Panzehir - Kalemzade
Transkript
Panzehir - Kalemzade
Kalemzáde Cengiz Yardım Panzehir Anladığın Dilde Okursan Kalemzáde|BLOG2016 kalemzade.nete-kitap Kalemzáde Cengiz Yardım Kalemzáde|BLOG6YIL [email protected] Eylül2015-Nisan2016|DarıcaKOCAELİ Kitabın tüm hakları yazara aittir Hiçbir içerik, yazarından izin alınmaksızın, kendi namına kullanılamaz Ticari değildir Para ve sair yollarla satılamaz All rights reserved to the author On behalf, any content of the book can not be used without permission Not commercial No permission for sale Kitabı okumak ve paylaşmak isteyenler kalemzade.net sitesi üzerinden e-posta ile bloga üye olduktan sonra A5-pdf formatındaki nüshayı gönül rahatlığıyla indirebilir Máliyetine bile olsa ticári maksat gütmemek kaydıyla çıktısını alabilirler Tanrılarınızı Korumayı Bırakın! Öyleleri var ki Allah’ı ve Allah’ın berisinde edindikleri bir takım isimleri sahiplenip akılları sıra Allah’ın dinini korumaya alıyorlar. Sözüm o kişilere ki… Allah’ın dininin sahibi Allah’tır, insan değil. Edeceğiniz tebliğiniz, ortaya sürecek iddianız, söyleyecek sözünüz varsa söyleyin, ama tanrılarınızı korumayı bırakın. Eğer tanrıysalar onlar kendilerini korurlar. Yok eğer koruyamıyorlarsa onlara niye tapıyorsunuz? ÖnSöz 4 numaralı e-kitaptan itibaren tüm e-kitaplarım, Allah’ın ayetlerini ve tevhidi keşfedişimden sonra blog sitemde yazdığım yazılarımın kronolojik olarak kitaplaştırılmasından ibarettir. Asla ve asla birer din öğretim kitabı değillerdir. Alelade bir insan olarak belli bir süreçteki tespit ve düşüncelerimi, blog sitemde yazmak suretiyle paylaşımımdır. Temel iddiam “oku” emrinin herkes tarafından anlaşılarak dinimizin tek kaynağı olan Kuran’a, esas olarak geleneğe değil, sadece Kuran’a yönelinmesi ve Allah’ın kitabının bireysel akıl yoluyla anlaşılamayacağından korkulmaması gereğidir. Bunun dışındaki tüm düşüncelerim ve anlatımlarım, bir gelişim döneminin tezahürü olarak değerlendirilmeli, kendi fikrime değil doğru yola, Allah’a ve O’nun sözlerinin gerçekliğine çağırımımın paylaşımı olarak görülmelidir. Kalemzâde | Cengiz Yardım Eylül2015 Darıca/KOCAELİ İçindekiler __1 Sen Hep Varsın Küçüğüz, Daha Çok Küçüğüz… _13 Matrix ve Kâhinin Sözleri Aynı ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar? _29 Köpekten Kaçan Melekler Köpek Olan Yere Melekler Girmiyor mu? Köpek fasık olur mu? _16 Allah ve Cumhurbaşkanı Örneği Tanımıyorsun. Tanı O’nu. _20 Yeryüzünde Kan Dökecek Birilerini mi? “Yeryüzünde kan dökecek birilerini mi halife kılacaksın!” _22 Terörün Panzehiri “Fitne insan öldürmekten beterdir.” _28 Göklerdeki Yemin Tarık Suresinden İzdüşümleri _31 Tek TeseLLi AnLatmakLa anLatıLmıyor… _33 Vicdanına Sor Kendine Yalan Söyleme _37 Bize Yalan Söylediler | Kitap 10 Kasım 2016 _40 Bize Yalan Söylediler | Hakkında Kitap Hakkında Geri Dönüşler _48 İki Kişinin Birbirinden Farkı Bir soruya istinaden… _50 Peygamberin İtibarı Tanrılarınızı Korumayı Bırakın _56 Tanrının Kaldıramadığı Taş Ey tanrıtanımaz arkadaş! Allah bir… _60 Faiz mi Riba mı? Yoksa! فائض _64 Yine bir aralık… 1 Aralık 2015 165 Vahşi Hayvanlar Toplandığı Zaman Tekvir Suresinden İzdüşümleri… 167 Andolsun Kalem’e… Kalem ve Yazmak Üzerine 168 Kan ve Domuz Eti Doğruyla Yanlışı Nasıl Ayırır? Yasaklanan Yiyecekler Hakkında İzdüşümleri 173 Kafa Kurcalayan Teyemmüm Teyemmüm, turab, said | تيمم تراب صعيد 180 Örtünme Bahsine Nokta Kuran’da kadınlara, niçin ve nasıl örtünme tavsiye ediliyor? 187 Bütün Kabahat Hocanın mı? “Allah beni affeder” Yanılgısı 191 Kuran’ınız Var, Ya Furkan’ınız! Furkan’dan İzdüşümleri 100 Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz… 107 Trafik Kuralları ve Yetkili Servis Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar 111 Sade Vatandaşın Bildirisi Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım! 113 Masal İşte! Ağalar ve Eşkıyalar 115 Kürt Meselesi! Ne Terör Meselesi Ne Kürt Meselesi, Mesele Cahillik Meselesi 119 Sakin… Biraz Sakin! Sakin Ol! 122 El Hamd | O Övgü Fatiha Suresinden İzdüşümleri 126 Elif Lam Mim Allah’ın Adıyla… 138 Bu Kitap Size Yetmiyor mu? Diyanet’in Dini mi? Benim Dinim mi? 141 Merhamet Bahçesinde Yuvarlanmak Merhamet, Sevgi ve Mutluluk Üzerine Bir Tefekkür 143 Az Yazılı Yazı Şehir ve Tabiat 176 Yağmur’un İzdüşümü Yağmur Ayeti 201 İbrahim’in Kurbanı Kuran Kronolojisine Göre İbrahim Kıssası 107 Trafik Kuralları ve Yetkili Servis Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar 111 Sade Vatandaşın Bildirisi Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım! 100 Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz… 107 Trafik Kuralları ve Yetkili Servis 111 100 107 111 100 107 111 100 107 Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar Sade Vatandaşın Bildirisi Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım! Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz… Trafik Kuralları ve Yetkili Servis Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar Sade Vatandaşın Bildirisi Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım! Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz… Trafik Kuralları ve Yetkili Servis Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar Sade Vatandaşın Bildirisi Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım! Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz… Trafik Kuralları ve Yetkili Servis Sen Hep Varsın Küçüğüz, Daha Çok Küçüğüz… Hakk’ın merhametli gözünde bir bebek gibi olduğumuza eminim. Hepimiz insanız ve halen kıyıya vurmaya namzet küçücük çocuklarız. Allah kimseye zulmetmiyor. Kendi yapıp ettiklerimizden dolayı bize ibretler gösteriyor… Ol’alım diye! Gerçek olan dünyaya henüz gözümüzü açmadık. Daha doğmadık! Ol’uyoruz. Ama ol’urken, gördüğümüz ibretlerden payımızı da almalı ve af dilemeliyiz. Affolmak, ol’urkenki kötü olan taraflarımızdan arınmamız demektir. Daha iyi bir adem olalım diyedir. Aklı kullanırken duyguları yok sayamayız. Bazen sizin de O’nunla baş başa kaldığınız duygusal anlarınız olur, bilirsiniz. Bize yalnız Kalemzáde|Panzehir olmadığımızı hatırlatır. Biz kendi kendimize hatırlıyoruz zannederiz. Dilememizi ve yönelmemizi bekler. Farkındayım senin der. Neyi, neleri dert ettiğini biliyorum der. Açığa vurduğunu da, içinde sakladıklarını da biliyorum ve daha sen söylemeden neyi söyleyeceğini de anladım der. Hiç de yalnız olmadığımızı sevgiyle ve merhametle hatırlatır. Ben sadece bir tanesini yazıya döktüm. Sizin de yazılası ne çok olmuştur. Sen Hep Varsın Hatırımda Sen’sin. Nefesimde Sen. Yüreğimde Sen. Sevgimde Sen. Kıyamımda Sen. Şükrümde Sen. Gücüm de Sen’den, sevincim de Sen’den, hüznümde Sen. En derinlerde Sen’siz yer yok, en yükseklerde Sen. Alçalan gönüllerde Sen varsın, yükselen ilimlerde Sen. Söylemeden Sen varsın, söylediğimde Sen. Görmediğim yerlerde Sen varsın, çıkamadığım yerlerde Sen. Bildiğimde Sen varsın, bilmediğimde Sen. Görsem Sen, göremesem Sen, görülmesem Sen. Bilsem Sen, bilemesem Sen, bilinmesem Sen. Varlığımda Sen varsın, yokluğumda yine Sen. Neden diye sorduğumda yanıtımda, yanıtladığım sorumda Sen. Her zorluğumda omzumda, her kaybettiğimde yolumda Sen. Dileğim o ki bağışla bizi ve yolumuza Sen’sizleri çıkartma. Hissimde Sen varsın, fikrimde Sen, zikrimde Sen. 2 Kalemzáde|Panzehir Matrix ve Kâhinin Sözleri Aynı ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar? Esasında her ayet her insana aynı mesajları verir. Allah’a ortak koşma, O’ndan başkasına kulluk etme. İyi insan ol ve doğru işler yapmaya çalış. Ama biz insanlar o kadar kirliyiz ki, o kirleri giderip ayetin mesajını anlamakta derin ayrılıklara düşüyoruz bazen. Bugünkü yazımda “Aynı ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar?” sorusuna, bir filmin bir sahnesinden örnekle cevap vermek istiyorum. Filmin adı Matrix. Birçoğunuz izlemişsinizdir. Ama yine de 1999 yapımı bu filmi seyretmeyenler için önce olabildiğince kısa bir şekilde konusunu ve ilgili sahneyi hatırlatayım. Filmi bilenler italik yazılı bölümü es geçerek yazıyı kısaltıp okumaya aşağıdan devam edebilirler. Dünyayı yaşanmaz hale getiren insanlar, bir noktadan sonra makinelere esir olmuşlar ve ardından “mimar” adı verilen makine, insanları sanal 3 Kalemzáde|Panzehir ortamda yaşatacağı duyusal bir bilgisayar sistemi kurmuştur. Gerçekte artık insanlar, makinelerin hayatta kalması için enerji sağlayacak küvezlerde seri olarak üretilip bir bitki gibi yaşatılırken, kendilerini halen dünyada yaşıyor zannetmektedirler. Oysa artık insan nesilleri, dev fabrikalardaki küvezlerde hareketsiz, sadece beyinlerine simüle edilmiş veriler verilen ve makinelerin köleleri halinde bulunan piller gibidirler. İşte bu sisteme matrix denmektedir. Sanal bir dünya hayatı! Ancak bir şekilde matrix’ten kurtulmuş insanlar da vardır ve gerçek dünyada yer altındaki son insan kentini makinelerin saldırısından kurtaracak bir seçilmiş kişiyi aramaktadırlar. Bu seçilmiş kişi ise küvezde yaşatıldığının bilincinde olmayan ama yaşadığı sanal sistemi sorgulayan “Neo” isimli bir bilgisayar korsanıdır. Morpheus isimli karakter ve arkadaşları, Neo’yu matrix içerisinde bulur ve küvezden onu kaçırıp, artık eskisi gibi olmayan ve yeraltına mahkûm gerçek dünyaya getirirler. Çünkü bu son şehri kurtaracak olan “seçilmiş kişi”nin Neo olduğuna inanmaktadırlar. Neo bundan emin olamasa da kurtulduğu matrix’in insanların beynine iletilen bir zan, bir simülasyon olduğu gerçeğini görmüştür. Mimar’ın ürettiği matrix ana programı, yapısı itibarıyla içinde sistemi koruyan ama insanları kötüye yönelten “ajan”ların bulunduğu programcıklar ve insanlar için iyiye yönelten ve filmde kâhin olarak tercüme edilen “oracle” programcığı ile bütünleşiktir. Oracle, kâhin anlamının yanında, keramet, ilham, vahiy, peygamber, işin ehli, uzman ve ayrıcalık gibi anlamlara gelir. İşte bu kâhin, esas karakterlere geleceğe ve bilinmeyene dair bilgiler vermesiyle vazgeçilmezdir. Matrix’ten kurtuldukları halde insanlar, oracle’dan alacakları bilgiler, onlara yol gösterici olacağı için kaçak olarak tekrar tekrar matrix’e giriş yaparlar. Filmden kâhinin daha önce Morpheus’a, Neo’nun seçilmiş kişi olduğunu ima etmiş olduğu ve Morpheus’un kanı pahasına buna iman ettiği anlaşılmaktadır. Bu yüzden Neo’ya seçilmiş kişi olduğuna kendince emin olduğu için çok güvenmektedir. Ve artık Neo da tekrar 4 Kalemzáde|Panzehir Matrix’e kaçak olarak sokularak kâhinle görüştürülmeli ve kendi sorularının cevaplarını almalıdır. Matrix üçlemesinden anlıyoruz ki bu olay aslında Matrix kurulalı beri 6’ncı defa gerçekleşiyor. Bu arada da dünyanın altı günde (devirde) yaratılmış olmasına atıf olma ihtimalini yok saymıyorum. Filmin tamamını anlatmaya gerek yok ama senarist Wachowski kardeşlerin Eski ve Yeni ahdi, Yahudi geleneğindeki inanışları, Hint felsefesini ve belki de bunlarla birlikte Kuran’ı ve İslami geleneği de incelemiş olmaları kuvvetle muhtemel görülüyor. Çünkü ürettikleri kurguda hemen her sahne ve hemen her cümlenin arkasında sağlam bir bilgi ve araştırma göze çarpıyor. Filmin eleştirilecek tarafları olmakla beraber çok iyi bir kurgu olduğu gerçeği yiğide hakkını vermeye itiyor beni. Gelelim yazıya bahis sahneye… İşte Neo matrixte bu kâhine götürülür. Gerçek dünyadaki ekipte herkesin kâhinin Neo’ya seçilmiş kişi olduğunu söyleyecek olması beklentisi hakimdir. Neo, kâhinin bulunduğu odanın kapısından girerken, kâhinin fırında kurabiye pişiren bir kadın olduğunu görür. Kâhin ona “Neo olduğunu biliyorum” der ve “vazo için endişelenme” diye ekler. Neo “ne vazosu?” diye sorarken aynı anda sol tarafında bulunan vazoya çarpar ve onu yere düşürerek kırar. Vazo, kitabı mukaddes ehlinin bir kısmının geleneğinde iki ters üçgenin birleşimini ifade eder. Bu iki üçgen bugünkü İsrail bayrağının da üzerinde birbirine geçirgen yerleştirilmiş iki üçgenin aynısıdır. Üçgenlerden biri yeryüzü güçlerini diğeri gökyüzü güçlerini temsil eder. Bugün bir kısmı British Museum’da bulunan ve Venüs tableti olarak da bilinen “Anu ve Enlil” tabletinde de Anu ve Enlil yeryüzü ve gökyüzü tanrıları olarak ifade edilir. Yahudi geleneğinde üçgen bolca kullanıldığı gibi Hıristiyan geleneğinde de üçlemeyi temsil eder. Filmdeki kadın karakterin adı da muhtemelen buna atfen “Trinity” yani “üçleme”dir. Trinity, seçilmiş kişiye âşık bir karakterdir aynı zamanda. 5 Kalemzáde|Panzehir Sahnede kâhin, manidar biçimde “vazoyu çocuklarım onarır” dedikten sonra Neo’ya “Ben bir şey demeseydim de vazoyu yine kıracak mıydın?” diye sorarak bilinen kader anlayışına eleştiri getiriyor. Morpheus’un seni bana neden getirdiğini biliyorsun, peki sen ne diyorsun diye soruyor. O sen misin sence? Neo, dürüstçe söylemem gerekirse bilmiyorum diye cevap veriyor. Kadın kapının üstündeki yazının Latince anlamını söylüyor… “Kendini bil.” diyor ve kimse sana senin bileceğin şeyi senin gibi söyleyemez gerçeğini şu şekilde açıklıyor… “O kişi olmak âşık olmak gibi bir şeydir, kimse sana âşık olduğunu söyleyemez. Bunu bilir ve benliğinde hissedersin.” İlginç değil mi! Sonra ağzına, gözlerine, kulaklarına ve ellerine bakıyor. Ardından “Ne söyleyeceğimi sen zaten biliyorsun.” diyor. Neo da “Ben o değilim diyor.” Kadın “Sana bir yetenek (gift) verilmiş ama sen sanki bir şeyler bekliyor gibisin.” diyor ama ardından reenkarnasyona dair saçmalıyor. Neyse… Neo “Morpheus neredeyse beni bile inandıracaktı.” diyerek gülümseyince kâhin “O olmasa biz de olmazdık!” diyor. Bu arada Morpheus, mitolojide “düş tanrısı”nın adıdır. “O sana, körü körüne inanıyor. Öyle ki kendi hayatını bile feda edecek kadar” diyor “Seçim yapmak zorunda kalacaksın. Bir elinde onun hayatı diğerinde senin. İkinizden biri ölecek ama kim bunu sen belirleyeceksin. İyi bir ruhun var, iyi insanlara kötü haber vermekten hoşlanmam. Ama bunun için endişelenme, dışarı çıktığında kendini daha iyi hissedeceksin. Kader saçmalığına inanmayacaksın, sen kendi hayatını kontrol ediyorsun, hatırla!” diyor. 6 Kalemzáde|Panzehir Ardından “Al bir kurabiye ye, onu yediğinde kendini yağmur damlası gibi hissedeceksin.” diyor. Geleneksel İslami rüya tabirlerinde kurabiye tatlı, güzel, hoşa gidecek söz demektir. Ayrıca hadislere göre bol rızık, bol kazanç ve huzur gibi anlamlara gelir. Bunun yanında kurabiye bazı putperest geleneklere atfen Hıristiyan geleneğinde acıkınca yenilen tanrıları ve totemleri simgeler. Netice olarak filmde aynı kâhin, iki farklı kişiye birbiriyle farklıymış gibi görünen iki ayrı bilgi vermiştir. Neo kendisinin seçilmiş kişi olmadığına dair bilgiyle kâhinin yanından dışarı çıkar ve onun seçilmiş kişi olduğuna inanan ve dışarıda onu beklemekte olan Morpheus’a bakar. Neo daha hiçbir şey söylemeden Morpheus konuşur. “Sana söylenenler senin içindi, sadece senin için.” Farklı bilgilere sahip oldukları halde hiç tartışmazlar bile… İşlerine devam ederler. Ta ki gerçek ortaya çıkana kadar. Bu sahneyi, daha doğrusu şu “Sana söylenenler senin içindi” son sözlerini hatırlayınca bir benzetme yaptım. Kuran’dan aynı ayeti okuyup farklı izdüşümleri gören, farklı öğütler alan insanları göz önüne getirdim. Çoğu insan aynı ayeti farklı anladığı için tartışıp duruyor. İşte “aynı ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar” sorusuna sorulu cevap… “Her insan aynı ayeti okuyup kendi ihtiyacı olan şeyi anlamış olamaz mı? Ayette söylenenlerle birlikte kişilerin anladıkları sadece kendileri için geçerli olamaz mı! Bu da ayetlerin her insan için farklı biçimlerde tezahürü olamaz mı?” Her insan birbirine benzeşse de parmaklarındaki izler gibi farklı hayatlara, farklı tecrübelere, farklı denenmelere tabi tutulurken ayetlerden herkes bence kendi ihtiyacı olanı almaktadır. Allah’ın sözleri o kadar mucizevî anlamlar içerir ki onları okuyan kendi ihtiyacı olan öğüdü alır. Diğer insanın anladığı ile (tevhide aykırı olması dışında) çelişmez. Eğer kişi, ayetlerden şirke götüren bir anlayış çıkarır ve bunu 7 Kalemzáde|Panzehir uygularsa, bu durumda onu da hak ettiği için öyle anlamış olmalıdır. Maalesef o da onun ihtiyacıdır. İşte bu yüzden “açık şirk içerenler” hariç olmak üzere kimse Allah’ın ayetleri üzerinde “İlla ki böyle olmalıdır” şeklinde bir anlayış gütmemeli, meleklerin dediği gibi en doğrusunu Allah’ın bildiğini unutmamalı ve hizipleşip, birbiriyle cedelleşmemelidir. Çünkü herkes hak ettiği rehberle hak ettiği yolda, hak ettiğince gitmektedir. Bize düşen en doğruyu son nefesimize kadar aramak ve hayata, edindiğimiz güzellikleri tatbik etmektir. 31 Lokman 27 Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem olsaydı ve deniz de onun ardından yedi deniz daha eklenseydi, yine de Allah’ın kelimeleri tükenmezdi. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. 8 Kalemzáde|Panzehir Köpekten Kaçan Melekler Köpek Olan Yere Melekler Girmiyor mu? Köpek fasık olur mu? Baştan söyleyeyim… Bir hevesle köpek sahibi olup üç gün sonra köpeği hayvan bakımevine ya da sokağa terk edenleri kendi vicdanlarıyla baş başa bırakmayı ihmal etmeyelim! Bir de kendi yaşam ortamı dışında beslenmeyecek cins vahşi tabiatlı köpekleri ortamından koparıp hatta özellikle üretip, kavga için eğitip, kan revan içinde birbirini parçalamalarını seyrederek bahis tutanlar… veya vahşiliğini bile bile sahiplenip, sonra kontrol edemeyenler veya sokağa salanlar… ve de 9 Kalemzáde|Panzehir gösteri yapıp para kazanmak uğruna köpekleri türlü eziyetlerle eğitmeyi iş zannedenler… Sizi unuttum sanmayın! Sizler madalyonun öbür yüzündekilersiniz. Ama yazının konusu madalyonun bu yüzündekiler… Yanınızda köpek mi tercih edersiniz yoksa melek mi? Birinden vaz geçmeniz lazım! Çünkü peygamberimiz söylemiş! Onun hadisleriymiş! Fareler, kargalar, akrepler, çaylaklar ve köpekler fasık hayvanlarmış! Şu resimdeki köpeğe bir bakın. Yüzündeki masumiyetin arkasındaki saklı şeytanı görebildiniz mi! Öyle kendisini acındırarak baktığına, size sevgi ve sadakat gösterdiğine sakın kanmayın! O kadar kötü bir hayvan ki o, melekler onun olduğu yere girmiyorlar! Peygamberimiz söylemiş! Köpek olan yere melek girmezmiş! Köpek olan yerde namaz olmazmış! Köpeğe dokunursan abdestin bozulurmuş! Av, çoban ya da ziraat köpeği dışında köpek beslemek zaten harammış! Köpek besleyenin ecrinden her gün bilmem kaç ağırlıkta eksilme olurmuş! Beş tane hayvan “fasık”mış! Bunlardan biri de köpekmiş! Hatta kara köpekler şeytanmış! Hatta ve hatta öldürülmeliymiş! Peygamberimiz öyle yaptırmışmış! İslam âlimleri bile işi gücü bırakıp bu çok önemli (!) konuda bir sürü kıyas, fıkıh üretmişler! Allah dostu bu eski âlimlerimiz bu şekilde insanları şeytanın şerrinden korumuş, ileri medeniyetlere varmamız için ne adımlar atmışlar! Köpeklerle ilgili konuların birçoğunda icma etmişler. Bazılarını bahçede bile beslemek harammış! Bazıları tahrimen mekruhmuş! Sünneti seniyeye uymazmış! Aman ha sakın köpek beslemek gibi bir hataya düşmeyin! Çünkü o köpek yanınızda oldukça melekler yanınıza bile yaklaşamazlar! Mışşşş… Eh! Tüm bunlardan sonra şimdi ben size (böyle şeylere inananlara) ne diyeyim! Bir şey söyleyince hakaret zannediyorsunuz! Nasıl diyeyim, nasıl anlatayım aklınızdaki tutulmayı, artık bilemiyorum! Üst perdeden konuşunca bilmiş, alt perdeden söyleyince cahil oluyorum! Az buçuk haklı taraflarınızı ekleyerek söyleyince kendinizi tamamen haklı 10 Kalemzáde|Panzehir zannediyor, mesajı kaçırıyorsunuz. Etkileneceğiniz söz söylemeyince zaten umursamıyorsunuz. Bir kulaktan girip öbüründen çıkıyor. Köpeklere türlü eziyet eden, kulaklarını ve kuyruğunu kesenlerin evine melek giriyor ama o köpeklerin yanına melekler uğramıyor öyle mi! Kazların ve tavşanların bağırta bağırta tüylerini yolanların, fokların başına vurarak kancalar ve topuzlarla canlarını alanların, eşeğin katırın sırtına binip mahmuzlayıp döverek yol alanların, atları dopingle coşturup çatlayıncaya kadar koşturup yarıştıranların, kuşların gırtlağını iki parmağıyla koparanların, eğlence olsun için en güzel orman hayvanlarını öldürenlerin, ayıyı oynatmak için kızgın sac üzerinde eziyet edenlerin hepsinin evine melek giriyor ama köpeklerin olduğu yere melek girmiyor öyle mi! “Allah’ım beni neden yarattın, keşke hiç yaratmasaydın!” diyerek isyan edenlerin evine melek giriyor ama kuyruğuna teneke bağlandığı ya da döve döve öldürüldüğü halde Allah’a hiç isyan etmemiş bir köpeğin olduğu yere melek girmiyor! Esfeli safilin olma potansiyeline sahip insanların evine melek giriyor ama asla yaratılmışların en şerlisi olmayan ve asla olmayacak olan köpeklerin olduğu yere melek gelmiyor öyle mi! Ahırdaki kömrenin, tezeğin üstüne örtülen örtüde namazınız oluyor ama köpeğin ayağını bastığı yerde namazınız kabul olmuyor! Siz ne dediğinizi bilmeden namaz kılınca kabul oluyor ama ne dediğini bilmeden ve “hayır” dediğiniz yerde oturup sizi masumca bekleyen köpeklerin ayağının bastığı yerde namazınız olmuyor öyle mi! Ama tabi! Köpek pislik üretirmiş de o yüzden olmazmış! Evinizde beslediğiniz papağan pisleyince sorun yok. Evinizde ağ kurup dolaşan örümceklerde sorun yok. Her türlü pisliği yiyen karasinekler tepenize doğru pike yaptığında sorun yok. Kan içen sivrisineklerde sorun yok. Fırsat bulduğunda evinizde olimpiyat düzenleyen kakalaklarda, hamam böceklerinde sorun yok. Ve tüm bunlarda bence de sorun yok da tutarsızlığınız şu ki… “Hayır!” dediğinizde size itiraz etmeyip 11 Kalemzáde|Panzehir kuyruğunu kıstırıp dediğiniz yere çişini yapan köpek pislik üretiyor öylemi! Hele siz! Hiç pislik üretmiyorsunuz! Size sevgi göstermeyi seven, en güzel sadık dost olmayı bilen, sizi koruyan, sizden onu sevmenizden ve Allah’ın ona verdiği rızkı sizin elinizden yemekten başka beklentisi olmayan, sizi gördüğünde sevincinden deli divane olan köpeğin olduğu yere melek girmiyor öyle mi! Şu resimlerdeki köpeklere dönün bir bakın. Şu masum hayvanların olduğu yere girmeyecek bir melek söyleyin bana! Ne suçu var bu hayvanların? Sizi sevmeleri mi? Çocuk gibi masallara inanıyorsunuz! Çocukların bile inanmadığı uydurmalara inanıyorsunuz. Böyle söyleyince de “vay bana hakaret etti!” diyorsunuz. Bu hakaret mi! Ne diyeyim? Nasıl diyeyim! İyi ki yalanlara inanıyorsunuz, aferin size mi diyeyim! Hadi delilinizi getirin köpek olan yere melekler girmez diye. Eğer Allah’ın sözlerine inanıyorsanız alın bakın ben şimdi size meleklerin her yere girebileceğinin delillerinden getireceğim. Siz de bana aksini delil olarak getirin bakalım getirebilecek misiniz! Kuran eksiksizdir. Kuran’da bütün safsataların ve bütün uydurmaların, din adına söylenen bütün yalanların cevabı var. Bu benim kendi getirdiğim delilim… Dinleyin ve işitin. Maide 4’de, av köpeklerinin ağzıyla tutup getirdiklerini yemeniz size helaldir, denilirken melekler o köpeklerden kaçıyorlar mı? Ya da Kehf 18’de Allah’ın en takvalı kullarından Kehf arkadaşları yanıbaşında ayaklarını öne uzatmış köpekleriyle beraber üç yüz yıl aynı mağarada uyurken yanlarına melekler uğramıyor muydu! Kehf 22’de Üç kişiydiler dördüncüsü köpekleri, yedi kişiydiler sekizincisi köpekleriydi diye gabya taş atanların aklına köpeklerle aynı yerde kaldıkları için ashabı kehfin salâtlarının kabul edilmediği mi geliyordu! Yalanlara inanmaya öyle alışmışsınız ki kendinize çekilip azıcık dışarıdan bakabilseniz “Ne kadar da cahiliz! Din denince ne kadar da 12 Kalemzáde|Panzehir aklımızı kaybediyoruz! Ne kadar saçma sapan şeylerle uğraşıyoruz!” diyesiniz gelir. Size meleklerin girmeyeceği yeri söyleyeyim mi? Melekler, Allah’ın yaratışının, yaratış sanatının olmadığı hiçbir yere girmezler. Var mı bildiğiniz böyle bir yer? Eğer yoksa susun artık. Ne peygambere, ne meleklere ne de hayvanlara iftira etmeyin. Nedir İslam’a iftira edilen bu köpek düşmanlığınız! Hadi neyse, insanları dinden çıkmış ilan edebiliyorsunuz! Köpekleri dinden nasıl çıkarıyorsunuz Allah aşkına! Köpeklerin geçerli bir iradesi mi var da fasık oluyorlar! Hadis hadis diye diye aklınızı mı yitirdiniz! Peygambere edilmedik iftira bırakmayıp sonra onun yolundan sadece biz gideriz 13 Kalemzáde|Panzehir diyenler! Halinizin farkında mısınız? Hadi Allah’ın kitabı umurunuzda değil, onu anladık da… Madem peygamber de peygamber diyorsunuz… peygamberle karşılaştığınız gün geldiğinde onun yüzüne bu saçma sapan yalanlardan sonra nasıl bakacaksınız! Kuran’dan getirdiklerim benim öne sürdüğüm delillerdi. Şimdi sizin delillerinize bakalım. Zaten çoğunu hadislerden alarak yukarıda bahsettik. Ama şimdi size karşı sizin delilinizi getiriyorum. İyi okuyun… Hani köpek giren yere melek girmiyor, namaz olmuyordu ya! Bir bakın bakalım. Bu da sahih hadis! Ravi: İbni Ömer… Köpekler Resulullah (sav) devrinde mescidin içinde gidip gelirlerdi. Bu sebeple mescidi yıkamak için içine su serpmezlerdi. Kaynak: Buhari, Vudu 33; Ebu Davud, Taharet 139, (382) Hadi cevap verin… Peygamberin salât ettiği o mescide melekler giriyor muydu, girmiyor muydu? Orada peygamberin ve ashabının kıldığı namaz kabul oluyor muydu, olmuyor muydu? Cevap verin… Şimdi hangisine inanacaksınız? Allah’ın ayetlerinden sonra, şimdi hangi hadise, hangi söze inanacaksınız! 14 Kalemzáde|Panzehir Size son bir şeyler söyleyeyim… Sizin gibi inanmayanları hadi dinden çıkardınız! Ne olur şu inandığınızı söylediğiniz kitabınızı açıp bir oku’yun, sonra az biraz susun, bir kez olsun anlamaya çalışın… bir kez olsun bana din diye anlatılanlar yalan olabilir mi diye aklınızdan geçirin… bir kez olsun bu dinlediğim hoca cahilin teki olabilir mi diye düşünün… bir kez olsun ünvanına değil, söylenen sözün Kuran’a uygun olup olmadığına bakın. Anladığınızda sizden özür veya teşekkür beklemiyoruz. Ama dinden çıkardığınız şu köpeklerden bari özür dileyin. 15 Kalemzáde|Panzehir Allah ve Cumhurbaşkanı Örneği Tanımıyorsun. Tanı O’nu. Adamcağız ona ataları tarafından öğretilmiş bilgi birikiminin desteğiyle örnek veriyor. Diyor ki, sen şimdi cumhurbaşkanına çıkacak olsan, önce yaveriyle görüşeceksin. Ya da seni onun makamına çıkartacak bir tanıdığın olacak. Veyahut silsile ile bir takım makamlardan geçerek ona ulaşacaksın. Eğer ona internette direkt bir mesaj ulaştıracaksan bile yazdıklarını önce onun kâtipleri, danışmanları ve sair okuyacaklar, eğer uygunsa ona iletecekler. Öyle kafana göre cumhurbaşkanına çıkamazsın. Bırak cumhurbaşkanını, bir şirketin genel müdürüne bile çıkamazsın. İşini yaptırmak için birisi sana aracı olmak zorunda. Düzen 16 Kalemzáde|Panzehir böyle işler. Sen nasıl olur da Allah’la arana aracı koymadan onun kitabını okuyup anlayabileceğini, üstelik başkalarına ihtiyacın olmadan direkt olarak ona ulaşabileceğini söylersin! Örnek doğruysa adam haklı değil mi! Pekiii… Cumhurbaşkanı seni tanıyor mu? Tanımıyor. Ya Allah! Ya o Allah! Seni senden bile daha iyi bilen o Allah seni tanımıyor mu? Kalbinden geçen zerrenin zerresini maddi manevi senden daha iyi biliyor mu bilmiyor mu? Düşün! Seni Allah’ın makamına çıkartacak olan aracılar, O’na ne söyleyebilirler ki, O’nun bilmediği bir şey olsun da seni makamına bu şekilde kabul edecek olsun! Düşün! Seni Allah’a ulaştıracak olan aracılar, şayet yaratılmış en iyi kullar ve O’nun katında en sevimliler bile olsalar, kuluna karşı Allah’tan daha şefkatli, daha merhametli, daha anlayışlı olabilirler mi? Düşün! Seni Allah’ın huzuruna götürecek olanların hangi özelliği, Allah’ın seni korumayacak olduğundan koruyabilecek olsun! Ne olur bir düşün! Ne olur azıcık bir düşün! Senin hakkında her şeyi zaten bilmekte olan Allah, bir devlet dairesinde mi çalışıyor da, bir takım prosedürlerden sonra seni kabul edecek olsun! Düşün! Allah zaten kâinatı yarattığı gün tüm yolu yöntemi, ölçüyü belirlemiş ve sen bunun dışına asla çıkamıyorken, araya girenler hangi yol ve yöntemleri özel olarak öğrenmiş ve sana vekil olmuşlar! Düşün! Bana yapayalnız döndürüleceksiniz diyen Allah, kendisine şirket ortakları mı tahsis etmiş de sen onlarla birlikte çıkacaksın katına! Düşün! Allah senin duanın en iyi karşılığını bilemiyor mu, kendisi senin hakkında en iyi kararı veremiyor mu da, hatrını kıramayacağı kullar arıyorsun, kendini temize çıkarmaya O’nu ikna edebilmek için. Düşün! 17 Kalemzáde|Panzehir Allah’ın torpil yapacak kulları varsa, o halde Allah yerine gerçekte onlara tapıyor olabilir misin? Eğer torpil gerekliyse Allah’a ulaşmak için, senin ilahın kim? Düşün! Allah bir kurumun genel müdürü ya da bir şirketin sahibi değildir kardeşim. Allah cumhurbaşkanı da değildir. Allah insan ya da insan gibi bir yaratık değildir. Allah her şeyi kuşatandır. Her şeyin özünü bilen, zaten ezeli ve ebedi sahibi olandır. Sen daha Allah’ı tanımamışsın. O’nun makamında her an zaten hazır olduğunun farkında bile değilsin. O’nu daha fark edememişsin. O yüzden aracı arıyorsun. Tutarsızsın. Hem bana şah damarımdan yakın diyorsun, hem de çok uzaklardaymış gibi davranıp, torpilci arıyorsun. Çünkü alışmışsın torpille iş görmeye. Alıştırmışlar. Eğer sen cumhurbaşkanını şahsen tanıyorsan, o da seni tanıyorsa ne randevuya ne de aracıya ihtiyaç duymazsın. Direkt arar sorar, böyle bir derdim var, ne dersin diye konuşursun. Ama cumhurbaşkanı seni tanımıyor. Onun için yetmiş sekiz milyondan birisin. Adını bile bilmez ki yüreğindekini bilip seni haklı görüp, anlayabilsin. Allah’ın korunmaya ihtiyacı yokken, bak cumhurbaşkanı etrafında bir koruma ordusuyla geziyor. Tabii ki cumhurbaşkanına ulaşmak için birilerini aşıp görüşebilirsin ancak. Ama Allah öyle mi! Herhangi biri Allah’a ne zarar verebilir ki, hiyerarşik bir düzende O’na ulaşma zorunluluğun olsun! Cumhurbaşkanı seni tanımıyor. Sen ona bir şeyleri söylemek istesen de seni duymuyor, görmüyor. Kalbinde ve zihninde sana dair hiçbir şey yok. Oysa Allah seni tanıyor. Hem de öyle iyi tanıyor ki senin kendi kendini o kadar iyi tanıman mümkün değil. Ama sen O’nu maalesef hiç tanımıyorsun. Bütün eksiğin bu. Ve bu yüzden aracı arıyorsun. O’nu tanı. O seni tanıyor. Araya kimseyi koyma. Düşün! Sonra bir duraksa, içindeki kötü niyeti ve sui zanı at ve bir daha düşün! Hala başka şeylere takılmakta mısın bir bak! 18 Kalemzáde|Panzehir Aç gözlerini. Kendi kendini kurtarmak istemiyorsun, illa ki seni dünyada ya da ahirette, her an her yerde başka birisi şefaat edip kurtarsın istiyorsun! Önüne kitap konmuş. Açıp okumuyorsun. Hacıya hocaya sofuya mollaya bırakma o kitabı! Sen oku. Onu oku! O kitaba tapma, oku onu. Anlamak için oku. Bilmediğin bir dilde tekrar edip durmak, üflemek, üfletmek, birilerine teslim etmek için değil. 19 Kalemzáde|Panzehir Yeryüzünde Kan Dökecek Birilerini mi? “Yeryüzünde kan dökecek birilerini mi halife kılacaksın!” Bir takım kötü olaylar olduğunda, acaba dediğinizde bir şeyler herkesin aklına geliyorsa, getiriliyor olma ihtimalini göz ardı edemeyiz. Hah! İşte şudur ya da şunlardır bu kanın sorumlusu diyerek düşüncede bölünmüş en az iki farklı kesim olarak herkes hedefine birilerini koyuyor. Bu kadar basit değil bence. Ne olur gayba taş atıp bir kesim diğer kesimi suçlamasın. Gerçeği bilmeden tahmin üzere kimseyi olaylardan sorumlu görmek doğru değil. Düşünsel konularda, siyasi eleştiri ve özellikle zihniyet eleştirisi kafi derecede olduktan sonra başka bir şey ama hiçbir partiyi haklı ya da 20 Kalemzáde|Panzehir haksız bulmak için aslını bilmeden kin üzere bölünüp birbirine saldırmak doğru değil. Terör üretenlerce istenen de zannımca temelde bu olmalı. Herkes “barış ve huzur” diyor ama kavga ediyor. Barış derken kavga etmeyelim. Ben hiçbirinden taraf değilim, fakat hangi siyasi görüşten yana olursak olalım, birbirimizin görüşlerini eleştirsek de halk olarak birbirimize saldırmamız değil farklılıklarımıza rağmen birbirimize sarılmamız lazım. Kimseyi savunmayı değil, kötülüğe nereden gelirse gelsin karşı durmayı ve huzuru savunmayı hedef edinirsek siyasi düşüncelerimiz ne olursa olsun aynı ortak noktada buluşuruz. Her kim oynuyorsa kinimize, düşmanlığımıza oynuyor. Alet olmayalım. Bekleyim görelim. “Yeryüzünde kan dökecek birilerini mi halife kılacaksın?” diyen meleklere verilen cevabı unutmayalım. “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim dememiş miydim!” diyen Yaratıcı’nın da elbette bir hesabı vardır. Kendilerini bu dünyada kalıcı zanneden kan dökücüler her kim ya da kimlerse er geç onlarla hesaplaşacağız. Kanı döken biz değilken, bilmeden bir kenarından kana sebep olup işte o gün, biz de birbirimizle hesaplaşmak zorunda kalmayalım. Kötülüğe karşı da iyiliğin yanında da bir olalım. Mümkün mertebe iyi tarafımızdan kalkıp, iyi tarafımızı birbirimize gösterelim. Madem biz değiliz kan dökücüler ve kim olduklarını kesin olarak bilmiyoruz, o halde bilmeden birilerini savunursak kana ortak olmuş olmaz mıyız? Tamam birbirimizi eleştirelim ama ortak doğruları savunmak yerine seviyeyi aşıp neden kavga edelim! Her şeye rağmen kavga edecek boyuta gelirsek “Selam” diyelim… Yetmez mi? Doğru olan bu değil mi? 21 Kalemzáde|Panzehir Terörün Panzehiri “Fitne insan öldürmekten beterdir.” Toplum olarak o kadar alet olduk, o kadar oyuna geldik ki bombalar artık şehrin göbeğinde patlamaya başladı. Suçlu aramayın. Hepsi bizim suçumuz. Toplumun bir ferdi olarak toplum adına diyorum ki, hepsi bizim aidiyet duygumuzun neticesi fitnelere boyun eğmemizden oluyor. Orada burada şu suçlu, bu suçlu diye bağırıldı, konuşuldu, yazıldı, çizildi durdu. Ama hata etmişiz. Tetiği ya da pimi çekenlerin, hatta onlara “pimi çek” diyenlerin kim olduğu değil ki mesele. Başımıza gelenlerin en büyük suçlusu biziz biz. Dağlıca, Suruç, Diyarbakır derken şimdi de Ankara’da en az 95 cana hiç acımadan kıyıldı. Otuz beş senedir yollarına sinsice mayınlar döşenen, ülkesini korurken pusular kurulan güvenlik güçlerinin nasıl bir tehlikeyle her gün karşı karşıya olduğunu artık şehirdeki sade vatandaş 22 Kalemzáde|Panzehir da ister istemez anlamaya, aynı patlayıcıların kokusu ciğerine dolmaya, askerin polisin on yıllardır gördüğü parçalanmış ceset manzaraları gözlerine değmeye başladı. Size bir örnek vermek istiyorum. Kendinize şu soruyu bir sorun. Daha geçen bahar “Özgecan Vakası”nda toplumun tüm kesimleri aynı tepkiyi gösterebilir ve birlikte aynı kötülüğü lanetlerken, askerlere mayın döşenip öldürüldüklerinde veya Diyarbakır ya da Ankara sokaklarında bombalar patladığında neden aynı birlikteliği gösteremiyoruz? Bir düşünün… Neden! Durumuna göre devlet idaresinin tepki gösterilesi bazı ciddi hatalarını da buna dahil edebilirsiniz. Peki neden beraber hareket etmiyor bu millet? Çünkü Özgecan vakası bir aidiyet olayı değildi. Her ne kadar toplumsal sorunların bir göstergesi olsa da bireysel bir suçtu. Bu suçu işleyenlerin toplumda fitne çıkardıktan sonra daha da ileriye giderek edinmek istedikleri bir hedef yoktu. Bir halt yediler ve bu aşağılık suçları toplumu ayrıştırmadı, aksine birleştirdi. Ama terör eylemlerinde durum böyle değil. Terör hedefine ulaşmak için topluma muhtaç. Şeytanın hilesi zayıf. Şeytan sanıldığı kadar güçlü değil. Eğer toplumda istediği refleksi uyandıramazsa terörle yol almaya çalışanların işi oracıkta biter. Ve onları besleyenler her kim olurlarsa olsunlar, terörü yapanlar kitle hareketlerini ateşleyemedikleri için bir daha beslendikleri odaklardan kaynak da sağlayamazlar. O odakların kâr etmeyecekleri yatırımlar yapmayacaklarını tahmin etmek de zor değil. Görülmeli ki fitne insan öldürmekten beterdir. Terörist bozar, yıkar, öldürür. Ama temelde bir amacı vardır. O da toplumda fitne çıkarmak ve o fitneyi kendi nihai hedefleri, daha doğrusu beslendikleri odakların nihai hedefleri doğrultusunda yaygınlaştırmaktır. Demek ki teröristin insan öldürmesinden çok daha kötü olan, bu fitneye alet olmaktır. Sorumlusu şudur, budur diyoruz ya, hiç aramayalım, bombayı patlatan biziz, toplum olarak biziz. Eğer toplum bu fitnenin yaygınlaştırılmasına alet oluyorsa teröristin yaptığından çok daha kötüsünü yapıyor ve dökülen kanın esas sorumlusu oluyor anlamına gelir. Demek ki en son 23 Kalemzáde|Panzehir öldürülen o 95 kişiyi biz, yani daha önceki terör eylemlerinden sonra birleşemeyen bu toplum öldürdü. Üzerine alınmak zor olsa da, gerçek bu. Asker ölüyorken, bir kesim bağırıyor, diğer kesim hiç üzerine alınmıyor. HDP mitinginde bomba patlıyor, bir kesim bağırıyor, diğerleri hiç üzerine alınmıyor. PKK bomba patlatıyor, bir kesim feryat figanken birileri sesini bile çıkarmıyor. IŞİD bomba patlatıyor, birileri ağlarken, diğerleri başka tarafa doğru bakıyor. Çünkü her seferinde ölenlerin profili farklı! Herkes kendi ölüsünün peşinde! Herkes kendi tarafının arkasında! Herkes kendisine acındırma peşinde! Herkes kendi kutsanmış aidiyetine göre ölü seçmekte! Hadi sesini çıkarmadın ki bazen çıkarmamak da bir yöntem ama karşı tarafa saldırmak da neyin nesi! İşte o noktada terörist kim olursa olsun fitneye alet olmuşsunuz demektir. Yani yapılan eylem siz kavga ettikçe başarıya ulaşmış anlamına gelir. Başarıya ulaşan yöntemler de tekrarlanır durur. Dün Diyarbakır’da, bugün Ankara’da, yarın ola ki İstanbul’da, ne fark eder nerede olduğu ya da kimin öldüğü! Ölüme, katliama karşı çıksana! Ondan sonra yine birileri birileri ile kavga eder ve sonunda “Teröriste, tetiği çek diyenlere, tetiği çektir diyenler” hedefine ulaşır. Bize de eşşek gibi sopaya boyun eğmek kalır. Çünkü biz kavga ettikçe, öldürmekten beter olan fitneyi semirttikçe bunu sonuna kadar hak ediyoruz. Peki ne yapmalıyız? Çok basit. Teröristin istediğinin tam tersini. Fitneye uymayacağız, alet olmayacağız. Birilerini hedefte görebilir, eleştirebiliriz ayrı konu. Ama biz neden birbirimize düşmanca bakalım! Bugün o çocuklar öldü, yarın senin çocukların ölecek! Birleşsenize! Teröristin amacı etnik mi, o halde etnik ayrımcılık yapmayacak, toplumdaki herkesi kardeşin bilecek, suçu bir etnisitenin üzerine yıkmaya çalışmayacak, onunla kavga etmeyecek, onu ötekileştirmeyeceksin. Teröristin amacı mezhepsel mi, o halde hangi mezhepten olursan ol, diğer mezhebi ötekileştirmeyecek, hatta 24 Kalemzáde|Panzehir mümkünse (ki çok mümkün) mezhep sahibi olmayacak, herkesi ortak olan doğrularda birleştirecek ve ayrılıkları söndüreceksin. Hatta inanmayanla bile barış içerisinde yaşayacaksın. Mezhebin yoksa bile mezhepçi gibi dayatmayacaksın, ötekileştirmeyeceksin. Bugün Amerika’ya en büyük terörist devlet deniliyor. Devletleri terörist gibi görmek de çözümü görmek değil. Eğer terörün bir devletten geldiğini bile düşünseniz, hatta kendi devletinizden bile şüphelenseniz toplum olarak yine aynı tavır takınılmalı. Terörün istediği her ne ise tam tersini yapmak. Terörün istediği de toplumdaki fitnedir. İster bir örgütten ister devletten gelsin. Fikri ve siyasi bölünmenin kaşınarak grupların karşı karşıya getirilmesi ve bunun neticesinde istenilen hedeflere ulaşılmasıdır gaye. Ha bir devlet yapmış, ha bir örgüt. Çözüm aynı. Birbirimizle onların gösterdiği sebepler yüzünden kavga etmemek. Biz kavga etmeye devam ettikçe yeni bombaların pimini biz çekmiş olacağız. Kimin işine yarıyorsa o yapmıştır, mantığının da aksayan tarafları olduğunu düşünüyorum artık. Çünkü şeytan bu açığının farkına vardığında iki hamle sonraki satranç hamlesini uyguluyor artık. Dolayısıyla bu da bir tahlil biçimi olmaktan çıktı. Hatta belki de iki üç şeytan bir olup kendi hedeflerine anlaşmış gidiyor da olabilirler. Neticede terörün yöntemi de aynı çözümü de. Yöntem fitne çıkarmak, çözüm fitneye uymamak. Bu kadar basit. Eğer başkasının terörist dediğine siz destek verirseniz, sizin terörist dediğinize de onlar destek verirse, siz kendi aranızda kavga etmeye başlarsınız. O halde böyle kaygan zeminlerde ayakta kalmanın yolu, ayrılıklardan uzak durup birbirine tutunmak ve yöneltici, yönlendirici konumundaki kimseyi savunmamaktır. Birbirine sarıl demek “git şu adama sarıl” demek değildir. Halkın birbirine sarılması, böylece kötü olaylara karşı gövdesini dik tutmasıdır. Terörün çözümü esasta savaşta, politikada falan değil halktadır. Çözecekse halkın kendisi çözecektir sorunu. 25 Kalemzáde|Panzehir Bir politikacı ya da bir dernek eğer gerçekten herkes için barış istiyorsa, kendi yandaşlarıyla değil, önce en çok fikri ayrılık yaşadığı kişiyle ya da dernekle kolkola meydana çıkıp terörü protesto etmelidir. Bugüne kadarki farklı tutumlarını en azından bir süre askıya almalıdır. Bunu yapamayan ve halen “şu hariç birleşelim” diyen her politikacı ve bu söyleme destek veren her vatandaş bilerek ya da bilmeyerek fitneye alet olmaktadır. Politikacı olsaydım, ilk önce en sevmediğim adamla meydana çıkıp teröre karşı kolkola girerdim. Bunu yapmak toplumu da hata yapmaktan alıkoyar, kendilerini de. Siyasi çekişmeler eğer toplumu böyle katliamlar karşısında bile bölüyorsa o siyasi hedef ne kadar makul olursa olsun çöker, çökmelidir. Hem barış deyip hem de toplumun diğer kesimine bitmez bir kin ile haykırıp durmak kendi barış çağrınızı yalanlamaktır. Hem huzur deyip hem de bir yerde patlayan bombalarda ölenleri ideolojileri ya da mezhepleri yüzünden önemsizleştirmek de ilkel bir aidiyetle tutarsızlaşmaktır. Hem ırkçılığa karşı çıkıp hem de bir kesimi ırkı yüzünden aşağılar tavırlara girmek kendi iddiasını yalanlamaktır. Bunun yanında yine hem ırkçılığa karşı çıkıp hem de toplumu sahiplenmemek ve her seferinde haklı haksız demeden toplumda ekseri olan milliyeti kendi ırkının karşında görmek de bir nevi ırkçılıktır. Devlete saldırarak değil devleti ıslah ederek bu ülkeyi sahiplenmeliyiz. Cam çerçeve indirmekle ya da meydana çıkan herkesi terörist ilan etmekle huzurun bir ilgisi yoktur. Bu ülkeye saldıranlara saldırdıkları sürece güvenlik güçlerinin karşılık vermesini bile hazmedemiyorsanız nasıl bir ülkeyi hedeflediğini insanlar kendisine bir sormalılar. Aşırıya giden idareye dur demeyenler, yanlış yapılanlara yanlış demeyenler de aynı. Eğer bu ülkeye saldıranlar buna son verirlerse elbette idare de gereğini yapmalıdır. Bunu zaten toplum isteyecektir. Ama huzur noktasına her gelindiğinde oyuna getiriliyoruz ve maalesef tekrar kavga etmeye başlıyoruz. 26 Kalemzáde|Panzehir BİRLEŞMEK, BİRİLERİNİN ÇEVRESİNDE TOPLANMAK DEĞİL, HALKIN HER KESİMİNİN AYNI YERDE AYNI MEYDANDA AYNI KALPTE, SADECE AYNI AMAÇ İÇİN TOPLANMASIDIR. Bir kısım gidip bir meydanda diğer bir kısım gidip öbür meydanda toplanıyorsa, bir kısım gidip sadece Ahmet’lerle “BARIŞ” diye bağırırken diğer bir kısım gidip sadece Mehmet’lerle “HUZUR” diye bağırıyorsa gerçekte barış ve huzur istiyorlar mıdır kendi vicdanlarına sormalıdırlar. Terörün arttığı dönemlerde birbirimizi “benden değilsen ondansın” gibi saçma sapan etiketlerle etiketlememeli, özellikle kendi aramızdaki normal eleştirel tartışmalarımızı bile frenlemeliyiz. Belli ki tüm bunları artık inceleyip fitne için kullanıyorlar. Sünni, alevi, hıristiyan, müslüman demeden bir arada HUZUR diye bağırırken, Kürt, Türk, Rum ve Ermeni de kolkola girerse işte o zaman barışı ve huzuru isteyenler bir araya gelmiş olur ve fitneye alet olmamış olurlar. Aksi takdirde bombalar patlamaya, fitneler körüklenmeye devam edecektir. Terörist kim olursa olsun, işi bu zaten! Biz cedelleşip bölündükçe zayıflıyoruz, onlarsa palazlanıyorlar. Bize düşen fitneye geçit vermemek… Bir Mısır, bir Suriye olmamak…. Vatandaşlar olarak birbirimizle kavga etmemek… Kimseyi savunmamak, ama huzuru savunmak… Onların terörü yoğunlaştırdıkları kadar bizim de dostluğu kardeşliği yoğunlaştırmamız, ayrılıklarımızı bile en azından bir süre yok saymamız ve terör odaklarını kim olarak görürsek görelim kendi lanetleriyle baş başa bırakmamız gerek. Gelin teröre karşı bir olalım. Fikirlerimiz, her türlü teröre karşı olmamızın önüne geçmesin. Kişilerle değil, fitneyle savaşalım. Dünyada sulh olsun istiyorsak yurdumuzda sulhü, coğrafyamızda barış istiyorsak kendi topraklarımızda, mahallemizde istiyorsak, komşumuzla barışı tesis etmeliyiz ki davamızı sahiplenmiş olalım. Ve en önemlisi en önce kendimizle barışmalıyız. İçimizdeki kini söküp atmalıyız. Barış ve huzur iddiamızda samimi olduğumuz ve kinle hareket etmediğimiz sürece Allah elbette bize yol gösterecektir. 27 Kalemzáde|Panzehir Göklerdeki Yemin Tarık Suresinden İzdüşümleri Şu göğe dön de bir bak. O göğü delen en parlak yıldıza ve keskince parlayan tüm yıldızlara. Gör büyük yemini oralarda. Onların her birini düzenleyip dağıtan ve yerli yerine koyan, onlardan bi haber mi! Ya sen! Senin üzerine tanık olunmuyor mu zannediyorsun! Kimse görmüyor mu seni, en gizli günahları işlediğinde, her türlü dolabı çevirdiğinde! Faiz yemem dedikten sonra, sattığın başkasına ait maldan, benim hakkım diye paracıklar alarak ribanın dibine vurduğunda! Bankaya para yatırıp da faiz almam dedikten sonra, emeğinin karşılığı olmayanı, Allah’tan hiç korkmadan cebine indirdiğinde! 28 Kalemzáde|Panzehir Bu benim hakkım dediğinde, gerçekten hakkın mı oluyor her istediğin? Boğazından nasıl geçiyor, üreten üretip kazanamazken, üretenin ürünü elinden geçti diye, üretenden çok kazandığında! Faizi sadece tefeci mi alıyor? Ya senin bu aldığın, emek verenin kursağına hiç inmeden! Okuyanı, beynini yorup icat eden tasarımcıyı, Allah’ın sanatını kendi sanatında görüp ortaya koyan sanatkârı, akşamları bahçeyi sulayıp, seherden önce kalkıp koşturan çiftçiyi, hakkıyla çalışan memuru, bütün ömrünü fabrikanın yollarında tüketen işçiyi, bütün işi yapan emekçiyi savunmayı, desteklemeyi yapmayan sözde Müslüman, hangi din sana bu desteği yapmayı dinsizlik belletiyor? Hangi din sana onlara destek olmaktansa, onların üstünden kazanana destek olmayı emrediyor? Cahillik bilmemek değil, biliyorum zannetmektir. Cahillik, cahil oluşunun üstüne gitmemektir. Cahillik, duymamak değil, duymak istememektir. Görememek değil, görmekten vazgeçmektir. Cahillik, hatırlatıldığında bilmediğin halde karşı çıkmak ve de sana dayatılana alışmış olman demektir. Cahillik okuyamamak değil, okumaya karşı çıkmak demektir. Cahillik vicdanına dönüp bakmamak, kin içinde taraf olmak demektir. Kalbinden geçeni duymuyor kimse diye rahat görünsen de, acep bu rahatlığın, bu gevşekliğin bir mantığın ürünü mü? O düşüncelerinin farkında olan Bir’i yok mu zannediyorsun! Eğer tüm merhametin sahibi olmasaydı, seni eyleme geçmemiş düşüncelerinden dolayı hesaba çekseydi, bir nefesinden ikincisine geçebilir miydin! Üzerinde O’nun tanık olmadığı hiç kimse var mı şu alemde! Atılan bir sıvıdan yaratılmışken, kendini herkese ve her şeye karşı üstün zanneden insanı, öldürüp yeniden halk etmeye gücü yeten Allah’ı unutana ne yazık! Bedeni öldürebilenden ama öz varlığını öldüremeyenden korkan insan her ikisini de öldürebilecek, yok edebilecek olan Yaratıcısından neden anlamlıca korkmaz! İnsanlardan, hayvanlardan, afetlerden korkan insanevladı, asıl korkulması gerekenden korkması gerektiği gibi neden korkmaz! 29 Kalemzáde|Panzehir İnsandan, hayvandan korkar kaçarsın. Afetlerden korkup yükseklere ya da güvenli zannettiğin yerlere çıkarsın. Ya Allah’tan nereye kaçabileceksin! Diğerlerinden kaçmakla belki kurtulursun, ama Allah’tan kaçmakla değil, O’na teslim olmakla ancak kurtulabilirsin. O’nun vereceği karşılıktan korkup teslim olandan ziyade, O’nun merhametinden utanma korkusuyla O’na koşana ne mutlu! İnsanın bütün gizlediklerini ortaya çıkarabilen o Allah bunu murat ettiğinde hiç kimsenin bunu engellemeye ne gücü yeter ne de o insana kimse yardım edebilir. Bu söz, bu Kuran boş değildir. Evet elbette öyle, deyip geçiverilecek bir şey değildir. Kalbinde uyandırmıyorsa bir şeyler, daha oku(ya)mamışsın demektir. Tüm dönüşü gösteren semaya ve tüm yarılıp parçalanmayı gösteren yeryüzüne dön bir daha bak. Ayırdını gör. Misalleri anla ve sevin. Varlığını fark et. Kimse seni öldüremez. Kimse senin özünü alamaz. Sen bedenin değilsin. Beden senin emanetin. Bedeninden ne övün, ne de yerin. İşte bu Kuran ayırt edici bir sözdür. Allah’ın öldürmek istemediğini kimse öldüremez. Allah’ın öldürebileceğinin önüne ise kimse geçemez. Ölü olarak yaşayacağın bir ebediyetse istediğin, durma sarıl dünyaya! Yok eğer hayatsa beklediğin, daha doğmadın, ol’madın bile! İsteyen istediği planı yapsa da büyük plan yapılmış durumda. O çerçevenin içindesin. O plana göre ol’dur kendini. Hiç tasalanma! Her istediğin sana veriliyor. Ne istiyorsan o oluyorsun. Ve ama, farkına varmak meselen. Ki, kendi ellerinle kendi biçimini yonttuğun. Gerçeği yalanlayan nankörlere biraz daha süre tanı. Bir süre daha onları kendi hallerine bırak. Söyleyeceğimiz sözü söyledik, anlatacağımızın birçoğunu anlattık. Bundan sonrası Rableri ile onların arasında. Biz gelin gerçeğe sarılalım. İnsanlardan da doğru söyleyenler olsa da sadece Allah her şeyin en doğrusunu söylüyor. Ama işitip de itaat edenler farkında. Büyük yemin edilmiş. Gökteki geçmişe bakmasını bilen ayırdında. 30 Kalemzáde|Panzehir Tek TeseLLi AnLatmakLa anLatıLmıyor… Bu bir nevi yaLnızLık… Ama biLineninden değiL. Bir nevi ağLayış… Ne var ki yerde teseLLisini verebiLen yok. Bir haykırış göğe doğru… Herkesin sandığı gibi bir isyan değiL. Bir sövüş yere doğru… Merhametin görüLmeyip nefretin zannediLen. Bir işaret parmağın var, semboL ediLmiş. Hangi parmağını kaldırsan bir başka hizbin maLı oLmuş. Bir sözün var, aLınıp vuruLup değiştiriLmiş. Her güzeL keLimen bir hizbin sLoganı oLmuş. Bir dünyan var, hoyratça çaLınmış. Bir kitabın var, ihanet edenLerce sahipLeniLmiş. 31 Kalemzáde|Panzehir AnLatmakLa anLatıLmıyor… SöyLemekLe söyLenmiyor. DiL’in diLsiz sanki! AnLayanı oLmayan bir LãL’in anLatmakta ısrar etmesi gibi. Çırpınıp duran bir rüzgârsın, betonu deLemeyen. Sen misin LãL olan, yoksa cümLe âLem mi? Zahiri göremeyene ahiri anLatmak çabası içinde, beyhude sızLanmaLarın… Başka ne çare… BiLmiyorum. Tek teseLLin var. O’nu biLe hak ettiği gibi anLatamıyorsun. Öne Çıkan Yorumlar T.G. Sevgili kardeşim, bu umutsuzluk ve isyanını kendine yaptığın bir haksızlık olarak görüyorum. Ben ve benim gibi düşünenler için bir hazineden daha değerlisin. İnanıyorum ki insanlık ve dinimiz için önemli bir misyonu yerine getiriyorsun. Asla vazgeçmemeli ve umutsuzluğa kapılmamalısın. Yazdığın her yazının fikri ve manevi dünyada bir ışık yaktığına inanıyorum. Allah beynine ve diline kuvvet versin. 32 Kalemzáde|Panzehir Vicdanına Sor Kendine Yalan Söyleme Kendi kendine sor ve düşün… Allah neden “elçiler arasında ayrım yapmayın” dedi? Sonra şunu sor ve bir daha düşün… Allah neden peygambere “De ki, ben de sizin gibi bir beşerim.” diye emretti? Şunu da düşün… Allah neden “O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?” diye soruyor? 33 Kalemzáde|Panzehir Ve şunu da… Allah neden “Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara ‘Allah’ın yanında bana da kullar olun’ desin! O ancak okuduğunuz şu kitaba göre rabbaniler olun! der.” diye açıkladı? Şimdiii… Şunları düşün. “Peygamberimiz de bizim gibi bir insandı. Tek farkı Allah’ın ona kitabı vahyetmesi.” dediğimde bana “peygambere hakaret ediyorsun” diyorsun ya… “Hayır. Bizim gibi bir insan olamaz. O çok büyük üstün vasıfları olan bir peygamberdir.” diyorsun ya… Hangimizin söylediği Kuran’a uyuyor? Aç Kuran’ı bak. “Peygamberimiz ilk peygamber ya da diğer peygamberlerden her yönüyle üstün olan bir elçi değildir. Her peygamberin de her insanın da kendine göre diğerlerinden farklı meziyetleri olabilir. Biz onların arasında ayrım yapamayız.” dediğimde bana “peygamberi itibarsızlaştırmaya çalışıyorsun.” diyorsun ya… “Hayır. Bizim peygamberimiz en üstün olan peygamberdir. Cennetin kapısında adı yazılıdır. Bizim âlimlerimiz bile İsrailoğlu peygamberlerinden üstündür.” diyorsun ya… Hangimizin söylediği Kuran’a uyuyor? Aç Kuran’ı bak. Ve şimdi de şunları düşün… Ben son peygamberin ve tüm gelmiş geçmiş peygamberlerin birer insan olduğunu söylediğimde, sen neden illa ki karşı çıkıyorsun? Bu itiraza seni sürükleyen endişenin kaynağı nedir? Düşün… Böyle şeyler duyduğunda neden kendini bu kadar rahatsız ve huzursuz hissediyorsun? Düşün… Yanında Allah’ın adı yalnız başına anıldığında umurunda bile değilken, peygamberin adı anıldığında neden tuhaf bir irkilme yaşıyor ve elini göğsüne götürüp salâvat çekiyorsun? Düşün… Hangisinin adının anılması irkilmene daha layık? Hangisi o gösterdiğin kalbine daha yakın? Düşün… 34 Kalemzáde|Panzehir Peki ben sadece Allah’tan bahsettiğimde ve doğru yolu bulmada her yardımı O’ndan beklememiz gerektiğini söylediğimde, sadece O’nun şefaatini ummamız gerektiğini belirttiğimde, sadece O’nun vahyine uymamız gerektiğini hatırlattığımda neden yüzün ekşiyor ve “Ama peygamber de var. Onun sünneti de var. Hadisler de var. Tefsirler de var. Geçmiş âlimler de var. Fıkıh var, icma var, içtihat var, ilmihaller var. Peygamberin şefaati de var.” diye sayıp duruyorsun? Neden Allah’ın adını anmam sana yeterli olmuyor da illa ki O’nun isminin yanına başka isimler ve O’nun kitabının yanına başka kitaplar sıralıyorsun? Sana bunu söyleten neden nedir? Bildiğin için mi? Yoksa bugüne kadar sana hep öyle ezberletildiği için mi? Bilmek ve ezberlemek! Hangisi? Düşün… Şimdi kendi vicdanına sor ve nefsine cevap ver. Ama lütfen en azından bir kere olsun samimi olarak bana değil, kendine, kalbine cevap ver. Sen bugüne kadar kaç tane hadis kitabı okudun? Sonraaa… Kaç tane ilmihali baştan sona kadar okudun? Pekiii… Kaç tane fıkıh kitabı, kaç tane tefsir ve kaç tane içtihattan teferruatlıca haberin var? Evinde, kitaplığında var mı diye sormuyorum, dikkat et… Okuduklarını soruyorum. Samimi ol. Bana odaklanma, kendine odaklan ve tekrarlıyorum bak, samimi ol. Kuran’ın yanına eklediğin o ortak kitaplardan hakkıyla okuduğun kaç tefsir, kaç icma sayfası, kaç fıkıh özeti, kaç hadis cildi var hatırında?… Hadi say! Gördün mü? Kuran’ın yanına eklediğini ve onlara da inanmam gerektiğini söylediğin kitaplardan daha sen toplasan bir forma okumuş değilsin. Kuran’ın yanına ortak gösterdiğin kitapları okumayı bırak, çoğunun adını bile bilmiyorsun. Okumadığına göre nasıl inandın onlara? Onlara daha sen inanmamışsın ama bana onlara inanmam gerektiğini söyleyerek hem bana hem kendine yalan söylüyorsun. Sonra da kalkıp “Sen anlamazsın. Âlimler anlar.” diyorsun! Peki hadi dön vicdanına bir daha sor. Kaç tane âlim tanıyorsun? Hadi üç tane alim ismi say kendine ve onların kitaplarının içeriğini bile değil sadece isimlerini söyle o şaşkın nefsine!… Hadi bekliyorum! 35 Kalemzáde|Panzehir Vicdanına dön kardeşim. O vicdanına güven. Göreceksin ki sana “Kuran’ı anlamak için oku. Daha ne bekliyorsun?” diye cevap verecek. Çok geç kaldın. Daha fazla gecikme. Benim ne olup olmadığımla, doğru söyleyip söylemediğimle değil, benimle değil kendinle ilgilen. Sen kendi durumuna bak. Kendine yalan söylemeyi bırak. Ne soruyorsan vicdanına sor önce. Hadi güzel kardeşim, ezbere değil, git anladığın dilde oku şu kitabını artık. Tüm hayata bakışın değişecek. Ufkun ummadığın biçimde daha büyük ufuklara açılacak. Üzerindeki yük hafifleyecek. Sorgulayacaksın ve pişman olmayacaksın. Selam üzerine olsun. 36 Kalemzáde|Panzehir Bize Yalan Söylediler | Kitap 10 Kasım 2016 Kitabın Piyasaya Çıkışı “ Bize Yalan Söylediler ” isimli teolojik kurgu-romanım 8 Kasım 2015 tarihinde saat 14:00 ile 16:00 saatleri arasında düzenlenmiş olan imza günü buluşması ile Tüyap İstanbul Kitap Fuarı’nda görücüye çıkmıştır. Kitabın Satış Fiyatı Kitabı nereden temin ederseniz edin, olası kargo bedelleri hariç olmak üzere satış fiyatı (ilk baskı için) 20-TL’nin üzerinde olamaz. Kargo Yoluyla İmzalı Kitap Temini Kitabı ücreti mukabilinde imzalı olarak temin etmek isteyen arkadaşlar [email protected] e-mail adresinden ya da sosyal kanallardan özel olarak benimle irtibata geçebilirler. Elimde kitap olduğu sürece bu talebi karşılamaya çalışacağım. 37 Kalemzáde|Panzehir Kitabın Online Satış Noktaları Kitabı internet üzerinden online olarak temin etmek isteyenler için online satış noktaları D&R, idefix, Babil, kibo, kitapperver, kitapburada ve kitapihirbazı siteleri olarak belirlenmiştir. Kitap tüm bu sitelerde satıştadır. Kitabın Satışa Çıkacağı Kitabevleri İlk etapta bazı kitabevlerinde sınırlı sayıda deneme satışına çıkacağı, tanıtım broşürlerinin gönderilmesinin ardından, gelecek talepler doğrultusunda kitabevlerine dağıtımı yapılacağı bildirilmiştir. Ancak bu dağıtımın ne kadar zaman alacağına dair açıkçası bir fikrim yok. Kitabın yaygınlaşması tamamen okurların kitabevlerine olan talepleri ve kitabı okuyanların kitap hakkında sosyal medyadaki geri dönüş paylaşımlarının etkileri doğrultusundadır. Yurtdışı Temin Almanya’dan temin etmek isteyen arkadaşlar için bu linkten… Azerbaycan’dan temin etmek isteyen arkadaşlar için bu linkten online siparişle temin edebilirsiniz. Ücretsiz Temin Daha önce kayıtlı olarak tanıdığım arkadaş ve takipçilerimden eğer isteyen olursa benimle sosyal kanallardan irtibata geçebilirler. Bu maksatla bir kontenjan ayırdım ve yettiği sürece arkadaşların taleplerini karşılamaya çalışırım. e-kitap Bildiğiniz üzere makale tipi yazılarımın tamamını 11 adet e-kitap formunda ücretsiz indirilebilir biçimde zaten site menüsünde bulunduruyorum. “Bize Yalan Söylediler” isimli kitabım ise teolojik bir kurgu-ROMANDIR. Aynı zamanda basılı olarak yayınladığım ilk kitabımdır. e-kitap halinde yayılması kitabevlerinin taleplerine ve dağıtımına ister istemez sekte vuracaktır. Buna rağmen, kitabın ikinci 38 Kalemzáde|Panzehir baskısının çıkmasına müteakip, romanı e-kitap formunda okumak isteyenler için kalemzade.net blog sitemin e-mail takipçileriyle “online” okunmak üzere ücretsiz olarak paylaşacağım. Sosyal Medya Paylaşımları Sizlerin kitapla ilgili görüşlerinizi sosyal medyada paylaşmanız esnasında #kalemzade ve #bizeyalansoyledileribarelerini paylaşımlarınıza eklerseniz sevinirim. Sorularınız olursa yorumlar bölümüne yazabilirsiniz. Selam ve sevgilerimle… Kalemzáde | Cengiz Yardım 39 Kalemzáde|Panzehir Bize Yalan Söylediler | Hakkında Kitap Hakkında Geri Dönüşler 40 Kalemzáde|Panzehir 41 Kalemzáde|Panzehir 42 Kalemzáde|Panzehir 43 Kalemzáde|Panzehir 44 Kalemzáde|Panzehir 45 Kalemzáde|Panzehir 46 Kalemzáde|Panzehir 47 Kalemzáde|Panzehir İki Kişinin Birbirinden Farkı Bir soruya istinaden… Aynı işi yapan iki kişiden biri sevap kazanırken diğeri günah işlemiş olabilir mi? Bence olabilir. Oluyor da. Görünürde biz bunu göremesek de Allah bizim göremediğimizi görür. İlk aklıma gelen örnekler… Karşılıklı rızalaşma varken, birinin kalbinde iyi niyet, diğerinin art niyet varsa… Biri Kuran’ı anlamak için okurken, diğeri bilmeyi umursamadan tekrarlıyorsa… Birbirinin elini sıkan iki kişiden biri sevgi ve muhabbetle, diğeri riya için veya art bir maksatla tokalaşıyorsa… Aynı ayeti aynı biçimde anlayan iki kişiden biri zarardayken… diğeri bu yanılgısına rağmen doğru bir iş yapmış da olabilir. Çünkü Allah en merhametlidir ve kalplere bakar. Aynı ayeti… birisi samimiyetle 48 Kalemzáde|Panzehir anlamaya çalışırken… yanılıp yanlış anlıyorken… diğeri anlamak istediğine göre evirip… diğerinin yanıldığı anlamın aynısına ulaşıyorsa… İki kişiden biri açlığını sindirmek için, diğeri ise yasak olmasına inatla… aynı miktarda yasak gıda yiyorsa… İki kişi… bir üçüncünün yaptığı kötülüğü… tekrar etmemesi ve düzeltilmesi için… onun hakkında konuşurken… diğer bir iki kişi… aynı kişiden… sadece kötüleme niyetiyle… aynı şeyleri konuşuyorsa… biri ıslah içindir, diğeri gıybet. Tabi ki bunu da mazeret edinmeden! Kuyuda yaşayan bir insan için dışarıda ne kadar da çok bilgi vardır. Yanılıyor bile olsak, samimi olmak lazım. Çünkü Allah kalpleri çok iyi bilir. 49 Kalemzáde|Panzehir Peygamberin İtibarı Tanrılarınızı Korumayı Bırakın Varsayalım… Birisi ile dini konularda kıyasıya tartıştık. Bırakın Allah’ın ayetlerini, isterse dini, isterse Allah’ı bilmiyor olsun. Karşı fikri savunan tarafı yerle bir ettik, ya da belki de onun sözleri bizim iddialarımızı örseledi. Ama ikimiz de haddimizi aşmadık. Çayımızı içtik, gülümsedik, muhabbetimizi kesmedik. Onu karşıt fikirlerinden ötürü ötekileştirmedik ve asla düşman bellemedik. Tüm karşıt fikirlerimize rağmen içimizde hiçbir hiddet uyandırmadık ve yarın ya da ilk fırsatta yine görüşelim, çay içelim biraz daha tartışalım dedik. 50 Kalemzáde|Panzehir İşte fikrimiz ne olursa olsun ikimiz de hizipçi değil, doğrunun peşinde olan ve doğruyu yaşamaya çalışan iki insanız demektir. Birimizin gördüğünü öbürü henüz görememiş olabilir. Doğrusunu biliyor olmamız bizim üstünlüğümüz değil, iyi ve doğru işler yapabilmek için öğüdümüzdür. Tartışmanın karşı tarafında kin ve saldırı yoksa bizde zerresi bile olmamalı. Şimdi de gelelim her fikre karşı, fikir üretemeyip saldıran, kinlenen ve aslında tartışmaya bile değmeyenlere… Böyleleriyle istesek de bu nezih tartışma ortamını oluşturamıyoruz. Sürekli bir saldırı, sürekli bir saldırı altında anlatmaya çalış dur! Ama sonra siz bu saldırıya karşı sesinizi yükselttiğinizde “vay efendim, sen çok sertsin, hakaret ediyorsun!” O “sapık” deyince sorun yok, o “zındıklık bu” deyince sorun yok, o “sen anlayamazsın” deyince hakaret değil, o “sen peygambere düşmanlık ediyorsun” deyince iftira değil, ama sen “Kuran’da böyle yazmıyor arkadaş. Allah’a iftira etmiş oluyorsun. Kuran’ı oku. Kendini koru.” dediğinde sesini yükselten, kibirli, terbiyesiz ve zındık sen oluyorsun! Öyleleri var ki Allah’ı ve Allah’ın berisinde edindikleri bir takım isimleri sahiplenip akılları sıra Allah’ın dinini korumaya alıyorlar. Sözüm o kişilere ki… Allah’ın dininin sahibi Allah’tır, insan değil. Edeceğiniz tebliğiniz, ortaya sürecek iddianız, söyleyecek sözünüz varsa söyleyin, ama tanrılarınızı korumayı bırakın. Eğer tanrıysalar onlar kendilerini korurlar. Yok eğer koruyamıyorlarsa onlara niye tapıyorsunuz? “Biz onlara tapmıyoruz ki, eserleriyle yol alıyoruz” diyeceğinizi çok iyi biliyorum. Ama içinizdeki şüphe, bana itiraf edemeseniz de için için sizi kemiriyor. Bunun çok iyi farkındasınız. Ama bastırmaya çalışıyorsunuz. Çünkü “tek ilah” kavramının ne demek olduğunu bile hala anlamış değilsiniz. Bu kavram, Kuran kursunda, okulda ya da şurda burda bir hocadan öğrenebileceğiniz bir şey değil. Bunu ancak birikmiş kirli bilgilerinizden arınmak istediğiniz zaman anlayabilirsiniz. Kimse de size, sizin vicdanınızın size anlatabileceği gibi anlatamaz. Ona dönmeniz lazım. 51 Kalemzáde|Panzehir İşte… Her şeyin sahibi olan tek Tanrı (Allah) fikrine ulaşmadıkça kutsadıklarınızdan, dininizden ve ilminizden asla emin olmazsınız. Emin olmanız ise öğüde sahip çıkıp onları hayatınıza izdüşürmenizi gerektirir. Aksi takdirde samimi de olamazsınız. Sözünüz de boşa gider, özünüz de. Eğer bir muskacı hocaya güvenip en çözümsüz sorunları çözebildiğini zannediyorsanız, onun neden sizden para aldığını düşünün. Madem bu kadar becerikli, kendi maddi ihtiyacını gidermek için neden sizden ücret alsın! Yapsın bir muska, yağsın paracıklar! Bunu yapamıyorsa, demek ki o da sizden pek de farkı olmayan bir beşer. Muska iddiaları, üfleme iddiaları göz boyama. Eğer geçmişlerden bir “âlimin” zamandan münezzeh manevralar yaptığına inanıyorsanız, çağırın gelsin. İşte ben, benim tanrım hakkında iddia ediyorum. Benim Allah’ım beni yaşlılığıma doğru yaşatıyor, sizin zamandan ve mekandan münezzeh tüm evliyalarınızı çağırın ve sizi gençliğinize götürecek zaman çizgisine koysunlar! Apaçık yaşamakta ve tanık olmakta olduğunuz gerçekleri onaylamak yerine hayalleri ve masalları onaylıyorsunuz. Birisi size “peygamber şunu dedi” ya da “peygamber şöyleydi” dediği zaman şıp diye inanıyorsunuz. Çünkü peygamberin adını bile duyduğunuzda, Allah’tan daha çok itibar ediyorsunuz. Öyle atıp tutmakla olmuyor. Allah, seçtiği kuluna emrediyor ki: De ki; ben de sizin gibi bir beşerim. Bana sadece ilahınızın tek olduğu vahyolunuyor. Yani Allah diyor ki, tek ilah benim, o elçim ise sizin gibi bir insandır. Ve elbette anlıyoruz ki güzel bir insandır. Ama yine de insandır neticede. İlah değil. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz çıkıyor, onun gölgesi yoktu diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, ilk yaratılan nur o idi diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, bütün vücudu nurdandı diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, kanı ve dışkısı mübarekti, içeni cehennem ateşi yakmayacak diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, o gaybı, 52 Kalemzáde|Panzehir geleceği biliyordu diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, yedi kat göğe çıkıp indi diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, ay’ı ikiye yardı diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, parmaklarının arasından içme suyu akardı diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, zehirli koyun kebabının “yeme beni” dediğini duydu diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, yaslandığı kütük ağlıyordu diyor. Allah, o bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, dokunduğu yeri ateş yakmaz diyor. Allah, o bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, o günahtan münezzehti diyor. Allah, o bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, boyu bilmem kaç yüz arşındı aslında diyor. Allah, o bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, iki kainatın efendisi odur diyor. Diyor da diyor. Kocaman adamlar olmuşsunuz, burnunuzun büyüklüğünden ayaklarınızı göremiyorsunuz ama çocuklar gibi uyduruk masallara inanıyorsunuz. Bir düşünün, eğer düşünebilirseniz! Bana kızıyorsunuz ama söyleyin. Ya âlimleriniz yalan söylüyor, ya da Allah! Şimdi ben hangisini seçeyim! O halde ben de diyorum ki, ya sizin âlimleriniz âlim değil, ya siz âlimlerinize iftira atıyorsunuz, ya da daha kötüsü siz Allah’a iftira ediyorsunuz. Âlimlerinize Allah’tan daha çok inanıyor, güveniyorsunuz. Yalanlara öyle bir alışmışsınız ki ben bunları söylediğimde sapık oluyorum, Allah’ın dininin düşmanı oluyorum, peygamberi itibarsızlaştırmaya çalışmış oluyorum! Ama siz Allah’ın söylemediğini söylerken, Allah’a iftira atarken tertemiz Müslümanlar oluyorsunuz! Ben Allah’ın dediğini dedim diye zındık olurken, siz Allah’ın demediğini dediniz diye dindar oluyorsunuz! Ben Kuran’da bu yazıyor dediğimde kitabı anlamamış oluyorum, siz namazında niyazında anlamadığınız ezberlerle arapça okuduğunuzda Allah’ın dinini anlamış oluyorsunuz! Öyle mi!!! Allah dilerse peygamber onu da yapar bunu da, dediğinizi biliyorum tabi ki. Elbette Allah dilerse her şey olur. Ama Allah’ın kitabında bahsetmediği bir takım şeyleri Allah söylemiş gibi nasıl hareket edebilirsiniz ki! Bu nasıl ayet algısı! Allah demedi ama şu da olur bu da 53 Kalemzáde|Panzehir olur dediğiniz zaman istediğiniz her uydurmayı kitaba eklemiş olursunuz ki, bu Allah’a iftira atmaktır. Allah demedi ama şunu da demiştir!!! Miştir, miştir, miştir… Sonu yok ki! Size şunu söyleyeyim; siz Allah’ı hiç tanımıyorsunuz. Gönül gözünüzle O’nu hiç göremediniz. Hiç bilmediniz. Âlimlerinize çok güveniyorsunuz ve hep onların “dedi” dediğini yapıyorsunuz. Onların yanında ise bazen güvenip, bazen güvenemediğiniz bir tanrınız var. Ama algınızdaki o tanrı, Allah değil. Tek söylediğim “açın kitabınızı okuyun” Ama siz hem o kitabı okumuyor hem de o kitaba, alimlerin kitapları diyerek bir sürü kitabı ortak koşuyorsunuz. Ben bunları söyleyince de size hakaret etmiş oluyorum! Öyle mi! Hayır hakaret etmiyorum! Ben sadece Kuran’da bana anlatılanlardan, hayatta gördüğümü, bildiğimi söylüyorum! Siz ise görmediğinizi ve bilmediğinizi! Ben peygamberin getirdiğine yani Kuran’a yaslanıyorum, siz ise peygamber hakkında başkalarının bugüne getirdiğine. Peygamberin cinsel hayatını anlatan siz… peygamberin sahabesinin entarisinden damlayan bilmem ne lekelerini anlatan siz… peygamberin kaç eş aldığıyla, onlarla neler yaşadığıyla, yatağından banyosuna kadar dedikodularını dinleyip konuşan siz… Ama “din bunlar değil” dediğimde “sapık” olan ben!!! İyi düşünün. Peygamberi itibarsızlaştıran ben miyim, siz misiniz!!! Peygamberin parmağına, tırnağına, saçına, boyuna, posuna, sakalına, dişine, bıyığına, pabucuna, yeleğine, ayak izine, kanına, tuvaletine, yatak odasına, mezarına bakan siz. Getirdiği Kuran’a bakansa ben. İyi düşünün. Peygamberin yolunu takip eden ben miyim, siz misiniz!!! Camide imam tutuyor “Size peygamber efendimizin hiç bilinmeyen mucizelerini anlatacağım!” diyor. “İyi de madem hiç bilinmiyor, sen nereden biliyorsun, nereden haber aldın?” diye soran bir tane uyanık adam yok üç yüz kişilik camide. Kafalarını eğmiş tin tin sallanıyorlar. İmam, Allah’ın adını anarken ne hazret var ne bir ilave ne de bir uyanış 54 Kalemzáde|Panzehir cemaatte… “Muhammed” dediği anda ise cami salavattan yıkılıyor, eller göğüslere kalkıyor. Soruyorum sadece. Madem bu kadar dininize bağlısınız, bu halinizle ilahınız kim!!! Peygamberinizi tanrı yapmayın. Allah’ın dinini korumaya kalkmayın. Tek tanrı Allah’tır ve kendisini de, dinini de O korur. Siz kendinizi yalanlardan koruyun, din adına dönen dolaplardan, yüzyıllardan beri gelen uyuşturuculardan koruyun. Güvenin Allah’a ve O’nun sözlerine artık. Açıp anlamak için okuyun kitabınızı artık. Bütün hayatınız ve hayata bakışınız değişecek. Artık şüphe ile değil, kesin bilgiyle inanacaksınız. Açın gözlerinizi… Hayatınızı da ötesini de mahvediyorsunuz. 3 Al-i İmran 78 Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. ‘Bu Allah katındandır’ derler. Oysa o, Allah katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylerler. 3 Al-i İmran 79 Hiçbir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah’ın berisinde bana da kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis, Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz, der. 3 Al-i İmran 80 O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek? 18 Kehf 110 De ki: ‘Şüphesiz ben, sizin gibi bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.’ 55 Kalemzáde|Panzehir Tanrının Kaldıramadığı Taş Ey tanrıtanımaz arkadaş! Allah bir… Şu soruyu herkes duymuştur… Tanrı, kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi? Aslında olmayan sorunun cevabı da olmaz. Soru anormal kıt. Ama hadi neyse, birçoklarından sonra biz de ciddiye alıp çözümlemesini yapalım. Ortalıkta ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen bu soruya atfen, hayali bir kişiyle konuşuyor şekilde yazacağım yine. Soruya bir daha bakalım: Tanrı, kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi? 56 Kalemzáde|Panzehir Sorunun tümce dizilimine göre “yaratabilir mi?” bölümüne geçebilmemiz için sorunun ilk kısmının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmamız lazım. Yani “kaldıramayacağı” bölümüne… Eğer Tanrı’nın “-emeyeceği” bir şey varsa, ancak ondan sonra “-ebilir mi?” diye sorabiliriz. Tanrı’nın vasfı “yapamayacağı bir şey yok” olduğuna göre cümlenin ikinci kısmına geçip “yaratamayacağı” bir şey arayamayız. Sen önce bize Tanrı’nın “kaldıramayacağı” bir şey göstermen gerekir ki ondan sonra onu yaratıp yaratamayacağına bakalım. Ya da tam tersi. Gördüğün gibi kıt mantıklı bu soruya aynı mantıkla verilebilecek cevaplar da mantıksız oluyor. Tümce dizilimini değiştirsen de yine aynı mantık hatası ortadan kalkmıyor. Tüm taşları, hatta böbreğindeki taşı bile yaratan Allah’ı görmezden gelebilmek uğruna olmayan bir taş üzerinden Allah’ı reddetmeye çalışmak ne büyük bir akıl tutulması. Etrafına dön iyi bak. Benim Tanrım bütün taşları yarattı. Eğer O’nun kaldıramayacağı bir taş var ise, onu kaldırabileni tanıt, beraber ona tapalım. Ama bu kez o tanrı için de aynı soruyu soran biri çıkınca, yeni bir taş ve eskisinin üstüne yeni bir tanrı lazım. Böyle böyle sonsuza giden taşlar ve tanrılar sayar durursun!!! İşte bu saçma mantığı durduran, o sonsuzdaki son sebep olan o tanrı kimse, zaten benim tanrım da O. O’nun altındakilerin tanrılıkları otomatik olarak düşüyor. İşte bu yüzden bu tuhaf sorunun en mantıklı cevabı da “yaratabilir” ya da “yaratamaz” değil “Allah”tır. Sorunun cevabı “Allah bir”dir. Üstelik Allah bizimle, yarattıklarıyla kıyaslanamaz. Çünkü bize benzemez. Şöyle ki… Seninkine benzer yapıda sorular soralım ve düşünelim… “Sen hiç bilmediğin bir soruyu sorabilir misin?” Eğer bilmediğin bir sorudan bahsediyorsan senin için o soru yoktur. Dolayısıyla “sorabilir miyim?” diyemezsin. Ama başkası senin soramayacağın, o bilmediğin soruyu sorar. 57 Kalemzáde|Panzehir “Sen ciğerlerine girmeyecek nefesi alabilir misin?” Eğer ciğerlerine girmeyecekse, o nefes senin için yok hükmündedir ve olsa bile sana ait değildir. Ama başkası senin alamayacağın o nefesi alır. “Sen hiç göremeyeceğin bir manzarayı seyredebilir misin?” Eğer hiç göremeyeceksen o manzara senin için yoktur. Ama bir başkası, senin göremediğin o manzarayı doya doya seyreder. Şimdiiii…. “Allah kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi?” diyorsun ya… İşte eğer kaldıramayacaksa o taş zaten yoktur. Ama olmayan o taşı kaldıracak O’ndan başka kimse de yoktur. Şöyle bir çelişkidesin üstelik… Her şeyi yaratan tek tanrıyı nedense görmezden geliyor, sonra O ve O’nun üstüne başka tanrılar varmış gibi soru soruyorsun! Önce sen, bir kum tanesi yaratacak birini bul. Sonra kalk her şeyi yaratanın gücünü sına!!! Şimdi daha da yoğunlaş!!! Allah o bahsettiğin kaldırılamayacak taşı kaldırmaktan, çok daha fazlasını yapmıştır. Tüm yarattığı varlıklarla beraber potansiyeli de, ve hatta yokluğu da yaratmıştır. Her şey O’ndandır. Olmayan taşı hayal edip sorman işte tam da bu yüzden! İyi kulak ver… Allah, senin sorduğun dâhil, olmayan taşların hepsini çoktaaan kaldırabilmiş ve sen sorasın diye yokluğa hapsetmiştir. Günaydın! Peki şimdi ben sana bir sorayım… Allah, kendisinin varlığını kabul edemeyecek insanlar yaratabilir mi? Evet yaratabilir diyorsan, neden varlığını kabul etmiyorsun? Yok, yaratamaz diyorsan, sen nesin? “Ben zaten varlığını kabul etmiyorum” diyerek, sorumu mantıksız mı buldun? O halde sen neden taş sorusuna bu kadar takıldın? Cevap 58 Kalemzáde|Panzehir şu… Çünkü O’nun var olma ihtimalini sıfırlayarak içini rahatlatmak için bir sürü zannın ve sorunun peşinde koşuyorsun. Olmadığına emin olsaydın, bu soruların peşinde koşma ihtiyacı bile hissetmezdin. Ama sen arayışta olmana rağmen kendi sorularını üretemiyor, başkalarının tekrar tekrar üretip sorduğu sorular yerine kendi sorularını sormuyorsun. Sen düşünmüyor, düşündüğünü zannettiğin başkalarının fikirlerini savunma gayretine giriyorsun. Oysa soru sormak iyidir. Yeter ki kendi sorularını üretebilmeye başla. Düşün. Başkası düşünmesin senin yerine. Sen niçin varsın? Var olduğunu gördüğün her şey, O’nun varlığının da kanıtıdır. O zaten taşları kabzetmiş durumda. İster Satürn’e bak ister tüm uzaya. O Allah, göktaşlarını, kuyruklu yıldızları, koca koca gezegenleri ve en büyük gök cisimlerini boşlukta tutuyor ve yörüngelerde gezdiriyor. Dağlar gibi bulutlardan sana tonlarca yağmuru yağdırıyor. Hadi sen de tüm zanlarından bir an için sıyrılıp Kuran’ı okuyup anlamayı dene. Okurken mantıklı sorular sormaya çalış ve düşünmeye devam et. O’na, herşeyi bilene, seni senden iyi bilen o Tanrı’na dönersen emin ol ki, seni yarı yolda bırakmayacak. Allah’a, seni yaratana emanet ol ve özgürleş. Göreceksin ki Tanrı’n sana, kaldıramayacağın yükü yüklemeyecek. 59 Kalemzáde|Panzehir Faiz mi Riba mı? Yoksa! فائض Yukarıdaki Arapça kelimeyi biraz büyük yazdım ki göremeyenler görsünler! Okuyamayanlar okusunlar! Elif-ba bilenler de tecvidli okusunlar! Dediğim gibi, bu kelime arapça. Okuduysanız anlamışsınızdır. Sondaki dat harfi, “veleddaallin”deki gibi kimilerince dat, kimilerince zat diye okunuyor. Ama tecvide merak salanlar iyi bilirler ki bu ne “d” ne de “z” diye okunur. İkisinin arası bir şeydir. Türkçede bu harf yoktur. Neyse, bu kadar ince dokunuş yeter. Biraz kalınlaştırayım iyi okunsun. Neticede orada “faiz” yazıyor. Anlamı “fazlalık” demek. Bilindik 60 Kalemzáde|Panzehir anlamıyla faiz işte. Yani arapçada FAİZ diye bir kelime var. Karşılıklı bir para ya da mal ödemesi vadeleşmesinde vade farkı öne sürülerek alacaklının istediği FAZLALIK demek. Feyiz kelimesi de aynı kökten geliyor. Bilgiden, görgüden fazlalık almak, örnek almak demek. Faiz kelimesinin Kuran’da geçtiğini görmedim. Geçmesi de şart değil. Çünkü bu kelimeyi de içine alan çok daha geniş kapsamlı bir kelime var kitapta. Onun adı da “riba”. الربا Yani riba evrensel küme, faizse alt küme. Matematik bilenlerin iyi anlayabilmesi için “Riba büyüktür Faiz” de diyebiliriz. Anlamı ise “KARŞILIKSIZ KAZANÇ” veya “KARŞILIĞI OLMAYAN FAZLALIK”. Faizi tek başına bir şahsiyet olarak düşünsek, ribanın yaptıkları yanında faiz masum bile kalır. Faizde en azından bir vade sözkonusudur ama ribanın kapsamında vade bile söz konusu olmadan sermayeniz/paranız daha cebinizden çıkmadan nemalandırılmış ve anında alınıyor olabilir. Karşılıksız kazanç olarak. İster bir süre sonra, ister şimdi. Fazlalık vade konulup alınınca haram da anında alınınca helal mi olacak! Bu ihanet, anlaşılamaz bir şey mi! Bankadan üç kuruşu faiz diye almayan adam, alım-satım yaparken binbir dolapla alıcıyı neye razı ederse onu aldığında güzel mi oluyor! İşte bu RİBA’yı yiyenler varya, işte onlar şeytan çarpmış gibi oturup kalkan insanlardır. Akılları fikirleri daha çok ve daha çok kazanmadadır. Para diye oturup, para diye kalkarlar. Gözleri bir kãr görebilmek ve yakalamak uğruna fır fır dolanır. Muhabbetleri ya filanca yerdeki arsaların değer kazanmadan nasıl alınacağı, ya köprü geçecek arazilerin başkalarına kaptırılmaması, ya da çaplarına göre bedavaya belediye otobüsüne nasıl binebilecekleri gibi konulardır. Bir yerden bir kazanç kokusu aldıklarında işi gücü bırakıp ona doğru koşarlar. Salâtın her 61 Kalemzáde|Panzehir çeşidini de onun için terk eder, bugün olsa peygamberi bile ayakta konuşurken bırakır giderler. Bunu da normal görürler. İşte bunlar, RİBA’nın alışverişten bir farkı yok ki derler. Alan razı veren razı derler. Oysa yaptıkları alışverişten doğan bir kazanç değil “vermeden alıştan” doğan bir KARŞILIKSIZ KAZANÇ’tır. Oysa Allah karşılıklı alış-verişi helal, karşılıksız alış-veriş olan ribayı haram kılmıştır. Faiz dediğimiz şey de bunun çok önemli bir çeşididir. Riba sadece genel geçer para, altın ya da gümüş üzerinden değil, her türlü mal üzerinden olabilir. Bir de SADAKAlar vardır ki bunlar da RİBA gibi “KARŞILIKSIZ”dırlar. Ama biri karşılıksız alınırken, diğeri karşılıksız verilir. Ancak Allah sadakaları yani karşılıksız verilenleri gerçekte bereketlendirirken ribayı yani karşılıksız alınanları bu bereketten mahrum eder. Bu dünyada fazlalığını alan ribacılar, öte tarafa alınacak bir fazlalık bırakmamışlardır. Sonunda kötülükler ederi kadar karşılıklandırılacakken, iyilikler kat be kat karşılıklandırılacaklardır. Keşke onlar da bunu bilselerdi! İyilik ve güzellikler için çalışan ve ihtiyacından fazlasını almayan, elinde çoğalanı veren, dayanışan ve destekleşenler arınırken, daha çok daha çok daha çok diyenler ve fakirlikle ve para veya mal kaybetmekle korkutulan, şu da benim olsun, bu da benim olsun, onda var bende neden yok diyen, onun var benim de olmalı diye kahırlanan ve paranın adını duyunca salyalar akıtan zalimlerse sürekli mallarının çalınacağı, haksızlıkla yeneceği gibi endişelerle ve herkesi malını çalacak hırsız gibi gören bir anlayış ve korkuyla ömürlerini geçirirler. Bunların malca hem zengin, hem de fakir versiyonları vardır. Sadece malca zenginlerin işi değildir. Oysa gerçek zenginlerin, daha fazlasının peşinde koşmayıp, Allah’tan az da gelse çok da gelse ne gelmişse gelene razı olanlar ve infak edenler olduğunu bir bilselerdi! Keşke Allah’a rağmen daha fazlası gelmiyor diye üzülmeselerdi! Keşke üzüntüleri, dünyanın ahlaksız, acımasız ticaret anlayışıyla, bu şeytani sistemiyle mücadeleye dönüşseydi! 62 Kalemzáde|Panzehir İster çok malları olsun, ister az, bunların çok büyük bir kısmı “üreten” değil, üretenin üzerinden geçinen ya da geçinmeye gayret eden asalaklardır. Allah “verin arının” derken onlar “alıp yığma” peşindedir. Adeta Allah’ın ve elçisinin düzenine savaş açmış gibi gece gündüz mal sayarlar ve daha fazlası için koşturur dururlar. Aç da olsalar tok da, kendilerini sürekli maddi bir zararda hissederler ve bu bitmez tükenmez mal ve para aşklarıyla ömürlerini geçirirler. Ve… İşte tekrar kalktıklarında da her şeyin eskisi gibi olacağını ve karşılık alacaklarını umarlar. Oysa görecekler ki, çok büyük sürprizlerle karşılaşacaklar. Meğer yaptıkları “alış-veriş” değil “çok al-az ver” imiş görecekler. Karınlarını ne ile doldurduklarını fark edecekler. Ve şeytani düzene nasıl destek vermiş olduklarını anlayacaklar. Ama çok geç olacak. Keşke burada iken “karşılıksız kazanç”tan vazgeçselerdi. Keşke üretenden fazla kazanmasalardı. Keşke rızalaşmanın görünürde ve lafta değil, samimi kalplerde oluşması gerektiğini bilselerdi. Keşke yoksula bir çift ayakkabı almak yerine onu ayağa kaldırsalar, borçluyu özgürleştirselerdi. Keşke asgari ücretli bir muvahhidin verdiği oranda onlar da infak etselerdi! Keşke “bunu ben kazandım ben” diyerek böbürlenmeselerdi! Keşke hayat yolunda yolda kalmış olanlara, Allah adına bir el uzatsalardı! Keşke “bana iyiliğimden ötürü Allah veriyor” demeselerdi de, denendiklerini görselerdi! Keşke mal ve para zenginlerin arasında dönüp duran bir metaya dönüşmeseydi! Keşke insanlar, kazandığının içinde kimlerin emeğinin üzerinden ne kadar nemalandıklarını, kazandıklarının içinde hangi alın terleri olduğunu bir görebilseydi! Keşke kat be kat artırılmış fiyatlarla fakir daha fazla fakirleştirilirken, zengin daha fazla zenginleştirilmeseydi! Keşke tüm bunların hepimizin denenmesi olduğu bilinseydi! 63 Kalemzáde|Panzehir Yine bir aralık… 1 Aralık 2015 64 Kalemzáde|Panzehir Vahşi Hayvanlar Toplandığı Zaman Tekvir Suresinden İzdüşümleri… Vahşi hayvanlar, insanların tabiatı tamamen katletmesinin önündeki en ciddi muhafızlardandırlar. İyilik potansiyelinin yanında kötülük potansiyeli de olan insan böylece, dolaylı olarak kendine vereceği zararlardan da korunmaktadır. Bir aslanı nedensiz yere öldürmek… bir vahşi hayvanın neslini tüketmek… insanların yüzbinlerce dönüm ormanı katletmesiyle… temiz havayı kirliyle değiştirmesiyle… yeryüzünün tüm akciğerlerinin, kalbinin ve bağırsaklarının sökülüp atılmasıyla… yaşanamaz bir yer haline getirilmesiyle dolaylı olarak ama net bir biçimde ilişkilidir. Vahşi hayvanlar olmasaydı, şimdi sadece şehirlerde değil, dağlarda, ormanlarda yükselen gökdelenler ve 65 Kalemzáde|Panzehir doyumsuz insanlarca sahiplenilen tertemiz ormanlar betonlarla, çoraklaştırılmış toprakla ve kirli havayla yer değiştirirdi. Sınırsız kaynaklar böylece yenilenemez hale gelip sınırlıya dönüşerek tükenene kadar… Onlar kötülük için değil, bizim için varlar. Yaratılmış hiçbir şey nedensiz değildir. İster bir karınca, ister bir virüs, ister bir sivrisinek, ister bir kaplan, ister denizler, ister dağlar olsun… dolaylı ya da dolaysız olarak insana… dünya dediğimiz bu oluş fabrikasında faydaları olduğu içindir. “Neden var ki?” diye sorduklarımızın cevabı “Eğer olmasalardı ne olurdu?” sorusunun cevabında saklıdır. Zıddını düşünmek, çoğu zaman halihazır olanın kıymetini düşünene gösterir. İnsandan başka hiçbir canlı, yeryüzüne ve gökyüzüne zarar vermez, veremez. İnsan ise!!! Güneş köreltildiği, yıldızlar söndürüldüğü, dağlar yürtüldüğü, denizler tutuşturulduğu ve böylece saatin geldiği, oluş sürecinin tamamlanacak ve yeni bir yaratılışla yaratılacağımız belli olduğu zaman… VAHŞİ HAYVANLAR TOPLANDIĞI ZAMAN… Artık eşleştirilip yapıp ettikleri ile yüzleştirileceği nefis sahibi insanlar artık kimseye ve hiçbir şeye kötülük yapmaya güç yetiremeyecektir. Dolayısıyla ne vahşi hayvanlara ne de bir başka muhafıza, insanların kötü potansiyellerine karşı direnç göstermek üzere, gerek kalmamış olacaktır. Malı sahiplenecek kimse kalmadığı için gebe develeri sahiplenenler onları salıverilecek ve her türlü kar getirici mülk terk edilecektir. Diri diri gömülen kız çocuğuna ne için öldürüldüğü sorulacağı o gün geldiğinde defterler açılacak, cennet ve cehennemin nasıl ve ne mahiyette olduğu ayan beyan anlaşılacaktır. Herkes gerçeğin farkına varacak, neyi hazırladığını görüp bilmiş olacaktır. Bir akış içinde her şey yerlerini alacaktır. Tüm düzen bu ahir üzerine kuruludur ve kusursuzdur. 66 Kalemzáde|Panzehir Andolsun Kalem’e… Kalem ve Yazmak Üzerine Yazı, fikrinize katılsa da katılmasa da sözünüzü bitirene kadar dinlemek isteyenler içindir. Ne daha anlamadan karşı çıkanlar boş beylik laflarla sözünüzü kesebilir, ne doğruyu söylemenizi istemeyenler siz iki kelime eder etmez, zorbalıkla, saygısızlıkla ve aşağılık yeminleriyle saldırabilir! Bildiğini zannedenler daima sözün işitilmesine engeldir. Oysa bilmezler. Bilmek istemezler. Kendileri dinlemez, başkasının da dinlemesini istemezler. Kendileri anlamazlar, başkasının da anlamasından korkarlar. Oysa yazı ne güzeldir… Cahiller konuşmaya devam etse de, söz bitmeden saldıramaz, kimsenin sözünü kesemezler. Kaleme ve satır satır yazdırana andolsun… Yakında gerçeği göreceğiz, onlar da görecekler. 67 Kalemzáde|Panzehir Kan ve Domuz Eti Doğruyla Yanlışı Nasıl Ayırır? Yasaklanan Yiyecekler Hakkında İzdüşümleri Kuran’da yasaklanan dört yiyecek olduğunu biliyoruz. Kan, leş, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar. Bunların dışında haram yiyecek yok. Gördüğünüz gibi zehirli mantar yok… Herhangi bir dışkı yok, salgı yok… Taş yok, akrep eti yok! Bunların yok olması onların yenebileceği ya da yenemeyeceği anlamına gelmiyor elbette ama unutmayalım ki Kuran, aklını kullanana hitap ediyor. Yine de Allah “yiyeceklerin temiz olanından dilediğinizce yiyebilirsiniz” diyerek güzel bir işaret veriyor. Demek ki içinde yaşadığımız kültürümüze göre iğrenilecek ya da zehirlenilecek ve benzeri yiyecekler bizim için 68 Kalemzáde|Panzehir denenme meselesi değil. Aklını kullanan zaten, pis ve zararlı şeyler yemez. İlla haram kılınması gerekmiyor. Demek ki bu dört yasağın insanların doğru ve yanlışlarını ayırt etmesi, onların zararlı olmasından daha mühim. Aynen Adem’e “şu ağaca yaklaşma” denmesi gibi. Ağaç zararlı olduğu için yasaklanmadı. Adem denensin diye yasaklandı. Peki nasıl olacak bu ayırt ediliş? Bu yenmesi haram olan dört yiyecek, biz insanların doğru ya da yanlış yolda olanlarını nasıl ayıracak? Bunların üzerinde “aman ha, yağı ve hatta adı bile bulaşmasın” denilerek en çok titrenip durulan biliyorsunuz ki domuzdur. Ama ben, domuzu özellikle sona bırakıp sondakinden başlayacağım… Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar… Problemimiz, başında “besmele” çekmek ve ondan sonra hayvanı kesmek kadar basit bir şey olsaydı… Allah ehli kitabın kestiği size helaldir, demezdi. Yuvarlak bir lafla derdik ki “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Şu mübarek kelime bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır!!!” ve bir temsili hikaye ekler ve padişahın namına hareket eden yolcu ile kimse adına torpil almadan giden yolcu diye anlatır durur ve bu padişahı Allah’la özdeşleştirir, onun adıyla gideni de överdik! Aman besmele çekmeden kesmeyin, besmele çektiyseniz sorun kalmaz derdik. Ama gerçekler böyle mi acaba! Lafzen “Allah” deyince, kaz gelecek diye kesilen tavukla, deve için boğazlanan kuzu helale mi dönüşüyor! Gafil bir topluma kötü niyetle de “Allah” derseniz onları zaten aldatabilir, yollarınızı açabilirsiniz. O halde besmele çekmek, bismillah demek ayırt edici bir davranış değildir. Ayırt edici olan Allah’ın öğüdünü anlayıp hayata uygulamaktır. Başımıza gelenlerin birçoğu zaten ağzı “Allah” derken, kesik parmakları cepkenimizde dolaşan şeytanlar yüzünden geliyor. Demek ki ağzınla “bismillah” demek haramı helal de yapmaz, iyiyle kötüyü de ayırt etmemizi sağlamaz. Herhangi bir tağutun ayağına kurban kesilirken de besmele çekiliyor! 69 Kalemzáde|Panzehir O halde mesele besmele çekmemek değil, Allah’tan başkası için bu ikram sofralarının yapılması… Allah’tan başka birilerinden bir şey beklenerek hayvanın kesilmesi… Sözün gelişi bir valinin ayağına, o beldeye gelmiş bir politikacının ayağına, oralarda gücü elinde tutan ağanın ayağına, oradaki dini bir liderin ya da kanaat önderinin ayağına… Gerisini siz getirin. Kutsallığı devede ve koyunda değil, vicdanımızda, kalbimizde arayacağız. Çünkü Allah bizim kalbimize, neyi ne maksatla gerçekte yapıyor oluşumuza bakar. O halde “Allah’tan başkası için hayvan kesenler ve ondan yiyenler” beklentilerine ve domuz eti yemekten çok mu farklı bir iş yaptıklarına, iki düşünüp bir daha baksınlar. Ayetten alıp almayıp uyguladıkları davranışları, doğru insanlarla yanlış insanların ayırt edilişini açık biçimde gösterir bize. Ağızları “bismillah” desin demesin, kestikleri hayvan ya da yaptıkları ikram ne olursa olsun, yaptığı işin niyetini sezersek apaçık görüyoruz doğru kim, yanlış kim. Gelelim ikincisine… Leş! Zaten kimse kolay kolay leş yemez değil mi? İğrenir. Dağda bayırda kalmış ve kokmuş bir hayvanın etini de kimse yemez. Dolayısıyla bu “leş yenmez” kuralına uymak hiç de zor değil. Allah zaten yemek istemeyeceğimiz bir şeyi mecbur kalmadıkça yemememizi istiyor. O halde ayırt edicilik burada nerede? Allah’a ortak koşanlar bile leş yemek istemeyeceğine göre! Peki şimdi soru… Leşi, bile bile yiyenler var mı? Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar örneğindeki gibi sunanlar var mı? İlk anda yokmuş gibi düşündük değil mi? Ama gerçek bunun tam tersi. O kadar çok ki! Ayırt edicilik ticaret anlayışında, cimrilikte, mal sevgisinde ve para ile olan ilişkide saklı. Çeşitli sebeplerle kısa süre önce ölmüş ya da ölmek üzere olan hayvanlarını, malından, karından zarar etmemek uğruna parçalayıp satanlar da var, bu kayba uğramamak için kendi ailesiyle birlikte oturup yiyenler de! İyi düşünün ve geçmişten bugüne doğru çevrenizde bir yolculuk yapın, leş yiyicileri göreceksiniz. 70 Kalemzáde|Panzehir Bugün marketlerde küflenmiş peyniri, kurtlanmış bakliyatı, kokmuş sosisi, rafın en önüne dizdiren, son kullanım tarihi bitti bitecek ürünleri kasanın kenarına büyük indirim diye koyan ahlaksız ve azgın ticaret anlayışına ve pintilikle yoğrulmuş eziklik edebiyatına baktığınızda leş satıcı ve leş yiyici olanların kimler olduğunu ayırt edebileceksiniz. O sosisi almak zorunda değilsin, çok zorda isen ekmekle de karnını doyurabilirsin. Neden leş satıcılara destek veresin! Demek ki kötü ve iyi niyeti sezersek burada da ayırt ediciliği açıkça görüyoruz. Gelelim diğer ikisine… Tutarsızlığın alasını görüyoruz orada. Burayı iyi dinleyelim. Kan ve domuz eti… Kan, zaten bu dörtlünün en önemli unsuru, ayırt edicisidir. Diğer üçüyle de etkileşim halindedir. Ama geleneksel dini anlayışta “kan” nerdeyse kutsal kabul edilirken, “domuz”un adını anmak bile adeta günah sayılır. Oysa bunların ikisi de aynı ayetlerde, aynı paragraflarda ve hatta aynı cümlelerin içinde, aynı kategorideler. Domuz eti ne kadar haramsa kan da aynen onun kadar haramdır. Yaşamın kaynağı kanınız ne kadar asilse, domuz da aynı derecede asil bir hayvandır. Domuz eti (lahm-el hınzıri) için ne iddianız varsa kan (ed-deme) için de aynı iddialarınız olmalı ki tutarlı olasınız. Domuz kötü, pis, çirkin bir hayvan olduğu için değil, denenmemiz için örnek veriliyor sadece. Allah isteseydi “inek eti” haram derdi. “Domuz eti yemeyin” diyorsa elbette yemeyeceğiz ama domuzu aşağılamanın, iğrençleştirmenin, zararlarına dair sözde bilimsel kanıtlar sunmanın, pislik yiyor demenin hiçbir anlamı yok. Tencerelerde süslenerek servis edilen tavuklar canlı iken sanki hiç pislik yemiyor muydu!!! Domuz eti zararlı bile olsa, ondan çok daha zararlı ve hatta zehirli birçok yiyecek sayabilirsiniz. Demek ki domuz eti örneği, doğrularla yanlışları ayırt etmek için veriliyor. Hatırlatayım… Kuran’a göre domuzun ETİNİ yemek haramdır. Yağını mağını değil. Eğer öyle olsaydı, Yahudilere çiftlik hayvanlarının bağırsaklarını, sırt yağlarını haram kılan Allah, bunu bize de belirtirdi. 71 Kalemzáde|Panzehir Buna rağmen domuzun yağını, suyunu, kılını, kokusunu, şusunu, busunu bile haram sayan ve yiyecek etiketlerinde bize domuz ürünü EXXX bilmem kaçlar arattıran, hatta temizlik maddelerinde, diş macunlarında, çikolatalarda “aman ha” diye uyaran helal kesim (!) ticaret erbabı ve din uleması (!) insanların manen kanını içiyor, inananları takıntılara, obsesifliğe iterek beynini kemiriyor. Kendi kazançlarına insanları yönlendiriyor. Yarın sabah gidip domuz yağı alacak değilim ama haram olmayan şeye neden haram diyor ve işin özünden uzaklaşıyoruz ki! Ama domuz etinin içinde de yağ yok mu, diyenler çıkabilir… Yediğin inek etinde hiç kan yok mu peki!!! Özellikle domuzu ve kanı bir arada zikrediyorum ki tutarsızlığı en güzel biçimde görmüş olalım. Domuzu şeytan gören anlayış, öğütten çok uzak yaşadığının farkında bile değil. Hayvanın, yani domuzun adını bile anmayı haramlaştıran anlayış “kan” derken hiç rahatsız olmuyor… Domuz lanetlidir diyen anlayış, kendi damarlarımda kutsal bir kan akıyor diye övünüyor… Kurbanın kanını alnına iyi bir şey diye sürenler, madem öyle domuzun etini, yağını da alınlarına sürmeliler ki tutarsızlığa düşmesinler! Domuza dokunmayı bile neredeyse yasaklayan, o hayvana dair bir zerre bile bedenime dokunmasın diye titreyen bu insanların damarlarında, onları canlı tutan, hayat kaynağı bir haram akıyor. Farkındalar ama değilmiş gibi davranıyorlar! Hem Allah’a inandığını söyleyip hem de Allah onu görmüyormuş gibi davranan zalimler gibi olmayalım. Neticede Allah, bir şeyi yemeyin demişse yemeyeceğiz. Ama gelin, Allah’ın esasta neleri haram kıldığını hatırlayalım… Allah’a ortak koşmak… Kula kulluk etmek… Anne-babaya iyilikten kaçınmak… Yoksulluk endişesiyle çocuklarını öldürmek… Çirkinliklerin ve kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmak… Haksız yere insan öldürmek… Yetimin malına göz koymak… Çalmak, yontmak… Ölçüde ve tartıda aldatmak… Ahlaksız ticaret yapmak… Karşılıksız (riba) ve kolay kazanç uğruna insanların malını, parasını yemek… Allah’ın ahdine vefa göstermemek… 72 Kalemzáde|Panzehir Kafa Kurcalayan Teyemmüm Teyemmüm, turab, said | تيمم تراب صعيد Çok basit bir soru ile başlayacağım… Uğraştığınız bir meşgaleden dolayı, BUGÜN eliniz yüzünüz kir pas içinde kaldı ve az sonra insan içine çıkmak zorundasınız. Ama elinizi yüzünüzü yıkayacağınız tek bir damla su yok ortalıkta… Ne yaparsınız? SAMİMİ OLARAK CEVAP VERMELİSİNİZ. Az çok aşağıdaki sırayı mı takip edersiniz yoksa direkt TEYEMMÜM diye 10 numaralı maddeye mi yönelirsiniz? Aklınızın yolu size ne diyor? 1) Elinizde hijneyik el temizleyici sıvınız, jeliniz olduğu için onu kullanırsınız. 73 Kalemzáde|Panzehir 2) Cebinizdeki ıslak mendille elinizi yüzünüzü temizlersiniz. 3) Çantanızdaki kolonya ile elinizi yüzünüzü silersiniz. 4) Sıvı bir sabun bulup onu elinize yüzünüze sürer sonra bir bezle kurularsınız. 5) Gazoz gibi su ihtiva eden başka bir temiz sıvı bulabilirseniz onunla olabildiğince temizlenmeye çalışırsınız. 6) Bebek pudrası ya da fondoten gibi bir toz ile ile elinizi oğuşturup kirinizi dökmeye çalışır ya da yüzünüzdeki kiri kamufle edersiniz. 7) Temiz bir bez bulup, onunla olabildiğince elinizi yüzünüzü temizlemeye çalışırsınız. 8) Bir ağacın kuru ve yaş yapraklarını karıştırıp elinizde oğuşturarak toz haline getirip onunla temizlenmeye çalışırsınız. 9) Toz halinde, olabildiğince temiz bir madde bulur, onu elinize yüzünüze sürer, oğuşturarak kirinizi dökebildiğince dökmeye ya da gizlemeye çalışırsınız. 10) Temiz bir toprak bulup, onu elinize yüzünüze sürersiniz. Cevabınız sizi tatmin etmediyse devam ediyorum… Peygamberimizin yaşadığı dönemde bugünkü gibi temizlik maddeleri yoktu. Ama dikkat edin… bugünküler yoktu. O günün şartlarına uygun başka şeyler vardı. Bunların ne olduğunu teyemmüm hadislerinde değil ama başka rivayetlerde ve alakasız gibi görülen hadislerde, yazanın niyeti bu olmasa da gayri istemli olarak bildirilmiş görüyoruz. Örneğin bazı ağaçların yapraklarının kurutulup dövülmesiyle oluşturulmuş toz halindeki maddeler… örneğin kap kacaklarda kullanılan kum, kil ve kül gibi maddeler… örneğin başlara sürülen yağ (bu yağ yemek yağı değil elbette, süslenme için kullanılan yağdır)… örneğin vücut kokularını gidermek için kullanılan çeşitli buhur ya da sıvı kokular… 74 Kalemzáde|Panzehir Şimdi soruyu da cevabınızı da, rivayetleri de unutun. Kitabımız Kuran’daki ifadelere geçiyorum… Sa’id nedir, ne demektir?… Kuran’da sa’id diye bir kelime var. Her yerde anlamı “düzey, seviye, (ing) level” olmasına rağmen Kuran’da kullanıldığında toprak diye çevriliyor. Tam olarak 4 yerde geçiyor. Bunlardan ikisi Kehf suresinde. Biri 8’inci diğeri 40’ıncı ayette. وإنا لجاعلون ما عليها صعيدا جرزا 18 Kehf 8 Ve inná le cáilune má aleyhá saíden curuzá Türkçesi: Ve biz gerçekten onun üzerinde olanları kupkuru bir “saíd” haline getirebiliriz. فعسى ربي أن يؤتين خيرا من جنتك ويرسل عليها حسبانا من السماء فتصبح صعيدا زلقا 18 Kehf 40 Fe asá rabbí en yu’tyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhá husbánen mines semái fe tusbiha saíden zeleká Türkçesi: Belki Rabbim senin bahçenden daha hayırlısını bana verir, seninkinin üstüne gökten ‘yakıp yıkan bir afet’ gönderir de kaygan bir “saíd” kesiliverir. Buradan anlıyoruz ki “sa’id” denilen şey, toprak ya da her ne ise kuru da olabiliyor akışkan da. Sa’id kelimesi Kuran’da iki yerde daha geçiyor. Biri Maide 6, diğeri Nisa 43. Bildiğiniz gibi bu ayetler de abdest ve teyemmüm konularının olduğu, temizlenme bahsinin anlatıldığı ayetlerdir. Onlara geçmeden önce şunu belirteyim. Bu dört ayetin dışında Kuran’da defalarca topraktan bahsedilir. Ama topraktan bahsedilen bu ayetlerin hiçbirinde “sa’id” kelimesi kullanılmaz. Hepsinde toprak “turab” olarak geçer veya yeryüzünden bahsediliyorsa “ar’d” kelimesi kullanılır. Hiçbirinde toprağa “sa’id” denmez. Şimdi gelelim “teyemmüm” kelimesine… 75 Kalemzáde|Panzehir Teyemmüm kelimesi “ymm” kökü dâhil olmak üzere Kuran’da üç yerde geçer. Birincisi Bakara 267’de… يا أيها الذين آمنوا أنفقوا من طيبات ما كسبتم ومما أخرجنا لكم من األرض وال تيمموا الخبيث منه تنفقون ولستم بآخذيه إال أن تغمضوا فيه واعلموا أن هللا غني حميد 2 Bakara 267 Yá eyyuhállezíne amenú enfikú min tayyibáti má kesebtum ve mimmá ahracná leküm minel ard, ve lá teyemmemúl habiyse minhu tunfikúne ve lestum bi áhızíhı illá en tuğmidú fíhî, váalemú ennalláhe ğaníyyun hamíd Türkçesi: Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi/temiz olanından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye teyemmüm etmeyin ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayacak ganilikte/zenginlikte hamdedilmeye/övülmeye layık olandır. Buradan anlıyoruz ki “teyemmüm” kelimesi “yönelmek, kalkışmak” anlamına gelen bir kelime. Yani sadece abdestle ilişkilendirilecek özel ve kutsal bir kelime değil. Kılıçla hamle de yapsanız “kılıçla hamleye” teyemmüm etmiş olursunuz. Teyemmüm kelimesi Kuran’da iki yerde daha geçiyor. Biri Maide 6, diğeri Nisa 43. Yine hatırlatayım ki “said” kelimesinde olduğu gibi “teyemmüm” kelimesi olan bu ayetler de yıkanma ve temizlenme konularının olduğu aynı ayetler. Şimdi onlara bakalım… يا أيها الذين آمنوا ال تقربوا الصالة وأنتم سكارى حتى تعلموا ما تقولون وال جنبا إال عابري سبيل حتى تغتسلوا وإن كنتم مرضى أو على سفر أو جاء أحد منكم من الغائط أو المستم النساء فلم تجدوا ماء فتيمموا صعيدا طيبا فامسحوا بوجوهكم وأيديكم إن هللا كان عفوا غفورا 4 Nisa 43 Yá eyyuhállezíne amenú lá takrabús saláte ve entum sukárá hattá ta’lemú má tekúlúne ve lá cunuben illá ábirí sebílin hattá tagtesilú. Ve in kuntum mardá ev alá seferin ev cáe ehadun minkum minel ğáiti ev lá mestumun nisáe fe lem tecidú máen fe teyemmemú saíden 76 Kalemzáde|Panzehir tayyiben femsehú bi vucúhikum ve eydíkum. İnnalláhe káne afuvven gafúrá Türkçesi: Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de yoldan gelip geçenlerden olmanız hariç yıkanıncaya kadar saláta yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz tuvaletten gelmişseniz veya kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir saíd’e teyemmüm edin, onu yüzünüze ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. يا أيها الذين آمنوا إذا قمتم إلى الصالة فاغسلوا وجوهكم وأيديكم إلى المرافق وامسحوا برءوسكم وأرجلكم إلى الكعبين وإن كنتم جنبا فاطهروا وإن كنتم مرضى أو على سفر أو جاء أحد منكم من الغائط أو المستم النساء فلم تجدوا ماء فتيمموا صعيدا طيبا فامسحوا بوجوهكم وأيديكم منه ما يريد هللا ليجعل عليكم من حرج ولكن يريد ليطهركم وليتم نعمته عليكم لعلكم تشكرون 5 Maide 6 Yá eyyuhállezíne ámenú izá kumtum ilás saláti fagsilú vucúhekum ve eydiyekum ilál meráfikı vemsehú bi ruusikum ve erculekum ilál ka’beyn ve in kuntum cunuben fattahherú ve in kuntum mardá ev alá seferin ev cáe ehadun minkum minel ğáitı ev lámestumun nisáe fe lem tecidú máen fe teyemmemú saíden tayyiben femsehú bi vucúhikum ve eydíkum minhu, má yurídulláhu li yec’ale aleykum min haracin ve lákin yurídu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurún Türkçesi: Ey iman edenler, saláta kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da. Eğer cünüpseniz yıkanın; eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir saíd’e teyemmüm edin, onu yüzünüze ve ellerinize sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama SİZİ TEMİZLEMEK ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak İSTER. Umulur ki şükredersiniz. 77 Kalemzáde|Panzehir Şimdi kelimeleri toparlayalım… sa’id… toprak değil, çünkü toprak denilmek istendiğinde “turab” kelimesi kullanılıyor. düzey, seviye, (ing) level, toz halinde gibi anlamlara geliyor. Aynı zamanda kuru veya akışkan olabiliyor. teyemmüm… özel bir isim değil, bir fiil. Yönelmek, kalkışmak, meyletmek gibi anlamlara geliyor. Temiz bir sa’id’e teyemmüm edip, onu elimize yüzümüze sürmek… Güncel Türkçesiyle söylersek… Su yoksa temiz “kuru ya da akışkan bir toza” yönelip, onu elimize ve yüzümüze sürmek… veya Su yoksa, yönelin seviyeye ve ondan elinize ve yüzünüze sürün… cümlelerinden ne anlıyorsunuz? Ben yazının en başındaki tercihleri öncelik sırasıyla yapmam gerektiğini anlıyorum. Eğer su yoksa onunla eşdeğer veya altında bir seviyede temiz olan toprak mamulü bir madde ile elimi yüzümü temizlemem gerektiğini anlıyorum. Ya siz! Elimde ıslak mendil, el temizleme jeli, mendil, pudra ve sair varken gidip toprakla elimi yüzümü mesh etmeyi anlamıyorum. Ve bence teyemmüm/yöneleceğim şey konusu artık kafa karıştırıcı değil. Hatta “sa’id” gerçekten toprak demek bile olsa, toprağa yönelmek illa ki toprağı eline yüzüne sürmek değil, ondan çıkan temizleyici bir maddeyi sürmek olmalıdır. Bence, bana bu konuda katılmıyor bile olsanız siz de benim yaptığımın aynısını yapıyorsunuz. Ama konu namaz olunca bu tercihinizden vazgeçiyorsunuz. Oysa Allah bize zorluk çıkartmayı değil, bizim TEMİZ OLMAMIZI ve üzerimizdeki nimetini tamamlamayı istiyor ve en doğrusunu elbette O biliyor. 78 Kalemzáde|Panzehir Şimdi tekrar bakın yazının başındaki cevaplara. Kir pas içindesiniz ve az sonra insan içine çıkacaksınız ya da namaz kılacaksınız. Yukarıdaki 10 tercihten hangisine teyemmüm edersiniz, yönelirsiniz? Aklınızın yolu size ne diyor? 79 Kalemzáde|Panzehir Örtünme Bahsine Nokta Kuran’da kadınlara, niçin ve nasıl örtünme tavsiye ediliyor? Esasında bu konuya hiç girmek istemiyordum. Çünkü bu örtünme konusu öyle bir hal aldı ki ne söylersek söyleyelim, tartışmaya meraklılar bunu fırsat bilecekler. Şahsen, sadece kendi fikrimi, kendi anlayışımı sadece benim gibi düşünenlerin ama ifade etmekte zorlananların yalnız olmadıklarını bilmeleri ve olası ufuk açılımlarına vesile olabilmek için paylaşacağım. Yoksa kimsenin nasıl ve ne kadar örtündüğü ya da niçin yeterince örtünmediği beni direkt olarak ilgilendirmiyor. Yine de kendimce ulaşmış ve uzun süreden beri kani 80 Kalemzáde|Panzehir olmuş olduğum bu düşüncemi kendime saklamayı artık etik bulmuyorum. Çünkü bunu şu ana kadar benim gibi düşündüğünü ifade eden hiç ama hiç kimseye varsa da rastlamış değilim. Bu yüzden yeter miktarda bir açıklamayla söyleyip geçeceğim. Örtünme ile ilgili ayetlerden başlayacağımı düşünmüş olabilirsiniz. Ama sizi şaşırtacağım. Size daha kitabın başında yazan bir ayeti hatırlatacağım. Bakara suresinin en başını… 2 Bakara 2 İçinde hiçbir şüphe olmayan şu kitap, takva sahipleri için/ona yaslananlar için yol göstericidir/hidayete erdiricidir. Öncelikle bunu kabul etmeliyiz. Bu kitap, ismini sahiplenip, içinde yazanları sahiplenmeyen ve böylece ona ihanet eden sözde dindarların elinden artık kayıp gitmiştir. Bu Kuran… Bu Kuran’ı tek başına yeterli görmeyen… ve ona her türlü kulaktan kulağa gelen hükmü din diye ekleyen anlayış için artık rehber olmaktan çıkmıştır. Bu kitap sadece ona yaslanıp, onda yazanları akıl yoluyla anlayıp bilmeye çalışan takva sahipleri için rehberdir. Bu durumda şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor… Bu kitapta “Ey iman edenler… ey iman eden erkekler… ey iman eden kadınlar… inanan kadınlara söyle…” ve benzeri bir hitapla başlayan emirler ya da öğütler gördüğümüzde bilmeliyiz ki, bu tavsiyeler, bu kitabı rehber edinenler olarak bizi ilgilendiriyor. Daha Kuran’ın ana mesajının ne olduğundan gafil olan, henüz ortak koşmanın ne olduğunu bile anlayamayanlar için bu tavsiyeler henüz ölüdür. Demek ki “örtünme” bahsi geçen ayetler de sokaktaki herkesi değil bizi, yani kitabı rehber edinenleri ilgilendiriyor. Henüz kitabın ve gerçek vahyin ne olduğundan habersiz olanlar için örtünmekten öncelikle söylenecek çok daha başka şeyler var ki bunları gayet iyi biliyoruz. Bu düşünceye ulaştığımdan beri artık başörtüsü, tesettür ve benzeri bazı konularla ilgili fikrim bana sorulduğunda, sorana bakıyorum. Eğer kitabın ana mesajını anladığını düşündüğüm biriyse fikrimi açık seçik söylüyorum. Yok eğer daha ana mesajdan habersiz olduğuna kaniysem, 81 Kalemzáde|Panzehir bu durumda örtünme konusunun üstünde durmayı bile yersiz buluyorum. İnsanlar diledikleri gibi örtünebilir, giyinebilirler. Hatta uyduruk bile olsa benimsedikleri dinin gereği ne ise, benim anlayışıma uygun olsun olmasın onu uygulamaları gerekir. İnsanlar hangi hükmü benimsemişse ona dürüstçe, tutarlıca uymalılar. İşte bu kapsamda Kuran hakkında kiminle ne konuşacağımız Kuran’ın hitaplarında bellidir. O kitaptan yüz çevirenler için örtünme ayetlerinin anlamı yoktur. Örtünme ayetleri Kuran’ı rehber edinenleri ilgilendirir ve onları korumak içindir. Sorular iyi niyetle de olsa kötü niyetle de olsa genellikle şöyle geliyor… Başörtüsü hakkında ne düşünüyorsun? Sence başörtüsü var mı, yok mu? Başı açmak günah mı değil mi? Oradaki kelime başörtüsü demek mi, yoksa sadece örtü demek mi? Yakanın üzerine vurmak mı yoksa yakanın üzerine salmak mı? Daha bir sürü saçma sapan soru… Nur 31 de Nur 31! Ahzab 59 da Ahzab 59! Sanki Kuran’da Nur 31 ve Ahzab 59’dan başka ayet yokmuş gibi! Bir insan Kuran’a inandığını söylüyorsa, kitabın birkaç ayetine inciğine cinciğine kadar bakıp, diğer altı bin küsur ayetine neden hiç bakmaz? Bu durumda sadece birkaç ayete bakmak, kitabı rehber edinmek değil, işine geleni almak değil midir? Ama işte gel gör ki… o ayetler, o kitaptan yüz çevirip “onu biz anlayamayız” diyenleri değil, onu anlayabileceğini idrak ederek rehber edinenleri ilgilendiriyor. Şimdi gelelim o ayetlere. İki ayeti de buraya yazmayacağım. Çünkü herkes kendine göre meallendirmiş olanı kabul etme yönünde. Ben ise hiçbir zaman iki taraftan biri olmaya niyet etmedim. Her zaman Allah’ın, üçüncü ve birleştirici bir yolu olup olmadığına baktım. Hiç de pişman olmadım. Geçmişe bakın göreceksiniz… Evren sonludur diyenler de sonsuzdur diyenler de yanıldı… Allah’ın üçüncü seçeneğini, evreni genişleticiyim dediğini görmediler. Namaz konusunda da, abdest konusunda da, teyemmüm konusunda da ve daha birçok konuda da hep üçüncü ve hizipleştirmeyici bir çözüm olduğunu gördüm. İşte örtünme konusunda da aynısını görüyorum. Bu minvalde başörtüsü ve örtünme 82 Kalemzáde|Panzehir konusunda da sorulan sorular bence çok yanlış sorular. Şimdi ben farklı birkaç soru sorup cevabını olabildiğince göstermek istiyorum. 1. Bahse konu iki ayette Allah örtünme ayetlerini kime söylüyor? Cevap: Bu kitapla iman eden kadınlara. 2. Kadınların örtünmesi ile ilgili ayetlerde maksat nedir? Cevap: İman eden kadınların kendilerini koruması. 3. Ayetlere göre kadınlar örtünerek kimlerden korunacaklar? Cevap: Ortak koşan kalbi hastalıklı erkeklerden. 4. Peki bu malum erkeklerle ne şartlarda ve nerelerde karşılaşılır? Cevap: Bunun cevabını herkes kendine göre versin. Demek ki Allah, örtünme konulu bu ayetlerle Kuran’a gönül vermiş, onu rehber edinmiş kadınları diğer insanların hedef göstermesinden, aleyhlerine bir delil bulunmasından, farklı bilinip de rahatsız edilmesinden, kötü erkeklerce taciz edilmesinden korumak istiyor. Ve demek ki kadınlar her ne şekilde giyinirlerse giyinsinler bu korunma öğüdünü yerine getirmek için bunu yapmalılar. Elbette erkekler de kendi ölçülerinde örtünmeliler ama kadınların durumu bu hususta daha hassas görünüyor ve bu iki ayet yazının bahsi olduğu için kadınlardan bahsediyorum. Peki kadınlar neyi, ne kadar, nasıl yapmalılar ki korunsunlar? İşte bu noktada birçok yanlış uygulama mevcut. Kuran’da örtünmenin şeklini nasıl anlarlarsa anlasınlar, çoğu kadının asıl öğüt olan “korunun öğüdü” nden uzaklaştığını düşünüyorum. Örnekler vereyim… Bir kadın kitapta başörtüsünü görse de görmese de, bu toplumdaki mescidlerin çoğuna namaz kılmaya ya da Kuran okumaya gidiyorsa orada başı açık namaz kılmak ya da okumak yerine başını örtmeyi tercih etmeli. Bunu yapmak istemiyorsa, ya kendi gibi olanların bulunduğu bir ortama gitmeli ya da evinde salat etmeyi tercih etmelidir. Çünkü 83 Kalemzáde|Panzehir Allah’ın örtünme emrindeki maksadı, kadının bozguncu olması değil, kendisini korumasıdır. Gerekli olduğunda ve gerektiği yerde örfe uygun hareket edilmelidir. Aksi takdirde bütün gözler ona dönecek, bütün dikkatleri toplayacak ve aleyhinde delil bulmak isteyenlerin dedikodularına malzeme olacak ve hatta belki de taciz/rahatsız edilecektir. Buna meyilli olanların olduğu ortamlarda bu fitne çoğu zaman maalesef kaçınılmazdır. Bir kadın kitapta başörtüsünü veya bir başka kıyafeti görse de görmese de, birçok kırsal kesimde genel giyinişe çok aykırı bir tutuma girmemelidir. Aynı biçimde bütün dikkatler ve rahatsızlık emareleri üzerinde olacaktır. Bu durumda kadın “korun” öğüdünün dışına çıkmış olacaktır. Bir kadın Urfa sokaklarında, Paris sokaklarında dolaştığı gibi dolaşmamalıdır. Ve tam tersi de bence geçerlidir. Eğer bir kadın herkesin oldukça açık giyindiği bir ortamda normalin üstünde bir kapalı kıyafetle dolaşırsa yine maalesef rahatsız edilecektir. Daha da içsel düşünürsek kendisi rahatsız olmuş hissedecektir. Böyle giyinmeyi tercih eden kadınlar, ya ortamda dikkat çekmeyecek bir kıyafetle dolaşmalı ya da oradakilere benzer bir kıyafet giyemeyecekse o ortama hiç girmemelidirler. Maalesef mevcut ortamların çoğunda kadın farklı kıyafette olduğunda rahatsız ediliyor. Rahat hareket etmek isteyen bir kadın, bulunduğu ortamda rahatsız edilmeyeceği ve/veya kendini rahatsız hissetmeyeceği bir kıyafeti tercih etmelidir. Oysa geçmişte birçok kadın, sırf Allah’ın emrini uygulayacağım diye bazı kıyafetlerinde direttiği için rahatsız edildi, hakları gasp edildi ve kendilerine zulmedildi. Halbuki Allah’ın emri bir kıyafette diretmeleri değil, bulunduğu ortamlarda korunacak ve rahatsız edilmeyecek biçimde giyinmeleriydi. Aynı zamanda bu genç kız ve kadınlar, Kuran’ı anlayamayan ama onları kendi anlayışsızlıklarına rağmen dine simge yapmak isteyenlerce adeta savaş meydanında en öne sürüldü. Kadınlarını kızlarını başörtüsü taktırarak korumaya aldığını zanneden zihniyet, maalesef bu davranışlarıyla kızlarını ve kadınlarını tam tersine 84 Kalemzáde|Panzehir tehlikeye attı ve itilip kakılmalarına, yerlerde süründürülmelerine, zulüm görmelerine neden olmuş oldu. Bunu kabul etmeleri zor olsa da… başörtülü kadınlarımız ve kızlarımız adeta en önde koşan piyadeler gibi dinlerini savunduklarını düşünürken aslında bilmeden Allah’ın “kendinizi erkeklerden ve rahatsız edilmekten koruyun” öğüdüne aykırı hareket ettiler. Zalim zalimliğini yapar. Ama Allah zulmedici değildir. Toplumun başına gelen musibetler, toplumun kendi yapıp ettikleri yüzünden karşılarına çıkmıştır. Yarın tam tersi bir zihniyet zulmetmeye başlarsa, başörtüsü mağdurlarının yerini açık başlı mağdurlar alacaktır. Örneğin… Kabil’in arka sokaklarında bırakın başı açık dolaşmayı, başörtüsü takarak bile dolaşsanız rahatsız edilirsiniz. Bir kadın olarak orada dikkat çekmeyecek, çok daha kapalı bir kıyafeti tercih etmelisiniz. Korunmak için bu elzemdir. Cesaretin alanı, aklın ve dayanışmanın alanının dışında değildir. Neticede Allah, şu kıyafeti giyin, bu kıyafeti giyin, şu kadar kapatın, şu kadar açın diye bir emri direkt vermek yerine misalle öğüt verir. Tek tek şuralarınızı örtün demez. Allah’ın “kendinizi korumak için örtünün” öğüdü ve misal verdiği “yaka üzeri” ve “üst giysisi” gibi sembolik işaretleri vardır. Bulunulan ortamlara ve hatta örfe göre farklı kıyafetler tercih edilebilir. İyi düşünenler anlayacaktır ki, kitapta bedenin örtülecek her yeri de söylenmemiştir. Allah sadece öğüt vermiş, ortam çok kötüyse ve gerekirse evinizde oturun bile demiş, dışarıya çıkarken üzerinize yeterli bir dış örtüsü almalısınız diye eklemiştir. Ve bunu her Müslümanım diyene değil Kuran’a dayanan gerçek takva sahiplerini, vahye ortak koşan kalbi hastalıklıların tehditlerine karşı korumak üzere söylemiştir. Çünkü öğüt verilmiş bu kadınlar vahye uydukları için rahatsız edilecek olan kadınların ta kendileridir. Bir kadının tanınıp bilindiği ve yakın çevresinin olduğu ortamlarda her iki yönde aşırıya kaçmadıkları sürece nasıl giyinirse giyinsinler, etrafındakiler bu kıyafete karşı bile olsa, çok rahatsız edilmeyebilir ve açık ya da kapalı hoş görülebilirler. Ama farklı ortamlarda o kadınlar 85 Kalemzáde|Panzehir bilinip tanınmazlar. İşte bu yüzden kötü niyetlilerce her iki yönde de olsa rahatsız edilebilirler. Bu yüzden mümkün mertebe bulunulan ortama göre kıyafet tercih etmelidirler. Aklını kullanan erkekler de kadınlar da zaten neyi ne kadar bir ölçüyle örteceklerini çok iyi hesap edebilirler. Dikkat edin… Ben başörtüsü vardır ya da yoktur gibi bir iddia üzere hizip oluşturmadım. Çünkü mesele bu değil. Aslında hiç olmadı da. Ben kitapta bunu görüyorum diyerek… illa ki özel bir örtüye bürünmek ve bunu zorlamak ne kadar yanlışsa… ben kitapta bunu görmüyorum diyerek… açılmayı zorlamak ve kötü niyetlilerin de bulunabileceği her ortama inatla… dikkat çekeceği bilinen çok açık bir kıyafetle bile bile girmek… aynı derecede yanlıştır. Kalplerimiz gerçekte ne düşündüğümüze şahittir. Ve en doğrusunu o kalpleri de bilen Allah bilir. 86 Kalemzáde|Panzehir Bütün Kabahat Hocanın mı? “Allah beni affeder” Yanılgısı Kuran’ı anladığı dilde okumaya davet etiğimizde çok karşılaştığımız dirençlerden biri de “Allah’ın bizi, din konusunda çevremizden ve hocalardan öğrendiğimiz kadarıyla sorumlu tutacağı” ve “eğer takip ettiğimiz kimseler yanılıyorsa bundan dolayı Allah’ın bizi affedeceği” yönünde. Acaba gerçekler böyle mi? Acaba gerçekten umulduğu gibi insanların çoğunu Allah affedip cennete gönderecek mi? Hatta bazı tasavvufi görüşlere göre herkesin eninde sonunda kurtulacağı gibi bir durum var mı? Allah kimi affedeceğini kimi affetmeyeceğini, hangi günahları affedebileceğini hangi günahı affetmeyeceğini kitabında açık açık belirtmişken, Allah’ın affıyla kandıran şeytana uymaktan ne zaman vazgeçeceğiz!!! Benim niyetim iyiydi demek yetecek mi? Herkes böyle diyor ama acaba yanlış yolda olabilir miyiz, diye kendimize sormamız 87 Kalemzáde|Panzehir gerekmez mi? Emin olun ki, aklımızı kullanmaktan ve sorgulamaktan korkarak görmezden geldiğimiz her soru, aşınan iman ipimizin kopan bir telidir. Allah elbette en affedici olandır. Ve en adaletli olandır. Elbette bilgimiz, bilgimize etki eden tüm faktörler ve tüm niteliklerimizi göz önüne alarak, müthiş bir matematikle bize muamele edecektir. Kendi yaşadığı dönem ve şartlarda babaanneniz iyi niyetiyle ve yaptıkları ve yapmadıklarıyla belki de cenneti kazanmış olabilir… ancak iletişimin ve bilgiye ulaşmanın çağ atladığı ve 2016 yılına girdiğimiz şu günlerde siz babaannenizin yaptığının yedi katını yapsanız kazanabilir misiniz acaba!!! Allah’ın affını bekleyenler, buna rağmen hala “Yetiş ya Muhammed, kurtar bizi İsa, yetiş ya Ali, kuşat bizi Petrus’un gölgesi, yetiş ya gavs-ı azam, geyiklerinle gel Aziz Nikola” diye dua ediyorlarsa, birbirlerinden hiç farkları var mı? Onların hangi çeşit bir ihanet içinde olduğunu da Allah en iyi şekilde biliyor. Allah bize “sadece bana kul olun” dedikten sonra elçilerini ve diğer kullarını da kendinize ilah edinin der mi? Allah, tüm kötülüklerin kaynağında bulunan “tevbe edilmemiş şirki” affeder mi? Hıristiyanları eleştirip onlar gibi olmak istemeyenler, onların düştükleri hatalara aynen düşüyor, kendi peygamberlerini, kendi alimlerini Allah’a ortak koşuyorlar. Bu, sadece bu coğrafyanın değil, tüm yeryüzündeki insanların en büyük yanılgısıdır. İncil-Yeni Ant.-Elç 5:15 Bütün bunların sonucu, yoldan geçen Petrus’un hiç değilse gölgesi bazılarının üzerine düşsün diye halk, hasta olanları caddelere çıkartıp şilteler ve döşekler üzerine yatırır oldu. “Allah’a dua eden yardım bulmadı da, falancadan yardım isteyen buldu” diye kalpleri zehirleyen hurafe dinini aklı başında bir Müslüman nasıl kabul edebilir? Eğer bunu kabul ediyorsanız, VARSAYALIM Allah böyle bir duanıza mukabele etti ve kimden af ve yardım dilemişseniz, kendisi affetmek yerine yöneldiğiniz kişinin sizi affetmesi için onlara gönderdi!!! Eğer iddia edilen gibi onlar da size şefaat edecekse 88 Kalemzáde|Panzehir kurtulacaksınızdır! Ama eğer kitapta belirtildiği gibi “şefaatin tümü Allah’ın” ise ve “sadece Sen’den yardım dileriz” ayetlerinden sonra, onlar böyle bir yetkilerinin olmadığını söyleyerek sizi reddederlerse ne yapacaksınız? Ya da şöyle düşünün… Allah sizi affetmesi için o kişiye gönderdi ve umduğunuzun aksine o insan sizi affetmedi! Ama affı, şefaati Allah’tan bekleseydiniz belki de Allah sizi affedecekti! Vaka böyle değil… Varsaydık tabi ki… Allah akıl vermiş düşünene. Kimse Allah’tan daha merhametli olabilir mi? Allah affetmedikten sonra kim olabilir ki daha merhametli ki, sizi affetsin? Yoksa kıyamet günü bu hatanızı gördükten sonra yeniden Allah’a yönelip O’ndan mı yardım dileyeceksiniz? Bize böyle söylendi mi diyeceksiniz? Eğer öyleyse dünyada iken Allah’a yönelmenin ve doğru yolu aramanın ne anlamı kalır? Eğer öyle olursa kıyam günü herkes doğruyu göreceği için affedilmesi gerekmez mi!!! Ki kitapta iş işten geçtikten sonra O’na yönelsek de reddedileceğimiz açıkça anlatılmışken… Bir kere… şu “hoca bilir” takıntımızın ortadan kalkması lazım. İçlerindeki ilim sahiplerini tenzih ediyorum ve beni affetsinler, ama bu topraklardaki hocaların, imamların çoğunun maalesef Kurani bilgi olarak çok yetersiz ve hatta yanlışa yönlendirici olduğunu kabul edin artık. Camide namaz kıldıran ya da vaaz eden herhangi bir hocanın, bu toplumdaki çoğunluğun herhangi birinden “ilmi derinlik” olarak herhangi bir farkı yok. İlmi derinliği var gibi görülen dışarıdaki cemaatlerden bazı popüler adamlarınsa çoğu iyi niyetinizi kullanan şeytanlardan farklı değiller. Belki bazı şeyleri biliyorlar ama en önemli şeyi, şirki bilmiyorlar ya da işlerine gelmiyor. Kendinize gelin. Siz de Allah’ın özenle yarattığı değerli bir insansınız. Onlar biliyor da siz onlardan öğrenmek zorunda değilsiniz. Eğer hoca yanlışsa, Allah sizi bundan sorumlu tutmayacak mı sanıyorsunuz? O gün geldiğinde yanlıştaysanız, bütün suçu hocalara mı atacaksınız? Allah manen size “Ben seni akılsız mı yarattım? Eksik mi yarattım?” diye sormaz mı? 89 Kalemzáde|Panzehir Bana inanmak, benden ya da benim gibi düşünenlerden de öğrenmek zorunda değilsiniz. Allah elçilerinin bile hiçbiri hoca değildi. Sadece Allah’ın tekliğini savunan apaçık uyarıcılar idiler. Sadece uyardılar ve kendilerine değil, aldıkları vahye yönlendirdiler. Herkesin yapması gereken de cübbe ve sarık sahiplerine değil sadece vahye yönelmek. Gerisini öğreten Allah’tan başkası değildir. ALLAH’LA YALNIZ KALMAK ZORUNDASINIZ. Allah’a ve vahyine yönelmedikçe öğrenemezsiniz. Üstelik öğrenmek de yetmez. Öğrendiklerimizi uygulamaya koymadıktan sonra yine boşuz. Öte tarafta yazılı imtihan yok. 90 Kalemzáde|Panzehir Kuran’ınız Var, Ya Furkan’ınız! Furkan’dan İzdüşümleri 91 Kalemzáde|Panzehir Yukarıdaki resimde gördüğünüz raf, çarşıda bir kitapçıyı gezerken dikkatimi çekti ve orada fotoğrafladım. Kırmızı kitaba dikkat etmenizi istiyorum! Üst tarafına Arapça “El-lü’üü vel-Mercan” ismi kancalanmış ve üzerinde “Buhari ve Müslim İttifak Ettiği Hadisler” yazan kitabın bu görüntüsü bize ne söylüyor sizce? Yazıyı kısaltmak isterseniz italik bölümü geçebilirsiniz. Bu yazıyı yayınlamadan önce internette resmi aynı soruyu sorarak paylaştım. Hemen hemen tahmin ettiğime yakın cevaplar aldım. Hemen hepsi bence de doğru yaklaşımlar. Önce onları görelim, daha sonra kendi yazımı ardına ekleyeceğim. Arkadaşlar ironik ifadelerle ya da mana itibarıyla şunları söylediler… “İnci mercan diyor hadislere… Kuran’da olan benzetmeleri kullanmışlar. Buhari ve Müslim birer derya diyor. Levhalar olmadan dalmayın boğulursunuz diyor. İki denizin kavuştuğu yere işaret ediyor. İkisinden de inci ve mercan çıkar. Ama aralarında bir engel vardır karışmazlar diyor.” “Kısacası hadislere güvenmeyin deniyor.” “İttifak etmediği de hadisler var diyor. Birbirleriyle çelişir bunlar sürekli fakat bazen denk geliyor diyor.” “Buhari ve Müslim’in ittifak etmediği hadisler de olduğunu; Biri kabul ettiği halde ötekinin kabul etmediği hadisler de olduğunu” “Hadislerde ihtilaf var demenin diğer bir yolu.” “Pazarlığa konu olmuş “laf” satışı var diyor.” “Bütün güzel sözler Allâh à yükselir ama din Allâh tan gelendir” “Kuran yok, sadece bu kitaplar var” “İttifak ettikleri hadisler de var, ama ayrı düştükleri hadisleri ne okumaya ömrünüz yeter, ne de bunları okurken Kur’an’a sıra gelir. Yol yakınken aklınızı kullanın bence diye kırmızı ışık gibi uyarıyor.” 92 Kalemzáde|Panzehir “Kuran dışında uydurulan dini hükümler insanlar tarafından oluşturulduğu için Kuran dışında din arayanların parça parça olacaklarını söylüyor. İnsanlara güya yol gösteren âlim kabul edilmişlerin bile birbirleriyle çok az konuda uyuşabileceği bir din! Nitekim günümüzde Müslümanlar parça parça olmuşlardır.” “Bana o kitap İznik konsülünü hatırlattı?” “Adam Allah’a iftira atma durumunu sağlamlaştırmak için şıracıyı bozacıyla desteklemiş. Dini, uydurmalara has kılmak ve düzenlerinin bozulmaması için uğraşmış çünkü inanmış. Biz de bu adam ne yapmak istiyor diye düşünüyoruz ama adam harekete geçeli uzun zaman olmuş.” “İtiraf ediyor o kitapta yazılanların Buhari ve Müslim’in zanları olduğunu hadisçilerin dininin Buhari ve Müslim’in insafına kaldığını itiraf ediyor. Ayrıca ittifak ettikleri olduğuna göre ihtilaf etmedikleri de vardır. Hani ikisi de sahihti. Buhari’ye göre Müslim’in 400 küsur ravisi güvenilmez. Müslim’e göre de Buhari’nin 500 küsur ravisi güvenilmezmiş. Ortada bi kendi bacağına sıkma bi kendi kalesine gol atma var.” Arkadaşların söyledikleri bence de doğru… Ancak benim beklediğim cevap daha zor bir soruya cevap olandı. Bu çıkarımlarla Allah’a ve Kuran’a baştan inandığını söyleyen birini ikna edebiliriz ama ya etmeyeni! Şimdi yazıya ve ilave olarak benim düşündüklerime dönelim. Bu resme baktığımızda açık seçik olarak hadislerin ne kadar elenirse elensinler peygamberimizin lafzı olduğuna emin olamayacağımızı görüyoruz. Eğer birileri için hadisler elzemse ve asla reddedilmemesi gerekiyorsa, daha en başta onları yazanların birbirlerinin topladığı hadislerin bir kısmını kabul ederken bir kısmını reddettiklerini göstermemiz gerekir. Yani eğer hadis inkârcısı birileri aranıyorsa, bu resme göre en baştaki hadis inkârcıları Buhari ve Müslim’in kendileri değil midir? Onlar bile birbirlerinin sahih dedikleri hadislerin bir kısmını reddediyorlarsa, biz nasıl olur da her birinin sahih dediklerinin hepsini gerçek diye kabul etmeye zorlanabiliriz! Zaten hadisleri 93 Kalemzáde|Panzehir reddetmek diye bir tartışmaya gerek bile yoktur. Hadisler oradadır ve istense de istenmese de varlar. İster yanlış olsunlar ister doğru, zaten dini hüküm olarak görülemezler. Tarihsel döküman arayanlar farklı araştırmalar için karıştırabilirler. Bu resme bakıp gerçek dinin gerçek kaynağının Allah’ın vahyi olan, elimizdeki Kuran olduğunu… hadislerin ise adı üstünde doğrulukları tartışılır rivayetler olduğunu… ve dinin kaynağı olamayacağını açık seçik görüyor oluşumuzu… hepimiz, hele de Kuran’ı anlayarak okumuşsak rahatça görebiliriz. Resme baktığımızda ayetlerdeki (inci, mercan, iki deniz gibi) simgesel ifadelerin bile rivayetleri doğrulamak adına onlara atfedildiğini rahatça anlıyoruz. Peki iş bu kadarla bitiyor mu? Tüm bunlara rağmen acaba elimizdeki kitabın ne kadar doğru olup olmadığını nasıl ortaya koyabiliriz? Şimdi resme tekrar bakın. Oradaki kırmızı kitabın üstünde yazan “Buhari ve Müslim’in İttifak ettiği hadisler” ibaresini değil de “Kuran ve Tevrat’ın ittifak ettiği ayetler” ifadesini görseydik ne cevap verecektik? Eğer böyle yazsaydı Buhari ve Müslim için kullandığımız kınayıcı söylemleri aynı rahatlıkla Musa, diğer peygamberler ve Kuran peygamberi için de kullanacak mıydık!!! Eğer Buhari ve Müslim’i bu kadar kolay çöpe atabiliyorsak bunun nedeni Kuran’ı okumuş olmamızdır. Ama Kuran’ı da, İncil’i de, içindeki Zebur’la birlikte Tevrat’ı da okumamış birisi olsaydık… Dayanacak bir yerimiz olmasaydı… Ve biri bize üzerinde “Kuran ile Tevrat’ın ittifak ettiği ayetler” diye bir kitap gösterseydi ve bizi inandığımız kitap yüzünden kınasaydı ne cevap verecektik!!! Doğrusunu söylemek gerekirse; bu rafa ilk baktığımda ilk aklıma gelen, bu kırmızı kitabın içinde ne yazarsa yazsın “Sizin ilahınız tek bir ilahtır” (2:163) ayeti olmalıydı. Oysa ben de çoğumuz gibi önce kitaptaki ismin yaşananla olan tutarsızlığını gördüm. Üzerine bunlara inanan insanları kınamak geldi. Oysa kendi tutarsızlığım var mı diye bakmayı erteledim. Allah’a ya da Kuran’a zaten inanmayan birisine Kuran’ı göstererek 94 Kalemzáde|Panzehir cevap veremezsiniz. Ama ondan ilham alabilirsiniz. Elbette Kuran’a inanmak için birçok sebebim var ve yazılarım bunlarla dolu ama bu inancımı dışarı ifade edebilmek için bazen dinle hiç ilgisi olmayan, hatta Allah’la alakasını kesmiş birisine verilecek cevapları olan soruları görmemiz gerek. Bunun tek kelimelik cevabı da ilk aklımıza geldiği gibi “Kuran” değil. “Furkan” Peki Furkan nedir? Verilen ilk cevap Kuran’ın diğer adıdır! Sonra yetmezse tüm kitapların ortak adıdır! O da yetmezse Kuran’ın doğruyu yanlışı ayırt edicilik sıfatıdır! Dikkat edin hep atıf var açıklamalarımızda. Onun adı, bunun adı. Belki doğru ama bir taraftarlık var. Furkan’ın kendisi nedir peki? İnsanların çoğu Kuran’a inanır gibi Buhari’ye, Müslim’e inanır gibi Kuran’a, İncil’e inanır gibi EbuDavud’a, Tırmizi’ye inanır gibi Tevrat’a inanıyorlar… ya da tam tersi inanmıyorlar… ya da bir kısmına inanıp bir kısmına inanmıyorlar. Ama hiçbirini okumadan, düşünmeden! Sonra taraf oluyorlar. Hadis diye… İncil diye… Kitabı mukaddes diye… Hatta Kuran diye… Can alıcı soru ise şu… Peki, o Kuran’ın doğruluğunu biz nasıl anladık? O İncil’de ve Tevrat’ta geçenlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu nasıl anladık? Hatta Buhari’nin Müslim’in sahih dedikleri hadislerin din olmasa bile, peygamberin sözleri olup olmadığını nasıl anladık? Elimizde ne vardı da okuduğumuz kitabın Allah’tan olup olmadığını ve ayetlerinin gerçekleri yansıtır olup olmadığını idrak ettik? Önümüze bugün başka bir kitap konulsa ve Allah’tandır, öncekinde yalanlar vardı, son kitap değildi dense… o yeni kitabı okumaya cesaret edemeyecek miyiz? Bu durumda Kuran taraftarı olmaktan başka ne yapmış olabiliriz? İşte bunların cevabı da yine Furkan. Önce Furkan vardı. Önce Furkan’ı fark ettik biz. Elbette Kuran dosdoğru bir kitap. Ama eğer Furkan olmasaydı okuduğumuz Kuran’ın dosdoğru olduğunu anlamamız mümkün değildi. Nasıl mı? Önce merak ettik. Önce sorguladık. Önce “hangisi doğru” dedik. Önce “Allah’ım bana doğru yolu göster” dedik. Beni doğruların yoluna ilet, yanlışların yolundan uzaklaştır diye kalpten dua ettik. Sonra işe 95 Kalemzáde|Panzehir koyulup, samimi olarak Kuran’ı okumaya başladık ve gerçeği fark ettik. Eğer öncesinde “Allah şöyle demiş ya da dememiş olabilir mi?” diye sormasaydık Kuran’dan cevapları alamayacaktık. Eğer öncesinde, doğruyu yanlışı ayırt edebilme yeteneğimize kavuşmasaydık Kuran’ı okusak da anlayamayacaktık. Önce istedik… önce bir şeyler oldu bize… sarsıldık… Bir çeşit taş düştü başımıza… Daha fazla önemser olduk… Önce dua ettik… Gerek dilimizle gerek halimizle… Ve sonra o duayı dava edindik… Gerek dilimizle gerekse halimizle… Bir de baktık ki, yanlışlar hızlı biçimde birer birer dökülüyor, doğrular birer birer yükseliyorlar… Ok yaydan çıkmıştı. İster istemez okuduk kitabı… Ve gördük ki mikroskop altında görünmez ruhsal genlerimizde doğru diye ne varsa, Kuran da bize onları birer birer hatırlatıyor. Ve görünmez bir el, hayatta bize onları birer birer bir benzeriyle yaşatıyor. Kendi hayatımızda bir benzeriyle Nuh oluyoruz, Musa oluyoruz, Muhammed oluyoruz, Meryem oluyoruz. Etrafımıza bir bakıyoruz… Bir benzeriyle Hamanlar görüyoruz, Samiriler görüyoruz, Nemrutlar ve Ebu Cehiller görüyoruz… Eğer Furkan olmasaydı, Kuran’da bunları göremezdik. (2:53) “Hidayete erersiniz diye Musa’ya Kitap’ı ve Furkan’ı verdik.” ayeti anlam buluyor. Anlıyoruz ki Furkan’sız Tevrat Musa’ya bile verilmemiş. (2:185) de daha iyi bir anlam buluyor. “…insanlar için hidayet olan ve delillerle indirilen Kur’an ve Furkan…” deniyor. Furkan’sız bir Kuran indirilmiyor. İndirilen kitabın hak olduğunu peygamberin anlaması için bile Furkan’a ihtiyaç var. (3:3) “O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti.” dendikten sonra (3:4) “…bundan önce Furkan’ı da indirdi.” diye ekleniyor. (8:41) “…Furkan günü ve iki ordunun karşılaştığı gün kuluna indirdiği zikir…” hatırlatıyor ve ona güvenilmesi gerektiği söyleniyor. 96 Kalemzáde|Panzehir Tevrat Musa’ya verilmişken, (21:48)’de sadece Musa’ya değil “Musa’ya ve Harun’a Furkan’ı verdik…” deniyor ve ardından (21:51)’de “…İbrahim’in rüştünün verilmesi…” ifade edilerek doğruyu yanlışı ayırt etme yolunda rüşt sahibi olmak gerektiği açıklanmış oluyor. Ardında gelen ayetlerde İbrahim kavmine haykırmaya başlıyor. Peki bu Furkan dediğimiz “doğruyu yanlışı ayırdeden” şey sadece peygamberlere mi has bir şey? El-Furkan olmasa da bir furkan bize de verir mi Allah? O’na yönelenlere, soranlara… Cevap Enfal 29’da… (8:29) Ey iman edenler, Allah’a dayanır, takva sahibi olursanız, sizi bir FURKAN sahibi kılar, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. Ve Furkan suresi… 25:1 Âlemlere uyarıcı olması için, KULUNA Furkan’ı indiren ne yücedir. Furkan sahibi olmuş bir inanan Kuran’ı okuduğunda her şeyin sahibinin kim olduğunu görür. Kula kul olmayı bırakır. Kendisine ne fayda ne zarar verebilecek O’ndan başka kimse olmadığını görür. Din adına, hayat adına, ahiret adına artık kimseyi bilerek ya da bilmeyerek rab edinmez. O kitaba lafzen inandığını söyleyenlere o kitabı hatırlattığında bile tepki görmeye başlar. Söyledikleri gerçekleri hep başkasından öğreniyor zannedilir. “Allah’ın dediği budur” dediğinde “sen anlamazsın” denilir. Peygambere inandığını söyleyenler, peygamberin Kuran’da söylediği cümleleri görmezden gelirken Furkan sahibi ise didinir durur. (25:30) Ve elçi dedi ki: Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terkedilmiş olarak bıraktı. Furkan sahibi, inanmayanların ileri sürdüğü her iddiaya karşı Kuran’daki cevabı bulur da, onlar yine de gözlerine girmekte olan gerçeğe yüz çevirirler. 97 Kalemzáde|Panzehir (25:33) Onların sana getirdikleri hiç bir örnek yoktur ki, biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım. “Bu kadar alim yanılıyor da sen mi doğru yolu buldun” denilir. Aynen peygamberlere müşriklerin söylediği gibi… Doğruyu yanlıştan ayırt etmeye başlayana, karşı olarak söylenenler kitaptaki sözlerin bir benzeri, neredeyse aynısıdır. “Yoldan çıkmışsın” derler “alimleri bile kabul etmiyorsun” derler “sen böyle dedin diye atalarımızı mı reddedelim” derler “Buhari’yi de Müslim’i de kabul etmiyorsun, sünneti reddediyorsun, peygamberi yok sayıyorsun” derler “SAPIK” derler “SAPMIŞSIN” derler. (25:41,42) Seni gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu edinmektedirler: “Allah’ın, elçi olarak gönderdiği bu mu? Eğer onlara karşı durmasaydık, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.” Azabı görecekleri zaman, KİM yol bakımından DAHA SAPIKMIŞ ÖĞRENECEKLER. Eğer Kuran bir su ise, yağmur ise, furkan onun müjdeci rüzgârı gibidir. Furkan (doğruyu yanlıştan ayıran anlayış) Kuran’ı okutan gözlüktür. 25:48 Ve rahmetinin önünde rüzgarları müjdeciler olarak gönderen O’dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik. Peki bu Furkan neden herkeste yok? Ya da varsa neden ortaya çıkmıyor? 25:77 De ki: “Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız ve bu yüzden sonucu da kaçınılmaz olacaktır.” Duası olanın davası olur. Gerçek davası olmayanınsa hayatta yeryüzündekilerden başka gayesi yoktur. Neyi var, neyi yoksa kendisi istediğindendir. Tüm bu ayetlerden sonra görüyoruz ki, doğruyu, gerçeği öğrenmek için bir çaba sarf etmeyene Allah da o doğruyu göstermek için furkan indirmiyor ya da aktive etmiyor. Cahil kalmak isteyeni cahil bırakıyor. Gerçeğe inanmaktan yana olmayan toplumları 98 Kalemzáde|Panzehir da böyle istedikleri için sefalet içinde yüzdürüyor. Allah zulmetmiyor. Sadece isteyene istediğini veriyor. Eğer Buhari’ye Müslim’e dini doğrulardır diye inanırsak Buharici ve Müslimci oluruz. Aynı şekilde İncil’e furkansız bakarsak İsevi, Tevrat’a furkansız bakarsak Musevi oluruz. Yani gerçek ilaha yaslanamamış taraftarlar oluruz. Aynı biçimde Kuran’ı furkansız savunursak da Muhammedi oluruz. Ama furkanımız varsa, nereye bakarsak bakalım Rabbani olma peşinde oluruz. Allah kendisine taraftar aramıyor. Aklını kullanan, doğruları yanlışlardan ayırt etme yetisini kullanan, tek ilahın ne olduğunu anlayabilmiş ve dolayısıyla doğru işleri benimsemiş barışçı kullar istiyor. Bunu yapanlar da Kuran’ı anlamaya başlıyor ve kendini düzeltiyor. İş aslında bu kadar kolaylaştırılmış durumda. Ama furkanı isteyene… Eğer bir insanda (kendi şartlarında) anlama ve doğruyu yanlışı ayırt edebilme yeteneği olmasaydı vahyi anlamamak için mazereti olurdu. Ama emin olalım ki böyle bir mazeret yok. İşte bu yüzden, inanmak istemeyene ne anlatsak boş duvar gibi sekecektir. Kuran’ın doğruluğunu anlatmak için karşı tarafta furkandan bir eser olmalıdır. Eğer furkan aktifse sadece Kuran’a bakarak değil, raftaki aldatmacaya ya da gökteki yıldıza bakarak bile doğruyu yanlıştan ayırt edebilir insan. Kuran’sa furkan gözlüğüyle bakılabilen büyük bir haber, son hatırlatıcı ve son öğüttür. Gerçekler manasal anlamda, genlerimize gömülü bilincimizde zaten vardır. Öğreten Allah’tır. Üstüne mühür vurulmasını isteyense insanın kendisinden başkası değildir. 99 Kalemzáde|Panzehir Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz… Bu yazıyı yazmama (Allah razı olsun) Rıdvan Özkaplan isimli kardeşimin verdiği bilgiler ve salih insanlara yakışır güzel uygulamaları vesile oldu. Sizlere ne kadarını yansıtabilirim bilmiyorum ama tüylerimi diken diken eden şeyler anlattı. Sonra benim hatırıma gelen vakaları da eklemeye çalıştım. Neticede bu yazım, bazı hayvanların hüznünü paylaşmak ve kanımca bizimle beraber düşünüp, bizimle beraber öğüt almak isteyenler için çok önemli, hatta en önemli yazılardan biri oldu. Allah bizi affetsin. Zalime destek verdiğimiz müddetçe biz de zalimiz. Kendi gırtlağımız ve rahatımız için zulme göz yumdukça biz de zulmediyoruz. 100 Kalemzáde|Panzehir İlki benden… Tarihin birinde bir kurban bayramı… Hava sıcak mı sıcak… bir kesim alanındayız… Danalar diziler halinde 15 santimlik urganlarla yemlik tahtalarına bağlanmışlar. Oturmak isteseler oturamıyor, sağa sola dönüşmek isteseler dönüşemiyor, zoraki ayakta eziyet çekiyor, sıralarını bekliyorlar… Kimisi ise boynu yukarı asılı kalmış vaziyette çökebileceği kadar çöküp yarıya yemliğin tahtasına dayanmış… Kıçını devirebildiği yerse cıvık bir tezek ve büyükbaş hayvan idrarına bulanmış… Ve en kötüsü ki başımı döndüren… Gözlerinin önünde kesilen kesilene… bağıran bağırana… çırpınan çırpınana… Yerde boynuna bıçak vurulan hayvanın güya gözü bağlanıyor da… Kafalarını bile çeviremeden bu kesimleri izleyen, onu seyreden sırada bekleyen hayvanlar… onların gözüyle bakabilseydik ne hüzün kü ne hüzün… Sırasını bekleyenlerden biri sonunda dayanamıyor… böğüre böğüre yıkıyor ortalığı… Belli ki ya kan kokusundan bunalmış ya da az önce yanında koklaştığı arkadaşının boynundan kanlar fışkırdığı için ağlıyor… ama kimsenin umrunda değil… Kimi beşer kaç paraya anlaştığının derdinde, kimisi etleri koyacağı poşeti kapmanın… kimi bölüşülen kemiklerin eşit paylaştırılıp paylaştırılmadığını fırlak gözlerle izliyor, kimisi kelleyi ve paçalıkları bir torbaya atıyor… Sırasını bekleyen hayvansa orada bağıra bağıra ağlıyor… da hangi beşer hayvanının umrunda!!! Marketlerde gezmedeyiz… Paketlenmiş leziz etlerimiz, gıdalarımız! Hijyenik mi hijyenik tüyü yolunmuş tavuklarımız! Sırt etimiz, göğüs etimiz, budumuz… kolilerce yumurtamız, pastörize sütümüz! Kaymağımız… Oraya nasıl geliyorlar, biliyor muyuz? Bu vahşi beşer hayvanlarının, bu acımasız tüccarlık anlayışının, bu bitmez tükenmez para kazanma hırsının önümüze koyduğu temiz(!) gıdalar o hipermarketlere, avm’lere, nasıl bir biçimde seri üretiliyor da geliyor? Bir modern hastanedeyiz… Düşünün ki bir annesiniz. Az önce gözbebeğinizden daha değerli bir bebeğiniz oldu. Kucağınıza verdiler. Baktınız. Sevindiniz. Sevmeye başladınız. Çektiğiniz tüm acılarınız, 101 Kalemzáde|Panzehir annelik şefkatinizle, bu sevinçle ve mutlulukla uçtu gitti. Ama derken kapıdan bir beşer hayvanı hışımla girdi. Kucağınızdan yavrunuzu çekip aldı. Bir daha göremeyeceksiniz yavrunuzu. İlk öpüşünüz son öpüşünüz oldu. Size bir tekme atıp, alıp gittiler bebeğinizi umursamadan. Erkekse ya az ötede canı alındı ya da damızlık olarak ayrıldı. Kızsa, o da sizin kaderinizin bir benzerini yaşayacak bir gün. Onu da yavrusundan ayıracaklar sizin gibi. Doğan her çocuk ya ölecek ya da öksüz ve yetim büyüyecek. Haftalarca, belki de aylarca ağlayacaksınız. Anası olarak siz bir yerde, yavrunuz başka yerde. Ayrılık acısı çekeceksiniz. Göğsünüzde biriken süt, ağrınız olacak ama acınız daha fena. Çaresiz kalacaksınız. Sonra birileri gelip çocuğunuzun rızkı olan o sütü dibine kadar sağacak göğüslerinizden ve çarşıya götürüp litre litre satacak bu daha değerli diye! İşte bu kâbus, maalesef kâbus değil. Gerçeğin ta kendisi. Modern(!) mandıralardayız… Doğan birçok buzağı seri üretim şeytanının tezgâhlarında aynı ölümleri, aynı ayrılık acılarını, aynı yetimliği ve aynı hüznü paylaşıyor. Büyük marketlerden alıp yediğimiz, içtiğimiz hayvansal gıdaların birçoğunu… 102 Kalemzáde|Panzehir büyük hazır yemek, fast food zincirlerinde… hamburgerlerin arasına konulan etlerin, milk shakelerin… hangi hayvanların hangi hüzünlerinden ve ağlamalarından sonra dişimizin arasına takıldığını… boğazımızdan aşağıya akıp gittiğini… iyi düşünelim! Yedik, içtik! Tıka basa, doyup da doymayana kadar! “İyi yedik” dedik ve “elhamdülillah”la sildik yağlı dudaklarımızı. “Gözün görmediğine gönül katlanır” dedik. Duysak da, bilsek de… bilmezden, duymazdan geldik. Kazlar diri diri yolunup bize yastık olmuş umrumuzda mı? Hayvanlar fıtratlarına uygun olmayan yemlerle beslenmiş, kısa sürede yaradılışı gereği taşıyabileceği kilonun kat kat üzerine çıkarılıp önümüze getirilmiş umrumuzda mı? Alt tarafı tavuk… kısa ömründe iki ayağı üzerinde hiç duramamış ve yedi santimlik bir alana düşmüş de sesi bile çıkamamış, hayatında hiç gıdaklayamamış, bir kez olsun ötememiş, güneş görememiş, kanat çırpmayı bile bilememiş, haldır huldur soyulmuş, canı çıkmış çıkmamış da suya basılmış, otomatik makinelerde kırt kırt kesilmiş umrumuzda mı? Ne de olsa makinenin düğmesine basan “bismillah” demiş olmalıdır!!! Hayvan, yaşamı boyunca hormon, antibiyotik ve aşılara maruz bırakılmış… İhtiyacı olan hareket alanı ve gün ışığı sağlanmamış… Yaradılışına uygun olmayan biçimde aşırı sağım yapılmış… Doğum yapan hayvanın yavrusunu emzirmesine ve bakımını sağlamasına müsaade edilmemiş… yavrusu anne sütü yerine biberonla beslenmiş… anne ve yavru bu ayrılıktan ötürü haftalarca ve belki de aylarca acı çekmiş… Yahu Allah bizi affetsin, ilk ve son dokunuşundan başka anası yavrusuna, yavrusu anasına dokunamamış bir daha umrumuzda mı tıka basa doyarken!!! Yetim büyüyen yavrunun, dişi ise annesiyle aynı kaderi yaşaması, erkek ise kesim için bahsi geçen beslenme ve hormon sürecini yaşaması kaçınılmazmış umrumuzda mı!!! Kilosu kaçadır, bizim için önemli olan! Çünkü biz beşeriz ya… Çok üstünüz çok!!! “Yeryüzünde yürüyen bütün hayvanlar ve kanatlarıyla uçan bütün kuşlar da bizim gibi birer ümmettir” kitapta kalmış… Avlanma dönemleri ve av yasağından kitap neden bahseder, düşünmeyiz…. Bakara, Enam, 103 Kalemzáde|Panzehir Nahl, Neml, Ankebut, Fil… Sığır, çiftlik hayvanı, bal arısı, karınca, örümcek, fil… Kitapta sure adları bile bir şekilde hayvanlara atfedilmiş… ama anlamak insan olabilene… en uzun sure ineğe affedilmiş de biz o ineği alıp yavrusu doğduktan 24 saat geçmeden, öpüşüp koklaşmadan ayırmışız!… Hayvan biziz biz! Allah bizi affetsin. Ömrü boyunca otlak göremeyen hayvanlar… Suni sanayi besinleriyle beslenip şişirilen hayvanlar… Gezip dolaşamayan, yirmi santimlik ipin dibinde ömür tüketen canlar… Allah “Yiyin ve HAYVANLARINIZI OTLATIN. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır.” demişse ne olmuş ha!!! Anladık ya ayetin kelimelerini, düşünüp, hayatı anlamlandırmaya gerek yok artık!!! Cennet bizi bekliyor… Koşun!!! Allah’ın yarattığı hayvanlara sahip olan, beşer hayvanıyız… Boyun eğdirilmiş nice hayvanın sütünü içen, etini ziyafetlerde yiyen beşer hayvanıyız… Tüm bunlara rağmen ağzımızın yağlarını silerken “elhamdülillah, iyi yedik” demenin şükür olduğunu zanneden beşer hayvanıyız… Onlar boyun eğmiş ve sıralanmış halde dururken üzerlerine Allah’ın adını anmanın besmele çekmekten ibaret olduğunu zanneden, yediğine şükretmenin ne olduğunu bilmeyen, bilse de umursamayan beşer soyu hayvanlarız… Allah, iman edenleri savunur elbet ama şu da kuşkusuz ki… Allah hiçbir haini, hiçbir nankörü sevmez. Hayvanlardan yükümüzü ve bizi taşıyan… yününden, tüyünden döşek, yorgan yaptığımız… Etinden yumurtasına, sütünden etine, balından kaymağına kadar kahvaltı sofralarımızı ve yemek masalarımızı zenginleştirdiğimiz türlü gıdaları edindiğimiz… saygın bakışlarla ve nezaketle sol elimize çatalı sağ elimize bıçağı alıp, bu halimizle çok menem bir birşeymişiz gibi davrandığımız… İkiyüzlü beşer hayvanlarıyız. Tüm hayvanları yaratıp bize boyun eğdiren Allah bize diyor ki “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin…” ve ama ekliyor “…şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” Ama 104 Kalemzáde|Panzehir biz aklını kullanmaya üşenen bir beşer hayvanıyız… Allah bizi affetsin. Vahşi sistem her yere el atmış. Bize yanlışları doğru gösteriyor. Hatta zulmü, ticaret diye, meslek diye bize yaptırıyor. Onaylar ya da onaylamazsınız…ama bu benim teklifimdir… Benim hatırıma gelmeyenleri siz de ekleyebilirsiniz. Her yer aldatıcı reklamlarla dolu. Ürünlerin üzerleri dahil. Kanmayalım. Marketlere elimizde liste olmadan gitmeyelim. Bu listede mümkün mertebe hayvansal gıda olmasın. Listenin dışına da çıkmayalım. Ve hadi bir iyilik yapalım o yetim hayvanlara… Bir daha kazandırmayalım onları Allah’ın adına göre değil, zalimce sömürenleri… Bu meslekleri yapanlar bana katılmayacaklar ama acil ihtiyaçlar, bu konuda güvendiğimiz yerler ve yolculukta olmamız dışında dışarıda, yani evimizin dışında hayvansal gıda tüketmeyelim… Hele seri üretime (yani çok para kazanma hevesine) dayalı gıda alışverişi yapmayalım. Evimizin et, süt, yumurta, tavuk gibi hayvansal ihtiyaçlarını direkt üreticiden satın alalım. Yakınımızda yöremizde bulunan gerçek üreticileri bulalım. Etini yediğimiz, sütünü içtiğimiz hayvanlar hiç 105 Kalemzáde|Panzehir değilse otlakta dolaşmış olsun, güneş görmüş, suyunu içmiş olsun da yanları üzere devrilecekken gelsin soframıza. Hem vahşi sistemin rayına oturmuş tüccarlar, hem de üretenin üzerinden kan emen ve üretenden fazla kazanan komisyoncular değil, böylece üretenin de kendisi kazansın… Hem leziz ve arkasında zulüm ve hüzün olmayan temiz gıdalar tüketelim… Hem de daha ucuza. Böylece yeni üreticilere de iş alanı sağlayalım. İnsanları doğaya, doğal olana teşvik edelim. Bu arada oyuna da gelmeyip, organik üretim diye kandıran şeytanlara da prim vermeyelim. Belki Allah böylece daha önce yaptıklarımızı affeder. Bir ananın yavrusuna verdiği tek öpücük son öpüşü olsun istemiyorsak, hadi artık doğru düzgün işler yapalım. Biz insan olmazsak Allah bizi nasıl affetsin! Zalimliklere destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz. 106 Kalemzáde|Panzehir Trafik Kuralları ve Yetkili Servis Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar Trafik işaretlerine uyduğumuz sürece bir kazaya kendimiz sebep olmayacak şekilde ilerliyoruz demektir. Ama ne tarafa doğru gittiğimizi bilmek ve DOĞRU YOLU kaybetmemek için yön LEVHAlarına ihtiyacımız var. Eğer AKLIMIZI kullanmayıp, yönümüzü gösteren bir LEVHAya bakmaz, trafik işaretlerinden de yüz çevirirsek hem yanlış yollara girer çıkar, hem de başımıza gelecek her türlü kazaya belaya kendimiz sebep olmuş oluruz. Yolda birçok insanla karşılaşabilir ve zorda kaldığımızda arada bir onlara yol hakkında sorabiliriz. Ama kiminle karşılaştığımızı ve ne 107 Kalemzáde|Panzehir kadar iyi niyetli olup olmadığını bilemeyiz. Bizi doğru yönde götüreceğini söyleyen herkese inanamayız. Çünkü yolları bilmediği halde ya da sadece kendi köyünün yolunda gidip geldiği halde iyi ya da kötü niyetle yol göstermeye kalkan insanlar da vardır. Hatta çoğunun trafik levhalarından ve işaretlerinden bile haberi yoktur. Kendi gittiklerini zannettikleri yollara bizi götürebilir, kestirme yol diye karmaşık yollara bizi sokabilirler. Bunun yanında yol üzerinde pusu kurmuş birtakım aldatıcı ve soyguncular da vardır. Seni kılavuzlayacağım diyenin, bizi nereye götüreceğini bilemeyiz. Ama o bizi bir müddet götürürken bile, başımızı çevirip yolun kenarındaki yön LEVHAsına şöyle bir bakarsak, bizi doğru yöne götürüp götürmediğini fark edebiliriz. Hatta bizi kılavuzlamaya kalkan iyi niyetli insanları bile belli bir TAKİP MESAFESİnden izlemeliyiz. Çünkü eğer o güvendiğimiz kişi kaza yaparsa biz de ona çarpar ve hatta ZİNCİRLEME bir TRAFİK KAZASIna uğrayabiliriz. Hatta bunların içinde öyle kimseler olabilir ki, yaldızlı ve güzel sözlerle bizi aldatıp TERS YÖNE sokup YÖN LEVHAlarını bir daha asla görmeyecek hale bile getirebilirler. Doğru yolda gittiğimize zannederek, başımızı geri çevirip levhada ne yazdığına bakma ihtiyacı bile hissetmemeye başlarız. Şehirlerden geçerken o ŞEHRE özel DÜZENLEMELERE uymamız lazım. Arada bir TRAFİK POLİSleri bize yol gösterse ya da bir müddet bizi kılavuzlasa da, onun bu görevini ŞEHRin içinde yaptığını bilmeliyiz. Şehirden çıktığımızda belki bir müddet daha onun tavsiyeleri ile yol alacak ama şehirden uzaklaştığımızda artık bizi kılavuzlayamayacaktır. JANDARMALAR ise özel durumlar haricinde kısa süreli refakatlerle yetinir, esasen şehrin yakınlarında başımıza bir kaza gelirse ya da bir suç işlersek devreye girer ve bize hatamızı hatırlatırlar. KAYGAN ZEMİNlerde ilerlemek zordur. Böyle yerlerde ve zamanlarda bizi yola BAĞLAYAN ZİNCİRlerimizi takmak zorundayız. Yolla olan BAĞIMIZI sürekli ikame edecek tedbirleri almalıyız. Çünkü her an biz 108 Kalemzáde|Panzehir de kayabilir, başkaları da kayıp bize çarpabilirler. KASİSlerde ve KESKİN VİRAJlarda hızımızı düşürmeli, doğru yolda olduğumuzu düşünerek GAZa basmamalıyız. Çoğu zaman için en güvenli şerit ORTA ŞERİT, en güzel hız da VASAT (ORTA) olandır. Sağda duranların ani duruşları, girişleri çıkışları ve beklenmedik hareketleri ile soldan gidenlerin ACELECİ yüksek hızları ve HIRSları bizim için daimi bir tehdittir. HEMZEMİN geçitlerden geçerken çok dikkatli olmalı, başkalarının da YOL HAKKIna saygı duymalıyız. TALİ YOLLARdan gelip anayola çıkanları da “yol hakkı nasıl olsa benim” diyerek görmezden gelmemeliyiz. Çünkü her an bizim onlara çarpmamız ya da onların bize çarpması söz konusudur. Eğer bizim gibi kurallara uymaya çalışan ve LEVHAlardan ve YOL İŞARETLERİnden yüz çevirmeyen YOL ARKADAŞLARImız olursa onlarla KONVOY yaparak daha EMNİYETLİ bir YOLCULUK yapabiliriz. Ama bu durumumuz YOL ARKADAŞLIĞI biçiminde olmalı ve trafik kurallarından yüz çevirmemize sebep olmamalıdır. YOLda bir KAZAya denk gelirsek hayatını kaybetmiş olan yolculara trafik kurallarını hatırlatmaya gerek yoktur. Önce hayatta kalanlara elimizden geldiği biçimde YARDIMCI olmalı, sonra bu kazadan ibret almalıyız. Eğer İLK YARDIM KURALLARInı ve HAYAT KURTARICI TEDBİRLERİ bilmiyorsak, bilmeden KAZAZEDElere acemice sıhhi müdahalelerde bulunmamalıyız. Eğer ettiğimiz müdahalenin kazazedeyi olduğundan daha kötü bir hale getirip getirmeyeceğinden emin değilsek hiç müdahale etmemeyi tercih etmeliyiz. Ve elimizden gelen bir şey olmadığı halde sırf SEYRETMEK için orada kalabalık oluşturmamalıyız. İşi ehline bırakmalı, İTFAİYEYE ve CANKURTARAN ARAÇLARINA yol vermeliyiz. Yolda durup trafik levhalarının üzerinde yazan yazıları işimize geldiği gibi karalayıp üzerine başka bir yazı yazıp değiştirmemeli, eğer daha önce bir değişiklik yapıldığını fark edebilecek kadar dikkat etmişsek, 109 Kalemzáde|Panzehir sonradan yazılanı silip altındaki gerçek yazıyı ortaya çıkarmalıyız. Yolcuları kendi lokantasına, dükkânına, alışverişine çekmek için yol kenarlarına o bölgenin insanlarınca konulmuş işaretleri ya da reklam panolarını trafik işaretlerinden ayırt etmeli, onlar da trafik işaretidir, onlara da uymak zorundayız dememeliyiz. Karnı acıkan gidip yemeğini yer. Ama bilmediğin, güvenemeyeceğin yerde yemek yemektense, yanında kendi azığını taşımak her zaman için daha güvenli ve temizdir. Aksi takdirde güvenmediğimiz halde yediklerimizden bazıları midemizi bozabilir, rahatsız edebilir, ishale ve çeşitli rahatsızlıklara yol açabilir ve hatta bizi ağır ve onanmaz biçimde zehirleyebilir. Ama tüm bu trafik kurallarından daha önemli olanı da “Nereye gittiğimizi” biliyor olmamız gerektiğidir. Nereye gittiğini bilmeyeni çekecek hiçbir ÇEKİCİ yoktur. Eğer PERT olduysak da ÇEKİCİnin bizi götüreceği yer HURDALIKtan başkası değildir. Bu yolda YETKİLİ SERVİS yok. YETKİye sahip olan zaten bizimle beraber. O yüzden hiçbir kılavuza ya da çekiciye değil, YOLUN SAHİBİne güvenmeli, birbirimize TRAFİK CANAVARLARI gibi davranmamalıyız. Ne kadar duygulu ya da duygusuz bir yazı oldu bilmem ama, Kuran bile MERHAMET duygusuyla başlar, içi buram buram duygu kokar, peşinden de AKIL gelir. Arabanın üstündeki sürücü gibi. Duygusuz konuşulmaz, duygusuz yazılmaz Selam ve sevgiyle… 110 Kalemzáde|Panzehir Sade Vatandaşın Bildirisi Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım! İNSANCASI: HİÇBİRİNİZİN HİZBİNE ORTAK OLMAYACAĞIM! Bu ülkenin ırk, dil, din, sınıf, cinsiyet… ayrımı yapmayan kendi halinde bir vatandaşı olarak hiçbirinizin zulmüne ve hizbine ortak olmayacağım! Türkiye Cumhuriyeti insanlarını köyümde, dağımda, şehrimde, meydanımda, sokağımda ve Türkiye’nin her noktasında kavgaya ve hizipleşmeye iten hiçbir politikaya ortak değilim. 111 Kalemzáde|Panzehir Küresel vahşilerin ve onların şeytani sistemine uymuş tüm yerel vahşilerin başını ve kuyruğunu çektiği bu kasıtlı ve planlı hizipleştirmelerin ve kavgaların hiçbir tarafında değilim. Her zaman olduğu gibi yaratılış gayeme yönelip, kimsenin bana gösterdiği değil, vicdanımın bana gösterdiği doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceğim. Onun tarafı bunun tarafı değil hakkın, adaletin ve gerçeğin tarafı olmak için çalışacağım. Ülkeme düşman olmayacağım. Kendimi daha erdemli ve toplumumu daha huzurlu hale getirmek için çalışacak, yıkmak değil iyileştirmek için didinmeye devam edeceğim. Hükümetlerin, muhalefetteki siyasi partilerin, vahşi tüccarların, gözü paradan başka bir değer bilmeyen iş adamlarının, yalancı STK’ların, taraflı tüm medyanın, sözde vakıfların, etniğinden dincisine kadar tüm terör örgütlerinin, Kürt/Türk/Rum/Arap/Boşnak/Laz/Ermeni/Çerkez/Sünni/Alevi/Ateist…. ayırt etmeden tüm insanlara karşı gerçekleştirdiği her çeşit zulüm, hizipleştirme ve kandırmacasına ortak değilim. Mevcut tüm siyasi partilerin, tüm terör örgütlerinin ve hepsinin simsarı olmuş küçüğünden büyüğüne tüm ırkçı ve mezhepçi güçlerin insanlara uyguladığı hizipleştirme politikalarına ve zulümlerine hemen şimdi son vermelerini ve insanlıkta, erdemde, gerçekte, akılda ve vicdanda birleşmelerini, birleşemiyorlarsa kendilerini lağvetmelerini talep ediyorum. Bu ülkenin kendi halinde bir vatandaşı olarak bu hizipleştirme sürdüğü sürece hiçbir siyasî partiyi, hiçbir örgütü, hiçbir dînî, siyasî ve tarafgir sosyal oluşumu desteklemeyeceğimi ve yapılacak tüm seçimleri ve siyasî çekişmeleri boykot edeceğimi taahhüt ediyorum. İmza: Sadece Vatandaş Sadece İnsan 112 Kalemzáde|Panzehir Masal İşte! Ağalar ve Eşkıyalar Bir varmış, bir yokmuş! Evvel zamanın birinde güzel bir köyde yaşayan güzel insanlar varmış. Ekip biçerler, yiyip içerlermiş. Zamanla ağalar ve eşkıyalarca aralarına nifak sokulmuş. Biri derdini sayıp döker ama dilimi konuşamam der, diğeri diliyle konuşsa da derdini anlatamaz olmuş. Bir ağa gitmiş, başka bir ağa gelmiş. Bir eşkıya gitmiş, bir diğeri gelmiş. Ama insanlar birbirlerinden değil, onlardan taraf olmuşlar. Birbirlerini anlayıp aralarını düzeltmektense, daha güçlü gördüklerini sığınak edinmişler. Ağaların da eşkıyanın da zulmünü birbirlerinden bilmişler. Ağaya karşı olanlar eşkıyadan medet umar, eşkıyaya karşı olanlar ağadan medet umar hale gelmiş. Böylece iki taraf da köle 113 Kalemzáde|Panzehir olmuşlar da farkına bile varamamışlar. Bilememişler ki, ağa sözünü geçirmek için eşkıyaya, eşkıya sözünü geçirmek için ağaya muhtaçmış. Bir de sayıları az da olsa, ne eşkıyaya ne de ağalara yüz vermeyip köy zaten bizim, onu ikisine de vermeyelim, onu düzeltip biz yaşatalım, ağaya düşmanlık için eşkıyaya katılmayalım, eşkıyadan kurtulmak için ağayı yüceltmeyelim, Allah için sabredip biz düşman olmadıkça ne ağanın ne eşkıyanın hükmü kalır, kendi hükmümüzü kendimiz verecek bir düzen kurarız diyenler varmış. Eşkıyadan medet umanlar onları ağadan taraf, ağaya maraba olanlarsa eşkıyadan taraf ve kendilerine düşman ilan etmişler. İnsanlar onlara uyup bir araya gelip köylerini ıslah etmektense, ya kendi etraflarına çit çekmişler, ya da köyün yollarına hendekler kazıp, çeşmesini yıkmışlar. Sonra da bölüşmüşler. Bölüşmüşler ama bir de bakmışlar ki iş bununla bitmiyor. Meğer aynı kavgalara sahip iki köy oluvermişler. Köy bölündükten sonra zulüm yine devam etmiş. Bölünmüş her iki köyde birbirini diğer köye kovanlar, yeni ağalar, her iki dağda da yeni eşkıyalar türer olmuş. O zaman bile görememişler ki, aslında ağadan taraf olanlar eşkıyayı, eşkıyadan taraf olanlar ağayı desteklemişler. Sözlerine daha önce değer bile verilmeyen ve her iki tarafı uyaranlardansa artık kimse çıkmaz olmuş. Çünkü her iki köyde ağalar ve eşkıyalara destek verenler yerine, Allah’a sığınan, kardeşliğin ve barışın gerçek anlamını bilen hiç kimse kalmamış. Gel zaman git zaman bölünenler de bölünmüş, yeniden bölünenler de… Günün birinde civarın en zalim padişahlarından biri gelip her köye birer bey atayıp köy halklarını kullarından eylemiş. Bir zamanlar varmışlar, şimdi yokmuşlar. Böyle bin bir türlü medeniyet helak olup gitmiş, izleri eserleri bile kalmamış. Onlar erememiş muradına tamam da, çıkacak kerevetleri bile kalmamış. Masal işte! Masalın içindeki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür! 114 Kalemzáde|Panzehir Kürt Meselesi! Ne Terör Meselesi Ne Kürt Meselesi, Mesele Cahillik Meselesi Çocuklarımıza harap düşmüş bir ülke bırakmayalım… Artık bu konudan bahsetmek istemiyorum. Çok ciddi bir zorunluluk hissetmezsem bir daha da bu konuya girmeyi düşünmüyorum. Çünkü biliyorum ki gerçek çözüm insanların, toplumun kendini düzeltmesinde. Bu kapsamda son paylaşımımdır… Özellikle Kürt kardeşlerimizin bir kısmı, bu ülkede terör meselesi değil “Kürt meselesi” olduğu konusunda ısrarlılar ve bunu Türklerin de kabul etmesini istiyorlar. Türklerin büyük kısmı ise tam tersini ifade edip, bu ülkede “Kürt meselesi” değil, bir terör meselesi olduğunu söylüyorlar. 115 Kalemzáde|Panzehir Şimdi biraz düşünün… Bu ülkede Kürtler meselenin “terör meselesi” olduğunu düşünürken Türkler bir “Kürt meselesi” olduğunu iddia etselerdi!!! Ya da diyelim ki her iki toplum da meselenin “Kürt meselesi” olduğunu kabul etseydi… Bu durumda kardeşlik konusunda samimi olan kaç kişi kalırdık ve bu durum nelere gebe olurdu!!! Ne olur azıcık düşünün… Bu söylemlerin düşünme özürlü dimağlara girmesi çok tehlikelidir. Facia “geliyorum” diyor. Uyanın. Görüyorum ki istenen bir Kürdistan’ın kurulması ve bu ülkeden ayrılması da değil. Çünkü Kürdistan’ı kurmayı dayatan akıl Kürdistan’ı kurarken bu kadar girift iki toplumda Türkiye’nin kalanının da içiçe geçmiş iki toplumun kargaşaya girmesiyle yıkılacağını çok iyi biliyor. Silahlı ya da silahsız, illegal ya da legal yollarla kardeşliğe kastedenler hem Kürtleri hem de Türkleri kandırıyorlar. Kürdistan’ı kuralım da taş yesek bile olur diyen bir kısım Kürtler, hem kendilerinin hem de Türk kardeşlerinin yaşadığı tüm coğrafyada taş taş üzerinde bırakmayacak bir bozguna kulaç atıyorlar. Türk’ü Kürt eniştesine, Kürt’ü Türk damadına düşman edecek, iş ortaklarını birbirine düşürecek, İstanbul ve Bursa sokaklarında Kürt kovalayan azgın Türkler, Diyarbakır ve Hakkâri sokaklarında Türk’ün kafasına sıkan azgın Kürtler tüm coğrafyamızı geri dönülmez ve tam anlamıyla gerçek bir savaşa sokacaklar. Kırıkkale’de Ankara’da Kürtlerin dükkânları ve mağazaları kırılıp dökülürken, Van’da ve Şırnak’ta Türk kamyonları ve tırları yakılacak. İzmir’den ve İzmit’ten Kürtler zorunlu olarak kendi kararlarıyla göç ederken, Batman’da ve Urfa’da yaşayan Türkler canlarını kurtarmak için gizlice oraları terk etmek zorunda kalacaklar. Hiç 21.yüzyıldayız diye güvenmeyin. Bu senaryo bu cahil toplumlar için hiç de uzak değil. Uyanın. Önemli olan Türk olmak Kürt olmak değildir. Altı kuşak evvelimden itibaren hangi ırktan olduğumu ben bile bilmiyorum ama kendime bu mescidin secdekarı olarak Türk diyorum. Bu topraklarda yaşadığım için kendimi Türk kabul ediyorum. Ama önemli olan insan olmamdır. “Kürt kardeşim” lafzını her gün duyuyorum ve ben de ısrarla diyeceğim ama 116 Kalemzáde|Panzehir görüyorum ki “Türk kardeşim” lafzı neredeyse duyulmaz oldu. Hergün Allah’ı tesbih eder gibi defalarca Kürt-Kürt-Kürt diyoruz ama Türk kelimesi duyulmaz ve duyulduğunda ırkçılıkla beraber anılır oldu. Ne olur biraz sağduyu! Türk olsun Kürt olsun, görün ki çoğunluk sağduyulu değil… İstismar edilecek Kürtleri sokaklara sürerek manipüle edecek kötü niyetliler az çok meydanda ama istismar edilecek Türkleri sokaklara sürerek manipüle edecek olan kötü niyetliler şükür ki henüz o kadar aktif değiller. Hedef büyük kargaşa… Uyanın. Eğer Türkler “Kürt meselesi” diye bir meselenin varlığını kabul ederse bu kabul Allah korusun maalesef mağdur edebiyatı ile bunu savunan Kürtlerin zannettiği anlamda olmayacaktır. Bu fikre katılmam ama bu fikre katılacak çok insan var bu topraklarda. Bırakın Türkler meselenin terör meselesi olduğu kabulüyle kalsın ve Kürtler de meseleyi “Kürt meselesi” olmaktan çıkarıp, ülkeyi yıkmak için değil sadece haklı oldukları konularda ıslah için çalışsınlar. Kürtler memnuniyetsizliklerini elinde silah olan katil bir örgütü vekil kılarak değil, her türlü sivil platformlarda kendileri ifade etsinler. Yoksa bir hiç uğruna hep birlikte tarih sahnesinden silineceğiz. Kürt olsun, Türk olsun çocuklarımız aptalca kavgamızdan dolayı bizden nefret edecek, torunlarımız ise eskiden bir ülkeleri olduğunu bile unutacaklar. Ne Kürtçeniz ne de Türkçeniz kalacak! Birileri aksini iddia etse de hala kardeşiz. Çocuklarımıza harap düşmüş mutsuz topraklar bırakmayalım. Uyanın… Ne olur uyanın. Hep birlikte helak oluyoruz. Öne Çıkan Yorumlar Y. Ülke cahilisin! İnsanların ve toplumun kendisini düzeltmesi ne demek? Yönetim bu memleket’de aşağıdan yukarııya mı yoksa tam tersi bir durum mu söz konusu? Temel hak ve özgürlükleri neden Kürdistan kurulması ile engel olmaya çalışıp sanki en insanı değerler değil de PKK ile özdeşleştirip kelime oyunu yapıyorsunuz? 17500 faili belli 117 Kalemzáde|Panzehir üniformalı ve Paramiliter güçler tarafımca yapıldığını neden itiraf etmeyip, Diyarbakır’da “kafasına sıkılan türk” diye yorumluyorsunuz, utanmıyormusunuz? Kendi kararıyla İzmit’den göç eden Kürt ne demek? Sen ırkını bilmiyorsan neden Kürt’lete zayıf ve taraflı tarih anlayışınla yön veriyorsun? Önemli olan türk veya KÜRT değilse nasıl milliyetçi olabiliyorsun? Bu topraklarda yaşaman senin etnik yapının inkarına dayanmamalıdır aksi takdirde bugün olduğu gibi yarın da kimsenin yüzüme bakamazsın! Bir de tutmuş aba altından sopa gösteriyorsun.Niye KÜRT sorunu bürakratik bir sorunudur? Çözüm sivil platformdaymış aksi taktirde ne türkçe ne KÜRTÇE kalacakmış! Niye şimdiye kadar KÜRTÇE vardı da biz mi bilmiyorduk? Kalemzade: Türkü de aynı Kürdü de. Birbirinize layıksınız. Kürt zulüm görmüş evet, ve bugünkü Türk de en az onun kadar zulmün altında. Sizi birbirinize düşürmeye çalışanları değil de birbirinizi kıyasıya suçluyorsunuz. Akıl ve iş hiç olmadınız! Bayraktan, ağıttan, zılgıttan, tabuttan, ağlamaktan ve taraf olmaktan şekil oldunuz hep! Damarlarınızdaki kanlarınıza çok güveniyorsunuz ve karşı ırkı zalim görüyorsunuz ama beyninize giden elektrik sinyallerinden ve kendi zulmünüzden hiç haberiniz yok! Sizin fikrinize uymayan her düşünce sahibi ve sizin söyletilenlerin aynısını söylemeyen herkes sizce karşı taraftan! Çünkü siz karşı taraf olmayı seviyorsunuz. Hizipleşmek o kadar işlemiş ki ciğerinize, karşı taraftan olmakla benliğinizde sahte bir hayat buluyorsunuz! Siz size gerçekleri söyleyenleri sevmiyorsunuz…. Düşünenleriniz müstesna. 118 Kalemzáde|Panzehir Sakin… Biraz Sakin! Sakin Ol! 119 Kalemzáde|Panzehir 120 Kalemzáde|Panzehir 121 Kalemzáde|Panzehir El Hamd | O Övgü Fatiha Suresinden İzdüşümleri Din namına o bilinen merhametin kendisinde olduğu, din namına o bilinen koruyuculuğun sahibi olan Allah’ın adıyla başlayan Kuran’ın ilk bölümüne, yedi ayette yedi kat göğü tanımışçasına, tüm öğüdü içinde barındıran o sureye bir de şu gözle bakalım… “El hamd” varya, işte o “bildiğimiz övgü” varya, hani ona buna din adına takıp takıştırdığımız… “Onun sayesinde…” dediğimiz… Hah! İşte o hamd (lillahi) Allah’ındır. Ki O (Rabbil alemin) alemlerin efendisidir. (Er-Rahman Er-Rahim) O bildiğimiz, hep bahsettiğiniz ve korunmak için arandığımız merhamet de, o merhametin sağladığı tüm koruyuculuk da O’ndadır. Ötesindekiler ya güzel çalar saatlerdir ya da uyutan ninnilerdir. O hamd dediğimiz övgü “şu adam/kadın ne kadar da 122 Kalemzáde|Panzehir güzel işler yapıyor, aferin ona” dediğimiz övgü değildir. O hamd seni seçene, seni yaşatana ve sana doğru yol için merhamet edene olan hamddir. O hamd sadece Allah’ındır. Başka kimseyi övmeyelim, kimseyi takdir etmeyelim demek değildir. Hamdin sadece Allah’a olması, din adına başka yüceler edinmemek ve o uyduruk yücelere övgüler dizmemektir. O bilip de aradığımız merhamet çalar saatlerin değil, çalar saati çaldıranındır. O merhamet (malik-i yevm-id-din) “din gününün sahibi” olanın merhametidir. O aradığımız merhamet, geçmişten beri o din diye bildiğimiz şeyle ilgili olan merhamettir. Bilebileceğimiz tüm merhametlerin de kaynağıdır. Dolayısıyla din gününün sahibi olamayan hiçbir varlıkta, hiçbir şeyde o merhameti bulamayız. O yüzden o merhameti bulabilmek için (iyyake nağbudu) “sana” diye “kulluk ettiğimiz” (ve iyyake nestain) ve “sana” diye “yardım dilediğimiz” zaman, bu isteklerimizi, bu yönelişlerimizi de sadece din gününün sahibine “sana” diye yöneltmemiz gerekir. O “din adına” bildiğimiz övgüyü yaparken de, o “din adına” bildiğimiz her çeşit kulluğu yaparken de, o “din adına” bildiğimiz esas yardım taleplerimizde de “dinin ve din gününün sahibine” yönelmeliyiz. (ihdin es-sırat el-mustakiym) “Doğru yola bizi yöneltmesi için” aradığımız kişi veya şey her ne ise, işte o “alemlerin efendisi”nden başkası değildir. Bizi “din adına” doğru yola ileteceğini zannedebileceğimiz ya da bizi “din adına” doğru yola ileteceğini iddia eden Allah’tan başka hiçbir kimse olamaz. Biz zanlarımızda, iddia edenler de iddialarında yanılgıdadır. Peki nedir o doğru yol? (Sırat elleziyne en-amte aleyhim) Dua ettiğimiz, vereceği “din namına nimetleri için” beklentiye girdiğimiz O’ndan başka hiçbir kimse olamaz. O Allah’tan gelen ilahi nimetleri başka hiçbir kimseden elde edemeyiz. Biz de “doğru yol” derken “o kendilerine sadece Allah’ın nimet verdikleri”nin yolundan bahsetmiş olmalıyız. O doğru yolu ancak vahyi hatırlayarak kendin anlayabilirsin. 123 Kalemzáde|Panzehir O doğru yolu sana başka kimse anlatamaz. Sen iliklerine kadar hissedersin. Kitabın içinde ya da dışında (kainatta, yaşamında, yediğin lokmada, çöp tenekesinin kenarında…) ayetleri görür görmez sen tanırsın. Sana onları Allah tanıtır. Başka kimse senin anladığın gibi sana anlatamaz. Bunun gayrisinde, bunun dışında kalanlar (ğayr el-mağdubi aleyhim vel ed-daalliyn) yani din namına övgüyü başkalarına yapanlar, din namına beklentilerini başkalarına da yönelterek, dinin ve din gününün sahibine ortakmış gibi onlardan da “din namına” “nimet” bekleyenler “hor görülesi bir hale, gazaba uğranacak hale ve delalete ve akılsızlığa düşmüşlerdir ve o kaçınmamız gereken kötü yol onların yoludur. Demek ki din namına övgüyü dinin sahibinden başkasına yapanlar, din namına merhameti din gününün sahibinden başkasından bekleyenler, din namına korunmak için dinin sahibinden başkasından da kim olursa olsun medet umanlar hor görülesi bir hale ve yazıklar olası bir duruma düşmüşlerdir. Din namına sapmaktan ve delalete düşmekten korkanlar için sapkınlığın ve delaletin tarifi de bu surededir. Eğer sapkınlara uymaktan korkuyorsak (ki korkmalıyız) dinini sadece Allah’a yöneltenlerin dışındakilere uymaktan kendimizi alıkoymalıyız. İşte bu “fatiha” suresi, kitabı açıp daha baştan fetheden bu açılış suresi kitabın yedi tane kısacık ayete sıkıştırılmış halidir ve almamız gereken bilgi ve öğüdün esasını, belki de öz olarak tamamını içermektedir. Din namına ne geliyorsa aklımıza, onun sahibinden başkasına ait değildir. Doğru yol sadece O’nu bilenlerin, O’na din namına hiçbir kimseyi ortak etmeyenlerin yoludur. Din namına o bildiğimiz övgüyü, din namına o bildiğimiz merhameti, din namına o bildiğimiz korunma içgüdüsünü, din namına bildiğimiz o kulluğun tamamını, din namına istediğimiz malum yardımı Allah’tan başkasından bekleyemeyiz. Çünkü din gününün sahibi sadece Allah’tır. O’nun dışında hiçbir vekil yoktur. Ve bunu anlayıp yaşayabilirsek artık saçmalamayı, çocukça masallara inanmayı bırakırız. Allah’a ortak 124 Kalemzáde|Panzehir koşmamanın ne olduğunu anlayarak yaşamaya başlarsak ahlakımız da, bilincimiz de, işlerimiz de düzelir. Allah’a bilerek/bilmeyerek ortak koşmak ise farkına varmadığımız bir yönden ahlaki zafiyetlere düşmemize ve yanlış işler yapmamıza neden olur. Zamanla yapıp ettiğimiz kötülükler bizi kuşatır ve artık gerçeği görmez oluruz. Allah’ın varlığını gafilce unutanlar değil, cahilce Allah’tan yana olduğunu söyleyen ama Allah’ı ve ayetlerini aklıyla takdir edemeyip dinde aşırıya gidenler daha fazla ziyandadır. Yaşadığı din insanı Rabbinin gözünde yüceltebilir de, alçaltabilir de. Bize düşen başkasını bizim gibi dindar yapmak değil, akıl gözünün açılması ve düşünmesi için uyandırmaktır. Bizler çalar saatler olmalıyız. Varlığımız kendimizden değildir. Bizi bu saatte ses çıkartmaya kuran bir üst bilinç vardır. Biz değiliz iyi olan, uyanık olan ve uyandıran. O’dur. Allah’tır. 125 Kalemzáde|Panzehir Elif Lam Mim Allah’ın Adıyla… Tanrımızın adıyla başlıyorsak unutmayacağız ki, O’nun en merhametli olduğuna gölge düşüren hiçbir açıklama O’nun demek istediğini demek değildir. Bize merhamet eden de O’dur, koruyup gözeten de. Bu durumda anlayacaksınız ve anlayacağız ki o tanrı Allah’tan başkası olamaz. Ne alimleriniz, ne ölmüşleriniz, ne melekler ne de yaratılmış herhangi başka bir canlı ya da cansız varlık! Tanrı O’dur. İlahımız O’dur. Allah’tır. Eğer bize, Allah’ın koruyucu olmadığını iddia eden varsa ister göğe merdiven kursun çıksın, ister bir ipe gırtlağını geçirip kendini asarak başka bir kurtarıcı beklesin, ister yerin dibinde kaçacak bir kuyu kazsın, 126 Kalemzáde|Panzehir kendisine daha çok faydası olacak hiç kimseye rastlayamaz, sorununa hiçbir çözüm de bulamaz. Elif Lam Mim İkil yani zahiri ve izdüşümlü manalarla insanlara yol gösteren Kur’an, iç içe geçmiş kitaplardan oluşur. Kimisi Elif Lam Mim diye kimisi farklı biçimde kodlanmış, isimlendirilmiştir. Bu harfler bile zamana ve yere göre insanların düşüncesinde anlamlar bulmuştur. Sureler hep bir bütünlük içindedir ve bu harflerin ardından daima kitabın gerçekliğine ciddi bir atıf gelmektedir. Sureler ister uzun ister kısa olsun, düşünceyi ateşledikten sonra ufuklara yelken açan anlamlarla doludur. Her bir sure keşfedilmiş ya da keşfedilmeyi bekleyen bilgilerle mücehhezdir. Her yeni doğan güneş, her alınan yeni nefes ayetlerin ve ayet gruplarının anlamına anlam katacak oluşların göstergesidir. Kuran Kuran dediğimiz bu kitap dünyadaki insan yazımı kitaplarla karşılaştırıldığında görülür ki büyük bir üstünlük sağlamaktadır ve içinde hiç bir tutarsızlık yoktur. Birilerinin tutarsızlık gibi gördükleri aslında Allah’a güveni olmayanların yanılmasına adeta tali bir yoldur. Çünkü o tutarsızlıkların bütünlük, mantık ve akılla üzerine gidildiğinde aslında tutarsızlık değil, tutarlılığın ta kendisi olduğu fark edilir. Ama bunu görebilmek için Allah’a yaslanmak gerekir. İnsanların “Eğer bu kitap Allah’tansa ve siz onu anlayamadan inkâr etmişseniz!” şeklinde ifade edilebilecek olan korkularını gidermelerinin yolu, onu okuyup incelemekten geçer. Okumadan ya da dinlemeden inananlarla, okumadan inanmıyorum diyerek reddedenlerin arasında teknik olarak pek de bir fark yoktur. Kuran’a Güvenenler Bu kitaba gerçekten inanabilmeyi başaranların ortak olan özelliklerinin başta geleni… Gözleriyle göremeseler, kulaklarıyla duyamasalar bile akıllarıyla, düşünceleriyle, şuurlarıyla o bilinmeyenleri aslında açıkça 127 Kalemzáde|Panzehir fark etmeleri ve bu fark edişlerine güvenmeleridir. Onlar kitabın ve ayetlerinin Allah’ın adeta yeryüzüne uzattığı bir ip olduğunun farkındadırlar. Bu yüzden o iple Allah’ın ayetlerini yeryüzü ile birleştirirler. Bu yolda anladıkları haliyle, gerek fıtratların gösterdiği biçimde gerekse örfi biçimde namazlarını kılar, oruçlarını tutar, çeşitli nüsuklarını ve Allah’a olan kulluklarını yerine getirir, bunlar üzerinde anlamsızca kavga etmek yerine okur, anlamaya çalışır, usulüyle tartışır, konuşurlar. Yeryüzünü barışçı yönde, kavgasızca ıslah için çalışır ve bu yolda iken kendilerine verilen ilmin de malın da temizinden ve güzelinden başkalarına infak etmeye uğraşırlar. Bu kitabı rehber edinenlerin bir başka ortak özelliği, hem bu kitaba güvenmeleri, hem de daha önce indirildiği iddia edilenlerin de Allah’tan olması gerektiği bilinciyle onlara da ellerindeki bu kitabın denetleyiciliğiyle inanıp güvenmeleridir. Eğer bu kitap doğruyu yanlıştan ayırt etmeye yarayan bir kitapsa (ki öyledir) daha önce indirilenlerin içine ya da etrafına atılan uydurmaları temizleyip, o kitapların özündeki gerçekleri ortaya koyacaktır. Ahiret İnancı Ayrıca bu kitaplara güvenenler göreceklerdir ki sonraki hayat bir gerçektir. Ha şöyle olmuş, ha böyle mutlaka ve mutlaka sondaki hayatı, öte hayat fikrini ya da klasik söylemiyle ahiret hayatını kesin bir şekilde anlayacaklardır. Kimse size sizin bildiğinizi sizden daha iyi açıklayamaz. Yeter ki siz bilmek isteyin ve düşünebilin. Net bir şekilde ahireti görürsünüz. Sihirbazın Hilesi Bildiğimiz Gerçeği Örtemez Çünkü eğer insansak, eğer diğer canlılardan, hayvanlardan farkımız şuurlu, bilinçli bir akılsa (ki öyle) bu akıl boşuna var edilmemiştir. Vücut tüm organlarıyla ve kısımlarıyla nasıl ki ne eksik ne de fazlaysa, varlığımızın bir organı da aklımızdır. Vücut sadece varlığımızın maddi dünyada maddi gereksinimidir. Ama biz sadece madde değil, şuurlu akıllı varlıklarız. Belki de gerçek varlığımız gözle görünmeyen bu 128 Kalemzáde|Panzehir varlığımızdır. Ben dediğimiz şey beden değil, bedenlenmiş varlığımızdır. İşte ahirete kesin bir inanışla inanmak da maddeyi gözlemlemekle kalmayı değil, o gözlemleme neticesinde manayı kavramakla olur. Bir sihirbaz görme duyunuzu aldatabilir, ama bilinçli aklınız sihirbazın mutlaka bir hilesinin olduğunu size bildirir. Eğer gerçeğe inanıyorsanız, sihirbazın kutudaki kızı yok etmeyeceğini bilirsiniz. Sihirbaz kutudaki kızı sizin gözünüzden saklasa bile! Gerçeği anlamak için, kızın yok olmadığını kanıtlamanız gerekmez. Bunu zaten bilirsiniz. Bu bilgi sizde zaten vardır. Çok düşünmeniz de gerekmez. Ama Allah’ın gerçeğini anlamak istiyorsanız düşünmeniz ve o aklı kullanmanız gerekir. Biz şuurlu bir aklı kullanmaktan imtina edemeyiz, yoksa şuursuz aklını kullanan bir hayvan bile bizden daha üstün demektir. Kızın kutuda yok edildiğini söylemek gerçeği inkâr, kızın gerçekte yok edilmediğini bilmekse Allah’ın sünnetini onaylamaktır. Kız gerçekten kutuda yok edilmiş, kesilmiş, biçilmiş, yakılmış, toza dumana katılmışsa sihirbaz zalimdir. Aksi takdirde hem sihirbazı alkışlamak hem de kızın yok edildiğine inanmak çocukça bir inanıştır. İnanmak İstemeyen İnanmaz Tüm bunlara rağmen inanmak istemeyeni, bu kitaba güvenmek istemeyeni, hep mazeretler üretip o kitaptan kaçanları, Allah’ın kuluna yol göstermediğini iddia edenleri ne kadar uyarırsak uyaralım onlar için hiç fark etmeyecektir. İnanmayacaklardır. Bu kitap ona sarılanlara rehberdir. Ona sarılmak istemeyenler ister kendine müslüman desin, ister başka bir şey hiç fark etmez. Kendilerini nasıl tanımladıkları değil ne yaptıklarıdır onları değerli ya da değersiz kılan. Maalesef bu kişiler bir anlamda kalpleri, kulakları, gözleri mühürlenmiş, yani kullanmamak üzere kapatılmış gibidirler. Aynen sihirbazın numaralarıyla gerçeği göstermemesi gibi. Öğrenildiğinde aslında çok basit olan bir hile, kutudaki kızın gerçekten yok olmadığını, kesilmediğini örter. İsteyen fıtratı reddederek sihirbaza inanır, isteyen sihirbazın foyasına değil fıtratına dönüp gerçeğe inanır. Ama aklına güvenmeyip, hilelere, yalanlara inananlar kaybetmeye mahkûmdur. Bu 129 Kalemzáde|Panzehir tamamen kendi seçimleridir. Suçlu olan sihirbaz değil, akıl organını kullanmayanlardır. İnandığını Söylemek İnanmak Değildir Tüm bunlara rağmen insanların büyük kısmı Allah’a da, ahiret gününe de inandığını söyler. Oysa gerçekte inanmış değillerdir. Bilinçle değil de ya varsa anlamındaki Allah’tan korkularıyla, belki de benzer başka bilinç ötesi algılarıyla inanmaları gerektiğini söylerler. Ama inanmak, güvenmek bilinç işidir, akıl işidir. Gerçeğe inanılır. O gerçek gözle değil de düşünerek bulunuyor olsa bile. İşte böyle insanlar, bu kesin olmayan inançlarıyla inandıklarını söylerler. Adeta inananları ve daha da kötüsü, Allah’ı aldatırcasına! Oysa gerçekte sadece kendilerini aldatmaktadırlar. Ve maalesef bu aldanışlar şuurlu değildir. Bu yüzden onlara yanlışta olduklarını söyleseniz ve hatta ima bile etseniz bunu kesinlikle reddeder ve inandıklarını söylemeye devam ederler. Onlar için inanıyor olmak değil, inandık demek yeterlidir. Çok elem verici ama işte kalbin, gözün, kulağın mühürlenmesi böyle bir şeydir. Tamamen kişinin kendi tercihidir. Allah’ın isteği değil, Allah’ın yarattığı düzenin insan tarafından reddedilmesinin neticesidir. Kalplerin Hastalıklı Olması İşte bunlar kitapta kalplerinde hastalık olanlar diye tarif edilir. Bu hastalık kalp krizi getiren maddi dünyevi bir hastalık değil, ahiretteki hayatı sona erdiren bir kalp hastalığıdır. Belirtileri ise yalanlar ve yapılıp edilen kötü işlerdir. Bilinçli ya da bilinçsiz her yalanları bu hastalıklarını artırır ve zamanla bütün iyi işlerini de yok etmeye başlar. Bilmezlikleri değil, bilmek istememeleri, yani gafilliklerinden çok cahillikleri kendilerini kötü bir sona doğru götürür. Bu dünya hayatında zahiri zenginlik ve huzurlu görünümleri olsa bile, bu müminler için denenme, onlar içinse gerçeğe perdedir. 130 Kalemzáde|Panzehir İnkâr Edenlerin Uyarıldıklarındaki Tavırları Ne zaman onlara “Bakın bu yaptıklarınız sonucu bölünmeye sebep oluyorsunuz, inandığınız dini bile bölüp parçalıyorsunuz, gerçek dini uydurulmuş geleneksel insan dinine çeviriyor ve kitabın yerine o yanlış işlere meylediyorsunuz denilse… Gerçek dindarların kendileri olduğunu, Allah’ın dinini yeryüzünde yaymaya çalıştıklarını, kurtuluşun geçmişten beri gelen âlimlerinin anlayışıyla mümkün olduğunu ve diğer insanları ıslah etmeye çalıştıklarını iddia ederler. Oysa bilmek gerekir ki gerçekte Allah’ın dinini bozanlar ve yeryüzünde kargaşa gürültü çıkararak, toplumları geri dönülmez bir cahilliğe ve kavgaya sokanlar bunlardır. Allah’tan yana olduğunu söyleyip de bilmediği, anlamadığı, kitabını bile anlayarak okumadığı bir sahte dini Allah’ın dini zannederler. İnsan Gibi İnanın Allah’ın kitabına ve Allah’ın sünnetine uygun olmasa da geleneksel anlayışları din zannedenlere yanlışlarını gösterip “Gelin siz de Allah’ın kitabına uyun, gelin siz de şu insanlar gibi o kitaba güvenin.” denildiğinde ise… maalesef o kitaba uyanları geleneksel anlayışın dışında ve kendilerinden farklı anlayışta gördükleri için küçümserler. Aynen müşriklerin eskiden gelmiş elçilere ve müminlere yaptıkları gibi, o kitaba güvenen insanlara sapmış derler, deli derler, yoldan çıkmış derler, atalarımızın yolunu inkâr ediyorsunuz derler… Aslında, kitaba bilinçli biçimde inananlara yönelttikleri tüm iddialar kendileri için geçerlidir de farkına varmazlar. Bilinçli/Bilinçsiz İkiyüzlülük Hatta onlarla bir araya geldikleri vakit biz de Allah’a ve o kitaba inanıyoruz derler. Ama bu söylediklerini davranışlarıyla yalanlamış olurlar. Hatta kısmen doğrulara meyletseler bile bir de bakarsınız ki yine eski alışkanlıklarına devam ediyorlar! Çünkü daha önceden beri kendilerine dini yalan yanlış hurafelerle anlatanlarla bir araya 131 Kalemzáde|Panzehir geldiklerinde yine onların anlayışına dönerler. Konuşmalarına biz de inanıyoruz dedikleri o müminleri aşağılamayla başlar, kendi inanışlarına göre güya alaya alırlar. Oysa gerçekte bu davranışları ile adeta Allah onlarla alay etmiş olur. Çünkü gerçekler göz önüne alındığında Allah’ın gözünde rezilliğe mahkûm edilmiş gibidirler. İşte bunlar maalesef doğruluk ve farkındalık yerine yalanı ve bilinçsiz görünümünde aslında bilinçli olan bir yoldan çıkışı adeta tercih etmişlerdir. Bulduklarını zannettikleri yollar onlara doğruyu ve aydınlığı getirememiştir. Ateş Yakan Adam Aynen yolunu görebilmek için meşale yakan bir adam gibidirler. Yolun doğru olup olmadığına değil, ellerindeki meşalenin alevine baktıkları için gözleri göremez olur. Yaktıkları meşale hiçbir işe yaramaz ve sahte bir aydınlıkta, aslında gerçek bir karanlıktadırlar. Ellerindeki ateş sadece gösterişe yarar. Bu anlayışsızlıkları nedeniyle sağır, dilsiz ve kör gibidirler. Geri dönmeleri ve gerçeği fark etmeleri, kendileri istemedikçe pek de mümkün değildir. Kendilerinin istemesi de ancak buna layık olmalarıyla mümkündür. Bu da Allah’ın sünnetidir. Şimşekte Yürüyenler Böyle insanları kasvet yüklü hava şartlarına yakalanmış insanlara benzetebiliriz. Göğün kuvvetlice sürekli gürlediği, şimşeklerin çaktığı, şiddetli yağmur ve fırtınanın ilerlemeye zorluk çıkarttığı, yıldırımların sağa sola düşmekte olduğu şartları düşünün. Ölüm korkusuyla, gök gürültüsünden ve yıldırımlardan korunmak için parmaklarıyla kulaklarını tıkamış gibidirler. Oysa kulaklarını tıkamak, başını yere gömmek, görmek istememek çözüm değil, korkusuna çare olarak korktuğu şeyi görmek, duymak istememektir. Çare gerçeklerden yüz 132 Kalemzáde|Panzehir çevirmeyi gerektirmez. Sorunla yüzleşmedikten sonra bulunamaz. Soruyu sormadıktan sonra cevap bulunamaz. çözüm Bunlar her çakan şimşeğin gözleri parlattığı ve bu şimşeğin geçici aydınlığı olduğu sırada birkaç adım atabilenler gibidirler. Ama şimşeğin etkisi geçtiğinde, bir anda büyüyemeyen gözbebekleri daha bir karanlıkta bırakmaktadır onları. Allah eğer isteseydi bu kadar görmelerine de engel olurdu. Ama bu bile Allah’ın bir merhametidir onlar için. Keşke şimşeğin aydınlığına değil, kullanmaları gereken akıllarının aydınlığına güvenselerdi. Keşke atalarına ve âlimlerine olduğu kadar Allah’a ve Allah’ın onlara bahşettiği akıllarına güvenselerdi! Allah’tan Korkmak Allah’tan korkmak insanlardan ve hayvanlardan korkmak gibi değildir. Diğer insanlardan ve hayvanlardan kaçabilirsiniz ama Allah’tan kaçamazsınız. O’ndan korkmak O’ndan ve O’nun ayetlerinden uzak durmayı, duymazdan gelmeyi değil, tam tersine O’na yaklaşmayı gerektirir. Eğer insanlar Allah’a yaklaşmak istiyorlarsa, kendisini yarattığı gibi daha önceki insanları da, âlimleri de, papaz, haham ve hocaları da, ilim adamlarını da, yöneticileri de, zenginleri de, her şeyi de yaratan Allah’a kulluk etmelidirler, iyi olsun kötü olsun o insanlara değil. Şükredilecek Olan Allah’tır Her şeyi kuluna veren Allah’tır. İlmi de rızkı da veren O’dur. Bir takım insanların zenginliği ya da âlimliği kendilerini kurtarırsa ne fayda! Her koyun kendi bacağından asıldığı gibi her insan da kendi ilminden, kendi yapıp ettiklerinden sorulacaktır. Bir takım âlimleri takip etmek, onların her söylediğini Allah’ın emri gibi kabul etmeyi gerektirmez. Böyle düşünüp böyle hareket etmek onları ilah edinmekle eşdeğerdir. O âlimlerin iyi olmaları ya da kötü olmaları ortak koşuldukları gerçeğini değiştirmez. Her şeyi veren Allah’tır. O âlimi karşınıza çıkaran da, yeryüzünü yaşamamız için yayıp döşeyen de, gökyüzünü adeta 133 Kalemzáde|Panzehir korunaklı bir çatı gibi yapan da, gökten yağmuru indirip onu güneşle ve toprakla pişirip türlü yiyecekleri ve ham ya da hazır maddeleri yaratarak bizi nimetleyen de! O halde bu gerçeği bile bile Allah’a hiç kimseyi ortak koşamayız. Ortak koşmuyoruz desek de ortak koşar gibi davranamayız. Verdiği rızıklar ve nimetler için nasıl ki güneşi ve yağmuru takdir edip seviyor ama onlara secde etmiyor ve gerçek yaratıcısına, Allah’a şükrediyorsak… bize gelen ilim için de, gelmesine katkı sağlayan insanları da bir yağmur gibi sevip takdir edebilir ama bunun için de yine Allah’a şükretmeliyiz. Kuran’ın Benzerini Getirmek Eğer insanlar her şeye rağmen Kuran’dan şüphe içindeyseler ona benzer bir bölüm getirebilmelidirler. Ama bu getiriş aynen onun kadar tutarlı ve gerçeği açıklıyor olmalıdır. İsterlerse bir araya gelip onun bir benzerini yazmaya çalışsınlar, bunu başaramadıklarını yüzyıllardır önümüze kadar gelen birtakım kitaplarda gördük. Kitabın başına “Bu Allah’tandır” diyenleri de gördük, kendisi için “Bana da elçiye vahyolunduğu gibi vahyolundu” diyenleri de, yazdıkları için “bana yazdırıldı” diyenleri de! Ama Kuran’ı anlamak için takvayla okuyanlar gördüler ki, hepsi yalan ve bunları söyleyenler asla bu iddialarını gerçekleştirmediler. Bir benzerini getiremediler. Eğer bugün bir kısım kişiler de benzer iddia sahipleri olduysalar bilmeliler ki gerçeği örtmektedirler ve cehennem her nasıl olursa olsun o cehennemin taşlar gibi yakıtları, malzemeleri olmaktadırlar. Müjde Elçi gibi, ona uyup bu vahye inanıp uyanlar da, iyi ve gerçek ıslaha yönelik işler yapanları müjdelemelidirler. Böyle kişiler için de Allah, en güzel biçimde yarattığı cennetleri, bahçeleri, ırmakları, yani ancak benzetimlerle bizim bildiklerimiz üzerinden bize anlattığı kusursuz yaşam alanlarını vaat etmiştir. İşte bu cennetlerdeki nimetler bugünkü dünya görüşümüzle bildiğimiz nimetler üzerinden benzetimle bize aktarılmaktadır. Nasibimizse orada, ne kadar iyi insanlar olursak olalım 134 Kalemzáde|Panzehir kendimizde işlevsel ya da potansiyel olarak bulunan bugünkü kişiliğimizdeki her türlü manevi pislikten de, bugünkü bedenimiz ve ben’imizdeki aklımıza gelebilecek türlü kirlerden de arınmış olarak yaşayacağız. Ve bu mutlu yaşam süresiz, bitmeyen bir yaşam olacak. Eğer burada Allah’ın ipiyle yeryüzünü birleştirme gayretinde barışçı bir yaşam sürersek, oradaki yaşamımızda ne hüzün, ne bir tasa, ne bir hastalık olacak. Dişi Sivrisinek Mucizesi Allah tüm bunları anlayabilmemiz için bir dişi sivrisineği de onun üzerindekini de örnek getirmekten utanmaz. Ama biz insanlar olarak bazı şeyleri örnek getirirken birbirimizden utanabiliriz. Çünkü burası cennet değil ve her birimizin içinde kontrol etmemiz gereken birtakım şehvani duygular var. Çünkü cennette bazı fitnevari duygular bizden alınacak olsa da bu dünyada birbirimizden bile çekiniyor ve bir toplum içinde bir takım hislerimizle iç içe yaşıyoruz. Ancak Allah bize bu örnekleri getirirken utanmaz. Bu utanma biz insanlar için geçerlidir. Örneğin bizler eğer iyi ahlak sahibi olma peşinde isek bir örnek getirirken cinsel içerikli örneklerden çekiniriz. Bu örnek bir hayvana ait olsa bile! İşte dişi sivrisinek de böyledir. Sadece dişi sivrisineğin kabiliyeti olan vücudunun üzerinde çırpınan kanatları erkek sivrisineğin erkeklik duyaçlarına gönderdiği titreşim frekansıyla onu cinsel birlikteliğe davet ederken bu ayeti bugün bu şekliyle anlıyor oluşumuz bu ayetin bir mucizesidir. Bu ayet muhtemelen başka zamanlarda, başka koordinatlarda başka anlamlar da izdüşürüyordu ama bugün bize izdüşüren anlam bir bilimsel gerçeklikse bu ayet bugün bize yeniden inmiş demektir. Bu ayetin bugün tespit edilmiş bilimsel gerçekliklerle bu kadar örtüşmesi, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bu bilimsel gerçekliğe oturması bu kitabın Allah lafzı olduğunun açık seçik bir tecellisidir. İşte gayba imanın gerçeklikle buluştuğu nice örnekten biri. Bu kitabı kendisine rehber edinenler bugünkü bu gerçeği bilsinler ya da bilmesinler burada Allah’ın bir gerçeği olduğuna ikna halindedirler. Bilmeleri imanlarını kuvvetlendirir, bilmemeleri ise 135 Kalemzáde|Panzehir imanlarından bir şey götürmez. İnkâr edenlerse ne bilme ne fenne yüz verir, sanki Allah’ın ayeti atalarının onlara söylediğinden başkasına işaret edemez, bir başka zamana ve koordinata isabet edemezmiş gibi davranırlar. Allah bu örnekle ne demek istemiş diye sorar durur ama gerçeğin ne olduğunu bir türlü göremezler. Allah böyle ayetleriyle kimilerini anlayamaz hale getirip kitabından uzaklaştırırken kimilerinin ise o kitaba daha sıkı sarılmasına yardım eder. Ama Allah günahları kendisini kuşatmış, ayetlerinden yüz çevirmiş olanlardan başkasını saptırmaz. Çünkü böyleleri, Allah’a, elçisinin uyulmak üzere getirdiği kitabına inandım diye söz verip bunu onaylamış ama bu sözlerinin gereğini yerine getirmeyerek bozmuşlardır. Allah’ın ayetlerini yeryüzüne hâkim kılmak bir yana o ayetleri örterek, biz anlamayız diyerek Allah’ın ipini kendilerince kesmişlerdir. Tüm yapıp ettikleri din üzerinden yeryüzünde kargaşa çıkarmaktan öteye geçmemiştir. Kaybedecek olanlar işte bunlardır. Ölü İken Dirilmek Bu yapıp ettiklerini nasıl oluyor da fark edemiyor, Allah’ın ayetlerinden, gerçeklerinden, apaçık ilimden yüz çeviriyorlar! Yokken, yani hiçbir şey değilken, bir anlamda ölü iken insanı dirilten, yaratan Allah, bu dünya hayatında apaçık görüyoruz ki bizi yine öldürecek ve yeniden diriltecektir. Bunun haberini en güzel biçimde veren bir kitap da elimizde iken o kitabın da bizi manevi bir ölümden kurtarıp bilgiye, ilme, hidayete dirilttiğini nasıl oluyor da göremiyorlar! Hadi göremiyorlar, görenlere nasıl oluyor da düşman kesiliyorlar! Elbette bunda alıncak birçok ders var. Ne kadar konuşsak, yazsak, çizsek, ayetleri yine en iyi biçimde ayetlerin kendisi açıklıyor. O’na döndürüleceğiz. Her Şeyin En İyisini Bilen O’dur Bunu söylemekten imtina etmek gerçeği bilmemek demek değildir. Her şeyin en iyisini Allah’ın bildiğini bilmek başlı başına bir bilmek işidir 136 Kalemzáde|Panzehir zaten. Bunun tezahürü şudur ki… Bildiğimiz ve kabul ettiğimiz bir gerçeğin gereği her ne ise aksini görene kadar önce kendimiz uymalı ve bu gerçeğimizi anlatabilmek için kendi sözlerimizi başkalarına aktarışımızdan şüphe içinde bulunmalıyız. Çünkü bizim kelimelerimiz anladığımızı aynen aktarmamıza yeterli olmayabilir. Ama Allah’ın sözleri yeterlidir. Bizim için yeryüzünde olanların hepsini O yaratmıştır. Gökyüzünde ve ötesindeki uzayın tüm derinliklerini ve içindekileri yaratıp bir düzene koyan O’ndan başkası olabilir mi! Ve elbette tüm bunları yapıp eden, her şeyin en doğrusunu bilendir. Bizler ancak kendi zamanımızda, kendi yaşam çerçevemizde, kendi şartlarımızda, kendi koordinatlarımızda bize izdüşen gerçekleri akledebiliriz. Bu aklı yaratan da O’dur. Dolayısıyla irademizle birlikte aslında kusursuz bir teslimiyet içindeyiz. Her şeyi bilen O’dur. Anlamamız gereken en önemli gerçeklerden biri budur. 137 Kalemzáde|Panzehir Bu Kitap Size Yetmiyor mu? Diyanet’in Dini mi? Benim Dinim mi? Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü yayınladığı ve bugün (12.02.2016) okunacağı ileri sürülen Cuma hutbesinde diyor ki:“Bize Kur’an yeter, anlayışıyla peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir. Bu duruş, Kur’an’ın bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda bize, kendisiyle birlikte Resulüne inanmayı ve tabi olmayı emreder. Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı ister. Dolayısıyla Peygamberimize inanmayan, onun siretini ve sünnetini benimsemeyen bir anlayış, İslam anlayışı olamaz. Peygambere iman etmeden, Kur’an ile sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz. Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz ve yaşanamaz.” 138 Kalemzáde|Panzehir 139 Kalemzáde|Panzehir Görüldüğüne göre Diyanet İşleri “Bize Kuran yeter” düşüncesini etraflıca anlayamamış ve bu sözü sarf edenleri peygambere iman etmemekle tekfir ediyor. Oysa bu düşünce yeni çıkan bir düşünce değil, Kuran’ın dediğidir. Peygambere iman etmeyen onun getirdiği kitabın ayetlerine karşı çıkanlar değil midir? Peygamberin bize lazım olacak örnekliklerine zaten Kuran’da yer verilmiş değil midir? Dolayısıyla kitabın dışından gelen bir anlayışı o kitaba inananlara dayatmak o kitaba başka kaynakları ortak koşmak değil midir? Kuran ile (peygamber) sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılmaz diye hüküm veren Diyanet kurumuna sözüm… Bekleyelim, görelim bakalım. Kim kurtuluşa ercek kim eremeyecek! Yahu hiç mi okumadınız inandığınız kitabınızı? Bu anlattığınız din kimin dini ki Kuran ayetlerine hiç uymuyor? Aramızda Allah şahit ki sizler Kuran’a değil, batıla inanıyor ve bize de batılı dayatıyorsunuz. Bu dayattığınız din Kuran dini değil, atalarınızdan size miras kalan cahiliye dinidir. Kuran bize yeter duruşu Kuran’ın bizzat kendisine aykırıdır diyen Diyanet hocalarımıza soruyorum… Şu ayetleri mi tercih edelim yoksa sizin Kuran dışı kaynak dayatmalarınızı mı? Sizin dininiz size kalsın, benim dinim bakın şöyle… 29 Ankebut 51,52 KENDİLERİNE OKUNMAKTA OLAN KİTABI SANA İNDİRMEMİZ ONLARA YETMİYOR MU? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkâr edenler ise, işte onlardır hüsrana uğrayanlar. Şimdi biz Allah’ımıza ne diyelim Diyanet? Allah’ım sen BU KİTAP SİZE YETMİYOR MU? diye soruyorsun ya, maalesef yetmiyormuş! Kuran bize yeter, demek Kuran’a aykırıymış! Bizim diyanet öyle diyor, kusura bakma mı diyelim!!! Allah ıslah etsin. 140 Kalemzáde|Panzehir Merhamet Bahçesinde Yuvarlanmak Merhamet, Sevgi ve Mutluluk Üzerine Bir Tefekkür Merhamet sevmekten, sevilmekten kıymetlidir. Sevmek, sevilmek insanın kendine olan bir ihtiyacının görünürüdür. Oysa kuru sevgi başkasının karnını da doyurmaz ruhunu da. Karnı doyuran da ruhu doyuran da merhamettir. İnsan sevdiğine merhamet eder, bu büyük bir başarı değildir. Ama insan sevmediğine bile merhamet edebiliyorsa başarılıdır. Demek ki merhamet insanın ben’inden, kendisinden kaynaklı değildir. Sevdiğiniz bir insana merhamet ettiğinizde esasen kendi ihtiyacınızı karşılamış olursunuz. Oysa sevmemenize rağmen merhamet 141 Kalemzáde|Panzehir edebiliyorsanız kendinize olan ihtiyacınızı aşmış ve ilahi bir bilinçle birlikte olmuş olursunuz. Biz bunu yeterince yapamıyoruz. Bu bilince ulaşmış olarak merhamet edenler, sadece karıncaya, sadece kendi küçük köpeğine, sadece kendi bebeğine, sadece kendi ailesine, sadece kendi ırkına, sadece dostuna değil… Yırtıcı bir sırtlana da, vahşi bir aslana da, çirkin ve sümüklü bir yaramaz çocuğa da, başka bir aileye, başka bir ırka da ve hatta düşmanına da merhamet eder. Eğer sadece kendiniz gibi olanlara, sadece kendiniz gibi inananlara, sadece kendiniz gibi sevgi dolu olanlara ve sadece kendinize olan sevilme ihtiyacınızı karşılayanlara merhamet ediyorsanız hiç bununla övünmeyin. Övünmeniz gereken düşmanınıza, sevmediğinize olan merhametinizdir. Sadece kendiniz gibilere merhamet ediyorsanız, düşmanınızdan farkınız kalmaz. Onlar da kendi gibi olanları sever ve sadece onlara merhamet ederler. Onlar da birilerini seviyor, siz de birilerini seviyorsunuz. Sizin üstünlüğünüz nedir? Er-Rahman da Er-Rahim de Yaratan’dır. O herkese merhamet ediyor. Ama insan, O’nun yarattığı çiçeği dalından koparıp koklamayı, o çiçeği kendi kızının kulağına takmayı merhamet zannediyor. Oysa o sadece sevgidir. Merhamet o çiçek bahçesine zarar vermeden kızıyla, solucanlarla ve sümüklü böceklerle birlikte o çiçeklerin arasında yuvarlanmak ve o cennetin etrafına çit çevirmemektir. Gerçek mutluluk da budur. Merhamet insandan olamayacak kadar çok değerlidir. En iyimiz bile (haşa) Tanrı olsaydı, çoktan kendi gibi olmayanları cehennemine atardı. Eğer Allah’ı ve O’nun sıfatlarını benimsiyorsak, O’nun ettiği gibi merhamet etmeyi denemeliyiz. Yapabildiğimiz ölçüde bunu yapmaya çalışmalıyız. Bırakın sadece sevdiğimiz, sevildiğimiz için merhamet etmeyi, gerektiğinde sevilmemeyi bile göze alarak merhamet edebilmeliyiz. Bu merhamet bizden değildir. Er-Rahman O’dur, Er-Rahim O’dur. Biz de O’na döneceğiz. Kendi kendimizi yapıp ettiklerimizle yeterli görmemiz, azmamızdan, zalimleşmemizden başka bir işe yaramayacaktır. 142 Kalemzáde|Panzehir Az Yazılı Yazı Şehir ve Tabiat Merhaba arkadaşlar… Bu kez bir farklılık olsun istedim. Konuyu “şehir ve tabiat” olarak belirleyip ikili resimler derledim hissiyatımı aktarabilmek için. Bu kez az yazılı bir yazı ile beraberce düşünelim ve belki fırsatı olanlar bu hafta sonu şehirden üç beş saatliğine bile olsa uzaklaşır da şu lanet olası ülke gündeminden kopup biraz nefes alır diye düşündüm… Aslında önce yazısız bırakmayı düşünmüştüm. Fakat yine yazarlık damarım bırakmadı. Az yazılı olsun dedim. Buyrun… Acaba ayetlerden yüz çevirmek, sadece kitaptaki ayetlerden yüz çevirmek mi? Yoksa kitabın gösterdiği ayetlerden mi yüz çevirmiş durumdayız? Bu resimdeki hüznü defalarca neden yaşıyoruz acaba? Yüz çevirdiğimiz ayetlerden birisi şehre olan bağlılığımız ve adem zannettiğimiz şeytanlara olan köleliğimiz olabilir mi? 143 Kalemzáde|Panzehir Şehirde insanlar yaşıyor… Çoğaldıkça çoğalıyor… Peki ya böyle yerlerde yaşayan insanlar neden azaldı? Şu ölümü mü hak ediyor Allah’ın bize nimet olarak verdikleri? 144 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bunu mu? Ne için bu hırs, bu kavga? Şuradaki insanlara bakın… 145 Kalemzáde|Panzehir Böyle olmayı neden istemezler? Kadının çalışıp mutlu olması bu mu? 146 Kalemzáde|Panzehir Yoksa böylesi mi? Köprüler yapmak şehirdeki milyonlara değerli de… 147 Kalemzáde|Panzehir Ya böyleleri için değersiz mi? Önce birbirimizi sömürmemeli değil miyiz? 148 Kalemzáde|Panzehir Görebilmek için kimlerin sömürdüğünü? Şehrin çöpü, isi dumanı mı bizi mutlu eder? 149 Kalemzáde|Panzehir Tabiat kendini bile temizlerken… Şehrin mi mevsimleri huzur verici? 150 Kalemzáde|Panzehir Yoksa tabiatın mı? Sepet mi bize hükmedecek? 151 Kalemzáde|Panzehir Yoksa biz mi sepete? İnsanın boyası mı güzel? 152 Kalemzáde|Panzehir Yoksa Allah’ın boyası mı? Nedir bizi şehre bağlayan? Mazeretlerimiz gerçekten mazeret mi? Huzur verici manzara bu mu? 153 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bu mu? Bu mu? 154 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bu mu? Araçlar mı bize sahip oldu? 155 Kalemzáde|Panzehir Biz mi araçlara? Yalnız olmamak bu mu? 156 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bu mu? Bunları mı tercih edersiniz yemek için? 157 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bunları mı? İnsan katında değerli olan mıdır değerli? 158 Kalemzáde|Panzehir Allah katında değerli olan mı? Bu mudur gözlerimizi dinlendiren? 159 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bu mu? Bu mudur yaşamak istediğimiz çevre ve hayattan beklentimiz? 160 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bu mu? Değerli olanı değersiz olanla mı değiştirtiyorlar acaba bize? Beğenilerimizi bile başkası mı belirliyor yoksa? Bu mudur mutlu eden ve iyi olan? 161 Kalemzáde|Panzehir Yoksa bu mu? Nedir değersiz olanı gözümüzde değerli yapan? 162 Kalemzáde|Panzehir Nelerden vazgeçiyoruz dondurulmuş gıdalar için? Çocuklarımızı ve hayvanlarımızı bile kendimiz gibi mutsuz mu yapıyoruz? 163 Kalemzáde|Panzehir Nedir bizi yeşilden, doğadan, tazeden, güzelden ve mutluluktan alıkoyan? Allah’ın yeryüzü neden dar geliyor bize de yığılıyoruz üst üste? 164 Kalemzáde|Panzehir Oysa nefes alabildiği her yeri yalancı da olsa bir cennete çeviremez mi insanoğlu? Metro köşelerinde okumak mı? 165 Kalemzáde|Panzehir Çiçeklerin arasında okumak mı? Sadece kitabı okumak mı betonların arasında? Yoksa tüm ayetleri okumak mı özgürce? 166 Kalemzáde|Panzehir Markaya, mala, kalabalığa, eşyaya, betona, taşa mı tapıp köle olmak gerekirdi? Yoksa tabiatla kol kola fıtratınla yönelmek mi tek Allah’a? 167 Kalemzáde|Panzehir Dalından kopararak mutlu olmak mı ayetleri? Yoksa ayetlerle yaşayarak mı ömürlerimizce? 168 Kalemzáde|Panzehir Şehir rahmetten kaçırıyor insanı… Çünkü aklı fikri kölelik görevlerini yapmakta! Ama özgür olan sevinir ayetleri okuyunca. 169 Kalemzáde|Panzehir Uyanamayan mutsuz kalır şehirde… Uyanansa şehre düşen ayetleri bile hissetmek ister. 170 Kalemzáde|Panzehir Eğer sonu bu olacaksa neme lazım yüksek binalar, kalabalık caddeler, pırlantalar, arabalar, kafeler? Huzursa niyetimiz eğer, verdiklerinden değerli. doğadaki her yer ve her şey şehrin 171 Kalemzáde|Panzehir Ömür bitecekse her yerde biter… Anlamsız çatışmalarda ölmek mi yeğdir? Yoksa selde, zelzelede, çığda, hastalıkta doğal olarak ölmek mi? Trafik kazasında can vermeyi mi tercih edersiniz, yoksa bir aslanın, bir ayının pençesinde bir işe yarayarak gitmeyi mi öte tarafa? Pencerenizden bakın, hangi ihtimalleri görüyorsunuz? 172 Kalemzáde|Panzehir Çok olup insana kul edilmek mi yeğdir? Az olup değerini bilmek mi? 173 Kalemzáde|Panzehir Ayetleri ayarsızca anlayıp, ben yaptım zannederek örtmek mi diğer ayetleri? Yoksa okuduğu ayetleri diğer ayetlerle birlikte anlayıp yaşatmak mı? 174 Kalemzáde|Panzehir Koskoca bir gezegen emrine verilmişken, tabiatı saksıya hapseden insanoğlu! Aslında başkasına değil, kendine zalimsin! Hem de çok! Selam ile… 175 Kalemzáde|Panzehir Yağmur’un İzdüşümü Yağmur Ayeti İzdüşümü… En başından beri ayetlerle ile ilgili görüşlerimi anlattığım makalelerimde özellikle bu kelimeyi kullanmaktan hiç pişman olmadım. Bunun çok önemli bir nedeni var. Hem beni rahatlatan hem de okuyanları düşünmeye daha kolay sevk ettiğini umut ettiğim… Önce size bir soru… Yağmur ayet midir?… Hemen hepinizin aynı cevabı verdiğini duyar gibiyim… Kuran’ı rehber edinsin edinmesin nasıl da çoğumuz aynı kabulde birleşebiliyoruz değil mi? Evet. Yağmur ayettir, diyoruz. Güneş de ayettir. Ağaç da! Balık da! Yerçekimi de! Balarısı da! Hatta her insan da bir ayettir ve her insanın 176 Kalemzáde|Panzehir yaşamı da birçok ayetlerle doludur. Yağmurdan neden bahsettiğime ve nasıl’ına geleceğim… Hizipleşme Endişesi Her ne kadar ihtilafların içine girmek istemeseniz de ihtilaflar öyle bir hale gelir ki sizin de üzerine sıçrar. Gelir sizi bulur ve sizi de çözüm bulmaya zorlar. Kuran’a uyanışımdan beri en çok dikkatimi çeken Kuran hükmü, hizipleşmenin çok kötü bir şey olduğuydu. Ne dersem diyeyim bir şekilde hizipleşmeye neden olmamalıyım dedim hep. Bütün tartışmalara ve ihtilaflara işte bu gözle baktım. Gördüm ki fırkalaşmak, sözünüzde haklı bile olsanız kaybetmeye direkt giden yoldur. Düşünce üzerine tartışmak her zaman iyidir ama düşünce üzerine kavga etmek ve araya bu yüzden çitler örmek kötüdür. Kötü olan tartışma Kuran’ın bizi uyardığı, kavgaya tefrikaya ve tekfirciliğe yol açan tartışmalardır. Yoksa ilmi bir konuda çalışma ya da araştırma üzere fikir alışverişi yapmak kötü olan tartışma değildir. Neyse… Dediğim gibi bütün tartışmalara bu gözle baktım. Ne söylersem söyleyeyim genellikle iki cephe halindeki kavga eden veya ihtilafa düşen tarafların ikisinin de hataları olabilir ya da ikisi de haklı olabilir mi diye göz gezdirdim. Ve gördüm ki… Daima en az bir üçüncü yol var. Ama bu üçüncü yol “orta yol” denilen şey değil. Ortasını bulmak değil, bazen ikisini de doğrulamak, bazen ikisini de yanlışlamak, bazen ikisini birbirine birleştirmek ve bazen de selam üzerine buluşmaktır. İşte bu sonuncusu çok daha önemli… Çünkü izdüşümü diye bir şey var. Adına eskiler başka kelimeler kullansalar da! Kuran, Ayetlerini Bize Yaşatır Evet, Kuran ayetlerini yaşatır. Bence Kuran’ı kesin bilgi kılan en önemli delillerden başta geleni, onun ayetlerini hayatınızda yaşadığınızın farkına varmanızdır. Bu bazen çok kolay anlaşılır, bazense derin tefekkür gerektirir. Bunların farkına varabilmek için başta gece 177 Kalemzáde|Panzehir okumalarınız ve sabah okumalarınızın ardında yatan anlama çabamız çok çok çok etkilidir. Eğer bunu az ya da ölçülü biçimde çok yapmayı periyodik hale getirirseniz gün içinde ayetleri yaşadığınızı ayan beyan görürsünüz. Güne yenilenmiş ve daha da gerçeği hatırlamış bir insan olarak doğmanın yolu bir önceki karanlıkta kendinizi okuduğunuzun üzerinde düşünerek aydınlatmanızdır. Ayetlerden yüz çevirmemiz bizi peyderpey yere saplar. Ayetler Herkese İner Aynen yağmur gibi… Kimisi o yağmurun altında ıslanır, kimisi pencereden seyreder, kimisi şemsiyeyle altında yürürken kimisi dışarı çıkıp ıslanmayı umursamadan keyfini çıkarır. Herkesin yağmurdan aldığı ve anladığı şeyler farklıdır. O yağmur herkese farklı biçimde etki eder. Kimisinin damı yoktur, yağmur onu perişan eder, kimisin tarlada mahsulü vardır, aynı yağmur onun bereketine bereket, malına mal katar. Kimisinin üzerine o yağmurla yıldırım düşerken, kimisinin barajları nimetle dolar. Kimisi o yağmur gelsin diye, kimisi o yağmur gelmesin diye dua eder. Kimisi de o yağmuru inkâr eder… Gider dere yatağına ev yapar ve ilk dolu dolu yağmur yağışta evini sel götürür. Yağmur ayetinden yüz çeviren perişan olur. Peki neden kimse yağmur konusunda ihtilafa düşüp kavga etmez? Neden herkes yağmur aslında şu demek, yok aslında bu demek veya yağmur yağdığında hepimiz dışarı çıkmalıyız ya da hepimiz şemsiye almalıyız diye fırkalaşıp da mezheplere bölünmez? Ayetse o da ayet! Niçin ayetin ne demek istediği hakkında tartışmaz inananlar da hepsi o yağmura göre bir şekilde tavır alır? Neden birisi saçak altına girerken, diğeri altında neşe ile ıslanır da birbirlerini ne yapıp ettikleri yüzünden tekfir etmezler? 178 Kalemzáde|Panzehir Kesin olan şudur ki o yağmur herkese iner… İşte Kuran’daki ayetler de böyledir. Ama bu inişin herkes için bir zamanı vardır. Hatta aynı ayet aynı kişiye farklı zamanlarda farklı biçimlerde iner. Hiçbiri de birbiri ile gerçekte çelişmez. Aynen yağmur gibi… Kayseri’de yağmur yağarken Kayserili ondan iyi ya da kötü nasibini alır. Ama aynı anda İstanbul’daki adamın bu yağmur ayetinden haberi bile yoktur. Başka bir zaman İstanbul’a yağmur ayeti inerken, Kayseri’deki adam kar ve ayaz ayetleriyle meşguldür. O yağmur kimisinin üzerine gökler delinmiş gibi yağarken kimisinin üzerine çiseler. Yağmur ayeti herkese iner. Ama farklı zamanlarda farklı yerlerde farklı biçimlerde iner. Her insan da kendi tasarrufu neticesinde o yağmur ayetinden nasibini alır. Yağmur hakkındaki görüşleri yüzünden sürekli ihtilafa girerek kavga edip, birbirine sürekli “yağmur yağdığında hepiniz benim gibi davranmalısınız” demek ne kadar saçma, değil mi? Herkes zaten yağmur yağdığında ne yapması gerektiğini bilir. Eğer yağmurdan yüz çevirmiyorsa! 179 Kalemzáde|Panzehir Ayetleri Neden Farklı Anlıyoruz? Aslında ayetlerin hükmünü farklı anlamıyoruz… Ya, Allah’ın hükmüyle o hükümden alacağımız hikmeti karıştırıyoruz ya da hikmeti kendi aklivicdanımız yerine başkalarının din dayatmalarında arıyoruz. Sonra da elimizdeki hikmeti hüküm zannetmeye başlıyoruz. Yani sadece kendi izdüşümümüzü göstererek ayeti delillendirip ayetin hükmünü beyan etmek yerine, kendi izdüşümümüzü dayatıyor ve aynı izdüşümünü bulanlarla mezhepleşiyor, diğerlerini kâfir ilan ediyoruz! Tabi ki genel geçer anlayıştan yani çoğunluktan bahsediyorum… Aynen Kuran’daki ayetler de durum böyle… Önüyle arkasıyla ayetler farklı izdüşümler verirler. “Raina demeyin unzurna deyin” ayetini iyi biçimde bir çobanın, “Biz gökleri genişletmekteyiz” ayetini iyi biçimde bir astronom ya da fizikçinin, 180 Kalemzáde|Panzehir “Onların şehirlerini yerle bir ettik ibret alın” gibi ayetleri iyi bir biçimde bir arkeolog ya da tarihçinin anlaması çok muhtemeldir. Raina (Bizi güt) demeyin uznurna (Bizi gözet) deyin ayetini okuyan/dinleyen çoban kendi hikmetini, aynı ayeti dinleyen köy ağası kendi hikmetini, marabalar kendi hikmetini, o köyün yolundan geçen misafir kendi hikmetini, kahvehanede ömür tüketen köylüler kendi hikmetini, bir politikacı kendi hikmetini, bir seçmen kendi hikmetini bulur. Andolsun Kaleme… ayeti bir yazar için farklı bir hikmet verirken, bir okur için farklı, bir felsefeci için farklı, bir muhasebeci için daha farklı hikmetler verir. Yağmurun ne zaman yağacağı hususunda yanlış bir tahmin bile yapsa kimse meteorolojiyi kâfir ilan etmez. Ya da meteoroloji kalkıp, benim yağmur hakkındaki hava tahminime aykırı düşünenler bizden değildir demez, yağmur hakkında kendi çaba ve tecrübesiyle fikir sahibi olanların Müslümanlıkla alakaları yoktur demez. Bu ayet (delil) bunu söylüyor diyerek sadece bir çıkarımı doğru kabul eden anlayış, başkasına da o ayetin farklı bir biçimde ineceğinden gafil demektir. Bir yağmur birisinin mahsülüne bire yetmiş başak verirken, sen elindeki tek başakla sevinip, övünüp duruyor olabilirsin. Senin üzerine çiseliyor ve mahsul alıyorsun diye, başkasının evini sel götürmez de diyemezsin. O yağmur sel biçiminde o adamın üzerine iner. Sen görmesen de iner. İşte bu yağmur ayeti yüzünden kavga edip hizipleşmek ne kadar saçmaysa, Kuran ayetleri üzerinde hizipleşmek de o kadar saçmadır. Bu da kaçınılmaz olarak fırkalaşmayı getiriyor. Aslında bunu yapmak dini tekeline almak gibidir. Sadece benim dediğim doğrudur demek, Allah’ın hüküm sahibi olduğunu reddetmekle aynı şeydir. 181 Kalemzáde|Panzehir Peki ne yapmamız lazım? Yağmuru (ayeti) iyi okuyup, onu birlikte anlamaya çalışmamızda problem yok. Ama herkes gerçekte zaten yağmurun (ayetin) ne olduğunu bilir. Yağmur zikirdir, yani hatırlatıcıdır. Yağmurun yağması insana zaten bildiğini hatırlatır ve insan da o sırada ne yapması gerektiğine kolayca karar verir. Bulutlar nasıl toplanıyor, şimşek neden çakıyor, içme suyumuzu nasıl temin ederiz, nasıl barajlar kurarız, seli su baskınını nasıl önleriz diye topluma yönelik hikmetler bulmamız ise makbul ve güzel işlere örnektir. Çünkü kavga etmek yerine o yağmurdan ortak fayda sağlamış oluruz. Kavga etmek yerine işte Kuran ayetlerinden de ortak faydayı sağlamamız lazım. İnsan kendisine Allah tarafından verilen öğüt yüzünden kavga eder mi? Bu nasıl bir akıl tutulması! Tabi sizinle kavga edenlere, size bu saçma sebeple adeta savaş açanlara aynı ölçüde karşılık vermeniz ve apaçık zanları göstererek insanlara gerçeği beyan edip geçmeniz bundan müstesnadır. Riba ayetlerini okuyan tüccar anlaması gerekeni, aynı ayeti okuyan bankacı anlaması gerekeni, vergi memuru kendi anlaması gerekeni, son kuruşunu bir ekmek için harcayan fakir kendi anlaması gerekeni, borç içinde yüzen adam kendi anlaması gerekeni anlar. Ayetler Hak Edene Hak Ettiğini Verir Aynı ayeti duyan ve Allah’ın rehberliğini arayan adam o ayetle doğru yolu bulurken, aynı ayeti duyan bir münafığın bir kulağından girip öbüründen çıkar, aynı ayeti duyan inkârcı ise o ayetten aldığı ilhamla Kuran’ı bile reddedebilir. Kuran ayetleri o kadar mucizevidir ki herkese hak ettiğini verir. Kuran’ı reddeden bir adam bile o ayeti tam da anlaması gerektiği gibi anlamıştır. Onun yapıp ettiklerinin karşılığı budur, bunu hak etmiştir. 182 Kalemzáde|Panzehir Yani bir anlamda Kuran’ı kimse yanlış anlayamaz, Kuran’ı herkes anlaması gerektiği gibi anlar. Ölmesi gereken adam ölür, istediğiniz kadar suni teneffüs yapın, istediğiniz kadar kalp masajı yapın, beyin ölümü gerçekleşmiş adamı hayata döndüremezsiniz. Ayetler Canlıdır… Zamana ve Mekâna Göre Anlam Kazanır Her ayet her devirde de farklı şekilde toplumlara inebilir. Aynen yağmur gibi… Bir dönemde Allah’ın verdiği misal bir ahlaki öğeye tekabül ederken, diğer bir tarihte bilimsel bir doğrulukla bire bir eşleşebilir. Ayetler adeta canlıdır. Zaman içerisinde yaşarlar ve yeniden doğarlar. Allah atılmış suya x dememişse siz hükmen x diyemezsiniz. X size ve devrinize inen izdüşümüdür. Bir dönemde atılmış sudan çıkarılan izdüşümü farklı olabilir veya genetik ilmi geliştikçe çok daha belirleyici bir gerçekliğe de işaret edebilir. Bugünkü çıkarım, bugünkü izdüşüm x olabilir. Doğrudur da. Ama bugün için izdüşümüdür. İnsanların yazdıklarını muhkem kabul ederseniz yarın bir gün o atılmış suyun x’le beraber “sözün gelişi” x’in yanında seyahat eden ve aslında esas geni taşıyan bir hidrojen bileşiği olduğu da ortaya çıkabilir. Bu durumda geleneksele ya da eskiyen bilime saplanmış ve “bir âlimin kitabında okudum” diyerek x diye direten adam ayeti örtmüş olur. O ayetten alacağı yeni izdüşümünden mahrum kalır. İnsanlar tefekkür eder ve çağdaşlarının ufuklarını açabilirler. Ama en iyi insan sözü bile mutlaklaştırılırsa, o insan ilahlaştırılmış ve o güzel insanların sözleri bile gelecekte ayetlerin anlaşılmasına engel döşenmiş olabilir. Bu yüzden en önemli şey şirk koşmamaktır, ortak koşmamaktır. Bugünün insanlarına bugünün gerçekleri anlatılır ama bunlar geleceğe dair hüküm değil bugünün izdüşümleridir. Ve gaybı kimse bilemez. Bugünkü izdüşümleri nedeniyle insan hükmün izdüşümüne değil, hükmün bildirdiği gayba, orada mutlak bir gerçek olduğuna güvenir. 183 Kalemzáde|Panzehir Kuran bir rivayet değildir Sözün güzeline uymak, ama Kuran’ı yeterli görmek ve dinini Kuran dururken adı üstünde rivayetlerin içinde aramamak gerekir… Kuran nesilden nesle geçti diye rivayet değildir. Zikirdir, hatırlatıcıdır. Yağmur yağdığındaki otomatikleşmiş tavrınızı düşünün… Ne yapacağınıza hemen karar verirsiniz. Çünkü o bilgi sizde zaten vardır ve yağmur size onu hatırlatmıştır. Kuran ayetleri de böyledir. Kuran, peygamberin ağzından çıkıp bugüne kadar kesintisiz gelmiştir. Kuran hatırlatıcıdır. Bize, bizde olanı hatırlatır. Bizim sinelerimizde saklı olan gerçekleri hatırlamamızı sağlar. Uyarır. Bak doğrusu buydu, hatırla der. Bu kapsamda her insan hem kitabı okurken, hem onun üzerinde düşünürken hem de hayata ve kâinata bakıp tefekkür ederken Allah’tan vahiy (ilham) alır. Balarısına bile vahyeden Allah bize de vahyetmektedir (ilham etmektedir). Yağmur ne kadar gerçekse ve rivayet değilse, Kuran da o kadar gerçektir ve rivayet değildir. 184 Kalemzáde|Panzehir İhtilaflara Cevaplar Daha önce belirttiğim gibi… Her ne kadar ihtilafların içine girmek istemeseniz de ihtilaflar gelip sizin de üzerine sıçrıyor. Gelip sizi buluyor ve sizi de çözüm bulmaya zorluyor. Ama her şeye rağmen siz, hizipleşmeyip kavga etmeyecek kendi izdüşümünüzü bulabilirsiniz. Yine de sizinle kavga etmeye kalkanlar olursa fikrinizi söyler ve geçersiniz. İleri gidenler olursa en fazla aynı ölçüde karşılık verirsiniz. Benim izdüşümüm budur. Tüm yazdıklarım ve aşağıdaki ihtilaflara cevaplarım yeni ihtilaflara yelken açmak değil, benim kendi izdüşümümdür. Önemli olan başkalarının benim fikrimi onaylaması değil, benim tatmin olmuş ve sadece Allah’a güveniyor olmamdır. Mezhepler Meselesi Elbette ki aynı düşüncelere uyanlar bir araya gelebilir. Zaten Allah bunun sözünü de veriyor bize. Ama kimse kendi algısını Allah’ın dini gibi, topluma mutlaklaştıramaz ve dayatamaz. Birlikteliklerine de dini bir isim koymak zorunda değillerdir. Aynen yağmur gibi… 185 Kalemzáde|Panzehir Köylüler anlaşıp köylerine yağmurdan korunacak istinat duvarını kurmak üzere bir araya gelebilirler. Ya da suyu depolayıp kuraklıkta kullanacak bir düzenek hazırlayabilirler. Tutup bu köylülere duvarcı mezhebinden ya da depocu mezhebinden demek ve yağmuru onlarla kaim görmek ne kadar saçmaysa, kutuplarda yaşadığını varsaydığımız bir peygamber gocuk giyiyor diye ekvatordaki bir topluluğun gocuk giymesi ve gocuk mezhebine dâhil olması o kadar saçmadır. Kutuplardakilerin gocuk giymesi din değil, yağmur ayetinin onlara izdüşümüdür. Birlikteliklerine isim versin ya da vermesinler… Mezhepleşmek adı üstünde hizip sahibi olmaktır. Bir konuda güzel bir örfe uyabilir ya da belirli bir ortak görüşe dayanabilir ama bu uyum ve ortak yaklaşım mezhepÇİLİK haline, bir anlamda Allah’ın dini haline getirilirse insanların sözleri ve tercihleri Allah’ın sözlerine ve hikmet dolu hükümlerine tercih edilmiş olur. Bu da toplumsal yıkımı getirir. Salat ve Namaz Meselesi Salat namaz değildir, ama namaz salattır. Çünkü salat bir havuzdur ve namaz o havuzun içindedir. Aynen yağmur gibi… Gök olayları bir havuzdur, yağmursa onun sadece bir çeşididir. Kuran’a dayanmaları şartıyla, namazın ne gibi bir faydası olduğunu anlamak isteyenler için denemesi bedava… Eğer namaz kılıyorlar ama ihtilafı üzerlerinde hissediyorlarsa, on beş gün veya kendilerine göre bir süre namaz kılmasınlar… Görecekler ki namazsız oldukları dönemde yavaş yavaş ayetleri de okumayı bırakacaklar, yavaş yavaş günlük yaptıkları işlerde yanlışa düşmeyi de önemsememeye başlayacaklar ve zamanla yapıp ettikleri boylarını aşma yoluna girecektir. Eğer dikkat ederlerse görecekler ki namaz ile Allah’ı anmadıkları süre içerisinde gündelik işler bütün fikirlerini yavaş yavaş kapsayacaktır. Tabi ki bu önerim daha önceden namaz kılmakta olup namazla ilgili ihtilaflar üzerine sıçrayanlar içindir. Diğerlerine ise salat ayetlerini bir kez daha gözden geçirmelerini ve kendi izdüşümlerini bulmayı tavsiye etmekten başka yapacak bir şeyim yok. 186 Kalemzáde|Panzehir Namazımı örfe göre değil de ben istediğim biçimde kılıyorum diyenlere ben bir şey diyemem. Bilemem, belki de örfe uymazken kıyamını da, rükûunu da, secdesini de öyle bir takva ile yapıyorlardır ki biz yanına bile yaklaşamamışızdır, bilemeyiz. Yağmur ona öyle yağıyordur bilemem. Bunu kavga sebebi yapmak saçmadır, akıl tutulmasıdır bana göre. İsteyen istediği biçimde ve periyodik (vakitli) olarak namaz kılabilmelidir. Ama herkes o zaman farklı yapar diye dert edinenlere sözüm, bu endişeniz yersiz. Zaten herkes farklı yapıyor. Siz kendi mahallenizi biliyorsunuz ve mahallenizi gezegenin tamamı zannediyorsunuz. Aynı Allah’a inanıyor ve üstüne üstelik aynı kitabı rehber ediniyorsa mesele midir şekildeki farklılıklar? Allah, Davut’un dağlarla ve kuşlarla nağmeler eşliğinde yaptığı tesbihi överken sen çıkıp adama niye ellerini şöyle bağlamadın diyebilir misin? Allah en merhametlidir. Kulunu senden daha iyi tanır. Bunun yanında namazın yokluğunu iddia edenler için, bence namazın varlığını görebilmelerine kadar namazları doğal olarak yoktur. Hem yok’a inanıp hem de varmış gibi mi davransınlar! Bu ikiyüzlülük olur. Düşüncelerinden emin olup olmadıklarında sorun görmüyorlarsa sorun yoktur. Eğer başka bir yol bulmuşlarsa ona dair de samimiyetlerini gözden geçirmelerinde fayda vardır. Ama namaz kılmak dayatılamadığı gibi kılmamak da dayatılamaz. Benim nazarımda başkasının namazı ya da kılıp kılmaması beni bağlamaz. Ama salat kümesinin selam ve barış elemanlarına benimle birlikte rükû etmelerini beklerim. Türkçe Namaz, Arapça Namaz Hangi dilde olursa olsun ne dediğini bilmek ve gösterişe düşmemektir benim izdüşümüm. İçi boş ve ne dediğini bilmeden icra edilen bir ritüel zaten namaz değildir. Zaten mesele ritüel de değil, hayata vahyi tatbik etmektir. Dinimiz sadece namaz kılmaktan ibaret bir din değildir. Namaza bu kadar önem atfedip en az onun kadar hatta ondan bile daha fazla geçen diğer ayetlere aynı önemi vermemek ciddi bir tutarsızlıktır. 187 Kalemzáde|Panzehir Örfe Uymalı mı Uymamalı mı? Sözün doğrusu, işin makbulü kapsamında vahye vurulan örf uyulabilirdir. Şehre secde kapsamında şirk olmayan örfe, zorlama olmaksızın toplumsal birliktelik açısından bence de uyulması tercih edilmelidir. Bahçeci bir köyün örfünde yağmur yağarken sulama gölünün dolması için düzenek kurulurken, tütüncü bir köyde herkes tütün hevenklerini ıslanmasınlar diye salacın içine almak için koşar. Şehir mi, tabiat mı? Ben tabiata uygun yaşamaktan yanayım. Ama ikisini girift yapmak gerekir. Belli şartlarla (şehirleşmeyecek şartlarla belirli büyüklükte arazi parçası, ekim alanı, su, yeşillendirme, evcil ve özgür hayvan şartı, yaşam alanı, eğitim kurumu, sağlık kurumu, ticaret amaçlı olmayan yardımlaşmalı üretim) tabiat olmakla beraber modernite ölçülü biçimde köye girmelidir. Ne vahşi şehirlilik ne de topluma ve bilime duyarsız bir köylülük! Faiz helal mi, haram mı? Faiz helal görünmüyor ama riba daha büyük… Aynen salat kavramı ve namaz gibi. Aynen gök olayları ve yağmur gibi. Bir malı üç ay vade ile sözleşip aldığımızda vade farkı ödüyorsak ve bu faizse, aynı malı vadeli fiyatına peşin almak zorunda kaldığımızda bu ticaretin ribadan uzak olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Riba karşılıksız olan her kazanç için geçerlidir. Köpek eti yenir mi, yenmez mi? Kimsenin köpek yediği yok ama haram yiyecekler bahsi geçerken verilen örneklerin başta gelenidir… Köpek eti haram değildir, ama toplumsal örfümüz ve damak tadımıza göre sevimsizdir. Farklı toplumlar farklı gıda maddelerinden tiksinebilir. Esas olan pis olanı yememektir. Bizim toplumumuzda köpek yenir deseniz bile kolayına kimse yemez ki zaten. Bu, dinle ilgili değildir. Filipinliler için köpek eti, 188 Kalemzáde|Panzehir Çinliler için türlü böcekler ve salyangoz, Araplar için çekirge damak tadına uygun olabilir. Diğer bir toplum içinse tam tersi olabilir… Dinen hükmü bildirilmemiş gıdaların haram ya da helalliğinden bahsedilemez. Mantar da haram değildir ama bazı mantarlar haram olmamasına rağmen zehirlidir. Yağmur örneğine dönersek… Yağmurda ıslanmak haram değildir. Ama bile bile kış yağmurunun altında kalırsan zatürre olursun. 19 Mucizesi 19 vardır, imanı artıran çok ciddi bir ayettir. Ama başka ayetler atmayı gerektirecek kadar kapsamı net değildir. Zaten ayet atanlar bile sözün doğrusu kapsamında ayeti reddetmiş değillerdir… Müddesir suresindeki ayetlerde bulunan şiddetli tehditlerin her iki tarafa da yöneldiğini düşünüyorum. Hem 19’culara hem de asla yoktur diyenleri titretip kendisine getirmesi için! Tavbe 128’de peygamberin merhametli (er-rahim değil rahim) ve iyi bir kimse olduğundan, 129’da da Allah’ın kuluna yeter olduğundan bahis vardır. Bu ayetlerin mushaftan olup olmadığını ister kabul etsin ister etmesin, içlerindeki gerçekleri reddeden yoktur. Her iki tarafa göre de peygamber iyi bir kimsedir ve her iki tarafa göre de Allah kuluna yeter. Anlamı, gerçeği kimse reddetmediğine göre… O halde kimse (kutsal metnin içinde saysın saymasın) ayetlerdeki gerçeği reddediyor değildir. O halde kavga etmek ne büyük kayıp! Aynen yağmur gibi… Yağış biçimiyle diğer yağmurlardan hiç bir farkı yokken, mevsiminde değil diye yağmur yağmıyor diyemezsiniz. Yağan yağmur da, anlamı da gerçektir. Tesettür Başörtüsü vardır, başörtüsü yoktur… Çok uzatmayayım. Bu da yağmur gibi… Bu kitap onu rehber edinenler içindir. Kitaptaki örtünme emirleri Kuran’ı benimsediğinden dolayı genel geçer toplum tarafından 189 Kalemzáde|Panzehir aleyhinde delil bulunmak üzere rahatsız edilecek kadın müminleri korumak içindir. Daha Kuran’la tanışmamış atalarının dinini uygulayan kadınlar için örtünme emri diye bir şey yoktur. Onlar sadece geleneklerine uymaktadırlar, Kuran’a değil. Örtünen de öyledir, örtünmeyen de. Kuran’da başını örtmeyi kendine izdüşüren örter, sadece ölçülü giyinmeyi izdüşüren ona göre giyinir. Her kadın kendisini örfüne ve çevre şartlarına göre nasıl koruması gerektiğini gayet iyi bilir. Önemli olan ayetlerdeki örneklerden alacağı öğüdü görmesi ve kendine düzgün bir izdüşümü belirlemesidir. Kuran tarihseldir, Kuran evrenseldir Kuran’ın tarihsel öğeleri de vardır, evrensel öğeleri de… Ama ister tarihsel olsun, ister evrensel, öncelikle aranan, zikrin ne olduğunu okumak ve öğüt almak olmalıdır. Yağmur lokal de yağabilir, bütün bir bölgeyi tufan da kaplayabilir. Bunu tartışmak yerine yağmurun getirip götürdüğünden öğüt ve hikmet alsak olmaz mı? Kuran toplumsaldır, Kuran bireyseldir Hayır! Her ikisidir… Toplumun üzerine yağmur yağarken herkes farklı bir tepki verirken, bir müzisyen o yağmurdaki ilahi melodiyi duyup, aldığı ilhamla insanların beyin yorgunluklarını alacak birçok beste yapabilir. Toplumun çoğu yağmur ayetini kalp gözüyle görmeden geçerken o toplumdaki bir yazar ya da şair o yağmurdan esinlenip kitaplar dolusu eser yazabilir. 190 Kalemzáde|Panzehir Sadece Kuran Anlayışındaki Problemler Ve geldik günümüzün en büyük ihtilafına! Kuran yeter mi Kuran yetmez mi? Elbette Kuran yeter… Ve bunun yanında elbette Kuran’ın, ilimde derinleşmek isteyen her inananı bazı adreslere de gönderiyor olması o Kuran’ın yeter oluşunun dahilindedir. Anlaşmazlık, akıl edemezlik işte burada… Kavganın nedeni yine düşünmeden hizipleşmekte… Peki Kuran bizi hangi adreslere gönderir? Birkaç tane söyleyeyim… Kuran, daha önce indirilenlere iman edin diyor… Yeryüzünü gezin dolaşın da ibret alın diyor… Yağmura bakın diyor… Kuşlara ve hayvanlara bakın diyor… Göklere bakın düşünün diyor… Akledin diyor… Rakamlar ve sayılar üzerinden de konuşuyor… İlimde derinleşin diyor… İlimde derinleşenlere sorun diyor… Ve de en önemlilerinden biri sözü dinleyin güzeline uyun diyor. Yani Allah bizi 191 Kalemzáde|Panzehir (Kur’an denetleyiciliği ile) Tevrat ve İncil’e, arkeolojiye, astronomiye, matematiğe, zoolojiye, biyolojiye, meteorolojiye, felsefeye, daha birçok ilme ve güzel düşünenlerin güzel sözlerine davet ediyor. Peki bir söz peygamber adına ya da bir alimin adına geliyorsa!… Önemli olan, bir sözün peygamberimize ait olup olmadığı değildir. Önemli olan sözün getirdiği şeyin gerçek mi yalan mı olduğudur. İsterse peygamber değil de mahallenin bakkalı söylesin! Doğru söz doğru sözdür. Hadis tartışması baştan yanlıştır. Hadise inanıp inanmamak kavgası tamamen boştur. Hadisler Kuran hükmü değildir. Bir söz peygambere ait ya da değil diye kavga etmeye gerek yoktur. Kimden gelirse gelsin güzel söz güzel sözdür. Epiktetos da söylese doğrudur, peygamber de söylese doğrudur, şii de söylese, ehlisünnet de söylese, ateist de söylese, bir ümmi de söylese doğrudur. İtibar edilecek söz, güzel ve akıllı sözdür. Rivayetlerin arasında “İki kere iki dörttür” diye bir hadis olsa bir kısım başlayacak bu peygamberin hadisidir demeye, bir kısmı başlayacak peygamber hadisi değildir demeye. İkisi de yanlış yaklaşım. Mesele bu değil. Mesele iki kere ikinin dört olmasıdır. 2X2=4’tür. Gerçektir. Peygamber söylememiş bile olsa gerçektir. Aynı şekilde Kuran’a aykırı bir ifade ile “İki kere iki beştir” rivayeti ortaya konsa aynı kavga yine başlayacak. Oysa bu sözün peygambere ait olup olmaması değildir mesele. Mesele Kurani olmayan bir haberin hem Kuran tarafından onaylanmıyor oluşu hem de akla ve gerçeğe aykırı oluşudur. Peygamber dini anlamda Kuran’a aykırı söz söylememiştir. İki kere iki beştir sözünü gerçekten peygamber söylemiş bile olsa yanlıştır ya da yanılmıştır. Ve bu hüküm gerçel ve Kurani olmadığına göre bizi zaten ilgilendirmez. Hadisleri adeta ayet yerine koymak da yanlıştır, rivayetlerde arka plan aramak gayba taş atmaktan başka işe de yaramaz. Zan olmaktan öteye gidemez. 192 Kalemzáde|Panzehir İnsanlar sadece kavga ediyorlar İnsanlar nereye bakıyorlar ve ne yapıyorlar? İnsanlar sadece kavga ediyor ve birazcık ilim elde edince diğerlerini tekfir etmeye başlıyorlar. En iyisi bile olsa yeryüzündeki hiç kimse Fatiha’dan vazgeçebilir mi? Artık benim Allah’a “Bize dosdoğru yolu göster” dememe gerek kalmadı diyebilir mi? Eğer bunu diyebilen biri varsa en çok yanılan odur. Biz her gün Allah’ım beni en doğru yola yönelt diyebilen ve bu uğurda emek sarf edenler olmalıyız. Bilgisi fazla olan bilgisi az olandan değil, imanı fazla olan imanı az ya da sahte olandan kıymetlidir. Öğreten zaten Allah’tır. Allah dünyayı düzeltmeyi insana mahkûm bırakmaz. Allah çabamıza şahit olmak ve bizi de şahit etmek ister. Değerli olan çabamızdır. En büyük hatalardan birisi ümmileri müşrik gibi görmektir. Peygamberimiz de önceleri bir ümmiydi etrafında toplananlar da. Ümmi olmak okuma yazma bilmemek değil, vahiyden kitaptan habersiz yaşamaktır. Uyarılmamış olanlardır. Yani kitap ehli olmamaktır. 193 Kalemzáde|Panzehir Peygamberimizin zamanında yaşayanların etrafında İncil de vardı Tevrat da Zebur da ve hatta Sadukiler gibi Tevratın ilk dört kitabını kabul edip diğer insan yazmalarını kabul etmeyenler de. Onlar bunların hepsinin kültürel karışımı olan ve İbrahim’in yolundan, İbrahim’in sünnetinden gittiğini iddia eden ama etraflarında okunup duran vahiyden kitaptan habersiz kimselerdi. Aynen bugünkü gibi… Bugün de kendisine Müslüman diyen ve Kuran peygamberinin sünnetini takip ettiğini ileri süren ama Kuran’dan ve daha önce indirilenlerden haberleri olmayan bir halkla karşı karşıyayız. Bu halkın büyük kısmı müşrik değil, ümmidir. Ve eğer biz doğru yola doğru koşuyorsak etrafımızda toplananlar ve inananlara arkadaşlık edecek olan, onların uyananları olacaktır. “Kuran Yeter” Söylemini Sadukiliğe Taşıyanlar Her insan ilham alır ve gerçeği fark edebilir. Ancak burada da şu sorun var ki insana Allah da ilham verebilir şeytan ya da beşerin şeytani tarafı da. İnsanın ayırt etmesi gereken seçimleri bunlardır. Gelen ilhamın Allah’tan mı yoksa şeytandan mı olduğunu ayırt edecek bilgi sinemizde vicdanımızda saklı olan ve reddedilemez olan gerçeklerdir. İşte bu kapsamda da birçok konuda olduğu gibi Kuran ve İncil’in paralel olarak şiddetli biçimde eleştirdiği bir grup daha ortaya çıkıyor. Kitabın arka planını incelemeye kalkarken, öyle bir noktaya gelip de hem kitabın tamamından vazgeçemeyip hem de yeniden dirilişi reddederek… farkına varmadan birçok ayeti ters düz etmeye ve bunun getirimi olarak izdüşümlerinde de ahlaki zafiyetlere düşme riskinde olan kimselerdir bunlar. 194 Kalemzáde|Panzehir Kuran’da “kitap ehlinden olduğu halde” yeniden dirilişi yok sayanların kimler olduğu uzun süre kafamı karıştırmıştır. “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” diyenler… ya da “sadece ölürüz ve yaşarız” diyenler… ya da “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur ve bizler diriltilecek değiliz” diyenler… ya da “Ahirete inanmayanların kalpleri inkârcıdır ve onlar kibirli davranırlar” diye bize açıklananlar… ya da olanca haykırışlarıyla “öleni Allah diriltmez” diye yemin edenler… ya da “sana nasıl örnekler vererek saptıklarına bir bak” diye uyarıldıklarımız… veya “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” diye soranlar… veya ahiretten yana kuşku içinde olup “Andolsun, bu dirilme tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma masallarından başkası değildir” diyenler… eğer kitap ehlinden olmasalardı sadece kitabı yok sayan anlayışa izdüşürebilirdim. Ama gördüm ki bunların büyük kısmı kitap ehlinin tam da içinde olarak gelip peygambere bu hususta karşı çıkıyorlar. Bir kısmı da onu dinliyorlar ve buna rağmen diriliş ve benzeri hususlarda tartışmaya kalkıyorlar. 195 Kalemzáde|Panzehir O halde bunların bugünkü izdüşümü de Kuran ehlinin içinde olmalı! İşte ne zaman ki Kuran’ın verdiği adreslere göz attım… Bingo! İşte bugün “Sadece Kuran” söylemiyle yola çıkan ama “Kuran yeter” ayetine ve Kuran’a… mutedil olarak akılla ve sağduyuyla yaklaşamayanların geldiği noktayı orada gördüm. Adeta yeni bir din icat edercesine ve müstekbirlikle, Kuran’ı rehber edinen inananları bile koyu gelenekçi görüp, mezhepçi Ferisilerle bir tutanların önemli bir kısmının… sonunda Kuran’ı salt bir beşeri-tanrı bilinç metnine ve ahireti de redde kadar götüren sürece onlarda tanık oldum. Onların yağmurları ikazlardan korunmamaları nedeniyle üzerlerine yıldırımlar yağdırmaya başlamış durumda. İşte bunların İncil’deki örnekleri sadukilerdir ve Tevrat’ın ilk dört kitabına inanıp onun dışında insan sözü tanımayanlardır. Onlar da “Sadece Kuran” der gibi “Torah Only” diyerek ortaya çıkmış ama neticede ahireti ve yeniden dirilişi reddetme noktasına gelmişlerdir. 196 Kalemzáde|Panzehir İşte tam da bu yüzden inananlar Allah’ın verdiği isimden başka kendilerine dini anlamda bir isim bence vermemelidirler. Sadece Müslümanım demek, sadece Allah’a teslim olan olmak yeter. Yoksa “Kuran Müslümanı” demek bile ne kadar iyi niyetle söylenirse söylensin adeta bir mezhep gibi algılanır oldu. Biz ne Ferisi olmalıyız ne de Saduki! Biz elbette sadece bize vahyolunana uymalıyız. Ancak bunun yolu bugün Kuran’dan ve Kuran’ı önümüze alarak diğer “gerçek” delillere (ayetlere) o gözle ve mutedil bir akılla bakabilmemizden geçiyor. Buna rağmen böyle inananlara bile selam içinde gerçeği söyleyip geçmekten başka bir yol yok. Onlar da kitabı hak ettikleri biçimde algılıyorlar. Gerisi onlara kalmış. Netice olarak benim izdüşümü dediğim şey vahiyden furkanla alınan hikmettir. Yağmurun kişiye yağış biçimine göre alacağı öğütlerdir. Yani gerçeklerden, doğruyu yanlışı ayırt eden vicdanımızla yapabildiğimiz çıkarımlarımızdır. Ve biliriz ki kimseyle ayetlerden 197 Kalemzáde|Panzehir birebir aynı çıkarımı yapmamız gerekmez. Benim için ne lazımsa Allah bana onu verir. İki protonun nasıl çarpıştığını bilmesi gereken çerçevede ayetten o hikmeti çıkarmak benim değil fizikçinin izdüşümüdür. Bir askerin Tevbe suresinden savaşla ilgili çıkarımı onun izdüşümüdür. O yağmur kimin üzerine yağdığına göre anlam kazanır ve hatırlatarak öğüt verir. Çoban yeryüzünün nimetlerini ve ağasının koyunlarını beklerken ağasından mı yoksa Allah’tan mı korkarak onları suvardığını benden daha iyi anlar. Ben bu çobanla neden kavga edeyim? Eğer babaannemiz ya da modern bilim okumamış çoban, altı günleri Allah için tutuyorsa bırakın tutsun orucunu. Tutup onun orucu ile uğraşmayın, ya da o çobandan Zülkarneyn kıssasını yorumlamasını beklemeyin. Ama haberiniz olsun Davut’un koyun davacılarının hikmetini belki o sizden daha da iyi anlayabilir. Zaten modern ilim sahibi olmak imanın göstergesi değildir. İmanın göstergesi insanın Allah’a olan güvenidir. Allah da herkesi en adaletli biçimde ölçecek ve O’na güvenenleri asla boş çevirmeyecektir. İlmimizle övünmeyelim, imanımızla ümit edelim. Ya da bir idareci, bir hukuk adamı ya da kanun koyucu bir milletvekili Davut’u Süleyman’ı bizden daha iyi anlayabilir. Tabi eğer Kuran’ı anlamak için okuyorsa ve Allah’a ortak zannederek bir şeylerin ya da birilerinin peşinde gitmiyorsa! Hüküm | Hikmet Hikmet: Sözlük anlamı… İlim ve amel ile hakka isabet etme, ulaşma. Yani bilgi ve eylemle doğru olanı bulma, gerçeğe ulaşma demektir. Allah Hâkimdir, Hüküm Sahibidir. Hüküm hikmetten daha geniş anlamlı bir kelimedir. Tin 8 Allah hâkimlerin hâkimi değil mi?… Yunus 1 Elif Lam Ra. İşte bunlar o hâkim kitabın ayetleri… 198 Kalemzáde|Panzehir Hud 1 Ayetleri muhkem kılınmış… Meryem 12 …ve ona çocuk iken hikmet verdik… Ali İmran 164 Onlara kitap ve hikmet öğretiyor… Maide 44 Teslim olan nebiler, Yahudilere onunla hükmederlerdi…. Ali İmran 7 Onun bazı ayetleri muhkemdir ve kitabın anasıdır, diğerleri de müteşabihtir… Kelimeler öyle muhteşem kullanılmış ki muhkem ayetlere kitabın babası denmemiş anası denmiş.. Ana dişildir, ürün verir… Kitabın anası muhkem, muhkemlerden doğanlarsa hikmetlerdir. İşte o hikmetlere ben izdüşümü diyorum. Bu izdüşümler insanın daha doğar doğmaz önüne serilmeye başlanır ki ileride fikri olgunluğa ulaştığında üzerlerinde akıl yürütebilsin. Dini Yönetim ve Şeriat Bahsi Mesele bir ülkenin dini hükümlerle yönetilmesi gerektiği değildir. En iyi düşünce akımının bile iş başına geldiğinde zalimleşebilme ihtimali çok yüksektir. Ülke hangi rejimle yönetiliyor olursa olsun, yönetime ilişkin ayetlerin hükmü, siz eğer bir gün hükmederseniz makbul ve güzel işleri yapmanız ve zalimleşmemeniz içindir… Nisa 58 İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmedesiniz… Hepimizin üzerine son yıllarda şiddetli bir yağmur yağıyor… Ve biz kendi hissettiğimiz yağmuru tanımlıyoruz. Aynı yağmurun altında kavga edeceğimize ondan fayda sağlamayı birlik ve beraberlikle amaç edinmeliyiz. O yağmurun bize verdiği ortak izdüşümlerini görebilmeliyiz. Yoksa o şiddetli yağmur bizi ihya da edebilir helak da! Vahyin izdüşümü yağmurun izdüşümü gibidir. Hepimizin ayetlerden aldığı hikmet öncelikle kendisi içindir. Geçmişteki babaannesinin anneannesinin halinin ne olacağını düşünüp de kendini düşünmeyen insanevladı! Belki o kadın Kuran ayetlerine 199 Kalemzáde|Panzehir tafsilatıyla ulaşabilmiş değildi. Ama o kadın köyünde gökle yer arasındaki ayetlerin içinde yaşıyordu. Hakkında kararı Allah verecektir. Yine de şunu söyleyebilirim ki onun izdüşümü kendi şartlarıyla ilgilidir ve Allah en merhametlidir. O kadın tüm bilgisizliğine rağmen yapıp ettikleriyle cenneti kazanmış olabilir. Çünkü bir ayeti duyup anlaması için birinin ölmesi, imamın Kuran okumaya gelmesi ve okuduğu ayetin de hasbelkader anlamını söylemesi durumunda o ayetten haberdar olabilirdi. Ama sen elindeki telefona Zühruf 44 yazdığında okuyabiliyorsun. Sen kendini düşün. Belki de sen o kadının yaptığının yirmi mislini yapsan da kurtulamayacaksın! Çünkü sen makbul ve güzel işler yapmak yerine hala ayetler yüzünden kavga etme peşindesin! Kitapta ne yazdığını bilmen imanının o kadından daha güçlü olduğu anlamına gelmez. Tatbikin ve güzel işlerin gerekir. Hizipleşmeyenlerden olmamız temennisiyle…. Kıymet verip, sabır gösterip sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ediyorum. İnşallah en güzel yağmurların altında ve ardında neşe ile coşan ve paylaşanlardan oluruz! Selam ile… 200 Kalemzáde|Panzehir İbrahim’in Kurbanı Kuran Kronolojisine Göre İbrahim Kıssası Önce bugünü düşünelim… Tüm barıştırma çabalarınıza rağmen bir araya getirdiğinizde uyuşamayan ama sizin her ikisine de değer verdiğiniz insanlar olduğunu düşünün. Çözüm aslında basittir. Eğer bir arada iken fitne oluşuyorsa o insanlar fitne ortadan kalkana kadar ayrı kalmalıdırlar. Çevresel ve toplumsal faktörlerin karşımıza çıkardığı bin bir türlü nedenlerle çoğu zaman biz de istediğimiz şartlarda bir dünya hayatına sahip olamıyoruz. Bazen istemediğimiz yerlerde ömür sürmek, bazen istemediğimiz 201 Kalemzáde|Panzehir meslekleri yapmak, bazen tasvip etmediğimiz ortamlarda bulunmak ve bazen de sevdiklerimizden ayrı yaşamak zorunda kalıyoruz. Ama biliyoruz ki bizim planımızın üzerinde Allah’ın da bir planı vardır ve mutlaka onun planı bizim heves ettiğimizden daha hayırlıdır. Eğer her türlü çabamıza rağmen istediğimiz olmuyorsa Allah’ı kendimize vekil kıldığımızı hatırlamalıyız. Yani iyi olan amacımız için her türlü iyi çabayı sarf etmekte hiçbir sorun yok… Ama elimizden gelen her doğru işi yaptıktan sonra yine de olmuyorsa artık sabretmeli, Allah’a ve O’nun “acele etme” dediğine teslim olmalıyız. Bu benim Kuran’dan aldığım bir öğüttür. Özellikle Yusuf kıssası bunun en bariz ve ama aynı zamanda İbrahim kıssası da aynı öğüdün genellikle fark edilmediğini düşündüğüm hikmetlerinin başta gelenidir. Çünkü İbrahim kıssası maalesef genellikle Kuran’daki anlatılışına aykırı biçimde anlatılıyor. İşte bu yazıda size özellikle İbrahim’in oğlunu kurban edişi ile ilgili olarak şu ana kadar duyduklarınızdan oldukça farklı ve inşallah taşları yerine oturtucu bir ufukta sesleneceğim. Buna sebep, İbrahim kıssasının kronolojik olarak doğru düzgün işlenmediğini ve birçok farklı geleneğe göre anlamlandırıldığını düşünmemdir. Oysa Kuran ayetleri tüm cevapları apaçık veriyor. Şu öğüdü unutmayalım… Biz istemesek de bazen sevdiklerimizden ayrı kalmamız ya da sevdiğimiz bazı insanların birbirinden ayrı yerlerde yaşamaları fitne çıkmaması açısından Allah indinde daha hayırlıdır. Teslimiyet O’nadır. İbrahim de bunu yapmış ve oğluyla beraber buna teslim olmuştur. Kronolojik olarak İbrahim kıssası… İbrahim ve babası (muhtemelen) Babil’in Ur şehrinde veya Harran’da yaşıyordu. Ya da göçerek her iki şehirde de hayat sürmüş olabilirler. Eğer Harran doğru ise bu Harran’ın bildiğimiz Urfa veya Urfa’nın Harran’ı olma ihtimali vardır. Ancak bu başlangıç durumunun kıssanın kronolojisine pek etkisi yoktur. İbrahim daha küçük yaşlarda iken bile babasının ve kavminin yapıp ettiklerini inceliyordu… Zamanla sorgulamasına yeryüzünün ve 202 Kalemzáde|Panzehir gökyüzünün ayetlerini de dâhil ederek tek Allah inancına ve hidayete erken yaşlarda erdi. Bunların sonucunda ilk iş olarak en yakınından başlayarak babasını ikna etmeye çabaladı. Babasının inatçılığına rağmen onu seviyordu. Onun için dua edeceğinin ve onun ıslahını dava edineceğinin sözünü verdi… Artık tebliğini kavmini ıslah çabalarına yöneltti… Kavmiyle birçok tartışmalara girdi ve onlara doğruyu göstermek için her türlü delili ortaya koymaya çabaladı… Ama kavmi ona inanmadı… Nihayet bir gün, belki anlarlar diye kavminin putlarını kırdı ve en büyüğünün boynuna baltayı asarak onları kendi kendilerini sorgulamaya itti. Belki bir an için kavmini düşündürdü ama kavminin ileri gelenleri onların İbrahim’e inanmalarını engellemek üzere artık onu put kırma suçundan mahkeme etmeye karar verdiler. Mahkeme edilmesi önünde ya da (muhtemelen) esnasında kavmin hüküm verici lideriyle ciddi bir tartışmaya girdi ve onu güneşi batıdan doğdurmaya davet etti. Küçük düşen lider ve önde gelenler bunun üzerine onu ateşe atılmayla (esas olarak da mecazen de anlaşılabilir) cezalandırmaya karar verdi. Bir şekilde ateş hükmünden kurtulan İbrahim ona inanan kardeşi Lut ile birlikte hicret etmeye (vahiyle) karar verdi. Ama gitmeden önce babasını son defa gerçeğe davet etti. Sonuçsuz kalınca onun için söz verdiği son duasını yaparak nihayet babasından ve kavminden ayrılacağını ona bildirdi. İbrahim (muhtemelen) Kenan şehrine ve İbrahim vasıtasıyla elçiliğini anlayan Lut da (muhtemelen) Sodom şehrine hicret ettiler ve orada elçilik görevlerine devam ettiler. Ama inanmaları ve elçi olmaları denenmelerine engel değildi. Her ikisinin teslimiyeti de farklı biçimlerde denendi. İbrahim ve Lut kendi şehirlerinde evlendiler ve epey ileri yaşlarına gelene kadar oralarda yaşadılar. Bu süreç içerisinde Lut’un kızları ve İbrahim’in İsmail adında bir oğlu oldu. İbrahim bir gün kelimelerle denendi. Bu deneniş bir rüya vasıtası ileydi. Rüyasında oğlunu boğazladığını gördü. Bu rüyanın detaylarını oğluyla paylaşınca verdiği kararı İsmail’e bildirdi ve onun fikrini sordu. İsmail 203 Kalemzáde|Panzehir babasının kararına saygı duydu ve sabredenlerden olacağını söyledi. Birlikte emre teslim oldular. Ardından İbrahim, ailesinden bir kısmını (oğlu İsmail ve annesini) bulunduğu yerden uzaklaştırdı. Bu süreç içerisinde İbrahim Allah’a ölüleri nasıl dirilttiğini sordu ve vahyi olarak “kendine alıştırdığın kuşlar sana geri dönerler” mealinde bir yanıt aldı. Ardından İbrahim, oğlu İsmail’le birlikte bir yerde bir ev yaptılar ve duvarlarını yükselttiler. Bu ev Bekke’nin insanlarının yaptığı ilk ev olarak tarihe geçti. Peşinden İsmail’le birlikte dua ettiler. Dua, bu evin ve şehrin güvenlikli kılınması ile ilgiliydi. Ayrıca bu yerin İbrahim’in makamı olarak anılması ve İbrahim’in dinine uyanlarca bu evin ziyaret edilmesi alınacak ibretler olması açısından bu dinin mirasçılarına Allah’ın üzerlerindeki hakkı olarak bildirildi. Ardından İbrahim (muhtemelen) Kenan şehrine geri döndü ve ailesinin diğer kalan kısmı ile yaşamaya devam etti. Ancak başka bir oğlu yoktu ve oradaki eşiyle birlikte yaşları epeyce ilerlemişti. Bir gün İbrahim’e Allah tarafından görevlendirilmiş bir takım konuklar (melekler) geldi. O’na bir iyi bir de kötü haber verdiler. Kötü haber Lut’un yaşadığı yerdeki kavmin helak edileceğiydi. İyi haberse ilerlemiş yaşına rağmen bir oğulla, İshak’la müjdelenmesiydi. Lut kavmi Lut ve ailesinden inananlar hariç olmak üzere helak edildi. İbrahim ise yaşadığı dönemde hem oğlu İshak’ı hem de ondan olan torunu Yakup’u gördü ve her ikisi de İsmail gibi elçi kılındı. Bu sürecin ardından çok geçmeden Medyen denilen yerde Şuayb ve kavmi yaşadı. Medyen halkı Şuayb’ı yalanladı ve helak oldu. Ancak o şehir yüz yıl içerisinde yeniden dirilir gibi yeniden kuruldu. Orada iyi bir takım kişiler de yaşadı. Belirli bir süre sonra Musa’nın yolu da Medyen denilen o şehre düşecekti. İbrahim’in ölümünün ardından her iki koldan İbrahim’in soyu devam etti. İshak’la olan soyundan Yakup nesli İsrailoğullarını meydana 204 Kalemzáde|Panzehir getirirken Mekke bölgesinde İsmail’in soyu daha bir sessizce devam ede geldi. Ta ki Muhammed’e kadar. Muhammed’e Kuran indirildiğinde ehli-İsmail olduklarını iddia eden Araplarla ehli-İshak olduklarını iddia eden Yahudiler arasında hangisinin İbrahim dinini doğru takip edenler olduğuna dair ihtilaflar gün yüzüne çıktı. Tartışmaya kısmen hıristiyanlar da katıldı. Bir kısmı İbrahim yahudiydi derken, bir kısmı hıristiyan olduğunu iddia ediyordu. Kuran’ın getirdiği çözüm açıktı. İbrahim hakkında tartışmaya girmemeleri gerektiği, Tevrat’ın da İncil’in de ondan sonra indirildiği belirtiliyor ve İbrahim kıssasında belirtilen gerçeklerle Kuran kesin cevapları veriyordu. İbrahim tek tanrıcı bir Müslümandı. Hanifti, muvahhiddi. Aynen herkesin olması gerektiği gibi sadece Allah’a yönelirdi. Sonradan uydurulmuş Yahudilik, Hıristiyanlık gibi Allah’a ortak koşan mezhep ve kavramlardan uzaktı. İbrahim müşriklerden değildi. Kuran, İbrahim hakkında anlatılanlara doğru ve düzgün cevaplar veriyordu. İbrahim oğlunu kurban etti mi?… İbrahim kıssasının kronolojisi yerine oturunca görüyoruz ki geçmiş anlatılar ve hurafe dolu rivayetler bizi anlamlı bir sonuca ulaştırmıyor. Anlamlı sonuç ve gerçek öğüt sadece Kuran’daki bu sürecin ayetlerinden hikmetle ortaya çıkıyor. Bir kez daha yüzyıllar ve hatta binyıllar öncesine gidelim şimdi… İbrahim’in yaşadığı döneme… Kınamaya gerek yok… Çok eşliliğin (ve belki de cariyeliğin) normal bir yaşam tarzı olarak kabul edildiği bir dönem… Kadınların kocalarına oğlan çocuğu doğurmasıyla kendilerini değerli hissettikleri… ya da hissettirildikleri bir dönem… İbrahim de en az iki evlilik ya da en az iki nikah sahibi… Aynı evde (ya da aynı mahalde) bir arada yaşıyorlar. İbrahim’in kadınları uzun bir süre erkek çocuk doğuramıyorlar… Ve bu kadınlar arasında bu yönde bir rekabet bile toplumsal ve örfsel olarak normal kabul ediliyor… Nihayet kadınların birinden (güncel Tevrat’a göre cariyeden) bir oğul dünyaya 205 Kalemzáde|Panzehir geliyor. İsmail’i doğuran ana “Tanrı -duamı- işitir” anlamına gelen İsmail ismini istiyor oğluna. (Çokların babası anlamına gelen) İbrahim her (iki) ailesini de sahipleniyor. Onlara adaletle yaklaşmaya çalışıyor. Hem karılarını hem de oğlu İsmail’i çok seviyor. Ama kadınların birinin oğlan çocuk sahibi olması, diğerinin kısır kalması aralarında bir çekememezliğe yol açıyor. Huzursuzluk gitgide artarken İbrahim de bu yüzden sıkıntıya giriyor ve aralarını düzeltmek için çareler aramaya başlıyor. Ne yaptıysa huzuru sağlayacak bir çözüm bulamıyor. İsmail de bu süreçte babasının yanında gezip dolaşabilecek, ona her konuda yardım edebilecek ve huzursuzluğu fark edebilecek bir yaşa geliyor. İbrahim ne yaptıysa olmuyor ve kadınları arasındaki sürekli huzursuzluk onmaz bir hale geliyor. Çaresizlik içindeki elçi İbrahim, nihayet Allah tarafından bir rüya (ya da bir görüm) görüyor. Rüyasında oğlu İsmail’i boğazladığını gören İbrahim bundan bir anlam çıkararak, bulamadığı çözümün aslında bildiği ama istemediği bir çözüm olduğunu anlıyor. O çözüm de sahip olduğu iki ailesini ayırmak ve birini uzaklara göndererek diğeri ile yaşamaya devam etmek. İbrahim, oğlu İsmail’in neticede belli bir yaşa geldiğini ve annesine sahip çıkabileceğini tahmin ettiği için uzaklara göndereceği ailenin seçimini İsmail’den ve annesinden tarafa yapıyor. Ama bu konuda İsmail’in de fikrini almak istiyor. İsmail’e gidip gördüğü rüyayı ve bulduğu çözümü anlatınca İsmail, çözümün Allah tarafından emredildiğine ikna oluyor ve babasına “Emredildiğin şeyi yap” diyor ve ekliyor “Beni de sabredenlerden bulacaksın.” Her ikisi de Allah’ın emrine secde ediyorlar. İbrahim, rüyasını doğrulayarak oğlu İsmail’i uzaklara gönderme kararıyla mecazi anlamda alnı üzere yatırarak kurban etmiş oluyor. Ancak İbrahim, rivayetlerdeki gibi ailesini çölün ortasına zulmeder gibi bırakıp hemen Kenan’a dönmüyor. Oğlu İsmail’le birlikte gidiyor ve orada birlikte bir ev yapıyorlar. Duvarlarını örüyorlar. Ve bu ev, o 206 Kalemzáde|Panzehir beldede kurulmuş olan ilk ev oluyor. İbrahim ailesini bu eve yerleştiriyor. Hatta bu esnada bile, bu tenha memlekete ailesini getiren İbrahim’in kuşkuları var. Öyle bir yer ki bu ölü memleketin zamanla gelişip bir şehir olacağından emin olamıyor. Ve Allah’a ölüleri nasıl dirilttiğini soruyor. Kendisine alıştırılan kuşların farklı yerlerde bile olsalar çağrıldığında koşup gelecekleri yerin belli olduğu örneğiyle ahiret hayatının dünya hayatına göre çok daha önemli olduğunu derin ve net biçimde kavrayınca rahatlıyor. Hatta Kuran’da bu kuş örneğinin (2:260) hemen önceki ayetinde (2:259) bir beldenin diriltilmesi (yüz yıl ölü kalan adam) ile ilgili bir kıssa vardır. Kuran’daki bu diziliş rastgele değildir. Bekke… Evin bitirilmesini ve yerleşmenin sağlanmasını müteakip İbrahim ve İsmail “bu evin ve beldenin güvenli kılınması” için dua ediyorlar. Mekke’yle ilgili bazı ayetlerle kıssayı birleştirirsek İbrahim’in iki şehir için de dua ettiği, söylenebilir. Bekke eğer gerçekten Fetih 24’deki gibi “Batnı Mekke” demekse “Bekke’de kurulan bu ev” muhtemelen “Mekke’nin merkezi” anlamında kullanılıyor ve Kuran peygamberi ve Mekke beldesinin tarihine dair, o günlerde o günün insanları tarafından gayet net anlaşılabilecek çok önemli bir anlam ifade ediyor. Tabi ki ibret alınması açısından bugünün Müslümanları için de Mekke’deki Beyt’in (ev) ziyaret edilmesinin ve bu ve benzeri ayetlerin yerinde görülmesinin nedenlerini birçok sebeplerle ortaya koymuş oluyor. Böylece bugünkü Zebur’da geçen “Bekke Vadisi’nden geçerken, pınar başına çevirirler orayı, ilk yağmurlar orayı berekete boğar.” ifadesi de… Yine bugünkü Tevrat’ta “Baka ya da Bakkah denilen vadinin kutsal vadi olduğu, güvenilir olduğu, çölde bulunduğu, kutsal suyun çıktığı, Rab’bin kutsal mabedinin olduğu ve Yakup’un da burada hac yapmış olduğuna” dair anlatılar aynı biçimde anlam buluyor. 207 Kalemzáde|Panzehir Kuran’daki hacla ilgili ayetler de böylece daha ufuk açıcı hale geliyor. O evi (kendi ailesi için inşa ettiği o evi) sık sık ziyaret etmesi hem İbrahim’den isteniyor, hem de ondan sonra gelenlerden ibret almaları için Allah’ın üzerlerindeki hakkı olarak gösteriliyor. Ve hem de bizler için oranın ziyaret edilerek, tavaf edilerek gezip dolaşılıp oradaki ayetlerden hikmetler (izdüşümleri) çıkarmamızın bize muhakkak faydası olduğu açıklanmış oluyor. İbrahim’e İndirilen Koç Gelelim aktarılarak gelen ve Tevrat’ta da geçen “meleklerin indirdiği koç” ifadesine. Ayette (37:107) geçen “Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik” denilen şey gerçekten rüyada bir “meleğin getirdiği koç” olabilir. Ama bu koçun da burada rüyadaki bir metafor olması yüksek ihtimaldir. Aynen Yusuf kıssasındaki ifadelerin mecaz olması gibi bu kurban da koç bile olsa hem kurban nüskuna bir atıf hem de bir mecazi ifadedir. Dikkatlice ayetlere bakarsak görürüz ki gerçekten melekler İbrahim’e bir koç getirmişlerdir. Ama nasıl bir koç? İbrahim’e gelen konukları hatırlayın. İbrahim’e bir müjde ile gelmişlerdir. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen, kısır karısının koç gibi bir oğlan doğuracağını, yani (sevinçle güler anlamına gelen) İshak’ı müjdelemişlerdir. Yaşlı karısı sevincinden adeta çığlıklar atmış, İbrahim de Allah’ın emrine boyun eğerek ve fedakarlık ederek (bir anlamda) kurban edip uzaklara gönderdiği oğlu İsmail’in ardından yeni bir oğul sahibi olarak ödüllendirilmiştir. İşte İbrahim’in gördüğü rüya böylece tamamen doğrulanmıştır. Kuran’ın indiği dönemdeki tartışmalara da böylece cevap verilmiş oluyor. İshak’ın kurban edilen (yakınlaştırılan) olduğunu ileri süren ehli kitap da İsmail’in kurban edilen (yakınlaştırılan) olduğunu ileri sürerek onları ve kendilerini yüceltmeye kalkan ümmi kavim de cevaplarını almıştır. Kendilerini Allah’ın gerçek kulları ve İbrahim’in gerçek takipçisi zanneden ehli kitap da, İbrahim sünnetini takip ettiklerini ve İbrahim’in gerçek mirasçıları olduklarını ileri süren Mekke kavmi de yanıtlarını almıştır. Allah dilediği kullarını seçer. İbrahim’e soyunu 208 Kalemzáde|Panzehir çokça artıracağına dair söz veren Allah, hem İsmail’in nesliyle, hem de İshak’ın nesliyle bu sözünü yerine getirmiştir. Ve elbette Allah sadece onlarla da değil, Şuayb’la da, Zülkifl’le de Salih’le de ve adı sanı bilinmeyen birçok salih kulundan gelen nesillerle de insanları yapıp ettikleri neticesinde hak olarak seçmeye devam etmektedir. Soylar gerçekte kan bağı ile de değil Allah’a olan takvayla devam etmektedir. Özetle… Özetle benim gördüğüm… Allah İbrahim’e oğlunu kesmesini emretmemiştir. Onu, ona bir rüya göstererek ve vahyederek bir karara varması için denemiştir. İbrahim de fitneyi ortadan kaldırmak üzere en doğru kararı vermiştir. İbrahim oğlunu kesmeye kalkmamıştır. İki ailesini birbirinden uzaklaştırmış ve bunun karşılığında hem her iki aile de mutluluğa kavuşmuş hem de ahiret hayatının daha önemli olduğu bilincine varmışlardır. İbrahim kıssasında başka hikmetler de çoktur. Ama tekrar hatırlatayım ki yazımdaki bu ifade önemli bir izdüşümüdür… Biz istemesek de bazen sevdiklerimizden ayrı kalmamız ya da sevdiğimiz bazı insanların birbirinden ayrı yerlerde yaşamaları fitne çıkmaması açısından Allah indinde daha hayırlıdır. Teslimiyet O’nadır. İbrahim de bunu yapmış ve oğluyla beraber buna teslim olmuştur. Selam ile… 209 Kalemzáde|Panzehir Kalemzáde Cengiz Yardım Kalemzáde|BLOG2016 kalemzade.nete-kitap 210