Panzehir - Kalemzade

Transkript

Panzehir - Kalemzade
Kalemzáde
Cengiz Yardım
Panzehir
Anladığın Dilde Okursan
Kalemzáde|BLOG2016
kalemzade.nete-kitap
Kalemzáde
Cengiz Yardım
Kalemzáde|BLOG6YIL
[email protected]
Eylül2015-Nisan2016|DarıcaKOCAELİ
Kitabın tüm hakları yazara aittir
Hiçbir içerik, yazarından izin alınmaksızın, kendi namına kullanılamaz
Ticari değildir
Para ve sair yollarla satılamaz
All rights reserved to the author
On behalf, any content of the book can not be used without permission
Not commercial
No permission for sale
Kitabı okumak ve paylaşmak isteyenler
kalemzade.net sitesi üzerinden e-posta ile bloga üye olduktan sonra
A5-pdf formatındaki nüshayı gönül rahatlığıyla indirebilir
Máliyetine bile olsa ticári maksat gütmemek kaydıyla çıktısını alabilirler
Tanrılarınızı Korumayı Bırakın!
Öyleleri var ki Allah’ı ve Allah’ın berisinde edindikleri bir takım isimleri
sahiplenip akılları sıra Allah’ın dinini korumaya alıyorlar. Sözüm o
kişilere ki… Allah’ın dininin sahibi Allah’tır, insan değil. Edeceğiniz
tebliğiniz, ortaya sürecek iddianız, söyleyecek sözünüz varsa söyleyin,
ama tanrılarınızı korumayı bırakın. Eğer tanrıysalar onlar kendilerini
korurlar. Yok eğer koruyamıyorlarsa onlara niye tapıyorsunuz?
ÖnSöz
4 numaralı e-kitaptan itibaren tüm e-kitaplarım, Allah’ın ayetlerini ve
tevhidi keşfedişimden sonra blog sitemde yazdığım yazılarımın
kronolojik olarak kitaplaştırılmasından ibarettir. Asla ve asla birer din
öğretim kitabı değillerdir. Alelade bir insan olarak belli bir süreçteki
tespit ve düşüncelerimi, blog sitemde yazmak suretiyle paylaşımımdır.
Temel iddiam “oku” emrinin herkes tarafından anlaşılarak dinimizin tek
kaynağı olan Kuran’a, esas olarak geleneğe değil, sadece Kuran’a
yönelinmesi ve Allah’ın kitabının bireysel akıl yoluyla
anlaşılamayacağından korkulmaması gereğidir. Bunun dışındaki tüm
düşüncelerim ve anlatımlarım, bir gelişim döneminin tezahürü olarak
değerlendirilmeli, kendi fikrime değil doğru yola, Allah’a ve O’nun
sözlerinin gerçekliğine çağırımımın paylaşımı olarak görülmelidir.
Kalemzâde | Cengiz Yardım
Eylül2015
Darıca/KOCAELİ
İçindekiler
__1 Sen Hep Varsın
Küçüğüz, Daha Çok Küçüğüz…
_13 Matrix ve Kâhinin Sözleri
Aynı ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar?
_29 Köpekten Kaçan Melekler
Köpek Olan Yere Melekler Girmiyor mu? Köpek fasık olur mu?
_16 Allah ve Cumhurbaşkanı Örneği
Tanımıyorsun. Tanı O’nu.
_20 Yeryüzünde Kan Dökecek Birilerini mi?
“Yeryüzünde kan dökecek birilerini mi halife kılacaksın!”
_22 Terörün Panzehiri
“Fitne insan öldürmekten beterdir.”
_28 Göklerdeki Yemin
Tarık Suresinden İzdüşümleri
_31 Tek TeseLLi
AnLatmakLa anLatıLmıyor…
_33 Vicdanına Sor
Kendine Yalan Söyleme
_37 Bize Yalan Söylediler | Kitap
10 Kasım 2016
_40 Bize Yalan Söylediler | Hakkında
Kitap Hakkında Geri Dönüşler
_48 İki Kişinin Birbirinden Farkı
Bir soruya istinaden…
_50 Peygamberin İtibarı
Tanrılarınızı Korumayı Bırakın
_56 Tanrının Kaldıramadığı Taş
Ey tanrıtanımaz arkadaş! Allah bir…
_60 Faiz mi Riba mı? Yoksa!
‫فائض‬
_64 Yine bir aralık…
1 Aralık 2015
165 Vahşi Hayvanlar Toplandığı Zaman
Tekvir Suresinden İzdüşümleri…
167 Andolsun Kalem’e…
Kalem ve Yazmak Üzerine
168 Kan ve Domuz Eti Doğruyla Yanlışı Nasıl Ayırır?
Yasaklanan Yiyecekler Hakkında İzdüşümleri
173 Kafa Kurcalayan Teyemmüm
Teyemmüm, turab, said | ‫تيمم تراب صعيد‬
180 Örtünme Bahsine Nokta
Kuran’da kadınlara, niçin ve nasıl örtünme tavsiye ediliyor?
187 Bütün Kabahat Hocanın mı?
“Allah beni affeder” Yanılgısı
191 Kuran’ınız Var, Ya Furkan’ınız!
Furkan’dan İzdüşümleri
100 Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış
Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz…
107 Trafik Kuralları ve Yetkili Servis
Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar
111 Sade Vatandaşın Bildirisi
Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım!
113 Masal İşte!
Ağalar ve Eşkıyalar
115 Kürt Meselesi!
Ne Terör Meselesi Ne Kürt Meselesi, Mesele Cahillik Meselesi
119 Sakin… Biraz Sakin!
Sakin Ol!
122 El Hamd | O Övgü
Fatiha Suresinden İzdüşümleri
126 Elif Lam Mim
Allah’ın Adıyla…
138 Bu Kitap Size Yetmiyor mu?
Diyanet’in Dini mi? Benim Dinim mi?
141 Merhamet Bahçesinde Yuvarlanmak
Merhamet, Sevgi ve Mutluluk Üzerine Bir Tefekkür
143 Az Yazılı Yazı
Şehir ve Tabiat
176 Yağmur’un İzdüşümü
Yağmur Ayeti
201 İbrahim’in Kurbanı
Kuran Kronolojisine Göre İbrahim Kıssası
107 Trafik Kuralları ve Yetkili Servis
Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar
111 Sade Vatandaşın Bildirisi
Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım!
100 Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış
Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz…
107 Trafik Kuralları ve Yetkili Servis
111
100
107
111
100
107
111
100
107
Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar
Sade Vatandaşın Bildirisi
Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım!
Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış
Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz…
Trafik Kuralları ve Yetkili Servis
Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar
Sade Vatandaşın Bildirisi
Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım!
Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış
Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz…
Trafik Kuralları ve Yetkili Servis
Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar
Sade Vatandaşın Bildirisi
Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım!
Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış
Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz…
Trafik Kuralları ve Yetkili Servis
Sen Hep Varsın
Küçüğüz, Daha Çok Küçüğüz…
Hakk’ın merhametli gözünde bir bebek gibi olduğumuza eminim.
Hepimiz insanız ve halen kıyıya vurmaya namzet küçücük
çocuklarız. Allah kimseye zulmetmiyor. Kendi yapıp ettiklerimizden
dolayı bize ibretler gösteriyor… Ol’alım diye! Gerçek olan dünyaya
henüz gözümüzü açmadık. Daha doğmadık! Ol’uyoruz. Ama ol’urken,
gördüğümüz ibretlerden payımızı da almalı ve af dilemeliyiz. Affolmak,
ol’urkenki kötü olan taraflarımızdan arınmamız demektir. Daha iyi bir
adem olalım diyedir.
Aklı kullanırken duyguları yok sayamayız. Bazen sizin de O’nunla baş
başa kaldığınız duygusal anlarınız olur, bilirsiniz. Bize yalnız
Kalemzáde|Panzehir
olmadığımızı hatırlatır. Biz kendi kendimize hatırlıyoruz zannederiz.
Dilememizi ve yönelmemizi bekler. Farkındayım senin der. Neyi, neleri
dert ettiğini biliyorum der. Açığa vurduğunu da, içinde sakladıklarını da
biliyorum ve daha sen söylemeden neyi söyleyeceğini de anladım der.
Hiç de yalnız olmadığımızı sevgiyle ve merhametle hatırlatır. Ben
sadece bir tanesini yazıya döktüm. Sizin de yazılası ne çok olmuştur.
Sen Hep Varsın
Hatırımda Sen’sin. Nefesimde Sen. Yüreğimde Sen.
Sevgimde Sen. Kıyamımda Sen. Şükrümde Sen.
Gücüm de Sen’den, sevincim de Sen’den, hüznümde Sen.
En derinlerde Sen’siz yer yok, en yükseklerde Sen.
Alçalan gönüllerde Sen varsın, yükselen ilimlerde Sen.
Söylemeden Sen varsın, söylediğimde Sen.
Görmediğim yerlerde Sen varsın, çıkamadığım yerlerde Sen.
Bildiğimde Sen varsın, bilmediğimde Sen.
Görsem Sen, göremesem Sen, görülmesem Sen.
Bilsem Sen, bilemesem Sen, bilinmesem Sen.
Varlığımda Sen varsın, yokluğumda yine Sen.
Neden diye sorduğumda yanıtımda, yanıtladığım sorumda Sen.
Her zorluğumda omzumda, her kaybettiğimde yolumda Sen.
Dileğim o ki bağışla bizi ve yolumuza Sen’sizleri çıkartma.
Hissimde Sen varsın, fikrimde Sen, zikrimde Sen.
2
Kalemzáde|Panzehir
Matrix ve Kâhinin Sözleri
Aynı ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar?
Esasında her ayet her insana aynı mesajları verir. Allah’a ortak koşma,
O’ndan başkasına kulluk etme. İyi insan ol ve doğru işler yapmaya çalış.
Ama biz insanlar o kadar kirliyiz ki, o kirleri giderip ayetin mesajını
anlamakta derin ayrılıklara düşüyoruz bazen. Bugünkü yazımda “Aynı
ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar?” sorusuna,
bir filmin bir sahnesinden örnekle cevap vermek istiyorum. Filmin adı
Matrix. Birçoğunuz izlemişsinizdir. Ama yine de 1999 yapımı bu filmi
seyretmeyenler için önce olabildiğince kısa bir şekilde konusunu ve
ilgili sahneyi hatırlatayım. Filmi bilenler italik yazılı bölümü es geçerek
yazıyı kısaltıp okumaya aşağıdan devam edebilirler.
Dünyayı yaşanmaz hale getiren insanlar, bir noktadan sonra makinelere
esir olmuşlar ve ardından “mimar” adı verilen makine, insanları sanal
3
Kalemzáde|Panzehir
ortamda yaşatacağı duyusal bir bilgisayar sistemi kurmuştur. Gerçekte
artık insanlar, makinelerin hayatta kalması için enerji sağlayacak
küvezlerde seri olarak üretilip bir bitki gibi yaşatılırken, kendilerini
halen dünyada yaşıyor zannetmektedirler. Oysa artık insan nesilleri, dev
fabrikalardaki küvezlerde hareketsiz, sadece beyinlerine simüle edilmiş
veriler verilen ve makinelerin köleleri halinde bulunan piller gibidirler.
İşte bu sisteme matrix denmektedir. Sanal bir dünya hayatı!
Ancak bir şekilde matrix’ten kurtulmuş insanlar da vardır ve gerçek
dünyada yer altındaki son insan kentini makinelerin saldırısından
kurtaracak bir seçilmiş kişiyi aramaktadırlar. Bu seçilmiş kişi ise
küvezde yaşatıldığının bilincinde olmayan ama yaşadığı sanal sistemi
sorgulayan “Neo” isimli bir bilgisayar korsanıdır. Morpheus isimli
karakter ve arkadaşları, Neo’yu matrix içerisinde bulur ve küvezden onu
kaçırıp, artık eskisi gibi olmayan ve yeraltına mahkûm gerçek dünyaya
getirirler. Çünkü bu son şehri kurtaracak olan “seçilmiş kişi”nin Neo
olduğuna inanmaktadırlar. Neo bundan emin olamasa da kurtulduğu
matrix’in insanların beynine iletilen bir zan, bir simülasyon olduğu
gerçeğini görmüştür.
Mimar’ın ürettiği matrix ana programı, yapısı itibarıyla içinde sistemi
koruyan ama insanları kötüye yönelten “ajan”ların bulunduğu
programcıklar ve insanlar için iyiye yönelten ve filmde kâhin olarak
tercüme edilen “oracle” programcığı ile bütünleşiktir. Oracle, kâhin
anlamının yanında, keramet, ilham, vahiy, peygamber, işin ehli, uzman
ve ayrıcalık gibi anlamlara gelir. İşte bu kâhin, esas karakterlere
geleceğe ve bilinmeyene dair bilgiler vermesiyle vazgeçilmezdir.
Matrix’ten kurtuldukları halde insanlar, oracle’dan alacakları bilgiler,
onlara yol gösterici olacağı için kaçak olarak tekrar tekrar matrix’e
giriş yaparlar.
Filmden kâhinin daha önce Morpheus’a, Neo’nun seçilmiş kişi
olduğunu ima etmiş olduğu ve Morpheus’un kanı pahasına buna iman
ettiği anlaşılmaktadır. Bu yüzden Neo’ya seçilmiş kişi olduğuna
kendince emin olduğu için çok güvenmektedir. Ve artık Neo da tekrar
4
Kalemzáde|Panzehir
Matrix’e kaçak olarak sokularak kâhinle görüştürülmeli ve kendi
sorularının cevaplarını almalıdır. Matrix üçlemesinden anlıyoruz ki bu
olay aslında Matrix kurulalı beri 6’ncı defa gerçekleşiyor. Bu arada da
dünyanın altı günde (devirde) yaratılmış olmasına atıf olma ihtimalini
yok saymıyorum.
Filmin tamamını anlatmaya gerek yok ama senarist Wachowski
kardeşlerin Eski ve Yeni ahdi, Yahudi geleneğindeki inanışları, Hint
felsefesini ve belki de bunlarla birlikte Kuran’ı ve İslami geleneği de
incelemiş olmaları kuvvetle muhtemel görülüyor. Çünkü ürettikleri
kurguda hemen her sahne ve hemen her cümlenin arkasında sağlam bir
bilgi ve araştırma göze çarpıyor. Filmin eleştirilecek tarafları olmakla
beraber çok iyi bir kurgu olduğu gerçeği yiğide hakkını vermeye itiyor
beni.
Gelelim yazıya bahis sahneye… İşte Neo matrixte bu kâhine götürülür.
Gerçek dünyadaki ekipte herkesin kâhinin Neo’ya seçilmiş kişi olduğunu
söyleyecek olması beklentisi hakimdir.
Neo, kâhinin bulunduğu odanın kapısından girerken, kâhinin fırında
kurabiye pişiren bir kadın olduğunu görür. Kâhin ona “Neo olduğunu
biliyorum” der ve “vazo için endişelenme” diye ekler. Neo “ne
vazosu?” diye sorarken aynı anda sol tarafında bulunan vazoya çarpar
ve onu yere düşürerek kırar.
Vazo, kitabı mukaddes ehlinin bir kısmının geleneğinde iki ters üçgenin
birleşimini ifade eder. Bu iki üçgen bugünkü İsrail bayrağının da
üzerinde birbirine geçirgen yerleştirilmiş iki üçgenin aynısıdır.
Üçgenlerden biri yeryüzü güçlerini diğeri gökyüzü güçlerini temsil eder.
Bugün bir kısmı British Museum’da bulunan ve Venüs tableti olarak da
bilinen “Anu ve Enlil” tabletinde de Anu ve Enlil yeryüzü ve gökyüzü
tanrıları olarak ifade edilir. Yahudi geleneğinde üçgen bolca
kullanıldığı gibi Hıristiyan geleneğinde de üçlemeyi temsil eder.
Filmdeki kadın karakterin adı da muhtemelen buna atfen “Trinity” yani
“üçleme”dir. Trinity, seçilmiş kişiye âşık bir karakterdir aynı zamanda.
5
Kalemzáde|Panzehir
Sahnede kâhin, manidar biçimde “vazoyu çocuklarım onarır” dedikten
sonra Neo’ya “Ben bir şey demeseydim de vazoyu yine kıracak
mıydın?” diye sorarak bilinen kader anlayışına eleştiri getiriyor.
Morpheus’un seni bana neden getirdiğini biliyorsun, peki sen ne
diyorsun diye soruyor. O sen misin sence? Neo, dürüstçe söylemem
gerekirse bilmiyorum diye cevap veriyor.
Kadın kapının üstündeki yazının Latince anlamını söylüyor… “Kendini
bil.” diyor ve kimse sana senin bileceğin şeyi senin gibi
söyleyemez gerçeğini şu şekilde açıklıyor… “O kişi olmak âşık olmak
gibi bir şeydir, kimse sana âşık olduğunu söyleyemez. Bunu bilir ve
benliğinde hissedersin.”
İlginç değil mi!
Sonra ağzına, gözlerine, kulaklarına ve ellerine bakıyor. Ardından “Ne
söyleyeceğimi sen zaten biliyorsun.” diyor. Neo da “Ben o değilim
diyor.”
Kadın “Sana bir yetenek (gift) verilmiş ama sen sanki bir şeyler
bekliyor gibisin.” diyor ama ardından reenkarnasyona dair saçmalıyor.
Neyse…
Neo “Morpheus neredeyse beni bile inandıracaktı.” diyerek
gülümseyince kâhin “O olmasa biz de olmazdık!” diyor. Bu arada
Morpheus, mitolojide “düş tanrısı”nın adıdır.
“O sana, körü körüne inanıyor. Öyle ki kendi hayatını bile feda edecek
kadar” diyor “Seçim yapmak zorunda kalacaksın. Bir elinde onun
hayatı diğerinde senin. İkinizden biri ölecek ama kim bunu sen
belirleyeceksin. İyi bir ruhun var, iyi insanlara kötü haber vermekten
hoşlanmam. Ama bunun için endişelenme, dışarı çıktığında kendini
daha iyi hissedeceksin. Kader saçmalığına inanmayacaksın, sen kendi
hayatını kontrol ediyorsun, hatırla!” diyor.
6
Kalemzáde|Panzehir
Ardından “Al bir kurabiye ye, onu yediğinde kendini yağmur damlası
gibi hissedeceksin.” diyor. Geleneksel İslami rüya tabirlerinde kurabiye
tatlı, güzel, hoşa gidecek söz demektir. Ayrıca hadislere göre bol rızık,
bol kazanç ve huzur gibi anlamlara gelir. Bunun yanında kurabiye bazı
putperest geleneklere atfen Hıristiyan geleneğinde acıkınca yenilen
tanrıları ve totemleri simgeler.
Netice olarak filmde aynı kâhin, iki farklı kişiye birbiriyle farklıymış
gibi görünen iki ayrı bilgi vermiştir. Neo kendisinin seçilmiş kişi
olmadığına dair bilgiyle kâhinin yanından dışarı çıkar ve onun seçilmiş
kişi olduğuna inanan ve dışarıda onu beklemekte olan Morpheus’a
bakar. Neo daha hiçbir şey söylemeden Morpheus konuşur.
“Sana söylenenler senin içindi, sadece senin için.”
Farklı bilgilere sahip oldukları halde hiç tartışmazlar bile… İşlerine
devam ederler. Ta ki gerçek ortaya çıkana kadar.
Bu sahneyi, daha doğrusu şu “Sana söylenenler senin içindi” son
sözlerini hatırlayınca bir benzetme yaptım. Kuran’dan aynı ayeti okuyup
farklı izdüşümleri gören, farklı öğütler alan insanları göz önüne
getirdim. Çoğu insan aynı ayeti farklı anladığı için tartışıp duruyor.
İşte “aynı ayeti okudukları halde insanlar neden farklı farklı anlıyorlar”
sorusuna sorulu cevap…
“Her insan aynı ayeti okuyup kendi ihtiyacı olan şeyi anlamış olamaz
mı? Ayette söylenenlerle birlikte kişilerin anladıkları sadece kendileri
için geçerli olamaz mı! Bu da ayetlerin her insan için farklı biçimlerde
tezahürü olamaz mı?”
Her insan birbirine benzeşse de parmaklarındaki izler gibi farklı
hayatlara, farklı tecrübelere, farklı denenmelere tabi tutulurken
ayetlerden herkes bence kendi ihtiyacı olanı almaktadır. Allah’ın sözleri
o kadar mucizevî anlamlar içerir ki onları okuyan kendi ihtiyacı olan
öğüdü alır. Diğer insanın anladığı ile (tevhide aykırı olması dışında)
çelişmez. Eğer kişi, ayetlerden şirke götüren bir anlayış çıkarır ve bunu
7
Kalemzáde|Panzehir
uygularsa, bu durumda onu da hak ettiği için öyle anlamış olmalıdır.
Maalesef o da onun ihtiyacıdır.
İşte bu yüzden “açık şirk içerenler” hariç olmak üzere kimse Allah’ın
ayetleri üzerinde “İlla ki böyle olmalıdır” şeklinde bir anlayış
gütmemeli, meleklerin dediği gibi en doğrusunu Allah’ın bildiğini
unutmamalı ve hizipleşip, birbiriyle cedelleşmemelidir. Çünkü herkes
hak ettiği rehberle hak ettiği yolda, hak ettiğince gitmektedir. Bize
düşen en doğruyu son nefesimize kadar aramak ve hayata, edindiğimiz
güzellikleri tatbik etmektir.
31 Lokman 27 Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem olsaydı ve deniz
de onun ardından yedi deniz daha eklenseydi, yine de Allah’ın
kelimeleri tükenmezdi. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve
hikmet sahibidir.
8
Kalemzáde|Panzehir
Köpekten Kaçan Melekler
Köpek Olan Yere Melekler Girmiyor mu? Köpek fasık olur mu?
Baştan söyleyeyim… Bir hevesle köpek sahibi olup üç gün sonra köpeği
hayvan bakımevine ya da sokağa terk edenleri kendi vicdanlarıyla baş
başa bırakmayı ihmal etmeyelim! Bir de kendi yaşam ortamı dışında
beslenmeyecek cins vahşi tabiatlı köpekleri ortamından koparıp hatta
özellikle üretip, kavga için eğitip, kan revan içinde birbirini
parçalamalarını seyrederek bahis tutanlar… veya vahşiliğini bile bile
sahiplenip, sonra kontrol edemeyenler veya sokağa salanlar… ve de
9
Kalemzáde|Panzehir
gösteri yapıp para kazanmak uğruna köpekleri türlü eziyetlerle eğitmeyi
iş zannedenler… Sizi unuttum sanmayın! Sizler madalyonun öbür
yüzündekilersiniz. Ama yazının konusu madalyonun bu yüzündekiler…
Yanınızda köpek mi tercih edersiniz yoksa melek mi? Birinden vaz
geçmeniz lazım! Çünkü peygamberimiz söylemiş! Onun hadisleriymiş!
Fareler, kargalar, akrepler, çaylaklar ve köpekler fasık hayvanlarmış! Şu
resimdeki köpeğe bir bakın. Yüzündeki masumiyetin arkasındaki saklı
şeytanı görebildiniz mi! Öyle kendisini acındırarak baktığına, size sevgi
ve sadakat gösterdiğine sakın kanmayın! O kadar kötü bir hayvan ki o,
melekler onun olduğu yere girmiyorlar!
Peygamberimiz söylemiş! Köpek olan yere melek girmezmiş! Köpek
olan yerde namaz olmazmış! Köpeğe dokunursan abdestin bozulurmuş!
Av, çoban ya da ziraat köpeği dışında köpek beslemek zaten harammış!
Köpek besleyenin ecrinden her gün bilmem kaç ağırlıkta eksilme
olurmuş! Beş tane hayvan “fasık”mış! Bunlardan biri de köpekmiş!
Hatta kara köpekler şeytanmış! Hatta ve hatta öldürülmeliymiş!
Peygamberimiz öyle yaptırmışmış!
İslam âlimleri bile işi gücü bırakıp bu çok önemli (!) konuda bir sürü
kıyas, fıkıh üretmişler! Allah dostu bu eski âlimlerimiz bu şekilde
insanları şeytanın şerrinden korumuş, ileri medeniyetlere varmamız için
ne adımlar atmışlar! Köpeklerle ilgili konuların birçoğunda icma
etmişler. Bazılarını bahçede bile beslemek harammış! Bazıları tahrimen
mekruhmuş! Sünneti seniyeye uymazmış! Aman ha sakın köpek
beslemek gibi bir hataya düşmeyin! Çünkü o köpek yanınızda oldukça
melekler yanınıza bile yaklaşamazlar! Mışşşş…
Eh! Tüm bunlardan sonra şimdi ben size (böyle şeylere inananlara) ne
diyeyim! Bir şey söyleyince hakaret zannediyorsunuz! Nasıl diyeyim,
nasıl anlatayım aklınızdaki tutulmayı, artık bilemiyorum! Üst perdeden
konuşunca bilmiş, alt perdeden söyleyince cahil oluyorum! Az buçuk
haklı taraflarınızı ekleyerek söyleyince kendinizi tamamen haklı
10
Kalemzáde|Panzehir
zannediyor, mesajı kaçırıyorsunuz. Etkileneceğiniz söz söylemeyince
zaten umursamıyorsunuz. Bir kulaktan girip öbüründen çıkıyor.
Köpeklere türlü eziyet eden, kulaklarını ve kuyruğunu kesenlerin evine
melek giriyor ama o köpeklerin yanına melekler uğramıyor öyle mi!
Kazların ve tavşanların bağırta bağırta tüylerini yolanların, fokların
başına vurarak kancalar ve topuzlarla canlarını alanların, eşeğin katırın
sırtına binip mahmuzlayıp döverek yol alanların, atları dopingle
coşturup çatlayıncaya kadar koşturup yarıştıranların, kuşların gırtlağını
iki parmağıyla koparanların, eğlence olsun için en güzel orman
hayvanlarını öldürenlerin, ayıyı oynatmak için kızgın sac üzerinde
eziyet edenlerin hepsinin evine melek giriyor ama köpeklerin olduğu
yere melek girmiyor öyle mi!
“Allah’ım beni neden yarattın, keşke hiç yaratmasaydın!” diyerek isyan
edenlerin evine melek giriyor ama kuyruğuna teneke bağlandığı ya da
döve döve öldürüldüğü halde Allah’a hiç isyan etmemiş bir köpeğin
olduğu yere melek girmiyor! Esfeli safilin olma potansiyeline sahip
insanların evine melek giriyor ama asla yaratılmışların en şerlisi
olmayan ve asla olmayacak olan köpeklerin olduğu yere melek gelmiyor
öyle mi!
Ahırdaki kömrenin, tezeğin üstüne örtülen örtüde namazınız oluyor ama
köpeğin ayağını bastığı yerde namazınız kabul olmuyor! Siz ne
dediğinizi bilmeden namaz kılınca kabul oluyor ama ne dediğini
bilmeden ve “hayır” dediğiniz yerde oturup sizi masumca bekleyen
köpeklerin ayağının bastığı yerde namazınız olmuyor öyle mi!
Ama tabi! Köpek pislik üretirmiş de o yüzden olmazmış! Evinizde
beslediğiniz papağan pisleyince sorun yok. Evinizde ağ kurup dolaşan
örümceklerde sorun yok. Her türlü pisliği yiyen karasinekler tepenize
doğru pike yaptığında sorun yok. Kan içen sivrisineklerde sorun yok.
Fırsat bulduğunda evinizde olimpiyat düzenleyen kakalaklarda, hamam
böceklerinde sorun yok. Ve tüm bunlarda bence de sorun yok da
tutarsızlığınız şu ki… “Hayır!” dediğinizde size itiraz etmeyip
11
Kalemzáde|Panzehir
kuyruğunu kıstırıp dediğiniz yere çişini yapan köpek pislik üretiyor
öylemi! Hele siz! Hiç pislik üretmiyorsunuz!
Size sevgi göstermeyi seven, en güzel sadık dost olmayı bilen, sizi
koruyan, sizden onu sevmenizden ve Allah’ın ona verdiği rızkı sizin
elinizden yemekten başka beklentisi olmayan, sizi gördüğünde
sevincinden deli divane olan köpeğin olduğu yere melek girmiyor öyle
mi! Şu resimlerdeki köpeklere dönün bir bakın. Şu masum hayvanların
olduğu yere girmeyecek bir melek söyleyin bana! Ne suçu var bu
hayvanların? Sizi sevmeleri mi?
Çocuk gibi masallara inanıyorsunuz! Çocukların bile inanmadığı
uydurmalara inanıyorsunuz. Böyle söyleyince de “vay bana hakaret
etti!” diyorsunuz. Bu hakaret mi! Ne diyeyim? Nasıl diyeyim! İyi ki
yalanlara inanıyorsunuz, aferin size mi diyeyim!
Hadi delilinizi getirin köpek olan yere melekler girmez diye. Eğer
Allah’ın sözlerine inanıyorsanız alın bakın ben şimdi size meleklerin her
yere girebileceğinin delillerinden getireceğim. Siz de bana aksini delil
olarak getirin bakalım getirebilecek misiniz!
Kuran eksiksizdir. Kuran’da bütün safsataların ve bütün uydurmaların,
din adına söylenen bütün yalanların cevabı var. Bu benim kendi
getirdiğim delilim… Dinleyin ve işitin.
Maide 4’de, av köpeklerinin ağzıyla tutup getirdiklerini yemeniz size
helaldir, denilirken melekler o köpeklerden kaçıyorlar mı? Ya da Kehf
18’de Allah’ın en takvalı kullarından Kehf arkadaşları yanıbaşında
ayaklarını öne uzatmış köpekleriyle beraber üç yüz yıl aynı mağarada
uyurken yanlarına melekler uğramıyor muydu! Kehf 22’de Üç kişiydiler
dördüncüsü köpekleri, yedi kişiydiler sekizincisi köpekleriydi diye
gabya taş atanların aklına köpeklerle aynı yerde kaldıkları için ashabı
kehfin salâtlarının kabul edilmediği mi geliyordu!
Yalanlara inanmaya öyle alışmışsınız ki kendinize çekilip azıcık
dışarıdan bakabilseniz “Ne kadar da cahiliz! Din denince ne kadar da
12
Kalemzáde|Panzehir
aklımızı kaybediyoruz! Ne kadar saçma sapan şeylerle uğraşıyoruz!”
diyesiniz gelir.
Size meleklerin girmeyeceği yeri söyleyeyim mi? Melekler, Allah’ın
yaratışının, yaratış sanatının olmadığı hiçbir yere girmezler. Var mı
bildiğiniz böyle bir yer? Eğer yoksa susun artık. Ne peygambere, ne
meleklere ne de hayvanlara iftira etmeyin.
Nedir İslam’a iftira edilen bu köpek düşmanlığınız! Hadi neyse,
insanları dinden çıkmış ilan edebiliyorsunuz! Köpekleri dinden nasıl
çıkarıyorsunuz Allah aşkına! Köpeklerin geçerli bir iradesi mi var da
fasık oluyorlar! Hadis hadis diye diye aklınızı mı yitirdiniz! Peygambere
edilmedik iftira bırakmayıp sonra onun yolundan sadece biz gideriz
13
Kalemzáde|Panzehir
diyenler! Halinizin farkında mısınız? Hadi Allah’ın kitabı umurunuzda
değil, onu anladık da… Madem peygamber de peygamber diyorsunuz…
peygamberle karşılaştığınız gün geldiğinde onun yüzüne bu saçma
sapan yalanlardan sonra nasıl bakacaksınız!
Kuran’dan getirdiklerim benim öne sürdüğüm delillerdi. Şimdi sizin
delillerinize bakalım. Zaten çoğunu hadislerden alarak yukarıda
bahsettik. Ama şimdi size karşı sizin delilinizi getiriyorum. İyi
okuyun… Hani köpek giren yere melek girmiyor, namaz olmuyordu ya!
Bir bakın bakalım. Bu da sahih hadis!
Ravi: İbni Ömer… Köpekler Resulullah (sav) devrinde mescidin içinde
gidip gelirlerdi. Bu sebeple mescidi yıkamak için içine su serpmezlerdi.
Kaynak: Buhari, Vudu 33; Ebu Davud, Taharet 139, (382)
Hadi cevap verin… Peygamberin salât ettiği o mescide melekler giriyor
muydu, girmiyor muydu? Orada peygamberin ve ashabının kıldığı
namaz kabul oluyor muydu, olmuyor muydu? Cevap verin… Şimdi
hangisine inanacaksınız? Allah’ın ayetlerinden sonra, şimdi hangi
hadise, hangi söze inanacaksınız!
14
Kalemzáde|Panzehir
Size son bir şeyler söyleyeyim… Sizin gibi inanmayanları hadi dinden
çıkardınız! Ne olur şu inandığınızı söylediğiniz kitabınızı açıp bir
oku’yun, sonra az biraz susun, bir kez olsun anlamaya çalışın… bir kez
olsun bana din diye anlatılanlar yalan olabilir mi diye aklınızdan
geçirin… bir kez olsun bu dinlediğim hoca cahilin teki olabilir mi diye
düşünün… bir kez olsun ünvanına değil, söylenen sözün Kuran’a uygun
olup olmadığına bakın. Anladığınızda sizden özür veya teşekkür
beklemiyoruz. Ama dinden çıkardığınız şu köpeklerden bari özür
dileyin.
15
Kalemzáde|Panzehir
Allah ve Cumhurbaşkanı Örneği
Tanımıyorsun. Tanı O’nu.
Adamcağız ona ataları tarafından öğretilmiş bilgi birikiminin desteğiyle
örnek veriyor. Diyor ki, sen şimdi cumhurbaşkanına çıkacak olsan, önce
yaveriyle görüşeceksin. Ya da seni onun makamına çıkartacak bir
tanıdığın olacak. Veyahut silsile ile bir takım makamlardan geçerek ona
ulaşacaksın. Eğer ona internette direkt bir mesaj ulaştıracaksan bile
yazdıklarını önce onun kâtipleri, danışmanları ve sair okuyacaklar, eğer
uygunsa ona iletecekler. Öyle kafana göre cumhurbaşkanına
çıkamazsın. Bırak cumhurbaşkanını, bir şirketin genel müdürüne bile
çıkamazsın. İşini yaptırmak için birisi sana aracı olmak zorunda. Düzen
16
Kalemzáde|Panzehir
böyle işler. Sen nasıl olur da Allah’la arana aracı koymadan onun
kitabını okuyup anlayabileceğini, üstelik başkalarına ihtiyacın olmadan
direkt olarak ona ulaşabileceğini söylersin!
Örnek doğruysa adam haklı değil mi!
Pekiii… Cumhurbaşkanı seni tanıyor mu? Tanımıyor. Ya Allah! Ya o
Allah! Seni senden bile daha iyi bilen o Allah seni tanımıyor mu?
Kalbinden geçen zerrenin zerresini maddi manevi senden daha iyi
biliyor mu bilmiyor mu? Düşün!
Seni Allah’ın makamına çıkartacak olan aracılar, O’na ne söyleyebilirler
ki, O’nun bilmediği bir şey olsun da seni makamına bu şekilde kabul
edecek olsun! Düşün!
Seni Allah’a ulaştıracak olan aracılar, şayet yaratılmış en iyi kullar ve
O’nun katında en sevimliler bile olsalar, kuluna karşı Allah’tan daha
şefkatli, daha merhametli, daha anlayışlı olabilirler mi? Düşün!
Seni Allah’ın huzuruna götürecek olanların hangi özelliği, Allah’ın seni
korumayacak olduğundan koruyabilecek olsun! Ne olur bir düşün! Ne
olur azıcık bir düşün!
Senin hakkında her şeyi zaten bilmekte olan Allah, bir devlet dairesinde
mi çalışıyor da, bir takım prosedürlerden sonra seni kabul edecek olsun!
Düşün!
Allah zaten kâinatı yarattığı gün tüm yolu yöntemi, ölçüyü belirlemiş ve
sen bunun dışına asla çıkamıyorken, araya girenler hangi yol ve
yöntemleri özel olarak öğrenmiş ve sana vekil olmuşlar! Düşün!
Bana yapayalnız döndürüleceksiniz diyen Allah, kendisine şirket
ortakları mı tahsis etmiş de sen onlarla birlikte çıkacaksın katına!
Düşün!
Allah senin duanın en iyi karşılığını bilemiyor mu, kendisi senin
hakkında en iyi kararı veremiyor mu da, hatrını kıramayacağı kullar
arıyorsun, kendini temize çıkarmaya O’nu ikna edebilmek için. Düşün!
17
Kalemzáde|Panzehir
Allah’ın torpil yapacak kulları varsa, o halde Allah yerine gerçekte
onlara tapıyor olabilir misin? Eğer torpil gerekliyse Allah’a ulaşmak
için, senin ilahın kim? Düşün!
Allah bir kurumun genel müdürü ya da bir şirketin sahibi değildir
kardeşim. Allah cumhurbaşkanı da değildir. Allah insan ya da insan gibi
bir yaratık değildir. Allah her şeyi kuşatandır. Her şeyin özünü bilen,
zaten ezeli ve ebedi sahibi olandır.
Sen daha Allah’ı tanımamışsın. O’nun makamında her an zaten hazır
olduğunun farkında bile değilsin. O’nu daha fark edememişsin. O
yüzden aracı arıyorsun. Tutarsızsın. Hem bana şah damarımdan yakın
diyorsun, hem de çok uzaklardaymış gibi davranıp, torpilci arıyorsun.
Çünkü alışmışsın torpille iş görmeye. Alıştırmışlar.
Eğer sen cumhurbaşkanını şahsen tanıyorsan, o da seni tanıyorsa ne
randevuya ne de aracıya ihtiyaç duymazsın. Direkt arar sorar, böyle bir
derdim var, ne dersin diye konuşursun. Ama cumhurbaşkanı seni
tanımıyor. Onun için yetmiş sekiz milyondan birisin. Adını bile bilmez
ki yüreğindekini bilip seni haklı görüp, anlayabilsin.
Allah’ın korunmaya ihtiyacı yokken, bak cumhurbaşkanı etrafında bir
koruma ordusuyla geziyor. Tabii ki cumhurbaşkanına ulaşmak için
birilerini aşıp görüşebilirsin ancak. Ama Allah öyle mi! Herhangi biri
Allah’a ne zarar verebilir ki, hiyerarşik bir düzende O’na ulaşma
zorunluluğun olsun!
Cumhurbaşkanı seni tanımıyor. Sen ona bir şeyleri söylemek istesen de
seni duymuyor, görmüyor. Kalbinde ve zihninde sana dair hiçbir şey
yok. Oysa Allah seni tanıyor. Hem de öyle iyi tanıyor ki senin kendi
kendini o kadar iyi tanıman mümkün değil. Ama sen O’nu maalesef hiç
tanımıyorsun. Bütün eksiğin bu. Ve bu yüzden aracı arıyorsun. O’nu
tanı. O seni tanıyor. Araya kimseyi koyma. Düşün! Sonra bir duraksa,
içindeki kötü niyeti ve sui zanı at ve bir daha düşün! Hala başka şeylere
takılmakta mısın bir bak!
18
Kalemzáde|Panzehir
Aç gözlerini. Kendi kendini kurtarmak istemiyorsun, illa ki seni
dünyada ya da ahirette, her an her yerde başka birisi şefaat edip
kurtarsın istiyorsun! Önüne kitap konmuş. Açıp okumuyorsun. Hacıya
hocaya sofuya mollaya bırakma o kitabı! Sen oku. Onu oku! O kitaba
tapma, oku onu. Anlamak için oku. Bilmediğin bir dilde tekrar edip
durmak, üflemek, üfletmek, birilerine teslim etmek için değil.
19
Kalemzáde|Panzehir
Yeryüzünde Kan Dökecek Birilerini mi?
“Yeryüzünde kan dökecek birilerini mi halife kılacaksın!”
Bir takım kötü olaylar olduğunda, acaba dediğinizde bir şeyler herkesin
aklına geliyorsa, getiriliyor olma ihtimalini göz ardı edemeyiz. Hah! İşte
şudur ya da şunlardır bu kanın sorumlusu diyerek düşüncede bölünmüş
en az iki farklı kesim olarak herkes hedefine birilerini koyuyor. Bu
kadar basit değil bence. Ne olur gayba taş atıp bir kesim diğer kesimi
suçlamasın. Gerçeği bilmeden tahmin üzere kimseyi olaylardan sorumlu
görmek doğru değil.
Düşünsel konularda, siyasi eleştiri ve özellikle zihniyet eleştirisi kafi
derecede olduktan sonra başka bir şey ama hiçbir partiyi haklı ya da
20
Kalemzáde|Panzehir
haksız bulmak için aslını bilmeden kin üzere bölünüp birbirine
saldırmak doğru değil. Terör üretenlerce istenen de zannımca temelde
bu olmalı.
Herkes “barış ve huzur” diyor ama kavga ediyor. Barış derken kavga
etmeyelim. Ben hiçbirinden taraf değilim, fakat hangi siyasi görüşten
yana olursak olalım, birbirimizin görüşlerini eleştirsek de halk olarak
birbirimize saldırmamız değil farklılıklarımıza rağmen birbirimize
sarılmamız lazım.
Kimseyi savunmayı değil, kötülüğe nereden gelirse gelsin karşı durmayı
ve huzuru savunmayı hedef edinirsek siyasi düşüncelerimiz ne olursa
olsun aynı ortak noktada buluşuruz. Her kim oynuyorsa kinimize,
düşmanlığımıza oynuyor. Alet olmayalım. Bekleyim görelim.
“Yeryüzünde kan dökecek birilerini mi halife kılacaksın?” diyen
meleklere verilen cevabı unutmayalım. “Ben sizin bilmediklerinizi
bilirim dememiş miydim!” diyen Yaratıcı’nın da elbette bir hesabı
vardır.
Kendilerini bu dünyada kalıcı zanneden kan dökücüler her kim ya da
kimlerse er geç onlarla hesaplaşacağız. Kanı döken biz değilken,
bilmeden bir kenarından kana sebep olup işte o gün, biz de birbirimizle
hesaplaşmak zorunda kalmayalım. Kötülüğe karşı da iyiliğin yanında da
bir olalım. Mümkün mertebe iyi tarafımızdan kalkıp, iyi tarafımızı
birbirimize gösterelim. Madem biz değiliz kan dökücüler ve kim
olduklarını kesin olarak bilmiyoruz, o halde bilmeden birilerini
savunursak kana ortak olmuş olmaz mıyız? Tamam birbirimizi
eleştirelim ama ortak doğruları savunmak yerine seviyeyi aşıp neden
kavga edelim!
Her şeye rağmen kavga edecek boyuta gelirsek “Selam” diyelim…
Yetmez mi? Doğru olan bu değil mi?
21
Kalemzáde|Panzehir
Terörün Panzehiri
“Fitne insan öldürmekten beterdir.”
Toplum olarak o kadar alet olduk, o kadar oyuna geldik ki bombalar
artık şehrin göbeğinde patlamaya başladı. Suçlu aramayın. Hepsi bizim
suçumuz. Toplumun bir ferdi olarak toplum adına diyorum ki, hepsi
bizim aidiyet duygumuzun neticesi fitnelere boyun eğmemizden oluyor.
Orada burada şu suçlu, bu suçlu diye bağırıldı, konuşuldu, yazıldı,
çizildi durdu. Ama hata etmişiz. Tetiği ya da pimi çekenlerin, hatta
onlara “pimi çek” diyenlerin kim olduğu değil ki mesele. Başımıza
gelenlerin en büyük suçlusu biziz biz.
Dağlıca, Suruç, Diyarbakır derken şimdi de Ankara’da en az 95 cana hiç
acımadan kıyıldı. Otuz beş senedir yollarına sinsice mayınlar döşenen,
ülkesini korurken pusular kurulan güvenlik güçlerinin nasıl bir
tehlikeyle her gün karşı karşıya olduğunu artık şehirdeki sade vatandaş
22
Kalemzáde|Panzehir
da ister istemez anlamaya, aynı patlayıcıların kokusu ciğerine dolmaya,
askerin polisin on yıllardır gördüğü parçalanmış ceset manzaraları
gözlerine değmeye başladı.
Size bir örnek vermek istiyorum. Kendinize şu soruyu bir sorun. Daha
geçen bahar “Özgecan Vakası”nda toplumun tüm kesimleri aynı tepkiyi
gösterebilir ve birlikte aynı kötülüğü lanetlerken, askerlere mayın
döşenip öldürüldüklerinde veya Diyarbakır ya da Ankara sokaklarında
bombalar patladığında neden aynı birlikteliği gösteremiyoruz? Bir
düşünün… Neden! Durumuna göre devlet idaresinin tepki gösterilesi
bazı ciddi hatalarını da buna dahil edebilirsiniz. Peki neden beraber
hareket etmiyor bu millet?
Çünkü Özgecan vakası bir aidiyet olayı değildi. Her ne kadar toplumsal
sorunların bir göstergesi olsa da bireysel bir suçtu. Bu suçu işleyenlerin
toplumda fitne çıkardıktan sonra daha da ileriye giderek edinmek
istedikleri bir hedef yoktu. Bir halt yediler ve bu aşağılık suçları
toplumu ayrıştırmadı, aksine birleştirdi. Ama terör eylemlerinde durum
böyle değil. Terör hedefine ulaşmak için topluma muhtaç. Şeytanın
hilesi zayıf. Şeytan sanıldığı kadar güçlü değil. Eğer toplumda istediği
refleksi uyandıramazsa terörle yol almaya çalışanların işi oracıkta biter.
Ve onları besleyenler her kim olurlarsa olsunlar, terörü yapanlar kitle
hareketlerini ateşleyemedikleri için bir daha beslendikleri odaklardan
kaynak da sağlayamazlar. O odakların kâr etmeyecekleri yatırımlar
yapmayacaklarını tahmin etmek de zor değil.
Görülmeli ki fitne insan öldürmekten beterdir. Terörist bozar, yıkar,
öldürür. Ama temelde bir amacı vardır. O da toplumda fitne çıkarmak
ve o fitneyi kendi nihai hedefleri, daha doğrusu beslendikleri odakların
nihai hedefleri doğrultusunda yaygınlaştırmaktır. Demek ki teröristin
insan öldürmesinden çok daha kötü olan, bu fitneye alet olmaktır.
Sorumlusu şudur, budur diyoruz ya, hiç aramayalım, bombayı patlatan
biziz, toplum olarak biziz. Eğer toplum bu fitnenin yaygınlaştırılmasına
alet oluyorsa teröristin yaptığından çok daha kötüsünü yapıyor ve
dökülen kanın esas sorumlusu oluyor anlamına gelir. Demek ki en son
23
Kalemzáde|Panzehir
öldürülen o 95 kişiyi biz, yani daha önceki terör eylemlerinden sonra
birleşemeyen bu toplum öldürdü. Üzerine alınmak zor olsa da, gerçek
bu.
Asker ölüyorken, bir kesim bağırıyor, diğer kesim hiç üzerine alınmıyor.
HDP mitinginde bomba patlıyor, bir kesim bağırıyor, diğerleri hiç
üzerine alınmıyor. PKK bomba patlatıyor, bir kesim feryat figanken
birileri sesini bile çıkarmıyor. IŞİD bomba patlatıyor, birileri ağlarken,
diğerleri başka tarafa doğru bakıyor. Çünkü her seferinde ölenlerin
profili farklı! Herkes kendi ölüsünün peşinde! Herkes kendi tarafının
arkasında! Herkes kendisine acındırma peşinde! Herkes kendi kutsanmış
aidiyetine göre ölü seçmekte!
Hadi sesini çıkarmadın ki bazen çıkarmamak da bir yöntem ama karşı
tarafa saldırmak da neyin nesi! İşte o noktada terörist kim olursa olsun
fitneye alet olmuşsunuz demektir. Yani yapılan eylem siz kavga ettikçe
başarıya ulaşmış anlamına gelir. Başarıya ulaşan yöntemler de
tekrarlanır durur. Dün Diyarbakır’da, bugün Ankara’da, yarın ola ki
İstanbul’da, ne fark eder nerede olduğu ya da kimin öldüğü! Ölüme,
katliama karşı çıksana! Ondan sonra yine birileri birileri ile kavga eder
ve sonunda “Teröriste, tetiği çek diyenlere, tetiği çektir diyenler”
hedefine ulaşır. Bize de eşşek gibi sopaya boyun eğmek kalır. Çünkü biz
kavga ettikçe, öldürmekten beter olan fitneyi semirttikçe bunu sonuna
kadar hak ediyoruz.
Peki ne yapmalıyız? Çok basit. Teröristin istediğinin tam tersini. Fitneye
uymayacağız, alet olmayacağız. Birilerini hedefte görebilir,
eleştirebiliriz ayrı konu. Ama biz neden birbirimize düşmanca bakalım!
Bugün o çocuklar öldü, yarın senin çocukların ölecek! Birleşsenize!
Teröristin amacı etnik mi, o halde etnik ayrımcılık yapmayacak,
toplumdaki herkesi kardeşin bilecek, suçu bir etnisitenin üzerine
yıkmaya
çalışmayacak,
onunla
kavga
etmeyecek,
onu
ötekileştirmeyeceksin. Teröristin amacı mezhepsel mi, o halde hangi
mezhepten olursan ol, diğer mezhebi ötekileştirmeyecek, hatta
24
Kalemzáde|Panzehir
mümkünse (ki çok mümkün) mezhep sahibi olmayacak, herkesi ortak
olan doğrularda birleştirecek ve ayrılıkları söndüreceksin. Hatta
inanmayanla bile barış içerisinde yaşayacaksın. Mezhebin yoksa bile
mezhepçi gibi dayatmayacaksın, ötekileştirmeyeceksin.
Bugün Amerika’ya en büyük terörist devlet deniliyor. Devletleri terörist
gibi görmek de çözümü görmek değil. Eğer terörün bir devletten
geldiğini bile düşünseniz, hatta kendi devletinizden bile şüphelenseniz
toplum olarak yine aynı tavır takınılmalı. Terörün istediği her ne ise tam
tersini yapmak. Terörün istediği de toplumdaki fitnedir. İster bir
örgütten ister devletten gelsin. Fikri ve siyasi bölünmenin kaşınarak
grupların karşı karşıya getirilmesi ve bunun neticesinde istenilen
hedeflere ulaşılmasıdır gaye. Ha bir devlet yapmış, ha bir örgüt. Çözüm
aynı. Birbirimizle onların gösterdiği sebepler yüzünden kavga etmemek.
Biz kavga etmeye devam ettikçe yeni bombaların pimini biz çekmiş
olacağız.
Kimin işine yarıyorsa o yapmıştır, mantığının da aksayan tarafları
olduğunu düşünüyorum artık. Çünkü şeytan bu açığının farkına
vardığında iki hamle sonraki satranç hamlesini uyguluyor artık.
Dolayısıyla bu da bir tahlil biçimi olmaktan çıktı. Hatta belki de iki üç
şeytan bir olup kendi hedeflerine anlaşmış gidiyor da olabilirler.
Neticede terörün yöntemi de aynı çözümü de. Yöntem fitne çıkarmak,
çözüm fitneye uymamak. Bu kadar basit.
Eğer başkasının terörist dediğine siz destek verirseniz, sizin terörist
dediğinize de onlar destek verirse, siz kendi aranızda kavga etmeye
başlarsınız. O halde böyle kaygan zeminlerde ayakta kalmanın yolu,
ayrılıklardan uzak durup birbirine tutunmak ve yöneltici, yönlendirici
konumundaki kimseyi savunmamaktır. Birbirine sarıl demek “git şu
adama sarıl” demek değildir. Halkın birbirine sarılması, böylece kötü
olaylara karşı gövdesini dik tutmasıdır. Terörün çözümü esasta savaşta,
politikada falan değil halktadır. Çözecekse halkın kendisi çözecektir
sorunu.
25
Kalemzáde|Panzehir
Bir politikacı ya da bir dernek eğer gerçekten herkes için barış istiyorsa,
kendi yandaşlarıyla değil, önce en çok fikri ayrılık yaşadığı kişiyle ya da
dernekle kolkola meydana çıkıp terörü protesto etmelidir. Bugüne
kadarki farklı tutumlarını en azından bir süre askıya almalıdır. Bunu
yapamayan ve halen “şu hariç birleşelim” diyen her politikacı ve bu
söyleme destek veren her vatandaş bilerek ya da bilmeyerek fitneye alet
olmaktadır. Politikacı olsaydım, ilk önce en sevmediğim adamla
meydana çıkıp teröre karşı kolkola girerdim. Bunu yapmak toplumu
da hata yapmaktan alıkoyar, kendilerini de. Siyasi çekişmeler eğer
toplumu böyle katliamlar karşısında bile bölüyorsa o siyasi hedef ne
kadar makul olursa olsun çöker, çökmelidir.
Hem barış deyip hem de toplumun diğer kesimine bitmez bir kin ile
haykırıp durmak kendi barış çağrınızı yalanlamaktır. Hem huzur deyip
hem de bir yerde patlayan bombalarda ölenleri ideolojileri ya da
mezhepleri yüzünden önemsizleştirmek de ilkel bir aidiyetle
tutarsızlaşmaktır.
Hem ırkçılığa karşı çıkıp hem de bir kesimi ırkı yüzünden aşağılar
tavırlara girmek kendi iddiasını yalanlamaktır. Bunun yanında yine hem
ırkçılığa karşı çıkıp hem de toplumu sahiplenmemek ve her seferinde
haklı haksız demeden toplumda ekseri olan milliyeti kendi ırkının
karşında görmek de bir nevi ırkçılıktır.
Devlete saldırarak değil devleti ıslah ederek bu ülkeyi sahiplenmeliyiz.
Cam çerçeve indirmekle ya da meydana çıkan herkesi terörist ilan
etmekle huzurun bir ilgisi yoktur.
Bu ülkeye saldıranlara saldırdıkları sürece güvenlik güçlerinin karşılık
vermesini bile hazmedemiyorsanız nasıl bir ülkeyi hedeflediğini
insanlar kendisine bir sormalılar. Aşırıya giden idareye dur demeyenler,
yanlış yapılanlara yanlış demeyenler de aynı. Eğer bu ülkeye saldıranlar
buna son verirlerse elbette idare de gereğini yapmalıdır. Bunu zaten
toplum isteyecektir. Ama huzur noktasına her gelindiğinde oyuna
getiriliyoruz ve maalesef tekrar kavga etmeye başlıyoruz.
26
Kalemzáde|Panzehir
BİRLEŞMEK, BİRİLERİNİN ÇEVRESİNDE TOPLANMAK DEĞİL,
HALKIN HER KESİMİNİN AYNI YERDE AYNI MEYDANDA
AYNI
KALPTE,
SADECE
AYNI
AMAÇ
İÇİN
TOPLANMASIDIR. Bir kısım gidip bir meydanda diğer bir kısım gidip
öbür meydanda toplanıyorsa, bir kısım gidip sadece Ahmet’lerle
“BARIŞ” diye bağırırken diğer bir kısım gidip sadece Mehmet’lerle
“HUZUR” diye bağırıyorsa gerçekte barış ve huzur istiyorlar mıdır
kendi vicdanlarına sormalıdırlar.
Terörün arttığı dönemlerde birbirimizi “benden değilsen ondansın” gibi
saçma sapan etiketlerle etiketlememeli, özellikle kendi aramızdaki
normal eleştirel tartışmalarımızı bile frenlemeliyiz. Belli ki tüm bunları
artık inceleyip fitne için kullanıyorlar. Sünni, alevi, hıristiyan,
müslüman demeden bir arada HUZUR diye bağırırken, Kürt, Türk, Rum
ve Ermeni de kolkola girerse işte o zaman barışı ve huzuru isteyenler bir
araya gelmiş olur ve fitneye alet olmamış olurlar. Aksi takdirde
bombalar patlamaya, fitneler körüklenmeye devam edecektir. Terörist
kim olursa olsun, işi bu zaten!
Biz cedelleşip bölündükçe zayıflıyoruz, onlarsa palazlanıyorlar. Bize
düşen fitneye geçit vermemek… Bir Mısır, bir Suriye olmamak….
Vatandaşlar olarak birbirimizle kavga etmemek… Kimseyi
savunmamak, ama huzuru savunmak… Onların terörü yoğunlaştırdıkları
kadar bizim de dostluğu kardeşliği yoğunlaştırmamız, ayrılıklarımızı
bile en azından bir süre yok saymamız ve terör odaklarını kim olarak
görürsek görelim kendi lanetleriyle baş başa bırakmamız gerek. Gelin
teröre karşı bir olalım. Fikirlerimiz, her türlü teröre karşı olmamızın
önüne geçmesin. Kişilerle değil, fitneyle savaşalım. Dünyada sulh olsun
istiyorsak yurdumuzda sulhü, coğrafyamızda barış istiyorsak kendi
topraklarımızda, mahallemizde istiyorsak, komşumuzla barışı tesis
etmeliyiz ki davamızı sahiplenmiş olalım. Ve en önemlisi en önce
kendimizle barışmalıyız. İçimizdeki kini söküp atmalıyız. Barış ve
huzur iddiamızda samimi olduğumuz ve kinle hareket etmediğimiz
sürece Allah elbette bize yol gösterecektir.
27
Kalemzáde|Panzehir
Göklerdeki Yemin
Tarık Suresinden İzdüşümleri
Şu göğe dön de bir bak. O göğü delen en parlak yıldıza ve keskince
parlayan tüm yıldızlara. Gör büyük yemini oralarda. Onların her birini
düzenleyip dağıtan ve yerli yerine koyan, onlardan bi haber mi! Ya sen!
Senin üzerine tanık olunmuyor mu zannediyorsun! Kimse görmüyor mu
seni, en gizli günahları işlediğinde, her türlü dolabı çevirdiğinde!
Faiz yemem dedikten sonra, sattığın başkasına ait maldan, benim
hakkım diye paracıklar alarak ribanın dibine vurduğunda! Bankaya para
yatırıp da faiz almam dedikten sonra, emeğinin karşılığı olmayanı,
Allah’tan hiç korkmadan cebine indirdiğinde!
28
Kalemzáde|Panzehir
Bu benim hakkım dediğinde, gerçekten hakkın mı oluyor her istediğin?
Boğazından nasıl geçiyor, üreten üretip kazanamazken, üretenin ürünü
elinden geçti diye, üretenden çok kazandığında! Faizi sadece tefeci mi
alıyor? Ya senin bu aldığın, emek verenin kursağına hiç inmeden!
Okuyanı, beynini yorup icat eden tasarımcıyı, Allah’ın sanatını kendi
sanatında görüp ortaya koyan sanatkârı, akşamları bahçeyi sulayıp,
seherden önce kalkıp koşturan çiftçiyi, hakkıyla çalışan memuru, bütün
ömrünü fabrikanın yollarında tüketen işçiyi, bütün işi yapan emekçiyi
savunmayı, desteklemeyi yapmayan sözde Müslüman, hangi din sana bu
desteği yapmayı dinsizlik belletiyor? Hangi din sana onlara destek
olmaktansa, onların üstünden kazanana destek olmayı emrediyor?
Cahillik bilmemek değil, biliyorum zannetmektir. Cahillik, cahil
oluşunun üstüne gitmemektir. Cahillik, duymamak değil, duymak
istememektir. Görememek değil, görmekten vazgeçmektir. Cahillik,
hatırlatıldığında bilmediğin halde karşı çıkmak ve de sana dayatılana
alışmış olman demektir. Cahillik okuyamamak değil, okumaya karşı
çıkmak demektir. Cahillik vicdanına dönüp bakmamak, kin içinde taraf
olmak demektir.
Kalbinden geçeni duymuyor kimse diye rahat görünsen de, acep bu
rahatlığın, bu gevşekliğin bir mantığın ürünü mü? O düşüncelerinin
farkında olan Bir’i yok mu zannediyorsun! Eğer tüm merhametin sahibi
olmasaydı, seni eyleme geçmemiş düşüncelerinden dolayı hesaba
çekseydi, bir nefesinden ikincisine geçebilir miydin! Üzerinde O’nun
tanık olmadığı hiç kimse var mı şu alemde!
Atılan bir sıvıdan yaratılmışken, kendini herkese ve her şeye karşı üstün
zanneden insanı, öldürüp yeniden halk etmeye gücü yeten Allah’ı
unutana ne yazık! Bedeni öldürebilenden ama öz varlığını
öldüremeyenden korkan insan her ikisini de öldürebilecek, yok
edebilecek olan Yaratıcısından neden anlamlıca korkmaz! İnsanlardan,
hayvanlardan, afetlerden korkan insanevladı, asıl korkulması
gerekenden korkması gerektiği gibi neden korkmaz!
29
Kalemzáde|Panzehir
İnsandan, hayvandan korkar kaçarsın. Afetlerden korkup yükseklere ya
da güvenli zannettiğin yerlere çıkarsın. Ya Allah’tan nereye
kaçabileceksin! Diğerlerinden kaçmakla belki kurtulursun, ama
Allah’tan kaçmakla değil, O’na teslim olmakla ancak kurtulabilirsin.
O’nun vereceği karşılıktan korkup teslim olandan ziyade, O’nun
merhametinden utanma korkusuyla O’na koşana ne mutlu! İnsanın
bütün gizlediklerini ortaya çıkarabilen o Allah bunu murat ettiğinde hiç
kimsenin bunu engellemeye ne gücü yeter ne de o insana kimse yardım
edebilir. Bu söz, bu Kuran boş değildir. Evet elbette öyle, deyip
geçiverilecek bir şey değildir. Kalbinde uyandırmıyorsa bir şeyler, daha
oku(ya)mamışsın demektir.
Tüm dönüşü gösteren semaya ve tüm yarılıp parçalanmayı gösteren
yeryüzüne dön bir daha bak. Ayırdını gör. Misalleri anla ve sevin.
Varlığını fark et. Kimse seni öldüremez. Kimse senin özünü alamaz.
Sen bedenin değilsin. Beden senin emanetin. Bedeninden ne övün, ne de
yerin. İşte bu Kuran ayırt edici bir sözdür. Allah’ın öldürmek
istemediğini kimse öldüremez. Allah’ın öldürebileceğinin önüne ise
kimse geçemez. Ölü olarak yaşayacağın bir ebediyetse istediğin, durma
sarıl dünyaya! Yok eğer hayatsa beklediğin, daha doğmadın, ol’madın
bile!
İsteyen istediği planı yapsa da büyük plan yapılmış durumda. O
çerçevenin içindesin. O plana göre ol’dur kendini. Hiç tasalanma! Her
istediğin sana veriliyor. Ne istiyorsan o oluyorsun. Ve ama, farkına
varmak meselen. Ki, kendi ellerinle kendi biçimini yonttuğun.
Gerçeği yalanlayan nankörlere biraz daha süre tanı. Bir süre daha onları
kendi hallerine bırak. Söyleyeceğimiz sözü söyledik, anlatacağımızın
birçoğunu anlattık. Bundan sonrası Rableri ile onların arasında. Biz
gelin gerçeğe sarılalım. İnsanlardan da doğru söyleyenler olsa da sadece
Allah her şeyin en doğrusunu söylüyor. Ama işitip de itaat edenler
farkında. Büyük yemin edilmiş. Gökteki geçmişe bakmasını
bilen ayırdında.
30
Kalemzáde|Panzehir
Tek TeseLLi
AnLatmakLa anLatıLmıyor…
Bu bir nevi yaLnızLık… Ama biLineninden değiL. Bir nevi ağLayış…
Ne var ki yerde teseLLisini verebiLen yok. Bir haykırış göğe doğru…
Herkesin sandığı gibi bir isyan değiL. Bir sövüş yere doğru…
Merhametin görüLmeyip nefretin zannediLen.
Bir işaret parmağın var, semboL ediLmiş. Hangi parmağını kaldırsan bir
başka hizbin maLı oLmuş. Bir sözün var, aLınıp vuruLup değiştiriLmiş.
Her güzeL keLimen bir hizbin sLoganı oLmuş. Bir dünyan var, hoyratça
çaLınmış. Bir kitabın var, ihanet edenLerce sahipLeniLmiş.
31
Kalemzáde|Panzehir
AnLatmakLa anLatıLmıyor… SöyLemekLe söyLenmiyor. DiL’in
diLsiz sanki! AnLayanı oLmayan bir LãL’in anLatmakta ısrar etmesi
gibi. Çırpınıp duran bir rüzgârsın, betonu deLemeyen. Sen misin LãL
olan, yoksa cümLe âLem mi? Zahiri göremeyene ahiri anLatmak çabası
içinde, beyhude sızLanmaLarın…
Başka ne çare… BiLmiyorum. Tek teseLLin var. O’nu biLe hak ettiği
gibi anLatamıyorsun.
Öne Çıkan Yorumlar
T.G. Sevgili kardeşim, bu umutsuzluk ve isyanını kendine yaptığın bir
haksızlık olarak görüyorum. Ben ve benim gibi düşünenler için bir
hazineden daha değerlisin. İnanıyorum ki insanlık ve dinimiz için
önemli bir misyonu yerine getiriyorsun. Asla vazgeçmemeli ve
umutsuzluğa kapılmamalısın. Yazdığın her yazının fikri ve manevi
dünyada bir ışık yaktığına inanıyorum.
Allah beynine ve diline kuvvet versin.
32
Kalemzáde|Panzehir
Vicdanına Sor
Kendine Yalan Söyleme
Kendi kendine sor ve düşün… Allah neden “elçiler arasında ayrım
yapmayın” dedi?
Sonra şunu sor ve bir daha düşün… Allah neden peygambere “De ki,
ben de sizin gibi bir beşerim.” diye emretti?
Şunu da düşün… Allah neden “O, melekleri ve peygamberleri Rabler
edinmenizi emretmez. Siz, müslüman olduktan sonra, size küfrü mü
emredecek?” diye soruyor?
33
Kalemzáde|Panzehir
Ve şunu da… Allah neden “Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine
kitap, hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara ‘Allah’ın
yanında bana da kullar olun’ desin! O ancak okuduğunuz şu kitaba göre
rabbaniler olun! der.” diye açıkladı?
Şimdiii… Şunları düşün.
“Peygamberimiz de bizim gibi bir insandı. Tek farkı Allah’ın ona kitabı
vahyetmesi.” dediğimde bana “peygambere hakaret ediyorsun” diyorsun
ya… “Hayır. Bizim gibi bir insan olamaz. O çok büyük üstün vasıfları
olan bir peygamberdir.” diyorsun ya… Hangimizin söylediği Kuran’a
uyuyor? Aç Kuran’ı bak.
“Peygamberimiz ilk peygamber ya da diğer peygamberlerden her
yönüyle üstün olan bir elçi değildir. Her peygamberin de her insanın da
kendine göre diğerlerinden farklı meziyetleri olabilir. Biz onların
arasında ayrım yapamayız.” dediğimde bana “peygamberi
itibarsızlaştırmaya çalışıyorsun.” diyorsun ya… “Hayır. Bizim
peygamberimiz en üstün olan peygamberdir. Cennetin kapısında adı
yazılıdır. Bizim âlimlerimiz bile İsrailoğlu peygamberlerinden
üstündür.” diyorsun ya… Hangimizin söylediği Kuran’a uyuyor? Aç
Kuran’ı bak.
Ve şimdi de şunları düşün…
Ben son peygamberin ve tüm gelmiş geçmiş peygamberlerin birer insan
olduğunu söylediğimde, sen neden illa ki karşı çıkıyorsun? Bu itiraza
seni sürükleyen endişenin kaynağı nedir? Düşün… Böyle şeyler
duyduğunda neden kendini bu kadar rahatsız ve huzursuz
hissediyorsun? Düşün… Yanında Allah’ın adı yalnız başına anıldığında
umurunda bile değilken, peygamberin adı anıldığında neden tuhaf bir
irkilme yaşıyor ve elini göğsüne götürüp salâvat çekiyorsun? Düşün…
Hangisinin adının anılması irkilmene daha layık? Hangisi o gösterdiğin
kalbine daha yakın? Düşün…
34
Kalemzáde|Panzehir
Peki ben sadece Allah’tan bahsettiğimde ve doğru yolu bulmada her
yardımı O’ndan beklememiz gerektiğini söylediğimde, sadece O’nun
şefaatini ummamız gerektiğini belirttiğimde, sadece O’nun vahyine
uymamız gerektiğini hatırlattığımda neden yüzün ekşiyor ve “Ama
peygamber de var. Onun sünneti de var. Hadisler de var. Tefsirler de
var. Geçmiş âlimler de var. Fıkıh var, icma var, içtihat var, ilmihaller
var. Peygamberin şefaati de var.” diye sayıp duruyorsun? Neden
Allah’ın adını anmam sana yeterli olmuyor da illa ki O’nun isminin
yanına başka isimler ve O’nun kitabının yanına başka kitaplar
sıralıyorsun? Sana bunu söyleten neden nedir? Bildiğin için mi? Yoksa
bugüne kadar sana hep öyle ezberletildiği için mi? Bilmek ve
ezberlemek! Hangisi? Düşün…
Şimdi kendi vicdanına sor ve nefsine cevap ver. Ama lütfen en azından
bir kere olsun samimi olarak bana değil, kendine, kalbine cevap ver. Sen
bugüne kadar kaç tane hadis kitabı okudun? Sonraaa… Kaç tane
ilmihali baştan sona kadar okudun? Pekiii… Kaç tane fıkıh kitabı, kaç
tane tefsir ve kaç tane içtihattan teferruatlıca haberin var? Evinde,
kitaplığında var mı diye sormuyorum, dikkat et… Okuduklarını
soruyorum. Samimi ol. Bana odaklanma, kendine odaklan ve
tekrarlıyorum bak, samimi ol. Kuran’ın yanına eklediğin o ortak
kitaplardan hakkıyla okuduğun kaç tefsir, kaç icma sayfası, kaç fıkıh
özeti, kaç hadis cildi var hatırında?… Hadi say!
Gördün mü? Kuran’ın yanına eklediğini ve onlara da inanmam
gerektiğini söylediğin kitaplardan daha sen toplasan bir forma okumuş
değilsin. Kuran’ın yanına ortak gösterdiğin kitapları okumayı bırak,
çoğunun adını bile bilmiyorsun. Okumadığına göre nasıl inandın onlara?
Onlara daha sen inanmamışsın ama bana onlara inanmam gerektiğini
söyleyerek hem bana hem kendine yalan söylüyorsun. Sonra da kalkıp
“Sen anlamazsın. Âlimler anlar.” diyorsun!
Peki hadi dön vicdanına bir daha sor. Kaç tane âlim tanıyorsun? Hadi üç
tane alim ismi say kendine ve onların kitaplarının içeriğini bile değil
sadece isimlerini söyle o şaşkın nefsine!… Hadi bekliyorum!
35
Kalemzáde|Panzehir
Vicdanına dön kardeşim. O vicdanına güven. Göreceksin ki sana
“Kuran’ı anlamak için oku. Daha ne bekliyorsun?” diye cevap verecek.
Çok geç kaldın. Daha fazla gecikme. Benim ne olup olmadığımla, doğru
söyleyip söylemediğimle değil, benimle değil kendinle ilgilen. Sen
kendi durumuna bak. Kendine yalan söylemeyi bırak. Ne soruyorsan
vicdanına sor önce. Hadi güzel kardeşim, ezbere değil, git anladığın
dilde oku şu kitabını artık. Tüm hayata bakışın değişecek. Ufkun
ummadığın biçimde daha büyük ufuklara açılacak. Üzerindeki yük
hafifleyecek. Sorgulayacaksın ve pişman olmayacaksın. Selam üzerine
olsun.
36
Kalemzáde|Panzehir
Bize Yalan Söylediler | Kitap
10 Kasım 2016
Kitabın Piyasaya Çıkışı
“ Bize Yalan Söylediler ” isimli teolojik
kurgu-romanım 8 Kasım 2015 tarihinde
saat 14:00 ile 16:00 saatleri arasında
düzenlenmiş
olan
imza
günü
buluşması ile Tüyap İstanbul Kitap
Fuarı’nda görücüye çıkmıştır.
Kitabın Satış Fiyatı
Kitabı nereden temin ederseniz edin,
olası kargo bedelleri hariç olmak üzere
satış fiyatı (ilk baskı için) 20-TL’nin
üzerinde olamaz.
Kargo Yoluyla İmzalı Kitap Temini
Kitabı ücreti mukabilinde imzalı olarak
temin
etmek
isteyen
arkadaşlar [email protected]
e-mail adresinden ya da sosyal
kanallardan özel olarak benimle irtibata
geçebilirler. Elimde kitap olduğu sürece
bu talebi karşılamaya çalışacağım.
37
Kalemzáde|Panzehir
Kitabın Online Satış Noktaları
Kitabı internet üzerinden online olarak temin etmek isteyenler için
online satış noktaları D&R, idefix, Babil, kibo, kitapperver, kitapburada
ve kitapihirbazı siteleri olarak belirlenmiştir.
Kitap tüm bu sitelerde satıştadır.
Kitabın Satışa Çıkacağı Kitabevleri
İlk etapta bazı kitabevlerinde sınırlı sayıda deneme satışına çıkacağı,
tanıtım broşürlerinin gönderilmesinin ardından, gelecek talepler
doğrultusunda kitabevlerine dağıtımı yapılacağı bildirilmiştir. Ancak bu
dağıtımın ne kadar zaman alacağına dair açıkçası bir fikrim yok. Kitabın
yaygınlaşması tamamen okurların kitabevlerine olan talepleri ve kitabı
okuyanların kitap hakkında sosyal medyadaki geri dönüş
paylaşımlarının etkileri doğrultusundadır.
Yurtdışı Temin
Almanya’dan
temin
etmek
isteyen
arkadaşlar
için bu linkten… Azerbaycan’dan temin etmek isteyen arkadaşlar
için bu linkten online siparişle temin edebilirsiniz.
Ücretsiz Temin
Daha önce kayıtlı olarak tanıdığım arkadaş ve takipçilerimden eğer
isteyen olursa benimle sosyal kanallardan irtibata geçebilirler. Bu
maksatla bir kontenjan ayırdım ve yettiği sürece arkadaşların taleplerini
karşılamaya çalışırım.
e-kitap
Bildiğiniz üzere makale tipi yazılarımın tamamını 11 adet e-kitap
formunda ücretsiz indirilebilir biçimde zaten site menüsünde
bulunduruyorum. “Bize Yalan Söylediler” isimli kitabım ise teolojik bir
kurgu-ROMANDIR. Aynı zamanda basılı olarak yayınladığım ilk
kitabımdır. e-kitap halinde yayılması kitabevlerinin taleplerine ve
dağıtımına ister istemez sekte vuracaktır. Buna rağmen, kitabın ikinci
38
Kalemzáde|Panzehir
baskısının çıkmasına müteakip, romanı e-kitap formunda okumak
isteyenler için kalemzade.net blog sitemin e-mail takipçileriyle “online”
okunmak üzere ücretsiz olarak paylaşacağım.
Sosyal Medya Paylaşımları
Sizlerin kitapla ilgili görüşlerinizi sosyal medyada paylaşmanız
esnasında #kalemzade ve #bizeyalansoyledileribarelerini
paylaşımlarınıza eklerseniz sevinirim.
Sorularınız olursa yorumlar bölümüne yazabilirsiniz. Selam ve
sevgilerimle…
Kalemzáde | Cengiz Yardım
39
Kalemzáde|Panzehir
Bize Yalan Söylediler | Hakkında
Kitap Hakkında Geri Dönüşler
40
Kalemzáde|Panzehir
41
Kalemzáde|Panzehir
42
Kalemzáde|Panzehir
43
Kalemzáde|Panzehir
44
Kalemzáde|Panzehir
45
Kalemzáde|Panzehir
46
Kalemzáde|Panzehir
47
Kalemzáde|Panzehir
İki Kişinin Birbirinden Farkı
Bir soruya istinaden…
Aynı işi yapan iki kişiden biri sevap kazanırken diğeri günah işlemiş
olabilir mi? Bence olabilir. Oluyor da. Görünürde biz bunu göremesek
de Allah bizim göremediğimizi görür. İlk aklıma gelen örnekler…
Karşılıklı rızalaşma varken, birinin kalbinde iyi niyet, diğerinin art niyet
varsa…
Biri Kuran’ı anlamak için okurken, diğeri bilmeyi umursamadan
tekrarlıyorsa…
Birbirinin elini sıkan iki kişiden biri sevgi ve muhabbetle, diğeri riya
için veya art bir maksatla tokalaşıyorsa…
Aynı ayeti aynı biçimde anlayan iki kişiden biri zarardayken… diğeri bu
yanılgısına rağmen doğru bir iş yapmış da olabilir. Çünkü Allah en
merhametlidir ve kalplere bakar. Aynı ayeti… birisi samimiyetle
48
Kalemzáde|Panzehir
anlamaya çalışırken… yanılıp yanlış anlıyorken… diğeri anlamak
istediğine göre evirip… diğerinin yanıldığı anlamın aynısına
ulaşıyorsa…
İki kişiden biri açlığını sindirmek için, diğeri ise yasak olmasına
inatla… aynı miktarda yasak gıda yiyorsa…
İki kişi… bir üçüncünün yaptığı kötülüğü… tekrar etmemesi ve
düzeltilmesi için… onun hakkında konuşurken… diğer bir iki kişi…
aynı kişiden… sadece kötüleme niyetiyle… aynı şeyleri konuşuyorsa…
biri ıslah içindir, diğeri gıybet. Tabi ki bunu da mazeret edinmeden!
Kuyuda yaşayan bir insan için dışarıda ne kadar da çok bilgi vardır.
Yanılıyor bile olsak, samimi olmak lazım. Çünkü Allah kalpleri çok iyi
bilir.
49
Kalemzáde|Panzehir
Peygamberin İtibarı
Tanrılarınızı Korumayı Bırakın
Varsayalım… Birisi ile dini konularda kıyasıya tartıştık. Bırakın
Allah’ın ayetlerini, isterse dini, isterse Allah’ı bilmiyor olsun. Karşı fikri
savunan tarafı yerle bir ettik, ya da belki de onun sözleri
bizim iddialarımızı örseledi. Ama ikimiz de haddimizi aşmadık.
Çayımızı içtik, gülümsedik, muhabbetimizi kesmedik. Onu karşıt
fikirlerinden ötürü ötekileştirmedik ve asla düşman bellemedik. Tüm
karşıt fikirlerimize rağmen içimizde hiçbir hiddet uyandırmadık ve yarın
ya da ilk fırsatta yine görüşelim, çay içelim biraz daha tartışalım dedik.
50
Kalemzáde|Panzehir
İşte fikrimiz ne olursa olsun ikimiz de hizipçi değil, doğrunun peşinde
olan ve doğruyu yaşamaya çalışan iki insanız demektir. Birimizin
gördüğünü öbürü henüz görememiş olabilir. Doğrusunu biliyor
olmamız bizim üstünlüğümüz değil, iyi ve doğru işler yapabilmek için
öğüdümüzdür. Tartışmanın karşı tarafında kin ve saldırı yoksa
bizde zerresi bile olmamalı.
Şimdi de gelelim her fikre karşı, fikir üretemeyip saldıran, kinlenen ve
aslında tartışmaya bile değmeyenlere… Böyleleriyle istesek de bu nezih
tartışma ortamını oluşturamıyoruz. Sürekli bir saldırı, sürekli bir saldırı
altında anlatmaya çalış dur! Ama sonra siz bu saldırıya karşı sesinizi
yükselttiğinizde “vay efendim, sen çok sertsin, hakaret ediyorsun!” O
“sapık” deyince sorun yok, o “zındıklık bu” deyince sorun yok, o “sen
anlayamazsın” deyince hakaret değil, o “sen peygambere düşmanlık
ediyorsun” deyince iftira değil, ama sen “Kuran’da böyle yazmıyor
arkadaş. Allah’a iftira etmiş oluyorsun. Kuran’ı oku. Kendini koru.”
dediğinde sesini yükselten, kibirli, terbiyesiz ve zındık sen oluyorsun!
Öyleleri var ki Allah’ı ve Allah’ın berisinde edindikleri bir takım
isimleri sahiplenip akılları sıra Allah’ın dinini korumaya alıyorlar.
Sözüm o kişilere ki… Allah’ın dininin sahibi Allah’tır, insan değil.
Edeceğiniz tebliğiniz, ortaya sürecek iddianız, söyleyecek sözünüz varsa
söyleyin, ama tanrılarınızı korumayı bırakın. Eğer tanrıysalar onlar
kendilerini korurlar. Yok eğer koruyamıyorlarsa onlara niye
tapıyorsunuz?
“Biz onlara tapmıyoruz ki, eserleriyle yol alıyoruz” diyeceğinizi çok iyi
biliyorum. Ama içinizdeki şüphe, bana itiraf edemeseniz de için için sizi
kemiriyor. Bunun çok iyi farkındasınız. Ama bastırmaya çalışıyorsunuz.
Çünkü “tek ilah” kavramının ne demek olduğunu bile hala anlamış
değilsiniz. Bu kavram, Kuran kursunda, okulda ya da şurda burda bir
hocadan öğrenebileceğiniz bir şey değil. Bunu ancak birikmiş kirli
bilgilerinizden arınmak istediğiniz zaman anlayabilirsiniz. Kimse de
size, sizin vicdanınızın size anlatabileceği gibi anlatamaz. Ona
dönmeniz lazım.
51
Kalemzáde|Panzehir
İşte… Her şeyin sahibi olan tek Tanrı (Allah) fikrine ulaşmadıkça
kutsadıklarınızdan, dininizden ve ilminizden asla emin olmazsınız.
Emin olmanız ise öğüde sahip çıkıp onları hayatınıza izdüşürmenizi
gerektirir. Aksi takdirde samimi de olamazsınız. Sözünüz de boşa gider,
özünüz de.
Eğer bir muskacı hocaya güvenip en çözümsüz sorunları çözebildiğini
zannediyorsanız, onun neden sizden para aldığını düşünün. Madem bu
kadar becerikli, kendi maddi ihtiyacını gidermek için neden sizden ücret
alsın! Yapsın bir muska, yağsın paracıklar! Bunu yapamıyorsa, demek
ki o da sizden pek de farkı olmayan bir beşer. Muska iddiaları, üfleme
iddiaları göz boyama.
Eğer geçmişlerden bir “âlimin” zamandan münezzeh manevralar
yaptığına inanıyorsanız, çağırın gelsin. İşte ben, benim tanrım hakkında
iddia ediyorum. Benim Allah’ım beni yaşlılığıma doğru yaşatıyor, sizin
zamandan ve mekandan münezzeh tüm evliyalarınızı çağırın ve sizi
gençliğinize götürecek zaman çizgisine koysunlar! Apaçık yaşamakta ve
tanık olmakta olduğunuz gerçekleri onaylamak yerine hayalleri ve
masalları onaylıyorsunuz. Birisi size “peygamber şunu dedi” ya da
“peygamber şöyleydi” dediği zaman şıp diye inanıyorsunuz. Çünkü
peygamberin adını bile duyduğunuzda, Allah’tan daha çok itibar
ediyorsunuz.
Öyle atıp tutmakla olmuyor.
Allah, seçtiği kuluna emrediyor ki: De ki; ben de sizin gibi bir beşerim.
Bana sadece ilahınızın tek olduğu vahyolunuyor. Yani Allah diyor ki,
tek ilah benim, o elçim ise sizin gibi bir insandır. Ve elbette anlıyoruz ki
güzel bir insandır. Ama yine de insandır neticede. İlah değil.
Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz çıkıyor, onun gölgesi yoktu diyor.
Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, ilk yaratılan nur o idi diyor. Allah,
o beşerdir diyor. Âlimleriniz, bütün vücudu nurdandı diyor. Allah, o
beşerdir diyor. Âlimleriniz, kanı ve dışkısı mübarekti, içeni cehennem
ateşi yakmayacak diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, o gaybı,
52
Kalemzáde|Panzehir
geleceği biliyordu diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, yedi kat
göğe çıkıp indi diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, ay’ı ikiye
yardı diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz, parmaklarının
arasından içme suyu akardı diyor. Allah, o beşerdir diyor. Âlimleriniz,
zehirli koyun kebabının “yeme beni” dediğini duydu diyor. Allah, o
beşerdir diyor. Âlimleriniz, yaslandığı kütük ağlıyordu diyor. Allah, o
bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, dokunduğu yeri ateş yakmaz diyor.
Allah, o bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, o günahtan münezzehti diyor.
Allah, o bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, boyu bilmem kaç yüz arşındı
aslında diyor. Allah, o bir beşerdir diyor. Âlimleriniz, iki kainatın
efendisi odur diyor. Diyor da diyor. Kocaman adamlar olmuşsunuz,
burnunuzun büyüklüğünden ayaklarınızı göremiyorsunuz ama çocuklar
gibi uyduruk masallara inanıyorsunuz.
Bir düşünün, eğer düşünebilirseniz! Bana kızıyorsunuz ama söyleyin.
Ya âlimleriniz yalan söylüyor, ya da Allah! Şimdi ben hangisini
seçeyim!
O halde ben de diyorum ki, ya sizin âlimleriniz âlim değil, ya siz
âlimlerinize iftira atıyorsunuz, ya da daha kötüsü siz Allah’a iftira
ediyorsunuz. Âlimlerinize Allah’tan daha çok inanıyor, güveniyorsunuz.
Yalanlara öyle bir alışmışsınız ki ben bunları söylediğimde sapık
oluyorum, Allah’ın dininin düşmanı oluyorum, peygamberi
itibarsızlaştırmaya çalışmış oluyorum! Ama siz Allah’ın söylemediğini
söylerken, Allah’a iftira atarken tertemiz Müslümanlar oluyorsunuz!
Ben Allah’ın dediğini dedim diye zındık olurken, siz Allah’ın
demediğini dediniz diye dindar oluyorsunuz! Ben Kuran’da bu yazıyor
dediğimde kitabı anlamamış oluyorum, siz namazında niyazında
anlamadığınız ezberlerle arapça okuduğunuzda Allah’ın dinini anlamış
oluyorsunuz! Öyle mi!!!
Allah dilerse peygamber onu da yapar bunu da, dediğinizi biliyorum
tabi ki. Elbette Allah dilerse her şey olur. Ama Allah’ın kitabında
bahsetmediği bir takım şeyleri Allah söylemiş gibi nasıl hareket
edebilirsiniz ki! Bu nasıl ayet algısı! Allah demedi ama şu da olur bu da
53
Kalemzáde|Panzehir
olur dediğiniz zaman istediğiniz her uydurmayı kitaba eklemiş
olursunuz ki, bu Allah’a iftira atmaktır. Allah demedi ama şunu da
demiştir!!! Miştir, miştir, miştir… Sonu yok ki!
Size şunu söyleyeyim; siz Allah’ı hiç tanımıyorsunuz. Gönül gözünüzle
O’nu hiç göremediniz. Hiç bilmediniz. Âlimlerinize çok
güveniyorsunuz ve hep onların “dedi” dediğini yapıyorsunuz. Onların
yanında ise bazen güvenip, bazen güvenemediğiniz bir tanrınız var.
Ama algınızdaki o tanrı, Allah değil.
Tek söylediğim “açın kitabınızı okuyun” Ama siz hem o kitabı
okumuyor hem de o kitaba, alimlerin kitapları diyerek bir sürü kitabı
ortak koşuyorsunuz. Ben bunları söyleyince de size hakaret etmiş
oluyorum! Öyle mi! Hayır hakaret etmiyorum! Ben sadece Kuran’da
bana anlatılanlardan, hayatta gördüğümü, bildiğimi söylüyorum! Siz ise
görmediğinizi ve bilmediğinizi! Ben peygamberin getirdiğine yani
Kuran’a yaslanıyorum, siz ise peygamber hakkında başkalarının bugüne
getirdiğine.
Peygamberin cinsel hayatını anlatan siz… peygamberin sahabesinin
entarisinden damlayan bilmem ne lekelerini anlatan siz… peygamberin
kaç eş aldığıyla, onlarla neler yaşadığıyla, yatağından banyosuna kadar
dedikodularını dinleyip konuşan siz… Ama “din bunlar değil”
dediğimde “sapık” olan ben!!! İyi düşünün. Peygamberi itibarsızlaştıran
ben miyim, siz misiniz!!!
Peygamberin parmağına, tırnağına, saçına, boyuna, posuna, sakalına,
dişine, bıyığına, pabucuna, yeleğine, ayak izine, kanına, tuvaletine,
yatak odasına, mezarına bakan siz. Getirdiği Kuran’a bakansa ben. İyi
düşünün. Peygamberin yolunu takip eden ben miyim, siz misiniz!!!
Camide imam tutuyor “Size peygamber efendimizin hiç bilinmeyen
mucizelerini anlatacağım!” diyor. “İyi de madem hiç bilinmiyor, sen
nereden biliyorsun, nereden haber aldın?” diye soran bir tane uyanık
adam yok üç yüz kişilik camide. Kafalarını eğmiş tin tin sallanıyorlar.
İmam, Allah’ın adını anarken ne hazret var ne bir ilave ne de bir uyanış
54
Kalemzáde|Panzehir
cemaatte… “Muhammed” dediği anda ise cami salavattan yıkılıyor,
eller göğüslere kalkıyor. Soruyorum sadece. Madem bu kadar dininize
bağlısınız, bu halinizle ilahınız kim!!!
Peygamberinizi tanrı yapmayın. Allah’ın dinini korumaya kalkmayın.
Tek tanrı Allah’tır ve kendisini de, dinini de O korur. Siz kendinizi
yalanlardan koruyun, din adına dönen dolaplardan, yüzyıllardan beri
gelen uyuşturuculardan koruyun. Güvenin Allah’a ve O’nun sözlerine
artık. Açıp anlamak için okuyun kitabınızı artık. Bütün hayatınız ve
hayata bakışınız değişecek. Artık şüphe ile değil, kesin bilgiyle
inanacaksınız. Açın gözlerinizi… Hayatınızı da ötesini de
mahvediyorsunuz.
3 Al-i İmran 78 Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip
bükerler, siz onu kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. ‘Bu
Allah katındandır’ derler. Oysa o, Allah katından değildir. Kendileri de
bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylerler.
3 Al-i İmran 79 Hiçbir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve
peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah’ın berisinde
bana da kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis, Okutmakta ve
öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz, der.
3 Al-i İmran 80 O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi
emretmez. Siz, müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?
18 Kehf 110 De ki: ‘Şüphesiz ben, sizin gibi bir beşerim; yalnızca bana
sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine
kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine
ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.’
55
Kalemzáde|Panzehir
Tanrının Kaldıramadığı Taş
Ey tanrıtanımaz arkadaş! Allah bir…
Şu soruyu herkes duymuştur… Tanrı, kaldıramayacağı taşı yaratabilir
mi?
Aslında olmayan sorunun cevabı da olmaz. Soru anormal kıt. Ama hadi
neyse, birçoklarından sonra biz de ciddiye alıp çözümlemesini yapalım.
Ortalıkta ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen bu soruya atfen, hayali bir
kişiyle konuşuyor şekilde yazacağım yine.
Soruya bir daha bakalım: Tanrı, kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi?
56
Kalemzáde|Panzehir
Sorunun tümce dizilimine göre “yaratabilir mi?” bölümüne
geçebilmemiz için sorunun ilk kısmının gerçekleşip gerçekleşmediğine
bakmamız lazım. Yani “kaldıramayacağı” bölümüne…
Eğer Tanrı’nın “-emeyeceği” bir şey varsa, ancak ondan sonra “-ebilir
mi?” diye sorabiliriz. Tanrı’nın vasfı “yapamayacağı bir şey yok”
olduğuna göre cümlenin ikinci kısmına geçip “yaratamayacağı” bir şey
arayamayız. Sen önce bize Tanrı’nın “kaldıramayacağı” bir şey
göstermen gerekir ki ondan sonra onu yaratıp yaratamayacağına
bakalım. Ya da tam tersi. Gördüğün gibi kıt mantıklı bu soruya
aynı mantıkla verilebilecek cevaplar da mantıksız oluyor. Tümce
dizilimini değiştirsen de yine aynı mantık hatası ortadan kalkmıyor.
Tüm taşları, hatta böbreğindeki taşı bile yaratan Allah’ı görmezden
gelebilmek uğruna olmayan bir taş üzerinden Allah’ı reddetmeye
çalışmak ne büyük bir akıl tutulması.
Etrafına dön iyi bak. Benim Tanrım bütün taşları yarattı. Eğer O’nun
kaldıramayacağı bir taş var ise, onu kaldırabileni tanıt, beraber ona
tapalım. Ama bu kez o tanrı için de aynı soruyu soran biri çıkınca, yeni
bir taş ve eskisinin üstüne yeni bir tanrı lazım. Böyle böyle sonsuza
giden taşlar ve tanrılar sayar durursun!!! İşte bu saçma mantığı
durduran, o sonsuzdaki son sebep olan o tanrı kimse, zaten benim
tanrım da O. O’nun altındakilerin tanrılıkları otomatik olarak düşüyor.
İşte bu yüzden bu tuhaf sorunun en mantıklı cevabı da “yaratabilir” ya
da “yaratamaz” değil “Allah”tır. Sorunun cevabı “Allah bir”dir.
Üstelik Allah bizimle, yarattıklarıyla kıyaslanamaz. Çünkü bize
benzemez. Şöyle ki… Seninkine benzer yapıda sorular soralım ve
düşünelim…
“Sen hiç bilmediğin bir soruyu sorabilir misin?” Eğer bilmediğin bir
sorudan bahsediyorsan senin için o soru yoktur. Dolayısıyla “sorabilir
miyim?” diyemezsin. Ama başkası senin soramayacağın, o bilmediğin
soruyu sorar.
57
Kalemzáde|Panzehir
“Sen ciğerlerine girmeyecek nefesi alabilir misin?” Eğer ciğerlerine
girmeyecekse, o nefes senin için yok hükmündedir ve olsa bile sana ait
değildir. Ama başkası senin alamayacağın o nefesi alır.
“Sen hiç göremeyeceğin bir manzarayı seyredebilir misin?” Eğer hiç
göremeyeceksen o manzara senin için yoktur. Ama bir başkası, senin
göremediğin o manzarayı doya doya seyreder.
Şimdiiii….
“Allah kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi?” diyorsun ya… İşte eğer
kaldıramayacaksa o taş zaten yoktur. Ama olmayan o taşı kaldıracak
O’ndan başka kimse de yoktur.
Şöyle bir çelişkidesin üstelik…
Her şeyi yaratan tek tanrıyı nedense görmezden geliyor, sonra O ve
O’nun üstüne başka tanrılar varmış gibi soru soruyorsun! Önce sen, bir
kum tanesi yaratacak birini bul. Sonra kalk her şeyi yaratanın gücünü
sına!!!
Şimdi daha da yoğunlaş!!!
Allah o bahsettiğin kaldırılamayacak taşı kaldırmaktan, çok daha
fazlasını yapmıştır. Tüm yarattığı varlıklarla beraber potansiyeli de, ve
hatta yokluğu da yaratmıştır. Her şey O’ndandır. Olmayan taşı hayal
edip sorman işte tam da bu yüzden!
İyi kulak ver…
Allah, senin sorduğun dâhil, olmayan taşların hepsini çoktaaan
kaldırabilmiş ve sen sorasın diye yokluğa hapsetmiştir. Günaydın!
Peki şimdi ben sana bir sorayım… Allah, kendisinin varlığını kabul
edemeyecek insanlar yaratabilir mi? Evet yaratabilir diyorsan, neden
varlığını kabul etmiyorsun? Yok, yaratamaz diyorsan, sen nesin?
“Ben zaten varlığını kabul etmiyorum” diyerek, sorumu mantıksız mı
buldun? O halde sen neden taş sorusuna bu kadar takıldın? Cevap
58
Kalemzáde|Panzehir
şu… Çünkü O’nun var olma ihtimalini sıfırlayarak içini rahatlatmak için
bir sürü zannın ve sorunun peşinde koşuyorsun. Olmadığına emin
olsaydın, bu soruların peşinde koşma ihtiyacı bile hissetmezdin.
Ama
sen
arayışta
olmana
rağmen
kendi
sorularını
üretemiyor, başkalarının tekrar tekrar üretip sorduğu sorular yerine
kendi sorularını sormuyorsun. Sen düşünmüyor, düşündüğünü
zannettiğin başkalarının fikirlerini savunma gayretine giriyorsun. Oysa
soru sormak iyidir. Yeter ki kendi sorularını üretebilmeye başla. Düşün.
Başkası düşünmesin senin yerine. Sen niçin varsın?
Var olduğunu gördüğün her şey, O’nun varlığının da kanıtıdır. O zaten
taşları kabzetmiş durumda. İster Satürn’e bak ister tüm uzaya. O Allah,
göktaşlarını, kuyruklu yıldızları, koca koca gezegenleri ve en büyük gök
cisimlerini boşlukta tutuyor ve yörüngelerde gezdiriyor. Dağlar gibi
bulutlardan sana tonlarca yağmuru yağdırıyor. Hadi sen de tüm
zanlarından bir an için sıyrılıp Kuran’ı okuyup anlamayı dene. Okurken
mantıklı sorular sormaya çalış ve düşünmeye devam et. O’na, herşeyi
bilene, seni senden iyi bilen o Tanrı’na dönersen emin ol ki, seni yarı
yolda bırakmayacak. Allah’a, seni yaratana emanet ol ve özgürleş.
Göreceksin ki Tanrı’n sana, kaldıramayacağın yükü yüklemeyecek.
59
Kalemzáde|Panzehir
Faiz mi Riba mı? Yoksa!
‫فائض‬
Yukarıdaki Arapça kelimeyi biraz büyük yazdım ki göremeyenler
görsünler! Okuyamayanlar okusunlar! Elif-ba bilenler de tecvidli
okusunlar! Dediğim gibi, bu kelime arapça. Okuduysanız
anlamışsınızdır. Sondaki dat harfi, “veleddaallin”deki gibi kimilerince
dat, kimilerince zat diye okunuyor. Ama tecvide merak salanlar iyi
bilirler ki bu ne “d” ne de “z” diye okunur. İkisinin arası bir şeydir.
Türkçede bu harf yoktur.
Neyse, bu kadar ince dokunuş yeter. Biraz kalınlaştırayım iyi okunsun.
Neticede orada “faiz” yazıyor. Anlamı “fazlalık” demek. Bilindik
60
Kalemzáde|Panzehir
anlamıyla faiz işte. Yani arapçada FAİZ diye bir kelime var. Karşılıklı
bir para ya da mal ödemesi vadeleşmesinde vade farkı öne sürülerek
alacaklının istediği FAZLALIK demek. Feyiz kelimesi de aynı kökten
geliyor. Bilgiden, görgüden fazlalık almak, örnek almak demek. Faiz
kelimesinin Kuran’da geçtiğini görmedim. Geçmesi de şart değil. Çünkü
bu kelimeyi de içine alan çok daha geniş kapsamlı bir kelime var
kitapta. Onun adı da “riba”.
‫الربا‬
Yani riba evrensel küme, faizse alt küme. Matematik bilenlerin iyi
anlayabilmesi için “Riba büyüktür Faiz” de diyebiliriz. Anlamı ise
“KARŞILIKSIZ KAZANÇ” veya “KARŞILIĞI OLMAYAN
FAZLALIK”.
Faizi tek başına bir şahsiyet olarak düşünsek, ribanın yaptıkları yanında
faiz masum bile kalır. Faizde en azından bir vade sözkonusudur ama
ribanın
kapsamında
vade
bile
söz
konusu
olmadan
sermayeniz/paranız daha cebinizden çıkmadan nemalandırılmış ve
anında alınıyor olabilir. Karşılıksız kazanç olarak. İster bir süre sonra,
ister şimdi. Fazlalık vade konulup alınınca haram da anında alınınca
helal mi olacak! Bu ihanet, anlaşılamaz bir şey mi! Bankadan üç kuruşu
faiz diye almayan adam, alım-satım yaparken binbir dolapla alıcıyı neye
razı ederse onu aldığında güzel mi oluyor!
İşte bu RİBA’yı yiyenler varya, işte onlar şeytan çarpmış gibi oturup
kalkan insanlardır. Akılları fikirleri daha çok ve daha çok kazanmadadır.
Para diye oturup, para diye kalkarlar. Gözleri bir kãr görebilmek ve
yakalamak uğruna fır fır dolanır. Muhabbetleri ya filanca yerdeki
arsaların değer kazanmadan nasıl alınacağı, ya köprü geçecek arazilerin
başkalarına kaptırılmaması, ya da çaplarına göre bedavaya belediye
otobüsüne nasıl binebilecekleri gibi konulardır. Bir yerden bir kazanç
kokusu aldıklarında işi gücü bırakıp ona doğru koşarlar. Salâtın her
61
Kalemzáde|Panzehir
çeşidini de onun için terk eder, bugün olsa peygamberi bile ayakta
konuşurken bırakır giderler. Bunu da normal görürler.
İşte bunlar, RİBA’nın alışverişten bir farkı yok ki derler. Alan razı veren
razı derler. Oysa yaptıkları alışverişten doğan bir kazanç değil
“vermeden alıştan” doğan bir KARŞILIKSIZ KAZANÇ’tır. Oysa Allah
karşılıklı alış-verişi helal, karşılıksız alış-veriş olan ribayı haram
kılmıştır. Faiz dediğimiz şey de bunun çok önemli bir çeşididir. Riba
sadece genel geçer para, altın ya da gümüş üzerinden değil, her türlü
mal üzerinden olabilir.
Bir de SADAKAlar vardır ki bunlar da RİBA gibi
“KARŞILIKSIZ”dırlar. Ama biri karşılıksız alınırken, diğeri karşılıksız
verilir. Ancak Allah sadakaları yani karşılıksız verilenleri gerçekte
bereketlendirirken ribayı yani karşılıksız alınanları bu bereketten
mahrum eder. Bu dünyada fazlalığını alan ribacılar, öte tarafa alınacak
bir fazlalık bırakmamışlardır. Sonunda kötülükler ederi kadar
karşılıklandırılacakken, iyilikler kat be kat karşılıklandırılacaklardır.
Keşke onlar da bunu bilselerdi!
İyilik ve güzellikler için çalışan ve ihtiyacından fazlasını almayan,
elinde çoğalanı veren, dayanışan ve destekleşenler arınırken, daha çok
daha çok daha çok diyenler ve fakirlikle ve para veya mal kaybetmekle
korkutulan, şu da benim olsun, bu da benim olsun, onda var bende
neden yok diyen, onun var benim de olmalı diye kahırlanan ve paranın
adını duyunca salyalar akıtan zalimlerse sürekli mallarının çalınacağı,
haksızlıkla yeneceği gibi endişelerle ve herkesi malını çalacak hırsız
gibi gören bir anlayış ve korkuyla ömürlerini geçirirler. Bunların malca
hem zengin, hem de fakir versiyonları vardır. Sadece malca zenginlerin
işi değildir. Oysa gerçek zenginlerin, daha fazlasının peşinde koşmayıp,
Allah’tan az da gelse çok da gelse ne gelmişse gelene razı olanlar ve
infak edenler olduğunu bir bilselerdi! Keşke Allah’a rağmen daha
fazlası gelmiyor diye üzülmeselerdi! Keşke üzüntüleri, dünyanın
ahlaksız, acımasız ticaret anlayışıyla, bu şeytani sistemiyle mücadeleye
dönüşseydi!
62
Kalemzáde|Panzehir
İster çok malları olsun, ister az, bunların çok büyük bir kısmı “üreten”
değil, üretenin üzerinden geçinen ya da geçinmeye gayret eden
asalaklardır. Allah “verin arının” derken onlar “alıp yığma” peşindedir.
Adeta Allah’ın ve elçisinin düzenine savaş açmış gibi gece gündüz mal
sayarlar ve daha fazlası için koşturur dururlar. Aç da olsalar tok da,
kendilerini sürekli maddi bir zararda hissederler ve bu bitmez tükenmez
mal ve para aşklarıyla ömürlerini geçirirler. Ve… İşte tekrar
kalktıklarında da her şeyin eskisi gibi olacağını ve karşılık alacaklarını
umarlar. Oysa görecekler ki, çok büyük sürprizlerle karşılaşacaklar.
Meğer yaptıkları “alış-veriş” değil “çok al-az ver” imiş görecekler.
Karınlarını ne ile doldurduklarını fark edecekler. Ve şeytani düzene
nasıl destek vermiş olduklarını anlayacaklar. Ama çok geç olacak.
Keşke burada iken “karşılıksız kazanç”tan vazgeçselerdi. Keşke
üretenden fazla kazanmasalardı. Keşke rızalaşmanın görünürde ve lafta
değil, samimi kalplerde oluşması gerektiğini bilselerdi. Keşke yoksula
bir çift ayakkabı almak yerine onu ayağa kaldırsalar, borçluyu
özgürleştirselerdi. Keşke asgari ücretli bir muvahhidin verdiği oranda
onlar da infak etselerdi! Keşke “bunu ben kazandım ben” diyerek
böbürlenmeselerdi! Keşke hayat yolunda yolda kalmış olanlara, Allah
adına bir el uzatsalardı! Keşke “bana iyiliğimden ötürü Allah veriyor”
demeselerdi de, denendiklerini görselerdi!
Keşke mal ve para zenginlerin arasında dönüp duran bir metaya
dönüşmeseydi! Keşke insanlar, kazandığının içinde kimlerin emeğinin
üzerinden ne kadar nemalandıklarını, kazandıklarının içinde hangi alın
terleri olduğunu bir görebilseydi! Keşke kat be kat artırılmış fiyatlarla
fakir
daha
fazla
fakirleştirilirken,
zengin
daha
fazla
zenginleştirilmeseydi! Keşke tüm bunların hepimizin denenmesi olduğu
bilinseydi!
63
Kalemzáde|Panzehir
Yine bir aralık…
1 Aralık 2015
64
Kalemzáde|Panzehir
Vahşi Hayvanlar Toplandığı Zaman
Tekvir Suresinden İzdüşümleri…
Vahşi hayvanlar, insanların tabiatı tamamen katletmesinin önündeki en
ciddi muhafızlardandırlar. İyilik potansiyelinin yanında kötülük
potansiyeli de olan insan böylece, dolaylı olarak kendine vereceği
zararlardan da korunmaktadır. Bir aslanı nedensiz yere öldürmek… bir
vahşi hayvanın neslini tüketmek… insanların yüzbinlerce dönüm
ormanı katletmesiyle… temiz havayı kirliyle değiştirmesiyle…
yeryüzünün tüm akciğerlerinin, kalbinin ve bağırsaklarının sökülüp
atılmasıyla… yaşanamaz bir yer haline getirilmesiyle dolaylı olarak ama
net bir biçimde ilişkilidir. Vahşi hayvanlar olmasaydı, şimdi sadece
şehirlerde değil, dağlarda, ormanlarda yükselen gökdelenler ve
65
Kalemzáde|Panzehir
doyumsuz insanlarca sahiplenilen tertemiz ormanlar betonlarla,
çoraklaştırılmış toprakla ve kirli havayla yer değiştirirdi. Sınırsız
kaynaklar böylece yenilenemez hale gelip sınırlıya dönüşerek tükenene
kadar…
Onlar kötülük için değil, bizim için varlar. Yaratılmış hiçbir şey
nedensiz değildir. İster bir karınca, ister bir virüs, ister bir sivrisinek,
ister bir kaplan, ister denizler, ister dağlar olsun… dolaylı ya da dolaysız
olarak insana… dünya dediğimiz bu oluş fabrikasında faydaları olduğu
içindir.
“Neden var ki?” diye sorduklarımızın cevabı “Eğer olmasalardı ne
olurdu?” sorusunun cevabında saklıdır. Zıddını düşünmek, çoğu zaman
halihazır olanın kıymetini düşünene gösterir. İnsandan başka hiçbir
canlı, yeryüzüne ve gökyüzüne zarar vermez, veremez. İnsan ise!!!
Güneş köreltildiği, yıldızlar söndürüldüğü, dağlar yürtüldüğü, denizler
tutuşturulduğu ve böylece saatin geldiği, oluş sürecinin tamamlanacak
ve yeni bir yaratılışla yaratılacağımız belli olduğu zaman… VAHŞİ
HAYVANLAR TOPLANDIĞI ZAMAN… Artık eşleştirilip yapıp
ettikleri ile yüzleştirileceği nefis sahibi insanlar artık kimseye ve hiçbir
şeye kötülük yapmaya güç yetiremeyecektir. Dolayısıyla ne vahşi
hayvanlara ne de bir başka muhafıza, insanların kötü potansiyellerine
karşı direnç göstermek üzere, gerek kalmamış olacaktır. Malı
sahiplenecek kimse kalmadığı için gebe develeri sahiplenenler onları
salıverilecek ve her türlü kar getirici mülk terk edilecektir.
Diri diri gömülen kız çocuğuna ne için öldürüldüğü sorulacağı o gün
geldiğinde defterler açılacak, cennet ve cehennemin nasıl ve ne
mahiyette olduğu ayan beyan anlaşılacaktır. Herkes gerçeğin farkına
varacak, neyi hazırladığını görüp bilmiş olacaktır. Bir akış içinde her
şey yerlerini alacaktır. Tüm düzen bu ahir üzerine kuruludur ve
kusursuzdur.
66
Kalemzáde|Panzehir
Andolsun Kalem’e…
Kalem ve Yazmak Üzerine
Yazı, fikrinize katılsa da katılmasa da sözünüzü bitirene kadar dinlemek
isteyenler içindir. Ne daha anlamadan karşı çıkanlar boş beylik laflarla
sözünüzü kesebilir, ne doğruyu söylemenizi istemeyenler siz iki kelime
eder etmez, zorbalıkla, saygısızlıkla ve aşağılık yeminleriyle
saldırabilir! Bildiğini zannedenler daima sözün işitilmesine engeldir.
Oysa bilmezler. Bilmek istemezler. Kendileri dinlemez, başkasının da
dinlemesini istemezler. Kendileri anlamazlar, başkasının da
anlamasından korkarlar.
Oysa yazı ne güzeldir… Cahiller konuşmaya devam etse de, söz
bitmeden saldıramaz, kimsenin sözünü kesemezler.
Kaleme ve satır satır yazdırana andolsun… Yakında gerçeği göreceğiz,
onlar da görecekler.
67
Kalemzáde|Panzehir
Kan ve Domuz Eti Doğruyla Yanlışı Nasıl Ayırır?
Yasaklanan Yiyecekler Hakkında İzdüşümleri
Kuran’da yasaklanan dört yiyecek olduğunu biliyoruz. Kan, leş, domuz
eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar. Bunların dışında haram
yiyecek yok. Gördüğünüz gibi zehirli mantar yok… Herhangi bir dışkı
yok, salgı yok… Taş yok, akrep eti yok! Bunların yok olması onların
yenebileceği ya da yenemeyeceği anlamına gelmiyor elbette ama
unutmayalım ki Kuran, aklını kullanana hitap ediyor. Yine de Allah
“yiyeceklerin temiz olanından dilediğinizce yiyebilirsiniz” diyerek güzel
bir işaret veriyor. Demek ki içinde yaşadığımız kültürümüze göre
iğrenilecek ya da zehirlenilecek ve benzeri yiyecekler bizim için
68
Kalemzáde|Panzehir
denenme meselesi değil. Aklını kullanan zaten, pis ve zararlı şeyler
yemez. İlla haram kılınması gerekmiyor. Demek ki bu dört yasağın
insanların doğru ve yanlışlarını ayırt etmesi, onların zararlı olmasından
daha mühim. Aynen Adem’e “şu ağaca yaklaşma” denmesi gibi. Ağaç
zararlı olduğu için yasaklanmadı. Adem denensin diye yasaklandı. Peki
nasıl olacak bu ayırt ediliş? Bu yenmesi haram olan dört yiyecek, biz
insanların doğru ya da yanlış yolda olanlarını nasıl ayıracak?
Bunların üzerinde “aman ha, yağı ve hatta adı bile bulaşmasın”
denilerek en çok titrenip durulan biliyorsunuz ki domuzdur. Ama ben,
domuzu özellikle sona bırakıp sondakinden başlayacağım…
Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar…
Problemimiz, başında “besmele” çekmek ve ondan sonra hayvanı
kesmek kadar basit bir şey olsaydı… Allah ehli kitabın kestiği size
helaldir, demezdi. Yuvarlak bir lafla derdik ki “Bismillah her hayrın
başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Şu mübarek kelime bütün
mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır!!!” ve bir temsili hikaye ekler
ve padişahın namına hareket eden yolcu ile kimse adına torpil almadan
giden yolcu diye anlatır durur ve bu padişahı Allah’la özdeşleştirir, onun
adıyla gideni de överdik! Aman besmele çekmeden kesmeyin, besmele
çektiyseniz sorun kalmaz derdik. Ama gerçekler böyle mi acaba!
Lafzen “Allah” deyince, kaz gelecek diye kesilen tavukla, deve için
boğazlanan kuzu helale mi dönüşüyor! Gafil bir topluma kötü niyetle de
“Allah” derseniz onları zaten aldatabilir, yollarınızı açabilirsiniz. O
halde besmele çekmek, bismillah demek ayırt edici bir davranış değildir.
Ayırt edici olan Allah’ın öğüdünü anlayıp hayata uygulamaktır.
Başımıza gelenlerin birçoğu zaten ağzı “Allah” derken, kesik parmakları
cepkenimizde dolaşan şeytanlar yüzünden geliyor. Demek ki ağzınla
“bismillah” demek haramı helal de yapmaz, iyiyle kötüyü de ayırt
etmemizi sağlamaz. Herhangi bir tağutun ayağına kurban kesilirken de
besmele çekiliyor!
69
Kalemzáde|Panzehir
O halde mesele besmele çekmemek değil, Allah’tan başkası için bu
ikram sofralarının yapılması… Allah’tan başka birilerinden bir şey
beklenerek hayvanın kesilmesi… Sözün gelişi bir valinin ayağına, o
beldeye gelmiş bir politikacının ayağına, oralarda gücü elinde tutan
ağanın ayağına, oradaki dini bir liderin ya da kanaat önderinin
ayağına… Gerisini siz getirin. Kutsallığı devede ve koyunda değil,
vicdanımızda, kalbimizde arayacağız. Çünkü Allah bizim kalbimize,
neyi ne maksatla gerçekte yapıyor oluşumuza bakar. O halde “Allah’tan
başkası için hayvan kesenler ve ondan yiyenler” beklentilerine ve
domuz eti yemekten çok mu farklı bir iş yaptıklarına, iki düşünüp bir
daha baksınlar.
Ayetten alıp almayıp uyguladıkları davranışları, doğru insanlarla yanlış
insanların ayırt edilişini açık biçimde gösterir bize. Ağızları “bismillah”
desin demesin, kestikleri hayvan ya da yaptıkları ikram ne olursa olsun,
yaptığı işin niyetini sezersek apaçık görüyoruz doğru kim, yanlış kim.
Gelelim ikincisine… Leş!
Zaten kimse kolay kolay leş yemez değil mi? İğrenir. Dağda bayırda
kalmış ve kokmuş bir hayvanın etini de kimse yemez. Dolayısıyla bu
“leş yenmez” kuralına uymak hiç de zor değil. Allah zaten yemek
istemeyeceğimiz bir şeyi mecbur kalmadıkça yemememizi istiyor. O
halde ayırt edicilik burada nerede? Allah’a ortak koşanlar bile leş yemek
istemeyeceğine göre! Peki şimdi soru… Leşi, bile bile yiyenler var mı?
Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar örneğindeki gibi sunanlar var
mı? İlk anda yokmuş gibi düşündük değil mi? Ama gerçek bunun tam
tersi. O kadar çok ki!
Ayırt edicilik ticaret anlayışında, cimrilikte, mal sevgisinde ve para ile
olan ilişkide saklı. Çeşitli sebeplerle kısa süre önce ölmüş ya da ölmek
üzere olan hayvanlarını, malından, karından zarar etmemek uğruna
parçalayıp satanlar da var, bu kayba uğramamak için kendi ailesiyle
birlikte oturup yiyenler de! İyi düşünün ve geçmişten bugüne doğru
çevrenizde bir yolculuk yapın, leş yiyicileri göreceksiniz.
70
Kalemzáde|Panzehir
Bugün marketlerde küflenmiş peyniri, kurtlanmış bakliyatı, kokmuş
sosisi, rafın en önüne dizdiren, son kullanım tarihi bitti bitecek ürünleri
kasanın kenarına büyük indirim diye koyan ahlaksız ve azgın ticaret
anlayışına ve pintilikle yoğrulmuş eziklik edebiyatına baktığınızda leş
satıcı ve leş yiyici olanların kimler olduğunu ayırt edebileceksiniz. O
sosisi almak zorunda değilsin, çok zorda isen ekmekle de karnını
doyurabilirsin. Neden leş satıcılara destek veresin! Demek ki kötü ve iyi
niyeti sezersek burada da ayırt ediciliği açıkça görüyoruz. Gelelim diğer
ikisine… Tutarsızlığın alasını görüyoruz orada. Burayı iyi dinleyelim.
Kan ve domuz eti…
Kan, zaten bu dörtlünün en önemli unsuru, ayırt edicisidir. Diğer üçüyle
de etkileşim halindedir. Ama geleneksel dini anlayışta “kan” nerdeyse
kutsal kabul edilirken, “domuz”un adını anmak bile adeta günah sayılır.
Oysa bunların ikisi de aynı ayetlerde, aynı paragraflarda ve hatta aynı
cümlelerin içinde, aynı kategorideler. Domuz eti ne kadar haramsa kan
da aynen onun kadar haramdır. Yaşamın kaynağı kanınız ne kadar
asilse, domuz da aynı derecede asil bir hayvandır. Domuz eti (lahm-el
hınzıri) için ne iddianız varsa kan (ed-deme) için de aynı iddialarınız
olmalı ki tutarlı olasınız.
Domuz kötü, pis, çirkin bir hayvan olduğu için değil, denenmemiz için
örnek veriliyor sadece. Allah isteseydi “inek eti” haram derdi. “Domuz
eti yemeyin” diyorsa elbette yemeyeceğiz ama domuzu aşağılamanın,
iğrençleştirmenin, zararlarına dair sözde bilimsel kanıtlar sunmanın,
pislik yiyor demenin hiçbir anlamı yok. Tencerelerde süslenerek servis
edilen tavuklar canlı iken sanki hiç pislik yemiyor muydu!!! Domuz eti
zararlı bile olsa, ondan çok daha zararlı ve hatta zehirli birçok yiyecek
sayabilirsiniz. Demek ki domuz eti örneği, doğrularla yanlışları ayırt
etmek için veriliyor.
Hatırlatayım… Kuran’a göre domuzun ETİNİ yemek haramdır. Yağını
mağını değil. Eğer öyle olsaydı, Yahudilere çiftlik hayvanlarının
bağırsaklarını, sırt yağlarını haram kılan Allah, bunu bize de belirtirdi.
71
Kalemzáde|Panzehir
Buna rağmen domuzun yağını, suyunu, kılını, kokusunu, şusunu,
busunu bile haram sayan ve yiyecek etiketlerinde bize domuz ürünü
EXXX bilmem kaçlar arattıran, hatta temizlik maddelerinde, diş
macunlarında, çikolatalarda “aman ha” diye uyaran helal kesim (!)
ticaret erbabı ve din uleması (!) insanların manen kanını içiyor,
inananları takıntılara, obsesifliğe iterek beynini kemiriyor. Kendi
kazançlarına insanları yönlendiriyor. Yarın sabah gidip domuz yağı
alacak değilim ama haram olmayan şeye neden haram diyor ve işin
özünden uzaklaşıyoruz ki! Ama domuz etinin içinde de yağ yok mu,
diyenler çıkabilir… Yediğin inek etinde hiç kan yok mu peki!!!
Özellikle domuzu ve kanı bir arada zikrediyorum ki tutarsızlığı en güzel
biçimde görmüş olalım. Domuzu şeytan gören anlayış, öğütten çok uzak
yaşadığının farkında bile değil. Hayvanın, yani domuzun adını bile
anmayı haramlaştıran anlayış “kan” derken hiç rahatsız olmuyor…
Domuz lanetlidir diyen anlayış, kendi damarlarımda kutsal bir kan
akıyor diye övünüyor…
Kurbanın kanını alnına iyi bir şey diye sürenler, madem öyle domuzun
etini, yağını da alınlarına sürmeliler ki tutarsızlığa düşmesinler! Domuza
dokunmayı bile neredeyse yasaklayan, o hayvana dair bir zerre bile
bedenime dokunmasın diye titreyen bu insanların damarlarında, onları
canlı tutan, hayat kaynağı bir haram akıyor. Farkındalar ama değilmiş
gibi davranıyorlar! Hem Allah’a inandığını söyleyip hem de Allah onu
görmüyormuş gibi davranan zalimler gibi olmayalım. Neticede Allah,
bir şeyi yemeyin demişse yemeyeceğiz. Ama gelin, Allah’ın esasta
neleri haram kıldığını hatırlayalım…
Allah’a ortak koşmak… Kula kulluk etmek… Anne-babaya iyilikten
kaçınmak…
Yoksulluk
endişesiyle
çocuklarını
öldürmek…
Çirkinliklerin ve kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmak…
Haksız yere insan öldürmek… Yetimin malına göz koymak… Çalmak,
yontmak… Ölçüde ve tartıda aldatmak… Ahlaksız ticaret yapmak…
Karşılıksız (riba) ve kolay kazanç uğruna insanların malını, parasını
yemek… Allah’ın ahdine vefa göstermemek…
72
Kalemzáde|Panzehir
Kafa Kurcalayan Teyemmüm
Teyemmüm, turab, said | ‫تيمم تراب صعيد‬
Çok basit bir soru ile başlayacağım… Uğraştığınız bir meşgaleden
dolayı, BUGÜN eliniz yüzünüz kir pas içinde kaldı ve az sonra insan
içine çıkmak zorundasınız. Ama elinizi yüzünüzü yıkayacağınız tek bir
damla su yok ortalıkta… Ne yaparsınız? SAMİMİ OLARAK CEVAP
VERMELİSİNİZ. Az çok aşağıdaki sırayı mı takip edersiniz yoksa
direkt TEYEMMÜM diye 10 numaralı maddeye mi yönelirsiniz?
Aklınızın yolu size ne diyor?
1) Elinizde hijneyik el temizleyici sıvınız, jeliniz olduğu için onu
kullanırsınız.
73
Kalemzáde|Panzehir
2) Cebinizdeki ıslak mendille elinizi yüzünüzü temizlersiniz.
3) Çantanızdaki kolonya ile elinizi yüzünüzü silersiniz.
4) Sıvı bir sabun bulup onu elinize yüzünüze sürer sonra bir bezle
kurularsınız.
5) Gazoz gibi su ihtiva eden başka bir temiz sıvı bulabilirseniz onunla
olabildiğince temizlenmeye çalışırsınız.
6) Bebek pudrası ya da fondoten gibi bir toz ile ile elinizi oğuşturup
kirinizi dökmeye çalışır ya da yüzünüzdeki kiri kamufle edersiniz.
7) Temiz bir bez bulup, onunla olabildiğince elinizi yüzünüzü
temizlemeye çalışırsınız.
8) Bir ağacın kuru ve yaş yapraklarını karıştırıp elinizde oğuşturarak toz
haline getirip onunla temizlenmeye çalışırsınız.
9) Toz halinde, olabildiğince temiz bir madde bulur, onu elinize
yüzünüze sürer, oğuşturarak kirinizi dökebildiğince dökmeye ya da
gizlemeye çalışırsınız.
10) Temiz bir toprak bulup, onu elinize yüzünüze sürersiniz.
Cevabınız sizi tatmin etmediyse devam ediyorum…
Peygamberimizin yaşadığı dönemde bugünkü gibi temizlik maddeleri
yoktu. Ama dikkat edin… bugünküler yoktu. O günün şartlarına uygun
başka şeyler vardı. Bunların ne olduğunu teyemmüm hadislerinde değil
ama başka rivayetlerde ve alakasız gibi görülen hadislerde, yazanın
niyeti bu olmasa da gayri istemli olarak bildirilmiş görüyoruz.
Örneğin bazı ağaçların yapraklarının kurutulup dövülmesiyle
oluşturulmuş toz halindeki maddeler… örneğin kap kacaklarda
kullanılan kum, kil ve kül gibi maddeler… örneğin başlara sürülen yağ
(bu yağ yemek yağı değil elbette, süslenme için kullanılan yağdır)…
örneğin vücut kokularını gidermek için kullanılan çeşitli buhur ya da
sıvı kokular…
74
Kalemzáde|Panzehir
Şimdi soruyu da cevabınızı da, rivayetleri de unutun. Kitabımız
Kuran’daki ifadelere geçiyorum…
Sa’id nedir, ne demektir?…
Kuran’da sa’id diye bir kelime var. Her yerde anlamı “düzey, seviye,
(ing) level” olmasına rağmen Kuran’da kullanıldığında toprak diye
çevriliyor. Tam olarak 4 yerde geçiyor. Bunlardan ikisi Kehf suresinde.
Biri 8’inci diğeri 40’ıncı ayette.
‫وإنا لجاعلون ما عليها صعيدا جرزا‬
18 Kehf 8 Ve inná le cáilune má aleyhá saíden curuzá
Türkçesi: Ve biz gerçekten onun üzerinde olanları kupkuru bir
“saíd” haline getirebiliriz.
‫فعسى ربي أن يؤتين خيرا من جنتك ويرسل عليها حسبانا من السماء فتصبح صعيدا‬
‫زلقا‬
18 Kehf 40 Fe asá rabbí en yu’tyeni hayran min cennetike ve yursile
aleyhá husbánen mines semái fe tusbiha saíden zeleká
Türkçesi: Belki Rabbim senin bahçenden daha hayırlısını bana verir,
seninkinin üstüne gökten ‘yakıp yıkan bir afet’ gönderir de kaygan bir
“saíd” kesiliverir.
Buradan anlıyoruz ki “sa’id” denilen şey, toprak ya da her ne ise kuru da
olabiliyor akışkan da. Sa’id kelimesi Kuran’da iki yerde daha geçiyor.
Biri Maide 6, diğeri Nisa 43. Bildiğiniz gibi bu ayetler de abdest ve
teyemmüm konularının olduğu, temizlenme bahsinin anlatıldığı
ayetlerdir. Onlara geçmeden önce şunu belirteyim. Bu dört ayetin
dışında Kuran’da defalarca topraktan bahsedilir. Ama topraktan
bahsedilen bu ayetlerin hiçbirinde “sa’id” kelimesi kullanılmaz.
Hepsinde toprak “turab” olarak geçer veya yeryüzünden bahsediliyorsa
“ar’d” kelimesi kullanılır. Hiçbirinde toprağa “sa’id” denmez.
Şimdi gelelim “teyemmüm” kelimesine…
75
Kalemzáde|Panzehir
Teyemmüm kelimesi “ymm” kökü dâhil olmak üzere Kuran’da üç
yerde geçer. Birincisi Bakara 267’de…
‫يا أيها الذين آمنوا أنفقوا من طيبات ما كسبتم ومما أخرجنا لكم من األرض وال تيمموا‬
‫الخبيث منه تنفقون ولستم بآخذيه إال أن تغمضوا فيه واعلموا أن هللا غني حميد‬
2 Bakara 267 Yá eyyuhállezíne amenú enfikú min tayyibáti má
kesebtum ve mimmá ahracná leküm minel ard, ve lá teyemmemúl
habiyse minhu tunfikúne ve lestum bi áhızíhı illá en tuğmidú fíhî,
váalemú ennalláhe ğaníyyun hamíd
Türkçesi: Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi/temiz olanından ve
sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendinizin göz
yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye teyemmüm
etmeyin ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayacak
ganilikte/zenginlikte hamdedilmeye/övülmeye layık olandır.
Buradan anlıyoruz ki “teyemmüm” kelimesi “yönelmek, kalkışmak”
anlamına gelen bir kelime. Yani sadece abdestle ilişkilendirilecek özel
ve kutsal bir kelime değil. Kılıçla hamle de yapsanız “kılıçla hamleye”
teyemmüm etmiş olursunuz. Teyemmüm kelimesi Kuran’da iki yerde
daha geçiyor. Biri Maide 6, diğeri Nisa 43. Yine hatırlatayım ki “said”
kelimesinde olduğu gibi “teyemmüm” kelimesi olan bu ayetler de
yıkanma ve temizlenme konularının olduğu aynı ayetler. Şimdi onlara
bakalım…
‫يا أيها الذين آمنوا ال تقربوا الصالة وأنتم سكارى حتى تعلموا ما تقولون وال جنبا إال‬
‫عابري سبيل حتى تغتسلوا وإن كنتم مرضى أو على سفر أو جاء أحد منكم من الغائط‬
‫أو المستم النساء فلم تجدوا ماء فتيمموا صعيدا طيبا فامسحوا بوجوهكم وأيديكم إن هللا‬
‫كان عفوا غفورا‬
4 Nisa 43 Yá eyyuhállezíne amenú lá takrabús saláte ve entum sukárá
hattá ta’lemú má tekúlúne ve lá cunuben illá ábirí sebílin hattá tagtesilú.
Ve in kuntum mardá ev alá seferin ev cáe ehadun minkum minel ğáiti ev
lá mestumun nisáe fe lem tecidú máen fe teyemmemú saíden
76
Kalemzáde|Panzehir
tayyiben femsehú bi vucúhikum ve eydíkum. İnnalláhe káne afuvven
gafúrá
Türkçesi: Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve
cünüp iken de yoldan gelip geçenlerden olmanız hariç yıkanıncaya
kadar saláta yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da
biriniz tuvaletten gelmişseniz veya kadınlara dokunmuş da su
bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir saíd’e teyemmüm edin, onu
yüzünüze ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.
‫يا أيها الذين آمنوا إذا قمتم إلى الصالة فاغسلوا وجوهكم وأيديكم إلى المرافق وامسحوا‬
‫برءوسكم وأرجلكم إلى الكعبين وإن كنتم جنبا فاطهروا وإن كنتم مرضى أو على سفر‬
‫أو جاء أحد منكم من الغائط أو المستم النساء فلم تجدوا ماء فتيمموا صعيدا‬
‫طيبا فامسحوا بوجوهكم وأيديكم منه ما يريد هللا ليجعل عليكم من حرج ولكن يريد‬
‫ليطهركم وليتم نعمته عليكم لعلكم تشكرون‬
5 Maide 6 Yá eyyuhállezíne ámenú izá kumtum ilás saláti fagsilú
vucúhekum ve eydiyekum ilál meráfikı vemsehú bi ruusikum ve
erculekum ilál ka’beyn ve in kuntum cunuben fattahherú ve in kuntum
mardá ev alá seferin ev cáe ehadun minkum minel ğáitı ev lámestumun
nisáe fe lem tecidú máen fe teyemmemú saíden tayyiben femsehú bi
vucúhikum ve eydíkum minhu, má yurídulláhu li yec’ale aleykum min
haracin ve lákin yurídu li yutahhirakum ve li yutimme ni’metehu
aleykum leallekum teşkurún
Türkçesi: Ey iman edenler, saláta kalktığınız zaman yüzlerinizi ve
dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki
topuğa kadar ayaklarınızı da. Eğer cünüpseniz yıkanın; eğer hasta veya
yolculukta iseniz ya da biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlara
dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir saíd’e
teyemmüm edin, onu yüzünüze ve ellerinize sürün. Allah size güçlük
çıkarmak istemez, ama SİZİ TEMİZLEMEK ve üzerinizdeki nimeti
tamamlamak İSTER. Umulur ki şükredersiniz.
77
Kalemzáde|Panzehir
Şimdi kelimeleri toparlayalım…
sa’id… toprak değil, çünkü toprak denilmek istendiğinde “turab”
kelimesi kullanılıyor. düzey, seviye, (ing) level, toz halinde gibi
anlamlara geliyor. Aynı zamanda kuru veya akışkan olabiliyor.
teyemmüm… özel bir isim değil, bir fiil. Yönelmek, kalkışmak,
meyletmek gibi anlamlara geliyor.
Temiz bir sa’id’e teyemmüm edip, onu elimize yüzümüze sürmek…
Güncel Türkçesiyle söylersek…
Su yoksa temiz “kuru ya da akışkan bir toza” yönelip, onu elimize ve
yüzümüze sürmek…
veya
Su yoksa, yönelin seviyeye ve ondan elinize ve yüzünüze sürün…
cümlelerinden ne anlıyorsunuz?
Ben yazının en başındaki tercihleri öncelik sırasıyla yapmam gerektiğini
anlıyorum. Eğer su yoksa onunla eşdeğer veya altında bir seviyede
temiz olan toprak mamulü bir madde ile elimi yüzümü temizlemem
gerektiğini anlıyorum. Ya siz!
Elimde ıslak mendil, el temizleme jeli, mendil, pudra ve sair varken
gidip toprakla elimi yüzümü mesh etmeyi anlamıyorum. Ve bence
teyemmüm/yöneleceğim şey konusu artık kafa karıştırıcı değil. Hatta
“sa’id” gerçekten toprak demek bile olsa, toprağa yönelmek illa ki
toprağı eline yüzüne sürmek değil, ondan çıkan temizleyici bir maddeyi
sürmek olmalıdır.
Bence, bana bu konuda katılmıyor bile olsanız siz de benim yaptığımın
aynısını yapıyorsunuz. Ama konu namaz olunca bu tercihinizden
vazgeçiyorsunuz. Oysa Allah bize zorluk çıkartmayı değil, bizim
TEMİZ OLMAMIZI ve üzerimizdeki nimetini tamamlamayı istiyor ve
en doğrusunu elbette O biliyor.
78
Kalemzáde|Panzehir
Şimdi tekrar bakın yazının başındaki cevaplara. Kir pas içindesiniz ve
az sonra insan içine çıkacaksınız ya da namaz kılacaksınız. Yukarıdaki
10 tercihten hangisine teyemmüm edersiniz, yönelirsiniz? Aklınızın
yolu size ne diyor?
79
Kalemzáde|Panzehir
Örtünme Bahsine Nokta
Kuran’da kadınlara, niçin ve nasıl örtünme tavsiye ediliyor?
Esasında bu konuya hiç girmek istemiyordum. Çünkü bu örtünme
konusu öyle bir hal aldı ki ne söylersek söyleyelim, tartışmaya
meraklılar bunu fırsat bilecekler. Şahsen, sadece kendi fikrimi, kendi
anlayışımı sadece benim gibi düşünenlerin ama ifade etmekte
zorlananların yalnız olmadıklarını bilmeleri ve olası ufuk açılımlarına
vesile olabilmek için paylaşacağım. Yoksa kimsenin nasıl ve ne kadar
örtündüğü ya da niçin yeterince örtünmediği beni direkt olarak
ilgilendirmiyor. Yine de kendimce ulaşmış ve uzun süreden beri kani
80
Kalemzáde|Panzehir
olmuş olduğum bu düşüncemi kendime saklamayı artık etik
bulmuyorum. Çünkü bunu şu ana kadar benim gibi düşündüğünü ifade
eden hiç ama hiç kimseye varsa da rastlamış değilim. Bu yüzden yeter
miktarda bir açıklamayla söyleyip geçeceğim.
Örtünme ile ilgili ayetlerden başlayacağımı düşünmüş olabilirsiniz. Ama
sizi şaşırtacağım. Size daha kitabın başında yazan bir ayeti
hatırlatacağım. Bakara suresinin en başını…
2 Bakara 2 İçinde hiçbir şüphe olmayan şu kitap, takva sahipleri
için/ona yaslananlar için yol göstericidir/hidayete erdiricidir.
Öncelikle bunu kabul etmeliyiz. Bu kitap, ismini sahiplenip, içinde
yazanları sahiplenmeyen ve böylece ona ihanet eden sözde dindarların
elinden artık kayıp gitmiştir. Bu Kuran… Bu Kuran’ı tek başına yeterli
görmeyen… ve ona her türlü kulaktan kulağa gelen hükmü din diye
ekleyen anlayış için artık rehber olmaktan çıkmıştır. Bu kitap sadece
ona yaslanıp, onda yazanları akıl yoluyla anlayıp bilmeye çalışan takva
sahipleri için rehberdir.
Bu durumda şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor… Bu kitapta “Ey iman
edenler… ey iman eden erkekler… ey iman eden kadınlar… inanan
kadınlara söyle…” ve benzeri bir hitapla başlayan emirler ya da öğütler
gördüğümüzde bilmeliyiz ki, bu tavsiyeler, bu kitabı rehber edinenler
olarak bizi ilgilendiriyor. Daha Kuran’ın ana mesajının ne olduğundan
gafil olan, henüz ortak koşmanın ne olduğunu bile anlayamayanlar için
bu tavsiyeler henüz ölüdür. Demek ki “örtünme” bahsi geçen ayetler de
sokaktaki herkesi değil bizi, yani kitabı rehber edinenleri ilgilendiriyor.
Henüz kitabın ve gerçek vahyin ne olduğundan habersiz olanlar için
örtünmekten öncelikle söylenecek çok daha başka şeyler var ki bunları
gayet iyi biliyoruz.
Bu düşünceye ulaştığımdan beri artık başörtüsü, tesettür ve benzeri bazı
konularla ilgili fikrim bana sorulduğunda, sorana bakıyorum. Eğer
kitabın ana mesajını anladığını düşündüğüm biriyse fikrimi açık seçik
söylüyorum. Yok eğer daha ana mesajdan habersiz olduğuna kaniysem,
81
Kalemzáde|Panzehir
bu durumda örtünme konusunun üstünde durmayı bile yersiz
buluyorum. İnsanlar diledikleri gibi örtünebilir, giyinebilirler. Hatta
uyduruk bile olsa benimsedikleri dinin gereği ne ise, benim anlayışıma
uygun olsun olmasın onu uygulamaları gerekir. İnsanlar hangi hükmü
benimsemişse ona dürüstçe, tutarlıca uymalılar.
İşte bu kapsamda Kuran hakkında kiminle ne konuşacağımız Kuran’ın
hitaplarında bellidir. O kitaptan yüz çevirenler için örtünme ayetlerinin
anlamı yoktur. Örtünme ayetleri Kuran’ı rehber edinenleri ilgilendirir
ve onları korumak içindir.
Sorular iyi niyetle de olsa kötü niyetle de olsa genellikle şöyle geliyor…
Başörtüsü hakkında ne düşünüyorsun? Sence başörtüsü var mı, yok mu?
Başı açmak günah mı değil mi? Oradaki kelime başörtüsü demek mi,
yoksa sadece örtü demek mi? Yakanın üzerine vurmak mı yoksa
yakanın üzerine salmak mı? Daha bir sürü saçma sapan soru… Nur 31
de Nur 31! Ahzab 59 da Ahzab 59! Sanki Kuran’da Nur 31 ve Ahzab
59’dan başka ayet yokmuş gibi! Bir insan Kuran’a inandığını
söylüyorsa, kitabın birkaç ayetine inciğine cinciğine kadar bakıp, diğer
altı bin küsur ayetine neden hiç bakmaz? Bu durumda sadece birkaç
ayete bakmak, kitabı rehber edinmek değil, işine geleni almak değil
midir? Ama işte gel gör ki… o ayetler, o kitaptan yüz çevirip “onu biz
anlayamayız” diyenleri değil, onu anlayabileceğini idrak ederek rehber
edinenleri ilgilendiriyor.
Şimdi gelelim o ayetlere. İki ayeti de buraya yazmayacağım. Çünkü
herkes kendine göre meallendirmiş olanı kabul etme yönünde. Ben ise
hiçbir zaman iki taraftan biri olmaya niyet etmedim. Her zaman
Allah’ın, üçüncü ve birleştirici bir yolu olup olmadığına baktım. Hiç de
pişman olmadım. Geçmişe bakın göreceksiniz… Evren sonludur
diyenler de sonsuzdur diyenler de yanıldı… Allah’ın üçüncü seçeneğini,
evreni genişleticiyim dediğini görmediler. Namaz konusunda da, abdest
konusunda da, teyemmüm konusunda da ve daha birçok konuda da hep
üçüncü ve hizipleştirmeyici bir çözüm olduğunu gördüm. İşte örtünme
konusunda da aynısını görüyorum. Bu minvalde başörtüsü ve örtünme
82
Kalemzáde|Panzehir
konusunda da sorulan sorular bence çok yanlış sorular. Şimdi ben farklı
birkaç soru sorup cevabını olabildiğince göstermek istiyorum.
1. Bahse konu iki ayette Allah örtünme ayetlerini kime söylüyor?
Cevap: Bu kitapla iman eden kadınlara.
2. Kadınların örtünmesi ile ilgili ayetlerde maksat nedir?
Cevap: İman eden kadınların kendilerini koruması.
3. Ayetlere göre kadınlar örtünerek kimlerden korunacaklar?
Cevap: Ortak koşan kalbi hastalıklı erkeklerden.
4. Peki bu malum erkeklerle ne şartlarda ve nerelerde karşılaşılır?
Cevap: Bunun cevabını herkes kendine göre versin.
Demek ki Allah, örtünme konulu bu ayetlerle Kuran’a gönül vermiş,
onu rehber edinmiş kadınları diğer insanların hedef göstermesinden,
aleyhlerine bir delil bulunmasından, farklı bilinip de rahatsız
edilmesinden, kötü erkeklerce taciz edilmesinden korumak istiyor. Ve
demek ki kadınlar her ne şekilde giyinirlerse giyinsinler bu korunma
öğüdünü yerine getirmek için bunu yapmalılar. Elbette erkekler de kendi
ölçülerinde örtünmeliler ama kadınların durumu bu hususta daha hassas
görünüyor ve bu iki ayet yazının bahsi olduğu için kadınlardan
bahsediyorum.
Peki kadınlar neyi, ne kadar, nasıl yapmalılar ki korunsunlar? İşte bu
noktada birçok yanlış uygulama mevcut. Kuran’da örtünmenin şeklini
nasıl anlarlarsa anlasınlar, çoğu kadının asıl öğüt olan “korunun öğüdü”
nden uzaklaştığını düşünüyorum. Örnekler vereyim…
Bir kadın kitapta başörtüsünü görse de görmese de, bu toplumdaki
mescidlerin çoğuna namaz kılmaya ya da Kuran okumaya gidiyorsa
orada başı açık namaz kılmak ya da okumak yerine başını örtmeyi tercih
etmeli. Bunu yapmak istemiyorsa, ya kendi gibi olanların bulunduğu bir
ortama gitmeli ya da evinde salat etmeyi tercih etmelidir. Çünkü
83
Kalemzáde|Panzehir
Allah’ın örtünme emrindeki maksadı, kadının bozguncu olması değil,
kendisini korumasıdır. Gerekli olduğunda ve gerektiği yerde örfe uygun
hareket edilmelidir. Aksi takdirde bütün gözler ona dönecek, bütün
dikkatleri toplayacak ve aleyhinde delil bulmak isteyenlerin
dedikodularına malzeme olacak ve hatta belki de taciz/rahatsız
edilecektir. Buna meyilli olanların olduğu ortamlarda bu fitne çoğu
zaman maalesef kaçınılmazdır.
Bir kadın kitapta başörtüsünü veya bir başka kıyafeti görse de görmese
de, birçok kırsal kesimde genel giyinişe çok aykırı bir tutuma
girmemelidir. Aynı biçimde bütün dikkatler ve rahatsızlık emareleri
üzerinde olacaktır. Bu durumda kadın “korun” öğüdünün dışına çıkmış
olacaktır. Bir kadın Urfa sokaklarında, Paris sokaklarında dolaştığı gibi
dolaşmamalıdır.
Ve tam tersi de bence geçerlidir. Eğer bir kadın herkesin oldukça açık
giyindiği bir ortamda normalin üstünde bir kapalı kıyafetle dolaşırsa
yine maalesef rahatsız edilecektir. Daha da içsel düşünürsek kendisi
rahatsız olmuş hissedecektir. Böyle giyinmeyi tercih eden kadınlar, ya
ortamda dikkat çekmeyecek bir kıyafetle dolaşmalı ya da oradakilere
benzer bir kıyafet giyemeyecekse o ortama hiç girmemelidirler.
Maalesef mevcut ortamların çoğunda kadın farklı kıyafette olduğunda
rahatsız ediliyor. Rahat hareket etmek isteyen bir kadın, bulunduğu
ortamda rahatsız edilmeyeceği ve/veya kendini rahatsız hissetmeyeceği
bir kıyafeti tercih etmelidir.
Oysa geçmişte birçok kadın, sırf Allah’ın emrini uygulayacağım diye
bazı kıyafetlerinde direttiği için rahatsız edildi, hakları gasp edildi ve
kendilerine zulmedildi. Halbuki Allah’ın emri bir kıyafette diretmeleri
değil, bulunduğu ortamlarda korunacak ve rahatsız edilmeyecek biçimde
giyinmeleriydi. Aynı zamanda bu genç kız ve kadınlar, Kuran’ı
anlayamayan ama onları kendi anlayışsızlıklarına rağmen dine simge
yapmak isteyenlerce adeta savaş meydanında en öne sürüldü.
Kadınlarını kızlarını başörtüsü taktırarak korumaya aldığını zanneden
zihniyet, maalesef bu davranışlarıyla kızlarını ve kadınlarını tam tersine
84
Kalemzáde|Panzehir
tehlikeye attı ve itilip kakılmalarına, yerlerde süründürülmelerine,
zulüm görmelerine neden olmuş oldu. Bunu kabul etmeleri zor olsa
da… başörtülü kadınlarımız ve kızlarımız adeta en önde koşan piyadeler
gibi dinlerini savunduklarını düşünürken aslında bilmeden Allah’ın
“kendinizi erkeklerden ve rahatsız edilmekten koruyun” öğüdüne aykırı
hareket ettiler. Zalim zalimliğini yapar. Ama Allah zulmedici değildir.
Toplumun başına gelen musibetler, toplumun kendi yapıp ettikleri
yüzünden karşılarına çıkmıştır.
Yarın tam tersi bir zihniyet zulmetmeye başlarsa, başörtüsü
mağdurlarının yerini açık başlı mağdurlar alacaktır. Örneğin… Kabil’in
arka sokaklarında bırakın başı açık dolaşmayı, başörtüsü takarak bile
dolaşsanız rahatsız edilirsiniz. Bir kadın olarak orada dikkat
çekmeyecek, çok daha kapalı bir kıyafeti tercih etmelisiniz. Korunmak
için bu elzemdir. Cesaretin alanı, aklın ve dayanışmanın alanının dışında
değildir.
Neticede Allah, şu kıyafeti giyin, bu kıyafeti giyin, şu kadar kapatın, şu
kadar açın diye bir emri direkt vermek yerine misalle öğüt verir. Tek tek
şuralarınızı örtün demez. Allah’ın “kendinizi korumak için örtünün”
öğüdü ve misal verdiği “yaka üzeri” ve “üst giysisi” gibi sembolik
işaretleri vardır. Bulunulan ortamlara ve hatta örfe göre farklı kıyafetler
tercih edilebilir. İyi düşünenler anlayacaktır ki, kitapta bedenin
örtülecek her yeri de söylenmemiştir. Allah sadece öğüt vermiş, ortam
çok kötüyse ve gerekirse evinizde oturun bile demiş, dışarıya çıkarken
üzerinize yeterli bir dış örtüsü almalısınız diye eklemiştir. Ve bunu her
Müslümanım diyene değil Kuran’a dayanan gerçek takva sahiplerini,
vahye ortak koşan kalbi hastalıklıların tehditlerine karşı korumak üzere
söylemiştir. Çünkü öğüt verilmiş bu kadınlar vahye uydukları için
rahatsız edilecek olan kadınların ta kendileridir.
Bir kadının tanınıp bilindiği ve yakın çevresinin olduğu ortamlarda her
iki yönde aşırıya kaçmadıkları sürece nasıl giyinirse giyinsinler,
etrafındakiler bu kıyafete karşı bile olsa, çok rahatsız edilmeyebilir ve
açık ya da kapalı hoş görülebilirler. Ama farklı ortamlarda o kadınlar
85
Kalemzáde|Panzehir
bilinip tanınmazlar. İşte bu yüzden kötü niyetlilerce her iki yönde de
olsa rahatsız edilebilirler. Bu yüzden mümkün mertebe bulunulan
ortama göre kıyafet tercih etmelidirler.
Aklını kullanan erkekler de kadınlar da zaten neyi ne kadar bir ölçüyle
örteceklerini çok iyi hesap edebilirler. Dikkat edin… Ben başörtüsü
vardır ya da yoktur gibi bir iddia üzere hizip oluşturmadım. Çünkü
mesele bu değil. Aslında hiç olmadı da. Ben kitapta bunu görüyorum
diyerek… illa ki özel bir örtüye bürünmek ve bunu zorlamak ne kadar
yanlışsa… ben kitapta bunu görmüyorum diyerek… açılmayı zorlamak
ve kötü niyetlilerin de bulunabileceği her ortama inatla… dikkat
çekeceği bilinen çok açık bir kıyafetle bile bile girmek… aynı derecede
yanlıştır. Kalplerimiz gerçekte ne düşündüğümüze şahittir. Ve en
doğrusunu o kalpleri de bilen Allah bilir.
86
Kalemzáde|Panzehir
Bütün Kabahat Hocanın mı?
“Allah beni affeder” Yanılgısı
Kuran’ı anladığı dilde okumaya davet etiğimizde çok karşılaştığımız
dirençlerden biri de “Allah’ın bizi, din konusunda çevremizden ve
hocalardan öğrendiğimiz kadarıyla sorumlu tutacağı” ve “eğer takip
ettiğimiz kimseler yanılıyorsa bundan dolayı Allah’ın bizi affedeceği”
yönünde. Acaba gerçekler böyle mi? Acaba gerçekten umulduğu gibi
insanların çoğunu Allah affedip cennete gönderecek mi? Hatta bazı
tasavvufi görüşlere göre herkesin eninde sonunda kurtulacağı gibi bir
durum var mı? Allah kimi affedeceğini kimi affetmeyeceğini, hangi
günahları affedebileceğini hangi günahı affetmeyeceğini kitabında açık
açık belirtmişken, Allah’ın affıyla kandıran şeytana uymaktan ne zaman
vazgeçeceğiz!!! Benim niyetim iyiydi demek yetecek mi? Herkes böyle
diyor ama acaba yanlış yolda olabilir miyiz, diye kendimize sormamız
87
Kalemzáde|Panzehir
gerekmez mi? Emin olun ki, aklımızı kullanmaktan ve sorgulamaktan
korkarak görmezden geldiğimiz her soru, aşınan iman ipimizin kopan
bir telidir.
Allah elbette en affedici olandır. Ve en adaletli olandır. Elbette bilgimiz,
bilgimize etki eden tüm faktörler ve tüm niteliklerimizi göz önüne
alarak, müthiş bir matematikle bize muamele edecektir. Kendi yaşadığı
dönem ve şartlarda babaanneniz iyi niyetiyle ve yaptıkları ve
yapmadıklarıyla belki de cenneti kazanmış olabilir… ancak iletişimin ve
bilgiye ulaşmanın çağ atladığı ve 2016 yılına girdiğimiz şu günlerde siz
babaannenizin yaptığının yedi katını yapsanız kazanabilir misiniz
acaba!!!
Allah’ın affını bekleyenler, buna rağmen hala “Yetiş ya Muhammed,
kurtar bizi İsa, yetiş ya Ali, kuşat bizi Petrus’un gölgesi, yetiş ya gavs-ı
azam, geyiklerinle gel Aziz Nikola” diye dua ediyorlarsa, birbirlerinden
hiç farkları var mı? Onların hangi çeşit bir ihanet içinde olduğunu da
Allah en iyi şekilde biliyor. Allah bize “sadece bana kul olun” dedikten
sonra elçilerini ve diğer kullarını da kendinize ilah edinin der mi? Allah,
tüm kötülüklerin kaynağında bulunan “tevbe edilmemiş şirki” affeder
mi? Hıristiyanları eleştirip onlar gibi olmak istemeyenler, onların
düştükleri hatalara aynen düşüyor, kendi peygamberlerini, kendi
alimlerini Allah’a ortak koşuyorlar. Bu, sadece bu coğrafyanın değil,
tüm yeryüzündeki insanların en büyük yanılgısıdır.
İncil-Yeni Ant.-Elç 5:15 Bütün bunların sonucu, yoldan geçen Petrus’un
hiç değilse gölgesi bazılarının üzerine düşsün diye halk, hasta olanları
caddelere çıkartıp şilteler ve döşekler üzerine yatırır oldu.
“Allah’a dua eden yardım bulmadı da, falancadan yardım isteyen buldu”
diye kalpleri zehirleyen hurafe dinini aklı başında bir Müslüman nasıl
kabul edebilir? Eğer bunu kabul ediyorsanız, VARSAYALIM Allah
böyle bir duanıza mukabele etti ve kimden af ve yardım dilemişseniz,
kendisi affetmek yerine yöneldiğiniz kişinin sizi affetmesi için onlara
gönderdi!!! Eğer iddia edilen gibi onlar da size şefaat edecekse
88
Kalemzáde|Panzehir
kurtulacaksınızdır! Ama eğer kitapta belirtildiği gibi “şefaatin tümü
Allah’ın” ise ve “sadece Sen’den yardım dileriz” ayetlerinden sonra,
onlar böyle bir yetkilerinin olmadığını söyleyerek sizi reddederlerse ne
yapacaksınız? Ya da şöyle düşünün… Allah sizi affetmesi için o kişiye
gönderdi ve umduğunuzun aksine o insan sizi affetmedi! Ama affı,
şefaati Allah’tan bekleseydiniz belki de Allah sizi affedecekti! Vaka
böyle değil… Varsaydık tabi ki… Allah akıl vermiş düşünene. Kimse
Allah’tan daha merhametli olabilir mi? Allah affetmedikten sonra kim
olabilir ki daha merhametli ki, sizi affetsin?
Yoksa kıyamet günü bu hatanızı gördükten sonra yeniden Allah’a
yönelip O’ndan mı yardım dileyeceksiniz? Bize böyle söylendi mi
diyeceksiniz? Eğer öyleyse dünyada iken Allah’a yönelmenin ve doğru
yolu aramanın ne anlamı kalır? Eğer öyle olursa kıyam günü herkes
doğruyu göreceği için affedilmesi gerekmez mi!!! Ki kitapta iş işten
geçtikten sonra O’na yönelsek de reddedileceğimiz açıkça
anlatılmışken…
Bir kere… şu “hoca bilir” takıntımızın ortadan kalkması lazım.
İçlerindeki ilim sahiplerini tenzih ediyorum ve beni affetsinler, ama bu
topraklardaki hocaların, imamların çoğunun maalesef Kurani bilgi
olarak çok yetersiz ve hatta yanlışa yönlendirici olduğunu kabul
edin artık. Camide namaz kıldıran ya da vaaz eden herhangi bir hocanın,
bu toplumdaki çoğunluğun herhangi birinden “ilmi derinlik” olarak
herhangi bir farkı yok. İlmi derinliği var gibi görülen
dışarıdaki cemaatlerden bazı popüler adamlarınsa çoğu iyi niyetinizi
kullanan şeytanlardan farklı değiller. Belki bazı şeyleri biliyorlar ama en
önemli şeyi, şirki bilmiyorlar ya da işlerine gelmiyor. Kendinize gelin.
Siz de Allah’ın özenle yarattığı değerli bir insansınız. Onlar biliyor da
siz onlardan öğrenmek zorunda değilsiniz. Eğer hoca yanlışsa, Allah
sizi bundan sorumlu tutmayacak mı sanıyorsunuz? O gün geldiğinde
yanlıştaysanız, bütün suçu hocalara mı atacaksınız? Allah manen size
“Ben seni akılsız mı yarattım? Eksik mi yarattım?” diye sormaz mı?
89
Kalemzáde|Panzehir
Bana inanmak, benden ya da benim gibi düşünenlerden de öğrenmek
zorunda değilsiniz. Allah elçilerinin bile hiçbiri hoca değildi. Sadece
Allah’ın tekliğini savunan apaçık uyarıcılar idiler. Sadece uyardılar ve
kendilerine değil, aldıkları vahye yönlendirdiler. Herkesin yapması
gereken de cübbe ve sarık sahiplerine değil sadece vahye yönelmek.
Gerisini öğreten Allah’tan başkası değildir. ALLAH’LA YALNIZ
KALMAK ZORUNDASINIZ. Allah’a ve vahyine yönelmedikçe
öğrenemezsiniz. Üstelik öğrenmek de yetmez. Öğrendiklerimizi
uygulamaya koymadıktan sonra yine boşuz. Öte tarafta yazılı imtihan
yok.
90
Kalemzáde|Panzehir
Kuran’ınız Var, Ya Furkan’ınız!
Furkan’dan İzdüşümleri
91
Kalemzáde|Panzehir
Yukarıdaki resimde gördüğünüz raf, çarşıda bir kitapçıyı gezerken
dikkatimi çekti ve orada fotoğrafladım. Kırmızı kitaba dikkat etmenizi
istiyorum! Üst tarafına Arapça “El-lü’üü vel-Mercan” ismi kancalanmış
ve üzerinde “Buhari ve Müslim İttifak Ettiği Hadisler” yazan kitabın bu
görüntüsü bize ne söylüyor sizce?
Yazıyı kısaltmak isterseniz italik bölümü geçebilirsiniz. Bu yazıyı
yayınlamadan önce internette resmi aynı soruyu sorarak paylaştım.
Hemen hemen tahmin ettiğime yakın cevaplar aldım. Hemen hepsi
bence de doğru yaklaşımlar. Önce onları görelim, daha sonra kendi
yazımı ardına ekleyeceğim. Arkadaşlar ironik ifadelerle ya da mana
itibarıyla şunları söylediler…
“İnci mercan diyor hadislere… Kuran’da olan benzetmeleri
kullanmışlar. Buhari ve Müslim birer derya diyor. Levhalar olmadan
dalmayın boğulursunuz diyor. İki denizin kavuştuğu yere işaret ediyor.
İkisinden de inci ve mercan çıkar. Ama aralarında bir engel vardır
karışmazlar diyor.”
“Kısacası hadislere güvenmeyin deniyor.”
“İttifak etmediği de hadisler var diyor. Birbirleriyle çelişir bunlar
sürekli fakat bazen denk geliyor diyor.”
“Buhari ve Müslim’in ittifak etmediği hadisler de olduğunu; Biri kabul
ettiği halde ötekinin kabul etmediği hadisler de olduğunu”
“Hadislerde ihtilaf var demenin diğer bir yolu.”
“Pazarlığa konu olmuş “laf” satışı var diyor.”
“Bütün güzel sözler Allâh à yükselir ama din Allâh tan gelendir”
“Kuran yok, sadece bu kitaplar var”
“İttifak ettikleri hadisler de var, ama ayrı düştükleri hadisleri ne
okumaya ömrünüz yeter, ne de bunları okurken Kur’an’a sıra gelir. Yol
yakınken aklınızı kullanın bence diye kırmızı ışık gibi uyarıyor.”
92
Kalemzáde|Panzehir
“Kuran dışında uydurulan dini hükümler insanlar tarafından
oluşturulduğu için Kuran dışında din arayanların parça parça
olacaklarını söylüyor. İnsanlara güya yol gösteren âlim kabul
edilmişlerin bile birbirleriyle çok az konuda uyuşabileceği bir din!
Nitekim günümüzde Müslümanlar parça parça olmuşlardır.”
“Bana o kitap İznik konsülünü hatırlattı?”
“Adam Allah’a iftira atma durumunu sağlamlaştırmak için şıracıyı
bozacıyla desteklemiş. Dini, uydurmalara has kılmak ve düzenlerinin
bozulmaması için uğraşmış çünkü inanmış. Biz de bu adam ne yapmak
istiyor diye düşünüyoruz ama adam harekete geçeli uzun zaman olmuş.”
“İtiraf ediyor o kitapta yazılanların Buhari ve Müslim’in zanları
olduğunu hadisçilerin dininin Buhari ve Müslim’in insafına kaldığını
itiraf ediyor. Ayrıca ittifak ettikleri olduğuna göre ihtilaf etmedikleri de
vardır. Hani ikisi de sahihti. Buhari’ye göre Müslim’in 400 küsur ravisi
güvenilmez. Müslim’e göre de Buhari’nin 500 küsur ravisi
güvenilmezmiş. Ortada bi kendi bacağına sıkma bi kendi kalesine gol
atma var.”
Arkadaşların söyledikleri bence de doğru… Ancak benim beklediğim
cevap daha zor bir soruya cevap olandı. Bu çıkarımlarla Allah’a ve
Kuran’a baştan inandığını söyleyen birini ikna edebiliriz ama ya
etmeyeni! Şimdi yazıya ve ilave olarak benim düşündüklerime dönelim.
Bu resme baktığımızda açık seçik olarak hadislerin ne kadar elenirse
elensinler peygamberimizin lafzı olduğuna emin olamayacağımızı
görüyoruz. Eğer birileri için hadisler elzemse ve asla reddedilmemesi
gerekiyorsa, daha en başta onları yazanların birbirlerinin topladığı
hadislerin bir kısmını kabul ederken bir kısmını reddettiklerini
göstermemiz gerekir. Yani eğer hadis inkârcısı birileri aranıyorsa, bu
resme göre en baştaki hadis inkârcıları Buhari ve Müslim’in kendileri
değil midir? Onlar bile birbirlerinin sahih dedikleri hadislerin bir
kısmını reddediyorlarsa, biz nasıl olur da her birinin sahih dediklerinin
hepsini gerçek diye kabul etmeye zorlanabiliriz! Zaten hadisleri
93
Kalemzáde|Panzehir
reddetmek diye bir tartışmaya gerek bile yoktur. Hadisler oradadır ve
istense de istenmese de varlar. İster yanlış olsunlar ister doğru,
zaten dini hüküm olarak görülemezler. Tarihsel döküman arayanlar
farklı araştırmalar için karıştırabilirler.
Bu resme bakıp gerçek dinin gerçek kaynağının Allah’ın vahyi olan,
elimizdeki Kuran olduğunu… hadislerin ise adı üstünde doğrulukları
tartışılır rivayetler olduğunu… ve dinin kaynağı olamayacağını açık
seçik görüyor oluşumuzu… hepimiz, hele de Kuran’ı anlayarak
okumuşsak rahatça görebiliriz. Resme baktığımızda ayetlerdeki (inci,
mercan, iki deniz gibi) simgesel ifadelerin bile rivayetleri doğrulamak
adına onlara atfedildiğini rahatça anlıyoruz.
Peki iş bu kadarla bitiyor mu? Tüm bunlara rağmen acaba elimizdeki
kitabın ne kadar doğru olup olmadığını nasıl ortaya koyabiliriz? Şimdi
resme tekrar bakın. Oradaki kırmızı kitabın üstünde yazan “Buhari ve
Müslim’in İttifak ettiği hadisler” ibaresini değil de “Kuran ve Tevrat’ın
ittifak ettiği ayetler” ifadesini görseydik ne cevap verecektik? Eğer
böyle yazsaydı Buhari ve Müslim için kullandığımız kınayıcı söylemleri
aynı rahatlıkla Musa, diğer peygamberler ve Kuran peygamberi için de
kullanacak mıydık!!!
Eğer Buhari ve Müslim’i bu kadar kolay çöpe atabiliyorsak bunun
nedeni Kuran’ı okumuş olmamızdır. Ama Kuran’ı da, İncil’i de,
içindeki Zebur’la birlikte Tevrat’ı da okumamış birisi olsaydık…
Dayanacak bir yerimiz olmasaydı… Ve biri bize üzerinde “Kuran ile
Tevrat’ın ittifak ettiği ayetler” diye bir kitap gösterseydi ve bizi
inandığımız kitap yüzünden kınasaydı ne cevap verecektik!!!
Doğrusunu söylemek gerekirse; bu rafa ilk baktığımda ilk aklıma gelen,
bu kırmızı kitabın içinde ne yazarsa yazsın “Sizin ilahınız tek bir ilahtır”
(2:163) ayeti olmalıydı. Oysa ben de çoğumuz gibi önce kitaptaki ismin
yaşananla olan tutarsızlığını gördüm. Üzerine bunlara inanan insanları
kınamak geldi. Oysa kendi tutarsızlığım var mı diye bakmayı erteledim.
Allah’a ya da Kuran’a zaten inanmayan birisine Kuran’ı göstererek
94
Kalemzáde|Panzehir
cevap veremezsiniz. Ama ondan ilham alabilirsiniz. Elbette Kuran’a
inanmak için birçok sebebim var ve yazılarım bunlarla dolu ama bu
inancımı dışarı ifade edebilmek için bazen dinle hiç ilgisi olmayan, hatta
Allah’la alakasını kesmiş birisine verilecek cevapları olan soruları
görmemiz gerek. Bunun tek kelimelik cevabı da ilk aklımıza geldiği gibi
“Kuran” değil. “Furkan”
Peki Furkan nedir? Verilen ilk cevap Kuran’ın diğer adıdır! Sonra
yetmezse tüm kitapların ortak adıdır! O da yetmezse Kuran’ın doğruyu
yanlışı ayırt edicilik sıfatıdır! Dikkat edin hep atıf var
açıklamalarımızda. Onun adı, bunun adı. Belki doğru ama bir taraftarlık
var. Furkan’ın kendisi nedir peki? İnsanların çoğu Kuran’a inanır gibi
Buhari’ye, Müslim’e inanır gibi Kuran’a, İncil’e inanır gibi EbuDavud’a, Tırmizi’ye inanır gibi Tevrat’a inanıyorlar… ya da tam tersi
inanmıyorlar… ya da bir kısmına inanıp bir kısmına inanmıyorlar. Ama
hiçbirini okumadan, düşünmeden! Sonra taraf oluyorlar. Hadis diye…
İncil diye… Kitabı mukaddes diye… Hatta Kuran diye…
Can alıcı soru ise şu… Peki, o Kuran’ın doğruluğunu biz nasıl anladık?
O İncil’de ve Tevrat’ta geçenlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış
olduğunu nasıl anladık? Hatta Buhari’nin Müslim’in sahih dedikleri
hadislerin din olmasa bile, peygamberin sözleri olup olmadığını nasıl
anladık? Elimizde ne vardı da okuduğumuz kitabın Allah’tan olup
olmadığını ve ayetlerinin gerçekleri yansıtır olup olmadığını idrak ettik?
Önümüze bugün başka bir kitap konulsa ve Allah’tandır, öncekinde
yalanlar vardı, son kitap değildi dense… o yeni kitabı okumaya cesaret
edemeyecek miyiz? Bu durumda Kuran taraftarı olmaktan başka ne
yapmış olabiliriz? İşte bunların cevabı da yine Furkan. Önce Furkan
vardı. Önce Furkan’ı fark ettik biz. Elbette Kuran dosdoğru bir kitap.
Ama eğer Furkan olmasaydı okuduğumuz Kuran’ın dosdoğru olduğunu
anlamamız mümkün değildi. Nasıl mı?
Önce merak ettik. Önce sorguladık. Önce “hangisi doğru” dedik. Önce
“Allah’ım bana doğru yolu göster” dedik. Beni doğruların yoluna ilet,
yanlışların yolundan uzaklaştır diye kalpten dua ettik. Sonra işe
95
Kalemzáde|Panzehir
koyulup, samimi olarak Kuran’ı okumaya başladık ve gerçeği fark ettik.
Eğer öncesinde “Allah şöyle demiş ya da dememiş olabilir mi?” diye
sormasaydık Kuran’dan cevapları alamayacaktık. Eğer öncesinde,
doğruyu yanlışı ayırt edebilme yeteneğimize kavuşmasaydık Kuran’ı
okusak da anlayamayacaktık.
Önce istedik… önce bir şeyler oldu bize… sarsıldık… Bir çeşit taş
düştü başımıza… Daha fazla önemser olduk… Önce dua ettik… Gerek
dilimizle gerek halimizle… Ve sonra o duayı dava edindik… Gerek
dilimizle gerekse halimizle… Bir de baktık ki, yanlışlar hızlı biçimde
birer birer dökülüyor, doğrular birer birer yükseliyorlar… Ok yaydan
çıkmıştı. İster istemez okuduk kitabı… Ve gördük ki mikroskop altında
görünmez ruhsal genlerimizde doğru diye ne varsa, Kuran da bize onları
birer birer hatırlatıyor. Ve görünmez bir el, hayatta bize onları birer
birer bir benzeriyle yaşatıyor. Kendi hayatımızda bir benzeriyle Nuh
oluyoruz, Musa oluyoruz, Muhammed oluyoruz, Meryem oluyoruz.
Etrafımıza bir bakıyoruz… Bir benzeriyle Hamanlar görüyoruz,
Samiriler görüyoruz, Nemrutlar ve Ebu Cehiller görüyoruz… Eğer
Furkan olmasaydı, Kuran’da bunları göremezdik.
(2:53) “Hidayete erersiniz diye Musa’ya Kitap’ı ve Furkan’ı
verdik.” ayeti anlam buluyor. Anlıyoruz ki Furkan’sız Tevrat Musa’ya
bile verilmemiş.
(2:185) de daha iyi bir anlam buluyor. “…insanlar için hidayet olan ve
delillerle indirilen Kur’an ve Furkan…” deniyor. Furkan’sız bir Kuran
indirilmiyor. İndirilen kitabın hak olduğunu peygamberin anlaması için
bile Furkan’a ihtiyaç var.
(3:3) “O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak
indirdi. O, Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti.” dendikten sonra (3:4)
“…bundan önce Furkan’ı da indirdi.” diye ekleniyor.
(8:41) “…Furkan günü ve iki ordunun karşılaştığı gün kuluna indirdiği
zikir…” hatırlatıyor ve ona güvenilmesi gerektiği söyleniyor.
96
Kalemzáde|Panzehir
Tevrat
Musa’ya
verilmişken, (21:48)’de
sadece
Musa’ya
değil “Musa’ya ve Harun’a Furkan’ı verdik…” deniyor ve
ardından (21:51)’de “…İbrahim’in rüştünün verilmesi…” ifade edilerek
doğruyu yanlışı ayırt etme yolunda rüşt sahibi olmak gerektiği
açıklanmış oluyor. Ardında gelen ayetlerde İbrahim kavmine
haykırmaya başlıyor.
Peki bu Furkan dediğimiz “doğruyu yanlışı ayırdeden” şey sadece
peygamberlere mi has bir şey? El-Furkan olmasa da bir furkan bize de
verir mi Allah? O’na yönelenlere, soranlara… Cevap Enfal 29’da…
(8:29) Ey iman edenler, Allah’a dayanır, takva sahibi olursanız, sizi bir
FURKAN sahibi kılar, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük
fazl sahibidir.
Ve Furkan suresi…
25:1 Âlemlere uyarıcı olması için, KULUNA Furkan’ı indiren ne
yücedir.
Furkan sahibi olmuş bir inanan Kuran’ı okuduğunda her şeyin sahibinin
kim olduğunu görür. Kula kul olmayı bırakır. Kendisine ne fayda ne
zarar verebilecek O’ndan başka kimse olmadığını görür. Din adına,
hayat adına, ahiret adına artık kimseyi bilerek ya da bilmeyerek rab
edinmez. O kitaba lafzen inandığını söyleyenlere o kitabı hatırlattığında
bile tepki görmeye başlar. Söyledikleri gerçekleri hep başkasından
öğreniyor zannedilir. “Allah’ın dediği budur” dediğinde “sen
anlamazsın” denilir. Peygambere inandığını söyleyenler, peygamberin
Kuran’da söylediği cümleleri görmezden gelirken Furkan sahibi ise
didinir durur.
(25:30) Ve elçi dedi ki: Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı
terkedilmiş olarak bıraktı.
Furkan sahibi, inanmayanların ileri sürdüğü her iddiaya karşı
Kuran’daki cevabı bulur da, onlar yine de gözlerine girmekte olan
gerçeğe yüz çevirirler.
97
Kalemzáde|Panzehir
(25:33) Onların sana getirdikleri hiç bir örnek yoktur ki, biz (ona karşı)
sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım.
“Bu kadar alim yanılıyor da sen mi doğru yolu buldun” denilir. Aynen
peygamberlere müşriklerin söylediği gibi… Doğruyu yanlıştan ayırt
etmeye başlayana, karşı olarak söylenenler kitaptaki sözlerin bir benzeri,
neredeyse aynısıdır. “Yoldan çıkmışsın” derler “alimleri bile kabul
etmiyorsun” derler “sen böyle dedin diye atalarımızı mı reddedelim”
derler “Buhari’yi de Müslim’i de kabul etmiyorsun, sünneti
reddediyorsun, peygamberi yok sayıyorsun” derler “SAPIK” derler
“SAPMIŞSIN” derler.
(25:41,42) Seni gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu
edinmektedirler: “Allah’ın, elçi olarak gönderdiği bu mu? Eğer onlara
karşı durmasaydık, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.” Azabı
görecekleri zaman, KİM yol bakımından DAHA SAPIKMIŞ
ÖĞRENECEKLER.
Eğer Kuran bir su ise, yağmur ise, furkan onun müjdeci rüzgârı gibidir.
Furkan (doğruyu yanlıştan ayıran anlayış) Kuran’ı okutan gözlüktür.
25:48 Ve rahmetinin önünde rüzgarları müjdeciler olarak gönderen
O’dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik.
Peki bu Furkan neden herkeste yok? Ya da varsa neden ortaya
çıkmıyor?
25:77 De ki: “Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat
siz gerçekten yalanladınız ve bu yüzden sonucu da kaçınılmaz
olacaktır.”
Duası olanın davası olur. Gerçek davası olmayanınsa hayatta
yeryüzündekilerden başka gayesi yoktur. Neyi var, neyi yoksa kendisi
istediğindendir. Tüm bu ayetlerden sonra görüyoruz ki, doğruyu,
gerçeği öğrenmek için bir çaba sarf etmeyene Allah da o doğruyu
göstermek için furkan indirmiyor ya da aktive etmiyor. Cahil kalmak
isteyeni cahil bırakıyor. Gerçeğe inanmaktan yana olmayan toplumları
98
Kalemzáde|Panzehir
da böyle istedikleri için sefalet içinde yüzdürüyor. Allah zulmetmiyor.
Sadece isteyene istediğini veriyor.
Eğer Buhari’ye Müslim’e dini doğrulardır diye inanırsak Buharici ve
Müslimci oluruz. Aynı şekilde İncil’e furkansız bakarsak İsevi, Tevrat’a
furkansız bakarsak Musevi oluruz. Yani gerçek ilaha yaslanamamış
taraftarlar oluruz. Aynı biçimde Kuran’ı furkansız savunursak da
Muhammedi oluruz. Ama furkanımız varsa, nereye bakarsak bakalım
Rabbani olma peşinde oluruz. Allah kendisine taraftar aramıyor. Aklını
kullanan, doğruları yanlışlardan ayırt etme yetisini kullanan, tek ilahın
ne olduğunu anlayabilmiş ve dolayısıyla doğru işleri benimsemiş barışçı
kullar istiyor. Bunu yapanlar da Kuran’ı anlamaya başlıyor ve kendini
düzeltiyor. İş aslında bu kadar kolaylaştırılmış durumda. Ama furkanı
isteyene… Eğer bir insanda (kendi şartlarında) anlama ve doğruyu
yanlışı ayırt edebilme yeteneği olmasaydı vahyi anlamamak için
mazereti olurdu. Ama emin olalım ki böyle bir mazeret yok.
İşte bu yüzden, inanmak istemeyene ne anlatsak boş duvar gibi
sekecektir. Kuran’ın doğruluğunu anlatmak için karşı tarafta furkandan
bir eser olmalıdır. Eğer furkan aktifse sadece Kuran’a bakarak değil,
raftaki aldatmacaya ya da gökteki yıldıza bakarak bile doğruyu yanlıştan
ayırt edebilir insan. Kuran’sa furkan gözlüğüyle bakılabilen büyük bir
haber, son hatırlatıcı ve son öğüttür. Gerçekler manasal anlamda,
genlerimize gömülü bilincimizde zaten vardır. Öğreten Allah’tır. Üstüne
mühür vurulmasını isteyense insanın kendisinden başkası değildir.
99
Kalemzáde|Panzehir
Son Öpüş Son Dokunuş Son Bakış
Zalime destek verdiğimiz sürece biz de zalimiz…
Bu yazıyı yazmama (Allah razı olsun) Rıdvan Özkaplan isimli
kardeşimin verdiği bilgiler ve salih insanlara yakışır güzel uygulamaları
vesile oldu. Sizlere ne kadarını yansıtabilirim bilmiyorum ama tüylerimi
diken diken eden şeyler anlattı. Sonra benim hatırıma gelen vakaları da
eklemeye çalıştım. Neticede bu yazım, bazı hayvanların hüznünü
paylaşmak ve kanımca bizimle beraber düşünüp, bizimle beraber öğüt
almak isteyenler için çok önemli, hatta en önemli yazılardan biri oldu.
Allah bizi affetsin. Zalime destek verdiğimiz müddetçe biz de zalimiz.
Kendi gırtlağımız ve rahatımız için zulme göz yumdukça biz de
zulmediyoruz.
100
Kalemzáde|Panzehir
İlki benden… Tarihin birinde bir kurban bayramı… Hava sıcak mı
sıcak… bir kesim alanındayız… Danalar diziler halinde 15 santimlik
urganlarla yemlik tahtalarına bağlanmışlar. Oturmak isteseler
oturamıyor, sağa sola dönüşmek isteseler dönüşemiyor, zoraki ayakta
eziyet çekiyor, sıralarını bekliyorlar… Kimisi ise boynu yukarı asılı
kalmış vaziyette çökebileceği kadar çöküp yarıya yemliğin tahtasına
dayanmış… Kıçını devirebildiği yerse cıvık bir tezek ve büyükbaş
hayvan idrarına bulanmış… Ve en kötüsü ki başımı döndüren…
Gözlerinin önünde kesilen kesilene… bağıran bağırana… çırpınan
çırpınana… Yerde boynuna bıçak vurulan hayvanın güya gözü
bağlanıyor da… Kafalarını bile çeviremeden bu kesimleri izleyen, onu
seyreden sırada bekleyen hayvanlar… onların gözüyle bakabilseydik ne
hüzün kü ne hüzün…
Sırasını bekleyenlerden biri sonunda dayanamıyor… böğüre böğüre
yıkıyor ortalığı… Belli ki ya kan kokusundan bunalmış ya da az önce
yanında koklaştığı arkadaşının boynundan kanlar fışkırdığı için
ağlıyor… ama kimsenin umrunda değil… Kimi beşer kaç paraya
anlaştığının derdinde, kimisi etleri koyacağı poşeti kapmanın… kimi
bölüşülen kemiklerin eşit paylaştırılıp paylaştırılmadığını fırlak gözlerle
izliyor, kimisi kelleyi ve paçalıkları bir torbaya atıyor… Sırasını
bekleyen hayvansa orada bağıra bağıra ağlıyor… da hangi beşer
hayvanının umrunda!!!
Marketlerde gezmedeyiz… Paketlenmiş leziz etlerimiz, gıdalarımız!
Hijyenik mi hijyenik tüyü yolunmuş tavuklarımız! Sırt etimiz, göğüs
etimiz, budumuz… kolilerce yumurtamız, pastörize sütümüz!
Kaymağımız… Oraya nasıl geliyorlar, biliyor muyuz? Bu vahşi beşer
hayvanlarının, bu acımasız tüccarlık anlayışının, bu bitmez tükenmez
para kazanma hırsının önümüze koyduğu temiz(!) gıdalar o
hipermarketlere, avm’lere, nasıl bir biçimde seri üretiliyor da geliyor?
Bir modern hastanedeyiz… Düşünün ki bir annesiniz. Az önce
gözbebeğinizden daha değerli bir bebeğiniz oldu. Kucağınıza verdiler.
Baktınız. Sevindiniz. Sevmeye başladınız. Çektiğiniz tüm acılarınız,
101
Kalemzáde|Panzehir
annelik şefkatinizle, bu sevinçle ve mutlulukla uçtu gitti. Ama derken
kapıdan bir beşer hayvanı hışımla girdi. Kucağınızdan yavrunuzu çekip
aldı. Bir daha göremeyeceksiniz yavrunuzu. İlk öpüşünüz son öpüşünüz
oldu. Size bir tekme atıp, alıp gittiler bebeğinizi umursamadan. Erkekse
ya az ötede canı alındı ya da damızlık olarak ayrıldı. Kızsa, o da sizin
kaderinizin bir benzerini yaşayacak bir gün. Onu da yavrusundan
ayıracaklar sizin gibi. Doğan her çocuk ya ölecek ya da öksüz ve yetim
büyüyecek. Haftalarca, belki de aylarca ağlayacaksınız. Anası olarak siz
bir yerde, yavrunuz başka yerde. Ayrılık acısı çekeceksiniz.
Göğsünüzde biriken süt, ağrınız olacak ama acınız daha fena. Çaresiz
kalacaksınız. Sonra birileri gelip çocuğunuzun rızkı olan o sütü dibine
kadar sağacak göğüslerinizden ve çarşıya götürüp litre litre satacak bu
daha değerli diye!
İşte bu kâbus, maalesef kâbus değil. Gerçeğin ta kendisi. Modern(!)
mandıralardayız…
Doğan birçok buzağı seri üretim şeytanının tezgâhlarında aynı ölümleri,
aynı ayrılık acılarını, aynı yetimliği ve aynı hüznü paylaşıyor. Büyük
marketlerden alıp yediğimiz, içtiğimiz hayvansal gıdaların birçoğunu…
102
Kalemzáde|Panzehir
büyük hazır yemek, fast food zincirlerinde… hamburgerlerin arasına
konulan etlerin, milk shakelerin… hangi hayvanların hangi
hüzünlerinden ve ağlamalarından sonra dişimizin arasına takıldığını…
boğazımızdan aşağıya akıp gittiğini… iyi düşünelim! Yedik, içtik! Tıka
basa, doyup da doymayana kadar! “İyi yedik” dedik ve
“elhamdülillah”la sildik yağlı dudaklarımızı. “Gözün görmediğine gönül
katlanır” dedik. Duysak da, bilsek de… bilmezden, duymazdan geldik.
Kazlar diri diri yolunup bize yastık olmuş umrumuzda mı? Hayvanlar
fıtratlarına uygun olmayan yemlerle beslenmiş, kısa sürede yaradılışı
gereği taşıyabileceği kilonun kat kat üzerine çıkarılıp önümüze
getirilmiş umrumuzda mı? Alt tarafı tavuk… kısa ömründe iki ayağı
üzerinde hiç duramamış ve yedi santimlik bir alana düşmüş de sesi bile
çıkamamış, hayatında hiç gıdaklayamamış, bir kez olsun ötememiş,
güneş görememiş, kanat çırpmayı bile bilememiş, haldır huldur
soyulmuş, canı çıkmış çıkmamış da suya basılmış, otomatik
makinelerde kırt kırt kesilmiş umrumuzda mı? Ne de olsa makinenin
düğmesine basan “bismillah” demiş olmalıdır!!!
Hayvan, yaşamı boyunca hormon, antibiyotik ve aşılara maruz
bırakılmış… İhtiyacı olan hareket alanı ve gün ışığı sağlanmamış…
Yaradılışına uygun olmayan biçimde aşırı sağım yapılmış… Doğum
yapan hayvanın yavrusunu emzirmesine ve bakımını sağlamasına
müsaade edilmemiş… yavrusu anne sütü yerine biberonla beslenmiş…
anne ve yavru bu ayrılıktan ötürü haftalarca ve belki de aylarca acı
çekmiş… Yahu Allah bizi affetsin, ilk ve son dokunuşundan başka anası
yavrusuna, yavrusu anasına dokunamamış bir daha umrumuzda mı tıka
basa doyarken!!! Yetim büyüyen yavrunun, dişi ise annesiyle aynı
kaderi yaşaması, erkek ise kesim için bahsi geçen beslenme ve hormon
sürecini yaşaması kaçınılmazmış umrumuzda mı!!! Kilosu kaçadır,
bizim için önemli olan! Çünkü biz beşeriz ya… Çok üstünüz çok!!!
“Yeryüzünde yürüyen bütün hayvanlar ve kanatlarıyla uçan bütün kuşlar
da bizim gibi birer ümmettir” kitapta kalmış… Avlanma dönemleri ve
av yasağından kitap neden bahseder, düşünmeyiz…. Bakara, Enam,
103
Kalemzáde|Panzehir
Nahl, Neml, Ankebut, Fil… Sığır, çiftlik hayvanı, bal arısı, karınca,
örümcek, fil… Kitapta sure adları bile bir şekilde hayvanlara
atfedilmiş… ama anlamak insan olabilene… en uzun sure ineğe
affedilmiş de biz o ineği alıp yavrusu doğduktan 24 saat geçmeden,
öpüşüp koklaşmadan ayırmışız!… Hayvan biziz biz! Allah bizi affetsin.
Ömrü boyunca otlak göremeyen hayvanlar… Suni sanayi besinleriyle
beslenip şişirilen hayvanlar… Gezip dolaşamayan, yirmi santimlik ipin
dibinde ömür tüketen canlar… Allah “Yiyin ve HAYVANLARINIZI
OTLATIN. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler
vardır.” demişse ne olmuş ha!!! Anladık ya ayetin kelimelerini,
düşünüp, hayatı anlamlandırmaya gerek yok artık!!! Cennet bizi
bekliyor… Koşun!!!
Allah’ın yarattığı hayvanlara sahip olan, beşer hayvanıyız… Boyun
eğdirilmiş nice hayvanın sütünü içen, etini ziyafetlerde yiyen beşer
hayvanıyız… Tüm bunlara rağmen ağzımızın yağlarını silerken
“elhamdülillah, iyi yedik” demenin şükür olduğunu zanneden beşer
hayvanıyız… Onlar boyun eğmiş ve sıralanmış halde dururken
üzerlerine Allah’ın adını anmanın besmele çekmekten ibaret olduğunu
zanneden, yediğine şükretmenin ne olduğunu bilmeyen, bilse de
umursamayan beşer soyu hayvanlarız…
Allah, iman edenleri savunur elbet ama şu da kuşkusuz ki… Allah hiçbir
haini, hiçbir nankörü sevmez. Hayvanlardan yükümüzü ve bizi
taşıyan… yününden, tüyünden döşek, yorgan yaptığımız… Etinden
yumurtasına, sütünden etine, balından kaymağına kadar kahvaltı
sofralarımızı ve yemek masalarımızı zenginleştirdiğimiz türlü gıdaları
edindiğimiz… saygın bakışlarla ve nezaketle sol elimize çatalı sağ
elimize bıçağı alıp, bu halimizle çok menem bir birşeymişiz gibi
davrandığımız… İkiyüzlü beşer hayvanlarıyız.
Tüm hayvanları yaratıp bize boyun eğdiren Allah bize diyor ki “Allah’ın
size rızık olarak verdiklerinden yiyin…” ve ama ekliyor “…şeytanın
adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” Ama
104
Kalemzáde|Panzehir
biz aklını kullanmaya üşenen bir beşer hayvanıyız… Allah bizi affetsin.
Vahşi sistem her yere el atmış. Bize yanlışları doğru gösteriyor. Hatta
zulmü, ticaret diye, meslek diye bize yaptırıyor.
Onaylar ya da onaylamazsınız…ama bu benim teklifimdir… Benim
hatırıma gelmeyenleri siz de ekleyebilirsiniz.
Her yer aldatıcı reklamlarla dolu. Ürünlerin üzerleri dahil. Kanmayalım.
Marketlere elimizde liste olmadan gitmeyelim. Bu listede mümkün
mertebe hayvansal gıda olmasın. Listenin dışına da çıkmayalım. Ve hadi
bir iyilik yapalım o yetim hayvanlara… Bir daha kazandırmayalım
onları Allah’ın adına göre değil, zalimce sömürenleri… Bu meslekleri
yapanlar bana katılmayacaklar ama acil ihtiyaçlar, bu konuda
güvendiğimiz yerler ve yolculukta olmamız dışında dışarıda, yani
evimizin dışında hayvansal gıda tüketmeyelim… Hele seri üretime (yani
çok para kazanma hevesine) dayalı gıda alışverişi yapmayalım.
Evimizin et, süt, yumurta, tavuk gibi hayvansal ihtiyaçlarını direkt
üreticiden satın alalım. Yakınımızda yöremizde bulunan gerçek
üreticileri bulalım. Etini yediğimiz, sütünü içtiğimiz hayvanlar hiç
105
Kalemzáde|Panzehir
değilse otlakta dolaşmış olsun, güneş görmüş, suyunu içmiş olsun da
yanları üzere devrilecekken gelsin soframıza.
Hem vahşi sistemin rayına oturmuş tüccarlar, hem de üretenin üzerinden
kan emen ve üretenden fazla kazanan komisyoncular değil, böylece
üretenin de kendisi kazansın… Hem leziz ve arkasında zulüm ve hüzün
olmayan temiz gıdalar tüketelim… Hem de daha ucuza. Böylece yeni
üreticilere de iş alanı sağlayalım. İnsanları doğaya, doğal olana teşvik
edelim. Bu arada oyuna da gelmeyip, organik üretim diye kandıran
şeytanlara da prim vermeyelim. Belki Allah böylece daha önce
yaptıklarımızı affeder. Bir ananın yavrusuna verdiği tek öpücük son
öpüşü olsun istemiyorsak, hadi artık doğru düzgün işler yapalım. Biz
insan olmazsak Allah bizi nasıl affetsin! Zalimliklere destek verdiğimiz
sürece biz de zalimiz.
106
Kalemzáde|Panzehir
Trafik Kuralları ve Yetkili Servis
Yön Levhaları ve Yolculukta Dikkat Edilecek Hususlar
Trafik işaretlerine uyduğumuz sürece bir kazaya kendimiz sebep
olmayacak şekilde ilerliyoruz demektir. Ama ne tarafa doğru gittiğimizi
bilmek ve DOĞRU YOLU kaybetmemek için yön LEVHAlarına
ihtiyacımız var. Eğer AKLIMIZI kullanmayıp, yönümüzü gösteren bir
LEVHAya bakmaz, trafik işaretlerinden de yüz çevirirsek hem yanlış
yollara girer çıkar, hem de başımıza gelecek her türlü kazaya belaya
kendimiz sebep olmuş oluruz.
Yolda birçok insanla karşılaşabilir ve zorda kaldığımızda arada bir
onlara yol hakkında sorabiliriz. Ama kiminle karşılaştığımızı ve ne
107
Kalemzáde|Panzehir
kadar iyi niyetli olup olmadığını bilemeyiz. Bizi doğru yönde
götüreceğini söyleyen herkese inanamayız. Çünkü yolları bilmediği
halde ya da sadece kendi köyünün yolunda gidip geldiği halde iyi ya da
kötü niyetle yol göstermeye kalkan insanlar da vardır. Hatta çoğunun
trafik levhalarından ve işaretlerinden bile haberi yoktur. Kendi
gittiklerini zannettikleri yollara bizi götürebilir, kestirme yol diye
karmaşık yollara bizi sokabilirler. Bunun yanında yol üzerinde pusu
kurmuş birtakım aldatıcı ve soyguncular da vardır. Seni
kılavuzlayacağım diyenin, bizi nereye götüreceğini bilemeyiz. Ama o
bizi bir müddet götürürken bile, başımızı çevirip yolun kenarındaki yön
LEVHAsına şöyle bir bakarsak, bizi doğru yöne götürüp götürmediğini
fark edebiliriz.
Hatta bizi kılavuzlamaya kalkan iyi niyetli insanları bile belli bir TAKİP
MESAFESİnden izlemeliyiz. Çünkü eğer o güvendiğimiz kişi kaza
yaparsa biz de ona çarpar ve hatta ZİNCİRLEME bir TRAFİK
KAZASIna uğrayabiliriz. Hatta bunların içinde öyle kimseler olabilir ki,
yaldızlı ve güzel sözlerle bizi aldatıp TERS YÖNE sokup YÖN
LEVHAlarını bir daha asla görmeyecek hale bile getirebilirler. Doğru
yolda gittiğimize zannederek, başımızı geri çevirip levhada ne yazdığına
bakma ihtiyacı bile hissetmemeye başlarız.
Şehirlerden geçerken o ŞEHRE özel DÜZENLEMELERE uymamız
lazım. Arada bir TRAFİK POLİSleri bize yol gösterse ya da bir müddet
bizi kılavuzlasa da, onun bu görevini ŞEHRin içinde yaptığını
bilmeliyiz. Şehirden çıktığımızda belki bir müddet daha onun tavsiyeleri
ile yol alacak ama şehirden uzaklaştığımızda artık bizi
kılavuzlayamayacaktır. JANDARMALAR ise özel durumlar haricinde
kısa süreli refakatlerle yetinir, esasen şehrin yakınlarında başımıza bir
kaza gelirse ya da bir suç işlersek devreye girer ve bize hatamızı
hatırlatırlar.
KAYGAN ZEMİNlerde ilerlemek zordur. Böyle yerlerde ve zamanlarda
bizi yola BAĞLAYAN ZİNCİRlerimizi takmak zorundayız. Yolla olan
BAĞIMIZI sürekli ikame edecek tedbirleri almalıyız. Çünkü her an biz
108
Kalemzáde|Panzehir
de kayabilir, başkaları da kayıp bize çarpabilirler. KASİSlerde ve
KESKİN VİRAJlarda hızımızı düşürmeli, doğru yolda olduğumuzu
düşünerek GAZa basmamalıyız. Çoğu zaman için en güvenli şerit
ORTA ŞERİT, en güzel hız da VASAT (ORTA) olandır. Sağda
duranların ani duruşları, girişleri çıkışları ve beklenmedik hareketleri ile
soldan gidenlerin ACELECİ yüksek hızları ve HIRSları bizim için
daimi bir tehdittir.
HEMZEMİN geçitlerden geçerken çok dikkatli olmalı, başkalarının da
YOL HAKKIna saygı duymalıyız. TALİ YOLLARdan gelip anayola
çıkanları da “yol hakkı nasıl olsa benim” diyerek görmezden
gelmemeliyiz. Çünkü her an bizim onlara çarpmamız ya da onların bize
çarpması söz konusudur.
Eğer bizim gibi kurallara uymaya çalışan ve LEVHAlardan ve YOL
İŞARETLERİnden yüz çevirmeyen YOL ARKADAŞLARImız olursa
onlarla KONVOY yaparak daha EMNİYETLİ bir YOLCULUK
yapabiliriz. Ama bu durumumuz YOL ARKADAŞLIĞI biçiminde
olmalı ve trafik kurallarından yüz çevirmemize sebep olmamalıdır.
YOLda bir KAZAya denk gelirsek hayatını kaybetmiş olan yolculara
trafik kurallarını hatırlatmaya gerek yoktur. Önce hayatta kalanlara
elimizden geldiği biçimde YARDIMCI olmalı, sonra bu kazadan ibret
almalıyız. Eğer İLK YARDIM KURALLARInı ve HAYAT
KURTARICI TEDBİRLERİ bilmiyorsak, bilmeden KAZAZEDElere
acemice sıhhi müdahalelerde bulunmamalıyız. Eğer ettiğimiz
müdahalenin kazazedeyi olduğundan daha kötü bir hale getirip
getirmeyeceğinden emin değilsek hiç müdahale etmemeyi tercih
etmeliyiz. Ve elimizden gelen bir şey olmadığı halde sırf SEYRETMEK
için orada kalabalık oluşturmamalıyız. İşi ehline bırakmalı,
İTFAİYEYE ve CANKURTARAN ARAÇLARINA yol vermeliyiz.
Yolda durup trafik levhalarının üzerinde yazan yazıları işimize geldiği
gibi karalayıp üzerine başka bir yazı yazıp değiştirmemeli, eğer daha
önce bir değişiklik yapıldığını fark edebilecek kadar dikkat etmişsek,
109
Kalemzáde|Panzehir
sonradan yazılanı silip altındaki gerçek yazıyı ortaya çıkarmalıyız.
Yolcuları kendi lokantasına, dükkânına, alışverişine çekmek için yol
kenarlarına o bölgenin insanlarınca konulmuş işaretleri ya da reklam
panolarını trafik işaretlerinden ayırt etmeli, onlar da trafik işaretidir,
onlara da uymak zorundayız dememeliyiz. Karnı acıkan gidip yemeğini
yer. Ama bilmediğin, güvenemeyeceğin yerde yemek yemektense,
yanında kendi azığını taşımak her zaman için daha güvenli ve temizdir.
Aksi takdirde güvenmediğimiz halde yediklerimizden bazıları midemizi
bozabilir, rahatsız edebilir, ishale ve çeşitli rahatsızlıklara yol açabilir ve
hatta bizi ağır ve onanmaz biçimde zehirleyebilir.
Ama tüm bu trafik kurallarından daha önemli olanı da “Nereye
gittiğimizi” biliyor olmamız gerektiğidir. Nereye gittiğini bilmeyeni
çekecek hiçbir ÇEKİCİ yoktur. Eğer PERT olduysak da ÇEKİCİnin bizi
götüreceği yer HURDALIKtan başkası değildir. Bu yolda YETKİLİ
SERVİS yok. YETKİye sahip olan zaten bizimle beraber. O yüzden
hiçbir kılavuza ya da çekiciye değil, YOLUN SAHİBİne güvenmeli,
birbirimize TRAFİK CANAVARLARI gibi davranmamalıyız.
Ne kadar duygulu ya da duygusuz bir yazı oldu bilmem ama, Kuran bile
MERHAMET duygusuyla başlar, içi buram buram duygu kokar,
peşinden de AKIL gelir. Arabanın üstündeki sürücü gibi. Duygusuz
konuşulmaz, duygusuz yazılmaz
Selam ve sevgiyle…
110
Kalemzáde|Panzehir
Sade Vatandaşın Bildirisi
Hiçbirinizin suçuna ortak olmayacağım!
İNSANCASI: HİÇBİRİNİZİN HİZBİNE ORTAK OLMAYACAĞIM!
Bu ülkenin ırk, dil, din, sınıf, cinsiyet… ayrımı yapmayan kendi halinde
bir vatandaşı olarak hiçbirinizin zulmüne ve hizbine ortak olmayacağım!
Türkiye Cumhuriyeti insanlarını köyümde, dağımda, şehrimde,
meydanımda, sokağımda ve Türkiye’nin her noktasında kavgaya ve
hizipleşmeye iten hiçbir politikaya ortak değilim.
111
Kalemzáde|Panzehir
Küresel vahşilerin ve onların şeytani sistemine uymuş tüm yerel
vahşilerin başını ve kuyruğunu çektiği bu kasıtlı ve planlı
hizipleştirmelerin ve kavgaların hiçbir tarafında değilim.
Her zaman olduğu gibi yaratılış gayeme yönelip, kimsenin bana
gösterdiği değil, vicdanımın bana gösterdiği doğruya doğru, yanlışa
yanlış diyeceğim. Onun tarafı bunun tarafı değil hakkın, adaletin ve
gerçeğin tarafı olmak için çalışacağım.
Ülkeme
düşman
olmayacağım.
Kendimi
daha
erdemli ve
toplumumu daha huzurlu hale getirmek için çalışacak, yıkmak değil
iyileştirmek için didinmeye devam edeceğim.
Hükümetlerin, muhalefetteki siyasi partilerin, vahşi tüccarların, gözü
paradan başka bir değer bilmeyen iş adamlarının, yalancı STK’ların,
taraflı tüm medyanın, sözde vakıfların, etniğinden dincisine kadar tüm
terör
örgütlerinin,
Kürt/Türk/Rum/Arap/Boşnak/Laz/Ermeni/Çerkez/Sünni/Alevi/Ateist….
ayırt etmeden tüm insanlara karşı gerçekleştirdiği her çeşit zulüm,
hizipleştirme ve kandırmacasına ortak değilim.
Mevcut tüm siyasi partilerin, tüm terör örgütlerinin ve hepsinin simsarı
olmuş küçüğünden büyüğüne tüm ırkçı ve mezhepçi güçlerin insanlara
uyguladığı hizipleştirme politikalarına ve zulümlerine hemen şimdi son
vermelerini ve insanlıkta, erdemde, gerçekte, akılda ve vicdanda
birleşmelerini, birleşemiyorlarsa kendilerini lağvetmelerini talep
ediyorum.
Bu ülkenin kendi halinde bir vatandaşı olarak bu hizipleştirme sürdüğü
sürece hiçbir siyasî partiyi, hiçbir örgütü, hiçbir dînî, siyasî ve tarafgir
sosyal oluşumu desteklemeyeceğimi ve yapılacak tüm seçimleri ve
siyasî çekişmeleri boykot edeceğimi taahhüt ediyorum.
İmza: Sadece Vatandaş Sadece İnsan
112
Kalemzáde|Panzehir
Masal İşte!
Ağalar ve Eşkıyalar
Bir varmış, bir yokmuş! Evvel zamanın birinde güzel bir köyde yaşayan
güzel insanlar varmış. Ekip biçerler, yiyip içerlermiş. Zamanla ağalar ve
eşkıyalarca aralarına nifak sokulmuş. Biri derdini sayıp döker ama
dilimi konuşamam der, diğeri diliyle konuşsa da derdini anlatamaz
olmuş. Bir ağa gitmiş, başka bir ağa gelmiş. Bir eşkıya gitmiş, bir diğeri
gelmiş. Ama insanlar birbirlerinden değil, onlardan taraf olmuşlar.
Birbirlerini anlayıp aralarını düzeltmektense, daha güçlü gördüklerini
sığınak edinmişler. Ağaların da eşkıyanın da zulmünü birbirlerinden
bilmişler. Ağaya karşı olanlar eşkıyadan medet umar, eşkıyaya karşı
olanlar ağadan medet umar hale gelmiş. Böylece iki taraf da köle
113
Kalemzáde|Panzehir
olmuşlar da farkına bile varamamışlar. Bilememişler ki, ağa sözünü
geçirmek için eşkıyaya, eşkıya sözünü geçirmek için ağaya muhtaçmış.
Bir de sayıları az da olsa, ne eşkıyaya ne de ağalara yüz vermeyip köy
zaten bizim, onu ikisine de vermeyelim, onu düzeltip biz yaşatalım,
ağaya düşmanlık için eşkıyaya katılmayalım, eşkıyadan kurtulmak için
ağayı yüceltmeyelim, Allah için sabredip biz düşman olmadıkça ne
ağanın ne eşkıyanın hükmü kalır, kendi hükmümüzü kendimiz verecek
bir düzen kurarız diyenler varmış. Eşkıyadan medet umanlar onları
ağadan taraf, ağaya maraba olanlarsa eşkıyadan taraf ve kendilerine
düşman ilan etmişler. İnsanlar onlara uyup bir araya gelip köylerini ıslah
etmektense, ya kendi etraflarına çit çekmişler, ya da köyün yollarına
hendekler kazıp, çeşmesini yıkmışlar. Sonra da bölüşmüşler.
Bölüşmüşler ama bir de bakmışlar ki iş bununla bitmiyor. Meğer aynı
kavgalara sahip iki köy oluvermişler. Köy bölündükten sonra zulüm
yine devam etmiş. Bölünmüş her iki köyde birbirini diğer köye
kovanlar, yeni ağalar, her iki dağda da yeni eşkıyalar türer olmuş. O
zaman bile görememişler ki, aslında ağadan taraf olanlar eşkıyayı,
eşkıyadan taraf olanlar ağayı desteklemişler. Sözlerine daha önce değer
bile verilmeyen ve her iki tarafı uyaranlardansa artık kimse çıkmaz
olmuş. Çünkü her iki köyde ağalar ve eşkıyalara destek verenler yerine,
Allah’a sığınan, kardeşliğin ve barışın gerçek anlamını bilen hiç kimse
kalmamış.
Gel zaman git zaman bölünenler de bölünmüş, yeniden bölünenler de…
Günün birinde civarın en zalim padişahlarından biri gelip her köye birer
bey atayıp köy halklarını kullarından eylemiş. Bir zamanlar varmışlar,
şimdi yokmuşlar. Böyle bin bir türlü medeniyet helak olup gitmiş, izleri
eserleri bile kalmamış. Onlar erememiş muradına tamam da, çıkacak
kerevetleri bile kalmamış.
Masal işte! Masalın içindeki kişiler ve kurumlar tamamen hayal
ürünüdür!
114
Kalemzáde|Panzehir
Kürt Meselesi!
Ne Terör Meselesi Ne Kürt Meselesi, Mesele Cahillik Meselesi
Çocuklarımıza harap düşmüş bir ülke bırakmayalım…
Artık bu konudan bahsetmek istemiyorum. Çok ciddi bir zorunluluk
hissetmezsem bir daha da bu konuya girmeyi düşünmüyorum. Çünkü
biliyorum ki gerçek çözüm insanların, toplumun kendini düzeltmesinde.
Bu kapsamda son paylaşımımdır…
Özellikle Kürt kardeşlerimizin bir kısmı, bu ülkede terör meselesi değil
“Kürt meselesi” olduğu konusunda ısrarlılar ve bunu Türklerin de kabul
etmesini istiyorlar. Türklerin büyük kısmı ise tam tersini ifade edip, bu
ülkede “Kürt meselesi” değil, bir terör meselesi olduğunu söylüyorlar.
115
Kalemzáde|Panzehir
Şimdi biraz düşünün… Bu ülkede Kürtler meselenin “terör meselesi”
olduğunu düşünürken Türkler bir “Kürt meselesi” olduğunu iddia
etselerdi!!! Ya da diyelim ki her iki toplum da meselenin “Kürt
meselesi” olduğunu kabul etseydi… Bu durumda kardeşlik konusunda
samimi olan kaç kişi kalırdık ve bu durum nelere gebe olurdu!!! Ne olur
azıcık düşünün… Bu söylemlerin düşünme özürlü dimağlara girmesi
çok tehlikelidir. Facia “geliyorum” diyor. Uyanın.
Görüyorum ki istenen bir Kürdistan’ın kurulması ve bu ülkeden
ayrılması da değil. Çünkü Kürdistan’ı kurmayı dayatan akıl Kürdistan’ı
kurarken bu kadar girift iki toplumda Türkiye’nin kalanının da içiçe
geçmiş iki toplumun kargaşaya girmesiyle yıkılacağını çok iyi biliyor.
Silahlı ya da silahsız, illegal ya da legal yollarla kardeşliğe kastedenler
hem Kürtleri hem de Türkleri kandırıyorlar. Kürdistan’ı kuralım da taş
yesek bile olur diyen bir kısım Kürtler, hem kendilerinin hem de Türk
kardeşlerinin yaşadığı tüm coğrafyada taş taş üzerinde bırakmayacak bir
bozguna kulaç atıyorlar. Türk’ü Kürt eniştesine, Kürt’ü Türk damadına
düşman edecek, iş ortaklarını birbirine düşürecek, İstanbul ve Bursa
sokaklarında Kürt kovalayan azgın Türkler, Diyarbakır ve Hakkâri
sokaklarında Türk’ün kafasına sıkan azgın Kürtler tüm coğrafyamızı
geri dönülmez ve tam anlamıyla gerçek bir savaşa sokacaklar.
Kırıkkale’de Ankara’da Kürtlerin dükkânları ve mağazaları kırılıp
dökülürken, Van’da ve Şırnak’ta Türk kamyonları ve tırları yakılacak.
İzmir’den ve İzmit’ten Kürtler zorunlu olarak kendi kararlarıyla göç
ederken, Batman’da ve Urfa’da yaşayan Türkler canlarını kurtarmak
için gizlice oraları terk etmek zorunda kalacaklar. Hiç 21.yüzyıldayız
diye güvenmeyin. Bu senaryo bu cahil toplumlar için hiç de uzak değil.
Uyanın.
Önemli olan Türk olmak Kürt olmak değildir. Altı kuşak evvelimden
itibaren hangi ırktan olduğumu ben bile bilmiyorum ama kendime bu
mescidin secdekarı olarak Türk diyorum. Bu topraklarda yaşadığım için
kendimi Türk kabul ediyorum. Ama önemli olan insan olmamdır. “Kürt
kardeşim” lafzını her gün duyuyorum ve ben de ısrarla diyeceğim ama
116
Kalemzáde|Panzehir
görüyorum ki “Türk kardeşim” lafzı neredeyse duyulmaz oldu. Hergün
Allah’ı tesbih eder gibi defalarca Kürt-Kürt-Kürt diyoruz ama Türk
kelimesi duyulmaz ve duyulduğunda ırkçılıkla beraber anılır oldu. Ne
olur biraz sağduyu! Türk olsun Kürt olsun, görün ki çoğunluk sağduyulu
değil… İstismar edilecek Kürtleri sokaklara sürerek manipüle edecek
kötü niyetliler az çok meydanda ama istismar edilecek Türkleri
sokaklara sürerek manipüle edecek olan kötü niyetliler şükür ki henüz o
kadar aktif değiller. Hedef büyük kargaşa… Uyanın.
Eğer Türkler “Kürt meselesi” diye bir meselenin varlığını kabul ederse
bu kabul Allah korusun maalesef mağdur edebiyatı ile bunu savunan
Kürtlerin zannettiği anlamda olmayacaktır. Bu fikre katılmam ama bu
fikre katılacak çok insan var bu topraklarda. Bırakın Türkler meselenin
terör meselesi olduğu kabulüyle kalsın ve Kürtler de meseleyi “Kürt
meselesi” olmaktan çıkarıp, ülkeyi yıkmak için değil sadece haklı
oldukları konularda ıslah için çalışsınlar. Kürtler memnuniyetsizliklerini
elinde silah olan katil bir örgütü vekil kılarak değil, her türlü sivil
platformlarda kendileri ifade etsinler. Yoksa bir hiç uğruna hep birlikte
tarih sahnesinden silineceğiz. Kürt olsun, Türk olsun çocuklarımız
aptalca kavgamızdan dolayı bizden nefret edecek, torunlarımız ise
eskiden bir ülkeleri olduğunu bile unutacaklar. Ne Kürtçeniz ne de
Türkçeniz kalacak! Birileri aksini iddia etse de hala kardeşiz.
Çocuklarımıza harap düşmüş mutsuz topraklar bırakmayalım. Uyanın…
Ne olur uyanın. Hep birlikte helak oluyoruz.
Öne Çıkan Yorumlar
Y. Ülke cahilisin! İnsanların ve toplumun kendisini düzeltmesi ne
demek? Yönetim bu memleket’de aşağıdan yukarııya mı yoksa tam tersi
bir durum mu söz konusu? Temel hak ve özgürlükleri neden Kürdistan
kurulması ile engel olmaya çalışıp sanki en insanı değerler değil de
PKK ile özdeşleştirip kelime oyunu yapıyorsunuz? 17500 faili belli
117
Kalemzáde|Panzehir
üniformalı ve Paramiliter güçler tarafımca yapıldığını neden itiraf
etmeyip, Diyarbakır’da “kafasına sıkılan türk” diye yorumluyorsunuz,
utanmıyormusunuz?
Kendi kararıyla İzmit’den göç eden Kürt ne demek?
Sen ırkını bilmiyorsan neden Kürt’lete zayıf ve taraflı tarih anlayışınla
yön veriyorsun? Önemli olan türk veya KÜRT değilse nasıl milliyetçi
olabiliyorsun? Bu topraklarda yaşaman senin etnik yapının inkarına
dayanmamalıdır aksi takdirde bugün olduğu gibi yarın da kimsenin
yüzüme bakamazsın! Bir de tutmuş aba altından sopa
gösteriyorsun.Niye KÜRT sorunu bürakratik bir sorunudur? Çözüm
sivil platformdaymış aksi taktirde ne türkçe ne KÜRTÇE kalacakmış!
Niye şimdiye kadar KÜRTÇE vardı da biz mi bilmiyorduk?
Kalemzade: Türkü de aynı Kürdü de. Birbirinize layıksınız. Kürt zulüm
görmüş evet, ve bugünkü Türk de en az onun kadar zulmün altında. Sizi
birbirinize düşürmeye çalışanları değil de birbirinizi kıyasıya
suçluyorsunuz. Akıl ve iş hiç olmadınız! Bayraktan, ağıttan, zılgıttan,
tabuttan, ağlamaktan ve taraf olmaktan şekil oldunuz hep!
Damarlarınızdaki kanlarınıza çok güveniyorsunuz ve karşı ırkı zalim
görüyorsunuz ama beyninize giden elektrik sinyallerinden ve kendi
zulmünüzden hiç haberiniz yok! Sizin fikrinize uymayan her düşünce
sahibi ve sizin söyletilenlerin aynısını söylemeyen herkes sizce karşı
taraftan! Çünkü siz karşı taraf olmayı seviyorsunuz. Hizipleşmek o
kadar işlemiş ki ciğerinize, karşı taraftan olmakla benliğinizde sahte bir
hayat buluyorsunuz! Siz size gerçekleri söyleyenleri sevmiyorsunuz….
Düşünenleriniz müstesna.
118
Kalemzáde|Panzehir
Sakin… Biraz Sakin!
Sakin Ol!
119
Kalemzáde|Panzehir
120
Kalemzáde|Panzehir
121
Kalemzáde|Panzehir
El Hamd | O Övgü
Fatiha Suresinden İzdüşümleri
Din namına o bilinen merhametin kendisinde olduğu, din namına o
bilinen koruyuculuğun sahibi olan Allah’ın adıyla başlayan Kuran’ın ilk
bölümüne, yedi ayette yedi kat göğü tanımışçasına, tüm öğüdü içinde
barındıran o sureye bir de şu gözle bakalım…
“El hamd” varya, işte o “bildiğimiz övgü” varya, hani ona buna din
adına takıp takıştırdığımız… “Onun sayesinde…” dediğimiz… Hah!
İşte o hamd (lillahi) Allah’ındır. Ki O (Rabbil alemin) alemlerin
efendisidir. (Er-Rahman Er-Rahim) O bildiğimiz, hep bahsettiğiniz ve
korunmak için arandığımız merhamet de, o merhametin sağladığı tüm
koruyuculuk da O’ndadır. Ötesindekiler ya güzel çalar saatlerdir ya da
uyutan ninnilerdir. O hamd dediğimiz övgü “şu adam/kadın ne kadar da
122
Kalemzáde|Panzehir
güzel işler yapıyor, aferin ona” dediğimiz övgü değildir. O hamd seni
seçene, seni yaşatana ve sana doğru yol için merhamet edene olan
hamddir. O hamd sadece Allah’ındır. Başka kimseyi övmeyelim,
kimseyi takdir etmeyelim demek değildir. Hamdin sadece Allah’a
olması, din adına başka yüceler edinmemek ve o uyduruk yücelere
övgüler dizmemektir.
O bilip de aradığımız merhamet çalar saatlerin değil, çalar saati
çaldıranındır. O merhamet (malik-i yevm-id-din) “din gününün sahibi”
olanın merhametidir. O aradığımız merhamet, geçmişten beri o din diye
bildiğimiz şeyle ilgili olan merhamettir. Bilebileceğimiz tüm
merhametlerin de kaynağıdır. Dolayısıyla din gününün sahibi olamayan
hiçbir varlıkta, hiçbir şeyde o merhameti bulamayız.
O yüzden o merhameti bulabilmek için (iyyake nağbudu) “sana” diye
“kulluk ettiğimiz” (ve iyyake nestain) ve “sana” diye “yardım
dilediğimiz” zaman, bu isteklerimizi, bu yönelişlerimizi de sadece din
gününün sahibine “sana” diye yöneltmemiz gerekir. O “din adına”
bildiğimiz övgüyü yaparken de, o “din adına” bildiğimiz her çeşit
kulluğu yaparken de, o “din adına” bildiğimiz esas yardım
taleplerimizde de “dinin ve din gününün sahibine” yönelmeliyiz.
(ihdin es-sırat el-mustakiym) “Doğru yola bizi yöneltmesi için”
aradığımız kişi veya şey her ne ise, işte o “alemlerin efendisi”nden
başkası değildir. Bizi “din adına” doğru yola ileteceğini
zannedebileceğimiz ya da bizi “din adına” doğru yola ileteceğini iddia
eden Allah’tan başka hiçbir kimse olamaz. Biz zanlarımızda, iddia
edenler de iddialarında yanılgıdadır.
Peki nedir o doğru yol? (Sırat elleziyne en-amte aleyhim) Dua ettiğimiz,
vereceği “din namına nimetleri için” beklentiye girdiğimiz O’ndan
başka hiçbir kimse olamaz. O Allah’tan gelen ilahi nimetleri başka
hiçbir kimseden elde edemeyiz. Biz de “doğru yol” derken “o
kendilerine sadece Allah’ın nimet verdikleri”nin yolundan bahsetmiş
olmalıyız. O doğru yolu ancak vahyi hatırlayarak kendin anlayabilirsin.
123
Kalemzáde|Panzehir
O doğru yolu sana başka kimse anlatamaz. Sen iliklerine kadar
hissedersin. Kitabın içinde ya da dışında (kainatta, yaşamında, yediğin
lokmada, çöp tenekesinin kenarında…) ayetleri görür görmez sen
tanırsın. Sana onları Allah tanıtır. Başka kimse senin anladığın gibi sana
anlatamaz.
Bunun gayrisinde, bunun dışında kalanlar (ğayr el-mağdubi aleyhim vel
ed-daalliyn) yani din namına övgüyü başkalarına yapanlar, din namına
beklentilerini başkalarına da yönelterek, dinin ve din gününün sahibine
ortakmış gibi onlardan da “din namına” “nimet” bekleyenler “hor
görülesi bir hale, gazaba uğranacak hale ve delalete ve akılsızlığa
düşmüşlerdir ve o kaçınmamız gereken kötü yol onların yoludur.
Demek ki din namına övgüyü dinin sahibinden başkasına yapanlar, din
namına merhameti din gününün sahibinden başkasından bekleyenler,
din namına korunmak için dinin sahibinden başkasından da kim olursa
olsun medet umanlar hor görülesi bir hale ve yazıklar olası bir duruma
düşmüşlerdir. Din namına sapmaktan ve delalete düşmekten korkanlar
için sapkınlığın ve delaletin tarifi de bu surededir. Eğer sapkınlara
uymaktan korkuyorsak (ki korkmalıyız) dinini sadece Allah’a
yöneltenlerin dışındakilere uymaktan kendimizi alıkoymalıyız.
İşte bu “fatiha” suresi, kitabı açıp daha baştan fetheden bu açılış suresi
kitabın yedi tane kısacık ayete sıkıştırılmış halidir ve almamız gereken
bilgi ve öğüdün esasını, belki de öz olarak tamamını içermektedir. Din
namına ne geliyorsa aklımıza, onun sahibinden başkasına ait değildir.
Doğru yol sadece O’nu bilenlerin, O’na din namına hiçbir kimseyi ortak
etmeyenlerin yoludur.
Din namına o bildiğimiz övgüyü, din namına o bildiğimiz merhameti,
din namına o bildiğimiz korunma içgüdüsünü, din namına bildiğimiz o
kulluğun tamamını, din namına istediğimiz malum yardımı Allah’tan
başkasından bekleyemeyiz. Çünkü din gününün sahibi sadece Allah’tır.
O’nun dışında hiçbir vekil yoktur. Ve bunu anlayıp yaşayabilirsek artık
saçmalamayı, çocukça masallara inanmayı bırakırız. Allah’a ortak
124
Kalemzáde|Panzehir
koşmamanın ne olduğunu anlayarak yaşamaya başlarsak ahlakımız da,
bilincimiz de, işlerimiz de düzelir. Allah’a bilerek/bilmeyerek ortak
koşmak ise farkına varmadığımız bir yönden ahlaki zafiyetlere
düşmemize ve yanlış işler yapmamıza neden olur. Zamanla yapıp
ettiğimiz kötülükler bizi kuşatır ve artık gerçeği görmez oluruz.
Allah’ın varlığını gafilce unutanlar değil, cahilce Allah’tan yana
olduğunu söyleyen ama Allah’ı ve ayetlerini aklıyla takdir edemeyip
dinde aşırıya gidenler daha fazla ziyandadır. Yaşadığı din insanı
Rabbinin gözünde yüceltebilir de, alçaltabilir de. Bize düşen başkasını
bizim gibi dindar yapmak değil, akıl gözünün açılması ve düşünmesi
için uyandırmaktır. Bizler çalar saatler olmalıyız. Varlığımız
kendimizden değildir. Bizi bu saatte ses çıkartmaya kuran bir üst bilinç
vardır. Biz değiliz iyi olan, uyanık olan ve uyandıran. O’dur. Allah’tır.
125
Kalemzáde|Panzehir
Elif Lam Mim
Allah’ın Adıyla…
Tanrımızın adıyla başlıyorsak unutmayacağız ki, O’nun en merhametli
olduğuna gölge düşüren hiçbir açıklama O’nun demek istediğini demek
değildir. Bize merhamet eden de O’dur, koruyup gözeten de. Bu
durumda anlayacaksınız ve anlayacağız ki o tanrı Allah’tan başkası
olamaz. Ne alimleriniz, ne ölmüşleriniz, ne melekler ne de yaratılmış
herhangi başka bir canlı ya da cansız varlık! Tanrı O’dur. İlahımız
O’dur. Allah’tır.
Eğer bize, Allah’ın koruyucu olmadığını iddia eden varsa ister göğe
merdiven kursun çıksın, ister bir ipe gırtlağını geçirip kendini asarak
başka bir kurtarıcı beklesin, ister yerin dibinde kaçacak bir kuyu kazsın,
126
Kalemzáde|Panzehir
kendisine daha çok faydası olacak hiç kimseye rastlayamaz, sorununa
hiçbir çözüm de bulamaz.
Elif Lam Mim
İkil yani zahiri ve izdüşümlü manalarla insanlara yol gösteren Kur’an, iç
içe geçmiş kitaplardan oluşur. Kimisi Elif Lam Mim diye kimisi farklı
biçimde kodlanmış, isimlendirilmiştir. Bu harfler bile zamana ve yere
göre insanların düşüncesinde anlamlar bulmuştur. Sureler hep bir
bütünlük içindedir ve bu harflerin ardından daima kitabın gerçekliğine
ciddi bir atıf gelmektedir. Sureler ister uzun ister kısa olsun, düşünceyi
ateşledikten sonra ufuklara yelken açan anlamlarla doludur. Her bir sure
keşfedilmiş ya da keşfedilmeyi bekleyen bilgilerle mücehhezdir. Her
yeni doğan güneş, her alınan yeni nefes ayetlerin ve ayet gruplarının
anlamına anlam katacak oluşların göstergesidir.
Kuran
Kuran dediğimiz bu kitap dünyadaki insan yazımı kitaplarla
karşılaştırıldığında görülür ki büyük bir üstünlük sağlamaktadır ve
içinde hiç bir tutarsızlık yoktur. Birilerinin tutarsızlık gibi gördükleri
aslında Allah’a güveni olmayanların yanılmasına adeta tali bir yoldur.
Çünkü o tutarsızlıkların bütünlük, mantık ve akılla üzerine gidildiğinde
aslında tutarsızlık değil, tutarlılığın ta kendisi olduğu fark edilir. Ama
bunu görebilmek için Allah’a yaslanmak gerekir. İnsanların “Eğer bu
kitap Allah’tansa ve siz onu anlayamadan inkâr etmişseniz!” şeklinde
ifade edilebilecek olan korkularını gidermelerinin yolu, onu okuyup
incelemekten geçer. Okumadan ya da dinlemeden inananlarla,
okumadan inanmıyorum diyerek reddedenlerin arasında teknik olarak
pek de bir fark yoktur.
Kuran’a Güvenenler
Bu kitaba gerçekten inanabilmeyi başaranların ortak olan özelliklerinin
başta geleni… Gözleriyle göremeseler, kulaklarıyla duyamasalar bile
akıllarıyla, düşünceleriyle, şuurlarıyla o bilinmeyenleri aslında açıkça
127
Kalemzáde|Panzehir
fark etmeleri ve bu fark edişlerine güvenmeleridir. Onlar kitabın ve
ayetlerinin Allah’ın adeta yeryüzüne uzattığı bir ip olduğunun
farkındadırlar. Bu yüzden o iple Allah’ın ayetlerini yeryüzü ile
birleştirirler. Bu yolda anladıkları haliyle, gerek fıtratların gösterdiği
biçimde gerekse örfi biçimde namazlarını kılar, oruçlarını tutar, çeşitli
nüsuklarını ve Allah’a olan kulluklarını yerine getirir, bunlar üzerinde
anlamsızca kavga etmek yerine okur, anlamaya çalışır, usulüyle tartışır,
konuşurlar. Yeryüzünü barışçı yönde, kavgasızca ıslah için çalışır ve bu
yolda iken kendilerine verilen ilmin de malın da temizinden ve
güzelinden başkalarına infak etmeye uğraşırlar.
Bu kitabı rehber edinenlerin bir başka ortak özelliği, hem bu kitaba
güvenmeleri, hem de daha önce indirildiği iddia edilenlerin de Allah’tan
olması gerektiği bilinciyle onlara da ellerindeki bu kitabın
denetleyiciliğiyle inanıp güvenmeleridir. Eğer bu kitap doğruyu
yanlıştan ayırt etmeye yarayan bir kitapsa (ki öyledir) daha önce
indirilenlerin içine ya da etrafına atılan uydurmaları temizleyip, o
kitapların özündeki gerçekleri ortaya koyacaktır.
Ahiret İnancı
Ayrıca bu kitaplara güvenenler göreceklerdir ki sonraki hayat bir
gerçektir. Ha şöyle olmuş, ha böyle mutlaka ve mutlaka sondaki hayatı,
öte hayat fikrini ya da klasik söylemiyle ahiret hayatını kesin bir şekilde
anlayacaklardır. Kimse size sizin bildiğinizi sizden daha iyi
açıklayamaz. Yeter ki siz bilmek isteyin ve düşünebilin. Net bir şekilde
ahireti görürsünüz.
Sihirbazın Hilesi Bildiğimiz Gerçeği Örtemez
Çünkü eğer insansak, eğer diğer canlılardan, hayvanlardan farkımız
şuurlu, bilinçli bir akılsa (ki öyle) bu akıl boşuna var edilmemiştir.
Vücut tüm organlarıyla ve kısımlarıyla nasıl ki ne eksik ne de fazlaysa,
varlığımızın bir organı da aklımızdır. Vücut sadece varlığımızın maddi
dünyada maddi gereksinimidir. Ama biz sadece madde değil, şuurlu
akıllı varlıklarız. Belki de gerçek varlığımız gözle görünmeyen bu
128
Kalemzáde|Panzehir
varlığımızdır. Ben dediğimiz şey beden değil, bedenlenmiş
varlığımızdır. İşte ahirete kesin bir inanışla inanmak da maddeyi
gözlemlemekle kalmayı değil, o gözlemleme neticesinde manayı
kavramakla olur. Bir sihirbaz görme duyunuzu aldatabilir, ama bilinçli
aklınız sihirbazın mutlaka bir hilesinin olduğunu size bildirir. Eğer
gerçeğe inanıyorsanız, sihirbazın kutudaki kızı yok etmeyeceğini
bilirsiniz. Sihirbaz kutudaki kızı sizin gözünüzden saklasa bile! Gerçeği
anlamak için, kızın yok olmadığını kanıtlamanız gerekmez. Bunu zaten
bilirsiniz. Bu bilgi sizde zaten vardır. Çok düşünmeniz de gerekmez.
Ama Allah’ın gerçeğini anlamak istiyorsanız düşünmeniz ve o aklı
kullanmanız gerekir. Biz şuurlu bir aklı kullanmaktan imtina edemeyiz,
yoksa şuursuz aklını kullanan bir hayvan bile bizden daha üstün
demektir. Kızın kutuda yok edildiğini söylemek gerçeği inkâr, kızın
gerçekte yok edilmediğini bilmekse Allah’ın sünnetini onaylamaktır.
Kız gerçekten kutuda yok edilmiş, kesilmiş, biçilmiş, yakılmış, toza
dumana katılmışsa sihirbaz zalimdir. Aksi takdirde hem sihirbazı
alkışlamak hem de kızın yok edildiğine inanmak çocukça bir inanıştır.
İnanmak İstemeyen İnanmaz
Tüm bunlara rağmen inanmak istemeyeni, bu kitaba güvenmek
istemeyeni, hep mazeretler üretip o kitaptan kaçanları, Allah’ın kuluna
yol göstermediğini iddia edenleri ne kadar uyarırsak uyaralım onlar için
hiç fark etmeyecektir. İnanmayacaklardır. Bu kitap ona sarılanlara
rehberdir. Ona sarılmak istemeyenler ister kendine müslüman desin,
ister başka bir şey hiç fark etmez. Kendilerini nasıl tanımladıkları değil
ne yaptıklarıdır onları değerli ya da değersiz kılan.
Maalesef bu kişiler bir anlamda kalpleri, kulakları, gözleri mühürlenmiş,
yani kullanmamak üzere kapatılmış gibidirler. Aynen sihirbazın
numaralarıyla gerçeği göstermemesi gibi. Öğrenildiğinde aslında çok
basit olan bir hile, kutudaki kızın gerçekten yok olmadığını,
kesilmediğini örter. İsteyen fıtratı reddederek sihirbaza inanır, isteyen
sihirbazın foyasına değil fıtratına dönüp gerçeğe inanır. Ama aklına
güvenmeyip, hilelere, yalanlara inananlar kaybetmeye mahkûmdur. Bu
129
Kalemzáde|Panzehir
tamamen kendi seçimleridir. Suçlu olan sihirbaz değil, akıl organını
kullanmayanlardır.
İnandığını Söylemek İnanmak Değildir
Tüm bunlara rağmen insanların büyük kısmı Allah’a da, ahiret gününe
de inandığını söyler. Oysa gerçekte inanmış değillerdir. Bilinçle değil de
ya varsa anlamındaki Allah’tan korkularıyla, belki de benzer başka
bilinç ötesi algılarıyla inanmaları gerektiğini söylerler. Ama inanmak,
güvenmek bilinç işidir, akıl işidir. Gerçeğe inanılır. O gerçek gözle değil
de düşünerek bulunuyor olsa bile.
İşte böyle insanlar, bu kesin olmayan inançlarıyla inandıklarını
söylerler. Adeta inananları ve daha da kötüsü, Allah’ı aldatırcasına!
Oysa gerçekte sadece kendilerini aldatmaktadırlar. Ve maalesef bu
aldanışlar şuurlu değildir. Bu yüzden onlara yanlışta olduklarını
söyleseniz ve hatta ima bile etseniz bunu kesinlikle reddeder ve
inandıklarını söylemeye devam ederler. Onlar için inanıyor olmak değil,
inandık demek yeterlidir. Çok elem verici ama işte kalbin, gözün,
kulağın mühürlenmesi böyle bir şeydir. Tamamen kişinin kendi
tercihidir. Allah’ın isteği değil, Allah’ın yarattığı düzenin insan
tarafından reddedilmesinin neticesidir.
Kalplerin Hastalıklı Olması
İşte bunlar kitapta kalplerinde hastalık olanlar diye tarif edilir. Bu
hastalık kalp krizi getiren maddi dünyevi bir hastalık değil, ahiretteki
hayatı sona erdiren bir kalp hastalığıdır. Belirtileri ise yalanlar ve
yapılıp edilen kötü işlerdir. Bilinçli ya da bilinçsiz her yalanları bu
hastalıklarını artırır ve zamanla bütün iyi işlerini de yok etmeye başlar.
Bilmezlikleri değil, bilmek istememeleri, yani gafilliklerinden çok
cahillikleri kendilerini kötü bir sona doğru götürür. Bu dünya hayatında
zahiri zenginlik ve huzurlu görünümleri olsa bile, bu müminler için
denenme, onlar içinse gerçeğe perdedir.
130
Kalemzáde|Panzehir
İnkâr Edenlerin Uyarıldıklarındaki Tavırları
Ne zaman onlara “Bakın bu yaptıklarınız sonucu bölünmeye sebep
oluyorsunuz, inandığınız dini bile bölüp parçalıyorsunuz, gerçek dini
uydurulmuş geleneksel insan dinine çeviriyor ve kitabın yerine o yanlış
işlere meylediyorsunuz denilse… Gerçek dindarların kendileri
olduğunu, Allah’ın dinini yeryüzünde yaymaya çalıştıklarını, kurtuluşun
geçmişten beri gelen âlimlerinin anlayışıyla mümkün olduğunu ve diğer
insanları ıslah etmeye çalıştıklarını iddia ederler.
Oysa bilmek gerekir ki gerçekte Allah’ın dinini bozanlar ve yeryüzünde
kargaşa gürültü çıkararak, toplumları geri dönülmez bir cahilliğe ve
kavgaya sokanlar bunlardır. Allah’tan yana olduğunu söyleyip de
bilmediği, anlamadığı, kitabını bile anlayarak okumadığı bir sahte dini
Allah’ın dini zannederler.
İnsan Gibi İnanın
Allah’ın kitabına ve Allah’ın sünnetine uygun olmasa da geleneksel
anlayışları din zannedenlere yanlışlarını gösterip “Gelin siz de Allah’ın
kitabına uyun, gelin siz de şu insanlar gibi o kitaba güvenin.”
denildiğinde ise… maalesef o kitaba uyanları geleneksel anlayışın
dışında ve kendilerinden farklı anlayışta gördükleri için küçümserler.
Aynen müşriklerin eskiden gelmiş elçilere ve müminlere yaptıkları gibi,
o kitaba güvenen insanlara sapmış derler, deli derler, yoldan çıkmış
derler, atalarımızın yolunu inkâr ediyorsunuz derler… Aslında, kitaba
bilinçli biçimde inananlara yönelttikleri tüm iddialar kendileri için
geçerlidir de farkına varmazlar.
Bilinçli/Bilinçsiz İkiyüzlülük
Hatta onlarla bir araya geldikleri vakit biz de Allah’a ve o kitaba
inanıyoruz derler. Ama bu söylediklerini davranışlarıyla yalanlamış
olurlar. Hatta kısmen doğrulara meyletseler bile bir de bakarsınız ki yine
eski alışkanlıklarına devam ediyorlar! Çünkü daha önceden beri
kendilerine dini yalan yanlış hurafelerle anlatanlarla bir araya
131
Kalemzáde|Panzehir
geldiklerinde yine onların anlayışına dönerler. Konuşmalarına biz de
inanıyoruz dedikleri o müminleri aşağılamayla başlar, kendi inanışlarına
göre güya alaya alırlar.
Oysa gerçekte bu davranışları ile adeta Allah onlarla alay etmiş olur.
Çünkü gerçekler göz önüne alındığında Allah’ın gözünde rezilliğe
mahkûm edilmiş gibidirler.
İşte bunlar maalesef doğruluk ve farkındalık yerine yalanı ve bilinçsiz
görünümünde aslında bilinçli olan bir yoldan çıkışı adeta tercih
etmişlerdir. Bulduklarını zannettikleri yollar onlara doğruyu ve aydınlığı
getirememiştir.
Ateş Yakan Adam
Aynen yolunu görebilmek için meşale yakan bir adam gibidirler. Yolun
doğru olup olmadığına değil, ellerindeki meşalenin alevine baktıkları
için gözleri göremez olur. Yaktıkları meşale hiçbir işe yaramaz ve sahte
bir aydınlıkta, aslında gerçek bir karanlıktadırlar. Ellerindeki ateş sadece
gösterişe yarar.
Bu anlayışsızlıkları nedeniyle sağır, dilsiz ve kör gibidirler. Geri
dönmeleri ve gerçeği fark etmeleri, kendileri istemedikçe pek de
mümkün değildir. Kendilerinin istemesi de ancak buna layık olmalarıyla
mümkündür. Bu da Allah’ın sünnetidir.
Şimşekte Yürüyenler
Böyle insanları kasvet yüklü hava şartlarına yakalanmış insanlara
benzetebiliriz. Göğün kuvvetlice sürekli gürlediği, şimşeklerin çaktığı,
şiddetli yağmur ve fırtınanın ilerlemeye zorluk çıkarttığı, yıldırımların
sağa sola düşmekte olduğu şartları düşünün. Ölüm korkusuyla, gök
gürültüsünden ve yıldırımlardan korunmak için parmaklarıyla
kulaklarını tıkamış gibidirler. Oysa kulaklarını tıkamak, başını yere
gömmek, görmek istememek çözüm değil, korkusuna çare olarak
korktuğu şeyi görmek, duymak istememektir. Çare gerçeklerden yüz
132
Kalemzáde|Panzehir
çevirmeyi gerektirmez. Sorunla yüzleşmedikten sonra
bulunamaz. Soruyu sormadıktan sonra cevap bulunamaz.
çözüm
Bunlar her çakan şimşeğin gözleri parlattığı ve bu şimşeğin geçici
aydınlığı olduğu sırada birkaç adım atabilenler gibidirler. Ama şimşeğin
etkisi geçtiğinde, bir anda büyüyemeyen gözbebekleri daha bir
karanlıkta bırakmaktadır onları. Allah eğer isteseydi bu kadar
görmelerine de engel olurdu. Ama bu bile Allah’ın bir merhametidir
onlar için. Keşke şimşeğin aydınlığına değil, kullanmaları gereken
akıllarının aydınlığına güvenselerdi. Keşke atalarına ve âlimlerine
olduğu kadar Allah’a ve Allah’ın onlara bahşettiği akıllarına
güvenselerdi!
Allah’tan Korkmak
Allah’tan korkmak insanlardan ve hayvanlardan korkmak gibi değildir.
Diğer insanlardan ve hayvanlardan kaçabilirsiniz ama Allah’tan
kaçamazsınız. O’ndan korkmak O’ndan ve O’nun ayetlerinden uzak
durmayı, duymazdan gelmeyi değil, tam tersine O’na yaklaşmayı
gerektirir. Eğer insanlar Allah’a yaklaşmak istiyorlarsa, kendisini
yarattığı gibi daha önceki insanları da, âlimleri de, papaz, haham ve
hocaları da, ilim adamlarını da, yöneticileri de, zenginleri de, her şeyi de
yaratan Allah’a kulluk etmelidirler, iyi olsun kötü olsun o insanlara
değil.
Şükredilecek Olan Allah’tır
Her şeyi kuluna veren Allah’tır. İlmi de rızkı da veren O’dur. Bir takım
insanların zenginliği ya da âlimliği kendilerini kurtarırsa ne fayda! Her
koyun kendi bacağından asıldığı gibi her insan da kendi ilminden, kendi
yapıp ettiklerinden sorulacaktır. Bir takım âlimleri takip etmek, onların
her söylediğini Allah’ın emri gibi kabul etmeyi gerektirmez. Böyle
düşünüp böyle hareket etmek onları ilah edinmekle eşdeğerdir. O
âlimlerin iyi olmaları ya da kötü olmaları ortak koşuldukları gerçeğini
değiştirmez. Her şeyi veren Allah’tır. O âlimi karşınıza çıkaran da,
yeryüzünü yaşamamız için yayıp döşeyen de, gökyüzünü adeta
133
Kalemzáde|Panzehir
korunaklı bir çatı gibi yapan da, gökten yağmuru indirip onu güneşle ve
toprakla pişirip türlü yiyecekleri ve ham ya da hazır maddeleri yaratarak
bizi nimetleyen de! O halde bu gerçeği bile bile Allah’a hiç kimseyi
ortak koşamayız. Ortak koşmuyoruz desek de ortak koşar gibi
davranamayız. Verdiği rızıklar ve nimetler için nasıl ki güneşi ve
yağmuru takdir edip seviyor ama onlara secde etmiyor ve gerçek
yaratıcısına, Allah’a şükrediyorsak… bize gelen ilim için de, gelmesine
katkı sağlayan insanları da bir yağmur gibi sevip takdir edebilir ama
bunun için de yine Allah’a şükretmeliyiz.
Kuran’ın Benzerini Getirmek
Eğer insanlar her şeye rağmen Kuran’dan şüphe içindeyseler ona benzer
bir bölüm getirebilmelidirler. Ama bu getiriş aynen onun kadar tutarlı ve
gerçeği açıklıyor olmalıdır. İsterlerse bir araya gelip onun bir benzerini
yazmaya çalışsınlar, bunu başaramadıklarını yüzyıllardır önümüze kadar
gelen birtakım kitaplarda gördük. Kitabın başına “Bu Allah’tandır”
diyenleri de gördük, kendisi için “Bana da elçiye vahyolunduğu gibi
vahyolundu” diyenleri de, yazdıkları için “bana yazdırıldı” diyenleri de!
Ama Kuran’ı anlamak için takvayla okuyanlar gördüler ki, hepsi yalan
ve bunları söyleyenler asla bu iddialarını gerçekleştirmediler. Bir
benzerini getiremediler. Eğer bugün bir kısım kişiler de benzer iddia
sahipleri olduysalar bilmeliler ki gerçeği örtmektedirler ve cehennem
her nasıl olursa olsun o cehennemin taşlar gibi yakıtları, malzemeleri
olmaktadırlar.
Müjde
Elçi gibi, ona uyup bu vahye inanıp uyanlar da, iyi ve gerçek ıslaha
yönelik işler yapanları müjdelemelidirler. Böyle kişiler için de Allah, en
güzel biçimde yarattığı cennetleri, bahçeleri, ırmakları, yani ancak
benzetimlerle bizim bildiklerimiz üzerinden bize anlattığı kusursuz
yaşam alanlarını vaat etmiştir. İşte bu cennetlerdeki nimetler bugünkü
dünya görüşümüzle bildiğimiz nimetler üzerinden benzetimle bize
aktarılmaktadır. Nasibimizse orada, ne kadar iyi insanlar olursak olalım
134
Kalemzáde|Panzehir
kendimizde işlevsel ya da potansiyel olarak bulunan bugünkü
kişiliğimizdeki her türlü manevi pislikten de, bugünkü bedenimiz ve
ben’imizdeki aklımıza gelebilecek türlü kirlerden de arınmış olarak
yaşayacağız. Ve bu mutlu yaşam süresiz, bitmeyen bir yaşam olacak.
Eğer burada Allah’ın ipiyle yeryüzünü birleştirme gayretinde barışçı bir
yaşam sürersek, oradaki yaşamımızda ne hüzün, ne bir tasa, ne bir
hastalık olacak.
Dişi Sivrisinek Mucizesi
Allah tüm bunları anlayabilmemiz için bir dişi sivrisineği de onun
üzerindekini de örnek getirmekten utanmaz. Ama biz insanlar olarak
bazı şeyleri örnek getirirken birbirimizden utanabiliriz. Çünkü burası
cennet değil ve her birimizin içinde kontrol etmemiz gereken birtakım
şehvani duygular var. Çünkü cennette bazı fitnevari duygular bizden
alınacak olsa da bu dünyada birbirimizden bile çekiniyor ve bir toplum
içinde bir takım hislerimizle iç içe yaşıyoruz. Ancak Allah bize bu
örnekleri getirirken utanmaz. Bu utanma biz insanlar için geçerlidir.
Örneğin bizler eğer iyi ahlak sahibi olma peşinde isek bir örnek
getirirken cinsel içerikli örneklerden çekiniriz. Bu örnek bir hayvana ait
olsa bile! İşte dişi sivrisinek de böyledir. Sadece dişi sivrisineğin
kabiliyeti olan vücudunun üzerinde çırpınan kanatları erkek sivrisineğin
erkeklik duyaçlarına gönderdiği titreşim frekansıyla onu cinsel
birlikteliğe davet ederken bu ayeti bugün bu şekliyle anlıyor oluşumuz
bu ayetin bir mucizesidir. Bu ayet muhtemelen başka zamanlarda, başka
koordinatlarda başka anlamlar da izdüşürüyordu ama bugün bize
izdüşüren anlam bir bilimsel gerçeklikse bu ayet bugün bize yeniden
inmiş demektir. Bu ayetin bugün tespit edilmiş bilimsel gerçekliklerle
bu kadar örtüşmesi, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bu
bilimsel gerçekliğe oturması bu kitabın Allah lafzı olduğunun açık seçik
bir tecellisidir. İşte gayba imanın gerçeklikle buluştuğu nice örnekten
biri. Bu kitabı kendisine rehber edinenler bugünkü bu gerçeği bilsinler
ya da bilmesinler burada Allah’ın bir gerçeği olduğuna ikna
halindedirler. Bilmeleri imanlarını kuvvetlendirir, bilmemeleri ise
135
Kalemzáde|Panzehir
imanlarından bir şey götürmez. İnkâr edenlerse ne bilme ne fenne yüz
verir, sanki Allah’ın ayeti atalarının onlara söylediğinden başkasına
işaret edemez, bir başka zamana ve koordinata isabet edemezmiş gibi
davranırlar. Allah bu örnekle ne demek istemiş diye sorar durur ama
gerçeğin ne olduğunu bir türlü göremezler. Allah böyle ayetleriyle
kimilerini anlayamaz hale getirip kitabından uzaklaştırırken kimilerinin
ise o kitaba daha sıkı sarılmasına yardım eder. Ama Allah günahları
kendisini kuşatmış, ayetlerinden yüz çevirmiş olanlardan başkasını
saptırmaz.
Çünkü böyleleri, Allah’a, elçisinin uyulmak üzere getirdiği kitabına
inandım diye söz verip bunu onaylamış ama bu sözlerinin gereğini
yerine getirmeyerek bozmuşlardır. Allah’ın ayetlerini yeryüzüne hâkim
kılmak bir yana o ayetleri örterek, biz anlamayız diyerek Allah’ın ipini
kendilerince kesmişlerdir. Tüm yapıp ettikleri din üzerinden yeryüzünde
kargaşa çıkarmaktan öteye geçmemiştir. Kaybedecek olanlar işte
bunlardır.
Ölü İken Dirilmek
Bu yapıp ettiklerini nasıl oluyor da fark edemiyor, Allah’ın
ayetlerinden, gerçeklerinden, apaçık ilimden yüz çeviriyorlar! Yokken,
yani hiçbir şey değilken, bir anlamda ölü iken insanı dirilten, yaratan
Allah, bu dünya hayatında apaçık görüyoruz ki bizi yine öldürecek ve
yeniden diriltecektir. Bunun haberini en güzel biçimde veren bir kitap
da elimizde iken o kitabın da bizi manevi bir ölümden kurtarıp bilgiye,
ilme, hidayete dirilttiğini nasıl oluyor da göremiyorlar! Hadi
göremiyorlar, görenlere nasıl oluyor da düşman kesiliyorlar! Elbette
bunda alıncak birçok ders var. Ne kadar konuşsak, yazsak, çizsek,
ayetleri yine en iyi biçimde ayetlerin kendisi açıklıyor. O’na
döndürüleceğiz.
Her Şeyin En İyisini Bilen O’dur
Bunu söylemekten imtina etmek gerçeği bilmemek demek değildir. Her
şeyin en iyisini Allah’ın bildiğini bilmek başlı başına bir bilmek işidir
136
Kalemzáde|Panzehir
zaten. Bunun tezahürü şudur ki… Bildiğimiz ve kabul ettiğimiz bir
gerçeğin gereği her ne ise aksini görene kadar önce kendimiz uymalı ve
bu gerçeğimizi anlatabilmek için kendi sözlerimizi başkalarına
aktarışımızdan şüphe içinde bulunmalıyız. Çünkü bizim kelimelerimiz
anladığımızı aynen aktarmamıza yeterli olmayabilir. Ama Allah’ın
sözleri yeterlidir.
Bizim için yeryüzünde olanların hepsini O yaratmıştır. Gökyüzünde ve
ötesindeki uzayın tüm derinliklerini ve içindekileri yaratıp bir düzene
koyan O’ndan başkası olabilir mi! Ve elbette tüm bunları yapıp eden,
her şeyin en doğrusunu bilendir. Bizler ancak kendi zamanımızda, kendi
yaşam çerçevemizde, kendi şartlarımızda, kendi koordinatlarımızda bize
izdüşen gerçekleri akledebiliriz. Bu aklı yaratan da O’dur. Dolayısıyla
irademizle birlikte aslında kusursuz bir teslimiyet içindeyiz. Her şeyi
bilen O’dur. Anlamamız gereken en önemli gerçeklerden biri budur.
137
Kalemzáde|Panzehir
Bu Kitap Size Yetmiyor mu?
Diyanet’in Dini mi? Benim Dinim mi?
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü yayınladığı ve bugün (12.02.2016)
okunacağı ileri sürülen Cuma hutbesinde diyor ki:“Bize Kur’an yeter,
anlayışıyla peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan
Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir. Bu duruş, Kur’an’ın
bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda
bize, kendisiyle birlikte Resulüne inanmayı ve tabi olmayı emreder.
Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı
ister.
Dolayısıyla Peygamberimize inanmayan, onun siretini ve sünnetini
benimsemeyen bir anlayış, İslam anlayışı olamaz. Peygambere iman
etmeden, Kur’an ile sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa
ulaşılamaz. Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz
ve yaşanamaz.”
138
Kalemzáde|Panzehir
139
Kalemzáde|Panzehir
Görüldüğüne göre Diyanet İşleri “Bize Kuran yeter” düşüncesini
etraflıca anlayamamış ve bu sözü sarf edenleri peygambere iman
etmemekle tekfir ediyor. Oysa bu düşünce yeni çıkan bir düşünce değil,
Kuran’ın dediğidir. Peygambere iman etmeyen onun getirdiği kitabın
ayetlerine karşı çıkanlar değil midir? Peygamberin bize lazım olacak
örnekliklerine zaten Kuran’da yer verilmiş değil midir? Dolayısıyla
kitabın dışından gelen bir anlayışı o kitaba inananlara dayatmak o kitaba
başka kaynakları ortak koşmak değil midir?
Kuran ile (peygamber) sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi
kurtuluşa ulaşılmaz diye hüküm veren Diyanet kurumuna sözüm…
Bekleyelim, görelim bakalım. Kim kurtuluşa ercek kim eremeyecek!
Yahu hiç mi okumadınız inandığınız kitabınızı? Bu anlattığınız din
kimin dini ki Kuran ayetlerine hiç uymuyor? Aramızda Allah şahit ki
sizler Kuran’a değil, batıla inanıyor ve bize de batılı dayatıyorsunuz. Bu
dayattığınız din Kuran dini değil, atalarınızdan size miras kalan cahiliye
dinidir. Kuran bize yeter duruşu Kuran’ın bizzat kendisine aykırıdır
diyen Diyanet hocalarımıza soruyorum… Şu ayetleri mi tercih edelim
yoksa sizin Kuran dışı kaynak dayatmalarınızı mı? Sizin dininiz size
kalsın, benim dinim bakın şöyle…
29 Ankebut 51,52 KENDİLERİNE OKUNMAKTA OLAN KİTABI
SANA İNDİRMEMİZ ONLARA YETMİYOR MU? Şüphesiz bunda
iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.
De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve
yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkâr edenler ise, işte onlardır
hüsrana uğrayanlar.
Şimdi biz Allah’ımıza ne diyelim Diyanet? Allah’ım sen BU KİTAP
SİZE YETMİYOR MU? diye soruyorsun ya, maalesef yetmiyormuş!
Kuran bize yeter, demek Kuran’a aykırıymış! Bizim diyanet öyle diyor,
kusura bakma mı diyelim!!! Allah ıslah etsin.
140
Kalemzáde|Panzehir
Merhamet Bahçesinde Yuvarlanmak
Merhamet, Sevgi ve Mutluluk Üzerine Bir Tefekkür
Merhamet sevmekten, sevilmekten kıymetlidir. Sevmek, sevilmek
insanın kendine olan bir ihtiyacının görünürüdür. Oysa kuru sevgi
başkasının karnını da doyurmaz ruhunu da. Karnı doyuran da ruhu
doyuran da merhamettir. İnsan sevdiğine merhamet eder, bu büyük bir
başarı değildir. Ama insan sevmediğine bile merhamet edebiliyorsa
başarılıdır. Demek ki merhamet insanın ben’inden, kendisinden
kaynaklı değildir.
Sevdiğiniz bir insana merhamet ettiğinizde esasen kendi ihtiyacınızı
karşılamış olursunuz. Oysa sevmemenize rağmen merhamet
141
Kalemzáde|Panzehir
edebiliyorsanız kendinize olan ihtiyacınızı aşmış ve ilahi bir bilinçle
birlikte olmuş olursunuz. Biz bunu yeterince yapamıyoruz.
Bu bilince ulaşmış olarak merhamet edenler, sadece karıncaya, sadece
kendi küçük köpeğine, sadece kendi bebeğine, sadece kendi ailesine,
sadece kendi ırkına, sadece dostuna değil… Yırtıcı bir sırtlana da, vahşi
bir aslana da, çirkin ve sümüklü bir yaramaz çocuğa da, başka bir aileye,
başka bir ırka da ve hatta düşmanına da merhamet eder.
Eğer sadece kendiniz gibi olanlara, sadece kendiniz gibi inananlara,
sadece kendiniz gibi sevgi dolu olanlara ve sadece kendinize olan
sevilme ihtiyacınızı karşılayanlara merhamet ediyorsanız hiç bununla
övünmeyin. Övünmeniz gereken düşmanınıza, sevmediğinize olan
merhametinizdir. Sadece kendiniz gibilere merhamet ediyorsanız,
düşmanınızdan farkınız kalmaz. Onlar da kendi gibi olanları sever ve
sadece onlara merhamet ederler. Onlar da birilerini seviyor, siz de
birilerini seviyorsunuz. Sizin üstünlüğünüz nedir?
Er-Rahman da Er-Rahim de Yaratan’dır. O herkese merhamet ediyor.
Ama insan, O’nun yarattığı çiçeği dalından koparıp koklamayı, o çiçeği
kendi kızının kulağına takmayı merhamet zannediyor. Oysa o sadece
sevgidir. Merhamet o çiçek bahçesine zarar vermeden kızıyla,
solucanlarla ve sümüklü böceklerle birlikte o çiçeklerin arasında
yuvarlanmak ve o cennetin etrafına çit çevirmemektir. Gerçek mutluluk
da budur. Merhamet insandan olamayacak kadar çok değerlidir. En
iyimiz bile (haşa) Tanrı olsaydı, çoktan kendi gibi olmayanları
cehennemine atardı. Eğer Allah’ı ve O’nun sıfatlarını benimsiyorsak,
O’nun ettiği gibi merhamet etmeyi denemeliyiz. Yapabildiğimiz ölçüde
bunu yapmaya çalışmalıyız. Bırakın sadece sevdiğimiz, sevildiğimiz
için merhamet etmeyi, gerektiğinde sevilmemeyi bile göze alarak
merhamet edebilmeliyiz. Bu merhamet bizden değildir. Er-Rahman
O’dur, Er-Rahim O’dur. Biz de O’na döneceğiz. Kendi kendimizi yapıp
ettiklerimizle yeterli görmemiz, azmamızdan, zalimleşmemizden başka
bir işe yaramayacaktır.
142
Kalemzáde|Panzehir
Az Yazılı Yazı
Şehir ve Tabiat
Merhaba arkadaşlar… Bu kez bir farklılık olsun istedim. Konuyu “şehir
ve
tabiat”
olarak
belirleyip
ikili
resimler
derledim
hissiyatımı aktarabilmek için. Bu kez az yazılı bir yazı ile beraberce
düşünelim ve belki fırsatı olanlar bu hafta sonu şehirden üç beş
saatliğine bile olsa uzaklaşır da şu lanet olası ülke gündeminden kopup
biraz nefes alır diye düşündüm… Aslında önce yazısız bırakmayı
düşünmüştüm. Fakat yine yazarlık damarım bırakmadı. Az yazılı olsun
dedim. Buyrun…
Acaba ayetlerden yüz çevirmek, sadece kitaptaki ayetlerden yüz
çevirmek mi? Yoksa kitabın gösterdiği ayetlerden mi yüz çevirmiş
durumdayız? Bu resimdeki hüznü defalarca neden yaşıyoruz acaba? Yüz
çevirdiğimiz ayetlerden birisi şehre olan bağlılığımız ve
adem zannettiğimiz şeytanlara olan köleliğimiz olabilir mi?
143
Kalemzáde|Panzehir
Şehirde insanlar yaşıyor… Çoğaldıkça çoğalıyor… Peki ya böyle
yerlerde yaşayan insanlar neden azaldı?
Şu ölümü mü hak ediyor Allah’ın bize nimet olarak verdikleri?
144
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bunu mu?
Ne için bu hırs, bu kavga? Şuradaki insanlara bakın…
145
Kalemzáde|Panzehir
Böyle olmayı neden istemezler?
Kadının çalışıp mutlu olması bu mu?
146
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa böylesi mi?
Köprüler yapmak şehirdeki milyonlara değerli de…
147
Kalemzáde|Panzehir
Ya böyleleri için değersiz mi?
Önce birbirimizi sömürmemeli değil miyiz?
148
Kalemzáde|Panzehir
Görebilmek için kimlerin sömürdüğünü?
Şehrin çöpü, isi dumanı mı bizi mutlu eder?
149
Kalemzáde|Panzehir
Tabiat kendini bile temizlerken…
Şehrin mi mevsimleri huzur verici?
150
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa tabiatın mı?
Sepet mi bize hükmedecek?
151
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa biz mi sepete?
İnsanın boyası mı güzel?
152
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa Allah’ın boyası mı?
Nedir bizi şehre bağlayan? Mazeretlerimiz gerçekten mazeret mi? Huzur
verici manzara bu mu?
153
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bu mu?
Bu mu?
154
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bu mu?
Araçlar mı bize sahip oldu?
155
Kalemzáde|Panzehir
Biz mi araçlara?
Yalnız olmamak bu mu?
156
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bu mu?
Bunları mı tercih edersiniz yemek için?
157
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bunları mı?
İnsan katında değerli olan mıdır değerli?
158
Kalemzáde|Panzehir
Allah katında değerli olan mı?
Bu mudur gözlerimizi dinlendiren?
159
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bu mu?
Bu mudur yaşamak istediğimiz çevre ve hayattan beklentimiz?
160
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bu mu?
Değerli olanı değersiz olanla mı değiştirtiyorlar acaba bize?
Beğenilerimizi bile başkası mı belirliyor yoksa? Bu mudur mutlu eden
ve iyi olan?
161
Kalemzáde|Panzehir
Yoksa bu mu?
Nedir değersiz olanı gözümüzde değerli yapan?
162
Kalemzáde|Panzehir
Nelerden vazgeçiyoruz dondurulmuş gıdalar için?
Çocuklarımızı ve hayvanlarımızı bile kendimiz gibi mutsuz mu
yapıyoruz?
163
Kalemzáde|Panzehir
Nedir bizi yeşilden, doğadan, tazeden, güzelden ve mutluluktan
alıkoyan?
Allah’ın yeryüzü neden dar geliyor bize de yığılıyoruz üst üste?
164
Kalemzáde|Panzehir
Oysa nefes alabildiği her yeri yalancı da olsa bir cennete çeviremez mi
insanoğlu?
Metro köşelerinde okumak mı?
165
Kalemzáde|Panzehir
Çiçeklerin arasında okumak mı?
Sadece kitabı okumak mı betonların arasında?
Yoksa tüm ayetleri okumak mı özgürce?
166
Kalemzáde|Panzehir
Markaya, mala, kalabalığa, eşyaya, betona, taşa mı tapıp köle olmak
gerekirdi?
Yoksa tabiatla kol kola fıtratınla yönelmek mi tek Allah’a?
167
Kalemzáde|Panzehir
Dalından kopararak mutlu olmak mı ayetleri?
Yoksa ayetlerle yaşayarak mı ömürlerimizce?
168
Kalemzáde|Panzehir
Şehir rahmetten kaçırıyor insanı… Çünkü aklı fikri kölelik görevlerini
yapmakta!
Ama özgür olan sevinir ayetleri okuyunca.
169
Kalemzáde|Panzehir
Uyanamayan mutsuz kalır şehirde…
Uyanansa şehre düşen ayetleri bile hissetmek ister.
170
Kalemzáde|Panzehir
Eğer sonu bu olacaksa neme lazım yüksek binalar, kalabalık caddeler,
pırlantalar, arabalar, kafeler?
Huzursa niyetimiz eğer,
verdiklerinden değerli.
doğadaki her
yer
ve
her
şey
şehrin
171
Kalemzáde|Panzehir
Ömür bitecekse her yerde biter…
Anlamsız çatışmalarda ölmek mi yeğdir? Yoksa selde, zelzelede, çığda,
hastalıkta doğal olarak ölmek mi? Trafik kazasında can vermeyi mi
tercih edersiniz, yoksa bir aslanın, bir ayının pençesinde bir işe
yarayarak gitmeyi mi öte tarafa? Pencerenizden bakın, hangi
ihtimalleri görüyorsunuz?
172
Kalemzáde|Panzehir
Çok olup insana kul edilmek mi yeğdir?
Az olup değerini bilmek mi?
173
Kalemzáde|Panzehir
Ayetleri ayarsızca anlayıp, ben yaptım zannederek örtmek mi diğer
ayetleri?
Yoksa okuduğu ayetleri diğer ayetlerle birlikte anlayıp yaşatmak mı?
174
Kalemzáde|Panzehir
Koskoca bir gezegen emrine verilmişken, tabiatı saksıya hapseden
insanoğlu! Aslında başkasına değil, kendine zalimsin! Hem de çok!
Selam ile…
175
Kalemzáde|Panzehir
Yağmur’un İzdüşümü
Yağmur Ayeti
İzdüşümü… En başından beri ayetlerle ile ilgili görüşlerimi anlattığım
makalelerimde özellikle bu kelimeyi kullanmaktan hiç pişman olmadım.
Bunun çok önemli bir nedeni var. Hem beni rahatlatan hem de
okuyanları düşünmeye daha kolay sevk ettiğini umut ettiğim…
Önce size bir soru… Yağmur ayet midir?…
Hemen hepinizin aynı cevabı verdiğini duyar gibiyim… Kuran’ı rehber
edinsin edinmesin nasıl da çoğumuz aynı kabulde birleşebiliyoruz değil
mi? Evet. Yağmur ayettir, diyoruz. Güneş de ayettir. Ağaç da! Balık da!
Yerçekimi de! Balarısı da! Hatta her insan da bir ayettir ve her insanın
176
Kalemzáde|Panzehir
yaşamı da birçok ayetlerle doludur. Yağmurdan neden bahsettiğime ve
nasıl’ına geleceğim…
Hizipleşme Endişesi
Her ne kadar ihtilafların içine girmek istemeseniz de ihtilaflar öyle bir
hale gelir ki sizin de üzerine sıçrar. Gelir sizi bulur ve sizi de çözüm
bulmaya zorlar. Kuran’a uyanışımdan beri en çok dikkatimi çeken
Kuran hükmü, hizipleşmenin çok kötü bir şey olduğuydu. Ne dersem
diyeyim bir şekilde hizipleşmeye neden olmamalıyım dedim hep. Bütün
tartışmalara ve ihtilaflara işte bu gözle baktım.
Gördüm ki fırkalaşmak, sözünüzde haklı bile olsanız kaybetmeye direkt
giden yoldur. Düşünce üzerine tartışmak her zaman iyidir ama düşünce
üzerine kavga etmek ve araya bu yüzden çitler örmek kötüdür. Kötü
olan tartışma Kuran’ın bizi uyardığı, kavgaya tefrikaya ve tekfirciliğe
yol açan tartışmalardır. Yoksa ilmi bir konuda çalışma ya da araştırma
üzere fikir alışverişi yapmak kötü olan tartışma değildir.
Neyse…
Dediğim gibi bütün tartışmalara bu gözle baktım. Ne söylersem
söyleyeyim genellikle iki cephe halindeki kavga eden veya ihtilafa
düşen tarafların ikisinin de hataları olabilir ya da ikisi de haklı olabilir
mi diye göz gezdirdim. Ve gördüm ki… Daima en az bir üçüncü yol
var. Ama bu üçüncü yol “orta yol” denilen şey değil. Ortasını bulmak
değil, bazen ikisini de doğrulamak, bazen ikisini de yanlışlamak, bazen
ikisini birbirine birleştirmek ve bazen de selam üzerine buluşmaktır. İşte
bu sonuncusu çok daha önemli… Çünkü izdüşümü diye bir şey var.
Adına eskiler başka kelimeler kullansalar da!
Kuran, Ayetlerini Bize Yaşatır
Evet, Kuran ayetlerini yaşatır. Bence Kuran’ı kesin bilgi kılan en önemli
delillerden başta geleni, onun ayetlerini hayatınızda yaşadığınızın
farkına varmanızdır. Bu bazen çok kolay anlaşılır, bazense derin
tefekkür gerektirir. Bunların farkına varabilmek için başta gece
177
Kalemzáde|Panzehir
okumalarınız ve sabah okumalarınızın ardında yatan anlama çabamız
çok çok çok etkilidir. Eğer bunu az ya da ölçülü biçimde çok yapmayı
periyodik hale getirirseniz gün içinde ayetleri yaşadığınızı ayan beyan
görürsünüz.
Güne yenilenmiş ve daha da gerçeği hatırlamış bir insan olarak
doğmanın yolu bir önceki karanlıkta kendinizi okuduğunuzun üzerinde
düşünerek aydınlatmanızdır. Ayetlerden yüz çevirmemiz bizi peyderpey
yere saplar.
Ayetler Herkese İner
Aynen yağmur gibi… Kimisi o yağmurun altında ıslanır, kimisi
pencereden seyreder, kimisi şemsiyeyle altında yürürken kimisi dışarı
çıkıp ıslanmayı umursamadan keyfini çıkarır. Herkesin yağmurdan
aldığı ve anladığı şeyler farklıdır.
O yağmur herkese farklı biçimde etki eder. Kimisinin damı yoktur,
yağmur onu perişan eder, kimisin tarlada mahsulü vardır, aynı yağmur
onun bereketine bereket, malına mal katar. Kimisinin üzerine o
yağmurla yıldırım düşerken, kimisinin barajları nimetle dolar.
Kimisi o yağmur gelsin diye, kimisi o yağmur gelmesin diye dua eder.
Kimisi de o yağmuru inkâr eder… Gider dere yatağına ev yapar ve ilk
dolu dolu yağmur yağışta evini sel götürür. Yağmur ayetinden yüz
çeviren perişan olur.
Peki neden kimse yağmur konusunda ihtilafa düşüp kavga etmez?
Neden herkes yağmur aslında şu demek, yok aslında bu demek veya
yağmur yağdığında hepimiz dışarı çıkmalıyız ya da hepimiz şemsiye
almalıyız diye fırkalaşıp da mezheplere bölünmez?
Ayetse o da ayet! Niçin ayetin ne demek istediği hakkında tartışmaz
inananlar da hepsi o yağmura göre bir şekilde tavır alır? Neden birisi
saçak altına girerken, diğeri altında neşe ile ıslanır da birbirlerini ne
yapıp ettikleri yüzünden tekfir etmezler?
178
Kalemzáde|Panzehir
Kesin olan şudur ki o yağmur herkese iner…
İşte Kuran’daki ayetler de böyledir. Ama bu inişin herkes için bir
zamanı vardır. Hatta aynı ayet aynı kişiye farklı zamanlarda farklı
biçimlerde iner. Hiçbiri de birbiri ile gerçekte çelişmez.
Aynen yağmur gibi… Kayseri’de yağmur yağarken Kayserili ondan iyi
ya da kötü nasibini alır. Ama aynı anda İstanbul’daki adamın bu yağmur
ayetinden haberi bile yoktur. Başka bir zaman İstanbul’a yağmur ayeti
inerken, Kayseri’deki adam kar ve ayaz ayetleriyle meşguldür.
O yağmur kimisinin üzerine gökler delinmiş gibi yağarken kimisinin
üzerine çiseler. Yağmur ayeti herkese iner. Ama farklı zamanlarda farklı
yerlerde farklı biçimlerde iner. Her insan da kendi tasarrufu neticesinde
o yağmur ayetinden nasibini alır.
Yağmur hakkındaki görüşleri yüzünden sürekli ihtilafa girerek kavga
edip, birbirine sürekli “yağmur yağdığında hepiniz benim gibi
davranmalısınız” demek ne kadar saçma, değil mi? Herkes zaten
yağmur yağdığında ne yapması gerektiğini bilir. Eğer yağmurdan yüz
çevirmiyorsa!
179
Kalemzáde|Panzehir
Ayetleri Neden Farklı Anlıyoruz?
Aslında ayetlerin hükmünü farklı anlamıyoruz… Ya, Allah’ın hükmüyle
o hükümden alacağımız hikmeti karıştırıyoruz ya da hikmeti kendi aklivicdanımız yerine başkalarının din dayatmalarında arıyoruz. Sonra da
elimizdeki hikmeti hüküm zannetmeye başlıyoruz.
Yani sadece kendi izdüşümümüzü göstererek ayeti delillendirip ayetin
hükmünü beyan etmek yerine, kendi izdüşümümüzü dayatıyor ve aynı
izdüşümünü bulanlarla mezhepleşiyor, diğerlerini kâfir ilan ediyoruz!
Tabi ki genel geçer anlayıştan yani çoğunluktan bahsediyorum…
Aynen Kuran’daki ayetler de durum böyle… Önüyle arkasıyla
ayetler farklı izdüşümler verirler.
“Raina demeyin unzurna deyin” ayetini iyi biçimde bir çobanın,
“Biz gökleri genişletmekteyiz” ayetini iyi biçimde bir astronom ya da
fizikçinin,
180
Kalemzáde|Panzehir
“Onların şehirlerini yerle bir ettik ibret alın” gibi ayetleri iyi bir
biçimde bir arkeolog ya da tarihçinin anlaması çok muhtemeldir.
Raina (Bizi güt) demeyin uznurna (Bizi gözet) deyin ayetini
okuyan/dinleyen çoban kendi hikmetini, aynı ayeti dinleyen köy ağası
kendi hikmetini, marabalar kendi hikmetini, o köyün yolundan geçen
misafir kendi hikmetini, kahvehanede ömür tüketen köylüler kendi
hikmetini, bir politikacı kendi hikmetini, bir seçmen kendi hikmetini
bulur.
Andolsun Kaleme… ayeti bir yazar için farklı bir hikmet verirken, bir
okur için farklı, bir felsefeci için farklı, bir muhasebeci için daha farklı
hikmetler verir.
Yağmurun ne zaman yağacağı hususunda yanlış bir tahmin bile yapsa
kimse meteorolojiyi kâfir ilan etmez. Ya da meteoroloji kalkıp, benim
yağmur hakkındaki hava tahminime aykırı düşünenler bizden değildir
demez, yağmur hakkında kendi çaba ve tecrübesiyle fikir sahibi
olanların Müslümanlıkla alakaları yoktur demez.
Bu ayet (delil) bunu söylüyor diyerek sadece bir çıkarımı doğru kabul
eden anlayış, başkasına da o ayetin farklı bir biçimde ineceğinden gafil
demektir. Bir yağmur birisinin mahsülüne bire yetmiş başak verirken,
sen elindeki tek başakla sevinip, övünüp duruyor olabilirsin.
Senin üzerine çiseliyor ve mahsul alıyorsun diye, başkasının evini sel
götürmez de diyemezsin. O yağmur sel biçiminde o adamın üzerine iner.
Sen görmesen de iner.
İşte bu yağmur ayeti yüzünden kavga edip hizipleşmek ne kadar
saçmaysa, Kuran ayetleri üzerinde hizipleşmek de o kadar saçmadır.
Bu da kaçınılmaz olarak fırkalaşmayı getiriyor. Aslında bunu yapmak
dini tekeline almak gibidir.
Sadece benim dediğim doğrudur demek, Allah’ın hüküm sahibi
olduğunu reddetmekle aynı şeydir.
181
Kalemzáde|Panzehir
Peki ne yapmamız lazım?
Yağmuru (ayeti) iyi okuyup, onu birlikte anlamaya çalışmamızda
problem yok. Ama herkes gerçekte zaten yağmurun (ayetin) ne
olduğunu bilir. Yağmur zikirdir, yani hatırlatıcıdır. Yağmurun yağması
insana zaten bildiğini hatırlatır ve insan da o sırada ne yapması
gerektiğine kolayca karar verir.
Bulutlar nasıl toplanıyor, şimşek neden çakıyor, içme suyumuzu nasıl
temin ederiz, nasıl barajlar kurarız, seli su baskınını nasıl önleriz diye
topluma yönelik hikmetler bulmamız ise makbul ve güzel işlere
örnektir. Çünkü kavga etmek yerine o yağmurdan ortak fayda sağlamış
oluruz.
Kavga etmek yerine işte Kuran ayetlerinden de ortak faydayı
sağlamamız lazım. İnsan kendisine Allah tarafından verilen öğüt
yüzünden kavga eder mi? Bu nasıl bir akıl tutulması! Tabi sizinle kavga
edenlere, size bu saçma sebeple adeta savaş açanlara aynı ölçüde
karşılık vermeniz ve apaçık zanları göstererek insanlara gerçeği beyan
edip geçmeniz bundan müstesnadır.
Riba ayetlerini okuyan tüccar anlaması gerekeni, aynı ayeti okuyan
bankacı anlaması gerekeni, vergi memuru kendi anlaması gerekeni, son
kuruşunu bir ekmek için harcayan fakir kendi anlaması gerekeni, borç
içinde yüzen adam kendi anlaması gerekeni anlar.
Ayetler Hak Edene Hak Ettiğini Verir
Aynı ayeti duyan ve Allah’ın rehberliğini arayan adam o ayetle doğru
yolu bulurken, aynı ayeti duyan bir münafığın bir kulağından girip
öbüründen çıkar, aynı ayeti duyan inkârcı ise o ayetten aldığı ilhamla
Kuran’ı bile reddedebilir. Kuran ayetleri o kadar mucizevidir ki herkese
hak ettiğini verir. Kuran’ı reddeden bir adam bile o ayeti tam da
anlaması gerektiği gibi anlamıştır. Onun yapıp ettiklerinin karşılığı
budur, bunu hak etmiştir.
182
Kalemzáde|Panzehir
Yani bir anlamda Kuran’ı kimse yanlış anlayamaz, Kuran’ı herkes
anlaması gerektiği gibi anlar. Ölmesi gereken adam ölür, istediğiniz
kadar suni teneffüs yapın, istediğiniz kadar kalp masajı yapın, beyin
ölümü gerçekleşmiş adamı hayata döndüremezsiniz.
Ayetler Canlıdır… Zamana ve Mekâna Göre Anlam Kazanır
Her ayet her devirde de farklı şekilde toplumlara inebilir. Aynen yağmur
gibi… Bir dönemde Allah’ın verdiği misal bir ahlaki öğeye tekabül
ederken, diğer bir tarihte bilimsel bir doğrulukla bire bir eşleşebilir.
Ayetler adeta canlıdır. Zaman içerisinde yaşarlar ve yeniden doğarlar.
Allah atılmış suya x dememişse siz hükmen x diyemezsiniz. X size ve
devrinize inen izdüşümüdür. Bir dönemde atılmış sudan çıkarılan
izdüşümü farklı olabilir veya genetik ilmi geliştikçe çok daha belirleyici
bir gerçekliğe de işaret edebilir.
Bugünkü çıkarım, bugünkü izdüşüm x olabilir. Doğrudur da. Ama
bugün için izdüşümüdür.
İnsanların yazdıklarını muhkem kabul ederseniz yarın bir gün o atılmış
suyun x’le beraber “sözün gelişi” x’in yanında seyahat eden ve aslında
esas geni taşıyan bir hidrojen bileşiği olduğu da ortaya çıkabilir. Bu
durumda geleneksele ya da eskiyen bilime saplanmış ve “bir âlimin
kitabında okudum” diyerek x diye direten adam ayeti örtmüş olur. O
ayetten alacağı yeni izdüşümünden mahrum kalır.
İnsanlar tefekkür eder ve çağdaşlarının ufuklarını açabilirler. Ama en iyi
insan sözü bile mutlaklaştırılırsa, o insan ilahlaştırılmış ve o güzel
insanların sözleri bile gelecekte ayetlerin anlaşılmasına engel döşenmiş
olabilir. Bu yüzden en önemli şey şirk koşmamaktır, ortak koşmamaktır.
Bugünün insanlarına bugünün gerçekleri anlatılır ama bunlar geleceğe
dair hüküm değil bugünün izdüşümleridir.
Ve gaybı kimse bilemez. Bugünkü izdüşümleri nedeniyle insan hükmün
izdüşümüne değil, hükmün bildirdiği gayba, orada mutlak bir gerçek
olduğuna güvenir.
183
Kalemzáde|Panzehir
Kuran bir rivayet değildir
Sözün güzeline uymak, ama Kuran’ı yeterli görmek ve dinini Kuran
dururken adı üstünde rivayetlerin içinde aramamak gerekir… Kuran
nesilden nesle geçti diye rivayet değildir. Zikirdir, hatırlatıcıdır. Yağmur
yağdığındaki otomatikleşmiş tavrınızı düşünün… Ne yapacağınıza
hemen karar verirsiniz. Çünkü o bilgi sizde zaten vardır ve yağmur size
onu hatırlatmıştır. Kuran ayetleri de böyledir.
Kuran, peygamberin ağzından çıkıp bugüne kadar kesintisiz gelmiştir.
Kuran hatırlatıcıdır. Bize, bizde olanı hatırlatır. Bizim sinelerimizde
saklı olan gerçekleri hatırlamamızı sağlar. Uyarır. Bak doğrusu buydu,
hatırla der. Bu kapsamda her insan hem kitabı okurken, hem onun
üzerinde düşünürken hem de hayata ve kâinata bakıp tefekkür ederken
Allah’tan vahiy (ilham) alır. Balarısına bile vahyeden Allah bize de
vahyetmektedir (ilham etmektedir). Yağmur ne kadar gerçekse ve
rivayet değilse, Kuran da o kadar gerçektir ve rivayet değildir.
184
Kalemzáde|Panzehir
İhtilaflara Cevaplar
Daha önce belirttiğim gibi… Her ne kadar ihtilafların içine girmek
istemeseniz de ihtilaflar gelip sizin de üzerine sıçrıyor. Gelip sizi
buluyor ve sizi de çözüm bulmaya zorluyor. Ama her şeye rağmen siz,
hizipleşmeyip kavga etmeyecek kendi izdüşümünüzü bulabilirsiniz.
Yine de sizinle kavga etmeye kalkanlar olursa fikrinizi söyler ve
geçersiniz. İleri gidenler olursa en fazla aynı ölçüde karşılık verirsiniz.
Benim izdüşümüm budur. Tüm yazdıklarım ve aşağıdaki ihtilaflara
cevaplarım yeni ihtilaflara yelken açmak değil, benim kendi
izdüşümümdür. Önemli olan başkalarının benim fikrimi onaylaması
değil, benim tatmin olmuş ve sadece Allah’a güveniyor olmamdır.
Mezhepler Meselesi
Elbette ki aynı düşüncelere uyanlar bir araya gelebilir. Zaten Allah
bunun sözünü de veriyor bize. Ama kimse kendi algısını Allah’ın dini
gibi, topluma mutlaklaştıramaz ve dayatamaz. Birlikteliklerine de dini
bir isim koymak zorunda değillerdir. Aynen yağmur gibi…
185
Kalemzáde|Panzehir
Köylüler anlaşıp köylerine yağmurdan korunacak istinat duvarını
kurmak üzere bir araya gelebilirler. Ya da suyu depolayıp kuraklıkta
kullanacak bir düzenek hazırlayabilirler. Tutup bu köylülere duvarcı
mezhebinden ya da depocu mezhebinden demek ve yağmuru onlarla
kaim görmek ne kadar saçmaysa, kutuplarda yaşadığını varsaydığımız
bir peygamber gocuk giyiyor diye ekvatordaki bir topluluğun gocuk
giymesi ve gocuk mezhebine dâhil olması o kadar saçmadır.
Kutuplardakilerin gocuk giymesi din değil, yağmur ayetinin onlara
izdüşümüdür. Birlikteliklerine isim versin ya da vermesinler…
Mezhepleşmek adı üstünde hizip sahibi olmaktır. Bir konuda güzel bir
örfe uyabilir ya da belirli bir ortak görüşe dayanabilir ama bu uyum ve
ortak yaklaşım mezhepÇİLİK haline, bir anlamda Allah’ın dini haline
getirilirse insanların sözleri ve tercihleri Allah’ın sözlerine ve hikmet
dolu hükümlerine tercih edilmiş olur. Bu da toplumsal yıkımı getirir.
Salat ve Namaz Meselesi
Salat namaz değildir, ama namaz salattır. Çünkü salat bir havuzdur ve
namaz o havuzun içindedir. Aynen yağmur gibi… Gök olayları bir
havuzdur, yağmursa onun sadece bir çeşididir.
Kuran’a dayanmaları şartıyla, namazın ne gibi bir faydası olduğunu
anlamak isteyenler için denemesi bedava… Eğer namaz kılıyorlar ama
ihtilafı üzerlerinde hissediyorlarsa, on beş gün veya kendilerine göre bir
süre namaz kılmasınlar… Görecekler ki namazsız oldukları dönemde
yavaş yavaş ayetleri de okumayı bırakacaklar, yavaş yavaş günlük
yaptıkları işlerde yanlışa düşmeyi de önemsememeye başlayacaklar ve
zamanla yapıp ettikleri boylarını aşma yoluna girecektir. Eğer dikkat
ederlerse görecekler ki namaz ile Allah’ı anmadıkları süre içerisinde
gündelik işler bütün fikirlerini yavaş yavaş kapsayacaktır. Tabi ki bu
önerim daha önceden namaz kılmakta olup namazla ilgili ihtilaflar
üzerine sıçrayanlar içindir. Diğerlerine ise salat ayetlerini bir kez daha
gözden geçirmelerini ve kendi izdüşümlerini bulmayı tavsiye etmekten
başka yapacak bir şeyim yok.
186
Kalemzáde|Panzehir
Namazımı örfe göre değil de ben istediğim biçimde kılıyorum diyenlere
ben bir şey diyemem. Bilemem, belki de örfe uymazken kıyamını da,
rükûunu da, secdesini de öyle bir takva ile yapıyorlardır ki biz yanına
bile yaklaşamamışızdır, bilemeyiz. Yağmur ona öyle yağıyordur
bilemem. Bunu kavga sebebi yapmak saçmadır, akıl tutulmasıdır bana
göre.
İsteyen istediği biçimde ve periyodik (vakitli) olarak namaz
kılabilmelidir. Ama herkes o zaman farklı yapar diye dert edinenlere
sözüm, bu endişeniz yersiz. Zaten herkes farklı yapıyor. Siz kendi
mahallenizi biliyorsunuz ve mahallenizi gezegenin tamamı
zannediyorsunuz. Aynı Allah’a inanıyor ve üstüne üstelik aynı kitabı
rehber ediniyorsa mesele midir şekildeki farklılıklar?
Allah, Davut’un dağlarla ve kuşlarla nağmeler eşliğinde yaptığı tesbihi
överken sen çıkıp adama niye ellerini şöyle bağlamadın diyebilir misin?
Allah en merhametlidir. Kulunu senden daha iyi tanır.
Bunun yanında namazın yokluğunu iddia edenler için, bence namazın
varlığını görebilmelerine kadar namazları doğal olarak yoktur. Hem
yok’a inanıp hem de varmış gibi mi davransınlar! Bu ikiyüzlülük olur.
Düşüncelerinden emin olup olmadıklarında sorun görmüyorlarsa sorun
yoktur. Eğer başka bir yol bulmuşlarsa ona dair de samimiyetlerini
gözden geçirmelerinde fayda vardır. Ama namaz kılmak dayatılamadığı
gibi kılmamak da dayatılamaz. Benim nazarımda başkasının namazı ya
da kılıp kılmaması beni bağlamaz. Ama salat kümesinin selam ve barış
elemanlarına benimle birlikte rükû etmelerini beklerim.
Türkçe Namaz, Arapça Namaz
Hangi dilde olursa olsun ne dediğini bilmek ve gösterişe düşmemektir
benim izdüşümüm. İçi boş ve ne dediğini bilmeden icra edilen bir ritüel
zaten namaz değildir. Zaten mesele ritüel de değil, hayata vahyi tatbik
etmektir. Dinimiz sadece namaz kılmaktan ibaret bir din değildir.
Namaza bu kadar önem atfedip en az onun kadar hatta ondan bile daha
fazla geçen diğer ayetlere aynı önemi vermemek ciddi bir tutarsızlıktır.
187
Kalemzáde|Panzehir
Örfe Uymalı mı Uymamalı mı?
Sözün doğrusu, işin makbulü kapsamında vahye vurulan örf
uyulabilirdir. Şehre secde kapsamında şirk olmayan örfe, zorlama
olmaksızın toplumsal birliktelik açısından bence de uyulması tercih
edilmelidir. Bahçeci bir köyün örfünde yağmur yağarken sulama
gölünün dolması için düzenek kurulurken, tütüncü bir köyde herkes
tütün hevenklerini ıslanmasınlar diye salacın içine almak için koşar.
Şehir mi, tabiat mı?
Ben tabiata uygun yaşamaktan yanayım. Ama ikisini girift yapmak
gerekir. Belli şartlarla (şehirleşmeyecek şartlarla belirli büyüklükte arazi
parçası, ekim alanı, su, yeşillendirme, evcil ve özgür hayvan şartı,
yaşam alanı, eğitim kurumu, sağlık kurumu, ticaret amaçlı olmayan
yardımlaşmalı üretim) tabiat olmakla beraber modernite ölçülü biçimde
köye girmelidir. Ne vahşi şehirlilik ne de topluma ve bilime duyarsız bir
köylülük!
Faiz helal mi, haram mı?
Faiz helal görünmüyor ama riba daha büyük… Aynen salat kavramı ve
namaz gibi. Aynen gök olayları ve yağmur gibi.
Bir malı üç ay vade ile sözleşip aldığımızda vade farkı ödüyorsak ve bu
faizse, aynı malı vadeli fiyatına peşin almak zorunda kaldığımızda bu
ticaretin ribadan uzak olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Riba karşılıksız
olan her kazanç için geçerlidir.
Köpek eti yenir mi, yenmez mi?
Kimsenin köpek yediği yok ama haram yiyecekler bahsi geçerken
verilen örneklerin başta gelenidir… Köpek eti haram değildir, ama
toplumsal örfümüz ve damak tadımıza göre sevimsizdir. Farklı
toplumlar farklı gıda maddelerinden tiksinebilir. Esas olan pis olanı
yememektir. Bizim toplumumuzda köpek yenir deseniz bile kolayına
kimse yemez ki zaten. Bu, dinle ilgili değildir. Filipinliler için köpek eti,
188
Kalemzáde|Panzehir
Çinliler için türlü böcekler ve salyangoz, Araplar için çekirge damak
tadına uygun olabilir. Diğer bir toplum içinse tam tersi olabilir… Dinen
hükmü bildirilmemiş gıdaların haram ya da helalliğinden bahsedilemez.
Mantar da haram değildir ama bazı mantarlar haram olmamasına
rağmen zehirlidir. Yağmur örneğine dönersek… Yağmurda ıslanmak
haram değildir. Ama bile bile kış yağmurunun altında kalırsan zatürre
olursun.
19 Mucizesi
19 vardır, imanı artıran çok ciddi bir ayettir. Ama başka ayetler atmayı
gerektirecek kadar kapsamı net değildir. Zaten ayet atanlar bile sözün
doğrusu kapsamında ayeti reddetmiş değillerdir… Müddesir suresindeki
ayetlerde bulunan şiddetli tehditlerin her iki tarafa da yöneldiğini
düşünüyorum. Hem 19’culara hem de asla yoktur diyenleri titretip
kendisine getirmesi için!
Tavbe 128’de peygamberin merhametli (er-rahim değil rahim) ve iyi bir
kimse olduğundan, 129’da da Allah’ın kuluna yeter olduğundan bahis
vardır. Bu ayetlerin mushaftan olup olmadığını ister kabul etsin ister
etmesin, içlerindeki gerçekleri reddeden yoktur. Her iki tarafa göre de
peygamber iyi bir kimsedir ve her iki tarafa göre de Allah kuluna yeter.
Anlamı, gerçeği kimse reddetmediğine göre… O halde kimse (kutsal
metnin içinde saysın saymasın) ayetlerdeki gerçeği reddediyor değildir.
O halde kavga etmek ne büyük kayıp! Aynen yağmur gibi… Yağış
biçimiyle diğer yağmurlardan hiç bir farkı yokken, mevsiminde değil
diye yağmur yağmıyor diyemezsiniz. Yağan yağmur da, anlamı da
gerçektir.
Tesettür
Başörtüsü vardır, başörtüsü yoktur… Çok uzatmayayım. Bu da yağmur
gibi…
Bu kitap onu rehber edinenler içindir. Kitaptaki örtünme emirleri
Kuran’ı benimsediğinden dolayı genel geçer toplum tarafından
189
Kalemzáde|Panzehir
aleyhinde delil bulunmak üzere rahatsız edilecek kadın müminleri
korumak içindir. Daha Kuran’la tanışmamış atalarının dinini uygulayan
kadınlar için örtünme emri diye bir şey yoktur. Onlar sadece
geleneklerine uymaktadırlar, Kuran’a değil. Örtünen de öyledir,
örtünmeyen de.
Kuran’da başını örtmeyi kendine izdüşüren örter, sadece ölçülü
giyinmeyi izdüşüren ona göre giyinir. Her kadın kendisini örfüne ve
çevre şartlarına göre nasıl koruması gerektiğini gayet iyi bilir. Önemli
olan ayetlerdeki örneklerden alacağı öğüdü görmesi ve kendine düzgün
bir izdüşümü belirlemesidir.
Kuran tarihseldir, Kuran evrenseldir
Kuran’ın tarihsel öğeleri de vardır, evrensel öğeleri de… Ama ister
tarihsel olsun, ister evrensel, öncelikle aranan, zikrin ne olduğunu
okumak ve öğüt almak olmalıdır. Yağmur lokal de yağabilir, bütün bir
bölgeyi tufan da kaplayabilir. Bunu tartışmak yerine yağmurun getirip
götürdüğünden öğüt ve hikmet alsak olmaz mı?
Kuran toplumsaldır, Kuran bireyseldir
Hayır! Her ikisidir… Toplumun üzerine yağmur yağarken herkes farklı
bir tepki verirken, bir müzisyen o yağmurdaki ilahi melodiyi duyup,
aldığı ilhamla insanların beyin yorgunluklarını alacak birçok beste
yapabilir. Toplumun çoğu yağmur ayetini kalp gözüyle görmeden
geçerken o toplumdaki bir yazar ya da şair o yağmurdan esinlenip
kitaplar dolusu eser yazabilir.
190
Kalemzáde|Panzehir
Sadece Kuran Anlayışındaki Problemler
Ve geldik günümüzün en büyük ihtilafına!
Kuran yeter mi Kuran yetmez mi?
Elbette Kuran yeter… Ve bunun yanında elbette Kuran’ın, ilimde
derinleşmek isteyen her inananı bazı adreslere de gönderiyor olması o
Kuran’ın yeter oluşunun dahilindedir. Anlaşmazlık, akıl edemezlik işte
burada… Kavganın nedeni yine düşünmeden hizipleşmekte… Peki
Kuran bizi hangi adreslere gönderir?
Birkaç tane söyleyeyim… Kuran, daha önce indirilenlere iman edin
diyor… Yeryüzünü gezin dolaşın da ibret alın diyor… Yağmura bakın
diyor… Kuşlara ve hayvanlara bakın diyor… Göklere bakın düşünün
diyor… Akledin diyor… Rakamlar ve sayılar üzerinden de konuşuyor…
İlimde derinleşin diyor… İlimde derinleşenlere sorun diyor… Ve de en
önemlilerinden biri sözü dinleyin güzeline uyun diyor. Yani Allah bizi
191
Kalemzáde|Panzehir
(Kur’an denetleyiciliği ile) Tevrat ve İncil’e, arkeolojiye, astronomiye,
matematiğe, zoolojiye, biyolojiye, meteorolojiye, felsefeye, daha birçok
ilme ve güzel düşünenlerin güzel sözlerine davet ediyor.
Peki bir söz peygamber adına ya da bir alimin adına geliyorsa!…
Önemli olan, bir sözün peygamberimize ait olup olmadığı değildir.
Önemli olan sözün getirdiği şeyin gerçek mi yalan mı olduğudur. İsterse
peygamber değil de mahallenin bakkalı söylesin! Doğru söz doğru
sözdür.
Hadis tartışması baştan yanlıştır. Hadise inanıp inanmamak kavgası
tamamen boştur. Hadisler Kuran hükmü değildir. Bir söz peygambere
ait ya da değil diye kavga etmeye gerek yoktur. Kimden gelirse gelsin
güzel söz güzel sözdür. Epiktetos da söylese doğrudur, peygamber de
söylese doğrudur, şii de söylese, ehlisünnet de söylese, ateist de söylese,
bir ümmi de söylese doğrudur. İtibar edilecek söz, güzel ve akıllı
sözdür.
Rivayetlerin arasında “İki kere iki dörttür” diye bir hadis olsa bir kısım
başlayacak bu peygamberin hadisidir demeye, bir kısmı başlayacak
peygamber hadisi değildir demeye. İkisi de yanlış yaklaşım. Mesele bu
değil. Mesele iki kere ikinin dört olmasıdır. 2X2=4’tür. Gerçektir.
Peygamber söylememiş bile olsa gerçektir.
Aynı şekilde Kuran’a aykırı bir ifade ile “İki kere iki beştir” rivayeti
ortaya konsa aynı kavga yine başlayacak. Oysa bu sözün peygambere ait
olup olmaması değildir mesele. Mesele Kurani olmayan bir haberin hem
Kuran tarafından onaylanmıyor oluşu hem de akla ve gerçeğe aykırı
oluşudur. Peygamber dini anlamda Kuran’a aykırı söz söylememiştir.
İki kere iki beştir sözünü gerçekten peygamber söylemiş bile olsa
yanlıştır ya da yanılmıştır. Ve bu hüküm gerçel ve Kurani olmadığına
göre bizi zaten ilgilendirmez. Hadisleri adeta ayet yerine koymak da
yanlıştır, rivayetlerde arka plan aramak gayba taş atmaktan başka işe de
yaramaz. Zan olmaktan öteye gidemez.
192
Kalemzáde|Panzehir
İnsanlar sadece kavga ediyorlar
İnsanlar nereye bakıyorlar ve ne yapıyorlar? İnsanlar sadece kavga
ediyor ve birazcık ilim elde edince diğerlerini tekfir etmeye başlıyorlar.
En iyisi bile olsa yeryüzündeki hiç kimse Fatiha’dan vazgeçebilir mi?
Artık benim Allah’a “Bize dosdoğru yolu göster” dememe gerek
kalmadı diyebilir mi?
Eğer bunu diyebilen biri varsa en çok yanılan odur. Biz her gün
Allah’ım beni en doğru yola yönelt diyebilen ve bu uğurda emek sarf
edenler olmalıyız. Bilgisi fazla olan bilgisi az olandan değil, imanı fazla
olan imanı az ya da sahte olandan kıymetlidir. Öğreten zaten Allah’tır.
Allah dünyayı düzeltmeyi insana mahkûm bırakmaz. Allah çabamıza
şahit olmak ve bizi de şahit etmek ister. Değerli olan çabamızdır.
En büyük hatalardan birisi ümmileri müşrik gibi görmektir.
Peygamberimiz de önceleri bir ümmiydi etrafında toplananlar da. Ümmi
olmak okuma yazma bilmemek değil, vahiyden kitaptan habersiz
yaşamaktır. Uyarılmamış olanlardır. Yani kitap ehli olmamaktır.
193
Kalemzáde|Panzehir
Peygamberimizin zamanında yaşayanların etrafında İncil de vardı
Tevrat da Zebur da ve hatta Sadukiler gibi Tevratın ilk dört kitabını
kabul edip diğer insan yazmalarını kabul etmeyenler de.
Onlar bunların hepsinin kültürel karışımı olan ve İbrahim’in yolundan,
İbrahim’in sünnetinden gittiğini iddia eden ama etraflarında okunup
duran vahiyden kitaptan habersiz kimselerdi. Aynen bugünkü gibi…
Bugün de kendisine Müslüman diyen ve Kuran peygamberinin sünnetini
takip ettiğini ileri süren ama Kuran’dan ve daha önce indirilenlerden
haberleri olmayan bir halkla karşı karşıyayız.
Bu halkın büyük kısmı müşrik değil, ümmidir. Ve eğer biz doğru yola
doğru koşuyorsak etrafımızda toplananlar ve inananlara arkadaşlık
edecek olan, onların uyananları olacaktır.
“Kuran Yeter” Söylemini Sadukiliğe Taşıyanlar
Her insan ilham alır ve gerçeği fark edebilir. Ancak burada da şu sorun
var ki insana Allah da ilham verebilir şeytan ya da beşerin şeytani tarafı
da. İnsanın ayırt etmesi gereken seçimleri bunlardır.
Gelen ilhamın Allah’tan mı yoksa şeytandan mı olduğunu ayırt edecek
bilgi sinemizde vicdanımızda saklı olan ve reddedilemez olan
gerçeklerdir. İşte bu kapsamda da birçok konuda olduğu gibi Kuran ve
İncil’in paralel olarak şiddetli biçimde eleştirdiği bir grup daha ortaya
çıkıyor.
Kitabın arka planını incelemeye kalkarken, öyle bir noktaya gelip de
hem kitabın tamamından vazgeçemeyip hem de yeniden dirilişi
reddederek… farkına varmadan birçok ayeti ters düz etmeye ve bunun
getirimi olarak izdüşümlerinde de ahlaki zafiyetlere düşme riskinde olan
kimselerdir bunlar.
194
Kalemzáde|Panzehir
Kuran’da “kitap ehlinden olduğu halde” yeniden dirilişi yok sayanların
kimler olduğu uzun süre kafamı karıştırmıştır. “Çürümüş-bozulmuşken,
bu kemikleri kim diriltecekmiş?” diyenler… ya da “sadece ölürüz ve
yaşarız” diyenler… ya da “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur ve
bizler diriltilecek değiliz” diyenler… ya da “Ahirete inanmayanların
kalpleri inkârcıdır ve onlar kibirli davranırlar” diye bize açıklananlar…
ya da olanca haykırışlarıyla “öleni Allah diriltmez” diye yemin
edenler… ya da “sana nasıl örnekler vererek saptıklarına bir bak” diye
uyarıldıklarımız… veya “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup
ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla
diriltileceğiz?” diye soranlar… veya ahiretten yana kuşku içinde olup
“Andolsun, bu dirilme tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza da
yapılmıştır. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma masallarından başkası
değildir” diyenler… eğer kitap ehlinden olmasalardı sadece kitabı yok
sayan anlayışa izdüşürebilirdim.
Ama gördüm ki bunların büyük kısmı kitap ehlinin tam da içinde olarak
gelip peygambere bu hususta karşı çıkıyorlar. Bir kısmı da onu
dinliyorlar ve buna rağmen diriliş ve benzeri hususlarda tartışmaya
kalkıyorlar.
195
Kalemzáde|Panzehir
O halde bunların bugünkü izdüşümü de Kuran ehlinin içinde olmalı! İşte
ne zaman ki Kuran’ın verdiği adreslere göz attım… Bingo!
İşte bugün “Sadece Kuran” söylemiyle yola çıkan ama “Kuran yeter”
ayetine ve Kuran’a… mutedil olarak akılla ve sağduyuyla
yaklaşamayanların geldiği noktayı orada gördüm. Adeta yeni bir din icat
edercesine ve müstekbirlikle, Kuran’ı rehber edinen inananları bile
koyu gelenekçi görüp, mezhepçi Ferisilerle bir tutanların önemli bir
kısmının… sonunda Kuran’ı salt bir beşeri-tanrı bilinç metnine ve
ahireti de redde kadar götüren sürece onlarda tanık oldum. Onların
yağmurları ikazlardan korunmamaları nedeniyle üzerlerine yıldırımlar
yağdırmaya başlamış durumda.
İşte bunların İncil’deki örnekleri sadukilerdir ve Tevrat’ın ilk dört
kitabına inanıp onun dışında insan sözü tanımayanlardır. Onlar da
“Sadece Kuran” der gibi “Torah Only” diyerek ortaya çıkmış ama
neticede ahireti ve yeniden dirilişi reddetme noktasına gelmişlerdir.
196
Kalemzáde|Panzehir
İşte tam da bu yüzden inananlar Allah’ın verdiği isimden başka
kendilerine dini anlamda bir isim bence vermemelidirler. Sadece
Müslümanım demek, sadece Allah’a teslim olan olmak yeter. Yoksa
“Kuran Müslümanı” demek bile ne kadar iyi niyetle söylenirse
söylensin adeta bir mezhep gibi algılanır oldu. Biz ne Ferisi olmalıyız ne
de Saduki! Biz elbette sadece bize vahyolunana uymalıyız. Ancak
bunun yolu bugün Kuran’dan ve Kuran’ı önümüze alarak diğer “gerçek”
delillere (ayetlere) o gözle ve mutedil bir akılla bakabilmemizden
geçiyor. Buna rağmen böyle inananlara bile selam içinde gerçeği
söyleyip geçmekten başka bir yol yok. Onlar da kitabı hak ettikleri
biçimde algılıyorlar. Gerisi onlara kalmış.
Netice olarak benim izdüşümü dediğim şey vahiyden furkanla
alınan hikmettir. Yağmurun kişiye yağış biçimine göre alacağı
öğütlerdir. Yani gerçeklerden, doğruyu yanlışı ayırt eden vicdanımızla
yapabildiğimiz çıkarımlarımızdır. Ve biliriz ki kimseyle ayetlerden
197
Kalemzáde|Panzehir
birebir aynı çıkarımı yapmamız gerekmez. Benim için ne lazımsa Allah
bana onu verir.
İki protonun nasıl çarpıştığını bilmesi gereken çerçevede ayetten o
hikmeti çıkarmak benim değil fizikçinin izdüşümüdür. Bir askerin
Tevbe suresinden savaşla ilgili çıkarımı onun izdüşümüdür. O yağmur
kimin üzerine yağdığına göre anlam kazanır ve hatırlatarak öğüt verir.
Çoban yeryüzünün nimetlerini ve ağasının koyunlarını beklerken
ağasından mı yoksa Allah’tan mı korkarak onları suvardığını benden
daha iyi anlar. Ben bu çobanla neden kavga edeyim?
Eğer babaannemiz ya da modern bilim okumamış çoban, altı günleri
Allah için tutuyorsa bırakın tutsun orucunu. Tutup onun orucu ile
uğraşmayın, ya da o çobandan Zülkarneyn kıssasını yorumlamasını
beklemeyin. Ama haberiniz olsun Davut’un koyun davacılarının
hikmetini belki o sizden daha da iyi anlayabilir. Zaten modern ilim
sahibi olmak imanın göstergesi değildir. İmanın göstergesi insanın
Allah’a olan güvenidir. Allah da herkesi en adaletli biçimde ölçecek ve
O’na güvenenleri asla boş çevirmeyecektir. İlmimizle övünmeyelim,
imanımızla ümit edelim.
Ya da bir idareci, bir hukuk adamı ya da kanun koyucu bir milletvekili
Davut’u Süleyman’ı bizden daha iyi anlayabilir. Tabi eğer Kuran’ı
anlamak için okuyorsa ve Allah’a ortak zannederek bir şeylerin ya da
birilerinin peşinde gitmiyorsa!
Hüküm | Hikmet
Hikmet: Sözlük anlamı… İlim ve amel ile hakka isabet etme, ulaşma.
Yani bilgi ve eylemle doğru olanı bulma, gerçeğe ulaşma demektir.
Allah Hâkimdir, Hüküm Sahibidir. Hüküm hikmetten daha geniş
anlamlı bir kelimedir.
Tin 8 Allah hâkimlerin hâkimi değil mi?…
Yunus 1 Elif Lam Ra. İşte bunlar o hâkim kitabın ayetleri…
198
Kalemzáde|Panzehir
Hud 1 Ayetleri muhkem kılınmış…
Meryem 12 …ve ona çocuk iken hikmet verdik…
Ali İmran 164 Onlara kitap ve hikmet öğretiyor…
Maide 44 Teslim olan nebiler, Yahudilere onunla hükmederlerdi….
Ali İmran 7 Onun bazı ayetleri muhkemdir ve kitabın anasıdır, diğerleri
de müteşabihtir…
Kelimeler öyle muhteşem kullanılmış ki muhkem ayetlere kitabın babası
denmemiş anası denmiş.. Ana dişildir, ürün verir… Kitabın anası
muhkem, muhkemlerden doğanlarsa hikmetlerdir. İşte o hikmetlere ben
izdüşümü diyorum. Bu izdüşümler insanın daha doğar doğmaz önüne
serilmeye başlanır ki ileride fikri olgunluğa ulaştığında üzerlerinde akıl
yürütebilsin.
Dini Yönetim ve Şeriat Bahsi
Mesele bir ülkenin dini hükümlerle yönetilmesi gerektiği değildir. En iyi
düşünce akımının bile iş başına geldiğinde zalimleşebilme ihtimali çok
yüksektir. Ülke hangi rejimle yönetiliyor olursa olsun, yönetime ilişkin
ayetlerin hükmü, siz eğer bir gün hükmederseniz makbul ve güzel işleri
yapmanız ve zalimleşmemeniz içindir…
Nisa 58 İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmedesiniz…
Hepimizin üzerine son yıllarda şiddetli bir yağmur yağıyor… Ve biz
kendi hissettiğimiz yağmuru tanımlıyoruz. Aynı yağmurun altında
kavga edeceğimize ondan fayda sağlamayı birlik ve beraberlikle amaç
edinmeliyiz. O yağmurun bize verdiği ortak izdüşümlerini
görebilmeliyiz. Yoksa o şiddetli yağmur bizi ihya da edebilir helak da!
Vahyin izdüşümü yağmurun izdüşümü gibidir.
Hepimizin ayetlerden aldığı hikmet öncelikle kendisi içindir.
Geçmişteki babaannesinin anneannesinin halinin ne olacağını düşünüp
de kendini düşünmeyen insanevladı! Belki o kadın Kuran ayetlerine
199
Kalemzáde|Panzehir
tafsilatıyla ulaşabilmiş değildi. Ama o kadın köyünde gökle yer
arasındaki ayetlerin içinde yaşıyordu. Hakkında kararı Allah verecektir.
Yine de şunu söyleyebilirim ki onun izdüşümü kendi şartlarıyla ilgilidir
ve Allah en merhametlidir. O kadın tüm bilgisizliğine rağmen yapıp
ettikleriyle cenneti kazanmış olabilir. Çünkü bir ayeti duyup anlaması
için birinin ölmesi, imamın Kuran okumaya gelmesi ve okuduğu ayetin
de hasbelkader anlamını söylemesi durumunda o ayetten haberdar
olabilirdi. Ama sen elindeki telefona Zühruf 44 yazdığında
okuyabiliyorsun. Sen kendini düşün. Belki de sen o kadının yaptığının
yirmi mislini yapsan da kurtulamayacaksın! Çünkü sen makbul ve güzel
işler yapmak yerine hala ayetler yüzünden kavga etme peşindesin!
Kitapta ne yazdığını bilmen imanının o kadından daha güçlü olduğu
anlamına gelmez. Tatbikin ve güzel işlerin gerekir.
Hizipleşmeyenlerden olmamız temennisiyle…. Kıymet verip, sabır
gösterip sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ediyorum. İnşallah en
güzel yağmurların altında ve ardında neşe ile coşan ve paylaşanlardan
oluruz! Selam ile…
200
Kalemzáde|Panzehir
İbrahim’in Kurbanı
Kuran Kronolojisine Göre İbrahim Kıssası
Önce bugünü düşünelim…
Tüm barıştırma çabalarınıza rağmen bir araya getirdiğinizde
uyuşamayan ama sizin her ikisine de değer verdiğiniz insanlar olduğunu
düşünün. Çözüm aslında basittir. Eğer bir arada iken fitne oluşuyorsa o
insanlar fitne ortadan kalkana kadar ayrı kalmalıdırlar. Çevresel ve
toplumsal faktörlerin karşımıza çıkardığı bin bir türlü nedenlerle çoğu
zaman biz de istediğimiz şartlarda bir dünya hayatına sahip olamıyoruz.
Bazen istemediğimiz yerlerde ömür sürmek, bazen istemediğimiz
201
Kalemzáde|Panzehir
meslekleri yapmak, bazen tasvip etmediğimiz ortamlarda bulunmak ve
bazen de sevdiklerimizden ayrı yaşamak zorunda kalıyoruz.
Ama biliyoruz ki bizim planımızın üzerinde Allah’ın da bir planı vardır
ve mutlaka onun planı bizim heves ettiğimizden daha hayırlıdır. Eğer
her türlü çabamıza rağmen istediğimiz olmuyorsa Allah’ı kendimize
vekil kıldığımızı hatırlamalıyız. Yani iyi olan amacımız için her türlü iyi
çabayı sarf etmekte hiçbir sorun yok… Ama elimizden gelen her doğru
işi yaptıktan sonra yine de olmuyorsa artık sabretmeli, Allah’a ve O’nun
“acele etme” dediğine teslim olmalıyız. Bu benim Kuran’dan aldığım
bir öğüttür. Özellikle Yusuf kıssası bunun en bariz ve ama aynı zamanda
İbrahim kıssası da aynı öğüdün genellikle fark edilmediğini
düşündüğüm hikmetlerinin başta gelenidir. Çünkü İbrahim kıssası
maalesef genellikle Kuran’daki anlatılışına aykırı biçimde anlatılıyor.
İşte bu yazıda size özellikle İbrahim’in oğlunu kurban edişi ile ilgili
olarak şu ana kadar duyduklarınızdan oldukça farklı ve inşallah taşları
yerine oturtucu bir ufukta sesleneceğim. Buna sebep, İbrahim kıssasının
kronolojik olarak doğru düzgün işlenmediğini ve birçok farklı geleneğe
göre anlamlandırıldığını düşünmemdir. Oysa Kuran ayetleri tüm
cevapları apaçık veriyor. Şu öğüdü unutmayalım… Biz istemesek de
bazen sevdiklerimizden ayrı kalmamız ya da sevdiğimiz bazı insanların
birbirinden ayrı yerlerde yaşamaları fitne çıkmaması açısından Allah
indinde daha hayırlıdır. Teslimiyet O’nadır. İbrahim de bunu yapmış ve
oğluyla beraber buna teslim olmuştur.
Kronolojik olarak İbrahim kıssası…
İbrahim ve babası (muhtemelen) Babil’in Ur şehrinde veya Harran’da
yaşıyordu. Ya da göçerek her iki şehirde de hayat sürmüş olabilirler.
Eğer Harran doğru ise bu Harran’ın bildiğimiz Urfa veya Urfa’nın
Harran’ı olma ihtimali vardır. Ancak bu başlangıç durumunun kıssanın
kronolojisine pek etkisi yoktur.
İbrahim daha küçük yaşlarda iken bile babasının ve kavminin yapıp
ettiklerini inceliyordu… Zamanla sorgulamasına yeryüzünün ve
202
Kalemzáde|Panzehir
gökyüzünün ayetlerini de dâhil ederek tek Allah inancına ve hidayete
erken yaşlarda erdi. Bunların sonucunda ilk iş olarak en yakınından
başlayarak babasını ikna etmeye çabaladı. Babasının inatçılığına rağmen
onu seviyordu. Onun için dua edeceğinin ve onun ıslahını dava
edineceğinin sözünü verdi… Artık tebliğini kavmini ıslah çabalarına
yöneltti… Kavmiyle birçok tartışmalara girdi ve onlara doğruyu
göstermek için her türlü delili ortaya koymaya çabaladı… Ama kavmi
ona inanmadı… Nihayet bir gün, belki anlarlar diye kavminin putlarını
kırdı ve en büyüğünün boynuna baltayı asarak onları kendi kendilerini
sorgulamaya itti. Belki bir an için kavmini düşündürdü ama kavminin
ileri gelenleri onların İbrahim’e inanmalarını engellemek üzere artık onu
put kırma suçundan mahkeme etmeye karar verdiler. Mahkeme edilmesi
önünde ya da (muhtemelen) esnasında kavmin hüküm verici lideriyle
ciddi bir tartışmaya girdi ve onu güneşi batıdan doğdurmaya davet etti.
Küçük düşen lider ve önde gelenler bunun üzerine onu ateşe atılmayla
(esas olarak da mecazen de anlaşılabilir) cezalandırmaya karar verdi.
Bir şekilde ateş hükmünden kurtulan İbrahim ona inanan kardeşi Lut ile
birlikte hicret etmeye (vahiyle) karar verdi. Ama gitmeden önce
babasını son defa gerçeğe davet etti. Sonuçsuz kalınca onun için söz
verdiği son duasını yaparak nihayet babasından ve kavminden
ayrılacağını ona bildirdi. İbrahim (muhtemelen) Kenan şehrine ve
İbrahim vasıtasıyla elçiliğini anlayan Lut da (muhtemelen) Sodom
şehrine hicret ettiler ve orada elçilik görevlerine devam ettiler. Ama
inanmaları ve elçi olmaları denenmelerine engel değildi. Her ikisinin
teslimiyeti de farklı biçimlerde denendi.
İbrahim ve Lut kendi şehirlerinde evlendiler ve epey ileri yaşlarına
gelene kadar oralarda yaşadılar. Bu süreç içerisinde Lut’un kızları ve
İbrahim’in İsmail adında bir oğlu oldu.
İbrahim bir gün kelimelerle denendi. Bu deneniş bir rüya vasıtası ileydi.
Rüyasında oğlunu boğazladığını gördü. Bu rüyanın detaylarını oğluyla
paylaşınca verdiği kararı İsmail’e bildirdi ve onun fikrini sordu. İsmail
203
Kalemzáde|Panzehir
babasının kararına saygı duydu ve sabredenlerden olacağını söyledi.
Birlikte emre teslim oldular.
Ardından İbrahim, ailesinden bir kısmını (oğlu İsmail ve annesini)
bulunduğu yerden uzaklaştırdı. Bu süreç içerisinde İbrahim Allah’a
ölüleri nasıl dirilttiğini sordu ve vahyi olarak “kendine alıştırdığın kuşlar
sana geri dönerler” mealinde bir yanıt aldı.
Ardından İbrahim, oğlu İsmail’le birlikte bir yerde bir ev yaptılar ve
duvarlarını yükselttiler. Bu ev Bekke’nin insanlarının yaptığı ilk ev
olarak tarihe geçti. Peşinden İsmail’le birlikte dua ettiler. Dua, bu evin
ve şehrin güvenlikli kılınması ile ilgiliydi. Ayrıca bu yerin İbrahim’in
makamı olarak anılması ve İbrahim’in dinine uyanlarca bu evin ziyaret
edilmesi alınacak ibretler olması açısından bu dinin mirasçılarına
Allah’ın üzerlerindeki hakkı olarak bildirildi.
Ardından İbrahim (muhtemelen) Kenan şehrine geri döndü ve ailesinin
diğer kalan kısmı ile yaşamaya devam etti. Ancak başka bir oğlu yoktu
ve oradaki eşiyle birlikte yaşları epeyce ilerlemişti. Bir gün İbrahim’e
Allah tarafından görevlendirilmiş bir takım konuklar (melekler) geldi.
O’na bir iyi bir de kötü haber verdiler. Kötü haber Lut’un yaşadığı
yerdeki kavmin helak edileceğiydi. İyi haberse ilerlemiş yaşına rağmen
bir oğulla, İshak’la müjdelenmesiydi. Lut kavmi Lut ve ailesinden
inananlar hariç olmak üzere helak edildi. İbrahim ise yaşadığı dönemde
hem oğlu İshak’ı hem de ondan olan torunu Yakup’u gördü ve her ikisi
de İsmail gibi elçi kılındı.
Bu sürecin ardından çok geçmeden Medyen denilen yerde Şuayb ve
kavmi yaşadı. Medyen halkı Şuayb’ı yalanladı ve helak oldu. Ancak o
şehir yüz yıl içerisinde yeniden dirilir gibi yeniden kuruldu. Orada iyi
bir takım kişiler de yaşadı. Belirli bir süre sonra Musa’nın yolu da
Medyen denilen o şehre düşecekti.
İbrahim’in ölümünün ardından her iki koldan İbrahim’in soyu devam
etti. İshak’la olan soyundan Yakup nesli İsrailoğullarını meydana
204
Kalemzáde|Panzehir
getirirken Mekke bölgesinde İsmail’in soyu daha bir sessizce devam ede
geldi. Ta ki Muhammed’e kadar.
Muhammed’e Kuran indirildiğinde ehli-İsmail olduklarını iddia eden
Araplarla ehli-İshak olduklarını iddia eden Yahudiler arasında
hangisinin İbrahim dinini doğru takip edenler olduğuna dair ihtilaflar
gün yüzüne çıktı. Tartışmaya kısmen hıristiyanlar da katıldı. Bir kısmı
İbrahim yahudiydi derken, bir kısmı hıristiyan olduğunu iddia ediyordu.
Kuran’ın getirdiği çözüm açıktı. İbrahim hakkında tartışmaya
girmemeleri gerektiği, Tevrat’ın da İncil’in de ondan sonra indirildiği
belirtiliyor ve İbrahim kıssasında belirtilen gerçeklerle Kuran kesin
cevapları veriyordu. İbrahim tek tanrıcı bir Müslümandı. Hanifti,
muvahhiddi. Aynen herkesin olması gerektiği gibi sadece Allah’a
yönelirdi. Sonradan uydurulmuş Yahudilik, Hıristiyanlık gibi Allah’a
ortak koşan mezhep ve kavramlardan uzaktı. İbrahim müşriklerden
değildi.
Kuran,
İbrahim
hakkında
anlatılanlara
doğru
ve düzgün cevaplar veriyordu.
İbrahim oğlunu kurban etti mi?…
İbrahim kıssasının kronolojisi yerine oturunca görüyoruz ki geçmiş
anlatılar ve hurafe dolu rivayetler bizi anlamlı bir sonuca ulaştırmıyor.
Anlamlı sonuç ve gerçek öğüt sadece Kuran’daki bu sürecin
ayetlerinden hikmetle ortaya çıkıyor.
Bir kez daha yüzyıllar ve hatta binyıllar öncesine gidelim şimdi…
İbrahim’in yaşadığı döneme… Kınamaya gerek yok… Çok eşliliğin (ve
belki de cariyeliğin) normal bir yaşam tarzı olarak kabul edildiği bir
dönem… Kadınların kocalarına oğlan çocuğu doğurmasıyla kendilerini
değerli hissettikleri… ya da hissettirildikleri bir dönem… İbrahim de en
az iki evlilik ya da en az iki nikah sahibi… Aynı evde (ya da aynı
mahalde) bir arada yaşıyorlar. İbrahim’in kadınları uzun bir süre erkek
çocuk doğuramıyorlar… Ve bu kadınlar arasında bu yönde bir rekabet
bile toplumsal ve örfsel olarak normal kabul ediliyor… Nihayet
kadınların birinden (güncel Tevrat’a göre cariyeden) bir oğul dünyaya
205
Kalemzáde|Panzehir
geliyor. İsmail’i doğuran ana “Tanrı -duamı- işitir” anlamına gelen
İsmail ismini istiyor oğluna.
(Çokların babası anlamına gelen) İbrahim her (iki) ailesini de
sahipleniyor. Onlara adaletle yaklaşmaya çalışıyor. Hem karılarını hem
de oğlu İsmail’i çok seviyor. Ama kadınların birinin oğlan çocuk sahibi
olması, diğerinin kısır kalması aralarında bir çekememezliğe yol açıyor.
Huzursuzluk gitgide artarken İbrahim de bu yüzden sıkıntıya giriyor ve
aralarını düzeltmek için çareler aramaya başlıyor. Ne yaptıysa huzuru
sağlayacak bir çözüm bulamıyor. İsmail de bu süreçte babasının yanında
gezip dolaşabilecek, ona her konuda yardım edebilecek ve huzursuzluğu
fark edebilecek bir yaşa geliyor.
İbrahim ne yaptıysa olmuyor ve kadınları arasındaki sürekli huzursuzluk
onmaz bir hale geliyor. Çaresizlik içindeki elçi İbrahim, nihayet Allah
tarafından bir rüya (ya da bir görüm) görüyor. Rüyasında oğlu İsmail’i
boğazladığını gören İbrahim bundan bir anlam çıkararak, bulamadığı
çözümün aslında bildiği ama istemediği bir çözüm olduğunu anlıyor. O
çözüm de sahip olduğu iki ailesini ayırmak ve birini uzaklara
göndererek diğeri ile yaşamaya devam etmek. İbrahim, oğlu İsmail’in
neticede belli bir yaşa geldiğini ve annesine sahip çıkabileceğini tahmin
ettiği için uzaklara göndereceği ailenin seçimini İsmail’den ve
annesinden tarafa yapıyor. Ama bu konuda İsmail’in de fikrini almak
istiyor.
İsmail’e gidip gördüğü rüyayı ve bulduğu çözümü anlatınca İsmail,
çözümün Allah tarafından emredildiğine ikna oluyor ve babasına
“Emredildiğin şeyi yap” diyor ve ekliyor “Beni de sabredenlerden
bulacaksın.” Her ikisi de Allah’ın emrine secde ediyorlar. İbrahim,
rüyasını doğrulayarak oğlu İsmail’i uzaklara gönderme kararıyla mecazi
anlamda alnı üzere yatırarak kurban etmiş oluyor.
Ancak İbrahim, rivayetlerdeki gibi ailesini çölün ortasına zulmeder gibi
bırakıp hemen Kenan’a dönmüyor. Oğlu İsmail’le birlikte gidiyor ve
orada birlikte bir ev yapıyorlar. Duvarlarını örüyorlar. Ve bu ev, o
206
Kalemzáde|Panzehir
beldede kurulmuş olan ilk ev oluyor. İbrahim ailesini bu eve
yerleştiriyor. Hatta bu esnada bile, bu tenha memlekete ailesini getiren
İbrahim’in kuşkuları var. Öyle bir yer ki bu ölü memleketin zamanla
gelişip bir şehir olacağından emin olamıyor. Ve Allah’a ölüleri nasıl
dirilttiğini soruyor. Kendisine alıştırılan kuşların farklı yerlerde bile
olsalar çağrıldığında koşup gelecekleri yerin belli olduğu örneğiyle
ahiret hayatının dünya hayatına göre çok daha önemli olduğunu derin ve
net biçimde kavrayınca rahatlıyor. Hatta Kuran’da bu kuş örneğinin
(2:260) hemen önceki ayetinde (2:259) bir beldenin diriltilmesi (yüz yıl
ölü kalan adam) ile ilgili bir kıssa vardır. Kuran’daki bu diziliş rastgele
değildir.
Bekke…
Evin bitirilmesini ve yerleşmenin sağlanmasını müteakip İbrahim ve
İsmail “bu evin ve beldenin güvenli kılınması” için dua ediyorlar.
Mekke’yle ilgili bazı ayetlerle kıssayı birleştirirsek İbrahim’in iki şehir
için de dua ettiği, söylenebilir.
Bekke eğer gerçekten Fetih 24’deki gibi “Batnı Mekke” demekse
“Bekke’de kurulan bu ev” muhtemelen “Mekke’nin merkezi” anlamında
kullanılıyor ve Kuran peygamberi ve Mekke beldesinin tarihine dair, o
günlerde o günün insanları tarafından gayet net anlaşılabilecek çok
önemli bir anlam ifade ediyor. Tabi ki ibret alınması açısından bugünün
Müslümanları için de Mekke’deki Beyt’in (ev) ziyaret edilmesinin ve bu
ve benzeri ayetlerin yerinde görülmesinin nedenlerini birçok sebeplerle
ortaya koymuş oluyor.
Böylece bugünkü Zebur’da geçen “Bekke Vadisi’nden geçerken, pınar
başına çevirirler orayı, ilk yağmurlar orayı berekete boğar.” ifadesi de…
Yine bugünkü Tevrat’ta “Baka ya da Bakkah denilen vadinin kutsal vadi
olduğu, güvenilir olduğu, çölde bulunduğu, kutsal suyun çıktığı,
Rab’bin kutsal mabedinin olduğu ve Yakup’un da burada hac yapmış
olduğuna” dair anlatılar aynı biçimde anlam buluyor.
207
Kalemzáde|Panzehir
Kuran’daki hacla ilgili ayetler de böylece daha ufuk açıcı hale geliyor.
O evi (kendi ailesi için inşa ettiği o evi) sık sık ziyaret etmesi hem
İbrahim’den isteniyor, hem de ondan sonra gelenlerden ibret almaları
için Allah’ın üzerlerindeki hakkı olarak gösteriliyor. Ve hem de bizler
için oranın ziyaret edilerek, tavaf edilerek gezip dolaşılıp oradaki
ayetlerden hikmetler (izdüşümleri) çıkarmamızın bize muhakkak faydası
olduğu açıklanmış oluyor.
İbrahim’e İndirilen Koç
Gelelim aktarılarak gelen ve Tevrat’ta da geçen “meleklerin indirdiği
koç” ifadesine. Ayette (37:107) geçen “Ve ona büyük bir kurbanı fidye
olarak verdik” denilen şey gerçekten rüyada bir “meleğin getirdiği koç”
olabilir. Ama bu koçun da burada rüyadaki bir metafor olması yüksek
ihtimaldir. Aynen Yusuf kıssasındaki ifadelerin mecaz olması gibi bu
kurban da koç bile olsa hem kurban nüskuna bir atıf hem de bir mecazi
ifadedir. Dikkatlice ayetlere bakarsak görürüz ki gerçekten melekler
İbrahim’e bir koç getirmişlerdir. Ama nasıl bir koç? İbrahim’e gelen
konukları hatırlayın. İbrahim’e bir müjde ile gelmişlerdir. Yaşı ilerlemiş
olmasına rağmen, kısır karısının koç gibi bir oğlan doğuracağını, yani
(sevinçle güler anlamına gelen) İshak’ı müjdelemişlerdir. Yaşlı karısı
sevincinden adeta çığlıklar atmış, İbrahim de Allah’ın emrine boyun
eğerek ve fedakarlık ederek (bir anlamda) kurban edip uzaklara
gönderdiği oğlu İsmail’in ardından yeni bir oğul sahibi olarak
ödüllendirilmiştir. İşte İbrahim’in gördüğü rüya böylece tamamen
doğrulanmıştır.
Kuran’ın indiği dönemdeki tartışmalara da böylece cevap verilmiş
oluyor. İshak’ın kurban edilen (yakınlaştırılan) olduğunu ileri süren ehli
kitap da İsmail’in kurban edilen (yakınlaştırılan) olduğunu ileri sürerek
onları ve kendilerini yüceltmeye kalkan ümmi kavim de cevaplarını
almıştır. Kendilerini Allah’ın gerçek kulları ve İbrahim’in gerçek
takipçisi zanneden ehli kitap da, İbrahim sünnetini takip ettiklerini ve
İbrahim’in gerçek mirasçıları olduklarını ileri süren Mekke kavmi de
yanıtlarını almıştır. Allah dilediği kullarını seçer. İbrahim’e soyunu
208
Kalemzáde|Panzehir
çokça artıracağına dair söz veren Allah, hem İsmail’in nesliyle, hem de
İshak’ın nesliyle bu sözünü yerine getirmiştir. Ve elbette Allah sadece
onlarla da değil, Şuayb’la da, Zülkifl’le de Salih’le de ve adı sanı
bilinmeyen birçok salih kulundan gelen nesillerle de insanları yapıp
ettikleri neticesinde hak olarak seçmeye devam etmektedir. Soylar
gerçekte kan bağı ile de değil Allah’a olan takvayla devam etmektedir.
Özetle…
Özetle benim gördüğüm… Allah İbrahim’e oğlunu kesmesini
emretmemiştir. Onu, ona bir rüya göstererek ve vahyederek bir karara
varması için denemiştir. İbrahim de fitneyi ortadan kaldırmak üzere en
doğru kararı vermiştir. İbrahim oğlunu kesmeye kalkmamıştır. İki
ailesini birbirinden uzaklaştırmış ve bunun karşılığında hem her iki aile
de mutluluğa kavuşmuş hem de ahiret hayatının daha önemli olduğu
bilincine varmışlardır.
İbrahim kıssasında başka hikmetler de çoktur. Ama tekrar hatırlatayım
ki yazımdaki bu ifade önemli bir izdüşümüdür… Biz istemesek de
bazen sevdiklerimizden ayrı kalmamız ya da sevdiğimiz bazı insanların
birbirinden ayrı yerlerde yaşamaları fitne çıkmaması açısından Allah
indinde daha hayırlıdır. Teslimiyet O’nadır. İbrahim de bunu yapmış ve
oğluyla beraber buna teslim olmuştur.
Selam ile…
209
Kalemzáde|Panzehir
Kalemzáde
Cengiz Yardım
Kalemzáde|BLOG2016
kalemzade.nete-kitap
210

Benzer belgeler