DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI

Transkript

DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
DÜBAM
PURİM’e KARŞI BİRLEŞİN GİLAD ATZMON İsrail politikaları, Diaspora Yahudileri, çağdaş Yahudi kimliği ve Filistin Çeviren: Ertuğrul Aydın DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM GİLAD ATZMON’DAN MAKALELER SEÇKİSİ Ağustos 2010
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
2
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Sunuş
Dünya Bülteni’nin metinlerini sebâtla çevirdiği isimler arasında yer alan İsrail doğumlu
(1963) Gilad Atzmon bir caz saksafon sanatçısıdır. Çalıntı olduğunu anladığı Filistin
topraklarından 1994’te kendi isteğiyle çıkmış ve Londra’ya yerleşmiştir.
Siyonistler ona kendinden nefret eden Yahudi deselerde, dünya cazının otantik isimlerinden
biri olmasıyla örtüşen otantik/sahih/hakiki bir şahsiyettir. Hem nefesi hem de kalemiyle
Filistin davasına adanmış bir şahsiyettir. Zalime karşı şedid, mazluma karşı şefkatli bir ruhu
yansıtan âdil, hakkaniyetli, liyâkatli, cesur ve güçlü bir kalemdir de. Başbakan Tayyip
Erdoğan 2009 Ocak ayı sonunda Davos’ta Şimon Peres’le “karşılaşması” sırasında Gilad
Atzmon’dan çarpıcı bir alıntı yaparak Atzmon’a hak ettiği değeri gösterirken Atzmon’un
Siyonist eleştirmenlerine Şimon Peres nezdinde hak ettikleri dersi vermişti. Başbakan
Erdoğan Gilad Atzmon’dan alıntı yaparken onun “Yahudi” olduğunu not etmişti. Fakat
kaydetmekte yarar var, seçkide yer alan röportajda görüleceği üzere Atzmon şöyle söyler:
“Sanırım, davranışlarımda yahudilikten ve İsraillilikten kalma pek çok iz vardır. Kendimi
soruşturmak ve onlarla teker teker savaşmak benim hayat mücadelemdir.”
Atzmon’un Yahudi halkıyla bir kavgası yoktur. Onun kavgası, hükmetme, gasp etme ve
öldürme hakkını kendinde gören, üstünlükçülükten beslenen bir ırkçılıkla ve onun
mümessilleriyle’dir.
Söz konusu olan İsrail ve Yahudilik-Yahudi kimliği olduğunda, araştırmacıların, analistlerin,
gözlemcilerin galiba ezici bir çoğunluğundan ayrı bir yerde durur çünkü diğerlerinin yaptığı
dış gözlem iken, kendisini “siyasi sanatçı” olarak tanımlayan Gilad’ınki biraz da tarihi, dini,
siyasi ve felsefi birikimini harekete geçirdiği bir içgözlemdir.
Atzmon, insanlığa, dünya barışına ve gelecek nesillere tahripkâr Siyonist rüyadan daha büyük
bir tehdit yoktur der ve “Demokrasi ve Siyonizm” başlıklı makalesinde, bu tehditle baş etme
yolunun, Yahudilere güç koridorlarına sızarak siyasi güç elde etmeyi ilham eden Purim’e yani
onun aşıladığı ideolojiye, ruh ve zihniyete karşı birleşmek olduğunu söyler. Purim bir Yahudi
bayramıdır ve kaynağını Kitâb-ı Mukkaddes’te Ester Kitabı’nda geçen bir hikayede bulur.
Ama aynı zamanda, Atzmon’un teşhisiyle, Kitâb-ı Mukaddes'ten neşet eden, kabilevi ve
kültürel bir ideolojinin ete kemiğe bürünmesidir” ki birleşme çağrısını işte bu ideolojiye karşı
yapmaktadır.
Seçkide yer alan makaleler ve röportaj 2008-2010 yılları arasında yayınlanmıştır.
Ertuğrul Aydın
DÜBAM
3
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İçindekiler İsrail Bir Kez Daha Ziyanda ...................................................................................................................... 5 İçteki Terörle Savaş:Yahudi Tarihinin Sonu ............................................................................................. 7 Tanrı aşkına, bırakın da hüzünlensinler................................................................................................. 13 Enayiler için Kabile Marksizmi ............................................................................................................... 15 Çağdaş Yahudi folklörü'nde organ bağışı ve hırsızlığı............................................................................ 20 Şerrin Patolojisi...................................................................................................................................... 23 Hezeyandan Kinciliğe Siyonist rüyanın tâbiri......................................................................................... 27 Bonapart Blair & Ltd. ............................................................................................................................. 30 Nehirden denize kadar .......................................................................................................................... 32 Yad Va, yazıklar olsun sana! .................................................................................................................. 36 Dreyfus, Protokoller ve Goldstone ........................................................................................................ 40 Yahudi sembolizminin bayağılığı ........................................................................................................... 42 İngiltere'deki Yahudi seçmenler için elkitabı......................................................................................... 44 Samson ve II. Nakba .............................................................................................................................. 46 İsrail'in denizdeki katliamı ..................................................................................................................... 48 Şefkati çarmıha germek......................................................................................................................... 49 Mossad mottosu: “Savaşı hileyle yapacaksın.” ..................................................................................... 51 Siyonizm ve demokrasi.......................................................................................................................... 54 Gilad Atzmon’la röportaj ....................................................................................................................... 58 4
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İsrail Bir Kez Daha Ziyanda mesajı tüm İslam dünyasına ve ötesine
yayılıyor.
Geçen
hafta
Londra'da
düzenlenen bir yürüyüşe katıldım ve
100.000 kişilik protestocularla birlikte
yürüdüm. Afişlerden, baş bantlarından ve
hoparlörlerden, her yandan destek seli
akıyordu. Hamas yalnızca mağlubiyetten
çok uzak değil, ayrıca roket saldırısı
düzenleme kabiliyeti de etkilenmemiş
görünüyor. Hamas savaşçıları gün be gün
Aşdod, Aşkelon ve Sderot'taki İsraillilere
aslında çalıntı Filistin topraklarında
yaşadıklarını hatırlatıyor. Hamas’a gerekli
zamanı verin, balistik mesaj Filistin'in her
bir köşesine iletilecektir.
Haaretz'de bugün yayınlanan bir habere
göre İsrail ordusunun üst düzey
komutanları, İsrail'in Hamasla derhal bir
ateşkese varması ve Gazze'deki Filistinli
İslamcıları hedefe koyup saldırıları
genişletmemesi gerektiğine inanıyorlar.
Bu bizi şaşırtmamalı. İsrail, geniş ölçekli
soykırım
uygulayabilme
kapasitesi
olduğunu bize ispatlamış da olsa askeri
kuvvetlerin İslami direnişe bir cevap
üretemediklerini de ispatlamıştır. İsrail
ordusunun üst düzey komutanları, "İsrail'in
şu birkaç gün içinde Gazze'de yapabileceği
muhtemel herşeyi yaptığını" itiraf ettiler.
Dolayısıyla IDF, Gazze'deki rolünü
tamamlamış görünüyor. Komşularını enkaz
yığınına çevirdi. Hava saldırıları ve
donanma gemilerinden açılan ateşle dur
durak bilmeksizin, gözler önünde sivil
nüfusu katletti. Okulların ve hastahanelerin
tepesinde patlayan beyaz fosfor görüntüleri
hepimizin hafızalarında. Bombalardan
kaçmak için kendi binalarını terk eden
insanların sığındığı, tıka basa dolu okullara
tanklarla ateş açılması artık “Yahudi asker
imajıyla” ilişkilendiriliyor; ama İsrailliler
buna karşılık hiçbir gâyeye ulaşmış da
değiller. İtiraf ederim ki İsrailli bir general
olmak, özel bir yetenek ister. Savaş
suçlarında ne kadar kabiliyetliyseler, her
nasılsa bir yolunu bulup herşeyde başarısız
olmak gibi bir özellikleri de var.
İsrail, bir çıkış stratejisinden mahrum.
Savunma Bakanı Barak'ın bir haftalık
insani ateşkes arayışında olduğunu
öğrendim bugün. Nutkunuz tutulmasın
hemen, soykırımcının teki, lekelerinden
arınıp birdenbire değişivermedi. Tecrübeli
bir general olan Barak, cephedeki
askerlerinin ara vermeye ihtiyaçları
olduğunu biliyor ve buna tam şu an
ihtiyaçları var. Dağınık halde bulunan
birkaç açık alanda toplandıklarından dolayı
Hamas'ın keskin nişancılarına ve havan
toplarına karşı savunmasızlar. İsrail
kuvvetleri son birkaç gündür kayıpların
artmasından muzdarip. Savaşı Gazze'nin
mahallelerine taşıma teşebbüsü sert bir
direnişle karşılandı. İsrail ordusu bir kez
daha batakta.
Şayet bu yeterli gelmezse, birkaç gün
içinde Obama Beyaz Saraya yerleşecek, ki
İsrailliler yeni Amerikan başkanının cani
stratejilerine kör bir şekilde destek
vereceğine büsbütün kâni olmuş değiller.
Savunma Bakanı Barak, fırsat penceresinin
kapanmak üzere olduğunun farkında. İsrail
Silahlı kuvvetlerinin, savaşın askeri
hedeflerinden
hiçbirine
ulaşmaksızın
Gazze şehri eteklerinde siperde kalmak
durumunda olacağının farkında. Barak'ın
yeni bir gerçeklik yaratmak üzere birkaç
günlük ateşkese ihtiyacı var. İnsani
çabanın ardına gizlenmeyi açıkçası tercih
ediyor. İsrail ordusunun bir kez daha
İsrailli politikacılar başlangıçta Hamas’ı
yok etme yemini ettiler, daha sonra
beklenti çıtasını düşürerek Hamas’ın roket
saldırısı düzenleme kabiliyetini yok etme
sözü verdiler, heyecana gelmiş İsrailli
seçmenlerini, Yahudi devletinin bu kez
ölümüne savaşacağına dair temin ettiler.
Görünüşe bakılırsa bir kez daha vaatleri
gerçekleşmekten çok uzak.
Hamas işte yerinde duruyor; Filistin
sokaklarında Hamas’a verilen destek daha
da arttı. Ama sadece Filistin sokaklarında
artmakla kalmayıp, Hamas'ın gözdağı
5
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM hazırlıksız yakalandığını itiraf etmekten
daha kolay tabi. Olmert de destek veriyor
ama sadece yalanlarını itiraf edecek kadar
aptalca. Görünüşe bakılırsa bunlardan biri
bugün
erken
vakitlerde
"Hamas'ın
sahneleri görüp sesleri duyduğunu, bu
yorumların Hamas ve liderlerine ilaç gibi
geldiğini" telkin ederek Barak’ın suratında
patlamış.
dümdüz edildi, meskun mahallere beyaz
fosfor atıldı. Bu yetmezmiş gibi bir de gece
gündüz kullandığı tonlarca bunker
buster'larla Gazze'deki her evin temellerini
sarstı öyle ki Gazze'de ayakta kalan evlerin
yaşamak için güvenli olup olmadığı sorusu
gittikçe önem kazanıyor. AB yetkilileri,
mahvedilen kasabaların, kamp ve köylerin
yeniden inşa masraflarını kimin ödeyeceği
sorusunu merakla sordular bugün.
Mâlum şartlar altında, İsrail Silahlı
Kuvvetleri şimdi zor durumda. Beni yanlış
anlamayın, halen ölüm kusma ve kan
akıtma kabiliyetleri var ama yine de bu
savaşı
kazanamazlar.
İsrail
Hava
Kuvvetleri'nin "askeri" hedefleri bir hafta
önce tükendi; topçu bataryalarının durumu
muhtemelen bundan farklı değil. Yeni
haberlere göre İsrail askerleri zırhlı
araçlarından ve Merkava tanklarından bir
kez ayrıldılar mı Hamas'ın merhametine
kaldıkları çok açık. Ynet'te, İsrail
askerlerinin
"gerçekte
düşmanı
göremediklerini", "vuruluyoruz ama kim
tarafından ve nasıl vurulduğumuzu
bilmiyoruz" dediklerini aktaran haberi
okudum bugün.
İdeal ahlâki bir dünyada, İsrail,
Gazzelilerin evlerine dönmelerine müsaade
ederdi. Ancak İsrail ve ahlak, birbirine
kavuşmaz paralel iki çizgidir. Asla
kesişmezler. Filistinlilerin topraklarına bir
gün
döneceği
ne
kadar
açıksa,
Filistinlilerin kaçınılmaz geri dönüşlerini
memnunlukla karşılayacak olanın İsrail
olmadığı da açıktır.
Birileri Gazze'yi yeniden imar etmeli; ve
akla gelen tek isim demokratik seçimle
iktidara gelen Hamas’tır. Hamas'ın
yürüteceği böylesi muazzam bir proje,
İsrail'in mücrim savaşına ve onun câni
gâyelerine doğru cevap olacaktır.
Mâlum şartlar altında, Hamas, kahramanca
sebâtın sembolü haline geliyor. Cephedeki
savaşçıları, Amerika'nın en ölümcül
teknolojisine karşı hani neredeyse çıplak
elleriyle savaş veriyorlar. Benzer şekilde,
Hamas siyasi liderliği, mevcut çatışmaya
ilişkin muhtemel her hangi bir çözümün
kilidi olduklarını gösterdi. Hamas'ın
devrilip
gideceği
veya
itibarını
kaybedeceği ümidi, bir diğer Yahudi
hülyası olduğunu ispatladı. Hamas artık
uluslararası toplumda geniş kabul gören bir
teşekkül haline geliyor. Muhtemel bir
çözümün temel unsurlarından birisi
nazarıyla bakılıyor. Öte yandan İsrail, hak
olduğu üzere, en kötüsünden soykırımvâri
savaş suçuna bulaşmış câni, mücrim devlet
olarak görülüyor.
Ancak akılda tutmamız gereken yeni bir
gerçeklik var. İsrail'in Gazze'de ardında
bıraktığı hasar dehşet verici. Mahalleler
6
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İçteki Terörle Savaş: Yahudi Tarihinin Sonu Apaçık savaş suçlarına verilen böylesi bir
halk desteği daha önce görülmüş ve
duyulmuş değildir. Terörist devletler
öldürür, ancak belli belirsiz utanç duyarlar
bundan. Stalin'in Sovyetler Birliği uzaktaki
bazı Gulaglarda bunu yaptı; Nazi
Almanyası
kurbanlarını
ormanların
derinliklerinde ve tel örgülerin ardında
öldürdü. Yahudi devletine gelince,
İsrailliler, okulları, hastahaneleri ve
mülteci kamplarını hedef alıp gayri nizâmi
silahlar kullanarak savunmasız kadınları,
çocukları
ve
yaşlıları
güpegündüz
boğazlıyorlar.
Bugün ele alacağım mesele, İsrail'in
vahşiliği ve çağdaş yahudi kimliği
hakkında söylemek zorunda olduklarım
arasında her halde en önemli olanıdır. Bu
mesele hakkındaki düşüncemi kapsamlı bir
kitapta
yahut
akademik
metinde
şekillendirebilirdim ama bunun yerine tam
tersini yapıp alabildiğince kısa ve basit bir
dille aktarmaya çalışacağım.
Şu geçen haftalar zarfında İsrail'in
Gazze'deki Filistinli sivil halka karşı
soykırımvâri askeri harekâtına şahit olduk.
Dünyanın en güçlü ordularından birinin
kadınları, yaşlıları ve çocukları nasıl
ezdiğine
şahit
olduk.
Okulların,
hastahanelerin ve mülteci kamplarının
tepesinde gayri nizâmi silahların estirdiği
fırtınaları gördük. Daha önce savaş suçları
işlendiğini gördük ve de işittik ancak
İsrail'in haddi aşması bu kez kategorik
olarak farklı. Yahudi İsrail nüfusunun
mutlak çoğunluğu buna destek verdi. İsrail
ordusunun Gazze'deki harekâtını İsrail
nüfusunun yüzde 94'ü destekledi. Yani
İsraillilerin yüzde 94'ü sivillere karşı
girişilen hava baskınlarını onayladı. İsrail
halkı katliamı televizyon ekranlarından
izledi, seslerini duydu, ateşler içindeki
hastahane ve mülteci kamplarını gördü
ama tüm bunlar onun yerinden kalkmasına
yeterli gelmedi. "Demokratik seçimle" iş
başına gelmiş zalim liderlerini durdurmak
için pek bir şey yapmadılar. Bunun yerine,
içlerinden bazıları iskemleleri kapıp
ordularının Gazze'yi kan banyosu yapılan,
modern bir İbrani arenasına çevirişini
izlemek üzere Gazze Şeridine nâzır
tepelere çıktılar. Kampanyanın bitmişe
benzediği ve Gazze'deki katliam ölçeğinin
gözler önüne serildiği bugün bile vicdan
azabı duymuş gibi durmuyor İsrailliler.
Sanki bu yetmezmiş gibi bir de dünya
çapındaki Yahudiler, savaş sırasında
"yalnızca Yahudilerin yaşayacağı bir
devlet" lehinde nümayişler düzenlediler.
Bu seviyeye ulaşmış grup barbarizmi izaha
muhtaçtır. Önümüzde duran görev,
İsraillilerin toplu vahşiliği üzerine bir
soruşturma olarak tanımlanabilir. Bir
toplum nasıl olur da şefkat ve merhametini
yitirebilir?
Terör, Ruhlarında Mündemiç
İsrailliler ve onların destekleyici Yahudi
cemaatleri, herşeyden ziyade kendi
ruhlarında içkin olan vahşilik tarafından
terörize/tedhiş
ediliyorlar.
İsrailliler
gaddarlaştıkları
nispette
korkmaya
başlıyorlar. Mantık basit. Bir kimse,
ötekine daha fazla acı çektirdikçe
çevredeki muhtemel, potansiyel ölümcül
kapasiteden duyduğu endişe de o nispette
artıyor. Daha geniş ifadeyle İsrail,
Filistinli, Arap, Müslüman ve İran'da kendi
içindeki saldırganlığı buluyor [kendi içinde
bulduğu saldırganlığı onlara yansıtıyor].
İsrail vahşiliğinin sınır tanımadığı, hiçbir
benzerinin olmadığı gerçeğini göz önüne
aldığımızda müthiş bir iç daraltısı
[anksiyete] çektiklerini söyleyebiliriz.
Demek ki İsrailliler, suç ortağı olan
kendilerinden korkuyorlar. Ruhlarında
mündemiç terörle ölümcül bir savaşa
tutuştular. Fakat bu iş'te yalnız değiller.
Sivillerin üzerine beyaz fosfor yağdıran bir
devlete destek vermede yarışa giren
diaspora yahudileri de aynı mahvedici
tuzağa düştü. Büyük bir cürümün şevkli
7
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM destekçisi olarak ruhunda bulduğu
zalimliğin başkalarında tezahür etmesi
düşüncesi onu korkuya sevkediyor. İsrail’i
destekleyen diaspora yahudileri, kendi
içlerinde bulduklarına benzer bir vahşi
niyetin bir gün kendilerine dönmesi gibi
muhayyel bir ihtimal karşısında harap
oluyorlar. Anti-semitizm korkusunun aslı
esası işte budur. Kollektif yahudi merkezli
kabîlevi
acımasızlığın
ötekilere
yansıtılmasıdır.
olup
olmadığını
sormaktır.
Anlaşılabileceği üzere aslında tam olarak
İsraillileri ve siyonistleri kurtarmakla ilgili
değilim. Daha doğrusu, aklım, siyonistleri
haddi aşmaktan kurtarmanın Filistin’e,
Irak'a ve galiba bize barış ihtimalini
sunacağını söylüyor. İsrail, bunu görmede
zaafa düşenler için buzdağının görünen
küçük bir kısmıdır. Ölümcül bir şekilde
müdahaleci
neocon
ideoloji
ve
uygulamalarının doğrudan sonucu olarak
Amerika, İngiltere ve Batı, eninde sonunda
benzer korku politikalarına mahkûmdurlar.
İsrail-Filistin çatışması diye bir şey yok
İsrail ve onun destekçilerinin, yanıcı bir iç
saldırganlığın üzerine benzin döktüğü,
ateşten intikam topu haline geldikleri şu
kısır döngünün oluşumunu görüyoruz
burada. Tüm bunlar hayli anlamlıdır.
Filistinliler
askeri
bakımdan
İsrail
saldırganlığına
ve
İsrail'in
yıkıcı
kapasitesine karşı koyamayacaklarından
dolayı bir İsrail-Filistin çatışmasının
olmadığını savunma hakkına sahibiz.
Ortada olan biten bir şey varsa o da
İsrail'in psikozudur, İsrail'in kaygı
içerisinde kıvrandığı, kendi acımasızlığını
başkalarına yansıttığı ruhsal bozukluk.
Günümüzün Nazileri nazarıyla bakılan
İsrailliler her yanda Nazi görmeye
mahkum olmuşlardır. Benzer şekilde, antisemitizm'in yükselişi diye bir şey de yok.
Basitçe söylemek gerekirse, diaspora
yahudileri, bizzat ispatladıkları şekliyle,
etnik bakımdan kendileri kadar yoz ve
merhametsiz birilerinin var olması
ihtimaliyle perişan olmaktadırlar. Kısacası,
İsrail politikası ve siyonist lobicilik
hakkında hüküm verirken, topyekûn
psikozun eşiğindeki ölümcül kollektif
yahudi paranoyasından daha azı takdir
edilmemelidir.
Nasıradan Çekinmek
Anlatıldığına göre çok zaman önceleri,
Kenan diyârında [din] kardeşleriyle birlikte
yaşayan İsrailoğullarından bir zat varmış.
Çağdaş İsrailliler gibi o da nefret, intikam
ve korkuyla kuşatılmış bir halde
yaşıyormuş. Belirli bir merhalede artık
müdahale etmeye ve durumu değiştirmeye
karar vermiş ve bir de bakmış ki
acımasızlıkla baş etmenin lütuftan başka
hiçbir yolu yok. "Öteki yanağını çevir"
düsturunu salık vermiş. İsrailoğullarının
psikozuna "içteki terörle savaş" teşhisi
koyan İsa, şiddete karşılıkta bulunmanın
tek yolunun, içindeki iyiliği ararken
aynaya bakmak olduğunu kavramıştı.
İsa'nın çıkardığı dersin, batılı evrensel
ahlâkın şekillenmesine zemin hazırladığı
hayli belirgindir. Modern siyasi ideolojiler
kendi derslerini Hıristiyan ümidinden
devşirir. Marks'ın eşitlik adına sürdürdüğü
normatif
arayış,
İsa'nın
kardeşlik
mefhumunun seküler bir dille yeniden
yazılması olarak görülebilir. Ne var ki tek
bir siyasi ideoloji bile çıkıp da İsa'nın lütuf
(grace) mefhumunu almadı. Barışı arama
fiili öncelikle insanın derûnunda başlar.
İsrailliler ve onların neocon ikizleri barışı
caydırıcılıkta ararken hakiki barışa, ruhta
ahenk arayışıyla ulaşılabilir. Lacancı bir
uzman komşuyu sevmenin gerçekte
kendini sevmek olduğunu telkin edebilir.
İsrailli'nin durumu bunun tam tersidir.
Tekrar tekrar ispatladıkları üzere gerçekte
Siyonisti, kanlı yolculuğundan kurtarmanın
bir yolu var mı? Tarihin seyrini
değiştirmenin,
İsraillileri
ve
onun
destekçilerini
düştükleri
dalâletten
kurtarmanın bir yolu var mı? Bu soruyu
sormanın en iyi şekli, İsraili ve siyonisti
bizzat kendisinden koruyacak bir yolun
8
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM kendilerini sever, komşudan nefret ederler
yahut kısaca, sadece kendilerini sever
umumdan nefret ederler. Neredeyse
herşeyden ve herkesten nefret ederler:
Arap'tan,
Chavez'den,
Alman'dan,
İslam'dan, Mûsevi olmayanlardan, domuz
etinden, Papa'dan, Filistinliden, Kiliseden,
İsa'dan, Hamas'tan, Kalamar ve İran'dan.
Sen söyle, onlar nefret etsin. Böylesi bir
nefret zevk vermediği takdirde tüketici bir
proje
olsa
gerektir.
Ve
hakikat,
İsrailoğullarının "zevk ilkesi" şu şekilde
ifade edilebilir: Başkalarına acı çektirirken
nefrette zevk bulmak.
evrensel iyilik esasına dayalı bir temenniye
imkan vermektedir. Sürekli olarak şerre
mâruz kalma tehdidi altındayız ama
iyiliğin
galebe
çalacağına
inanma
eğilimimiz var yine de. Hâlbuki
İsrailoğullarının
kabilevi
söyleminde
seçilmişin mülkiyetindedir iyilik. İsrailliler
komşuda bir iyilik yahut zerâfet görmezler,
komşularını vahşi ve yaşamı tehdit eden
bir unsur olarak görürler. Zerâfet,
İsraillilerin mülkiyetindedir ve tesadüfe
bakın, kendileri öylesine masum öylesine
mağdurlardır
ki.
Batının
evrensel
söyleminde iyilik bir kişiye yahut ulusa ait
değildir; herkese aittir ve aynı zamanda hiç
kimseye ait değildir. Batının evrensel
mirâsına
göre
iyilik,
hepimizin
derûnundadır. Bir siyasi parti veya
ideolojinin
mülkiyetinde
değildir.
Hepmizin özünde yüceltici bir lütuf ve iyi
bir Tanrı var
Bu noktada söylemek gerekir ki "içteki
terörle savaş" bir yahudi icâdı değildir.
Herkes – uluslar, halklar veya bireyler –
onun potansiyel nesnesidir. Amerika'nın
Hiroşima ve Nagazaki'de yaptığı nükleer
katliam Amerikan halkını terörize edilmiş
bir topluluk haline getirdi. Bu toplu endişe,
"Soğuk Savaş" olarak bilinir. Amerika
bizzat kendisinin ispatladığı şekliyle
merhametsiz birilerinin ortaya çıkması
korkusundan kendisini hâlâ kurtaracak.
Şok ve Dehşet'te Amerika ve İngiltere
üzerinde bir yere kadar benzer etkiye
sahiptir. Yüksek motivasyona sahip bir
seçkinler sayesinde dehşete kapılmış
kitlelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu türe
"korku politikası" deniliyor.
Nasıl bir [Tanrı] Baba?
"Tanrınız RAB mülk edinmek üzere
gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde ve
önünüzden birçok ulusu kovduğunda...
onların hepsini yok etmelisiniz. Onlarla
antlaşma
yapmayacak
ve
onlara
acımayacaksınız." (Tesniye 7:1-2)
İsrail ve onun destekçisi lobilerin
söyleminde şefkate yer olmayışının
kökenini bu noktada anlamaya teşebbüs
edebiliriz. Yahudiler ve onların farklı
Tanrıları arasındaki sorunlu ilişkileri
tafsilatlı bir şekilde incelemenin konuya
biraz ışık tutacağına inanıyorum. Yahudi
"Tanrılarının", "İdollerinin" ve "Baba
Figürlerinin" sayısındaki artışın belli
belirsiz sorun teşkil ettiği açıktır en
azından söz konusu olan ahlak ve zerâfet
olduğu müddetçe. Oğul ve ahlâksız babası
arasındaki ilişkiler tetkik edilmelidir.
Felsefeci Ariella Atzmon (kendisi annem
olur), yanlış başlangıcın karmaşıklığını
"Fagin Sendromuyla" tanımlar. Charles
Dickens'ın Fagin'i, çocukları suça teşvik
eden bir yetişkindir. Yankesiciliğin ve
hırsızlığın nasıl yapıldığını öğretip onları
Ama yinede batılı söylemi düzeltici bir
mekanizma var. Kendi kendini besleyen
paranoya eliyle gittikçe radikalleşen
yahudi devletinin aksine, şerle öyle ya da
böyle yüzleşilmekte ve er ya da geç
kuşatılmaktadır. Câni kınanmakta ve barış
ümidi bir şekilde eski durumuna iade
edilmektedir. Bu demek değildir ki
Obama'nın
bir
değişim
getirmesi
hususunda nefesimi tutuyorum, hakikat,
Obama'ya değişim getirmesi için oy
verildi. Obama, şerri hakiki manada
sınırlandırma
teşebbüsümüzün
sembolüdür. Yahudi devletinde ise
olmamakla kalmayıp asla da olamayacak
bir şeydir bu. İsrail ve Batı arasındaki fark
âşikardır. Batıdaki Hıristiyan mirâs,
9
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bıraktı ve sıradan insanoğluna döndü.
Diğer pek çok yahudi ise Tanrı'yı terk etti
ama ırki ve kabîlevi bağlarını korudu.
Kabîlevi
aidiyetlerini
Museviliğin
umdesine değil etnik, ırki, siyasi, kültürel
ve ideolojik zemine dayandırmaya karar
verdiler.
Yehova'yla
ilişkilerini
kesmelerine rağmen sekülerist bir bakış
benimsemede inat ettiler ki çok geçmeden
yekpâre, din benzeri bir umdeye döndü.
Yahudi kitlelerin 20. yüzyıl boyunca çok
cazip bulduğu din benzeri iki ideoloji
Marksizm ve Siyonizmdi.
çalıştırır ve çocukların çaldığı mallar
karşılığında onlara yiyecek ve barınak
sağlar. Çocuklar, efendilerine karşı minnet
duymalıdırlar ama kendilerini hırsız ve
yankesiciye
çevirdiği
için
onu
aşağılamalıdırlar da. Çocuklar Fagin'in
sahip olduğu her ne varsa hepsinin de
çalıntı olduğunu, Fagin'in zarifliğinin
içtenlikli veya hâlis olmaktan çok uzak
olduğunu farkederler; gayrı ahlaki
kancadan kurtulmak için er ya da geç
efendi Fagin'e sırt çevireceklerdir.
Baba-oğul bakış açısından, Kitab-ı
Mukaddes'in Tanrı Yehova'sı, Fagin
sendromunda
gördüğümüzden
farklı
değildir. İsrail'in Tanrısı, yerli sâkinleri
soyup soğana çevirmeleri maksadıyla şu
seçtiği halkı çölden vaad edilmiş topraklara
göndermektedir. Ahlaklı babadan veya
"inayetli bir Tanrı'dan beklenecek olan bu
değildir. Sonuç itibariyle İsrailoğulları
Yehova'yı sevdikleri nispette kendilerini
katil ve soyguncuya çevirmiş olmasından
dolayı onun hakkında belli belirsiz şüphe
besliyor
olmalıdırlar.
Hüsn-ü
muamelesinden bile kuşku duyuyor
olmalılar. Dolayısıyla yahudi tarihi
boyunca "sadece birkaç yahudiden"daha
fazlasının semâdaki babaya sırt çevirmiş
olmaları bizi şaşırtmamalıdır.
Marksizm, seküler bir evrensel ahlak
ideolojisi olarak tasvir edilebilir. Bununla
birlikte Marksizm, yahudi kabilesinin
umdesine
dönüşme
sürecinde
humanizminin veya evrenselliğinin tüm
izlerini kaybetti. Bildiğimiz üzere, siyonist
ideoloji ve uygulama, kendilerini Marksın
gerçek takipçileri olarak adlandıran solcu
yahudilerin hâkimiyetindedir. Filistinliler
pahasına gerçekleşen yahudi ulusal
dirilişinin meşru bir sosyalist çaba
olduğuna iman ederler.
Yeterince ilginçtir, onların muhalifi olan
Siyonist Karşıtı Doğu Avrupa Yahudi İşçi
Sendikaları Birliği, Filistinlilerin kurumsal
soyguna mâruz kaldıklarına inanmadı;
bunun yerine, zengin Avrupalılardan
almanın, sosyal adalet yolunda büyük bir
evrensel sevap olduğuna inandılar.
Aşağıdaki mısralar birliğin marşından:
Bununla birlikte sekülerist algıya göre
Tanrı/lar insanlar tarafından icât edilmiştir;
bu algı çerçevesinden bakınca, böylesi
"ahlaksız Tanrıyı" icâd eden kimdi acaba
diye sorası geliyor insanın. Böyle bir
Tanrının kurallarını takip etmeye insanları
zorlayan nedir? Yehova'dan uzak durmaya
başladıktan sonra Yahudilerin icâd ettiği
alternatif tanrıların hangileri olduğunu
tespit etmek ilginç olacaktır.
Korkusuz nefretimiz sürüp gidecek,
Yoksulu soyana ve öldürene:
Çar'a, efendilere, kapitalistlere.
İntikamımız çabuk ve kesin olacak
Ahlak veya siyasi bağlara herhangi bir soru
havale etmeksizin açıktır ki Marksist
Yahudi marşı "nefret" ve "intikamla"
bezelidir. Yahudilerin Marks, Marksizm,
Bolşevizm ve eşitlik şevki bilindiği kadar
hikayenin sonu da biliniyor. Yahudiler
uzun zaman önce kitle halinde Marks'tan
koptular. Devrimi, Chavez, Evo Morales
gibi gayri-musevilere (Goyim) terk ettiler;
Lincoln'ün
Amerika'da
köleliği
kaldırmasından beri geleneksel kâbilevi
ortam ve ortodoks Musevilik'ten [Rabbinik
Yahudilik / Çifte Torah] "birkaç
yahudiden" daha fazlası uzaklaştı. Pek
çoğu kendilerini çevreleyen gerçeklere
karışıp gitti, seçilmişlik etiketini bir kenara
10
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM evrensel eşitlik ve ahlakın hakiki manasını
hakikaten içselleştirmiş liderlere.
BM'e sırt çevirmeleri yine çok zaman
almadı. Ben Gurion "gayri-musevilerin ne
dediği önemli değil, önemli olan
yahudilerin ne yaptığıdır" demişti.
İsrailliler şu yakın zamanlarda, Beyaz
Saray'daki uşakvâri dostlarından bile
sakındılar. İsrailli bir general (emekli
general Şolomo Brom) Amerika'da yapılan
son seçimlerin arefesinde G.W.Bush'a
"aşırı destekleyici olmak sûretiyle İsrail'in
çıkarlarına zarar verme" ithamını yöneltti.
İsrailli
generaller
esasen
İsrail'i
komşularını imha etmekten alıkoymadığı
için suçluyorlardı Bush'u. Alınacak ders
bellidir:
Siyonistler
ve
İsrailliler,
kaçınılmaz
bir
şekilde
tanrılarına,
idollerine, babalarına ve yardım etmeye
çalışan diğerlerine düşman kesileceklerdir.
Fagin sendromunun İsrail politikası
bağlamındaki gerçek anlamı budur. Her
zaman babalarının aleyhine döneceklerdir.
Marksizm, 19.yy'ın sonları ve 20.yy'ın
başlarında Avrupalı yahudilerden pek çok
takipçi kazandı ama Holokost'un ardından
Siyonizm, dünya yahudilerinin sesi oldu.
Fagin benzeri Siyonist Tanrılar ve idoller
doğdu: Herzl, Ben Gurion, Nordau,
Weizmann, takipçilerine gayri ahlâki bir
başlangıç vaad ettiler. Vâdesi geçeli çok
olmuş tarihi adâlete giden yol, Filistinlileri
soymaktan geçiyordu. Siyonizm, Eski
Ahid’in kutsi metnini tapu siciline
dönüştürdü. İsrailli'nin Siyonizme ve
Siyonist
ideolojiye
karşı
hıncını
açıklamaya yeter bu. İsrailli, Yahudi
Diaspora'nın gayri ahlâki kolonyal
projesinde istihkâmcı olmaktan ziyade
toprakların tabîî sâkini olmayı tercih
ederdi. İsrailli yahudi, siyasi duruşunu
ahlâki gerçeklerden kaçarak sağlıyor.
İsraillinin, yaptığı savaşları sevdiği gerçeği
kadar, bu savaşları vermekten nefret
etmesini de açıklar bu. "Yahudi ulusu"
veya "Siyonizm" gibi büyük ve ırak bir
ideoloji uğruna ölmeye razı değiller. Beyaz
fosforu ve misket bombasını muhakkak ki
uzak bir yerden atmayı tercih ederlerdi.
Hepsinin içerisinde en ilginç yahudi inanç
sisteminin, İsrailli felsefeci Yeshayahu
Leibowitz'in doğru bir şekilde "yeni yahudi
dini" olarak tanımladığı Holokost Dini
olduğuna inanıyorum. Holokost dininin en
ilginç tarafı, onun tanrı figürüdür: Yahudi.
Yeni şekillenmiş dogmatik bu umdenin
takipçisi, "Yahudiye" inanır, kendini
kurtarana. "Son soykırımdan sağ olarak
kurtulana." Takipçileri, Yahudiye iman
eder, "vaad edilen toprağına" kavuşmuş
"masum" kurbana ve şimdi de başarılı
diriliş anlatısını kutlayarak ayin yapar.
Holokost dini söyleminde Yahudi, belirli
bir dereceye kadar, ifadesini gücünde ve
sonsuz keyfiyetinde bulan Yahudiye iman
eder. Yeni şekillenmiş bu dini çerçevede
Tel Aviv, Mekke'dir, Yad Vashem
Holokost Müzesi ise Kâbe. Bu yeni dinin
dünya çapında pek çok mâbetleri (müzeler)
ve mesajını ileten ve muhaliflerini
cezalandıran rahipleri de var. Holokost
dini, yahudi bakış açısından, kendini
sevmenin en şeffaf ifadesidir. Geçmiş ve
gelecek, burada anlamlı "bugünle" birleşir;
tarihin praksis'e tahvil olduğu andır. Pratik
söylemek gerekirse, politik ve ideolojik
Ne ki modern yahudi ulusçuluğunun
nispeten kısa tarihi boyunca, Siyon, diğer
tanrılar ve koşer idollerden arkadaşlar
edindi. 1917'lerde Lord Balfour, yahudilere
Filistinde
ulusal
bir
devlet
dikebileceklerini vaad etti. Söylemeye
gerek yok, Yehova vakasında olduğu gibi
Lord Balfour da yahudileri yağmacı ve
soygunculara çevirdi; düpedüz ahlaksız bir
vaadle gelmişti. Yahudilere bir başkasının
topraklarını vaad etmişti. Esasen yanlış bir
başlangıçtı.
Yahudilerin
İngiliz
İmparatorluğuna sırt çevirmeleri çok uzun
zaman almadı. BM 1947'de ahmakça aynı
hatayı yaptı; yahudilere münhasır bir
devletin doğmasına yol açtı ve yine
Filistinliler pahasına. Uluslar adına
Filistin’in yağmalanmasına meşruiyet
kazandırdı. Kendisinden uzak durulmuş
Yehova vakasında olduğu gibi yahudilerin
11
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bakımdan kendisini Yahudi olarak
tanımlayan herkes bilinçli ya da bilinçsiz
olarak Holokost dinine boyun eğmekte ve
baba figürü "Yahudi’nin" takipçisi
olmaktadır.
kaldırmak
için
söyleyelim,
ben
"Yahudimi" uzun zaman önce terk ettim ve
iyiyim.
Zerafet'ten ne haber? yeni baba figüründe
herhangi bir iyilik var mı? Filistin halkı
pahasına her gün yüceltilen bu masum
kurbanlık anlatısında lûtfa yer var mı?
Eğer tarihin sonu diye bir şey varsa,
Holokost dini Yahudi tarihinin sonunu
temsil eder. Holokost dini ışığında, Baba
ve Oğul nihayet birleşir. En azından söz
konusu olan İsrail ve Siyonizm olduğunda,
soykırımvâri
ideoloji
ve
gerçeklik
amalgamında kaynaşırlar. Holokost dini ve
onun destansı bekâ değerleri ışığında, bir
yere kaçmanın mümkün olmadığı açık
hava hapishanesine kafeslenmiş kadın ve
çocukların üzerine yahudi devletinin beyaz
fosfor yağdırma hakkı vardır. Yeterince
üzücüdür, yahudi devletinin işlediği
cürümler yahudi halkı nâmına ve zulüm
altında geçen sıkıntılı bir tarih adına
yapılmaktadır.
Yahudiler tarihte pek çok tanrıdan
uzaklaştılar, Yehova'yı, Marks'ı terk ettiler,
bazıları ise hiçbir zaman Siyonizmin
peşinden gitmedi. Ancak Holokost dini
ışığında - Gazze, Cenin ve Lübnan'daki
manzaraları akılda tutarak - yahudiler
geleneği muhafaza edip bu kez "Yahudiye"
sırt çevirebilirler. Yahudi, bu yeni Baba
figürünün kendi şeklinde olduğunu kabul
etmek zorunda kalacaktır. Dehşete
düşürücü olan ise yeni babanın öldürme
çağrısı olacağını ispatlamasıdır. Görünen o
ki yeni baba, tüm tanrılarının içerisinde en
şerlisi olacaktır.
Ezoterik baba figürüne sırt çevirecek kadar
cesur kaç yahudi çıkacak merak ediyorum.
Evrensel bir ahlak söylemi benimseyerek
insanlığın geri kalanına katılacak kadar
cesur olacaklar mı? Yahudi’nin Yahudiye
sırt çevirip çevirmeyeceğini zaman
gösterecek. Sadece bir şüpheyi ortadan
12
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Tanrı aşkına, bırakın da hüzünlensinler İsrail vahşiliğinin yeni tedbirleri ışığında,
yahudi’nin "akıl sesini" duymak bir hayli
ilginç olacak. Bu gülünç yasaya karşı çıkan
tuhaf bir ses var; Profesör Ruth Gavison'un
sesi. Hebrew Üniversitesinden İsrailli bir
hukuk profesörü. Gülmeyin ama aynı
zamanda "Siyonist, Yahudi, Liberal ve
Beşeri Düşünce Merkezi'nin" de başkanı.
Geçen hafta Ynet online'da yeni tasarıyı
kınayan bir makalesi yayınlandı.
İsrailli kanun koyucular, Filistin halkına
karşı yürütülen ırkçı kampanyanın parçası
olarak şimdi de Nakba'yı (Felâket / İsrail'in
kuruluşu) anma etkinliklerini yasaklamakta
ısrar ediyor. Geçenlerde bir dizi kabine ve
Knesset üyesi, İsrail vatandaşı Filistinli
Arapların 1948 Filistin holokostunu
(Nakba'yı) anmalarını kanun dışı bir
eyleme dönüştürmek için "kanun taslağı"
sundular. Yeterince ilginç, var olma nedeni
yahudilerin çektiği ıstırap olan yahudi
devleti, aynı şeyi benzer ıstırabı çeken
Filistinlilerin
yapmasını
engellemeye
kalkışıyor.
Gavison, Siyonizmin hümanist ve liberal
bir çaba olarak yorumlanabileceğine
inanıyor. Bununla birlikte düşüncelerine
yakından bakıldığında yakıcı gerçekle
karşılaşılıyor: Profesör, evrensel ahlak
veya hümanizmi kavramamış bile. Adalet
tasavvuru siyonizmin etkisi altında. Yahudi
okuyucularının sakat savına meydan
okuyamayacak kadar sıkılmış olacakları
ümidiyle sembolik eski siyonist şablonlarla
oynuyor.
İsrail, Filistin varlığının her bir bâkiyesini
silip yok etti. Filistin köyleri, kasabaları,
bağ-bahçeleri, tarlalar ve kültür varlıkları
1948'den sonra yok edildi. Şimdi de
Filistin mirâsına karşı yürüttükleri savaşı
bir adım öteye taşıyorlar. İsrail’in yaptığı
yalnızca fiziki ihraç, gerçeklerin silinip
yok edilmesi değil, ırk eksenli etnik
temizlik, açlık, toprakların istimlâk
edilmesi, evlerin yıkılması, okulların
bombalanması veya yoğun nüfuslu
yerlerde beyaz fosfor kullanılmasından
ibaret de değil, artık Filistinlilerin
zihinlerini de işgal etmek istiyor. Knesset
üyeleri, Filistinin ortak hafızasını da yok
etmek istiyor. Hiç değilse resmiyette
hatırlama
hakkını
yasaklamaya
çalışıyorlar.
Gavison, bu kanun tasarısına karşı çıkıyor.
Teklif edilen kanunun "haksız, budalaca
olduğunu, kamusal hayatın merkezindeki
problemi yanlış teşhis ettiğini" savunuyor
ki haklı. Legalizm, ana sorunla yüzleşme
yollarının
sonuncusudur.
Ancak
Gavinson'un nezaketini yitirmeye başladığı
yer aşağı yukarı yine burası.
İşte
Gavison'ın
Nakba
hakkındaki
düşünceleri: "Yahudi çoğunluğun, kendi
topraklarında bağımsızlıklarını kutladıkları
günü, Arap azınlık içinden bazıları, kendi
felâketlerinin
günü
olarak
sembolleştiriyorlar." Profesör Gavison
nezdinde Filistinlilerin tümünün değil de
"sadece içlerinden bazılarının" Nakba'yı
anması söz konusu. Bununla birlikte
Gavison'a göre Filistinliler suçu başkasında
değil kendilerinde aramalılar. Hatırlanmalı
ki "bu gün, hem İsraillilerin hem de
Filistinlilerin iki ulus devletin kuruluşunu
kutladıkları
gün
olabilirdi"
diyor.
Gavison'ın budala yerine koyduğu veya
aldattığı kişiler de kimler? Doğrusu merak
konusu. Filistinlileri kovma planının
Siyonist gündeme sağlam bir şekilde
Halid Amayreh'in birkaç gün önce işaret
ettiği gibi "Filistinli parlamenterlerden biri,
teklif edilen bu yasayı, holokostu anma
mahiyetindeki tüm yahudi faaliyetlerini
yasaklayan muhayyel bir Alman kanunuyla
kıyasladı." Nakba ve holokost arasında
kurulmuş yerinde bir eşitlik. Irkçı iki
büyük cürümden bahsediyoruz. Ancak
Almanlar geçmişleriyle yüzleşmişlerken,
yahudi devleti, masum sivil bir halka acı
çektirdiği yedinci on yıla doğru ilerliyor.
13
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM yerleştiğini biliyor olmalı. Ve diyor ki
"Filistinliler, taksim planına karşı çıktılar
ve bu savaşın sonucunda, Filistin toplumu
ve topraklarının enkazı üzerinde İsrail
devleti doğdu. Pek çok Filistinli, mülteci
konumuna düştü, Filistin devleti ise halen
kurulmayı
bekliyor."
İsrailli bu profesör, kendisi aynı zamanda
bir imaj olarak "yahudi hümanizmini"
teşvik için kurulmuş bir enstitünün
"başkanı", zorunlu olarak şu sonuca
ulaşacak: "Kovulmuş Filistinlileri ev ve
topraklarına geri getirmenin zamanı geçti."
müşfik. Ancak sıra yahudi kolonici aygıtın
yol açtıklarını üstlenmeye gelince,
gönülsüz. Filistin topraklarında ikâmet
etmeyi apaçık bir şekilde tercih ediyor ve
hatta gerçek sahibine geri vermek yerine
ona "anavatan" adını takıyor. İsrail'in
vahşiliği ve iğrençliği, sağcı siyonist
bağnazlardan, uğursuz kanun taslağını
hazırlayanlardan daha ziyade Gavison'ın,
sözümona "hümanist siyonistin" zâtında
ete kemeğe bürünmektedir. Hümanist
sembolizm adına yahudi cürmünün
bakımıyla ilgilenmektedir.
Nefesinizi tutmayın, Gavison bir evrensel
hümanist değil, siyonistin teki. Tüm
istediği, Filistinlilerin matem tutmasını
engelleyen yasa taslağının yasalaşmasını
engellemek.
Başka
bir
deyişle,
Filistinlilerin diledikleri kadar matem
tutmalarına,
hüzünlenmelerine
izin
verilmesini istiyor.
Gavison, makalesini şöyle bitiriyor:
"Geçmişin inkârı uygunsuz bir iştir, ancak
onun sorumluluğunu üstlenmede zaafa
düşmek de kabul edilemezdir. Yahudilerin
anavatanda self determinasyon hakkını
tasdik eden çözümlerle gelmeliyiz." "Siohümanist"
profesörün
gözlerimizi
açmamıza vesile olmasını umuyorum ki
böylelikle
diğerleri
pahasına
self
determinasyon hakkını yahudilere verenin
ne olduğunu kati olarak anlayabilelim.
Bunu bir kez anladığımızda, Filistin’i yasal
yahudi anavatanı yapanın ne olduğunu
kavrayalım diye Gavison veya diğer
"hümanist
siyonistlerin"
bizi
aydınlatmalarına izin verecek kadar
olgunlaşmış oluruz.
"Hüzün, acı çeken insanın tabii
hissiyatıdır" diye kabul ediyor profesör.
"Tarihi asla reddetmemeliyiz, tarihi
yasalarla yasaklamamalıyız, bilakis onunla
yüzleşmeliyiz" diyor. Böylesi sözde bir
hümanistin yaptığı ifşaatın siyonist günahı
kabul ve teslim etmeye ve sorumluluğu
üstlenmeye sevk edeceğini beklersiniz.
Gavison'ı okumak, meselenin ne kadar
yakıcı olduğunu ortaya koyuyor: Siyonizm
ve
liberal
yahudi
düşüncesinin
hümanizmle, ahlakla veya evrenselcilikle
bir ilgisi yoktur. Siyonizm ve hümanizm
basit bir nedenden dolayı karşıt
kavramlardır. Siyonizm ırk yönelimli bir
kabile felsefesidir, hümanizm ise evrenseli
hedefler.
Yok öyle bir şey.
"Siyonist, Yahudi, Liberal ve Beşeri
Düşünce Merkezi'nin" başkanı, bir
hümanist
hakkındaki
müşterek
nosyonumuza öyle kolayca uymuyor.
Liberal ıstılahın birazını kullanarak
acımasız, kaba gayri ahlaki davranışı haklı
kılmaya çalışan kabile kampanyacısına
daha çok benziyor. Gavison, bölgeye
adalet getirmeyi gerçekte istemiyor. Tek
istediği, "geçmişe dair bir farkındalık
oluşturmak ki Arapların ve yahudilerin
(birlikte yaşayacakları değil de) yanyana
yaşayacakları bir geleceğe evrilecektir bu."
Doğru, Gavison, Filistinlilerin geçmişe
matem tutmalarına izin verecek kadar
14
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Enayiler için Kabile Marksizmi Görünüşe bakılırsa Filistinli ve Arap
entelektüeller Rusya'yı milyonlarca insanın
canı pahasına Sovyetlere dönüştüren
yöntemin
kendilerini
özgürleştirmeyeceğini
kavramışlardı.
Yahudi Marksistlerin, Filistinli mültecileri
evlerine
geri
getirme
niyetlerinin
olmadığını apaçık anlamışlardı. Yahudi
Marksist, herhangi bir şekilde yeterli bir
direniş bile sergilememişti. Dikkatleri
Yahudi politikasıyla ve Yahudi kimliğiyle
ilgili sorulardan başka yöne çekmek
amacıyla söylemi boş laflarla ve sahte
analitik jargonla doldurmak için vardı o.
Filistinle dayanışma söylemlerine yıllardan
beri Yahudi Marksistlerin yürüttüğü sol
ideoloji hâkimdir. Yahudi solcuların
desteği ilk başlarda oldukça önemli
olmasına rağmen, Filistin direnişi ve
Filistin dayanışması, etnik temellere dayalı
güçlü ve özerk bir söyleme doğru evrildiği
için daha sonraları üstünlüğünü ve
aciliyetini kaybetti. İsrail'in Filistinlilere
karşı işlediği savaş suçları artık gayet iyi
belgeleniyor. Durumu, bu "hakşinas koşer
yahudinin" onayından geçirmeye kimsenin
ihtiyacı yok.
Yeterince ilginç olmalı, İslam’ı terk
etmeleri şartıyla Filistinlileri desteleyenler
aslında Yahudi kabile politikalarının ibret
verici nihâi timsâli olan Yahudi
Marksistlerdi. Yahudi’nin çirkin politik
tavırlarını en ham haliyle ifşa eden
"Siyonist" değil "Yahudi Marksist'tir."
Yahudi solunu takibe almak ve onun
felsefesini anlamak için yeterli bir sebeptir
bu. Birazdan göreceğimiz gibi Yahudi
Marksizm’i, Yahudi sorununa herhangi bir
şekilde yakınlaşmayı fırıldak çevirerek
bastırmak için vardır.
Filistin dayanışma söyleminin ilerlediği
gerçeğine rağmen Yahudi Marksistler,
kendilerinin kabile yönelimli, gerçekliğin
sahte analitik vizyonunu zorla kabul
ettirmede halen ısrar ediyorlar.
Yahudi Marksizmi, Marksizm'den veya
Sosyalizm'den çok farklıdır. Marksizm,
evrensel bir paradigma iken, onun Yahudi
versiyonu
çok
başkadır.
Marksist
diyalektiği Yahudi uşağı bir kaideye
çevirir. Yahudi Marksizm’i esas itibariyle
"Marksist benzeri" bir terminolojinin,
Yahudi kabile davasının tek gâyesi uğruna
çiğ bir şekilde kullanılmasıdır. Siyasi gücü
hedefleyen, Yahudi merkezli sahte
entelektüel bir düzenlemedir.
Yahudi gücünün ve Yahudi lobisinin
mercek altına alınmasını engellemek için
vardır. Yahudi Marksist, cevapları bildiğini
iddia eden ama bazı sebeplerden dolayı
yine de tarihi olayları tam bir felaket
denilecek şekilde okuyan sahte bir
kâhindir.
Tahminlerinin
hiçbirisi
gerçekliğin testine dayanamaz.
Gazze'de, Nablus ve mülteci kamplarındaki
durumun 19.yy Avrupasınınkiyle aynı
olmadığını farkedenlerin ilki herhalde
Filistinli düşünürlerdi. Marksizm’in tek
analitik araç olarak kullanılışına kafa
tutmak için yeterliydi bu. Bununla birlikte,
Yahudi Marksistlerin Filistinliler, Araplar
ve genel olarak bölge için çok daha
mâceracı
planı
vardı.
Arapların
kozmopolitan ateist olmalarını istiyorlardı.
Arapların "tepkici İslamı" terk edip, bir
yüzyıl önce Yahudilerin yaptığı gibi
kendilerini
özgürleştirmelerini
telkin
etmişlerdi.
Yahudi
Marksist
ideolojinin
son
timsâlinden biri de Profesör Moşe
Machover'dır. Machover Tel Aviv'de
doğmuş ve 1968'de İngiltere'ye yerleşmiş.
Matzpen adlı minyatür bir Sosyalist
örgütün kurucusu (1962).
Machover'ın Siyonizm okuması hayli abes.
İsrail diyor, "bir yerleşimci devlet/i/dir"
Machover için gerekli bir kalkış noktasıdır
bu zira Siyonizm’i sömürgeci, genişlemeci
bir proje olarak ele almaktadır. Böylesi
15
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM sakat
bir
entelektüel
fırıldaklığın
arkasındaki gerekçe açıktır. Siyonizm
sömürgeci bir proje olarak nakledildiğinde,
Yahudiler sıradan bir halk olarak
görülmelidir.
Fransızlardan
veya
İngilizlerden bir farkları yok demektir;
ölümcül sömürgeci projelerini sadece
farklı bir zamanda yürütüyorlar demektir.
ve Marksist
uymamaktadır.
maddeci
açıklamalara
Demek oluyor ki Machover'ın "yerleşimci
devlet/i/nin" bir diğer Yahudi Marksist
fırıldaklık olduğunu farz etme hakkına
sahibiz ve o, İsrail'in bir Yahudi devleti
olduğu gerçeğini gözlerden kaçırmak için
vardır. İsrail'in benzersiz durumunu
anlamak için "kimler Yahudi'dir" diye
sormamız gerekiyor. Musevilik nedir? ve
Yahudilik nedir? Bu soruya vereceğimiz
cevap sayesinde Machover ve diğer
Yahudi Marksistlerin bu yanar döner işlere
niçin bu kadar yatırım yaptıklarını
anlayabiliriz.
Machover'ın
Marksist
ideolojiyi tahrif edişi, çok ilginç bir
benzerliktir, Siyonistlerin Eski Ahidi tahrif
edişine benzer.
Bununla birlikte, Machover dikkatleri
Yahudi sorunundan, Yahudi kabile
politikasından ve Yahudi kimliğinden öte
yana çevirmeyi gözü dönmüş bir şekilde
istiyorsa da, tüm önermesi tek bir hamlede
yıkılabilir. Şayet İsrail bir yerleşimci
devlet/i ise o halde sormalı, "anavatanı"
neresidir? İngiliz ve Fransız sömürgeciliği
devrinde, yerleşimci devletler/i bağlarını
"anavatanlarıyla" çok açık bir şekilde
korumuşlardı. Yerleşimci devlet/i/nin,
tarihte bazı hallerde, anavatanla bağları
kopardığı da olmuştur. Hayli dikkat
çekicidir. Boston Çay Partisi bir şeyler
anımsatabilir. Bununla birlikte, bildiğimiz
kadarıyla "Yahudi yerleşimci devlet/i" ile
arasında asli bir bağın olduğu "Yahudi
anavatanı" yoktur. Yahudi halkı, Yahudi
devleti ile ilişkilendiriliyor ama ne ki
Yahudi halkı, özerk egemen varlığın
"maddesi" değildir. Maddi bir Yahudi
anavatanının
olmayışı,
Machover'ın
sömürgeci savının çöküşüne neden oluyor,
hemen ve derhal.
Machover'ın Kasım 2006'da Brunei
Gallery Lecture Theater (SOAS) yaptığı
uzun ve tumturaklı bir konuşma bazı
nedenlerden dolayı International Socialist
Review (ISR) tarafından bu ay yayınlandı.
Marchover'ın
kâhince
tahminlerinin
hiçbirisi
de
gerçekliğin
testine
dayanamamıştır. Böylesine mahcup edici
bir
çalışmanın
yayınlanması,
ISR
editörlerinin mevcut dünya meselelerini
kavrayışları hakkında ciddi endişeye yol
açıyor. Machover'ın İslam hakkındaki şu
sözlerini ISR'nın onaylayıp onaylamadığını
öğrenmek çok ilginç olacaktır: "İslam,
geriye dönüktür [çağdışıdır] ve tabiatı
gereği, ilerlemeyi sağlayamaz." Bu
gezegende yaşayan her müslüman bilmeli
ki Londralı yaşlı bir Yahudi Marksist,
Kur'ân'ı kaldırıp atmaları gerektiğine kâni.
Dahası, İbrani, İsrailli Yahudiler kültürel
ve duygusal olarak hiçbir anavatana bağlı
değildirler, kendi devletleri hâriç. Eski bir
İsrailli olarak şahitlik edebilirim ki ne
ebeveynim ne ben ne de İsrail
vatandaşlığından çıkmış diğerleri İsrail
hâriç herhangi bir (anavatanla) devletle
bağımızın olduğu şeklinde bir farkındalık
taşımadık. Dolayısıyla, Siyonizmin bazı
sömürgeci nitelikler taşıdığı doğru
olabilirse de bizâtihi (per se) sömürgeci bir
proje değildir çünkü Yahudi yerleşimci
devlet/i ile Yahudi anavatanı arasında bir
maddi tekabüliyeti hiç kimse gösteremez.
Yahudi ulusal projesi tarihte benzersizdir
Ulusçuluğun yükselişinden dolayı burada,
İngiltere'de ve diğer Avrupa ülkelerinde
kaygılanan çok az insan var. Yeterince
sarsıcıdır, Machover'in kurumlu ve
üstünlükçü bir tavırla İslam’ı ele alışıyla
sağcı ulusçuların İslam’ı ele alışlarının
mukayese edilmesi eğlendirici bir gerçeği
ifa eder. Machover, Yahudi kabilesinin
üstünlükçü üyesi, kendisini Nick Griffin ve
16
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM "Çözüm" vizyonunun - ilkeler ve önşartları
– ana hatlarını ortaya koymadan evvel
Machover'ın binlerce kelimelik sahte
analitik metin döktürmesi gerekiyor.
BNP'nin sağına yerleştirdi. Griffin ise
"anavatanlarına"
dönmeleri
için
yabancılara 50.000 Sterlin teklif ederken
şu bizim Koşer Marksist Machover, yerliyi
kendi toprağında soyup soğana çevirmenin
derdinde. Griffin, İslam'a "çağdışı" deyip
sonra sıvışıp gidemezdi. Şaşırtıcı değil
çünkü Griffin büyük bir muhalefetle
karşılaşmak durumunda kalırken Machover
sol cenahtan çok az muhalefet görecektir.
Bunun bir nedeni açıktır ki Machover ve
onun üç Yahudi takipçisinin fark edilebilir
bir durumda olmamalarıdır. Bir diğer
nedeni ise ırkçılık ve üstünlüğün maalesef
"Yahudiye mahsus" bir saha olmasıdır.
Gördüğümüz gibi Machover sıvışıp
gidiyor. Ümit o ki bu durum yakında
değişecektir.
"Her şeyden evvel" diyor "Batı Şeria,
Gazze Şeridi ve Suriye'nin Golan Tepeleri
üzerindeki işgaline son vermesi için
İsrail’e baskı yapılmalıdır." "Eşit haklar,
kalıcı
bir
çözümün
ete
kemiğe
bürünebilmesi için temel unsurdur" diyor
tasdik ederek. Çatışmayı kavradığını iddia
eden bir adamın parmak ısırtan bir ufku bu.
"Analitik
araştırmasına"
rağmen,
Machover Yahudi devletinin kendi
iradesiyle, hangi şekle sahip olursa olsun
"eşitliği" onaylamayacağını farketmiyor;
zira Yahudi siyaset ideolojisi, insanın
eşitliğine râm olmaz.
Machover 2006 Kasım'ındaki konuşmasını
ilginç bir soruyla açıyor: "İsrail-Filistin
çatışması hakkında nasıl düşün-meli-yiz?"
"Dönüş hakkı" diye devam ediyor
"Filistinli mültecilerin anavatanlarına
dönme hakkının tanınması, haklarının
iadesi, mal kaybının ve geçimliklerin
uygun bir şekilde tazmin edilmesidir."
Machover'ın "biz" ve "meli-malı" eklerini
kullandığı sanırım gözden kaçmamıştır.
Konuşmanın
şekli,
entelektüel
cephaneliğinde bulunan doğru cevaplara
yaşlı kişinin sahip olduğunu telkin ediyor.
İbrâni kahinlerin geleneğini takip ederek
kendinden emin bir şekilde ilan ediyor:
"Meseleye nasıl yaklaşılması gerektiği
hususunda sarîh olmalıyız."
Güzel ve doğru sözler bunlar ancak
Machover, İsrailli Yahudileri kendi küçük
"Yahudilere mahsus" devletlerinden neyin
vazgeçireceğini anlatmakta başarısız.
Machover nihayet çok basit bir çözümle
geliyor. "Sahici bir çözümün üçüncü ve en
temel unsuru, çatışmanın temel nedenini
ortadan kaldırmaktır: Siyonist sömürge
projesi ilga edilmelidir." Bu noktada
söylemeliyim ki Machover, benim hiciv
olsun diye ortaya attığım kurgusal bir
karakter değildir. Gerçek bir kişidir ve
asgari üç Yahudi Marksist takipçisi vardır.
Buradaki can alıcı soru, söz konusu dört
Yahudi Marksist’in bu mâkul fikri İsrailli
Yahudilere nasıl satacaklarıdır.
Marjinal Yahudi bir Marksist "biz", "melimalı" ve "lazım" gibi [we, should, ought]
takı, zamir ve sözcüklere başvurduğunda
kırmızı alarmlarım çalmaya başlar.
Machover, bir çözüm kavrayışı sunan
analitik bir savla geliyormuş gibi yapmaya
cüret ediyor "Anlamak" diyor, "hükme
takaddüm etmeli." Belki de 50 yıldır tek
bir felsefi metin okumayan şu İbrâni
kahine birisi hatırlatmalı, "anlamanın"
bizâtihi kendisi önceki "anlayışlara" ve
"hükümlere" tâbidir. Aslında Machover'ın,
İslam'ın ve Arap direnişinin gücünü
anlamadaki sistematik başarısızlığı bile
bizâtihi önceki anlayışları ve keskin
Yahudi Marksist telkinlerden dolayıdır.
Filistin’in geleceğini tâyin edecek olanın
"o zemindeki fiili durumun / gerçeklerin"
olduğunu takdir etmede zaafa düşen diğer
ayartıcı dayanışma kampanyacıları gibi
Marchover da akademik tek devletli-iki
devletli çözüm söylemine yapışıyor. "İki
17
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM devletli bir çözümün onları tatmin etmesi
için İsrail, Siyonizm’i terk etmelidir: Etnik
merkezli yerleşimci devlet/i olmaktan
çıkarak tüm sâkinleri için demokratik bir
devlet olmaya doğru yol almalı,
dönüşmelidir." İsrail'de dahi yaşamayan
Machover bazı nedenlerden dolayı,
İsraillilere ne tür bir ülkede yaşamaları
gerektiğini söyleyebileceğine inanıyor.
"Diğer yandan, tek bir devlet sırf
demokratik (dolayısıyla seküler) olmakla
kalmayıp iki ulusun varlığını tanıyan,
onlara eşit ulusal haklar ve statü veren bir
anayasal yapıya kavuşmalıdır." Yaşlı
Yahudi Marksist, mümkün nihâi marjinal
ses, şayet birlikte yaşamak istiyorlarsa
seküler olmak zorunda olduklarını yine bir
kez daha Filistinlilere ve İsraillilere
anlatıyor. Şimdiye kadar kabul etmiş
olmalı, Yahudi Marksist olmak biraz
Chutzpah [arsızlık derecesinde hırslı /
küstah olmayı] gerektirir.
arkaik Marksist gelişen hikayeyi bâriz bir
şekilde toparlayamıyor; Arap ulusu büyük
ölçüde müslümandır. Araplar, Allah
sevgisi ve Ümmet fikri etrafında daha da
birleşiyor. Söz konusu olan gerçeklik
olduğunda, İslam yükselen güçtür, Yahudi
Marksist’imiz hoşlansa da hoşlanmasa da.
Hamas, yapılan ilk Meclis seçimlerinde
müthiş bir başarı elde etti. Bugün
Filistin’de seçim yapılsa, Hamas'ın zaferi
daha büyük olacaktır. Batı sömürgeciliğine
ve Siyonist savaş makinesine karşı başarılı
tek direniş gücünün İslam olduğu gerçeğini
göz önüne aldığımızda, ISR'nin yayınladığı
Machover'a
ait
Yahudi
merkezli,
entelektüel bakımdan sakat analiz,
Sosyalistlerin ve Marksistlerin kendilerini
Yahudi'nin siyasi kıskacından kurtarmaları
için vaktin yeterince olgunlaştığını
gösterir. Marks 1884 tarihli "Yahudi
Sorunu"
başlıklı
paha
biçilmez
çalışmasında, dünyanın kapitalizmden âzad
olması için kendisini evvela seküler
Yahudi'den
kurtarması
gerektiğini
savunmuştu. Bu hükmü biraz daraltıp şunu
söyleyeceğim: Marksistler ve Sosyalistler,
akıl
hocalarının
belirttiği
üzere,
söylemlerini kurtarmak için evvela
kabilenin köstebeklerinden kurtulmayı
dikkate almalıdırlar.
Sözlü mastürbasyonun eşiğindeki 22
sayfalık Marksist zevk-ü sefâ'dan sonra,
herifçioğlu zorunlu noktaya geliyor.
Dinleyicilerinin vaktini israf ettiğini kabul
ediyor.
"Güçler
dengesindeki
devâsa
orantısızlıktan dolayı, hakikat, sahih bir
çözüm kısa veya orta vadede mümkün
değil" diyor.
Daha önce gördüğümüz gibi, Machover,
hoşgörü ve ahlak bakımından, kendisini
Griffin'in
ve
BNP'nin
sağına
yerleştirmiştir.
Siyasi
pragmatizm
bakımından da Şimon Peres'in ve onun
"Yeni Ortadoğu'sunun" sağındadır. Yeni
Ortadoğu için Machover'ın kendi planları
var. Hepsini birleştirecek ve Kur'ânı
kaldırıp atacakmış.
Değişimin nasıl söz konusu olabileceğini
merak ediyorsunuzdur bu durumda. İşte
şöyle, Arabistanlı Moşe'nin sunacak iki
cevabı var: "İlki, Amerikan'ın küresel
hâkimiyetinin çökmesi", sanki İsrail
mevcut ittifaklarını kaybetmeye mahkum.
Machover'ın da bileceği üzere, Yahudiler
son
yüzyılda
çok
sık
müttefik
değiştirmişlerdir.
Şimdiye kadar gördüklerimizden anladık ki
Machover İslam'dan hazzetmiyor. Diyor ki
"İslamizm'in
yükselişi
sahte
umut
dağıtıyor...muhtemel birleştirici bir güç
olamaz: Tam aksine, Sünniler ve Şiiler
arasında olduğu gibi, bölücüdür ve
İbraniler şöyle dursun, gayrimüslimler, laik
Araplar (Filistinliler dâhil) için hiçbir
cazibesi yoktur."
"İkincisi" diyor, "Arap Doğu'sunun, Arap
ulusunu bir dereceye kadar birliğe
sevkedecek radikal-ilerlemeci bir sosyal,
iktisâdi ve siyasi dönüşümden geçmesidir –
bölgesel federasyon şeklinde olması
muhtemeldir bunun." Görünüşe bakılırsa,
18
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Yeterince ilginç, Arabistan'ın Moşe'si 2006
Kasım'ında bu hicap verici konuşmayı
yaptıktan beş ay sonra Şii Hizbullah, İsrail
ordusuna aşağılayıcı bir mağlubiyeti
tattırmaya hizmet edecek şekilde İsrail'e
kendilerinin sadece Kuzey'de olduğunu,
uyanık olduklarını hatırlatarak Gazze'deki
kardeşlerine yardım sinyali gönderdi. Yaşlı
komedyen Marksist 2006 yılındaki bu
konuşmasını,
Hamas'ın
Meclis
seçimlerinde büyük bir zafer elde
etmesinden yaklaşık bir yıl evvel yapmış
oluyor. Bugün seçim yapılsa daha büyük
bir zafer elde edecekler.
Aslında pek çok Sosyalist ve Marksist
bilhassa Anglo-Amerikan dünyasındakiler
böyle yapıyor. Ancak İslam karşıtı fikirleri
yayan Marksist ve Sosyalistler, Yahudi
lobisine, Wolfowitz ve neocon'lara, NJF'ye
katılsalar yeridir. Böyle yapmaları daha iyi
çünkü ait oldukları yer orası.
19
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Çağdaş Yahudi folklörü'nde organ bağışı ve hırsızlığı dosdoğru hastahaneye gider; aklında tek
bir şey vardır: Böbreğini dostu Lewis'e
vermek. Organ nakli için hazırlık
yapılırken hemşire böbreğini arkadaşına
veren
David'in
fedâkarlığı, hüsn-ü
muamelesi ve metin inancı karşısında
şaşkınlık yaşamaktadır. Larry David,
Hıristiyanlığa geçiş süreci içerisinde o
bildiğimiz bencil David değildir artık.
Ancak David'e semâdan ilham edilen
insani başkalaşma çok uzun sürmez.
Aneztezi yapılmış halde sedye üzerinde
ameliyathâneye götürülürken özel dedektif
hastahane koridorunda David'e doğru
koşmaktadır. "Larry, bir hata yaptım" diye
bağırmaktadır: "Evlatlık alınmamışsın."
Anesteziye rağmen jetonları hemen düşer.
David bir Yahudi olduğunu farkeder.
Hıristiyan şefkati derhal kaybolur. Ânında
tepkisini verir: O, bir Yahudi'dir ve
Yahudiler organlarını başkalarını vermez
meğer ki o başkası en yakın arkadaşı olsun.
Ağır anestezi altındaki David direnmeye
çalışır, böbreklerini vermeden uzaklaşıp
gitmek ister ancak uyuşturucu yüzünden
zayıf düşmüştür. Ameliyathâneye doğru
sürülürken geçici gayri Yahudi hüsn-ü
muamelesinin kurbanıdır artık.
Senaryo yazarı ve komedyen Larry David,
çok izlenen TV (hiciv) programı "Curb
Your Enthusiasm”da Amerikan Yahudi
kimliğine cesur bir şekilde yaklaşıyor.
Beşinci sezonda (2005) organ bağışı
konusunu ele almış David: Ayrıksı bir
Amerikalı ve bencil bir Yahudi'yi oynayan
David ciddi bir ikilemle karşılaşır. En iyi
arkadaşı Richard Lewis (bir diğer Yahudi
komedyen), akut böbrek yetmezliğinden
muzdariptir. Hayatı bir böbrek bağışına
bağlıdır ve tahmin edileceği üzere Larry
David organ bağışı yapacak en uygun
kişidir. Popüler Amerikan kültüründe nihâi
bencil şahsiyet David ise böbreğini
bağışlamaya gönülsüzdür. İşi ağırdan alır,
özürler bulur ve oyunlar oynar. Söz konusu
olan böbrek olunca, meselenin "icâbına
bakacak" konumdaki zengin, Ortodoks bir
Yahudi'yle arkadaş olmaya bile çalışır.
Velhâsıl, en iyi ve en yakın arkadaşına
böbreğini bağışlamamak için elinden gelen
her şeyi yapar. Hikâye ilerlerler ve David
gerçek ana-babasını keşfetmek için özel
dedektif tutar ve öğrenir ki aslında evlatlık
alınmıştır. Genetik ebeveyniyle görüşen
David yine keşfeder ki tam bir Yahudi
değildir. Hıristiyan İskoçyalı bir soydan
gelmektedir. Yeni etnik kimliği ve
inancından heyecan duymaktadır. Üzerinde
çok fazla kafa yormadan, empati kurabilen
bir kişi olmuştur. Bencil şahsiyet arkada
hiçbir iz bırakmadan gözden kaybolur.
Diğer insanları birdenbire önemsemeye
başlar.
Larry David'in yukarıdaki sergüzeşt'te
verdiği mesaj açıktır. Yahudi olmak bir
hâlet-i ruhiyedir. Biyolojik veya genetik
değildir. Şefkat ve narsizm arasındaki
dönüşüm son derece önemlidir. Handiyse
bir seçim meselesidir. Bununla birlikte, söz
konusu olan Larry David olduğunda bir
şey açıktır: Yahudiliğe döndükten sonra
"vermek" mevzû bahis değildir. Söz
konusu olan David olduğunda, Yahudi,
paylaşmayı, bağışlamayı veya vermeyi
sevmez.
Anlayışlı, bayıcı şefkatiyle sıradan bir
insanoğluna döner. Birkaç sahne sonra
David'i yeni ebeveyniyle birlikte Semt
Kilisesi’ndeki Pazar Ayin'inde buluruz.
Rahipten "vermenin" aslında "almak"
olduğunu öğrendiği yer burasıdır.
İnsan organlarını devşirmek
Son haftalarda İsrail'in organ hırsızlığı ve
Yahudi organ kaçakçılığıyla ilgili ilginç
gelişmelere şâhid oluyoruz. Temmuz
ayında, Brooklyn'de yaşayan Böbrek
kaçakçısı Levy İzak Rosenbaum, New
Jersey'de
yakalandı.
Federal
dava
David bir saniye bile kaybetmeden her şeyi
anlamıştır. Hemen Kilise'den ayrılır ve ilk
uçakla Los Angeles'ın yolunu tutar ve
20
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM koymak için vücud parçalarını vermeye
hazırlar. Doğal olarak bu iki mustakil insan
grubunun (bencil zenginin ve beş
parasızın) biyolojik benzerlik müstesna,
çok
az
müşterekleri
var.
Asla
karşılaşmayacaklar
ve
birbirlerine
karışmayacaklar. Bir aracı gerekiyor.
Hiçbir sınıfa ait olmayan bir tüccar, hiçbir
ekonomik üretim zincirinin halkası
olmayan bir kişi, ahlâkla bağı olmayan bir
kişi, insanlığa ve insancıllığa yabancı bir
kişiye ihtiyaç var. Öğrendiğimiz üzere,
mükemmel aday bulunmuş. Ve yalnız
değiller, Yahudi devleti işi kolaylaştırmak
için orada. Teknoloji ve bilgi gibi gerekli
vâsıtaları temin için orada. Yahudi aracı,
zenginle anlaşabilir, fakirle kolaylıkla başa
çıkabilir, yeter ki kazanacağı para olsun,
her şeyi yapabilir: Tüccar her yerde
tüccardır, ister Venedik, Tel Aviv,
Budapeşte olsun isterse New Jersey veya
Brooklyn olsun.
dilekçesinde belirtildiğine göre 10 yıldır
yasadışı böbrek ticareti yapıyormuş.
Federal Başsavcı'nın açıklamasına göre
savunmasız insanları 10.000 dolara
böbreklerini vermeye ikna ediyor ve aldığı
böbrekleri 160.000 dolara satıyordu.
Temmuz ayında sayıları 30'u bulan bir
diğer İsrailli grup Romanya'da tutuklandı.
Bu kez insan yumurtası kaçırma suçundan.
18-30 yaş arası Romanyalı kadınlardan 300
dolar karşılığında yumurtalarını almakla
suçlandılar.
300
dolara
aldıkları
yumurtaları 40 kat fazlasına satıyorlardı.
Bu hafta başında Alison Weir, İsrail organ
kaçakçılığı ve hırsızlığı hakkında sarsıcı
bilgiler içeren bir yazı kaleme aldı. Weir,
organ hırsızlığıyla ilgili olarak insanı
afallatan olayları gün ışığına çıkardı.
Ailesinin rızası olmaksızın, hayatta olan
bir kişinin kalbinin alındığı bir vakayı ele
alarak başlıyor yazısına. Filistinlilerin
bedenlerinden çalınan organlar hakkındaki
haberleri de zikrediyor.
Ancak fazlası var. Larry David'in böbrek
sergüzeştinden
öğrendiğimize
göre,
Yahudi olduğunu yeniden keşfetmeye
görsün, organ bağışçılığı topyekûn redde
dönüşür. David'in davranışı bazı ezici
istatistiklerle desteklenmektedir. Görünüşe
göre İsrail diğer ülkelerden organ tedarik
eden bir numaralı ülke, hiç değilse çapına
göre. İsraillilerin sadece yüzde 3.5'i organ
bağışında bulunmuş. İsrail'de organ
bağışında bulunanlar Avrupa'dakinin beşte
biri kadar ve bu yüzden diğer kültürlerden
hayâti organlar alıyorlar. İsrail hükümeti,
diğer ülkelere gidip organ satın almak
isteyenlere 80.000 dolar vererek yardım
ediyor. Aracılar verdikleri hizmetleri İsrail
radyolarında ve gazetelerinde reklam
vererek tanıtıyorlar.
Bir hafta önce İsveçli gazeteci Donald
Bostrom'un, İsveç'in en büyük gazetesi
Aftonbladet'te
İsraillilerin
organ
topladıklarını ifşa etmesiyle İsrail'in organ
hırsızlığına yönelen dikkatler daha bir
keskinleşti.
Bostrom,
Filistinlilerin,
İsrail'in gençleri tutuklayıp ülkenin organ
rezervi
muamelesi
yapmasından
şüphelendiklerini kaydetti.
Venedik'ten Tel Aviv'e
Organ kaçakçılığının niçin bir "Yahudi işi"
olduğunu, İsrail devleti ve Yahudi halkının
böylesi iğrenç ve gayri ahlâki ticarete nasıl
karıştığı merak edilebilir. Cevap bellidir:
İyi bir iş ve bahse değer bir rekabet söz
konusu değil; karaciğer ve böbrek hırsızlığı
veya kaçakçılığı üzerinden geçimini
sağlamak isteyenlerin sayısı çok değil.
Kvod Hamet
Yahudilik, bu olağandışı / sapkın durumu
biraz aydınlatabilir. Musevilik, esas
itibariyle, ölünün vücuduna müdahale
etmeyi kesin olarak yasaklar. Ölüye
saygının
gereği
olarak
bedenin
gömülmesini (kvod hamet) emreder.
Bir Marksist olmadan, bu durumun
materyalist bir izahını yapabilirim: Bazı
insanlar hayatta kalmak için büyük paralar
ödemeye hazır. Aynı zamanda, bazı
insanlar var ki sadece masalarına ekmek
21
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Ancak bu insancıl ve saygılı yaklaşım
yalnızca Yahudiler içindir. Musevilik, "bir
Yahudi’nin hayatını" (pikuach nefesh)
kurtarmak için organ bağışını teşvik de
ettiğinden dolayı işler biraz karmaşık hâl
alır. İkircikli görünen bu şeyin çözümü ise
çok
karmaşık
değildir.
Musevilik,
tâkipçilerini
organ
bağışına
karşı
gönülsüzlüğe teşvik ederken, diğer
insanların organlarının kullanılmasını
onaylar hatta teşvik eder. İsrail'in Tıbbi
Bilimlerde ileri bir devlet olduğunu akılda
tutarak, Yahudi devletinin organ hırsızlığı
ve kaçakçılığıyla ilgili tüm bu karanlık
işlere yardım ve yataklık etmesi tabîî'dir.
Daha ilginç olanı, İsrail'in kendisini laik bir
toplum olmasına rağmen, söz konusu olan
organ bağışı olduğunda Yahudiler sanki
toplu olarak Tanrı'ya iltica etmeyi tercih
ediyorlar gibi duruyor. Asli kimliğinin
Yahudi olduğunu farkettiği anda Larry
David'in böbreğini bağışlamada gösterdiği
gönülsüzlük, Yahudi’nin dini emirleri
titizlikle seçmesine [yani bir kısmını kabul
edip bir kısmını reddetmesine] örnektir.
Laik Yahudi yeri geldiğinde Ortodoks olur.
kaygı duyuyora benziyorlar. Ahlâki kaygı
gütmeksizin tek bir şeyin, dirilerin arasında
olmanın kaygısını taşıyorlar sadece.
Bu organ hırsızlığı skandalı bir kez daha
kanıtlamıştır ki söz konusu olan İsrail
olduğunda,
komşudan
nefret
etme
ölçüsünde kendini sevmek, çağdaş Yahudi
felsefesinin tezahürüdür. Günün sonunda,
bizi şaşkınlığa garketmemeli. Başka bir
halkın toprağında yaşayan ve başka halkın
üzüm ve incirini yiyenlerden başka ne
beklenirdi ki.
Yahudi Folkloru
1980'lerde İsrail'de sahnelenen HaGashash Ha-chiver adlı kabare tiyatrosu,
organ bağışı konusunu hiciv yoluyla
işlemişti. Komedi oyununda, organ nakli
uzmanı Aşkenazi, sırf şöhret uğruna, Iraklı
(Yahudi) bir çocuğun hayatını kurtarmak
için Kaz karaciğeri naklinde ısrar ediyordu.
Sefarad Yahudisi baba ise harap olmuş
haldeydi. Bağışlanacak karaciğer Aşkenazi
Yahudisinden hatta Yahudi olmayan bir
kişiden (Goy) gelecek diye kaygılanıyordu.
Söylemeye gerek yok, kazın ciğerinden de
öyle pek hoşnut olmadı. Zaman ilerledikçe,
Yahudiler toplu halde bu safhayı geçmişler
gibi
duruyor.
Bazı
Yahudiler
kursaklarından geçecek olan yiyecek
hususunda "seçiciyken" (Koşer perhizi)
veya çocuklarının arkadaşlık edeceği
kişilerin ırk kimliği hususunda bile kaygı
duyarlarken,
vücutlarına
nakledilen
organların kökeni hakkında artık daha az
22
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Şerrin Patolojisi hakikatte ne anlama geldiği hususunda
tarihçiler mutabık değillerken, söz konusu
olan İsrail'in câni çözümü olduğunda, işte
onu hepimiz gördük.
İsrail Başbakanı Netanyahu'nun BM'deki
konuşması, İsrail'in zihniyetini, ruhunu ve
mantığını ortaya koymuştur. Yediveren ve
karizmatik bir lider, Netanyahu, yaptığı
konuşmada soykırım işleme temâyülünü
ortalığa saçtı; İsrail'in üstünlüğüne ışık
tuttu fakat Yahudi ulusal anlatısının
merkezindeki titrek ve savunmasız
noktaları yakalamamıza da imkan verdi.
Netanyahu'nun konuşması, hem Siyonist
Shoa'nın (soykırımın) hem de "vaadedilmiş
topraklar" anlatısının çökmenin eşiğinde
olduğunu
âşikar
etmiştir.
Velhasıl
"itibarsız" İran Cumhurbaşkanı başarmış
gibi görünüyor.
Bizim soykırımımıza
bulaşmıyor musun!
(Shoa)
Gelgelelim
Başbakan
Netanyahu'yu
Siyonist Holokost anlatısını savunmak için
koşuştururken görmek eğlenceli oluyor.
Wannsee konferansı protokolünü BM
Genel Kuruluna sunarken Netanyahu'yu
izlemek, İsrail Başbakanı'nın Shoa'ya itibar
pompalanması
gerektiğine
inandığı
izlenimini uyandırıyor. Shoa ilk kez
savunmada. "Bir milyon Yahudi'nin
öldürüldüğü
Auschwitz-Birkenau
planlarının fotokopisi, buyurun. Bu da mı
yalan?" diye soruyor İsrail Başbakanı.
Başbakan Netanyahu, tek bir hümanistin
bile kesin sayının ne olduğuyla
ilgilenmediğini söyleyebilir miyim size:
Auschwitz'de ister bir milyon isterse dört
milyon Yahudi öldürülmüş olsun, o
kampın korkunç bir yer olduğuna kimsenin
şüphesi yok. Ne ki iki soru ilk ve son kez
cevaplanmalı: Savaş sırasında acı çeken
Yahudiler, Auschwtiz'den kurtulduktan
sadece üç yıl sonra Filistinlilere karşı
(1948 Nakba) ırkçı müthiş bir cürüme nasıl
oldu da bulaştılar? Yahudi acısına karşı
hassas
İsrail
liderliği,
milyonlarca
Filistinli'ye çektirdiği acıyı boşvermeyi
nasıl beceriyor?
karışıp
İsrailliler soykırıma bayılırlar zira Shoa en
çok satan Hasbara (propaganda) ürünüdür.
Ayrım gütmeden bir şekilde toplu katliam
düzenlemelerine imkân tanır ve bu esnada
masumları oynarlar.
Netanyahu şöyle dedi: "Berlin'in Wannsee
banliyösünde bir villaya gittim. 20 Ocak
1942'de, üst düzey Nazi yetkilileri
mükellef bir öğünden sonra bir araya
gelmiş ve Yahudi halkını nasıl imha
edeceklerini kararlaştırmışlardı.”
Üstünlük ve ötesi
Başbakan
Netanyahu,
eğer
"imha
planlarıyla"
gerçekten
ilgiliyseniz,
Wannsee'ye, Berlin'e yolculuk yapmanıza
gerek yok. Yapmanız gereken tek şey İsrail
ordusunun (IDF) Tel Aviv'deki merkez
karargâhına gitmektir. Komutanlarınız
IDF'nin Filistinliler için hazırladığı
"çözümlerde" size rehberlik edeceklerdir.
En nihayetinde, Filistinlileri tel örgülerle
çeviren sizin ordunuzdur, sivil nüfusu
yetersiz gıda ve ilaca mahkum eden
ablukayı siz uyguluyorsunuz. Gezegende
nüfusu en yoğun bir bölgenin üzerine kitle
imha silahlarını boşaltan sizin ordunuz.
Nazi Nihâi Çözümü (Dia Endlösung)
tarihçiler tarafından halen tartışılıyorken,
Ulusal bir hareket olarak Siyonizm, diğer
ulus ve halk hareketlerine saygı duymaz.
Görünene göre Netanyahu İran halkına ve
İran rejimine saygı duymuyor. "Her nerede
becerebilirlerse, kadınların, azınlıkların ve
eşcinsellerin
yahut
gerçek
mümin
addedilmeyen herkesin vahşice tahakküm
altına alındığı geri, güdümlü bir toplum
dayatırlar" diyor. Netanyahu, Yahudi
kanunlarının bu meselelerde İslam'dan çok
da farklı olmadığını biliyor olmalıdır.
Eşcinsellerin sadece bir ay önce kendi
ülkesinde sokaklarda öldürüldüğünü de
hatırlamalıdır. Azınlıklarla ilgili olarak,
23
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Netanyahu'nun İran'ı barbarlık ve Orta Çağ
ile bir tutması pek de eğlenceli. Azınlıklar
söz konusu olduğunda, Yahudi devleti
gezegendeki en karanlık mahaldir.
Netanyahu'nun vaadedilmiş topraklarında
nüfusun yarısı sırf Yahudi olmadıklarından
dolayı demokratik oyuna katılamazlar
halbuki.
Bu yeterli değilmiş gibi bir de Amerika ve
İngiltere,
Siyonistlerin
liderliğindeki
neoconların ve bağışçıların tertiplediği
gayri meşru savaşlara giriştiler. Bu savaş
şimdiye kadar bir milyondan fazla insanın
ölümüne neden oldu.
Ancak Netanyahu ile bir hususta
mutabıkım: "Dünyanın yüzyüze kaldığı en
büyük tehdit, dini fanatizmin ve kitle imha
silahlarının evliliğidir."
Netanyahu'ya
göre
İsrail,
Batı
modernitesi'nin ete kemeği bürünmüş
halidir: "Biz (batılılar) genetik kodu
kıracağız. Devâsı olmayan şeyin devâsını
bulacağız. Ömrümüzü uzatacağız. Fosil
yakıtlara ucuz alternatif bulacak ve
gezegeni temizleyeceğiz. Ülkem İsrail'in
bu ilerlemelerde ön safta olmasından
dolayı gurur duyuyorum."
Hakikat, Yahudi devleti ve Siyonizm
kaynaklı tehlikeyi hiç kimse bundan daha
iyi tanımlayamazdı. Aslında İsrail, Eski
Ahit'in soykırımcı barbarlığı, Siyonist
fanatizm ile hâlihazırda kullanılan devasa
kimyasal, biyolojik ve nükleer kitle imha
silahları cephaneliği arasındaki evliliktir.
İsrail'in
bilimsel
veya
teknolojik
kazanımları karşısında zerre kadar eziklik
duymadığımı kabul etmeliyim. İsrail'in
insanlığı veya gezegeni kurtarmaya
teşebbüs ettiğinin delillerini de hiç
görmedim. Tek gördüğüm tam aksi şeyler.
Şayet Netanyahu bilimsel ilerlemeyi
memnuniyetle karşılıyorsa, İran'ın nükleer
projesinden hoşlananların ilki olmalıdır.
Bildiğimiz kadarıyla durum böyle değil.
Bazı nedenlerden dolayı, hiç değilse bölge
çapında, nükleer enerjinin ve nükleer
silahların
yalnızca
Yahudilerin
mülkiyetinde
olması
gerektiğini
düşünüyor.
Şabbat Goyim
Dünyadaki diğer Siyonist operasyonlarda
olduğu gibi, Netanyahu, Yahudi savaşlarını
Goyim'in (Yahudi olmayanların) vermesi
gerektiğine inanmaktadır: "Her şeyden
önce, uluslararası câmia terörist İran
rejimini, tüm dünya barışını tehlikeye
atarak atom silahları geliştirmekten men
edecek mi?"
Başbakan Netanyahu'nun burada hatalı
olduğunu vurgulamak isterim. Şayet BM
dünyaya ve bölgeye barışı getirmek
istiyorsa, nükleer projesini hatta askeri
nükleer kapasitesini geliştirmesi için İran'a
yardımcı olmalıdır. İngilizce Konuşan
İmparatorluğun, Irak'ta, Pakistan ve
Afganistan'da icra edildiği üzere, ölümcül
genişlemeci emellerini dizginleyecek tek
şey bu görünüyor. Komşuları pahasına
kendi semptomlarını göklere çıkaran
Siyonistleri de durduracaktır bu.
Netanyahu "en ilkel fanatizm en ölümcül
silahlara sahip olursa, tarihin yürüyüşü bir
müddet tersine çevrilebilecektir" diye
savunuyor. Haklı olabilir belki de fakat
söylediği şeylerin başka bir ülke, devlet
veya toplumdan daha ziyâde, en çok da
İsrail için geçerli olduğunu ifade etmeli
ona. Şimdilik, kitle imha silahlarını mahsur
kalmış bir sivil nüfus üzerine boşaltırken
yakalanan Yahudi devletidir. Hepimizi
“göze göz, dişe diş” ilkel bir Kitâb-ı
Mukaddes fanatizmine sürükleyen, Yahudi
devletidir.
Amerika ve İngiltere ordularının başarılı
bir şekilde İsrail uşağı bir kuvvete
dönüşmelerinin ardından Netanyahu aynı
rolü BM'in de takip etmesini ve icra
etmesini umuyor gibi. "Hamas" diyor
"Gazze'den yakındaki İsrail şehirlerine
24
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM haklı kılınabilir bir harekettir. Roosevelt ve
Churchill, Netanyahu'ya mânevi yetkiyi
verenler olarak görünüyor. Aklı başında
her insan için İsrail'in uygarlığımızı enkaza
çevirmeye muktedir soykırımcı bir varlık
olduğunu göstermeye yeten beyanlardır
bunlar.
Uyarı alarmıdır bu: Sadece Filistinliler ve
İranlılar
değil.
Hakikat,
hepimiz
[tehlikedeyiz].
binlerce füze, hava topu ve roket fırlattı.
Yıllar yılı bu füzeler kasıtlı olarak
sivillerimizin üzerine fırlatılırken, bu
mücrim saldırıları kınayan tek bir BM
kararı
çıkmadı."
Birileri
İsrail
Başbakanı'na Hamas ve İsrail arasındaki
ihtilafın uluslararası kavga olmadığını zira
Filistin'in egemen devlet olmadığını ve
Gazze'nin İsrail'in yönettiği bir temerküz
kampı olduğunu hatırlatsa iyi olur. Başka
bir ifadeyle, tatbik imkanı ortadadır. BM
yalnızca İsrail'in, İsrail liderlerinin ve İsrail
ordusunun savaş suçlarını ve insanlığa
karşı işledikleri suçları ele almalıdır.
Zulme uğrayan hakkında herhangi bir
hükümde bulunmak BM'e düşmez.
Barış yapıcı Bibi
İsrail
Başbakanı
Yahudi
merkezci
mantrasını ifade etmeye artık hazır:
"Bayanlar ve baylar, İsrail'in tek istediği
barıştır." İstatistiklere baktığımızda ise
öğreniyoruz ki İsrailli Yahudilerin yüzde
94'ü,
kapı
komşularının
halı
bombardımanına
tâbi
tutulmasını
onaylıyor. Barış lafazanlığı ile öldürücü
gerçeklik arasındaki çelişkiyi görmemek
imkansız.
Kitle katliamı fantezileri
Netanyahu'nun ideolojik akıl hocalarını ve
ölümcül ilhamının özünü zikretmesi çok da
uzun sürmez: "Naziler II. Dünya Savaşı
sırasında İngiltere şehirlerini roket
saldırısına mâruz bıraktıklarında... gerçekte
müttefik kuvvetler Alman şehirlerini
dümdüz ettiler, yüzbinlerce kişi kurban
gitti... Bu eğilip bükülmüş standartlarla,
BM İnsan Hakları Konseyi Roosevelt ve
Churchill'i savaş suçlusu olarak sanık
sandalyesini oturturdu. Gerçek nasıl da
saptırılıyor. Adalet nasıl da saptırılıyor.
BM delegeleri, bu saçmalığı kabul edecek
misiniz?"
"Filistinlilerin 62 yıldan beri reddettikleri
şeyi artık yapmalarını istiyoruz. Yahudi
devletine "evet" deyin" diyor. Bir kez daha
Netanyahu ile mutabıkım. Filistinliler bir
Yahudi devletine EVET diyebilirler fakat
Filistin'dekine veya Ortadoğu'dakine değil.
Eğer Obama, Brown, Merkel veya başka
bir aldatılmış lider halen ırk yönelimli bir
"ulusal Yahudi anavatanının" geçerliliğini
veya gerekliliğini onaylamada ısrar
ediyorsa, buyursun böyle bir proje için
kendi ülkesinden toprak tahsis etsin.
Filistinliler kutsal topraklarda veya
Ortadoğu'da bir Yahudi devletine HAYIR
demeliler. Filistinliler kendi topraklarında
bir Yahudi devletinin varlığına asla razı
olmamalılar. Esasen BM de bu çizgiyi
takip etmeli ve bu şerli ırk ayrımcısı rejimi
parçalamak için elinden geleni yapmalıdır.
Netanyahu neredeyse haklı. II. Dünya
Savaşını zikrederken İsrail'in, Roosevelt ve
Churchill'in yürüttüğü kitle katliamı
taktiklerini uyguladığını kesinlikle kabul
ediyor. Fakat iş, kirli politika yerine ahlak
ve adalet'e kaldığında, Roosevelt ve
Churchill'in en ağır savaş suçlarıyla
suçlanabileceğini kesinlikle fark etmiyor.
Yeterince sarsıcıdır, Netanyahu İsrail'in
faaliyetlerini
geniş
ölçekli
halı
bombardımanıyla bir tutarken en bâriz
yasal tuzağa düşmektedir. Bunu görmede
zaafa düşenler! Kırmızı alarm veren bir
âfettir bu. Netanyahu'nun gerçeklik
algılamasında, ülkelerin üzerine nükleer
bomba atmak, şehirleri dümdüz etmek,
Hazarlı Birliği
Netanyahu'nun konuşması, bir yere kadar
da Yahudilerin kendilerine saklamaya
eğilimli oldukları derin endişeyi ifade
etmektedir. En nihayetinde, İsrailliler ve
25
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bilhassa
da
Aşkenazi
İsraillileri
bilmektedirler ki Filistin, atalarının toprağı
değildir. Eğer İsrailli Aşkenazi Yahudileri,
buna Netanyahu dâhildir, köklerini bulmak
istiyorlarsa, bu işe başlanacak yer
Hazar'dır. Ne ki Netanyahu tarihi
gerçekleri etkisiz kılmaya çalışıyor.
Netanyahu tam bir itminanla "Yahudi
halkı,
İsrail
topraklarının
yabancı
işgalcileri
değillerdir.
Atalarımızın
toprağıdır bu... Bu toprağın yabancıları
değiliz. Anavatanımız bu" diyor.
Başbakan Netanyahu, basit ve anlaşılır
kılayım. Yalnızca toprağa değil, mümkün
ve muhtemel herhangi bir insanlık fikrine
de yabancısınız. Esasen Ayrım Duvarı, ki
"Yahudilere münhasır demokrasinizle"
birlikte o da kaçınılmaz olarak ortadan
kaybolup gidecek, ahlak'a, evrenselciliğe
ve insanların kardeşliğine yabancı Yahudi
ulusal kimliğinin dudak uçuklatan tarihi
anıtı olarak hizmet edecektir gelecek
nesillere. Yahudi devletinin Yahudi halkı
adına insanlığa karşı işlediği suçlar, kısa
bir sürede tarih kitaplarından silinip
gitmeyecektir. Tam tersi, iflah olmaz
üstünlükçülüğün yol açtığı patolojik
kendini sevmenin bu hiç bitmeyen
menkıbesinde bir diğer mitolojik fasıl
olarak yerini alacaktır.
İsrail Başbakanı konuşmasını noktalarken
"güvenliğimiz olmalı" diyor. Onu hayal
kırıklığına uğratacağım. İsrail hiçbir zaman
güvende olmayacak. Günahkâr doğdu ve
mevcudiyeti herhangi bir ahlak ve insani
varoluş fikrinin ötesindedir.Yahudi devleti
"dönüşü olmayan noktayı" geçti. Yok olup
gitmeye mahkum. Bu gerçekleşirken,
Yahudi'nin insanlığa asimile edilmesi ve
insanlıkla bütünleşmesi sürecinin kolları
sıvamasını ümit edebiliriz ancak. En
nihayetinde, Yahudi Ulusçuluğu, hem sol
hem sağ hem de merkez, Yahudileri ayrı
tutmak için vardı. 20.Yüzyıl tarihi bize
öğretmektedir ki bir kimsenin kendisini
ayrı tutma / ırk ayrımcılığı eğilimi, insanlık
için kötüdür ve Yahudiler için de
tahripkârdır.
26
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Hezeyandan Kinciliğe Siyonist rüyanın tâbiri arzusundan ibaret değildir o; uygun bir
şekilde muamele görme meselesi de
değildir sadece; "kendini dönüştürme"
rüyasıdır. Aslında marazî, gayri tabîi bir
durumdan çıkıp kabul edilebilir doğru bir
insan şekline doğru mûcizevi bir
başkalaşımdır.
"Yahudi halkının sosyo-ekonomik yapısı,
diğer uluslarınkinden esaslı bir şekilde
farklıdır. Bizimki aykırı ve gayrı tabîidir."
(Ber
BorochovThe
Economic
Development of the Jewish People,1917)
Kurgusal bir masal bağlamında bir ineğin
sütçü olma fantezisini, bir domuzun Koşer
şinitzel olmak için "öldüğünü", bir yılanın
İşçi partisini ele geçirmeyi istediğini ve
sonra yeni bir siyonist gayrimeşru savaş
açmayı planladığını kolayca tahayyül
edebiliriz. Ancak bir halkın "sıradan insan"
olma emeli beslediğini düşünmek hayli
tuhaftır.
"Siz
(Yahudiler)
şeref,
vazife
duygusu,mâneviyat,
vatanperverlik,
idealizm yoksunusunuz..." (Max Nordau –
1'nci Siyonist Kongresi konuşması, 1897)
"Fakat emek, insanı toprağa bağlayan tek
kuvvettir...ulusal kültürün oluşturulması
için ana enerjidir. Bizde olmayan bir şey
bu fakat yokluğunu hissetmiyoruz. Ülkesiz
bir halkız, yaşayan bir ulusal dili olmayan,
ulusal kültürü olmayan bir halk.
Emeğimizin olmaması bizim için mesele
değilmiş gibi görünüyoruz. - bırak işi İvan,
John veya Mustafa yapsın..." (A.D.
Gordon, "Our Tasks Ahead, 1920)
Tuhaf rüyayı açıklamanın yahut tâbir
etmenin somut bir yolu herhalde siyonist
rüyaya yenik düşenlerin, tâbîi halleri
içerisinde, insanlıktan sahiden uzak
olduklarına inandıklarını varsaymaktır.
İnsan olma rüyası görenlerin, insanlığın
onların bir şekilde sahip olmadıkları bir
vasıf olduğuna kâni oldukları haklı olarak
farzedilebilecektir.
İlk siyonizm keyifli bir rüya idi,
"Yahudi’nin" "medeni, saygılı ve sahih bir
insana" dönüşmesi için vardı. Siyonizm’in
kurucuları "diğer halklar gibi bir halk" ve
"uluslar arasında bir ulus" fikrinden ilham
almışlardı. Nordau, Borochov ve Gordon
gibi ilk siyonistleri okuduğumuzda, Yahudi
vasfı ve kimliği hakkında aşağılayıcı
göndermelerle karşılaşırız öyle ki Nazi
ideolojisi onun yanında biraz liberal kalır.
Dün, Librairie Résistances, Paris'de
(Gazze'ye para toplamak için düzenlenmiş
bir faaliyetti) İsrail'in "evrilen barbarizmi"
hakkında, İsrail ordusunun geçen Aralık
ayında Gazze'deki soykırımvâri suçunu
İsraillilerin yüzde 84'ünün nasıl olup da
destekleri hakkında bana bir soru soruldu.
"İsrail'in câni eylemlerinin nasıl ortaya
çıktığını anlamak için yapmamız gereken
tek şey, geriye doğru iz sürmek ve ilk
siyonist ideologları yeniden okumaktır"
dedim. Siyonist düşünürlerden "rüyalarını"
ve soydaşlarıyla ilgili vizyonlarını
kolaylıkla öğrenebiliriz. Modern Yahudi
ulusçuluğunun
kurucuları,
Yahudi
kimliğinde, kültür ve vasfında bir şeylerin
topyekûn yozlaşmış olduğunu bir şekilde
kabul ederler. Bununla birlikte, ıslah
olunabilir
olduğuna
samimiyetle
inanmaktaydılar.
Bununla birlikte, bir saniye durun ve
siyonist rüya hakkında eleştirel bir şekilde
dikkatlice düşünün. Hangi tür bir halkın
"insan olma" rüyası gördüğüne hayret
edilebilir. Bir Fransız, İngiliz veya Çinli
erkek yahut kadının sıradan bir "insan"
olma rüyası gördüğünü tahayyül edebilir
misiniz? Zulme uğrayan insan varlıklarının
insan gibi muamele görmeyi talep
edebileceklerini kolayca düşünebiliriz
(Filistinliler, Sivil Haklar Hareketi, Irk
ayrımcılığı karşıtları vb). Siyonist rüya
gene de başkadır. Tanınma veya eşitlik
27
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Siyonizmin hümanist başkalaşma rüyası
gerçekliğe veya uygulamaya tahvil olmadı.
Tam tersi, İsrailliler ve siyonistler
kendilerine yanıltıcı vehmi bir prizmadan
bakmayı
öğrendiler.
Hümanistlere
dönüşmek yerine, aşırı Yahudi merkezli
rüyalarında, "önde gelen hümanistler"
oluverdiler.
Siyonizm, yeni bir Yahudiyi, medeni
üretken bir insanı ortaya çıkarmak için
vardı. Aslında sırılsıklam ve menkıbevî bir
rüyadır. Genç bir İsrailli olarak, ben bu
rüyaya boyun eğenlerdendim. İsrail'in
"benim"
tarihi
toprağım
olduğuna
inanırdım.
Kitâb-ı
Mukaddes
kahramanlarına benim doğrudan atalarım
nazarıyla bakardım. Söz konusu olan "ilk
İsrailliler" olduğunda, ideolojik nakil
operasyonu büyük bir başarıydı bana göre.
Biz, genç İsrailli yerliler, "değiştirilmiş,
medenileş/tiril/miş, hümanist ve seküler
varlıkların başarı hikâyesinden daha azı
olmadığımıza inanırdık.
Freud, rüyanın uykuyu uzatmak için var
olduğunu öğretti bize: Dışarıdaki bir siren
sesi, bebek ağlaması ve damlayan çeşme
rüyaya dâhil edilirdi ki uyuklamaya devam
edelim. İsrailli'nin hümanist rüyası da
benzer şekilde işler: Siyonist, uyuklamaya
devam etsin diye vardır, yahudileri,
devletlerinin kendi adlarına işlediği
suçlardan uzak tutmak için vardır.
Goldstone raporu veya Ahmedinejad'ın
geçerli eleştirileri gibi "dış dünyadan"
gelen rahatsızlıklar, rüyaya "patolojik
Yahudi karşıtlığının" yol açtığı "beyaz
gürültü" olarak dâhil edilir. Yahudi devleti
hakikatte eşsiz bir şekilde barbar olmasına
rağmen, onların rüyalarında böyle bir şey
yoktur ve "işler her zamanki gibi akıp
gitmektedir."
Söylemeye gerek yok, Filistin tarihi,
Filistinliler ve Nakba bizden tamamen
gizlenmişti. Filistinlileri çevremizde de
görmüyorduk, bırakın nedenini, acı
çektiklerinden bile habersizdik. Esasen
büsbütün kördük. Ordumuzun en insancıl
ordu olduğuna inanırdık. Her İsrailli'nin
kütüphanesinde özel bir yeri olan efsânevi
foto albümü "1967 Zafer Günlüğüyle"
büyüdük. Bu cilalı propaganda kitabında,
İsrailli bir asker Mısırlı mahkuma su
veriyordu. Halkımızın evrensel hümanizmi
cirolamasının sembolü nazarıyla bakardık
ona. Dehşetli gerçeğin, Sina çölünün
gerçekte yüzlerce Mısırlı savaş esirinin
katledildiği saha olduğu gerçeğinin
farkında değildik. Niçin bilmiyorduk?
Güzel bir soru bu. Bu savaşa katılan
babalarımız bir şeyler biliyor olmalı ama
sessiz kaldılar. 1948 Filistinli mülteciler
konvoyuna şahit olan ebevenylerimiz
Nakba hakkında bir şeyler biliyor olmalı
fakat sessiz kaldılar. Yeterince ilginçtir,
bizde onların izinden gittik. Büyüyüp IDF
askeri olduğumuzda biz de aynısını yaptık,
gözlerimizi kapattık (1982 Lübnan). Ve bu
hiçbir zaman değişmedi. İsrail'in mânevi
uyanışı hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Bunun gerçekleşmeyeceğini şimdiye dek
savundum. Siyonist rüya çok konforludur.
Yüz yıldan daha fazla süren vehmi bir
mânevi aldanıştan sonra, İsrailliler ahlak
komasına girdiler.
Filistin’deki İsrail barbarlığının günlük
gerçeği bizi siyonist dönüşüm rüyasına geri
götürmelidir. Yahudi devleti büyük vaade
rağmen "diğer uluslar gibi bir ulus"
olamadı. Benzer şekilde, siyonist halk
"diğer halklar gibi bir halk" değil zira
hiçbir halk soykırımı topluca onaylamaz.
Kimlik dönüşümünün sözümona kutsanışı
olan Yahudi devleti, siyonizmin şifa
vereceği marazî semptomların ete kemiğe
bürünmüş halidir. İsrail kendisini devasa
getto duvarlarıyla çevirmeyi ve yerli
nüfusunun üzerine ateş ve kitle imha
silahları püskürtmeyi çoktan başardı.
Milyonlarca insanı temerküz kampına
kilitledi ve açlığa mahkum etti. Çok
tuhaftır, siyonist hümanist başkalaşma
rüyası ironisinin tam anlamı ancak İsrail'in
devasa barbarlığı karşısında yeterince
anlaşılabilir.
28
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Siyonizm başarısızlığa mahkum: Kan
bağına dayalı bir projedir, ırk yönelimlidir
ve iliğine kadar üstünlükçüdür. Siyonist
rüya tahripkâr bir kabusun gerçek
olmasıdır: Golem* Yahudi devleti,
Yahudiler adına daha fazla suç işlemek
için her sabah uyanıyor. Yüzlerce nükleer
bombanın olduğu bir cephanesi var ve
intikamdan başka bir şey vaaz etmeyen
vehmi bir holokost dini tarafından motive
ediliyor.
İnsanlığa,
insancıllığa
ve
medeniyetimize karşı İsrail'den ve onun
dünyadaki lobilerinden daha büyük bir
tehlike
yoktur.
Söylemek istediğim tüm şey şu: Gözünüzü
dört açın.
*Golem – Yiddiş Frankeştaynı
29
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Bonapart Blair & Ltd. Avrupalıların
çoğunluğu
Boney'in
Hague'ya sürüklendiğini, adaletle karşı
karşıya gelmesini ve müebbet hapis
yattığını görmeyi dilerlerken Boney'in
kendisi Avrupa başkanlığı için gerekli
niteliklere sahip olduğuna ikna olmuş
galiba. "Tarihin en iyi hazinecisiyle"
birlikte İngiltere ekonomisini enkaza
çevirmeyi başarmıştı. İngiliz sanayisini un
ufak etti ve her şeyden evvel, hepimizi
devasa bir savaş suçuna bulaştırmaya
çalıştı. Avrupa liderlerinin bir kez daha
düşünmesi için herhalde yeterliydi bu ki
Boney'in ben merkezci şevkini ve amansız
güç arayışını zaptetmeye karar verdiler.
Gordon Brown geçen hafta Avrupa'nın
sosyalist liderlerini Tony Blair'i Avrupa
Başkanı olarak atamaları için sıkıştırdı.
"Gerçekçi olun, ilerlemeci güçlü bir
başkana sahip olma yönünde eşsiz bir fırsat
bu" dedi.
Brown'un
haklı
olduğu
âşikardır,
Avrupa'da elleri en kanlı adamı bu
makama atamaktan daha tazeleyici,
yenilikçi, "gerçekçi" ve "ilerlemeci" başka
hiçbir şey olamaz.
Bu gezegende elleri Tony Blair'den
(Boney'den) daha kanlı tek bir adam daha
vardır diye savunma yapan kişi de haklıdır.
O adamın ismi George'tur ve Teksas'ta
ikamet
etmektedir
ve
Bonapart
şahsiyetimizin aksine sessizliğini nispeten
muhafaza etmektedir. Bizim Boney,
George'un aksine, tanınmak için can atıyor,
tahtsız yahut resmi ünvan olmaksızın
yaşayamıyor.
Çok
tarih
yazdığını,
gerçekten ara verebileceğini birileri
söylemeli ona. Irak'ta bıraktığı bir
milyondan fazla ölüyle, Hitler ve Stalin'in
çok da arkasında değil.
Bununla birlikte Blair yalnız değil. Son
kamuoyu araştırmalarına göre İngilizlerin
çoğunluğu onu Avrupa başkanlığına uygun
görmüyorlar ama hızla çözülen Nuevo İşçi
Partisi'nde onun adanmış bazı tâkipçileri ve
müttefikleri var.
İngiliz basınına göre Lord Mandelson'dan
kendisinin "kabine başı" olarak hareket
etmesini istemiş. Mandelson, suistimalleri
yüzünden son on yılda birkaç kez istifa
etmek zorunda kalmıştı. Mandelson'un
Rusya'nın başı çeken oligarklarıyla yakın
bağlara sahip olduğu da ifşa edildi. AB'nin
merkezinde böylesi düşük ahlak şöhretine
sahip bir kişi tüm bir kıta için pekala
tehlike olabilir.
Câniler şüphe yok ki eşsiz bir insan
demetidirler bazı suçbilimciler psikopatlar
etik ilkeleri gözardı eden kişiler oldukları
için onların psikopatlardan daha azı
olmadığında ısrar ederler. Psikopatlar
vicdan ve şefkat duygularından da
mahrumdur. Kitle katliamcıları çok daha
özel kişilerdir çünkü onlar sadece birkaç
çift gözden değil çok sayıda gözden
kaçmaya çalışırlar. Hareketlerine yönelik
kamuoyu eleştirilerine ve kızgınlığına karşı
sağır kesilirler. Bizim Boney'imiz her
hâlükarda
olağanüstüdür.
Milyonlara
çektirdiği
acıları
görmezden
gelir,
yaptıklarından dolayı nedâmet getirmez ve
bir de üstüne muhayyel azametinin
tanınmasını sürekli olarak talep eder durur.
Farkındalık veya şuur yoksunu görünüyor.
Blair'in
yakın
müttefiklerinden
ve
destekçilerinden
biri
de
yabancı
başkentlere gittiğinde Boney'in "trafiği
durduracağı" şeklinde fevkâlade bir iddiayı
ortaya atayarak Boney'in başkanlık
kampanyasını başlatan Dışişleri Bakanı
David Miliband'dır.
Boney gibi Miliband da müdahaleciliğe ve
"demokrasiyi yaymaya" pek hevesli.
İnanması güçtür ama Wolfowitz doktrini
2009 yılında İngiltere'de özellikle de
sözümona
"ilerlemeci"
politikacılar
arasında halen revaçta. Geçenlerde
Miliband'ın Avrupa Dışişleri Ofisi için
önde gelen adaylardan biri olduğunu
30
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM öğrendim. Israr ediyorum ki her Avrupa
liderini Miliband'ın Neocon ideolojisine
bakmalı ve vakit çok geç olmadan
tercihlerini düzeltmeli.
soykırım suçuna iştirak etmeyi nihayete
erdirebiliriz.
Fakat sahte liberal İşçi Partisi tavuk
çorbasında kanat çırpmak, bu noktada sona
ermeyebilir. Boney'in kendi bir numaralı
adamı Lord Cashpoint Levy'e ne tür bir iş
havale ettiğini tespit etmek şaşırtıcı
olabilir. Müslüman kadını peçesinden
soymada ısrar eden "liberal" Jack Straw
için Blair'in başkanlık yönetiminde
potansiyel bir görev var mı yok mu bilmek
isterim doğrusu. Nihayetinde, Straw'ın
ötekine yönelik retçiliği tüm kıtaya
yayılabilir.
Miliband, Yahudi merkezci kabîlevi
yakınlığını son zamanlara kadar kendine
saklamaya çalıştı. Durum artık öyle değil.
İşçi Partisi'nin muazzam ve kaçınılmaz bir
seçim mağlubiyeti ile karşı karşıya olması
yüzünden Miliband kendini tutamadı.
Birkaç hafta önce bir Yahudi hahamını İşçi
Partisi çuvalından çıkarmayı kararlaştırdı.
Kamuoyunun acıma ve empati duygularını
kabartma amaçlı gözü dönmüş ve ham bir
teşebbüsle İngiliz kamuoyunu uyararak
Muhazafakar
Parti'nin
müstakbel
liderliğinin Yahudi karşıtları ve Neo
Nazilerle içli dışlı olduğunu söyledi.
Miliband, Polonya Hahambaşısını İngiliz
siyasi söyleminin içine çekmeye çalıştı.
Miliband'ın kabilevi bakış açısına göre,
İngiliz halkına seçimde oy kullanmaları
için kimin yeterince "koşer" olduğunu
söylemek Polonyalı bir hahama kalmıştır.
Miliband'ın en azından karşılıklı müdahale
felsefesi tutarlıdır. Biz, İngilizler, dünyaya
neyin ahlaki ve neyin yanlış olduğunu
söyleyebiliyorsak, kime oy atacağımızı
söylemek de Polonyalı bir hahama
kalmıştır tabi.
Blair başkanlığı cebinde biliyordu.
Yanlıştaydı, Avrupalı liderlerin uyandığı
artık daha bir belli. Korkutucu rüya sona
erebilir. Rezil bir savaş suçlusunun
konvoyu
geçip
gidebilsin
diye
başkentlerinde trafiği durdurmaları fikri,
başa çıkabileceklerinden çok daha büyük.
Avrupa başkanı olarak Blair tam bir
komedi olabilecekti ki onun "Barış Elçisi"
olması kadar tiksindirici bir şey. Kanımca
şu an yapılması gereken tek şey, bu
mücrimin
adaletle
yüzleşmesi
ve
gayrimeşru
savaşının
neticelerine
katlanması için gereğinin yapılmasıdır.
Yeterince tuhaftır, Polonyalı haham
vaziyetini değiştirdi artık. Polonya Hukuk
ve Adalet Partisi liderinin hakikatte
"Yahudi karşıtlığına" karşı olduğunu kabul
etti. Ama Miliband, Muhafazakar Parti
liderlerine Yahudi karşıtı demişti ve halen
özür dileyecek. Akıl hocası Boney gibi
Miliband da ahlâki muhakeme veya ahlâki
davranış kapasitesinin zerresine bile sahip
değilmiş gibi duruyor. Miliband'in Yahudi
merkezci saldırısını, müdahalecilik şevkini
ve ona eşlik eden etnik noksanlıklarını
akılda tutarak, bu adamı barışa karşı
tehlike olarak görebiliriz. Nüfuz ve iktidara
bir kez sahip olduktan sonra, şu veya bu
liberal sloganlar (demokrasi, ateizm, kadın
hakları, eşcinsel hakları vb) adına yeni bir
31
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Nehirden denize kadar dair ısrarlı olduğu gerçeği, konunun
hâlihazırda çoktan "masada" olduğu
anlamına gelir. Şöyle diyor Netanyahu:
"Mültecilerle İsrail'e akın etme fantezisini
terk etmeli, Necef'ten Celile'ye kadar
irredantist iddialardan vazgeçmeli ve
çatışmanın nihayet sona erdiğini kesin
olarak ilan etmeliler."
Batı Şeria'da yerleşim birimleri inşasını
durdurması için Amerika'nın İsrail
üzerinde baskı kuracağından heyecan
duymayı artık bırakalım. Bu başlığın
büyüleyiciliği Siyonist fırıldaklığın ürünü.
Dikkatleri
çatışmanın
kökeninden
uzaklaştırmaya yarıyor: Yahudi’nin eve
dönüşü adına Filistin'in ve Filistinlilerin
gasp edildiği gerçeğinden. İsrail'in Batı
Şeria'da inşa çalışmalarını durdurması
çağrıları, bizim Filistin'in gasp edilişinin
1967'de başladığı şeklinde yanlış bir
izlenime kapılmamıza yarıyor. Gerçekleri
pek çoğumuz biliyoruz ama hepimiz değil.
Filistinlilerin büyük bir çoğunluğunun
köylerinden,
kasabalarından,
çiftliklerinden, bağ ve bahçelerinden
çıkarıldığı tarih 1948'dir.
Açıktır ki Netanyahu, tümü değilse de
çoğu İsrailli tarafından paylaşılan dileğini
ifade ediyor burada. Hepsi de bir sabah
gözlerini
açtıklarında
Goyim'in,
Filistinlilerin, Arap ve müslümanların
bölgeyi terk ettiğini görmeyi hayal ediyor.
Netanyahu’ya ve kulak vermek isteyecek
her bir İsrailli'ye bir tavsiyem var: Bu
hayalleri gerçekleşmeyecek. Filistinli
mülteci akını,
İsrailli'nin kabusudur,
Filistinlinin fantezisi değil. Gerçekleşmeyi
bekleyen bir gerçektir bu. İsrail,
komşularıyla uzlaşma fırsatını kaybetti.
Toprağın yerli halkıyla çatışmayı bir
çözüme kavuşturmada başarısız oldu.
İsrail'in kaderini olay yerindeki gerçekler
tâyin edecek yani demografi. Uzlaşmaya
gelince, İsrail dönüşü olmayan alana girdi.
Kaderi çizildi. Nehir'den denize “tek
Filistin” bir "eğer ki" meselesi değil sadece
bir "zaman" meselesidir.
Batı
Şeria'ya
doğru
genişleyişini
durdurması için İsrail'e baskı uygular gibi
duran ve Amerikan barış inisiyatifi olarak
görünen
şey
aslında
Amerikan
yönetimindeki Siyonistlerin teşvik ettiği
bir gündemdir; Şaron gibi onlar da
farketmişlerdir ki Yahudi devletinin bir
sonraki on yıl daha yaşaması için tek şans,
onu küçük bir Yahudi gettosuna
çevirmektir. Esasen iki devletli çözüm,
Siyonizmi canlı tutmak adına sarfedilen
son bir gayrettir.
Netanyahu, Filistin davasını gözden
çıkaran
çoğu
İsrailli'nin
aksine,
Filistinlilerin kovulduğunu bugün kabul
etti. Filistinlilerin irredantist iddialarına bir
İsrail başbakanı ilk kez hitap etti. Ne ki
Netanyahu
kendisini
ve
halkını
kandırmaya son vermelidir. Söz konusu
olan sadece Necef ve Celile değil.
Nehir'den denize kadar her bir toprak
parçasıdır: Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, Be'er
Şeva ve her köy, bağ-bahçe, nehir, ağaç.
Jetonların ne zaman düşeceğinden başka
hiçbir soru yoktur. İsrailliler çalınmış
toprakları mesken tuttuklarını ne zaman
kavrayacaklar?
İsrailliler
savaşın
kaybedildiğini ne zaman farkedecekler?
Bir kez daha komşularının yanlış tarafına
Netanyahu ahmak olmaktan çok uzaktır.
Durumu anlıyor. Siyonist Revizyonist
babasının
"Büyük
İsrail"
rüyasına
ulaşılamayacağını biliyor.
Haaretz gazetesinin bugünkü haberinde
Washington'daki İsrail Başbakanı'nın "yan
yana yaşayan iki devlet" için azimli olduğu
bildiriliyordu.
Ancak
"Filistinli
mültecilerin kovuldukları eve dönüş hakkı
müzakere masasında olmayacak" diye de
vurguladı. Görünüşe göre şahin bir İsrail
başbakanı, İsrail'in ilk günahını yani
Filistin halkının yurtlarından çıkarılışını
gönüllü olarak göğüslüyor. Bununla
birlikte, konunun "masada" olmayacağına
32
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM düştükleri gerçeğini içselleştirmeleri daha
ne kadar sürecek?
*İrredantist: Toprakların iadesini isteyen
kimse.
33
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM için kararlı olduğunu" söyledi. Ve tabi
kafam bir kez daha allak bullak oldu.
Livni'nin çapıyla neyi kastetmiş olabilirdi
ki? Livni gibi soykırım suçluları artık
İngiliz topraklarında hoşça mı ağırlanacak?
İsrail liderleri telaşlandı
Üst düzey İsrail yetkilileri, İsrail'in geçen
Aralık ayında Gazze Şeridi'nde Hamas'a
karşı düzenlediği askeri saldırıda oynadığı
rol gerekçesiyle bir İngiliz mahkemesinin
muhalefet lideri Tzipi Livni hakkında
tutuklama kararı çıkardığını teyid ettiler.
Miliband "İsrail, İngiltere'nin stratejik
ortağı ve yakın dostudur. Bağlarımızı
korumaya ve geliştirmeye kararlıyız" dedi.
"Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu
söyleyeyim" deyişini hatırlatıyor bu.
İşçilerin yakın tarihini göz önüne alınca
(nâm-ı diğer gayrimeşru savaşlar ve
işgaller) Miliband'ın Yahudi devletinde bu
kadar çok dostu olmasında – hem de öyle
sadece sıradan İsrailliler değil, önde gelen
kitle katliamcıları dostlar- şaşılacak bir şey
yok.
İngiliz kaynaklar, İngiliz mahkemesinin
Gazze'de işlediği savaş suçları yüzünden
Tzipi Livni hakkında tutuklama kararı
çıkardığını ama Livni'nin İngiltere'de
olmadığını tespit ettikten sonra kararı iptal
ettiğini bildirdiler.
Çoğumuzun bir süreden beri tahmin ettiği
üzere, olayların seyri değişiyor. Artık
İsrailli siyasi ve askeri liderler nihayet
takip ediliyorlar.
Haaretz'e göre Miliband, tutuklama kararı
üzerine nasıl sarsıldığını ifade etmek ve
meseleye karşı derhal tavır alınacağı sözü
vermek için Livni'yi aradı. Yıllar önce, biz
genç ve safken, siyaset bilimi hocaları
"adli yargının" demokratik süreçte hayâti
öneme sahip olduğunda ısrar ederlerdi.
Dünyaya demokrasiyi yayacağını ileri
süren Miliband görünüşe bakılırsa bu
ilkeye öyle pek de itibar etmiyor. Miliband
benim oğlumun ilkokul öğretmenleriyle bir
süre birlikte olursa onun için faydalı
olabilir ve demokrasinin neyi temsil
ettiğini iyice kavrayabilir.
Haaretz gazetesinin bugünkü nüshasında
İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband'ın –
İsrail'e bir sonraki büyükelçi olarak
siyonist bir yahudiyi atayan kişi –
İngiltere'nin İsrailli yetkililerin yargı
yoluyla bu şekilde tâciz edilmesine artık
daha fazla hoşgörü göstermeyeceğini
söylediği belirtiliyor.
Miliband "hakimlere önceden bir bilgi
olmaksızın yahut savcıdan tavsiye
almaksızın
ileri
gelen
yabancıları
tutuklama kararı çıkarma izin veren İngiliz
kanunlarının gözden geçirilmesi ve
reforma tâbi tutulması" gerektiğini
savundu. Afalladım kaldım. Bu kanun tam
olarak niçin "gözden geçirilecek" ve
"reforma tâbi tutulacak? İngiltere etik
geleneğinden vazgeçme kararı aldığı için
mi? Veya Miliband tekrar seçilebilmek için
İsrail'deki İşçi dostlarının desteğine ihtiyaç
duyuyor da ondan mı? Yoksa Miliband hep
var olan gizli yandaşçılığını mı ifşa ediyor
sadece?
Livni "tutuklama kararını şahsına yapılmış
bir saldırı olarak görmediğini, bir bütün
olarak
İsrail'e
yapıldığı"
kanaatini
taşıdığını açıklığa kavuşturdu. Kesinlikle
haklı. Avrupa kitleleri İsrail toplumuna
gitgide imha edici mücrim bir devlet
nazarıyla
bakmaya
başlıyor.
İsrail
liderlerine karşı çıkarılan tutuklama
kararları hakikaten de sembolik bir
eylemdir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Salı
günü bir beyânat vererek şöyle dedi: "Ehud
Olmert, Ehud Barak ve Tzipi Livni'nin
sanık sandalyesine çağrılacakları bir
duruma rıza göstermeyeceğiz… vahşi ve
Miliband "İngiliz hükümetinin, Livni
çapındaki ziyaretçilere karşı tutuklama
tehditlerinin bir kez daha yinelenmemesi
34
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM mücrim bir düşmana karşı vatandaşlarımızı
kahramanca ve ahlaki bir şekilde savunan
IDF komutanlarının ve askerlerinin savaş
suçlusu olarak mahkum edilmesine rıza
göstermeyeceğiz. Bu saçmalığı açıkça
reddediyoruz."
Netanyahu'nun nereden geldiği bellidir
ama İsrail Başbakanı siviller üzerine beyaz
fosfor yağdırmanın, Avrupalıların ve
kültürlü
insanların
nazarında
"kahramanlık" veya "ahlaki bir tarz"
olmadığını anlayamıyor; İsrail Dışişleri
Bakanı bağnaz Avigdor Lieberman kadar
gülünç. Bakanlık resmi bir açıklamasında
şöyle diyordu: "İngiliz hükümetinin
Ortadoğu barış sürecinde merkezi bir rol
oynama arzusunu takdir ediyoruz ve
İsrail'le ilişkilere verdiği önemi eyleme
tahvil
etmesini
umuyoruz."
Hadi
yüzleşelim, gözdağı vermek bir İsrail
taktiğidir. Ama yine de İsraillilerin barışa
yol aldıklarına inanmamızı istemeleri
komik
olmaktan
daha
aşağısıdır,
seciyesizliktir. İngiltere "barış sürecinde"
rol almayacak çünkü barış süreci diye bir
şey yok.
Tutuklama kararına tepki olarak, şahsi
cürmüne yön değiştirten Livni, Salı günü
"İsrail Silahlı Kuvvetlerine bağlı askerleri
teröristlerle kıyaslayan hiçbir suçlamayı
kabul etmeyeceğini" söyledi. Aslında
haklı. Sözümona teröristler özgürlük
savaşçılarıdır. İsrail ise ırkçı, genişlemeci
bir devlettir. Askeri kuvvetleri, insanlığa
karşı sürekli suçlar işlemektedir. İsrail,
Nazi Almanyası kadar habistir fakat
uygulamada, çok daha kötüdür çünkü bir
demokrasidir. Câni eylemleri, halkının
demokratik seçimlerde tezahür eden
arzularının doğrudan yansımasıdır. IDF'nin
Gazze harekâtının doruk noktasında,
Filistin halkına karşı ölümcül tedbirleri
İsraillilerin
yüzde
94'ü
destekledi.
İsrailliler terörist değildir. Onlar, terörün ta
kendisidir.
35
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Yad Va, yazıklar olsun sana! Sözün kısası, belli belirsiz bir acayiplik
var. Böylesi bölümlerin Yale ve Londra
Üniversitesinde mevcut olması bile
tuhaftır. Ancak akademik enstitüler
kurumsal bağışlar ve diğer kaynaklar için
can attıklarından dolayı, akademik
dünyanın entelektüel söylemin başını
çekmesini veya hatta herhangi bir ahlâki
bütünlüğe bağlılık sergilemesini artık
bekleyemeyiz.
Holokost çalışmaları, yükselen sahte
entelektüel-akademik temayül. Azgın
siyonistlere
“Goyim’in
üniversite
eğitiminde niçin zorluklarla karşılaştığı”
hakkında tartışma imkânı sunar.
Geçenlerde
Yale
Üniversitesi’nin,
Disiplinlerarası Anti-Semitizm Çalışmaları
adı altında bir bölüm açtığını, benzer bir
enstitünün Londra Üniversitesi’nde de
kurulduğunu öğrendim.
Jerusalem Üniversitesi Profesörü ve aynı
zamanda İsrail Holokost Müzesi "Yad
Vashem" müdürlerinden biri olan Yehuda
Bauer, anti-semitizm ve Holokost'un en
önde gelen uzmanlarından biridir. Prof.
Bauer "bir halkı" yani "seçilmişi" yok etme
ve ona karşı nefret duyulması konusunda
bir dünya uzmanıdır. Geçenlerde bir video
kaydına rastgeldim ve insancıl her kişinin
izlemesini istiyorum. Prof. Bauer'in 2005
yılında Anti-Semitizm'in kökeni hakkında
Hawaii'de verdiği bir ders bu.
Eğer ki, mesela, Yahudi karşıtı hissiyatı
uyandıran şeyin ne olduğunu kavramak
iştiyâkıyla Yahudi kültür ve tarihini
inceleyip tetkik edebilecek olsa, AntiSemitizm Çalışmaları değerli bir araştırma
sahası olabilir. Yahudi’ye ait ıslah edilesi
bir siyasi veya kültürel şablon belirlemeye
çalışabilirdi. Esasen ilk siyonistler bu konu
üzerinde durmuşlardır. Yahudilere parazit
bir güç nazarıyla bakan ev sahibi
kültürlerde durmadan ve tekrar tekrar niçin
olgunlaştığını öğrenebilmek gâyesiyle,
Anti-Semitizme yol açan sebepleri teşhis
etmeye çalıştılar. İlk siyonistler, Aliya'nın
yeni bir üretken, ahlâki ve medeni Yahudi
yetiştireceğinde ısrar ettiler. Ama ne ki
çağdaş
Anti-Semitizm
uzmanlarının
akıllarında çok farklı bir gündem var.
Araştırmalarını,
Yahudileri
kategorik
olarak
masum
kabul
eden
aksiyomlar/belitler üzerinde inşa ediyorlar.
Ondan sonra da Goyim'in / yahudi
olmayanların niçin gayri ahlâki hatta
cânice davrandığını anlamaya çalışıyorlar.
Ancak tam burada utanç verici şekilde
gâfil avlanıyorlar: İnsanlığın Goyim'den
oluştuğunu gözönüne alınca, "Goyim'in
sorununu" anlamaya teşebbüs eden AntiSemitizm uzmanları aslında "insanlığın
sorunu nedir" sorusunu sormuş oluyorlar.
Dikkat çekici bir grup dışarıda tutulmadığı
takdirde, aslında meşru bir sorudur bu. Bu
durumda, "Anti-Semitizm Çalışmaları" adlı
yeni Yahudi merkezli akademik sahada, bir
siyonist, Goy'u / yahudi olmayanı patolojik
bir vaka olarak gözden geçirmektedir.
Bauer önce alımlı ve açık fikirli bir kişi
gibi duruyor. Hatta bazı can alıcı tespitler
bile yapıyor. İlk yirmi dakika boyunca,
sahih, özgün bir entelektüele şahit
olunduğuna inanmak mümkündür.
"Anti-semitizm yanlış terimdir" diyor
Bauer; böyle bir hayvan yoktur çünkü
Sâmiler yoktur. Bauer'e göre Sâmi halkı
diye bir halk yok; ve Yahudilerin tastamam
homojen bir ırk olmadığını kabul ediyor.
Wilhelm Marr'ın 19.yüzyılın sonlarında
sunduğu ideolojinin kafa karıştırıcı
olduğunda mutabık. Mesele Anti-semitizm
değil de Yahudi karşıtı (anti-Jewish)
hissiyat yahut uygulamalardır.
Anti-semitizm nerede başladı? Yeterince
ilginçtir, Bauer geriye, Esther Kitabına
gidiyor, onun, Diyaspora Yahudisi'nin
yokedilme korkusunun alegorisi olduğunu
söylüyor. Bauer'e göre Esther, Yahudi'nin
etrafını saran çevreden duyduğu korkunun
masalıdır: "Yahudi karşıtlığının kökeni,
Yahudi medeniyeti ve kültürünün çevre
halklarınkinden farklı olmasındadır." Bu
36
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM noktadan sonra kendim ilerleyerek, Yahudi
lobisinin ve Yahudi gücünün göz alıcı bir
kültürel paradigmaya döndüğü yerin Esher
Kitabı olduğunu savunabilirim. Hikâye'nin
mânevi yönü açıktır. Şayet yahudiler
ayakta
kalmak
istiyorlarsa,
güç
koridorlarına sızmalılar. Esther'i akılda
tutarak, AIPAC, Lord Levy ve Labour
Friends of Israel, Kitab-ı Mukaddes'ten
mülhem kültürel bir ideolojinin ete kemiğe
büründüğü kurumlar olarak görünüyorlar.
Bauer, ırkçılığın 19.yüzyıl Avrupasında
doğmadığını
"15.
yüzyıl
İber
Yarımadasında ırkçılığın mevcut olduğuna
dair bazı deliller olduğunu" söylüyor.
Birileri Bauer'e hatırlatsa iyi olur, söz
konusu olan Musevilik olduğunda,
ırkçılığın izini ister Tevrat isterse Talmud
olsun, dini her kaynakta sürmek
mümkündür.
"Irkçılık yahudiye karşı döndü" diyor
Bauer "çünkü biz farklı bir ırkız" çünkü biz
paradigmatik ötekiyiz. Fakat sonra
kendisiyle çelişkiye düşerek, genel olarak
ırk fikrini yürürlükten kaldırmada ısrar
ediyor. "Irk diye bir şey yok, insanlık
Afrika'dan geldi, hepimiz Afrikalıyız." Bir
an olsun Bauer'le hemfikir olalım ve ırkın
sahte bilimsel bir kavram olduğunu kabul
edelim. Irkla ilgili problem, dünyayı ırki
gruplara
bölmek
veya
halkların
antropolojik kökenlerinin izini sürme
teşebbüsüyle ilgili değildir. Irk, ırkçılıkla
birlikte sorun teşkil etmektedir. Irkçılık,
insanlardan bir grubun diğerinden daha iyi
olduğuna inanmaktır. Müthiş bir şekilde,
Musevilik ve Siyonizm ırkçılıkla doludur.
Bauer, Yahudilerin bir ırk olmadığını
savunurken haklıdır fakat yahudi ideolojisi,
hem dini hem de laik olanı, ırkçıdır, iliğine
kadar üstünlükçüdür.
Ama örnek şahıs, yahudi merkezci
entelektüel Bauer, Yahudi medeniyeti ve
kültürünün farklı olduğu belirli yerler
hakkında bizi aydınlatamıyor. Herşeyden
evvel, eğer Anti-semitizm nefretin "eşsiz"
bir şekliyse, o halde yahudiler de asırlarca
önyargılara sabretmiş diğer azınlıklardan
eşsiz
bir
şekilde
farklı
olmak
durumundadır.
Bir
Anti-semitizm
uzmanının bu can alıcı konuda tafsilata
girmesini ve bazı cevaplar vermesini
beklerdim. Bauer bunu yapamıyor. Nedeni
basit: Bauer bir siyonist ve siyonizm,
Diyaspora Yahudileri'nin çözümüdür. Eğer
farklı olmak istemiyorsan, eve gel ve
bizimle birlikte Filistinli'nin çalınmış
topraklarını mesken edin.
Bauer devam ediyor ve soruyor: Antisemitizme yol açan krizlerin nevi nedir?
Hıristiyan
Anti-semitizmini
anlamak
müşkül bir mesele değildir. "Hıristiyanlık
kendisini Musevilik'ten farklılaştırmalıydı"
diyor Bauer. Bununla birlikte, Hıristiyanlık
büyük bir problem değildir. "Hıristiyanlık
Yahudilerden hazzetmez, Yahudiye karşı
ayrımcılık uygular ama ne ki akidesinden
dolayı soykırımı engeller." Aslında,
Bauer'e göre, Avrupa'daki soykırım
temâyülü,
Hıristiyan
cemaatlerin
laikleşmesiyle
ortaya
çıkmıştır.
Hıristiyanlığın Anti-semitizmi, bâkiye
kalanlardandır ama câni eğilimleri azaltan
akidenin artık bulunmadığı bir versiyondur
bu. Tekrar söylemek gerekirse, Bauer'in
sıradan dünyasında yahudiler masumdur.
Ahlâki ve mânevi bakımdan başarısız olan
her daim Goyim'dir.
İsrail-Filistin çatışması ne derece önemli?
Çok önemli" diyor Bauer. Bu çatışmaya bir
çözüm bulunması, Anti-semitizmi azaltır
mı? Bauer "evet" diyor ama Anti-semitizm
gözden kaybolmayacaktır diye ekliyor.
Bauer galiba haklı. Onun felsefesine göre
Anti-semitizm,
yahudinin
farklı
olmasının/öteki olmasının ürünüdür ve bu
gerçek değişmeyebilir. Yahudiler, seçilmiş
kabile kimliklerini muhafaza ettikleri
müddetçe, "farklılıklarını" her daim
sürdüreceklerdir.
Bauer, geveze sınıfların, medyanın,
entelijansiyanın,
üniversitelerin,
doktorların Anti-Semitizm'inden" hayli
kaygılı. II.İntifada'yla birlikte ani bir
yükselişine şahit olduğumuzu ileri sürüyor.
37
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Bauer'in entelektüel bir halkada bir
argümanı kazanma şansı âşikar ki
sınırlıdır. Bununla birlikte, İsrail'in
soykırımvâri barbarlığı gittikçe artarken,
medyada, entelijansiyada ve akademideki
düşünürlerin Yahudi devletine muhalefet
etmeleri gâyet mâkuldür.
Anti-semitizme karşı nasıl savaşırsınız?
Bauer "ADL ve ASJ hârika işler çıkarıyor"
diyor. Fakat örneğin farklı bir ülkede
mesela
S.S.C.B'de
Anti-semitizm'in
yükseldiği farazi bir vaka olsun. ADL,
Sovyetler Birliğini etkileyebilecek mi?
Bauer hayır diyor ama yahudilerin hep
birlikte
"yahudi
olmayanları"
etkileyebileceğini düşünüyor. Sovyetler
Birliği'nde çok şey değişti çünkü ABD,
S.S.C.B
üzerinde
baskı
uyguladı.
"Yahudiler müttefikler bulmalı ve Antisemitizmin sadece yahudilerle başladığını
anladıklarında müttefikler geleceklerdir"
diyor.
Kudurmuş bir siyonist zihniyetin mağrur
sahibi Bauer'in gerçek rengini göstermesi
içim birkaç dakika geçmesi gerekecektir:
"İsrail'i eleştirmekte sakınca var mıdır?
Hayır diyor Bauer. İsrail basını, İsrail
politikalarını eleştirenlerin ilkidir. İsrail'i
bir Nazi devleti gibi tanımlamadıkça
İsrail'in kınanması Anti-semitik değildir.
Bauer'in entelektüel dürüstlüğünün son
kırıntısından vazgeçtiği yer burasıdır.
Yahudi devletini eleştirirken kullanmamız
gereken kurallar mı var? Genişlemeci,
câni, ırkçı, yahudilere münhasır bir devleti
kastederken göz önüne almamız gereken
bir entelektüel mükellefiyet mi var?
Avrupalıların yüzde 45'i İsrail'e yokedici
bir devlet nazarıyla bakıyorlarsa bunun bir
sebebi var elbette. İsrail ve siyonistler
kendi fiillerinin sorumluluğunu üstlenmeyi
öğrenseler iyi olacak. İşte o zaman
Avrupalıların yarısının onları niçin
Nazilerle bir tuttuğunu anlayabilirler.
Bauer mevcut siyonist ideolojiyi son
derece
basit
kelimelerle
açıklıyor.
Yahudiler yeni müttefikler bulmalı.
Yükselen güçlerle bağlar tesis etmeliler.
Anti-semitizm uzmanı Bauer'in yahudi
gücüne karşı duyulan kızgınlığın nedeninin
tam da bu olduğunu görememesi
şaşırtıcıdır. Bu sonsuz nüfuz ve hâkimiyet
arayışı
yahudilere
düşman
kazandırmaktadır halbuki.
Bauer konuşmasına "radikal İslam’a"
hiddetle saldırarak son veriyor: "Radikal
İslam Anti-semitik olmakla kalmayıp
soykırımcı bir tarzda Anti-semitiktir"
diyor. Ve sonra da meşhur Hamas
tüzüğünü okuyor. Yahudi gücü, dünya
hâkimiyeti ve buna benzer konularda alıntı
yapıyor. Alıntılardan bazıları gerçek. Diğer
cümleler ise kabul görmüş kanaatler. Bazı
fikirler bir miktar yukarıda. Fakat Bauer'in
çuvalladığı bir şey var: Soykırımvari tek
bir alıntı sağlayamıyor. Çok garip, Bauer
konuşmasını şu cümlelerle bitiriyor:
"1982'den beri, İsrail hükümetini bu şeyle
savaşmak için müttefik bulmaya ikna
etmeye çalışıyorum. İşler şimdi olmaya
başladı." Aslında, Hamas tüzüğünün
yahudi kabile faaliyetleri hakkında sahih
bir tanımlama yaptığını Yehuda Bauer'in
bizzat kendisi ispatlamaktadır. Bauer'in
bastırdığı "müttefikler bulma" çabasına
Hamas
tüzüğünün
şu
satırlarında
değinilmektedir: "Ortaya çıkan olaylarda
Bauer, siyasi eleştirinin meşru olduğunu
söylüyor ama saldırıyı halk ve devlete
yönlendirdiğinizde "soykırım alanına"
girmiş oluyorsunuz. Meselenin hakikati
çok basit. Filistin ve siyonist karşıtı
söylemde hiç kimse çıkıp da yahudileri
imha etmeyi telkin etmez. Pek çoğumuz
yahudi devletinin bir halk pahasına varlık
hakkının olmadığını savunmaktadır. Fakat
hiç kimsenin "imhasından" bahsetmez
yahut böyle bir telkinde bulunmayız.
Siyasi ortamın değişmesinden, "halkın
devletine" dönüşmesinden bahsederiz. Eşit
haklara inanırız. Filistinlilerin dönüş
hakkına
inanırız.
Şayet
yahudiler,
yahudilere münhasır bir devlet istiyorlarsa,
bu maksatla bir "çöl adası" yahut iyisi mi
farklı bir gezegen bulmalılar.
38
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM kilit unsurlardan faydalandılar ve (siyonist)
rüyalarını gerçekleştirmenin hizmetine
koştukları muazzam ve sözü geçen bir
maddi zenginlik biriktirdiler." (Hamas
Tüzüğü, 1988)
"Yeni müttefikler" bulmak, medyada ve
siyasi hareketlerde nüfuz arayışı değil mi?
Hamas tüzüğü bunu güçlü ve ikna edici bir
şekilde
tanımlamaktadır
hakikaten:
"...haber ajansları, basın, yayın evleri,
radyo-televizyon yayıncılığı vb dünya
medyası üzerinde denetim tesis ettiler.
Çıkarları doğrultusunda hareket etmek ve
meyveleri toplamak maksadıyla (bu
zenginliği) kürenin çeşitli kesimlerinde
devrimlere yol açmak için de kullandılar."
Bu dersin 2005 yılında, "terörle savaşın"
dördüncü yılında, İsrail'in düşmanlarıyla
savaşan Amerikalı ve İngiliz askerlerin
siyonist savaşları neticelendirdiği Irak
Savaşı üzerinden ise 2 yıl geçtikten sonra
verildiğini göz önüne alınca, Prof. Bauer'in
"müttefikler" derken neyi kastettiğini
hepimiz bir nebze anlamışızdır sanırım.
Prof. Yehuda Bauer, İsrail Holokost
Müzesi'nin, Yad Vashem'in akademisyen
danışmanı. Bauer, temsil ettiği Holokost
Enstitüsü'nün yerli Filistinlilere karşı
yahudi katliamına sahne olmuş Filistin
köyü Dayr Yasin'in 1.400 metre güneyinde
bulunan Filistin köyü Ayn Kerim
topraklarındaki Mt.Herzl üzerinde kurulu
olduğu gerçeği üzerinde düşünebilir belki.
Şayet Bauer sırf bu gerçek üzerinde kafa
yorsa, Avrupalıların yüzde 37.4'nün
bırakın onun gayri samimi, yahudi
merkezci sahte akademik atışlarını, ondan
niçin bir eski araba bile satın almayacağını
anlayacaktır.
39
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Dreyfus, Protokoller ve Goldstone takip eden Siyonizmin babası Herzl
üzerinde muazzam bir etki yaratmıştır.
Herzl kısa bir süre sonra Der Judenstaat'ı
(Yahudi Devleti) kaleme aldı ve Dünya
Siyonist Örgütünü kurdu.
Alan Dershowitz, hâkim Goldstone
hakkında “fakat onu bir hain olarak
görüyorum artık...”Siyonist Liderlerin
Protokolleri” tashih etsin diye bir Yahudiyi
seçmişler sanki. Yahudi halkına attığı
iftirayı kabul edilebilir kılmak için Yahudi
soyadını kullanıyor” dedi.
Siyonistler son bir asır boyunca Dreyfus
Davasına, ırk ayrımcılığının güdülediği
Yahudi karşıtlığının ibret verici bir misali
olarak baktılar. Aslında Siyonistler
hatalıydılar. Bir asır boyunca hem
kendilerini hem de başkalarını yanlışa
sevkettiler. Fransızlar Dreyfus hakkında
ikiye bölünmüşlerdi. Sol ve entelijansiya
genç
subayı
desteklemek
için
koşturuyordu, ki yeniden yargılanmasına
yol açmıştır. Dreyfus aklandı ve 1906
yılında yüzbaşı olarak Fransa ordusundaki
görevine iade edildi. Ancak Goldstone
raporu tümden farklıdır. İsrail ordusunun
BM mülteci kampına beyaz fosfor
yağdırdığı görüntüler ortak hafızamıza
kazınmıştır. Bu yeterli değilmiş gibi bir de
İsrail'in beyaz fosfor kullandığını başlarda
inkar etmiş olması da hafızalarımızda.
İsrail'in güpegündüz katliam yaptığı algısı
da yok olup gitmeyecektir.
Yahudi ulusçuluğu ve Siyonizmin Batı
akademi kültürünü şiddetle ihlali (hoşgörü,
akademik özgürlük, çoğulculuk vb)
hakkında halen bir karara varamamış
olanlar için Yale Üniversitesi Yahudi
topluluğunun Hahamı Shmully Hecht, her
şeyi görmeleri için ibret alınacak bir fırsat
sunmuştur. Haham Hecht, Goldstone geçen
hafta Yale Üniversitesi'nde konuşma
yaparken karşısına çıktı. Haham Hecht ve
destekçileri, konferans salonunun arka
tarafında Goldstone raporunu Siyonist
Liderlerin Protokolleri ve Dreyfus
Davasıyla eşitleyen bir pankart açtılar.
Dreyfus Davası ve Protokoller, hayli etkili
olan Siyonist propaganda araçlarıdır ve
Yahudi gücü, Yahudi lobisi ve İsrail
hakkında yapılan eleştirileri susturmak için
kullanılmışlardır. Ama ne ki hakikatle
yüzleşme vakti geldi artık.
Dreyfus hakkında bir karar verememiş ve
ikiye bölünmüş Fransa'nın aksine, İsrail'in
mücrim bir devlet olması, dünya barışına
karşı en büyük tehdit olması hakkında
bölünmüş değiliz biz. İsrail'e ve onun
vahşiliğine duyulan tiksinti, hümanistler,
barışseverler arasında ve genel olarak
dünyada gittikçe büyüyen birleştirici bir
güç. İsrail aklanmayacak; ve kendisini
Yahudi devleti olarak tanımlamasına
bakınca, İsrail'in işlediği suçlar yıkıcı bir
şekilde
toplu
olarak
Yahudilere
yansımaktadır, ki dünyadaki bir düzine
Yahudi kökenli Siyonist karşıtının
değiştiremeyeceği bir şeydir bu. Tarihi
bakış
açısından,
İsrail'in
Yahudi
ulusçuluğu
fikri
adına
toplanmış
sempatiyi/anlayışlılığı son damlasına kadar
tüketmekte çok başarılı olduğu açık.
Dolayısıyla da Goldstone'a veya onun
dengeli raporuna tek bir hümanist dahi
karşı çıkmadı.
Dreyfus Davası ve Yahudi Liderlerin
Protokolleri ile Goldstone raporu arasında
benzerlikler kurmak bir açılım yaratabilir
ama Haham Hecht veya Dershowitz'in
sandığı şekilde değil. Siyonizme tarihi
bakış açısından bakmamıza izin verir;
Siyonizmin nerede başladığını ve nereye
doğru gittiğini gözden geçirebiliriz.
Dreyfus Davası 1890'ların sonu ve
1900'lerin başlarında Fransa'yı bölmüş bir
siyasi skandaldır. Fransa ordusunda topçu
subayı olan Yahudi kökenli Kaptan Alfred
Dreyfus'un vatana ihanetle suçlanması
meselesidir. Dreyfus Davası, Viyana'da
yayınlanan bir gazete için duruşmaları
40
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Fakat hakikat söylenmeli. Hümanistlerin
Goldstone raporunun arkasında birleşirken,
demokratik seçimle iktidara gelmiş
liderlerimiz ne yazık ki İsrail ve Yahudi
lobilerine karşı çıkmada acze düşüyorlar.
AIPAC'ı yatıştırmak için koşuşturuyor,
Siyonist lordların ve İsrail lobilerinin
verdiği paraları cebe indiriyorlar. Hayli
ilginçtir, içinde yaşadığımız marâzi siyasi
şartlar, 1906 yılında yazılmış olağandışı
kurgusal bir metinde yani Yahudi
Liderlerin Protokolleri'nde târif edilmiştir.
gerçeği değişmez. “Demokrasi adına”
İsrail'in
düşmanlarını
topluca
öldürdüğümüz, Dershowitz'in İsrail ve
Siyonizm hakkında, Amerika'da ve Batı'da
Yahudi gücü hakkında eleştirel sesleri
akademik çevreden silmek için büyük bir
çaba sarfettiği bir gerçeklik.
Goldstone'un resme dâhil olduğu yer tam
da burası. Son yüzyılda, gitgide gelişen
câni bir Yahudi ulusçu hareketine şahit
olduk. Kısmen de Dreyfus davasının
hesaplı
bir
şekilde
yanlış
yorumlanmasından doğan bir hareket.
Siyonist hareket farklı taktikleri, tümü de
1903'ten kalma kurgusal bir metinde
keşfine çıkılan taktikler bunlar, kullanarak
bir asırdan bu yana eleştirmenlerini
susturmaya bakıyor. Siyonizm çok
başarılıydı; Filistin halkı pahasına bir
devlete dönüştü. Siyonistler ve İsrail,
Yahudi ulusal özlemini katliamlarla ve ırk
yönelimli etnik temizlik dâhil yalnızca
genişlemeci, şiddet yanlısı yöntemle
giderebiliyorlar.
Ancak
Goldstone
raporunun da ifşa ettiği üzere, bu özlem,
yerli halkı tedhiş komşuları ise tehdit eden
mücrim bir devlete tahvil oldu.
Protokoller'e genelde sahte muamelesi
yapılır. “Liderlere” katılacak müstakbel bir
üye için yazılmış elkitabıdır, geleneksel
sosyal düzeni kitle manipülasyonuna
dayalı bir düzenle değiştirerek, medya ve
finansı kullanmak sûretiyle dünyayı nasıl
yöneteceklerini anlatmaktadırlar. Birçok
uzman bu kitaba kafa bulan, Yahudi karşıtı
pespâye bir metin nazarıyla bakar ama
kâhince niteliklerini, yeni yüzyılı ve içinde
yaşadığımız, burada gönderme yaptığım
siyasi gerçekliği târif etme dirayetini
gözardı etmek imkânsızdır: AIPAC, Kredi
Daralması, Lehman Brothers, Neocon
savaşları, müdahaleci ideoloji, bir İsrail
propaganda
(Hasbara)
yazarının
İngilizlerin
etik
duruşunu/âdabını
düzeltmeye çalıştığını söylediği bir
İngiltere Dışişleri Bakanı, İngiltere'nin
Siyonist bir savaşı niçin başlattığını
araştıracak soruşturma komitesindeki bir
Siyonist [Martin Gilbert] vb.
İçinde yaşadığımız gerçekliği ıslah etmek
istiyorsak, içimizdeki Siyonist operatörleri
iktidardan,
siyasetten,
medyadan,
akademiden, finanstan ve adli sistemden
mümkün
mertebe
uzaklaştırmalıyız.
Yahudilerden
değil
evrenselciliğin,
etiğin/âdabın ve hümanizmin karşısında
yer alan muayyen bir yabancı kâbilevi
çıkarlara
bağlı
Siyonistlerden
bahsediyorum.
Bunu
yapmadığımız
takdirde insanlığa karşı işlenmiş daha
büyük bir Siyonist suçunu soruşturan bir
diğer Goldstone raporuyla karşı karşıya
kalabiliriz.
Bu arada David Aaronovitch, Nick Cohen
ve Alan Dershowitz gibi sâdık Siyonistler,
dikkatleri Protokoller'in tasvir ettiği,
kâhince
isabet
buyrulan
sarsıcı
gerçekliklerden başka yöne çevirmek için
son derece bayağı fırıldaklar çeviriyorlar.
Müdahaleci savaşları burnumuzun dibinde
kışkırttıkları bir gerçeklik. Protokollerin
sahte olduğunu tekrar tekrar söylüyorlar.
İçerik ve anlamından sarf-ı nazar ederek
Yahudi karşıtı menşeine bakmamız
gerektiğinde ısrar ediyorlar. Protokoller
ister kurgusal isterse sahte bir metin olsun,
bugünkü feci durumumuzun keşfine çıktığı
Eğer ulusçu, ırkçı, fanatik rüyalarından
kurtulmaları için İsraillilere ve Yahudi
ulusçulara yardım etmek istiyorsak,
Goldstone raporunun yeni İncilleri
olduğuna, insanlıktan kopuşlarının son bir
kataloğu olduğuna onları ikna etmeliyiz.
41
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Yahudi sembolizminin bayağılığı hükümler çıkaran Dagan'ın aksine, bir
hümanist böylesi bir fotoğrafa bakar ve bir
bütün olarak tüm insanlık için daha iyi bir
geleceğin nasıl kurulabileceği hakkında
bize, hepimize olumlu görüşler sunabilecek
fikirler üzerinde düşünürdü.
The Times dergisi Dubai'deki operasyon
hakkında kaydadeğer ifşaatlarda bulunan
bir yazıda, Mossad başkanı Meir Dagan'ın
felsefesine atıf yapmış: “Tel Aviv
karargâhındaki
mütevâzı
odasının
duvarında asılı olan bir fotoğraf, Dagan
başkanlığının niteliğini ele veriyor.
Fotoğrafta, bir hendeğin kenarında duran
yaşlı bir yahudi var. Bir SS subayı tüfeğini
yaşlı adamın kafasına dayamış. Dagan
ziyaretçilerine ‘bu yaşlı yahudi benim
dedem' diyor.” The Times'a göre bu
fotoğraf, Dagan'ın inancını yansıtıyor:
“Güçlü olmalıyız, aklımızı kullanmalı ve
kendimizi savunmalıyız ki Holokost bir
daha tekrarlanmasın.”
1940'ların sonlarında birkaç Yahudi
düşünürü, Auschwitz'den sonra yahudilerin
kendilerini artık şerre karşı savaşta ön
cepheye mevzilendirmeleri gerektiğinde
ısrar etmişlerdi. Bu gerçekleşmediği gibi
üstüne bir de dünya barışına karşı en büyük
tehlike olarak Yahudi devleti kuruldu.
Dahası, yahudi lobileri ırkçı ideolojiyi
(Siyonizm) şevkle destekliyor, dünyada
kolonyal genişlemeci ve müdahaleci
çatışmaları kışkırtıyorlar.
“Mossad başkanı “bu yaşlı yahudi benim
dedem” diyor. Saygı uyandıran kollektif
'dedenin' iz bırakan görüntüsü, Mesih ile
veya başka herhangi bir dini simgeyle
hemen yarışa koyulan bir çile sembolü
sağlar yahudiye. 1979'da Papa II John
Paul, Auschwitz'i “modern dünyanın
Golgota'sı” diye anmıştı. Ama bu
düşünceye koşut olarak bir şeyler fena
halde kötü gitti. Takipçileri İsa'nın çilesini
af
ve
merhamet
çağrısı
olarak
yorumlarlarken
Dagan'ın
dedesinin
Holokost
tecrübesi,
ulusçu
yahudi
tarafından cezalandırma ve intikam çağrısı
olarak yorumlandı. Kulağa feci geldiği
üzere,
İsrailli
filozof
Yeşhayahu
Leibowitz'in yeni yahudi dini olarak
tanıdığı Holokost dini, kaba ve meşum bir
cinayet çağrısıdır. İnsanoğlunun bildiği en
kinci dindir belki de.
Dagan'ın fotoğrafik sembolizm yorumu –
ki cinayet işleme ruhsatıdır - pek bayağı
ama ne ki yahudiler ve bilhassa da
siyonistler arasında son derece yaygındır.
Bununla birlikte, bu yorum mümkün tek
yorum değildir. Dagan'ın odasındaki
fotoğrafı görmedim fakat sanırım Nazi
üniforması içerisindeki bir katil ile ölümü
bekleyen mazlum bir yahudi arasındaki
müthiş yoğun bir duygu durumunu tasvir
ediyor olmalıdır. Ancak Dagan ve bir yere
kadar da pek çok yahudi, saygı uyandıran
savunmasız bir kurbanın, kollektif
dedelerinin, çilesinden ziyâde açıktır ki
tüfekli adamın rolüne kapılıp gittiler.
Dagan ve onun Yahudi devleti, Holokost’u
ırkçılığa ve her türlü zulme karşı evrensel
bir mesaj olarak idrak etmek yerine infaz
ruhsatı olarak yorumluyorlar.
Karl Marks (Yahudi Sorunu'nda) insanlığın
özgürleşmesi için kendisini önce bir
yahudilikten
kurtarması
gerektiğini
savunmuştu 1844'te. Karl Marks bir ırkçı
değildi; çok yakından bildiği yahudi
ideolojisine (Yahudiliğe) atıf yapıyordu
galiba. Şayet insancıllığa bir yol
bulacaksak kendimizi önce bir Holokost
dininden azâd etmeliyiz diyeceğim ben de.
Bir mesaj olarak Holokost, evrensel bir
Fotoğraf, masum (Yahudi) ve şerir (Nazi)
arasındaki basit, sembolik ikili karşıtlık
olarak da anlaşılabilir ama bu fotoğraflarda
bir başka unsur daha var ki savaş sonrası
yahudi siyasi, fikri ve ideolojik
söyleminden
topyekûn
atılmıştır:
Evrenselcilik. Siyonistlerin veya eldeki
vakada yahudi kabilesine, sadece yahudi
kabilesine hizmet etmek üzere ölüm saçan
42
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM çağrıya dönüşemedi. Bunun yerine,
insanlığın ve insancıllığın savunduğu her
bir değere muhalefet eden bir kabile dini
haline geldi.
İsrail'in dünyadaki destekçileri de aynı şeyi
yapıyorlar, “asil güdülerle” savaş vaazları
veriyor, başka insanları sürekli olarak
“özgürleştirmek” istiyor, genişlemeci
askeri müdahalecilik yoluyla onlara
demokrasinin en yüce değerlerini öğretmek
istiyorlar.
Ben dâhil pek çoğumuz İsrail'i Nazi
Almanyası ile bir tutarız. Ben de pek çok
kereler diğerlerine katıldım ve İsraillilerin
günümüzün Nazileri olduğunu savundum.
İfademi bu fırsatla tashih etmek istiyorum.
İsrailliler zamanımızın Nazileri değiller ve
Naziler o zamanların İsraillileri değillerdi.
İsrail aslında Nazi Almanyası’ndan çok
daha beterdir ve kurulan eşitlik anlamsızdır
ve yanlışa sevketmektedir.
İsrail'in efsânevi hümanisti İsrail Şahak, bir
yahudi olarak Nazi işgali altında yaşadığı
tecrübeyi 1980'lerin sonlarında kaleme
almıştı: “Üç çıkış noktasından birinde
Alman SS, birinde Ukraynalı, birinde de
Yahudi polisin beklediği bir meydana
girdiğinizde, geçmek için önce Almanı
sonra Ukraynalı'yı denemeli ama Yahudiyi
asla denememelisiniz.
Geçmişte, Yahudi Devleti'nin totaliteryan
Nazi
Almanyası’nın
aksine
bir
“demokrasi” olduğunu söylemiştim. Başka
bir ifadeyle, Yahudi nüfusunun tümü, İsrail
ordusunun insanlığa karşı işlediği suçlara
iştirak etmektedir. Bu yeterli değilmiş gibi
bir de İsrail nüfusunun yüzde 94'ünün
yaklaşık bir yıl önce İsrail ordusunun
Gazze saldırısına destek verdiği gerçeği,
İsrail'e karşı güdülen davayı bir kaya gibi
sağlamlaştırdı.
Burada dile getirilmesi gereken başka bir
husus daha var. Çok iyi bildiğimiz üzere,
Nazi
Almanyası
yahudilerden
hazzetmezdi. Irkçı kanunlar çıkardı,
Almanya'yı
ve
hatta
Avrupa'yı
yahudilerden temizlemeyi amaç edindi.
Yahudileri
politikada,
iş
yerinde,
dükkanlarda, medyada, bankalarda ve
sokaklarda görmeyi dilemiyordu. Nazi
politikalarının kinciliği kadar açık olan bir
şey daha var ki o da Almanya tüm bunları
açıktan yapmış olmasıdır. Tek bir şey bile
gizlemedi. Irkçıydı ve dar kafalılığıyla
gurur duyuyordu. İsrail ve onun Yahudi
lobileri ise herşeyi aldatıcı bir yöntemle
icra ediyorlar. Araplardan nefret ediyoruz
demek yerine, etnik temizlik politikalarını
ve uygulamalarını kabul etmek yerine,
sürekli olarak yüce “ilerlemeci” ideoloji
adına
öldürüyorlar:
Demokrasi,
çoğulculuk, “ahlâki müdahalecilik”, terörle
savaş vb.
Yüksek sesle söylemeliyim ki Şahak'ın
tavsiyesini son derece ciddiye alıyorum.
Birinde elinde tüfek bulunan Nazi subayın
diğerinde elinde tabancayla Meir Dagan'ın
bulunduğu iki çıkışlı bir meydana
girdiğimde hiç tereddüt etmeden Nazi'nin
bulunduğu tarafa yöneleceğim.
43
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İngiltere'deki Yahudi seçmenler için elkitabı kaygılansalardı daha iyimser olurdum. Bu
bizi berrak bir resimle karşı karşıya
getiriyor: Her geçen gün daha fazla sayıda
İngiliz, İngiltere'nin hümanist duruşunu
diriltmeye çalışırken, BOD ve JTA,
İngiltere'nin tek bir kabilenin çıkarlarına
uşak olmaya devam etmesini istiyor.
İngiltere'nin üç şeritli başbakanlık seçim
yarışı bitim noktasına yaklaşırken,
İngilizlerin pek çoğu halen kime oy
vereceğine karar vermiş değil. Sanki bir
fark yaratırmış gibi. Ancak, bu konuyla
ilgili
olarak
söyleyeceklerime
ilgi
duyarsanız, Nick Clegg ve Liberal
Demokratları
seçmenizi
öneririm.
Nedenini merak ediyorsanız çok basit:
Yahudiler Clegg'den pek hoşlanmadılar da
ondan. Jewish Telegraphic Agency'i (JTA)
okuduktan sonra aldığım intiba bu.
Nick Clegg, Liberal Demokratlar, BOD ve
JTA'nın gözde adayları değil. İsrail
ordusunun 2009 yılında Gazze'deki
soykırımvâri saldırısı sırasında Clegg,
Guardian gazetesi için kaleme aldığı op-ed
makalede, İşçi Partisi hükümetini “İsrail'in
taktiklerini kınamaya” çağırdı ve “İngiltere
ve Avrupa Birliği'nin İsrail'e derhal silah
ambargosu uygulamasını” talep etti.
Clegg'in kibar bir hümanist duruş
sergilemesi, JTA'nın tasdik etmediği bir
şey olduğundan dolayı İngilizler, kendi
siyasetlerinde ve medyalarında câni
rejimleri ve ideolojileri destekleyenlerin
kimler olduğunu teşhise koyulmalılar.
JTA, 6 Mayıs seçimlerinde, İngiltere
Parlementosunda hiçbir partinin çoğunluğu
sağlayamayacağını düşünüyor. Bizler gibi
onlar da fark etmiş ki başbakanlık, bir
koalisyon anlaşması yapabilen veya diğer
partinin
desteğini
kazanan
tarafa
gidebilecektir.
Acımasız
Siyonist
finansörler için kötü haber aslında.
Genelde tek bir partiyi satın alırlardı. Bu
seçimde
Muhafazakarlara
oynadılar.
Ancak şimdi üç partiyi de satın almaları
gerekiyor.
Clegg, İsrail'in 1.5 milyon Filistinliyi
hapsettiği gerçeğiyle ilgili olarak geçen
Aralık
ayında
düzenlenen
imza
kampanyasının ilk imzacılarından biriyidi.
İlave
olarak,
İsrail'in
Gazze'deki
operasyonunun Gazze sakinleri için
“gerçek bir kabus” olduğunu yazmıştı.
Tekrar söyleyecek olursak, JTA, Clegg'in
duruşuna bozulduğundan dolayı İngilizler,
“Mavi & Beyaz” fonlu siyasetlerinde akl-ı
selim bir sese sahip olmalarıyla gurur
duymalıdırlar.
JTA birkaç gün önce İngiliz Yahudi
seçmenler için bir elkitabı yayınladı.
Bekleneceği üzere, JTA ve İngiltere'deki
Yahudileri temsil iddiasındaki azgın bir
Siyonist enstitü olan Britanta Yahudileri
Temsilciler
Kurulu
(BOD)
İngiliz
siyasetinin birinci önceliği. BOD'dan
Rosalind Preston “kim seçilirse seçilsin,
kesin olan bir şey varsa o da gerçek ve acil
meselelerle uğraşmak zorunda kalacağıdır
çünkü sadece ulusal ve uluslararası
düzeyde kalmayıp İngiltere'deki Yahudileri
de etkilemektedir” dedi. Ona göre İngiliz
Yahudileri “İsrail mallarına uygulanan
boykottan, İsrail karşıtı kararlardan ve
üniversite
kampüslerindeki
konuşmacılardan” kaydı duyuyorlar.
Siyonistlerin aşağıladığı hayran olunası
Jenny Tonge (Liberal Demokratlardan)
hikayesi var bir de. Tonge, 2005 yılında
Lordlar Kamarası üyesi olmuş eski bir
Parlamento üyesi. Tonge, 2004 yılında,
Filistinlilerin mâruz kaldığı aşağılanmaya
ben mâruz kalsam, intihar bombacısı
olurdum demişti. 2006 yılında, İsrail
lobisinin Britanya ve partisi Liberal
Demokratlar üzerinde “mali kontrolü”
olduğunu söyledi. Geçen Mart ayında
Hamas lideri Halid Meşal'le Suriye'de
görüştü. JTA, Tonge'ın tazelik verici
Britanya Yahudileri, Yahudi devletinin
kendi adlarına işlediği savaş suçlarından
44
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM samimi adalet çağrısını tasdik etmiyor.
Tonge, geçen ay, İsrail ordusunun Haiti'ye
giden deprem yardım ekibinin deprem
kurbanlarından organ topladığı iddiaları
hakkında soruşturma açılmasını talep etti.
İsrail'in küresel organ kaçakçılığındaki dev
payına bakınca, bu iddia mâkuldur.
değinilmemiş
olması,
İngilizleri
sarsmamalı. Makale, nesillerden beri
İngiltere'de
yaşayan
Yahudilerin
komşularına sıfır ilgi duyduğu intibaı
uyandırmaktadır. Kaygısını güttükleri tek
şey, Yahudi çıkarları dedikleri şeye
(İsrail'e
ve
Siyonizm’e)
İngiliz
politikacıların hizmet düzeyi. Ancak yanlış
bir intiba edinmeyin. JTA'nın okuyucuları
için bazı olumlu haberleri var. Bu azgın
Siyonist medya kuruluşuna göre, bazı
Yahudiler, eşitler arasında eşitler olarak bu
demokratik oyuna iştirak ediyorlar. “Bu
yılın ortalarında yaşanan sıkı yarışta,
başbakanlık adayları ve Yahudilerin
çoğunlukta olduğu seçim bölgelerinden
aday olanlar, Yahudi oylarına muhabbet
besliyorlar.” İngiltere Yahudileri tarihçisi
Geoffrey Alderman bunu olumlu bir
gelişme olarak görüyor. “Yahudi oylarını
çekmek, güçlü demokratik bir devletin
işaretidir” diyor.
Yeterince ilginçtir, Tonge'ın bu sözleri,
Clegg'in onu parti'nin sağlık bakanlığı
sözcülüğünden azletmesine yol açtı.
Aslında, Clegg'in bu hareketi, İngiliz
seçmenlerin Liberal Demokratlara ve
Clegg'e oy vermeden önce not almaları
gereken
bir
şeydir.
Hakikat,
Muhafazakârlar ve Yeni İşçi Partisi gibi
Liberal Demokratların da “İsrailli dostları”
var. En nihayet, belli başlı tüm İngiliz
partileri, Siyonist Sterlinlere (Şekellere mi
deseydim?)
dayanamıyorlar.
Liberal
Demokratların sözcüsü, meseleyle ilgili
olarak hiçbir şüpheye mahal bırakmamak
adına, “İsrail'in dostu olarak samimi ve
eleştirel olmalarından kaynaklandığını”
söyleyerek Jewish Cronicle'ı temin etti.
Ümit ederim ki İngiliz politikacılar, bu
ülkede dikkat ve itinayı hak eden diğer
göçmen cemaatlerin de olduğunu çok geç
olmadan farkederler.
Bekleneceği gibi, Yahudiler, Yahudi
baskına riayet etmede düştüğü acziyetten
dolayı İşçi Partisini cezalandırmak istiyor.
Bir JTA haberine göre “ İsrail politikacıları
İngiltere topraklarındayken, iddia edilen
savaş
suçları
yüzünden
sıradan
vatandaşların onlar hakkında dava
açmasına izin veren evrensel kaza
yetkisinde değişiklik yapamayan İşçi
Partisi, Yahudileri altüst etti.” İngilizler
şaşırmamalı. Bir “kabile” operasyonunun
“evrensel kaza yetkisine” destek vermesini
bekleyemezsiniz.
Cameron
(Muhafazakarlar) bu kanunu feshedeceğini
söyledi. Cameron'un gölge kabinesinin
yüzde
50'si,
İsrail
Dostu
Muhafazakârlardan oluşuyor, ki kabine
protokollerinin İbrânice veya hiç değilse
Yahudi Almancasına da çevrileceğini
umuyorum.
JTA'nın İngiltere seçimleri hakkında
yaptığı değerlendirmede İngiliz ulusal
çıkarlarına tek bir kelimeyle olsun
45
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Samson ve II. Nakba verilmeyecek.”
Ayrıca
bu
fırsatla
“Kudüs’te binlerce ev inşaatına izin veren
bakan olma hakkını bahşettiği için
yaratıcısına şükretti.” Netanyahu felâket
denecek Washington ziyareti sırasında
Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’la
istişareye zaman buldu. Ynet haberine göre
Lieberman
başbakanına
“Amerikan
baskısına teslim olmama” tavsiyesinde
bulundu.
Bu hafta İsrail ve Netanyahu’nun
Washington’da aşağılandığını görmekten
keyif alırken Amerika-İsrail arasında
yükselen krizin hepimiz için kırmızı alarm
olabileceğini söylemeye isteksizim aslında.
Mevcut kriz, söz konusu olan Filistin, İran
ve Ortadoğu olduğunda, yıkıcı sonuçlara
yol açabilir.
Pek çok siyasi analistin, İsrail’in sağcı
genişlemeci ve ırkçı kanaatinin derinliğini
kavrayamadığını
sanıyorum.
Batıya
özellikle de ABD’ye çok az saygı besleyen
Şaron, Peres, Livni, Rabin, Olmert, Barak
ve hatta Netanyahu’nun aksine, Netanyahu
kabinesine sağcı Siyonist şahinler hâkim.
David Ben Gurion’un eski mantrasını
tekrarlıyorlar:
“Goyim’in
(Yahudi
olmayanların) ne düşündüğü önemli
değildir; önemli olan tek şey Yahudi’nin
ne yaptığıdır.” Netanyahu’nun siyasi
ortakları, Amerikan şartlarına uymak ya da
zımnen muvakafat etmek istemiyorlar.
Haaretz yazarlarından Akiva Eldar’a göre
“Netanyahu ve Obama dönüşü olmayan
noktadalar.” Netanyahu, Barack Obama ve
üst düzey danışmanları nezdinde, asgari
ABD’nin
Ortadoğu’daki
ve
İslam
dünyasındaki itibarının zedelenmesinden
mes’uldür. Amerikalıların İsrail’de barış
için bir ortak bulunmadığını anlamaya
başlamış olmaları mümkündür. Amerika
besbelli ki “koşer müttefikinden” uzak
durmak zorunda kaldı. Amerikan askeri ve
siyasi seçkinleri, İsrail’in Amerika
üzerinde stratejik külfet olduğunu bu hafta
kabul ettiler. Görünüşe göre Amerika-İsrail
stratejik ilişkilerine gerçekten inananlar
sadece AIPAC’ta ve onun “Şabat Kongre
üyesi Goyim” listesinde adı geçenlerden
oluşuyor. Fakat maalesef hikayenin
yalnızca bir tarafı bu.
Netanyahu’nun siyasi müttefikleri en
azından kısa bir süreliğine Sam Amca
olmadan daha iyi iş çıkartacaklarına ikna
olmuşlar.
Bazı
radikal
hamleler
yapılmadığı takdirde “Yahudilere mahsus
devlet” günlerinin sayılı olduğunu fark
ediyorlar. Yahudi devleti tüm bir Filistin
nüfusunu İsrail’den çıkaracak tedbirler
izlemediği takdirde Siyonist rüyanın kısa
sürede sona ereceğini idrak etmişler.
Son olaylar hakkında derin bir okuma,
Amerika-İsrail ilişkilerinde son gediği
açanın Netanyahu’nun siyasi ortakları
olduğunu telkin ediyor. Yeterince ilginçtir,
Amerika, İsrail politikalarından hoşnut
olmadığı
nispette
Netanyahu’nun
İsrail’deki müttefiklerinin Amerikan karşıtı
tutumu boğucu hâle geliyor. Netanyahu
kabinesindeki kişilerin, İsrail ve “en yakın
müttefiki” arasında fırtına koparmak
amacıyla
ellerindeki
tüm
gücü
kullandıklarını anlamak için dâhi olmak
gerekmez.
Bu şahinler İran bir kez nükleer yeteneğe
sahip olduğunda, İsrail’in “terör estiren
bölgesel güç” statüsünün bir gecede
ortadan kaybolacağını da fark ediyorlar.
Netanyahu kabinesinin üyeleri, İsrail bir
Yahudi etnokrasisi olarak ayakta kalmak
istiyorsa,
İsrail’in
çabucak
İran’la
karşılaşması
ve
1948
Nakbası’nın
amaçlarını tamama erdirecek bir hareketle
Filistin’i yerli nüfustan temizlemesi
gerektiğini
kavramışlar.
Netanyahu
hükümetine ve İsrail politikasına hâkim
olan İsrailli şahinler, Amerika’yla bağların
Son diplomatik krizi tetikleyen kararların
ardındaki isim, İçişleri Bakanı Eli Yişhai.
Bu hafta şöyle bir şey söyledi: “İsrailliler
hükümetin bu politikasına oy verdiler yani
Kudüs
meselesinde
hiçbir
taviz
46
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bölge için hazırlanan meşum planları
kısıtlayacağını hatta tehlikeye atacağının
farkındalar.
İsrail’in bir sonraki hamlesini tahmin
etmek zordur. Ama Siyonist anlatının
merkezinde intihar, soykırım meyillisi bir
karakter olan Samson gibi Kitab-ı
Mukaddes
kıssalarını
görmekteyiz.
Samson
bir
Yahudi
Herkülü’dür.
Yahudilerin düşmanlarıyla savaşmak üzere
Tanrı tarafından büyük bir gücün
bahşedildiği bir kişidir ve sıradan
insanların
asla
sergileyemeyeceği
mârifetler sergiler. Bir aslanla güreşir,
sadece bir eşeğin çene kemiğiyle tüm bir
orduyu yok eder ve vakit tamam
olduğunda kitle katliamına başlar. Tek
başına bir Filistin mâbedini yıkar ve
yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve kendisi dâhil
binlerce kişiyi öldürür.
Lieberman kendisini yeni Samson olarak
mı görüyor bilmiyorum. Son resimlerine
bakınca, bir aslanla savaşabilecek biri
olmadığı anlaşılıyor. Ancak hem soykırım
hem de intihar eğilimi kesinlikle var.
47
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İsrail'in denizdeki katliamı Bugün dünyada protesto gösterilerine tanık
olacağız, ölümümüze yas tutan pek çok
etkinlik göreceğiz. İsrail dostlarının
katliam karşıtı poz verişlerine bile şahit
olabiliriz. Ancak açıktır ki bu yeterli
gelmez.
Ben bu satırları yazarken, İsrail'in denizde
yürüttüğü katliamın çapı henüz belli değil
Ancak Gazze saatine göre sabah 4
civarından itibaren İsrail ordusuna bağlı
yüzlerce komandonun Özgür Gazze
uluslararası yardım filosuna baskın
düzenlediğini biliyoruz. Arap basınından
öğrendiğimize göre en az 16 barış
eylemcisi öldürüldü ve 50'den fazla kişi de
yaralandı. İsrail'in gerçek doğasını
gizlemeye çalışmadığı bir kez daha müthiş
derecede açık: Yakıtı psikoz olan ve
paranoyanın güdümündeki İnsanlık dışı
câni bir topluluk.
Dün yaşanan katliam, önceden tasarlanmış
bir İsrail operasyonudur. İsrail kan istedi
çünkü ardında daha fazla ölüm bıraktığında
“caydırıcılık
gücünü”
artırdığına
inanmaktadır. İsrail'in sivillere karşı
yüzlerce komandoyu seferber etme kararı,
İsrail ordusunun üst düzey komutanları ve
kabine tarafından ortaklaşa alınmış bir
karardır. Dün şahit olduğumuz şey, sadece
bir başarısızlık/iflas değildir. Esasen,
insanlıkla bağını çok uzun zaman önce
koparmış hastalıklı bir toplumun kurumsal
iflasıdır.
İsrail hükümeti, İsrail toplumunu denizde
yürütülecek
bir
katliama
günlerce
hazırladı.
Yardım
filosunun
silah
taşıdığını, gemide teröristlerin olduğunu
söyledi. İsrail'in medya vâsıtasıyla ördüğü
kirli ağın İsrail kamuoyunu uluslararası
sularda ölümcül bir askeri operasyona
hazırlama amaçlı olduğu ancak dün gece
aklıma geldi. Beni yanlış anlamayın.
İsrail'in tam olarak nereye gittiğini ve
muhtemel neticelerini ben bildiysem, İsrail
kabinesi ve askeri seçkinleri herşeyi tam
olarak haydi haydi biliyordur. Dün
yaşananlar sadece korsan-terörist saldırı
olmaktan ibaret değildir. Olay gece
yaşanmış da olsa aslında gün ışığında
işlenmiş bir cinayettir.
Filistinlilerin yıllardan beri abluka altında
yaşadıkları sır değil. Fakat artık harekete
geçmek, İsrail ve İsrail vatandaşları
üzerindeki baskıyı artırmak dünya
uluslarının
işidir.
Dünkü
katliam,
“demokratik seçimle iş başı yapmış” bir
hükümetin tâlimatlarını yerine getiren bir
halk ordusu tarafından işlendiği için aksi
ispat edilmedikçe bundan böyle her İsrailli
savaş suçlusu işlemiş bir şüpheli
muamelesi görmelidir.
İsrail'in İrlanda, Türk ve Yunan bayrakları
taşıyan deniz taşıtlarına baskın düzenlediği
gerçeğinden hareketle hem NATO üyeleri
hem de AB üyesi ülkeler, İsrail’le ilişkileri
derhal kesmeli ve hava sahalarını İsrail
uçaklarına kapatmalıdırlar.
Dün akşam saat 10 civarında Özgür
Gazze'yle temasa geçtim ve bildiğim
herşeyi paylaştım. Çoğu yaşlı olan
yüzlerce barış eylemcisinin İsrail'in ölüm
makinesi karşısında neredeyse hiç şansları
olmadığına müdriktim. Erkek ve kız
kardeşlerimiz için bütün gece boyunca dua
ettim. Sabah saat 5 civarında dünyaya flaş
haberler akmaya başladı. İsrail, abluka
altındaki Gazzelilere çimento, kağıt ve
tıbbi yardım götüren masum bir
uluslararası konvoya uluslararası sularda
baskın düzenlemişti. İsrailliler, hakiki
mühimmat kullanıyor ve çevredeki herkesi
yaralıyorlardı.
İsrail nükleer denizaltılarının Körfezde
konuşlandığı haberlerinden hareketle,
dünya çabucak ve sert bir şekilde tepki
vermelidir. İsrail şu an resmen çıldırmış bir
halde; ve ölümcül. Yahudi devleti,
katliama giden yolda İsrail basınında
yürütülen kampanyada gördüğümüz üzere,
insan hayatına kayıtsız olmanın yanısıra
ötekilere acı ve yıkım yaşatmaktan bilfiil
zevk alma arayışındadır.
48
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Şefkati çarmıha germek olmamasına rağmen merhametsiz ideoloji
yine de tekerrür ediyor. Siyonist proje,
kendisini
Kitâb-ı
Mukaddes’teki
İsrailoğullarının
dirilişi
olarak
tanımladığından dolayı ölümcül Kitâb-ı
Mukaddes ideolojisinin hayata dönüşü de
bizi şaşırtmamalıdır. Filistinli kadınlara,
çocuklara, yaşlılara karşı günlük olarak
uygulanırken şimdi de uluslararası insâni
yardım konvoyuna uygulanmıştır.
İsrail’deki panik seziliyor. Geçen hafta
açık denizlerde yaşanan katliam sırasında
başbakan olarak hareket eden stratejik
işlerden sorumlu başbakan yardımcısı
Moşe Yaalon dün “birilerinin standart bir
prosedür
hazırlama
başarısızlığı”
yaşadığını söyledi. İsrail ordusu yetkilileri
cevap vermekte gecikmedi: “Yürürlükte
olan standart bir prosedür yoktu madem,
hazırlanması için gerekeni niçin yapmadı?
Başbakan’a
vekâlet
ediyordu
ve
sorumluluk onundur.” Savaş suçlusu Tzipi
Livni de sorumluluğu üstlenemeyen
hükümetten hoşnut değildi. İki gün önce
Knesset’te güvensizlik oylaması istedi.
Geçen hafta, Filistin dayanışma hareketinin
başına gelenleri anlamak istiyorsak, büyük
bir şuur değişimi üzerinde durmalıyız.
Siyasetin, psikoloji veya sosyolojinin
ötesine geçer bu; esâsen spritüel/ruhi,
metafizik bir değişimdir. Yıllardır tahmin
ettiğim üzere, Filistinliler ve onların haklı
mücadeleleri aracılığıyla ümit ve kurtuluşu
görmeye
başladık.
Anlıyoruz
ki
Filistinliler, şerre karşı savaşın ön
cephesindeler. Ve bizler, yek vücut olarak
onların ardında duruyoruz. Çok ilginç,
politikacılar
çok
arkadalar.
İsrail
toplumunda ve onun dünya çapındaki
lobilerinde bir şeylerin fena halde hastalıklı
olduğuna dair dünyada hızla artan umumi
farkındalığı halen fark edebilmiş değiller.
Politikacılarımız bize muhtemelen daha
sonra katılacaklar- Siyonist paraları
tükendiğinde.
Görünene bakılırsa İsrailliler birbirlerini
suçlamaya başladılar. Olumlu bir hamle
olarak görünse de İsrailliler bağışlanma
dilemiş değiller. Açık denizde yaşana
katliamın çapını hiçbir İsrailli kavramış
görünmüyor. Ulusların hissettiği öfke
düzeyini İsrail’deki hiç kimse algılamış
değil. İsrailliler daha ziyâde Hasbara
başarısızlığının,
askeri
operasyonel
hatalarının kaygısını güdüyorlar. Açık
denizlerde bir kez daha İsa’yı öldürmeye
yeltendiklerini halen göremiyorlar.
İsa’yı öldürmek, sembolik olarak iyiliğe
karşı saldırı, şefkate ve masumiyete karşı
işlenen bir suç olarak anlaşılır. Barış
eylemcilerinin
uluslararası
sularda
soğukkanlı bir şekilde katledilmesinin de
benzer bir etkisi vardır. Merhamete,
doğruluğa ve insancıllığa saldırıdır.
Hıristiyanlığın ve İslam’ın yücelttiği her ne
varsa hepsine de saldırıdır. İsrailliler gibi
Siyonistler ve Neocon’lar da aldatıcı bir
Yahudi-Hıristiyan ittifakı efsânesini ısrarla
yayıyorlar ama ne ki İsrail’in şu son
cürmü, Yahudi devletinin insancıllıkla,
Hıristiyanlık ve İslam’la paylaştığı hiçbir
şeyin olmadığını âşikar kılmıştır. İsrail,
kabul görmüş her bir batı değerine karşıdır.
İsa’nın öldürülmesini geçen hafta açık
denizlerde yaşanan katliama eş tutarak,
İsrail’in
hasbara
makinesinin
başarısızlığını
anlayabiliriz.
İsrailli
yetkililer ayağa kalkıp, denizde bir şeylerin
korkunç şekilde yanlış gittiğini kabul
etmek yerine olağan martavallara geri
döndüler. Türk eylemciler “Yahudi’den
nefret edenler, “el Kaide teröristi” oldular;
Mavi Marmara ise “Nefret Gemisi” oldu.
Maalesef çok bildik bir taktik bu. Rabbinik
Yahudilik / Çifte Torah, bunu özellikle de
İsa’nın hâtırasına karşı iki binyıldır
kullanmaktadır.
İsa için İbrânice’de “Yeşu” (‫)ו"שי‬
kısaltması kullanılmaktadır; Yeşu’nun
İbrânice “adı, hâtırası batasıca” anlamına
Çağdaş İsrail’in kadîm İsrailoğulları ile
etnik veya biyolojik bir soy ilişkisi
49
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM geldiğini öğrenince Hıristiyanların ve
Müslümanların sarsılacağını ve fena halde
bozulacaklarını sanıyorum; Yeşu, Hitler ve
Stalin gibi Yahudilerin artık hayatta
olmayan düşmanlarını anarken kullanılır.
İsa’ya, insanların en şefkatlisine, Tanrı’nın
oğluna, İbrâni kültüründe nihâi düşman
nazarıyla bakılır. Eğer Hitler İsa’yla aynı
yere konulmuşsa, Hasbara yetkililerinin
barış eylemcilerini ısrarla el Kaide diye
yaftalaması bizi şaşırtmamalıdır. Modern
Yahudi felsefesine göre bir kimse İsrail
kurşunuyla bir kez vurulduğunda artık
Yeşu nefret figürü'dür.
Yeşu kısaltmasının yansıttığı üzere İsa’ya
karşı Yahudi nefreti, İsrail'in bu son
katliamı bağlamında hayli ilham vericidir.
İsrail, suçunu kabul edip pişmanlık
duymak yerine Türk şehitlerini Yahudi’nin
nihâi düşmanı gibi tasvir etmeye
girişmiştir.
Anlaşılan,
bu
teşebbüs
büsbütün başarısız olmuştur. Özgür Gazze
Filosu artık bir ümit ve merhamet
sembolüne dönüyor. İsrail ise kendisini bir
köşeye sıkıştırdı. Gerçekleşen trajik bir
kehanettir bu. İsrail hiçbir zaman
iyileşmeyecek, iyileşemez.
50
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Mossad mottosu: “Savaşı hileyle yapacaksın.” Bu olurken, biz de İsrail-Filistin
çatışmasını yazıp analiz etmeye dünyanın
vaktini harcıyoruz. Ancak olay yerindeki
gerçek, alabildiğince basittir. Siyonizm,
Filistini yağmalama arzusunun ilham ettiği
bir ideolojidir. İsrail, Filistini ve
Filistinlileri soyma fikrini tatbikata aktardı.
Bir diğer halk pahasına uygulamaya
konmuş bir ulusal diriliş projesinden
bahsediyoruz burada. Câni bir projedir,
Tevrat ve gayri ahlaki, talancı "eve dönüş"
projesinden mülhemdir. Eski Ahid'in bazı
ölümcül tefsirlerinin ahlaksız şimdiki
zamanla
öldürücü
bir
bileşkesidir.
Sorulacak tek soru, yaptıklarının yanlarına
nasıl kâr kaldığıdır. Yağma, cinâyet, beyaz
fosfor yağdırmak ve nükleer silah yığmak
nasıl oluyor da hala yanlarına kâr kalıyor?
Ankara'nın İsrail'le yapılacak askeri
tatbikâtı iptal etmesinin üzerinden bir hafta
geçmeden Türkiye devlet televizyonu TRT
1, geçen Ocak ayında İsrail'in Gazze'deki
soykırımvâri askeri harekâtını hakkıyla
tasvir eden "Ayrılık" adlı yeni bir diziyi
yayınlamaya başladı.
İsrailliler mutsuz. Bu sabah, İsrail Dışişleri
Bakanı Avigdor Lieberman "bu dizilerin
yayınlanması devlet destekli tahrikin söz
konusu
olduğu
ciddi
bir
vakadır","gerçeklikle zayıf bir bağlantısı
bile olmayan böylesi diziler, İsrail ordusu
askerlerini masum çocukların katilleri
olarak sunmaktadır..." dedi. Sertlik yanlısı,
coşkulu etnik temizlikçi ve Yahudi
üstünlükçüsü gururlu ırkçı Lieberman'a
birileri çıkıp geçen Ocak ayında olay
yerindeki gerçeğin, soykırımvâri savaş
suçları ve insanlığa karşı suç işlemekle
ilgili
bir
soruşturmayla
"yeterince
bağlantılı" olduğunu hatırlatmak zorunda
mı acaba diye merak ediyorum. 1.400'den
fazla insan hayatını kaybetti. Çoğu çocuk,
kadın ve yaşlı olmak üzere binlerce insan
yaralandı. Ne ki Lieberman hükmünü
vermiş bir kez. Türk televizyonunda
yayınlanan dizi, İsrail ordusu askerlerini
çocukların, kadınların ve yaşlıların katili
olarak resmediyor gerçektende de çünkü
öyleler ve İsrail'in siyasi, sembolik,
ideolojik ve de tatbîki bakımdan temsil
ettiği tam olarak işte budur.
Cevap: Hile, yalanlar ve ağ örmek
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, BM
önünde Wannsee Konferansı protokollerini
sallayarak "Nazilerin Avrupa Yahudiliğini
imha
edişlerinin
delilini"
elinde
tutuyormuş gibi yaptı. Tipik duygu
sömürüsüyle uluslardan empati diledi.
"Yalan mı bu?" diye haykırdı. Yeterince
utandırıcıdır, Genel Kurula sunduğu belge
sahih olmasına rağmen, bildik Siyonist
ağını örmüştür. Wannsee protokolü,
Almanya'da ve Alman işgali altında
bulunan topraklardaki Yahudileri Doğu'ya
sürgün etmekten bahseder. Belge "Nihâi
Çözüm'den" bahsediyorsa da, "çözüm"
diye tavsiye ettiği şey, Siyonist Shoa
(Holokost) anlatısının takdim ettiği şu
bilinen yorumdan bir hayli farklıdır.
Wannsee Protokolü, sürgün edilen
Yahudileri, yol çalışmalarında çekecekleri
kürek cezasıyla kurutup tüketmek gibi
meşum bir plana dairdir.
Lieberman İsrailli kalabalığı teskin etmeye
çalışıyor ve bunda belki başarılı
olabiliyorsa da, Türk kanalı ve Türk
hükümeti üzerinde baskı oturtabilme şansı
hayli sınırlıdır. Şimdiye kadar hepimiz
biliyoruz ki İsrail, ismi Filistin olan çalıntı
bir toprakta kurulmuş "Yahudilere
münhasır"
bir
devletin
kurulması
meselesidir.
Wannsee belgesi tahrip edici olduğu kadar,
Holokost tarihiyle alâkası bir o kadar
sınırlıdır zira bu plan hiçbir zaman hayata
geçirilmemiştir. Shoa (Holokost) olarak
bilinen tarihi gerçeklikle, Yahudilerin
imhasıyla, hiçbir ilgisi yoktur. Ölüm
kampları veya gaz odaları gibi bir plan
51
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM belirlememiştir. Kanuni bir belge olarak
Nazilerin genel eğilimlerini ifade etmekten
başkaca hiçbir şey ispat etmez. Tarihi bir
belge olarak "Shoa'yı" ve Yahudilerin
imhasını asla ispatlamaz, yalnızca Nazi
rejiminin, Yahudilerden azâde olma
fikrindeki azimlerini teyid eder. Bununla
birlikte, yerleşik bir hakikattir bu ve tüm
Holokost revizyonistleri tarafından değilse
de, çoğu kişi tarafından kabul görmektedir.
Netanyahu, taze bir inanılırlık katarak
Holokost'u yastıklamada inat ettiği gibi,
nispeten önemsiz bir kağıdı ulusların
önünde sallayarak işi bitirdi. Söylemeye
gerek yok, yaptığı yanına kâr kaldı.
yanlarına kâr kalacağına inanmaya
meyillidirler ve acı gerçek söylenmelidir.
Söz konusu olan dünya liderleri
olduğunda, yine yaparlar. Bildiğimiz
kadarıyla, Netanyahu'nun BM'de ördüğü
ağa hiç kimse kafa tutmadı. Daha rahatsız
edici olanı, tek bir tarihçi yahut entelektüel
çıkıp da İsrail Başbakanı'na, Wannsee
Protokolü'nün başka şeylerden ziyâde
aslında tam da onun İsrail'de uyguladığı
politikaları tanımladığını ifade etmedi.
Siyonist ağa düşürme operasyonuna
muhalefet edecek çok az dünya lideri var.
Şu yakınlarda yürekli İran Cumhurbaşkanı
Mahmud Ahmedinejad, Venezüella'nın
Hugo Chavez'i ve Türkiye Başbakanı
Tayyip Erdoğan'a şahit olduk. Yahudi
devletinin işlediği katliamların muazzam
boyutuna bakınca çok da sayılmaz. Ne ki
hiç yoktan iyidir.
Ancak çok daha ehemmiyetli bir şey var:
Wannsee
Protokolü,
Lieberman'ın
Filistinliler için hazırladığı ölümcül
plandan farksız bir program belirlemiştir.
Gerçekte Filistinlileri kitleler halinde
öldüren ve sağ kalanı açlıktan kıran
Yahudi devletidir. Dahası, şu sorular
üzerinde durulması ilginç olacaktır:
Yahudi devletinin lideri nasıl oluyor da
ulusların önünde duruyor ve İsrail ve
Yahudi halkı adına gün ışığında onları
ağına düşürüyor? Bir İsrail liderinin, tüm
bir BM Genel Kurulunu aptal yerine
koyması gerçeğinden nasıl bir ders
çıkarabiliriz? Bir İsrail Başbakanı,
dikkatleri insanlığa karşı şu an işlenmekte
olan suçlardan nispeten önemsiz bir tarihi
belgeye doğru nasıl bu kadar kolayca
yönlendirebiliyor? Kısacası, yaptıkları
nasıl olup da yanlarına kâr kalıyor? Cevap
hayli bayağı olabilir. Mossad mottosunda
olduğu gibi, savaşlarını hileyle yürütürler.
Tüm bir Yahudi dirilişi projesi yalanlar
üzerine kuruludur. Tüm bir Yahudinin eve
dönüş masalı, yanlış sav ve yalanlara
dayalı olarak gün ışığında topluca işlenen
cürümden daha azı değildir. Siyonistler
başlangıçta kendi Yahudi hemcinslerini
aldatıyorlardı fakat zaman ilerledikçe,
taktiklerini genişletiyorlar. Bir süreden beri
hepimizi kandırıyorlar. İsrailliler ve
Siyonistler
bir
yalan
içerisine
doğmuşlardır,
hayatlarını
yalanla
sürdürürler, yalan ve aldatmacaların
İyi haber şu ki İnsancıllık ve İnsanlık,
politikacıların yahut "dünya liderlerinin"
mülkiyetinde
değil.
Esasen
bizim
mülkiyetimizdedir,
insan
ırkının
üyelerinin, yükselen şerre şahit olan
insanların mülkiyetindedir. Hakiki insanlık
ve insancıllık, hüsn-ü muamele ve ahlak ve
de doğrulukla mümkündür. İnsancıllığı
berrak bir mesaja tahvil edenler ekseriya
sanatçılar ve sıradan insanlardır. Bizim
seçilmiş müdahalecilerimiz, holokost,
demokrasi ve özgürlük adına, bazı
nedenlerden dolayı bizi Siyonist savaşlara
sürmekte ısrar ediyorlar.
Yeterince acıklıdır, Batılı liderlerimiz
halen sessiz yahut en azından Siyonist
yalanlara yakalanmış haldeler. Fakat bu
büyük bir endişe kaynağı olmamalı artık.
Batı ideolojilerinin (sol, sağ ve merkez),
politikacıların ve kurumların ihaneti
yerleşik bir gerçektir. Siyonist yalanlara
boyun eğmek pek çok semptomdan sadece
biridir. Durum "hakikat kazanacak"
demekten ötededir; aslında hakikat zaten
kazanmaktadır. Siyonist ağın teşhisi yaygın
bir bilgi haline geliyor. Siyonist
gaddarlığın sis perdesi genişledikçe,
52
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM hepimizin hakikat ve samimiyet parıltısına
duyduğu hasret de öylece artıyor.
Savaşlarını
aldatma
üzerinden
yürüttüklerini iyice kavramaya başlıyoruz.
Birkaç cephe savaşında büyük kayıplar
vererek zafer elde edebilirler ancak
muharebeyi kaybediyorlar.
53
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Siyonizm ve demokrasi yakmıştı. Miliband uygulamada hepimizi
İsrail'in işlediği dev bir savaş suçuna ortak
etti.
Jewish Chronicle birkaç hafta önce İngiliz
Parlamentosu'ndaki Yahudi vekillerin
isimlerinin bulunduğu bir liste yayınladı.
Toplam 24 isim verdi. 12'si Muhafazakâr
Parti'den, 10'u İşçi Partisi'nden 2'si de
Liberal Demokratlar'dan. Yazar ve eylemci
Stuart Littlewood'un bu şahıslar hakkında
yaptığı analiz şu: “ İngiltere'deki Yahudi
nüfusu 280.000 yahut Yahudilerin toplam
nüfusa oranı, yüzde 0.46. Avam
Kamarası'nda toplam 650 sandalye var ve
Yahudilere düşen sadece 3 sandalyedir.
Sonuç açık: 24 sandalye sahibi Yahudiler,
sekiz kat fazla temsil edilmektedirler ki
bunun anlamı, müslümanlar dâhil diğer
grupların eksik temsil edildikleridir... eğer
Müslümanlar tıpkı Yahudiler gibi fazla
temsil edilselerdi (sekiz kat fazla) 200
sandalyeleri olacaktı. Birden kıyamet
kopardı.”
Sâğlam siyonist Lord Levy, İşçi partisi,
Siyonizme karşı son Arap direniş
çemberini silip yok etmek için mücrim bir
savaş başlattığında bu partiye kaynak
sağlamaktaydı. Bu konuda hiç çekingenlik
duymuş da değil. Medyada, utanmaz
Jewish
Chronicle
yazarları
David
Aaronovitch ve Nick Cohen, aynı savaş
suçlusunu “ahlâki müdahalecilik” nâmına
hevesle savunuyorlardı. Nick Cohen,
Neocon ideolojilerini Okyanusun bu
yakasında desteklemek için Euston
Manifesto” adında güvenilmez bir düşünce
kuruluşu da kurdu.
Levy, Cohen, Aaronovitch, Miliband hepsi
de Saban'ın formülüyle aynı çizgide:
Nüfuz, bağışlar, düşünce kuruluşları,
medya. Ancak Saban'ı ille de tanıyorlar
demek değil bu hatta Siyonist medya
moğolu hakkında hiçbir şey duymamış bile
olabilirler. Şart değil. Saban hiçbir şeyi
kendi kendine icât etmiş değil. Onun
formülü, Yahudi din geleneğinde, Yahudi
kültür ve ideolojisinde demlenmiştir.
Bu noktada bir soru sorulmalıdır.
Yahudiler, İngiltere Parlamentosu'nda,
İngiliz ve Amerikan siyasi baskı
gruplarında, siyasi bağışlarda ve de
medyada niçin ezici derecede aşırı temsil
ediliyorlar?
Purim'e karşı birleşmek
İsrailli Amerikalı milyarder, medya
moğolu Haim Saban bir cevap sunuyor.
The New Yorker'da bu hafta yayınlanan bir
habere göre Saban geçen sonbaharda
yapılan bir konferansta İsrail yanlısı
formülünün genel hatlarını vererek şöyle
tanımlamıştı: “Amerikan siyasetinde etkili
olmanın üç yolu... siyasi partilere bağış
yapmak... düşünce kuruluşları kurmak ve
medya kuruluşlarını kontrol etmektir.”
Ester Kitabı, bir Kitâb-ı Mukaddes
hikâyesidir, Purim kutlamaları, en sevinçli
Yahudi bayramı, temelini burada bulur.
Ester Kitabı, Yahudi katliamına kalkışma
hikâyesidir ama ayrıca Yahudilerin siyasi
nüfuz aracılığıyla kaderlerini değiştirme
hikâyesidir de. Hikâyede, Yahudiler
kendilerini kurtarmaya çalışır ve hatta güç
koridorlarına sızarak intikam bile alırlar.
Daha önce defalarca bahsettiğim gibi,
Yahudi komplosu diye bir şey yok. Herşey
açıkça yapılıyor. Tescilli İsrail Propaganda
Yazarı ve İngiliz Dışişleri Bakanı David
Miliband, İsrail'in Sderot'ta “herşeyden
evvel vatandaşlarını korumaya bakması
gerektiğini” tüm dünya televizyonlarının
önünde söyleyerek İsraillilere Kurşun
Dökme Operasyonu için yeşil ışık
Ahaşveroş'un krallığının üçüncü yılında
geçen bir hikâyedir bu ve hükümdarın,
Pers kralı Serhas olduğu söylenir. Saray,
entrika ve Yahudi katline kalkışmanın,
Yahudi halkını son dakikada kurtarmayı
başaran cesur ve güzel Yahudi kraliçe
Ester'in hikâyesidir. Hikâyede, Kral
Ahaşveroş, Vaşti ile evlidir; Ahaşveroş,
54
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Vaşti'yi şölene çağırır ama Vaşti gelmeyi
reddeder. Ahaşveroş'un yeni eşi olarak
Ester
seçilir.
Hikaye
ilerler
ve
Ahaşveroş'un Veziri Haman, Ester'in
Yahudi olduğunu bilmeksizin kralın tüm
Yahudileri öldürmesi için tezgah kurar.
Ester, kuzeni Mordekay'la birlikte halkları
için günü kurtarır. Ester, Haman'ın
Yahudilere karşı entrikasını Ahaşveroş'a
anlatır. Haman ve oğulları, aslında kuzen
Mordekay için hazırlanmış olan elli arşın
boyundaki darağacına asılırlar. Mordekay,
Haman'ın yerine geçer, kralın Yahudilerin
öldürülmesi fermanını kimse geçersiz
kılamayacağı için Yahudilerin silahlanıp
düşmanlarını öldürmelerine izin veren bir
diğer ferman yayınlar ki açıkçası
Yahudilerin yaptığı da budur.
karşıtlığının hedefi olduklarını keşfeden
ama kendilerini ve de hemcins Yahudileri
kurtaracak mevkideki Yahudilerin en özlü
alegorisi olarak okurlar.
Ester Kitabı, insicamlı bir “sürgündeki
kâbile kimliği” şekillendirmek için vardır.
Varoluşsal bir stresi aşılamak için vardır.
Holokost zihniyetini takdim etmektedir.
Dahası, Holokost'u gerçeğe tahvil eden
şartları
hazırlamaktadır.
Hermenötik
ifadeyle,
metin,
gerçekliği
şekillendirmektedir. Uygulamada, kendi
kendini gerçekleştiren kehânetin acıklı
tuzağına kendini düşüren, korku dolu
zihindir. Holokost ideolojisi, gerçek bir
hâdise oluvermektedir.
Yeterince ilginç, Ester Kitabı (İbrânice
nüshâsı) Kitâb-ı Mukaddes'in Tanrı'yı
anmayan iki kitabından biridir (diğeri
Ezgiler Ezgisi'dir). Laik siyonist ideolojide
ve Holokost dininde olduğu gibi, Ester
Kitabı'nda da kendilerine inananlar, kendi
güçlerine, eşsizliklerine, incelikli düşünce
ve davranışlarına, nüfuz kabiliyetlerine,
krallıkları ele geçirme kabiliyetlerine ve
kendilerini
koruma
kabiliyetlerine
inananlar yine Yahudilerdir. Ester Kitabı,
güçlendirme hakkındadır. Haim Saban'ın
târif ettiği, AIPAC'ın icra ettiği Yahudi
gücünün
esâsını
ve
metafiziğini
iletmektedir.
Kitâb-ı Mukaddes hikâyesinin ahlâkı
açıktır. Şayet Yahudiler sağ kalmak
istiyorlarsa, yolları gücün koridorlarına
düşerse iyi olur. Dünyanın yöneticileriyle
bağ kurarlarsa iyi olur. Ester, Mordekay ve
Purim'i akılda tutarak, AIPAC, Levy,
ADL, David Milliband, Saban ve “Yahudi
gücü” fikri hepsi de Kitâb-ı Mukaddes'ten
neşet eden, kabilevi ve kültürel bir
ideolojinin ete kemiğe bürünmesidir.
Ancak ilginç bir saptırma var burada.
Hikâye, tarihi bir kıssa olarak sunulmasına
rağmen, Ester Kitab'ının tarihi doğruluğu,
modern Kitâb-ı Mukaddes uzmanlarının ve
tarihçilerin büyük bir çoğunluğunun
üzerinde çekiştiği bir meseledir. Klasik
kaynaklar üzerinden Pers tarihiyle ilgili
bilinenlerin bu hikâyenin hiçbir tafsilatını
açık şekilde teyid etmeyişi, uzmanları
hikâyenin büyük ölçüde ya da büsbütün
kurgusal olduğu hükmüne sevketmiştir.
Başka bir ifadeyle, Yahudi ahlâkı
ortadayken,
soykırım
kalkışması
kurgusaldır. Zâhiren, Ester Kitabı,
(Yahudi) tâkipçilerini toplu halde travma
öncesi stres bozukluğuna itmektedir.
Kurgusal bir “helak” fantezisini parlak bir
“hayatta
kalma
ideolojisine”
dönüştürmektedir. Ve hakikat, bazıları bu
hikâyeyi
asimile
edilmiş,
Yahudi
Siyonizm ve demokrasi
Siyonistler,
demokrasiyi
sevmişe
benziyorlar.
Yahudi
devleti,
“Ortadoğu'daki tek demokrasi” olduğunu
rezilce iddia etmektedir. Dünyadaki İsrail
destekçileri de demokrasi adına yürütülen
çatışmaları savunmaktadırlar. Demokrasiyi
niçin böylesine çok seviyorlar? Cevabın
sarsıcı şekilde basit olduğunu sanıyorum:
Demokrasi, Siyonist nüfuz bezirganı için
ideal bir siyasi platformdur.
Şu anki durumuyla demokrasi, özellikle de
İngilizce konuşulan dünyada, kifâyetsiz,
liyâkatsiz ve güvenilmez tipleri liderlik
55
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM mevkiine oturtmanın uzmanı bir siyasi
sistemdir. Demokratik yolla seçilmiş iki
lider, Irak'ta hukuksuz bir savaş başlattı.
Demokratik olarak seçilmiş liderler, batıyı
mâli felâkete sürükledi.
değiller; ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar.
Tam üçbin yıldır yapıyorlar bunu.
Mordekay ve Ester'in takipçileri onlar. Bu
dünyanın Saban'ları, Purim ahlâkını İngiliz
ve Amerikan pratiğine nasıl tahvil
edeceklerini biliyorlar.
Bir devleti yönetmek, kolay bir iş değildir.
Şüphesiz ki bir miktar yetenek ve eğitim
talep eder. Geçmişte, seçilmiş siyasi
liderlerimiz, kendi şahsi hayatlarında,
akademide, sanayide, askeriyede veya
finans dünyasında olsun, bir şeyler
başarmış tecrübeli siyasetçilerdi. Geçmişte,
başbakan
adaylarımızın
bizimle
paylaşabildikleri bir özgeçmişleri vardı.
Artık böyle bir şey yok. Bu veya şu
gülünç, genç fiyaskoya oyumuzu vermek
gibi bir “demokratik seçimle” defalarca baş
başa kaldık. Yükselen siyasi “yıldızlar”,
kendi hayatlarında hiçbir şey başarmamış,
bırakın
devlet
yönetmeyi,
bakkal
yönetmeye bile ehil olmayan insanları
defalarca gördük, görüyoruz.
Stuart Littlewood, Yahudilerin niçin aşırı
temsil edildiğine şaşırır görünüyor. Purim'i
akılda tutarak bir cevap bulabiliriz. Lobi
faaliyetleri, nüfuz ve kontrol vaazı veren,
sürgüne dair kültürel bir muhitle meşgul
olmaktayız. Siyaseti, medyayı ve fikirleri
şekillendirmek, Ester Kitabı'nın sahih
anlamıdır. Saban, bunu aleni olarak kabul
etmekle ya dâhilik ya da budalalık
yapmıştır. İslam ya da Hindu kültüründe
Ester Kitabı'nın olmayışı, İngiltere'deki
diğer marjinal göçmen grupların siyasette
ve medyada yeteri kadar ya da nüfuslarına
orantılı bir şekilde temsil edilmeyişlerini
açıklayabilir. Dahası, bu durumun kısa bir
süre zarfında değişmesi de muhtemel değil.
Batıdaki çoğu azınlık veya marjinal
kimliklerin aksine, Yahudilik sürgüne dair
bir ulusal dindir ve Yahudi kimliği,
kabilevi beyin yıkamanın ürünüdür.
Nesillerden
beri
sekülerler
olarak
İngiltere'de
yaşayan
azâd
edilmiş
Yahudilerin halen niçin Yahudi siyasi ve
sosyal muhitinde, Yahudi siyasi bayrağı
altında çalıştıklarını açıklar bu.
Blair veya Bush'un direksiyona geçmeden
önce hangi liyâkatlere sahip olduğunu
sorabilirsiniz kendinize. David Cameron'un
İngiltere'yi her cephede (mâli cephede,
Irak, Afganistan, eğitim vb cephelerde)
topyekûn felâketten kurtarmak amacıyla
tasarrufunda hangi tecrübesi var? David
Miliband'ın, İşçi Partisi başkanlığı için
yanında getirdiği tecrübe nedir? Cevap:
Hiçbir şey. Hayatlarımız, geleceğimiz,
çocuklarımızın geleceği, maskara ve cahil
tiplerin elinde. Bu, İngiltere'nin niçin
umursamaz bir parlamentosunun olduğunu
da açıklar. Bu ülkede kamuoyunu yeteneği
olduğuna, dürüst olduğuna veya sadece
hakiki bir liderliğin tohumuna sahip
olduğuna ikna edebilecek tek bir lider bile
yok.
Birkaç Yahudi’nin doğuştan yetenekli
olduğu sır değildir. Hümanist ve evrensel
söyleme önemli katkılar sunanlar arasında
bazı Yahudilerin bulunduğu da açıktır.
Ancak bağışlar, düşünce kuruluşları ve
medya kontrolü üzerinden Amerikan dış
politikasına nüfuz etmeyi açıkça arzulayan
Haim Saban için söyleyebileceğimiz şeyler
değil bunlar. Benzer şekilde, İsrailli savaş
suçlularının İngiltere'yi rahatça ziyaret
edebilmeleri için İngiltere'de evrensel
yargılama yetkisi veren kanunda değişiklik
yapmanın mücadelesini veren David
Miliband da büyük bir hümanist olarak
görülmemelidir.
İngiliz
entelektüel
kültüründe Siyonist çıkarları korumak
maksadıyla Eustun Manifesto'yu kuran
Ama işte haberler. Seçilmiş liderlerimiz
topyekûn bilgisizken, Saban'lar, Lord
Levy'ler ve Wolfowitz'ler ne yapacaklarını
tam olarak biliyorlar. Yahudi dini, kültürü
ve ideolojisi, takipçilerine bizi demokratik
ar'af'tan koruyan bir anlatı sunuyor. Bu
dünyanın Saban'ları, amatör ve bilgisiz
56
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Nick Cohen de ahlâk timsâli olarak
görülemez. Yeterince şaşırtıcı bir şekilde
hepsi de bunu açıkça yapmaktadırlar.
Eğer barışı ve gelecek nesillerimizi
umursuyorsak, noktaları birleştirecek kadar
cesur olmalıyız. Medyamızda, fikri ve
siyasi hayatımızda bulunan Mordekay ve
Esterlerin karşısına çıkmalıdır. Purim'e
karşı birleşmeliyiz. Eğer İşçi Partisi halen
etik bir sorumluluk taşıyorsa, David
Miliband'ı ait olduğu yere koymalıdır. Eğer
siyasi
partilerimiz
gündemlerine
inanmamızı istiyorlarsa, Siyonist paralara
ve Yahudi vekili bağışçılara “hayır”
demeyi öğrenseler iyi olacak. Eğer medya
kuruluşlarımız
“tarafsızlıklarına”
inanmamızı istiyorlarsa, içteki düşmanı
teşhis etseler iyi olacak. Gerçek anlaşılana
dek daha kaç Iraklı'nın ölmesi gerekiyor?
“Artık yeter” dememiz için açık denizlerde
daha kaç barış eylemcisinin ölmesi
gerekiyor? Siyonist savaşlara ve onların
aramızda
bulunan
savunucularına
“HAYIR”dememiz için daha kaç tane
İngiliz emekçisi işlerini, evlerini ve
ümitlerini kaybetmek zorunda?
57
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Gilad Atzmon’la röportaj "akademik felsefeci" olmanın, çıkıp
insanlara diğer insanların metinlerini
öğretmenin üretken olmayan bir hayat şekli
olduğunu farkettim. Müzikle uğraşmaya
başladım ve boş vakitlerimde okuma ve
yazmayla meşgul oldum; felsefe adına
felsefe yapmak, hikmet sevgisi ve anlam
arayışı benimkisi. Bu kararımdan dolayı
çok mutluyum zira serbest bir düşünür
olarak çalışıyorum.
Filistinlilerin direnişini her seferinde açık
şekilde desteklediğini ifade eden dünyaca
tanınmış İsrailli müzisyen Gilad Atzmon,
Eleftherotypia’nın
kendisiyle
yaptığı
röportajda, Gazze saldırısı karşısında
yıkıldığını söyledi.
Yahudi siyasi oluşumların tümünün trajik
sonuçlara gebe olduğunu belirten İsrailli
müzisyen, buna örnek olarak yeni bir
medeni Yahudi hayatını başlatmak isteyen
siyonizmi gösteriyor.
Tüm bu farklı müzik
tanışmanız nasıl oldu?
Müziğe bilhassa kendi müziğime müdahale
etmemeye çalışırım. Müzik işte tam
şurada, çevremizdedir, tek yapmanız
gereken doğru notaları tercih etmektir. O
kadar da karmaşık değil doğrusu. Örneğin,
yanlış notaların tercihi benim için çok daha
karmaşık bir iştir. Aslında, notaları tercih
eden ben miyim? Onu bile bilmiyorum.
Tüm bu müzik konusu ve tarz meselesi
büyülü bir şeydir, bütünüyle kavrayabilmiş
değilim. Müziğin, şuurlu halin yitip gittiği
yerde başladığına inanıyorum. Güzelin
yazarı olmaktan ziyâde o güzele boyun
eğmeyi tercih ediyorum.
İsrail'in başarısızlığının ortada olduğunu
dile getirmekten çekinmeyen Atzmon,
"İsrail'in sergilediği vahşilik, hayvanlıktan
öte..." ifadesini kullanıyor.
Matoula Kousteni: Megaron'da bize ne
sunacaksınız?
Gilad
Atzmon:
Merhaba
Matoula,
"Refuge" adlı son albümümden parçalar
çalacağım. Caz ve elektronikle bezenmiş
etnik müzik karışımı bir albüm. "Şehirli
Halk" (Urban Folk) şeklinde tarif ettiğim
kesimle ilgileniyorum son yıllarda.
Filistinliler zor günler
Neler hissediyorsunuz?
Müzikte
en
çok
neyden
keyif
alıyorsunuz?
Sesin bir sonraki ölçü çizgisinde nasıl bir
ses olacağını bilmemekten.
Ron Carter benim rehberlerimden biridir,
ve en başta gelenidir. 1970'lerin sonlarında
Caz dinlemeye başladığımda Carter ve
Miles'tan başlamıştım. Böyle bir efsaneyle
bir sahneyi paylaşmak benim için şereftir.
Felsefe öğrenimi gördünüz. Kendinizi
müziğe adamaya ne zaman karar
verdiniz.
bir
merhaleye
geçiriyorlar.
Yıkıldım ama şaşırmadım. Sanırım
biliyorsunuzdur,
Filistin'in
her
tür
direnişini destekliyorum. Benim kanaatime
göre, Yahudi siyasi oluşumların tümü
trajik sonuçlara gebedir. İşte yeni bir
medeni yahudi hayatını başlatmak isteyen
siyonizm. Başarısızlığı ortadadır. İsrail'in
sergilediği vahşilik, hayvanlıktan öte.
Görebildiğim kadarıyla, İsrail artık imha
politikalarına
yöneldi.
Sorunuza gelince, Filistinlileri tüm
kalbimle destekliyorum. Akdeniz’den
Ürdün nehrine kadar uzanan bir Filistin
görmek istiyorum. İsrail’in vahşiliği,
Yahudi devleti için ne Filistin’de ne de
başka bir yerde bir alan olmadığına dair
delil olarak alınmalıdır. Nedeni basittir,
seçilmişlik ve ırki üstünlük (yahudi
Ron Carter da sizinle aynı gün
Megaron'da çalacak. Onun hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Belirli
tarzlarıyla
vardığımda
58
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM üstünlüğü) temelinde yükselen bir kimlik,
hem kendisine hem de çevresine karşı bir
tehlikedir.
bir sorunumun olmadığını söylemem bu
noktada çok önemlidir. Şaşırtıcı derecede
latif yahudiler var etrafımda. Onların da
pek çoğu benim gibi kendinden hoşnut
olmayan mağrur kimseler. Diğerleri ise
bildiğiniz sıradan güzel insanlar hani şu
kendi hayatlarını yaşamaya çalışan ve
kredi krizinden paçayı kurtarmaya bakan.
Bununla birlikte, yahudi siyasi kimliği ile
keskin bir anlaşmazlığım var. Irki
yönelimli bir kimliktir ve ben, ırkçı
politikanın her türlüsünü açıkça hor
görürüm.
Müzik veya sanat bugünlerde neler
yapabilir?
Müzik ve sanat, modanın aksine, güzeli
aramanın sahici yoludur. Güzel, insanlığa
hayrı getirir. İsrail saldırganlığı ve
Amerikan barbarlığı, güzelin ışığında
mağlub edilebilir.
Doğduğunuz yeri terk etmek zor olmadı
mı? Bunu nasıl yaptınız? Aileniz
peşinizden geldi mi?
1982 Lübnan savaşı yıllarında orduda
askerdiniz. Nasıl bir deneyimdi?
Bir şekilde şanslıydım orada bulunmakla.
Tüm siyonist hikayenin yalan ve hile
üzerine kurulu bir aldatmaca olduğunu o
zaman anlamıştım. O savaş sırasında bir
yolculuğa çıktım, Filistin halkına ve
Filistin davasına karşı sorumluluğumu
üstlendim. Yahudi ulusal projesiyle bir
müştereğim olmadığını fark ettim.
O kadar da karmaşık değildi. Nihayetinde
Filistin’deki Yahudi varlığı geç bir
fenomendir.
Yahudi
kolonizasyonu
bölgeye
tümden
yabancıdır.
İsrail
kültüründe sahihlik denen şeyden pek eser
yoktur. İsrailli, sahih (otantik) olma
ısrarına girdiğinde Humus yer ve Arapça
yemin eder. Dolayısıyla diğer İsrailliler
gibi ben de bölgenin ya da toprağın parçası
değildim. İsrail bir devlet, Filistin ise
ülkedir. "Anavatanımı" mesela ülkeyi
özlediğimde bir Filistin yahut Lübnan
restoranına giderim, başka bir şık olarak
çocuklarıma gerçekte konuşmadığım bir
dilde (Arapça) yemin ederim.
Filistin
halkına
veriyorsunuz?
niçin
destek
Çünkü tüm bunlar doğrudan benim
kusurumdu. Filistin halkını bu topraklara
geri getirmek ve büyükbabamın, babamın
ve maalesef benim çaldığımız evleri onlara
geri
vermek,
doğrudan
kişisel
sorumluluğumdur.
Yahudi olmakla ilgili bir sorununuz var
mı? "Yahudi kimliğinizi" inkar etmek
istiyor gibisiniz.
İsrail-Filistin arasındaki ebedi savaşı
sona erdirmek için ideal çözümünüz
nedir?
Çözüm söyleminden sakınıyorum. Ancak
İsrail’in bölgedeki yabaniliğini izlemesi,
bölgede yahut başka bir yerde, yahudi
ulusal kimliği için bir hareket alanı
olmadığını bana açıkça gösteriyor. Yahudi
devleti kategorik olarak ispatlamıştır ki
"komşuları sevmek", müşterek bir Yahudi
değeri olmaktan çok uzaktır.
Hiçbir
sorunum
yok
çünkü
"Yahudiliğimin" ve "İsrailli oluşumun"
hükümsüzlüğünü ilan ediyorum. Kendime
eski bir yahudi ve eski bir İsrailli nazarıyla
bakıyorum. Sanırım, davranışlarımda
yahudilikten ve İsraillilikten kalma pek çok
iz vardır. Kendimi soruşturmak ve onlarla
teker teker savaşmak benim hayat
mücadelemdir.Yahudi kimliği, İsrail ve
Siyonizm hakkında yaptığım eleştirilerin
çoğu içebakış sonucu ortaya çıkmıştır.
Eleştirdiğim ve tahlil ettiğim bendeki,
benim içimdeki İsrail’dir. Yahudi halkıyla
Bu konu hakkında her daim dürüst ve
59
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM ifşa edicisiniz. Hiç korku duyduğunuz
oluyor mu?
İlginç soru, yıllardır çeşitli ölüm
tehditlerine mâruz kaldım. Bununla birlikte
hiçbir zaman mesele olmamıştır. Açlıktan
kırılan ve katledilen Filistin halkını
destekliyorum. Bundan dolayı, şahsi
kaderim veya karşı karşıya kaldığım
tehlikeler hakkında serzenişte bulunmam
acınacak bir hal olurdu. İnandığım şeyi
yapıyorum, sözü söylediğim vakit, hakikat
olduğuna inandığım şeyi söylemekte ısrar
ediyorum ve umursadığım tek şey de bu.
Kışkırtmalara gelir misiniz yoksa
kışkırtmaları göz ardı mı edersiniz?
Delil ve ispata dayalı kışkırtmalara gelirim.
Ancak bu hiç olmadı. Doğrusu, açık bir
sahnede benimle karşılacak tek bir Siyonist
veya sahte-Siyonist yoktur.
Barak Obama'nın seçilmesiyle ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Heyecan yapmıyorum. Adam çevresine
bazı azgın siyonistleri aldı. Onların başı
Rahm Emmanuel, İsrail ordusunun eski bir
askeridir
ve
İsrail
istihbaratına
çalıştığından
kuşkulanılıyor.
Dilerim
Obama çok geçmeden uyanır.
Sizi eleştiren pek çokları var. Onlar
bunu yapmayı sürdürdüğü müddetçe,
kendi
kanaatlerinizi
söylemeyi
sürdürecek misiniz?
Modern şer'den bahsettiğinizi duydum.
Nedir bu modern şer?
Aslında sayıları hiç de çok değil ve hepsi
de benzer kabilevi algılamalara sahip ve
aynı kampta yer alıyorlar. Bir şekilde hepsi
de
ırk
yönelimli
yahudi
politik
hücrelerinde
çalışıyorlar.
Şunu
da
söylemeli ki her fikir veya kanaat eleştiriyi
hoş
karşılamalıdır.
Bundan
dolayı
eleştiriye açığım ve çıkardığım işin
yapısökümünden geçirilmesini ve hatta
geçersiz kılındığını görmeyi severim.
Düşüncelerimin ve yazılarımın delil ve
ispata dayalı doyurucu bir eleştiriyle
karşılandığına hala rastlamadım Bunun
yerine, beni susturmak için hakaret
ediliyor, yalanlar ve iftiralar yayarak ham
ve bayağı bir teşebbüs sergileniyor.
Fikirlerimin elden ele dolaştığını ve
Yunanca dâhil pek çok dile çevrildiğini
söylemekten mutluyum hatta bunu
söylemekten onur duyarım. Beni susturma
teşebbüsleri şimdiye dek başarısız oldu.
Kalbimde olanı söylediğim ve siyasi her
hangi bir oluşum veya kurumla bağ
kurmaktan imtina ettiğim müddetçe bu
durumun değişeceğini sanmam. İki sırrım
var: 1. Konuyla ilgili pek çok yorumcunun
aksine, kendimi eleştirel yazıya ve ahlâki
ve insani meselelerin yapısökümüne
hasrettim. 2. Eğlenceli olabiliyorum.
Modern şer, sofistike bir sistemdir ve şerri,
ifade olunamayanın alanına doğru itekler.
Onu görürsünüz ve fakat susmaya devam
edersiniz. Ne olduğunu görürsünüz,
haykırmak istersiniz ama yine de içinizdeki
bir şey sizi durdurur. Biraz daha
detaylandırayım.
Şer, "büsbütün gayri ahlâki ve büsbütün
yanlış" olan şeklinde yorumlanır. Şerrin
nihâi tezahürü benim nezdimde, etnik
temizliğe uğrayan, şimdi ise temizleyicileri
tarafından toplama kamplarına kitlenen,
orada açlıktan kırılan ve orada bombalanan
halkın, Filistin halkının, kesintisiz bir
şekilde haksızlığa uğratılmalarıdır. 2
milyon aç Filistinlinin İsrail'in yıkıcı hava
saldırılarına mâruz kaldığını görüyoruz.
Yüzlerce ölü, binlerce yaralı ve suskun bir
dünya.
Bu cürmü işleyen sadece İsrailliler değil.
İsraile kurumsal olarak destek veren dünya
yahudileri, Amerika ve İngiltere’yi İsrail
misyonuna hizmete koşan Wolfowitz'ler de
suçludur. Ama burada da bitmiyor. IDF
savaş makinesinin Gazze ahalisini
doğramasını izleyip dururken adaleti
ayakta tutma başarısı gösteremeyen Batı
siyasi liderliği de suçludur. İşi gargaraya
60
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM getiren batı medyasıdır. Yahudi devletinin
sivilleri katlettiğini gördüğü halde hiçbir
şey yapmayan hepimiz suçluyuz. "Şerrin
hükümferma olması için ihtiyacınız olan
tek şey birkaç iyi insanın kenarda oturup
hiçbir şey yapmamasıdır."
Ama yine de modern şer bizden bir adım
önde gidiyor. Susturmada ve eleştiri
ihtimalini bertaraf etmeden çok etkin,
incelikli bir matriks. Tüm hepsini
görüyoruz,
kredi
krizini,
Lehman
Brothers'ı, bizi Irak'a süren Wolfowitz'i,
Amerikan orta sınıfı pahasına mâli patlama
fantezisi yaratan Greenspan'ları görüyoruz,
Bernard Madoff'un 50 milyar dolarlık
dolandırıcılığını öğreniyoruz ve fakat
haykırmada zaafa düşüyoruz. Gördüğümüz
karşısında harab oluyor ama Siyonist güç
nosyonunun tetiklediği korkularımızın
baskısına giriyoruz. Doğruluk adına
hakikati söylemekten geri duruyoruz.
Doğrusu, ben kendim, çığlığı basmadan
evvel, etrafta dikkatlice ilerliyorum.
Modern şer aygıtının tılsımının etkisindeki
bizler, hakikati dile getirmenin bize çok
fena geri dönüşü olacağından korkuyoruz.
Farkına vardığımız şeyler bizi sarsıyor.
Kendi kendine yeten, uşak sansür
makineleri oluyoruz. İrademiz hilafına,
Siyonizmin
işbirlikçileri
oluyoruz.
Dolayısıyla bizi bekleyen vahim kaderin
Filistinlilerin başına gelenden farklı
olmadığını gördüğümüzde şaşırmamalıyız.
Siyaseten doğruluk ve liberal ideoloji adına
fıtratımızdaki beka kabiliyetimizi yitirdik.
Böylece, Filistinliler gibi biz de büyük bir
kurumsal suçun nesnesi oluyoruz. Modern
şer dediğim bu ve bundan çok
korkuyorum. Vakit geldiğinde, hiçkimse
öfke selinin önüne geçemeyecektir.
61