Ölülerini saklayan uygarlık: Hititler

Transkript

Ölülerini saklayan uygarlık: Hititler
Ölülerini saklayan uygarlık: Hititler
Tarihe askeri gözlüklerle bakma alışkanlığımızdan mıdır, yoksa yurdumuz Anadolu’nun zengin
geçmişiyle fazla ilgilenmesek bile her zaman bizim olduğu duygusunun etkisiyle midir,
çocukluğumuzda, hatta ilk ve ortaokul yıllarımızda Hititleri gönlümüzde ayrı bir yerde tuttuk, onları
“bizden” saydık. Çok daha köklü uygarlıklarına bakmadan eski Mısırlıları düşman belledik, Kadeş
Savaşı’nda Hititlerin onlara “derslerini vermiş olmalarıyla” gururlandık.
Sonra Cumhuriyetimizin yeni kuşaklarının
tarih öncesine ilgisinin azalmasıyla 3500 yıl
öncesinin bu uygarlığı da, tarih sahnesinden
olduğu gibi gönlümüzden de silindi gitti.
Koç Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden
Yardımcı Doçent Dr. Çiğdem Maner ile
yaptığımız söyleşiyle Anadolu’nun bu eski
sahiplerine yeni bir köprü kuralım
istediğimizde, Hititlerin görkemleri kadar
ilgi çekici bir özellikleridaha ortaya çıktı:
Gizemleri...
Nereden geldikleri, nereye gittikleri belli
değil. Adeta gökten inmiş gibi, küçük ticaret
kolonilerinin hüküm sürdüğü Anadolu’da
birdenbire güçlü bir krallık olarak ortaya
çıkmışlar, askeri, teknolojik, ekonomik ve
kültürel bir süper güç olarak tüm
Anadolu’yu, Akdeniz ticaretini kontrol
eden, Babil’e kadar inmiş, Suriye’nin
yarısını egemenliği altına almış, Mısır’la, Babil’le, Yunanlılarla, Girit’le, Kıbrıs’la bağlantılar geliştiren
bir imparatorluk kurmuşlar, binlerce yıllık görkemli Mısır’a kafa tutup, savaşarak barışa zorlamışlar.
Görkemli kentler kurmuşlar, yazılı bir dil, etkin bir bürokrasi, yasalara bağlı bir sosyal düzen
geliştirmişler, maden
işlemede,sanatta, silah
teknolojisinde ilerlemişler,
güçlü ordulara sahip
olmuşlar. Tarih sahnesine ilk
çıkışlarından yalnızca 450 yıl
sonra da sırlarla dolu bir
biçimde ortadan
kaybolmuşlar.
Arkeolojide, kütüphanelerin,
tabletlerin, sarayların,
tapınakların anlattıklarını
ölüler, mezarlar tamamlar. En
soylusundan, en yoksuluna insanların mezarları, gömülüş biçimleri, yanlarındaki eşyalar, uygarlığın
düzeyi, toplumun yaşam biçimi, inançları, kültürü konusunda bilgi verir. Dahası, günümüz
teknolojisinde mumyalardan, hatta binlerce yıllık kemiklerden ayıklanan DNA örnekleriyle, bir
uygarlığın genetik kesiti bile çıkarılabiliyor. Gel gör ki, Hititler, ortadan kaybolurken geride sırlarını
açıklayacak ölülerini bile bırakmamışlar.
Dr. Maner ile söyleşimizde, belki de arkeologlardan başka kimsenin bilmediği bu gerçeğe, kalıtım
şifremizde ne kadar “hitit geni” olabileceğini sorduğumuzda ulaşıyoruz. Öyle ya, Anadolu tarih öncesi
zamanlardan beri Asya, Afrika ve Avrupa arasında bir köprü, istilalar için bir geçiş yolu, o zamanlar
daha yeşil, daha verimli, bereket fışkıran topraklarıyla bir yerleşim alanı olmuş. Bu durumda,
atalarımız da Orta Asya’dan geldiklerinde bu toprakları herhalde bomboş bulmamışlardı. Binlerce yıl
boyunca başka başka kavimlerle, ırklarla yoğrulmuş bu topraklarda Hititlerden bazı kırıntılar taşıyıp
taşımadığımızı gösterecek bir gen taraması yapılabilir miydi?
Yanıt olumsuz. “Çünkü” diyor Geç Tunç Çağı ve Erken Demir Çağı uzmanı,” kral mezarlığı henüz
bulunmadı; toplum mezarlarından ise çok az örnek var. Hititlerin ölüleriyle ilgili fiziksel bulgular çok
az.” Olan kadarıyla bilgi, Hititlere ait kayıtlardan, belgelerden. İmparatorun ölüsü de yakılır ve ölüsü
“bir taş eve” konurmuş. “Taş evin yerin üstünde olduğu söylenir; ama ben inanmıyorum, yer üstü
mantıklı gelmiyor” diyor.
Hitit krallarının ölüm sonrasına bu ilgisizliği zamanın öteki uygarlıklarının gelenekleriyle taban tabana
zıt. ”Mısır’da, Suriye’de Mezopotamya’da kral mezarlarıyla ilgili inanılmaz buluntular olduğunu”
söylüyor. Zaten müzeler firavunların altından, mücevherden süsleri, takıları, maskeleriyle dolup
taşmıyor mu? Yapması, süslemesi, donatılması, duvarlarına hiiyerogliflerle destanlar yazılması yıllar
almış, mumyalanmış firavunun, soyluların, yüksek memurların ölüm sonrası yaşamlarında ihtiyaç
duyacakları araç-gereçle, ender meyvelerle, seçme yiyeceklerle tıkabasa kap-kacak dolu mezar
odalarını belgesellerde izlemeyen var mı? Hitit krallarının “taş evlerinin” yerin üstünde mi altında mı
olduğu bile bilinmezken, firavunlarınki piramitler biçiminde göğe erişmiyor mu?
Dr. Maner de Mısır’la çağın ikinci süpergücü olan Hititlerin arasında karşılıklı bir etkileşme olması
gerekirken, iki tarafın ihtişama verdikleri önem arasındaki bu zıtlığı anlamanın güç olduğunu
belirtirken, belki bir açıklama olabilecek kritik bir farka işaret ediyor:
Mısır’da firavunlar yeryüzündeki tanrı sayılırken, Hitit krallarıysa tanrıların yeryüzündeki
“temsilcileri”. Bu sıfatlarının yanı sıra aynı zamanda tanrıları adına hem general, hem yasa koyucu
hem de baş
rahipler. Kral,
öldüğü zaman
tanrılaştırılıyor.
Hititlerin yaşam
tarzları gibi, ortaya
çıkış ve sahneden
çekilişleri de 120
yıldır süren
araştırmalara
karşın gizemlerini
koruyor.
Bilinen,yazı ve
dillerinin işaret
ettiği gibi Hint-
Kralın Tanrı’ya içki ve kurbanlar sunuşunu gösteren bir kabartma
Avrupa kökenli olmaları. Dilleri Hititçe’nin yanısıra, yine bir Hint-Avrupa dili olan Luwi dilini de
kullanmışlar ki, bu en eski Hint-Avrupa dillerinden biri. “Hattâ (Hintlilerin klasik dili) Sanskritçe’den
bile eski” diyor Dr. Maner. Kil hamuru üzerine yazılıp sonra pişirilen belgeleri ve kayıtlarında çivi yazısı
kullanıyorlar. Ancak, kendilerine özel hiyeroglif tabanlı bir yazıları daha var ki, bunu da anıtsal
yapılarda ve mühürlerinde kullanıyorlar.
Ortaya çıkışlarına gelince, MÖ 1650 yıllarında Anadolu’daki Asur ticaret kolonileri arasında sivrilip kısa
süre içinde Anadolu’nun büyük bölümünü ele geçiren bir krallık, Ardından Suriye ve Babil’e (Irak)
kadar genişleyerek bir imparatorluk haline geliyorlar. Dillerindeki Hint-Avrupa damgası, kökenleri
konusunda çeşitli teorileri tetikliyor. Bu teorilerden birine göre Balkanlar’dan, Bulgaristan
taraflarından gelmişler. İkinci bir teoriyse, Kafkaslar’dan Anadolu’ya geçtiklerini söylüyor.Üçüncüsüne
göre de Hititler, antik Anadolu’nun yerli bir halkı. “Hint-Avrupa ailesinden bir dil konuştuklarından illâ
onları bir taraflardan getirmeye çalışıyorlar” diyor.“Bense, onların Anadolu kökenli olduklarını
düşünüyorum.”
Arkeoloji dilinde Geç Tunç (bronz) Çağı ile Orta Demir Çağı olarak bilinen dönemler arasında (MÖ
1650 ile MÖ1200 arasında) bir
süpergüç olarak sivrilen Hititlerin
tarih sahnesinden çekilişleri de
bir sis bulutuyla kaplı
olduğundan, yine efsanelerin,
teorilerin konusu.
Hititli piyadeleri gösteren kabartma
(yanda) ile, savaş arabalarını
gösteren kabartma (altta solda) ve
üzerindeki savaşçılar (altta sağda)
Bilinen, Hititlerin 1200 civarında görkemli başkentleri Hattuşaş da dahil,yurtlarını terkedip kayıplara
karıştıkları. Güneydoğu’ya göç edip bu bölgelerde bulunan Aramiler (sonradan Süryaniler olmuşlar)
Asurlular Fenikeliler ve başka halklarla karışıp kaynaşmışlar. Zaten daha sonra Güneydoğu Anadolu ve
hattâ Orta Anadolu, Asurluların kontrolüne giriyor, Asurluların MÖ. 614’te Med’lerin başkent
Nineveh’i (Ninova) zaptetmesiyle çökmelerinden sonra da zaten Anadolu’ya Yunan kavimlerinin
göçleri de başlıyor ve böylece Hititler kayboluyorlar. “Tabii, bilgi anlamında kayboluyorlar, insan
olarak değil” diye vurguluyor Dr. Maner. “Hatta İncil’de bile geçiyorlar. Esther adlı bir Yahudi
kraliçe’nin Het adlı bir Hititliyle evlendiğinden söz ediliyor.”
Kimileri, bazı metinlere dayanarak bu büyük göçü “Deniz İnsanları”nın istilasıyla ilintilendiriyorlar.
Bunların Akdeniz’den, Kıbrıs taraflarından gelen korsan toplulukları olduğunu düşünenler var. Dr.
Maner ise öyle düşünmüyor. “Korsanlar, Torosları aşacak, Adana’yı Konya’yı geçecek taa (Hattuşaş’ın
bulunduğu) Çorum’a kadar ilerleyecekler; olacak şey değil” diyor. Ayrıca, ne Hattuşaş’ta ne de öteki
belli başlı Hitit
kentlerinde yağmacı
düşman saldırılarının
klasik imzalarından olan
yangın ya da toplu yıkım
izleri var.
Dr. Maner’e göre, toplu
göç için daha akla yatkın
bir neden, peşpeşe
gelen kuraklıklarla
kendini belli eden bir
iklim değişimi olabilir.
Kendisinin”yüzey
araştırmaları” biçiminde
arkeolojik çalışmalar
yürüttüğü Konya
Ereğlisi’nde iklimin
etkisine vurgu yapan
Tarihin kayda geçmiş ilk ve en büyük savaşı Kadeş Savaşı’ndan sonra imzalanan antlaşmanın
Maner, “örneğin 2014
kil tablete işlenmiş metni. Bu antlaşma ile zamanın iki süper gücü olan Hititler ve Mısırlılar
yılında bir don olayı,
dostluk kurdular.
kayısı, kiraz elma
ürünlerini daha çiçekken yok etti” diyor. “Şimdilerde, ürün alamadığınız zaman marketler var,
ihtiyacınızı oradan temin eder, paranız varsa onunla, yoksa borç harç, bir şekilde alırsınız.” “Oysa eski
çağlarda böyle bir lüks yok. Kuraklık, don gibi iklim olayları, hele peşpeşe geldiklerinde, ancak 6-7 ay
yetebilecek stokların tükenmesiyle açlık, ölüm demek”. Maner, MÖ 13. yüzyılda peşpeşe kuraklıklar
görüldüğünü, 1274 Kadeş savaşı’ndan sonra Mısırlılarla dost olan Hitit krallarının Mısır’dan yardım
istediklerini ve binlerce ton buğday geldiğini, ama bunun da yetmediğini, İmparatorluğun
çöktüğünü,Hattuşaş’ın ve öteki kentlerin terkedildiğini, halkın göç etmek zorunda kaldığını söylüyor.
Peki günümüzde Hititlerle ilgili çalışmalar nasıl yürütülüyor?
Hattuşaş’ta 120 yıl önce başlanan kazı çalışmaları, Almanların tekelinde. Dr. Maner’e göre Alman
arkeologlar, çok başarılı ve değerli çalışmalar yapıyorlar. Nedeni, Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne bağlı
olup, akademik sorumluluklarının bulunmaması, ciddi maddi kaynakların olması, dolayısıyla tüm
zamanlarını kazılara ayırabilmeleri. Yine de kazılarda Hattuşaş’ın ancak dörtte bir kadarının ortaya
çıkarılabilmiş olması, Hitit başkentinin görkemli büyüklüğü hakkında bir fikir verebiliyor. Kentin
nüfusu konusundaysa kimse birşey söyleyemiyor. Çünkü başta da belirtildiği gibi tek tük birkaçından
başka mezar,
dolayısıyla
“konuşan ölüler”
yok.
Türklerin yaptıkları
çalışmalarıysa, ağır
ders programları ve
idari sorumlulukları
olan üniversite
hocaları
yürüttüğünden,
kazılar ancak yaz
mevsimlerinde bir,
bilemediniz iki ay
süreyle
yürütülebiliyor. Yanı
sıra, kısıtlı para
kaynakları ile iilgili
idari düzenlemeler
de karşılaşılan
sorunlara ekleniyor.
Yine de başarılı
çalışmalara imza
atılmış.
Hititlerin başkenti Hattuşaş’ta Aslanlı kapı (üstte) ve yapılan kazı çalışmaları
sonucu kentin ortaya çıkarılan bir bölümü (altta).
,
Örneğin, yine Çorum’da bulunan
ve hattâ Hattuşaş’tan daha büyük
olup imparatorların da zaman
zaman ikamet ettikleri
Şappinuwa’daki (Ortaköy) kazıları
Ankara Üniversitesi’nden
Profesör Ayşegül Süel yürütüyor.
Ayrıca Sivas’ta eski adı Sarissa
olan Kuşaklı Höyük ve yine
Sivas’ta bulunan Kayalıpınar,
Çorum’da Alacahöyük, Tokat’ta
Maşat Höyük ve Güneydoğu’da
bazı höyükler, kazı çalışmalarının
yürütüldüğü merkezler.
Düz kayalara oyularak yapılan kabartmalara Hitit kentleri ve
yakınlarında sıkça rastlanıyor. Boğazköy-Hattuşa’da Yazılıkaya.
Ancak, daha yeni çalışmalar, yüzey araştırmaları biçiminde yürütülüyor. Çünkü bir kere Eski Eserler ve
Müzeler Genel Müdürlüğü yeni kazılara pek sıcak bakmıyor ve çalışmaların kültürel miras projeleri
çerçevesinde yürütülmesini istiyor. Yeni keşfedilen höyüklerde kazı izinlerini güçleştiren bir başka
faktör de, günümüz köylerinin mezarlıklarının genelde bu höyükler üzerinde kurulmuş olmaları.
O halde çalışmalar nasıl yürütülüyor?
“Höyükler, çevredeki topografik yapıya uymayan görünümleriyle zaten kendilerini hemen belli
ediyorlar” diyor araştırmacımız. “Köylüleri define peşinde olmadığımız hususunda zar zor ikna
ettikten sonra” diye devam ediyor, “ekip halinde araziyi tarıyor, çanak çömleklerden höyüğün hangi
dönemlerde iskan edildiğini çıkarmaya çalışıyoruz.” Kazı çalışmalarının bir özelliği de jeofizik araçları
ve GPR (Ground-Penetrating Radar – toprak altına radyo dalgaları göndererek yansımalarından
yapısını belirleyen aygıt) kullanımıyla yapılması. Hitit döneminde evler genelde kerpiç ve ahşap
hatıllardan yapıldığı için ve bu araçlar da özellikle yanık kerpice duyarlı olduklarından başarılı sonuçlar
elde edilebiliyor. Günümüzde arkeolojik alanlar, arkeoparklar , açık hava müzeleri gibi kültürel miras
havuzuna eklenecekleri umuduyla koruma altına alınmaya çalışılıyor.
Bu aydınlatıcı söyleşimiz sonunda, Hititlerle ilgili olarak Dr. Maner’in yakındığı, ortaokul kitaplarında
hâlâ yer alan 1940’ların klişelerinin dar çerçevesini biraz aşmış olarak, kendisine teşekkür ederek
ayrılıyoruz.
Raşit Gürdilek
Elif Yılmaz

Benzer belgeler