Nureddin Yıldız Hocaefendi‟nin 25.11.2012 tarihli (188.) Hayat
Transkript
Nureddin Yıldız Hocaefendi‟nin 25.11.2012 tarihli (188.) Hayat
KIBLEGÂH EV İNŞAATI-2 Nureddin Yıldız Hocaefendi‟nin 25.11.2012 tarihli (188.) Hayat Rehberi dersidir. Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdüli‟llahi Rabbi‟l âlemin ve sallallahu ve selleme âla seyyidina Muhammedin ve ala âlihi ve sahbihi ecmaîn. Aziz Kardeşler, Rabb‟imiz, her nesli veya her zamanın insanlarını farklı imtihanlarla imtihan ediyor. Lut aleyhisselam, Nuh aleyhisselam, İbrahim aleyhisselam zamanında yaşayanlar bize göre çok basit, şu taşlara tapınmak şeklinde basit zannettiğimiz bir süreçten geçtiler. Maalesef çoğu da o süreci kazanamadılar. Şimdi biz düşünüyoruz ki İbrahim aleyhisselamı ben bulsam, o bana “Şu taşa tapınma.” dese tapınmam herhâlde. Ne kadar kolay, at taşı gitsin. Öyle geliyor bize. İbrahim aleyhisselamın babasının, Nuh aleyhisselamın oğlunun putu şimdiki diplomadan, işten vesaireden farklı değil. O zaman o vardı piyasada. Anne-babalar “Aman çocuğumuzun bir putu olsun, putsuz yaşamasın.” diye uğraşıyorlardı. Çocuk doğar doğmaz hemen bir marangoza gidip çocuğa put yaptırıyorlardı. Şimdi de Allah, kullarını o putun bir çeşit kâğıtlaşmış, bilimselleşmiş şekilleriyle imtihan etmeyi murat ediyor. Hiçbir nesil hiçbir zaman Allah için farklı değil bizim için farklıdır. Biz bu çağa teknoloji çağı diyoruz da bu çağ Allah için de teknoloji çağı değil ya. Allah, on bin sene önce hangi Allah ise şimdi de o Allah‟tır. Bir şey değişmedi. Bizim için at arabası motorlu araba oldu, uçak oldu, bisiklet oldu. Bunlar bizim renklerimiz, Allah‟ın böyle bir rengi yoktur haşa. Bu sebeple kardeşler, mü‟min eğer mü‟min olarak Rabb‟ine kavuşmak istiyorsa saflık etmeyecek. Yani bilmezlik numarasına kapılmayacak. Şeytan, bu zamanın asıl tehlikelerini veya Allah‟ın seni neyle imtihan ettiğini anlamana engel olmak için Ebu Cehil‟in putunu abartıp gözünde çıkarabilir. Veyahut da işte, filan nesil, filan kâfir devletin işgali ile imtihan edildi. İşte, filanca nesil de Mushafların çuvallara doldurulup kâğıt fabrikasında hamur yapılmasıyla imtihan edildi. Filan nesil, ezan duymadan bir ömür geçirdi de öyle imtihan edildi. Herkes kendi imtihanına bakacak. O pırasa satıyordu, sen nohut satıyorsun. İkiniz de pazarlamaya, ticarete girdiniz ama birinizin malı sebze, birinizinki bakliyat. Ticaret aynı, metanız aynı değil. Bütün nesiller Âdem aleyhisselamdan beri imtihan hâlindedirler. Allah herkesi farklı imtihan ediyor. İşte, kimine pırasa sattırıyor kimine nohut sattırıyor. Kimi peynir satıyor kimi zeytin satıyor. Herkesin imtihanı farklı. Şimdi biz ölmeden önce bu çağda Rabb‟imizin bizden ne istediğini, önümüze neyi imtihan olarak çıkardığını anlamamız lazım. Çok basit bir örnek vermek istiyorum. Çok değil elli-altmış sene önce bu topraklarda yaşayanlar, Müslüman bir insan için temel olan Kur‟an-ı Kerim ve ezan gibi mukaddesat üzerinden imtihan edildiler. Ezansız yaşamaları veya Kur‟an alfabesinden uzak kalmaları istendi. Bir gece insanlar, Kur‟an alfabesini düşman alfabesi olarak gördüler. O nesilden “Ne olacak canım? Yine Müslümanlığımızı yaşarız. Gene alfabe değil mi?” deyiverenler oldu ve bunlar çoğunluktu. Bugün dedesinin mezarındaki, anıttaki yazıyı okuyamayan bir neslin ortaya çıkmasının sebebi oldular. “Biz ne ederiz? Şöyle ederiz, böyle deriz.” deyip bir gecede insanların Allah‟ın kitabının dilinden soğutulmasının faturasını anlayamadılar. Bir nesil sonra biz baktık ki ne büyük felaketmiş bu ya! Bu basit bir alfabe sorunu değilmiş meğerki. O zamanki insanların çoğunluğu ise “Ne olacak canım? Namaz aynı namaz.” deyiverdiler. Hatta şaka ile karışık “Yahu namazlarda Fatiha‟yı Latince okusak ne olur?” da diyen oldu. “Tercümesinden okunsa ne olur, aynı Kur‟an değil mi, ibadet değil mi?” diyen oldu. Bugün bakıyoruz ki onlar ne büyük pot kırmışlar. Ne ağır bir yanlışa imza atmışlar. Direnmemekle, ayakta kalmaya çalışmamakla bize ne kadar ağır intikal eden bir sorumluluk üstlenmişler. Bugünkü nesil olarak biz de başımıza gelen felaketi anlayamazsak kardeşler, bir sonraki nesil ahiretimiz gelmeden, daha kıyamet kopmadan bize lanet edecek. “Bu faciayı bizim başımıza nasıl bıraktınız?” diyecekler. Kardeşler, Şöyle ciddi oturup yüzlerce araştırmacının, ilim adamının yaptığı bir araştırmayı söylemiyorum. Şahsi kanaatlerimi söylüyorum. Benim gördüklerim, insanlarla irtibatım, benimle muhatap olanların yönelttiği sorular vesairelerle çevremi, dünyayı gören bir insan olarak benim kanaatim şu 2010‟lu yılları yaşayan neslin iki büyük imtihanı var. Bunlardan biri faiz biri de fuhuş imtihanıdır. Sevgili Peygamber‟im aleyhisselam, zinanın yayılacağını haber vermişti. Buyurmuştu ki “Gençler sokak ortasında zina edecekler de -dikkat edin hadisi şerife- en iyi Müslümanlar onları görüp „E, kenara çekilin yolu kapatıyorsunuz.‟ diyecekler.” Yani “Niye zina ediyorsunuz?” değil “Aracın geçmesini engelliyorsun buradan!” “Bu parkta sen bu rezilliği yapıyorsun. Bunun bedeli benim çocuğuma ahlaksızlık olarak yansıyacak, gökten azap inecek.” diye bir neden yok. “Yolu kapatıyorsun. Çekilin kenara, hakkınız zaten! Yasalar da zaten size korunma hakkı vermiş bu konuda!” Kardeşler, Çok büyük bir hakikati bilmemiz gerekiyor. O da nedir biliyor musunuz? İnsanlık tarihinde zinanın bu kadar hoş görüldüğü bir dönem daha olmamıştır. İnsanlık bugüne kadar zinayı kanunla koruma altına almamıştır. Hayatında haram bir kadına, haram bir erkeğe bakmamış insanların çocuklarının zinaya adım adım gittiklerini gördükleri hâlde uykularının kaçmadığı bir zaman insanlıkta olmamıştır bugünkü kadar. Şu Anadolu deyimi, bunu çok güzel anlatıyor: Bütün taşlar bağlanmış, köpekler de hep salınmış adeta. Gençlerin ve hatta orta çağ yaşayanların -yaşları otuzla elli-altmış arasında olanlar yani orta zamanı yaşayanlar- ciddi bir şekilde zina ile kucak kucağa olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Hiçbir gence “Ne yapıyorsun, utanmıyor musun?” diyemiyorsun. Ne hakkın var buna ne de o gencin cebinden çakı çıkartıp seni bıçaklamayacağına dair bir garantin var. Hatta ve hatta polise “Burada şu rezillik yapılıyor ve şöyle bir tehlike var.” diye şikâyet etme hakkın da yok. Hakkın yok! Bazı mü‟min kardeşlerimiz bundan siyasi çıkarım yapıp “Birini mi tenkit ediyor, bir şey mi söylemek istiyor?” deyince “Var canım, şikâyet edebilirsin.” diye bana bin bir edebiyat yapabilir. Örnek olarak birisi filanca ihbar numarasını arayıp “Şurada üç tane genç rezillik âlemi yapıyor.” deyiversin bakalım ne cevap alacak? Bir şey diyemiyorsun. Yani taşlar zincirlenmiş, köpekler salınmış. Bir otobüse binsen otobüste ya parfüm kokusundan çatlaman, oksijen sıkıntısı çekmen gerekiyor ya da birine sürtünmen gerekiyor. İkisi de fuhşa davetiye, harama davetiye. Marketlere giriyorsun, pazarlamacısından kasiyerine kadar her şey maldan çok şehveti satan bir mantık üzerine kurulu. Devlet dairelerindeki memurlar, amirine vesairesine görüntü için kuaför vitrini hâline gelmiş bir banknot üzerinden oturuyor. Her yer köpeklerin salındığı, zincirlerin bağlandığı konuma gelmiş. İnsanoğlu bu kadar, bu kadar abartılı, fuhşa/harama/zinaya davetiyenin çıkarıldığı bir dönem daha yaşamamıştır kardeşler. Lut aleyhisselam zamanında yöresel bir sıkıntı vardı. Birkaç sene içinde Allah yerle bir etti onları, onlar helak oldular. Şimdi dünyanın pek çok yerinde Lut aleyhisselamın o sıkıntısı yani Lut aleyhisselamın kavminin ileri gelenlerinin de ayıpladığı sıkıntı, kanunlarla koruma altında. Bir rezillik, insanlığın en ağır rezilliği kanunla hak olarak tescil edilmiş durumdadır. Bütün bunları ben, Peygamber aleyhisselam efendimizin haber verdiği ciddi mucizelerinden, Peygamber bilgilerinden - aleyhisselatu vesselam- biri olarak gördüğüm için çok da abartmıyorum. Ama bundan ziyade sabah namazı kılan bir mü‟minin bunu nasıl dert etmediğini anlayamıyorum. Böyle büyük bir felaketimiz varken filanca kültürel dayanışma/kalkışma derneği nasıl kurar Müslümanlar, bunu anlayamıyorum. Yöresel, kültürel hareketleri yapmak nasıl cihat olur mü‟min için bunu anlayamıyorum. Yani acil bir vaka var ortada. Bir doktor, trafik kazası geçirip üzerinden araba geçmiş birisi varken başı ağrıyan bir hasta ile mi uğraşır hiç? Bir acil vaka var bir de sıradan hastalıklar var. Neslimizin Deccal gibi bir mekanizmanın içine bile bile düşmeye başladığı hatta düştüğü bir zamanda namusumuzdan, iffetimizden, neslimizin helal bir nesil olarak devam etmesinden daha büyük bir derdimiz olabilir mi bizim? Biz nasıl İmam-ı Âzam menkıbeleri ile vakit geçiririz sohbetlerimizde? Abdülkadir Ceylani şöyle uçmuş, böyle uçmuş. Bunlarla vakit geçirilir mi? Ne uçması kardeşim? Biz yerin dibine uçmuş bir nesil durumuna geldik. Neslimiz gidiyor. Seninki mi, benimki mi belli olmayacak bir uçuruma doğru nesil gidiyor. Çocuğumuza içinde milyarlarca fuhuş manzarası olan cihazları para ile alıyoruz. Sonra da her ay ona fatura ödüyoruz. Çocuğumuz teknolojik ödev yapsın gerçi. Ödev yapması için alıyoruz biz. Öğretmen okul ödevi yaptırıyor. Şeytan da kendi ödevlerini yaptırıyor çocuğa. Ortada bir facia var kardeşler. Bu faciaya ansızın yakalanmış da değiliz biz. Sevgili Peygamber‟im bunları haber verdi. “Bunlar gerçekleşecek.” dedi. Faiz için de aynı haberleri verdi. Zina için de aynı haberleri verdi. Biz çok enteresan bir manzara ile karşılaştık. Bir camide imam efendi, hocaefendi Buhari-i Şerif‟i, Müslim-i Şerifi açıp hatta ve hatta hadi onlar hadis kitabı, Kur‟an-ı açıp “Efendiler, bugün size Allah Teâlâ‟nın cinsellikle ilgili yani cinsel ihtiyacımızla ilgili ayetlerinden okuyacağım.” dese ve evirmeden kıvırmadan mealini olduğu gibi okuyacak olsa herhâlde camideki Müslümanlar “Bizim hoca sapık herhâlde, neûzübillâh kürsüde neler konuşuyor!” diye salavat getirip kaçarlar camiden. Ama o insanların çoluk çocuğuyla oturup izledikleri programlar, haber bülteni adı altında izledikleri bayanlar, delikanlılara gelince bir şey olmuyor. O haber tabii. Haber izlemekte sakınca yok. Filmde de zaten sakınca olmaz. Kültürel bir etkinlik bu. Bunlar kaldırılsın diye anons yapmıyorum. Derdimizi anlatıyorum. Nereden yüreğim parçalanıyor, onu anlatmaya çalışıyorum. İnsan, perdesini kapatıp tek başına güneşi inkâr edemediği gibi elinle de ateşi savamıyorsun. Ciddi bir sıkıntı yaşıyoruz. Kardeşler, Evlenmeyi acilleştirme dışında, evliliklerimizi mübarek/mukaddes görme dışında hiçbir çaremiz yoktur. Hiçbir çaremiz yoktur. Bu sıkıntıyla ashabı kiram da karşılaştılar. Medine‟den uzak, Tebük gazvesine giderken haram-helal bilmeyen diyarlardan geçtiler. Kadınlar çırılçıplak mı nasıl önlerine çıktıysa ashabı kiram, erkekler/delikanlılar olarak Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gelip cinsel organlarını kesmek için ruhsat istediler. “Ailelerimizin yanında değiliz, zor durumdayız ya Resûlellah!” dediler. Allah için cihada çıktıklarından böyle bir rezilliğe/harama tevessül edemeyecekleri için akıllarınca “Organlarımızı keselim, rahat edelim.” diye düşündüler. Sünnet olmaktan söz etmiyorum. Adamların derdi var. Allah‟ın huzuruna harama düşmüş biri olarak gitmekten korkuyorlardı. Allah‟tan ki izin vermedi aleyhisselam Efendi‟miz böyle bir şeye. Kardeşler, İmanı olanın derdi olur. “Bu köyden nasıl geçeceğiz biz?” diye derdi olur. “Kesin kadınları, kurtulun.” da denmiyor sana. Neden böyle bir derdimiz yok, bunu anlayamıyorum. Yirmi beş yaşında bir delikanlı için “Evlensin.” dendiğinde “Ağzı süt kokuyor.” deniyor. Ne sütü bu, eşek sütü müdür anlamadım. Nasıl süt kokar yirmi beş yaşında insanın ağzı? Daha temiz o. Demek ki kirlenmeden, harama bulaşmadan bir çocuk evlendirilmez! Temizse ne güzel işte. Kardeşler, Aklımız, hayâlimiz nerede bizim ya? Şu hâle bakınız. Koca yetmiş beş milyonluk bir Türkiye Cumhuriyeti‟nde milletvekili olarak seçilme yaşı on sekize düşürülsün diye kanun hazırlanıyor şu anda. On sekiz yaşında beş yüz kişi milletvekili seçilecek, bunlardan belki yüz tanesi on sekiz yaşında seçimi etkileyecek oranda bir genç bulunsa on sekiz yaşında milletvekilimiz olacak. Yetmiş beş milyonluk koca bir devlet, on sekiz yaşında çocuğun imza atacağı kanunlarla idare edilecek. Yani on sekiz yaşında bir çocuğun bir imzası... Demokratik bir parlamentoda oylar yarı yarıya kaldığı zaman delikanlıya bir iphone bilmem ne bilgisayar hediye etseler atacak imzayı demek ki. Ülkemiz gidecek. Ben böyle deyince “Olur mu canım? Milletvekili yemini yapacak o.” deniyor. Ha milletvekili yemini yapınca güvenli oluyor imzası. Peki, Allah‟ın adına bir çocuğa bir kadın teslim ettiğimiz zaman niye idare edemiyor? Niye idare edemiyor? On sekiz yaşında milletvekili olup yetmiş beş milyonluk ülkenin idaresini eline vermek bir çocuğa hak oluyor, uygarlık oluyor, bununla övünüyor insanlar ama on sekiz yaşında bir çocuk evlendirilecek olsa “Vay çocuğun hâline! Battı, gitti.” deniliyor. Ona bir kız teslim edilemiyor. Bu ülkede kırk milyona yakın var, o kadınlar teslim ediliyor ama. Kırk milyon kadının kaderi on sekiz yaşında bir çocuğa teslim ediliyor. Bir kadının kaderi teslim edilemiyor. Üstelik boşanma hakkı var, her türlü kanuni teminat altında, milletvekilinin dokunulmazlığı var. Etse, vursa, kırsa kimse dokunmayacak. Kocaların, erkeklerin dokunulmazlığı yok; kanunla mukayyet, zincirlenmiş durumdalar. Buna rağmen bir kadın teslim edilmiyor delikanlıya. “Genç, daha genç, daha genç.” Ülke teslim ediliyor. Bu ülkenin kırk milyon kadını teslim ediliyor. Çarpıklığa dikkat çekmek istiyorum. Şu kanun uygundur, bu uygundur demiyorum. Benim işim değil bu. Muhatabım da değil zaten. Görevim de değil. Ama çarpıklığa dikkat çekiyorum kardeşler. On sekiz yaşında milletvekili olsun gençler. Zaten şu anda altmış yaşında da milletvekili olunmuyor. Şimdi de yirmi beş yaşında oluyorlar. Gene evlilik değil. Evlilik çağında değil. Ülke idare eder, ev idare edemez. Ne yetiştirdik biz o zaman? Ne yetiştirdik? Allah bilir, bu çocuklar tuvalette de yirmi yaşında hâlâ taharet alamıyorlardır o zaman. Ortada bir çarpıklık var. Bile bile bu çarpıklığa teslim oluyoruz. Kardeşler, Biz belki dünyayı düzeltemeyiz. Ama kendi küçücük dünyamızı düzeltebiliriz. Evimize aklımızı hâkim kılabiliriz. Bu işin neresinde akıl kardeşim ya? Göz göre göre, bile bile bir gencin Allah‟ın en çirkin haramlarından birisine kaymasına nasıl sessiz kalabiliriz? Bir anne-baba on beş yaşından sonra çocuğunun yaptığı banyosundan, olduğu tıraşından, arkadaşlarıyla görüşmesinden vesairesine kadar çocuğunun hayatını kontrol etmedikten sonra ona neye göre anne-baba deniliyordur? Yaşanan çarpıklığa başka bir örnek de vermek istiyorum. Bir anne-baba, çocuğuna eş adayı ararken nasıl kendi zevklerine göre bir gelin veya bir damat adayı bulurlar. Bu da bir çelişki. Demek ki sen kendini evlendiriyorsun aslında. Evet, damat veya gelin olarak oğluna, kızına teslim ediyorsun ama evlendirdiğin senin ihtirasların. Kaynanana karşı, kaynatana karşı, kayınlarına karşı çözemediğin formüllerini oğlunun/kızının üzerinde çözüyorsun. Çarpıklığa örnek veriyorum kardeşler. Oğlunu evlendiriyorsun, kızını evlendiriyorsun; sen tatmin olmaya çalışıyorsun. Bunun adı çarpıklıktır. Hâlbuki Allah, evliliği anne-babalar olarak ihtiraslarımız tatmin olsun da biz rahat edelim, keyif sürelim diye Şeriat‟ının kanunu olarak karşımıza koymadı. Çocuklarımız haramdan korunsun ve ümmeti Muhammed çoğalsın diye evlilik Şeriat‟ını getirdi Allah. Bu çarpıklıklar dikkatimizi çekmeli kardeşler. “Çocuğun mürüvvetini görmek.” ne kadar çirkin bir ifade. Ne demek mürüvvetini görmek? Sen çocuğunun mürüvvetini sen görsen ne olur, görmesen ne olur? İnsanlık nesil görsün. Peygamber‟imin, Muhammed aleyhisselamın göğsü kabarsın diye düğün yapılır. Evlilik bun içindir. Mürüvvet gör, üç gün sonra da mahkemeye git, avukat gör. Ne mürüvvet görmüş mübarek! Senin gayen Allah olmalı. Peygamber olmalı. Şükretmelisin. “Rabb‟im sulbümden insanlar gelecek; onlar sana secde edecekler, iman edecekler diye bizlere imkânlar lütfettin. Sana şükürler olsun Rabb‟im.” diyen bir mantığımız olması lazım bizim. Kardeşler, Bir hakikati vurgulamak istiyorum. Evlilik, kız için erkek için fantezi değildir. Hani “Yemeğimizi yedik, var mı pasta? Pasta da getirin.” der gibi değildir. Evlilik temeldir, cihattır. Kıyamete kadar da zinadan başka evliliğin alternatifi olacak bir şey yoktur. Ne ilim tahsili ne hacca gitmek ne de başka bir görev evliliğin yerine oturabilir. Şöyle olabilir mi? “Ben hacca gittim dolayısıyla zinam da silindi. Hacca gideceğim için zina yapmam uygundur.” gibi bir felsefe üretebilir miyiz? Neûzübillâh. Hacla zinayı nasıl birleştirirsin? Dediğimize göre evlenmek, hacdan öncedir. Evlenmek, ilim tahsilinden öncedir. Çünkü evlenmek temeldir, namustur, insanlıktır, iffettir, cennete girmenin temel şartlarından biridir. Allah, gönderdiği bütün peygamberlerini bize tanıtırken (“ )و جعلنا لهم ازواجا و ذريةHepsini hanımları olan peygamberler olarak gönderdik.” diyor. İstisnası yoktur bunun. Filan âlim evlenmemiş olabilir. Filan peygamber var mı evlenmemiş olan? Onu söyle bana sen. Âlim, masum değil. “Peygamberler; fiziki sıkıntısı olmayan bir peygamber olarak geldiğinden, Allah evlilikle erkeklerini ve kudretlerini ispat etmelerini istediğinden hepsinin eşleri, çoluk çocuğu olmuştur.” diyor Kur‟an-ı Kerim. Başta benim Peygamber‟im sallahu aleyhi ve sellem olmak üzere evlilik, peygamber karakteridir. Filan âlim evlenmemiş olabilir. Kendine mahsustur o. Onun eksikliğini göstermez bu, kusurunu göstermez. Değerinin olmadığını göstermez. Örnek olduğunu da göstermez. Hafızlık için bile evliliği erteleyemeyiz. Çünkü evlenmek konum itibarıyla, akıbet itibarıyla hafızlıktan daha değerlidir. Evlilik cihattır kardeşler. Allah için yapılacak işlerden biridir. Gerek kadın için gerek erkek için aynı oranda bunu söylüyorum. Bu bir hakikat. Kardeşler, İkinci hakikat olarak bilinmesi gereken de bizim örfümüzde şöyle bir anlayış var: Şehvet, evlilik, cinsellik gibi konular konuşulduğunda hemen erkeklere bakılıyor. Yani mesela on bayan, on erkeğin olduğu bir yerde “şehvete hâkim olamamak, cinselliğe hâkim olamamak” diye bir başlık açılınca gözler erkeklere dönüyor. Saldırgan, azgın, kuralsız, kudurmuş tipler onlar hep. Bayanlar, erkekler saldırınca kendilerini koruyamıyorlar, onlar zavallı ceylanlar. Öyle görülüyor. Kasembillâh, yanlıştır bu. Yanlıştır. Çünkü Allah bu şehvet denen imtihan kanımızı, imtihan yapımızı erkeğe de kadına da vermiştir. Kadın da cinsellik hormonları taşıyor erkek de taşıyor. Bu tıbben doğru değil ki örfen doğru olsun. Yani erkek şehvet yüklü, kadının hiçbir derdi yok zavallının. O melek zaten, öyle şeylerle alakası olmaz. Böyle zannetmemiz yanlıştır. Bunun sonucu nerede bizi rahatsız ediyor? Çocuğa “Evlilik düşünüyor musun?” dendiğinde bu “çocuk” kelimesi erkeği yansıtıyor ailelerde. Sadece kızlar evde kalırsa dert olur düşünülüyor. Evde kalmak diye bir dert yoksa kız kudurmaz zaten, erkek kudurur. Bu, hatadır kardeşler. Tabiata aykırı bu. İnsan fizyolojisine aykırı. Yani bir tıp adamına sorup “Böyle bir şey mümkün mü?” diye de öğrenebiliriz bunu. Erkek hangi hissiyatla yaratıldıysa kadını da Allah aynı hissiyatta yarattı. Öyle olmasaydı kadınlar erkeklerin kahrını çekerler miydi? Bu, çocuklarımızın evlilikle ilgili, şehvet imtihanı ile ilgili süreçleri hakkındaki karar mekanizmamıza yanlış etki ediyor. Mesela anne-baba, oğlu yirmi yaşına gelince “Bizim çocukta var mı bir terslik? Yanlış yapmasın ha!” diyor. Yirmi yaşına gelen kız için “İsteyeni var mı?” diye soruyor. İşte, “Misafirler geldi, bizim kıza göz diktiler mi?” diye düşünüyor. Yoksa kızda zaten bir dert yok. Durduğu yerde sakin o. Bu, doğru değildir. Erkek sivilce gösterdiği gibi, büluğ çağına gelince sivilceleri olduğu gibi kızların da sivilceleri oluyor. Kızlar da hayâl kurarlar. Kızların da vakti gelince evlendirilmeleri gerekir. Ama bunlar hep ayıp şeyler işte. Bu konuştuğum hep ayıp şeyler. “Bunlar ayet, hadis okunan yerlerde konuşulmamalı.” diye vehmediliyor. Hayır. Rabb‟imizin kitabındaki hiçbir şey ayıp değildir. Peygamber aleyhisselamın ashabının önünde konuştuğu hiçbir şeye kimse ayıp diyemez. Kimse ayıp diyemez. Enes ibni Malik radıyallahu anh -ashabın azim kadrosundan- ve kızı bir yerde bulunuyor. Bir hatırasını anlatmış. Enes ibni Malik, sahabi kızının yanında diyor ki: “Bir gün bir kadın, Resûlullah sallahu aleyhi ve selleme geldi ve dedi ki „Ya Resûlellah, benim gibi bir kadınla evlenmek ister misin? Senin hanımın olabilir miyim?‟ Efendi‟miz de onunla ilgilenmedi. (Biraz daha uzun, ben kısa anlatayım.) Enes ibni Malik radıyallahu anhın kızı da kalkmış yerinden, „Terbiyesiz kadın, hiç ahlak yok onda.‟ demiş. (Neden? Bir kadın gider de „Benimle evlen.‟ der mi birisine? diye düşünmüş Enes‟in kızı.) Enes radıyallahu anh ise dönmüş kızına: „O senden daha ahlaklıydı. İçindekini geldi Resûlullaha söyledi. Ayıp olsa Resûlullah onu azarlardı.‟ demiş.” Şimdi mantığa dikkat edelim. Bir kadının “Benimle evlenir misin?” demesini başka bir kadın, Enes‟in kızı ayıplıyor. Ama şunu düşünemiyor: O arada babası bu hatırayı naklederken “Peygamber onu kabul etmedi hanım olarak.” diyor sadece ama “Utanmıyor musun be kadın? Nasıl benim önümde böyle bir şey konuşursun?” demediğini söylüyor. Şimdi Enes ibni Malik‟in kızı da aklınca o kadını ayıplayacak ama Peygamber‟in ayıplamadığını ayıplıyor. Enes radıyallahu anh da bu manzarayı nasıl düzeltiyor? “Senden daha ahlaklıydı.” diyor. “Çünkü sen Resûlullah‟ın ayıplamadığını ayıpladın.” Mantık budur kardeşler. Mü‟min isek mantık budur. Bir genç kız veya dul bir hanımefendi, bir mü‟mine “Benimle evlenir misin?” dese otomatik olarak fiyatı düşer zaten. Hâlbuki bu ayıp değil, günah değil. Peygamber aleyhisselamın huzurunda yapıldı. Ömer gibi bir adam, kızını Ebu Bekir‟e “Evlenmek istiyor musun, benim kızım evlenmek için uygundur.” diye teklifte bulundu. Böyle bir dünürlük ayıp olsaydı herhâlde Ebu Bekir‟le Ömer arasında olurdu. Ömer, Ali‟nin kapısına gidip “Senin kızlarından birisiyle evlenip Peygamber‟le bir bağ kurmak istiyorum.” diye ricada bulundu. Bunlar ayıp değil. Onların derdi. “Onlar sahabiydi.” deme bana. “Onlar da yatak odalarına giriyordu.” diye cevap veririm ben de sana. Sahabiydiler ama nûr âleminde yaşamıyorlardı. Onlar da yatak odalarında, bizim yattığımız/kalktığımız odalarda yatıp kalkıyorlardı. Onların dini ayrı mı? Kutsallığı mı var onların? Buradaki ayıbın boyutunu konuşuyorum, çarpıklığı vurgulamak istiyorum kardeşler. Ortada bir çarpıklık var. Nedir bu çarpıklık? Mü‟min olarak biz, asıl arlanılması asıl hayâ edilmesi gereken şeyleri bir kenara bırakıyoruz; hayâ edilmeyecek şeylerden kendimize göre hayâ ediyoruz. Bir babanın çocuğu evde sefil sürünüyor, her an harama düşecek; kız babası gidip de arkadaşına “Benim kızımın evlenme vakti geldi, haberiniz olsun arkadaşlar.” diyemiyor. Niye diyemiyor? Çünkü öyle bir zamana geldik ki insanlar oğluna kız isteyemiyor, sen kızına koca arıyorsun. Ayıp, çok ayıp. Sonra bir gün bir facia haberi gelince ayıp mayıp kalmıyor ortada o zaman! Biz ümmeti Muhammed‟iz aleyhisselatu vesselam. Biz şu, bu anlamayız. Peygamber aleyhisselam efendimizi rehberimiz gördük. Ona iman ettik. Hayatımızın kanunları, evimizin dekoru onunla oluşacaktır. Evet, inşallah ona da değineceğiz. Yani bir mü‟minin kızını “Evlenir misin benim kızımla?” diye bir damat adayına teklif etmesi gerçekten sorun. Neden? Kimsenin oğluna ve kızına itimat etmediği bir zamana geldik. Kendi oğluna kendi kızına güveni yok kimsenin. Neden? Parçalandık, parçalandık! Aile diye bir şey yok! Otelcikler olmuş, evlerimiz otelcik statüsünde. Resmî pansiyon işletmesi yok, otel işletme ruhsatı yok ama otel. Otel, neden? İşine gelen oraya geliyor. Anne de çalışıyor, baba da çalışıyor. Çocuklar okuldan geliyorlar, akşam buluşuluyor, sabahleyin hemen hazır pişmiş kahvaltılıklardan biri masaya konuyor. Önce kim kalktıysa tabii... Koyuyor hemen. Herkes sırayla banyosuna, sonra dışarı gene. Gece otelleri... Bereket yuvaları değil ama. Evlerimiz Allah‟ın meleklerinin bizden önce doluştuğu, içeri girince neşe ile huzur dolacağımız evler değil. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Evlerinize girdiğinizde selam verin, girin.” buyuruyor. E, kimse yok içerde. “Selam verin, girin.” diyor. Mü‟min evi değil mi bu? Melek dolu içerisi, meleklere selam vereceksin. Mü‟min evi bu. Ama duvarlarda resimler, masaların üzerinde heykelcikler... Elbette orada melek yok, selam da gerekmez o zaman. O zaman selam da gerekmez. Belki sol ayakla girmek gerekir o zaman o eve. Kardeşler, Çok fazla çarpıldık. Çarptılar bizi. Bütün köpeklerini saldı şeytan. Ne kadar taş varsa bağladı. Her yer şehvete teşvik oldu. Kardeşler, Çok enteresan. Apartman girişlerindeki, koridorlardaki, okullardaki renklere varıncaya kadar şehveti kışkırtan renklerden boya yapılıyor artık. Yatak odasının rengi başka. Oturma odasının rengi başka ve bunlar bilimsel olarak insanı kışkırtan renkler üzerinden seçiliyor. Biz hâlâ evliliğin vakti gelecek diye bekliyoruz. Hâlâ evliliğin vakti gelecek. Evliliğin vakti mi gelecek, mezarı mı gelecek belli değil. Kardeşler, Bir baba, bir anne çocuklarının evliliğinden yüzde yüz sorumlu değildir aslında. Yönlendirme sorumlulukları vardır. Çünkü bir annenin, bir babanın bir erkek çocuğunun evliliğinde yüzde yüz hakkı da yoktur, müdahale hakkı da yoktur. Kız çocuğunda ise babanın onay görevi vardır, müdahale hakkı yine yoktur. Neden? Şimdi bu sözümden bir kısım insan rahatsız olacak. “Ooo, sen bizi boşa çıkardın. Hani biraz önce bu mesuliyet bize aitti diyorduk?” diyecekler. Bir kısım gençler de “Hay Allah razı olsun hocaya. Bizimki çok karışıyordu zaten.” diye kendilerine göre netice çıkaracak. Öyle değil kardeşler. Hakikat acı olabilir. Ama bizi ilgilendiriyor. Bir insan, on beş yaşını doldurduktan sonra mükelleftir. Baba, çocuğunun namazını kılamadığı gibi evliliğini de yapamaz. Baba, çocuğunu namaza kaldırmakla mükellef olduğu gibi evlendirmeye yönlendirmekle de mükelleftir. Delikanlılarımız on beş yaşından sonra evlenip evlenmeme kararlarını elbette kendileri verecek. Genç kızlarımız da bu kararı kendileri verecekler. Ama bu kararı verirken kimlikleri oluşmuş olarak karar verecekler. Kimlikle neyi kastediyorum? Zina ile haram-helali ve nikâhı ayırt edebilecek kültüre sahip olmaları gerekiyor. Anne-babanın, çocuğuna kız veya koca bulmaktan önceki görevi abdest öğretir gibi gusül öğretir gibi namaz öğretir gibi evlilik kültürünü de Allah için bir ibadet olarak cihat olarak öğretmesi gerektiğini vurguluyor bu iş. Çocuğa sen nasıl abdesti, teyemmümü, seccadeye dönmeyi öğretiyorsun; sabah namazına da kaldırıyorsun, “Kıl artık.” diyorsun. Senin babalık görevin bu kadar. “Kılmadı çocuk, onun yerine ben kılayım bari.” diyemiyorsun. Ama evliliğe gelince yüzde yüz babanın istediği, yüzde yüz annenin istediği evlilik niye oluyor? Yanlış. Çocuk evlenmeli, kız evlenmeli, erkek evlenmeli. “O çocuk daha, anlamaz!” Bugüne kadar namazı öğrendi, evliliği niye öğrenmedi? Kur‟an-ı Kerim‟deki evlilik ayetlerini nereye gömdün sen? Hadisi şerifleri nereye gömdün? İlmihâl kitaplarının başında namaz, teyemmüm, abdest, gusül vardı. Biraz daha ilerlesen nikâh bölümü de vardı. O bölüme gelince ilmihâl kitabı niye bitti? Hep namazın, orucun sonuna kadar mı ilmihâl okunur? Anneler, babalar nikâh memuru değildirler. Yani imza atmasa nikâh kıyamaz. Nikâh memuru değildirler. Anneler, babalar mürşittirler. Çocuklarını irşat edecekler. Bu irşat yirmi beş yaşında başlamaz. Buna abdest öğretilmeye başlandığı yaştan başlamalı. Abdest öğreneceği çağa beşinci yaşı diyelim çocuğun. O çağda evliliğin boyutlarına girileceği yok. Ama zinanın haram olduğunu on yaşında duymalı çocuk mesela. Ve şeytanın zinaya direkt götürmediğini, bir sürü endirekt yollardan sürükleyip sonunda zina bataklığına attığını öğrenmiş olmalı bir çocuk. Evinde kullandığın cihazdan gezdiğin/gittiğin misafirliğe, yaptığın tatile varıncaya kadar yarın bu, çocuğun evliliğini etkileyecek veya etkilemeyecek ayrımını yapman, bu filtreyi kullanıyor olman lazım senin. Babalık budur. Buna babalık diyoruz biz. Yoksa bir baba çocuğunun namazından sorumlu olmadığı gibi eğer üzerine düşeni yaptıysa evliliğin akıbetinden de sorumlu değildir. Burada çok ince bir çizgi var. Bu çizgiyi ayırmakta şüphesiz zorlanacağız. Hani sorumluyduk? Hani bu zinanın vebali bizdeydi? Kelimesi basit bir savunma. Çünkü eğer böyle konuşursan sen evliliği, yirmi üç-yirmi dört yalına gelmiş kızın ve oğlun için o an düşünmeye başladın demektir. Zaten hâlledemeyeceksin sen bu işi. Bir çocuk doğduğundan itibaren onun ileriki yıllarındaki namuslu, iffetli günleri için yatırım yapılmalı. Annelik, babalık budur. Öğretmenlik budur. Vakıf, dernek çalışması budur. Devletin vazifesi de budur. Vatandaşlarının namusunu bu şekilde korumalıdır. Yatırım bu şekilde yapılır. Buna evlilik yatırımı, namus yatırımı dememiz gerekiyor. Kardeşler, Yaşadığımız çağda anne ve babaların sözü, sadece parasını vereceği şeylerde dinlenir hâle geldi. Evlilik konusunda da annelerin, babaların önüne sadece aday listesi gelir oldu maalesef. Buna “maalesef” diyoruz tabi. Bu işte, sözünü ettiğimiz çarpıklığın nedenlerinden biri. Ama bizim asıl sorunumuz şudur: Çocuklarımız Allah‟tan sonra en büyük söz hakkının anne-babada olduğunu, bir işten anne-babanın razı olmaması hâlinde Allah‟ın da kuldan razı olmayacağını müdrik olmalıdırlar. Bir kız çocuğu, bir delikanlı sanki anne-babası yokmuş gibi tutup kendi kendine beğendiği, razı olduğu biriyle evlilik kararı verip annesine: “Git, filancayı iste.” ya da “Filancalar gelecek, haberin olsun.” dediği zaman esasen, caiz bir işi yanlış bir yöntemle yapıyor. Ama bunun nedeni sözünü ettiğim çarpıklıktır. Kızlarımız ve oğullarımız mutmain değiller bizden. Yani “Ben ne zaman „Evleneceğim.‟ dersem, „Evlilik vaktim geldi.‟ dersem annem, babam kollarını sıvayacaklar ve bu işi hâlledecekler, beni benim istediğimle evlendirecekler.” diye mutmain değil çocuklarımız. Anne-babanın çok müdahaleci olacağını düşünüyorlar. Fiilen de öyle oluyor. Bu; aile içindeki kültürden, çevresel etkinliklerden mesela çocuklar arasında “Filan yörenin insanları, çocuklarını böyle evlendiriyor.” diye bilindiğinden dolayı çocuklarımız kendi başlarının çaresine bakmaya teşebbüs ediyorlar. Burada annelik, babalık çizgisi taşılmış oluyor. Hem çocuğumuz tecrübesiz olduğu, aldanacağı bir sürece girmiş oluyor, kendine göre çok güzel bir evlilik yapıyor (aslında batık bir evlilik yapıyor) hem de annesinin, babasının esef edeceği/üzüleceği bir şeyden dolayı Allah‟ın razı olmayacağı bir işe girmiş oluyor. Bunların evlenmeleri caiz mi? Evlilik standartlarında ise caiz. Ama bereketsiz ve huzursuz bir evlilik... Burada neyi vurguluyorum kardeşler? Cümlem uzadı. Ama vurgulamak istediğim şey şudur: Anneler, babalar evlilik hususunda otoritelerini bitirmemelidirler. Sıkıntının aslı budur. Yirmi beş yaşında bir kız veya erkek, “Annem, babam benim işimi hâlleder; hâlledemezse bile bana yetki verir.” diye düşünmelidir. Ama çocuğun bunu düşünmesi için annenin, bir yılda beş bin defa “Yok, etme, yapma, oturma!” dememesi lazım. Anneden çok “Yok, olmaz, oturma, yapma, tutma!” kelimelerini hatırlıyorsa çocuk niye anasına sorsun ki? O zaten “Yok!” diyecek. “Oraya otur, ooo oraya oturulmaz, o tabak tutulmaz, yapma etme...” Siyaha boyanmış bir anneysen “Ben evlenmek istiyorum.” demez sana çocuk. “Yok!” diyeceğin belli. Önce “Yok!” deyip belki sonra “Evet!” diyecek çünkü yok demezse rahat edemez. İlla bir “Yok!” diyecek. Zaten Osmanlı terbiyesi görmüş bir babanın karşısına çıkılıp da “Baba beni evlendirsene.” denir mi ya? Rezillik! Bu da denmeyeceğine göre herkes başının çaresine bakıyor. Onun için yarın biz ahirette pişman olacağımız bir sürece girmek istemiyorsak bekâr gençler olarak anayı, babayı çiğnemeyelim. Ananın, babanın çiğnendiği yerde Allah‟ın bereketi yoktur. Sen yasal haklarını kullanırsın, diyeceğim bir şey olmaz. Din de sana zaten evlilikte engel çıkarmıyor. İki tane şahidin huzurunda nikâhın şartlarını oluşturup da nikâhlandıysanız dinen siz evlisiniz. Ama bu evlilik ne zaman zehir olarak midene düşer, ne zaman zehir olarak gözünden girer onu Allah bilir. Üç ay mı sürer, üç sene mi sürer, evliliğin otuzuncu senesinde mi yıkılırsın, bunu Allah bilir. Anneler, babalar, çocuklar buna dikkat etsin. Anne-babalar olarak da şu yok: Yasalar, kasalar, kanunlar var ya hani evde uyguladığımız; birazını da hiç olmazsa çocuğun şehvetinin azacağı günlere saklayalım. O zamana da kendimize bir barut bırakalım bir miktar. Daha çocuk on yaşına gelmeden bütün barutunu bitirdin sen. Daha savaş devam ediyor. Bu çocuk evlenecek, çocukları olacak, sorunları olacak, hısımları ile dertleri olacak... E, senin söz hakkın çoktan bitmiş. Yani yirmi tane mermi vardı şarjöründe, yirmisini de çocuk beş yaşındayken bitirdin. Beddualar başladı, kavgalar başladı. “Git, gözüm görmesin!” dedin zaten, gitti o da başkasının kucağına oturdu. Var mı bir diyeceğin şimdi? Yani burada anneler, babalar olağanüstü yetkilerinin olmadığını bilmelidirler. Anne-babalığı, evlatlık ilişkilerinin içine oturtulmuş ve barutu tüketilmemiş bir hak kullanmalıdır anneler babalar. Aksi takdirde çocuklarımız harama düşmeyi kendilerine hak olarak görüyorlar. Gençlerin önemli bir sorunu var burada, “Zaten babam „Yok!‟ diyecek.” diyor. “Babam amcamın kızını düşünüyor.” diyor. “Babam zengin bir damat düşünüyor.” diyor. Yani baba, “Sen ne istersen yavrum, Allah‟ın Şeriat‟ına uygunsa ben onu sana alacağım.” diye ruhunu ikna etmelidir çocuğun. Yarın çocuğu muhakeme ettiğinde ya da o çocuk vicdanen kendisini yargıladığında “Babam beni itti bu işe.” deme hakkına sahip olmamalıdır. Bunu nasıl diyebilir çocuk? “Yani ben ne desem babam „Evet!‟ diyecekti ama ben takmadım babamı, annem benim diyeceğime razıydı ben takmadım.” desin. O zaman baba-anne mesuliyetten kurtulur. Ama şuandaki teamül ya çocuklarımızı ipsiz, sapsız sokağa salıyoruz ya da onları zincirle bağlıyoruz. O da zincirden kurtulmak için ilk fırsatı değerlendiriyor. Ortasını bulup çocuğun da on beş yaşından itibaren baba gibi anne gibi düşünebildiğini, yorum yapabildiğini, sevebildiğini, kızabildiğini, iğrenebildiğini, onun da bir insan olduğunu, onun da görüşünün alınması gerektiğini düşünmüyor anne-baba. Çünkü on beş yaşındaki bir çocuk, Allah katında doksan beş yaşındaki bir adam gibi. Bu çok önemli kardeşler. “Büluğa erdi, baliğ oldu, mükellef oldu.” ne demek? On altı yaşında, doksan altı yaşında bir adam gibi demek. Allah için böyle. Sana göre ağzı süt mü kokar, kahve mi kokar bilmem ben. Allah‟ a göre adamlık kokuyor bu. Kanunu böyle Allah‟ın, dinimiz böyle. Namazdan da sorumlu, evliliğinden de sorumlu. Bizim annelik, babalık adı altında çocuklarımıza karşı temel görevimiz irşattır. Yani yönlendirmedir. Bu yönlendirme çocuk yirmi yaşında olduğunda, bir kızı sevdiğinde, bir delikanlıya gönül kaptırdığında hiçbir faydası olmayan bir irşattır. Yani yirmi yaşında lisede, şurada, burada veya markette gördüğü bir kıza bir delikanlıya gönül kaptırmış birisini Ebu Hanife rahmetullahi aleyhin önüne de oturtsanız, buna nasihat et hocaefendi deseniz bir kulağından girip öbür kulağından çıkar derdi eskiler; onun kulağından da girmez. Hiç kulağının yanından bile geçmez o sözler. Çok geç kalınmıştır. Geçen dersimizde özellikle okudum. Peygamber sallallahu aleyhi ve selem efendimize böyle bir aşk hikayesini gelip şikayet edince baba, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem efendimiz ne buyurdu? “Kalbe bu tip sevgiler girdi, nikahtan başka çare yoktur.” buyurdu. Bu şu demek mi acaba? Çocuk “Seviyorum.” diyorsa “Al yavrum çek burada, gir, evlen.” demek mi bu? Çocuklarınızı salın, madem “Sevdim.” dedi, helal olsun, sevgi de kutsal nasıl olsa milletin gözünde. Böyle bir laubalilik olur mu peygamber aleyhisselamın lisanında? Bu o demek değil. “Neredeydin bu çocuk oraya gönlünü kaptırıncaya kadar?” demektir bu. Artık ameliyatlık hasta bu. Yani kanser şurayı sardı, burayı sardı; ameliyat. İlaç milaç, otla motla tedavi yok artık. Bu ameliyatlık hasta demek. Çocuklarımızın gözünü haramdan koruyamıyoruz, yedikleri içtikleri şeyler şehveti kudurtan barut gibi. Normal ekmek, fasulye yemiyor çocuklarımız. Nerede insan şehvetini delirten bir şey varsa onu yiyorlar. Yumurta yemiyor; yumurtanın şurasından, burasından yapılmış katkı maddesini döküyor makarnasının üstüne. Normalde on beş yaşına ya büluğa erecek ya da ermeyecek çocuk on yaşında delirmeye başlıyor. Gıdanın etkisi var, çevrenin etkisi var, fiskosun etkisi var. Savaş filmi seyrettiriyorsun çocuğa, savaşın içinden aşk macerası çıkıyor. Yani kadının erkekten sıyrılabildiği, erkeğin kadından sıyrıldığı bir camilerimiz vardı şükürler olsun. Şimdi duyuyoruz ki Diyanet camileri de kadınlar erkekleri topluca koyacak. Namaz da gitti. Camide de artık kadınsız, erkeksiz, karışıksız durumumuz kalmayacak. Bu ne hâldir? Bizim tedbirsizliğimizin hâlidir. Son gırtlağa gelince can, tedbir almanın bir yararı olmuyor. Evet, beş yaşında çocuğa da: “Oğlum bak, ileride inşallah sana ciddi bir düğün yapacağız, söz veriyorum düğünün de büyük bir salonda olacak.” denmez. Bu, sünnet düğünü için olur herhâlde. Yani beş yaşında evlilikten söz edilmez. Böyle bir laubalilik olmaz. On yaşında da bahsedilmez ama çocuğu kamera ile izleyeceksin. Akıllı bir anne-baba çaktırmadan banyosunda/tuvaletinde çocuğu izleyecek, çamaşırını izleyecek. Annelik, babalık bu. Sadece ona her gün çamaşır makinesine yıkanmış, tertemiz ütülenmiş çamaşırlar vermek yetmez. Bu çamaşırlar nerede kirleniyor, nerede eskiyor bilinecek? Okuldaki arkadaşlarını izleyeceksin. Kiminle oturuyor, kiminle kalkıyor? “Ödev yapmaya gitti bizim çocuklar.”On iki yaşında erkek, on iki yaşındaki kızla ne ödevi yapar? “Çocuk daha onlar.” Var mı öyle? Çocukmuş daha! Neredeyse on sekiz yaşında başımıza bakan olarak çıkacak bu çocuklar; hâlâ çocukmuş, ödev yapıyorlarmış. Bayramlarda kadın, kız, erkek otur; amcakızını, halakızını, teyzekızını çocuğunla abi, kardeş, abla diye birlikte oturt bir kenara, ondan sonra “Bu evlilik olmaz oğlum, yanlış.” diye nasihat et, irşat et. Boş konuşmalar bunlar. Tekrar vurguluyorum kardeşler! İnşallah bu kıblegâh evimizin inşaatının nasıl sağlam bir şekilde yapılacağını, ashabı kiramın imanını özendirecek bir şekilde kurulacağını anlatacağız. Ama bugünkü dersi tekrar özetliyorum. Kardeşler, Âdem aleyhisselamdan beri insanlık; bugünkü kadar şehvetin ipinin salındığı, taşların bile şehvet koktuğu, köprülerin altındaki duvarlara bile “aşkım, meşkim” diye yazıldığı bir zaman görmemiştir. Zina eskiden de vardı, fuhuş eskiden de vardı. Ama araba lastiği satmak için kadınların çıplak bedenlerinin reklamı ilk defa kullanılıyor dünyada. Bir tatil firması, uçak bileti satacak; denizde çıplak figürü kullanmadan satmıyor o bileti. İnsanlık bu hâle ilk defa geliyor. Bu da gösteriyor ki Rabb‟imiz, bizi bu asırda putla mutla imtihan etmiyor. Ebu Cehil‟in putunun, İbrahim aleyhisselamın babasının yonttuğu putların dönemi bitti. Yeni putlar çıktı. Bu putlar faizdir, Allah‟ın en büyük ve en çirkin haramı. Bu putlardan biri de zinanın serbestleşmesi, bollaşmasıdır. Her ikisini de Peygamber aleyhisselam efendimiz hadisi şeriflerinde haber verdi. Biz onun Ümmet‟iyiz aleyhisselatu vesselam. Onun emirlerine, yönlendirmesine göre hayatımızı yaşarız biz. Şimdi, bu fitneye karşı hazırlıklı olmak zorundayız. Çocuklarımız gerekiyorsa on yedi yaşında mahkeme kararıyla da olsa evlendirilmelidirler. Ümmet‟imizin gençlerinin bekâr kalması, Ümmet‟in en mukaddes mefhumlarından biri olan iffetin heder edilmesi sonucunu getiriyor. Anne-babalar olarak çocuklarımızdan, namazlarından mesul olduğumuz gibi mesulüz iffet konusunda. Bu ne demektir? Abdestten elbisesine, kıbleye dönmesine kadar namazı öğretir, namazın yönüne yönlendirir; o yine de kılmazsa “Allah sorsun.” deriz. Evlilik de namaz gibi, oruç gibi, Kur‟an okutmak gibi çocuklarımıza ta bebeklik günlerinden itibaren yaş ve konumuna dikkat edilerek öğretilmelidir; evlilik ortamı hazırlanmalıdır. Bu husustaki en önemli hazırlığımız, çocuklarımız ile aramızdaki evliliğin gerektireceği iletişimi koparmamaktır. Teklif yapılamaz bir baba olmamalıdır anne-baba. Veyahut da “Benim annemin, babamın kafalarında bir şablon var. Onların şöyle bir gelini var, şöyle bir damadı var; o olmadıkça bana onay vermeyecekler.” derse kıyamet günü çocuk, anne-baba mesuldür Allah katında. Çünkü anne-baba güya çocuğunu evlendiriyor ama kendi ihtirasının nikâhını kıyıyor o arada. Kendi zevklerini tatmin ediyor. Mesela bir anne, bir baba “Biz filan yerdeniz oğlum, filan yerden olmayanla seni evlendirmem, biz şimdi o adamlarla nasıl oturup kalkacağız?” dememelidir. E, kader bu. Bir zenciyle de evlilik yapılabilir, beyaz bir gençle de evlilik yapılabilir. İnsan mıyız? Tamam, ortak paydamız anlaşıldı. Mü‟min miyiz? Elhamdülillah, ortak paydamız anlaşıldı, bitti. Bunun dışında olmazsa olmaz şartımız yoktur bizim. Anne-babalık kozunu çok radikal, çok keskin kullananlar çok pişman oluyorlar sonra. Çok hoşuna giden bir gelin aldığını, çok güzel bir damat edindiğini zannediyor; bu güzellikler aylar sürmeden bela olarak, musibet olarak karşısında çıkıyor. Annelik, babalık muazzam bir görevdir. Bu muazzamlığı basit tartışmalarla harcayıp tüketmemelidir anneler, babalar. Çünkü şeytanın en büyük yatırımı namusumuz üzerindedir. Hiçbir anne-baba, şeytanın bu büyük yatırımına karşı cılız tedbirlerle yol alacağını zannetmesin. Allah‟ın yardımını istemek zorundayız. Allah‟a sığınmak zorundayız. Çünkü çok büyük, riskli bir konuda yol alıyoruz. Ve‟l hamdüli‟llahi rabbi‟l âlemin.