Milli Takım

Transkript

Milli Takım
4
- Sayı 7
22 Mart 2013
TÜRKİYE ACI VATAN
Milli Takım’da yanlış olan ne?
Neden gol atamıyoruz?
Ülke puanındaki büyük tehlike
Yeni ümit Olcay ve fazlası…
Bir başarı öyküsü
Yılmaz Vural
1000 maçın ardından
Javier Zanetti
Şampiyonlar Ligi
ve İngilizler
M
I
T
A
Y
A
H
#74 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editör
Uğur Karakullukçu
Yazarlar
Alper Öcal
Emre Çelik
Emre Özcan
Güner Çalış
İsmail Şayan
Mustafa Demirtaş
Salih Demirci
Milli Takım
A Milli Futbol Takımı hayati öneme sahip Andorra ve Macaristan
maçlarına çıkacak. Dünya Kupası hedefini sürdürmek için Ay
Yıldızlılar’a 6 puan gerekli. Peki bizi bu zor duruma getiren
sebepler nelerdi. Hayatım Futbol 74. sayısında sadece günlük
değil, yılların adım adım geri gidişin sebeplerini ortaya koyuyor.
Oyuncularımız mı yetersiz, yoksa hocalarımız mı yetersiz? Yoksa
sorun sistemin temelinde mi, neresinde?
Bu sayıda ayrıca milli formayı ilk kez giymeye çok yakın olan
Olcay Şahan, sık sık milli takıma düşünülmemesinden dertli
Yılmaz Vural, Elazığspor’un parlayan oyuncusu Serdar Gürler,
yıllar sonra Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline kalamayan İngilizler
ve Inter’de 1000 maçı deviren Javier Zanetti konularımız arasında.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#74
Bu Sayıda
Milli Takım Özel
Yetiştirememek
Eksikler, hatalar, yanlışlar…
Yılmaz Vural
Milli Takım’a!
Çok istiyor, hak ediyor…
Neden gol atamıyoruz?
Gol kısırlığının nedenleri
Köyümüze geri dönüyoruz…
Ülke puanı felaketi yolda
Sochaux, Elazığ,
İstanbul…
Büyüteç’te Elazığ’dan Serdar Gürler var
Teknik direktör döngüsü
Piontek’ten Avcı’ya
milli hocalar
Javier Zanetti
Takım oyununun
yıldızı
En güçlüler ama
en iyiler mi?
Beşiktaşlı Olcay Şahan’ın yükselişinin
perde arkası
Şampiyonlar Ligi’nde İngilizler
dökülürken…
1000 maçın ardından efsaneye
saygı duruşu
Bi’ saniyede değişir dünya,
Vodafone Süper İnternet’le
yakala!
10 MB 3
ABONE SUPER10
100 MB 9
3636
ABONE SUPER100
3636
Paketler vergiler dahil aylık 10 MB/3 TL, 100 MB/9 TL, 250 MB/12 TL, 500 MB/17 TL, 1 GB/21 TL’dir. 250 MB, 500 MB, 1 GB kampanyalı fiyatları 31.03.2013’e kadar geçerlidir. Bu kampanyadan tüm aboneler yararlanabilir.
İlgili paketlerde kotaya ulaşıldığında dönem sonuna kadar internet erişimi kesilir. İnternet erişimini kesmek için bağlantı hızı 1 Kbps’ye düşer. İnternet erişimine devam etmek için ek paket satın alınması gerekir. Bilgi: www.vodafone.com.tr
Ayrıntılı bilgi için: Vodafone Cep Merkezleri | vodafone.com.tr | forum.vodafone.com.tr | facebook.com / VodafoneTR | twitter.com/ VodafoneTR | 444 0 542
Dünya Kupası
2014 DÜNYA KUPASI AVRUPA ELEMELERİ
HF
#
74
Fikstür
22/0319:00 Hırvatistan-Sırbistan
22/03
21:45
Makedonya-Belçika
22/0322:00İskoçya-Galler
26/03
21:30
Sırbistan-İskoçya
26/03
21:45
Belçika-Makedonya
26/03
21:45
Galler-Hırvatistan
Fikstür
22/03
22/03
22/03
26/03
26/03
Fikstür
22/0319:00 Bulgaristan-Malta
22/03
21:30
Çek Cumh.-Danimarka
26/03
18:00
Ermenistan-Çek Cumh.
26/03
21:15
Danimarka-Bulgaristan
26/03
21:45
Malta-İtalya
Fikstür
22/03
17:00
Hollanda-Estonya
22/03
20:15
Andorra-Türkiye
22/03
21:30
Macaristan-Romanya
26/0319:00 Estonya-Andorra
26/0320:30Türkiye-Macaristan
26/03
21:30
Hollanda-Romanya
13:00
13:00
21:45
21:45
21:45
Avusturya-Faroe Adaları
Kazakistan-Almanya
İsveç-İrlanda Cumhuriyeti
Almanya-Kazakistan
İrlanda Cumh.-Avusturya
Fikstür
22/0320:30Liechtenstein-Letonya
22/03
21:10
Slovakya-Litvanya
22/03
21:45
Bosna-Hersek-Yunanistan
Fikstür
22/03
14:45
İsrail-Portekiz
22/03
21:15
Lüksemburg-Azerbaycan
22/03
21:45
Kuzey İrlanda-Rusya
26/0319:00 Azerbaycan-Portekiz
26/03
21:45
Kuzey İrlanda-İsrail
Fikstür
22/03
20:00
San Marino-İngiltere
22/03
21:30
Moldova-Karadağ
22/03
21:45
Polonya-Ukrayna
26/03
21:00
Ukrayna-Moldova
26/03
21:45
Polonya-San Marino
26/0322:00Karadağ-İngiltere
Dünya Kupası
Fikstür
22/0319:00 Slovenya-İzlanda
22/0320:00Norveç-Arnavutluk
22/03
20:00
İsviçre-Güney Kıbrıs
HF
#
74
Fikstür
22/03
21:00
Fransa-Gürcistan
22/03
21:00
İspanya-Finlandiya
26/0322:00Fransa-İspanya
Maracana
İsmail Şayan
Milli Takım
YETİŞTİREMEMEK...
HF
#
74
Eksiklerini Almanya’dan ithal ederek gidermeye çalışan Türkiye, taşıma
suyla değirmeni döndürmeye çalışsa da liglerden, altyapılara birçok yanlışın
yapıldığı aşikâr.
Bir milli takım yazısı yazmanın son yıllardaki en
kolay dönemindeyiz belki de... Şimdiden liderin
9, ikinci ve üçüncünün 6’şar puan gerisindeyiz.
1994 elemelerinden sonra hiç kadar çabuk
havlu atma noktasıyla yüzleşmemiştik. Net bir
biçimde beklenti karşılanamadı. Şu anda kırgın
olmak, yaygara koparmak, çatmak çok kolay.
Sıradaki ilk tökezlemede bu minvalde çok yazı
gelecektir ve doğaldır.
Abdullah Avcı çok umutlu başlamıştı oysa...
Önceki turnuvaya gidemeyişimizin sebebini
teknik direktöre çoktan bağlamış, göndermiş,
kurtulmuştuk. Bu kez iyi bir seçim yapılmıştı.
Hocanın babasının berber dükkanında
röportajlar, fotoğraflar akıllardan çıkmamıştır
henüz. Umut saçıyordu, son Dünya Kupası’nın
üstelik kıta elemelerinde tulum çıkarmış
finalistiyle aynı grupta olmamıza karşın grubu
birinci bitireceğimizi söylüyordu hocamız.
Ama işler hiç de öyle gitmedi. Deplasmandaki
Hollanda yenilgisi anlaşılabilirdi. Estonya
galibiyetiyle havamızı bulur gibi olmuştuk.
Sonra Romanya ve Macaristan yenilgileri çarptı
suratımızda. Açıkçası işimiz mucizelere kaldı.
Veryansın etme hakkımız var.
Avcı’nın gurbetçi oyunculara yönelmesi
yadırganan konulardan biri oldu. Hiddink
döneminde artan bu eğilim artık daha da koyu.
Ligdeki oyunculara yeterince şans vermemesi
açısından eleştirilmeli mi Avcı?
Ocak 2012’de UEFA’nın yayınladığı rapor
aklımızda: Avrupa’da mücadele eden Türk
takımları, Brezilyalıların Avrupa’ya giriş
noktası olan Portekiz’den sonra kendi liginden
yetişen oyuncuları en az oynatan takımlar.
Bizim yabancı sınırlamamız var üstelik, AB
ülkeleri biribirleri arasında oyuncuları sınırsızca
dolaştırabiliyor.
Milli Takım
FIFA ve Neuchatel Üniversitesi’nin ortak
girişimi olan CIES’in Ocak 2013 raporuna
göre ligimiz, Avrupa’nın en yaşlı üçüncü ligi.
Önümüzde yalnızca Güney Kıbrıs ve İtalya var.
2012 raporuyla kıyas, başka bir sonuç daha
çıkarıyor karşımıza: Avrupa’nın 10 büyük ligi
içinde en hızlı yaşlanan lig bizde. Portekiz
ve İtalya gençleşirken Almanya, İngiltere,
Rusya ve İspanya’da kayda değer bir hareket
yok. Bu veri ligimize altyapılardan oyuncu
girişinin yavaşlığına işaret ediyor. Son not
da tamamlayıcı: Avrupa’da İtalyanlardan
sonra kadrolarında altyapısından yetiştirdiği
oyunculara en az yer verenler Türk takımları.
Oyuncuların yalnızca %9,3’ü o kulübün
altyapısından.
HF
#
74
Kadroda bulunan bazı altyapı oyuncuları
“mecburiyetten”. Örneğin, Avrupa kupalarında
mücadele edebilmek için bildirdiğiniz listeye
8 tane altyapı kontenjanı ayırmalısınız.
Bunların en az 4’ü kulübünüzün altyapısından,
kalanları ülkenizdeki herhangi bir altyapıdan
yetişmiş oyuncular olmalı. Bu kontenjan diğer
oyuncularla doldurulamaz. Oysa ligimizdeki
kadrolarda sayı olarak altyapıdan yetişmiş
oyuncu ortalaması 2,4. Kendi liginin pek itibar
etmediği oyunculara milli takım hocasının
farklı bir yaklaşım sergilemesi beklenmeli mi?
Klasik, “yasaklama” mantığıyla gidersek
yabancı sayısını azaltmamız gerekir. Nitekim
bu yolda bir açıklama var. Çözüm olur mu?
Almanya’dan ithal
Bir veri de TFF’den geldi. Federasyonun “Tam
Saha” dergisi Şubat sayısında, 2012 yılında
altyapı milli takımlarına seçilen oyuncular
listelendi. Dikkat çeken ilk şey, 6 oyuncudan
birinin Almanya’dan oluşu. Kalan 10 oyuncunun
biri de diğer Avrupa ülkelerinden. Profesyonel
liglerde 70 kulüp bulunan Türkiye’de genç milli
takımlara Stuttgart’tan daha fazla futbolcu
verebilen kulüp sayısı yalnızca 7. Hertha Berlin
ve Köln’den daha fazla oyuncu gönderen Türk
kulübü sayısıysa 8.
Almanya’da yaşayan Türk sayısının resmi
rakamlara göre 1,6 milyon civarında olduğunu
göz önüne alırsak ortaya şu sonuç çıkıyor: Genç
milli takımlara Almanya, Türkiye’nin 7 katı
verimle oyuncu yetiştiriyor. Eğer gayrıresmi
rakamlara kulak verirsek oran 5 katına
düşmekte.
Bu yaz ülkemizde U-20 Dünya Kupası
düzenlenecek. Geçen yıl U-19 milli takımımıza
kulüplerimiz 55 oyuncu gönderirken Avrupa
kulüpleri 21 oyuncu göndermişler. Özellikle
Almanya’dan katılan oyuncuların, Türk Milli
Takımı tercihini yaptıkları zaman Alman
vatandaşlığını kaybetme açmazları var.
Kulüplerdeki durum da bunlara paralel.
Süper Lig’de yurtdışında yetişmiş Türk
oyuncu sayısı 94. Takım başına 5’ten fazla.
Kulüplerin “gurbetçi oyuncu” kullanma
eğilimi giderek yükseliyor. Aradığı oyuncuyu
içeride bulamayan kulüplerin yabancı sayısı
kontenjanına takılmama çözümü olabilir mi?
Sözleşmeli oyuncularının yarısından fazlası
Türkiye’de yetişmiş takım sayısı yalnızca 4:
Akhisar Belediyespor, Sanica Boru Elazığspor,
Fenerbahçe ve Gaziantepspor.
Bu tesisler Avrupa’da yok!
Yabancı oyuncuların ya da teknik direktörlerin
kulüp tesislerini gezdiğinde bu lafı söyledikleri
haberlerine bolca rastlanır. Saydığımız veriler,
bu tesislerle Avrupa’dakiler arasında ciddi bir
fark olduğunu doğruluyor: Oradakiler üretiyor.
Milli Takım
UEFA’nın Ocak 2011’de yayınladığı raporda,
ülkelere göre UEFA lisanslı antrenör sayıları
var. Türkiye, Rusya ve Almanya’dan sonra
Avrupa’nın en yüksek üçüncü nüfusa sahip
ülkesi ve 70 profesyonel kulüp barındırıyor.
Ama UEFA lisanslı antrenör sayısında 30.
sırada ve Almanya’nın 80’de biri, İtalya’nın
70’te biri, İspanya’nın 60’ta biri, Fransa’nın
40’ta biri düzeyindeyiz. Nüfusu bizim
çeyreğimizden az olan gruptaki rakibimiz
Hollanda’nın ülkemizdekinin 10 katı UEFA
lisanslı antrenörü var 2011 raporuna göre.
Yedide birimiz nüfusa sahip Macaristan’da ise
sayı bizim 5 katımız seviyesinde. Belki tesisler
çok güzel, belki gerçekten eşi yok. Ancak
yapının içini doldurmakta bir sıkıntı var gibi
görünüyor.
HF
#
74
Ekol kokteyli
Futbol her geçen gün takım oyunu olma
yönünü biraz daha geliştiriyor. Bunu
becerebilenle beceremeyen arasında makas
biraz daha açılıyor. Milli takım antrenörlerinin
en büyük sorunlarından birisi de bu. Çalıştıkları
oyuncular ülkelerinin en değerli, en deneyimli
oyuncuları. Ancak saha içindeki birlikteliği
pekiştirmek için zamanları geçmişe göre daha
da yetersizleşmiş durumda. Uzunca bir süredir
milli takımlarda, bir ya da iki takımın temel
iskeletini oluşturduğu bir kadro kurarak bu
sorunu aşmaya çalışma eğilimi var. Benzer
oyunun oynandığı alt yapılarda, ekol sahibi
ülkelerde oyuna başlamış oyuncu toplulukları
bu sorunu daha kolay aşabilirler. Ancak ekolü
olup olmadığı tartışılan bir ülke, bir de farklı
anlayışlarda yetişmiş azımsanmayacak sayıda
oyuncu işin içine dahil olduğunda daha fazla
sendeliyor. Lige egemen oyun anlayışının
milli takımın hedefleriyle uygunluğu ise bir
başka sıkıntı. Takımların çoğunun önceliğinin
“pozisyon vermemek” olduğu temposu
düşük bir ligden istendiği gibi bir milli takım
çıkarabilmek pek kolay değil. Şampiyonluk
adaylarına ve yurtdışındakilere yönelmek belki
biraz da bununla ilintili…
Ancak Anadolu Kulüpleri şampiyonluk
yarışı içindeyken de oyuncularının milli
takım kadrolarına pek davet edilmemesinin
neredeyse geleneğe dönüştüğünü,
Anadolu’dan şampiyon çıkması isteği
söylemde çok yaygınken bu tutumla
oyunculara “büyüklere gitmelisiniz” mesajı
verildiği algısının oluştuğunun altı çizilmeli.
Bu hafta “Anadolu kulüpleri”nin İsveç Milli
Takımı’na bizimkinden daha çok oyuncu
gönderdiği unutulmasın.
Bahsedilen iskelet yöntemini Türkiye geçmişte
uygulamış ve iyi sonuç almıştı. Hâlâ iyi bir
seçenek olarak düşünülebilir. Tabii “neden
bizim oyuncumuz çağrılmadı” feryatları da
yeniden artacaktır.
Milli Takım
Yarına dair
Abdullah Avcı şu anda beklentileri
karşılayamamış durumda. Göreve geldiğinde
sorunların farkındaydı ama birincilik hedefini
koymaktan çekinmedi. Ortada net bir
başarısızlık var. Sorunun bu turnuva ile sınırlı
olmadığı da ortada. Elde oyuncu üretmekte
başarısız olan bir düzen var. Çözümü yurtdışı
destekle bulmak belki genç takımlarda
mümkün ama A Milli seviyesine gelindiğinde
dahil olan etkenler çözümü zorlaştırıyor. İhaleyi
dün Hiddink’in bugün Avcı’nın üzerine yıkmak
bir yere götürmeyecek. Maalesef manzara daha
ciddi, hatta belki göstermekte her daim sıkıntı
çektiğimiz sabrı gerektirecek çözüm yollarını
zorunlu kılıyor.
HF
#
74
Atila Turan
Oğuzhan Özyakup
Milli Takım
Alper Öcal
HF
#
74
NEDEN GOL ATAMIYORUZ
Türkiye’nin başarısız geçen Hiddink ve Avcı döneminde en çok göze batan saha içi problemi
hücumdaki kısır performans. Hiddink döneminde oynanan 12 resmi maçta sadece 13 gol
atılabilmişti. Avcı’nın karnesiyse 4 resmi maçta 4 gol, ki bunların 3 tanesi 5. torbadan gruba
dahil olan Estonya’ya karşı atıldı. Son torbadan gelen Andorra’ya bir araba gol atıp yine bir
yalancı bahar havası estirilebilir ama grupta zirve mücadelesine girilen Romanya ve Hollanda
maçlarında tabelada koca bir sıfır olduğunu unutmamalı.
Milli Takım gol atmakta ve gol pozisyonuna girmekte zorlanıyor. Neden ?
Gerek Hiddink gerekse de Avcı döneminde milli
takım tartışmalarının odağında jenerasyon
dönüşümü vardı. Türkiye sürekli olarak bu
dönemde gençleştirme operasyonunu ve
bu operasyonun merkezindeki gurbetçi
futbolcuları tartıştı durdu. Oysa Euro
2008’de genel yaş ortalaması 26.79, maç yaş
ortalaması ise 25 olan turnuvanın en genç 5
jenerasyonundan birine sahiptik.
Euro 2012’de final oynayan İtalya kadrosunun
yaş ortalamasının 28 olduğu düşünülürse, Euro
2008’in üzerinden 3 yıl geçmişken, Hiddink
döneminde başlatılan bu geniş kapsamlı
dönüşümün gerekliliği tartışmaya fazlasıyla
açık.
Türkiye genel bir yaşlanma ve jenerasyon
sorunundan ziyade spesifik olarak hücum
hattını oluşturan oyuncuların birbir çaptan
düşmesine ve yerlerine yenilerini koyamamaya
çare bulamadı. Euro 2008’de takımın hücum
hattını oluşturan ve gol yükünü çeken Nihat,
Tuncay, Semih ve Arda dörtlüsünden, bugün
ayakta kalan tek isim Arda Turan.
Burak Yılmaz ve diğerleri
Milli Takım
Avcı ve Hiddink bilhassa Nihat ve Tuncay’ın
boşluğunu futbol altyapısını yurtdışında almış
ya da erken yaşta Avrupa’ya giden genç Türk
oyunculardan doldurmaya çalıştı. Tunay Torun,
Mehmet Ekici, Sercan Sararer ve Gökhan Töre
en sık davet alan isimler oldular. Bu isimlere
son kadroda Kerim Frei ve Olcay Şahan da
eklendi.
HF
#
74
Burak Yılmaz bir tarafa, ne içerideki ne de
dışarıdaki milli oyuncu havuzu arasında, bu
süreçte performansıyla sivrilen bir isim yok.
Ligde oynadığı son 2,5 sezonda 97 maçta 71
gol, bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde 8 maçta 8
gol atan Burak’ın ortalaması; Galatasaray’ın
efsanevi 1996-2000 döneminde kariyer
zirvesini yaşayan Hakan Şükür ile neredeyse
aynı. % 2 oranında minicik bir fark söz konusu.
Oysa aynı Burak Yılmaz söz konusu Milli Takım
olduğunda Hakan Şükür performansından hayli
uzakta. 23 maçta sadece 6 gol atabildi.
Sorunun Burak’ta değil Milli Takım
organizasyonunda ve Burak’a pozisyon
hazırlamakla yükümlü arka yapıda olduğu
aşikâr.
Ofansif kenar problemi
Türkiye Milli Takımı sahaya 4-2-3-1 ile yayılıyor.
Hiddink döneminde ise 4-3-3 varyantları
kullanıldı. İki dizilişin de ortak noktası tek
santrfor bulundurması ve hücumda efektif
olabilmesi için gole direkt katkı verecek, forvet
koşusu yapabilecek kenar oyuncusuna ihtiyaç
duyması.
Türkiye’nin hücum organizasyonu açısından
temel problemi bu eksiklik. En uçtaki Burak’ı
destekleyen ve yukarıda bir kısmı listelenen
ofansif, yaratıcı kenar rotasyonu tek tek
bakıldığında yetenekli ama pekçoğu kendi
kulüp takımlarında dahi düzenli oynayamıyor.
Olcay Şahan dışındakiler oyununu dripling
üstüne kurmuş, kırılgan, pas ve koşu
alışkanlığı düşük, üstelik dikkate değer
bir performansı olmayan isimler. Tepeden
inme, potansiyellerine bakılarak kadroya
alınıyorlar. Milli takımda, alt yaş grupları dahil
beraber oynama alışkanlıkları da yok. Böyle
bir rotasyondan oyunu domine edecek bir
tempo ve akıcı hücum çeşitlemeleri beklemek
hayalcilik.
Erman Kılıç, Hurşut Meriç, Olcan Adın gibiler
ise Anadolu’da oynama kurbanı. Kenarlarda
Hamit, Caner, Sabri ve muadilleriyle de bu
yapının işlemediği aşikâr. Kısacası Türkiye Milli
Takımı mevcut kadrosunda Arda Turan dışında
4-2-3-1 ve 4-3-3’te verimli olabilecek, güven
aralığı yüksek, istikrarlı, bel bağlanacak ofansif
kenar oyuncusu yok.
Çare merkeze odaklı bir yapı
Abdullah Avcı ya da halefi için bu oyuncu
havuzuyla mevcut yapıda ısrar etmek Burak’ı
verimsizleştirmek ve başarısızlıktan başka bir
şey getirmeyecek.
Milli Takım
Öte yandan Marco Aurelio’yu Mehmet Aurelio
yapacak kadar çaresizleşilen bir dönemin
ardından, Türkiye 2000 ve 2002’de çok başarılı
olan takımdaki merkez jenerasyonuyla
ölçüşebilecek nitelikte bir orta saha rotasyonu
yakaladı.
HF
#
74
Nuri Şahin, Emre Belözoğlu, Hamit Altıntop,
Selçuk İnan dörtlüsü hem formda hem de
uluslararası deneyime sahip iç oyuncuları. Salih
Uçan, Oğuzhan Özyakup, Necip Uysal, Alper
Potuk, Soner Aydoğdu, Okay Yokuşlu, Salih
Dursun genç yaşlarına rağmen ligin sertliğine
ayak uydurmuş ve bu rotasyona rekabet
getirecek, entegre edilebilecek, yetenekli,
takımlarında rotasyonun önemli parçası olan
alternatifleri.
Fatih Terim’in geçen sene Galatasaray’da
uyguladığı, dar alanda, önde pres yapan 4
merkezli 4-4-2 ya da Sneijder ve Drogba
takviyesi sonrası Schalke maçıyla birlikte
geçilen 4-1-2-1-2 şablonu Türkiye’nin oyuncu
havuzu için de ideal bir seçim olabilir.
Burak’ın neredeyse telepatik bir iletişimde
olduğu; ancak 4-2-3-1’de genelde Emre –
Topal ikilisinden ötürü tercih dışı kalan Selçuk
İnan dört merkezli bu yapıda daha çok süre
alabilir. Yine Burak’ın performansını doğrudan
etkileyen Umut ya da benzeri bir tamamlayıcı
için as kadroda bir slot açılmış olur. Arda’nın
kaleye yaklaşması da cabası.
Geriye bu şablonun amentüsü olan kanat
bekleri kalıyor ki, Gökhan Gönül ve Hasan Ali
bu dizilişe uyum sağlayabileceklerini ve tüm
kulvarı kullanabileceklerini hem tempoları hem
de istikrarlarıyla kanıtlamış futbolcular.
Türkiye için topu ve alanı dominecek, hücum
zenginliği sağlayacak başka bir alternatif
ufukta görünmüyor.
Uğur Karakullukçu
Köyümüze geri dönüyoruz…
16 yıldır kıtanın en iyi takımları arasında yer alan Türkiye, Euro 2016
elemelerinde 4.torba takımı olma riskiyle karşı karşıya…
Milli Takım
Milli Takım’ın Euro 2008’den bu yana
durdurulamaz bir düşüş içinde olduğu, yakın
gelecekte de bu düşüşün önünün kesilmesinin
güç olduğu herkesin kabulü ama bu sadece
zihinsel bir kabulden öte artık somut bir gerçek
olarak da karşımızda.
HF
#
74
Türkiye tarihinin en büyük başarılarından biri
olarak görülen ilk Avrupa şampiyonası finalleri
biletinin alındığı Euro 96 elemelerine girerken
bir 5.torba takımıydık. Önce ağır ağabeyler,
sonra diğerlerine göre biraz daha gürbüz
olanlar, ondan sonra bir nebze sürpriz yapma
ihtimali olanlar ve sonra Türkiye. Avrupa
futbol tarihine geçecek en okkalı çıkışlardan
birini yakalayıp Euro 96 bileti alan Türkiye, 98
elemelerinde 2. torbayı kıl payı kaçırmış, katılım
hakkı kazandığı Euro 2000’in elemelerinden
itibaren ise her daim ‘turnuvaya katılması
muhtemel takım’ etiketiyle kuralara girmiş ve o
sınıfa ait olduğunu istikrarlı bir biçimde ortaya
koymuştur. Ta ki bugüne kadar…
Kabus yeni başlıyor
2014 Dünya Kupası elemelerine Hollanda ile
birlikte ‘muhtemel favori’ olarak giren Türkiye,
16 yıllık mirasını tüketmiş durumda. İlk iki sırayı
alan takımların doğrudan katılım göstereceği
Euro 2016 ile birlikte ‘En azından düzenli olarak
katılabileceğimiz bir turnuva olacak’ diye
düşünürken gelinen nokta acı verici.
Euro 2016 elemelerinde gruplar belirlenirken
takımların 2010 Dünya Kupası Avrupa elemeleri
ve finalleri, Euro 2012 elemeleri ve finalleri
ile son olarak 2014 Dünya Kupası elemeleri
performansları baz alınacak. Dünya Kupası
2010 yolunda toplanan puanların ağırlığı yüzde
20 olarak belirlenirken, Euro 2012 puanları
yüzde 40, Dünya Kupası 2014 elemelerinde
toplanan puanlar da aynı şekilde yüzde 40
olarak toplam puana etki edecek.
Kısacası son üç büyük turnuva performansı
üzerinden şekillenen bu sıralamada üçünde de
nal toplamış olan Türkiye bırakın 2. torbadaki
16 yıllık yerini korumayı, şu anki puanlamaya
göre işler daha kötüye giderse 3. torbadaki
mevcut yerini korumakta bile güçlük çekebilir.
Kura çekimine 3. torbadan girecek bir Türkiye
artık sadece Almanya, Hollanda, İspanya
gibi bir devle değil, aynı zamanda İsveç, Çek
Cumhuriyeti gibi en az bizim kadar iddialı bir
takımla daha boğuşmak zorunda kalacak.
Tek teselli üçüncülük ikramiyesi
Milli Takım
Dünya Kupası elemeleri için geçerli olmasa
da en azından bundan böyle 24 takımın
katılacağı Avrupa Şampiyonası için şöyle bir
şans bulunuyor. Ev sahibi Fransa’nın dışında
gruplarını ilk iki sırada bitiren 9 gruptaki 18
takım turnuvaya doğrudan gidecek. En iyi
üçüncü de turnuvaya gidecek 20.takım olurken,
kalan 8 grup üçüncüsü kendi arasında play-off
oynayacak. Türkiye’nin en azından bu yolla
turnuvaya gitme şansı bulunuyor ancak Dünya
Kupası, Türkiye için uzun yıllar bugünkünden
de uzak bir hayal olabilir.
HF
#
74
Muhtemel Euro 2016 Eleme
Torbaları (23 Kasım 2012)
SıraTakım
Puan
1 İspanya 35507
2 Almanya 33825
3 Hollanda 31781
4İtalya 30463
5 İngiltere 28945
6Rusya 28806
7 Portekiz 27691
8Yunanistan 27520
9Hırvatistan 27381
------------------------------10
İsveç25988
11 Bosna & Hersek 25195
12Macaristan 24681
13 Çek Cum.
24194
14Danimarka 23919
15İsviçre 23871
16 İrlanda 23533
17Norveç 23421
18 Slovakya 22952
------------------------------19
İsrail22641
20 Ukrayna 22631
21Belçika 22191
22 Sırbistan 21864
23 Romanya
21701
24 Karadağ 21171
25 Slovenya 20914
26Türkiye 20574
27Belarus 19246
------------------------------28 Avusturya
19231
29Polonya 19183
30Letonya 18911
31Ermennistan18841
32İskoçya 18653
33 Estonya 18567
34 Finlandiya
18076
35Galler 17811
36 Kuzey İrlanda 17721
Emre Çelik
TEKNiK DiREKTÖR DÖNGÜSÜ
Milli Takım
Milli takımda, özellikle de son 25 yılda, sürekli işleyen bir senaryo mevcut:
Turnuva elemeleri öncesi büyük umutlarla gelen isimler; trenin kaçmasının
getirdiği hayal kırıklıklarının ardından edilen istifalar veya görevden
alınmalar…
HF
#
74
Türk Milli Takımı’nın son 60 senesinde görev
alan teknik direktörlere bakıldığı zaman
göze çarpan acı bir gerçek var. Herhangi bir
turnuvanın eleme sürecinin başında göreve
gelip de bir sonraki turnuva elemelerini
tamamlayabilen sadece 4 isim mevcut: Adnan
Süvari, Coşkun Özarı, Mustafa Denizli ve Şenol
Güneş.
1968’de Avrupa Şampiyonası Elemeleri öncesi
göreve getirilen Adnan Süvari, takımı turnuvaya
götürememesine rağmen 1970 Dünya Kupası
Elemeleri’nde de takımın başındaydı. Lâkin
bu ülkede çekirge üç kere sıçrayamazdı. Ne de
olsa yakın sayılabilecek bir geçmişte Sandro
Puppo, takımımızı İsviçre’deki Dünya Kupası’na
götürmeyi başarmışken hem de... Süvari’nin
ardından gelen üç teknik adama bu tölerans
tanınmasa da 74 Dünya Kupası Elemeleri
öncesi koltuğa oturan Coşkun Özarı’ya da
sabredildi. Özarı, 6 maçın 2’sini kazanmış,
2 de beraberlik almıştı ve büyük çerçeveden
milli takıma bakılınca bu performans başarısız
sayılamazdı. Türkiye, Batı Almanya’da
oynanan turnuvayı o dönem yeni yeni ülkemize
gelen siyah beyaz televizyonlardan izlemek
zorunda kalsa da Özarı sayesinde Euro 76
elemelerine umutla bakmaya başlamıştı.
Fakat Milliler, Yugoslavya’ya da gidemedi. Bir
üçüncü elemeye - 78 Dünya Kupası - de Özarı
ile başlandı ama bu kadarı elbette fazlaydı.
Özarı’yı takip eden 15 değişiklikten sadece Sepp
Piontek, görev süresinde ikinci yılını aşabildi
ama o da ikinci elemelerini tamamlayamadan
veda edenlerdendi. Fakat Piontek ile birlikte
oluşmaya başlayan ve günümüze kadar devam
eden beklentiler öyle bir istikrarla artmaya
başladı ki takımı turnuvaya götürme başarısı
sergileyen isimleri bile ya kovdurdu ya da
kaçırdı.
Sepp Piontek: 27 maç, 4 galibiyet, 8 beraberlik, 15 mağlubiyet
Milli Takım
Yükselirken düşmek:
Piontek ile başlayan süreç
HF
#
74
Milli arenada dönemin Malta’sı kıvamında
geçirdiğimiz 60, 70 ve 80’lerin ardından takımın
başına Sepp Piontek geçiyor, doğal olarak da
Danimarka’nın başında yaptıklarından dolayı
beklenti de bir nevi artıyordu. Piontek’in İrlanda
ile olan ilk karşılaşmasında Tugay, Hami ve
Ogün gibi üç genç isme şans vermesi bir yana
bu ısrarını grup maçlarında da sürdürmesi nasıl
bir profil sergileyeceğini ortaya koyuyordu.
Fakat grubun ilk maçında gelen 5-0’lık İrlanda
mağlubiyetinin ardından yapılan “Kadro
seçimleri ya tutarsa”, “Tınaz Tırpan’ı arar
olduk” ve “Böyle rezillik olmaz” eleştirileri;
Piontek için yapılan “bırak geleceği de bugünü
kurtar” şeklinde verilen bir ültimatomu
andırıyordu . Milli takım, takribi maçlarda bu
denli bir farkla mağlup olmadı ama San Marino
ve Güney Kıbrıs ile birlikte elemeleri 0 puanla
tamamlayan üçüncü takım oldu. Doğal olarak
da gazeteler, Piontek’in oynamayan takımının
olumsuz istatistiklerini sıralamaya başladı.
Fakat zamanında dünyada yılın teknik
adamı da seçilen Piontek, ismi sayesinde 94
elemelerinde de takımın başında kalabildi.
Polonyalı’nın genç oyuncu aşkı ile henüz takım
olamamış bu neslin başarısızlığı da devam
etti. Polonya ile oynanan ilk grup maçında 23
yaş ve altında olan tam beş isim 11’deydi ama
puan hasretinin sürmesi Piontek’i doğal olarak
uçuruma sürükledi. Polonyalı bir de geleceğin
takımını kurduğunun üzerinde çok fazla
durmayınca eleştiriler çığ gibi büyüdü. Sonunda
da resmi maçlarda sadece bir beraberlik
alabilen Piontek’in ipi üçüncü senesinde,
oluşturduğu yapının başarılarını kendisi
tadamadan çekildi. Zaten temellerini attığı
kadronun ekmeğini de ardından göreve gelen
Fatih Terim yiyecekti.
Milli Takım, 1996’da Fatih Terim önderliğinde
Ada’ya gidiyordu. Daha önce 9 Avrupa
Şampiyonası’na katılamamamızın doğuracağı
ve en fazla merak uyandıran sorulardan
biri turnuvada neler olacağı idi. Elbette
gruptan çıkmamız beklenmiyordu ama
gol atamamamızın yerel basında dalga
boyutuna ulaşırcasına yer alması da normal
değildi. Terim’in Galatasaray aşkı ve milli
takımı zirvede bırakma düşüncesi bir yana,
turnuva dönüşünde havaalanında yaşanan
rötarın neredeyse bütün gazeteler tarafından
aşağılayıcı ifadelerle aktarılması da ilerideki
süreçte olacakların habercisiydi. Bir bakıma
milli takıma yönelik eleştiriler devam ediyor;
takım için yapılan elemelerin yüz karası
tanımı, turnuvanın yüz karasına evriliyordu.
Aslında Euro 96 bileti ile Fatih Hoca bir canavar
yaratmıştı lâkin kimse henüz bu canavarın
farkında değildi.
Terim’in takipçisi Denizli, ilk sınavında
Hollanda ve Belçikalı grupta ilk 2’ye girmeyi
başaramayıp, Amigo Orhan’dan kafayı yese
de takıma sergilettiği futbol sayesinde ikinci
kez elemeleri görme şerefine nail oldu. Kolay
değildi Türkiye’de bu kadar uzun süre görevde
kalmak. Nitekim ondan önce milli takım
tarihinde sadece 7 kişi iki seneden daha uzun
süre görevde kalabilmişti. Fakat ikinci sınav
çok daha zorlu olacaktı. Yerel basına göre artık
büyük takım olan Türkler, küçük takımlara
karşı motive olamıyordu. Almanya karşısında
mağlubiyet alınmamasına rağmen Moldova
gibi bir takımı yenememek kabul edilemezdi.
Hem Almanya’dan alınan puanın bir anlamı
kalmıyor, hem de küçük bir takıma karşı bile
takımını zafere ulaştıramayan Denizli’nin
teknik direktörlüğü sorgulanıyordu. Fakat playoff sonrası gelen biletle birlikte “İçimizdeki
İrlandalıları” eleştiren Denizli, intikâmını acı
acı aldı ve arkasına bakmadan yem olmadığı
canavardan kaçmayı başardı.
Mustafa Denizli: 31 maç, 11 galibiyet,
9 beraberlik, 11 mağlubiyet
Milli Takım
Canavar Dünya Kupası’yla büyüyor
HF
#
74
50 sene sonra Türkiye’yi turnuvaya götüren
Güneş’e Kosta Rika beraberliğinin ardından,
belki de sırf karşı olunduğu için kendi içinde
bile çelişen “Yıldıray çok büyük yetenek
değil. Ha, kendinden çok güçlü takımlara
karşı onun sayesinde topu saklayabilir, topun
kaybolmasını önleyebilirsin” eleştirisi bile
yapıldı. Bu eleştirilerin bir seviye sonrası
ise elbette meşhur kıyafet sorunu ve Şenol
Güneş’in aldığı para meselesiydi. Takımın
giydiği eşofmanlar için “Dünya Kupası’na
mı gidiyorsun, Hacca mı?” gibi benzetmeleri
kullanılırken, Dünya Kupası’nın ne olduğunu
bilmeyen bir nesli Güney Kore-Japonya’ya
götüren Şenol hoca için büyük ve kalın
Ersun Yanal: 15 maç, 8 galibiyet,
4 beraberlik, 3 mağlubiyet
puntolarla “Güneş 70 bin dolar maaş alıyor”
yazan gazeteler bile oldu. Fakat Güneş,
daha doğrusu Türkiye şanslıydı. Turnuvanın
geri kalanında kura şansının da yardımıyla
milli takım tarihin en büyük başarısına imza
atarak hakkındaki eleştirileri susturdu.
Grup maçlarının ardından yarı finale kadar
yükselmesi sayesinde, saha içinden gelen
Hakan Şükür ve İlhan Mansız’ı neden birlikte
oynatmıyorsun eleştirileri de geçici olarak sustu
elbette. Fakat elde edilen üçüncülükle birlikte
Şenol Güneş, canavarı inanılmaz bir seviyeye
ulaştırdığının farkında da değildi.
Meşhur “Çek bi’ Letonya” faciasının ardından
herhangi basın açıklaması bile yapmaya
tenezzül etmeden Güneş’in kontratını tek
taraflı fesheden federasyonun kararı üzerine
Trabzonlu teknik adam belki de rahat bir
nefes aldı. Zaten hemen hemen değindiği
ilk konulardan biri “2004’teki Avrupa
Şampiyonası’nın eleme sürecinde, daha gidip
gitmeyeceğimiz belli olmadan hedefi turnuva
finali koyanlar vardı” sözleriyle beklentirealite oranıydı. Fakat bir bakıma bunun da
arkasına sığınmadı değil Şenol Hoca. Elbette
final hayaldi ama turnuvaya gidememek de
kesinlikle başarısızlıktı.
Milli Takım
Canavar Güneş ile de yetinmiyor
HF
#
74
Kendini dev aynasında görme hastalığı
Yanal göreve gelmeden devam ediyordu.
Medya, ağırlıklı olarak “Bu denli başarılı bir
takımı anca tecrübeli bir yabancı kaldırabilir”
derken bir bakıma Euro 2004’e gidemeyen
oyuncuları aklıyor ve faturayı komple Güneş’e
kesiyordu. Ayrıca başarısızlığı da tam anlamıyla
irdelemeden “kaza” olarak tanımlayıp
gelecek yıllarda 2002’den devam edileceğinin
havasını yaratıyordu. Fakat federasyonun
tercihi Anadolu kulüplerini uzun yıllar sonra
Avrupa arenasına tekrar taşıyan Ersun Yanal
olunca, milli takım henüz sahaya çıkmadan
“yeterli mi, yetersiz mi” ekseninde başlayan
tartışma Yanal’ın ipini çoktan çekmişti. O
denli ki dönemin meşhur “Sergen ile Tümer
birlikte oynar mı, oynamaz mı” tartışmasını
bile gölgede bıraktı. Doğal olarak da Yanal’ın
üzerindeki baskı, henüz bir şey kaybedip
kazanmadan inanılmaz boyutlara ulaştı. Yanal
Fatih Terim: 91 maç, 43 galibiyet,
26 beraberlik, 22 mağlubiyet
da bu baskının altında ezildikçe ezildi. Sadece
baskı da olmadı Yanal’ın sonunu hazırlayan.
Yenemeyeceği düşmanına karşı işi inada
bindirip Hakan Şükür konusuna kafayı takıp
takımın geri kalanını unutması “tecrübesiz ve
genç” ismin görev süresini bir seneyle sınırladı.
Federasyon, bir ismi daha kurban verse de
Fatih Terim kararıyla bir nebze olsun doğru
hamle yapıldı. İşin teknik taktik kısmı bir yana
- ki Euro 2008’deki yarı final de bu açından da
pozitif bir tercih yapıldığını sergilemekte - daha
önce canavarla kapışan Terim’in, eleştirilere
karşı sergilediği tavır da canavarın geçici bir
süre uykuya yatmasına sebep oldu. Fakat
2010 Dünya Kupası elemelerinde sergilenen
kötü futbolun getirisi eleştirilerin de yavaş
yavaş ortaya çıkmasına yol açtı. “Sadece çıkın
oynayın diyor, takımın bir taktiği falan yok”
çerçevesinde eleştirilen Terim de daha önce bu
basamaklardan geçmesinin getirdiği tecrübeyle
sonunu gördü ve deyim yerindeyse yem olmak
yerine çareyi kaçmakta buldu.
Hem uçsun, hem kaçsın
Terim sonrası ise bir önceki seferden ders
çıkarılarak “tecrübesiz ve genç” bir ismin yerine
Dünya çapında bir teknik adama başvuruldu.
Gelen Hiddink olunca elbette başarı beklentisi
kaçınılmazdı. Sadece dönemlik de değil. Kalıcı
bir yapıydı beklenen, hem 2012’de Polonya ve
Ukrayna’da ortaklaşa düzenlenen turnuvaya
katılma isteği hem de gelecek yıllarda daimi
bir başarı elde edebilmek için ekol yaratması
bekleniyordu Hiddink’ten. Her ne kadar
Hiddink’in gelişinin hemen ardından Euro
2008’den dolayı bazı yazarlar “Son dakikaya
kadar oyunu bırakmayan bir yapımız, yani
ekolümüz var” dese de Hollandalı’dan
beklenen ekol sadece mücadele eden bir takım
yaratıp bırakması değildi. Gerçi Hiddink ne
ekol yaratma işini ne de geleceğin takımını
oluşturma meselesini beceremedi. Hatta
dönemsel başarısızlığın ardından geleceğin
takımını kuruyorum bahanesinin de ardına bol
bol saklandı.
Milli Takım
Hiddink’in bir başka handikapı da Terim,
Denizli ve Güneş üçlüsünün aksine, kendisine
yöneltilen her türlü eleştiriye karşı savaşmak
yerine köşesine çekilmekti. Aslında saha
dışından gelen eleştirilere cevabın saha
içinde takımının vereceğini de göz ardı
ederek çok büyük hata da yapmış oldu bu
savaştan kaçarak. Halbuki Güneş ve Denizli’de
olduğu gibi takımı turnuvaya taşıyarak rahat
nefes alabilirdi ama hataların domino taşı
etkisiyle birbirini takip etmesiyle Hiddink’in
ikinci Türkiye macerası da hem bizim hem
Hollandalı’nın açısından hüsranla sonuçlandı.
HF
#
74
Uzun lafın kısası Türk Milli Takımı’nın
herhangi bir ekolü var mı bilinmez ama teknik
direktör istikrarsızlığında tam anlamıyla bir
ekol sahibi olduğumuz da gerçek. “Başarı
için istikrar şart” tanımlamasını dilimizden
düşürmesek de istikrar kavramını çok da doğru
anlayabildiğimiz söylenemez. Elbette istikrar
için de doğru çalıştırıcıyı bulmak şart ama
Süvari, Özarı, Denizli ve Güneş’in dışında, 59
sene boyunca 42 teknik direktör değişikliğine
rağmen arada doğru adamların sayısının bu
kadar az olması çok da gerçekçi değil. Bir başka
ifade ile; ya sabırsızız ya yabancıda doğru
seçimi yapamamamızın yanı sıra 60 senede bir
elin parmaklarının sayısı kadar kaliteli teknik
adam yetiştirebildik, doğru adamı seçemiyoruz
ya da doğru hedefleri koymayı bilmiyoruz.
Guus Hiddink: 16 maç, 7 galibiyet,
4 beraberlik, 5 mağlubiyet
Mustafa Demirtaş
TAKIM OYUNUNUN YILDIZI
OLCAY ŞAHAN
Profil
FEDA yılının kendi içinden ürettiği,
özgüvenini kazandıkça her geçen gün
daha da parıldayan, ‘takımın yıldızı’
değil ama ‘takım oyununun yıldızı’.
HF
#
74
Üstat Kemal Sunal’ın günde üç öğün
seyredilse de bıkılmayacak filmlerinden biri de
Meraklı Köfteci’dir. Zühtü, filmin adından da
anlaşılacağı üzere meraklı bir köfteci… Ama
onun merakı, hep iyi niyetinden ileri gelir. Ama
her zaman da işin sonunda başı derde girer…
“Her halta maydanoz olmayacağım artık!” diye
kendisine söz verse de vazgeçemez huyundan.
Bir gün hayatından bezip, kendi mezarını bile
kazar… “Zühtü, ne yapıyorsun evladım?” ; “Ooo
amirim… Erken geldin ya, daha ölmedim ki…”
Beşiktaş’ın Almanya’da ithal “meraklı” sol
kanadı Olcay Şahan da o iyi niyetinden çok
çekti kimi zaman… Hep doğru yere koşu yaptı;
kaçırdı… Ertesi pozisyon yine doğru yerdeydi;
kaçırdı… Trabzonspor maçının son dakikasında,
helikopterden düşen topu önüne nefis indirdi,
ama yine kaçırdı… Bir Fenerbahçe maçında
ise yine son dakikada 92 metrelik depara
kalkıyordu Olcay. Yılmamıştı, hala meraklı ve
iyi niyetliydi… Koştu ve mutlu sona ulaştı! Hak
etmişti de… Tıpkı, zorla evlendiği kıza âşık
olan ve yine son dakikada da olsa artık ‘rahat
bırakılan’ Zühtü gibi…
Telaşlı halini bile bozdursan…
Aslında o depar, bir Olcay Şahan özetiydi;
‘ekmeğini taştan çıkartmak’ deyiminin,
Almanya altyapısında başlayıp ‘futbolculaşan’
hali… Yani, o iyi niyetini biraz ‘Almanlıkla’
harmanlayarak boşa benzin yakmayanlardan.
Zira sadece gol pozisyonlarında değil, bu sezon
Beşiktaş’ın organize şekilde hücum ettiği, orta
sahada iyi paslaştığı her anında mutlaka Olcay
Şahan’a rastlarsınız.Onun en gerekli yerlerde
topa kendini gösterişi ve asla saklanmayışı;
Beşiktaş atakları için hayati önem taşımakta…
Hakkında o kadar ‘kaçırdı!’ hikâyesi yazmış
olmamıza rağmen; geçtiğimiz sezon en golcü
oyuncusunun ancak 11 gole ulaştığı Beşiktaş’ta,
şimdiye kadar ‘santrfor olmamasına rağmen’ 9
gol atmış olması, bir diğer Olcay Şahan özeti…
“İliklerime kadar titredim” dediği Galatasaray
derbisine denk gelen ilk İnönü maçında
bile çok faydalıydı; oyunu Beşiktaş adına
zenginleştiren adamlardan biriydi ve günü bir
de asistle kapatmıştı. Hani en telaşlı halini bile
bozdursan, 3 milyon avro edecek bir oyuncu…
Tek vuruş ustası
Profil
Attığı 9 golün 7’sini tek vuruşla yazması ve
kalan ikisinde de zaten ceza sahası dışından
vurmuş olması; Olcay’ın oyun karakterini
net bir şekilde ortaya koyuyor. Direkt sonuca
yönelik: al, ver, vur… Kendi söylemine göre bu
durum biraz eksiklikti; “Topu bazen daha fazla
ayağımda tutmalıyım, sürmeliyim” diyordu
katıldığı bir televizyon programında. Evet, hele
de takım kopuk oynadığı zaman bu durum
bariz eksiklik olarak gözü çarpıyor. Bazen topu
önce bir dürtüp, koşu yapan bir arkadaşını
bekleyip, daha sonra pasını atması gerekiyor…
Ancak ‘doğru’ bir takım içersinde o eksiklik gibi
görülen şey, en önemli silahı haline gelebilir.
Tıpkı Beşiktaş’ın ilk yarı sonlarında yakaladığı
ritimle, çok adamla hücum ettiği dönemlerde
olduğu gibi…
HF
#
74
Ancak topsuz oyunda, özellikle alan
savunmasına geçildiği vakit onun aksayan
yardımları; en gerçekçi eksik tarafı… Aslında
çok koşuyor gibi görünüyor, hücum presi
yaptığında oldukça kritik toplar da kapıyor
ancak Beşiktaş savunması biraz fazla geriye
kaçtığından onun o ‘pres koşuları’, sol bekinin
önünü bir hayli boşaltıyor… Yine aynı şekilde
“doğru bir takımda” Olcay Şahan’ın yaptığı
şey negatif bir etken değildir aslında. Çünkü o
doğru takım, özellikle de büyük bir takımsa;
zaten savunmayı önde yapmalıdır. Böylelikle
savunma da geriye kaçmayacağından, aradaki
boşluk hiç doğmamış olacaktır…
Hak edilen milli davet
Olcay, elbette muhteşem bir oyuncu değil; ama
muhteşem bir takım oyuncusu. Belli bir özelliği
çok fazla öne çıkmıyor, ama her özellikten biraz
biraz var; Matrix’de kendisine ‘karışık kaset’
yüklemiş gibi sanki… Şayet takım doğru, yakın
ve hareketli oynarsa; Olcay o takım oyununun
yıldızı olabilecek bir oyuncudur. Bu sezon
Beşiktaş’ın oynadığı 26 lig maçında da sahaya
çıkacak ve sadece birinde sonradan oyuna
girip, 25’inde 11 başlayacak kadar istikrarlıdır
da… Üzerine rahatlıkla plan yapılabilir. Zaten
transferinde de çok etkili olan ve planlarını
sürekli onun üstüne kuran, vazgeçmeyen
Samet Aybaba da sezon başından beri bunu
yapmaktadır. Ve o, kendisinin bu sezon
Beşiktaş’a bahşettiği en büyük -belki de tekhediyesidir…
Profil
Hareketsiz yaşamdan her geçen gün daha fazla
kalp krizi tehlikesi yaşan milli takıma da sırf o
‘yerinde duramayan, kovalayan, arayan’ oyun
karakteriyle çok şey katabilecek olan Olcay
Şahan, uzun zamandır A Milli Takım davetini
hak ediyordu. Sercan Sararer’in hazırlık
döneminde gösterdiği demo, tam sürüme
geçtiğinde aynı randımanı veremeyince; milli
takımın soluna yeni bir soluk gerekiyordu.
Olcay, skorer kimliği ve de kenardan sürekli
hücum koşularıyla santrforuna verdiği destekle;
çok önemli bir eksiği giderebilir. Burak ve Burak
arkasındaki Arda; Olcay için ne kadar şanssa,
Olcay da bu iki yıldız oyuncu için bir o kadar
şanstır aslında… Çünkü o, her hangi bir “güzel
takım” portresinin tamamlayıcısıdır.
HF
#
74
Acaip_VF_Smart2_210x297.ai
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
07.12.2012
20:43
Salih Demirci
YILMAZ VURAL
MiLLi TAKIM’A!
Profil
Şakadan değil, sahiden. Ligin
dibindeyken devraldığı Sanica Boru
Elazığspor’la bir süredir harikalar
yaratan Yılmaz Vural, daha fazla krediyi
hak ediyor.
HF
#
74
Hikâye artık tanıdık. Almanya günlerinin
ardından çalışmak için Türkiye’ye dönen
Yılmaz Vural, ilkin Malatya’nın yolunu
tutar. Tecrübesiz bir diplomalı olarak Özkan
Sümer’in yardımcılığıyla başladığı görev, bir
süre sonra teknik direktörlüğe dönüşür. 1987
yılı ilkbaharında Sümer’in istifası sonrası
birinci adamlığa terfi ettiğinde yaşı henüz
33’tür. O sezon takım ligi 5. sırada bitirirken,
Yılmaz Vural ile başlanılan 1987/88 sezonu
kulüp tarihine geçer. Her ne kadar Yılmaz
Vural, Bursaspor ile oynanan olaylı maçtan
sonra istifa etse de takımın finişi 3. sırada
görmesinde önemli pay sahibidir. Bu sürpriz
başarıya kayıtsız kalınmaz ve takip eden
sezonda malum hadise cereyan eder:
“1989 yılında Şenes Erzik beni aradı. ‘Evlat biz
yarın Milli Takım hocasını açıklayacağız, Milli
Takım’da çalışmayı düşünür müsün?’ dedi ve
beni İstanbul’a çağırdı. Çok heyecanlanmıştım.
Takımımın maçı olduğu için İstanbul’a bir
gün geç gittim, o arada Sepp Piontek yeni
hoca olarak açıklandı. Bana da Piontek’in
yardımcısı olmam teklif edildi. Ama ben ‘Türk
antrenörlüğü ile ilgili söylemlerde bulunuyorum.
Ne olur beni bağışlayın, ben yabancı bir
arkadaşın yardımcısı olamam’ dedim. Ardından
Fatih Terim kardeşim bu görevi kabul etti.
İyi ki ben kabul etmemişim, Fatih Terim’in
önünü açmam nedeniyle Türkiye çok büyük bir
antrenör kazandı.”
Elazığ hızlı çıkışta
Her zaman açık yüreklilik ve cesaretle Milli
Takım’ı hak ettiğini söyleyen Yılmaz Vural,
en son Sakaryaspor’da bilabedel çalışırken
görülmüştü. İmkânsızı denerken yine pozitifti,
ama bu kez başaramadı. Öncesindeki
Kasımpaşa macerası ise yıllar sonra yeniden
İstanbul’da boy göstermesini sağlamış ve
onu ülkemiz futbolunun en önde gelen
figürlerinden birine dönüştürmüştü. Şimdilerde
ise Kasımpaşa’da ve daha önce ne yaptıysa, bir
benzerini Elazığ’da gerçekleştiriyor.
Sezonun 7. maç haftası geride kaldığında
3 puanla ligin dibinde olan Sanica Boru
Elazığspor, yeni yükseldiği Süper Lig’de küme
düşmenin en büyük adayı olarak görünüyordu.
Sonrasında, Ekim ayı başında Yılmaz Vural’ın
göreve gelmesinin ardından ise ligin en başarılı
takımlarından biri olmayı başardı. Öyle ki,
son 19 maç haftasına bakıldığında lig lideri
Galatasaray 36 puan toplarken, Elazığspor 28
puan elde etti.
Yenilenen takım ve patlama
Profil
Bu sezonki ilk galibiyetini Kasım ayında
Gençlerbirliği’ne karşı alan Elazığspor, Yılmaz
Vural’ın isteği üzerine devre arası geniş bir
kadro daha revizyonu gerçekleştirdi. Neredeyse
hiçbir oyuncuya bonservis ödenmeden yapılan
operasyon sonucu takıma tecrübeli yerliler ve
kaliteli yabancılar katıldı. Özellikle Tidiane Sane
ve bizzat Bosna&Hersek Milli Takım hocası
Saffet Susiç’in önerdiği Ivan Sesar, orta sahaya
güç ve teknik beceri katarak takımın çıkışının
lokomotifi oldular. Arka tarafta Fabio Bilica
takımın liderliğini ele alırken, Adem Alkaşi
ve Orhan Ak gibi tecrübeli yerliler de disiplinli
ve sağlam bir savunma oluşmasını sağladı.
Sezonun ilk 7 haftasında 14 gol yiyen takım,
böylelikle son 19 haftada (10 tanesi yalnızca 3
maçta olmak üzere) 23 gol yedi.
HF
#
74
Hücumda ise gol yükünü 3 oyuncu sırtlandı.
Sinan Kaloğlu ve Köksal Yedek 4’er golle önemli
katkı yaparken sezon başı Fransa’nın Sochaux
takımından transfer edilen genç oyuncu Serdar
Gürler, attığı 7 golle yıldızlaştı. Yaratıcı vasfıyla
fark yaratan Aydın Karabulut ise takımı rakip
kaleye taşıyan adam olarak öne çıktı. Son
4 maçta aldıkları 10 puanla kendileri adına
sezonun en formda dönemini yaşarken nihayet
düşe hattından kurtuldular. Yine de mücadele
henüz bitmiş değil.
Fikstürün geri kalanı
Gençlerbirliği
Kayserispor(D)
İBBSpor
Galatasaray(D)
Karabükspor
Mersin İdman Yurdu(D)
Gaziantepspor(D)
Sivasspor
Öte yandan Elazığspor, ligin en çok pas
yapan 3. takımı durumunda. Galatasaray ve
Fenerbahçe’den sonra ligin topa en çok ve en
uzun süre sahip olan Gakkoşlar, oynadıkları
akıcı futbolla maçların ve ligin seyri zevkine de
katkıda bulunuyorlar.
Yılmaz Hoca Milli Takım’a!
Elbette tüm bunlar sürpriz değil. Daha önce
defalarca gösterdiği üzere Yılmaz Vural,
takımlarına öncelikle bir kimlik kazandırıyor.
Onun elinin değdiği, manevra şansına
sahip olduğu her takım belli bir oyun fikri
üzerine futbol oynuyor. Oyuncu niteliğine
göre farklar göstermekle birlikte vaktiyle
Kasımpaşa da, dramatik şekilde küme
düşen Antalyaspor’da bugün Elazığspor’una
yakın futbol oynuyorlardı. Bozmaktan önce
kurmayı, tempoyu kontrol etmeyi amaçlayan
bu fikir, Yılmaz Vural’ı özel ve daima aranan
hoca yapan niteliklerden yalnızca biri. Serdar
Gürler’in ligimizin yıldızlarından biri olması, hiç
kuşkusuz onun sayesinde.
Antrenörlükte 27. yılını geçiren Yılmaz Hoca,
hep söylediği gibi yine başarılı ve kendisine her
mikrofon uzatıldığında bahsettiği üzere Milli
Takım’ı istiyor. Bir süredir her şeyi deneyen ama
bir türlü muvaffak olamayan Milli Takım’da bir
de Yılmaz Vural dönemi yaşansa fena mı olur?
Hem bir kereden bir şey olmaz…
Devre Arası Transferleri
Eren Aydın (Eyüpspor)
Profil
Emir Kujovic (Kayserispor)
HF
#
74
Ivan Sesar (Sarajevo)
Jake Jervis (Birmingham City)
Mehmet Çakır(Karabükspor)
Mustafa Sarp (Mersin İdman Yurdu)
Roland Alberg (Excelsior)
Tidiane Sane (Randers)
Tolga Özgen (Kasımpaşa)
Salih Demirci
Sochaux, Elazığ, İstanbul…
Büyüteç
Büyüteç’in bu haftaki konuğu, Sanica Boru Elazığspor’un geleceği parlak genç
yıldızı Serdar Gürler. Acaba Paris olmadı, İstanbul verelim mi?
HF
#
74
Sezonun ikinci devresiyle birlikte parlayan
Serdar Gürler, Sanica Boru Elazığspor
formasıyla çıktığı son 8 maçta 4 gol atarak
yıldızlaştı. Orta sahanın sağında, hücuma
yönelik kanat oyuncusu olarak oynayan
futbolcu, sezon başında Fransa’nın Sochaux
kulübünden 400 bin avro karşılığında transfer
edilmişti.
Yaklaşık 9 yıl bu kulübün bünyesinde futbol
oynayan Fransa doğumlu Serdar, 2008 yılından
itibaren Sochaux A takımıyla idmanlara
çıktı. Nisan 2010’da ilk kez Ligue 1’da forma
giyme fırsatı buldu ve aynı sezon, Sochaux
U-19 takımının kaptanı olarak Fransa’nın
en prestijli gençler turnuvası sayılan Coupe
Gambardella’da final oynadı. Bir başka Fransa
doğumlu Türk oyuncu olan Mevlüt Erdinç de bu
turnuvada Sochaux formasıyla boy göstermiş,
sahip olduğu meziyetlerle Fransa Ligue 1’ın
aranan oyuncularından biri olmayı başarmıştı.
“Biz kulüpteki iki Türk oyuncuyduk. Mevlüt
ağabey bana çok sahip çıkıyor ve kolluyordu.
16-17 yaşındayken A takımla idmanlara
çıkmaya başlamıştım. O zamanlar bana
sürekli tavsiyelerde bulunup göz kulak oluyor
ve antrenmanlarda çok yardım ediyordu.”
sözleriyle aralarındaki ilişkiden bahseden
Serdar, her ne kadar Mevlüt’ün yolundan (önce
Paris ve şimdi Rennes) gitmeyi hedef seçtiğini
belirtse de işler pek istediği gibi gitmedi.
İlk olarak 2011 yazında Samsunspor için Türkiye’ye
gelen oyuncu, dönemin antrenörü Vladimir
Petkoviç tarafından beğenilmeyince ikinci etap
kamp kadrosuna alınmayarak Sochaux’ya geri
gönderildi. Nihayetinde geçtiğimiz yaz Elazığspor
ile 3 yıllık sözleşme imzaladı ve kariyer yolunu
yeniden çizdi. Yılmaz Vural’ın göreve gelişiyle
düzenli şekilde forma bulmaya başladı ve
meziyetlerini gösterme fırsatı buldu. Beşiktaş
ve Galatasaray’ın radarına girdiği iddia edilen
1991 doğumlu genç oyuncunun yeni hedefi,
İstanbul’da futbol oynamak.
Artıları: Altyapı eğitimini Türkiye’de almış
mevkidaşlarına göre futbol eğitimi kaynaklı
artıları var. Devamlı hareket halinde ve
oyunun içerisinde. Yaratıcı oyuncu olarak
etiketlenmesine karşın takım içerisindeki
rollerine sadık. Doğru pas atmaktan ziyade
doğru yerde pas almayı iyi biliyor ve bu sayede
gole kolay ulaşabiliyor.
Eksileri: Üst düzey futboldaki kariyeri
bu sezonla sınırlı, henüz tecrübesiz...
Koordinasyon problemini ancak daha fazla maç
oynayarak aşması mümkün, dolayısıyla yüksek
hedeflere sahip bir takımın oyuncusu olmak
için zamana ihtiyacı var. Ayrıca kendisinin de
söylediği üzere maç performansını henüz 90
dakikaya taşıyabilmiş değil. Tempolu bir maçta
ikinci devrenin ortalarında oyundan düşüyor,
yahut maç içinde dalgalanmalar yaşıyor.
Elazığ’da skora katkı verenler
Büyüteç
OyuncuGol
Asist
Aydın Karabulut
-
7
Serdar Gürler
5 1
Köksal Yedek
4 2
Sinan Kaloğlu
4 2
Adem Alkaşi
-
4
HF
#
74
Sochaux altyapısından yetişen 21 yaşındaki
Serdar Gürler’in Süper Lig’de 5 golü var.
Bahsetmeye değer…
Tidiane Sane: Elazığspor devre arası adeta
düşeş attı, çok iyi bir orta saha oyuncusu
kazandı. Yüksek oyun temposu ve güçlü
fiziğiyle dikkat çeken Senegalli orta saha,
geçtiğimiz kış Bursaspor’dan ayrılan
Alfred N’Diaye’a benzer bir etki yarattı.
Danimarka’nın Randers kulübünden
transfer edilen 1985 doğumlu oyuncu
topla yumuşak, ayrıca yere sağlam basıyor.
Sol ayağı epey kaliteli, bilhassa hareketli
toplara iyi vuruyor. Onun varlığı, belki de
Elazığspor’un ligde kalma yolunda en
önemli dayanağı.
Köksal Yedek: Yıllarını alt liglerde
geçirmiş bir oyuncu olan Köksal, nihayet
aradığı fırsatı buldu. 1985 doğumlu
Nevşehirli oyuncu bu sezon 26 lig
maçının tamamında ilk 11’de yer aldı,
Fenerbahçe ve Trabzonspor maçlarında
attığı gollerle takımın bu iki maçtan
toplam 4 puan çıkarmasına önayak oldu.
Hücum bölgesinde pozisyon alan defansif
vasıfları gelişmiş bir oyuncu olarak hem
Bülent Uygun’un, hem de Yılmaz Vural’ın
vazgeçilmezi oldu; formayı tapuladı.
Emre Özcan
JAVIER
ZANETTI
Profil
Geçtiğimiz günlerde 1000. maçına
çıkan Javier Zanetti’nin ne zaman
futbolu bırakacağını kimse bilmiyor.
Lakin bundan kimse de rahatsız değil.
HF
#
74
“Kontratı imzaladığımda bana bir araba
seçmemi söylediler ve ben de BMW istedim.
Fakat ilk antrenman öncesinde kendimi biraz
garip hissetmeye başlamıştım. Hemen kaptan
Giuseppe Bergomi’yi aradım ve eğer mümkünse
kendisine arabamı göstermek istediğimi
söyledim. Yeni takım arkadaşlarıma kesinlikle
yanlış mesaj vermek istemiyordum. Tesislere
vardığımdaysa araba parkındaki en çirkin aracın
bende olduğunu anladım. Rahatlamıştım.”
Inter’e transferi son derece sıradan olan ve
tesislere geldiğinde taraftarları bırakın kapı
görevlisi tarafından dahi tanınmayan Javier
Zanetti’nin 18 yıl sonunda geldiği nokta
‘efsane’ kavramının dahi ötesinde. Bu süreç
içerisinde mütevazılığından tek bir gün dahi
ödün vermeyen ve 16 kupa kaldıran (15’i
kaptanlığında) Zanetti, bundan iki hafta önce
10 Mart günü Bologna’ya karşı Inter’le 600.
Serie A maçına çıktı ve kulüp içinde kırdığı tüm
rekorlardan sonra gözünü 647 maçlık Paolo
Maldini’nin rekoruna dikti.
Nam-ı diğer istikrar
İtalya’da Maldini’nin, Manchester United’da
Scholes ve Giggs’in gittikçe fizikselleşen günün
futbolunda gösterdiği çok özel şeylerin Inter
şubesi olan Javier Zanetti’yi bu ve diğer birçok
isimden ayıransa 39 yaşına gelen oyuncunun
kariyerinin hiçbir döneminde Inter’de yedek
kulübesini bırakın rotasyon oyuncusu
konumuna dahi düşmemesi. Geçen sezon
ligde 34 maçta forma giyen (üst üste altıncı
30+ maçlık sezonuydu) kaptan, bu sezon da 29
haftanın 27’sinde Inter formasıyla sahadaydı
ve bu seriyi 5 ay sonra 40 yaşını dolduracağı
sezonda yediye çıkaracak gibi görünüyor.
Oynadığı süre boyunca sadece İtalya’nın
değil dünyanın en iyi sağ bek ve hatta üçlü
defansta sağ açık oyuncularından biri olarak
değerlendirilen Javier Zanetti’nin asıl değeri 30
yaşından sonra anlaşıldı. 35 yaşından sonra
da üst düzeyde forma giyen diğer örnekleri
gibi çok yönlülüğünü Maicon transferiyle
birlikte göstermek durumunda kalan oyuncu,
Brezilyalı’nın dünyanın en iyi sağ beki ünvanını
kısa bir zaman sonra almasından sonra yedek
kulübesine değil de bir süreliğine sol beke
gitti ve bu bölgede de iyi performans gösterdi.
Sonrasında son yıllarda daima iyi orta sahaların
takımı olma özelliğini kazanmış Inter’de üst
üste yaşanan sakatlıklarla birlikte bir anda
merkez orta saha rolüne soyundu ve oyun aklı,
tecrübesi, temiz tekniğiyle burada da gerçek
bir performans ortaya koyarak bir anda Inter’in
önemli orta saha oyuncularından biri haline
geldi.
Profil
Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında teknik
direktörlüğe getirilen Andrea Stramaccioni’den
2 yaş büyük olan Javier Zanetti, takımda genç
İtalyan’ın en büyük yardımcısı durumunda.
Stramaccioni’nin tekrar düzenli bir şekilde sağ
bekte görev verdiği ve ne kondisyonundan,
ne de hızından 39 yaşına rağmen hala bir şey
kaybetmediğini ortaya koyma fırsatını bir kez
daha gösteren Arjantinli’nin, Stramaccioni’yi
sürekli överek onu Inter’in geleceği olarak
göstermesiyse eğer genç hoca dayanabilirse
Zanetti’nin futbolu bırakması sonrasındaki
dönem için önemli bir birlikteliğe işaret ediyor
olabilir.
HF
#
74
Oyuncunun milli takım kariyeriyse yine
tartışmasız fakat son iki büyük turnuvada
yaşananlar ülke gündeminden düşmedi.
145 kez milli olarak Arjantin milli takımı
formasını en çok giyen oyuncu olan Zanetti
(kendi rekorları içinde oyuncu bunu farklı bir
yere koyuyor), son iki dünya kupasında forma
giymedi ve tartışmalara neden oldu.
Maradona’dan ambargo
2006’da Jose Pekerman tarafından kadroya
alınmayan oyuncunun 2010’da Diego Armando
Maradona tarafından da Güney Afrika’ya
götürülmemesi Arjantin tarihinin en büyüğünü
Hala çok dayanıklı
“Bir gün ona 50 yaşına kadar futbol
oynayacağına dair bir şaka yapmıştım.
Ama bugün görüyorum ki o gerçekten
45 yaşına kadar oynayabilir. Kondisyonu
10 yıl öncekinden farklı değil. Maldini
gibi o da futbolu ne zaman ve ne şekilde
bırakacağına kendi karar verecek. O, süper
insan.”
Giuseppe Bergomi
zor durumda bırakmıştı. Göreve geldikten
sonra kaptanlık pazubandını Zanetti’den alarak
Javier Mascherano’ya veren Maradona’nın
tecrübeli sağ bek yerine şu anda ismini dahi
kimsenin hatırlamadığı Ariel Garce’yi seçip bu
oyuncuyu hiç oynatmadan sağ bekte natureli
sağ açık olan Jonas Gutierrez’i tercih etmesi
başarısızlığın ana nedenlerinden biri olarak
gösterilmişti.
Geleceğin yöneticisi
Profil
Üst üste iki maç kötü oynadığını 20 yıldır
görmedim diyerek tecrübeli futbolcuya övgüler
yağdıran Massimo Moratti’nin de Javier
Zanetti’yle çok farklı bir ilişkisi var. Moratti’nin
kulübü satın alıp başkan olduktan sonra yaptığı
ilk transfer olan Zanetti kulüpte petrolcü iş
adamıyla hiç sorun yaşamamış olan tek insan
olarak tarihe geçebilir. Moratti’nin futbolu
bıraktıktan sonra oyuncuyu teknik kadronun
da üzerinde kulüpte ikinci adam (ikinci başkan,
başkan yardımcısı) olarak düşündüğünü basına
açıklaması da bu ikili arasındaki ilişkinin niteliği
hakkında fikir verici. Inter’in saha içindeki
gerçek lideri sahanın dışındaki komutana
dönüşebilir. Kim bilir, belki de son dönemde çok
daha ılımlı bir yönetici profili ortaya koymaya
başlayan Moratti’nin futbol operasyonları
ve Zanetti’yle ilgili çok farklı fikirleri var ama
bunların ortaya çıkması için Bergomi’nin
söylediği gibi 45 yaşına gelerek bambaşka
rekorları parçalayan bir oyuncuyu görmeye
ihtiyacımız olabilir.
HF
#
74
Javier Zanetti’nin Inter Karnesi
SezonMaçGol
1995/96392
1996/97504
1997/98412
1998/99504
1999/00432
2000/01340
2001/02442
2002/03531
2003/04510
2004/05490
2005/06390
2006/07501
2007/08511
2008/09510
2009/10550
2010/11522
2011/12450
2012/13410
Total83821
Güner Çalış
“Neler getireceğini bilmeden fethettik…”
Premier League, en zengin ve en çok izlenen futbol ligi olarak konumunu
sağlamlaştırdığı halde neden Avrupa’da başarıdan uzaklaşıyor? Biraz tarih,
biraz İngiltere, biraz futbol…
I.Bölüm – Tarih cep kitabı
İngiltere
“Öyle görünüyor ki, dünyanın yarısını fethettik.
Neler getireceğinin, ne yaptığımızın farkında
olmadan...”
HF
#
74
Sir John Seeley’nin“The Expansion of England”
adlı meşhur denemesi bu bölümle hatırlanır.
1883’de yazılan bu küçük kitapçık, duruluğu ve
bahsettiği konu dolayısıyla öylesine ilgi çeker
ki,o yıl içinde 10 baskısı yapılır. Tarihi bilimin
eleğinden geçirme işi, kuşkusuz bu eserde
çağdaşlarına göre daha iyi anlaşılmıştır.
Bilimin zihinlerdeki kanaatkâr yeri o vakitlerde
günümüzdekinden çok daha yüksekti. Her
şeyin bilinerek en sonunda en iyiye ulaşılacağı
fikri –bir sonraki yüzyıl bu fikri paramparça
edecekti- 19. yüzyılın ruhunu oluşturuyordu.
Böylece bilim artık salt ‘bilmek’ten çıkmış,
insanların hayatını kolaylaştırmaktan
ziyade hüviyetlerini değiştirir bir hal almaya
başlamıştı. Her şeyin, daha önce yapılmamış,
aklın öncülüğündeki yeni düzenlemelerle daha
iyiye gideceği düşünülüyordu.
Bu, özellikle İngiltere’de böyleydi. Mutluluk,
düzen ve zenginlikle aynı anda anılan 19.
yüzyılın süper gücü Viktorya İngiltere’si, bu
‘sürekli daha iyiye gidiş’ ve sözümona ‘öfori’
halinin en tepede yer alan örneğiydi. Fakat 19.
yüzyılın son dönemlerinin dikkatli gözlemcileri
İngiltere’nin liberal doktrininin tıkandığını
ve ülkenin duraklama sürecine girdiğini
seziyorlardı. Artık bilimin tarih yazımına el
atma sırası gelmişti: Tarihi ne şekilde ele
almalıydı?
Seeley’nin ses getiren eseri bu soruya cevap
arıyordu. Ona göre tarih, bu yüzyılda ortaya
çıkan kuru kuruya bilgilerin sıralanması
gerektiği şeklindeki inanca –tarihin bu şekilde
bilimsel, objektif, saygın bir bilim olacağı
düşünülüyordu- sığınmaktan vazgeçip
‘geleceğe yönelik çıkarımlar’ yapmalıydı.
Denemesi, yeni yazım tekniğinden bahsediyor
ve İngiltere İmparatorluğu’nun gelişimini bu
şekilde ele alıyordu.
Liberal İngiltere dünyanın tartışmasız en
büyük gücü haline gelirken elde ettiği gücün
ne anlamlara geleceğini idrak edemiyor,
esasında ilgi duymuyordu. Dış etkilere, kendini
değiştirmeye kapalıydı ve aslında bu hemen
hemen her zaman böyleydi. “Kendimizi
Avrupa’nın bir parçası değil, komşusu
saymalıyız” diyen Bolingbroke’dan bu yana o
kadar da değişmemişlerdi. Onların yaptıklarıyla
tüm dünya değişip farklı hallere bürünürken,
onlar etrafında olan biteni içselleştirebilmede
başarısız oluyorlardı. Neticesinde Tocqueville’in
öngörüsü gerçekleşmiş oldu ve bir sonraki
yüzyıl Rusya ile Amerika’nın süper güç
oluşlarına tanıklık etti.
Premier League’in bugün geldiği şirket
hâlini ve ancak yabancı hocalarla değişmeye
açık yapısını irdelerken İngiliz ruhununbu
iki özelliğini ayrıca bir kenara not etmek
gerekiyor: Kendilerini irdelemek ve değişmek
hususunda ilgisiz olabiliyorlar. Ve fazla liberalce
savurganlık ileriye dönük düşüncesizliklere yol
açabiliyor.
İngiltere
II.Bölüm –Futbol, nihayet
HF
#
74
Girişin elbet bir nedeni vardı. İngiliz futbolunun
gittiği yoldan bahseder ve Avrupa’daki keskin
düşüşün niçinlerini hissettirmeye çalışırken
yolumuzu bu tarihsel motifler ışıklandıracak.
Artık tarihçileri bir kenara bırakıp Wenger’e
kulak verebiliriz.
“Hâlâ İngiltere’nin en güçlü olduğunu
söyleyebilirim, çünkü İngiltere’de eğer bir
oyuncuyu isterseniz, alıyorsunuz. Böyle bir
senaryo geçerli olduğu sürece her zaman
Avrupa’nın en güçlüsü olursunuz. Peki oyun
açısından Avrupa’nın en iyisi miyiz? İşte bu
başka bir soru.”
“… Bunu yaparken, ki bu durum –dünyayı
fethetmeyi kast ediyor- 18. yüzyılda vuku
bulmuştu, hayal gücümüzün veya düşünce
yapımızın etkilenmesine izin vermedik.
Bizim tarihçilerimizin yanlış yaptığı nokta,
İngiltere’nin 18. yüzyıl tarihini İngiltere’de
incelemek olmuştur. Bizim 18. yüzyıl
tarihimiz Amerika ve Asya’dadır.”
İngiltere
Çelişki bu noktada başlıyor. Premier League
o kadar ekonomi üzerine yoğunlaşmış halde
ki, artık başarı kriterleri saha içinden saha
dışına kayıyor. Kenny Dalglish’in isteneni
veremediği ikinci sezonundaki “…ama harika
bir forma anlaşması yaptık” beyanı ve
Wenger’in ekonomik yönden güçlü Arsenal’i
bu açıdan değerli örnekler. Lakin bunlar,
futbol dışı aktörlerin futbol içi aktörlerin
üzerine çıkacak ölçüde abartılmasının
örnekleri olabilir. Artık belli bir alım gücüne
ulaşamayan kulüplerin şampiyonluklar hayal
etmesinin dahi yasak olduğu, şampiyonluk
hedefi koymanın yabancılar tarafından satın
alınmakla şartlandığı bir dönemde, ekonomik
gücün uzun vadedeki gelişimi için futbol içi
unsurlardan fedakârlıklar yapılabiliyor. Ama
bunun bir ortası var ve zaman zaman saha içi
yetersizliklerin mazareti, bu uzun vadeli planlar
olabiliyor. Pek tabii Wenger’le benzer şeyleri
yapmak isteyen, gençlerden feyz alıp başarılı
bir ekonomik model hedefleyen Dortmund
bugün Şampiyonlar Ligi için gizli favori olarak
görülüyor. Bunun için Arsenal’den daha fazla
harcamadılar ama Arsenal’den daha iyi bir
futbol içi yapılanmaya gittiler. Bu durum
çarpıcı, çünkü Arsenal tartışmasız olarak adada
bu işlere en fazla kafa yoran kulüp.
HF
#
74
O hâlde ilk sorunumuzu ortaya koymuş
oluyoruz: Bir futbol kulübünü daha iyi,
kazanan, stil sahibi hâle getirebilme
noktasında; yani oyun dışı değil futbol içi
stratejilerde, Premier League geride kalıyor.
Arsenal ve Liverpool’u paranın hükmettiği,
şaklabanlaştırdığı kulüpler olarak görmek
epey yanlış olur. Onlar futbolun gittiği
şirketleşmede kendi yerlerini bulmayı ve
doğru şekilde demlenmeyi bekliyorlar ama
bunu Alman kulüpleri ölçüsünde kusursuz
uygulayamadıkları için beklentilerin altında
kalıyorlar. Fakat çok değil, 5 sene önceye kadar
İngiliz futbolu teknik açıdan bu anlamda geride
değildi.
1992’de bir grup İngiliz takımının Premier
League’i kurması ve gelirlerini arttırması
bugüne gelindiğinde 5 milyar pound’luk
bir televizyon geliri anlaşmasına dayandı.
Gelecek sene herhangi bir Premier League
kulübü sadece bu ligde bulunduğu için en
az 60 milyon pound’u cebine koyacak. Daha
önceleri de hızlı oyun stili ve kendine has
eşsiz kültürüyle İngiltere ligi ayrı bir yerde
bulunuyordu; lakin bu ligin kurulmasıyla belki
de işin nereye gideceğinin ‘farkında olmadan’
bambaşka bir uluslararası izleyici kitlesine ve
güce ulaştılar. Ligin bu anlamda ekonomik
gücü artıyor ve örneğin kulüplerin borsaya girişi
gibi uygulamalarla bu fikirler destekleniyorken,
ithal edilen yabancı hocalar da kaynakları
kullanarak İngiliz futbolunu değiştiriyorlardı.
Değişmek için yabancılara muhtaçtılar, keza
içten gelen bir talep bulunmuyordu.
İlk gelen Wenger, 1-0’lık galibiyetleriyle şan
salmış Arsenal’i sanat eserine dönüştürdü.
En iyi dönemlerinde, sezonu yenilgisiz
şampiyon kapattılar. Bir başka Fransız Gerard
Houllier Liverpool’la UEFA Kupası’nı kaldırdı.
Onları izleyen Mourinho ligde yalnızca 15 gol
yiyerek şampiyon oluyor ve Rafa Benitez de
Şampiyonlar Ligi’ni kucaklıyordu. Sonra,
özellikle son 2-3 sene içinde, bu ölçüde önemli
taktisyenlerin, etrafındakileri etkileyen
hocaların lige gelişleri azalmaya veya geliş
biçimleri değişmeye başladı. İşte bu dönem,
artık Premier League yapılanmasının
kontrolden çıktığına işaret ediyordu.
Mourinho, Benitez gibilerinin zamanında,
takımın hocanın istediği doğrultuda
şekillendirilmesi için çok daha uygun bir ortam
bulunuyordu. Neticesinde bu taktisyenlerin,
İngiltere
HF
#
74
aynı Wenger ve Houllier’de olduğu gibi, getiriliş
amaçları bu anlamda yol göstermeleriydi. Para
bu doğrultuda harcanıyor ve saha içindeki
sağlam,stabilize yapıyla güçlü olmak eş değer
kabul ediliyordu. Fakat ligin yabancı yatırımlara
açık kapı bırakan kuralları, günden güne artan
ekonomik gücü ve pazarlama kapasitesiyle bu
yapı değişmeye başladı. Takımları satın alan
patronların hemen hepsi futboldan habersiz,
sabırsız, başarı bekleyen iş adamları olunca
öncelik günlük başarılara verilmeye başlandı
ve ortada düzene dair pek bir şey kalmadı.
Farklı düşünebilen kulüpler pek azlar, örneğin
Tottenham bunlardan biri. Ama sayıları
gerçekten az, çünkü yönetim kadroları artık
okyanus aşırı sahiplerden oluşuyor ve bunların
sayısı arttıkça diğer kulüpler de çözüm yolunu
aynı yerde arıyorlar. Yalnız Premier League
değil, Premier League’e çıkış platformu olan
Championship’te de hemen her ay bir kulüp
satın alınıyor ve bu kulüplerde 30 günde bir,
60 günde bir hoca değişiklikleri oluyor. İşte
Blackburn, işte Nottingham Forest, işte QPR,
işte patronların kulüp renklerini değiştirdiği
Cardiff City ve niceleri… Bugün sadece Premier
League’de yer alabilmek dahi ciddi ölçüde bir
gelir garantisi.
Takımlar böylece oyuncağa dönünce, Premier
League’in zenginlikleri ve rekabetinden
beslenip dünyanın en güçlü takımlarını yaratan
hocalar artık buralara gelmiyorlar. Örneğin
kim Chelsea’nin başına geçmek ister ki? Ya
da hâlihazırda bu kulüpte çalışmamış kaç
değerli hoca kaldı? Birbirini etkileyen iki unsur
olarak; sabırsız, cüretkar yabancı sahiplerin
artışı ve karşılıklı güven, düzen isteyen trend
sistemlerin barınamaması, Premier League’in
heyecanı ve rekabetinden kaybettirmese de
uluslararası arenadaki başarısını ciddi ölçüde
etkiliyor. Günden güne artan yeni yatırımlara
bakılacak olursa, İngilizler kontrolü kaybetmiş
gibiler.
Son olarak; “İşler nasıl başka türlü
gelişebilirdi?”, bunun da bir açıklamasını
yapmak gerek. Keza çok yakında bir örnek
var. Mevcut güç olarak değil ama gelişim
grafiği yönünden ele alırsak bugün Almanya,
İspanya ve İngiltere’den fersah fersah yukarda
seyrediyor. O diyarda İngilizlerin öykündüğü
hemen her şey doğru bir şekilde yapılmakta.
Genç oyuncuların çıkışı, ülkenin değişen
olaylara karşı başarılı tepkisi ve kendi içinden
yetiştirdiği hocalar bunlardan bir kısmı.
İspanya’nın ekonomik zorlukları, İngiltere’ninse
yazı boyunca sıraladığımız garabeti durumunda
Almanya hem ekonomisini büyütüyor hem de
gerek milli takımlar, gerek kulüpler düzeyinde
‘en iyi’ futbolu belirlemeye doğru gidiyor.
Almanya’da–Bayer Leverkusen, Hoffenheim
gibi birkaç istisna hariç- kulüplerin en az %50
hissesine taraftarın sahip olmasını zorunlu
kılan bir kural yer alıyor. Bu kural, kulüpleri
yabancı yatırımlara ve olası içini boşaltmalara
kapıyor ve olması gerektiği gibi, taraftardaki
aidiyet duygusunu pekiştiriyor. Sahalar sürekli
dolu ve biletler aynı İngiltere’de eskiden
olduğu gibi, ucuz. Kulüpler doğru yönetiliyorlar,
gelişmeye, değişmeye açıklar –örneğin
Bayern’deki Van Gaal, Hollanda değişimi- ve
gerçekten yanlış bir şey yok gibi görünüyor.
Guardiola’nın tercihine şaşmamalı, artık yeni
trend Almanya.
SON 10 SENEDE ŞAMPİYONLAR
LİGİ’NDE İNGİLİZ TAKIMLARI
İngiltere’yse muhtemelen bir süre daha büyük
kulüpler düzeyinde Mancini gibi günü kurtaran
pragmatist hocalarla devam edecek; sonra ne
olacağıysa büyük muamma. Tek kesin olan
uzun bir süre daha dünyanın en keyifli ve
zengin ligi olacakları.
Arsenal son 16, Chelsea ve Tottenham
çeyrek final, Man United final.
2012/13
Chelsea, Man City gruplar; Man United,
Arsenal son 16.
2011/12
Man City, Man United gruplar, Arsenal son
16, CHELSEA ŞAMPİYON.
2010/11
2009/10
Liverpool gruplar, Chelsea son 16, Arsenal
ve Man United çeyrek final.
2008/09
Liverpool çeyrek final, Arsenal ve Chelsea
yarı final, Man United final.
2007/08
Arsenal çeyrek final, Liverpool yarı final,
Chelsea final, MAN UNITED ŞAMPİYON.
2006/07
İngiltere
Arsenal son 16, Man United ve Chelsea yarı
final, Liverpool final.
HF
#
74
2005/06
Man United gruplar, Liverpool ve Chelsea
son 16, Arsenal final.
2004/05
Man United ve Arsenal son 16, Chelsea yarı
final, LIVERPOOL ŞAMPİYON.
2003/04
Man United son 16, Arsenal çeyrek final,
Chelsea yarı final.

Benzer belgeler