İnternet iş süreçlerinizin neresinde?

Transkript

İnternet iş süreçlerinizin neresinde?
TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 34 - TEMMUZ 2008
TNT Ekspres’in armağanıdır. Para ile satılmaz.
İnternet iş süreçlerinizin neresinde?
İçindekiler
08 Alternatif araçlar doğayı kurtarma görevine hazır!
12 Turgut Yıldız’dan dünyanın vizyonu...
18 İnternet neden önemli?
29 Tekerlekli sandalye üzerinde hayata tutunmak
26 Türkiye gözlükleriyle EURO 2008 ve çevresi!
34 Büyükada’ya sebeb-i ziyaret tüyoları...
editörden
Erdenay Gül [email protected]
TNT Ekspres Türkiye Pazarlama Koordinatörü
Açlığa karşı adımlar hızlanmalı!
Açlık denince aklınıza ne geliyor? Nijer,
Somali gibi Afrika ülkelerinden ya da nüfusunun yüzde 60’ı açlık sınırının altında
yaşayan Asya’dan gazetelere yansıyan gelişmeler mi? Ya da artık sık sık tekrarlandığı için Türk basınının ilgisinin giderek azaldığı Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in
gıda alarmları mı?
diğer gelişmelerden kalın bir çizgiyle ayrılması gerektiğini gösteriyor. Zira gıda sorunu artık dünyanın tamamını tehdit edecek
boyuta ulaştı. Açlık çeken okul çağındaki
bir çocuğun sağlıklı beslenmesi için günde
sadece 0,19 dolarlık kaynak yeterliyken,
bu kaynağı sağlayamamak tablonun biraz
daha kararmasına neden oldu.
2007’de iki katına çıkan gıda fiyatları, dünyanın ‘açlık’ tablosunun iyiden iyiye kötüye gitmesine neden oldu. Gıda fiyatlarının
yükselişindeki aktör malum: Çağın belası;
küresel ısınma... Rekolteler düştü ve açlıkla
mücadele eden milletlerin en önemli gıda
maddesi olan pirincin fiyatı iki katına çıktı. Pirinç artık lüks tüketim maddesi oldu!
Ajanslardan yansıyan kareler, pirincin peşindeki uzun kuyrukları resimlerken, BM
gıda savaşları konusunda dünyayı uyardı,
herkesi göreve çağırdı. Son gelişmeler, bu
durumun gazetelerin yaşam sayfalarındaki
TNT, ‘Dünyayı Yürüyelim’ projesinin beşinci yılında yine açlığa dikkat çekmek için
tüm çalışanlarıyla birlikte yürüdü. 100 ülke
ve 400 şehrin sokakları her beş saniyede bir
ölen çocukların ve açlıkla mücadele eden
insanların yaşamlarıyla kurulacak bir empatiye çağırdı. Empati kurmanın artık kaçınılmaz bir hale geldiğinin bilinciyle...
Hepinize mutlu bir yaz diliyorum.
Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: Ahmet Lütfi Yavuz • Baskı:
Ömür Matbaa Tel: XXXXXXXX • Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, Temmuz 2008 • İmtiyaz Sahibi, Sorumlu Müdür ve Yönetim Yeri Adresi: Ertürk Sok. Uzka İş Merkezi No:9 Kat: 3-4-5-6 Kavacık - Beykoz 34810 İstanbul/Türkiye Tel:
0216 425 17 30 Fax: 0216 425 17 12 • 3 ayda bir yayınlanır. • Yayının türü: Dergi, Yerel, Süreli • The TNT name & logo are trademarks & TNT Holding B.V.
03
04
TNT, yol güvenliği planını yeniledi
TNT gelişmekte olan pazarlarda devraldığı yeni şirketlere doğrudan
destek vermeye devam ediyor. TNT’nin duyurduğu yol güvenliği
planı resmen onaylandıktan sonra, tüm iş birimlerine dağıtılacak.
Özellikle gelişmekte olan pazarlarda yol
Güvenliğine olan yaklaşımını pekiştirmek
isteyen TNT, ‘Küresel Yol Güvenliği Ortaklığı’ ile işbirliğine devam ediyor. orta ve az
gelirli ülkelerdeki yol güvenliği sorunlarını
ele alan ve yol güvenliği planını güncellemekte olan, devletleri, özel sektörü ve sivil
toplum kuruluşlarını bir araya getiren bir
oluşum niteliğindeki ortaklıkla TNT hem
karayolu güvenliğine genel yaklaşımını
gözden geçirerek bu konuda doğru hareket etmeye özen gösterdiğini, hem de
bilinç düzeyini arttırıp sıfır kaza hedefine
yönelik bir yol güvenliği planı geliştirdiğini
müjdeliyor. Merkez ekipleri de bu doğrultuda TNT’nin gelişmekte olan pazarlarda
yeni devraldığı şirketlere doğrudan destek veriyor. Yol güvenliği planının resmen
onaylanmasından sonra, tüm iş birimlerine
dağıtılması hedefleniyor. “İdare müdürleri,
karayollarında trafik kazası ve can kaybına
karşı sıfır tolerans yaklaşımın benimsediklerini, yol güvenliği planının risk azaltma
girişimlerini desteklediklerini gösteren bir
yol güvenliği antlaşması imzalayacaklar.
Sürücülerinse ayrı bir anlaşmayı gönüllü
olarak imzalamaları yönünde çağrı yapacağız,” diyen TNT Sağlık, Güvenlik ve Çevre
Müdürü Kevin Cook da, mevcut çalışmanın
yürütülecek çeşitli kampanyalarla daha etkili olacağını ifade ediyor.
04
Londra ve Çin’de
‘0’ salınım
Canlı yaşamını da düşünerek sürekli kendini yenileyen ve geliştiren TNT Karayolu filosuna sıfır düşük salınımlı araçları katarak
sektöründe bir kez daha öne çıktı. TNT,
Londra’da dünyanın en büyük sıfır salınımlı akülü ‘Newton’ teslimat kamyon filosu
ile hizmet vermeye başladı.
Diğer yandan Çin’in en büyük otomobil ve
elektrikli taşıt üreticisi Dong Feng Motor Co,
iki akülü teslimat aracının denemelerine,
başladı. Azami hızı saatte 80 km, menzilleri
160-200 km arasında ve taşıma kapasiteleri 1
ton olan kamyonlar, TNT’nin Avrupa dışında
yaptığı ilk sıfır salınımlı araç testi olma özelliği
taşıyor. Yine TNT Ekspres Avustralya ise nisan ayında 10 Toyota Hino karma kamyonla
müşterilerine hizmet vermeye başladı. TNT
Avustralya’da yaptığı bu işlemle birlikte sıradan yakıtlı araçlar yerine dizel-elektrik karma
yakıtlı araçlar kullanan ilk şirket oldu.
05 TNT’den haberler
TNT açlığa karşı görev başında
Dünya Bankası verilerine göre, Nikaragua, Amerika Kıtası’nın Haiti’den sonraki en yoksul ülkesi. 1,5
milyon insanın beslenme yetersizliğiyle mücadele ettiği ülkede Dünya Gıda Programı (WFP) ile TNT,
yaraların üzerini biraz olsun kapatmak için çalışıyor.
Yardıma muhtaç kimselere dost eli uzatan
TNT’nin Amerika, Ortadoğu ve Afrika bölgesi yöneticileri yanı başlarındaki ülkenin
durumunu görmezden gelmedi. Böylesine
karamsar bir tabloyla karşı karşıya olan ülkeye Amerika kıtası genelindeki bazı ülke
genel müdürlerinin de katılımıyla ziyarette bulunan yöneticiler, WFP’nin bu ülkedeki çalışmalarını inceledi. Ayrıca, TNT ve
WFP’nin Nikaragua’daki çalışmalarının nasıl
bir eksende devam etmesi gerektiği konusunda da görüş bildirdi.
Bu ziyaretin sonucunda, ABD, Ortadoğu ve
Afrika’dan yöneticiler bazı okullara yeni
derslikler, tuvaletler ve su arıtma sistemleri
yapılması konusunda harekete geçti. WFP
ile TNT’nin faaliyet gösterdiği bazı Güney
Amerika ülkeleri ile Nikaragua’daki okullar
ve projeler arasında kardeşlik uygulamasına
05
geçilmesi konusunda da anlaşmaya varıldı.
Nikaragua’da yaşanan bu son gelişmelerden
sonra her şey bir anda günlük güneşlik olmasa da halihazırda zor şartlar yüzünden
yıpranan halkın yüzüne samimi bir tebessüm getireceği umuluyor.
Nikaragua’nın kaderi değişiyor
Mayıs’ta Amerika Kıtası’nın en fakir ülkesi
Nikaragua’da, TNT’nin tepe yöneticileri, hayatta kalma mücadelesi veren bölge halkı için
emek harcayan WFP ve TNT’nin çalışmalarına
katkıda bulunmak için ülkeyi ziyaret etti. Nikaragua, tarihi boyunca zorluklarla mücadele
etti. ABD işgali, iç savaş, deprem derken bugün halk daha önce birçok kez tecrübe ettiği
bir durumla karşı karşıya. Ülkenin büyük bir
bölümünün günde sadece 1 dolarla yaşamını sürdürdüğü Nikaragua, açlık ve sefaletle
geçen yıllarına geri dönmek üzere, su alan
bir gemide Güney Atlantik ile Kuzey Pasifik
Okyanusu’nda ilerliyor.
06
TNT’nin kasasındaki çocuk öyküleri
Turgut Yıldız
TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü
TNT, dinamizmini koruyor
7-10 ve 11-14 yaş grupları arasındaki ilköğretim öğrencileri
arasında düzenlenen ‘İşte Benim Öyküm’ yarışmasına bu yıl 245
öykü katıldı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Zeytinburnu
Şubesi ve Şişli Belediyesi Bilim Merkezi işbirliğiyle ikinci kez
düzenlenen yarışmada en iyi öyküler seçildi.
Dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik gelişmeler bazen kaygı verici olsa da, gerek
Türkiye’nin dinamiği gerekse şirketimizin
tecrübeleri ve gücü bizi rahatlatmaktadır. Yine bu yıl da büyümeye devam eden
TNT Türkiye, sektörde hizmetleriyle öncü
olmaya devam ediyor. Hizmet kalitesinin
yanında takip ve çözüm üretme de müşterilerimizin beklentilerindendir. Bunda
başarılı olmak, rakiplerin önünde olmak
demektir. Artık satış sonrası hizmetler,
müşteriler için çok daha önemlidir.
Günümüzün şirketleri için bir diğer önemli konu da toplum için neler yapıldığıdır.
Global ısınmaya neden olan faaliyetlerin
azaltılması ve mümkünse durdurulması,
içinde bulunduğumuz topluma en önemli pozitif katkılardan birisidir. Biz, bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getiriyoruz. Çevreci araçlarımızın sayısı giderek artmaktadır ve TNT, bugün dünyanın
en büyük elektrikli araç filosuna sahip şirketi olmuştur. Topluma fayda konusunda
1 Haziran’da tüm dünyada açlıkla savaş
için TNT ile birlikte 250 bin kişi yürüdü, 1
milyon dolar yardım toplandı. Bu, 20 bin
çocuğun bir yılllık yiyecek ihtiyacını karşılıyor. Konuyla ilgili çalışmalarımız her
zaman için gurur kaynağımız olacaktır.
00
Bu yıl ikincisi düzenlenen ‘İşte Benim Öyküm’ yarışmasında 7-10 yaş grubunda, Kastamonu Atatürk İlköğretim Okulu’ndan
Beyza Nur Ekiz ‘Çiçekle Su’ hikayesiyle birinci, Hakkari Cumhuriyet İlköğretim Okulu’ ndan Mihriban Yılmaz ikinci ve Kars
29 Eylül İlköğretim Okulu’ndan Şeyda Nur
Yıldız üçüncü oldu. Hakkari Derecik Şehit Gaffar Okan Yatılı İlköğretim Bölge
Okulu’ndan Yalçın Tekin ise ‘Billur Top Jüri
Özel Ödülü’ne layık görüldü.
06
11-14 yaş grubu kazananları
11-14 yaş grubunda ise, İzmir Büyükkale
Mediha İçel İlköğretim Okulu’ndan Rabia
Yazganoğlu ‘Fedakar Anne’ hikayesiyle birinci, Mersin Kuşkan İlköğretim Okulu’ndan
Rabia Akdi ‘Bir Genç Kızın Hayali’ hikayesiyle ikinci ve Şırnak Atatürk İlköğretim
Okulu’ndan Vicdan Songuralp ‘Küçük Balık
ile Su’ hikayesiyle üçüncü oldu. Trabzon Osman Altıntaş İlköğretim Okulu’ndan Nisa
Nur Keskin ise jüri özel ödülünü aldı.
Açlığa karşı
yürümeye devam
1 Haziran günü TNT çalışanları için sıradan
bir gün değildi. Çünkü onlar her gece aç
yatmakta olan 800 milyon insanın seslerini
daha gür duyurmak için şehir merkezlerinde buluştu. Her ülkenin kendi yerel saatiyle saat 10.00’da başlattığı sembolik yürüyüş, günün başladığı ve bittiği yer olan
Yeni Zelanda, Auckland’de yapıldı. Gün
boyunca ‘dünya’ dönüşünü sürdürürken,
TNT çalışanları 24 saatlik dilimde, 24 saat
boyunca yürümüş oldu.
TNT Ekspres Türkiye çalışanları da aileleriyle birlikte yaklaşık 450 kişi ‘Dünyayı
Yürüyelim’ projesi için Caddebostan’dan
Suadiye’ye kadar yürüdü. Dünya çapında
750 binden fazla TNT çalışanının katılımıyla gerçekleşen ‘Dünyayı Yürüyelim’ projesinin okul beslenme programına yapacağı
katkının 5 milyon euro’nun üzerinde olması bekleniyor.
Peter Bakker
Peter Bakker
TNT Ekspres CEO’su
TNT artık elektirikli
TNT artık elektrikli. Birleşik Krallık ve Hollanda’dan sonra artık Çin’de de şehir içi yoğun
bölgelerde elektrikli dağıtım araçları kullanıyoruz.
Almanya’da sıkıştırılmış doğalgazla çalışan araçların, Hollanda, Fransa, Brezilya ve
Hindistan’da ise biyoyakıtlı araçların pilot çalışmalarını yapıyor olsak da şehirlerde ve
kasabalarda dağıtım amacıyla çalışan araçlarımız için en çevreci seçeneğin elektrik olduğuna inanıyoruz.
Size bu satırları, Çin’den döner dönmez yazıyorum. Wuhan kentindeki otomobil üreticisi
Dong Feng’in ürettiği iki elektrikli kamyonun, Çin’deki meslektaşlarımızca testlerden geçirilmesini yerinde inceledim. Elektrikli araçlar, Çin’in hızla büyüyen mega kentlerindeki
hava kirliliğini azaltmakta büyük rol oynayacaktır.
Diğer taraftan Birleşik Krallık’taki kentler ve kasabalarda kullanılması için 100 adet Newton marka elektrikli kamyon siparişi verdiğimizi bir kez daha hatırlamak istiyorum. Ben
de önümüzdeki haftadan itibaren Birleşik Krallık’a geçip şimdiye kadarki en geniş elektrikli araç filomuzun hizmete alınışına şahit olacağım.
Birleşik Krallık’taki elektrikli kamyonları ilk olarak Londra’da test etmeye başlamıştık.
Geçen 18 ay içinde, Newton elektrikli kamyonların fizibilitesini ortaya çıkardık. Fiyatları
sıradan kamyonlara göre neredeyse iki kat pahalı olsa da işletme maliyeti bu farkı tümüyle ortadan kaldırıyor. Öncelikle, bir Newton kamyonu bir hafta çalıştırmanın maliyeti
40 sterlin civarındayken, aynı tonaja sahip bir dizel kamyon için 230 sterlin ödeniyor. Son
olarak, hareketli parçaların azlığı, bakım maliyetlerinin daha düşük, araç ömrünün sıradan kamyonlara göre daha uzun olmasını sağlıyor.
Verdiğimiz 100 araçlık sipariş, TNT’yi bu alandaki çalışmaların liderliğine getiriyor. Ayrıca
dünyanın en temiz ve en yeşil ekspres dağıtım şirketi olma kararlılığımızı da pekiştiriyor
ki, bununla gurur duyuyorum.
07
08
Çevre
Dört teker üstünde geleceğe yolculuk
Küresel enerji sıkıntısının yanında çevreye verdiği zararlardan dolayı fosil yakıtlarla çalışan
araç sayısının git gide azaltılması hedeflenirken onların yerini alacak olan alternatif yakıtlı
araçlar şimdiden test sürüşlerine çıktı bile!
Karayolu taşımacılığı havaya bıraktığı benzin, bütadien, karbonmonoksit, nitrojen oksit ve
partiküller nedeniyle yerel emisyonun bir numaralı kaynağı konumunda. Araçların neden
olduğu hava kirliliğinin insan sağlığına olumsuz etkileri giderek artıyor. Solunum rahatsızlıkları, kardiyopulmoner hastalıkları ve akciğer kanseri vakalarında emisyonun etkilerine
rastlanılıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada 0-4 yaş arasındaki 13 bin çocuk hava
kirliliği nedeniyle hayatını kaybediyor. Örgüt, hava kirliliği seviyeleriyle ilgili olarak AB’nin
belirlediği kriterlere uyulması durumunda 5 bin hayatın kurtarılabileceğini söylüyor.
Tüm bu uyarılara ve gelişmelere rağmen dünya halen enerji gereksinimlerini yüzde 80
oranında fosil yakıtlardan karşılıyor. Çünkü benzinle çalışan araçlar günümüzde insanlığın temel gereksinimleri arasına girmiş durumda. Bununla birlikte belki hidrojenin, güneş enerjisinin veya elektrik enerjisinin araçlarda kullanımının yayılması için yıllar geçecek
ama alternatif yakıtlı araçlar şimdiden yollardaki yerini almaya başladı.
09
En yaygın olanı elektrikli hibrid araçlar
Çevreci araçlardan en çok tercih edileni ve
yaygın olanı hibrid özellikli olanlar. En büyük
amacı benzin sarfiyatını ortadan kaldırmak
olan hibrid, diğer adıyla melez araç teknolojisi, adından da anlaşılacağı gibi normal yakıtla elektriğin bir arada kullanımını sağlıyor.
Hibrid araçlar, 50 kilometre hıza kadar ben-
zin yakmadığı gibi kırmızı ışıkta beklerken
de CO2 salınımı yapmıyor. Bu özellikleri sayesinde kullanıcıya tasarruf ettiren hibrid araçlar, çevreye de daha az zarar veriyor. Hibrid
araçların emsallerine göre tek farkıysa fiyatı.
Çevreye zarar vermeyen teknolojik çevre yakıtlarının en büyük sorunu da bu. Pahalı olmasından dolayı yaygınlaşamayan bu enerji
türlerinin insan hayatına entegrasyonu için
öngörülen en yakın tarih ise 2020.
Adı üstüde; alternatif yakıt
Alternatif çevreci yakıtların da kendi aralarında seçenekleri bulunuyor. Gelecekte yaygın
kullanımı öngörülen güneş enerjisi, araçların
benzinle bir arada kullanımına olanak sağlıyor. Aracın üzerine ve uygun bölümlerine
yerleştirilen enerji panelleriyle birlikte ışınların enerjiye dönüşümü gerçekleşirken araç
aynı zamanda farklı bir fosil yakıtı daha kullanabiliyor. Yeni nesil çevreci araçlardan bir
başkası da rüzgar türbinlerinin kattığı enerjiyi kullanıyor. Ayrıca şarj edilebilen güneş
enerjisi pilleriyle çalışan araçlar da ilerleyen
yıllarda trafikte karşımıza çıkacak.
Suyla araba çalışır mı demeyin, çalışıyor…
Biraz fantastik bir seçenek gibi görünse de,
denemeler sonucu su ve elektrik ile çalışan
araç alternatifleri de bulunuyor. Sistem şöyle çalışıyor: Pistonların havayla dolmasının
ardından elektrik veya mazotla açığa çıkan
enerji depolanıyor. Daha sonra su sisteme da-
10
Çevre
Yeşil sürüş için ipuçları
• Ani kalkış ve agresif sürüşten kaçının.
• İleriyi düşünün. Duracağınız yerleri tahmin etmeye çalışın ve aracınızın olabildiğince kendi kendine hareket etmesini sağlamaya çalışın.
• Hız limitlerini dikkate alın! Saatte 75 km
hızla gitmek, saatte 65 km hıza göre yüzde
10 oranında daha fazla yakıta mal olacak
ve pek çok aracın havayı çok daha fazla
kirletmesine neden olacaktır.
Hibrid araçlar, 50 kilometre hıza kadar benzin yakmadığı gibi kırmızı ışıkta
beklerken de CO2 salımı yapmıyor.
hil oluyor. Buharlaşan su yakıtın daha çabuk
yanmasını sağlarken araca da olumlu katkıda bulunuyor. Suyla çalışan araçlarda motor
gücü artarken aynı zamanda yüzde 50’nin
üstünde yakıt tasarrufu sağlanıyor.
değiştiriyor. TNT, dünya çapında kafilosuna
her gün yeni çevreci araçlar ekliyor. Son olarak Londra’daki şirketine 100 araç dahil eden
TNT, bir taraftan da yaptığı uçuşların CO2 salınımına göre ağaç dikmeye devam ediyor.
TNT çevreci araçları destekliyor
Çevreci araçlar konusunda Avrupa Birliği de
bazı çalışmalar gerçekleştiriyor. En ciddi adımı doğaya zarar veren otomobillerin üretimiyle ilgili getirdiği şartlarla atan AB, 2012
yılından itibaren üretilen otomobillerde CO2
salınımının 120 gramdan daha az olmasına
karar verdi. Çevreci araçların kullanımının
yaygınlaşması biraz da şirketlerin katılımıyla
gerçekleşebilecek. Zira İstanbul trafiğinde dolaşan 2 milyondan fazla aracın yaklaşık yüzde
20’sini özel şirket araçları oluşturuyor. Bu şirketlerden biri de TNT. Ekspres taşımacılık sektörünün dünya çapındaki firmalarından biri
olan TNT, sosyal sorumluluk çalışmaları doğrultusunda filosunu hibrid model araçlarla
• Mümkün olduğunca iş çıkışı saatlerinde
trafiğe çıkmaktan sakının. Dur-kalk sürüşler emisyonun çok daha büyük oranlarda
gerçekleşmesine neden olur.
• Yolculuklarınızı birleştirin. Isınmış motorlar çok daha az hava kirliliğine neden
olurlar, böylece kısa yolculukları bir araya
getirmek büyük bir fark yaratabilir.
• Aracınızı her zaman yüksek viteste kullanmaya çalışın. Bu, devir sayısını düşürecek, böylece yakıt kullanımını azaltacak ve
motor daha az yorulacaktır.
• Klimayı kullanmadan önce aracınızın içini pencereleri açarak soğutmayı deneyin.
• Yeni model araçların pek çoğu ısınmadan hareket etme yetisine sahiptirler ve
çalışırken otomatik gazı kullanırlar. Bu nedenle aracınızı çalıştırırken gaz pedalına
basmayın.
11
TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü Turgut
Yıldız, 22 yıldır görev yaptığı kuruma yansıttığı vizyonunun yanı sıra pek çok sivil toplum
kuruluşunda da önemli görevler üstleniyor.
Kal-Der Yönetim Kurulu ve TÜGİAD Onur
Üyesi olan Yıldız, Sürdürülebilir Kalkınma
Derneği’nin de başkanlığını yapıyor. Turgut
Yıldız’la kişisel vizyonunu, bu vizyonun temelini oluşturan yaşam standartlarını ve hobilerini konuştuk.
20 yıldır TNT’de görev yapıyorsunuz.
Türkiye’de ekspres taşımacılık nasıl bir süreç
izledi. Şimdi nerelerdeyiz? Bunu değerlendirir misiniz?
20 yılda çok şey değişti. Türkiye’de 20 yıl önce
sektörümüz de tanınmıyordu. Oysa bu sektör
12
Röportaj
“Türkiye’deki hizmet kalitesi
Avrupa’da bile yok”
TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü Turgut Yıldız, Türk göndericilerin yüksek kalitede servis ve hizmet talebinin TNT Ekspres Türkiye’yi dünyanın en kaliteli servis sağlayıcı şirketlerinden biri yaptığını söylüyor.
önemli bir ihtiyaç… Çünkü taşımacılık işleminin hızlı bir şekilde yerine getirilmesi dünyada büyük önem taşıyor. Bizim yaptığımız işin
önemli bir özelliği de ihracatta bir numunenin hızla yerine ulaştırılması sonucunda, ihracat sektörüne rekabet gücü kazandırmak.
Geçmiş dönemlerde bu görülmüyor ve bilinmiyordu. O dönemde yurtdışına gidecek bir
gönderi, normal yollarla; çoğu zaman karayoluyla, nadiren hava yoluyla yapılıyor ve uzun
zaman alarak gerçekleşiyordu. 20 yıl önce
sektörü incelediğimde lojistik sektörü ve bunun içindeki tüm kolların zamanla çok daha
önemli hale geleceğini gördüm. Bu önem zaman içinde daha çok algılandı, ortaya çıktı ve
gelecekte de artarak sürecek. Çünkü dünya
gittikçe globalleşiyor.
Türkiye için sektörün tanınması ve öneminin
kavranması ne tür sonuçlar doğurdu?
Sektörün tanınması Türkiye’nin ihracat kapasitesini artırdı. Çünkü sektörümüzün avantajını kullananlar rakiplerinin önüne geçmeye,
uluslararası alanda rekabet edebilir hale gelmeye başladı. Örneğin Yunan tekstilciyle rekabet halinde olan Türk tekstilcisi, Avrupa’daki
büyük satın alıcıya numunesini aynı şartlara
ve hıza sahip olarak gönderebilir hale geldi.
Ekspres taşımacılık Türkiye’deki her sektörde
ihracattaki rekabet gücünü artıran bir etken
oldu. Sektörün önemli bir özelliği de 20 yıldır
heyecanını hiç kaybetmemiş olmasıdır. Çünkü
20 yıldır ihracata ivme kazandıran özelliği nedeniyle Türk ihracatçısının gözdesi ve önemli
bir aracıydı. Bu halen böyle… Çünkü Türkiye
13
ihracatta daima rekor kırmak için uğraşan bir
ülke…
20 yıldır azalmayan heyecanınızı, bahsettiğiniz önemden kaynaklanan müşteri beklentileri mi sağlıyor?
Başından beri Türk göndericiler, yüksek kalitede servisi arzu ve talep ettiler. Son anda,
en zor şekilde de olsa gönderilerinin ulaştırılmasını beklediler. Daima, bir nevi mucize
istediler… Çünkü işin yapılacağını, gerçekleşeceğini biliyorlar. İstiyorlar ve biliyorlar ki,
biz bunu yapacağız. Buradaki ilişki ve güven
karşılıklı. Ama diğer Akdeniz ülkelerinde bizdeki kadar yakın bir ilişki yok! Diğer yandan,
sektörün çok önemli bir iş yaptığını görüp,
bu yaptığı işten en iyi şekilde yararlandılar
Dünyadaki anlayış tamamen değişti.
Eskiden şirketlerin amacı kendi kârıydı, artık değil! Kârın dışında geleceği
ve gelecekte ürün satabileceği insanı
da düşünmesi gerekiyor.
ve çok iyi bir servis aldılar. Bu servisin kalitesi Türkiye’nin üç kıta; Avrupa, Asya ve Afrika
hiç azalmadan bugüne kadar geldi ve devam açısından konumunun önemi nedir? Çin’in
ediyor.
Afrika’ya yapmış olduğu yatırımlar dünya
ekonomisi açısından ne anlam taşıyor?
Akdeniz’den farklı bir yöne geçecek olursak... Ortada bir gerçek var: Çin neresi, Afrika neTNT Çin’e de yatırım yapıyor. Türkiye’den de resi! Ama orada yatırım yapıyorlar. İşte bu
seferlere başladınız...
bir fırsat ve ileriyi görme meselesidir. Sadece
1 milyarı aşkın nüfusuyla Çin önemli bir ak- iş adamları için söylemiyorum. Ülke olarak,
tör… Yakın zamana kadar Çin dünya ticareti- devlet olarak bakmak gerekiyor. Çünkü bu
nin içinde yoktu, kapalı bir ekonomiydi. Son bir politika… Elbette bizim Avrupa ve ABD iş
yıllarda hâlâ kendine özgürejimini devam et- ortaklarımız, buralarla zaten ticaretimiz var
tirmesine rağmen Dünya Ticaret Örgütü’nün ve artırarak devam ettireceğiz. Ama dünya
bir üyesi olarak ticarete açıldı. Bugün ulusla- durmuyor! Bu ticareti devam ettirirken yerarası şirketler Çin’de yatırım yapıyor. Çin’in nilikleri de görmek lazım. Şirketler gibi devde diğer ülkelerde yatırımları var. Doğru bir letlerin, geleceğin uzun vadeli stratejilerini
yaklaşım olarak Afrika’da yatırımlarda bulu- oluşturması lazım. Örneğin “Yaşlı Avrupa binuyorlar. Çünkü Afrika geleceğin kıtası…
zim mallarımızı ne kadar süre daha alacak?
14
Bizim genç nüfusumuz gelecekte nerelere
daha çok üretim yapmalı?” açılımlarını görmeleri gerekiyor. Dolayısıyla Çin’in Afrika’yla
ilgili bu görüşünü takdirle karşılıyorum. Türkiye ise belirttiğiniz gibi çok önemli bir konumda bulunuyor. Bunu çocukluğumuzdan
beri “Türkiye bir köprüdür” diye bütün kitaplarda okutuyorlar. Coğrafi, ekonomik ve
kültürel olarak bu doğru ama bir türlü helvayı yapamıyoruz! Çünkü bazı konularda çoğa
tamah edip eldeki bulgurdan oluyoruz.
Sizin ağzınızdan ‘ekonomi ve çevre’ kelimelerini sık sık bir arada duyuyoruz. Aynı zamanda Sürdürülebilir Kalkınma Derneği başkanısınız. Sürdürülebilir kalkınma açısından
bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Röportaj
Kediler çok yumuşak, çok tatlı varlıklar. Eve
geldiğimde mutlaka onunla bir süre zaman geçiriyorum ve bu beni çok rahatlatıyor. Kedinin
insanı psikolojik açıdan rahatlatan bir özelliği var.
İnsanın ev hayatındaki bu huzuru iş hayatına da
taşıyabilmesi ve iş hayatında da gerginlikten uzak
durabilmesi, dostça arkadaşça bir ortam oluşturabilmesi başarıya önemli bir katkı yapıyor.
Dünyada nüfus artıyor ve nüfus arttıkça ticaretin artacağını var sayıyoruz. Nüfusun
artmasıyla ticaret ve dünyadaki şirketlerin
varlığını sürdürme ortamı da olacak. Ama bu
ortamın sürekli olması için, nüfusun sağlıklı,
eğitimli, satın alabilir ve sorunlardan arandırılmış olması şart. Bunu sağlamak için de ilk
önce çevreyi düşünmek gerekiyor. Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, önceliği iş dünyasına
vermek üzere, diğer sivil toplum kuruluşları,
belediyeler ve devletle birlikte sürdürülebilir
kalkınma kriterlerini yerleştirmek için kurulmuş bir dernek. Temelde üç kriteri ele alarak
çalışıyor: Ekonomi, toplum ve çevre… Bu üç
kavramın eşgüdüm içerisindeki kontrolüyle
sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşebileceğini vurguluyor.
Seyahate meraklı olduğunuzu biliyoruz. Ama
gideceğiniz yerlere öncesinde bir sanal keşif
uçuşu gerçekleştirdiğinizi de duyduk.
Flight Simulator benim bir diğer hobim. Mesela Hollanda’da bir toplantımız oluyor. Ben
bir gün önce simülatörle o uçuşu gerçekleştiriyorum. Toplantıya giderken de aşağı bakıp
simülatörde gördüklerimi yaşıyorum tekrar.
Gerçekten çok hoş oluyor. İş seyahatim çok
fazla… Ama bu yolculuklarda seyahat ettiğimi bile anlamıyorum. Ancak bunun dışında
da aile olarak seyahati çok seviyor ve birlikte gerçekleştiriyoruz. Bunlar ailemle birlikte olabildiğim değerli zamanlar. Gittiğimiz
yerleri de özenle seçmeye çalışıyor ve değişik
kültürler olsun istiyoruz. Japonya, Küba, Tanzanya gibi…
15
Ailede, herkesin üzerinde, ailenin efendisi bir
kral da var! Biraz da ondan söz edelim mi?
İsmi Şanslı! Gerçekten onu çok seviyoruz. Tabii kedilerin farklı bir özelliği var. Kedi insanın sahibi olarak görür kendini. Son derece
cana yakın bir hayvandır ve bu özelliği ile siz
onu yönetemezsiniz ama o sizi yönetir. İstediğini yaptırır. İşte sözünü ettiğiniz krallık
da buradan kaynaklanıyor. Onun temizliğini
yapıyorum, tüylerini fırçalıyorum ama bundan da büyük zevk alıyorum. Kedinin insanı
psikolojik açıdan rahatlatan insana huzur
veren bir özelliği var. İnsanın ev hayatındaki
bu huzuru iş hayatına da taşıyabilmesi ve iş
hayatında da gerginlikten uzak durabilmesi,
dostça arkadaşça bir ortam oluşturabilmesi
başarıya önemli bir katkı yapıyor.
“Mükemmelin peşindeyiz”
Autoliv Cankor Genel Müdürü Mustafa Alaca, şirketinin sektörde bir öncü olacağını, bunu da ikinci ünitesi bu yıl hizmete giren Teknoloji Merkeziyle yapacaklarını söylüyor. Alaca, bu hedefi gerçekleştirmedeki aracılardan biri olan taşımacılık hizmetinin de kusursuz olması gerektiğine dikkat çekiyor.
2007 yılında 17’nci olarak ‘İlk 100 İhracatçı
Firma’ arasına giren Autoliv Cankor, emniyet
kemeri, hava yastığı ve direksiyon üretiminde
Türkiye’nin lideri. Ekspres taşımacılık hizmetlerinde TNT Ekspres’i seçen Autoliv Cankor’un
Genel Müdürü Mustafa Alaca’ya bir yatırım
lokasyonu olarak Türkiye’nin ve bir taşımacılık hizmetleri sağlayıcısı olarak TNT’nin önemini sorduk, şirketin hedeflerini dinledik.
Türkiye’nin Autoliv için önemi nedir? Bir üretim lokasyonu olarak Türkiye’nin nasıl bir
avantajı ve vizyonu var?
Autoliv Cankor yüzde 100 yabancı sermayeyle Türk Otomotiv ana Sanayisine hizmet
verdiği gibi, başta Batı Avrupa olmak üzere
dünya üzerindeki birçok tedarik noktası için
Türkiye’den emniyet kemeri, hava yastığı ve
direksiyon simidi üretimi yapıyor. Global bir
kimliğe sahip olan Autoliv, Türkiye’nin sağladığı rekabet olanaklarını yine ülkenin avantaj ve dezavantajlarıyla değerlendirmeye alarak yatırımlarını yönlendiriyor. 1999’dan bu
yana gelişimini sürdüren Autoliv’in Türkiye
organizasyonu 2007 yılında bir başka önemli adım daha attı. Türkiye’nin yerel ve global
projelerde prototip, simülasyon ve testler de
dahil olmak üzere mühendislik olanaklarının
artmasını sağlayacak olan ATE (Autoliv Gebze Mühendislik Merkezi) GOSB Teknopark’ta
çalışmalarına başladı. Bu kapsamda simulasyon çalışmaları başta olmak üzere prototipleme ve benzer uygulamalarının da yer alacağı
bu teknoloji merkezinde iki yıl içinde yapıla-
16
cak genişlemeler ve yatırımlarla yalnızca yurt
içi projelere değil, Avrupa’daki diğer üretim
merkezlerine de hizmet verilmesi hedeflendi.
2008 yılında ikinci ünitesi de hizmete giren ve
bu yılın sonunda 200 mühendisin çalışacağı
yeni teknoloji merkeziyle Autoliv Avrupa’nın
AR-GE faaliyetlerinde çok önemli bir rolü
üstlendik. Yarattığımız nitelikli işgücü ve
ekipte oluşan sinerji ve dinamizmle ülkemizin, otomotiv sektörünün bu alandaki öncü
kuruluşlarından biri olmayı hedefliyoruz. Son
dönemde AR-GE teşvikleri ümit verici. Ancak
bunların sunumu ve yaygınlaştırılması etkin
konuma geçirilmesi gerekiyor. Autoliv olarak
bu alanda da Türkiye’ye yatırım yapma kararı
aldık ve GOSB Teknopark’ta kurulan bir mühendislik şirketinde, emniyet kemeri ve hava
İş ortaklarımız
ediniyor. Ayrıca eğitime kriz döneminde dahi
ara vermiyoruz ve her çalışanın ihtiyacı doğrultusunda gerekli teknik veya yönetsel eğitimi almasını sağlıyoruz.
Yüzde 100 yabancı sermayeli, uluslararası bir
şirket olarak sizin için taşımacılığın önemi
nedir? Bu doğrultuda ekspres taşımacılık hizmet sağlayıcınızdan beklentileriniz neler?
Yoğun bir şekilde ithalat ve ihracat yapan firmamız için taşımacılık öncelikli önem taşıyan
unsurlardan biri. Yoğunluk olarak karayolu
taşımacılığını kullandığımız düşünülürse, ekspres taşımacılık, acil yüklerimizde karayolunu
desteklemek amacıyla daha da önem kazanıyor.
Bu bağlamda Autoliv, TNT Ekspres’i seçerken
hangi kriterleri göz önünde bulundurdu?
TNT Ekspres, Autoliv Cankor için nasıl bir çözüm ortağı?
TNT’nin dünyanın her ülkesinde servis ağının
bulunması, ekspres taşımacılıkta en iyi birkaç
firmadan biri olması, işlerimizde değişik çözümler bulması ve müşteri odaklı çalışması...
Bu özellikler bizim için öne çıkan kriterlerdi.
Burada en önemli unsurlardan biri de; otomotiv sektörünün kendine özgü bir lojistik
yapısı vardır ve TNT, bu alanda deneyimli bir
küresel oyuncu olarak üzerine düşeni yapmaktadır.
yastığı ürün geliştirme projelerine başladık.
Ayrıca bu kapsamda laboratuarlarda gerçekleştirilen ek yatırımlarla olanaklar artırılıyor.
Üretim dalımız montaj sanayi içinde yer aldığından, işçilik değerleri Autoliv için ana parametrelerden...
Türkiye’nin ihracat konusunda yeni bir hedefi var mı?
Autoliv Cankor, 2001’de başladığı ihracat
projelerini yoğunlaştırarak AB ülkeleri için
emniyet kemeri üretmeye başlamıştı. Autoliv Cankor 2008’in ilk altı ayında 56 milyon
euro’luk ihracata ulaştı. Uyguladığı üretim
Tüketicinin beklentilerini göz önünde bulun2007 de ulaşmış olduğunuz ihracat seviye- teknolojileri ve kalite yaklaşımıyla da seçkin
durduğumuzda zamanlama bu beklentiler
siyle büyük bir başarı elde ettiniz. Bu başa- bir konumda olan şirketimiz personel ve inarasında nasıl bir yer tutuyor?
rının sırrı nedir size göre? Autoliv Cankor san kaynakları politikalarında da açıklığı ilke
‘Tam Zamanında Teslimat’ yani JIT; müşteriye
kazancın yanı sıra güven veriyor. Bu güvenle
birlikte müşteri-imalatçı ilişkisi çok daha sağKaliteye verdiği önemi her yıl düzenlediği ‘Kalite Günü’ ile gösteren lam bir yapı oluşturuyor ve potansiyel işlerin
Autoliv Cankor, çevreye de duyarlı. Şirket, bu yıl Kocaeli Sanayi alımında imalatçı adına öncelikli bir durum
Odası tarafından Şehabettin Bilgisu Çevre Ödülü’ne layık görüldü. ortaya çıkarıyor.
17
18
9
0’lı yıllarda, binlerce kilometre uzakta
yaşayan, daha önce karşılaşmadığımız
ve büyük olasılıkla ömür boyu tanımayacağımız insanlarla yerimizden kıpırdamadan iletişim kurmak, onlarla sanal dünyada
sohbet etmek oldukça şaşırtıcı gelmişti. O
şaşkınlığın şokunu yaşarken küresel dünyaya
devasa bir kapının yavaş yavaş aralandığını
fark edememiştik belki de. Yeni dünyaya açılan bu kapı, yepyeni bir mecra, farklı ve uçsuz
ilan ediliyor... Sanal ortamda kurgulanan ve
hayata geçen projelerden geriye sadece imajların kalıyor oluşu da işin maliyet boyutunda
daha ‘minimal’ bir fatura çıkmasına imkân
tanıyor. Üstüne üstlük internet mecrasını ilgilendiren bu yatırımlara ayrılan bütçe, istihdam ve mesai, başka hiçbir mecrada olmadığı
kadar büyük oranlarla her geçen yıl nitelik ve
nicelik olarak kendini katlıyor, pastadaki payı
giderek büyüyor.
İnternet iş süreçlerinizin neresinde?
İnternet, maliyetleri düşürmedeki kozunuz mu, müşterilerinize eriştiğiniz alternatif bir mecra mı?
Yoksa sizin için internet henüz hiçbir sürece dahil olmadı mı?
bucaksız okyanusa giden bir kanal anlamına
geliyordu. Bugün gelinen noktada açılan bu
kapı aralandı, aralandıkça içeriye daha fazla
ışık bıraktı ve kapının ardından daha geniş
ufukları gösterdi. Yıl şimdi 2008... Yapılan
araştırmalar internetin dinamizminin halen
güçlü bir ivmeyle arttığını gösteriyor ve öngörülere göre bu durum uzunca bir müddet
varlığını koruyacak. Şimdilerde internet, iyiden iyiye profesyonel bir kimlikle nüfuz ediyor hayatımıza. Reklam, pazarlama ve satış
departmanları internetin altını üstüne getiriyor, internet mecrası ekseninde stratejiler
geliştiriliyor. Mikro ve makro sitelerle kampanyalar duyuruluyor, internet kullanıcısına
özel satış stratejileri planlanıyor, marka reklamları en çok tıklanan internet sitelerinden
19
KOBİ’ler internetle buluşuyor
TNT’nin yurtdışı gönderilerini TNT Ekspres
Türkiye ile yapan küçük ve orta ölçekli firmalar için verdiği ücretsiz internet sitesi
hizmeti, müşterilerini sanal alemle buluşturuyor. Bir internet sitesi sahibi olmak isteyen TNT müşterilerinin web sayfası tasarımı, DNS, web hosting gibi hizmetlerden
yararlanabilmeleri için birer web alan adı
almaları yeterli oluyor. TNT müşterisinin
talepleri doğrultusunda gerekli güncelleştirmeleri yapıyor. İçerik hizmetinin de
sunulduğu TNTKobiweb hizmetiyle ilgili
detaylı bilgi www.tntkobiweb.com adresli
internet sitesinden alınabilir.
TNT, müşterisini web’de karşılıyor
Artık büyüklü küçüklü her şirket, internette kendine bir yer ediniyor. Çünkü müşterihizmet veren buluşmasının müşteri tarafının
alacağı hizmetle ilgili araştırma yaptığı, kulak
kabarttığı en önemli mecralardan biri; web
teknolojisi... TNT Ekspres Türkiye Bilgi ve Haberleşme Sistemleri Direktörü Oğuz Tüzün,
iş dünyasının içinde bulunduğu alternatifler
devrinin teknoloji için de geçerli olduğunu
söylüyor ve teknoloji alternatiflerinin paydaşlara yeni değerler kazandırılmasında da
oldukça önemli olduğunu belirtiyor. “Müşterilerimize sunacağımız katma değeri olan
alternatif hizmetler, rakiplerimizin bu hizmetleri sunup sunmadıklarına da bağlı olarak
şirketimizin rekabetçi yanını güçlendiriyor.
Burada, teknolojik yeniliklerle müşteri beklentilerinin örtüşmesi çok önemli bir nokta...
Ayrıca yeni teknolojinin kısa ömürlü olmaması, mevcut iş süreçlerine adapte edilemeden
değişebilecek bir hızda olması gerekiyor.
sına olanak veren, ‘CIT’ (Customer Interface
Hızlı ve güvenilir teknoloji
Technology) adlı bir yapılanmaya gittiğini
söylüyor. Böylelikle TNT müşterilerinin gönTNT Ekspres’in bilişim altyapı merkezi
derileriyle ilgili tüm işlemlerini elektronik
İngiltere’de... Merkezle olan iletişim ise
ortamda çok daha kolay erişim sağlayarak yaTNT’nin faaliyet gösterdiği ülkelerde yer
pabilecekleri bir hizmet sağlandığını belirten
alan uç birimler aracılığıyla kuruluyor.
Tüzün, müşterilerin ister ofislerinde PC’lerine
‘Hub & Spoke’ formundaki bu yapılanma,
yüklenen ‘Express Shipper’ ve ‘Express Ma‘TCP / IP’ tabanlı trafiklerle haberleşmenager’ isimli paket programlarla, isterlerse
yi sağlayan bir omurga üzerine kurulu.
de www.tnt.com.tr’den ve myTNT üzerinden
TNT’nin tüm uluslararası bağlantılarında,
TNT ile ilgili tüm işlemlerini yapabildiklerini
‘MPLS’ ve ‘Frame Relay’ haberleşme teknosöylüyor. Kurumsal müşteriler için özel olarak
lojileri kullanılıyor. 10 binden fazla CISCO
geliştirilen ‘Express Connect’ isimli ürünle inRouter, 100 binden fazla kullanıcı ve günternet siteleri arasında kurulacak arabirimler
lük 10 milyon veri işlem hacmiyle TNT Bilgi
sayesinde XML formatlı veri alışverişi sağlanaSistemleri, dünyadaki ilk 10 ticari bilişim
bildiğini belirten Tüzün, “Bu sayede internetağından birine sahip.
ten sipariş veren bir tüketicimiz, seçmiş olduğu ürünün teslimatıyla ilgili işlemleri TNT’nin
internet sitesine hiç girmeden direkt olarak Avrupa’yı geriden takip etse de kullanıcı saalışveriş yaptığı firmanın internet sitesinden yısındaki artış oranları ve bu doğrultuda şirketlerin internet reklamcılığına ve internet
yapabiliyor” diyor.
üzerinden pazarlama kanalına ayırdığı bütçeler her yıl büyük oranlarda artıyor. Son üç
Mecra olarak internet
Oğuz Tüzün, TNT’nin yeni teknolojinin sağ- Türkiye, her ne kadar internetin bir iletişim yıla bakıldığında 2005’te Türkiye’den 10.5
ladığı olanakları en verimli şekilde kullanma- aracı olarak kullanılması açısından ABD ve milyon kullanıcı internete erişirken bu rakam
20
Kapak
2006’da 16 milyona, 2007 yılında ise 21 milyona ulaştı. 2005 yılında 15 milyon YTL’lik bir
hacme sahip internet reklamcılığının parasal
hacmi ise 2006 yılında 22 milyon YTL’ye, 2007
yılında ise yüzde 100’e yakın bir artış oranı
gerçekleştirerek 40 milyon YTL’ye yükseldi.
İnternet reklamcılığı alanında hizmet veren
Zap Medya İnternet Ajansı’ndan Research
Direktörü Tuncay Yavuz, internet mecrasının
Türkiye’ye has bazı artı ve eksi yönleri olduğunu söylüyor. Yavuz, Türkiye’nin artı yönleri arasında pazarın dinamik bir yapıya sahip
olması, kullanıcı sayısının hızla artması, reklamverenlerin internete inanmaları, kampanyaların olumlu sonuçlanıyor oluşu, ürün ve
hizmetlerin dünyayla aynı kalite seviyesinde
olması ve pazarın uluslararası reklamverenle- la kişiye gösterilmesinin, siteye olabildiğince
ri de çekmesi gibi avantajların bulunduğuna fazla sayıda ziyaretçi toplanmasının, siteyi zidikkat çekiyor.
yaret eden kullanıcıların kaydının alınmasının
ve siteden olabildiğince fazla satış yapılmasıEksi yönler arasında ise altyapının pahalı ol- nın gerekli olduğunu belirtiyor.
ması, olumsuz pr sözkonusu olması, karar
vericilerin bilgi düzeylerinin yetersiz oluşu, 2020 yılında internet
Türkiye’nin yerleşik online stratejisinin bu- Merkezi ABD’de bulunan Pew araştırma kulunmaması ve kreatif çalışmalardaki eksiklik ruluşunun bilgi işlem, politika ve iş dünyasıngibi olumsuzluklar ön plana çıkıyor.
dan 742 uzmana danışarak hazırladığı rapor,
internetin önümüzdeki 12 yılda kat edeceği
Tuncay Yavuz, bir internet sitesiyle hedefle- yol hakkında fikir veriyor. Rapora göre, uznen iletişim stratejisinde hedefi 12’den vur- manların yarısından fazlası internetin gelecemak için olmazsa olmaz bazı kuralların da al- ği hakkında olumlu görüş bildirirken yüzde
tını çiziyor. Hazırlanan internet sitesinde aksi- 46’sı olumlu görüşlere karşı çıkıyor. İnternet
yon almanın kolay, iletişim bilgilerinin açık ve sayesinde özellikle iş dünyasındaki maliyetlenet olması gerektiğini belirten Yavuz, görsel rin hızla düşeceğinin belirtildiği raporda, saetkinlik ve çizimlerle zenginleştirilen internet nal dünyalardaki ‘çevirim içi’ yaşamın ‘çevirim
sitelerinin kullanıcının daha fazla dikkatini dışı’ yaşama göre daha üretken bir yaşam stili
çekeceğini belirtiyor. Yavuz’a göre bir in- olacağı belirtiliyor. Bu sava karşı çıkan görüş
ternet sitesinin hedefine ulaşmasında doğru sahipleri ise sanal gerçekliğin üretkenliğini
medya stratejisinin de önemi büyük. Şirket- artıracağını, insan sayısının sınırlı kalacağını,
lerin web için diğer mecralara ayırdığı payla bu durumun üretkenlikle bir değişikliğe neeşit oranda bir pay tedarik etmesi gerektiğini den olamayacağını, sadece üretkenliğin bir
belirten Yavuz, markanın olabildiğince faz- alandan bir alana kayacağını savunuyorlar.
21
22
Spor
Barış meşalesinin 2 bin yıllık yolculuğu
Tarihten bugüne barışı sembolize eden Olimpiyat Meşalesi, engebeli yollardan karanlık çağlara, kan
kokan bahçelerden sesini yükseltmek isteyenlerin boykotlarına ve yeniçağın modernizasyonuna uzanan
2 bin yıllık serüveninde bu yıl Pekin’de alevleniyor.
Asırlar önce Antik Yunan’da tanrılar adına düzenlendiği tahmin mesi, maratonun iki tur daha artırılmasıyla beş gün süren bir spor
edilen Olimpiyatlar, zamanla bir spor geleneği haline gelirken pek şölenine dönüştü.
çok efsane yaşama ve olaya da ev sahipliği yaptı. Nadia
Comaneci gibi kıvrak bir jimnastikçiyi, Muhammed Ali
Yaklaşık bin yıl boyunca düzenli olarak her dört yılda bir
gibi efsane bir sporcuyu, terörizm lanetini ve daha nice
yapılan Antik Olimpiyatlar, nedeni bilinmez bir şekilde
olayı pistlerinde misafir eden olimpiyatlar 8 Ağustos’ta
M.S. 393 İmparator Theodosius tarafından sonlandırıldı.
Pekin’de sahneleniyor.
Ancak bu, olimpiyatların nihai sonu olmadı. Küçük festivaller şeklinde Yunanistan, Roma, İngiltere ve Fransa
Millattan önce 773 yılında filizlenen ve başladığı yıllarda
ülkeleri kendi sınırları içerisinde olimpiyatlara benzer
sadece maraton koşudan ibaret olan Olimpiyatlar, antik
oyunlar düzenlendi. Yerel bir festivali andıran bu orgaçağlarda yarışları kazananın ismiyle anılıyordu. O yıllarda sadece bir nizasyonlar, Fransız soyluları, Pierre Fredy ve Bardon de Coubertin’in
günde tamamlanan Olimpiyatlar, daha sonra yeni oyunların eklen- modernizasyonuna kadar düşe kalka ve uzun aralıklarla devam etti.
23
İki siyahi ABD vatandaşının, kürsüde çıplak ayakla yumruklarını göğe kaldırarak ülkelerindeki ırk ayrımını protesto etmesi olimpiyat tarihinin en büyük oyuncu protestosu olarak tarihteki yerini aldı. Bu büyük tepki sonrasında
Tommie Smith ve John Carlos isimli iki sporcu derhal Olimpiyat Köyü’nden uzaklaştırıldı.
Olimpiyatlar artık daha ‘modern’
1894 yılında Paris’te düzenlenen bir kongrede mevcut modernizasyon düşüncelerini
katılımcılarla paylaşan Coubertin-Fredy ikilisi
yaptıkları çalışmalarla ilk ‘Modern Olimpiyat
Oyunları’nın 1896 yılında Atina’da yapılmasını sağladı. Oyunların tıpkı antik olimpiyat
düzeninde olduğu gibi dört yılda bir düzenlenmesine ve gezici olarak oynanarak
Yunanistan’ın hegemonyasından alınmasına
karar verildi.
ayrıca maraton koşusunun bitişini Kraliyet
Ailesi’nin görmesi için dışarıdan başlatılması
ve bu modelin günümüze kadar uzanması bu
olimpiyatları unutulmaz kılıyor.
Bugünün sistemi 1908’de hayat buldu
4’üncü olimpiyatların en büyük özelliği günümüzdeki sistemle eş değerde olmasıydı.
İngiltere’de düzenlenen oyunlarda ‘mümkün olan sporların aynı statta düzenlenmesi’
Olimpiyat Oyunları’nın bugünkü logosu 7’nci olimpiyatlarda hazırlandı.
İlk kez Hollanda’nın Amsterdam kentinde yanan olimpiyat meşalesi ise
günümüze kadar uzanan Olimpiyat geleneklerinden bir diğeri olarak
tarihteki yerini aldı.
Türkiye ve Olimpiyatlar
Türkiye’de Olimpik hareketin başlangıcıysa
19’uncu yüzyıl ortalarına dayanıyor. Modern
sporların ülkeye girişini izleyen yıllar, aynı
zamanda Olimpiyat Oyunları’nın dünyaya
24
yayılması için yoğun çaba gösterilen bir dönemdi. Ve Türkiye bu dönemde Atina Ara
Olimpiyatları’nda gösterdiği başarıların ardından Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne
katıldı. Türkiye’de olimpiyatlarla ilgili çalışmalar Selim Sırrı Bey’in önderliğinde 1922 yılında ‘Milli Olimpiyat Komitesi’ çatısı altında
toplandı ve günümüz Türkiye Milli Olimpiyat
Komitesi’nin (TMOK) de temelleri atılmış
oldu.
Spor
1976 yılında Montreal’da düzenlenen 21’inci olimpiyatlarda genç bir Romen, o güne kadar gerçekleştirilemeyen
bir başarıya imza atıyordu. Nadia Comaneci isimli genç jimnastikçi, hakemlerin tamamından 10 tam puan alıp
altın madalya kazanırken oyunların tarihine geçiyordu.
2008 Pekin Olimpiyatları ve Türkiye
Yunan sporcu Alexandros Nikolaidis tarafından taşınan olimpiyat meşalesi, 16 il, 43 ilçe ve
4 yerleşim biriminden geçtikten sonra, Pekin
Olimpiyat Komitesi’ne verildi. Tamamlanan
meşale turunun ardından
Türkiye’den olimpiyatlara
katılacak olan kafile büyük bir basın toplantısıyla
duyuruldu. Şu ana kadar
atıcılık, atletizm, bisiklet,
boks, güreş, halter, judo,
masa tenisi, okçuluk, tekvando, yelken ve yüzme
olmak üzere toplam 12
branşta, 58 sporcudan
oluşuyor.
Sandalye,
İlk altın madalya
11’inci Oyunlar’ın Türkiye için ayrı bir önemi
bulunuyor. Türkiye Greko-Romen güreş kategorisinde Yaşar Erkan ile altın madalya kazanan Türkiye bu gururu ilk kez yaşadı.
Bir efsane doğuyor
17’nci Olimpiyatlar büyük bir efsanenin doğuşuna
sahne olmuştu. Clay ismini taşıyan ve daha sonra
Müslüman olarak ‘Muhammed Ali’ ismini alan
ünlü boksör oyunların unutulmaz olmasını sağladı.
Olimpiyatlarda ‘boykot’ modası
16’ncı Olimpiyatlar ile birlikte bir ‘boykot’ modası
tüm düzeni alt üst ediyordu. Üstelik temel mantığı barış olan oyunlar politikaya alet ediliyordu.
Boykotçu ülkeler bu eylemlerine 1988’e kadar
devam etti. IOC, ise olimpiyatları boykot eden ülkelerin oyunlara çağırılmayacağını açıkladı. 1988
yılındaki Seul Olimpiyatları’na 159 ülke katılınca olimpiyatlarda boykot olayı tarihe gömüldü.
Jensen’in ölümü ve doping
17’nci Oyunlar’da bir yaşanan talihsiz bir olay
tüm spor camiasında infial oluşmasına neden
oluyordu. Denetlenmesi bir yana kullanımı serbest olan doping, Danimarkalı bisikletçi Knut
Enemark Jensen’in yarış sırasında ölümüne neden oluyordu. Bu olay üzerine 1963 yılında Avrupa Komisyonu doping konusunu ele aldı ve
1964 Oyunları’nda denetimlerine başladı.
25
2008 Avrupa Rüya Şampiyonası’ndan geriye ne kaldı?
26
Gezi
Biz Türkler için rüya gibi bir Avrupa
Şampiyonası’ydı. Kişi başına düşen Gayri Safi
Milli Hasıla, yağmur bulutu, kültürel miras ve
doğal güzellikler zengini İsviçreliler’in 2008
Avrupa Şampiyonası maçlarında ağırladıkları
konuklardan biriydik biz de. Ve ev sahibinin
lokasyonu, sadece İsviçre’yi değil Kuzey İtalya
ve Güney Fransa’yı da gezmemize imkan tanıyacak cinstendi. Biz de fırsat bu fırsat, kirasına İsviçre Frankı ödediğimiz CH plaka kod-
yon... 26 kantondan oluşan ülkede Türk Milli
takımının gruptaki ilk ve son maçını oynayacağı Cenevre’ye inişimizle bizi konfederatif
yapının Frankofon kesimi karşıladı.
Cenevre Gölü’nün kıyısındaki bu yerleşim birimi, öğrendik ki dünyanın en pahalı 10 şehrinden biriymiş. Bunu şehre gelmeden önce
bilmemek, ilk yemek molasında şaşırmamıza
neden olsa da akşam karşımıza çıkan Portekiz
milli takımının taraftarlarını seyre dalmak,
Alp eteklerinde bir
Şampiyona hikâyesi!
9 günde 2.300 km yol, 3 Avrupa Şampiyonası maçı, İsviçre, İtalyan,
Fransız mutfakları, kültürleri ve tarihleri… 6 puan, çeyrek final,
Alpler, deniz ve göl manzaraları!
lu otomobilimizle 9 günde 2.300 km yol kat
ederek Alplerin eteğinde fır döndük, 12 şehir
ve 20’nin üzerinde yerleşim birimini ziyaret
ederek bulutların altında gölgelenen bölgeyi
keşfe çıktık.
bazı Türk taraftarların bizi gördüklerinde
verdikleri selamlara karşılık vermek, tüm parasal kaygılardan arındırarak futbol atmosferinin içine çekiverdi bizi. Kaçamayacağımız
mağlubiyetle tanıştıktan bir gün sonra gezimizin ilk bölümünü oluşturan İsviçre seyahatine başladık.
İlk durak: Cenevre
İsviçre, bağımsız devletlerin egemenliklerini
muhafaza etmek şartıyla bir araya geldikleri Bern’in rengi turuncu
bir devletler topluluğu, yani bir konfederas- Cenevre’nin 30 km kuzeyinde, Cenevre gölünün kıyısındaki Nyon, UEFA’nın da merkezi
olması nedeniyle ayrı bir önem arz ediyordu
bizim için. Pazar günü yaptığımız yolculuktan
olsa gerek, sadece dış cephesini görebildiğimiz UEFA binasını geçince, merkeze vardığımızda şehir bizi patika yollarıyla karşıladı.
Roma İmparatorluğu şehirlerinden Nyon’daki
Şato, ihtişamıyla bizi bir anlığına Orta Çağ
havasına sokuverdi. Şatonun en üst katındaki
27
hapishane ve hapishanenin içindeki hücrelerin yarattığı atmosfer Orta Çağ havasından
çıkmamızı iyiden iyiye zorlaştırdı. Nyon’dan
sonraki rotamız İsviçre’nin başkenti Bern
oldu. İsmini bir dönem bölgede ayı avlandığı
için Almanca’da ayı anlamına gelen ‘Bern’ kelimesinden aldığı söylenen şehirde İsviçre’nin
Almancı sınırına geçtiğimizi cadde isimlerinin
başındaki Rue kelimesinin Strasse kelimesine
dönüşmesinden anlıyoruz i. Bern her ne kadar
ülkenin başkenti olsa da İsviçre’nin en kalabalık şehri değil. Tıpkı Cenevre’de olduğu gibi
Bern’de de bizi tenha ve sessiz sokaklar karşıladı. Taraftarların Avrupa Şampiyonası’ndaki
maçları izlemesi için kurulan Fan Zone’a gittiğimizde turuncu rengin ağır bastığını gözlemledik. Çünkü tüm turnuvaların en renkli
taraftarlarından biri olan Hollandalılar bir
sonraki gün İtalyanlarla yapacağı karşılaşma
öncesi Bern’e ayak basmışlardı.
50 km uzaklıktaki Thun şehrini belirledik rota
olarak. Thun’un ardındaki Thunersee ve Brienzersee gölleri, bu göllerin arasındaki Interlaken isimli yerleşim birimi keşif için oldukça
cazip görünüyordu. Üstelik bu göllerin etrafında kıvrılan Alpler’in etekleri ve İsviçre yönetiminin sunduğu teleferikle dağa tırmanma imkânı yeni bir deneyim vaat ediyordu:
Göğe yükselmek, binlerce metre yükseklikten
yeryüzünü izlemek!
testinin ardından mönüde Bern spesiyalinin
yeşil fasulyeyle servis edilen et ve şarküteri
ürünlerinden oluşan Bernerplatte olduğunu
öğrendiğimizde epey geç kalmış olduğumuzu
fark ettik. Çünkü Rösti tıka basa doyurmuştu
bile. İsviçre’nin en meşhurlarından biri olan
fondüyü ise yoğun peynir kokularının mideBern’de bir ‘rösti’ akşamı
de yarattığı hezeyandan ötürü cesaret edip
Akşam Bern’e döndüğümüzde hedef İsviçre de tadamadık.
mutfağının lezzetlerini tatmaktı. Restoran
mönülerindeki isim-fiyat karşılaştırmaları bize Kolomb’un topraklarının keşfi
sağlıklı fikri vermeye yetmiyordu. Gözümüze Basel’deki İsviçre-Türkiye maçındaki birinilişen bir tabağın sahibi, restoranın sokak ci geri dönüş mucizesini izledikten sonra
masalarında oturan bir grup Hollandalı’ya yeni rota, güneşin kendini göstereceğini,
aitti. Sokaklardaki futbol havasının getirdiği deniz sıcaklığını hissedeceğimizi umduğusamimiyetle lezzetli olup olmadığını sorduk muz İtalya’nın kuzey, Fransa’nın güney kıyıyemeğin. İsim ve lezzet tarifinden sonra ‘rös- larıydı. Gezinin ikinci bölümünün ilk durağı
Renklerin doğayla dansı
ti’ yemeye karar verdik. Bir tür patates garnisi İtalya’nın en büyük liman şehri olan Cenova
Bern keşfinin ardından sıra İsviçre’nin doğal olan rösti’nin üzerini domuz pastırması kap- oldu. Tarihte İstanbul’da Galata Kulesi’ni
güzelliklerine şahit olmaya gelmişti. Bern’in lıyor ve en üste bir yumurta bırakılıyor. Rösti diken Cenevizliler’e başkentlik yapmış
28
Gezi
biri… Fransa-Hollanda maçının oynanacağı
gün Fransa topraklarında olmak güney havasının içerisine biraz da futbol heyecanı kattı.
olan şehir aynı zamanda ünlü kaşif Kristof
Kolomb’un da doğum yeri. Antik iskeledeki
korsan gemisini ve dünyanın en büyük ikinci
akvaryumunu geride bırakıp sahil boyunca
İtalya’ya doğru yola devam ettik. Hedefte
şarkılara konu olmuş Portofino vardı. Bu küçük ama ünlü koya doğru yol alırken Santa
Margherita’da bir mola verdik ve İtalyan
mutfağından lezzetler arandık. Doğru adres
makarnaydı bizim için. Pobertello makarnası
ve muhteşem sosunun tadını damağımızda
bırakarak otelimze yerleştik.
1 milyon yılın izleri
Kuzey İtalya’nın kıyısını köşesini gezdikten sonra tekrar Cenova üzerinden bu kez
Fransa’ya, insanoğlunun yaklaşık 1 milyon
yıldır yaşadığı tahmin edilen Côte d’Azur’a
doğru yol aldık. Dünyanın en ünlü sahillerinden birini arşınladığımız bu istikamette bizi
ilk önce Monako Prensliği karşıladı. 1297’den
beri Grimaldi ailesi tarafından yönetilen
Prenslik, Vatikan’dan sonra dünyadaki en küçük ikinci bağımsız devlet. Grimaldi ailesinin
Foçalılar’dan aldıkları kale bugün turist akınına uğruyor. Monako’dan Nice yoluna düştüğümüzde solumuzda uzanan deniz boylu boyunca büyüleyici rengiyle eşlik etti bize. Nice,
Güney Fransa’nın en hareketli şehirlerinden
Son durak Milano
Çek Cumhuriyeti karşısında aldığımız mucize
galibiyetin ardından aktarmalı bir uçuş macerası bekliyordu. Bizi Milano üzerinden aktaracak olan Alitalia seferlerinin arasındaki
3-4 saati değerlendirip Duomo’yu gezmek
9 günlük gezide değerlendirilen son fırsat
oldu. Zira gotik mimari üslupla inşa edilmiş
en büyük katedral olan Duomo di Milano 500
yıllık bir geçmişe tanıklık ediyor. Güzergah
sırasında geçtiğimiz ve şehrin meydanından
transit geçtiğimiz diğer şehirler; Cannes, Lozan ve Avignon’a da selam olsun!
Bir tür patates garnisi olan rösti’nin üzerini domuz pastırması kaplıyor ve
en üste bir yumurta bırakılıyor. Rösti testinin ardından mönüde Bern
spesiyalinin yeşil fasulyeyle servis edilen et ve şarküteri ürünlerinden
oluşan Bernerplatte olduğunu öğrendiğimizde epey geç kalmış
olduğumuzu fark ettik.
29
Sandalye üzerinde hayata tutunmak
Süleyman Akbulut, Türkiye’deki 2.5 milyon omurilik felçlisinden biri… Sandalyeli hayatın buhranından
kurtulma yolculuğunu engin bir edebi dille anlatabilecek yoğunlukta bir iç dünyasına sahip... Akbulut
işte böyle bir ruhun penceresinden cevapladı sorularımızı…
08
30
Röportaj
“Gözümü ilk açtığımda arkadaşlarımın bakışlarıyla karşılaştım. Ben de onlar gibi kendime
baktım. Bana ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bacağımdan aşağısını hissetmediğimi
anlayınca verdiğim ilk tepki kendime acımak
oldu. O an kendime eski ben gibi bakıyordum.
Çünkü beynim henüz sakat olanın kendim olduğunu idrak edememişti. Normal biri gibi
düşünüyordum ve sakat halime acıdım…”
Süleyman Akbulut, 1991 yılında geçirdiği trafik kazasından sonra gözlerini açtığı anı bu
kelimelerle anlatıyor. Bu düşünce biçimi onu
intihar düşüncesine sürüklüyor. Öfke, sızı ve
acı dolu günlerin çıkışını sadece burada buluyor. Akbulut intihar düşüncesine, canavarlarla dolu ormana hazırlıklı olmadığı için yenik
düştüğünü söylüyor. Ama hem kaleme aldığı
‘Sandalye’ isimli romanın kahramanı, hem de
Akbulut sonu bir başlangıca dönüştürüyor,
ölüm düşüncesini uygulama aşamasında püskürtüyor ve hayata tutunmak için son ve güçlü bir dal buluyor: Mücadele etmek!
Önce işe öykülerle başladınız. Masalsı Yüzleşmeler, iç dünyanızdaki ilk yansımalardı.
Sonra romana dönüştü yaşadıklarınız. Roman yazmaya nasıl başladınız? Kalemi elinize ne zaman aldınız?
Aslında ben hayatım boyunca edebi eserlerden çok kuramsal kitaplar okudum. İlk kez
1997 yılında bir şeyler yazmaya başladım. Bir
kitabım yayınlandı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra kafamda sadece Omurilik Felçlileri Derneği’ndeki anılarımı yazmak vardı. O
sırada bir 15 sayfa kendi hakkımda yazdım.
Yazdıkça gördüm ki, epey edebi şeyler dökülüyor. Sonra yazdım ve yazdım. Yazdıklarımı
okudukça böyle süslü cümleler kurabildiğime
şaşırdım. Sonuçta ortaya beni ve ‘öteki’ni anlatan bir anı-roman çıktı.
09
31
Yazdıkça gördüm ki, epey edebi
şeyler dökülüyor. Sonra yazdım ve
yazdım. Yazdıklarımı okudukça böyle
süslü cümleler kurabildiğime şaşırdım.
Sonuçta ortaya beni ve ‘öteki’ni
anlatan bir anı-roman çıktı.
Romanınızda akıcı bir üslup ve güçlü bir dil
var. İlk bakışta sanki pesimist bir içerik karşılıyor okuyucuyu, ama aslında ciddi bir hayata tutunabilme yöntemi gizli içerde. Bu üslup
ve bu dil, nasıl bir okuma sürecinin ürünü?
Esinlendiğiniz yazarlar var mı?
Kullandığım dil, romansı bir dilse, bunda Servet-i Fünun edebiyatının ağdalı, elemli ama
bir o kadar da incelikli ruh hali ve dili egemen
olmuştur diyebilirim. Halid Ziya Uşaklıgil’in
Mavi ve Siyah kitabı çok derin izler bırakmıştır
bende… Diğer taraftan Fransız klasiklerini de
çok severim. Sthendal, Zola ve Balzac isimlerini sayabilirim bir solukta. Yazarken de, tıpkı
bu yazarların ortak özelliğinde olduğu gibi,
naif bir dil olmasına özen gösterdim. Hem bir
de şu vardı tabii: Hüznü, kederi, elemi, bahar sabahında penceremden odama süzülen
çimenlerin buğusunun içimde yarattığı kırılmayı öyle anlatmasaydım, yenilgilerime, yenilgilerimden aldığım güce, felcin anılarımda
bana yaşattıklarına, hissettirdiklerine, ödedi- Peki romanın kahramanı sakatlığın verdiği
ruh halinden kaçışı nerede aradı?
ğim bedellere haksızlık etmiş olurdum.
Somut, basit olaylara takılmak yerine, olaSakatlıktan kaçışı iç dünyanızda bulanlar- yın bütününü görmek önemliydi kahraman
dansınız. Ama Türkiye’de 2.5 milyon omurilik için. Hep küçük olaylarda yakalamaya çalıştı.
felçlisinin çoğu böyle bir sığınağa sahip de- Bir taraftan aşk üzerinden hayata tutunmaya çalıştı, olmadı. Ölüm üzerinden ıstıraptan
ğil. Bir omurilik felçlisi nereye sığınır?
Kimisi çareyi çekilmekte bulur. Hayattan elini kurtulmaya çalıştı, olmadı… Şunu gördü: Tek
eteğini çekerek evine kapanır kimisi. Evinde kurtuluş vardı, yok sayılmaya karşı direnmek.
bütün gün oturup televizyon izler ya da ara Aslında bu roman temel öğüt niteliğindeki
sıra çıkıp bahçede dolaşır. Dünya bir facialar bir mesaj veriyor: Eğer bir sistem, bir grup,
ormanıdır onun için. Evde onu besleyen duy- bir insan topluluğu sizi öteki sayıyorsa, bugu o kişinin karakterine göre değişir. Kimi rada içinize kaçmak yerine, anlık çözümler
nefret, kimi öfke, kimi sitem duyar. Ama tüm üretmek yerine, öteki sayılmaya karşı mücabu duygular en ekstrem noktalarda yaşanır. dele edin. Yaşadıklarım bana bu mesajı verdi
Nefret de, kin de, sitem de en uç noktalar- ve ben gerçek hayatımda öteki olmaya karşı
mücadele ettim.
dadır.
Ötekileştirme nedeni yüzeysellikten kaynaklanıyor gibi bir sonuç çıkıyor ortaya...
Einstein’ın teorisine göre dünya yüzeylerden
oluşur. Hayat da öyledir aslında… Farklı boyutlarda farklı yüzeyleri vardır. Maharet bunları görebilmektedir. Bu kitap aslında mücadele etmeyi ve beni yok sayamazsınız çıkışını
ifade eder.
Bir omurilik felçlisinin topluma maliyeti 1-1.5 milyon dolar civarında. Çünkü
devlet özürlüden alacağı vergiden, yaratacağım katma değerden vazgeçiyor,
üstüne üstlük bir dolu ilaç masrafı yapıyor ve ona maaş veriyor.
Bu, son derece irrasyonel bir tutum.
Peki devlet ona nasıl yaklaşıyor ve bu yaklaşımdan nasıl bir zarar görüyor?
Türkiye’de 2.5 milyon omurilik felçlisi var. Ortopedik özürlü sayısı ise 8.5-9 milyon civarında. Yani toplam nüfusun yüzde 12.29 oranın-
32
Röportaj
Sandalye,
Ben Büyüyünce… Mavi Olacaktım…
Süleyman Akbulut, Doğan Kitap,
2008, 426 sayfa
“Bir omurilik felçlisi ya
da bir sakat, duygusunu en ekstrem boyutlarda yaşar” diyor Süleyman Akbulut. İşte
‘Sandalye’ romanı bu
ekstrem duyguları kağıda ustaca dökebilen,
bir yazarın elinden
çıkma. Akıcı üslup ve bugünün insanına
uzak bir objenin etrafında, ‘sandalyenin’
etrafında dönen olaylar örgüsü okuyucuyla sakat arasında gerçek bir empati kurulabilmesi için gerekli ortamı ince ince işliyor
insanın içine. Üstelik okuduktan sonra geriye sadece bir sakatın hayata nasıl tutunacağının formülasyonu değil, doğasında engeller olan insanın hayatı anlamlandırma
çabalarını aydınlatan ışık da kalıyor.
da özürlü var. Bu özürlü vatandaşlar sakatlık
maaşı alıyorlar. Bu, son derece irrasyonel bir
tutum. Bir omurilik felçlisinin topluma maliyeti 1-1.5 milyon dolar civarında. Çünkü devlet özürlüden alacağı vergiden, yaratacağı
katma değerden vazgeçiyor, üstüne üstlük bir
dolu ilaç masrafı yapıyor ve ona maaş veriyor.
Ayrıca yılda 3 bin kişi omurilik felçlisi oluyor.
Yılda 4-4.5 milyar dolarlık ek maliyet meydana geliyor. 6 milyar dolar için IMF kapılarına
gittiğimizi düşünürsek büyük bir rakam bu.
Dünya Sağlık Örgütleri ortalamalarına göre
özürlülürin yüzde 12.29’u istihdam ediliyor.
Yani 8’de 7’si bir kenara konuluyor.
Eğer bir sistem, bir grup, bir insan topluluğu sizi öteki sayıyorsa, burada
içinize kaçmak yerine, anlık çözümler üretmek yerine, öteki sayılmaya karşı
mücadele edin. Yaşadıklarım bana bu mesajı verdi ve ben gerçek
hayatımda öteki olmaya karşı mücadele ettim.
Bu rakamlarla mücadele bir dönem Omurilik
Felçlileri Derneği ile ve şimdilerde de edebiyatla devam ediyor diyebiliriz sanırım.
Dernekten ayrılmadan önce açtığım davaların
bir bölümü hukuk fakültesinde emsal dava
olarak okutuluyor. En son kazandığım dava
bireysel bir davaydı… Mahkemede üçünü
kata duruşmaya çağrılmıştım ve kucakta çıktım. Bu durumu dava ettim, Türk hukuk tarihinde ilk defa 500 YTL’lik bir tazminat aldım.
Devlet bu davayla şunu kabul etti: Bugün 8.5
milyon özürlü giremediği her duruşma için
devlete dava açarsa bunun bedeli inanılmaz
boyutlarda olacak. Artık bu devletin sorunu.
Önceden sorunu içselleştirdiğimiz için bizim
sorunumuz olarak kalıyordu.
Öyle bir kahramanlığın anlamı var mydı?
Yoktu... Kamudan hizmet alırken benim konforlu bir şekilde bu hizmetten faydalanmamı
sağlamak devletin görevi. Çünkü ben öteki
değilim, beni korumak durumunda. Devlet
sen başının çaresine bak diyerek işin içinden
sıyrılamaz. Ben buna müsaade etmiyorum.
Bunu edebiyat alanında yazdığım kitapla yapıyorum, açtığım davayla yapıyorum, çalıştığım STK ile yapıyorum. Şimdi hukuk alanında master hazırlığı yapıyorum, bu da bunun
üzerine olacak…
Toplum olarak en büyük eksikliğimiz empati
kuramamak. Neden böyle?
Gözümü ilk açtığımda arkadaşlarımın bakışlarıyla karşılaştım. Ben de onlar gibi kendime
33
baktım. Bana ne olduğunu anlamaya çalıştım.
Bacağımdan aşağısını hissetmediğimi anlayınca verdiğimi ilk tepki kendime acımak oldu. O
an kendime eski ben gibi bakıyordum. Çünkü
beynim henüz sakat olanın kendim olduğunu
idrak edememiştim. Beynim normal biri gibi
düşünüyordu ve sakat olan bana acıdı… İşte
bu acıma duygusu daha önce sakat insanlarla empati kuramamaktan kaynaklanıyordu.
Okulun asansörlerini çok sık kullanırdım ve
sık sık da bozulurdu. Oysa okulda tekerlekli
sandalyeli bir kız vardı. Asansör bozulduğu
için ben defalarca o kızın üst katlara taşınmasına yardımcı oldum. Ancak bunu her defasında acıdığım için yaptım. Hiçbir zaman onu
gerçekten anlamaya çalışmadım. Kendimce
iyilik ettiğimi sanıyordum ama benim ona
yaptığım kötülüktü. Dolayısıyla acımak dediğimiz, özürlü insanları düşünmek ve anlamak
dediğimiz şeyler çok subjektif. Sakat bir insanın kucağına 1 YTL atıp o an onu rahatlatabilirsiniz ama aslında bu yaptığınız kötülükten
başka bir şey değil. Diğer taraftan onun için
bir kaldırımı düzeltirsiniz, bu gerçek iyiliktir.
İşte kendime acıyarak bakmamın nedeni, o
empatiyi daha önce kuramamış olmamdır.
Toplum olarak belli normlarımız var. Her şeyin bir normali var bizim için. Normal olmayanı ötekileştiriyoruz. Sakatsa ona acıyoruz,
vicdanımızı rahatlatmak için yaklaşıyoruz.
Oysa bir omurilik felçlisinin ya da herhangi
bir sakatın toplum tarafından acınmaya değil, kurulan empatiyle sıradan bir birey gibi
algılanmaya ihtiyacı var.
Büyükada’yı ‘görmek’
İstanbul’un Prens Adaları; adalar içinde en büyüğü olan Büyükada…
Yüzyıllara uzanan tarihi ile yaşayanları ve yaşanmışlıklarıyla,
yapılarıyla bir zaman labirenti aslında.
Zakkumların arasındaki tenha yolda ilerleyen
fayton tarihi bir köşkün önüne geldiğinde
faytoncu önemli bilgiyi arkada oturan genç
çifte bilmiş bir edayla aktarıyordu.
“İşte felanca dizinin çekildiği ev!”
Gençlerin gözleri heyecanla açılıyor, kız hemen atılıyor.
“Durup bir fotoğraf çektirebilir miyiz?”
Faytoncu, bu fotoğrafın önemini bilen bilge
kişi rolüne binaen, hemen atların dizginine
asılıyor, fayton duruyor. Gençler alelacele faytondan inip, yüzlerinde heyecanlı bir
gülümsemeyle köşkün önünde yerlerini alıyorlar. Faytoncu artık kanıksadığı fotoğrafçı
rolüne bir kez daha bürünürken, genç kız
erkeğe biraz daha yakınlaşıyor, eller tutuşuluyor ve…
“Tamam” diyor faytoncu.
Onların kişisel tarihinde önemli biri anının
resmidir artık o.
***
İstanbul’un Prens Adaları; adalar içinde en
büyüğü olan Büyükada… Yüzyıllara uzanan
tarihi ile yaşayanları ve yaşanmışlıklarıyla,
yapılarıyla bir zaman labirenti aslında. İnsanı hayran bırakan, sarıp sarmalayan, dönüşü
zorlaştıran efsunu da buradan geliyor belki
de... Daha o İstanbul’un en güzel, en çekici
iskelesinden ayağınızı basıp, tarihi saat kulesi
ile karşılaştığınız ilk andan başlıyor bu sarmalayış. Saat kulesinin latifesi de bunu anlatır
zaten: “Saatin altında iskeleye sırtını dönüp
34
Büyükada
mil çekilirmiş bu güzelliği görmesin diye…
Zaman geçerken bir diğer sürgün de Sovyet
devriminin liderlerinden Leon Trotsky olmuş.
Ve kimler gelmiş kimler geçmiş; Osmanlı’nın
sarayından Türk edebiyatının önemli isimlerine, pek çok kişi adalı olmuş, iz bırakmış
adada…
çektirdiğin resim, Büyükada’ya geldiğinin
resmidir; iskeleye yüzünü dönüp çektirdiğin
resim, Büyükada’dan gideceğinin resmidir.
İlkinde gözlerinden sevinç okunur, ikincisindeyse hüzün…”
Tüm bu öyküleri bu sayfalara sığdırmak elbette imkânsız. Zaten bu yazının amacı da o
değil. Bu yazı sadece bunun varlığına dikkat
çekip, o öykülere ulaşmanın kılavuzlarından
söz etmek istiyor. Bu kılavuzlardan biri değerli
araştırmacı ve yazar Jak Deleon’un “BüyükaBizans döneminde sürgün yeri olarak da kul- da Anıtlar Rehberi” isimli kitabı. Adaya gellanılmış Büyükada. Buraya gönderilen Prens- meden önce o kitabı okumak ve adadayken
ler, cezalı imparatorluk erkânının gözlerine de yanında bulundurmak adayla tanışmanın
35
gereği aslında. Ama bunun da üzerinde; o
anıtların var oluş nedeni, adanın anlamı, kısaca “adalı ruhu” her şeyin özünü oluşturuyor.
İşte asıl mesele de o ruhla tanışmak, o ruha
dokunmak… Çünkü Büyükada’nın tarih boyu
sakinlerinin; Türk, Ermeni, Rum, Musevi, Levanten herkesin, kendi güzelliklerini katarak
oluşturduğu bir “ruh” bu… Yani farklılıkların birbirine katılarak zenginlikler haline dönüşmesinin ve “mutluluk adasının” sırrı...
kiyor. Zaman Satan Dükkan’da Kavlı Vasil,
Padre, Balıkçı Karlo ve niceleriyle tanışmak;
Büyükada’nın Solmayan Fotoğrafları’nda
geçmişin bakkal dükkanından içeri girip sonra sokak sokak, insan insan anılarda, mutluluklarda, şakalarda dolaşmak; Hoşcakal
Prinkipo’da gündelik hayatın o muhteşem
kahramanlarıyla daha da yakınlaşmak gerekiyor adalı ruhunu anlamak için. Ahmet Tanrıverdi bir başka lezzet de sunuyor bizlere;
Bizans döneminde sürgün yeri olarak da kullanılmış Büyükada. Buraya
gönderilen Prensler, cezalı imparatorluk erkânının gözlerine mil çekilirmiş bu güzelliği görmesin diye…
Bu sırrı öğrenebileceğiniz pek çok kişi, yazar
ve edebiyatçı arasında biri var ki, ismi Fıstık
Ahmet… Çocukluğunda babasının bakkal
dükkânından başlayan gözlemlerini, gündelik hayatın içindeki anıları bugüne taşıyan bir
yerel ve sözel tarihçi, bir araştırmacı, doğma
büyüme Büyükadalı Ahmet Tanrıverdi.
Yerel tarihçiliğini ve araştırmacılığını hem tarihin derinliğine doğru uzatıyor hem de günümüzde adadan göçmüş olanların anılarına
ulaşarak önemli bir bilinmezi gözler önüne
seriyor.
İşte bu nedenle Büyükada denince Fıstık
Ahmet’in kitaplarını okumak o anıların ve
fotoğrafların labirentinde kaybolmak gere-
36
“Barba’nın Mezeleri” ada mutfağının lezzet
kitabı… Burada bir sırrı da paylaşmak lazım:
İskele’den çıkıp sola dönüp, balıkçı lokantalarının tümünü geçip, balıkçı barınağına yaklaşırken sağdaki küçük ve duvarları resimlerle
kaplı lokantada o lezzetleri tatmak da, Fıstık
Ahmet’i görmek de mümkün.
Eğer bunları ihmal edip, adaya gitmeyi düşünenler olursa: İstanbul’da hâlâ pek çok mesire yeri, çamlık var; birkaç çam ağacı görmek,
mangal yapmak (zaten ormanda yasak) için
adaya gelmeye de, masraf etmeye de değmez!
Hele birkaç ‘dizi çekilen evi görmek’ içinse;
hiç değmez!
Sergi
Miró’nun dünyası Pera’da
II. Dünya Savaşı’nın tozundan dumanından
kendisini en çabuk kurtaran şehirlerinden
biri olan Paris, o dönemde savaş sonrası sanatta çok önemli bir döneme ev sahipliği
yapıyordu. Dadaizm, Kübizm, Sürrealizm,
Otomatizm ve Varoluşçuluk gibi yaşamı ve
sanatı sorgulayan alışılmışın dışında yeni
boyutlar getiren düşünce ve sanat akımları
gelişiyordu. Paris daha o yıllarda gerçek bir
kültür ve sanat başkenti olmuştu bile...
Paris’in önde gelen ailelerinden Maeght Ailesi dönemin sanatçılarına ve düşün insanlarına adeta kucak açıyor ve çalışmalarını
desteklemek için tüm birikimlerini ortaya
döküyorlardı. Sartre’den Matisse’e sayısız
sanatçı şehre akın ediyordu. 1964 yılında bu
topyekun çalışmaların meyvesi ortaya çıktı
ve Fransa’nın ilk modern sanat vakfı olan
Maeght Vakfı kuruldu. Vakıf, sanatçıları
kendine bir mıknatıs gibi çekiyordu. Ancak
modern sanatta çok önemli bir yeri olan
bu ailenin ‘manevi evladı’,
sürrealizmin deha ismi Joan
Miró’ydu. Şimdi bu şaşalı dönemin yansımaları İstanbul’da
hayat buluyor.
Küratörlüğünü,
Maeght
Ailesi’nin
üçüncü
kuşak
temsilcisi ve çocukluğunun
önemli bir bölümünü Miró
ile paylaşmış Yoyo Maeght’ın
yaptığı, ‘Joan Miró: Maeght
Koleksiyonu’ndan
Baskılar,
Resimler ve Heykeller’ sergisi,
37
Miró’nun II. Dünya Savaşı sonrasını yansıtan
coşkulu, sevinçli renklerinin yanı sıra uzun
süren hoş bir dostluğun izlerini de sunuyor.
ispanyol ressamın 120 eserine yer verilen
sergi, çağdaş sanat akımının
en önemli kolkesiyonlarından
birini sanatseverlerle buluşturuyor.
Döneminin edebiyat dünyasıyla yakın ilişkilerinden dolayı
‘Şiirleri resimleştiren resimleri
de şiirleştiren ressam’ olarak
da tanınan Joan Miró’nun yaptılarının yer aldığı bu önemli
sergiyi 31 Ağustos’a kadar İstanbul Pera Müzesi’nde görmek mümkün.
Dakikalara ihtiyacı olmayan filmler
Kafanızda binlerce kurgu, elinizde kamera, bir nefeste, kısıtlı zamana karşı anlatmak istediğiniz dertlerinizle baş başasınız…
Kayıt tuşuna basın ve bir ömre sığdırdıklarınızı kasete hapsetmeden perdeye yansıtın.
Savaş, aşk, ölüm, doğum, terk edilmek, büyümek gibi olguları anlatmak için ister dakikaları tüketin, ister 3-5 dakikada senaryosundan, kurgusuna, kadrajından, sekansına
her detayı üzerine özenle çalışılması gereken bir kısa film yaratın.
Önemli olan kalpleri, gözleri bir anda olduğunuz yere bağlamak değil mi? Zamanın ne
önemi var?
Sinemanın ticari faaliyet alanında gelişimi
sonucu ortalama 90 dakikalık filmler ortaya
çıkarken, kısa film kendini bu çizginin dışında tutarak bağımsız, sanatsal, içsel filmlerin
ortaya çıkmasını sağlıyor. Kısa film türleri
kendi içerisinde yönetmenin tamamen yaratıcılığına bağlı olarak teknik ve içerikle,
deneysel, animasyon temeline dayanan
canlandırmalar ve serim-düğüm-çözüm gibi
noktaları bulunan büyük bir kurmacayı canlandırıyor aslında.
Kısa film serüveninde tanıdık yönetmenler
Bugün filmlerini seyretmek için gişe kuyruklarında beklediğimiz, CD’sini almak için
yolumuzu değiştirerek mağazaya gittiğimiz
birçok uzun metraj yönetmenin bir zamanlar yolunun kısa filmlerden geçmiş olması da
aslında bu dar zamanlı yapıtların önemini
gözler önüne seriyor.
Robert Rodriguez, David Lynch, Michelangelo Antonioni, Alain Resnais, Yeşim Ustaoğlu,
Nuri Bilge Ceylan, Mustafa Altıoklar, Çağan
Irmak, Ümit Ünal, Reha Erdem, Tayfun Pir-
38
selimoğlu gibi isimler ilk kez ‘oyun’ dediklerinde zamanın engel olamadığı kısa metraj filmlerini çekiyorlardı. Sinemanın büyük
paralarla hazırlanan ve ciddi prodüksiyonlarla yaratılan diğer kanadının aksine, maddi kaygısı olmadan doğal, derdini anlatan,
toplumsal sorunları, insanı, kültürel olayları,
tarihsel konuları yönetmenin bakış açısıyla
harmanladığı kısa filmler izleyiciler için yeniliklere, farklılıklara, özgürlüğe doğru yeni
kapılar açıyor.
Yönetmenin filmindeki her fırça darbesi, günün birinde hissettiği, fakat dokunamadığı,
dokunup tat alamadığı, tat aldığı fakat tepki
veremediği bir andan geliyor şüphesiz. Belki
de kısa filmler bu yüzden çok seviliyor: Olup
biteni, zamanı karıştırmadan anlattığı için…
Kitap
İran Uyanıyor Şirin Ebadi
Kameralı Katil
Thomas Glavinic
Berçem Yayıncılık, 261 sayfa
Yapı Kredi Yayınları, 2008, 89 Sayfa
30 yaşlarında orta boylu bir adamın, 7 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğu
yüksek bir ağaçtan atlamaya zorlayarak öldürdüğü ve bunu
kameraya kaydettiği haberi Avusturya’nın Batı Stirya bölgesini bir
anda kasıp kavurur. Televizyonlar olay bölgesinden canlı yayınlarla
gelişmeleri aktarırken, kendisinden bütün bildiklerini yazması
istenen roman anlatıcısı ve eşi Paskalya tatilinde arkadaşlarını
ziyarettedirler.
İran’ın son 50 yıldaki toplumsal ve sosyal süreci biraz da İran
halkının siyasal görüşlerinin birbirlerinden ne kadar ayrılabildiğini
gösteriyor. ABD ile işbirliği yapan Şah yönetimi tarafından
devrilen Muhammed Mussadık ve daha sonra ABD işbirliğinin halk
tarafından nefretle karşılanmasından güç alarak iktidara uzanan
Ayetullah Humeyni ve Halkın Mücahitleri Örgütü bu kutupların
başrol oyuncuları oldular. İranlı Ebadi, sürecin tanıklarından biri.
Kameralı Katil’deki arkadaş grubunun olaylara bakışını, medyanın
kayıtlı bir cinayete yaklaşımının ardındaki gizli kurguyu yansıtan
Kameralı Katil, günümüz medyasının cinayeti toplumsal bir olaydan
çıkarıp nasıl bir meta haline getirdiğini anlatıyor.
Çalkantılı yaşamını Şah rejiminden soyutlamadan anlatan 2003
Nobel Edebiyat ödüllü Şirin Ebadi, 1979 İslam Devrimi’nden
bugüne yaşananları tarihsel sıralamanın yanında, sosyal yönleriyle
de mercek altına alıyor.
Son İstasyon Jay Parini
Merkez Kitapçılık, 2008, 304 sayfa
Büyük Rus yazar Lev Tolstoy, aynı zamanda tüm zamanların en ünlü düşünürlerinden biri… ‘İtiraflarım’ isimli kitabı onun iç
dünyasına ışık tutan en önemli eserlerden
biridir. Bu kitap, Tolstoy’un bilinç akışını,
hayatın anlamını arama yolculuğunu anlatır. Nitekim yazar, ölümden korktuğu için
yaşamak zorunda olduğunu kabul eder ve
geçireceği yıllara anlam yüklemek için uğ-
raş verir. Jay Parini’nin ‘Son İstasyon’ isimli
romanında Tolstoy, hayatına dair her şeyi
geride bırakarak huzuru aramak için yola
koyulur.
Soğuk bir sonbahar günü başlayan bu
yolculuk Astapovo İstasyonu’nda son bulur. Son İstasyon, Tolstoy’un, karısı Sofya
Andreyevna’nın, doktorunun, çocukları-
39
nın, can yoldaşı Çertkov’un ve sekreteri
Bulgakov’un günlüklerinden ve mektuplarından yararlanılarak, tarihi gerçeklere
dayandırılarak yazıldı. Kendisini hüzünlü
bir son bekleyen ünlü yazarın hayatının
son yılına, başarılı bir kurguyla, bu kişilerin
gözünden bakan roman, Tolstoy’un dünya
görüşünün, ideallerinin, aşklarının ve hayal
kırıklıklarının derinine iniyor.
Bir küresel ısınma macerası
Bölüm 2
TNT 747 Rio’ya yaklaşıyor...
Paletlerden birinde uyuyan
kutup ayısı karnındaki gurultular
nedeniyle uyanıyor.
Çok acıktım...
Yiyecek bir
şeyler yok m
u?
Yiyece
BİYOYAKIT
Biyoyakıtımız
yerel soya
fasulyelerinden
imal edilmektedir.
k!?

Benzer belgeler

Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur!

Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur! Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...

Detaylı

TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 42

TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 42 Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...

Detaylı

geleceğe dönüş

geleceğe dönüş Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...

Detaylı

Rekabetin lokomotifi inovasyon

Rekabetin lokomotifi inovasyon Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...

Detaylı