Ekim özel sayı.cdr - Tıp Fakültesi
Transkript
Ekim özel sayı.cdr - Tıp Fakültesi
“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” İmtiyaz Sahibi Dr. Kemal KÖYMEN Genel Yayın Yönetmeni Dr. Şaban ŞİMŞEK Editör ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. Alpay ÖRKİ Yürütme Kurulu Dr. Nesrin SARIMAN, Dr. Orhun SİNANOĞLU Yayın Kurulu Dr. Öner ÇELİK, Dr. Nilgün ÇINAR, Dr. Uğur DEVECİ, Dr. Erdin İLTER Dr. Nesrin SARIMAN, Dr. Orhun SİNANOĞLU İstatistik Danışman Dr. Turhan ŞALVA Tıp Fakültesi Dergisi Danışma Kurulu Dr. Fehime B. AKSUNGAR Dr. Osman AKDEMİR Dr. Sedat ALTIN Dr. Nüvit ALTINKAYA Dr. Harun ARBATLI Dr. Bülent ARMAN Dr. Oya Uygur BAYRAMİÇLİ Dr. H. Serpil BOZKURT Dr. Levent ÇELİK Dr. Nilgün ÇINAR Dr. Rahmi ÇUBUK Dr. Bahadır DAĞDEVİREN Dr. Kadir DEMİR Dr. Uğur DEVECİ Dr. Gökmen ERCAN Dr. Sinan EKİCİ Dr. Aynur EREN Dr. Rıfkı EVRENKAYA Dr. Peykan GÖKALP Dr. Hakan GÜNDEŞ Dr. Semih HALEZEROĞLU Dr. Berna HALİLOĞLU Dr. Canan HÜRDAĞ Dr. Ahmet ILGAZLI Dr. Cem KALAYCI Dr. Alper KARAOĞLAN Dr. Kubilay KARŞIDAĞ Dr. Sibel KARŞIDAĞ Dr. Şevket KAVUKÇU Dr. Abud KEBUDİ Dr. Öncel KOCA Dr. Şeref KÖMÜRCÜ Dr. Bahire KÜÇÜKKAYA Dr. Ender LEVENT Dr. Manuk MANUKYAN Dr. Ahmet MİDİ Dr. Nil Molinas MANDEL Dr. Selim NALBANT Dr. İlker ÖKTEM Dr. Alpay ÖRKİ Dr. Ümit ÖZEKİCİ Dr. Melih ÖZEL Dr. Eşref ÖZER Dr. Güler ÖZTÜRK Dr. Esra SAĞLAM T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, yılda 3 kez yayınlanan ve yayınlandığı tarihten (2009) itibaren hakemli dergidir. ISSN 1308 - 8661 Baskı ve Cilt: Ege Basım Ege Plaza Esatpaşa Mah., Ziyapaşa Cad., No:4 Ataşehir / İSTANBUL Tel: (0216) 470 44 70 www.egebasim.com.tr Yazışma Adresi: T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Feyzullah Cad. No: 39 34843 Maltepe / İSTANBUL Tel: (0216) 444 06 20 Faks: (0216) 399 00 60 www.marmarahst.com - www.maltepe.edu.tr Dr. Nesrin SARIMAN Dr. Attila SAYGI Dr. Kamil SERDENGEÇTİ Dr. Gülbüz SEZGİN Dr. Orhun SİNANOĞLU Dr. Şevki ŞAHİN Dr. Sadık ŞENCAN Dr. Şaban ŞİMŞEK Dr. Selçuk ŞİMŞEK Dr. Nuri TASALI Dr. Günay TOSUN Dr. Orhan TÜRKEN Dr. M. Yaşar TÜLBEK Dr. Çetin VURAL Dr. Dilek YILMAZ İçindekiler Contents Cilt:4 Sayı:4 / Aralık 2012 - Ek Sayı POSTER LİSTESİ 1. Preterm Eylemde Rutin Yatak İstirahati Uygulamasının Gerekliliği Sevgül DÖNMEZ, Aynur SARUHAN 2. Doğal Doğuma Genel Bir Bakış Sevda Demir, Özen Esra Karaman, Gülsen Çayır 3. Bir İnsan Hakkı İhlali: Kadına Yönelik Şiddet Hacer Alan, Sema Dereli Yılmaz 4. Üreme Sağlığına İlişkin Uygulamaların İncelenmesi Gamze TEMİZ, Hediye ARSLAN, Mine D. GÜNGÖR 5. Jinekolojik Onkoloji Hastalarında Cinsel İşlev Bozuklukları ve Tedavi Yaklaşımları Handan ÖZCAN, Ümran OSKAY 6. Yardımcı Üreme Tekniklerinde Etik Melek Ersoy Cingi, Feride Yiğit 7. Obezitenin Gebeliğe Etkisi Rüveyde Can, Sema Dereli Yılmaz 8. Gebelikte Görülen Genital Enfeksiyonların Kadın Sağlığı Açısından Önemi Seyhan Çankaya, Sema Dereli Yılmaz 9. Genç Kızların Dismenore İçin Kullandığı Non-Farmakolojik Yöntemler Meryem Erdoğan, Sevgi Özsoy 10.Üniversite Öğrencilerinde Cinsel Yaşam Hilal Şanlı Çolakoğlu, Sevgi Özsoy Gökdemirel 11.Gebelerin Gebelik Sürecinde Beden İmajını Algılama Durumlarının Belirlenmesi Elif Yağmur Özorhan, Türkan Pasinlioğlu 12.Tuboovaryan Kitle İle Karışan İlginç Bir Apendiks Kanseri: Olgu Sunumu Dr. Esra Güzel, Uz. Dr. Zehra Doğan, Uz. Dr. Ekrem Çakar, Uz. Dr. Güler Bağbozan Ateşer 13.İpi Görünmeyen Ria Gebeliğin İlk Üç Ayında Çıkarılmalı Mı? Bir Olgu İsmail BIYIK, Ayşe AKIN, Oktay ALTUN, Ahmet KARATAŞ 14.Üniversitede Sağlık Eğitimi Alan Kız Öğrencilerin Sağlık Sorumluluğunun Jinekolojik Sorunlara İlişkin Tutum ve Davranışlarına Etkisi Özlem DEMİREL BOZKURT, Aytül HADIMLI, Hafize ÖZTÜRK CAN, Selmin ŞENOL 15.16-36 Haftalık Gebe Fetuslarında İki Boyutlu Ultrasonografik Parametrelerin Değerlendirilmesi Özbağ D, Arıkan D.C, Kıran H, Gümüşalan Y, Tok A, Yamaç E 16.Endometrium Kanserli Morbid Obez Hastaların Bakımında Hemşirenin Rolü Kübra ÖZCAN, Gül PINAR 17.Total Uterin Prolapsus Cerrahisi ve Profilaktik Uterosakral Cuff Fiksasyonu Sonrası Hızlı Gelişen Cuff Prolapsusunun Sakrospinöz Fiksasyon İle Düzeltilmesi Murat BOZKURT 18.Total Prolapsus Uteri Nedeni İle Gelişen Bilateral Hidroüreteronefroz ve Akut Böbrek Yetmezliği Murat BOZKURT 19.TOT Sonrası Nüks Stress İnkontinans Gelişen Olguda Tvt Secur Uygulaması Sırasında Oluşan Mesane Perforasyonu Ve Sonrasında Uygulanan Burch Kolposüspansiyonu Murat BOZKURT 20.Dexa Yöntemi İle Postmenopozal Kadınlarda Femur Boynu ve Lomber Vertebra Ölçümlerinin Karşılaştırılması Murat BOZKURT 21.Emzirme Danışmanlığı Feride YİĞİT, Melek ERSOY CİNGİ 22.Kolposkopik Biopsi İle Cın 3 Tanı Ve Tedavisi İpek Ulu, Erdin İlter.Aygen Çelik. Berna Haliloğlu, Serpil Bozkurt, Ümit Özekici. 23.Unilateral Fallop Tüpü Ve Overi Olmayan İnfertil Bir Hastada Yardımcı Üreme Tekniklerinin Kullanılarak Sağlıklı Bir Gebelik Elde Edilmesi. Erdin İlter, Elif Ünlügedik, Aygen Çelik, Berna Haliloğlu, Ümit Özekici Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Preterm Eylemde Rutin Yatak İstirahati Uygulamasının Gerekliliği Sevgül DÖNMEZ*, Aynur SARUHAN** *Araştırma Görevlisi, Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD., İzmir **Yardımcı Doçent, Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD., İzmir E-posta: [email protected] Preterm eylem, gelişmekte olan ülkelerde yaygın olarak görülen perinatal mortalite ve morbiditeye yol açan major bir maternal ve fetal sağlık sorunudur. Bu yüzden preterm doğumları önleme, perinatal hemşirelerinin ve diğer sağlık bakım çalışanlarının ana odak noktası haline gelmiştir. Son zamanlara kadar evde ya da hastanede yatak istirahatı, gerek preterm eylemden korunmada gerekse de preterm eylem tehdidi bulunan olgulara en sık önerilen yöntemlerden birisiydi. Geçtiğimiz 30 yıl boyunca ABD'de yatak istirahatı erken doğum eyleminin önlenmesinde ve tedavisinde dayanak noktası olmuştur. Yatak istirahatının hem anne hem bebek sağlığı için güvenli olduğu ve preterm eylemi önlediği varsayılsada bunu destekleyen yeterli bilimsel veri bulunmamaktadır. Dolayısıyla preterm eylem tedavisinin bir komponenti olarak yatak istirahatinin sayılması tartışmalıdır Mutlak yatak istirahatının, fiziksel ve psikososyal negatif etkileri ve etkinliği üzerine yapılan araştırmalar, dinlenme periyodlarını da içeren modifiye edilmiş aktivite planının, negatif etki olmaksızın mutlak yatak istirahatı kadar etkin olduğunu göstermiştir. Hatc ve meslektaşlarının yaptıkları çalışmada kuvvetli egzersizin preterm eylem riskini artırmadığı 4 saptanmıştır. Ayrıca boş zamanlarda egzersiz yapmanın preterm eylem riskini azaltmada ve yüksek riskli gebelik sonuçlarını iyileştirmede yararlı olacağı belirtilmektedir. Randomize kontrollü yapılan çalışmalarda da, preterm eylemle ilgili tedavi alan gebelerde, yatak istirahati uygulayan ve uygulamayanlar arasında fetal mortalite, doğum haftası, yenidoğanın kilosu ve yenidoğanın gelişimi arasında bir farklılık bulunmamıştır. Ayrıca ≥ 3 gün zorunlu yatak istirahatinin tromboembolik komplikasyon riskini artırdığı saptanmıştır. Crowther (2001) yatak istirahatı ile fetüsün büyümesinin arttığı öne sürülmüştür ama erken doğum veya perinatal ölüm riskinde bariz herhangi bir azalma gözlenmemiştir. Bu incelemenin sonuçları, komplikasyonsuz ikiz gebelikte çok erken dönemde doğum riski arttırdığından, hastaneye yatmanın zararlı olabileceğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, preterm eylemdeki, risk altındaki gebelere rutin olarak yatak istirahatı önerilmekte ancak yararlı olduğuna dair bilimsel bir çalışma bulunmamaktadır. Bu yüzden yatak istirahatinin muhtemel yararları ve zararları erken doğum riski artmış kadınlarla daha iyi belirlenmelidir. Ekonomik kayıp, evde ve hastanede yatak istirahatında uzama ve belirtilen nedenlerle sık verilen yatak istirahatı önerisinin yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Doğal Doğuma Genel Bir Bakış Ebe Sevda DEMİR, Msc. Özen Esra KARAMAN, Msc. Gülsen ÇAYIR* Son yıllarda diğer ülkelerdeki gibi ülkemizde de sezaryen doğum oranı hızla artmaktadır. Doğum eylemi doğal bir süreçtir ve yapılan tıbbi müdahaleler doğumun bu doğallığını bozabilmekte ve sorunlara neden olabilmektedir (1). Bu derlemenin amacı tıbbi gereklilik olmadığı sürece doğum sürecine müdahale edilmemesi ve doğal doğumun öneminin vurgulanmasıdır. Evlilik ve gebe kalma yaşının ileri olması, annelerin vajinal doğumdan çekinerek sezaryene olan taleplerinin artması ve gerekse de fetal iyilik halinin değerlendirilmesindeki tıbbi gelişmeler gibi nedenler sezaryen oranının artışında önemli rol oynamaktadır. Doğum eyleminde rutin tıbbi uygulamalardan hangilerinin uygun olduğu konusu tartışılmaktadır (1, 3, 10, 11). Doğum çok özel bir olgu olup anne ve baba adayları için, yaşamlarındaki en güzel deneyimlerden biridir. Ancak zaman zaman doğum anında yaşanan olumsuz deneyimler, uzun yıllar anlatılan doğum hikâyeleri, görsel medyada gösterilen ağrılı doğum sahneleri, kadınların olumsuz doğum imajı oluşturmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla kadınların vajinal doğumla ilgili bu korkutucu deneyimi kendilerinin de yaşayacağını düşündürmekte ve bu da onların tercihlerini sezaryen doğum üzerinde odaklandırmaktadır (8, 9, 12). Günümüzde gebelik ve doğuma ilişkin temel yaklaşım, doğumun fizyolojik bir süreç olduğu ve az düzeyde tıbbi girişim gerektirdiğidir. Doğal doğum mümkün olduğu kadar sağlık kontrollerini yapma dışında müdahale edilmeden yapılan doğumlardır. Bu sayede aktive olan tüm doğal hormonlar, anne ve bebeğini doğuma en sağlıklı biçimde hazırlamaktadır. Gebelik ve doğum eylemi bir hastalık değil, bedenin doğal, normal ve sağlıklı bir fonksiyonudur. Gereksiz yere yapılan her türlü müdahalenin doğumun işleyişi ve hormonların salınımı üzerine negatif etkileri vardır. Bu hormonlar içinde en etkili olan iki hormon oksitosin ve endorfindir. Oksitosin uterustaki kasılma etkileri ile doğumun ilerlemesinden sorumlu hormondur. Endorfin hormonu ise bedenin salgıladığı doğal bir ağrı kesicidir. Oksitosin seviyesi yükselip, kasılmalar sıklaştıkça, beden endorfin salgısını arttırarak cevap verir. Doğum anında anne ve bebeği oksitosin ve endorfin etkisindedir (5, 7, 8). Maternal mortalite, medikal ve obstetrik problemi olmayan sağlıklı gebelerde vajinal doğumlarda 6/ 100,000, sezeryan doğumlarda ise oran 28/ 100,000 olarak bildirilmiştir (3). Türkiye'de 2003 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasına (TNSA) göre %21.2 olan sezaryen oranının, 2008 TNSA 'da %36.7 olduğu görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütünün maternal ve perinatal mortalite oranlarını dikkate alarak hedeflediği sezaryen oranı %15'dir. Gelişmiş batı ülkelerinde de 2008 itibariyle, %16.6 (Norveç) ile %37.4 (İtalya) arasında değişen sezaryen oranları bildirilmektedir (4, 6). WHO yayınladığı kanıta dayalı 6 uygulamanın doğumu yöneten sağlık profesyonelleri için kılavuz olması ile; sağlıklı anne ve bebek için mümkün olan en az girişim ile güvenli bir şekilde doğum eyleminin gerçekleşebileceğini ifade etmiştir. İfade edilen bu öneriler: 1. Doğum kendi başlamalıdır. 2. Doğum boyunca hareket özgürlüğü olmalıdır. 3. Doğum boyunca gebeye duygusal ve fiziksel destek verilmelidir. 4. Gereksiz her türlü müdahaleden kaçınılmalıdır. 5. Doğumda sırtüstü yerine diğer pozisyonlar desteklenmelidir. 6. Doğum sonrası anne ve bebek bir arada kalmalıdır (2,5). Sonuç olarak, sağlık personeli gebe kadının doğumunda aktif rol alması için antenatal dönemden itibaren yaptığı eğitimler vasıtasıyla desteklemeli ve cesaretlendirmelidir. Doğuma yardımcı olan sağlık profesyonelleri, öncelikle de ebeler kadınların kendi vücutları ile ilgili bilgeliğine güvenip, kadının bunu fark etmesine yardımcı olacak ortamları hazırlamalı ve bu bilgelikle her doğumun kendine özgülüğü içinde değer görmesini sağlamalıdırlar (8, 9). Böylelikle sezeryan doğumlarda da azalma görülecektir. Anahtar kelimeler: Doğal Doğum, Sezaryen Doğum, Ebe KAYNAKLAR 1. Güngör, İ; Rathfısch, G. (2009). Normal doğum eyleminin ikinci evresinde kanıta dayalı Uygulamalar. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi. 2: 56-65. 2. World Health Organisation. Prevention of perinatal morbidity and mortality. Geneva: WHO;1969 Public Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 *Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Ebelik Bölümü Büyükdere cad. Altan Erbulak Sok. Eken Apt. No: 6 Kat: 3 Mecidiyeköy / İstanbul [email protected] 5 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Health Papers 4. 3. Gül, N. (2008). Normal doğum ve sezaryen doğum uygulanan olguların postpartum komplikasyonlar yönünden karşılaştırılması. Uzmanlık tezi: Tez Danışmanı: Doç. Dr. Necdet SÜER 4. T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile PlanlamasıGenel Müdürlüğü Ankara, 2010.Doğum ve Sezaryen Eylemi Yönetim Rehberi. 5. Turan C.M.(2003). Nitelikli doğum ve doğum sonu hizmetler. II.Ulusal Ana Çocuk Sağlığı Kongresi., Program ve Özet kitabı, s:36-38, İstanbul. 6. TNSA. (2008). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Entitisü Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması, Ankara. 7. http://arsiv.indigodergisi.com/44/drcoker.htmErişim: 19/08/2012. http://www.doğaldogum.com. 8. Sayıner, D, Özerdoğan, N. (2009).Doğal Doğum. Maltepe 6 Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Cilt:2, Sayı:3: 143-147. 9. Dağlar, A; Aydemir, N.(2011).Vajinal doğum ağrısına yönelik azaltılmasına yönelik nonfarmakolojik ebelik bakım uygulamaları, 20 (1):1-6. 10. Arslan, H., Karahan, N. & Çam. M(2008). Ebeliğin Doğası ve doğum üzerine etkisi.Marmara Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi. 1(2): 55-59. 11. Şerçekuş, P. (2005). Nullipar kadınlarda normal spontan doğuma ilişkin korkular ve nedenlerinin Araştırılması. Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi. Danışman: Prof. Dr. Hülya Okumuş. 12. Öztürk, H. (2006). Gebelerde algılanan doğum ağrısının azaltılmasında elle uygulanan buz masajı etkisinin incelenmesi. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Doktora Tezi. Danışman: Yrd. Dr. Aynur Saruhan. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Bir İnsan Hakkı İhlali: Kadına Yönelik Şiddet Hacer ALAN*, Sema DERELİ YILMAZ ** *Msc, Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Selçuklu/Konya. **Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Selçuklu/Konya. kalmaktadırlar. Medyada kadınlar erkeklere oranla daha çok şiddet haberlerinde yer almaktadır. DSÖ'nün 2002 raporuna göre; dünya genelinde toplum içinde yapılan 48 araştırmada kadınların; %10-69'unun eşleri ya da partnerleri tarafından yaşamlarında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığı saptanmıştır. Yine DSÖ'nün 2002 raporuna göre; kadınların yaklaşık %47'sinin ilk cinsel ilişkilerinin zorla olduğu, kadın cinayet kurbanlarının %70'inin erkek partnerleri tarafından öldürüldüğü belirtilmiştir. DSÖ'nün 2005 yılında on ülkede gerçekleştirdiği araştırmanın sonucuna göre; kadınların %50'den fazlası yakınları tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kadınların insan hakları her an ihlal edilmektedir. Türkiye'de “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”nın sonuçlarına göre (2008), kadınların %39.3'ü fiziksel, %15.3'ü cinsel, Altınay ve Arat (2007)'ın çalışma sonuçlarına göre kadınların %35,5'i fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Sonuç: Kadınlara uygulanan şiddet ağır bir toplumsal sorun olup, fiziksel, fizyolojik, ruhsal, ekonomik, ve sosyal sağlıkla ilgili zararlara neden olmaktadır. Aile içi şiddet nesilden nesile aktarılıp, yalnızca şiddet göreni değil, şiddete tanık olanların da psikolojik durumlarını ve özellikle de çocukların psikososoyal gelişimini olumsuz etkilemektedir. Toplumda yaygın olmasına karşın bir buzdağına benzetilen şiddetin önlenmesi, erken dönemde tanılanması ve gereken girişimlerin başlatılmasında sağlık profesyonellerinin üstleneceği rol önemlidir. Fakat burada sadece sağlık profesyonelleri değil, kadına yönelik şiddetin toplumun tüm kesimleri tarafından daha iyi irdelenmesi, anlaşılması ve çözüm yollarının ortaya konulabilmesi için çalışmaların yapılması gerekmektedir. Anahtar kelimeler: hak, kadın, şiddet. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 Şiddet, fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit ya da gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığının bulunmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) yapmış olduğu bu şiddet tanımı; şiddetin türlerini, şiddetin oluşmasına yol açan eylemleri, isteyerek veya istemeyerek olan şiddet eylemlerini, şiddetin yaralanmadan ölüme kadar varabilen sonuçlarını kapsamaktadır. Toplumsal alanın her kesiminde ırk ve kültür gözetmeksizin görülen şiddet, temel özgürlükleri ve insan haklarını ihlal ederek genel anlamda insanların psikolojik veya fizyolojik düzeyde zarar görmesine yol açan bireysel ve toplu hareketlerdir. Şiddet kaynağına göre incelendiğinde; kişinin kendisine yöneltmiş olduğu şiddet (intihar gibi), kişiler arasında olan şiddet (aile içi şiddet gibi) veya organize şiddet (savaş) olabilir. Şiddetin en yaygın görülen biçimi ise erkeğin, kadına ve çocuğa karşı uyguladığı aile içi şiddettir. Aile içinde ise en fazla görülen şiddet türü kadına yönelik şiddettir. Kadına yönelik şiddet; sınıfa, kültüre, gelire göre bazı değişiklikler göstermekle birlikte, kadınların toplum içindeki yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliği sağlamasını engellemektedir. Bu da kadına yönelik şiddetin; kadını erkeğe göre ikinci pozisyonda tutan önemli bir sosyal mekanizma olduğunu göstermektedir. Kültürel yapının kadına yönelik şiddeti hoş görmesi, toplumda erkeğin egemen konumda olması, fiziksel olarak erkeğin kadından güçlü olması, aile içi şiddet yaşantısında kadınların şiddet mağduru olma riskini arttırmaktadır. Uluslararası İşçi Sendikası Konfederasyonu [ITUC] (2008) raporuna göre; dünyada her üç kadından biri dövülmekte, cinsel ilişkiye zorlanmakta ya da bir şekilde onu tanıyan biri tarafından kötü muameleye maruz kalmaktadır. 15- 44 yaş arası kadınlar; trafik kazası, savaş, kanser ve sıtmadan daha çok ev içi şiddet yüzünden ölmekte ya da sakat kalmaktadır. Dünyada meydana gelen savaşlarda kadınlar tecavüze uğramakta, cinsel-fiziksel şiddete ve istismara maruz 7 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Üreme Sağlığına İlişkin Uygulamaların İncelenmesi Gamze TEMİZ*, Hediye ARSLAN*, Mine D. GÜNGÖR* *İstanbul Bilim Üniversitesi Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu AMAÇ: Bu çalışma, evli bireylerin üreme sağlığına ilişkin davranış ve uygulamaları, bu uygulamaları etkileyen etmenleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM: Araştırmanın evrenini Bağcılar bölgesinde yaşayan bireyler, örneklemini ise araştırmaya katılmayı kabul eden 200 kişi oluşturmuştur. Araştırma tanımlayıcı olarak planlanmış ve uygulanmıştır. Verilerin toplanmasında araştırmacı tarafından geliştirilen; bireylerin demografik özeliklerini, üreme sağlığına ilişkin davranış ve uygulamalarını içeren 25 soruluk anket formu kullanılmıştır. Veriler bilgisayar ortamında yüzdelik ve ki kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: Türkiye'de son 30 yıllık dönemde sağlık alanınındaki önemli gelişmeler sonucunda beklenen yaşam süresi artmış, anne ve çocuk ölümlerinde azalma kaydedilmiştir. Günümüzde sosyal ve ekonomik güçlükler, göçler, aşırı nüfus artısı, çevresel kirlenme gibi temel sorunlar üreme sağlığını etkilemektedir. Başta ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm dünya 1960'lı yıllarda, kontrolsüz nüfus artışının ekonomik ve sosyal kalkınma üzerindeki olumsuz etkileri konusuna odaklanmaya başlamıştır. Bu bağlamda; Bükres'te (1974), Mexico City'de (1984) ve Kahire'de (1994) yapılan üç büyük konferansta, nüfus ve aile planlamasının, genel kalkınma çabalarının ayrılmaz bir parçası olduğu ortaya konmuştur. Üreme sağlığı politikalarının temelinde, bireylerin yasam kalitesini yükseltme hedefinin olduğu bilinmektedir. Üreme hakları; insanların üreme yeteneğine ve bunu ne zaman, nasıl gerçekleştireceklerine karar verme özgürlüğüne sahip oldukları anlamına gelmektedir. Bu kapsamda; 8 bireylerin, çocuk sayısı ve aralığına özgür ve sorumlu bir şekilde karar vermeleri ve bunu sağlayabilmek için gerekli bilgiye sahip olabilmeleri, cinsel sağlık standardına ulaşabilmeleri, adolesan dönemden başlanarak, postmenapozal ve yaşlılık dönemi de dahil olmak üzere üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanma hakları insan hakları kapsamındadır. DSÖ ailelerin, çocukların, adolesanların, kadınların sağlığını geliştirici, destekleyici bir yaklaşımla bireylerin cinsellik ve üremeye bağlı hastalık, sakatlıklardan korunması, ihtiyaç duyduğunda uygun danışmanlık, bakım ve rehabilitasyon almalarının sağlanması hedefleri ile üreme sağlığı programları geliştirmiştir. Tanımlayıcı olarak yapılan bu araştırma; bireylerin üreme sağlığına ilişkin davranış ve uygulamaları, bu uygulamaları etkileyen etmenleri belirlemek amacıyla planlanmıştır. KAYNAKCA 1. Turkiye Nufus ve Sağlık Arastırması 2003. Hacettepe Universitesi Nufus Etutleri Enstitusu, 2004. Ankara, Turkiye. 2. Yıldırım G, Turaclar N, Bakır A, Ozdemir L. Sivas İli Ana Cocuk Sağlığı Merkezine Basvuran Kadınların Aile Planlaması Yontem Tercihleri ve Etkileyen Faktorler. Cumhuriyet Univ. Tıp Fak. Dergisi.2003; 25: 99-104. 3. Erten H, Yılmaz H, Soysal S. Isparta İli Karaağac Sağlık Ocağına Bağlı 15-49 Yas Kadınların Ureme Sağlığı İle İlgili Alışkanlıklarının Sosyo-Demografik Ozellikleri Acısından Değerlendirilmesi. 3 Uluslararası–10.Ulusal Hemsirelik Kongresi. 7- 10 Eylul 2005, İzmir. Ozet Kitabı. Sayfa:134. 4. Sankazan S, Yıldırım A.Ankara Deliler Koyundeki Evli Erkeklerin Aile Planlaması İle İlgili Bilgi, Tutum ve Davranısları. Ankara Universitesi Tıp Fakultesi Mecmuası. 55: 41-50. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Jinekolojik Onkoloji Hastalarında Cinsel İşlev Bozuklukları ve Tedavi Yaklaşımları Handan ÖZCAN*, Ümran OSKAY** *Gümüşhane Üniversitesi, Öğrt. Gör. **İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, Doç.Dr. ziyade kısa süreli cinsel ilişkinin olması, geçmişteki olumlu cinsel deneyimlerin düşünülmesi ve eşlerin uyarılmayı sağlaması, cinsel ilişkiden önce ağrı kesici alınması ve gün içinde yorucu egzersizlerden kaçınma gibi durumlar hastalara önerilebilinir. Hemşireler kanserli hastaya bakım verirken cinselliğe karşı kendi tutum ve değerlerinin farkında olmaları, cinselliği tartışırken önyargısız davranmaları önemlidir. Bu nedenle hemşirelerin cinselliğe karşı tutumlarının belirlenmesi, yanlış inanç ve değerlerinin değiştirilmesi önem kazanmaktadır. Hemşirelerin tutumları kadar cinsel sağlık sorunlarına yaklaşım konusunda bilgileri de önemlidir. Çünkü cinsel yaşam kalitesi değişen hastalar için rehberlik ve danışmanlık önemli hemşirelik girişimleri arasında yer almaktadır (Pınar 2010; Can 2010; Lavin ve Hyde, 2005). KAYNAKLAR 1. Can G. (2004a). Kanserde cinsel sağlık. Androloji Bülteni, 19:355-356. 2. Edit. Can g. (2010). Onkoloji hemşireliğinde kanıta dayalı bakım, İstanbul. 3. Nusbaum MRH, Hamilton C, Lenahan PL. (2003). Choronic illness and sexual functioning. American Family Physician, 67(2):347-354. 4. Oskay Yesiltepe Ü. (2004). Cinsellik: kadın ve erkek arasındaki farklar. Androloji Bülteni, 16:82 5. Ulukavak M. (1994). Kadın ve erkekte cinsel eylem. İstanbul Üniversitesi Florance Nıghtıngale Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 8(34):41-47. 6. Yaniv H. (2000). Kanserli Hastalarında Seksüalite Kursu. Ankara-Türkiye, 21-23 Eylül. 7. http://www.adnanaydiner.com/hastalar_kanser_turleri. htm# Erişim tarihi: 15.05.2012. 8. Pınar G. (2010). Kanser tedavisi alan hastalarda cinsel disfonksiyon ve danışmanlığa ilişkin hemşirelik yaklaşımları. Gülhane tıp dergisi, 52. 241-247. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 WHO cinsel sağlığı; kişilerin somatik, emosyonel, entellektüel ve sosyal yönlerini pozitif olarak geliştirici, kişiliği, iletişimi ve aşkı arttırıcı nitelikler ile tanımlamaktadır. Cinsellik, duyguların karışıklığını, kimlik seçimini, cinsel tercih ve tavırları, cinsel rol benimsenmesi ve cinsel eş seçimi gibi unsurları da içeren karmaşık bir yapıdan oluşmaktadır (Ulukavak, 1994). Cinsel sağlığı olumsuz etkileyen faktörler; yaşlanma ile birlikte görülen fizyolojik, psikolojik ve hormonal değişiklikler, kadın ve erkek cinselliğinin biçimlenmesinde kültür, deneyim ve biyolojik faktörler (Ulukavak, 1994; Oskay, 2004), cinsel sağlığın önemli öğelerinden biri olan cinsel çekicililiğin kronik hastalıklarda olumsuz yönde etkilenmesi (Yaniv, 2000), psikiyatrik bozukluklardan depresyon, kanser tanısı ile karsılaşma, tekrarlama ya da metastaz haberini almaktır. Kanser tedavisinde uygulanan cerrahi girişim, radyoterapi, kemoterapi ve hormon tedavisinin, fiziksel ve emosyonel etkileri nedeniyle hastaların cinsel yaşam kaliteleri bozulmaktadır. (Nusbaum ve ark., 2003; Can, 2004a). Kanser hastalarında sıklıkla görülen cinsel sorunlar; cinsel istekte/libidoda azalma, cinsel uyarılma ve doyum sorunları, cinsel ilişki sıklığında azalma, cinsel çekicilikte azalma, ağrılı cinsel ilişki (disparoni), korku-endişe ve yorgunluktur. Jinekolojik kanserli hastalarda cinsel sorunların giderilmesinde; 1. Vajinal duş: Vajinanın enfeksiyonlardan korunmasına ve radyoterapi süresince vajinada oluşan yapışıklıkların açılması 2. Vajinanın genişletilmesi (dilatasyon): Haftada 3-4 kez cinsel ilişkiye girmek ve/veya vajinanın duvarlarını genişleticilerle genişletmek 3. Kegel egzersizleri: Vajinanın etrafındaki kasları kegel egzersizleri ile çalıştırmak sağlanabilir (Aydıner, 2012). Cinsel problemlerin çözümünde; eşle birlikte tanı ve tedaviye ilişkin duyguların paylaşılması, cinsel ilişkiye kendini hazır hissettiğinde başlanılması ve bu durumun eşle paylaşılması, cinsel ilişki sırasında kullanılan pozisyonlar rahat değilse farklı pozisyonlar denenmesi ve uzun süreli olmaktan 9 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Yardımcı Üreme Tekniklerinde Etik Melek ERSOY CİNGİ*, Feride YİĞİT** *Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, ** İstanbul Bilim Üniversitesi Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu Değer, ahlak ve etik kavramları çoğu zaman birbiri yerine kullanılabilmektedir. Değer, kıymet, erdem, iyilik, güzellik demektir. Ahlak ise gelişen, aktarılan, öğrenilen insan davranışlarında neyin iyi ya da doğru olduğuna yönelik geleneksel inançlardır. Aynı toplum içinde yaşayan gruplar ve bireyler arasında ahlak kavramı farklılık gösterebilir. Etik, iyi ve doğru kavramlarının ne olduğunu, mutlak iyi, mutlak doğru olup olmadığını ve bunlara ulaşmanın mümkün olup olmadığını araştıran zihinsel çaba olarak da tanımlanabilir. Etik değerler dürüstlük, yardımseverlik, doğruluk, adaletli olmak, sadakat, yalan söylememek, cana kıymamak gibi dünyanın her yerinde genel geçer olan değerler olduğundan toplumdan topluma fark göstermezler. Bu sebeple de denilebilir ki, etik değerler ortaktır ve kişiler arasında çok büyük farklılıklar bulunmaz. Tıp etiğinin temel ilkeleri, yararlılık, zarar vermeme, özerklik, adalet, doğruluk ve yasallık ilkeleridir. Biyoetik, insan hayatının, özgürlüğünün ve onurunun, bilimsel araştırmalarda, sonuçları tahmin edilemeyen modern teknolojiler dolayısıyla tehlikeye girdiği her durumda gereklidir. Teknolojik gelişmeler bazen bilim adamları ve toplumları heyecanlandırmakta ve etik ihlallere neden olabilmektedir. Oysa mümkün olanın peşine takılıp sorumsuzca davranmak yerine, genelin çıkarını dikkate alarak teknolojik müdahalenin sınırlarının çizilmesi şarttır. Biyopsikososyal bir varlık olan insan, yaşadığı sosyal çevrenin etkisi altındadır. Aile, toplum kuralları doğrultusunda evlilik yoluyla oluşan sosyal bir yapıdır. Evliliğin temel öğesi de insan neslinin devamlılığını sağlamaktır. Ataerkil aile yapısı etkilerinin hala yoğun bir biçimde devam ettiği bazı bölgelerimizde, çocuk sahibi olamamak erkek ve kadın için farklı düzeylerde hissedilen bir sorundur. Üreme yeteneğinin olmadığı durumlara çare olarak geliştirilen yardımcı üreme teknikleri, biyoetik tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Yardımcı üreme teknikleri sırasında yapay döllenme homolog ya da heterolog olarak gerçekleştirilebilmektedir. Doğanın en iyisini bileceği görüşü ve 10 inancında olanlar yardımcı üremeye karşı çıkmaktadırlar. Bu görüştekiler, cinsel birleşmenin bir sonucu olan döllenmenin, yapay olarak gerçekleştirilmesini, doğanın kendi denge kurallarına aykırı kabul etmekte ve ahlaki açıdan doğru olmadığını savunmaktadırlar. Ayrıca insan embriyosuna bir deney materyali olarak davranmanın insan onurunu zedeleyeceğine inanmaktadırlar. Aksi görüşteki yararcı kuram taraftarları, yardımcı üreme teknolojileri kullanılarak çocuk sahibi olmanın etik olduğunu, bunun sayesinde bireylerin mutlu olduğunu savunmaktadırlar. Bireyin özerk olmasından hareketle aydınlatılmış onamları var olduğu sürece bunun etik olduğunu savunmaktadırlar. Başlangıçta evli çiftlerin gametleri ile yapılan basit ÜYTE uygulamalarında etik açıdan herhangi bir sorunla karşılaşılmamıştır. Ancak, uygulama teknikleri geliştikçe gereksiz yapılacak uygulamalar ve tekniklerin kötüye kullanılması ihtimalleri sınırların yeniden tespit edilmesi ve bazı kavramların yeniden tanımlanmasını gerekli kılmıştır. Ayrıca toplum ahlak yapısını oluşturan bazı sosyal değerlerin beklenenden hızlı değişeceği endişesi de doğmuştur. Bunlar; yaşamın başlangıç anı, doğum öncesi insan, hayat ve bu hayatın korunma değeri, annelik, babalık, aile ne demektir? anne, baba kimdir? gibi bir çok soru gündeme gelmiştir. Yardımcı üreme teknolojilerinde biyoetiğin asıl sorununu, üçüncü kişilerden alınan gamet ya da embriyo kullanımı ve taşıyıcı annelik uygulamaları (heterolog döllenme), oluşturmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde16 uyarınca yetişkin erkeklerle kadınların, aile kurma hakkı vardır. Ülkemiz aile kavramı düşünüldüğünde denilebilir ki, doğurma ve döllenme hakkı gereğince devlet, teknolojinin ve etik kuralların makul gördüğü çerçevede bireylere bu hakkı tanımalıdır. Her ülke kendi kavramları ışığında yasa ve yönetmeliklerini vatandaşları lehinde planlamalı ve düzenlemelidir. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Obezitenin Gebeliğe Etkisi Rüveyde CAN*, Sema DERELİ YILMAZ** *MSc, Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, **Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü Obezite gebelik komplikasyonlarını da artırıcı bir risk faktörüdür. Yani kilo artıkça risk de artmaktadır. Erken gebelik döneminde obez kadınlarda tıbbi komplikasyonlar, ikiz gebelik, düşük doğumlar, bununla birlikte prenatal ultrasonografik görüntülenmesinde de sorunlar yaşanmaktadır. Gebelik süresince obezite ile birlikte anne de gestasyonel diabetes mellutus (GDM), gestasyonel hipertansiyon, preeklemsi ve eklemsi, tromboemboli, doğum eylemin de indüksiyon uygulaması, sezaryen doğum ve preterm doğum gibi komplikasyonyonlar görülebilir. Obez gebelerde safra kesesi taşı oluşumun da artış olur ve postpartum ilk yıl için de kolesistektomi riski artar. SONUÇ Obezitenin gebelik döneminde sık görülmesi anne ve çocuk sağlığı üzerinde kısa ve uzun dönemde sağlık problemlerine neden olmaktadır. Sağlık profesyonelleri antenatal, intrapartum ve postpartum dönem de etkili girişimler yapmalıdır. Özellikle gebe kalmak isteyen obez kadınlarda ilk önce gebelik öncesi danışmanlık verilmeli ve obezite sonucu gebelik konusunda farkındalık yaratılmalıdır. Ayrıca gebelik döneminde dengeli beslenme konusunda bilinçlendirilmeli ve beslenme alışkanlıkları değerlendirilmelidir. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Yapılan araştırmalara göre, obezite özellikle son 20 yılda, bütün dünyada hızla artmakta ve bir salgın hastalık gibi yayılım göstermektedir. Obeziteyi önemli yapan neden ise hem tek başına hem de diğer bazı faktörlerle birlikte birçok hastalığa neden olması veya bunları alevlendirmesidir. Özellikle son yıllarda kadınlarda obezite prevalansı önemli ölçüde artmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, dünyada 400 milyonun üzerinde obez ve 1,6 milyar civarında da hafif şişman birey bulunmaktadır. 2015 yılında bu oranın sırasıyla 700 milyon ve 2,3 milyara ulaşacağı düşünülmektedir. Türkiye Diyabet, Obezite ve Hipertansiyon Epidemiyoloji (TUR DEP) çalışmasına göre obezite prevalansı kadınlarda %30, erkeklerde %13, genel de ise %22.3 düzeyindedir. Hatemi ve arkadaşlarının çalışmasında obeziteyi kadınlarda %36, erkeklerde ise %21,5 oranında, genelde ise %25 olarak bulunmuştur. Özellikle doğurgan çağdaki kadınlarda obezite veya fazla kilolu olma oranı da giderek artmaktadır. DSÖ kriterlerine göre gebe kadınlar arasında obezite prevalansı (BKİ >30 kg/m2) %1.8 ile %25.3 arasındadır. Bu nedenle, obezite ile birlikte gebelik yaşama şansı artmaktadır. 11 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Gebelikte Görülen Genital Enfeksiyonların Kadın Sağlığı Açısından Önemi Seyhan ÇANKAYA*, Sema DERELİ YILMAZ** *MSc, Selçuk Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü, **Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü 12 Genital hijyenin sağlanması kadın ve üreme sağlığının korunmasındaki en önemli basamaktır. Gebelikte oluşan vajinal enfeksiyonlar hem kadında rahatsızlık yaratmakta, hem de ilerlediğinde fetüse zarar verebilmektedir. Kadın üreme sağlığını olumsuz yönde etkileyen vajinal enfeksiyonların önlenmesinde kişisel alışkanlıklarının belirlenmesi, yanlış ve/veya eksik uygulamaların değiştirilmesi için iyi bir genital hijyen eğitimine ihtiyaç vardır. Dünyada 300 milyondan fazla kadın gebelik ve doğum süreçleri ile ilgili akut ya da kronik hastalıklara maruz kalmakta ve enfeksiyonlar anne ölümlerinin doğrudan nedenleri arasında yer almaktadır. Dünyada puerperal sepsis nedeniyle her yıl 450.000 kadının tüplerinde yapışıklık ve bunun sonucu olarak infertilite meydana gelmektedir. Doğum yapan 20 kadından biri, ölüme ya da infertiliteye neden olmaması için hızlı tedavi gerektiren bir enfeksiyon geçirmektedir. Türkiye'yi temsil edecek veriler olmamakla birlikte, bölgesel çalışmalar, kadınlarda genital enfeksiyonun yaygın bir sorun olduğunu göstermektedir. Kadınlarda, üretra, vajina ve anüsün birbirine yakın olması genital enfeksiyonların en temel nedenleri arasındadır ve genital enfeksiyon riskini canlı tutmaktadır. Bu kadar yaygın görülebilen bu sorun, sosyoekonomik ve kültürel düzeyi düşük kadınlar tarafından hastalık olarak algılanmayıp önemsenmeyebilmektedir. Bazen de kadın bunu hastalık olarak algılasa da üreme organları ile ilgili muayene olmaktan çekindiği için ya da damgalanma olarak algıladığı için tıbbi tedavi görmek yerine kendi kendini tedavi etmeye çalışmaktadır. Oysa genital enfeksiyonlar tedavi edilmediği zaman, kadının doğurganlığını etkilemesinin yanında ilerleyerek pelvik inflamatuar hastalığa hatta genital organ kanserlerine neden olabilmektedir. Genital enfeksiyon açısından bireysel risklere baktığımızda ise başta hijyen eksikliği olmak üzere tuvalet sonrası genital bölge temizliğinin uygun şekilde yapılmaması, el yıkama alışkanlığının olmaması, genital bölgenin çok sık yıkanması, uygun iç çamaşırı kullanılmaması, menstrüasyon hijyenine yeterince dikkat edilmemesi, doğumların sağlıklı koşullarda gerçekleşmemesi, düşüklerin adeta bir aile planlaması yöntemi olarak kullanılması gibi risklerin olduğu görülmektedir. Gebelikte görülen vajinal enfeksiyonlar, özellikle zamanında ve uygun tedavi edilmezlerse, üreme sistemi yolu enfeksiyonlarına, gebelikte komplikasyonlara, servikal patolojilere ve postoperatif enfeksiyonlara neden olmaktadırlar. Bunlar, pelvik inflamatuar hastalık, ölü doğum, salpinjit, ektopik gebelik, infertilite, preterm doğum ve erken membran rüptürü, artmış endometrit riski, servisit, sepsis, kanser ve hatta infantta serebral palsiye neden olabilir. Enfeksiyon nedeni ile abortus olan olgularda fetusun enfeksiyondan etkilenmesinden ziyade enfeksiyonun uterus duvarını penetre etmesi sonucu abortus meydana gelmektedir. Transplasental yolla korion ve amnion sıvısına geçen enfeksiyöz ajanlar, korioamnionit tablosu oluşturmakta, açığa çıkan prostaglandinler uterin kontraksiyonlara neden olmakta ve bunun sonucunda abortus oluşmaktadır. Ancak alt genital trakta yerleşmiş ureoplasma urealiticum, mycoplasma hominis enfeksiyonlarında spontan abortus insidansının arttığı gözlenmiştir. Pyelitis, apandisitis gibi bazı akut enfeksiyonlar genel septisemi ve yüksek ateş yaparak uterus aktivitesini arttırıp, abortusa neden olabilirler. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların toplumsal bir sorun haline geldiği gelişmiş ülkelerde HSV en sık saptanan etkendir. Genital enfeksiyon gebeliğin ilk yarısında veya gebelik öncesi son 18 ay içerisinde oluştuğunda daha büyük risk oluşturmaktadır. SONUÇ: Genital enfeksiyonlar kadının cinsel yaşamını, aile hayatını ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyerek yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu açılardan bakıldığında kadınlarda genital enfeksiyonlara neden olan risk faktörlerinin bilinmesi ve ortadan kaldırılması, kadın sağlığı açısından büyük öneme sahiptir. Birinci basamak sağlık hizmetleri kapsamında ebe ve hemşirelerin ev ziyaretlerinde yada doğum öncesi bakım almaya gelen gebelerin genital hijyen davranışlarını sorgulayarak doğru bilgilendirme yapmaları yararlı olacaktır. Key Words: Genital hijyen, Gebelikte genital enfeksiyon, Genital enfeksiyonlarda kadın sağlığı. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Genç Kızların Dismenore İçin Kullandığı Non-Farmakolojik Yöntemler Meryem ERDOĞAN, Sevgi ÖZSOY AMAÇ: Bu araştırma dismenoresi olan genç kızların dismenoreyle baş etmede kullandıkları non-farmakolojik yöntemleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Tanımlayıcı tipteki araştırma İstanbul ilinde lisans düzeyinde hemşirelik eğitimi veren iki ayrı okulda okuyan kız öğrenciler ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın verileri Mayıs–Haziran 2011 tarihleri arasında bu okullarda ders saatlerinde ve/veya öğrencilerin uygulamaya çıktıkları kliniklerde toplanmıştır. Araştırmanın evreninde 366 kız öğrenci yer almıştır. Dismenoresi olmadığını belirten 41 öğrenci dışındaki 325 kişi araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veriler oluşturulan Soru Formu ile toplanmıştır. Literatür taranarak dismenorede ve genel ağrılarda kullanılan nonfarmokolojik yöntemler katılımcılara seçenek olarak sunulmuş ve bunlar arasında kendilerinin uyguladığı yöntemleri seçmeleri istenmiştir. Veriler SPSS programında tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir. BULGULAR: Araştırmaya katılan genç kızların yaş ortalamasının 20,81 ± 2,06 ve menstrual sikluslarının ortalama 27,43 ± 3,15 gün menstrual kanamalarının ortalama 5,86 ± 1,31 gün sürdüğü saptandı. Genç kızların %53,8'inin bazı menstrual sikluslarda ve %46,2'sinin her menstrual siklusta dismenore yaşadığı belirlendi. Genç kızların dismenore için kullandıkları nonfarmokolojik yöntemler içinde en çok uyuyup/istirahat etmeyi (%73,2) ve sıcak uygulama yapmayı (%58,8) tercih ettiği saptandı. Bunların dışında sırasıyla %24,9'nun yürüyüş/egzersiz yaptığı , %23,7'sinin bitkisel çay tükettiği, %22,2'sinin masaj yaptırdığı, %18,5'nin su tüketimini arttırdığı, %4,3'nün kafeinli gıda/içecek tükettiği, %1,2'sinin duş aldığı, plates ve nefes egzersizleri yaptıkları belirlendi. SONUÇ: Çalışmamızda en dikkat çekici sonuç dismenoreli genç kızların non-farmokolojik yöntem olarak büyük çoğunluğunun (%73,2) uyumak/istirahat etmeyi seçmeleridir. Bu sonuca göre araştırmaya katılan genç kızların dismenore nedeniyle günlük aktivitelerini yerine getiremedikleri düşünülebilir. Bir diğer önemli sonuç ise katılımcıların yarısından fazlasının sıcak uygulama yapmasıdır (%58,8). Araştırmaya katılan öğrencilerin hiçbiri literarürde belirtilen dismenore önleme yöntemlerinden B düzeyinde kanıta sahip, akupunktur, transcutaneous electric nerve stimulation (TENS) uygulanması ve günlük yaşamı etkilemeyen balık yağı ile vitamin E takviyesi gibi yöntemleri kullandığını belirtmemiştir. Araştırmada yer alan genç kızların hemşirelik eğitimi gördükleri düşünüldüğünde kendi eğitimlerinde de dismenore ile ilgili yeterli bilgi almadıkları ya da bunu davranışlarına yansıtmadıkları ve bu konuyla ilgili diğer genç kızlara yapacakları eğitimde yetersiz kalacakları düşünülebilir. Ayrıca az sayıda da olsa bazı genç kızların dismenorenin azaltılmasında önerilen kafeinli içeceklerin azaltılması yerine artırması dikkat çekicidir. Genç kızların okul ve iş devamsızlığına neden olmayacak etkisi kanıtlanmış nonfarmakolojik yöntemler konusunda eğitilmesi, konuyla ilgili hemşire ve diğer sağlık personelinin sorumlulukları Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 GİRİŞ: Dismenore, adolesanlarda ve genç kızlarda görülen en yaygın jinekolojik sorunlardan biridir. Primer ve sekonder dismenore olarak ikiye ayrılır. Primer dismenorenin özelliği, herhangi bir patolojiye bağlı olmaksızın, genellikle ovulasyonlu sikluslarda görülmesidir. Sekonder dismenore ise herhangibir patolojiye bağlı olarak gelişir. Dismenore kadınların yaşamını, yaşam kalitesini, günlük aktivitesini ve performansını olumsuz olarak etkileyerek, çalışan ve okuyan kadınlarda iş günü kaybı ve devamsızlığa neden olabilmektedir. Genç kızlar arasında yaygın görülmesine ve günlük yaşamı ciddi oranda etkilemesine rağmen araştırmalar, aileler ve gençlerin, dismenoreyi geleneksel bir görüşle normal bir olay olarak gördükleri bu nedenle yeterli danışmanlık hizmeti ve tıbbi yardım almadıklarını göstermektedir. Dismenore normal bir olay gibi göründüğünden tedavi hizmeti almak yerine kadınların daha çok nonfarmakolojik yöntemlerle ağrılarını gidermeye çalıştıklarını bilinmektedir. 13 arasındadır. Bu nedenle öncelikle hemşirelerin bu konudaki araştırma sonuçlarından bilgilendirilmesi gerekir. KAYNAKLAR: 1. Atasü T, Şahmay S, Dismenore ve premenstruall sendrom, Jinekoloji 2001;35: 521–525 2. Barikarim C (2011), Primary Dysmenorrhea in Adolescents, http://www.uptodate.com/contents/ primary-dysmenorrhea-in-adolescents? Erişim Tarihi: 15.09.2011 3. Berek JS, MD, Pelvik ağrı ve dismenore, Novak Jinekoloji 2004;14: 421–435 4. Davis A, Westhoff CL, Primary dysmenorrhea in adolescent girls and treatment with oral contraseptives, J Pediatr Adolesc Gynecol 2001; 14(1):3–8 5. Erenel A, Şentürk İ, Sağlık meslek lisesi öğrencilerinin dismenore yaşama durumları ve dismenore ile baş etmeye yönelik uygulamalar, Hacettepe Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2007; 2: 48–60 6. French L, Dysmenorrhea, American Family Physician, 2005 15;71(2): 285–291. 7. Güler S, Genc Kızlarda Menstruasyon Ozellikleri ve Antropometrik Olcumleri, Uzmanlık Tezi, Selcuk 14 Universitesi Tıp Fakultesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Konya, Türkiye, 1996 8. Katharyn A, Laura R, Dysmenorrhea, Maternal and Neonatal Nursing 1994;2: 108–110. 9. Potur DC, Lokal düşük doz ısı uygulamasının dismenore üzerine etkileri, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, Türkiye, 2009. 10. Schorge JO, Schaffer JI, Halvorsan LM, Bradshaw KD, Cunningham FG, Üreme endokrinolojisi, Williams Jinekoloji 2010;15: 330–361 11. Taşkın L, Üreme Siklusu Anomalileri, Doğum ve Kadın Sağlığı Hemşireliği 2007; 24: 575–577 12. Unsal A, Ayrancı U, Tozun M, Arslan G, Çalık E, Prevalence of dysmenorrhea and its effect on quality of life among a group of female university students, Upsala Journal of Medical Sciences 2010; 115: 138–145 13. Vicdan K, Kukner S, Tabakoğlu S, Ergin T, Keles G, Gökmen O, Demographic and epidemiologic features of female adolescents in Turkey, J Adolesc Health 1996;18 (1): 54–8 14. Yıldırm M, Dismenore, Klinik Jinekoloji 1992;s:299–303 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Üniversite Öğrencilerinde Cinsel Yaşam AMAÇ: Araştırma üniversite öğrencilerinin cinsel yaşamları hakkında bilgi edinmek ve karşılaştıkları riskleri belirlemek amacıyla planlanmıştır. bir cinsel yaşantısının olduğunu belirtmiştir. Bu öğrencilerin %16,1'i (n=36) gebelikten koruyucu yöntem kullanmadığını, %65,9'u prezervatifi gebelikten koruyucu yöntem olarak kullandığını belirtmiştir. MATERYAL-METOD: Tanımlayıcı tipteki araştırmanın evrenini ülkemizin batısındaki bir üniversitenin 2009-2010 akademik yılı fakülte ve yüksekokullarının son sınıfına kayıtlı 2473 öğrenci oluşturmuştur. Örneklemde ise araştırmaya dahil olma kriterlerine sahip 1291 öğrenci yer almıştır. Veriler tüm fakülte ve yüksekokullar dolaşılarak soru formu aracılığı ile toplanmıştır. Sonuçlar, bilgisayar programında yüzdelik analizi ile değerlendirilmiştir. SONUÇ VE ÖNERİLER: Üniversite son sınıfta okuyan gençlerin üçte birinden fazlasının cinsel ilişki deneyimi vardır. Erkek öğrenciler üniversiteye başlamadan, kız öğrenciler ise üniversiteye başladıktan sonra daha fazla oranda cinsel deneyime sahip olmuştur. Kız öğrencilerin cinsel ilişki yaşama oranı üniversiteye başladıktan sonra 3 kattan fazla artmıştır. Öğrencilerin yarıya yakınının ilk cinsel deneyimlerinde kendilerini gebelikten ve enfeksiyondan koruyacak önlemleri almadığı, sonuçta 34 öğrencinin öğrenim hayatı sırasında gebelik yaşadığı, kız öğrencilerde yöntem kullanımının daha az olduğu, en çok kullanılan yöntemin ise kondom olduğu saptanmıştır. Sonuçlar eğitim hayatının sonuna yaklaşmış gençlerin kendilerini ilgili risklerden koruyacak sağlıklı davranışlar sergilemediklerini göstermektedir. Gençlerin gebelik, enfeksiyon gibi cinsel/üreme sağlıklarını tehdit eden her türlü riskten koruyacak davranışları sergileyebilmeleri, kendileri ve partnerleri için güvenli cinsellik sağlayabilmeleri, bunu bir yaşam biçimi olarak kabul edebilmeleri için eğitilmeleri gerekir. Üniversiteler sadece mesleki ve akademik eğitim kazandırma yeri olmayıp aynı zamanda topluma bilinçli gençler de yetiştirme sorumluluğuna sahiptir. Bu nedenle bazı üniversitelerde cinsel/üreme sağlığı danışmanlığı ve hizmeti vermek üzere oluşturulan “Gençlik Danışma Birimleri” nin tüm üniversitelerde de oluşturulup, hem kız hem erkek öğrencilere üreme sağlığını içeren konularda danışmanlık verilmelidir. Gençlerin ihtiyaçlarına uygun eğitim programları hazırlamak, riskler açısından korumak, üniversitede ilgili klinik ve okullarda çalışan hemşirelerin sorumluluğudur. Bu bilgilendirme öğrencilere zorunlu/seçmeli ders olarak da birinci sınıftan itibaren hemşire akademisyenlerce verilebilir. BULGULAR: Evrende yer alan öğrencilerden, ulaşılabilen ve örneklem seçim kriterlerine uyan 1291 öğrencinin yaş ortalaması 22,7±1,7 (range=20-35, mode:22, median:22) olup %88,2'si (n=1138) 20-24 yaş aralığında, %52,2'si kız %47,8'i erkek, %98,1'i (n=1266) bekar ve %56,3'ü evde arkadaşları ile kalmaktadır. Kız öğrencilerin %11,6'sı (n=78), erkek öğrencilerin %66,6'sı (n=411) toplam 489 (%37,9) kişi cinsel deneyimi olduğunu ifade etmiştir. Cinsel deneyime sahip olma durumu bakımından kız ve erkek öğrenciler arasında çok ileri düzeyde anlamlı fark saptanmıştır (x2=414,710 p=0,000). Cinsel deneyimi olan öğrencilerin %33,9'u (n=166) ilk cinsel ilişkisini üniversiteye başladıktan sonra yaşadığını belirtmiştir. Bu öğrencilerin %76,9'u (n=60) kız, %25,8'i (n=106) erkektir. Öğrencilerin %56,4'ü (n=276) ilk cinsel ilişkisinde gebelikten koruyucu yöntem kullandığını belirtmiştir. Bu öğrencilerin %87,7'si (n=242) erkek, %12,3'ü (n=34) kız'dır. Kondom ilk cinsel ilişkide gebelikten korunmak için en çok kullanılan yöntemdir. Cinsel deneyimi olan öğrencilerin yaklaşık %7'sinin gebelik deneyimi olmuştur. Kızlarda bu oran %20,5 iken, erkeklerde %4,4'tür. Cinsel deneyimi olan öğrencilerin %45,6'sı (n=223) halen düzenli Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 Hilal ŞANLI ÇOLAKOĞLU, Sevgi ÖZSOY GÖKDEMİREL 15 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Gebelerin Gebelik Sürecinde Beden İmajını Algılama Durumlarının Belirlenmesi Atatürk Üniversitesi Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans tezidir. Elif YAĞMUR ÖZORHAN*, Türkan PASİNLİOĞLU** * Arş. Gör. Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Erzurum **Prof. Dr. Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Erzurum AMAÇ: Bu araştırma gebelik deneyimi yaşayan kadınların gebelik boyunca beden imajlarını algılama durumlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı tasarımda yapılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Araştırma, 26 Mart-24 Haziran 2011 tarihleri arasında Erzurum il merkezinde bulunan Nenehatun Kadın Doğum Hastanesi polikliniklerine antenatal kontrolleri için gelen 316 gebe ile yürütülmüştür. Veriler, “Kişisel Bilgi Formu” ve “Çok Yönlü Beden-Benlik İlişkileri Ölçeği” (ÇYBBİÖ) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik dağılımlar, ortalama, Cronbach Alfa, bağımsız gruplarda ttesti, Tek Yönlü Varyans analizi (ANOVA), Kruskall Wallis ve Mann Whitney U testi kullanılmıştır. BULGULAR: Gebelerin sosyo-demografik özelliklerine göre ÇYBBİÖ toplam puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). Daha önce gebelik 16 deneyimi olan gebelerin ölçek toplam puanının daha düşük olduğu, ilk gebelik yaşı arttıkça ölçek toplam puanının arttığı bulunmuştur. Ölçek toplam puanının II. trimestirde en yüksek, III. trimestirde en düşük olduğu ve trimestirlere göre ölçek toplam puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). Gebelerin gebelik öncesi/gebelikteki BKİ' ye göre ÇYBBİÖ toplam puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı belirlenmiştir (p>0.05). SONUÇ: Sonuç olarak; gebelerin gebelikte beden imajını olumlu algıladıkları, büyük bir çoğunluğunun beden imajını algılamada başkasından etkilenmedikleri, etkilenenlerin ise en çok eşinden etkilendiği ve etkinin yönünün olumlu olduğu belirlenmiştir Anahtar Kelimeler: Gebelik, gebelik süreci, beden imajı. Bu çalışma, Atatürk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) Yönetim Birimi'nce desteklenmiştir (BAP-2011/61). Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Tuboovaryan Kitle İle Karışan İlginç Bir Apendiks Kanseri: Olgu Sunumu Dr. Esra Güzel, Uz. Dr. Zehra Doğan, Uz. Dr. Ekrem Çakar, Uz. Dr. Güler Bağbozan Ateşer Dr. Esra Güzel İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Asistan Doktor, İstanbul Uz. Dr. Zehra Doğan İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uzman Doktor, İstanbul Uz. Dr. Ekrem Çakar İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği, Uzman Doktor, İstanbul Uz. Dr. Güler Bağbozan Ateşer İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Eğitim Sorumlusu, İstanbul Bu vaka sunumu apendiks kanserinin diğer gastrointestinal patolojilerle karışabileceği gibi genitoüriner patolojilerle de karışabildiğini göstermektedir. 42 yaşında G5P2A1C2 olan hasta kasık ağrısı ile kliniğimize başvurmuştur.. Hastanın ultrasonografisinde sağ adneks lojunda 98x26 mm yoğun içerikli kitle dikkati çekmektedir. Hastanın preop genel cerrahi konsultasyonu sonrasında cerrahi patoloji düşünülmeyip hastaya eksploratif laparatomi yapıldı. Operasyonda uterus ve bilateral overler doğal izlendi. Apendiks 15x5 cm büyüklüğünde izlendi. Genel cerrahi doktoru tarafından appendektomi yapılan hastanın patolojisi low grade müsinöz neoplazi gelmiştir. Hastanın değerlendirilmesi ve tedavisi devam etmektedir. Apandiks kanseri tüm gastrointestinal sistem neoplazilerinin %0.4'ünden daha az insidansa sahiptir. Appendektomize hastaların %2'sinde apendiks kanseri tespit edilmiştir. Apendiks müsinöz neoplaziler orta yaş bayan hastalarda erkeklere oranla daha fazla görülmektedir. Sağ alt kadranla ilgili kitleleri değerlendirirken jinekologlar ayırıcı tanıda apandikse ait kitleleri düşünmelidir. Mucinous Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 REFERANSLAR: 1) Nicole C. Panarelli, Rhonda K. Yantiss; Neoplasms of the Appendix and Peritoneum. Archives of Pathology & Laboratory Medicine: October 2011, Vol. 135, No. 10, pp. 1261-1268. 2) Arun A Manavur, Vamsi Parimi, Mark O'Malley, Marina Nikiforova, David L Bartlett, Jon M Davison; Establishment and characterization of a murine xenograft model of appendiceal mucinous adenocarcinoma. Int J Exp Pathol. 2010 August; 91(4): 357–367. 3) Chinnusamy Palanivelu, Muthukumaran Rangarajan, Suviraj James John, Karuppusamy Senthilkumar, Shankar Annapoorni;Laparoscopic Right Hemicolectomy for Mucocele Due to a Low-Grade Appendiceal Mucinous Neoplasm. JSLS. 2008 Apr-Jun; 12(2): 194–197. 4) Zoran Gatalica, Jason M. Foster, Brian W. Loggie; Low Grade Peritoneal Mucinous Carcinomatosis Associated with Human Papilloma Virus Infection: Case Report.Croat Med J. 2008 October; 49(5): 669–673. 5) K. Nouri, M. Demmel, J. Ott, R. Promberger, J.C. Huber, K. Mayerhofer; Villous Mucinous Cystadenoma of the Appendix in a Postmenopausal Woman. JSLS. 2010 Apr-Jun; 14(2): 296–298. 17 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal İpi Görünmeyen Ria Gebeliğin İlk Üç Ayında Çıkarılmalı Mı? Olgu Sunumu İsmail BIYIK, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Karacabey Devlet Hastanesi, Bursa* Ayşe AKIN, Radyoloji Uzmanı, Karacabey Devlet Hastanesi, Bursa* Oktay ALTUN, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Karacabey Devlet Hastanesi, Bursa* Ahmet KARATAŞ, Kadın Hastalıkları ve Doğum Yardımcı Doçenti, Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Düzce** GENEL BİLGİLER: Bakırlı rahim içi araç (RİA) üreme çağındaki kadınlarda yaygın olarak kullanılan kontraseptif bir metottur. Koruyuculuk oranı yüksek olmasına rağmen, RİA'nın varlığına rağmen gebelik oluşabilir. Gebelikte RİA varlığı durumunda gebeliğin yerleşimi, haftası ve kanama, enfeksiyon bulgularının varlığına bakılarak yönetim belirlenir. Genel görüş, intrauterin gebelik ve intrauterin yerleşimli RİA varsa ve RİA'nın ipi görünüyorsa ilk trimesterde çekilmesi yönündedir (1). İpi görünmeyen RİA'larda ise yönetimin nasıl olacağı tartışmalıdır (2)? OLGU: 28 yaşındaki G4P3 olgu Karacabey Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine adet rötarı şikayeti ile başvurdu. Öyküsünde 3 yıl önce intrauterin RİA uygulanma öyküsü mevcut olan olgunun bakılan obstetrik ultrasonografisinde intrauterin yerleşimli 71/7 hafta ile uyumlu canlı gebelik izlendi. Ultrasonografide intrauterin gebeliğe eş zamanlı olarak uterus fundus yerleşimli RİA ekojenitesi izlendi (Şekil 1). Yapılan pelvik muayenede kollumda RİA ipi görülmedi. Hastaya RİA'ya bağlı oluşabilecek riskler anlatıldı. Bir hafta sonra (80/7 hafta) hasta, şiddetli kasık ağrısı ve vaginal kanama şikayeti ile başvurdu. Aile RİA'nın çekilmesi talebinde bulundu. RİA çekilmesi sonrası oluşabilecek riskler anlatıldı, ailenin onamı alındı. Hastaya antibiyotik profilaksisi başlandı, parenteral progesteron desteği verildi. Abdominal ultrasonografi eşliğinde, kollumdan pean ile girilerek RiA tutuldu ve çekildi. İşlem sonrası yapılan ultrasonografik değerlendirmede fetal kalp atımı izlendi. Takiplerinde hastanın kasık ağrısı ve vaginal kanaması azaldı. İki gün sonra yapılan kontrol ultrasonografisinde fetal kalp atımı görülmedi. Bunun üzerine revizyone küretaj uygulanarak gebelik sonlandırıldı. TARTIŞMA: Kirkinen ve arkadaşlarının ilk trimesterde ultrasonografi eşliğinde RİA çekilen 26 olguyu içeren çalışmasında; RİA 18 çekilmesine bağlı genel abortus oranını %46, öncesinde komplike olmayan gebelerde %36 bulmuşlardır (3). Aynı çalışmada RİA çekilmesi sonrası gebelik kaybı süresi ortalama 21.5 gün olarak hesaplanmıştır. Sachs ve arkadaşlarının abdominal ultrasonografi eşliğinde RİA çekilen üç ilk trimester olgusu miada ulaşmıştır (4). Assaf ve arkadaşlarının 46 olguluk serisinde intrauterin RİA ilk trimesterde CO2 histeroskopi aracılığı ile çekilmiş, sadece iki olguda spontan abortus gelişmiştir (5). Bu olguda kasık ağrısı ve vaginal kanama gibi enfeksiyon lehine bulgular olması nedeniyle ultrasonografi eşliğinde RİA çekilmiş, iki gün sonra abortus gelişmiştir. İlk trimester gebeliklerde ipi görünmeyen RİA enfeksiyon bulgusu yoksa takip önerilebilir. Ancak enfeksiyon lehine bulgular varsa ultrasonografi eşliğinde RİA çekilmesi seçeneği güvenli olabilir, ailenin de onamı ile düşünülebilir (6). REFERANSLAR: 1. Kontrasepsiyon. Williams doğum bilgisi. s673-704, Çeviri editörleri: Yavuz Ceylan, Gökhan Yıldırım, Ali Gedikbaşı, Halil Aslan, Ahmet Gül. Nobel tıp kitapevi, İstanbul, 2010. 2. Stubblefield PG, Fuller AF Jr, Foster SC. Stubblefield PG, Fuller AF Jr, Foster SC. Obstet Gynecol. 1988;72(6):961-4. 3. Kirkinen P, Simojoki M, Kivelä A, Jouppila P. Ultrasoundcontrolled removal of a dislocated intrauterine device in the first trimester of pregnancy: a report of 26 cases. Ultrasound Obstet Gynecol. 1992;2(5):345-8. 4. Sachs BP, Gregory K, McArdle C, Pinshaw A. Removal of retained intrauterine contraceptive devices in pregnancy. Am J Perinatol. 1992;9(3):139-41. 5. Assaf A, Gohar M, Saad S, el-Nashar A, Abdel Aziz A. Removal of intrauterine devices with missing tails during early pregnancy. Contraception. 1992;45(6):541-6. 6. Schiesser M, Lapaire O, Tercanli S, Holzgreve W. Lost intrauterine devices during pregnancy: maternal and fetal outcome after ultrasound-guided extraction. An analysis of 82 cases. Ultrasound Obstet Gynecol. 2004 May; 23(5):486-9. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Üniversitede Sağlık Eğitimi Alan Kız Öğrencilerin Sağlık Sorumluluğunun Jinekolojik Sorunlara İlişkin Tutum ve Davranışlarına Etkisi Özlem DEMİREL BOZKURT, Aytül HADIMLI, Hafize ÖZTÜRK CAN, Selmin ŞENOL Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu – İzmir İletişim: [email protected] AMAÇ: Üniversitede sağlık eğitimi alan kız öğrencilerin sağlık sorumluluğunun jinekolojik sorunlara ilişkin tutum ve davranışlarına etkisini belirlemektir. YÖNTEM: Bu araştırma, Sağlık Yüksekokulu'nda okuyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden (n=304) öğrenciler ile yapılan kesitsel bir çalışmadır. Verilerin toplanmasında öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerine, jinekolojik sorun yaşama ve jinekolojik muayene ile ilgili tutumlarına ilişkin soruları içeren görüşme formu ile Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği-II (SYBDÖ-II) (Health Promotion Life-Style Profile=HPLP-II)'nin “Sağlık Sorumluluğu” alt boyutu kullanılmıştır. Veri analizleri SPSS 16.0 bilgisayar istatistik paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Veri analizlerinde tanımlayıcı istatistikler ortalama, Student t test, Mann Whitney U, tek yönlü varyans analizi (ANOVA) testleri kullanılmıştır. BULGULAR: Araştırmaya katılan öğrencilerin %65.1'i 22 yaş ve altında, yaş ortalaması 21.88±1.66 (Min:18.0, Max:29.0) olarak bulunmuştur. Öğrencilerin %28.0'i dördüncü sınıfta, %81.6'sı Ebelik, %16.4'ü Hemşirelik ve %2.0'si Sağlık Memurluğu bölümlerinde eğitim görmektedir. Öğrencilerin tamamına yakını (%97.7) bekâr olup %51.0'i düz lise mezunudur. Öğrencilerin annelerinin %73.4'ü okuryazar/ilkokul mezunu ve babalarının ise %51.0'i okuryazar/ilkokul mezunu olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin %41.4'ü son üç ay içinde jinekolojik sorun yaşadığını belirtmiştir. Yaşanan jinekolojik sorunlar; %46.9 adet problemleri, %14.6 akıntı ve %9.6 ile üriner sistem sorunlarıdır. Öğrenciler jinekolojik sorunu olduğunda; %66.7 doktora gittiğini, %19.8'i hiçbir şey yapmadan, kendi kendine geçmesini beklediğini, %9.5'i kendi kendine ilaç kullandığını belirtmiştir. Jinekolojik sorunu olmasına rağmen muayene olmayan öğrencilerin (%81.6), neden muayene olmadıkları sorulduğunda; yanıt verenler içinden %42.4'ü “gerek görmediğini” ifade etmiştir. Araştırmaya katılan kız öğrencilerin “Sağlık Sorumluluğu” puan ortalaması 23.28±4.25 olarak saptanmıştır. Öğrencilerin jinekolojik sorun yaşama ve muayene olma durumu ile sağlık sorumluluğu alma davranışları arasında anlamlı fark elde edilmiştir (p<0.05). Jinekolojik sorun yaşayan ve muayene olan öğrencilerin sağlık sorunluluğu puan ortalamaları daha yüksek bulunmuştur. SONUÇ: Kız öğrencilerin sağlık yüksekokulunda eğitim alıyor olmalarına rağmen sağlık sorumluluklarının yeterli düzeyde olmadığı söylenebilir. Geleceğin sağlık çalışanı olacak bu öğrencilere sağlık davranışları kazandırmada eğitim verenlere önemli görevler düşmektedir. Öğrencilere verilen eğitimler içerisinde, jinekolojik problemlerde ve özellikle adet düzensizliklerinde erken tanının önemi ve vakit geçirilmeden doktora gidilmesi gerektiği, jinekolojik muayenenin sağlığı korumak veya var olan bir soruna açıklık getirmek açısından önemli bir uygulama olduğu vurgulanmalıdır. Öğrencilere olumlu sağlık davranışlarının, sağlığı koruma, sürdürme ve geliştirme bilincinin kazandırılabilmesi için okulların müfredat programlarında sağlığı geliştirmeye yönelik derslerin olması önerilebilir. Anahtar Kelime: Kız öğrenciler, Sağlıklı sorumluluğu, Jinekolojik sorunlar. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 ÖZET Kız öğrenciler sıklıkla bir jinekolojik sorunla karşılaştıklarında, utanma, kızlık zarı bozulacağı korkusu ile jinekolojik muayeneden korkma ve bilinmezlik nedeniyle doktora gitmek yerine kendi kendilerine ilaç kullanmayı tercih edebilmektedirler. Özellikle sağlıkla ilgili bölümlerde okuyan kız öğrencilerin hem bir birey olarak hem de meslek yaşamına başladığı zaman sağlığın geliştirmesinden sorumlu bir eleman olarak sağlık davranışlarının değerlendirilmesinde yarar vardır. 19 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal 16-36 Haftalık Gebe Fetuslarında İki Boyutlu Ultrasonografik Parametrelerin Değerlendirilmesi Özbağ D*, Arıkan D.C**, Kıran H**, Gümüşalan Y*, Tok A**, Yamaç E* * Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kahramanmaraş Türkiye, ** Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Kahramanmaraş Türkiye GİRİŞ-AMAÇ Bu çalışmanın amacı, Türk toplumundaki Gebe Fetuslarının (USG) Ultrasonagrafik incelenme ihtiyacı ve halihazırda ölçümlerde kullanılan USG cihazlarının menşei olan ülke ortalamalarına göre ayarlanmış olması nedeniyle, gerçek ortalamalara ulaşmadaki sıkıntıları ortadan kaldırmaktır. MATERYAL-METOT Bu çalışma, Herhangi bir sistemik hastalığı olmayan, 1636 haftalık yaşları 19-38 arasında değişen toplam 50 gebe bayanın (tekil hamileler) USG'leri üzerinde yapıldı. USG ile Fetus Biparietal çap, Abdomen çevresi, Femur Uzunluğu, Tibia Uzunluğu, Fibula Uzunluğu, Humerus Uzunluğu, Radius Uzunluğu, Ulna Uzunluğu ile Anne kilo, Anne boy, Fetus cinsiyetleri gibi parametreler alındı. BULGULAR Gebelik sayıları 2-4, doğum sayıları ise 0-3 arasında değişen toplam 50 gebe bayan değerlendirildi. Anne yaşı, gebelik yaşı ve doğum sayısı ile aralarında (P<0,05) değerinde istatistiksel anlamlılık bulunmuştur. Fetus Biparietal çap ile Femur Uzunluğu, Tibia Uzunluğu, Fibula Uzunluğu, Humerus Uzunluğu, Radius Uzunluğu, Ulna Uzunlukları arasında ise P<0,01 değerinde istatistiksel anlamlılık bulunmuştur. Bu parametrelerin hepsi kendi aralarında aynı istatistiksel anlamlılığı göstermiştir. Ayrıca anne boyu ile kilosuda P<0,05 oranında önemlidir. SONUÇ- TARTIŞMA Fetal gelişim normogramları toplumlar arasında değişiklik göstermesinin yanı sıra kullanılan USG cihazlarınında o toplumun özelliklerini yansıtacak şekilde proglanması gerektiği kanısındayız ancak o zaman o toplumun bireylerinin özelliklerini yansıtan gerçek değerler elde edebiliriz. REFERANSLAR 1. Jeanty P. Fetal Biometry. In: Fleischer AC, romero R, ManningFA, Jeanty P, James AE, editors. The Principles and Practice of Ultrasonography in Obstetrics and Gynecology. Norwalk: Appleton and Lange, 1991: 93108 2. Şener T. Are fetal growth nomograms different at Osman Gazi University obstetrics population T Klin Jinekol Obst 1996, 6: 201-207 3. Fleischer AC, Romero R, Manning FA, Jeanty P, James AE, editors. The principles and Practice of Ultrasonography in Obstetrics and Gynecology. Norfalk: Appleton and Lange, 1991. Alınan parametrelerin ortalamaları, min., max. Değerleri tabloda gösterilmiştir. Değerler Mean Median Min. Max. 20 BDP 7,6 8 3,5 9,5 HC 24,4 25,5 12,4 36,1 AC 24,7 26,3 5,8 33,2 FL 5,5 6 2 7,4 TL 4,9 5,12 1,8 7,1 FBL 4,9 4,4 1,9 52 HL 8,5 5,1 2,5 432 RL 4,6 4,7 2,8 6,4 UL 4,2 4,2 0 6,2 MW 71,9 71 58 90 ML 165,2 165,5 157 175 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Endometrium Kanserli Morbid Obez Hastaların Bakımında Hemşirenin Rolü Kübra ÖZCAN*, Gül PINAR** * Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Kliniği, Ankara ** Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Ankara Obezitenin, endokrin ve metabolik deðiþikliklerle karakterize olup çok sayıda kronik hastalıkla iliþkili olduğu bildirilmektedir. Çeşitli kanser türleri özellikle endometrium kanseri bu hastalıklar arasında yer almaktadır. Endometrium kanseri, en sık görülen ikinci jinekolojik kanserdir. Literatürde endometrium kanserlerinin %40'ının obezite kaynaklı olabileceği ve obezlerde endometrium kanseri riskinin 5-10 kat artacağı bildirilmektedir. Vücut ağırlığının azaltılmasına yönelik önlemler, endometrium kanseri profilaksisinde önemli yer tutmaktadır. Perimenopozal dönemde, obezite kronik anovulasyonu tetikleyerek rölatif hiperöstrojenizme neden olmaktadır. Postmenopozal dönemde ise, aşırı yağ dokusu androstenodionun östriole ve testosteronun östrodiole aromatizasyonu ile serum östron ve östradiol düzeylerinde artışa neden olmaktadır. Adipoz dokunun stroma hücrelerinde östrojen üretiminin artması endometriyal kanser riskinin obez kadınlardaki artış nedenine yönelik açıklamalardan biridir. Bu nedenle ideal kilonun korunması ve obezitenin önlenmesi, diabet ya da hipertansiyon riskinin azaltılması açısından önemli olduğu belirtilmektedir. Endometrium kanserinde bariyatrik cerrahi girişimleri; tanılayıcı, evrelendirici, tedavi edici, rekonstrüktif, palyatif ve destekleyici olmak üzere farklı amaçlarla kullanılmaktadır. Bu bağlamda endometrium kanserinin tedavisinde morbid obez hastaların cerrahi operasyon öncesi-sonrasında hemşirelik bakımı ve yaklaşımı komplikasyonların azaltılması yönünden oldukça önemlidir. Özellikle, temel fizyolojik işlevlerin sürdürülmesi, ameliyat bölgesinin korunması, hastanın durumundaki değişikliklerin izlenmesi, yorumlanması ve kaydedilmesi, aseptik uygulamalarla ameliyat bölgesinde enfeksiyon gelişiminin önlenmesi, solunum işlevlerinin sürdürülmesi, pasif egzersizlerin yapılması ve erken dönemde mobilizasyon, ağrının kontrol edilmesi, fiziksel ve psikolojik rehabilitasyon ve hastanın radyoterapi ve kemoterapi için hazırlamasını süreçlerini kapsamaktadır. Hemşireler endometrium kanseri tanılı morbid obez hastalarla sadece bariyatrik (aşırı şişmanlık) cerrahi için değil obezitenin getirdiği birçok ek hastalıkların tedavisi ve bakımı konusunda rol almaktadır. Ayrıca, bireysel farklılıklar göz önüne alınarak gereksinimlere ilişkin özel, eleştirel düşünme ve karar verme yeteneklerinin yansıtıldığı bütüncül bir perioperatif bakım hemşirelik yaklaşımları ile mümkün olmaktadır. Özetle; hastaların yaşam kalitelerinin arttırılması ve yeni hayatlarına uyum sağlamalarında hemşirenin rolü oldukça önemlidir. Anahtar Kelimeler: Obezite, Morbid Obez, Endometrium Kanseri, Hemşirelik bakımı Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 Obezite, gelişmiş ülkelerde, giderek büyüyen majör bir halk sağlığı problemidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) obeziteyi yağ dokusunda sağlığı bozacak ölçüde anormal veya aşırı yağ birikmesi olarak tanımlamış ve obezite için uluslararası bir sınıflandırma geliştirmiştir. Buna göre, vücut kitle indeksi; 2529.9 kg/m² arası fazla kilolu, 30-39.9 kg/m² arası obez, 40 kg/m² ve daha üstü ise morbid obeziteyi yansıtmaktadır. Tüm dünyada obezitenin prevelansı giderek artmaktadır. DSÖ verilerine göre dünyada 400 milyonun üzerinde obez ve yaklaşık 1.6 milyardan fazla kilolu birey bulunmakta ve 2015 yılında bu rakamın sırasıyla 700 milyon ve 2.3 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. 21 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Total Uterin Prolapsus Cerrahisi ve Profilaktik Uterosakral Cuff Fiksasyonu Sonrası Hızlı Gelişen Cuff Prolapsusunun Sakrospinöz Fiksasyon İle Düzeltilmesi Murat BOZKURT *Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Yazışma Adresi: [email protected] AMAÇ: Vaginal cuff prolapsusu için abdominal ve vaginal çok sayıda kolpopeksi operasyonu tanımlanmıştır. Profilaktik cuff prolapsusu için uterosakral fiksasyon yapılan olgumuzda yaklaşık ikibuçuk ay sonra gelişen total cuff prolapsusunun sakrospinöz fiksasyon ile başarılı bir şekilde tedavisi sunulmuştur. OLGU: 04/05/2012 tarihinde 57 yaşında G.B, vajinada ele gelen kitle ve vaginal kanama şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Yapılan vaginal muayende ve transvaginal ultrasonografi de total uterin prolapsus ve over kisti tanısı konuldu. Hastaya anormal uterin kanama etiyolojisi için diagnostik histeroskopi ve yönlendirilmiş biyopsi yapıldı. Gönderilen 3x2.5x0.5 cm ölcüsündeki kanamalı doku parçalarında endometrial polip ve bu alanlarda fokal glandüler hiperplazi saptandı. Hastaya başlangıçta vaginal histerektomi planlandı fakat over kisti nedeniyle abdominal histerektomi kararı verildi. Hasta operasyona alındı. Over kisti frozen sonucu, benign gelen olguya total abdominal histerektomi- bilateral salpingoooferektomi yapıldı ve profilaktik olarak vaginal cuff uterosakral ligamente fikse edildi. Komplikasyon gelişmeyen hasta postoperatif 3.günde taburcu edildi. Patoloji; endometriumda polip, myometriumda atrofi ve sol overde seröz kist adenom (4x5 cm) olarak rapor edildi. Hasta 27/07/2012 tarihinde ele gelen kitle, vaginadan dışarıya sarkan kitle ve idrarını tam boşaltamama şikayeti ile tekrar kliniğimize başvurdu. Yapılan vaginal muayenede baden sınıflandırılmasına göre evre 4 prolapsus izlendi. Hastanın da isteği doğrultusunda cuff prolapsusu için sakrospinöz fiksasyon operasyona karar verildi. Operasyonda pararektal fasia diseke edilerek vaginal cuff dan geçilen absorbe olmayan sütürler dechamps yardımı ile spina iskiadikanın 2- 22 3 cm medialine sağ taraf sakrospinöz ligamente uygulandı. Preoperatif Hb:11.6g/dl olan hastanın postoperatif Hb:11.1 g/dl idi. Komplikasyon gelişmeyen olgu postoperatif 2.gününde taburcu edildi. Tartışma: Vaginal cuff prolapsus insidansı, yaşlanan nüfusun artması, beklenen hayat kalitesi ve histerektominin artmasına bağlı olarak giderek artmaktadır. Histerektomi sonrası prolapsus için reoperasyon 3,6/1000 dir. Histerektomi sonrası ilk 3 yılda % 1 olan insidans, 15 yılda % 5' lere ulaşmıştır. Sakrospinöz fiksasyonda en önemli çekince akut hemorajidir. Pudental damar ve sinir ayrıca perirektal ve sakral ven yaralanması önlemek için dikkatli diseksiyon ve sütürasyon gereklidir. Yapılan çalışmalarda bilateral uygulanan tekniğin unilateral uygulanan tekniğe bir üstünlüğü gösterilememiştir. Bizde olgumuzda fiksasyonu tek taraflı uyguladık ve komplikasyon izlemedik. Sakrospinöz fiksasyonun vaginal aksın posteriora yer değiştirmesi nedeniyle de nova sistosel oluşumuna neden olabileceği bilinmektedir. Vaginal diseksiyonlar sırasında nöronların zarar görmesi, vezikoüretral bileşkede olan değişiklikler, üretranın düzleşmesi ve kapanma basıncının düşmesi gibi her biri değişik olgularda değişik düzeyde etkili olabilecek nedenlerden dolayı de nova stres ve urge inkontinans gelişimi de görülebilir. Uzun dönem komplikasyonlardan dolayı hastalar belirli aralıklarla takip edilmelidir. Bu olgu sunumu ile histerektomi sonrası profilaktik olarak cuff prolapsusunu önlemesi amacıyla yapılan uterosakral fiksasyon yetersizliği vurgulanmak istenmiştir. Olgumuzda abdominal sakrokolpopeksi daha iyi bir cerrahi teknik olabilirdi. Hastaya daha sonra literatürde cuff nüksü ve postoperatif morbiditesi düşük olan vaginal sakrospinöz fiksasyon yapılabileceğine dikkat çekilmiştir. Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Total Prolapsus Uteri Nedeni İle Gelişen Bilateral Hidroüreteronefroz ve Akut Böbrek Yetmezliği Murat BOZKURT *Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Yazışma Adresi: [email protected] Olgu: 78 yaşındaki olgu karın ağrısı, kasık ağrısı, bir gündür hiç idrara çıkamama ve vaginadan dışarıya sarkan kitle şikayetleriyle hasta yakınları tarafından İdil Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğine getirilmiştir. 1 yıl önce geçirilmiş diz cerrahisi olan hastanın genel durumu kötü idi. Yapılan vaginal muayenede vulva ve vagen atrofik ve POP-Q evrelemesine göre evre 4 prolapsus uteri, grade 3 sistosel grade 2 rektosel mevcut idi. Yapılan tetkiklerde Hb10.7 g/dl, potasyum 7.1mmol/L, sodyum 125mmol/L, BUN:118 mg/dL, kreatin:3.2 mg/dL ,WBC:11000 bulunmuştur. Akut böbrek yetmezliği tespit edilmiştir. Yapılan üriner USG ve BT de bilateral hidroüreteronefroz ve total uterin prolapsus görülmüştür. Ürolojik değerlendirme sonrası hastaya percutan nefrestomi açılmış ve 4 günün sonunda BUN:20mg/dl, kreatin 1,4mg/dl gerilemiştir. Yapılan TİT ve idrar kültürü mix enfeksiyon tesbit edilmiş ve antibiyoterapi başlandı. Genel durumu düzelen hastaya vaginal histeraktomi, colporafi anterior, colporafi posterior ve perinoplasti operasyonu uygulandı. Postoperatif 5.gün taburcu olan hastada takiplerinde akut böbrek yetmezliği, hidroüreteronefroz görülmedi ve kan tetkikleri normal olarak bulundu. Tartışma: Hidroüreter ve hidronefroz 1.derece prolapsusta % 5, ikinci derecede % 26 , 3.derecede % 40 oranında görülebilir. Total uterin prolapsusta akut böbrek yetmezliği ise daha nadir olmakla birlikte %1.4 oranında rastlanmıştır. Bu olguda akut böbrek yetmezliği obstrüktif üropatiye sekonder gelişmiştir. Üreterlerin uterin damarlar, levator ani plağı ve- veya fundus tarafından kompresyonu obstrüksiyonun muhtemel nedenleridir. Ağır ürolojik sorunlar uzun süre devam eden ve ihmal edilmiş vakalarda görülür. Mesane boynunun aşağıya doğru yer değiştirmesi üreterlerin uterus ile genital hiatusun iç yan kenarı arasında kompresyonuna neden olur. Bu olguların çoğunda hidronefrozis asemptomatiktir. Bazen de bizim hastamızda olduğu gibi prolapsus akut böbrek yetmezliği ile prezente olabilir. Olgumuz da uygun medikal ve cerrahi tedavi sonrası prolapsusa bağlı akut böbrek yetmezliğinin düzeldiği görülmüştür. Bu olgu aracılığı ile total uterin prolapsus olgularda ürolojik değerlendirme dikkatli yapılması gerektiği ve olgulara medikal ve cerrahi tedavilerin uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Bu olguda erken tanı ve hızlı tedavi yaşam kalitesini bozan hatta hayatı tehdit eden kronik böbrek yetmezliğine ilerlemeden tedavi edilmiştir. Akut böbrek yetmezliği ve diğer üriner sistem patolojileri, uzamış pelvik organ prolapsusu olan hastalarda preoperatif olarak değerlendirilmelidir. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 Amaç: Pelvik organ prolapsusu, tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonu ve işeme güçlüğü gibi minör ürolojik problemlerle ilişkilidir. Bilateral hidroüreteronefroz ve akut böbrek yetmezliği ise nadirdir. Pelvik organ prolapsusuna bağlı bilateral hidroüreteronefroz, anüri ve akut böbrek yetmezliği gelişen 78 yaşında olgu bu çalışmalarda sunulmuştur. 23 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Tot Sonrası Nüks Stress İnkontinans Gelişen Olguda Tvt Secur Uygulaması Sırasında Oluşan Mesane Perforasyonu ve Sonrasında Uygulanan Burch Kolposüspansiyonu Murat BOZKURT *Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Yazışma Adresi: [email protected] Amaç: Transobturatuvar tape (TOT) sonrası nüks stress inkontinans gelişen hastada TVT- secur uygulaması sırasında oluşan mesane perforasyonu ve sonrasında başarılı bir şekilde uygulanan Burch kolposüspansiyonu sunulmuştur. Olgu: 68 yaşında N.G öksürürken, gülerken idrar kaçırma şikayeti ile Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğine başvurdu. 5 yıldır sikayetleri olan hasta son 6 aydır şikayetlerinin arttığını belirtiyordu. Öyküsünde 10 yıldır astım bronşiale tanısı mevcut idi. Obstetrik hikayesinde 3 tane normal vaginal doğum yapmıştı ve zor ve müdahaleli doğum öyküsü yoktu. Yapılan vaginal muayenede vajen ve vulva atrofik, 2 derece uterus desensusu, grade 3 sistosel ve grade 2 rektoseli mevcuttu. Hastaya yapılan stess test, Q tip test ve ürodinamik inceleme sonrası stres inkontinans tanısı konuldu. Hastaya transobturatuvar tape uygulandı. Komplikasyon gelişmeyen olgu postoperatif 2 .günde taburcu edildi. Nüks inkontinans nedeniyle 2 yıl sonra tekrar kliniğimize başvuran hastaya medikal tedavi başlandı. Medikal tedaviye cevap alınamayan olguya lokal anestezi altında TVT- Secur operasyonuna karar verildi. Operasyon sırasında sol ramusa doğru keskin kısım ilerletilirken aniden bol miktarda idrar geldiği görüldü. Sistoskopi yapıldığında mesane tabanındaki perforasyon alanı görüldü ve kateterizasyon yapılarak operasyona son verildi. 7 gün sonunda mesane kateterizasyona sonlandırıldı. Bir ay sonra kliniğe çağrılan hasta, bilgilendirildikten sonra Burch 24 kolposüspansiyo yapılmasına karar verildi. Burch yapılan hastada postoperatif komplikasyon gelişmedi ve hasta operasyondan 2 yıl sonrasına kadar kontinandı. Tartışma: Her ne kadar kadar uzun dönem sonuçları diğer mid üretral slingler kadar iyi olmasada TVT- secur; minimal invaziv bir teknik olarak tanımlanmıştır. Bu uygulamanın diğer slinglere göre en önemli avantajı retropubik veya obturatuvar alanın geçilmeyişidir. Minimal diseksiyon gerektirir ve basit uygulanabilir bir tekniktir. Bu olguda TOT sonrası nüks için TVT- secur uygulanırken gelişen mesane perforasyonu sunulmuştur. Burada teknik tarif edilen şekline sadık kalınarak uygulanmasına rağmen mesane fibrozise bağlı olarak yer değiştirmiştir ve uygulama sırasında bu istenmeyen durum oluşmuştur. Bu sunumda geçirilmiş sling cerrahisi olanlarda anatominin bozulduğu ve komplikasyon riskinin yüksek olabileceği vurgulanmıştır. Atrofik vaginiti olan hastalarda bu durum daha fazla önem kazanır. Her ne kadar minimal invaziv bir teknik olmasada bu hastaya Burch kolposüspansiyonu yapılarak nüks stres inkontinansın etkin bir tedavi sağlanılmıştır. Sonuç: Nüks olgularda değişen anatomi bağlı olarak sling operasyonlarında çok dikkatli olunması gerektiği ve bu olgularda Burch operasyonunun uygulanabilecek alternatif bir operasyon olabileceği tartışılmıştır. Dexa Yöntemi İle Postmenopozal Kadınlarda Femur Boynu ve Lomber Vertebra Ölçümlerinin Karşılaştırılması Murat BOZKURT *Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Yazışma Adresi: [email protected] Materyal-Method: Temmuz 2011 – Nisan 2012 tarihleri arasında Universal Malatya Hastenesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine menapoz yakınmaları ile başvuran ve kemik mineral dansitometrisi (BMD) yaptırmak isteyen 206 hasta çalışmaya alındı. Kemik mineral dansitometrisini değiştirebilecek ilaç kullanan, prematur ovaryan yetmezlik, otoimmun hastalıklar, osteoporoz için risk faktörleri olan, kemik fraktür öyküsü ve kemik mineral yapışını etkileyebilecek sistemik hastalığı olan olgular çalışma dışı tutuldu. BMD, DEXA (General Electric LUNAR DPX) cihaz ile anterior-posterior lomber (L1-L4) spine'ler ve non-dominant femur üzerinden 40-70 kvolt radyasyon enerjisi ile hesaplandı. Osteoporoz için T skoru -2,5 ve altı; osteopeni ise -1 ve -2,5 arası olarak kabul edildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 56.4 ± 8.1 idi. Ortalama menopoz süreleri 7.5 yıl olarak bulundu. Ortalama parite 3.6 ± 2.7 idi. Çalışmaya dahil edilen hastaların %58.8'sı (n:121) T skorlarına göre normaldi. %39.8'ı (n:82) osteopenik, sadece %1.2' si (n:3 hasta) lomber vertebra ölçümlerine göre osteoporotikti. Femur boynu ölçümlerine göre hastaların % 42.7 (n:88) normal, % 9.22 (n:19) osteoporotik, % 48 (n:99) osteopenikdi. Postmenapozal dönemde lomber vertebralar için BMD Tskoru ortalama -1.03 ± 0.87 SD ve femur boynu BMD -1.58 ± 1.14 SD bulunmuştur. Femur boynu T skoru lomber vertebralar ortalama T skorundan anlamlı olarak daha düşük olduğu görüldü. (t=-2.5 P<0.03) Sonuç: Postmenopozal dönemdeki kadınlarda osteopeni ve osteoporoz açısından femur boynu lomber vertebralara göre daha riskli alan olabilir. Bu sonuç genetik faktörleri içerebileceği gibi, yaşam biçimi ve eğzersiz durumundan da etkileniyor olabilir. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 Amaç: Bu çalışmada menapozun femur boynu ve lomber vertebralar değerlendirilerek kemik mineral dansitesine etkisi araştırıldı. 25 Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Emzirme Danışmanlığı Feride YİĞİT*, Melek ERSOY CİNGİ** * İstanbul Bilim Üniversitesi Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu **Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, Anne Sütü bebeğin yaşamında doğumundan sonraki en büyük mucizelerden biridir. Yenidoğana yaşamındaki en iyi başlangıcı sağlamaktadır. Emzirme, her annenin doğal olarak yapabileceği, çok doğal bir evre olduğu halde, yeni doğum yapmış annenin, bazen sadece ona emzirmeyi başarabileceğine dair güven veren bir sese, ihtiyacı olabilir. Emzirme Türkiye' de oldukça yaygın bir uygulama (2008TNSA' ya göre tüm çocukların %97' si bir süre emzirilmiştir) olmasına karşın emzirilmeye başlama zamanı ile ilgili bilgiler, ülkemizde anne sütü ile beslenmeye başlamanın oldukça geç olduğunu göstermektedir. Emzirilen çocukların sadece %39' u doğumdan sonraki ilk bir saat içinde emzirilmeye başlanmıştır. Bu oranların TNSA-2003' deki sonuçlara göre daha düşük olması ülkemizde emzirmeye erken başlama pratiğinden uzaklaşmanın devam ettiğini göstermektedir. Her anne kendi bebeğine ilk 6 ay sadece anne sütü vermeye yetecek kadar süt üretebilir. Böyle bir gerçek olduğu halde ancak sayıca çok az anne bebeğini ilk 6 ay sadece anne sütü ile besleyebilmektedir. Emzirme doğal olduğu kadar teknik bir konudur ve yaşandıkça öğrenilir. Bebeğin tutuş pozisyonundan, emzirme süresine, hangi memenin önce vereceğinden, kaç saat arayla sütün sağılması gerektiğine kadar annenin öğrenmesi gereken çok şey vardır. Emzirmek isteyen annelere, konusunda uzmanlaşmış emzirme danışmanları tarafından her türlü emzirme desteği sağlanarak kendilerine olan güvenleri arttırılmalıdır. Danışman; belirli bir konuda bilgi ve uzmanlık sahibi olan, bilgi ve görüşlerinden yararlanmak üzere görevlendirilen kişidir. Danışmanlık insanların nasıl hissettiğini anlamaya ve onlara ne yapacaklarına karar vermede yardımcı olmaya yönelik bir çalışma biçimidir. Emzirme sürecinde anne ve bebeğe emzirme ile ilgili her konuda destek veren, bu konuda eğitim almış uzman kişiye emzirme danışmanı denir. 26 Emzirme Danışmanları; • Doğum öncesi emzirme desteği • Anne ve bebeğin buluştuğu ilk dakika, doğum odasında destek • Hastane sonrası ev ziyareti ile danışmanlık hizmeti • İlerleyen günlerde emzirme – beslenme ile ilgili yaşanabilecek olası tüm soru ve sorunlarda emzirme desteği sağlarlar. Danışmanlık, doğum öncesi dönemde, anne sütünün önemi, meme bakımı, anne beslenmesi ve emzirme tekniklerini, doğum sırasında emzirme teknikleri, emzirme sıklığı ve laktasyonun devamını ve de doğum sonrası bilgilerin uygulanması ve uygulamanın değerlendirilmesini kapsamalıdır. Her anne bebeğini doğumu izleyen ilk yarım saat içinde emzirmeye başlamalı ve bu konuda doğum yaptığı hastanedeki sağlık personeli veya bir emzirme danışmanından bilgi alabilmelidir. Sağlık hizmetleri uygulamalarının emzirme konusunda büyük etkileri vardır. Niteliksiz uygulamalar anne sütü ile beslenmeyi azaltabilir ve yapay beslenmenin daha da yaygınlaşmasına yol açar. İyi uygulamalar ise emzirmeyi destekler ve annelerin başarılı ve uzun süre emzirmelerine yardımcı olur. Sağlık Bakanlığı bakanlığa bağlı kurumlarda Emzirme Danışmanlığı Formu'nun doldurulmasını zorunlu kılmıştır. Hemşireler sağlık hizmeti verdiği anne ve çocuklara başarılı emzirmede yardımcı olmalı emzirme danışmanlığı yapmalıdırlar. Bu yardımı yalnız doğumdan önce veya perinatal dönemde değil, çocuğun birinci ve ikinci yılı boyunca da yapmaları gerekir. Annelere kendileri veya bebekleri yalnız sağlıklı olduklarında değil, hastalandıkları zaman da emzirmeyi sürdürmeleri, sütlerinin yeterli olduğu konusunda güven kazanmaları, emzirme ile ilişkili güçlüklerin üstesinden gelmeleri, çalışan annelere emzirmeyi sürdürmeleri konusunda yardım etmelidirler. Anne sütü kimyasal olarak taklit edilse de biyolojik üstünlükleri taklit edilememiş bir besindir. Bebeğin yaşaması, fiziksel ve zihinsel gelişimi, hastalıklardan korunması, ruh sağlığı, annenin sağlığı, ailenin ve toplumun ekonomik gelişmesi, çevre sağlığı açısından emzirme danışmanlığı yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Emzirme, Emzirme danışmanlığı, Hemşirelik Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal Kolposkopik Biopsi İle Cın 3 Tanı ve Tedavisi Ulu İ. İlter E. Çelik A. Haliloğlu B. Bozkurt S. Özekici Ü. T.C Maltepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Abd VAKA SUNUMU: 38 yaşında,gravida 1,parite 1, 2 defa endometrioma nedeniyle opere edilmiş, aile öyküsü ve sigara kullanımı olmayan hasta ele gelen siğilleri nedeniyle başvurdu. Bir yıl önceki smear sonucu normal olan hastanın alınan smear sonucu ascus saptandı. Saat 9-10 ve 12 hizalarından kolposkopik biopsiler alındı ve kodinomların eksizyon ve koterizasyonu yapıldı. Saat 12 hizasında CIN 1, saat 10 hizasında CIN 3 saptandı. Hastaya leep (loop electrosurgical excision procedure) uygulandı. Patoloji sonucu belirgin displastik epitelyum saptanmadı. SONUÇ: Servikal lezyonlarının kolposkopik biopsi ile değerlendirilmesi Duesing N ve arkadaşlarının yaptığı 266 vakadan oluşan çalışmalarında gösterildiği gibi son derece doğru ve histoloji ile konkordansı yüksek bir methoddur.(%85.8) Hatta göstermişlerdir ki bu konkordans oranı CIN 2ve3'de (%95.1) CIN 1' e (%63.2) göre daha yüksektir. Yine Pretorius RG ve arkadaşlarının çalışması göstermektedir ki kolposkopik biopsinin CIN 3 ve kanser için sensitivitesi günümüzde %65'lere kadar çıkmıştır. 1980'lerde CIN 3 vakalarının %90'a yakını atlanabilmekteyken sensitivitenin bu denli artması artık low grade sitolojilerin de kolposkopik biopsi işlemine alınması ile ilintilidir. Bizim vakamızda patoloji sonucunda belirgin displastik epitelin izlenmemesi,sadece koilositoz şüphesi bulunması, ancak önceki örneklerin daha çok papillomatöz lezyonlar olması ve işlem sırasında eksize edilmiş olması ile açıklanabilir. Şüpheli tüm alanlardan alınan başarılı bir kolposkopik biopsi işlemi bile bu ölümcül kanserin öncü oluşumlarını tedavi etmeye yeterli olabilir. Ancak bu konuda daha fazla destekleyici çalışmaya ihtiyaç vardır. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 AMAÇ: Dünyada her yıl 500.000 den fazla kadın serviks kanserine yakalanmakta ve bunların yarısı ölmektedir. Serviks kanserinin ilk belirtisi vaginal kanama olabileceği gibi ileri evrelere kadar hiçbir belirti vermeyedebilir. Erken evrelerde tedavi cerrahi iken ileri evrelerde kemoterapi ve radyoterapidir. Kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanser olan serviks kanseri için majör risk faktörü Human Papilloma Virüs (HPV) 'dir. PAP smear testi ile serviks kanseri öncüsü oluşumların tanınması mümkündür. Servikal intraepitelyal neoplazi (CIN) serviks kanserinin potansiyel prekürsörüdür ve sıklıkla patolog tarafından servikal biopsi incelemesi sırasında saptanır. Displazinin şiddetine göre 1 hafif ,2 orta,3 şiddetli şeklinde sınıflanır ve Bethesda sınıflamasında 1, low grade ,2ve 3 ise high grade squamöz intraepitelyal lezyon olarak tanımlanır. Bizim olgumuzda saptanan CIN 3 lezyonu sadece kolposkopik biopsi ile bile tedavi edilebilmiş olması nedeniyle sunuldu. 27 Unilateral Fallop Tüpü ve Overi Olmayan İnfertil Bir Hastada Yardımcı Üreme Tekniklerinin Kullanılarak Sağlıklı Bir Gebelik Elde Edilmesi. Erdin İlter, Elif Ünlügedik, Aygen Çelik, Berna Haliloğlu, Ümit Özekici Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D. ÖZET Fallop tüpleri ile overlerin unilateral yokluğu oldukça nadir görülen bir klinik tablodur. Literatürde bildirilen sınırlı sayıda vakada genitoüriner sistem anomaliler ile bir arada görüldüğü bildirilmiştir. Bu çalışmamızda, dört yıldır evli olan ve primer infertilite nedeniyle polikliniğimize başvuran bir hastayı sunmaktayız. Üç defa IUI denenen hastada gebelik elde edilememiştir. Hastanın değerlendirilmesi sırasında uterus ve sağ over normal boyutta ve lokalizasyonda izlendi, ancak sol over vizüalize edilemedi. Takiben yapılan histerosalpingografi incelemesinde ise kör bir sol tuba görüldü. Hastada, ovulasyon indüksiyonu ve takiben uygulanan embriyo transferi ile tekil canlı gebelik elde edildi. Postpartum takiplerinde anne ya da kız bebekte herhangi bir patoloji saptanmadı. Anne ve bebek sağlıkla taburcu edildi. Over ve fallop tüplerin izole yokluğuna neden olan etyolojik faktörler net olarak belirlenebilmiş değildir. Bilinmeyen çevresel faktörlerin ve genetik predispozisyonun bu tür anormalliklere zemin hazırlayabileceği öngörülmektedir. Etyoloji ile ilgili ortaya atılan iki hipotez adnekslerin asemptomatik torsiyonu ya da konjenital yokluğudur. GİRİŞ Fallop tüpleri ile overlerin unilateral yokluğu 11,241 kadında bir görülen oldukça nadir bir klinik tablodur (Sivanesarathnam et al, 1986). Literatürde bildirilen sınırlı sayıda vakada genitoüriner sisten anomaliler bir arada görülmüştür. Bu durum fetal gelişim sırasında müllerian kanal ile mezonefrik kanal gelişiminin birbiriyle ilintili devam etmesine bağlanmış ve dolayısıyla bir sistemin hasarına genelde ötekinin de eşlik ettiği vurgulanmıştır (Muppala et al, 2006). Biz, izole sol over ve fallop tüp agenezisi olan bir hasta sunmaktayız. 28 VAKA SUNUMU Bu çalışmamızda, dört yıldır evli olan ve primer infertilite nedeniyle polikliniğimize başvuran bir hastayı sunmaktayız. Hasta üç yıldır korunmasız ilişkiye rağmen gebe kalamadığını ve bu nedenle başvurduğu klinikte üç defa IUI denendiği halde başarı sağlanamadığını ifade etti. Hastanın özgeçmiş ya da soygeçmişinde herhangi bir özellik saptanmadı. Eşinin iki yıl evvel varikosel nedeniyle operasyon öyküsü mevcut idi. Erkek partnerin merkezimizde yapılan spermiyogram sonucu normal olarak değerlendirildi. Hastanın yapılan vaginal muayenesinde perine, vulva ve vajen doğal görünümde, uterus normal boyutta ve antevert idi. Adneksiyal kitle palpe edilmedi. Transvaginal USG incelemesinde ise uterus ve sağ over normal boyutta ve lokalizasyonda izlendi, ancak sol over vizüalize edilemedi. Takiben yapılan histerosalpingografi incelemesinde ise kör bir sol tuba görüldü. Uterusta dolum defekti tespit edilmedi, sağ tubadan batına opak maddenin düzgün bir şekilde geçtiği izlendi. Hastaya menstrüel periodun üçüncü gününde ovulasyon indüksiyonu başlandı. Sağ overden elde edilen oositler döllendikten sonra iki adet embriyonun intrauterin transferi gerçekleştirildi. Gebeliğin 9.haftasına kadar görülen iki adet gestasyonel saclardan biri, bu haftadan itibaren regrese oldu. Tarama testlerinde herhangi bir problem yaşanmadı. Hasta37.gebelik haftasından itibaren yüksek kan basıncı nedeniyle Alfamed kullanmaya başladı. 38w3d gebelik sahibi iken preekelampsi nedeniyle sezaryen operasyonuna alındı ve tek canlı kız bebek doğurtuldu. Operasyon sırasında sol over görülmedi, sol tarafta yaklaşık 1 cm uzunlukta rudimenter tuba uterina görüldü. Abdominal kavite içerisinde ektopik over dokusu izlenmedi. Postpartum hastanın takiplerinde herhangi bir problem yaşanmadı. Gebelik öncesi ya da sonrasında yapılan üriner sistem taramalarında herhangi bir anatomik defekt saptanmadı. Neonatal USG incelemesinde, doğurtulan kız bebekte herhangi bir genitoüriner anomali tanımlanmadı. Anne ve bebek sağlıkla taburcu edildi. TARTIŞMA Over ve fallop tüplerin izole yokluğuna neden olan etyolojik faktörler net olarak belirlenebilmiş değildir. 2005). Her iki vakada uterin septum ve multiple myom gibi eşlik eden uterin anormallikler bildirilmiştir. Bizim bildirdiğimiz vaka ise anatomiyi düzeltici herhangi bir operasyona ihtiyaç duymaksızın embriyo transferi sonucu gebe kalmıştır. Bu tarz vakalarda dikkat edilmesi gereken nokta, genital sistem ile üriner sistem gelişiminin yakınen ilişkili olduğudur. Dolayısıyla, adneksiyal agenezi saptanan hastalarda hem hastanın hem de doğacak bebekğin dikkatli bir üriner sistem taramasından geçmesi gerektiği inancındayız. Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012 Bilinmeyen çevresel faktörlerin ve genetik predispozisyonun bu tür anormalliklere zemin hazırlayabileceği öngörülmektedir. Etyoloji ile ilgili ortaya atılan iki hipotez vardır. Birincisi mekanik hipotez ki, buna göre fallopian tüp ve overin asemptomatik torsiyonunun, organ iskemisi ve nihayetinde atreziye neden olduğu düşünülmektedir. İkinci hipotez ise adnekslerin konjenital yokluğudur (Rapisarda et al, 2009). Literatürde unilateral adnekslerin yokluğunda gerekli anatomik düzeltmeler yapıldıktan sonra gerçekleşen spontan gebelikler bildirilmiştir (Suh et al, 2008; Gambadauro et al,