Çaylık Nisan 2014

Transkript

Çaylık Nisan 2014
ÇAYKUR’un AYLIK YAYınıdIR. Nisan 2014 • Sayı 11
Çaykur’dan
23
Nisan ’a özel
resim yarışması
“Çaykur,
hayatımıza
değer kattı’’
“Rize’nin
Yıldızları’’ndan
Çaykur’a ödül
Çaykur’un
Araştırma Enstitüsü
90 yaşında
[sunuş]
Çaykur’un Araştırma
Enstitüsü 90 yaşında
Bundan tam 90 yıl önce kuruldu Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü.
“Çayın Babası” Zihni Derin tarafından Rize’de kurulan ve Çaykur’a bağlı olarak sürdürdüğü faaliyetlerle değer yaratan Enstitü, birbirinden önemli projeler üretmeye, çay
tarımını daha ileri noktalara taşımaya ilk günkü heyecanıyla devam ediyor.
Enstitü bünyesinde kısa bir süre önce kurulan Doku Kültürü Laboratuvarı ise modern
tarım yöntemleri kullanılarak, yeni ve üstün kalitede çay tipleri elde edilmesi yönünde önemli bir Araştırma-Geliştirme yatırımı olarak öne çıkıyor. Çaykur Çay Araştırma
Enstitüsü’nün yürütmekte olduğu tüm projeleri Enstitü çalışanlarından dinledik.
Bu ay Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürlüğümüzün konuğu olduk. Kurum içinden
yetişmiş deneyimli bir yönetici olan Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürümüz Sinan
Yılmaz’la Çaykur için bölgede yürütülen satış ve pazarlama faaliyetlerini, bölge için
hedefleri konuştuk. Ardından Malatya’ya uzanarak, yıllardır bu ilimizde Çaykur bayiliği yapan Diriler Gıda ve Avrupa Gıda’nın yöneticilerine misafir olduk. Bayilerimiz,
Çaykur’un bu bölgedeki hâkimiyetini artırmak için yaptıkları çalışmaları anlattılar.
Bu sayımızda da Çaykur ailesine emek veren çalışan ve emeklilerimizi sizlerle buluşturmaya devam ediyoruz. “Emek Verenler” sayfamızda Çaykur emeklisi marangoz Ali
Baloğlu, “Paydos” sayfamızda usta terzi Nihat Çolak, “Pozitif” sayfamızda kemençe
tutkunu Mustafa Metin, “Hobilerimiz ve Biz” sayfamızda ise çocukluğundan beri olta
balıkçılığı ile ilgilenen Selami Aslankaya, hikâyelerini bizlerle paylaştı...
Bu ay 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyoruz. Çaykur’un çocuklar için hazırladığı 23 Nisan sürprizini dergimizin ilerleyen sayfalarında bulacaksınız.
Keyifli okumalar dileğiyle…
NİSAN 2014
[3]
6
ATATÜRK ÇAY VE BAHÇE
KÜLTÜRLERİ ARAŞTIRMA
ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ
90’INCI YILINI KUTLUYOR
KAPAK KONUSU
s.
12
14
6
içindekiler
“Çaykur’suz
ve kemençesiz
bir hayat
18
BAYİLERİMİZ
20
Pozİtif
22
ÇAYA GÖNÜL VERENLER
26
Paydos
28
EMEK VERENLER
30
HOBİLERİMİZ VE BİZ
32
GÜNCEL
düşünemem”
POZİTİF
36
SAĞLIK
s.
20
38
EĞİTİM
42
HOBİLERİMİZ VE BİZ
s.
Türk ve dünya
çocuklarının
30 bayramı kutlu
YaYIN KURULU
Süleyman Pınarbaş, Yavuz Sütlüoğlu, Aycan Totkanlı,
Necla Yeşildağ, Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu
Mine Türkün, Duygu Durgun Köseoğlu,
Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe
Mustafa Metin: “Çaykur’suz ve kemençesiz
bir hayat düşünemem”
Çayın ustalarına, saygıyla...
YAYINLAYAN
Nihat Çolak: “Çaykur, hayatımıza değer kattı”
Ali Baloğlu: “Çaykur bizim velinimetimiz”
Duygu Durgun Köseoğlu
(Editör)
Türk ve dünya çocuklarının bayramı kutlu olsun
Doğa Özkan
(Sanat Yönetmeni)
Bahar hastalıkları kapınızı çalmasın
Metin Özkan, Ahmet Akgül
(Grafik Tasarım)
Bir lisan bir insan
TEKNOLOJİ GÜNLÜĞÜ
l
l
Seyit Göktepe
(Redaksiyon)
Mars’ta beş yıldızlı otel
Duyguların vücut haritası çıkarıldı
46 GEZİ GÜNLÜĞÜ
Dilan Karadağ
(Muhabir)
Ölçülü ve dengeli beslenmenin sırrı: Ayurveda
Caner Kasapoğlu
(Fotoğraflar)
“Malatya, Malatya bulunmaz eşin”
50 SERBEST KÜRSÜ
GEZİ GÜNLÜĞÜ
GÜNCEL
[4]
NİSAN 2014
Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu
(Yayın Danışmanları)
“Bir ailem, bir de deniz... İşte benim mutluluğum”
s.
“Bir ailem, bir de
deniz... İşte benim
mutluluğum...”
Yayın Yönetmeni
Süleyman Pınarbaş
(Genel Müdür Yardımcısı)
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Necla Yeşildağ
(Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü)
“Malatya’da Çaykur için tek yürek olduk”
YAŞAM
olsun!
Çaykur Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürü
Sinan Yılmaz: “Bölgemizde Çaykur tiryakisi illerimiz Elazığ ve Malatya”
44
Sahibi
ÇAYKUR Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü adına
İmdat Sütlüoğlu
(Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür)
HABER
BÖLGELERİMİZ
“Çaykur,
hayatımıza büyük
değer kattı”
“Rize’nin Yıldızları’’ndan Çaykur’a ödül
Çaykur araştırmaya yatırım yaparak büyüyor
l Çaykur, Kanada’da düzenlenen SIAL Fuarı’nın gözdesiydi
l Gürcistan Çay Araştırmaları Enstitüsü ile işbirliği
l
16
26
Çaykur’dan haberler
l
Ulusal Çay Konseyi Türk çayının
markalaştırılması yolunda el ve gönül birliği…
s.
Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri
Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü 90’ıncı yılını kutluyor
PAYDOS
KAPAK KONUSU
s.
32
46
Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok
Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx
BASKI VE RENK AYRIM
Elma Bilgisayar ve Basım
0 212 697 30 30
NİSAN 2014
[5]
[Kapakkonusu]
ATATÜRK ÇAY VE BAHÇE KÜLTÜRLERİ
ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ
90’INCI YILINI KUTLUYOR
Çaykur’un
Rize’de yeşille ve denizle buluşabileceğiniz en güzel noktalardan biri, kent sakinlerinin “Ziraat
Çay Bahçesi’’ olarak adlandırdığı bir çay bahçesi. Kenti kuşbakışı görüp sevdiklerinizle hoşça
zaman geçirebileceğiniz; zengin botanik bahçesinde gezebileceğiniz bu mekân çay sektörüne
yön veren araştırmaların yapıldığı, projelerin üretildiği bir merkez olan Çaykur Çay Araştırma
Enstitüsü’ne de ev sahipliği yapıyor aynı zamanda. Bu yıl 90’ıncı yılını kutlayan Enstitü’yü
ziyaret ederek son dönemde yürütülen çalışmalar hakkında bilgi aldık.
Araştırma Geliştirme
merkezi
Türkiye’de çay tarımının başlamasına ve yayılmasına
öncülük eden, “Çayın Babası’’ olarak bilinen Zihni Derin
tarafından kurulan Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü, birbirinden değerli proje ve araştırmalarla bu yıl 90’ıncı yaşını kutluyor.
Çay sektörünün “araştırma-geliştirme merkezi” olarak nitelendirebileceğimiz Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün
temel faaliyetleri arasında tarım, teknoloji, kimyabiyokimya, pazara hazırlama ve tarımsal ekonomi konularında araştırmalar yapmak, çay üreticisi ülkelerdeki
gelişmeleri takip etmek ve sürdürülebilir bir çay tarımı
için projeler geliştirerek uygulamak başta geliyor. Bünyesinde bulunan Çay ve Kivi Araştırma ve Geliştirme Kısım Müdürlüğü, Teknoloji Kısım Müdürlüğü, Toprak Kısım
Müdürlüğü, Mücadele Kısım Müdürlüğü, Deneme ve Is-
[6]
NİSAN 2014
lah Kısım Müdürlüğü, Biyokimya Kısım Müdürlüğü ve İdari
Mali İşler Kısım Müdürlüğü ile faaliyetlerini sürdürmekte
olan Çay Araştırma Enstitüsü, çaya yön veren araştırmalara 90’ıncı yılında da devam ediyor.
2014’ün en büyük yatırımı
Doku Kültürü Laboratuvarı
Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün son yıllarda gerçekleştirdiği projeler arasında, TÜBİTAK ve Yeditepe Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen “Çayda Çeşitlilik’’, “Çay Çöpünden Organik Gübre Elde Etme’’ ve “Çaylık Alanların
Yenilenmesi’’ projeleri öne çıkıyor. Ayrıca 2014 yaz döneminde faaliyete geçmesi planlanan Doku Kültürü Laboratuvarı 90’ıncı yıl kapsamında gerçekleştirilen en önemli
Araştırma-Geliştirme yatırımı olarak dikkat çekiyor.
Enstitü bünyesinde hâlen 15’e
yakın araştırma projesi yürütüldüğünü ifade eden Çay Araştırma
Enstitüsü Müdürü Ali Kaboğlu,
hedeflerini “Türk çayının dünyada markalaşması’’ doğrultusunda
koyduklarını belirtiyor. Kaboğlu, Çay Araştırma Enstitüsü’nün
vizyonunun bu hedef paralelinde
“Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kaliteli çay üreterek organik tarıma
geçmek’’ şeklinde belirlendiğini
söylüyor.
Enstitü’nün, bugününü de kapsayacak şekilde, geçtiğimiz 10
yıllık süreçte büyük bir atılım içinde olduğunu vurgulayan Kaboğlu, ekipman ve teknik ihtiyaçların
giderilmesi doğrultusunda yakın
zamanda yapılan kaynak aktarımının yürütülen çalışmalara ciddi
anlamda olumlu bir etkisinin olduğunu belirtiyor. Gıda, ziraat, biyoloji disiplinleri başta olmak üzere
özverili bir mühendis ve çalışan
kadrosuyla faaliyetlerini sürdüren
Çay Araştırma Enstitüsü’nde 2014
yılında yapılan en büyük yatırımın
NİSAN
MART 2014
[7]
[Kapakkonusu]
Doku Kültürü Laboratuvarı’nın kurulması olduğunu
belirten Kaboğlu, bu yatırım sayesinde, çay bitkisinden elde edilen dokulardan daha kaliteli çay tipleri
geliştirileceğini ve çay tarımının sürdürülebilirliğinin
güvence altına alınacağını vurguluyor. Laboratuvarın faaliyete geçmesiyle beraber, Endonezya, Sri
Lanka gibi farklı ülkelerden çay fidanlarının Rize’ye
getirilmesi ve bölgeye adapte edilmesi yönünde
de bir çalışma yapılacağını aktaran Kaboğlu, “Hem
Türk damak tadına uygun hem de Avrupa pazarında ses getirecek farklı çeşitlerde çaylarımızı (yeşil
çay ve siyah çayla beraber ) tüketicilerimize sunmak
istiyoruz,”diyor.
Organik tarıma geçişte
üreticiye rehberlik
Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün “kaliteli çay
üretimi’’ hedefine paralel olarak yürüttüğü çalışmalardan biri de organik tarıma geçiş konusunda üreticiye rehberlik etmek. Kaboğlu bu kapsamda yürütülen çalışmaları şöyle anlatıyor: “Çayda kaliteyi
[8]
NİSAN 2014
belirleyen en önemli faktör toprak yapısıdır. Aslında
organik madde toprağımızda fazla miktarda bulunuyor. Ancak geçmiş yıllardan gelen alışkanlıklar,
çay bitkisinin topraktaki mikro besin elementlerini
çok düşük seviyede alması, toprağın yeterince havalandırılmaması ve kazılmaması gibi faktörler çayda kalite açısından çeşitli handikaplar yaratıyor. Biz
bu sıkıntıları aşmak amacıyla, son iki senedir, Çaykur olarak üreticiyi yönlendiriyoruz. Organik tarım,
bu sıkıntıyı aşmanın tek yolu. Bu kapsamda, Enstitü olarak, çay çöpünden organik gübre üretimine
başlamış bulunuyoruz. Gerçekleştirdiğimiz pilot çalışmada üç farklı çeşitte gübre elde ettik. Bu yılın
şubat ayı itibarıyla Senoz Vadisi ve Hemşin bölgemizde ilk denemelere başladık’’.
Çay çeşitliliğini artırmak
için modern yöntemler
Çay Araştırma Enstitüsü’nün Yetiştiricilik ve Islah
Birimi çayda kalite için yapılan Araştırma-Geliştirme
çalışmalarının merkezi konumunda. Yetiştiricilik ve
Islah Kısım Müdürü Ayhan Haznedar, çay tarımındaki temel problemlerin çözümü kapsamında yürüttükleri çalışmaları anlatıyor. Haznedar, Doğu
Karadeniz’de ilk çay bahçelerinin 1938 yılında tohum dikimiyle açıldığını ancak tohum yönteminin
modern tarımda artık yerinin olmadığını, dahası,
dünyanın çay üreten diğer ülkelerinde bu yöntemin yasaklandığını vurgulayarak, sözlerine şöyle
devam ediyor: “Tohumla üretim yöntemi hammaddenin kalitesi ve verimliliği açısından iyi bir yöntem
değildir. Japonya, Sri Lanka, Kenya gibi ülkeler bu
yöntemi terk etmiştir. Biz de ülkemizde yeni çay
çeşitleri üretimi konusunda önemli bir çalışma
başlatarak bu çeşitleri klonlama yöntemiyle üretme yoluna gidiyoruz. Mevcut çeşitlerimize ek olarak, dünyada tespit edilen çay çeşitlerini de buraya
getirip çeşitli denemelere başlamayı hedefliyoruz.
Bu amaçla kurduğumuz Doku Kültürü Laboratuvarı modern tarım yöntemlerini uygulamak yönünde
attığımız en önemli adım. Burada yapacağımız ıslah çalışmaları kapsamında yeni ve üstün kalitede,
‘elit’ çay tipleri elde etmeyi amaçlıyoruz’’.
Çay Araştırma Enstitüsü bünyesinde kurulan Doku
Kültürü Laboratuvarı’nın Türk çay sektörünün geleceği ve sürdürülebilirliği açısından önemli çalışmalara imza atacağını ifade eden Haznedar, çay
tarımında genetik anlamda daha dayanıklı ve farklı
çeşitte çay tipleri yetiştirmenin küresel iklim değişikliği nedeniyle artık bir zorunluluk olduğunu da
sözlerine ekliyor.
“Üreticinin taleplerine
duyarlı ve çözüm odaklıyız’’
Çay Araştırma Enstitüsü bünyesindeki Toprak ve
Bitki Besleme Kısım Müdürlüğü ise birim bünye-
sindeki çalışmalarını Çaykur’un Doğu Karadeniz havzasını baştanbaşa bir organik tarım alanına dönüştürme
hedefi doğrultusunda sürdürüyor. Kısım Müdürlüğü görevini yürüten Pınar Özer bu hedef doğrultusunda çay
topraklarının verimliliği üzerine araştırmalar yaptıklarını
ve önerilerde bulunduklarını belirtiyor. Bitki Koruma ve
Mikrobiyoloji Kısım Müdürü Reyhan Sekban ise Doğu
Karadeniz Bölgesi’nde çayı olumsuz yönde etkileyen bir
hastalık potansiyeli bulunmamasını çok önemli bir avantaj olarak nitelendiriyor. Enstitü olarak, üreticilerden gelen talepler doğrultusunda bahçelerde incelemeler yaptıklarını ve üreticilerin sorunlarını dinlediklerini anlatan
Sekban, daima çözüm odaklı çalıştıklarının altını çiziyor.
Çaykur, dünyada da ayrıcalıklı
bir konuma sahip
Enstitü’de Teknoloji Kısım Müdürlüğü görevini sürdüren
Şaziye Ilgaz ise Çay Araştırma Enstitüsü olarak Uluslararası Standartlar Enstitüsü (ISO) ve Dünya Çay Konseyi
çalışma grupları ile yürüttükleri projeler hakkında bilgi
veriyor. “Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü olarak dünyadaki diğer çay enstitüleri ile ilişkilerimiz ve bilgi alışverişimiz üst düzeyde seyrediyor. Japonya’da Türk çayını
tanıtan sunumlar yaptık. Japonlar’ın Türk siyah çayına
çok özel bir ilgisi olduğunu gözlemledik. Enstitü olarak
dünyadaki tüm çay enstitüleri ile diyaloğumuz ( Kenya
ve Arjantin dışında ) devam ediyor. Kenya ve Arjantin’de
bu tür çalışmalar henüz yeterince olgunlaşmadığı için
bu ülkelerle temaslarımızın yoğun olmadığını söyleyebiliriz’’ diyen Ilgaz, çay üreticisi yabancı kurumlara kıyasla
Çaykur’un dünyada da çok özel bir konumu olduğunun
altını çiziyor:
“Çaykur gibi, çayı bahçeden alıp işleyen, pazarlamasını
da yine kendisi yapan başka bir kurum yok dünyada.
İngiltere’de çay üreticisi firmalar çayı piyasadan alıp işliyor ve pazarlamasını yapıyorlar. Çaykur ise, herhangi
bir çay üreticisinden farklı olarak, üreticinin hep yanında olan, üreticiyi eğiten ve geliştiren bir misyona sahip.
Üretici, Çaykur tarafından garanti altına alınmış olmanın
avantajını yaşıyor. Çaykur’un bu misyonunu Çay Araştırma Enstitüsü’ndeki çalışmalarımızda da benimsiyoruz’’.
NİSAN 2014
[9]
[Kapakkonusu]
cisiyim. Bütün bu açılardan bakacak olursak, Çaykur
çayının dünya çayları ile kıyaslandığında her zaman
önde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca milli içeceğimizin üreticisi olması Çaykur’a duyduğumuz sevgiyi
daha da artırıyor.
Bir üretici olarak, Çay Araştırma Enstitüsü bünyesindeki çalışmalardan yararlanıyor musunuz?
Burada öğrendiğim bilgiler bana elbette rehberlik
ediyor. Ayrıca çevremdeki üreticilere de bu bilgileri
mümkün olduğunca aktarmaya çalışıyorum. Ben çayda kalitenin bahçede başladığına inanırım. Bahçeden
kaliteli ürün gelirse fabrikadaki üretim de kaliteli olur.
Bunun sonucu olarak, tüketiciye ulaştırdığımız ürün de
beğenilir.
“Bizim işimiz
Çaykur çayını
herkese sevdirmek’’
Abdullah Eyüboğlu, Çaykur
Çay Araştırma Enstitüsü
Biyokimya Laboratuvarı’nda
sekiz yıldır laborant
olarak görev yapıyor.
Fabrikalardan gelen çayın
kalite-kontrol analizlerini
yaparak kaliteli çayın nihai
tüketiciye ulaştırılmasında
kilit rollerden birini üstlenen
Eyüboğlu, “Çaykur bizim
sevdamızdır,’’ diyor...
[10]
NİSAN 2014
Sizi tanıyabilir miyiz, ne zamandan beri
Çaykur’dasınız?
1967 yılında Trabzon-Of’ta doğdum.
Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nde
2005 yılından bu yana çalışıyorum. Burada adeta bir aile ortamında, keyifle
çalışıyoruz. Çaykur’u ikinci evimiz olarak
kabul ediyoruz. Karadeniz’in olmazsa
olmazlarından biri niteliğindeki kurumumuz bölge ekonomisi açısından çok
büyük bir değer üretiyor. Burada yaşayan her ailede bir Çaykur çalışanı veya
emeklisi mutlaka vardır. Çaykur bizim en
büyük sevdamızdır.
Görevinizin kapsamını anlatır mısınız?
Laboratuvarımızda fabrikalardan aldığımız çayların kalite-kontrol analizlerini
yapıyoruz. Analizlerimizi TSE ve ISO’nun
belirlediği standartlar izinde gerçekleştiriyoruz. Ayrıca, “Çaylık alanların yenilenmesi’’ projemiz kapsamında model
bahçelerimizde üretilen kaliteli çelikler
üzerinde analizler yapıyoruz.
Çaykur ürünlerinin kalitesinden siz de
sorumlusunuz bir bakıma…
Ben hem üreticiyim hem Çaykur çalışanıyım. Aynı zamanda bir Çaykur tüketi-
Kaliteli ürün elde etme sürecinde sizin de önemli bir
sorumluluğunuz var. Bu size neler hissettiriyor?
İşimin sorumluluğunu her zaman hissediyorum. Hatta yaşadığım bir anıyı paylaşmak isterim. Bir gün
Ankara’da bir markette yabancı menşeli çay alan bir
çift gördüm. Elime bir paket Çaykur Altınbaş Çayı
alarak yanlarına gittim. Kendimi tanıttım. Çaykur’da
laborant olarak çalıştığımı söyledim. Altınbaş Çayı’nı
kullanmalarını, memnun kalmazlarsa beni aramalarını
rica ettim. Aradan kısa bir süre geçti. Beni aradılar ve
çaydan duydukları memnuniyeti anlattılar. Hatta buradan birkaç paket Çaykur çayı göndermemi istediler.
Sanıyorum onları da Çaykur çayına alıştırmış oldum.
Bu, benim için unutulmaz bir anıdır.
Laboratuvardaki göreviniz dışında neler
yaparsınız; bir hobiniz
var mı?
Hafta sonları köyümde
çaylığımla uğraşıyorum.
Çaylıkta çalışmak benim için büyük keyif. Of,
Rize’ye çok yakın olduğu için ulaşım da sorun
olmuyor. Benim için
gezmek, bahçemle ilgilenmek anlamına geliyor
bu iki nokta arasındaki
seyahat...
Çaykur Çay Araştırma
Enstitüsü’nün Tarihçesi
Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü
Müdürlüğü, 1924 yılında 60 dekarlık bir alan üzerinde
“Narenciye Fidanlığı” adı altında, Zihni Derin tarafından
kuruldu. Narenciye Fidanlığı’nın ilk amacı, Rize vilayeti ile
Borçka kazasında fındık, portakal, limon, mandalina ve
çay yetiştirilmesini sağlamak ve bu yöndeki faaliyetleri
geliştirmekti. Fidanlık 1945 yılında “Bahçe Kültürleri
İstasyonu” adını alarak meyve ve çay fidanı üretimiyle
ilgili çalışmalarına devam etti. Bu çalışmalar neticesinde
bölge halkının yaş çay üretimine yönelmesi sağlandı ve
çaylık alanlarda büyük bir artış yaşandı. Çaylık alanlardaki
artışa paralel olarak artan hammaddenin mamul ürün
haline getirilmesi konusundaki çalışmalara da öncülük
edildi. Çay sektörüyle ilgili olarak ortaya çıkan bilimsel,
ekonomik ve sosyal sorunların çözümü konusunda
öncülük eden Enstitü’nün 1958 yılında “Bahçe Kültürleri
İstasyonu” olan ismi “Çay Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü”
olarak değiştirildi ve Tarım Bakanlığı’na bağlandı.
1973 yılında, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (Çaykur)
bünyesine alınan Enstitü, 1984 yılı sonlarına kadar
faaliyetlerine bu isim altında devam etti ve bu tarihten
sonra Çay Enstitüsü Başkanlığı ismini aldı. 29 Ocak 1990
tarihinde ismi Çay Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü olarak
değiştirilen ve daha sonra tekrar Çay Araştırma Enstitüsü
Başkanlığı haline getirilen Enstitü, 1997 yılından bu yana
çalışmalarını “Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma
Enstitüsü Müdürlüğü” adı altında sürdürüyor.
Kaynak: www.biriz.biz/cay
NİSAN 2014
[11]
[çaykur’danhaberler]
Çaykur, Kanada’da düzenlenen
SIAL Fuarı’nın gözdesiydi
“Rize’nin
Yıldızları’’ndan
Çaykur’a ödül
Çaykur araştırmaya
yatırım yaparak
büyüyor
Törene katılan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve
Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Çaykur’a sunulan
plaket ve takdir belgesini Rize Garnizon Komutanı
Kıdemli Albay İsmet Cansaran’dan aldı.
Rize İl Defterdarlığı ile Rize Ticaret ve
Sanayi Odası’nın ortaklaşa düzenlediği “Ekonomiye Değer Katan Rize’nin Yıldızları Vergi
Ödül Töreni’’ Rize Sanayi Odası’nda gerçekleştirildi. Törende, Türkiye’de 500 büyük sanayi
kuruluşu arasında yer alan Çaykur’a plaket ve
takdir belgesi sunuldu. Törene katılan Çaykur
Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Çaykur adına sunulan bu ödülü
Rize Garnizon Komutanı Kıdemli Albay İsmet
Cansaran’dan aldı.
Ödül töreninde Rize Ticaret ve Sanayi Odası
Yönetim Kurulu Başkanı Şaban Aziz Karamehmetoğlu bir açılış konuşması yaptı. Törene katılan Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı
ise Türkiye ekonomisine dair güncel ve önemli
değerlendirmelerde bulundu.
[12]
NİSAN 2014
Türkiye Araştırmacılar Derneği’nin (TÜAD) bu yıl 17-18 Nisan tarihlerinde 17’ncisini düzenlediği Araştırma Zirvesi’nde
bir konuşma yapan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel
Müdürü İmdat Sütlüoğlu, araştırmaya yapılan harcamanın aynı
zamanda yatırım anlamına da geldiğini belirtti. Çaykur’un 207
bin üreticisi bulunduğunu belirten Sütlüoğlu, üreticilere yönelik
pek çok pazar araştırması yapıldığını ve bu çalışmalardan elde
edilen veriler ışığında Çaykur bünyesinde bir “bilgi bankası”
oluşturulduğunu ifade etti. Konuşmasında “İster kamu, ister
özel sektör oyuncusu olsun, araştırmayı önemsemeyen bir kuruluş, önünü göremez ve adımlarını doğru atamaz. Araştırmaya
yapılan harcama, yatırımdır. Hata yapmanın bedeli çok daha
ağır olabilir’’ diyen İmdat Sütlüoğlu sözlerine şöyle devam etti:
“Tüketicilerinizin ve üreticilerinizin beklentilerini araştırmadan
ilerleme kaydedemezsiniz. Biz üreticilerimizle de anketler yapıyoruz. Onlardan gelen geri bildirimler doğrultusunda bir bilgi
bankası oluşturuyoruz ve alım süreçlerimiz başta olmak üzere
birçok konuda geliştirmelere gidiyoruz. “didi” için de birçok
araştırma yaptık. Dünyadaki soğuk çay pazarını araştırdık, bu
bilgiler ışığında “didi”yi 500 ml olarak ürettik. Sadece 6 ayda,
80 milyon “didi” sattık.”
Kamuoyu ve pazar araştırması şirketlerinin ekonomik ve sosyal alandaki çalışmalarını destekleyen TÜAD tarafından düzenlenen Araştırma Zirvesi’nde “değer ve dönüşüm” konusu masaya yatırıldı. Zirveye TÜAD Başkanı Vural Çakır, TÜİK Başkanı
Birol Aydemir, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Prof. Dr. Deniz Gökçe, Bülent Gündoğmuş ve Fatoş Karahasan gibi ekonominin
ve sektörün önde gelen uzmanları katıldı.
Çaykur, Kanada’nın Montreal kentinde bu yıl 10’uncusu düzenlenen Uluslararası Gıda, Gıda Teknolojileri, Otel - Restoran
Ekipmanları Fuarı’nda (SIAL) ziyaretçilerin büyük beğenisini kazandı. 45 ülkeden 676 katılımcının yer aldığı Uluslararası Gıda,
Gıda Teknolojileri, Otel - Restoran Ekipmanları Fuarı’na katılan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu “Bu tür fuarlar dış pazarlarda Çaykur ürünlerinin tanıtılması ve pazarlanması için çok önemli fırsatlar sunmaktadır. Dünyanın
birçok ülkesinden katılımcılar kendi ürünlerini tanıtırken, bir taraftan da ikili görüşmeler sayesinde ticari bağlantılar kuruluyor.
Dış pazarlara ulaşmada çok önemli yer teşkil eden bu fuarlar
sayesinde o bölgede pazar araştırması yapma imkânı da doğuyor. Tarımında zirai mücadele yapılmayan, üretiminde kimyasal
katkı maddesi kullanılmayan ve dünyada sadece bizde üzerine
kar yağan çayımızı; gidilen bu ülke ve bölgelerde, birebir tanıtma
fırsatı buluyoruz. Bu tür organizasyonlara fırsat buldukça bizzat
katılarak gelişmeleri yakından takip ediyorum’’ diye konuştu.
Fuarda 60 farklı ülkeden yaklaşık 14 bin ziyaretçinin beğenisine
sunulan Çaykur ürünleri ziyaretçilerden övgü topladı. Fuarı ziyaret edenler sudan sonra en çok tüketilen çayın, organik olarak
üretilmiş çeşitlerinden tatma imkânı buldular. Çaykur ürünlerini
deneyen ziyaretçiler bu ürünleri bir an önce kendi ülkelerindeki
market raflarında görmek istediklerini de dile getirdiler.
Gürcistan Çay Araştırmaları
Enstitüsü ile işbirliği
Çaykur, “Ekonomik Ömrünü Tamamlamış Çaylıkların Yenilenmesi’’ projesi kapsamında sürdürdüğü verimli çay tiplerinin yetiştirilmesi ve çayın çeşitlendirilmesi çerçevesinde dünyada bu konuda çalışma yapan diğer ülkelerdeki araştırma enstitüleri ile işbirliğine giderek bilgi alışverişinde bulunuyor.
Bu kapsamda Gürcistan’a bir teknik inceleme gezisi düzenleyen Çaykur
heyeti; Gürcistan Çay Enstitüsü’ne bağlı Kobuleti, Kutaisi ve Khoni bölgelerindeki instant çay, granül çay ile yeşil çay tesislerinde incelemeler yaptı.
Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Genel
Müdür Yardımcısı, Daire Başkanları ve Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Müdürlüğü personelinden oluşan heyet Gürcistan’da incelemelerde
bulundu. Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Gürcistan Çay Araştırma Enstitüsü ile işbirliği yapma kararı aldıklarını
belirterek; “Gürcistan Çay Araştırma Enstitüsü ile işbirliği yaparak ortak çalışma konusunda prensip kararı aldık. Bu kapsamda, gelişimini tamamlamış
verimli çay tiplerini inceledik. Şu anda Gürcistan’da hâlen 14 tür ve bunların
her birinin 10 alt türü mevcut. Yapacağımız çalışmalarla bize en uygun olan
tipleri belirleyeceğiz. Ayrıca instant çay, yeşil çay ve siyah çay ile ilgili olarak
teknoloji ve bilgi alışverişinde bulunacağız,’’ dedi.
NİSAN 2014
[13]
[Haber]
Sütlüoğlu, Uluslararası Çay Forumu’nda yaptığı konuşmada
bu tür organizasyonların Türk çayının dünyaya açılması adına
önemli fırsatlar sunduğunu belirterek Çaykur’un çay sektöründeki çalışmalarını uluslararası düzeye taşımakta öncü rolünü sürdüreceğinin altını çizdi.
Ulusal Çay Konseyi
Türk çayının
markalaştırılması
için el ve gönül birliği…
Ulusal Çay Konseyi, 10-12 Nisan 2014 tarihleri arasında
İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Çay Forumu’nda (Global Tea
Forum) ülkemizi temsil etti. Yönetim Kurulu Başkanlığını Çaykur
Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu’nun
yürüttüğü Ulusal Çay Konseyi, Uluslararası Çay Forumu’nda
ülkemizdeki çay sektörü hakkında yabancı katılımcıları bilgilendirici
çalışmalarda bulundu. Konsey Başkanı Sütlüoğlu ise forumda
yaptığı konuşmada organik tarımın önemini bir kez daha vurguladı.
“Sürdürülebilir çay için
organik tarım”
İmdat Sütlüoğlu, çay üretimi yapılan diğer ülkelerden farklı
olarak Türkiye’de çay tarımının kimyasal ilaç ve katkı maddesi
kullanılmadan yapıldığına dikkat çekerek “Organik çay üretim projesi, sürdürülebilir bir çay yetiştiriciliğinin sağlanması,
mevcut kaynakların korunması, gelecek kuşaklara temiz ve
yaşanılabilir bir çevre bırakılması açısından önemli bir projedir’’ diye konuştu.
Fark yaratan Çaykur’a “Türk Çayının
Markalaşmasına Katkı” Ödülü
Çay sektörünün önde gelen profesyonellerinin katıldığı forumda Çaykur standında misafirlerin beğenisine sunulan
Çaykur ürünleri büyük takdir ve ilgi topladı.
Uluslararası Çay Forumu kapsamındaki en önemli etkinliklerden biri de, Türk çay sektöründe başarılı kurum ve kuruluşlara
verilen “Zihni Derin Çay Ödülleri” oldu. Çaykur, markalaşma
yolunda fark yaratan başarılı çalışmaları dolayısıyla “Türk Çayının Markalaşmasına Katkı” ödülüne layık görüldü.
ULUSAL ÇAY KONSEYİ
Türk çay sektörünün
nabzını tutuyor
Bu yıl ilk kez Türkiye’de düzenlenen Uluslararası
Çay Forumu’nda ülkemizi başarıyla temsil eden
Ulusal Çay Konseyi ise uluslararası katılımcıların
Türk çay sektörüne dair bilgilendirilmesi adına fuar
boyunca çeşitli çalışmalar yaptı.
Çay konusunda 2006 yılından bu yana ortaya çıkan
gelişmeler çerçevesinde ortak bir strateji belirlemek, Türk çay sektörüne ilişkin ulusal ve uluslararası düzeyde araştırma, inceleme yapmak suretiyle çalışmalarını sürdüren Ulusal Çay Konseyi’nin
merkezi Rize’de bulunuyor. Ulusal Çay Konseyi’nin
Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı, 2012 yılından bu
yana, Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel
Müdürü İmdat Sütlüoğlu yürütüyor. Konseyin Yönetim Kurulu; Mustafa Taşpınar (Rize Ticaret ve Sanayi Odası), Mehmet Erdoğan (Rize Ticaret Borsası), Dilaver Demir (Çaykur), Resul Okumuş (Okumuş
Çay), İsmail Albayrak (Derepazarı Ziraat Odası),
Rahmi Üstün (ÇAYSİAD), Bahattin Bozkurt (Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı) ve Nevzat Paliç’ten
(Rize Ziraat Odası) oluşuyor.
Çay Kanunu tasarısının yasalaşması yönündeki çalışmalarıyla dikkat çeken Ulusal Çay Konseyi ayrıca Rize’de bir Çay Arşivi oluşturarak Türkiye’deki
tüm üniversitelerden çayla ilgili yazılan tez, makale,
kitap, anket çalışması gibi dokümanları bir araya
getirmeyi hedefliyor. Konsey, Rize Ticaret Borsası ve Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı tarafından
desteklenen “Türk Çay Sektöründe Stratejik Marka
Yönetimi Eğitim Projesi” ve “Çay Sektörü İnovasyonla Buluşuyor” gibi eğitimler düzenleyerek çayda
marka değeri yaratmak, kalite ve marka iletişimi,
Türk çayının dünya ile rekabetinde markalaşmanın
önemi gibi konuları da gündemine alıyor.
Türk çayının markalaştırılması yönünde çalışan, ülkemizin lider kuruluşlarından
Ulusal Çay Konseyi, dünya çay sektörünü İstanbul’da buluşturan Uluslararası Çay
Forumu’nda (Global Tea Forum) Türkiye’yi başarıyla temsil etti. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Rize Valisi Nurullah Çakır, Rize Ticaret Borsası Başkanı Mehmet
Erdoğan’ın yanı sıra, dünya çay sektörünün en önemli isimlerini buluşturan Uluslararası Çay Forumu’nda bir sunum yapan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel
Müdürü ve Ulusal Çay Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı İmdat Sütlüoğlu, Türk çay
sektörünün sürdürülebilirliği kapsamında organik tarımın önemine değindi.
[14]
NİSAN 2014
NİSAN 2014
[15]
[bölgelerimiz]
Çaykur Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürü Sinan Yılmaz:
“Bölgemizde
Çaykur tiryakisi
illerimiz Elazığ
ve Malatya“
Artvin’de doğdu. 1978’den
bu yana Çaykur’da çeşitli
kademelerde yöneticilik
yaptı. Erzurum ve
Mersin Pazarlama Bölge
Müdürlükleri’nin ardından
şimdi de Çaykur Diyarbakır
Pazarlama Bölge Müdürü
olarak Çaykur’un bölgedeki
çalışmalarına ekibiyle birlikte
yön veriyor. Diyarbakır
Pazarlama Bölge Müdürü
Sinan Yılmaz ile Çaykur’un
Diyarbakır ve çevre illerdeki
satış rakamlarını, bölgedeki
çay tüketim alışkanlıklarını ve
Pazarlama Bölge Müdürlüğü
olarak bölgeye yönelik
hedeflerini konuştuk.
[16]
NİSAN 2014
Sizi tanıyabilir miyiz? Çaykur Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürlüğü görevinize ne zaman ve nasıl başladınız?
1952 yılında, Artvin’in Hopa ilçesinde doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi
Artvin’de tamamladım. İlk memuriyetime
1978 yılında Kemalpaşa Fabrikası’nda
başladım. Kurumumuzun değişik ünite ve
kademelerinde sırasıyla, Çayeli Büyükköy
Fabrikası’nda Personel Şefliği ve Personel
Müdürlüğü, 1988-1992 arasında 100.Yıl
Çay Paketleme Fabrikası Müdür Yardımcılığı, ardından Erzurum Pazarlama Bölge
Müdürlüğü Müdür Yardımcılığı ve Bölge
Müdürlüğü görevlerinde bulundum. 20052006 yılları arasında Mersin Bölge Müdürlüğü yaptım. Hâlen Diyarbakır Pazarlama
Bölge Müdürlüğü görevini yürütmekteyim.
Evliyim, dört kız babasıyım.
Bölge Müdürlüğünüzün faaliyetleri
hakkında bilgi alabilir miyiz?
Müdürlüğümüz Diyarbakır merkezde
olup 18 çalışanımızla hizmet veriyoruz.
Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Tunceli,
Bingöl, Bitlis, Şanlıurfa, Mardin, Elazığ,
Malatya ve Adıyaman illerinde toplam
15 bayi ile paketli çay satışı yapıyoruz.
Bölgemize bağlı illerde market, bakkal ve
toplu tüketim noktalarını ziyaret ederek
ürünlerimizin en güvenilir şekilde temin
edilip tüketicilere ulaşmasını sağlıyoruz.
Bayilerimizle sık sık bir araya gelip görüş
alışverişinde bulunuyor, mevcut konumumuzu daha da güçlendirmenin yollarını arıyoruz.
Diyarbakır’da Çaykur ürünleri nasıl
karşılanıyor, tüketicilerden gelen tepkiler nasıl?
Bölgemiz kapsamında Çaykur ürünlerinin en fazla tüketildiği illerin başında Malatya ve Elazığ geliyor. Bu iki ilimize aylık
ve yıllık kotamızın yaklaşık yüzde 65’ini
satıyoruz. Bölge genelinde yıllık kişi başı
tüketim oranı 500 gram olduğu halde bu
iki ilimizde bu rakam 2 kilograma dek çıkabiliyor. Pazar payımız bu illerde yüzde
70’leri buluyor. Çaykur ürünleri bölgemizde fiyat, kalite ve tat açısından müşteri nezdinde olumlu karşılanıyor.
Kaçak çay ile
mücadele içindeyiz
Diyarbakır, yabancı menşeli çay tüketiminin yoğun olduğu bir bölge. Bu
konuda ne gibi önlemler alınmakta, siz
bu konuda ayrıca çalışmalar yapıyor
musunuz?
Bölgemizde yıllık yaklaşık 20 bin ton
civarında yabancı menşeli çay tüketildiği tahmin ediliyor. Tüketimin en fazla olduğu iller Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Siirt ve
Şırnak’tır. Bölgemizde Çaykur ürünlerinin yılda 4 bin ton satıldığı
varsayıldığında, pazar payımızın bölge ortalaması yüzde 20’ler civarındadır. Yerli çay sektörüne zarar veren bu durumun nasıl ve
nereden kaynaklandığına dair somut verilere ulaşmaya ve sağlık
açısından da zararları olan bu durumun en aza indirilmesi, hatta
ortadan tamamen kaldırılması adına çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Kaçak çayın yurdumuza girişini önlemek üzere sınır kapılarını
ziyaret ediyor, Habur Gümrük Baş Müdürlüğü, Ceylanpınar ve
Akçakale Gümrük Müdürlükleri ile görüşmeler yapıyoruz. Ayrıca
Tarım İl Müdürlükleri başta olmak üzere diğer kurumlarla işbirliklerimiz de devam ediyor.
“didi’’ Diyarbakırlılar’ın da
gönlünü fethetti
Çaykur ürünlerinin bölgedeki satışının artırılması
yönünde neler yapıyorsunuz?
Mevcut bayilerimizin rekabet gücünün artırılması
amacıyla bayi destek elemanları istihdam etmeye
başladık. Ayrıca saha satış elemanlarının sayısını
artırdık. Ürünlerimizin teşhir alanlarında yer almasını
sağlayarak uydu sistemiyle takip etmeye başladık.
2013 yılında Diyarbakır’da yaptığımız promosyon
kampanyaları ilgiyle karşılandı. Çaykur’un soğuk çayı
“didi’’ bölgemizde çok beğenildi. Bu beğeni paketli
çay satışlarımıza da olumlu yansıdı.
Bölgemizde Çaykur’un en çok hangi ürünleri beğeniliyor? Örneğin, Diyarbakır Çayı tüketiciler tarafından nasıl karşılandı?
Bölgemizde en çok talep gören çay çeşitlerimizin başında Tiryaki (1000 gram), Rize Turist (1000
gram) ve Çay Çiçeği (500 gram) geliyor. 2009 yılında
sunulan Diyarbakır Çayı’nın ilk parti satışları tatmin
ediciydi. Devam eden süreçte beklentilerimizin biraz uzağında kaldığı söylenebilir. Biz bu oranı artırmak için çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz.
Pazarlama ve tanıtım anlamında bugüne dek imza
attığınız faaliyetler nelerdir?
Bölgemizde her yıl düzenlenen Ortadoğu Gıda Fuarı
ve Malatya Kayısı Festivali’ne düzenli olarak katılıyoruz. Ayrıca bölge hinterlandında siyah ve yeşil çay
tadım etkinlikleri düzenliyoruz. Çaykur’un bölgemizde
hizmet veren mini TIR’ı çeşitli organizasyonlarda yerini
alarak çay tadımı ve tanıtımı aktivitelerine önemli katkılar sağlıyor.
2014 sonu itibarıyla bölgenizde ulaşmak istediğiniz
hedefler nelerdir?
Bölge satışlarımız açısından başarılı bir yılı geride bıraktık. 2013 için belirlediğimiz hedefleri aşarak bir önceki yıla oranla satışımızı yüzde 13 artırdık. 2014 yılı
satış hedefimizi bu artışın yüzde 15 fazlası olarak belirledik. Mesai arkadaşlarımın özverili çalışmaları sayesinde bu hedefe ulaşacağımızı umuyorum.
Çaykur ailesinin bir ferdi olmak size ne hissettiriyor?
Hem üretici, hem tüketici hem de yönetici olarak Çaykur
ailesine hizmet vermekten büyük mutluluk duyuyorum.
NİSAN 2014
[17]
[bayilerimiz]
de ve kentin ilçelerinde uyum içinde sürdürüyoruz. Malatya,
Çaykur ürünlerinin en fazla tüketildiği illerimizin başında geliyor. İlimizde Çaykur markalı çayların tüketim oranı yüzde
90’dır.
Diriler Gıda Genel
Müdürü Fehmi Diri
Avrupa Tüketim Maddeleri Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti. Genel Müdürü Azmi Çelenay
“Malatya’da Çaykur
için tek yürek olduk’’
[18]
NİSAN 2014
Malatya’da Çaykur ürünleri nasıl karşılanıyor, tüketicilerden ne tür geri dönüşler alıyorsunuz?
Fehmi Diri: Malatya’da Çaykur
ürünleri tüketici tarafından çok
olumlu karşılanıyor. Tüketici kalite
ve damak tadı açısından tercihini
Çaykur’dan yana kullanıyor.
olan işimize 1981 yılından bu yana devam ediyoruz. 52 yılı geride bırakmış köklü bir firmayız. Malatya’da, 1986 yılından beri
Çaykur bayiliği yapıyoruz.
Çaykur ürünleri arasında bölgenizde en fazla beğenilenler
hangileri?
Azmi Çelenay: Çay, Malatya halkının geleneksel olarak benimsediği bir değer. Misafire çay ikram
etmek, ülkemizin her noktasında olduğu gibi, Malatya’da da
örf ve âdetler açısından olmazsa olmazların başında geliyor. Çaykur ürünleri içerisinde Malatya’da en çok beğenilen
ürünler; yüzde 40 oranıyla Tiryaki, yüzde 35 oranıyla ise Rize
Turist Çayı. Diğer Çaykur ürünlerimiz ise yüzde 25 oranında
tüketiliyor.
Malatya’da Çaykur’un iki bayisi olarak hizmet veriyorsunuz. Faaliyetleriniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
Fehmi Diri: Doğu Anadolu Bölgemizde 756 bin nüfuslu Malatya ve ilçelerinde yıllardır iki bayi olarak hizmet veriyoruz.
Çaykur çayı, Malatya’da en çok sevilen ve en çok tüketilen
içecektir. Tüketicinin bu tercihinde bizim de birer Çaykur bayisi olarak sürdürdüğümüz hizmetin önemli bir payı olduğunu
düşünüyorum. İki bayi olarak çalışmalarımızı Malatya merkez-
Çaykur bayisi olarak, bölgede nasıl bir fark yaratmayı hedefliyorsunuz?
Diri ve Çelenay: Yenilikçi, akılcı, ilkeli ve sorumlu yaklaşımımızla bölgemizde lider olmayı hedefliyoruz. Stratejimiz, tüketici beklentilerinin önünde olmak. Bunu da farklı formatlarda
hizmet vererek ve tüketiciye mümkün olduğunca yakın olarak
gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bayilik anlayışımızı Çaykur’un
stratejisi, misyonu ve müşteri memnuniyeti anlayışı doğrultu-
Dergimize bu ay Malatya’da faaliyet gösteren bayilerimiz, Diriler Gıda Genel Müdürü
Fehmi Diri ve Avrupa Tüketim Maddeleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Genel Müdürü
Azmi Çelenay’ı konuk ettik. Malatya’da uzun yıllardır Çaykur için hizmet veren
bayilerimiz bölgede centilmence sürdürdükleri rekabeti anlattılar.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Fehmi Diri:1966 yılında Malatya’da doğdum. İlk, orta ve lise
öğrenimimi Malatya’da tamamladım. 1990 yılında Kastamonu Eğitim Fakültesi’nden mezun oldum.1991-1996 yılları arasında öğretmenlik yaptım.1997’de, aile şirketimiz olan Diriler
Gıda Ltd. Şti’nin yönetimine girdim. Şirketimiz, 1991 yılından
bu yana Çaykur bayiliği yapıyor.
Azmi Çelenay: 1956 yılında Malatya-Arapgir’de doğdum.
Ben de ilk ve orta öğrenimimi Malatya’da tamamladım. Ardından da İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldum. Öğrenim nedeniyle yaklaşık yedi sene İstanbul’da
yaşadım. Ağabeyim Mehmet Çelenay ile birlikte, baba mesleği
Birer Çaykur bayisi olarak aranızda aynı zamanda centilmence bir rekabet de vardır mutlaka... Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz?
Azmi Çelenay: Malatya’da iki bayi olarak, örnek niteliğinde
bir uyum ve diyalog içerisinde, aynı zamanda tatlı bir rekabetle, birbirimizle centilmence mücadele ediyoruz. Çalışma
prensibimiz; iki ayrı bayi olarak değil, adeta tek bir yapı gibi
davranarak, hizmetimizi saygı ve sevgi çerçevesi içerisinde
sunmak. Elbette sahaya çıktığımızda iki ayrı takımız. Ancak
her zaman “tek bir takım” olarak kazanıyoruz. Müşteri dağılımı ve ürün satışlarımız da bayi yöneticimiz tarafından mutlaka
kontrol ediliyor.
sunda yapılandırdık. Hedefimiz sürdürülebilir kaliteyi sağlamak
ve bölgemizde sektörel anlamda lider olmaktır.
Ayrı ayrı veya birlikte düşündüğünüzde, 2014 sonunda ulaşmak istediğiniz tüketim oranı nedir?
Diri ve Çelenay: Malatya ve ilçelerimizde 2014 yılı hedefimiz 2
bin ton çay tüketimine ulaşmak. Bunun için de bütün gücümüzle
çalışmaya devam ediyoruz.
Ekipleriniz kaç kişiden oluşuyor, görev alanları nelerdir?
Diri ve Çelenay: Avrupa Gıda
bünyesinde beş satış personeli,
üç depo görevlisi, dört sevkiyatçı, iki muhasebe elemanı görev
yapıyor. Diriler Gıda bünyesinde ise beş kişilik satış ekibi, beş
depo görevlisi, dört sevkiyatçı ve
iki muhasebe elemanı çalışıyor.
Çalışan motivasyonunu nasıl sağlıyorsunuz?
Diri ve Çelenay: Bölge Yöneticimiz Osman Karadağ tarafından
satış ve pazarlama teknikleri konusunda aylık periyotlarla seminerler ve iş geliştirme eğitimleri düzenleniyor. Her yılı, bir önceki
yıla oranla, satış ve dağıtım açısından düzenli olarak değerlendiriyoruz. Satış ve geleneksel kanal dağılımı konusunda verilen hedeflerimizin neresinde olduğumuzu görmek adına toplantılar ve
yemekli buluşmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar hem bizim açımızdan hem de personelimiz açısından motivasyon kaynağı oluyor.
Çaykur ailesinin birer ferdi olmak size neler hissettiriyor?
Diri ve Çelenay: Çaykur bayisi olmak bizim için bir ayrıcalıktır.
Tüketicinin sağlığını ön planda tutan, kaliteli ve güvenilir ürünleri
tüketiciye ulaştıran Çaykur gibi bir büyük markayla çalışmaktan
gurur duyuyoruz.
NİSAN 2014
[19]
[pozitif]
“Çaykur’suz ve
kemençesiz bir hayat
dışında ayrıca meydancılık yaptım, yani temizlik hizmetlerinde
görev aldım. Bu alanda çalışmayı özellikle istedim. Çünkü temizliğe ve titizliğe çok önem veririm. Tıpkı özel hayatımdaki gibi, iş
hayatımda da çevremin temiz olması benim için çok önemlidir.
Çevremde gördüğüm en ufak düzensizlikten, yere atılan ufacık
bir çöpten bile rahatsız olurum.
Engelli çalışan statüsünde olmak iş hayatınızı nasıl etkiledi?
Fabrikamızda bana verilen her türlü işi severek, özveriyle yaptım. Fabrika müdürlerimiz en sıradan talebimizde, yaşadığımız
en ufak sorunda çok büyük kolaylıklar sağladılar bize. “Bir sıkıntınız var mı?’’ diye sorarsanız size şunu söyleyebilirim: Dünyada
hiçbir iş kolay değildir. Sözgelimi, kemençe çalmak da dışarıdan
kolay görünür ama aslında o kadar kolay değildir. Öğrenilmesi
en zor enstrümanlardan biridir kemençe. Buradaki işimizin sırrına gelince; zahmetsiz rahmet olmaz. Biz burada bir gıda maddesi üretiyoruz ve ürünümüzden hepimiz her kademede sorumluyuz.
düşünemem’’
Mustafa Metin, henüz sekiz yaşındayken deneme-yanılma
yoluyla kendi kemençesini yaparak müzik hayatına adım attı.
Zamanla yeteneğini geliştiren Metin, yerel ve ulusal kanallarda
çeşitli programlara katıldı; Barış Manço’dan Funda Arar’a pek
çok sanatçıyla aynı kulisi paylaştı. Çaykur Salarha Fabrikası’nın
emektar çalışanlarından biri olan Metin, yaşadığı görme
sorununa rağmen, kemençe ve müzik tutkusu sayesinde
hayatla olan bağını her zaman taze ve diri tutuyor.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1971 yılında Rize’de doğdum. İlkokulu ve ortaokulu
Muradiye’de tamamladım. Ortaokuldan sonra gözlerimdeki rahatsızlık nedeniyle eğitimimi noktalamak zorunda
kaldım. Yaşadığım sorun başlangıçta görme tembelliğiydi ancak zaman içinde kornea nakline kadar ilerledi. Art
arda ameliyatlar olsam da yaşadığım sorun beş-altı yıl
içinde kendini tekrarlamaya devam ediyor. Öğrenimime de
bu nedenle devam etme imkânım olamadı. Şimdi yeni bir
ameliyat daha olacağım.
Kemençede usta olduğunuzu duyduk. Kemençe çalmaya nasıl başladınız?
Ortaokul sıralarında türkü, şarkı söylemeyi çok severdim.
Bir parçayı duyar duymaz hemen ezberden söylemeye
başlardım. Ancak doğrusu bir gün kemençe çalacağım hiç
aklıma gelmezdi. Sekiz-dokuz yaşlarımdayken düz bir tahtaya naylon gererek bir deneme yaptım ve tahtadan ses
çıkarmayı başardım. Bir gün ağabeyim eve bir kemençe
getirdi. Enstrümanı kendisi için almıştı. Öğrenmeye çalı-
[20]
NİSAN 2014
şıyordu ama pek ilerleme kaydedemiyordu. Bir gün evde
ağabeyim yokken kemençeyi aldım. Tanıdığım bir müzisyen arkadaşıma götürdüm, doğru bir akort yaptırdım ve
çalmaya başladım. Bu arada, ağabeyim benim çalmayı
daha önce öğrendiğimi bilmiyordu. Ben de onun elinde
kemençeyi gördükçe çalmak istiyordum. Derken bir gün
dayanamayıp istedim. Ağabeyim önce reddetti, sonra dayanamayıp izin verdi. Kemençeyi rahatlıkla çaldığımı görünce çok şaşırdı ve o gün kendi kemençesini bana verdi.
O gün bugündür çalıyorum. Tam 24 sene oldu. Kemençe
dört parmakla çalınır ama ben, bir parmağım sakat olduğu
için üç parmakla çalıyorum. Bir anlamda, kendime has bir
çalış tarzı geliştirdiğimi söyleyebilirim.
Nerelerde çalıyorsunuz şimdi?
Sosyal ve kültürel faaliyetlerde, düğün salonlarında,
Rize’deki radyo ve televizyon programlarında (davet geldiğinde) çalıyorum. Sanatkâr büyüğümüz Osman Efendioğlu sayesinde, onun desteği ve yüreklendirmesiyle TRT
1’de,Trabzon Devlet Radyosu’nda pek çok program yap-
Zorlukların üstesinden nasıl geldiniz?
Aslında düşünecek olursak herkes bir engelli adayıdır. Dolayısıyla bu tür hassas konularda daha fazla duyarlı olmak bir insanlık
görevidir. İnsanların birbirine karşı duyarlı olması gerektiğini düşünüyorum. Engelli olmak bir insanın çalışmasına mani değildir.
Ben istediğim her şeyi rahatlıkla yapabiliyorum çok şükür.
Çaykur ve kemençe olmasaydı, nasıl bir yol izlerdi hayatınız?..
Çaykur’lu olmak hayatımı değiştirdi ve etkiledi. Müzisyen olarak
hayata devam etme imkânım vardı. Hatta fabrikada çalışmayı
bırakıp İstanbul’da kemençe sanatçısı olarak yoluma devam
edebilirdim; teklifler almıştım çünkü bu yönde. Ancak, değerlerimle bağdaşmadığı için bu teklifleri kabul etmedim. Şimdi
emekli olmama bir yıl gibi bir zaman kaldı. İyi ki Çaykur’da çalışmaya devam etmişim diye düşünüyorum.
tık. Düğün mevsiminde ise Rize’de düğün salonlarında
programlar yapmaya devam ediyorum.
Çaykur’da çalışmaya ne zaman başladınız?
1998’de Salarha Çay Fabrikası’nda işe başladım. Meslek hayatım boyunca hep aynı fabrikada çalıştım. Salarha Çay Fabrikası’nda çalışmadığım birim kalmadı.
Kırma dairesinden tutun da ambara kadar her birimde
görev aldım. Paketleme bölümünde çalışmadığım makine kalmamıştır herhalde. Son dört yıldır genel idare
hizmetlerinde odacı olarak görev yapıyorum. Bu birimler
Müziksiz bir hayat mümkün mü sizce?
Bizim gibi engellilerin bir uğraşlarının olması şart. İnsanın hayata
daha pozitif bakması ve bağlanması açısından bu çok önemli.
Müziğin benim için önemi çok büyük. Müzikle ilgilenmeseydim
emekli olmayı belki de düşünmeyecektim. Ama şimdi müziğe
daha fazla vakit ayırmak gibi bir hedefim var.
Sahne hayatınıza dair ilginç anılar var mı?
Osman Efendioğlu sayesinde birçok ünlü sanatçı ile tanışma
şansım oldu. Rahmetli Barış Manço ile aynı sahneyi paylaştım.
Merhum gazeteci Mehmet Ali Birand ile tanıştım. Cem Karaca,
Selçuk Ural, Sibel Can, Edip Akbayram, Hakkı Bulut, Nazan Şoray, Funda Arar gibi sanatçılarla aynı kulisi paylaşmak gibi hoş
anılarım oldu.
NİSAN 2014
[21]
[Çayagönülverenler]
Rize’de ilk çayı Hulusi Karadeniz ekti
Türk çaycılığının ilk duayen girişimcilerinin başında gelen isim Mustafa Hulusi Efendi’dir. 1879 yılında Rize’de doğan Hulusi Efendi, iyi
derecede Farsça bilen; sahaflık, avukatlık ve tercümanlık yapan bir
bilgindir. Mustafa Hulusi Efendi, Rize ile Batum’un iklim şartlarının
benzerliğini göz önüne alarak, 1912 yılında Batum’dan ceketinin
cebinde getirdiği çay tohumlarıyla, Rize’de, evinin bahçesinde ilk
çay ekimini yapar.
Hulusi Bey’in çalışmaları kısa sürede meyvesini verir ve çay filizleri
yükselmeye başlar. Tam bu sırada Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rize’nin Ruslar tarafından işgali üzerine Hulusi Bey göç
etmek zorunda kalarak Tekirdağ’a yerleşir. 1919 yılında bölgeye
dönünce, çay konusunda çalışmalarına kaldığı yerden devam eder.
O tarihlerde halk arasında çayın kendiliğinden yetişen bir bitki olduğu, insan eliyle yetiştirilemeyeceği yönünde yaygın bir görüş
hâkimdir. Hulusi Bey’in girişimi, bu kanıyı çürüten bir cevap mahiyetinde olması bakımından önemlidir. Soyadı Kanunu’yla Karadeniz soyadını alan Hulusi Bey, 1929 yılında İstanbul’a yerleşir. Bu
tarihe kadar Rize’de yapılan çaycılık faaliyetlerine ve 1924’te çıkarılan Çay Kanunu’na ilişkin çalışmalara katılma fırsatı bulur. Kütüphanesinde biriktirdiği kitaplarla Beyazıt’ta bir sahaf dükkânı açan
Hulusi Karadeniz, Arapça ve Farsça’dan bazı kitapları çevirir ve
Mevlânâ’nın “Mecalis-i Seb’a-i Mevlânâ” eserini “Yedi Öğüt” adıyla
Türkçe’ye kazandırır.
Çayın ustalarına,
saygıyla...
Onlar, Türk çay sektörünün emektar kurucuları. Onlar, bilim yolunda girişimcilik cesaretleri
ve alın terleriyle bir sektörü yoktan var eden çay sevdalıları… Geride bıraktığımız yüzyıl
başından bu yana ülkemizde çayın sektörleşmesine uzanan yolda ‘ilk’lere imza atmış,
bilimsel katkılarıyla çaya emek vermiş unutulmaz isimlere teşekkür ediyoruz.
Kaynak: www.biriz.biz/cay
“Bir ilimiz var adı Rize / Durup dururken bir
bardak çay sundu bize / Rize’de, çayı kim
yetiştirdi Rize’de? / Missisipi’ye karışan
çayları öğrettiler bize / Rize’de, çayı kim
buldu Rize’de? / Kimdi o sessiz sedasız
kumral kumral demlenen mübarek adam…’’.
[22]
NİSAN 2014
Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu “Çayı Türkiye’ye getiren
kişi’’ olarak bilinen Zihni Derin’i işte bu dizelerle anlatıyor. Çay, Doğu Karadeniz ekonomisi başta olmak üzere
ülkemiz genelinin en önemli değerlerinden biri. Çaya gönül veren Zihni Derin gibi ileri görüşlü girişimciler ve bilim
insanları olmasaydı bugünkünden daha farklı bir Doğu
Karadeniz’den, hatta daha farklı bir Türkiye’den bahsedecektik belki de… Çayın bu topraklardaki serüvenini başlatanlara ve ona gönül verenlere şükranlarımızı sunuyoruz
bir kez daha.
Çaya dair ilk bilimsel kanıtları
Prof. Ali Rıza Erten sundu
Türkiye’de çay konusunun konumunu bilimsel anlamda ele alıp inceleyen ilk kişi
Prof. Ali Rıza Erten’dir. Doğu Karadeniz
kıyılarında çay yetiştirilebileceğini ilk defa
bilimsel anlamda ortaya koyarak tarihe geçen Erten’in bilimsel çalışmaları sayesinde
bugün Rize ve çevresinde çay tarımı mümkün olabilmiştir. Prof. Erten’in çalışmaları
konunun kuramsal düzeyde ele alınması
ve fikri temellerinin atılması bakımından
Türk çaycılığının “ilk adımı” niteliğindedir.
1887 yılında doğan Erten, Halkalı Ziraat
Yüksek Okulu´nu bitirmiş ve Fransa´da ihtisas yapmıştır. 1917´deki Rus ihtilalinin ardından Rusya, Birinci Dünya Savaşı’ndan
çekilmişti. Bunun sonucunda işgalden
kurtulan Kars, Ardahan, Artvin, Rize ve
Batum´da zirai incelemeler yapmak üzere
bir heyet görevlendirildi. 1918 yılında bu illere giden heyette bulunan Halkalı Yüksek
Ziraat Mektebi’nden Ali Rıza Bey, Rize ve
havalisinde çay yetiştirilebileceğini belirledi ve durumu “Şimali Şarki Anadolu ve
Kafkasya´da Tetkikatı Ziraiye” adlı bir raporla İktisat Vekâleti’ne (Ekonomi Bakanlığı) bildirdi. Prof. Erten’in bu raporu ilk defa
1924 yılında, “Çay, Limon, Mandalin, Portakal, Bambu Ziraatı” adıyla İstanbul Sanayi-i
Nefise Matbaası’nda basılarak yayınlandı.
Prof. Erten, o dönem Artvin vilayetinden
itibaren Trabzon’un Of kazasına kadar
olan Karadeniz sahilinin toprak yapısının
tıpkı Batum ve civarında olduğu gibi laterit
(kırmızı) topraklardan ibaret olduğuna işaret etmişti. Ayrıca hava sıcaklığının da çay
bitkisi için elverişli olduğunu belirterek, çay
üretimi için bu bölge üzerinde durmuştu.
Prof. Ali Rıza Erten´in çalışmaları olumlu
sonuç verdi. Böylelikle Prof. Erten, çay konusunu ilk defa bilimsel anlamda ele alıp
inceleyen ve Doğu Karadeniz kıyılarında
çay yetiştirilebileceğini ilk defa bilimsel
kanıtlarla ortaya koyan kişi olarak tarihteki
yerini aldı.
NİSAN 2014
[23]
[Çayagönülverenler]
Çay Araştırma Enstitüsü’nün kurucusu: Zihni Derin
Türkiye’de çay tarımının başlamasına, gelişmesine ve
yerleşmesine önderlik eden
en önemli isim hiç kuşkusuz
Zihni Derin’dir. Çay Araştırma
Enstitüsü’nün kurucusu olan
Derin’in adı bugün sadece
Enstitü’de değil; Çaykur’un
Zihni Derin Çay Fabrikası’nda
da yaşamayı sürdürüyor.
1880’de Muğla’da doğan
Zihni Derin, İstanbul Halkalı
Yüksek Ziraat Okulu’nu bitirdikten sonra orman mühendisliği ve öğretmenlik yaptı.
1920’de İktisat Vekâleti Ziraat Umum Müdürlüğü görevine tayin edilen Derin, bir gezi
sırasında Doğu Karadeniz
Bölgesi’nin çay ve turunçgiller üretimine elverişli olduğunu görerek
bu bölgede çay tarımının başlatılması için gayret sarf etmeye başlamıştır. Derin’in çabalarıyla 1924 senesinde Rize yöresinde çay, fındık ve turunçgiller üretimiyle ilgili özel bir kanun çıkarılmış ve bugün
90’ıncı yılını kutlayan Çay Araştırma Enstitüsü kurulmuştur.
Zihni Derin Rize’yle aynı iklim özelliklerine sahip olan Batum’dan
getirttiği çay fidanlarıyla Enstitü’nün bahçesinde ilk çay fidanlığını kurmuş; fidanların bir kısmını da deneme üretimi için halka dağıtmıştır. Fakat toprağı az olan yöre halkı, geleceği belli olmayan
bu ürüne fazla rağbet etmeyip, devlet de o dönemde gerekli desteği sağlamayınca Zihni Derin’in çalışmaları sonuçsuz kalır. Derin, bu vazifeden ayrılarak çeşitli liselerde ve Ankara Gazi Eğitim
Enstitüsü’nde öğretmenlik yapar. 1936’da Edirne’de İkinci Umum
Müfettişlik kuruluşunda Tarım Danışmanlığı’na, 1938 senesinde ise
Ziraat Vekâleti Çay Organizatörlüğü’ne getirilir. Bu görevi sırasında
Batum’dan getirttiği 2 ton çay tohumuyla Enstitü’ye bağlı üç fidanlıkta çay fidanı üretimini sürdürür.
1940’ta çıkarılan bir kanunla çay üreticilerine bazı maddi kolaylıklar getirilir ve üretilen çayların devlet tarafından satın alınacağı garanti edilir. Bu özendirici tedbir ve teşvikler üzerine, yöre halkı çay
üretimine yönelir. Zihni Derin’in özel gayretleriyle Doğu Karadeniz
Bölgesi’nde çay tarımı yaygınlaşmaya başlar. Gayret ve çalışmalarının meyvesini alan Zihni Derin, 1945 yılında emekliye ayrılır ancak
Bakanlık Organizatörü olarak çay tarımıyla ilgili çalışmalarını sürdürür. 1964 senesinde “Çayın 40’ıncı Yılı” kutlama törenlerine katılmak üzere Rize’ye giderken bir trafik kazası geçiren Derin, 1965
yılında vefat eder. Çay tarımında ülkemizde önder kabul edilen Zihni
Derin’in anısına 1969 yılında TÜBİTAK Hizmet Ödülü verilir.
[24]
NİSAN 2014
“Bir Yeşilin Peşinde’’ emektar: Asım Zihnioğlu
1927’de İzmir Ziraat Okulu’nu bitiren Asım Zihnioğlu, Zihni Derin ile aynı kuşağa
mensup, idealist bir görev insanı olarak çaya gönül verenlerin başında gelmektedir.
Giresun’da, Fındık Araştırma İstasyonu’nun kuruluşunu gerçekleştirdikten kısa bir süre
sonra, 1938’de Rize’deki Çay Enstitüsü’ne atanan Asım Zihnioğlu, burada Zihni Derin’le
tanışır ve kendisiyle birlikte çalışmalar yapar. Çay konusunda bütün gelişmeleri izleyen,
dünyaca ünlü çay üreticilerinin fabrikalarını gezip görerek harmanlama, degüstasyon
ve paketleme çalışmalarını inceleyen Zihnioğlu elde ettiği bilgileri Türk çay sektörünün
gelişimi için kullanır. 1943 yılında Tarım Bakanlığı tarafından çay staj ve ihtisası yapmak
üzere önce Hindistan’a ve daha sonra Sri Lanka’ya gönderilen Zihnioğlu, Bangladeş,
Kuzey ve Güney Hindistan ve plantasyonlarında ve fabrikalarında çay konusunda önemli
incelemeler yapar. Rize çayının içeriğindeki maddeler bakımından diğer ülke çaylarından
daha kaliteli olduğunu laboratuvar çalışmalarıyla kanıtlayan Zihnioğlu, Rize’nin en önemli çay ekim alanı olmasında Zihni Derin ile birlikte büyük bir başarı hikâyesine imza atmıştır. Ülkemiz çaycılığının kurucu emektarlarından Asım Zihnioğlu, kendi yaşam öyküsü
ile paralel olarak Türk çaycılığının doğuşunu, bu uğurda çekilen sıkıntıları ve çaycılığın
gelişimini anlattığı “Bir Yeşilin Peşinde’’ adlı kitabıyla da ölümsüzleşmiştir.
Çay sektörüne ilk kalifiye
eleman yetiştiren kişi:
Ahmet Tosun
“Çaya Gönül Verenler’’e Ziraat Yüksek
Mühendisi Ahmet Tosun’un öyküsüyle
devam ediyoruz. 1922, Kastamonu doğumlu olan Tosun, Çaykur’a damgasını vuran önemli bir kuşağın temsilcileri
arasında yer alır.
Çaykur’da Ziraat Yüksek Mühendisi olarak 1956 yılında göreve başlayan Tosun,
bu dönemde Rize Çay Fabrikası’nda
Müdür Yardımcısı ve Merkez Müdürü
olarak görev yapar. Çay Teşkilatı’nın
Tekel’den ayrılmasından ve Çaykur’un
kurulmasından sonra sırasıyla İstanbul
Çay Paketleme Fabrikası Müdürlüğü,
Genel Müdürlük İşletme ve Koordinasyon Daire Başkanlığı ve Teftiş Kurulu
Başkanlığı görevlerinde bulunarak 1978
yılında emekliye ayrılır. Ahmet Tosun’un,
Çaykur’daki yöneticiliği sırasında çay
sektöründe kalifiye eleman yetiştirmeye
büyük önem verdiği ve bu yönde çalışmalar yaptığı bilinmektedir.
Türk çaycılığının önünü açan Bakan:
Şevket Raşit Hatipoğlu
Türk çaycılığının bugünkü konumunu borçlu olduğu isimlerden biri de Prof. Şevket Raşit Hatipoğlu’dur. “Çay İktisadiyatı” başlıklı kitabı ile çayın Türkiye’de üretiminin ekonomik
şartlarını araştırmış ve ortaya koymuş olan Hatipoğlu’nun
çalışmaları 1927’de Zihni Derin’in bölgeden ayrılması ile ara
verilen çaycılık faaliyetlerinin 1938’de kapsamlı bir çalışma ile
yeniden başlamasına zemin oluşturmuştur. 1942-1946 yılları
arasında Tarım Bakanı olarak görev yapan Hatipoğlu, Türk
çaycılığının önünü açan çalışmalara imza atmıştır. 1935 yılında
dönemin Tarım Bakanı Muhlis Erkmen’le birlikte Rize’ye bir
tetkik gezisi gerçekleştiren Hatipoğlu bu gezi esnasında topladığı bilgileri daha sonra geliştirerek, “Rize Köylüsüne” ithaf
ettiği “Türkiye’de Çay İktisadiyatı” adlı eserini kaleme almıştır. Hazırlanan bu kapsamlı eser, 1936’da Tarım Bakanlığı’na
sunularak, durgunluk dönemine girmiş olan çaycılık çalışmalarının yeniden ele alınmasını sağlamıştır. 1938’den itibaren
Türk çayı Rize yöresinde başarıyla üretilmeye
başlanmıştır. Çalışmasını bilimsel ve sağlam
bilgilere dayandırmakla
yetinmeyen Prof. Hatipoğlu, Tarım Bakanlığı ve
hükümet nezdinde de
kararlı çalışmalar yürüterek, çay konusunun
yeniden ele alınmasında
başrolü oynamıştır.
Toprak ondan
sorulur: Prof.
Dr. Mücella
Müftüoğlu
Ve çay konulu çalışmalarıyla Türk çaycılığına
günümüzde hizmet vermeye devam eden değerli bir bilim insanı olan
Prof. Dr. Mücella Müftüoğlu… 1958 yılında,
Rize’nin Ardeşen ilçesinde doğan Müftüoğlu yüksek lisansını İzmir’de Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak
Bölümü’nde 1981 yılında tamamladı. 1982-1987 yılları
arasında Rize’de Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne
bağlı Çay Araştırma Enstitüsü’nde görev yaptı. 1987 yılında İzmir’de Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı
Bölge Müdürlüğü’ne atanan ve 1989 yılında Bilim Doktoru unvanını alan Müftüoğlu, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü’ne, 1997
yılında, yardımcı doçent olarak atandı. Aynı üniversitenin aynı bölümünde 1999 yılında doçent, 2006 yılında
profesör olan Müftüoğlu bu kurumdaki çalışmalarına bitki besleme, toprak verimliliği ve gübreleme konularında
bugün de devam ediyor.
NİSAN 2014
[25]
[paydos]
Terzilik mesleği Nihat Çolak’ın ilk göz ağrısı… 15
yaşında, çırak olarak başladığı terziliğin yanı sıra
Çaykur Genel Müdürlük misafirhanesinde vardiyalı
olarak çalışan Çolak, İstanbul’da belki de ünlü bir terzi
olma yolunda ilerlerken Çaykur’a müracaatı kabul
edilince memleketine dönmeye karar vermiş. Çaykur’lu
olma kararından mutluluk duyduğunu anlatan Çolak’a
soruyoruz: “Terzi gerçekten de kendi söküğünü
dikemez mi?..’’ Devamını sohbetimizde okuyalım…
“Çaykur,
hayatımıza büyük
değer kattı”
Rize’nin tanınmış
terzilerinden biri olan Nihat
Çolak, yaklaşık 12 yıldır işlettiği
terzi dükkânının yanı sıra,
Çaykur Genel Müdürlük’te
misafir karşılama hizmetlerinde
görev yapıyor. 1989 yılında
Çaykur’a müracaat ederek
işe başlayan Çolak ile yavaş
yavaş yok olan mesleklerden
biri olan terziliği ve Çaykur’daki
çift vardiyalı çalışma hayatını
konuştuk.
[26]
NİSAN 2014
Sizi tanıyabilir miyiz?
1964’te Rize’de doğdum. İlkgençlik yıllarımda bir iş öğrenmek amacıyla İstanbul’a
gittim. Orada terzi çırağı olarak işe başladım. Uzun yıllar bu mesleği yaptım. Amcamın oğluyla beraber bugün de işlettiğimiz
bu dükkânda terziliğe devam ediyorum.
İstanbul’da terzilik mesleğini en ince detayına kadar öğrendim. Ustalarımla kurduğum
iyi diyaloglar sayesinde meslekte güzel bir
noktaya geldiğimi sanıyorum. Birçok önemli
firmaya büyük çapta işler yaptık.
Terzilikte bu kadar ilerlemişken Rize’ye
dönmeye nasıl karar verdiniz?
Aslında İstanbul’da kalabilirdim. Ustalarım
ile ilişkilerim çok iyiydi. Ancak 1989 yılında
Çaykur’a müracaat etmiştim. Başvurum kabul görünce Rize’ye dönmeye ve terziliğe
burada devam etmeye karar verdim. Yaklaşık 25 yıldır da kurumumuzda çift vardiyalı
olarak çalışıyorum.
müzde artık konfeksiyon ürünlerin daha fazla tercih edilmesi terziliği bitiriyor. Ancak şükürler olsun ki, mesleğimizi burada da icra
etme imkânı bulduk ve yolumuza devam
ettik… Ediyoruz… Mesleğimizin yaşaması
adına elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.
Müşterilerinizden en çok gelen sipariş
nedir bugünlerde?
Eskiden takım elbise yapardık. Ancak şimdi daha ziyade ufak tefek tamirat siparişleri
geliyor. Kimse takım diktirmek istemiyor.
Zira takım elbise diktirmek, hazır almaktan
çok daha pahalıya mal oluyor.
“Terziliğe çıraklıktan
başladım” dediniz.
Peki, siz ileride bu işi
kime bırakacaksınız?
Ne yazık ki şimdilerde
gençler arasında
çıraklık yapacak,
işi öğretecek aday
bulamıyoruz. Meslek
açısından en önemli
sorun budur diyebilirim.
Mesleğimizin belki de
son temsilcileri olarak
artık biz kaldık.
Misafir hizmetleri kurum adına çok
önemli bir alan. Siz burada hangi görevi
üstleniyorsunuz?
Genel olarak misafir karşılamada çalışıyorum. Çalışma ortamımı çok seviyorum. Dolayısıyla işimi de severek yapıyorum. Buradaki mesai arkadaşlarımızla aramızda çok
sağlıklı bir iletişim var.
Kurumun önemli misafirlerini de ağırlamışsınızdır mutlaka… Kimler geliyor?
Bakan gelir, milletvekili gelir… Sıradan vatandaş da gelir Çaykur’a… Kapımız herkese
açık. Misafirlerimizin büyük kısmı kamuoyunun tanıdığı isimlerden oluşur. Hepsi de
hizmetimizden memnun kaldıklarını ifade
etmişlerdir. Bugüne dek hiç şikâyet almadık.
Terzilik sizin ilk göz ağrınız deyim yerindeyse… Ancak maalesef yok olmaya yüz
tutan meslekler arasında da gösteriliyor
bugün… Siz buna katılıyor musunuz?
Doğru söylüyorsunuz. Artık terzilik yapan
kişi sayısı yok denecek kadar az. Bundan
altı-yedi sene önce iş yetiştiremezdik. Sabahlara kadar çalıştığımız olurdu. Şimdi
böyle bir yoğunluk yok ne yazık ki! Günü-
İşlerinizde mevsime bağlı yoğunluk ya da
düşüş oluyor mu?
Tabii, yazın işlerimiz açılır. Özellikle çay
zamanıyla birlikte Rize canlanınca bizim
de işlerimiz daha bir artar. Şehirdeki bu
canlanma Çaykur’a da yansır. Kurumdaki
işlerimizde de yükseliş başlar.
Peki, bir terziyle söyleşi yapma fırsatı
bulmuşken soralım: “Terzi kendi söküğünü dikemezmiş” derler. Bu ne derece
doğru?..
Kesinlikle doğrudur. Ben bugüne dek kendime bir pantolon bile dikebilmiş değilim.
Genellikle mağazadan alırım. Çok doğru bir
duruma işaret eder bu söz…
Çaykur’un hayatınıza
kattığı artılar nelerdir?
Çaykur’un hayatımıza kattığı
çok önemli değerler var.
Bunların başında, çok değerli
insanlarla birlikte çalışmanın
getirdiği mutluluk ve gurur
gelir. Çalışma ortamımız
ve geliştirdiğimiz verimli
iletişim hayatımıza olumlu
değerler katıyor. Ayrıca,
Yönetim Kurulu Başkanımız
ve Genel Müdürümüz İmdat
Sütlüoğlu başta olmak üzere
yöneticilerimizin bizlere
yaklaşımı son derece olumlu
ve motive edici. Çalışanlarına
değer veren yöneticiler
görmek bizi de mutlu ediyor.
NİSAN 2014
[27]
[emekverenler]
23 yıl boyunca Çaykur Camidağı
Fabrikası’nda marangoz olarak
çalıştı. Bugün 62 yaşında olan
Ali Baloğlu, “İşleyen demir ışıldar”
sözünün hakkını verircesine
atölyesinde üretmeye devam
ediyor. “Bana en büyük ceza
çalışmamaktır’’ diyen emektar
Çaykur’lu Ali Usta, yaşadığı
köyde tüm marangozluk işlerini
yapmakla kalmayıp arıcılıkla da
uğraşıyor. Ali Usta’nın en büyük
tutkusu ise motosiklet...
“Çaykur
bizim
velinimetimizdir’’
[28]
NİSAN 2014
Rize’nin en güzel köylerinden biri,
adı üstünde, Güzelköy. Çaykur’un
Camidağı Fabrikası’na yakınlığıyla
bilinen bu köyde kurumun emektar
çalışanlarından Ali Baloğlu yaşıyor.
Altı çocuğa ve 14 toruna sahip olan
Ali Baloğlu, 62 yaşında olmasına rağmen gençlere taş çıkartan enerjisi ve üretkenliğiyle tanınıyor.
Baloğlu’nu tanıyanlar onun işinin ehli bir marangoz
olduğu konusunda hemfikir. Güzelköy’ün Salahara
Deresi’ni gören tepelerinden birinde kurduğu marangoz atölyesinde çalışırken buluyoruz Ali Baloğlu’nu...
1974 yılında Çaykur’a işçi olarak giren Baloğlu, üstün
marangozluk bilgisi sayesinde tam 23 yıl görev yaptığı Camidağı Fabrikası’nın tüm doğramalarını kendisi
üretmiş. Marangozluk söz konusu olduğunda elinden
gelmeyen hemen hemen hiçbir iş yok desek abartmış
olmayız. Doğrama, döşeme başta olmak üzere fabrikanın hemen her noktasında Ali Usta’nın dokunuşlarını görmek mümkün. Üstelik sadece Çaykur Camidağı
Fabrikası’nda değil, yaşadığı köyün kamu binalarında
da yine onun maharetli ellerinden çıkmış döşemeler
görmek mümkün. Emekli olduğu günden bugüne asla
kahveye gidip oyun oynamadığını söyleyen Ali Usta,
emekliliğinde de faal biri. Atölyesinde canla başla çalışan Ali Usta “İşleyen demir ışıldar’’ sözünün canlı
örneği adeta…
60’ından sonra motosiklet ehliyeti
Doğma büyüme Güzelköylü olan Ali Baloğlu’nun marangozluk dışında en büyük tutkusu motosiklet kullanmak.
1975 yılından bu yana daha çok ağır vasıta araç kullanan Baloğlu, motosikleti rahat ve kolay bir ulaşım aracı
olması nedeniyle tercih ettiğini söylüyor. Ağır vasıta ehliyeti olmasına rağmen, motosiklet kullanmak için tekrar
sınavlara girdiğini esprili bir dille anlatan Ali Baloğlu, kısa
bir süre önce de motosiklet ehliyetini almış.
Bu tutku o kadar ağır basıyor ki, “100 yaşımda da olsam
yine motor kullanırım. Motorun benim için zevki bambaşka’’ diyor gülerek… Yüzünde gördüğümüz genç ifadenin sırrı belki biraz da motor sevdasına bağlı olan Ali
Usta’ya, “Bu yaşta motor kullanmak tehlikeli değil mi?’’
diye soracak oluyoruz. Bize kaskını göstererek, mutlaka
tedbir aldığını, hatta en kısa sürede bir de motosikletçi
kıyafeti edineceğini söylüyor.
Çaykur, 1970’lerden
bu yana bölgede
İstİhdam kaynağı
Çaykur’dan 1997 yılında emekli olan Ali Baloğlu, kurumun kendi
hayatındaki önemini ise şöyle anlatıyor: “Rizeli olup da Çaykur’a
girmeyen olmamıştır bizim zamanımızda. Biz 1970’lerin başında
kuruma dâhil olduk. O yıllarda sadece Rize’den değil, Erzurum,
Giresun, Samsun gibi kentlerden gelip Çaykur’da çalışmaya başlayan
yüzlerce kişi vardı. Çaykur bu bölgede herkese iş imkânı sağlamıştır.
1970’li yıllarda pek çok işçi Almanya’ya, Avrupa’ya göç etti çalışmak
için. İşte o yıllardan beri Çaykur bizim Avrupa’mız olmuştur. Benim
için apayrı bir dünyadır Çaykur’’.
Dile kolay, 23 senesini Çaykur’da ter dökerek geçirmiş, kurumun
sayısız emektarından biri Ali Baloğlu... Çaykur’da çalıştığı yıllardan
bugüne kurumda çok önemli değişimler yaşandığını söylüyor. Ali Usta
“Biz 1974’te fabrikaya girdiğimizde vardiyada 1.500 kişi vardı. Çayları
sırtımızda taşırdık. Şimdi otomasyon sayesinde fabrikalar değişti,
hayat değişti. Biz başladığımızda fabrika sayısı bir-ikiyken bakın şimdi
nerelere geldi. Ve Çaykur bizim hep velinimetimiz oldu,’’ diyor.
MART 2014
NİSAN
[29]
[hobilerimizvebiz]
Selami Aslankaya,
dile kolay, 30 yıldır
Çaykur’da çalışıyor. İşten
arta kalan zamanlarını
denizde değerlendiren
Aslankaya’ya, çocukluktan
beri tutkusu olan ‘olta
balıkçılığı’na dair merak
ettiklerimizi sorduk...
“Bir ailem,
bir de deniz...
İşte benim
mutluluğum…”
[30]
NİSAN 2014
Selami Bey, sizi kısaca tanımak isteriz…
1984’ten beri Çaykur’da çalışıyorum ve bundan çok büyük
bir mutluluk duyuyorum. Çaykur, yöremiz açısından bir velinimet. Rize’nin hayatı, can damarı. İş dışındaki zamanımı
amatör olarak olta balıkçılığı yaparak değerlendiriyorum.
Olta balıkçılığıyla ne zamandır ilgileniyorsunuz?
Benim ailem denizle çok haşır neşirdi. Çok erken yaşlarda
yüzme öğrendim. Babam da olta balıkçılığı yapardı; sandallarımız vardı. Kıyı kesiminde herkesin bir sandalı, motoru
vardır. Bu tutkumun temelinde çocukluğumda edindiğim ilk
izlenimlerin de payı büyük elbette. Biri 15, diğeri 20 yaşında
iki oğlum var. Çocuklarıma da çok erken yaşlarında yüzme
öğrettim. Onlar da şimdi olta balıkçılığı yapıyorlar. Benim
için mutluluğun sırrıdır bu: Bir ailem, bir de deniz…
Balığa ne sıklıkta çıkıyorsunuz?
Kimileri gece çıkar balığa, kimileri sabaha karşı… Ben
genelde işten sonra çıkıp, birkaç saatimi denizde geçiriyorum. Özellikle yazın daha çok balık olduğu için, bu
mevsimde daha sık çıkıyorum. Küçük bir sandalım var.
Çoğu zaman yalnız, bazen de çocuklarımla ya da arkadaşlarımla çıkıyoruz.
Çocuklarınızla birlikte balık tutmak nasıl bir duygu?
Çocuklarımla çıktığımda ekip halinde olduğumuz için mutluluğum daha da büyüyor. Aramızdaki baba-oğul ilişkisi de
böylece pekişiyor; arkadaş gibi oluyoruz. “Kim daha çok
tutacak?” türünden yarışlara girişiyoruz aramızda bazen.
Denizin verdiği huzur, aile olmanın mutluluğuyla birleşince
dünya bir başka güzel görünüyor gözüme.
Denizle iç içe yaşamak nasıl bir his uyandırıyor içinizde?
Denize açıldığınızda, karadan uzakta, büyük bir sessizliğin
ortasında yalnız kalıyorsunuz. Çıt çıkmıyor. Sadece tuttuğunuz balığın ve suyun sesi; arada bir de gelip giden motorların sesleri... Sıkıntı veren hiçbir şeyi düşünmüyorsunuz,
oltayı atıp balığa odaklanıyorsunuz sadece. Bütün stresinizi
atıyorsunuz üzerinizden, her şeyi unutuyorsunuz. Deniz, bütün sıkıntınızı alıp götürüyor. İstediğiniz kadar durun orada,
istediğiniz kadar çıkarın tadını… Tedbiri de elden bırakmadan elbette… Her yönüyle çok güzel bir uğraş… Tabii balık
tutabilmek de önemli. Hiçbir şey tutamadan saatlerce beklemek sıkıcı oluyor.
Hobiniz işinize nasıl yansıyor?
Daha zinde oluyorum, daha dinç kafayla işe
gidiyorum. Gündelik hayatta daha az sinirli
oluyorum… Balığa çıkmak ve denizle baş başa
kalmak beni çok olumlu yönde etkiliyor.
Akşam yemeğine yetecek kadar tutabiliyor musunuz?
Denize çıktığım zaman eve yetecek kadar tutmadan sahile dönmem asla. Bu şarttır: Öğüne yetecek kadar balığı tutacaksın
mutlaka.
Profesyonellerle birlikte balığa çıktınız mı hiç?
Büyük motorlarla birkaç kez çıkarak ağ attım ama onlar bu işi
ticari amaçla yapıyor. Para kazanmak gibi bir amacınız olduğu
için bu tür durumlarda olta balıkçılığındaki gibi stres atamıyorsunuz. Sonuçta bir iş olarak bakıyorsunuz balık tutmaya o zaman.
Meraklıları için verebileceğiniz ipuçları var mı?
Balıkların denizde yoğun olduğu, standart yerleri vardır. Mesela
bir yerde çok fazla kepez varsa orada balık yoğunluğu olduğunu anlarsınız. Bu tür ipuçları denize açıldıkça öğreniliyor. Şans
faktörünü de göz ardı etmemek gerekir elbette. Her şeyi çok iyi
yapsanız da şansınız yaver gitmiyorsa balık tutamazsınız.
Eskiden çok balık vardı. Ben 17 yaşımdayken, sandalla açılmadan, sahilden lüfer tutardık. Artık çok az çeşit balık var. Bir
istavrit kaldı; biraz da mezgit var. Eylül-ekim döneminde bir de
palamut oluyor, o kadar.
Sandalla çıkma imkânı olmayanlar için kıyıdan, taşların üstünden olta atmayı tavsiye ediyorum; o da çok keyiflidir. Sahilde
tuttuğunuz için hemen ateş yakıp pişirme imkânınız da oluyor.
Bir de şu var: Balığa deniz temizse çıkılır. Rüzgârlı bir havada,
dalgalı bir denize kimse açılmaz.
NİSAN 2014
[31]
[güncel]
Türk ve dünya
çocuklarının BAYRAMI
kutlu olsun!
[32]
NİSAN 2014
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, milli
bayramlarımız içinde, dünyada çocuklara hediye edilmiş
ilk ve tek bayram olması nedeniyle en özel olanıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gün olan 23
Nisan’ın çocuklara özel bir bayrama dönüşmesinin
öyküsünü tarihe kısa bir yolculukla hatırlayalım...
23 Nisan’ın Türkiye’de milli bayram olarak kabul edilmesinin nedeni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
o gün (1920) açılmış olmasıdır. 23
Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı’nın ortaya çıkışında üç
ayrı bayramın payı vardır. Çocuk
Bayramı tamamen ayrı bir kavram
olarak gelişirken, Ulusal Egemenlik
ve 23 Nisan Bayramları başta ayrı
bayramlarken, birleştirilmiş ve son
olarak aralarına Çocuk Bayramı da
eklenmiştir.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın, 23 Nisan 1927’de
Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (günümüz Çocuk Esirgeme Kurumu’nun)
o günü “Çocuk Bayramı” olarak duyurmasıyla başladığı kabul edilir. Aslında Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 23
Nisan’la ilgili çalışmaları 1927’den
de öncelere dayanmaktadır. Kurum,
23 Nisan 1923’te, milli bayram için
pullar bastırmıştır. 23 Nisan 1924’te
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Bugün Yavruların Rozet Bayramıdır”
ibaresi yer almış, 23 Nisan 1926’da
da yine aynı gazetede “23 Nisan
Türkler’in Çocuk Günüdür” başlıklı
bir yazı kaleme alınmıştır.
NİSAN 2014
[33]
ıza
çocuklarım
23 Nisan
armağanı
Her yıl ülkemizde ve yurtdışındaki temsilciliklerimizde, bütün
kurumlarımızda, okullarımızda ve her evde çeşitli etkinliklerle
kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı bu yıl
Çaykur ailesinde farklı bir kutlamaya sahne olacak.
Çaykur, Türkiye ve dünya çocuklarının bu anlamlı bayramına
düzenlediği “Çay’’ temalı resim yarışmasıyla renk katacak.
Çaykur çalışanlarının 7-12 yaş arası çocuklarının katılabileceği
bu yarışmada çocuklar çay konulu resimler yaparak birbirinden
güzel ödüller kazanacaklar.
Yarışmanın birincisi, müthiş bir eğlence deneyimi sunan Xbox
oyun konsolunun sahibi olurken, resim yarışmasına katılan tüm
çocuklar keyifle okuyacakları kitaplarla ödüllendirilecekler.
Resim Yarışması’na gönderilen çalışmalar Çaylık Dergisi
Yayın Kurulu tarafından değerlendirilecek. Yarışmayı kazanan
çocuklarımıza ödülleri Genel Müdürlüğümüzce verilecektir.
Çaykur çalışanlarının Rize dışından katılacak çocuklarının
ödülü ise Bölge Müdürlükleri tarafından ulaştırılacak.
KAT
IL
İKİ
N
oyun
ve ÜÇ
Cİ
Bisikle
t
TÜM ÇO
N
A
KLARIMI
CU
ÖDÜLLÜ
RESİM
YARIŞMASI
Xboxkonsolu
CÜYE
ÜN
BİR
İ
İYE
C
N
keyifleacakları
okuy kitaplar
ZA
[güncel]
23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olarak kutlanışı 23 Nisan 1927’de Atatürk’ün
önderliğinde başlar. Bugüne özel etkinlikler için Atatürk, arabalarından
birini çocuklara tahsis eder ve Cumhurbaşkanlığı Bandosu çocuklar için
konser verir. Yine aynı sene, Ankara’da bir Çocuk Balosu düzenlenir.
1928’de ise bayram için özel ilanlar verilir, halk davet edilir, çocuk alayları oluşturulur, yarışmalar ve geziler düzenlenir.
Atatürk, konuşmalarından birinde “milli egemenlik” kavramını emanet
ettiği çocuklara şu sözlerle seslenir: “Türk çocuklarındaki kabiliyet her
milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen
hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları
bağımsızlık fikirlerini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.”
1933 yılının 23 Nisan’ında Atatürk yeni bir gelenek başlatarak o sabah
çocukları makamında kabul eder. Bu gelenek günümüzde de çocukların
23 Nisan’da devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi
şeklinde devam ediyor. Aynı yıl stadyumlarda beden hareketi gösterileri
yapılmaya başlanır.
1975’ten itibaren TRT de programlarıyla bayrama destek verir. 1979’da
resmî “Milli Hâkimiyet Bayramı” törenlerine çocukların da katılmasına
karar verilir ve 1980’de bir “Çocuk Parlamentosu” oluşturulur.
TRT Çocuk Şenliği 1979’da BEŞ ülke ile başladı
Yarışmaya katılmak isteyen çocuklarımız çalışmalarını,
30 Mayıs 2014 tarihine kadar Çaykur Genel Müdürlüğü
Müftü Mah. Menderes Bulvarı 53080 – Rize adresine iletebilir.
Yarışmayla ilgili detaylı bilgi için:
Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü, Necla yeşildağ
[email protected] / Tel: 0464 213 02 11 (1249)
[34]
NİSAN 2014
Sonraki yıllarda 23-30 Nisan haftası “Çocuk Haftası” olarak kutlanmaya devam eder. 1975’te Türkiye Radyo Televizyon Kurumu
da (TRT) kutlamalara katılır ve bir hafta boyunca TRT’de çocuk
programları yayınlanır. 1979 yılının UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı olarak duyurulması üzerine, TRT tarafından dünyanın bütün çocuklarını kucaklamayı amaçlayan bir proje hazırlanır ve bu
proje TRT Uluslararası “23 Nisan Çocuk Şenliği’’ adıyla günümüze
kadar gelir. İlk kez 1979 yılında, SSCB, Irak, İtalya, Romanya ve
Bulgaristan’ın katıldığı şenlik, günümüzde yaklaşık 50 ülkenin çocuklarının katılımıyla düzenlenmektedir. Şenlik, 1979-2000 arasında Ankara’da
düzenlenmiş, ardından, Türkiye’deki başka kentlerde de gerçekleştirilmiştir. 1979’da uluslararası
boyuta taşınan milli bayramımız bu tarihten itibaren her yıl dünyanın farklı ülkelerinden çocukları
ağırlamaktadır.
TRT Uluslararası 23 Nisan
Çocuk Şenliği, çocuklar arasındaki kardeşlik, sevgi ve
dostluk bağlarını geliştirerek çocukların barış içinde
yaşayacakları bir dünyanın
oluşmasına katkıda bulunmak amacıyla düzenlenmeye devam ediyor ve “Yurtta Barış Cihanda Barış’’
ilkesiyle her yıl ortalama
40 ülkenin katılımıyla kutlanıyor. Bugüne dek 110
farklı ülkeden çocukları
ağırlayan şenlik, Ankara
dışında, İstanbul, Antalya, Bursa, Konya ve İzmir
gibi Türkiye’nin değişik
şehirlerinde birbirinden
renkli gösteriler, şenlik
yürüyüşleri, konuk grupların renkli kıyafetleri ve
kendi ülkelerine özgü müzikleri eşliğinde sergilenen dans gösterileriyle coşkuyla kutlanıyor.
NİSAN 2014
[35]
[sağlık]
Bahar
hastalıkları
kapınızı
çalmasın…
Bahar, kırlarda papatyalar, gökyüzünde güneş demek…
Mutluluk demek. Fakat, ısınan havalara yine de hemen
aldanmayın siz. Çünkü bu mevsim pek çok alerjik durumu
ve hastalığı da beraberinde getiriyor. Bu güzel günlerin tadını
çıkarırken sağlığınızı da ihmal etmeyin lütfen…
Güneşi daha bol görebildiğimiz ve ondan daha çok yararlanabildiğimiz, doğanın
kendini yenilediği, bahçelerin rengârenk
çiçeklerle bezendiği bahar ayları aynı zamanda çeşitli alerjik durumların ve hastalıkların da habercisi. Mevsim değişikliğine
bağlı olarak bahar aylarında ortaya çıkan
alerjik hastalıkların başında rinit ve astım
geliyor. Ayrıca nezle, göz nezlesi, farenjit, bronşit, kabakulak, suçiçeği, üst ve alt
solunum yolları hastalıklarının da yine bu
aylarda kapımızı çalma riski söz konusu.
Yine bu dönemde, astıma bağlı kronik öksürük, gece öksürüğü gibi sıkıntıları olan
hastaların sayısında ciddi artışlar gözleniyor. Baharı karşılarken, çocuklu ailelerin ve
kronik hastalığı olanların daha dikkatli olması özellikle tavsiye ediliyor. Bu aylarda
çocuklarda en çok görülen enfeksiyonlardan biri olan krup, ağır solunum sıkıntısına
[36]
NİSAN 2014
yol açan bir üst solunum yolu enfeksiyonu.
İki veya üç gün süren burun akıntısı, ses
kısıklığı ve hafif ateşle kendini gösteren
hastalık ilerlediği takdirde solunum zorluğuna yol açıyor.
Yine bu aylarda kabakulak, suçiçeği gibi
döküntü ile kendini gösteren hastalıklar
çocuklarda daha fazla gözleniyor. Soğuk
algınlığı, burun tıkanıklığı, nezle şeklinde
başlayıp öksürük, hırıltı, balgam hatta nefes darlığına kadar ilerleyebilen bronşit ise
en sık görülen bahar rahatsızlıklarından
biri. Önlem alınmadığında öksürük, hapşırık veya direkt temas ile bulaşabilen bu
hastalığın hırıltı ve sık soluma gibi bulguları başladığında doktora başvurulması ve
tedavisinin mutlaka yapılması gerekiyor.
Aksi halde, özellikle altı aydan küçük bebeklerde solunum ve kalp yetmezliği gibi
ciddi sorunlara yol açabiliyor.
Bahar alerjisi iki yaşından
itibaren başlıyor
Bahar aylarının gelmesiyle havadaki polen miktarı yoğunlaşıyor. Mart ayında ağaç polenleri, mayıs ve haziran ayında
da çimen polenleri havaya dağılmaya başlıyor. Polenlerin
bahar ayında ortaya çıkmasından ve alerjiye neden olmasından dolayı polen alerjisine “bahar alerjisi’’ de deniliyor.
Bazı insanlarda polenlere karşı alerji gelişebiliyor. Polenlerin en sık neden olduğu alerjik hastalıklar arasında ilk sırada astım, alerjik nezle ve göz alerjisi geliyor. Bahar alerjisi,
ailesinde alerjik hastalığı olanlarda görülüyor genellikle;
çünkü alerjik hastalıklar aynı zamanda genetik hastalıklar
grubunda sayılıyor. Bahar alerjisinin ortaya çıkması ancak
iki yaşından sonra mümkün; çünkü vücudun bir alerji geliştirebilmesi için en az iki bahar mevsimiyle karşılaşması
gerekiyor. Dolayısıyla, iki yaşından küçük bebeklerde böyle
bir durumun görülmesi ihtimali yok denecek kadar az. Halk
arasında “bahar nezlesi”, “alerjik nezle” veya “polen nezlesi” diye adlandırılan bu sorun özellikle burunda ve gözlerde ortaya çıkıyor. Burunda gıdıklanma hissi, kaşınma, aşırı
akıntı, tıkanıklık, hapşırık krizleri; gözde yaşarma, kızarma,
kaşıntı ve yanma problemleriyle kendini gösteriyor. Hastalığın en tipik belirtisi olan hapşırma, arka arkaya 15-20
kere tekrarlanıyor. Bazen boğazdaki tahriş ve geniz akıntısı,
kuru ve inatçı bir öksürüğe yol açabiliyor.
Alerjik hastalıklar şehirlerde
daha fazla görülüyor
Hastalığa karşı antialerjik özellikli burun spreylerinin
ve göz damlalarının kullanılması öneriliyor. Belli hasta
gruplarında ise aşı tedavisi uygulanabiliyor. Ancak bu
hastalar, Dünya Sağlık Örgütü’nün kriterlerine göre belirleniyor ve aşı tedavisi için bazı şartlar aranıyor: Hastanın bir tek polene alerjisi varsa, genç ise ve astım türü
reaksiyonlar saman nezlesine eşlik ediyorsa aşı tedavisine bir an önce başlanması gerekiyor. Bahar alerjisi
görülen çocukların evden dışarı çıkarken güneş gözlüğü
takmaları öneriliyor. Eğer çocuk bahar alerjisine yakalanmışsa burundan nefes alıp vermesini sağlamak gerekiyor. Burun, filtre görevi görüp polenin akciğerlere
ulaşmasını engelliyor. Uzmanlar, alerjik hastalıkların sanayileşmiş yörelerde ve kentlerde kırsal kesimlere oranla daha sık görüldüğünü belirtiyor. Alerjik hastalıkların
teknolojinin gelişimine paralel olarak arttığını kaydeden
uzmanlar, kapalı ve dar alanlarda topluca yaşam, halı
döşemeler, ev içinde kedi, köpek, kuş ve benzeri hayvanların beslenmesi, sigara alışkanlığı, katkı maddesi
içeren hazır gıdaların tüketilmesi gibi faktörlerin alerjik
hastalıkların artmasına neden olduğuna dikkat çekiyor.
Polen alerjisi
olanlara
tavsiyeler
s Piknik yapmaktan kaçının. Piknik
ortamında atmosferdeki polen yoğunluğu
artacaktır.
s Tatillerinizi çayırlardan ve ormanlık
bölgelerden, mümkünse, uzak geçirin.
s Pencerelerinizi gece yarısından sabaha
kadar kapalı tutun. Polenler güneş
doğarken uçuşmaya başlar özellikle.
s Üzerinde polen kalmaması için
saçlarınızı mutlaka yıkayın.
s Elbiselerinizi yattığınız odada tutmayın.
s Otomobil kullanırken aracınızın
pencerelerini ve havalandırmasını açık
tutmayın.
s Açık havaya polenlerin en fazla
uçuştuğu saatler olan sabah 05.00-10.00
arasında çıkmamaya çalışın.
s Çocuklarınızın giysilerini (dışarıdan
gelmişlerse) mutlaka değiştirin.
s Evdeyken pencerelerinizi açık
bırakmayın.
s Polenlerin çok yoğun olduğu
dönemlerde ağzınızı ve burnunuzu bir
maskeyle örtün.
s Polen zamanında açık havada egzersiz
ve spordan kaçının.
s Evinizde ve ofisinizde klima varsa
filtresini sık sık değiştirin.
s Dışarıdaysanız güneş gözlüğü ve bere
kullanın.
s Çim biçmekten kaçının, biçmek
zorundaysanız bir maske takın.
s Bir doktora danışarak, polen mevsimi
saman nezlesine, astıma ve kurdeşene
karşı koruyucu ilaçlar kullanın.
NİSAN 2014
[37]
[eğitim]
Do you
speak
english?
Bebeklikten başlayarak yetişkinliğe
uzanan dönemde insan her yaşta
yabancı bir dil öğrenebiliyor. Bunun
için gereken tek şey disiplin ve
kararlılık. Çocuklar ise birden çok
dili aynı anda öğrenme konusunda
yetişkinlere göre daha yetenekli.
7’den 70’e herkes için geliştirilebilir
bir yetenek olan yabancı dil öğrenimi,
yeni dünyaların kapılarını açarken aynı
zamanda sosyal zekayı ve becerileri
de zenginleştiriyor
Bir lisan
bir insan…
[38]
NİSAN 2014
Çocukların dil öğrenmeye doğuştan hazır olduklarını biliyor
muydunuz? Ya da yetişkin bir insanın yabancı bir dil öğrenmeye
harcayacağı çabanın yanında küçük bir çocuk için birden çok
yabancı dil öğrenme ve konuşabilme yeteneğinin gerçekten de
‘çocuk oyuncağı’ olduğunu?..
Peki, neden çocuklar daha kolay dil öğreniyor? Çocuk beyni,
hızla gelişmekte olan dinamik yapısı açısından yetişkin beyninden farklı olduğu için. İki yaşındaki bir bebeğin beyninde bir
yetişkine kıyasla iki kat daha fazla bağlantı bulunuyor. Bebek
tüm dillerden alınan sesler arasındaki farkları ayırt edebiliyor,
duyduğu her dili rahatça öğrenebiliyor. Yıllar içinde beyin daha
az esnek olmaya başlıyor ve çocuk ergenlik çağına girdiğinde,
dil de dâhil, hiçbir gerçek zihinsel sistemi önceki yıllarda olduğu
gibi zengin şekilde geliştiremiyor. Bu yüzden, uzmanlar üç aylıktan 12 yaşına dek olan süreçte çocukların birden fazla yabancı
dili kolaylıkla öğrenmesinin mümkün olduğunu belirtiyorlar.
Dilin müziğini öğrenmek
Erken yaşta yabancı dil eğitimi konusunda dünyada kabul gören metotların başında Helen Doron Metodu geliyor. Bu metot
oyunlar, hikâyeler ve şarkılarla tamamen doğal olarak gerçekleşen öğrenme sistemiyle dikkat çekiyor. Kendisi de bir dilbilimci
olan Helen Doron tarafından 1985’te geliştirilen ve tüm dünyada ‘erken dönem’ İngilizce öğretiminin öncüsü olan yöntem, üç
aylıktan itibaren çocukların kendi anadillerini öğrenmeleri gibi,
duyulanları tekrarlamaya ve pozitif yönlendirmeye dayanıyor.
Helen Doron, bu metodun ilk ilhamını dört yaşına gelen kızının Suzuki Metodu ile keman derslerine başlamasıyla almış. Dr.
Suzuki, bu metodunu anadil yaklaşımı olarak adlandırıyor ve
çocukları keman çalmaya, nota öğretmeden önce başlatıyordu.
Dr. Suzuki ile görüşmelerinde Helen Doron, dünya üzerinde çocuklara yabancı dil öğretiminde yapılan yanlışlıkları görüyor ve
onların ‘dilin müziğini’ öğrenmeye ihtiyaçları olduğunu fark ediyor. Doron, bebeklerin ve küçük çocukların anne-babalarından
anadillerine ait kelimeleri, cümleleri, şarkıları, hikâyeleri tekrar
tekrar duyduklarını; bir diğer dili de aynı bu şekilde öğrenebileceklerini
düşünüyor. Bu yöntemi kullanarak üç aylık
bebekten 18 yaşındaki gençlere oyunlar,
hikâyeler, çalışma kitapları, flash kartlar, hikâye
kartları, özgün şarkılar
vasıtasıyla İngilizce’yi doğal yöntemlerle öğretiyor.
Yabancı dil öğrenirken
yapılan hatalar
“Entelektüel düzeyi yüksek insanların daha kolay yabancı
dil öğrendiği bir ‘şehir efsanesi’dir,” diyor uzmanlar. Bu,
aynı zamanda şu anlama da geliyor; dileyen herkesin,
konuştuğu dilden farklı bir dili daha öğrenmesi mümkün.
Zira, dil öğrenme yeteneği biraz disiplin ve farkındalık ile
kazanılabilen bir yetenek.
Peki, bu konuda en çok yapılan hatalar neler ve
bu hatalar nasıl düzeltilebilir?
l “Her şeyin başı dinlemek” derler. Yabancı bir dil öğrenirken kazanılması gereken en önemli özellik dinlemeyi
bilmektir. Yabancı dil öğretmenleri, dil öğreniminde
‘sessiz dönem’den bahseder. Tıpkı bebeklerin dinleyerek
ses çıkarmayı öğrenmeleri gibi yabancı dil öğrenirken
de dinleme yeteneğini kullanmak başarıya ulaştıran en
önemli anahtar. Müzik dinleyerek veya öğrendiğiniz dilde
bir film seyrederek dinleme yeteneğinizi geliştirebilirsiniz.
l Dile karşı merak bir diğer anahtar kavram. Öğrenmek
istediğiniz dilin aynı zamanda kültürüne, geleneklerine
yönelik bir merak da duyuyorsanız o dili çok daha büyük
bir keyifle, kolayca öğrenebilirsiniz.
l Dilbilimcilere göre, katı düşünce tarzına sahip olanlar,
esnek düşünebilen ve belirsizlikler karşısında fazla
tolerans gösterebilen kişilere göre daha zor öğreniyor.
Yabancı dil öğrenmek, belirsizliklerle dolu bir süreç. Her
gün yeni bir kelime ve yeni gramer kuralları ile baş başa
olmak kuşkusuz kolay değil. Uzmanlar bu yüzden, yeni
bir kelime öğrenirken, hemen sözlüğe sarılmaktansa
kelimenin kullanıldığı cümle içindeki muhtemel anlamını
tahmin etmeye çalışmanın iyi bir öğrenme metodu
olduğunu söylüyor.
l Yabancı dil öğrenirken tek bir metot yerine farklı yolların denenmesi tavsiye ediliyor. Dinlemek ve tekrar
etmek bir yöntem ama öğrenme dediğimiz süreç
aynı zamanda yazmak, konuşmak, okumak gibi
yöntemleri de içermeli.
l Yabancı bir dil öğrenmeye istek duyan hemen
herkesin paylaştığı ortak bir duygu var: Korku ya
da kendini iyi ifade edememe endişesi. Hatta bir
sözcüğü yanlış telaffuz etmek bile kimileri için
büyük bir utanç kaynağı olabiliyor. Dilbilimciler
ve eğitmenler ise bu korkuyu aşmanın en iyi
yolunun konuşmak, daha fazla konuşmak
olduğu görüşünde birleşiyor. Hata yapmaktan
ve düzeltilmekten endişe duymazsanız o
yabancı dili bir süre sonra daha rahat konuşmaya başlıyorsunuz.
NİSAN 2014
[39]
[eğitim]
Doğu Karadeniz’de faaliyet gösteren
yabancı dil kursları ve merkezlerinden
aldığımız bilgiye göre, bir turizm cenneti
olan bölgede yabancı dil eğitimine daha
fazla önem verilmesi gerekiyor.
Hem hafızayı
güçlendiriyor
hem sosyal
beceriyi
artırıyor
Eğitim uzmanı Ann Meritt
İngiltere’de yayınlanan Telegraph
gazetesinde yer alan bir
makalesinde birden çok dil bilmenin
avantajlarını şöyle sıralıyor:
l Birden çok işi aynı anda yapabilme
yeteneğine sahip olursunuz
l Alzheimer ve demans gibi
hastalıklara yakalanma riski azalır
l Hafızanız güçlenir
l Gözlem ve algılama yeteneğiniz
gelişir
l Yaptığınız seçimlerde kendinize
güveniniz artar ve zor konularda
karar vermeniz kolaylaşır
l Anadilinizi daha güzel ve
hatasız konuşmaya başladığınız
için çevrenizle iletişim kurma
yeteneğiniz gelişir
[40]
NİSAN 2014
Yabancı dilin yetişkinler
için avantajları
Günümüzde tek bir yabancı dili konuşabilmek yetmiyor. Birden fazla yabancı dil bilmek özellikle iş hayatında
kişiye çok önemli kapılar açıyor. Üstelik sadece kariyer açısından değil;
zihinsel ve sosyal beceriler anlamında
da yabancı dilin insana kazandırdığı
pek çok avantaj söz konusu.
Bilimsel araştırmalar, birden çok dil
konuşabilen bir insanın beyin kapasitesinin ‘tek dilli’ bir insana göre çok
daha fazla gelişmiş olduğunu gösteriyor. Ayrıca zihinsel kapasitenin yabancı dil sayesinde yükseltilmesi sadece çocukların ya da gençlerin daha
kolay başardığı bir şey değil. Yetişkin
bir insan da yabancı bir dil öğrenerek
zihinsel anlamda en az onlar kadar gelişme kaydedebiliyor.
İnsan hangi yaşta olursa olsun yabancı dil öğrenerek beynin daha etkin
çalışmasını sağlama ve iletişim becerilerini geliştirme şansına sahip. Üstelik, uzmanlara göre bu sayede kişinin
problem çözme yeteneği de gelişme
gösteriyor.
Evet, dilimize yerleşmiş olan ‘Bir lisan
bir insan’ tabiri işte bu yüzden son
derece doğru. Bir dil öğrenirken aynı
zamanda o dili konuşan insanlarla
iletişim kurarak farklı dünyaları, farklı
kültürleri keşfetme olanağına da sahip
oluyoruz. Keşfettikçe olaylara, insanlara, problemlere bakış açımız değişiyor
ve ufkumuz genişliyor.
Amerika’daki Pennsylvania State University tarafından yapılan bir çalışmaya
göre, çok dilli kişiler, özellikle de birden çok dil öğrenen çocuklar konuşma, yazma ve kurgulama konusunda
diğerlerine göre daha avantajlı konumda. Bir başka deyişle, bu kişiler birden
çok işi aynı anda yapabilme ve esneklik kabiliyeti açısından bir adım daha
ilerideler. Aynı üniversite tarafından
yapılan bir başka çalışmada birden
çok dil bilenler ve tek dilli olanlar bir
sürücü simülasyonuna tabi tutuluyor.
İkiden fazla dil konuşabilen deneklerin
araba sürerken daha az hata yaptığı
gözleniyor.
Doğu Karadeniz’de
yabancı dil eğitimi
güçlendirilmeli
Doğu Karadeniz’de son yıllarda planlanan ve
gerçekleşen turizm yatırımları bölgeyi yabancı
ziyaretçiler açısından cazip bir konuma taşıyor.
Özellikle yayla ve dağ turizmini canlandırmak amacıyla
yerel yönetimlerin de harekete geçmesiyle Doğu
Karadeniz yerli olduğu kadar yabancı turistlerin de ilk
tercihlerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. Bölgeye
yapılacak altyapı yatırımlarının yanı sıra, kalifiye insan
kaynağı yaratmak da önemli bir gereklilik haline geliyor.
Turizmde kalifiye insan kaynağı ise yabancı dilde hizmet
verebilen profesyonellerin çoğalması bakımından önem
taşıyor.
Bölgede yabancı dil kursları düzenleyen kurumlardan
biri de Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sürekli
Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi. Merkezin
Genel Müdürü Ahmet Tan, İngilizce kurslarının 2011
Eylül döneminden bu yana her sene iki dönem olarak
açıldığını belirtiyor. Kursların daha çok akademik
kariyer; lise, üniversite sınavlarında başarı odaklı
düzenlendiğini belirten Tan, bölgede yabancı dil eğitimi
konusunda istenen öğrenci sayısına ulaşamadıklarına
dikkat çekiyor.
Tan, yabancı dilin artık bir gereksinim olduğu gerçeğinin
altını çizerek “Bölgemize yabancı birçok ziyaretçi
geliyor ve turistik değerlerimizi hayranlıkla geziyor.
Bu ziyaretçilerin hem ülkemize hem de bölgemize
sağladığı ekonomik katkı ise inkâr edilemez bir gerçek.
Bu ziyaretler sürekli ve artarak devam etmekte
olduğundan, yabancı vatandaşlara hizmet verecek
kalifiye eleman ihtiyacı da ön plana çıkıyor. Artık öyle
bir zamanda yaşıyoruz ki, ülkemizde birçok yerde ikinci
yabancı dili bile istiyorlar. Hatta bazı yerlerde İngilizce
bilmek de yetmiyor,’’ diyor. Rize Merkez’de 1997 yılından
bu yana İngilizce kursları düzenleyen Akademi Rize’den
Mehmet Salih Çakmakçı ise İngilizce eğitimi konusunda
toplumsal bilincin bölge açısından düşünüldüğünde
yeterli düzeyde olmadığı görüşünde. İstanbul, Ankara,
İzmir gibi büyük kentlerde İngilizce konusunda daha
yüksek bir bilinç olduğunu belirten Çakmakçı, özellikle
bölgedeki ailelerle birebir iletişim kurarak onlara bu
yönde bilinç kazandırmaya çalıştıklarını sözlerine
ekliyor. Genç kuşağın yabancı dil öğrenme konusunda
daha istekli olduğuna dikkat çeken Çakmakçı, yabancı
dile yönelik bakışın ve bilincin önümüzdeki beş yıllık
süreçte daha da gelişeceğini umuyor.
NİSAN 2014
[41]
[teknolojigünlüğü]
Mars’ta
beş yıldızlı otel
n
hatleri başlatacak ola
le yakında uzay seya
tiy
ke
şir
ilk
lı
da
ad
lar
tic
ay
lac
. Virgin Ga
önümüzdeki
nini gözüne kestirdi
gin Galactic şirketi,
ge
Vir
ze
de
ge
e
rs
ns
Ma
ele
için
ert
ı
z
birçok ke
yeni turizm yatırım
uş tarihi daha önce
İngiliz Virgin Group,
rihe geçecek.
mayı hedefliyor. Uç
aç
’
eri
ell
ightTwo
ot
uzay gezisi olarak ta
ay
ari
‘uz
tic
rsa
ilk
e
olu
ird
rılı
kd
şa
ta
yüksekliğe WhiteKn
ba
ği
iş
şti
bu
grup,
k. Bu mekik belirli bir
seyahat gerçekle
ca
Bu
pa
r.
ya
ıyo
beş dakika
kik
lan
şık
me
zır
lı
kla
ha
ad
ya
maya
eyen yolcular
i SpaceShipTwo
öd
tin
lar
ha
do
ya
uzay seyahatine çık
bin
se
0
n
25
ine
bil
yaklaşık
k. Gezi için
yörünge uçuşu olarak
ber’in de bulunduğu
ay yolcusu katılaca
Virgin Galactic’in alt
recek geziye altı uz
Di Caprio ve Justin Bie
sü
o
at
ard
sa
on
k
Le
çu
ie,
bu
Jol
İki
a
.
Angelin
arılacak
alarında Tom Hanks,
adlı jet tarafından çık
neyimi yaşayacak. Ar
de
am
ort
siz
kim
boyunca yerçe
iliyor.
sırada olduğu belirt
700 kişinin gezi için
Silikon Vadisi ve Hollywood’un gözü
yapay zekada
Yapay zeka, tıpkı giyilebilir teknoloji ürünleri gibi, gelecek vaadeden
sektörlerden biri haline geliyor. Nitekim, teknoloji dünyasının ve
Hollywood yıldızlarının yeni gözdesi yapay zeka şirketleri artık.
Google’ın Deep Mind adlı yapay zeka girişimini satın alması ve
Facebook’un yüz eşleme uygulaması bu adımlardan bazıları. Şimdi de
Hollywood yıldızı Ashton Kutcher, Facebook’un kurucu CEO’su Mark
Zuckerberg ve Tesla Motors CEO’su Elon Musk, Vicarious adlı yapay
zeka şirketine milyonlarca dolarlık yatırım yaptı. Vicarious, yapay
zeka yazılımları geliştiren sekiz kişilik bir takım. Bu takım adını, insan
ve bilgisayarları ayırt etmede kullanılan Captcha testini çözebilen
bir teknoloji geliştirerek duyurmuştu. “Hayal edebilen yazılım” da
Vicarious’un dikkat çeken son projelerinden biri oldu. Tamamlanması
için biraz daha zamana ihtiyacı olan proje, insan zihninde imgelerin
canlanma biçimini bir dereceye kadar taklit edebiliyor.
[42]
NİSAN 2014
Giyilebilir cihazlar
hayatımızı değiştirecek
Akıllı telefonlar, hayatımızı kolaylaştıran tasarımlar, üç boyutlu
yazıcılar derken yaşadığımız bu hızlı değişim “Sırada ne var?’’
sorusunu gündeme getiriyor. Mühendislerin yavaş yavaş ‘Siborg
insan’ tasarladığı belirtilirken yurtdışında yayınlanan NDR bilim
dergisinde yer alan bir makaleye göre, geleceğin teknolojileri
doğrudan vücuda bağlanan ve konuşma komutu ya da görsel
sinyallere tepki gösteren, internet bağlantılı “giyilebilir” aletler
olacak. “Google Glass” gibi cihazların bu yönde atılmış adımlar olduğu
belirtiliyor. Sesli komut
sistemiyle çalışan bu gözlük
sayesinde, “fotoğraf çek’’ ya
da “video çek’’ komutlarıyla,
eş zamanlı olarak o anın
görüntüsü ve fotoğrafı
çekilebiliyor. Navigasyon
hizmeti de sunan gözlük,
adres komutundan sonra
görüş ekranının sağ tarafına
gidilmek istenen adresin
tarifini çıkartıyor. Gözlük, test
aşamasında olsa da geleceğin
trendleri yarışında bir adım
önde görünüyor.
Uykusuzluk
beyni
öldürüyor
ABD’li araştırmacılar, uykusuzluğun sanıldığından daha
ciddi sonuçlar doğurabileceğini ortaya koydu. Buna göre,
uykusuzluk beyin hücrelerini kalıcı şekilde öldürüyor.
Fareler üzerinde yapılan araştırmada, uzun süre uykusuz
kalmanın beyin sapındaki hücrelerin yüzde 25’ini öldürdüğü
saptandı. Araştırmacılar, uzun süre çalışan ve gece mesaisi
yapan insanların uyku düzenini fareler üzerinde uyguladı.
Fareler, üç gün süresince günde sadece dört-beş saat
uyutuldu. Uykusuz kalan farelerin, beyin saplarındaki
hücrelerin yüzde 25’ini kaybettiği görüldü. Uzmanlar
araştırmayı, uyku kaybının geri dönülemez hasara yol
açtığının bir kanıtı olarak değerlendiriyor. Araştırmacılar,
insanlar üzerinde de aynı etkiyi yapması halinde,
kaybedilen uykuyu telafi etmeye çalışmanın da boşa
olacağını belirtiyor.
Duyguların vücut
haritası çıkarıldı
Bilim insanları en yaygın duyguların vücutta güçlü hisleri
tetiklediğini tespit ederek, her bir duygu için vücudun topografik
haritasını çıkardı. Proceedings of The National Academy of
Sciences dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, hislerin
vücudumuzda izlediği yollar, Batı Avrupa ve Doğu Asya
kültürleri arasında farklılık gösteriyor. Science Daily sitesinin
haberine göre, Finlandiya, İsveç ve Tayvan’da 700’den fazla
birey üzerinde yapılan deneyde, araştırmacılar denekleri farklı
hislere yöneltti. Ardından, deneklere bilgisayar üzerinde insan
vücudu gösterilerek, hislerin bedenlerinin neresinde arttığı ya
da azaldığı soruldu. Denekler, birçok duygu halinde hislerin
vücutlarındaki yayılımını gösterdi ve hislerin topografik haritası
oluşturuldu. Araştırmacılar, yeni bulguların, duyguları ve bu
duyguların bedensel temellerini anlamak konusunda önemli
bilgiler sunduğunu, böylece duygusal bozukluklara yeni tedaviler
geliştirebileceklerini de ifade etti.
NİSAN 2014
[43]
[yaşam]
Ayurveda, Hindistan’ın alt kıtasında ortaya çıkan
antik bir sağlık sistemi olarak asırlardır kabul görüyor.
Günümüzde Hindistan, Nepal, Sri Lanka’da uygulanmakta olan bu sistem, Çin ve Tibet tıbbı üzerinde de
önemli etkiler bırakmış. Ayur; “hayat” veya “hayat ilkesi’’; veda ise “bilgi” anlamına geliyor.
İnsanlar Ayurveda’ya göre başlıca üç tipe (Vata, Pitta ve Kapha) ayrılıyor. Kişilerin psikolojik, biyolojik ve
kimyasal özelliklerine göre ayrılmasını sağlayan bu
tiplere genel olarak ‘‘dosha’’ adı veriliyor. Kimi insanın
yazı, kimi insanın kışı tercih etmesi, bazılarının çorba,
bazılarının dondurma olmadan yaşayamaması, ait oldukları “dosha’’ tipinden kaynaklanıyor.
Ayurveda’ya göre beslenme, yaşamın temel yapı taşlarından biri. Her birimiz günde en az üç kere yemek
yediğimiz için tükettiğimiz gıdalar sağlığımızı doğrudan etkiliyor. Gıdalar sağlık ve şifa kaynağı olabile-
cekleri gibi, dengesizliğe ve hastalıklara da yol açabiliyor. Her birimizin kendimize has “dosha’’ oranımız,
tıp biliminde “metabolik tip’’ olarak adlandırılıyor. Çeşitli sağlık merkezleri ve uzmanlar tarafından yapılan
testler sonucu hangi metabolik tipe ait olduğunuzu
öğrenmeniz mümkün. Metabolik tipinizi öğrendikten
sonra denge ve sağlık için bazı besinleri tüketmeniz,
bazılarından ise uzak durmanız gerekebiliyor.
Ayurveda’da her şeyin bağlı olduğu anahtar sözcük
“denge”. Bu beslenme tarzında dikkat edilmesi gereken en önemli ilke her zaman taze, sıcak ve hazmı
kolay olan yiyeceklerin tüketilmesi. Bir diğeri de mide
boşken, yani sadece açlık anlarında ölçülü bir şekilde
yemek yemeye dikkat edilmesi. Ayurvedik beslenme
uzmanları her öğünde yediğiniz yemeğin miktarının
birleştirdiğiniz iki elinizin arasına sığması gerektiğini
hatırlatıyor.
Ölçülü ve dengeli beslenmenin sırrı
Ayurveda
Yaşadığınız çevrede üretilen gıdaları tüketmek, vücut tipinizi tanıyarak
beslenmeye dikkat etmek, sebze ve meyveleri mevsiminde yiyebilmek; telaşsız,
sakin bir ruh hali içinde ve sevgiyle yemek yapmak, doğal gıdaları mümkün
olduğunca çok tercih etmek… İnsanlık tarihinin en eski beslenme ve sağlık
sistemlerinden biri olan Ayurveda işte tam da bu prensipler üzerinde şekillenen
dengeli ve sağlıklı bir yaşamın ipuçlarını sunuyor.
[44]
NİSAN 2014
Yemeği bir sanat eseri
gibi hazırlayın
• Mümkün olduğunca organik gıda tüketmeyi tercih
edin. Organik gıdalar, dokuların yaşlanmasını sağlayan
kimyasal zehirlerden arınmış olmakla beraber,
eser mineraller gibi besleyici öğeler bakımından da
zengindir. Bu eser mineraller saç, cilt, tırnak ve tüm
vücut güzelliği için çok gereklidir.
• Yaşadığınız alanın civarındaki çevreden gıda tüketiniz.
Kendi bölgenizde yetişen gıdalar daha sağlıklı olacaktır.
• Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeye gayret edin.
Örneğin baharda yeşillikleri, yazın kabağı, sonbaharda
havucu tüketmeye özen gösteriniz.
• Ayurvedik beslenmede dikkat edilmesi gereken diğer
noktalardan biri de yemeği yapma biçimidir. Yemeği
yapan kişinin sakin, huzurlu ve mutlu olması, yemeği
adeta bir sanat eseri hazırlıyormuşçasına özenli ve
isteyerek yapması önem taşımaktadır. Bu şekilde
hazırlanan yiyecekler, pozitif titreşimleriyle sağlığımıza
daha olumlu katkılarda bulunur.
• Her yemeğinize köri ekleyin. Ayurvedik tıp altı farklı
tattan oluşuyor. Bunlar; tatlı, tuzlu, acı, ekşi, keskin ve
büzücü tatlar. Kendinizi doymuş hissetmek ve daha
az yemek için besininizde bu altı tat olmalı. Bunlar
sindirime yardımcı ve yağların yakılmasını sağlıyor.
Köri baharatı bu altı tadı yemeğe eklemenin en kolay
yolu. Köriyi yemeğinize ister pişirirken ister sonrasında
ekleyebilirsiniz.
• Ayurvedik beslenmede asıl olarak sevdiklerimizce evde
hazırlanan yemekleri yememiz önerilmektedir. Yemeği
yiyen kişi yemeğe otururken sakin ve huzurlu olmalıdır.
• Gıdaları mümkün olduğunca tazeyken tüketin.
• Çok sıcak ya da soğuk, pişmemiş ya da çok fazla
pişmiş gıdalardan kaçının.
• Balık ile sütü, balık ile eti beraber tüketmeyin.
• Mikrodalga fırın kullanmamaya çalışın.
• Arıtılmış su ya da kaynak suyu tüketin.
• Her bir lokmayı iyice çiğneyerek neredeyse
sıvı forma gelmesini sağlayın.
Hangi öğünde
ne yenmeli?
Günlük kalorimizin yüzde 50’sini genelde öğle
yemeğinde alıyoruz. Ayurvedik beslenmede
kaloriyi azaltmadan önce, en çok kaloriyi aldığınız
zaman dilimini değiştirmek esas kabul ediliyor.
Ayurveda’ya göre, öğlen yemeği günün en önemli
öğünü; çünkü öğle saatlerinde sindirim en güçlü
olduğu noktaya erişiyor. En az kaloriyi ise akşam
yemeğinde ve saat 19.00’dan önce almanız
öneriliyor.
İdeal bir Ayurvedik beslenmede günlük öğünlerde
şu gıdaları tüketmenizde fayda var:
• Kahvaltı yulaf ezmesi,
taze meyve gibi kolay
sindirilebilen besinler
içermeli. Yumurtanın sarısını
değil, beyazını tüketin.
• Öğle yemeği en geniş
öğününüz olmalı; peynir, et,
yumurta ve tatlıları öğleyin
yemelisiniz.
• Akşam yemeği sindiriminizin
en zayıf olduğu zaman
dilimidir. Dolayısıyla küçük
ve hafif bir öğün olarak
geçirmelisiniz. Çorba veya
sebzeler uygun olabilir.
Akşam 19.00’dan sonra
yemek yememelisiniz,
çünkü sindirim zayıf hale
geldiğinde toksin olarak yağ
hücrelerinde birikiyor.
NİSAN 2014
[45]
[gezigünlüğü]
İlk yerleşim yeri Aslantepe Höyüğü
“Malatya, Malatya
bulunmaz eşin’’
Rize için çay ne ise, Malatya için de kayısı
o… Dünyanın “bir numaralı” kayısı üreticisi
Malatya’ya konuk oluyoruz bu sayımızda.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin en eski yerleşim
yerlerinden biri olarak Hititler’den Roma’ya,
Araplar’dan Bizans’a pek çok uygarlığa kucak
açmış olan Malatya, zengin tarihi mirası ve
eşsiz doğal güzellikleriyle keşfedilmeyi bekliyor.
[46]
NİSAN 2014
Malatya yöresinin sevilen türkülerinden birinde Malatya’nın eşi bulunmaz bir kent olduğu söylenir. Gerçekten de tarihi, doğal güzellikleri,
verimli bahçeleri, soğuk kaynak suları ile Malatya benzersiz zenginlikler sunan bir kentimiz.
Kayısı yetiştiriciliğinin yanı sıra, tekstil ağırlıklı sanayisi, dinamik ekonomisi, Türkiye’nin dört bir yanına açılan yolları, tarihi ve kültürel değerleriyle Doğu Anadolu’nun turizmde söz sahibi illerinden biri olan
Malatya’nın tarihi M.Ö 6000’lere kadar uzanıyor.
Bölge, tarih boyunca önemli ticaret yollarının merkezinde yer almış
ve stratejik konumu nedeniyle bu coğrafyaya hâkim olmak isteyen
farklı uygarlıklar arasında gerçekleşen pek çok savaşa tanıklık
etmiş. Bölgenin en önemli arkeolojik alanlarından Kültepe’de
bulunan tabletler kentin binlerce yıllık geçmişine dair önemli
işaretler sunuyor. “Malatya’’ isminin Hititçe’de “bal’’ anlamına
gelen “melid”den türediği ve Hitit kitabelerinde “öküz başı ve
ayağı” ile ifade edildiği belirtiliyor. “Bal ülkesi’’ anlamına gelen
“Melitava” adının çeşitli kitabelerde “Meliddu”, “Melide”, “Melid”,
“Milid”, “Milidia”, “Melitea” olarak geçtiği görülüyor. Malatya’yı
ele geçiren Araplar kente “Malatiyye” ismini vermiş. Türkler’in
Malatya’yı fethetmesiyle kentin adı bugünkü halini almış.
Malatya’nın ilk yerleşim alanı olan Aslantepe Höyüğü,
yolu bu bölgeye düşen yerli-yabancı turistlerin ilgi odağı.
Aslantepe, suyun kenarına kurulmuş verimli bir tarım alanı olarak dikkat çekiyor. Malatya’nın 7 kilometre kuzeydoğusunda
yer alan Aslantepe, Türkiye’deki en büyük höyüklerden biri. 30
metre yükseklikteki bu höyük M.Ö 5000 yıllarından M.S 11’inci
yüzyıla kadar iskân edilmiş. Bölge M.S 5’inci ve 6’ncı yüzyıllarda bir Roma köyüyken daha sonraları Bizans nekropolü olarak
kullanılmış. Höyükte yapılan kazılarda M.Ö 3600-3500 yıllarından bir tapınak, M.Ö 3300-3000 yıllarından bir saray, çok
sayıda mühür ve ustalıkla yapılmış madeni eşyalar bulunmuş.
Tüm bu buluntular o tarihlerde bu bölgenin, aristokratik, siyasi,
dini ve kültürel açıdan önemli bir merkez olduğunu gösteriyor.
Bugün, bu buluntuların bir bölümü Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde, diğer bölümü ise Aslantepe Açık Hava
Müzesi’nde sergileniyor.
NİSAN 2014
[47]
[gezigünlüğü]
Efsaneler kenti
Malatya, bir efsaneler kenti. Bölgenin savaşlar ve siyasi çekişmelerle dolu
köklü tarihsel geçmişinde söylencelerin payı da çok büyük. Bu efsanelerden biri de Aslantepe yöresine ait. Efsaneye göre, komşu ülkenin kralının
oğlu, Aslantepe’de yaşayan yoksul bir kıza sevdalanıyor. Kral karşı koysa da oğlunu bu sevdadan vazgeçiremiyor. Sonunda gençler 40 gün 40
gece süren bir düğünle evleniyorlar ve gelin alayı yola koyuluyor. Kız bir
ara gelin alayını durdurarak evine iki atlı gönderip unuttuğu oklavayı istetiyor. Buna kızan annesi kızına “Gelinlik tacınla, askerinle, alayınla taş ol’’
diyerek beddua edince gelin alayındaki herkes taşa dönüşüyor.
Malatya gezimize, kentin tarihi miras açısından en zengin ilçelerinden
biri olan Hekimhan ile devam ediyoruz. Adından da anlaşılacağı gibi, bir
ulaşım ağının içerisinde bulunmasından dolayı, geçmişte bir konaklama
bölgesi olan Hekimhan, Selçuklu döneminden günümüze kalan eserlere
ev sahipliği yapıyor. İlçedeki en eski yapılardan biri Taşhan. Ayrıca, ilçede 1660 yılına tarihlenen Köprülü Mehmet Paşa Camii, bir 17’nci yüzyıl
eseri olan Köprülü Mehmet Paşa Hamamı ve Tunç Çağı yerleşimi olarak
dikkat çeken Güzelyurt Höyüğü gibi, kültür turizmi açısından çok değerli
bir miras bulunuyor. Malatya’nın zengin efsane ve söylence kültüründe
Hekimhan’ın özel bir yeri var. Ünlü Osmanlı sadrazamı Köprülü Mehmet
Paşa hakkında aktarılan hikâyeye göre; sadrazamın yolu bir sefer sırasında Hekimhan dolaylarına düşüyor. Doğanın güzelliğine hayran kalan
Paşa, askerlerine burada konaklanmasını buyuruyor. Askerler çevreyi dolaşmaya çıktıklarında bir dere kenarında yaralı bir adam buluyor ve hemen
Paşa’ya haber veriyorlar. Paşa, yanında hekimiyle birlikte, yaralı adamın
yanına gidiyor. Köprülü Mehmet Paşa yaralıya kim olduğunu soruyor.
Adam, kendisinin de bir hekim olduğunu, ilaç yapmak için bitki
toplarken, eşkıyalarca vurulduğunu söylüyor. Köprülü Mehmet
Paşa yaralı hekim için hemen bir han, hamam ve cami yapılması emrini veriyor. Önceleri Hekimin Hanı olarak
anılan bu ilçe daha sonra Hekimhan adını alıyor.
[48]
NİSAN 2014
Görmeden dönmeyin…
Malatya ve çevresinin doğal kaynak sularıyla çevrili olması bölgede pek çok mesire ve dinlenme yeri oluşmasını sağlamış. Özellikle yaz aylarında, soğuk suların yanı başında serinlemeyi tercih
eden Malatyalılar için bu mesire yerlerinin önemi çok büyük…
Orduzu Pınarbaşı: Malatya merkezinde yer alan bu ünlü
mesire yerinde kaynak sularının önüne set çekilerek bir gölet
oluşturulduğu için özellikle yaz aylarında şehir halkı burada
hem serinliyor hem de dinleniyor. Bu bölge, yazlık gazinolar ve
dinlenme tesisleriyle şehrin en gözde mekânlarından biri.
Horata: Malatya merkezine 5 kilometre uzaklıktaki Konak
kasabasında, Beydağı’nın eteklerinde çıkan Horata suyunun
çevresinde oluşturulan mesire yerinde, temiz ve soğuk suların
yanında dinlenme fırsatı bulmak mümkün.
Gündüzbey: Malatya’ya 8 kilometre uzaklıktaki Yeşilyurt
ilçesinin kasabası olan Gündüzbey, yemyeşil doğası, suyunun
bolluğu ve kasabanın sakinliğiyle tercih ediliyor.
Davullu Pınar: Yeşilyurt ilçe merkezine 2 kilometre
mesafedeki Taftacık mevkiinde kaynak sularının kayaların
arasından çıkıp dereye karıştığı bir dinlenme yeri.
İnek Pınarı: Yeşilyurt ilçesine 5 kilometre uzaklıkta olan bu
pınar, doğal güzelliği, sakinliği, meyve bahçelerinin bolluğuyla
ziyaretçi çekiyor.
Günpınar Şelalesi: Günpınar Çayı, kaynağından çıktıktan
sonra kayalar arasında oldukça yüksek bir düşüş yaparak
şelaleye dönüşüyor. Şelalenin çıkardığı ses, çevreye toz halinde
yayılan su zerreciklerinin kayalar üzerinde akışı izlenmeye
değer görüntüler sunuyor.
Malatya’nın
kayısısı her
derde deva
Malatya, “kayısı diyarı” olarak biliniyor demiştik.
Dünya yaş kayısı üretiminde birinci sırada
olan ülkemizde kayısı üretiminin yüzde 80’ini
Malatya Ovası’nda bulunan kayısı bahçeleri
sağlıyor. Malatya kayısısı, Türk ekonomisinin
önemli ihracat kalemlerinden biri. Kayısı
deyip geçmeyin. Kayısı kadar, meyvenin kendi
çekirdeği de son derece değerli. Kayısının içi,
kuruyemiş ve kozmetik sanayisinde kullanılırken
çekirdeğinin kabukları aktif karbon üretiminde,
metal yüzeyi temizlemede, alternatif enerji
kaynağı olarak fırınlarda kullanılıyor. Ayrıca
kayısı içinin kanser tedavisinde kullanımı için
bilimsel araştırmalar da yapılıyor. “Ömür uzatan
meyve’’ diye adlandırılan kayısı son derece
şifalı bir besin. Potasyum yönünden zengin
olan kayısının içinde bulunan beta karoten adlı
maddenin kanserin, özellikle akciğer kanserinin,
kalp hastalıklarının ve kataraktın önlenmesine
yardımcı olduğu biliniyor. İçerdiği kalsiyum
ve magnezyum sayesinde kemik erimesinin
önlenmesinde de faydalı olan kayısı, sahip
olduğu demir sayesinde kansızlığı önlüyor; kan
yapımına yardımcı oluyor. Doğal lif açısından
çok zengin bir meyve olduğundan bağırsakları
koruyor, sindirim problemlerinin çözümünde
kolaylık sağlıyor.
NİSAN 2014
[49]
[serbestkürsü]
Çalışmalarını bizimle paylaşmak isteyen arkadaşlarımız için
iletişim adresimiz: [email protected]
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10 11
1
2
3
ÇAYDA İZ BIRAKANLAR
Çin imparatorudur
Çayı yudumlayan ilk
Ali Rıza Erten’dir
Çaya vermiştir dirlik
Güçlü enerji verir
Rahatlatır insanı
Vücut yağları erir
Neşelendirir canı
4
5
6
Sıcak bardak tutmadan
Güne başlayamayız
Elimiz ısınmadan
Evimizden çıkmayız
7
8
9
10
11
SOLDAN SAĞA:
1) James Bond’un yaratıcısı İngiliz gazeteci ve yazar 2) Sarmal biçiminde olan-Beyaz 3) Ödenti-Kuran’da bir sure ismi 4)
Irmaklarda suyun hızlı aktığı yer - Bir kadın ismi 5) Kobalt elementinin simgesi-Gök, gökyüzü 6) Helezoni, yılankavi 7) Engerek yılanı - Bolluk, gürlük 8) James……(Buhar makinesinin
mucidi) - Endonezya’nın plaka rumuzu-…..giden avlanır (Bir
atasözümüz) 9) Adıyaman’ın bir ilçesi - Keten dövmeye yarayan tokmak 10) Bir deste sayısı - Karakter 11) Naneruhu karıştırılarak yapılan bir şeker türü
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1) Teleskopun mucidi ünlü İngiliz fizikçi 2) Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması - Bir ülke, bölge, özel
bir çevre ya da devreye has tüm canlılar 3) Ünlem-Arapça’da
altmış sayısı 4) Avrupa’da bir ülke - Bir harfin okunuşu 5) Dar,
kalınca tahta-Rubidyumun sembolü - Alışverişlerden sonra
verilen bir tür belge 6) Yabancı - Ay takvimini esas alan 8) Bir
bayan ismi - Ödünç alınan şey 9) Ağırlama - Bir iş veya sorun
hakkında düşünülerek verilen kesin yargı 10) Geleneksel 11)
Çin satrancı - Öğütülmüş tahıl - Körpe, yeni, zamanı geçmemiş
Hazırlayan: MİTHAT BAYRAKOĞLU - Veri Hazırlama Kontrol Memuru / Ardeşen Çay Fabrikası
[50]
NİSAN 2014
Önümüzde engin deniz
Arkamızda dağlar var
Çayın babası deriz
Zihni Derin adı var
Teknik denince akla
Gelir Yılmaz Telatar
Onun buluşlarıyla
Çayda randıman artar
İmdat Sütlüoğlu’dur
Randevu’nun mimarı
Çok dualar almıştır
Güldürdü insanları
İmdat Baş
Rize Pazarlama Bölge
Müdür Yardımcısı

Benzer belgeler