Milli Takım
Transkript
Milli Takım
4 - Sayı 7 22 Mart 2013 TÜRKİYE ACI VATAN Milli Takım’da yanlış olan ne? Neden gol atamıyoruz? Ülke puanındaki büyük tehlike Yeni ümit Olcay ve fazlası… Bir başarı öyküsü Yılmaz Vural 1000 maçın ardından Javier Zanetti Şampiyonlar Ligi ve İngilizler M I T A Y A H #74 F L O B T U Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editör Uğur Karakullukçu Yazarlar Alper Öcal Emre Çelik Emre Özcan Güner Çalış İsmail Şayan Mustafa Demirtaş Salih Demirci Milli Takım A Milli Futbol Takımı hayati öneme sahip Andorra ve Macaristan maçlarına çıkacak. Dünya Kupası hedefini sürdürmek için Ay Yıldızlılar’a 6 puan gerekli. Peki bizi bu zor duruma getiren sebepler nelerdi. Hayatım Futbol 74. sayısında sadece günlük değil, yılların adım adım geri gidişin sebeplerini ortaya koyuyor. Oyuncularımız mı yetersiz, yoksa hocalarımız mı yetersiz? Yoksa sorun sistemin temelinde mi, neresinde? Bu sayıda ayrıca milli formayı ilk kez giymeye çok yakın olan Olcay Şahan, sık sık milli takıma düşünülmemesinden dertli Yılmaz Vural, Elazığspor’un parlayan oyuncusu Serdar Gürler, yıllar sonra Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline kalamayan İngilizler ve Inter’de 1000 maçı deviren Javier Zanetti konularımız arasında. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz [email protected] [email protected] #74 Bu Sayıda Milli Takım Özel Yetiştirememek Eksikler, hatalar, yanlışlar… Yılmaz Vural Milli Takım’a! Çok istiyor, hak ediyor… Neden gol atamıyoruz? Gol kısırlığının nedenleri Köyümüze geri dönüyoruz… Ülke puanı felaketi yolda Sochaux, Elazığ, İstanbul… Büyüteç’te Elazığ’dan Serdar Gürler var Teknik direktör döngüsü Piontek’ten Avcı’ya milli hocalar Javier Zanetti Takım oyununun yıldızı En güçlüler ama en iyiler mi? Beşiktaşlı Olcay Şahan’ın yükselişinin perde arkası Şampiyonlar Ligi’nde İngilizler dökülürken… 1000 maçın ardından efsaneye saygı duruşu Bi’ saniyede değişir dünya, Vodafone Süper İnternet’le yakala! 10 MB 3 ABONE SUPER10 100 MB 9 3636 ABONE SUPER100 3636 Paketler vergiler dahil aylık 10 MB/3 TL, 100 MB/9 TL, 250 MB/12 TL, 500 MB/17 TL, 1 GB/21 TL’dir. 250 MB, 500 MB, 1 GB kampanyalı fiyatları 31.03.2013’e kadar geçerlidir. Bu kampanyadan tüm aboneler yararlanabilir. İlgili paketlerde kotaya ulaşıldığında dönem sonuna kadar internet erişimi kesilir. İnternet erişimini kesmek için bağlantı hızı 1 Kbps’ye düşer. İnternet erişimine devam etmek için ek paket satın alınması gerekir. Bilgi: www.vodafone.com.tr Ayrıntılı bilgi için: Vodafone Cep Merkezleri | vodafone.com.tr | forum.vodafone.com.tr | facebook.com / VodafoneTR | twitter.com/ VodafoneTR | 444 0 542 Dünya Kupası 2014 DÜNYA KUPASI AVRUPA ELEMELERİ HF # 74 Fikstür 22/0319:00 Hırvatistan-Sırbistan 22/03 21:45 Makedonya-Belçika 22/0322:00İskoçya-Galler 26/03 21:30 Sırbistan-İskoçya 26/03 21:45 Belçika-Makedonya 26/03 21:45 Galler-Hırvatistan Fikstür 22/03 22/03 22/03 26/03 26/03 Fikstür 22/0319:00 Bulgaristan-Malta 22/03 21:30 Çek Cumh.-Danimarka 26/03 18:00 Ermenistan-Çek Cumh. 26/03 21:15 Danimarka-Bulgaristan 26/03 21:45 Malta-İtalya Fikstür 22/03 17:00 Hollanda-Estonya 22/03 20:15 Andorra-Türkiye 22/03 21:30 Macaristan-Romanya 26/0319:00 Estonya-Andorra 26/0320:30Türkiye-Macaristan 26/03 21:30 Hollanda-Romanya 13:00 13:00 21:45 21:45 21:45 Avusturya-Faroe Adaları Kazakistan-Almanya İsveç-İrlanda Cumhuriyeti Almanya-Kazakistan İrlanda Cumh.-Avusturya Fikstür 22/0320:30Liechtenstein-Letonya 22/03 21:10 Slovakya-Litvanya 22/03 21:45 Bosna-Hersek-Yunanistan Fikstür 22/03 14:45 İsrail-Portekiz 22/03 21:15 Lüksemburg-Azerbaycan 22/03 21:45 Kuzey İrlanda-Rusya 26/0319:00 Azerbaycan-Portekiz 26/03 21:45 Kuzey İrlanda-İsrail Fikstür 22/03 20:00 San Marino-İngiltere 22/03 21:30 Moldova-Karadağ 22/03 21:45 Polonya-Ukrayna 26/03 21:00 Ukrayna-Moldova 26/03 21:45 Polonya-San Marino 26/0322:00Karadağ-İngiltere Dünya Kupası Fikstür 22/0319:00 Slovenya-İzlanda 22/0320:00Norveç-Arnavutluk 22/03 20:00 İsviçre-Güney Kıbrıs HF # 74 Fikstür 22/03 21:00 Fransa-Gürcistan 22/03 21:00 İspanya-Finlandiya 26/0322:00Fransa-İspanya Maracana İsmail Şayan Milli Takım YETİŞTİREMEMEK... HF # 74 Eksiklerini Almanya’dan ithal ederek gidermeye çalışan Türkiye, taşıma suyla değirmeni döndürmeye çalışsa da liglerden, altyapılara birçok yanlışın yapıldığı aşikâr. Bir milli takım yazısı yazmanın son yıllardaki en kolay dönemindeyiz belki de... Şimdiden liderin 9, ikinci ve üçüncünün 6’şar puan gerisindeyiz. 1994 elemelerinden sonra hiç kadar çabuk havlu atma noktasıyla yüzleşmemiştik. Net bir biçimde beklenti karşılanamadı. Şu anda kırgın olmak, yaygara koparmak, çatmak çok kolay. Sıradaki ilk tökezlemede bu minvalde çok yazı gelecektir ve doğaldır. Abdullah Avcı çok umutlu başlamıştı oysa... Önceki turnuvaya gidemeyişimizin sebebini teknik direktöre çoktan bağlamış, göndermiş, kurtulmuştuk. Bu kez iyi bir seçim yapılmıştı. Hocanın babasının berber dükkanında röportajlar, fotoğraflar akıllardan çıkmamıştır henüz. Umut saçıyordu, son Dünya Kupası’nın üstelik kıta elemelerinde tulum çıkarmış finalistiyle aynı grupta olmamıza karşın grubu birinci bitireceğimizi söylüyordu hocamız. Ama işler hiç de öyle gitmedi. Deplasmandaki Hollanda yenilgisi anlaşılabilirdi. Estonya galibiyetiyle havamızı bulur gibi olmuştuk. Sonra Romanya ve Macaristan yenilgileri çarptı suratımızda. Açıkçası işimiz mucizelere kaldı. Veryansın etme hakkımız var. Avcı’nın gurbetçi oyunculara yönelmesi yadırganan konulardan biri oldu. Hiddink döneminde artan bu eğilim artık daha da koyu. Ligdeki oyunculara yeterince şans vermemesi açısından eleştirilmeli mi Avcı? Ocak 2012’de UEFA’nın yayınladığı rapor aklımızda: Avrupa’da mücadele eden Türk takımları, Brezilyalıların Avrupa’ya giriş noktası olan Portekiz’den sonra kendi liginden yetişen oyuncuları en az oynatan takımlar. Bizim yabancı sınırlamamız var üstelik, AB ülkeleri biribirleri arasında oyuncuları sınırsızca dolaştırabiliyor. Milli Takım FIFA ve Neuchatel Üniversitesi’nin ortak girişimi olan CIES’in Ocak 2013 raporuna göre ligimiz, Avrupa’nın en yaşlı üçüncü ligi. Önümüzde yalnızca Güney Kıbrıs ve İtalya var. 2012 raporuyla kıyas, başka bir sonuç daha çıkarıyor karşımıza: Avrupa’nın 10 büyük ligi içinde en hızlı yaşlanan lig bizde. Portekiz ve İtalya gençleşirken Almanya, İngiltere, Rusya ve İspanya’da kayda değer bir hareket yok. Bu veri ligimize altyapılardan oyuncu girişinin yavaşlığına işaret ediyor. Son not da tamamlayıcı: Avrupa’da İtalyanlardan sonra kadrolarında altyapısından yetiştirdiği oyunculara en az yer verenler Türk takımları. Oyuncuların yalnızca %9,3’ü o kulübün altyapısından. HF # 74 Kadroda bulunan bazı altyapı oyuncuları “mecburiyetten”. Örneğin, Avrupa kupalarında mücadele edebilmek için bildirdiğiniz listeye 8 tane altyapı kontenjanı ayırmalısınız. Bunların en az 4’ü kulübünüzün altyapısından, kalanları ülkenizdeki herhangi bir altyapıdan yetişmiş oyuncular olmalı. Bu kontenjan diğer oyuncularla doldurulamaz. Oysa ligimizdeki kadrolarda sayı olarak altyapıdan yetişmiş oyuncu ortalaması 2,4. Kendi liginin pek itibar etmediği oyunculara milli takım hocasının farklı bir yaklaşım sergilemesi beklenmeli mi? Klasik, “yasaklama” mantığıyla gidersek yabancı sayısını azaltmamız gerekir. Nitekim bu yolda bir açıklama var. Çözüm olur mu? Almanya’dan ithal Bir veri de TFF’den geldi. Federasyonun “Tam Saha” dergisi Şubat sayısında, 2012 yılında altyapı milli takımlarına seçilen oyuncular listelendi. Dikkat çeken ilk şey, 6 oyuncudan birinin Almanya’dan oluşu. Kalan 10 oyuncunun biri de diğer Avrupa ülkelerinden. Profesyonel liglerde 70 kulüp bulunan Türkiye’de genç milli takımlara Stuttgart’tan daha fazla futbolcu verebilen kulüp sayısı yalnızca 7. Hertha Berlin ve Köln’den daha fazla oyuncu gönderen Türk kulübü sayısıysa 8. Almanya’da yaşayan Türk sayısının resmi rakamlara göre 1,6 milyon civarında olduğunu göz önüne alırsak ortaya şu sonuç çıkıyor: Genç milli takımlara Almanya, Türkiye’nin 7 katı verimle oyuncu yetiştiriyor. Eğer gayrıresmi rakamlara kulak verirsek oran 5 katına düşmekte. Bu yaz ülkemizde U-20 Dünya Kupası düzenlenecek. Geçen yıl U-19 milli takımımıza kulüplerimiz 55 oyuncu gönderirken Avrupa kulüpleri 21 oyuncu göndermişler. Özellikle Almanya’dan katılan oyuncuların, Türk Milli Takımı tercihini yaptıkları zaman Alman vatandaşlığını kaybetme açmazları var. Kulüplerdeki durum da bunlara paralel. Süper Lig’de yurtdışında yetişmiş Türk oyuncu sayısı 94. Takım başına 5’ten fazla. Kulüplerin “gurbetçi oyuncu” kullanma eğilimi giderek yükseliyor. Aradığı oyuncuyu içeride bulamayan kulüplerin yabancı sayısı kontenjanına takılmama çözümü olabilir mi? Sözleşmeli oyuncularının yarısından fazlası Türkiye’de yetişmiş takım sayısı yalnızca 4: Akhisar Belediyespor, Sanica Boru Elazığspor, Fenerbahçe ve Gaziantepspor. Bu tesisler Avrupa’da yok! Yabancı oyuncuların ya da teknik direktörlerin kulüp tesislerini gezdiğinde bu lafı söyledikleri haberlerine bolca rastlanır. Saydığımız veriler, bu tesislerle Avrupa’dakiler arasında ciddi bir fark olduğunu doğruluyor: Oradakiler üretiyor. Milli Takım UEFA’nın Ocak 2011’de yayınladığı raporda, ülkelere göre UEFA lisanslı antrenör sayıları var. Türkiye, Rusya ve Almanya’dan sonra Avrupa’nın en yüksek üçüncü nüfusa sahip ülkesi ve 70 profesyonel kulüp barındırıyor. Ama UEFA lisanslı antrenör sayısında 30. sırada ve Almanya’nın 80’de biri, İtalya’nın 70’te biri, İspanya’nın 60’ta biri, Fransa’nın 40’ta biri düzeyindeyiz. Nüfusu bizim çeyreğimizden az olan gruptaki rakibimiz Hollanda’nın ülkemizdekinin 10 katı UEFA lisanslı antrenörü var 2011 raporuna göre. Yedide birimiz nüfusa sahip Macaristan’da ise sayı bizim 5 katımız seviyesinde. Belki tesisler çok güzel, belki gerçekten eşi yok. Ancak yapının içini doldurmakta bir sıkıntı var gibi görünüyor. HF # 74 Ekol kokteyli Futbol her geçen gün takım oyunu olma yönünü biraz daha geliştiriyor. Bunu becerebilenle beceremeyen arasında makas biraz daha açılıyor. Milli takım antrenörlerinin en büyük sorunlarından birisi de bu. Çalıştıkları oyuncular ülkelerinin en değerli, en deneyimli oyuncuları. Ancak saha içindeki birlikteliği pekiştirmek için zamanları geçmişe göre daha da yetersizleşmiş durumda. Uzunca bir süredir milli takımlarda, bir ya da iki takımın temel iskeletini oluşturduğu bir kadro kurarak bu sorunu aşmaya çalışma eğilimi var. Benzer oyunun oynandığı alt yapılarda, ekol sahibi ülkelerde oyuna başlamış oyuncu toplulukları bu sorunu daha kolay aşabilirler. Ancak ekolü olup olmadığı tartışılan bir ülke, bir de farklı anlayışlarda yetişmiş azımsanmayacak sayıda oyuncu işin içine dahil olduğunda daha fazla sendeliyor. Lige egemen oyun anlayışının milli takımın hedefleriyle uygunluğu ise bir başka sıkıntı. Takımların çoğunun önceliğinin “pozisyon vermemek” olduğu temposu düşük bir ligden istendiği gibi bir milli takım çıkarabilmek pek kolay değil. Şampiyonluk adaylarına ve yurtdışındakilere yönelmek belki biraz da bununla ilintili… Ancak Anadolu Kulüpleri şampiyonluk yarışı içindeyken de oyuncularının milli takım kadrolarına pek davet edilmemesinin neredeyse geleneğe dönüştüğünü, Anadolu’dan şampiyon çıkması isteği söylemde çok yaygınken bu tutumla oyunculara “büyüklere gitmelisiniz” mesajı verildiği algısının oluştuğunun altı çizilmeli. Bu hafta “Anadolu kulüpleri”nin İsveç Milli Takımı’na bizimkinden daha çok oyuncu gönderdiği unutulmasın. Bahsedilen iskelet yöntemini Türkiye geçmişte uygulamış ve iyi sonuç almıştı. Hâlâ iyi bir seçenek olarak düşünülebilir. Tabii “neden bizim oyuncumuz çağrılmadı” feryatları da yeniden artacaktır. Milli Takım Yarına dair Abdullah Avcı şu anda beklentileri karşılayamamış durumda. Göreve geldiğinde sorunların farkındaydı ama birincilik hedefini koymaktan çekinmedi. Ortada net bir başarısızlık var. Sorunun bu turnuva ile sınırlı olmadığı da ortada. Elde oyuncu üretmekte başarısız olan bir düzen var. Çözümü yurtdışı destekle bulmak belki genç takımlarda mümkün ama A Milli seviyesine gelindiğinde dahil olan etkenler çözümü zorlaştırıyor. İhaleyi dün Hiddink’in bugün Avcı’nın üzerine yıkmak bir yere götürmeyecek. Maalesef manzara daha ciddi, hatta belki göstermekte her daim sıkıntı çektiğimiz sabrı gerektirecek çözüm yollarını zorunlu kılıyor. HF # 74 Atila Turan Oğuzhan Özyakup Milli Takım Alper Öcal HF # 74 NEDEN GOL ATAMIYORUZ Türkiye’nin başarısız geçen Hiddink ve Avcı döneminde en çok göze batan saha içi problemi hücumdaki kısır performans. Hiddink döneminde oynanan 12 resmi maçta sadece 13 gol atılabilmişti. Avcı’nın karnesiyse 4 resmi maçta 4 gol, ki bunların 3 tanesi 5. torbadan gruba dahil olan Estonya’ya karşı atıldı. Son torbadan gelen Andorra’ya bir araba gol atıp yine bir yalancı bahar havası estirilebilir ama grupta zirve mücadelesine girilen Romanya ve Hollanda maçlarında tabelada koca bir sıfır olduğunu unutmamalı. Milli Takım gol atmakta ve gol pozisyonuna girmekte zorlanıyor. Neden ? Gerek Hiddink gerekse de Avcı döneminde milli takım tartışmalarının odağında jenerasyon dönüşümü vardı. Türkiye sürekli olarak bu dönemde gençleştirme operasyonunu ve bu operasyonun merkezindeki gurbetçi futbolcuları tartıştı durdu. Oysa Euro 2008’de genel yaş ortalaması 26.79, maç yaş ortalaması ise 25 olan turnuvanın en genç 5 jenerasyonundan birine sahiptik. Euro 2012’de final oynayan İtalya kadrosunun yaş ortalamasının 28 olduğu düşünülürse, Euro 2008’in üzerinden 3 yıl geçmişken, Hiddink döneminde başlatılan bu geniş kapsamlı dönüşümün gerekliliği tartışmaya fazlasıyla açık. Türkiye genel bir yaşlanma ve jenerasyon sorunundan ziyade spesifik olarak hücum hattını oluşturan oyuncuların birbir çaptan düşmesine ve yerlerine yenilerini koyamamaya çare bulamadı. Euro 2008’de takımın hücum hattını oluşturan ve gol yükünü çeken Nihat, Tuncay, Semih ve Arda dörtlüsünden, bugün ayakta kalan tek isim Arda Turan. Burak Yılmaz ve diğerleri Milli Takım Avcı ve Hiddink bilhassa Nihat ve Tuncay’ın boşluğunu futbol altyapısını yurtdışında almış ya da erken yaşta Avrupa’ya giden genç Türk oyunculardan doldurmaya çalıştı. Tunay Torun, Mehmet Ekici, Sercan Sararer ve Gökhan Töre en sık davet alan isimler oldular. Bu isimlere son kadroda Kerim Frei ve Olcay Şahan da eklendi. HF # 74 Burak Yılmaz bir tarafa, ne içerideki ne de dışarıdaki milli oyuncu havuzu arasında, bu süreçte performansıyla sivrilen bir isim yok. Ligde oynadığı son 2,5 sezonda 97 maçta 71 gol, bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde 8 maçta 8 gol atan Burak’ın ortalaması; Galatasaray’ın efsanevi 1996-2000 döneminde kariyer zirvesini yaşayan Hakan Şükür ile neredeyse aynı. % 2 oranında minicik bir fark söz konusu. Oysa aynı Burak Yılmaz söz konusu Milli Takım olduğunda Hakan Şükür performansından hayli uzakta. 23 maçta sadece 6 gol atabildi. Sorunun Burak’ta değil Milli Takım organizasyonunda ve Burak’a pozisyon hazırlamakla yükümlü arka yapıda olduğu aşikâr. Ofansif kenar problemi Türkiye Milli Takımı sahaya 4-2-3-1 ile yayılıyor. Hiddink döneminde ise 4-3-3 varyantları kullanıldı. İki dizilişin de ortak noktası tek santrfor bulundurması ve hücumda efektif olabilmesi için gole direkt katkı verecek, forvet koşusu yapabilecek kenar oyuncusuna ihtiyaç duyması. Türkiye’nin hücum organizasyonu açısından temel problemi bu eksiklik. En uçtaki Burak’ı destekleyen ve yukarıda bir kısmı listelenen ofansif, yaratıcı kenar rotasyonu tek tek bakıldığında yetenekli ama pekçoğu kendi kulüp takımlarında dahi düzenli oynayamıyor. Olcay Şahan dışındakiler oyununu dripling üstüne kurmuş, kırılgan, pas ve koşu alışkanlığı düşük, üstelik dikkate değer bir performansı olmayan isimler. Tepeden inme, potansiyellerine bakılarak kadroya alınıyorlar. Milli takımda, alt yaş grupları dahil beraber oynama alışkanlıkları da yok. Böyle bir rotasyondan oyunu domine edecek bir tempo ve akıcı hücum çeşitlemeleri beklemek hayalcilik. Erman Kılıç, Hurşut Meriç, Olcan Adın gibiler ise Anadolu’da oynama kurbanı. Kenarlarda Hamit, Caner, Sabri ve muadilleriyle de bu yapının işlemediği aşikâr. Kısacası Türkiye Milli Takımı mevcut kadrosunda Arda Turan dışında 4-2-3-1 ve 4-3-3’te verimli olabilecek, güven aralığı yüksek, istikrarlı, bel bağlanacak ofansif kenar oyuncusu yok. Çare merkeze odaklı bir yapı Abdullah Avcı ya da halefi için bu oyuncu havuzuyla mevcut yapıda ısrar etmek Burak’ı verimsizleştirmek ve başarısızlıktan başka bir şey getirmeyecek. Milli Takım Öte yandan Marco Aurelio’yu Mehmet Aurelio yapacak kadar çaresizleşilen bir dönemin ardından, Türkiye 2000 ve 2002’de çok başarılı olan takımdaki merkez jenerasyonuyla ölçüşebilecek nitelikte bir orta saha rotasyonu yakaladı. HF # 74 Nuri Şahin, Emre Belözoğlu, Hamit Altıntop, Selçuk İnan dörtlüsü hem formda hem de uluslararası deneyime sahip iç oyuncuları. Salih Uçan, Oğuzhan Özyakup, Necip Uysal, Alper Potuk, Soner Aydoğdu, Okay Yokuşlu, Salih Dursun genç yaşlarına rağmen ligin sertliğine ayak uydurmuş ve bu rotasyona rekabet getirecek, entegre edilebilecek, yetenekli, takımlarında rotasyonun önemli parçası olan alternatifleri. Fatih Terim’in geçen sene Galatasaray’da uyguladığı, dar alanda, önde pres yapan 4 merkezli 4-4-2 ya da Sneijder ve Drogba takviyesi sonrası Schalke maçıyla birlikte geçilen 4-1-2-1-2 şablonu Türkiye’nin oyuncu havuzu için de ideal bir seçim olabilir. Burak’ın neredeyse telepatik bir iletişimde olduğu; ancak 4-2-3-1’de genelde Emre – Topal ikilisinden ötürü tercih dışı kalan Selçuk İnan dört merkezli bu yapıda daha çok süre alabilir. Yine Burak’ın performansını doğrudan etkileyen Umut ya da benzeri bir tamamlayıcı için as kadroda bir slot açılmış olur. Arda’nın kaleye yaklaşması da cabası. Geriye bu şablonun amentüsü olan kanat bekleri kalıyor ki, Gökhan Gönül ve Hasan Ali bu dizilişe uyum sağlayabileceklerini ve tüm kulvarı kullanabileceklerini hem tempoları hem de istikrarlarıyla kanıtlamış futbolcular. Türkiye için topu ve alanı dominecek, hücum zenginliği sağlayacak başka bir alternatif ufukta görünmüyor. Uğur Karakullukçu Köyümüze geri dönüyoruz… 16 yıldır kıtanın en iyi takımları arasında yer alan Türkiye, Euro 2016 elemelerinde 4.torba takımı olma riskiyle karşı karşıya… Milli Takım Milli Takım’ın Euro 2008’den bu yana durdurulamaz bir düşüş içinde olduğu, yakın gelecekte de bu düşüşün önünün kesilmesinin güç olduğu herkesin kabulü ama bu sadece zihinsel bir kabulden öte artık somut bir gerçek olarak da karşımızda. HF # 74 Türkiye tarihinin en büyük başarılarından biri olarak görülen ilk Avrupa şampiyonası finalleri biletinin alındığı Euro 96 elemelerine girerken bir 5.torba takımıydık. Önce ağır ağabeyler, sonra diğerlerine göre biraz daha gürbüz olanlar, ondan sonra bir nebze sürpriz yapma ihtimali olanlar ve sonra Türkiye. Avrupa futbol tarihine geçecek en okkalı çıkışlardan birini yakalayıp Euro 96 bileti alan Türkiye, 98 elemelerinde 2. torbayı kıl payı kaçırmış, katılım hakkı kazandığı Euro 2000’in elemelerinden itibaren ise her daim ‘turnuvaya katılması muhtemel takım’ etiketiyle kuralara girmiş ve o sınıfa ait olduğunu istikrarlı bir biçimde ortaya koymuştur. Ta ki bugüne kadar… Kabus yeni başlıyor 2014 Dünya Kupası elemelerine Hollanda ile birlikte ‘muhtemel favori’ olarak giren Türkiye, 16 yıllık mirasını tüketmiş durumda. İlk iki sırayı alan takımların doğrudan katılım göstereceği Euro 2016 ile birlikte ‘En azından düzenli olarak katılabileceğimiz bir turnuva olacak’ diye düşünürken gelinen nokta acı verici. Euro 2016 elemelerinde gruplar belirlenirken takımların 2010 Dünya Kupası Avrupa elemeleri ve finalleri, Euro 2012 elemeleri ve finalleri ile son olarak 2014 Dünya Kupası elemeleri performansları baz alınacak. Dünya Kupası 2010 yolunda toplanan puanların ağırlığı yüzde 20 olarak belirlenirken, Euro 2012 puanları yüzde 40, Dünya Kupası 2014 elemelerinde toplanan puanlar da aynı şekilde yüzde 40 olarak toplam puana etki edecek. Kısacası son üç büyük turnuva performansı üzerinden şekillenen bu sıralamada üçünde de nal toplamış olan Türkiye bırakın 2. torbadaki 16 yıllık yerini korumayı, şu anki puanlamaya göre işler daha kötüye giderse 3. torbadaki mevcut yerini korumakta bile güçlük çekebilir. Kura çekimine 3. torbadan girecek bir Türkiye artık sadece Almanya, Hollanda, İspanya gibi bir devle değil, aynı zamanda İsveç, Çek Cumhuriyeti gibi en az bizim kadar iddialı bir takımla daha boğuşmak zorunda kalacak. Tek teselli üçüncülük ikramiyesi Milli Takım Dünya Kupası elemeleri için geçerli olmasa da en azından bundan böyle 24 takımın katılacağı Avrupa Şampiyonası için şöyle bir şans bulunuyor. Ev sahibi Fransa’nın dışında gruplarını ilk iki sırada bitiren 9 gruptaki 18 takım turnuvaya doğrudan gidecek. En iyi üçüncü de turnuvaya gidecek 20.takım olurken, kalan 8 grup üçüncüsü kendi arasında play-off oynayacak. Türkiye’nin en azından bu yolla turnuvaya gitme şansı bulunuyor ancak Dünya Kupası, Türkiye için uzun yıllar bugünkünden de uzak bir hayal olabilir. HF # 74 Muhtemel Euro 2016 Eleme Torbaları (23 Kasım 2012) SıraTakım Puan 1 İspanya 35507 2 Almanya 33825 3 Hollanda 31781 4İtalya 30463 5 İngiltere 28945 6Rusya 28806 7 Portekiz 27691 8Yunanistan 27520 9Hırvatistan 27381 ------------------------------10 İsveç25988 11 Bosna & Hersek 25195 12Macaristan 24681 13 Çek Cum. 24194 14Danimarka 23919 15İsviçre 23871 16 İrlanda 23533 17Norveç 23421 18 Slovakya 22952 ------------------------------19 İsrail22641 20 Ukrayna 22631 21Belçika 22191 22 Sırbistan 21864 23 Romanya 21701 24 Karadağ 21171 25 Slovenya 20914 26Türkiye 20574 27Belarus 19246 ------------------------------28 Avusturya 19231 29Polonya 19183 30Letonya 18911 31Ermennistan18841 32İskoçya 18653 33 Estonya 18567 34 Finlandiya 18076 35Galler 17811 36 Kuzey İrlanda 17721 Emre Çelik TEKNiK DiREKTÖR DÖNGÜSÜ Milli Takım Milli takımda, özellikle de son 25 yılda, sürekli işleyen bir senaryo mevcut: Turnuva elemeleri öncesi büyük umutlarla gelen isimler; trenin kaçmasının getirdiği hayal kırıklıklarının ardından edilen istifalar veya görevden alınmalar… HF # 74 Türk Milli Takımı’nın son 60 senesinde görev alan teknik direktörlere bakıldığı zaman göze çarpan acı bir gerçek var. Herhangi bir turnuvanın eleme sürecinin başında göreve gelip de bir sonraki turnuva elemelerini tamamlayabilen sadece 4 isim mevcut: Adnan Süvari, Coşkun Özarı, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş. 1968’de Avrupa Şampiyonası Elemeleri öncesi göreve getirilen Adnan Süvari, takımı turnuvaya götürememesine rağmen 1970 Dünya Kupası Elemeleri’nde de takımın başındaydı. Lâkin bu ülkede çekirge üç kere sıçrayamazdı. Ne de olsa yakın sayılabilecek bir geçmişte Sandro Puppo, takımımızı İsviçre’deki Dünya Kupası’na götürmeyi başarmışken hem de... Süvari’nin ardından gelen üç teknik adama bu tölerans tanınmasa da 74 Dünya Kupası Elemeleri öncesi koltuğa oturan Coşkun Özarı’ya da sabredildi. Özarı, 6 maçın 2’sini kazanmış, 2 de beraberlik almıştı ve büyük çerçeveden milli takıma bakılınca bu performans başarısız sayılamazdı. Türkiye, Batı Almanya’da oynanan turnuvayı o dönem yeni yeni ülkemize gelen siyah beyaz televizyonlardan izlemek zorunda kalsa da Özarı sayesinde Euro 76 elemelerine umutla bakmaya başlamıştı. Fakat Milliler, Yugoslavya’ya da gidemedi. Bir üçüncü elemeye - 78 Dünya Kupası - de Özarı ile başlandı ama bu kadarı elbette fazlaydı. Özarı’yı takip eden 15 değişiklikten sadece Sepp Piontek, görev süresinde ikinci yılını aşabildi ama o da ikinci elemelerini tamamlayamadan veda edenlerdendi. Fakat Piontek ile birlikte oluşmaya başlayan ve günümüze kadar devam eden beklentiler öyle bir istikrarla artmaya başladı ki takımı turnuvaya götürme başarısı sergileyen isimleri bile ya kovdurdu ya da kaçırdı. Sepp Piontek: 27 maç, 4 galibiyet, 8 beraberlik, 15 mağlubiyet Milli Takım Yükselirken düşmek: Piontek ile başlayan süreç HF # 74 Milli arenada dönemin Malta’sı kıvamında geçirdiğimiz 60, 70 ve 80’lerin ardından takımın başına Sepp Piontek geçiyor, doğal olarak da Danimarka’nın başında yaptıklarından dolayı beklenti de bir nevi artıyordu. Piontek’in İrlanda ile olan ilk karşılaşmasında Tugay, Hami ve Ogün gibi üç genç isme şans vermesi bir yana bu ısrarını grup maçlarında da sürdürmesi nasıl bir profil sergileyeceğini ortaya koyuyordu. Fakat grubun ilk maçında gelen 5-0’lık İrlanda mağlubiyetinin ardından yapılan “Kadro seçimleri ya tutarsa”, “Tınaz Tırpan’ı arar olduk” ve “Böyle rezillik olmaz” eleştirileri; Piontek için yapılan “bırak geleceği de bugünü kurtar” şeklinde verilen bir ültimatomu andırıyordu . Milli takım, takribi maçlarda bu denli bir farkla mağlup olmadı ama San Marino ve Güney Kıbrıs ile birlikte elemeleri 0 puanla tamamlayan üçüncü takım oldu. Doğal olarak da gazeteler, Piontek’in oynamayan takımının olumsuz istatistiklerini sıralamaya başladı. Fakat zamanında dünyada yılın teknik adamı da seçilen Piontek, ismi sayesinde 94 elemelerinde de takımın başında kalabildi. Polonyalı’nın genç oyuncu aşkı ile henüz takım olamamış bu neslin başarısızlığı da devam etti. Polonya ile oynanan ilk grup maçında 23 yaş ve altında olan tam beş isim 11’deydi ama puan hasretinin sürmesi Piontek’i doğal olarak uçuruma sürükledi. Polonyalı bir de geleceğin takımını kurduğunun üzerinde çok fazla durmayınca eleştiriler çığ gibi büyüdü. Sonunda da resmi maçlarda sadece bir beraberlik alabilen Piontek’in ipi üçüncü senesinde, oluşturduğu yapının başarılarını kendisi tadamadan çekildi. Zaten temellerini attığı kadronun ekmeğini de ardından göreve gelen Fatih Terim yiyecekti. Milli Takım, 1996’da Fatih Terim önderliğinde Ada’ya gidiyordu. Daha önce 9 Avrupa Şampiyonası’na katılamamamızın doğuracağı ve en fazla merak uyandıran sorulardan biri turnuvada neler olacağı idi. Elbette gruptan çıkmamız beklenmiyordu ama gol atamamamızın yerel basında dalga boyutuna ulaşırcasına yer alması da normal değildi. Terim’in Galatasaray aşkı ve milli takımı zirvede bırakma düşüncesi bir yana, turnuva dönüşünde havaalanında yaşanan rötarın neredeyse bütün gazeteler tarafından aşağılayıcı ifadelerle aktarılması da ilerideki süreçte olacakların habercisiydi. Bir bakıma milli takıma yönelik eleştiriler devam ediyor; takım için yapılan elemelerin yüz karası tanımı, turnuvanın yüz karasına evriliyordu. Aslında Euro 96 bileti ile Fatih Hoca bir canavar yaratmıştı lâkin kimse henüz bu canavarın farkında değildi. Terim’in takipçisi Denizli, ilk sınavında Hollanda ve Belçikalı grupta ilk 2’ye girmeyi başaramayıp, Amigo Orhan’dan kafayı yese de takıma sergilettiği futbol sayesinde ikinci kez elemeleri görme şerefine nail oldu. Kolay değildi Türkiye’de bu kadar uzun süre görevde kalmak. Nitekim ondan önce milli takım tarihinde sadece 7 kişi iki seneden daha uzun süre görevde kalabilmişti. Fakat ikinci sınav çok daha zorlu olacaktı. Yerel basına göre artık büyük takım olan Türkler, küçük takımlara karşı motive olamıyordu. Almanya karşısında mağlubiyet alınmamasına rağmen Moldova gibi bir takımı yenememek kabul edilemezdi. Hem Almanya’dan alınan puanın bir anlamı kalmıyor, hem de küçük bir takıma karşı bile takımını zafere ulaştıramayan Denizli’nin teknik direktörlüğü sorgulanıyordu. Fakat playoff sonrası gelen biletle birlikte “İçimizdeki İrlandalıları” eleştiren Denizli, intikâmını acı acı aldı ve arkasına bakmadan yem olmadığı canavardan kaçmayı başardı. Mustafa Denizli: 31 maç, 11 galibiyet, 9 beraberlik, 11 mağlubiyet Milli Takım Canavar Dünya Kupası’yla büyüyor HF # 74 50 sene sonra Türkiye’yi turnuvaya götüren Güneş’e Kosta Rika beraberliğinin ardından, belki de sırf karşı olunduğu için kendi içinde bile çelişen “Yıldıray çok büyük yetenek değil. Ha, kendinden çok güçlü takımlara karşı onun sayesinde topu saklayabilir, topun kaybolmasını önleyebilirsin” eleştirisi bile yapıldı. Bu eleştirilerin bir seviye sonrası ise elbette meşhur kıyafet sorunu ve Şenol Güneş’in aldığı para meselesiydi. Takımın giydiği eşofmanlar için “Dünya Kupası’na mı gidiyorsun, Hacca mı?” gibi benzetmeleri kullanılırken, Dünya Kupası’nın ne olduğunu bilmeyen bir nesli Güney Kore-Japonya’ya götüren Şenol hoca için büyük ve kalın Ersun Yanal: 15 maç, 8 galibiyet, 4 beraberlik, 3 mağlubiyet puntolarla “Güneş 70 bin dolar maaş alıyor” yazan gazeteler bile oldu. Fakat Güneş, daha doğrusu Türkiye şanslıydı. Turnuvanın geri kalanında kura şansının da yardımıyla milli takım tarihin en büyük başarısına imza atarak hakkındaki eleştirileri susturdu. Grup maçlarının ardından yarı finale kadar yükselmesi sayesinde, saha içinden gelen Hakan Şükür ve İlhan Mansız’ı neden birlikte oynatmıyorsun eleştirileri de geçici olarak sustu elbette. Fakat elde edilen üçüncülükle birlikte Şenol Güneş, canavarı inanılmaz bir seviyeye ulaştırdığının farkında da değildi. Meşhur “Çek bi’ Letonya” faciasının ardından herhangi basın açıklaması bile yapmaya tenezzül etmeden Güneş’in kontratını tek taraflı fesheden federasyonun kararı üzerine Trabzonlu teknik adam belki de rahat bir nefes aldı. Zaten hemen hemen değindiği ilk konulardan biri “2004’teki Avrupa Şampiyonası’nın eleme sürecinde, daha gidip gitmeyeceğimiz belli olmadan hedefi turnuva finali koyanlar vardı” sözleriyle beklentirealite oranıydı. Fakat bir bakıma bunun da arkasına sığınmadı değil Şenol Hoca. Elbette final hayaldi ama turnuvaya gidememek de kesinlikle başarısızlıktı. Milli Takım Canavar Güneş ile de yetinmiyor HF # 74 Kendini dev aynasında görme hastalığı Yanal göreve gelmeden devam ediyordu. Medya, ağırlıklı olarak “Bu denli başarılı bir takımı anca tecrübeli bir yabancı kaldırabilir” derken bir bakıma Euro 2004’e gidemeyen oyuncuları aklıyor ve faturayı komple Güneş’e kesiyordu. Ayrıca başarısızlığı da tam anlamıyla irdelemeden “kaza” olarak tanımlayıp gelecek yıllarda 2002’den devam edileceğinin havasını yaratıyordu. Fakat federasyonun tercihi Anadolu kulüplerini uzun yıllar sonra Avrupa arenasına tekrar taşıyan Ersun Yanal olunca, milli takım henüz sahaya çıkmadan “yeterli mi, yetersiz mi” ekseninde başlayan tartışma Yanal’ın ipini çoktan çekmişti. O denli ki dönemin meşhur “Sergen ile Tümer birlikte oynar mı, oynamaz mı” tartışmasını bile gölgede bıraktı. Doğal olarak da Yanal’ın üzerindeki baskı, henüz bir şey kaybedip kazanmadan inanılmaz boyutlara ulaştı. Yanal Fatih Terim: 91 maç, 43 galibiyet, 26 beraberlik, 22 mağlubiyet da bu baskının altında ezildikçe ezildi. Sadece baskı da olmadı Yanal’ın sonunu hazırlayan. Yenemeyeceği düşmanına karşı işi inada bindirip Hakan Şükür konusuna kafayı takıp takımın geri kalanını unutması “tecrübesiz ve genç” ismin görev süresini bir seneyle sınırladı. Federasyon, bir ismi daha kurban verse de Fatih Terim kararıyla bir nebze olsun doğru hamle yapıldı. İşin teknik taktik kısmı bir yana - ki Euro 2008’deki yarı final de bu açından da pozitif bir tercih yapıldığını sergilemekte - daha önce canavarla kapışan Terim’in, eleştirilere karşı sergilediği tavır da canavarın geçici bir süre uykuya yatmasına sebep oldu. Fakat 2010 Dünya Kupası elemelerinde sergilenen kötü futbolun getirisi eleştirilerin de yavaş yavaş ortaya çıkmasına yol açtı. “Sadece çıkın oynayın diyor, takımın bir taktiği falan yok” çerçevesinde eleştirilen Terim de daha önce bu basamaklardan geçmesinin getirdiği tecrübeyle sonunu gördü ve deyim yerindeyse yem olmak yerine çareyi kaçmakta buldu. Hem uçsun, hem kaçsın Terim sonrası ise bir önceki seferden ders çıkarılarak “tecrübesiz ve genç” bir ismin yerine Dünya çapında bir teknik adama başvuruldu. Gelen Hiddink olunca elbette başarı beklentisi kaçınılmazdı. Sadece dönemlik de değil. Kalıcı bir yapıydı beklenen, hem 2012’de Polonya ve Ukrayna’da ortaklaşa düzenlenen turnuvaya katılma isteği hem de gelecek yıllarda daimi bir başarı elde edebilmek için ekol yaratması bekleniyordu Hiddink’ten. Her ne kadar Hiddink’in gelişinin hemen ardından Euro 2008’den dolayı bazı yazarlar “Son dakikaya kadar oyunu bırakmayan bir yapımız, yani ekolümüz var” dese de Hollandalı’dan beklenen ekol sadece mücadele eden bir takım yaratıp bırakması değildi. Gerçi Hiddink ne ekol yaratma işini ne de geleceğin takımını oluşturma meselesini beceremedi. Hatta dönemsel başarısızlığın ardından geleceğin takımını kuruyorum bahanesinin de ardına bol bol saklandı. Milli Takım Hiddink’in bir başka handikapı da Terim, Denizli ve Güneş üçlüsünün aksine, kendisine yöneltilen her türlü eleştiriye karşı savaşmak yerine köşesine çekilmekti. Aslında saha dışından gelen eleştirilere cevabın saha içinde takımının vereceğini de göz ardı ederek çok büyük hata da yapmış oldu bu savaştan kaçarak. Halbuki Güneş ve Denizli’de olduğu gibi takımı turnuvaya taşıyarak rahat nefes alabilirdi ama hataların domino taşı etkisiyle birbirini takip etmesiyle Hiddink’in ikinci Türkiye macerası da hem bizim hem Hollandalı’nın açısından hüsranla sonuçlandı. HF # 74 Uzun lafın kısası Türk Milli Takımı’nın herhangi bir ekolü var mı bilinmez ama teknik direktör istikrarsızlığında tam anlamıyla bir ekol sahibi olduğumuz da gerçek. “Başarı için istikrar şart” tanımlamasını dilimizden düşürmesek de istikrar kavramını çok da doğru anlayabildiğimiz söylenemez. Elbette istikrar için de doğru çalıştırıcıyı bulmak şart ama Süvari, Özarı, Denizli ve Güneş’in dışında, 59 sene boyunca 42 teknik direktör değişikliğine rağmen arada doğru adamların sayısının bu kadar az olması çok da gerçekçi değil. Bir başka ifade ile; ya sabırsızız ya yabancıda doğru seçimi yapamamamızın yanı sıra 60 senede bir elin parmaklarının sayısı kadar kaliteli teknik adam yetiştirebildik, doğru adamı seçemiyoruz ya da doğru hedefleri koymayı bilmiyoruz. Guus Hiddink: 16 maç, 7 galibiyet, 4 beraberlik, 5 mağlubiyet Mustafa Demirtaş TAKIM OYUNUNUN YILDIZI OLCAY ŞAHAN Profil FEDA yılının kendi içinden ürettiği, özgüvenini kazandıkça her geçen gün daha da parıldayan, ‘takımın yıldızı’ değil ama ‘takım oyununun yıldızı’. HF # 74 Üstat Kemal Sunal’ın günde üç öğün seyredilse de bıkılmayacak filmlerinden biri de Meraklı Köfteci’dir. Zühtü, filmin adından da anlaşılacağı üzere meraklı bir köfteci… Ama onun merakı, hep iyi niyetinden ileri gelir. Ama her zaman da işin sonunda başı derde girer… “Her halta maydanoz olmayacağım artık!” diye kendisine söz verse de vazgeçemez huyundan. Bir gün hayatından bezip, kendi mezarını bile kazar… “Zühtü, ne yapıyorsun evladım?” ; “Ooo amirim… Erken geldin ya, daha ölmedim ki…” Beşiktaş’ın Almanya’da ithal “meraklı” sol kanadı Olcay Şahan da o iyi niyetinden çok çekti kimi zaman… Hep doğru yere koşu yaptı; kaçırdı… Ertesi pozisyon yine doğru yerdeydi; kaçırdı… Trabzonspor maçının son dakikasında, helikopterden düşen topu önüne nefis indirdi, ama yine kaçırdı… Bir Fenerbahçe maçında ise yine son dakikada 92 metrelik depara kalkıyordu Olcay. Yılmamıştı, hala meraklı ve iyi niyetliydi… Koştu ve mutlu sona ulaştı! Hak etmişti de… Tıpkı, zorla evlendiği kıza âşık olan ve yine son dakikada da olsa artık ‘rahat bırakılan’ Zühtü gibi… Telaşlı halini bile bozdursan… Aslında o depar, bir Olcay Şahan özetiydi; ‘ekmeğini taştan çıkartmak’ deyiminin, Almanya altyapısında başlayıp ‘futbolculaşan’ hali… Yani, o iyi niyetini biraz ‘Almanlıkla’ harmanlayarak boşa benzin yakmayanlardan. Zira sadece gol pozisyonlarında değil, bu sezon Beşiktaş’ın organize şekilde hücum ettiği, orta sahada iyi paslaştığı her anında mutlaka Olcay Şahan’a rastlarsınız.Onun en gerekli yerlerde topa kendini gösterişi ve asla saklanmayışı; Beşiktaş atakları için hayati önem taşımakta… Hakkında o kadar ‘kaçırdı!’ hikâyesi yazmış olmamıza rağmen; geçtiğimiz sezon en golcü oyuncusunun ancak 11 gole ulaştığı Beşiktaş’ta, şimdiye kadar ‘santrfor olmamasına rağmen’ 9 gol atmış olması, bir diğer Olcay Şahan özeti… “İliklerime kadar titredim” dediği Galatasaray derbisine denk gelen ilk İnönü maçında bile çok faydalıydı; oyunu Beşiktaş adına zenginleştiren adamlardan biriydi ve günü bir de asistle kapatmıştı. Hani en telaşlı halini bile bozdursan, 3 milyon avro edecek bir oyuncu… Tek vuruş ustası Profil Attığı 9 golün 7’sini tek vuruşla yazması ve kalan ikisinde de zaten ceza sahası dışından vurmuş olması; Olcay’ın oyun karakterini net bir şekilde ortaya koyuyor. Direkt sonuca yönelik: al, ver, vur… Kendi söylemine göre bu durum biraz eksiklikti; “Topu bazen daha fazla ayağımda tutmalıyım, sürmeliyim” diyordu katıldığı bir televizyon programında. Evet, hele de takım kopuk oynadığı zaman bu durum bariz eksiklik olarak gözü çarpıyor. Bazen topu önce bir dürtüp, koşu yapan bir arkadaşını bekleyip, daha sonra pasını atması gerekiyor… Ancak ‘doğru’ bir takım içersinde o eksiklik gibi görülen şey, en önemli silahı haline gelebilir. Tıpkı Beşiktaş’ın ilk yarı sonlarında yakaladığı ritimle, çok adamla hücum ettiği dönemlerde olduğu gibi… HF # 74 Ancak topsuz oyunda, özellikle alan savunmasına geçildiği vakit onun aksayan yardımları; en gerçekçi eksik tarafı… Aslında çok koşuyor gibi görünüyor, hücum presi yaptığında oldukça kritik toplar da kapıyor ancak Beşiktaş savunması biraz fazla geriye kaçtığından onun o ‘pres koşuları’, sol bekinin önünü bir hayli boşaltıyor… Yine aynı şekilde “doğru bir takımda” Olcay Şahan’ın yaptığı şey negatif bir etken değildir aslında. Çünkü o doğru takım, özellikle de büyük bir takımsa; zaten savunmayı önde yapmalıdır. Böylelikle savunma da geriye kaçmayacağından, aradaki boşluk hiç doğmamış olacaktır… Hak edilen milli davet Olcay, elbette muhteşem bir oyuncu değil; ama muhteşem bir takım oyuncusu. Belli bir özelliği çok fazla öne çıkmıyor, ama her özellikten biraz biraz var; Matrix’de kendisine ‘karışık kaset’ yüklemiş gibi sanki… Şayet takım doğru, yakın ve hareketli oynarsa; Olcay o takım oyununun yıldızı olabilecek bir oyuncudur. Bu sezon Beşiktaş’ın oynadığı 26 lig maçında da sahaya çıkacak ve sadece birinde sonradan oyuna girip, 25’inde 11 başlayacak kadar istikrarlıdır da… Üzerine rahatlıkla plan yapılabilir. Zaten transferinde de çok etkili olan ve planlarını sürekli onun üstüne kuran, vazgeçmeyen Samet Aybaba da sezon başından beri bunu yapmaktadır. Ve o, kendisinin bu sezon Beşiktaş’a bahşettiği en büyük -belki de tekhediyesidir… Profil Hareketsiz yaşamdan her geçen gün daha fazla kalp krizi tehlikesi yaşan milli takıma da sırf o ‘yerinde duramayan, kovalayan, arayan’ oyun karakteriyle çok şey katabilecek olan Olcay Şahan, uzun zamandır A Milli Takım davetini hak ediyordu. Sercan Sararer’in hazırlık döneminde gösterdiği demo, tam sürüme geçtiğinde aynı randımanı veremeyince; milli takımın soluna yeni bir soluk gerekiyordu. Olcay, skorer kimliği ve de kenardan sürekli hücum koşularıyla santrforuna verdiği destekle; çok önemli bir eksiği giderebilir. Burak ve Burak arkasındaki Arda; Olcay için ne kadar şanssa, Olcay da bu iki yıldız oyuncu için bir o kadar şanstır aslında… Çünkü o, her hangi bir “güzel takım” portresinin tamamlayıcısıdır. HF # 74 Acaip_VF_Smart2_210x297.ai C M Y CM MY CY CMY K 1 07.12.2012 20:43 Salih Demirci YILMAZ VURAL MiLLi TAKIM’A! Profil Şakadan değil, sahiden. Ligin dibindeyken devraldığı Sanica Boru Elazığspor’la bir süredir harikalar yaratan Yılmaz Vural, daha fazla krediyi hak ediyor. HF # 74 Hikâye artık tanıdık. Almanya günlerinin ardından çalışmak için Türkiye’ye dönen Yılmaz Vural, ilkin Malatya’nın yolunu tutar. Tecrübesiz bir diplomalı olarak Özkan Sümer’in yardımcılığıyla başladığı görev, bir süre sonra teknik direktörlüğe dönüşür. 1987 yılı ilkbaharında Sümer’in istifası sonrası birinci adamlığa terfi ettiğinde yaşı henüz 33’tür. O sezon takım ligi 5. sırada bitirirken, Yılmaz Vural ile başlanılan 1987/88 sezonu kulüp tarihine geçer. Her ne kadar Yılmaz Vural, Bursaspor ile oynanan olaylı maçtan sonra istifa etse de takımın finişi 3. sırada görmesinde önemli pay sahibidir. Bu sürpriz başarıya kayıtsız kalınmaz ve takip eden sezonda malum hadise cereyan eder: “1989 yılında Şenes Erzik beni aradı. ‘Evlat biz yarın Milli Takım hocasını açıklayacağız, Milli Takım’da çalışmayı düşünür müsün?’ dedi ve beni İstanbul’a çağırdı. Çok heyecanlanmıştım. Takımımın maçı olduğu için İstanbul’a bir gün geç gittim, o arada Sepp Piontek yeni hoca olarak açıklandı. Bana da Piontek’in yardımcısı olmam teklif edildi. Ama ben ‘Türk antrenörlüğü ile ilgili söylemlerde bulunuyorum. Ne olur beni bağışlayın, ben yabancı bir arkadaşın yardımcısı olamam’ dedim. Ardından Fatih Terim kardeşim bu görevi kabul etti. İyi ki ben kabul etmemişim, Fatih Terim’in önünü açmam nedeniyle Türkiye çok büyük bir antrenör kazandı.” Elazığ hızlı çıkışta Her zaman açık yüreklilik ve cesaretle Milli Takım’ı hak ettiğini söyleyen Yılmaz Vural, en son Sakaryaspor’da bilabedel çalışırken görülmüştü. İmkânsızı denerken yine pozitifti, ama bu kez başaramadı. Öncesindeki Kasımpaşa macerası ise yıllar sonra yeniden İstanbul’da boy göstermesini sağlamış ve onu ülkemiz futbolunun en önde gelen figürlerinden birine dönüştürmüştü. Şimdilerde ise Kasımpaşa’da ve daha önce ne yaptıysa, bir benzerini Elazığ’da gerçekleştiriyor. Sezonun 7. maç haftası geride kaldığında 3 puanla ligin dibinde olan Sanica Boru Elazığspor, yeni yükseldiği Süper Lig’de küme düşmenin en büyük adayı olarak görünüyordu. Sonrasında, Ekim ayı başında Yılmaz Vural’ın göreve gelmesinin ardından ise ligin en başarılı takımlarından biri olmayı başardı. Öyle ki, son 19 maç haftasına bakıldığında lig lideri Galatasaray 36 puan toplarken, Elazığspor 28 puan elde etti. Yenilenen takım ve patlama Profil Bu sezonki ilk galibiyetini Kasım ayında Gençlerbirliği’ne karşı alan Elazığspor, Yılmaz Vural’ın isteği üzerine devre arası geniş bir kadro daha revizyonu gerçekleştirdi. Neredeyse hiçbir oyuncuya bonservis ödenmeden yapılan operasyon sonucu takıma tecrübeli yerliler ve kaliteli yabancılar katıldı. Özellikle Tidiane Sane ve bizzat Bosna&Hersek Milli Takım hocası Saffet Susiç’in önerdiği Ivan Sesar, orta sahaya güç ve teknik beceri katarak takımın çıkışının lokomotifi oldular. Arka tarafta Fabio Bilica takımın liderliğini ele alırken, Adem Alkaşi ve Orhan Ak gibi tecrübeli yerliler de disiplinli ve sağlam bir savunma oluşmasını sağladı. Sezonun ilk 7 haftasında 14 gol yiyen takım, böylelikle son 19 haftada (10 tanesi yalnızca 3 maçta olmak üzere) 23 gol yedi. HF # 74 Hücumda ise gol yükünü 3 oyuncu sırtlandı. Sinan Kaloğlu ve Köksal Yedek 4’er golle önemli katkı yaparken sezon başı Fransa’nın Sochaux takımından transfer edilen genç oyuncu Serdar Gürler, attığı 7 golle yıldızlaştı. Yaratıcı vasfıyla fark yaratan Aydın Karabulut ise takımı rakip kaleye taşıyan adam olarak öne çıktı. Son 4 maçta aldıkları 10 puanla kendileri adına sezonun en formda dönemini yaşarken nihayet düşe hattından kurtuldular. Yine de mücadele henüz bitmiş değil. Fikstürün geri kalanı Gençlerbirliği Kayserispor(D) İBBSpor Galatasaray(D) Karabükspor Mersin İdman Yurdu(D) Gaziantepspor(D) Sivasspor Öte yandan Elazığspor, ligin en çok pas yapan 3. takımı durumunda. Galatasaray ve Fenerbahçe’den sonra ligin topa en çok ve en uzun süre sahip olan Gakkoşlar, oynadıkları akıcı futbolla maçların ve ligin seyri zevkine de katkıda bulunuyorlar. Yılmaz Hoca Milli Takım’a! Elbette tüm bunlar sürpriz değil. Daha önce defalarca gösterdiği üzere Yılmaz Vural, takımlarına öncelikle bir kimlik kazandırıyor. Onun elinin değdiği, manevra şansına sahip olduğu her takım belli bir oyun fikri üzerine futbol oynuyor. Oyuncu niteliğine göre farklar göstermekle birlikte vaktiyle Kasımpaşa da, dramatik şekilde küme düşen Antalyaspor’da bugün Elazığspor’una yakın futbol oynuyorlardı. Bozmaktan önce kurmayı, tempoyu kontrol etmeyi amaçlayan bu fikir, Yılmaz Vural’ı özel ve daima aranan hoca yapan niteliklerden yalnızca biri. Serdar Gürler’in ligimizin yıldızlarından biri olması, hiç kuşkusuz onun sayesinde. Antrenörlükte 27. yılını geçiren Yılmaz Hoca, hep söylediği gibi yine başarılı ve kendisine her mikrofon uzatıldığında bahsettiği üzere Milli Takım’ı istiyor. Bir süredir her şeyi deneyen ama bir türlü muvaffak olamayan Milli Takım’da bir de Yılmaz Vural dönemi yaşansa fena mı olur? Hem bir kereden bir şey olmaz… Devre Arası Transferleri Eren Aydın (Eyüpspor) Profil Emir Kujovic (Kayserispor) HF # 74 Ivan Sesar (Sarajevo) Jake Jervis (Birmingham City) Mehmet Çakır(Karabükspor) Mustafa Sarp (Mersin İdman Yurdu) Roland Alberg (Excelsior) Tidiane Sane (Randers) Tolga Özgen (Kasımpaşa) Salih Demirci Sochaux, Elazığ, İstanbul… Büyüteç Büyüteç’in bu haftaki konuğu, Sanica Boru Elazığspor’un geleceği parlak genç yıldızı Serdar Gürler. Acaba Paris olmadı, İstanbul verelim mi? HF # 74 Sezonun ikinci devresiyle birlikte parlayan Serdar Gürler, Sanica Boru Elazığspor formasıyla çıktığı son 8 maçta 4 gol atarak yıldızlaştı. Orta sahanın sağında, hücuma yönelik kanat oyuncusu olarak oynayan futbolcu, sezon başında Fransa’nın Sochaux kulübünden 400 bin avro karşılığında transfer edilmişti. Yaklaşık 9 yıl bu kulübün bünyesinde futbol oynayan Fransa doğumlu Serdar, 2008 yılından itibaren Sochaux A takımıyla idmanlara çıktı. Nisan 2010’da ilk kez Ligue 1’da forma giyme fırsatı buldu ve aynı sezon, Sochaux U-19 takımının kaptanı olarak Fransa’nın en prestijli gençler turnuvası sayılan Coupe Gambardella’da final oynadı. Bir başka Fransa doğumlu Türk oyuncu olan Mevlüt Erdinç de bu turnuvada Sochaux formasıyla boy göstermiş, sahip olduğu meziyetlerle Fransa Ligue 1’ın aranan oyuncularından biri olmayı başarmıştı. “Biz kulüpteki iki Türk oyuncuyduk. Mevlüt ağabey bana çok sahip çıkıyor ve kolluyordu. 16-17 yaşındayken A takımla idmanlara çıkmaya başlamıştım. O zamanlar bana sürekli tavsiyelerde bulunup göz kulak oluyor ve antrenmanlarda çok yardım ediyordu.” sözleriyle aralarındaki ilişkiden bahseden Serdar, her ne kadar Mevlüt’ün yolundan (önce Paris ve şimdi Rennes) gitmeyi hedef seçtiğini belirtse de işler pek istediği gibi gitmedi. İlk olarak 2011 yazında Samsunspor için Türkiye’ye gelen oyuncu, dönemin antrenörü Vladimir Petkoviç tarafından beğenilmeyince ikinci etap kamp kadrosuna alınmayarak Sochaux’ya geri gönderildi. Nihayetinde geçtiğimiz yaz Elazığspor ile 3 yıllık sözleşme imzaladı ve kariyer yolunu yeniden çizdi. Yılmaz Vural’ın göreve gelişiyle düzenli şekilde forma bulmaya başladı ve meziyetlerini gösterme fırsatı buldu. Beşiktaş ve Galatasaray’ın radarına girdiği iddia edilen 1991 doğumlu genç oyuncunun yeni hedefi, İstanbul’da futbol oynamak. Artıları: Altyapı eğitimini Türkiye’de almış mevkidaşlarına göre futbol eğitimi kaynaklı artıları var. Devamlı hareket halinde ve oyunun içerisinde. Yaratıcı oyuncu olarak etiketlenmesine karşın takım içerisindeki rollerine sadık. Doğru pas atmaktan ziyade doğru yerde pas almayı iyi biliyor ve bu sayede gole kolay ulaşabiliyor. Eksileri: Üst düzey futboldaki kariyeri bu sezonla sınırlı, henüz tecrübesiz... Koordinasyon problemini ancak daha fazla maç oynayarak aşması mümkün, dolayısıyla yüksek hedeflere sahip bir takımın oyuncusu olmak için zamana ihtiyacı var. Ayrıca kendisinin de söylediği üzere maç performansını henüz 90 dakikaya taşıyabilmiş değil. Tempolu bir maçta ikinci devrenin ortalarında oyundan düşüyor, yahut maç içinde dalgalanmalar yaşıyor. Elazığ’da skora katkı verenler Büyüteç OyuncuGol Asist Aydın Karabulut - 7 Serdar Gürler 5 1 Köksal Yedek 4 2 Sinan Kaloğlu 4 2 Adem Alkaşi - 4 HF # 74 Sochaux altyapısından yetişen 21 yaşındaki Serdar Gürler’in Süper Lig’de 5 golü var. Bahsetmeye değer… Tidiane Sane: Elazığspor devre arası adeta düşeş attı, çok iyi bir orta saha oyuncusu kazandı. Yüksek oyun temposu ve güçlü fiziğiyle dikkat çeken Senegalli orta saha, geçtiğimiz kış Bursaspor’dan ayrılan Alfred N’Diaye’a benzer bir etki yarattı. Danimarka’nın Randers kulübünden transfer edilen 1985 doğumlu oyuncu topla yumuşak, ayrıca yere sağlam basıyor. Sol ayağı epey kaliteli, bilhassa hareketli toplara iyi vuruyor. Onun varlığı, belki de Elazığspor’un ligde kalma yolunda en önemli dayanağı. Köksal Yedek: Yıllarını alt liglerde geçirmiş bir oyuncu olan Köksal, nihayet aradığı fırsatı buldu. 1985 doğumlu Nevşehirli oyuncu bu sezon 26 lig maçının tamamında ilk 11’de yer aldı, Fenerbahçe ve Trabzonspor maçlarında attığı gollerle takımın bu iki maçtan toplam 4 puan çıkarmasına önayak oldu. Hücum bölgesinde pozisyon alan defansif vasıfları gelişmiş bir oyuncu olarak hem Bülent Uygun’un, hem de Yılmaz Vural’ın vazgeçilmezi oldu; formayı tapuladı. Emre Özcan JAVIER ZANETTI Profil Geçtiğimiz günlerde 1000. maçına çıkan Javier Zanetti’nin ne zaman futbolu bırakacağını kimse bilmiyor. Lakin bundan kimse de rahatsız değil. HF # 74 “Kontratı imzaladığımda bana bir araba seçmemi söylediler ve ben de BMW istedim. Fakat ilk antrenman öncesinde kendimi biraz garip hissetmeye başlamıştım. Hemen kaptan Giuseppe Bergomi’yi aradım ve eğer mümkünse kendisine arabamı göstermek istediğimi söyledim. Yeni takım arkadaşlarıma kesinlikle yanlış mesaj vermek istemiyordum. Tesislere vardığımdaysa araba parkındaki en çirkin aracın bende olduğunu anladım. Rahatlamıştım.” Inter’e transferi son derece sıradan olan ve tesislere geldiğinde taraftarları bırakın kapı görevlisi tarafından dahi tanınmayan Javier Zanetti’nin 18 yıl sonunda geldiği nokta ‘efsane’ kavramının dahi ötesinde. Bu süreç içerisinde mütevazılığından tek bir gün dahi ödün vermeyen ve 16 kupa kaldıran (15’i kaptanlığında) Zanetti, bundan iki hafta önce 10 Mart günü Bologna’ya karşı Inter’le 600. Serie A maçına çıktı ve kulüp içinde kırdığı tüm rekorlardan sonra gözünü 647 maçlık Paolo Maldini’nin rekoruna dikti. Nam-ı diğer istikrar İtalya’da Maldini’nin, Manchester United’da Scholes ve Giggs’in gittikçe fizikselleşen günün futbolunda gösterdiği çok özel şeylerin Inter şubesi olan Javier Zanetti’yi bu ve diğer birçok isimden ayıransa 39 yaşına gelen oyuncunun kariyerinin hiçbir döneminde Inter’de yedek kulübesini bırakın rotasyon oyuncusu konumuna dahi düşmemesi. Geçen sezon ligde 34 maçta forma giyen (üst üste altıncı 30+ maçlık sezonuydu) kaptan, bu sezon da 29 haftanın 27’sinde Inter formasıyla sahadaydı ve bu seriyi 5 ay sonra 40 yaşını dolduracağı sezonda yediye çıkaracak gibi görünüyor. Oynadığı süre boyunca sadece İtalya’nın değil dünyanın en iyi sağ bek ve hatta üçlü defansta sağ açık oyuncularından biri olarak değerlendirilen Javier Zanetti’nin asıl değeri 30 yaşından sonra anlaşıldı. 35 yaşından sonra da üst düzeyde forma giyen diğer örnekleri gibi çok yönlülüğünü Maicon transferiyle birlikte göstermek durumunda kalan oyuncu, Brezilyalı’nın dünyanın en iyi sağ beki ünvanını kısa bir zaman sonra almasından sonra yedek kulübesine değil de bir süreliğine sol beke gitti ve bu bölgede de iyi performans gösterdi. Sonrasında son yıllarda daima iyi orta sahaların takımı olma özelliğini kazanmış Inter’de üst üste yaşanan sakatlıklarla birlikte bir anda merkez orta saha rolüne soyundu ve oyun aklı, tecrübesi, temiz tekniğiyle burada da gerçek bir performans ortaya koyarak bir anda Inter’in önemli orta saha oyuncularından biri haline geldi. Profil Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında teknik direktörlüğe getirilen Andrea Stramaccioni’den 2 yaş büyük olan Javier Zanetti, takımda genç İtalyan’ın en büyük yardımcısı durumunda. Stramaccioni’nin tekrar düzenli bir şekilde sağ bekte görev verdiği ve ne kondisyonundan, ne de hızından 39 yaşına rağmen hala bir şey kaybetmediğini ortaya koyma fırsatını bir kez daha gösteren Arjantinli’nin, Stramaccioni’yi sürekli överek onu Inter’in geleceği olarak göstermesiyse eğer genç hoca dayanabilirse Zanetti’nin futbolu bırakması sonrasındaki dönem için önemli bir birlikteliğe işaret ediyor olabilir. HF # 74 Oyuncunun milli takım kariyeriyse yine tartışmasız fakat son iki büyük turnuvada yaşananlar ülke gündeminden düşmedi. 145 kez milli olarak Arjantin milli takımı formasını en çok giyen oyuncu olan Zanetti (kendi rekorları içinde oyuncu bunu farklı bir yere koyuyor), son iki dünya kupasında forma giymedi ve tartışmalara neden oldu. Maradona’dan ambargo 2006’da Jose Pekerman tarafından kadroya alınmayan oyuncunun 2010’da Diego Armando Maradona tarafından da Güney Afrika’ya götürülmemesi Arjantin tarihinin en büyüğünü Hala çok dayanıklı “Bir gün ona 50 yaşına kadar futbol oynayacağına dair bir şaka yapmıştım. Ama bugün görüyorum ki o gerçekten 45 yaşına kadar oynayabilir. Kondisyonu 10 yıl öncekinden farklı değil. Maldini gibi o da futbolu ne zaman ve ne şekilde bırakacağına kendi karar verecek. O, süper insan.” Giuseppe Bergomi zor durumda bırakmıştı. Göreve geldikten sonra kaptanlık pazubandını Zanetti’den alarak Javier Mascherano’ya veren Maradona’nın tecrübeli sağ bek yerine şu anda ismini dahi kimsenin hatırlamadığı Ariel Garce’yi seçip bu oyuncuyu hiç oynatmadan sağ bekte natureli sağ açık olan Jonas Gutierrez’i tercih etmesi başarısızlığın ana nedenlerinden biri olarak gösterilmişti. Geleceğin yöneticisi Profil Üst üste iki maç kötü oynadığını 20 yıldır görmedim diyerek tecrübeli futbolcuya övgüler yağdıran Massimo Moratti’nin de Javier Zanetti’yle çok farklı bir ilişkisi var. Moratti’nin kulübü satın alıp başkan olduktan sonra yaptığı ilk transfer olan Zanetti kulüpte petrolcü iş adamıyla hiç sorun yaşamamış olan tek insan olarak tarihe geçebilir. Moratti’nin futbolu bıraktıktan sonra oyuncuyu teknik kadronun da üzerinde kulüpte ikinci adam (ikinci başkan, başkan yardımcısı) olarak düşündüğünü basına açıklaması da bu ikili arasındaki ilişkinin niteliği hakkında fikir verici. Inter’in saha içindeki gerçek lideri sahanın dışındaki komutana dönüşebilir. Kim bilir, belki de son dönemde çok daha ılımlı bir yönetici profili ortaya koymaya başlayan Moratti’nin futbol operasyonları ve Zanetti’yle ilgili çok farklı fikirleri var ama bunların ortaya çıkması için Bergomi’nin söylediği gibi 45 yaşına gelerek bambaşka rekorları parçalayan bir oyuncuyu görmeye ihtiyacımız olabilir. HF # 74 Javier Zanetti’nin Inter Karnesi SezonMaçGol 1995/96392 1996/97504 1997/98412 1998/99504 1999/00432 2000/01340 2001/02442 2002/03531 2003/04510 2004/05490 2005/06390 2006/07501 2007/08511 2008/09510 2009/10550 2010/11522 2011/12450 2012/13410 Total83821 Güner Çalış “Neler getireceğini bilmeden fethettik…” Premier League, en zengin ve en çok izlenen futbol ligi olarak konumunu sağlamlaştırdığı halde neden Avrupa’da başarıdan uzaklaşıyor? Biraz tarih, biraz İngiltere, biraz futbol… I.Bölüm – Tarih cep kitabı İngiltere “Öyle görünüyor ki, dünyanın yarısını fethettik. Neler getireceğinin, ne yaptığımızın farkında olmadan...” HF # 74 Sir John Seeley’nin“The Expansion of England” adlı meşhur denemesi bu bölümle hatırlanır. 1883’de yazılan bu küçük kitapçık, duruluğu ve bahsettiği konu dolayısıyla öylesine ilgi çeker ki,o yıl içinde 10 baskısı yapılır. Tarihi bilimin eleğinden geçirme işi, kuşkusuz bu eserde çağdaşlarına göre daha iyi anlaşılmıştır. Bilimin zihinlerdeki kanaatkâr yeri o vakitlerde günümüzdekinden çok daha yüksekti. Her şeyin bilinerek en sonunda en iyiye ulaşılacağı fikri –bir sonraki yüzyıl bu fikri paramparça edecekti- 19. yüzyılın ruhunu oluşturuyordu. Böylece bilim artık salt ‘bilmek’ten çıkmış, insanların hayatını kolaylaştırmaktan ziyade hüviyetlerini değiştirir bir hal almaya başlamıştı. Her şeyin, daha önce yapılmamış, aklın öncülüğündeki yeni düzenlemelerle daha iyiye gideceği düşünülüyordu. Bu, özellikle İngiltere’de böyleydi. Mutluluk, düzen ve zenginlikle aynı anda anılan 19. yüzyılın süper gücü Viktorya İngiltere’si, bu ‘sürekli daha iyiye gidiş’ ve sözümona ‘öfori’ halinin en tepede yer alan örneğiydi. Fakat 19. yüzyılın son dönemlerinin dikkatli gözlemcileri İngiltere’nin liberal doktrininin tıkandığını ve ülkenin duraklama sürecine girdiğini seziyorlardı. Artık bilimin tarih yazımına el atma sırası gelmişti: Tarihi ne şekilde ele almalıydı? Seeley’nin ses getiren eseri bu soruya cevap arıyordu. Ona göre tarih, bu yüzyılda ortaya çıkan kuru kuruya bilgilerin sıralanması gerektiği şeklindeki inanca –tarihin bu şekilde bilimsel, objektif, saygın bir bilim olacağı düşünülüyordu- sığınmaktan vazgeçip ‘geleceğe yönelik çıkarımlar’ yapmalıydı. Denemesi, yeni yazım tekniğinden bahsediyor ve İngiltere İmparatorluğu’nun gelişimini bu şekilde ele alıyordu. Liberal İngiltere dünyanın tartışmasız en büyük gücü haline gelirken elde ettiği gücün ne anlamlara geleceğini idrak edemiyor, esasında ilgi duymuyordu. Dış etkilere, kendini değiştirmeye kapalıydı ve aslında bu hemen hemen her zaman böyleydi. “Kendimizi Avrupa’nın bir parçası değil, komşusu saymalıyız” diyen Bolingbroke’dan bu yana o kadar da değişmemişlerdi. Onların yaptıklarıyla tüm dünya değişip farklı hallere bürünürken, onlar etrafında olan biteni içselleştirebilmede başarısız oluyorlardı. Neticesinde Tocqueville’in öngörüsü gerçekleşmiş oldu ve bir sonraki yüzyıl Rusya ile Amerika’nın süper güç oluşlarına tanıklık etti. Premier League’in bugün geldiği şirket hâlini ve ancak yabancı hocalarla değişmeye açık yapısını irdelerken İngiliz ruhununbu iki özelliğini ayrıca bir kenara not etmek gerekiyor: Kendilerini irdelemek ve değişmek hususunda ilgisiz olabiliyorlar. Ve fazla liberalce savurganlık ileriye dönük düşüncesizliklere yol açabiliyor. İngiltere II.Bölüm –Futbol, nihayet HF # 74 Girişin elbet bir nedeni vardı. İngiliz futbolunun gittiği yoldan bahseder ve Avrupa’daki keskin düşüşün niçinlerini hissettirmeye çalışırken yolumuzu bu tarihsel motifler ışıklandıracak. Artık tarihçileri bir kenara bırakıp Wenger’e kulak verebiliriz. “Hâlâ İngiltere’nin en güçlü olduğunu söyleyebilirim, çünkü İngiltere’de eğer bir oyuncuyu isterseniz, alıyorsunuz. Böyle bir senaryo geçerli olduğu sürece her zaman Avrupa’nın en güçlüsü olursunuz. Peki oyun açısından Avrupa’nın en iyisi miyiz? İşte bu başka bir soru.” “… Bunu yaparken, ki bu durum –dünyayı fethetmeyi kast ediyor- 18. yüzyılda vuku bulmuştu, hayal gücümüzün veya düşünce yapımızın etkilenmesine izin vermedik. Bizim tarihçilerimizin yanlış yaptığı nokta, İngiltere’nin 18. yüzyıl tarihini İngiltere’de incelemek olmuştur. Bizim 18. yüzyıl tarihimiz Amerika ve Asya’dadır.” İngiltere Çelişki bu noktada başlıyor. Premier League o kadar ekonomi üzerine yoğunlaşmış halde ki, artık başarı kriterleri saha içinden saha dışına kayıyor. Kenny Dalglish’in isteneni veremediği ikinci sezonundaki “…ama harika bir forma anlaşması yaptık” beyanı ve Wenger’in ekonomik yönden güçlü Arsenal’i bu açıdan değerli örnekler. Lakin bunlar, futbol dışı aktörlerin futbol içi aktörlerin üzerine çıkacak ölçüde abartılmasının örnekleri olabilir. Artık belli bir alım gücüne ulaşamayan kulüplerin şampiyonluklar hayal etmesinin dahi yasak olduğu, şampiyonluk hedefi koymanın yabancılar tarafından satın alınmakla şartlandığı bir dönemde, ekonomik gücün uzun vadedeki gelişimi için futbol içi unsurlardan fedakârlıklar yapılabiliyor. Ama bunun bir ortası var ve zaman zaman saha içi yetersizliklerin mazareti, bu uzun vadeli planlar olabiliyor. Pek tabii Wenger’le benzer şeyleri yapmak isteyen, gençlerden feyz alıp başarılı bir ekonomik model hedefleyen Dortmund bugün Şampiyonlar Ligi için gizli favori olarak görülüyor. Bunun için Arsenal’den daha fazla harcamadılar ama Arsenal’den daha iyi bir futbol içi yapılanmaya gittiler. Bu durum çarpıcı, çünkü Arsenal tartışmasız olarak adada bu işlere en fazla kafa yoran kulüp. HF # 74 O hâlde ilk sorunumuzu ortaya koymuş oluyoruz: Bir futbol kulübünü daha iyi, kazanan, stil sahibi hâle getirebilme noktasında; yani oyun dışı değil futbol içi stratejilerde, Premier League geride kalıyor. Arsenal ve Liverpool’u paranın hükmettiği, şaklabanlaştırdığı kulüpler olarak görmek epey yanlış olur. Onlar futbolun gittiği şirketleşmede kendi yerlerini bulmayı ve doğru şekilde demlenmeyi bekliyorlar ama bunu Alman kulüpleri ölçüsünde kusursuz uygulayamadıkları için beklentilerin altında kalıyorlar. Fakat çok değil, 5 sene önceye kadar İngiliz futbolu teknik açıdan bu anlamda geride değildi. 1992’de bir grup İngiliz takımının Premier League’i kurması ve gelirlerini arttırması bugüne gelindiğinde 5 milyar pound’luk bir televizyon geliri anlaşmasına dayandı. Gelecek sene herhangi bir Premier League kulübü sadece bu ligde bulunduğu için en az 60 milyon pound’u cebine koyacak. Daha önceleri de hızlı oyun stili ve kendine has eşsiz kültürüyle İngiltere ligi ayrı bir yerde bulunuyordu; lakin bu ligin kurulmasıyla belki de işin nereye gideceğinin ‘farkında olmadan’ bambaşka bir uluslararası izleyici kitlesine ve güce ulaştılar. Ligin bu anlamda ekonomik gücü artıyor ve örneğin kulüplerin borsaya girişi gibi uygulamalarla bu fikirler destekleniyorken, ithal edilen yabancı hocalar da kaynakları kullanarak İngiliz futbolunu değiştiriyorlardı. Değişmek için yabancılara muhtaçtılar, keza içten gelen bir talep bulunmuyordu. İlk gelen Wenger, 1-0’lık galibiyetleriyle şan salmış Arsenal’i sanat eserine dönüştürdü. En iyi dönemlerinde, sezonu yenilgisiz şampiyon kapattılar. Bir başka Fransız Gerard Houllier Liverpool’la UEFA Kupası’nı kaldırdı. Onları izleyen Mourinho ligde yalnızca 15 gol yiyerek şampiyon oluyor ve Rafa Benitez de Şampiyonlar Ligi’ni kucaklıyordu. Sonra, özellikle son 2-3 sene içinde, bu ölçüde önemli taktisyenlerin, etrafındakileri etkileyen hocaların lige gelişleri azalmaya veya geliş biçimleri değişmeye başladı. İşte bu dönem, artık Premier League yapılanmasının kontrolden çıktığına işaret ediyordu. Mourinho, Benitez gibilerinin zamanında, takımın hocanın istediği doğrultuda şekillendirilmesi için çok daha uygun bir ortam bulunuyordu. Neticesinde bu taktisyenlerin, İngiltere HF # 74 aynı Wenger ve Houllier’de olduğu gibi, getiriliş amaçları bu anlamda yol göstermeleriydi. Para bu doğrultuda harcanıyor ve saha içindeki sağlam,stabilize yapıyla güçlü olmak eş değer kabul ediliyordu. Fakat ligin yabancı yatırımlara açık kapı bırakan kuralları, günden güne artan ekonomik gücü ve pazarlama kapasitesiyle bu yapı değişmeye başladı. Takımları satın alan patronların hemen hepsi futboldan habersiz, sabırsız, başarı bekleyen iş adamları olunca öncelik günlük başarılara verilmeye başlandı ve ortada düzene dair pek bir şey kalmadı. Farklı düşünebilen kulüpler pek azlar, örneğin Tottenham bunlardan biri. Ama sayıları gerçekten az, çünkü yönetim kadroları artık okyanus aşırı sahiplerden oluşuyor ve bunların sayısı arttıkça diğer kulüpler de çözüm yolunu aynı yerde arıyorlar. Yalnız Premier League değil, Premier League’e çıkış platformu olan Championship’te de hemen her ay bir kulüp satın alınıyor ve bu kulüplerde 30 günde bir, 60 günde bir hoca değişiklikleri oluyor. İşte Blackburn, işte Nottingham Forest, işte QPR, işte patronların kulüp renklerini değiştirdiği Cardiff City ve niceleri… Bugün sadece Premier League’de yer alabilmek dahi ciddi ölçüde bir gelir garantisi. Takımlar böylece oyuncağa dönünce, Premier League’in zenginlikleri ve rekabetinden beslenip dünyanın en güçlü takımlarını yaratan hocalar artık buralara gelmiyorlar. Örneğin kim Chelsea’nin başına geçmek ister ki? Ya da hâlihazırda bu kulüpte çalışmamış kaç değerli hoca kaldı? Birbirini etkileyen iki unsur olarak; sabırsız, cüretkar yabancı sahiplerin artışı ve karşılıklı güven, düzen isteyen trend sistemlerin barınamaması, Premier League’in heyecanı ve rekabetinden kaybettirmese de uluslararası arenadaki başarısını ciddi ölçüde etkiliyor. Günden güne artan yeni yatırımlara bakılacak olursa, İngilizler kontrolü kaybetmiş gibiler. Son olarak; “İşler nasıl başka türlü gelişebilirdi?”, bunun da bir açıklamasını yapmak gerek. Keza çok yakında bir örnek var. Mevcut güç olarak değil ama gelişim grafiği yönünden ele alırsak bugün Almanya, İspanya ve İngiltere’den fersah fersah yukarda seyrediyor. O diyarda İngilizlerin öykündüğü hemen her şey doğru bir şekilde yapılmakta. Genç oyuncuların çıkışı, ülkenin değişen olaylara karşı başarılı tepkisi ve kendi içinden yetiştirdiği hocalar bunlardan bir kısmı. İspanya’nın ekonomik zorlukları, İngiltere’ninse yazı boyunca sıraladığımız garabeti durumunda Almanya hem ekonomisini büyütüyor hem de gerek milli takımlar, gerek kulüpler düzeyinde ‘en iyi’ futbolu belirlemeye doğru gidiyor. Almanya’da–Bayer Leverkusen, Hoffenheim gibi birkaç istisna hariç- kulüplerin en az %50 hissesine taraftarın sahip olmasını zorunlu kılan bir kural yer alıyor. Bu kural, kulüpleri yabancı yatırımlara ve olası içini boşaltmalara kapıyor ve olması gerektiği gibi, taraftardaki aidiyet duygusunu pekiştiriyor. Sahalar sürekli dolu ve biletler aynı İngiltere’de eskiden olduğu gibi, ucuz. Kulüpler doğru yönetiliyorlar, gelişmeye, değişmeye açıklar –örneğin Bayern’deki Van Gaal, Hollanda değişimi- ve gerçekten yanlış bir şey yok gibi görünüyor. Guardiola’nın tercihine şaşmamalı, artık yeni trend Almanya. SON 10 SENEDE ŞAMPİYONLAR LİGİ’NDE İNGİLİZ TAKIMLARI İngiltere’yse muhtemelen bir süre daha büyük kulüpler düzeyinde Mancini gibi günü kurtaran pragmatist hocalarla devam edecek; sonra ne olacağıysa büyük muamma. Tek kesin olan uzun bir süre daha dünyanın en keyifli ve zengin ligi olacakları. Arsenal son 16, Chelsea ve Tottenham çeyrek final, Man United final. 2012/13 Chelsea, Man City gruplar; Man United, Arsenal son 16. 2011/12 Man City, Man United gruplar, Arsenal son 16, CHELSEA ŞAMPİYON. 2010/11 2009/10 Liverpool gruplar, Chelsea son 16, Arsenal ve Man United çeyrek final. 2008/09 Liverpool çeyrek final, Arsenal ve Chelsea yarı final, Man United final. 2007/08 Arsenal çeyrek final, Liverpool yarı final, Chelsea final, MAN UNITED ŞAMPİYON. 2006/07 İngiltere Arsenal son 16, Man United ve Chelsea yarı final, Liverpool final. HF # 74 2005/06 Man United gruplar, Liverpool ve Chelsea son 16, Arsenal final. 2004/05 Man United ve Arsenal son 16, Chelsea yarı final, LIVERPOOL ŞAMPİYON. 2003/04 Man United son 16, Arsenal çeyrek final, Chelsea yarı final.