çelebiler geçiyor - akbaşlar köyü web sitesi
Transkript
çelebiler geçiyor - akbaşlar köyü web sitesi
ÇELEBİLER GEÇİYOR Araştırma-Şiir FEYZULLAH KIRCA Gelişim Sanat 1. Baskı / Temmuz 2013 Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Gelişim Sanat Kültür Merkezi Haşim İşcan Mahallesi 1304 sk. No.34 Antalya // 0 242 247 66 58 Baskı ve Cilt: İrem Matbaacılık İvedik Organize Sanayi 5588 sk. No:4 Yenimahalle / ANKARA ISBN: 978-605-5281-13-7 *5846 sayılı yasaya göre eserin tüm yayın hakları yazara aittir. www.gelisimsanat.net Feyzullah KIRCA e-posta: [email protected] Tel: 0 535 875 1924 ÇELEBİLER GEÇİYOR Araştırma-Şiir FEYZULLAH KIRCA Gelişim Sanat 4 ÖNSÖZ “Çelebiler Geçiyor” tarihin sinesinden, taklar altından, akça kavukları ve sırmalı kaftanlarıyla, divit, hokka ve mürekkepleriyle; çoğu kadı, kâtip, müderris olmuş, sarayın en üst noktasında yönetenlere yakın olmuş bizim Çelebilerimiz var ki; onlar zeytin yapraklarıyla donatılmış ışıklı ve cümbüşlü taklar altından ağır ve vakur adımlarla geçip gitmekteler. Devlet-i ebed müddet’in, koskoca Osmanlı’nın asırlarca ayakta durmasını sağlayan bu âlim, feyizli, bilgili, kültürlü insanlar, o sultan ve şehzade gösterişlerinin, öykülerinin gölgesinde kalmışlardır. Gölgede kalan tarihin, gölgesini aralayan ağır başlı, ciddi ve sevgi yürekli Çelebilerini anlatalım istedik. Kimisi seyyah, kimisi edebiyat.ı, tarihçi, vakanüvis, müderris, hattâ doktordu Çelebilerimiz. Elinizde tuttuğunuz bu eser, sahasında ilk ve tek eserdir ve aslında bir Gülce projesidir. Başta Evliyâ Çelebi olmak üzere, bizim tarihimizde ne kadar gelmiş-geçmiş çelebi var ise her birini ele almaktadır. Bir kısmı babadan oğla akseden, kalabalık ve köklü sülâleler ki Kınalızadeler buna örnektir, okumuş, başta Kur’an, Hadis ve diğer İslâmî bilgilerle hukuksal bilgilerle yetişmiş olan Çelebilerin çoğunluğu kadılar teşkil etmektedir. Bizim tarihimizde bir de Mevlâna sonrası, Mevlâna dergâhında postnişin olan, dergâhı kurallar çerçevesinde yöneten, çekip çeviren, Mevlevî semâ âyinlerini yöneten Çelebilerimiz de apayrı bir yer tutmaktadır. Yazarımız, bu eserinde Mevlâna Çelebilerini çoğunlukla nesir diliyle nakletmiştir. Ve sonra, Sultan Yıldırım Beyazıt Han’dan sonra şehzadelerin Çelebileşmesi de bizim öz tarihimizin önemli bir isimlendirmesidir ki, bu eser bu hususları da yansıtmaya çalışmıştır. Konuyu derinlemesine araştıracak, tarih ve edebiyat araştırmacılarımızın bulunacağına yürekten inanıyoruz. Araştırmacı şair Feyzullah Kırca, manzum-nesir arası, nesiri manzumlaştırmaya çalıştığı bu eserinde, kendine özgü, adeta “çelebice” bir üslup tercih etmiştir. Sahasında önemli bir boşluğu dolduracak olan bu eserden dolayı teşekkürler Feyzullah KIRCA diyoruz... Gelişim Sanat 5 …Çelebi dost, çelebi terbiyeli, çelebi bilge ….Ve çelebi müjdelenmiş insan demek. …...Çelebi, hoş görü, barış, sevgi ……..Çelebi baştanbaşa destan demek. Birer birer yan yana Ellerinde bin eser Ders vererek insana Geçiyor Çelebiler. Bayraklaşıp tarihten Osmanlıdan, ta ilkten Evet, tıpkı sen ve ben Geçiyor Çelebiler. Kavuklar başlarında Bugünde ve yarında Her çağın esrarında Geçiyor Çelebiler. İlim, ahlâk ve edep Gülce olaya sebep Yanyana, el ele hep Geçiyor Çelebiler. Evliyâsı, kâtibi Kimyacısı, tabibi Severek her garibi Geçiyor Çelebiler. Üstünde kaftanları Canda canın canları Yazarak destanları Geçiyor Çelebiler. 6 EVLİYA ÇELEBİ VE SEYAHATNAMESİ Çelebiler geçer tarihin sahnesinden Kavuklar, kaftanlar içinde... Bir zarafet, bir letafet, inceden birer musiki... En çok divit yakışır ellerine, En çok gül açar tebessümlerinden Ülkeye, gönüle, göze, çağlar üstüne... ‘‘Dost’’ demek, ‘‘terbiyeli, bilge’’ demek çelebi. ......Çelebi var çelebiler içinde .........Gezer, durmadan gezer halâ ..............İlden ile, köyden kente, yaza çize... Gülce düşsün güle, goncalaşıp dilimize Anlatayım onu, anlatayım şimdi size... * Şefâat diyecekken Seyâhat deyiveren Dili hoş güzel Türkçe Evliya Çelebimiz. Bize bizi anlatan Asırları ağlatan Büsbütün güzel vatan Evliya Çelebimiz. * Çelebilerden bir çelebi ...Evliya Çelebi, .....Yirmi beş martın bin altı yüz on birinde ......Soğuğunu hissettiren bir kış gününde Yağar gecelerden sehere bir İstanbul yağar Haber kuşları Boğaz’da müjdeli gagalarla Sulara dokunur, sulardan bin güneş doğar… O günlerden kalma …Solgun fotoğraflar içinden… .......İstanbul’un nadide semtlerinden .........Unkapanı’ndaki baba evinde 7 ............Sanat ve sinemanın merkezinde... ................Açtı gözlerini Çelebimiz. Açtı gözlerini, fani dünyaya Verdi selâmını, ol mâsivaya Gökte aya, yerde ışığa, suya Masum gülücükler Sağdı zaman Uykusuz bir seherden… Saray kuyumcularının başıydı .....”Derviş Mehmet Zıllî Efendi” derlerdi babasına… .......Lâ sesiyle her duvardan çinilerin dünyasına ......Zikir yağdı zikir, elifleşen renklerin sinesinden .......Müjdeli haberler geliyordu İstanbul’dan Kütahya’ya .......Aşktı tüten, çini çini, motif motif lâlelerden …...Sevdaydı dökülen gökle yerden… Aslen Kütahyalıydı Mehmet Zılli Efendi Müjdeli haberlerde “Geldi bir oğul“ dendi Türkü bile söyledi, üstelik neşelendi Akasya kokusuydu türküsü gökle yerin. * Medrese öğrenimini aldı İstanbul´da ....Evliya Çelebi, .......Daldı müzik ve yazı dersine ……...Hâfız oldu Kur’ an-ı ezberleyip, ………..Sonra bir de şairliğe özenip ………....Sarıldı kalem ile kâğıda... Böyledir işte kâğıtla mürekkebin kokusu Girdiğinde ciğere, yüreğe ve akıla Çıkası değil… ...............Kâğıt kalem tutkusuna yakalanır Çelebi …………..Başkaca hiçbir şeye ……………..Bakası değil. ........................Yanar, kâğıt kalemle yanar, …………………Yazmak bir tutku ……………………Bir aşktır kâğıdın teni ………………………Bir kurşun yarasıdır divitin ucu 8 ………………………..Bir hoş olmuştur bizim Çelebi ……………………………Ayıkası değil…. Öğrenir el sanatlarını teker teker Arapça, Farsça ve Rumcayı ilmik ilmik söker Ana diliyle birlikte ....Tam dört lisan… .........Çelebiler çelebisi, ..............Sanki dört güzel insan… Dünyanın seyyahı zat-ı muhterem. Hiç evlenmeyip; der: ‘Ben ki gezerken Bakamam evime, yakışmaz bana Hayat deryasında böyle yüzerken...’ * Sesi de Çok güzel olan Evliya Çelebimiz, Güneşli güzelce bir günde Bin altı yüz otuzun da içinde Bulunduğu bir zamanın can evinde O güzelim sesiyle, hem de kadir gecesinde Gönülleri mest eden ta ki bir huşu derecesinde Yanık sesiyle mukabele okur Ayasofya Cami’inde. Dördüncü Sultan Murat han Dedi:’Kimdir okuyan Yüreğiyle sesler dokuyan Deyin hele yanık sesli şakıyan Harika sesiyle gönülleri okşayan?’ Söylendi hemen padişaha:‘Evliya Çelebi’. Yeni ferman geliverdi, çelebi bir oh çekiverdi. Sanki yüzyıllarca umutlu gözlerle bekledi bu haberi. * Silâhtar Melek Ahmet Paşa ....Aracı oldu ........Girsin diye genç yaşında bir işe... .............Böylece oluverdi bizim Çelebi, 9 ...................Devlet kapısında “muhasip-memur”. ‘Kocacığım’ der idi, Melek Ahmet paşaya teyzesi Ahmet Paşa değil yabancısı, aslında eniştesi. Bu han kapısı değil, saray kapısı bilesin, Tokmağından anlarsın, nakışlarından bilirsin Biraz heybetli, biraz mağrur... Dört yıl hesap kitap olunur, ...Sipahiler bütçesinin son sayfasında ....Çelebimizin ismi okunur. * Kendi ifadesine göre gecelerden bir gece, Bir gece tatlı uykularından birinde Birinde uykularından birinde gördüğü bir düşünde Düşünde vardı, erişti Erişti Ahi Çelebi adındaki camiye Camiye girince Nebi-yi Muhterem’i gördü Gördü ki; sahabe pür dikkatle dinler Dinler birde, görünmez yaratılan cinler Cinler hayran ki Muhammed’e, Evliya durur mu? Durur mu yapışır öpmeye mübârek ellerini, Ellerini öperken diyecek, Diyecek ‘Şefaat ya Resul Allah! Lâkin heyecandan Heyecandan dolanmaz mı dili? Dili dolanınca demiş Demiş ‘seyahat ya ResulAllah! ’ Allah’ın şefkatli Ulu Peygamberi Ahmet Ahmet Nebi dualar etti açıp avucunu Avucunu çevirdi sonsuz göklere Gökler ki göklerin göklerine Ulaştırır bu yürek isteğini İsteğine ulaştı, bu mutlu ve kutlu rüyanın ertesi Ertesi gün başladı gezilerine Evliya Çelebi’miz... Çelebimiz, içimiz, dışımız, rengimiz, sesimiz Sesimiz ‘önce dünya kenti İstanbul’ dedi 10 Dedi ve tüm camilerle türbelerini gezdi Gezdi kahvehane, divanlarını ve tüm afakı çevresini Çevresini dolaştı güzel ve gülen şehir İstanbul’un... İstanbul ve çevresinde gördüklerini Gördüklerini ve öğrendiklerini bir özenle Özenle ve düzenle defterine geçirdi. Geçirdi ve yenisini yazmak için Yazmak için boş sayfayı çevirdi Çevirdi yolunu Bursa, İzmir ve Trabzon’a Trabzon’un yemyeşil yaşanası yaylalarına Yaylalarında akan sulardan içti kana kana Kana kana buz gibi soğuk sulardan içerken İçerken doğanın harika güzelliğine oldu şahit... Şahit oldu on dokuz yaşında yürüyerek Yürüyerek İstanbul’un çevresini Çevresini gezip karış karış dolaştı Dolaştığında gördü ihtişamlı güzellikleri Güzellikleri tatlı sohbetlerinde anlatırken Anlatırken oturup bunları yazdı, yazdı deftere Defter ki, nakış nakış sevdalanmış, okunmaya yazmaya Yazmaya başlayınca, bir ırmak yüreğinde çağlamaya başladı Başladı ünlü SEYAHATNAME böylece oluşmaya. * (E)vliya Çelebi’ye artık açılır bütün kapılar A(V)rupa’dan Afrika’ya bil cümle dünyaya Me(L)ek Ahmet Paşa sadrazamdır çünkü saraya Tay(İ)n edilince birde, Rumeli beylerbeyliğine Yürü(Y)üp onunla birlikte, yol aldı beyliğe Seyah(A)te dönüştü askeri seferler, resmi görev ve elçilikler. (Ç)ok yeri gezip görme imkânı buldu böylece G(E)zilerinde doldu Osmanlıyla, sevgiyle doldu sinesi Kü(L)tür, sanat ve inceleme hazinesi... Gel(E)nek ve göreneklerin yanında halkın her türlü öznesi Üslû(B)u tatlı, sanat, yaşayış, folklor, inanç ve neşe Getir(İ)r dile, seyahatnamesi gerçek tarihçe... 11 * İnsanlığın dostuyum der, Çelebimiz Evliyâmız Yüzyıllardır mühim kaynak, değişmeyen dünyamız. On büyük ciltte toplanan, enfes Seyahatnamesi Kültür, sanat ve dünyanın, inceleme hazinesi Ahmet Yesevî‘ye gider, soyumuzun silsilesi İnsanlığın dostuyum der, Çelebimiz Evliyâmız Yetmiş senelik bir hayat, yaşanmıştır dolu dolu Ömrünün elli yılını, destan etmiş Anadolu, Üç yüz yıl önceki dünya, gösteriyor sağı-solu Yüzyıllardır mühim kaynak, değişmeyen dünyamız. * ‘Şefaat’ diyecekken; ....’Seyahat ya Resul Allah!’ diyen birisi daha var mı? …....Bu ince kelam, bu leziz dil ...........Söyleyin çağımızda, ................Acep yeniden doğar mı? Doğar mı yollarını erim erim eriten Doğar mı ışıklarla şehirleri dirilten? Mesafeyi yenen, bıkmadan, usanmadan Doğar mı bir daha, Çelebice bir insan? Sanki sohbet yapıyor Kentleri anlatıyor, Geziyor, dolaşıyor Evliya Çelebimiz. Yollarda kervan kervan Kale, cami, hamam, han Eşi bulunmaz insan Evliya Çelebimiz. Kimi zaman hanlarda, hikâyeler dinledi Yürüdü kervanlarla, çöllerde serinledi Kinle işi olmadı, sevgi, dostluktur dedi “Gelimli gidimli dünya, Ah gönül, vah gönül” gördünya; .......................................Bu gerçeği sen de 12 Sen de gel, sen de gör, dünya... Değişik kültürlerden, insanlarla tanıştı Zengin konaklarına, konuk oldu karıştı Yüce dağ başlarında, harabe kalelerde Uçsuz bucaksız bozkır, ya bahar, ya da kıştı... Yıkılmış surları ....Ölçtü adımlarıyla. .......Bin bir çeşit nesneyi tartıp geçti eliyle …......Engin denizlerin ucundaki, .............Liman kentlerine düştü yolu. ..................Çağlar öncesinin kralları, .....................Sultanları ………………Sanki onunla arkadaştı; Anlattılar öykülerini, Söylediler türkülerini Onlarla orada yoldaştı Derledi dinledi; dinledi derledi ....Oya gibi beynine işledi, ….....Kıssadan hisse dedi, ................Satırlara işledi. Bilinmiyor asıl adı ....Dünya onu “Evliya Çelebi” diye tanıdı .......O ki bizim Osmanlının …......Zamanı, mekânı aşan ..............Hudutsuz hâfızasıydı. * Örf, Adet, Yaşayış, Dolaştığı Tüm mekânlara, Çarşı pazarlara, Görkemli binalara Ünlü şahsı simalara Ve tanınmış tarihçilere 13 Has Lisan, Samimi Üslubuyla, Meraklı biçim Ve incelemeyle Zaman da kurâmeyle Enfes de mübalâğaya Yer verip nakşetti esere. Köy Şehir Kasaba Ayırt etmez Dolaşır gezer. Bazen at üstünde, Ne bulursa onunla. Süzer imbikten zamanı Sırlı aynalardan kurtarır, Kalem ucuyla anılar dizer. Bir Roman, Görülsün, Çok istenen, Macera sanki… Sürükler okuru. Nakledilir yüz yıl Tüm bir yaşantısıyla Göz ekranından serilen Güzel güzel emek verilen Bu Büyük Bir eser Sair devlet Ve halkların Dikkatini çeken Üzerindeyse birçok İncelenme yapılarak On’dan fazla dile çevrilen. 14 Ünlü seyyah yer verir, güzel eserinde Elli yılı kapsayan, bir zaman seferinde Gezip gördüklerini, sergiler iken Sanki resim çiziyordu, hem de yerli yerinde Zamanların içinden Geçen cümle olayı Sanki görmüş geçirmiş Söyler yazar, Yazar kolayı, kolayı… Günlük konuşma diline yakın ....Halkın bilip duyduğu; ….....Kolay söylenip yazılan .............Ana sütü yerine koyduğu .................Akıcı ve sürükleyici ......................Bir dili benimsedi. Yer yer alaycı, birde eğlenceli Görüp duyduğu, nice çok günceli Yorup katışmış, ince düşüncesi Çelebinin kalemi oy kalemi Yazar olayı, olayı… Öyküler, türküler, halk şiiri, söylenceler, ....Masal, mani, ağız, dil ........Halk oyunları, eğlenceler, ..........Giyim-kuşam, düğünlerde yanan kandil… ...............Daha daha niceler… ...................Komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, .........................Sanat ve zenaatda açan karanfil, ..........................Bayramlar, panayırlar, seyranlar ...........................Yok değil, sıra sıra “Defter-i Havadiste” ...........................İste, ...........................İsteyebildiğin kadar iste… Not ediyor her şeyi Menkıbe, efsâneyi Ak sakallı Türkmen beyi Evliya Çelebimiz. 15 En büyük gezginimiz Ona bütün sevgimiz Kaç yüzyıl rehberimiz Evliya Çelebimiz. Evliya Çelebi bu, Çelebiler içinde bir çelebi, Bizim Çelebi işte.. İnsanlarla ilgili bilgiler yanında, Yörenin evlerinden, cami, mescit, çeşme, handan, Saray, konak, hamam, manastır, kule, kale, surdan, Kilise, havra ve sinagog gibi Zamanın değişik yapımlarından Söz ederken Bütün bunların Yapılış yılları ve onarımlarından, Yapan, yaptıran, bakandan Yapının çevresinden, çevrenin havasından, Mekânın suyundan da söz eder. ......................................Böylece ele alıp konuyu ..............................Hem anlatıya getirir canlılık ....................Kazandırır çevreyle bütünlük, çok yanlılık. ............Değişik yöre insanlarının geçimlerine Yaşama ve de davranış biçimlerine Tarımsal çalışma ve eş seçimlerine ……….Süs eşyası türü ve takım şekillerine ……………Kadının süsü kına yakan ellerine ..............................Çalgıları ve aletlerine kadar ne varsa ......................................Geniş geniş yer verir. Bir çok bölgelerinden ve yönetimlerinden Eski aileler ve ileri geleninden O dönemde yaşamış önder kişilerinden Zamanın ünlü şair ve oyuncularından ...Çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ....Ayrıntılı biçimde söz eder. * 16 (S)eyahat name adlı bu eşsiz eserde Ç(E)lebi gezdiği yerlerde geçen olayları Ha(Y)atları anlatıp göz önüne sererken Akt(A)rırken gözlemlerini Seya(H)atlerindeki birikimlerini Anlat(A)rak nüktedan bir şekilde Gerçek(T)en coğrafi de bir kaynak olan eserinde Kendisi(N)in gözlemlerini kaleme aldığı on ciltlik emeğinde İstanbul’(A) ve civarına ayırdı birinciyi Trabzon’u(M)uza ve 1640’larda gezdiği diğerlerine ikinciyi Gözlemlem(E)ye devam ettiği yerleri için, …………………….Diğerlerine döküverdi inciyi * Horona kaldırdı Trabzon’da ellerini Ellerini bırakıverdi Kafkasya’da Çerkezlerin oyununa ”Oyununa uyanık olup dur” dedi ”Dur! ” dedi ta o zamandan Ermeni oyununa… Oyununa eşlik etti Bağdatlı çocukların Çocukların yüzmesini izledi Fırat çayında İzledi Dalmaçya’da penguenlerin dansını Dansını gördü Transilvanya’lı genç kızların Kızların gelecekteki çeyizlerini Bosna da gördü Gördüğü Macar seferinden sonra ki kırk bin tatarla Kırk bin tatarla Baltık denizini boyladı Boyladı, boy boyladı, seslendi dünyanın dört bir yanına. Yanına yangın düştü, ocağına, canına Canında yaprağını açtı Kâbe gülleri Güller ki Mevlâ’yı çığrışır bülbülleri... Bülbülleri, bunca zaman hasretiyle boyar göğü Göğün en yüce katında iki cihan serverimiz, “İzime gel çelebi, gel izime diyordu... “ Diyordu ya Bizim Çelebi Kutsal topraklara koşarak gidiyordu. Gidiyordu, gittiği yol, kutlu mu kutlu; 17 Kutlu beldede yeniden yeni oldu, yürüdü Yürüdü sonra Mısır’ın muhteşem piramitlerine doğru Doğruysa yol, hedefe kilitliyse bakış Bakış ufukları boyar güvercin kanadında Ve mağara önünde örümcek… Örümceği tutamazsınız destan eder aşkını Aşkını örer nakış nakış, işte bu en güzel gerçek. Gerçek; fotoğraf gibidir, yalansız, yalın Yalın ayak gezer takvimlerde bilemezsiniz. Bilemezsiniz dostunuz değilse bir Çelebi Çelebisiz mesafeleri silemeziniz… * ...Tam on yıl döndü dolaştı Bizim Çelebi Uzandı yolu oradan bir ara Piramit piramit dertli Mısıra. ...On yılın sonunda, Anadolu’nun toprağı burcu burcu kokuyordu “Dön, gel bana! ” diye, mıknatıs gibi çağırıyordu Gecelerden sabaha pul pul İstanbul yağıyordu Piramitler üstüne Pul pul İstanbul doğuyordu ...Dayanamadı… ....Dayanamazdı .....Nasıl dayansın ki, öyle değil mi? ...Nihayet döndü İstanbul’a ....Meğer toprağın çağrısıymış bu hasretlik Zamanlardan bir koca dilim kesti Sanki bir kâğıt parçasıydı esti ...Bıraktı kendini boğazın rüzgârına ....Ve kavuştu doya doya .....Yaradan’ına… * Dosttur ona, başı dumanlı dağlar, büklüm büklüm akan yollar Dosttur ona, han, hamam, kale, sur; bey, paşa, ağa, köle Dosttur ona, camiler, kubbeler, kervan saraylar Kütüphaneler, bilginler, âlimler dosttur... 18 Kısım kısım insanlar, çekik kaşlar, Çeşitli dinler, inanışlar, Göçler, öçler, kaçışlar, Dosttur hepsine Çelebi. * Bilmiyoruz Çelebi’nin, hangi zaman öldüğünü ....İstirahatgâh yurdunun, ….....Nerede bulunduğunu da bilen yok… ................Yetmiş bir yıl yaşamış, öyle yazar kayıtlar Bin altı yüz seksen iki, yılının güzel bir günü Dünya kenti İstanbul’da, yummuş gülce gözlerini Mevla’mızdan af dileyen, tevhit dolu sözlerini Söyler şimdi bu dünyayı gezen yolcular, söyler: ...Ya seyahat, ....Ya şefaat .....Ya ResulAllah! ...Unutulmaz defteri, unutulmaz elbet ....Okundukça insanlığın hafızası .....O muhteşem eseri. ......“Söz uçar yazı kalır”, işte ispatı dostlar… ...Dedik ya: Fakirin yoktu evlâdı, Seyyah olmaktı maksadı Yatan aslandan evlâdır, Diyar diyar gezen tilki Evliya Çelebi bir Türk, Ünlü seyyahların ilki * 19 SEYAHATNAMEDEN BAZI BÖLÜMLER Viyana’da Bir Hastanın Ameliyatı ‘‘Bir Mermi Hastanın Şakağında Ta Viyana’da, Ölümse şafağında... Nitekim hekim mermiyi Alma işine başladı da ılık ılık ter aktı alnında... Ben izin istedim, hiç ses etmedim Büyük bir merakla onları izledim. Bir Elde Ustura Diğerinde Pamuklar dura, Güven var Allah’a Sonra da kul doktora... Hastanın alın tasından Alın tasının ortasından Deriyi sağa ve sol tarafa Soydu aşağı doğru yukarısından. Bir delik açtı başın yan tarafından... Bir Demir Parçayla, Kaktırarak Kafatasının Kemiğini ise Diğerinden ayırdı... 20 Testere gibi dişleri Birbirine geçmiş kemiğin Arasından bakmaya çalıştım. Mendille tuttum ağzımı sıkıca Doktor bana ‘niçin kapattın deyince’ Ben Dedim ’Hapşırır, Hastanıza Zararım olur’. Deyince doktora; …………….‘Doktor olmalıymışsın’ Dedi gül veren sesiyle, Ardından kurşunu çıkardı. Temizledi yerini süngerle. Sonra kemikleri eski yerine Birleştirip deriyi de kapadı. Yüzlerce at karıncası getirdiler Bir Güzel Derinin Birleştiği Yerin üstüne Teker teker koyup Karıncalar bitişen Deriyi dişler dişlemez Doktor kesiyordu belinden Kapattı deriyi baştanbaşa Ameliyat eriverdi son başa Birkaç hafta sonra iyileşti adam.’’ * 21 Erzurum’un Soğuğu Bir dervişe demişler, geliyorsun nereden? ‘Beyaz kar rahmetinden’ deyivermiş cevaben. O diyar nerde denmiş, sonra bunu deyince. ‘Erzurum’dur insana, zulüm olan soğuktan’ .........................diye eklemiş... ...Demişler... ....Güngörmüş, edindiği tecrübeyle, .....Sözlerini örmüş, ......Alaycı insanların gözlerini görmüş. .......Aksakallı dervişe; Rastladın mı orada, hiç yaza kim ki ermiş ‘‘On bir ay yirmi dokuz, gün kaldım’ dedi derviş Halk gelecek dedi hep, ben hiç yaz göremedim Orada görmüşüm ben, beyazlar içinde kış’’ ...Demiş bizim derviş, ....Belki de ermiş. Başka bir fıkra da şudur: .....‘Kedinin biri kara kışta Bir çatıdan diğerine atlarken Havada don tutup kala kalırken Sekiz ay sonra buzlar çözülmüşte Miyavlayıp yere düşermiş işte, Gerçek! Bir kişi, elinde yaş varken Bir demir parçası tutsa ki donar. Eli demirden koparmak isterken Mutlaka elin derisinden kopar’. 22 İstanbul Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi Yetmiş oda, seksen kubbe, hizmet iki yüz kişilik İpek altın işlemeli, bürümcek tüller gecelik Biri hasta olsa hemen, hastaneye götürürler Günde iki yemek ile bakıp ilacın verirler... ...Öylesine sağlamdır ki, ....O gün ki Vakfın kurallarında: .....Mutfakta keklik, turaç ve sülün ......Kuşlarının eti bulunmazsa .......Buluna mutlak güvercin, serçe ve bülbül’ün Pişirilip de hastalara bol bol verile Diye yazılıdır duvarda büyük harf ile. ...Hastanelerde akıl hastalarının iyileşmesi ....Hastalıklarının daha çabuk geçmesi için Müzisyenlerle hikâye okuyucular göreve Tayin edilmişti şahit oldum bu özel ödeve * İstanbul’daki Marifet Sahibi Üstatlar Hezarfen Ahmet Çelebi ok meydanın minberine Minberin üzerinden rüzgârın sert Sert olduğu sırada kartal kanatlarıyla Kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada Havada uçarak talim edip uçtuktan sonra Sonra Murat han dedi: ‘bir daha uç... ’ Uçtu Sarayburnu’ndaki Sinan paşa köşkünden Paşa Köşkünden; Sinan paşa boğazı seyrederken Seyrederken Galata Kulesinin tepesinden lodosla Lodos rüzgârıyla kuş gibi uçarak Uçarak Üsküdar’a varabilmişti Hezarfen. 23 Lagarı Hasan Çelebi’den de vereyim bir nükte haber Haber vereyim Murat hanın Kızından Kızının dünyaya geldiği mühim geceden... Gece kurban keserek bayram ettiler. Etti imal bu Lagarı Hasan, elli okka barutu. Barut macunundan yaptı yedi kollu bir fişek, Fişeğe bindi Sarayburnu’ndaki hünkârın huzurunda. Hünkârın huzurunda çıraklar fişeği ateşlediler... * Allah’ a ısmarladık der, Lagarı hasan hünkâra İsa peygamberi bulup, sohbet kurcam ben bu ara Deyip göklere yükseldi, yanındaki fişekleri Havadayken ateşleyip, deniz kavuşmuştu nûr’a En yukarı çıkıp durdu Bitirince son barutu Kanat açıp, suya kondu Yüzüp geldi, ol padişaha ...‘Padişahım İsa peygamber size selam söyler.’ ....Diye başladı şakaya. * İstanbul Beyanındadır Bu şehri İstanbul’ u da, Hazreti Süleyman şahın, İlk önce kurmuşluğudur, söylenir ağzında halkın... Türkler bu güzelim şehri, alsın diyen yüce Kur’ an ‘Kutlu belde’ sözcüğüyle, sanki Türk’e bunu söyler... ...Sözün kısası ....Türk gümbürtüsü .....Türk görkemi, Türk velvelesi ......Türk debdebesi ve Türkün zaferi .......Yoktur bu beldenin yeryüzünde bir benzeri. ........Yunan ve öteki tarihçilerin 24 .........İstanbul’un kuruluşu hakkında ..........Söz birliği ettiği hikâyesi ...........Peygamberin doğumundan bin altı yüz yıl önce ............Hazreti Süleyman insanlarla cinlere Kuşlarla hayvanlara ve rüzgâra hüküm ederken Bir padişah ki ona isyân edivereyim derken Hazreti Süleyman onun ülkesine varıp erken, Padişahı etti tutsak, oldu oda esirlerden ...Padişahın vardı, periler kadar güzel bir kızı ....Duldu Hazreti Süleyman .....Başladı dünyevi aşka bir sızı... ......Eş olarak alınca bu güzeller güzeli kızı .......Allah’ın emriyle kendisine oldu hayat güneşi ........Rumeli’nin illerine getirdiği ay yüzlü eşi .........Şeytanın aldatmasıyla akar oldu gözyaşı Sebebini sorduğunda, nebi hazreti Süleyman Dile geliverdi kadın, söyledi ‘Ya Eminallah’ Bana bir saray isterim, olacak dillerde destan Kalan ömrümde Allah’a, kul olacak ben inşallah’ ...Diyerek ricada bulundu. ....Hazreti Süleyman kocası .....Uzun araştırmaların sonrası ......Geldi İstanbul toprağına .......Şimdi hünkâr bahçesi... Sarayburnu mekânına otağı da kuruldu Bir gecede suyuna ve havasına vuruldu. Büyük bir sarayı çiçekli bahçeler içinde Efsâne konusu, harika köşkler biçiminde. Onun işlerinde çalışırdı cinler İster istemez de, her emrini dinler Bir dediğini de iki söylemezdi Hazreti Süleyman öleceğin sezdi Cinlere sezdirmeden Bastona kestirmeden 25 Uyudu ebediyen Çürümeden asası Durmadı hep çalıştı Cinler işe alıştı Birbiriyle yarıştı Çürüyünce asası ...Hazreti Süleyman’ın ....Cesedi yere düştü .....Haberdar oldu cinler ......Peygamber ölmüştü. * Ölmeden önce İstanbul’u görünce Yaptı bir dua Ayakta kalsın rüya Şehir İstanbul Olsun dedi İslam bol * ...Sonuç olarak dua da: ‘Bu şehir, cihan yıkılıncaya kadar, Bakımlı ve onarımlı ve payidar ...Kalsın.’ Dedi Süleyman. ....Der bizim Evliya Çelebi. .....Ve ünlü seyahatnamesinde .....Daha böyle on binlerce konuyla ......Hikâyeden bahseder. 26 (Şiir: GÜLCE-Buluşma) HEZARFEN AHMET ÇELEBİ Asırlar önce bir gün, ömürlerden bir ömür Gülümseyerek bizi, komedyence güldürür Çelebilerden biri, kuş gibi aya yürür Durmadan hayâl eder, hayâlen uçak görür On yedinci yüzyılda uçuk yaşayan Dağlar gibi özgürce bir ruh taşıyan Şelale olmuş, hep uçmaya çağlayan Dikip gözünü, en yükseği arayan ……Hezarfen Çelebi, ……..Asıl adı Ahmet Çelebi hattı zatında ……….Hayatı hakkında …………Çok fazla bilgi olmamakla beraber …………..Vereyim ben size hemen, edeyim haber. Dördüncü Murat’la aynı devirde yaşardı, İçi boş bulutlara, özlem duyar bakardı İçin içine sığmaz, çalışkandı, vakurdu Ömrünü destan edip, taşırdı asırlara. ‘Muhtelif çeşit ilimde, çokta ederdi inkişaf Sevgi dolu yüreğiyle, insana duyardı zaaf Köpük köpük ihtişamla, dolu dolu bir şelâle Uzaya yol bulmak ister, bulutları dele dele ………….Belki değiller akraba bile, …………..Çelebiler kendince koca bir sülâle… Hezarfen adı var ya ‘bin fenli’ manâsına gelir Bu isim onun şahsına halk tarafından verilir Aşk ve sevgiyle çalışır, ilim ve fenle dirilir Ünün salar bilgin ismi, bil ki yorgun asırlara Çelebimizdir Ahmet, bizim bir cevherimiz Türkistan bir ilimiz, Farab da bir şehrimiz ……..Vardı güzel şehirde, ………. Hezarfen Çelebiden önce …………Yaşayan kendisinden yıllar önce… 27 Örnek aldığı İsmail Cevheri Maviye hasretti gözleri Örnekti, bulunmaz sözleri Hedefin bilir, söyler, söylerdi. ……………. Uçmayı denemişti, uçmaya ahla vahla… ………………Kollarına bağladığı düz iki satıhla ………………..Büyükçe bir iştahla …………………Kuşlar gibi havada. Denedi denemesine, efsunluca bir havada Ol Nişabur camisinin uzunca minaresinden Sahteden kanatlarıyla, kalkışmıştı uçmaya da Muvaffak olamayınca, çakılmıştı ensesinden …………Tarihçilere göre bu denemesinde ………….Uçamayıp, çaresizce düşmesi, …………..Sebep olmuştu cevherinin ölmesinde Ahmet çelebi, bir güzel uçmayı Martılar gibi, kanadın çırpmayı İstanbul’a kuş bakışı bakmayı Hesapladı hep, inceden inceye İsmail Cevheri’nin, örnek oluşlarını Çeşit çeşit kuşların, gördü uçuşlarını Havada süzülerek, gezip duruşlarını Her hareketlerini, hayranlıkla izledi ……detaylarıyla gözledi… …….İnceleme ve çalışmalarına ………Kanat vurup uçma çabalarına ………..Önce evinde başladı, özenle gizledi… …………Bitirince de olabildiğince hızlı, …………..Okmeydanı’ndaki yüksekçe yerlere …………….Kartal kanatlarıyla ………………Uzanmak istercesine havadaki renklere… ………………..Rüzgarlı havalarda başladı denemelere. Kurtulmak ister gibi, uykucu zincirlerden Süzülmeye gül yüzlü, bir tebessüme doğru Müspet neticelerden, gördü tecrübe erden 28 Nihayet büyük uçuş, yolu gülsûme doğru ………Hazırdı, göklerde kuş gibi uçacaktı …………Balmumu kartal kanatlar yapacaktı ……………Kanatları kullanacak ………………Galata Kulesinden atlayacak …………………Bir müddet uçtuktan sonra, yere konacaktı. Uçardı uçamazdı, yalan ya da gerçekti Merak eder padişah, mutlaka görecekti Lodosluca bir günde, kat-i karar kılındı Çelebice bir soluk, derin derin alındı …………Galata kulesinin şerefesi üstünde …………..‘Ya Allah bismillah’ dedi sesli sözünde …………….Boşluğa bıraktı kuş gibi kendini… …………….. Hızlı hızlı çırpmaya başladı, ……………….Balmumundan yapma, takma kanatlarını. Hayret dolu bakışlar Sonra sonra alkışlar Arasında uçmaya Çıktığında uç boya ……………… Martılar durup uçtu, eşlik için iki yanına ……………. Üsküdar’daki Doğancılar meydanına …………..İnmeye muvaffak oldu da sağ salim ……….. Dedi ‘Yorgunluktan kalmadı mecalim ………Göçmen kuşlar onca yol uçarda gider ……Kilometrelerce yolu yorulmadan kat eder… …Lakin uçmak çok güzel’ deyiverdikten sonra; Dördüncü Murat’tan, mükâfatı kapar Müslüman olarak, uzay çalışmasını İlk başlatan bir Türk, olmaya koşmasını. Belki düşünmeden, öncülükte yapar Lakin bin fenli, elinden her iş gelen Gökyüzünde kuşlar gibi uçabilen Bir kişi korkulacak bir muhataptı Sonra gelip tahtına oturacaktı 29 Diye bazı devlet ricalinin kurgulamasıyla Sultan Murat’ında bu minvalde yargılamasıyla Hezarfen Çelebimiz, hemen Cezayir’e sürüldü Ömrünün kalan kısmında, sılaya ağlar örüldü ……………..Şu delice akan suların dili mi var ……………Ey ayyaş, kendine gel, biraz yaklaş ………….Bize öncülük eden çelebilerimiz var… …………Sen, ben koca bir nesil duymasak ta; ………..Sessizliğin de kalbi var, o hep atar… ………Çünkü buna Hezarfen Çelebi gibi ……..Müşahhas mı müşahhas delillerimiz var… İlim ve teknikte, ilerlemiştir günümüzde Başka ülkelerin, çalışmaları önümüzde Füzeye binipte, gezegenlere ulaşınca Sapma var bizlerin, boş durduğu yönümüzde İlim adamlarımız, bu çalışmalarıyla Bilim ve fen dalında, hep yarışmalarıyla Deve kuşu misali, başları kuma gömen… Batacak ne bir gemi, düşünmez ne de dümen… ………Mazisine ısrarla sırt çeviren ……….Hazırı yemek için dağlar deviren …………Bencillik edip birbirini haksızca sömüren …………..Bizlere şöyle haykırmaktadırlar, ……………Haykırmaktadırlar ta asırlar ötesinden;… ‘Bu tecrübelerimizi, siz devam ettirseydiniz Zevkine ve sefasına, aldatan fani dünyanın, Kanmadan albenisine, hakikati görseydiniz Gerçekleşmesi içinse, istenen büyük rüyanın İstikbal göklerde diyen, sese kulak verseydiniz Sizlerde pekâlâ çoktan, aya gidebilirdiniz…’ …….diye. …Sonuç olarak; ……Hezarfen Çelebi’nin üç yüz sene önce …….Yaptığı bu önemli tecrübe 30 ………Uçarak aldığı harika netice ………..yıllardan beri ‘eller aya biz yaya’ tekerlemesini …………Söyleyerek kendi değerlerini Mazisinden habersizce, halkımızı küçümseyen, Türkün öz değerlerini, hiçe sayan insanlara… Hakikatin tokadıdır, yüzlere sessizce inen!... Selam olsun Çelebice, tarihte ünü sanlara Ruhun dizginlerini, al eline, al ve dur Bak ayak izlerine, sana doğru geliyor. Yollar vardır yol olur, şehirlere ulanır Şehre uzaklaşınca, sislenirde bulanır (Şiir: GÜLCE-Buluşma) 31 LAGARI HASAN ÇELEBİ …İnsanın içini okuyan bir güneşin altında ….Bulutların sonsuzluğa yolculuğu vardı, …..Gökle yer anlaşmış, ……Yağmur ha yağmış, ha yağacaktı, ……..Ve Zaman: Bin altı yüzlü yılların başlarında Çelebilerden bir çelebi daha geldi Bir adım attı çelebice faniliğe; Hasan Çelebi’ydi bebeğe konulan ad Hoş gelmiş, Safalar getirmişti, ………..Masumca bir gülümseme, ………..Çelebice baktı da baktı. …Çelebi dost, çelebi terbiyeli, çelebi bilge ….Ve çelebi müjdelenmiş insan demek. …...Çelebi, hoş görü, barış, sevgi ……..Çelebi baştanbaşa destan demek. ……Hasan Çelebi’nin lakabı da vardı Anlamı zayıf, cılız ve de çelimsiz, Her insan gibidir oda çokça aciz Vardı yüreğinde sevdaya dair iz Gizlerdi belki de esrarengiz bir giz ……….Belki de beslenmede yetersizdi, lagardı… …Lâkin Lagarı Hasan Çelebi ….Bin altı yüz otuz üç yılında …..Uzaya ilk çıkan insan olmayı başardı. Siz nerden çıktı ki bu uzay Nasıl oldu diye sormadan soruları Gireyim hemen söze, Haber vereyim size Unutulan gerçekten, Bahsedeyim biraz Bizim dost çelebiden 32 ……Lagarı Hasan Çelebi ……Lagarı, aman aman Lagarı ……Gözü gönlü daima ……Ufuklayın yukarı Gerçek efsaneye göre, roketle dikey uçuşu Başarıyla gerçek kılan, ilk insan Lagarı Hasan Unutulmamalı füzenin ilk bulucusu o, Ünlü bir bilim adamı, o bir Türk, roketle uçan …..Füzeciliğin atası ……Hız, hava, bulutlarca özgür, ……..Uykusuz gecelerinin sonrası ……….Gök mavi atlas …………Gök canda can, …………..Gök, bir göz ile görünür… Yorgun gözbebeklerinin, uykuya hasret olması Bir şeyler yapabilmenin, umuduyla yorulması Yetmiyordu bol bilgiyle, çokça şevkle dolması Gerekiyordu mutlaka, bir maddi kaynak bulması Çok zorlu ve uzunca, doğumun sonrasında Ömürlük iç kemiren, bekleyiş arkasında Dördüncü Murat han ki; Kızı Kaya Sultan Dünyaya geldi diye, sevinçler ortasında …Doğumun ebesi hekimbaşına ….Dedi “söyle isteğin nedir Allah aşkına?” ….. Dedi Hekimbaşına; ……‘Saye-i şahanede yoktur bir derdimiz …….Cenabı Kibriya’dan ömrü şahanelerinizin ………Devamını dileriz’. Dördüncü Murat han yine deyince Mutlaka ki bir şey, de! İsteyince Ol bu arzusunu yineleyince Dökülür dilinden, bil ince ince… …..Vardır büyük teyzesinin ……Okumasına da yardımcı olduğu …….Küçük yaşta yetim kalan bir oğlu 33 Gözleri çağıl çağıl, zeki bakışlı Geleceğe gerçekle düşle adım atar, Kocaman gönlü sevgiyle, hoşgörüsüyle nakışlı Yetimlikten ve yokluktan kapanık içine Kendine kendince bir yol tutar.. …..Lagarı Hasan Çelebi’nin ……Kaynak bekleyen projesi diline dolaştı. ………Ve Hekimbaşı dedi hünkâra cesaretle; ‘Malumu şahaneniz de, bilir devletlû sultanım İsa Nebi göğe uçmuş, diler ki benim Hasan’ım Sizin Devri Dilara’yı, saltanatınız altında İcat ettiği aleti, denemek ister aslanım …..Benzeri daha önce hiç olmamış, ……Bu deneyi gerçekleştirmek niyazındadır…’ dedi. Osmanlı padişahı, Dördüncü Murat Han Kızı Kaya sultanın, verdiği mutluluktan Deneye izin verdi, haberi duyduğunda Lagar sevinçle doldu, hemen işe koyuldu. Elli okka barut ol macunundan Yedi kollu fişek, icat ederek Hünkâr huzurunda, Sarayburnu’ndan Fişeğin üstüne, hemen binerek ………………deneyiverecekti… Ol padişahın bulunduğu yere Ancak uzaktı belki elli metre Ulu Allah’ım bir selâmet vere Deyip en içten dualar ediyordu… …Lagarı Hasan Çelebi ….Hedefine adım adım yürüyordu… …..Yedi kollu roketi hazır bulunuyordu… ……Bin altı yüz otuz iki yılının güzel bir yaz akşamında ….....Dördüncü Murat hanın yanında ……..Dönemin ileri gelenleri ………Sinan paşa köşkü önünde hazırlanan yerde ……….İstanbul halkı boğazın her iki kıyısında ……......Hattâ bir kısmı denizdeki kayıklarda 34 …………Alınmıştı çoktan yerleri, …………..Bekliyordu meraklı gözleri Huzura çağrılan Hasan Çelebi Sultan makamına, hürmetin verdi ……..…”Padişahım seni Hüdaya ısmarlarım ……..….İsa Nebi ile konuşmaya gidiyorum” dedi. ……..…..Koşarak gitti oturdu yedi kollu rokete Ta ki kendisi için hazırladığı yere “Haydin bire be yakın!” Der yeniçerilere Aynı anda yedi kol, yedi tek meşaleyle Ateşlenir de roket, bu işaret üzere …Bir anda büyük bir hızla göğe dikey ilerledi. ….Bizim Lagarı Hasan Çelebi ….. Çıktı da göğe üç yüz metre boyunca ……Yaklaşık yirmi saniye havada kalınca… ……..Ateşlenmiş barut macunu, kaybedince gücünü ………Roket yere inmeye başladı. ………. Lagarı Hasan bunu da hesapladı ………..Önceden kartal kanatlarını hazırladı …………Açtı kollarına bağladığı kanatlarını ………….Martı gibi süzülerek Marmara’ya …………..Meraklı gözler arasında …………….Düşen bir yaprak gibi… Tarihi Sinan Paşa, köşkünün tam önünde Kendini buluverdi, deryanın içinde Henüz elbiseleri, ıslak bir biçimde Huzura getirilip, zemini öptüğünde …‘Padişahım İsa Nebi size selam söyledi’ dedi. Padişah bir kese altın ihsan eder Yetmiş akçe ücret verip hasbel kader “Sipahi yazılsın” diye ferman buyurur On gün süresince sipahilik eder Sonra hinoğlu hinlik ederek Kızlar ağası huzura gelerek 35 Biraz ezilerek, az büzülerek Şahane icattan bahis ederek; …...‘Şevketlü padişahım bu icada binerek ……..Bir gün Saray-ı Hümayuna inilerek ………Zatı şahanenize kast edilebilse gerek’. ………….Diye söyleyince …..Padişahı telaşa verince Lagarı Hasan Çelebi’nin Kırıma sürülmesi Hemen oracıkta karar verilmiş inceden ince Ta Kırım Hanı Selamet Giray Han’a gönderilen Hasan Çelebinin katlinin fermanı da o gece …..İmzalanıvermiş hemence… ……Böyle yazarsa da Evliya Çelebi seyahatnamesinde ……Sultan Murat; Lagarı Hasan’a destek vermiş ilk önce ……Ulemanın baskısına dayanamayınca ………Yargılanıp sürülmüş Kırıma ……….Bu da diğer, bir başka ifade… İfade eder ki Evliya Çelebi: ‘Kırım’a Selamet Giray hana gitti Oracıkta merhum olmuştu kendisi Yakınca dostumuz olurdu rahmetli’ Sonuç olarak; Öyle ilginçtir ki, modern anlamda Yapılır roketin, ilk çalışması Ukrayna toprağı olan Kırımda Bizse yapıyoruz film çalışması Bilmedik geçmişi araştırarak Okuyup öğrenip, sahip çıkarak Olmadık ecdada lâyık çırak Tarihi sevmedik pek ulus olarak… 36 (Şiir : GÜLCE-Bahçe) SÜLEYMAN ÇELEBİ VE MEVLİT Bin üç yüz kırk altı Ya da bin üç yüz elli bir’e az kala Bir zaman aralığında Ulu Allah’ın büyük lütfû Avâzesini duydu dünya. …………Orhan Gazi döneminde …………Açtı dünya’ya gözünü …………Ağlasa da ilk deminde …………Çevresine tebessüm saçtı …………Yeşil Bursa onun yurdu …………Sevdi durdu kuşu kurdu …………İman zırhı kale surdu …………Taçtı gönül sultanlarına …………Dil bayrağı, musiki, âhenk …………Sevdi, övdü, dolaştı. Birinci Murat’ın vezirlerinden Bir inci, hazeratın pirlerinden Ahmet paşanın oğlu Mahmut efendinin torunudur. Mahmut efendiyse; Torunudur Şeyh Edebali’nin… Silah arkadaşı Fiehzade Süleyman’la Dedesi Mahmut Suya; “daldırma!” diyen ilahi fermanla Bin üç yüz otuz sekizde Rumeli’ye sal ile geçenlerden… …………Zikrolunan aileden şeyhler vezirler çıkardı …………Suya seccade serecek derecede ve vakardı …………Mahmut Efendi toruna başka ne adı koyardı? …………Okunur da kulağına, …………Öğrenir âlim Süleyman. 37 …………Ne anlamı olacak ki, bilgisiz kuru nefesin …………Ve ismi verilecek ki, bekliyor ezanı kesin …………Fiehzade Süleyman’dı, ismini verirken esin …………Dokunur da kulağına, …………Öğrenir âlim Süleyman …………O devir Bursa önemli, baş il ve ilim merkezi …………Hakikatleri bilmeli öğretmek gerek herkesi …………Budur akil gönüllerin insanlığa hak vergisi …………Yakınır da kulağına, …………Öğrenir âlim Süleyman …………Süleyman Çelebi ilme, gözde okullara gider, …………Ünlü âlimler yanında, diz kırarak talim eder… …………Cüz’î irade önünde, birer yazı ölüm-kader …………Akınır da yolağına, …………Öğrenir âlim Süleyman * Efendi, Nazik ve kibar Padişah oğlu değil, Böylelikle şehzade değil, Bilesin ki; başka hünerleri var… Her hangi bir işaret veya kanıt yoktur Mevlevi tarikatına da girdiğine dair Şehir terbiyesiyle dolu, ahlâki yönleri çoktur O kendi Has çelebidir… Mahir olup bilendi Çelebi dediğin efendi Hem eğitimlidir, hem de kültürlü, Her çelebi gibi okur-yazar mühürlü Ömrü boyunca haktan iman şerbeti dilendi Hayatının her anında, dili dua dua söylendi * ...………Ya şehzade olup, padişahın oğlu …………Ya Mevlevi büyük, ya Bektaşi soylu …………Ya görgülü olup, terbiyeyle tuğlu 38 …………Böyle bir üstünlük, sahibi olana ……………………………Verilir Çelebi namı… …………Biraz aklı kaçık, parlayan ziyadır …………Sevgi dolu körük, duygusu hayâ’dır …………Gönül gözü açık, kimi evliyadır …………Hak yolda bütünlük, sahibi olana …………………………... Verilir Çelebi namı… Süleyman Çelebi; …………Bilgisiyle görgüsüyle, o gün dikkati çekermiş …………Ahlâkiyle örgüsüyle, huzura tohum ekermiş …………Ve örnek tavırlarıyla, bilgisini göstermiş …………Yıldırım Beyazıt Han’ın, ………….Çekivermiş dikkatini Divan-ı Hümayun imamı olmuştu …………Bin üç yüz doksan dokuzda, yapımı bitirilmişti …………Bursa da Ulu Cami’ye, göreve getirilmişti …………Sonunda Yıldırım Han’a, imamlık edip …………Cami de cemaatine, …………Göstermişti rikkatini… * Söylenceye göre; Göre göre söylenir sözün közü… Özü başka İranlı bir vaiz Vaaz ve nasihatlerinin yanı sıra Bir ara peygamberlerin üstünlük ve görece Derecelerini anlatırken eşitliklerine dalmıştı Almıştı sözü diline, ‘bütün peygamberler eşittir’ demiş Yemişti naneyi, Cemaatin gönlünü salmıştı üzüntüye. * ………… “Allah’ın peygamberlerinden hiç birini …………Diğerlerinin arasından ayırmayız. …………Duyduk kabul ettik, tutuyoruz emrini” …………Rızan varsa, başka bir şeyi kayırmayız… 39 ………… “Hz İsa ile Hz Muhammed arasında …………Fark ve üstünlük yoktur” diyordu cahilce …………Bozuk inanışa göre dil yarasında …………Hem Muhammed’i küçültüyordu sefilce Bu ifadeleriyle meal ediyordu nihayet Bakara suresi iki yüz seksen beşinci ayet Ayeti tefsir ederken, anlaşılmıştı yek niyet Muhammed(s.a.v.)’in de aynılığında kalmıştı… * Ağa sitemkâr olmuş, nasıl olurdu öyle İtiraz eder hepten, duramaz söyler sözü Lâkin saygısı vardır, önce kalkar ayağa Yüzü gül sevgilinin, ölçülmez derecesi Bakma cahil cühelâ ne derse deyiversin Karanlığı dağıtmaya varsa içinde esin Dilersen yüreğine, bir mumu yakıversin Alçalmaz derecesi yüzü gülün bir anlık * “Ey bre cahil! Kendi kafana göre veriyorsun tefsire meyil Sen bu ilimde geri bilgilerdesin Elem dolu fikirlerin var, bizden beri gölgelerden eğil… Hiç peygamberler arası üstünlük olmaz mı? Nübüvvet ve risalet yönünden olmasa da Diğerleri kavimlere yol gösterirken Muhammed’in ümmeti kâinata dolmaz mı? O âyeti: “Birinin peygamberliğini kabul edip Diğerlerini etmeyerek dönüp gitmeyiz. Hepsine karşı bağlılık hissedip Onların aralarında ayrılık gütmeyiz. Her birine derecelerine göre iman ederiz” Diye meal edip Tefsirine de bu meyan da mana güderiz… Son peygamberi örnek alır peşinden gideriz Söylediğini yapar, yaşadığı gibi yaşarız, 40 Ümmetine dâhil olmak için gece gündüz koşarız… …………Bu âyeti izahtaki, ifadeniz müstağnidir …………Derece ve üstünlüğü, aynıdır anlamı çıkmaz… …………Belki de ilâhi değil, henüz beklentin aynidir Bizim imanımız akmaz, söylediğin yere akmaz… …………O sendeki hadsiz dille, konuşulan mefkûreyi Yedi kere şeksiz hele, zemzemle yıkamak lâzım… …………Bu yanlışı ispat için, Kur’an da aynı sureden …………İki yüz elli üçüncü, âyeti okumak lâzım Dilin; o âyetteki: “ Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, Bazılarını da derece derece yükseltmişte” göğe uçmuş Rabbimle görüşmeye açılmış da bir pencere Miraca çıkarak, görece mucizelerle dönmüş bulduk… İfadelerine de dokunması lâzım… Görüldüğü gibi bu iki âyet destekler birbirini Konuyla ilgili âyet ve hadislerin Okumak ve görmek gerek isteklerinin her birini Halbuki; Senin düşüncene göre tekzip eder, biri diğerini” Gibi sözler dilinden düşünce Başka deliller de söyledi, bilindi peşince El netice İranlı vaiz, yanlışını kabul edince Onca, değil yüzce, belki bince İnanışın önüne geçildi, hakikat şerbeti içildi Yoksa yanlışa sevk ederdi mümini bu düşünce… …………Geçerken bu olayın, zamanı ve süresi …………Osmanlının o gün ki, en zayıf bir evresi …………Bâtıni görüşlerle, Ehl-i Sünnet çevresi …………İnanış ve fikirler, savaşına dalmıştı …………Çekişmenin zirvesi, Fetret Devri bu zaman …………Olmak ister kirvesi, şeytan ki vermez aman 41 …………Bursa Ulu Cami’nin, baş imamı Süleyman …………Ehl-i Sünnet yolunun, yanında yer almıştı… İranlı vaizin sözlerine şahit olmuştu Söz konusu hadiseden üzülerek duygu dolmuştu Bu sözlere cevap olarak: …………“Ölmeyip İsâ göğe bulduğu yol, …………Ümmetinden olmak için idi ol.” Mısralarını söyledikten sonra: …………“Dahî hem Mûsâ elindeki asâ, …………Oldu O’nun izzetine ejderhâ. …………Çok temennî kıldılar Hak’dan bunlar, …………Kim Muhammed ümmetinden olalar. …………Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur. …………Lâkin Ahmet efdâl-ü-ekmel durur.” Mısraları bir anda dilinde dirilir… * (S)üleyman Çelebi S(Ü)rüp giden hayatının azıydı kalan As(L)ında uğraşmazdı şiirle falan Ger(E)ği kadar dünyadan istifade alan Yaşı(Y)ordu hak yolunda, şeytana bulaşmazdı Peyga(M)beri çok severdi ve yolundan şaşmazdı Meydan(A) nifak tohumu saçmaz, Toplumu(N) fertleriyle kavga edip dalaşmazdı… (Ç)ağırırdı insanları hak yoluna S(E)si yumuşaktı bağırmazdı hakkın kuluna Ma(L)ına mülküne değer vermez fâni dünyanın Gül(E) âşıktır, ateşler içinde yanar, ara ki külleri buluna Güle (B)enzer yanakları, sözünü dinleyenler kaçmaz Öneml(İ) bir özelliği hiç ama hiç haddini aşmazdı… * 42 Yaşı altmışlara gelince Haince eleştiriler yapmıştı peygambere insanların birazı Bazı art niyetli kişiler olduğunu bilince Önce daha çok dayanılmaz bir aşkla sevgiyle Övgüyle dolar taşar Muhammed’e Hem Ahmed’e dökülür dilinden muhteşem beyitler Seyitler seyidi, efendiler efendisine methiyeler Hediyedir mevlithanlara mevlit şiirleri kaleminden Eleminden yazmıştı tek eseri mevlidi Taklidi yazılsa da tutmadı yerini Değerini bulacaktı buldu çok geçmeden Geçmeden vuslat saati gelmişti Gelmişti Süleyman’a, hem yolu bilmişti Yılı bilmişti, ayı bilmişti, günü ve saati, anı bilmişti… Gelmişti bin dört yüz yirmi iki de dolmuştu vaat Saat iki mi desem, gece mi desem İşte o andı, vefat edince İnce ince ebedî mekâna, hicret etti hazince Önce yıkandı hak hukuku paklandı Saklandı cismi, namazı kılınıp ta açılan zemine Yemine ne hacet; bin dokuz yüz elli iki de Yüzü düz, özüyse öz taştan türbesi dikildi Akil kişi bilir bunu topraktan gelen toprağa ekildi… Çekildi canlar, nice canlar can evinden En devinden en cücesine geçti geçiyor Kendi âleminden… Âleminden geçersen Bursa’da kabrinin bulunduğu Defnolunduğu dünyadaki son durağı Son uğrağı Osmangazi’nin çekirge mezarlığı mekânı Mekânı cennet olsun, kabri nurla dolsun Bulsun istersen ey kardeşim, senin de mezarın bir fatiha Bir fatiha okusun ruhuna dilin 43 Elin semâda olsun, gönülden fışkırsın içten bir dua Bir dua söylesin dilin kabri yanında Yanından ve çekirge mezarlığı yolundan geçerken Hem erken, daha vakit varken yükselin Yükselin birlikte hak katına bu dünya ilinden… * MEVLİT …………Mevlidi yazmasının esas gayesi …………Ehl-i sünnete destek vermek, …………Habib-i Kibriya’nın, sevgisi nihayesi ………… Isıttı gönlümüzü, ışıttı; ………….Beyitleriyle canlar Birde her mümin gibi; Şefaatine nail olma şerefine ermek için Ona duyduğu sevgisini gün yüzüne sermek için Peygamberlerin sonuncusu, Kurtuluşun öncüsü İnsanlığın önderi, Beşerin incisi Ona verilmişti Nübüvvetin en büyük dilimi İnsanların en halimi, İnsanların en selimi Efendimize olan sevgi ve muhabbetini Arapça dua ile anlatırken arzu halimi Kör kalemimle Türkçe benzer ifadelerle Şöyle söyletir bakın naçiz dilimizi: …………Rahman ve rahim olan, bir Allah’ın adıyla …………Görür korur bizleri, şefkâtin kanadıyla …………Verir her bir nimeti, kendine has tadıyla …………Bizi kim anlasın ki, anlarsa Rabb’im anlar… Kâinatın yaratılış sebebi En azizi, en şereflisi ve en Habib’i 44 Makam-ı Mahmut’a çıkan, Şefaat hakkıyla bütün peygamberlerden üstün kılan Körelmiş gönüllerin beklediği Cümle gönüllerin derman ve tabibi Muhammet Mustafa’nın ismiyle Hasetçi şeytanın burnunu sürttüren O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun… O Muhammet ki; …………Yaratanın yanında, değerli ve makbuldü …………Melekler hep şanını, yüceltmede hak buldu …………Dünya nimetlerine, hep kendini tok buldu …………Şahadet bize helal, yoluna helal kanlar… Melekler hep onun yardımına koştular Cansız varlıklar dahi dil buldu, onunla konuştular Onu gören aklıselim insanlar sevgiyle coştular Onu sevenler iki cihanda kurtulur Ona düşman olanlar, peşinde koşmayan Hesap günü cehennemin ateşine sürtülür… Eşi, ortağı ve benzeri bulunmayan Mekândan münezzeh olan Varlığına ve birliğine şahitlik ettiğim O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun… …………Her kulun muhtaç olup, kanununa uyduğu …………Şükrünü eda edip, alnı yere koyduğu …………Âlemde her varlığın, hep ihtiyaç duyduğu …………Merhameti bol olan, Hakk’a koşar insanlar… Her türlü ahlâki güzellik Her güzellik onda ayrı bir özellik Her daim yardımseverlik Ve gül yüzünde bir gülümserlik Her haliyle ortaya çıkan ender bir meziyete malik Kıyamet günü ilk onun şefaatini kabul eder yaratıcı Halik Kullarını rahmet ve merhametine boğduğu O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun… 45 …………Muhammed Mustafa’nın, İslam’ı tebliğ işi …………Görevini yaparken, kırıldı hem ön diş’i …………Ve bir bağa kaçarken, olmadı serzenişi …………Allah’ın öz kuluydu, ………….Bulutlarca rahmet ………….Gökler kadar doluydu. Şahitlik ederim Allah’ın kulu olduğuna Hem O’na, hem ümmetine muhabbetle dolduğuna Bu muhabbetin karşılığı Mirac’a yol bulduğuna Muhammed’e, âline ve ashabına salât ve selam olsun O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun… Mevlidin ilk bölümü, zikri tevhit bahrinde Sözlerin özünü söyleyip ahirinde …………Allah adın analım, diyecekti nidası, …………Huşuyla dinlenecek, hem eda, hem sedası …………Her kula vacip olan, Yaratana sevdası …………Söyletir öz dilini, okuyor mevlithanlar * Tevhit Bahri “Allah âdın zikredelim evvelâ Vâcib oldur cümle işde her kulâ Allah âdın her kim ol evvel anâ Her işi âsân ider Allah anâ Allah âdı olsa her işin önü Hergiz ebter olmaya ânın sonu Her nefesde Allah âdın di müdâm Allah âdıyle olur her iş tamâm Bir kez Allah dese aşk ile lisân Dökülür cümle günah misl-i hazân” ……..diye devam ediyor.” 46 Allah Tealâmızın, Hak mutlak iradesi Mahlûku nizamının, hilkat idaresini Sun ile kâinatı, bak yoktan var eyledi Cümle varlık inandı, candan ikrar eyledi Diyerek; Sanat-ı hakikatin, mutlak kudret sahibi Mevla’yı yüceltti, onun dili paresi… Sonunda nübüvveti, devralmıştı Habibi Peygamberlik nurunun, yol intikal evresi Anlatıyordu dili, sonraki bölümünde Süleyman Çelebi’nin, çağlayan yürek sesi: Risaletin İntikali Bahri “Hakk Teâlâ çün yarattı Âdem’i Kıldı Âdem’le müzeyyen âlemi Âdem’e kıldı feriştahlar sücûd Hem âna çok kıldı ol lutfu ıssı cûd Mustafâ nûrunu alnında kodu Bil Habîbim nûrudur bu nûr dedi Kıldı ol nûr ânın alnında karar Kaldı ânın ile nice rûzigâr Sonra Havvâ alnına nakletti nûr Durdu anda dahi nice ây ü yıl Şît doğdu âna nakletti nûr Ânın alnında tecellî kıldı nûr Erdi İbrâhim ü İsmâil’e hem Söz uzanır ger kalanın der isem İş bu resm ile müselsel muttasıl Tâ olunca Mustafâ’ya müntakil Geldi çün ol rahmeten lil’âlemîn Vardı nûr anda karar etti hemîn” 47 * Annesi Amine’nin, bebeği nur tanesi Şenlenesi Kureyşli, yetimin hem hanesi Vakit eriştiğinde, sunmuştu da annesi Görecekti peşinde, bir nurun pervanesi Melekler birbirine, kutlu eyyam eyledi Müjdeli sözleriyle, günü bayram eyledi Ve dahi eserine, aşkla devam eyledi Kutlu doğuma hürmet, sözü kıyam eyledi Okuyalım bakalım Süleyman Çelebi’miz Veladet-i Nebi de, daha neler söyledi: Veladet bahri “Âmine hâtun Muhammed ânesi Ol sadeften doğdu ol dür dânesi Çünkî Abdullah’tan oldu hâmile Vakt erişdi hefte vü eyyam ile Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn Çok alâmetler belirdi gelmeden Ol Rebiûl evvel âyın nîcesi On ikinci gîce isneyn gîcesi Ol gîce kim doğdu ol hayrûl-beşer Ânesi anda neler gördü neler Dedi gördüm ol habîbin ânesi Bir acep nûr kim, güneş pervânesi …………….diye devam eder” Bu bölümü okudukça, kalktık hürmetle ayağa Salât selam eyledikçe, dalar olduk mutluluğa Sanki o gece doğmuştu, o nur ki; doğmuştu daha Her haberini aldıkça, yeniden eyledik dua 48 Her köyün hayrı önünde, ben derim yeniden doğar Düğün ve sünnet gününde, önderim yeniden doğar Sanki o gece doğmuştu, o nur ki; doğmuştu daha Her haberini aldıkça, yeniden eyledik dua Selâmlamıştı melekler, hem selâmladı dağ ve taş Selâmlamayı beklerdi, hem insanlık ona gardaş Kör cehalet yok olacak, hükmünü kaybedecek haç Yoksa rehavet bulacak, Müslümanlık buna muhtaç Düşüncesiyle istemiş, muhabbet tazelemeyi İlk defa gelirmiş gibi “hoş geldin” sözün demeyi Muhammed(s.a.v)’in sevgisini, yeniden yinelemeyi Gönüller mâbedindeki, halis özü elemeyi Yüreklerden sevgisi, çıkmasın-kaçmasın diye O sevginin uçlarını, sanki ister yivlemeyi… Gönül diliyle yazıp, sanat sanat söylediği ‘Merhaba’ diye söyler, bak! el ve dil emeği * Merhaba Bahri “Yâradılmış cümle oldu şâdümân Gam gidûp âlem yenîden buldu cân Cümle zerrat-ı cihân idûb nidâ Çağrışûben dediler kim merhabâ Merhabâ ey âli sultân merhabâ Merhabâ ey kân-ı irfan merhabâ Merhabâ ey sırr-ı fürkân merhabâ Merhabâ ey nûru râhman merhabâ Merhabâ ey bülbül-i bâğ-ı Cemâl Merhabâ ey âşinâ-yi Zülcelâl Merhabâ ey cân-ı bâki merhabâ Merhabâ uşşâkâ sâki merhabâ Merhabâ ey cân-ı cânan merhabâ Merhabâ ey derde dermân merhabâ 49 Merhabâ ey cümlenin matlâbu sen Merhabâ ey Hâlikın mahbâbu sen Merhabâ ey Pâdişah-i dû cihân Senin için oldu kevn île mekân Merhabâ ey rahmeten lil-âlemîn Merhabâ sensin şefîa’l-müznibîn Ey gönüller derdinin dermânı sen Ey yarâdılmışların sultânı sen Sensin ol sultân-i cümle enbiyâ Nûr-i çeşm-i evliyâ vü asfiyâ Yâ habîballâh bize imdâd kîl Son nefes didârın ile şâd kîl” Hoş geldin ey nebimiz, diyerek karşıladık Sevinç gözyaşlarımızdı akan gözlerimizden Hoş geldin gül Sultanım, yüreğimin sancısı Nuş olsun canım kanım, ey gönlümün goncası ! Hoş geldin ey gönlümün, sönmeyen gül sevdası Ey kavrulan külümün, hayat veren devası Yolumu aydınlatan, ey kurtuluş rehberim Hak dinimi anlatan, hoş geldin peygamberim Kurtuluşa çağıran, sen hakikat pınarım, Aydınlığı yoğuran, kış ardında baharım Hoş geldin isminle, duyguları coşturan Müminleri cisminle, camilere koşturan Hoş geldin ey canlar ve cananların serveri Hakk’ı buldu insanlar, ey güllerin peygamberi Gaflet elde yatanlar, Allah adın anmıştı Zincirlenip şeytanlar, gözleri bağlanmıştı Hoş geldin tatlı dilim, elimi tutan elim Gamlı kederli halim, seninle oldum selim Hoş geldin ey muallim, ışığım, yüreğim Edem salât-u selam, devam edelim hemen * 50 Sonra ki bölümde; …………Karanlık mı karanlıktı, kördü zamanın dilimi …………Yaşarken seçiyordu, insanlık da ölümü ………Gelmişti kırk yaşına, vuruldu nübüvvet nuru ………Parçaladı yerlerde, vesveseyle gururu. Her halinden; “Allah var, başka ilah yok” diye okunur bir seda Onda doğruluk, onda güven, Onda sekinet var, hak dile dokunur bir eda… …………Muştu var sanki havada, yıldızlar uyanmıştı …………Ağızlar susuzluktan, gönüller aşktan yanmıştı …………Hıra Dağı …………Nur mağarasından …………Işık salkımı uzatanda …………Kâinat yeniden yeni olup, …………Donatılmıştı… …………Mağara, ey mağara ! ………...Gide karanlık gide, ………...Her şey, her şey ağara… …………Hırkasını bürünmüştü, ………....Düşünmeye dalmış …………Endişe korku salmıştı …………Bekleyen insanlıktı, …………Can bulacaktı insanlık …………Can bulacaktı * Vahiy meleği Cebrail, karşısında görününce, Gül yüreği heyecanla, hızlı hızlı atıyordu Onu üç defa sımsıkı, sıkıyordu ilkin önce Oku deyip okuyordu, ilk nurunu katıyordu İlk vahyini alıyordu, zillet geri kalıyordu Evinde teselli veren, hayat ortağı eşiydi Boğulan insanlığı, mutluluğa salıyordu O ki saadet ufkunun, iki cihan güneşiydi… 51 Söz konusu insanlığın yeniden dirilişiyse “Lâ ilahe illallah”, anahtar her kilidinde Can buluyor tebliğ için, görevin verilişiyle Süleyman Çelebi’mizin, söz konusu mevlidinde Risalet Bahri “Fahr-i âlem erdi çün kırk yaşına Kondu pes tâc-ı Nübüvvet başına İndi Kur’ân âyet âyet beyyinât Zâhir oldu nice türlü mu’cizat Evvelâ ol kim mübârek cisminin Gölgesi düşmezdi yere resminin Nûr idi baştan ayağa gövdesi Nûr ayandır nûrun olmaz gölgesi Ol mübârek başı üzre her zaman Bir bölük bulut olurdu sâyebân Her nere varsa bile varırdı ol Başı üzre her zaman dururdu ol Depredîcek dudağın ol mâh-ı veş Deprenirdi gökte hem ay ü güneş Dokunucak saçına bâd-ı sabâ Misk-i anberle dolar idi hava Terlese güller olurdu terleri Hoş dererlerdi terinden gülleri İnci dişleri şuâından gece İğne düşse bulunurdu ey hoca Sadr-i nûrundan karanlık geceler Yolda yürürdü yiğitler kocalar Çün işâret kıldı ol mahbûb-u Hakk Parmağîle ay oldu iki şak Dikti hurmayı hem ol şâh-ı cihân Diktiği saat yemiş verdi hemân” 52 * Cebrail’in; …………Resulü seçti yaratan, insanların arasından …………Oku rabbinin adıyla, oldun sultanlara sultan …………Merhaba ey âli sultan, merhaba ey nuru rahman …………Merhaba ey câna canan, ………….Merhaba huzura derman Diyen sesinin zuhura yükselişini Sultanlar sultanına risalet müjdesiyle gelişini Üç defa okuma bilmem deyip de Rabbinin izniyle Heybetli Cebrail’in okuduğunu okumayı bilişini Nübüvvet mührünün kadir gecesinde verilişini Dağ ile taşın vecd ile ayağa kalkıp da Kutluyordu her şey kendi haliyle Ağaç kendi sesiyle, dağ, taş kendi sesiyle Kutluyordu kendi sesiyle vahyin yükselişini… Süleyman Çelebi ise; Hiç bir âdemin nail olamadığı miracı Son noktada Cebrail’in bile aracı kalamadığı …………Hüda’nın hürmetiyle, ol Burak binitiyle, …………Sema’ya yükselerek, zamansız üniteyle İnsan aklına meydan okuyarak Semada melekleri yüzüne hasret koyarak Zamana ve mekâna rahmani aşk dokuyarak Muhammet Mustafa’nın Edep ve hayâ duyarak göğe yükselişini… Yazıyordu. Cenneti gezerken ümmetini hayâl edişini Yazıyordu. Cehennemi selâmlarken gözyaşlarının yere inişini Yazıyordu. Beş vakit namaz ve şirk koşmayanların Gireceği cennetin müjdesini verişini Müjdeleriyle dönerken Sidre-i Müntehadan 53 Daha yatağı bile soğumadan geri gelişini Yazıyordu. “O söylediyse doğrudur” diyen Hz Ömer’i Yazıyordu. Sultanlar sultanını Muhammet Mustafa’nın Varlık âleminde, noksanlıktan münezzeh olanla Habib-i Kibriya’nın, muhabbete yükselişini Yazıyordu: * Süleyman Çelebi’nin Miraç Bahri Bir ses çağırıyordu, resulü Muhammed’i Miraca bekliyordu, hem gül ismi Ahmed’i Ey Muhammed gel beri, senin için yol açık Ben görmez kimse diri, sadece sen yola çık Gerçek âşıksın bildim, gel şimdi aşkı dindir An ve mekânı sildim, beklerim gün bu gündür Diye davet etmişti, yaratan kadri yüce Aşka avdet gitmişti, geceyse kadir gece Başına parlak bir taç, beline de bir kemer Burak sevgiye muhtaç, ağlar zamanı emer Çünkü semadan gelen, bir ses duyar kulağı —Burak olsun getiren, olsun at ve ulağıBuraklar otlar bir hak, biri ağlar hem kati Yemez içmez gözü sak, ağlar kalmaz takati —Cebrail dedi niçin, söyle niçin ağladın Hüzünle için için, can ciğer dağladın—Bir ses duydu kulağım, gitti yerinden aklım Durdu sesim soluğum, yetti kırk yıldır saklım Artık isterse ölsün, Burak mutlu anında Denildi Ahmet gelsin, binek olsun yanında54 —Sende aşk nişanı var, gel beri er göreyim Düşürme yüreğine nar, gel dermanın süreyim—Dedi gelsin habibim, konuk edeyim onu Seyreylesin hem arşım, yok kudretimin sonuKalbini yıkadı hem, sonra Cebrail Nebi’nin Kaldırıldı hem bilem, perdesi de kalbinin Miraç bahri mevlitte, yer alan iki bölüm Beyit beyit anlattı, Süleyman bunu gülüm: Miraç bahri - 1.Bölüm “Söyleşirken Cebrail ile kelam Geldi Refref önüne verdi selam Aldı ol şah-ı cihanı ol zaman Sidre’ye gitti ve götürdü heman Bir feza oldu o demde rûnüma Ne mekân var anda ne arz-u sema Kim ne hâlîdir, ne mâlî, ol mahal Akl-ü fikr etmez o hâli fehm-ü hal Ref olup ol şaha yetmiş bin hicap Nur-u tevhid açdı vechinden nikab Her birisinden geçerken ileru Emr olundu Yâ Muhammed gel beru …………….” Bu gece açılıyor, sana esrarı Hakk Bu gece içiliyor, ulu aşk badesi bak Sekiz cennet kapısı, birden ona açılıyor Âlemin tüm yapısı, birer birer geçiliyor Allah’ı görmek ister, yalvarmakta her melek Yüzlerin sürmek ister, dilemekte onca dilek Ayağına yüz sürüp, ona bir selam vermek Cemali Hakk’ı görüp, hakiki sırra ermek 55 Bir tek ona içirdi, hak şerbeti yaratan Bir tek onu geçirdi, sidre-i müntehadan Mevlidin miraç bahri, ikiye yol açalım İmam okusun Bahri, kendimizden geçelim Ahmed’e aşk derelim, hem iftihar edelim Haydi, kulak verelim, hep huzura gidelim: Miraç bahri - 2.Bölüm “Hak-Tealâ’dan erişdi bir nida Yâ Muhammed ben sana kıldım ata Ümmetini sana verdim ey habib Cennetimi anlara kıldım nasib Yâ habibim nedir ol kim diledin Bir avuç toprağa minnet meyledin Ben sana müştak olunca ey şerif Senin olmaz mı dü-âlem ey lâtif Zatıma mir’at edindim zatını Bile yazdım adım ile adını Hem dedi kim Yâ Muhammed ben seni Bilürem görmeğe doymazsın beni Avdet edüp davet et kullarımı Tâ gelüben göreler dîdârımı Sen ki mi’rac eyleyub etdin niyaz Ümmetin mîracını kıldım namaz Her kaçan kim bu namazı kılalar Cümle gök ehli sevabın bulalar ………………………..” Diye devam ederken, cenneti vaat eder Rabbimden müjde erken, müşrik olmayan gider Soğumadan yatağı, evine geldi hemen Haberi duydu çağı, inandı etmedi men 56 Her ne görüp duyduysa, haber verdi ashaba —Her kim sana uyduysa, çekmez seni hesaba Sen bizim önderimiz, sen İslam’ın kıblesi Sen ey peygamberimiz, seslerin tatlı sesi Anlat ki dinleyelim, hak sözünü duyalım Seni hep bildik selim, miracın kutlayalım Biz hepimiz kullarız, sen bizim şahımızsın Biz günahı bollarız, yol ve dergâhımızsın Ümmetin olduğumuz, bu büyük nimet yeter Yolunda bulduğumuz, huzuru devlet yeter* Deyip, Miracı şüphesiz kabullenen ashabı O gelmese hayatları iflâs etmiş bir şekilde Bekliyor olacaktı yaratılıp geldikleri türabı …………O yokken ağlardı hep, dünya mazluma dardı …………Hem özenip bezenip, helvadan put yapardı …………Allah sensin deyip, bir güzelce tapardı …………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı …………Derin bir bağlılığı, vardı ashabın ona …………Rabb’i elçi gönderdi, merhameti kuluna …………Ne etsin akılsıza, onu görmez olana …………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı Her aklı başında yürek, çağıl çağıl akardı Bir şey söyleyecek diye gözünün içine bakardı Cehaleti söndürmek içindi, her sözü ardı Her sözü bir mum, her sözü bin mum yakardı… “Beni kendinizden daha çok sevmedikçe Kamil mümin olunmaz, kininizden vazgeçmedikçe” Sözü gibi yüzlerce, binlerce, on binlerce Dünyayı huzur ve saadete çağıran sözü vardı… …………Tüm nimeti sunsan, fakire verir hani …………Ömrü altmış üç yıldan, daha az olsa kani 57 …………Nihayet o da insan, bizim gibi bir fani …………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı …………Gül peygamberimize, misk-i amberimize …………Hak yolda serimize, hem ki önderimize …………Sevgisini anlatmış, nebiler nebimize …………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı Hayatının her diliminde, her mevlit bölümünde Ayan ve beyan sevgi ve saygısını göstermiş. Her insanın sağlığında ve ölümünde Ona yaraşır ümmet olmasını istermiş; Süleyman Çelebi mevlidin Rihlet bölümünde Peygamberimizin ölümüne yer vermiş… Bakalım hele; peygamberin vuslata gülümün de Hangi haberleri gün yüzüne sermiş: * Hak yoluna itelim, sözü özden başları Gel beri akıtalım, gözümüzden yaşları Ağlayıp onun için, tazelensin imanlar Çağlayıp sultan için, tez hüzünlensin canlar Her fani bile ölmüş, hisseder bir peygamber Bil nakil ile gelmiş, rivayettir bu haber “Vakt erişti dünyâdan kıla sefer Ol güneş yüzlü ol alnı kamer Her kim ol sultân için yaş indire Yaşı anın tamu od’un söndüre Altmış üç yaşına girdi ol Habîb Ol şerif-ü ol latîf ü ol tabip Geldi Cebrâîl Hakk’tan emrile Söyledi anda Resûle lûtfile” —Dedi söyle de bilsin, selam etti yaratan Vakit tamamdır gelsin, bize gelsin oradanBu sözü işitmişti, kalbi mahzun olmuştu Dönüp eve gitmişti, sararmıştı solmuştu 58 Kesilmişti takati, gözünden düştü yaşlar Hem üzülmüştü kati, ağladı dağ ve taşlar —Dedi Fatıma varıp, baba hasta mı oldun? Bak vücudun sararıp, ne diye tenin soldun?—Dedi gel Fatıma kızım, zamanım geldi benim Dostadır bütün sızım, vuslatı ister tenimBütün ashabı geldi, onu tavaf ederler Hep dualar yükseldi, hem helallik isterler Her seher adet olmuş, salâ okurdu Bilal Sesi hüzünler dolmuş, hele yanaklar al al Yanık sesini almış, dili şakıyacaktı Bir seher daha gelmiş, sala okuyacaktı — sanki sözü kadayıf, dedi gel hele Bilal Vücudum bugün zayıf, bugün onda yok mecal Ebu Bekir’e söyle, ashaba imam olsun Hepsine haber eyle, cemaat tamam olsunKaldırdı yerden başını, varıp söyledi Bilal Döktü gözden yaşını, ashap eyledi melal Ebu Bekir durup ta, mihraba el bağladı Hüznü gönle kurup ta, mihraba sel bağladı Mustafa dedi tutun, ben mescide varayım Hem yarenlere katın, namazıma durayım Sağ koluna girmişti, hemen damadı Ali Sol koluna durmuştu, hem İbn-i Abbas veli Koltuğuna girdiler, mescide götürdüler Yoluna yol verdiler, cemaate yetirdiler Ebu Bekir’e uydu, durdu namaza safa Son namazı buydu, cemaatte Mustafa (sav) —Dedi dünyaya geldim, şöylece bir turladım Ölüm anına geldim, Allah’a ısmarladım 59 Yaratandır tek Halik, odur ki tek padişah Yok, ondan başka malik, odur bir tek baki şah Biliniz ki şu dünya, fani imtihan yeri Önce gelen hani ya, herkes dönüyor geri Hayat dediğin kısa, çok kısacık bir andır Dayanır derde yasa, yaşayan garip candır Ayrılmayın yolumdan, her an birlik olunuz Olmayın kale kumdan, Kur’an yolu yolunuzDiye nasihat verdi, ah edip de ağlaştılar Hep ümmetiydi derdi, böyle vedalaştılar Tutup geri götürdü, Abbas ile hem Ali Dua edip el sürdü, ashabın üzgün hali Ardından eve geldi, cümle ashabı güzin Figan göğe yükseldi, içten dışa ev hazin Fatıma ah ederek, boynuna el bağladı —Sen ölme ne gerek, dedi de dil ağladı Sen ölme ben öleyim, senin için ben öleyim Ben yoluna köleyim, sensiz ben nasıl güleyim? —Mustafa dedi ey kızım! Sil yaşını ağlama Dünyadaki tek özüm, al cenneti sağlama Sende bir gün gelirsin, geçerek bu kapıdan Herkes geçer bilirsin, toprak evli yapıdan Hasan ile Hüseyin, ol iki körpe kuzu Yanıma gelsin deyin, dedi yaş doldu gözüTez iki kuzuyu, alıp da getirdiler Sezdi gözlerin suyu, akmayı bitirdiler —Dediler hasta mısın? Dede ne oldu bugün Yüreğe düştü yasın, hüzünle doldu bugün Sizi böyle görmeyip, duymayaydık hiç sızı Anamız doğurmayıp, beslemeyeydi bizi 60 Geldi bu hal üzere, konuşurken Cebrail —Dedi selamın vere, gel isterken Zülcelâl Hal ve hatırın sordu, söylesin tatlı leb Hele ne istiyordu, eylesin benden talep—Ümmetimi dilerim, neresidir onun yeri Ben hep bunu isterim, rabbimden çoktan beriTekrar vardı da hakka, geri geldi Cebrail —Ümmetin şu dakika, bağışlandı ey Halil Vuslatıma hazırım, al canımı o zaman Bilirsin ki bizarım, hele az biraz aman Hele biraz edeyim, kalanlara elveda Sonra hemen gideyim, olsun canlara sedaYine kulak verelim, hemen başlasın söze Süleyman’a dil dilim, hitabı özden öze Ne haberler veriyor, güllerin en gülünden Bak elveda ediyor, peygamberin dilinden: Rihlet (Vefat) Bahri Elveda Bölümü “Fahr-i âlem göç eyledi dünyâdan Ümmetlerim size olsun elvedâ Bize gel oldu ol yüce Mevlâ’dan Ashâblarım size olsun elvedâ Bunu dedi yaşlar doldu gözüne Bir figân düştü halkın özüne Hasan’la Hüseyin’i almış dizine Kuzularım size olsun elvedâ Çağırın Bilâl’i gelsin yanıma Yükümü yüklettim bindim atıma Helâlım Âişe kızım Fâtıma Ehl-i beytim size olsun elvedâ 61 Çağırın Bilâl’i hem salâ versin Ali yusun, Fazlı suyumu kosun Ebû Bekir dursun, namazım kılsın Ashablarım size olsun elvedâ Terâzînin sağ yanına oturur Zebâniler tutar tutar götürür Ümmet olanların işin bitirir Ümmetlerim size olsun elvedâ Ebû Bekre der ey pîr-i fânî Veren alır imiş bu tatlı canı Firdevs-i alâ da bulun siz beni Ashâblarım size olsun elvedâ” Vuslat Bölümü “Cebrâîl geldikte Hakk’tan emr ile Gelmiş idi anda Azrâîl bile Taşradan içeriye kıldı nidâ Dedi kim yâ ehl-i beyt-i Mustafa İzniniz var mı içeru girmeğe Ol münevver hub cemali görmeğe Fâtıma eder eyâ miskîn garîb Kat’i hastadır Resûl çeker taab Var işine ey karındaşım arap Bunda biz ağlaşırız her ruz u şeb Bir dahi çağırdı der kim gitmezem Mustafâ’yı görmeden terk etmezem Fâtıma dedi ana kimsin acep Dedi bir a’rabiyem kim hoş edep Maslahat var içeri girsem gerek Âşıkı mâşûka er görsem gerek 62 Ey benim devletli babam kimdürür ol İçeru girmeklik ister yâ Resûl Mustafa dedi eyâ can ü ciğer Ol gelen a’rabidir sandın meğer Ol gelendir eden oğullar yetim Canlar alıp tenleri kılan remîm Oldur ol kim mâmuru virân eden Oldur ol kim göz yaşın ummân eden Câm-ı mevti sunan oldur Adem’e Nâr-ı fırkat salan oldur Âdem’e Adı Azrâîldürür gelsin beri Kim ne cinn kurtulur andan ne peri Fâtıma ana kapı açtı revân Girdi Azrâîl içeri ol zaman Ol vakit dedi Resûl-ü Müctebâ Ey emîn hoş geldin imdi merhaba Sordu kabz için mi geldin yâ melek Ya ziyâret mi dürür ancak dilek Dedi gelmişem ziyâret etmeğe İzn olursa kabz eduben gitmeğe Hakk buyurdu ben sana olam mutî Her ne desen ânı tutam yâ şefi Dedi Âzrâîl’e ol dem ol hümâm Dilerim senden ilâ yevmi’l-kıyâm Ben çekeyim ümmetimçün zahmeti Kıl terahhum anları tutma kati Bana kıy anlara kıyma yâ melek Evvel âhir bu durur senden dilek Hakk Teâlâ’dan nidâ geldi hemin Yâ Muhammed dedi Rabbü’l-âlemîn 63 Ğam yeme kim yâ Habîb olma melül Her ne kim sen diledin oldu kabûl Dedi ashâba ol hayrü’l enâm Ümmetime kılasız benden selâm Ey beni can ile seven ümmetim Hem seve canı gibi her sünnetim Her işi bunlara tâlim eyledi Dahi canın Hakk’a teslim eyledi Çün sefer kıldı cihandan Mustafa Dünyâdan hiç kimse ummasın vefâ” Ümmet isen uy ona, hep onun gibi yaşa Dön yüzü ondan yana, aldırma yaza kışa * Süleyman Çelebi can, sonra devam eyledi Okur belki mevlithan, dua ve ram eyledi Münacat bahri-dua “Yâ İlâhî, ol Muhammed hakkı çün Ol şefâat kân-ı Ahmed hakkı çün. Sidrevü arş-î muallâ hakkı çün Ol süluk-i seyr-i âlâ hakkı çün. Ol gece söyleşîlen söz hakkı çün Ol gece Hakk’ı gören göz hakkı çün. Sırr-ı fürkân nûr-i âzam hakkı çün Kuds ü Kâbe Merve Zemzem hakkı çün. Gözü yâşı hakkı çün âşıkların Bağrı bâşı hakkı çün sâdıkların. Aşk odundan ciğeri püryân içün Derd ile kan ağlayan giryan içün. Sıdk ile yolundan kâim kul içün Hazretine doğru vâran yol içün. 64 Şol zaman kim müddet-i ömrü hayât Âhir ola ere hengâm-i memât. Yâ İlâhi, saklagıl îmânımız Verelim îman ile tâ cânımız. Biz günâhkâr âsî mücrîm kulları Yarlıgâyüb kıl günâhlardan berî. Kabrimiz imân ile pür-nûr kıl Mûnisi ğilmân ile hem-hûr kıl. Hem dahî mîzânımız eyle sakîl Cennete girmeğe lütfun kıl delîl. Mustafa’ya hem civâr et, yâ Kerîm Cennetü’l-firdevs içinde, yâ Rahim. Lutf ile göster bize didârını Nimetinle topla-gıl kullarını. Afvedüb isyânımız kıl rahmeti Ol habîbin yûzü sûyû hörmeti. Sâna lâyık kullarınla hemdem et Ehl-i derdin sohbetine mahrem et. Hem Süleymân-ı fakîre rahmet et Yoldaşın îmân makâmın cennet et. Yâ İlâhi, kılma bizi dâllîn Bu dûâya cümleniz deyin âmîn. Ümmetinden râzı olsun ol muîn Rahmetullâhi aleyhim ecmâin. * Böylece son bulur, dillere destan eseri Bin dört yüz dokuzda bitirdi ……Bitirdi ve avazesin doldurdu ………Göğü, yeri… Referans oldu Âşık Paşa’nın “Garipnâmesi” Erzurumlu Darir’in “Siyer’ün Nebi” şurup namesi 65 …………Eb’ul Hasan Bekri’nin “Siyer” adlı kitabı …………Muhyiddin Arabî’nin “Füsûs” adlı hitabı… …………Aşkla yazdığı mevlit, bilinen tek eseri …………Okurken yanık sesler, mest eder beşeri …………Mevlit sade ve içli, öğretici metindir …………Basit görünürse de, yazmak zor ve çetindir …………Samimiyet teçhizli, kalıp aruz vezindir …………Dinle hele okunsun, gönül halin hazindir …………Üç beş dile çevrilmiş, kıtalara dağılmış …………Olaylar evirilmiş, imbiklerle sağılmış …………En kısa ve en uygun, anlatım kullanılmış …………Her şiirsel sanatın, süsüyle pullanılmış …………Cinas, tespih, tekrirle, beyit beyit donanmış …………Ben diyen şairlerce, beğenilip onanmış …………Nazireler yapılmış, onun gibi olmamış …………Beyit mısra pulmuş, daha kimse bulmamış …………Bölümlerde bütünlük, kayıp olmamış gözden …………Her mısra ince ince, dokunmuş önce özden Kuruluktan ıramış, Hem coşkunluk yaramış, Görünüşte kolay, Oysa yazması büyük olay… Geyik, güvercin, kesik baş gibi hikâyeler Asıl nüshalara eklenmiş bazı yeni payeler …………Mesneviden ziyade, kaside tertibi var …………Gazellerden piyade, birkaç nadide akar ( Şiir : GÜLCE-Bahçe) ............................................................... Genellikle mevlit (fâilâtün, fâilâtün, fâilün) vezniyle yazılmıştır. Sadece bir yerde (Mef ’ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün) vezni uygulanmıştır. 66 İSTANBULUN İLK KADISI HIZIR BEY ÇELEBİ Güle düştü, güle düştü; geceydi, kapkara Bir ay ışıdı gökten, şavkı geldi güle düştü Sivrihisar bahçelerinde umut ve sevda Sene bin dört yüz yedi, umuda gül sevdaya bülbül düştü Hızır Bey Çelebi adı, Hızır’a verildi erken Ve bu müjdeyi Sivrihisar bölüştü… …İstanbul’un ilk kadısı Hızır ….Divit hokka ve beyaz kâğıt arasında hak, hukuk ….Hızır bey oldu Hızır Bey Çelebi.. …..Âlim ve bilgin olan edebi bir şairdi babası, ……Emir Celalettin Arif Efendi, …….Köklü de bir sipahi ailesine mensuptu kendisi. ……..Söylenir annesiyse fıkralarımızın ustası, ……...Nasrettin Hocamızın Biricik kerimesi. ………Ve de hocanın gözünde küçücük ciğer paresi. Hızır Bey Çelebi, önce babasından İlk dersini aldı, o gün en hasından Sonra Bursa’daki, Yegân’dan aldı ders Bilir ilim yolu, yolların alâsından. Çok kabiliyetli bir de çok çalışkan Çabuk ilerledi, yol ona akışkan Bilgi penceresi, toplar bilgileri Çakır gözleri, ilimle barışkan …Hocası molla Yegân’ın, Ahmet bin Armağandı asıl adı ….Genç yaşında oldu o hocası Yegan’ın damadı …..Sivrihisar Medresesinde müderrisliğe oldu amade Hızla geçip giden zamana inat, kalanların terkisine Onca hayâllerle dillerde söylenen hayatın türküsüne Yazdı ikinci Murat’ın yaptırdığı Ergene Köprüsüne Üç mısrası Türkçe, son mısrası Farsça bir dörtlük Yirmi yaşlarında; iz düşürdü, tarihe giden ülküsüne. 67 Bin Dört yüzün Otuz altısı Sivrihisar Kadısı Olarak devam etmekteydi. Hızır Bey Çelebi’nin bu göreve Hangi tarihte geldi bilinmemekteydi. Bin Dört yüzün Kırk sekizinde Müderrisliğe başlar, Bursa’nın bir medresesinde… Fatih çağının ünlü âlimleri Molla Kastalânî ve Muslihiddîn ile Hocazâde ve de Hayâli gibi isimleri Bu medresede, umudun baharına bilinmektedir. * Fatih Sultan Mehmet ki; ona çok değer vermiş İlme giden yolda; ne renkli düşler dermiş. …O gün Ulu batlı Hasan İstanbul’a bayrağı dikivermiş, ….Fatih’in fermanıyla yeni başşehrin ilk kadısı …..Hızır Bey Çelebi oluvermiş. ……Orta çağ kapanıp, ………Yeni çağa yol alınıvermiş. …Fatih’in Hızır Bey Çelebi’ye ….Değer vermesinin ……Söylenir sebebi diye; Tahta geçişinin ilk yıllarında Umut dolu ömrün zor yollarında Yaşarken hayatın uç kollarında Bir acem gelmişte Türk illerinde, …Bilgisiyle ezerdi her âlimi ….Fatih Sultan Mehmet çok üzülür, ….Derdi, görmeyin halimi …..’Yok mu!’ diye gürledi ‘bununla baş edecek, ……Türkün bilgilisi ve aklı selimi’. 68 Tavsiye edilir de, Hızır Bey kendisine Bir meclis tertibine, girer kılık sipahi Acem bilgin söylerken, lâfa girer ve dahi Üstünlük sağlayınca, herkes efendisine Hayretli bakışlarla, kim diye göz atarken Fatih’in sevgisine, mazhar oldu burada Ulu Hakan Fatih de, böyle erdi murada Ezilirdi acem bilgin, üstün ilim satarken Artık vardı bir bilgin, acem âlimden bilgin Fatih’in başı dikti, Türkler yürüyecekti Nebi’nin Müjdesini, aşkla bürüyecekti Çağ Fatihti ve saatler duvarlarda pul puldu Aşk odur ki ey gözüm, adı İstanbul’du Türkoğlu Türk’e bu yurt, Fatih’le nasip oldu * Dönelim biz yeniden Hızır Bey’in yaşamına Devam edelim mısralara kaldığımız yerden Hızır Bey asıl şöhretini kazanmıştı birden Edirne’deki Mısır ya da Suriye’den gelen Arap âlimiyle girdiği bu tartışmada fiilen Üstünlük sağladığı için Fatih’i çok memnun etti. …Bir Osmanlı âliminin başarısını alkışlıyordu Fatih, ….Sultan ki; sırtından kürkünü çıkarıp giydirdi. …..Ve ……Bursa’daki Sultan Çelebi medresesine ……Elli akçe maaşla müderris olarak görevlendirdi. …….Edirne’de üç şerefeli Medresede de ders verdi. ……..Bin dört yüz elli bir deki ……...Yanbolu Kadılığı da onun ……….Sonraki görevlerinden biriydi. Tekrar olacak ya olsun, fetih olunca İstanbul Yeni başşehir olunca, yedi tepeye uzar yol Peygamber müjdesi şehre, nasip olur ilk kadılık Şehrin ilk hizmetindeyse üslendi çok önemli rol …Adliye ve belediye hizmetlerinde hakka uygun 69 ….Emniyet ve imar işlerinde göze doygun …..Önemli düzenlemeleriyle, kadı gördü şehir ay oğul. * Ancak o Bu görevdeyken Mevsim kış, aysa ocak Yılsa bin dört yüz elli dokuz Genç sayılabilecek bir yaştayken Hakkın rahmetine kavuştu biliyoruz; Elli iki yaşındaydı çekip dosta giden Beklenmedik bir andaydı daha çok işi varken Ahiret kapısı zeyrekte diye, bak söylüyoruz… Kadıköy Değil ki, bir köy İstanbul’un beldesi Sakın ha köyde nesi Deme, dinle hele ben sesi, Burası başşehrin ilk kadısına Arpalık olarak verildi tarafına Belki de Kadının köyü dedi Fatih kendisi… Bu günkü Unkapanı’nda Hızır Bey Çelebi’nin Kendi öz ismini taşıyan Bir mahalleyle bir cami varlığı Yüzümüze yayılan sevinç tutarlığı Bilirim yine de ben, var ondan bilgi darlığı Mutlaka gidermeliyim dostlar bu noksanlığı… * Burada öğrendi Arapçayı, Arap ülkelerine gitmeden, Osmanlının âlimlerindendi, Yüzünden bedene nur akseden, Hem ekolde Fahrettin Razi’nin, Kelam ekolüne devam eden İkinci İbni Sina, İlim Dağarcığı ve de İlmin Âlemi 70 Gibi isimlerle kendisine, değer verilip, hitap edilen …Değerli bir âlim olarak yaşadı, örnek bir şahsiyetti Taassuptan uzak, açık fikirli, ince ruhlu olduğu Yaşayan her canlıya sevgiyle dolduğu bilinir Hesabın çetinliği ve dehşetiyle sararıp solduğu Hayat sınavını kazanmaya daha çokça yorulduğu, …Bilinir ve de kendisinin lâtifeden hoşlandığı, ….Yüksek bir şiir kabiliyetine sahip olduğu Eserlerini söyleyeyim ben dostlar hemen. İlmi çok geniş ve engin olmasına rağmen, Az olmuştur eseri, çok olsa da beklenen Daha fazla eserler olsa da hedeflenen Az ama öz eserler, kaleme almasının Birinci sebebiydi, denir idarecilik Görevinin yanında, gösterilir öncelik Genç denecek yaşında, yola koyulmasının …Pek kıymetli talebelerinin ilme doyurulmasının …Sebep olduğu söylenir. ….Dosta vuslata daha geç yürüseydi …..Daha ne eserler verecekti denir. Hızır Bey Çelebiyle Molla Fenârî dostu O zamana kadar ki, tüm âlimlerin üstü Olarak kabul gördü, onlar söyler sözünü Bilip söylediler de, öz içine öz düştü… …Hızır Bey Çelebi’nin; el, göz ve dil emeği ….Ebcet hesabıyla, geliştirmiş tarih söylemeyi …..Ebcetle tarih düşürmeyi icat eden kişi diye söylenir ……Bilinir yek başına bu da onun bir özelliği… Türkçe, Arapça ve Farsça, şiirleri yazmışsa da Bu yolda da kalemiyle, engin kuyu kazmışsa da Ancak birkaç mısra kalmış, Arapça ve Farsça şiir Bunlardan biri Müstezat, adlı meşhur eseridir …Bu eser ki onun Arapçaya hâkimiyetini gösterir. ….Ayrıca bu manzum eserde aruz veznini …..O devirlerde asla görülmeyen bir ustalıkla 71 ……Bir nakkaş gibi ahenkle işlediği yazılır ve söylenir. Daha ünlü eseriyse Akait’ten bahseden Cevâhir-ul-Akâid, kasidesi akseden …..Göze kulağa ve ruha hitabeden …...Yüz beş beyitten müteşekkil bu Arapça kaside, ……Medreselerde ders kitabı olarak …….Okutulmuş mazide… …….Birkaç kere basılmış ve şerh edilmiştir ……..Bu Manzume eser Türkçeye çevrilmiştir. Kaside-i Nuniye, en meşhur eseriyse Yüz beş beyitlidir, yine bu emeğiyse Kelam meseleleri, önemine göreyse Maturidi ekolü, olmuş içeriğiyse ….Bir veya birkaç mısrada ele alınmıştır. …..Bu güzide eseri de pek çok kimse tarafından ……Şerhler ve tercümeyle değerlendirmek için …….Kalemlerle, kağıtlara bir güzel iştahla dalınmıştır… Hızır Bey Çelebi’nin üç erkek, iki de kız Peri masallarına, beş çocuk hazırladı Onlara lâyık baba, olmaya çabaladı Miras diye ahlâkla, bilgi bırakan halkız …O da Tazarruat adlı esrin sahibi Sinan Paşa’yı ….Alim ve edebiyatçı şahsiyetler …..Ahmet Paşa ve Yakup Paşa’yı …..Kızları Sultan hatun ile Fahrunnisa’yı …...Bu bilinçle yaşama hazırladı Hızır Bey Çelebimiz. ……Böyle bir ilme ve yaşama gıpta edelim hepimiz.. 72 (Şiir:GÜLCE-Bahçe) DOKTOR AHİ AHMET ÇELEBİ Çizgiler çizgiler aynalarda gözüken Yüzümün derin vadileri oy ki oy! Ağaran şakakların gevezeliği var Her çizgide bir serçe kuşu Yıkılmak üzere üstüme Ömür denen koca çınar Anladım, fakat vakit geç, Elindeyse gel Bir ayna yüzünden Yüzündeki çizgileri Teker teker seç… Hekimle hakimin arasındayım Ruh köküme giröiş yazgan kalemleri Ben ağlarım, onlar yazar Ben susarım kalem konuşur; Birisinde beyaz, bembeyaz bir renk, Ötekisinde isyânlarıma karar Sarkaç misal salınıyorum, Hayat çemberindeyim dostlar Çember gibi yuvarlanıyorum. Burası sevap, ötesi günah; Şu sanık, bu şahit Yaram derinde En derinden kanıyor, Bu dem, bu saat olmuş Bütün aynalarda Bir göz, bir gözü arıyor… Çelebi yanımı göstermiyor bu yalancı aynalar Kırıp parça parça parçalamalıyım Ancak Her parçada yürek yangınlarım Offf ki offff 73 Bir sonsuz, Sonsuz tek… Gel ey Hipokrat yemini Dilime yapış bırakma Gel ey Ahi Ahmet Çelebi Çık tarihlerin içinden Konuş benimle, Sen anlat ben dinleyeyim Ben anlatayım, sen dnle… * …Dünya onu Ahi Çelebi adıyla şöhrete boğdu ….Bin dört yüz otuz iki yılında dünyaya doğdu …..Geçer adı; Kaynaklarda Mehmet, Ahmet ve Mahmut Olsa ne fark eder, ismi Nuh ve Yakut Ünlü çelebimiz, o bizim Ahi’miz Ünlü hekimlerden ünlü şifacımız. … Tabip Kemaleddin babasıdır, doktorlukta dâhimiz, …. Mevlâna Kemal der ona halk bir başka ifadesinde ….. Bulunmuştu hekimlik görevinde ……Fatih Sultan Mehmet ve ikinci Beyazıt devrinde… Aslen Tebrizli olan Ahi Ahmet Çelebi Babasından almıştı ilk tıbbi bilgileri …Ölümünden sonra babasının …….Devrin büyük hekimleri …….Altuncuzade ve Kutbuddin verdi tıbbi birikimleri …….Kısa zamanda ilerletti mesleki bilgileri… …….Kastamonu da Candaroğlu İsmail beyin hizmetinde Başladı işine çalışıyordu Yavaş yavaş alışıyordu Gecelerinde mum ışıyordu Giden güne gelen gün akıyordu ….Sonra bu beylik Fatih Sultan Mehmet han tarafından …..Osmanlı devletinin topraklarına ilhak ettiğinde ……İsmail beyinde Rumeli’deki …….Kendisine verilen yere gittiğinde 74 …….İçinde bıraktığı düş yaprağını ……..Yedi tepeden dünyaya ………Ve İslam’a göz kırpan toprağını ………Peygamberin müjdelerin müjdesiyle müjdelediği ……….Bir gün ………..İslam’ın koruma merkezi olacağını hissettiği; ………..Bizim Ahi Ahmet Çelebi …………Kendisi içinde şehirlerin en güzeli, ………….Güzel şehir İstanbul’a gitti. ………….Mahmutpaşa da açtığı bir yerde …………...Mesleğine ilk adımı attı. …Derken; Fatih Darüşşifasına oldu öncesinde hekim Hekimlerin başı oldu, sonrasındaysa nitekim. Hekim olup hastaların yüzünü güldürmeye Bilinen hastalıkların defterlerini dürmeye… ……Devam ederken görevine severek ..….Başhekimde olunca görevde yükselerek …..İkinci Beyazıt döneminde …Düştü yolu hassa hekimliğine Hassa hekimliği de, nedir ki demeden siz Dile ve söze gelip, diyelim kısaca biz Saraydaki görevli hekimler ki hassa hekimi Onların başına da denirdi saray başhekimi …Hastaneleri, tımarhaneleri ….Ve tıp medreselerini yönettiği ….Resmi ve özel sağlık görevlilerini tayin ettiği …..Bir görevdi saray başhekiminin yapıp ettiği ……Emirlerindeydi, Cerrahbaşılar, …….Kehtalbaşı’ların idaresine bakardı …… ..Hekimbaşılarının sağlık işlerinde ………Geniş yetkileri vardı ……. …Ayrıca görevleri arasında …………Yeniçeriye hassa hekimlerinden, …………..Hekim başı tayin etmek ……… …….Osmanlı devletinin sağlık işlerini ……………… Yönetmekte vardı. 75 …......Devam etti bir müddet ……..Bahsettiğimiz hassa hekimliğine ……Yükselemese de saray baş hekimliğine …...Hayat yolu uzayıp gider mutfak amirliğine. Yol uzun dedik bir kere, hekimbaşılığa döner Yavuz sultan zamanında görevine devam eder Mısır seferine çıkan, yavuz ile seyrüsefer Nasip eder hekimbaşı Ahi Çelebiye kader …Kâbe’ye yakın giderim diye yanaklarına yaş düşer ….Ruhundaki güneşlere sıvanır bütün gülücükler Kanuni Sultan Süleyman zamanına da yetişti İnsanlara hizmet için, nefes verdi, hastalar iyileşti; Ahi Ahmet Çelebi ki, Mevla’m eylesin gözü şen Onun ömrü uzadıkça sözün şavkı yere düşen …Bin beş yüz yirmi üç yılında ….Hac farizasını edip, Mısır seferinden dönerken …..Ecel gelip sözünde şavkı da, kahire de sönerken ……İmam Şafinin kabri civarına edilmiştir defin …….Öldüğü sırada vücudu kuvvetli, dişleri sapa sağlam ……..Yaşı dersen doksanı çoktan geçkin. Birazda eserlerinden bahsedivereyim size Azıcık kulak, göz ve dil, verirseniz eğer bize Boşluğa nida söylerim, gidiyor sözüm dehlize Hitap eder belki göze, belki gelir dil de dize ......Onun zamanında Edirne iline bağlı ….Osmanlı evleri vardı kapıları yola açılan sollu sağlı Bir ilçe merkezi olan Ahi Çelebi adında Arpalık diye verildi kendisine bu kasaba Çalıştı hep bir şeyleri alın teriyle üretmeye Yalan katmadı sözüne, haram katmadı hesaba ……..İstanbul’da bir hamam ile …….Çok sayıda dükkândan meydana gelen ……Bir varlığa sahipti bile… …..Edirne’de yaptırdığı mektep ve medrese ….Bir de mescit İstanbul yemiş iskelesindeki adrese Kanlı Fırın mescidi olarak da bilinen 76 İşte bu imaretlerin emrine vakfedilen Gelir fazlasınınsa Medine fakirine Gönderilivermesi vasiyeti edilen …Hasenatı yaparken gözün kırpmadı ibadet kastı ile ….Büyük sevaba koştu, tasattuk olsun diye nafile… …Kanlı fırın Mescidi dediğimiz ….Ahi Çelebi Camii olarak bildiğimiz …...Evliya Çelebi’nin Şefaat derken seyahati istediği ……Böyle bir hatırası olan bu güzel camii …….En son Mimar Sinan tarafından tamir oldu ……...Bildiğimiz. Ne yazık ki cami, bu gün tek başına Duvarı çatlamış, sıvası dökülmüş Sıvalar çürümüş, küf tutmuş taşına Belki çinileri, yerinden sökülmüş Cemaatini kaybetmiş haldeydi Restorasyonu ise hep dildeydi …Hız verildi iki bin yedi yıllarında …..Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden bitirmesini ……İbadet edilir hale getirilmesini ……..Bekliyor çağımız ve halkımız ……….İbadet yollarında… Belki de bekliyordur, Ahi Çelebi bunu Bakıp ağlıyor belki, damıtır göz suyunu Bir camimize sahip çıkamadılar diye Ayıplıyor belki de kendisi öz soyunu… Bugün İstanbul’umuzda bir mahalle Edirne vilayetinde bir köy ile Bulgaristan da püfür püfür bir yayla İsmi anılır dillerdeki nidayla …Taşır bu mekânlar Ahi Çelebi adını halâ… Yazdığı en önemli neşriyatı eseri On bölüm halindeki kitaplardan seri …Taşlara dair Böbrek ve mesanede meydana gelen ….Risale-i Hasatül Külâ Vel Mesane de verir bilgileri… 77 …Bundan başka Farsça yazdığı El Fevatüs Sultaniye Fil Kavaidi Tıbbiye Birde Risale-i Fit-tıp ve Mesnevi Fit-tıp diye ….İki Türkçe eseri daha tespit edilmiştir ki …...Hepsi tam birer bir külliye. Bilgi dolu hazine, insan adlı beşere Hekimlik üzerine ‘Mucez’ adlı esere El emeği göz nuru akıtmıştı Ahi’miz Onun güzel eseri, bilmesek de sahimiz … Neşredilmiştir Arapçadan dilimize ….Evladım sen oku öğren diye. 78 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) ÖZGÜN EDEBİYAT TARİHÇİSİ ÂŞIK ÇELEBİ Koşan yağız atların, nal sesidir şu zaman Yiğitler ve bilginler, diyarı oldu mekân, Soyumuz; Oğuz göçer, gelir orta Asya’dan, Osmanlıyla şahlanır, Türk dediğin ne yaman ! On altı devletiyle, hep adalet dağıtan Bir milletin evlâdısın, bunu iyi belle! Bilmiyorsan, utan, utan! Kahraman ve çalışkan ecdadınla gurur duy, Âlimler ve âşıklar yurdu bu yurt Bırakma ellerimi, iyi dinle dilimi, …Kelimeler sıkışıp kalsa da dilimde ….Yine soyumuzdur, cihana ün salan …..Osmanlı, hoşgörüsüyle ve adaletli iklimde ……Yaşayan zatı muhterem Aşık Çelebi’yi …….Anlatacağım size, ………Sözcükler arşa değiyor içimde. Asıl adı Pir Mehmet olan Âşık Çelebi …Yıl bin beş yüz on beşte, ….Bu günkü Kosova toprağı Prizren de doğar. …..Ana, babasını her bebek gibi sevince boğar. Soyu Muhammed nebi, soyuna dayanan Bağdatlı bir haneden, gelip aşka uzanan Emir Buhari ile Bursa’ya göçüp konan Seyyid Muhammed Netta, onun büyük dedesi …On dördüncü yüzyıl sonunda buraya yerleşti ….Babası Seyyid Ali de bir Osmanlı efendisi …..İkinci Beyazıt dönemi kazaskeri ……Müeyyedzade Abdurrahman Efendi’nin kerimesi …….Onun biricik kızıyla hayat boyu evlenip eşleşti. Farsçayı çok iyi bilen, yüzü gamzeli babası, 79 Birinci Selim zamanı, olur İnegöl kadısı Bin beş yüz otuz beşte, kesilince can nefesi Âşık Çelebi yetimdir, sürer hayatın çabası Edebiyat ve ilimle, ilgilenen ismi âşık İstanbul kazan o kepçe, bilgi peşindeki kaşık Bilgi toplar kaşık kaşık, İstanbul’da aldı ışık, Bilgisiz ve cahil olan, kişiye yollar dolaşık… …Dedi ve Sururi Çelebi’yle Taşköprülüzade ….Abdulbaki Efendiyle Saçlı Emir Efendi ......Ve de Arapzade …..Karesili Hasan Çelebiyle Ebusuud Efendi ……Ve bir de eniştesi Muhiddin Efendilerden içti, …….Yudum yudum ilim dolu bade, yaşadı hayatı sade ……..Dönemin ünlü bilginlerinin derslerine devam eder ………Böylece öğrenimini tamam eder Taşlıcalı Yahya’yla, Hayâli’yle tanışır Şiirin demini de, Zâti ile konuşur Kelâmlar şiir olur, muhatap kulağına Kulaktan da gönlüne; şiir sel olup doluşur… Bursa da memurluğun, hayatına atılır Mahkeme kâtibidir, adliyeye katılır …Bin beş yüz kırk birde, ….Emir Sultan vakıflarına yönetici yapılır. …..Burada Bursa’nın güzelliklerini anlatan, ……“Bursa Şehrengizi” adlı şiirsel mesnevisi, …….Tarafından kaleme alınıp yazılır. ……..Bin beş yüz kırk altı da ise ………Bursa vakıflarını denetleyen ………Muradiye medresesi öğretmenidir Ruşenizade ……….Düzenlediği raporuyla görevden alır. Dört yıl daha mahkemede, kâtiplik görevi yapar Bin beş yüz elli de yolu, önce Silivri’ye sapar Daha sonra Piriştine, iline de düşer yolu Kâtiplikten kadılığa, devlet Serfiçe’ ye atar ……Buradaki Kadılık görevinden sonra da koşar 80 Vatan hizmetinin iştahıyla, Narda kadılığına atanır. Narda voyvodalığı yaptıydı, Ferruh Kethüda ile dadanır. Musa kadının da bu şehirde, Kadılık yaptığı da saptanır. Bu iki eski görevlinin de, Etkisiyle görevden alınır. …Bin beş yüz altmış iki de …Alanya kadılığına yollanır… Kanuni’nin gazeline Güzelce bir tahmis yazar. Tahmis gazelin her beyit, Başına üç mısra katar. Sonra onu Kanuni’ye, Götürüp de şevkle sunar. Bu yüzden padişah onu, Önce Niğbolu’ya atar Niğbolu kadılık yolu, başka bir kapıyı açar Bin beş yüz altmış üçlerde, Çernovi kadısı yapar Tuna yoluyla Belgrad’a, giden padişah kayığını Oturduğu iş mekânında, sever okşarda bıyığını İstifini bozmaz da densiz, sultan karşılamaya çıkmaz, Göstermez padişahımıza, kadı hürmetin lâyığını… …Padişahın huzuruna gelenlerin başlarında kavuklar ….Bunu söyler Padişaha yalaka ve dalkavuklar …..Bu görevinden de alınır, duruma güler tavuklar… Zigetvar’dan İstanbul’a, dönen İkinci Selim’e Bir lâmiye gazel yazar, lâm uyaklı son kelime Sunar lâmiye gazeli, İkinci Selim hünkâra Hünkârı dedi ey Âşık, Makedonya Kıratova Kadı olarak senindir, git göreve o ilime Bin beş yüz altmış altıda, uzun süre çalıştığı ‘Şairlerin Duyusu’nu, yine İkinci Selime Taşköprülüzade’nin de, ‘Şakayık’ı buluştuğu Çevirisini yaptı da, bir güzel kelime kelime 81 O gün sadrazam Sokullu, Mehmet Paşaya sununca Sokullu Mehmet paşası, çeviriyi okuyunca …Üsküp kadılığına getirilir, kalan ömrü boyunca ….Bin beş yüz yetmiş ikide, …..Cebrail burada alır canını, vadesi dolunca… Doğusundadır Üsküp’ün türbesi Dolu gitmiştir bilakis heybesi Vatana hizmet, etmektir gayesi Bu sebeptendir, tüm görev payesi Bahsedeyim size canlar, birazda eserlerinden Bizimdir Âşık Çelebi, şairlerin pirlerinden “Bursa Şehrengizi” adlı mesnevi Bin beş yüz kırk birde, yazdı eseri. Türkçeye çevirir, Farsçaydı nev’i “Şehitler Bahçesi” adlı çeviri …Yazmıştı bu güzel eseri …..Hüseyin Vaiz’in kalemi… ……Peygamber torunu Hüseyin’in Kerbela’da ölümünü, …….Anlatır bu eser o günkü vahşet-i âlemi…. Serfiçe kadılığında, o güne kadar yazdığı; Bütün kaleme aldığı, dile dolanıp çözdüğü Gazel, kaside ve bendi, ‘Divan’ adlı eserinde Topladı hepsini onda, dillendi görüp gezdiği. Birinci Süleyman’ın Zigetvar seferini Kaleme alıp yazdı, bu gözlem eserini “Zigetvar Name” verdi, içeriği bilinsin Şehrin güzellikleri, ister gözlere insin… Kâtiplik yaptığı, dönem denemesi Edebi değerli, yazım derlemesi ‘Mahkeme belgeleri’ adlı şekerlemesi Hadislerin güzelce, bir izahat namesi …..‘Kırk Hadis Açıklaması’ adlı eserleri ……Vardır dostlar, istiyorum bunlar bilinsin. Çeviri eserlerinden biri şudur ki; Huzursa, Sultan Sencer’in huzurudur ki, 82 Bu İmamı Gazalinin Şuurudur ki, Gazali konuşup derledi sözlerini Farsça eserini yazdı böyle hepsini İşte onu Farsca’dan Türkçeye çevirdi. …‘Hükümdarın Altın Parçası Öğütleri’ adlı kitabı …. Arapçasından Türkçeye çevirip bize ulaştırdı hitabı… ‘Şairlerin Duyusu’ndan, bahsetmiştim biraz size En önemli eserinde, ne var bildireyim göze Âşık kendi yaşamından, önemlice kesitlerle Uzun bir önsözle başlar, öz bilgiler verir bize …On dördüncü ve on altıncı yüz yılda yaşamış olan …..Üç yüz elli kadar şairin yaşam öyküsüyle dolan ……Ebcet hesabına göre düzenlenerek yer bulan ……..Bilgiler ve hayat hikayeleri ………Gelir sayfalarda dizelere… Aşık Çelebi’nin, Kendi görüp, duyduğu bilgiye dayanması, Çağında yaşayan şairlerin, Pek çoğuyla dostluk kurması, Bu sebeple hepsiyle de yakın, ilişki kurulmuş olunması, Daha önce ölen şairlerin, en yakınlarından dinlenerek; …Bu şairlerin hayatı hakkında, …Detaylı bilgiler toplanması …..Bu eserini, çokta önemli, ……Bir kaynak haline getirmiştir. ……Şairlerin karakterleri, onların yaşamları ve çevresine …….Biyografilerden sonra geçilmiştir ……..Şiirlerinin örneklenme evresine ……..Bu ayrıntı ve örneklemeler nedeniyle, ………Bu eser kendisine …….Benzerlerinden ayrılır dedirmiştir.. Âşık Çelebi eserde, üç şehir hakkında şöyle Bir saptamada bulunur, söyler ki bence bu böyle; ‘Adına mahlas eklerler, Pirizren’de oğlan doğsa, Farsça konuşmaya başlar, Yenice’de oğlan doğsa Belinde divitle doğar, Piriştine’de de olsa. 83 …..Dolayısıyla, Prizren şairler yatağı ve kaynağı, ……Yenice Farsça konuşmanın ana ocağı, ……..Priştine ise biliniz ki, nice kâtipler yatağıdır” ……Aşık Çelebi; Şairlerden bir şair, hem ozan, hem de Âşık Şiirleri yalın ve basit; dili, dile alışık Ve de günlük konuşma, diline de yaklaşık Ana tema olarak; aşk! diline dolaşık ….Aşk olmakla birlikte işlediği genel konu …..Yaşanan pek çok olayı, şiirlerinde …....Konu edinir. ……Köstendil Ilıcaları, Serfiçe ve Tuna …….Narda’yı anlatan şiirleri de ekleyebiliriz buna, ……..Bestelenmek üzere yazdığı murabbaları ………En güzel örnekleridir bu konuda. En önemli özelliği, âşık ve de kâtip kulun Yaşadığı zaman olan, ol on altıncı yüz yılın, Edebiyat tarihçisi, olmasıdır en özgünce Görün ne cevherler yaşar, ecdadımda bizden önce… 84 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) HAMDULLAH HAMDİ ÇELEBİ Dil şakıyan kekliktir, duy! Sesi çağa düşer Tarihin sahnesine, üçler beşler yediler Allah dostu erenler, nice yarenler Gelirler, giderler de anlatmak bize düşer Bak; Birisi daha geçti, geçer bak çelebiler …Bin dört yüz kırk dokuz yılında ….Doğduğu yer Bolu’nun Göynük kasabası …..İstanbul’un manevi fatihi ……Akşemseddin hazretleriydi babası Osmanlı âlimlerinden Hamdullah Hamdi Çelebi Akşemseddin oğulların, sevgili küçük kardeşi Hazreti Ebu Bekir’e ulaşır soyu nesebi Devrinin öncülerinden, gönüllerin güneşi. ‘Muhammed Hamdullah Hamdi’ diye bilinir künyesi Yedi kat gökleri delmek, hakka varmaktır hevesi… Babası Akşemseddin özel alâka gösterdi İlimlerden bin ilim, güzel ahlâk önerdi Bildiğini önüne, hem ki ardına serdi Kalanı bulsun diye, ufkuna yol gösterdi * İlk Ve temel Eğitimini Alırken babasından Baba sevgisi alıyorken Dünyalık sevgilerin en hasından On Belki de On iki yaşı Hayatının baharı Fani ömrünün daha başı Babasının vefatı üzerine Dökülmüştü, damla damla gözyaşı… 85 Son Görevde Hüzün yüklendi Titreyen sözlerine, Yeni siyahlaşmakta olan Kaşları birbirine kilitlendi… * Sen ki benim babamsın, yolum gösteren elsin Osmanlı devletine, kapılar açan dilsin Rabbim cümle kullara, sonsuz hidayet versin Gösterdiğin hak yolda, ruhum göğe yükselsin …Dediği babasından yetim kalsa da ….Maddi ve manevi zorluklara düçar olsa da …..Her şeye rağmen ……Mükemmel bir tahsil almayı başardı. Yaşanacak günlere göğüs gerdi sağıyla soluyla Hizmet etti insanlığa, mübarek eliyle koluyla Âlim, arif ve şair olacağını keşif yoluyla Babası Akşemseddin çok önceleri haber vermişti. …Babasının öngörüsüne erişmeye ….Yüzünü kara etmemeye …..Tüm emeğini çabasını dermişti. ……Din ve fen ilimleriyle …….Edebiyat ve şiirde söz sahibi oldu ……..Kendine has ve özgün diliyle… Bursa’da eğitim vermekte olan ilim yuvaları Çelebi Sultan Mehmet ve Yıldırım Beyazıt Hanların Adlarını taşıyan güzide medrese mekânların Müderrisliğinde yapmıştı tasavvuf inzivaları …Mesnevîleri hazırlamaya buralarda başlamıştı ….Aşkı, ilmi kaynağından fışkırıp çıksın diye …..Göğe bin dilek sunup, …….Yere, ağaca, suya ve de mürekkebe ……...Ulaşmıştı; ……Kalemiyle diliyle, geceyi gündüzlere katmıştı. * 86 Birer birer yan yana Ellerinde bin eser Ders vererek insana Geçiyor Çelebiler. Bayraklaşıp tarihten Osmanlıdan, ta ilkten Evet, tıpkı sen ve ben Geçiyor Çelebiler. Kavuklar başlarında Bugünde ve yarında Her çağın esrarında Geçiyor Çelebiler. İlim, ahlâk ve edep Gülce olaya sebep Yanyana, el ele hep Geçiyor Çelebiler. Evliyâsı, kâtibi Kimyacısı, tabibi Severek her garibi Geçiyor Çelebiler. Üstünde kaftanları Canda canın canları Yazarak destanları Geçiyor Çelebiler. * Aşka Gelelim Dercesine Kendini verdi, Tasavvufa girdi. Özünde yetişmeye Yanıp yanıp da pişmeye, Gönlü gönlünü yercesine; Rabbin dostluğuna erişmeye, Bilimlerde seyyah olup gezmeye, 87 Sevda sarnıcına koşmaya başladı. Bir gece Rüyâsında Gerçek gibice, Babasını gördü. Sebep oldu aldığı Bu rüyâsındaki özlü Ve yol gösteren nasihatler Görünmez âleme seyahatler Onun inzivaya çekilmesine… Hızla tükenen kısacık ömürde Sevdaya hızlı koşmaya başlamasına… …Sebep oldu. ….Babası Akşemseddin ona; Ahret hazırlığına artık koşulmasını Gönülden alçalarak cana doyulmasını Bunun için de hemen yola koyulmasını Hemen de Kayseri’ye tez ulaşılmasını, …Şeyh İbrahim Tennuri’ye varıp ….Teslim olmasını nasihat etmişti. …..Hamdullah Hamdi Çelebi, rüyâsından uyandığında ……Adeta kendinden geçmişti, …….Bu rüyâ gönlünün daha çok yanmasına yetmişti. Kayseri’ye gitmek için, hazırlıklara başladı. Yolculuğa çıkmak için, gönülden anı taşladı Tam bu esnada âniden, Tennuri Bursa’ya geldi Hamdullah Hamdi Çelebi, emrine koşmayı bildi …Babasının nasihatine uyarak ….Hemen sohbetine teslim oldu. …..İbrahim Tennuri ona dönüp; ……‘Seni bana gönderen, beni de sana gönderdi’ …….Dedi ve Bursa’ya geliş sebebini müjdeledi. 88 (H)amdullah Hamdi Çelebiye K(A)yseri’ye hemen gitmesini He(M)en kısa bir müddet sonrasında Ken(D)isinin de oraya geleceğini söyledi. Sorg(U)lu bir ömrün geçen hikâyesini düşleyerek Zikir(L)i sözlerle dilini işleyerek “Lutfey(L)e bize de inayetini ya Rab” diyerek Hamdull(A)h Çelebi şöyle bir kendince titrer derinden Son dergâ(H)ına kor ateşler yağarken (H)em Kayseri’ye ulaşılmıştır tez elden V(A)rlık kendini inkâr edemezdi, edemedi ezelden Tü(M) güllere ve gülmelere bedeldi bu sevda Ham(D) ederek yaratana, koşarak güler şahı peşinden Hak d(İ)nin tebliğcisi, efendiler efendisinin izinden (Ç)alışarak hocası İbrahim Tennuri ile birlikte D(E)rsini bir tamam eyledi, Bi(L)erek hizmet ve sohbetini canına minnet Tev(E)ccühü ve terbiyesi ile olgunlaşıp kazanarak zihniyet Bile(B)ildi elbet, ilim ve irfanla dolmayı Bileb(İ)ldi elbet onun halifesi olmayı… * Hocasının izni ile Göynük’e gelerek yerleşti Belki de özüne şimşek çakan uğurlu sayı beşti Kül kendi zerrelerini, gizleyemez olmuş gönülde Yazmaya özlemler, kâğıda mürekkep aşkı depreşti …Türk edebiyatında batı Türkçesiyle ….İlk defa yazdı beş adet mesnevi hamse …..Hamse beşleme demektir budur hadise… ……Değişik konularda beş adet eser …….Divan edebiyatı şairlerinin hangilerinde var ise ……..O şair ki; hamse sahibi, önemli bir şairdir. ………Beş ayrı eserin bir araya gelmesiyle oluşan ……….Büyük ve hacimli esere verilen addır hamse… Hamsenin Divan Şiirinde önemli bir yeri vardır Daha değişik bir ifadeyle söyleyecek olursak Bir ifadenin sesli haykırışıyla söze durursak 89 Sözün anlamı okuyan dilin anladığı kadardır …Özünde hamse; ….Divan şairleri tarafından …..Mesnevi şeklinde yazılan ……Beş kitaptan meydana gelen bir takım demektir… * Mesnevîleri arasında en çok En çok Yusuf ve Zelîha’sı beğenildi Beğenildi Leyla ve Mecnun da dahası Dahası meşhur etti onu bu ikisi İkisi ve diğer eserleri kendi zamanında Anında ve sonraki zaman ve asırlarda okundu. Dokunda dudaklarda nakış nakış, ilmek ilmek Bilmek ve söylemek gerek özellikle Özellikle Yusuf ve Zeliha’sı en güzeli En güzeli kabul edildi o zamana kadar yazılan eserlerin Eserlerin dili ve üslubu bakımından * Bu eserinin Ön söz bölümündeki Saygın babası Akşemseddin’i veli İle ilgili Bir menkıbesindeki Gerçek olayı Şöyle ifade eder: * Gökyüzünde yıldızlara, turnalar uçup giderdi Hasret denen o ocakta, gam pişerdi can pişerdi Akşemseddin hazretleri, her zaman şu sözü derdi, “Şu benim küçücük oğlum Muhammed-i Hamdi yetim Şu benim Rabbimin son ki hediyesi bidayetim Zelil kalmasa şu mihneti, çokça dünyadan göçerdim Vuslata çağıran ilahi şerbeti, hiç düşünmeden içerdim” …Diye söylenirken Hamdi Çelebi’nin babası ….Valide sultanı babası Akşemseddin’e dönünce 90 …..“Göçerdim dersin durursun, ……Ama yine de göçmezsin” deyince… …….Akşemseddin Hazretleri “Göçelim!” buyurdu. Göynük kasabasına yaptırdığı mescide Girip çocuklarına, vasiyetini yaptı Sonra yakınlarından, helâllikleri kaptı İçten bir his ve sesle, çağıran sese gide …Ve Yasin suresini okumaya başladı ….Sünnet üzere yatıp …..Yanına da iman ve Salih âmelini katıp ……Ruhunu Hak Teâlâya teslim eyledi… …….Zikredilen manzumenin ilk mısrasında ……..Hamdullah Hamdi Çelebi, ………Babasının bu kerametine işaret eyledi * Edebi sahada, ortaya koyduğu Şiirsel mısralarla geceyi okşuyor Yazarken büyükte, bir haz duyduğu Manzum eserlerle, her beyit coşuyor Bir söz sağanağı, dudağa bal şerbet Sözün başı Allah, tamamı şehadet Dünyada kullar ki tutar kısa nöbet * …………………..On beşinci asırda ………İlim, irfan ve edebiyat dünyasının …………...En seçkin şahsiyetlerindendi… Özellikle edebi sahadaki otaya koyduğu Manzume eserlerle tanınıp ahalinin duyduğu Zamanın İslam kültürü ve irfanına hep uyduğu Pek samimi bir şekildeki bir üslupla aksettiren ……Sayılı ve seçkin bir Osmanlı münevveriydi… …Hamdullah Hamdi Çelebi ….Babasının tabiriyle Muhammed Hamdi çelebi …..Hayatının sonuna kadar hep münzevi yaşadı… ……Umumiyetle eserlerinden kazandığı parayla 91 …….Geçimini temin ediyordu ……..Tutumlu oluyordu, ………Özen ve itinayla * …Bir ara Anadolu’ya gelen ….Meşhur Abdurrahman Cami ile görüştü …..Onun da sohbetlerinden istifade etti. …...Eserlerine ondan aldığı feyiz de aksetti ……İzi düştü …….Özü düştü …….Gözü düştü… Cami’yi taklit etmiştir, diyerek tenkit edenler Susuz kuyuya kovayla, koşar adımla gidenler Sisli dağlarda kaybolan, arayıp bulunamayan Kurtların yemiş olduğu, kara koyunu güdenler …Olduysa da normaldir, ….Bakıldığında eserlerindeki tasvirler orijinaldir …..Okunuşu pek lezzetli ……Kendi şahsına formeldir…. Almış olduğu derinlik ve genişlik muhtevalı Din, felsefe, tasavvuf kültürü ve edebiyatın Potasında tam pişerek, her hatıra bir gül dalı Olarak olgunlaşmıştı dolmuştu gönlü Ferhat’ın …Ve eserler telif etmişti. ….Mesnevilerinde dini ve ahlâkî konuları …...Tasavvufî olgun görüşleri sunuları ……Ve incelikleri pek güzel bir üslupla işlemişti. * Kutlu sevdayla Sarılmıştı Çelebi, Yazmaya.. Eserlerinde Az da olsa bulunmaz Yapmacık üslup Ol deyince olunmaz Ara ki; yoktur 92 Ara ki; bulamazsın… İstersen ara! Ara mumla, çırayla… Pek kıymetlice Bir kültür yadigârı Kopsa fırtına Hep var olup vakarı Sen fıtratına Sunmuştur edip, varı… * …Hamdullah Hamdi Efendi Gül yanaklı gül yüzüne sürerdi ismini sevdiğinin Dilinden eksik etmezdi sevgisini sevdiğinin, Bin beş yüz üç senesinde, arzın Göynük diliminde Son nefesle bir kez daha, koklamıştı son havayı …Arzı terki diyar ederken ….Güler yüzle selamlamıştı, can alıcı meleği …..Melek de onu selamlar, vuslata ererken… Babası teninde vardı, ona meyil, aşk tortusu Bu sebeple vardı diye, ondan ayrılık yortusu …Sebep bu olsa gerek, ….Muhammedi yetim dediği küçük oğluna …..Daha bir sevgiyle dolsa gerek… Aynı yere, aynı il’e, aynı atan gönüllere Babasının bulunduğu, kabre yakın bir kabire …Hemen yanı başına defnedildi. ….Yolu yol, istikameti ve tasavvufi inancı …...Her daim murat edildi… Hoşgörüsü, tevazusu, görün başındaki taç Alçak gönüllülükle, insanlığa olur ilaç Sabır denen olguyla sevgisiz kişiden kaç Nice hekimler bile, her zaman buna muhtaç Sözün konusu aşk ise, dil yanar, ağız yanar, dil yanar O badeden içenler, susamış gönlü söndürür 93 Sevdayı çeken gönül hasretse nice başlar döndürür Döndükçe dem vaktinde, diken yanar, yaprak yanar Gül yanar… Hamdullah Hamdi Çelebi’nin bilinen eserlerinden ‘Yusuf ve Zeliha’ ile ‘Leyla ve Mecnun’u söyledik ‘Tuhfet-ül Uşşak’ ile ‘Kıyafet Name’ eserlerinden ‘Mevlid-i Nebi’ ve Mecâlis’üt Tefsir’e söz eyledik …‘Ahmediyye’ şiirlerini ihtiva eden ….Divan-ı edebî eseriyle ….Tasavvufla ilgili ‘Risale’sidir bir diğer eseriyse Divanıyla ve mesnevileri, yazma halinde olup Her birisi, el emeği, göz ve gönül nuruyla dolup …Henüz basılmamıştır. ….Mesnevileri gazel ve kasidelerine bakınca …..Sade ve güzeldir, anlaşılır dili ……Ancak; …….Halâ kıymeti anlaşılmadı beki de; …….Kitap haline çoğaltılarak basılmamıştır, ……..Gözler önüne asılmamıştır. Yûsüf ü Zalîha mesnevîsinden bir gazeli Sunayım ben size kendi dilinden en güzeli: “Kâlû belâ’da ekdi çü tohum-i belâ-yı aşk Bitürdi âb-i derd ile ben bî-nevâyi aşk Çün hâsıl etti döğe döğe harmânımı derd Bir demde hâsılım yele verdi hevâ-yi aşk Gönlümü âşinâ edeli derd-i yâr ile Bîgâne etti bana kamu âşinâyı aşk Benden selâmı kesdi, selâmet çûn eyledi Dest-i melâmetiyle bana merhabâ-yi aşk Kalmadı gözde hâb eseri, doldu âb ile Bilmem ki âkıbet nidiser mâcerâ-yi aşk” 94 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) HATTAT ŞEYH HAMDULLAH ÇELEBİ Kalbinde Allah aşkı, ruh kökünde heyecan Yazdığı eserlerle, sanat sanat ışıyan Gözleri koşar dosta, ışıl ışıl parlayan İslâmî hat yazısını, en zirveye taşıyan …Hattat olarak tanımlanan Şeyh Hamdullah …Amasya’da doğmuştur ey okuyan kari Abdullah. …Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte ….Tarihçiler bin dört yüz yirmi altı …..Ya da yirmi dokuz olabileceğini kaydetmekte. * Mürekkep, divit, hokka Her birisi yakın Hakk’a Bir görseydim sizi keşke Çelebiler, Çelebiler. Hakikatin aynasından, Mevlâna’nın Konyası’ndan Dostluk, sevgi dünyasından Çelebiler, Çelebiler. Görevleri hep mukaddes Tarihlere en kutlu ses Işık ışık, nefes nefes Çelebiler, Çelebiler. İlham verip Feyzullah’a Geliverin bir kez daha Varır ışıklı sabaha Çelebiler, Çelebiler * Hamdullah Çelebi, etti fedakârlık, gitti ileri Hatip Kasım’dan dini ilim ve edebi bilgileri Tahsil etti Kur’an dili Arapça ve sair ilimleri 95 Tutunacak dallar diledi Rabb’inden ileri geri …İlk hat hocası sufi Yahya Çelebi ….Ve zade Ali Çelebi olmuştur. …..Ali Çelebi Fatih’in kâtibi olunca ……Amasya da Hayrettin Halil Çelebi hocalığında da …….İlme ve sanata giden vade dolunca ……..Asıl eğitimini ve asıl gelişimini ………Yakut Musat’sımi ve Abdullah Sayrafi’nin ……….Yazıları üzerindeki uzun çalışmaları sonunca ………..Elde etti ve yürüdü. * Silinmez bir yazısın Şeyh Hamdullah Çelebi. Desen desen ışırsın Şeyh Hamdullah Çelebi. Sende güzel hat-sanat Resmedip kanat kanat Zikir, huşû, kanaat Şeyh Hamdullah Çelebi. Üslûbun kendine has Dua, zikir ve niyaz Eşin, benzerin de az Şeyh Hamdullah Çelebi. Harflerin âhengisin, Tablodan gelir sesin İlim, edep adresin Şeyh Hamdullah Çelebi * …Şeyh Hamdullah yazdığı yazılarıyla …..Yazılarındaki kendine has üslubuyla ……“ Kıbletül Küttab ” diye anılmıştır. …….Yani işin özü Katiplerin Kıblesi diye tanınmış, ……..Gök kubbenin altında bu ünü almıştır. Yazı onun elinde, sanat onun elinde, Renga renk buselerle, bil! Hat onun elinde, 96 Onun adı bilenle, duyan hattat dilinde, Benim diyen sanatkâr, hattat; heyhat! Peşinde …Yazılarındaki güzellik, o derece gelişmiştir ki ….Ona benzemeye çalışmışlarsa da, …..Sanatının güzelliğine çok az olmuştur yaklaşabilen. …İkinci Beyazıt; şehzadeliğiyle ….Amasya valiliği döneminde …..Şeyh Hamdullah ile yakından ilgilenmiş ……Onun yazı hokkasını kendi elinde tutarak, …….Üstat Hamdullah’a hizmette bulunmuş. ……..Hizmet eden, bir devrin padişahıysa, Ya da adaysa o tahta, daha onu küçümsemem Sevda yolunda ağlayan, mor menekşe, al gül ise; Söz bazen altın olup da, çoğu zaman gümüş ise, Tövbe! Üstat sanatkârın, eline hiç su dökemem Davetlerde yakınında, oturuyorsa ol hattat Apayrı tutuluyorsa, diğer halktan da kat be kat, …Ders alıp, ondan eğitim gören şehzade Beyazıt ….Tahta çıkınca, bin dört yüz seksen birde …..Amasya’dan ayrılırken hocası Şeyh Hamdullah’ı da ……Arkasından gelmesi için İstanbul’a ediyorsa davet. Tövbe! Üstat sanatkârın, eline hiç su dökemem… Hocası İstanbul’a gelmişti, duymuştu en tezinden Sultan Beyazıt, Şeyh’e olan sevgi ve muhabbetinden Ona yakın olmak ve hisse almak için sohbetinden Hoşlanırdı yârenliğinden, dostça münasebetinden …Yakınında istiyordu onu da bu yüzden, ….Harem dairesi civarından bir oda tahsis etmişti …..Günler birbirini kovalayıp, geçip giderken, ……Saraya kâtip ve muallim de tayin etmişti. Okçudur Hattat Şeyh Hamdullah; Ne babadan, ne dededen ders almadı dersine Verseler de tüm okları doldursa heybesine …Hattatlığındaki başarısı yanında, ….Okçudur, attığını vuran mertebesine; 97 …..Bilakis şeyh unvanını atıcılıktan almıştır. ……Ok atmak ne ki? Ok ve yay yapmakta da …….Meşhur olmuş ve ün salmıştır. Çok iyi ve isabetli, ok atıcısı olduğunu Bu konuda da ustaca meziyetlerle dolduğunu Bin yüz adımlık mesafeden isabetli atışıyla Öğrendim bende, bilin sizlerde göstermiş olduğunu. Pehlivanlar arasında ok atış rekoru kırarak Attığı okla, uzak hedefe isabetle vararak, …Menzil sahibi üstat olmuştur. ….Padişah İkinci Beyazıt tarafından …..Mahmut ve Hamza dede’den sonra, Ok Meydanı atıcılar Tekkesi şeyhliğine tayin olmuştur. Terzidir Hattat Şeyh Hamdullah; Sanki demiş beklenen yaz, bir çiçekle gelmez kardaş Çok iyice bir terzidir, kumaşlarla bile sırdaş Dikti kaftanlar özenle, dikişi bulmak maharet Alnından teri damlamış, dikilmiş kaftan arkadaş; …Padişahı Beyazıt’a, Şehzadeyken hediye edilmiş, yok ki dikişinden işaret ….Gel, bul bulabilirsen, …..Dikişi nereye gizlenmiş, ……Ya da dikiş var mı tespit et… …İkinci Beyazıt’ın ….Oğlu Sultan Selim’in padişahlığında …..Sekiz yıl tamamen inzivaya çekilmiş, ……Hem talebe yetiştirmiş, …….Hem mânevi terbiyesini pekiştirmiş. ……..İrşat ederek müritlerine, ………Göğe tohumlar özenle ekilmiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın çıkmasıyla tahta Padişah tarafından teveccüh de buldu hattâ Lâkin bin beş yüz yirmi altı da vade dolmuştu İstanbul’da öldüğünde yaş doksanı bulmuştu. …Karaca Ahmet mezarlığındaki yeri, ….Değerli bir zatı ağırlamakla, şerefyap olmuştu. 98 …Eserlerinden de haber vereyim ….Birer cümleyle onları da, size bildireyim; …..Otuz, bir rivayetse kırk yedi adet Mushaf-ı Şerif ……Elli cüz ve bine ulaşan En’am-ı Şerif …….Kehf, Nebe sureleriyle ……..Yüz yirmi bir Mûrakka ve kıt’a ………Sekiz adet ise ilmi eser hazır kıta, ……….Ve dahası; ………..Altı adet dua mecmuası yazmış ve bırakmıştır. Mimaride bir tezyini, unsur olan celi yazılarla Çok az meşgul olmuşsa da, İstanbul’da Firûz Ağa, …Davut Paşa Camii ve Beyazıt Camii kitabeleriyle, ….Edirne Beyazıt Camii kitabeleri ….. Dimağdan gönle, gönülden dudağa, dudaktan dile ……Dilden kalem tutan usta ele ……. Usta işi yazılmış, birer büyük eserlerdir. Kavuşmaksa ölüm, sonsuzluksa ölüm Ben ki ona dünden, hazırım be gülüm …Ben ki vadem de, durgun suya atılan bir taş, ….İnsanlık için faydalı bir iş yapmalıyım arkadaş. …..Yapamıyorsam bu yolda ölürüm ……Bunu yapamadığım için akar gözümden, …….Damla damla yaş. …Alıp gitti her damla su, asırları delen uykusunu ….Hasta yatağında ırmaklar ve göller o yüzden susuz, …..Kapılar kapalı anlaşılan, setler, engeller var ……Gök yüzünün tavanında yağmur yüklü bulut yok …….Kör ateş yangınların içinde, içim ve dışım, ……..Dermana giden yollar çok uzak mı ne? ………Neden özüme görünüyor sonsuz ……….Ya Rabb’im olmasa ne yaparım ben onsuz! * Şimdi sen Karaca Ahmet kabristanında Uzanmış yatıyorsun Yeşil serinliğinde; Ben, Evet ben, Harflerin raksını seyrediyorum duvarlardan 99 Ve Mürekkebin sanat gelinliğini Şimdi sen yazdığın Ve Hak zikreden her harfin, her yazının Diliyle gözlere, gönüllere Ses vermeye devam ediyorsun Biliyor musun? Ya ben, Çağın makinası bilgisayarla Seni anlatmaya, Seni sunmaya çalışıyorum Kendime, Gelecek nesillere Vah ki vah! Yazık bana! Yorgun tuşlar ucunda baygın ve ürkek harfler Tablonun kenarı bile etmiyor, Neredeysen çık gel Şeyh Hamdullah üstadım, duy beni, işit beni… 100 (Şiir: GÜLCE-Buluşma) BÜYÜK VELİ KASIM ÇELEBİ Büyük velilerdendi, yanardı bir mum gibi O da bir çelebiydi, hem ki Kasım Çelebi Bu şiirde size ben, onu anlatacağım Kulak verin, dil verin, dinleyin “helebi” …Kendisi İstanbul da doğdu ….Her doğan bebek gibi …..Ailesini sevinçe boğdu. Bilinmiyor ne zaman, açtığıysa gözünü Anasına gösterdi, gülümseyen yüzünü Belki de veriyordu, iyi evlat sözünü Çelebiler içinde Veli Kasım Çelebi. …Gülümseyerek ….Kendisine bakan anne adlı meleğe ….O da gülümseyerek eder mukabele… Sevgili babası Edirne kadısı O ki adaletin, adilce yankısı Muhammed Cemali Efendiydi adı Olmazdı, olamazdı hukukta Bir dünyalık kaygısı …Böyle bir babanın oğlu olarak ….Büyüdü, yetişti dünyada …..Hak hakikat yoğurdu ……Gençliğinin hamurunu ……..Kaybetmedi alnına düşen ………..Parıldayan nurunu. Kasım Çelebi uzleti, seçti de ilk önceleri Seçti insanlardan uzak, günleri ve geceleri …Yalnız başına tenha yerlerde ….Dolaştı dağlarda, ovalarda ve derelerde. Çağlayıp akan giden zamanın bir yerinde Değerli ağalardan, sarayın bir ağası Bir dergâh hayratıyla, bir de cami yerinde 101 Yapar güzel eseri, niyet Allah rızası …Memleket menfaati ve ilim yuvası ….Olsun istedi dahası, insanlığa faydası …..Ve bu değerli vakıf inşaatın bitimi sonrası. Evliya bir zat olan, Halife Çelebi’den Ol bir talebesini, bu dergâhta irşaden Yaymak için hak yolda, hakikat bilgisini Görevlendirmesini dileyince ricalen… …Allah dostu Halife Çelebi ….Bu arzu üzerine gönderdi bir talebesini …..Tenha yerlerde Allah aşkıyla dolaşan Yunus gibice dostlara ulaşan Nice sohbetler ederek konuşan …Kasım Çelebi’yi getirtti ….Saçını tıraş ettirtti …..Yeni elbiseler giydirip, …...Saray ağasının yaptırdığı ……Dergâhta görevlendirdi. Kovalayıp geçerken, günler dünlerini İlâhi aşka verir, yüreğinin içini Dolu dolu yaşamak isterdi biliyorum Günah ve hatalardan pakladı Gündüzlerini. …Kasım Çelebi bundan, bir zaman sonra ….Hadım Ali Paşanın kendisine …..Sevgi ve muhabbeti sebebiyle. Bir dergâh bir cami yaptırmasıyla Geçmesini ister camiasıyla Aşkı ve hoş görüyü dokudu orda İrşat helvasını bilgi tasıyla …Dağıttı ilme koşan talebelerine ….Çıktılar bu yolda zirvelerin tepelerine… …..İlim ve ibadetle meşgul oldular. Mecburiyet halleri hariç Dergâhtan da Kasım kendisi Dışarıya çıkmadılar hiç Ol Osmanlı beyefendisi 102 …O bir efendiler efendisi Kerametleri çokça görüldü. Dudaklarında zikir örüldü …Kutlu bir sevdayla yanıp pişerken ….Kutlu bir tebessüm sürüldü gözlerine. Vahdete vuslat, yaklaştığı zaman Kasım Çelebi, bunu anladığı an. …Dergâhtan çıkıp, Baba Nakkaş semtine, ….Giderek burada bekledi ölümü kendine… …….Sevdikleri kendisine; ‘Efendim bu zayıf ve hasta halinizle Yol aydınlatan nur yüzlü cemalinizle Niçin gidiyorsunuz bu tenha yerlere Dönseniz dergâha da öz mecalinizle ………Orada kalıp istirahat etseniz’ dediklerin de. Dedi onlara; ‘Biz ki Allah ü Teâlâ’mızın lütfuna Buralarda kavuşmuştuk aşkın kutbuna Buralardan ahrete sefer edelim Arzu ederiz dosta vuslata gidelim …Hem biz burada merhum olursak daha iyi olur’ ….Buyurdukları o gecenin sabahında. Yaratana açıldı sevda kapısı Topraktandır insanoğlunun yapısı Tek hakikat bu döner gider toprağa Döner sonbaharında düşen yaprağa …Yıl bin beş yüz on dokuz da ….Arzu ettiği gibi huzurla …..Vefat edip kavuştular ulu dosta… * Her devirde nur tufanı esecek Biliyorum, yoksa çıkar döndüren mil Her devirde bir kutup var gelecek Biliyorum, yoksa hayat bu değil. 103 Dağları, dağları yerinde tutan Bu atom döngüsü devr-i devranda Yıldırımı, şimşeği sevip avutan Biliyorum, bir büyük Veli vardır gelende. Gelende yâr, gelende aman, gelende Büyük Veli, bizim ele gelende Gönlümün kırk kanatlı seher kuşları Yedi kat göğe yükselende Dua dua yâre gider biliyorum kanat kanat Ben tahta bir pençere, kanadı kırık Sen en mukaddes ışıltı, Büyük Veli büyük sanat; Gel çıkar beni bu köhne duvarlardan Yenile ellerinle, ışıktan dillerinle… * …….Kıymetli talebelerinden biri ……..Allah’a en çok sevgili, arıyordu bir pir’i ………Bir kutup görmek dilerdi ……….Kafasını bu işle meşgul ederdi… Kutup ne demektir derseniz ki eğer Bilir ve söylerler konuşan tüm değer Devrin en büyük yaşayan velisidir. Her devrin bir kutbu, olur imiş meğer… Kıymetli talebesinin aklı hep buna kayınca Kasım Çelebi de onun bu arzusunu anlayınca Bu talebesini bir iş sebebiyle Bursa’ya gönderdi hemen gemiyle Talebe giderken deniz seferiyle, Bir fırtına çıktı su döndü deliye …Nasıl oldu anlamadan bir anda …..Buldu kendisini bir adanın ortasında. ……Adada dolaşmaya durdu yalnız başına Neticede; yemyeşil çimenliklere oturdu Etrafta kimseler var mı deyip de bakınıp durdu Etrafta kimseler yoktu, yüzüne şaşkınlık vurdu Akşama kadar da orda kendisine yolu sordu 104 …Rabbine yardım etmesi için dua ediyordu ….Akşam olunca adanın her bir yönünden …..Kendisine doğru geldiğini gördü. ……Bir ara aralarında bazı şeyler konuştular. …….İçlerinden birinin yüzü örtülüydü ……..Yakınına doğru gelip tam orta da buluştular. Sonra da cemaat halinde, akşam namazını kıldılar Yüzü örtülü olandı, imam olup öne durdu. Akşam namazı bitince, on dört el göğe bakıp Nurlu yüze sürüldüler, o ki halâ bakıyordu Geldikleri yöne doğru, sonra her birisi kalkıp Mekândan yürüyüp gitmeye, hızlıca yola koyuldular …Talebe onların yanından ayrılıp gittiklerini görünce ….Feryât edip dedi, beni de görün ne olur gitmeden önce ……Bunun üzerine Yüzü örtülü olan döndü de talebeye ‘oğlum niçin hocanla kanaat ediversene Ne diye başka kimse, başka kutup ararsın Beynin aynalarına, kutup kim der sorarsın …İçinden kutup görme arzusunu çıkar’ dedi. …. ‘Öz hocan sana yeter’ dedi. Talebe dikkatli baktı şaşkınlık ile yüzüne ‘Peki, efendim’ diyerek utanma geldi özüne Tövbe dedi pişmanlıkla, yön verdi titrek sözüne Dikkatlice baktığında, görünüverdi gözüne …Kutup diye aradığının, kendi hocası ….Kasım Çelebi olduğunu, anladı açıkçası… Büyük veli Kasım Çelebi, talebesine tebessümle Bakıp gülümseyip söyledi, kalasın gözümle başımla Oğlum sen arkadan gelirsin, bizim işimiz var acele’ Deyip oracıktan ayrıldı, talebesi koşar hışımla …Kırk gün sonra İstanbul’a döndü. …. Dergâha geldiğinde, sözcükleri bir tersti bir öndü ….. Hocası Kasım Çelebi’yi sordu …… Üzülerek onun Hakk’ın rahmetine ………Vuslat ettiğini gördü. 105 * Caddelerde ağaçlar Zikreder yaprağıyla Bir ışık düşse yere Zikreder toprağıyla. Büyük Veli Çelebi Geldi geçti buradan Öyle çok talebesi Dua kervanıydı sanki Geçtiler ardı sıra Birer birer, sıradan.. Ne zaman göğe baksam Görürüm ışığını Mevlâ Cennete koysun Veli Çelebi derler Sevdalı, âşığını. 106 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) KÂTİP MUSTAFA ÇELEBİ Sarı güller açardı evlerin önlerinde Gecenin orta yeri gül gülistan kokardı Bin altı yüz dokuz yılı şubatında çevreyi Bir Mustafa muştusu sardı da sardı. …Doğduğu İstanbul’da bebekliğini yaşadı ….Sevimli bir bebekti o da, değerli bir “paşadı” Babası Abdullah ki Enderun’da yetişmiş Sarayda nasip olmuş, silahtarlık görevi Türlü silah, mermiyi övüp övüp de sevmiş Bilmiş ve de öğrenmiş, çeşidini silahın …Emekli olup ayrılmış saraydan ….Sona erince bu hizmetteki görevi… …..Eğitmeye koyuldu oğlu Mustafa’yı ……Bunu bildi, bu yolda ilerlemek oldu ödevi On dört yaşına kadardı, birçok kitap ezberledi Özel bir eğitim gördü, Kâtip Mustafa Çelebi Topladı çok bilgileri, çok şükür Rabb’im dedi Dünyada olan biteni, izledi merakla İzledi ilgiyle. Doğuda Hacı halife, batıdaysa Hacı Kalfa Adıyla tanınır oldu, o zaman yaşayan halka Toplanır oldu düşleri, fikirler başında halka Yaydı beyin dalgaları, kimi beta kimi alfa ….Bin altı yüz yirmi üçte, Anadolu muhasebesi …..Kalemine kâtip olarak girdi. ……Bir zaman bu görevde ……..Başarıyla hizmet verdi. Dördüncü Murat Han’ın, hanlık erişiminde Doğuya seferinde, utku girişiminde Kâtiplik yaparaktan, orduya katıldı da Kalemini harcadı, yazı ibrişiminde 107 Bin altı yüz otuz beşte, İstanbul’a dönüverdi Kendisini tümüyle, okuyup yazmaya verdi. Dönemin bilginlerinin, derslerine katıldı Medrese öğreniminde, eksiklerini giderdi Coğrafyadan tarihe, astronomiden tıpa Geniş bilgi ağının, sahibi olan kâtip Ol zamanda malikti, çok sayıda kitaba Her birinden hız ve ilham alanda, Alanda yâr alanda, alanda can dost alanda Can kitabı durur canda, Göz var onu okuyanda ah canım… Bin altı yüz kırk beşte, sırası geldiği halde Belki de umut beslerdi, ta derinlerde gönülde …Yükselemediği kalemdeki görevinden ayrıldı …Yürüdü kendi bildiği yolda ve izde ….Ancak bin altı yüz sekizde ‘Takvimü’t Tevarih’ adlı eseri dolayısıyla Şeyhülislam Abdurrahim Efendinin ricasıyla Kalemdeki ikinci halifeliğe getirildi. Belki de böylece gönül kırgınlığı giderildi… Okuyarak hayli çok kitabı sağında ve solundaki Bundan sonra da öğrenme ve öğretme yolundaki …Çabalarını sürdüren Kâtip Çelebi ….Peş peşe yapıtlar vermeye başladı ….. Ta o günden bugüne, bugünden de geleceğe …… Değerleri bilgi ve belgeleri, ……..Çevrilip okunsun istedi. Telif ve çeviri olarak tam yirmiyi aşkın Kitap yazdı bilgi olarak deryaları taşkın …En önemlileri bibliyografya, coğrafya ve tarih ….Verdi en güzel örnekleri sarih Altı ekim bin altı yüz elli yedi de 108 Benim vadem buraya kadardır dedi de İstanbul da Hakkın rahmetine kavuştu Ebedi âlemine sessizce savuştu * Yirminci kattan daha yukarda Yakıtı tükenen uçak gibi yere düş de Düşte gör, kaç bucak olduğunu dünyanın. Hayat, yeşil asmalarda üzüm salkımı Ölüm, dört kolluyla saraya gidiş Sen ne diyorsun, ne diyorsun ey gönlüm! Gel kendine, sarıl dine Şol İslâmın direğine… * Muhteremler dilerseniz, Önemli eserlerine, kısa kısa değinelim …Şiirsel renklerin, renk renk tabakalarına ….Bir çentik daha attık diye sevinelim * Arapça Fezleke; Tarih alanındaki, eserlerinden ilki Bin altı yüz kırk iki yılında tamamladı Dört bölüm halindeydi, kitap Arapça veri Neler vardı eserde, bilmek istersin belki… Tarihin anlamıyla, neye vardır yararı Anlatıldı okura, gayet güzel ve doygun Bu alanda klâsik, İslam tarihe uygun Olarak yazıp nesle, öğretmekti kararı Yaratılıştan alıp, bulunduğu güne dek Kurulan devletlerle, meydana geliveren Önemli olayları, sıralatmış dil veren Nesil hisse alsındı, belki amacı bir tek Belki başka ihtimal, başka kalemle pişer 109 Tarih bilmek isteyen, gönülcüklere düşer * Türkçe Fezleke; Arapça fezlekenin, devamı nitelikte Yaşam öykü esere, yer verir özellikle Bin beş yüz doksan birden, elli dörde olaylar Osmanlı tarihinden, yazılmış gün ve aylar Bilir eseri okuyan, bütün bayan ve baylar Arapça fezlekenin, devamı nitelikte Olaylar alfabetik, olarak sıralanmış Her yılın olayları, yıl sona aralanmış Ölen devlet adamı ve bilginleri anmış Yaşam, öykü, esere, yer verir özellikle * Takvimü’t Tevarih; Tarihlerin Takvimi; Bil gözüm sende Tarihlerin takvimi Demek imiş de Yeni öğrendim bende Âdem resulün Günüden itibaren Bin altı yüz kırk Sonrasında bile ki Sekiz yıl daha Tarihsel olaylardan Bahseder yaren Alfabetik olarak. Bilinmez tende Tarihlerin takvimi Tekrar etmesin 110 Hatalar ülkemizde İstermiş her hal Zamanda yürüdükçe Gelecek günde Düşmeyiniz der derde… * Tuhfetü’l Kibar Fi Esfari’l Bihar; Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan; En Çokça Tanınmış Elzem eser Güzel kaynakça Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan adlı kitapça Ta ki kuruluş döneminden Hem denizciliğin öneminden Bin altı yüz elli altıya kadar Denizciliğin tarihçesi yanında Osmanlı donanmasının tersanesiyle Bahriye örgütü işleyişinden bahseder. Ve kaptan-ı deryaların yaşam öykülerinden Onların güzel ve asil değerlerinden bahseder. Sonundaysa son zamanlarda denizlerdeki alınan Başarısız sonuçları bertaraf etme yolunda birçok, Kendince doğru bildiği güzide öğütlerini sıralar... Başbakanlığa bağlı denizcilik müsteşarlığı tarafından Türkçe ismiyle “Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan” Olan bu nadir eseri iki bin sekizde yayınladı İdris Bostan Umuda yaslanınca güneş fışkırsın diye sararan odalarımıza Bir mavi masal yeniden demlensin diye günümüzdeki öz hayatımıza * 111 Cihannüma; Coğrafi yapıtların en önemli eseri Osmanlı coğrafyası için çığırlık veri … Kâtip Çelebi’nin iki kez yazdığı …. Bin altı yüz kırk sekizde yazmaya başladığı …..Cihannüma’nın ilki ……Klasik İslam coğrafyası temelindeydi. Bu eserini henüz daha bitirmemişken Noktayı son satıra, henüz değdirmemişken …Eline geçen Gerardus Marcator’un atlasını ….Bir de buldu Fransız dönmesi Mehmet İhlas’ını …..Latinceden Türkçeye çevirterek yeni bilgiler edindi. ……Ol Cihannüma’yı ikinci kez yazmaya didindi. O günler coğrafyacılık bu günden çok daha zor işti Derken yine Marcator’un Atlas Minor’una erişti Bunların yanı sıra batılı coğrafyacılar olan Ortelyus, Culuveryos ve Lorenz’in eserlerinden de ………Azami derecede yararlanmaya girişti ………. Doğal olarak eski Arap, İran ve Osmanlı ………..coğrafya eserlerini de kullandı… ….İkinci Cihannüma, dünyanın yuvarlak olduğunu …..Üçte ikisinin suyla dolduğunu Kanıtlamaya çalışan, fiziki coğrafya ağırlıklı Bir bölümdür ki yazılan, yer kürenin merkezine Belki de öbür yüzüne, kürek çeken dağarcıklı, Yönelik olan bu eser, tüm dünyanın herkesine ……Bu giriş bölümünden sonra yazıp menzilde gider …….Kristof Kolombo ve Macellan’ın ……..Keşif gezilerinden de bilgi verir, söz eder… ………Japonya’dan başlayarak tanıtır Asya ülkelerini ……….Yönetim biçimlerini, ekonomilerini ve tarihlerini İnançları konusunda veriyor bilgilerini İslam coğrafyasınınsa, yanlışa ilgilerini El yazması yazılarla, kalemin kamerasından Görülsün diye hatalar, satırların arasından ……………Okuyan gönüllere gösterir… 112 Bu yanlışların ve hataların Kullanılmadık haritaların Eksikliğinden ileri gelir Diye açıklar, sözünü bilir. İkinci cihannüma da anlatılan son yer Van’dır Cahillerin muhabbette dövdüğü hep boş havandır. Birinci cihannüması Osmanlı Avrupa’sıyla Kapsar Kuzey Afrika’yı, batıyı ispanya’sıyla Anadolu’yu da yazar, tüm güzel manzarasıyla Dağıyla, taşıyla gözer, söze dizer ovasıyla ….Her iki esri cihannümada ……Ek olarak kullanılır elbet harita… ……..Cihannüma özünde ………Tüm İslam ve Hıristiyan coğrafyacılığının da ……….Özünde ve sözünde… ………...Temeli olan Batlamyus Kuramına dayanmakla birlikte, Aşkına keskin yolları, yaza çize geçmekte Hem de o güne kadar, hiç yararlanılmayan Osmanlı coğrafyası, adıyla anılmayan …………….Batı kaynaklarını tanıtması bakımından ……………...Büyük önem taşımaktadır hatta... * Keşfü’z Zünun An Esamü’l Kütübi Ve’l Fuünun; Kâtip Çelebinin en ünlü eseri batı da tanınan Tanınan ve bilinen on dört bin beş yüz kitap ve risale eseri, Eserlerin yazarları ve de isimleri Arapça yazıyla Yazıyla, adıyla ve tadıyla On binlerce eserden bilgi vermek maksadıyla yazılmış Yazılmış bir bibliyografi sözlüğü olan eser Eser geçmişten günümüze Günümüze ışık tutan bir bibliyografi huzmesi Bilim tasnifine ve alfabetik sıraya uygun Uygun desenli bir kilim gönlümüzün kışlasına serilen 113 Serilip, derilip ve de düzenlenmiş Özenilmiş ve bezenilmiş, yirmi yılda Yirmi yılda bitirilip düze inilmiş… * Düstüru’l Amal Li İslahi’l Halel; …Kâtip Çelebinin tarih felsefesini ….Toplum görüşünü açıklayan dil nefesini …..Ve kalem sesini Ortaya koyması bakımından, önemli olan bu eserini Bir düşün hikâyesi dökülür, sanki yorgun vücudu terini Bu emek dolu eser de kısa kısa dört bölümden O gün dağlar düze düşer, dünden bu güne oluşur Mevsimlerin en efsunlu sözcükleri dolup tümden İbn-i Haldun’un etkisi, bu risaleye doluşur. Yaşayan bütün toplumların da canlılar gibi Ölümler ile sınırlanmış zamanlılar gibi Doğup gelişip öldüğü görüşünü yineler Dökülür der ülkelerde, düşer başaktan taneler… …Bu dönemlerin uzunluğu ve kısalığı ….Yaşamda huzurlusu ve alığı …..Toplumun yapısına ve kişilere göre ….. .Kendisine göre uyulan bir töre …….Var olduğunu ve değişkenlik gösterdiğini ………İdrak etsin ister nesiller ve sineler… Osmanlı toplumunun ömrünün uzaması, Refah ve mutluluğa, çok huzura dalması, Her zümreden insanın ders ve öğüt alması, Yolunda çok gerekli, öğütlerini yazar ….Alınması gerekeli gördüğü önlemleri sıralar… * 114 İlhamü’l Mukaddes Fi Feyzi’l Akdes; Daha çok dinsel, konular tartıştığı Önemli eser, yazmaya çalıştığı Her bir satırda, kendini aştığı Bilgi dolu, güzel eser Dünya kuzeyi ülkelerindeki Namaz ve oruç ibadetindeki Zamanlarının bilinmesindeki Bilgi veren, güzel eser Şu dünyamızda güneşin doğduğu Aynı zamanda hem bir de battığı Bir yerlerinin olup olmadığı Sorusunu soran eser İnsan ki her ne, yana yönelirse Mekke’den başka, kıble aranırsa Tartışır yok der, eğer ki okunursa Bu bilgiyi, veren eser Arapça olan, ünlü yapıtında Bu soruları, çok çalıştığında Şeyhülislam’a, sorup açtığında Doyurucu bilgi yok der Bilginlere de, söyler sorduğunu Bir yere varıp, orda durduğunu Son bilgisini, bize derdiğini Söylediği, güzel eser * 115 Mizanü’l Hakk Fi İhtiyari’l Ahakk; …Son yapıtı olan bu esrinde ….Dönemin bilginlerinin tartıştıkları …..Doğru dedikleri fikirlerle çarpıştıkları ……İlimleriyle yarıştıkları Konular hakkındaki yazdı düşünceleri Karşıt düşüncelere öğütler hoşgörüyü Kavga edercesine bilginler önceleri Tartışmayın söyledi, bu güzel öngörüyü ………Temelsizdir dedi bunlar ………..Bunun zararlarını vurgular… Bu eserin sonunda öz yaşam öyküsünü Yer verip anlatır da, hayatın türküsünü Anlatmıştır okura, bilinen görgüsünü Gündüz ve gecelerde, an be an örgüsünü …Çok ünlü bilinen eserleri ….Söyledim size …..Yirmi üç eser hepsi, var daha diğerleri ……Hitap eder hepsi bize …….Bilgi ve belgeye aç ise gönlümüze…. 116 (Şiir : GÜLCE-Bahçe) YİRMİ SEKİZ MEHMET ÇELEBİ Vur davulu mehter başı yeniden vur aşk ile Duvarlar duysun, sütunlar, mahyalar ve tarih Açsın kulağını bize kapatan batı, açsın da duysun Çelebiler geçerken bir karanfil düşü girsin gözlere Bir mavi zambak buyruğu insin serince gönüllere Vur, haydi durma, vur davula vur, vur Unutma tarih elbet isterse Her şeyin bir tekerrürü olur… * …Yeniçeri ocağında Saksoncubaşı iken ….Saksoncubaşılık; yeniçerilikte bir rütbe …..Belirteyim hemen siz neydi bu diye düşünürken ……Peç seferinde şehit düşen …….Süleyman Ağanın oğludur ……..Yirmi sekiz Çelebi Mehmet. ……..Bu yüzden babası Süleyman’ın gözü şen, ………Gözbebeği şen Kendisi de yeniçeri ocağında yetişmiştir Eğitim ve öğrenimde bilgilenip gelişmiştir …Yeniçerilikte yirmi sekizinci ortada …..Hizmet gördüğü için ….Yirmi sekiz rakamı çelebi Mehmet’e ilişmiştir ….. Hayatı boyunca bu isimle yakından sevişmiştir. ……Çorbacılık ve muhzır ağalığı yaptıktan sonra …….Felek ağlar ördü görevinde, ……...Yeniçeri efendiliğine… Darphane nazırlığı oldu sonraki görev sahası, Şıkkı Salis Defterdarlığı görevi yaptı dahası Sultan Üçüncü Ahmet paşa saltanatı döneminde Baş muhasebeci oldu, o ki muhasiplerin hası 117 Bin yedi yüz yirmi yılında çalışıyordu burada Başarıyla bu görevinde bulunduğu bir sırada Talih kuşu konar gibi kondu önüne bu arada Gül açtı gamzeden yanağına, uçup gitti karada …Fransa’ya büyük elçi olarak, ilk defa görev aldı ….Osmanlı Devleti’nde devamlı elçi olarak …..Ülke dışında devlet görevlisi olarak ……Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi on bir ay Paris’te Kaldı. Bu görev seyahati içinde gözlemlerde bulundu Bu sırada gördüklerini yazmakla meşgul olundu Dönüşünde bunu kitap halinde padişaha sundu Canı canından ayıran memleket hasreti solundu …Yirmi Sekiz Mehmet efendinin ….Fransa’nın uygarlık araçlarını öğrenmek, …..Bu konulardaki gerekli bilgileri edinmek, ……Zaman hep gelişmeye koşmaya aşık …….İnsanlar ve ülkeler birbirine dolaşık, ……..medeniyet o ki, geri kalırsan ………Olur her şey birbirine sarmaşık. Medeniyet yolunda bir ilerleme kaydedilirse İnsanlık hayrına düzenlemeye karar verilirse …Onları özenle öğrenmeye gönderildiği ….Elçiliğini anlattığı ‘Sefaretname’si …..Tarihi ve edebi açıdan bu alanda yazılmış ……En önemli eserlerden biridir, …….Dile ses, göze ışık, özden öze veridir. ……..Oku kardeş! Eğer ki elinden gelirse… Sefaretname adlı bu kitabında İstanbul’dan Paris’e yolcu oluşu Fransızların vebanın korkusunda Heyeti, kırk gün karantina tutuşu Karantina sonu Paris’e varışı Bu yolculukta rabbine yakarışı Yağmurlu günler paltosunu sarışı Beşinci Luis’den randevu alışı 118 …Katıldığı askeri merasimleri ….Paris’in ilgi çekici yerlerine ait betimleri …..Konu edinmiştir, ……Okurken; okuyucular bile, oralarda gezinmiştir. Ayrıca Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet beyim Konuşma, terbiye, hal, hareketler ve giyim Başta saray ve diğer ilmi kurumlarıyla Genelde tüm halkından takdir görmüştür deyim ……….İttifak arayışı içindeydi Fransa o dönemde ………Ve belki de ülkenin talep kar konumu ……..O gün için daha da bir önemde, …….Böyle anlamak mümkündür Söylerim ben, elçiye gösterilen ilgi ve özeni Kısa yoldan menfaate gitmeye, kurulan düzeni… Meselenin özü ve bizim için daha da en en’i Yirmi sekiz Çelebi Mehmet’in elçiliği; özen’i Olmaz, istemezüklere karşı medeniyet çabası Bin bir engeli ve maniyi aşıp geldi ya dahası İbrahim Müteferrika’nın o ünlü ilk matbaası, Paris’in Tuileres Sarayının örnek alınması, Kendine has dilleriyle Rablerini tespih ederler Gönülleri huzur ve mutlulukla doldurup giderler Dediği lale devri zamanının renk renk gülceleri Şiir ve aşklara konu, ünlü Sadabat Bahçeleri …Ve daha bilemediğimiz, anımsayıp söyleyemediğimiz ….Kısa ve uzun vadede Osmanlı devletine …..Nice önemli yansıma ve gelişmeye ……Vesile olmuş, …….Yürek bulmuş statükoya ilişmeye. Ve koyulmuş söze, hitap eder özden öze; ‘Hasret kalmıştım ben ki, vatanın taşına, toprağına Nice sevgiler dolmuştur benim gönlümün yaprağına 119 Nice sevgililer gezsin, dolaşsın huzura ulaşsın Ömrünce ağırla, sana da konuk severlik bulaşsın Benim gibi memleket sevdalısı çöker konağına Gülücük düşsün bahçende sevdalıların yanağına Ey memleketim bahçelerin olsun mutluluk vizesi Her yerin olsun huzur köşesi, gül ve çiçek müzesi’ …Dediği bahçecilik yolunda gelişim olmuştur, ….Bu özlem ve çabayla bahçeler çiçekle dolmuştur. Paris’ten dönünce de çeşitli görevlerde bulundu Siyasi bir görevle Mısır’a da, yolu yol olundu Yüksek dağlar, denizler aşarken güneşten el sallandı Gökyüzü dalgalandı, yıldızlar fener diye yollandı Ses edince ses verdi, eşlik etti görünmez yolcular Sanki vatan hizmetinde ona koruyucu kolcular, Varlık sen, yokluk sen, sensiz gidilen yolun ucu boşluk Demiştir kendini ve rabbini bilen bütün yolcular Patrona Halil İsyanından sonra Kıbrıs’a sürülen Bekli de hizmetlerinin bedeli defteri dürülen Kaderdir farkında olmadan hayat yolunda örülen Bin yedi yüz otuz sekizde, melek Azrail görülen …Mekân Kıbrıs’ta Gazimagosa civarıdır ….Mezarının yeriyse Buğday Camii kenarıdır. …İlk büyük elçi, ….Yirmi sekiz Çelebi Mehmet Efendi …..Paris Sefaretnamesiyle ……Türk edebiyat tarihine silinmez harflerle geçti …….Güzide bir Osmanlı devlet adamı olarak ……..Adı büyük harflerle ilmek ilmek işlendi. Sefaretnamesi, bin yedi yüz elli yedi de Değer verilip de Fransızcaya çevirtilmiş Göz nuru eseri, bin yedi yüz altmış yedi de Basılıp bizde de kitap haline getirtilmiş… 120 Bu sözü edilen Sefaretname eserinde; Şöyle ifade eder notlarının bir yerinde ‘Paris’e mahsus bir lob varmış opera denilen Acayip sanatlar gösterirmiş ilgiyle izlenilen Büyük cemiyetler gelir, Kibar Şehre varırlar Bu sanat arenasında yerlerine alırlar …Vasıflı görevliler ve değerli komutanlar, ….Bazen kral dahi gelip buradaki yerinde otururmuş. …..Aynı seyre biz dahi gidecek olduk, ……Kral yakınından bir tanıtıcı …….Ve giriş görevlisi hinti bulduk. …….Bize bağlı olan ailelerimizi de alıp, ……..Yakından müşerref olduğumuz operaya dolduk’. ………Diyerek bu bilgiyi özenle sunar. Bir başka anekdotunda ise şöyle ifade eder; ‘Elçilik görevim esnasında Ramazan ayı geldi Yüce rabbe sevgi ve muhabbetimiz arşa yükseldi Oruç tuttuk, riyasız ibadet etmekse çok güzeldi Mübarek ayın manevi havası mümine özeldi …Geceleri cemaatle teravih namazı kıldırdık, Bu esnada Merşal gelip ayan ve ekâbirden Size selam getirip ‘rica ve niyaz ederiz, Sizin ramazan ibadetini görmek dileriz Hanımlarımız gelip iftar eylediğinizi İftar etme huzuruyla yemek yediğinizi Dediler görüp gözlemek ve seyretmek isteriz. …Eğer ki izniniz olursa sevindirirsiniz cümlemizi ….Ve belki kralımız dahi bundan hazzeder dediler’. …..Çaresiz kalıp; ……‘Elimizden ne gelir, hoş geldiler, …….Safa geldiler’ dedik ve gitti. Akşama yarım saat kala baktım ki, iki yüz avret Elmaslara batmış ve her tarafları altın ve ziynet Dolu bir şekilde etrafımıza gelip oturdular Güya konağımız kadınlar evine dönmüştü evet 121 …Sonra etrafımızda, ….İznimizi duyanlar hala yerini almadaydı …..Biz bir kaç bin kadın içinde kalmada ……Sanki düğün evinde gibi ortama salmadaydı… Böyle bir hal ve ortamda iftar eyledik, yemek yedik Teravih namazı kıldığımızı da haber almışlar Daha ziyadesiyle nasıl bir şeydir merak salmışlar Yine iftara yarım saat kalmışken çıkageldiler İki bin avret, kızlar şekerleme börekle geldiler İftar ettik, yedik içtik taam eyledik, söz söyledik Bunlar gitmezler halâ oturur saat üçe varınca Meğer namazı beklerlermiş geçte olsa anlayınca Çare yok abdest alıp teravih namazını da kıldık Tekrar gelebilmek için izin istediler ayrıldık …Her gece gelip iftar ve taam ile .....Namazımızı temaşa etmek için yalvarır oldular …..Onlara izin verdik tamam ile Cemaat halinde gece teravihi eda ederken, İlâhiler ve tespihatlerle biz huzura ererken, Bütün kızlar bizi seyretti ve hayranlıkla doldular Belki de ilk defa İslam diniyle tanışmış oldular’ Ufukta siz, mekânda biz, ufuk ötesi deniz Bir şiir daha karaladık, Çelebili şüphesiz İçeriğinde bir ömür var, yaşanmaz öyle bedelsiz Her seste bir utkuyuz, her şekilde bir şiirsel biz 122 (Şiir :GÜLCE-Buluşma) KINALIZADE ALİ ÇELEBİ Ta uzaklardan esen, umut yelleri gibi Bin beş yüz on bir günü, gönül gülleri gibi Isparta’da doğar da, babası Emrullah’a Sevgi sunar gözleri, sevda gölleri gibi …Emrullah Efendi kadılık mesleğini icra eder …..Sevda bülbülleri gibi dost dost deyip dosta gider. …… Fatih Sultan Mehmet’e ……..Şehzadeliği döneminde ……….Hocalık eder. Uçarı rüzgârlar ki onun dağlarına tutunan Güller diyarı Isparta diye cihana nam salan Ali Çelebi ilk tahsilini doğduğu yer olan Bu günkü renk çağıltısı, Bu gül şehri Iparta’da yapar. Bayramı var güllerin Gül şehri Isparta’da. Bayram: Anlamlı, derin Gül şehri Isparta’da. Kadı Emrullah oldum, Ali Çelebi buldum Gül bağında kayboldum Gül şehri Isparta’da. Sonra üç kıtanın, geçiş köprüsü Yedi büyük tepe, olan örtüsü Eyyub’u kuşatan, fetihin süsü İstanbul’a gelir, devam ederek …Akrabası Kadir Efendinin nezaretinde ….Tahsilini ikmale çalışır, …..Taviz vermez zarafetinden… Mahmut Paşa, Davut Paşa ve eski Ali Paşa Medreselerini bitirir de bu doğrultuda Fatih’teki üniversiteye girer de sonra 123 Tanınmış müderrislerden dersler alır burada … Bunlardan biri Kara Salih Efendi ….. Bir diğeri de Kamil Çivizâde kendi ……Bin beş yüz yirmi dokuzda ……..Onun yardımcılığını üstlendi… * Ali Çelebinin Müderris olmasına gelince sıra Sıra beklendi töre beklendi Teklendi Ebussuud Efendi’den ses soluk çıkmaz oldu Çıkmaz oldu onun uhdesinde olan tayin etme yetkisi Yetki onundu ama vardı belki bilinmedik bilgisi Bilgisi, kemalât ve faziletine rağmen Kendine rakip saydığı Saydığı ve belki bir o kadar da sevdiği Çivizade’ydi Çivizade’nin ise bizim Kınalı zade Ali yardım eriydi… Eriydi de bu beklemenin vardı bir başka sebebi Sebep neyse neydi, Belki de kendince düşündüğü bahaneydi Neydi, bahaneydi, Ali Çelebi’yi fazlasıyla üzmekteydi. Üzmekteydi ve görev beklemekten Bıkıp da sabrı tükenmekteydi Tükenmekteydi de sonunda Teklif etmiş olduğu bazı eserleri alıp Alıp gider de dikilir Ebussuud Efendinin kapısına Kapısına Ebus Suud Efendi Kınalızâde’ye niçin geldiğini sorar Sorar da alır hem de soruya kızgınca bir cevabı Bir cevap ki; ‘Memuriyet ve müderrislik görevi almaya Almaya devlet ricalinin kapılarını Nail oluyorlar dolaşarak. Dolaşarak değil hakkımızla istiyoruz biz de Bizde müderrisliği yazdığımız Bu eserlerle istiyoruz almak Almak için başka kapıları Aşındırmak gerekse bilelim Bilelim de ona göre hareket edelim’ dedi. 124 * Bir uçta bir uca ağır, vakur adımlarla Sırmalı kaftanlarla geçti önümüzden Çelebiler içinde Kınalızade Ali Çelebi. Kavuğunu sarmalında bin güneş, İlim kaynağından en ağır yük Elleri var güneşin tam ortasında Güneşten bile büyük… * Dedi bunları, Kınalızâde Ali Çelebi Çelebi dedi, Ebussuud Efendi dinledi Dinledi ve genç müderris adayının eserlerini Eserlerini okudu, bir güzel inceledikten sonra Sonra derhal Edirne’deki Hüsamettin Medresesine tayin etti. Tayin etti ve onun bu sert tavır Ve sert karşılığına kızmadı Kızmadı âlicenap ve kadirşinastı Ebussuud Efendi Ebussuud Efendi yanındakilere, Onu şöyle örnek gösterdi Gösterdi ve; ‘İşte insan olan böyle fiilen Fiilen ehliyet ve liyakatini ispat ederek hakkını ister. İster hakkıyla hakkını da, emeline nail olabilmek için Olabilmek için kimseden şefaat ve delalet etmez. Etmez çünkü bu insanlık değildir’ dedi. * Kınalızade Ali Çelebi efendi Edirne Hüsamettin Medresesi’nde Bursa vilayeti Hamza Bey’inde Veliyiddinoğlu Ahmet paşa Kütahya’daki Rüstem paşa Sonra da İstanbul’da da Yaptırdı Rüstem Paşa Kendisi medrese 125 Kınalızade Ali Çelebi efendi Geçti bu adrese müderris olarak Sonra da Haseki Medresesine Geçti ; Ve Ona bol şöhret kazandıran Sahn-ı Seman medresesi Ve Süleymaniye’de Görevde kalarak * Öğrencileriyle, hakça ilgilendi Daha çok okudu, çokça bilgilendi …Kınalızade Ali Çelebi efendi ….Kitaplar göze indi …...Beş yıllık görevde kalma sırasında …….İlerledi nice ilimler arasında Nasip oldu menzilde, görevde yükselmesi Eyalet Kadılığı, kazandığı payesi …Kınalı zade Ali Çelebi, ….Elli dört yaşında idi kendisi …..Şam kadılığına tayin edildi …Sonra sırayla Mısır, Bursa ve Edirne de …..Vilayeti İstanbul, kadılığı görevine de Dokuz yıllık başarılı, bir yolculukla yürüdü Hak ve adalet yolunda, hep doğruluğu bürüdü Zor koltuğun ürpertili cazibesine dalmadan Üzerine mazlumların, ahlarını da almadan Asırları, senleri, saatleri bir düğümde toplayıp Ağır ağır geçti yoldan Kınalızade Ahi Çelebi; Nice sultan sarayına gün düştü, güneş düştü Kadılar içinde bir büyük kadı, Bismillâh deyip yürüdü… Gönlünün sarmalında hayâller gerçek oldu Kalıcı nefeslerle, gözleri mercek oldu Gönül bulutlarından rahmetler gerçek oldu Hedef noktasında, sonsuza nazar edip; Anadolu bakışlarıyla sanki gülecek oldu, 126 Böyledir makamlar, hak edene verilir Ve Çelebiler Çelebisi Çelebimiz Tayin oldu, Anadolu Kazaskerliğine. Bin beş yüz seksen dörde, kadar Kaldı görevde. Edirne de Nıkris’e, Bir illetin yüzünden, Yatakaldığı evde Göçtü dar-ı bekaya. ….Çok başarılı bir müderris …..Başarılı bir devlet adamı olarak biliriz Üç dilde şiirler yazan, kudretlice bir şairdi Böyle insanlar gerekli, Onlar k bu dünyada nadirdi Fıkıh ve tefsir ilminde, çok güçlü otoriteydi Matematik ve Felsefe, ilminde de öyle. …….Dönemin en önemli simalarından biriydi… …….. Nitekim Tecrid, Mevakıf ve Keşşaf gibi ……….Ünlü eserlere “haşiyeler” yazan bir ilim ehliydi. …Bir başka ilginç nokta ise, Ona neden Kınalızade, dendiği ile ilgilidir Rivayeti hak dedesi de, çok veli bir sevgilidir Sakalına kına yaktığı, bilinenden bir olaydır Bu yüzden kendisi ve oğlu, Hasan ile tüm ailesi ……Kınalı zadeler diye anılmışlardır. Hiçbir kuşku yok ki, en ünlü eseri “Ahlâk-ı Alâî “ adlı şaheseri Olmasın isterdi ki, ahlâki bir yarada Şam’da görevini yaptığı sırada …Suriye beylerbeyi Ali Paşa adına ….Yazıp erdi bu güzel muradına. ……Dahası Mehmed Ali Ayni’nin ifadesiyle, Dört yüz kusur senelik bir zaman geçmesine Ahlâk ve yaşantının bayağı göçmesine Nefisler türlü türlü, kötülük içmesine 127 Ve bu yolda eserler, yazılmasına rağmen …….Bu kitabın derecesinde kuvvetli ……..Ahlâki konularda dirayetli ………Bir ahlâk kitabı ……….Yazılamamıştır daha. ………Birçok haşiyeler ve risaleleri ……..Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri …….Münşeat ve tefsirden mübahaseleri .…..Olmak üzere on ikiyi aşkın eserleri .....Yazan Kınalı Zade Ali Çelebi; …Vardır dinleyin helebi Kâinatın yapısının, ana unsurları Dört madde çevirir, insanda surları Su, ateş, havayla toprak anadır der, Değinelim buna, kısaca ne söyler; * “Hayatta Toplum yapısı Dört şey ile kaimdir; Nasıl insan için su varsa, Toplumların suyu ki ulemadır. En geniş anlamda bilgiyle var olmadır Ulemalık toplumda ilimle hayat bulmadır. İkinci Unsur şudur ki; Ateş ısıtan bir yâr, Nasıl ki insana ateş var, Topluma ateş muharip güçlerdir. Bunlar işini yapmayıp görev savsaklar O zaman toplumun hali yanan acı içlerdir. Üçüncü Unsur şudur ki; Toprak saklar baharı İnsan ki muhtaçsa toprağa Toplum da tarıma ihtiyaç duyar Çiftçi ürünler üretip koyar ortaya. 128 Toplumun toprağının teşkil eder çiftçi ağa… Dördüncü Unsur şudur ki; Hava nefeslik bir yâr, Nasıl ki nefessiz ölüyor. Toplumun ise havası tüccardır. Zaruri malların olduğu uzak diyar Tüccarla toplumların istifadesine sunar…” * …..Diyen Kınalı zade Ali Çelebi; “Toplumun temel meselesi, bu unsurlar arasındaki Dengenin iyi korunması, işleyişler sırasındaki Birinin üstün gelmek için, saldırısı sırasındaki Diğerine bir tecavüzü veya göreve karışması ……Gözün işi kulağa, kolun işi parmağa ……..Kol yardım ederse, yolun gidicisi ayağa ………Bozulur ya bedenin düzeni. ……….Karışırlarsa askerler yönetime ………..Başlarlarsa ticaret ve de üretime …………Askeri güç azalır, çok olur üzeni” der… * Ve devam eder Kınalızade söze; “Bir hikâyedir Söylenir dilde dile Kisra Hürmüz’e Söyler vezirler bile Dinle bir hele Başka beldeden, göze Hoş gelen cevher, Taçlar ve de mücevher Gelmiş biz gördük. Saraya satın alıp, Satarak zengin Olmaya tez yürürdük” Diye arz ettiler. 129 Hükümdar cevap verdi; “Hak Rabbim bize Saltanat nasip etti. Ticareti de Halkımıza bu yoldan Rızık temine Vesile için verdi. Biz hükümdarlık Onlar ise tüccarlık Herkese ödev Güzel yapmak öz görev” Dedi, dedi bir anlık Bilsin bunu insanlık…. * ….Yine eserlerinden birinde rivayet edilir ki; Japon devleti, ilk hükümdarı Şogun Leyasu, ismi medarı Son savaşını, kazanıp geçti Sonra bir daha, at binmemişti. “Kazanılır ama savaş at sırtında Yönetilemez ki ülke at sırtında”, …….Demiş. ……..Kemal Tahir de buna ilaveten İttihatçılara; Vazgeçemediniz gitti, şu tabanca doyunuzdan Muhalefette düşmedi, iktidarda huyunuzdan Kurtulun dedim size de, beni hiç dinlemediniz Haberiniz yok ülkeme; kazdığınız kuyunuzdan ….Anlatamadım ben size, ….. Edilemeyeceğini tabancayla devlet idare… Tabancalık iş değil bu içine düştüğümüz bela, Üstesinden gelinecek iş değil tankla topla bile. Adalet ve hukukla kalkınmadan gerisi nafile Çıkar benim ülkem düzlüğe sevgi ve hoşgörü ile” ……….Diyorum bende okuyan gönüllerinize… 130 (Şiir : GÜLCE-Bahçe) KINALIZADE HASAN ÇELEBİ Osmanlı ikindisi düştü gölgeler yere Tarihlerin içinden sessiz, sakin yürüyen Tesbihinin imamesi kaftanıyla aynı renk Destanı var okunuyor dillerde Hasan Çelebi Kınalızade… Kürsüler, kürsüler, yüce kürsüler Kim müderris, kim değil; duruşundan bilirler Dili yüreğiye barışık, gönlü cihanlara denk Namı desitan olnuş okunuyor gökte, yerde Hasan Çelebi Kınalızade. Şamdan Edirne’ye gül gider aşk kokulu İlim ve iman buhurdanları oy ki tümen tümen Ebussud Efendidir şu gelen Bin dua düşer İstanbul’dan mavilerde O duayı ben bilirim fidanım; Hasan Çelebi Kınalızade… * ….Müderris Kınalı zade Hasan Çelebi …..Bin beş yüz kırk altı yılında Bursa’da doğdu ……Fıkıh ve kelam âlimlerinin büyüklerinden oldu ……..Kovdu cehaleti, ………İlim ve irfan ile kovdu… Babası bilgin kınalı Zade Ali Efendiydi Müderrislik ailecek onların hepten fendiydi …Bursa’da Hamza Bey Medresesindeydi müderris …..Kınalı zade Ali Efendinin babasına ……Emrullah efendi dendiydi …….Onun babası Abdulkadir Hamidi de ……..Veriyor, veriyordu bıkmada, usanmadan ………Yüreği ilme susamış talebelerine ders. 131 …Kınalı Zade Hasan Çelebinin büyük dedesi …..Sakalına kına yaktığı için söylendi ziyadesi …….Kınalı zade diye tanınır Hasan Çelebinin ……..Dedesi ve babasıyla kendisi Veli olan dedeleriyle, eli öpülesi babası Var idi belki bir hırkayla, belki birde kalın abası Değildi onlar insanların, hiçbir ahvalde de kabası Zamanın en yüksek bilgili, âlimleriydi tebaası Harama helal, helale haram diyen tüm beylerden Haramlardan ve şüpheli olan bütün her şeylerden ……Haram olma korkusuyla ……..Mübahların çoğundan sakınırdı ………Tüm aile… * Hasan Çelebi önce babasından Babasından ve diğer âlimlerinden zamanın Zamanın büyük âlimi Ebussud Efendiden de ders aldı. Ders aldı özellikle fıkıh ve kelam ilimlerinde İlimde yükselerek icazet alıp Alıp, oldu züht ve takva sahibi Takva sahibiydi, ilmiyle amil büyük bir âlimdi. Âlimdi de dini emir ve yasaklara uymakta çok titizdi. Titizdi kanunlara uyma konusunda, iradeye haizdi Haizdi kuvvetli bir edebi şairliğe Şairliğe ve yüksek bir hitabet gücüne sahip edipti, vaizdi. * Bunu da Göstermektedir Sayısız beyitleri… Dini kitaplara koyduğu Yerli yerinde şerhler ve ekleri Yürekten yüreklere çağlayıp dökülen, Şiirlerindeki edebilikten de üstündü. 132 ‘Âlimler İlime doymaz’ Dedi ilme yürüdü. Tahsilini tamamlayınca Müderrisliğe hemen başlayınca Bir adım atıp yaşı yirmiye yüründü… Yürekten yüreklere bilgiler dilden dökülen! Bin beş yüz Altmış yedinin Gönle gülen gününde Ahmet Paşa Medresesinde Bursa da vazife aldıktan sonra Bir senecik geçmişti de bu görevinde Babası olunca kadılık görevine tayin Çuhacı Hacı Medresesine müderrislik göründü… * Üç senelik bir zaman, daha yeni geçtiydi İstanbul’a geçti de, yer İbrahim Paşaydı Medrese müderrisi, olup ilme maşaydı Bu güzel görevle, ay turunu seçtiydi Karanlığa düşen loş, bir ışık gibi düştü Aydınlandı gönüller, bildi okudu diller Çeşitli görevlerde bulundu hasbel kader Üç günlük bu ömürde, yine yol görünmüştü Sene bin beş yüz seksen, Bursa Sultaniye de İki yıllık bir zaman, görev alıp da döndü Medrese Sahnı Seman, İstanbul ona yöndü Orda ki Sultan Selim, Medrese-i Haniye de Görev aldı sırayla, geçince bir yıl daha Süleymaniye’deki, medrese ilme oldu saha * Yıl bin beş yüz doksandı, kadılığa erindi İlk olarak bu yolda, Halep’e yol güründü 133 Mısır, Kahire, bursa ve Edirne onundu Bu güzel iller için, kadılığa yüründü Bin altı yüz yılında, o nurlu ve onurlu Günümüzde şahadet hatıraları dolu Gelibolu da kadılık, olduydu derken yolu Halka hizmet düsturu, düşünmezdi hiç pulu …Eyüp kadılığı da yaptı bir zaman, bir ara ….Derken bin altı yüz iki de Eski Zaara …..En sonunda Mısırdaki reşit beldesi kadılığında …...Bin altı yüz dört yılı olduğunda ……Hastalanıp vefat etti bir yıl burada kaldığında …Kınalı zade Hasan Çelebinin en ünlü eseri ….Üçüncü Murat’a sunduğu şairler tezkiresi …..Bir derya ki yükseklerdedir dibi ……Babası kınalı zade Ali Çelebinin Ahlakı ala kitabı gibi Bu eserde çok rağbet ve itibar görmüştür Şöhrete giden yolda, kader ağlar örmüştür Cihanı Osmanlı da, namıdır söylenen hep O da bir çelebidir, belleklerde durmuştur… O üç bölümden oluşan şairler tezkiresinde Söyleyeyim bakayım da neler var içerisinde Giriş bölümünde şair ve şiirlerden bahseder, Birinci Bölümü şair padişahlara bahseder, ……..İkinci bölümde şehzade şairleri neşreder ………..Üçüncü bölümde ise …………Harf sırasıyla Arap alfabesinin, …………Beş yüz yetmiş civarında, şairin hal tercümesi ………….Topladı eserinde bildiği cümle şairleri… …Latifi ve Âşık Çelebinin eserlerinden faydalanmış, Onların ifadelerini yer yer süsleyerek Düşünüp taşınıp yeni fikirler düşleyerek …..Kendi tespit ettiği bilgileri de eklediği bu eser ……Türk tarih kurumu yayını olarak …….Bu güzide eser iki cilt halinde gözünüzden öper. 134 ...Aynı zamanda; Şair olan kınalı zade Hasan Çelebi Yazılmasa da derli toplu şiir kitabı .....Dağınık bir hal ile mecmualarda yer alsa da Kitap haline gelmiş, divanı ise yoktur Gürül gürül çağlayıp, dinleyen ve okuyan Yüreklere sımsıcak, dola dola akışan Şiirlerde şairin, ustalığıysa çoktur… …….Bundan başka Dürer ve Gurer haşiyesi ……..Ve vardır çeşitli mevzulara dair ………Vardır kaleme alınmış birçok güzide risalesi ………..Bundan ibaret Feyzullah’ın bilgi ziyadesi. Ol ulu veliler olsun, bizlere ışık halesi Bize verildi kısacık, bir ömrün ihalesi Seviler toplayalım ki; ebedi aşkın lalesi Bir yol bulup şiirlerle aşka yürüyelim dedik ………Şairler tezkiresinin asıl adı “Tezkiret-i Şüara” Sorma kardeş şairlik zor, şiir yazmak zor bu ara İlham gelmez bilir misin, bakıyorum havalara Kelimelerim bitince, düştüm arkadaş bak dara Bir yol bulup aşka, şiirlerle yürüyelim dedik… (Şiir : GÜLCE-Bahçe) 135 CELALZADE NİŞANCI MUSTAFA ÇELEBİ Kanuni Sultan Süleyman Han devrinden En önde gelen Âlim ve bilginlerden Karadeniz’in Yemyeşil diyarından Görülmeye değer Tosya’nın civarından Kadı Celal’in Sevgili oğlu olup, Koca Nişancı Namıyla anılırdı. * Tosya’da doğan, Mustafa Çelebi İlk tahsilini, burada yaptı Genç yaşında girdi devlet hizmetine …….Yıl bin beş yüz on altıydı ……..Piri paşaya intisap ederek, ………‘Halka hizmet hakka hizmettir’ dedi; ……….Hizmet için insanlığa …………Divan Kâtibi oluverdi. İslam yazılarından, en divani yazıda Başarılı olup da, bir güzelce kâğıda Döktü, döktü emekle, yaşar gibi yazıda Oya gibi işledi, çözüldü el bağı da …Mesleğini ilerletti çabuk yoldan, ….Yavuz Sultan Selim’in iltifatına kavuştu. …..Piri Paşadan sonra, İbrahim Paşanın da, ……Kazandı takdirini, hem de en boldan. …..Mısır’a gittiği sırada İbrahim Paşa ….Mustafa Çelebi’yi de aldı yanına 136 …Sır kâtibi olarak görev verdi, gitmedi takdir boşa. Mısır’da kaldıkları, an zarfında âsâyiş, Huzurun ve düzenin, teminine kanunlar Kurşuni kızağına, çekilip de alâyiş Ol ki huzurumuza, bir nebze dokunsunlar …Diye Sadrazam İbrahim Paşanın yanında ….Liyâkatini fevkalâde gösterdi. …..Her insan doğduysa bir şekilde ölecek ……Kimi faydalı iş peşinde, kimi dünyalık gelecek …..Ölsem bende, her vatan ve millet sevdalısı gibi ….Serilsem yere, yağcı bedir halısı gibi …Gerçekte ne için öldüğümü, ……Rabb’imden başka kim bilecek?… Rapor hazırlamada, kabiliyeti üstün Mustafa Çelebi’nin, resmi yazımlardaki; Bilinmiyor bu diye, niçin darlara düşsün Parmağı var fermanlar gibi nazımlardaki …Dahası beratlarla, çoğu defa, çoğu zaman ….Padişah mektupları ona yazdırılıyordu. …..Çünkü Padişahlarda biliyordu ……Edebiyat bilirsen savaş kazandıran bir ordu ……..Bilmezsen, beceremezsen bizi mahvediyordu. * Bin Beş yüzün Otuz dördünde Irakeyn seferinde, Bitmesin tamda şimdi çile, Hasretken biz damlacık suya, göle Hele de hainlerin eli, beyaz güle, Sakın değmesin derken kara toprağıma bile Ülkeme acımadan edilirken arkasından hile Bir Nişancı Adı Seydi Bey Sonu bulan vadeyle, 137 Sonsuzluğa giriş kapısı Ölüm denen vuslatın türküsüyle, Ölünce cennette yer bulmak ülküsüyle; Yerine bizim Celal Zade Mustafa Çelebi Nişancılık makamının nişancısı olarak geldi. * Bin beş yüz elli yediye, hiç aralıksız çalıştı Bu makamda da devlete, hizmet etmeye alıştı Birçok kanun ve nizamın, hazırlığını sağladı Ayrıca dış ülkelerle, siyasi ilişkileri bağladı …Siyasi münasebetlerde ….Fevkalade maharet sahibi olduğunu, …..Gösterdi daha nice meziyetlerle dolduğunu. * Osmanlı Devletinin, Bakanlar Meclisinde Kanunlarla ilgili, hususlarda devamlı Hep fikri alınırdı, fikirlerse kıvamlı Ondan dinlendi kanun, yapanlar meclisinde Sonraki devirlerde, derlenen bu kanunlar Onun dahli olup da, hazırlanan nizamlar Osmanlı tarihine, geçen altın kuramlar Hepsi de celal zade, kanunu oldu bunlar Celal zade kanunu, ismi tarihe geçti Bak dudaklarımızdan, sevinçtir hep yayılan Nice insanlar vardır, başarıya bayılan Rab’dir yüce yaratan, herkese ömür biçti Bu bir kısa imtihan, keşke bunu bilseler Vatan, millet ve din, deyip gidebilseler * Günler geldi, günler geçti hızla, bak hep geriye Gidelim hak ve hidayet yolunda ileriye, Baykuş yuvasıdır gönlümüz gel kardeş beriye Diyerek hep kardeşliğe, hep sevgiye çağıran 138 …Nişancılıktan ayrılan Mustafa Çelebi’ye ….Kanuni Sultan Süleyman Han …..Olur kendisine emeklilik maaşı bağlayan. Ey gökte uçan kanadı kırık kuşlar, siz ötün Ey karagözce koyun, üzülme sal, aksın sütün Bununla beraber devlet hizmetinden büsbütün El çekmiş değildi, bu yolda hiç vermedi ödün …Bin beş yüz altmış yedi tarihinde, ….Tekrar nişancılığa tayin oldu, ey okuyan kişi …..Duysun seninde kulağın ……Okusun, yorgunluktan yaşarsa da, iki gözün… Dar geçitli Zigetvar Seferine de katılan Mustafa Çelebi, vazife seçmeden atılan Görevden kaçıp arzulara uymakla batılan Her halükarda, kara zindan çukurda yatılan …Ahret kapısı kabre varıncaya kadar, ….İkinci kez geldiği nişancılık vazifesinde kaldı …..Aynı yıl içinde vefat ederek, ……Eyüp Sultandaki Nişancılar Camii yanındaki …….Ebedi yolculuğuna, dört kişinin omuzlarında daldı. * Yeter artık bu miskinlik, bu eksiklik bize yetti O lim seven âşıkları, bilinir himaye etti Kendisinin emekliye, ayrıldığı ilk dönemde Güzelce bir ev yaptırdı, oturabilir önemde Birde hamam yaptırmıştır, çıksın kirler suyla, nemde Yeter artık bu miskinlik, bu eksiklik bize yetti Birde halveti tarikat, için yaptırdı bir tekke İlim ve irfan yuvası, oldu evi sanki Mekke Sanki ev, Erkam’ın evi, bundan hiç almazdı sikke İlim seven âşıkları, bilinir himaye etti * 139 Aynı zamanda bir şairdi kendisi takdir edilen Padişaha sunduğu kasideler pek bir beğenilen Kendisine ikram ve iltifatla sevgi gösterilen Cömert ve şefkatli bir kişiliğe sahipti muhterem Tutunacak dal dilerken yüceler yücesi rabbinden İlim ve fen de, insanlığa hizmet yolunda gidilen Devrin önde gelenleri tarafından takdir edilen Başka alanlarda da çalışmış, ülke için bilinen …Şiir ve inşâ yanında, ….Birçok telif ve tercüme eser bırakarak, …..İlim seven aşıklara, bilinir hediye etti. Belki merak edipte soracaksınız inşâ ne demek, Divan edebiyatında edebi sanat yüklü emek; Çağlar duygu, okşar ruhu, maharet ister ya denemek Düz yazıdır, günümüzdeki bir neviden kompozisyon Eserleri neler şöyle bir değinelim; Oku dedi ilk önce, bilgili ol der yüce yaratan Bunun için kalem yorup, kâğıda mürekkep yalatan, Kânûnî Sultan Süleyman devrini kalemden akıtan Gayet içten, güzel ve akıcı bir üslûpla anlatan …Celal Zade Mustafa Çelebi’nin ….‘Tabakatül memalik fi deracetil mesalik’ adlı eseri …..Eserlerinin başında gelmekte diye methetmeye. ……Gerek vardır elbet keleme ve dile söyletmeye. ……Bundan dolayıdır belki de, Tarihçi Peçevi bu esere; …….‘Manzum ve Mensur Şehname’ adı vererek, ……..Çalışmıştır kıymetini ifade etmeye …İlk nişancılığı döneminde Horasanlı bir Muinül Miskin adlı beşerin Peygamberlerin yaşam tarihiyle ilgili Bil, Mearicün Nübüvve adlı eserini Tercüme etti Türkçeye, okur diye dillerin 140 Mustafa Çelebi, emekliye ayrıldığı sırada Eyüp Sultandaki evinin bulunduğu o arada Oturmaktaydı ne saray, ne de kötü bir barakada İşte burada yazdı, tam onu söyleyecek burada …Konuşan haddini bilmez dilim ….Yazacak okumasanız da, şu benim elim. …..Mevahibül Hallak Fi Meratibil Ahlak adlı ……Daha sonraki zamanlarda, …….Enisüs Selatin ve Celisül Havakın adı verilen ……...Kelamlarla dolu olan, pek kıymetli eserini, , …….Bu kıymetli eserin, İslam ahlakını anlattığını ……..Meydana geldiğini elli dört bölümden ……..Sizlere bildirecek ben, bunda bile aciz benim ………Bari hiç olmazsa ahlak üzere olsun, ……….Yaşadığım ömrümde, benim hayat düzenim Günebakan çiçeği güne bakıp emerken ışıklar Çalıştı o hep, fütursuzca gidip gelirken kaşıklar Yavuz Sultan selim’i ve yaşamını yazdı özenle Din ve devlete hizmetlerini, ahenkli bir düzenle …’Selimname’ adlı eserini yazdı… ….Nişânî mahlaslı Dîvân’ı olan eseriyle …..Bunlardan başka bir çok tercüme eseri, ……Yazdığı bilinmektedir başlamadan ebedi seferi. * Neyi beklersin Ey kul, niye gafil ben Ne emeklersin Hep kötülük peşinden Sisler de başın Akmasın hiç gözyaşın Düşün ve taşın Gel çatılmasın kaşın 141 Göz gözü oyar Virgül menfaat için Söyle gözüm, yar Bu debdebe gör niçin Sislerde başın Vakit var, düşün taşın Hayırlı işin Peşine koş ve düşün Ömür kısa bak Hızlıca geçip gider Âlemde kalmak Yok, sen dur ki o gider Örnek yaşanmış Bak nice hayatlar var Tarihin sahnesinden Bak çelebiler geçer (Şiir : GÜLCE-Bahçe) ------------------------------------------------------------İntisap: bağlanma, hizmete girme, kapılanma Alâyiş: gösteriş, göz kamaştırma, 142 CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ …Bin dört yüz doksan üç senesinde ….Yağmuru müjdeleyen rüzgâr misali, Muştu gizliyordu zaman celalzade’ye sinesinde, Bir emanet daha bekliyordu, dünya hazinesinde Her evlat bir emanetti, rabbimizden neticesinde Dualar yükseldi sineden, divan boyu uzandıkça …Ve dualar kabul oldu, ….Babası Tosyalı Celal Zade orada kadıyken …..Volçitrin de beklenen bebek geldi dünyaya, ……Okunur kulağına ezan, hemen erken… …….Celal Er-Rumi oğlu Molla Sâlih künye adı, ……..Celal zade Salih Çelebi oldu, asıl dünya adı Hanefi mezhebi öğretileriyle fıkıhta pişen Osmanlı devleti zamanı, Anadolu da yetişen Duyar sesini suyun, akarken dereye hasret düşen Sesi okşardı ruhu suyun, dere boyu uzandıkça …Celal Zade Salih Çelebi ….Medrese tahsilini tamamladıktan sonra …..İbn-i Kemal Paşanın derslerini aldı. ……Hattat Şeyh Hamdullah ile …….Hat sanatının inceliklerine daldı. * Aslında bildiğimiz, yazısı çok güzeldi Kalem tutan hattat el, ne maharetli eldi Bir yandan ders okuyup, beyne ilim ekerdi Hocası ibn-i kemal, ona pek çok ders verdi O bazı eserleri, temize çekiverdi Aslında bildiğimiz, yazısı çok güzeldi Düşmüştü denizlere, sanki balığa hasret Hasret çek ki bilirsin, belki balığı sabret 143 Merhem oldu dillere, bulmuştu ilmi nusret Kalem tutan hattat el, ne maharetli eldi * …Bin beş yüz yirmi senesinde Tahta çıkışı sonrasında, Kanuni Sultan Süleyman Han, Celal zade Salih Çelebi, İbn-i Kemal’den ayrılarak Özlemlerin kucağındaki, gerçeklerde yaşanılarak Padişah hocası Hayrettin, hocası oldu onun heman. …Talebe olup Hayrettin Efendiye, ….İcazet aldı ondan, ve de resmi diploma …..Edirne’deki Siraciyye ……Medresesine tayin edildi, müderris diye… Güneş yaksa kavursa da, ilham yağar yüreğine Yıldırımlar düşer ta ki, sırtındaki küreğine Edirne’de Siraciyye, müderrisliği yaparken Kalem kağıt arkadaşı, yazmak düştü süreğine …Kanuni Süleyman Han’ın ….Belgrat, Rodos ve Budin seferlerini yazarak, …..Takdim etti sultana, hürmetle bakarak. Bin beş yüz yirmi dört senesinde, İstanbul Murat Paşa Medresesine müderris oldu Uzun süren bir zaman, buradaki görevinde doldu Gündüz ve gecelerde umudu, kendine yoldaş buldu Umutla hasret sarmalanınca, endişeler kayboldu …Sonra özlemlerin yolu düştü ….Divanyolu’ndaki Haldun Ali Paşa Medresesine, Bin beş yüz otuz altı yılından gün aldığında zaman Görev yeri oldu, ünlü medreselerden Sahn-ı Seman Burada görevdeyken, emir verdi Kanuni Süleyman Firuz Şah hikâyesini çevirdi Farsçadan Türkçeye …Sekiz cilt halindeydi, bahse konu eser, ….Lakin çok kısaydı, oysa çeviriye zaman …..Müderrislikte müderris oldu ……Daha bir kaç medreseye… 144 * Bin Beş yüz Kırk dörtte Gülen bir yüz, Halep’te başlar Elli beş günlük bir Zaman kalacaktır ya Kadılık ona görevdir… Bakar şöyle bir göğe, Düşler sola sağa, İnce bir çizgi Ve çok kısa Bak zaman… Bu Kısa Görevden Hemen sonra, Mısır beylerbeyi Haldun Davut Paşa’nın Beylikteki durumunu Teftiş ve tahkik etsin diye, Havayı koklasın diye Mısır’a gönderildi… Görev bitiminde Tekrar Halep’e Kadı olsun İstendi… * Anlatır kim kendini, söz bitmez öğe öğe Ömrün ortası benlik, görür ayna da devi Alıp gider bak sular, haykırışları göğe Ancak kabul etmedi, yeniden bu görevi …Sonra istirahat mekânı olacakken evi, ….İstanbul’daki Sultan Beyazıt Medresesine …..Tayin olup başlayacakken tam göreve, 145 ……Şam kadısı olup geçti görev başına; …….Bir yıl sonrasına, kara verildi ……..Mısır kadısı olmasına…. Cennete gidecek yol, arandı ve kayrıldı Rüşvet ve de zulümden, uzak durup sıyrıldı Yıl bin beş yüz elli de, emekliye ayrıldı Şöyle anlatır dili, ayrılma sebebini; * “İslam dininden Başka olmadı yolum, Kadılık yaptığım müddetçe, Kıl kadar ayrılmadım ben hiç, Kurandır sağım ve kurandır solum Şahadete aykırı kıpırdamaz kolum Lakin o günler İstenirdi ödünler Görev yaptığım o diyarlar Mısır, Şam ve Halep’te zulüm vardı; Haksızlık alıp başın, göklere çıkmıştı Nefisler özü yakmaya, birer kibrit çakmıştı Aramızda çok Çetin mücadeleler Geçti fikri mübadeleler. Sanki bir zemheri kanatlar ıslak Ben ki adalete ve hakikate tutsak Oysa geleceğe dair ne umutlar beslerken Ne onlar beni Zulme uydurabildi, Ne ben onları adalete Ve hakikate, az götürebildim. Sonuçta onlar zulümlerde galip geldi, Bense adaletli yolda, mağlubiyeti bildim. * 146 Şaşkınlık ve hayretle, çok uzunca bir müddet Tefekkürle düşünüş, yolculuğuna daldım Ufka derince bakıp, öylece baka kaldım Ne edeyim Allah’ım, çaresiz ben’e medet Sonunda tüm dünyalık, hevâ ve hevesleri, Özlem ve arzuları, bertaraf edecektim, Bunu yapacak kadar, kuldum ve gözü pektim Dünyadan geniş hayat, fanidir kümesleri Tiren kalkar duraktan, vakitlice gidene Bırakmaz ki kimseyi, biz de gideriz sal’la İstersen sen kal şimdi, gidene mendil salla Aldanmayın dostlarım, hukuku yok edene Ecel kapıda bekler, daha çıkmadan yola Sorumluluk yaşında, gelse halimiz nola” * Diye söyler bencileyin, Feyzullah’ın dilinden Emekliye ayrılan, kadı Salih Çelebi Bir güzelce ev alır, Eyüp Sultan ilinden Yan yana duran birer, göreceli gül gibi …Özlemlerin kucağında, ….Köz ateş yangınlarda arar desteği ve ilacı… …..Komşu oldu, biraderi koca nişancı ……Celal Zade Mustafa Çelebi’ye. Başladı orada yaşamaya kendisine gelerek Şu doğanın ahengini, düzen verenini bilerek Sohbetine gelen talebeleriyle sohbet ederek Ve ilmi çalışmaları enine boyuna yaparak …Tatlı bir ömür sürdü. ….Hem gündüzlerde, hem de birçok gecelerinde, …..Eser telif etmenin defterini dürdü. .…..Kanuni Sultanın Şehzadesi Beyazıt’ın emriyle, ..…..Yazar Cemalettin Mehmet Avfi efendinin, ……..Selçuklu veziri Nizamülmülk adına, ………Farsça olarak yazdığı; 147 ……….Cevamiul Hikayat ……….Ve Levami ur Rivayat adındaki ………..Kısa ama çok şey ifade eden hikayeler …………Ve parıldayan rivayetler anlamına gelen ………….Tarih ve ahlâka dair eserini Türkçeye çevirdi. Şehzade Bâyezîd çeviriyi okur ve çok beğenir ‘Muradı neyse arz etsin!’ Demiştir, haberi söylenir Böyle bir malumat sorulsa, daha neler neler denir …Oysa sadece talebeleriyle birlikte olmak, ….Eser teliflerinin devamına mekan bulmak, …..İstek ve arzusuyla, Eyüp Sultan medresesinde ……Tekrar müderris olma şerefi, kendisince istenir Bu görevde üç yıl daha, gönlüne ilimler sardı Kim bilir ki; bilinmesi gereken daha neler vardı Oysa bu yaşam denen zaman ne kadar kısa ve dardı Ömürse; sadece yaşadığın güzel şeyler kadardı …Bunu biliyordu ….Ancak gözlerine perde indiğinde …..Zaman, bin beş yüz altmış bir, senesine bindiğinde ……Rahatsızlığı, Safer ayında affını isteyip, …….Emekliye ayrılacak kadardı. Yüksek din ilimlerine vakıf, değerli bir zat olan Bilhassa fıkıh ilminde, derin bir ihtisasla dolan Nesir ve nazım vadisinde, kudretli bir kalem bulan Ahlaklı, faziletli ve dürüstlük dolu bir vakardı. Hakşinaslığıyla kendini tanıtıp, adalet doldu Devrin âlimleri arasında önemli mevki buldu Telif ve tercüme de, çok kıymetli eserleri oldu Ahlaklı, faziletli ve dürüstlük dolu bir vakardı Mısır kadılığı esnasında, evlenmesi söylendi Annesi tarafından verilen cariyeyle evlendi Bu cariyeden İshak adında oğlu doğup dillendi. On yaşına gelip ölünce, vefatına hüzünlendi 148 …Bundan müteessir olup üzülmesi sebebiyle, ….Manzum olarak kısa bir zamanda …..‘Leyla ve Mecnun’ hikayesini kaleme aldı. ……O günden bu güne …….Bu hikayeyle Leyla ve Mecnun ……..Dillere pelesenk oldu, Hayaldir bazen dumanlı dağlar, bazen ufukta vaha Bazen kuş cıvıltında, huzur bulur şair ve fukaha Bazen de sessizlikte kalkar, ilham duyguları şaha Elli yaşını geçtiği halde, evlenmedi bir daha Dini çalışma ve hizmetlerine mani olur diye Kendini adadı, ilim ve irfana yol göstermeye …Yaşadı bu minvalde… ….Hizmetçilerinden birini, büyüttü evladı gibi Gencecik yaşta çocuğa, sevgi ve şefkatini verdi Tutardı ilgiyle elini, çocuk ona baba derdi Herkes bu çocuğu, onu gerçek oğlu zannederdi. Dertlilerin derdini, kendi derdi gibi dert ederdi …Yumuşak huylu, temiz kalpli ve vefakâr, ….En az biraderi, …..Nişancı Mustafa kadar cömert ve cefakar, ……Hayatının her devresinde …….Fakirlere ve akrabalarına, ……..Yedirirdi kim varsa muhtaç çevresinde. Yardım ederdi elbise ve para vermek suretiyle Ne biti, ne de eksildi, bereket buldu servetiyle Sanki fakir babasıydı, görüp gözeten cihetiyle Dertlilerin derdini, kendi derdi gibi dert ederdi …Her gece sofrasında izzet ikram olurdu, ….Dostlarından ve talebelerinden misafiri bulunurdu… * Tezkire sahibi Âşık Çelebi görüşmüş onunla, Rahmanın aşkına söken şafaktaki, sohbeti sonla Anladı fazilet yüksek ahlak onunla da beraber, 149 Anladı kazası yok, dünyada işi olmaz oyunla Belli ki birlikte; sohbet dolu bir hava solunmuştu, Öyle ki; bir şiirinde şöyle övgüde bulunmuştu: ‘Ülemâ vü fuzelâ vü fukahâdandır ol Şuarâ vü bülegâ vü fusahâdandır ol.’ O âlim ve fakihlerdendir hem de fazilet sahibi Şairdir, açık ve güzel sözlü muaşeret sahibi * Salih Çelebinin, Salih ve Saliha mahlası ile Şiirleri vardır; divanında yazmış, dolanır dile Nesir vadisindeki kalemi, şiirden üstün bile Yazmıştır daha sade ama ahenkli bir kalem ile …Hüsnü hat öğrenmiş gençliğinde, ….Amasyalı Şeyh Hamdullah’la …..Güzel yazı çalıştı iştahla… ……Bin beş yüz altmış üç yılında …….Vefat eden Salih Çelebi, ……..Mustafa Çelebi Camii bahçesinin ………Yol kenarındaki kabrine, defnedildi cesedi. * Kabrinin ayakucundaki taşında şu şiir vardır: ‘Dâr-ı dünyâ menzil-i fâni imiş, Hep geçer mîr-ü-vezîr-ü-pâdişâh. İrse ger takdîr-i Hayy-u Lâyemût, Saçılur toprağa tohm-ı izz-ü-câh. Avn-i Hak ile birâder-i ferîd, Fazl-ü irfân-ü ulûm ana sipâh. Azm-i tarf-ı âhiret kıldı bu dem, Rahmet-i Hakdan teâlâ lutf-hâh Rıhleti sâlini ma’lûm etmeğe, İstedi Hakdan Nişânî-i pür günâh. 150 Dedi hâtif bu duâ târihdir, Kabr-i Sâlih Cennet ola yâ İlâh’. Dünya denen şu mekânın, durağı geçici imiş, Emir, vezir ve padişah, hepsi de buradan geçer. Ölümsüz, bir ve hay olan, sadece Allah Teâlâ; İzzet ve ikram sahibi, makamın olsa da biter. Tohumun kara toprağa, düşmesi gibi; bak hala Görürsün ömrü bitince, canlılar toprağa düşer. Bu eşsiz kardeşi bulmuş, bil ki dolmuştur fazilet Allah’ın yardımı dolmuş, irfan olmuş ona asker. Ömrü zamanda her daim, öbür âleme yöneldi Ona hakkın rahmetini, ihsan ve lütuf dile der. Vefat yolunu belirtmek, bu gerçeği sen gör için, Günahkâr hali arz edip, hakka yalvarıp af diler. Gaiptendir; Ey Allah’ım, Salih kabrini cennet et, Diyen bir ses, dua edip; tarih söyledi deyiver. * …Sâlih Çelebi; yazdığı bir şiir kıtasında ise, ….Resûlullah efendimize şöyle yakarmaktadır: ‘Acep hayrette kaldım ben, hidâyet yâ Resûlallah! Ne tahsîl-i metâlib var ne tâat, yâ Resûlallah! Halâyık cümle yer yer hep huzûr-ı Hakk’a vardukda, Kerem kıl Sâlih’i etme melâmet, yâ Resûlallah!’ Hayret içinde kaldım, olsun bize de hidayet, …………………………….Ey Allahın elçisi! Ne okumak isteyen var, ne de kalmış dine itaat, …………………………….Ey Allahın elçisi! Yolunda toz zerresi olsa idim o bana yeter Aşkın yüreğimde alev alev yanar, tüter… Kalem ve kağıt arkadaştı, yazdı bir uçtan bir uca Eserlerinden de bahsedecek olur isek kısaca; …‘Belgrat Fetihnamesi’ biri ….‘Rodos Fetihnamesi’ bir diğeri 151 …..‘Tarih-i Budin’ ile ‘Tarih-i Sultan Süleyman’la, ……‘Firuz Şah Menakıbı’yla ‘Tarih-i Mısır’ da onun eseri, ‘Kitâb-ül-Muhtasar fî Ahvâl-il-Beşer’ Beşeri hallerden kısa ve öz bahseder. …‘Cevâmi-ul-Hikâyât ve Levâmi-ur- Rivâyât’ ….Kısa ama çok şey ifade eden hikayelerle …..Parıldayan, ışık saçan rivayetleri nakleder. ……‘Leyla ve Mecnun’ manzumesi …….‘Dürer-i Nesayıh’ eseri tanzimesi ……..‘Miftah’, ‘Mevakıp’, ……..‘Vikaye’ ve ‘Islah-ul İzah’ adlı ………Dört adet Haşiyesi; ………..‘Tağyir-üt Tenkih’ adlı esere talakatı ile …………‘Münşeat’ ve şiirlerinden oluşan ‘Divan’-ı ………….Bilinen en temel eserleridir. …Yaşanan böyle bir hayattır, ….Yolculuğun farkındalık ise kat kattır, …..Bizimse hatalar ve eksiklerle dolu yaşamımız, ……Anladım; hayat değil, memattır. Gecelerden gündüzlere, zaman akıp ta giderken Bahtıma düşen ömrümse, yaprak misali düşerken Hep eksilen hayatımda, taş kesik anılar varken, Bırak beni de kalayım, ne güzel hayat akarken Ey Azrail! Müsaade, bence daha vakit erken Alma hemen canımı be, dünyalık çok işim varken, Nedamete gözyaşlarım, gelir belki beklerken Bırak beni de kalayım, ne güzel hayat akarken Düğünlerde oynayıp ta, neşeyle halay çekerken Faydasız muhabbetlerde, malayani söz söylerken Belki gelirim kendime, sona takılıp düşerken Bırak beni de kalayım, ne güzel hayat akarken 152 (Şiir :GÜLCE-Bahçe) ELVAN ÇELEBİ On dördüncü asırda Anadolu da yaşayan, Velilerden ve şairlerden Oğul Ali’nin, babası Elvan… Elvan’ın babası meşhur şairlerden, Aynı zamanda bilinen tarihçilerden, Bin yıllık ocakta yetişen Âşık Paşadır, Elvan çelebi, Amasya civarında yetişti Âlim ve Evliyaların büyüklüğüne erişti Kırşehir de doğdu diye söylemişti konuşan diller Babası orada yaşadı, orada yürüdü Hakk’a * Tespit edilememiştir, doğduğu tarih kesince, Yüzlerinin kırlarında, sert soğuk rüzgâr esince İçlerindeki yangında, suya özlem dinmeyince Yol göründü gelinecek, öyle uzun ve ip ince …Mensup olduğu aile, ….On üçüncü asrın ilk yarısında, …..Moğol istilası sebebiyle; ……Orta Anadolu’ya gelip yerleşmişti. …….Anadolu’da önemli bir nüfus kazanmıştır… …Elvan çelebinin; ….Dedesi Muhlis Paşa Yerleşti önce …..Çorum ile Mecitözü arasındaki Eski Çat köyüne. ……Muhlis Paşa’nın babasının ismi …….İlyas Horasani, olduğundan dolayı olsa gerek, ……..Söylenir oldu, sevgilinin güneşli bahçesi bu köye, ………Ellez veya İlyas ismi, İlyas Köyü diyerek… 153 Elvan Çelebi’nin saygın ve güler yüzlü dedesi Gül insan, İlyas Horasan, veli kulların velisi Öldüğünde defnedildi, köyde yapıldı türbesi Yaşamına devam etti, Muhlis Paşa ailesi Talebeleriyle birlik, evler yaptırdı burada Çiftçilikle meşgul oldu, geçinmek için sonrada… İlim ve irfan peşinde, erinmek için murada Yaşamına devam etti, Muhlis Paşa ailesi. Zamanın âlimlerinden, ilim tahsil etti Elvan Babası Âşık Paşa’nın, önde gelen talebesi Şeyhülislam Fahrettin’le, tasavvuf doldu pehlivan Dedesi vefat edince, çaldı hüznün galebesi, …Elvan’ın sevgili veli dedesi ….Tatlı bir türkünün, aşkın ilmeklerinden geçerek, …..Yaşanmıştı güzelliklerle dolu hikayesi. * (E)lvan Çelebi, babası Âşık Paşanın izniyle; Ö(L)üm döşeğine, her an yaklaştığını bilerek an be an, Gö(V)desine emanet ruhun, geldiğini bilerek kalubeladan, Yan(A)rak hakka hizmet aşkıyla, halka hizmet yolunda Daya(N) ey gönlüm şu kısacık fani yaşamın dikenli kolunda diyerek; (Ç)ıkmadan ulu davete çağıran, ulu yoldan Y(E)rleşti hizmet etmek için, İlyas Köyüne kendisi… Ge(L)eceğim ey yüce Rabbim ebedi yurduna deyip; Hey(B)emde kuru ekmek bulunsun misali Kend(İ)si yaptırdı bir Cami, zaviye, türbe ve hamam * Susuzlar engin ummanda, su arar tüm ziyadesi, ‘Suyu neyleyeyim ben ki; gerektir hakkın kendisi, Kendine gel be ey nefis; bir an bile, boş durma der…’ Eratna beyine vezir, olunca amcazadesi …Alâeddin Ali Şah-ı Rumi, ….Bu eserleri besleyecek zengin vakıflar kurdu. …..Köyü ve etrafındaki geniş araziyi, ……Yeğeni Elvan Çelebi’ye bağışladı. 154 …Bir rivayete göre; babası Âşık Paşa’nın, Bin üç yüz yirmi altı da, Mısır’a yola gitmesi Ya da eceli vaciple, dosta vuslat üzerine… Nur âlemlerine gidip, geldim diye el etmesi İnince bize sır olan; dehlizin derinlerine… …Oğul Elvan çelebi; Onun yerine geçerek, deryalardan su içerek, İnsanları güler yüzle, hak yola davet ederek Allahın emir ve yasak, kıldığını bildirerek Hidayete koşmasına, nasihatle meşgul oldu… …Sohbetlerinde birçok kimsenin yetişmesine ….Vesile için yol gösterip, nice gönüllere hidayet doldu. …..Birçok devlet adamı ve şairin doğru yola, ……Ulaşmasına sebep oldu, …….Bunun için koştu, hep hayatta dört nala… O devirlerde, ortalara çıkan Babailerin, sapık inancından Çevirmek için, kulları uyaran Ehli Sünnete, her an ve her zaman …Onları davet eden Elvan çelebi ….Babası ve dedesi gibi; ….Allahın sevgili kulu, kulların güzeli ……Zamanın ileri gelen evliyasıydı, ……..Ermişlerden idi, meşhur da bir veli… * Kutsal sevgiler od’unda, sonsuz nar-ı aşka kandı Yanan gönlünün duvarı, aşka ve meşke boyandı Karanlık düşürme sakın, düşmesin biz kula efkâr Gün ufka batıp giderken, son bir gayret daha boyar Gökyüzünü sarmak için, hala ondan ışık yağar Kutsal sevgiler od’unda, sonsuz nar-ı aşka kandı Kırık dökük hayatların, hızlıca mevsimi geçer Kanayan yaradır ömür, bazen bir bakarsın meğer Deyip dünyanın zevkine, vermedi fazla bir değer Yanan gönlünün duvarı, aşka ve meşke boyandı 155 * Yerleşmesi sebebiyle, Toprak kokan güzel köye, Belki unutmaz, bir yerden bize dostça bakar diye Nice hizmet ve önderlik, etmiş bu değerli veli Yol göstermiş hakikate, hep oldu ismi himaye… Bundan sonra köyün adı, Elvan diye dile geldi, Daha sonra resmiyette, bu isimle hep güzeldi Ruhları saran düşlerle, göğe dualar yükseldi Çocukça gülümsemeler, mühürlü gönüller deldi …Tarihe dizdiği doyumsuz anılarla, ….Elvan Çelebi’nin Elvan Köyünde …..Yaşanmıştı asırlar, kim bilir daha nice güzeldi… Elvan Çelebi’nin doğumu gibi, Bilinmemektedir ölüm tarihi, Elvan köyünde açtılar kabrini; Yer yatağıdır burada türbesi. …Türbesini ziyaret edenlerin, ….Çeşitli hastalıklara, …..Şifa bulduğu rivayetinin, ……Boşa değildir, belki de söylenmesi… * DÜNYA çıkrık misali, durmadan döner durur Boşa çaba ey akrep, yelkovana YETİŞMEK, Kimine bal kaymaktır, kimineyse barBUNYA İTİŞMEK boşa dostum, hayat biter can kurur. Çıktık birer sefere, gideriz gündüz GECE KOŞALIM rahmanıma, söken şafakta bari HECE gibi yaşamda, cümlenin var fazlası Günler hızlı geçer bak, bir umuda COŞALIM * Çelebi Elvan İlham dolu şairdi. Kaleme hâkim, Türlü şiirler yazan… 156 Atalarının Hayat hikâyesini Anlattı sağken, Gör şair payesini… Bin seksen beyte, Aşkın hissi inince; Tarih, kültür ve Edebiyat sinince * Yaşanmış bazı tarihi olaylara ışık tutan Ecdadının nice yaşam hikâyesini anlatan Kültürel ve edebiyat değerini de taşıyan Şair bahtın harabesi, derken onunla yaşayan …Elvan Çelebi’nin ….‘Menâkıb-ül-Kudsiyye fî Menâsıb-il-Ünsiyye’ adlı …..Manzum eseri meydana çıkmıştır. …...Osmanlıca bilmiyor olsam da, ……Bence bu güzide eserin anlamı; …….‘Tanınmış Makamlardaki İnsanların Değerli Yaşam Hikâyeleri’ ……..Gibi bir manadaki hislerle, gönlüme akmıştır… Bu eserin bilinen bir yazma nüshası Bin dokuz yüz elli beş, belki de elli yedi Senesinde bulunmuş ve korunmuş dahası Bu sayede o günden, bu güne gülümsedi …Konya Mevlana Müzesi Kitaplığında, ….Muhafaza edilmekte olduğunu da …..Duydu kulağım, haberini okudu gözüm, ……Yazıyorum bende, okunursa diye sözüm… * Dil bakımından Evliya Çelebi’nin Bu eserinde, Eski Anadolu’nun Öz Türkçesinin; Öz özellikleri de Taşınmaktadır. 157 Aynı zamanda On üç ve on dördüncü Yüz yıllarınsa; Türkün, tarih akımı, Engin ve önemli, Güzellikte kaynaktır... * Zaman denen olgunun, ardı ve önü hardır Bilirim elbet bende, dünya gönlümden dardır Bize sadece rahim ve rahmanımız yardır O ki bizden razıysa, bizim için bahardır …Bizim mükâfatımız, Salih amelimiz kadardır ….Örnek alınacak yaşamları olan nice çelebimiz gibi …..Elvan Çelebimiz vardır. ……Biz çelebileri unutsak bile, …….Onların da, bizim de; örnek alıp bağlandığımız, ……..Allahın elçisi, sevgili peygamberimiz vardır… (Şiir :GÜLCE-Bahçe) ---------------------------------------------------------------Paye: rütbe, derece, aşama, basamak 158 MAHMUT LAMİ’İ ÇELEBİ Bir yaşam şehri ki, bin renk, bin bir çiçek, allı karalı Yüz yıllar, kültür ve bilim merkezi olan yeşil Bursa Oku kardeşim dünya ilimsiz, hep eksik ve yaralı, Oysa devam eder halâ buna, yer yerinden kudursa …Yetiştirir halâ âlim ve bilgin, ….Ancak; bu yolda, talip olan olursa; …..Bunun için diz çürütüp, kalem tutan olursa; Çok sayıda şair, yazar ve bilim adamı çıkarmış Rabbine canı gönülden dua dua yalvarıp yakarmış Aydınlarından doğan o ışıkla, dünyaya bakarmış Aydınlığı kadar, değerleri de büyük bir vakarmış …Bursa da yetişen alim ve aydınlar, ….Sadece Bursa’yı değil …..Tüm bir imparatorluğa öncülük yaparmış. Nice gidenler kaldı mı eserlerinizden gerisi Bunu bilenlerin, bir eser peşine koştu dirisi Gökte yıldızlar misali vardır bu aydınlar serisi Bursa da yetişen yüzlerce ünlü aydından birisi …Mahmut Lami Çelebi’yi tanıtayım, ….Şu gök kubbenin altında, …..Hoş bir seda bırakmak için ……Dilim dönsün de kalemin var olsun verisi …….Ben size onu bir güzel anlatayım… Ölecek, ölecek, ölüm bile ölecek Hayat sevda ister, herkes bilecek Vakti gelen gidip, gelen gelecek Her bebek dünyaya, gelip gülecek …Geldi, …..Güldü, ……Bir bebek daha, dünyayı bildi 159 Yıl bin dört yüz yetmiş iki, o fani dünyayı gördü Söyle dostum ona karşı bu cazibeyi kim ördü Mevla’m her ebeveyn gibi onlara da sevgi sürdü Yavrunun sesinde sanki ilahi bir efsun vardı …Ünlü divan şairi Lemi Çelebi’dir doğan ….Asıl adı Mahmut, bekleyenlerini neşeye boğan, …..Babası ikinci Beyazıt’ın hazine defterdarı olan ……Basar göğsüne minik oğlunu Çelebi Osman …….Ve de annesi Dilşad Hatun’dur. ……..Ünlü Nakkaş Ali’ye ise sevgili torundur. Bursa’nın güzellerini, yazan şairdi kendisi Yayıldı o günden güne, güzel yazar söylentisi Kelamlar kifayetsizse, kalemi kırar da şair Her şey anlatılsın ister, yaşanmışlıklara dair …On altıncı yüzyılın ünlü, ….Türk Edebiyat sanatçısıydı. …..Sevgi ve hoşgörüyle dolu gönlü, ……Mahmut Lemi Çelebi …….Bir mutasavvıf, çok ilme yüzü yönlü, ……..Bilmek ister hayatı, bu günlü ve dünlü… Devrin âlimlerinden, dersler görmüşlüğü var Kul yâre meftun iken, düşer saçlara ak kar Yol uzun, koş menzile, der gelmeden sonbahar Kayıp gider her şeyler, gördüm bana dünya dar …Der ve önce medrese öğrenimini tamamlar ….O gün medreselerde ilimlerin tamamı var …..Arapçayı ve Farsçayı öğrenmişti. ……Genç yaşta Nakşibendî tarîkatine girdiği söylenmişti. …….Hayatının sonuna kadar bu tarikata bağlı kaldı ……..Nakşibendi Mütefekkir edibi olup, ………Tefekküre ve tasavvuf deryasına daldı İçten gelen şiirlerinde, dokundu her renkli güle Düzyazının akıcılık ve güzellik arardı hele Bunun için o, almıştı Lâmi’î mahlasını bile Alın teri damlamıştı edebiyat denen ocağa 160 Sevgi deyince, döner kara gözleri hemen gökçeye Bilir ki ecelse çoğu zaman yakın gezer ökçeye, Molla Cami’nin kitaplarını çevirmişti Türkçeye Alın teri damlamıştı edebiyat denen ocağa …Bunun için Cami-i Rum lakabıyla anılmıştır. ….Otuza yakın eser vermiş olan sanatçı, …..Rabbi ona verdi diye ……Koştu sayısız nimete kulluğa ……Şükürde yarıştı, şükrü eda için, oldu ilahiyatçı… Bin beş yüz otuz iki de, yeşil Bursa’da ölmüştür …Kendisine Bursa’lı Lami’î de denilmiştir ….Şiirlerinden oluşan Divan’ı ile, …..‘Ferhatname’ ve ‘Şehrengiz’ adlı ……En çok bilinen eserleriyle …….Tanınıp, okunmuş ve beğenilmiştir. Mahmut Lami’i çelebi inzivayı çok sevmiş Ağır başlı olup, kendini tasavvufa vermiş Allah’ım gafil kulum, günahımı affet dermiş, Tok sözlü, hazır cevap, mizahi eğilimliyken …Fikirlerinde ısrarlı kişiliğe sahip oluvermiş …..Hayatın amaç ve gayesini, en gerçeğini ……Arifler zümresine katıldıktan sonra hissedivermiş. Edebiyat yazmak için yoktur ki, bilesin eldiven Bulamazsın bu yolda, çıkmak için göklere merdiven Eserlerinin sayısı dayar da otuza merdiven Türk edebiyat tarihinde nice çok eserler veren …Şahsiyetlerinden biridir, boş durursa daralır ….Tercüme ve nakil ürünlerinde birinci sırada yer alır …..Genel olarak eserlerindeki dil çok sade ……Sunar okuyana yazarken, ahengi sevgiyi bade, bade …….İfadesi çekici olup, ……..Vezin ve kafiyeleri diğer şairler kadar güzel kullanmış, ………Tercümelerinde sadık kalmıştır asla, ……….Oldukça serbest davranmış, ………..Hayal gücünü sınırlandırmamış …………Var sende okumak istersen, oku ey can, 161 ………….Okurken şöyle bir rahatla, …………..Arkanı şöyle bir yere yasla!... Geniş kültüre vakıf ve büyük bir birikim sahibi Hem de manzum ve mensur eserlerin edebi edibi Şiirce haykırışını alıp gitti de kuşlar göğe Okunur edebi sanatı, arşta gider en yükseğe Hepsinde başarılı eserler vermiş bir sanatçıdır Mahmut Lami Çelebi güzide bir edebiyatçıdır …Eserlerini de söyleyeyim ben hemen size; ….‘Şevahidi Nübüvve’ birisi …..Diğeri ‘Nefahatül Üns’ tercümesi ……Dahası; ‘Futuhul Mücahidin Li Tervihi Kulubül Müşahidin’ deyin, …….‘İbret Name’, ‘Şerefül İnsan’ ve ‘Makteli İmam Hüseyin’, ……...‘Divanı Eş’ar’, ‘Hüsnü Dil’, ‘Veysü Ramin’, ……….‘Letaif ’, ‘Lügat’, ‘Münazara-i Bahar-u Şita’, ………..‘Münşeat’, Nefsül Emr Risalesi’, ve Vamıku Azra, …………‘Şehri Dibace-i Gülistan’ ………….Hemen akla gelip, dökülüverecek eserleridir dudaktan Ey Feyzullah gel kendine, düştüğün yerden doğrul kalk! Bir çivi çakarsan hak için çak, sever seni de güzide halk, Güneş bakışlı çocuklar, senden hep bunu bekler bak Kalk silkin kendine gel de, sendende bir miras bırak …Derim ve bir şiir daha yazarım kendimce; ….Kah on dört hece, kah on altı hece, …..Genellikle duraksız on yedi ve on beş hece, ……Şiir derim ya gündüzdür, yani güzeldir bence …….Belki de bu bir şiir değil, belki de size göre gece… ……..Ama hakikat şu ki, bu şiir bir hece-serbest buluşma, ………Hem de yeni edebiyat akımı Gülce 162 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) HALİMİ ÇELEBİ Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider Kastamonu diyarından, doğum tarihi bilinmez Abdulhalim bin Ali’dir, ismi tarihten silinmez Bak zaman geçer hızlıca, parçalanıp dilinmez Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider Osmanlı âlimlerinin, büyüklerinden Halimi Hocası olup okuttu, Han Yavuz Sultan Selimi Zamanın âlimlerinden tahsil etti hem ilimi Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider * Alâeddin Arabî’nin hizmetlerinde bulundu Ondan maddi ve manevi, ilmi tahsille dolundu Bir nefes Gül-i Rana’dan, hava-i bahar solundu Sultanını görmek için, şaha kalkındı can evi. …Molla Alâeddin-i Arabî vefat edince ….Sonrasında Arabistan diyarına gidince …..Orada da çeşitli ilimleri dimağa getirince ……Haç ibadetini de, hakkıyla bitirince …….Sultanına selam vermek için, şaha kalkındı can evi. İran’a yol bulup gitti, ilme gün evi arardı O belde âlimlerinin sohbetlerine koşardı Mahdümi’nin hizmetinde, tasavvufi ilim vardı Feyiz alıp ilerledi, şaha kalkındı can evi Sonra asıl memleketi Kastamonu’ya dönmüştü Belki de ilim özlemi, birazcık olsun sönmüştü Harlayan yürek yangını, az ölkeseyip dinmişti Daha deyip ilerledi, şaha kalkındı can evi * 163 Hayatın altın gemisi, azgın sulara yürüdü Bâyezîd-i Veli canla, aynı devirde yaşardı Kin kusanların kimisi, durulamazdı şaşardı Kendisini heyecanla, hakkın yoluna bürüdü İnayet ayyuka çıksın, delaletse kalsın dünde Ruhu coşar kafesinde, insanlık selametine Müjde solur nefesinde, irfanlık alametine Çelebinin özlemi var, yıkamaz şeytani künde Haktan bulur merhameti koşar durur rahmetine Dosta vuslat özlemiyle, cennet gülleri kokuyor Sabrın külleri derildi, diller şükrünü dokuyor Bağışlasın rabbim bizi, erenlerin hürmetine Gecenin sessizliğinde, vuslata durur erenler Korkusuzluğu giyinip, hanlara vaaz verenler * Bundandır; bilgiye hâkim, bilmediğini okuyan Maddi ve manevi hekim, gönülleri hem dokuyan Bilelim bahse konu kim? Halimi Çelebi veli… Bu yüksek ilmi duyan, Yavuz Sultan Selim Hanım Seçti onu ayan beyan, han olmazdan önce canım Tırabzon’da Yavuz o an, valilikle vazifeli * Ol Halimi Çelebi’yi kendine hoca edindi, Talebeydi kendisine, dilinden ilim öğrendi Gece gündüz huzurunda, döndü onun sohbetine Devamlı feyiz almaya, ilk anda muhabbetine. Yavuz Sultan Selim Hanım, yaratanın bir kuluydu Halimi Çelebi’ye de; dili iltifat doluydu Yücelerin en yücesi, Allah’ın da ihsanıyla Osmanlı tahtına geçip, padişah oldu şanıyla Hep birlikte olmak ister, onu yanından ayırmaz Ne hoş onunla sohbetler, başka bir şeyi kayırmaz 164 Maneviyatı doyurmaz, salih amelden başkası Amelse; ilim bilirsen, doğru olur, açıkçası …Halimi Çelebi, ….Yavuz Sultan Selim Han ile ….. Birlikte katıldı Mısır Seferine bile. …Nakledilir ki; bu sefer zamanında ….Molla Şemseddin diye bir saray hocası vardı …..Teheccüd namazını kılan, iyi huylu bir vakardı ……Yazması öyle süratliydi ki, …….Kuran-ı Kerimi on günde yazardı. Yavuz Sultan Selim Han, Mısır fetih olunca, Mısır halkı Osmanlının, fesiyle huzur bulunca Bunun sevinciyle dolup, gönüller şuur dolunca Yavuz Sultan Selim Han’ın, dileği dile vurunca… …Halimi Çelebiye buyurdu ki: “Tarihi Vassâf yazsın, Şemseddîn efendi bize Maharetli kalemiyle, ışık tutsun gören göze” Padişah emri ulaşan, Molla Şemseddîn erenden Yirmi beş gün mühletin, ricası emri verenden …Mühlet isteği kabul gördü. ….Halimi Çelebi’nin evinde kendini bu işe verdi. * (H)alimi Çelebi’yi ziyarete gelenlerin B(A)zı Molla Şemseddin’i tanıyıp bilenlerin Ça(L)ışmalarına mani olmak pahasına Gel(İ)yorlardı hücresine ve çalışma sahasına… İste(M)iyordu zamanın başka işle gitmesini Hele k(İ) aldığı zamanın bitmesini… (Ç)ekti dış kapının iç sürgüsünü nitekim V(E) dahi odasını da kilitledi. Bi(L)medi gelen kimse kim!... Kal(E)mine sarılıp hızla yazdığı sırada Bera(B)erinde bir kimseyi oturur halde gördü orada Yüreğ(İ) ürperdi, aniden görünce, korkuyla titredi * 165 Anladı o kimse bunu, yaklaştı hemen dizine Heyecanı gidermeye, başladı şöyle sözüne; “Korkmayasın bizden sakın, senin gibiyiz, insanız Seni ziyarete geldik, dostluğa gelen ihsanız” …Böyle dedi gelen, ….Molla Şemseddin, kapıların kilitli olduğunu …..Pencerelere, girilmez demir örgüler dolduğunu ……Kontrol edip hemen, …….Bu kimsenin ricâl-i gâipten geldiğini ……..Anlayıp, idrak ediverdi. Yazmayı bırakıp ta, sohbet etmeye başladı Merak ettiği şeyleri, hem iletmeye başladı; “Arap diyarı bir tamam, bizce fethedilecek mi? Osmanlı topraklarına, öz diyar edilecek mi? …Yoksa dönüşten sonra tekrar ….Başka milletlerin eline geçecek mi?” dedi. …O zat dedi ki; “Karanlık basmış yollarda, iman nuru alevlendi Padişah Yavuz Selim Han, bu görevle görevlendi Mübarek belde hizmeti, onun nesline verildi Uykuya dalmış umutlar, uyanmaya gönderildi ….Bu kutlu davada ..…Allah’ın yardımına erildi İslâm padişahlarının arasında makbul olan Nebimizin sonrasında, bilesin ki kurucu Osman Ol evliyanın dışında, değildir hele Selim Han Ben söylerim hakikati, sen benim sözüme inan” …Diye söyledi. …Molla Şemseddîn: “Yavuz Selim saltanatı, çok uzun zaman sürer mi? Onun süresi dolmadan, Osmanlı buna erer mi?” ….Diye ekledi. …..O kimse; “Üç yıl vakti vardır.” dedi. …Molla Şemseddîn tekrar sordu: 166 ….“Konağında oturduğum Halimi’nin sonu nicedir? …..Yani onun vefatı hangi gündür, hangi gecedir?” ……O zat şöyle cevap verdi: “Yüce melek ecelinde, hemen gelir canın alır Şamdan öteye geçemez, Halimi orada kalır” ……..Şemseddîn Efendi dedi ki: “Ya benim ölümüm nerde, bilir misin ne zamandır? O zor mudur, kolay mıdır, bana ne kadar yamandır?” O zatı muhterem şöyle cevap verdi: “Kişinin kendine ölüm anın bilmek Rabbimin kanuna, hem ki ters düşerdi Yoktur ki kimseye, sonu bilip gelmek Nerede ölecek, nefisler bilemez Söyle deseniz de, biz bunu söylemez Rabbim yol vermese, buraya gelemez İzinsiz yok bize, bu kanunu delmek Allah’ın izniyle, bil kulağa düştün Dostun çelebiyle, dosta giden üçtün Üç ruhun haliyle, göğe doğru göçtün Üç dostta nasiptir, semaya yükselmek Yavuz Sultan Selim, derim hanlar hanı Hakkın yardımıyla, dilden dile şanı Cenazenizde var, gelmeye zamanı Nasip olur Han’a, namazınız kılmak” …Dedi beklediği haberi verdi. ….Koynundan tiftik bir başlık çıkarıp …..“Bu Selim Han’a hediyemizdir. ……Bir tane daha çıkarıp …….Bunu da Halimi Çelebi’ye veresiniz” dedi. …Bunun üzerine Şemseddîn Efendi; ….“Bana bir hatıranız, olamaz mı?” dedi Sana özel bir şey hazırlamadım bil Eğer istiyorsan, olur diyorsan gel Şu başımdakini, sana vermek güzel 167 Benimkisi sana, nasip olsun kalmak” …Dedikten sonra ….Başındaki arakiyye’yi ona verip; “Hadi hemen yaz bakayım, Ben sana izin vereyim Hızlı mı yazın göreyim Nasip olsun sonu bulmak” …..Deyince; Şemseddîn efendi başladı yazmaya. Hem yazdı hızlıca, hem mısra dizmeye Bir anda kayboldu, boşlukta gezmeye Zor oldu bir daha, gözlerine almak. * Bu durumları Hasan Can’a Anlattı bir güzel, baştan sona “Bir zahmet ulaştırıversen” dedi “Emanet arâkiyyeyi, Selim Han’a” Hasan Can; huzuruna vardı. Olanları dinledi Selim Han Olayın aslı budur, değil yalan Arakiyye oldu sevince salan… Saygıyla yüzüne sürdü ve kokladı. Ruhunu hemen ilahi bir muştu sardı Mısırdan yola çıkacak, hazır mı yokladı… * Mısırdan yola çıkmıştı, Şam’a yol aldı kafile Halimi Efendi dersen, yolculukta hastalandı Hekimlerin ilaç verdi, fayda etmedi nafile Selim Han bildi, anladı, ölümden gayri yalandı Kalbini hoşça tutmaya, çalıştı gayret gösterdi Sık sık ziyaret etmeyi, gönlünü almak isterdi Üçüncü gün vefat etti, Halimi vuslata erdi Yakınlar bildi bu ölüm, onları hüzne salandı 168 Molla Şemseddîn Efendi, vefat etti aynı gün, Selim Han’ın sarayında, vuslatında bulur düğün Aynı yerde kaldırıldı, cenazeleri üçünün Selim Han da hazır olup, son görevde yer alandı …Mısır Seferi dönüşünde ….Miladi bin beş yüz on altı senesinde …..Bu olaydan anlaşılmıştır ki; Halimi çelebi ……Şam’a gelince, …….Vefat etmiştir Mısır’dan dönüş seferinde… ……..Orada Muhyiddin Arabi hazretlerinin türbesinde ………Defnedilerek onun yanı başında yer bulandı… * Nakledilir ki; Yavuz Sultan Selim han, Ayak basınca Gözüm Anadolu’dan Dönüp bakınca Hatıralar var ondan… Hasret yakınca Bahseder hocasından… Pek çok sefere Mevlana Abdulhalim Benle çok kere Birlikte çıktı o âlim. Aksar her yere Hatırasın gör Selim. * Diyerek anardı, sevgi ve saygıyla Onsuz ne yapardı, düşünür kaygıyla Hatıralarıyla, çare yok döneriz Bahane bir küçük, çıbanla söneriz * …Yavuz Selim Han derdi ona; Mevlana Abdulhalim, hem molla hem efendi. İlim irfanı yüksek, ilmiyle amil kendi 169 Fazilet sahibi zat, hem ki nefsini yendi Yüksek derecelerin sahibi bir erendi …Hem vefalı, hem kerem ehli ….Yumuşak huyluydu, yola getirirdi cehli …..Az konuşur çok dinlerdi, ……Olmazdı konuşanın sözüne, konuşurken dahli… Başka insanlarda, kusur aramazdı Hakikati söylerdi, yalana uğramazdı Dedi kodu etmezdi, talana varamazdı Yüksek derecelerin sahibi bir yarendi Görmeye çalışırdı doğruyu ve güzeli Meziyetli olanlara, ilginin en özeli Kimsesiz fakirlere, uzandı yardım eli Yüksek derecelerin sahibi bir verendi Sonuçta onun ismi, her tarafta duyuldu Sözleri dinlenerek, öğüdüne uyuldu Nasihatin dinleyen, hak yoluna koyuldu Yüksek derecelerin sahibi bir görendi Ne zaman kimin başına, ne gelecek belli değil İzin ver ki gözyaşına, rıza-i hakka ver meyil Zehir katma gül aşına, gülün dikeni yok değil Herkes düşünüp taşına, geri dönüş yok diyendi 170 (Şiir : GÜLCE-Bahçe) İSHAK ÇELEBİ Üsküp’ten Prizren’e selâm gider, gül gelir Bir anne yatar serin selviler altında Yahya Kemal Beyin annesidir annem benim Dualar ak, dualar berrak ve dualar sımsıcak Üsküp camiinden bir öğle vakti Ramazanın son cumasıdır vakit Ezanlar okunanda, ruhları yıkayanda İşte o vakitte oy balam oy! İshak Çelebi doğar Haber gider Goraya, Prizren’e Su akar Karaçaydan Kerkük’te Türkmen gelinleri gökçe bakışlı gelinler Çeşme başlarında Balkanları düşler Bir güvercin boyun rengi Petrol mavisi yeşile çalar Çelebiler çıkar gölgelerden aydınlığa Sen düşersin aklıma Sen… * Kına yakılmış dostlar, saçı uzun geline. Candan sevmiş sevdiği, elin vermiş eline, Mutluluk dolu çiftin, bebek düşer diline Neşe dolar evine, hem de Üsküp iline …Bin dört yüz altmış beşte ….Üsküp’te doğar İshak Çelebi …..Her bebek gibi yerini alır ilkin beşikte. Kılıç yapmakla tanınmış, demirciydi babası Kılıç ustası İbrahim, yapardı kılıcın hasını. Üsküplü Hemdemi ise, onun biricik lalası Kışlarda soğuğa karşı, olurdu yünden abası 171 …Eğitim çağına gelen İshak Çelebi ilime daldı ….Zamanın ünlü ilim adamlarından nice dersler aldı İlim adamlarına ait eser ve nadideleri Çeşitli şairlere ait gazel ve kasideleri Tarih kitabı olarak kaleme düşüp gelenleri Nebi Muhammed’in hayatını anlatan selenleri …..Çokça okudu ……Öğrenimi sırasında sevgi dokudu. …….Zamanın dış işleri bakanı olan ……..Divan Reis’ül Küttab-ı Haydar Çelebi’yle ………Arkadaşlık eyleyip, birlikte gül çiçekleri kokudu. Edirneli şair Revani, Orhaniye’de medrese öğretmeni Hüsrev Efendi, Mübarek şehir Mekke’den Deli Birader kendi Ve Bursalı şair Halil-i Zerd de arkadaştılar biliriz yani. İshak Çelebi bulunur, çeşitlice görevlerde Öğretmenlikler yapmıştı, nice medrese evlerde Söz söyleyecek olursak, bu kapsamda etraflıca Edirne İbrahim Paşa, Üsküp ve Bursa Kaplıca …İznik Sultan Orhan, Siroz ve Edirne’de bir hadis okulunda ….Medrese öğretmenliklerinde yapar iştahlıca ödevler …Bin beş yüz yirmi dokuz yılında ….Kıtaları ulayan, Şehirlerin şehri Osmanlının İstanbul’unda Sahn-ı Seman medresesine öğretmen almaya Sınav yapılır liyakatli görevli bulmaya Medrese Sahn-ı Semana öğretmenlik yolunda Bir birinden merdane üç aday talip olundu Sınava giriş için gerekli evrak dolundu İshak çelebinin yanı sıra bu göreve amade İsrafil zade Fahrettin Çelebi ile Çivi Zade Seçici kurul; üç katımcıya da sordu sade Tavzih, Hidaye ve Meyakıf ’tan birer konuyu Hemen yazıya dökmesi istendi alelade 172 Sınavda kalemleri bildiklerini salınca Ancak her üç talipli de eşit puan alınca Bu ulvi göreve kimse seçilemez olunca Katılımcılar medreselere geri gönderildi Ancak belli bir zaman geçtikten sonra yolunca …Bin beş yüz otuz bir yılında ….İshak Çelebi çağrılarak bu göreve atanarak alındı. Öğretmenlik yaparken, Siroz medresesinde Beklemiyor olsa da, başka bir yere vize …Yakın Arkadaşı Serfice kadısı Amri ….Bir mektup yazar, kadılıkta huzur var …..Güvenli bir ortamla mutluluk dolu bir hayat var ……Gel geç kadılığa, kulak ver kardeşim bize …….Diye yazar mektuba, hislerini satırlara dize. İshak Çelebi halen, bulunduğu görevde Yeganzade Sinan’la, arası bozuk zaten Geçinemez bir çare, arardı hakikaten Bu öğüdü dinler, karar verir de evde. Bin beş yüz otuz beşte olurda o kadıların hası Şam vilayetine kadı olur, uzun lafın kısası. …İshak Çelebi’nin son görev yeri olur burası ….Hayata veda eder burada dahası. …..Ancak ölüm tarihi bilinmez kesin olarak ……Bin beş yüz otuz yedi ile kırk iki arası …….Öldüğü tahmin edilmektedir işin esası. 1- Selimname; Sevgili dostlar eserlerinden de söz edeyim size Neler yer almış değerli kalemden risaletimize Selimname için akmış ilk önce, mürekkebi ize Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler 173 Yavuz sultan Selim tahta çıkınca sarılmış kaleme Bu coşkuya tutkun eserin diğer adı ‘ishak name’ Giriş bölümünde sitemli satırlar gelmiş kelama Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler Beyazıt devrinde aydın ve âlimler değer bulmadı Yedi veren aşklar sarılıp da gönüllere dolmadı Söyler değeri bilinip, yalnızlığına son olmadı Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler Yavuz sultan Selim’in başa geçmesiyle yazmak gelmiş Devletin iç durumu eserde satır satır yükselmiş Bin beş yüz dokuzdaki devletin durumu dile gelmiş Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler Ta başlayarak İstanbul’u yerle bir eden depremden Yazar Yavuz’un tahta geçmesine kadar ki dönemden Söyler Yavuz’la aydınlar için kurtuluşa özlemden Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler …Eserde ve İshak Çelebi’nin özlem dünyasından ….Yavuz Sultan Selim’le beklenti hülyasından …..Osmanlı toplumu ve aydınlar için destek ve ilgi rüyasından ……Yavuz’a methiyelerle dem vurarak …….Gönül enginlerinden savruluşta dansa kalmış harfler 2- Risale-i İmtihaniyye(Sınav Risalesi); İshak Çelebi’nin sınav risalesi Bin beş yüz yirmi dokuz senesindeki Sahn-ı Seman’a talep hanesindeki Öğretmenlik için yazdığı halesi …Seçici kurul tarafından verilen konu hakkında ….Arapça olarak kaleme aldığı eseridir aslında 174 3-Divan; Tam yirmi altı kasidesi divan eserinde mevcut On dokuz tarih ve mesnevisi yerinde bulmuş vücut Altı musammatla üç rubai yerine etmiş sücut Sen ki üç yüz kırk bir adet gazelini de aklında tut …Mesnevileri arasında yeşili içine çizdiği ….Yüz on sekiz beyite mısra mısra dizdiği …..Bursa Şehrengizi mesnevisi de mevcut Bunlardan başka yazmıştır dört adet Arapça müstezat Kırk bir beyitlik Kaside-i Fasiha’yı da yazdı zat Kaside-i Fasiha; güzel kaside demek bil heyhat Onların açtığı çığırda şiirle sürüyor hayat Değinelim birazda nasıldı onun sanatı; Şiir sanatında oldukça deneyimli olmasıyla Bu konuda geniş ve engin bilgilerle dolmasıyla Şiirde yapmacık ve gösterişten uzak kalmasıyla Retorik kurallarının mısralarda yer bulmasıyla Dil bulmuş, satır bulmuş, yunusça çağlamış fikriyatı. ….Şiirlerine çok iyi tarih düşürmüş …..Heyecandan okuyanların içi üşürmüş ……Her dizesi tarih olan nice şiirleri vardır …….Çoğu mısralarında aşkı sanat haline getirmiş ……..Aşıkların hali vardır, sanat bile aşka dardır Dostlarıyla olan ilişkilerini anlattığı için Hayatını da şiirlerine bolca yansıttığı için Yaşadığı dönem hakkında da bize bilgi verilmiştir Gerçek şu ki; şiirleri hakikaten çokta sevilmiştir. Nesirlerindeyse sözcükleri gayet akıcı Kullandığı her kelimeyse yerli yerindedir Olurken şiirleri gayet yalın ve yakıcı Gösteriş ve yapmacık nesirlerin içindedir …Benzersiz güzel buluşları ….Hoş eğretilemeleri ve loş dokunuşları 175 …..Düz yazı sanatı hakkında derin bilgisi yanında ……Vardır tarihçi yönünü de sunuşları İshak Çelebi, erdemli ve iyi huylu bir kişidir. Coşkusunun yanında şen ve neşeli olmak işidir Dostlarıyla konuşurken gönülden konuşan biridir Şam kadılığına kadar; söylenti, tam bir serseridir… Bu yüzden ‘Harabati şairler’ arasında anılır Kim bilir belki de sadece bir söylentiye kanılır. Söylentilerden bir anekdot var elimde, şöyle bişi Bir gün bir düğünde içki sunan sakilerden bir kişi …Her sunduğu içki de onun bir gazelini okumak olur işi ….İshak çelebi de Yanındakilere; …..‘Acaba gazellerim olmasaydı bunlar ne okurdu?’ ……Demiş ya güya, dinle be hey kişi …….Onunla arası açık olan Şah Kasım da, ……..Sanki o anı beklermiş ki, ………Turnayı gözünden hemen oracıkta vurdu; ……….‘Bunlar olmasaydı, acaba gazellerini kim okurdu?’ ………..Aklınca söze durdu. Bir tadımlık fallar atarız gönlümüze ve dilimize Düşleriz yalansız sevinçler fırtınasında ısınmak Kırık bir saz olmasın isteriz yaşamın elimizde Bize düşer kardeşimizi günahlardan uzak sanmak …Hiç içimden gelmiyor arkadaş ….Osmanlının değerli şair, yazar ve eğitimcisi …..Hem de Şam vilayeti kadılığı etmiş birine ……Gıyabında su-i zan üzere böyle bir taş …….Benden uzak olsun, beynimden uzak olsun gardaş. ……..Melekler olsun cümlemize sırdaş. 176 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) EMİR HAYALÎ ÇELEBİ “Derin sevgi harmanında, harmanlanır nice canlar Serin, bölge ormanında, gölgeler önce insanlar Büyür ter temiz hanlarda, narin ellerde yunanlar” * Şair ve eren Mısırda yetişen Namı Ahmet verilen Şemseddin diye bilinen Büyür gelişirde kendisi Ebü’s Safa okunur künyesi Babasıdır ki; İbrahim Gülşenî Meşhur velinin oğlu ve halifesi Bu eserin, Emir Hayali Çelebisi… * Bayındır şehirlerden, diyarı Tebriz ilinde Miladi bin dört yüzün, seksen beşli yılında Bu gün İran bilinen, Türk Azeri elinde Narin ellerde yundu, ak kundağına kondu… Doğduğunda babası, gezer idi attaydı Allah yoluna davet, vaaz ve irşattaydı Dede Ömer Rûşenî, hazretse hayattaydı Narin ellerde yundu, pak kundağına kondu… Babasının hocası, Dede Ömer Rûşenî Küçük yaşta göründü, ona bebekler şeni Velilerden olacak, artır baba neşeni Dedi müjdeyi sundu, hak kundağına kondu İlim öğrenip ondan, hazineler bulacak Ferasetiyle dolup, âlem müştak olacak Kendisinden çok kimse, nice feyizler alacak Dedi müjdeyi sundu, bak kundağına kondu 177 …Akıl yaşta değil baştayken ….Henüz daha çocuk yaştayken …..Başından geçen hadiseler …...Onun bu güzel hasletlerini ……Dede Ömer Ruşenî hazretlerini …….Sözleri istikametinde doğruluyordu… Eşkıyalar türedi, Sultan Rüstem devrinde Evleri yağmaladı, ay karanlık her gece Buna çare olmadı, fevkalade fevrinde Tedbirler de alındı, çare olmaz şer güce İbrahim Gülşenî’ye, Tebriz halkı geldiler Bu bela nasıl kalkar, yardım eder bildiler Dua destek isterler, yalvar yakar dildiler İbrahim Gülşenî’den, çare bulmaz şer güce… “Onlar bu işlerinde, durmadan devam eder Bu haramilik böyle, bir müddet sürer gider Zarar bize dokunsa, yakalanırlar biter… Tedbir budur biliniz, çare almaz şer güce” …O zaman bir bey, başka bir yere gitmişti. ….Altınlarım, çalınır diye …..Hanımının içi , pırpır etmişti… İbrahim Gülşenî’ye, derin bir güven duyup Tüm mücevheratını, küçük sandığa koyup Başkaları da dâhil, kollasın da koruyup… Harami yol bulmasın, çare kalmaz şer güce …Diye emanet bıraktılar. * (H)aramiler bunu duyup, sağa ve sola baktılar M(A)lı toptan götürmeye, şeytanca fikirler yaktılar İb(R)ahim Gülşenî hazretlerinin evini bastılar. Har(A)miler onu öldürmeye, sessizce eve aktılar Yete(M)edi kılıçları, kılıçları onun hiç canını yakmadı İbrah(İ)m Gülüşeni’nin gözleri hiç iyi bakmadı 178 * Çoluk çocuğu alıp, dışarıya çıktılar Ahmet Hayali daha, küçücük bir çocuktu Uyuyorken uykuda, o halde bıraktılar Hizmetçi yanındaydı, gözler mavi boncuktu …Kaldıramayınca hiçbir eşyayı yerinden ….Haramiler; İbrahim Gülşenî’ye emanet edilen, …..Şaşkınlıkları ayyuka çıktı, şok oldular derinden. …Hizmetçi Onlara; “Bu kadar denediniz, bir şey alamadınız Efendime emanet, bir toz çalamadınız Kendinizde bu gücü, dahi bulamadınız Hala aklı başında, insan olamadınız” ….Deyince ona saldırdılar …..Bu sırada yaptıkları gürültüyle ……Uyumakta olan küçük çocuk …….Emir Hayali’yi uykudan kaldırdılar… “Başladı bağırmaya babam nerede?” diye Babası hemen geldi, cop verdi hizmetçiye Dedi “git çıkar hemen, onları dışarıya” “Bismillah” der hizmetçi, vururda haramiye Başlayacak dediler, başta delik açmaya Haramiler korkuyla, başladılar kaçmaya Kaçarken yeltendiler, neredeyse uçmaya Emir Ahmet Hayali, savururda arkadan …Elindeki bıçağı; ….Vurur çocuk onunla, bir kaçağı …..Haramilerden birinin ayağı ……İsabet almıştır da, boşalır kan aşağı… …….Ayakkabısı düşüp orada kalakalıyor… * 179 (E)rtesi gün olayı duyan emanet sahipleri E(M)anetlerinin durumunu sordular Em(İ)ndiler, eşyalarına bir şey olmadığına Zara(R) görmediğini, çalınmadığını gördüler… (H)ayret ki, İbrahim Gülşenî’nin T(A)lebelerinden bazılarının, bazı eşyaları çalınmış, Ni(Y)e ki, diğerlerine bir şey olmayıp, onların kiler alınmış? Cev(A)bı ve hikmeti, İbrahim Gülşenî’den soruldu: ‘Yaka(L)anacak hepsi yarın tez elden Kesil(İ)p birer uzuvları, mahrum kalacak hepsi birer elden’ denildi. (Ç)arçabuk yakalandı, ertesi gün haramîler, G(E)rçekten kimisi öldürüldü, Öy(L)e ki; kiminin ayağı, kiminin eli kesildi. Ahm(E)d Hayali; “Yaraladığım kişinin ayağına baksınlar. Gari(B)im şaşmış haramiyi, bana bıraksınlar” deyince verildi, Dileğ(İ) kabul gördü, çocuk yaşta Emir Hayali’nin. * Adam kendisine bağışlandı Suçu affetmekte güzel işlerden Vardır bir bildiği, diyerek hoşlandı, Harami tövbe etti, oldu dervişlerden… * Toplanmıştı çapulcular Şah İsmail çevresinde Akkoyunlu Devletinin merkezi Tebriz’e yürür Önce İbrahim Gülşenî, uykuda bir rüya görür İşi gücünü bırakmış, zalimler kem devresinde Tebriz’i işgal ederler, gözlerini kan bürümüş Şah İsmail ve ordusu, ederler her evi talan Yakarak yıkıyorlardı, olmuyordu sağlam kalan Nefisleri şeytan olmuş, ta derinlere yürümüş Yakınlarına anlattı, gördüğü korkunç rüyayı; “Bela gelmeden gidelim” deyince çıktılar yola Talebe ve yakınları, hem çok az verdiler mola 180 Tedbir için almışlardı, çoğu oklarıyla yayı Hicrete koyulmuşlardı, çocuklar at terkisinde Kırlar çiçeğe durmuşta, göz çiçeğin nergisinde * …Babası İbrahim Gülşenî; ….”Evlâdım, korkuyor musun?” dedi. …..Oğul Emir Ahmed Hayalî; “Babacığım mademki, sizinle beraberim; Endişe etmiyorum, yok korkudan haberim Rabbine iman edip, âbid olursa kullar Onun güvencesinde, diyordu peygamberim” …İbrahim Gülşenî hazretleri; ….“Yüce Allah’ım seni, korkulardan korusun …..Arkana bakma! ……Korkuya ışık yakma! …….İhlas Suresini okumaya devam et” dedi. Bundan sonrasını da, Emir Hayali söyler: “Ondan sonra rahatlar, kalbim hep huzur eyler Artık hiç endişem yok, kalmaz korkuya yollar Kalbimde yeni bir nur, oluştu güzel şeyler …İhlâsı her okuyuşumda, kalbim daha bir selamet. Bir araziye geldik, hep beraber giderken, Atının terkisinde, binmiştim gidiyordum Babam yoruluyordu, benle meşgul olurken Ona hayli sıkıntı, veriyorum diyordum …Kalbimden; Keşke şimdi burada, olmasaydım yanında Rahat etseydi babam, diye de iç geçirdim Ben bunu düşünürken, döndü bana anında Pür dikkatle sözünü, kulağıma içirdim “Ahmetçiğim istersen, birkaç gün ayrıl bizden Namazını kılasın, terk etmeyesin sakın Su bulamazsan yolda, az içeri git izden 181 Su ve yemek bulursun, düşman olursa yakın …Bu sayede kurtulursun, ….Hem böylece bana ulaşırsın” deyip Beni oracıkta attan indirdi. Atını koşturup kaybolup gitti Geceyse kendine siyah bindirdi Sahrada karanlıkta, kalmama yetti …Kâh ayrılık üzüntüsü, ….Kah ne yöne gideceğimi bilemedim. Şaşkınlık içinde bakıp giderken Biraz yol gidince, bir ateş gördüm Daha yaklaşınca, köyden çıkarken Son ev olan eve, yolumu sürdüm Ev sahiplerine hemen seslendim Kapıya çıktılar, misafir oldum Ben kimim sordular, öyle hislendim Babamı tanırlar, çok hürmet buldum Bende hatırladım, sonradan onları Tebriz’e babama, misafir geldiler Hediyeler sundu, bize dost yanları Süt ve kaymak verip, mindere ildiler. Misafirlik bitip, geriye dönerken Babamda onlara, hediyeler vermiş; “Sizler garipsiniz, bilin ki gün erken, Bakarsınız oğlum, Ahmet size ermiş …Sizin garibiniz oluverir” demişti. Kimse anlamadı, bir şey bu sözlerden Babamdan keramet, dediler bu hale Daha bir hürmetle, döküldü yüzlerden Güler yüz yanında, birer parça hale …Annemin Tebriz’den, ayrılmadan önce ….Kuşağıma koyduğu, altınlardan birini 182 Ev sahibine çıkarıp verince Diğerleri de altını görünce Aralarında fısıltı başladı Kızgın baktılar, fısıltı durunca Paranın hırsıyla, üstümü soydular Eski bir elbise, bulup giy dediler Otuz altınımı, ceplere koydular Gece çıkıp gittim, gitmiş hey dediler Babamdan tarafa, koşa koşa gittim Peşimden çıktılar, beni çağırdılar Hızlıca koşarken, yorgunluktan bittim Bulabilmek için, bana bağırdılar …Niyetleri kötüydü çok belli ettiler, ….Umutları kesilince, dönüp gittiler. * (T)am bu sırada B(E)yaz bir kuzu çıktı önüme Ta(B)iîdir ki; sevinç düştü gönlüme Sah(R)ada düştüm onun peşine Kend(İ)sini göremediğimde, kayıp eyleyerek Koyma(Z)dı merakta, belli ederdi yerini meleyerek. * Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım Kalbim rahatlamıştım, sabaha kadar gittim Bir çeşmeye varmıştım, namaza niyet ettim Kuzuyu da suladım, su isterdi hissettim Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım Öğlen olmuştu oldu, su bulduk iki yetim Abdestimi aldım da, namazaydı niyetim Kuzu otlardan yedi, ben onunla ot yedim Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım * 183 İkindi oluncaya, devam ettikte yola Namaz için yeniden, verdiydik yine mola Namazdan sonrasında, yola tekrar koyulduk İki taze ekmekle, birde peksimet bulduk …Sahibini bilmediğim için almak istemedim ….Kuzu yanıma yaklaşıp geldi …..Peksimeti verdim yemeyip geri çekildi ……Ekmeği uzattım yedi. …….Peksimeti de ben yedim. ……..Ücret olarak sahibi gelirse ………Külahımı veririm dedim. Yoluma devam ettim, akşam namazı kılıp, Kuzu yanıma geldi, acayip sesler salıp Sürtündü kedi gibi, yumuşacık tüylüydü Sevdim onu, okşadım, kucağıma da alıp …Yatsı vakti olurdu ….Kuzu yolun bir kenarında durdu …..Başı ile işaret ederek ‘buradan git’ diye buyurdu. ……Bir lütuftu bu, anladım rabbimden …….Yoksa bir kuzu ona bakarken ……..Bir anda nasıl kaybolurdu. * Gösterdiği yöne dosdoğruca gittim Kalbime gelmedi hiç ki hiçte korku, Gece yarısında, bir sestir işittim Biterdi şüpheler, meraklıca sorgu …Önden giden üç kişiye yavaşça ….Arkadan yaklaşıp dinlediğim de. Söylediğim gibi de, kuruttum merakımı Biri benim hocamdı Muslihuddîn Efendi Diğerleri dostları, hem yarenlik takımı Yaklaştım selam verdim, aleykesselam dendi …Sesimden tanıdılar, elbiseme şaşırdılar ….Anlattım kuzudan başkasını …..Çünkü; ve başımdan geçen hali sordular. * 184 Yatsın su bulamadık, namazı kılacaktık Aklıma geliverdi, hemen babamın sözü Dağın ardına döndük, giderken aştık düzü Önce abdest almaya, bir çeşme bulacaktık Hem ateş yanıyordu, bu çeşmenin önünde Abdest aldık, ısındık, imamla namaz kıldık Dilinmiş ekmek bulduk, yedik uykuya daldık Yine yola koyulduk, o gecenin gününde Otuz kadar süvari, çıktılar yolumuza Birisi öne gelip, hemen halimiz sordu Hocam; ‘Karaahmed’e, yolcuyuz biz’ diyordu Belli ki göz dikmezler, para ve pulumuza ‘Kafilemiz önceden, hızlı gidip aktılar Bizimde yetişmemiz, lazım dedi’ baktılar * O kimse hocamı sesinden tanıdı Öğrendik ki onlar, beni arıyordu Hocam da tanırdı, bu işin kanıtı Gördünüz mü diye, bize soruyordu …‘Onu babası bana emanet etmişti’ dedi. ….Hocam da ‘İşte budur’ diyerek beni gösterdi. Atından indi de benimle tokalaştı Bana atını verdi başka bir ata bindi Hocam yürüyecekti, bana fena bir işti Ona da at verdi de, benim gönlüme sindi Bana biraz parayla, verdi bir küçük mendil ‘Eğer olursa yolda, sizlere bir saldıran Bu mendili gösterin, Mirza Hasan verdi bil Kimse bir şey yapamaz, olur buna aldıran’ Deyince yolumuza, hızla devam etmiştik. Babamın kafileye, en tezinden gitmiştik. …..Onun kafilesini de, Rafızi Eşkıyaları çevirmişler 185 ……Babamı sorup, gözlerini oraya buraya evirmişler …….Fakat onu görüp dururken, görememişler ……..Kafilesi yola devam ederken buluştuk, ………Birlikte Diyâr-ı Bekir’e ulaştık” diye anlatır… * Zulme akıl ermedi Orda da aman vermedi, Şah İsmail ve adamları… Babasıyla birlikte durmadı Mısır’a yönelmişti adımları... Mısır’daki Memluklu halkı ve sultan Kansugavri çok hürmet ve tevazu etti. Sultan Kansugavri; İbrahim Gülşenî’ye Güzel bir medrese yaptı Onun ilim ve irfanından Senelerce orada insanlar Feyizle manevi hayat buldular. Mısır’a gelince Yavuz Sultan Selim Han Gülşenî ile görüştü Muhabbet ettiler iki can Birbirlerine hürmet örüştü… Dört tane de halife Kırk icazetli talebe Biri Emir Ahmet Hayali Bir diğeri de Hasan Zarifi Anadolu Hisarında metfundur. Sadık Ali Efendi Diyarbakır’da Âşık Musa Efendi’de Edirne’dedir. İbrahim Gülşenî; Bin beş yüz otuz üçte Taun’da vefat ederek, Yüceler yücesine göçtü. 186 Babasının vefatından sonra Oğlu Emir Ahmet Hayali geçti Kendisinin makamına rücû ederek… * Tasavvuf ve olgunlaşma yolunda, Yolunda ilerlemek için yedi gün Yedi gün kendi halinde Kendi halinde yalnız kalarak, Kalarak yüce Allah’ı zikirle Zikirle, fikirle tevekkül ederek meşgul oldu. Meşgul olup yedi gün dolduktan sonra Sonra irşat ve doğru yolu tebliğ makamına oturdu Makamında oturup babasının Babasının talebeleri ve sevenleriyle Sevenleriyle birlik içinde ve beraber olmaya Beraber olup parçalanmamaya davet etti. Daveti alan halife ve dervişlerin bir kaçı, Bir kaçı hariç hepsi bağlılıklarını arz etti. Etmeyenlerden biriydi Nahifi Halifeydi. * Bu konuda Nahifi, bakın ne söylemiştir; “Hayali’nin babası, vefat edip göçünce Hayali babasının, makamına geçince, Karar veremeyerek, gönlümü eylemiştim. Babasına bağlılık, elinde tövbe yeter Başka bir lidere, bağlılık lazım gelmez Demiştim de hocamız, rüyama geldi gülmez Bu durum geldi bana, ölümden bile beter Beyaz elbise giymiş, beyaz sarık sarmıştı Beyaz değil siyahlar, giyer dedim içimden Niye vazgeçti acep, her dem siyah seçimden Hatırımdan geçenin, hem farkına varmıştı; ‘Orda siyah giymenin, bil sebebi niçindir Onun tersine bugün, beyaz giymek içindir’ 187 * Mübareğin ellerini, öpmek istedim eğilip Yüzünü çevirdi benden, öptürmediler elini; ‘Hayalinin elini öp, git dinle onun dilini Yetişecek talebeler, yanlarında eğitilip… Seninde ondan feyizler, alman lazım’ buyurdular Tekrar baktığımda gördüm, beyazlar giymiş olan zat Emir Ahmet Hayalî’nin, kendisi olmuştu bizzat Bağlılığımı bildirdim, sözümü duyup durdular Bu yanlışımı gösteren, güzel rüyadan uyandım Niyet ettim talebesi, hem halifesi olmaya Tasavvufun merhalesi, yüksek derece bulmaya Sabaha kadar sabredip, beklemeye zor dayandım Gördüğüm rüyayı bildi, dikkatle baktı şu göze; ‘Babamdan işaret aldın, yoksa gelmiyordun bize’ * Diye eğilip söyledi, bildiğini kulağıma… Başkaların başına da, geldi bunun gibi haller Birkaç tanesini duydum, anlatıyorlardı diller Kulağımı kabartımda, soluma ve de sağıma…” …Emir Ahmet Hayali Bin beş yüz kırk iki de, hac yoluna yürüdü Hac görevini yaptı, gönlü huzur bürüdü Peygamberimizin, kabrini de ziyaret etti Onu bu ziyaret, sevinçlere boğmaya yetti. Bin beş yüz elli beşte, acaba nasıl şehir? Diye merak ederek, İslam bol şehre gitti …Kudüs, Şam ve Halep yoluyla ….İstanbul’a gelerek, altı ay ikamet etti. …..Sonra tekrar Mısır’a döndü…. * 188 Bin beş yüz altmış dokuz yılında İman ve ihlâsın nuru alında Bu fani olan kısa hayat yolunda Memluklu halkının sevgi dolu kolunda Mısır diyarında, yüce Mevla’ya kavuştu * Hayattayken her zaman, güzel şey anışmıştır Faydalı konularda, tesirli konuşmuştur Sözlerinde incelik, zarafet uçuşmuştur Manası derin olan, dilden manzum savuştu …İnce manalı ve ilahiyat imalı şiirleri ….Şiirlerinin bulunduğu Divan’ı vardır… …..İşte bizim böyle de Çelebilerimiz vardır. ……Yanlış ve hatalarımızdan dönmez isek …….İzlerinde gitmez isek, iki dünya bize dardır… (Şiir : GÜLCE-Bahçe) 189 MİRİM ÇELEBİ Çelebiler geçiyor, geçecekler bekleyin Yıldızlardan taç yapın akça kavuklarına Çiçekleyin takları, divit hokka koyarak Katılın siz de Onların Yolculuklarına… Yarına hey yarına, Bizim çelebilerden Kara göz, kesin karar Aşk ve tarih Akar da akar Gönüller diyarına… * ……Bu sefer dostlar, bu sefer ……Bir başka çelebiden …….On altıncı yüz yılda yaşamış, ……..Mirim Çelebi’mizden bahsedeceğim ………Sizlere… Asıl adı Mahmut’tur Mirim Çelebi’mizin …Tanınmış Osmanlı matematikçisi, ….Astronomi alimlerimizdendir kendisi. …..Bu alanda çalışmaların ……Devamıdır dünden geleceğe offf! Bin dört yüz yetmiş beş, civarı bir yılda Ay aydınlık sabaha, göz açar İstanbul’da Sonsuza uzanmaya, kanat çırparak koşar, Goncalaşmış bir gülün, sevdası var her kulda …Hem Ali Kuşçu’nun hem de Kadı zade’nin ….Yanaklarına ay düşüren torunları oldu. 190 Dede oldu kendisine, namı değer Hoca Zade, Mirim Çelebiye oldu, biricik kızı valide Kutbettin Mehmet olunca, saygıya değer babası Meşhur âlim Ali kuşçu, baba tarafından dede… …Babası Kutbettin Muhammet’tir ….Mehmet’in yanında söylenir ona, …..Birde böyle bir ifade… İstanbul medreselerinde okudu …Bursa manastırında hoca iken ….Genç yaşta vefat edince babası, …..Dedesi Hoca Zade, ……Yanına alıp, yetiştirmek için oldu hem de hocası. …….Sinan paşa’nın hizmetine girmiş iken, ……..Ondanda ders almaya gayretliydi çabası. Önce İnebolu da, müderris oldu Edirne’den sonra Bursa’ya yol buldu Son gayretle gün ufka batıp giderken Bir sonraki güne hazırlanır erken …Medreselerinde yetiştirmek için umuda yelken, ….Her türlü emeği ve çabayı esirgemedi. …..Gönüllerin geleceğe olan sevdasına, ……Uyanmak için uykudaki derinlerden… İkinci Beyazıt Han’ın, şehzadelik döneminde Hocası olup ders verdi, hesabi ilimler derdi Riyaziyat derslerini, öz belleğine gönderdi İlme irfanla çalışıp, oldu her an öneminde Yaprak dala sarılır, dal dediğin gövdeye Söz güler; gökte güneş, düş saklar hep sevdeye Dünya’nın sahnesinden, nice mevsimler geçer Çalışırlar her daim, azık dolsun heybeye… Kulaklarımızdadır hep yaşam ezgileri Koşarız peşlerinden, bizlerde bu sevdaya, Asırlar geçse silinmez, yüksek yaşam çizgileri Onlar gidiyordu aya, biz kaldık bu yolda yaya 191 Hocalık etmişti şehzade şahsına İkinci Beyazıt geçince tahtına Önemli makamlar görev yeri oldu Mirim Çelebi’nin güzide bahtına …Bin beş yüz on dokuz yılında; ….Yavuz Sultan Selim zamanında Kazaskerlik görevine, çıkar birde hayat yolu Görevde yükselip oldu, görev yeri Anadolu Dudaklarında bir gülün ebedi sevgisi vardı Aşkla susamış dilini, o güle salâvat sardı …Mirim Çelebi, Kısa bir süre sonra Emekliye sevk edildi, görevden azledilerek, Hayatının sonlarında, hacca gitti bir kafile Say edipte vakfe durdu, öncesinde tavaf ile Hac görevini yapınca, ilahi haz edilerek …Dönüşünde Edirne’ye yerleşti. ….Bir dalganın köpüğüyle üşüdü sözleri …..Gün ufuktan batıp giderken son gayretle ……Her bir tarafı bin bir renge, boyamak isterdi gözleri… Ağaçtan sararıp ta, düşen her yaprak gibi Eğilip döner beller, toprağa orak gibi Çalar Cebrail melek, onunda kapısını Bin beş yüz yirmi beşte, mertek yapısını …Defnederken Kasım paşa Camii avlusuna ….Döşerler sıra sıra tahtalarla… …Kimi arzular peşinde koşar, ….Şeytanı memnun ederken, …..böyledir der töre… …..Merhum Mirim Çelebi ……Yaşamadı hayatını şeytana ve nefsine göre. …Yüce yaratıcı, ulu rabbin yolunda ….Rızaya istikamet için, aşkla ve şevkle doldu İki büyük astronomdan, torun diye destek buldu Fikriyat gelişmesinde bunun çok etkisi oldu 192 Zor olmadı bu sebeple, kendisine yön bulması Bir sevdanın sarnıcında, arşa sevda dolması …Dedesi Ali Kuşçudan sonra, ….Osmanlı devletinin ilim hayatında …..Geometrinin gelişip ilerlemesi için ……En çok çalışan kişi olması… …….Matematik ve astronomi alanlarında ……..O dönemin en çok tanınan kişisi haline gelmesi… ………Tesadüf değildir diye; ………..Kaydı düşer, okunası beyaz yaprağa. …Özenti duyarak karıncalara, Arıların metrelerce gidip yaptığı ballarına Tohumlar dökerek gidilesi zirvenin yollarına Yüreğine tutunarak uzandı bilim dallarına Haylaz vakitlerden kaçarak gün toplayıp kollarına …Özlemine sarılarak yarınların, arşa merdivenine, ….Uluğbey’in ünlü ‘Zeyç’i olan eserini …..“Cetvelin Düzeltilmesi ve Çalışma Kılavuzu” adlı kitabına ……Kendi görüş ve düşünselleriyle birlikte …….Farsça olarak şerh etmiştir… .……..Çalışmaların devamında büyükbabası ………Ali Kuşçunun Astronomiyle ilgili eseri ……….‘Fethiye’ adlı risalesini de şerh etmiştir… Dişlerinden akınca bedenin yorgun teri Kazandı göğsündeki en sancı dolu yeri Bin emekle eritti, sırtında yüz dağları Yorulsa da koşarak kucakladı çağları …Matematik ve astronomi ile ilgili vardır ….Yazdığı bir çok eseri halesi, …..İkinci Beyazıt’a sunulmuştur sekiz adet risalesi ……Bunlardan başka trigonometriye dair …….Bulunur çoğu Farsça yazılmış eserden gül lalesi ……..Hepsi birer aydınlık meşalesi… Matematik sahası bilimlerin yanında Türkçe ve tarih kokar, kıp kırmızı kanında 193 Yanaklardan ay düşer, yıldız parlar alnında Türk dediğin doğruluk, dürüstlük vicdanında Heyet ve müsellesata dair eserlerle ünlüdür.. İnsanlığa sevgi dolup taşan, coşan yeri gönlüdür …Batlamyus’un bin dört yüz senelik ….Hiç itirazsız kabul edilen …..Dünya merkezli kainat sistemi görüşünü ……Yıkma çabalarına, Kopernik’ten yirmi yıl önce başlamış …….fakat teorisini açıklamaya ömrü yetmemiştir, ……..Çünkü ömür dediğin, zamanlı ve günlüdür…. En ünlü öğrencileri; Ali el Muvakkit ile Filozof ve de tarihçi, ünlü Taş Köprülü zade Geleceğe gelsin diye, peşinden nice öğrenci Yetiştirdi hepsini, hepsi bu yolda azade …Osmanlı edebiyatında en bilinen eseri ….‘Munyet El Seyyadin fi El Av’ dır. …..Astrolojiye dair en bilinen eseriyse ……Türkçe ‘Mesaili Mirim Çelebi’ adlı eseridir. …….Yeşerip filizlensin diye, geçmişten geleceğe ……..Tohumlar bırakır hala toprağa… Güneşlere sıvanır, bir gün elbet gülüşler Yaratanın rızası, içindir son dönüşler Aşacağız vuslatın, görünmez surlarını Belki bizde cennete, atıp giriş turlarını …Buluruz orada kendimize yer… ….Yoksa bu akılsız başın götürdüğü …..Bencileyin, orada ne eder…. 194 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) SULTAN YILDIRIM BEYAZIT HAN Babası Sultan 1. Murad handır. Annesi: Gülçiçek Hatundur. Doğum Tarihi: 1360. Tahta Çıkışı: 1389. Ölümü ise 8 Mart 1403 olarak bilinir. Osmanlı Padişahları arasında hakkında en çok konuşulan Padişahın Yıldırım Beyazıd olduğu doğrudur. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi; Kısa zamanda Anadolu birliğini kurup devleti genişletmesine rağmen, 1402’de Ankara’da Timur’a yenilerek tekrar başa dönülmesine sebep olmasıdır. İkincisi de, hem Emir Sultân Buharî’ye kayınpeder olması ve hem de içki içtiğine dair iddiaların bulunmasıdır. Önce Yıldırım Beyazıd’ı tanıyalım. 1387 tarihinde katıldığı Karaman Seferinde gösterdiği kahramanlıklardan beri Yıldırım lakabıyla anılan I. Beyazıd, Sultân Murad’ın büyük oğlu ve veliahdıdır. Bursa’da babasının tahta çıktığı sene yani 761/1360 yılında Gülçiçek Hâtun’dan dünyaya gelmiş ve 791/1389 yılının Ramazan ayının beşinde de babasının şahâdeti üzerine tahta çıkmıştır. Padişah olmadan evvel sırasıyla Kütahya, Hamid İli ve ilk Amasya Sancak Beyliği gibi tecrübeleri bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin Kosova’da haçlı ordularıyla meşgul olmasını fırsat bilen Karamanoğulları, Osmanlı Devleti’ne ait sancak ve kazalara hücum başlattı. Bunu gören Yıldırım, 1390 yılının ilk günlerinde Anadolu birliğini tehlikeye sokmamak için hemen bu bölgeye intikal etti. Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beylikleri Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını bildirince, hemen 1390-91 kışında Ankara’ya gelerek orada kışlasını kurdu. Sonradan yanına Bizans İmparatoru II. Manuel’i de alarak Karaman bölgesine geçti ve onları ikaz etti. Zaten Karamanoğlu Damad Alâ’addin Bey de firar etmişti. Ege Adalarını vurarak Venedik Cumhuriyet’ine gözdağı vermeyi de ihmal etmeyen Yıldırım’ın bütün hayali İstanbul’u fethetmek idi. Bu sebeple 1391’de 7 ay sürecek olan İstanbul kuşatmasına başladı. Bizans’ın sulh ile itaat edeceğini umuyordu; ama olmadı. Rumeli’nde gayr-i müslimlerle uğraşan Osmanlının aleyhine, durumu fırsat bilen Karamanoğlu-Candaroğlu ve Sivas’daki Kadı Burhâneddin’in ittifak yaptığı duyuldu. 1392’de Candaroğlu halledildi; İsfendiyaroğulları da Osmanlı’ya itaat etti. Kadı Burhâneddin ile olan savaş daha deh195 şetli idi. Yıldırım’ın oğlu Şehzâde Ertuğrul’un kumandasındaki Osmanlı ordusu, Çorum yakınlarında yenik düştü. Bu arada Yıldırım’ın kendisi Rumeli seferine devam ediyor ve 1392’de filozoflar diyarı olarak bilinen Atina Osmanlıya teslim oluyordu. Bütün bu gelişmelerden rahatsız olan Macar Kralı Sigismund, üçüncü bir haçlı seferi hazırlığında idi. Gerçekten her çeşit düşman milletin yer aldığı 70.000 kişilik orduyla Tuna’yı geçerek Niğbolu’yu kuşattı ve düşman kuvvetler 130.000’e ulaştı. Ancak 25 Eylül 1396 tarihinde Avrupalıların asırlarca unutamayacakları Niğbolu Zaferi kazanıldı ve Yıldırım, artık Halife I. Mütevekkil tarafından Sultân-ı İklim-i Rum ve Sultân diye anılmaya başlandı. Üçüncü haçlı seferini fırsat bilerek yine Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğulları ise, nihâî dersi hak etmişlerdi ve gerçekten 1397’de Konya’ya giren Yıldırım eniştesi olan Karamanoğlu Beyini idam ettirdi ve Konya’yı Osmanlı Devleti’nin Karaman Eyâleti olarak ilan etti. Artık Anadolu birliği sağlanmış ve bütün Anadolu neredeyse Osmanlı Devleti’nin olmuştu. Rumeli’de Balkanlar Osmanlının hâkimiyetine girmişti. İşte böyle bir dönemde Doğudan büyük bir tehlike geliyordu. Doğu Türkistan Hakanı Aksak Timur veya Timurlenk, fırtına gibi eserek Doğu Anadolu’yu tehdit ediyor ve memleketleri ellerinden alınan ve Osmanlıdan memnun olmayan Anadolu beyleri Timur’u tahrik ettikleri gibi, Timur’un düşmanları olan bazı beyler de Yıldırım’a sığınmış bulunuyorlardı. Timur nazik sayılabilecek bir üslupla Yıldırım’dan bu beyleri salı-vermesini ve kendisine tabi olmasını, şartlarının kabulü halinde, gayr-i müslimlerle olan cihadını takdir ettiği Osmanlı ordusuna yardım edeceğini ifade eden bir mektup gönderdi (Mektup, ‘Rum Meliki Yıldırm Beyazıd’ diye başlamaktadır). Buna karşı Yıldırım’ın cevabı çok sert ve hatta hakaretâmiz oldu (Mektup, ‘Ey Timur denen parçalayıcı köpek ve Tekfurlardan daha kâfir olan adam’ diye başlamaktadır). Neticede kaderin cilvesiyle Yıldırım’ın strateji açısından üstün görüldüğü uğursuz Ankara Meydan Muharebesi meydana geldi ve 28 Temmuz 1402 tarihinde Osmanlı ordusu yenik düştü ve Padişah esir alındı. Bu hadiseyle Osmanlı Devleti, cihan devleti olmaktan çıkmış ve yeniden başa dönmüştü. Zira bu savaşı takip eden yıllarda, 8 yıl kadar Anadolu’da kalan Timur buralarda terör estirdi ve eski beylere beyliklerini tamamen iade etti. 3 Mart 1403’de, bazı tarihçilerin ileri sürdüğü 196 gibi intihar ederek değil, sıkıntıdan doğan bir kaç çeşit hastalığa dayanamayan Yıldırım vefat etti ve Osmanlı Devleti için Fetret Devri denen ara dönem başladı. Yıldırım Beyazıd devrinin ileri gelen devlet adamları arasında, iyi bir devlet adamı olmakla beraber takvâ cihetinden zayıf olduğu ittifakla açıklanan Çandarlı Ali Paşa, Timurtaş Paşa, Süleyman Paşa, İshak Bey ve Mihal oğlu Muhammed Bey zikredilebilir. Onun devrindeki âlimlerden ise, Şemseddin Fenari, oğlu Muhammed Şah Fenari, Hâfızuddin Muhammed Kürdî, Şeyh Kutbuddin İznikî ve Şihâbüddin Sivasî unutulmamalıdır. Devrinin Horasan erenlerinin başında, Emir Sultân denen Beyazıd’ın damadı Şemseddin Muhammed Huseynî, Hacı Bayram ve Şeyh Abdurrahman-ı Erzincanî gelmektedir. Mevlid yazarı Süleyman Çelebi de onun zamanındaki en büyük şairlerdendir. ZEVCELERİ: 1-Germiyanoğlu Devlet Şah Hâtun; İsa, Mustafa ve Musa’nın annesi. 2-Devlet Hâtun; Yine Germiyanoğlu olduğu söylenen ve Sultân Mehmed Çelebi’nin annesi ve ilk Vâlide Sultân. 3-Hafsa Hâtun; Aydınoğlu İsa Bey’in kızı. 4-Sultân Hâtun; Dulkadiroğlu Süleyman Şah kızı. 5-Marya (Olivera Despina) Hâtûn; Sirbistan Kralı Lazar’ın kızı. ÇOCUKLARI: 1- Ertuğrul Çelebi. 2- İsa Çelebi. 3- Mustafa Çelebi (Tartışmalıdır). 4- Büyük Musa Çelebi. 5- İbrahim Çelebi. 6- Kâsım Çelebi. 7- Yusuf Çelebi. 8- Hasan Çelebi. 9- Erhondu Hâtun. 10- Fatma Hâtun. 11- Paşa Melek Hâtûn. 12- Oruz Hâtûn. 13- Hundî Hâtûn. 14- Şehzâde Mehmed . 197 “Şimdi Osmanlı Döneminde Adından Söz Ettiren Sultan Yıldırım Han’ın Çelebi Oğullarının Şiirsel Hayatlarını Okuyalım:” 198 SULTAN BİRİNCİ ÇELEBİ MEHMET HAN Kahramanlar, çelebiler diyarı bu güzelim coğrafya Her bir adımda binlerce şehit yatar biliyorsun Sultanlar, şehzadeler birlik olup günlerden bir gün, Farzet çıka geldiler sinesinden takvimin Hele söyle bakalım, ne dersin, ne yaparsın? Olmaz deme, olmazlar da olur zamanı gelende Ya da taşı bizde ya, değişmez mi iklimler? Sultan Beyazıd oğlu boy boy Çelebiler Çekerek kılıçları, ilimle fenle Çıkar geliverirler, belli mi olur? Gene de hazırlıklı ol sen derim… * Birinci Mehmet bir bey, o Beyazıd’ın oğlu Bin üç yüz seksen dokuz yılı güzünde doğdu Süleyman şahın kızı, anne Germiyanoğlu …Devlet Hatun’un börtü böcek su içer elinden ….Küçük oğul Mehmet …..Küçüklüğünden itibaren ……Devrin en yüksek alimlerinden …….Din ve fen ilimlerini ……...Kılıç kuşanım ve kullanım yöntemlerini ……….Özen ve itinayla öğrenirde… ………….. Bursa Sarayında tamamlar tahsilini Bin üç yüz doksan üçte, devlet idaresinde Kazanıp ta tecrübe, hazırlıklı ve zinde Olmaya görev aldı, Amasya beyliğinde Sultan Yıldırım babası, Mehmet onun emrinde …İlk görevinde, etti ilk sancak valiliğini… ….İkinci Osmanlı padişahı Murat Hüdavendigar …..Kosova Savaşında alınca şahadetini ……Padişahlık babadan oğla yadigar, …….Babası Beyazıt aldı önce saltanatta yerini …….Şecaat ve süratinden aldı Yıldırım ismini… 199 ……..Kazandığı nice zaferden sonra Bin dört yüz iki yılı içersinde Ankara’daki ihanet dersinde Yakınları ki; ihanet edenler Allah onlara, hidayet versin de… İşte bu en son muharebesinden Zalim Timur’a esir düşmesinden Haberdar olan Mehmet en tezinden; Babadan oğla, sen olsan ne dersin? …Oturur hemen koltuğuna… ….yoksa dünya, evet dünya ….On bir yıllık fetret devri bilemezdi… …..İmparatorluk kendiliğinden yürümezdi, büyüyemezdi. ……Osmanlı padişahlarının beşincisi …….Sultan birinci Mehmet Çelebi * ‘İlk Önce Devleti Osmaniye, Onun bekası Her şeyden öncedir’ Dedi üstün zekâsı… Devletin birliği için Büyük mücadeleler verdi. İlk Önce Kardeşi Süleyman’ı, Yıl bin dört yüz on Sessiz ve hemence, Bin dört yüz on üç ise Diğer kardeş Musa’yı Ve de İsa’yı tasfiye etti. 200 * Edirne de çıktı tahta Yol aradı durdu hakta Dua eder hep dudakta Rabbim olsun yüzüm akta …Kolay olsun hesabım ….Güzel olsun hesap günü amelim …..Dedi çıktı yola… Osmanlı Devletinin birliğini sağladı Karaman beyini de esarete çağladı Sonra etrafındaki beylikleri bağladı Ona sözünü etti, kesin kez söz bağladı ‘Bir daha Müslüman’a hiç saldırmayacağım Onları darda görsem yardıma koşacağım Yücelerde de yüce dağları aşacağım Ben sana sadık olup, emrinde kalacağım’ …Diyen Karaman beyini azat eyledi. ….Çandar Beyliğini de hakimiyetine alıp, …..Toprağını da Osmanlıya peyledi. ……Bin dört yüz on beşte …….Venediklilerle ilk deniz savaşını yapan Bünyemizde birleşsin hak yoldan çıkanlar Yok olsun hak dururken çok zorbalık yapanlar! Şeytana köle olup, hep şeytanlık satanlar Önümde çöksün dize, nice böyle sultanlar!...’ …Diyen Çelebi Sultan Mehmet han ….Han’ım dedi hanlık eyledi… …..Bin dört yüz on altı ve de on yedi de ……Avrupa’ya akınlar düzenledi. * Büyük zaferler kazandı, Tuna gördü hilali Bin dört yüz on dokuz da yine geçildi Tuna Harpte öldü voyvoda tüm Eflak şahit buna Kardeş geçer yerine Türk’ü kesin bilmeli 201 Göklere bizim zaferi çizsin kocaman kartal Yaprağını dökmesin sokaklarında canlar Bizim felsefemiz bu, belki kardeşi anlar Olmasın bu düşümüz unutulan bir masal Dedi sultan çelebi, bu yolda hal eyledi ‘Gönlümde sönmeyen bir fetih sevdası var Biliyorum bu nesle bu topraklar gelir dar!’ Bakalım devamında daha neler söyledi: “Bir gün düşer ölürüm diye derde dalarım Sahip çıkın mirasa diye selam salarım” * Dedi de Türk oğluna devam etti yoluna Sahip çıktı tahtına vatan bizim oluna Gelsin diye imana hoş görürdü Rum’u da Göğüs gerdi isyana, her zaman sak buluna Hâkim olduğundan beri, ülkesine tek başına Dikkatle takip ettiği Şeyh Bedrettin isyanına Bu sinsi ayaklanmaya tezden dur demeyi bildi Yakalanan isyankâr şeyh, huzuruna getirildi …Devrin en önemli hadisesi ….Hakkın ve halkın yalancı sesi …..İslam’a uymayan sapık fikirlerin bahçesi …...Ulemanın fetvasıyla idam edildi. * Yetmedi gardaş, han yolun tutarken Timur yanında, korkudan pusarken Gün şafağı tam yerinde tutarken, Çıka geldi belki erken Adı düzmece Mustafa Çelebi Kardeşti oda sevdi gözü gibi Tutmasın dedi devletimin dibi Yeni verdi hemen erden Kaçtı sığındı Bizans hakanına Yakışmadı bu şehzade şanına 202 Şeytan girmişti mutlaka kanına Aklı gitti belki serden * Bin dört yüz yirmi birdeki Bu olaydan çok kısa bir süre sonrasında Yirmi altı mayısın bir bahar havasında Edirne’de avlıkta avlanma ortasında Rahatsızlık belirdi Şah Mehmet’in şahsında …Vefat edeceği sırada ….Lala Beyazıt paşayı çağırdı. …..Halef olarak yerini oğlu Murat’a ayırdı… …...‘Bana karşı göstermiş olduğun gibi ……İtaat ve sadakati göster ona da’ dedikten sonra … ‘Amasya’dan Murat’ı tez elden getirmeni O gelmeden emri hak, bulursa ecel beni Kargaşa olur aman; oğlum Murat gelmeden Duyurmayın kimseye, bekletin benim teni’ …Deyip etti de vasiyetini. ….Bir müddet sonra hakka yumdu gözlerini ….. İlk kez bir padişahın ölümü ki; ……Vasiyeti üzere Murat gelene gizlendi Sonra beyaz kefene, yedi kat kefenlendi Tekbirlerle cenaze, töreni düzenlendi Edirne’den Bursa’ya getirilerek naşı Yeşil Türbe mekânda toprağa döndü başı Akar hala ora da sevenlerin gözyaşı Görmeyiz ve bilmeyiz bakarız biz hep şaşı …Osmanlının ikinci kurucusu, beşinci başı ….Güçlü ve kuvvetliydi, kırardı sıksa taşı …..Sabırlıydı, azimliydi, sözünün de eriydi ……Sekiz yıllık saltanatı boyunca …….Allahın dini İslam’ın hizmetindeydi… * Küçük büyük demedi, cihat yoluna daldı Yirmi dört muharebe meydanında can aldı 203 Kırka yakın yarası beyaz bezle sarıldı Şahadetin şerbeti, sultan Mehmet’e baldı …Memleketindeki tüm insanlara refah derdi ….Diğer Müslümanlara da pay verdi …..Resulallah’ın mübarek komşularının duasını almak için …...Onlara hediyeler gönderdi… ……Sürre alayı adı verilen heyetle gönderilen hediyeler; …….Mekke ve Medine’deki mübarek yerleri imar edeler, ……..Fakirler ve yoksullar yiyeler diye ……… Allah yolunda harcanması için hibeler ederdi… Memleketin imarına büyük önem veren Sultan, Bursa’da Yeşil Türbeyle bir cami ve bir medrese Muhtaca mihrap olmaya imaret aynı adrese Sıcak bir yuva bulsunda üşüyen olmasın kuldan …İdi onun tek amacı tek düşüncesi ….Hem de ibadethane ve eğitim yuvası …..Hakka yükselmenin tecellisi… Olsunda halkım çıksın Musa gibice Tura Zulüm yıkılsın gitsin dünya dolsun nura! Çok ulvi iştir bilsen, bu fikir hakikaten Onun için Edirne de bir cami ve bedesten …Amasya’da oğlu Kasım için de bir türbe ….Yaptırdı kısacık saltanatı ömründe… Kasımda başka Vardı daha evladı İkinci Murat Yerine veli ahtı Diğeri Ahmet Yusuf ’u dahi vardı Mahmut adında Muhammed’in adaşı İki de kızı Osmanlı kerimesi Selçuk Hatunla Fatma da kızlarıydı. 204 Bilin ey dostlar Çelebi Sultan Mehmet Nasıl bir kişi Ne kadar hünerliydi Orta boyluydu Yuvarlakça gözlüydü Çatık kaşlıydı Teni de beyazsıydı Geniş göğüslü Ve dahi kuvvetliydi Çokça cesurdu Gayet hareketliydi Güreş tutardı Yay kirişi çekerdi Başında sarık Altın işlemeliydi Kürklü kaftanın Yakası dikilmeydi Dimdik dikilip Afiler dökmeliydi * Müslüman halkına hep davrandığı gibi Hıristiyan’a da Adalet ve hoşgörü Gösterip değer verdi, yaratandan ötürü Dışlamadı gel dedi, oda Mevlana gibi… Kılıcını çekenle mücadeleye durdu Haykırdı da asrından gelecek asırlara Allah büyüktür sesi, asıldı rüzgârlara Müslüman Türk halkına yan bakan başı vurdu Allahın hak yolunda düşmana kılıç çekti ‘Dört Halifeyi düşün İslam’a hizmet iste Zerre kadar kötülük koyma beyninde, histe’ 205 Dedi o şiirinde, cesurdu gözü pekti Unutturmak isterler, ben hala unutmadım Başaramasam bile, başka bir yol tutmadım * …Diye seslenirim bende şimdi ona ….Benim dilimden benim sözümden; ….. Kulak verem, dil verem şiirinin tamamına Bütün dünya sana düşman olsa bile Yardımı da ancak Allah’ından dile ……Erenlerden dua ve himmet iste… Allah’ın yolunda kılıç çek düşmana Bunun için sen ki niyazda buluna ……..Dört halifeyi hatırla İslam’a hizmet iste… Ey beyni kötülük dolu şeytan kimsen Eğer kötülüğe susamış kalbim sen ………Susuzluk çeşmesinden gül şerbeti iste… Sen geçeni bırak yolunu bırakma Delikli demirle taştan bile korkma ……….Demiri eritip yok eden Rabbinden kuvvet iste… Ey Mehmet sakın ki; farklı düşünenden Muhaliflerinden asla yüz çevirme! Hep istişare et, dinle söyleyenden Fikri küçük görüp sala çam devirme! …………sonra düşmanı yurttan sür, genişlik iste…. 206 ( Şiir : GÜLCE-Bahçe) ŞEHZADE EMİR SÜLEYMAN ÇELEBİ Bin üç yüz yetmiş yedi Gün beklenen güne yetmiş Ana rahminde süre bitmiş Yaratanım da ömür bahşetmiş Vatan toprağında Emir Süleyman… Doğan, Yıldırım Beyazıt’a bir oğlan… Ömrün ön başında, hem de yanı başında Bir can, Anadolu’nun toprağında taşında Hanenin ekmeğinde, sofrasındaki aşında Belki üç, belki beşinci, bil ki nur, inci ortağı Adı Süleyman Çelebi, dillerde oldu Emir Sultan… * Bilinmez annesi, bilinmez çocukluk yaşamı Olunmaz Çelebi, görerek Mekke’yi ve Şam’ı Okuyup yazmak gerek, iyice eğitim almak gerek Yazılıp kalır silinmez, yaşamlar yaza mı kışa mı? Çok olasıdır Osmanlı İslam eğitiminden geçtiği Çelebi namlı ve sanlı adının Bilinir halkının ona sevgi eğiliminden seçtiği Bilinir ay karanlık gece de Tövbe edip yalvarmaya, duaya durup el açtığı… Yıldırım hanın oğludur, var mı ki hala bilmeyen Hem ovalı hem dağlıdır, var mı ova da ölmeyen Hem salınır hem bağlıdır, kimdir haberi almayan İman şerbeti içtiği, beyaz kefendir biçtiği Bin üç yüz doksan yılında, hemen beyliğe atandı Emir babadan alındı, özü ferman, vakit tandı Sabah namazı kılındı, tozu dumana katandı Ege bölgesi geçtiği, sancak beyliği seçtiği 207 Böylece olmuştu, biline Manisa ve Balıkesir’e sancak beyi ‘Daha çocuğum, yaşım on üç ancak’ deyi Zaman ilerlerken, gece günü mü? izliyor, Yoksa uyanık gün mü? izliyor, uykudaki geceyi… Bin üç yüz doksan üçte Gönderildi Bulgarlar üzerine Önce Tırnova’yı, ardından Silistre’yi aldı Niğbolu’yu da alıp Vidin’e daldı Bulgar krallığına son verip, tüm toprağı ona kaldı Mutlu oluyordu babası Yıldırım Han’ım… Daha çocuktu korkusuzca dalıyordu, Aman Allah’ım, Süleyman’ın geçtiği yer toz duman, Korkusuz küheylan gibi nam salıyordu… Bu başarısı sonunda oluyordu Kastamonu valisi Bin üç yüz doksan dokuzda Akkoyunlu ahalisi Erzincan’a çekilmek zorunda kalarak, Sivas, Tokat, Kayseri ve Aksaray illerini alarak Buraların egemenliği Osmanlı’ya kalıyordu… Bu başarısı sonunda Sivas valisi oluyordu Lakin baş ağrısı başlıyordu anında, Yıl bin dört yüz de büyük bir orduyla Sivas üzerine yürüyen Timur’u, Karşısında buluyordu. * Yağacaktı hisseder, bir karışlık kırağı Yakın edip ırağı, güçlüydü o bilerek Geriye çekilerek, savmıştı tehlikeyi Kara gün oldu o gün, belki güneş doğar Günü ışığa boğar, umudunu kaybetmez O anda ayıp etmez, kovmuştu tehlikeyi * 208 Öncelikli yol Karesi, hemen arkasından Aydın Saruhan sancaklarının, beylerbeyliğini yaptı Derin kanar yarası, umut demez günaydın Ankara da savaşmaya, meydanda yerini kaptı Bu savaşı kaybedince, sözlerin en kabasıyla En büyük kardeş Mustafa, esir düşer babasıyla İstanbul’a ulaşmıştı, sırtındaki abasıyla Başarıyordu kaçmayı, uykuları derin saptı Timur’a tutsak düşmekten, Kurtuluyordu kaçarak Timur Anadolu da üstünlük sağlıyordu Hükmettiği toprak sahasını açarak Timur’a bağlılık bildirdi Böylece bir anlık, yeniden yüzünü güldürdü Atandı Osmanlı topraklarına hükümdar Gönül mahzun, biraz ezgin, atına vurdu dizgin Koruyup bakımını yapmazsan yaşamaz bile ağaç, Bin dört yüz üç, iktidarda yaşamak güç Bizans imparatoru İkinci Manüel Gelibolu anlaşmasıyla Pendik, kartal, Tesalya Beğendiği toprakların en dik ala iyilerini Gebze ile birlikte kimi adaları ve koyları Misivri’ye kadar Karadeniz kıyılarını Yetmedi Selanik’te var, alıyordu elinden… Süleyman çelebi Anadolu’ya demirliyordu gemilerini iyice Umuda yelken açar, gerekli desteği sağlar öylece Osmanlı toprağına hükmedebilmesi gerçekleşirdi Şehzade Süleyman Çelebi’nin böylece Gelecek umutla bekler pusuda Geçmişe nedamet duyar gibi Yıkamak aklamak ister pak suda Hatasız insanlar bekler gibi; 209 Hatasız kul olmaz umut boşuna Zaman alıp gider bakmaz yaşına Bir hoş seda ister mezar taşına Dua söz koyanlar bekler gibi Padişahlığa giden yoldan dönmek güç Haziran üç, yaz sıcağında hararet otuz üç Venedik ve Cenevizlerle anlaşır Emir Sultan Söyledik ya asıl adı, Şehzade Çelebi Süleyman… Venedikli ve Cenevizlilerden Timur’u Rumeli’ye geçirmemeye söz alır. Karşılığında ticari ayrıcalıklar tanır Fetret devri karmaşasında Edirne’ye uzanır Bu uzanmanın arkasında hükümdarlığını ilan eder, Babasının tahtına adım adım yaklaştığını sanır… * Neşelenir sohbetler, saray gerçekleriyle, Umut ocaklarında, gönül açar, gül açar Süslenir her hayaller, kanatlanır ve uçar Tazelenir umutlar, bahar çiçekleriyle Mücadele başladı, çelebi kardeşlerde Manüel’den desteği, alarak zor zahmetle Savaş dedi gönderdi, hadi savaş Mehmet’le Savaştı ve kazandı, öncelikle düşlerde Savaştı ve yenildi, kazanmak zordu zafer İsa bu savaşımın, sonunda öldürüldü Tez elden Süleyman’a, bu haber bildirildi Tükenince umutlar, Bursa’ya yaptı sefer Önce Bursa’yı aldı, ardından Ankara’yı Ta Amasya’ya açar, kardeş Mehmet arayı * Yıl bin dört yüz beşte Çelebi Süleyman Karaman oğullarının toprağına el atınca Sivrihisar’ı onlardan almak için kuşatınca 210 Amasya’ya kadar arayı açan Çelebi Mehmet Karaman oğlu Mehmet beyle anlaşıp Düşüne düş, gücüne güç katınca Bin dört yüz dokuzun bir nisan sabahında Saat dokuzun buçuğuna tokmak çakınca Kardeşi Musa çelebi’yi Rumeli’ye gönderdi. Musa çelebi aldığı, bu destekle güçlenmişti Aydın ve Germiyanoğlu, karındaşı Musa derken Süleyman içinse cephe, bölünerek üçlenmişti Rumeli’ye geçmişti de, Çatalca da yendi erken Musa’yı yenip kazandı, Çatalca’da bu savaşı Edirne’ye geri döndü, bastı geçti dağı taşı Atı mahmuzlu giderken, vardı hızlısı yavaşı Beklemedi bir tehlike, alıp yemeğini yerken * Musa çelebi Destek için turladı Yeni kuvvetler toparladı Sofya yakınlarına uzanarak Burada yaptığı savaşı kazanarak Üzerine yeni bir umut döküp umutların En üstüne çıkar gibi gökteki Beyaz bulutların… ‘Fırsat bu fırsat Gücümü göstereyim Muradıma varıp ereyim’ Dedi Edirne’ye doğru yürüdü Rehavet uykusu Edirne’yi bürüdü Ne önlem almıştı baskına, ne kaygısı vardı Süleyman çelebi’nin hataları canları yakardı… Çevresindeki Akıncı zor içinde; Akıllar neden de? Niçin de? Bir bölümü Musa’ya katıldılar. Diğer bölümüyse, ya kaçıp kurtuldular, 211 Ya hemen ölüme atılıp, kılıç savurdular Kardeş kardeşi vurup doğrarken, toprağı kavurdular… * Tehlikeyi fark ederek, İstanbul yönü kaçmaya Güneşe doğru giderek, ölüme doğru uçmaya Azrail’i davet gerek, vuslat sofrası açmaya Kırklareli’ye vararak, ulaştı düğüncü köyüne Dünya artık dar gelirdi Azrail’den kaçılmaz, o her yeri bilirdi… ‘On sekiz mayıs bin dört yüz on’ dedi tarihçinin birisi ‘Bin dört yüz on bir sen bilmiyon’ dedi ötekisi… Musa Çelebi tarafından Düğüncü köyünde yakalanıp öldürüldü Yağı biten bir kandil daha söndürüldü Tarihe var azıcık ilgim, budur bu konudaki bilgim, Ben bildiğimi, bildiğim kadar söylerim Tarihçiye ve tarihe kalsın gerisi… 212 (Şiir : GÜLCE-Bahçe) ŞEHZADE ERTUĞRUL ÇELEBİ Üç deniz arası cennet bizdik biz ânı Su yatağı bol, otlağı bol, ovası ve dağı bol Yayla yazlağı ve kışla için kışlağı bol Oğuz atanın soyu doluyordu Bir baştan bir başa Anadolu Türkoğlu Türkün oluyordu mekânı… Yıldırım Bayezid Han hanlar hanı Hızıyla ünlenen, yıldırım hızlı Sekiz oğlanla bir kızlı Osmanlının dördüncü sultanı… Sekiz oğlandan biri Şehzade Ertuğrul Çelebi Bu şiirimizin konusu ve ana fikiri Hadi bakalım yürüyelim hele bi yolu Kalmadan geri, ileri hep ileri… * Bin üç yüz yetmiş altıydı Gülen yüzlü oğul doğdu Sanki bir kemer altıydı Yanlarından ışık boğdu… Gezer dolana dolana İçtiği sular bal ona Babaydı iki oğlana Hayalleri dağı ağdı… * Yürür hayat yolunu Kötüye düşman olur Çeker heyhat kolunu Hataya pişman olur Döner vahyin özüne Uyar kuran sözüne 213 Yaşlar dolar gözüne Gözleri şişman olur Büyümüş olmuştu genç delikanlı Kendini bulmuştu dinç ve heyecanlı Bekliyordu iller, yeni vilayetler O bir şehzadeydi anlıydı ve şanlı Bin üç yüz seksen dokuzdu tarih zaptı Saruhan ve Karesi vilayet yöneticiliği yaptı Yıl bin üç yüz doksan, aylardan otuzdu, belki de şubattı Yıldırım Beyazıt han İzmir hariç, Batı Anadolu’yu Osmanlı toprağına kattı Diğer oğullar diğer illeri alırken Ertuğrul çelebi de Aydın idaresini kaptı… *** Ertuğrul Çelebi Camisi; On dokuzuncu yüz yılda yapılmıştı en erken Ona on ölçülerde, kareye yakın dikdörtgen Çatışı ahşap yapılı, çamdan, belki de gürgen Moloz taş ve tuğlayla yapılanıyor derinden Duvarların kalınlığı tam tamına bir metre Tutulur inşaata başlarken gönye ve etre Boyadan önce tüm duvarlara sıvadır setre Asırlardır boyayla kaplanıyor enderinden Son cemaat yeri, yerini bulmuşta serinden Caminin kuzeyinde söylerim sözü erinden Camekânla kapatılmış burası ön yerinden Öne doğru gelirken his toplanıyor derinden Yedi mukarnas kapıdan geçilir sıra sıra On sekiz adet pencereden ışık vura vura Miraca gider gibi nice hayal kura kura Mihraba gelirken göğe hoplanıyor derinden Bursa’da yaptırdığı mescidi ondan hatıra Belki de birileri, babası onun adına yaptırdı deyip Sözümüzü eyip başka yöne buracak… Biz yerini söyleyip caminin, yazalım satıra 214 Sipahiler çarşısındaki yerinde Cumhuriyet caddesi üzerinde Bugün hala dimdik ayakta duruyor, duracak… *** Hayatı hakkında fazla bir bilgi yok Ölümünü yazalım biraz da biz; Güya bu konu da çelişkili haberler çok… Ölümü üzerine bilgiler çelişkili Sorular sorulara, ilgili ve geç kili Cevapsa bu soruya hakikaten müşkili Belki şafak vaktinde eceliyle ölmüştür… Ankara savaşına babasıyla katılmış Timur’un askeriyle muharebe yapılmış Bin üç yüz doksan altı nefesi sonu bulmuş Belki ecel akdinde ok eliyle ölmüştür… Bin dört yüz yılındaki Sivas’ın alınırken Timur askerlerinin esiri olunurken Savunmasız kalıpta tutsağı bulunurken Bir neferin yok dinde, kin yeliyle ölmüştür… Başka bir kaynakta da, şöyle bilgi dürülür Kadı Burhanettin’e savaşı var görülür Bu savaşta öldüğü gün yüzüne sürülür Ölmekte var hak dinde, kul haliyle ölmüştür… Bursa’ya getirilerek cenazesi Mekân oldu adına yapılan caminin bahçesi Yazılmamıştı hiçbir dilin lehçesi Yüksek harç ile işlenmişti kabir taşının endazesi Bin dokuz yüz yedi yılında Mermer oyma olarak değiştirilerek Bir dizi düzenleme geçirdi Ertuğrul haziresi… Var ya bir süresi her bir fani canın Baki olan tek o, yoktur dengi eşi Olsa da durası, gider diğer yanın Dolandıran odur, feza da güneşi 215 Suyu damıtan da deniz taşıran da İmkânsızlıklardan imkân aşıranda Geldik topraktan da yine haşir onda Kalan duran odur, vuslat insan düşü 216 (Şiir : GÜLCE-Buluşma) ŞEHZADE İSA ÇELEBİ Tarihlerden bir tarih …Bin üç yüz seksenin birden bir gün işte Annesi Devlet Hatun, …Şehzadeler Şehzadesi ……Bir Osmanlı çelebisi ……..Duası var bu gelişte… * (Ş)ehzade olup büyüdü kardeşleriyle Y(E)tişirler, eğitmen ve lala nezaretiyle Ma(H)aretli oğullar, onlar Türk ecdadının birer evladı Mua(Z)zez harp etme yeteneği var Ok at(A)bilme ve kılıç kullanma da evladı. Öğren(D)i hükümranlığı, Türkoğlu boyun eğmez Esaret(E) rıza göstermez; ölür, öldürür esaret gömleği giymez. (İ)sa Çelebi; Ankara Savaşında O(S)manlı İmparatoru Yıldırım Beyazıt Han’ın yanında Al(A)rak sahip çıkmıştı toprağına, genç yaşında. (Ç)ok geçmeden savaşın hemen sonrasına kalarak H(E)diyesidir belki de, verilir babasından, Sü(L)eyman Çelebi, Osmanlı hazinesini alarak Rum(E)liye geçmesi üzerine, Bursa’ya yol bularak Çele(B)i İsa burada hükümdarlığını duyurdu, tellalların sesiyle Evlend(İ) Bizans İmparatoru ailesinin bir prensesiyle. * Bin Dört yüz üç Mevsim ilkbahar Lakin ona son bahar Hastalanıp düşer babası Timur’dan hükümdarlık payesiyle 217 Yeşil Bursa kentine gelince dahası Kardeşi Musa Yıldırım Han’ın cenazesiyle; Vardı tez zamanda buradan ayrılmasının faydası. * Ele geçirdiyse de, kenti daha sonradan Kardeş Mehmet çelebi, karşısında duramaz Ulubat Meydanında, bir başarı kuramaz Savaşı kaybederde, uzaklaşır oradan Yalova’nın yolundan, Bizans’a kadar gider Oradan da kardeşi, Süleyman’ın yanına Ondan aldığı güçle, girecekti kanına Yürür Mehmet üstüne, yine yol aşar gider Beypazarı’na yakın, bir yerde karşılaştı Savaştı hem bu yolda, Karamanlılar ile Kardeşi Mehmet’e de, yenilip kaçtı bile İsfendiyar oğlunun, sığınarak yanaştı Zorunluluk olarak, korkup burada kaldı Vazgeçmedi alacak, tahtını karar aldı * …İsfendiyar’la birlikte yeniden ….Mehmet Çelebi üzerine yürüdü Bir kez daha yenildi, Gerede meydanında Aydınoğlu Cüneyt’e, sığınmıştı bu kez de Menteşe’yi katarak, Cüneyt Bey’in yanında Saldırdılar birlikte, Kardeş Mehmet’e tez de …Ancak başarılı olamadı ….Şehzade İsa Çelebi …..Mehmet Çelebi’den tahtı almaya ……Hala bir yol bulamadı. Duramaz bu uğurda, taht onda ukde kalmış Sağladığı destekle, yeniden toparlandı Karaman ülkesinden, kendine destek almış Mehmet Çelebi Han’na, saldırılıp harlandı …Yine savaş meydanı daralandı, dar alandı ….Eskişehir yakınlarında yenildi 218 * Yakalandı, İdam sehpası Hemen kurulandı İdam edildi, Onun hayatına Tamamen son verildi Yaratan cenabı Mevla Çok rahmet eylesin denildi. Bin dört yüz dörttü Bir yıldı yıllardan Yol dönüşsüz yollardan. Babasından bir yıl sonra Bursa’da yanına gömüldü… * …İsa Çelebi’nin Hayatı da böylece, yolun sonunu buldu Hattı zatında o da, hakkı seven bir kuldu Belki fani dünyaya, çok fazla ilgi doldu Belki her bir kardeşte, aynı düşünce oldu …O da fetret devrini bitirmek, ….Ve çok başlılığı sona erdirmek …..Belki de, tüm mücadeleye bunun için koyuldu. (Şiir : GÜLCE-Bahçe) 219 MUSA ÇELEBİ Yıldırım Beyazıt han’ın, oğullarından biridir Osmanlı padişahların, dördüncüsüydü babası Babasının sağlığında, Rumeli’nin tebaası Boyları, akıncı beyi, olarak görev yeridir Ankara savaşına da, kardeşleriyle katıldı Timur’a esir düştüler, bu savaşta babasıyla Tutsak kalmıştı bir süre, sırtındaki abasıyla Timur’un Bursa bölgesi, emirliğine atıldı Bir süre bu emirlikte, Timur’a emirlik yaptı Muhtaca verecek kadar, yardım etme duygusu Oluyordu büyüğüne küçüğüne hem saygısı Babası ölecek diye, gece uykuları saptı Akşehir de vefat eden, babasının tabutunu Bursa’ya nakil ederek, sürdü önce atını * Savaş açarak kardeşi İsa’ya Mağlup olarak ikinci savaşta Kâh dayanarak koluyla asaya Yorulunca da, dinlenerek taşta …Önce Germiyanoğlu Yakup Bey’e ….Sığınarak korumasına güvendi. …..Bir süre sonra da karaman oğullarının ……Yanına çekilerek sığındı ve güç sağındı. Burada yaşıyorken, kardeşi Han Mehmet’le Bir diğer kardeşiyken, Süleyman’a karşıydı Anlaştı tahta çıksın, biri, bin bir töhmetle Bu kardeşler arası, bir hanlık yarışıydı …Çandaroğlu İsfendiyar Beyin yardımıyla ….Bugünkü Romanya toprağı olan Eflak’a geçti …..Sırp ve Bulgar kuvvetlerinin yardımıyla ……Rumeli Beylerbeyini alarak Yanbolu’dan su içti. * 220 Bu olayın üzerine, yürüdü Musa üstüne Her bir kardeş istiyordu, padişah olmayı kendi On bir kardeşten Süleyman, der ‘Git köşene, sus! Tüne’ Onu haliç’teki Hasköy yakınlarında yendi. Yenilen Musa Çelebi, yine Eflâk’a çekildi Bir süre burada kalıp, Sırp Hükümdar Lazar’ı Yenerek Edirne’ye girdi, hem toprağına dikildi Süleyman Çelebi için, kazdırdı derin mezarı Tahmin ediyor Süleyman, bilir kardeşi kararlı Tez oradan İstanbul’a, hazırlanırken kaçmaya Yakalayarak öldürttü, hem bu ülkeye yararlı Fetret devrini biterek, devletin önün açmaya …Tüm kardeşler kendince kararlı ….Sanırım çoğu da, bencillikte ısrarlı Rumeli’deki Osmanlı Eyaletine tek hâkim Olup Edirne’de geçti, burada tahta oturdu Kendi adına parayı, bastıran kim söyle bakim Kendini bu eyalette, bağımsızlığa götürdü Bilmiyorsan söyleyeyim, işte bu Çelebi Musa Kendisi burda olunca, Rumeli Eyalet Hanı Çandarlızade İbrahim, paşayı vezirlik buse. Simavna Kadısınınsa, biricik oğlu ve canı …Şeyh Bedrettin Mahmut’uysa kazasker ….Mihail oğlu Mehmet Bey’i beylerbeyi yaptı …..Rumeli’nin yönetimini eline almayı başardı, kaptı * Venedik’le Yapılan eski Anlaşmayı bile Taze zamanlarında Yeniledi geçti dile. Sırp Despotu Sitefan Lazaroviç’in üstüne 221 Yürüyüp Nova Bırado’yu Alarak kavuşmuştu bu üne. Vidin’de isyan eden Bulgar Pirensini yendi Yunanistan’da Türk’ün yurdu Selanik’i kuşatmıştır kendi. İstanbul’a karadan ve denizden Yürüyüp Çatalca önlerinde durdu. * Bu arada kardeşi Mehmet’le ilişki İlişki kuran veziri Veziri Çandarlı İbrahim paşa Paşa kaleyi içten yıktı Yıktı da baltayı vurdurmaya kışkırttı Kışkırttı Bizans İmparatoru Manüel’e Manüel’e üzerine yürü dedi Yürü dedi Musa Çelebinin üzerine Üzerine yürüdü hem de Çatalca’da * Kardeşi Çelebi Mehmet, Onu burada durdurdu Hem çekilmeye devam et Merice kadar buyurdu Yakalanıp götürüldü Kardeş Çelebi Mehmet’e Beş temmuzda öldürüldü Kavuştu yüce rahmete Kaybetti her şeye rağmen Çünkü burada savaşı Sofya güneyinde hemen Savaşında düştü başı …Bin dört yüz on üçte ….Toprağa verildi özenle naşı… 222 (Şiir : GÜLCE-Bahçe) DÜZMECE MUSTAFA ÇELEBİ Yıldırım’ın büyük oğlu, babasının veliahdı O bin üç yüz doksan üçte, Edirne ilinde doğdu Görmüştü bir gece düşte, onun olacaktı tahtı Saltanat babadan oğla, babayı sevince boğdu Bir sevginin yumağında, hem büyüdü hem gelişti Hem bir lala oymağında, kılıç kuşanmaya geçti Daha gencecik çağında, savaşın içine düştü Ancak on iki yaşında, Ankara da düşman koğdu Bin dört yüz iki yılında, Hamidoğulları ve Tekeoğullarıyla, Osmanlının Ankara ilinde Babası yıldırım Beyazıt ve onun dilinde Savaşıyordu, Allah Allah nidalarıyla… Bazı kaynaklar ‘öldü’ der, onun için bu savaşta Şehit kanı vardır dostlar, savaş meydanında taşta Timur’a esir düştüler, babasıyla gözler yaşta Nefes darlığına düşüp, vefat edince babası… Timur ile yola düşer, Semerkant’a götürülür Yatağa düşerek beşer, Timur da bir gün ölür Ölürde bizim çelebi, Anadolu’ya yol bulur Adımlar yolu, hem koşar, sırtta kalınca abası… En önce bu yolculukta, Niğde’ye itti ayaklar Kim bilir kim destek olur, kim yardım eder dayaklar Belki de Kastamonu da, İsfendiyar beyi aklar Sultan olmaya yol bulur, bunadır ince çabası… Devam ederken hayat mücadelesi Bin dört yüz on altı günü, belki de gecesi Venediklilerin yardımıyla Rumeli’ye ve Eflâk’a geçti Hararetli bir yaz sıcağında Soğuk akan pınarlarından bu gibi su içti. 223 Düzenleyeceği ayaklanma için, neticesi Bazı vali ve sancak beylerinden Asker toplasa gerek köylerinden, Eflak voyvodasıyla, Bizans’ın İkinci Manüel’inden Destek için söz aldı Avrupa devletlerinin beylerinin dilinden… Topladığı kuvvetlerle, ol Selanik’ten yürüdü Tesalya yolu erlerle, hızla yürünüp giderken Kardeş Mehmet’e yenildi, hayaller yine kurudu Tahta gitmez yol, inildi, düşlerden inildi erken Bu yenilgiden sonrası, hemen Selanik’e sığındı Derindi yine yarası, moral sıfıra dağındı Dedi ‘Mustafa çelebi, padişah olur çağındı Şu hayallerin halebî, yine gördü umut varken’… Despot’tu Andernikos, kabulü oldu mülteci Bizans’la barış çıktı fos, Mehmet’i kızdırdı feci ‘Bu da neyin nesi böyle, bu uygulama da neci’ Manüel’e sözü şöyle, söylenip ulaştı derken İkinci Manüel dedi; ‘Andernikos mülteci olarak kabul etmekle Hiçbir barış şartını ihlal etmedi Sözlerimse tabi ki, burada bitmedi. Mültecinin yasama ve korunma masraflarını size ödetmekle, Sizde rahat edersiniz, tahttan ve sizden uzak etmekle Hayatının sonuna kadar Biz ona bir güzel, gözaltında bakarken.’ Çelebi Mehmet her yıl, dokuz yüz akçe vermeyi Hiç olmazsa ağabey bil, böyle güzellik dermeyi İyilik düşlerde akil, bunun hazzına ermeyi ‘Üzülmesin kardeştir’ der; güzelce bakılsın ister Manüel kabul edince, akçeli sıcak teklifi Yumuşadı her düşünce, okşandı damar ve lifi Bilmez iken bilir hince, hemzeyi, uzun elifi ‘Limni de korunacak’ der; gözaltında kalsın ister.. 224 Zaman ilerlerdi, yürürdü, koşardı, Bilmem ki hızı ne kadardı. Barışçıl ilişkiler aleyhinde bir çalışma vardı Her geçen gün, yeni bir aleyhtarlığa sürgün Yaşlanınca İkinci Manüel, günlerden bir gün Oğlu ve veliahdı Yannis, Bizans saltanat tahtına oturmaya gün sayardı. Bin üç yüz yirmi bir de Çelebi Mehmet ölünce, hazince Yerine on yedilik Oğlu Murat geçince Sisler dolaşmaya başlar ince ince Bizans sözleri unutup oynadı dans ‘Bitmiştir’ dedi Çelebi Mehmet’in verdiği avans Dost olmadılar bize, olmazlar Ne gelecekte, ne bu günde, ne de ondan önce Dediler hinoğlu hince; ‘yoktur biliniz başka şah ‘Çelebi Mustafa’dır, bizce meşru padişah’ Güya Mustafa geçince, tahtta oynayacak semah Güldüler ve eğlendiler, bin bir hileli hevesler… Destek sağladı Bizans’tan, yürür düş dolu yoluna Bir filo aldı Bizans’tan, tez bir yandaşı buluna Kek arkadaşı Limni’den, Cüneyt bey girdi koluna Güldüler ve eğlendiler, son bir zırdeli hevesler… Gelibolu’ya geçerek, Rumeli’ye ayakbastı Akıncı ve beylerinden, yandaş bulmaktı kastı Önce güçlü olmak gerek, savaşa hazırlık hastı O zaman yakındı zafer, can bir kır yeli hevesler… Yıl bin dört yüz yirmi birdi, sam yeli üfledi, Sultan İkinci Murat’ın kulağına, Bu hazırlığın haberi tez elden girdi. Hemen bir orduyla birlikte, Beyazıt Paşaya onu karşılama emrini verdi Yola çıktılar en tezi, dağı taşı aştılar Dikkatli ve gözü paktılar, Yürüdü de ve aktılar… 225 Saroz Körfezi kıyısına ulaştılar Keşan’ın köyü Sazlıdere de karşılaştılar… Veziriazam Beyazıt’ın komuta kademesi dâhil, Çelebi Mustafa tarafına geçiverdi, İhanetin a’rafını görünce, ağladı sahil… Veziriazamın güvendiği dağlara kar yağdı önce Utandı, bir çukura düşüverdi, Teslim olundu, yakalandı başı verdi… Çelebi Mustafa; Şehir halkının alkışı, tezahüratı altında Şehre girmek ilk işi, tez ilanı hükümdarlık Adına sikke bastırır, gümüştü, belki altın da Hutbe okur hatip kişi, az kıştı Edirne karlık Hâkimiyetine geçti, urum elinin bölgesi İdare etmek zor işti, hatalar sıra bekledi İlk işareti görünür, bu; zafiyetin gölgesi Bu yolda daha çok pişti, başarmaya emekledi Sağlamak için Bizans’ın desteğini Vermeyi kabul etmişti Çelebi Mustafa, onların Gelibolu isteğini… Lakin vermedi yinede, İdareyi geçirince eline de Verilmezdi çünkü… Verilemezdi küffara, fetihle ele geçen yer Değerli her yer, her kara ve bu İslam kaidesi Meğerki değerli toprak, verilmez öyleyse eğer Satılamazdı boş yere, bu düşünün maidesi… Hem akıllı hem uyanık, korkusuz gözü çakırdı Kırmızı halıyı sermedi, buna hiç aklı ermedi Öyle dedi, böyle dedi, onların gücünü kırdı Gelibolu’yu vermedi, lakin yinede vermedi… 226 Yetinmedi Rumeli’yle, aylardan bir aydı ocak Bin dört yüz yirmi ikide, toplar on iki bin sipahi Beş bin çetin yaya asker, cesaret toplar bir kucak Dâhil olur bu orduya, Ceneviz askerler sahi Gelibolu’dan karşıya, gemileriyle geçerek Osman Gazi’nin Bursa’yı, başlamıştı kuşatmaya Osman Gazi kuruluşun, başlangıç şehri seçerek Tohumu atmıştı orda, Osmanlı’yı yaşatmaya Bursa’yı amca Mustafa, hızla çevire dursundu Yeğeni İkinci Murat, ‘Düzmece’ der; inandırır O saltanat genişletme, hesabını kursundu Halka onun bir düzmece, olduğunu der; sandırır İzmirli oğlu Cüneyt Bey’in gönlü fethedilmiş Aydın ve İzmir Beyliği ona methedilmiş Ayrılır yandaşlarıyla, Çelebi Mustafa yanından Rumeli’ye doğru çekilir, Çelebi Mustafa, kandaşlarıyla en tez kanından… Çekilirken bir köprübaşında; Hacı İvaz Paşa, çoktan ekmişti kılıcını kınından… Sağ kalabilen az sayıdaki yaya askeriyle Boğazı kontrole çalışsa da, Gelibolu da tutunup, Başaramadı, başaramayacaktı, zaten bu yarayı ekseriyle… Yeğeni İkinci Murat; dedi bu uğraş bitmeli Foça valisine ait, üç bin asker takviyeli, Taht kavgası değil artık, baht kavgası etmeli Yoksa yetmiyor bu surat, ters takviyeli hız yeli… Ordusuyla Edirne’ye, yürüdü gitti son surat… Halk şehrin dışına gelip, orada karşılayarak, Sevgi ve sadakatlerini bildirdiler heyhat… Kaçar buradan Mustafa, hazinesini alarak. 227 Tunca vadisinde, Kızılağaç Yenicesinde Eflak’e Kaçarken yolda yakalandı. Artık gelmişti son vadesine, Azrail peşinde incenin incesine, İyice aklar düşer yüzünün güncesine Edirne’ye getirilerek kale burcuna asılarak Belki bir ceza, belki de hediyeydi ilahi şahadet; İdam halkası nişanıyla tokalandı. Bazı tarihçiler eklediler adına düzmece Babasıyla birlikte aldığı yaraları gösterse de Ankara Savaşının hatıralarını göz önüne serse de Sözü dinle, sazı dinle, etsen de yazın gezmece Bu konu kimine göre, en bilmece, dil ezmece Bize göre elbet özdür, öz amcası Murat Han’ın Oynasa da taht kavgası, yeğeniyle bil üzmece… Abisi değil, Onun adı küçük Mustafa Çelebi bil! İkinci Murat Han’ın ilk yıllarındaydı Amcasının çıkardığı bahse konu sorun; Abisi Küçük Mustafa’nın kotardığı bir başka sorun Bir başka durum, tüten baca da bir kurum Karıştırmayın hele karıştırmayın durun! Onu da inşallah bir başka şiirde sorun… (Şiir : GÜLCE-Buluşma) ............................................................... A’raf: a) Arfın çoğulu ve yüksek bir yer demektir. b) Cennetle cehennem arasında hayvanların kalacağı bir bölümün adıdır. Maide: a)Bereketli manevi değeri yüksek sofra, b)bakire, evlenmemiş genç kız, yeni, taze, masum c) kuranda bir sure adı 228 MEVLEVİLİK VE MEVLANA SOYUNDAN GELEN ÇELEBİLER MEVLEVİLİK 1- Kuruluşu “Ölüm gününü Hak’la vuslat, sevgiliye kavuşma günü sayan Hz. Mevlâna’nın bu dünyadan göçüp, sonsuzluk âlemine doğmasıyla onu tanıyanlar, fikir ve görüşlerini benimseyenler büyük acılara boğuldular. Başta oğlu Sultan Veled, Çelebi Hüsâmeddin ve diğerleri... Hz. Mevlana’nın fikirleri ve yaşantısı kurumlaşmalı, yüzyıllar boyu tüm insanlığa uzanan bir el olmalıydı. İnsanlığı sevgiye, hoşgörüye, iyiliğe, doğruluğa ve güzel ahlâka yani İslâm’a çağıran bir el... İslâm Peygamberi, yaratılmışların en yücesi Hz. Muhammed’in yüzyıllar önce tüm insanlığa yaptığı çağrıyı Hz. Mevlana da yineliyordu. Gel!.. Gel!.. Ne olursan ol, yine gel... İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta... İster yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değil, nasılsan öyle gel. Çelebi Hüsâmeddin döneminde başlayarak, Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Ârif Çelebi zamanında toplanan Mevlânâ âşıkları, Mevlevîlik Tarîkatı’nın temelini attılar ve sistemini oluşturdular. Muhtelif yerlerde tekkeler kurdular, vakıflar sağladılar, insanların gönüllerine ışık götürdüler. Mevlana Celâleddin Rumi’nin düşünceleri çevresinde kurulan tarikat. Babasının düşüncelerini sistemleştirdiği ve tarikat biçiminde örgütlendirdiği için Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, Mevleviliğin asıl kurucusu ve ikinci piri sayılır. Mevlana’nın hayatı boyunca tarikatlara özgü birtakım kurallara uymadığı, kendisine bağlananlar için özel kurallar koymadığı bilinmektedir. Sözgelimi kendisine bağlananlar için ne bir giriş töreni düzenler, ne de belli bir zikir öngörürdü. Diğer tarikatlar gibi özel giysilerle ayrılma yoluna da gitmemişti. Bilinen başlıca uygulaması müritliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine halifelik verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü 229 açık bir giysi olan ferace giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti. Mevleviliğin başlıca kurallarından birisi olan semayı da yalnızca aşk ve cezbe için yardımcı bir öğe sayardı. Ancak oğlu Sultan Veled, halifeliği döneminde Mevlana’nın düşüncelerini temel olarak Mevleviliği kendine özgü kuralları, törenleri olan bir tarikat durumuna getirdi. Mevleviliğe göre tasavvufi eğitimin amacı insanın kendine gelmesini, kendini bulmasını sağlamaktır. Gerçeğe ulaşmak için insan tabiatına aykırı yöntemlere başvurulmamalıdır. Zikir ve çile gerçeğe ulaşmanın temel yöntemi değildir. Zikir ancak düşünceyi harekete geçirdiği ölçüde yararlıdır. Gerçeğe ulaşmanın asıl yolu aşk ve cezbedir. Bunun için de isimlerden ve kelimelerden geçip Allah’ı bulmak Allah dışındaki varlıklardan (masiva) arınmak gerekir. Bütün varlığı kuşatan Allah’ın varlığı tek gerçektir. Varmış gibi görülen varlıklar gerçekte yoktur; var olan, bu varlıklar aracılığı ile kendini gösteren Allah’tır. Evren her an yeniden yaratılmaktadır. Zıtlar alemi olan bu dünyada her şey izafidir. Allah’ı gerçek anlamda tanımayan insanlar dünyanın, altın ve gümüşün kulu, kölesi olurlar. Bu kölelikten kurtulmanın tek yolu da Allah aşkıdır. Mevleviliğe göre mürit kendini mürşidinde yok etmeli, kendine baktığında mürşidini görmelidir. Mürşidinin tüm isteklerini tereddüt etmeden kabul etmeli, ona itaati Allah’a ve Peygamber (s.a.s)’e itaat, muhalefeti de Allah ve Peygamber (s.a.s)’e muhalefet bilmelidir. Kendisini şeyhinden uzaklaştıracak hiçbir sözü dinlememeli, onun iyiliğin mutlak temsilcisi olduğuna inanmalı, hakkında kötü düşünmemeli, yanında çok konuşmamalıdır. Nefsini zayıflatmaya, riyazet ve mücahede ile öldürmeye çalışmalıdır. Kötülüğü buyuran nefsi (nefs-i emmare) ancak mürşit öldürebilir. Bu nedenle mürit mürşidinin irşadına sıkı biçimde sarılmalıdır. Mevlevilikte başlıca tarikat ayini, âyin-i şerif de denilen semadır. Belli kurallar içinde ve müzik eşliğinde yapılan semadan başka zikir telkini, taç ve hırka giyme, halvet, tarikata giriş, halifelik verme de belli kurallara bağlanmıştır. Sözgelimi zikir telkininde şeyh müridi önüne oturtarak elini tutar, bütün günahlardan sakınacağına, iyilik ve takva üzere bulunacağına dair söz alır, kelime-i tevhidi üç kez telkin eder, sonra da onun için dua eder. Duanın arkasından şeyh, dünya ile ilgisini kestiğini simgelemek üzere müridin saçından birkaç kıl keser. Halvet, diğer tarikatlarda olduğu gibi kırk gün süren bir ibadet, riyazet biçiminde değil, 230 tekkede hizmet biçiminde uygulanır. Bin bir gün süren bu halveti (çile) tamamlayan kişiye derviş adı verilir. Taç ve hırka giydirme de küçük bir törenle yapılır. Taç giyecek mürit başını açarak şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar. Mevlevi silsilesini okuyan şeyh Allah’tan müridi fakirlik yolunda (tasavvuf) başarılı kılmasını, başına manevi bir taç ihsan etmesini dileyerek tacı giydirir. Fatiha suresini okuyarak dua eder. Hırka ise ayakta giydirilir. Yine Mevlevi şeyhleri silsilesi ve Fatiha okunur, dua edilir. Duanın arkasından hırkası giydirilen mürit şeyhin ve orada bulunan büyüklerin ellerini öper. Halvetten çıkmış, eğitimini tamamlamış ve gerekli olgunluğa ulaşmış dervişlere verilen üç tür halifelik vardır. Bunlar suret-i hilafet, manayı hilafet ve hakikat-ı hilafet olarak anılır. Suret-i hilafet, bir dervişe bir tekkenin yönetimini yürütmesi amacıyla verilen halifeliktir. Bu tür halifeler irşat yetkisine sahip değildir. Manayı hilafet, seyr-ü suluk denilen tasavvufi yolculuğun makam ve mertebelerini iyi bilen, Allah’ı tam anlamıyla tanıyan dervişe halkı irşat etmesi amacıyla verilen halifeliktir. Hakikat-ı hilafet de doğrudan irşat ve şeyhlik yetkisiyle verilen halifeliktir. Şeyhlik makamı boş olan tekkelere atanacak şeyhler bu halifeler arasından seçilir. Mevleviliğe mensup kişiler seyr-ü sülükteki durumlarına göre çeşitli derecelere ayrılır. İlk dereceyi Mevlevilerin büyük çoğunluğunu temsil eden muhipler oluşturur. Seven kişi demek olan muhip, Mevlevi kurallarına göre sikke tek birletip tarikata giren, ancak dervişliğe ikrar vermeyen mürittir. İkinci derecede dede de denilen dervişler yer alır. Derviş ikrar verip tekke mutfağında (matbah) üç gün saka postunda oturan, kararından dönmezse arakıye ve hizmet tennuresi giyinip çeşitli hizmetlerle bin bir gün halvet (çile) çıkaran, on sekiz gün süren hücre çilesini de tamamlayan Mevleviyye verilen addır. Şeyhler üçüncü dereceyi oluşturur. Şeyh, bir tekkeyi yönetmek, muhip ve dervişlerin yetiştirme yetkisine sahip olan mevlevidir. Mevlevilikte son dereceyi halifeler meydana getirir. Halifeler, başkasına halifelik verme yetkisine sahip şeyhlerdir. Sultan Velet’ten sonra bütün Mevleviliği temsil eden Konya’daki merkez tekke şeyhliğinin babadan oğula ya da ailenin büyüğüne geçmesi gelenekleşti. Bu geleneğe bağlı olarak şeyhlik makamına oturan kişiye Çelebi adı verildi ve zamanla merkez tekke şeyhliği Çelebilik makamı olarak anılmaya başladı. Çelebiler, başlangıçta, şeyhlik makamında otu231 ran kişi tarafından önceden belirlenirdi. Sonraları çelebiler dedelerin onayıyla atanmaya başladı. Daha sonra da, adaylar arasındaki çekişmeler nedeniyle çelebiler padişah iradesiyle atanır oldular. Çok uzun bir süre geçmemesine rağmen Anadolu’nun pek çok yerinde Mevlâna âşıkları Mevlevîhanelerde toplanmaya başladılar. Oradan Arap Yarımadası’na, Asya ve Avrupa’ya yayıldılar. Artık padişahlar da, gedâlar da aynı posta baş kesmedeydiler. Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut gibi bir döneme damgasını vuran Osmanlı sultanları Mevlevîhanelerde şeyhlerinin dizlerine baş koymadaydılar. Aşk, sınır tanımaksızın yüreklere ateşler yaktı, yaktı... Mevlevilik Türk düşünce ve sanat hayatına önemli etki ve katkıları olan bir tarikattır. Mevlana’nın vahdet-i vücut (varlık birliği) anlayışına dayanan düşünceleri yüzyıllar boyunca etkisini sürdürmüş, günümüze kadar canlılığını koruyabilmiştir. Mevlevi tekkeleri, tarikat faaliyetlerinin yanı sıra bir sanat ve kültür kurumu gibi çalışmış, baştan beri birçok şair, yazar ve bestecinin yetiştiği merkezler olmuştur. Osmanlılar döneminde Türkiye’de en yaygın tarikatlardan birisi olan Mevleviliğin faaliyetine, diğer tarikatlarla birlikte, 13 Eylül 1925 tarihli bir kanunla son verildi. Faaliyetini bir süre Şam’da sürdürmeyi denediyse de başarılı olamadı. Ancak 1926 yılında Konya’daki merkez tekke ve Mevlana türbesi müze olarak yeniden açıldı. 2 - Çile Sistemi Mevlevîlik, manevî bir eğitim sistemi olarak tarikata giren nevniyâzları bin bir gün süren “çile” denilen bir eğitimden geçiyordu. Çile şöyle uygulanıyordu: Mevlevî olmaya karar veren kişi gençse, ailesinin rızası alınırdı. Kendisine bu yolun güçlükleri anlatılır, ısrar eder ve kabul olunursa “matbah” denilen eğitim bölümünde, kapıdan girince hemen sol tarafta, kapı dibinde bulunan postta üç gün oturtulurdu. Bu üç gün içinde iki diz üstünde başı eğik olarak oturan aday, orada yapılan işleri seyreder, mecburiyet olmadıkça konuşmaz, mecbur olmadıkça posttan kalkıp bir yere gidemezdi. Üç gün sonra huzura çıkar, kararında durduğunu söylerse, geldiği elbiseyle on sekiz gün getir-götür işlerine bakardı. On sekiz günün sonunda ona artık Mevlevîlerin özel kıyafetleri giydirilir ve çilesi başlamış olurdu. 232 Çile esnasında ortalığı silip süpürmek, odun getirmek, çarşıdan alışveriş yapmak, çamaşır yıkamak gibi günlük işleri yapmaktan başka mutlaka sema’ meşk eder, mesnevî okur, kabiliyeti varsa ney üflemek, kudüm vurmak, âyin okumak gibi mûsikî sanatı ile yahut hat, tezhip, minyatür gibi diğer güzel sanatlarla ilgilenirdi. Bu meşklere, çilesini doldurmuş, hücre sahibi olmuş “dede”ler nezaret ederdi 3 - Mevlevîlik ve Sanat İslâm dininde musiki ve raksla ilgili ilk belgelere Meraga’lı Abdülkâdir’in Makâsidü’l Elhan adındaki eserinde, sema’a ise milâdî X.yüzyıldan itibaren bazı kaynaklarda rastlanır Mevlâna’nın büyük bir din ve sanat bilgini olarak musiki hakkında yüceltici fikirleri vardı. Sofiyane vecd ve istiğrakın, ilâhî ilham ve neşvenin kaynağı haline gelmiş olan gönlünü şiir, musiki ve sema’ gibi üç güzel sanatın ulviyet ve kutsiyetinde eritmişti. Bilhassa musikiyi bütün maddî ve fizikî hâdiselerin üstünde tamamen ilâhî bir anlayış ve sezişle “Elest Bezmi’nin âvâzesi” diye tarif etmişti. Bu yüzden Mevlevîhaneler, manevî eğitim işlevlerinin yanı sıra devrin güzel sanatlar akademileri yahut konservatuarlarıydılar. Mevlevîlerin zikri olan sema’, mutlaka musiki eşliğinde yapıldığından, Mevlevîhanelerde nazarî ve amelî musiki eğitimi yaptırılmış, bu sebeple Türk Musikisi’nin en büyük bestekârları Mevlevîhanelerden yetişmişlerdir. Bu eğitimin yanı sıra edvarlar ve muhtelif nota mecmuaları tertip edilerek, eserlerin gelecek nesillere intikali de sağlanmıştır. Musiki sanatımız üzerinde Mevlevîliğin tesiri o kadar büyüktür ki, “Türk Klâsik Müziği Mevlevihanelerde gelişmiştir” denebilir. Nefî, Neşâti, Fasih Ahmet Dede, Esrar Dede, Nabi, Şeyh Gâlib gibi divan edebiyatımızın büyük şairleri de mevlevîdirler. Hz. Mevlana’nın tasavvufunda gaye aşktır. Hz. Mevlana, insanın suretiyle değil, sîretiyle -yani iç âlemiyle- ilgilenmiş, ruhî olgunlaşmayı ve ahlâk kaidelerinin en yücelerine ulaşmayı hedef almıştır. Mevlevîlikte, tamamen ruhî bir tezahür olan şiir, musiki, raks ve diğer güzel sanatlar insanı kötülüklerden uzaklaştırıp, ilâhî amaca yaklaştıracak araçlar olarak görülmüş, bu yüzden Mevlevîliğin önemli rükünleri hâline gelmiştir. 233 MEVLEVİLİĞİN SİSTEMLEŞMESİ SULTAN VELED VE DİĞER POSTNİŞİNLER Mevlana’nın ölümünden sonra son derece müteessir olan dostları, O’nun ışıklı yolunda izini takip edenler, gönül tapusuna giren ve O’ndan feyiz alanlar yavaş yavaş kendilerine gelmeye başladılar. Bundan sonra ne olacaktı? Her şey Mevlâna ile başlamıştı; O’nun yokluğu ile her şey yok olup gidecek miydi? Toparlanmalı; Mevlâna, fikriyle, düşünceleriyle yaşatılmalı, aydınlık yolu izlenmeliydi. Ama kim kılavuzluk edecekti; kimdi Mevlâna’yı temsil edecek? Hastalığı günlerinde bu sorular akla gelmemiş değildi. Mevlâna’nın yakınında bulunanlar, Mevlâna’nın son öğütlerini verdiği sırada: —Efendimiz, sizden sonra halifemiz kim olur? diye üç kere sormuşlar, her defasında da: —Çelebi Hüsâmeddin’imiz halife olur, cevabını almışlardı. Gerçekten de, Kuyumcu Selâhaddin’in ölümünden sonra, Çelebi Hüsâmeddin Mevlâna’nın en yakın dostları ve halifeleri arasında seçkin yerini almıştı. Mevlâna’ya Mesnevî’yi yazdırtan, varını yoğunu Mevlâna yolunda harcayan, ona gönülden bağlı Çelebi Hüsâmeddin, daha Mevlâna’nın sağlığında, Mevlâna’nın halifesi olabileceğini herkese kabul ettirmişti. Ettirmişti ama ortada bir de Sultan Veled vardı. O, babasının ilim ve irfan potasında pişmiş, herkesin sevgisini kazanmış bir tasavvuf eriydi. Mevlâna, onu öteki oğullarından daha çok sever, ona: “Bana yaradılış ve huy bakımından en fazla benzeyen sensin” derdi. Mevlâna’nın bıraktığı posta hakkıyla oturabilir, onu lâyıkıyla temsil edebilirdi. Çelebi Hüsâmeddin de böyle düşünürdü elbet. Mevlâna’nın vârisi olarak Sultan Veled’in posta oturmasını gönülden istiyordu. Bir gün Sultan Veled’i ziyaretinde şöyle dedi: — Veled, sen bize Pirimizden, armağansın. Ondan sonra uyulacak, dayanılacak tek kişi sensin. Onun yüce makamı sana düşer. Çünkü senden daha arif olan; yol, iz bilen yok. Bu teklifi kabul etmeyen Sultan Veled İbtidânâme adlı eserinde bu 234 olayı şöyle nakleder: “Hayır, Babam ölmedi; gerçekten diridir O. Ölen onun maddi varlığı, yıpranıp giden cesedi. Ruhu Allah civarında ölümsüz yaşıyor. Peygamberimiz, Mü’minler ölmezler, demedi mi? Babamın zamanında halifemizdin. Şimdi de halifemiz sen olacaksın. İmam sendin, biz sana uyardık, şimdi de uyacağız. Bu babamın vasiyeti, bu vasiyet yerine gelmeli”. Çelebi Hüsâmeddin, Sultan Veled’e ne kadar yalvardı, rica ettiyse de Sultan Veled kabul etmedi. Çaresiz, gönül hoşluğu ile Mevlana’dan boşalan postu devraldı.” 235 İlk Postnişin ÇELEBİ HÜSAMETTİN (Ö.1284) “Çelebi Hüsâmeddin, böylece, sessiz-sedasız gönül postuna oturdu. Aslında Mevlâna, bir tarikat kurucusu değildi. Bir tarikat kurmayı, bir tarikatın piri olmayı hiç düşünmemişti. Onun yolu ilâhî aşk ve cezbe yoluydu. Bu yolda pişmiş; pişme de ne demek, yanıp tutuşmuştu. Ölümüne yakın yıllarda: “Ben tenden soyundum; O, hayalden soyundu. Artık vuslat ilinin en ileri makamlarında salınmadayım (Mesnevi, C.6, Beyit: 4619) diyor, bir an önce Allah vuslatını özlüyordu. Peki, ama neydi istenen? Mevlâna’dan sonra, O’nu temsil edecek bir halifeye ne lüzum vardı? İstenen, Mevlâna yolunu, Mevlâna düşüncesini canlı ve ayakta tutmaktı. Sağlığında Mevlâna’nın çevresinde toplananlar, O’nun ölümüyle dağılıp, tükenmemeliydiler. Mevlâna gibi olan, O’nun gibi düşünen biri, tutuşturulan bu aşk ocağını sonsuza dek tüttürmeli; bu ocağın sahibi ve mürşidi ol-malıydı. Bunun için bir halifeye lüzum vardı, işte Çelebi Hüsâmeddin bunun için bu görevi üstlenmiş, Mevlâna dostlarının başına geçmişti. Çelebi, daha genç yaşında, halim-selim bir ahî genci iken, Mevlâna’nın halkasına girmişti. Asıl adı Ahi Hüsâmeddin Hasan’dı. Babası. Konya ahilerinin şeyhi olarak bir zaviyede oturuyordu. Ataları, Urmiye’den göçerek Konya’ya gelip yerleşen fütüvvet ehliydi. Bu yüzden Çelebi Hüsâmeddin’e Ahi Türkoğlu da deniyordu. Çelebi Hüsâmeddin’in ilk isi, Mevlâna’nın mezarı üzerine Türbe yaptırmak olmuştu. Mevlâna, sağlığında mezar üzerine türbe yaptırma geleneğine pek uymuyordu. Babası bilginler sultanı Bahâeddin Veled öldüğü zaman, cenazesi, şimdiki Mevlâna Türbesi’nin bulunduğu Has Bahçe’ye defnedilmişti. Mevlana’ya büyük saygı besleyen Selçuklu veziri Emir Muineddin Süleyman Perva¬ne, bu mezar üzerine bir türbe yaptırmak isteyince, Mevlâna ona: “Şu gök kubbeden daha iyisini, daha büyüğünü yapamayacağına göre, yenisini yapmaya zahmet etmeyiniz.” diyerek bu isteğinden vazgeçirmişti. 236 Mevlâna, Mesnevisinin üçüncü cildinde: “Mezara türbe yaptırmak, üstüne kubbe kurmak, mânâ sahiplerince makbul değildir.” diyor ve ilâve ediyordu: “Bizim mezarımızı yerde arama! Bizim mezarımız ariflerin gönülleridir.” Mevlâna’nın mezar üzerine türbe yaptırmanın gönüllüsü olmadığı bu sözlerinden açıkça anlaşıldığı halde, Mevlâna’nın menkıbelerini yazan ve Çelebi Hüsâmeddin’in halifeliğinde sağ olan Ahmed Eflakî, Mevlâna’nın vasiyet yollu şu sözlerini kaydediyor: “Bizim dostlarımız, türbemizi, uzaklardan görünecek, şekilde yüksek yapsınlar. Kim bizim türbemizi ta uzaklardan görerek tam bir inançla bizi hatırlarsa, onun nâmı iki cihanda aziz olacaktır. Tam bir aşkla riyasız bir doğrulukla gelip türbemizi ziyaret edenin dileğini Yüce Allah yerine getirir.” Mevlâna bu sözü söylemiş olsa da, olmasa da, ölümünden sonra, mezarı üzerine bir türbe yapma isteğinin kimse önüne geçemezdi. Mezar her gün ziyaret ediliyor, her ziyaret eden bu isteği tekrarlıyordu. Mevlâna’nın Ölümünden birkaç ay sonra, Mevlâna’ya büyük bir saygı besleyen Emir Alâmeddin Kayser, bu istekle Sultan Veled’e başvurmuş, önce onun rızasını almıştı. Sultan Veled’in “kabul” sözünden sonra, Alâmeddin Kayser, Emir Süleyman Pervane ve onun varlıklı eşi Gürcü Hatun’la işbirliği ederek seksen bin dinar para toplamış, bir türbe yaptırılması için Çelebi Hüsâmeddin’e teslim etmişti. Bu para kısa sürede yüz altmış bin dinara yükselmiş ve türbe yapımına geçilmişti. Selçuklu devrinin tanınmış mimarlarından Tebrizli Bedreddin’e yaptırılan Türbe, ilkin dört fil ayağı sütun üzerinde yükselen dilimli bir tuğla gövde ve onun da üzerinde yine dilimli konik bir kümbet şeklindeydi. Kuzey yönünde yüksek kemerli acık bir eyvanı vardı. Doğu, Batı ve Güneyi kapalıydı. Eyvan’da, Mevlâna’nın mezarı üzerine, Selim oğlu Abdülvâhid ve Konyalı Genak oğlu Hûmâmeddin adlı iki usta ahşap bir sanduka yerleştirmişlerdi. Mevlâna’ya ait olan bu ahşap sanduka bugün Sultânu’l Ulema’nın kabri üzerinde bulunmaktadır. Sandukanın heybetli görünüşü halk arasında ‘Mevlâna ölünce babası ayağa mı kalktı?’ gibi bir söylentiye sebep olmuştur. Sanduka’nın üzerindeki sülüs yazılar, Mevlâna’nın Divan’ından ve Mesnevî’sinden seçilmiş; kitabesi Çelebi Hüsâmeddin ve Sultan Veled tarafından yazılmıştı. Böylece Mevtana Dergâhı’nın nüvesi ve temelleri atılmış oluyordu.” 237 İlk Dergâh “Mevlâna Türbesi’nin bulunduğu Has Bahçe, Konya Kalesi’nin dışında, Aksaray Kapısı yakınlarındaydı. Has Bahçe, Selçuklu Sultanı 1. Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası Bahâeddin Veled ve ailesine armağan edilmişti. Konya giderek büyüyor, surların dışına taşıyordu. Has Bahçe’nin çevresinde ev¬ler, konaklar yaptırılmıştı. Çelebi Hüsâmeddin, Has Bahçe’yi bir duvarla çevirte¬rek geleceğin Mevlâna Dergâhı’nın yeri-ni tayin etmişti. Önce Türbe’nin bitişiğinde birkaç oda yaptırıldı. Bu sırada Türbe’ye bağışlar yapılıyor, vakıflar bağlanı¬yordu. Türbe’de müezzinler, imamlar, Mesnevî hanlar görevlendirildi. Mesnevî han Sirâceddin bunların başındaydı. Her Cuma namazından sonra Çelebi Hüsâmeddin, Mevlâna dostlarını, topluyor, Mevlana’nın türbesini coşku ile ziyaret ediyordu. Bu ziyaretten sonra Kuran-ı Kerim ve Mesnevi okunuyor, dervişler sema ediyorlardı. Çelebi Hüsâmeddin, Mevlâna dostlarının başına geçmiş, onları, dağılıp gitmekten kurtarmış ve onları bir araya getirmişse de bir tarikat kurucusu ve Pir’i olmamıştır. Hüsâmeddin’in halifeliği, Mevlâna dostlarına şeyhlik, mürşitlik görevini yerine getirişi on yıl sürdü. 1284 yılının Ekim ayıydı. Eflâki’nin anlattığı bir hikâyeye göre Çelebi. Meramdaki bağında bir semâ toplantısı yapmış, Mevlâna âşıkları bu toplantıya katılmışlardı. Semâ devam ederken Konya’dan gelen Mevlâna Türbesi’nin kubbesindeki âlem’in düştüğünü haber verince Çelebi, derin bir âh çekmiş, ağlamaya başlamıştı. Çelebi: “Şeyhim beni çağırıyor. Göç zamanı geldi, ömür kadehi doldu, beni eve götürün” demişti. Evine götürdüler. Birkaç gün sonra da (25 Ekim 1284 Çarşamba) vefat ettiği haberi Konya’ya yayıldı. Çelebi Hüsâmeddin’in ce¬naze namazını Sultan Veled kıldırdı ve Mevlâna’nın baş ucuna defnedildi.” 238 SULTAN VELED (Ö.1312) “Çelebi Hüsâmeddin’in ölümünden sonra, Mevlâna postuna, Mevlâna’nın büyük oğlu Sultan Veled’in varis olacağı olağandı. Bundan kimsenin şüphesi yoktu. Kendisi İbtidânâme adlı eserinde şöyle diyordu: “Halk, genç-yaşlı hep toplanıp yalvardılar. Ey Veled dediler, babanın yeri zaten senindi, çünkü onun sana sevgisi daimiydi. Öyle olduğu halde, Hüsâmeddin’e verdin. O göçünce artık bahanen kalmadı. Allah’ın takdiri böyle. Bu sözler üzerine, ben de tekliflerini kabul ettim “ Sultan Veled, Mevlâna’nın yerini aldığı zaman 58 yaşındaydı. O da Mevlâna’ya uymuş, onun sevdiklerini sevmiş, Tebrizli Şems’e, Kuyumcu Selâhaddin’e bağlanmış, hizmetlerini görmüştü. Çelebi Hüsâmeddin’e de aynı saygıyla bağlanmış babasının ölümünden sonra onu, isteyerek babasının postuna oturtmuş, kendisi de bir «mürit» gibi ona hizmet vermişi. Bu üç tasavvuf erinden başka, Sultan bir ömür boyu bağlandığı, feyiz aldığı, manevî terbiyesi altında yıllarca önünde diz çöktüğü bir ulu kişi daha vardı. Mevlâna’nın has müritlerinden Bektemûroğlu Şeyh Kerimeddin. Mevlevi kaynaklarının tümü, Bektemûroğlu Şeyh Kerimeddin’i Sultan Veled’in hocası sayar; onun yüceliğini, gönül ve görüş zenginliğini dile getirirler. Sultan Veled, Çelebi Hüsâmeddin’sen sonra Mevlâna dostlarının Şeyhi olduğu halde, Şeyh Kerimeddin’i yine şeyhi saydı. O, 1292 yılı Kasım ayının baslarında vefat ettiği zaman onu babasının hemen yanı başına defnetti. Sultan Veled’in Mevlâna’nın makamını temsil etmesiyle, kendisine uyanların sayısı da giderek artıyordu. Veled babasının ölümünden sonra, daha önce Emir Bedreddin Gevhertas’ın Mevlâna ailesi için yaptırdığı medrese ve evden ayrılmamıştı. Şimdi burası müritlerle dolup taşıyor, dar geliyordu. Mevlâna’nın Türbesi çevresinde her ne kadar mescit, semahane gibi ek binalar yapılmışsa da bunlar da yetersizdi. Burada kendi ailesinin oturacağı ve müritlerin de toplanabileceği yeni bir medrese yaptırmaya karar verdi. Selçuklu emirleri ve varlıklı kişilerin yardımı ile birkaç yıl içinde medrese yapıldı. Sultan Veled, eşi ve çocuklarıyla bu medreseye tasındı. Uzun yıllar Mollayı Cedid yahut Velediyye 239 adıyla bilinen bu medrese; zamanla harap olmuş, 1888 yılında üzerine yeni odalar eklenerek Bahâiyye Okulu yapılmış, 1951 yılı Ekim ayında, Mevlâna Meydanı’nı genişletmek amacıyla yıktırılmıştır. Mevlâna’nın oturduğu medrese de, bu yeni medresenin yapılması ile Mollayı Atik Medresesi olarak tanınmış, zaman içinde tamamen yıkılarak yeri dahi unutulmuştur. Sultan Veled’in yaptırdığı yeni medrese ile Mevlâna Türbesi çevresinde filizlenmekte olan Dergâh, daha geniş bir mekân kazanmış, ayrıca Mevlâna ailesi de Dergâh’ta kalmaya başlamışlardı. Sultan Veled’in Teşkilatçılığı Sultan Veled’in, posta oturmasıyla, Çelebi Hüsâmeddin’in aksine, Türbeye bir hareket ve canlılık gelmişti. Çelebi Hüsâmeddin, çekingen, içe dönük, sessiz yaradılışta, bir adamdı. Sultan Veled ise; girişken saray ve devlet adamlarıyla iyi ilişkiler içindeydi. Her ne kadar Mevlâna topluluğunun adı henüz konmamışsa da, topluluk Sultan Veled’in çevresinde kümeleştiği için çoğu zaman bunlara Veledi deniyordu. Mevlâna’ya izafeten Mevlevi de dendiği oluyordu. Sultan Veled’in dost ve derviş çevresi giderek büyüyordu. Gerçekten de 1300’lü yıllara gelindiği zaman Mevlana Türbesi ve çevresi, Sultan Veled’e uyanların toplandığı yer haline gelmişti. Sultan Veled, Çelebi Hüsâmeddin‘le birlikte başlatılan Mesnevî hanlığı, daha da düzene sokmuş; Dergâh’ta, Mesnevi okunacak gün ve saatleri, sema meclislerinin zamanını ayarlamış, semanın ve mutrıbın düzenini, belli kaidelere bağlamıştı. Türbeye ve Dergâh’a yapılan bağışlar artıp, yeni vakıflar bağlandıkça, dervişlerin yatıp kalktıkları, sema ve musiki çalışmaları yaptıkları yeni binalar yaptırılmıştı. Hatta “derviş olmanın da bir yolu yordamı olmalıdır” diyerek, bunun da usul ve kaidelerini ortaya koymuş, öğretmişti. Sultan Veled, Mevlâna yoluna girenlerin uyacakları usul ve erkânı en ince ayrıntıları ile tespit ederken, bu yolun yayıcılarını da seçmeye, onları Anadolu şehir ve kasabalarına göndermeye başlamıştı. Has müritlerinden Şeyh Süleyman Tûrkmâni’yi Kırşehir’e göndermiş, orada bir Mevlevi zaviyesi kurdurmuştu. Muhammed Alâeddin Amasya’ya, Hüsâmeddin Hüseyin Erzincan’a, Sultan Veled’in halifesi olarak gitmiş 240 ve halkı Mevlâna yolunda aydınlatma görevini almışlardı. Böylece Sultan Veled’in ölümüne yakın yıllarda Mevlevîlik resmen kurulmuş oluyordu. Sultan Veled, Kuyumcu Şeyh Selâhaddin’in kızı Fatma Hatun’la evlenmiş, bu hanımından Ulu Arif Çelebi adlı oğluyla, Muahhara Âbide ve Şeref Arife adlarında iki kızı doğmuştur. Fatma Hatun’un ölümünden sonra, bir biri ardınca Nusrel Hatun ve Sünbüle Hatun adlı, iki hanımla daha evlenmiş; birincisinden Şemseddin Abid. İkincisinden Selâhaddin Zâhid ve Hüsâmeddin Vâcid adlı, oğulları dünyaya gelmiştir. Böylece 4 oğlu iki kızı bulunan Sultan Veled, kızlarından Mutahhara Abide Hatun’u Germiyanlı Beyi Süleyman sah’la evlendirmiştir. Sultan Veled. II Kasım 1312 yılında, 86 yasında iken kısa süren rahatsızlığından sonra sonsuzluk âlemine göç¬müş; cenazesi, Mevlâna Türbesi’nde, babasının sandukasının sol tarafına gömülmüştür. Öldüğü zaman büyük oğlu Ulu Arif Çelebi, 40 yaşındaydı ve babasının makamına oturmuştu.” 241 ULU ARİF ÇELEBİ (Ö.1320) “Hz. Mevlâna’nın torunu ve Sultan Veled’in büyük oğlu Ulu Arif Çelebi, 6 Haziran 1272 günü doğduğu zaman, Mevlâna sağdı. Mevlâna, doğduğu gün, loğusa yatağındaki annesi, Fatma Hatun’un odasına gelerek başına altınlar saçmış, torununu kucağına alarak; “Mübarek bâd ber- mâ in Feridun Ki gerded pâdşâh-i din Feridun “ Diye başlayan ve “Kutlu olsun Feridun bize. Din sultanı olsun, gökteki ay gibi parlasın, aydın bir hâle gelsin, şekerlerle dolu Mısır ülkesi gibi tatlı olsun. Kutluluk meydanından topu çelsin, eğerini vurarak, yağız devlet atına binsin. Feridun ikbal burcundan doğdu, o bastan başa sevgi doludur” diye devam eden gazeli¬ni söylemişti. Adını Feridun Arif koydu. Etrafındakilere: —Bu çocuğu Ulu Arif diye çağırın. Bana da babam “Hüdavendigâr” derdi adımı söylemezdi. Ona bu adı manevî bir armağan olarak veriyorum, dedi. Çocuk giderek büyüyordu. Mevlâna onu çok sevmişti. Bir gün oğlu Sultan Veled’e söyle dedi: —Ben bu çocukta yedi nur görüyorum. Bu nurlar babam Bahâeddin Veled’in, Şeyhim Seyyid Burhâneddin’in Hazret-i Şems’in, Şeyh Selâhaddin’in, Çelebi Hüsâmeddin’in nurları; benim nurum ve senin nurun. Arif bir yaşına gelince, kucaktan inmez olmuştu. Mevlâna ve Çelebi Hüsâmeddin onu dizlerinin dibinden ayırmıyorlardı. Ne var ki, bu yüzünde ilâhi nurlar parlayan sevgili yavru, bir buçuk yaşına bastığı günlerde, Mevlâna sonsuzluğa kanat açarak ebedi diyara göç etti. Feridun Ulu Arif büyüdükçe, hâl ve tavırlarıyla dedesi Mevlâna’ya çok benziyordu. Bu benzerliği görenler, ona Ulu Arif Çelebi demeye başlamışlardı. Çelebi adı, “Çalabî”, yani “Allah’tan, Allah yolundan, Allah’a ait” anlamına geldiği gibi «bey, efendi» anlamına da geliyor-du. Çelebi Hüsâmeddin’den sonra, Sultan Veled’e de “Veled Çelebi” denmişse de, asıl çelebilik Ulu Arif Çelebi ile başlamış, bundan sonra Konya Mevlâna Der¬gâhında postnişin olan şeyhlere “Çelebi” denildiği gibi, Mevlâna 242 soyundan gelen erkeklere de Çelebi denilmiştir. Sultan Veled de Ulu Arif Çelebi’yi çok severdi. Ona “ruhların şeyhi” derdi, iyi bir öğretim verdi. Mevlâna’nın eserlerini okuttu. Buluğ çağına erişince de Konya’da Tebrizli Emir Kayzer’in kızı Devlet Hatun’la evlendirdi. Bu evlenmeden Bahâeddin Emir Âlim, Muzaffereddin Emir Âdil adlı iki oğluyla Melike adlı kızı dünyaya geldi. Ulu Arif Çelebi, Mevlâna’nın bütün eserlerini ezberden okuyacak kadar güçlü bir hafızaya sahipti. Duygusal, hemen heyecanlanan, taşkınlıklar gösteren, atak, cesur bir yaradılıştaydı. Olaylar karşısında ansızın duygulanır, o anda yapacağını yapar, söyleyeceğini söylerdi. Bu davranışlarıyla çoğu zaman Tebrizli Şems’e benzetilir, hareket ve sözlerinde bir “keramet” aranırdı. Sultan Veled’in, Çelebi Hüsâmeddin’in ölümünden sonra Mevlevi postuna oturduğu, Mevlevi tarikatının temellerini attığı, tarikatın usül ve yöntemlerini belirlediği yıllarda Ulu Arif Çelebi, Mevlevîliği tanıtmak ve yaymak amacı ile Anadolu’da pek çok geziler yapmıştı. Hatta Tebriz’e; Asya’da Merend’e, Sultaniye’ye kadar gitmiş; gittiği yerlerde sultanlar, beyler, o şehrin ileri gelenleri tarafından hoşça karşılanmış, saraylarda, konaklarda ağırlanmıştı. Her yerde saygı görüyor, sözleri ve hareketleriyle hayranlık uyandırıyordu. Bu gezilerinde kendisine uyan, kendi fikirlerini benimseyen dervişler de vardı. Ulu Arif Çelebi bunlardan çoğunu o şehirlerde bırakarak, İlk Mevlevi Tekkelerinin, Zaviyelerinin kurul-masını sağlıyordu. Bunlar arasında Larende (Karaman), Beyşehir, Aksaray, Akşehir, Afyon, Amasya, Niğde, Sivas, Tokat, Birgi, Denizli, Alanya, Bayburt, Erzurum gibi şehirler de vardı. Erzurum’dan Tebriz’e gidişi de bu yıllara rastlar. Bu geziye Ahmed Eflâki Dede de katılmıştır. Sultan Veled’in Konya’da Mevlevi topluluğunun başında bulunduğu ve Ulu Arif Çelebi’nin gezilerine devam ettiği yıllarda, Anadolu Selçuklu Devleti de tarih sahnesinden büsbütün silinip gitmiş; Anadolu’da bölge bölge beylikler doğmuştu. Her biri bağımsız ve belli sınırlar içerisindeydi. Selçuklular zamanında Anadolu’ya göçen Oğuz ve Türkmen aşiretlerinin kurduğu bu beylikler, Asya’dan, Anadolu’ya göçen ve kendilerine Horasan erenleri denen mutasavvıf dervişlere büyük saygı duymuş, onların irşatlarından sürekli etkilenmişlerdi. Bu mistik ortamda, Mevlâna gibi büyük bir “mürşid”in ve bir tasavvuf şeyhinin sevgili torunu Ulu Arif Çelebi’nin şehir şehir, oba oba ziyaretler yapması ya243 dırganmıyor, üstelik hoş karşılanıyordu. Onun hem de iki kez, ilhanlıların başkenti Sultaniye’ye kadar gitmesi, Moğol hanları ve beyleriyle görüşmesi, onlara kendi ilim ve irfanını kabul ettirmesi az şey değildi. Babası Sultan Veled’in ölümünden sonra, Ulu Arif Çelebi, Anadolu’nun birçok şehirlerinde tanınan, ünü İran ve Irak’a kadar uzanan bir şeyh olarak, Mevlevi postuna oturmuştu. O, Sultan Veled’den sonra, altı yüz yıldan fazla sürecek olan yeni bir geleneği başlatmış oluyordu. Artık Ulu Arif Çelebi’den sonra, Konya Mevlâna Dergâhı postnişinleri, Mevlâna soyundan oğuldan oğula, en büyük oğuldan başlayarak sırasıyla şeyhlik makamına geçecek ve bu böyle sürüp gidecekti. Ulu Arif Çelebi’nin Konya Mevlâna Dergâhı şeyhliği ancak sekiz yıl sürdü. Bu sekiz yılın bir değerlendirilmesi yapılırsa, Ulu Arif Çelebi, babasından devraldığı Mevlevilik Tarikatını, merkez Konya olmak üzere, daha sağlam temellere oturtarak yaymaya çalıştı. İnandığı ve güvendiği dostlarını, birer Mevlevi ocağı tüttürmeleri için pek çok şehirlerde görevlendirdi. Mevlana Türbesi ve Dergâhının vakıf gelirlerini artırdı. Tarikatın ilkelerini yeniden gözden geçirerek, sema ve zikir usullerini kurallaştırdı. Çok genç yaşta, 5 Kasım 1320 Salı günü, 48 yaşındayken vefat etti. Ölümünden birkaç gün önce, Mevlâna’nın ölümünde olduğu gibi… Konya’da depremler olduğunu ve Mevlâna’nın; Aşk yolunda bütün ömrüm tek bir vakit olsun diye. Mum gibi eriyorum, diye başlayan gazelini okuyarak ruhunu teslim ettiğini, o gün başı ucunda gözyaşı döken Ahmed Eflâki yazar. Cenazesi Mevlâna Türbesi’nde, Mevlana’nın ayakucuna doğru soldaki yere gömüldü; üzerine tuğla örgü bir sanduka yerleştirildi.” 244 ŞEMSEDDİN ÂBİD ÇELEBİ (ö. 1338) “Ulu Arif Çelebi, ölümüne yakın yıllarda, Dergâh işlerini kardeşi Şemseddin Emir Âbid Çelebi’ye bırakmış, ölü-münden sonra da, Emir Âbid Çelebi Dergâhın, dördüncü şeyhi olmuştu. Selçuklu Devletinin yıkılışından sonra, Konya’ya Karamanoğulları yerleşmişse de, ilhanlı hükümdarı Ebu Sâid Bahadır Han, Anadolu’ya Emir Çoban adlı bir komutanını Genel Vali olarak göndermiş, Emir Çobanla Karamanoğulları çatışmışlardı. Ulu Arif Çelebi’nin öldüğü yıl, Emir Çoban’ın oğlu Timurtaş, Konya’yı Karamanoğulları’ndan almıştı. Ne var ki Timurtaş’la Emir Âbid Çelebi’nin arası iyi değildi. Aslında gerek Emir Çoban; gerekse oğlu Timurtaş, Ebu Sâid Bahadır Han’a karşı bağımsızlıklarını ilan etmiş, Anadolu’yu istedikleri gibi idareye başlamışlardı. Siyasi kargaşaların huzursuzluk yarattığı bu dönemde Emir Âbid Çelebi, Konya’daki postuna ancak sahip olabilmiş, Mevleviliğin yayılıp gelişmesi için fazla bir çaba gösterememişti. 1327 yılında, Timurtas’ın Mısır Memlukluları’na sığınmasından sonra, Emir Âbid Çelebi bir ara Sultaniye’ye gitmek istemiş, bu seyahatinden memnun olmayarak Tebriz’den geri dönmüştü. Çelebi’nin bu gücenginliğini öğrenen Bahadır Han, 1333 yılında Emir Sungur Ağa adlı bir adamını, Çelebi’nin gönlünü almak üzere, çeşitli hediyelerle Konya’ya gönderdi. Emir Sungur Ağa’nın Mevlana Türbesi ve Dergâhına armağan ettiği hediyeler arasında, sonradan “Nisan Tası” diye adlandırılan üzeri altın ve gümüş kakma, yazı ve resimlerle süslü, Musul işi büyük bir bronz kap da vardı. Bu sanat şaheseri bugün Mevlana Müzesinde aynı adla sergilenmektedir. 1335 yılında Bahadır Han’ın ölümü ve İlhanlı Devleti’nin çöküşü ile Anadolu beylikleri tekrar düze çıktı. Konya, Karamanoğulları’nın eline geçti. Bir ara Eretna Beyin teklifi ile Emir Âbid Çelebi, Eretna Beyliği’nin elçisi olduğunu ve kısa bir süre Konya’dan ayrıldığını Eflâki yazıyor. Bu elçilik görevinden sonra, Konya’ya dönen Emir Âbid Çelebi, Dergâh işlerini yeniden düzenledi. Karamanoğlu beylerinin yardımı ile Türbede ve Dergâh’ta onarımlar yaptırdı, Çelebi, 23 Temmuz 1338’de öldü ve kardeşi Ulu Arif Çelebi’nin yanına defnedildi. 245 HÜSÂMEDDİN VÂCİD ÇELEBİ(Ö. 1342) VE EMİR ÂLİM ÇELEBİ l (ö.1350) “Ulu Arif Çelebi oğlu Hüsâmeddin Vâcid Çelebi, Emir Âlim Çelebi’nin sağlığında, onun Konya’da bulunmadığı aylar ve yıllarda, onun adına Dergâhta halife olarak görev yapar, vakıf işlerini idare ederdi.1338 yılı Temmuzunda, doğrudan doğruya posta oturduğu zaman, fazla faaliyeti olmadı. Postta ancak 4 yıl kalabilmişti. 7 Şubat 1342’de öldü. Ölümüyle Konya Mevlevi Dergâhı postu az kalsın başsız kalıyordu. Yerleşmekte olan geleneğe göre Vâcid Çelebi’den sonra posta Emir Âlim Çelebi’nin oturması lazımdı Çünkü Vâcid Çelebi’nin posta oturacak bir erkek çocuğu dünyaya gelmemişti. Emir Âlim Çelebi de, Konya’dan çok uzaklarda bulunuyordu. Konya’ya dönüp posta oturacağı şüpheliydi. Babası ile Tebriz’e gitmiş, oradan dönmemişti. Bir ara Türkistan’a gittiğini, orada Mevlâna’nın fikir ve eserlerini yaymakta olduğunu söyleyenler vardı. Çelebilik makamı da boş kalamazdı. Haberler gelinceye kadar, diğer küçük kardeşi Emir Âdil Çelebi, ona vekâleten posta oturdu. Emir Âlim Çelebi’yi bekleyiş, tam sekiz yıl sürdü. 1350 yılında öldüğü haberi Konya’ya ulaşınca, yerine Emir Adil Çelebi geçti. Bu sekiz yıllık devreyi Mevleviler “Niyabet” yılları olarak sayarlar. Gurbette öldüğü ve Mevlâna Türbesi’nde mezarı bulunmadığı için de üzü¬lürler.” 246 EMiR ÂDİL ÇELEBi (6.1368) “Emir Âdil Çelebi, 1350 yılında Çelebilik makamında 18 yıl hizmet görmüş ve Birinci Âdil Çelebi adıyla Postnişinler Şeceresi’nde yerini almıştır. Bu on sekiz yıl içinde neler olmuştur? Bunu pek bilmiyoruz. Çünkü. Mevlâna ve oğullarının menkıbelerini yazan ve bize önemli kaynak bırakan Ahmed Eflaki, 1360 yılında ölmüş, “Menâkıbu’l-Arifin” adlı eseri Emir Adil Çelebi’nin posta geçmesi haberiyle son bulmuştur. Bu önemli kaynak, 1360’da susarken, bir başka kaynak, Mevlevi tarihine ışık tutmaya baslar. Bu kaynak, Kütahya Mevlevihânesi şeyhi Sakıp Mustafa Dede (ö,1735)nin “Sefine-i Nefîse-i Mevleviyân” adlı eseridir. Biz, bu eserin faydalanacak bölümleri ve öteki Mevlevi kaynaklarının yardımı ile Çelebiler Silsilesi’ni sürdürmeye çalışacağız. 1350-1368 yılları arasında, Ulu Arif Çelebi oğlu Emir Adil Çelebi Mevlâna’nın postunda, Onu temsilen oturmaktadır. Bu yıllarda Konya, Karamanoğulları’nın elindedir. Karaman beyleri, Mevlana’ya ve Dergâhın sakinlerine çok saygılıdır. Karamanoğulları’nın tarihini yazan Şikâri, bu saygının, Karaman beylerinin Mevlâna Dergâhı’na şeyh olan Çelebilere “mürit” olacak kadar ileri gittiğini ifade eder.” EMİR ÂLİM ÇELEBİ II (0.1395) “Emir Adil Çelebi’nin ölümünden sonra yerine gecen Âlim Çelebi II zamanında, Karamanoğlu Alâeddin Bey, Karaman’daki Mevlâna’nın annesi Mümine Hatun, kardeşi Muhammed Alâeddin’in, bir ihtimalle eşi Gevher Hatun’un mezarları üzerine, 1370 yılında bir Türbe, biti-şiğine bir Mevlevihane ve Mescit yaptırdığı, bunlara zengin vakıflar bağlandığı görülmektedir. Emir Âlim Çelebi II, kendisini tamamen ibadete ve semâya vermiş; 27 yıl Dergâh’ta postnişînlik yapmıştır. Çelebi, 1395 yılında ölmüş ve cenazesi Mevlâna Türbesi’ne kaldırılmıştır. Postta bu kez Emir Âdil Çelebi oğlu Arif Çelebi vardır.” 247 ARİF ÇELEBİ II (0.1421) “Ulu Arif Çelebi’nin torunu olan Arif Çelebi’yi dedesinden ayırmak için, Mevleviler ona Ârif-i Sânî (ikinci Arif) de derler. Çelebilik makamında bulunduğu yıl¬lar, Anadolu çalkantılar içindedir. Şöyle ki: Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in Rumeli ve Sırp seferlerini fırsat sayan, başta Karamanoğulları olmak üzere, bazı Anadolu beylikleri Osmanlılara karşı harekete geçmiş; Yıldırım Bayezid de Rumeli Seferi’nden Anadolu’ya yönelmiş ve 1390 yılında Konya’yı kuşat-mıştı. Neyse ki Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’le barış yapıldı da, Konya’da büyük bir kardeş kavgası önlenmiş oldu. Yıldırım Bayezid’in Niğbolu’daki meşguliyetinden faydalanmak isteyen Alâeddin Ali Bey, 1397 yılında tekrar Osmanlı şehirlerine saldırmışsa da bu kez seferi bırakıp Anadolu’ya dönen Yıldırım’ın elinden kurtulamamış, ona esir düşmüştür. Ne var ki, Anadolu Beylerbeyi Timurtaş Paşa daha önce kendisini esir ederek zincire vuran Alâeddin Ali Bey’i gizlice öldürtmüştür. Bu olaydan sonra geçici de olsa Konya Osmanlıların elindedir. İş bununla da kalmamış, 1399 yılında Timur orduları Anadolu üzerine üşüşmüştür. Şehirleri yakıp yıkan, yağma eden Timur, 1402 Temmuzunda Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovası’nda Osmanlılarla karşı karşıya gelmiş, yapılan savaşta Yıldırım Bayezid, Timur’a esir düşmüş, getirildiği Akşehir’de 8 Mart 1403 tarihinde üzüntüsünden ölmüştür. Bu olaydan sonra Osmanlı birliği dağılmış; Anadolu, yine parça bölük beyliklerce idare edilmeye başlamıştır. Bu dönemde Konya, yine Karamanoğulları’nın elindedir. İşte bu yıllar, Konya’da Mevlâna Dergâhı Çelebilik makamında bulunan Arif Çelebi, çoğu zamanını Anadolu’yu dolaşarak olayların içinde bulunmamaya tarikatını ve dervişlerini siyasetin dışında tutmaya çalışmıştır. Onun en önemli işi. Emir Âbid Çelebi II zamanında Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in Mevlâna Türbesi’nde başlattığı büyük onarımı tamamlamak olmuştur. Karamanoğulları tarihini yazan Şikari’nin an-lattığına göre. Bu onarımın başla248 ması şöyle olmuştur: Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey, Güneydeki Gorikos (Kızkulesi) Kalesini almak, böylece Akdeniz ticaretinin bir bölümünü elinde bulundurmak istemektedir. Ne var ki Kale çok güçlüdür. Bir gece Alâeddin Ali Bey, rüyasında Hz. Mevlana’yı görür ve ondan Gorikos Kalesini fethedeceği müjdesini alır. Bundan sonra, Güneye bir sefer düzenleyerek sahil emirleri ile birleşir, Gorikos’u fetheder. Zafer dönüşü Konya’ya gelen Alâeddin Ali Bey, “gaza malı ile” Mevlâna Türbesi’ni onartmaya başlar. Onarım, 1397 yılına kadar sürer. Türbe adeta yeniden yapılmıştır. Buna göre dört fil ayağı üzerine oturan sivri kemerler arasındaki Doğu ve Batı duvarlar açılmış, yalnız Güney duvar örtülü kalmış; böylece Türbe genişletilerek, dışarıdaki mezarların da Türbe içine alınması sağlanmıştır. Ayrıca kemerleri birbirine bağlayan çapraz tonoz kubbenin üzerine, dilimli silindir seklinde bir kubbe, onun da üzerine yine dilimli konik kümbet yükseltilmiş ve bugünkü durumunu almıştır. Kubbe ve kümbetin dış yüzeyleri çinilerle kaplanmıştır. Arif Çelebi II, 26 yıl postnişin olduktan sonra, 1421 yılında vefat etmiş; O da 138Mevlâna Türbesi’ne gömülmüştür.” 249 PİR ÂDİL ÇELEBİ (ü.1460) “İkinci Arif Çelebi’nin ölümünden sonra, makama Emir Âbid Çelebi oğlu Pir Adil Çelebi, getirilmiştir. 39 yıl Çelebilik makamında bulunan Pir Âdil Çelebi, Mevlevi Tarikatının ikinci kurucusu sayılır. Onun zamanında tarikat usullerinin yeniden tespit edildiği söylenir. Pir Âdil Çelebi’nin “Pir” olarak anılması da, Onun “Mevlevi Tarikatı’nın bir çeşit anayasasını yapmış olmasındandır. O güne kadar gerçek anlamıyla tespit edilmeyen, ancak bir gelenek olarak süregelen tarikat kuralları, Pir Âdil Çelebi’yle birlikte, kökleşmiş, ayrıntıları ile kurumlaştırılmıştır. Aslında O’nun şeyhliği yıllarında, Anadolu’da Kadirbilirlik, Halvetîlik birer tarikat olarak kökleşmeye ve yayılmaya başlamıştı. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Suluca Karahöyük’teki Türbesi çevresinde toplanan Türkmenler, “Bektaşilik” adı altında yeni bir tarikatı yaymaya çalışıyorlardı. Böyle bir ortamda Mevleviliğin diğer tarikatlar arasında kişiliğini bulması, fikri ve şekli bir takım kaidelerle sınırının çizilmesi gerekiyordu Pir Adil Çelebi, iste bu sınırı çizmiş Mevlevi Tarikatına kişilik kazandırmıştır. Pir Adil Çelebi zamanında Konya Mevlâna ve Mevlevîliğe bağlı Karamanoğulları’nın elinde bulunmakla birlikte Osmanlı Karamanoğlu çatışmasının giderek Osmanlılar lehine kaydığıda görülüyordu. Aslında Osmanlılar, belki Karamanoğulları’ndan daha çok Mevleviliğe yatkındı. Mevlâna soyu ile akraba da olmuşlardı. Şöyle ki: Sultan Veled’in kızı ve Mevlana’nın torunu Mutahhara Hatun, Germiyan Beyi Süleyman Şah ile evlenmiş; bu evlenmeden Hızır ve İlyas Paşalar ile Devlet Hatun adında bir kız dünyaya gelmiştir. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’le evlenen bu kızdan Musa ve İsa Çelebilerle, Çelebi Mehmet doğmuştur. Aslında Osmanlı şehzadelerinin “Çelebi” unvanıyla anılması da onların Mevlâna soyundan geldiğinin delilidir. Bu yüzden Çelebiler Osmanlı padişahlarını kendileri için “akraba” saymışlar; padişahlar da bu akrabalığı Mevlevi Tarikatını gözeterek; hatta kimi padişahlar Mevlevi Tarikatına girerek sürdürmüşlerdir. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, yıllardan beri süren ve çoğu kez devleti zor durumlara sokan Karamanoğulları gailesine artık son vermek kararındadır. Fatih’in Karaman Seferi, ufukta belirgin bir hale geldiği zamanlar Pir Âdil Çelebi, 1460 yılında ölmüş, yerine oğlu Cemâleddin Çelebi geçmişti.” 250 CEMÂLEDDİN ÇELEBİ (ö. 1509) “Cemâleddin Çelebi devrinde iki olay önemlidir. Biri; 1467 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Konya’yı fethi ve Karamanoğulları’nı ortadan kaldırmasıdır. Fatih’in Konya’yı fethi ile eşraftan bazı ailelerin İstanbul’a sürgün edilmesi olayını Cemâleddin Çelebi önlemeye çalışmış; Konya’ya vali olarak tayin edilen Şehzade Mustafa, ondan sonra da Sultan Cem ile dost ilişkiler kurmuştur. Fatih’in 1481 yılında ölümünden sonra, Amasya’da vali iken Osmanlı tahtına oturan Şehzade Bayezid ile bu tahta hak iddia eden Sultan Cem arasındaki olaya hiç karışmamış olan Cemâleddin Çelebi, üstelik Sultan II. Bayezid’in de saygısını kazanmıştır. Mevlevi kaynakları, Mevlâna Türbesi ile Semahane ve Mescidi ayıran stalâktitli Post Kubbesi ile Mevlâna Sandukasının Doğu ve Batısındaki Kibabü’l-aktâb (Kutupların Kubbeleri) denilen ve mezarların üzerini örten kubbeli bölümlerin fatih devrinde yaptırıldığını ifade ederler. Böylelikle türbe genişletilmiş, türbe dışında kalan mezarlar türbe içerisine alınmıştır Cemâleddin Çelebi zamanında ikinci olay ise; Osmanlı padişahı Sultan Bayezid’in, Mevlâna’ya olan saygı ve sevgisi dolayısıyla Mevlâna Türbesi’nin kalem işi nakışlarını yaptırmış olmasıdır. Halepli ve aynı zamanda Mevlevi olan Muhammed oğlu Abdurrahman bu nakışların ustasıdır. Sultan Bayezid bununla da kalmamış Türbedeki sandukaların üzerine Bursa’da dokunan ipekli çatma kadife, sevai, diba gibi kumaşlardan püşîdeler (örtüler) serdirmiştir. Dergâhta 49 yıl postnişinlik eden Cemâleddin Çelebi ise, 1509 yılında ölmüş ve Mevlâna Türbesi’ne defnedilmiştir.” 251 HÜSREV ÇELEBİ (ö.1561) “Cemâleddin Çelebi’nin ölümüyle yerine torunu Hüsrev Çelebi posta oturmuştur. Mevlevi kaynakları, Cemâ¬leddin Çelebi’nin Kadı Mehmet Paşa adında bir oğlu olduğunu, hukuk bilgisi üstün olduğu için kendisine Kadı Paşa denildiğini yazarlar. Kadı Paşa babasının sağlığında ölmüş ve başka erkek kardeşi de bulunmadığı için, makama Kadı Paşa’nın oğlu Hüsrev Çelebi geçmiştir. Hüsrev Çelebi zamanında, Yavuz Sultan Selim, İran ve Mısır seferlerine gider ve bu seferlerden dönerken, ana¬yol üzerinde bulunan Konya’ya uğrardı. Her defasında da Mevlâna Türbesini ziyaret ederek onarımlar yaptırır, dervişlere sadaka dağıtırdı. Bugün Mevlâna Türbesi ve Dergâhı avlusunda bulunan Şadırvan, Yavuz’un Konya’ya geldiği yıllarda yaptırılmış, Şadırvan için Konya yakın-larındaki Dutlu adı verilen kaynaktan, künk borularla su getirilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Konya’da. Şems Türbesi yakınında da 1519 tarihli bir çeşmesi vardır. Hüsrev Çelebi zamanında, Yavuz Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın da Mevlâna Türbesine büyük hizmetleri olmuştur. Kanuni, Bağdat seferine giderken 1541 yılında Konya’ya uğramış, Mevlâna Türbesi’ni ziyaret ederek. Türbeye bitişik bir Semahane ile bir de mescit yapılmasını emretmiştir. Bu sefere katılan ve menzilleri yazan Matrakçı Nasuh, kaleme aldığı “Beyân-ı Menzil-i Sefer-i Irâkeyn” adlı eserinde, Mevlâna Türbesi ve Dergâhı’nın o günkü durumunu gösterir bir resim bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin en güçlü ve yükseliş devrinde Yavuz ve Kanuni gibi iki büyük padişahı gören, onların yakınlı-ğını ve saygısını kazanan Hüsrev Çelebi, bu devirde Dergâha bağlanan zengin vakıflarla göz kamaştırıcı bir hayat sürmüş, Konya’da ve Meram bağlarında köşkler yaptırmıştır. Kendisi şair. hoş sohbet, güler yüzlü bir şeyh olduğu için çevresinde de çok sevilmiş; o güne kadar kimseye nasip olmayacak şekilde. 62 yıl Dergâhta şeyhlik etmiştir. 1561 yılında öldüğü zaman yaşı sekseni çoktan aşmıştı.” 252 FERRUH ÇELEBİ (ö.1591) “Hüsrev Çelebi’nin 1561 yılında ölümünden sonra yerine kırk iki yaşındaki oğlu Ferruh Çelebi, Konya Mevlâna Dergâhı’nın postnişini olmuştur. Ferruh Çelebi de zengin vakıf gelirleri içinde, babası gibi gösterişli bir hayat sürmüş; Konya eyalet valisinden sonra, adı duyulur, hatırı güdülür, hükmü yerine getirilir olmuştur. Ne var ki onun padişah nezdinde saygın bir yerinin olması, aslında tasavvuf ilmine, nes’esine dünya ve ahiret görüşüne, hele Mevleviliğe başından beri karşı olan katı ulemayı kıskandırmış, Çelebi aleyhine bir takım dedikodular yaymışlardır. Hüsrev Çelebi’nin şeyhlik makamında bulunduğu yıllarda, Saray ulemasının Şeyhülislam Kemal Paşazade ve çevresinin, Kadı zadelerin başlattığı bu kampanya, çoğu zaman Mevlevi Dergâhlarının tümden kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış, araya giren aydınlar ve Mevlâna hayranı, padişah yanında sözü geçen kişiler birkaç kez bu tehlikeyi savuşturmuşlardır. Ferruh Çelebi zamanında Vani Mehmet Efendi, padişahı kışkırtmakta, Konya’dan düzenlettirdiği bir takım şikâyet “mazbataları”nı delil olarak ortaya koymakta; hatta Konya Çelebisi’ni Osmanlı tahtında gözü olduğunu yaya¬cak kadar ileri gitmektedir. Oysa Kanuni’nin ölümünden sonra Osmanlı tahtına oturan Sultan Selim II, Konya Valiliği sırasında, Mevlâna Türbesi ve Dergâhı’na hizmet için Dergâh’ın hemen Batısına büyük bir cami, bir medrese, bir imaret yaptırmaya başlamış; bu yapılar padişahlığı döneminde tamamlanmıştı. Yerine geçen oğlu Sultan III. Murat ise bu hizmeti derin bir bağlılıkla sürdürmüş; 1584 yılında bugün Dergâh’ın cümle kapısı sırasında bulunan birer kubbe ve bacalı Derviş hücrelerini yaptırmış, hatta kapısı üzerine: Şehi Sultân Murad Han bin Selim Han Yapub bu hankahı urdı bünyad Olalar Mevleviler bunda sakin. Okuna her seher vird ola irsâd. Görüb dil bu binayı dedi târih Büyût-i cennet-asa oldı abad 253 Beyitleri bulunan bir de tarih kitabesi koydurmuştur. Böyle olduğu halde, bir zaman sonra Ferruh Çelebi, padişah iradesiyle Konya şeyhliğinden alınarak İstanbul’a sürgün edilmiştir. On sekiz yıl süren bu sürgünün hangi tarihte başladığı, hangi tarihte son bulduğu, sürgün yıllarında kimin Konya’da Çelebilik makamına oturduğu hakkında fazla bilgimiz yoktur, Ferruh Çelebi, 1591 yılında ölmüş, yerine büyük oğlu Bostan Çelebi, Konya Mevlâna Dergâhı Şeyhi postuna oturmuştur.” 254 BOSTAN ÇELEBİ l (ö.1630) “Ferruh Çelebi öldüğü zaman oğlu l.Bostan Çelebi İstanbul’daydı. O zamanlar şehzade olan Sultan I. Ahmed ‘in dostluğunu kazanmış; hatta onu Mevlevi Tarikatının muhibbi (tarikata saygı ve sevgi besleyen kişi) yapmıştı. Tahtta bulunan Sultan III. Mehmet’in hüccetiyle Konya Mevlâna Dergâhı şeyhliğine atanınca, önce Saray ile olan anlaşmazlığı ortadan kaldırarak, vakıf işlerini bir düzene koymuş ve Konya’ya dönmüştü. Kaynaklar O’nun, Konya Mevlâna Dergâhı’na semâ ede ede geldiğini, Mevlana Türbesi’ni ziyaretten sonra, şeyhlik Makamı’na oturduğunu yazarlar Ferruh Çelebi zamanında, onun sürgün edilmesiyle bozulan Dergâh işlerini en kısa zamanda düzene koyan Bostan Çelebi, dervişleri de çevresinde toplamış İstanbul’da açılan Yenikapı, Beşiktaş Kasımpaşa Mevlevîhânelerine şeyhler tayin etmiş, Mevlevi Dergâhlarındaki birlik ve uyumu yeniden kurmuştu. Osmanlı Padişahı Sultan Ahmed I,1603 yılında tahta oturunca, Bostan Çelebi’nin durumu daha da sağlamlaşmıştır, “Bahti” mahlasıyla şiirler yazan şair padişah, zaman zaman Mevlâna Türbesi’ne hediyeler, türbe mezarları üzerine ipekli pûşideler dokutturarak gönderiyor, Mevlâna’ya olan bağlılığını şiirlerinde de dile getiriyordu. Bostan Çelebi’nin Konya’daki şeyhliği 1630 yılına kadar sürmüştür. Onun zamanında Maraş valisi Mahmud Paşa, Mevlâna Türbesi’ndeki Mevlâna’nın sandukasını Post Kubbesinden ayıran gümüş şebekeyi (kafesi) ve buradaki gümüş eşiği yaptırmıştır. Şöyle ki: Mahmud Paşa düşman üzerine sefere çıkarken Konya’ya gelmiş ve Mevlana’nın Türbesini ziyaretle: “Eğer bu se-ferde zafere ulaşırsam, buraya gümüş bir kafes yaptırayım” niyazında bulun¬muş. Düşmanı büyük bir yenilgiye uğratan Mahmud Paşa, sefer dönüşü vezirliğe yükseltilmiş; sonra kendi öz varlığı ile 1597 yılında Gümüş Kafesi ve Gümüş Eşiği yaptırmıştır. Devrin şairi Mâni, bu hikâyeyi 32 beyitlik bir şiirle anlatır, Kalemkâr İlyas Usta da bu şiiri kafes üzerine işler. Bostan Çelebi’nin şeyhlik dönemi, Mevlevi yolunun en parlak, en yay255 gın bir devresi olmuştur. Çelebi’nin pek çok kerametleri olduğu her tarafta söylenmektedir. Birçok şair, edip, kumandan Konya’ya gelerek Çelebiyle görüşmekte, elini öpmek ve duasını almak için çalışmak-tadır. Mesneviyi en geniş, en doğru olarak yorumlayan tanınmış şair ve bilgin Ankaralı Rusühi İsmail Dede, Bostan Çelebinin yakın mürididir. Anadolu’nun şehirlerindeki Mevlevîhaneler Bostan Çelebi zamanında açılmıştır. Mevlevilik, Osmanlı Devletinin egemen olduğu ülkelerde de hızla yayılmakta, Belgrad’dan Budin’e; Halep’ten Mısır’a oradan Kuzey Afrika ülkelerine kadar Asitane ve Zaviyeler kurulmaktadır. O günlerde Mevlevi dervişlerinin seksen bine ulaştığı söylenir. Bostan Çelebi. 1630 yılında ölmuş ve yerine kardeşi Ebubekir Çelebi posta oturmuştur. Bostan Çelebi’nin mezarı da Mevlâna Türbesi’ndedir.” 256 EBUBEKİR ÇELEBİ (ö.1638) “Ebubekir Çelebi’nin Konya Mevlâna Dergâh’ında postnişin olduğu yıllarda Osmanlı tahtında IV. Murad oturmaktadır. Sultan IV. Murad, koyu bir softa olan Ayasofya Cami’i vaizi Kâdızâde ve adamlarının etkisi altında sufî düşünceye ve tarikat ileri gelenlerine, karşı davranış içindedir; bu konuda acımasızdır. Revan Seferi’ne giderken, 18 Nisan 1635’de Konya’ya da uğramış, birkaç gün kalmıştır, Sakıp Dede ve tarihçi Naimâ’nın verdiği bilgilere göre, padişah daha Kon¬ya’ya girerken Kadızâdeler: “Eğer bu şehirde metfun Mevlâna Cemâleddin, ger¬çek bir Allah velisi ise, cesedi çürümemiştir. Şayet çürümüş ise, Türbesini de, Dergâhını da yıkmak evlâdır. Padişahımız herhalde bunun tedbirini almalıdır” diyerek IV. Murat’ın zihnini çelmişler. Konya’ya gelerek Meram’da otağını kuran Padişah, Konya Kalesinde mahpus bulunan bazı zorbaları idam ettirmiş, daha sonra hışımla Mevlâna Türbesi’ne gelmiş, çizmeleriyle içeri girmek istemiş. Türbedâr, Hazret-i Mevlâna’nın huzuruna çizme ile girilemeyeceğini, çizmelerini çıkarmasını ihtar edince, büsbütün kızıp, öpmek bahanesiyle Türbedarın elini sı-karak kırmak istemiş. Pehlivan yapılı, güçlü IV. Murad karşısında, zayıf ve çelimsiz olan Türbedarın kendi el kemiklerini ezercesine sıktığını görünce, hemen bırakmış; bu kez de Mevlâna Türbesinde, Mevlâna’nın cesedinin gömülü bulunduğu mezar mahzeninin kapısının açılmasını, içeri girilerek cesedin çürüyüp Sürümediğinin görülmesini emretmiş. Ebubekir Çelebi, bu emre şiddetle karşı koyunca, tepesi atmış, elindeki inci tespihi kopararak, tanelerini mahzen kapısını aralığından içeri atmış, bu kez de mahzene inilerek tespih tanelerinin top-lanmasını emretmiştir. Ebubekir Çelebi, bunun da yapılamayacağını, eğer mutlaka bu emrinin yerine getirilmesi isteniyorsa, ancak ergenlik çağına ulaşmamış bir çocuğun mahzene sokulması gerektiğini söylemiş. Bunun üzerine sekiz-on yaşlarında bir çocuk bulunmuş; mahzen kapısı açılarak, basamaklardaki inci tanelerini toplaması söylenmiştir. Çocuk başını mahzenden içeri soktuğu an bir çığlık atmış, bayılmış. Bu olay IV. Murad’ı heyecanlandırmış olacak ki, fikrinden vazgeçerek, 257 Çelebi’nin gönlünü almış, birkaç samur kürk hediye etmiş, ayrıca dervişlere ihsanlarda bulunduğu gibi, geliri bol Soğla Vakfı’nı da Dergâh’a bağlamıştır. Konya’da beş gün kalan, bu süre içinde zorbaları, tütün içenleri temizleyen IV. Murad, Revan’a gitmek üzere buradan Kayseri’ye yönelmiştir. IV Murad gibi hırçın, öfkeli, bir padişahın hışmını savuşturan, üstelik saygısını ve yakınlığını kazanan Ebubekir Çelebi, Soğla Vakfı’nın zengin gelirlerine de kavuşunca, çevresinde daha güçlü, daha sözü geçer duruma gelmiş; O’nun bu durumundan rahatsız olanlar meydana çıkmıştır. Bir süre sonra, IV. Murad, Bağdat Seferi’ne çıkmak üzere, 1637 yılı Haziran ayında tekrar Konya’ya uğramış, yine Meram bağlarında konaklamıştır. Ebubekir Çelebi’nin Konya’da bir sultan gibi pervasız hareket ettiği, üstelik padişahın Dergâh’a bağladığı Soğla Vakfı’ndan aşırı vergiler alarak halkı ezdiği şikâyeti, Çelebi’nin muhalifleri tarafından padişaha iletilince, padişah büyük bir öfkeyle derhâl Çelebi’nin idamını emretmiştir. Şeyhülislâm Yahya ve Silahdâr Mustafa Ağa’nın yalvarmaları ile Çelebi idamdan kurtulmuş, tüm malları¬na el konarak İstanbul’a sürgün edilmiştir Ebubekir Çelebi’nin mallarına el konurken, Soğla Vakfı gelirlerinin el sürülmeden Dergâh kasalarında korunduğu anlaşılmıştı. Fesatçılar, “şahsi malı vakıf gelirinden fazladır, onlar da alınsın” diye padişaha söylenince, Ebubekir Çelebi’nin kültürlü, cesur eşi Şirzâd Hatun, hemen huzura kabul edilmesini istemiş; Padişah kendisini kabul ettiği zaman: «Kudretli Sultanım, Çelebi’nin malı hadden fazladır diye size ihbarda bulunmuşlar, Doğrudur. Hünkârımızın Revan Seferi’ne giderken ihsan buyurdukları üç samur kürk vardı ki, bunlara dahi el sürmüş değiliz. Devletlu Hünkârımın bu ihsanı bizim için cihana bedeldir. Ferman buyurularsa onları da verelim» deyince, IV. Murad, mahcup olmuştu. Çelebi’nin üzerine varmamalarını emretmiştir. Ebubekir Çelebi, sürgün olarak geldiği İstanbul’da, Vezir Bayram Paşa’nın konağında misafir olarak kaldığı sırada, 1638 yılında ölmüş, Yenikapı Mevlevîhanesi avlusuna gömülmüştür.” 258 KÜÇÜK ARİF ÇELEBİ (0.1642) “İstanbul’a sürgün edilen Ebubekir Çelebi’nin yerine, ana tarafından Mevlâna soyundan gelen Veled Çelebi oğlu, Küçük Arif Çelebi postnişin olmuştur. Küçük Arif Çelebi’nin daha önce Afyon Mevlevihânesi’nde şeyh olduğu, ana tarafından Mevlâna soyundan geldiği gibi, Veled Çelebi’nin soyunun, Afyon Mevlevihanesini kuran ve Mevleviliğin yayılmasında büyük hizmetleri görülen Divane Mehmet Çelebi’ye (Semâ’i) dayandığı söylenir. Ne var ki ilk kez Konya Mevlevi Dergâhına doğrudan doğruya Mevlana’nın erkek soyundan değil de, “inas” denilen kadın soyundan gelen bir Çelebi atanmıştır. Küçük Arif Çelebi’nin şeyhliği ancak beş yıl sürmüş, 1642 yılında ölümünden sonra yerine, daha önce Dergâh’ta şeyhlik etmiş olan Ferruh Çelebi’nin torunu Hüseyin Çelebi postnişin olmuştur.” 259 HÜSEYİN ÇELEBİ (ö.1666) “Mevlâna soyundan Hasan Çelebi oğlu Hüseyin Çelebi, Osmanlı Padişahı Sultan İbrahim ve IV. Mehmet zamanında şeyhlik yapmıştır. Daha önce Ebubekir Çelebi’nin padişah emriyle İstanbul’a sürülmesi, Afyon Mevlâna Dergâhı’ndan Arif Çelebi’nin Konya’ya getirilerek posta oturtulması gibi olaylar, o güne kadar yalnız Mevlâna’nın erkek soyundan olan en yaşlı Çelebiye verilen postnişinlik makamını zedelemiş, üç yüz yıldan fazla süregelen bir geleneği sarsıntılara uğratmıştır. Bundan sonra, makamda gözü olanlar, birtakım siyasî entrikalarla Çelebilik Makamını ele geçirmek arzusu içinde olmuşlardır. Nitekim Hüseyin Çelebi, postnişin olduktan sonra Derviş Çelebi adlı birisi, bir şikâyetçi grubu ile İstanbul’a gelmiş, Dergâh’a kendisinin ta¬yini için olur olmaz girişimlerde bulun¬muşsa da, kendilerine Galata Mevlevihanesi şeyhliği verilerek mesele kapatılmıştır. Sultan IV. Mehmet zamanı, Anadolu’da Celâli isyanlarının alıp yürüdüğü, idarenin çöküntüye uğradığı bir devirdir. Devleti ve idareyi düzene koymak üzere, geniş yetkilerle sadrazamlığa getirilen Köprülü Mehmet Paşa, önce isyanları bastırmak, isyanlara ön ayak olanları saf dışı etmek için, kanlı, acımasız bir harekâta girişmiştir. Anadolu isyanlarının elebaşlarından Abaza Hasan Paşa’nın bir süre Konya’yı karargâh olarak kullanması, Konya ileri gelenlerini, bu arada Konya Çelebilerini de tedirgin etmiş, töhmet altında bırakmıştır. Hatta Hüseyin Çelebi’ye karşı kimi kişiler: «Çelebi Aba¬za’nın Konya’ya girmesini sağladı, ona arakiyye giydirdi» gibi sözler ortaya atmışlardır. Durum incelenmiş, iftira olduğu anlaşılınca Çelebi hoş tutulmuş, yalnız hoş tutulmakla kalmamış, isyanlar dolayısıyla toplananlar arasında Mevlevi dervişleri varsa salıverilmiştir. Anadolu’daki bu kargaşa yetmezmiş gibi, İstanbul’da da Saray çevresinde, kendilerine Kadızâdeler denen bir alay softa, tarikatlara karşı amansız bir savaş açmıştı. Hatta bu grup, Şeyhülislâm Bahâyi Efendi’den semâ etmenin haram; edenlerin kâfir olduğuna dair bir de fetva almış, tekkeleri basarak dervişleri dağıtmaya çalışmışlardı. Uyanık ve kültürlü bir sadrazam olan Köprülü Mehmet Pasa, Padişahla da görüşerek, 260 bunu önlemiş, elebaşıların çoğunu Kıbrıs’a sürdürmüştü. Ne var ki bu fesat gu-rubunun artıkları boş durmuyor, faaliyetlerini gizlice saray içine sokmaya çalışıyorlardı. Hüseyin Çelebi 1666 yılında öldüğü zaman, bu faaliyet daha artmıştı. Hüseyin Çelebi’den sonra yerine, yine Mevlâna soyundan Abdurrahman Çelebi oğlu, Abdulhalim Çelebi, Dergâh postnişinliğine getirildi.” ABDÜLHALİM ÇELEBİ (ö.1679) “Abdulhalim Çelebi zamanı Mevlevi Tarikatının duraklama, hatta resmen kapatılmasıyla karşı karşıya olduğu bir devirdir. Kadızâdelerin İstanbul’da ki takipçilerinden Vani adlı bir hoca, vaazları ile şöhret yapmıştı. Sadrazam Köprülü Mehmet Paça’nın ölümünden sonra, Sadrazamlığa getirilen oğlu Fazıl Ahmed Paşa da, Vani’nin şöhretine kapılmış, adını Saraya kadar duyurmuştu. Sultan IV. Mehmet, bir gün tebdil gezerken Vani’nin evine uğramış, yaptığı görüşmeden çok hoşlanmış, onu Hünkâr Şeyhi tayin ederek sarayına almıştı. Bu fırsattan faydalanmasını bilen Vani Efendi, o yıllarda mehdiliğini ilan eden kimi zavallıları da bahane ederek, ülkedeki tüm tekkelerin kapatılmasına ferman almış; Mevlevîhanelerde semâ edilmesi de yasaklanmıştı. 1666 yılı sonlarına rastlayan bu olay, Mevlevilerce Yasağ-ı bed (Kötü yasak) ibaresi ile tarihlendirilmiştir. “Yasağ-ı bed” ebcetle 1077 Hicri tarihini gösteriyordu. Bu yasak, Vani’nin gözden düşmesi yılı olan 1684’e kadar, 18 yıl sürdü. Abdulhalim Çelebi de 1679 yılında ölmüş, yerine oğlu Kara Bostan Çelebi geçmiştir.” 261 KARA BOSTAN ÇELEBİ (ö.1711) “Konya’da ve diğer şehir ve kasabalardaki Mevlevihane, Asitane ve Zaviyelerde 18 yıl semâ yasağı süresi, tarikatı çökertmiş, dervişlerin çoğu dağılmıştı. Mevlevîhaneler birkaç dervişi ile içine dönük, küskün, yasağın kaldırılacağı günü bekliyorlardı. Sonunda beklenen gün geldi. 1684 yılında, Mevlevilerin eskisi gibi Dergâhlarında semâ etmelerine izin verildi. Bu kutlu olay, bütün Mevlevîhanelerde bir bayram sevinci yaşattı. Şairler tarih düşürdüler. Bir tarih de şöyleydi: Gûf-i can mülhem-i gaybi dedi tarihîni; Mevleviler döndü cana ışk-ı Mevlâna ile (1095 Hicri) Semâ yasağı kaldırıldıktan sonra Kara Bostan Çelebi (Bostân-ı Sânî = ikinci Bostan Çelebi), bozulan Dergâh vakıflarını bir düzene sokmak için çalıştı. On sekiz yıllık yasak devrinde, kimi kadı ve imamlar Dergâh vakıflarına el atmışlardı; onları saf dışı etti. Dergâh eski neşe’sini bulmuş. Çelebilik Makamı itibarını tekrar kazanmıştı. Dağılan dervişler Konya’ya ve öteki Mevlevîhanelere akın ediyorlardı. 1689 yılı Mart ayında, Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman II ikinci Viyana bozgunundan sonra devletin kaybettiği toprakları almak üzere sefere çıktığı ve Edirne’de otağını kurduğu sırada. Kara Bostan Çelebi de, büyük bir Mevlevi alayı düzenleyerek Edirne’ye geldi ve padişahın yanında yerini aldı. Kara Bostan Çelebi’nin bu hareketi takdir edilmekle birlikte, talim görmemiş alayın, orduda herhangi bir kargaşaya sebebiyet vereceği endişesiyle, kendisine teşekkür edilerek Konya’ya gönderildi; «Siz zaferimiz için dua ediniz, bu bize yeter» dendi. 1691 yılında Sultan II. Ahmed ‘nin Osmanlı tahtına oturmasıyla birlikte, Kara Bostan Çelebi hakkında Saraya şikâyetler sökün etti. Yasak devrinde Dergâh vakıflarına el atanlar, menfaatlerinin bozulması üzerine yeni girişimlerde bulunarak Çelebi’yi gözden düşürmeye çalı-şıyorlardı. Bunda da başarılı oldular. Çelebi, Hac’ca gitmesi’ bahanesi ile Konya’dan uzaklaştırıldı. Birçok Dergâh vakıfları kaldırıldı. Çelebi Hac’dan dön¬dükten sonra da Kıbrıs’a sürüldü. Kırk gün Kıbrıs’ta kalan Çelebi, af emri Kıbrıs’a ulaşınca Konya’ya geldi. Neyli, kudümlü 262 büyük bir alay|a karşılanarak makamına oturdu. O günlerde zaten Sultan Mustafa II tahta geçmiş bulunuyordu. Yine o günlerde bir deprem Mevlâna’nın Türbesi’nde büyük çatlaklar meydana getirmişti. Kara Bostan Çelebi, Dergâh’ta kendi parasıyla büyük bir onarım başlatmak üzereyken, keyfiyet Osmanlı Sarayına ulaştırılmış, «Türbe padişahların eseridir. Bugüne değin, hep padişahların yardımı ile onarıla gelmiştir. Bu onarımın da hazineden yaptırılması uygun olacaktır» denerek, onarım masrafları Saraydan karşılanmış; hatta Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa da kendi cebinden on sekiz kese niyaz parası göndermiştir. Bu onarım sırasında Yeşil Kubbe çinileri İznik’te yaptırılarak yenilenmiştir (1698). Bütün bu acı olaylara sabırla göğüs geren Çelebi, 1711 yılında seksen beş yaşındayken göçmüş ve Dergâh’a gö-mülmüştür. Yerine de büyük oğlu Sadreddin Çelebi geçmiştir.” 263 SADREDDİN ÇELEBİ (0.1711) “Mevlevi kaynakları, Sadreddin Çelebi’nin, babası yerine iki kez posta oturduğunu bildirir, ilki, babası Hacc’a gittiği ve Hac dönüşü Kıbrıs’a sürüldüğü sırada posta oturduğudur. Hatta o zaman amcası Celâleddin Çelebi, posta geçmişse de yaşlılığı yüzünden azledilmiş, makama Sadreddin Çelebi geçirilmiştir. Babası kısa bir süre sonra, affedilip Kıbrıs’tan dönünce postnişinliği bırakmış; babasının ölümünden sonra ikinci defa posta oturmuştur. Sadreddin Çelebi’nin zamanındaki en önemli olay, onun Osmanlı şehzadelerine Arakiyye tekbirlemek üzere İstan-bul’a davet oluşudur. Yaşlı Çelebi, bu davete uyarak İstanbul’a gitmiş, görevini tamamlamış, 1711 yılı Haziranında Konya’ya dönerken Akşehir’de hastalanmış, Konya’ya geldikten birkaç gün sonra da vefat etmiştir. Sadreddin Çelebi’nin ölümüyle boşalan Çelebilik Makamı yine bir takım post kavgalarını yüze çıkarmış, sonunda Kara Bostan Çelebi’nin küçük amcası Abdurrahman Çelebi’nin oğlu Mehmet Arif Çelebi postnişinliğe getirilmiştir.” 264 MEHMED ARİF ÇELEBİ (ö. 1746) “1746 yılına kadar 35 yıl Dergâh’ta Şeyhlik makamında oturan Mehmet Arif Çelebi zamanında, Osmanlı Devletinin egemen olduğu birçok yerlerde yeni Mevlevîhaneler açılmış, Mevlevilik Anadolu’dan Arap ülkelerine, Rumeli’den Sırbistan’a ve Macaristan’a kadar Avrupa içlerine yayılmıştır, İstanbul, Bursa. Eskişehir, Kastamonu, Afyon, Kütahya, Manisa gibi şehirlerdeki büyük Mevlevîhanelerin yanı sıra Arap ülkelerinde Bağdat, Musul, Kerkük, Halep, Hama, Humus, Şam, Kudüs, Medine, Mekke şehirlerinde Mevlevi zaviyeleri açılmıştı. Yine İran’da Tebriz; Akdeniz adalarında Kıbrıs (Lefkoşa), Girit (Hanya), Sakız, Midilli, Siroz; Rumeli ve Avrupa yakasında, Belgrad, Bosnasaray (Saraybosna), Filibe, Niş, Peç, Selanik, Üsküp, Vodine gibi şehirlerde Mevlevi zaviyeleri açılmıştı. Bu arada sadece İstanbul’da Galata (Kulekapısı), Kasımpaşa, Yenikapı, Beşiktaş, Bahariye, Üsküdar gibi altı Mevlevihane vardı. Mehmet Arif Çelebi, Mevlâna Dergâhı’nın Batı bitişiğindeki Sultan Veled Medresesi’ni (Monlâyı Cedid Medresesi) onartarak ek yapılarla büyütmüş, burasını Çelebi çocukları için bir okul haline getirmiştir. Ayrıca, Dergâh’ın kuzeyindeki Çelebi Misafirhanesi de O’nun zamanında yaptırılmıştır. Çelebi’nin 1746 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Ebubekir Sânî Çelebi (Ebubekir II) atanmıştır.” 265 EBUBEKİR ÇELEBİ 11(0.1785) “Garîbî” mahlasıyla şiirler de yazan II. Ebubekir Çelebi’nin postnişinliği zamanı, bir takım siyasi çalkantılar ve iç kargaşalar içinde geçer. Çelebi’nin iki oğlu kendisi sağken ölmüş, başka bir erkek çocuğu olmadığı için de Çelebilik Makamı sağlığında tartışmalara konu olmuştur. Bu arada Çelebi de boş durmamış, Konya’da Vilayet işlerine karışmaya, istediği gibi hareket etmeye yeltenmiş, O’nun bu hareketleri Saray tarafından hoş karşılanmadığı için, bir köşeye çekilmesi, yerine Mesnevihân Seyyid Alizâde’nin vekil bırakılması emredilmiştir. Bu olaylar sırasında Karaman Valisi Çerkeş Hasan Paşa ile de arası açılmış, yeniçerileri onun aleyhine kışkırtmıştır. 1776 yılında bir idam fermanının yerine getirilmesine karsı olan II. Ebubekir Çelebi çevresine topladığı kişilerle mahkemeyi basmış, Mesnevîhân’ın evine yürümüş, Konya’da büyük bir isyanı başlatmıştır. Nihayetinde olay bastırılmış, Çelebi’nin idam fermanı Şeyhülislâm tarafından önlenerek 1776 Temmuzunda Manisa’ya sürülmesi sağlanmıştır. Bir süre Manisa’da sürgün kalan II Ebubekir Çelebi affedilerek Konya’ya dönmüş. 1785 yılı Mayıs ayında Konya’da ölmüştür. II. Ebubekir Çelebi’nin ölümüyle, postnişinliğe Mevlâna’nın kadın soyundan Mesnevihân Seyyid Alizâde, ayrıca erkek soyundan Karaman Mevlevîhânesi Şeyhi İsmail Çelebi oğlu Hacı Mehmet Çelebi talip olmuştu. İkisi de İstanbul’a çağrılarak Sarayın arz odasında Sadrazam Şahin Ali Paşa ve devlet ileri gelen-lerinin huzurunda teker teker dinlenmiş; sonunda postnişinlik delikanlılık çağında bulunan Hacı Mehmet Çelebi’ye verilmiştir. 266 HACI MEHMED ÇELEBİ (ö.1815) “Hacı Mehmet Çelebi’nin otuz yıla yaklaşan şeyhliği, çokça Sultan III. Selim devrine rastlar. Uyanık ve yenilik sever bir padişah olan III. Selim Mevlevî’dir. İstanbul’da başta Galata olmak üzere öteki Mevlevîhaneleri sık sık ziyaret etmede, “mukabele” denilen Mevlevî âyinine da-vet olunmaktadır. Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Şair Gâlib’in (Şeyh Gâlib) yakın dostudur. Selim III, Mesnevi okumakta, ney üflemekte, besteler yapmaktadır. Selim III orduyu bir düzene koymak üzere Nizâm-ı Cedîd’i kurmuş, bu yenilik hareketi illere de duyrularak, valilerden gerekli önlemlerin alınması istenmiştir. O günlerde Kadı Abdurrahman Paşa Konya valisidir. Kadı Abdurrahman Paşa’nın Konya ve çevresindeki bazı ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırması, Konya ileri gelenlerinden kimi kişileri öldürtmesi olayları sırasında, Hacı Mehmet Çelebi’nin bu isyanın dışında kalması için Kütahya’ya veya Afyon’a gitmesi tavsiye edilmiş ise de Çelebi bu tavsiyelere uymamış; hatta adı isyan elebaşıları arasında anılmıştır. Padişahın ve Sadrazamın «Mevlâna soyundadır, kendisine bir zarar gelmesin» diye korunmasıyla, Kadı Abdurrahman Paşa olayından güçlükle yakasını sıyıran Çelebi, bir hayli şikâyetlere yol açan vakıf anlaşmazlıklarına da karışmıştı. Sonunda daha fazla Çelebilik makamında kalamayacağını anlayınca, III. Selim’in öldürülmesinden birkaç yıl sonra, dokuz yaşındaki oğlu Mehmet Sâid Hemdem Çelebi’ye hilafet vererek kendi yerine oturtmuştur. O yıllarda, Sultan II. Mahmut tahttadır ve Mevlevi Sâid Halet Efendi de padişahın musahibi, en yakın adamıdır. Hacı Mehmet Çelebi, İstanbul’da yapılacak işlerini Sâid Halet Efendi’ye havale etmektedir. Tanınmış şair Keçecizâde izzet Molla da Mevlevî’dir ve Çelebi’nin yakın dostudur. Hacı Mehmet Çelebi, oğlu Mehmet Sâid Hemdem Çelebi’nin hilâfet fermanını beklerken 1815 yılında ölmüş, Sâid Hemdem Çelebi de İstanbul’a yolcu olmuştur. 267 MEHMED SÂİD HEMDEM ÇELEBİ (ö.1858) “Dokuz Çelebi İle İstanbul’a gelen çocuk yaştaki Mehmet Sâid Hemdem Çelebi, padişah, vezir ve devlet ileri ge-lenlerince kabul edilmiş, kendisine ve Mevlâna soyundan gelen tüm Konya Çelebilerine ihsanlar verilmiş, Sadrazam’ın huzurunda samur kürk giydirilmiştir. Sâid Hemdem Çelebi, İstanbul’da bir ay kalmış, daha sonra Üsküdar’a geçerek, oradan Mevlevihane şeyhlerinin dua ve tekbirleriyle Konya’ya uğurlanmıştır. Kırk dört yıl, Çelebilik makamında oturan Sâid Hemdem Çelebi, kendisini iyi yetiştirmişti. Dokuz yaşında postnişin olduğu için kendisine amcası Ferruh Çelebi nâib (vekil) olmuş; on sekiz yaşına kadar, Dergâh idaresi Ferruh Çelebi’nin yönetiminde kalmıştı. Bu arada Farsça ve Arapça öğrenen Sâid Hemdem Çelebi, bilgin hocalarının elinde kültürlü bir Çelebi olarak yetişmişti. Onun unutulmayan ve unutulmayacak olan bir hizmeti de Dergâh’ta büyük bir kütüphane kurmasıydı. O güne kadar, Dergâh’ta yazılan ve Dergâh’a vakfedilen çok değerli kitaplar, kayda geçerek bir kütüphanede toplanmış değildi. Kitaplar genellikle Çelebi’nin dairesinde bulunur, ya da şunun bunun elinde kalırdı. Ebubekir Çelebi’nin İstanbul’a sürgün edildiği sırada birçok kitap da İstanbul’a götürülmüştü. Kitabın değerini çok iyi bilen Sâid Hemdem Çelebi, önce dağılan ve Çelebi evlerine taşınan kitaplardan arta kalanını toplattı; daha sonra Dergâh’ta bulunan kitaplarla tümünü bir deftere kaydettirerek bir dervişin «hâfız-ı kütüp»lüğüne verdi. 1854 yılında kurulan Dergâh Kütüphanesine Hemdem Çelebi’nin vakfettiği bu kitaplar adını taşıyan bir mühürle tescil edildi. II. Mahmud, 1826 yılında Osmanlı ordusunu bir düzene koyup yeniçeriliği kaldırması ile birlikte, yeniçeri ocağının dayandığı Bektaşiliği de yasaklayarak Bektaşi Dergâhlarını kapatmıştı. Mevleviler bu olayda tamamen tarafsız kalmış, ayrıca padişahın da sevgisini kazanmışlardı, ikinci Mahmud, birçok Mevlevîhaneleri onartmış, vakıf işlerine yeni bir düzen vermişti. Hele Sultan Abdülmecit zamanında, Sâid Hemdem Çelebi’nin saraydaki itibarı daha çok artmıştı. Abdülmecit’in en üstün derecedeki nişanını almak için gittiği İstanbul’dan Konyalılar kilomet268 relerce öteden karşılamışlardı. Çelebi İstanbul dönüşünden iki yıl sonra vefat etmiş, yerine 1858 yılında en büyük oğlu Mahmud Sadreddin Çelebi geçmişti.” SADREDDİN ÇELEBİ (ö.1881) “Mahmut Sadreddin Çelebi, bütün Çelebilerin ve Dergâh ileri gelenlerinin söz ve gönül birliği ile Çelebilik ma-kamına getirilmişti. Ağır başlı, hoşsohbet, hayırsever bir şeyh olarak tanınmıştı. O’nun Dergâh şeyhi olduğu sıralarda bir ihmal yüzünden Konya çarşısı ile çarşı içinde bulunan Yüksek Cami ile Kapı Cami tamamen yanmıştı (1867). O zamanların Konya Valisi Burdurlu Ahmed Tevfik Paşa ile Mahmud Sadreddin Çelebi el ele vererek, Sultan Abdülaziz ve annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın yardımı ile Yüksek Cami yerine, 1874 yılında şimdiki Aziziye Cami yaptırılmıştı. Kapu Cami’inin yerinde, 1868 yılında yaptırılan cami ise daha çok Mahmud Sadreddin Çelebi’nin para yardımı ile tamamlanmış, ayrıca yanan dükkânların yerine 55 yeni dükkân inşâ edilmişti. Sultan Abdülaziz, ayrıca 1868 yılında Dergâh şadırvanını da onarmıştır. Konya bu yangın felaketinin ardından 1873 yılında büyük bir kuraklık tehlikesi ile baş başa kalmış; 1290 (H.) kıtlığı denilen bu yıl, halk aç ve çaresiz sokaklara dökülmüştür. Konya Valisi Sakızlı Ahmed Esat Paşa ile Mahmud Sadreddin Çelebi’nin halkın yanında yer alması, yardımına koşması, Dergâh’a saygıyı daha çok arttırmış; Sultan Abdülaziz, Çelebi’ye nişanlar tevcih etmiştir. Sadreddin Çelebi 1881’de ölmüş, yerine büyük kardeşi ve Manisa Mevlevihânesi şeyhi Fahreddin Çelebi, Çelebilik makamına atanmıştır.” 269 FAHREDDİN ÇELEBİ (ö.1882) “Bütün Çelebilerin ve Dedelerin Şeyhülislama birlikte çektikleri telgraf üzerine Konya Mevlâna Dergâhı, Şeyh postuna oturan Fahreddin Çelebi, ancak bir yıl postnişin olmuş. 1882 yılında öldüğü zaman yerine kardeşi Mustafa Safvet Çelebi atanmıştır.” MUSTAFA SAFVET ÇELEBİ (ö. 1887) “Beş yıl Mevlâna Dergâhı’nda postnişinlik makamında oturan Mustafa Safvet Çelebi, Mevlâna Türbesi Yeşil Kubbesinde bazı onarımlar yaptırmış; kubbe kurşunlarını yeniletmiştir. 1887 yılında öldüğü zaman yerme kardeşi Sâid Hemdem Çelebi’nin oğlu Abdülvâhid Çelebi geçmiştir.” 270 ABDÜLVÂHİD ÇELEBİ (ö.1907) “Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’in saltanat yıllarında 20 yıl Dergâh postişliğinde bulunan Abdülvâhid Çelebi. Bektaşi meşrep, atılgan, yeri geldiği zaman Sultan Abdülhamit aleyhinde konuşabilen, uyanık ve cömert bir şeyhti. Bu yüzden Konya valisi Ali Sururi, daha sonra Avlonyalı Ferit Paşa’lar tarafından sıkı bir göz hapsine alınmış; sözleri ve hareketleri sık sık Saraya jurnal edilmiştir. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’na karşılık O da Konya’nın Meram bağlarında Yıldız Köşkü adıyla süslü bir köşk yaptırmış; şehir içerisinde saray fay¬tonlarına benzer faytonlarla gezmiş, her haliyle padişahı kuşkulandıracak davranışlarla dikkatleri çekmişti. Şehir dışına çıkması yasaklandığı halde, bir gün Hacıbektaş Türbesi’ni ziyaret maksadı ile şehrin dışına çıkmış, onun bu pervasız hareketi Vali Ferid Paşa tarafından Saraya telgrafla bildirilmiş; gönderilen emirde, Çelebi’nin ne olursa olsun geri çevrilmesi istenmiştir. Ferid Paşa, Abdülvâhid Çelebi’yi Konya dışında durdurarak, güçlükle Konya’ya getirebilmiştir. II. Abdülhamit, Molla Hünkaroğlu diye tanınan Konya Çelebilerinin kendilerine karşı bir ayaklanma hazırlamalarından kuşku duyuyordu. Bunda da haklıydı. Ne zaman Osmanlı Devletinde ayaklanma olmuş, Yeniçeriler padişah soyuna karşı gelmişlerse «Gerekirse Konya’dan Molla Hünkaroğlunu getirir başımıza padişah yaparız diye direnmişlerdi. Gerçi şimdi kazan kaldıracak Yeniçeri Teşkilatı yoktu; ama halkın kafasında bir Molla Hünkaroğlu imajı vardı. Halkın ve askerin kafasındaki bu imaj bir gün başına dert açabilirdi. Bunun için Çelebi’yle hem hoş geçinmek hem de göz hapsinde tutmak gerekırd, Abdülhamit’in sadık adamı Avlonyalı Ferid paşa, bunun için Konya’ya göndermişti. Ferid Paşa, Çelebi ile yakın bir dost aynı zamanda sarayın gözü ve kulağı idi. Abdülvâhid Çelebi, saraya karşı gücünden dolayı padişahın kuşkularını bildiği için rahattı. Konya’da, Konya ileri gelenleri ile birlikte ikinci bir vali hayatı sürüyor, emirler veriyordu. Başı daralan hükümette bir işi olan Çelebi’ye başvuruyordu. Çelebi, yalnız Mevlevîlerin değil, Konya’nın hamisi olarak halkın sorunlarını çözüyor, fakir-fukarayı gözetiyordu. 1907 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Abdulhalim Çelebi postnişin olmuştu. 271 ABDÜLHALİM ÇELEBİ (l. DEFA) “Babasının bütün vasıflarım taşıyan Abdulhalim Çelebi, şeyh makamına oturduktan bir yıl sonra ikinci Meşrutiyet ilân edilmişti. İkinci Meşrutiyetin ilânı ile başlayan fikir hürriyeti birçok dinî makamları da etkilemiş; Abdulhalim Çelebi, Konya Mevlevi Dergâhı postişliğinden azledilerek yerine, Necib Çelebi oğlu Bahâeddin Veled Çelebi (İzbudak) tayin edilmişti.” VELED ÇELEBİ (İZBUDAK) (0.1953) “Veled Çelebi’nin postnişinliğini zamanında en önemli olaylardan biri, Mevlevi dervişlerinin katılması ile «Mücahidin-i Mevleviyye» adlı bir Mevlevi alayı kurarak Birinci Dünya Savaşı sırasında Kanal Harekâtı’na gönderilmesidir. Sultan Mehmet Reşat’ın ilân ettiği “Mukaddes Cihat” üzerine kurulan, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Abdulbaki Efendi’nin komutasındaki bu alay, neyleri ve kudümleri ile Konya’dan 1916 Şubatı’nda Şam’a kadar gelmişti. Askeri eğitimden yoksun, bazı yaşlı Dede ve Dergâh şeyhlerinin katıldığı bu kalabalık, hiçbir sonuç alamadan geri dönmüş; bazıları Mekke ve Medine’ye kadar giderek ziyaretlerde bulunmuştur. Sultan Mehmet Reşat’ın ölümünden ve Birinci Dünya Savaşından sonra, 1919 yılında Veled Çelebi’nin postnişlikten azledilmesi üzerine, Abdulhalim Çelebi, 2. defa postişliğine getirilmiştir.” 272 ABDÜLHALİM ÇELEBİ (2. DEFA) “Abdulhalim Çelebi Konya’da 2. defa posta oturmuş, Osmanlı Meclis-i Mebûsân’ına Konya Milletvekili olarak katılmış; yerine 1920 yılı başlarında Yakup Çelebi’nin oğlu Âmil Çelebi, postnişîn olarak tayin edilmiştir. ÂMİL ÇELEBİ (ö.1920) “Postnişin olduğu sırada yaşlı ve rahatsız olan Âmil Çelebi 1920 yılı içerisinde vefat etmiş, yerine üçüncü defa Abdulhalim Çelebi postnişîn olmuştur.” ABDÜLHALİM ÇELEBİ (3.DEFA) (ö.1925) “1920-1925 yılları arasında Konya Mevlevi Dergâhı postnişinliğinde 3.defa bulunan Abdulhalim Çelebi, bu devrede Konya Milletvekilliği görevini de bîr süre devam ettirmiş; hâttâ ilk Büyük Millet Meclisi’nde, Meclis ikinci Başkanlığına getirilmişti. Abdulhalim Çelebi, tarikâtların kaldırılması ile ilgili kanunun hazırlıkları sırasında 1925 yılında İstanbul’da vefat etmiş, aynı yıl “Tarikatların ilgası” ile ilgili Kanun yürürlüğe girmiş, Türkiye’deki bütün Dergâh, Tekke ve Zaviyeler kapatılırken Konya Mevlâna Türbesi ve Mevlevi Dergâhı’nın Atatürk’ün de emirleriyle «Müze» olarak ziyarete açılması kararlaştırılmıştır, iki yıllık bir düzenlemeden sonra Konya Mevlâna Dergâhı 1927 yılında «Konya Âsâr-ı Atîka Müzesi» adıyla ziyarete açılmıştır.” 273 VE ÇELEBİLİK MAKAMI RESMİ OLARAK SONA ERİYOR... “Abdulhalim Çelebi’nin ölümünden sonra oğlu Muhammed Bakır Çelebi, Konya’daki Dergâh kapatıldığı için Çelebilik makamını Halep Mevlevîhânesi’nde devam ettirmiştir. 1937 yılında Türkiye’ye gelmiş bulunan Bakır Çelebi’ye Suriye Hükümeti, tekrar Halep’e dönmesine izin vermemiştir. Halep Mevlevîhanesi postnişinliği vekâletine Suriye’deki Fransız mandater hükümet tarafından Abdulhalim Çelebi oğlu Vahit Çelebi getirilmiştir. 1943 yılında Bakır Çelebi İstanbul’da ölmüş, yerine oğlu Celâleddin Çelebi “makam çelebisi” olarak getirilmişse de 1944 yılında Suriye Hükümeti Halep Dergâhı postnişinliğini lağvederek, Dergâhı vakıf idaresine bağlamıştır. Böylece «Çelebilik» makamı 1944 yılında resmen sona ermiştir.” * Mehmet (Muhammed) Bakır Çelebi (ö1943) “Mehmet Bakır Çelebi, 1901 yılında Manisa’da doğdu, babası, Abdulhalim Çelebi, annesi Kevser Hatun’dur. Abdulhalim Çelebi’nin vefatından sonra, oğlu Muhammed Bakır Çelebi, Çelebilik Makamını Halep’te tesis etmiş ve Türkiye dışındaki Mevlevi Tekkesi’ni bu makama bağlamaya muvaffak olmuştur. Fakat Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı meselesinde, Türkiye lehine olan faaliyeti dolayısıyla, Suriye Hükümeti tarafından casuslukla vasıflandırılarak, 1937’de Türkiye’ye gelmiş bulunan Çelebi’nin Suriye’ye dönmesine müsaade edilmemiş, ölümüne kadar kardeşi Şems’ül Vahit Çelebi, kendisine vekâlet etmiştir. 1943 yılında İstanbul’da vefatı üzerine Vahit Çelebi’nin Çelebiliği de tasdik olunmamış; esasen mandater Fransız Hükümeti’nden sonra teşekkül eden Suriye Devleti 1944’de tekkeler ve zaviyeler hakkında karar almıştır. Böylece Mevlevîlikle beraber, ‘Çelebilik Makamı’ da tarihe intikal etmiştir. A. Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevilik adlı eserinde bu konuda şunları yazmaktadır: 274 “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde tarikatların kaldırılışından sonra (1925) Abdulhalim Çelebi’nin vefatı üzerine Halep Dergâhı’nda şeyh bulunan Muhammed Bakır Çelebi merhum, çelebilik makamını Halep’te tesis etmiş ve Suriye’deki mandater Fransız hükümeti tarafından da müessese tasdik edilmişti. Bu suretle Halep Âsitânesi, öbür Mevlevîhanelerin merkezi olmuş, şeyhlerin azil ve tayini bu makama ait bulunmuştu. Nitekim Şam şeyhi Sâid Dede’nin ölümü üzerine oğlu Şemseddin Dede ve Şam Trablus’u Mevlevîhânesi şeyhi Şefik Dede’nin ölümü üzerine de yerine Mehmet Enver Dede tayin edilmişti. Bu vaziyet, 1925 yılından 1944 yılına kadar devam etti. 1943 de Bakır Çelebi’nin İstanbul’da vefatı ve 1944’de Fransız hükümetinin Suriye’ye istiklâl vermesi üzerine Suriye Hükümeti, çelebilik makamını ve bu makamın imtiyazlarını kaldırmış ve öbür Mevlevîhanelerle Halep Mevlevîhânesi’nin evkafına el koyarak bütün Mevlevîhaneleri Evkaf Müdürlüğüne bağlamıştır. Bugün mevcut tekkelerin şeyhlerine, ölümlerine dek ke¬silmemek şartıyla maaş bağlanmış, tekkelerin diğer masrafları, evkaf daireleri tarafından temin edilmiştir. Şeyh ölünce yerine başka biri tayin edilmemekte, böylece tekkeler, zamanla birer birer tasfiye edilerek evkafa mal edilmektedir.” Mehmet Bakır Çelebi, 1937 de Türkiye’ye döndükten sonra Konya’da ikamet buyurdu. 1943’de de İstanbul’da Hakk’a vasıl oldu. Ruhu şad, cennet istirahatı müzdâd olsun.” * Celâleddin Bakır Çelebi (ö.1996) “Hz. Mevlâna’nın 21. kuşaktan torunu olan Celâleddin Bakır Çelebi, M. Bakır Çelebi’nin oğlu olup, annesi izzet Hatun’dur. Çelebi 24 Aralık 1926 da Halep’te Mevlevi Dergâhı’nda dünyaya geldi. Tahsilini önce burada yaptı. Arapça, Fransızca ve İngilizce öğrendi. Kendisi Halep Mevlevîhânesi’nde tam bir tekke terbiyesi içinde yetişti. 1957’de ailesi ile birlikte İstanbul’a gelen Çelebi, bir ara İskenderun’da ve Amik Ovası’nda çiftçilik ve ticaretle uğraştı. Ancak İstanbul’a yerleşip ömrünü, büyük dedesi Mevlâna’nın eserlerini tetkike ve neşre adadı. Celâleddin Bakır Çelebi 13 Nisan 1996 yılında İstanbul’da vefat etmiş; cenazesi Konya’ya getirilerek, Üçler Mezarlığına defnedilmiştir.” 275 Faruk Hemdem Çelebi (D. 1950 / -) 25 Aralık 1950 tarihinde Halep Mevlevîhânesi Makam Çelebisi Celâleddin Bakır Çelebi’nin 2. çocuğu olarak Halep’te dünyaya geldi. Babası Hz. Mevlâna’nın 19. Kuşak torunlarından Konya Makam Çelebisi, Konya mebusu ve TBMM I. Dönem Başkan Vekili Abdulhalim Çelebi’nin torunu, annesi Güzide hanım da Osmanlı vezirlerinden Namık Paşanın torunudur. Çocukluğunun ilk yıllarını Halep Mevlevîhânesi’ni Suriye’yi işgal eden Fransız hükümetinin kapatması nedeniyle (1944) Halep Cemiliye mahallesindeki evlerinde Kur’ân-ı Kerim tefsiri, Hâdis-i Şerif okumaları, Mesnevî dersleri, ney ve Semâ meşkleri arasında geçirdi. Mevlevî âdâbı üzerine ilk eğitimini babası ve Halep Mevlevîhânesi dedelerinden Ferhat Dede vasıtasıyla aldı. Okul çağı geldiğinde Halep’ten anavatana gönderilerek İstanbul’da Işık Lisesinde, ilk, orta, lise tahsilini tamamladı. Daha sonra Marmara Üniversitesi İşletme bölümüne girerek 1973 yılından buradan mezun oldu. Bir taraftan eğitimine devam ederken diğer taraftan Mevlevî âdâb ve erkânı üzerine dönemin tanınmış Mevlevîlerinden dersler aldı. 1959 yılında Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Resuhi Baykara’dan Semâ meşk etti. 1962 yılında, 12 yaşındayken ilk defa semazen olarak meydana çıktı; 1964 yılında Konya’daki Şeb-i Aruz Törenlerine Semâzen olarak katıldı. Gençlik dönemlerinde, çoğu Mevlevîhane de Mevlevî âdâbıyla yetişen Mithat Bahârî (Beytur), Abdulbaki Gölpınarlı, Şefik Can, Halil Can, Sadettin Heper, Şeyh Selman Tüzün, Doğan Ergin, Hâfız Hüseyin Top, Emin Işık ve Cinuçen Tanrıkorur gibi Hz. Mevlâna sevgisi ile yaşayan simalarla İstanbul Maçka’daki baba evinde her cuma akşamı yapılan ders ve sohbetlere aralıksız katıldı. Üniversite eğitiminin ardından babasının Hz. Mevlâna konusunda çalışmalarını yoğunlaştırması üzerine ailenin maddî sorumluluğunu üzerine alarak Hatay’daki babasının işlerinin başına geçti, çiftçilik ve ticaret ile uğraştı. Babası Celâleddin Bakır Çelebi’nin 1996 yılında Hakk’a yürümesinin ardından ticari hayatla birlikte “Makam Çelebiliği” manevî sorumluluğunu da yerine getirmeye başladı.” Not: Mevlevilik geleneği ve Postnişinleri; Dr. Mehmet Önder’in makalesinden alınmış, ilaveler ve bazı değişiklikler yapılmıştır. 276 * Şimdi de Osmanlı Döneminde Adından Söz Ettiren Mevlana Celâleddin Rumi Soyundan Gelen Çelebilerin Şiirsel Hayatlarını Okuyalım: * 277 ÇELEBİ HÜSAMETTİN Mevlana son öğütlerini veriyordu Hak yoluna müritlerini deriyordu Hiç dağılmayın çitlerini örüyordu Dilinde mana yüklü sözler inceden ince Meraklıydı herkes yerine kim geçerdi Ona hilafet şerbetini kim içerdi Sordular soruyu tekrarı üçe erdi Konuşmanın bir yerinde yeri gelince …‘Çelebi Hüsamettin’imiz halife olur ….Postumuz onun oturmasıyla huzur bulur’ …..Diye söylemiştir Mevlana, kendi gönlünce Sultan Veled’in ziyaretine gitmişti Yine de ona hilafet teklif etmişti Belki de fedakârlığı borç hissetmişti Kabul eder mi Sultan Veled, hak bilince Etmedi zaten, çok yalvarsa da etmedi Koltuk ve makam sevdası asla gütmedi Bu dergâh kin ve nefret dumanı tütmedi Hep hakkı zikretti herkes kendi dilince …Sultan Veled; ‘Sen ki; bize Pir babamızdan armağansın Ondan sonra uyulacak insan, tek cansın Çünkü sen bizden daha çok arif olansın Daha makbul tutarsın makama gelince’ ….Diyerek; sözü burada bağladı… …..Devamını ‘İbtidaname’de şöyle çağladı ……Hak sevgisini aşmayan baba sevgisi …….Akarken gözünden ve gönlünden …….Duygular çağıl çağıl çağlayıp yükselince: 278 “Hayır, Babam ölmedi; gerçekten diridir Yıpranan sadece cesetlerden biridir Ölümsüz ruhunun, Allah yanı yeridir Yaşar onun yakınında mümin ölünce Mümin ölmez demedi mi Peygamberimiz? Babam varken sendin halife önderimiz O böyle istedi, sana uymak yerimiz Geç otur posta, gönül hoşluğu halince” …Çelebi Hüsamettin Böylece geçip oturdu gönül postuna Hizmet edip de kulu olduğu dostuna Aşk ocağında, sonsuza dek aşk kastına Dumanı tüttürdü, gör yaktığı dal ince Genç yaşında halim selim bir ahi genci Mevlana halkasına girmişti bir inci Hep yolcuydu, olmadı hiçbir zaman hancı Han fani, şu deryada bindiği sal ince * Adı Hüsâmeddin Hasan kendisi ahi Konya ahi şeyhlerinden Babası dahi Bir zaviye de otururdu hem de sahi Konya’ya yerleşti Urmiye’den göçerek Fütüvvet ehliydi hem önemseniyordu… Bu yüzden Hüsamettin’e nâm biniyordu Adına ahi Türkoğlu da deniyordu Yaşıyordu aşkı yudum yudum içerek Ziyarete gelenlerin onda beşiydi Türbe yapalım isteyenler çok kişiydi Mevlana’ya türbe yaptırmak ilk işiydi Girişti Sultan Veled’e bunu açarak… 279 …Mevlana karşıydı türbeye ….Gök kubbe yeter her beye …..Ondan daha büyüğü mü var ……Kim biliyorsa hemen söyleye …….Babası vefat edince izin vermemişti ……..Türbe yaptırmamıştı bu yüzden Has Bahçeye… * …Mevlâna, Mesnevide üçüncü cildin bir yerinde: “Mezara kubbe kurmakla türbe yaptırmak Yol dosta giderken dost yolunu saptırmak Hiç makbul değildir, mana sahiplerinde” …..…………….diyordu ve ilave ediyordu: “Gel bizim mezarımızı yerde arama! Bizim mezarımız, gönlünde ariflerin” İşte bu merhem olacak, derd’i yarama Faydası yok başka ve kubbe tariflerin ……………………………….diyordu. ….Ancak; “Türbemizi, ta uzaklardan görünecek Dostlar bulacak şekilde yüksek yapsınlar” Onu görenler, tam bir iman bürünecek Dostlar ki geldiklerinde, hisse kapsınlar Tam bir aşkla riyasız bize gelenlerin Has bahçemizde ağlayanların yarına Bizi de bir Allah’ın dostu bilenlerin Makbul olur, gelir dilekleri yerine… Şeklindeki vasiyet yollu sözlerini Ahmet Eflaki bu şekilde kaydediyor… Emir Alamettin Kayser’se gözlerini Dikmişte halka, türbe için haydi diyor… 280 Destek olmuştu Emir Süleyman Pervane Gürcü Hatun da, onun hem varlıklı eşi Dinar toplamışlardı, yüz altmış bin tane Destek olmak için koşuyordu her kişi …Tanınmış Selçuklu mimarı ….Tebrizli Bedrettin usta başlamıştı işi …..Çalışıyordu itinalı, sanki çalışkan bir arı… …Türbe güzel olmuştu bayağı ….Sanki dört sütunlu bir fil ayağı …..Sütunların üzerinde, ……Dilimli yükselen bir tuğla gövde …….Yine dilimli bir kümbet onunda üzerinde ……..”Gel ne olursan ol, yine de gel” diyor sahibi evde Doğu, batı ve güney yönleri kapalı Kuzeyde açık bir eyvan, yüksek kemerli Heybetle durur, mezar üstünde yapalı Ahşap sanduka yıllardır dua emerli …Mevlana’ya yapılan bu ahşap sanduka …..Sultan’ul Ulema’nın kabri üzerindedir… ……Üzerindeki sülüs yazıları, alameti şahikadır… …….Kardeşliğe çağıran bu yazılar yazmak için, ……..Mevlana’nın Divan ve Mesnevi eserleri ………Çelebi Hüsamettin’le Sultan Veled’in gözerindedir… * Alâeddin Keykubat Selçuklu sultanı Çağlayan gönül sevgi dolu hanlar hanı Ey Türkoğlu ecdadın yüksekti hep şanı Sende bu Anadolu sultanını tanı …Mevlana türbesi has bahçede ….Birinci Alâeddin Keykubat …..Almadan hiçbir akçede ……Bahaeddin Veled’e hediyede etti sebat… Has bahçe Konya kalesinin dışındadır Aksaray kapısının yanı başındadır Konya giderek büyür sevgi aşındadır 281 Zaman yürürken yazındadır kışındadır …Evler yapılıyordu Has Bahçe’nin çevresinde, ….Çelebi Hüsamettin bir duvarla çevirerek …..Dergahın yerini belirleme evresinde… Türbenin yanına birkaç yapıldı oda Türbeye bağışlar geliyordu sırada Oluşturuldu bağlı vakıflar sonra da Allah Allah sesleri yükseldi semada Müezzinler, imamlar ve mesnevi hanlar Görev aldı birbirinden değerli canlar Şafak söküp ağarırken susmuştu zaman; Çınlar yanık sesli dokunaklı ezanlar …Çelebi Hüsamettin; ….Her Cuma namazından sonra …..Mevlana dostlarını topluyordu… ……Coşku ve sevgiyle ziyaret ederken, ……..Mevlana türbesinde çekirgeler zıplıyordu… Bir meclis ki, hoş görü dokunanda Kuran ve mesnevi okunanda Döner, ahhh eder, iniler döner …Bir el yukarıda bir el aşağıda ….‘Ya Rab senden geldik sana döneceğiz’ …..Sözünün hal ifadesi, haykırıyordu gerçeği… * Geçmişti Mevlana dostlarının başına Dağılmadan toplayıp tuz olmuş aşına Tarikat kurmadan taş koymuştu taşına Şeyhlik ederek, yol yürüdü akışına Şeyhlik ve mürşitlik işi on yıl sürmüştü Bin iki yüz seksen dört, ekimi görmüştü Dosta götürmeye melek izi sürmüştü Belli ki Hak, vadeyi buraya vermişti… Eflaki’nin yazdığı hikâyeye göre: Bir daveti Meramdaki bağında vere Sonra sema devam ederken birden bire 282 Türbe kubbesi âlemi, düşmüştü yere Kendisine bu haber verilince hemen Derin bir ah çekip ağlamıştı ki; demen ‘Nedendir şeyhim bu haberi önemsemen Nedir sizi bu kadar üzüntüye gömen’ …Diye sorulan ısrarlı sorulara ….‘Üzülmüyorum dostlar üzülmüyorum …..Şeyhim beni çağırıyor da haberi geldi buralara ……Göç zamanı geldi, ömür kadehi doldu’ …….Bilir bunu her insan, ……..Dünya fani; hayat çok kısa bir yoldu… Birkaç dakika geçmemişti ki; bayıldı Sonra kendine geldi ve tekrar ayıldı ‘Beni eve götürün’ dediği duyuldu Götürüp eve, yer minderine koyuldu Vade dolunca ne yapsın en iyi hekim Birkaç gün yatakta geçmişti de nitekim Bin iki yüz seksen dörttü, yirmi beş ekim Yanına almıştı yoktan var eden Hâkim… …Konya’ya aldı herkes vefat ettiği haberini ….Sultan Velet cenaze namazında en önde aldı yerini …..Mevlana’nın baş ucunda kazdılar kabrini… Ey kardeşim sende hak dostluğu dilersen Bende sadıklar yanında olayım dersen Mal ve bilgini insanlık yoluna sersen Ne güzel olur kulluk bilincine ersen Fakire muhtaca ver malından az çokça Senden çok seni kim sever, sev biraz hakça Sonra yüze değerdir, sağken ki bir akça Vuslata gidersin sende hem yüzü pakça… (Şiir : GÜLCE-Buluşma) 283 SULTAN VELED ÇELEBİ Çelebi ol, gönüller olsun mekânın Aşkın nuruyla çalkalansın, yansın canın Ne diye gezinirsin başıboş su kıyılarında Ey gönlüm ey! Kır dizlerini, bük; bağdaş kur otur Bu post, küskünler postu olmadı hiç, Seni de göklerde uçmaya çağırıyor İyi dinle, işit duy; Pir elinden tut, yapış, kuru yaprak olma Kapılma başıboş rüzgârların sesine Gel ey gönlüm, gel ey! * Birisi de Sultan Veled’dir bu gönül erenlerinden Aşkın ayak izlerinde peşi sıra gezenlerinden Büyük velilerdendi hem Konya’da yetişenlerinden Muhammed Sultan Bahaeddin Veled’dir onun tam adı …Yirmi dört Nisan bin iki yüz yirmi altı da ….Lârende olan eski adı da …..Karaman’da doğan Sultan Veled’in babası ……Büyük Türk Mutasavvıfı ve sözler dehası …….Mevlana Celalettin Rumi hazretleri ……..Işık oldu, Nur oldu Veled’e, onun güzel hasletleri… Şerafettin Lala’nın kerimesi Annesi Gevher Hatun olur ki; Semerkantlı kendisi Harzem prenslerinden oldu dolayısıyla Bu yüzden Sultan Veled, okunur esamesi …Hazreti Mevlana ….Dünyaya sevgi ve hoşgörü dağıtan birisi …..‘Gel, gel ne olursan ol, gene gel ……Bizim kapımız ümitsizlik kapısı değildir …….Bin kez tövbeni bozmuş olsan da gel’ ……..Diyen Mevla dostu Mevlana ile ………Üç yaşındayken idi Konya’ya gelmesi. 284 Sultan Veled’e ta ki; küçük yaşlarından itibaren İlim öğretmeye başladı torununa hem zahiren Hem Batınen berrak denizlere uçurdu ilimlerde Yetiştirdi ömrünün duraklarındaki dilimlerde Tasavvuf yolunda marifetle dolu hasletler derdi Yırtarcasına kaldırdı perdelerini salık verdi Aşka susamışlığını ilimle sulayıp giderdi Yetiştirdi ömrünün duraklarındaki dilimlerde …Allah’ın zâtına ve sıfatlarına ait bilgiler verdi ….Çok çalışıp çok yorulup, az dinlenmek vaktidir yatakta …..Oldu Sultan Veled’in gençliğindeki hedefi ……Her ilimde en yüksek derecelere kavuşmakta… Bununla ilgili olarak Mevlâna, oğluna: …”Ey oğlum Sultan Veled! ….Benim dünyaya gelmemin sebebi, …..Senin dünyaya gelmen içindir. Kalbim marifetler dolu, Allah’ın zâtına ait O rabbin sıfatlarıyla ilgili bilgi doludur” Bu dünyada çaba bize, emek bize olmalı sait Şu zaman ki yolculukta, gör insan kimin kuludur …”Sana bu bilgilerin cümlesini öğretmekle vazifeliyim” ….Benim yolum dostlar dostunun yoludur …..O yol ki; bize her daim ümitlerle doludur. …Bir defasında şöyle söylemişti; “Oğlum Sultan Veled ki, çok talihli biridir”. Ahlakı da güzelce bahtiyarlık eridir Kâğıda yazı yazan kalemi kurşun dele, Söylediği bal sözü varıp hedefin bile, ….”Ömrünün, …..Hep rahat ve huzur içinde ……Geçeceğini ümit ediyorum.” buyurmuştu. …….Bu güzel müjdeyi ……..Meclisindekilere duyurmuştu… Sonra hayat hızla akıp, mabuda koşup giderken Evlenme çağına geldi, ilim tahsili ederken 285 Gönül köşkünün içini al güller benim derken, Menekşe sümbüller derdi, aşk âleminde gezerken …Mevlâna’nın çok sevdiği, talebelerden biriydi ….Selahattin Konevi, …..Bir başka eserin kaynağın sayfası ……Selahattin Zerkub’i diye …….Onun adının geçtiği yeriydi. Sultan Veled onun kızı, Fatma Hatunla evlendi Nasıl nimetlerin şükrünü, öderim diye söylendi Alıp başını helalden, varıp göğsüne yaslandı Ulu Arif Çelebi’nin arza gelişi peylendi …Ve bu evlilikten ….İleriki yılların büyük evliyası olan …..İşte bu oğulları dünyaya geldi. Sonraki yıllarda kardeşi Alâeddin Çelebi’yle Olup ta ilmin tebaasından Tahsil için Şam’a gönderildi Dönüşünde yine babasından Daha de ders aldı, İlim öğrenmeye devam etti… Ahmet Eflaki ‘Ariflerin Menkıbeleri’ isimli Eserinde çiziyorken onları yazıyla resimli Yedinci bölümünü Sultan Veled’e tahsis etmişti Onun pek çok kerametinden, övgüyle bahsetmişti …Yakin sırlarının mazharı ….Hakikatleri arayanların sultanı …..Aşk ateşiyle yananların önde gideni ……Yanar ki; yanar, sönmez harı ……. Diye vasfeder bize bu şahsı güzini… * Çelebinin ilk görevi nedir diye sorarsan Gönüllerde sultan olmak derim ben, Gel anla Mevlâna dergâhında otur da posta Oku aşkı kutsîyi gözbebeklerimizden Oku, …Yunus gibi, 286 ….Yaratandan ötürü yaratılanı sev …..Sultan Veled ol gel, ……Çelebi Hüsamettin ol gel, …….Ve kucakla insalığı olur mu? * İki kez daha evlendi, ilk hanımının sonrası Bu evliliklerinden de, üç oğlu daha doğmuştu Yıldız ekip geleceğe, buldu üç umut deryası Her çocuk ayrı bir duygu, ayrı sevince boğmuştu …Bu oğulların isimleri; ….Şemsettin Emir Abid, …..Selahattin Emir Zahid, ……Hüsamettin Emir Vacid …….Olarak arza ve sema ya kayıt olmuştur. İlk eşinden olan Ulu arif çelebi Sonrakilerdendi Emir Abid Çelebi Birisi de Hüsamettin Vacid Çelebi Elinde ney olayım n’olur şeyhim! * Sema meclisinde ruh kökümde bin sancı Bin telâş içerisindeyim; Boynuma değen Pir dudağından alev İçimin balkonları darmadağın işte Bilmiyorum göklerin kaçıncı katındayım; Düştüm peşin sıra ağır aksak ve topal Aşkının feryadındayım… * Sultan Velet Çelebi; Ölümsüzlük iksirini ısmarlarken yaşantısına Yaratanından rızalar topladı hep amel çantasına …Mevlana’nın vefatından sonra ….Bin iki yüz seksen dört senesine kadar …..İrşat görevini büyük talebesi ……Çelebi Hüsamettin aldı. ……Sultan Veled ise ……..Tam on bir yıl ona bağlı kaldı. 287 Ölecek, öleceğiz; kazık çakıp kalmak yok dünyada; Yakınlarımız; İçten gelerek ağlayıp gözyaşın silecek Hangi kim ne biliyor? Ne zaman, nerde? Ölse bilecek. Allah dostlarına ölüm anında melekler gülecek …Gülünce melekler yüzüne ….Ölünce Çelebi Hüsamettin, …..Dönünce özüne, ……Erince rabbin sonsuzluk sözüne …….Sultan Veled müritlerinin ısrarıyla, halife vekili olup ……..Bu vazifeyi üstlenecekti, üstlendi. ………Hayatının sonuna kadar ……….Sünneti yayıp, ………..Bid’atleri ortadan kaldırmaya kilitlendi Mevlana düşünceleri sistemleşti, daha önceldi Tarikat biçiminde örgütlendi ayağa dineldi Mevleviliğin asıl kurucusuydu ikinci piri Tekkeler ve zaviyeler açmaktan da kalmadı geri Babasının türbesinin yapımına yardımcı oldu İstedi etrafı okumaya mahsus yerlerle doldu Böylece merkezi bir külliye kurulması sağlandı Başka yerlerde kurulu dergâhlar buraya bağlandı Ve bin üç yüz on iki de inceldiği yerde, Bu seneye gelince yaşı seksen dokuza yükseldi Bu sene de hastalandı ve yastığa düştü başı …Hastalığı sırasında ….Konya’da yedi gün zelzele oldu. …..İnsanlar dünyanın sonu mu diye, endişe doldu …..Telaşa düşüldüğünü görünce; “Üzülmeyiniz, asla telaş etmeyiniz Boşuna korkuya kapılıp gitmeyiniz …Bu benim ebedi âleme gideceğimin haberidir. Zahiren aranızdan ayrılacağım Lakin batınen sizinle olacağım …Bundan şüpheniz olmasın ….Allahın evliya kulları 288 …..Vefat ettikleri halde, dolaşır ruhları İzin verildikleri her yerde Dost ve yakınları kalsa darda …Yardımda bulunurlar. ….Bu şehit ve erenlere …..Allah dilerse hediye olunur” ……Diye telkin de bulunur. Recep ayının sonunda, bir cumartesi gecesi Tevhit oluşturan cümle kelimenin her hecesi …Söyledi imanın ihlâsla şahadeti ….Fani hayata veda ederken, …..İçti ebediyet şerbeti… ……Babasının kabrinin yanına …….Kubbe-i Hara defnedildi. Mevlana hazretleri tüm hayatı boyunca Yaşamına kuranın ahlakını koyunca Tarikatlara özgü kurallar koymadığı Bilinir hiçte buna, ihtiyaç duymadığı …Sözgelimi kendisine bağlananlar için ….Ne düzenlerdi bir giriş töreni, …..Ne de öngörürdü belli bir zikir düzeni. ……Ne diğer tarikatlar gibi, …….Olmamıştır özel giysiler belirleme özeni… Şudur bilinen başlıca, temel uygulama ancak Girince sabırla dolup, almaya ilahi aşktan Müritlik kabulü alan, kişiye olur ya sancak Saç, sakal, bıyık ya da birkaç kıl kesmek kaştan …Birde kendisine halifelik verilenlere ….Bugün hırka denilen …..Geniş kollu, yakasız ve önü açık olduğu söylenilen ……Ferec adındaki gömleği giydirmekti, …….Halkı aydınlatma görevinin simgesi, çerağ vermekti. Mevleviliğin başlıca kurallarından birisi Sema’yı aşk ve cezbeye, yardımcı bir öğe sayar Aşka dönerken terler ya, ılgıt ılgıt ten derisi, Aşk ile dönerken gönül, çağlayandan bir ses duyar 289 …Mevlevilerin Hu’ya dönmesi ondandır. ….Dünya döner, sema döner, semazen döner …..Cümle kainatın dönmesi bundandır. …Ancak oğul Sultan Veled Çelebi, Kendisinin döneminde, bunları temel alarak Mevleviliğin özüne, has kuralları koyarak İnsanlık şaha kalkmıştı aşk deryasına dalarak Pas tutmuş kalp duvarları, o derya da boyanarak …Özel törenleri olan bir tarikat ….Mevleviliği daha da bilinen bir hakikat …..Durumuna getirdi. Eserleri genellikle, yazılmış Fars’ın dilinde, Yoğrulmuş mısra mısra, şiirler duygu selinde Gazel ve mesnevîlerde, arada Türkçe olarak Hayat bulmuş, şekil bulmuş, çiçekler açan elinde …Divanında yüz yirmi dokuz adet, ….İptida name’sinde yemiş altı adet, …..’Rebabname’sinde yüz altmış iki adet ……Türkçe yazılmış beyit vardır… Bahse konu bu beyitler Okur diye tüm seyitler Oğuz ata lehçesiyle, yazılmış ilk şiirlerdir Türk dilimiz bakımından, birer örnek değerlerdir …Bu ahlaki ve tasavvufi manzumelerin hepsi ….Edebi yönden olduğu kadar güzel, …..Yapı ve ifade bakımından da ……Mükemmelce yazılmıştır mesnevi ve gazel, …….Bir o kadar da topluma özel… Sultan Veled’in Farsça bir Divan’ı, Ona doldurmaya, çalıştı ummanı Diğer eserleri; biri ‘Rebabname’ ‘İptida name’si ve ‘İntiha name’ İsimlerindeki Farsça üç mesnevi Ve maarif adlı Farsça Mansur eser İnsanlığa öğüt nesirler bir nevi 290 Bahar yeli konsun, ister söze beşer …İptida name’sinde babasına, ….Hazreti Mevlana ki; babaların en hasına …..Ait bilgiler vermesi dolayısıyla ……Mevlana ve çevresi araştırmasına …….En eski ve en sağlam kaynaktır. Yollara çiçek eken, onun her bir cümlesi Maarif eserinin Türkçeye tercümesi Bin dokuz yüz kırk dokuz, yılı güvertesinde Çok partili hayata, geçişin ertesinde …Milli eğitim bakanlığı tarafından ….Yapılmıştır eserin yayınlanıp neşredilmesi. Bazen seninle gündüzde, kâh girerim gecesine Beyitlerinde seslendi, yücelerin yücesine; Bazen seninle ayığım, bazen seninle sarhoşum Bazen seninle yücede, bazen seninle alçakta Can, beden, gök ve yeryüzü, yok olsa da ben hep hoşum Şikâyete gerek yoktur, her şey seninle varlıkta Şöyle seslendi biz insanoğluna da Çağırdı en yüce sevgi koluna da; Her alçağı gördüğün, günaha dalan gözle Sen ki eşsiz güzeli nasıl görebilirsin? Karun’un sözüneyse, kulak verdiğin özle Kelim’in sözünden tat, nasıl alabilirsin? …Dedi şair dili bencileyin ….Derim ki size; …..Okuyun, dokuyun, ilimi tezgahında ……Sizde yaşayın rızası istikametinde de …….Yüceler yücesi Rabbimden af dileyin. (Şiir: GÜLCE-Buluşma) 291 ALAADDİN ÇELEBİ Kovan ne ki yağmalandı içimdeki koca şehir Ayrılıkları bıraktım içi ateşli kamışa Ben, senin ayak izinde deli kuş gibiyim yâr Su ver, dilim kurudu, yanıyorum Uzat da bardakları Aşkına susamışa… Papatya aklığı dizim dizim semada İçlerinden döndükçe kavrulan benim Kudümün perçeminde hurdaya döndüm Zikrin ortasında hiçliğim Hiç den de hiçim, Kanadı yanmış kelebeğim ya şükür O sebep yüzünden, Bu bayramım, Bu sevincim… * Mevlana ömrü boyunca, tek kadınla evli kaldı Mutlu ve mesut yaşadı, huzur deryasına daldı …Lârende’de lalasının kızı ….Gevher Hatunla evliliğinden …..Sultan Veled ile Alâeddin adında ……Verdi Rabbim güzide iki yıldızı. Bunlar ki; yetişkin birer delikanlı olmuşlardı Mevlana hoşgörüsünden, çokça nasibini alan Sevgi dini peygamberi, Habib ve tabibi bulan Billur iman küfesiyle, hakikatle dolmuşlardı Soyla öğünmedi, Türklükten bir soydu. O ki; Mevlâna’nın ortanca oğluydu Onun doğumuyla çok mutluluk duydu Sultan Veled önce, o sonra doğduydu …Muhtemelen bin iki yüz otuzlardaydı ….Ailesi adını, Alâeddin diye koydu …..Alâeddin Çelebi büyüyecekti. ……Daha çocuktu, sonra gençti ve toydu. 292 Büyüdü gelişti, ilim ahvaliyle Zaman gelecekti ve büyüyecekti Allah’ın emriyle, nebi’nin kavliyle Bir eş bulacaktı ve evlenecekti. …Selçuklu Devleti’nin baş veziri ….Sahip Ata Fahreddin Ali’nin kızı …..Kerimeler kerimesi biri ……Kerra Hatun adındaki ile evlenmişti. Ne Yazık ki, Bu evliliği Fazla uzun sürmemiş, …Alâeddin Çelebi Bin iki yüz altmış iki yıllarında Sonu bilinmeyen ebed yollarında Bir Ağustos ayının, kavuran sıcağında Yaşanası diyar ki; Mevlana kucağında, …Ateşlice bir sıtmaya tutuldu ….‘Allahtan geldik, Allah’a döneceğiz ’ …..Denilerek, sabra davetlere duruldu… Zaman yoktu bitmişti Ömrü çoktan geçmişti Ruh kuş olup uçmuştu Genç yaşında göçmüştü …Uçup gider vücutsuz ve tensiz ….Yolun kalan kısmına …..Gülümseyerek yürüdü bedensiz. Bahaeddin Veled’in mezarı sırasında Ol dedesi ki; yatar, onun sol sırasında Ne farkı olacak ki, amel sahih değilse… Ebu Cehilde yatar, Mekke’nin orasında Başta Eflâki olmak üzere Bakarsak dilden düşmüş sözlere Bazı Mevlevi kaynaklarından 293 Konuşan dudak, oynaklarından …Şu yönde sözler, dökülüvermiş ….Kulak denen kimi zaman duymaz …..Kimi zaman uydurur gözere; Şems’e muhalefet etmiştir diye Kimine göreyse, sebep başkadır Sevdi Kimya kızı, döndü deliye Kendince gittiği, yolu aşkadır Hediye etmişti Mevlana Şems’e Daha güzel kim ki; güneşi emse Onundu öldürüp Şems’i gömse Mevlana’yla Şems, odaya girer Elbet çalışır, Rahman’ın dersi İblis dolanır, zihinde birer Başka düşünür, halk tam tersi Gider söylenti hem kulağına Düşmüştür nefsin, kin tuzağına Kimya kız var ya, düşsün ağına… Şems ise Sıra dışıdır. Ne evliyaya benzer, Ne de Allah dostu birine. Ve de halkı onu pek sevmiyordu Mevlana; onunlayken ders vermiyor diye… Ortadan Kalkarsa eğer, Konya Mevlana’sına Tezden kavuşacaktır meğer. Bir an önce kurtulmaya değerdi Hem de kimliği bile belirsiz adamdan. Alâeddin Çelebi İşi öyle abartmıştı ki; Babasını ziyaret ettiğinde Kimya Hatun Ediyordu orda ikamet 294 Özellikle bakıyordu içeriye bir zahmet Durumu gören Şems tarafından uyarılmıştı Güya; Alâeddin, fesatçılarca çok kayırılmıştı. Alâeddin Çelebi’yi çileden çıkarmaya kurulmuştu. …Öyle ya Şems; Hem sevdiği kızı almıştı elinden Kimya’yı kıskanıp, uyarmış dilinden Kendi malı gibi, özgür davranmıştı Gelip çöreklenmiş, nerdeyse ilinden Bu ne cüretsizlik, kendini bilmezlik Kısa süre sonra, olmuş kefen bezlik Onun yüzündendi, ölüm kavranmıştı Kimya hastalandı, olmazdı görmezlik …Bu kinini arttırır iyice ….Birde buna …..Fasıkların kışkırtmaları dahil olunca ……Hazırlanan komployla Kararmış bir kör vicdanla Öldürülür Şems bir gece Ortada bir damla kanla Birde ortada sadece Duyulan tek bir; “Allah” sesi vardır Sokaklar dersen, karanlık ve dardır Mevlana inanmaz, Şems ölmemiştir Sanırdı dönüştür, Şam da sorardı Söylentiler kulağına kadar gelince Artık dostundan ayrı düşmüştür bilince …“Ey Şems Yusuf gibi kuyuya gittin. ….Ey Ab-u hayat! İpten bile gizli kaldın” …..Diye sözler söyler, edebi dilince… Bir numaralı zanlı olduğu içindir ki; Oğlu Alâeddin’in, cenazesine gelmez. Bu durumdan dolayı, o kadar üzgündür ki Kimseler affeder mi, yoksa etmez mi bilmez …Asla affetmediğini, 295 ….Cenaze namazına dahi gelmediğini …..Sözleriyle ifade ederler. Hatta günlerden bir gün Bizim için geçmişten Geçmeden işler işten Ders alınası bir dün Mevlâna’nın eline Hokka kalemi alıp Onun kabrine varıp Şöyle yazdı biline; “Eğer Sadece Bağışlaman Merhametini Umarak yalnızca Salihlerin ümitle Beklemesi lazımsa, Mücrimlerin kime gitsin Yar kime gidip sığınsınlar? …Ey kerim olan Allah! Yalnız iyileri kabul ediyorsan, Suçlular kime yalvarıp ta yakarsın?” ….Anlamında beyitler yazdığını, …..Sonra ruhlar âleminden ……Şems’in sesinin geldiğini, …….Alâeddin Çelebi’yi affederek ……..Suçunu bağışladığını, ………Şefaat ettiğini kaydederler. Ağızlar dağarcık değil ki büzesin Hangisi yalan gerçek nedir süzesin Daha önce de söz ettiğimiz gibi, Doğrudan fenalık etmemiş Çelebi 296 (A)dı dedikodulara karışmıştı. A(L)dandır biz kula, her ne gelirse Aş(A)r kul her engeli onunla, Gül(E)miyor, yıkılıyor yalan bir oyunla Bura(D)a hayat geçiyor şu ve bununla Sonun(D)a iş işten geçip gidiyor Mevsim(İ) geçip gidiyor ömrün Her kulu(N) yolu aynı yeredir bilirse… Alâeddin Çelebinin mezarı basışında, Başı tarafındaki, dikili duran taşında …Şu kitabe yazılmıştı: ….”Allah bâkî, …..Burası Hüseyin oğlu Muhammed’in oğlu, Şeyhlerin şeyhi. Hak ve dinin celâli, Bilgin ve arifler sultanı ...Belhli Muhammed’in oğlu ….Rahmetli bilgin …..Alâeddin Muhammed’in toprağıdır. Allah Celâleddin’in bütün bereketini, Mevlevi inancıyla dönüş hareketini İnananlara saçsın, yeryüzüne de yaysın, Oğluna fazlasıyla, merhametini duysun …Bütün inayetlerine mazhar ederek, ….Mümtaz kılsın, Alaeddin’i affederek. …..Altı yüz altmış yılı ……Şevvalinin sonunda göçtü.” ……..Diye yazılmıştır. (Şiir : GÜLCE-Bahçe) 297 ULU ARİF ÇELEBİ Aşk nedir diye sorma bana ey garip! Tanımdan bir Çelebi’yi, tutmadan ellerini Aşk nedir diye sorma bana ey dostum! Düşmeden Yusuflayın bir kuyunun dibine Sen en iyisi mi ne yap biliyor musun? Şekerin tadını bul, al avuçlarına Dilin damağın tad alsın avucundan Giy hasret ateşini elbise diye Ve çık dergâhın eşiğinden yükselerek âlemlere Derim ki ey can, derim ki: …Ulu Arif Çelebi gibi candan geçip, ….Sarılır mıyız, aşk-ı ilahi ile sevdiğimize? …Ulu Arif Çelebi, Sultan Veled Çelebi Hazretlerinin büyük oğludur Umuda pullanan mektupların özenli ilk puludur Annesi Selahattin Zerkubi kızı Fatma hatun’dur Kelebek renkli düşlerde yaşam rotası kuruludur …Miladi bin iki yüz yetmiş iki yılında ….Dünyaya gelince Arif, …..Ninni söylenir, uyusun da büyüsün diye zarif, ……Sevgiyle kuşanılan tüm hücrelerde …….Ona karşı şefkat ve merhametle duruludur… Vardı elbet bu aşırı sevginin geçerli sebebi Babasının çocukları olmuş olsa da daha önce Küçük yaşlarında, ebediyet deryasına dönünce Belki de Torun Arif olur diye, hayırlı nesebi …Başta Hz. Mevlana olmak üzere, ….Aile de vesile olmuştu büyük sevince… …..Dualar yükseldi arşa, ……Bu dilekler ile duruldu sözlere, …….Aydınlık gündüzlerden sonra, her gece. 298 İlahi bir sınav değilse, dualar kabul olmaz mı? Allah dostu erenlerin, dileği karşılık bulmaz mı? Kabul oldu içten dualar, dilekler karşılık buldu Sonra ki anadan, Arif ’in üç kardeşi daha oldu; Ana başka, baba bir, Canlar cana bir eştir. Onlarda yok, hiç kibir, Aynı kandan kardeştir. …Şemsettin Emir Abid, ….Selahattin Emir Zahid, .….Hüsamettin Emir Vacid ……Kardeşlere, …….Ulu Arif Çelebinin yüzü hep güleçtir. * Ve Günler, Geceler Geçip gider. Günün birinde Gözleri derinde * Ulu Arif Çelebi, hemen emir eyledi Menakib’ül Arifin, eserini peyledi Ahmet Eflaki beyim, hemencecik başladı Kâh okudu, kâh dinledi, kâh yazdı ve söyledi, …Böylece kaynak olabilecek, büyük bir eseri ….İtinayla yazdı menkıbeleri oluşturan cümleleri. …..Böylece meydana getirildi ariflerin menkıbeleri. Ulu arif Çelebi, Ahmet Eflaki ile birlikte Başta Tebriz ve Azerbaycan’ı dolaştı şecaatle Dolaştı Anadolu’nun pek çok yerini defaatle Yurdum insanını hep gördüler birlik ve dirlikte …Hep dillerindeki dua ve rabbe niyazla ….Sevgili peygamberimizden istenen şefaatle. * 299 İrşat şerbeti içtiler, sohbetlerle gönüllere girdikçe Kendilerinden geçtiler, birçok nimeti gördükçe, Dünya denen şu fani ki, kusursuz bir bahçe varlık İnsan hizmetinde her şey, bunu bilen çekmez darlık Aşkın tasını sakın boşa tutma, dik başına ılık ılık İrşat şerbeti içtiler, sohbetlerle gönüllere girdikçe Gezdiler birçok diyarlar, dere ve tepe geçtiler Yeşil ağaçlar altını, konaklamaya seçtiler, Soğuk akan pınarlardan, avuçlarda su içtiler Kendilerinden geçtiler, birçok nimeti gördükçe * (U)lu Arif çelebi, E(L)açıp yalvardı insanlığın selametine, Ul(U)lar ulusu, yüce rabbine… (A)kıllar olmasın zorda, kalınmasın iki cihanda darda E(R)geç döneceğimiz ebedi yolculuklarda Al(İ)deyip, alenî olmasın, Emevice davranışlar Ari(F)olsun insanlar, sinelerde iman dolu kavranışlar. (Ç)alınınca ömrün son zili, N(E)mallar, ne benim dediğin hiçbir varlık Kü(L)liyen etmeyince fayda Hev(E)slerin ve nefislerin istediği her şey geçince kayda, Kala(B)alık dostlar ve ahbaplar olsa da; bize darlık… Sinem(İ)zdeki imanımızdan başkası açamadığında dili. * Bilir misiniz? Halimiz nice olur Kırılır düşler, Uykudan uyanırız. Vaktimiz varken Kendimize gelelim. Yüce yaratan Rabbimizi bilelim. 300 Diye halklara Dini tebliğ ettiler. Gönüller adres, Yunus olup gittiler. * Bin üç yüz on iki de babası Babası Sultan Veled’in ölümü üzerine Yerine geçip Mevlevilik postuna Postuna oturduğunda kırk yaşlarındaydı yaşı Yaşı aktı onunda, yüce dostu için gözyaşı. * Mevleviliğin kurulmasında ve gelişmesinde Mevlevilerin döne döne ask yolunda pişmesinde İki cihanda hak rızasının peşine düşmesinde Ulu Arif Çelebi’nin de büyük emeği geçmiştir. …Bin üç yüz yirmi yıllarında ….İnsanın içini ısıtan, güneşli bir bahar gününde …..Kırk sekiz yaşlarında iken …… Vefat ederek, ebediyet şerbetini içmiştir. Bizim bildiğimiz, bir ‘Divanı’ vardır Onun gönlündeki, yanar sine hardır O od ki; sönerse, düşe yağan kardır O zaman biz kula, iki dünya dardır Yaşam rabbe rıza, ona teslimiyet Bunun tek adı var, o da İslamiyet Ondadır kurtuluş, ondadır kemiyet (Şiir : GÜLCE-Bahçe) ..................................................................... Şecaat; Allah Teâlâ’nın takdirine rıza ve teslimiyettir. Allah’a tevekkül eden bir Müslüman’a korkaklık ve zillet asla yakışmaz.. İnsandaki öfke ve hiddetle korkaklık arasındaki itidal hâlidir. Yiğitlik, bahadırlık, kahramanlık, kalp metaneti, şiddet ve tehlike esnasında cesaret göstermek manalarına gelir. Kemiyet: Nesneler ve olaylarla ilgili ölçülebilir özellikler, anlamdaş tutar. 301 EMİR ÂLİN ÇELEBİ Gevher hatunla oldu, ilk mutlu bir yaşamla Taze düş yağmuruyla doğmuştu iki damla Sevgi tohumlar döktü, rahmani bir kelâmla Gevher hatun, er göçtü; Azrail’den selâmla …Bu selam yaratandandı. ….Bu selam bizi görüp gözeten, …..Bu selam, ……Sevgi ve rahmetiyle bizleri kuşatandandı. Mevlana sonrasında, ilk eşin vefatından Peygamberin kavliyle, dünya evine girdi. Tasavvuf terbiyesi taşar hissiyatından, Diller; gönül sahibi, hanım efendi derdi. …Konyalı İzzettin Ali’nin dul kızı ….Kerrâ Hatun’la evleniverdi. …..Belli ki yazılmıştı seher yıldızı …..Mevla dostu Mevlana’ya bu güzel yazı. Genç Ve güzel, Ay yüzlü ve dinç, Hakkın dostuna özel Çok iyi bir tahsil görmüştü. Güçlü bir sevgi yumağı örmüştü. Kerrâ Hatun’dan Mevlana hazretlerinin Muzaffereddin Emir Âlin Çelebiyle Melike Hatun adlı kerimesi Kucağa sevgi karinesi Ol iki hazinesi Daha dünyaya Gelmişti. Özden can parçasıydı, aşkı gönle inmişti Her dem gel diyen dile, yârin aşkı sinmişti. Oğul Muzaffereddin Emir Âlin Çelebi, 302 Doğunca; Mevlana’nın, dolmuştu gönül cebi Sevgi doluydu zaten, görseydin nesebi, Özden can parçasıydı, aşkı gönle inmişti. Bir çocuk gülüşüydü, tebessümle gülüşü Hep güzele koşmaktı, koşturmaktı her düşü İstemez haktan gayrı, tenhalarda sen üşü Her dem gel diyen dile, yârin aşkı sinmişti. ….O gün: “Geliniz ey âşıklar, ay yüzlü güzel geldi. Zevk edip sevinmeye, neşelenmeye gelin Gelin gönül bağlayın, bunu sizlerde bilin O beklenen sevgili, Çünkü kucağa geldi...” ….Mealindeki beyitle başlayan gazeli söylemişti, …..Semâ toplantıları düzenleyip eylemişti. ……Geliyordu, her taraftan hediyeler, …….Devrin ileri gelenleri düzüyordu methiyeler, ……...Mevlâna’yı tebrik ediyorlardı. ……….Bilmiyorlardı ki; daha başka ne diyeler. (M)uzaffereddin Emir Âlin Çelebi; B(U) şiirimizin ana konusu onun hayatı, Ka(Z)ansın bellekler öğrenip bu hususu. Hay(A)ta hazırlanıp iyi bir tahsil gördü Leta(F)et şahanesi bir kızla, dünya evine girdi. Teşri(F)leriyle Selçuklu Sarayında önemli vazifeye, Devlet(E) hizmete durdu hak aşkına, Melekle(R) gülümsüyordu hizmet anlayışına Yükselec(E)kti maddi ve manevi olarak hak arşına Hakikatin(D)e yürünürdü bulutlarda, erenlere zor değil. Muzaffered(D)in Emir Âlin bunu istemiyor değil. Müslümanlar (İ)çin çalışmak har değil. Devlet görevi(N)i almasa da, hayatına yağan kar değil…. Hayat ki; her daim, bir muştu karılmıştı Düşünmüş de akiller, hak düşe sarılmıştı Emir Âlin bu işi, bir yardımla bulmuştu Süleyman Pervane’nin delâleti olmuştu. …Mevlâna; Süleyman Pervaneye 303 ….Yazdığı bir mektubu …..Yardımlarını esirgememesi ricasıyla: “Emir Âlin, Bir güneş gibi Her bir yana vuran, Her şeyleri ısıtan Şahane-i lütfunuza, Yüce rabbimin de izniyle İhsanınıza sığınmaktadır” ……………………demiştir. Huzura çağırdı günlerden bir gün İhlâs’ı okuttu Emir Âlin’e Sonra dil oldu, sure-i kerime Aklında tutsun, bulsun dosta sürgün …Diyerek değinmiş mealine: “Görüyorsun ya evlat! Yaratan Allah; ne doğmuştur, Ne de doğurulmuş fani bir varlık, Ne anası var, ne de baba diye bir zat… Bilesin şu halde soy ve sop ile övünülmez.” ……Diye nasihatin ederek. …..Asla: babası ve dedesiyle, ….Ceddiyle övünmesin isteyerek, …Oğluna nasihatini etmiştir. Allah’a kul olmaktır asıl işin özü Hep çağırır insanı, peygamberimin sözü Bunu idrak ederse, kalplerin gören gözü Mahkeme-i Kübra da gülecek kulun yüzü. Emir Âlin; her nasılsa, hayatının bir gününde Çelebi Hüsameddin’in, gönlünü kırmış, dününde Hem onu biraz incitmiş, hem de üzmüş olacak ki; Mevlana’nın kulağına, gider bu durum sonunda. Güzel hasletler dolmayan, kalp gözleriyse islenir Bu hayat ki hoş görüden, dosta vefadan beslenir O zaman insanlık gerçek, değerini bulacak ki; 304 Yazdığı bir mektubunda, oğluna şöyle seslenir. “Çok aziz ve çok vefalı oğlumuz! Bilmez misin ki, dostluğa yolumuz… Hüsamettin’in sende de, bende de Bizlerden başka, nicesi tende de, …Çok hizmetiyle, dostluk hakkı vardır. ….Hayrı ilk yapanın hakkı ödenmez, derler. …..Bu babanın gönlünü yapmak için de, ……Onun gönlünü alman, hatırını yapman gerek.” diyordu. …Emir Âlin Çelebi, Bir süre sonra devlet hizmetinden ayrılmış, Gönül hazinesine, kapanarak yetişmiş Hata ve günahlardan, tamamıyla sıyrılmış Güzelliklerle dolmuş, Mevlevi aşkla pişmiş. ….Baba ocağında olgunlaşmıştı. …..Döne döne yanmıştı, yanması bini aşmıştı. ……Belki de Emir Alim’di adı …….Kendisini bol ilim basmıştı… Bilinmez ki ne zaman, ol diyarı faniden Ebedi mekânına, göçmüştü o aniden. Bu ulu ağaç var ya, çıkar kökü derinden Sahip çıkıp peşinde, gidelim derim cidden. (Şiir : GÜLCE-Bahçe) 305 VELED ÇELEBİ Dil anamın ak sütü Ağzımızda hey balam! Mevlânaca ney olur Okur inler, yanar ey! Dil, bizim; öz dilimiz Dünyada kimliğimiz, Dokuyor Çelebimiz Dil halısın ipekten Türklük kumaşı sağlam Tarihlere gerçekten… * Bir Veled Çelebiyim Hazret-i Pir’den aldım bu nefesi Türkün solmaz güneşi Gülende ufuklardan ocaklara Çağırırım sema sema Bu dergâha herkesi… Bir Veled Çelebiyim, Canlar canımda yaşıyorsunuz Zamanları bir ney sesi toz edip savuranda Canımın en dibinde El ele, can cana Dolaşıyorsunuz… Her gönülde bir başka, kalkar eller sevdaya Yol oluruz sevgiye, koşarız biz hülyaya Kimimiz süvaridir, kimimiz koşar yaya Meftun olduk rabbime, rahmet dolu deryaya …Bu deryayı dileyenlerden biri de ….Mevlana Hazretlerinin …..On sekiz göbek, zaman dilimi geride ……Torunuydu Veled Çelebi… 306 …Bin sekiz yüz altmış sekizde Güzel ülkemin güzelliklerle dolu Konya ilinde Doğdu ve yürüyordu ömür denen kendi menzilinde …..Aldı yerini rahmet deryasının dünya denen yerinde ……Ailesinin ve çevresinin gereği olarak …….İlim yolunda, ilme hasretle dolarak ……..Medrese öğrenimi görmüştü ………Fars ve Türk edebiyatını diline sürmüştü ……….Arap edebiyatında da söze durmuştu. Hazreti Mevlana’nın Divan-ı Kebirini okurken Bu eserdeki Türkçe kelimeler dikkatini çekti Kütüphaneci Halit dede’ye sebebini sorarken Sultan Veled Çelebi’nin Divanından bahsedecekti …Türkçe beyitlerin onda daha çok olduğunu öğrenecekti. Türklük bizim için bir sevda, bir sevda Türkçe dilimiz Dille açar dost kapısını, saz çalan gönül telimiz Dil bizim duygularımızı ifade eden elimiz Düşüncesiyle Türkçeye daha çok değer verecekti …Öncelikle Divan-ı Kebir ve Divan’daki ….Türkçe beyitleri bulup yeniden derecekti, …..Derdi ve yazdı. Dilimize yön veren, başka bir şifahinin Ayrıca, Harabat’ta Ali Şir Nevai’nin, Nicesi daha olan, edebice dâhinin Hüseyin Baykara’yla Molla Lütfi beyinin …Çağatay lehçesinde yazılmış şiirlerini ….Gördü ve tespit etti. …..Bu tespit onu, ……Nevai’nin lügatlerini de içine alan …….Abuşka kitabını okumaya sevk etti ……..Bununla da yetinmedi, özünden güç alan ………O kitabı baştan sona istinsah etti… …Özünün özünden güç aldı ….Türkiye’de kullanılanın dışında …..Türkçe lehçelerin bulunduğunun idrakine vardı, 307 Kendini daha bir yakından inceleme saldı O gece gündüz insanlık için çalışkan arı, Bunun için kaleminden damlıyordu tüm varı Bin bir çiçekten öğrendiği, sözü şifa, baldı …İlk memuriyetine Başlamıştı Konya Vilayeti Mektubî kaleminde Mektubî Kalem ne? Sorusu gelir akla ilk deminde Sadrazam tarafından çeşitli makam ve kişilere Resmi mektup ve işlerin emri yazılır bu zeminde …Bir yıl gibi bir süre bu görevinde çalıştıydı ….Ertesi yıl vilayet gazetesi başyazarlık görevine …..Aynı zamanda Konya Rüştiyesi’ndeki ……Yazı ve Farsça öğretmenliğine alıştıydı… …Bin sekiz yüz seksen dokuz da Şehirlerin şehri olan, İstanbul’a geldiği zaman Aklındaki bu şehre karşı merakın sildiği zaman Burada kendini yeni bir muhit içinde bulmuştu Yeni çevre ve dostlarla kaynaşmayı bildiği zaman …Farklı bir ortamda, gelenek ve göreneklerin ….Her biri olsa da farklı bir önemde, …Yine de bu dönemde Mevlana edebiyatıyla meşguldü yoğun şekilde Öğretisi hak huzura varmak, çoğulda ve tekilde, Bu öğreti doğrultusunda ay toplayıp ceplerine Bir hoş seda içindir çabası, bu dünya denen ilde. …Bir hoş seda için umut ekmişti ….Fuzuli’nin ‘Su Kasidesi’ne yazdığı şerhiyle …..Tanınmış Türkçelerden birisi olan ……Necip Asım Bey’in dikkatini çekmişti. Kumsalda kızgın kumlara, sopayla hayal dürterken Kıpır kıpır yüreğiyle, çoğalırken benliğinde Gönlündeki hazan gören, düş gölgeleri örterken Onda yeteneği gördü, Asım kendi şenliğinde …Yakından ilgilenmeye başlamıştı onunla 308 ….Kendi kütüphanesinde bulunan pek çok eseri …..Veled Çelebi’ye vermişti, derlesin diye ……Teşvikte bulunmuştu Türkçe kelimeleri… …Derledi kelimeleri Veled Çelebi, Bu kitaplardan ve başka çok kitaptan yararlandı Gönül çağlar suskunlukta, konuşunca söz parlandı Çok kelimeler derlendi, Türkçe sözcükler arlandı Yüreğinde ateş yandı, dilim derlenip harlandı …‘Türk Dili’ adındaki büyük eseri ….Tarafından özenle yazılmaya başlandı. Seyrederdi akşamları güneşin batışını Yağmurlu bir günde bulutların kaş çatışını Düşlerken bir güzelin saçına gül takışını Hissederdi heyecanla kalbinin atışını …Veled Çelebi, ….Türkçülüğe adım atışını …..Şu şekilde anlatmaktadır: “…Matbuat âleminde Necip Asım üstadımızla yüz yüze görüştüm Aşırı Türkçü olduğu bilgisine eriştim Kendisinin fikirleriyle fikrimi örüştüm Ben onun ve öğretilerinin peşine düştüm …Osmanlı edebiyatının mükellef şiirlerini, ….Nesirlerini gayri tabii ve gayri makul buluyor, …..‘Türklerin en hakiki edebiyatı ……Halktan doğan ve halka hitap eden eserleri’ diyordu. O vakit bu uyarmaları kavrayamamıştı halim Yaradılışımda bulunan, on altılı yaşlardaki Beni Abuşka’yı istinsaha sevk eden dilim Benim anadan doğma istidadımdır ta başlardaki …Türkçü sevda ile dolu bir ben yapmıştı, ….Aşk ve sevda için dört nala koşup ….Yanan benim gönlüm bilmez misin hardaki… 309 Necip Asım Beyim, bana müsteşriklerin bastırdığı Eski Türkçe eserler, eski lügat kitaplar gösterdi. Başka eserler de buldum dil ve ellerin açtırdığı Görüştüğüm Vefik Paşa bana “Lehçe” sini verdi. …Onu bir edebi eser okur gibi, ….Baştan sona okudum da ufkum açıldı …..Gözümün önünde başka bir âlem açıldı. ……Necib Asım’ın teşvikiyle …….Bir ‘Türk Lugatı’ yazmaya kalkıştım, dilim açıldı…” Her şeyi oturduğu evi ile birlikte yanınca Veled Çelebi’nin hazırlamış olduğu Türk dili Eserinin müsveddelerinin de, yanmıştı tek mili Yaralarını sarıp, yeniden yaşama uyanınca Yılmadan, üşenmeden her şeye yeni baştan başladı Bu da bir imtihandır deyip, üzgün gönlünü yasladı Beykoz’a taşındı, Türklük ve dili adına pişmeye Ahmet Mithat Efendi ve Necip Asım’la görüşmeye Üçü bir olup, aynı amacın badesinden içmeye Birlikten kuvvet doğar diyerekten, hasadın biçmeye …Ahmet Mithat Efendi kütüphanesini emrine vermiş ….Necip Asım da, yine bu alanda, bir çok eserler dermiş, …Veled Çelebi Geldik ya bu dünyaya, kavrayamıyoruz niçin dedir Artık Türkçülük faaliyetlerinin de içindedir İnsanlığa faydalı olabilmeye hep atılmıştır Türk Derneğinin kuruluşuna da katılmıştır …Aynı adla yayımlanan derginin ….Kurucuları arasındaki yerini de almıştır. Geceden sabaha, aydınlık yolunda Yürürken ölümsüz, sevdalar kolunda Ve on dokuzuncu yüz yılın sonunda Türk’lerin baş şehri, ol İstanbul’unda …Edebi ve ebedi aşk yolunda ….Daha da güçlenmeye başlayan 310 Türkçülük hareketindeki çalışmalarıyla Türk dili üzerindeki araştırmalarıyla …Dikkat çeken önemli bir yeri vardır. ….Türkçe ve Türk tarihi üzerinde …..Araştırmaların yoğunlaşmasıyla …Türkçülük hareketi, Hızla gelişiyordu kendi evresinde Özellikle belli bir aydın çevresinde Günden güne ilgi ve alâka çekiyor Heyecanla yüreklere tohum ekiyor …Türk aydınları dilde gelişmeye yol bulduğu ….Osmanlıcanın karma dilinden başka …..Türkçenin diğer lehçelerinin de olduğu ……Gerçeğini adeta yeniden keşfediyorlardı… …Aralarındaki Münasebetlerin üzerinde, önemle duruluyor Doğan yeni günün şavkları gönlümüze kuruluyor Türk’ün uçsuz ve bucaksız öz vatanında, öz ilinde Günlük konuşma dilinde ve dahası yazı dilinde …Kullanılan pek çok kelimenin ….‘Çağatayca’ denilen Orta Asya Türkçesiyle …..Ortak yanları olduğu anlaşılıyordu. …Veled Çelebi, Dil ve edebiyatta gelişmeye çiçek ve gül deren Geçmişten geleceğe, öz sözcüklerimizi gönderen Savrulup ovalarımızın, renkli gül bahçelerine Tüm bu çalışmalara, kendi ilmi gayretini veren …Dirayetini koyabilmiş ….Nadir şahsiyetlerden biridir. Genç yüreklerimizin beyinlerine tohum ekti de Geleceğimize büyüyen, yeni fidanlar dikti de Farsça öğretmenliği de yaptı bu değerli şahsiyet Meşrutiyetten sonra üniversite bir mum yaktı de …Bin dokuz yüz on iki de, ….Mevlana dergâhının şeyhliğine tayin edildi 311 Birinci dünya savaşı çıkınca Düşman merisi sineler yakınca Osmanlının toprağı pay edilip Almanlar bizi peşine takınca …Mevlevi mücahitler alayı’nı kurup ….Dördüncü orduya katılmıştır. …..Sonra Ankara’ya geçerek ……Milli mücadelede, cepheden cepheye atılmıştır. Neslimizdir tarihte bin yıldır olmazları var eden Cephede bile sevgi ve hoşgörüden ödün vermeden Hep bu yönümüzdür, bizi özlemli olmaza götüren Ankara Lisesine öğretmendi dönünce cepheden, …Aynı zamanda üyeydi telif ve tercüme heyetine ….Üye olarak tayin edilmiştir. Yeni doğan bebeler neşeyle oynuyordu çimlerde Bin dokuz yüz yirmi üç yılında yapılan seçimlerde …İkinci dönem milletvekili olarak meclise girdi ….Burada yirmi yıl görev yaptı, …..İstikbali göklerde bulmaya, siyasi mücadele verdi. Dört mayıstı yaşanan an, Bin dokuz yüz elli üçtü İman amel kuşanan can Ruh olarak göğe uçtu …Ülkemin yeni başkenti Ankara’dan ….Ebediyet mekanı, öteki âleme göçtü. …Mustafa Kemal Paşa, Milletimizle birlikte, ne zorluklara göğüs germiş Onun ilmî çalışmalarına yakın ilgi göstermiş, Kurtuluş Savaşı’nın en buhranlı zamanında dahi Onun çalışmalarını teşvik etmiştir. …Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne yazdığı yazı, ….Bu alâkayı göstermesi bakımından dikkat çekicidir …..Türkün ilmi geleceğine, daha çok umut ekicidir. 312 …O yazıyı “manzumen” söylersek atamın dilinden, ….Özet olarak aynen şöyledir: “Matbuat ve İstihbarat, Müdürlüğü Âlisine! Milletin ilim ve irfan, yolunda gelişmesine Pek kıymetli mesaide, bulundukları malumuzdur Meşguldürler Türklüğün ihtiyacı lügat çeşmesine Semih Rıfat ve Veled Çelebi ikilisinin İhtiyaç duydukları kitapların listesinin Vakıfı olup, tedarikine gidilmesine İcap ederse Avrupa’dan getirilmesine… Sipariş buyurmanızı, bu yönde rica ederim. Sarf olunacak meblağı, temin ederek öderim.” Veled Çelebi’nin hazırladığı el yazması On iki ciltlik büyük Türkçe sözlüğün bulunur Türk dil kurumunun kitaplığında, bir nüshası Yüzyıllar boyu bu topraklarda Türk nefesi solunur …Ancak hala bu eser basılı hale getirilmemiştir ….Bu şiirimi okuyan herkese tebliğ olunur (Şiir : GÜLCE-Buluşma) 313 SON SÖZ “Çelebiler Geçiyor” da, konu ve şekilsel yapı Gülce olmasına karşın, şiirlerde, sunularda çoğu kere müzikalite olmayışı, edebî sanatların bulunmayışı, hece kurgulamalarının yavan ve duraksız oluşu, eseri “nesir” in bir başka çeşitlemesi olmaktan kurtaramamıştır. Hatta eser, belirli noktadan sonra, kendiliğinden nesire dönüş yapmakta, sunumlarını hususiyetle Mevlâna ve Mevlevîlik Çelebilerinde nesir-düzyazıyı tercih ederek yapmaktadır. Şiirden çok nesir, yahut nesirin şiire kanatlanmaya başlamasıdır şairin izlediği yol. Durağan dizelerde tekrarlar ve şiiriyetten uzaklaşmalar; çoğu kere içsel ve dönemsel sorgulamalarla bir çalışma sergilenmiş. Belki şiiriyetin öne çıktığı, edebî sanatlarla “Gülce Şiir Türleri”nin daha bir belirginleştiği yeni çalışmalar da ortaya konabilirdi. Salt şiir olarak veya nesir olarak değil, yer yer nesire yaklaşan, yer yer şiirin ana atardamarlarında dolaşma gayretinde bulunan bir şairin araştırmaları ile ortaya çıkmış, bir çalışmadır. Uzun uzun nesir cümleleri okumak yerine, şiire heves duyan, yaklaşmaya çalışan, çoğu da yazarın kendi önerisi olan “duraksız” şiirimsilerle bir “anlatı” okuyacaksınız. Okunması kolay ve anlaşılır olan bu eseri sabırla dokuyup nakışlayan şair-yazar Feyzullah KIRCA’ya teşekkür ediyoruz. 314 Gelişim Sanat İÇİNDEKİLER 1-Önsöz 2-Evliyâ Çelebi ve Seyahatnamesi 3-Hazerfen Ahmet Çelebi 4-Lagarı Hasan Çelebi 5-Süleyman Çelebi ve Mevlit 6-İstanbulun İlk Kadısı Hızır Bey Çelebi 7-Doktor Ahi Ahmet Çelebi 8-Özgün edebiyat Tarihçisi Aşık Çelebi 9-Hamdullah Hamdi çelebi 10-Hattat Şeyh Hamdullah Çelebi 11-Büyük Veli kasım Çelebi 12-Kâtip Mustafa Çelebi 13-Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi 14-Kınalızade Ali Çelebi 15-Kınalızade Hasan Çelebi 16-Celalzade Nişancı Mustafa Çelebi 17-Celalzade Salih Çelebi 18-Elvan Çelebi 19-Mahmut Lami’i Çelebi 20-Halimi Çelebi 21-İshak Çelebi 22-Emir Hayali Çelebi 23-Mirim Çelebi 24-Sultan Yıldırım Beyazıt Han 25-Sultan 1. Çelebi Mehmet Han 26-Şehzade Emir Süleyman Çelebi 27-Şehzade Ertuğrul Çelebi 28-Şehzade İsa Çelebi 29-Musa Çelebi 30-Düzmece Mustafa Çelebi 31-Mevlevilik-Mevlana Soyundan gelen Çelebiler 32-Çelebi Hüsamettin 33-Sultan Veled 34-Ulu Arif Çelebi 35-Şemseddin Abid çelebi 36-Hüsameddin vacid Çelebi ve Emir Ali Çelebi 5 7 27 32 37 67 73 79 85 95 101 107 117 123 131 136 143 153 159 163 171 177 190 195 199 207 213 217 220 223 229 236 239 242 245 246 315 37-Emir Adil Çelebi 38-Emir Alim Çelebi II 39-Arif Çelebi 40-Pir Adil Çelebi 41-Cemaleddin Çelebi 42-Hüsrev Çelebi 43-Ferruh Çelebi 44-Bostan Çelebi 45-Ebubekir Çelebi 46-Küçük Arif Çelebi 47-Hüseyin Çelebi 48-Abdülkerim Çelebi 49-Kara Bostan Çelebi 50-Sadrettin Çelebi 51-Mehmed Arif çelebi 52-Ebubekir Çelebi 53-Hacı Mehmed Çelebi 54-Mehmed Said Hemdem Çelebi 55-Sadrettin Çelebi 56-Fahrettin Çelebi 57-Mustafa Safvet Çelebi 58-Abdülvahit Çelebi 59-Abdülhalim Çelebi 60-Veled Çelebi(İzbudak) 61-Abdülhalim Çelebi(2.defa) 62-Amil Çelebi 63-Abdülhalim Çelebi (3. Defa) 64-Çelebilik Makamı Sona Eriyor 65-Mehmet(Muhammet)Bakır Çelebi 66-Celaleddin Bakır çelebi 67-Faruk Hemdem Çelebi 68-Çelebi Hüsamettin 69-Sultan Veled Çelebi 70-Alaaddin Çelebi 71-Ulu Arif Çelebi 72-Emir Alin Çelebi 73-Veled Çelebi 74-Son Söz 316 247 247 248 250 251 252 253 255 257 259 260 261 262 264 265 266 267 268 269 270 270 271 272 272 273 273 273 274 274 275 276 278 284 292 298 302 306 314 FEYZULLAH KIRCA’NIN YAYINLAMIŞ DİĞER ESERLERİ Yeni Edebi Akım GÜLCE Yeni bir edebiyat akımı olan GÜLCE EDEBİYAT’ın tanıtım kitabı niteliğindeki bu eser bize yeni bir edebi dünyanın kapılarını aralamaktadır. AKBAŞLAR KÖYÜ Akbaşlar köyünün tarihi ve kültürel yönleri ile ilgili bir araştırma. 317 318 319 320