe ve tarih kokar, kıp kırmızı kanında
193
Yanaklardan ay düşer, yıldız parlar alnında
Türk dediğin doğruluk, dürüstlük vicdanında
Heyet ve müsellesata dair eserlerle ünlüdür..
İnsanlığa sevgi dolup taşan, coşan yeri gönlüdür
…Batlamyus’un bin dört yüz senelik
….Hiç itirazsız kabul edilen
…..Dünya merkezli kainat sistemi görüşünü
……Yıkma çabalarına, Kopernik’ten yirmi yıl önce başlamış
…….fakat teorisini açıklamaya ömrü yetmemiştir,
……..Çünkü ömür dediğin, zamanlı ve günlüdür….
En ünlü öğrencileri; Ali el Muvakkit ile
Filozof ve de tarihçi, ünlü Taş Köprülü zade
Geleceğe gelsin diye, peşinden nice öğrenci
Yetiştirdi hepsini, hepsi bu yolda azade
…Osmanlı edebiyatında en bilinen eseri
….‘Munyet El Seyyadin fi El Av’ dır.
…..Astrolojiye dair en bilinen eseriyse
……Türkçe ‘Mesaili Mirim Çelebi’ adlı eseridir.
…….Yeşerip filizlensin diye, geçmişten geleceğe
……..Tohumlar bırakır hala toprağa…
Güneşlere sıvanır, bir gün elbet gülüşler
Yaratanın rızası, içindir son dönüşler
Aşacağız vuslatın, görünmez surlarını
Belki bizde cennete, atıp giriş turlarını
…Buluruz orada kendimize yer…
….Yoksa bu akılsız başın götürdüğü
…..Bencileyin, orada ne eder….
194
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
SULTAN YILDIRIM BEYAZIT HAN
Babası Sultan 1. Murad handır. Annesi: Gülçiçek Hatundur. Doğum
Tarihi: 1360. Tahta Çıkışı: 1389. Ölümü ise 8 Mart 1403 olarak bilinir.
Osmanlı Padişahları arasında hakkında en çok konuşulan Padişahın
Yıldırım Beyazıd olduğu doğrudur. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi;
Kısa zamanda Anadolu birliğini kurup devleti genişletmesine rağmen,
1402’de Ankara’da Timur’a yenilerek tekrar başa dönülmesine sebep
olmasıdır. İkincisi de, hem Emir Sultân Buharî’ye kayınpeder olması ve
hem de içki içtiğine dair iddiaların bulunmasıdır. Önce Yıldırım
Beyazıd’ı tanıyalım.
1387 tarihinde katıldığı Karaman Seferinde gösterdiği kahramanlıklardan beri Yıldırım lakabıyla anılan I. Beyazıd, Sultân Murad’ın büyük
oğlu ve veliahdıdır. Bursa’da babasının tahta çıktığı sene yani 761/1360
yılında Gülçiçek Hâtun’dan dünyaya gelmiş ve 791/1389 yılının Ramazan ayının beşinde de babasının şahâdeti üzerine tahta çıkmıştır. Padişah olmadan evvel sırasıyla Kütahya, Hamid İli ve ilk Amasya Sancak
Beyliği gibi tecrübeleri bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin Kosova’da haçlı ordularıyla meşgul olmasını fırsat bilen Karamanoğulları, Osmanlı Devleti’ne ait sancak ve kazalara
hücum başlattı. Bunu gören Yıldırım, 1390 yılının ilk günlerinde Anadolu birliğini tehlikeye sokmamak için hemen bu bölgeye intikal etti.
Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beylikleri Osmanlı Devleti’ne
bağlılıklarını bildirince, hemen 1390-91 kışında Ankara’ya gelerek orada kışlasını kurdu. Sonradan yanına Bizans İmparatoru II. Manuel’i de
alarak Karaman bölgesine geçti ve onları ikaz etti. Zaten Karamanoğlu
Damad Alâ’addin Bey de firar etmişti. Ege Adalarını vurarak Venedik
Cumhuriyet’ine gözdağı vermeyi de ihmal etmeyen Yıldırım’ın bütün
hayali İstanbul’u fethetmek idi. Bu sebeple 1391’de 7 ay sürecek olan
İstanbul kuşatmasına başladı. Bizans’ın sulh ile itaat edeceğini umuyordu; ama olmadı.
Rumeli’nde gayr-i müslimlerle uğraşan Osmanlının aleyhine, durumu
fırsat bilen Karamanoğlu-Candaroğlu ve Sivas’daki Kadı Burhâneddin’in
ittifak yaptığı duyuldu. 1392’de Candaroğlu halledildi; İsfendiyaroğulları da Osmanlı’ya itaat etti. Kadı Burhâneddin ile olan savaş daha deh195
şetli idi. Yıldırım’ın oğlu Şehzâde Ertuğrul’un kumandasındaki Osmanlı ordusu, Çorum yakınlarında yenik düştü. Bu arada Yıldırım’ın
kendisi Rumeli seferine devam ediyor ve 1392’de filozoflar diyarı olarak
bilinen Atina Osmanlıya teslim oluyordu.
Bütün bu gelişmelerden rahatsız olan Macar Kralı Sigismund, üçüncü
bir haçlı seferi hazırlığında idi. Gerçekten her çeşit düşman milletin yer
aldığı 70.000 kişilik orduyla Tuna’yı geçerek Niğbolu’yu kuşattı ve düşman kuvvetler 130.000’e ulaştı. Ancak 25 Eylül 1396 tarihinde Avrupalıların asırlarca unutamayacakları Niğbolu Zaferi kazanıldı ve Yıldırım,
artık Halife I. Mütevekkil tarafından Sultân-ı İklim-i Rum ve Sultân
diye anılmaya başlandı. Üçüncü haçlı seferini fırsat bilerek yine Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğulları ise, nihâî dersi hak etmişlerdi ve gerçekten 1397’de Konya’ya giren Yıldırım eniştesi olan Karamanoğlu Beyini idam ettirdi ve Konya’yı Osmanlı Devleti’nin Karaman
Eyâleti olarak ilan etti. Artık Anadolu birliği sağlanmış ve bütün Anadolu neredeyse Osmanlı Devleti’nin olmuştu. Rumeli’de Balkanlar Osmanlının hâkimiyetine girmişti.
İşte böyle bir dönemde Doğudan büyük bir tehlike geliyordu. Doğu
Türkistan Hakanı Aksak Timur veya Timurlenk, fırtına gibi eserek
Doğu Anadolu’yu tehdit ediyor ve memleketleri ellerinden alınan ve
Osmanlıdan memnun olmayan Anadolu beyleri Timur’u tahrik ettikleri gibi, Timur’un düşmanları olan bazı beyler de Yıldırım’a sığınmış
bulunuyorlardı. Timur nazik sayılabilecek bir üslupla Yıldırım’dan bu
beyleri salı-vermesini ve kendisine tabi olmasını, şartlarının kabulü halinde, gayr-i müslimlerle olan cihadını takdir ettiği Osmanlı ordusuna
yardım edeceğini ifade eden bir mektup gönderdi (Mektup, ‘Rum Meliki Yıldırm Beyazıd’ diye başlamaktadır). Buna karşı Yıldırım’ın cevabı
çok sert ve hatta hakaretâmiz oldu (Mektup, ‘Ey Timur denen parçalayıcı köpek ve Tekfurlardan daha kâfir olan adam’ diye başlamaktadır).
Neticede kaderin cilvesiyle Yıldırım’ın strateji açısından üstün görüldüğü uğursuz Ankara Meydan Muharebesi meydana geldi ve 28 Temmuz 1402 tarihinde Osmanlı ordusu yenik düştü ve Padişah esir alındı.
Bu hadiseyle Osmanlı Devleti, cihan devleti olmaktan çıkmış ve yeniden başa dönmüştü. Zira bu savaşı takip eden yıllarda, 8 yıl kadar
Anadolu’da kalan Timur buralarda terör estirdi ve eski beylere beyliklerini tamamen iade etti. 3 Mart 1403’de, bazı tarihçilerin ileri sürdüğü
196
gibi intihar ederek değil, sıkıntıdan doğan bir kaç çeşit hastalığa dayanamayan Yıldırım vefat etti ve Osmanlı Devleti için Fetret Devri denen
ara dönem başladı.
Yıldırım Beyazıd devrinin ileri gelen devlet adamları arasında, iyi bir
devlet adamı olmakla beraber takvâ cihetinden zayıf olduğu ittifakla
açıklanan Çandarlı Ali Paşa, Timurtaş Paşa, Süleyman Paşa, İshak Bey
ve Mihal oğlu Muhammed Bey zikredilebilir. Onun devrindeki
âlimlerden ise, Şemseddin Fenari, oğlu Muhammed Şah Fenari,
Hâfızuddin Muhammed Kürdî, Şeyh Kutbuddin İznikî ve Şihâbüddin
Sivasî unutulmamalıdır. Devrinin Horasan erenlerinin başında, Emir
Sultân denen Beyazıd’ın damadı Şemseddin Muhammed Huseynî,
Hacı Bayram ve Şeyh Abdurrahman-ı Erzincanî gelmektedir. Mevlid
yazarı Süleyman Çelebi de onun zamanındaki en büyük şairlerdendir.
ZEVCELERİ:
1-Germiyanoğlu Devlet Şah Hâtun; İsa, Mustafa ve Musa’nın annesi.
2-Devlet Hâtun; Yine Germiyanoğlu olduğu söylenen ve Sultân Mehmed Çelebi’nin annesi ve ilk Vâlide Sultân.
3-Hafsa Hâtun; Aydınoğlu İsa Bey’in kızı.
4-Sultân Hâtun; Dulkadiroğlu Süleyman Şah kızı.
5-Marya (Olivera Despina) Hâtûn; Sirbistan Kralı Lazar’ın kızı.
ÇOCUKLARI:
1-
Ertuğrul Çelebi.
2-
İsa Çelebi.
3-
Mustafa Çelebi (Tartışmalıdır).
4-
Büyük Musa Çelebi.
5-
İbrahim Çelebi.
6-
Kâsım Çelebi.
7-
Yusuf Çelebi.
8-
Hasan Çelebi.
9-
Erhondu Hâtun.
10- Fatma Hâtun.
11- Paşa Melek Hâtûn.
12- Oruz Hâtûn.
13- Hundî Hâtûn.
14- Şehzâde Mehmed .
197
“Şimdi Osmanlı Döneminde
Adından Söz Ettiren
Sultan Yıldırım Han’ın Çelebi Oğullarının
Şiirsel Hayatlarını Okuyalım:”
198
SULTAN BİRİNCİ ÇELEBİ MEHMET HAN
Kahramanlar, çelebiler diyarı bu güzelim coğrafya
Her bir adımda binlerce şehit yatar biliyorsun
Sultanlar, şehzadeler birlik olup günlerden bir gün,
Farzet çıka geldiler sinesinden takvimin
Hele söyle bakalım, ne dersin, ne yaparsın?
Olmaz deme, olmazlar da olur zamanı gelende
Ya da taşı bizde ya, değişmez mi iklimler?
Sultan Beyazıd oğlu boy boy Çelebiler
Çekerek kılıçları, ilimle fenle
Çıkar geliverirler, belli mi olur?
Gene de hazırlıklı ol sen derim…
*
Birinci Mehmet bir bey, o Beyazıd’ın oğlu
Bin üç yüz seksen dokuz yılı güzünde doğdu
Süleyman şahın kızı, anne Germiyanoğlu
…Devlet Hatun’un börtü böcek su içer elinden
….Küçük oğul Mehmet
…..Küçüklüğünden itibaren
……Devrin en yüksek alimlerinden
…….Din ve fen ilimlerini
……...Kılıç kuşanım ve kullanım yöntemlerini
……….Özen ve itinayla öğrenirde…
………….. Bursa Sarayında tamamlar tahsilini
Bin üç yüz doksan üçte, devlet idaresinde
Kazanıp ta tecrübe, hazırlıklı ve zinde
Olmaya görev aldı, Amasya beyliğinde
Sultan Yıldırım babası, Mehmet onun emrinde
…İlk görevinde, etti ilk sancak valiliğini…
….İkinci Osmanlı padişahı Murat Hüdavendigar
…..Kosova Savaşında alınca şahadetini
……Padişahlık babadan oğla yadigar,
…….Babası Beyazıt aldı önce saltanatta yerini
…….Şecaat ve süratinden aldı Yıldırım ismini…
199
……..Kazandığı nice zaferden sonra
Bin dört yüz iki yılı içersinde
Ankara’daki ihanet dersinde
Yakınları ki; ihanet edenler
Allah onlara, hidayet versin de…
İşte bu en son muharebesinden
Zalim Timur’a esir düşmesinden
Haberdar olan Mehmet en tezinden;
Babadan oğla, sen olsan ne dersin?
…Oturur hemen koltuğuna…
….yoksa dünya, evet dünya
….On bir yıllık fetret devri bilemezdi…
…..İmparatorluk kendiliğinden yürümezdi, büyüyemezdi.
……Osmanlı padişahlarının beşincisi
…….Sultan birinci Mehmet Çelebi
*
‘İlk
Önce
Devleti
Osmaniye,
Onun bekası
Her şeyden öncedir’
Dedi üstün zekâsı…
Devletin birliği için
Büyük mücadeleler verdi.
İlk
Önce
Kardeşi
Süleyman’ı,
Yıl bin dört yüz on
Sessiz ve hemence,
Bin dört yüz on üç ise
Diğer kardeş Musa’yı
Ve de İsa’yı tasfiye etti.
200
*
Edirne de çıktı tahta
Yol aradı durdu hakta
Dua eder hep dudakta
Rabbim olsun yüzüm akta
…Kolay olsun hesabım
….Güzel olsun hesap günü amelim
…..Dedi çıktı yola…
Osmanlı Devletinin birliğini sağladı
Karaman beyini de esarete çağladı
Sonra etrafındaki beylikleri bağladı
Ona sözünü etti, kesin kez söz bağladı
‘Bir daha Müslüman’a hiç saldırmayacağım
Onları darda görsem yardıma koşacağım
Yücelerde de yüce dağları aşacağım
Ben sana sadık olup, emrinde kalacağım’
…Diyen Karaman beyini azat eyledi.
….Çandar Beyliğini de hakimiyetine alıp,
…..Toprağını da Osmanlıya peyledi.
……Bin dört yüz on beşte
…….Venediklilerle ilk deniz savaşını yapan
Bünyemizde birleşsin hak yoldan çıkanlar
Yok olsun hak dururken çok zorbalık yapanlar!
Şeytana köle olup, hep şeytanlık satanlar
Önümde çöksün dize, nice böyle sultanlar!...’
…Diyen Çelebi Sultan Mehmet han
….Han’ım dedi hanlık eyledi…
…..Bin dört yüz on altı ve de on yedi de
……Avrupa’ya akınlar düzenledi.
*
Büyük zaferler kazandı, Tuna gördü hilali
Bin dört yüz on dokuz da yine geçildi Tuna
Harpte öldü voyvoda tüm Eflak şahit buna
Kardeş geçer yerine Türk’ü kesin bilmeli
201
Göklere bizim zaferi çizsin kocaman kartal
Yaprağını dökmesin sokaklarında canlar
Bizim felsefemiz bu, belki kardeşi anlar
Olmasın bu düşümüz unutulan bir masal
Dedi sultan çelebi, bu yolda hal eyledi
‘Gönlümde sönmeyen bir fetih sevdası var
Biliyorum bu nesle bu topraklar gelir dar!’
Bakalım devamında daha neler söyledi:
“Bir gün düşer ölürüm diye derde dalarım
Sahip çıkın mirasa diye selam salarım”
*
Dedi de Türk oğluna devam etti yoluna
Sahip çıktı tahtına vatan bizim oluna
Gelsin diye imana hoş görürdü Rum’u da
Göğüs gerdi isyana, her zaman sak buluna
Hâkim olduğundan beri, ülkesine tek başına
Dikkatle takip ettiği Şeyh Bedrettin isyanına
Bu sinsi ayaklanmaya tezden dur demeyi bildi
Yakalanan isyankâr şeyh, huzuruna getirildi
…Devrin en önemli hadisesi
….Hakkın ve halkın yalancı sesi
…..İslam’a uymayan sapık fikirlerin bahçesi
…...Ulemanın fetvasıyla idam edildi.
*
Yetmedi gardaş, han yolun tutarken
Timur yanında, korkudan pusarken
Gün şafağı tam yerinde tutarken,
Çıka geldi belki erken
Adı düzmece Mustafa Çelebi
Kardeşti oda sevdi gözü gibi
Tutmasın dedi devletimin dibi
Yeni verdi hemen erden
Kaçtı sığındı Bizans hakanına
Yakışmadı bu şehzade şanına
202
Şeytan girmişti mutlaka kanına
Aklı gitti belki serden
*
Bin dört yüz yirmi birdeki
Bu olaydan çok kısa bir süre sonrasında
Yirmi altı mayısın bir bahar havasında
Edirne’de avlıkta avlanma ortasında
Rahatsızlık belirdi Şah Mehmet’in şahsında
…Vefat edeceği sırada
….Lala Beyazıt paşayı çağırdı.
…..Halef olarak yerini oğlu Murat’a ayırdı…
…...‘Bana karşı göstermiş olduğun gibi
……İtaat ve sadakati göster ona da’ dedikten sonra …
‘Amasya’dan Murat’ı tez elden getirmeni
O gelmeden emri hak, bulursa ecel beni
Kargaşa olur aman; oğlum Murat gelmeden
Duyurmayın kimseye, bekletin benim teni’
…Deyip etti de vasiyetini.
….Bir müddet sonra hakka yumdu gözlerini
….. İlk kez bir padişahın ölümü ki;
……Vasiyeti üzere Murat gelene gizlendi
Sonra beyaz kefene, yedi kat kefenlendi
Tekbirlerle cenaze, töreni düzenlendi
Edirne’den Bursa’ya getirilerek naşı
Yeşil Türbe mekânda toprağa döndü başı
Akar hala ora da sevenlerin gözyaşı
Görmeyiz ve bilmeyiz bakarız biz hep şaşı
…Osmanlının ikinci kurucusu, beşinci başı
….Güçlü ve kuvvetliydi, kırardı sıksa taşı
…..Sabırlıydı, azimliydi, sözünün de eriydi
……Sekiz yıllık saltanatı boyunca
…….Allahın dini İslam’ın hizmetindeydi…
*
Küçük büyük demedi, cihat yoluna daldı
Yirmi dört muharebe meydanında can aldı
203
Kırka yakın yarası beyaz bezle sarıldı
Şahadetin şerbeti, sultan Mehmet’e baldı
…Memleketindeki tüm insanlara refah derdi
….Diğer Müslümanlara da pay verdi
…..Resulallah’ın mübarek komşularının duasını almak için
…...Onlara hediyeler gönderdi…
……Sürre alayı adı verilen heyetle gönderilen hediyeler;
…….Mekke ve Medine’deki mübarek yerleri imar edeler,
……..Fakirler ve yoksullar yiyeler diye
……… Allah yolunda harcanması için hibeler ederdi…
Memleketin imarına büyük önem veren Sultan,
Bursa’da Yeşil Türbeyle bir cami ve bir medrese
Muhtaca mihrap olmaya imaret aynı adrese
Sıcak bir yuva bulsunda üşüyen olmasın kuldan
…İdi onun tek amacı tek düşüncesi
….Hem de ibadethane ve eğitim yuvası
…..Hakka yükselmenin tecellisi…
Olsunda halkım çıksın Musa gibice Tura
Zulüm yıkılsın gitsin dünya dolsun nura!
Çok ulvi iştir bilsen, bu fikir hakikaten
Onun için Edirne de bir cami ve bedesten
…Amasya’da oğlu Kasım için de bir türbe
….Yaptırdı kısacık saltanatı ömründe…
Kasımda başka
Vardı daha evladı
İkinci Murat
Yerine veli ahtı
Diğeri Ahmet
Yusuf ’u dahi vardı
Mahmut adında
Muhammed’in adaşı
İki de kızı
Osmanlı kerimesi
Selçuk Hatunla
Fatma da kızlarıydı.
204
Bilin ey dostlar
Çelebi Sultan Mehmet
Nasıl bir kişi
Ne kadar hünerliydi
Orta boyluydu
Yuvarlakça gözlüydü
Çatık kaşlıydı
Teni de beyazsıydı
Geniş göğüslü
Ve dahi kuvvetliydi
Çokça cesurdu
Gayet hareketliydi
Güreş tutardı
Yay kirişi çekerdi
Başında sarık
Altın işlemeliydi
Kürklü kaftanın
Yakası dikilmeydi
Dimdik dikilip
Afiler dökmeliydi
*
Müslüman halkına hep davrandığı gibi
Hıristiyan’a da Adalet ve hoşgörü
Gösterip değer verdi, yaratandan ötürü
Dışlamadı gel dedi, oda Mevlana gibi…
Kılıcını çekenle mücadeleye durdu
Haykırdı da asrından gelecek asırlara
Allah büyüktür sesi, asıldı rüzgârlara
Müslüman Türk halkına yan bakan başı vurdu
Allahın hak yolunda düşmana kılıç çekti
‘Dört Halifeyi düşün İslam’a hizmet iste
Zerre kadar kötülük koyma beyninde, histe’
205
Dedi o şiirinde, cesurdu gözü pekti
Unutturmak isterler, ben hala unutmadım
Başaramasam bile, başka bir yol tutmadım
*
…Diye seslenirim bende şimdi ona
….Benim dilimden benim sözümden;
….. Kulak verem, dil verem şiirinin tamamına
Bütün dünya sana düşman olsa bile
Yardımı da ancak Allah’ından dile
……Erenlerden dua ve himmet iste…
Allah’ın yolunda kılıç çek düşmana
Bunun için sen ki niyazda buluna
……..Dört halifeyi hatırla İslam’a hizmet iste…
Ey beyni kötülük dolu şeytan kimsen
Eğer kötülüğe susamış kalbim sen
………Susuzluk çeşmesinden gül şerbeti iste…
Sen geçeni bırak yolunu bırakma
Delikli demirle taştan bile korkma
……….Demiri eritip yok eden Rabbinden kuvvet iste…
Ey Mehmet sakın ki; farklı düşünenden
Muhaliflerinden asla yüz çevirme!
Hep istişare et, dinle söyleyenden
Fikri küçük görüp sala çam devirme!
…………sonra düşmanı yurttan sür, genişlik iste….
206
( Şiir : GÜLCE-Bahçe)
ŞEHZADE EMİR SÜLEYMAN ÇELEBİ
Bin üç yüz yetmiş yedi
Gün beklenen güne yetmiş
Ana rahminde süre bitmiş
Yaratanım da ömür bahşetmiş
Vatan toprağında Emir Süleyman…
Doğan, Yıldırım Beyazıt’a bir oğlan…
Ömrün ön başında, hem de yanı başında
Bir can, Anadolu’nun toprağında taşında
Hanenin ekmeğinde, sofrasındaki aşında
Belki üç, belki beşinci, bil ki nur, inci ortağı
Adı Süleyman Çelebi, dillerde oldu Emir Sultan…
*
Bilinmez annesi, bilinmez çocukluk yaşamı
Olunmaz Çelebi, görerek Mekke’yi ve Şam’ı
Okuyup yazmak gerek, iyice eğitim almak gerek
Yazılıp kalır silinmez, yaşamlar yaza mı kışa mı?
Çok olasıdır
Osmanlı İslam eğitiminden geçtiği
Çelebi namlı ve sanlı adının
Bilinir halkının ona sevgi eğiliminden seçtiği
Bilinir ay karanlık gece de
Tövbe edip yalvarmaya, duaya durup el açtığı…
Yıldırım hanın oğludur, var mı ki hala bilmeyen
Hem ovalı hem dağlıdır, var mı ova da ölmeyen
Hem salınır hem bağlıdır, kimdir haberi almayan
İman şerbeti içtiği, beyaz kefendir biçtiği
Bin üç yüz doksan yılında, hemen beyliğe atandı
Emir babadan alındı, özü ferman, vakit tandı
Sabah namazı kılındı, tozu dumana katandı
Ege bölgesi geçtiği, sancak beyliği seçtiği
207
Böylece olmuştu, biline
Manisa ve Balıkesir’e sancak beyi
‘Daha çocuğum, yaşım on üç ancak’ deyi
Zaman ilerlerken, gece günü mü? izliyor,
Yoksa uyanık gün mü? izliyor, uykudaki geceyi…
Bin üç yüz doksan üçte
Gönderildi Bulgarlar üzerine
Önce Tırnova’yı, ardından Silistre’yi aldı
Niğbolu’yu da alıp Vidin’e daldı
Bulgar krallığına son verip, tüm toprağı ona kaldı
Mutlu oluyordu babası Yıldırım Han’ım…
Daha çocuktu korkusuzca dalıyordu,
Aman Allah’ım, Süleyman’ın geçtiği yer toz duman,
Korkusuz küheylan gibi nam salıyordu…
Bu başarısı sonunda oluyordu Kastamonu valisi
Bin üç yüz doksan dokuzda Akkoyunlu ahalisi
Erzincan’a çekilmek zorunda kalarak,
Sivas, Tokat, Kayseri ve Aksaray illerini alarak
Buraların egemenliği Osmanlı’ya kalıyordu…
Bu başarısı sonunda Sivas valisi oluyordu
Lakin baş ağrısı başlıyordu anında,
Yıl bin dört yüz de büyük bir orduyla
Sivas üzerine yürüyen Timur’u,
Karşısında buluyordu.
*
Yağacaktı hisseder, bir karışlık kırağı
Yakın edip ırağı, güçlüydü o bilerek
Geriye çekilerek, savmıştı tehlikeyi
Kara gün oldu o gün, belki güneş doğar
Günü ışığa boğar, umudunu kaybetmez
O anda ayıp etmez, kovmuştu tehlikeyi
*
208
Öncelikli yol Karesi, hemen arkasından Aydın
Saruhan sancaklarının, beylerbeyliğini yaptı
Derin kanar yarası, umut demez günaydın
Ankara da savaşmaya, meydanda yerini kaptı
Bu savaşı kaybedince, sözlerin en kabasıyla
En büyük kardeş Mustafa, esir düşer babasıyla
İstanbul’a ulaşmıştı, sırtındaki abasıyla
Başarıyordu kaçmayı, uykuları derin saptı
Timur’a tutsak düşmekten,
Kurtuluyordu kaçarak
Timur Anadolu da üstünlük sağlıyordu
Hükmettiği toprak sahasını açarak
Timur’a bağlılık bildirdi
Böylece bir anlık, yeniden yüzünü güldürdü
Atandı Osmanlı topraklarına hükümdar
Gönül mahzun, biraz ezgin, atına vurdu dizgin
Koruyup bakımını yapmazsan yaşamaz bile ağaç,
Bin dört yüz üç, iktidarda yaşamak güç
Bizans imparatoru İkinci Manüel
Gelibolu anlaşmasıyla Pendik, kartal, Tesalya
Beğendiği toprakların en dik ala iyilerini
Gebze ile birlikte kimi adaları ve koyları
Misivri’ye kadar Karadeniz kıyılarını
Yetmedi Selanik’te var, alıyordu elinden…
Süleyman çelebi
Anadolu’ya demirliyordu gemilerini iyice
Umuda yelken açar, gerekli desteği sağlar öylece
Osmanlı toprağına hükmedebilmesi gerçekleşirdi
Şehzade Süleyman Çelebi’nin böylece
Gelecek umutla bekler pusuda
Geçmişe nedamet duyar gibi
Yıkamak aklamak ister pak suda
Hatasız insanlar bekler gibi;
209
Hatasız kul olmaz umut boşuna
Zaman alıp gider bakmaz yaşına
Bir hoş seda ister mezar taşına
Dua söz koyanlar bekler gibi
Padişahlığa giden yoldan dönmek güç
Haziran üç, yaz sıcağında hararet otuz üç
Venedik ve Cenevizlerle anlaşır Emir Sultan
Söyledik ya asıl adı, Şehzade Çelebi Süleyman…
Venedikli ve Cenevizlilerden
Timur’u Rumeli’ye geçirmemeye söz alır.
Karşılığında ticari ayrıcalıklar tanır
Fetret devri karmaşasında Edirne’ye uzanır
Bu uzanmanın arkasında hükümdarlığını ilan eder,
Babasının tahtına adım adım yaklaştığını sanır…
*
Neşelenir sohbetler, saray gerçekleriyle,
Umut ocaklarında, gönül açar, gül açar
Süslenir her hayaller, kanatlanır ve uçar
Tazelenir umutlar, bahar çiçekleriyle
Mücadele başladı, çelebi kardeşlerde
Manüel’den desteği, alarak zor zahmetle
Savaş dedi gönderdi, hadi savaş Mehmet’le
Savaştı ve kazandı, öncelikle düşlerde
Savaştı ve yenildi, kazanmak zordu zafer
İsa bu savaşımın, sonunda öldürüldü
Tez elden Süleyman’a, bu haber bildirildi
Tükenince umutlar, Bursa’ya yaptı sefer
Önce Bursa’yı aldı, ardından Ankara’yı
Ta Amasya’ya açar, kardeş Mehmet arayı
*
Yıl bin dört yüz beşte Çelebi Süleyman
Karaman oğullarının toprağına el atınca
Sivrihisar’ı onlardan almak için kuşatınca
210
Amasya’ya kadar arayı açan Çelebi Mehmet
Karaman oğlu Mehmet beyle anlaşıp
Düşüne düş, gücüne güç katınca
Bin dört yüz dokuzun bir nisan sabahında
Saat dokuzun buçuğuna tokmak çakınca
Kardeşi Musa çelebi’yi Rumeli’ye gönderdi.
Musa çelebi aldığı, bu destekle güçlenmişti
Aydın ve Germiyanoğlu, karındaşı Musa derken
Süleyman içinse cephe, bölünerek üçlenmişti
Rumeli’ye geçmişti de, Çatalca da yendi erken
Musa’yı yenip kazandı, Çatalca’da bu savaşı
Edirne’ye geri döndü, bastı geçti dağı taşı
Atı mahmuzlu giderken, vardı hızlısı yavaşı
Beklemedi bir tehlike, alıp yemeğini yerken
*
Musa çelebi
Destek için turladı
Yeni kuvvetler toparladı
Sofya yakınlarına uzanarak
Burada yaptığı savaşı kazanarak
Üzerine yeni bir umut döküp umutların
En üstüne çıkar gibi gökteki Beyaz bulutların…
‘Fırsat bu fırsat
Gücümü göstereyim
Muradıma varıp ereyim’
Dedi Edirne’ye doğru yürüdü
Rehavet uykusu Edirne’yi bürüdü
Ne önlem almıştı baskına, ne kaygısı vardı
Süleyman çelebi’nin hataları canları yakardı…
Çevresindeki
Akıncı zor içinde;
Akıllar neden de? Niçin de?
Bir bölümü Musa’ya katıldılar.
Diğer bölümüyse, ya kaçıp kurtuldular,
211
Ya hemen ölüme atılıp, kılıç savurdular
Kardeş kardeşi vurup doğrarken, toprağı kavurdular…
*
Tehlikeyi fark ederek, İstanbul yönü kaçmaya
Güneşe doğru giderek, ölüme doğru uçmaya
Azrail’i davet gerek, vuslat sofrası açmaya
Kırklareli’ye vararak, ulaştı düğüncü köyüne
Dünya artık dar gelirdi
Azrail’den kaçılmaz, o her yeri bilirdi…
‘On sekiz mayıs bin dört yüz on’ dedi tarihçinin birisi
‘Bin dört yüz on bir sen bilmiyon’ dedi ötekisi…
Musa Çelebi tarafından
Düğüncü köyünde yakalanıp öldürüldü
Yağı biten bir kandil daha söndürüldü
Tarihe var azıcık ilgim, budur bu konudaki bilgim,
Ben bildiğimi, bildiğim kadar söylerim
Tarihçiye ve tarihe kalsın gerisi…
212
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
ŞEHZADE ERTUĞRUL ÇELEBİ
Üç deniz arası cennet bizdik biz ânı
Su yatağı bol, otlağı bol, ovası ve dağı bol
Yayla yazlağı ve kışla için kışlağı bol
Oğuz atanın soyu doluyordu
Bir baştan bir başa Anadolu
Türkoğlu Türkün oluyordu mekânı…
Yıldırım Bayezid Han hanlar hanı
Hızıyla ünlenen, yıldırım hızlı
Sekiz oğlanla bir kızlı
Osmanlının dördüncü sultanı…
Sekiz oğlandan biri
Şehzade Ertuğrul Çelebi
Bu şiirimizin konusu ve ana fikiri
Hadi bakalım yürüyelim hele bi yolu
Kalmadan geri, ileri hep ileri…
*
Bin üç yüz yetmiş altıydı
Gülen yüzlü oğul doğdu
Sanki bir kemer altıydı
Yanlarından ışık boğdu…
Gezer dolana dolana
İçtiği sular bal ona
Babaydı iki oğlana
Hayalleri dağı ağdı…
*
Yürür hayat yolunu
Kötüye düşman olur
Çeker heyhat kolunu
Hataya pişman olur
Döner vahyin özüne
Uyar kuran sözüne
213
Yaşlar dolar gözüne
Gözleri şişman olur
Büyümüş olmuştu genç delikanlı
Kendini bulmuştu dinç ve heyecanlı
Bekliyordu iller, yeni vilayetler
O bir şehzadeydi anlıydı ve şanlı
Bin üç yüz seksen dokuzdu tarih zaptı
Saruhan ve Karesi vilayet yöneticiliği yaptı
Yıl bin üç yüz doksan, aylardan otuzdu, belki de şubattı
Yıldırım Beyazıt han İzmir hariç,
Batı Anadolu’yu Osmanlı toprağına kattı
Diğer oğullar diğer illeri alırken
Ertuğrul çelebi de Aydın idaresini kaptı…
***
Ertuğrul Çelebi Camisi;
On dokuzuncu yüz yılda yapılmıştı en erken
Ona on ölçülerde, kareye yakın dikdörtgen
Çatışı ahşap yapılı, çamdan, belki de gürgen
Moloz taş ve tuğlayla yapılanıyor derinden
Duvarların kalınlığı tam tamına bir metre
Tutulur inşaata başlarken gönye ve etre
Boyadan önce tüm duvarlara sıvadır setre
Asırlardır boyayla kaplanıyor enderinden
Son cemaat yeri, yerini bulmuşta serinden
Caminin kuzeyinde söylerim sözü erinden
Camekânla kapatılmış burası ön yerinden
Öne doğru gelirken his toplanıyor derinden
Yedi mukarnas kapıdan geçilir sıra sıra
On sekiz adet pencereden ışık vura vura
Miraca gider gibi nice hayal kura kura
Mihraba gelirken göğe hoplanıyor derinden
Bursa’da yaptırdığı mescidi ondan hatıra
Belki de birileri, babası onun adına yaptırdı deyip
Sözümüzü eyip başka yöne buracak…
Biz yerini söyleyip caminin, yazalım satıra
214
Sipahiler çarşısındaki yerinde
Cumhuriyet caddesi üzerinde
Bugün hala dimdik ayakta duruyor, duracak…
***
Hayatı hakkında fazla bir bilgi yok
Ölümünü yazalım biraz da biz;
Güya bu konu da çelişkili haberler çok…
Ölümü üzerine bilgiler çelişkili
Sorular sorulara, ilgili ve geç kili
Cevapsa bu soruya hakikaten müşkili
Belki şafak vaktinde eceliyle ölmüştür…
Ankara savaşına babasıyla katılmış
Timur’un askeriyle muharebe yapılmış
Bin üç yüz doksan altı nefesi sonu bulmuş
Belki ecel akdinde ok eliyle ölmüştür…
Bin dört yüz yılındaki Sivas’ın alınırken
Timur askerlerinin esiri olunurken
Savunmasız kalıpta tutsağı bulunurken
Bir neferin yok dinde, kin yeliyle ölmüştür…
Başka bir kaynakta da, şöyle bilgi dürülür
Kadı Burhanettin’e savaşı var görülür
Bu savaşta öldüğü gün yüzüne sürülür
Ölmekte var hak dinde, kul haliyle ölmüştür…
Bursa’ya getirilerek cenazesi
Mekân oldu adına yapılan caminin bahçesi
Yazılmamıştı hiçbir dilin lehçesi
Yüksek harç ile işlenmişti kabir taşının endazesi
Bin dokuz yüz yedi yılında
Mermer oyma olarak değiştirilerek
Bir dizi düzenleme geçirdi Ertuğrul haziresi…
Var ya bir süresi her bir fani canın
Baki olan tek o, yoktur dengi eşi
Olsa da durası, gider diğer yanın
Dolandıran odur, feza da güneşi
215
Suyu damıtan da deniz taşıran da
İmkânsızlıklardan imkân aşıranda
Geldik topraktan da yine haşir onda
Kalan duran odur, vuslat insan düşü
216
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
ŞEHZADE İSA ÇELEBİ
Tarihlerden bir tarih
…Bin üç yüz seksenin birden bir gün işte
Annesi Devlet Hatun,
…Şehzadeler Şehzadesi
……Bir Osmanlı çelebisi
……..Duası var bu gelişte…
*
(Ş)ehzade olup büyüdü kardeşleriyle
Y(E)tişirler, eğitmen ve lala nezaretiyle
Ma(H)aretli oğullar, onlar Türk ecdadının birer evladı
Mua(Z)zez harp etme yeteneği var
Ok at(A)bilme ve kılıç kullanma da evladı.
Öğren(D)i hükümranlığı, Türkoğlu boyun eğmez
Esaret(E) rıza göstermez; ölür, öldürür esaret gömleği giymez.
(İ)sa Çelebi; Ankara Savaşında
O(S)manlı İmparatoru Yıldırım Beyazıt Han’ın yanında
Al(A)rak sahip çıkmıştı toprağına, genç yaşında.
(Ç)ok geçmeden savaşın hemen sonrasına kalarak
H(E)diyesidir belki de, verilir babasından,
Sü(L)eyman Çelebi, Osmanlı hazinesini alarak
Rum(E)liye geçmesi üzerine, Bursa’ya yol bularak
Çele(B)i İsa burada hükümdarlığını duyurdu, tellalların sesiyle
Evlend(İ) Bizans İmparatoru ailesinin bir prensesiyle.
*
Bin
Dört yüz üç
Mevsim ilkbahar
Lakin ona son bahar
Hastalanıp düşer babası
Timur’dan hükümdarlık payesiyle
217
Yeşil Bursa kentine gelince dahası
Kardeşi Musa Yıldırım Han’ın cenazesiyle;
Vardı tez zamanda buradan ayrılmasının faydası.
*
Ele geçirdiyse de, kenti daha sonradan
Kardeş Mehmet çelebi, karşısında duramaz
Ulubat Meydanında, bir başarı kuramaz
Savaşı kaybederde, uzaklaşır oradan
Yalova’nın yolundan, Bizans’a kadar gider
Oradan da kardeşi, Süleyman’ın yanına
Ondan aldığı güçle, girecekti kanına
Yürür Mehmet üstüne, yine yol aşar gider
Beypazarı’na yakın, bir yerde karşılaştı
Savaştı hem bu yolda, Karamanlılar ile
Kardeşi Mehmet’e de, yenilip kaçtı bile
İsfendiyar oğlunun, sığınarak yanaştı
Zorunluluk olarak, korkup burada kaldı
Vazgeçmedi alacak, tahtını karar aldı
*
…İsfendiyar’la birlikte yeniden
….Mehmet Çelebi üzerine yürüdü
Bir kez daha yenildi, Gerede meydanında
Aydınoğlu Cüneyt’e, sığınmıştı bu kez de
Menteşe’yi katarak, Cüneyt Bey’in yanında
Saldırdılar birlikte, Kardeş Mehmet’e tez de
…Ancak başarılı olamadı
….Şehzade İsa Çelebi
…..Mehmet Çelebi’den tahtı almaya
……Hala bir yol bulamadı.
Duramaz bu uğurda, taht onda ukde kalmış
Sağladığı destekle, yeniden toparlandı
Karaman ülkesinden, kendine destek almış
Mehmet Çelebi Han’na, saldırılıp harlandı
…Yine savaş meydanı daralandı, dar alandı
….Eskişehir yakınlarında yenildi
218
*
Yakalandı,
İdam sehpası
Hemen kurulandı
İdam edildi,
Onun hayatına
Tamamen son verildi
Yaratan cenabı Mevla
Çok rahmet eylesin denildi.
Bin dört yüz dörttü
Bir yıldı yıllardan
Yol dönüşsüz yollardan.
Babasından bir yıl sonra
Bursa’da yanına gömüldü…
*
…İsa Çelebi’nin
Hayatı da böylece, yolun sonunu buldu
Hattı zatında o da, hakkı seven bir kuldu
Belki fani dünyaya, çok fazla ilgi doldu
Belki her bir kardeşte, aynı düşünce oldu
…O da fetret devrini bitirmek,
….Ve çok başlılığı sona erdirmek
…..Belki de, tüm mücadeleye bunun için koyuldu.
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
219
MUSA ÇELEBİ
Yıldırım Beyazıt han’ın, oğullarından biridir
Osmanlı padişahların, dördüncüsüydü babası
Babasının sağlığında, Rumeli’nin tebaası
Boyları, akıncı beyi, olarak görev yeridir
Ankara savaşına da, kardeşleriyle katıldı
Timur’a esir düştüler, bu savaşta babasıyla
Tutsak kalmıştı bir süre, sırtındaki abasıyla
Timur’un Bursa bölgesi, emirliğine atıldı
Bir süre bu emirlikte, Timur’a emirlik yaptı
Muhtaca verecek kadar, yardım etme duygusu
Oluyordu büyüğüne küçüğüne hem saygısı
Babası ölecek diye, gece uykuları saptı
Akşehir de vefat eden, babasının tabutunu
Bursa’ya nakil ederek, sürdü önce atını
*
Savaş açarak kardeşi İsa’ya
Mağlup olarak ikinci savaşta
Kâh dayanarak koluyla asaya
Yorulunca da, dinlenerek taşta
…Önce Germiyanoğlu Yakup Bey’e
….Sığınarak korumasına güvendi.
…..Bir süre sonra da karaman oğullarının
……Yanına çekilerek sığındı ve güç sağındı.
Burada yaşıyorken, kardeşi Han Mehmet’le
Bir diğer kardeşiyken, Süleyman’a karşıydı
Anlaştı tahta çıksın, biri, bin bir töhmetle
Bu kardeşler arası, bir hanlık yarışıydı
…Çandaroğlu İsfendiyar Beyin yardımıyla
….Bugünkü Romanya toprağı olan Eflak’a geçti
…..Sırp ve Bulgar kuvvetlerinin yardımıyla
……Rumeli Beylerbeyini alarak Yanbolu’dan su içti.
*
220
Bu olayın üzerine, yürüdü Musa üstüne
Her bir kardeş istiyordu, padişah olmayı kendi
On bir kardeşten Süleyman, der ‘Git köşene, sus! Tüne’
Onu haliç’teki Hasköy yakınlarında yendi.
Yenilen Musa Çelebi, yine Eflâk’a çekildi
Bir süre burada kalıp, Sırp Hükümdar Lazar’ı
Yenerek Edirne’ye girdi, hem toprağına dikildi
Süleyman Çelebi için, kazdırdı derin mezarı
Tahmin ediyor Süleyman, bilir kardeşi kararlı
Tez oradan İstanbul’a, hazırlanırken kaçmaya
Yakalayarak öldürttü, hem bu ülkeye yararlı
Fetret devrini biterek, devletin önün açmaya
…Tüm kardeşler kendince kararlı
….Sanırım çoğu da, bencillikte ısrarlı
Rumeli’deki Osmanlı Eyaletine tek hâkim
Olup Edirne’de geçti, burada tahta oturdu
Kendi adına parayı, bastıran kim söyle bakim
Kendini bu eyalette, bağımsızlığa götürdü
Bilmiyorsan söyleyeyim, işte bu Çelebi Musa
Kendisi burda olunca, Rumeli Eyalet Hanı
Çandarlızade İbrahim, paşayı vezirlik buse.
Simavna Kadısınınsa, biricik oğlu ve canı
…Şeyh Bedrettin Mahmut’uysa kazasker
….Mihail oğlu Mehmet Bey’i beylerbeyi yaptı
…..Rumeli’nin yönetimini eline almayı başardı, kaptı
*
Venedik’le
Yapılan eski
Anlaşmayı bile
Taze zamanlarında
Yeniledi geçti dile.
Sırp Despotu Sitefan
Lazaroviç’in üstüne
221
Yürüyüp Nova Bırado’yu
Alarak kavuşmuştu bu üne.
Vidin’de isyan eden
Bulgar Pirensini yendi
Yunanistan’da Türk’ün yurdu
Selanik’i kuşatmıştır kendi.
İstanbul’a karadan ve denizden
Yürüyüp Çatalca önlerinde durdu.
*
Bu arada kardeşi Mehmet’le ilişki
İlişki kuran veziri
Veziri Çandarlı İbrahim paşa
Paşa kaleyi içten yıktı
Yıktı da baltayı vurdurmaya kışkırttı
Kışkırttı Bizans İmparatoru Manüel’e
Manüel’e üzerine yürü dedi
Yürü dedi Musa Çelebinin üzerine
Üzerine yürüdü hem de Çatalca’da
*
Kardeşi Çelebi Mehmet,
Onu burada durdurdu
Hem çekilmeye devam et
Merice kadar buyurdu
Yakalanıp götürüldü
Kardeş Çelebi Mehmet’e
Beş temmuzda öldürüldü
Kavuştu yüce rahmete
Kaybetti her şeye rağmen
Çünkü burada savaşı
Sofya güneyinde hemen
Savaşında düştü başı
…Bin dört yüz on üçte
….Toprağa verildi özenle naşı…
222
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
DÜZMECE MUSTAFA ÇELEBİ
Yıldırım’ın büyük oğlu, babasının veliahdı
O bin üç yüz doksan üçte, Edirne ilinde doğdu
Görmüştü bir gece düşte, onun olacaktı tahtı
Saltanat babadan oğla, babayı sevince boğdu
Bir sevginin yumağında, hem büyüdü hem gelişti
Hem bir lala oymağında, kılıç kuşanmaya geçti
Daha gencecik çağında, savaşın içine düştü
Ancak on iki yaşında, Ankara da düşman koğdu
Bin dört yüz iki yılında,
Hamidoğulları ve Tekeoğullarıyla,
Osmanlının Ankara ilinde
Babası yıldırım Beyazıt ve onun dilinde
Savaşıyordu, Allah Allah nidalarıyla…
Bazı kaynaklar ‘öldü’ der, onun için bu savaşta
Şehit kanı vardır dostlar, savaş meydanında taşta
Timur’a esir düştüler, babasıyla gözler yaşta
Nefes darlığına düşüp, vefat edince babası…
Timur ile yola düşer, Semerkant’a götürülür
Yatağa düşerek beşer, Timur da bir gün ölür
Ölürde bizim çelebi, Anadolu’ya yol bulur
Adımlar yolu, hem koşar, sırtta kalınca abası…
En önce bu yolculukta, Niğde’ye itti ayaklar
Kim bilir kim destek olur, kim yardım eder dayaklar
Belki de Kastamonu da, İsfendiyar beyi aklar
Sultan olmaya yol bulur, bunadır ince çabası…
Devam ederken hayat mücadelesi
Bin dört yüz on altı günü, belki de gecesi
Venediklilerin yardımıyla Rumeli’ye ve Eflâk’a geçti
Hararetli bir yaz sıcağında
Soğuk akan pınarlarından bu gibi su içti.
223
Düzenleyeceği ayaklanma için, neticesi
Bazı vali ve sancak beylerinden
Asker toplasa gerek köylerinden,
Eflak voyvodasıyla, Bizans’ın İkinci Manüel’inden
Destek için söz aldı
Avrupa devletlerinin beylerinin dilinden…
Topladığı kuvvetlerle, ol Selanik’ten yürüdü
Tesalya yolu erlerle, hızla yürünüp giderken
Kardeş Mehmet’e yenildi, hayaller yine kurudu
Tahta gitmez yol, inildi, düşlerden inildi erken
Bu yenilgiden sonrası, hemen Selanik’e sığındı
Derindi yine yarası, moral sıfıra dağındı
Dedi ‘Mustafa çelebi, padişah olur çağındı
Şu hayallerin halebî, yine gördü umut varken’…
Despot’tu Andernikos, kabulü oldu mülteci
Bizans’la barış çıktı fos, Mehmet’i kızdırdı feci
‘Bu da neyin nesi böyle, bu uygulama da neci’
Manüel’e sözü şöyle, söylenip ulaştı derken
İkinci Manüel dedi;
‘Andernikos mülteci olarak kabul etmekle
Hiçbir barış şartını ihlal etmedi
Sözlerimse tabi ki, burada bitmedi.
Mültecinin yasama ve korunma masraflarını size ödetmekle,
Sizde rahat edersiniz, tahttan ve sizden uzak etmekle
Hayatının sonuna kadar
Biz ona bir güzel, gözaltında bakarken.’
Çelebi Mehmet her yıl, dokuz yüz akçe vermeyi
Hiç olmazsa ağabey bil, böyle güzellik dermeyi
İyilik düşlerde akil, bunun hazzına ermeyi
‘Üzülmesin kardeştir’ der; güzelce bakılsın ister
Manüel kabul edince, akçeli sıcak teklifi
Yumuşadı her düşünce, okşandı damar ve lifi
Bilmez iken bilir hince, hemzeyi, uzun elifi
‘Limni de korunacak’ der; gözaltında kalsın ister..
224
Zaman ilerlerdi, yürürdü, koşardı,
Bilmem ki hızı ne kadardı.
Barışçıl ilişkiler aleyhinde bir çalışma vardı
Her geçen gün, yeni bir aleyhtarlığa sürgün
Yaşlanınca İkinci Manüel, günlerden bir gün
Oğlu ve veliahdı Yannis,
Bizans saltanat tahtına oturmaya gün sayardı.
Bin üç yüz yirmi bir de
Çelebi Mehmet ölünce, hazince
Yerine on yedilik Oğlu Murat geçince
Sisler dolaşmaya başlar ince ince
Bizans sözleri unutup oynadı dans
‘Bitmiştir’ dedi Çelebi Mehmet’in verdiği avans
Dost olmadılar bize, olmazlar
Ne gelecekte, ne bu günde, ne de ondan önce
Dediler hinoğlu hince; ‘yoktur biliniz başka şah
‘Çelebi Mustafa’dır, bizce meşru padişah’
Güya Mustafa geçince, tahtta oynayacak semah
Güldüler ve eğlendiler, bin bir hileli hevesler…
Destek sağladı Bizans’tan, yürür düş dolu yoluna
Bir filo aldı Bizans’tan, tez bir yandaşı buluna
Kek arkadaşı Limni’den, Cüneyt bey girdi koluna
Güldüler ve eğlendiler, son bir zırdeli hevesler…
Gelibolu’ya geçerek, Rumeli’ye ayakbastı
Akıncı ve beylerinden, yandaş bulmaktı kastı
Önce güçlü olmak gerek, savaşa hazırlık hastı
O zaman yakındı zafer, can bir kır yeli hevesler…
Yıl bin dört yüz yirmi birdi, sam yeli üfledi,
Sultan İkinci Murat’ın kulağına,
Bu hazırlığın haberi tez elden girdi.
Hemen bir orduyla birlikte,
Beyazıt Paşaya onu karşılama emrini verdi
Yola çıktılar en tezi, dağı taşı aştılar
Dikkatli ve gözü paktılar,
Yürüdü de ve aktılar…
225
Saroz Körfezi kıyısına ulaştılar
Keşan’ın köyü Sazlıdere de karşılaştılar…
Veziriazam Beyazıt’ın komuta kademesi dâhil,
Çelebi Mustafa tarafına geçiverdi,
İhanetin a’rafını görünce, ağladı sahil…
Veziriazamın güvendiği dağlara kar yağdı önce
Utandı, bir çukura düşüverdi,
Teslim olundu, yakalandı başı verdi…
Çelebi Mustafa;
Şehir halkının alkışı, tezahüratı altında
Şehre girmek ilk işi, tez ilanı hükümdarlık
Adına sikke bastırır, gümüştü, belki altın da
Hutbe okur hatip kişi, az kıştı Edirne karlık
Hâkimiyetine geçti, urum elinin bölgesi
İdare etmek zor işti, hatalar sıra bekledi
İlk işareti görünür, bu; zafiyetin gölgesi
Bu yolda daha çok pişti, başarmaya emekledi
Sağlamak için Bizans’ın desteğini
Vermeyi kabul etmişti
Çelebi Mustafa, onların Gelibolu isteğini…
Lakin vermedi yinede,
İdareyi geçirince eline de
Verilmezdi çünkü…
Verilemezdi küffara, fetihle ele geçen yer
Değerli her yer, her kara ve bu İslam kaidesi
Meğerki değerli toprak, verilmez öyleyse eğer
Satılamazdı boş yere, bu düşünün maidesi…
Hem akıllı hem uyanık, korkusuz gözü çakırdı
Kırmızı halıyı sermedi, buna hiç aklı ermedi
Öyle dedi, böyle dedi, onların gücünü kırdı
Gelibolu’yu vermedi, lakin yinede vermedi…
226
Yetinmedi Rumeli’yle, aylardan bir aydı ocak
Bin dört yüz yirmi ikide, toplar on iki bin sipahi
Beş bin çetin yaya asker, cesaret toplar bir kucak
Dâhil olur bu orduya, Ceneviz askerler sahi
Gelibolu’dan karşıya, gemileriyle geçerek
Osman Gazi’nin Bursa’yı, başlamıştı kuşatmaya
Osman Gazi kuruluşun, başlangıç şehri seçerek
Tohumu atmıştı orda, Osmanlı’yı yaşatmaya
Bursa’yı amca Mustafa, hızla çevire dursundu
Yeğeni İkinci Murat, ‘Düzmece’ der; inandırır
O saltanat genişletme, hesabını kursundu
Halka onun bir düzmece, olduğunu der; sandırır
İzmirli oğlu Cüneyt Bey’in gönlü fethedilmiş
Aydın ve İzmir Beyliği ona methedilmiş
Ayrılır yandaşlarıyla, Çelebi Mustafa yanından
Rumeli’ye doğru çekilir,
Çelebi Mustafa, kandaşlarıyla en tez kanından…
Çekilirken bir köprübaşında;
Hacı İvaz Paşa, çoktan ekmişti kılıcını kınından…
Sağ kalabilen az sayıdaki yaya askeriyle
Boğazı kontrole çalışsa da, Gelibolu da tutunup,
Başaramadı, başaramayacaktı, zaten bu yarayı ekseriyle…
Yeğeni İkinci Murat; dedi bu uğraş bitmeli
Foça valisine ait, üç bin asker takviyeli,
Taht kavgası değil artık, baht kavgası etmeli
Yoksa yetmiyor bu surat, ters takviyeli hız yeli…
Ordusuyla Edirne’ye, yürüdü gitti son surat…
Halk şehrin dışına gelip, orada karşılayarak,
Sevgi ve sadakatlerini bildirdiler heyhat…
Kaçar buradan Mustafa, hazinesini alarak.
227
Tunca vadisinde, Kızılağaç Yenicesinde
Eflak’e Kaçarken yolda yakalandı.
Artık gelmişti son vadesine, Azrail peşinde incenin incesine,
İyice aklar düşer yüzünün güncesine
Edirne’ye getirilerek kale burcuna asılarak
Belki bir ceza, belki de hediyeydi ilahi şahadet;
İdam halkası nişanıyla tokalandı.
Bazı tarihçiler eklediler adına düzmece
Babasıyla birlikte aldığı yaraları gösterse de
Ankara Savaşının hatıralarını göz önüne serse de
Sözü dinle, sazı dinle, etsen de yazın gezmece
Bu konu kimine göre, en bilmece, dil ezmece
Bize göre elbet özdür, öz amcası Murat Han’ın
Oynasa da taht kavgası, yeğeniyle bil üzmece…
Abisi değil,
Onun adı küçük Mustafa Çelebi bil!
İkinci Murat Han’ın ilk yıllarındaydı
Amcasının çıkardığı bahse konu sorun;
Abisi Küçük Mustafa’nın kotardığı bir başka sorun
Bir başka durum, tüten baca da bir kurum
Karıştırmayın hele karıştırmayın durun!
Onu da inşallah bir başka şiirde sorun…
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
...............................................................
A’raf: a) Arfın çoğulu ve yüksek bir yer demektir. b) Cennetle cehennem arasında hayvanların kalacağı bir bölümün adıdır.
Maide: a)Bereketli manevi değeri yüksek sofra, b)bakire, evlenmemiş genç kız,
yeni, taze, masum c) kuranda bir sure adı
228
MEVLEVİLİK VE MEVLANA SOYUNDAN
GELEN ÇELEBİLER
MEVLEVİLİK
1- Kuruluşu
“Ölüm gününü Hak’la vuslat, sevgiliye kavuşma günü sayan Hz.
Mevlâna’nın bu dünyadan göçüp, sonsuzluk âlemine doğmasıyla onu
tanıyanlar, fikir ve görüşlerini benimseyenler büyük acılara boğuldular.
Başta oğlu Sultan Veled, Çelebi Hüsâmeddin ve diğerleri...
Hz. Mevlana’nın fikirleri ve yaşantısı kurumlaşmalı, yüzyıllar boyu
tüm insanlığa uzanan bir el olmalıydı. İnsanlığı sevgiye, hoşgörüye, iyiliğe, doğruluğa ve güzel ahlâka yani İslâm’a çağıran bir el...
İslâm Peygamberi, yaratılmışların en yücesi Hz. Muhammed’in yüzyıllar önce tüm insanlığa yaptığı çağrıyı Hz. Mevlana da yineliyordu.
Gel!.. Gel!.. Ne olursan ol, yine gel...
İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta...
İster yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni
Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değil, nasılsan öyle gel.
Çelebi Hüsâmeddin döneminde başlayarak, Sultan Veled ve onun
oğlu Ulu Ârif Çelebi zamanında toplanan Mevlânâ âşıkları, Mevlevîlik
Tarîkatı’nın temelini attılar ve sistemini oluşturdular. Muhtelif yerlerde
tekkeler kurdular, vakıflar sağladılar, insanların gönüllerine ışık götürdüler.
Mevlana Celâleddin Rumi’nin düşünceleri çevresinde kurulan tarikat.
Babasının düşüncelerini sistemleştirdiği ve tarikat biçiminde örgütlendirdiği için Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, Mevleviliğin asıl kurucusu
ve ikinci piri sayılır.
Mevlana’nın hayatı boyunca tarikatlara özgü birtakım kurallara uymadığı, kendisine bağlananlar için özel kurallar koymadığı bilinmektedir.
Sözgelimi kendisine bağlananlar için ne bir giriş töreni düzenler, ne de
belli bir zikir öngörürdü. Diğer tarikatlar gibi özel giysilerle ayrılma
yoluna da gitmemişti. Bilinen başlıca uygulaması müritliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine
halifelik verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü
229
açık bir giysi olan ferace giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti. Mevleviliğin başlıca kurallarından birisi
olan semayı da yalnızca aşk ve cezbe için yardımcı bir öğe sayardı. Ancak oğlu Sultan Veled, halifeliği döneminde Mevlana’nın düşüncelerini
temel olarak Mevleviliği kendine özgü kuralları, törenleri olan bir tarikat durumuna getirdi.
Mevleviliğe göre tasavvufi eğitimin amacı insanın kendine gelmesini,
kendini bulmasını sağlamaktır. Gerçeğe ulaşmak için insan tabiatına aykırı yöntemlere başvurulmamalıdır. Zikir ve çile gerçeğe ulaşmanın temel yöntemi değildir. Zikir ancak düşünceyi harekete geçirdiği ölçüde
yararlıdır. Gerçeğe ulaşmanın asıl yolu aşk ve cezbedir. Bunun için de
isimlerden ve kelimelerden geçip Allah’ı bulmak Allah dışındaki varlıklardan (masiva) arınmak gerekir. Bütün varlığı kuşatan Allah’ın varlığı
tek gerçektir. Varmış gibi görülen varlıklar gerçekte yoktur; var olan, bu
varlıklar aracılığı ile kendini gösteren Allah’tır. Evren her an yeniden
yaratılmaktadır. Zıtlar alemi olan bu dünyada her şey izafidir. Allah’ı
gerçek anlamda tanımayan insanlar dünyanın, altın ve gümüşün kulu,
kölesi olurlar. Bu kölelikten kurtulmanın tek yolu da Allah aşkıdır.
Mevleviliğe göre mürit kendini mürşidinde yok etmeli, kendine baktığında mürşidini görmelidir. Mürşidinin tüm isteklerini tereddüt etmeden
kabul etmeli, ona itaati Allah’a ve Peygamber (s.a.s)’e itaat, muhalefeti de
Allah ve Peygamber (s.a.s)’e muhalefet bilmelidir. Kendisini şeyhinden
uzaklaştıracak hiçbir sözü dinlememeli, onun iyiliğin mutlak temsilcisi
olduğuna inanmalı, hakkında kötü düşünmemeli, yanında çok konuşmamalıdır. Nefsini zayıflatmaya, riyazet ve mücahede ile öldürmeye çalışmalıdır. Kötülüğü buyuran nefsi (nefs-i emmare) ancak mürşit öldürebilir.
Bu nedenle mürit mürşidinin irşadına sıkı biçimde sarılmalıdır.
Mevlevilikte başlıca tarikat ayini, âyin-i şerif de denilen semadır. Belli
kurallar içinde ve müzik eşliğinde yapılan semadan başka zikir telkini,
taç ve hırka giyme, halvet, tarikata giriş, halifelik verme de belli kurallara bağlanmıştır. Sözgelimi zikir telkininde şeyh müridi önüne oturtarak
elini tutar, bütün günahlardan sakınacağına, iyilik ve takva üzere bulunacağına dair söz alır, kelime-i tevhidi üç kez telkin eder, sonra da onun
için dua eder. Duanın arkasından şeyh, dünya ile ilgisini kestiğini simgelemek üzere müridin saçından birkaç kıl keser. Halvet, diğer tarikatlarda olduğu gibi kırk gün süren bir ibadet, riyazet biçiminde değil,
230
tekkede hizmet biçiminde uygulanır. Bin bir gün süren bu halveti (çile)
tamamlayan kişiye derviş adı verilir.
Taç ve hırka giydirme de küçük bir törenle yapılır. Taç giyecek mürit
başını açarak şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar. Mevlevi
silsilesini okuyan şeyh Allah’tan müridi fakirlik yolunda (tasavvuf) başarılı kılmasını, başına manevi bir taç ihsan etmesini dileyerek tacı giydirir.
Fatiha suresini okuyarak dua eder. Hırka ise ayakta giydirilir. Yine Mevlevi şeyhleri silsilesi ve Fatiha okunur, dua edilir. Duanın arkasından hırkası giydirilen mürit şeyhin ve orada bulunan büyüklerin ellerini öper.
Halvetten çıkmış, eğitimini tamamlamış ve gerekli olgunluğa ulaşmış
dervişlere verilen üç tür halifelik vardır. Bunlar suret-i hilafet, manayı
hilafet ve hakikat-ı hilafet olarak anılır. Suret-i hilafet, bir dervişe bir
tekkenin yönetimini yürütmesi amacıyla verilen halifeliktir. Bu tür halifeler irşat yetkisine sahip değildir. Manayı hilafet, seyr-ü suluk denilen
tasavvufi yolculuğun makam ve mertebelerini iyi bilen, Allah’ı tam anlamıyla tanıyan dervişe halkı irşat etmesi amacıyla verilen halifeliktir.
Hakikat-ı hilafet de doğrudan irşat ve şeyhlik yetkisiyle verilen halifeliktir. Şeyhlik makamı boş olan tekkelere atanacak şeyhler bu halifeler
arasından seçilir.
Mevleviliğe mensup kişiler seyr-ü sülükteki durumlarına göre çeşitli derecelere ayrılır. İlk dereceyi Mevlevilerin büyük çoğunluğunu temsil eden
muhipler oluşturur. Seven kişi demek olan muhip, Mevlevi kurallarına
göre sikke tek birletip tarikata giren, ancak dervişliğe ikrar vermeyen mürittir. İkinci derecede dede de denilen dervişler yer alır. Derviş ikrar verip
tekke mutfağında (matbah) üç gün saka postunda oturan, kararından
dönmezse arakıye ve hizmet tennuresi giyinip çeşitli hizmetlerle bin bir
gün halvet (çile) çıkaran, on sekiz gün süren hücre çilesini de tamamlayan
Mevleviyye verilen addır. Şeyhler üçüncü dereceyi oluşturur. Şeyh, bir
tekkeyi yönetmek, muhip ve dervişlerin yetiştirme yetkisine sahip olan
mevlevidir. Mevlevilikte son dereceyi halifeler meydana getirir. Halifeler,
başkasına halifelik verme yetkisine sahip şeyhlerdir.
Sultan Velet’ten sonra bütün Mevleviliği temsil eden Konya’daki merkez tekke şeyhliğinin babadan oğula ya da ailenin büyüğüne geçmesi
gelenekleşti. Bu geleneğe bağlı olarak şeyhlik makamına oturan kişiye
Çelebi adı verildi ve zamanla merkez tekke şeyhliği Çelebilik makamı
olarak anılmaya başladı. Çelebiler, başlangıçta, şeyhlik makamında otu231
ran kişi tarafından önceden belirlenirdi. Sonraları çelebiler dedelerin
onayıyla atanmaya başladı. Daha sonra da, adaylar arasındaki çekişmeler nedeniyle çelebiler padişah iradesiyle atanır oldular.
Çok uzun bir süre geçmemesine rağmen Anadolu’nun pek çok yerinde
Mevlâna âşıkları Mevlevîhanelerde toplanmaya başladılar. Oradan Arap
Yarımadası’na, Asya ve Avrupa’ya yayıldılar. Artık padişahlar da, gedâlar
da aynı posta baş kesmedeydiler. Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut gibi
bir döneme damgasını vuran Osmanlı sultanları Mevlevîhanelerde şeyhlerinin dizlerine baş koymadaydılar. Aşk, sınır tanımaksızın yüreklere
ateşler yaktı, yaktı... Mevlevilik Türk düşünce ve sanat hayatına önemli
etki ve katkıları olan bir tarikattır. Mevlana’nın vahdet-i vücut (varlık birliği) anlayışına dayanan düşünceleri yüzyıllar boyunca etkisini sürdürmüş,
günümüze kadar canlılığını koruyabilmiştir. Mevlevi tekkeleri, tarikat faaliyetlerinin yanı sıra bir sanat ve kültür kurumu gibi çalışmış, baştan beri
birçok şair, yazar ve bestecinin yetiştiği merkezler olmuştur. Osmanlılar
döneminde Türkiye’de en yaygın tarikatlardan birisi olan Mevleviliğin faaliyetine, diğer tarikatlarla birlikte, 13 Eylül 1925 tarihli bir kanunla son
verildi. Faaliyetini bir süre Şam’da sürdürmeyi denediyse de başarılı olamadı. Ancak 1926 yılında Konya’daki merkez tekke ve Mevlana türbesi
müze olarak yeniden açıldı.
2 - Çile Sistemi
Mevlevîlik, manevî bir eğitim sistemi olarak tarikata giren nevniyâzları
bin bir gün süren “çile” denilen bir eğitimden geçiyordu. Çile şöyle
uygulanıyordu:
Mevlevî olmaya karar veren kişi gençse, ailesinin rızası alınırdı. Kendisine bu yolun güçlükleri anlatılır, ısrar eder ve kabul olunursa “matbah” denilen eğitim bölümünde, kapıdan girince hemen sol tarafta,
kapı dibinde bulunan postta üç gün oturtulurdu. Bu üç gün içinde iki
diz üstünde başı eğik olarak oturan aday, orada yapılan işleri seyreder,
mecburiyet olmadıkça konuşmaz, mecbur olmadıkça posttan kalkıp bir
yere gidemezdi. Üç gün sonra huzura çıkar, kararında durduğunu söylerse, geldiği elbiseyle on sekiz gün getir-götür işlerine bakardı. On sekiz günün sonunda ona artık Mevlevîlerin özel kıyafetleri giydirilir ve
çilesi başlamış olurdu.
232
Çile esnasında ortalığı silip süpürmek, odun getirmek, çarşıdan alışveriş yapmak, çamaşır yıkamak gibi günlük işleri yapmaktan başka mutlaka sema’ meşk eder, mesnevî okur, kabiliyeti varsa ney üflemek, kudüm vurmak, âyin okumak gibi mûsikî sanatı ile yahut hat, tezhip,
minyatür gibi diğer güzel sanatlarla ilgilenirdi. Bu meşklere, çilesini
doldurmuş, hücre sahibi olmuş “dede”ler nezaret ederdi
3 - Mevlevîlik ve Sanat
İslâm dininde musiki ve raksla ilgili ilk belgelere Meraga’lı
Abdülkâdir’in Makâsidü’l Elhan adındaki eserinde, sema’a ise milâdî
X.yüzyıldan itibaren bazı kaynaklarda rastlanır
Mevlâna’nın büyük bir din ve sanat bilgini olarak musiki hakkında
yüceltici fikirleri vardı. Sofiyane vecd ve istiğrakın, ilâhî ilham ve neşvenin kaynağı haline gelmiş olan gönlünü şiir, musiki ve sema’ gibi üç
güzel sanatın ulviyet ve kutsiyetinde eritmişti. Bilhassa musikiyi bütün
maddî ve fizikî hâdiselerin üstünde tamamen ilâhî bir anlayış ve sezişle
“Elest Bezmi’nin âvâzesi” diye tarif etmişti. Bu yüzden Mevlevîhaneler,
manevî eğitim işlevlerinin yanı sıra devrin güzel sanatlar akademileri
yahut konservatuarlarıydılar.
Mevlevîlerin zikri olan sema’, mutlaka musiki eşliğinde yapıldığından,
Mevlevîhanelerde nazarî ve amelî musiki eğitimi yaptırılmış, bu sebeple
Türk Musikisi’nin en büyük bestekârları Mevlevîhanelerden yetişmişlerdir. Bu eğitimin yanı sıra edvarlar ve muhtelif nota mecmuaları tertip
edilerek, eserlerin gelecek nesillere intikali de sağlanmıştır.
Musiki sanatımız üzerinde Mevlevîliğin tesiri o kadar büyüktür ki,
“Türk Klâsik Müziği Mevlevihanelerde gelişmiştir” denebilir.
Nefî, Neşâti, Fasih Ahmet Dede, Esrar Dede, Nabi, Şeyh Gâlib gibi
divan edebiyatımızın büyük şairleri de mevlevîdirler.
Hz. Mevlana’nın tasavvufunda gaye aşktır. Hz. Mevlana, insanın suretiyle değil, sîretiyle -yani iç âlemiyle- ilgilenmiş, ruhî olgunlaşmayı ve
ahlâk kaidelerinin en yücelerine ulaşmayı hedef almıştır. Mevlevîlikte,
tamamen ruhî bir tezahür olan şiir, musiki, raks ve diğer güzel sanatlar
insanı kötülüklerden uzaklaştırıp, ilâhî amaca yaklaştıracak araçlar olarak
görülmüş, bu yüzden Mevlevîliğin önemli rükünleri hâline gelmiştir.
233
MEVLEVİLİĞİN SİSTEMLEŞMESİ
SULTAN VELED VE DİĞER POSTNİŞİNLER
Mevlana’nın ölümünden sonra son derece müteessir olan dostları,
O’nun ışıklı yolunda izini takip edenler, gönül tapusuna giren ve
O’ndan feyiz alanlar yavaş yavaş kendilerine gelmeye başladılar. Bundan sonra ne olacaktı? Her şey Mevlâna ile başlamıştı; O’nun yokluğu
ile her şey yok olup gidecek miydi? Toparlanmalı; Mevlâna, fikriyle,
düşünceleriyle yaşatılmalı, aydınlık yolu izlenmeliydi. Ama kim kılavuzluk edecekti; kimdi Mevlâna’yı temsil edecek?
Hastalığı günlerinde bu sorular akla gelmemiş değildi. Mevlâna’nın
yakınında bulunanlar,
Mevlâna’nın son öğütlerini verdiği sırada:
—Efendimiz, sizden sonra halifemiz kim olur? diye üç kere sormuşlar, her defasında da:
—Çelebi Hüsâmeddin’imiz halife olur, cevabını almışlardı.
Gerçekten de, Kuyumcu Selâhaddin’in ölümünden sonra, Çelebi
Hüsâmeddin Mevlâna’nın en yakın dostları ve halifeleri arasında seçkin
yerini almıştı. Mevlâna’ya Mesnevî’yi yazdırtan, varını yoğunu Mevlâna
yolunda harcayan, ona gönülden bağlı Çelebi Hüsâmeddin, daha
Mevlâna’nın sağlığında, Mevlâna’nın halifesi olabileceğini herkese kabul ettirmişti. Ettirmişti ama ortada bir de Sultan Veled vardı. O, babasının ilim ve irfan potasında pişmiş, herkesin sevgisini kazanmış bir
tasavvuf eriydi. Mevlâna, onu öteki oğullarından daha çok sever, ona:
“Bana yaradılış ve huy bakımından en fazla benzeyen sensin” derdi.
Mevlâna’nın bıraktığı posta hakkıyla oturabilir, onu lâyıkıyla temsil edebilirdi. Çelebi Hüsâmeddin de böyle düşünürdü elbet. Mevlâna’nın
vârisi olarak Sultan Veled’in posta oturmasını gönülden istiyordu. Bir
gün Sultan Veled’i ziyaretinde şöyle dedi:
— Veled, sen bize Pirimizden, armağansın. Ondan sonra uyulacak, dayanılacak tek kişi sensin. Onun yüce makamı sana düşer. Çünkü senden daha arif
olan; yol, iz bilen yok.
Bu teklifi kabul etmeyen Sultan Veled İbtidânâme adlı eserinde bu
234
olayı şöyle nakleder:
“Hayır, Babam ölmedi; gerçekten diridir O. Ölen onun maddi varlığı, yıpranıp
giden cesedi. Ruhu Allah civarında ölümsüz yaşıyor. Peygamberimiz, Mü’minler
ölmezler, demedi mi? Babamın zamanında halifemizdin. Şimdi de halifemiz sen
olacaksın. İmam sendin, biz sana uyardık, şimdi de uyacağız. Bu babamın vasiyeti, bu vasiyet yerine gelmeli”.
Çelebi Hüsâmeddin, Sultan Veled’e ne kadar yalvardı, rica ettiyse de
Sultan Veled kabul etmedi. Çaresiz, gönül hoşluğu ile Mevlana’dan boşalan postu devraldı.”
235
İlk Postnişin
ÇELEBİ HÜSAMETTİN (Ö.1284)
“Çelebi Hüsâmeddin, böylece, sessiz-sedasız gönül postuna oturdu.
Aslında Mevlâna, bir tarikat kurucusu değildi. Bir tarikat kurmayı, bir
tarikatın piri olmayı hiç düşünmemişti. Onun yolu ilâhî aşk ve cezbe
yoluydu. Bu yolda pişmiş; pişme de ne demek, yanıp tutuşmuştu. Ölümüne yakın yıllarda: “Ben tenden soyundum; O, hayalden soyundu.
Artık vuslat ilinin en ileri makamlarında salınmadayım (Mesnevi, C.6,
Beyit: 4619) diyor, bir an önce Allah vuslatını özlüyordu.
Peki, ama neydi istenen? Mevlâna’dan sonra, O’nu temsil edecek bir
halifeye ne lüzum vardı? İstenen, Mevlâna yolunu, Mevlâna düşüncesini canlı ve ayakta tutmaktı. Sağlığında Mevlâna’nın çevresinde toplananlar, O’nun ölümüyle dağılıp, tükenmemeliydiler. Mevlâna gibi olan,
O’nun gibi düşünen biri, tutuşturulan bu aşk ocağını sonsuza dek tüttürmeli; bu ocağın sahibi ve mürşidi ol-malıydı. Bunun için bir halifeye
lüzum vardı, işte Çelebi Hüsâmeddin bunun için bu görevi üstlenmiş,
Mevlâna dostlarının başına geçmişti.
Çelebi, daha genç yaşında, halim-selim bir ahî genci iken, Mevlâna’nın
halkasına girmişti. Asıl adı Ahi Hüsâmeddin Hasan’dı. Babası. Konya
ahilerinin şeyhi olarak bir zaviyede oturuyordu. Ataları, Urmiye’den
göçerek Konya’ya gelip yerleşen fütüvvet ehliydi. Bu yüzden Çelebi
Hüsâmeddin’e Ahi Türkoğlu da deniyordu.
Çelebi Hüsâmeddin’in ilk isi, Mevlâna’nın mezarı üzerine Türbe yaptırmak olmuştu. Mevlâna, sağlığında mezar üzerine türbe yaptırma geleneğine pek uymuyordu. Babası bilginler sultanı Bahâeddin Veled öldüğü zaman, cenazesi, şimdiki Mevlâna Türbesi’nin bulunduğu Has
Bahçe’ye defnedilmişti. Mevlana’ya büyük saygı besleyen Selçuklu veziri Emir Muineddin Süleyman Perva¬ne, bu mezar üzerine bir türbe
yaptırmak isteyince, Mevlâna ona: “Şu gök kubbeden daha iyisini, daha
büyüğünü yapamayacağına göre, yenisini yapmaya zahmet etmeyiniz.”
diyerek bu isteğinden vazgeçirmişti.
236
Mevlâna, Mesnevisinin üçüncü cildinde: “Mezara türbe yaptırmak,
üstüne kubbe kurmak, mânâ sahiplerince makbul değildir.” diyor ve
ilâve ediyordu: “Bizim mezarımızı yerde arama! Bizim mezarımız ariflerin gönülleridir.” Mevlâna’nın mezar üzerine türbe yaptırmanın gönüllüsü olmadığı bu sözlerinden açıkça anlaşıldığı halde, Mevlâna’nın
menkıbelerini yazan ve Çelebi Hüsâmeddin’in halifeliğinde sağ olan
Ahmed Eflakî, Mevlâna’nın vasiyet yollu şu sözlerini kaydediyor:
“Bizim dostlarımız, türbemizi, uzaklardan görünecek, şekilde yüksek
yapsınlar. Kim bizim türbemizi ta uzaklardan görerek tam bir inançla
bizi hatırlarsa, onun nâmı iki cihanda aziz olacaktır. Tam bir aşkla riyasız bir doğrulukla gelip türbemizi ziyaret edenin dileğini Yüce Allah
yerine getirir.”
Mevlâna bu sözü söylemiş olsa da, olmasa da, ölümünden sonra, mezarı üzerine bir türbe yapma isteğinin kimse önüne geçemezdi. Mezar
her gün ziyaret ediliyor, her ziyaret eden bu isteği tekrarlıyordu.
Mevlâna’nın Ölümünden birkaç ay sonra, Mevlâna’ya büyük bir saygı
besleyen Emir Alâmeddin Kayser, bu istekle Sultan Veled’e başvurmuş, önce onun rızasını almıştı. Sultan Veled’in “kabul” sözünden sonra, Alâmeddin Kayser, Emir Süleyman Pervane ve onun varlıklı eşi
Gürcü Hatun’la işbirliği ederek seksen bin dinar para toplamış, bir türbe yaptırılması için Çelebi Hüsâmeddin’e teslim etmişti. Bu para kısa
sürede yüz altmış bin dinara yükselmiş ve türbe yapımına geçilmişti.
Selçuklu devrinin tanınmış mimarlarından Tebrizli Bedreddin’e yaptırılan Türbe, ilkin dört fil ayağı sütun üzerinde yükselen dilimli bir tuğla
gövde ve onun da üzerinde yine dilimli konik bir kümbet şeklindeydi.
Kuzey yönünde yüksek kemerli acık bir eyvanı vardı. Doğu, Batı ve
Güneyi kapalıydı. Eyvan’da, Mevlâna’nın mezarı üzerine, Selim oğlu
Abdülvâhid ve Konyalı Genak oğlu Hûmâmeddin adlı iki usta ahşap
bir sanduka yerleştirmişlerdi. Mevlâna’ya ait olan bu ahşap sanduka
bugün Sultânu’l Ulema’nın kabri üzerinde bulunmaktadır. Sandukanın
heybetli görünüşü halk arasında ‘Mevlâna ölünce babası ayağa mı kalktı?’ gibi bir söylentiye sebep olmuştur. Sanduka’nın üzerindeki sülüs
yazılar, Mevlâna’nın Divan’ından ve Mesnevî’sinden seçilmiş; kitabesi
Çelebi Hüsâmeddin ve Sultan Veled tarafından yazılmıştı.
Böylece Mevtana Dergâhı’nın nüvesi ve temelleri atılmış oluyordu.”
237
İlk Dergâh
“Mevlâna Türbesi’nin bulunduğu Has Bahçe, Konya Kalesi’nin dışında, Aksaray Kapısı yakınlarındaydı. Has Bahçe, Selçuklu Sultanı 1.
Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası Bahâeddin Veled
ve ailesine armağan edilmişti. Konya giderek büyüyor, surların dışına
taşıyordu. Has Bahçe’nin çevresinde ev¬ler, konaklar yaptırılmıştı. Çelebi Hüsâmeddin, Has Bahçe’yi bir duvarla çevirte¬rek geleceğin
Mevlâna Dergâhı’nın yeri-ni tayin etmişti. Önce Türbe’nin bitişiğinde
birkaç oda yaptırıldı. Bu sırada Türbe’ye bağışlar yapılıyor, vakıflar
bağlanı¬yordu. Türbe’de müezzinler, imamlar, Mesnevî hanlar görevlendirildi. Mesnevî han Sirâceddin bunların başındaydı. Her Cuma namazından sonra Çelebi Hüsâmeddin, Mevlâna dostlarını, topluyor,
Mevlana’nın türbesini coşku ile ziyaret ediyordu. Bu ziyaretten sonra
Kuran-ı Kerim ve Mesnevi okunuyor, dervişler sema ediyorlardı.
Çelebi Hüsâmeddin, Mevlâna dostlarının başına geçmiş, onları, dağılıp gitmekten kurtarmış ve onları bir araya getirmişse de bir tarikat
kurucusu ve Pir’i olmamıştır. Hüsâmeddin’in halifeliği, Mevlâna dostlarına şeyhlik, mürşitlik görevini yerine getirişi on yıl sürdü. 1284 yılının
Ekim ayıydı. Eflâki’nin anlattığı bir hikâyeye göre Çelebi. Meramdaki
bağında bir semâ toplantısı yapmış, Mevlâna âşıkları bu toplantıya katılmışlardı. Semâ devam ederken Konya’dan gelen Mevlâna Türbesi’nin
kubbesindeki âlem’in düştüğünü haber verince Çelebi, derin bir âh çekmiş, ağlamaya başlamıştı. Çelebi: “Şeyhim beni çağırıyor. Göç zamanı
geldi, ömür kadehi doldu, beni eve götürün” demişti. Evine götürdüler. Birkaç gün sonra da (25 Ekim 1284 Çarşamba) vefat ettiği haberi
Konya’ya yayıldı. Çelebi Hüsâmeddin’in ce¬naze namazını Sultan Veled kıldırdı ve Mevlâna’nın baş ucuna defnedildi.”
238
SULTAN VELED (Ö.1312)
“Çelebi Hüsâmeddin’in ölümünden sonra, Mevlâna postuna,
Mevlâna’nın büyük oğlu Sultan Veled’in varis olacağı olağandı. Bundan
kimsenin şüphesi yoktu. Kendisi İbtidânâme adlı eserinde şöyle diyordu: “Halk, genç-yaşlı hep toplanıp yalvardılar. Ey Veled dediler, babanın yeri zaten senindi, çünkü onun sana sevgisi daimiydi. Öyle olduğu
halde, Hüsâmeddin’e verdin. O göçünce artık bahanen kalmadı.
Allah’ın takdiri böyle. Bu sözler üzerine, ben de tekliflerini kabul ettim
“
Sultan Veled, Mevlâna’nın yerini aldığı zaman 58 yaşındaydı. O da
Mevlâna’ya uymuş, onun sevdiklerini sevmiş, Tebrizli Şems’e, Kuyumcu Selâhaddin’e bağlanmış, hizmetlerini görmüştü. Çelebi Hüsâmeddin’e
de aynı saygıyla bağlanmış babasının ölümünden sonra onu, isteyerek
babasının postuna oturtmuş, kendisi de bir «mürit» gibi ona hizmet
vermişi. Bu üç tasavvuf erinden başka, Sultan bir ömür boyu bağlandığı, feyiz aldığı, manevî terbiyesi altında yıllarca önünde diz çöktüğü bir
ulu kişi daha vardı. Mevlâna’nın has müritlerinden Bektemûroğlu
Şeyh Kerimeddin. Mevlevi kaynaklarının tümü, Bektemûroğlu Şeyh
Kerimeddin’i Sultan Veled’in hocası sayar; onun yüceliğini, gönül ve
görüş zenginliğini dile getirirler. Sultan Veled, Çelebi Hüsâmeddin’sen
sonra Mevlâna dostlarının Şeyhi olduğu halde, Şeyh Kerimeddin’i yine
şeyhi saydı. O, 1292 yılı Kasım ayının baslarında vefat ettiği zaman onu
babasının hemen yanı başına defnetti.
Sultan Veled’in Mevlâna’nın makamını temsil etmesiyle, kendisine
uyanların sayısı da giderek artıyordu. Veled babasının ölümünden sonra, daha önce Emir Bedreddin Gevhertas’ın Mevlâna ailesi için yaptırdığı medrese ve evden ayrılmamıştı. Şimdi burası müritlerle dolup taşıyor, dar geliyordu. Mevlâna’nın Türbesi çevresinde her ne kadar mescit,
semahane gibi ek binalar yapılmışsa da bunlar da yetersizdi. Burada
kendi ailesinin oturacağı ve müritlerin de toplanabileceği yeni bir medrese yaptırmaya karar verdi. Selçuklu emirleri ve varlıklı kişilerin yardımı ile birkaç yıl içinde medrese yapıldı. Sultan Veled, eşi ve çocuklarıyla bu medreseye tasındı. Uzun yıllar Mollayı Cedid yahut Velediyye
239
adıyla bilinen bu medrese; zamanla harap olmuş, 1888 yılında üzerine
yeni odalar eklenerek Bahâiyye Okulu yapılmış, 1951 yılı Ekim ayında,
Mevlâna Meydanı’nı genişletmek amacıyla yıktırılmıştır. Mevlâna’nın
oturduğu medrese de, bu yeni medresenin yapılması ile Mollayı Atik
Medresesi olarak tanınmış, zaman içinde tamamen yıkılarak yeri dahi
unutulmuştur.
Sultan Veled’in yaptırdığı yeni medrese ile Mevlâna Türbesi çevresinde filizlenmekte olan Dergâh, daha geniş bir mekân kazanmış, ayrıca
Mevlâna ailesi de Dergâh’ta kalmaya başlamışlardı.
Sultan Veled’in Teşkilatçılığı
Sultan Veled’in, posta oturmasıyla, Çelebi Hüsâmeddin’in aksine,
Türbeye bir hareket ve canlılık gelmişti. Çelebi Hüsâmeddin, çekingen,
içe dönük, sessiz yaradılışta, bir adamdı. Sultan Veled ise; girişken saray
ve devlet adamlarıyla iyi ilişkiler içindeydi. Her ne kadar Mevlâna topluluğunun adı henüz konmamışsa da, topluluk Sultan Veled’in çevresinde kümeleştiği için çoğu zaman bunlara Veledi deniyordu. Mevlâna’ya
izafeten Mevlevi de dendiği oluyordu.
Sultan Veled’in dost ve derviş çevresi giderek büyüyordu. Gerçekten
de 1300’lü yıllara gelindiği zaman Mevlana Türbesi ve çevresi, Sultan
Veled’e uyanların toplandığı yer haline gelmişti. Sultan Veled, Çelebi
Hüsâmeddin‘le birlikte başlatılan Mesnevî hanlığı, daha da düzene sokmuş; Dergâh’ta, Mesnevi okunacak gün ve saatleri, sema meclislerinin
zamanını ayarlamış, semanın ve mutrıbın düzenini, belli kaidelere bağlamıştı. Türbeye ve Dergâh’a yapılan bağışlar artıp, yeni vakıflar bağlandıkça, dervişlerin yatıp kalktıkları, sema ve musiki çalışmaları yaptıkları
yeni binalar yaptırılmıştı. Hatta “derviş olmanın da bir yolu yordamı
olmalıdır” diyerek, bunun da usul ve kaidelerini ortaya koymuş, öğretmişti.
Sultan Veled, Mevlâna yoluna girenlerin uyacakları usul ve erkânı en
ince ayrıntıları ile tespit ederken, bu yolun yayıcılarını da seçmeye, onları Anadolu şehir ve kasabalarına göndermeye başlamıştı. Has müritlerinden Şeyh Süleyman Tûrkmâni’yi Kırşehir’e göndermiş, orada bir
Mevlevi zaviyesi kurdurmuştu. Muhammed Alâeddin Amasya’ya,
Hüsâmeddin Hüseyin Erzincan’a, Sultan Veled’in halifesi olarak gitmiş
240
ve halkı Mevlâna yolunda aydınlatma görevini almışlardı. Böylece Sultan Veled’in ölümüne yakın yıllarda Mevlevîlik resmen kurulmuş oluyordu.
Sultan Veled, Kuyumcu Şeyh Selâhaddin’in kızı Fatma Hatun’la evlenmiş, bu hanımından Ulu Arif Çelebi adlı oğluyla, Muahhara Âbide
ve Şeref Arife adlarında iki kızı doğmuştur. Fatma Hatun’un ölümünden sonra, bir biri ardınca Nusrel Hatun ve Sünbüle Hatun adlı, iki
hanımla daha evlenmiş; birincisinden Şemseddin Abid. İkincisinden
Selâhaddin Zâhid ve Hüsâmeddin Vâcid adlı, oğulları dünyaya gelmiştir. Böylece 4 oğlu iki kızı bulunan Sultan Veled, kızlarından Mutahhara
Abide Hatun’u Germiyanlı Beyi Süleyman sah’la evlendirmiştir.
Sultan Veled. II Kasım 1312 yılında, 86 yasında iken kısa süren rahatsızlığından sonra sonsuzluk âlemine göç¬müş; cenazesi, Mevlâna
Türbesi’nde, babasının sandukasının sol tarafına gömülmüştür. Öldüğü
zaman büyük oğlu Ulu Arif Çelebi, 40 yaşındaydı ve babasının makamına oturmuştu.”
241
ULU ARİF ÇELEBİ (Ö.1320)
“Hz. Mevlâna’nın torunu ve Sultan Veled’in büyük oğlu Ulu Arif Çelebi, 6 Haziran 1272 günü doğduğu zaman, Mevlâna sağdı. Mevlâna,
doğduğu gün, loğusa yatağındaki annesi, Fatma Hatun’un odasına gelerek başına altınlar saçmış, torununu kucağına alarak;
“Mübarek bâd ber- mâ in Feridun
Ki gerded pâdşâh-i din Feridun “
Diye başlayan ve “Kutlu olsun Feridun bize. Din sultanı olsun, gökteki ay
gibi parlasın, aydın bir hâle gelsin, şekerlerle dolu Mısır ülkesi gibi tatlı olsun.
Kutluluk meydanından topu çelsin, eğerini vurarak, yağız devlet atına binsin. Feridun ikbal burcundan doğdu, o bastan başa sevgi doludur” diye devam eden
gazeli¬ni söylemişti. Adını Feridun Arif koydu.
Etrafındakilere:
—Bu çocuğu Ulu Arif diye çağırın. Bana da babam “Hüdavendigâr” derdi
adımı söylemezdi. Ona bu adı manevî bir armağan olarak veriyorum,
dedi.
Çocuk giderek büyüyordu. Mevlâna onu çok sevmişti. Bir gün oğlu
Sultan Veled’e söyle dedi:
—Ben bu çocukta yedi nur görüyorum. Bu nurlar babam Bahâeddin Veled’in,
Şeyhim Seyyid Burhâneddin’in Hazret-i Şems’in, Şeyh Selâhaddin’in, Çelebi
Hüsâmeddin’in nurları; benim nurum ve senin nurun.
Arif bir yaşına gelince, kucaktan inmez olmuştu. Mevlâna ve Çelebi
Hüsâmeddin onu dizlerinin dibinden ayırmıyorlardı. Ne var ki, bu yüzünde ilâhi nurlar parlayan sevgili yavru, bir buçuk yaşına bastığı günlerde, Mevlâna sonsuzluğa kanat açarak ebedi diyara göç etti.
Feridun Ulu Arif büyüdükçe, hâl ve tavırlarıyla dedesi Mevlâna’ya çok
benziyordu. Bu benzerliği görenler, ona Ulu Arif Çelebi demeye başlamışlardı. Çelebi adı, “Çalabî”, yani “Allah’tan, Allah yolundan, Allah’a
ait” anlamına geldiği gibi «bey, efendi» anlamına da geliyor-du. Çelebi
Hüsâmeddin’den sonra, Sultan Veled’e de “Veled Çelebi” denmişse de,
asıl çelebilik Ulu Arif Çelebi ile başlamış, bundan sonra Konya Mevlâna
Der¬gâhında postnişin olan şeyhlere “Çelebi” denildiği gibi, Mevlâna
242
soyundan gelen erkeklere de Çelebi denilmiştir.
Sultan Veled de Ulu Arif Çelebi’yi çok severdi. Ona “ruhların şeyhi”
derdi, iyi bir öğretim verdi. Mevlâna’nın eserlerini okuttu. Buluğ çağına
erişince de Konya’da Tebrizli Emir Kayzer’in kızı Devlet Hatun’la evlendirdi. Bu evlenmeden Bahâeddin Emir Âlim, Muzaffereddin Emir Âdil
adlı iki oğluyla Melike adlı kızı dünyaya geldi. Ulu Arif Çelebi, Mevlâna’nın
bütün eserlerini ezberden okuyacak kadar güçlü bir hafızaya sahipti.
Duygusal, hemen heyecanlanan, taşkınlıklar gösteren, atak, cesur bir yaradılıştaydı. Olaylar karşısında ansızın duygulanır, o anda yapacağını yapar, söyleyeceğini söylerdi. Bu davranışlarıyla çoğu zaman Tebrizli Şems’e
benzetilir, hareket ve sözlerinde bir “keramet” aranırdı.
Sultan Veled’in, Çelebi Hüsâmeddin’in ölümünden sonra Mevlevi
postuna oturduğu, Mevlevi tarikatının temellerini attığı, tarikatın usül
ve yöntemlerini belirlediği yıllarda Ulu Arif Çelebi, Mevlevîliği tanıtmak ve yaymak amacı ile Anadolu’da pek çok geziler yapmıştı. Hatta
Tebriz’e; Asya’da Merend’e, Sultaniye’ye kadar gitmiş; gittiği yerlerde
sultanlar, beyler, o şehrin ileri gelenleri tarafından hoşça karşılanmış,
saraylarda, konaklarda ağırlanmıştı. Her yerde saygı görüyor, sözleri ve
hareketleriyle hayranlık uyandırıyordu. Bu gezilerinde kendisine uyan,
kendi fikirlerini benimseyen dervişler de vardı. Ulu Arif Çelebi bunlardan çoğunu o şehirlerde bırakarak, İlk Mevlevi Tekkelerinin, Zaviyelerinin kurul-masını sağlıyordu. Bunlar arasında Larende (Karaman),
Beyşehir, Aksaray, Akşehir, Afyon, Amasya, Niğde, Sivas, Tokat, Birgi,
Denizli, Alanya, Bayburt, Erzurum gibi şehirler de vardı. Erzurum’dan
Tebriz’e gidişi de bu yıllara rastlar. Bu geziye Ahmed Eflâki Dede de
katılmıştır.
Sultan Veled’in Konya’da Mevlevi topluluğunun başında bulunduğu
ve Ulu Arif Çelebi’nin gezilerine devam ettiği yıllarda, Anadolu Selçuklu Devleti de tarih sahnesinden büsbütün silinip gitmiş; Anadolu’da
bölge bölge beylikler doğmuştu. Her biri bağımsız ve belli sınırlar içerisindeydi. Selçuklular zamanında Anadolu’ya göçen Oğuz ve Türkmen
aşiretlerinin kurduğu bu beylikler, Asya’dan, Anadolu’ya göçen ve kendilerine Horasan erenleri denen mutasavvıf dervişlere büyük saygı
duymuş, onların irşatlarından sürekli etkilenmişlerdi. Bu mistik ortamda, Mevlâna gibi büyük bir “mürşid”in ve bir tasavvuf şeyhinin sevgili
torunu Ulu Arif Çelebi’nin şehir şehir, oba oba ziyaretler yapması ya243
dırganmıyor, üstelik hoş karşılanıyordu. Onun hem de iki kez, ilhanlıların başkenti Sultaniye’ye kadar gitmesi, Moğol hanları ve beyleriyle görüşmesi, onlara kendi ilim ve irfanını kabul ettirmesi az şey değildi.
Babası Sultan Veled’in ölümünden sonra, Ulu Arif Çelebi, Anadolu’nun
birçok şehirlerinde tanınan, ünü İran ve Irak’a kadar uzanan bir şeyh
olarak, Mevlevi postuna oturmuştu. O, Sultan Veled’den sonra, altı yüz
yıldan fazla sürecek olan yeni bir geleneği başlatmış oluyordu. Artık
Ulu Arif Çelebi’den sonra, Konya Mevlâna Dergâhı postnişinleri,
Mevlâna soyundan oğuldan oğula, en büyük oğuldan başlayarak sırasıyla şeyhlik makamına geçecek ve bu böyle sürüp gidecekti.
Ulu Arif Çelebi’nin Konya Mevlâna Dergâhı şeyhliği ancak sekiz yıl
sürdü. Bu sekiz yılın bir değerlendirilmesi yapılırsa, Ulu Arif Çelebi,
babasından devraldığı Mevlevilik Tarikatını, merkez Konya olmak üzere, daha sağlam temellere oturtarak yaymaya çalıştı. İnandığı ve güvendiği dostlarını, birer Mevlevi ocağı tüttürmeleri için pek çok şehirlerde
görevlendirdi. Mevlana Türbesi ve Dergâhının vakıf gelirlerini artırdı.
Tarikatın ilkelerini yeniden gözden geçirerek, sema ve zikir usullerini
kurallaştırdı. Çok genç yaşta, 5 Kasım 1320 Salı günü, 48 yaşındayken
vefat etti.
Ölümünden birkaç gün önce, Mevlâna’nın ölümünde olduğu gibi…
Konya’da depremler olduğunu ve Mevlâna’nın; Aşk yolunda bütün
ömrüm tek bir vakit olsun diye. Mum gibi eriyorum, diye başlayan gazelini okuyarak ruhunu teslim ettiğini, o gün başı ucunda gözyaşı döken Ahmed Eflâki yazar.
Cenazesi Mevlâna Türbesi’nde, Mevlana’nın ayakucuna doğru soldaki
yere gömüldü; üzerine tuğla örgü bir sanduka yerleştirildi.”
244
ŞEMSEDDİN ÂBİD ÇELEBİ (ö. 1338)
“Ulu Arif Çelebi, ölümüne yakın yıllarda, Dergâh işlerini kardeşi
Şemseddin Emir Âbid Çelebi’ye bırakmış, ölü-münden sonra da, Emir
Âbid Çelebi Dergâhın, dördüncü şeyhi olmuştu.
Selçuklu Devletinin yıkılışından sonra, Konya’ya Karamanoğulları
yerleşmişse de, ilhanlı hükümdarı Ebu Sâid Bahadır Han, Anadolu’ya
Emir Çoban adlı bir komutanını Genel Vali olarak göndermiş, Emir
Çobanla Karamanoğulları çatışmışlardı. Ulu Arif Çelebi’nin öldüğü yıl,
Emir Çoban’ın oğlu Timurtaş, Konya’yı Karamanoğulları’ndan almıştı.
Ne var ki Timurtaş’la Emir Âbid Çelebi’nin arası iyi değildi. Aslında
gerek Emir Çoban; gerekse oğlu Timurtaş, Ebu Sâid Bahadır Han’a
karşı bağımsızlıklarını ilan etmiş, Anadolu’yu istedikleri gibi idareye
başlamışlardı. Siyasi kargaşaların huzursuzluk yarattığı bu dönemde
Emir Âbid Çelebi, Konya’daki postuna ancak sahip olabilmiş, Mevleviliğin yayılıp gelişmesi için fazla bir çaba gösterememişti. 1327 yılında,
Timurtas’ın Mısır Memlukluları’na sığınmasından sonra, Emir Âbid
Çelebi bir ara Sultaniye’ye gitmek istemiş, bu seyahatinden memnun
olmayarak Tebriz’den geri dönmüştü. Çelebi’nin bu gücenginliğini öğrenen Bahadır Han, 1333 yılında Emir Sungur Ağa adlı bir adamını,
Çelebi’nin gönlünü almak üzere, çeşitli hediyelerle Konya’ya gönderdi.
Emir Sungur Ağa’nın Mevlana Türbesi ve Dergâhına armağan ettiği
hediyeler arasında, sonradan “Nisan Tası” diye adlandırılan üzeri altın
ve gümüş kakma, yazı ve resimlerle süslü, Musul işi büyük bir bronz
kap da vardı. Bu sanat şaheseri bugün Mevlana Müzesinde aynı adla
sergilenmektedir.
1335 yılında Bahadır Han’ın ölümü ve İlhanlı Devleti’nin çöküşü ile Anadolu beylikleri tekrar düze çıktı. Konya, Karamanoğulları’nın eline geçti.
Bir ara Eretna Beyin teklifi ile Emir Âbid Çelebi, Eretna Beyliği’nin elçisi
olduğunu ve kısa bir süre Konya’dan ayrıldığını Eflâki yazıyor. Bu elçilik
görevinden sonra, Konya’ya dönen Emir Âbid Çelebi, Dergâh işlerini yeniden düzenledi. Karamanoğlu beylerinin yardımı ile Türbede ve Dergâh’ta
onarımlar yaptırdı, Çelebi, 23 Temmuz 1338’de öldü ve kardeşi Ulu Arif
Çelebi’nin yanına defnedildi.
245
HÜSÂMEDDİN VÂCİD ÇELEBİ(Ö. 1342) VE EMİR
ÂLİM ÇELEBİ l (ö.1350)
“Ulu Arif Çelebi oğlu Hüsâmeddin Vâcid Çelebi, Emir Âlim
Çelebi’nin sağlığında, onun Konya’da bulunmadığı aylar ve yıllarda,
onun adına Dergâhta halife olarak görev yapar, vakıf işlerini idare ederdi.1338 yılı Temmuzunda, doğrudan doğruya posta oturduğu zaman,
fazla faaliyeti olmadı. Postta ancak 4 yıl kalabilmişti. 7 Şubat 1342’de
öldü. Ölümüyle Konya Mevlevi Dergâhı postu az kalsın başsız kalıyordu. Yerleşmekte olan geleneğe göre Vâcid Çelebi’den sonra posta Emir
Âlim Çelebi’nin oturması lazımdı Çünkü Vâcid Çelebi’nin posta oturacak bir erkek çocuğu dünyaya gelmemişti. Emir Âlim Çelebi de,
Konya’dan çok uzaklarda bulunuyordu. Konya’ya dönüp posta oturacağı şüpheliydi. Babası ile Tebriz’e gitmiş, oradan dönmemişti. Bir ara
Türkistan’a gittiğini, orada Mevlâna’nın fikir ve eserlerini yaymakta olduğunu söyleyenler vardı. Çelebilik makamı da boş kalamazdı. Haberler gelinceye kadar, diğer küçük kardeşi Emir Âdil Çelebi, ona
vekâleten posta oturdu. Emir Âlim Çelebi’yi bekleyiş, tam sekiz yıl sürdü. 1350 yılında öldüğü haberi Konya’ya ulaşınca, yerine Emir Adil
Çelebi geçti. Bu sekiz yıllık devreyi Mevleviler “Niyabet” yılları olarak
sayarlar. Gurbette öldüğü ve Mevlâna Türbesi’nde mezarı bulunmadığı için de üzü¬lürler.”
246
EMiR ÂDİL ÇELEBi (6.1368)
“Emir Âdil Çelebi, 1350 yılında Çelebilik makamında 18 yıl hizmet
görmüş ve Birinci Âdil Çelebi adıyla Postnişinler Şeceresi’nde yerini
almıştır. Bu on sekiz yıl içinde neler olmuştur? Bunu pek bilmiyoruz.
Çünkü. Mevlâna ve oğullarının menkıbelerini yazan ve bize önemli
kaynak bırakan Ahmed Eflaki, 1360 yılında ölmüş, “Menâkıbu’l-Arifin”
adlı eseri Emir Adil Çelebi’nin posta geçmesi haberiyle son bulmuştur.
Bu önemli kaynak, 1360’da susarken, bir başka kaynak, Mevlevi tarihine ışık tutmaya baslar. Bu kaynak, Kütahya Mevlevihânesi şeyhi Sakıp
Mustafa Dede (ö,1735)nin “Sefine-i Nefîse-i Mevleviyân” adlı eseridir.
Biz, bu eserin faydalanacak bölümleri ve öteki Mevlevi kaynaklarının
yardımı ile Çelebiler Silsilesi’ni sürdürmeye çalışacağız. 1350-1368 yılları arasında, Ulu Arif Çelebi oğlu Emir Adil Çelebi Mevlâna’nın postunda, Onu temsilen oturmaktadır. Bu yıllarda Konya, Karamanoğulları’nın
elindedir. Karaman beyleri, Mevlana’ya ve Dergâhın sakinlerine çok
saygılıdır. Karamanoğulları’nın tarihini yazan Şikâri, bu saygının, Karaman beylerinin Mevlâna Dergâhı’na şeyh olan Çelebilere “mürit” olacak kadar ileri gittiğini ifade eder.”
EMİR ÂLİM ÇELEBİ II (0.1395)
“Emir Adil Çelebi’nin ölümünden sonra yerine gecen Âlim Çelebi II
zamanında, Karamanoğlu Alâeddin Bey, Karaman’daki Mevlâna’nın
annesi Mümine Hatun, kardeşi Muhammed Alâeddin’in, bir ihtimalle
eşi Gevher Hatun’un mezarları üzerine, 1370 yılında bir Türbe, biti-şiğine bir Mevlevihane ve Mescit yaptırdığı, bunlara zengin vakıflar bağlandığı görülmektedir.
Emir Âlim Çelebi II, kendisini tamamen ibadete ve semâya vermiş; 27
yıl Dergâh’ta postnişînlik yapmıştır. Çelebi, 1395 yılında ölmüş ve cenazesi Mevlâna Türbesi’ne kaldırılmıştır.
Postta bu kez Emir Âdil Çelebi oğlu Arif Çelebi vardır.”
247
ARİF ÇELEBİ II (0.1421)
“Ulu Arif Çelebi’nin torunu olan Arif Çelebi’yi dedesinden ayırmak
için, Mevleviler ona Ârif-i Sânî (ikinci Arif) de derler. Çelebilik makamında bulunduğu yıl¬lar, Anadolu çalkantılar içindedir.
Şöyle ki:
Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in Rumeli ve Sırp seferlerini fırsat
sayan, başta Karamanoğulları olmak üzere, bazı Anadolu beylikleri Osmanlılara karşı harekete geçmiş; Yıldırım Bayezid de Rumeli Seferi’nden
Anadolu’ya yönelmiş ve 1390 yılında Konya’yı kuşat-mıştı. Neyse ki
Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’le barış yapıldı da, Konya’da büyük bir
kardeş kavgası önlenmiş oldu.
Yıldırım Bayezid’in Niğbolu’daki meşguliyetinden faydalanmak isteyen Alâeddin Ali Bey, 1397 yılında tekrar Osmanlı şehirlerine saldırmışsa da bu kez seferi bırakıp Anadolu’ya dönen Yıldırım’ın elinden
kurtulamamış, ona esir düşmüştür. Ne var ki, Anadolu Beylerbeyi Timurtaş Paşa daha önce kendisini esir ederek zincire vuran Alâeddin Ali
Bey’i gizlice öldürtmüştür. Bu olaydan sonra geçici de olsa Konya Osmanlıların elindedir.
İş bununla da kalmamış, 1399 yılında Timur orduları Anadolu üzerine
üşüşmüştür. Şehirleri yakıp yıkan, yağma eden Timur, 1402 Temmuzunda Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovası’nda Osmanlılarla karşı karşıya gelmiş, yapılan savaşta Yıldırım Bayezid, Timur’a esir düşmüş, getirildiği Akşehir’de 8 Mart 1403 tarihinde üzüntüsünden ölmüştür.
Bu olaydan sonra Osmanlı birliği dağılmış; Anadolu, yine parça bölük
beyliklerce idare edilmeye başlamıştır. Bu dönemde Konya, yine
Karamanoğulları’nın elindedir. İşte bu yıllar, Konya’da Mevlâna
Dergâhı Çelebilik makamında bulunan Arif Çelebi, çoğu zamanını
Anadolu’yu dolaşarak olayların içinde bulunmamaya tarikatını ve dervişlerini siyasetin dışında tutmaya çalışmıştır. Onun en önemli işi. Emir
Âbid Çelebi II zamanında Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in Mevlâna
Türbesi’nde başlattığı büyük onarımı tamamlamak olmuştur. Karamanoğulları tarihini yazan Şikari’nin an-lattığına göre. Bu onarımın başla248
ması şöyle olmuştur:
Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey, Güneydeki Gorikos (Kızkulesi) Kalesini almak, böylece Akdeniz ticaretinin bir bölümünü elinde bulundurmak istemektedir. Ne var ki Kale çok güçlüdür. Bir gece Alâeddin
Ali Bey, rüyasında Hz. Mevlana’yı görür ve ondan Gorikos Kalesini
fethedeceği müjdesini alır. Bundan sonra, Güneye bir sefer düzenleyerek sahil emirleri ile birleşir, Gorikos’u fetheder. Zafer dönüşü Konya’ya
gelen Alâeddin Ali Bey, “gaza malı ile” Mevlâna Türbesi’ni onartmaya
başlar. Onarım, 1397 yılına kadar sürer. Türbe adeta yeniden yapılmıştır. Buna göre dört fil ayağı üzerine oturan sivri kemerler arasındaki
Doğu ve Batı duvarlar açılmış, yalnız Güney duvar örtülü kalmış; böylece Türbe genişletilerek, dışarıdaki mezarların da Türbe içine alınması
sağlanmıştır. Ayrıca kemerleri birbirine bağlayan çapraz tonoz kubbenin üzerine, dilimli silindir seklinde bir kubbe, onun da üzerine yine
dilimli konik kümbet yükseltilmiş ve bugünkü durumunu almıştır.
Kubbe ve kümbetin dış yüzeyleri çinilerle kaplanmıştır.
Arif Çelebi II, 26 yıl postnişin olduktan sonra, 1421 yılında vefat etmiş; O da 138Mevlâna Türbesi’ne gömülmüştür.”
249
PİR ÂDİL ÇELEBİ (ü.1460)
“İkinci Arif Çelebi’nin ölümünden sonra, makama Emir Âbid Çelebi
oğlu Pir Adil Çelebi, getirilmiştir. 39 yıl Çelebilik makamında bulunan
Pir Âdil Çelebi, Mevlevi Tarikatının ikinci kurucusu sayılır. Onun zamanında tarikat usullerinin yeniden tespit edildiği söylenir.
Pir Âdil Çelebi’nin “Pir” olarak anılması da, Onun “Mevlevi
Tarikatı’nın bir çeşit anayasasını yapmış olmasındandır. O güne kadar
gerçek anlamıyla tespit edilmeyen, ancak bir gelenek olarak süregelen
tarikat kuralları, Pir Âdil Çelebi’yle birlikte, kökleşmiş, ayrıntıları ile kurumlaştırılmıştır. Aslında O’nun şeyhliği yıllarında, Anadolu’da Kadirbilirlik, Halvetîlik birer tarikat olarak kökleşmeye ve yayılmaya başlamıştı. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Suluca Karahöyük’teki Türbesi çevresinde
toplanan Türkmenler, “Bektaşilik” adı altında yeni bir tarikatı yaymaya
çalışıyorlardı. Böyle bir ortamda Mevleviliğin diğer tarikatlar arasında
kişiliğini bulması, fikri ve şekli bir takım kaidelerle sınırının çizilmesi
gerekiyordu Pir Adil Çelebi, iste bu sınırı çizmiş Mevlevi Tarikatına
kişilik kazandırmıştır. Pir Adil Çelebi zamanında Konya Mevlâna ve
Mevlevîliğe bağlı Karamanoğulları’nın elinde bulunmakla birlikte Osmanlı Karamanoğlu çatışmasının giderek Osmanlılar lehine kaydığıda
görülüyordu. Aslında Osmanlılar, belki Karamanoğulları’ndan daha
çok Mevleviliğe yatkındı. Mevlâna soyu ile akraba da olmuşlardı.
Şöyle ki: Sultan Veled’in kızı ve Mevlana’nın torunu Mutahhara Hatun, Germiyan Beyi Süleyman Şah ile evlenmiş; bu evlenmeden Hızır
ve İlyas Paşalar ile Devlet Hatun adında bir kız dünyaya gelmiştir. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’le evlenen bu kızdan Musa ve İsa Çelebilerle, Çelebi Mehmet doğmuştur. Aslında Osmanlı şehzadelerinin
“Çelebi” unvanıyla anılması da onların Mevlâna soyundan geldiğinin
delilidir. Bu yüzden Çelebiler Osmanlı padişahlarını kendileri için “akraba” saymışlar; padişahlar da bu akrabalığı Mevlevi Tarikatını gözeterek; hatta kimi padişahlar Mevlevi Tarikatına girerek sürdürmüşlerdir.
İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, yıllardan beri süren ve
çoğu kez devleti zor durumlara sokan Karamanoğulları gailesine artık
son vermek kararındadır. Fatih’in Karaman Seferi, ufukta belirgin bir
hale geldiği zamanlar Pir Âdil Çelebi, 1460 yılında ölmüş, yerine oğlu
Cemâleddin Çelebi geçmişti.”
250
CEMÂLEDDİN ÇELEBİ (ö. 1509)
“Cemâleddin Çelebi devrinde iki olay önemlidir. Biri; 1467 yılında
Fatih Sultan Mehmet’in Konya’yı fethi ve Karamanoğulları’nı ortadan
kaldırmasıdır. Fatih’in Konya’yı fethi ile eşraftan bazı ailelerin İstanbul’a
sürgün edilmesi olayını Cemâleddin Çelebi önlemeye çalışmış; Konya’ya
vali olarak tayin edilen Şehzade Mustafa, ondan sonra da Sultan Cem
ile dost ilişkiler kurmuştur. Fatih’in 1481 yılında ölümünden sonra,
Amasya’da vali iken Osmanlı tahtına oturan Şehzade Bayezid ile bu
tahta hak iddia eden Sultan Cem arasındaki olaya hiç karışmamış olan
Cemâleddin Çelebi, üstelik Sultan II. Bayezid’in de saygısını kazanmıştır.
Mevlevi kaynakları, Mevlâna Türbesi ile Semahane ve Mescidi ayıran
stalâktitli Post Kubbesi ile Mevlâna Sandukasının Doğu ve Batısındaki
Kibabü’l-aktâb (Kutupların Kubbeleri) denilen ve mezarların üzerini
örten kubbeli bölümlerin fatih devrinde yaptırıldığını ifade ederler.
Böylelikle türbe genişletilmiş, türbe dışında kalan mezarlar türbe içerisine alınmıştır
Cemâleddin Çelebi zamanında ikinci olay ise; Osmanlı padişahı Sultan Bayezid’in, Mevlâna’ya olan saygı ve sevgisi dolayısıyla Mevlâna
Türbesi’nin kalem işi nakışlarını yaptırmış olmasıdır. Halepli ve aynı
zamanda Mevlevi olan Muhammed oğlu Abdurrahman bu nakışların
ustasıdır. Sultan Bayezid bununla da kalmamış Türbedeki sandukaların
üzerine Bursa’da dokunan ipekli çatma kadife, sevai, diba gibi kumaşlardan püşîdeler (örtüler) serdirmiştir.
Dergâhta 49 yıl postnişinlik eden Cemâleddin Çelebi ise, 1509 yılında
ölmüş ve Mevlâna Türbesi’ne defnedilmiştir.”
251
HÜSREV ÇELEBİ (ö.1561)
“Cemâleddin Çelebi’nin ölümüyle yerine torunu Hüsrev Çelebi posta
oturmuştur. Mevlevi kaynakları, Cemâ¬leddin Çelebi’nin Kadı Mehmet Paşa adında bir oğlu olduğunu, hukuk bilgisi üstün olduğu için
kendisine Kadı Paşa denildiğini yazarlar. Kadı Paşa babasının sağlığında ölmüş ve başka erkek kardeşi de bulunmadığı için, makama Kadı
Paşa’nın oğlu Hüsrev Çelebi geçmiştir.
Hüsrev Çelebi zamanında, Yavuz Sultan Selim, İran ve Mısır seferlerine gider ve bu seferlerden dönerken, ana¬yol üzerinde bulunan
Konya’ya uğrardı. Her defasında da Mevlâna Türbesini ziyaret ederek
onarımlar yaptırır, dervişlere sadaka dağıtırdı. Bugün Mevlâna Türbesi
ve Dergâhı avlusunda bulunan Şadırvan, Yavuz’un Konya’ya geldiği
yıllarda yaptırılmış, Şadırvan için Konya yakın-larındaki Dutlu adı verilen kaynaktan, künk borularla su getirilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in
Konya’da. Şems Türbesi yakınında da 1519 tarihli bir çeşmesi vardır.
Hüsrev Çelebi zamanında, Yavuz Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan
Süleyman’ın da Mevlâna Türbesine büyük hizmetleri olmuştur. Kanuni, Bağdat seferine giderken 1541 yılında Konya’ya uğramış, Mevlâna
Türbesi’ni ziyaret ederek. Türbeye bitişik bir Semahane ile bir de mescit yapılmasını emretmiştir. Bu sefere katılan ve menzilleri yazan Matrakçı Nasuh, kaleme aldığı “Beyân-ı Menzil-i Sefer-i Irâkeyn” adlı eserinde, Mevlâna Türbesi ve Dergâhı’nın o günkü durumunu gösterir bir
resim bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin en güçlü ve yükseliş devrinde Yavuz ve Kanuni
gibi iki büyük padişahı gören, onların yakınlı-ğını ve saygısını kazanan
Hüsrev Çelebi, bu devirde Dergâha bağlanan zengin vakıflarla göz kamaştırıcı bir hayat sürmüş, Konya’da ve Meram bağlarında köşkler yaptırmıştır. Kendisi şair. hoş sohbet, güler yüzlü bir şeyh olduğu için çevresinde de çok sevilmiş; o güne kadar kimseye nasip olmayacak şekilde.
62 yıl Dergâhta şeyhlik etmiştir. 1561 yılında öldüğü zaman yaşı sekseni
çoktan aşmıştı.”
252
FERRUH ÇELEBİ (ö.1591)
“Hüsrev Çelebi’nin 1561 yılında ölümünden sonra yerine kırk iki yaşındaki oğlu Ferruh Çelebi, Konya Mevlâna Dergâhı’nın postnişini olmuştur. Ferruh Çelebi de zengin vakıf gelirleri içinde, babası gibi gösterişli bir hayat sürmüş; Konya eyalet valisinden sonra, adı duyulur,
hatırı güdülür, hükmü yerine getirilir olmuştur. Ne var ki onun padişah
nezdinde saygın bir yerinin olması, aslında tasavvuf ilmine, nes’esine
dünya ve ahiret görüşüne, hele Mevleviliğe başından beri karşı olan katı
ulemayı kıskandırmış, Çelebi aleyhine bir takım dedikodular yaymışlardır. Hüsrev Çelebi’nin şeyhlik makamında bulunduğu yıllarda, Saray
ulemasının Şeyhülislam Kemal Paşazade ve çevresinin, Kadı zadelerin
başlattığı bu kampanya, çoğu zaman Mevlevi Dergâhlarının tümden
kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış, araya giren aydınlar ve
Mevlâna hayranı, padişah yanında sözü geçen kişiler birkaç kez bu tehlikeyi savuşturmuşlardır. Ferruh Çelebi zamanında Vani Mehmet Efendi, padişahı kışkırtmakta, Konya’dan düzenlettirdiği bir takım şikâyet
“mazbataları”nı delil olarak ortaya koymakta; hatta Konya Çelebisi’ni
Osmanlı tahtında gözü olduğunu yaya¬cak kadar ileri gitmektedir.
Oysa Kanuni’nin ölümünden sonra Osmanlı tahtına oturan Sultan Selim II, Konya Valiliği sırasında, Mevlâna Türbesi ve Dergâhı’na hizmet
için Dergâh’ın hemen Batısına büyük bir cami, bir medrese, bir imaret
yaptırmaya başlamış; bu yapılar padişahlığı döneminde tamamlanmıştı.
Yerine geçen oğlu Sultan III. Murat ise bu hizmeti derin bir bağlılıkla
sürdürmüş; 1584 yılında bugün Dergâh’ın cümle kapısı sırasında bulunan birer kubbe ve bacalı Derviş hücrelerini yaptırmış, hatta kapısı
üzerine:
Şehi Sultân Murad Han bin Selim Han
Yapub bu hankahı urdı bünyad
Olalar Mevleviler bunda sakin.
Okuna her seher vird ola irsâd.
Görüb dil bu binayı dedi târih
Büyût-i cennet-asa oldı abad
253
Beyitleri bulunan bir de tarih kitabesi koydurmuştur.
Böyle olduğu halde, bir zaman sonra Ferruh Çelebi, padişah iradesiyle Konya şeyhliğinden alınarak İstanbul’a sürgün edilmiştir. On sekiz
yıl süren bu sürgünün hangi tarihte başladığı, hangi tarihte son bulduğu, sürgün yıllarında kimin Konya’da Çelebilik makamına oturduğu
hakkında fazla bilgimiz yoktur,
Ferruh Çelebi, 1591 yılında ölmüş, yerine büyük oğlu Bostan Çelebi,
Konya Mevlâna Dergâhı Şeyhi postuna oturmuştur.”
254
BOSTAN ÇELEBİ l (ö.1630)
“Ferruh Çelebi öldüğü zaman oğlu l.Bostan Çelebi İstanbul’daydı. O
zamanlar şehzade olan Sultan I. Ahmed ‘in dostluğunu kazanmış; hatta
onu Mevlevi Tarikatının muhibbi (tarikata saygı ve sevgi besleyen kişi)
yapmıştı. Tahtta bulunan Sultan III. Mehmet’in hüccetiyle Konya
Mevlâna Dergâhı şeyhliğine atanınca, önce Saray ile olan anlaşmazlığı
ortadan kaldırarak, vakıf işlerini bir düzene koymuş ve Konya’ya dönmüştü. Kaynaklar O’nun, Konya Mevlâna Dergâhı’na semâ ede ede
geldiğini, Mevlana Türbesi’ni ziyaretten sonra, şeyhlik Makamı’na oturduğunu yazarlar Ferruh Çelebi zamanında, onun sürgün edilmesiyle
bozulan Dergâh işlerini en kısa zamanda düzene koyan Bostan Çelebi,
dervişleri de çevresinde toplamış İstanbul’da açılan Yenikapı, Beşiktaş
Kasımpaşa Mevlevîhânelerine şeyhler tayin etmiş, Mevlevi
Dergâhlarındaki birlik ve uyumu yeniden kurmuştu.
Osmanlı Padişahı Sultan Ahmed I,1603 yılında tahta oturunca, Bostan Çelebi’nin durumu daha da sağlamlaşmıştır, “Bahti” mahlasıyla şiirler yazan şair padişah, zaman zaman Mevlâna Türbesi’ne hediyeler,
türbe mezarları üzerine ipekli pûşideler dokutturarak gönderiyor,
Mevlâna’ya olan bağlılığını şiirlerinde de dile getiriyordu.
Bostan Çelebi’nin Konya’daki şeyhliği 1630 yılına kadar sürmüştür.
Onun zamanında Maraş valisi Mahmud Paşa, Mevlâna Türbesi’ndeki
Mevlâna’nın sandukasını Post Kubbesinden ayıran gümüş şebekeyi
(kafesi) ve buradaki gümüş eşiği yaptırmıştır.
Şöyle ki:
Mahmud Paşa düşman üzerine sefere çıkarken Konya’ya gelmiş ve
Mevlana’nın Türbesini ziyaretle: “Eğer bu se-ferde zafere ulaşırsam,
buraya gümüş bir kafes yaptırayım” niyazında bulun¬muş. Düşmanı
büyük bir yenilgiye uğratan Mahmud Paşa, sefer dönüşü vezirliğe yükseltilmiş; sonra kendi öz varlığı ile 1597 yılında Gümüş Kafesi ve Gümüş Eşiği yaptırmıştır. Devrin şairi Mâni, bu hikâyeyi 32 beyitlik bir
şiirle anlatır, Kalemkâr İlyas Usta da bu şiiri kafes üzerine işler.
Bostan Çelebi’nin şeyhlik dönemi, Mevlevi yolunun en parlak, en yay255
gın bir devresi olmuştur. Çelebi’nin pek çok kerametleri olduğu her
tarafta söylenmektedir. Birçok şair, edip, kumandan Konya’ya gelerek
Çelebiyle görüşmekte, elini öpmek ve duasını almak için çalışmak-tadır.
Mesneviyi en geniş, en doğru olarak yorumlayan tanınmış şair ve bilgin
Ankaralı Rusühi İsmail Dede, Bostan Çelebinin yakın mürididir.
Anadolu’nun şehirlerindeki Mevlevîhaneler Bostan Çelebi zamanında
açılmıştır. Mevlevilik, Osmanlı Devletinin egemen olduğu ülkelerde de
hızla yayılmakta, Belgrad’dan Budin’e; Halep’ten Mısır’a oradan Kuzey
Afrika ülkelerine kadar Asitane ve Zaviyeler kurulmaktadır. O günlerde
Mevlevi dervişlerinin seksen bine ulaştığı söylenir.
Bostan Çelebi. 1630 yılında ölmuş ve yerine kardeşi Ebubekir Çelebi
posta oturmuştur. Bostan Çelebi’nin mezarı da Mevlâna Türbesi’ndedir.”
256
EBUBEKİR ÇELEBİ (ö.1638)
“Ebubekir Çelebi’nin Konya Mevlâna Dergâh’ında postnişin olduğu
yıllarda Osmanlı tahtında IV. Murad oturmaktadır. Sultan IV. Murad,
koyu bir softa olan Ayasofya Cami’i vaizi Kâdızâde ve adamlarının etkisi altında sufî düşünceye ve tarikat ileri gelenlerine, karşı davranış
içindedir; bu konuda acımasızdır. Revan Seferi’ne giderken, 18 Nisan
1635’de Konya’ya da uğramış, birkaç gün kalmıştır, Sakıp Dede ve tarihçi Naimâ’nın verdiği bilgilere göre, padişah daha Kon¬ya’ya girerken Kadızâdeler: “Eğer bu şehirde metfun Mevlâna Cemâleddin,
ger¬çek bir Allah velisi ise, cesedi çürümemiştir. Şayet çürümüş ise,
Türbesini de, Dergâhını da yıkmak evlâdır. Padişahımız herhalde bunun tedbirini almalıdır” diyerek IV. Murat’ın zihnini çelmişler. Konya’ya
gelerek Meram’da otağını kuran Padişah, Konya Kalesinde mahpus bulunan bazı zorbaları idam ettirmiş, daha sonra hışımla Mevlâna
Türbesi’ne gelmiş, çizmeleriyle içeri girmek istemiş.
Türbedâr, Hazret-i Mevlâna’nın huzuruna çizme ile girilemeyeceğini,
çizmelerini çıkarmasını ihtar edince, büsbütün kızıp, öpmek bahanesiyle Türbedarın elini sı-karak kırmak istemiş. Pehlivan yapılı, güçlü IV.
Murad karşısında, zayıf ve çelimsiz olan Türbedarın kendi el kemiklerini ezercesine sıktığını görünce, hemen bırakmış; bu kez de Mevlâna
Türbesinde, Mevlâna’nın cesedinin gömülü bulunduğu mezar mahzeninin kapısının açılmasını, içeri girilerek cesedin çürüyüp Sürümediğinin görülmesini emretmiş. Ebubekir Çelebi, bu emre şiddetle karşı
koyunca, tepesi atmış, elindeki inci tespihi kopararak, tanelerini mahzen kapısını aralığından içeri atmış, bu kez de mahzene inilerek tespih
tanelerinin top-lanmasını emretmiştir. Ebubekir Çelebi, bunun da yapılamayacağını, eğer mutlaka bu emrinin yerine getirilmesi isteniyorsa,
ancak ergenlik çağına ulaşmamış bir çocuğun mahzene sokulması gerektiğini söylemiş. Bunun üzerine sekiz-on yaşlarında bir çocuk bulunmuş; mahzen kapısı açılarak, basamaklardaki inci tanelerini toplaması
söylenmiştir. Çocuk başını mahzenden içeri soktuğu an bir çığlık atmış,
bayılmış.
Bu olay IV. Murad’ı heyecanlandırmış olacak ki, fikrinden vazgeçerek,
257
Çelebi’nin gönlünü almış, birkaç samur kürk hediye etmiş, ayrıca dervişlere ihsanlarda bulunduğu gibi, geliri bol Soğla Vakfı’nı da Dergâh’a
bağlamıştır. Konya’da beş gün kalan, bu süre içinde zorbaları, tütün
içenleri temizleyen IV. Murad, Revan’a gitmek üzere buradan Kayseri’ye
yönelmiştir. IV Murad gibi hırçın, öfkeli, bir padişahın hışmını savuşturan, üstelik saygısını ve yakınlığını kazanan Ebubekir Çelebi, Soğla
Vakfı’nın zengin gelirlerine de kavuşunca, çevresinde daha güçlü, daha
sözü geçer duruma gelmiş; O’nun bu durumundan rahatsız olanlar
meydana çıkmıştır. Bir süre sonra, IV. Murad, Bağdat Seferi’ne çıkmak
üzere, 1637 yılı Haziran ayında tekrar Konya’ya uğramış, yine Meram
bağlarında konaklamıştır.
Ebubekir Çelebi’nin Konya’da bir sultan gibi pervasız hareket ettiği,
üstelik padişahın Dergâh’a bağladığı Soğla Vakfı’ndan aşırı vergiler alarak halkı ezdiği şikâyeti, Çelebi’nin muhalifleri tarafından padişaha iletilince, padişah büyük bir öfkeyle derhâl Çelebi’nin idamını emretmiştir. Şeyhülislâm Yahya ve Silahdâr Mustafa Ağa’nın yalvarmaları
ile Çelebi idamdan kurtulmuş, tüm malları¬na el konarak İstanbul’a
sürgün edilmiştir Ebubekir Çelebi’nin mallarına el konurken, Soğla
Vakfı gelirlerinin el sürülmeden Dergâh kasalarında korunduğu anlaşılmıştı. Fesatçılar, “şahsi malı vakıf gelirinden fazladır, onlar da alınsın”
diye padişaha söylenince, Ebubekir Çelebi’nin kültürlü, cesur eşi Şirzâd
Hatun, hemen huzura kabul edilmesini istemiş; Padişah kendisini kabul
ettiği zaman: «Kudretli Sultanım, Çelebi’nin malı hadden fazladır diye
size ihbarda bulunmuşlar, Doğrudur. Hünkârımızın Revan Seferi’ne
giderken ihsan buyurdukları üç samur kürk vardı ki, bunlara dahi el
sürmüş değiliz. Devletlu Hünkârımın bu ihsanı bizim için cihana bedeldir. Ferman buyurularsa onları da verelim» deyince, IV. Murad,
mahcup olmuştu. Çelebi’nin üzerine varmamalarını emretmiştir.
Ebubekir Çelebi, sürgün olarak geldiği İstanbul’da, Vezir Bayram
Paşa’nın konağında misafir olarak kaldığı sırada, 1638 yılında ölmüş,
Yenikapı Mevlevîhanesi avlusuna gömülmüştür.”
258
KÜÇÜK ARİF ÇELEBİ (0.1642)
“İstanbul’a sürgün edilen Ebubekir Çelebi’nin yerine, ana tarafından
Mevlâna soyundan gelen Veled Çelebi oğlu, Küçük Arif Çelebi postnişin olmuştur. Küçük Arif Çelebi’nin daha önce Afyon Mevlevihânesi’nde
şeyh olduğu, ana tarafından Mevlâna soyundan geldiği gibi, Veled
Çelebi’nin soyunun, Afyon Mevlevihanesini kuran ve Mevleviliğin yayılmasında büyük hizmetleri görülen Divane Mehmet Çelebi’ye
(Semâ’i) dayandığı söylenir. Ne var ki ilk kez Konya Mevlevi Dergâhına
doğrudan doğruya Mevlana’nın erkek soyundan değil de, “inas” denilen kadın soyundan gelen bir Çelebi atanmıştır.
Küçük Arif Çelebi’nin şeyhliği ancak beş yıl sürmüş, 1642 yılında
ölümünden sonra yerine, daha önce Dergâh’ta şeyhlik etmiş olan Ferruh Çelebi’nin torunu Hüseyin Çelebi postnişin olmuştur.”
259
HÜSEYİN ÇELEBİ (ö.1666)
“Mevlâna soyundan Hasan Çelebi oğlu Hüseyin Çelebi, Osmanlı Padişahı Sultan İbrahim ve IV. Mehmet zamanında şeyhlik yapmıştır.
Daha önce Ebubekir Çelebi’nin padişah emriyle İstanbul’a sürülmesi,
Afyon Mevlâna Dergâhı’ndan Arif Çelebi’nin Konya’ya getirilerek
posta oturtulması gibi olaylar, o güne kadar yalnız Mevlâna’nın erkek
soyundan olan en yaşlı Çelebiye verilen postnişinlik makamını zedelemiş, üç yüz yıldan fazla süregelen bir geleneği sarsıntılara uğratmıştır.
Bundan sonra, makamda gözü olanlar, birtakım siyasî entrikalarla Çelebilik Makamını ele geçirmek arzusu içinde olmuşlardır. Nitekim Hüseyin Çelebi, postnişin olduktan sonra Derviş Çelebi adlı birisi, bir
şikâyetçi grubu ile İstanbul’a gelmiş, Dergâh’a kendisinin ta¬yini için
olur olmaz girişimlerde bulun¬muşsa da, kendilerine Galata Mevlevihanesi şeyhliği verilerek mesele kapatılmıştır.
Sultan IV. Mehmet zamanı, Anadolu’da Celâli isyanlarının alıp yürüdüğü, idarenin çöküntüye uğradığı bir devirdir. Devleti ve idareyi düzene koymak üzere, geniş yetkilerle sadrazamlığa getirilen Köprülü Mehmet Paşa, önce isyanları bastırmak, isyanlara ön ayak olanları saf dışı
etmek için, kanlı, acımasız bir harekâta girişmiştir. Anadolu isyanlarının
elebaşlarından Abaza Hasan Paşa’nın bir süre Konya’yı karargâh olarak
kullanması, Konya ileri gelenlerini, bu arada Konya Çelebilerini de tedirgin etmiş, töhmet altında bırakmıştır. Hatta Hüseyin Çelebi’ye karşı
kimi kişiler: «Çelebi Aba¬za’nın Konya’ya girmesini sağladı, ona arakiyye giydirdi» gibi sözler ortaya atmışlardır. Durum incelenmiş, iftira
olduğu anlaşılınca Çelebi hoş tutulmuş, yalnız hoş tutulmakla kalmamış, isyanlar dolayısıyla toplananlar arasında Mevlevi dervişleri varsa
salıverilmiştir.
Anadolu’daki bu kargaşa yetmezmiş gibi, İstanbul’da da Saray çevresinde, kendilerine Kadızâdeler denen bir alay softa, tarikatlara karşı
amansız bir savaş açmıştı. Hatta bu grup, Şeyhülislâm Bahâyi Efendi’den
semâ etmenin haram; edenlerin kâfir olduğuna dair bir de fetva almış,
tekkeleri basarak dervişleri dağıtmaya çalışmışlardı. Uyanık ve kültürlü
bir sadrazam olan Köprülü Mehmet Pasa, Padişahla da görüşerek,
260
bunu önlemiş, elebaşıların çoğunu Kıbrıs’a sürdürmüştü. Ne var ki bu
fesat gu-rubunun artıkları boş durmuyor, faaliyetlerini gizlice saray içine sokmaya çalışıyorlardı. Hüseyin Çelebi 1666 yılında öldüğü zaman,
bu faaliyet daha artmıştı. Hüseyin Çelebi’den sonra yerine, yine Mevlâna
soyundan Abdurrahman Çelebi oğlu, Abdulhalim Çelebi, Dergâh postnişinliğine getirildi.”
ABDÜLHALİM ÇELEBİ (ö.1679)
“Abdulhalim Çelebi zamanı Mevlevi Tarikatının duraklama, hatta resmen kapatılmasıyla karşı karşıya olduğu bir devirdir.
Kadızâdelerin İstanbul’da ki takipçilerinden Vani adlı bir hoca, vaazları ile şöhret yapmıştı. Sadrazam Köprülü Mehmet Paça’nın ölümünden sonra, Sadrazamlığa getirilen oğlu Fazıl Ahmed Paşa da, Vani’nin
şöhretine kapılmış, adını Saraya kadar duyurmuştu. Sultan IV. Mehmet,
bir gün tebdil gezerken Vani’nin evine uğramış, yaptığı görüşmeden
çok hoşlanmış, onu Hünkâr Şeyhi tayin ederek sarayına almıştı. Bu fırsattan faydalanmasını bilen Vani Efendi, o yıllarda mehdiliğini ilan
eden kimi zavallıları da bahane ederek, ülkedeki tüm tekkelerin kapatılmasına ferman almış; Mevlevîhanelerde semâ edilmesi de yasaklanmıştı. 1666 yılı sonlarına rastlayan bu olay, Mevlevilerce Yasağ-ı bed (Kötü
yasak) ibaresi ile tarihlendirilmiştir. “Yasağ-ı bed” ebcetle 1077 Hicri
tarihini gösteriyordu. Bu yasak, Vani’nin gözden düşmesi yılı olan
1684’e kadar, 18 yıl sürdü. Abdulhalim Çelebi de 1679 yılında ölmüş,
yerine oğlu Kara Bostan Çelebi geçmiştir.”
261
KARA BOSTAN ÇELEBİ (ö.1711)
“Konya’da ve diğer şehir ve kasabalardaki Mevlevihane, Asitane ve
Zaviyelerde 18 yıl semâ yasağı süresi, tarikatı çökertmiş, dervişlerin
çoğu dağılmıştı. Mevlevîhaneler birkaç dervişi ile içine dönük, küskün,
yasağın kaldırılacağı günü bekliyorlardı. Sonunda beklenen gün geldi.
1684 yılında, Mevlevilerin eskisi gibi Dergâhlarında semâ etmelerine
izin verildi. Bu kutlu olay, bütün Mevlevîhanelerde bir bayram sevinci
yaşattı. Şairler tarih düşürdüler. Bir tarih de şöyleydi:
Gûf-i can mülhem-i gaybi dedi tarihîni;
Mevleviler döndü cana ışk-ı Mevlâna ile (1095 Hicri)
Semâ yasağı kaldırıldıktan sonra Kara Bostan Çelebi (Bostân-ı Sânî =
ikinci Bostan Çelebi), bozulan Dergâh vakıflarını bir düzene sokmak
için çalıştı. On sekiz yıllık yasak devrinde, kimi kadı ve imamlar Dergâh
vakıflarına el atmışlardı; onları saf dışı etti. Dergâh eski neşe’sini bulmuş. Çelebilik Makamı itibarını tekrar kazanmıştı. Dağılan dervişler
Konya’ya ve öteki Mevlevîhanelere akın ediyorlardı.
1689 yılı Mart ayında, Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman II ikinci
Viyana bozgunundan sonra devletin kaybettiği toprakları almak üzere
sefere çıktığı ve Edirne’de otağını kurduğu sırada. Kara Bostan Çelebi
de, büyük bir Mevlevi alayı düzenleyerek Edirne’ye geldi ve padişahın
yanında yerini aldı. Kara Bostan Çelebi’nin bu hareketi takdir edilmekle birlikte, talim görmemiş alayın, orduda herhangi bir kargaşaya sebebiyet vereceği endişesiyle, kendisine teşekkür edilerek Konya’ya gönderildi; «Siz zaferimiz için dua ediniz, bu bize yeter» dendi.
1691 yılında Sultan II. Ahmed ‘nin Osmanlı tahtına oturmasıyla birlikte, Kara Bostan Çelebi hakkında Saraya şikâyetler sökün etti. Yasak
devrinde Dergâh vakıflarına el atanlar, menfaatlerinin bozulması üzerine yeni girişimlerde bulunarak Çelebi’yi gözden düşürmeye çalı-şıyorlardı. Bunda da başarılı oldular. Çelebi, Hac’ca gitmesi’ bahanesi ile
Konya’dan uzaklaştırıldı. Birçok Dergâh vakıfları kaldırıldı. Çelebi
Hac’dan dön¬dükten sonra da Kıbrıs’a sürüldü. Kırk gün Kıbrıs’ta kalan Çelebi, af emri Kıbrıs’a ulaşınca Konya’ya geldi. Neyli, kudümlü
262
büyük bir alay|a karşılanarak makamına oturdu. O günlerde zaten Sultan Mustafa II tahta geçmiş bulunuyordu.
Yine o günlerde bir deprem Mevlâna’nın Türbesi’nde büyük çatlaklar
meydana getirmişti. Kara Bostan Çelebi, Dergâh’ta kendi parasıyla büyük bir onarım başlatmak üzereyken, keyfiyet Osmanlı Sarayına ulaştırılmış, «Türbe padişahların eseridir. Bugüne değin, hep padişahların
yardımı ile onarıla gelmiştir. Bu onarımın da hazineden yaptırılması
uygun olacaktır» denerek, onarım masrafları Saraydan karşılanmış; hatta Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa da kendi cebinden on sekiz kese
niyaz parası göndermiştir. Bu onarım sırasında Yeşil Kubbe çinileri
İznik’te yaptırılarak yenilenmiştir (1698).
Bütün bu acı olaylara sabırla göğüs geren Çelebi, 1711 yılında seksen
beş yaşındayken göçmüş ve Dergâh’a gö-mülmüştür. Yerine de büyük
oğlu Sadreddin Çelebi geçmiştir.”
263
SADREDDİN ÇELEBİ (0.1711)
“Mevlevi kaynakları, Sadreddin Çelebi’nin, babası yerine iki kez posta
oturduğunu bildirir, ilki, babası Hacc’a gittiği ve Hac dönüşü Kıbrıs’a
sürüldüğü sırada posta oturduğudur. Hatta o zaman amcası Celâleddin
Çelebi, posta geçmişse de yaşlılığı yüzünden azledilmiş, makama Sadreddin Çelebi geçirilmiştir. Babası kısa bir süre sonra, affedilip
Kıbrıs’tan dönünce postnişinliği bırakmış; babasının ölümünden sonra
ikinci defa posta oturmuştur.
Sadreddin Çelebi’nin zamanındaki en önemli olay, onun Osmanlı şehzadelerine Arakiyye tekbirlemek üzere İstan-bul’a davet oluşudur. Yaşlı Çelebi, bu davete uyarak İstanbul’a gitmiş, görevini tamamlamış,
1711 yılı Haziranında Konya’ya dönerken Akşehir’de hastalanmış,
Konya’ya geldikten birkaç gün sonra da vefat etmiştir.
Sadreddin Çelebi’nin ölümüyle boşalan Çelebilik Makamı yine bir takım post kavgalarını yüze çıkarmış, sonunda Kara Bostan Çelebi’nin
küçük amcası Abdurrahman Çelebi’nin oğlu Mehmet Arif Çelebi postnişinliğe getirilmiştir.”
264
MEHMED ARİF ÇELEBİ (ö. 1746)
“1746 yılına kadar 35 yıl Dergâh’ta Şeyhlik makamında oturan Mehmet Arif Çelebi zamanında, Osmanlı Devletinin egemen olduğu birçok yerlerde yeni Mevlevîhaneler açılmış, Mevlevilik Anadolu’dan Arap
ülkelerine, Rumeli’den Sırbistan’a ve Macaristan’a kadar Avrupa içlerine yayılmıştır, İstanbul, Bursa. Eskişehir, Kastamonu, Afyon, Kütahya,
Manisa gibi şehirlerdeki büyük Mevlevîhanelerin yanı sıra Arap ülkelerinde Bağdat, Musul, Kerkük, Halep, Hama, Humus, Şam, Kudüs, Medine, Mekke şehirlerinde Mevlevi zaviyeleri açılmıştı. Yine İran’da Tebriz; Akdeniz adalarında Kıbrıs (Lefkoşa), Girit (Hanya), Sakız, Midilli,
Siroz; Rumeli ve Avrupa yakasında, Belgrad, Bosnasaray (Saraybosna),
Filibe, Niş, Peç, Selanik, Üsküp, Vodine gibi şehirlerde Mevlevi zaviyeleri açılmıştı. Bu arada sadece İstanbul’da Galata (Kulekapısı), Kasımpaşa, Yenikapı, Beşiktaş, Bahariye, Üsküdar gibi altı Mevlevihane vardı.
Mehmet Arif Çelebi, Mevlâna Dergâhı’nın Batı bitişiğindeki Sultan
Veled Medresesi’ni (Monlâyı Cedid Medresesi) onartarak ek yapılarla
büyütmüş, burasını Çelebi çocukları için bir okul haline getirmiştir. Ayrıca, Dergâh’ın kuzeyindeki Çelebi Misafirhanesi de O’nun zamanında
yaptırılmıştır. Çelebi’nin 1746 yılında ölümünden sonra yerine oğlu
Ebubekir Sânî Çelebi (Ebubekir II) atanmıştır.”
265
EBUBEKİR ÇELEBİ 11(0.1785)
“Garîbî” mahlasıyla şiirler de yazan II. Ebubekir Çelebi’nin postnişinliği zamanı, bir takım siyasi çalkantılar ve iç kargaşalar içinde geçer.
Çelebi’nin iki oğlu kendisi sağken ölmüş, başka bir erkek çocuğu olmadığı için de Çelebilik Makamı sağlığında tartışmalara konu olmuştur. Bu
arada Çelebi de boş durmamış, Konya’da Vilayet işlerine karışmaya,
istediği gibi hareket etmeye yeltenmiş, O’nun bu hareketleri Saray tarafından hoş karşılanmadığı için, bir köşeye çekilmesi, yerine Mesnevihân
Seyyid Alizâde’nin vekil bırakılması emredilmiştir. Bu olaylar sırasında
Karaman Valisi Çerkeş Hasan Paşa ile de arası açılmış, yeniçerileri
onun aleyhine kışkırtmıştır. 1776 yılında bir idam fermanının yerine
getirilmesine karsı olan II. Ebubekir Çelebi çevresine topladığı kişilerle
mahkemeyi basmış, Mesnevîhân’ın evine yürümüş, Konya’da büyük bir
isyanı başlatmıştır. Nihayetinde olay bastırılmış, Çelebi’nin idam fermanı Şeyhülislâm tarafından önlenerek 1776 Temmuzunda Manisa’ya sürülmesi sağlanmıştır.
Bir süre Manisa’da sürgün kalan II Ebubekir Çelebi affedilerek
Konya’ya dönmüş. 1785 yılı Mayıs ayında Konya’da ölmüştür.
II. Ebubekir Çelebi’nin ölümüyle, postnişinliğe Mevlâna’nın kadın soyundan Mesnevihân Seyyid Alizâde, ayrıca erkek soyundan Karaman
Mevlevîhânesi Şeyhi İsmail Çelebi oğlu Hacı Mehmet Çelebi talip olmuştu. İkisi de İstanbul’a çağrılarak Sarayın arz odasında Sadrazam Şahin Ali Paşa ve devlet ileri gelen-lerinin huzurunda teker teker dinlenmiş; sonunda postnişinlik delikanlılık çağında bulunan Hacı Mehmet
Çelebi’ye verilmiştir.
266
HACI MEHMED ÇELEBİ (ö.1815)
“Hacı Mehmet Çelebi’nin otuz yıla yaklaşan şeyhliği, çokça Sultan III.
Selim devrine rastlar. Uyanık ve yenilik sever bir padişah olan III. Selim
Mevlevî’dir. İstanbul’da başta Galata olmak üzere öteki Mevlevîhaneleri
sık sık ziyaret etmede, “mukabele” denilen Mevlevî âyinine da-vet
olunmaktadır. Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Şair Gâlib’in (Şeyh Gâlib)
yakın dostudur. Selim III, Mesnevi okumakta, ney üflemekte, besteler
yapmaktadır. Selim III orduyu bir düzene koymak üzere Nizâm-ı
Cedîd’i kurmuş, bu yenilik hareketi illere de duyrularak, valilerden gerekli önlemlerin alınması istenmiştir. O günlerde Kadı Abdurrahman
Paşa Konya valisidir. Kadı Abdurrahman Paşa’nın Konya ve çevresindeki bazı ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırması, Konya ileri gelenlerinden kimi kişileri öldürtmesi olayları sırasında, Hacı Mehmet
Çelebi’nin bu isyanın dışında kalması için Kütahya’ya veya Afyon’a gitmesi tavsiye edilmiş ise de Çelebi bu tavsiyelere uymamış; hatta adı isyan elebaşıları arasında anılmıştır.
Padişahın ve Sadrazamın «Mevlâna soyundadır, kendisine bir zarar
gelmesin» diye korunmasıyla, Kadı Abdurrahman Paşa olayından güçlükle yakasını sıyıran Çelebi, bir hayli şikâyetlere yol açan vakıf anlaşmazlıklarına da karışmıştı. Sonunda daha fazla Çelebilik makamında
kalamayacağını anlayınca, III. Selim’in öldürülmesinden birkaç yıl sonra, dokuz yaşındaki oğlu Mehmet Sâid Hemdem Çelebi’ye hilafet vererek kendi yerine oturtmuştur. O yıllarda, Sultan II. Mahmut tahttadır ve
Mevlevi Sâid Halet Efendi de padişahın musahibi, en yakın adamıdır.
Hacı Mehmet Çelebi, İstanbul’da yapılacak işlerini Sâid Halet Efendi’ye
havale etmektedir. Tanınmış şair Keçecizâde izzet Molla da Mevlevî’dir
ve Çelebi’nin yakın dostudur. Hacı Mehmet Çelebi, oğlu Mehmet Sâid
Hemdem Çelebi’nin hilâfet fermanını beklerken 1815 yılında ölmüş,
Sâid Hemdem Çelebi de İstanbul’a yolcu olmuştur.
267
MEHMED SÂİD HEMDEM ÇELEBİ (ö.1858)
“Dokuz Çelebi İle İstanbul’a gelen çocuk yaştaki Mehmet Sâid Hemdem Çelebi, padişah, vezir ve devlet ileri ge-lenlerince kabul edilmiş,
kendisine ve Mevlâna soyundan gelen tüm Konya Çelebilerine ihsanlar
verilmiş, Sadrazam’ın huzurunda samur kürk giydirilmiştir. Sâid Hemdem Çelebi, İstanbul’da bir ay kalmış, daha sonra Üsküdar’a geçerek,
oradan Mevlevihane şeyhlerinin dua ve tekbirleriyle Konya’ya uğurlanmıştır.
Kırk dört yıl, Çelebilik makamında oturan Sâid Hemdem Çelebi, kendisini iyi yetiştirmişti. Dokuz yaşında postnişin olduğu için kendisine
amcası Ferruh Çelebi nâib (vekil) olmuş; on sekiz yaşına kadar, Dergâh
idaresi Ferruh Çelebi’nin yönetiminde kalmıştı. Bu arada Farsça ve
Arapça öğrenen Sâid Hemdem Çelebi, bilgin hocalarının elinde kültürlü bir Çelebi olarak yetişmişti. Onun unutulmayan ve unutulmayacak
olan bir hizmeti de Dergâh’ta büyük bir kütüphane kurmasıydı. O güne
kadar, Dergâh’ta yazılan ve Dergâh’a vakfedilen çok değerli kitaplar,
kayda geçerek bir kütüphanede toplanmış değildi. Kitaplar genellikle
Çelebi’nin dairesinde bulunur, ya da şunun bunun elinde kalırdı. Ebubekir Çelebi’nin İstanbul’a sürgün edildiği sırada birçok kitap da
İstanbul’a götürülmüştü.
Kitabın değerini çok iyi bilen Sâid Hemdem Çelebi, önce dağılan ve
Çelebi evlerine taşınan kitaplardan arta kalanını toplattı; daha sonra
Dergâh’ta bulunan kitaplarla tümünü bir deftere kaydettirerek bir dervişin «hâfız-ı kütüp»lüğüne verdi. 1854 yılında kurulan Dergâh Kütüphanesine Hemdem Çelebi’nin vakfettiği bu kitaplar adını taşıyan bir
mühürle tescil edildi.
II. Mahmud, 1826 yılında Osmanlı ordusunu bir düzene koyup yeniçeriliği kaldırması ile birlikte, yeniçeri ocağının dayandığı Bektaşiliği de
yasaklayarak Bektaşi Dergâhlarını kapatmıştı. Mevleviler bu olayda tamamen tarafsız kalmış, ayrıca padişahın da sevgisini kazanmışlardı,
ikinci Mahmud, birçok Mevlevîhaneleri onartmış, vakıf işlerine yeni
bir düzen vermişti. Hele Sultan Abdülmecit zamanında, Sâid Hemdem
Çelebi’nin saraydaki itibarı daha çok artmıştı. Abdülmecit’in en üstün
derecedeki nişanını almak için gittiği İstanbul’dan Konyalılar kilomet268
relerce öteden karşılamışlardı. Çelebi İstanbul dönüşünden iki yıl sonra
vefat etmiş, yerine 1858 yılında en büyük oğlu Mahmud Sadreddin Çelebi geçmişti.”
SADREDDİN ÇELEBİ (ö.1881)
“Mahmut Sadreddin Çelebi, bütün Çelebilerin ve Dergâh ileri gelenlerinin söz ve gönül birliği ile Çelebilik ma-kamına getirilmişti. Ağır
başlı, hoşsohbet, hayırsever bir şeyh olarak tanınmıştı. O’nun Dergâh
şeyhi olduğu sıralarda bir ihmal yüzünden Konya çarşısı ile çarşı içinde
bulunan Yüksek Cami ile Kapı Cami tamamen yanmıştı (1867). O zamanların Konya Valisi Burdurlu Ahmed Tevfik Paşa ile Mahmud Sadreddin Çelebi el ele vererek, Sultan Abdülaziz ve annesi Pertevniyal
Valide Sultan’ın yardımı ile Yüksek Cami yerine, 1874 yılında şimdiki
Aziziye Cami yaptırılmıştı. Kapu Cami’inin yerinde, 1868 yılında yaptırılan cami ise daha çok Mahmud Sadreddin Çelebi’nin para yardımı ile
tamamlanmış, ayrıca yanan dükkânların yerine 55 yeni dükkân inşâ
edilmişti. Sultan Abdülaziz, ayrıca 1868 yılında Dergâh şadırvanını da
onarmıştır.
Konya bu yangın felaketinin ardından 1873 yılında büyük bir kuraklık
tehlikesi ile baş başa kalmış; 1290 (H.) kıtlığı denilen bu yıl, halk aç ve
çaresiz sokaklara dökülmüştür. Konya Valisi Sakızlı Ahmed Esat Paşa
ile Mahmud Sadreddin Çelebi’nin halkın yanında yer alması, yardımına
koşması, Dergâh’a saygıyı daha çok arttırmış; Sultan Abdülaziz,
Çelebi’ye nişanlar tevcih etmiştir. Sadreddin Çelebi 1881’de ölmüş, yerine büyük kardeşi ve Manisa Mevlevihânesi şeyhi Fahreddin Çelebi,
Çelebilik makamına atanmıştır.”
269
FAHREDDİN ÇELEBİ (ö.1882)
“Bütün Çelebilerin ve Dedelerin Şeyhülislama birlikte çektikleri telgraf üzerine Konya Mevlâna Dergâhı, Şeyh postuna oturan Fahreddin
Çelebi, ancak bir yıl postnişin olmuş. 1882 yılında öldüğü zaman yerine
kardeşi Mustafa Safvet Çelebi atanmıştır.”
MUSTAFA SAFVET ÇELEBİ (ö. 1887)
“Beş yıl Mevlâna Dergâhı’nda postnişinlik makamında oturan Mustafa Safvet Çelebi, Mevlâna Türbesi Yeşil Kubbesinde bazı onarımlar
yaptırmış; kubbe kurşunlarını yeniletmiştir. 1887 yılında öldüğü zaman
yerme kardeşi Sâid Hemdem Çelebi’nin oğlu Abdülvâhid Çelebi geçmiştir.”
270
ABDÜLVÂHİD ÇELEBİ (ö.1907)
“Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’in saltanat yıllarında 20 yıl Dergâh
postişliğinde bulunan Abdülvâhid Çelebi. Bektaşi meşrep, atılgan, yeri geldiği zaman Sultan Abdülhamit aleyhinde konuşabilen, uyanık ve cömert
bir şeyhti. Bu yüzden Konya valisi Ali Sururi, daha sonra Avlonyalı Ferit
Paşa’lar tarafından sıkı bir göz hapsine alınmış; sözleri ve hareketleri sık sık
Saraya jurnal edilmiştir. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’na karşılık O da
Konya’nın Meram bağlarında Yıldız Köşkü adıyla süslü bir köşk yaptırmış;
şehir içerisinde saray fay¬tonlarına benzer faytonlarla gezmiş, her haliyle
padişahı kuşkulandıracak davranışlarla dikkatleri çekmişti. Şehir dışına çıkması yasaklandığı halde, bir gün Hacıbektaş Türbesi’ni ziyaret maksadı ile
şehrin dışına çıkmış, onun bu pervasız hareketi Vali Ferid Paşa tarafından
Saraya telgrafla bildirilmiş; gönderilen emirde, Çelebi’nin ne olursa olsun
geri çevrilmesi istenmiştir. Ferid Paşa, Abdülvâhid Çelebi’yi Konya dışında
durdurarak, güçlükle Konya’ya getirebilmiştir.
II. Abdülhamit, Molla Hünkaroğlu diye tanınan Konya Çelebilerinin
kendilerine karşı bir ayaklanma hazırlamalarından kuşku duyuyordu.
Bunda da haklıydı. Ne zaman Osmanlı Devletinde ayaklanma olmuş,
Yeniçeriler padişah soyuna karşı gelmişlerse «Gerekirse Konya’dan
Molla Hünkaroğlunu getirir başımıza padişah yaparız diye direnmişlerdi. Gerçi şimdi kazan kaldıracak Yeniçeri Teşkilatı yoktu; ama halkın
kafasında bir Molla Hünkaroğlu imajı vardı. Halkın ve askerin kafasındaki bu imaj bir gün başına dert açabilirdi. Bunun için Çelebi’yle hem
hoş geçinmek hem de göz hapsinde tutmak gerekırd, Abdülhamit’in
sadık adamı Avlonyalı Ferid paşa, bunun için Konya’ya göndermişti.
Ferid Paşa, Çelebi ile yakın bir dost aynı zamanda sarayın gözü ve kulağı idi.
Abdülvâhid Çelebi, saraya karşı gücünden dolayı padişahın kuşkularını
bildiği için rahattı. Konya’da, Konya ileri gelenleri ile birlikte ikinci bir vali
hayatı sürüyor, emirler veriyordu. Başı daralan hükümette bir işi olan
Çelebi’ye başvuruyordu. Çelebi, yalnız Mevlevîlerin değil, Konya’nın hamisi olarak halkın sorunlarını çözüyor, fakir-fukarayı gözetiyordu. 1907
yılında ölümünden sonra yerine oğlu Abdulhalim Çelebi postnişin olmuştu.
271
ABDÜLHALİM ÇELEBİ (l. DEFA)
“Babasının bütün vasıflarım taşıyan Abdulhalim Çelebi, şeyh makamına oturduktan bir yıl sonra ikinci Meşrutiyet ilân edilmişti.
İkinci Meşrutiyetin ilânı ile başlayan fikir hürriyeti birçok dinî makamları da etkilemiş; Abdulhalim Çelebi, Konya Mevlevi Dergâhı postişliğinden azledilerek yerine, Necib Çelebi oğlu Bahâeddin Veled Çelebi (İzbudak) tayin edilmişti.”
VELED ÇELEBİ (İZBUDAK) (0.1953)
“Veled Çelebi’nin postnişinliğini zamanında en önemli olaylardan
biri, Mevlevi dervişlerinin katılması ile «Mücahidin-i Mevleviyye» adlı
bir Mevlevi alayı kurarak Birinci Dünya Savaşı sırasında Kanal
Harekâtı’na gönderilmesidir. Sultan Mehmet Reşat’ın ilân ettiği “Mukaddes Cihat” üzerine kurulan, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Abdulbaki Efendi’nin komutasındaki bu alay, neyleri ve kudümleri ile
Konya’dan 1916 Şubatı’nda Şam’a kadar gelmişti. Askeri eğitimden
yoksun, bazı yaşlı Dede ve Dergâh şeyhlerinin katıldığı bu kalabalık,
hiçbir sonuç alamadan geri dönmüş; bazıları Mekke ve Medine’ye kadar giderek ziyaretlerde bulunmuştur.
Sultan Mehmet Reşat’ın ölümünden ve Birinci Dünya Savaşından
sonra, 1919 yılında Veled Çelebi’nin postnişlikten azledilmesi üzerine,
Abdulhalim Çelebi, 2. defa postişliğine getirilmiştir.”
272
ABDÜLHALİM ÇELEBİ (2. DEFA)
“Abdulhalim Çelebi Konya’da 2. defa posta oturmuş, Osmanlı
Meclis-i Mebûsân’ına Konya Milletvekili olarak katılmış; yerine 1920
yılı başlarında Yakup Çelebi’nin oğlu Âmil Çelebi, postnişîn olarak tayin edilmiştir.
ÂMİL ÇELEBİ (ö.1920)
“Postnişin olduğu sırada yaşlı ve rahatsız olan Âmil Çelebi 1920 yılı
içerisinde vefat etmiş, yerine üçüncü defa Abdulhalim Çelebi postnişîn
olmuştur.”
ABDÜLHALİM ÇELEBİ (3.DEFA) (ö.1925)
“1920-1925 yılları arasında Konya Mevlevi Dergâhı postnişinliğinde
3.defa bulunan Abdulhalim Çelebi, bu devrede Konya Milletvekilliği
görevini de bîr süre devam ettirmiş; hâttâ ilk Büyük Millet Meclisi’nde,
Meclis ikinci Başkanlığına getirilmişti. Abdulhalim Çelebi, tarikâtların
kaldırılması ile ilgili kanunun hazırlıkları sırasında 1925 yılında
İstanbul’da vefat etmiş, aynı yıl “Tarikatların ilgası” ile ilgili Kanun yürürlüğe girmiş, Türkiye’deki bütün Dergâh, Tekke ve Zaviyeler kapatılırken Konya Mevlâna Türbesi ve Mevlevi Dergâhı’nın Atatürk’ün de
emirleriyle «Müze» olarak ziyarete açılması kararlaştırılmıştır, iki yıllık
bir düzenlemeden sonra Konya Mevlâna Dergâhı 1927 yılında «Konya
Âsâr-ı Atîka Müzesi» adıyla ziyarete açılmıştır.”
273
VE ÇELEBİLİK MAKAMI RESMİ
OLARAK SONA ERİYOR...
“Abdulhalim Çelebi’nin ölümünden sonra oğlu Muhammed Bakır
Çelebi, Konya’daki Dergâh kapatıldığı için Çelebilik makamını Halep
Mevlevîhânesi’nde devam ettirmiştir. 1937 yılında Türkiye’ye gelmiş
bulunan Bakır Çelebi’ye Suriye Hükümeti, tekrar Halep’e dönmesine
izin vermemiştir. Halep Mevlevîhanesi postnişinliği vekâletine Suriye’deki Fransız mandater hükümet tarafından Abdulhalim Çelebi oğlu
Vahit Çelebi getirilmiştir.
1943 yılında Bakır Çelebi İstanbul’da ölmüş, yerine oğlu
Celâleddin Çelebi “makam çelebisi” olarak getirilmişse de 1944
yılında Suriye Hükümeti Halep Dergâhı postnişinliğini lağvederek, Dergâhı vakıf idaresine bağlamıştır. Böylece «Çelebilik»
makamı 1944 yılında resmen sona ermiştir.”
*
Mehmet (Muhammed) Bakır Çelebi (ö1943)
“Mehmet Bakır Çelebi, 1901 yılında Manisa’da doğdu, babası, Abdulhalim Çelebi, annesi Kevser Hatun’dur.
Abdulhalim Çelebi’nin vefatından sonra, oğlu Muhammed Bakır Çelebi, Çelebilik Makamını Halep’te tesis etmiş ve Türkiye dışındaki Mevlevi Tekkesi’ni bu makama bağlamaya muvaffak olmuştur. Fakat
Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı meselesinde, Türkiye lehine olan faaliyeti
dolayısıyla, Suriye Hükümeti tarafından casuslukla vasıflandırılarak,
1937’de Türkiye’ye gelmiş bulunan Çelebi’nin Suriye’ye dönmesine
müsaade edilmemiş, ölümüne kadar kardeşi Şems’ül Vahit Çelebi, kendisine vekâlet etmiştir. 1943 yılında İstanbul’da vefatı üzerine Vahit
Çelebi’nin Çelebiliği de tasdik olunmamış; esasen mandater Fransız
Hükümeti’nden sonra teşekkül eden Suriye Devleti 1944’de tekkeler ve
zaviyeler hakkında karar almıştır. Böylece Mevlevîlikle beraber, ‘Çelebilik Makamı’ da tarihe intikal etmiştir.
A. Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevilik adlı eserinde bu konuda
şunları yazmaktadır:
274
“Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde tarikatların kaldırılışından sonra
(1925) Abdulhalim Çelebi’nin vefatı üzerine Halep Dergâhı’nda şeyh
bulunan Muhammed Bakır Çelebi merhum, çelebilik makamını
Halep’te tesis etmiş ve Suriye’deki mandater Fransız hükümeti tarafından da müessese tasdik edilmişti. Bu suretle Halep Âsitânesi, öbür
Mevlevîhanelerin merkezi olmuş, şeyhlerin azil ve tayini bu makama ait
bulunmuştu. Nitekim Şam şeyhi Sâid Dede’nin ölümü üzerine oğlu
Şemseddin Dede ve Şam Trablus’u Mevlevîhânesi şeyhi Şefik Dede’nin
ölümü üzerine de yerine Mehmet Enver Dede tayin edilmişti.
Bu vaziyet, 1925 yılından 1944 yılına kadar devam etti. 1943 de Bakır
Çelebi’nin İstanbul’da vefatı ve 1944’de Fransız hükümetinin Suriye’ye
istiklâl vermesi üzerine Suriye Hükümeti, çelebilik makamını ve bu makamın imtiyazlarını kaldırmış ve öbür Mevlevîhanelerle Halep
Mevlevîhânesi’nin evkafına el koyarak bütün Mevlevîhaneleri Evkaf
Müdürlüğüne bağlamıştır. Bugün mevcut tekkelerin şeyhlerine, ölümlerine dek ke¬silmemek şartıyla maaş bağlanmış, tekkelerin diğer masrafları, evkaf daireleri tarafından temin edilmiştir. Şeyh ölünce yerine başka biri tayin edilmemekte, böylece tekkeler, zamanla birer birer tasfiye
edilerek evkafa mal edilmektedir.”
Mehmet Bakır Çelebi, 1937 de Türkiye’ye döndükten sonra Konya’da
ikamet buyurdu. 1943’de de İstanbul’da Hakk’a vasıl oldu. Ruhu şad,
cennet istirahatı müzdâd olsun.”
*
Celâleddin Bakır Çelebi (ö.1996)
“Hz. Mevlâna’nın 21. kuşaktan torunu olan Celâleddin Bakır Çelebi,
M. Bakır Çelebi’nin oğlu olup, annesi izzet Hatun’dur. Çelebi 24 Aralık
1926 da Halep’te Mevlevi Dergâhı’nda dünyaya geldi. Tahsilini önce
burada yaptı. Arapça, Fransızca ve İngilizce öğrendi. Kendisi Halep
Mevlevîhânesi’nde tam bir tekke terbiyesi içinde yetişti.
1957’de ailesi ile birlikte İstanbul’a gelen Çelebi, bir ara İskenderun’da
ve Amik Ovası’nda çiftçilik ve ticaretle uğraştı. Ancak İstanbul’a yerleşip
ömrünü, büyük dedesi Mevlâna’nın eserlerini tetkike ve neşre adadı.
Celâleddin Bakır Çelebi 13 Nisan 1996 yılında İstanbul’da vefat etmiş;
cenazesi Konya’ya getirilerek, Üçler Mezarlığına defnedilmiştir.”
275
Faruk Hemdem Çelebi (D. 1950 / -)
25 Aralık 1950 tarihinde Halep Mevlevîhânesi Makam Çelebisi
Celâleddin Bakır Çelebi’nin 2. çocuğu olarak Halep’te dünyaya geldi.
Babası Hz. Mevlâna’nın 19. Kuşak torunlarından Konya Makam Çelebisi, Konya mebusu ve TBMM I. Dönem Başkan Vekili Abdulhalim
Çelebi’nin torunu, annesi Güzide hanım da Osmanlı vezirlerinden Namık Paşanın torunudur.
Çocukluğunun ilk yıllarını Halep Mevlevîhânesi’ni Suriye’yi işgal eden
Fransız hükümetinin kapatması nedeniyle (1944) Halep Cemiliye mahallesindeki evlerinde Kur’ân-ı Kerim tefsiri, Hâdis-i Şerif okumaları,
Mesnevî dersleri, ney ve Semâ meşkleri arasında geçirdi. Mevlevî âdâbı
üzerine ilk eğitimini babası ve Halep Mevlevîhânesi dedelerinden Ferhat Dede vasıtasıyla aldı.
Okul çağı geldiğinde Halep’ten anavatana gönderilerek İstanbul’da Işık
Lisesinde, ilk, orta, lise tahsilini tamamladı. Daha sonra Marmara Üniversitesi İşletme bölümüne girerek 1973 yılından buradan mezun oldu.
Bir taraftan eğitimine devam ederken diğer taraftan Mevlevî âdâb ve
erkânı üzerine dönemin tanınmış Mevlevîlerinden dersler aldı. 1959 yılında Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Resuhi Baykara’dan Semâ meşk etti.
1962 yılında, 12 yaşındayken ilk defa semazen olarak meydana çıktı; 1964
yılında Konya’daki Şeb-i Aruz Törenlerine Semâzen olarak katıldı.
Gençlik dönemlerinde, çoğu Mevlevîhane de Mevlevî âdâbıyla yetişen Mithat Bahârî (Beytur), Abdulbaki Gölpınarlı, Şefik Can, Halil
Can, Sadettin Heper, Şeyh Selman Tüzün, Doğan Ergin, Hâfız Hüseyin Top, Emin Işık ve Cinuçen Tanrıkorur gibi Hz. Mevlâna sevgisi ile
yaşayan simalarla İstanbul Maçka’daki baba evinde her cuma akşamı
yapılan ders ve sohbetlere aralıksız katıldı.
Üniversite eğitiminin ardından babasının Hz. Mevlâna konusunda
çalışmalarını yoğunlaştırması üzerine ailenin maddî sorumluluğunu
üzerine alarak Hatay’daki babasının işlerinin başına geçti, çiftçilik ve
ticaret ile uğraştı. Babası Celâleddin Bakır Çelebi’nin 1996 yılında
Hakk’a yürümesinin ardından ticari hayatla birlikte “Makam Çelebiliği”
manevî sorumluluğunu da yerine getirmeye başladı.”
Not: Mevlevilik geleneği ve Postnişinleri; Dr. Mehmet Önder’in makalesinden
alınmış, ilaveler ve bazı değişiklikler yapılmıştır.
276
*
Şimdi de
Osmanlı Döneminde
Adından Söz Ettiren
Mevlana Celâleddin Rumi
Soyundan Gelen Çelebilerin
Şiirsel Hayatlarını
Okuyalım:
*
277
ÇELEBİ HÜSAMETTİN
Mevlana son öğütlerini veriyordu
Hak yoluna müritlerini deriyordu
Hiç dağılmayın çitlerini örüyordu
Dilinde mana yüklü sözler inceden ince
Meraklıydı herkes yerine kim geçerdi
Ona hilafet şerbetini kim içerdi
Sordular soruyu tekrarı üçe erdi
Konuşmanın bir yerinde yeri gelince
…‘Çelebi Hüsamettin’imiz halife olur
….Postumuz onun oturmasıyla huzur bulur’
…..Diye söylemiştir Mevlana, kendi gönlünce
Sultan Veled’in ziyaretine gitmişti
Yine de ona hilafet teklif etmişti
Belki de fedakârlığı borç hissetmişti
Kabul eder mi Sultan Veled, hak bilince
Etmedi zaten, çok yalvarsa da etmedi
Koltuk ve makam sevdası asla gütmedi
Bu dergâh kin ve nefret dumanı tütmedi
Hep hakkı zikretti herkes kendi dilince
…Sultan Veled;
‘Sen ki; bize Pir babamızdan armağansın
Ondan sonra uyulacak insan, tek cansın
Çünkü sen bizden daha çok arif olansın
Daha makbul tutarsın makama gelince’
….Diyerek; sözü burada bağladı…
…..Devamını ‘İbtidaname’de şöyle çağladı
……Hak sevgisini aşmayan baba sevgisi
…….Akarken gözünden ve gönlünden
…….Duygular çağıl çağıl çağlayıp yükselince:
278
“Hayır, Babam ölmedi; gerçekten diridir
Yıpranan sadece cesetlerden biridir
Ölümsüz ruhunun, Allah yanı yeridir
Yaşar onun yakınında mümin ölünce
Mümin ölmez demedi mi Peygamberimiz?
Babam varken sendin halife önderimiz
O böyle istedi, sana uymak yerimiz
Geç otur posta, gönül hoşluğu halince”
…Çelebi Hüsamettin
Böylece geçip oturdu gönül postuna
Hizmet edip de kulu olduğu dostuna
Aşk ocağında, sonsuza dek aşk kastına
Dumanı tüttürdü, gör yaktığı dal ince
Genç yaşında halim selim bir ahi genci
Mevlana halkasına girmişti bir inci
Hep yolcuydu, olmadı hiçbir zaman hancı
Han fani, şu deryada bindiği sal ince
*
Adı Hüsâmeddin Hasan kendisi ahi
Konya ahi şeyhlerinden Babası dahi
Bir zaviye de otururdu hem de sahi
Konya’ya yerleşti Urmiye’den göçerek
Fütüvvet ehliydi hem önemseniyordu…
Bu yüzden Hüsamettin’e nâm biniyordu
Adına ahi Türkoğlu da deniyordu
Yaşıyordu aşkı yudum yudum içerek
Ziyarete gelenlerin onda beşiydi
Türbe yapalım isteyenler çok kişiydi
Mevlana’ya türbe yaptırmak ilk işiydi
Girişti Sultan Veled’e bunu açarak…
279
…Mevlana karşıydı türbeye
….Gök kubbe yeter her beye
…..Ondan daha büyüğü mü var
……Kim biliyorsa hemen söyleye
…….Babası vefat edince izin vermemişti
……..Türbe yaptırmamıştı bu yüzden Has Bahçeye…
*
…Mevlâna,
Mesnevide üçüncü cildin bir yerinde:
“Mezara kubbe kurmakla türbe yaptırmak
Yol dosta giderken dost yolunu saptırmak
Hiç makbul değildir, mana sahiplerinde”
…..…………….diyordu ve ilave ediyordu:
“Gel bizim mezarımızı yerde arama!
Bizim mezarımız, gönlünde ariflerin”
İşte bu merhem olacak, derd’i yarama
Faydası yok başka ve kubbe tariflerin
……………………………….diyordu.
….Ancak;
“Türbemizi, ta uzaklardan görünecek
Dostlar bulacak şekilde yüksek yapsınlar”
Onu görenler, tam bir iman bürünecek
Dostlar ki geldiklerinde, hisse kapsınlar
Tam bir aşkla riyasız bize gelenlerin
Has bahçemizde ağlayanların yarına
Bizi de bir Allah’ın dostu bilenlerin
Makbul olur, gelir dilekleri yerine…
Şeklindeki vasiyet yollu sözlerini
Ahmet Eflaki bu şekilde kaydediyor…
Emir Alamettin Kayser’se gözlerini
Dikmişte halka, türbe için haydi diyor…
280
Destek olmuştu Emir Süleyman Pervane
Gürcü Hatun da, onun hem varlıklı eşi
Dinar toplamışlardı, yüz altmış bin tane
Destek olmak için koşuyordu her kişi
…Tanınmış Selçuklu mimarı
….Tebrizli Bedrettin usta başlamıştı işi
…..Çalışıyordu itinalı, sanki çalışkan bir arı…
…Türbe güzel olmuştu bayağı
….Sanki dört sütunlu bir fil ayağı
…..Sütunların üzerinde,
……Dilimli yükselen bir tuğla gövde
…….Yine dilimli bir kümbet onunda üzerinde
……..”Gel ne olursan ol, yine de gel” diyor sahibi evde
Doğu, batı ve güney yönleri kapalı
Kuzeyde açık bir eyvan, yüksek kemerli
Heybetle durur, mezar üstünde yapalı
Ahşap sanduka yıllardır dua emerli
…Mevlana’ya yapılan bu ahşap sanduka
…..Sultan’ul Ulema’nın kabri üzerindedir…
……Üzerindeki sülüs yazıları, alameti şahikadır…
…….Kardeşliğe çağıran bu yazılar yazmak için,
……..Mevlana’nın Divan ve Mesnevi eserleri
………Çelebi Hüsamettin’le Sultan Veled’in gözerindedir…
*
Alâeddin Keykubat Selçuklu sultanı
Çağlayan gönül sevgi dolu hanlar hanı
Ey Türkoğlu ecdadın yüksekti hep şanı
Sende bu Anadolu sultanını tanı
…Mevlana türbesi has bahçede
….Birinci Alâeddin Keykubat
…..Almadan hiçbir akçede
……Bahaeddin Veled’e hediyede etti sebat…
Has bahçe Konya kalesinin dışındadır
Aksaray kapısının yanı başındadır
Konya giderek büyür sevgi aşındadır
281
Zaman yürürken yazındadır kışındadır
…Evler yapılıyordu Has Bahçe’nin çevresinde,
….Çelebi Hüsamettin bir duvarla çevirerek
…..Dergahın yerini belirleme evresinde…
Türbenin yanına birkaç yapıldı oda
Türbeye bağışlar geliyordu sırada
Oluşturuldu bağlı vakıflar sonra da
Allah Allah sesleri yükseldi semada
Müezzinler, imamlar ve mesnevi hanlar
Görev aldı birbirinden değerli canlar
Şafak söküp ağarırken susmuştu zaman;
Çınlar yanık sesli dokunaklı ezanlar
…Çelebi Hüsamettin;
….Her Cuma namazından sonra
…..Mevlana dostlarını topluyordu…
……Coşku ve sevgiyle ziyaret ederken,
……..Mevlana türbesinde çekirgeler zıplıyordu…
Bir meclis ki, hoş görü dokunanda
Kuran ve mesnevi okunanda
Döner, ahhh eder, iniler döner
…Bir el yukarıda bir el aşağıda
….‘Ya Rab senden geldik sana döneceğiz’
…..Sözünün hal ifadesi, haykırıyordu gerçeği…
*
Geçmişti Mevlana dostlarının başına
Dağılmadan toplayıp tuz olmuş aşına
Tarikat kurmadan taş koymuştu taşına
Şeyhlik ederek, yol yürüdü akışına
Şeyhlik ve mürşitlik işi on yıl sürmüştü
Bin iki yüz seksen dört, ekimi görmüştü
Dosta götürmeye melek izi sürmüştü
Belli ki Hak, vadeyi buraya vermişti…
Eflaki’nin yazdığı hikâyeye göre:
Bir daveti Meramdaki bağında vere
Sonra sema devam ederken birden bire
282
Türbe kubbesi âlemi, düşmüştü yere
Kendisine bu haber verilince hemen
Derin bir ah çekip ağlamıştı ki; demen
‘Nedendir şeyhim bu haberi önemsemen
Nedir sizi bu kadar üzüntüye gömen’
…Diye sorulan ısrarlı sorulara
….‘Üzülmüyorum dostlar üzülmüyorum
…..Şeyhim beni çağırıyor da haberi geldi buralara
……Göç zamanı geldi, ömür kadehi doldu’
…….Bilir bunu her insan,
……..Dünya fani; hayat çok kısa bir yoldu…
Birkaç dakika geçmemişti ki; bayıldı
Sonra kendine geldi ve tekrar ayıldı
‘Beni eve götürün’ dediği duyuldu
Götürüp eve, yer minderine koyuldu
Vade dolunca ne yapsın en iyi hekim
Birkaç gün yatakta geçmişti de nitekim
Bin iki yüz seksen dörttü, yirmi beş ekim
Yanına almıştı yoktan var eden Hâkim…
…Konya’ya aldı herkes vefat ettiği haberini
….Sultan Velet cenaze namazında en önde aldı yerini
…..Mevlana’nın baş ucunda kazdılar kabrini…
Ey kardeşim sende hak dostluğu dilersen
Bende sadıklar yanında olayım dersen
Mal ve bilgini insanlık yoluna sersen
Ne güzel olur kulluk bilincine ersen
Fakire muhtaca ver malından az çokça
Senden çok seni kim sever, sev biraz hakça
Sonra yüze değerdir, sağken ki bir akça
Vuslata gidersin sende hem yüzü pakça…
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
283
SULTAN VELED ÇELEBİ
Çelebi ol, gönüller olsun mekânın
Aşkın nuruyla çalkalansın, yansın canın
Ne diye gezinirsin başıboş su kıyılarında
Ey gönlüm ey!
Kır dizlerini, bük; bağdaş kur otur
Bu post, küskünler postu olmadı hiç,
Seni de göklerde uçmaya çağırıyor
İyi dinle, işit duy;
Pir elinden tut, yapış, kuru yaprak olma
Kapılma başıboş rüzgârların sesine
Gel ey gönlüm, gel ey!
*
Birisi de Sultan Veled’dir bu gönül erenlerinden
Aşkın ayak izlerinde peşi sıra gezenlerinden
Büyük velilerdendi hem Konya’da yetişenlerinden
Muhammed Sultan Bahaeddin Veled’dir onun tam adı
…Yirmi dört Nisan bin iki yüz yirmi altı da
….Lârende olan eski adı da
…..Karaman’da doğan Sultan Veled’in babası
……Büyük Türk Mutasavvıfı ve sözler dehası
…….Mevlana Celalettin Rumi hazretleri
……..Işık oldu, Nur oldu Veled’e, onun güzel hasletleri…
Şerafettin Lala’nın kerimesi Annesi
Gevher Hatun olur ki; Semerkantlı kendisi
Harzem prenslerinden oldu dolayısıyla
Bu yüzden Sultan Veled, okunur esamesi
…Hazreti Mevlana
….Dünyaya sevgi ve hoşgörü dağıtan birisi
…..‘Gel, gel ne olursan ol, gene gel
……Bizim kapımız ümitsizlik kapısı değildir
…….Bin kez tövbeni bozmuş olsan da gel’
……..Diyen Mevla dostu Mevlana ile
………Üç yaşındayken idi Konya’ya gelmesi.
284
Sultan Veled’e ta ki; küçük yaşlarından itibaren
İlim öğretmeye başladı torununa hem zahiren
Hem Batınen berrak denizlere uçurdu ilimlerde
Yetiştirdi ömrünün duraklarındaki dilimlerde
Tasavvuf yolunda marifetle dolu hasletler derdi
Yırtarcasına kaldırdı perdelerini salık verdi
Aşka susamışlığını ilimle sulayıp giderdi
Yetiştirdi ömrünün duraklarındaki dilimlerde
…Allah’ın zâtına ve sıfatlarına ait bilgiler verdi
….Çok çalışıp çok yorulup, az dinlenmek vaktidir yatakta
…..Oldu Sultan Veled’in gençliğindeki hedefi
……Her ilimde en yüksek derecelere kavuşmakta…
Bununla ilgili olarak Mevlâna, oğluna:
…”Ey oğlum Sultan Veled!
….Benim dünyaya gelmemin sebebi,
…..Senin dünyaya gelmen içindir.
Kalbim marifetler dolu, Allah’ın zâtına ait
O rabbin sıfatlarıyla ilgili bilgi doludur”
Bu dünyada çaba bize, emek bize olmalı sait
Şu zaman ki yolculukta, gör insan kimin kuludur
…”Sana bu bilgilerin cümlesini öğretmekle vazifeliyim”
….Benim yolum dostlar dostunun yoludur
…..O yol ki; bize her daim ümitlerle doludur.
…Bir defasında şöyle söylemişti;
“Oğlum Sultan Veled ki, çok talihli biridir”.
Ahlakı da güzelce bahtiyarlık eridir
Kâğıda yazı yazan kalemi kurşun dele,
Söylediği bal sözü varıp hedefin bile,
….”Ömrünün,
…..Hep rahat ve huzur içinde
……Geçeceğini ümit ediyorum.” buyurmuştu.
…….Bu güzel müjdeyi
……..Meclisindekilere duyurmuştu…
Sonra hayat hızla akıp, mabuda koşup giderken
Evlenme çağına geldi, ilim tahsili ederken
285
Gönül köşkünün içini al güller benim derken,
Menekşe sümbüller derdi, aşk âleminde gezerken
…Mevlâna’nın çok sevdiği, talebelerden biriydi
….Selahattin Konevi,
…..Bir başka eserin kaynağın sayfası
……Selahattin Zerkub’i diye
…….Onun adının geçtiği yeriydi.
Sultan Veled onun kızı, Fatma Hatunla evlendi
Nasıl nimetlerin şükrünü, öderim diye söylendi
Alıp başını helalden, varıp göğsüne yaslandı
Ulu Arif Çelebi’nin arza gelişi peylendi
…Ve bu evlilikten
….İleriki yılların büyük evliyası olan
…..İşte bu oğulları dünyaya geldi.
Sonraki yıllarda kardeşi Alâeddin Çelebi’yle
Olup ta ilmin tebaasından
Tahsil için Şam’a gönderildi
Dönüşünde yine babasından
Daha de ders aldı,
İlim öğrenmeye devam etti…
Ahmet Eflaki ‘Ariflerin Menkıbeleri’ isimli
Eserinde çiziyorken onları yazıyla resimli
Yedinci bölümünü Sultan Veled’e tahsis etmişti
Onun pek çok kerametinden, övgüyle bahsetmişti
…Yakin sırlarının mazharı
….Hakikatleri arayanların sultanı
…..Aşk ateşiyle yananların önde gideni
……Yanar ki; yanar, sönmez harı
……. Diye vasfeder bize bu şahsı güzini…
*
Çelebinin ilk görevi nedir diye sorarsan
Gönüllerde sultan olmak derim ben,
Gel anla Mevlâna dergâhında otur da posta
Oku aşkı kutsîyi gözbebeklerimizden
Oku,
…Yunus gibi,
286
….Yaratandan ötürü yaratılanı sev
…..Sultan Veled ol gel,
……Çelebi Hüsamettin ol gel,
…….Ve kucakla insalığı olur mu?
*
İki kez daha evlendi, ilk hanımının sonrası
Bu evliliklerinden de, üç oğlu daha doğmuştu
Yıldız ekip geleceğe, buldu üç umut deryası
Her çocuk ayrı bir duygu, ayrı sevince boğmuştu
…Bu oğulların isimleri;
….Şemsettin Emir Abid,
…..Selahattin Emir Zahid,
……Hüsamettin Emir Vacid
…….Olarak arza ve sema ya kayıt olmuştur.
İlk eşinden olan Ulu arif çelebi
Sonrakilerdendi Emir Abid Çelebi
Birisi de Hüsamettin Vacid Çelebi
Elinde ney olayım n’olur şeyhim!
*
Sema meclisinde ruh kökümde bin sancı
Bin telâş içerisindeyim;
Boynuma değen Pir dudağından alev
İçimin balkonları darmadağın işte
Bilmiyorum göklerin kaçıncı katındayım;
Düştüm peşin sıra ağır aksak ve topal
Aşkının feryadındayım…
*
Sultan Velet Çelebi;
Ölümsüzlük iksirini ısmarlarken yaşantısına
Yaratanından rızalar topladı hep amel çantasına
…Mevlana’nın vefatından sonra
….Bin iki yüz seksen dört senesine kadar
…..İrşat görevini büyük talebesi
……Çelebi Hüsamettin aldı.
……Sultan Veled ise
……..Tam on bir yıl ona bağlı kaldı.
287
Ölecek, öleceğiz; kazık çakıp kalmak yok dünyada;
Yakınlarımız;
İçten gelerek ağlayıp gözyaşın silecek
Hangi kim ne biliyor? Ne zaman, nerde? Ölse bilecek.
Allah dostlarına ölüm anında melekler gülecek
…Gülünce melekler yüzüne
….Ölünce Çelebi Hüsamettin,
…..Dönünce özüne,
……Erince rabbin sonsuzluk sözüne
…….Sultan Veled müritlerinin ısrarıyla, halife vekili olup
……..Bu vazifeyi üstlenecekti, üstlendi.
………Hayatının sonuna kadar
……….Sünneti yayıp,
………..Bid’atleri ortadan kaldırmaya kilitlendi
Mevlana düşünceleri sistemleşti, daha önceldi
Tarikat biçiminde örgütlendi ayağa dineldi
Mevleviliğin asıl kurucusuydu ikinci piri
Tekkeler ve zaviyeler açmaktan da kalmadı geri
Babasının türbesinin yapımına yardımcı oldu
İstedi etrafı okumaya mahsus yerlerle doldu
Böylece merkezi bir külliye kurulması sağlandı
Başka yerlerde kurulu dergâhlar buraya bağlandı
Ve bin üç yüz on iki de inceldiği yerde,
Bu seneye gelince yaşı seksen dokuza yükseldi
Bu sene de hastalandı ve yastığa düştü başı
…Hastalığı sırasında
….Konya’da yedi gün zelzele oldu.
…..İnsanlar dünyanın sonu mu diye, endişe doldu
…..Telaşa düşüldüğünü görünce;
“Üzülmeyiniz, asla telaş etmeyiniz
Boşuna korkuya kapılıp gitmeyiniz
…Bu benim ebedi âleme gideceğimin haberidir.
Zahiren aranızdan ayrılacağım
Lakin batınen sizinle olacağım
…Bundan şüpheniz olmasın
….Allahın evliya kulları
288
…..Vefat ettikleri halde, dolaşır ruhları
İzin verildikleri her yerde
Dost ve yakınları kalsa darda
…Yardımda bulunurlar.
….Bu şehit ve erenlere
…..Allah dilerse hediye olunur”
……Diye telkin de bulunur.
Recep ayının sonunda, bir cumartesi gecesi
Tevhit oluşturan cümle kelimenin her hecesi
…Söyledi imanın ihlâsla şahadeti
….Fani hayata veda ederken,
…..İçti ebediyet şerbeti…
……Babasının kabrinin yanına
…….Kubbe-i Hara defnedildi.
Mevlana hazretleri tüm hayatı boyunca
Yaşamına kuranın ahlakını koyunca
Tarikatlara özgü kurallar koymadığı
Bilinir hiçte buna, ihtiyaç duymadığı
…Sözgelimi kendisine bağlananlar için
….Ne düzenlerdi bir giriş töreni,
…..Ne de öngörürdü belli bir zikir düzeni.
……Ne diğer tarikatlar gibi,
…….Olmamıştır özel giysiler belirleme özeni…
Şudur bilinen başlıca, temel uygulama ancak
Girince sabırla dolup, almaya ilahi aşktan
Müritlik kabulü alan, kişiye olur ya sancak
Saç, sakal, bıyık ya da birkaç kıl kesmek kaştan
…Birde kendisine halifelik verilenlere
….Bugün hırka denilen
…..Geniş kollu, yakasız ve önü açık olduğu söylenilen
……Ferec adındaki gömleği giydirmekti,
…….Halkı aydınlatma görevinin simgesi, çerağ vermekti.
Mevleviliğin başlıca kurallarından birisi
Sema’yı aşk ve cezbeye, yardımcı bir öğe sayar
Aşka dönerken terler ya, ılgıt ılgıt ten derisi,
Aşk ile dönerken gönül, çağlayandan bir ses duyar
289
…Mevlevilerin Hu’ya dönmesi ondandır.
….Dünya döner, sema döner, semazen döner
…..Cümle kainatın dönmesi bundandır.
…Ancak oğul Sultan Veled Çelebi,
Kendisinin döneminde, bunları temel alarak
Mevleviliğin özüne, has kuralları koyarak
İnsanlık şaha kalkmıştı aşk deryasına dalarak
Pas tutmuş kalp duvarları, o derya da boyanarak
…Özel törenleri olan bir tarikat
….Mevleviliği daha da bilinen bir hakikat
…..Durumuna getirdi.
Eserleri genellikle, yazılmış Fars’ın dilinde,
Yoğrulmuş mısra mısra, şiirler duygu selinde
Gazel ve mesnevîlerde, arada Türkçe olarak
Hayat bulmuş, şekil bulmuş, çiçekler açan elinde
…Divanında yüz yirmi dokuz adet,
….İptida name’sinde yemiş altı adet,
…..’Rebabname’sinde yüz altmış iki adet
……Türkçe yazılmış beyit vardır…
Bahse konu bu beyitler
Okur diye tüm seyitler
Oğuz ata lehçesiyle, yazılmış ilk şiirlerdir
Türk dilimiz bakımından, birer örnek değerlerdir
…Bu ahlaki ve tasavvufi manzumelerin hepsi
….Edebi yönden olduğu kadar güzel,
…..Yapı ve ifade bakımından da
……Mükemmelce yazılmıştır mesnevi ve gazel,
…….Bir o kadar da topluma özel…
Sultan Veled’in Farsça bir Divan’ı,
Ona doldurmaya, çalıştı ummanı
Diğer eserleri; biri ‘Rebabname’
‘İptida name’si ve ‘İntiha name’
İsimlerindeki Farsça üç mesnevi
Ve maarif adlı Farsça Mansur eser
İnsanlığa öğüt nesirler bir nevi
290
Bahar yeli konsun, ister söze beşer
…İptida name’sinde babasına,
….Hazreti Mevlana ki; babaların en hasına
…..Ait bilgiler vermesi dolayısıyla
……Mevlana ve çevresi araştırmasına
…….En eski ve en sağlam kaynaktır.
Yollara çiçek eken, onun her bir cümlesi
Maarif eserinin Türkçeye tercümesi
Bin dokuz yüz kırk dokuz, yılı güvertesinde
Çok partili hayata, geçişin ertesinde
…Milli eğitim bakanlığı tarafından
….Yapılmıştır eserin yayınlanıp neşredilmesi.
Bazen seninle gündüzde, kâh girerim gecesine
Beyitlerinde seslendi, yücelerin yücesine;
Bazen seninle ayığım, bazen seninle sarhoşum
Bazen seninle yücede, bazen seninle alçakta
Can, beden, gök ve yeryüzü, yok olsa da ben hep hoşum
Şikâyete gerek yoktur, her şey seninle varlıkta
Şöyle seslendi biz insanoğluna da
Çağırdı en yüce sevgi koluna da;
Her alçağı gördüğün, günaha dalan gözle
Sen ki eşsiz güzeli nasıl görebilirsin?
Karun’un sözüneyse, kulak verdiğin özle
Kelim’in sözünden tat, nasıl alabilirsin?
…Dedi şair dili bencileyin
….Derim ki size;
…..Okuyun, dokuyun, ilimi tezgahında
……Sizde yaşayın rızası istikametinde de
…….Yüceler yücesi Rabbimden af dileyin.
(Şiir: GÜLCE-Buluşma)
291
ALAADDİN ÇELEBİ
Kovan ne ki yağmalandı içimdeki koca şehir
Ayrılıkları bıraktım içi ateşli kamışa
Ben, senin ayak izinde deli kuş gibiyim yâr
Su ver, dilim kurudu, yanıyorum
Uzat da bardakları
Aşkına susamışa…
Papatya aklığı dizim dizim semada
İçlerinden döndükçe kavrulan benim
Kudümün perçeminde hurdaya döndüm
Zikrin ortasında hiçliğim
Hiç den de hiçim,
Kanadı yanmış kelebeğim ya şükür
O sebep yüzünden,
Bu bayramım,
Bu sevincim…
*
Mevlana ömrü boyunca, tek kadınla evli kaldı
Mutlu ve mesut yaşadı, huzur deryasına daldı
…Lârende’de lalasının kızı
….Gevher Hatunla evliliğinden
…..Sultan Veled ile Alâeddin adında
……Verdi Rabbim güzide iki yıldızı.
Bunlar ki; yetişkin birer delikanlı olmuşlardı
Mevlana hoşgörüsünden, çokça nasibini alan
Sevgi dini peygamberi, Habib ve tabibi bulan
Billur iman küfesiyle, hakikatle dolmuşlardı
Soyla öğünmedi, Türklükten bir soydu.
O ki; Mevlâna’nın ortanca oğluydu
Onun doğumuyla çok mutluluk duydu
Sultan Veled önce, o sonra doğduydu
…Muhtemelen bin iki yüz otuzlardaydı
….Ailesi adını, Alâeddin diye koydu
…..Alâeddin Çelebi büyüyecekti.
……Daha çocuktu, sonra gençti ve toydu.
292
Büyüdü gelişti, ilim ahvaliyle
Zaman gelecekti ve büyüyecekti
Allah’ın emriyle, nebi’nin kavliyle
Bir eş bulacaktı ve evlenecekti.
…Selçuklu Devleti’nin baş veziri
….Sahip Ata Fahreddin Ali’nin kızı
…..Kerimeler kerimesi biri
……Kerra Hatun adındaki ile evlenmişti.
Ne
Yazık ki,
Bu evliliği
Fazla uzun sürmemiş,
…Alâeddin Çelebi
Bin iki yüz altmış iki yıllarında
Sonu bilinmeyen ebed yollarında
Bir Ağustos ayının, kavuran sıcağında
Yaşanası diyar ki; Mevlana kucağında,
…Ateşlice bir sıtmaya tutuldu
….‘Allahtan geldik, Allah’a döneceğiz ’
…..Denilerek, sabra davetlere duruldu…
Zaman yoktu bitmişti
Ömrü çoktan geçmişti
Ruh kuş olup uçmuştu
Genç yaşında göçmüştü
…Uçup gider vücutsuz ve tensiz
….Yolun kalan kısmına
…..Gülümseyerek yürüdü bedensiz.
Bahaeddin Veled’in mezarı sırasında
Ol dedesi ki; yatar, onun sol sırasında
Ne farkı olacak ki, amel sahih değilse…
Ebu Cehilde yatar, Mekke’nin orasında
Başta Eflâki olmak üzere
Bakarsak dilden düşmüş sözlere
Bazı Mevlevi kaynaklarından
293
Konuşan dudak, oynaklarından
…Şu yönde sözler, dökülüvermiş
….Kulak denen kimi zaman duymaz
…..Kimi zaman uydurur gözere;
Şems’e muhalefet etmiştir diye
Kimine göreyse, sebep başkadır
Sevdi Kimya kızı, döndü deliye
Kendince gittiği, yolu aşkadır
Hediye etmişti Mevlana Şems’e
Daha güzel kim ki; güneşi emse
Onundu öldürüp Şems’i gömse
Mevlana’yla Şems, odaya girer
Elbet çalışır, Rahman’ın dersi
İblis dolanır, zihinde birer
Başka düşünür, halk tam tersi
Gider söylenti hem kulağına
Düşmüştür nefsin, kin tuzağına
Kimya kız var ya, düşsün ağına…
Şems ise
Sıra dışıdır.
Ne evliyaya benzer,
Ne de Allah dostu birine.
Ve de halkı onu pek sevmiyordu
Mevlana; onunlayken ders vermiyor diye…
Ortadan
Kalkarsa eğer,
Konya Mevlana’sına
Tezden kavuşacaktır meğer.
Bir an önce kurtulmaya değerdi
Hem de kimliği bile belirsiz adamdan.
Alâeddin Çelebi
İşi öyle abartmıştı ki;
Babasını ziyaret ettiğinde
Kimya Hatun Ediyordu orda ikamet
294
Özellikle bakıyordu içeriye bir zahmet
Durumu gören Şems tarafından uyarılmıştı
Güya; Alâeddin, fesatçılarca çok kayırılmıştı.
Alâeddin Çelebi’yi çileden çıkarmaya kurulmuştu.
…Öyle ya Şems;
Hem sevdiği kızı almıştı elinden
Kimya’yı kıskanıp, uyarmış dilinden
Kendi malı gibi, özgür davranmıştı
Gelip çöreklenmiş, nerdeyse ilinden
Bu ne cüretsizlik, kendini bilmezlik
Kısa süre sonra, olmuş kefen bezlik
Onun yüzündendi, ölüm kavranmıştı
Kimya hastalandı, olmazdı görmezlik
…Bu kinini arttırır iyice
….Birde buna
…..Fasıkların kışkırtmaları dahil olunca
……Hazırlanan komployla
Kararmış bir kör vicdanla
Öldürülür Şems bir gece
Ortada bir damla kanla
Birde ortada sadece
Duyulan tek bir; “Allah” sesi vardır
Sokaklar dersen, karanlık ve dardır
Mevlana inanmaz, Şems ölmemiştir
Sanırdı dönüştür, Şam da sorardı
Söylentiler kulağına kadar gelince
Artık dostundan ayrı düşmüştür bilince
…“Ey Şems Yusuf gibi kuyuya gittin.
….Ey Ab-u hayat! İpten bile gizli kaldın”
…..Diye sözler söyler, edebi dilince…
Bir numaralı zanlı olduğu içindir ki;
Oğlu Alâeddin’in, cenazesine gelmez.
Bu durumdan dolayı, o kadar üzgündür ki
Kimseler affeder mi, yoksa etmez mi bilmez
…Asla affetmediğini,
295
….Cenaze namazına dahi gelmediğini
…..Sözleriyle ifade ederler.
Hatta günlerden bir gün
Bizim için geçmişten
Geçmeden işler işten
Ders alınası bir dün
Mevlâna’nın eline
Hokka kalemi alıp
Onun kabrine varıp
Şöyle yazdı biline;
“Eğer
Sadece
Bağışlaman
Merhametini
Umarak yalnızca
Salihlerin ümitle
Beklemesi lazımsa,
Mücrimlerin kime gitsin
Yar kime gidip sığınsınlar?
…Ey kerim olan Allah!
Yalnız iyileri kabul ediyorsan,
Suçlular kime yalvarıp ta yakarsın?”
….Anlamında beyitler yazdığını,
…..Sonra ruhlar âleminden
……Şems’in sesinin geldiğini,
…….Alâeddin Çelebi’yi affederek
……..Suçunu bağışladığını,
………Şefaat ettiğini kaydederler.
Ağızlar dağarcık değil ki büzesin
Hangisi yalan gerçek nedir süzesin
Daha önce de söz ettiğimiz gibi,
Doğrudan fenalık etmemiş Çelebi
296
(A)dı dedikodulara karışmıştı.
A(L)dandır biz kula, her ne gelirse
Aş(A)r kul her engeli onunla,
Gül(E)miyor, yıkılıyor yalan bir oyunla
Bura(D)a hayat geçiyor şu ve bununla
Sonun(D)a iş işten geçip gidiyor
Mevsim(İ) geçip gidiyor ömrün
Her kulu(N) yolu aynı yeredir bilirse…
Alâeddin Çelebinin mezarı basışında,
Başı tarafındaki, dikili duran taşında
…Şu kitabe yazılmıştı:
….”Allah bâkî,
…..Burası Hüseyin oğlu Muhammed’in oğlu,
Şeyhlerin şeyhi.
Hak ve dinin celâli,
Bilgin ve arifler sultanı
...Belhli Muhammed’in oğlu
….Rahmetli bilgin
…..Alâeddin Muhammed’in toprağıdır.
Allah Celâleddin’in bütün bereketini,
Mevlevi inancıyla dönüş hareketini
İnananlara saçsın, yeryüzüne de yaysın,
Oğluna fazlasıyla, merhametini duysun
…Bütün inayetlerine mazhar ederek,
….Mümtaz kılsın, Alaeddin’i affederek.
…..Altı yüz altmış yılı
……Şevvalinin sonunda göçtü.”
……..Diye yazılmıştır.
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
297
ULU ARİF ÇELEBİ
Aşk nedir diye sorma bana ey garip!
Tanımdan bir Çelebi’yi, tutmadan ellerini
Aşk nedir diye sorma bana ey dostum!
Düşmeden Yusuflayın bir kuyunun dibine
Sen en iyisi mi ne yap biliyor musun?
Şekerin tadını bul, al avuçlarına
Dilin damağın tad alsın avucundan
Giy hasret ateşini elbise diye
Ve çık dergâhın eşiğinden yükselerek âlemlere
Derim ki ey can, derim ki:
…Ulu Arif Çelebi gibi candan geçip,
….Sarılır mıyız, aşk-ı ilahi ile sevdiğimize?
…Ulu Arif Çelebi,
Sultan Veled Çelebi Hazretlerinin büyük oğludur
Umuda pullanan mektupların özenli ilk puludur
Annesi Selahattin Zerkubi kızı Fatma hatun’dur
Kelebek renkli düşlerde yaşam rotası kuruludur
…Miladi bin iki yüz yetmiş iki yılında
….Dünyaya gelince Arif,
…..Ninni söylenir, uyusun da büyüsün diye zarif,
……Sevgiyle kuşanılan tüm hücrelerde
…….Ona karşı şefkat ve merhametle duruludur…
Vardı elbet bu aşırı sevginin geçerli sebebi
Babasının çocukları olmuş olsa da daha önce
Küçük yaşlarında, ebediyet deryasına dönünce
Belki de Torun Arif olur diye, hayırlı nesebi
…Başta Hz. Mevlana olmak üzere,
….Aile de vesile olmuştu büyük sevince…
…..Dualar yükseldi arşa,
……Bu dilekler ile duruldu sözlere,
…….Aydınlık gündüzlerden sonra, her gece.
298
İlahi bir sınav değilse, dualar kabul olmaz mı?
Allah dostu erenlerin, dileği karşılık bulmaz mı?
Kabul oldu içten dualar, dilekler karşılık buldu
Sonra ki anadan, Arif ’in üç kardeşi daha oldu;
Ana başka, baba bir,
Canlar cana bir eştir.
Onlarda yok, hiç kibir,
Aynı kandan kardeştir.
…Şemsettin Emir Abid,
….Selahattin Emir Zahid,
.….Hüsamettin Emir Vacid
……Kardeşlere,
…….Ulu Arif Çelebinin yüzü hep güleçtir.
*
Ve
Günler,
Geceler
Geçip gider.
Günün birinde
Gözleri derinde
*
Ulu Arif Çelebi, hemen emir eyledi
Menakib’ül Arifin, eserini peyledi
Ahmet Eflaki beyim, hemencecik başladı
Kâh okudu, kâh dinledi, kâh yazdı ve söyledi,
…Böylece kaynak olabilecek, büyük bir eseri
….İtinayla yazdı menkıbeleri oluşturan cümleleri.
…..Böylece meydana getirildi ariflerin menkıbeleri.
Ulu arif Çelebi, Ahmet Eflaki ile birlikte
Başta Tebriz ve Azerbaycan’ı dolaştı şecaatle
Dolaştı Anadolu’nun pek çok yerini defaatle
Yurdum insanını hep gördüler birlik ve dirlikte
…Hep dillerindeki dua ve rabbe niyazla
….Sevgili peygamberimizden istenen şefaatle.
*
299
İrşat şerbeti içtiler, sohbetlerle gönüllere girdikçe
Kendilerinden geçtiler, birçok nimeti gördükçe,
Dünya denen şu fani ki, kusursuz bir bahçe varlık
İnsan hizmetinde her şey, bunu bilen çekmez darlık
Aşkın tasını sakın boşa tutma, dik başına ılık ılık
İrşat şerbeti içtiler, sohbetlerle gönüllere girdikçe
Gezdiler birçok diyarlar, dere ve tepe geçtiler
Yeşil ağaçlar altını, konaklamaya seçtiler,
Soğuk akan pınarlardan, avuçlarda su içtiler
Kendilerinden geçtiler, birçok nimeti gördükçe
*
(U)lu Arif çelebi,
E(L)açıp yalvardı insanlığın selametine,
Ul(U)lar ulusu, yüce rabbine…
(A)kıllar olmasın zorda, kalınmasın iki cihanda darda
E(R)geç döneceğimiz ebedi yolculuklarda
Al(İ)deyip, alenî olmasın, Emevice davranışlar
Ari(F)olsun insanlar, sinelerde iman dolu kavranışlar.
(Ç)alınınca ömrün son zili,
N(E)mallar, ne benim dediğin hiçbir varlık
Kü(L)liyen etmeyince fayda
Hev(E)slerin ve nefislerin istediği her şey geçince kayda,
Kala(B)alık dostlar ve ahbaplar olsa da; bize darlık…
Sinem(İ)zdeki imanımızdan başkası açamadığında dili.
*
Bilir misiniz?
Halimiz nice olur
Kırılır düşler,
Uykudan uyanırız.
Vaktimiz varken
Kendimize gelelim.
Yüce yaratan
Rabbimizi bilelim.
300
Diye halklara
Dini tebliğ ettiler.
Gönüller adres,
Yunus olup gittiler.
*
Bin üç yüz on iki de babası
Babası Sultan Veled’in ölümü üzerine
Yerine geçip Mevlevilik postuna
Postuna oturduğunda kırk yaşlarındaydı yaşı
Yaşı aktı onunda, yüce dostu için gözyaşı.
*
Mevleviliğin kurulmasında ve gelişmesinde
Mevlevilerin döne döne ask yolunda pişmesinde
İki cihanda hak rızasının peşine düşmesinde
Ulu Arif Çelebi’nin de büyük emeği geçmiştir.
…Bin üç yüz yirmi yıllarında
….İnsanın içini ısıtan, güneşli bir bahar gününde
…..Kırk sekiz yaşlarında iken
…… Vefat ederek, ebediyet şerbetini içmiştir.
Bizim bildiğimiz, bir ‘Divanı’ vardır
Onun gönlündeki, yanar sine hardır
O od ki; sönerse, düşe yağan kardır
O zaman biz kula, iki dünya dardır
Yaşam rabbe rıza, ona teslimiyet
Bunun tek adı var, o da İslamiyet
Ondadır kurtuluş, ondadır kemiyet
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
.....................................................................
Şecaat; Allah Teâlâ’nın takdirine rıza ve teslimiyettir. Allah’a tevekkül eden bir
Müslüman’a korkaklık ve zillet asla yakışmaz.. İnsandaki öfke ve hiddetle korkaklık arasındaki itidal hâlidir. Yiğitlik, bahadırlık, kahramanlık, kalp metaneti,
şiddet ve tehlike esnasında cesaret göstermek manalarına gelir.
Kemiyet: Nesneler ve olaylarla ilgili ölçülebilir özellikler, anlamdaş tutar.
301
EMİR ÂLİN ÇELEBİ
Gevher hatunla oldu, ilk mutlu bir yaşamla
Taze düş yağmuruyla doğmuştu iki damla
Sevgi tohumlar döktü, rahmani bir kelâmla
Gevher hatun, er göçtü; Azrail’den selâmla
…Bu selam yaratandandı.
….Bu selam bizi görüp gözeten,
…..Bu selam,
……Sevgi ve rahmetiyle bizleri kuşatandandı.
Mevlana sonrasında, ilk eşin vefatından
Peygamberin kavliyle, dünya evine girdi.
Tasavvuf terbiyesi taşar hissiyatından,
Diller; gönül sahibi, hanım efendi derdi.
…Konyalı İzzettin Ali’nin dul kızı
….Kerrâ Hatun’la evleniverdi.
…..Belli ki yazılmıştı seher yıldızı
…..Mevla dostu Mevlana’ya bu güzel yazı.
Genç
Ve güzel,
Ay yüzlü ve dinç,
Hakkın dostuna özel
Çok iyi bir tahsil görmüştü.
Güçlü bir sevgi yumağı örmüştü.
Kerrâ Hatun’dan Mevlana hazretlerinin
Muzaffereddin Emir Âlin Çelebiyle
Melike Hatun adlı kerimesi
Kucağa sevgi karinesi
Ol iki hazinesi
Daha dünyaya
Gelmişti.
Özden can parçasıydı, aşkı gönle inmişti
Her dem gel diyen dile, yârin aşkı sinmişti.
Oğul Muzaffereddin Emir Âlin Çelebi,
302
Doğunca; Mevlana’nın, dolmuştu gönül cebi
Sevgi doluydu zaten, görseydin nesebi,
Özden can parçasıydı, aşkı gönle inmişti.
Bir çocuk gülüşüydü, tebessümle gülüşü
Hep güzele koşmaktı, koşturmaktı her düşü
İstemez haktan gayrı, tenhalarda sen üşü
Her dem gel diyen dile, yârin aşkı sinmişti.
….O gün:
“Geliniz ey âşıklar, ay yüzlü güzel geldi.
Zevk edip sevinmeye, neşelenmeye gelin
Gelin gönül bağlayın, bunu sizlerde bilin
O beklenen sevgili, Çünkü kucağa geldi...”
….Mealindeki beyitle başlayan gazeli söylemişti,
…..Semâ toplantıları düzenleyip eylemişti.
……Geliyordu, her taraftan hediyeler,
…….Devrin ileri gelenleri düzüyordu methiyeler,
……...Mevlâna’yı tebrik ediyorlardı.
……….Bilmiyorlardı ki; daha başka ne diyeler.
(M)uzaffereddin Emir Âlin Çelebi;
B(U) şiirimizin ana konusu onun hayatı,
Ka(Z)ansın bellekler öğrenip bu hususu.
Hay(A)ta hazırlanıp iyi bir tahsil gördü
Leta(F)et şahanesi bir kızla, dünya evine girdi.
Teşri(F)leriyle Selçuklu Sarayında önemli vazifeye,
Devlet(E) hizmete durdu hak aşkına,
Melekle(R) gülümsüyordu hizmet anlayışına
Yükselec(E)kti maddi ve manevi olarak hak arşına
Hakikatin(D)e yürünürdü bulutlarda, erenlere zor değil.
Muzaffered(D)in Emir Âlin bunu istemiyor değil.
Müslümanlar (İ)çin çalışmak har değil.
Devlet görevi(N)i almasa da, hayatına yağan kar değil….
Hayat ki; her daim, bir muştu karılmıştı
Düşünmüş de akiller, hak düşe sarılmıştı
Emir Âlin bu işi, bir yardımla bulmuştu
Süleyman Pervane’nin delâleti olmuştu.
…Mevlâna; Süleyman Pervaneye
303
….Yazdığı bir mektubu
…..Yardımlarını esirgememesi ricasıyla:
“Emir Âlin,
Bir güneş gibi
Her bir yana vuran,
Her şeyleri ısıtan
Şahane-i lütfunuza,
Yüce rabbimin de izniyle
İhsanınıza sığınmaktadır”
……………………demiştir.
Huzura çağırdı günlerden bir gün
İhlâs’ı okuttu Emir Âlin’e
Sonra dil oldu, sure-i kerime
Aklında tutsun, bulsun dosta sürgün
…Diyerek değinmiş mealine:
“Görüyorsun ya evlat!
Yaratan Allah; ne doğmuştur,
Ne de doğurulmuş fani bir varlık,
Ne anası var, ne de baba diye bir zat…
Bilesin şu halde soy ve sop ile övünülmez.”
……Diye nasihatin ederek.
…..Asla: babası ve dedesiyle,
….Ceddiyle övünmesin isteyerek,
…Oğluna nasihatini etmiştir.
Allah’a kul olmaktır asıl işin özü
Hep çağırır insanı, peygamberimin sözü
Bunu idrak ederse, kalplerin gören gözü
Mahkeme-i Kübra da gülecek kulun yüzü.
Emir Âlin; her nasılsa, hayatının bir gününde
Çelebi Hüsameddin’in, gönlünü kırmış, dününde
Hem onu biraz incitmiş, hem de üzmüş olacak ki;
Mevlana’nın kulağına, gider bu durum sonunda.
Güzel hasletler dolmayan, kalp gözleriyse islenir
Bu hayat ki hoş görüden, dosta vefadan beslenir
O zaman insanlık gerçek, değerini bulacak ki;
304
Yazdığı bir mektubunda, oğluna şöyle seslenir.
“Çok aziz ve çok vefalı oğlumuz!
Bilmez misin ki, dostluğa yolumuz…
Hüsamettin’in sende de, bende de
Bizlerden başka, nicesi tende de,
…Çok hizmetiyle, dostluk hakkı vardır.
….Hayrı ilk yapanın hakkı ödenmez, derler.
…..Bu babanın gönlünü yapmak için de,
……Onun gönlünü alman, hatırını yapman gerek.” diyordu.
…Emir Âlin Çelebi,
Bir süre sonra devlet hizmetinden ayrılmış,
Gönül hazinesine, kapanarak yetişmiş
Hata ve günahlardan, tamamıyla sıyrılmış
Güzelliklerle dolmuş, Mevlevi aşkla pişmiş.
….Baba ocağında olgunlaşmıştı.
…..Döne döne yanmıştı, yanması bini aşmıştı.
……Belki de Emir Alim’di adı
…….Kendisini bol ilim basmıştı…
Bilinmez ki ne zaman, ol diyarı faniden
Ebedi mekânına, göçmüştü o aniden.
Bu ulu ağaç var ya, çıkar kökü derinden
Sahip çıkıp peşinde, gidelim derim cidden.
(Şiir : GÜLCE-Bahçe)
305
VELED ÇELEBİ
Dil anamın ak sütü
Ağzımızda hey balam!
Mevlânaca ney olur
Okur inler, yanar ey!
Dil, bizim; öz dilimiz
Dünyada kimliğimiz,
Dokuyor Çelebimiz
Dil halısın ipekten
Türklük kumaşı sağlam
Tarihlere gerçekten…
*
Bir Veled Çelebiyim
Hazret-i Pir’den aldım bu nefesi
Türkün solmaz güneşi
Gülende ufuklardan ocaklara
Çağırırım sema sema
Bu dergâha herkesi…
Bir Veled Çelebiyim,
Canlar canımda yaşıyorsunuz
Zamanları bir ney sesi toz edip savuranda
Canımın en dibinde
El ele, can cana
Dolaşıyorsunuz…
Her gönülde bir başka, kalkar eller sevdaya
Yol oluruz sevgiye, koşarız biz hülyaya
Kimimiz süvaridir, kimimiz koşar yaya
Meftun olduk rabbime, rahmet dolu deryaya
…Bu deryayı dileyenlerden biri de
….Mevlana Hazretlerinin
…..On sekiz göbek, zaman dilimi geride
……Torunuydu Veled Çelebi…
306
…Bin sekiz yüz altmış sekizde
Güzel ülkemin güzelliklerle dolu Konya ilinde
Doğdu ve yürüyordu ömür denen kendi menzilinde
…..Aldı yerini rahmet deryasının dünya denen yerinde
……Ailesinin ve çevresinin gereği olarak
…….İlim yolunda, ilme hasretle dolarak
……..Medrese öğrenimi görmüştü
………Fars ve Türk edebiyatını diline sürmüştü
……….Arap edebiyatında da söze durmuştu.
Hazreti Mevlana’nın Divan-ı Kebirini okurken
Bu eserdeki Türkçe kelimeler dikkatini çekti
Kütüphaneci Halit dede’ye sebebini sorarken
Sultan Veled Çelebi’nin Divanından bahsedecekti
…Türkçe beyitlerin onda daha çok olduğunu öğrenecekti.
Türklük bizim için bir sevda, bir sevda Türkçe dilimiz
Dille açar dost kapısını, saz çalan gönül telimiz
Dil bizim duygularımızı ifade eden elimiz
Düşüncesiyle Türkçeye daha çok değer verecekti
…Öncelikle Divan-ı Kebir ve Divan’daki
….Türkçe beyitleri bulup yeniden derecekti,
…..Derdi ve yazdı.
Dilimize yön veren, başka bir şifahinin
Ayrıca, Harabat’ta Ali Şir Nevai’nin,
Nicesi daha olan, edebice dâhinin
Hüseyin Baykara’yla Molla Lütfi beyinin
…Çağatay lehçesinde yazılmış şiirlerini
….Gördü ve tespit etti.
…..Bu tespit onu,
……Nevai’nin lügatlerini de içine alan
…….Abuşka kitabını okumaya sevk etti
……..Bununla da yetinmedi, özünden güç alan
………O kitabı baştan sona istinsah etti…
…Özünün özünden güç aldı
….Türkiye’de kullanılanın dışında
…..Türkçe lehçelerin bulunduğunun idrakine vardı,
307
Kendini daha bir yakından inceleme saldı
O gece gündüz insanlık için çalışkan arı,
Bunun için kaleminden damlıyordu tüm varı
Bin bir çiçekten öğrendiği, sözü şifa, baldı
…İlk memuriyetine
Başlamıştı Konya Vilayeti Mektubî kaleminde
Mektubî Kalem ne? Sorusu gelir akla ilk deminde
Sadrazam tarafından çeşitli makam ve kişilere
Resmi mektup ve işlerin emri yazılır bu zeminde
…Bir yıl gibi bir süre bu görevinde çalıştıydı
….Ertesi yıl vilayet gazetesi başyazarlık görevine
…..Aynı zamanda Konya Rüştiyesi’ndeki
……Yazı ve Farsça öğretmenliğine alıştıydı…
…Bin sekiz yüz seksen dokuz da
Şehirlerin şehri olan, İstanbul’a geldiği zaman
Aklındaki bu şehre karşı merakın sildiği zaman
Burada kendini yeni bir muhit içinde bulmuştu
Yeni çevre ve dostlarla kaynaşmayı bildiği zaman
…Farklı bir ortamda, gelenek ve göreneklerin
….Her biri olsa da farklı bir önemde,
…Yine de bu dönemde
Mevlana edebiyatıyla meşguldü yoğun şekilde
Öğretisi hak huzura varmak, çoğulda ve tekilde,
Bu öğreti doğrultusunda ay toplayıp ceplerine
Bir hoş seda içindir çabası, bu dünya denen ilde.
…Bir hoş seda için umut ekmişti
….Fuzuli’nin ‘Su Kasidesi’ne yazdığı şerhiyle
…..Tanınmış Türkçelerden birisi olan
……Necip Asım Bey’in dikkatini çekmişti.
Kumsalda kızgın kumlara, sopayla hayal dürterken
Kıpır kıpır yüreğiyle, çoğalırken benliğinde
Gönlündeki hazan gören, düş gölgeleri örterken
Onda yeteneği gördü, Asım kendi şenliğinde
…Yakından ilgilenmeye başlamıştı onunla
308
….Kendi kütüphanesinde bulunan pek çok eseri
…..Veled Çelebi’ye vermişti, derlesin diye
……Teşvikte bulunmuştu Türkçe kelimeleri…
…Derledi kelimeleri Veled Çelebi,
Bu kitaplardan ve başka çok kitaptan yararlandı
Gönül çağlar suskunlukta, konuşunca söz parlandı
Çok kelimeler derlendi, Türkçe sözcükler arlandı
Yüreğinde ateş yandı, dilim derlenip harlandı
…‘Türk Dili’ adındaki büyük eseri
….Tarafından özenle yazılmaya başlandı.
Seyrederdi akşamları güneşin batışını
Yağmurlu bir günde bulutların kaş çatışını
Düşlerken bir güzelin saçına gül takışını
Hissederdi heyecanla kalbinin atışını
…Veled Çelebi,
….Türkçülüğe adım atışını
…..Şu şekilde anlatmaktadır:
“…Matbuat âleminde
Necip Asım üstadımızla yüz yüze görüştüm
Aşırı Türkçü olduğu bilgisine eriştim
Kendisinin fikirleriyle fikrimi örüştüm
Ben onun ve öğretilerinin peşine düştüm
…Osmanlı edebiyatının mükellef şiirlerini,
….Nesirlerini gayri tabii ve gayri makul buluyor,
…..‘Türklerin en hakiki edebiyatı
……Halktan doğan ve halka hitap eden eserleri’ diyordu.
O vakit bu uyarmaları kavrayamamıştı halim
Yaradılışımda bulunan, on altılı yaşlardaki
Beni Abuşka’yı istinsaha sevk eden dilim
Benim anadan doğma istidadımdır ta başlardaki
…Türkçü sevda ile dolu bir ben yapmıştı,
….Aşk ve sevda için dört nala koşup
….Yanan benim gönlüm bilmez misin hardaki…
309
Necip Asım Beyim, bana müsteşriklerin bastırdığı
Eski Türkçe eserler, eski lügat kitaplar gösterdi.
Başka eserler de buldum dil ve ellerin açtırdığı
Görüştüğüm Vefik Paşa bana “Lehçe” sini verdi.
…Onu bir edebi eser okur gibi,
….Baştan sona okudum da ufkum açıldı
…..Gözümün önünde başka bir âlem açıldı.
……Necib Asım’ın teşvikiyle
…….Bir ‘Türk Lugatı’ yazmaya kalkıştım, dilim açıldı…”
Her şeyi oturduğu evi ile birlikte yanınca
Veled Çelebi’nin hazırlamış olduğu Türk dili
Eserinin müsveddelerinin de, yanmıştı tek mili
Yaralarını sarıp, yeniden yaşama uyanınca
Yılmadan, üşenmeden her şeye yeni baştan başladı
Bu da bir imtihandır deyip, üzgün gönlünü yasladı
Beykoz’a taşındı, Türklük ve dili adına pişmeye
Ahmet Mithat Efendi ve Necip Asım’la görüşmeye
Üçü bir olup, aynı amacın badesinden içmeye
Birlikten kuvvet doğar diyerekten, hasadın biçmeye
…Ahmet Mithat Efendi kütüphanesini emrine vermiş
….Necip Asım da, yine bu alanda, bir çok eserler dermiş,
…Veled Çelebi
Geldik ya bu dünyaya, kavrayamıyoruz niçin dedir
Artık Türkçülük faaliyetlerinin de içindedir
İnsanlığa faydalı olabilmeye hep atılmıştır
Türk Derneğinin kuruluşuna da katılmıştır
…Aynı adla yayımlanan derginin
….Kurucuları arasındaki yerini de almıştır.
Geceden sabaha, aydınlık yolunda
Yürürken ölümsüz, sevdalar kolunda
Ve on dokuzuncu yüz yılın sonunda
Türk’lerin baş şehri, ol İstanbul’unda
…Edebi ve ebedi aşk yolunda
….Daha da güçlenmeye başlayan
310
Türkçülük hareketindeki çalışmalarıyla
Türk dili üzerindeki araştırmalarıyla
…Dikkat çeken önemli bir yeri vardır.
….Türkçe ve Türk tarihi üzerinde
…..Araştırmaların yoğunlaşmasıyla
…Türkçülük hareketi,
Hızla gelişiyordu kendi evresinde
Özellikle belli bir aydın çevresinde
Günden güne ilgi ve alâka çekiyor
Heyecanla yüreklere tohum ekiyor
…Türk aydınları dilde gelişmeye yol bulduğu
….Osmanlıcanın karma dilinden başka
…..Türkçenin diğer lehçelerinin de olduğu
……Gerçeğini adeta yeniden keşfediyorlardı…
…Aralarındaki
Münasebetlerin üzerinde, önemle duruluyor
Doğan yeni günün şavkları gönlümüze kuruluyor
Türk’ün uçsuz ve bucaksız öz vatanında, öz ilinde
Günlük konuşma dilinde ve dahası yazı dilinde
…Kullanılan pek çok kelimenin
….‘Çağatayca’ denilen Orta Asya Türkçesiyle
…..Ortak yanları olduğu anlaşılıyordu.
…Veled Çelebi,
Dil ve edebiyatta gelişmeye çiçek ve gül deren
Geçmişten geleceğe, öz sözcüklerimizi gönderen
Savrulup ovalarımızın, renkli gül bahçelerine
Tüm bu çalışmalara, kendi ilmi gayretini veren
…Dirayetini koyabilmiş
….Nadir şahsiyetlerden biridir.
Genç yüreklerimizin beyinlerine tohum ekti de
Geleceğimize büyüyen, yeni fidanlar dikti de
Farsça öğretmenliği de yaptı bu değerli şahsiyet
Meşrutiyetten sonra üniversite bir mum yaktı de
…Bin dokuz yüz on iki de,
….Mevlana dergâhının şeyhliğine tayin edildi
311
Birinci dünya savaşı çıkınca
Düşman merisi sineler yakınca
Osmanlının toprağı pay edilip
Almanlar bizi peşine takınca
…Mevlevi mücahitler alayı’nı kurup
….Dördüncü orduya katılmıştır.
…..Sonra Ankara’ya geçerek
……Milli mücadelede, cepheden cepheye atılmıştır.
Neslimizdir tarihte bin yıldır olmazları var eden
Cephede bile sevgi ve hoşgörüden ödün vermeden
Hep bu yönümüzdür, bizi özlemli olmaza götüren
Ankara Lisesine öğretmendi dönünce cepheden,
…Aynı zamanda üyeydi telif ve tercüme heyetine
….Üye olarak tayin edilmiştir.
Yeni doğan bebeler neşeyle oynuyordu çimlerde
Bin dokuz yüz yirmi üç yılında yapılan seçimlerde
…İkinci dönem milletvekili olarak meclise girdi
….Burada yirmi yıl görev yaptı,
…..İstikbali göklerde bulmaya, siyasi mücadele verdi.
Dört mayıstı yaşanan an,
Bin dokuz yüz elli üçtü
İman amel kuşanan can
Ruh olarak göğe uçtu
…Ülkemin yeni başkenti Ankara’dan
….Ebediyet mekanı, öteki âleme göçtü.
…Mustafa Kemal Paşa,
Milletimizle birlikte, ne zorluklara göğüs germiş
Onun ilmî çalışmalarına yakın ilgi göstermiş,
Kurtuluş Savaşı’nın en buhranlı zamanında dahi
Onun çalışmalarını teşvik etmiştir.
…Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne yazdığı yazı,
….Bu alâkayı göstermesi bakımından dikkat çekicidir
…..Türkün ilmi geleceğine, daha çok umut ekicidir.
312
…O yazıyı “manzumen” söylersek atamın dilinden,
….Özet olarak aynen şöyledir:
“Matbuat ve İstihbarat, Müdürlüğü Âlisine!
Milletin ilim ve irfan, yolunda gelişmesine
Pek kıymetli mesaide, bulundukları malumuzdur
Meşguldürler Türklüğün ihtiyacı lügat çeşmesine
Semih Rıfat ve Veled Çelebi ikilisinin
İhtiyaç duydukları kitapların listesinin
Vakıfı olup, tedarikine gidilmesine
İcap ederse Avrupa’dan getirilmesine…
Sipariş buyurmanızı, bu yönde rica ederim.
Sarf olunacak meblağı, temin ederek öderim.”
Veled Çelebi’nin hazırladığı el yazması
On iki ciltlik büyük Türkçe sözlüğün bulunur
Türk dil kurumunun kitaplığında, bir nüshası
Yüzyıllar boyu bu topraklarda Türk nefesi solunur
…Ancak hala bu eser basılı hale getirilmemiştir
….Bu şiirimi okuyan herkese tebliğ olunur
(Şiir : GÜLCE-Buluşma)
313
SON SÖZ
“Çelebiler Geçiyor” da, konu ve şekilsel yapı Gülce olmasına karşın,
şiirlerde, sunularda çoğu kere müzikalite olmayışı, edebî sanatların bulunmayışı, hece kurgulamalarının yavan ve duraksız oluşu, eseri “nesir”
in bir başka çeşitlemesi olmaktan kurtaramamıştır. Hatta eser, belirli
noktadan sonra, kendiliğinden nesire dönüş yapmakta, sunumlarını hususiyetle Mevlâna ve Mevlevîlik Çelebilerinde nesir-düzyazıyı tercih
ederek yapmaktadır.
Şiirden çok nesir, yahut nesirin şiire kanatlanmaya başlamasıdır şairin
izlediği yol. Durağan dizelerde tekrarlar ve şiiriyetten uzaklaşmalar;
çoğu kere içsel ve dönemsel sorgulamalarla bir çalışma sergilenmiş.
Belki şiiriyetin öne çıktığı, edebî sanatlarla “Gülce Şiir Türleri”nin daha
bir belirginleştiği yeni çalışmalar da ortaya konabilirdi.
Salt şiir olarak veya nesir olarak değil, yer yer nesire yaklaşan, yer yer
şiirin ana atardamarlarında dolaşma gayretinde bulunan bir şairin araştırmaları ile ortaya çıkmış, bir çalışmadır.
Uzun uzun nesir cümleleri okumak yerine, şiire heves duyan, yaklaşmaya çalışan, çoğu da yazarın kendi önerisi olan “duraksız” şiirimsilerle bir “anlatı” okuyacaksınız.
Okunması kolay ve anlaşılır olan bu eseri sabırla dokuyup nakışlayan
şair-yazar Feyzullah KIRCA’ya teşekkür ediyoruz.
314
Gelişim Sanat
İÇİNDEKİLER
1-Önsöz
2-Evliyâ Çelebi ve Seyahatnamesi
3-Hazerfen Ahmet Çelebi
4-Lagarı Hasan Çelebi
5-Süleyman Çelebi ve Mevlit
6-İstanbulun İlk Kadısı Hızır Bey Çelebi
7-Doktor Ahi Ahmet Çelebi
8-Özgün edebiyat Tarihçisi Aşık Çelebi
9-Hamdullah Hamdi çelebi
10-Hattat Şeyh Hamdullah Çelebi
11-Büyük Veli kasım Çelebi
12-Kâtip Mustafa Çelebi
13-Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi
14-Kınalızade Ali Çelebi
15-Kınalızade Hasan Çelebi
16-Celalzade Nişancı Mustafa Çelebi
17-Celalzade Salih Çelebi
18-Elvan Çelebi
19-Mahmut Lami’i Çelebi
20-Halimi Çelebi
21-İshak Çelebi
22-Emir Hayali Çelebi
23-Mirim Çelebi
24-Sultan Yıldırım Beyazıt Han
25-Sultan 1. Çelebi Mehmet Han
26-Şehzade Emir Süleyman Çelebi
27-Şehzade Ertuğrul Çelebi
28-Şehzade İsa Çelebi
29-Musa Çelebi
30-Düzmece Mustafa Çelebi
31-Mevlevilik-Mevlana Soyundan gelen Çelebiler
32-Çelebi Hüsamettin
33-Sultan Veled
34-Ulu Arif Çelebi
35-Şemseddin Abid çelebi
36-Hüsameddin vacid Çelebi ve Emir Ali Çelebi
5
7
27
32
37
67
73
79
85
95
101
107
117
123
131
136
143
153
159
163
171
177
190
195
199
207
213
217
220
223
229
236
239
242
245
246
315
37-Emir Adil Çelebi
38-Emir Alim Çelebi II
39-Arif Çelebi
40-Pir Adil Çelebi
41-Cemaleddin Çelebi
42-Hüsrev Çelebi
43-Ferruh Çelebi
44-Bostan Çelebi
45-Ebubekir Çelebi
46-Küçük Arif Çelebi
47-Hüseyin Çelebi
48-Abdülkerim Çelebi
49-Kara Bostan Çelebi
50-Sadrettin Çelebi
51-Mehmed Arif çelebi
52-Ebubekir Çelebi
53-Hacı Mehmed Çelebi
54-Mehmed Said Hemdem Çelebi
55-Sadrettin Çelebi
56-Fahrettin Çelebi
57-Mustafa Safvet Çelebi
58-Abdülvahit Çelebi
59-Abdülhalim Çelebi
60-Veled Çelebi(İzbudak)
61-Abdülhalim Çelebi(2.defa)
62-Amil Çelebi
63-Abdülhalim Çelebi (3. Defa)
64-Çelebilik Makamı Sona Eriyor
65-Mehmet(Muhammet)Bakır Çelebi
66-Celaleddin Bakır çelebi
67-Faruk Hemdem Çelebi
68-Çelebi Hüsamettin
69-Sultan Veled Çelebi
70-Alaaddin Çelebi
71-Ulu Arif Çelebi
72-Emir Alin Çelebi
73-Veled Çelebi
74-Son Söz
316
247
247
248
250
251
252
253
255
257
259
260
261
262
264
265
266
267
268
269
270
270
271
272
272
273
273
273
274
274
275
276
278
284
292
298
302
306
314
FEYZULLAH KIRCA’NIN
YAYINLAMIŞ DİĞER ESERLERİ
Yeni Edebi Akım GÜLCE
Yeni bir edebiyat akımı olan GÜLCE
EDEBİYAT’ın tanıtım kitabı niteliğindeki bu eser bize yeni bir edebi dünyanın
kapılarını aralamaktadır.
AKBAŞLAR KÖYÜ
Akbaşlar köyünün tarihi ve kültürel yönleri
ile ilgili bir araştırma.
317
318
319
320

Benzer belgeler