Ekim özel sayı.cdr - Tıp Fakültesi

Transkript

Ekim özel sayı.cdr - Tıp Fakültesi
“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.”
İmtiyaz Sahibi
Dr. Kemal KÖYMEN
Genel Yayın Yönetmeni
Dr. Şaban ŞİMŞEK
Editör ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Dr. Alpay ÖRKİ
Yürütme Kurulu
Dr. Nesrin SARIMAN, Dr. Orhun SİNANOĞLU
Yayın Kurulu
Dr. Öner ÇELİK, Dr. Nilgün ÇINAR, Dr. Uğur DEVECİ, Dr. Erdin İLTER
Dr. Nesrin SARIMAN, Dr. Orhun SİNANOĞLU
İstatistik Danışman
Dr. Turhan ŞALVA
Tıp Fakültesi Dergisi Danışma Kurulu
Dr. Fehime B. AKSUNGAR
Dr. Osman AKDEMİR
Dr. Sedat ALTIN
Dr. Nüvit ALTINKAYA
Dr. Harun ARBATLI
Dr. Bülent ARMAN
Dr. Oya Uygur BAYRAMİÇLİ
Dr. H. Serpil BOZKURT
Dr. Levent ÇELİK
Dr. Nilgün ÇINAR
Dr. Rahmi ÇUBUK
Dr. Bahadır DAĞDEVİREN
Dr. Kadir DEMİR
Dr. Uğur DEVECİ
Dr. Gökmen ERCAN
Dr. Sinan EKİCİ
Dr. Aynur EREN
Dr. Rıfkı EVRENKAYA
Dr. Peykan GÖKALP
Dr. Hakan GÜNDEŞ
Dr. Semih HALEZEROĞLU
Dr. Berna HALİLOĞLU
Dr. Canan HÜRDAĞ
Dr. Ahmet ILGAZLI
Dr. Cem KALAYCI
Dr. Alper KARAOĞLAN
Dr. Kubilay KARŞIDAĞ
Dr. Sibel KARŞIDAĞ
Dr. Şevket KAVUKÇU
Dr. Abud KEBUDİ
Dr. Öncel KOCA
Dr. Şeref KÖMÜRCÜ
Dr. Bahire KÜÇÜKKAYA
Dr. Ender LEVENT
Dr. Manuk MANUKYAN
Dr. Ahmet MİDİ
Dr. Nil Molinas MANDEL
Dr. Selim NALBANT
Dr. İlker ÖKTEM
Dr. Alpay ÖRKİ
Dr. Ümit ÖZEKİCİ
Dr. Melih ÖZEL
Dr. Eşref ÖZER
Dr. Güler ÖZTÜRK
Dr. Esra SAĞLAM
T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, yılda 3 kez yayınlanan ve
yayınlandığı tarihten (2009) itibaren hakemli dergidir.
ISSN 1308 - 8661
Baskı ve Cilt:
Ege Basım
Ege Plaza Esatpaşa Mah.,
Ziyapaşa Cad., No:4
Ataşehir / İSTANBUL
Tel: (0216) 470 44 70
www.egebasim.com.tr
Yazışma Adresi:
T.C. Maltepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Feyzullah Cad. No: 39
34843 Maltepe / İSTANBUL
Tel: (0216) 444 06 20
Faks: (0216) 399 00 60
www.marmarahst.com - www.maltepe.edu.tr
Dr. Nesrin SARIMAN
Dr. Attila SAYGI
Dr. Kamil SERDENGEÇTİ
Dr. Gülbüz SEZGİN
Dr. Orhun SİNANOĞLU
Dr. Şevki ŞAHİN
Dr. Sadık ŞENCAN
Dr. Şaban ŞİMŞEK
Dr. Selçuk ŞİMŞEK
Dr. Nuri TASALI
Dr. Günay TOSUN
Dr. Orhan TÜRKEN
Dr. M. Yaşar TÜLBEK
Dr. Çetin VURAL
Dr. Dilek YILMAZ
İçindekiler
Contents
Cilt:4 Sayı:4 / Aralık 2012 - Ek Sayı
POSTER LİSTESİ
1. Preterm Eylemde Rutin Yatak İstirahati Uygulamasının Gerekliliği
Sevgül DÖNMEZ, Aynur SARUHAN
2. Doğal Doğuma Genel Bir Bakış
Sevda Demir, Özen Esra Karaman, Gülsen Çayır
3. Bir İnsan Hakkı İhlali: Kadına Yönelik Şiddet
Hacer Alan, Sema Dereli Yılmaz
4. Üreme Sağlığına İlişkin Uygulamaların İncelenmesi
Gamze TEMİZ, Hediye ARSLAN, Mine D. GÜNGÖR
5. Jinekolojik Onkoloji Hastalarında Cinsel İşlev Bozuklukları ve Tedavi Yaklaşımları
Handan ÖZCAN, Ümran OSKAY
6. Yardımcı Üreme Tekniklerinde Etik
Melek Ersoy Cingi, Feride Yiğit
7. Obezitenin Gebeliğe Etkisi
Rüveyde Can, Sema Dereli Yılmaz
8. Gebelikte Görülen Genital Enfeksiyonların Kadın Sağlığı Açısından Önemi
Seyhan Çankaya, Sema Dereli Yılmaz
9. Genç Kızların Dismenore İçin Kullandığı Non-Farmakolojik Yöntemler
Meryem Erdoğan, Sevgi Özsoy
10.Üniversite Öğrencilerinde Cinsel Yaşam
Hilal Şanlı Çolakoğlu, Sevgi Özsoy Gökdemirel
11.Gebelerin Gebelik Sürecinde Beden İmajını Algılama Durumlarının Belirlenmesi
Elif Yağmur Özorhan, Türkan Pasinlioğlu
12.Tuboovaryan Kitle İle Karışan İlginç Bir Apendiks Kanseri: Olgu Sunumu
Dr. Esra Güzel, Uz. Dr. Zehra Doğan, Uz. Dr. Ekrem Çakar, Uz. Dr. Güler Bağbozan Ateşer
13.İpi Görünmeyen Ria Gebeliğin İlk Üç Ayında Çıkarılmalı Mı? Bir Olgu
İsmail BIYIK, Ayşe AKIN, Oktay ALTUN, Ahmet KARATAŞ
14.Üniversitede Sağlık Eğitimi Alan Kız Öğrencilerin Sağlık Sorumluluğunun Jinekolojik Sorunlara
İlişkin Tutum ve Davranışlarına Etkisi
Özlem DEMİREL BOZKURT, Aytül HADIMLI, Hafize ÖZTÜRK CAN, Selmin ŞENOL
15.16-36 Haftalık Gebe Fetuslarında İki Boyutlu Ultrasonografik Parametrelerin Değerlendirilmesi
Özbağ D, Arıkan D.C, Kıran H, Gümüşalan Y, Tok A, Yamaç E
16.Endometrium Kanserli Morbid Obez Hastaların Bakımında Hemşirenin Rolü
Kübra ÖZCAN, Gül PINAR
17.Total Uterin Prolapsus Cerrahisi ve Profilaktik Uterosakral Cuff Fiksasyonu Sonrası Hızlı Gelişen
Cuff Prolapsusunun Sakrospinöz Fiksasyon İle Düzeltilmesi
Murat BOZKURT
18.Total Prolapsus Uteri Nedeni İle Gelişen Bilateral Hidroüreteronefroz ve Akut Böbrek Yetmezliği
Murat BOZKURT
19.TOT Sonrası Nüks Stress İnkontinans Gelişen Olguda Tvt Secur Uygulaması Sırasında Oluşan
Mesane Perforasyonu Ve Sonrasında Uygulanan Burch Kolposüspansiyonu
Murat BOZKURT
20.Dexa Yöntemi İle Postmenopozal Kadınlarda Femur Boynu ve Lomber Vertebra Ölçümlerinin
Karşılaştırılması
Murat BOZKURT
21.Emzirme Danışmanlığı
Feride YİĞİT, Melek ERSOY CİNGİ
22.Kolposkopik Biopsi İle Cın 3 Tanı Ve Tedavisi
İpek Ulu, Erdin İlter.Aygen Çelik. Berna Haliloğlu, Serpil Bozkurt, Ümit Özekici.
23.Unilateral Fallop Tüpü Ve Overi Olmayan İnfertil Bir Hastada Yardımcı Üreme Tekniklerinin
Kullanılarak Sağlıklı Bir Gebelik Elde Edilmesi.
Erdin İlter, Elif Ünlügedik, Aygen Çelik, Berna Haliloğlu, Ümit Özekici
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Preterm Eylemde Rutin Yatak İstirahati
Uygulamasının Gerekliliği
Sevgül DÖNMEZ*, Aynur SARUHAN**
*Araştırma Görevlisi, Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD., İzmir
**Yardımcı Doçent, Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD., İzmir
E-posta: [email protected]
Preterm eylem, gelişmekte olan ülkelerde yaygın olarak
görülen perinatal mortalite ve morbiditeye yol açan major bir
maternal ve fetal sağlık sorunudur. Bu yüzden preterm
doğumları önleme, perinatal hemşirelerinin ve diğer sağlık
bakım çalışanlarının ana odak noktası haline gelmiştir.
Son zamanlara kadar evde ya da hastanede yatak
istirahatı, gerek preterm eylemden korunmada gerekse de
preterm eylem tehdidi bulunan olgulara en sık önerilen
yöntemlerden birisiydi. Geçtiğimiz 30 yıl boyunca ABD'de
yatak istirahatı erken doğum eyleminin önlenmesinde ve
tedavisinde dayanak noktası olmuştur. Yatak istirahatının hem
anne hem bebek sağlığı için güvenli olduğu ve preterm
eylemi önlediği varsayılsada bunu destekleyen yeterli bilimsel
veri bulunmamaktadır. Dolayısıyla preterm eylem tedavisinin
bir komponenti olarak yatak istirahatinin sayılması
tartışmalıdır
Mutlak yatak istirahatının, fiziksel ve psikososyal negatif
etkileri ve etkinliği üzerine yapılan araştırmalar, dinlenme
periyodlarını da içeren modifiye edilmiş aktivite planının,
negatif etki olmaksızın mutlak yatak istirahatı kadar etkin
olduğunu göstermiştir. Hatc ve meslektaşlarının yaptıkları
çalışmada kuvvetli egzersizin preterm eylem riskini artırmadığı
4
saptanmıştır. Ayrıca boş zamanlarda egzersiz yapmanın
preterm eylem riskini azaltmada ve yüksek riskli gebelik
sonuçlarını iyileştirmede yararlı olacağı belirtilmektedir.
Randomize kontrollü yapılan çalışmalarda da, preterm
eylemle ilgili tedavi alan gebelerde, yatak istirahati uygulayan
ve uygulamayanlar arasında fetal mortalite, doğum haftası,
yenidoğanın kilosu ve yenidoğanın gelişimi arasında bir
farklılık bulunmamıştır. Ayrıca ≥ 3 gün zorunlu yatak
istirahatinin tromboembolik komplikasyon riskini artırdığı
saptanmıştır. Crowther (2001) yatak istirahatı ile fetüsün
büyümesinin arttığı öne sürülmüştür ama erken doğum veya
perinatal ölüm riskinde bariz herhangi bir azalma
gözlenmemiştir. Bu incelemenin sonuçları, komplikasyonsuz
ikiz gebelikte çok erken dönemde doğum riski arttırdığından,
hastaneye yatmanın zararlı olabileceğini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, preterm eylemdeki, risk altındaki gebelere
rutin olarak yatak istirahatı önerilmekte ancak yararlı
olduğuna dair bilimsel bir çalışma bulunmamaktadır. Bu
yüzden yatak istirahatinin muhtemel yararları ve zararları
erken doğum riski artmış kadınlarla daha iyi belirlenmelidir.
Ekonomik kayıp, evde ve hastanede yatak istirahatında
uzama ve belirtilen nedenlerle sık verilen yatak istirahatı
önerisinin yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Doğal Doğuma Genel Bir Bakış
Ebe Sevda DEMİR, Msc. Özen Esra KARAMAN, Msc. Gülsen ÇAYIR*
Son yıllarda diğer ülkelerdeki gibi ülkemizde de sezaryen
doğum oranı hızla artmaktadır. Doğum eylemi doğal bir
süreçtir ve yapılan tıbbi müdahaleler doğumun bu doğallığını
bozabilmekte ve sorunlara neden olabilmektedir (1). Bu
derlemenin amacı tıbbi gereklilik olmadığı sürece doğum
sürecine müdahale edilmemesi ve doğal doğumun öneminin
vurgulanmasıdır.
Evlilik ve gebe kalma yaşının ileri olması, annelerin vajinal
doğumdan çekinerek sezaryene olan taleplerinin artması ve
gerekse de fetal iyilik halinin değerlendirilmesindeki tıbbi
gelişmeler gibi nedenler sezaryen oranının artışında önemli rol
oynamaktadır. Doğum eyleminde rutin tıbbi uygulamalardan
hangilerinin uygun olduğu konusu tartışılmaktadır (1, 3, 10,
11).
Doğum çok özel bir olgu olup anne ve baba adayları için,
yaşamlarındaki en güzel deneyimlerden biridir. Ancak zaman
zaman doğum anında yaşanan olumsuz deneyimler, uzun
yıllar anlatılan doğum hikâyeleri, görsel medyada gösterilen
ağrılı doğum sahneleri, kadınların olumsuz doğum imajı
oluşturmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla kadınların vajinal
doğumla ilgili bu korkutucu deneyimi kendilerinin de
yaşayacağını düşündürmekte ve bu da onların tercihlerini
sezaryen doğum üzerinde odaklandırmaktadır (8, 9, 12).
Günümüzde gebelik ve doğuma ilişkin temel yaklaşım,
doğumun fizyolojik bir süreç olduğu ve az düzeyde tıbbi
girişim gerektirdiğidir. Doğal doğum mümkün olduğu kadar
sağlık kontrollerini yapma dışında müdahale edilmeden
yapılan doğumlardır. Bu sayede aktive olan tüm doğal
hormonlar, anne ve bebeğini doğuma en sağlıklı biçimde
hazırlamaktadır. Gebelik ve doğum eylemi bir hastalık değil,
bedenin doğal, normal ve sağlıklı bir fonksiyonudur. Gereksiz
yere yapılan her türlü müdahalenin doğumun işleyişi ve
hormonların salınımı üzerine negatif etkileri vardır. Bu
hormonlar içinde en etkili olan iki hormon oksitosin ve
endorfindir. Oksitosin uterustaki kasılma etkileri ile doğumun
ilerlemesinden sorumlu hormondur. Endorfin hormonu ise
bedenin salgıladığı doğal bir ağrı kesicidir. Oksitosin seviyesi
yükselip, kasılmalar sıklaştıkça, beden endorfin salgısını
arttırarak cevap verir. Doğum anında anne ve bebeği oksitosin
ve endorfin etkisindedir (5, 7, 8).
Maternal mortalite, medikal ve obstetrik problemi
olmayan sağlıklı gebelerde vajinal doğumlarda 6/ 100,000,
sezeryan doğumlarda ise oran 28/ 100,000 olarak
bildirilmiştir (3). Türkiye'de 2003 Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırmasına (TNSA) göre %21.2 olan sezaryen oranının,
2008 TNSA 'da %36.7 olduğu görülmektedir. Dünya Sağlık
Örgütünün maternal ve perinatal mortalite oranlarını dikkate
alarak hedeflediği sezaryen oranı %15'dir. Gelişmiş batı
ülkelerinde de 2008 itibariyle, %16.6 (Norveç) ile %37.4
(İtalya) arasında değişen sezaryen oranları bildirilmektedir (4,
6).
WHO yayınladığı kanıta dayalı 6 uygulamanın doğumu
yöneten sağlık profesyonelleri için kılavuz olması ile; sağlıklı
anne ve bebek için mümkün olan en az girişim ile güvenli bir
şekilde doğum eyleminin gerçekleşebileceğini ifade etmiştir.
İfade edilen bu öneriler: 1. Doğum kendi başlamalıdır. 2.
Doğum boyunca hareket özgürlüğü olmalıdır. 3. Doğum
boyunca gebeye duygusal ve fiziksel destek verilmelidir. 4.
Gereksiz her türlü müdahaleden kaçınılmalıdır. 5. Doğumda
sırtüstü yerine diğer pozisyonlar desteklenmelidir. 6. Doğum
sonrası anne ve bebek bir arada kalmalıdır (2,5).
Sonuç olarak, sağlık personeli gebe kadının doğumunda
aktif rol alması için antenatal dönemden itibaren yaptığı
eğitimler vasıtasıyla desteklemeli ve cesaretlendirmelidir.
Doğuma yardımcı olan sağlık profesyonelleri, öncelikle de
ebeler kadınların kendi vücutları ile ilgili bilgeliğine güvenip,
kadının bunu fark etmesine yardımcı olacak ortamları
hazırlamalı ve bu bilgelikle her doğumun kendine özgülüğü
içinde değer görmesini sağlamalıdırlar (8, 9). Böylelikle
sezeryan doğumlarda da azalma görülecektir.
Anahtar kelimeler: Doğal Doğum, Sezaryen Doğum,
Ebe
KAYNAKLAR
1. Güngör, İ; Rathfısch, G. (2009). Normal doğum eyleminin
ikinci evresinde kanıta dayalı Uygulamalar. Hemşirelikte
Araştırma Geliştirme Dergisi. 2: 56-65.
2. World Health Organisation. Prevention of perinatal
morbidity and mortality. Geneva: WHO;1969 Public
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
*Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Ebelik Bölümü
Büyükdere cad. Altan Erbulak Sok. Eken Apt. No: 6 Kat: 3 Mecidiyeköy / İstanbul
[email protected]
5
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Health Papers 4.
3. Gül, N. (2008). Normal doğum ve sezaryen doğum
uygulanan olguların postpartum komplikasyonlar
yönünden karşılaştırılması. Uzmanlık tezi: Tez Danışmanı:
Doç. Dr. Necdet SÜER
4. T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile
PlanlamasıGenel Müdürlüğü Ankara, 2010.Doğum ve
Sezaryen Eylemi Yönetim Rehberi.
5. Turan C.M.(2003). Nitelikli doğum ve doğum sonu
hizmetler. II.Ulusal Ana Çocuk Sağlığı Kongresi., Program
ve Özet kitabı, s:36-38, İstanbul.
6. TNSA. (2008). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri
Entitisü Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması, Ankara.
7. http://arsiv.indigodergisi.com/44/drcoker.htmErişim:
19/08/2012. http://www.doğaldogum.com.
8. Sayıner, D, Özerdoğan, N. (2009).Doğal Doğum. Maltepe
6
Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Cilt:2,
Sayı:3: 143-147.
9. Dağlar, A; Aydemir, N.(2011).Vajinal doğum ağrısına
yönelik azaltılmasına yönelik nonfarmakolojik ebelik
bakım uygulamaları, 20 (1):1-6.
10. Arslan, H., Karahan, N. & Çam. M(2008). Ebeliğin Doğası
ve doğum üzerine etkisi.Marmara Üniversitesi Hemşirelik
Bilim ve Sanatı Dergisi. 1(2): 55-59.
11. Şerçekuş, P. (2005). Nullipar kadınlarda normal spontan
doğuma ilişkin korkular ve nedenlerinin Araştırılması.
Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Yüksek
Lisans Tezi. Danışman: Prof. Dr. Hülya Okumuş.
12. Öztürk, H. (2006). Gebelerde algılanan doğum ağrısının
azaltılmasında elle uygulanan buz masajı etkisinin
incelenmesi. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü.
Doktora Tezi. Danışman: Yrd. Dr. Aynur Saruhan.
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Bir İnsan Hakkı İhlali: Kadına Yönelik Şiddet
Hacer ALAN*, Sema DERELİ YILMAZ **
*Msc, Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Selçuklu/Konya.
**Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Selçuklu/Konya.
kalmaktadırlar. Medyada kadınlar erkeklere oranla daha çok
şiddet haberlerinde yer almaktadır. DSÖ'nün 2002 raporuna
göre; dünya genelinde toplum içinde yapılan 48 araştırmada
kadınların; %10-69'unun eşleri ya da partnerleri tarafından
yaşamlarında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığı
saptanmıştır. Yine DSÖ'nün 2002 raporuna göre; kadınların
yaklaşık %47'sinin ilk cinsel ilişkilerinin zorla olduğu, kadın
cinayet kurbanlarının %70'inin erkek partnerleri tarafından
öldürüldüğü belirtilmiştir. DSÖ'nün 2005 yılında on ülkede
gerçekleştirdiği araştırmanın sonucuna göre; kadınların
%50'den fazlası yakınları tarafından fiziksel veya cinsel şiddete
maruz kalmaktadır. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de
kadınların insan hakları her an ihlal edilmektedir. Türkiye'de
“Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”nın sonuçlarına
göre (2008), kadınların %39.3'ü fiziksel, %15.3'ü cinsel,
Altınay ve Arat (2007)'ın çalışma sonuçlarına göre kadınların
%35,5'i fiziksel şiddete maruz kalmaktadır.
Sonuç:
Kadınlara uygulanan şiddet ağır bir toplumsal sorun olup,
fiziksel, fizyolojik, ruhsal, ekonomik, ve sosyal sağlıkla ilgili
zararlara neden olmaktadır. Aile içi şiddet nesilden nesile
aktarılıp, yalnızca şiddet göreni değil, şiddete tanık olanların
da psikolojik durumlarını ve özellikle de çocukların
psikososoyal gelişimini olumsuz etkilemektedir. Toplumda
yaygın olmasına karşın bir buzdağına benzetilen şiddetin
önlenmesi, erken dönemde tanılanması ve gereken
girişimlerin başlatılmasında sağlık profesyonellerinin
üstleneceği rol önemlidir. Fakat burada sadece sağlık
profesyonelleri değil, kadına yönelik şiddetin toplumun tüm
kesimleri tarafından daha iyi irdelenmesi, anlaşılması ve
çözüm yollarının ortaya konulabilmesi için çalışmaların
yapılması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: hak, kadın, şiddet.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
Şiddet, fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit ya da
gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda
maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol
açması ya da açma olasılığının bulunmasıdır. Dünya Sağlık
Örgütü'nün (DSÖ) yapmış olduğu bu şiddet tanımı; şiddetin
türlerini, şiddetin oluşmasına yol açan eylemleri, isteyerek veya
istemeyerek olan şiddet eylemlerini, şiddetin yaralanmadan
ölüme kadar varabilen sonuçlarını kapsamaktadır.
Toplumsal alanın her kesiminde ırk ve kültür
gözetmeksizin görülen şiddet, temel özgürlükleri ve insan
haklarını ihlal ederek genel anlamda insanların psikolojik veya
fizyolojik düzeyde zarar görmesine yol açan bireysel ve toplu
hareketlerdir. Şiddet kaynağına göre incelendiğinde; kişinin
kendisine yöneltmiş olduğu şiddet (intihar gibi), kişiler
arasında olan şiddet (aile içi şiddet gibi) veya organize şiddet
(savaş) olabilir. Şiddetin en yaygın görülen biçimi ise erkeğin,
kadına ve çocuğa karşı uyguladığı aile içi şiddettir. Aile içinde
ise en fazla görülen şiddet türü kadına yönelik şiddettir.
Kadına yönelik şiddet; sınıfa, kültüre, gelire göre bazı
değişiklikler göstermekle birlikte, kadınların toplum içindeki
yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliği sağlamasını
engellemektedir. Bu da kadına yönelik şiddetin; kadını erkeğe
göre ikinci pozisyonda tutan önemli bir sosyal mekanizma
olduğunu göstermektedir. Kültürel yapının kadına yönelik
şiddeti hoş görmesi, toplumda erkeğin egemen konumda
olması, fiziksel olarak erkeğin kadından güçlü olması, aile içi
şiddet yaşantısında kadınların şiddet mağduru olma riskini
arttırmaktadır.
Uluslararası İşçi Sendikası Konfederasyonu [ITUC] (2008)
raporuna göre; dünyada her üç kadından biri dövülmekte,
cinsel ilişkiye zorlanmakta ya da bir şekilde onu tanıyan biri
tarafından kötü muameleye maruz kalmaktadır. 15- 44 yaş
arası kadınlar; trafik kazası, savaş, kanser ve sıtmadan daha
çok ev içi şiddet yüzünden ölmekte ya da sakat kalmaktadır.
Dünyada meydana gelen savaşlarda kadınlar tecavüze
uğramakta, cinsel-fiziksel şiddete ve istismara maruz
7
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Üreme Sağlığına İlişkin Uygulamaların
İncelenmesi
Gamze TEMİZ*, Hediye ARSLAN*, Mine D. GÜNGÖR*
*İstanbul Bilim Üniversitesi Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu
AMAÇ:
Bu çalışma, evli bireylerin üreme sağlığına ilişkin davranış
ve uygulamaları, bu uygulamaları
etkileyen etmenleri
belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM:
Araştırmanın evrenini Bağcılar bölgesinde yaşayan
bireyler, örneklemini ise araştırmaya katılmayı kabul eden
200 kişi oluşturmuştur. Araştırma tanımlayıcı olarak
planlanmış ve uygulanmıştır. Verilerin toplanmasında
araştırmacı tarafından geliştirilen; bireylerin demografik
özeliklerini, üreme sağlığına ilişkin davranış ve uygulamalarını
içeren 25 soruluk anket formu kullanılmıştır. Veriler bilgisayar
ortamında yüzdelik ve ki kare testi kullanılarak
değerlendirilmiştir.
BULGULAR:
Türkiye'de son 30 yıllık dönemde sağlık alanınındaki
önemli gelişmeler sonucunda beklenen yaşam süresi artmış,
anne ve çocuk ölümlerinde azalma kaydedilmiştir.
Günümüzde sosyal ve ekonomik güçlükler, göçler, aşırı nüfus
artısı, çevresel kirlenme gibi temel sorunlar üreme sağlığını
etkilemektedir. Başta ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler
olmak üzere tüm dünya 1960'lı yıllarda, kontrolsüz nüfus
artışının ekonomik ve sosyal kalkınma üzerindeki olumsuz
etkileri konusuna odaklanmaya başlamıştır. Bu bağlamda;
Bükres'te (1974), Mexico City'de (1984) ve Kahire'de (1994)
yapılan üç büyük konferansta, nüfus ve aile planlamasının,
genel kalkınma çabalarının ayrılmaz bir parçası olduğu ortaya
konmuştur. Üreme sağlığı politikalarının temelinde, bireylerin
yasam kalitesini yükseltme hedefinin olduğu bilinmektedir.
Üreme hakları; insanların üreme yeteneğine ve bunu ne
zaman, nasıl gerçekleştireceklerine karar verme özgürlüğüne
sahip oldukları anlamına gelmektedir.
Bu kapsamda;
8
bireylerin, çocuk sayısı ve aralığına özgür ve sorumlu bir
şekilde karar vermeleri ve bunu sağlayabilmek için gerekli
bilgiye sahip olabilmeleri, cinsel sağlık standardına
ulaşabilmeleri, adolesan dönemden başlanarak,
postmenapozal ve yaşlılık dönemi de dahil olmak üzere
üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanma hakları insan hakları
kapsamındadır.
DSÖ ailelerin, çocukların, adolesanların, kadınların
sağlığını geliştirici, destekleyici bir yaklaşımla bireylerin cinsellik
ve üremeye bağlı hastalık, sakatlıklardan korunması, ihtiyaç
duyduğunda uygun danışmanlık, bakım ve rehabilitasyon
almalarının sağlanması hedefleri ile üreme sağlığı programları
geliştirmiştir.
Tanımlayıcı olarak yapılan bu araştırma; bireylerin üreme
sağlığına ilişkin davranış ve uygulamaları, bu uygulamaları
etkileyen etmenleri belirlemek amacıyla planlanmıştır.
KAYNAKCA
1. Turkiye Nufus ve Sağlık Arastırması 2003. Hacettepe
Universitesi Nufus Etutleri Enstitusu, 2004. Ankara,
Turkiye.
2. Yıldırım G, Turaclar N, Bakır A, Ozdemir L. Sivas İli Ana
Cocuk Sağlığı Merkezine Basvuran Kadınların Aile
Planlaması Yontem Tercihleri ve Etkileyen Faktorler.
Cumhuriyet Univ. Tıp Fak. Dergisi.2003; 25: 99-104.
3. Erten H, Yılmaz H, Soysal S. Isparta İli Karaağac Sağlık
Ocağına Bağlı 15-49 Yas Kadınların Ureme Sağlığı İle İlgili
Alışkanlıklarının Sosyo-Demografik Ozellikleri Acısından
Değerlendirilmesi. 3 Uluslararası–10.Ulusal Hemsirelik
Kongresi. 7- 10 Eylul 2005, İzmir. Ozet Kitabı. Sayfa:134.
4. Sankazan S, Yıldırım A.Ankara Deliler Koyundeki Evli
Erkeklerin Aile Planlaması İle İlgili Bilgi, Tutum ve
Davranısları. Ankara Universitesi Tıp Fakultesi Mecmuası.
55: 41-50.
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Jinekolojik Onkoloji Hastalarında Cinsel İşlev
Bozuklukları ve Tedavi Yaklaşımları
Handan ÖZCAN*, Ümran OSKAY**
*Gümüşhane Üniversitesi, Öğrt. Gör.
**İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, Doç.Dr.
ziyade kısa süreli cinsel ilişkinin olması, geçmişteki olumlu
cinsel deneyimlerin düşünülmesi ve eşlerin uyarılmayı
sağlaması, cinsel ilişkiden önce ağrı kesici alınması ve gün
içinde yorucu egzersizlerden kaçınma gibi durumlar hastalara
önerilebilinir.
Hemşireler kanserli hastaya bakım verirken cinselliğe karşı
kendi tutum ve değerlerinin farkında olmaları, cinselliği
tartışırken önyargısız davranmaları önemlidir. Bu nedenle
hemşirelerin cinselliğe karşı tutumlarının belirlenmesi, yanlış
inanç ve değerlerinin değiştirilmesi önem kazanmaktadır.
Hemşirelerin tutumları kadar cinsel sağlık sorunlarına yaklaşım
konusunda bilgileri de önemlidir. Çünkü cinsel yaşam kalitesi
değişen hastalar için rehberlik ve danışmanlık önemli
hemşirelik girişimleri arasında yer almaktadır (Pınar 2010; Can
2010; Lavin ve Hyde, 2005).
KAYNAKLAR
1. Can G. (2004a). Kanserde cinsel sağlık. Androloji Bülteni,
19:355-356.
2. Edit. Can g. (2010). Onkoloji hemşireliğinde kanıta dayalı
bakım, İstanbul.
3. Nusbaum MRH, Hamilton C, Lenahan PL. (2003).
Choronic illness and sexual functioning. American Family
Physician, 67(2):347-354.
4. Oskay Yesiltepe Ü. (2004). Cinsellik: kadın ve erkek
arasındaki farklar. Androloji Bülteni, 16:82
5. Ulukavak M. (1994). Kadın ve erkekte cinsel eylem.
İstanbul Üniversitesi Florance Nıghtıngale Hemşirelik
Yüksekokulu Dergisi, 8(34):41-47.
6. Yaniv H. (2000). Kanserli Hastalarında Seksüalite Kursu.
Ankara-Türkiye, 21-23 Eylül.
7. http://www.adnanaydiner.com/hastalar_kanser_turleri.
htm# Erişim tarihi: 15.05.2012.
8. Pınar G. (2010). Kanser tedavisi alan hastalarda cinsel
disfonksiyon ve danışmanlığa ilişkin hemşirelik
yaklaşımları. Gülhane tıp dergisi, 52. 241-247.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
WHO cinsel sağlığı; kişilerin somatik, emosyonel,
entellektüel ve sosyal yönlerini pozitif olarak geliştirici, kişiliği,
iletişimi ve aşkı arttırıcı nitelikler ile tanımlamaktadır.
Cinsellik, duyguların karışıklığını, kimlik seçimini, cinsel
tercih ve tavırları, cinsel rol benimsenmesi ve cinsel eş seçimi
gibi unsurları da içeren karmaşık bir yapıdan oluşmaktadır
(Ulukavak, 1994).
Cinsel sağlığı olumsuz etkileyen faktörler; yaşlanma ile
birlikte görülen fizyolojik, psikolojik ve hormonal değişiklikler,
kadın ve erkek cinselliğinin biçimlenmesinde kültür, deneyim
ve biyolojik faktörler (Ulukavak, 1994; Oskay, 2004), cinsel
sağlığın önemli öğelerinden biri olan cinsel çekicililiğin kronik
hastalıklarda olumsuz yönde etkilenmesi (Yaniv, 2000),
psikiyatrik bozukluklardan depresyon, kanser tanısı ile
karsılaşma, tekrarlama ya da metastaz haberini almaktır.
Kanser tedavisinde uygulanan cerrahi girişim, radyoterapi,
kemoterapi ve hormon tedavisinin, fiziksel ve emosyonel
etkileri nedeniyle hastaların cinsel yaşam kaliteleri
bozulmaktadır. (Nusbaum ve ark., 2003; Can, 2004a). Kanser
hastalarında sıklıkla görülen cinsel sorunlar; cinsel
istekte/libidoda azalma, cinsel uyarılma ve doyum sorunları,
cinsel ilişki sıklığında azalma, cinsel çekicilikte azalma, ağrılı
cinsel ilişki (disparoni), korku-endişe ve yorgunluktur.
Jinekolojik kanserli hastalarda cinsel sorunların
giderilmesinde;
1. Vajinal duş: Vajinanın enfeksiyonlardan korunmasına ve
radyoterapi süresince vajinada oluşan yapışıklıkların açılması
2. Vajinanın genişletilmesi (dilatasyon): Haftada 3-4 kez
cinsel ilişkiye girmek ve/veya vajinanın duvarlarını
genişleticilerle genişletmek
3. Kegel egzersizleri: Vajinanın etrafındaki kasları kegel
egzersizleri ile çalıştırmak sağlanabilir (Aydıner, 2012).
Cinsel problemlerin çözümünde; eşle birlikte tanı ve
tedaviye ilişkin duyguların paylaşılması, cinsel ilişkiye kendini
hazır hissettiğinde başlanılması ve bu durumun eşle
paylaşılması, cinsel ilişki sırasında kullanılan pozisyonlar rahat
değilse farklı pozisyonlar denenmesi ve uzun süreli olmaktan
9
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Yardımcı Üreme Tekniklerinde Etik
Melek ERSOY CİNGİ*, Feride YİĞİT**
*Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu,
** İstanbul Bilim Üniversitesi Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu
Değer, ahlak ve etik kavramları çoğu zaman birbiri yerine
kullanılabilmektedir. Değer, kıymet, erdem, iyilik, güzellik
demektir. Ahlak ise gelişen, aktarılan, öğrenilen insan
davranışlarında neyin iyi ya da doğru olduğuna yönelik
geleneksel inançlardır. Aynı toplum içinde yaşayan gruplar ve
bireyler arasında ahlak kavramı farklılık gösterebilir. Etik, iyi ve
doğru kavramlarının ne olduğunu, mutlak iyi, mutlak doğru
olup olmadığını ve bunlara ulaşmanın mümkün olup
olmadığını araştıran zihinsel çaba olarak da tanımlanabilir.
Etik değerler dürüstlük, yardımseverlik, doğruluk, adaletli
olmak, sadakat, yalan söylememek, cana kıymamak gibi
dünyanın her yerinde genel geçer olan değerler olduğundan
toplumdan topluma fark göstermezler. Bu sebeple de
denilebilir ki, etik değerler ortaktır ve kişiler arasında çok büyük
farklılıklar bulunmaz. Tıp etiğinin temel ilkeleri, yararlılık, zarar
vermeme, özerklik, adalet, doğruluk ve yasallık ilkeleridir.
Biyoetik, insan hayatının, özgürlüğünün ve onurunun,
bilimsel araştırmalarda, sonuçları tahmin edilemeyen modern
teknolojiler dolayısıyla tehlikeye girdiği her durumda
gereklidir. Teknolojik gelişmeler bazen bilim adamları ve
toplumları heyecanlandırmakta ve etik ihlallere neden
olabilmektedir. Oysa mümkün olanın peşine takılıp
sorumsuzca davranmak yerine, genelin çıkarını dikkate alarak
teknolojik müdahalenin sınırlarının çizilmesi şarttır.
Biyopsikososyal bir varlık olan insan, yaşadığı sosyal
çevrenin etkisi altındadır. Aile, toplum kuralları doğrultusunda
evlilik yoluyla oluşan sosyal bir yapıdır. Evliliğin temel öğesi de
insan neslinin devamlılığını sağlamaktır. Ataerkil aile yapısı
etkilerinin hala yoğun bir biçimde devam ettiği bazı
bölgelerimizde, çocuk sahibi olamamak erkek ve kadın için
farklı düzeylerde hissedilen bir sorundur.
Üreme yeteneğinin olmadığı durumlara çare olarak
geliştirilen yardımcı üreme teknikleri, biyoetik tartışmaları da
beraberinde getirmiştir. Yardımcı üreme teknikleri sırasında
yapay döllenme homolog ya da heterolog olarak
gerçekleştirilebilmektedir. Doğanın en iyisini bileceği görüşü ve
10
inancında olanlar yardımcı üremeye karşı çıkmaktadırlar. Bu
görüştekiler, cinsel birleşmenin bir sonucu olan döllenmenin,
yapay olarak gerçekleştirilmesini, doğanın kendi denge
kurallarına aykırı kabul etmekte ve ahlaki açıdan doğru
olmadığını savunmaktadırlar. Ayrıca insan embriyosuna bir
deney materyali olarak davranmanın insan onurunu
zedeleyeceğine inanmaktadırlar. Aksi görüşteki yararcı kuram
taraftarları, yardımcı üreme teknolojileri kullanılarak çocuk
sahibi olmanın etik olduğunu, bunun sayesinde bireylerin
mutlu olduğunu savunmaktadırlar. Bireyin özerk olmasından
hareketle aydınlatılmış onamları var olduğu sürece bunun etik
olduğunu savunmaktadırlar.
Başlangıçta evli çiftlerin gametleri ile yapılan basit ÜYTE
uygulamalarında etik açıdan herhangi bir sorunla
karşılaşılmamıştır. Ancak, uygulama teknikleri geliştikçe
gereksiz yapılacak uygulamalar ve tekniklerin kötüye
kullanılması ihtimalleri sınırların yeniden tespit edilmesi ve bazı
kavramların yeniden tanımlanmasını gerekli kılmıştır. Ayrıca
toplum ahlak yapısını oluşturan bazı sosyal değerlerin
beklenenden hızlı değişeceği endişesi de doğmuştur. Bunlar;
yaşamın başlangıç anı, doğum öncesi insan, hayat ve bu
hayatın korunma değeri, annelik, babalık, aile ne demektir?
anne, baba kimdir? gibi bir çok soru gündeme gelmiştir.
Yardımcı üreme teknolojilerinde biyoetiğin asıl sorununu,
üçüncü kişilerden alınan gamet ya da embriyo kullanımı ve
taşıyıcı annelik uygulamaları (heterolog döllenme),
oluşturmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde16 uyarınca
yetişkin erkeklerle kadınların, aile kurma hakkı vardır. Ülkemiz
aile kavramı düşünüldüğünde denilebilir ki, doğurma ve
döllenme hakkı gereğince devlet, teknolojinin ve etik
kuralların makul gördüğü çerçevede bireylere bu hakkı
tanımalıdır. Her ülke kendi kavramları ışığında yasa ve
yönetmeliklerini vatandaşları lehinde planlamalı ve
düzenlemelidir.
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Obezitenin Gebeliğe Etkisi
Rüveyde CAN*, Sema DERELİ YILMAZ**
*MSc, Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü,
**Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü
Obezite gebelik komplikasyonlarını da artırıcı bir risk
faktörüdür. Yani kilo artıkça risk de artmaktadır. Erken gebelik
döneminde obez kadınlarda tıbbi komplikasyonlar, ikiz
gebelik, düşük doğumlar, bununla birlikte prenatal
ultrasonografik görüntülenmesinde de sorunlar
yaşanmaktadır. Gebelik süresince obezite ile birlikte anne de
gestasyonel diabetes mellutus (GDM), gestasyonel
hipertansiyon, preeklemsi ve eklemsi, tromboemboli, doğum
eylemin de indüksiyon uygulaması, sezaryen doğum ve
preterm doğum gibi komplikasyonyonlar görülebilir. Obez
gebelerde safra kesesi taşı oluşumun da artış olur ve
postpartum ilk yıl için de kolesistektomi riski artar.
SONUÇ
Obezitenin gebelik döneminde sık görülmesi anne ve
çocuk sağlığı üzerinde kısa ve uzun dönemde sağlık
problemlerine neden olmaktadır. Sağlık profesyonelleri
antenatal, intrapartum ve postpartum dönem de etkili
girişimler yapmalıdır. Özellikle gebe kalmak isteyen obez
kadınlarda ilk önce gebelik öncesi danışmanlık verilmeli ve
obezite sonucu gebelik konusunda farkındalık yaratılmalıdır.
Ayrıca gebelik döneminde dengeli beslenme konusunda
bilinçlendirilmeli ve beslenme alışkanlıkları değerlendirilmelidir.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin
en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Yapılan
araştırmalara göre, obezite özellikle son 20 yılda, bütün
dünyada hızla artmakta ve bir salgın hastalık gibi yayılım
göstermektedir.
Obeziteyi önemli yapan neden ise hem tek başına hem de
diğer bazı faktörlerle birlikte birçok hastalığa neden olması
veya bunları alevlendirmesidir.
Özellikle son yıllarda kadınlarda obezite prevalansı önemli
ölçüde artmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre,
dünyada 400 milyonun üzerinde obez ve 1,6 milyar civarında
da hafif şişman birey bulunmaktadır. 2015 yılında bu oranın
sırasıyla 700 milyon ve 2,3 milyara ulaşacağı
düşünülmektedir. Türkiye Diyabet, Obezite ve Hipertansiyon
Epidemiyoloji (TUR DEP) çalışmasına göre obezite prevalansı
kadınlarda %30, erkeklerde %13, genel de ise %22.3
düzeyindedir. Hatemi ve arkadaşlarının çalışmasında obeziteyi
kadınlarda %36, erkeklerde ise %21,5 oranında, genelde
ise %25 olarak bulunmuştur.
Özellikle doğurgan çağdaki kadınlarda obezite veya fazla
kilolu olma oranı da giderek artmaktadır. DSÖ kriterlerine
göre gebe kadınlar arasında obezite prevalansı (BKİ >30
kg/m2) %1.8 ile %25.3 arasındadır. Bu nedenle, obezite ile
birlikte gebelik yaşama şansı artmaktadır.
11
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Gebelikte Görülen Genital Enfeksiyonların
Kadın Sağlığı Açısından Önemi
Seyhan ÇANKAYA*, Sema DERELİ YILMAZ**
*MSc, Selçuk Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü, **Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü
12
Genital hijyenin sağlanması kadın ve üreme sağlığının
korunmasındaki en önemli basamaktır. Gebelikte oluşan
vajinal enfeksiyonlar hem kadında rahatsızlık yaratmakta,
hem de ilerlediğinde fetüse zarar verebilmektedir. Kadın
üreme sağlığını olumsuz yönde etkileyen vajinal
enfeksiyonların önlenmesinde kişisel alışkanlıklarının
belirlenmesi, yanlış ve/veya eksik uygulamaların değiştirilmesi
için iyi bir genital hijyen eğitimine ihtiyaç vardır.
Dünyada 300 milyondan fazla kadın gebelik ve doğum
süreçleri ile ilgili akut ya da kronik hastalıklara maruz kalmakta
ve enfeksiyonlar anne ölümlerinin doğrudan nedenleri
arasında yer almaktadır. Dünyada puerperal sepsis nedeniyle
her yıl 450.000 kadının tüplerinde yapışıklık ve bunun sonucu
olarak infertilite meydana gelmektedir. Doğum yapan 20
kadından biri, ölüme ya da infertiliteye neden olmaması için
hızlı tedavi gerektiren bir enfeksiyon geçirmektedir.
Türkiye'yi temsil edecek veriler olmamakla birlikte, bölgesel
çalışmalar, kadınlarda genital enfeksiyonun yaygın bir sorun
olduğunu göstermektedir. Kadınlarda, üretra, vajina ve
anüsün birbirine yakın olması genital enfeksiyonların en temel
nedenleri arasındadır ve genital enfeksiyon riskini canlı
tutmaktadır.
Bu kadar yaygın görülebilen bu sorun, sosyoekonomik ve
kültürel düzeyi düşük kadınlar tarafından hastalık olarak
algılanmayıp önemsenmeyebilmektedir. Bazen de kadın bunu
hastalık olarak algılasa da üreme organları ile ilgili muayene
olmaktan çekindiği için ya da damgalanma olarak algıladığı
için tıbbi tedavi görmek yerine kendi kendini tedavi etmeye
çalışmaktadır. Oysa genital enfeksiyonlar tedavi edilmediği
zaman, kadının doğurganlığını etkilemesinin yanında
ilerleyerek pelvik inflamatuar hastalığa hatta genital organ
kanserlerine neden olabilmektedir.
Genital enfeksiyon açısından bireysel risklere baktığımızda
ise başta hijyen eksikliği olmak üzere tuvalet sonrası genital
bölge temizliğinin uygun şekilde yapılmaması, el yıkama
alışkanlığının olmaması, genital bölgenin çok sık yıkanması,
uygun iç çamaşırı kullanılmaması, menstrüasyon hijyenine
yeterince dikkat edilmemesi, doğumların sağlıklı koşullarda
gerçekleşmemesi, düşüklerin adeta bir aile planlaması
yöntemi olarak kullanılması gibi risklerin olduğu
görülmektedir.
Gebelikte görülen vajinal enfeksiyonlar, özellikle
zamanında ve uygun tedavi edilmezlerse, üreme sistemi yolu
enfeksiyonlarına, gebelikte komplikasyonlara, servikal
patolojilere ve postoperatif enfeksiyonlara neden
olmaktadırlar. Bunlar, pelvik inflamatuar hastalık, ölü doğum,
salpinjit, ektopik gebelik, infertilite, preterm doğum ve erken
membran rüptürü, artmış endometrit riski, servisit, sepsis,
kanser ve hatta infantta serebral palsiye neden olabilir.
Enfeksiyon nedeni ile abortus olan olgularda fetusun
enfeksiyondan etkilenmesinden ziyade enfeksiyonun uterus
duvarını penetre etmesi sonucu abortus meydana
gelmektedir. Transplasental yolla korion ve amnion sıvısına
geçen enfeksiyöz ajanlar, korioamnionit tablosu
oluşturmakta, açığa çıkan prostaglandinler uterin
kontraksiyonlara neden olmakta ve bunun sonucunda
abortus oluşmaktadır. Ancak alt genital trakta yerleşmiş
ureoplasma urealiticum, mycoplasma hominis
enfeksiyonlarında spontan abortus insidansının arttığı
gözlenmiştir. Pyelitis, apandisitis gibi bazı akut enfeksiyonlar
genel septisemi ve yüksek ateş yaparak uterus aktivitesini
arttırıp, abortusa neden olabilirler. Cinsel yolla bulaşan
hastalıkların toplumsal bir sorun haline geldiği gelişmiş
ülkelerde HSV en sık saptanan etkendir. Genital enfeksiyon
gebeliğin ilk yarısında veya gebelik öncesi son 18 ay içerisinde
oluştuğunda daha büyük risk oluşturmaktadır.
SONUÇ:
Genital enfeksiyonlar kadının cinsel yaşamını, aile hayatını
ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyerek yaşam kalitesini
düşürmektedir. Bu açılardan bakıldığında kadınlarda genital
enfeksiyonlara neden olan risk faktörlerinin bilinmesi ve
ortadan kaldırılması, kadın sağlığı açısından büyük öneme
sahiptir. Birinci basamak sağlık hizmetleri kapsamında ebe ve
hemşirelerin ev ziyaretlerinde yada doğum öncesi bakım
almaya gelen gebelerin genital hijyen davranışlarını
sorgulayarak doğru bilgilendirme yapmaları yararlı olacaktır.
Key Words: Genital hijyen, Gebelikte genital enfeksiyon,
Genital enfeksiyonlarda kadın sağlığı.
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Genç Kızların Dismenore İçin Kullandığı
Non-Farmakolojik Yöntemler
Meryem ERDOĞAN, Sevgi ÖZSOY
AMAÇ:
Bu araştırma dismenoresi olan genç kızların dismenoreyle
baş etmede kullandıkları non-farmakolojik yöntemleri
belirlemek amacıyla yapılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM:
Tanımlayıcı tipteki araştırma İstanbul ilinde lisans
düzeyinde hemşirelik eğitimi veren iki ayrı okulda okuyan kız
öğrenciler ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın verileri
Mayıs–Haziran 2011 tarihleri arasında bu okullarda ders
saatlerinde ve/veya öğrencilerin uygulamaya çıktıkları
kliniklerde toplanmıştır. Araştırmanın evreninde 366 kız
öğrenci yer almıştır. Dismenoresi olmadığını belirten 41
öğrenci dışındaki 325 kişi araştırmanın örneklemini
oluşturmuştur. Veriler oluşturulan Soru Formu ile toplanmıştır.
Literatür taranarak dismenorede ve genel ağrılarda kullanılan
nonfarmokolojik yöntemler katılımcılara seçenek olarak
sunulmuş ve bunlar arasında kendilerinin uyguladığı
yöntemleri seçmeleri istenmiştir. Veriler SPSS programında
tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir.
BULGULAR:
Araştırmaya katılan genç kızların yaş ortalamasının 20,81
± 2,06 ve menstrual sikluslarının ortalama 27,43 ± 3,15 gün
menstrual kanamalarının ortalama 5,86 ± 1,31 gün sürdüğü
saptandı. Genç kızların %53,8'inin bazı menstrual sikluslarda
ve %46,2'sinin her menstrual siklusta dismenore yaşadığı
belirlendi. Genç kızların dismenore için kullandıkları nonfarmokolojik yöntemler içinde en çok uyuyup/istirahat etmeyi
(%73,2) ve sıcak uygulama yapmayı (%58,8) tercih ettiği
saptandı. Bunların dışında sırasıyla %24,9'nun
yürüyüş/egzersiz yaptığı , %23,7'sinin bitkisel çay tükettiği,
%22,2'sinin masaj yaptırdığı, %18,5'nin su tüketimini
arttırdığı, %4,3'nün kafeinli gıda/içecek tükettiği, %1,2'sinin
duş aldığı, plates ve nefes egzersizleri yaptıkları belirlendi.
SONUÇ:
Çalışmamızda en dikkat çekici sonuç dismenoreli genç
kızların non-farmokolojik yöntem olarak büyük
çoğunluğunun (%73,2) uyumak/istirahat etmeyi seçmeleridir.
Bu sonuca göre araştırmaya katılan genç kızların dismenore
nedeniyle günlük aktivitelerini yerine getiremedikleri
düşünülebilir. Bir diğer önemli sonuç ise katılımcıların
yarısından fazlasının sıcak uygulama yapmasıdır (%58,8).
Araştırmaya katılan öğrencilerin hiçbiri literarürde
belirtilen dismenore önleme yöntemlerinden B düzeyinde
kanıta sahip, akupunktur, transcutaneous electric nerve
stimulation (TENS) uygulanması ve günlük yaşamı
etkilemeyen balık yağı ile vitamin E takviyesi gibi yöntemleri
kullandığını belirtmemiştir. Araştırmada yer alan genç kızların
hemşirelik eğitimi gördükleri düşünüldüğünde kendi
eğitimlerinde de dismenore ile ilgili yeterli bilgi almadıkları ya
da bunu davranışlarına yansıtmadıkları ve bu konuyla ilgili
diğer genç kızlara yapacakları eğitimde yetersiz kalacakları
düşünülebilir. Ayrıca az sayıda da olsa bazı genç kızların
dismenorenin azaltılmasında önerilen kafeinli içeceklerin
azaltılması yerine artırması dikkat çekicidir. Genç kızların okul
ve iş devamsızlığına neden olmayacak etkisi kanıtlanmış
nonfarmakolojik yöntemler konusunda eğitilmesi, konuyla
ilgili hemşire ve diğer sağlık personelinin sorumlulukları
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
GİRİŞ:
Dismenore, adolesanlarda ve genç kızlarda görülen en
yaygın jinekolojik sorunlardan biridir. Primer ve sekonder
dismenore olarak ikiye ayrılır. Primer dismenorenin özelliği,
herhangi bir patolojiye bağlı olmaksızın, genellikle
ovulasyonlu sikluslarda görülmesidir. Sekonder dismenore ise
herhangibir patolojiye bağlı olarak gelişir. Dismenore
kadınların yaşamını, yaşam kalitesini, günlük aktivitesini ve
performansını olumsuz olarak etkileyerek, çalışan ve okuyan
kadınlarda iş günü kaybı ve devamsızlığa neden
olabilmektedir.
Genç kızlar arasında yaygın görülmesine ve günlük yaşamı
ciddi oranda etkilemesine rağmen araştırmalar, aileler ve
gençlerin, dismenoreyi geleneksel bir görüşle normal bir olay
olarak gördükleri bu nedenle yeterli danışmanlık hizmeti ve
tıbbi yardım almadıklarını göstermektedir. Dismenore normal
bir olay gibi göründüğünden tedavi hizmeti almak yerine
kadınların daha çok nonfarmakolojik yöntemlerle ağrılarını
gidermeye çalıştıklarını bilinmektedir.
13
arasındadır. Bu nedenle öncelikle hemşirelerin bu konudaki
araştırma sonuçlarından bilgilendirilmesi gerekir.
KAYNAKLAR:
1. Atasü T, Şahmay S, Dismenore ve premenstruall sendrom,
Jinekoloji 2001;35: 521–525
2. Barikarim C (2011), Primary Dysmenorrhea in
Adolescents, http://www.uptodate.com/contents/
primary-dysmenorrhea-in-adolescents? Erişim Tarihi:
15.09.2011
3. Berek JS, MD, Pelvik ağrı ve dismenore, Novak Jinekoloji
2004;14: 421–435
4. Davis A, Westhoff CL, Primary dysmenorrhea in
adolescent girls and treatment with oral contraseptives, J
Pediatr Adolesc Gynecol 2001; 14(1):3–8
5. Erenel A, Şentürk İ, Sağlık meslek lisesi öğrencilerinin
dismenore yaşama durumları ve dismenore ile baş etmeye
yönelik uygulamalar, Hacettepe Hemşirelik Yüksekokulu
Dergisi 2007; 2: 48–60
6. French L, Dysmenorrhea, American Family Physician,
2005 15;71(2): 285–291.
7. Güler S, Genc Kızlarda Menstruasyon Ozellikleri ve
Antropometrik Olcumleri, Uzmanlık Tezi, Selcuk
14
Universitesi Tıp Fakultesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Konya,
Türkiye, 1996
8. Katharyn A, Laura R, Dysmenorrhea, Maternal and
Neonatal Nursing 1994;2: 108–110.
9. Potur DC, Lokal düşük doz ısı uygulamasının dismenore
üzerine etkileri, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi,
İstanbul, Türkiye, 2009.
10. Schorge JO, Schaffer JI, Halvorsan LM, Bradshaw KD,
Cunningham FG, Üreme endokrinolojisi, Williams
Jinekoloji 2010;15: 330–361
11. Taşkın L, Üreme Siklusu Anomalileri, Doğum ve Kadın
Sağlığı Hemşireliği 2007; 24: 575–577
12. Unsal A, Ayrancı U, Tozun M, Arslan G, Çalık E, Prevalence
of dysmenorrhea and its effect on quality of life among a
group of female university students, Upsala Journal of
Medical Sciences 2010; 115: 138–145
13. Vicdan K, Kukner S, Tabakoğlu S, Ergin T, Keles G,
Gökmen O, Demographic and epidemiologic features of
female adolescents in Turkey, J Adolesc Health 1996;18
(1): 54–8
14. Yıldırm M, Dismenore, Klinik Jinekoloji 1992;s:299–303
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Üniversite Öğrencilerinde Cinsel Yaşam
AMAÇ:
Araştırma üniversite öğrencilerinin cinsel yaşamları
hakkında bilgi edinmek ve karşılaştıkları riskleri belirlemek
amacıyla planlanmıştır.
bir cinsel yaşantısının olduğunu belirtmiştir. Bu öğrencilerin
%16,1'i (n=36) gebelikten koruyucu yöntem kullanmadığını,
%65,9'u prezervatifi gebelikten koruyucu yöntem olarak
kullandığını belirtmiştir.
MATERYAL-METOD:
Tanımlayıcı tipteki araştırmanın evrenini ülkemizin
batısındaki bir üniversitenin 2009-2010 akademik yılı fakülte
ve yüksekokullarının son sınıfına kayıtlı 2473 öğrenci
oluşturmuştur. Örneklemde ise araştırmaya dahil olma
kriterlerine sahip 1291 öğrenci yer almıştır. Veriler tüm fakülte
ve yüksekokullar dolaşılarak soru formu aracılığı ile
toplanmıştır. Sonuçlar, bilgisayar programında yüzdelik analizi
ile değerlendirilmiştir.
SONUÇ VE ÖNERİLER:
Üniversite son sınıfta okuyan gençlerin üçte birinden
fazlasının cinsel ilişki deneyimi vardır. Erkek öğrenciler
üniversiteye başlamadan, kız öğrenciler ise üniversiteye
başladıktan sonra daha fazla oranda cinsel deneyime sahip
olmuştur. Kız öğrencilerin cinsel ilişki yaşama oranı
üniversiteye başladıktan sonra 3 kattan fazla artmıştır.
Öğrencilerin yarıya yakınının ilk cinsel deneyimlerinde
kendilerini gebelikten ve enfeksiyondan koruyacak önlemleri
almadığı, sonuçta 34 öğrencinin öğrenim hayatı sırasında
gebelik yaşadığı, kız öğrencilerde yöntem kullanımının daha
az olduğu, en çok kullanılan yöntemin ise kondom olduğu
saptanmıştır. Sonuçlar eğitim hayatının sonuna yaklaşmış
gençlerin kendilerini ilgili risklerden koruyacak sağlıklı
davranışlar sergilemediklerini göstermektedir. Gençlerin
gebelik, enfeksiyon gibi cinsel/üreme sağlıklarını tehdit eden
her türlü riskten koruyacak davranışları sergileyebilmeleri,
kendileri ve partnerleri için güvenli cinsellik sağlayabilmeleri,
bunu bir yaşam biçimi olarak kabul edebilmeleri için
eğitilmeleri gerekir. Üniversiteler sadece mesleki ve akademik
eğitim kazandırma yeri olmayıp aynı zamanda topluma
bilinçli gençler de yetiştirme sorumluluğuna sahiptir. Bu
nedenle bazı üniversitelerde cinsel/üreme sağlığı danışmanlığı
ve hizmeti vermek üzere oluşturulan “Gençlik Danışma
Birimleri” nin tüm üniversitelerde de oluşturulup, hem kız
hem erkek öğrencilere üreme sağlığını içeren konularda
danışmanlık verilmelidir. Gençlerin ihtiyaçlarına uygun eğitim
programları hazırlamak, riskler açısından korumak,
üniversitede ilgili klinik ve okullarda çalışan hemşirelerin
sorumluluğudur. Bu bilgilendirme öğrencilere zorunlu/seçmeli
ders olarak da birinci sınıftan itibaren hemşire
akademisyenlerce verilebilir.
BULGULAR:
Evrende yer alan öğrencilerden, ulaşılabilen ve örneklem
seçim kriterlerine uyan 1291 öğrencinin yaş ortalaması
22,7±1,7 (range=20-35, mode:22, median:22) olup
%88,2'si (n=1138) 20-24 yaş aralığında, %52,2'si kız %47,8'i
erkek, %98,1'i (n=1266) bekar ve %56,3'ü evde arkadaşları
ile kalmaktadır. Kız öğrencilerin %11,6'sı (n=78), erkek
öğrencilerin %66,6'sı (n=411) toplam 489 (%37,9) kişi cinsel
deneyimi olduğunu ifade etmiştir. Cinsel deneyime sahip
olma durumu bakımından kız ve erkek öğrenciler arasında
çok ileri düzeyde anlamlı fark saptanmıştır (x2=414,710
p=0,000). Cinsel deneyimi olan öğrencilerin %33,9'u
(n=166) ilk cinsel ilişkisini üniversiteye başladıktan sonra
yaşadığını belirtmiştir. Bu öğrencilerin %76,9'u (n=60) kız,
%25,8'i (n=106) erkektir. Öğrencilerin %56,4'ü (n=276) ilk
cinsel ilişkisinde gebelikten koruyucu yöntem kullandığını
belirtmiştir. Bu öğrencilerin %87,7'si (n=242) erkek, %12,3'ü
(n=34) kız'dır. Kondom ilk cinsel ilişkide gebelikten korunmak
için en çok kullanılan yöntemdir. Cinsel deneyimi olan
öğrencilerin yaklaşık %7'sinin gebelik deneyimi olmuştur.
Kızlarda bu oran %20,5 iken, erkeklerde %4,4'tür. Cinsel
deneyimi olan öğrencilerin %45,6'sı (n=223) halen düzenli
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
Hilal ŞANLI ÇOLAKOĞLU, Sevgi ÖZSOY GÖKDEMİREL
15
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Gebelerin Gebelik Sürecinde Beden İmajını
Algılama Durumlarının Belirlenmesi
Atatürk Üniversitesi Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans tezidir.
Elif YAĞMUR ÖZORHAN*, Türkan PASİNLİOĞLU**
* Arş. Gör. Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Erzurum
**Prof. Dr. Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Erzurum
AMAÇ:
Bu araştırma gebelik deneyimi yaşayan kadınların gebelik
boyunca beden imajlarını algılama durumlarını belirlemek
amacıyla tanımlayıcı tasarımda yapılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM:
Araştırma, 26 Mart-24 Haziran 2011 tarihleri arasında
Erzurum il merkezinde bulunan Nenehatun Kadın Doğum
Hastanesi polikliniklerine antenatal kontrolleri için gelen 316
gebe ile yürütülmüştür. Veriler, “Kişisel Bilgi Formu” ve “Çok
Yönlü Beden-Benlik İlişkileri Ölçeği” (ÇYBBİÖ) kullanılarak
toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik
dağılımlar, ortalama, Cronbach Alfa, bağımsız gruplarda ttesti, Tek Yönlü Varyans analizi (ANOVA), Kruskall Wallis ve
Mann Whitney U testi kullanılmıştır.
BULGULAR:
Gebelerin sosyo-demografik özelliklerine göre ÇYBBİÖ
toplam puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak
anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). Daha önce gebelik
16
deneyimi olan gebelerin ölçek toplam puanının daha düşük
olduğu, ilk gebelik yaşı arttıkça ölçek toplam puanının arttığı
bulunmuştur. Ölçek toplam puanının II. trimestirde en yüksek,
III. trimestirde en düşük olduğu ve trimestirlere göre ölçek
toplam puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak
anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). Gebelerin gebelik
öncesi/gebelikteki BKİ' ye göre ÇYBBİÖ toplam puan
ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı
olmadığı belirlenmiştir (p>0.05).
SONUÇ:
Sonuç olarak; gebelerin gebelikte beden imajını olumlu
algıladıkları, büyük bir çoğunluğunun beden imajını
algılamada başkasından etkilenmedikleri, etkilenenlerin ise en
çok eşinden etkilendiği ve etkinin yönünün olumlu olduğu
belirlenmiştir
Anahtar Kelimeler: Gebelik, gebelik süreci, beden imajı.
Bu çalışma, Atatürk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
(BAP) Yönetim Birimi'nce desteklenmiştir (BAP-2011/61).
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Tuboovaryan Kitle İle Karışan İlginç Bir
Apendiks Kanseri: Olgu Sunumu
Dr. Esra Güzel, Uz. Dr. Zehra Doğan, Uz. Dr. Ekrem Çakar, Uz. Dr. Güler Bağbozan Ateşer
Dr. Esra Güzel İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Asistan Doktor, İstanbul
Uz. Dr. Zehra Doğan İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uzman Doktor, İstanbul
Uz. Dr. Ekrem Çakar İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği, Uzman Doktor, İstanbul
Uz. Dr. Güler Bağbozan Ateşer İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Eğitim Sorumlusu, İstanbul
Bu vaka sunumu apendiks kanserinin diğer
gastrointestinal patolojilerle karışabileceği gibi genitoüriner
patolojilerle de karışabildiğini göstermektedir. 42 yaşında
G5P2A1C2 olan hasta kasık ağrısı ile kliniğimize
başvurmuştur.. Hastanın ultrasonografisinde sağ adneks
lojunda 98x26 mm yoğun içerikli kitle dikkati çekmektedir.
Hastanın preop genel cerrahi konsultasyonu sonrasında
cerrahi patoloji düşünülmeyip hastaya eksploratif laparatomi
yapıldı. Operasyonda uterus ve bilateral overler doğal izlendi.
Apendiks 15x5 cm büyüklüğünde izlendi. Genel cerrahi
doktoru tarafından appendektomi yapılan hastanın patolojisi
low grade müsinöz neoplazi gelmiştir. Hastanın
değerlendirilmesi ve tedavisi devam etmektedir. Apandiks
kanseri tüm gastrointestinal sistem neoplazilerinin
%0.4'ünden daha az insidansa sahiptir. Appendektomize
hastaların %2'sinde apendiks kanseri
tespit edilmiştir.
Apendiks müsinöz neoplaziler orta yaş bayan hastalarda
erkeklere oranla daha fazla görülmektedir. Sağ alt kadranla
ilgili kitleleri değerlendirirken jinekologlar ayırıcı tanıda
apandikse ait kitleleri düşünmelidir.
Mucinous
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
REFERANSLAR:
1) Nicole C. Panarelli, Rhonda K. Yantiss;
Neoplasms of the Appendix and Peritoneum. Archives of
Pathology & Laboratory Medicine: October 2011, Vol. 135,
No. 10, pp. 1261-1268.
2) Arun A Manavur, Vamsi Parimi, Mark O'Malley, Marina
Nikiforova, David L Bartlett, Jon M Davison; Establishment
and characterization of a murine xenograft model of
appendiceal mucinous adenocarcinoma. Int J Exp Pathol.
2010 August; 91(4): 357–367.
3) Chinnusamy Palanivelu, Muthukumaran Rangarajan,
Suviraj James John, Karuppusamy Senthilkumar, Shankar
Annapoorni;Laparoscopic Right Hemicolectomy for
Mucocele Due to a Low-Grade Appendiceal Mucinous
Neoplasm. JSLS. 2008 Apr-Jun; 12(2): 194–197.
4) Zoran Gatalica, Jason M. Foster, Brian W. Loggie; Low
Grade Peritoneal Mucinous Carcinomatosis Associated with
Human Papilloma Virus Infection: Case Report.Croat Med J.
2008 October; 49(5): 669–673.
5) K. Nouri, M. Demmel, J. Ott, R. Promberger, J.C. Huber, K.
Mayerhofer; Villous Mucinous Cystadenoma of the Appendix
in a Postmenopausal Woman. JSLS. 2010 Apr-Jun; 14(2):
296–298.
17
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
İpi Görünmeyen Ria Gebeliğin İlk Üç Ayında
Çıkarılmalı Mı? Olgu Sunumu
İsmail BIYIK, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Karacabey Devlet Hastanesi, Bursa*
Ayşe AKIN, Radyoloji Uzmanı, Karacabey Devlet Hastanesi, Bursa*
Oktay ALTUN, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Karacabey Devlet Hastanesi, Bursa*
Ahmet KARATAŞ, Kadın Hastalıkları ve Doğum Yardımcı Doçenti, Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı,
Düzce**
GENEL BİLGİLER:
Bakırlı rahim içi araç (RİA) üreme çağındaki kadınlarda
yaygın olarak kullanılan kontraseptif bir metottur.
Koruyuculuk oranı yüksek olmasına rağmen, RİA'nın varlığına
rağmen gebelik oluşabilir. Gebelikte RİA varlığı durumunda
gebeliğin yerleşimi, haftası ve kanama, enfeksiyon
bulgularının varlığına bakılarak yönetim belirlenir. Genel
görüş, intrauterin gebelik ve intrauterin yerleşimli RİA varsa ve
RİA'nın ipi görünüyorsa ilk trimesterde çekilmesi yönündedir
(1). İpi görünmeyen RİA'larda ise yönetimin nasıl olacağı
tartışmalıdır (2)?
OLGU:
28 yaşındaki G4P3 olgu Karacabey Devlet Hastanesi Kadın
Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine adet rötarı şikayeti ile
başvurdu. Öyküsünde 3 yıl önce intrauterin RİA uygulanma
öyküsü mevcut olan olgunun bakılan obstetrik
ultrasonografisinde intrauterin yerleşimli 71/7 hafta ile
uyumlu canlı gebelik izlendi. Ultrasonografide intrauterin
gebeliğe eş zamanlı olarak uterus fundus yerleşimli RİA
ekojenitesi izlendi (Şekil 1). Yapılan pelvik muayenede
kollumda RİA ipi görülmedi. Hastaya RİA'ya bağlı oluşabilecek
riskler anlatıldı. Bir hafta sonra (80/7 hafta) hasta, şiddetli
kasık ağrısı ve vaginal kanama şikayeti ile başvurdu. Aile
RİA'nın çekilmesi talebinde bulundu. RİA çekilmesi sonrası
oluşabilecek riskler anlatıldı, ailenin onamı alındı. Hastaya
antibiyotik profilaksisi başlandı, parenteral progesteron
desteği verildi. Abdominal ultrasonografi eşliğinde,
kollumdan pean ile girilerek RiA tutuldu ve çekildi. İşlem
sonrası yapılan ultrasonografik değerlendirmede fetal kalp
atımı izlendi. Takiplerinde hastanın kasık ağrısı ve vaginal
kanaması azaldı. İki gün sonra yapılan kontrol
ultrasonografisinde fetal kalp atımı görülmedi. Bunun üzerine
revizyone küretaj uygulanarak gebelik sonlandırıldı.
TARTIŞMA:
Kirkinen ve arkadaşlarının ilk trimesterde ultrasonografi
eşliğinde RİA çekilen 26 olguyu içeren çalışmasında; RİA
18
çekilmesine bağlı genel abortus oranını %46, öncesinde
komplike olmayan gebelerde %36 bulmuşlardır (3). Aynı
çalışmada RİA çekilmesi sonrası gebelik kaybı süresi ortalama
21.5 gün olarak hesaplanmıştır. Sachs ve arkadaşlarının
abdominal ultrasonografi eşliğinde RİA çekilen üç ilk trimester
olgusu miada ulaşmıştır (4). Assaf ve arkadaşlarının 46
olguluk serisinde intrauterin RİA ilk trimesterde CO2
histeroskopi aracılığı ile çekilmiş, sadece iki olguda spontan
abortus gelişmiştir (5). Bu olguda kasık ağrısı ve vaginal
kanama gibi enfeksiyon lehine bulgular olması nedeniyle
ultrasonografi eşliğinde RİA çekilmiş, iki gün sonra abortus
gelişmiştir. İlk trimester gebeliklerde ipi görünmeyen RİA
enfeksiyon bulgusu yoksa takip önerilebilir. Ancak enfeksiyon
lehine bulgular varsa ultrasonografi eşliğinde RİA çekilmesi
seçeneği güvenli olabilir, ailenin de onamı ile düşünülebilir (6).
REFERANSLAR:
1. Kontrasepsiyon. Williams doğum bilgisi. s673-704, Çeviri
editörleri: Yavuz Ceylan, Gökhan Yıldırım, Ali Gedikbaşı,
Halil Aslan, Ahmet Gül. Nobel tıp kitapevi, İstanbul, 2010.
2. Stubblefield PG, Fuller AF Jr, Foster SC. Stubblefield PG,
Fuller AF Jr, Foster SC. Obstet Gynecol. 1988;72(6):961-4.
3. Kirkinen P, Simojoki M, Kivelä A, Jouppila P. Ultrasoundcontrolled removal of a dislocated intrauterine device in
the first trimester of pregnancy: a report of 26 cases.
Ultrasound Obstet Gynecol. 1992;2(5):345-8.
4. Sachs BP, Gregory K, McArdle C, Pinshaw A. Removal of
retained intrauterine contraceptive devices in pregnancy.
Am J Perinatol. 1992;9(3):139-41.
5. Assaf A, Gohar M, Saad S, el-Nashar A, Abdel Aziz A.
Removal of intrauterine devices with missing tails during
early pregnancy. Contraception. 1992;45(6):541-6.
6. Schiesser M, Lapaire O, Tercanli S, Holzgreve W. Lost
intrauterine devices during pregnancy: maternal and fetal
outcome after ultrasound-guided extraction. An analysis
of 82 cases. Ultrasound Obstet Gynecol. 2004 May;
23(5):486-9.
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Üniversitede Sağlık Eğitimi Alan Kız
Öğrencilerin Sağlık Sorumluluğunun
Jinekolojik Sorunlara İlişkin Tutum ve
Davranışlarına Etkisi
Özlem DEMİREL BOZKURT, Aytül HADIMLI, Hafize ÖZTÜRK CAN, Selmin ŞENOL
Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu – İzmir
İletişim: [email protected]
AMAÇ: Üniversitede sağlık eğitimi alan kız öğrencilerin sağlık
sorumluluğunun jinekolojik sorunlara ilişkin tutum ve
davranışlarına etkisini belirlemektir.
YÖNTEM: Bu araştırma, Sağlık Yüksekokulu'nda okuyan ve
araştırmaya katılmayı kabul eden (n=304) öğrenciler ile
yapılan kesitsel bir çalışmadır. Verilerin toplanmasında
öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerine, jinekolojik sorun
yaşama ve jinekolojik muayene ile ilgili tutumlarına ilişkin
soruları içeren görüşme formu ile Sağlıklı Yaşam Biçimi
Davranışları Ölçeği-II (SYBDÖ-II) (Health Promotion Life-Style
Profile=HPLP-II)'nin “Sağlık Sorumluluğu” alt boyutu
kullanılmıştır. Veri analizleri SPSS 16.0 bilgisayar istatistik paket
programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Veri analizlerinde
tanımlayıcı istatistikler ortalama, Student t test, Mann
Whitney U, tek yönlü varyans analizi (ANOVA) testleri
kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan öğrencilerin %65.1'i 22 yaş
ve altında, yaş ortalaması 21.88±1.66 (Min:18.0, Max:29.0)
olarak bulunmuştur. Öğrencilerin %28.0'i dördüncü sınıfta,
%81.6'sı Ebelik, %16.4'ü Hemşirelik ve %2.0'si Sağlık
Memurluğu bölümlerinde eğitim görmektedir. Öğrencilerin
tamamına yakını (%97.7) bekâr olup %51.0'i düz lise
mezunudur.
Öğrencilerin annelerinin %73.4'ü okuryazar/ilkokul mezunu ve babalarının ise %51.0'i okuryazar/ilkokul mezunu olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin
%41.4'ü son üç ay içinde jinekolojik sorun yaşadığını
belirtmiştir. Yaşanan jinekolojik sorunlar; %46.9 adet
problemleri, %14.6 akıntı ve %9.6 ile üriner sistem
sorunlarıdır. Öğrenciler jinekolojik sorunu olduğunda; %66.7
doktora gittiğini, %19.8'i hiçbir şey yapmadan, kendi kendine
geçmesini beklediğini, %9.5'i kendi kendine ilaç kullandığını
belirtmiştir. Jinekolojik sorunu olmasına rağmen muayene
olmayan öğrencilerin (%81.6), neden muayene olmadıkları
sorulduğunda; yanıt verenler içinden %42.4'ü “gerek
görmediğini” ifade etmiştir. Araştırmaya katılan kız
öğrencilerin “Sağlık Sorumluluğu” puan ortalaması
23.28±4.25 olarak saptanmıştır. Öğrencilerin jinekolojik
sorun yaşama ve muayene olma durumu ile sağlık
sorumluluğu alma davranışları arasında anlamlı fark elde
edilmiştir (p<0.05). Jinekolojik sorun yaşayan ve muayene
olan öğrencilerin sağlık sorunluluğu puan ortalamaları daha
yüksek bulunmuştur.
SONUÇ: Kız öğrencilerin sağlık yüksekokulunda eğitim alıyor
olmalarına rağmen sağlık sorumluluklarının yeterli düzeyde
olmadığı söylenebilir. Geleceğin sağlık çalışanı olacak bu
öğrencilere sağlık davranışları kazandırmada eğitim verenlere
önemli görevler düşmektedir. Öğrencilere verilen eğitimler
içerisinde, jinekolojik problemlerde ve özellikle adet
düzensizliklerinde erken tanının önemi ve vakit geçirilmeden
doktora gidilmesi gerektiği, jinekolojik muayenenin sağlığı
korumak veya var olan bir soruna açıklık getirmek açısından
önemli bir uygulama olduğu vurgulanmalıdır. Öğrencilere
olumlu sağlık davranışlarının, sağlığı koruma, sürdürme ve
geliştirme bilincinin kazandırılabilmesi için okulların müfredat
programlarında sağlığı geliştirmeye yönelik derslerin olması
önerilebilir.
Anahtar Kelime: Kız öğrenciler, Sağlıklı sorumluluğu,
Jinekolojik sorunlar.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
ÖZET
Kız öğrenciler sıklıkla bir jinekolojik sorunla karşılaştıklarında,
utanma, kızlık zarı bozulacağı korkusu ile jinekolojik
muayeneden korkma ve bilinmezlik nedeniyle doktora gitmek
yerine kendi kendilerine ilaç kullanmayı tercih
edebilmektedirler. Özellikle sağlıkla ilgili bölümlerde okuyan
kız öğrencilerin hem bir birey olarak hem de meslek yaşamına
başladığı zaman sağlığın geliştirmesinden sorumlu bir eleman
olarak sağlık davranışlarının değerlendirilmesinde yarar vardır.
19
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
16-36 Haftalık Gebe Fetuslarında İki Boyutlu
Ultrasonografik Parametrelerin
Değerlendirilmesi
Özbağ D*, Arıkan D.C**, Kıran H**, Gümüşalan Y*, Tok A**, Yamaç E*
* Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kahramanmaraş Türkiye,
** Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Kahramanmaraş Türkiye
GİRİŞ-AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, Türk toplumundaki Gebe
Fetuslarının (USG) Ultrasonagrafik incelenme ihtiyacı ve
halihazırda ölçümlerde kullanılan USG cihazlarının menşei
olan ülke ortalamalarına göre ayarlanmış olması nedeniyle,
gerçek ortalamalara ulaşmadaki sıkıntıları ortadan
kaldırmaktır.
MATERYAL-METOT
Bu çalışma, Herhangi bir sistemik hastalığı olmayan, 1636 haftalık yaşları 19-38 arasında değişen toplam 50 gebe
bayanın (tekil hamileler) USG'leri üzerinde yapıldı. USG ile
Fetus Biparietal çap, Abdomen çevresi, Femur Uzunluğu,
Tibia Uzunluğu, Fibula Uzunluğu, Humerus Uzunluğu,
Radius Uzunluğu, Ulna Uzunluğu ile Anne kilo, Anne boy,
Fetus cinsiyetleri gibi parametreler alındı.
BULGULAR
Gebelik sayıları 2-4, doğum sayıları ise 0-3 arasında
değişen toplam 50 gebe bayan değerlendirildi. Anne yaşı,
gebelik yaşı ve doğum sayısı ile aralarında (P<0,05) değerinde
istatistiksel anlamlılık bulunmuştur. Fetus Biparietal çap ile
Femur Uzunluğu, Tibia Uzunluğu, Fibula Uzunluğu, Humerus
Uzunluğu, Radius Uzunluğu, Ulna Uzunlukları arasında ise
P<0,01 değerinde istatistiksel anlamlılık bulunmuştur. Bu
parametrelerin hepsi kendi aralarında aynı istatistiksel
anlamlılığı göstermiştir. Ayrıca anne boyu ile kilosuda P<0,05
oranında önemlidir.
SONUÇ- TARTIŞMA
Fetal gelişim normogramları toplumlar arasında değişiklik
göstermesinin yanı sıra kullanılan USG cihazlarınında o
toplumun özelliklerini yansıtacak şekilde proglanması
gerektiği kanısındayız ancak o zaman o toplumun bireylerinin
özelliklerini yansıtan gerçek değerler elde edebiliriz.
REFERANSLAR
1. Jeanty P. Fetal Biometry. In: Fleischer AC, romero R,
ManningFA, Jeanty P, James AE, editors. The Principles
and Practice of Ultrasonography in Obstetrics and
Gynecology. Norwalk: Appleton and Lange, 1991: 93108
2. Şener T. Are fetal growth nomograms different at
Osman Gazi University obstetrics population T Klin Jinekol
Obst 1996, 6: 201-207
3. Fleischer AC, Romero R, Manning FA, Jeanty P, James AE,
editors. The principles and Practice of Ultrasonography in
Obstetrics and Gynecology. Norfalk: Appleton and Lange,
1991.
Alınan parametrelerin ortalamaları, min., max. Değerleri tabloda gösterilmiştir.
Değerler
Mean
Median
Min.
Max.
20
BDP
7,6
8
3,5
9,5
HC
24,4
25,5
12,4
36,1
AC
24,7
26,3
5,8
33,2
FL
5,5
6
2
7,4
TL
4,9
5,12
1,8
7,1
FBL
4,9
4,4
1,9
52
HL
8,5
5,1
2,5
432
RL
4,6
4,7
2,8
6,4
UL
4,2
4,2
0
6,2
MW
71,9
71
58
90
ML
165,2
165,5
157
175
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Endometrium Kanserli Morbid Obez
Hastaların Bakımında Hemşirenin Rolü
Kübra ÖZCAN*, Gül PINAR**
* Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Kliniği, Ankara
** Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Ankara
Obezitenin, endokrin ve metabolik deðiþikliklerle
karakterize olup çok sayıda kronik hastalıkla iliþkili olduğu
bildirilmektedir. Çeşitli kanser türleri özellikle endometrium
kanseri bu hastalıklar arasında yer almaktadır. Endometrium
kanseri, en sık görülen ikinci jinekolojik kanserdir. Literatürde
endometrium kanserlerinin %40'ının obezite kaynaklı
olabileceği ve obezlerde endometrium kanseri riskinin 5-10
kat artacağı bildirilmektedir. Vücut ağırlığının azaltılmasına
yönelik önlemler, endometrium kanseri profilaksisinde önemli
yer tutmaktadır. Perimenopozal dönemde, obezite kronik
anovulasyonu tetikleyerek rölatif hiperöstrojenizme neden
olmaktadır. Postmenopozal dönemde ise, aşırı yağ dokusu
androstenodionun östriole ve testosteronun östrodiole
aromatizasyonu ile serum östron ve östradiol düzeylerinde
artışa neden olmaktadır. Adipoz dokunun stroma
hücrelerinde östrojen üretiminin artması endometriyal kanser
riskinin obez kadınlardaki artış nedenine yönelik açıklamalardan biridir. Bu nedenle ideal kilonun korunması ve
obezitenin önlenmesi, diabet ya da hipertansiyon riskinin
azaltılması açısından önemli olduğu belirtilmektedir.
Endometrium kanserinde bariyatrik cerrahi girişimleri;
tanılayıcı, evrelendirici, tedavi edici, rekonstrüktif, palyatif ve
destekleyici olmak üzere farklı amaçlarla kullanılmaktadır. Bu
bağlamda endometrium kanserinin tedavisinde morbid obez
hastaların cerrahi operasyon öncesi-sonrasında hemşirelik
bakımı ve yaklaşımı komplikasyonların azaltılması yönünden
oldukça önemlidir. Özellikle, temel fizyolojik işlevlerin
sürdürülmesi, ameliyat bölgesinin korunması, hastanın
durumundaki değişikliklerin izlenmesi, yorumlanması ve
kaydedilmesi, aseptik uygulamalarla ameliyat bölgesinde
enfeksiyon gelişiminin önlenmesi, solunum işlevlerinin
sürdürülmesi, pasif egzersizlerin yapılması ve erken dönemde
mobilizasyon, ağrının kontrol edilmesi, fiziksel ve psikolojik
rehabilitasyon ve hastanın radyoterapi ve kemoterapi için
hazırlamasını süreçlerini kapsamaktadır. Hemşireler
endometrium kanseri tanılı morbid obez hastalarla sadece
bariyatrik (aşırı şişmanlık) cerrahi için değil obezitenin getirdiği
birçok ek hastalıkların tedavisi ve bakımı konusunda rol
almaktadır. Ayrıca, bireysel farklılıklar göz önüne alınarak
gereksinimlere ilişkin özel, eleştirel düşünme ve karar verme
yeteneklerinin yansıtıldığı bütüncül bir perioperatif bakım
hemşirelik yaklaşımları ile mümkün olmaktadır. Özetle;
hastaların yaşam kalitelerinin arttırılması ve yeni hayatlarına
uyum sağlamalarında hemşirenin rolü oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Obezite, Morbid Obez,
Endometrium Kanseri, Hemşirelik bakımı
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
Obezite, gelişmiş ülkelerde, giderek büyüyen majör bir
halk sağlığı problemidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) obeziteyi
yağ dokusunda sağlığı bozacak ölçüde anormal veya aşırı yağ
birikmesi olarak tanımlamış ve obezite için uluslararası bir
sınıflandırma geliştirmiştir. Buna göre, vücut kitle indeksi; 2529.9 kg/m² arası fazla kilolu, 30-39.9 kg/m² arası obez, 40
kg/m² ve daha üstü ise morbid obeziteyi yansıtmaktadır. Tüm
dünyada obezitenin prevelansı giderek artmaktadır. DSÖ
verilerine göre dünyada 400 milyonun üzerinde obez ve
yaklaşık 1.6 milyardan fazla kilolu birey bulunmakta ve 2015
yılında bu rakamın sırasıyla 700 milyon ve 2.3 milyara
ulaşacağı tahmin edilmektedir.
21
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Total Uterin Prolapsus Cerrahisi ve
Profilaktik Uterosakral Cuff Fiksasyonu
Sonrası Hızlı Gelişen Cuff Prolapsusunun
Sakrospinöz Fiksasyon İle Düzeltilmesi
Murat BOZKURT
*Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği
Yazışma Adresi: [email protected]
AMAÇ:
Vaginal cuff prolapsusu için abdominal ve vaginal çok
sayıda kolpopeksi operasyonu tanımlanmıştır. Profilaktik cuff
prolapsusu için uterosakral fiksasyon yapılan olgumuzda
yaklaşık ikibuçuk ay sonra gelişen total cuff prolapsusunun
sakrospinöz fiksasyon ile başarılı bir şekilde tedavisi
sunulmuştur.
OLGU:
04/05/2012 tarihinde 57 yaşında G.B, vajinada ele gelen
kitle ve vaginal kanama şikayeti ile kliniğimize başvurdu.
Yapılan vaginal muayende ve transvaginal ultrasonografi de
total uterin prolapsus ve over kisti tanısı konuldu. Hastaya
anormal uterin kanama etiyolojisi için diagnostik histeroskopi
ve yönlendirilmiş biyopsi yapıldı. Gönderilen 3x2.5x0.5 cm
ölcüsündeki kanamalı doku parçalarında endometrial polip ve
bu alanlarda fokal glandüler hiperplazi saptandı. Hastaya
başlangıçta vaginal histerektomi planlandı fakat over kisti
nedeniyle abdominal histerektomi kararı verildi. Hasta
operasyona alındı. Over kisti frozen sonucu, benign gelen
olguya total abdominal histerektomi- bilateral
salpingoooferektomi yapıldı ve profilaktik olarak vaginal cuff
uterosakral ligamente fikse edildi. Komplikasyon gelişmeyen
hasta postoperatif 3.günde taburcu edildi. Patoloji;
endometriumda polip, myometriumda atrofi ve sol overde
seröz kist adenom (4x5 cm) olarak rapor edildi. Hasta
27/07/2012 tarihinde ele gelen kitle, vaginadan dışarıya
sarkan kitle ve idrarını tam boşaltamama şikayeti ile tekrar
kliniğimize başvurdu. Yapılan vaginal muayenede baden
sınıflandırılmasına göre evre 4 prolapsus izlendi. Hastanın da
isteği doğrultusunda cuff prolapsusu için sakrospinöz
fiksasyon operasyona karar verildi. Operasyonda pararektal
fasia diseke edilerek vaginal cuff dan geçilen absorbe
olmayan sütürler dechamps yardımı ile spina iskiadikanın 2-
22
3 cm medialine sağ taraf sakrospinöz ligamente uygulandı.
Preoperatif Hb:11.6g/dl olan hastanın postoperatif Hb:11.1
g/dl idi.
Komplikasyon gelişmeyen olgu postoperatif
2.gününde taburcu edildi.
Tartışma:
Vaginal cuff prolapsus insidansı, yaşlanan nüfusun
artması, beklenen hayat kalitesi ve histerektominin artmasına
bağlı olarak giderek artmaktadır. Histerektomi sonrası
prolapsus için reoperasyon 3,6/1000 dir. Histerektomi
sonrası ilk 3 yılda % 1 olan insidans, 15 yılda % 5' lere
ulaşmıştır. Sakrospinöz fiksasyonda en önemli çekince akut
hemorajidir. Pudental damar ve sinir ayrıca perirektal ve sakral
ven yaralanması önlemek için dikkatli diseksiyon ve
sütürasyon gereklidir. Yapılan çalışmalarda bilateral uygulanan
tekniğin unilateral uygulanan tekniğe bir üstünlüğü
gösterilememiştir. Bizde olgumuzda fiksasyonu tek taraflı
uyguladık ve komplikasyon izlemedik. Sakrospinöz
fiksasyonun vaginal aksın posteriora yer değiştirmesi
nedeniyle de nova sistosel oluşumuna neden olabileceği
bilinmektedir. Vaginal diseksiyonlar sırasında nöronların zarar
görmesi, vezikoüretral bileşkede olan değişiklikler, üretranın
düzleşmesi ve kapanma basıncının düşmesi gibi her biri
değişik olgularda değişik düzeyde etkili olabilecek
nedenlerden dolayı de nova stres ve urge inkontinans gelişimi
de görülebilir. Uzun dönem komplikasyonlardan dolayı
hastalar belirli aralıklarla takip edilmelidir. Bu olgu sunumu ile
histerektomi sonrası profilaktik olarak cuff prolapsusunu
önlemesi amacıyla yapılan uterosakral fiksasyon yetersizliği
vurgulanmak istenmiştir. Olgumuzda abdominal
sakrokolpopeksi daha iyi bir cerrahi teknik olabilirdi. Hastaya
daha sonra literatürde cuff nüksü ve postoperatif morbiditesi
düşük olan vaginal sakrospinöz fiksasyon yapılabileceğine
dikkat çekilmiştir.
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Total Prolapsus Uteri Nedeni İle Gelişen
Bilateral Hidroüreteronefroz ve Akut Böbrek
Yetmezliği
Murat BOZKURT
*Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Yazışma Adresi: [email protected]
Olgu:
78 yaşındaki olgu karın ağrısı, kasık ağrısı, bir gündür hiç
idrara çıkamama ve vaginadan dışarıya sarkan
kitle
şikayetleriyle hasta yakınları tarafından İdil Devlet Hastanesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğine getirilmiştir. 1 yıl önce
geçirilmiş diz cerrahisi olan hastanın genel durumu kötü idi.
Yapılan vaginal muayenede vulva ve vagen atrofik ve POP-Q
evrelemesine göre evre 4 prolapsus uteri, grade 3 sistosel
grade 2 rektosel mevcut idi. Yapılan tetkiklerde Hb10.7 g/dl,
potasyum 7.1mmol/L, sodyum 125mmol/L, BUN:118 mg/dL,
kreatin:3.2 mg/dL ,WBC:11000 bulunmuştur. Akut böbrek
yetmezliği tespit edilmiştir. Yapılan üriner USG ve BT de
bilateral hidroüreteronefroz
ve total uterin prolapsus
görülmüştür. Ürolojik değerlendirme sonrası hastaya
percutan nefrestomi açılmış ve 4 günün sonunda
BUN:20mg/dl, kreatin 1,4mg/dl gerilemiştir. Yapılan TİT ve
idrar kültürü mix enfeksiyon tesbit edilmiş ve antibiyoterapi
başlandı. Genel durumu düzelen hastaya vaginal
histeraktomi, colporafi anterior, colporafi posterior ve
perinoplasti operasyonu uygulandı. Postoperatif 5.gün
taburcu olan hastada takiplerinde akut böbrek yetmezliği,
hidroüreteronefroz görülmedi ve kan tetkikleri normal olarak
bulundu.
Tartışma:
Hidroüreter ve hidronefroz 1.derece prolapsusta % 5,
ikinci derecede % 26 , 3.derecede % 40 oranında görülebilir.
Total uterin prolapsusta akut böbrek yetmezliği ise daha nadir
olmakla birlikte %1.4 oranında rastlanmıştır. Bu olguda akut
böbrek yetmezliği obstrüktif üropatiye sekonder gelişmiştir.
Üreterlerin uterin damarlar, levator ani plağı ve- veya fundus
tarafından kompresyonu obstrüksiyonun muhtemel
nedenleridir. Ağır ürolojik sorunlar uzun süre devam eden ve
ihmal edilmiş vakalarda görülür. Mesane boynunun aşağıya
doğru yer değiştirmesi üreterlerin uterus ile genital hiatusun iç
yan kenarı arasında kompresyonuna neden olur. Bu olguların
çoğunda hidronefrozis asemptomatiktir. Bazen de bizim
hastamızda olduğu gibi prolapsus akut böbrek yetmezliği ile
prezente olabilir. Olgumuz da uygun medikal ve cerrahi
tedavi sonrası prolapsusa bağlı akut böbrek yetmezliğinin
düzeldiği görülmüştür. Bu olgu aracılığı ile total uterin
prolapsus olgularda ürolojik değerlendirme dikkatli yapılması
gerektiği ve olgulara
medikal ve cerrahi tedavilerin
uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Bu olguda erken tanı ve
hızlı tedavi yaşam kalitesini bozan hatta hayatı tehdit eden
kronik böbrek yetmezliğine ilerlemeden tedavi edilmiştir.
Akut böbrek yetmezliği ve diğer üriner sistem patolojileri,
uzamış pelvik organ prolapsusu olan hastalarda preoperatif
olarak değerlendirilmelidir.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
Amaç:
Pelvik organ prolapsusu, tekrarlayan üriner sistem
enfeksiyonu
ve işeme
güçlüğü gibi minör ürolojik
problemlerle ilişkilidir. Bilateral hidroüreteronefroz ve akut
böbrek yetmezliği ise nadirdir. Pelvik organ prolapsusuna
bağlı bilateral hidroüreteronefroz, anüri ve akut böbrek
yetmezliği gelişen 78 yaşında olgu
bu çalışmalarda
sunulmuştur.
23
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Tot Sonrası Nüks Stress İnkontinans Gelişen
Olguda Tvt Secur Uygulaması Sırasında
Oluşan Mesane Perforasyonu ve Sonrasında
Uygulanan Burch Kolposüspansiyonu
Murat BOZKURT
*Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Yazışma Adresi: [email protected]
Amaç:
Transobturatuvar tape (TOT) sonrası nüks stress
inkontinans gelişen hastada TVT- secur uygulaması sırasında
oluşan mesane perforasyonu ve sonrasında başarılı bir şekilde
uygulanan Burch kolposüspansiyonu sunulmuştur.
Olgu:
68 yaşında N.G öksürürken, gülerken idrar kaçırma
şikayeti ile Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın
Hastalıkları ve Doğum Kliniğine başvurdu. 5 yıldır sikayetleri
olan hasta son 6 aydır şikayetlerinin arttığını belirtiyordu.
Öyküsünde 10 yıldır astım bronşiale tanısı mevcut idi.
Obstetrik hikayesinde 3 tane normal vaginal doğum yapmıştı
ve zor ve müdahaleli doğum öyküsü yoktu. Yapılan vaginal
muayenede vajen ve vulva atrofik, 2 derece uterus desensusu,
grade 3 sistosel ve grade 2 rektoseli mevcuttu. Hastaya
yapılan stess test, Q tip test ve ürodinamik inceleme sonrası
stres inkontinans tanısı konuldu. Hastaya transobturatuvar
tape uygulandı. Komplikasyon gelişmeyen olgu postoperatif
2 .günde taburcu edildi. Nüks inkontinans nedeniyle 2 yıl
sonra tekrar kliniğimize başvuran hastaya medikal tedavi
başlandı. Medikal tedaviye cevap alınamayan olguya lokal
anestezi altında TVT- Secur operasyonuna karar verildi.
Operasyon sırasında sol ramusa doğru keskin kısım
ilerletilirken aniden bol miktarda idrar geldiği görüldü.
Sistoskopi yapıldığında mesane tabanındaki perforasyon alanı
görüldü ve kateterizasyon yapılarak operasyona son verildi. 7
gün sonunda mesane kateterizasyona sonlandırıldı. Bir ay
sonra kliniğe çağrılan hasta, bilgilendirildikten sonra Burch
24
kolposüspansiyo yapılmasına karar verildi. Burch yapılan
hastada postoperatif komplikasyon gelişmedi ve hasta
operasyondan 2 yıl sonrasına kadar kontinandı.
Tartışma:
Her ne kadar kadar uzun dönem sonuçları diğer mid
üretral slingler kadar iyi olmasada TVT- secur; minimal invaziv
bir teknik olarak tanımlanmıştır. Bu uygulamanın diğer
slinglere göre en önemli avantajı retropubik veya obturatuvar
alanın geçilmeyişidir. Minimal diseksiyon gerektirir ve basit
uygulanabilir bir tekniktir. Bu olguda TOT sonrası nüks için
TVT- secur uygulanırken gelişen mesane perforasyonu
sunulmuştur. Burada teknik tarif edilen şekline sadık kalınarak
uygulanmasına rağmen mesane fibrozise bağlı olarak yer
değiştirmiştir ve uygulama sırasında bu istenmeyen durum
oluşmuştur. Bu sunumda geçirilmiş sling cerrahisi olanlarda
anatominin bozulduğu ve komplikasyon riskinin yüksek
olabileceği vurgulanmıştır. Atrofik vaginiti olan hastalarda bu
durum daha fazla önem kazanır. Her ne kadar minimal
invaziv bir teknik olmasada bu hastaya
Burch
kolposüspansiyonu yapılarak nüks stres inkontinansın etkin
bir tedavi sağlanılmıştır.
Sonuç:
Nüks olgularda değişen anatomi bağlı olarak sling
operasyonlarında çok dikkatli olunması gerektiği ve bu
olgularda Burch operasyonunun uygulanabilecek alternatif
bir operasyon olabileceği tartışılmıştır.
Dexa Yöntemi İle Postmenopozal
Kadınlarda Femur Boynu ve Lomber
Vertebra Ölçümlerinin Karşılaştırılması
Murat BOZKURT
*Universal Hospitals Group Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği,
Yazışma Adresi: [email protected]
Materyal-Method:
Temmuz 2011 – Nisan 2012 tarihleri arasında Universal
Malatya Hastenesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine
menapoz yakınmaları ile başvuran ve kemik mineral
dansitometrisi (BMD) yaptırmak isteyen 206 hasta çalışmaya
alındı. Kemik mineral dansitometrisini değiştirebilecek ilaç
kullanan, prematur ovaryan yetmezlik, otoimmun hastalıklar,
osteoporoz için risk faktörleri olan, kemik fraktür öyküsü ve
kemik mineral yapışını etkileyebilecek sistemik hastalığı olan
olgular çalışma dışı tutuldu. BMD, DEXA (General Electric
LUNAR DPX) cihaz ile anterior-posterior lomber (L1-L4)
spine'ler ve non-dominant femur üzerinden 40-70 kvolt
radyasyon enerjisi ile hesaplandı. Osteoporoz için T skoru -2,5
ve altı; osteopeni ise -1 ve -2,5 arası olarak kabul edildi.
Bulgular:
Hastaların ortalama yaşı 56.4 ± 8.1 idi. Ortalama
menopoz süreleri 7.5 yıl olarak bulundu. Ortalama parite 3.6
± 2.7 idi. Çalışmaya dahil edilen hastaların %58.8'sı (n:121)
T skorlarına göre normaldi. %39.8'ı (n:82) osteopenik,
sadece %1.2' si (n:3 hasta) lomber vertebra ölçümlerine göre
osteoporotikti. Femur boynu ölçümlerine göre hastaların %
42.7 (n:88) normal, % 9.22 (n:19) osteoporotik, % 48 (n:99)
osteopenikdi. Postmenapozal dönemde lomber vertebralar
için BMD Tskoru ortalama -1.03 ± 0.87 SD ve femur boynu
BMD -1.58 ± 1.14 SD bulunmuştur. Femur boynu T skoru
lomber vertebralar ortalama T skorundan anlamlı olarak daha
düşük olduğu görüldü. (t=-2.5 P<0.03)
Sonuç:
Postmenopozal dönemdeki kadınlarda osteopeni ve
osteoporoz açısından femur boynu lomber vertebralara göre
daha riskli alan olabilir. Bu sonuç genetik faktörleri
içerebileceği gibi, yaşam biçimi ve eğzersiz durumundan da
etkileniyor olabilir.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
Amaç:
Bu çalışmada menapozun femur boynu ve lomber
vertebralar değerlendirilerek kemik mineral dansitesine etkisi
araştırıldı.
25
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Emzirme Danışmanlığı
Feride YİĞİT*, Melek ERSOY CİNGİ**
* İstanbul Bilim Üniversitesi Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu
**Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu,
Anne Sütü bebeğin yaşamında doğumundan sonraki en
büyük mucizelerden biridir. Yenidoğana yaşamındaki en iyi
başlangıcı sağlamaktadır. Emzirme, her annenin doğal olarak
yapabileceği, çok doğal bir evre olduğu halde, yeni doğum
yapmış annenin, bazen sadece ona emzirmeyi
başarabileceğine dair güven veren bir sese, ihtiyacı olabilir.
Emzirme Türkiye' de oldukça yaygın bir uygulama (2008TNSA' ya göre tüm çocukların %97' si bir süre emzirilmiştir)
olmasına karşın emzirilmeye başlama zamanı ile ilgili bilgiler,
ülkemizde anne sütü ile beslenmeye başlamanın oldukça geç
olduğunu göstermektedir. Emzirilen çocukların sadece %39' u
doğumdan sonraki ilk bir saat içinde emzirilmeye
başlanmıştır. Bu oranların TNSA-2003' deki sonuçlara göre
daha düşük olması ülkemizde emzirmeye erken başlama
pratiğinden uzaklaşmanın devam ettiğini göstermektedir. Her
anne kendi bebeğine ilk 6 ay sadece anne sütü vermeye
yetecek kadar süt üretebilir. Böyle bir gerçek olduğu halde
ancak sayıca çok az anne bebeğini ilk 6 ay sadece anne sütü
ile besleyebilmektedir.
Emzirme doğal olduğu kadar teknik bir konudur ve
yaşandıkça öğrenilir. Bebeğin tutuş pozisyonundan, emzirme
süresine, hangi memenin önce vereceğinden, kaç saat arayla
sütün sağılması gerektiğine kadar annenin öğrenmesi
gereken çok şey vardır. Emzirmek isteyen annelere,
konusunda uzmanlaşmış emzirme danışmanları tarafından
her türlü emzirme desteği sağlanarak kendilerine olan
güvenleri arttırılmalıdır. Danışman; belirli bir konuda bilgi ve
uzmanlık sahibi olan, bilgi ve görüşlerinden yararlanmak
üzere görevlendirilen kişidir. Danışmanlık insanların nasıl
hissettiğini anlamaya ve onlara ne yapacaklarına karar
vermede yardımcı olmaya yönelik bir çalışma biçimidir.
Emzirme sürecinde anne ve bebeğe emzirme ile ilgili her
konuda destek veren, bu konuda eğitim almış uzman kişiye
emzirme danışmanı denir.
26
Emzirme Danışmanları;
• Doğum öncesi emzirme desteği
• Anne ve bebeğin buluştuğu ilk dakika, doğum odasında
destek
• Hastane sonrası ev ziyareti ile danışmanlık hizmeti
• İlerleyen günlerde emzirme – beslenme ile ilgili
yaşanabilecek olası tüm soru ve sorunlarda emzirme desteği
sağlarlar.
Danışmanlık, doğum öncesi dönemde, anne sütünün
önemi, meme bakımı, anne beslenmesi ve emzirme
tekniklerini, doğum sırasında emzirme teknikleri, emzirme
sıklığı ve laktasyonun devamını ve de doğum sonrası bilgilerin
uygulanması ve uygulamanın değerlendirilmesini
kapsamalıdır. Her anne bebeğini doğumu izleyen ilk yarım
saat içinde emzirmeye başlamalı ve bu konuda doğum
yaptığı hastanedeki sağlık personeli veya bir emzirme
danışmanından bilgi alabilmelidir. Sağlık hizmetleri
uygulamalarının emzirme konusunda büyük etkileri vardır.
Niteliksiz uygulamalar anne sütü ile beslenmeyi azaltabilir ve
yapay beslenmenin daha da yaygınlaşmasına yol açar. İyi
uygulamalar ise emzirmeyi destekler ve annelerin başarılı ve
uzun süre emzirmelerine yardımcı olur. Sağlık Bakanlığı
bakanlığa bağlı kurumlarda Emzirme Danışmanlığı
Formu'nun doldurulmasını zorunlu kılmıştır. Hemşireler sağlık
hizmeti verdiği anne ve çocuklara başarılı emzirmede yardımcı
olmalı emzirme danışmanlığı yapmalıdırlar. Bu yardımı yalnız
doğumdan önce veya perinatal dönemde değil, çocuğun
birinci ve ikinci yılı boyunca da yapmaları gerekir. Annelere
kendileri veya bebekleri yalnız sağlıklı olduklarında değil,
hastalandıkları zaman da emzirmeyi sürdürmeleri, sütlerinin
yeterli olduğu konusunda güven kazanmaları, emzirme ile
ilişkili güçlüklerin üstesinden gelmeleri, çalışan annelere
emzirmeyi sürdürmeleri konusunda yardım etmelidirler. Anne
sütü kimyasal olarak taklit edilse de biyolojik üstünlükleri taklit
edilememiş bir besindir. Bebeğin yaşaması, fiziksel ve zihinsel
gelişimi, hastalıklardan korunması, ruh sağlığı, annenin
sağlığı, ailenin ve toplumun ekonomik gelişmesi, çevre sağlığı
açısından emzirme danışmanlığı yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Emzirme, Emzirme danışmanlığı,
Hemşirelik
Maltepe Tıp Dergisi / Maltepe Medical Journal
Kolposkopik Biopsi İle Cın 3 Tanı ve Tedavisi
Ulu İ. İlter E. Çelik A. Haliloğlu B. Bozkurt S. Özekici Ü.
T.C Maltepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Abd
VAKA SUNUMU:
38 yaşında,gravida 1,parite 1, 2 defa endometrioma
nedeniyle opere edilmiş, aile öyküsü ve sigara kullanımı
olmayan hasta ele gelen siğilleri nedeniyle başvurdu. Bir yıl
önceki smear sonucu normal olan hastanın alınan smear
sonucu ascus saptandı. Saat 9-10 ve 12 hizalarından
kolposkopik biopsiler alındı ve kodinomların eksizyon ve
koterizasyonu yapıldı. Saat 12 hizasında CIN 1, saat 10
hizasında CIN 3 saptandı. Hastaya leep (loop electrosurgical
excision procedure) uygulandı. Patoloji sonucu belirgin
displastik epitelyum saptanmadı.
SONUÇ:
Servikal lezyonlarının kolposkopik biopsi ile
değerlendirilmesi Duesing N ve arkadaşlarının yaptığı 266
vakadan oluşan çalışmalarında gösterildiği gibi son derece
doğru ve histoloji ile konkordansı yüksek bir
methoddur.(%85.8) Hatta göstermişlerdir ki bu konkordans
oranı CIN 2ve3'de (%95.1) CIN 1' e (%63.2) göre daha
yüksektir. Yine Pretorius RG ve arkadaşlarının çalışması
göstermektedir ki kolposkopik biopsinin CIN 3 ve kanser için
sensitivitesi günümüzde %65'lere kadar çıkmıştır. 1980'lerde
CIN 3 vakalarının %90'a yakını atlanabilmekteyken
sensitivitenin bu denli artması artık low grade sitolojilerin de
kolposkopik biopsi işlemine alınması ile ilintilidir. Bizim
vakamızda patoloji sonucunda belirgin displastik epitelin
izlenmemesi,sadece koilositoz şüphesi bulunması, ancak
önceki örneklerin daha çok papillomatöz lezyonlar olması ve
işlem sırasında eksize edilmiş olması ile açıklanabilir. Şüpheli
tüm alanlardan alınan başarılı bir kolposkopik biopsi işlemi
bile bu ölümcül kanserin öncü oluşumlarını tedavi etmeye
yeterli olabilir. Ancak bu konuda daha fazla destekleyici
çalışmaya ihtiyaç vardır.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
AMAÇ:
Dünyada her yıl 500.000 den fazla kadın serviks kanserine
yakalanmakta ve bunların yarısı ölmektedir. Serviks kanserinin
ilk belirtisi vaginal kanama olabileceği gibi ileri evrelere kadar
hiçbir belirti vermeyedebilir. Erken evrelerde tedavi cerrahi iken
ileri evrelerde kemoterapi ve radyoterapidir. Kadınlarda meme
kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanser olan serviks
kanseri için majör risk faktörü Human Papilloma Virüs (HPV)
'dir. PAP smear testi ile serviks kanseri öncüsü oluşumların
tanınması mümkündür.
Servikal intraepitelyal neoplazi (CIN) serviks kanserinin
potansiyel prekürsörüdür ve sıklıkla patolog tarafından
servikal biopsi incelemesi sırasında saptanır. Displazinin
şiddetine göre 1 hafif ,2 orta,3 şiddetli şeklinde sınıflanır ve
Bethesda sınıflamasında 1, low grade ,2ve 3 ise high grade
squamöz intraepitelyal lezyon olarak tanımlanır. Bizim
olgumuzda saptanan CIN 3 lezyonu sadece kolposkopik
biopsi ile bile tedavi edilebilmiş olması nedeniyle sunuldu.
27
Unilateral Fallop Tüpü ve Overi Olmayan
İnfertil Bir Hastada Yardımcı Üreme
Tekniklerinin Kullanılarak Sağlıklı Bir Gebelik
Elde Edilmesi.
Erdin İlter, Elif Ünlügedik, Aygen Çelik, Berna Haliloğlu, Ümit Özekici
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D.
ÖZET
Fallop tüpleri ile overlerin unilateral yokluğu oldukça nadir
görülen bir klinik tablodur. Literatürde bildirilen sınırlı sayıda
vakada genitoüriner sistem anomaliler ile bir arada görüldüğü
bildirilmiştir. Bu çalışmamızda, dört yıldır evli olan ve primer
infertilite nedeniyle polikliniğimize başvuran bir hastayı
sunmaktayız. Üç defa IUI denenen hastada gebelik elde
edilememiştir. Hastanın değerlendirilmesi sırasında uterus ve
sağ over normal boyutta ve lokalizasyonda izlendi, ancak sol
over vizüalize edilemedi. Takiben yapılan histerosalpingografi
incelemesinde ise kör bir sol tuba görüldü. Hastada,
ovulasyon indüksiyonu ve takiben uygulanan embriyo
transferi ile tekil canlı gebelik elde edildi. Postpartum
takiplerinde anne ya da kız bebekte herhangi bir patoloji
saptanmadı. Anne ve bebek sağlıkla taburcu edildi. Over ve
fallop tüplerin izole yokluğuna neden olan etyolojik faktörler
net olarak belirlenebilmiş değildir. Bilinmeyen çevresel
faktörlerin ve genetik predispozisyonun bu tür anormalliklere
zemin hazırlayabileceği öngörülmektedir. Etyoloji ile ilgili
ortaya atılan iki hipotez adnekslerin asemptomatik torsiyonu
ya da konjenital yokluğudur.
GİRİŞ
Fallop tüpleri ile overlerin unilateral yokluğu 11,241
kadında bir görülen oldukça nadir bir klinik tablodur
(Sivanesarathnam et al, 1986). Literatürde bildirilen sınırlı
sayıda vakada genitoüriner sisten anomaliler bir arada
görülmüştür. Bu durum fetal gelişim sırasında müllerian kanal
ile mezonefrik kanal gelişiminin birbiriyle ilintili devam
etmesine bağlanmış ve dolayısıyla bir sistemin hasarına
genelde ötekinin de eşlik ettiği vurgulanmıştır (Muppala et al,
2006). Biz, izole sol over ve fallop tüp agenezisi olan bir hasta
sunmaktayız.
28
VAKA SUNUMU
Bu çalışmamızda, dört yıldır evli olan ve primer infertilite
nedeniyle polikliniğimize başvuran bir hastayı sunmaktayız.
Hasta üç yıldır korunmasız ilişkiye rağmen gebe kalamadığını
ve bu nedenle başvurduğu klinikte üç defa IUI denendiği
halde başarı sağlanamadığını ifade etti. Hastanın özgeçmiş ya
da soygeçmişinde herhangi bir özellik saptanmadı. Eşinin iki
yıl evvel varikosel nedeniyle operasyon öyküsü mevcut idi.
Erkek partnerin merkezimizde yapılan spermiyogram
sonucu normal olarak değerlendirildi. Hastanın yapılan
vaginal muayenesinde perine, vulva ve vajen doğal
görünümde, uterus normal boyutta ve antevert idi.
Adneksiyal kitle palpe edilmedi. Transvaginal USG
incelemesinde ise uterus ve sağ over normal boyutta ve
lokalizasyonda izlendi, ancak sol over vizüalize edilemedi.
Takiben yapılan histerosalpingografi incelemesinde ise kör bir
sol tuba görüldü. Uterusta dolum defekti tespit edilmedi, sağ
tubadan batına opak maddenin düzgün bir şekilde geçtiği
izlendi.
Hastaya menstrüel periodun üçüncü gününde ovulasyon
indüksiyonu başlandı. Sağ overden elde edilen oositler
döllendikten sonra iki adet embriyonun intrauterin transferi
gerçekleştirildi. Gebeliğin 9.haftasına kadar görülen iki adet
gestasyonel saclardan biri, bu haftadan itibaren regrese oldu.
Tarama testlerinde herhangi bir problem yaşanmadı.
Hasta37.gebelik haftasından itibaren yüksek kan basıncı
nedeniyle Alfamed kullanmaya başladı. 38w3d gebelik sahibi
iken preekelampsi nedeniyle sezaryen operasyonuna alındı ve
tek canlı kız bebek doğurtuldu. Operasyon sırasında sol over
görülmedi, sol tarafta yaklaşık 1 cm uzunlukta rudimenter
tuba uterina görüldü. Abdominal kavite içerisinde ektopik
over dokusu izlenmedi.
Postpartum hastanın takiplerinde herhangi bir problem
yaşanmadı. Gebelik öncesi ya da sonrasında yapılan üriner
sistem taramalarında herhangi bir anatomik defekt
saptanmadı. Neonatal USG incelemesinde, doğurtulan kız
bebekte herhangi bir genitoüriner anomali tanımlanmadı.
Anne ve bebek sağlıkla taburcu edildi.
TARTIŞMA
Over ve fallop tüplerin izole yokluğuna neden olan
etyolojik faktörler net olarak belirlenebilmiş değildir.
2005). Her iki vakada uterin septum ve multiple myom gibi
eşlik eden uterin anormallikler bildirilmiştir. Bizim bildirdiğimiz
vaka ise anatomiyi düzeltici herhangi bir operasyona ihtiyaç
duymaksızın embriyo transferi sonucu gebe kalmıştır.
Bu tarz vakalarda dikkat edilmesi gereken nokta, genital
sistem ile üriner sistem gelişiminin yakınen ilişkili olduğudur.
Dolayısıyla, adneksiyal agenezi saptanan hastalarda hem
hastanın hem de doğacak bebekğin dikkatli bir üriner sistem
taramasından geçmesi gerektiği inancındayız.
Cilt: 4 Sayı: 4 / Aralık 2012
Bilinmeyen çevresel faktörlerin ve genetik predispozisyonun
bu tür anormalliklere zemin hazırlayabileceği öngörülmektedir. Etyoloji ile ilgili ortaya atılan iki hipotez vardır. Birincisi
mekanik hipotez ki, buna göre fallopian tüp ve overin
asemptomatik torsiyonunun, organ iskemisi ve nihayetinde
atreziye neden olduğu düşünülmektedir. İkinci hipotez ise
adnekslerin konjenital yokluğudur (Rapisarda et al, 2009).
Literatürde unilateral adnekslerin yokluğunda gerekli
anatomik düzeltmeler yapıldıktan sonra gerçekleşen spontan
gebelikler bildirilmiştir (Suh et al, 2008; Gambadauro et al,

Benzer belgeler