Selim İleri - everestyayinlari.com

Transkript

Selim İleri - everestyayinlari.com
EVEREST BÜLTEN 0 5 OCAK 2015
NAZLI KARABIYIKOĞLU
HAYVANLARIN TARAFI
EDMUND DE WALL ANNAKARTALKAVANYUVASI HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
NAZLI ERAY
BÜLTEN
SELİM İLERİ
EDİTÖRDEN 3
Nice 15 yıllara!
Everest Yayınları yayın hayatına
2000 yılında başladı, bu yıl 15.
yıldönümümüzü, 1500. kitabımızı
yayınlayarak kutladık.
Everest, bu çok da uzun olmayan
süre zarfında Türkiye’nin en
büyük yayınevlerinden biri olmayı
başardı. Her zaman ilklere imza
atan, yeniliklere kucak açan,
sürekli yeni arayışların peşinde
koşan yayıncılık anlayışını her
geçen gün daha da ileriye götüren
bir yayınevi oldu.
’lerle
doğru ve samimi bir diyalog
kurmak amacıyla, yayın ve
tasarım anlayışını sürekli gözden
geçiren, esnek, hareket kabiliyeti
güçlü, dinamik bir yayınevi
kimliğine sahip olan Everest, 15
yılın birikimiyle, önümüzdeki
yıllarda çok daha büyük, önemli
çalışmalara, yeniliklere imza
atacak.
Yeni yılın önemli sürprizlerinden
biri Nazlı Eray’dan geldi. Fantastik
edebiyatın kraliçesi, Rüya Yolcusu
adlı yeni romanıyla hepimizi
insan ruhuna ve belleğine eşsiz bir
yolculuğa çıkarıyor.
2016, Türkçe şiirin ustalarından
Behçet Necatigil’in 100. doğum
yıldönümü. Büyük ustayı, bir
başka ustanın, Selim İleri’nin
kaleminden çıkan Necatigil
incelemesi Kırık İnceliklerin Şairi
ile anıyoruz.
Everest, doğal olarak, “en”leri
akla getirebilir, zirve mücadelesi
yapmak, dorukta olmak
anlamlarına gelebilir ama bizim
asıl önemsediğimiz, edebiyatın,
okumanın her zaman yepyeni
arayışlara, maceralara, keşiflere,
deneyimlere açık olduğunun
altını çizmek, bu yolculukta
siz
’lerle birlikte
olduğumuzu her buluşma
noktasında gösterebilmek…
OCAK 2015 SAYI: 5
EVEREST YAYINLARI’NIN AYLIK ÜCRETSİZ
BÜLTENİDİR. PARAYLA SATILMAZ.
EDİTÖRLER: CEM İLERİ, MEHMET SAİD AYDIN
CEM ALPAN, DİDEM ÜNAL, BAŞAK GÜNTEKİN
TASARIM: FÜSUN TURCAN ELMASOĞLU
GRAFİK UYGULAMA: EMİR TALİ
Baskı ve Cilt: Melisa Matbaacılık
Matbaa Sertifika No: 12088
Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8
Bayrampaşa/İstanbul
Tel: (212) 674 97 23 Faks: (212) 674 97 29
EVEREST YAYINLARI
Ticarethane Sokak No: 15 Cağaloğlu/İSTANBUL
Tel: (212) 513 34 20-21 Faks: (212) 512 33 76
e-posta: [email protected]
www. everestyayinlari.com
www. twitter. com/everestkitap
facebook.com/everestyayinlari
instagram/everestyayinlari
Everest, Alfa Yayınları’nın tescilli markasıdır.
Selim İleri
Kırık İnceliklerin Şairi Behçet Necatigil
4 SELİM İLERİ
▶▶ Kitapperest: Kitabı neredeyse
unuttuğunuzu söylüyorsunuz
sonsözde...
▶▶ Selim İleri: Evet, vallahi
unutmuştum. Ayşe Sarısayın
hatırlattı... Kitapla ilgili hiçbir
şey çıkmamıştı o dönem.
Gültekin Emre o dönemde
bir yazı yazdı. Onun bir yazısı
varmış, onu da ben yıllar sonra
öğrendim. Hiç olmazsa bunun
başında bir teşekkür olsun diye
koydum. Hiçbir yazı çıkmadığını
zannediyordum daha önce.
▶▶ Bir de Necatigil maddesi var
Necatigil imzalı Edebiyatımızda
İsimler Sözlüğü’nde...
▶▶ Evet, Necatigil kendi maddesine
benim, Hüseyin Cöntürk’ün ve
Mehmet Kaplan’ın yazılarını
almıştı. Bahsettiği yazı Papirüs
dergisinde çıkan, bu kitabın
çekirdeği sayılabilecek o yazıydı.
Sonra bir gün eve çağırdı ve dedi
ki: “Başka, yığınla yazı yazdı
insanlar. Sizlerin adlarınız burada
ayıp oluyor. Kusura bakmayın,
çıkaracağım.” Herhalde Mehmet
Bey’e de (Kaplan’a), hayatta mıydı
bilmiyorum, ona da demiş olması
gerekir.
▶▶ Papirüs zamanlarından
söz etmek mümkün, Cemal
Süreya’nın dergisi. Sıkça gider
miydiniz?
▶▶ Evet, yani, zaten Papirüs’te oldu
olay. Cemal Süreya, “Niye bunları
yazıya dökmüyorsunuz? Getirin
burada, uzun bile olsa, bir iki
sayıya bölüp yayınlarız,” demişti.
Yani fikir Cemal Süreya’dan
çıkmıştı.
KIRIK İNCELİKLERİN ŞAİRİ 5
▶▶ Papirüs’te, Cemal Süreya’nın yazdığı
portreler de var.
▶▶ Evet, özel sayı yaparlardı. Çok güzel şeylerdi
onlar. Bütün şairler için yapmıştır. Çok da
objektifti Cemal Süreya, olağanüstü.
▶▶ Objektif buluyor muydunuz onu?
▶▶ Elbette. Mesela bütün İkinci Yeni şairleri, Attilâ
İlhan’a karşıydı. Papirüs’te Attilâ İlhan bölümü
yapılmaması için baskı göstermişlerdi. Hiç aldırış
etmeyip, İlhan bölümü yapmıştı.
▶▶ Şimdiden dönüp bakınca bunları objektiflik
yerine “orta yolculuk” olarak okuyanlar da
var. Çünkü Attilâ İlhan çok net cephe alıyor
İkinci Yeni’ye. Cemal
Süreya, İkinci Yeni’nin
içinde Attilâ İlhan’ı da
Oktay Rifat’ı da sayar,
biliyorsunuz.
▶▶ -Hepsinin İkinci
Yeni dönemi var, yok
denemez. Attilâ İlhan’da
da pekâlâ vardır. Ama
o yıllara damga vurmuş
bu tartışmalar, bana
sorarsanız on para
etmeyen tartışmalardır.
Yani Attilâ İlhan ayrı bir
değerdir, İkinci Yeni bir
değerdir, Oktay Rifat
çok büyük bir değerdir.
Şunu da eklemek
gerek; Attilâ Abi, Oktay
Rifat’ın aleyhinde çok
yazı yazmasına rağmen
editör olarak, yayın
yönetmeni olarak
kitaplarını basmış, arka
kapağa da “Yaşayan en
büyük Türk şairi” yazmıştır.
O tartışmalara elli yıl sonra dönüp baktığım
vakit hepsini çok saçma sapan şeyler olarak
görüyorum. Mesela Ara Güler’e bugünlerde
yapılan şeye de çok kınayarak baktım, çok
üzüldüm. Çağdaş edebiyatımızın bütün arşivi,
onun sayesinde olmuştur. Bu kadar emek vermiş
bir insana bu kadar insafsızca yaklaşmanın hiçbir
anlamı olduğunu düşünmüyorum.
▶▶ Necatigil’de böyle kavgacı bir yan var mıydı?
▶▶ Necatigil, bu konuda olağanüstü objektif
bir insandı. Herkesin bir değerini ille bulmak
isteyip, o emeklerin hepsine saygı göstermiş bir
insandı. O Eserler Sözlüğü, bütün bu maddelerde
Necatigil’in inceliklerle dolu yorumlarıyla
yüklüdür. Yeni baskılarda ehil olmayan insanlar
katkılarda bulundu. İlk baskılara, zannediyorum
Yapı Kredi Yayınları geri dönecekmiş. Onlara
dönüldüğü vakit bu saptanabilir.
▶▶ O dönemin genç
şairlerinin çoğu zaten o
nezaketten de söz ediyor.
Ama muhtemelen şimdi
aradığımız, sizin de
özlediğiniz nezaket olsa
gerek.
▶▶ Hani ben nezaket de
olarak görmüyorum bunu,
olması gereken bir şey
diye... Oktay Rifat’ın neyine
nezaket göstereceksiniz,
Türkçenin en büyük
şairlerinden birisi.
▶▶ Tartışma meselesine
dönersek... İkinci Yeni
Savaşı mesela, çok bir şey
kattığını düşünmüyorum.
Atillâ İlhan çok sevdiğim
bir şair, çok sevdiğim bir
yazar ama o tarz kavgaların
bizim edebiyatımızda
hiçbir... ister Attilâ İlhan
ister Nâzım Hikmet ister
Peyami Safa; hiçbir şey
katmadığını düşünüyorum.
▶▶ Necatigil çok üretken bir yazar, sizin için
şairliği mi öndedir hep?
▶▶ Tabii. Cumhuriyet devrinin en büyük şairi
benim için.
6 SELİM İLERİ
▶▶ Kitapta dikkat çeken iki farklı Necatigil
algısı var genel olarak. İlki gündelik hayatı
anlatan, başından da itibaren sizin vurgu
yaptığınız bir yaklaşımı benimseyen ve o
yönüyle okura sıcak gelen bir tarafı var.
Ötekisi ise Kareler Aklar’a uzanan deneyci,
cesur çizgi... Usmanbaş’ın bestelediği, son
derece modernist bir çizgi. Bunlardan birini
önemseyen, ötekini görmezden geldi. Sizin
kitabınız bu değeri birlikte gösteriyor...
▶▶ Teşekkür ederim. 18 ya da 19 yaşındaydım.
Bana Sevinç Çokum’un Eğik Ağaçlar kitabını
verip “güzel hikâyeler, al oku,” dedi. Çokum’un o
dönemdeki çizgisinden, ideolojik yaklaşımından
hoşlanmamışlığımı herhalde yüzümle ifade
etmiştim. Elimden kitabı kapıp “okuma, sen de
okuma. O da seni okumasın, memleket de böyle
batsın!” demişti. Bu, bana yıllarca çok dokunmuş
bir şeydir. Şimdi Sevinç Çokum’un ciddi bir
hayranıyım, çok sevdiğim bir yazar dostum ama
o yıllarda yaşanan bu şeyi hiç unutmadım.
▶▶ Necatigil’in Divançe’si üzerine az
konuşulmuş, belki biraz haksızlık edilmiş
bir kitap. Siz onu da konuşuyorsunuz Kırık
İnceliklerin Şairi’nde. Yeni kuşağın Necatigil’e
“yakıştırmadığı” bir toplumsallık da var kimi
şiirlerinde. “Tekil gibi görünen sesi, bir yandan
da şiirinde hep irdelediği toplumsal katmanın
sesidir.” diyorsunuz kitapta. Başka ne dersiniz
bu konuda?
DENEME 7
▶▶ Bu kitabı bir sanrı içinde yazmışım herhalde,
Ayşe’ye ‘Sarısayın’ demiştim, “sayıklama gibi bir
şeydir, 100. yılda niye ısrar ettin?” diye. Kimi
yazdığımı hiç hatırlamıyordum bile, dönüp
bakınca, Ayşe’yle tashihleri yaparken “başarılı
şeyler de yazmışım...” dedim ‘gülüyor’.
Necatigil’in toplumsalcı bir tarafı olduğunu Memet
Fuat çok iyi saptamıştır; şiirinin ne olduğunu en iyi
saptamış kişilerden biridir. Belki sonraki kuşaklar
öyle hissetti. Bu his de zannediyorum sevgili Murat
Belge’nin “Küçük burjuva şair” yazısıyla oldu.
Murat da sonradan ona çok üzüldüğünü ifade
etmişti. Oysa “Keyif ” diye bir şiiri var, “Orhan
Kemal” diye bir şiiri var. Son derece toplumsalcı,
müthiş şiirlerdir.
▶▶ Kitapta Necatigil’in ağzından “Şairler gençlik
şiirlerine uzak durmaya çalışırlar, dediğini
hatırlar gibiyim...” diyorsunuz. Son olarak,
sizin uzak durduğunuz metniniz, metinleriniz
oldu mu diye sorsak?
▶▶ Cumartesi Yalnızlığı’nı 30 sene kadar
yayınlatmadım ben de. Sonra, “gençlik,
gençliktir,” deyip yayınlatıyor insan...
Nazlı Eray
Rüya Yolcusu
8 NAZLI ERAY
Fantastik edebiyatın kraliçesi Nazlı Eray’dan insan
ruhuna ve belleğine eşsiz bir yolculuk!
▶▶ KİTAPPEREST: Merhaba
Nazlı Hanım, yeni romanınız
yayınlandı, hayırlı olsun!
▶▶ NAZLI ERAY: Teşekkür
ederim.
▶▶ KİTAPPEREST: Öncelikle kitabın adından başlayalım: Rüya
Yolcusu. Daha önceki kitaplarınızda da sık sık “rüya” kitap
adı olarak çıkıyor karşımıza.
Ekmek Arası Rüya, Bir Rüya
Gibi Hatırlıyorum Seni, Elyazması Rüyalar, Farklı Rüyalar
Sokağı, Düş İşleri Bülteni. Bu
kez, hepsinin bir özeti gibi sanki başlık? Sizi tanımlayan bir
başlık olmuş aynı zamanda.
▶▶ NAZLI ERAY: Belki bunların
hepsinin, sizin de söyleyip fark
etmiş olduğunuz gibi toplamı
bu, bir saç örgüsü gibi düşüne-
lim bütün bu rüyaları anlatan
veya isimleri de rüya olan,
aslında gerçekleri anlatan, rüyalı gerçekleri anlatan kitapları.
Burada birkaç yaşamı bir araya
topluyorum, kendi yaşamım,
başka birkaç kişinin yaşamı,
şu anki yaşamlar, eski birtakım
yaşamlar, sonra evler, şehirler
hepsi bir araya toplanıyor,
bunların çoğu gerçek bir kısmı
rüya, bellek parçalarından
oluşuyor, onun için Rüya
Yolcusu. Gerçekliğin taşlarına
basarak hayat dediğimiz nehrin
kenarında seke seke yürüyerek
gidilen bir rüya yolculuğu!
▶▶ KİTAPPEREST: Rüya Yolcusu’na “anı-roman” diyorsunuz.
Nedir “anı-roman”? Anı mı
roman mı? Rüya mı anı mı?
ROMAN 9
Bir kurmaca yazarı, “anı” yazarken geçmişi
yeniden “kurgularken” sınırları ne olmalı?
Bellek ve belge çatıştığında ne yaparsınız?
▶▶ NAZLI ERAY: Şimdi buna anı deseniz
değil, klasik anlamda anılar değil bunlar,
kademe kademe anlatılmış, kronolojik bir
durum yok ortada, gerçekliğe de dayanan
ama fanteziye de açık bir kurgusu var, tütsülü büyülü gerçekçilik damlaları var içinde.
Ama anılar da var dediğim gibi, gerçekler,
eski kocam Metin And var, eniştem Sabahattin Kudret Aksal var, Işık var, herkesin kim
diye sorduğu adam, eski bir aşk hikâyesi…
Onun bir şekilde bu kitabı okumasını çok
isterim mesela. Ona uzun yıllardır ulaşamadım, bu kitabı bir tür çağrı olarak görsün
isterim. O herhalde yine kendi sessiz dünyasında yaşıyordur, başka bir dünyanın insanı
olarak. Amerika’dan arkadaşlarım, eski bir
genç aşk Ahmet, kısacık bir şekilde bir bölümde geçiyor. Ahmet’ten ziyade, ruhumda
yarattığı bunalım ve bu bunalımın Londra
kentinde sürüklenişi…
▶▶ KİTAPPEREST: Gerçek kişiler gerçek
hayattaki kişilikleriyle mi sahne alıyorlar?
Daha klasik romanlarınızda da pek çok “gerçek” kişi yer alıyor. Roman kurgusuyla bu
metnin kurgusu arasında, yazarken bir fark
oluştu mu? Roman yazarken fantezi, rüya,
hayalgücüne kaptırıp kendinizi istediğiniz
her şeyi yaptırabilecek kudretteyken burada
sizi frenleyen bir sınırlandırma, oto-sansür
oldu mu?
▶▶ NAZLI ERAY: Hayır, hiçbir oto-sansür
olmadı. Hiçbir kitabımda oto-sansür yok.
Çünkü akarcasına, hissettiğimi içimden geldiği gibi yazıyorum. Bu bir günah olmamalı.
Ben çok eleştirildim Tozlu Altın Kafes’te,
çünkü bütün duygu ve düşüncelerimi açık
açık yazmıştım Metin’le hayatımızı. Bana o
kadar doğal gelmişti ki insanları şaşırtacağı hiç aklıma bile gelmedi. Çünkü her şey
yaşanmıştı. Kitap çıktıktan sonra insanlar
şoke oldu, şaşırdı, o ayrıntılar karşısında,
detaylı bir şekilde anlatılan hayat karşısında.
Metin And’ın bir tabu olduğunu o zaman
anladım. Öldükten sonra bana bir erkeğin
tabu olabileceğini ve bir kadının onu istediği
gibi yazamayacağını anlatmıştı. Fakat kadınlar kitaba sahip çıktılar ve beni savundular.
Öyle ki konferans salonlarında ben Metin’i
kadınlara karşı korur olmuştum. (gülüyor...)
Benim belgesel, fantastik, büyülü gerçekçi
kitaplarım var, şimdi de böyle bir tür ortaya
çıktı, çok sevdiğim bir tür, belki başka
şekillerde de adlandırılıyordur bu. Ben “Belgesel Bellek” demek istiyorum buna. Büyülü
Belgesel Bellek. Yepyeni bir tür bu benim
için. Geçmişi, bugünü, hayatı böyle yaşıyorum yazarken. Sarhoş edici bir karma bu.
Bir yerde ölüm sınırı kalkıyor, anılara doğru,
gerilere doğru koşuyorum var gücümle;
nefes nefese kalıyorum, sonra tekrar koşarak
geri dönüyorum. Hızlı bir yazım şekli bu ve
bu aralar bunu çok seviyorum. Kendimi en
iyi ifade edebildiğim tarz olabilir Belgesel
Bellek. Belki bir gün bunun da öncüsü olurum. (gülüyor...)
▶▶ KİTAPPEREST: Anıların, rüyaların ve
gerçeklerin birbirine karıştığı, otobiyografiyle kurmacanın iç içe ilerlediği metinler
son dönemde oldukça sık çıkıyor karşımıza.
10 NAZLI ERAY
Dönemin ruhu belki bunu dayatıyor yazarlara? Yazınsal sınırların ihlal edilmesi, standart
yapıların geçerliğini yitirmesi, farklı öğelerin
işin içine girmesi vs. Okurların da şu anda
yaşadıkları hayat karşısında bir ihtiyacı olabilir belki bu türlerarası metinler. Yazarın ya
da okurun bir ihtiyacı mıdır bu? Siz bu türe
nasıl ulaştınız?
▶▶ NAZLI ERAY: Picasso’nun bir lafı geldi şimdi aklıma, “Hayal ettiğiniz her şey
gerçektir.” Şahsen ben bu yazının içinde çok
rahatım, içinde dolaşırken çok rahatım. Yani
bir Eva Peron’un hayatını anlatırken gerçeklere daha çok sadık kalmak lazım, Stalin’i
yazarken yine çok dikkat etmek lazım çünkü
tarih sonuçta, Tanpınar’ı yazarken onun bütün gerçeklerine, güncesindeki olaylara sadık
kalmak lazım ama burada bütün bu sınırlandırmalar ortadan kalkıyor. Daha özgürüm.
Bu benim dünyam. Ben o insanları nasıl
görmüşsem biraz da öyle var oluyorlar. Ama
anılar olduğu için insanlar gerçek hallerinde,
gerçek isimleriyle yaşıyorlar bu metinde.
Cümleleri bile gerçek.
▶▶ KİTAPPEREST: Romanda, kapakta da yer
alan anneanneniz bir hayli önemli bir karakter. Anneanne, babaanne, hala gibi ilginç bir
“kadınlar dünyası”nın içinde büyümüşsünüz.
Bu kadınlık hallerinin yazarlığınıza katkısı
olduğunu düşünüyor musunuz?
▶▶ NAZLI ERAY: Anneanne çok önemli, hâlâ
da öyle, anne tabii çok önemli; annemden
otuz beş sene uzakta yaşadım, garip benim
hayatım, bir isyankârın hayatı ama annem
ve babama karşı değil bu isyan. Bir yazarın
içindeki fırtınanın hayatını tarumar etmesi,
setleri ve köprüleri yıkması, bir şehirden
kaçması, sonra bütün ömrünü o şehre gitmeye çalışmakla geçirmesi. Böyle değişik şeyler… Mesela İstanbul’a bir olay yüzünden
küsüyorum, 18 yaşındayım. Bir gece treni ile
Ankara’ya gidiyorum bir haftalığına. Otuz
beş yıl orada kalıyorum ve arkada gözü yaşlı
bir anne, her gece telefonda konuşuyorum
RÜYA YOLCUSU 11
▶▶
▶▶
▶▶
▶▶
onunla; annemle anılarım çok az, fazla gezip
dolaşamadım onunla, buna çok üzülürüm.
Onunla anılarım çok az olmasına rağmen
o kadar taze ki, o hâlâ benim dünyamda ve
ben buna bazen şaşırıyorum. Sanki birlikte
yaşıyorum annemle. Bütün bu saydığım
insanlarla, bir zamansızlık duygusu içinde
bir arada yaşadığım oluyor. Şu Ankara işi
aslında fantastik, ya da kambur feleğin bana
bir oyunu.
KİTAPPEREST: Romanın kahramanları
arasında evler de var: Evler, mekânlar da
birer karakter gibi. Ankara’da anneannenin
evi, İstanbul’da babaannenin ahşap köşkü ve
Münire Hala’nın evleri, ikinci eşiniz Metin
And’ın Ankara’da Protokol Caddesi’ndeki
evi, efsanevi Marilyn Monroe’nun Los Angeles’taki villası ve İtalyan yazar ve gazeteci
Curzio Malaparte’nin Capri’deki görkemli
evi Villa Malaparte, mekân olmanın ötesinde, nerdeyse birer kahraman gibi yer
alıyorlar bu romanda.
NAZLI ERAY: Tabii evler benim için çok
önemli. Şu saydığımız evler çok özel. Hepsinin ayrı bir kişiliği var. Adeta hepsi birer
otobiyografi. Ben evleri severim. Belki yengeç burcu olduğum için ev, evcillik... Ama
bu başka bir şey. Yeşil bir bahçenin içinde,
yaprakların gürültüleri arasında, küçük, kendime ait bir odam olsun yeter bana. Veya dev
bir yolcu gemisinde bir odam olsun isterdim.
Daimi bir oda. Ben orayı ev yapardım. Her
gün şehirden şehre dolaşayım. Biri toprağa
bağlı, biri denize.
KİTAPPEREST: Villa Malaparte’ye gittiniz
mi?
NAZLI ERAY: Tabii gittim, muazzam bir ev,
yalnız, tek başına. Malaparte evini ben yıllar
önce bir mimarlık dergisinde görmüştüm,
bir yazı okumuştum böyle beynimden falan
vurulmuştum. Yıllar sonra Capri adasına
gittik, karşısı Vezüv, Capri bir cennet, hâlâ
bozulmamış, hâlâ Brigitte Bardot yılları,
Godard’ın o muazzam filmi, sevgililerin
aşk yuvası, şaşırtıcı çok hoş bir doğa, sonra
tabii Casa Malaparte olağanüstü, korkunç,
yalnız, hüzünlü, kıyıya vurmuş bir somon
balığı gibi. O bir mezar, bir çılgınlık ve adamın megalomanisini görüyorsunuz orada.
Yaşayamayacağı bir yer yapmış kendisine
ama yine de yaşamış içinde, ürkütücü, orada
hiçbir kadın yaşayamaz mesela. Dünyanın
en zor mekânlarından biri, Casa Malaparte. Şişme botla gittim oraya, mavi kaplı
koltuğunu gördüm dev salonda. İnsan yalnız
kalamaz o evde.
Marilyn Monroe’nun öldüğü Brentwood’daki
evi de bu açıdan çok ilginçtir mesela. Yalın
bir ev o, gösterişsiz. Yüzme havuzlu, Meksika stili. Marilyn’in ilk evi. Evin kapısında,
yerde bir taş var, üzerinde Latince bir söz var,
“Cursum Perficio” yazıyor, “Yolumu tamamladım!” Zaten üç ay sonra da kendi yolunun
sonuna geliyor orada. Bütün bu evler, evlerin
hikayeleri beni çok etkiledi ve Rüya Yolcusu’nun içinde yer aldılar hepsi de.
12 KEHRİBAR GÖZLÜ TAVŞAN
Netsukelerin
İnanılmaz Yolculuğu
Sanat hamisi, banker ve tüccar bir ailenin yükselişi,
çöküşü ya da "dokunmanın gizli tarihi…"
E
dmund de Waal dünyanın önde gelen
porselen sanatçılarından; eserleri önde gelen
müzelerde sergilenen bir seramik sanatçısı.
İlk kitabı Kehribar Gözlü Tavşan’la 2010
Costa Biyografi Ödülü’nü ve yılın yeni yazarı
olarak Galaxy National Book Ödülü’nü, 2011’de
de Ondaatje Ödülü’nü aldı.
Kısa sürede çoksatarlar listesine giren ve 700 bin
gibi hatırı sayılır bir satış başarısı kazanan kitap,
Julian Barnes, A. S. Byatt, Diana Athill gibi saygın
yazar ve eleştirmenlerin beğenisini kazandı, hatta
bir başyapıt olarak görüldü.
Kehribar Gözlü Tavşan, biyografinin yanı sıra
anı, gezi, tarih ve edebiyat hakkında düşünceler
içeren, yazın türleri arasında başarıyla gidip gelen
benzersiz bir kitap.
Kehribar Gözlü Tavşan benzeri olmayan kitaplardan. Böyle olunca en iyisi sözü yazarın kendisine
bırakmak. İsteyenleri şu adresten ulaşacakları
web sayfasında, http://www.edmunddewaal.com/
BİYOGRAFİ 13
writing/the-hare-with-amber-eyes/about-thebook/essay/ yazar bu kitapla ilgili şu sözlere yer
veriyor:
Hayli Kişisel Bir Kitap Yazmak
Son birkaç senemi hayli kişisel bir kitap yazmaya
ayırdım. Bu bir koleksiyonun ve benim ailemin
biyografisi. Bir Yahudi hanedanının yükseliş ve
çöküş hikâyesini, kayıp duygusunu, sürgünü ve
hayatta kalan nesneleri anlatıyor.
Koleksiyon, 264 adet Japon netsuke’den (avuca
sığacak büyüklükte ahşap ya da fildişi Japon
heykelciği) oluşuyor. Onun Yahudi kökenli üç
sahibini ve yüz yıl müddetince ona evsahipliği
yapan üç odayı birbirine bağlayan bir ortak nokta
olma işlevi görüyor.
Bu üç odanın ilki, sanat erbabı ve Proust’un
Swann karakterinin esin kaynağı Charles Ephrussi’nin 1870’lerde Paris’teki, duvarlarını Renoir ve
Degas gibi empresyonist ressamların tablolarının
süslediği çalışma odası. İkinci oda büyük-
Kehribar Gözlü Tavşan, Proust’un başyapıtı Geçmiş Zamanın
İzinde’nin dönemi ve dünyası hakkında da çok önemli bilgiler
barındırıyor.
büyükannem Emmy von Ephrussi’nin, Viyana’nın
ünlü Ringstrasse’sinde konumlanan devasa Palais
Ephrussi’deki giyinme odası. Üçüncü oda ise
büyük amcam Iggie’nin 1970’lerin Tokyo’sundaki,
şehrin göbeğine bakan apartman dairesinde.
Ben bu ailenin koleksiyonu miras alan beşinci
kuşağıyım, dolayısıyla bu bir yerde benim kendi
hikâyem de oluyor. Ben de bir zanaatçıyım:
“Bilgece
yazılmış
değişik,
sürükleyici bir
kitap.”
A. S. BYATT,
Guardian,
YILIN
KİTAPLARI
SEÇKİSİ
14 EDMUND DE WAAL
“Mikro-zanaat
ile makro-tarihi
umulmadık bir
şekilde birleştiren
bu kitap müthiş bir
etki yaratıyor.”
JULIAN BARNES,
Guardian,
YILIN KİTAPLARI
SEÇKİSİ
çömlekler yaparım. Nesnelerin nasıl
yapıldığı, nasıl tutulduğu ve başlarına
neler geldiği, otuz yılı aşkın başlıca
ilgi alanımdır. Çömlekçilik öğrenmek
üzere ilk kez 17 yaşımda gittiğim
Japonya da öyle. Nesnelerin nasıl
anıları bünyelerine kattıkları –ya da
daha doğru bir deyişle, nesnelerin
anıları barındırıp barındıramayacakları– benim peşine takıldığım başlıca
sorudur. Bu kitap, bu koleksiyonun
yaşadığı yerlere yaptığım yolculuklar
hakkında. Bir yerde benim için dokunmanın gizli tarihi...
***
Belki de bu beklenmedik, sürpriz
kitabın sırrı burada yatıyor: “Dokunmanın gizli tarihi.” Zira nesnelerle kurduğumuz ilişkiyi, nesnelerin
hayatımızda oynadıkları rolü bu
kadar çarpıcı betimleyen bir kitap zor
bulunur. Gelgelelim kitap aslında hem
zaman hem mekan açısından hem de
yaşantı, deneyim olarak oldukça geniş
bir alanı kaplıyor: Edmund de Waal,
elden ele geçen, kuşakları kat eden bir
koleksiyonun hikâyesini anlatırken,
yüzyıl başında bir ailenin Odessa’da başlayan yükseliş öyküsünden
Proust’un Paris’ine; Monet, Renoir,
Degas gibi empresyonist ressamların
dünyasından Joseph Roth, Freud, Karl
Kraus, Klimpt gibi yüzyıla damga vurmuş düşünür ve sanatçıların
Viyana’sına, çok geniş bir coğrafyayı
katedip her biri benzersiz oldukça
renkli birçok hayatı ele alıyor. Örneğin
Proust’ın başyapıtı Kayıp Zamanın
İzinde’nin unutulmaz karakteri Swann’ı
daha yakından tanıyor, empresyonist
ressamların hayatlarından ilginç
anekdotlara tanık oluyor ya da yazarın
BİYOGRAFİ 15
anneannesinin mektuplaşması vasıtasıyla, Rilke’nin şiir üzerine en kişisel düşüncelerini okuma
imkanı buluyoruz.
Bundan başka, daha 19. yy’dan başlayan Yahudi
düşmanlığının da kendi ailesi üzerinde kişisel
bir tarihini ele alıyor de Waal… Dreyfus Vakası
gibi tarihe damga vuran olaylarla daha 19.
yy’da yankılanmaya başlayan, Hitler’in iktidara
gelmesiyle de hafızalardan asla silinmeyecek,
ancak şiddetin boyutu olarak da asla tam olarak
kavranamayacak insanlık suçunun ailesinde
bıraktığı izleri bir araya getiriyor, böylece de
oldukça dokunaklı bir tarih anlatımı sunuyor.
Kehribar Gözlü Tavşan, küçük, adeta “sakıngan”
netsuke heykellerinin ceplerde saklanarak elden
ele geçmesiyle, zenginliğin doruğunu ve dipsiz bir
yıkımı yaşayan bir aileyi anlatıyor…
Kitabın küçük kahramanları, Edmund de Waal’in
eline geçen koleksiyonu merak edenler için:
http://www.edmunddewaal.com/writing/thehare-with-amber-eyes/gallery-3/netsuke/
“İncelikli.
Mütevazı.
Trajik.
Homerik.”
STEPHEN
FEARS,
YILIN
KİTAPLARI
SEÇKİSİ
Kehribar Gözlü Tavşan, Yahudi Soykırımı’nın başlangıcını simgeleyen Kristal Gece’yi ve Nazilerin Viyana’yı işgalini, ailesinden
bireylerin anılarını aktararak çok çarpıcı bir dille anlatıyor.
16 HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
Dizisi Tutunca
Romanı da yazılmış!
Hem özgün hem günümüz Türkçesiyle Aşk-ı Memnû!
Halit Ziya Uşaklıgil’in
ölümsüz eseri Aşk-ı Memnû titiz bir çalışma sonucunda, belki de ilk kez en
doğru ve özgün haliyle
’lerle buluşuyor.
Üstelik, Selim İleri’nin
Aşk-ı Memnû ya da Uzun
Bir Kışın Siyah Günleri
adlı kitap boyutundaki
incelemesiyle birlikte!
Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü
öğretim üyesi Seval Şahin,
özgün baskıyı büyük bir
emekle hazırladı. Editör
notunda şöyle diyor:
“Aşk-ı Memnû’nun baskısını yayıma hazırlarken
Halit Ziya’nın hayatta iken
sadeleştirdiği ve ‘birkaç söz’ ile yayımladığı İbrahim Hilmi Kitabevi’nden çıkan 1939 baskısını
esas aldık. Metni yayına hazırlarken kelimelerin
bugünkü yaygın kullanışlarını tercih ettik. Ro-
manı 1939 baskısının tefrikası
ve diğer baskılarıyla karşılaştırarak mümkün olduğunca
güvenilir bir metin hazırlamaya çalıştık. Bu doğrultuda 1939
baskısında büyük bir ihtimalle
unutulmuş olan ve romanın 8.
bölümünde Bihter’in kendisini
aynada seyrettiği meşhur sahnede, içsesi aracılığıyla verilen
betimlemesinde yer alan,
“Biraz genişçe alnının fazlalığını kabarıkça duran kıvırcık,
gür saçlarının” şeklinde cümle
başında yer alan “biraz büyükçe başının” ifadesini ekledik.
Bu baskıdaki amaç romanın
1939 tarihli baskısının orijinalini, metin tamiriyle bugünün
okurunun anlayabileceği
şekle dönüştürerek yayınlamak
olduğundan romanda yer almayan hiçbir unsuru
metne eklemedik. Yazarın kendi tercihlerini
gözler önüne sermeyi esas aldık.
AŞK-I MEMNŨ 17
Aşk-ı Memnu serüveni bende ablamın ders kitabıyla başladı.
Uzun Bir Kışın Siyah Günleri’ne kadar sürdü. Gerçi bugün de
bu romanın çekiciliğinden, gizeminden ‘kurtulamadım’.
Nihat Sami Banarlı’nın hazırladığı ders kitabında Beşir’in
ölüm sahnesi alıntılanmıştı. Beşir, veremli o yeniyetme çocuk, doğduğu yerlerin çöl güneşini özleyerek ölüyordu... Nice
zamanlar, benim için Aşk-ı Memnu hep Beşir oldu. Bir Ankara dönüşüydü, trendeydim, Aşk-ı Memnû’u yine okuyordum.
Ondan handiyse ikinci bir roman yazılabileceği coşkusuyla
dolup taşmıştım. O ikinci romanı, Aşk-ı Memnû esinli
romanı bir türlü yazamadım. Yalnızca Uzun Bir Kışın Siyah
Günleri’ni yazabildim.
Halid Ziya, Aşk-ı Memnû’un yazılışından uzun yıllar sonra,
1943’te Suut Kemal Yetkin’e bir mektup yazmış. Mektupta,
Aşk-ı Memnû’u yazarken mutluluklar duyduğunu belirtiyor.
Ayrıca, romandaki Avrupaî yaşayışın, o çağda, İstanbul’un
belli çevrelerinde yaşanageldiği üzerinde duruyor. Boğaziçi’nde, “Melih Bey takımı” diye anılan Firdevs-Peyker-Bihter
üçlüsünün çokça örneklerine, benzerlerine rastlanabileceğine
işaret ediyor. Romancı onları uzaktan tanımış ve esinlenmiş.
Onlar gibi, Behlûl de o çağın bir iki gencinden esinlenme.
Romanın konusuna gelince, Halid Ziya bütünüyle hayal
ürünü olduğunu özellikle vurguluyor.
Aşk-ı Memnu’un hayli kalabalık kadrosuna da değiniyor
Halid Ziya. Başkişilerin yanı başında, yalıdaki hizmetkârlar,
Nihal’in Büyükada’da oturan halası, küçük Bülent, şarkıcı
Kette, ötekiler...
Beşir’i, “hele” o bedbaht Habeş’i nereden bulduğunu soruyor
romancı ve “belki” kendi ailesinden tanımış olduğunu düşünüyor. Aradan geçen onca yıl, romancıda Aşk-ı Memnû’un
anısını silememiş.
Selim İleri
Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu
18 İLK CÜMLELER
Khaled Hosseini / Ve Dağlar Yankılandı
Pekâlâ. Madem bir hikâye dinlemek
istiyorsunuz, anlatacağım. Ama yalnızca
bir tane.
Elena Ferrante / Yeni Soyadının Hikâyesi
1966 ilkbaharında, Lila gayet çalkantılı bir ruh
haliyle, bana içinde sekiz defter bulunan teneke
bir kutu emanet etti.
Ror Wolf / Karanlığın Faydaları
Yanımda yatan adam anlatmaya
başladığında aylardan şubattı.
John Cheever / Yüzücü
Biz eğilimler açısından
birbirine çok benzeyen bir
aileyizdir.
ÖYKÜ 19
Bitaraf olan
bertaraf mı olur?
Everest şimdi biraz daha genç! Son yılların ilgiyle takip edilen öykücülerinden
Nazlı Karabıyıkoğlu, Hayvanların Tarafı ile Everest’te. Daha genç, daha çok
genç, daha çok öykü...
1985 doğumlu.
İstanbul Üniversitesi’nde
İşletme okudu. Öyküleri
Varlık, Kitap-lık, Notos gibi
dergilerde yayınlandı. İki
öykü kitabı var: İskele ve
Olivya Çıkmazı.
Dünyayı dolaşıp
yazarların izlerini sürdüğü
seyahat-öyküleri periyodik
olarak İstanbul Art News
gazetesinde yayınlanıyor.
Hayvanların Tarafı ile yeni
ve hakiki bir şey deniyor.
Nazlı Karabıyıkoğlu, genç öykücülerimizden biri. İlkin İskele
adlı bir kitap yayımlamıştı. O “bıçaksırtı”nın “şiir” tarafına
hafifçe kaymış bir kitaptı İskele. Ama arayışlarla doluydu.
Yeni bir dili, anlatılacak yeni şeyleri aramadan bulamazsınız.
Karabıyıkoğlu, yeni kitabı Olivya Çıkmazı’nda şiiri “üst rafa”
koyuyor. Öykülerini Orhan Veli’nin, Turgut Uyar’ın dizeleriyle açıyor. Öykülerin arayışını da başka alanlara, Türkiye’de
yaşanan ve öyküyle aslında daha yoğun biçimde aktarılması
gereken sosyolojik sorunlara yöneltiyor. Bu da dilin değişmesini, öykü dilinin öne çıkmasını kolaylaştırıyor: “Bugün öğleden sonra göğü barbar bulutlar kapladı. Kafa kafaya verdiler,
kurşuna kestiler.”
(...)
Nazlı Karabıyıkoğlu, yaşama dokunabilmek için tetikte
bekleyen genç öykücülerimizden biri. Anlatımı, yalın dili ve
Türkçesiyle bundan sonra yazacaklarını da merak ettiriyor.
Faruk Duman,
Radikal, 12.09.2014
20 RUSYA'DA KİMLER İYİ YAŞAR
Rusya’dan İnsan
Manzaraları
Büyük Rus şairi Nekrasov’un destanında köylüler, ağalar, tefeciler, din simsarı
papazlar hep bir ağızdan soruyorlar birbirlerine: Bu memlekette kimler iyi yaşar?
Hakkında “Nekrasov, Puşkin
ve Lermontov’dan daha
büyüktür!” sözü edilen,
cenazesinde Dostoyevski’nin
konuşma yaptığı büyük Rus
şairi Nikolay Alekseyeviç
Nekrasov’un başyapıtı olan
Rusya’da Kimler İyi Yaşar,
Rus edebiyatının ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’dır.
Belinskiy’in “Rus yaşantısının ansiklopedisi” olarak
nitelediği Puşkin’in ‘Yevgeniy
Onegin’i gibi, Nekrasov’un
bu poeması da 19. yüzyıl Rus
halk yaşantısının ansiklopedisi sayılabilir. Bir grup
mujiğin Rusya’da kimlerin
mutlu yaşadığı sorusunun
peşine takılarak yanıt arama
serüvenleri içinde, dönemin
Rus toplumsal hayatının panoramasının yanı sıra, köleci
sistemin insan davranışlarındaki insanlıkdışı yansımalarını da, kölelik ruhunu şiddetle reddederek başkaldıran
insanı da görürüz.
Rus şiirine taze bir soluk,
diri bir kan getiren N. A.
Nekrasov, keskin toplumsal
çelişkiler girdabında şiirin bir
“monolog” ya da bir hüzünlü mırıldanma olmayıp,
özgürlük ve adalet arayışındaki halk kitlelerinin elinde
bir bayrak olabileceğini de
göstermiştir. Ezilenlerin, aşağılananların bütün umutları
ve zaferleri de bu duygularda, bu dizelerde ete kemiğe
bürünür.
Rus şiirinde folklora, halk
ağzına, halk şarkılarına
en çok yaslanan şairlerin
başında da Nekrasov gelir.
Özellikle dünyaya sanki acı
çekmek için gelmiş çilekeş
Rus kadınları Nekrasov şiirinin odağındadır. Bununla
birlikte, varlıkları doğrudan
çarlık rejimine bağlı pomeşçikler (toprak ağaları),
ikiyüzlü liberaller, rüşvetçi
memurlar, tefeciler, uşaklar,
yeni türeyen burjuvalar, din
simsarı papazlar; kısacası,
düzenin kaymağını yiyenler
ve onların çanak yalayıcıları, Nekrasov’un şiirlerinde
bir resmi geçitte gibidirler.
Nekrasov’un şiiri, bu anlamda Mayakovski şiirinin de
habercisidir.
ROMAN 21
Anna Kavan,
büyülemeye devam
ediyor!
Anna Kavan, trajik ve egzotik hayatını yazdıklarına yedirişi, düş dünyası ve
kâbus dolu hayalgücü dolayısıyla sık sık benzetilip kıyaslandığı Anaïs Nin gibi
kültleşmiş bir yazar. Başyapıtı Buz’un ardından Kartal Yuvası da okurla buluştu!
D
üş işe gerçeğin, geceyle gündüzün iç içe geçtiği bu roman yaşadığı dünyanın katı kuralları arasında sıkışıp
varlığını sürdüremeyen bireyi anlatıyor. Karşısına çıkan bir iş ilanında kurtuluş arayan başkarakter, geçmişi geride
bırakıp gizemli işverenin mekânına, Kartal Yuvası’na doğru
yola koyulur. Gelgelelim tropikal bitki örtüsünden, şelalelerden
oluşan bir tuhaf diyar, beklentilerini karşılamaktan çok uzaktır.
Günümüzde değeri daha da çok anlaşılan Anna Kavan, yavan
gerçekler ile rüya âlemi arasında gidip gelen bu çarpıcı fantezide modern toplumun sahteliğine, acımasız kurallarına, anlamsız kurumlarına ayak uyduramayan bireyi anlatıyor.
“Modern yazarların en gizemlilerinden biri olan Anna Kavan,
eşsiz büyüleyicilikte bir kurmaca dünya yarattı. Onun görüş
gücünün yoğunluğuyla çok az çağdaş romancı boy ölçüşebilir.”
J. G. Ballard
“Kavan, bizlere kadın sanatçı evreninin şiirsel imlemesini vermeyi amaç edinen o büyük öznel-kadınsı geleneğe (Woolf, Barnes, Nin) aittir.”
Lawrence Durrell
“Kartal Yuvası, Kavan’ın rüyalar, fanteziler, hayal gücü ve
akıldışının geceye ait dünyalarını keşfetme becerisinin
kusursuz bir yansıması.”
Anaïs Nin
22 ŞİİR
MODERN
R
E
L
K
İ
S
A
KL
“MODERN
”İ
KL ASİKLER
İBİ
G
Ş
U
M
U
K
O
IZ!
N
I
S
Z
A
M
A
P
YA
BİZDEN HABERLER 23
Ahmet Ümit Elveda Güzel Vatanım
ile rekora koşuyor!
İlk baskısı 250.000 adet yapılan ve ilk hafta içinde tükenen kitabın
ikinci baskısı 50.000 olarak gerçekleştirildi!
Şairlerimiz
ödüllerini aldı
Ömer Erdem son kitabı Pas ile “Dağlarca
Şiir Ödülü”nü, Cevdet Karal ise Cesedi
Nereye Gömelim ile
“Necip Fazıl Ödülü”nü aldı!
Muhteşem Will
geliyor!
Elveda Güzel Vatanım
“Yılın En İyi Kitabı”
Shakespeare’in 400. ölüm yıldönümü
nedeniyle, ünlü teorisyen ve edebiyatçı
Stephen Greenblatt’ın kaleme aldığı
sansasyonel kitap Muhteşem Will,
Shakespeare Nasıl Shakespeare Oldu,
çok yakında!
Radikal’in geleneksel “Yılın En İyileri”
anketinde okurlar Yılın En İyi Kitabı
olarak Elveda Güzel Vatanım’ı seçti!
Biz TOPRAK’ın değerini ve nimetini
binlerce yıldır ninemizden
dedemizden öğrenir, torunlarımıza
aktarırız. Hırsın kör ettiği gözden
sakınır, saklar, sever, gözetiriz.
Biliriz ki; varlığımızın nedeni
TOPRAK’ı annemiz gibi şükranla
korumazsak kendi yokluğumuzu
hazırlarız. Sonu hep bela olmuştur,
hâlâ öyledir. Toprağına, evine,
anasına, kadınına ihanet eden hep
bela bulur ve yok olur.
TOPRAK ki, SU kadar aziz, SU gibi
hayattır ama ona benzemez.
SU kaybolmaz. SU akar. SU
gezer. SU döner. SU dolaşır. SU
uçar. TOPRAK sabittir. TOPRAK
dolaşmaz. TOPRAK giderse, geri
dönmez.
TOPRAK sabırlıdır. Bekler, affeder.
TOPRAK anca küstü mü kaybolur.
TOPRAK küstürülünce intihar eder,
adı: erozyondur. TOPRAK suya
kaçar giderse, bir daha dönmez.
TOPRAK gidince, ev, yuva, yurt,
tarım, gıda, aş biter. TOPRAK biter,
her şey biter.
Buket Uzuner
Toprak

Benzer belgeler