Sayı: 134•Nisan 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM

Transkript

Sayı: 134•Nisan 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
NİSAN 2011 - SAYI 134•
1•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
•2
Bilim ve Aklın Aydınlığında
EĞİTİM
Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600
Yıl: 11•Sayı: 134•Nisan 2011
Sahibi
NİMET ÇUBUKÇU (Mil­lî Eği­tim Ba­ka­nı)
•
Ge­nel Ya­yın Yö­net­me­ni
AZİZ ZE­REN (Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­ka­nı)
•
Ya­zı İş­le­ri Mü­dü­rü
ARİF BÜK ([email protected])
•
Ya­yın Ku­ru­lu
DİNÇER EŞİT­GİN
ÇAĞRI GÜ­REL
ŞABAN ÖZÜ­DOĞ­RU AYSUN İL­DE­NİZ
HAKKI US­LU
MACİT BA­LIK
•
Ta­sa­rım
HAKKI US­LU (hus­[email protected])
•
İle­ti­şim ve Ko­or­di­nas­yon
DİNÇER EŞİT­GİN (de­sit­[email protected])
•
Yö­ne­tim Mer­ke­zi
Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­lığı Tek­ni­ko­kul­lar/AN­KA­RA
http://ya­yim.meb.gov.tr e-pos­ta: baa­[email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48
•
Bas­kı
Dev­let Ki­tap­la­rı Döner Sermaye İşletmesi Mü­dür­lü­ğü
•
Abo­ne - Da­ğıtım
HALİL İBRAHİM KINACI
Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72
Gön­de­ri­len eser ve ça­lış­ma­lar ya­yım­lan­sın ve­ya ya­yım­lan­
ma­sın, ia­de edil­mez. Ya­zı­la­rın içe­riğin­den ya­zar­la­rı so­rum­
lu­dur. Ya­yın Ku­ru­lu ya­zı­lar üze­rin­de de­ğişik­lik ya­pa­bi­lir.
“Bi­lim ve Ak­lın Ay­dın­lığın­da Eği­tim” adı anıl­ma­dan alın­tı
ya­pı­la­maz. Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­
lığı­nın 22.12.2005 ta­rih ve 6088 sa­yı­lı olu­ru ile ba­sıl­mıştır.
Der­gi­mi­zin yıl­lık abo­ne be­de­li 20 TL (öğ­ret­men ve öğ­ren­ci­ler
için 15 TL)’dir. Abo­ne be­de­li­nin Zi­ra­at Ban­ka­sı El­ma­dağ-An­
ka­ra Şu­be­sin­de­ki Dev­let Ki­tap­la­rı Dö­ner Ser­ma­ye­ İşletmesi
Mü­dür­lü­ğü­nün 2016676-5016 nu­ma­ra­lı he­sa­bı­na ya­tı­rı­la­rak
mak­bu­zun ve açık ad­re­sin “Devlet Kitapları Döner Sermaye
İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-AN­KA­RA” ad­re­si­ne gön­de­
ril­me­si ge­rek­mek­te­dir.
Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yın­la­rı: 5017
Sü­re­li Ya­yın­lar Di­zi­si: 277
İÇİNDEKİLER
ÇİZGİ•HAKKI USLU ............................................................................... 2
SANA YELKEN AÇMIŞ•ERDAL NOYAN ...................................................... 3
BAK PİNOKYO•SÜMEYRA AVŞAR ............................................................ 4
GÖRELE KIRSALINDA KEMENÇELİ EKİN İMECELERİ•ÖZCAN TEMEL . .......... 5
ÇOKLU ZEKÂ KURAMINDA BİR ADIM DAHA: EKOLOJİK ZEKÂ
GÖKHAN BAŞ ......................................................................................... 7
TOPRAK OLUŞUMU VE ÜLKEMİZDE ÇEŞİTLERİ•MEHMET ÜNAL ................ 12
TEMA VAKFI GENEL MÜDÜRÜ PROF.DR. ORHAN DOĞAN İLE
TOPRAK VE EROZYON ÜZERİNE•MACİT BALIK ........................................ 19
ALDO LEOPOLD VE TOPRAK ETİĞİ TOPRAK TOPLULUĞUNUN
SADE BİR ÜYESİ VE VATANDAŞI OLMAK •UFUK ÖZDAĞ . ........................ 25
TOPRAK KALİTESİNİN KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ•NESİME CEBEL ... 34
SORU-CEVAP•ÇAĞRI GÜREL ................................................................. 39
EROZYONLA AŞINIP TAŞINIYORUZ...•FATMA ÜNAL ................................ 48
ÇORAK TOPRAKLARIN ISLAHI VE YÖNETİMİ •BÜLENT SÖNMEZ .............. 52
TOPRAK EROZYONU, OLUŞUMU VE KORUYUCU ÖNLEMLER
HİCRETTİN CEBEL-SUAT AKGÜL . ............................................................. 57
TÜRKİYE’DE EROZYON SORUNU NEDENLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
ORHAN DOĞAN .................................................................................... 62
ÂŞIK VEYSEL’İN DUYGU VE DÜŞÜNCE DÜNYASINDA TOPRAK
MEHMET ÇERİBAŞ ................................................................................. 70
KISSADAN HİSSE •KADİR YATAĞAN ...................................................... 73
DENİZ •ZAHİT GENÇ . ........................................................................... 74
İSTANBUL •İLKNUR EROL .................................................................... 75
DOST •HAVVA ÖZEREN ......................................................................... 76
SIRLI CAMIN ARDINDAN •SUNA KARABOĞA ......................................... 78
2001-2010 YILLARI ARASINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN OKS VE SBS İLE
PISA UYGULAMASININ KARŞILAŞTIRILMASI•ABDÜLKADİR YILMAZ . ....... 80
BİR AVRUPA KOMİSYONU PROJESİ: “İKİNCİ FIRSAT OKULLARI”
CEYDA ÜÇYILDIZ ................................................................................... 87
GÜNDEM ............................................................................................... 93
ÇİZGİ • Hakkı Uslu
NİSAN 2011 - SAYI 134•
SANA YELKEN AÇMIŞ
ERDAL NOYAN
Gece teslim almış yorgunluğunu
Tatlı yavrum şimdi ona emanet
Gönül kıskanmaz mı ay ışığını
Sessizce odanı eder ziyaret
Uyku evreninin yumuşak eli
Alır seni oradan yüreğime kor
Cananım gül pembe düşlere beni
Sana yelken açmış yıldız diye sor
Bu hissi sadece babalar bilir
Şefkat volkanında yanar yüreğim
Dilerim ömrüne bir mavi huzur
Ve o vakitlere ben de ereyim
3•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
BAK PİNOKYO
SÜMEYRA AVŞAR
Fikret-İsmet Aktekin Anadolu Lisesi
Ferizli / SAKARYA
Hayat bu,
Hiçbir şey görünmez,
İnancın eğer yok ise,
Karanlık yol bitmez.
Aklı baştan alan hayaller,
Ömürden akıp giden günler,
İçimde yanan alevler,
Yaşlarla süslü o renkli gözler.
Avucumda bir damla umut,
Yağmurlar yağdıran bulut,
Hayaller içinde topladığım,
Hepsi bir Pinokyo’dan ibaret.
Yalanlar üstüne şehir,
Seninki su değil zehir,
Bir anlık zevke kanıp giden,
Bir gün bir rüyayla biter.
•4
NİSAN 2011 - SAYI 134•
GÖRELE KIRSALINDA
KEMENÇELİ EKİN İMECELERİ
ÖZCAN TEMEL
K
ent kültürü evleri sokağa, caddeye açar; kır kültürü
tarlaya, bahçeye. Kır işleri ağırdır, zahmetlidir, çilelidir; kent işlerine göre… Kırsalın insanı, gönül birliği,
güç birliği, el birliği hatta kader birliği ederek tarlabahçe işlerini, imece yöntemiyle kotarmış; böylece zorlukların üstesinden kolaylıkla gelebilmiş.
Her ne kadar günümüzde küçük kırıntıları kalmışsa da
bir zamanlar imeceler, “birlikten kuvvet doğar” anlayışının
güzel yansımalarıymış. Odun imecesi, fındık imecesi, darı
imecesi. İmeceler, tarla-bahçe işlerini yardımlaşarak tez elden bitirmek için kurulmuş, yıllarca. Kurulan her imecenin
dağılma vaktinde; zor, ağır bir işi birlikte bitirmenin memnuniyeti ile yüzler güler; tüm yorgunluklar unutulurmuş. Ertesi
gün yeni bir imecede buluşmak dilekleriyle, herkes evine
ya da kendi günlük işine dönermiş. İyi komşuluk ilişkilerini
pekiştiren hoş bir güzellikmiş, içtenlikmiş, incelikmiş; eski
imeceler.
İmecelerin en gösterişlisi, en alımlısı ekin imeceleriymiş. Hele bir de kemençe eşliğinde kurulmuşsa bu imeceler, oldukça hareketli, eğlenceli olurmuş. Kemençenin ritmine uygun kaldırılıp indirilen kazmalar; karşılıklı atışmalar,
yakılan türküler.
“Hey imeci imeci / İki koyun bir geçi / İmecinin içinde /
Ben olsam kemençeci.”
Özcan Temel, Görele Kırsalında Kemençeli Ekin
İmeceleri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim,
S. 134, Nisan 2011, ss. 5-6.
Tarlanın büyüklüğüne göre on, on beş, yirmi kişiye kadar kurulurmuş, eski ekin imeceleri. İmeceyi yöneten kişiye
5•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
mimar denilirmiş. İmece, onun buyruğuna göre hareket edermiş. Mimar, “Haydi, kolay gele; bereketli
ola!” diyerek önler tutan imecenin harekete geçmesini sağlarmış. Gerektiğinde, imeceye “İleri gitme,
geri kalma, hizayı bozma!” diyerek uyarılarda bulunurmuş. Erkekler, kadınlar; kızlar, delikanlılar sapından kavradıkları ekin kazmalarını, hep birlikte, omuz
hizasına kadar kaldırır; yine hep birlikte tenelerin
(darıların) atıldığı toprağa indirirlermiş.
Kadınlar, kızlar başlarına kenarı boncuklu ya da
oyalı beyaz başörtü takarlar; bellerinde peştamal
bağlarlar; ayaklarında el dokuması süslü çoraplar
giyerlermiş. Peştamal üstüne, kırmızı rengin egemen
olduğu boncuklu, püsküllü darı (tene) torbası bağlarlarmış.
Her kazma ekin kazması değilmiş. Kazmaların da
gördükleri işe göre, çeşitleri varmış. Ağzı geniş, boyu
kısaymış, ekin kazmasının. Sivri kazma tarlayı bellemek için tasarlanmış. Mısır tarlaları ya sivri kazma
ile ya da bel demiri ile bellenerek ekime hazırlanır;
ekin kazması ile ekilir; yanında yöresinde biten otlardan, ot kazması ile temizlenirmiş. Bir de çift başlı
pur kazması varmış. Bu kazma, daha çok doğayla
uyumlu tasarlanan, sırtını kaşa dayayan eski evlerin temellerini kazmak için kullanılmış, bir zamanlar.
Leylek gagası gibi uzun, dar ağzı ile purlu toprak eşilir; kısa ağzı ile ağaç kökleri kesilirmiş.
Kemençeli ekin imeceleri ayrı bir güzellik, ayrı
bir hoşlukmuş. Kemençenin kıvrak ritmine uygun
kalkıp inermiş, kazmalar. Gülüşmeler, konuşmalar,
atışmalarla zaman su gibi akıp geçermiş de kimse
farkında olmazmış bile. İş bitiminde kollar, bilekler,
ayaklar yorgunluk hissetmezmiş bile.
Kemençecinin görevi imeceye coşku vermek;
imecenin daha istekli, daha verimli çalışmasını sağlamakmış. Hem çalar hem söylermiş:
“Galdır gazmayı galdır / Galdır boyundan aşır. /
Sevdalı olan uşak / Belinde silah taşır”
Galdır gazmayı galdır, / Galdır boyundan aşır / Nişanlı olan gızlar / Cebinde mendil taşır
Gazmayı gaza gaza / Ağrıdı bileklerim / Şu gavurun gızına / Geçmedi dileklerim
Gazmayı gaza gaza / Ağrıdı omuzların / Seni
bana vermiyu / Evdeki domuzların
•6
İmeciye gidenleler / Hep gazmalı gazmalı / Ben
yarimi tanırım / Başı beyaz yazmalı
Gazmayı gaza gaza / Önlerim çıktı saza / Gurban
olurum yenge / Yanında gazan gıza”
Günde iki hatta üç kez kurulduğu olurmuş ekin
imecelerinin. İlkine kuşluk imecesi; sonuncusuna
gündüzleme denilirmiş. Kapı (yakın) komşularla kurulan bu imecelerin ilki, şafakla; diğeri ikindi sonrası
başlarmış. Bu iki imece de en fazla iki saat sürermiş.
Asıl büyük imece, gün içinde kurulurmuş. Beş, altı
saati bulan bu imeceler, önlerin alt ağzından başlar;
üst ağzına gelindiğinde, tamamlanırmış. Ekme işi
tamamlanınca, yarenlik olsun diye önce kazmalar
tokuşturulur sonra da sıyırma işine girişilirmiş. Sıyırma işi biter bitmez, ev sahibi saç üstünde pişirilmiş,
ortası yağlanmış, mis gibi kokan sıcak darı ekmeği
ve taze yayık ayranı ikram edermiş, imeceye. Şakalaşmalarla, takılmalarla yeme - içme tamamlanınca,
tarla sahibine “Hayırlı, uğurlu, bereketli olsun!” denilir; uzak komşular, kazmasını omzuna atar, evinin
yolunu tutarmış.Yakın komşulardan birkaçı lahana
fitili dikmek için tarlada kalırmış.
“Yan bağlı peştemalı / Sanki taze gül dalı / Ekin
eken şu gıza / Sevdalıyım sevdalı…”
O neşeli, coşkulu, eğlenceli imecelerden günümüze; o günleri yaşayanların anlattıklarından gayrı,
ne kaldı ki? Nerede, o coşkulu ekin imeceleri? Nerede o kemençenin ritmiyle kalkan inen kazmalar;
nerede, o “Galdır gazmayı galdır / Galdır boyundan
aşır.” larla başlayan ekin türküleri?
Yine kırsalda evler var; ama onlar ocağında ateş
yanan, bacasından duman tüten evler değil! Yine
kırsalda tarlalar var; ama, eskisi gibi kocaman değil! Yine kırsalda insanlar var; ama, onlar sofrasını
komşusuna açan insanlar değil! Ne yazık ki kırsalın
dayanışma, yardımlaşma ruhu gölgelenmiş! Evler
yavanlaşmış, insanlar yalnızlaşmış.
Tarlalar küçülmüş, imeceler azalmış. Dere boyu
sıralanan, taşı döndükçe tıkır tıkır işleyen su değirmenlerinin suları savulmuş; çarkları susmuş. Terkedilmiş, güzelim değirmencikler. Çoğunun pendinden
(su yolu) başka temel taşı bile kalmamış!
İmeceler bitmiş; kırsalın güzellikleri, coşkusu, sevinci, sevdası gitmiş.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
ÇOKLU ZEKÂ KURAMINDA BİR ADIM
DAHA: EKOLOJİK ZEKÂ
GÖKHAN BAŞ
Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı,
Eğitim Programları ve Öğretim Bilim Dalı
Doktora Öğrencisi
Gökhan Baş, Çoklu Zekâ Kuramında Bir Adım Daha:
Ekolojik Zekâ, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim,
S. 134, Nisan 2011, ss. 7-10.
Giriş
G
enelde psikoloji dünyası, özelde ise eğitim dünyası Howard Gardner’ın 1983 yılında yazmış olduğu
“Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences” (Zihnin Çerçeveleri: Çoklu Zekâ Kuramı) isimli kitapla derinden sarsılmıştır. Gardner (1993) bu kitabıyla,
o zamana dek süre gelen zekâyı iki boyuta indirgeyen ve
zekâyı yalnızca kâğıt-kalem testleri ile ölçmeye çalışan anlayışı reddederek, zekâya farklı bir boyut kazandırmıştır (Baş,
2010). Gardner ilk önceleri yedi adet zekânın varlığından söz
etmiştir. Bu ilk yedi zekâ alanı şu şekildedir (Gardner, 1993):
(1) Sözel-Dilsel Zekâ, (2) Mantıksal-Matematiksel Zekâ, (3)
Görsel-Uzamsal Zekâ, (4) Ritmik-Müziksel Zekâ, (5) Bedensel-Kinestetik Zekâ, (6) İçsel-Özedönük Zekâ ve (7) Sosyal-Bireylerarası Zekâ. Daha sonraları Gardner, Checkley’e
(1997) vermiş olduğu bir mülakatta sekizinci bir zekâ alanının varlığından bahsederek, sekizinci bir zekâ alanı olarak
“doğa-doğacı zekâ” alanını ortaya atmıştır. Gardner, hâlen
yeni zekâ alanlarının varlığı üzerindeki çalışmalarını sürdürmektedir (Baş, 2009). Gardner, muhtemel yeni zekâ alanları olarak; varoluşçu zekâ, ahlaki zekâ, ruhsal zekâ, vb. gibi
zekâ alanlarını sıralamaktadır (Gardner, 1999). Elbette, zekâ
alanlarının ortaya atılmasında Gardner’ın rolü çok açık ve
büyüktür. Ancak, zekâ kuramına tek katkıyı yapan kişi yalnızca Gardner olmamıştır. Özellikle, “Çoklu Zekâ Teorisi”ne
ilgi duyan ve bu konuda çalışmalarını sürdüren pek çok isme
rastlanmaktadır. Bunlardan, özellikle, Daniel Goleman’ı bura-
7•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
da anmak yerinde olacaktır. Zira, kendisi ortaya attığı
“duygusal zekâ” (emotional intelligence) kavramıyla
dikkatleri üzerinde toplamış ve “duygusal zekânın
IQ’dan daha önemli olduğu” görüşü ile ön plana çıkmıştır. Goleman (1995), ortaya attığı “duygusal zekâ”
alanı ile zekâya daha farklı bir boyut kazandırarak,
Çoklu Zekâ Kuramının, belki de ihmal ettiği, “duygu” (emotion) kavramı üzerine eğilmiş ve duygusal
zekânın insanın hayatındaki başarılarda ve başarısızlıklarda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu
ortaya koymuştur. Goleman (1995), insanın hayatta
yalnızca akademik anlamda başarılı olmasının onun
gerçek başarısını yansıtmadığını; hayattaki başarısının “insanların kendisini tanımasına”, “empati kurarak, diğer insanları anlamasına” ve “insan ilişkilerinde
etkili iletişim becerilerini kullanarak, çatışma çözme
eğilimli” olması gibi bir dizi faktöre bağlı olduğunu ifade etmiştir. Bir başka taraftan, Ian McCallum (2008)
yazmış olduğu “Ecological Intelligence: Rediscovering Ourselves in Nature” (Ekolojik Zekâ: Doğada
Kendimizi Yeniden Keşfetmek) başlıklı çalışması ile
zekâ alanlarına muhtemel bir yenisini daha eklemiştir. Aynı şekilde, “Emotional Intelligence” (Duygusal
Zekâ) isimli kitabın yazarı olan Goleman da (2009)
daha sonra yazmış olduğu “Ecological Intelligence:
How Knowing the Hidden Impacts of What We Buy
Can Change Everything” (Ekolojik Zekâ: Satın Aldığımız Her şeyin Hayatımızı Nasıl Değiştirebileceğinin
Altında Yatan Etmenler) başlıklı kitap ile “çoklu zekâ”
alanlarına bir yenisini daha eklemiştir.
Ekolojik Zekâ ve Eğitim
McCallum (2008) ve Goleman (2009) yazmış oldukları çalışmalarda “ekolojik zekâ” kavramı üzerine
yoğunlaşmışlar ve insanın “ekolojik olarak zeki” olabileceği hususu üzerinde durmuşlardır. Özellikle son
yıllarda küreselleşme ile birlikte anılır olan “küresel
iklim değişimi” kavramı ile ekolojik zekânın önemi
kuşku götürmez biçimde bir kat daha artmıştır. Gerek McCallum (2008), gerekse de Goleman (2009)
ekolojik zekâyı; “ekolojik anlamda dünyada küresel
çapta meydana gelen olumsuz doğa değişimlerine
duyarlılık ve bunlara reaksiyon gösterme becerisi”
olarak tanımlarken, ayrıca bu zekâ alanının yalnızca
doğaya hitap eder türden bir zekâ alanı olmadığını,
bunun aynı zamanda “psikolojik” bir yanının da ol-
•8
duğu görüşünü vurgulamaktadırlar. Özellikle, ekolojik
zekânın, Gardner’ın (1999) ortaya attığı “doğa-doğacı
zekâ” alanından farkı da, içinde barındırdığı “psikolojik” boyut olsa gerek. Buradaki “psikolojik” boyuttan
kasıt, muhtemelen, insanların bilinçli olarak küresel
çapta dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen
ve bunun çevre ve insanlar üzerindeki etkilerine dikkat çekme ve tüm bu yaşananlara reaksiyon göstermedir.
Son yıllarda, özellikle “küresel iklim değişikliği”
kavramı sıkça telaffuz edilir ve bunun etkilerinin insanları yakından olumsuz bir biçimde etkilediği ve bu
olumsuz etkilere karşı bir takım öneriler geliştiriliyor
olduğu (Kyoto protokolünün küresel anlamda imzalanması, sera gazlarının salınımının engellenmeye
çalışılması, çevreye zarar verici nitelikteki maddelerin kullanılmasının yasaklanması, vb.) görülmektedir.
İnsanların bilinçsizce doğayı kirletmesi, fabrikalardan
çıkan ve ozon tabakasında sera etkisi yapan olumsuz eylemler dünyayı çok yakından etkilemektedir.
Özellikle, son yıllarda ülkemizde kış mevsimlerinin bir
hayli ılıman hatta sıcak geçiyor olması, yazların aşırı
kurak geçmesi, bir takım haşaratların varlığındaki inanılmaz artış ve(ya) azalış, bazı canlı soylarının tükenme noktasına gelmesi ile kürersel çapta; kutuplardaki
buzulların hızla erimeye başlaması ile önümüzdeki
20-30 yıl içerisinde içinde pek çok büyük şehrin de
bulunduğu (Londra, Amsterdam, New York, vb.) bir
takım ülkelerin su altında kalmaya başlayacağının
öngörülmesi, aşırı kuraklıkla birlikte su sıkıntılarının
yaşanmaya başlaması, özellikle yaz aylarında ardı
arkası kesilmek bitmeyen orman yangınları, vb. gibi
pek çok “küresel” anlamda dünyayı ve neticesinde
insanlığı olumsuz etkileyebilecek olan durumlar yaşamaktadır.
Artan ekonomik rekâbetle ülkelerin, özellikle Çin
gibi, ucuz hammadde kullanarak, olumsuz sağlık ve
çevresel sorunları düşünmeksiniz üretilen eşya, mamul, vb. ürünlerin insanlığa ve aynı zamanda çevreye
olumsuz pek çok etkisi meydana gelmektedir (Goleman, 2009). Satın aldığımız pek çok ürünün kanserojen madde içermesi, bu ürünleri üreten işçilerin
hiçe sayılarak karın tokluğuna çalıştırılıyor olması ve
bu işçilerin sağlık durumlarının göz ardı edilmesi, elbette, gelinen noktada endişe verici niteliktedir. Ül-
NİSAN 2011 - SAYI 134•
keler küresel rekâbet uğruna sera gazlarının atmosfere salınımına karşı hiçbir yaptırımda ve eylemde
bulunmamaktadır. Bu bağlamda, ülkelerin dünyanın
azalan enerji kaynaklarına alternatif olarak bazı arayışlara girdikleri, bunların ise doğaya ve sonucunda
ise insanlığa olumsuz etkiler yapıyor olduğu açıktır.
Atmosfer, ekolojik çevrenin sağlığı, vb. hiçe sayılarak,
üretilen ürünlerin insanlarca pervasızca satın alınıyor
oluşu ve bunların yine aynı pervasızlık içerisinde doğaya salınıyor ve(ya) atılıyor olması bizlere çok vahim
bir tablo sunmaktadır. Özellikle son yıllarda bilim insanlarınca araştırılan yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının araştırılması ve kullanıma yönelik girişimlerin bu noktada, elbette, takdir edilmesi gerekir.
Son yıllarda, özellikle büyük ölçekli ülkelerden;
Amerika Birleşik Devletlerinin aşırı üretimi ve yine
aynı şekilde tüketimi ile artan kirlilik, İran, Hindistan,
Pakistan gibi ülkelerin bilinçsizce nükleer silah denemeleri, Çin gibi ülkelerin ise insan sağlığını bozucu
ve(ya) onu hiçe sayıcı nitelikte ucuz ürünler üreterek,
bunları denetimsiz olarak pazarlamaya çalışması, küresel çapta dünyanın gerek ekolojik dengesini alt üst
etmekte, gerekse de bunlar insan psikolojisini ve fizyolojisini bozucu nitelikte problemler yaratmaktadır.
Dünyada küresel anlamda ortaya çıkan böylesi
sorunlara yine küresel çapta reaksiyon göstermek
gerekmektedir. Bu reaksiyon ise, ancak, ekolojik duyarlılığa yani “ekolojik zekâ”ya sahip bireylerin yetiştirilmesi ile mümkün olabilecektir. Böylesi problemlere
göz yummayan, kendisinin de bir şeyler yapabileceği
sorumluluğu ve rol algısına sahip bireylere gereksinim
duyulmaktadır (McCallum, 2008). Bunun için, küresel ölçekte yapılanlara reaksiyon gösterebilecek ve
tavır sergileyebilecek, yapılanları demokratik yollarla
protesto edebilecek, neyin ekolojik dengeye uygun
neyin uygun olmadığını kavrayıp eyleme geçebilecek,
yeri geldiğinde insan ve çevre sağlığını bozucu materyal ve(ya) ürünleri demokratik yollarla protesto ve
boykot edebilecek insanlara gereksinim bulunmaktadır (Goleman, 2009). Elbette, ekolojik zekâ “küresel”
bir projeksiyonu da beraberinde getirmektedir. Kendi
yaşadığı yere duyarlı olmak burada yetmemektedir.
Ekolojik zekâya sahip olmak, küresel anlamda dünyada olup-biten her türlü ekolojik problem, olay vb. ile
bularla ilişkili olarak insan psikolojisini bozan her türlü
olaya da reaksiyon gösterebilmek anlamına gelmektedir. İnsanın yalnızca doğaya ilgi duyması, hayvanları
beslemesi vb. (doğa-doğacı zekâda olduğu gibi) yetmemektedir. Küresel anlamda dünyanın herhangi bir
ucunda meydana gelen ve dünyayı doğrudan ve(ya)
dolaylı olarak etkileyebilecek olan her türlü duruma
karşı hassas ve duyarlı olmak ve bu olumsuzluklara karşı reaktif olmak gerekmektedir. Hatta Goleman
(2009), ekolojik zekâya sahip bireylerin ekolojiye zararlı olan ürünleri alma noktasında da duyarlı davranarak, bu ürünlerin ekolojiye zararlı olduğu kanaatini
taşına bireylerin ilgili bu ürünleri boykot dahi ederek,
almadıklarını belirtmektedir. Zira, satın almayarak,
tepki göstereceğimiz bu durum belki de pek çok şeyi
değiştirecek ve üreticileri daha sağlıklı ve ekoloji dostu ürünler üretme noktasında zorlayacaktır.
Sonuç olarak, doğanın sağlıklı işleyişi, ona olumlu
ya da olumsuz etki eden faktörleri anlamak ve bilmek
ve buna yönelik olarak tepki göstermek ve önlemler
alma yolunda çaba göstermek “ekolojik zekâ” potansiyeline sahip bireylerin yapabileceği eylemlerdir.
Doğayı sevmek tek başına yeterli olmamaktadır. Artık doğayı sevmek, onu yalnızca sevmesinin dışında,
ona etki eden olumsuzlukları anlamak, tepki göstermek ve önlem almaktır. Günümüzde böylesi anlayışlara sahip “ekolojik zekâ”sı gelişmiş bireylere ihtiyaç
bulunmaktadır. Genel anlamda, ekolojik zekâya sahip
bireylerin sahip olması beklenen özellikler şu şekilde
sıralanabilir:
• Çevreye ve çevre problemlerine duyarlı olmak
ve gerekli önlemleri almak
• Küresel anlamda dünya ekolojisini ve ona olumsuz etki eden faktörlere reaksiyon göstermek
• Çevre problemlerine sebep olan ürün ve mallara karşı duyarlı olmak; bunları tanıyarak, gerektiğinde
tepki göstererek, boykot etmek
• İnsanları ekolojik problemler hakkında bilgilendirmek ve bilinçlendirmek
• Okullarda özellikle öğrencilerin “ekolojik okuryazar” olarak yetiştirilmesine katkı sağlamak
• Ekolojinin insan fizyolojisi ve insan psikolojisi
üzerindeki etkilerini anlamak ve bunları olumsuz etkileyen faktörlere karşı duyarlı olmak, bu problemlerle
9•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
baş etme yolları bilmek
• Ekoloji hakkında her türlü yayını okumak, dinlemek ve izlemek
Bireylerin “ekolojik okur-yazar” olarak yetiştirilmelerinde en önemli konum okula aittir. Geliştirilen
eğitim programları içerisinde ekoloji konularının işlenmesi, özellikle örtük programda öğrencilere bu
anlayışın kazandırılması önemlidir. Öğrencilerin yakın
çevrelerinden başlayarak, küresel anlamdaki ekolojik problemlere karşı duyarlılık kazanacakları bir biçimde eğitilmeleri, ileride dünyada meydana gelen
herhangi bir olayın kendilerini yakından etkileyebileceğini kazandırması açısından önemli görülmektedir.
Bu açıdan, özellikle, ekoloji ve doğa ile yakından ilgili
dersler olan Fen ve Teknoloji, Biyoloji gibi derslerin
yanında, Çevre kulübü gibi sosyal faaliyetler içerisinde öğrencilerin ekolojiye duyarlı bir biçimde eğitilmeleri gerekmektedir. Elbette, bunun yalnızca derslerde
bir disiplinin öğretilmesi şeklinde olmaması, uygulama boyutuna daha fazla yer verilmesi gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki, artık bugün dünyanın herhangi
bir noktasında meydana gelen ekolojik bir problemin
ülkemizi, dolayısıyla insanlarımızı da yakından etkilemesi kaçınılmazdır. Bu amaçla, yetiştirilecek olan bireylerin üst düzey ekolojik duyarlılığa ve zekâya sahip
olması gerekecektir.
Sonuç
Sonuç olarak, çevre sorunlarının sıklıkla gündeme geldiği son yıllarda insanların dikkatlerinin ekolojik problemlere çekilmesi ve bunlara karşı reaksiyon
göstermesi gerektiği git gide önem kazanmakta ve
taban bulmaktadır. Özellikle, son yıllarda ortaya çıkan
çevre örgütlerinin sayısının giderek artması buna güzel bir örnektir. Sayıları giderek artan çevre örgütlerinin üyelerinin bugün binlere hatta milyonlara ulaşmış
olması, insanların çevreye, dolayısıyla ekolojiye yönelik olumlu ve haklı bir tavır sergiliyor olduklarının da
güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. Ancak, ekolojik problemlerin sıklıkla gündeme geldiği günümüzde
çevreye duyarlı, çevreyle barışık ve çevre sorunlarına
karşı demokratik tepkisini ortaya koyabilen bireylere
daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bireylerin ekolojik okur-yazar olacak şekilde ve ekolojik zekâya
sahip olabilecek bir biçimde yetiştirilmesi ise ancak
• 10
okullarda mümkündür. Elbette, okullarda yürütülen
ekolojik eğitimin belli bir disiplinin öğretimi şeklinde
değil, öğrencilerin gerçek anlamda küresel duyarlılığa sahip olabilecek bir biçimde uygulamalı olarak
yetiştirilmesi şeklinde olması gerekmektedir. Ekolojik
zekâ ile donanık bireylerin ise ekolojik problemlere
duyarlı olması, gerektiğinde bu problemlere demokratik tepki göstermesi gerekmektedir. Günümüzde
artık bireylerin yalnızca kendi çevresindeki ya da ülkesindeki ekolojik problemlere tepki göstermesi yetmemektedir. Bireylerin, dünyanın herhangi bir yerinde
meydana gelen ekolojik problemlerin tüm dünyayı ve
bu dünyada yaşayan tüm insanları olumsuz olarak
etkileyebileceği bilincinde olması gerekmektedir. Bunun için, günümüzde öncelikli olanın ekolojik zekâya
sahip bireylerin yetiştirilmesi ve bu bireylerin ekolojik
problemlere duyarlı bir biçimde eğitilmesi gerekmektedir.
Kaynaklar
Baş, G. (2010). Çoklu Zekâ Kuramının Program Geliştirmedeki Yeri. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 124-125, 38-46.
Baş, G. (2009). Teaching of Weather Forecasts and
Seasons By Multiple Intelligences in EFL/ESL
Classrooms. Journal of Humanising Language
Teaching, 11(6), December.
Checkley, K. (1997). The First Seven . . . and the Eight:
A Conversation with Howard Gardner. Educational Leadership, 55(1), 8-13.
Gardner, H. (1993). Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences. (Second Ed.). London: Fontana Press.
Gardner, H. (1999). Are There Additional Intelligences?
The Case for Naturalist, Spiritual, and Existential Intelligences. Kane, J. (Ed.). Education, Information and Transformation. Englewood Cliffs,
NJ: Prentice Hall.
Goleman, D. (1995). Emotional Intelligence: Why It can
Matter More Than IQ? New York: Bentam Books.
Goleman, D. (2009). Ecological Intelligence: How Knowing the Hidden Impacts of What We Buy can
Change Everything. Williamsburg, MA: Doubleday Business.
McCallum, I. (2008). Ecological Intelligence: Rediscovering Ourselves in Nature. Golden, Colorado:
Fulcrum Publishing.
KARA TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yârim kara topraktır
Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
Dileğin var ise iste Allah’tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan
Benim sadık yârim kara topraktır
Âdem’den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır
Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah’ta
Hakk’ın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yârim kara topraktır
Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yârim kara topraktır
Bütün kusurlarım toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır
Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i bağrına basar
Benim sadık yârim kara topraktır
Âşık Veysel (Şatıroğlu)
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
TOPRAK OLUŞUMU VE
ÜLKEMİZDE ÇEŞİTLERİ
MEHMET ÜNAL
Coğrafya Öğretmeni
T
oprak, uygarlığın gelişmesinde rol oynayan önemli
bir doğal kaynaktır. Tarih öncesinden günümüze
bu kaynağın önemi azalmamış, tersine artmıştır.
Toprak günümüzde bir ülkenin kalkınmasında ve
gelişmesinde önemli rol oynadığı gibi gıda güvenliğinin sağlanması açısından stratejik bir konuma, ayrıca ülkelerin varlığı, çıkarları ve ekonomik gelişimleri bakımından da büyük
öneme sahiptir. Fakat bu değerli kaynak; hızlı nüfus artışı,
kirlenme ve yanlış kullanım baskısı altında bulunmaktadır.
Bu durum ülkelerin toprak kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde yönetimini daha önemli hâle getirmektedir.
Toprağın tanımı
Toprak, kayaların fiziksel ve kimyasal ayrışması ile organik maddelerin karışımından meydana gelen, anakayaları
ve bu arada yeryüzünün bir bölümünü az çok kalınca bir
katman olarak örten, içerisinde ve üzerinde geniş bir canlılar âlemi barındıran, belli oranlarda su ve hava içeren, gevşek ve dağınık maddelerden oluşan canlı bir varlıktır. Toprak dört ana unsurdan oluşur. Bunlar; organik ve inorganik
maddeler ile hava ve sudur.
İnorganik maddeler: Toprağı oluşturan inorganik maddeler, ufalanıp ayrışmaya uğramış anakayalardır.
Mehmet Ünal, Toprak Oluşumu ve Ülkemizde
Çeşitleri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S.
134, Nisan 2011, ss. 12-18.
• 12
Organik maddeler: Toprak içerisinde bulunan bitki ve
hayvan kalıntılarıdır. Toprağa düşen bitkisel ve hayvansal
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Ayrışma sonucu oluşan kısma toprak canlıları,
özellikle mikro fauna ve flora yavaş yavaş yerleşir.
Daha sonra da toprağa bitkiler yerleşerek büyümeye
başlar. Böylece hem bitki köklerinin etkisi ile ayrışma
olayları gittikçe ilerler hem de bitki artıklarının toprak
yüzeyine düşmesi ve bunun ayrışması sonucu toprak besin maddeleri yönünden zenginleşir. Bu oluşum topraktaki canlıların süratli şekilde çoğalmasına
ve bitki örtüsünün gittikçe artan bir oranda ayrışmış
olan katta gelişmesine neden olur.
artıklar mikroorganizmaların yaşama ve beslenme
ortamlarını oluştururlar. Bunlar, organik artıkları ayrıştırarak humusu meydana getirirler.
Toprak suyu: Katı kısmından arta kalan kısım
toprağın boşluğu olup, bu boşluklar su ve hava ile
doludur. Suyun kaynağı, yağışlar ve sulama ile toprağa verilen sulardır. Toprağa giren suyun bir kısmı
toprak boşluklarını doldurduktan sonra alt katlara
doğru sızar, bir kısmı da buharlaşır.
Toprak havası: Toprak havası, su miktarı ile ters
orantılı olarak değişmektedir. Yağmur ve sulamadan
sonra su, topraktaki boşlukların içindeki havayı dışarıya, atmosfere çıkararak boşlukları kendisi doldurur. Bu durumda boşluklardaki suyun miktarı artar.
Topraktaki suyun derinlere doğru sızması, bitkiler
ve topraktaki diğer canlılar tarafından kullanılması
ve buharlaşması sonucu topraktaki suyun miktarı
azalır. Bu sefer de suyun yerini, atmosferdeki hava,
toprak içine girerek doldurur. Böylece toprak boşluğunda havanın miktarı artar. Bu değiş tokuş ile toprak havalanır.
Toprak, yer kabuğunun bir ayrışma ürünüdür.
Ayrışma, yer kabuğunu oluşturan kayanın yer değiştirmeye uğramadan mekanik ve kimyasal süreçlerle nitelik değiştirmesidir. Dünya yüzeyindeki çoğu
kayaların birkaç metre kalınlıktaki yüzeyi fiziksel,
kimyasal ve biyolojik yönden ayrışmaya uğrar. Ayrışmalar birbirleriyle son derece ilişkili olup tek başına
fiziksel veya kimyasal ayrışma olmamaktadır. Ayrışma iki ana gruba ayrılır:
1. Fiziksel veya mekanik ayrışma (parçalara
ayrılma olayı)
Kayaların fiziksel (mekanik) etkenlerle ufalanması
olayıdır. Başlıca etkenler; kısa aralıklarla birbirini izleyen sıcaklık değişmeleri, yarık ve çatlaklarda donan
sular ve kristalleşen tuzların genişlemesi, bitki köklerinin kalınlaşması, dallanması ve su almasıdır. Bu
olaylar iklime bağlıdır. Mekanik dağılma ile kayalar
ve içerdikleri mineraller gittikçe daha küçük parçalara bölünür fakat özellikleri değişmez. Böylece kimyasal ayrışma için hazırlanma olur.
Kayaların güneş alan yüzey kısmı ısınarak çokça
genleşir. İç bölümler daha az ısındığı için az genleşir.
Gölgelendiğinde ya da geceleyin ise yüzey kısımları
iç bölümlerden daha çabuk ve çok soğuyup büzülür. Böylece kayalar çatlar ya da tümüyle parçalanır.
Türlü yollardan oluşan yarık ve çatlaklara giren kar
13 •
DOSYA: TOPRAK
Olgun bir toprağın oluşabilmesi için her şeyden
önce uzun bir zaman sürecinde anakayanın ayrışması, bunun içerisine çeşitli canlıların, bitkilerin yerleşmesi, yıkanma ve birikme olaylarının meydana
gelmesi gerekir. Yani bir ayrışma-çözülme ürünü
olan toprakta bir taraftan ayrışan elementlerin bir
bölümü toprağı terk ederken, diğer yandan özellikle
bitki artıklarının humuslaşması ile toprağa yeni maddeler ilave olur.
Yer kabuğunun ayrışan yüzey kısmında toprağın
meydana gelebilmesi için, başlangıçta çeşitli kimyasal ayrışma-çözülme olaylarının meydana gelmesi,
daha sonra bitki kalıntılarının ayrışarak humusa dönüşmesi gerekir. Yani ayrışma ile maddelerin hal değiştirmesi gereklidir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ve yağmur suları donduğunda ya da çözelti halindeki mineraller kristalleştiğinde genleşerek yarık ve
çatlakları büyütür. Bunun gibi aralıklara giren bitki
kökleri de uzayıp kalınlaşarak kayaların dağılmasına neden olur. Akarsuların, rüzgârların, dalga ve buzulların sürüklediği kaya kırıntıları geçtikleri yerlerde
kayalık tabanına ve birbirlerine sürtünerek hem anakayalardan hem de birbirlerinden parçalar koparır.
Kurak ve yarı kurak bölgelerde toprağın oluşmasında bu etmenler hâkim rol oynamaktadır.
2. Kimyasal ayrışma
Anakayanın kimyasal bileşimini değiştirmek suretiyle toprağın oluşumuna hizmet eden olaylardır.
Kimyasal ayrışma sonucunda, bazı mineraller kısmen veya tamamen değişerek yeni mineral özelliği
kazanırlar.
Fiziksel ayrışmalarla ufalanmış ya da gözenekli
hâle gelmiş olan materyallerde kimyasal faktörlerin etkisi kolaylaşır. Kimyasal ayrışmada su, hava
ve sıcaklık büyük rol oynar. Kurak bölgelerde suyun az olması nedeniyle daha çok fiziksel ufalanma
hâkimdir. Yağışlı ve sıcak bölgelerde ise kısmen fiziksel ve daha çok kimyasal etmenler etkilidir.
Toprak Profili ve Toprak Horizonları
Toprak profili, anakaya üzerinde uzanan toprak
katına denir. Bir toprak profiline bakıldığında fiziksel
ve kimyasal yönden farklı toprak katları görülür. Bu
katmanlara horizon denir. Yüzeyden alta doğru toprağın renk, yapı ve bünye gibi fiziksel özellikleri ile
asitlik, besin kapasitesi gibi kimyasal özellikleri değişir. Normal bir toprak profiline bakıldığında üstten
alta doğru şu horizonlar görülür
A horizonu: Toprak tabakasının en üst katı olup
organik maddenin karıştığı ve bu nedenle de genellikle koyu renkli olduğu, toprağın yıkanma horizonudur.
B horizonu: A horizonundan yıkanan tuz, kireç
ve kil gibi suda çözünebilen maddeler yağmur sularıyla alt katlara taşınır. Bu nedenle B horizonu birikme horizondur. B horizonu genellikle açık renklidir.
Kil birikiminden dolayı da ağır bünyeli olup blok yapı
gösterir.
• 14
C horizonu: Toprağın en alt katıdır. Bu horizondaki anakaya çok az ayrışmıştır. Bu katta anakayaya
ait iri parçalar bulunur.
D horizonu: Fiziksel ve kimyasal ayrışmanın görülmediği anakayadan oluşan horizondur.
Yukarıda bahsedilen horizonlardan sadece A ve
B horizonu esas toprak katını oluştururlar. Buna toprağın solunum katı veya gerçek toprak katı da denir.
Topraklara Karakter Kazandıran Faktörler
Anakayanın çözülmesi ile başlayan ve olgun bir
yapıya ulaşıncaya kadar devam eden toprak oluşum
sürecinde birçok faktör etkili olur. Bunlar; anakaya,
iklim, topoğrafya, zaman ve biyotik faktörlerdir.
1. Anakaya: Anakaya, toprağın altında bulunan
ve çözülerek-ayrışarak toprağı oluşturan materyale denir. Toprak oluşumunun başlangıç devresinde
anakayanın fiziksel ve kimyasal özellikleri toprak
üzerinde kuvvetle hissedilir. Anakayanın ayrışması
ile birçok mineral ve element açığa çıkar. Yeni oluşan toprağın rengini, geçirimlilik derecesini ve bitki
besin maddesini ayrışma sonucu ortaya çıkan bu
maddeler belirler. Kumtaşı, kuvarsit, gnays gibi anakayaların ayrışması sonucu bol miktarda kum açığa
çıkar. Böyle anakaya üzerinde kumlu topraklar oluşur. Killi-kireçli anakayalar üzerinde ise koyu renkli
ve geçirimsiz topraklar oluşur.
Toprak oluşumunun ilerlemesiyle, topraktan taşınmalara ve organik maddelerin toprağa yeni mineral maddeler ilave etmesine bağlı olarak anakayanın
toprak üzerindeki etkileri gittikçe zayıflamaya başlar.
Örneğin, kireçtaşı üzerinde başlangıçta oluşan toprakta bulunan bol miktardaki kireç, zamanla topraktan tamamen veya önemli ölçüde taşınır. Böylece
kireçli olmayan veya az kireçli toprak oluşur. Özellikle toprak erozyonuna uğrayan dağlık-engebeli alanlarda anakayanın etkisini yansıtan topraklar baskın
durumdadır.
2. İklim: Toprak oluşumu ve gelişmesinde en etkili faktör iklimdir. Özellikle iklim elemanlarından sıcaklık ve yağış etkilidir.
Sıcaklık, kayaların fiziksel ufalanmalarını etkiler.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Bunda da en çok gece ile gündüz arasındaki (günlük) sıcaklık farkı etkili olur. Günlük sıcaklık farkı, karasal iklimin etkili olduğu yerlerde daha fazladır. Bunun için yeryüzündeki kurak ve yarı kurak bölgelerde
fiziksel ufalanma çok yaygındır. Fiziksel ufalanmanın
devam etmesi sonucu anakaya ufak parçalara ayrılır. Sıcaklık ayrıca kimyasal olayların ve mikroorganizmaların etkisini artırarak toprak oluşum sürecini
hızlandırır.
Yağış, anakayanın kimyasal ayrışmasına neden
olur. Toprak içindeki nemin etkisi, kimyasal ayrışma
ile sınırlı kalmaz. Aynı zamanda üst katmandaki ayrışabilen maddeleri alt katmanlara taşır. Yani üst kısımları yıkar, yıkanan maddeleri alt kısımlarda biriktirir. Topraktaki suyun kaynağı yağışlardır. Yağışlarla
toprağa giren su tabana sızar. Yüzeyden ısınmaya
bağlı olarak görülen buharlaşma ile altlardaki su
toprağın üst katına çıkar. Böylece toprak içindeki su
dikey yönde hareket etmiş olur. Ayrıca toprakta fazla
miktarda bulunan su eğimi takip ederek yatay yönde
de hareket etmektedir.
İklim toprak oluşumunu dolaylı yollardan da etkilemektedir. Örneğin, bitki örtüsünün özelliğini belirleyerek toprak oluşumu ve gelişimi üzerinde etkili
olmaktadır.
3. Topoğrafya: Topoğrafya, iklimin ve özellikle suyun etkilerini hızlandıran veya yavaşlatan yer özellikleri olarak toprak oluşumunda dolaylı etkiye sahiptir.
Benzer iklim koşullarına sahip benzer anakaya üzerinde oluşan topraklardan dik eğimli arazide bulunanlar, doğal erozyon, yüzey akışların fazla olması ve
toprağa sızan suyun azlığından dolayı düz arazideki
topraklara oranla daha sığ toprak örtüsüne sahiptir.
Çukur araziler, çevrenin yüzey akışlarını topladıklarından devamlı olarak veya çoğunlukla su ile doygun hâlde bulunur. Bu koşullar fazla bitkisel gelişmeye sebep olurken buna karşılık sınırlı bir çürüme-
Yüksekliğin artması ile sıcaklık azalır. Buna karşılık belli bir yüksekliğe kadar yağış artar. Bu nedenle yükseltinin iklim üzerindeki etkilerine bağlı olarak
yüksek bir dağın yamacı boyunca farklı toprak tipleri
görülür.
Arazi eğiminin yönü de toprak oluşumunda farklı bir etkiye sahiptir. Kuzey yarım kürede kuzey yamaçlar güneye oranla daha nemli ve serindir. Bunun
sonucu olarak, özellikle kurak bölgelerde, kuzeye
bakan yamaçlardaki bitkisel gelişme daha zengin
olmaktadır. Gerek nem fazlalığı gerekse bitki örtüsünün farklı olması, kuzey yamaçlarda oluşan topraklarla güney yamaçlarda oluşan toprakların farklı
olmasına neden olmuştur.
4. Zaman: Toprakların olgun bir profil yapısına
kavuşması için anakayanın ayrışması, ayrışan kat
üzerine bitkilerin ve diğer toprak canlılarının yerleşmesi, organik maddenin parçalanarak humusa dönüşerek toprağa yeni maddelerin katılması ve toprakların horizonlaşması için yüzlerce, binlerce yıllık
bir sürenin geçmesi gerekir. Ancak, toprak oluşumu
için geçen bu zamanın uzunluğunu bazı faktörler
etkilemektedir. Bu faktörler; anakayanın fiziksel ve
kimyasal özellikleri, iklim, bitki örtüsü ve eğimdir. Kolay ayrışabilen anakayanın bulunduğu yerlerde eğer
yağışlı ve ılıman bir iklim etkili olursa, ayrışma hızlı
olacağından toprak daha kısa zamanda oluşur. Ancak yeterli yağışın olmadığı, kışların soğuk geçtiği,
bitki örtüsünün cılız olduğu yerlerde, ayrışma süreci
yılın bir bölümünde kesintiye uğradığından, toprak
oluşumu için çok daha uzun zamanın geçmesi gerekir. Ayrıca bu toprakların horizonları da tam olarak
gelişememektedir.
Zamana bağlı olarak toprak oluşumu şu devrelerden oluşur:
a) Başlangıç devresi: Bu safhada anakaya henüz yeteri kadar ayrışmamıştır.
b) Gençlik devresi: Ayrışma başlamış olmasına
rağmen henüz anakayada ayrışma yeteri kadar ilerlememiştir.
15 •
DOSYA: TOPRAK
Hafif eğimli arazilerde alt katlara sızan su miktarı
fazla olduğundan, bu arazideki toprak profilleri dik
eğimli arazilerdekinden genellikle daha derindir. Gelişen bitkiler daha yoğun ve canlıdır. Organik madde
düzeyi ve sonuç olarak da verimlilikleri daha yüksektir.
ye yol açar. Bunun sonucu olarak organik maddeler
birikir ve turba adı verilen organik topraklar oluşur.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
c) Olgunluk devresi: Toprak oluşumu ilerleyerek
horizonlaşma başlamıştır.
d) İhtiyarlık devresi: Ayrışma son devresine
ulaşmış ve toprak besin maddeleri yönünden fakirleşmiştir.
5. Biyotik faktörler: Toprak oluşumu üzerinde
canlıların da etkisi vardır. Toprak oluşumunu en fazla
etkileyen canlı, bitki örtüsüdür. Yaprak, dal, meyve,
tohum, kabuk gibi organik maddelerin toprağa karışması ile toprakların üst katmanı bitki besin maddesince zengin ve gözenekli bir doku kazanır. Kök
ve gövdeleriyle, özellikle yamaçlardaki toprak örtüsünü tutarak toprağın erozyona uğramalarına engel olurlar. Bitkilerin kökleri anakayayı parçalayarak
toprağın derinleşmesine ve toprak profilinin gelişmesine katkıda bulunur. Toprak oluşumunun sürekli
olabilmesi için toprağın bitki örtüsüne sahip olması
gerekir. Bitki örtüsünden yoksun topraklar, bitki besin maddesi bakımından fakirleşir ve toprak oluşum
sürecinden olumsuz etkilenir.
Hayvanlar da toprak oluşumunu etkiler. Toprak
canlı bir örtüdür. Toprağa bu canlılığı veren içindeki organizmalardır. Bakteriler ve mantarlar toprak
üzerindeki ve içerisindeki maddelerin ayrışmasında
etkili olur. Çeşitli eklem bacaklılar bitki artıklarını yiyerek onların parçalanmasına yardımcı olurlar. Solucanlar da organik maddelerin toprağa karışmasına
katkı sağlar. Köstebek ve tarla faresi gibi hayvanlar
ise alttaki toprağı yüzeye çıkararak toprağın karışmasına katkı sağlarlar.
TÜRKİYE’NİN BAŞLICA TOPRAKLARI
A. Yerli (Zonal) Topraklar
Anakayanın yerinde ayrışması ile oluşmuş topraklardır. Bu topraklar genellikle düz ve az eğimli
yerlerde oluşmuşlardır.
1. Kırmızı renkli Akdeniz (Terra-rossa) toprakları: Genel olarak Akdeniz ikliminin etkili olduğu
Marmara Bölgesinin güney kesimi, Ege Bölümü ile
Akdeniz Bölgesinde görülür. Terra-rossaların A horizonu kırmızımsı, koyu kırmızımsı ve sarımsı kırmızımsı renktedir. Dolin, uvala ve polye gibi karstik çu-
• 16
kurlukların tabanında oluşmuş bu topraklar karstik
yörelerin başlıca tarım alanlarıdır. Terra-rossaların
rengi oksitlenme sonucu ortaya çıkmıştır. Bu topraklar killi topraklardır. Çünkü kalkerin bünyesinde bulunan kalsiyum karbonat (CaCO3) sularla yıkanmış ve
geriye kil kalmıştır.
2. Kahverengi orman toprakları: Bu topraklar
Karadeniz bölgesinde, İç Anadolu’da ve Güneydoğu Toros Dağlarında yaygındır. Orman örtüsü altında geliştiği için toprak organik madde bakımından
oldukça zengin ve koyu renklidir. Yağış şartlarına ve
bunun sonucu olarak bitki örtüsü durumuna göre
farklı özellik gösterir. Dağlık alanlarda aşınmadan
dolayı toprağın çoğunlukla B horizonu gelişememiştir. Bu nedenle toprak genellikle AC horizonludur.
3. Podsolümsü ve podsol topraklar: Yıllık ortalama sıcaklığı 8̊ C’nin altında ve yıllık yağış ortalamasının 1 000 mm’nin üzerinde olduğu nemli, çok nemli
soğuk ortamlarda kayın, sarıçam, ladin ormanlarının
altında gelişmiştir. Bolu Aladağlar’da, Yıldız ve Doğu
Karadeniz Dağları ile Uludağ’ın yüksek kesimlerinde
görülür. A horizonu fazla yağıştan dolayı kuvvetli olarak yıkanmıştır. B horizonu demir ve organik bileşiklerin birikmesine bağlı olarak sarımsı, esmer, bazen
de kırmızımsı renktedir.
Tipik podzol topraklarına ise Şavşat Karagöl civarında, Yıldız Dağlarının kuzey yamaçlarında 650 m
civarında ve Uludağ’ın üst kesimlerinde lokal olarak
görülür.
4. Sierozemler: Yıllık yağışın 300 mm’nin altında olduğu Konya Ovası’nın doğu kesiminde görülür. Organik madde yönünden fakirdir. Bu nedenle
de toprak açık renklidir. Yağış azlığından dolayı aşırı
derecede karbonatlı ve alkalidir.
5. Kahverengi bozkır toprakları: Bu topraklar yıllık ortalama yağışın 400 mm’nin altında, yıllık
ortalama sıcaklığın 8̊ C-12̊ C arasında değiştiği İç
Anadolu Bölgesi’nde ve Doğu Anadolu ovalarında
bozkır örtüsü altında gelişmiştir. Rengi, kahve, koyu
kahve, sarımsı kahve olan bu topraklarda genellikle
tarım yapılmaktadır.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
6. Kestane ve kırmızımsı kestane renkli topraklar: Yıllık ortalama yağışın 400 mm’nin üzerinde,
yıllık ortalama sıcaklığın 6̊ C-10̊ C arasında bulunduğu İç Anadolu’nun platolarında, İç Batı Anadolu ve
Doğu Anadolu’da uzun boylu ot vejetasyonu altında
gelişmiştir. Üst toprak organik madde bakımından
oldukça zengindir. Kahverengi topraklara göre daha
kalın olan bu topraklarda tarım yapılmaktadır.
7. Kireçsiz kahverengi topraklar: Bu topraklar
İç Batı Anadolu’da 1000 metrenin üzerinde ormanlar altında gelişmiştir. Yıllık ortalama yağışın 400-600
mm arasında olduğu alanlardaki toprakların kireçsiz
oluşu, anakayanın serbest karbonatlar yönünden
eksik olmasından kaynaklanır. Kil, mekanik olarak A
horizonundan önemli ölçüde uzaklaşarak B horizonunda birikmiştir. Genellikle besin maddesi yönünden fakirdir.
8. Kırmızımsı kahverengi topraklar: Tipik Güneydoğu Anadolu Bölgesi toprağıdır. Yarı kurak karasal iklim koşullarının etkili olduğu bozkırlar altında
gelişmiştir. Sıcaklığın yüksek olması, demirin iyi oksitlenmesini sağladığı için toprak kırmızımsı renktedir. Bu topraklar üzerinde genellikle tahıl üretilir.
9. Çernezyomlar: Yıllık ortalama sıcaklığın 3̊ - 6̊
C, yıllık ortalama yağışın 500-700 mm arasında değiştiği Erzurum-Kars dolaylarında 1600 - 2000 metre
yükseklikteki plato alanlarında gelişmiştir. Bu sahada bir metreden fazla boylanan çayır örtüsünden
oluşan organik madde sıcaklığın düşük olmasından
dolayı yeteri kadar ayrışamamaktadır. Bu nedenle
üst toprak organik madde birikimine bağlı olarak
koyu renklidir. Kalınlığı yer yer bir metreden fazladır.
Bu topraklar üzerinde sıcaklığın yeterli olduğu mevsimlerde tahıldan yüksek verim alınmaktadır. Ot verimi yüksek olan bu topraklar, hayvancılık için büyük
potansiyel gösterir.
B. İntrazonal Topraklar
1. Kumlu topraklar: Volkanik tüf, kum gibi depoların çözülmesi ile oluşmuştur. Doğu Anadolu’da
Sarıkamış dolaylarında, İç Anadolu’da Karapınar,
Erciyes, Karadağ, Karacadağ, Ürgüp-Nevşehir dolaylarında, Afyon çevresinde, Isparta Gölcük, İzmir
Foça civarında ve Kızılcahamam dolaylarında görülür. Çakıllı malzemenin fazla olduğu bu toprakların
tarımsal değeri azdır.
2. Vertisoller: Killi kireçli depoların yaygın olduğu Harran Ovası, Muş Ovası, Ergene havzası, Van
Gölü’nün kuzeydoğusu, Bursa - Karacabey arası,
Menemen ve Bornova Ovası ile Konya Havzası’nın
muhtelif yerlerinde ve Bafra Ovası’nın güneyinde görülür. Bu topraklarda anakaya killi olduğu için yazın
kuruduklarında 3-5 cm genişliğinde, bir metre kadar derinliğinde çatlaklar oluşmaktadır. Bu çatlaklara rüzgârların taşıdığı yüzey materyali dolar. Yağışlı
mevsimde ise su ile doyan killi toprak şişer. Şişme
sonucu çatlaklardaki toprak yukarıya doğru itilir.
Böylece toprak bulunduğu yerde âdeta dikey yönde döner. Bundan dolayı bu topraklara dönen toprak
anlamına gelen “vertisol” adı verilmiştir. Dönen topraklar Güney Marmara’da “kepir”, Orta Anadolu’da
ise “taş doğuran toprak” olarak adlandırılır.
3. Rendzinalar: Ülkemizde killi-kireçli göl depolarının veya yumuşak kireçtaşlarının yaygın olduğu
İç Anadolu’da, Ege ve Doğu Anadolu’nun çöküntü
sahalarında yaygındır. Bu topraklarda tahıl tarımı yapılmaktadır ve besim maddeleri yönünden zengindir.
4. Çorak (tuzlu-alkali) topraklar: Bu toprakların
bünyelerinde bol miktarda tuz bulunduğu için “tuzlu
topraklar” olarak da adlandırılırlar. Taban suyunun
yüzeye çok yakın ve yüzeyde olduğu yerlerde oluşurlar. Buna bağlı olarak da dışa akışı olmayan çukurlukların orta kesiminde ve deltalarda oluşur. Yayılış alanları, Tuz Gölü, Burdur Gölü ve Acıgöl başta
olmak üzere diğer tuzlu göllerin çevresindeki arazi-
17 •
DOSYA: TOPRAK
Bu topraklar, ülkemizde aşınmanın devamlı olduğu dağlık alanlarda, birikmenin hüküm sürdüğü
alüvyal ovalarımızda ve dağların eteklerinde yaygın
olarak bulunur. Ayrıca kapalı havzalarımızda taban
suyu seviyesinin yüksek olduğu kısımlarda hidro-
morfik (drenajı iyi olmayan) topraklar yer alır. Devamlı olarak aşınan sahalardaki topraklar, başlangıç
ve gençlik safhalarında bulunduğundan anakayanın
kimyasal ve fiziksel özellikleri toprak üzerinde etkilidir. Örneğin, anakaya kumlu ise topraklar da kumlu,
anakaya tuzlu ise topraklar da tuzludur.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
lerdir. Bu topraklar üzerinde bitki örtüsü çok cılızdır.
Sadece tuzcul bitkilerin yetiştiği bu topraklar tarıma
uygun değildir.
C. Taşınmış (Azonal) Topraklar
Devamlı olarak taşkına uğrayan alanlarda, ana
materyalin taşınması nedeniyle ayrışma ve toprak
horizonları meydana gelememektedir. Bu nedenle
bu tür topraklara azonal, yani horizonlaşma göstermeyen topraklar denilir. Taşkın ve aşınma olayının
durduğu veya azaldığı yerlerde sığ da olsa A horizonu oluşur.
lamamakta ve bundan dolayı toprakta kuraklık artmaktadır. Yağmur damlası erozyonu ve yüzeysel akışa geçen sularla ince malzemelerin taşınmasına ve
çakıl miktarının artmasına neden olmaktadır. Bu yüzden çakıllı alanlar bitki örtüsü yönünden zayıftır. Taşlı
topraklar özellikle Taşeli Platosu, Bozdağ, Aydın ve
Bitlis Dağları, Kaçkar Dağları yamaçları, İç ve Doğu
Anadolu’daki volkan konilerinin yamaçları ile Bolu ve
Aladağların güneye bakan yamaçlarında görülür.
SONUÇ
1. Alüvyal topraklar: Delta ve taşkına uğrayan
ovalarda, Çukurova, Asi, Göksu, Köyceğiz, Büyük
ve Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay, Sakarya,
Bafra, Çarşamba delta ovaları ile Konya Ovası’nın
kenarları, Muş ve Erzurum, Erbaa-Niksar ovalarının
orta kesimleri vb. yerlerde görülür. Fiziksel ve kimyasal özelliklerini büyük ölçüde akarsuyun malzeme
getirdiği sahadaki ana materyal belirler. Genel olarak
işlenmeye elverişli, verimli, dolayısıyla da tarıma elverişli topraklardır.
Türkiye çok değişken iklim ve topoğrafik yapısıyla birlikte farklı anakayaların etkisi sonucunda çok
değişik tipte topraklara sahiptir. Yukarıda anılan toprak gruplarıyla birlikte Türkiye’de Nitisol, Phaeozem,
Planosol, Ferralsol, Durisol, Albeluvisol, Crysol topraklarının varlığıyla ilgili yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın Türkiye’de bu toprakların oluşumu
için uygun iklim ve topoğrafik koşullar bulunduğu
bilinmektedir. Bu bağlamda ayrıntılı ülke toprak etüt
haritalama çalışmasına gereksinim olduğu açık bir
gerçektir.
2. Kolüvyal topraklar: Dağların yamaçlarından
taşınan toprak, taş ve çakıl gibi malzemelerin eteklerde birikmesiyle oluşur. Alüvyal topraklarda olduğu gibi kolüvyal toprakların da fiziksel ve kimyasal
özelliklerini yamaçtan gelen malzemenin fiziksel ve
kimyasal özellikleri belirler. Kolüvyal topraklar dikey
yönde önemli değişiklik gösterir. Aşınmanın az olduğu yamaçların eteklerinde ince malzeme birikir.
Aşınmanın devam ettiği yamaç eteklerinde ise kaba
malzemeler yer alır. Derinliği fazla olan bu topraklar
orman, bağ ve bahçeler için uygundur.
Dünyadaki hızlı nüfus artışı doğal kaynakların,
özellikle toprak ve suyun dünyadaki stratejik önemini arttırmaktadır. Dolayısıyla yenilenemeyen bu
kaynaklar Türkiye’de sürdürülebilir biçimde kullanılmamaktadır. Bu nedenle toprak ve su kaynaklarının
özellikleri, disiplinler arası çalışmalarla çok iyi tanımlanmalı ve farklı kullanım amaçlarına uygun veriler
üretilmelidir. Bu bağlamda çok amaçlı veri tabanlarının oluşturulması önem arzetmektedir. Türkiye Toprak Haritasının arazi çalışmaları ve seçilmiş toprak
örneklerinin laboratuvar analizleriyle büyük ölçekli
3. Regosoller: Kumlu depolar üzerinde bulunan
topraklardır. Derinliği fazla olan ve besin maddeleri
açısından fakir olan bu topraklar uygun iklim şartları
altında üzüm bağı, İç Anadolu’da olduğu gibi patates, Isparta’da olduğu gibi gül bahçeleri için elverişlidir.
ayrıntılı çalışmalarla tamamlanması gerekmektedir.
4. Litosoller (Taşlı topraklar): Dağlık alanların
eğimli yamaçlarında aşınmanın sürekli olması nedeniyle anakayanın ayrışmasından oluşmuş taşlı
topraklardır. Eğimli ve gözenekli sahalarda su tutu-
• 18
KAYNAKÇA
Atalay, İbrahim, (2000). Türkiye Coğrafyası ve Jeopolitiği, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir.
Atalay, İbrahim, (2001). Genel Fizikî Coğrafya, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir.
Çepel, Necmettin vd., (2006). Erozyon, Doğa ve Çevre,
TEMA Yayınları, İstanbul.
Sanır, Ferruh, (2000). Coğrafya Terimleri Sözlüğü, Gazi
Kitabevi, Ankara.
www.topraksuenerji.org
NİSAN 2011 - SAYI 134•
TEMA VAKFI GENEL MÜDÜRÜ
PROF.DR. ORHAN DOĞAN İLE
TOPRAK VE EROZYON ÜZERİNE
SÖYLEŞİ:
MACİT BALIK
- Sayın Hocam, isterseniz söyleşimize toprağın, insan
için arz ettiği önemin ne olduğu hakkında görüşlerinizi
alarak başlayalım.
Macit Balık, Tema Vakfı Genel Müdürü Prof.Dr.
Orhan Doğan ile Toprak ve Erozyon Üzerine, Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011,
ss. 19-24.
Şimdi özellikle gelişmiş ve medeniyetleri sona ermiş
toplumlar arasında yarım metrelik bir toprak kalınlığı söz
konusudur. Bu, şu demektir: Eğer topraklarımız erozyonla
taşınmamışsa, eğer topraklarımız üretkenliğini devam ettiri-
19 •
DOSYA: TOPRAK
- Tabi ki, toprak çeşitli bilim dallarına göre tarifi değişen bir
madde. Çünkü toprak üretilemeyen tek varlık. İnsanoğlu
onu üretemez. O bakımdan toprak bilim dalında kayaların
ve organik maddelerin çeşitli derecelerdeki ayrışma ürünlerinden oluşan, içinde geniş bir canlılar topluluğu barındıran,
bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan ve katı yer kabuğunun, uzun zaman içerisinde belirli özellikler kazanan en
üst kısmını saran dinamik bir yapıdır. Toprak aynı zamanda
bildiğiniz gibi jeolojiyle biyosfer dediğimiz bitki yani kaya ile
bitki arasında geçit teşkil eden, bitkilere en önemli gıdasını
veren, onların gelişmesini ürün vermesini sağlayan bir materyal. Toprak günümüzde hep basılan, horlanan bir meta
gibi, mal gibi görülmektedir. Aslında yarım kiloluk bir toprakta, şu andaki altı buçuk milyarı bulan insan nüfusu kadar
canlı miktarı vardır. Dolayısıyla biz toprağa canlı olarak bakarız her zaman.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
yor ise ulusların refah düzeyleri oldukça yüksek demektir. Bu da toprağın, medeniyet düzeyi ile ilişkisini
açıkça ortaya koymaktadır.
- Tarihsel süreç içerisinde çeşitli uygarlıklar
bağlamında toprağın genel durumuna bu noktada değinebilir miyiz?
- Tarihe baktığımız zaman eğer ülkede çok yoğun bir erozyon olayı varsa, medeniyetler de göçüp
gitmiştir. Tarımı ilk bulanlar ve yerleşik tarımı ilk uygulayanlar Sümerlerdir. Sümerler bile yamaç alanlardan ovaya indiklerinde suyu ve toprağı bilinçli
şekilde kullanmadıklarından dolayı kısa zamanda
yok olmuşlardır. Günümüze baktığımız zaman göçebe-avcı toplumların artık geride kaldıklarını görmekteyiz. Uygar insanlar, uygar medeniyetler bugün
bulundukları toprakları bırakıp başka yere gidemezler. Dolayısıyla toprağımızı en iyi şekilde kollamak,
korumak zorundayız. Tabi toprağın bu özelliklerine
baktığımız zaman medeniyetlerin geliştiği alanlarda
özellikle ovaların çok verimli olması gerekmektedir.
Fakat şöyle bir ikilem de var. Yamaçlardan 800 metrekarelik bir alan erozyona uğradığında ancak ovalarda bir metrekarelik alan oluşuyor. Bu, şu demektir;
demek ki ova toprağının bir metrekaresi yamaçların,
tepelerin 800 metrekaresine eş değerdir.
Bir Çin atasözü var, der ki; “Dereleri ve ovaları
dağların kanunu yönetir”. Çok yerinde bir sözdür,
çünkü siz eğimli arazilerinizi kontrol altına almazsanız, maruz kalacakları erozyonu önlemezseniz
ovalarınız, şehirleriniz ve düz alanlarınız tamamen
erozyon etkisi altında kalacaktır. Bitki yetişmesi için
gerekli olan toprak kalınlığı iki metreden fazla olmamalı. Fakat Çukurova’ya bakıyorsunuz 35 metre derinliğinde toprak var. Ödemiş Ovası’na baktığımızda
8-10 metre toprak kalınlığı görürüz. Dolayısıyla bize
gerekli olan toprak miktarı iki metre olduğuna göre
–mesela yonca kökü en derine giden bitkidir- iki
metrelik bir kalınlık ona yeter. Tabi bunun ötesinde
toprakları biz yeterince korumuyoruz, kollamıyoruz.
- Genel bir çerçeve çizmek açısından, dünya
genelinde toprağın korunması, doğru kullanılması, erozyonla mücadele hangi ölçülerdedir?
Bu konuda bizim için emsal teşkil edecek ülkeler
var mıdır?
• 20
- Genel olarak toprağın dünya genelindeki durumuna baktığımız zaman özellikle erozyona dikkat
çekmek gerekmektedir. Erozyon dediğimiz zaman
şunu vurgulamakta fayda var. Erozyon jeolojik erozyonsa herhangi bir zararı yok. Yani biraz önce söylediğimiz gibi toprak canlı bir varlıktır. O hâlde, canlı
varlıkta da bir doğma vardır. Gençleşme, gelişme
ve sonunda ölüm vardır. Bu bakımdan, eğer oluşan
toprak miktarıyla erozyonla taşınan toprak miktarı
arasında bir denge varsa buna biz jeolojik erozyon
veya normal erozyon deriz. Biz bunu arzu ederiz.
Gerçekte öyle olmuyor, çünkü erozyon olayı o kadar
geniş boyutlara ulaşıyor ki oluşum hızından belki bin
katı kadar taşınım hızı meydana geliyor. Haliyle kayıp çok daha fazla oluyor. Çünkü verilen kaynaklara
göre dünyada yılda 24 milyar ton toprak kaybımız
var. Bu şu demektir. Dünyada yaşayan her bir kişi
başına yılda dört ton toprak kaybolmaktadır.
- Peki, ülkemizde toprağın verimli kullanımı,
erozyondan kaynaklı toprak kaybı noktasında
nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız?
- Ülkemize baktığımız zaman bazı rakamları paylaşmak sanırım daha yararlı olacaktır. Ülkemizde birim alan dediğimiz 1 kilometre karelik alandan yılda
ton olarak yaşanan kayıp 955 kilometre kare. Size
sunacağım bir takım istatistiki veriler dünyanın diğer
bölgelerindeki toprak kayıplarını ülkemizle karşılaştırmalı olarak ortaya koymakta ve kaybımızın hangi
ölçülerde olduğunu göstermektedir:
Toprak Kayıpları
ton/yıl)
t/km2/yıl Toplam (milyon
Kuzey Amerika
95
1960
Güney Amerika
62
1200
Afrika
26,5
540
Asya
588
15910
Avustralya
44
230
Avrupa
35
320
Dünya (ortalama)
141,7
20160
Türkiye
955
743
Gördüğümüz gibi korkunç şekilde bir erozyon
olayı ülkemizde mevcut. Erozyonun en önde gelen
NİSAN 2011 - SAYI 134•
nedenlerinden biri de insan kaynaklıdır. Yani ormansızlaşma. Ormanların tahribi, ağaçların yakılması,
kesilmesi vs. yeterli önlemlerin alınmaması erozyona
sebep olmakta. Ülkemizde bakıyorsunuz 1950’den
itibaren 2010 yılına kadar sadece 4 milyon hektarlık
bir alanda toprak muhafaza ve erozyonla mücadele
çalışmaları yapılmıştır. Bu trend devam ederse ülkemizin tüm topraklarını erozyona karşı koruyabilmek
için 700-750 seneye ihtiyaç var. Demek ki çok geç
kalıyoruz. Çölleşme deyimi artık hiçbir şekilde kum
fırtınalarının olması biçiminde tanımlanmıyor. 1992
yılında benim de komisyonunda çalıştığım Rio zirvesinde de gündeme geldiği şekliyle; eğer geçmiş
yıllara göre topraktaki üretkenlik kayboluyorsa ve
verimlilik azalıyorsa çölleşmeye doğru gidiliyor demektir. Türkiye topraklarının genel durumu da budur. Verimlilik ülkemizde gittikçe azalıyor. Bunun
da ötesinde tarım sektörü su kaynaklarının 3/4’ünü
kullanır. Yani %75 su kaynaklarımız gerek dünyada
gerekse Türkiye’de tarım alanlarında kullanılır. Ama
biz, bilinçli sulama da yapmadığımız için toprakların
çoraklaşmasına neden oluyoruz. Bir örnek vermek
gerekirse; Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük tarımsal yatırımı olan GAP –ki onur verici bir projedir- ancak o alandaki tuzlanmalar giderek artıyor. Düşünün
Atatürk Barajı’ndan, Harran ovasına 26 kilometrelik
iki tünelden –ki bu tüneller iki otobüsün yan yana
geçebileceği genişliktedir- su akıyor. Fakat Harran
Ovasındaki bilinçsiz sulama, “fazla sulama fazla
ürün getirir” şeklindeki yanlış algılamayla bol su vermek toprakların çoraklaşmasına neden olmaktadır.
Ve bu çoraklaşma giderek artıyor. Daha orada sulama yapılmadan önce, işte Akçakale yöresinde yer
altı suları vs. ile yapılan sulamalarda 8-9 bin hektarlık bir alan tuzlanmıştı fakat şimdi 30-40 bin hektara ulaştı. Nedeni şu: Şanlıurfa ve yöresinde senede
500 mm’lik yağmur yağıyor. Ama çok sıcak olduğu,
bazen gölgede 44-45 dereceye varan sıcaklıklar yaşandığı için buharlaşma miktarı senede 1500 mm
yani üç katı olmaktadır. Demek ki sulama yaptığımız
zaman tabi toprakta kılcal borular oluşur, tabana,
profile inen su yüksek sıcaklık nedeniyle yukarı çıkar,
tuzu bırakır su ise buharlaşır. Bazı yerlere baktığınız
zaman bembeyaz tuzlar görebiliyorsunuz. Tabiatiyle
bu tuzların oluşumu üretimi çok olumsuz etkiliyor ve
üretimin düşmesine neden oluyor.
- Bundan birkaç yıl önce Sayın Hayrettin Karaca, Türkiye’de her yıl Kıbrıs kadar verimli toprağın kaybedildiğine ilişkin önemli bir veri sunmuşlardı. Elinizdeki veriler ışığında bugün Türkiye’de
nitelikli toprağın kaybedilmesi noktasında ne durumdayız?
- Şimdi ben şunu arz etmek istiyorum. Tabi ki
DOSYA: TOPRAK
21 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Hayrettin Karaca Bey bu ülkenin yetiştirdiği bilge
insanlardan bir tanesidir. Halkın anlayacağı dilde
birtakım veriler sunmuştur. Ancak bu rakamları doğru yorumlamak gerekiyor. Örnek vermek gerekirse,
sözgelimi Kıbrıs dediğimiz zaman, Kıbrıs’ın yüzölçümü ne kadardır? Tüm Kıbrıs ele alındığı zaman 9251
km2’lik bir alana sahiptir. Yaptığım hesaplamalara
göre Kıbrıs yüzeyini 6 cm kalınlığında toprak tabakasıyla kaplayacak düzeyde bir toprak kaybımız söz
konusudur Türkiye’de. Her yıl 743 milyon ton toprak kaybımız oluyor. Bu bakımdan ülkemiz, dünya
ülkeleri arasında erozyondan en çok mağdur olan
ülkelerin başında gelmektedir. Çünkü düşünebiliyor
musunuz kabul edilebilir erozyon miktarı hektarda
bir ton civarında olması lazım. Yani jeolojik erozyon
dediğimiz, doğal erozyon hâlinde. Fakat ülkemizde daha önce de belirttiğimiz gibi kilometre karede
yılda 955 ton toprak kaybediliyor. Dolayısıyla Sayın
Karaca’nın verdiği bilgi yanlış değil ama onu yüzölçümüyle değerlendirmek lazım. Bu miktar o kadar
büyük bir miktar ki 743 milyon ton toprak. Peki, bu
rakam nereden çıktı derseniz; bu veriler 1935’te kurulan Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nin akarsularımızda
yapmış olduğu ölçümlere dayanır. Rakamlardan
elde edilen değerlere baktığımızda tabi akarsularımızda ölçülen miktar somut olarak laboratuarlarda
değerlendirildikten sonra onu havza iletim katsayısıyla çarpmak gerekir. Türkiye’deki havza iletim
katsayısı da %20 civarındadır. Demek ki bulunan
rakamları beşle çarptığımız zaman gerçek değere
ulaşırız demektir. O rakamlar da bize 743 milyon ton
olarak yansıyor.
- TEMA Vakfı olarak ülkeyi karış karış dolaştığınızı, özellikle eğitim kurumlarımıza yönelik
bilinçlendirme faaliyetleri içinde olduğunuzu
gözlemlemekteyiz. Gittiğiniz her yerde bu bilinci oluşturma gayesiyle hummalı çalışmalar içindesiniz. Belki bugüne kadar farklı platformlarda
söylediklerinizi tekrar etmiş olacaksınız ama
özellikle okullarımıza yönelik çalışmalarınız devam ediyor mu? TEMA son zamanlarda erozyonla mücadele konusunda ne gibi etkinlikler içindedir? - Tabi ki esas TEMA’nın varlığı burada önem arz
ediyor. TEMA en büyük sivil toplum kuruluşlarından
bir tanesi. Tamamen, bu erozyon olayına odaklanmıştır. Millî Eğitim Bakanlığımızın sayın yöneticile-
• 22
ri bize bu konuda çok yardımcı oluyorlar. Özellikle
son yapmış olduğumuz görüşmelerden sonra “Minik
TEMA” dediğimiz daha anaokulu seviyesinde olan
öğrencilerden tutun “Yavru TEMA” dediğimiz ilköğretim öğrencilerimiz ve “Genç TEMA” dediğimiz ortaöğretim öğrencilerimizle ilgili çok sayıda çalışmalar
yapmaktayız. Bunları protokollere bağladık. Hatta bir
çalışmamızda ekolojik okur-yazarlık faaliyeti yaptık.
Şimdi bu genç neslin ülke topraklarına sahip çıkması
gerekmektedir. Biz onun için çaba harcıyoruz. Yetişkin insanlar artık dünya gailesi, geçim derdi derken
kendisini doğaya veremeyebiliyor ama çocuk, küçük
yaşta algıladığı şeyi hemen tatbik edebiliyor. Şimdi
bir projemiz var. Onun üzerinde çalışıyoruz ve sponsor arayışı içindeyiz. Her parkta Yavru TEMA veya
Minik TEMA dediğimiz yaşları 10-12’ye kadar olan
çocukların toprakla buluşması, toprakla yorulması,
erozyonu orada görmesi deneyler yapması, toprağa
bir fidan dikmesi, onun gelişimini görmesi, sulaması
gibi konuları içeren bir proje geliştirmekteyiz. Bu projeyi olgunlaştırdık ama sponsor bulduğumuz zaman
hayata geçireceğiz. Belediyelerle görüşmelerimiz
devam etmekte. Bu parklarda ebeveynin müdahalesi olmaksızın, çocukları seven bir bahçıvan nezaretinde orada kum alanlarında olduğu gibi, toprakla
uğraşacak, ekecek, biçecek, mikroskopla bakacak,
canlıları görecek vs. gibi bir projeye niyetlendik.
- Betonarme yapılar içinde toprağa elleri
ayakları değmeyen çocuklarımız için oldukça
faydalı bir proje ve son derece heyecan verici.
Sayın Hocam daha önce de “Eğitim Tır”ı faaliyetiniz olmuştu. Biraz bundan söz edebilir misiniz?
- Ondan da bahsedelim tabi ki. O çok önemli bir
proje. Söz konusu TEMA Eğitim Aracı ile bugüne
kadar 33 bin kişiye bilgi aktarımı yaptık. Türkiye’nin
her tarafına bunu göndermeye çalışıyoruz. Bu araç,
gittiği illerde ilin büyüklüğüne göre 10-15 gün orada
kalıyor, öğretmenlerimiz okullardan öğrencileri getiriyorlar eğitime. Orada ne tür bir eğitim var peki?
Toprak nedir? Su nedir? Enerji nedir? Yenilenebilir
temiz enerji nasıl elde edilir? TEMA neler yapıyor?
Bitkiyi tanımaları, hayvanları tanımaları vs. gibi konularda çocukları eğitmeye çalışıyoruz. Sadece çocuklar değil, yetişmiş insanlar da gelip o faaliyet içinde
eğitimlerden payına düşeni alabiliyor. Şu ana kadar
NİSAN 2011 - SAYI 134•
33 bin kişiye ulaştık. Bu yıl da devam ettireceğiz. İzmir’de, Trabzon’da, Balıkesir’de ve
birçok ilde bunu yeniden, etap etap devam
ettirerek eğitim aracımızın gittiği yörelerde
herkesi eğitmeye çalışacağız. Çok güzel bir
olay bu. Çevre ve Orman Bakanlığı da böyle bir faaliyet düzenledi. Onları da kutlamak
lazım. Onlar daha çok halka yönelik bilinçlendirme çalışmaları yürütürken biz daha
ziyade Millî Eğitim öğrencilerimize ve öğretmenlerimize yönelik çalışmalar yapıyoruz.
Bir de şunu vurgulamak istiyorum. Geçen yıldan bu yana yaptığımız girişimlerde
elde ettiğimiz sonuçlara göre Diyanet İşleri mensuplarına da, hocalarımıza da çevre, toprak, iklim, küresel iklim değişiklikleri
gibi konularda yaptığımız protokol gereği
eğitim vermeye başladık. Din adamlarımız
ülkemizde her Cuma 13-14 milyon insana
ulaşabiliyor. Bunların çevre bilincine kavuşması büyük önem arz ediyor. Çünkü kırsal
kesimlerde özellikle hocalarımız bu edindikleri bilgileri insanlara aktararak çevre bilincini, ağaç sevgisini doğa sevgisini aşılıyor ve
onlar da tabi halkı etkiliyorlar. Bu çalışmalar
da hızlı bir şekilde devam ediyor. Ben burada tabi Diyanet İşleri Eski Başkanımız Sayın
Prof.Dr. Ali Bardakoğlu ve Yeni Başkanımız Prof.Dr. Mehmet Görmez Bey’e şükran
borçluyum.
- TEMA özellikle genç kuşağa toprak ve doğaya karşı sorumluluk geliştirmek açısından ne gibi
misyonlar yüklemektedir? Erozyonla mücadele
kapsamında onlara iletmek istediğiniz mesajlarınız nelerdir? Ülkemizde toprağın korunması ile
ilgili eksik bırakılmış veya yapılmasını önerdiğiniz
düzenlemeleri de bu bağlam içerisinde değerlendirebilir misiniz?
23 •
DOSYA: TOPRAK
- Şimdi tabi erozyon sorunuyla mücadele sadece
bir vakfın, derneğin veya çevreyle ilgili derneklerin
görevinin ötesinde büyük bir olay. Tabi ilkokuldan
başlayarak çocukların eğitilmesi, ileriye yönelik yeni
nesiller yetişmesinde, yaşanabilir bir Türkiye’nin tesisinde oldukça önem arz ediyor. Ama en önemli
etkenlerden biri de toprak ve erozyon sorunu üst-
lenen kamu sektörünün bu konulara eğilmesidir.
Özellikle TEMA Vakfı’nın büyük katkılarıyla ortaya
çıkarılan mera yasası, toprak koruma ve arazi kullanım yasaları çok önem arz etmektedir. Bu yasaların
bütün maddelerinin eksiksiz olarak uygulanması gerekmektedir. Çünkü bu kanunlar ortaya konulurken
mesela toprak yasasında arazi kullanım planlaması
vardır, büyük ovaların belirlenmesi vardır bunların
hepsinin yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla ülkemizin dışa bağımlı olmaması bakımından yapılacak
en önemli çalışmalardan bir tanesi ovalarımızın tarımsal sit alanı olarak değerlendirilmesi gelir. Bu, şu
demektir. Ova topraklarımıza hiçbir şekilde amacı
dışında betonlaşma, fabrika vs. tesisler yapılmamalıdır. Çünkü ova topraklarımız ülkeyi besleyen en
önemli kaynaklarımızdır. Dolayısıyla bu toprakların
korunması kollanması lazım. Bu görevi de en başta
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının üstlenmesi gerekmektedir. Bu bakımdan biz Tarım Bakanlığına brifing
verdik. Onlardan da olumlu yanıtlar aldık ama icraat bekliyoruz. Yasal düzenlemelerin uygulanmasını
beklemekteyiz. Toprak konusunda il toprak kurullarında sadece amacı dışında arazi kullanımı gündeme getiriliyor. Oysa büyük ovaların korunması var,
erozyonla mücadele gibi birçok konu var. Şimdi biz
TEMA olarak bir konu üzerinde daha çalışıyoruz.
Ülkemizde “Su Yasası” yok. TEMA olarak üzerinde
hassasiyetle durduğumuz, bilim kurulumuz tarafından da değerlendirilerek hazırlanan “Su Yasa Tasarısı” tamamlanmak üzere. Tamamlandıktan sonra da
ilgili bakanlıklara sunulacaktır.
- Son olarak doğanın korunmasına, ekolojik
duyarlılık geliştirilmesine yönelik eklemek veya
vurgulamak istediğiniz hususlar nelerdir?
- Eklemek istediğim şey şu. Bu ülke hepimizin.
Dolayısıyla bu ülkenin topraklarının, suyunun, ağacının, ormanlarının, her şeyinin korunması lazım. O
bakımdan her birey kendine düşen görevi yapmak
durumundadır ve bu bireylerin de yetişmesini sağlayacak devlete ait sektörlerin düzenlemelerini ona
göre yapması lazım. Eko-politika olayı çok önemli.
Eko-siyaset çok önemli. Yakın zamanda seçimler
var. Bu seçimlerden önce bilim kurulumuzla toplandık ve eko-siyaset nasıl olmalıdır konusunu mütalaa
ettik. Bunu biraz açarsak siyasi partilerimiz bizim
eko-siyaset çerçevesinde sunduğumuz konuları
acaba parti programlarına alacaklar mı? Çünkü parti
programlarına almaları demek, iktidar oldukları takdirde bunları uygulayacakları anlamına gelecektir en
azından. O bakımdan eko-siyasetle biz toprağımıza
ait, suyumuza ait, ormanlarımıza ve biyo-çeşitliliğimize ait olumsuzlukları ortaya koyuyoruz. Ve bir de
öneri paketçiği hazırlayarak siyasi partilerimize ulaştıracağız ve en kısa zamanda bire bir gidip eko-siyasetten ne anladığımızı, nelerin yapılması gerektiğini
sayın siyasi parti liderlerimize sunmak istiyoruz.
- Sayın Hocam, bizlere vakit ayırdığınız için
çok teşekkür ediyoruz. Bu sayede genç kuşaklarda çevre bilinci oluşturulmasına yönelik bir
nebze de olsa katkı sağlamayı düşündük. Sizlerin katkılarıyla daha güçlü bir etki yapabileceğimize inanıyoruz. Çok teşekkür ediyorum değerli
• 24
vaktinizi ayırıp birikimlerinizi bizlerle paylaştığınız için.
- Ben teşekkür ediyorum. Özellikle Millî Eğitim
Bakanlığımızı TEMA adına gönülden kutluyorum.
TEMA’da üye olan 409 bin üye adına gönülden kutluyorum Bakanlığımızı. Çünkü bu konulara ağırlık
veriyorlar artık. Öte yandan Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisinin hazırlanışı noktasında emeği
geçenlere de çok teşekkür ediyorum. Önemli konulara değinilmiştir. “Su” çok önemli bir konu olarak
ele alındı. “Toprak”ı ele aldınız. Aristo biliyorsunuz
yaşamın dört önemli değeri üzerinde durur. Toprak,
su, hava ve ateş. Bu unsurların, hayatın olmazsa
olmazlarından olduğunu ortaya koyuyor. Bu münasebetle emeği geçenleri gönülden kutluyorum. Bir
sonraki çalışmanız sanırım “Hava” üzerinde odaklanacaktır. Güzel bir çalışma. Kutluyor ve teşekkür
ediyorum.
Orhan DOĞAN, Gaziantep doğumlu. İlk ve
Ortaokul öğrenimini Islahiye’de Lise öğrenimini
Adana Erkek Lisesinde tamamladı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinden 1964 yılında mezun oldu. Mardin Teknik Ziraat Müdürlüğünde
3 ay çalıştıktan sonra Kars’da 1964-1966 yılları
arası yedek subay olarak askerliğini yaptı.
1966-1968 yılları arası Elektrik İşleri Etüt İdaresinde Erozyon ve Sedimantasyon konusunda
çalıştı. 1968-1972 yıllarında TÜBİTAK burslusu
olarak Fransa’da Toprak ve Su Muhafazası konusunda doktora yaptı. Türkiye dönüşü bir yıl
kadar Elektrik İşleri Etüt İdaresinde çalıştıktan
sonra Ankara Merkez TOPRAKSU Araştırma
Enstitüsünde göreve başladı. Sırasıyla, Başmühendis, Bölüm Başkanı ve Enstitü Müdür
Yardımcısı olarak çalıştı. 1982-2002 yılları arası
Enstitü Müdürlüğü yaptı. 1983 yılında Toprak ve
Gübre dalında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde doçent ünvanı aldı. 2002-2009 yılları arasında Kahramanmaraş Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Profesörü olarak çalıştı. Aralıksız 7 yıl
Üniversitede Rektör Yardımcılığı görevini sürdürdü. 15 Mayıs 2009 tarihinden bu yana TEMA
Vakfı Genel Müdürü olarak çalışmakta olan Orhan DOĞAN evli ve iki çocuk babasıdır.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
ALDO LEOPOLD VE TOPRAK ETİĞİ
Toprak Topluluğunun Sade Bir Üyesi ve
Vatandaşı Olmak
UFUK ÖZDAĞ
Doç.Dr., Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü
Toprağın bir topluluk oluşu ekolojinin temel kavramıdır,
ama toprağın sevilmesi ve sayılması etiğin bir uzantısıdır.
Aldo Leopold
A
ldo Leopold (1887-1948), hiç kuşku yok ki, 20.
yüzyılda çevre etiği ve felsefesi alanlarında en etkili düşünürlerden biridir. Doğal alanların korunmasına ve doğadaki tüm türlerin koruma altına
alınmasına yönelik önemli çalışmaları olmuştur. Bu çalışmaları, yazdığı üç kitap ve yüzlerce makaleyle okurlarına
ulaştırmıştır.1 Doğa üzerine ve yabanıl hayatın içsel değeri
üzerine lirik yazıları Amerikalılar üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Aynı zamanda bir bilim insanı olan Leopold, doğa
yazınını ekoloji bilimi ve etikle birleştiren ilk filozoftur. Yale
Üniversitesi’nde ormancılık eğitimi alan Leopold, yabanıl
yaşam yönetiminin [wildlife management] bir meslek dalı
olarak kurulmasında baş rolü oynamış, Madison Wisconsin
Üniversitesi’nde bu alanda Amerika’nın ilk profesörü olarak
uzun yıllar görev yapmıştır.
25 •
DOSYA: TOPRAK
Ufuk Özdağ, Aldo Leopold ve Toprak Etiği, Toprak
Topluluğunun Sade Bir Üyesi ve Vatandaşı Olmak,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan
2011, ss. 25-33.
Leopold’un ünlü eseri A Sand County Almanac (Bir Kum
Yöresi Almanağı),2 1949 yılında yayımlandığında, New York
Times Book Review Leopold’u “filozof ve kalbiyle yazan bir
şair” olarak tanımlamıştır. Önceleri doğa korumacı çevrelerin ilgi alanında olan kitap, 1960’lı yıllarda başlayan çevre
hareketiyle gittikçe önem kazanmıştır. Günümüzde “çevre
hareketinin incili” ve bir “doğa tarihi edebiyatı klasiği” olarak
kabul edilen A Sand County Almanac’ı çok önemli kılan,
kitabın son bölümünde yer alan “The Land Ethic” (Toprak
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Etiği) yazısıdır. Leopold’un toprak etiği kavramını
ortaya atmasındaki en büyük etken insan faaliyetleri nedeniyle toprağa gelen zarardan ve özellikle de
Amerika’nın güneybatısında çevrenin hızla bozulmasından duyduğu büyük rahatsızlıktır.
Nasıl Bir Doğa Koruma?
Leopold doğaya insan faaliyetleriyle gelen zararı,
“insan ve doğa arasında uyum” olarak tanımladığı
doğa korumayla [conservation] ve özellikle de doğa
koruma eğitiminin “içeriğini” değiştirmek suretiyle
karşılamaya çalışır. Leopold’dan önce gelen Amerikalı kaynak korumacılar çevre konusundaki görüşlerinde insan merkezli bir tutum almışlardı. Doğa
koruma alanında, doğaya insana faydası açısından
bakan Gifford Pinchot’ın fikirleri benimsenmişti.3 Leopold da, kariyerinin ilk yıllarında, eğitimini “insan ırkının ilk görevinin, üzerinde yaşadığı dünyayı kontrol
etmesi” olduğuna inanan ve “doğayı korumanın en
çok insana en uzun vadede en çok fayda anlamına geldiğini” söyleyen Pinchot’tan almıştır (Pinchot
188). Daha sonra Leopold, böyle bir eğitimin yetersizliğini fark etmiştir. Çünkü ona göre, Pinchot’ın
modeli sadece ekonomik değeri olan bölgelerin ve
canlıların korunmasını sağlamakta, ekosistemlerin
sağlığını ise göz ardı etmektedir; daha doğrusu, bu
yaklaşım, doğanın yağmalanmasını engelleyememektedir. Leopold, toprağın saygı görmediği bu tutumu problemin ana kaynağı olarak görüp, biyotik
çevrenin içsel değeri olduğunu savunur. Leopold’a
göre, insanlar doğaya hükmetmek ve doğayı sömürmek yerine, kendilerini biyotik topluluğun sade bir
üyesi olarak görmelidirler.
Leopold, bu bütüncü bakış açısına ekoloji bilgisini Rus yazar P. D. Ouspensky’nin felsefesiyle
birleştirerek ulaşmıştır; bu şekilde, insanın, içsel
olarak değerli biyotik topluluğun “sade bir üyesi” olduğu yeni bir etik anlayış edinmiştir. Frank Stewart,
A Natural History of Nature Writing adlı kitabında,
Leopold’un Ouspensky’den etkilenişini şöyle anlatır: “Leopold Frederick Clements ve Henry Cowles gibi erken dönem bitki ekologlarının yazılarını
okumuştu, ama makalesi [“Some Fundamentals of
Conservation in the Southwest” (Güneybatıda Doğa
Korumanın Bazı Esasları)] için araştırma yaparken,
yaşayan, bütüncü bir çevre fikrini destekleyici çok
• 26
az bilimsel veri buldu. Bu bakımdan, tartışmasına
destek bulmak için felsefeye, ve özellikle de Rus
yazar P. D. Ouspensky’ye döndü. Tertium Organum
adlı kitabında, Ouspensky, ölü madde olarak görünen bir çok unsurun, derin anlamda canlı olduğunu
ve bilince sahip olduğunu söylemişti (147). Leopold,
1923 tarihli “Some Fundamentals of Conservation
in the Southwest” adlı yazısında Ouspensky’nin bu
bütüncü bakışını yazarın kendi sözleriyle anlatır;
Ouspensky şöyle demiştir: “İnsan vücudunun tamamından ve insanın kendisinden haberimiz olmayıp
bu vücudun içinden bir santimetrekareyi incelemeye kalksak, o zaman bu küçük kübik et parçasında
olup bitenler, insana, cansız bir doğada olup biten
doğa fenomenleri gibi görünür” (RMG 94).4 Leopold,
Ouspensky’nin dünyanın bütün bölümlerini -toprağı, dağları, nehirleri, atmosferi- bir bütünün birbiriyle
koordinasyon içindeki organlarına benzetmesine, bu
organların her birinin bütünde bir fonksiyonu olduğuna dair inancına ve bu yaşayan organizmaya bir
ruh ve bilinç atfedilebileceğine dair düşüncelerine
değinir. Kısacası, Ouspensky, “kendi içinde parçalara ayrılamaz her şeyin yaşayan bir varlık olduğunu”
söylemiştir (RMG 95).
Bir bilim adamı olarak Aldo Leopold, biyotik
toplulukların “hakları” olduğu konusunda ısrarcıdır.
“Toprak Etiği”nde Leopold toprağın onu oluşturan
bütün öğeleriyle -insanları, kara ve su parçaları, bitki
ve hayvanlarıyla- tek bir topluluk olarak düşünülmesini ister. Leopold’a göre, insan topluluklarının birbirlerine gösterdikleri ilginin toprağa da gösterilmesi
gerekir. Leopold, “Toprağı kötüye kullanıyoruz çünkü toprağı sadece şahsi bir mal olarak görüyoruz”
der. Ona göre, “toprağa sevgi ve saygı ancak toprağı ait olduğumuz bir topluluk olarak görmeye başladığımızda gerçekleşecektir” (SCA xviii).
Leopold’un faydacılığı benimsemiş olan doğa
koruma faaliyetlerini reddetmesine sebep olarak güneybatıda ormancılık yaptığı günlerde yaşadığı bir
olay gösterilir. Bu yıllarda ormanlık arazilerde kurtlar
görüldükleri yerde yok edilmektedir5 ve Leopold avladığı, ölmekte olan bir kurdun gözlerinde keskin bir
yeşil ışığın söndüğünü fark eder. Bir uyanış olarak
nitelendirilebilecek bu olay Leopold’un ekosisteme
zarar veren doğa koruma politikalarını reddederek
doğal alanların, yırtıcı hayvanlar da dahil, olduğu
NİSAN 2011 - SAYI 134•
gibi korunması gerektiğine inandığı yeni bir yaklaşımı benimsemesine yol açmıştır. A Sand County
Almanac’da, ünlü “Thinking Like a Mountain” (Bir
Dağ Gibi Düşünmek) adlı yazısında, Leopold “bir
kurdun ulumasını objektif olarak dinleyebilmek için
sadece bir dağ yeterince uzun yaşamıştır” der ve
yaşadığı değişimi şöyle anlatır:
Kurdun yanına vaktinde yetiştik ve gözlerinde
keskin bir yeşil alevin sönmekte olduğunu gördük.
İşte o zaman anladım [ve o günden beri iyi biliyorum]
ki, o gözlerde benim için -sadece benim ve dağın bildiği- yeni bir şey vardı. O zamanlar gençtim ve hep
tetiği çekme arzusuyla doluydum; öyle düşünüyordum çünkü daha az kurt daha çok geyik demekti.
Hele hiç kurdun kalmaması avcıya bir cennet olacaktı. Ama yeşil alevin söndüğünü görünce, anladım ki
ne kurt ne de dağ bu düşünceden yanaydı. (138-139)
Leopold bu olayla, doğal alanların tarihsel bir süreç içinde incelenmesinin önemini vurgular. Leopold
kurtların yok edilmesiyle ortaya çıkan geyik fazlalığının zaman içinde dağların florasını bozarak ekolojik
dengesizliğe yol açtığının farkına varmıştır. Yaşadığı
olay Leopold’a, kurdun, geyiğin ve dağlardaki bitki
örtüsünün biyotik topluluğun bireyleri olduğunu ve
her bir parçanın bütünün dengesinde önemli rolü
olduğunu öğretir. Leopold’a göre, doğaya tarihsel
açıdan değil de, sadece o günün verileriyle bakılmış
olsa, ekosistemde meydana gelen bozulma anlaşılmaz. İşte Leopold’a göre “bir dağ gibi düşünmenin”
anlamı budur. A Sand County Almanac’ın “Toprak
Etiği” bölümünde Leopold, tarihin ekoloji açısından
yorumunu ister ve tarihsel süreçte ekosisteme zarar veren her faaliyetin etik olarak yanlışlığını ortaya
koyar.
Toprak Etiğinin Anlamı
Bir eylem biyotik topluluğun bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini koruduğunda doğru, aksi takdirde yanlış bir eylemdir.
Aldo Leopold, “Toprak Etiği”
Tanrısal Odysseus Truva savaşlarından dönünce,
yokluğunda uygunsuz davranışlarda bulunduğundan şüphelendiği bir düzine köle kızın hepsini iple
asmıştı.
Kızları asması da öyle herhangi bir ahlaki sorun
yaratmamıştı çünkü kızlar onun mülküydü. Şimdilerde olduğu gibi, o zaman da bir mülkün elden çıkarılması bir doğru ya da yanlış meselesi değil, bir kişisel
çıkarlara uygunluk meselesiydi.
Odysseus’un Yunanistan’ı elbette ki doğruluk ve yanlışlık gibi kavramlardan yoksun değildi:
Odysseus’un kara gövdeli kadırgaları koyu renkli suları yararak onu evine getirmeden önce geçen
onca zamanda karısının yıllar boyu süren sadakati
bu kavramların varlığının kanıtıdır. O günlerin etik anlayışı erkeklerin eşlerini kapsıyordu ve, henüz, insan
mülkler buna dahil edilmemişti. (SCA 237)
Leopold’a göre etik ilk önce bireyler arasındaki
ilişkiyi kapsamıştır. Musa’nın On Emir’i bu ilk aşamaya bir örnektir. Daha sonraki gelişmeler bireyle toplum arasındaki ilişkileri kapsamıştır. Etiğin kökeninde
“birbirine bağımlı bireylerin veya grupların birlikte işbirliği geliştirme eğilimleri” vardır (238). Leopold Altın
Kural’a ve demokrasiye etik sistemler olarak değinir.
Altın Kural bireyi toplumla, demokrasi de toplumsal
organizasyonu bireyle uyumlu hale getirmeye çalışır
(238). Bireyler ve gruplar arasındaki işbirliği geliştirmeye dair eğilimleri bu şekilde fark eden Leopold,
daha sonra modern toplumların etik sistemlerinde
toprağın bulunmamasını eleştirir. Leopold’a göre,
geleneksel etik sistemlerde insanların birbirlerine
karşı yükümlülükleri varken, henüz toprağa karşı
sorumluluk duyulmasını gerektiren hiçbir etik bulunmamaktadır. Toprak tıpkı Odysseus’un köle kızları
gibi hâlâ bir mülk, ekonomik çıkar sağlanacak bir
kaynaktır. Bu durumda Leopold, günümüze kadar
27 •
DOSYA: TOPRAK
Aldo Leopold, Oelschlager’in “çağdaş doğal yaşam alanları felsefesine Leopold’un en büyük katkısı” (205) olarak tanımladığı “Toprak Etiği” yazısına,
etik sistemlerin evrim geçirdiğini söyleyerek başlar.
Leopold etiğin sınırlarının genişleyebileceğine dair
inancını, geçmişte de etiğin sınırlarının genişletilmiş
olmasına bir örnek vererek kanıtlar: etiğin evrimsel
doğasını, Odysseus’un köle kızlarına yaptığı muameleye değinerek anlatır. Yıllar sonra evine dönen
Odysseus, köle kızlarının sadakatinden şüphelenip
hepsini asmıştır. Oysa Odysseus’un davranışı günümüzün etik sistemlerine göre şiddetle kınanır. Leopold bu durumu şöyle açıklar:
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
gelişen tüm etik sistemlerin sadece insan merkezli
olduğunu vurgulayarak
toprağı da içine alacak
yeni bir etik önerir. Toprak etiğini, topluluğun sınırlarını karaları ve suları,
bitki ve hayvanları, yani
tüm toprağı kucaklayacak şekilde genişletmek
olarak tanımlar (239).
Leopold’a göre, moral topluluğun sınırlarını,
toprağı da içine alacak
şekilde genişletebilmek
için düşünce sistemlerinde önemli değişikliklerin
yapılması, “içsel bir değişim” yaşanması gerekir. Her şeyden önce, toprağa
salt ekonomik değer verilmesinden vazgeçilmelidir.
Zaten “bütünüyle ekonomik nedenlere dayalı doğa
koruma sistemlerinde temel bir eksiklik vardır.” Bu
da “toprak topluluğunun üyelerinin büyük bir çoğunluğunun ekonomik değerinin bulunmamasıdır”
(246). Leopold bu görüşü, “Wisconsin’de bulunan
22.000 bitki ve hayvan türünün yüzde beşten fazlasının satılabileceği, yenebileceği veya ekonomik
fayda elde edilebileceği şüphelidir” (246) diyerek
açıklar. Doğa korumayı ekonomik sebeplere dayandırmak ekonomik açıdan faydalı türleri ve toprakları
belki korur, ancak tüm ekosistemi koruyacak yeni bir
etik sistemin ortaya çıkabilmesi için gereken değişimi sağlamaz. Oysa toprağın sağlıklı işleyişi için, insana faydası olsun ya da olmasın (ticari değeri olsun
ya da olmasın) ekosistemin tüm unsurlarına ihtiyaç
vardır. Leopold bu konuda şu açıklamayı yapar:
Sadece ekonomik çıkar güden bir doğa koruma
sistemi ümitsizce tek yanlıdır. Böyle bir sistem, toprak topluluğu içindeki ticari değeri olmayan, ama aslında (bildiğimiz kadarıyla) o topluluğun sağlıklı işleyebilmesi için gerekli olan unsurları göz ardı etmeye
ve devre dışı bırakmaya eğilim gösterir. Bence bu
sistem, büyük bir gafletle, biyotik saatin, ekonomik
açıdan değerli olan parçalarının ekonomik değeri
olmayan parçalar olmaksızın işleyeceğini varsayar.
(SCA 251)
• 28
Leopold, bu sözleriyle toprağın karmaşıklığına ve
doğanın korunabilmesi için bu karmaşıklığın anlaşılmasının gerekliliğine dikkat çeker. Leopold’a göre
bu karmaşıklığın anlaşılması toprağın nasıl sağlıklı
işleyebileceğinin anlaşılmasına olanak sağlar. Leopold toprağın sağlığını anlatmak için “toprak piramidi” terimini kullanır. Bu piramitte “Bitkiler güneşten
enerji soğururlar. Bu enerji, biyota olarak adlandırılan bir devrenin içinde akar; biyota katmanlardan
oluşmuş bir piramitle temsil edilebilir. Bu piramidin
en alttaki katmanı topraktır. Toprağın üstünde bitki
katmanı, bitkilerin üstünde böceklerin katmanı, böceklerin üstünde kuşlar ve kemirgenler katmanı vardır. Bu şekilde katmanlar, iri etoburların bulunduğu
tepe noktasına varana dek, çeşitli hayvan gruplarıyla
sürer gider“ (SCA 252). Leopold katmanlardaki türlerin birbirine bağımlı oluşunu, her katmandaki türlerin bir alt katmandan besin sağlamaları ve bir üstteki
katmanın besin ihtiyacını karşılamaları bakımından
açıklar.6 Leopold, türlerin besin ve diğer hizmetler için
birbirine bağımlı oluşunun besin zincirleri terimiyle
açıklandığını, insan da dahil olmak üzere, her türün
besin zincirlerinde bir halka olduğunu söyler. Biyotik piramidin sağlıklı işleyişi de “değişik parçalarının
arasındaki işbirliği ve rekâbete bağlıdır” (SCA 253).
Leopold Almanac’daki çeşitli yazılarda bu görüşleri
vurgulamak için, derin doğa tarihi bilgisini kullanarak örnekler verir. Örneğin ünlü “Marshland Elegy”
NİSAN 2011 - SAYI 134•
(Sulak Alana Ağıt) adlı yazısında, binlerce yıl sağlıklı
kalabilmiş sulak alanların kurutularak besin zincirinin
bozulduğunu ve böylece Kanada turnasının [sandhill crane] populasyonunda hızlı azalma olduğundan
bahseder. Leopold bu durumu “turnalardan haberi
bile olmayan ilerlemenin baş rahipleri”nin yarattığını
üzüntüyle anlatır ve yazısında böyle bölgelerin korunmasının ekolojik ve etik bir zorunluluk olduğunu
söyler. “Marshland Elegy” uzun bir çalışmanın ürünüdür. Meine’e göre, Leopold turnaların yaşam biçimleri üzerinde yıllarca çalışmış, onların “doğanın
düzenindeki rolünü anlamaya” uzun bir süre kendini
adamıştır (330). Leopold’a göre böyle alanların varlığı, türlerin çeşitliliği, birbirine bağlılığı ve etkileşimleri
ekosistemin düzenini sağlar. Ancak, insan faaliyetleriyle ekosistemlerde bozulmalar meydana gelmekte
ve kimi zaman bu müdahaleler geriye dönüşü olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Leopold bu duruma bir
örnek verir:
Başka bölgelerden gelen evcilleşmiş türler yabanıl olanların yerini alıyor ve yabanıl türler yeni yaşam
alanlarına yerleşiyor. Flora ve faunada dünya çapında belli noktalarda yoğunlaşmalar sonucunda bazı
türler normal yaşam biçimlerini terk ettikleri için zararlılar haline geliyor, bazıları ise yok oluyor. Bu tür
sonuçlar nadiren önceden görülebiliyor; bunlar yapı
içindeki önceden kestirilemeyen ve çoğunlukla fark
edilemeyen değişimleri temsil ediyorlar. (254)
Leopold, ünlü toprak etiği düşüncesine temel
oluşturan bu bütüncü ve yaşam merkezli bakış açısına bilimin bulgularıyla ulaşır. Leopold’u bir doğa
yazarı olarak önemli kılan da bu yönüdür. Callicott,
“The Scientific Substance of the Land Ethic” adlı ya-
A Sand County Almanac’ın modern doğa korumanın [modern conservation] incili olmasının
haklı bir sebebi var -burada bilim konuşuyor. …
Leopold’un büyük felsefi ve siyasi başarısının altında
yatan, etiğin insanlararası ilişkiden insan-doğa ilişkisine genişlemesi için yaptığı çağrı değildir, bu çağrıyı nasıl yaptığıdır. Kuşkusuz Leopold toprak etiğini
çok güzel ve zarif bir şekilde ifade etmiştir, ancak
bunu özellikle de bilimin dilini kullanarak yapmıştır.
… Toprak etiği objektifliğini, evrenselliğini, otorite ve
gücünü işte bu bilimsel olan kavramsal temelinden
alır. (90)
Leopold’un “Toprak Etiği”ni kaleme almasındaki
sebep toprağın bir mülk değil bir topluluk olarak değerli olduğunun anlaşılmasını sağlamaktır. Leopold
toprağın karmaşıklığını ve bu karmaşıklığa insan
müdahalesinin doğanın dengesini bozduğunu anlatmadan önce toprağın bir “topluluk” olarak görülmesi gerektiğini vurgular. Leopold’a göre, doğa koruma
konusunda bir yüzyıldır süren propaganda fazla işe
yaramamıştır; bütün yapılanlara rağmen “bir salyangoz hızıyla” yol alınmıştır; atılan “her ileri adımda iki
adım geriye” gidilmektedir (243). Bu durum toprağın
özsel değerinin vurgulanmamasından kaynaklanmaktadır. Leopold, geleneksel doğa koruma eğitimi etik açıdan “neyin doğru neyin yanlış olduğunu
tanımlamıyor, hiçbir yükümlülük getirmiyor, özveri
çağrısında bulunmuyor, var olan değerler felsefesinde hiçbir değişiklik gerektirmiyor. Toprağın kullanımı açısından yalnızca kişisel çıkarların kollanmasını
teşvik ediyor” demektedir (244). Leopold’un modeli
ise toprakla insan arasında etik bir ilişki önerir. Leopold toprak etiği düşüncesini “toplumsal evrimin
bir ürünü” olarak sunduğunu söyler; “ben toprak
etiğini kasıtlı olarak toplumsal evrimin bir ürünü gibi
gösterdim çünkü böyle etik gibi önemli bir konunun
“yazıldığı” vaki değildir” der (263). Leopold, “Sadece
çok yüzeysel düşünen bir tarih öğrencisi Musa’nın
On Emir’i yazdığını varsayar; On Emir, düşünen bir
toplumun zihninde gelişmiştir, ve Musa bir ‘seminer’
için bunun değişime açık bir özetini yazmıştır. Değişime açık diyorum çünkü evrim hiç durmaz” der
(263).
Leopold, “Toprak Etiği” yazısının ilk başlarında,
ekolojik açıdan etiğin ne anlama geldiğini açıklarken
29 •
DOSYA: TOPRAK
Leopold’a göre, insan faaliyetleriyle biyotik piramide gelen zararın şiddeti ne kadar düşük olursa,
piramidin buna başarılı bir biçimde yeniden uyum
sağlaması olasılığı o kadar büyüktür. Evrim sürecinde belli bir noktaya ulaşan sistemin sağlıklı işleyişi,
sistemi oluşturan bütün unsurların karşılıklı uyum
ve işbirliğine bağlıdır. Bu karmaşıklığı anlamak, yani
ekolojik bir bilince sahip olmak, ekolojik sistemlere
insan faaliyetleriyle getirilen değişikliğin çevrenin
dengesinin bozulmasına yol açacağını bilmek demektir. Kısacası, ekolojik bilince sahip olmak toprağın karmaşıklığının bilimsel olarak anlaşılmasını
gerektirir.
zısında, Leopold’un öneminin yazarın bilimselliğinden kaynaklandığını şöyle özetler:
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
belki de toprak etiği için en gerekli eylemi özetler;
“Ekolojik açıdan etik, var olma mücadelesinde hareket özgürlüğüne getirilen bir kısıtlamadır” der (238).
Etiğin bu tanımına göre günlük yaşamın biyotanın
sağlığına göre düzenlenmesi, çevre sağlığına zarar
verecek her tür davranışın yasaklanması gerekir.
Callicott In Defense of the Land Ethic adlı kitabında
bu görüşü şöyle açıklar:
Çevre etiği insan ilişkilerini insan olmayan doğal
unsurlarla birlikte yönetmelidir. Örneğin, hayvanları
ve bitkileri etkileyen bazı eylemleri yanlış oldukları
için yasaklamalı ya da sansürden geçirmelidir. (63)
Farklı türler ve habitatları arasındaki karmaşık
ilişkilerin incelendiği ekoloji biliminin ortaya çıkışı
çevre etiğine temel olmuştur. Leopold ise “şimdiye
kadar gelişen bütün etiklerin tek bir prensibe, bireyin
birbirine bağlı bölümlerden oluşmuş bir topluluğun
üyesi olması esasına dayandığını” söyler (239). Bireyin içgüdüleri bireyi topluluk içindeki yerini korumak
için bir yarışa iter, ancak etik anlayışı onu bu toplulukla işbirliğine de yönlendirir (239). Toprak etiği ise
bireyin topluluk anlayışını toprağa doğru genişletir.
Bu durumda, Leopold’un açıklamasını yaptığı etiğin ekolojik tanımına göre, doğal dünyanın bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini bozacak her eylem
kınanmalıdır. Her ne kadar etiğin evrimi düşüncesi
bazı çevrelerce kabul görmezse de, Leopold’un toprak etiği düşüncesi Amerika’da etkili olmuştur. Roderick Nash, “Aldo Leopold and Limits of American
Liberalism” (Aldo Leopold ve Amerikan Liberalizminin Sınırları) adlı makalesinde, “Toprak etiği Batı’nın
kazanılması ve ülkenin en azından geçici bir dünya
gücüne yükselme sürecine şimdiye kadar görülmemiş bir frenleme getirmiştir. Açıkçası Leopold’un felsefesi Amerikalılar’ın doğaya alışılageldik özgürce
müdahalelerini ani bir şekilde sonlandırmıştır” demektedir (78). Bu durumda, medeniyetlerin toprak
etiğinin sağlayacağı kontrol mekanizmalarına kesin
olarak gereksinimi bulunmaktadır. Leopold, “The River of the Mother of God” (Tanrı’nın Annesinin Nehri)
adlı önemli yazısında şöyle demektedir:
Ekonomiyi baş tacı eden Amerikalı, büyümenin
ülke nüfusuna ve banka hesaplarına her sene eklenen sıfırlar olduğunu düşündüğünü net bir şekilde
gösterdi. … Kesin olarak belirtmek istiyorum ki, yarış ve sıfırlar uğruna bu düşüncesizce koşuşturma-
• 30
da, gelecekteki Amerikalıların ruhsal ve fiziksel refahı için korunması gereken bir şeyin son kalıntılarını
da çiğniyoruz, uzun vadede bu bize birkaç milyon
daha az zenginliğe ve nüfusa mal olsa bile. … bana
öyle geliyor ki, çevrenin korunmasında, övündüğümüz üstünlüğümüzün en son sınavını geçemiyoruz.
Önce patatesi sonra da kendini yok eden patates
böceğinin biyolojik kategorisine geri dönüyoruz.
(RMG 125-127)
Bütün bunların kısa bir özetini yapmak gerekirse,
toprak etiğinde başlıca dört prensip ön plana çıkar.
Birincisi, toprak, yani ekosistem, birbirine bağlı unsurlardan oluşmuş bir sistemdir; toprağa ekonomik
fayda sağlayan bir ürün olarak değil bir topluluk olarak bakmak gerekir. İkincisi, Homo sapiens toprak
topluluğunun fatihi değil sade bir üyesidir; eğer biyotik topluluğa zarar verecek bir eylemde bulunacak olursa, etik dışı davrandığı için suçlu sayılmalıdır. Üçüncüsü, esas olan biyotanın bütünlüğüdür;
insanoğlu kendisinin ve diğer canlıların doğadaki
konumunu ve değerini ancak bütünü göz önünde
bulundurursa anlayabilir. Sonuncusu, insan olarak
görevimiz toprağa karşı ahlaki yükümlülük duyabilmek ve toprağı korumaktır, zira Leopold “bir eylem biyotik topluluğun bütünlüğünü, dengesini, ve
güzelliğini koruduğunda doğru, aksi takdirde yanlış
bir eylemdir” demiştir. Ekosistemin dengesini ön
plana alan bu yaşam merkezli görüşlerle Leopold,
Oelschlaeger’in deyimiyle, “modern bilimin çocuğu
olan geleneksel, insan merkezli ekolojiyi terk ederek, cesur ve yeni bir ekolojiyi benimsemiştir” (208).
Oelschlaeger, toprak etiğini “modern bilimin duruşundan devrimci bir ayrılış” olarak nitelendirir:
Klasik bilim, akıl-madde ve gerçek-değer dualitelerine [ikilik] Kartezyen bağlılıklarda görüldüğü
gibi, insanoğlunun etik eylemlerine bilişsel bir statü
vermez. … insanoğlu, ancak hareket halinde bir makine olarak görülürse, doğanın içinde yer alır. Leopold ise insan türünün, ekolojik açıdan (ve zamana
göre) bakıldığında, doğanın bir parçası olduğunu
fark etmiştir. İşte, indirgemeci ve mekanistik değil
de içsel olarak sinoptik ve organizmik olan toprak
etiğinin bilişsel gücü burada yatar. (206)
Klasik bilimin doğaya “hareket halinde bir makine” statüsü veren bakışını vurgulayan Oelschlaeger,
insanoğlunun böyle bir doğayla sadece uzaktan ilin-
NİSAN 2011 - SAYI 134•
tili olduğunu söyler (206). Leopold’a göreyse, insan
türü doğadan ayrı değildir, doğanın bir parçasıdır.
O halde, insanoğlunun, parçası olduğu bu doğayı
koruma yükümlülüğü vardır (Oelschlaeger 206). Leopold “Toprak Etiği”nde, insanın biyotik topluluğa
hükmedici rolünü bırakması gerektiğini işte bu yüzden vurgular.
Toprak Etiği İçin Lirik Anlatım
Bu noktada bir soru ile karşılaşabiliriz. Acaba A
Sand County Almanac bilimsel ya da felsefi bir kitap
mıdır? Her ikisi de değildir. Almanac esas olarak bilimselliği lirik bir anlatımla birleştiren güçlü bir edebi
eserdir. Leopold, Almanac’ın son bölümünde önerdiği toprak etiğinin benimsenebilmesi için bu lirik
anlatıma başvurmuştur; çünkü bilimin ya da felsefenin duygulardan yoksun anlatımı insanın toprağa
olan tavrında gereken değişikliği sağlamaya yetmez.
Leopold’un dediği gibi, “toprağın bir topluluk oluşu
ekolojinin temel kavramıdır, ancak toprağın sevilmesi ve sayılması etiğin bir uzantısı”dır (SCA xix). Toprağın sevilmesi ve sayılması da yazarın bilimsel ve
felsefi görüşlerinin, duygularının tüm yoğunluğuyla
birleştiği bir anlatımla gerçekleşebilir. Gerçekten de
A Sand County Almanac okuyucunun hafızasından
silinmeyen ifadelerle doludur. Almanac’ın daha önsözünde gördüğümüz şu duygu yüklü satırlar kitabın
bütününde gözlenir:
Rüzgârlar ve günbatımları gibi, yaban olanlar hep
yaşayacak sanıldı, ta ki ilericilik onları yok etmeye
başlayıncaya kadar. Şimdi daha da yüksek bir yaşam standardının doğal, yabanıl ve özgür olanları
yok etmeye değip değmeyeceğini soruyoruz kendimize. Biz azınlıkta kalanlar için yaban kazlarını görmek televizyondan daha önemli ve bir rüzgâr çiçeği
bulabilme fırsatı konuşma özgürlüğü kadar geri alınamaz bir hak. (xvii)
Leopold, bir çam ağacının yaşama hakkını “Pines Above the Snow” (Karlar Üzerinde Çamlar) adlı
yazısında şöyle dile getirir:
Bölümlerin her birinde Leopold, “Toprak
Etiği”nde vurguladığı gibi, topluluk anlayışını tüm
toprağa genişletmiştir. Kır yaşgünleri, yabani çiçeklerin yıldönümleri (47), kızkuşunun uçma okulundan
mezun oluşu (38), yerel çiçeklerin cenazesi (50), çam
ağaçlarının evlenme yaşı (90) ve daha niceleri anlatımının vazgeçilmez öğeleridir. “Devlet adamları için
yarımkürenin dayanışması yeni bir gelişmedir, ama
göklerin tüylü donanmaları için bu yeni bir gelişme
değildir” der (38). İnsanoğlunun doğadaki güzelliklere gözünün kapalı olduğunu, medeniyetin florayı
yok ettiğini anlattığı “Prairie Birthday” (Kır Yaşgünü)
başlıklı yazısında şöyle açıklar:
Karayolları Genel Müdürlüğü, yazın Silphium’un
açtığı üç ay boyunca, bu yoldan senede 100.000
araç geçtiğini söylüyor. Bu araçların içinde tarih
dersi diye bilinen şeyi almış olan en az 100.000
kişi olmalı ve bitki bilimi denen şeyi de alan belki
25.000 kişi. Ama bunların içinde bir düzinesinin bile
Silphium’u gördüğünden emin değilim ve bunlardan
da bir tanesi bile bunun öldüğünü fark etmeyecek.
(SCA 49-50)
Leopold’un bu anlatım biçimiyle amacı toprak
topluluğunun her bir üyesinin yaşam hakkı olduğunu göstermektir. Ancak bu topluluğun yaşam hakları
yıkıcı insan faaliyetleriyle, kısa vadeli çıkar sağlayan
ekonomik büyümeyle, bilim ve teknolojinin yanlış
uygulamalarıyla, ilerleme ideolojisiyle bozulmuştur.
Leopold, “On a Monument to the Pigeon” (Güvercin
Anıtı Üzerine)7 adlı yazısında, yıkıcı insan faaliyetle-
31 •
DOSYA: TOPRAK
Yaratıcı eylem genellikle tanrılara ya da şairlere
özgüdür, ama mütevazı bir insan da, nasıl yapacağını öğrenirse bu kısıtlamayı yenebilir. Örneğin bir
çam dikmek için tanrı ya da şair olmak gerekmez;
yapılması gereken tek şey bir kürek edinmektir. …
ve en beceriksiz kişi bile, “Bir ağaç olsun” [Let there
be a tree] diye buyurdu mu, bir ağaç oluşur. Eğer
vücudu sağlamsa ve küreği keskinse on bin tane de
yapar. Ve yedinci gün küreğine dayanıp ağaçlarına
bakar, ve onların iyi olduğunu görür. … Bir çam için
yeni yıl, en uç dalların tomurcukları “muma” dönüştüğünde, Mayıs’da başlar. Yeni büyüyen yapraklara
kim bu adı verdiyse belli ki çok ince bir ruhu var.
“Mum” kelimesi iyi bildiğimiz gerçeklere sanki klişe
bir gönderme gibidir … Ama çamlarla yaşayan insan mumun daha derin anlamları olduğunu iyi bilir,
çünkü mumun ucunda geleceği aydınlatan ebedî bir
alev yanar. Mayıslar boyu benim çamlarım mumlarını
gök yüzüne doğru takip ederler, her biri zirveye doğru yol alır, ve her biri zirveye ulaşmaya çalışır, yeter
ki borular çalmadan önce önlerinde yeterince sene
olsun. (SCA 86-87)
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
riyle soyu tükenmiş
olan gezgin güvercinlere [passenger pigeon] değinir. Bu güvercinler için bir anıt
dikilmiştir. Leopold’a göre bunlar artık “yaşamayarak sonsuza kadar yaşayacak”tır:
Atalarımızın evleri, yiyip içtikleri, giyim kuşamları
bize göre daha iyi değildi. Yaşamlarını iyileştirmek
için gösterdikleri çabalar bizi güvercinlerden mahrum bıraktı. Şu anda üzülmemizin sebebi belki de
bu değiş tokuştan kazançlı çıktığımızdan emin olmayışımızdır. Endüstrinin nimetleri bize güvercinlerin sağladığından daha çok konfor sağlıyor, ama
acaba bunlar baharın ihtişamına bir şey katıyor mu?
(SCA 116)
Leopold, “Escudilla” adlı yazısında da Arizona’da
Escudilla Dağı’ndaki Big Foot [Koca Ayak] adındaki
son bozayının, o zamanlar çok yaygın bir uygulama
olarak, bir hükümet görevlisi tarafından vurularak
öldürüldüğünü anlatır. Bozayı, büyükbaş hayvanlar
için bir tehdit unsurudur ve bölgenin güvenliği için
yok edilmesi gerekmektedir. Hükümet görevlisi bir
ay boyunca çeşitli tuzaklar kurmuş, bozayıyı zehirlemeye çalışmış ve bildiği her hileyi denemiştir. En
sonunda da, tüfeğini bir iple sadece bozayının geçebileceği ağaçların arasına bağlayarak, bozayının
kendi kendini vurmasını sağlamıştır. Leopold, yazısının sonunda, bir zamanlar bozayının “şatosu” olan
Escudilla’yı hâlâ ufuk çizgisinde görebilirsiniz der,
“ama Escudilla’yı görünce artık kimsenin aklına bozayı gelmez. O şimdi artık bir dağdan başka birşey
• 32
değildir” (SCA 145).
Leopold’a göre ekonomik zenginliği
için insanoğlu toprağı fakirleştirmiştir. Game
Management (Av Hayvanı Yönetimi) adlı kitabında
bu durumu ironik olarak, “yirmi yüzyıl boyunca ilerlemecilik sokaktaki insana bir oy, bir milli marş, bir
Ford marka araba, bir banka hesabı, ve bir de üstünlük duygusu kazandırmış, ancak bu ne çevresini
kirletmeden ve soyup soğana çevirmeden yaşama
kapasitesi ne de böyle bir kapasitenin medeni olmanın gerçek sınavı olduğunu öğretmiştir” diye açıklamaktadır (423). Leopold Almanac’ta sık sık bütünün
sağlığını göz ardı eden moderniteye güvensizliğini
dile getirir ve kendini doğanın üstünde gören insanoğlunun çevreye müdahale ederken, bilgi eksikliği
yüzünden, biyotik sistemin kritik dengesini bozduğunu söyler. Bu kritik dengenin bozulmaması ancak
moral değerlerin göz önünde bulundurulmasıyla
mümkündür. Leopold, A Sand County Almanac’ın
“Goose Music” (Yaban Kazlarının Müziği) bölümünde, toprak etiği olmayan bir ülkenin geleceğine ilişkin endişelerini üç oğlundan söz ederek dile getirir.
[Oğullarıma] sağlık, eğitim ve mümkünse yeteneği miras bırakabilmeyi ümit ediyorum. Ama, ya
o zaman dağlarda geyikler, çalılıklarda bıldırcınlar
olmazsa… O zaman ne yapsınlar bunları? Ya çayırlarda çulluklar ıslık çalmazsa, ya sulak alanlara karanlık çökerken yaban ördekleri ötmezse, çamurcu
ördekleri gevezelik etmezse, ya doğuda sabah yıldızı sönerken kılıç kırlangıçları ıslık çalmazsa? Şafak
rüzgârı yaşlı ağaçlara doğru eserken ve gri ışıklar
NİSAN 2011 - SAYI 134•
tepelerden aşağılara, geniş kahverengi yatağında
ağır ağır akan nehre doğru inerken, ya artık yaban
kazlarının müziği yoksa… ne yapsınlar bunları? (233)
Leopold’a göre, “biyotik yurttaş” olmanın sorumlulukları vardır. Leopold, ulusal marşımızı söylerken
toprağa sevgimizi ve yükümlülüklerimizi haykırdığımızda “neyi ve kimi seviyoruz?” diye sorgular. “Elbette ki, erozyonla akarsulardan aşağı indirdiğimiz
toprağı değil; elbette ki, türbinleri çalıştırması, teknelerin üzerinde yüzmesi ve atık suların boşaltılması
dışında bir işlevi olmadığını düşündüğümüz suları
değil; elbette ki, gözümüzü bile kırpmadan topluca
yok ettiğimiz bitkileri değil; elbette ki, en kalabalık
ve en güzel türlerinin çoğunu ortadan kaldırdığımız
hayvanları değil” der (239-240). Leopold, toprağa sevgi, saygı ve hayranlık duymadan ve toprağın değerini bilmeden toprakla insan arasında etik
bir ilişkinin olamayacağını söyler. “Değerle tabiî ki
ekonomik değeri kastetmiyorum; felsefi anlamda
değerden bahsediyorum” der (261). İşte Leopold
bu önemli noktada kendinden önce gelen Amerikalı
doğa yazarları Henry David Thoreau ve John Muir’a
çok şey borçludur.
Kaynakça
Callicott, J. Baird. In Defense of the Land Ethic: Essays
in Environmental Philosophy. Albany: State University of New York Press, 1989.
Callicott, J. Baird. “The Scientific Substance of the
Land Ethic.” Aldo Leopold: The Man and His
Legacy. Ed. Thomas Tanner. Ankeny, Iowa: Soil
Conservation Society of America, 1987.
Flader, Susan L. ve J. Baird Callicott. Preface. The River of the Mother of God and Other Essays by
Aldo Leopold. Ed. Susan L. Flader ve J. Baird
Callicott. Madison, Wisconsin: The University of
Wisconsin Press, 1991. ix-xi.
Leopold, Aldo. Game Management. Madison: University of Wisconsin Press, 1986.
---. A Sand County Almanac: With Essays on Conservation From Round River. New York: Ballantine
Books, 1970.
---. The River of the Mother of God and Other Essays
by Aldo Leopold. Ed. Susan L. Flader ve J. Baird Callicott. Madison, Wisconsin: The University of Wisconsin Press, 1991.
Meine, Curt. Aldo Leopold: His Life And Work. Madison, Wisconsin: The University of Wisconsin
Press, 1988.
Nash, Roderick. “Aldo Leopold and Limits of American
Liberalism.” Aldo Leopold: The Man and His
Legacy. Ed. Thomas Tanner. Ankeny, Iowa: Soil
Conservation Society of America, 1987.
Oelschlaeger, Max. The Idea of Wilderness: From Prehistory to the Age of Ecology. New Haven: Yale
University Press, 1993.
Pinchot, Gifford. “Conservation and Human Welfare.”
Thinking Through the Environment: A Reader.
Ed. Mark J. Smith. New York: Routledge, 1999.
186-189.
Stewart, Frank. A Natural History of Nature Writing.
Washington D.C.: Island Press, 1995.
33 •
DOSYA: TOPRAK
___________________________________________________
1 Flader ve Callicott, Leopold’un yazdığı üç kitabının
yanı sıra, beş yüze yakın yayımlanmış makale, rapor,
elkitabı, bülten ve inceleme yazısı, ve beş yüzün üzerinde yayımlanmamış deneme yazıları ve konuşma
metinleri olduğuna dikkat çekerler. Bkz. Flader ve Callicott, “Önsöz,” The River of the Mother of God and
Other Essays by Aldo Leopold, x.
2 A Sand County Almanac başlığını Türkçe’ye çevirirken, Bir Kum Yöresi Almanağı başlığını uygun gördük. Wisconsin’de Sand ilçesi diye bir yöre yoktur.
Leopold, Wisconsin’de Sauk ilçesindeki “shack” adını
verdiği arazisinden, yörenin daha önceki yıllarda tahrip
edilmiş olmasını ima emek amacıyla, A Sand County
Almanac’da “kum çiftliği” (xviii) diye bahseder.
3 Pinchot, ormancılık eğitimi almıştı. Onun liderliğinde,
Amerika’da Orman Hizmetleri kurulmuştu. Theodore
Roosevelt’le tanışıklığı sayesinde de batıda geniş doğal alanlar koruma altına alınmıştı. Ancak Pinchot, bu
arazilerin muhafazasını değil de halkın “yararına” “akıllı
kullanımı”nı öneriyordu. Bir başka deyişle, Pinchot’a
göre doğal alanlar, ekonomik çıkarlar için kullanılabilecek bir kaynaktı.
4 Metin içi referanslarda RMG ve SCA kısaltmaları
Leopold’un eserleri The River of the Mother of God
and Other Essays by Aldo Leopold ve A Sand County
Almanac: With Essays on Conservation From Round
River için kullanılmıştır.
5 Bir zamanlar altmış milyon olarak tahmin edilen kurt
sayısı, 1930’lu yıllara gelindiğinde neredeyse yok olmuştu. İçinde Roosevelt’in de bulunduğu erken dönem doğa korumacıları, yırtıcı hayvanların yok edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.
6 Leopold, 1939 yılında yazyımlzdığı “A Biotic View of
Land” adlı ünlü yazısında, toprak piramidini bir şemayla açıklamıştır. Bkz. Leopold, The River of the Mother
God, 266-273.
7 Leopold, bu yazısında, Gezgin Güvercin Anıtı’nın Wisconsin Ornithology [Kuş bilimi] Topluluğu tarafından,
Wyalusing Devlet Parkı’na 11 Mayıs 1947’de yerleştirildiğini açıklamaktadır (SCA 116).
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
TOPRAK KALİTESİNİN KORUNMASI VE
GELİŞTİRİLMESİ
NESİME CEBEL
TOPRAK KALİTESİ KAVRAMI
Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi
oprak kalitesi terimini açıklayabilmek için toprağın
sahip olduğu çoklu fonksiyonları bilmek ve tarımsal
aktivite ile toprak kalitesi arasındaki ilişkiyi iyi anlamak gerekir. Son yıllarda toprak kalitesi denince
toprağın bitkisel üretimdeki yeri ve çevre sağlığı açısından
toprağın rolü akla gelmektedir.
T
Toprak kalitesi konusunda günümüzde iki görüş vardır.
İlki toprağın sahip olduğu özelliklerinin fonksiyonu olarak
kapasitesi (Doran ve Parkin 1994), ikincisi ise, kullanıma
uygunluk kavramıdır (Pierce ve Larson,1993; Acton ve Gregorich, 1995).
Kapasite; toprağın oluşumunu belirleyen iklim, topografya, vejetasyon ve ana materyal gibi özelliklere bağlı olarak ortaya çıkan kendi bünyesinde barındırdığı özellikleridir.
Bunlar toprak etütleri ile ölçülen ve tekstür, eğim, strüktür,
renk gibi kavramlarla belirtilen özelliklerdir.
Nesime Cebel, Toprak Kalitesinin Korunması ve
Geliştirilmesi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim,
S. 134, Nisan 2011, ss. 34-38.
• 34
Kullanıma uygunluk ise, dinamik bir kavram olup insan
aktivitesi ve yönetiminden etkilenen bir özelliktir. Bu kavram, çoğunlukla toprak sağlığı olarak da adlandırılmaktadır.
Bu iki kavram arasındaki sınır tam olarak açık olmasa da
toprak kalitesi, toprağın sahip olduğu özelliklerin bir fonk-
NİSAN 2011 - SAYI 134•
siyonu olarak tanımlanırken, toprak sağlığı ise bu
kavramlara ek olarak sürdürülebilir bitkisel ve hayvansal üretim, su ve hava kalitesini koruyan ve geliştiren insan ve hayvan sağlığını destekleyen ortam
olarak dikkate alınmaktadır. Bu bağlamda toprak kalitesi birçok araştırıcı tarafından tanımlanmıştır.
Toprak kalitesi agroklimatik faktörler, hidrojeoloji
ve üretim tekniklerinin bir fonksiyonudur. Toprak derinliği, su tutma kapasitesi, hacim ağırlığı, yarayışlı
besin maddesi miktarı, organik madde miktarı, mikrobiyal kütle, karbon ve azot içeriği, toprak yapısı,
infiltrasyon hızı, ürün verimi gibi birçok özellik tarafından belirlenir.
Toprak kalitesini ifade etmek için sayısal bir indeks geliştirmek oldukça zordur. Bunun nedeni toprak kalitesinin zamanla değişmesi ve bölgeden bölgeye farklılık göstermesidir. Ayrıca hangi özelliklerin
toprak kalitesindeki değişiklikleri yansıtmada en iyi
olduğu konusunda yeterli bir görüş birliği bulunmamaktadır.
Toprak kalitesi direkt olarak ölçülemez, dolayısıyla bazı indikatörleri değerlendirmek gereklidir.
• Kolayca ölçülebilmelidir,
• Toprak fonksiyonlarına bağlı olarak değişim
göstermelidir,
• Herkes için kabul edilebilir olmalı ve arazi şartlarında kolayca uygulanabilir olmalıdır,
• İklim ve arazi yönetimindeki değişimlere duyarlı
olmalıdır.
İndikatör olarak seçilen karakteristikler nicel veya
nitel olarak değerlendirilebilir. Toplanan ölçümlerin
dağılımları değerlendirilerek ve farklı zamanlarda
veya değişik alanlardan alınan ölçümler karşılaştırılarak toprak kalitesi hakkında fikir elde edilir.
TOPRAK KALİTESİNİN ÖLÇÜLMESİ
Toprak kalitesinin değerlendirilmesinde iki temel
yol vardır:
• Toprak kalitesindeki değişimleri veya eğilimleri
izlemek için zaman içerisinde aralıklı ölçümler yapmak,
• Ölçülen değerleri bir standart veya referans
toprak koşulları ile karşılaştırmak,
Bu değerlendirmeleri yaparak; değişik toprak yönetim sistemleri altındaki alanları kıyaslayıp toprak
kalitesi üzerine olan nispi etkileri tespit edilir, aynı
tarlada zaman içerisinde yapılan ölçümlerle, toprak
kullanım ve yönetimine bağlı olarak toprak kalitesindeki gidişat ortaya konur, tarla içerisindeki sorunlu
alanlar ile sorunsuz alanlar karşılaştırılır ve ölçülen
değerler, referans toprak koşulu veya doğal ekosistemlerle karşılaştırılr.
35 •
DOSYA: TOPRAK
Parkin ve ark. (1992), bir toprak kalite indeksinde toprak özellikleri, üretim potansiyelleri, çevresel
faktörler, insan ve hayvan sağlığını etkileyen kriterler,
erozyon hassasiyeti, biyolojik çeşitlilik, gıda güvenliği ve kalitesi, yönetim pratiklerine ait faktörlerin bulunması gerektiğini bildirmişlerdir. Ancak bu faktörlerden hangilerinin nasıl kullanılacağı ve bu faktörlerden hangilerinin toprak kalitesini belirlemede yeterli
bir şekilde ölçülebileceği hâlâ tartışma konusudur.
Ayrıca bu faktörlerden gıda kalitesi ya da biyolojik
çeşitlilik gibi bazıları oldukça kompleks özelliklerdir.
Fakat toprak kalitesinin daha geniş tanımlanmasında
önemli yardımcı faktörlerdir. Dolayısıyla toprak kalitesi toprağın tüm fonksiyonlarına bağlı olarak ortaya
çıkan toprak performansını gösteren bir değerdir.
Bu nedenle sadece ürün verimini veya su kalitesini
ya da başka bir özelliği tek başına değerlendirilerek
toprak kalitesi belirlenemez.
Bu indikatörler, kolay ölçülebilen toprak veya bitki
özellikleri olmalıdır ve toprak fonksiyonlarının nasıl
iyileştirileceği konusunda ipuçları vermelidir. Kullanılacak indikatörler fiziksel, kimyasal ya da biyolojik
karakteristikler olabilir. Bu bağlamda kullanılabilecek
indikatörler;
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
GELENEKSEL KALİTE ÖLÇÜMLERİ
Arazi Kalitesi ve Uygunluğu
Bazı arazi kalitesi ölçümleri arazinin kapasitesinin veya ürün yetiştirme, ormancılık, mera veya
tarım dışı kullanımlar gibi özel amaçlara uygunluğunun belirlenmesi esasına dayanır. Bu bağlamda
yaygın olarak kullanılan iki kavram vardır. Bunlar,
arazi kullanım kabiliyet sınıflaması ve üst düzey tarım arazileri (prime farmland) kavramıdır. Arazi kullanım kabiliyet sınıflaması tüm dünyada kullanılan ve
toprağın derinlik, tekstür, geçirgenlik, eğim derecesi
ve erozyon şiddetine bağlı olarak I ile VIII. sınıf arasında değerler verilmesiyle oluşturulan bir sınıflama
sistemidir. Ayrıca toprağın tuzluluk, drenaj ve taşlılık
durumu da sınıf artıran özellikler olarak dikkate alınır.
Bir başka ölçüm ise özellikle ABD’de kullanılan üst
düzey tarım arazileri (prime farmland) kavramıdır. Bu
kavram kök bölgesi ile ilişkili olan taban suyu tablası seviyesi, su tutma kapasitesi, tuzluluk derecesi,
geçirgenlik, sel basma sıklığı, toprak sıcaklığı, erozyon derecesi ve pH gibi toprağın fiziksel ve kimyasal
özelliklerine bağlı olarak belirlenir.
Her iki sınıflandırma da toprağın sahip olduğu
fiziksel ve kimyasal özelliklerle ilgilidir ve arazilerin
ekonomik üretim yapma kabiliyetlerine göre belirlenmiştir.
Verimlilik
Toprak verimliliği, birim alandan alınan ürün ya da
birim alandan sağlanan net kardır ve toprak kalitesinin bir yansıtıcısı olarak kullanılabilir. Toprak bozuldukça verim azalıyorsa ya da girdiler artarken kârlılık
düşüyorsa bu toprak kalitesinin azaldığının bir işareti olarak düşünülebilir. Toprak kalitesini belirlemede,
son yirmi yıl içinde toprakların fiziksel ve kimyasal
özelliklerinin değerlendirildiği, çeşitli verimlilik endekslerinin kullanıldığı parametrik yaklaşımlar ortaya
çıkmıştır. Bu yöntemlerde çeşitli toprak özelliklerine
puanlar verilmekte ve bu özelliklere göre toprakların
aldığı puanlara göre verimlilik sınıfları oluşturulmaktadır.
• 36
Erozyona Uğrayabilirlilik
Toprakların erozyona yatkınlığı yine kalite unsuru olarak değerlendirilen kriterlerden biridir. Zira
erozyona uğrayabilirlilik toprak strüktürüne, toprak
tekstürüne ve organik maddesine, topografya gibi
toprak özelliklerine, yağış dağılımı gibi iklimsel faktörlere bağlıdır. Erozyon oranı, eğer toprak yüzeyi
sürekli örtülü olacak şekilde üretim yapılırsa, toprak
işlemede uygun teknikler kullanılır ve muhafaza tedbirleri uygulanırsa düşer. Dolayısıyla erozyon hem
toprak özelliklerine hem de toprak yönetim seçimlerine bağlıdır. Erozyonla ilgili bir başka ölçü de, birim
alandan yılda erozyonla kaybolan toprak miktarı ya
da toprak derinliğidir. Yılda kaybolan toprak derinliği üst toprak derinliğine bölünerek üst toprağın kaç
yılda erozyonla uzaklaştırılacağı bulunabilir. Bu değer, toprak verimliliğinin ve ekonomik değerinin bir
ölçüsü olarak kullanılabilir. Bu değere erozyon oranı,
toprak derinliği ve arazinin ekonomik değeri olmak
üzere üç faktör etki eder.
MODERN YAKLAŞIMLAR
Yukarıda adı geçen yöntemlerin tümü toprakların
fiziksel ve kimyasal özellikleri üzerine kurulmuştur.
Toprakların biyokimyasal özellikleri ihmal edilmiştir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda sadece
ürün verimi, arazi bozulması, erozyon ya da fiziksel
ve kimyasal toprak faktörleri üzerine odaklanmak
yerine toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin hangi ölçekte toprak kalitesini belirlediği
üzerinde durulmaktadır. Geçmişteki yaklaşımlarda
kullanılan fiziksel ve kimyasal özelliklere ilaveten
respirasyon, mineralizasyon, denitrifikasyon, enzim
aktivitesi, biyolojik kütle ve çeşitlilik gibi biyolojik
özellikler de toprak kalitesini belirlemede kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca tarım gibi insan faaliyetlerinin uzun vadede bu özelliklere etkisi üzerinde durulmaya başlanmıştır. Tarımsal kullanım altında olan
ve olmayan arazilerde toprak bozulması ve toprak
kalitesinin korunması üzerinde araştırmalar yoğunlaştırılmıştır.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
BİYOKİMYASAL ÖZELLİKLER
Toprak kalitesini belirlemek için kullanılacak indikatörlerin seçimi çok önemlidir. Zira birçok özellik
vardır ve bunların hepsini kullanmak mümkün değildir. Bu nedenle toprak kalitesini belirlemek için kullanılacak indikatörler,
• Bozulma faktörlerinin alt ve üst seviyelerine duyarlı olmalıdır,
• Bozulmanın tam seviyelerini yansıtabilmelidir,
• Bozulmaya neden olan faktörlere verilen tepkinin değişim yönü açısından tutarlı olmalıdır (Elliot
1994).
Doran ve Parkin (1996), toprak kalitesinin belirlenmesinde en az sayıda veri kullanılmasını önermişlerdir. Bu veriler ise tekstür, kök derinliği, infiltrasyon
oranı, hacim ağırlığı, su tutma kapasitesi gibi fiziksel
özellikler; pH, toplam C, elektiriki iletkenlik, besin
maddesi miktarı gibi kimyasal özellikler; mikrobiyal
kütle, mineralize olabilir N, toprak solunumu gibi biyolojik özelliklerdir.
Bireysel toprak özellikleri olarak, organik madde, mikrobiyal kütle, dehidrogenaz aktivitesi, toprak
solunumu, azot mineralizasyon kapasitesi, hidroliz
kapasitesi ya da ATP içeriği, üreaz veya fosfataz aktivitesi gibi özel biyokimyasal parametreler kullanılmaktadır.
Dalal’a (1998) göre, iyi bir indikatör, referans kritik
veya eşik değerler vermelidir. Toprağın bir veya daha
fazla fonksiyonunu ölçebilmelidir, karışım, yönetim
ve ıslah ya da restorasyon nedeniyle meydana gelecek değişimlere duyarlı olmalıdır. Kolayca yorumlanabilmelidir ve kolayca gözlenebilmeli ve ayrıca
ucuz olmalıdır.
Basit İndeksler
Dalal (1998), bireysel biyokimyasal özelliklerin
kullanımındaki problemler nedeniyle iki biyokimyasal özellik arasındaki oran gibi basit indekslerin kullanımını önermiştir. Bu indekslerden en önemlileri
metabolik katsayı (qCO2), ölüm oranı katsayısı (qD),
biyomas C içeriği, biyokimyasal özellikler ile C, N
içeriği arasındaki ilişkiler gibi yaklaşımlardır. Bunlardan en çok kullanılanı (qCO2)’dir ve başlangıca göre
birim zamanda birim biyomas-C tarafından mineralize edilen subsrat miktarını göstermektedir (Andersan ve Domsch 1985).
Kompleks İndeksler
Toprak kalitesinin belirlenmesinde kullanılan bir
başka yaklaşım, çeşitli biyokimyasal özelliklerin
kombinasyonundan hesaplanan kompleks indekslerdir. Bu indekslerden en çok bilineni 1980’li yıllarda
ortaya konan Stefanic indeksi (Stefanic ve ark 1980)
ve Beck indeksidir (Beck 1984). Stefanic indeksi,
hem dehidrogenaz hem de katalaz aktivitesi değerlerinin matematiksel ifadesini kullanan biyolojik
verimlilik indeksidir. Enzimatik aktivite sayısı olarak
da ifade edilen Beck indeksi ise hesaplamada dehidrogenaz, katalaz, fosfataz, proteaz ve glukodiaz
enzimlerini kullanır. Bu indekslerin temeli deneysel
37 •
DOSYA: TOPRAK
Toprak biyolojik ve biyokimyasal özelliklerinin kalite unsuru olarak değerlendirilmesi üç farklı yönden
yapılmaktadır. Bunlardan birincisi mikroorganizma
türü, miktarı ve dağılımının belirlendiği biyo-çeşitlilik, ikincisi biyolojik indikatör olarak kullanılan özel
organizma ve türlerinin dinamiğinin belirlendiği popülasyon çalışmaları ve son olarak da toprak enzimlerinin dolayısıyla mikrobiyal aktivitenin, buna bağlı
olarak da organik maddenin dönüşümü ile ilgili olan
elementlerin biyolojik döngüsünün ortaya konduğu
ekosistem çalışmalarıdır. Son yıllarda, biyolojik özelliklerle ilgili toprak kalitesi konusundaki çalışmalara
bakıldığında biyokimyasal özellikler, toprak enzimleri
gibi kavramlar görülmektedir. Bu durum hem genel
hem de spesifik biyokimyasal parametreler kullanılarak yapılan toprak kalitesi tahminlerinde üç farklı
yaklaşımın bulunduğunu göstermektedir. Bunlar, bireysel özellikler, basit indeksler ve kompleks indeksler olarak tanımlanabilir.
Bireysel Özellikler
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
faktörler ile elde edilen katsayılar ile çarpılan enzim
aktivitesi değerlerinin kullanıldığı polinominal formüllerdir. Kompleks indekslerin kullanımı kompleks
toprak ekosistemini açıklamada ve toprak kalitesini
belirlemede daha iyi sonuçlar vermektedir. Ancak bu
değerler değişik şartlar ve lokasyonlarda yeterince
test edilmediğinden üniversal değerler taşımamaktadır. Bu nedenle uluslararası seviyede daha yoğun
ve koordineli çalışmalara ihtiyaç vardır.
SONUÇ
Toprak; fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri ile
bir bütündür ve toprak davranışına tüm bu özellikler, değişik seviyelerde etki eder ve bir bütün olarak
toprak kalitesini belirler. Son yirmi yıla kadar toprak
kalitesini belirlemek için toprağın sahip olduğu bireysel, fiziksel ve kimyasal özellikler kullanılmaktaydı. Ancak fiziksel ve kimyasal özellikler toprak kalitesini yansıtmada tek başına her zaman sağlıklı veriler
vermemektedir. Toprak biyolojik özelliklerinin bulunmadığı değerlendirme sistemleri eksik kalmaktadır.
Zira toprak fiziksel ve kimyasal özelliklerinin bazıları,
arazi kullanımı, ağır metal kirliliği, amenajman pratikleri gibi çeşitli faktörler tarafından çok az etkilenmekte veya etkilenmemektedir. Örneğin derin, orta
bünyeli düz, iyi drenajlı ve tuzsuz bir toprak klasik
değerlendirme sistemlerinde I. sınıf bir arazi olarak
değerlendirilmektedir. Hâlbuki bu toprakta bitkisel
üretimi kısıtlayan ağır metal kirliliği gibi faktörlerin
bulunması toprak kalitesini düşürücü bir faktördür
ve sadece fiziksel ve kimyasal özelliklerin kullanıldığı
değerlendirme sistemlerinde toprak kalitesi sağlıklı
bir şekilde ortaya çıkarılamamaktadır.
Biyokimyasal toprak özellikleri çeşitli şekillerde
toprak kalitesini değerlendirmek için son yıllarda
yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak biyokimyasal
özellikler hâlâ etkili bir teşhis aracı olarak kullanılamamakta, genel kullanımlar için geçerli değerler
ortaya koyamamaktadır. Zira çok farklı metodolojik yaklaşımların bulunması, kabul edilmiş standart
analiz metotlarının bulunmaması, örnek toplamada,
depolamada, analiz öncesi işlemlerde ve enzim ak-
• 38
tivitesini etkileyen sıcaklık, subsrat konsantrasyonu,
inkübasyon zamanı gibi kritik işlemlerde standart
bir protokolün bulunmaması, farklı kişilerin farklı
zamanlarda elde ettiği verilerin karşılaştırılmasında güçlükler doğurmaktadır. Dahası biyokimyasal
özellikler mevsimsel ve yerel olarak büyük oranda
değişiklikler göstermekte, bu da karşılaştırmalar için
referans değerlerin ortaya konmasına imkân vermemektedir. Bu metodolojik problemler ve toprak
sisteminin kompleksliliği, bir veya iki biyokimyasal
özelliğin kullanılarak ya da basit indeksler ile toprak
kalitesinin tahmininde sağlıklı bilgiler vermemektedir. Kompleks indeksler bu konuda daha sağlıklı
görünmektedir. Ancak bilim adamları belirli toprak
özelliklerinin davranışları, birbirleriyle ilişkileri ve
ayrıca bozulmuş ve kullanılmamış toprakların fonksiyonlarındaki rolleri üzerinde daha çok araştırma
yapmalı, yeterli veri tabanı kurulmalı, üniversal standart metotlar ve referans değerler oluşturulmalıdır.
Oluşturulan biyokimyasal kalite parametreleri toprak
fiziksel ve kimyasal özellikleri ile kombine edildiğinde toprak kalitesi daha sağlıklı ve doğru bir şekilde
ortaya konabilecektir. Bunun sonucunda ise kaliteyi
koruyacak toprak yönetim şekilleri uygulamaya girecektir.
KAYNAKLAR
Doran JW, Parkin TB (1994) Defining and Assessing
Soil Quality. In: Doran JW et al. (ed), Defining
Soil Quality for Sustainable Environment, SSSA
Spec. Pulbl. 35, Madison, WI, 3-22.
Doran, JW, Parkin TB (1996) Quantitive Indicators of
Soil Quality. A minimum data set. In: Doran JW,
Jones AJ (ed), Methods for Assessing Soil Quality SSSA Spec. Pulbl. 49, Madison, WI, 25-37,
Öztaş T (1997) Toprak degradasyonu. Ekoloji 22, 31-33
Öztaş T (2002) Assessment of Soil Quality. In: International Conference on Sustainable Land Use
and Management, 10-13 June 2002, Çanakkale, 484-485.
Roming DE, Garylnd MJ, Harris RF (1996) Farmer-Based Assessment of Soil Quality: A Soil
Health Scorecard. In: Doran JW, Jones AJ (ed), Methods for Assessing Soil Quality, SSSA Spec.
Pulbl. 49, Madison, WI, 39-60.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
SORU-CEVAP
ÇAĞRI GÜREL
K
endi pencerenizden baktığınızda, “toprak” kelimesinin sizde uyandırdığı çağrışımları bizlerle paylaşır mısınız?
Dursun Yıldız
Toprak Su Enerji Derneği Üyesi, Su Politikaları Uzmanı
“Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır.
Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini
geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep suretle,
bölünemez bir mahiyet almasıdır.”
Mustafa Kemal Atatürk
(TBMM’nin 1937 Yasama Yılını Açış Konuşmasından)
Toprak yeryüzünde üretilemeyen ve kolayca yok edilebilen tek kaynaktır. Toprak binlerce yıllık bir tarihtir.
Suyla birleştiğinde ise bolluk ve bereketin anası olur.
Toprak “ana”dır. Vericidir, engindir, uçsuz bucaksızdır.
Yaşamı birarada tutan temeldir. Güç ve iktidarı belirleyen
yaşamsal bir doğal kaynaktır.
Toprak önceden sadece bir materyal olarak görünmüş, bir arazi varlığı olarak değer kazanmasından sonra
mülkiyete konu olmuştur.
39 •
DOSYA: TOPRAK
Çağrı Gürel, Soru-Cevap (Dursun Yıldız, Orhan
Kavuncu, Mahmut Yüksel, Sadık Usta, Sönmez Kutlu,
Reşat Gürel, Yusuf Turan Günaydın, Nafi Altunöz,
Mukadder Ekremoğlu, Esin Çağlar, Bestami Yazgan,
Suavi Kemal Yazgıç, Mustafa Uçurum), Bilim ve
Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss.
61-67.
Toprak canlı bir doğal kaynak olup bir arazi varlığı
olarak da yeraltı zenginliklerini bünyesinde barındıran bir
doğal ortamdır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Toprak temel ekonomik bir kaynaktır. Bu nedenle de tarih boyunca bir hâkimiyet unsuru ve
çatışmanın nedeni olmuştur. Toprak, yorulabilen,
verimi düşebilen ve özen gösterilmesi gereken bir
doğal kaynaktır. Aslında toprak suyla tarihsel bir
birliktelik içindedir. Ve bu birliktelik uygarlığın gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Ülkelerin
kalkınma ve gelişmesindeki vazgeçilmez önemleri
bu iki kaynağın mülkiyetine sahip olma düşüncesi
de sürekli gündemde yer almıştır.
Tarımsal yapı ve toprak düzeni ve suyun dağıtımı geçmişte olduğu gibi bugün de gelişme ve
kalkınmanın anahtar unsurları olmaktadır. Bu nedenle suyun ve toprağın adil bir şekilde dağıtımı
ve kullanımı için uygulanması gereken politikaların
önemi de artmaktadır.
Orhan Kavuncu
Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi
Âşık Veysel diyor ki, “Benim sadık yârim kara
topraktır.” Cengiz Aytmatov’u tanıtan ilk romanı
“Toprak Ana” idi. Toprağı toprak kapar dedim yürüdüm. Sandılar ki öldüm, evet öldüm. Ve yaşadım ve güldüm.
Orhan Şaik Gökyay, “Bu vatan kimin?” sorusuna cevap verirken, “toprağın kara bağrında, sıra
dağlar gibi duranlarındır” diyor.
Evet, toprak vatandır, toprak anadır, toprak
sadık yârdır. Ölülerimizi “bir sırrı saklar gibi gizlice” bağrında barındıran odur. İsrafil Sur’a üflediği
zaman topraktan çıkıp mahşerde buluşup ebedi
âleme gideceğiz.
Bütün gıdamızın kaynağı topraktır. Yediğimiz
sebze ve meyve, içtiğimiz su hep ondandır. Hayvanlar da ondan beslenir.
Bütün bu hitaplara karşı belki biraz vakur, belki
çaktırmadan memnundur ama kesinlikle kibir yoktur toprakta. Sessiz ve sakindir. Üzerine herkes
basar, insanlar, hayvanlar onu çiğner. Kar yağar,
yağmur yağar; o sesini çıkarmaz. Sular sel olur, ne
var ne yok siler süpürür. O durağan sessizliğine
devam eder.
• 40
Gün gelir güneş kavurur ortalığı, toprağı kesek
kesek çatlamış görürsünüz. Yine sessizdir, haline razı olmanın, başına gelene boynu bükük rıza
göstermenin timsalidir toprak.
Onun içi Hz. Mevlâna “tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol” demiştir.
Mahmut Yüksel
Prof. Dr., Ankara Üni. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki
Besleme Böl. Öğretim Üyesi
Toprak, dünyanın en önemli madenidir, cevheridir. Önemli olan toprağın sahip olduğu özelliklerine uygun olarak işlenmesi, kullanılması, değerlendirilmesi ve yönlendirilmesidir. Yoksa toprak,
ona nasıl bakarsanız, ona nasıl bir anlam yüklerseniz size karşılığı o demde olacaktır. Özellikleri
çok iyi bilinen bir bölgemizin topraklarını, bu işi
iyi bilen insanların, adamı diksen adam olur diye
tanımladığı bir bakışın olduğu bir yerde siz o toprakları başka bir bölgede veya hemen o bölgede
tuğla ve kiremit toprağı olarak değerlendirirseniz
bu idrake varamamışsınız demektir.
Toprak,
Yerküresinin yüzeyini ince bir tabaka hâlinde
kaplayan, kayaların ve organik maddelerin değişik
ayrışma ürünlerinin karışımından meydana gelen,
içerisinde ve üzerinde geniş bir canlılar âlemi barındıran, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan,
belli oranlarda su ve hava içeren üç boyutlu canlı
bir varlıktır.
Toprak,
Üzerinde tüm canlıların barınıp yaşadığı, insan
ve hayvan beslenmesi için gerekli ürünlerin yetiştiği, yaşayan canlı bir varlıktır ve yaşamın kaynağıdır.
Toprak,
Hava, su ve diğer doğal kaynaklar gibi insan yaşamı için önem taşıyan kısıtlı bir değerdir.
Toprak, doğal değişim döngüsü içinde atıkların
emilmesini sağlayan bir filtre, organizmalar için
NİSAN 2011 - SAYI 134•
genetik bir rezervuar, madenler ve suyun saklanması için bir depo ve sosyoekonomik faaliyetler
için mekânsal bir temel, tarihî, kültürel mirasımızı
gözeten bir unsur olarak yararlı bir çok özelliğe
sahiptir.
Toprağın doğal oluşum sürecini değiştirmek
olanaksız olduğu gibi, teknolojik usullerle yapay
üretilmesi de mümkün değildir ve kaybedilmesi
hâlinde yerine başka bir kaynak da kullanılamaz.
Yapılan araştırmalara göre 1 cm kalınlığındaki bir
toprak tabakasının optimum koşullarda oluşabilmesi için 2000-4000 yılın geçmesi gerekmektedir.
İnsanlar, dünya üzerinde var oldukları andan
itibaren doğrudan ya da dolaylı olarak toprağa
bağlı kalmışlardır. Dünyanın büyük bir kısmında
insanlar, enerji gereksinimlerini, arz kabuğunun
altında bulunan ve geçmiş jeolojik devirlerde toprak üzerinde yetişmiş bulunan bitkilerin değişim
ürünleri olan kömür, petrol veya gaz yakıtlarla karşılamaktadır.
İnsanlığın devamı bundan sonra da toprakların
rasyonel bir şekilde kullanılmasına, uygun olarak
gübrelenmesine ve doğal kuvvetlerle taşınmasına
karşı alınacak önlemlere bağlı olacaktır. Arazi sahibi geçmişte ve hatta bugün de, toprağını arzu
ettiği şekilde kullanmaktadır. Artan nüfus karşısında birey başına düşen arazi birimindeki azalmalar,
toprağın aşırı derecede sömürülmesine yol açmakta ve erozyon önemli bir sorun olarak ortaya
çıkmaktadır. Toprakların verimlilik kapasitesi, aşırı
derecede ürün üretimi ve ihmaller sonucu gittikçe gerileyebileceği gibi, uygun önlemlerle mevcut
durum muhafaza edilebilir ve hatta bazı önlemlerle daha ileriye de götürülebilir.
İnsanların yaşaması ve refahı toprağa bağlı olduğuna göre, toprağın bugünkü sahipleri onları
ileriki nesillere aynen teslim etmekle görevlidirler.
Bunun için toprağın geçici sahipleri verimliliğin
devamlılığını sağlamak ve erozyonla taşınmasına
engel olmak için gerekli önlemleri almak zorundadır. Bu ulusal ve uluslar arası bir görevdir.
Toprakların yetenekleri oranında en yüksek
ürünü verebilmesi ve bunun devamlılığının sağlanması, doğa kuvvetleri ile taşınmalarına engel olunması ve gelecek nesillere üzerinde refah
içinde yaşanabilir bir yurt teslim edilebilmesi için
alınacak önlemlerin uygulanmasında toprakların
tanınması, özelliklerinin bilinmesi birinci derecede
önem taşımaktadır. Yeni üretim alanlarının oluşturulması ile ilgili dünya ölçeğinde yapılan tüm çalışmalara rağmen en önemli üretim ortamı yine de
topraktır. Toprağın üretkenliği çok yönlüdür.
Kaynaklar
Akalan, İ. 1988. Toprak Bilgisi. Ankara Üniversitesi ziraat
Fakültesi Yayınları:1058, Ders Kitabı:309
Yüksel, M. TEMA Eğitim Kampları(1998-2000), Toprak,
oluşumu, önemi ve arazi kullanımı seminerleri ders
notları.
Sadık Usta
Prof. Dr., Ankara Üni. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki
Besleme Böl. Öğretim Üyesi
41 •
DOSYA: TOPRAK
Toprak denilince ilk aklıma gelen Âşık Veysel’in
“benim sadık yârim kara topraktır” deyişidir. Toprak bilimiyle uğraşan bir insan olarak toprağın
bilimsel birçok tanımı bulunsa da öncelikle akla
geleni insana dost olmasıdır; ana olmasıdır; yâr
olmasıdır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Bazen, biz insanlar, doğadaki ağaç, bitki ne
varsa keser koparırız, doğayı kel çıplak hâle getiririz. Yine de ses çıkarmaz toprak sabırla yenilerinin çıkmasını bekler. Bazen içinden cevherler
çıkaracağız diye delik deşik ederiz onu, sabreder,
ses çıkarmaz onarmaya çalışır sessizce. Bazen
hoyratça tüketip, geriye kalan tehlikeli veya zararlı
atıkları üzerine boca ederiz; fakat o, onların bize
zarar vermemesi için bütün unsurlarınca geceli
gündüzlü, aylarca yıllarca uğraşarak onları tehlikesiz hatta yeniden bizler için faydalı hâle getirmek için didinir durur. O küsme bilmez, vermekten bıkmaz. Her canlının doğrudan ya da dolaylı
barınağıdır. Baharın gelmekte olduğunu kardelenlerle, çiğdemlerle müjdeleyen ak topraktır. Kara
demek ona hiç mi hiç yakışmıyor. Ruhlara name
üfleyen çiçekler, ağaçlar sanki onun kalbinden
doğuyor. İçtiğimiz sulara kaynaklık eden de toprak, oturduğumuz mekânlara malzeme veren de
toprak. Yediğimiz içtiğimiz gıdaları üreten canlıları
doyuran da topraktır. Hatta ısınmak için kullandığımız yakıtların yetiştiği ortam da topraktır.
Toprak canlı bir varlıktır. Varlığını ve hayatiyetini sürdürmek için bünyesinde tıpkı insanların
bağışıklık sistemi gibi birçok koruyucu sistemler
bulundurmaktadır. Dışarıdan yapılan her müdahaleye karşı bu sistemler devreye girerek mevcut
durumunu korumaya çalışmaktadır. Ancak onun
da bir dayanma gücü bulunmaktadır. Onu korumak bizim geleceğimizi korumaktır.
Toprak için söylenmiş sözler o kadar çok ki
belki ciltler dolusu. Ben sözümü büyük düşünür
Hz Mevlâna’nın “hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol” cümlesiyle bitirmek istiyorum.
Sönmez Kutlu
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Arz, toprak veya yeryüzü, Kur’an’da 462 defa
geçmektedir. 454 yerde isim olarak, 8 yerde mülkiyet zamirlerine muzaf olarak kullanılır. Böyle kullanımlarda, toprak, malik olunan bir nesne değil-
• 42
dir. O, sahip olma değil, oluş kategorisindedir. Bu
kelimenin birinci şahsa izafet şeklinde kullanıldığı
yalnız bir yerde, yeryüzünün sahibininin Allah olduğu anlamında Allah’a muzâf olarak kullanılmıştır. Anlamının ayrıntılarına gelince, beş ayrı anlamı
vardır. Birincisi; yeryüzünün yegâne maliki Allah’tır.
Allah, aynı zamanda yeryüzünün gerçek varisidir.
Yeryüzü yaratılmıştır. Bu kullanımda, toprak bütün
yeryüzünü içeren “Dünya” anlamına gelir. Sonlu
olduğu için yeryüzü, kıyamet kopuncaya kadar,
Allah’a boyun eğecek ve O’nu tesbih edecektir.
İkincisi; tabiî yeryüzü, yeşillikler olarak güzellik ve
verimliliği temsil eder. İnsanlar ondan yerler, orada
hayat sürerler ve ondan zevk alırlar. Yeryüzü aynı
zamanda, bütün canlı yaratıkların gezip dolaştığı
bir yerdir, çoğulculuğu ve insan kitlelerini temsil
eder. Ayrıca o, kavga ve savaş alanıdır, göç ve
sürgün yeri, yeryüzünde insanın tarihini oluşturan
tecrübe ve aldanma sahasıdır. Tarih, beşerî kulluğun gerçekleştirildiği büyük bir meydan ve yeryüzünde Allah’ın sözünün yüceltilmesidir. Üçüncüsü;
insanın misyonu, yeryüzünde gerçekleşmektedir.
Çünkü Allah, yerin ve göklerin Rabbidir. Kur’an’da
462 kullanımın 217’sinde bu bağlantı vardır. Allah,
dünyaya doğrudan müdahele etmediği için, insan
yeryüzünde Allah’ın halifesi olmuştur. İnsanların
halifeliği, onun halifeliğe ve varisliğe uygunluğu
anlamına gelmektedir. Sadece eylemleri, insanı
böyle bir şeye hak sahibi kılabilir. Yeryüzü, insan
fiiline aynı orantıda geniştir. Yeryüzünde insanın
görevi, bir fert olarak, zayıflığını güçlülüğe çevirmektir. Bu görev, yalnızca yapılacak bir arzu değildir, yeryüzünün esası olan nesnel bir gerçekliğe
tekabül eder. Yeryüzü insan tarafından serbest bir
şekilde ifa edilen gerçeğe duyarlıdır. Dördüncüsü;
insanın yeryüzündeki görevini ifası, salih amellerle
ortaya çıkan tevhide inanmakla başlar. Tabiat, Allah gibi, insanın da emrindedir ve ona hizmet eder.
Yeryüzünün varisleri olma hakkı, hiçbir zaman,
dünyanın var oluşundan Kıyamet’in kopacağı ana
kadar, belli bir millete verilmiş sonsuz bir hak değil, sadece kendisini takva ve doğruluğa adayan
kişi veya topluma öncelik tanınan bir haktır. Yeryüzü tahrip edilmeden ve kirletilmeden korunmalıdır.
Beşincisi; evrensel misak her ferde teklif edilmiş
NİSAN 2011 - SAYI 134•
olup, bir gruba ait değildir, maddi değil ahlaki, tek
taraflı değil mukavele gereği çok taraflı bir sözleşmedir.
Reşat Gürel
Yazar-Tarih Öğretmeni
“Kazmayınan yırtsak da yüzünü”1, en çürümez
atıklarla doldursak da bağrını, en sadık yârimizdir
toprak. Çünkü ondan geldik ve ona dönücüyüz.
Gül bahçesi olup kıyamete kadar ağırlayacak topraktır geçmişten geleceğe bütün insanlığı.
En çorağının bir karışı için savaşlara gireriz Mete Han’dan bu yana. Toprak anamız, ülke
Anavatan’ımızdır. Ata Yurdumuz, Yavru Vatanımız
vardır bizim, hiç kimselere kısmet olmayan. “İpek
bir seccadeden daha büyük haz duyarız toprak
üzerinde namaza durmaktan”2
Anadolu’da anlamı tam olarak bilinmeden sevilen kelimeler arasında ilk sıralarda gelir “cemre”. Anadolu’da her yıl milyonlarca minik gönül,
“cemre”nin toprağa düşüşünü şekillendirir. Şehidin kanı mıdır, çiftçinin alın teri midir, âlimin göz
nuru mudur toprağa ağan?
Zorkun Yaylası’nda kocaman bir bahçe. Çalılarına telmin atmaya başlamış fasulyeler kuşlara
hasret, çocuklar önce beni tadacak, diye güneşin
doğuşuna hazırlanmış günebakanlar. Kendinden
önce sarıçiçeklerini dolmaya açmış kara kabaklar,
yemeye kıyamayacağınız sevdiklerinizle paylaşacağınız salatalıklar. Havuza en yakın sekilerde biçtikçe coşan, güzel rayihalar saçan maydanoz ve
nane öbekleri. Kapsalığın iki yanında sıralanmış
rengârenk göçmen çiçekleri, reyhanlar...
______________________
1
Âşık Veysel
Yavuz Bülent Bakiler
2
Yazar
Toprak hammaddedir her şeyden önce.
Onu işleyen, kullanan, besleyen, vatanlaştıran
“zübde-i âlem” olan insanın hammaddesi. Bu o
kadar tabiîdir ki, âlemin özü sayılan bir varlık ecel
şerbetini içtiğinde onun mahviyetkâr kollarına teslim edilir ve kısa sürede onunla kaynaşır; aslına
döner. Toprağın hemen yanı başında su vardır; su
topraksız, toprak susuz olamaz. Dolayısıyla hammaddeyi yoğuracak ve yine insanla özdeş sayılabilecek bir diğer ana madde sudur.
‘Mahviyet’ dedik: toprağın bir diğer çağrışımı
da mahviyet - tevazu kavramıyla anlam bulur:
toprak kabul eder; sürekli çiğneriz de bağrına
düştüğümüzde reddetmez bizi; “kazmayla bağrını
eşeriz de o bize gül ile” mukabele eder.
Su nasıl insanla özdeş ise toprak da öyle özdeştir. Mevlânâ veciz bir biçimde ifade ediyor:
“Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi; neden insan tohumu için bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?…” Anlıyoruz ki toprağın bağrında beslediği en önemli varlık tohumdur. Bu, şimdi
âlemin özünü besleyen, büyüten nebatatın tohumuysa ötegünde bizzat insanın kendisidir. ‘Vakteriştiğinde’ topraktan başını gün yüzüne çıkarıp
silkinen bir filiz gibi basübadelmevte erişecektir.
Dolayısıyla toprak iç içe olduğu diğer kavramlarla zengin bir çağrışım alanına sahiptir. Toprak,
su, tohum ve filiz…
Nafi Altunöz
Orman Mühendisi, TEMA Vakfı İç Anadolu Projeler Sorumlusu
Ben bu sorunuzu, toprağın ormanla ilişkisi
üzerinde düşüncelerimi paylaşarak cevaplamak
istiyorum.
Toprak orman ilişkisi, âdeta etle tırnak arasındaki ilişki gibidir. Toprak yok ise o da yoktur. O
yoksa toprak da eksiktir.
Toprağın oluşumunda; ana materyal dediğimiz
tortul ve volkanik kayalar, organik maddeler, ik-
43 •
DOSYA: TOPRAK
Yalın ayaklarım hatlar arasında koşuşturmaktan mutlu. Çamur, kıvrılmış pantolon paçalarımın
en güzel süsü. O süs, o toprağın gücü olmasaydı
ayaklarımda, bu kadar içten olur muydu sevdam?
Ve anacığımın şu sözleri: “Öyle bir teyemmüm
yap ki su geldiğinde bile hükmü bozulmasın!”
Yusuf Turan Günaydın
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
lim, topografya, zaman faktörleri yer almaktadır.
Dünyamızın kara alanlarını saran ve çeşitli bileşim
ve renkte bulunan tortul, volkanik ve metamorfik
kayalar dış etkenlerin etkisi ile ayrışmaya-çözülmeye uğrar.
Özetlersek toprak oluşumu; parçalanma, ayrışma, dönüşme ve farklılaşma gibi bir dizi fiziksel
ve kimyasal olayların sonucu gerçekleşir.
Toprağın genel yapısını cansız ve canlı maddeler oluşturmaktadır. Canlı maddeler bitkiler ve
hayvanlardır. Orman Toprakları; orman altında gelişen, bol organik madde içeren, onun için de koyu
renkli olan topraklardır. Orman toprakları kireçli
ve kireçsiz olmak üzere iki gruba ayrılır. Toprakta
bulunan karbonat ve diğer çözünebilen maddeler
bu yıkanmanın etkisiyle ya alt katlarda birikir ya da
iyice topraktan uzaklaşır. Bunun sonucu olarak da
topraklar genellikle gri (boz) renkli olurlar. Böyle
topraklar asit reaksiyon gösterirler. Kireçli orman
topraklarının bünyesinde bol miktarda kireç bulunur. Yağışın yeterli olmadığı yerlerde topraktaki
CaCO3 yıkanıp alt katlara taşınamaz ve topraktan
uzaklaştırılamaz. CaCO3, bu tip topraklarda yüzeyin hemen altında yumrular şeklinde birikmiştir. Kireçli orman toprakları kahve renklidir. Onun için bu
topraklara kahverengi orman toprakları da denir.
İster kireçli ister kireçsiz olsun, orman toprakları genel olarak tarıma elverişli değildir. Ormanlık yerlerde yağış fazlalığı sonucu kireçsiz orman
topraklarında kireçle birlikte bitki besin maddeleri
de büyük ölçüde yıkanarak topraktan uzaklaştırılmıştır. Onun için bu topraklar bitki besin maddesi yönünden fakirdir. Ormanların tahribiyle tarıma açılan bu topraklarda ancak birkaç yıl tarım
yapılabilir. Daha sonra toprak verimsiz hâle gelir.
Ayrıca orman toprakları genellikle yamaç arazi
üzerinde bulunur. Üzerindeki ormanın tahribi sonucu kısa sürede erozyona uğrar. Bütün bunlar
düşünüldüğü zaman, ormanlardan tarla açmanın
ne kadar yanlış olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Orman Nedir? Orman toprağın örtüsüdür…
Orman; ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar gibi canlı varlıklarla toprak,
hava, su, ışık ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktör-
• 44
lerinin birlikte oluşturdukları karşılıklı ilişkiler dokusunu simgeleyen bir ekosistemdir. Ormanı oluşturan sonsuz sayıdaki tüm madde ve olaylar birbirleriyle karşılıklı ilişki ve etkileşim hâlindedirler. Bu
hâliyle orman, çok sayıda bitki ve hayvan popülasyonlarından oluşan bir yaşam ortaklığı, bir yaşam birliği, bir ekosistem ve hatta büyük bir canlı
organizma olarak tanımlanmaktadır.
Ormanın baskın elemanı ağaçlardır. Bu nedenle orman, ancak orman ağaçlarının toplu hâlde
yaşayabildiği bir ortamda kurulabilir.
Ormanlar; dünya yaşamı için vazgeçilmezdirler. Toprak ormanlar için temel alt yapıdır. Orman
ağaçları ve orman ekosisteminde yer alan bütün
canlı ve cansız varlıkların üreticisi, anasıdır toprak.
Ormanlar ise, toprağı organik maddece zenginleştir, onu yerinde tutar. Sanki o olmaz ise kendisinin de olmayacağını bilir ve dört elle sarılır toprak
anasına… Orman; toprağı, ağaç ve ağaççıkları,
yaban yaşamı, otu, çiçeği, mantarı, böceği, kuşları, mikroorganizmaları ile aynı sistem içinde bütün
olarak yaşayan doğal bir varlıktır. Orman ekosistemi içinde barınan her varlık, sistemin uyumlu bir
öğesi konumundadır. Ormanda bu hayat çemberi
içine düşen her varlık, ister gözle görülemeyecek ölçekte bir bakteri olsun, isterse dev bir ağaç
ya da bir çiçek veya böcek olsun durmadan bu
çemberin içinde döner durur. Böylece durmadan
doğan, durmadan didinen, durmadan çözülen,
durmadan oluşan ve tabii durmadan dönen milyarlarca varlık, ortaya olağanüstü bir sistem, tek
sözcük ile bir orman varlığı çıkarır.
Mukadder Ekremoğlu
TEMA Vakfı Ankara Temsilcisi
Hepimiz tarafından bilindiği gibi, toprak, insanların vazgeçilmez bir yaşam kaynağı olmasına karşın,
binlerce yıldan beri, sıradan bir doğa verisi olarak
algılanmış, onun için de hoyratça kullanıl­mış, hiçbir şekilde tahrip olmayacağı düşünülerek sürekli bir şekil­de sömürülmüş ve sömürülmektedir. Bu
şekildeki tutum ve davra­nışlar sonucunda, binlerce
yıl önce, dünyanın en uygar ülkelerinin bulunduğu
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Mezopotamya’nın zümrüt kadar yeşil vadileri kum
çöl­lerine çevrilmiştir. Zamanımız insanı, bu tarihsel
gerçeklerden hiç­bir zaman ders almamıştır. Yüksek
yaşam düzeyi ve uygarlık ide­alleri uğruna kendi yaşam temeli olan toprağı tahrip ve yok etmeyi sürdürmüştür. Hâlen, bütün dünyada bir yılda 24 milyar
tondan çok toprağın erozyonla yok olması, “Çölleşme Konferansları” ve “Dünya Zirvesi Toplantıları”nın
ardı arkası kesilmeden tekrarlanması, yukarıda varılan
yargının ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir.
Buraya kadar kısaca belirtilmeye çalışılan süreçler
ve zamanımızda 800 milyonun üzerinde insanın açlık
tehlikesinden etkilenmesi, toprağın insan yaşamındaki rolünün ve öneminin henüz tam anlamıyla kavranamadığının en açık kanıtıdır.
Toprak, her ulusun en değerli doğal kaynaklarından biridir. Ya­şamsal düzeyde işlevsel değerinden
dolayı, bu doğa verisinin eko­lojik ve ekonomik önemi
son derece yüksektir. O nedenle de, mut­lak surette
korunması gerekir. Ancak, bütün dünyada, bu gerçekler az veya çok bilinmesine karşın, toprak tahribatı ve
yok edilişi sü­rüp gitmektedir. Altyapı, yerleşim alanı,
sanayi kuruluşları, turistik tesisler için toprak, beton yığınlarına dönüştürülmekte, yasalara ve tekniğe aykırı
olarak hatalı yararlanmalarla, toprak israf edilir­cesine
hesapsız, plansız ve programsız kullanılarak tahrip
edilmektedir.
Bu durumda bizlere düşen nedir?
Sadık dostumuzu, toprak anamızı, bereket
kaynağımızı, vatanımızı, daha yakından tanımalı,
verimini arttırmalı, korumalı, yaşamını sağlamalıyız.
Bir kez daha düşünerek, Toprağımıza bilgiyle,
ilgiyle, sevgiyle bakalım. Yapılabileceklerin olduğunu göreceğiz.
Esin Çağlar
Tüm yaşıtlarım gibi evvelinde benim için sadece bir oyun aracıydı toprak. İliklerime kadar toprağa bulandıktan sonra “Üstün başın toprak içinde
kızım bu ne hâl?” sözleriyle tamamlanırdı günlük
Biraz daha zaman geçince Çanakkale
Savaşı’nda gazi olan dedemi anlattı babam, toprağın vatan olduğunu öğretti bana. “Bastığın yeri
toprak diyerek geçme tanı” düsturunu ezberletti.
Toprağı uğruna ölümü göze alan dedemle onur
duyduk hep. Ve, ne de olsa onun torunlarıydık,
gerekirse biz de yapabilirdik.
Bir gün öldü babam. Acı bedenimi sarsarken
sözleri kulaklarımda çınlıyordu. “Ölümden korkma, hepimiz, geldiğimiz toprağa geri döneceğiz
nasılsa...”
Sözleri kulaklarımda çınlarken verdim onu toprağa. Uzun müddet kavga ettim toprakla. Öleceğim sanıyordum o vakitler acıdan. Bu gam demlenerek bir kıvama ulaştı günün birinde. Gam ne
de olsa her daim pusuda bekler hayatlarda. Buna
fırsat vermemek lazım diye düşündümdü ben o
vakitler.
Binbir nefes geçmişti üstünden çocukluğumun, büyümüştüm artık. Sonra kader işte, işim
gücüm de toprak oluverdi bir gün. Çalışırken, kiminde bire bin veren topraklar gördüm, kiminde
üstünde sular çağıldayan topraklar, kiminde vuslat olan topraklar vardı, kiminde kabir olanlar.
45 •
DOSYA: TOPRAK
TRT Bu Toprağın Sesi Programı Yapımcısı, Sunucu
oyun maceram. Hiç dayak olmadı ama sağlam
azar işitirdim. Çamur akardı her gün üstümden.
Demek o zamanlardan farklıymış toprağa olan
sevdam. Sonra okul başladı, öğrettiler ki bize topraklar farklı farklıdır. Kumlu, kireçli, humuslu olur.
Yazları dayımların tarladaki toprağın hangi türden
olduğunu anlamak için epey uğraştığımı hatırlıyorum. Sonra babam bir gün karşısına aldı beni ve
hayat derslerim başladı böylece. İlkokuldaydım
daha “Kızım dikkat ediyorum sen seviyorsun tabiatı. Ama tabiat, bilhassa toprak, sadece bildiğin
kadar değil” demişti. Toprak aş’tı öncelikle. Zengin de olsan fakir de, sofrana gelen her şeyin yolu
bir şekilde topraktan geçiyordu babama göre.
Giydiğin her şeyin aslını topraktan alıyordun.
Sonra evinin, camının, duvarının bile toprakla bir
şekilde bağlantısı vardı. Isındığın güneşin, yağan
yağmurun, karın bile toprağa hürmeti vardı. “O
hâlde! Tabiatın dengesini bozmayacaksın” dedi
babam. “Sen de hürmet edeceksin!”
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Ama şunu öğrendim, toprağa düşenler eğer
ardında bir şeyler bırakmışlarsa ölmemiş gibiydiler. Belki meslek icabı bilmiyorum ama ben her
gün (en geniş anlamında söylüyorum tabii) toprağı
için bir şeyler yapan insanlar tanıdıkça çalışmanın, okumanın, hayat için emek harcamanın aslında ne kadar önemli olduğunu öğrendim.
Biliyorum, aslında tozpembe değil hayat. Dünyalılar saçmalıyor artık. Bir yerlerde kan suluyor
toprağı, bir başka yerde tuhaf bir keyif akıyor sınırlardan. Biliyorum, kolay değil hayat. Belki de
sınavların var. İş-güç telaşı var daha.
Bak, gördün mü toprak dedik söz nerelere
kadar geldi? Çünkü toprak aslında avuçlarımızın
içine alamayacağımız kadar geniş manalar içeriyor. Nereli olursak olalım bizler toprağın insanı, bu
toprağın sesiyiz.
Bestami Yazgan
Çocuk Edebiyatçısı - Edebiyat Öğretmeni
Bir tohum düşmeyegörsün kucağına, önce
onun korkusunu giderir şefkâtle, sonra okşamaya başlar sevgiyle. Sevincinden tohum çatlar ve
ümit filizlenir. Toprak, ihtiyacı olan gıdalarla besler,
yemyeşil yapraklarla süsler misafirini. Rengârenk
sebzeler, yanaklarında sıcak bir sevinçle gülümser toprağa. Alçak gönüllü toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur sebzelerin sevincine.
Bir fidan dikilmeyegörsün, toprak, heyecanla
sarılır köküne. Kırk yıllık dost gibi misafir eder fidancığı. Canından can, yüreğinden heyecan verir.
Yağmura, rüzgâra karşı durur arkasında; ister ki
fidanlar eğilmesin, kırılmasın. Aradan yıllar geçer;
elmalar al al, portakallar sarı sarı gülümser. Mutluluğun ve sevincin ışıltıları düşer toprağa. Onun
yerine kuşlar, cıvıltıyla karşılık verir. Dost canlısı
toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur meyvelerin
sevincine.
Bir çocuk doğuverse çığlık çığlığa, toprak, te-
• 46
laşlı bir hazırlığa başlar heyecanla. Mutluluktan sırılsıklam ıslanır, ümitlerle yeni baştan süslenir. Sevincini bölüşmek için gökkuşağını yardıma çağırır
çocuksu bir duyguyla.
Evet, bir çocuk doğmuştur, bir yıl sonra üzerinde yürüyecektir minicik ayaklarıyla. Onlar incinmesin diye çimenlerle süsler her yeri… Tıpış tıpış
yürüyen çocuğun ayak seslerini duyunca kalbi tıp
tıp atmaya başlar. Bir anne şefkâtiyle öpüp koklar
minicik ayakları…
Toprak alçak gönüllüdür, toprak dosttur, toprak
anne gibidir ama bir kaygı vardır içinde: “Üzerimde yaşayanlar beni ne kadar seviyor?” diye. Bir
gün güzel bir söz duyar, şöyle sıcacık, gönülden
kopup gelen bir söz: Anadolu. Sevinçten içi bir
hoş, mutluluktan gönlü sarhoş olur. O günden
sonra bir ana-evlat ilişkisi başlar ki tarihler anlatsa
bitiremez bu macerayı.
Evlatları canından çok sever toprağı. Hatta gerektiğinde canlarını kucağına tohum gibi serper,
kanlarıyla sularlar. “Alnından vurulup tam ercesine / Bir gül bahçesine girercesine” girerler kara
toprağa. Bu muhabbeti gören bir ozan, alır sazını
eline ve başlar söylemeye:
Yüz binlerce şehit ateş hattında,
Gül açtılar tekbir nakaratında.
Şehit yazıldılar Allah katında;
Ana bilip ak toprağı öptüler,
Gümbür gümbür zulme vuran kalptiler.
Anadolu ve vatan payesiyle coşan toprak, hiç
kimsenin görmediği yeni bir çiçek sunar evlatlarına: bayrak çiçeği.
Evet, toprağın üzerinde laleler, sümbüller, karanfiller, zambaklar açmaya devam eder ama bayrak çiçeği hepsinden alımlı, hepsinden güzeldir.
Çünkü bayrak çiçeği, toprağın yüreğinde yeşeren,
mavi göklerde açan hürriyet çiçeğidir. Yürekler
çarptıkça burcu burcu kokmaya devam edecek
ve bir daha solmayacaktır…
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Suavi Kemal Yazgıç
Şair
Toprak şekil verir. Bir kap gibi sarar, kuşatır,
sınırlar. Tarla olur, mahsül verir, besler. Toprak
anadır. Hem yaşarken hem de öldükten sonra
cömertçe kucak açar ve barındırır. Toprak gelip
toprağa giderken toprak üzerinde yaşarız ve su
ile toprağın birleşimi olan çamurdan yaratıldığımız
için toprağın şekliyle eşkalimiz belirir.
Aşık Veysel’in sadık yâridir o. “Karnın yardım
kazma ilen bel ilen/ Yüzün yırttım tırnağınan el
ilen/ Yine beni karşıladı gül ilen” der onun cömertliğini, vefasını ve şefkâtini överken. Mevlâna
Mesnevi’de nasihat ederken topraktan misal verir: “Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol
ki renk renk çiçekler bitiresin. Yıllarca gönüller yırtan, kalblere elem veren taş oldun; bir tecrübe et,
bir zaman da toprak ol!”
Toprak, Sezai Karakoç’un da duasıdır. “Tanrım duam şu ki her şey yeniden toprak olsun/ Su
toprak olsun İnsan toprak gibi duysun yeri/ Ay
toprak olsun / Topraktan kaçanı toprak tutsun/
Gün toprak olsun / Kabirler saltanatı toprak olsun /Yazı/Kitap/Ve söz toprak olsun” Doğu’nun
Yedinci Oğlu ise Batı’nın en görkemli şehrinin en
büyük meydanında kendini değiştiremesinler diye
Allah’a yakarır ve ilham ile olduğu yeri kazar ve
Hz. Âdem’in yasak meyveye uzandıktan sonra
dünyaya -toprağa, yani aslına- gönderilmesi gibi,
toprağa döner.
Toprak insana öyle misaller verir ki ibret almasını bileni olgunlaştırır. Hayatın faniliğini ve geçiciliğini, dirilişi, tevazuyu, cömertliği öğretir.
Ve daha bir çok şeyi.
Mustafa Uçurum
Şair, Edebiyat Öğretmeni
Bir seher vakti hafif yağmurdan sonra ayaklar değince toprağa insan yeniden dirilişe geçmiş olur. Toprak kokusu, yağmur ve hafif esen bir
rüzgâr. Yolunu kaybetmişler için yol göstericidir
toprak bir yol. Toza toprağa karışmış bir yolcunun
gideceği yer kalbidir. Toprak yollar uzar gider ve
bir bereket selamlar yola düşen herkesi.
Toprak demek bereket demektir. Bereket demek yeniden doğuşun ilk müjdesidir. Toprakla
birlikte her yer yeni bir doğuşu yaşar. Bahar mevsimin en güzel karşılığını topraklar sunar bize.
Toprak kokusuyla birlikte uyanırız, toprakla birlikte
bereketimiz artar.
Betonlar arasında sıkışmış bir kalp için bir avuç
toprak bile büyük nimettir. Metropollerde, yüksek
yüksek binaların arasında toprak kokusunu duymak için ne büyük arzular duyanlar vardır. Onlar
için toprağa değmek, toprağı hissetmek inanılmaz bir mutluluktur.
Topraktan uzak kalmamalı kimse. Sık sık toprağa bulamalı elini ayağını. Kızılderili Reisi Dinelen
Ayı; “Toprağımız bizim canımızdır. Hayvanlarıyla,
otlarıyla, böcekleriyle toprak bizim bir parçamızdır. Bizi bundan ayırmak istiyorlar. Biz canımızdan
nasıl ayrılalım.” diyor. Canımız gibi sarılmalıyız
toprağa. Bütün azalarımızı diriltmek için ve sanki
hayata kök salıyormuş gibi olmak için toprağı içimize çekmeliyiz.
47 •
DOSYA: TOPRAK
Dilde toprak hayatı ve ölümü bir arada barındırır. Askerde aynı yerden gelenler birbirinin toprağı olur. Toprak hem yakınlaşmanın, ünsiyet kurmanın hem de uzaklaşmanın mecazıdır. Ölümcül
hastalıklara yakalananlara toprağa bakıyor denilir.
Ölüp, gömülmek de bir tohumunkine benzer bir
güzergâh izlemek ve toprağa düşmek ile olur.
Defnettiklerimiz için toprağa verdik deriz. Toprak
hırlıyı da hırsızı da kabul eder bağrına. Kimseyi
reddetmez.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
EROZYONLA AŞINIP TAŞINIYORUZ...
FATMA ÜNAL
Dr., Sosyal Bilgiler Öğretmeni
Y
ılda bir milyar dört yüz milyon ton ve rakamla
1.400.000.000 ton/yıl … Bu on basamaklı sayı,
bu yıl ihraç edilen herhangi bir tarımsal ürünün
veya yeni bulunan bir metalik maden yatağından
elde edilmesi planlanan metal miktarı ya da kurulacak bir
demir çelik fabrikasının yıllık üretimi hakkında bir tahmin
değil. Çünkü bu çok basamaklı sayının ulaştırmaya çalıştığı
bilgi, üzerinde yaşadığımız bu ülkede yani bizim ülkemizde
her yıl toprak erozyonu sonucu kaybedilen verimli toprağın
miktarıdır. Bu topraklarla birlikte mineral ve organik madde
de kaybedilmektedir. Erozyonla kaybedilen bir başka değer
ise sudur. Kaybolan toprak yüzünden her yıl yaklaşık 50 milyar m3 yağış depolanamamaktadır.
Her yıl kaybedildiği düşünülen bu kadar toprakla Kıbrıs
Adası’nı 5 cm kalınlığında bir toprak katmanıyla örtebilir ya
da Ekvator enleminde dünyanın çevresini on yedi kez sarabilecek bir yük trenini veya 70 milyon kamyonu doldurabilirsiniz ama 1 cm kalınlığındaki toprağı 200-300 yıldan önce
elde edemezsiniz!
Fatma Ünal, Erozyonla Aşınıp Taşınıyoruz..., Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011,
ss. 48-51.
• 48
Tarımın önemli olduğu ülkemizde nüfusun hızla arttığını
da düşünürsek toprağın önemi daha iyi anlaşılır. Dünyada
olduğu gibi, Türkiye topraklarının en önemli sorunlarından
bir tanesi de toprak erozyonudur. Arazi eğimi, iklim, bitki örtüsü ve toprak özelliklerinin etkileşimi sonucu oluşan doğal
erozyon, insanın doğaya müdahalesi sonucu afet niteliğine
dönüşmektedir. Erozyon doğal ve beşerî faktörlerin etkisiyle
NİSAN 2011 - SAYI 134•
oluşur. Dış kuvvetler ve insanların çeşitli etkinlikleri
sonucunda yeryüzünün aşınması ve bu aşınan malzemelerin başka yerlere taşınmasına erozyon denir.
Bunlardan doğal erozyon yararlı bir olaydır. Çünkü
doğal erozyonda toprağın verimsizleşen üst kısmı
taşınırken dipteki ana kayadan daha genç toprağın
oluşmasına neden olur. Zararlı olan ve afet boyutuna
ulaşan erozyona ise hızlandırılmış veya toprak erozyonu denir. Amaç dışı arazi kullanımı, hatalı tarım
teknikleri, kent, sanayi, ulaşım ve benzeri yatırımların yanlış konumlanması süreci ise erozyonun hızını
arttırmaktadır. Afet nitelikli erozyon yetmezmiş gibi,
tarım arazileri, özellikle de verimli tarım arazileri, tarım dışı kullanımlarla açık bir saldırı ve talanla karşı
karşıyadır. 1978-1996 yıllarında amaç dışı kullanılan
tarım toprağı %33 artmış ve betonlaşarak elden çıkan verimli tarım toprağı 600 bin hektara, yani verimli alanların yaklaşık onda birine yaklaşmıştır.
İşlenen tarım alanların %75’inde (yaklaşık 20 milyon hektar) yoğun erozyon görülmektedir. Diğer bir
anlatımla Türkiye tarım alanlarının ancak 5 milyon
Erozyon, toplumsal sorunların artmasına da yol
açmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, tarım alanlarının
verimini azaltmaktadır. Doğduğu ve büyüdüğü yerde geçim şansı ortadan kalkan insanların, kentlere
göçmekten başka seçeneği kalmamaktadır. Köyden
kente göç ise altyapının yetersiz olduğu kentlerdeki
ekonomik ve toplumsal sorunları daha da ağırlaştırmaktadır.
Barajlar ve yeraltı suları da, erozyonun etkilerinden nasibini almaktadır. Yerinden kopup giden
topraklar, baraj göllerini doldurarak su depolama
hacimlerini azaltmakta ve barajların ömrünün kısalmasına neden olmaktadır. Erozyon sonucunda toprağın altındaki cansız tabaka (ana kaya) ortaya çıkmaktadır. Faydalı toprak katmanlarını kaybeden arazilerde çölleşme başlamaktadır. NASA’nın yaptığı bir
araştırmaya göre, erozyonun şiddetlenerek devam
etmesi hâlinde Türkiye’nin büyük bir bölümü yakın
bir gelecekte çöle dönüşecektir. Toprakları çölleşen
bir ülkenin temel sorunları, açlık, susuzluk, işsizlik ve
iç göç olacaktır.
Ülkemizde erozyonla kaybedilen toprak miktarı
49 •
DOSYA: TOPRAK
Türkiye, kara yüzeyinin %87’sinde çeşitli şiddetlerde erozyon cereyan etmektedir. Arazinin % 59’u
çok şiddetli ve şiddetli, %20’si ise orta şiddetli, %
7’si ise hafif şiddetli erozyonla karşı karşıyadır. Ülke
genelinde yaklaşık 67 milyon hektarlık bir arazide
toprak giderek yok olmaktadır. Erozyon büyük ölçüde tarım alanlarında yaşanmaktadır.
hektarlık bölümünde erozyon yoktur. Su ve rüzgâr
erozyonu tüm ülke topraklarının % 87’sinde cereyan
etmekte, rüzgâr erozyonu 506 bin hektarlık bir yayılımla daha çok kurak iklime sahip olan Konya ve
dolaylarında görülmektedir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ürkütücü olduğu kadar, erozyon
sonucunda karşılaşılabilecek sorunlar da bir o kadar ürkütücüdür.
Ancak bu durum bizi karamsarlığa ve paniğe sürüklememelidir.
Erozyonla mücadele etmek ve
ülkemiz topraklarının kaybını önlemek hiç de zor değildir. Neden
mi? Doğa, mağlubiyeti kolay kolay kabul etmez de ondan. Hepimiz asfalt ya da beton kaplı bir
alanda incecik bir çatlaktan fışkırıp güne merhaba diyen bir bitki
ile karşılaşmışızdır. Üzerinde hiçbir yaşam belirtisi görünmeyen bir
doğa parçasını başka hiçbir şey
yapmadan, sadece etrafını tel bir
çitle çevirerek kendi hâline bırakın. 3-5 sene sonra
yeşerdiğini, canlandığını göreceksiniz. Eğer aceleniz
yoksa 20-25 yıl sonra aynı alanın ormana dönüştüğünü de görebilirsiniz, eğer yakın çevrede, tohumunu buraya ulaştırabilecek orman ağaçları varsa tabi.
Toprak işleme, tohum takviyesi, sulama, gübreleme
gibi biraz destekle bu süreyi önemli ölçüde kısaltmak mümkündür. Bir kere bitkiler görülmeye başladı
mı toprağın üzerinde iş başarılmış demektir. Bitki, bir
yandan toprağı tutarak diğer yandan da toprağı üreterek, geçen zaman dışında, geri getirir yitirilenleri.
Erozyonla aşınıp taşınmamak için neler yapabiliriz? Ağaç dikmeliyiz, bitki örtüsünü korumalıyız,
çiftçilerimizi bilinçlendirmeliyiz gibi cevaplar hemen
hepimizin ilk aklına gelenlerdir. Peki, çocuklarımızla
evde, okulda, yaşadığımız çevrede neler yapabiliriz?
Bu sorunun cevabı ise çok daha önemlidir.
Erozyon daha doğrusu hızlandırılmış erozyon konusunda eğitim etkinliklerinde merak uyandırma, tanıma, sevme, bütünü görebilme ve bütünle parçalar
arasındaki yaşamsal bağın kurulabilmesi kilit öneme
sahiptir. Bilginin tümünde olduğu gibi, çözümlerin
tümünün de doğanın bizatihi kendinde gizli olduğu unutulmamalıdır. Eğitim etkinlikleri bu özü bulup
çıkarabilmeye yardımcı olabilmeli, doğayı bir kitap,
bir dershane ve bir laboratuar gibi değerlendirebil-
• 50
melidir. Toprağı tanıma ve sevme,
erozyon ile toprak arasındaki ilişkiyi kavrama, erozyonu önlemek
için çözümler üretme ve uygulamaya yönelik farklı aşamalardan
oluşan bir eğitim etkinlik önerisine
aşağıda yer verilmiştir. Bu etkinliği
çocuklarla birlikte yapmalısınız.
1. Toprağı Tanıyoruz
Etkinliğin bu aşamasında silindirik biçimli yüksekçe bir kavanoza, 1-2 yemek kaşığı şapa (baharatçılardan alabilirsiniz), kaşığa,
bir bardak su ve toprağa ihtiyacınız olacak.
Kavanozun içine 2,5 cm yüksekliğinde toprak koyunuz ve içine bir miktar şap
ekleyiniz. Şapın derinize değmesi zararlı değildir.
Ancak ağzınıza değmemesine dikkat etmelisiniz.
Çünkü fazla miktarda alınması vücudunuzda su kaybına yol açabilir. Şap, toprağı ayrıştırıcı bir madde
olarak etkiler. Topraktaki tanecikleri cinslerine göre
ayırıp ağırlıklarına bağlı olarak katmanlar oluşmasını
sağlar.
Kavanozu suyla doldurduktan sonra kapağını sıkıca kapatıp iyice çalkalayınız. Bundan sonra kavanozu dik duracak biçimde bir yere koyarak bir süre
bekletiniz. Kavanozun içindeki toprak katmanları
ayrıldıktan sonra gözlemlerinizi yapmaya başlayabilirsiniz. “Kavanozun içinde kaç katman oluştu? En
dipte ve üstte hangi katman var?” gibi soruların cevaplarıyla ilgili gözlemlerinizi kaydedebilirsiniz.
Kavanozun alt kısmında gördüğünüz gibi birçok
toprak türü 2-3 katmandan oluşur. Kavanozun üst
kısmında yüzen bir katman oluştu mu? Yüzen kısımda organik maddeler bulunur. Alt katmanların en üstünde kil, onun altında mil, en alttaysa kum bulunur.
Killi topraklar ıslanınca yapışkan hâle geçer; çünkü
suyu emerek içinde tutabilir. Kumlu topraklarsa suyu
geçirir yani tutamaz. Peki, siz toprağınızda bu durumla ilgili neler gözlemlediniz?
NİSAN 2011 - SAYI 134•
2. Toprakta Bitki
Canlanıyor
Etkinliğin bu aşamasında bir miktar tohumla
toprak buluşturulacak ve
tohumun canlanma süreci
gözlemlenecektir. Tohumun ekilmesi için ev ya
da okulun bahçesinde belirlenecek bir yer seçileceği gibi, geniş bir kaba toprak doldurularak da bir yer
hazırlanabilir. Bir miktar tohum (buğday, fasulye, nohut vb.) belirlenen yere ekilerek üzerine gerektikçe
su dökülür. Tohumun çimlenmesi, filizlenmesi süreci
gözlemlenerek kaydedilir. Çocukların toprakta bir
bitkinin canlanmasına şahitlik etmesi kadar, toprağa
ve bitkiye sahip çıkması da etkinliğin bu aşamasında
önemlidir. Bu da ancak toprağı, bitkiyi, doğayı sevmekle gerçekleşebilir.
3. Hangi Toprak Daha Çok Aşındı
Etkinliğin bu aşamasında daha önce tohum ekilen toprak büyüklüğünde bir yer daha belirlenir ya
da kap hazırlanır. Bu sefer toprağa herhangi bir tohum ekilmeyecektir. Tohum ekilen, üzerinde filizlerin olduğu toprak ile tohum ekilmeyen toprak aynı
eğimde olmalıdır. Bunun için belirlediğiniz yerin ya
da kabın bir yönünde hafif bir eğim (10̊ - 20̊ ) oluşturabilirsiniz. Bu iki yer ya da kaba, aynı miktarda
eğimin tersi yönünden hızla su dökünüz. Hangi yer
ya da kapta toprak daha fazla aşındı, eğim yönünde
sürüklendi? Bunun sebepleri neler olabilir? Toprakta bitkinin olması ve olmaması durumu sonucu nasıl
etkiledi?
4. Çözüm Nedir?
Etkinliğin dördüncü aşamasının sonucunda çocukların toprağı ve erozyonu tanıması, bitkinin var-
5. Toprağın Tohuma, Yeşile Hasretine Son
Verelim!
Etkinliğin bu aşamasında erozyonun çaresinin
olduğuna ve erozyonu önlemek için bireysel olarak
yapılabileceklere dikkat çekilecektir. Öncelikle toprağı tohumla buluşturup bu hasrete son vermek ve
bir çift yeşil yaprağın kıraç ve yorgun topraklar üzerine kanat germesini sağlamak bireysel olarak yapılabilecek en önemli eylem olduğu kabul edilmelidir.
Bunun için bir ağaç dikilebilir, hatta yenilen meyvelerin çekirdekleri 10 cm toprağın altına gömülüp biraz
su verilebilir.
Sonuç olarak; yukarıda önerilen etkinlik her yaş
ve mekânda çocuklarla birlikte kolaylıkla uygulanabilir. Etkinliğin aşamaları farklı yer ve zamanda da
yapılabilir. Bu etkinlikte olduğu gibi toprağı tanımak,
önemini kavramak ve sevmek, erozyonu önlemek için
çözümler üretmek ve uygulamak her bireyin sorumluluğudur. Özellikle çocukların bitki örtüsünün erozyonu engellediğini öğrenmesi, bitki örtüsünü koruması,
toprağın yeşile hasretine son vermek için çaba göstermesi, toprağına sahip çıkması erozyon sorununun
çözümünde en önemli adımlardan birisidir.
Kaynakça
Çepel, Necmettin vd., (2006). Erozyon, Doğa ve Çevre,
TEMA Yayınları, İstanbul.
Günay, Turhan, (2008). Orman Ormansızlaşma Toprak
ve Erozyon, TEMA Yayınları, İstanbul.
LHS GEMS, (1997). Terraium Habitats Teacher’s Guide.
www.cevreorman.gov.tr
www.dsi.gov.tr
www.tema.org.tr
51 •
DOSYA: TOPRAK
Etkinliğin bu aşamasında erozyon sorununun nedenleri, sonuçları ve çözüm yolları çocuklarla birlikte
belirlenir. Bunun için aşağıdaki balık kılçığı yöntemi
kullanılabilir. Bu yöntemde balık kılçığının bir tarafına
erozyonun nedenleri, diğer tarafına sonuçları yazılır.
Çözüm önerileri ise balığın ağzından çıkacak bir konuşma balonuna sıralanabilir.
lığının toprağı koruduğunu kavraması, erozyonu
önlemenin en önemli çözüm yolunun sorunun nedenlerini ortadan kaldırmak olduğunu kabul etmesi
sağlanmalıdır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ÇORAK TOPRAKLARIN ISLAHI
VE YÖNETİMİ
BÜLENT SÖNMEZ
Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi, Toprak Gübre ve
Su Kaynakları Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürü
GİRİŞ
D
ünyada toplam arazi yüzeyinin yaklaşık % 10’unu
kaplayan çorak topraklar tarımı etkileyen temel
sorunlardan birisi olduğu gibi, çevresel yönden
de bir dünya sorunu olarak kabul edilmektedir.
Bütün iklim kuşaklarında oluşabilen tuzluluk, kurak koşullarda daha fazla ve çabuk bir şekilde ortaya çıkar. Bu nedenle kurak ve yarı kurak iklim koşullarının egemen olduğu bölgelerde yaygın olarak bulunurlar. Tuzların kimyasal
yapılarının farklı olmasına bağlı olarak, değişik çevresel
koşullarda değişik tuzlu topraklar oluşur.
Kurak ve yarı kurak bölgeler dünyadaki toplam alanın
yaklaşık %46’sını kaplar. Bu iklim bölgelerinde sulanan
alanların yaklaşık % 50’sinde ise değişik düzeylerde tuzluluk sorunu vardır. FAO/UNESCO tarafından hazırlanan
raporlarda, Dünya Toprak Haritası verilerine dayanarak,
dünya genelinde 954 milyon hektar tuzdan etkilenmiş ve
üretkenliği kısıtlanmış toprak bulunduğu bildirilmektedir.
Bu tip sorunlu topraklar, Afrika’da 80.5 milyon, Avrupa’da
50.8 milyon, Avustralya’da 357.3 milyon, Amerika’da
Bülent Sönmez, Çorak Toprakların Islahı ve
Yönetimi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S.
134, Nisan 2011, ss. 52-56.
• 52
146.9 milyon ve Asya kıtasında 319.3 milyon hektar alan
kaplamaktadır. Birleşmiş Milletler’in çalışmaları çerçeve-
NİSAN 2011 - SAYI 134•
sinde elde edilen verilerden açık bir şekilde anla-
yaklaşık, sadece % 10 artabileceği, buna karşın
şıldığına göre, çoraklık ve beraberindeki sorunlar,
dünya nüfusunun iki katına çıkacağı ve bu artışın
Kuzey, Orta ve Güney Amerika’ da Doğu ve Gü-
büyük bir kısmının, tuzluluğun çok yaygın olduğu
neydoğu Asya’da özellikle Hindistan, Pakistan
dünyanın yarı kurak ve kurak bölgelerinde olması
ve Çin’de; Afrika’da Sudan, Mısır, Libya, Tunus,
konunun önemini göstermektedir. Çölleşme olu-
Cezayir ve Fas’ta ve Avustralya’da bir çok yerde
şumunda kısmen sulamanın etkisi, kısmen de bi-
ortaya çıkmakta ve giderek büyümektedir. Tuzlu-
yolojik çeşitliliğin azalması ile topraklarda sık sık
luğun önemli ölçüde arttığı ve ekosistemin olum-
ikincil tuz birikimi meydana gelmektedir. Bahsedi-
suz etkilendiği ifade edilmektedir (SZABOLCS, I.,
len olumsuz şartların birlikte etkisiyle çoraklık ve
1991). Kuzey Afrika’dan Güney-Batı Asya’ya olan
çölleşme oluşmaktadır. Türkiye’nin de dâhil olduğu
bölgede 3 milyon hektar sulanan alan potansiyel
dünyanın değişik bölgelerinde sulu tarımın başla-
tuzluluk tehlikesi altında, Doğu ve Güney-Doğu
masından sonra tuzluluk sorunu artmıştır. Bu so-
Asya’da çölleşme ve çoraklaşmanın birlikte oluşu-
runa bağlı olarak çölleşme de hızlanmıştır. Birçok
munun önüne geçilemez ise 7 milyon hektar alanın
ülkede “modern” sulama sistemleri, özellikle ye-
çölleşmesinin kaçınılmaz olacağı bildirilmektedir.
tersiz drenaj nedeniyle tarımsal alanların yaklaşık
Uygun olmayan sulama yöntemlerinin kullanıl-
%30’unu çoraklaştırmıştır.
ması ve drenaj yetersizliği, tuzlu toprakların olu-
TÜRKİYE’DE ÇORAK TOPRAKLARIN
şumunda insan faktörünün önemini gösterir. Daha
OLUŞUMUNA ETKİ EDEN FAKTÖRLER
fazla yiyecek talep eden ve sürekli artan bir nüfus
ile, dünyada verimli arazilerin bozulmasının aynı
zamanda ortaya çıkması, çorak toprakların oluşumunda insan faktörünün önemini gösteren diğer bir kanıt olarak sayılabilir. Yapılan bir tahmine
göre önümüzdeki 75 yıl içinde tarım arazilerinin
Türkiye, Doğu Karadeniz Bölgesinin haricinde
kurak ve yarı kurak iklim koşullarına sahiptir. Yağışlı bölgelerde topraktaki çözünebilir tuzlar, yağışlarla toprak içerisinde aşağıya doğru hareket ederek
yeraltı sularına ve daha sonra akarsularla denizlere
53 •
DOSYA: TOPRAK
Resim 1. Çölleşmenin derecesi belirli bir tuzluluk seviyesi ile ilişkili olup çölleşmenin derecesi çoraklığın derecesine bağlı olarak artmaktadır (İç Anadolu Bölgesi).
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Resim 2. Türkiye’deki tüm mevcut veriler çoraklığın oluşmasında iklim, drenaj, tarımsal işlemler ve toprak
karakteristiklerinin etkili olduğunu, bu faktörlerin etkilerini birbirinden ayrı olarak değerlendirmenin çok zor
olduğunu ortaya koymaktadır .
taşınırlar. Bu nedenle tuzlulaşma olayına genellikle
Tuzlu ve sodyumlu toprakların orijinleri ile ilgi-
yağışlı bölgelerde rastlanmaz ise de, bu bölgelerde
li Toprak Genesisi konusuna ait doğal nedenler
tuzlanmaya deniz kıyısındaki ırmak deltalarında ve
dışında, sulama, tuzluluğu ve sodyumluluğu ar-
denize yakın alçak arazilerde yer alan topraklarda
tırmaktadır. Artışın derecesi ise, sulama suyunun
rastlanır. Kurak bölgelerde tuzların yıkanması lokal
kimyasal bileşimi ile, miktarı ve toprak profilinden
bir özelliktedir. Çünkü böyle yörelerde yıllık yağış,
uzaklaştırılan drenaj suyu arasındaki dengeye
gerek toplam miktar, gerekse yıl içerisinde dağılımı
bağlıdır. Bunlar içerisinde kireç, jips ve diğer ya-
nedeniyle toprak içerisindeki tuzların yıkanmasına
vaş ayrışabilen toprak mineralleri vardır. Bunlardan
ve topraklardan uzaklaştırılmasına yeterli değildir.
ayrışan tuzlar, sularla arazilere taşınarak bitki kök
Böyle koşullar altında tuzlu taban suyunun yuka-
bölgesinde birikirler.
rıya doğru hareketi veya yüzey suyunun buharlaşması tuzlu toprakların oluşmasına neden olur. Kıyı
ve allüviyal ovalar, Orta Anadolu Platosu toprakları
çözünebilir tuz bakımından zengindir. Kıyı ovaları
hidromorfik allüviyal topraklar olup Orta Anadolu
Platosunda eski Lecustrine depozitlerle kaplı geniş
alanlar mevcuttur.
• 54
ÇORAKLIĞIN KONTROLU VE ISLAHI
Beyaz tuz kabukları tuzlu toprakların en belirgin özelliklerinden biridir. Üst toprak tuzlu olduğu
zaman tuz konsantrasyonuna bağlı olarak bu tip
topraklarda, halofitik bitki örtüsü görülmekte, arazi
NİSAN 2011 - SAYI 134•
çıplak ya da bitki örtüsü içinde yer yer çıplaklıklar
olur. Topraklarda tuzlulaşma, iyi bir drenaj sağlan-
bulunmaktadır.
madan önce toprağın sulanması ya da denetimsiz
Tuzlu toprakları iyileştirmenin esası, bitki kök
bölgesinde fazla çözünebilir tuzların yıkanarak bitkiler için zararlı olmayan düzeylere düşürülmesidir. Tarım arazilerinin çoraklaşmasını önlemek için
alınacak önlemler ve bunlara bağlı olarak sulama
suyu ve yıkama suyu uygulamaları, fiziksel, kimya-
sulama ile veya akarsulardan ve kanallardan oluşan sızmalardan da kaynaklanabilir. Ülkemizdeki
birçok sulama şebekesinde, su kayıpları sanılandan çok daha fazladır. Bu şekilde gelen tuzlar toprak profilinde birikerek tarımı olumsuz etkileyecek
niceliğe erişirler.
sal ve biyolojik işlemler ile son derece önemli bir
Bir toprak ya da bitki koşulu için sulamaya uy-
faktör olan insan faktörü tuzlu toprakların yöneti-
gun olmayan bir su kaynağı, başka bir toprak ve
minin esasını oluşturmaktadır. Toprakta tuz birik-
bitki koşulu için uygun hâle gelebildiği gibi, değişik
mesini önlemek için iyi bir arazi tesviyesi ve uygun
sulama yöntemi ile niteliğine göre daha az uygun
sulama yöntemleri kullanılmalıdır.
bir hâle gelebilir. Her sulama yönteminin belirli ya-
Toprak tuzluluğunun oluşmaması için bir diğer
etkili önlem, sulama ile birlikte uygun bir drenaj sisteminin kurulmasıdır. Sulanan arazilerde uygun bir
drenaj sistemi yoksa, sulama suyu ile toprağa eklenen tuzlar topraktan uzaklaştırılmaz. Bu sürecin
devam etmesi hâlinde tuzluluk sorunu kaçınılmaz
rarlarının yansıra zararları da vardır. Farklı koşullar çerçevesinde tava ve karık gibi yüzey sulama
yöntemleri ile yağmurlama ve damla sulaması gibi
yöntemler toprakta değişik şekillerde tuz birikimine
neden olurlar. Tuzluluğun kontrolunda sulama suyu
tuzluluğu da önemlidir.
DOSYA: TOPRAK
Resim 3. Lazer yönlendiricili ekipmanla iyi bir arazi tesviyesi toprakta tuz birikimini önler.
55 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Resim 4. Sulama yöntemi hem su kullanım etkinliğini hem de tuz birikimini etkiler.
KAYNAKLAR
SONUÇ
BEYCE, Ö., 1974. Experiences in the reclamation of
Dünyanın kurak bölgelerindeki kısıtlı su, toprak
saline and alkali soils and irrigation water qu-
ve bitki kaynakları arasındaki kırılgan ve hassas
alities in Turkey. FAO. Irrigation and Drainage
denge, sürdürülebilir tarım için çok iyi bir şekilde
Paper.
dikkate alınan stratejilerin geliştirilmesini gerekli
OAKES, H., 1954. The soils of Turkey. Republic of Tur-
kılmaktadır. Türkiye, kurak ve yarı kurak iklim ko-
key. Ministry of Agriculture. Soil Conservation
şullarına bağlı doğal etmenler ile tuzluluk, erozyon
and Farm Irrigation Div. Public. No:1
ve çölleşme sorunlarıyla çok fazla ve yaygın ola-
MASHALI, A.M. 1991. Management practices under
rak karşılaşmaktadır. Yanlış toprak ve su yönetimi
saline conditions. I.A.V. Hassan II-ISESCO.
toprak bozulmasına ve kaybına sebep olmaktadır.
Uygun olmayan sulama sistemleri aşırı su kullanımını artırmakta dolayısıyla tuzluluk, drenaj ve çevre sorunları ortaya çıkmaktadır. Yer altı ve yer üstü
su kaynakları hızla kirlenmektedir. Türkiye, küresel
ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu
ülkeler arasında olup küresel ısınmanın özellikle su
Plant Salinity Research. 213-230.
SÖNMEZ, B.; AĞAR, A.; BAHÇECİ, İ., MAVİ, A., 1996.
Türkiye Çorak Islahı Rehberi Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, APK Dairesi Başkanlığı,Toprak
ve Su Araştırma Şube Müdürlüğü Yayınları Yayın
No: 93 Ankara
SÖNMEZ, B. 2003. Türkiye Çoraklık Kontrol Rehberi. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Toprak ve
kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kurak-
Gübre Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Teknik
lık, çoraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı çevreyle
Yayın No: 33. Ankara.
ilgili bozulmalardan etkilenebilecektir. İklim deği-
SZABOLCS, I., 1991. Desertification and salinisation.
şikliği ve kuraklık nedeniyle son yıllarda Türkiye
I.A.V. Hassan II-ISESCO. Plant Salinity Rese-
gibi birçok ülke deneyim yaşamıştır. Küresel ısınma
arch. 3-18.
ve iklim değişiklerinin etkisinin giderek arttığı gü-
TOPRAKSU, 1980. Toprak Kaynakları İl Envanter Ra-
nümüzde, yeni teknolojilerin uygulanmasında bilgi
porları. TOPRAKSU Genel Müdürlüğü Yayınları
eksikliğine bağlı işletme zafiyeti oluşmamalıdır.
ANKARA
• 56
NİSAN 2011 - SAYI 134•
TOPRAK EROZYONU, OLUŞUMU VE
KORUYUCU ÖNLEMLER
HİCRETTİN CEBEL
Ziraat Yüksek Mühendisi
SUAT AKGÜL
Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi
T
oprakların su, rüzgâr, buzul, dalga ve yerçekimi ile
çığ gibi çeşitli atmosferik faktörlerle aşınıp yerinden
uzaklaştırılmasına erozyon denir. Kelime anlamı ile
Latince “Erodere” kelimesinden dilimize çevrilmiştir.
Kayaların ve bitkilerin doğa koşullarında fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerle ayrışması sonucu topraklar, çeşitli
erozyon faktörleri ile oluştukları yerden aşınır, taşınır ve birikirler. Yurdumuzda birim alandan alınan verim gün gittikçe
düşmekte, özellikle meyilli tarım alanlarında yararlı üst toprak yağmur ve rüzgârla kolaylıkla taşınabilmektedir. Meyilli
tarım alanlarında yapılan tarımsal işlemler (sürüm, ekim vb.)
toprak ve su muhafazasına uygun yöntemlerle yapılmadığı,
yapılamadığı, diğer alanlarda da gerekli koruyucu tedbirler
alınmadığı için topraklar bilgisiz ve hoyratça kullanılmakta,
böylece erozyon olayı meydana gelmektedir. Bitki gelişmesinde üst toprak; organik maddece zengin, kuvvetli yapıda,
su ve köklerin kolayca dağıldığı, beslendiği yerdir. (A horizonu) erozyonla üst toprak giderse, yerini alt toprak kalarak
(B horizonu) bu toprak katı, daha sert ve sıkıdır. Humusça
yoksul olup kökler ve su kolaylıkla geçemez. Bu nedenle
ürün verimi % 50- 80 oranında düşer. Bunun içindir ki üst
toprağın korunması, toprak su muhafazası yönünden çok
önemlidir.
57 •
DOSYA: TOPRAK
Hicrettin Cebel, Suat Akgül, Toprak Erozyonu,
Oluşumu ve Koruyucu Önlemler, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 57-61.
1. EROZYON
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
2. EROZYON OLUŞUMU
2.5. Mekanik Erozyon
2.1. Jeolojik (Doğal, Normal) Erozyon
2.5.1. Toprak Zerrelerinin Ayrılma ve Taşınmaları
Erozyonun uzun yıllar içinde, doğal koşullarda
oluşmasıdır. Diğer bir deyişle doğal bitki örtüsü altındaki toprağın su, rüzgâr ve yer çekimi gibi faktörlerle aşındırılmasıdır. İnsan müdahalesi olmamış
alanlarda, jeolojik zamanlarda, ana maddeden toprak oluşum hızına eşit veya daha az bir hızla oluşur.
Yeryüzünde görülen ovalar, vadiler ve taban araziler
milyonlarca yıl süregelen jeolojik zamanlardaki erozyon sonucunda oluşmuşlardır.
2.2. Hızlandırılmış Erozyon
Doğal koşullarında oluşmuş bitki örtüsü, insanların bilinçsiz kullanması sonucunda zayıflatılıp yok
edilerek toprağın erozyona uğraması hızlandırılmış
olunur. Erozyon, toprağın oluşumundan daha hızlı
olduğu için doğal denge bozulur. Toprak aşınır, bitki
besin maddelerince yoksullaşır, toprak sığlaşır, bitki örtüsü zayıflar, böylece erozyonun hızı artar. Bu
şekilde birbirinin neden ve sonucu olan ve birbirini
kovalayan iki olay, doğa koşullarında hızla devam
etmektedir. Hızlandırılmış erozyon olarak isimlendirilen bu olay, rüzgâr, su ve kütle erozyonu olarak üç
kısımda incelenir.
2.3. Su Erozyonu
Toprak üzerinde, meyil yönünde hareket eden
yağmur ve eriyen kar sularının toprak zerrelerini organik materyali ve suda eriyebilen bitki besin elementlerini bulunduğu yerden koparması, taşınması
ve depolanması olayına su erozyonu denir.
2.4. Kimyasal Erozyon
Yağışlı ve kurak bölge topraklarında infiltrasyon
ve kapilarite nedenleriyle bitki besin maddelerinin
çözülebilir tuzların yıkanarak veya rüzgâr ile sürüklenerek taşınması olayıdır. Geçirgenliği düşük ve
eğimli toprak profillerinde su eriyik ve yarı eriyik bitki
besin eğim yönünde taşıyarak verimsizleşmeğe neden olur.
• 58
1.1.1.1 Damla Erozyonu
Yağmur damlaları çıplak toprak yüzeyine hızla
vurarak toprak zerrelerini bağlı bulunduğu kümeden
çözüp koparmaları, oynatmaları ve harekete hazır
hâle getirmeleri olayıdır. Kopan zerreler, suyla birlikte
değişik açılarla havaya sıçrar. Toprak yüzeyi meyilli ise, meyil yönünde sıçrayan zerreler yatay olarak
hareket etmiş olurlar. Damlaların aşındırma etkinliği,
yağışın yoğunluğu, hızı ve damların iriliğine bağlıdır.
Damlanın enerjisi ise, ağırlığına, büyüklüğüne, biçimine, hızına ve yönüne bağlıdır. Damladaki bu enerji toprak zerrelerinin koparılmasını sağlayan başlıca
faktördür. Eğer yüzey bitki ve organik artıklar ile kaplı
ise enerji kırılır ve böylece de damla aşındırması olmaz.
1.1.1.2 Yüzey Erozyonu
Çıplak ve meyilli arazilerde, yağmur damlasıyla yerlerinden koparılan toprak zerrelerinin, yüzey
akışla beraber ince bir tabaka hâlinde taşınmasıdır.
Yağmurun düşüş hızının, toprağın infiltrasyon hızından fazla olması hâlinde, sızmayan su, meyil yönünde akıma geçerek, yüzey erozyonu oluşturur. Yüzey
erozyonun koparma gücü yoktur. Ancak, kopmuş
ince parçacıkları taşır. Böylece toprağın üst horizonları taşındığı için bitki gelişmesini engelleyecek şekilde besin maddelerinin azalmasına ve toprakların su
tutma kapasitelerinin düşmesine neden olur. Yüzey
erozyonu, ince toprak katının taşınmasını gözle takip etmek mümkün değildir. Etkileri uzun süre sonra
ince parmakcıklar hâlinde ortaya çıkar. Fakat sürümle izler kaybolur.
1.1.1.3 Parmak (Oluk) Erozyonu:
Meyilli arazilerde, yüzey akışa geçen suların
erozyona hassas toprakları gözle görülebilir derecede koparılıp küçük kanalcıklar hâlinde taşınmasıdır.
Meyil yönünde oluşan bu kanalcıkların derinlik ve
genişliği; toprağın fiziksel özelliklerine, meyil uzunluğuna ve derecesine göre değişir. Bazen, toprağın alt
horizonlarına kadar inebilen bu kanalcıklar sürümle
kaybolur.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
1.1.1.4 Oyuntu (Yarıntı) Erozyonu
Parmak (oluk) erozyonu için gerekli önlemler alınmaz ise, kanalcıklar daha çok derinleşip (60-90 cm)
genişleyerek (3-5 cm) sürümle yok edilemeyecek
boyutlara ulaşan oyuntular (yarıntılar) oluşur. Böylece daha çok toprak ve su erozyonuna sebep olan bu
oyuntular, alt toprağın yapısına göre V ve U şeklinde
olurlar. Alt toprak sert yapıya sahipse, oyuntular V
şeklini, löslü topraklarda, alüviyum ovalarda, granit
veya gnaystan oluşan bitki örtüsüz arazilerde ise genel olarak U kesitli derin oyuntu oluşur.
1.1.1.5 Akarsu Erozyonu
Sürekli akarsuların, yatak içinde tabanını oyması ve kıyılarda yatay olarak yatağı aşındırmalarıdır. Akıntı içinde taşınan zerreler ve iri parçalar, asıl
hâlde sıçramayla ve sürüklenerek üç şekilde hareket
ederler.
3. TOPRAK EROZYONUNA KARŞI ALINACAK
ÖNLEMLER
Toprak ve su muhafazasının amacı, her çeşit iklimde, her türlü koşullarda, fiziksel, kültürel ve bitkisel yöntemler ile çalışmalar yaparak toprağın yetiştirme gücünü, üretkenliğini devamlı kılmaktır. Bitki
toprak ve su dengesinin bozulduğu yerlerde, topraklarımızda etkin koruma yöntemleri uygulanır.
3.1. Bitkisel Tedbirler
Bitki münavebesi: İki veya daha çok bitki türünün aynı yerde birbirini izleyerek yetiştirilmesi olarak
tanımlanır. Erozyon sorunu olan yerlerde, çapa bitkilerini olanaklar ölçüsünde azaltmak, yerine baklagil
ve çayır otları tarımını arttırmalıdır. Ayrıca toprak sık
sık işlenmemelidir. Sık işlenen toprakta oksitlenme artar ve toprak yapısı bozulur. Sonuçta organik
madde kaybı olur, sonuçta, erozyon sorunu artar.
Anız Örtülü Ziraat: Tarımı, bitki (hububat) kalıntılarını kültür arazisi üzerinde yeniden (hububat) bitki ekilebilmesi için bir yıl müddetle muhafaza etme,
toprağı hazırlama yöntemidir. Amaç, toprağı dinlendirmek, besin maddesi ve rutubet biriktirmektir.
Bitki artığı olarak, tahılgillerin sap samanı, mısır-darı
sorgum ve tütün bitkilerinin gövde ve dalları, patates dal-yaprakları, fasulye ve bezelyenin toprak üstü
kısımları kullanılır.
3.2. Kültürel tedbirler
Araziyi kabiliyetine göre kullanmak: Toprak
muhafaza tedbirlerinin birinci ilkesi, her araziyi doğal
yeteneğine uygun kullanmaktır. Düz derin topraklı
araziler her çeşit kullanışa ayrılırken çok sığ topraklar ve dik meyiller, toprak işlemeye alınmaz.
Kontur Tarım: Meyilli tarla, mera arazilerinde
toprak işlemenin meyile dik yönde (kontur) yapılmasına denir. % 1-8 meyillerde, orta geçirgen II. sınıf topraklarda uygulanır. Yağışlı bölgelerde ve dik
eğimli, geçirimsiz topraklarda uygulanmaz. Bu sayede yüzey akışlarının hızı kesilir ve sürüm karıkçıklarında tutulması sağlanır. Bunun yanında tohumluk
ve bitki besin maddelerinin taşınması önlenir, verim
miktarı artırılır.
Şeritsel Ekim: Su ve rüzgâr erozyonunun problem olduğu tarım alanının tesviye eğrileri yönünde dar şeritler hâlinde kullanılmasıdır. Amaç meyil
uzunluğunu şeritlerle kesmek ve erozyon zararlarını
azaltmaktır. Şeritsel ekim % 10-15 meyilli tüm tarım
arazilerinde 15 - 50 metrelik şeritler hâlinde uygulanabilir.
3.3. Fiziksel Tedbirler
Bitkisel ve kültürel toprak muhafaza yöntemleriyle kontrol altına alınmayan arazilerde, fiziksel koruma yöntemi uygulanır.
59 •
DOSYA: TOPRAK
Çayır ve meraların ıslahı: Meraların aşırı otlatma
yapmadan ve bunun sonucu olarak toprak, su erozyonuna sebep olmadan, daimi bir bitki temin edecek
şekilde kontrollü otlatılması gerekir. Her yıl bir bölüm
sonbahara kadar otlatılmayarak bütün otları tohum
bağlanması ve örtünün böylece kendi kendini yenilenmesi sağlanmalıdır.
Örtü ve yeşil gübre etkileri: Toprak erozyonunu
önlemek, toprak verimliliğini artırmak, organik maddece zenginleştirmek amacı ile ekilen tahılgiller, çayır otları ve baklagil bitkilerine örtü bitkileri denir. Bu
bitkilerin toprak üstünde bulunması yağmur damlasının çarpma tesirine karşı toprağı korur. Yağmur
sularını tutar ve yüzey akışı azaltır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
3.3.1. Teraslar
Fiziksel tedbirler arasında en önemlisi teraslardır.
Meyilli yerlerde, yüzeysel akış sularını erozyon oluşturmadan akıtmak veya toprağa sızdırmak amacı
ile düzeç eğrileri yönünde oluşturulan toprak sırt ve
kanallara denir. Kontur tarımsal işlemle şeritsel ekim
gibi yöntemle kontrol altına alınamayan arazilerde
etkin toprak muhafaza tedbirleridir.
3.3.2. Çevirme kanalları
Üst kotlardaki araziden gelecek yüzey akışları toplayıp güvenlikli bir su çıkış yatağına götüren
kanallardır. Çevirme kanalları ile daha aşağıdaki iyi
araziler, köyler, kentler, çeşitli tesisler vb. yukardan
gelecek yüzey akışların zararlarından korunur. Çevirme kanalı terası hendeği veya kuşaklama olarak adlandırılır. Hesaplamada yağışların 10 yıllık tekerrürlü
24 saatlik maksimum miktarları alınır. Kanal uzunluğu 500 m’yi geçmemeli ve otlandırılmalıdır.
• 60
3.3.3. Otlu su yolları:
Teraslara, çevirme kanalarına, tarla içi sulamalara
ve drenaj tesislerine tahliye yeri sağlayan otla kaplı
tesislerdir. Arazi içindeki yarıntılar, çeşitli su çıkış yollarının yayvan bir kesit aldırılıp otlandırılarak, yüzey
akış sularını, erozyon yapmayacak bir hızla araziden
uzaklaştıran tesislerdir. Otlandırmada çabuk gelişen
(çayır otları, baklagiller, arpa yulaf) bitkiler kullanılır.
Kurak dönemlerde otlar biçilir ve otlatılır.
3.3.4. Rezervuarlar (Gölet, Bent)
Derelerin önü toprak dolgu bir gövdeyle kesilerek
depolama hacmi sağlanır. Gövdenin yanına gelecek
büyük taşkınları geçirmek üzere bir taşkın savağı
konur (dolu savak). Böyle bir yapı ile hem derenin
suyu hem de taşıdığı mil ve moloz gibi ince ve kaba
materyal tutulur. Derenin bir bölümü kontrol altına
alınarak aşındırma önlenir.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
DOSYA: TOPRAK
61 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
TÜRKİYE’DE EROZYON SORUNU
NEDENLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
ORHAN DOĞAN
Prof. Dr. TEMA Vakfı Genel Müdürü
D
oğal üretim varlıklarımızın bilinçsiz ve hoyratça
kullanılması, topraklarımızın erozyon ile aşınmasına, üretim kapasitelerinin düşmesine, çoraklaşmaya ve ekosistemin bozulmasına neden
olmaktadır.
Arazi kullanım planlaması ve buna bağlı olarak tarımsal
üretim planlamasının eksikliği ve/veya yetersizliği ve toprak,
su varlığımızın kullanılması, korunması ve geliştirilmesine
yönelik yasal, yönetsel ve kültürel önlemlerin yeterince alınamaması, çok önemli sorunlar oluşturmakta ve ülkemizin
giderek çölleşmesine neden olmaktadır.
Her yıl denizlere, rezervuarlara ve başka ülkelere taşınan
yaklaşık 743 milyon ton verimli üst toprağın, kesinlikle alınacak önlemlerle, kabul edilebilir düzeye indirilmesi gerekmektedir.
Bunun için ekolojik şartlara göre optimum işletme büyüklüklerinin bir daha verasetle bölünemeyecek biçimde
belirlenmesi, arazi toplulaştırma çalışmalarının ülke genelinde yaygınlaştırılması, mera, kışlak, yaylak ve otlakların
amenajmanının yapılması, sürdürülebilir tarımın kurallarına
uygun biçimde uygulanmasının sağlanması, arazilerin yete-
Orhan Doğan, Türkiye’de Erozyon Sorunu Nedenleri
ve Çözüm Önerileri, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 62-69.
• 62
neklerine göre kullanımının gerektirdiği tedbirlerin alınması
kesinlikle zorunludur.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
1. GİRİŞ
yıl olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemizde en önemli çevre sorunu niteliğinde
Yanlış arazi kullanım sonucu ise dünya arazileri-
olan ve insanımızı açlığa, yoksulluğa, susuzluğa ve
nin % 26’sı (1.230 milyar ha) tahrip olmaktadır. Bu
göçe zorlayan toprak erozyonu çok önemli bir eko-
problemin ortaya çıkmasında ilk sırayı % 34.5 ile
lojik sorundur. Her yıl ortalama kaybolan 743 milyon
aşırı otlatma almakta bunu sırasıyla ormansızlaşma,
tona yakın verimli topraklarla birlikte yaklaşık 9 mil-
yanlış tarımsal faaliyetler, toprağın yanlış kullanımı
yon ton bitki besin maddesi de yitirilmektedir. Bu
takip etmektedir. Bunun yanında dünya genelinde
özelliği ile de erozyon, toprağında yaşamsal döngü-
kuru tarım alanlarının % 70’i çölleşme ve arazi bo-
lerinin bozulmasına, ekosistemin ve toprakların ve-
zulmasıyla karşı karşıyadır. Her yıl 60 bin km2 alan
rimliliklerinin azalmasına neden olmaktadır. Çünkü
çölleşmektedir. İnsan etkisiyle çölleşen alan miktarı
yüzey akışlar ile taşınan bitki besin maddeleri(gübre
ise 48.3 milyon km2 ye ulaşmış ve bu alanlarda ya-
dahil) ve pestisitler akarsuların, göllerin, barajların ve
şamak için mücadele eden 900 milyon insanı doğru-
denizlerin kirlenmesine sebep olmaktadır.
dan etkilemektedir.
Ülkemizde erozyonun temel kaynağı doğal var-
Türkiye’mizde 57,6 milyon hektar alanda eroz-
lıklarımızın tahrip edilmesidir. Ülkemizin % 14’ünde
yon çok önemli boyuttadır. Ülkemizde, bir kilomet-
hafif düzeyde, % 20’sinde orta derecede ve %
relik alandan oluşan ortalama yıllık toprak kaybı;
63’ünde ise şiddetli ve çok şiddetli derecede eroz-
Avrupa’da oluşan kaybın 10 katı, Avustralya’da
yon görülmektedir.
oluşan kaybın 3 katı ve Amerika’da oluşan kaybın
Erozyona uğrayan topraklarımızın % 99’u su
erozyonundan, geriye kalan % 1’i de rüzgâr erozyonundan etkilenmektedir.
Dünyada işlenebilir toplam tarım arazisi 3 milyar
200 milyon hektardır. Bu miktarın 1 milyar 475 milyon hektarında işlemeli tarım yapılmaktadır. Son yıllarda kişi başına tarım arazisi gelişmiş ülkelerde %
14.3, gelişmekte olan ülkelerde ise % 40 azalmıştır.
Uluslararası Tarım Örgütü FAO’ya göre 2020 yılında
dünya nüfusu 1.7 milyar artarak 7 milyara ulaşacak-
2 katıdır.
Türkiyede erozyonla oluşan toprak kaybı dünyada oluşan erozyonun 33’te biridir. Başka bir deyimle
dünyada kişi başına düşen erozyonla yitirilen toprak
miktarı yılda 4 ton iken, ülkemizde maalesef 10 tondur.
Çeşitli nedenlerle degrade olmuş (bozulmuş) arazi miktarının tüm arazi alanına oranı:
Avustralya’da % 16
tır. Bu durumda kişi başına düşen tarım arazisi 2000
Avrupa’da % 25
yılında 0.23 hektar iken, 2050 yılında 0,5 hektara dü-
K. Amerika’da %26 iken
şecektir.
İnsan nüfusunun bu derece artması beraberinde
arazi bozulması açısından çok büyük sorunları da
meydana getirecektir. Dünyadaki karaların % 15’i,
insanların yanlış faaliyetleri sonucu doğal üretkenliğini kaybetmiştir. Yapılan çalışmalar sonucu dün%12.5’i kimyasal, % 4.2’si fiziksel degradasyona
uğramıştır. Bütün bunların sonucunda dünya genelinde yerinden taşınan toprak miktarı 0.5-2.0 t/ha/yıl
ve kaybolan toplam toprak miktarı ise 24 milyar ton/
Tarımın dünyada ilk kez başladığı, medeniyetin
de beşiği kabul edilen Anadolu’muzda doğal varlıkların düzensiz ve aşırı düzeyde işletilmelerinin doğurduğu sorunları; erozyon, taşlılık, yaşlık (drenaj),
çoraklık (tuzluluk ve alkalilik) ve toprak kirliliği gibi fiziksel sorunlar ve ekolojik şartlara göre optimum işletme büyüklüklerinin belirlenmemesi, arazi kullanım
planlamasının olmaması, toprak korumalı tarımın
uygulanmaması, mülkiyet dağılımındaki düzensizlik,
üretim planlamasının olmaması, miras hukukunda-
63 •
DOSYA: TOPRAK
ya arazi varlığının % 83.7’si su ve rüzgâr erozyonu,
TÜRKİYE’de % 80’lere ulaşmaktadır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Orman ve Makiliklerin % 54’ünde (12.6 milyon
ki yanlışlık vb. sosyo-ekonomik sorunlar olarak ana
hektar)
başlıklarla özetlemek mümkündür.
2. TÜRKİYE’DE TARIM, ORMAN VE MERA
Ülkemizde, aslında VI. ve VII sınıf arazilerin or-
ARAZİLERİNDE EROZYONUN BOYUTLARI
Ülkemizde yaklaşık olarak 27.7 milyon ha işlemeli tarım, 21.7 milyon hektar çayır ve mera 21.2
milyon hektar orman, çalı ve fundalık arazi mevcuttur. Cumhuriyet’in başlangıcından günümüze kadar
tarım arazileri mera ve orman arazileri aleyhine 2,5
man rejimi dışındaki kısımlarının meraya ayrılması
gerekirken, bu alanlarda tarım yapıldığı, bazı durumlarda I. – IV. Sınıf arazilerde mera rejiminin uygulandığı da bir gerçektir. Bu nedenle mera alanlarımızdaki toprak ve su koruma sorunları çok daha önemli
boyutlara ulaşmıştır.
kat artmıştır. Tarım işletmeleri sayısı ise 4 kat artarak
Bu konudaki çalışmalara bakıldığında toprak iş-
4 milyonu aşmıştır. Daha önce hane başına 77 dekar
lemeye elverişli olan 2,9 milyon ha arazi mera alanı
arazi düşerken bu miktar bugün 59 dekar/hane’ye
olarak kullanılmaktadır. Bunun tam tersi olan 6 mil-
kadar düşmüştür.
yon hektar arazi mera ve orman arazisi olması gere-
Mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce ya-
kirken bu alanlar tarıma açılmıştır.
pılan toprak etütlerine göre; 15.6 milyon hektarda
3. ÜLKEMİZDE EROZYONU OLUŞTURAN
diğer bir deyişle toplam alanımızın % 20’sinde orta
BAZI NEDENLER
derecede, 28.3 milyon hektarında (% 36) şiddetli ve
3.1 İklim Özellikleri ve Topografik Yapı
13.2 milyon hektarında (% 17) çok şiddetli derecede
su erozyonu belirlenmiştir. Rüzgâr erozyonu alanları
ise 0.5 milyon hektara yakındır. Görüldüğü gibi ülkemiz topraklarının % 73’ü ileri derecelerde erozyona
uğramıştır. Erozyon görülmeyen arazilerimiz ancak
% 14 civarındadır. Arazilerimizin kullanma yeteneklerine göre erozyon durumları Tablo 1’de verilmiştir.
Çeşitli kullanım altındaki arazilerde belirlenen
erozyon miktarları ve yüzde değerleri aşağıda verilmiştir.
İşlenen Tarım Alanlarının % 59’unda (16.4 milyon
hektar)
Ülkemiz kurak ve yarı-kurak iklim kuşağında yer
almaktadır. Bu nedenle yağışlar genelde yetersiz ve
dağılımı da çok düzensizdir. Kış yağışları hâkimdir.
Yıllık yağış dağılımı 250 ile 2.500 mm arasında değişmekte ve aşındırma güçleri 15-481 ton-m/ha arasında bulunmaktadır. (Bu ifadenin anlamı; yağışlarımız bölgelere göre 15 ile 481 ton toprağı bir metre
yüksekliğe kaldıracak kadar enerjiye sahiptir.)
Türkiye’de yükselti, deniz seviyesi ile 5165 metre
(Ağrı Dağı) arasında dağılım göstermektedir. Ortalalama yükselti 1132 metre civarındadır. Bu nedenle
ülkemiz topografik yönden oldukça dağlık bir yapıya
Mera Alanlarının % 64’ünde (12.8 milyon hektar)
sahiptir ve dik, sarp eğimler yaygındır (Tablo 2). Top-
Tablo 1. Türkiye’de Erozyon Alanı (ha)
Erozyon Derecesi
İşlemeli Tarıma
Uygun II-III-IV.
Sınıf Arazi
Orta
Şiddetli
Çok Şiddetli
13.780.260
2.077.270
1.930
İşlemeli Tarıma
Uygun Olmayan
V-VI-VII. Sınıf
Arazi
1.812.215
26.257.668
13.219.548
TOPLAM
15.859.460
41.289.431
Rüzgâr Erozyonu
465.913
• 64
TOPLAM
%
15.592.475
28.334.938
13.221.478
27.4
49.6
23.0
57.148.891
100
465.913
NİSAN 2011 - SAYI 134•
raklarımızın % 35.7’si, % 0-12 arasında, geri kalanı
(%2’den fazla) düzeydedir. Organik maddenin azal-
ise % 12’den daha fazla bir eğime sahiptir. Gerekli
ması toprakların aşınma duyarlılığını arttırmaktadır.
önlemlerin alınmaması nedeniyle az eğimli araziler-
Ülkemiz toprakları; erozyona çok hassas bir yapı ve
de yüzeysel erozyon, yamaç alanlarda da oluk ve
özellik göstermektedir.
oyuntu erozyonu mevcuttur.
3.4 Teknik Nedenler
3.2 Etkili Toprak Derinliğinin Yetersizliği
Kültür bitkilerinin köklerinin su ve bitki besin
maddelerinden yararlanabildiği etkili toprak derinliğine göre topraklarımızı sınıflandırdığımızda arazilerimizin;
1. Arazilerin yeteneklerine göre kullanılmaması,
2. Ormanların çeşitli nedenlerle tahrip edilmesi,
3. Eğimli tarım arazilerinde erozyona karşı gerekli
önlem alınmadan tarım yapılması,
4. Meraların düzensiz, kontrolsüz, zamansız ve
29 milyon hektarının 0-20 cm
24 milyon hektarının 50-90 cm
ağır biçimde otlatılmaları ve gerekli ıslah tedbirlerinin
alınmaması (meralarımızda 3 ha alanda 1 büyük baş
hayvan otlatılması gerekirken, 1 ha’da 3 büyükbaş
9 milyon hektarının 50-90 cm
11 milyon hektarının 90 cm’den daha fazla derinliğe sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Görüldüğü gibi
her türlü bitkisel üretime elverişli toprak derinliğine
sahip arazi miktarı yalnızca 11 milyon hektardır.
Eğimin dik oluşu, erozyon sorununun etkin biçimde çözümlenemeyişi, yanlış arazi kullanımları,
hayvan otlatılmaktadır.),
5. Gerekli bitkisel, kültürel ve fiziksel toprak muhafaza tedbirlerinin yeterince alınmaması vb.
3.5 Sosyo – Ekonomik Nedenler
1. Arazilerin mülkiyet dağılımının düzensizliği
yağışların düzensiz dağılımı, erozyon potansiyelinin
2. Arazi toplulaştırmaya yeterince girilememesi,
değişkenliği gibi iklim faktörlerinin etkileri sonucu
3. Arazilerin büyük bölümünün kiracılıkla işletil-
toprak derinlikleri giderek azalmakta, tarımsal üretim
mesi, bu nedenle modern tarım teknolojisine yete-
düzeyi de düşmektedir.
rince önem verilmemesi,
3.3 Topraklarımızın Organik Madde Yönünden
Fakir Oluşu
4. Tarımsal işletmelerin küçülmesi ve çok parçalı
hâle dönüşmesi.
Topraklarımızın % 64’ü organik maddece fakir
Toprak varlığımızdaki fiziksel sorunların yanı sıra,
(%1’den az), % 22’si orta (%1-2), % 14’ü ise yeterli
arazi kullanma şekline ve tarım arazilerinin tarım dışı
Tablo 2- Türkiye’deki Eğim Dağılımı
Eğim (%)
Yayıldığı Alan (ha)
Toplam Alana
Göre (%)
AÇIKLAMA
0-2
9.704.097
11.8
Tarıma çok elverişli
Hafif
2-6
8.476.067
10.3
Tarıma elverişli
Orta
6-12
10.514.253
13.6
Kısmen ve önlemle tarıma
elverişli
Dik
12-20
10.747.597
14.7
Yoğun önlemle tarıma elverişli
Çok dik
20-30
13.368.866
17.2
Mera ve ormana elverişli
Sarp
+30
23.015.669
13.5
Önlemle mera ve ormana
elverişli
65 •
DOSYA: TOPRAK
Düz
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
amaçlarla kullanımına ilişkin sorunlar da topraklarımıza daha çok önem vermemizi, sahip çıkmamızı ve
korumamızı zorunlu kılmaktadır.
Arazi yetenek sınıflarına göre; I., II., III. IV ve V.
sınıf araziler her türlü kullanmaya; V., VI., VII. sınıf
araziler ise yalnız mera ve orman olarak kullanmaya elverişlidir. I.-IV. sınıf arazilerde 1.5 milyon hektar
orman ve fundalık yer alırken, arazi kullanma yeteneği yönünden orman ve mera olması gereken, 6.1
- İstanbul’da 2009 yılında yaşanan ve 32 vatandaşımızın öldüğü sel felaketi,
- Doğu Karadeniz illerinde yaşanan ölümcül sel
felaketleri ve heyelanlar,
- 19-21 Mayıs 1998’de Batı Karadeniz Bölgesinde yaşanan sel olayı,
- 7 Ağustos 1998’deki Trabzon-Sürmene-Köprübaşı ve Beşköy’de görülen heyelan ve sel felaketi,
milyon hektarlık arazi kesinlikle uygun olmamasına
- 13 Temmuz 1995’te 74 kişinin ölümü ve trilyon-
karşın işlemeli tarım arazisi olarak kullanılmaktadır.
lara ulaşan mal kaybına neden olan Isparta/Senir-
Ayrıca tarımsal potansiyeli yüksek I. ve IV. sınıf ara-
kent sel ve taşkını,
ziler tarım dışı amaçlarla kullanılmaktadır (Sanayileşme, şehirleşme, tuğla ocakları vs.).
Oysa konut ve sanayi arsaları için VI. ve VII sınıf
sağlam zeminli araziler tahsis edilmelidir (Kötü örnek: 17 Ağustos 1999 Marmara Bölgesi Depremi)
Ülkemizdeki arazi kabiliyet sınıflamasına uygun
biçimde veya amacı doğrultusunda kullanılan arazi miktarı, tüm alanın yaklaşık % 66’sı kadardır. O
- 4-5 Kasım 1995’te 64 kişinin öldüğü İzmir/Karşıyaka sel baskını,
- 19-20 Haziran 1990’da 55 kişinin öldüğü Trabzon taşkın olayını örneklemek mümkündür.
Son 27 yıl içerinde DSİ envanter verilerine göre
taşkınlardan kaynaklanan ekonomik kayıp yılda ortalama 100 milyon Amerikan dolarının üzerindedir.
hâlde amacı dışında kullanılan yaklaşık 25 milyon
4.2 Baraj ve Göletlerin Sedimentle Dolarak
hektar alan mevcuttur (tüm arazi varlığımızın %
Ekonomik Ömürlerinin Kısalması
32.6’sı). Bu gerçekler ülkemizde arazi kullanım plan-
Büyük yatırımlar yapılarak tesis edilen baraj ve
lamasının yapılmasına kesinlikle ihtiyaç olduğunu
göstermektedir.
göletler, akarsu ve yüzey akışların taşıdığı toprak
materyali ile planlanan ekonomik ömürlerinden daha
Tarım kesiminde nüfusun bir bölümünün top-
kısa sürede dolmakta ve işlevlerini yitirmektedir. Ge-
raksız oluşu, tarım işletmelerinde arazi yetersizliği
nelde ekonomik ömrü 50 yıl olarak belirlenen bazı
ve arazi mülkiyetinin dengesiz dağılımı, tarım işlet-
barajların aşırı erozyon etkisiyle planlanmış ölü ha-
melerinde arazilerin küçük parçalar hâlinde dağınık
cimlerinin 15-20 yılda (Karamanlı 13, Altınapa 10,
ve şekillerinin düzensiz oluşu, tarımsal yapıya ilişkin
Kartalkaya 19, Kemer 22 yıl) dolduğu görülmektedir.
sorunlar olarak karşımıza çıkmakta ve toprak varlı-
Fırat üzerinde tesis edilen Keban Barajı’na her yıl
ğımızı en iyi şekilde kullanmamızı bir başka açıdan
engellemektedir.
4. EROZYONUN NEDEN OLDUĞU SOSYO
EKONOMİK YIKIMLAR
4.1 Taşkınların ve Heyelanların Artması
Yağışlar ve oluşan yüzeysel akışlar nedeniyle bitki örtüsünün yoksun olduğu alanlarda sel ve taşkınlar oluşmakta, yerleşim alanlarında büyük felaketler
meydana gelmektedir.
• 66
en az 32 milyon ton toprak taşınmış ve tesis tarihi
olan 1974 yılından bugüne kadar toplam bir milyar
ton toprak baraj tabanında yığılmıştır.
DSİ ve EİEİ tarafından bazı istasyonlarda yapılan
ölçümlere göre;
Dicle Nehri-Cizre 26,7 milyon ton/yıl
Fırat-Dutluca 16,8 milyon ton/yıl
Kızılırmak – İnözü 15,7 milyon ton/yıl
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Murat-Palu 15,1 milyon ton/yıl
Murat Nehri-Akkonak 8,8 milyon ton/yıl
Çoruh – Karşıköy 7,8 milyon ton/yıl
sağlamak, erozyon, taşkın, sel ve heyelanlarla mücadele etmek üzere görevlendirilmiş büyük kuruluşları;
- Üst havzaların orman rejimine tabi alanlarında
Kelkit- Faklı 6,9 milyon ton/yıl
ağaçlandırma, erozyon kontrolü ve orman içi mera
Ceyhan-Misis 5,7 milyon ton/yıl
ıslahı ve amenajmanı ile ilgili çalışmalar yapan ÇEV-
Sediment taşımaktadır.
4.3 Erozyon Nedeniyle Kırsaldan Kente Göçün
Hızlanması
Erozyon sonucu arazilerin verimliliğinin azalması, dere, çay ve pınarların kuruması kırsal bölge insanının topraktan koparak kente göçünü hızlandırmıştır. Bugün Anadolu’da terk edilen birçok tarla ve
köy mevcuttur. Aktif çalışan insan gücünün kentlere
yığılması; kentlerde varoşların oluşmasına; sosyoekonomik ve siyasal sorunların artmasına neden olmaktadır.
Bütün bunların yanında arazi mülkiyet sistemi,
RE ve ORMAN BAKANLIĞI,
- Tarım, mera, yaylak, kışlak ve çayır alanlarının
korunması ve geliştirilmesi, toprak varlığımızın etüt,
envanter ve haritalamalarının yapılmasına ilişkin hizmetler de veren KÖY HİZMETLERİ Genel Müdürlüğü (2005 yılında kapatıldı.),
- Akarsu yataklarının ıslahı ve yamaçlarının stabilizasyonu çalışmalarını ve akım ve sediment ölçümlerini yapan DSİ Genel Müdürlüğü,
- Ülkede mevcut 25 büyük su havzasında akım
ve sediment ölçümleri yapan EİE İdaresi Genel Müdürlüğü,
işsizlik ve tarımsal girdi yetersizliği dâhil genellik-
- Tarımsal üretimin arttırılması, meraların ame-
le sosyal ve ekonomik nedenler olarak sıralamak
najmanının sağlanması amacı ile çalışmalar yapan
mümkündür
TARIM ve KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI olarak sıralamak
4.4 Erozyon Nedeniyle Meraların ve
Ormanların Bitki Örtüsünün Zayıflaması
Meralarda aşırı otlatma, erken otlatma ve amenajman tedbirlerinin yeterince alınmaması nedeniyle bitki örtüsü tahrip olmakta ve yok olmaktadır. Bu
mümkündür.
Bu kuruşlara ek olarak TEMA, ÇEKÜL, Türkiye
Tabiatını Koruma Derneği vb. sivil toplum örgütleri
de erozyon olayında kamuoyunun oluşturulmasında
halkın bilgilendirilmesinde büyük çabaları olmaktadır.
nedenle hayvancılığımız giderek gerilemekte ve hay-
Erozyon ile mücadeleye 1950 yıllarında başlanıl-
vansal üretim düşmektedir. Bunun sonucu hayvan-
masına rağmen arzulanan seviyeye ulaşılamadığı da
sal üretim yönünden ülkemiz ihracatçı konumdan
bir gerçektir. Tüm kamu kuruluşlarınca yapılan eroz-
ithalatçı duruma düşmüştür Orman sektörü de aynı
yon kontrol ve ağaçlandırma çalışmaları 50 yılda
olumsuzlukları yaşamaktadır.
yaklaşık 4 milyon hektar civarındadır. Bugüne kadar
Bozuk ve çok bozuk orman alanlarında, erozyon
sonucu üst toprak taşınmakta, anakaya yüzeye çıkmakta ve ağaçlardan düşen tohumların çimlenmesine elverişli koşullar ortadan kalkmaktadır. Böylelikle
5. EROZYON İLE MÜCADELEDE ÇALIŞAN
KURULUŞLAR
Toprak ve su varlıklarımızın sürdürülebilirliğini
alanın ancak % 7’sinde çalışma yapılabilmiştir. Bu
çalışma hızı ile sorunlu alanların 700-750 yılda ıslah
edilebileceği hesaplanmaktadır.
6. TEMA, TÜRKİYE EROZYONLA MÜCADELE
AĞAÇLANDIRMA VE DOĞAL VARLIKLARI
KORUMA VAKFI
Devletimiz, erozyon ve çölleşme tehdidinin
uzun zamandır bilincindedir ve bu konuda çalış-
67 •
DOSYA: TOPRAK
ormanın kendini yenileme kapasitesi düşmektedir.
57 milyon hektarlık şiddetli erozyona maruz kalan
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
malar yapılmış ve yapılmaktadır. Örneğin Konya
Karapınar’da TOPRAKSU tarafından rüzgâr erozyonuna karşı uygulanan proje dünyaya örnek olmuş,
takdir edilmiştir. Bununla beraber, erozyon sorununun büyüklüğünü, tehlikesini ve mücadelenin önemini kamuoyunun gündemine taşıyan, 1992 yılında
bir avuç gönüllü tarafından kurulan TEMA (Türkiye
Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) olmuştur. Toprak Dede Hayrettin
Karaca ve Yaprak Dede Nihat Gökyiğit olarak anılan
iki doğa aşığı muhterem insanın açtığı yolda ilerleyen TEMA Vakfı Gönüllüleri’nin sayısı ülke genelinde
407.000’i aşmıştır. Minik TEMA, Yavru TEMA, Genç
TEMA, TEMA Temsilcileri ve Gönüllü Sorumluları ile
ülke genelinde faaliyet gösteren Gönüllüler, TEMA
Vakfının en büyük gücüdür.
TEMA Vakfının topraklarımıza yaptığı en büyük
hizmet, bizzat hazırlanmasına ve yasalaşmasına katkı sağladığı 4342 sayılı Mera Yasası (1998) ile 5403
sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’dur
(2005). Bu iki yasanın tüm maddelerinin uygulanması ve bu yasaları uygulayacak teşkilatın kurulması
ülkemizde erozyonla mücadele için atılması gereken
önemli adımlardır.
Vakıf ayrıca erozyonla mücadelenin mümkün
olduğunu ispat etmek üzere ülke geneline örnek
nitelikte toplam 149 kırsal kalkınma, biyolojik çeşitliliği önleme ve ağaçlandırma projesi uygulamaktadır. Ağaçlandırma projeleri ile toprakla buluşturulan
yaklaşık 8.5 milyon fidan, halkımıza, ağaç ve orman
sevgisinin aşılanmasına katkı sağlamıştır. Tüm bu
çalışmalar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı ile başarılı bir şekilde koordine edilerek uygulanmaktadır.
7. SONUÇ ve ÖNERİLER
Toprak varlığımızın korunması, geliştirilmesi ve
sürdürülebilirliğinin sağlanarak en üst düzeyde üretimde kullanılması, insan-toprak ilişkilerinin uygun
ve etkin biçimde düzenlenmesi toprak varlıklarının
rasyonel ve bilinçli biçimde kullanılması ile mümkündür. Bugün en önemli ekolojik çevre sorunu niteliğindeki erozyon ve yanlış arazi kullanımlarının
• 68
önlenmesi için gerekli hükümler içeren anayasa ve
yasalar ya yeterli etkinlikte değil veya yalnızca yazılı
belgelerde kalmakta ve gerektiği gibi uygulanamamaktadır. O hâlde, her sektörde büyük atılım gösteren Türkiye’mizde toprak ve su varlığımızın hatasız
ve bilinçli kullanımına yönelik yasal ve yönetsel tedbirlerin alınması gereklidir.
Doğal varlıklarımızdan toprakların kullanımı, korunması ve geliştirilmesine yönelik mevcut yasa, yönetmelik, kararname ve tebliğler yeniden gözden geçirilerek etkinlik ve uygulanırlıkları arttırılmalı, kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon sağlanmalıdır.
Ayrıntılı toprak etütleri, haritalama, arazilerin yeteneklerine göre sınıflanması ve bunlardan giderek
Arazi Kullanım Planlamaları yapılmalıdır (5403 Sayılı
Yasanın 10. maddesi).
Yerel bazda ve havza bazında, daha sonra da
ülke genelinde, yapılması gerekli olan Arazi Kullanım
Planlaması’nın gerçekleştirilmesi için gerekli çalışmaların, her düzeyde ele alınması ve başlatılması zorunludur. “Tarımsal altyapı faaliyetlerinin daha etkin
yürütülmesini sağlamak için, halen İl Özel İdareleri
bünyesinde yürütülen sulama, toprak muhafaza, arazi toplulaştırma, tarla içi geliştirme ve drenaj hizmetlerini gerçekleştirmek üzere yeni bir Genel Müdürlük
oluşturulması gereklidir.
Böylece; ülke genelindeki 57.6 milyon hektarda
görülen erozyonun etkinliğinin azaltılması, 28 milyon
hektarlık taşlı arazinin ıslahı, 1.5 milyon hektar alanda
görülen çoraklığın ıslahı, 2.8 milyon hektar alandaki
drenaj bozukluğunun giderilmesi, arazi toplulaştırılmasının hız kazanması, kırsal kesime hayat veren göletlerin arttırılması, sulama, tesviye, drenaj gibi tarla
içi geliştirme hizmetlerinin büyük ivme kazanması,
toprak ve su varlıklarımızın geliştirilmesi ve en üst
düzeyde üretimde kullanılmasını sağlayan verilerin
saptanması, tarımsal sorunların çözümü, topraklarımızın sürdürülebilirliği amacı ile sağlanmış olacaktır.
Parçalanmış ve üretimde etkinliğini yitirmiş arazilerin toplulaştırılmasına hız ve etkinlik verecek teknik ve yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Bu amaçla
NİSAN 2011 - SAYI 134•
arazi toplulaştırma çalışmalarına öncelik verilmelidir.
(5403 sayılı Yasanın 17. maddesi).
Toprak korunmasında, kırsal kesim insanlarının
çözümler bulma ve uygulama konusunda katılımcı olmalarını sağlayan mekanizmalar geliştirilmelidir, böylece erozyon sorununu havzada yaşayan ve
doğal varlıkları yanlış kullanan yöre insanı ile birlikte
çözmek mümkün olabilir.
Erozyonla mücadele havza bazında yapılmalı,
havzaya hizmet götüren tüm kuruluşların yöre halkının katılımı ile hazırladıkları gelir arttırıcı faaliyetlerle
desteklenen entegre projeler üretilmeli ve uygulanmalıdır (Doğu Anadolu Su Havzası Rehabilitasyon
Projesi’nde olduğu gibi). 4122 Sayılı Ağaçlandırma
ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu’na yaptırım
gücü kazandıracak ilave hükümler konulmalıdır.
Ekolojik şartlara göre optimum tarımsal işletme
büyüklüklerinin belirlenmesi ve parçalanmasının önlenmesi için gerekli teknik ve yasal tedbirlerin alınması şarttır. Bu nedenle tarımsal işletmelerin parçalanmasını önlemek amacıyla, Medeni Kanun’un
veraset ve intikalini düzenleyen maddelerinde gerekli
değişiklikler yapılmalıdır.
Yanlış arazi kullanımını zorlayan sebepler belirlenip çözülmeli, sadece toprağı yerinde tutmak değil,
aynı zamanda çiftçilere kısa vadede önemli gelir getirici koruma tedbirlerine önem verilmelidir.
Ayrıca; sürdürülebilir tarımı teşvik edecek prog-
rel tarım sistemlerine kolayca uyabilen toprak koruma
tedbir paketleri üretilmelidir. Köylümüzü ve çiftçimizi
toprakla ve tarımla barıştırmaya yönelik mekanizmalar geliştirilmelidir. Tarımsal altyapının geliştirilmesi
ve erozyon ile mücadelede halkın katılımı kesinlikle
sağlanmalıdır. İleri düzeydeki ülkelerde uygulandığı
gibi, toprak ve su muhafazası dersinin diğer dersler
gibi ilkokuldan itibaren öğrencilere okutulmasını ve
bu dersin yetkili mühendislerce verilmesini sağlamak
gereklidir. Ziraat, Orman, İnşaat ve Çevre Mühendisliği fakültelerinde ayrıntılı ve uygulamaya yönelik toprak ve su muhafaza dersleri verilmeli, kamu kuruluşlarında hizmet içi eğitimle genç, uygulayıcı mühendislerin yetişmeleri sağlanmalıdır. Radyo, televizyon
ve basın yoluyla erozyon olayının önemi halka anlatılmalı ve tedbirleri uygulamalı olarak gösterilmelidir.
Toprak ve su varlıklarının geliştirilmesi amacı ile
hazırlanan plan ve projelerde kullanılan kriterlerin kesinlikle araştırma bulgularına dayandırılmaları gereklidir. Bu doğal varlıkların üretimde kullanılması büyük
yatırımları gerektirdiğinden yatırım miktarlarına oranla araştırma hizmetlerine ayrılan ödeneklerin de yeterli düzeyde olması sağlanmalıdır.
Erozyon da deprem, taşkın, heyelan gibi doğal
afet kabul edilmeli, tasarruf tedbirlerinden etkilenmemelidir. Erozyon ve toprak degradasyonu ülke
gelişmesini engelleyen ve sosyo-ekonomik sorunların çığ gibi büyümesine sebep olan çok önemli
bir çevre sorunudur. Toprakların bilinçli kullanılması, kişinin doğduğu yerde mutlu edilmesi, kırsal ve
kentsel yaşam arasındaki yaşam seviye farkının en
aza indirilmesi için sosyal barışın topraktan geleceği
gerçeği de düşünülerek toprak bozulmaları ve erozyon ile mücadeleye çok önem verilmelidir.
Unutmayalım ki üretilemeyen tek kaynak, bir
avuç topraktır.
Gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki
farkı yaratan yarım metrelik toprak kalınlığıdır.
69 •
DOSYA: TOPRAK
Akılcı ve etkin biçimde arazi kullanımlarının yapılabilmesi için; her türlü kullanım altındaki arazilerin yeteneklerine uygun şekilde yönetimi gerekir. I., II., III. sınıf
tarım arazilerinin amaç dışı kullanımlarını engellemek
üzere, Tarımsal SİT Alanları olarak kabul edilmesinde
yarar vardır. Büyük ovaların belirlenmesi,Tarımsal SİT
alanı olarak tescil edilmesi (5403 Sayılı Yasanın 14.
Maddesi), meraların ıslahı, yönetimi ve korunmasına
ilişkin 4342 Sayılı Mera Yasası’na bir an önce işlerlik
kazandırılmalıdır. Bu amaçla tapu ve kadastro çalışmalarına hız verilmelidir.
ram ve politikalar geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Ye-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ÂŞIK VEYSEL’İN DUYGU VE DÜŞÜNCE
DÜNYASINDA TOPRAK
MEHMET ÇERİBAŞ
Dr., Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
D
ivân ve tekke edebiyatında daha çok ilahî cephesiyle ele alınan toprak, halk edebiyatının diğer
dallarında ve çağdaş Türk edebiyatında her iki
yönüyle dile getirilmiştir.
Ünlü halk ozanımız Âşık Veysel de toprağa hem müşahhas hem de mücerret yönüyle bakar. Tasavvuf akidesinden
gelen düşüncelerle, kendi tecrübelerinin temelinde oluşturduğu düşünceleri hemhâl olmuştur: Şairin, “Aslıma Karışıp
Toprak Olunca” başlıklı şiirinde cismani varlığımız temelini
toprağa bağlayan görüşü ile Yüce Rabbimizin “Ant olsun
Biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık”1, “İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci’un (Şüphesiz Biz Allah’tan Geldik ve Şüphesiz Dönüşümüz O’nadır”2
Ayet-i Kerimeleri arasında bilgi ve inanç bakımından mükemmel bir terkip kurduğuna, Yunusça bir ses ve söyleyişe
şahit oluruz:
Aslıma karışıp toprak olunca,
Çiçek olur mezarımı süslerim.
Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar,
Gökyüzünde dalgalanır seslerim.
Ne zaman toprakla birleşir cismim,
Cümle mahlûk ile bir olur ismim.
Mehmet Çeribaş, Âşık Veysel’in Duygu ve Düşünce
Dünyasında Toprak, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 70-72.
• 70
Ne hasudum kalır ne de bir hasmım,
Eski düşmanlarım olur dostlarım.
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan
Benim sadık yârim kara topraktır.
dizelerinde en güzel hâliyle dile getirir. Veysel, aynı
dizelerde toprağın cömertliğine değinirken aslında
Hakk’ın cömertliğinden de dem vurmaktadır. Bu ilişki içinde şair, toprağa kavuşmayı da Hakk’a (gerçek
dosta) kavuşmak gibi idrak etmektedir. Bu düşünce
temelinde Veysel, bütün Alevî-Bektaşî şairlerinden
gördüğümüz Hakk-İnsan (Vahdet-i Vücud) benzerliği düşüncesine de işaret etmektedir.
Şair, şiirinin başka bir dörtlüğünde toprağı müşahhas özellikleriyle ele alır. Toprak kendisine ilgi
gösterene karşı bütün âlicenaplığını ortaya koyarken, kendisine ilgi göstermeyen, gereği kadar değer
Evvel de topraktır sonra da adım,
Geldim gittim bu sahnede oynadım.
Türlü türlü tebdilata uğradım,
Gâhi viran şen olurdu postlarım.
Veysel, Kara Toprak şiirinde toprağı dostluk,
vefa, cömertlik, tahammül-hoşgörü, ölüm gibi temlerle anlatmaktadır.
vermeyenlere karşı da ilgisizdir. Toprak, cömertliğine
karşı insandan az da olsa vefa beklemektedir. Şair,
bu düşüncesini şu dörtlüğünde dile gelir.
Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi.
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi.
Kazma ile dövmeyince kıt verdi.
Benim sadık yârim kara topraktır.
Dost dost diye nicesine sarıldım,
Veysel, aynı şirininin başka bir dörtlüğünde
Benim sadık yârim kara topraktır.
“Âdem’den bu deme neslim getirdi” diyerek insanın
Beyhude dolandım, boşa yoruldum,
yaratılışına ve hayatını idame ettirişine dair düşünce-
Benim sadık yârim kara topraktır.
Bir dileğin varsa iste Allah’tan,
Almak için uzak gitme topraktan.
içine alan bütün insanlığa şamil aynı varlıktan gelme
düşüncesidir. Bu düşünceler, şu dizelerde açık olarak ortaya konur:
Âdem’den bu deme neslim getirdi.
Bana türlü türlü meyve bitirdi.
Her gün beni tepesinde götürdü.
Benim sadık yârim kara topraktır.
Veysel yaratılışa dair düşüncelerini, nefsi terbiye
etmenin önemini, insanlar arasında yaratılış bakımından ve Allah’ın nazarında farklılık olmadığını anlatmak için toprak imgesini “Beni Hor Görme Gardaşım” başlıklı şiirinde de halk dilini bütün samimiyeti
ve sıcaklığı ile kullanır:
71 •
DOSYA: TOPRAK
Veysel, suret-i Hak’tan nice insanlar görmüş,
hepsinin gerçek yüzünü tanımış ve anlamıştır ki gerçek dost topraktır. Veysel, bu dörtlükte bunun ötesinde ölüm temine de gönderme yaparak, insanın
müşahhas varlığıyla toprağa döneceğini de hatırlatıyor ve Rabbimizin (Topraktan geldiniz toprağa döneceksiniz) uyarısını da dile getiriyor. Toprak, Veysel’e
kapısını her şeyiyle açmıştır. Veysel’in zenginliği,
fakirliği, iyiliği veya kötülüğü ile hiç ilgilenmemiştir.
Veysel’de toprak, bütün kötülükleri yutacak kadar
geniş, bütün varlığını ona verecek kadar da cömerttir. Veysel bu fikrini:
lerini de ortaya koyuyor. Bu düşünce, Hz. Âdem’i de
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Topraktandır cümle beden,
Hakikat istersen açık bir nokta
Nefsini öldür ölmeden.
Allah kula yakın, kul da Allah’a
Böyle emretmiş Yaradan,
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Sen kalemsin ben uç muyum?
Benim sadık yârim kara topraktır.
Tabiata Veysel âşık,
Topraktan olduk kardaşık,
Aynı yolcuyuz yoldaşık,
Sen yolcusun ben bac mıyım?
Veysel bu dizelerde, Hz. Ali (r.a)’nin, “topraktan
gelen insanın toprak üstünde böbürlenip kibirlenmesi münasip olmaz” sözünü de -belki de farkında
olmadan- tekrar dile getirmiş olur.
Veysel, ümmî olmasına rağmen gelenekten beslenmiş, bilgi kaynağını gelenekten almıştır. Aşağıdaki dörtlükler onun ilmine delil sayılmasa da irfanına
dair işaretlerle doludur. Veysel bu dörtlükte, tam da
tasavvufta olduğu gibi toprak-sûfî benzerliğine uygun duygu ve düşüncelerini dile getirir. Veysel bu
anlamda toprağı, mütevaziliğin, hoşgörünün ve cömertçe kucaklamanın sembolü olarak idrak eder,
toprak onda dile geliş şekliyle kanlı-canlı sıcacık yüzüyle bizi karşılayan en iyi dost ve tahammül abidesi
olarak anlatılır:
Karnın yardım kazmayınan, belinen,
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen,
Yine beni karşıladı gülünen,
Benim sadık yârim kara topraktır.
İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır.
Veysel, hayat döngüsünü anlayacak hem akıl
gücüne hem de duygu derinliğine sahip bir âşıktır.
Aşağıdaki dörtlükler onun insan yaşamına dair düşüncelerine rehberlik etmektedir. “Hakikat istersen
açık bir nokta, Allah kula yakın, kul da Allah’a” derken hem ölümün ansızın gelişine hem de Allah’ın
“Biz, sizlere şah damarınızdan daha yakınız”3 kelamına gönderme yapar; gerçek sevgilinin toprak,
toprak üzerinden de Yüce Yaratıcı olduğunu söyler:
• 72
Âşık Veysel’in aşağıdaki dörtlüklerini okuyunca
Mevlânâ’nın “Dinle neyden kim hikâyet etmede, ayrılıklardan şikâyet etmede” dizeleri akla gelmektedir.
Veysel dünyayı Mevlana gibi, ıstırapların yurdu, gurbet olarak idrak etmektedir. Veysel için ıstıraplardan
kurtulmanın yolu toprağın kusurları ve hataları gizleyen genişliğine ve hoşgörüsüne sığınmaktır. Onun
nazarında toprağa kavuşmak, mutlak âleme geri
dönmek; yani bir tür ‘şeb-i arus’tur.
Bütün kusurumu toprak gizliyor,
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor,
Kolun açmış yollarımı gözlüyor,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Âşık Veysel, Anadolu’nun tam da ortasında,
bozkırda yetişmiştir. Yunus Emre’yi, Hacı Bektaş-ı
Veli’yi ve Mevlana’yı yetiştiren bu topraklar, Veysel
evladını da unutmamış, varlığında bitmez bir hazine olan insan sevgisinden ona da bolca sunmuştur.
Bu nedenle Veysel’de bitmez bir hoşgörü, varlığının
nereye bağlı olduğunu sezen büyük bir feraset gücü
vardır. Yunus’un “sen kendini bilmezsen, bu nice
okumaktır” sözünü kendine şiar eylediği anlaşılan
Veysel’in hem kendini hem de bu âlemi iyi tanıdığı; varlığının nelere bağlı olduğunu idrak ettiği ve bu
dünyaya geliş amacını bilerek bir yaşam sürdüğü
anlaşılmaktadır. Azeri şair Bahtiyar Vahabzade’nin
“Yunus Emre zirvesinden Veysel, Veysel zirvesinden
ise Yunus görünür”4 sözü Veysel’in tasavvufi şiirlerindeki duygu ve seziş gücünü göstermektedir. Bu
bağlamda Âşık Veysel’i gönül bakımından Yunus’a,
fikir bakımından Hacı Bektaş-ı Veli’ye ve Mevlânâ’ya
bağlayabiliriz. Veysel’i, kullandığı dil, şiirlerinin iç ve
dış yapısı bakımından da Türk âşıklık geleneğinin en
büyük temsilcilerinden biri olarak görebiliriz.
___________________________________________________
1 Hicr Suresi, 15/26.
2 Bakara Suresi, 156.
3 Kaf Suresi, 16.
4 www.bilgicenneti.com (16.03.2010)
NİSAN 2011 - SAYI 134•
KISSADAN HİSSE
KADİR YATAĞAN
Şu fâni dünyada çok çile gördüm
Ömür peteğini mihnetle ördüm
Zalimden mazlumdan habersiz kördüm
Başa gelenleri yazıver gitsin
Cefayı çekmeyen sefayı bilmez
Aksa da gözyaşın muhannet silmez
Namert olana boyun eğilmez
Selamı sabahı kesiver gitsin
Dertler harmanlaşıp olsa da yığın
Bela rüzgârından Allah’a sığın
İbadet katığın iman azığın
Edep rotasında geziver gitsin
Tamah ehli olup düz yoldan sapma
Nimeti horlayıp nankörlük yapma
Âcizin elinden ekmeği kapma
Doğruyu yanlışı diziver gitsin
Kıssadan hisseymiş Kadir’in sözü
İnsanca yaşamak hayatın özü
Onurlu hayata çevir de gözü
Selam niyetine esiver gitsin
73 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
DENİZ
ZAHİT GENÇ
İHL Öğretmeni / OSMANİYE
Mehtaplı bir gecede varsam kıyına deniz
Gönlümdeki sevgiyi sularında saklasam
Kirlenmiş duygularla karardıkça kalbimiz
Sularında yıkayıp köpük köpük aklasam
Al beni götür deniz, al götür uzaklara
Yeter artık bir ömür kıyılarda durduğum
Yoruldular bakmaktan gözlerim ufuklara
Kimin umurunda ki ne hayaller kurduğum
Al mehtabı koynuna şöyle bir efkâr dağıt
Pırıl pırıl parlasın sularında yakamoz
Ne inleme duyulsun ne de bir acı ağıt
Uzaklaşsın kıyılar, enginlere yolumuz
Söylesene ey deniz! Var mı sende ihtiras?
Kıyıları döversin düşmanın mı karalar?
Üstündeki bu efkâr zannetme ki sana has
Şu dönen martılarda bir deniz tutkusu var
Üzerinde gemiler sessiz sessiz yol alsın
Ufukta bekleyen var, dönme artık geriye
Sil gönlünden karayı, kıyıda bir iz kalsın
Yalnız garipler bilir bu yolculuk nereye
• 74
NİSAN 2011 - SAYI 134•
İSTANBUL
İLKNUR EROL
Trabzon Yol İş Sendikası İlköğretim Okulu
Sınıf Öğretmeni
Akar yedi tepeden kutsal çağrının sesi
İstanbul, güzel şehir, Peygamber müjdesi
Göklerini süslüyor her yanda minareler
Bağrında nice erler, vecde durmuş türbeler
Akşamın perdeleri inerken Kanlıca’dan
Mütevekkil dumanlar tüterken her bacadan
Çamlıca sırtlarında bir nebze soluklandım
Fatih’i, Kanuni’yi, Sultan Selim’i andım
Adım başı karşıma çıkan bir eski yapı
Açar tahayyülüme uzaklardan bir kapı
Geçmişte, gelecekte sen muhteşem sevgili
Üstünden eksilmesin evliyaların eli
Hakkındır tüm dünyanın gönüllerine kurul
Sebebinle çağları değiştirdin İstanbul
Şair Yahya Kemal’e hak verdim bir kez daha
Akarken zaman an an gecelerden sabaha
Anlıyorum ki sana, kâfi değil bir ömür
Gönüllerde tahtını kıyamete kadar sür
75 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
DOST
HAVVA ÖZEREN
Yiğitler Kız Teknik ve Meslek Lisesi Müdürü
Yıldırım / BURSA
B
azı geceler uykunuz kaçar. Bir dostunuzun
derdini dert edinerek, kendi dünyanızda çözümler düşünür ve mutlulukla o an yanınızda
olmayan dostunuza sarılırcasına yorganınıza
sarılıp uyursunuz ya...
Hani bir yerlerde karşılaşırsınız. Bir bakkaldan ekmek alırken, bir parkta çocuğunuzu sallarken, bir bankın üzerinde denizi seyrederken, otobüs durağında
otobüs beklerken, sıkıcı bir toplantı arasında göz göze
gelip aynı ifadelerle birbirinize baktığınız kişi, bir de
bakarsınız ki sıkı bir dostunuz olmuş. Hep arkadaşlıklar böyle başlamaz mı?
Havva Özeren, Dost, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 76-77.
• 76
Anne-babayı, kardeşi seçme hakkımız yok. Ama eş,
arkadaş ve dostlarımızı seçeriz. Hem de öylesine değil, inceden inceye araştırırız. Mevlânâ Hazretleri’nin
dediği gibi, “Bir kimseyi tanımak istiyorsan düşüp
kalktığı arkadaşlarına bak.” sözünü prensip edinerek;
hareketleri, konuşma şekli, tarzı, arkadaş grupları, bize
kendini tanıttığı gibi sunması, alışkanlıkları, yaşam tarzı, kendine öz güveni, benliği vs. kısacası kişilik kimliği
ve sonra da kabul ederiz. Ettiğimiz gibi de kalmasını
isteriz. Bazen yanlışlarını görmeyiz. Bazen de hatalarını biz örteriz. Allah’ın “gizledin, gizledim” sırrını hep
NİSAN 2011 - SAYI 134•
yaşamak isteriz. Çünkü dostumuz ve eşimiz bizim aynamızdır.
Hepimiz bazen kendimizi yalnız hissederiz. İçimizde
bir gurbet yaşarız. O zaman
anne-babaya hatta bazen
eşlerimizle bile paylaşamadığımız çıkmaz yol olarak
gördüğümüz yolları, dostlarımızla paylaşırız. Bakın dost
diyorum tanıdık veya arkadaş
değil. Çünkü dost arkadaşlığı
da geçip bir adım daha bize
yakın olandır. O kişiye sonsuz
güven duygusudur. Ve bu içten, katışıksız, saf ve masum
bir olgudur. Bu bize dosta inanç, Allah’ın verdiği özel bir lütuftur. Rabbimiz, varlığını sunmak
için kâinatı, kendine tercüman olarak da Peygamberimizi yaratmıştır. Peygamberimizin dostu sahabeler ve bu zincirin halkaları devam edip
gidiyor.
Şimdi isterseniz biraz oturup düşünelim. Şu
karmakarışık hayat treninde kaç dostumuzla
tren vagonlarının birinde pencereden dışarıyı
seyrederek yolculuk yapıyoruz. Kimimiz beş,
kimimiz on, kimimiz sayısız diyecek. Ama şunu
iyi bilelim. Eminim ki menfaat ve çıkarların ön
plana çıktığı, güzel ahlakın gerçek anlamda yaşanmadığı, iş yoğunluğuyla ailemizle bile ilgilenemediğimiz, hatta bazen kendimize bile vakit
ayıramadığımız hızlı tren projelerinin gerçekleştiği bir zamanda, bizde hızlı tren yolcuları olarak
belki vagonumuzda bir dostumuz bile yok.
Şimdi düşüncelerimizi eleyip bir kenara bırakıp bir zamanlar dostluğunu gördüğümüz kişileri bulmak için vagonları dolaşalım. Eminim ki
bir koltukta oturmuş bizi bekliyordur.
Üç kıtaya hâkim olan devirler açıp devirler kapatan Osmanlı sultanları, Türk hakan ve
beyleri, Cumhuriyet’i bize hediye eden ulu önder Atatürk, Mevlânâ, Mehmet Âkif, Necip fazıl
daha isimlerini sayamadığımız tarihimizde bize
ışık tutup rehberlik eden büyüklerimiz neden
ayakta kaldılar ve tarihe isimlerini yazdırdılar?
Samimi dostlarıyla yaptıkları fikir alışverişleriyle, sırlarıyla, prensipleriyle biz evlatlarına en
güzel mirası bıraktılar. Ruhlarını rahmetle anıp
şükranlarımızı sunup ve bu vatana gerçek dostlarımızla sahip çıkmak ise ödevimiz.
Dostlar insana güç, cesaret, gayret ve çalışma azmi verir.
Daha nezih ve temiz dostluklar kurup dünyadaki huzursuzluğun bir ölçüde azalması için
“Dostluğun değerini bilmeyen ve hiç yaşamayan insanlar dost olamaz.” kuralını aşarak insanlara dostça yaklaşıp dostça davranarak,
dost olmayı öğretmek inanın ki bizden uzakta
değil. İçimizdeki dostu bulup yeni dostluklar
içinde yaşamaya ne dersiniz?
77 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
SIRLI CAMIN ARDINDAN
SUNA KARABOĞA
Merkez Kocamustafaefendi İlköğretim Okulu
Türkçe Öğretmeni / MUĞLA
B
ir serçenin kanadının altına sığacak kadar
mütevazi, biraz da bilmiş bir karınca edasıyla
bakıyordu sıcak toprakta yürümekte olan böceklere. Aslında hepsinin alfabeyi kanatlarında
taşıyan kelebekler olmasını istiyordu gönülden. Ama
bilmiyordu ki böyle bir toplumda böcekleri kelebek
yapmak çok zordu.
Hayatın karmaşıklığı içinde dağılan telaşlı böceklere bakmaya devam etti. Bir zamanlar büyük bir özveriyle çalıştığı okulun bahçesinde dolaşırken onlar da
kızgın ateşin üstündeki mısırlar gibi bir sağa bir sola
kaçışıyorlardı. Parlak, turuncu, üzerinde siyah puanları
olan bir böcek dikkatini çekti. Seksenlerin moda dergilerinden fırlamış gibi bir hâli vardı böceğin. Böceği
almak için uzandığı ağaca bakakaldı.
Suna Karaboğa, Sırlı Camın Ardından, Bilim ve
Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss.
78-79.
• 78
Yıllar önce küçük bir fidan olarak aldığı ağaçtı bu.
Benim küçük ağacım... Narin gövdesi ve yeşilin en
sihirli renklerine bürünmüş yapraklarıyla benim övün-
NİSAN 2011 - SAYI 134•
düğüm ağacım. Onu her gün sular, güzel havalarda onunla güneşlenirdim. Ona bildiğim bütün
güzellikleri anlatırdım. O benim oğlumdu, kızımdı, arkadaşım, en yakınımdı. Bir kitap sayfasında yaşayacaktı belki, belki bir odada başına taç
edecekti vazodaki çiçekleri. Ama ben yitip gitsem de suda bir yansıma olacaktı, hatırlatacaktı
beni unutmaya yeltenen hafızalara…
İlgi ve sevgiyle büyüttüm onu. Her işin başı
sevgi… Sevgimi, emeğimi vermeseydim şimdi
bu devasa ağacın yerinde küçük çelimsiz bir
fidan veyahut bir zamanlar şuraya bir ağaç dikmiştim, şimdi yok sözleri kalırdı. Oysa şimdi bu
okul bahçesinin en gösterişli, heybetiyle nice
dal yaprak salmış ağaçları kıskandıracak olan
ağacı benim küçük ağacım... Ilık meltemler eşliğinde tüm haşmetiyle diğerlerinin imrenen bakışları arasında bir o yana bir bu yana salınıp
duruyordu.
Ağaca sarılmış olan güzel böcek uçup omzuma kondu. Ağacıma bir kere daha bakıp
köküne biraz su verdikten sonra, tahta gıcırtılarının nağmeleri arasında, bir zamanlar sayısını bile hatırlayamayacağım kadar çok çocukla
paylaştığım sınıfıma girdim.
Zaman sadece insana acımasız davranmıyordu demek. Sınıfım da en az benim kadar nasibini almıştı zamanın elinden. Bütün eşyalarına
bir bir dokundum sınıfın; bir ölü vücudunu andıran soğuk tenine, sıraların sessiz bekleyişine,
dolapların tozlanmış raflarına…
Sonra duvarda asılı duran sırlı cama diktim
gözlerimi. Ellerim, yüzüm, gözlerim… Ellerimde
binlerce el, yüzümde binlerce yüz, gözlerimde
binlerce göz vardı. Birden kulaklarımda yıllar
öncesine dayanan tanıdık bir seda çınladı.
Sırlı camın ardındaki ses bana: “Niçin uğraşıyorsun? Bir afet, doğa olayı, yangın... bütün
emeklerini, yüzyıllardır aç, zincirlere vurulup
işkence yapılmış bir canavar gibi yok edebilir
biliyorsun. Sona yaklaşınca bir de bakarsın ki
kendini adadığın her şey bir rüya olup kayboluvermiş. Hayat bizlere sunulmuş bir armağan,
niçin, faydalanmıyorsun? Yaşayabildiğin kadar
yaşasana! Neymiş emek, sevgi boşver! ”diyor.
Bu ses kulaklarımda ne zaman çınlasa ruhum
ızdırap içinde: “Evet!” diyorum. “Sahi niçin bunca çaba, bunca gayret? Boş bir gurur için mi?”
Ancak, beni mutlu eden bu…
Beni ben yapan ve yaşama bağlayan. Çeşmemden suyu akıtan, lambamdan ışığı saçan,
buruşmuş vicdanımı ütüleyip başkalarına sunmadan yaşatan. Yaşıyorsam en iyi şekilde, en
insanca, etrafımda bir tek sönmüş yıldız bırakmadan, en parlak yıldızlarla gökyüzünü ödüllendirerek yaşamalıyım.
İşte sadece o vakit, o soğuk el tutmalı elimi
ve beni götürmeli uzak diyarlara. Yıldızsız akşamlara...
Hiç çekinmeden saatlerdir omzumda duran
turuncu renkli güzel böcek: Uğur böceği. Duyduğum son söz onun ağzından dökülenler oldu.
Kulağımda o son fısıltılar, ellerim ölümün soğuk teninde, gözlerim sırlı camdan yansıyan,
her şeyden memnun bir gidişin hafifliğinde,
uğur böceğinin kanatlarına takılarak yükseliyorum gökyüzüne.
“Her öğretmen bir uğur böceğidir. Hayatlara
konar, değiştirir, mutlu kılar, korur… Ve sonunda hiç konmamışçasına uçar gider hayatlarımızdan.”
79 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
2001-2010 YILLARI ARASINDA
GERÇEKLEŞTİRİLEN OKS VE SBS İLE PISA
UYGULAMASININ KARŞILAŞTIRILMASI
ABDÜLKADİR YILMAZ
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi
İ
nsanlık tarihinin ulaştığı bilgi birikiminin çok büyük
bir kısmının 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemi
kapsadığı, bundan sonraki bilimsel çalışmalara daha
bir hız verildiği kabul edilen bir gerçektir. 1945 yılına
kadar bilginin üretilmesi, önceki bilginin üstüne bir şeyler
ilave ederek (aritmetik), bu tarihten günümüze kadar geçen
yaklaşık 65 yıllık zaman diliminde ise bu süreç katlanarak
(geometrik) gerçekleşmiştir. Hatta bu katlanma katsayısının
önce doğal, son zamanlarda ise üslü (kuvvet) çarpan şeklindeki üstel bir sayı olduğunu söylersek abartmış olmayız.
Elde edilen bilginin değişik yollarla insanlığın hizmetine
sunulmasının yanında sadece bilginin üretilmesi bile temelde sağlam altyapı eğitimlerini gerektirmektedir. Bu eğitimlerde ise zamanın gerektirdiği değişiklikleri gerçekleştiren
ve bunları hayata yansıtan toplumlar diğerlerine göre daha
ayrıcalıklı bir konumda bulunacaklardır.
Abdülkadir Yılmaz, 2001 – 2010 Yılları Arasında
Gerçekleştirilen OKS ve SBS ile PISA Uygulamasının
Karşılaştırılması, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 80-86.
• 80
Bu birikimin altyapısını hazırlayan ise hem temel
hem de daha sonraki eğitim kademeleridir. İlk, orta veya
yükseköğretim de program değişikliği, geliştirme veya yenileme çalışmaları gerek eğitim gerek teknolojik gerekse
başka nedenlerden kaynaklanan şartların değişmesi sonucunda bazen kısa bazen de uzun bir zaman diliminde olabilmektedir. Ülkemizin ilk ve ortaöğretim programlarında da bu
yenilenmelere paralel olarak zaman zaman değişikliğe gidilmiştir. Yapılan son değişiklik 2004 – 2005 öğretim yılında
belirlenen illerde pilot uygulaması başlayan ve 2005 – 2006
öğretim yılından itibaren 1- 5. sınıflarda uygulanan öğretim
programlarıdır. 2006 – 2007 öğretim yılından itibaren ka-
NİSAN 2011 - SAYI 134•
demeli olarak 6. sınıflarda uygulanmaya başlayan 6
– 8. programları ile 2005 – 2006 öğretim yılından itibaren de 9. sınıflarda kademeli olarak uygulanmaya
başlayan 9 – 12. sınıfların öğretim programları, bu
alanlarda köklü değişiklikler getirmiştir. Bu programların denenip geliştirilmek üzere kabul edilmiş olmaları da ileride yine çağdaş uygarlık seviyesine ulaşan
ve orada sürekli kalmak isteyen ülkemizin şartlarına
göre geliştirme veya yenileme şeklinde olabilecektir.
de gerçekleştirilen öğretim programları değişikliği,
ülkemizde eğitim alanında atılmış önemli adımlardan bir tanesidir. Hedefin %100 kesinlikle tutturulduğunu ölçen bir mekânizma iddiasında olduğunu
söyleyememekle beraber öğretim programlarının
değişikliğinin istenilen hedefe ne ölçüde ulaşıldığının
göstergelerinden birinin de OKS ve SBS olduğunu
belirtebiliriz.
Bu çalışmada son öğretim programları değişikliğinden önce ile program değişikliğinden sonra
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki eğitim sistemimiz-
Tablo 1. 2001 – 2010 Yıllarındaki Türkçe Dersine Ait OKS – SBS Tablosu.
Sınıf
Sınava
Müracaat
Eden
Sınava Giren
Test
Soru
Sayısı
Test Ort.
Test Stand.
Sapmaları
Test Ort.
Yüzde.
2001
8.Sınıf
568.495
553.495
25
10,34
5,9471
41,36
2002
8.Sınıf
562 196
548 455
25
10,48
5,6399
41,92
2003
8.Sınıf
614 164
600 289
25
9.94
6,4264
39,76
2004
8.Sınıf
650 230
634 787
25
7,54
5,3092
30,16
2005
8.Sınıf
786 344
768 696
25
9,90
6,7528
39,60
2006
8.Sınıf
809 201
798 297
25
8,95
5,7891
35,80
2007
8.Sınıf
824 676
818 361
25
13,79
5,8570
55,16
8.Sınıf
913 626
905 923
25
15,95
6,1367
63,80
7.Sınıf
991 641
962 892
21
12,18
5,8576
58,00
6.Sınıf
992 226
958 876
19
10,96
5,6578
57,68
8.Sınıf
1 029 828
1 011 212
23
9,44
6,3746
41,04
7.Sınıf
1 046 930
1 029 665
21
8,35
5,6496
39,76
6.Sınıf
1 085 093
1 061 458
19
7,23
4,5970
38,05
8.Sınıf
1 019 498
1 008 302
23
13,01
6,5621
56,57
7.Sınıf
1 069 502
1 058 743
21
9,46
6,0506
45,05
6.Sınıf
1 090 871
1 077 749
19
8,65
5,3054
45,53
25
9,76
2008
2009
2010
Ortalama (6 ve
7. Sınıflar dahil
edilmemiştir.)
2001 – 2008 arası
2009 – 2010 arası
23
11,23
(Kaynak: Tablo 1 – 4 bilgileri T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünden temin edilmiş, tabloların son satırında verilen “Ortalama” kısmı verilerin 2001 – 2010 yıllarındaki aritmetik ortalaması alınmak suretiyle oluşturulmuştur.)
81 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
gerçekleştirilen Ortaöğretim Kurumları Giriş Sınavı
(OKS) ve Seviye Belirleme Sınavı (SBS) lerin Türkçe,
Matematik, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilgiler alanlarında özellikle yıllara göre “Test Ortalamaları” temelinde
karşılaştırma yapılmıştır. 2009 yılından itibaren SBS
uygulamalarında yer alan Yabancı Dil dersi ile ilgili
bir değerlendirmeye gidilmemiştir. Bu tarihten önce
belirtilen 4 testte soru sayısı 25 iken 2009 yılından
itibaren Yabancı Dil dersinin de testlere ilave edilmesiyle 8. sınıf seviyesinde Türkçe testinde 23,
İngilizce testinde 17 ve diğer testlerdeki soru sayısı
20 olmuştur.
Aşağıdaki Tablo 1, Tablo 2, Tablo 3 ve Tablo 4’te
sırasıyla Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi ve Sosyal
Bilgiler derslerine göre 2001 – 2007 yılları arasındaki
OKS ile 2008 – 2010 yılları arasındaki 6, 7 ve 8. sınıflara ait SBS bilgilerinden Öğrenci Sayısı, Test Soru
Sayısı, Test Ortalaması, Test Standart Sapması ve
Test Oranları Yüzdesi incelenmiş, derslere ait Test
Ağırlık Katsayıları dikkate alınmamıştır. Ortaöğretime Geçiş Sistemi kapsamında 2008 – 2010 yılları
arasındaki 6, 7 ve 8. sınıfların Seviye Belirleme Sınav
sonuçları bütünlük arz ettiğinden bu sınıfların hepsi
birlikte değerlendirilmiştir. Ayrıca Tablo 5 ve Tablo
6 ile de PISA uygulamalarında ülkemiz açısında bir
karşılaştırma yapılmıştır. (Tablo 1)
Tablo 2. 2001 – 2010 Yıllarındaki Matematik Dersine Ait OKS – SBS Tablosu.
Sınava
Sınıf
Müracaat
Eden
Sınava
Giren
Test
Soru
Sayısı
Ort.
Test Stand. Test Ort.
Sap.
Yüzdesi
Test
2001
8.Sınıf
568.495
553.495
25
4,72
6,1053
18,88
2002
8.Sınıf
562 196
548 455
25
3,12
5,1325
12,48
2003
8.Sınıf
614 164
600 289
25
3,11
5,0862
12,44
2004
8.Sınıf
650 230
634 787
23
1,15
4,2380
5,00
2005
8.Sınıf
786 344
768 696
25
2,35
4,5712
9,40
2006
8.Sınıf
809 201
798 297
25
1,70
4,8243
6,80
2007
8.Sınıf
824 676
818 361
25
3,35
5,2025
13,40
2008
8.Sınıf
913 626
905 923
25
3,70
6,8729
14,80
7.Sınıf
991 641
962 892
18
5,20
4,5099
28,89
6.Sınıf
992 226
958 876
16
4,59
4,2557
28,69
8.Sınıf
1 029 828
1 011 212
20
2,35
4,7540
11,75
7.Sınıf
1 046 930
1 029 665
18
2,40
3,8365
13,33
6.Sınıf
1 085 093
1 061 458
16
2,38
3,6592
14,88
8.Sınıf
1 019 498
1 008 302
20
5,00
5,6280
25,00
7.Sınıf
1 069 502
1 058 743
18
4,64
5,5368
25,78
6.Sınıf
1 090 871
1 077 749
16
4,66
4,3071
29,13
2009
2010
Ortalama (6 ve
7. Sınıflar dahil
edilmemiştir.)
2001 – 2008 arası
2009 – 2010 arası
• 82
20
24,75
2,90
3,68
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Tablo 3. 2001 – 2010 Yıllarındaki Fen Bilgisi Dersine Ait OKS – SBS Tablosu.
Sınava
Müracaat
Eden
Sınava
Giren
Test
Soru
Sayısı
Test
Ort.
Test
Stand.
Sap.
Test Ort.
Yüzdesi
2001
8.Sınıf
568.495
553.495
25
6,06
5,8465
24,24
2002
8.Sınıf
562 196
548 455
25
3,93
5,3897
15,72
2003
8.Sınıf
614 164
600 289
25
3,63
5,0360
14,52
2004
8.Sınıf
650 230
634 787
25
4,70
5,1781
18,80
2005
8.Sınıf
786 344
768 696
24
4,79
5,3851
19,96
2006
8.Sınıf
809 201
798 297
25
6,32
6,4400
25,28
2007
8.Sınıf
824 676
818 361
25
5,73
4,9929
22,92
2008
8.Sınıf
913 626
905 923
25
5,29
5,9005
21,16
7.Sınıf
991 641
962 892
18
5,95
4,4834
33,06
6.Sınıf
992 226
958 876
16
4,78
4,4615
29,88
8.Sınıf
1 029 828
1 011 212
20
5,25
5,6253
26,25
7.Sınıf
1 046 930
1 029 665
18
5,29
4,7269
29,39
6.Sınıf
1 085 093
1 061 458
16
6,39
3,9804
39,94
8.Sınıf
1 019 498
1 008 302
20
6,76
5,8319
33,80
7.Sınıf
1 069 502
1 058 743
18
4,77
5,2598
26,50
6.Sınıf
1 090 871
1 077 749
16
7,85
4,4735
49,06
24,88
5,06
2009
2010
Ortalama (6 ve 7. Sınıflar
dahil edilmemiştir.)
2001 – 2008 arası
2009 – 2010 arası
Tablodan da görüleceği üzere Türkçe testinden,
en düşük ortalama 2004 yılında (6 ve 7. sınıfları da
değerlendirmeye aldığımızda en düşük test ortalaması 2009 yılında 6. sınıflardaki 7,23 tür.) 7,54; en
yüksek ortalama ise 2008 yılında 15,95 ile 8. sınıflara aittir. 2001 – 2008 yılları arasında gerçekleştirilen sınavda Türkçe testinde 25 soru sorulmuş ve
25 soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 9,76;
2009 ve 2010 yıllarında aynı testte var olan 23 soru
ortalamasına göre de “Test Ortalaması” 11,23 olarak gerçekleşmiştir. (Tablo 2)
2004 yılında Matematik testinden 2 soru iptal
edilmiştir. Türkçe testinde olduğu gibi Matematik
20
6,01
testinde de en düşük ortalama 2004 yılında 1,15;
en yüksek ortalama ise 2010 yılında 8. sınıflardaki 5,00 (Matematik bölümünde en yüksek test ortalaması sınıf farkı gözetmeksizin 2008 yılındaki 7.
sınıflara ait ve 5,20 dir.)ile gerçekleşmiştir. 2001 –
2008 yılları arasında uygulanan sınavda Matematik
testinde 25 soru sorulmuş ve 24,75 soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 2,90; 2009 ve 2010 yıllarında aynı testte var olan 20 soru ortalamasına göre
de “Test Ortalaması” 3,68 olmuştur. (Tablo 3)
Fen Bilimleri testinde 2005 yılında 1 soru iptal
edilmiş, en düşük test ortalaması 2003 yılında 3,63;
en yüksek test ortalaması ise 2010 yılında 8. sınıflar-
83 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Tablo 4. 2001 – 2010 Yıllarındaki Sosyal Bilgiler Dersine Ait OKS – SBS Tablosu
Sınava
Sınıf
Müracaat
Sınava
Giren
Eden
Test
Soru
Sayısı
Test
Ort.
Test
Test
Stand.
Ort.
Sap.
Yüzdesi
2001
8.Sınıf
568.495
553.495
25
9,53
6,6635
38,12
2002
8.Sınıf
562 196
548 455
25
7,76
6,8187
31,04
2003
8.Sınıf
614 164
600 289
25
8.25
6,9060
33,00
2004
8.Sınıf
650 230
634 787
25
7,68
6,6072
30,72
2005
8.Sınıf
786 344
768 696
25
8,20
6,4675
32,80
2006
8.Sınıf
809 201
798 297
25
10,06
7,0285
40,24
2007
8.Sınıf
824 676
818 361
25
8,63
6,6060
34,52
2008
8.Sınıf
913 626
905 923
25
12,19
7,7871
48,76
7.Sınıf
991 641
962 892
18
8,26
5,6387
45,89
6.Sınıf
992 226
958 876
16
7,34
5,2296
45,88
8.Sınıf
1 029 828
1 011 212
20
9,51
6,7802
47,55
7.Sınıf
1 046 930
1 029 665
18
7,49
5,3169
41,61
6.Sınıf
1 085 093
1 061 458
16
6,39
4,9218
39,94
8.Sınıf
1 019 498
1 008 302
20
9,67
6,8981
48,35
7.Sınıf
1 069 502
1 058 743
18
8,05
5,6946
44,72
6.Sınıf
1 090 871
1 077 749
16
8,20
4,5690
51,25
25
9,04
2009
2010
Ortalama (6 ve
7. Sınıflar dahil
edilmemiştir.)
2001 – 2008 arası
2009 – 2010 arası
daki (Fen Bilgisi alanında en yüksek test ortalaması
sınıf farkı gözetmeksizin 2010 yılında 6. sınıflara ait
ve 7,85 tir.) 6,76 ortalama ile gerçekleşmiştir. 2001 –
2008 yılları arasında uygulanan sınavda Fen Bilgisi
testinde 25 soru sorulmuş ve 24,88 soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 5,06; 2009 ve 2010 yıllarında aynı testte bulunan 20 soru ortalamasına göre
de “Test Ortalaması” 6,01 şeklinde ortaya çıkmıştır.
(Tablo 4)
Türkçe ve Matematik testlerinde olduğu gibi
Sosyal Bilgiler testi de 2004 yılındaki 7,68 ortalama
ile en düşük (Bu bölümünde en düşük test ortala-
• 84
20
7,66
ması sınıf farkı gözetmeksizin 2009 yılında 6. sınıflara ait ve 6,39); 2008 yılındaki 8.sınıflara ait 12,19
ile de en yüksek test ortalamasına sahip olmuştur.
2001 – 2008 yılları arasında gerçekleştirilen sınavda
Sosyal Bilgiler testinde 25 soru sorulmuş ve 24,75
soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 9,04;
2009 ve 2010 yıllarında aynı testteki 20 soru ortalamasına göre de “Test Ortalaması” 7,66 olmuştur.
İlki, 2000 yılında gerçekleştirilen, her üç yılda bir
Okuma Becerileri, Matematik Okuryazarlığı ve Fen
Bilimleri Okuryazarlığı gibi üç farklı alanın her seferinde bir alanda daha fazla yoğunlaşarak 8 ve 9. sınıf
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Tablo 5. 2003 – 2006 ve 2009 Yıllarındaki PISA Uygulamaları Tablosu
Ülke
Sayısı
Ülke
Sayısı
Okuma Becerileri
OECD
OECD
Tüm
Ort.
Türkiye
Matematik
OECD
OECD
Tüm
Ort.
Fen Bilimleri
Türkiye
OECD
OECD
Tüm
Ort
Türkiye
(Tüm)
(OECD)
2003
41
30
488
494
441
489
500
423
496
500
434
2006
57
30
484
492
447
484
498
424
491
500
424
2009
65
33
492
493
464
488
496
445
496
501
Ortalama
450,67
430,67
454
437,33
(Kaynak: Tablo 5 ve Tablo 6 için T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı 2003 ve
2006 yılları Ulusal Raporları ile 2009 yılı Ulusal Ön Raporu.)
seviyesindeki öğrencilere uygulanan, 2005 yılında
Matematik ve Fen Bilimleri Okuryazarlığı alanların-
öğretim programlarımızın değiştirilmesinde temel
da elde ettikleri puanlar itibarı ile hep 2. düzeyde bir
dayanak olarak kullanılan ve kısaca PISA (Ulus-
konumda bulunmuşlardır. PISA’nın kabul ettiği stan-
lararası Öğrenci Değerlendirme Programı) olarak
dartlara göre;
isimlendirilen uygulamaya da kısaca bir göz atalım.
(Tablo 5)
Okuma Becerileri alanında 2. düzeyde bulunan
öğrenciler şu görevleri yerine getirebilirler: “Bu dü-
2003 yılında Matematik Okuryazarlığı, 2006 yılın-
zeydeki öğrenciler birçok duruma karşı gelebilecek
da Okuma Becerileri 2009 yılında da Fen Bilimleri
ya da çıkarımda bulunabileceği bir bilgiyi ya da daha
Okuryazarlığı alanlarının öne çıkartıldığı uygulama-
fazla bilgiyi metinde bulabilir. Metindeki ana düşün-
da bazı bölgelerde ve bazı okullarda oldukça yük-
ceyi belirleyebilir, ilişkileri anlayabilir ya da çok fazla
sek puanlar alınmasına rağmen Türkiye ortalamasını
bilginin olmadığı, fazla çıkarımda bulunulmayacak
oluşturan puanın her üç alanda da diğer ülkelerin or-
durumlarda metnin belli bir bölümünden anlam çı-
talama puanlarından anlamlı bir şekilde düşük oldu-
karır. Metnin bir özelliğine dayanarak benzer ya da
ğu tablodan net bir şekilde görülmektedir. (Tablo 6)
farklılıkları bulabilir. Kişisel deneyim ya da tutumla-
Türkiye her üç alanda da elde ettiği puanlara
göre maalesef üst sıralarda değildir.
rından yola çıkarak metnin dışındaki bilgilerle metnin
içindeki bilgileri karşılaştırabilir, bu bilgiler arasında
ilişki kurabilir.”;
PISA uygulaması sonucunda 2003 - 2006 ve
Matematik Okuryazarlığı alanında: “İkinci düzeye
2009 yıllarında öğrencilerimiz Okuma Becerileri,
erişmiş olan öğrenciler, doğrudan çıkarım yapmaktan
Tablo 6. 2003 – 2006 – 2009 Yıllarındaki Türkiye’nin PISA’ya Göre Sonuçları Tablosu
Sıralama
Ülke
Ülke
Okuma
(Tüm)
(OECD)
Becerileri
OECD
Tüm
OECD
Tüm
OECD
Tüm
2003 (Matematik)
41
30
28
32
28
33
28
33
2006 (Fen Bilimleri)
57
30
28
37
29
41
29
43
2009 (Okuma Becerileri)
65
33
31
39
31
41
31
42
Matematik
Fen Bilimleri
85 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
başka bir beceriye gerek olmayan durumları
tanıyabilir ve yorumlayabilirler. Bu öğrenciler, tek
bir kaynaktan gerekli bilgiyi elde edebilir ve sadece
bir gösterim biçimini kullanabilirler. Bu düzeydeki
öğrenciler temel algoritmaları, formülleri, alışılageldik
işlem yollarını kullanabilirler. Doğrudan ispat gibi basit akıl yürütmelerini yapabilirler ve sonuçlar üzerinde
görülenin ötesine geçmeyen yorumlar yapabilirler.”;
daki sonuçlar ile örtüştüğünü ortaya koymaktadır.
2005 – 2006 eğitim öğretim yılında, öğretim
programlarının ilk defa değişmesiyle 1. sınıfa başlayan bir öğrencinin PISA’ya katılabilecek seviyeye
geldiği zaman 8. sınıf 2012 - 2013, 9. sınıf ise 2013
- 2014 öğretim yılları olacaktır. Bu dönemlerde yapılacak PISA uygulamaları bize gerçek anlamda program değişikliğinin sonuçlarını göstermesi açısından
Fen Bilimleri Okuryazarlığı alanında ise: “2. dü-
önem teşkil etmektedir. Ülkemizin üç alanda da bu-
zeydeki öğrenciler, alışılmış durumlarda olası açıkla-
lunduğu 2. seviyenin alt sıralarındaki puanlamadan
maları yapabilecekleri ya da basit araştırmalara da-
üst sıralardaki puanlamaya doğru yükseldiği dikkate
yanan sonuçlar çıkarabilecekleri yeterli bilimsel bil-
alındığında bir sonraki aşamasının da bir üst seviye-
giye sahiptirler. Teknoloji ile ilgili problem çözümü ya
ye atlaması olduğu beklentisini taşımaktayız.
da bilimsel sorgulamanın sonuçlarına göre mantıksal
çıkarımlar ve basit yorumlar yapabilirler.”
Öğretim programları değişikliğinden önce ve sonra gerçekleştirilen OKS ve SBS sınavlarının sonuç-
Okuma Becerileri, Matematik Okuryazarlığı ve
larında kısa vadede anlamlı derecede bir değişiklik
Fen Bilimleri Okuryazarlığı alanlarında en üst dere-
gözükmese bile eğitimin ve dolayısıyla sonuçlarının
celendirme 6. seviyedir ve bu seviyede bulunan öğ-
bugünden yarına hemen değişmesini bekleyemeyiz.
renciler artık her alanda soyut düşünme ve üretme
Eğitime, insana yapılan yatırımların uzun vadede bir
yeteneğine sahiptir.
anlam kazanacağı, gerekli tedbirler alınmazsa kısa
2001 – 2010 yılları arasında gerçekleştirilen OKS
ve SBS sınavları sonuçlarına göre sırasıyla;
Türkçe testinden, 25 sorunun sorulduğu dönemde test ortalaması 9,76; 23 sorunun sorulduğu dönemde test ortalamasının 11,23;
Matematik testinden, 25 sorunun sorulduğu dönemde test ortalaması 2,90; 20 sorunun sorulduğu
dönemde test ortalamasının 3,68;
Fen Bilimleri testinden, 25 sorunun sorulduğu
dönemde test ortalaması 5,06; 20 sorunun sorulduğu dönemde test ortalamasının 6,01;
Sosyal Bilgiler testinden, 25 sorunun sorulduğu
dönemde test ortalaması 9,04; 20 sorunun sorulduğu dönemde test ortalamasının 7,66; oldukları göz
önüne alındığında bu sonuçların PISA uygulamasın-
• 86
ve anlık başarıların kalıcı olmadığı, saman alevi gibi
parlayıp geçeceği fakat bunlarla beraber hızla akıp
giden ve tekrar döndüremeyeceğimiz zaman karşısında önlemler alındığında geleceği şekillendirmesi
anlamında uzun vadede daha yararlı meyvelerini göreceğimiz kaçınılmazdır.
Bir Çin atasözünde de belirtildiği gibi: “Bir yılı
planlıyorsanız pirinç yetiştirin. Yirmi yılı planlıyorsanız ağaç yetiştirin. Yüzyılları planlıyorsanız insan
yetiştirin.”
KAYNAKÇA
Millî Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme
Dairesi Başkanlığı 2003 ve 2006 yılları Ulusal
Raporu, 2009 yılı Ulusal Ön Raporu.
T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel
Müdürlüğünün İnternet sayfası olan www.egitek.
meb.gov.tr
NİSAN 2011 - SAYI 134•
BİR AVRUPA KOMİSYONU PROJESİ:
“İKİNCİ FIRSAT OKULLARI”
CEYDA ÜÇYILDIZ
Eğer denerseniz başarısız olma ihtimaliniz vardır ama
denemezseniz kesin başarısız olursunuz !
“HAYDİ YENİDEN OKULA”
G
ünümüzde AB üye ve aday ülkelerinde yaşayan
çok sayıda genç, belli bir yeterlilik düzeyine erişemeden ve diploma alamadan eğitim sisteminin dışında kalmakta ve istihdam olanaklarından
yararlanamamaktadır. Bu gençlerin karşılaşabileceği toplumsal dışlanma ve uyumsuzluk, onları ömürleri boyunca
etkilemekte ve rekâbet güçlerini zayıflatmaktadır. Kendisini
eksik ve dışlanmış olarak gören birey mutsuz olmakta, sağlıklı ilişkiler kuramamakta ve suç işlemeye yönelebilmektedir. Bu da toplumsal yapının bozulmasına neden olmaktadır.
Bu olumsuz durumu değerlendiren Avrupa Komisyonu
tarafından 29 Kasım 1995 tarihinde yayımlanan “Öğretme ve Öğrenme: Öğrenen Topluma Doğru” başlıklı Beyaz
Belge’de istihdamın ve rekâbet gücünün temelini oluşturan
eğitim ve çıraklık politikalarının, özellikle eğitimin sürekli kılınması yoluyla güçlendirilmesi gereğinin altı çizilmiş,
Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerin bu yönde nasıl harekete
geçecekleri ve Topluluk düzeyinde benimsenecek destek
önlemler ele alınmıştır. Bunlar arasında;
Ceyda Üçyıldız, Bir Avrupa Komisyonu Projesi:
“İkinci Fırsat Okulları”, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 87-92.
• yeni bilgilerin edinilmesinin desteklenmesi,
• okulla iş çevrelerinin birbiriyle yakınlaştırılması,
87 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
• dışlanmaya karşı mücadele edilmesi ve sermaye yatırımlarıyla eğitime yapılacak yatırımların eş zeminde ele alınması gibi noktalar yer almaktadır.
Avrupa Komisyonu’nun Beyaz Belgede yer alan
hedefler doğrultusunda başlattığı en önemli girişimlerden birisi “İkinci Fırsat Okulları” (Second Chance
Schools-”1997) projesidir. Bu projenin temel amacı;
iş bulmak için yeterli düzeyde bilgi ve beceriye sahip
olmayan ve/veya geleneksel eğitim yollarından yeterli düzeyde yararlanamamış 15-25 yaşları arasındaki gençlere yeni eğitim fırsatları vermek ve sosyal
dışlanmaya maruz kalmalarını engellemektir.
1999 yılında ise, ortak projeler yoluyla ikinci fırsat okulları yaklaşımını daha da geliştirmek ve Avrupa çapındaki şehirlerin/belediyelerin işbirliğiyle
bu okulların yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla
İkinci Fırsat Okulları İçin Avrupa Şehirleri Ağı (E2C)
kurulmuştur. Bu birliğin ideali; İkinci Fırsat Okullarını
standart hâle getirmek değil, bu okulların kurulmasını teşvik etmek, ortak amaçlar ve hedefler temelinde, her okulun kurulduğu bölge ihtiyaçları doğrultusunda en iyi hizmetleri vermesini desteklemek ve
iyi uygulama örneklerinin paylaşılmasını sağlamaktır.
Bu kapsamda, AB ülkelerindeki öğretmenler bir araya gelerek fikir alışverişinde bulunmaktadırlar.
1999 yılının eylül ayında AB Komisyonu yerel
yönetimlere “İkinci Fırsat Okulları”nı kurmaları için
destek vermek üzere bir kılavuz yayınlamıştır. Bu
kılavuz; okulların kurulması, yasal statüleri, finansmanı gibi hususlarda pratik bilgiler sağlarken, aynı
zamanda, “Projemi desteklemeleri için hangi yerel
ortaklardan destek alabilirim?”, “Öğretmenlerin hangi yeterliliklere sahip olması gerekir?” gibi yöntemsel
sorulara cevap bulunmasını da kolaylaştırmaktadır.
Ancak, her şehir ve bölge farklı önceliklere ve ihtiyaçlara sahip olabileceğinden, söz konusu rehber,
her soruna ve soruya hitap etmekte sınırlı kalmakta,
sadece ortak genel çerçeveyi çizmektedir.
Bu okulların kurulmasındaki temel felsefe; geleneksel okulların sağladığı eğitim olanaklarını birebir
sunmanın ötesinde öğrencilere, başarısızlıklarının altındaki psikolojik, sosyal, ekonomik, kültürel nedenleri aşabilmelerine dayalı destek vererek öz güvenle-
• 88
rini ve sosyal yeterliliklerini artırmaktır. Zira okuldan
erken yaşta ayrılan veya ilişkisi kesilen öğrencilerin
büyük çoğunluğunun aslında ruhsal ve fiziksel sağlık
problemleri, ailevi, sosyal, ekonomik sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu okulların kurulmasında ve işletilmesinde ülkeler arasında ve yerel düzeylerde farklılıklar
olsa da, genel ortak özellikleri şöyle sıralanabilir:
• Yerel yönetimler, sosyal hizmetler, dernekler ve
özel sektör arasındaki kararlı işbirliğinin sağlanması,
• Bireyin özel ihtiyaçlarının, isteklerinin ve yeteneklerinin dikkate alınması ve yönlendirme yaklaşımının esas olması,
• Temel sayısal, sözel ve sosyal becerilerin geliştirilmesi ile uygulamalı eğitimin birleştirilmesine dayalı esnek öğretim modüllerinin kullanılması,
• Bilgi ve iletişim teknolojileri yoluyla becerilerin
kazanılması için merkez rol oynamaları,
• Dezavantajlı öğrencilerin yoğunlukta yaşadığı
bölgelere odaklı olmaları,
PROJELERİN OLUŞUMU
Temel Hedef:
Gençlere bireysel ihtiyaçlarına odaklı, geniş tabanlı, yüksek kalitede eğitim ve öğretim olanakları
sunmak yoluyla onların sosyal ve mesleki entegrasyonlarını sağlamak en temel hedeftir. Bu kapsamda,
gençlere güven duygusunu aşılamak, beceriler ve
yeterlilikler elde etmelerini sağlamak ve toplumda,
iş hayatında başarılı bireyler olarak yer edinmelerini
sağlamak önem arz etmektedir.
Hedef Grup:
Projeler, resmî akademik yeterlilikler alamamış,
sosyal ve mesleki sistemlere yeniden dâhil olma isteğinde olan 15-25 yaşları arasındaki gençlere yöneliktir. Bu kişiler, zorunlu eğitim yaşını geçmiş, eğitim
olanaklarından yararlanmak isteyen, ancak olumsuz
tecrübeler yaşamış ve bu konuda desteğe ihtiyacı
olan gençlerdir.
Projelerin Uygulanabileceği Bölgeler:
Projelerin hedef kitlesi özellikle sosyal ve ekonomik bakımdan problemlere sahip olan, işsizlik
oranlarının yüksek olduğu ve dışlanma riskiyle karşı
NİSAN 2011 - SAYI 134•
karşıya olan gençlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdir.
Proje bölgelerinin tam olarak belirlenmesinde yerel ihtiyaçlar ve projenin amaçları göz önünde bulundurulmalıdır.
İKİNCİ FIRSAT OKULLARINI BAŞARIYA
GÖTÜREN UNSURLAR
• Bütünsel ve Bireye Odaklı Yaklaşım
İkinci Fırsat Okullarına başvuran öğrenciler pek
çok açıdan zayıf bir durumdadırlar. Okuldan atılma
veya ayrılma sadece öğrenme güçlüğüne dayalı bir
sonuç olmayabilir. Bu yüzden, İFO’ların tüm hayat
koşulları temelinde yapılandırılmaları beklenmektedir. Buradaki temel felsefe öğrencilere başarısız bireyler olarak bakmak değil, onların da hayalleri ve
gizli kalmış yetenekleri olduğu noktasından başlamaktır.
İFO’lar genellikle bireysel eğitime odaklanırlar.
Bu odaklanma yalnızca başlangıçta öğrencinin çalışma planı hazırlanırken değil, okulda kaldığı sürece
geçerlidir.
• Kararlı ve İdealist Öğretmenler
Öğretmenler sadece akademik bilgi sağlayan
elemanlar değil, bunun ötesinde becerilere sahip
çok yönlü düşünebilen, kolaylaştırıcı, sosyal hizmetler sağlayabilen, bir arkadaş veya ebeveyn gibi
yakınlık kurabilen özellikteki kişiler olmalıdırlar. Bu
okullara başvuran öğrencilerden çoğu, hayatlarında
güven duygusunu kaybetmiş olabilmektedirler. Dolayısıyla öğretmenlerin bu gençlere yeniden kendilerine ve başkalarına güvenebilmeyi öğretmeleri çok
önemlidir. Bu öğretmenler, kimsenin varolduğuna
inanmadığı hazineleri çıkarmak için çaba harcayan
arkeologlara benzetilebilir.
Hemen hemen tüm İFO’larda çalışan öğretmenler geleneksel eğitim sistemi kapsamındaki okullarda çalışanlar arasından görevlendirilirler. Ancak bu
öğretmenlerin seçimi titizlikle yapılmakta ve deneyimli olmaları, zor hayat koşullarında yaşayan gençlerle çalışmış olmaları beklenmektedir. Özel öğretim,
psikoloji, pedagoji veya sosyal-pedagoji alanlarında
çalışmış öğretmenler tercih edilmektedirler.
İFO’larda çalışan öğretmenlerin almış oldukları
eğitim ve aranan şartlar ülkeden ülkeye farklılıklar
göstermektedir. Bazı okullar “özel ileri eğitim” almış
olma şartı aramakta, bazı okullar ise üniversitelerle
işbirliği yaparak öğretmenlerinin eğitimini sağlamaktadır.
• Bilgiye Ulaşmada Yeni Bir Bakış Açısı Geliştirmek
Buradaki en kritik nokta; öğrencilere ne öğrenmeleri gerektiğini söylemek yerine onların, neler
bildiklerine ve neleri başarabileceklerine odaklanarak gelecekteki gelişimlerini bunun üzerine inşa
etmektir.
• Yenilikçi Öğretim Metotları
İFO’lardaki öğretim metotları da geleneksel liselerden farklıdır. Bu okullarda uygulanan metotlar
konusunda esneklik vardır. Örneğin bilişim ve iletişim teknolojilerinden daha fazla yararlanılmakta ve
bilgisayar sayısı normal okullara göre daha fazla tutulmaya çalışılmaktadır.
• Kararlı yerel yönetimler
Kamu ve özellikle yerel yönetimlerin kararlılığı kesinlikle şarttır. Zira farklı partnerleri (sosyal hizmetler,
dernekler vb.) koordine etme görevi bu yetkililere
aittir.
• İş Camiasının Desteği
İş camiası projelerde şu temel rolleri üstlenir:
- Yerel istihdam piyasasının ihtiyaçlarına yönelik
beceri ve yeterliliklerin tanımlanmasına katkıda bulunmak
- Genç insanlara destekleyici hizmetler vermek
(danışmanlık, sponsorluk vd.)
- Gençlerin motive olacakları, tecrübeler kazanacakları ortamların oluşturulmasını desteklemek.
İKİNCİ FIRSAT OKULLARINDA UYGULANAN
DERS PROGRAMLARI VE ETKİNLİKLER
Çeşitli AB ülkelerindeki İkinci Fırsat Okullarının uyguladıkları ders programları okulların açıldığı
bölge ihtiyaçlarına ve o ülkenin eğitim sistemindeki
geleneksel ve yönetimsel eğilimlere göre farklılıklar
göstermektedir. Örneğin eğitimin merkezi olarak yö-
89 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
netildiği Yunanistan’da okulun ortaklarını seçmede,
yerel işbirliği yapmada ve ders programına karar
vermede insiyatif kullanma alanı daha sınırlıdır. Buna
rağmen hemen hemen her İFO’da anadil, matematik, yabancı dil, bilgisayar ve bilişim teknolojileri gibi
temel ve mesleki dersler okutulmakta ve bunların
yanında, sosyo-kültürel (vatandaşlık eğitimi) ve sosyal/psikolojik (grup çalışmaları, yaratıcılık, öz saygı
vb.) gelişime yönelik çalışmalar yapılmaktadır.
Eğitim ve öğretim genelde, geleneksel eğitime
oranla daha az sayıda öğrencinin bulunduğu ortamlarda gerçekleşmektedir. Bunun nedeni; eğitimin
genel değil, bireysel ihtiyaçlara, ilgi ve yeteneklere
odaklı olmasıdır. Öğrencinin geleneksel eğitimdeki
klasik modüllerin içine girmesi yerine, kendi ihtiyaçları ve zevklerinin daha ön planda olduğu kişisel ve
mesleki gelişim projelerinde daha istekli çalışmasının sağlanması esastır. Bu yüzden İFO’larda genellikle, her öğrenciye eş zamanlı olarak okutulan
standart müfredatlar yoktur. Örneğin Heerlen Okulunda (Hollanda), konular ayrı ayrı dersler şeklinde
okutulmamakta, öğrencilerin gün boyunca katıldığı
çalıştay, proje gibi faaliyetlere entegre edilmektedir;
Svendborg Okulunda (Danimarka) bilişim ve iletişim
teknolojileri konusu çalıştay şeklindeki etkinlikle ele
alınmaktadır.
İFO’larda eğitim almak isteyen öğrencilerin çoğunluğunun çeşitli problemlerle karşı karşıya olmaları nedeniyle (sağlık problemleri, alkol ve uyuşturucu
gibi kötü alışkanlıklar, hijyen problemleri, bunalımlı
dönemler, saldırganlık vs.) eğitimin yaşam becerileri
temelinde verilmesi önem arz etmektedir. Bu beceriler çeşitli informal faaliyetlerle verilebileceği gibi,
ders olarak da okutulabilmektedir. Örneğin Norrköping Okulunda (İsveç) haftada iki saat ders olarak
okutulmaktadır. Yaşam becerileri; zaman yönetimi,
ahlak, vergi ödeme, banka işlemleri, demokrasi,
sağlıklı beslenme, uyuşturucu, uyku problemleri, annelik, erken annelik, davranış biçimleri vd. konuları
içerebilmektedir.
İFO’ların kuruluşundaki ortak amaçlardan birinin
gençlerin bu okullardaki eğitimlerinden sonra iş bulmalarını kolaylaştırmak olduğu göz önüne alınarak,
bu sistemde öğrencilerin eğitimlerinin bir bölümü iş
• 90
yerlerindeki uygulamaya ayrılmıştır. Ancak bu uygulamaya ayrılan süre bakımından da ülkeler arasında
bir uyum yoktur. Örneğin Catania İFO’sundaki (İtalya) öğrenciler eğitimlerinin yüzde 10’nunu okul içinde mesleki eğitim şeklinde, yüzde 60’ını ise iş yerlerinde görmektedirler. Norrköping İFO’sundaki (İsveç)
öğrenciler ise haftanın 2 gününü okulda geçirirken, 3
gün ise işyeri ortamında çalışmaktadırlar.
Sonuç olarak günümüzdeki genel ihtiyaçlar göz
önüne alındığında, bir İFO’nun eğitim ve öğretim
programının altı temel alanda düzenlenmesi beklenmektedir. Bunlar;
• Temel beceriler (okuma, yazma, aritmetik)
• Mesleki beceriler
• Yaşam becerileri (hayat boyu öğrenme, öğrenmeyi öğrenme, işbirliği, takım çalışması, iletişim,
sosyalleşme, ahlak vd.)
• Bilgisayar ve bilişim iletişim teknolojilerine yönelik beceriler
• Dil becerileri
• Diğer beceriler (kültürel gelişim, spor, el sanatları, sanat vb.).
METODOLOJİ
Okulda sağlanan eğitim ve öğretim bilginin aktarılmasına değil, üretilmesine odaklıdır. Bu bağlamda,
öğrencilerin öğrenme süreçlerine, deneysel yaratıcı
faaliyetlere ve sorgulamalara doğrudan ve aktif katılımı esastır. Eğitim ve öğretim sürecinde; gözlem,
veri analizi, problemlerin çözümüne yönelik hipotezler geliştirme, tartışma, takım çalışmaları ön plana çıkmaktadır. Kullanılan ideal metodlar arasında;
gruba yönelik öğretim, özgür diyalog, beyin fırtınası,
projelendirme vb. vardır.
BAŞARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
İFO’larda öğrenci başarısının değerlendirilmesine
yönelik standart bir sistem yoktur ve her okul uyguladığı program ve etkinliklere göre çeşitli metotlar kullanabilmektedir. En sık uygulanan metodların
başında;
• öğrenilen işin icrası
• beyan, rapor, izleme defteri, öğrenci günlüğü
NİSAN 2011 - SAYI 134•
• proje sonuçları
• portföy
• standart değerlendirmeler gelmektedir.
Örneğin Svendborg İkinci Fırsat Okulundaki (Danimarka) öğrencilere sınav uygulanmamakta, öğrencilerin ilerleme durumları günlük takiplerle izlenmektedir. Bu, çalıştaylarda beraber çalışan iki öğretmen
tarafından yapılmakta ve rutin çalışmalar esas alınmaktadır. Günün sonunda gözlemler tartışılmakta
ve gerekirse profesyonel danışmanların da görüşleri
alınmaktadır.
MedieFronten İFO’sunda ise öğrenciler kaydettikleri ilerlemeleri portföylerine eklerler. Ayrıca tüm
öğrencilerin hedeflerini ve başarıyla geçtikleri kilit
aşamaları kaydettikleri “takip defterleri” vardır.
SERTİFİKALANDIRMA
İFO’lardaki öğrencilere verilen tamamlama ve
mezuniyet belgeleri de ülkelere ve bölgelere göre
farklılıklar göstermektedir. Bazı okullar geleneksel
eğitim sistemi kapsamında verilen diplomaların dengini verirken, (Örneğin; Almanya’da Schulabschluss,
Yunanistan’da ulusal diplomalar, Leeds’de Ulusal
Mesleki Yeterlilik Diploması ve Ulusal Genel Ortaöğretim Diploması, Catania’da (İtalya) scuola media);
bazı İFO’lar (Örneğin Portekiz’de) ise formal eğitimde geçerli olan krediler vermektedir. Bu okulların ortak arayışları ise, düzenli ve geçerli bir sertifikasyon
sistemini oluşturmaktır.
SİSTEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1999 yılında, Avrupa Komisyonu İkinci Fırsat
Okullarının başarılarının ölçülmesine yönelik olarak
“Dışarıdan Değerlendirme” uygulamalarını başlatmıştır. Bu değerlendirmelerin amacı; okulların ne derece başarılı olduğunu ölçmenin yanında, bir durum
analizinin ortaya konulması yoluyla eksik yönlerin
saptanarak, daha ileri adımlar atılmasıdır.
İkinci fırsat okullarının değerlendirilmesinde;
okuldan atılan öğrencilere yeniden fırsat verildiğinde
öğrenme isteklerini geri kazanabildikleri ortaya çıkmaktadır. Bu öğrenciler sosyal ve profesyonel açıdan rehabilite olmakta ve mezun olduklarında kendilerine güven duygusunu yeniden kazanmış, bilgili
ve istekli kişiler olarak iş bulabilmektedir.
AB ülkelerindeki İkinci Fırsat Okullarına giden
binlerce öğrenci, geçmişlerinde eğitime küsmüşken,
bu okullar sayesinde mutsuzluk, hayal kırıklığı, başarısızlık ve kişisel yıkım duygularından arınmaktadırlar. Bir araştırmaya göre bu okullara devam eden
öğrencilerin yüzde 90’ı kendi durumlarında büyük
değişiklikler olduğunu fark etmektedirler.
İKİNCİ FIRSAT OKULLARININ ÜLKEMİZDE
AÇILMASINA İLİŞKİN GÖRÜŞ VE ÖNERİLER
Okulda başarısızlık AB ülkelerinde olduğu gibi
ülkemizde de büyük bir problemdir ve milyonlarca
genç, aslında eğitim ve öğretimle işlenebilecek potansiyele sahipken, okul çağında karşılaştıkları psikolojik, sosyal ve ekonomik vb. nedenlerden dolayı
başarısız olmakta ve çoğu zaman bu başarısızlık onların tüm yaşamlarını etkilemektedir.
Birçok psikolojik sorunun, sosyalleşme konusundaki sıkıntılardan kaynaklandığının farkına varan Avrupa ülkeleri, genç insanların yeni sosyal ve kültürel
ortamlara uyumlarının sağlanmasına önem vermektedirler.
Hayat Boyu Öğrenme’nin bir politika hâline geldiği ülkemizde de AB üye ülkelerinde ve gelişmiş bazı
diğer ülkelerde olduğu gibi, zorunlu eğitim çağını
geçmiş, ancak daha sonra başarısızlıkları nedeniyle
pişmanlık yaşamakta olan gençlerin, geç olmadan
yeniden topluma kazandırılmaları için acil tedbirlerin
alınması gerekmektedir. İkinci Fırsat Okullarının açılması bu tedbirlerden en başarılı olanıdır.
AB ile bütünleşme sürecinde olan ülkemizde
de bir çok üye ülkenin yıllardır başarıyla yürüttüğü
bu uygulamanın acilen gündeme gelmesinde yarar vardır. Zira; göç, kültürel farklılıklar, sosyo-ekonomik sorunlardan kaynaklanan problemlerle yüz
yüze olan çok sayıda genç insanın topluma yeniden
kazandırılması ve istihdam edilmesi, toplumsal bunalımların aşılması yolunda çok büyük önem teşkil
etmektedir. Bunun sağlanması için bu gençlere ilgi
ve yeteneklerine göre eğitim ve öğretim olanakları
sağlanması şarttır.
Ülkemizin İkinci Fırsat Okulları İçin
Atabileceği Adımlar:
Bu okulların açılması, AB tarafından önerilen ve
91 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
teşvik edilen bir uygulama olmasına rağmen, yapılanmaları ve uygulamaları konusunda ülkelerin geleneksel eğitim sistemleri, özel ihtiyaçları ve sosyo-ekonomik farklılıklarına göre bir esneklik söz konusudur. Dolayısıyla ülkeler yasal düzenlemeler ve
uygulamalar açısından bu okulları kendi imkânları ve
ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirebilmektedirler.
AB’nin öncülüğünde ve bu konuda oluşturduğu
İkinci Fırsat Okulları İçin Avrupa Şehirleri Ağı (E2C)
ve yayınladığı genel kılavuzla ortak hareket eden üye
ülkelerin tecrübeleri, Herkes İçin Eğitim Stratejisini
benimsemiş ülkemiz için de iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu yüzden, ülkemizin İkinci Fırsat Okullarının açılması konusunda AB ile işbirliği yapması
ve AB fonlarından yararlanması isabetli olacaktır. Bu
bağlamda ülkemizin bir ön hazırlık yapması açısından:
• Genel, bölgesel ve yerel bazda; eğitim çağında olup eğitim sisteminin dışında kalmış çocuklar
ve gençlerin sayısı ve durumuna ilişkin güvenilir veri
toplanması ve analizi,
• Yapılan analizlere oluşturulacak profillere dayanılarak, öncelikli illerin ve semtlerin belirlenmesi,
• Yerel yönetimlerle işbirliği yapılması,
• Özel sektörle işbirliği yapılarak, istihdama ilişkin ihtiyaçların belirlenmesi,
• Bu okulların kurulmasında ve işletilmesine (örneğin; kullanılabilecek kamu binaları, çalışacak öğretmenlerin niteliği ve niceliği vs.) ilişkin fizibilite çalışmalarının yapılması,
• Tüm bunlar yapılırken yetkili AB ilgilileriyle yakın
temasa geçilerek destek alınması gibi konular başta
olmak üzere detaylı çalışmalara ihtiyaç olacaktır.
ting all young people into society through education and training, Volume 1, Proceedings of the
meeting Brussels, 7 and 8 May 1998
Report from Contact seminar on Second Chance Schools Norrköping, Sweden, May 9 –11 2001
Combating Exclusion through Education and Training
Declaration of Mrs Cresson, Former European
Commissioner,
1995 - September 1999
Eason, 2003 http://news.bbc.co.uk/1/hi/education/3052961.stm.
Another example is the planned ‘A4e Second Chance
School’ in Sheffield (http://www.e2c-europe.
org/2cschools/2cschools__shef.htm).
Grigorios Bisbinikakis1, I. Athanasia Dipl.-Informatiker
(MSc) Univ. Erlangen, BSc-Mathematics Univ.
Patras, Greece; MSc- Information Technologies
in Education and Educational Software
The external synthesis report, produced by Beratungs-,
Projektmanagement- und Personalsentwicklungsgesellschaft (BBJ) in Berlin (D) (PDF format 3600 kb)
The thematic report on “partnership” produced by
Centrum voor Europese Studies en Opleidingen
(CESO) in Maastricht (NL) and the Collège Cooperatif Provence Alpes Méditerranée in Aix-enProvence (F) (PDF format - 480 kb)
The thematic report on “teaching methods” produced by
CESO in Maastricht (NL) and AIKE International
Ltd in Helsinki (Finland) (PDF format - 220 kb)
The thematic report on the characteristics and progression of the target group, produced by the Centre
International d’Etudes Pédagogiques (CIEP) in
Sèvres (F) (PDF format - 250 kb)
Grundtvig, Adult Learner’s Week and adult learning in
general visit NIACE, www.niace.org.uk
http://www.literacytrust.org.uk/socialinclusion/youngpeople/goodpractice.html#Second
KAYNAKÇA
Second Chance Schools Evaluation Lot 3 Teaching
Methodologies Final Report, August 2000, EevaKaisa Linna (Aike International/National Board
of Education, Helsinki) Jacques Jansen (Ceso,
Maastricht)
http://ec.europa.eu/education/archive/2chance/home_
en.html Directorate-General for Education and Culture, Integra-
• 92
http://nascent.bbjnet.it/Newsletter/Newsletter2.pdf
http://www.schome.ac.uk/wiki/Second_chance_schools
http://www2.trainingvillage.gr/download/cinfo/cinfo298/
c2c04en.html
Guide for setting up a second chance school, Prepared
by Liliane Lafond- Association nationale pour
la formation professionnelle des adultes (AFPAFrance, Edward TERSMETTE, European Commission)
GÜNDEM
Uluslararası Okul Öncesi
Eğitim Kongresi
“Okul Öncesi Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi” kapsamında
düzenlenen “Uluslararası Okul Öncesi Eğitim Kongresi” İstanbul’da
yapıldı. Kongrede bir konuşma
yapan Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, okul öncesi eğitimin
çocukların sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler olmasında en temel
ve önemli basamaklardan biri olduğunu söyledi. Hükûmet olarak
en temel önceliklerden biri olarak,
okul öncesi eğitimi belirlediklerini
ifade eden Bakan Çubukçu, 2002
yılında Türkiye’de okul öncesi eğitimde yüzde 11 olan okullaşma
oranını yüzde 100’e çıkarmayı en
önemli hedef olarak önlerine koyduklarını belirtti.
Okul öncesi eğitimi, çocukların,
eğitim hayatına iyi bir başlangıç
yapmaları için önemli bir basamak olarak gördüklerini anlatan
Bakan Çubukçu, şöyle konuştu:
“Çocuklarla her zaman iç içeydim.
Meslek hayatım boyunca çocuklarla ilgili çalışmalarda bulundum.
İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra İstanbul Barosu Çocuk Hakları Komisyonunda
ve çocuk mahkemelerinde görev
yaptım. 59. Hükûmet döneminde
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet
Bakanlığı görevine atandım. 2009
yılından itibaren de Millî Eğitim
Bakanı olarak yürüttüğüm görevim sırasında okul öncesi eğitimin
önemine hep inanarak, çalışmalarımda öncelik verdim. Çünkü tek
tek her çocuğumuz çok değerli ve
çok önemli. Çalışarak elde edeceğimiz hiçbir sonuç, çocuklarımızın
yüzündeki gülücüklerden, gözlerindeki ışıltılardan daha önemli değildir. İstiyoruz ki çocuklarımız daha
az hastalansınlar, daha iyi beslensinler. Daha az ağlasınlar, daha
çok çok gülsünler. O olağanüstü
gülümseyişleriyle yüreğimizi ve geleceğimizi aydınlatsınlar.” Yapılan
araştırmaların, kaliteli bir erken çocukluk eğitimi programına katılan
çocukların anaokulu ve ilköğretime
başlarken, öğrenmeye daha hazır
ve yetenek testlerinde daha başarılı olduklarını ortaya koyduğunu
vurgulayan Bakan Çubukçu, okulu terk, devamsızlık ve sınıf tekrarı
oranlarının daha düşük olduğunu,
bir üst öğretime geçiş ve devam
etme oranını arttırdığını, daha üst
düzeyde akademik motivasyonlarının olduğunun ve başarılarının
arttığının gözlenen kazanımlar olduğunu bildirdi. Çocuklara sunulan hizmetin kalitesini yükseltmeye
dönük çabaların, yaygınlaştırma
çabalarıyla eş zamanlı olarak yürütüldüğüne işaret eden Bakan
Çubukçu, şunları kaydetti: “Okul
öncesi dönem, hayatın temelini
oluşturuyor. Bu dönemin en önemli özelliği gelişimin çok hızlı olmasıdır. Ülkemizde yıllar yılı okul öncesi
eğitim kurumları çocuk bakıcılığı
görevinin üstlenildiği yerler olarak
görülmüşse de bugün bu algının
çok büyük oranda değişime uğradığını memnuniyetle görüyoruz.
Kuşkusuz anne babaların bu konudaki duyarlılıkları ve çocukları için
okul öncesi eğitimin önemine inanmaları, sonuca ulaşmamızda en az
maddi kaynaklar kadar gerekli ve
önemli. Eğitim ve beyin gelişimi
üzerine yapılan araştırmalara göre,
çocuk 5 yaşına geldiğinde beynindeki bağlantı temellerinin yüzde
60’ı kurulmaktadır. 0-5 yaş dönemi
beyin gelişiminin en hızlı ve öğrenmeye en elverişli olduğu yıllarıdır.
Artık okul öncesi eğitimin, bireyin
sağlıklı gelişimi, başarısı ve mutlu
bir geleceğe sahip olmasında hayati bir önem taşıdığı tartışmasız
kabul gören bir gerçektir.” Avrupa
ve OECD ülkelerinde okul öncesi
eğitimde okullaşma oranının yüzde
80’lerin üzerinde olduğunu söyle-
93 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
yen Bakan Çubukçu, “Ülkemizde
okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak, okullaşma oranını Avrupa
Birliği ve OECD ülkeleri düzeyine
çıkarmak, her çocuğa okul öncesi
eğitim imkânı sağlamak öncelikli
hedeflerimiz arasındadır” dedi.
Genel eğitimin yanı sıra erken
çocukluk dönemi eğitim politikalarını belirlerken okul öncesi eğitimi de öncelikleri arasına aldıklarını anlatan Bakan Çubukçu, şöyle
dedi: “Bakanlığımız, 2003 yılından
bu yana okul öncesi eğitimle ilgili önemli çalışmalara imza atmış,
2010-2011 eğitim öğretim yılında
okullaşma oranı 48-72 aylık çocuklar için yüzde 43’e ulaşmıştır. Ancak
okul öncesi eğitimle ilgili hizmetlerin dağınık olması, erken çocukluk
gelişiminin önemine ilişkin toplumsal bilinç düzeyi, erken çocukluk
gelişimi kapsamındaki hizmetlerin,
dezavantajlı çocuklara götürülmesinde erişimin sınırlı olması, finansmanın yeterli olmaması bu alandaki
temel sorunlarımızdır. 9. Kalkınma
Planı’nda 2013 yılı sonu itibariyle 5
yaş grubunda kademeli olarak yüzde 100’lük okullaşma oranı hedeflenmektedir. Bu hedefe ulaşmak
için ülke gerçeklerine uygun yaklaşımlarla rasyonel ilke ve politikalar
üreterek stratejiler geliştirmek durumundayız.” Okul öncesi eğitim
hizmetlerinin verilmesinde, okullaşma için kurum ve sınıf sayılarla,
araç-gereç gibi altyapı imkânları
ve müfredat ne kadar önemliyse,
bu altyapıyı kullanacak öğretmenlerin nicelik ve niteliklerinin de o
kadar önemli olduğunu ifade eden
Bakan Çubukçu, çocukların başarısının en önemli unsurunu öğretmenlerin oluşturduğunu kaydetti.
Atanacak öğretmenlerin, üniversitelerin 4 yıllık eğitim fakültelerinden okul öncesi eğitimi bölümünden mezun olmalarını önemsediklerini belirten Bakan Çubukçu,
“Amacımız tüm çocuklarımızın okul
öncesi eğitim fırsatlarından eşit şekilde yararlanmasıdır” dedi. Okul
Öncesi Eğitimin Güçlendirilmesi
Projesi’yle dezavantajlı çocukların
gündüz çocuk bakım ve okul öncesi eğitime kayıt oranını artırmayı,
devamlarını sağlamayı hedeflediklerini anlatan Bakan Çubukçu,
dezavantajlı çocukların kaliteli bir
okul öncesi eğitimden faydalanmaları, hayata akranlarıyla eşit koşulda başlamaları açısından çok
büyük bir öneme sahip olduğunu
bildirdi. Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, çağdaşlaşma ve ekonomik kalkınmanın ancak beden
ve ruh sağlığı yerinde, geleceğine
yön verebilen eğitilmiş bireylerden
oluşan yaratıcı bir toplumla gerçekleşebileceğini belirterek, okul
öncesi eğitimin yaygınlaştırılması
konusunda devletin yanı sıra yerel yönetimlere, özel sektörlere ve
sivil toplum kuruluşlarına da çok
önemli sorumluluklar düştüğünü
kaydetti.
Bakan Çubukçu, konuşmaların
ardından okul öncesi eğitime katkıda bulunan bürokrat ve akademisyenlere teşekkür plaketi verdi.
İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Âkif
Ersoy’u Anma Günü Etkinliği
Bakan
Çubukçu,
İstiklâl
Marşı’nın Kabulü ve Mehmet
Âkif Ersoy’u Anma Günü dolayısıyla Millî Eğitim Bakanlığı Şûra
Salonu’nda düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşmada, İstiklâl
Marşı’nın TBMM’nin 12 Mart
1921 tarihli oturumunda iki defa
üst üste okutularak uzun uzun
• 94
alkışlandığını belirterek, o tarihî
anın coşkusunu bugün tekrar
görmekten onur duyduğunu söyledi. Büyük insanların, içinde yaşadıkları zaman dilimine sığmayan, geçmiş ve gelecek zamanları kapsayan insanlar olduğuna
işaret eden Bakan Çubukçu,
onların bazen bir anıta, bazen
bir kitaba, bazen de toplumlar
için bir kurtarıcıya dönüştüklerini
kaydetti. Bakan Çubukçu, “Mehmet Âkif Ersoy da 63 yıllık ömrüne sığdırdığı mücadele ve bütün
bir milletin duygularına tercüman
olan İstiklâl Marşı’nı yazarak tarihe ve topluma mal olmuş büyük
insanlardan biridir ve “İstiklâl
NİSAN 2011 - SAYI 134•
Marşı” şairi olarak milletin kalbine
yerleşmiştir. Yüreği vatan ve istiklal sevgisiyle dolu şair, milletin ruhundaki derin ıstırabın tercümanı
olmuştur” dedi. İstiklâl Marşı’nı
anlamak ve anlatmak için onun
hangi şartlarda yazıldığının bilinmesi ve bu çerçevede değerlendirme yapılması gerektiğini
ifade eden Bakan Çubukçu, “Bir
milletin direniş ruhunun istiklal iddiasının her satırına sindiği ve bu
topraklar için gözünü kırpmadan
şehit olan bütün vatan evlatları
adına yazılmış olan İstiklâl Marşı’mızın esin kaynağı Kurtuluş
Savaşı’mızdır. İstiklâl Marşı’mız
yazıldığı andan itibaren bir şairin
eseri olmaktan çıkıp milletimizin
kalbine yerleşmiştir” diye konuştu. Bakan Çubukçu, Ersoy’un,
bir milletin bağımsızlık özlemini
şiirlerinde anlatırken, bağımsızlığın sadece silahla kazanılamayacağını, bedelinin can ile ödendiği, bağımsızlığın bir milletin fikir dünyasında gerçek manasını
bulacağı düşüncesini emanet
olarak bıraktığını kaydetti. Millî
şairin bu fikirlerini ortaya koyarken en büyük değeri, Türk gençliğine verdiğini dile getiren Bakan
Çubukçu, “Ona göre gençlik, sadece geleceği yaşayan bir nesil
olmayıp, aynı zamanda geçmişini de içinde yaşatacak olan en
büyük kültür taşıyıcısıdır” dedi.
Etkinlikte, Polatlı Anadolu Lisesi
öğrencileri tarafından “Mehmet
Âkif Olmak” adlı tiyatro gösterisi
de düzenlendi.
Öğretmen Okullarının Kuruluşunun
163. Yıldönümü
Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu Öğretmen Yetiştirme
ve Eğitimi Genel Müdürlüğünce, Çapa Anadolu Öğretmen
Lisesi’nde düzenlenen “Öğretmen Okullarının Kuruluşunun
163. Yıl Dönümü” kutlama törenine katıldı.
Törende konuşan Bakan Çubukçu, Türkiye’deki öğretmen
yetiştirme sisteminin temelinin
16 Mart 1848 tarihinde Darül
Muallimin adıyla ilk öğretmen
okulunun açılmasına dayandığını
söyledi. Bakan Çubukçu, herkesin hayatında minnet duyduğu,
sevgiyle andığı ve yeteneklerini
fark etmesine, kişiliğinin gelişmesine yaptıkları katkılarla hep
hatırladığı öğretmenleri olduğunu belirterek, “İnanıyorum ki
sizler de öğretmenlik mesleğinin
gerektirdiği niteliklerle donanmış
olarak öğrencilerin üzerine ışığınızı düşüreceksiniz” dedi. Her
öğrencinin içindeki potansiyeli
ortaya çıkarmanın ve geliştirmenin öğretmenlerle mümkün olduğunu vurgulayan Bakan Çubukçu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bu kapsamda öğretmenlik mesleğinin geliştirilmesine ilişkin her
hizmetin, her destek ve yatırımın
diğer alanlara yapılan yatırımlardan çok daha önemli, öncelikli
ve değerli olduğunu belirtmek
isterim. Öğretmenlik mesleği ülkemizde her zaman itibar gören
ve bir ideal olarak gençlerin önüne konulan bir meslek olmuştur.
Büyük Önder Atatürk de yaşadığı
sürece her fırsatta öğretmenlik
mesleğinin önemini vurgulamıştı.
Tutarlı ve ciddi eğitim politikaları
ve öğretmen yetiştiren okullarla
ülkemizde bir eğitim seferberliği
başlatıldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da eğitime yapılan yatırımın sonucunda sanatta, bilimde
ve edebiyatta birbirinden değerli
insanlar ortaya çıktı.” Bakan Çubukçu, edebiyatta, fikir hayatında eser veren yazarların büyük
bir bölümünün aynı zamanda
öğretmen olduğunu hatırlatarak,
“Onların yetiştirdiği öğrenciler
mutlaka farklı olacaklardı, oldular
da... Öğretmenlik mesleğine değer verildiğinde nasıl eğitimciler,
nasıl öğretmenler ve öğrenciler
yetişiştirildiğini hepimiz biliyoruz. Muhakkak o yılların koşulları
bugünden çok farklıydı. Ancak
Atatürk’ün öğretmenlere gösterdiği yakınlık ve toplumda bu
mesleğe karşı duyulan saygınlık,
Anadolu’nun köy ve kasabalarına giden gencecik öğretmenle-
95 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
rin her türlü zorluğa ve sıkıntıya
katlanmalarında önemli bir güç
olmuştu” şeklinde konuştu.
Bugün de öğretmenlik mesleğinin saygınlığının tek tek her
öğretmenin sevgiyle, inançla,
sabırla ve fedakârlıkla sürdürdüğü ve bir yaşam boyu süren
öğretmenlik uğraşının üzerinde
yükseldiğini dile getiren Bakan
Çubukçu, geçmişte olduğu gibi
günümüzde ve yarınlarda da
öğretmenlerin ellerindeki meşaleyi bir an olsun bile bırakmayacaklarını ve en ücra köşede bir
cevher gördüklerinde onu işleyip
mücevhere dönüştüreceklerini
söyledi. Bakan Çubukçu, Çapa
Anadolu Öğretmen Lisesi’nin
1848 yılına uzanan uzun geçmişinde de ülkeye önemli katkıları
olan çok sayıda büyük insanın
yetiştiğini ifade ederek, bu okula
önemli katkıları olan başta Darül Muallimin Nizamnamesi’ni çıkaran Ahmet Cevdet Paşa, Satı
Bey, Osman Zeki Üngör, Nihat
Sami Banarlı, Halide Edip Adıvar,
Selim Sırrı Tarcan, Ruşen Eşref
Ünaydın ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu ile okulun mezunları arasında bulunan Şemsettin Günaltay,
Reşat Nuri Güntekin, Hasan Ali
Yücel, Ahmet Kutsi Tecer, Niyazi
Akşit, Orhan Şaik Gökyay’ı sevgiyle ve rahmetle andığını belirtti. Bakan Çubukçu, 1982 yılında
çıkan Yüksek Öğretim Kanunu
ile öğretmen yetiştirme görevinin üniversiteler bünyesinde
oluşturulan eğitim fakültelerine
• 96
verildiğini hatırlatarak, sözlerini
şöyle sürdürdü: “Bu okullardan
yetişen öğretmenlerimizin Kurtuluş Savaşı’nın büyük bir zaferle sonuçlanmasında ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kalkınma, gelişme ve demokratikleşme çabasındaki katkıları büyüktür. Öğretmen okullarındaki eğitim ortamı
sayesinde vatan, millet sevgisi ve
bilgiyle donatılarak hizmete hazırlanan öğretmenlerimizin kültür
hayatımızda da farklı bir anlam
ve katkıları vardır.” Cumhuriyet’in
ilk yıllarından itibaren öğretmen
yetiştiren okulların yetiştirdiği bilim insanı, yazar ve şairlerin toplumun öncüleri olduğunu ifade
eden Bakan Çubukçu, Atatürk’ün
eğitimin önemine ilişkin yaptığı
konuşmaların bir bölümünü aktardı. Bakan Çubukçu, “Öğretmen dün olduğu gibi bugün de
eğitim sistemimizin en etkili ve en
önemli unsuru olma özelliğini korumaktadır. Ülkenin geleceği olan
gençleri yetiştirmek gibi kutsal
ve onurlu görev onundur” diye
konuştu. Yaşanılan çağın bilgi
ve teknoloji üretimiyle bunların
kullanımında insanlığın zaman
kavramını zorladığı bir çağ olduğunu vurgulayan Bakan Çubukçu, “Bu durumda eğitimde çağı
yakalamamız için adımlarımızın
temposunu her geçen gün daha
da hızlandırmak zorundayız. Çünkü milletlerin ayakta kalabilmeleri ancak kendilerine bilgi üreten
ülkeler arasında yer bulmalarıyla
mümkündür” şeklinde konuştu.
Bakan Çubukçu, her alanda
olduğu gibi eğitim-öğretimle öğretmenlik alanında da teknoloji
ve bilgideki hızlı gelişmelere paralel olarak çok önemli yeniliklerin yer aldığını, bu değişim ve
gelişmelerin her geçen yıl yeni ivmeler kazanarak devam edeceğini anlattı ve “Çağdaş uygarlığı
belirleyen ülkeler arasında yerimizi alabilmemiz, genç kuşakları yetiştirecek öğretmenlerimizi
bilgi çağının gereklerine uygun
şekilde yetiştirmemize bağlıdır.
Öğretmen yetiştirme politikaları ise insan yetiştirme sisteminin
en temel öğesi ve belirleyicisidir.
Bu yüzden öğretmenlerin işlev
ve sorumlulukları diğer bütün
mesleklerin önündedir” diye konuştu. Öğretmen adaylarına da
seslenen Bakan Çubukçu, şunları kaydetti: “Sizler her gün bilgilerinizi yenilemeli ve yeni bilgi
kanallarına ulaşmayı bir yaşam
tarzı olarak benimsemelisiniz.
Bunu kendi başarılarınız için olduğu kadar, ulusal başarımız için
de gerçekleştirmek durumundasınız. Demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk devleti olan Cumhuriyet’imizi çağdaş uygarlığı belirleyen ülkeler arasına taşıma,
Cumhuriyet’imiz için bilgili, güçlü
ve yüksek karakterli gençler yetiştirme onurlu nöbetini bilinç ve
kararlılıkla devralacağınıza milletimizin güveni tamdır. Bakanlığımız
da sizlere her şeyin en iyisini sunmanın gayreti içinde olacaktır.”
NİSAN 2011 - SAYI 134•
97 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
• 98

Benzer belgeler