AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal

Transkript

AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal
ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ
15
20
2
T:
CİL
2
YI:
SA
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
ISS
N:
2
14
8-4
37
6
DERGİ
AYNA Clinical Psychology Journal
KÜNYE
DERGİNİN SAHİBİ
AYNA Klinik Psikoloji Destek Ünitesi Adına
Prof. Dr. Faruk Gençöz
EDİTÖR
Prof. Dr. Tülin Gençöz
YAYIN KURULU (Soyadı alfabetik sıra ile)
Yağmur Ar
Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan
Gaye Zeynep Çenesiz
İncila Gürol-Işık
Ayşen Maraş
Filiz Özekin-Üncüer
Ece Tathan-Bekaroğlu
DİZGİ-TASARIM
N. Gizem Akgülgil
HAKEMLER
(Alfabetik Sırayla)
Yrd. Doç. Dr. B. Türküler Aka
Yrd. Doç. Dr. Miray Akyunus
Yrd. Doç. Dr. İlkiz Altınoğlu Dikmeer
Uzm. Psk. Suzi Amado
Yrd. Doç. Dr. Meltem Anafarta-Şendağ
Uzm. Psk. Yağmur Ar
Doç. Dr. Gülbahar Baştuğ
Psk. Dr. Ali Bayramoğlu
Doç. Dr. Özlem Bozo
Uzm. Psk. Canan Büyükaşık Çolak
Doç. Dr. Deniz Canel Çınarbaş
Psk. Dr. Gaye Z. Çenesiz
Yrd. Doç. Dr. Okan Cem Çırakoğlu
Psk. Dr. Talat Demirsöz
Öğr. Gör. Dr. Dilek Demirtepe Saygılı
Prof. Dr. Çiğdem Günseli Dereboy
Doç. Dr. Gülay Dirik
Doç. Dr. Mithat Durak
Prof. Dr. Ayşegül Durak Batıgün
Yrd. Doç. Dr. Sine Egeci
Prof. Dr. H. Gülsen Erden
Yrd. Doç. Dr. Ekin Eremsoy
Prof. Dr. Neşe Erol
Psk. Dr. Ş. Gülin Evinç
Prof. Dr. Faruk Gençöz
Prof. Dr. Tülin Gençöz
Uzm. Psk. Derya Gürcan
Uzm. Psk. İncila Gürol-Işık
Yrd. Doç. Dr. Olga Selin Hünler
Psk. Dr. Gözde İkizer
Uzm. Psk. Emine İnan
Doç. Dr. Müjgan İnözü
Prof. Dr. A. Nuray Karancı
Uzm. Psk. Pınar Kaya
Doç. Dr. Aylin Koçkar
Uzm. Psk. Çiğdem Koşe
Psk. Dr. Bahar Köse
Uzm. Psk. Ayşen Maraş
Psk. Dr. Özge Mergen
Psk. Dr. İrem Motan Bayraktar
Prof. Dr. Ferhunde Öktem
Yrd. Doç. Dr. Öznur Öncül
Uzm. Psk. Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan
Uzm. Psk. Filiz Özekin-Üncüer
Psk. Dr. Serkan Özgün
Psk. Dr. Nurten Özüorçun
Psk. Dr. İpek Güzide Pur
Psk. Dr. Neslihan Rugancı
Uzm. Psk. Başak Safrancı
Uzm. Psk. Elçin Sakmar
Uzm. Psk. Sevda Sarı-Demir
Yrd. Doç. Dr. Dilek Sarıtaş Atalar
Psk. Dr. Burcu Sevim
Prof. Dr. Atilla Soykan
Doç. Dr. Çiğdem Soykan
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu
Doç. Dr. Emre Şenol-Durak
Uzm. Psk. Ece Tathan-Bekaroğlu
Uzm. Psk. Merve Topçu
Yrd. Doç. Dr. Ece Tuncay-Şenlet
Uzm. Psk. Duygu Yakın
Doç. Dr. B. Banu Yılmaz
Yrd. Doç. Dr. Adviye Esin Yılmaz
Doç. Dr. Orçun Yorulmaz
Uzm. Psk. Sema Yurduşen
Psk. Dr. Muazzez Merve Yüksel
İÇİNDEKİLER
Ebeveyn Kaybı Ve Kardeş Doğumunun Kendilik Psikolojisi
Üzerine Etkisi
S. Yurduşen
1
Süpervizör, Terapist ve Hasta Üçlüsünde Terapötik İttifak ve
Etkileyen Faktör Olarak Şema Kavramı: Bir Vaka Üzerinden
Analiz
B. Köse Karaca
13
Psikoterapi Süpervizyonunda Paralel Süreç: Bir Vaka
Çalışması
A. C. Gök
39
The Best Offer Filmindeki İnsan İlişkileri ve Kurgusal Gerçeklik
M. Yerli
51
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
Ebeveyn Kaybı Ve Kardeş Doğumunun Kendilik
Psikolojisi Üzerine Etkisi
Sema Yurduşen
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
Bu çalışmada psikojenik madde kullanımı ve öfke problemleri olarak yaşanan zorlukların kişinin
kendilik psikolojisi açısından ele alınması amaçlanmıştır. Çalışma Kohut’un kendilik-psikolojisi
kuramı ve Mitchell’in kardeşlerin self üzerindeki rolü üzerine düşünceleri temelinde bir vaka üzerinden
ele alınmıştır. Ayrıca böyle bir vaka ile karşılaşıldığında Kohut’un aktarım kuramı çerçevesinde
terapistin rolünün ne olması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Anahtar kelimeler: Kayıp, kardeş, kendilik, aktarım.
ISSN: 2148-4376
1
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
Ebeveyn Kaybı ve Kardeş Doğumunun Kendilik Psikolojisi Üzerine Etkisi
Sağlıklı kendiliğin temelleri yaşamın oldukça erken dönemlerinde oluşur. Bu sağlıklı
gelişimde engellenme ya da takılmalar olduğunda çocuk yaşamının geri kalan kısımlarında türlü
zorluklarla karşı karşıya kalır. Psikanalitik yaklaşım, bireyin kendilik gelişimini farklı açılardan
ele alır. Klasik Freudyen bakış açısı bunu bilinçdışında oluşan biyolojik/yapısal çerçeve içinde ele
alır. Bu teoriye göre, bireyin doğuştan getirdiği libidinal arzuları (id) sosyal yaşamın gerçekleri
(süperego) ile karşılaştığında, birey farklı düzeylerde çatışmalar yaşar. Freud, güçlü bir ego ve
sağlıklı bir kişiliğe ulaşabilmek için kişinin bu libidinal ve yıkıcı arzuları ile dış dünyanın
gerçekleri arasında bir denge bulmasının gerekliliğinden söz eder (Mitchell & Black, 1995/2012).
Freud’un belirttiği, doğuştan getirilen ve hemen doyurulmak istenen içgüdüler, takip eden
ego ve obje ilişkileri teorisyenleri tarafından hemen doyurulmak istenen besleyici ilişki olarak
değerlendirilmiştir. Diğer bir deyişle, Freud’un biyolojik olarak doyurulması gerektiğini
düşündüğü içgüdüler sonraki teorisyenler tarafından daha çok ilişkisel olarak doyurulabilecek bir
şey olarak açıklanır (Mitchell & Black, 1995/2012).
Nesne-ilişkileri teorisyenlerinden biri olan Kernberg, sağlıklı kendilik gelişimini
açıklamada yapısal bir model önermiştir (akt. Christopher, Bickhard & Lambeth, 2001).
İçselleştirilmiş nesne ilişkilerini açıklamada ‘duygusal hafıza’ terimini kullanan Kernberg,
çocuklukta diğerleri ile ilişkilerimizde üç farklı deneyimden söz eder. Ona göre her nesne ilişkisi,
kişinin kişilik gelişimini belirleyen kendilik temsilini, diğerinin (nesnenin) temsilini ve bunun
duygusal değerini içerir. Kernberg, her ilişkinin duygusal bir değeri olduğuna ve bu duygusal
hafızaların kişinin kendisi ve diğerleri ile ilgili temsillerini oluşturduğuna inanır. Hayatın
başlarında, 6 ay ile 36 aylar arasında, çocuk kendisi ile diğerleri (bakım veren olarak nesne)
arasındaki ayrımı fark etme becerisini geliştirmeye başlar. Bu aşamada çocuk önce kendiliğinin ve
nesnenin iyi ve kötü yanlarını ayırır, Zamanla bu birbirine zıt parçaları aynı bireyde inşa etmeyi
öğrenir ve sağlıklı kendiliğini oluşturur. Eğer çocuk bu entegrasyonu oluşturmakta başarısız olursa
Kernberg’in belirttiği sınır durum kişilik örgütlenmesi geliştirir. Çocuğun yapacağı entegrasyon,
birincil bakım veren nesne ile olan ilişkisinin duygusal değerine bağlıdır.
Diğer çağdaş teoristlerden Heinz Kohut da sağlıklı gelişimi yaşamın erken dönemleriyle
ilişkilendirir. Fakat Kohut, sağlıklı gelişimi Freud gibi yaşamın ilk aylarında ebeveynler tarafından
doyurulması gereken libidinal arzulara ya da Kernberg gibi içselleştirilmiş nesne ilişkilerine
bağlamaktan çok çocukluk dönemi boyunca bireyin ebeveynine yönelik libidinal yatırımları ile
ilişkilendirir (1987a). Kohut’a göre kendilik erken çocukluk döneminde önemli diğerleri ile girilen
karşılıklı etkileşim etrafında şekillenir ve çocuğun nesne sevgisi ve yatırımı ile diğerleri ile güçlü
bir şekilde ilişkiye girme ihtiyacı içinde gelişir. Kohut sağlıklı kendilik gelişiminde seven
diğerlerinin (kendilik-nesneleri) farkındalığına vurgu yapar. ‘Kendilik, başkaları tarafından da fark
edilen ben diye tanımlanabilecek bir alandaki tutarlılık ve aynılığın zaman içindeki devamıdır’,
der Kohut (1987a, p.18). Bu sebeple Kohut, dengeli bir egoya ulaşmak için temel arzulardan ya
da güdülerden vazgeçmek ya da ben ve nesnenin bölünmüş parçalarını içselleştirme aracılığıyla
bütünleştirmek yerine, kendi içinde değerleri ve tutarlılığı olan bir kişi gibi hissedebilmek için bu
güdülerin ve diğer ilişkisel ihtiyaçların ebeveynler aracılığı ile doyurulması yani aynalanması
gerektiğinden söz eder.
ISSN: 2148-4376
2
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
Psikanalitik literatür, gelişimsel olarak birincil narsisizmden nesne sevgisine doğru giden
bir gelişim çizgisi kabul eder. Önceleri Freud (1914), erken bebeklik döneminde görülen doğal
bebeksi kendilik-sevgisini birincil narsisizm olarak tanımlamış ve buradan sağlıklı narsisizme
gelişimsel olarak geçişten söz etmiştir. Kohut (1987c) da benzeri şekilde bu olguyu, her bir parça
gelişimsel deneyimin (ses çıkarma, yutma, farketme gibi), nesne ilişkileri aracılığıyla, bakım
verenlerle ilişkinin empatik kapasitesine bağlı olarak bütün bir kendiliğe ulaşması ile açıklar.
Fakat Kohut, bu gelişimsel hattı iki bağımsız yönde ele alır. Ona göre, hem nesne sevgisi hem de
narsisizm, birbirinden bağımsız olarak birincil nesne sevgisinden ve birincil narsisizmden
kaynağını alır. Kohut ‘birçok nesne ilişkisinin narsistik amaçlarla kullanılacağı gibi birçok
narsistik gelişimin de nesne sevgisine hizmet edeceğini’ iler sürer (Kohutb, p.27). Diğer bir deyişle
insanlar yaşamları boyunca hem kendilerine hem de diğerlerine aynı anda yatırım yaparlar. Bütün
ve uyumlu bir kendilik, her iki gelişimsel çizgide nesne sevgisine aracılık eden empati ile oluşur.
Sağlıklı anne-çocuk ilişkisinde olduğu gibi taraflar sadece birbirlerinden farklılıkları için değil
aynı zamanda birbirlerinin ihtiyaçlarını tamamladıkları için de sevilirler.
Kohut’un sağlıklı kendiliği narsistik pozisyondan gerçekliğe destekleyici bir çevrede
küçük engellenmeler yoluyla gelişir. Bu aşamalı dönüşümün gerçekleşmesi başarısız olduğunda ve
çocuk desteklenmeden ani yükselmeler ve inişler yaşadığında, çocuğun kendiliği parçalanır ve
hayata karşı coşku ve hevesinde azalmalar oluşur. Kohut, ‘yaşamın erken dönemlerindeki
ilişkilerde oluşan bu şiddetli ve erken yaşanan kritik engellemelerin, sonradan problemlere sebep
olduğunu’ söyler (1987d, p.57). Kohut, sorunlu insanı, yaşama karşı keyif, merak ve ilgiden
yoksun, ve yetersizlik hisleri ile dolu bir kişi’ olarak görür. Ona göre, sorunlu insan en basit haliyle
‘trajik’tir (Kohut,1977, p.132-133).
35 yaşındaki K., terapi odasına ilk kez girdiğinde, oldukça dağılmış, depresif, şüpheci ve
hareketlerinde yavaşlamış bir haldeydi. Paçaları çamurlu pantolonu ve yırtık spor ayakkabıları ile
beraber kıpkırmızı gözlere ve dağınık saçlara sahipti. Kendisi ile ilgili ilk izlenim, ‘kendisini
kaybetmiş biri’ni düşündürüyordu. Depresyonuna eşlik eden neredeyse 15 yıla varan sigara
kullanımı, çeşitli psikojenik madde kullanımı vardı. Duygularını ‘mutsuzluk, utangaçlık’ ve
‘başarısız biri olmak’ şeklinde tanımlıyordu. ‘Basit şeyleri de kendimi çok zorlamadan halledeyim
istiyorum’ diyordu. Zorluklarının üstesinden gelebilmek için psikiyatrik ilaçlar da (örneğin,
Zyprexa, Concerta, Ritalin) denemişti ve bunları da düzensiz ya da aşırı kullanarak kötüye
kullanmıştı. Sık sık intihar etmeyi düşünüyordu ve bir seferinde, üç yıl kadar önce yüksek dozda
anti-depresan kullanarak intihara kalkışmıştı. Terapi sırasında sık sık ‘nasıl olsa öleceğiz,
yaşamanın anlamı ne?!!’ gibi sorular soruyordu. Görünen o ki, K. hayat hakkında oldukça
umutsuzdu ve canlı, üretken bir yaşam için hiç bir arzusu yoktu. Bu duygularının yanında
‘herkesin sanki bir özelliği varmış, benim yokmuş gibi!’ hislerine ve düşüncelerine sahipti. Sık sık
eğer insanlar kendisini daha yakından tanırsa eninde sonunda ‘kendisini sevmeyeceklermiş’ gibi
hissediyordu. Arkadaşları kendisine şaka yaptığında oldukça sinirleniyor ve ‘benim mi bir tarafım
eksik?!’ diye sorguluyordu. Bir şeyler hakkında eksik olma hissi kendisini çok sinirlendiriyor ve
sürekli olarak haklılığını göstermeye çabalıyordu. Fakat, ne düşündüğünü söylemeye başladığı
anda kendisini ‘aptalmış’ gibi hissediyordu. Açıkçası K., insanlarla yakınlık arıyor ancak bunu
bulamadığında çok öfkeleniyordu. Bu şekilde hissettiği zaman ise bu duygulara dayanması çok zor
oluyor; ya kütüphane, yemekhane gibi uygunsuz yerlerde öfke patlamaları yaşıyor ya da bu histen
kurtulmak için psikojenik maddelere sarılıyordu. Madde kullandığı zamanki deneyimini ‘algın
açılıyor..., mutlu oluyorsun…,bir şeyi çok istemişsin de olmuş gibi…, utanmak kalkıyor…, çok
rahat oluyorsun’ şeklinde tanımlıyordu. Sık sık bir şeyle ilgili eksik hissediyor ve ya psikojenik
madde kullanıyor ya da muhalif davranarak Kohut’un da (1987c, p. 32) dediği gibi ‘canlı, gerçek
ve değerli hissetmeye’ çabalıyordu. Adaletsizlik karşısında ne kadar alçalmış hissederse o kadar
ISSN: 2148-4376
3
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
daha fazla madde kullanıyor ya da öfkeli çatışmalara giriyordu. Görünen o ki, K., Kohut’un self
bütünlüğünü kaybetmiş, ‘sorunlu’ insanıydı, basitçe ‘trajik’ti (1977).
K. babasını 12 yaşında kaybetmişti. Her ne kadar babasını soğuk ve ciddi hatırlasa da
onun, şimdi kendisinin de iyi oynadığı, iyi futbol oynamasıyla gururlandığını hatırlıyordu. Babası
da şimdi kendisinin yaptığı gibi iyi goller atıyordu. K., babasını kendi varlığının güçlü ve kuvvetli
bir uzantısı olarak değerlendiriyordu. Fakat dengeli bir kendilik değeri geliştirebilmesi için
babasının kılavuzluğuna ve değerlerine ihtiyaç duyduğu bir dönemde babasının aniden ölümü,
kendi varlığının parçalanmasına ve kendisini diğerlerinden yalıtmasına sebep olmuştu. Her ne
kadar babasının ölümünden önce parlak bir öğrenci ise de bu kayıptan sonra okuldaki derslerinde
ve arkadaşları ile ilişkilerinde zorluklar yaşamaya başlamıştı. Kendisini ‘ezik-mağlup (loser)’
olarak deneyimliyor ve diğerleri ile yakın ilişki geliştiremiyordu. Seanslarda, sık sık özellikle
ergenlik döneminde babasının yokluğunu ve onun kılavuzluğuna ne kadar çaresizce ihtiyaç
duymuş olduğunu duygusal bir şekilde ifade ediyordu. Acımasız arkadaşlarının karşısında
kimliğinin kaynağı olarak babasının gücüne ihtiyaç duyuyordu. K., bu kaybı acı bir şekilde
yaşamakta ve babasının yokluğunu yok sayarak başa çıkmaktaydı. Önce sosyal çevresinden, yani
okuldan, gerçek anlamda kaçmaya başlamış sonra dolaylı yollardan psikojenik maddeler
kullanarak çevresinden uzaklaşmayı öğrenmişti.
Kohut, (1987c, p.41) ‘nesnenin kendiliğin bir parçası olarak deneyimlendiği gelişim
aşamasında kayıp yaşayan insanlar daha sonra sevdikleri birinin yoksunluğundan değil, daha çok,
kendi psikolojik donanımlarındaki eksiklikten acı çekerler, hayatları boyunca içlerindeki boşluğu
doldurmak için nesneler ararlar’ demektedir. Bir çocuk idealleştirdiği bir ebeveynini, kendi amaç
ve değerlerini oluşturmadan kaybettiğinde aynı zamanda bu dışsal figürü kendi değerler sistemine
dönüştürmekte de sorun yaşadığında bu amaca hizmet edecek kişilerin peşinden gider. ‘Kendi
değerlerini ve amaçlarını doğrulayan, onaylayan birine aç gibi görünürler’ (p.41). Kohut dengeye
ulaşmış bir kendilik-değerinin süper egonun biçimlenmesinden önce oluştuğunu ancak bazen bu
oluşumun gizil döneme kadar sürebileceğini, çünkü yeni oluşturulmuş süper egonun bu zamana
kadar hala tamamlanmadığını ve kırılgan olduğunu söyler. K., babasını gözlerinin önünde
travmatik bir biçimde kaybettiğinde 12 yaşındaydı. Süper egosunun hala kırılgan durumda olduğu
düşünülen K., babasının değerlerini ve onaylarını kademeli olarak içselleştirmeden, onun ani yok
oluşuyla yüz yüze kalmıştı. Bu yüzden de bir şekilde zayıf bir kendilik değeri ile baş başa kalmıştı.
Kohut’a göre, K.’nın babası kendi iradesi ve amaçları için değil K.’nın kendilik-değerini
yükseltmek ve devam ettirmek için önemliydi. Bu idealleştirmeden sağlıklı idealleştirmeye geçiş,
diğer bir deyişle narsistik yatırımdan nesne sevgisine geçiş, yumuşak engellenmeler
gerektiriyordu, ani ve bütünüyle bir kayıp değil.
K.’nın deneyiminde, babasının ölümünden sonra, annesi iki çocuğunun sorumlusu olarak
bu kaybı telafi edememiş olmalıdır. Anne büyük ihtimalle K.’nın eksik kalan kendiliğine uygun
karşılığı verememiş, bu idealize edilen güçlü baba figürünü kendi varlığı ile taşıyıp
dönüştürememiştir. Kendisini, babasının gücüne, güvenilirliğine ve desteğine ihtiyacı olan birisi
olarak hisseden K. ise, bu ihtiyacını ve yoksunluğunu inkâr etmiş, aradığı gücü ve güvenliği
kendisi bulmaya çalışmıştı. Zamanla yetersizlik hisleri ile önce okuldan sonra arkadaşlarından
kaçmaya en sonunda ise kendi eksiklik hissinden çeşitli psikojenik maddeler alarak kaçmaya
çalışmıştır. Madde kullanımının yanında, kendisini özel, canlı ve bütün bir insan olarak
hissedebilmek için birçok çatışma içeren durumlara girişmektedir. Bir seferinde okulun
uygulamalarına karşı giriştiği protestoların birinde yaşadığı deneyimi ‘üzerimdeki ölü toprağı
kalktı’ diyerek anlatmıştır.
ISSN: 2148-4376
4
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
Kohut’un kendilikle ilgili görüşleri açısından değerlendirildiğinde K.’nın kendilik
bütünlüğünü tamamlayamamış bir yapıda olduğu düşünülmektedir. Ancak özellikle ilk çocukluk
dönemi yaşantısı incelendiğinde K.’nın ebeveynlerinin gözünde oldukça özel bir konumda olduğu
ve özellikle annesi tarafından ihtiyaçlarının hassasiyetle karşılandığı gözlenmektedir. Diğer bir
değişle, ailenin ilk çocuğu olan K., onların yaşamının merkezinde oturmaktaydı. İhtiyaçlarına
karşı çok hassas olan ailesi büyük ihtimalle bu ihtiyaçlarını ifade bile etmeden karşılıyorlardı.
Örneğin, K., bebekken annesinin onun atletlerini hassas cildini tahriş etmesin diye tersten
giydirmiş olduğunu belirtmişti. Görünen o ki, ebeveynlerinin gözünde çok özeldi ve dış dünyanın
zorluklarına karşı özenle korunuyordu. Dolayısıyla K.’nın iç dünyası ebeveynlerinin sevgisi ve
empatik duruşu ile dış dünyaya açılabilirdi. Öyleyse, neden böylesine sevilen bir çocuğun
kendiliği, babasını 12 yaşında kaybettiğinde böyle sarsılmış olabilir? Kohut’un (1987c) dediği gibi
‘bir nesne ilişkisinin sadece varlığı ya da yokluğu ilişkinin doğası ve bireyin narsistik durumu
hakkında fazla bir şey söylemez’. Kohut, ‘narsistik olarak yatırım yapılan bir ilişki kişinin
narsistik amaçlarına hizmet ettiği sürece önemlidir’ (p. 30) demiştir. Eğer anne çocuğu
kanatlarının altında çok üzün süre tutarsa ve birden bırakırsa, o zaman bu durum travmatik olarak
yaşanır (1987d, p.49). Bu yüzden babasının kaybından sonra K.’nın annesi onu bu kaybı ve yası
inkâr etmesine sebep olacak kadar kanatları altında tutmuş olmalıydı. K., annesinin elinden geleni
yaptığını, her türlü ihtiyacını karşıladığını anlatmasına rağmen, seanslara kadar bu kaybı ile ilgili
annesiyle konuşamamıştı. Bu yüzden, annesi, büyük ihtimalle K.’nın ihtiyacı olan dönüşümü
sağlamakta yetersiz kalmıştı. K.’nın ihtiyacı annesinin desteği ile yaşına uygun bir şekilde
çevresine yavaş yavaş uyum sağlamak ve hayata karşı kendi ideallerini geliştirmesine yardımcı
olmaktı. Annesi’nin onun fiziksel ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılaması (örneğin büyüdüğü halde hala
okula götürmesi) ancak duygusal ihtiyaçlarına karşılık verememesi (yaşadıkları kaybı hiç
konuşmamış olmaları) onu oldukça gerilim içine sokmuş olmalıydı. Bu yüzden, annesinin varlığı
ile her şeye yeter pozisyondan yeni hedef ve idealler oluşturarak hayatın gerçek taleplerine karşılık
veriyor pozisyonuna geçmek, K. için önemli bir problem olmaktaydı.
Yukarıda sözü edilen değerlendirmelere rağmen, her ne kadar baba kaybının oluşturduğu
travma K.’nın kendiliği üzerinde sarsıcı bir etki yaratmış olsa bile, ben babasının ölümünden çok
önce yaşanan başka bir travmanın babasının ölümünün etkisini artırdığını düşünüyorum. Bu
travma, kendisi 3 yaşındayken erkek kardeşinin doğumudur. K., kardeşinin doğumuyla narsistik
kalesinden indirilmiş ve bir daha da asla kalenin kralı olamamıştır. Henüz 3 yaşındayken annesinin
gözünde tek kişi olmadığını fark etmek zorunda kalmıştır.
Mitchell (1940/2003, p.36) ‘kardeşin varlığının öznenin sadece kendi ölümü şeklinde
deneyimlendiğini’ belirtir. Kardeş doğumuyla çocuk ‘ben ne olacağım peki?’ gibi sorular sorar ve
bu kardeş travmasının üstesinden gelemezse bu deneyimini varlığına tehdit olarak algılar.
Mitchell (1940/2003, p. 93), var olmanın sonlanmasına dair bu birincil korkunun annenin
çocuğunu ayrı, eşsiz bir birey olarak kabul etmemesi durumunda oldukça tehdit edici olduğunu
ekler. Bu kardeş ilişkisinden başka teorisyenler de söz etmiştir. Örneğin, ‘Piggle’ isimli kitabında
Winnicott (1977), 2,5 yaşındaki bir kız çocuğunun kız kardeşi doğduktan sonra nasıl rahatsızlık
yaşadığından söz eder. K. da kardeşi doğana kadar, ebeveynlerinin gözünde eşsiz ve emsalsizdi.
Hayatın hakimiydi. Seanslar sırasında K.’nın sözünü ettiği erken dönem hatıralarından biri,
kardeşinin doğumuydu. Bu kadar erken yaşında (3 yaş) oluşan bir anıyı hatırlıyor olmasına şaşırsa
da bu anıya ilişkin hiç bir duygu getirememişti. Bu olayı sadece bir durum olarak hatırlıyordu.
Herhangi bir kıskançlık, sevgi, nefret vs. hiç bir duygu hatırlayamıyordu. Bu uzaklık, bu
deneyimin ne kadar travmatik olduğunu düşündürmektedir. Daha sonra K.’nın hissettiği ‘onlar
(annesi ve erkek kardeşi) her zaman daha yakındılar’ olmuştu. K.’nın hissettiği artık evrenin
ISSN: 2148-4376
5
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
merkezi olmadığı hissi onun annesinden uzaklaşmasına ve canlı hissedebilmek için enerjisini
babasına yatırım yapmaya kullanmasına sebep olmuş olmalıydı. Babayla yoğun özdeşim kurmuş,
onun gücünü ve kuvvetini değerli ve canlı hissedebilmek için almıştı. Ancak, babasını
beklenmedik ve çaresiz bir şekilde gözlerinin önünde kaybettiğinde sadece babasını değil
kendiliğinin ona atfettiği parçasını (gücü ve kuvveti) da kaybetmişti. K.’nın babasının pozisyonu
(K.’yı canlı hissettirmesi) annesinin yerinde ve yeterli desteği ile telafi edilememişti. Bu yüzden
K.’nın eksik ya da kayıp kendilik deneyimi yaşamının geri kalanında şimdiye kadar sürmüştü.
Mitchell önemli bir yakının kaybının var olmama hissini yeniden ürettiğini söyler. Bu yüzden
K.’nın öyküsünde de, babasının ölümü kendi gücünü, kuvvetini, vs. kaybetmesine sebep olmuş
olsa da daha derinlerde bir yerde kardeşinin doğumuyla yaşadığı kayıp kendilik hislerinin
tazelenmesine sebep olmuş olmalıydı.
Bu yüzden Mitchell (1940/2003)’in de belirttiği gibi, babasının ani ölümünü takiben K.’nın
ölüm hakkında düşünmesi ya da ölü gibi davranması (yaşamak için hiç bir şey yapmaması)
kendiliğinin tamamen yok olduğu hissine yol açmış olabilir. K., yakın aile üyelerinin (anne ve
erkek kardeşinin) sağlıkları hakkında oldukça hassastı ve onları tehlikelere karşı sürekli uyararak
korumaya çalışmaktaydı. Sık sık anne ve kardeşinin ölümü hakkında düşünüyor ve onları bu
kayıptan korumak için görünen bir tehlike olmasa da çok dikkatli olmaları konusunda uyarıyordu.
Kendisi, kardeşinin doğumu ve babasının ölümü sonrası kendiliğini kaybetmenin ne demek
olduğunu bildiğinden, anne ya da kardeşinin ölümünün kendi yok oluş hissini bir kez daha
şiddetlendireceğini hissediyor olmalıydı.
Buna ek olarak, Mitchell (1940/2003), bir çocuğun kendi ölümlülüğü hakkındaki bilgisinin
onun kendi çocuğu aracılığı ile yaşama arzusunu vurguladığını da belirtir. K.’nın da adını ‘hayal
çocuk’ koyduğu, kendi çocuğu olmasına ilişkin fantezileri vardı. Bu fanteziye göre, onun kendi
çocuğu akıllı, eğitimli ama ne olmak istiyorsa onu olabilmekte özgür bir çocuk olacaktır. Bu
fantezisine karşılık akıllı ve eğitimli olan K., annesinin reddi ile karşılaşmamak için hiç bir zaman
kendi arzularının peşinden gitmemiştir. Kardeşinin varlığında annesine karşı eşsiz pozisyonunu
koruyabilmek için her zaman annesine karşı yaptığı gibi, şimdi derin pişmanlık hisleri duyduğu,
diğerlerini memnun etme yoluna gitmiştir. K.’nın kardeşi ise kendi arzusunun peşinden gitmiş,
arkadaşları ile oluşturduğu bisiklet grubu ile farklı ülkeleri gezerek yazı yazıp hayattan zevk
almaktadır ve K. buna çok özenmektedir.
Mitchell’in teorisi yorumlandığında, K.’nın uyumlu olma ve karşıt durma davranışlarının,
annesinin onayını kaybetmemek için hiç bir zaman gösteremediği öfkesini, yani aslında kendisi ve
kardeşi arasında yaşanan rekabeti de temsil ettiği düşünülmektedir. K. kardeşini annesinin onun
kişiliğine üstü kapalı bir biçimde inşa ettiği şekilde sevmeye çalışmıştır. Bu yüzden hiç bir zaman
kardeşinin annesinin gözündeki özel konumunu kıskandığını gösterememiştir. Aksine her zaman
eşitlikten yana olduğunu ifade etmektedir. Üstü örtük bir biçimde erkek kardeşinin kendi
arzusunun peşinden gidişini, örn. kendi istediği için edebi yazılar yazmasını kıskanmış, ancak
başaramaması ihtimali sonucu annesinin olası ilgisini kaybetmemek için kardeşi ile bu ya da başka
bir konuda rekabete bile girmemiştir. K.’nın yöntemi annesinin beklentilerine uyum gösterme
ancak kendine yabancılaşma şeklinde olmuştur. Kısacası babasının kaybının ardından annesinin
iki çocuğunu ayrı bireyler olarak idare edememesi, aksine annenin K.’nın küçük kardeşi ile
yakınlaşması (geceleri kardeşinin yanında uyuması, K.’nın ise saatlerce yalnız uyuyamamasında
olduğu gibi) onun ‘bende bir eksik mi var’ hislerini güçlendirmektedir. K., ‘psikolojik
yapılanmasında, dışsal bir kaynakla doyurulabilecek, bazı eksiklikler’ hissetmekteydi (Kohutf,
1987, p.103). Annesi onun kendilik bütünlüğündeki boşluğu empatik varlığı ile tamamlamakta
başarısız olmuştur.
ISSN: 2148-4376
6
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
Özetle K.’nın, kendilik değeri ile ilgili yaşadığı tatmin edici olmayan hisleri onun ya çeşitli
maddeler kullanmasına ya da sosyal çevresinde uygunsuz çatışmalara girişmesine neden
olmaktaydı. Arkadaşlarına ya da hocalarına karşı çok öfkeli ve düşmanca hisler içine giriyor,
adaletsizliğe (annesiyle ilişkisinde deneyimlediği ama ifade etmekten çekindiği adaletsizlik
hissinde olduğu gibi) tahammül edemiyordu. Ayrıca, karşıtlık hislerini terapide de benim sözlerim
ya da tutumlarımla reddedildiğini, anlaşılmadığını hissettiğinde sergiliyordu.
Terapi üzerine etkiler
K.’nın psikojenik maddeler kullanması ya da öfke patlamaları onun narsistik yaralanması
ya da kendilik bütünlüğünün kaybı ile ilgili anlaşılabilir. K. psikojenik madde kullanmadığında
dayanamadığı bir sıradan olma hissi yaşadığını belirtiyordu.
Çalışmalarında kardeşler ya da akranlar aracılığıyla yaşanan kendilik kaybına odaklanan
Mitchell (1940/2003), çocuğun eşsizliğini kaybettiğini kabul etmeksizin kardeşlere ya da akranlara
öfke hissedileceğini ifade eder. Edward (2011) da kıskançlığın, hasetin ve yarışmanın gelişimsel
olarak gerekli ve adaptif olduğunu belirtir. Bu nefreti sevgiye dönüştürmek için çocuk diğerleriyle
bir sıralama içinde olduğunu, kardeşlerinden bir ‘diğeri’ olarak ayrı olduğunu ama aynı zamanda
diğerleri gibi sıradan olduğunu anlamalıdır. Mitchell bu sıralamayı annenin yasası olarak tanımlar.
Sonuçta ‘ben de herkes gibiyim ve herkes de benim gibi’. Mitchell sağlıklı bir kendiliğe
ulaşabilmek için kişinin önce ‘kendi eşsizliğinin kaybının yasını tutmasının sonra da sıradan
olmanın hafifliğini keşfetmesinin’ gerektiğini belirtir. Bu süreçle kişi sağlıklı gelişim için çok
önemli olan kendisini başkalarının gözünden görmeyi başaracaktır. Kohut, bunu annenin
gözündeki parıltı olarak tanımlar (1987b, p.38). Diğer bir deyişle, annenin sadece anlayışının
kendisini bir kişi yaptığını belirtir.
Fakat, asıl kritik olan, bu yasın tutulmasından önce annenin küçük engellenmeler sırasında
çocuğun yanında olup onu desteklemesi ve çocuğun benliğini onarmasıdır. Anne çocuğun
benliğine yönelik merak duygusu içinde olmalı ve ona uygun yerlerde geri bildirim vermelidir.
Daha da ötesi, çocuk kendi benliğini inşa edene kadar ortaya çıkan benliğinden memnun olmalıdır.
Mitchell (1940/2003, p.70) bunu annenin birincil kabulü, Kohut (1987d, p.64) ise aynalama
deneyimi olarak açıklar.
K.’nın deneyiminde anne bunu özellikle ikinci çocuğun doğumunda ve eşini kaybettiğinde
yapamamıştır. Anne K.’yı kendi uzantısı olarak kabul etmiş, onun narsistik dengesini kurabilmesi
için gereken duygusal desteği sağlayamamıştır. Hayatına şimdi yaptığı gibi fazlaca müdahil olmuş
ancak hislerine karşı empatik ve anlayışlı olamamıştır. Hershberg (2011) bunu annenin aklında
kendini bulmakta başarısızlık, dolayısıyla boş ve alakasız hissetmek olarak açıklar. K. kendi
arzuları için değil ama annesinin onay ve dikkatini alabilmek için mühendislik okumuştur ve şimdi
de bu alanda yüksek lisans yapmaktadır. ‘Profesör olsam, kendim için yapmıyor olacağım’
demektedir. Bununla tutarlı olarak, annesi K.’nın evine zaman zaman temizlik için gelmekte,
kendisini daha sık aramasını istemektedir. Bu yüzden, K., bir kendiliği olduğunu hissedebilmek ya
da bunu bulabilmek için onun beklentilerini karşılamakta, annesini arayamadığında ya da evi çok
kirli olduğunda ‘kötü, yetersiz, vb. biri’ gibi hissetmektedir. K., bu tutumu hayatındaki bu ilk
ilişkisinden diğer ilişkilerine de genellemekte, kendisinden bekleneni yaptığı ama karşılığındaki
övgüyü göremediği zamanlar, bir çeşit kendini gösterme yöntemi olarak çok sinirlenmektedir. K.,
terapi sırasında yavaş yavaş sürekli diğerlerinin beklentilerini karşıladığını, kendi arzularından
uzaklaştığını ve kendiliği ile ilgili tatmin olmadığı zaman ya diğerleri ile kavga ettiğini ya da
psikojenik madde kullanarak onlardan uzaklaştığını fark etmiştir. K.’nın ilk ihtiyacı olan annesinin
ISSN: 2148-4376
7
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
ortaya çıkan kendiliğine yönelik birincil kabulüdür.
Terapötik Müdahaleler
Babasını, onun değerlerini içselleştiremeden ona hala ihtiyacı olan dönemde kaybettiği ve
annesi de bu eksikliği uygun şekilde telafi edemediği için, K. bu boşluğu doldurma yolu olarak
psikojenik maddeleri kullanma yoluna gitmiştir. Bu aşamada terapistin rolü onun narsistik
yatırımının yarım kaldığı noktadan devamını sağlayabilmek için kendilik-nesnesi olabilmek
olmuştur.
Kohut (1987e) anne-çocuk ilişkisinde çocuğun bütünlüklü bir kendiliğe sahip olması için
ebeveynin kendilik-nesnesi oluşunda olduğu gibi terapistin de seanslardaki kendilik-nesnesi
aktarımlarından söz eder. Bunun için, terapistin empatik kapasitesi önemli rol oynar. Empati hem
psikanalitik sorgulama hem de terapötik karşılık verebilme rolü oynar (Kohut, 1981). Kohut
(1981), ‘iyi bir analistin, çocukluk çağı deneyimlerini seans sırasında oluşan aktarım dinamikleri
çerçevesinde, duyguların yoğunluğunun ve çocukluk çağı arzularının ve ihtiyaçlarının ifadesini
engelleyen ikincil çatışmaların anlaşılabildiği sıcak bir tutum içerisinde yeniden inşa ettiğini’
söyler.
Kohut, üç çeşit kendilik-nesnesi aktarımından söz eder. Kaynaşma aktarımı
(idealization-merger transference), ikizlilik ya da diğer-ben aktarımı (twinship or alter-ego
transference) ve ayna aktarımı (mirror transference). Kaynaşma aktarımında diğer kişi
(terapist-anne) kişinin (hasta-bebek) uzantısı olarak değerlendirilir. Bu deneyim Freud’un birincil
narsisizm dönemine karşılık gelir. Terapist hastanın kendi aklında ne olduğunu bilen biri gibi
algılanır. Hastanın terapistini bu şekilde deneyimleyebilmesi için, terapist kendisini hastanın
yerine koyabilmeli, hastanın anlattıklarının hastanın gözünden ne anlama geldiğini anlamalıdır.
Geist (2008) bunu önemli diğerine yönelik güvenme hissi olarak açıklar. K. da babasını
kaybettiğinde hissettiği, annesinden babasına transfer ettiği kılavuz ya da yol gösterici ihtiyacını
seanslarda tekrar tekrar dile getirmiştir. Terapi seanslarına kadar, bilgilendirme düzeyi dışında, K.,
babasını kaybetmekle canının ne kadar yandığını, kimseyle paylaşmamış, hiçbir zaman yas
tutmamıştır. Terapide ‘ikame anne’ olarak terapist, öncelikle K.’nın yas sürecinde duygusal olarak
ulaşılabilir ve destekleyici olmaya çalışmıştır. Neredeyse bir yıla varan bir sürede, K. duygularını
tekrar tekrar paylaşabileceği bir ortam bulabilmiştir. Onun bu deneyimine ilgi gösterip detaylıca
dinleyerek, acısına rağmen, kendisini ezik ve eksik hissetmesine rağmen, yaşadıklarının onun için
ne anlama geldiğini anlamaya çalışmış, hem ‘birincil annelik kabulü’ göstermiş hem de idealize
kendilik-nesnesi tutumu sergilemiştir. Bu tutum, K.’nın çocukluk çağında yaşadığı engellenmeler
sırasında ihtiyacı olan soğukkanlı, ona güç ve sakinlik sağlayan tutumla kaynaşmasına yardımcı
olan idealize ebeveyn tutumunun bir örneğidir. ‘Analist hastaya, çocukluğunda takıldığı narsistik
gelişim dönemine yeniden dönmesini sağlayabilecek pozitif bir idealize kendilik-nesnesi
olmuştur’(Cataldo, 2007). Geist (2008) idealleştiren aktarımı büyümeyi-geliştirici olarak
değerlendirmektedir. Kişinin önce idealleştirdiği nesne ile kaynaşması zamanla terapist ile
ilişkisinde yaşayacağı optimal engellenmelerle, bu nesne tarafından sergilenen psikolojik
fonksiyonları kendisinin yeniden oluşturması’ beklenir (Siegel, 1996, p.71; akt. Geist, 2008).
Örneğin, K.’nın yaşadığı zorlantılı yaşantılarında (sadece giyiminden ötürü polis tarafından haksız
yere sorgulandığında olduğu gibi) hissettiği öfke sırasında terapist soğukkanlılığını korumuş ve
bu durumun yarattığı öfkeyi empatik bir şekilde dinleyerek, suçlayıcı olmadan duygusunu
paylaşmasına yardımcı olmaya çalışmıştır. Bununla beraber, polisin dikkatini çeken sıra dışı giyim
ve davranışlarının analizi ile oluşturduğu optimal engellenme ile K.’nın ulaşmayı arzuladığı
tümgüçlü-idealize edilmiş figürün gerçekçi zemine çekilmesine yardımcı olmaya çalışmıştır.
Önceleri terapiste kendini açmakta zorluk çeken ve anlaşılmadığı anlarda ona hiddetlenen K.,
ISSN: 2148-4376
8
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
zamanla terapistini idealize kendilik nesnesi olarak görmeye başlamış ve onun fikirlerine ve
yorumlarına, psikolojik açıklamalarına ilgi göstermeye başlamıştır.
Diğer-ben ya da ikizlilik deneyiminde ise, terapist kişinin kendisi gibi hissedilir. Kişi üzgün
olduğu zaman, güçlü ve desteklenmiş hissetmek için kendisi gibi kişilere ihtiyaç duyar. Togashi
(2009) bunu, terapistin kendi durumunu hastada bulması olarak açıklamaktadır. Togashi, ‘farklı bir
kişi ile ikizlilik hissini oluşturabilmek için öncelikli olan konunun, benim onu (terapisti-anneyi)
kendimmiş gibi algılamamdan ziyade o kişinin (terapistin-annenin) kendisini bende bulmasıdır’
demektedir. Seanslarda, terapist olarak ben de sıkça K.’nın yaşadığı deneyimleri ve duyguları
yaşadığımı fark ettim. Onun gibi ben de çoğu zaman insanlardan yalıtılmış, kendi yeteneklerim
hakkında güvensiz ve diğerleri tarafından fark edilmek için başkalarını memnun ederek kendi
arzularımdan uzaklaşmış durumdaydım. Bende doğallıkla oluşan onun duygularını anladığım
hissi Kohut’un sözünü ettiği ikizlilik aktarımının oluşmasına neden olmuş ve ona kendisinin
anlaşıldığı hissini uyandırmış olmalıdır. Bu tutum K.’nın duygu ve davranışlarının normal ve
insani olabileceğini ve bunlar için kendisini yoğun şekilde eleştirmesini engelleyici olduğunu
düşündürmektedir. K. sık sık ‘burada söyleyemediğim şeyler için keşke şunu da söyleseydim,
diye düşünüyorum’ demiştir. K. seanslarda anlaşıldığını düşünmektedir.
Ayna aktarımında ise ‘diğerlerine kendini- doğrulamak ve kendini-onaylamak açısından
ihtiyaç hissedilir (p.64). Bu doğrulama, yine kişiye etkili ve önemli bir insan olduğu hissini verir.
Bu his de kişiyi parçalanıp, dağılmaktan kurtarır. ‘Ayna aktarımında, terapistin görevi övmek,
söylenenleri geri yansıtmak ve hastanın büyüklenmeci kendiliğinin onaylayıcısı olmaktır. Terapi
sırasında ortaya çıkan K.’nın öfkesi, güvensizliği ve yalıtılmışlığının onun babasının kaybından
sonra içine kapanmasının sonucu olarak geliştiği, bu kaybın üstesinden gelemeyişinin ise onun
ilişkilerinde saldırgan bir tutum takınmasına yani büyüklenmeci kendiliğine aşırı yatırım
yapmasına neden olduğu gözlenmiştir. K.’nın baba kaybı sonrası, annesi tarafından aynalanmadeğerli hissettirilme ihtiyacı uygun ve yeterli düzeyde karşılanamamıştır. Annesi duygusal olarak
bu ihtiyaçlarına karşılık verecek durumda olmadığı ve hatta ‘beceriksiz’, ‘pimpirikli’ gibi terimler
kullanarak eleştirel davrandığı için K. bu eksikliği güvensizlik olarak deneyimlemiş olmalıdır.
Terapi sırasında, terapist K.’nın özellikle otorite figürlerine karşı düşmanca ya da saldırgan
tutumlarına yönelik empatik durmaya çalışmıştır. Terapi sırasında, ben de onun örneğin
çatışmalara girmekteki cesaretini ilgi ve dikkatle dinleyip bazen de onu yumuşakça gerçeklerle
yüzleştirmeye çalıştım. Örneğin, ‘cesaretini takdir ediyorum ancak adının bir suça karışmasından
endişe ediyorum,...’ gibi. Yapılan aynalama zamanla gerçek başarılara odaklandığında, hastanın
büyüklenmeci kendiliği istekli, gerçekçi, arzulu ve bütün bir kendilik idealine dönüşür (Kohut,
1971, akt. Lee & Martin). Bu yüzleştirmeler yanında K.’nın hayatındaki problemleri ele almaya
başlaması, örneğin arabasını satmayı başarması, edebi yazım kursuna katılması, kız arkadaşı ile
problemlerini konuşma çabası gibi gerçek başarıların takdirinin onun aynalanma ihtiyacının
sağlıklı yollarla karşılanmasını sağladığı düşünülmektedir.
Her ne kadar bu kendilik-nesnesi aktarım deneyimlerinin sırası genellikle kaynaşma
(idealizasyon) ile başlayıp, ikizliliğe doğru ve oradan da aynalamaya doğru gitse de bu deneyimler
kendilerini aynı anda da gösterebilirler.
Özetle, yapılan 40 görüşmede terapi ortamı, K.’nın hem kardeşinin doğumu hem de
babasının ölümü ile kaybettiği kendiliğinin yasını tutmasına ve tekrar canlanacak bir yol
bulmasına izin verecek şekilde oluşturulmuştur. Daha önce de, söylendiği gibi, terapistin
yaklaşımı, yaşadığı yıkıcı deneyimi ve sonrasında gelişen zorlantılı yaşantıları daha kolay
anlatabileceği düzeye gelene kadar tekrar tekrar ilgili, sakin ve dikkatli bir şekilde dinlemek
olmuştur. Süreç içinde, K. kardeşinin kendisini öfkelendiren olumsuz tutumlarından ilk defa
şikâyet etmeye başlamıştır. Daha öncesinden böyle bir duygusunun olduğunun bile farkında
değildir. Dolayısıyla bu öfkeyi yaşamadan ve onu sevgiye dönüştürmeden, kendisini ayrı ve eşsiz
ISSN: 2148-4376
9
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
bir birey olarak deneyimlemesi mümkün olmamıştır. Mitchell’in dediği gibi, kişi önce eşsiz
kendiliğinin kaybının yasını destekleyici bir anneyle tutmalı, sonra da sıradan olmanın güzelliğini
keşfetmelidir.
Uygulanan empatik yaklaşımla K., gittikçe kendi arzularını bulmaya başlamış ve okulunu
kendisi için bitirmeye karar vermiştir. Benzeri şekilde, 3 yıldır birlikte olduğu, aşk ya da tutku
olmadan ve daha çok istemeden dileklerini yerine getirdiği kız arkadaşı ile ilişkilerini ele almaya
başlamıştır. K., gittikçe sosyalleşmiş, okulda daha önceden tanıyıp konuşmadığı kişilerle
görüşmekten zevk almaya başladığını belirtmiştir. Yapılan son görüşmede ise, kendisini riske
atarak katıldığı çatışmaların anlamsız gelmeye başladığından söz etmiş ve bu davranışları
sergilemekten vaz geçtiğini belirtmiştir.
Görünen o ki K., beni yeni kendilik-nesnesi olarak değerlendirebilmiş, bu yolla kendilik
değerini yükseltmeyi başarabilmiş, psikojenik madde kullanma isteği ya da çatışma içeren
durumlara girme isteği azalmış ve yaşama karşı olumlu arzu ve ilgi geliştirmeye başlayabilmiştir.
ISSN: 2148-4376
10
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
Kaynaklar
Cataldo, L.M. (2007). Religious Experience and the Transformation of Narcissism: Kohutian Theory
and the Life of St. Francis of Assisi. Journal of Religion and Health, 46, 527-540.
Christopher, J.C., Bickhard, M.H., Lambeth, G.S. (2001). Otto Kernberg’s Object Relations Theory,
A Metepsychological Critique. Theory & Psychology, 11 (5), 687-711.
Edward, J. (2013). Sibling Discord: A Force for Growth and Conflict. Clinical Social Work Journal,
41,77–83.
Freud, S. (1914). On Narcissism. Standart Edition, 14: 69-102. London: Hogarth Press, 1957.
Geist, R. (2008). Mini-Analyses and Idealizing Transferences: Autobiographical Reflections on the
Development of a Therapeutic Model. International Journal of Psychoanalytic Self
Psychology, 3, 320–331.
Hershberg, S.G. (2011). Narcissus Revisited: A Link Between Mirroring and Twinship Selfobject
Experiences—A Discussion of Nancy VanDerHeide’s, “A Dynamic Systems View of the
Transformational Process of Mirroring”. International Journal of Psychoanalytic Self
Psychology, 6, 58–66.
Kohut, H. (1977). The restoration of the self. International Universities Press, New York.
Kohut, H. (1981), On empathy. In: The Search for the Self: Selected Writings of Heinz Kohut:
1978–1981, Vol. 4, ed. P. H. Ornstein. Madison, CT: International Universities Press, pp.
525–535.
Kohut, H. (1987a). The Separate Developmental Lines of Narcissism and Object Love. In M. Elson.
(Ed.), The Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and
young adults (pp.18-30). USK.
Kohut, H. (1987b). Early Stages in the Formation of Self-Esteem. In M. Elson. (Ed.), The Kohut
Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults
(pp.31-46). USK.
Kohut, H. (1987c). Emphatic Environment and the Grandiose Self. (In M. Elson. (Ed.), The Kohut
Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults
(pp.47-60). USK.
Kohut, H. (1987d). Building Psychic Structure That Regulates Self-Esteem. In M. Elson. (Ed.), The
Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults
(pp.61-76). USK.
Kohut, H. (1987e). The Admiring Selfobject and the Idealized Selfobject. In M. Elson. (Ed.), The
Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults
(pp.77-94). USK.
Kohut, H. (1987f). The Acquisition of Internalized Values, Ideals, and Goals. In M. Elson. (Ed.), The
Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults
(pp.95-109). USK.
Lee, R.R., Martin, J.C. (1991). Psychotherapy After Kohut, A Textbook of Self Psychology. New
York: Hillsdale.
Mitchell, J. (2011). Kardeşler: Cinsellik ve Şiddet (P. Padar, Çev. & B.C. Yılmazyiğit). İstanbul:
Bilgi Ünv. (Original work published 1940).
Mitchell, S.K., Black, M.K. (2012). Freud ve Sonrası, Modern Psikanalitik Düşüncenin Tarihi (K.
Eğrilmez, Çev.). İstanbul: Bilgi Ünv. (Original work published 1995).
Philips, T. (2011). Mirroring and What Happens Next. International Journal of Psychoanalytic Self
Psychology, 6, 50–57.
Winnicott, D.W. (1977). The Piggle. London: The Hogarth Press.
Togashi, K. (2009). A New Dimension of Twinship Selfobject Experience and Transference.
International Journal of Psychoanalytic Self Psychology, 4, 21–39.
ISSN: 2148-4376
11
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 1-12
Sema Yurduşen
Summary
The Impact of Loss of a Parent and Having a Sibling on Self Psychology
Psychotherapeutic approaches have different perspectives on the difficulties of the
development of the individual’s self-esteem. Kohut believed that in order to establish a healthy
sense of self, people need to experience idealized, grandiose and twinship experiences in the early
years of life. For this, the child’s idealization, grandiose and twinship self-object needs must be
met by his caregivers or environment. It is the massive or premature interruption (such as loss)
with his self-object relationship in the early stages of his life that makes the person problematic
later. Moreover, Mitchell focuses on the loss of the self-worth through siblings or peers in
childhood. She thinks that without the acceptance of the loss of uniqueness the child feels hatred
toward its sibling or peers. In order to transform that hate into love the child should understand
that he is in sequence with others. In other words, he should understand that he is different from
his siblings as being ‘other’ as well as he is ordinary as others. Mitchell names this sequencing as
mother’s law.
In this article, the difficulties experienced as psychogenic substance abuse and anger problems
were addressed in terms of self-psychology. This work was evaluated through Kohut’s view on
self-psychology and Mitchell’s view on siblings’ role on self via a case example. Moreover, when
considering a case like this, the role of the therapist was emphasized in relation to Kohut’s
thoughts on transference relationship.
Keywords: Loss, Sibling, Self, Transference.
ISSN: 2148-4376
12
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Süpervizör, Terapist ve Hasta Üçlüsünde Terapötik
İttifak ve Etkileyen Faktör Olarak Şema Kavramı: Bir
Vaka Üzerinden Analiz*
Bahar Köse Karaca
İstanbul Arel Üniversitesi
Özet
Yapılan çalışmanın hedefi Young şema alanlarının, Young uyumsuz baş etme biçimlerinin, Young
ebeveynlik biçimlerinin Süpervizör A, Terapist B ve Hasta C arasındaki terapötik ittifakını ölçmekti. Bu
vaka çalışması için, katılımcılar bir süpervizör (klinik psikoloji doktora öğrencisi), bir terapist (klinik
psikoloji yüksek lisans öğrencisi) ve bir hastadan (AYNA klinik psikoloji ünitesine başvuran)
oluşmaktaydı. Araştırmada, terapötik ittifakı ölçmek için niteliksel (araştırmacı tarafından geliştirilen
açık uçlu soru formu ve ilişkisel halkalar) ve niceliksel (terapötik ittifak ölçekleri/süpervizör-terapist
formları ve terapist-hasta formları) olmak üzere iki farklı ölçüm biçimi kullanıldı. Sonuçlara göre,
Young erken yaş dönemi uyumsuz şemaları, Young baş etme biçimleri, Young ebeveynlik biçimleri ile
süpervizörler, terapistler ve hastaların terapötik ittifakları arasında bir ilişki olduğu tespit edildi. Çıkan
sonuçlar Şema Teorisi çerçevesinde tartışıldı.
Anahtar Kelimeler: Şema Teori, Terapötik İttifak, Süpervizyon, Psikoterapi
* Bu çalışma, Şema Terapi Kongresi’nde (İstanbul, 2014) genel hatları ile sunulmuştur.
ISSN: 2148-4376
13
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Terapötik İttifak Kavramı ve Etkileyen Faktörler
Yapılan araştırmalara göre, kullanılan terapi yaklaşımları, yöntemler ve psikolojik
semptomlar sabit tutulsa bile, psikoterapilerin etkileri her zaman aynı olmamaktadır. Literatürde,
bu durum için farklı açıklamalar mevcuttur. Psikoterapide kullanılan terapi yaklaşımı, terapistin
eğitimi ve deneyimi, hastanın psikopatolojisi, seansların sıklığı ve hastaların tedavi için ne
derecede motive olduğu sonuçları etkileyen faktörler arasındadır (Crits-Christoph ve ark., 1991;
McCarthy ve Frieze, 1999; McCoy Lynch, 2012). Bunların yanı sıra, dikkat çeken bir diğer faktör
şüphesiz ki terapötik ilişkidir. Literatürde, terapötik ilişkinin doğrudan mı yoksa dolaylı mı etkisi
olduğu hala tartışma konusuyken, hasta ve terapist arasındaki ilişkinin iyileştiriciliği ciddi kabul
görmektedir (Elvins ve Green, 2008; Gelso ve Carter, 1985; Gelso ve Carter, 1994; Horvath, Del
Re, Flückiger, ve Symonds, 2011; Huppert ve ark., 2014; Priebe ve McCabe, 2006). Özellikle,
terapi ilişkisinde yaşanan sıkıntıların fark edilmesi ve bu sıkıntıların aşılarak kaliteli bir terapötik
ittifak yaratmak çabası hastanın psikoterapi sürecinde değişim yaşamasına önemli derecede katkı
sağlamaktadır (Safran, 1993). Diğer taraftan, birçok araştırmacı psikoterapi sürecinde terapötik
ittifakın önemini kabul ederken, terapötik ittifakın kavramsal tanımı ve nasıl ölçülebileceği henüz
tartışma konusudur. Bununla birlikte, terapötik ittifakı analiz etmek, ölçmek ve kontrol etmek için,
farklı yaklaşımlardan araştırmacılar hangi faktörlerin terapötik ittifakı etkilediği üzerine tartışma
yürütmeye devam etmektedir.
Tarihsel bağlamda, terapötik ittifak kavramıyla ilgili ilk çalışmalar psikodinamik kurama
aittir. Terapi içerisindeki ilişkinin önemine ilk kez Freud (1912/1913) dikkatleri çekmiştir. Freud
(1913) yazılarında hastalarının duygularına ve doktorlarına olan bağlanmasına odaklanmış ve buna
bağlı olarak aktarım ve karşıaktarım kavramlarını ortaya atmıştır. Freud’dan sonra daha birçok
araştırmacı kendi kavramları ile terapötik ilişkinin önemine dikkat çekmiştir (Anderson ve
Anderson, 1962; Baillargeon, Cote ve Douville, 2012; Barrett-Lennard, 1962/1978/1986; Curtis,
1979; Frank ve Frank, 1991; Frieswyk ve ark.,1986; Greenson, 1965; Hayes, 1998; Hougaard,
1994; Luborsky, 1976; Luborsky, Singer ve Luborsky, 1975; Orlinsky ve Howard, 1975; Rogers,
1957; Smith ve Gloss, 1977; Sterba, 1934; Zetzel, 1956). Ancak literatürde, bu kavramlar arasında
en çok kabul gören ve kullanılan Bordin’in terapötik ittifak kavramı olmuştur (Gelso ve Carter,
1985; Greenson, 1967; Horvath ve Greenberg, 1989; Patton, 1984). Bordin’e göre (1979),
terapötik ilişki hangi yaklaşımın kullanıldığına bağlı olmaksızın şimdi ve burada terapist ve hasta
arasında tedavinin bütün biçimlerini kapsayan ilişkidir. Ayrıca terapötik ilişki hem terapistin hem
de hastanın ortak katılımından oluşan amaç, hedef ve duygusal bağ boyutlarından oluşmaktadır.
Bu çalışmada da Bordin’in kavramı kullanılmıştır.
Terapötik ilişkinin öneminin anlaşılması ve kavramsallaştırma çalışmalarından sonra bu
kavramların nasıl ölçüleceği literatür için bir diğer tartışma konusu olmuştur. Birçok araştırmacı
çeşitli ölçekler geliştirmiştir (örn. Anderson ve Anderson, 1962; Barrett-Lennard, 1962; Stone ve
Shertzer; 1965; Orlinsky ve Howard; 1966). Bu ölçeklerden ampirik olarak güçlü olması
nedeniyle en çok kullanılanlardan biri Horvath ve Greenberg’in (1989), Bordin’in (1979) amaç,
hedef ve duygusal bağ odaklı terapötik ilişki kavramını ölçmek için oluşturulan Terapötik İttifak
Ölçeğidir. Bu çalışmada da nicel yöntem olarak bu ölçek kullanılmıştır. Ancak, terapötik ilişkinin
ölçümü ile ilgili tartışmalar ölçüm araçlarının kısıtlılıkları üzerine devam etmektedir. Bunlardan
ISSN: 2148-4376
14
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
bazıları, terapötik ittifakın kavramsallaştırılmasında ortak bir görüşün olmaması, ölçeklerin genç
yetişkinleri ölçmekte yetersiz kalması, kavramın karmaşık bir yapıya sahip olması ve nicel
ölçümlerin ilişkinin bütününü ölçmekte yetersiz kalmasıdır (Elvins ve Green, 2008; Eugster ve
Wampold, 1996; Green, Imre, Frances, Begum ve Gannon, 2001; Kelly, 1997). Tüm bu
kısıtlılıklardan yola çıkarak, bu çalışmada terapötik ittifak için nitel ve projektif bir ölçek
geliştirilmiştir.
Literatürdeki kavramsallaştırma ve ölçme çalışmalarından sonra, bir diğer tartışma konusu
terapötik ittfakı nelerin etkiliyor olduğudur. Bununla ilgili terapi yaklaşımlarından farklı
açıklamalar yapılmıştır (örn. Beck, Rush, Shaw ve Emery, 1979; Elliott, Watson, Goldman ve
Greenberg, 2004; Freud, 1912; Hinshelwood, Robinson ve Zarate, 2006; Mayers ve Hayes, 2006;
Sullivan, 1953; Safran ve Muran, 2000). Bu yaklaşımlardan en çok göze çarpan ise Şema
Teori’nin açıklamaları olmuştur (Young, 1999). Şema Teori’ye göre hem terapistin hem de
hastanın çocukluktan getirdiği erken yaş dönemi uyumsuz şemaları, ebeveyn kökeni, kaçınma ve
telafi baş etme süreçleri terapötik ilişkiyi etkilemektedir. Şema Teori’ye göre (Young, 1999), beş
şema alanı altında (ayrılma ve dışlanma/reddedilme, zedelenmiş özerklik ve performans,
zedelenmiş sınırlar, başkalarına yönelimlilik, aşırı tetikte olma ve baskılama) toplam on sekiz
erken yaş dönemi uyumsuz şeması vardır (terk edilme, güvensizlik/istismar edilme, duygusal
yoksunluk, kusurluluk/utanç, sosyal izolasyon, bağımlılık/yetersizlik, hastalıklar ve zarar görme
karşısında dayanıksızlık, yapışıklık, başarısızlık, boyun eğicilik, kendini feda, onay arayıcılık,
karamsarlık, duygusal bastırma, yüksek standartlar, cezalandırıcılık).
Klinik psikoloji alanında terapötik ilişkinin tedavi sürecindeki önemine dikkat çekilmesine
rağmen, literatürde ilişki döngüsünü neyin etkilediği üzerine kısıtlı sayıda araştırma vardır.
Bundan dolayı, bu çalışmada şu amaçlara ulaşmak hedeflenmektedir: Young şema alanlarının, baş
etme biçimlerinin ve ebeveyn biçimlerinin süpervizörler, terapistler ve hastalar arasındaki
terapötik ilişkiye etki edip etmediğine bakmak; süpervizörlerin, terapistlerin ve hastaların terapötik
ilişki tanımlarını karşılaştırmak; terapötik ittifakı ölçmek için örtük bir ölçüm aracı geliştirmek;
Terapötik İttifak Ölçeği’nin süpervizör ve terapist formlarının Türkçe modifikasyonunun yapmak;
terapötik ittifakın nitel ve nicel ölçümlerini kısıtlılıkları ve farklılıkları açısından kıyaslamaktır. 52
farklı ilişki biçiminin değerlendirildiği doktora tezinin bir parçası olan bu çalışmada, sadece bir
vaka üzerinden değerlendirme yapılacaktır.
Metod ve Yöntem
Bu araştırmada hedeflere ulaşabilmek için metod olarak şöyle bir yöntem ve prosedür
uygulanmıştır: Araştırma katılımcılar üç gruptan oluşmuştur. Birinci olarak, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Klinik Psikoloji Doktora Programında öğrenim gören bir süpervizörden (Süpervizör
A) oluşmuştur. Bu süpervizör, kıdemli öğretim görevlileri tarafından verilen süpervizyon altında
en az iki yüz seans hasta görerek ve süpervizyon dersi alarak süpervizyon vermeye hak kazanmış
doktora öğrencilerinden oluşan grup içerisinden seçilmiştir. Bu gruptaki süpervizörler kendi eğitim
süreçlerinde ilk kez süpervizyon vermiştir. Bu nedenle, onların süpervizyon süreci de bölümdeki
öğretim görevlileri tarafından ayda bir kez denetlenmiştir. Ayrıca, süpervizörler ayda bir kez de
akran süpervizyonuna katılmışlardır. İkinci olarak çalışmaya katılan terapist, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi klinik psikoloji yüksek lisans programına devam eden terapistler içinden seçilen
Terapist B olmuştur. TerapistB lisans programının ikinci yılına devam etmektedir ve bu programın
ilk yılında psikoterapi dersi almıştır. Ayrıca, Terapist B de ilk kez psikoterapi sürecinde yer
almıştır. Terapist B de diğer terapistlerle birlikte haftada bir kez süpervizyon almış ve ayda bir kez
de lisansüstü öğrencileri ve klinik psikoloji programının öğretim üyelerine kendi vakasını
ISSN: 2148-4376
15
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
sunmuştur. Süpervizör A ve Terapist B de diğer tüm süpervizör ve terapistler gibi vaka sunumları
aracılığıyla da öğretim görevlileri tarafından değerlendirilmiştir. Tüm bu süpervizyon ve
psikoterapi süreçleri Ayna Klinik Psikoloji Birimi tarafından sağlanmıştır. "Ayna", Orta Doğu
Teknik Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde klinik psikoloji programına devam eden öğrencilerin
stajı için tesis edilmiş bir klinik destek ünitesidir. Bu ünitede, yüksek lisans veya doktora eğitimine
devam eden öğrenciler süpervizyon altında psikoterapi hizmeti vermektedir. Üçüncü olaraksa,
depresyon, anksiyete, yakın ilişki sorunları şikayetleri ile Ayna’ya başvurmuş hastalardan
çalışmaya gönüllü katılmak isteyen ve Terapist B’nin Süpervizör A gözetiminde takip ettiği bir
hasta seçilmiştir. Ayna’ya başvuran hastalar çoğunlukla Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin farklı
bölümlerinde öğrenim gören öğrenciler olmuştur. Araştırmada bahsi geçen Hasta C ise bağımlı
kişilik örüntüsü ve ilişki problemleri nedeniyle üniteye başvurmuştur.
Bu çalışmada, iki tip ölçüm yöntemi kullanılmıştır. Birincisi, nicel ölçme yöntemidir.
Nicel ölçüm için Demografik Bilgi Formu, Young Şema Ölçeği, Young Ebeveynlik Ölçeği,
Young-Rygh Kaçınma Envanteri, Young Telafi Envanteri ile Terapötik İttifak Ölçekleri’nin
süpervizör-terapist ve terapist-hasta formları kullanılmıştır (Detaylı bilgi için tezin orijinaline
bakınız). İkinci olarak nitel ölçüm yöntemi kullanılmıştır. İlk olarak, süpervizörlerin ve
terapistlerin süpervizyon sürecinde yaşadığı zorlukları ve bunlarla nasıl baş ettiklerini belirlemek
için araştırmacı tarafından geliştirilen Açık Uçlu Soru Formu uygulanmıştır. Buna ek olarak, tüm
katılımcıların örtük olarak süpervizyon ve psikoterapi süreçlerini nasıl algıladıklarını
belirleyebilmek için İlişkisel Halkalar adında bir projektif ölçek geliştirilmiştir. Mevcut çalışma
başlamadan önce, Ayna Klinik Psikoloji Birimi Direktörü ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Etik
Komitesi’nden izin alınmıştır. Ayrıca, çalışmanın başında, katılımcıların bu çalışmaya gönüllü
katılımını ifade ettikleri bilgilendirilmiş onam formu imzalatılmıştır. Gizliliği sağlamak için,
öncelikle, katılımcılara araştırmaya dahil olmayan bir kişi tarafından takma isim verilmiştir.
Araştırmacı takma isimlerin hangi kişiye ait olduğunu bilmemektedir. Ancak katılımcılara
birbirleri için değerlendirme yapacaklarından takma isimlerin kime ait olduğu bilgisi verilmiştir.
Süpervizörler "Süper" takma adı ile kodlanmış ve bu takma adın arkasına bir sayı (örneğin,
SUPER1) atanmıştır. Ayrıca, terapistler "Freud" takma adı ile kodlanmış ve bir sayı bu takma adın
arkasına (örneğin, Freud1) atanmıştır. Benzer şekilde, hastalar da “Kaşif” takma adıyla kodlanmış,
bu kodun önüne bir sayı sonuna bir sayı eklenmiş; önüne eklenen sayı hastanın süpervizörünü,
arkasına eklenen sayıysa terapistini temsil etmiştir (örneğin, 1Kaşif5). Ancak araştırmacı bu
kodları tezde yazarken gizliliği sağlayabilmek için tekrar değiştirmiştir. Mevcut çalışmada üç grup
ölçek verilmiştir. Birinci grup araştırmanın başında bir defaya mahsus olarak evde doldurulacak
biçimde uygulanmıştır. Bu grubu Young Şema Ölçeği, Young Ebeveynlik Ölçeği, Young-Rygh
Kaçınma Envanteri ve Young Telafi Envanteri oluşturmuştur. Terapötik ittifakı ölçen ikinci grupsa,
literatüre göre ilişkinin en erken üç seanstan sonra başladığı düşünüldüğünden, terapi seansı veya
süpervizyon seansı en az üç seans geçtikten sonra verilmiştir. Bu ölçekler her seans veya
süpervizyon oturumu bitiminde katılımcılara uygulanmıştır. Bu amaçla, süpervizyon ve terapi
odalarına, bir kutu ve zarf yerleştirilmiştir. Ayrıca hatırlatma notları da bu odaların içine
yerleştirilmiştir. Her oturumun sonunda, katılımcıların ölçekleri doldurmaları, zarfın içine
koymaları, zarfı kapatmaları ve zarfı kutuya atmaları beklenmiştir. Üçüncü grup olarak, her
süpervizyon ve terapi sürecinin sonunda doldurulmak üzere, katılımcılara yapılandırılmamış
ölçekler (örn. ilişkisel halkalar ve açık uçlu soru formu) verilmiştir. Katılımcılardan ilişkisel
halkaları hedef, görev ve duygusal bağ açısından doldurmaları beklenmiştir. Hedef, görev ve
duygusal bağ tanımlarına yönelik talimatlar ilişkisel halkaları doldurma işlemi başlamadan önce
araştırmacı tarafından katılımcılara anlatılmıştır. Bordin’in (1979) kavramsallaştırılmasına
dayanarak, amaçlar katılımcıların yaşadıkları durumlar çerçevesinde terapiden ve süpervizyondan
kazanmayı umut ettikleri şeyler/beceriler olarak tanımlanmıştır. Görevler süpervizör ve terapist ya
ISSN: 2148-4376
16
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
da terapist ve hastanın birlikte ulaşmak istedikleri amaçlar doğrultusunda hemfikir oldukları görev
ve sorumlulukları içermiştir. Duygusal bağ ise süpervizör-terapist veya terapist-hasta arasındaki
amaçlara ulaşmaya çabalarken oluşan yakınlık ve güven duygusu olarak tarif edilmiştir.
Bu çalışmada, nicel ölçüm yöntemlerinde diskriptif ve korelasyon amaçlı sonuçlara
ulaşmak için SPSS kullanılmıştır. Nitel ölçümler ise nicel ölçümlerden çıkan sonuçlarla
ilişkilendirilerek açıklanmaya çalışılmıştır.
Ölçeklerin deskriptif özelliklerini analiz edebilmek için, Young Şema Ölçeği (örn. terk
edilme, güvensizlik/istismar edilme, duygusal yoksunluk, kusurluluk/utanç, sosyal izolasyon,
bağımlılık/yetersizlik, hastalıklar ve zarar görme karşısında dayanıksızlık, yapışıklık, başarısızlık,
boyun eğicilik, kendini feda, onay arayıcılık, karamsarlık, duygusal bastırma, yüksek standartlar,
cezalandırıcılık); Young Ebeveynlik Ölçeği (kuralcı/kalıplayıcı, küçümseyici/kusur bulucu,
duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, sömürücü/istismar edici, aşırı koruyucu/evhamlı,
koşullu/başarı odaklı, aşırı izin verici/sınırsız, kötümser/endişeli, cezalandırıcı, değişime
kapalı/duygularını bastıran); Young-Rygh Kaçınma Ölçeği (örn. psikosomatizm, sıkıntıyı yok
saymak, duygu kontrolü, sosyal çekilme, aktiviteyle zihinden uzaklaştırma, hissizlik, duyguları
bastırma); Young Telafi Ölçeği’nin (örn. statü düşkünlüğü, kontrol, asilik, aşırı bağımsızlık,
manipülatif olma, eleştiriye tahammülsüzlük, kendi yönelimlilik, mesafelilik) ortalamaları,
standart sapmaları ve minimum-maksimum aralıkları değerlendirilmiştir. Bu analiz süpervizörler,
terapistler ve hastalar için ayrı ayrı tekrarlanmıştır.
Sonuçlar ve Tartışma: Süpervizör A- Terapist B- Hasta C’nin Vaka Analizi
Çalışmada süpervizör, terapist ve hasta arasındaki ilişkiyi değerlendirebilmek için
öncelikle herbirine Young Şema Ölçeği, Young Rygh Kaçınma Ölçeği, Young Telafi Ölçeği ve
Young Anne-Baba Ölçeği ile Terapötik İttifak Ölçekleri uygulanmıştır. Şema ölçekleri sadece
çalışmanın başında bir defaya mahsus bilgi toplama amacı ile uygulanmış; ittifak ölçekleri ise her
süpervizyon ve terapi seansı sonrası olmak üzere uygulatılmıştır.
Bu vaka örneğinde Süpervizör A, bilişsel davranışçı terapi, bağlanma kuramı ve dinamik
yaklaşımdan oluşan eklektik bir süpervizyon süreci izlemektedir. Diğer taraftan, Terapist B ise
bağımlı kişilik bozukluğuna sahip ve ilişki kurmakta problem yaşayan Hasta C ile terapisinde
BDT ile ilişki odaklı bir terapi yaklaşımı benimsemektedir.
Süpervizör A Kimdir?
Araştırmada çıkan sonuçlara göre, Süpervizör A’da terk edilme, onay arayıcılık, yetersiz
özdenetim, kusurluluk ve kendini feda şemaları olduğu dikkati çekmiştir. Bu şemaları telafi etmek
içinse kontrol, statü düşkünlüğü, mesafelilik ve aşırı bağımsızlığın Süpervizör A tarafından sıklıkla
kullanıldığı bilgisi elde edilmiştir. Diğer taraftan sosyal çekilme, duygu kontrolü ve
psikosomatizm ise kaçınma baş etme yöntemi olarak kullanılan stratejilerdir. Bunların yanı sıra,
Süpervizör A’nın kötümser/endişeli, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, aşırı izin verici/sınırsız,
koşullu/başarı odaklı özelliklerinde anneye ve kötümser/endişeli, duygusal bakımdan yoksun
bırakıcı, aşırı izin verici/sınırsız, koşullu/başarı odaklı özelliklerinde babaya sahip olduğu
bulunmuştur.
Terapist B Kimdir?
Terapist B’ye gelince, dikati çeken şemaların kendini feda, yüksek standartlar, onay
arayıcılık, haklılık/büyüklenmecilik ve yetersiz özdenetim olduğu belirlenmiştir. Terapist B
ISSN: 2148-4376
17
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
tarafından şemalardan kaçınmak için en fazla kullanılan baş etme stratejileri ise mesafelilik, statü
düşkünlüğü, kontrol, eleştiriye tahammülsüzlük, aşırı bağımsızlık ve manipülasyondur.
Aktiviteyle zihinden uzaklaşmak, duygu kontrolü, sıkıntıyı yok saymak ve sosyal çekilme ise
Terapist B’nin kullandığı telafi yöntemleridir. Ebeveynlik değerlendirmelerine göre, Terapist B,
duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, koşullu/başarı odaklı, cezalandırıcı, aşırı koruyucu/evhamlı,
değişime kapalı/duygularını bastıran ve kuralcı/kalıplayıcı anne özellikleri ile kuralcı/kalıplayıcı,
koşullu/başarı odaklı, değişime kapalı/duygularını bastıran, küçümseyici/kusur bulucu, and aşırı
izin verici/sınırsız baba özellikleri rapor etmiştir.
Hasta C Kimdir?
Hasta C’nin değerlendirmelerine göre, en çok dikkati çeken şemalarının
haklılık/büyüklenmecilik, kendini feda, yüksek standartlar, terk edilme, karamsarlık,
cezalandırıcılık ve yetersiz özdenetim olduğu saptanmıştır. Bütün telafi yöntemlerinin (örn.,
mesafelilik, eleştiriye tahammülsüzlük, kontrol, aşırı bağımsızlık, kendi yönelimlilik, statü
düşkünlüğü, asilik ve manipülasyon) Hasta C tarafından sıklıkla kullanılırken, mesafeliliğin aşırı
derecede kullanıldığı dikkati çekmiştir. Ayrıca, aktiviteyle zihinden uzaklaştırma, sosyal çekilme,
duygusal kontrol, sıkıntıyı yok saymak ve Psikosomatizm Hasta C’nin sık kullandığı kaçınma
yöntemleridir. Diğer bir taraftan, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, aşırı koruyucu/evhamlı,
kuralcı/kalıplayıcı ve koşullu/başarı odaklı anne özellikleri ile değişime kapalı/duygularını
bastıran ve küçümseyici/kusur bulucu baba özellikleri Hasta C’nin ebeveyn özelliklerini
göstermektedir.
Süpervizör A ve Terapist B Arasındaki Terapötik İttifakın Şema Teorisi ile İlişkisi
Süpervizör A ve Terapist B arasındaki terapötik ittifakı değerlendirmek için, yedi defa
ölçüm alınmıştır. Bu ölçümlerden, genel, amaç, görev ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifaka
dayalı ortalamalar elde edilmiştir. Elde edilen ortalamalardan Süpervizör A ve Terapist B arasında
kıyaslamalar yapılmış ve bu kıyaslamalar Erken Yaş Dönemi Uyumsuz Şemalar, Young
Ebeveynlik Ölçeği ölçümleri, Young-Rygh Kaçınma Ölçeği alt ölçekleri, Young Telafi Ölçeği
ölçümleri ile ilişkilendirilmiştir.
Süpervizör A ve Terapist B arasındaki Niceliksel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve
Bunun Şema Teorisi ile İlişkisi
Süpervizör A ve Terapist B arasındaki genel terapötik ittifak sonuçlarına göre, Süpervizör
A’nın Terapist B’ye göre daha fazla terapötik ittifak algıladığı belirlenmiştir (Figür 1). Ölçümlerin
başlangıcında, Süpervizör A, Terapist B ile ilişkisinde en yüksek ittifak skorunu belirtmiştir (Figür
1). Daha sonra, zaman ilerledikçe bu skorlarda bir dalgalanma olduğu dikkati çekmektedir.
Süpervizör A’nın en yüksek skoru verdiği zaman Terapist B’nin en düşük skoru verdiği seansa
denk gelmiştir. Diğer taraftan, Terapist B en düşük skoru değerlendirmelerin başında vermiştir.
Sonra Terapist B’nin süpervizyon süreci için değerlendirmeleri dereceli olarak artmıştır. Ancak
Süpervizör A’nın Terapist B ile ilişkisinde en düşük skoru verdiği süpervizyon seansında (9.
seans), ilginç bir şekilde Terapist B Süpervizör A için en yüksek skoru vermiştir. Bu sonuca göre,
Süpervizör A ve Terapist B arasında ele alınmayan veya konuşulmayan konular olduğu
düşünülmüştür. Ayrıca Süpervizör A tarafından iyi veya kötü olarak algılanan durumların Terapist
B için karşıt anlama geldiği dikkati çekmektedir. İlişki kurma biçimleri arasında bir fark olduğu
düşünülmüştür.
ISSN: 2148-4376
18
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Figür 1. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki genel terapötik ittifak
Ayrıca, amaç, görev ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifak değerlendirmelerinde (Figür 2,
Figür 3, Figür 4), Süpervizör A’nın değerlendirmelerinde belirgin bir düşüş (7. süpervizyon seansı)
olduğu dikkati çekmiştir. Bununla birlikte, Terapist B’nin bu durumun farkında olmadığı
anlaşılmaktadır. Belki de Süpervizör A bu durumu göz ardı etmiş veya süpervizyon sürecinde ele
almamıştır. Benzer olarak, 12. süpervizyon oturumunda, Terapist B’nin verdiği duygu odaklı
terapötik ittifak değerlendirmesinde belirgin bir düşüş olmuştur (Figür 4) ve bu durum Süpervizör
A tarafından fark edilmemiştir. Buradan Süpervizör A ve Terapist B arasında süpervizyon
sürecinde açık ve net iletişim kurma eksikliği olduğu düşünülmüştür.
Figür 2. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki amaç odaklı terapötik ittifak
ISSN: 2148-4376
19
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Figür 3. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki görev odaklı terapötik ittifak
Figür 4. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki Duygu Odaklı Terapötik İttifak
Tüm bu sonuçlardan yola çıkarak, ilk olarak, Terapist B’nin ittifak ile ilgili düşük skorlar
verme eğilimi onun yüksek standartlar ve haklılık şemaları ile açıklanabilir. Young’ın (1999)
belirttiği gibi, bu şemalara sahip olan kişiler başkalarını veya başarıları değerlendirirken
küçümsemek veya değersizleştirmek eğiliminde olabiliyorlar. Ayrıca, Süpervizör A’nın daha
yüksek skorla değerlendirmelere başlamış olması onun kötümser ve başarı odaklı ebeveynleri ile
mücadelesinden kaynaklanıyor olabilir. Belki Süpervizör A kendi ebeveynlerinin ona yaptığı gibi
bir rolde olmayı seçmek istememiştir. Klein’a göre (1952), sağlıksız tutumları olan ebeveynler
kendi karşılanmamış ihtiyaç ve isteklerini çocuklarına yüklemek için yansıtmalı özdeşimi
kullanmaktadır. Buna ek olarak, Cashdan (1988) yansıtmalı özdeşimin bir kişiyi kendi istek ve
beklentilerine göre davranmaya zorlamak olduğunu iddia etmiştir. Ancak, eğer bu duruma
zorlanılan kişi bu davranışlara zorlayan kişiden farklı kişilik özelliklerine sahipse veya zorlanılan
kişi terapötik bir farkındalığa sahipse, Süpervizör A’nın yaptığı gibi, bu sağlıksız döngü içine
ISSN: 2148-4376
20
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
girmeyi reddedebilir. Çünkü geçmişte duygularını açıkça ifade edememiş ve bastırmış olma
ihtimali, duyguların değerlendirmede etkili olmasına neden olmuş olabilir (düşüş) (Gross, 2002).
Ek olarak, Terapist B ve Süpervizör A tarafından kullanılan duygusal kontrol sağlıksız baş etme
şekli, süpervizyonda açık ve net iletişim eksikliğine sebep olmuş olabilir.
Süpervizör A ve Terapist B arasındaki Nitel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve Bunun
Şema Teorisi ile İlişkisi
Süpervizör A’nın ilişkisel halkalara dayalı ölçümlerine bakıldığında (bkz. Figür 5),
Süpervizör A süpervizörün ve terapistin paylaştıkları amaçları olduğunu düşünmüştür; ancak,
hasta Süpervizör A’nın algısına göre ortak paylaşılan amaçlar içerisinde yer almamıştır. Terapist B
süpervizör, terapist ve hasta arasında dengeli paylaşılmış veya bağımsız olan amaçlar olduğunu
düşünmüştür (bkz. Figür 5). Sonuçlara bakıldığında, Süpervizör A ve Terapist B arasında amaç
odaklı terapötik ittifak için paralel olmayan bir algı saptanmıştır. Süpervizör A açısında, amaçları
değerlendirirken Süpervizör A’nın yalnızca süpervizör ve terapist odaklı düşündüğü dikkati
çekmiş; hasta ile paylaşılan amaçlar göz ardı edilmiştir. Bu durum süpervizörün ilk kez
süpervizörlük yapmasından ve terapist ve hasta arasındaki ortak amaçları dengeli dağıtamamış
olmasından kaynaklanıyor olabilir. Buna ek olarak, Süpervizör A’nın şemaları ve şemalarının
kökenlerine bakıldığında, Süpervizör A duygusal bakımdan yoksun bırakıcı ve koşullu/başarı
odaklı ebeveyn kökenine bağlı olarak, Terapist B tarafından terk edilmekten ve onay alamamaktan
korkmuş olabilir. Ladany, Constantine, Miller ve Erickson’a göre (2000), süpervizörlerin
halledilmemiş geçmiş meseleleri süpervizyon ortamını etkileyebilir. Sağlıksız çocukluk
deneyimlerinin etkisi ile baş etmek için, Süpervizör A, sağlıksız baş etme biçimi olarak kontrol
etmeye çalışırken terapiste fazla odaklanarak hastanın amaçlarını göz ardı etmiş olabilir. Bunun
tersine, Ladany, Constantine, Miller ve Erickson (2000) süpervizörlerin terapistle yaşadığı
zorluklarda kontrolü artırmak yerine süpervizyonda dile getirmesinin ilişkiyi sağlamlaştırdığını
vurgulamışlardır. Diğer bir taraftan, Terapist B’nin süpervizyon sürecini daha gerçekçi
değerlendirdiği söylenebilir.
Görev açısından (bkz. Figür 5), Süpervizör A, süpervizör, terapist ve hasta arasında
paylaşılan ve bağımsız görevleri dengeli dağılmış bir şekilde algıladığını belirtmiştir. Diğer bir
taraftan, Terapist B, terapist ve hasta arasındaki görev paylaşımında eşit büyüklükte, çakışık ve
süpervizöre göre daha büyük bir görev paylaşımı bildirmiştir; ancak süpervizör için en küçük ve
tamamen terapist ve hastanın görevlerine bağımlı bir görev paylaşımı algıladığını göstermiştir.
Çıkan bu sonuca göre, Süpervizör A’nın bu süreçteki herkesin eşit sorumluluklara sahip olduğunu
düşündüğü çıkarılabilir. Diğer taraftan, Terapist B, Süpervizör A’nın Terapist B ve Hasta C’den
bağımsız bir sorumluluğunun olmadığını düşünmektedir. Buna ek olarak, Süpervizör A bu grupta
en az sorumluluğa sahip kişi olarak algılanmıştır. Buradan hareketle, Terapist B’nin Süpervizör
A’nın katkısını hafife aldığı anlaşılmaktadır. Bu durum Terapist B’nin gizli öfkesinden
kaynaklanıyor olabilir (bastırılmış duygu, Gross, 2002). Belki de Terapist B yüksek standartlar,
kusurluluk ve haklılık/büyüklenmecilik şemalarına sahip olduğu için, kendinden yüksek
beklentilerle sorumluluklarını abartmış ve yeterli olduğu inancını devam ettirerek, kendi anne
babasının duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, koşullu/başarı odaklı ile küçümseyici/kusur bulucu
özelliklerini süpervizörüne aktarmıştır (Young’ın çocukluktaki çözümlenmemiş meselelerin
etkisinde dile getirdiği gibi, 1999). Diğer taraftan, bu durum hastanın yansıtmalı özdeşiminden
kaynaklanmış olabilir. Klein’ın belirttiği gibi (1952) hastanın yansıtmalı özdeşimi doğrultusunda,
Terapist B kendini hastası ile bağımlı bir örüntüde konumlamış ve süpervizörün farkında olmamış
olabilir (hastanın anne ile birleşme arzusunun aktarımına bir cevap olarak/hastanın döngüsüne
girmek). Bunun yanı sıra, Terapist B Hasta C ile eşit bir sorumluluk algısı tanımlamıştır. Bu da
ISSN: 2148-4376
21
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
terapistin kendini feda veya haklılık/büyüklenmecilik şemalarından kaynaklı olabilir. İlk olarak,
terapist başkaları yönelimlilik şema alanından gelen şemalara sahip olduğu için, hastanın
sorumluluk paylaşımına fazla değer vermiş olabilir (Young, Klosko ve Weishaar, 2003). İkinci
olarak, hem terapist hem de hasta haklılık/büyüklenmecilik şeması ile eleştiriye tahammülsüzlük
telafi biçimine sahiptir. Bu yüzden, Terapist B bu şemasını telafi ederek hastasının fazla
sorumluluk aldığını yansıtmaya ihtiyaç duymuş olabilir (Young, 1996).
Duygusal bağ odaklı terapötik ittifaka gelince (bkz. Figür 5), Süpervizör A terapist ve hasta
için iç içe geçmiş bir ittifak ve kendisi için de bu iç içe geçmiş ittifakta küçük bir pay tasvir
etmiştir. Ancak, Terapist B süpervizör, terapist ve hasta arasında sağlıklı olmayan bir ittifak
tanımlamıştır. Terapist ve süpervizör bu konuda benzer bir bakış açısına sahiptir. Buradan
anlaşıldığı gibi, terapist ve hasta arasındaki iç içe geçmiş bağın hem süpervizör hem de terapist
farkındadır ve bunu sağlıklı görmemektedirler. Ancak, Süpervizör A kendi için bu bağda küçük bir
kesişim tanımlarken, Terapist B onu da tamamen iç içe geçmiş olarak tasvir etmiştir. Bu bakış
açılarından yola çıkarak, hastanın bağımlı kişilik örüntüsünün yansıtmalı özdeşimle terapötik
ilişkiye yayıldığı çıkarılabilir (yansıtmalı özdeşim/başkalarını kişinin kendi psikolojik ihtiyaçları
doğrultusunda davranmaya zorlaması, Cashdan’ın 1988’de belirttiği gibi). Belki de, Süpervizör A
terapist ve hastanın arasındaki güçlü bağımlı yapının farkındadır ancak müdahale etmek
istememiştir. Belki de bu süpervizörün terk edilme şemasına bağlı olarak kendisini yalnız
hissetmesine sebep olmuştur. Belki de bu durumla baş edemeyen süpervizör sosyal çekilme ile baş
etmeye çalışmaktadır. Diğer bir taraftan, Terapist B’nin iç içe geçmiş sağlıksız yapısının farkında
olmasına rağmen, yüksek standartlar, kendini feda ve aşırı kabul ve onay ihtiyacı doğrultusunda
davranmaya devam etmiş olabilir (terapistin kendi şemalarının etkisi/ Young, Klosko ve Weishaar,
2003). Buna bağlı olarak terapist statü düşkünlüğü ile bu bağımlı ilişkide karşılanmamış çocukluk
ihtiyaçlarını karşılama fırsatı bulduğu için iyi hissetmiştir. Ancak, iç içe geçmiş ilişki iyileştirici
değildir, çünkü bu ilişki biçimi gelişmemiş benlik, terk edilme ve yetersiz özdenetim şemalarının
da güçlenerek yaşamasına sebep olmaktadır (hastanın şemalarından birinin terapistin şemaları ile
çakışması/ Young, Klosko ve Weishaar, 2003).
Süpervizör A
S
Terapist B
S
T
T
M
H
H
A
Açıklama: Açıklama yok.
A
Ç
Açıklama: Kimi seanslarda ya da
süpervizyonlarda, hasta-terapistsüpervizörün amaçlarda e it pay aldı ını
dü ünürken, kimi seans ve
süpervizyonlarda hastanın terapistten,
terapistin süpervizörden farklı amaçları
oldu unu dü ündüm.
S
G
Ö
R
E
S
T
H
Açıklama: Açıklama yok.
V
D
U
Y
G
U
S
A
L
B
A
T
H
T
Açıklama: Hasta ve terapistin büyük
halkada yer alırken, süpervizörün bu
halkada küçük bir payı oldu unu
dü ünüyorum.
H
S
S
Açıklama: Hasta ve terapist iç içe
geçmi ; süpervizör de onlarla
ili ki halinde.
Figür 5. Süpervizör A ve Terapist B için terapötik
ittifakın projektif ölçümleri
Not: S = Süpervizör A, T = Terapist B, H =
Hasta
T
H
Açıklama: Süpervizör, hasta ve terapist
olarak, duygusal ba lar açısından i levsel
olmayan bir iç içe geçi in söz konusu
oldu unu dü ünüyorum.
ISSN: 2148-4376
22
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Açık uçlu soruların cevaplarına göre (Figür 6 ve Figür 7), Süpervizör A terapistlerden
birine kızgın olduğunu, önce bu kızgınlığını göstermediği ve daha sonra bunu süpervizyonda ele
almaya çalıştığını ifade etmiştir. Bunun da olumlu ve olumsuz sonuçları olmuştur. Diğer bir
taraftan, Terapist B (Figür 3’te gösterildiği gibi) de süpervizörlerden birine kızgın olduğunu
bildirmiştir. Terapist B karşılıklı bir öfkeden bahsetmektedir. Süpervizörün öfkeyi ele alış biçimi
terapisti zorlamıştır. Hem süpervizör hem de terapist akademik grupla durumu paylaşmış ve destek
almak istemiştir. Tüm bu cevaplar, hem Süpervizör A’nın hem de Terapist B’nin duygularını ifade
etmekte, ele almakta ve öfke yönetiminde güçlük yaşadıklarını göstermektedir. İkisi de duygu
kontrolünü sağlıksız baş etme biçimi olarak kullanmaya meyillidir. Ancak, duygularını ifade
ederek bu kontrolü kırmaya çalışmışlardır. Öte yandan, bu ilk kez yapıldığı için yeterince işlevsel
ve çözüm getirici olmamıştır terapist için. Bu noktada akran süpervizyonunun ve süpervizyon
vermeye başlanıldığında bunun da süpervize edilmesinin önemi dikkati çekmektedir.
Süpervizyon sürecinde yaşadığınız en büyük güçlük ne oldu?
Terapistlerden birine öfkelendim. Öfkemi hiç yansıtmadım. Aslında
çok etkilenmiştim. Bir sonraki hafta “ele alabileceğimi” düşünerek
konuyu açtım. Fakat çok duygusal bir ortam oldu (olumlu ve olumsuz
yönleri var)
Bununla nasıl başa çıktınız?
Akran ve süpervizyon süpervizyonları ile.
Figür 6. Süpervizör A için açık uçlu sorular ve yanıtları
Süpervizyon sürecinde yaşadığınız en büyük güçlük ne oldu?
Süpervizörümle aramdaki duygusal süreç; öfke duygusunun karşılıklı
varlığı ve süpervizyondaki teması, bunun ele alınma şekli (süpervizör
tarafından) ve sonraki süreçler, benim açımdan zorlandığım, en büyük
güçlük diyebileceğim zamanlardı, süreç içerisinde.
Bununla nasıl başa çıktınız?
Duygularımın farkında olarak, karşı tarafı anlamaya çalışarak,
zorlandığım zamanlarda bunu tek başıma aşmak yerine süreç içerisinde
yer alan başka kişilerle konuşarak, bireysel süpervizyon eşliğinde ele
almaya, başa çıkmaya çalıştım.
Figür 7. Terapist B için açık uçlu sorular ve yanıtları
Terapist B ve Hasta C Arasındaki Terapötik İttifak ve Bunun Şema Teorisi ile İlişkisi
Terapist B ve Hasta C arasındaki terapötik ittifakı ölçmek için, on dört defa ölçüm
alınabilmiştir. Bu ölçümlerden genel, amaç, görev ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifak
ortalamalarına ulaşılmıştır. Elde edilen skorlar Terapist B ve Hasta C arasında kıyaslamalar
yapılarak, bu kıyaslamalar Erken Yaş Dönemi Uyumsuz Şemalar [örn., duygusal yoksunluk, terk
edilme, güvensizlik/suistimal edilme, sosyal izolasyon/yabancılaşma, kusurluluk/utanç,
başarısızlık, bağımlılık/yetersizlik, tehditlere karşı dayanıksızlık, boyun eğicilik, kendini feda,
duyguları bastırma, yüksek standartlar, haklılık/büyüklenmecilik, yetersiz özdenetim, onay
arayıcılık, karamsarlık ve cezalandırıcılık], Young Ebeveynlik Ölçeği ölçümleri [örn., duygusal
bakımdan yoksun bırakıcı, aşırı koruyucu/evhamlı, küçümseyici/kusur bulucu, kötümser/endişeli,
kuralcı/kalıplayıcı, değişime kapalı/duygularını bastıran, cezalandırıcı, koşullu/başarı odaklı, aşırı
izin verici/sınırsız ve sömürücü/istismar edici ebeveynlik], Young-Rygh Kaçınma Ölçeği alt
ölçekleri [örn., psikosomatik semptomlar, üzüntüyü yok saymak, duygusal kontrol, sosyal
ISSN: 2148-4376
23
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
çekilme, aktiviteyle zihinden uzaklaştırma ve hissizlik/duyguları bastırma], Young Telafi Ölçeği
ölçümleri [örn., statü düşkünlüğü, kontrol, asilik, aşırı bağımsızlık, manipülasyon, eleştiriye
tahammülsüzlük ve kendi yönelimlilik] ile ilişkilendirilmiştir.
Terapist B ve Hasta C arasındaki Nicel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve Bunun Şema
Teorisi ile İlişkisi
Terapist B ve Hasta C arasındaki genel terapötik ittifaka bakıldığında (Figür 8), Terapist B
daha dalgalı ve düşük seviyede bir terapötik ittifak algıladığını bildirmiştir. Bu durum Terapist
B’nin yüksek standartlar şemasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bu şema süpervizyon sürecinde
aktive olmuş olabilir çünkü Terapist B ilk defa terapi hizmeti vermeye başlamıştır ve performans
kaygısı ile baş etmeye çalışmaktadır. Diğer bir taraftan, Terapist B haklılık/büyüklenmecilik
şemasına sahip olduğu için, genç bir terapist olarak ve koşullu/başarı odaklı bir ebeveyn yapısına
da sahip olduğu için, problemlerle baş etmeye çalışırken kendini olduğundan daha iyi
değerlendirmiş olabilir (hastanın ve terapistin örtüşen veya çarpışan şemalarına bağlı olara,
Young’ın terapide risk olarak tanımladığı gibi, 1996). Ayrıca, Hasta C, tüm ittifak çeşitleri için
Terapist B’ye göre daha dalgasız bir terapötik değerlendirmesine sahiptir (Figür 8, Figür 9, Figür
10 ve Figür 11’de gösterildiği gibi). Bu durum duygusal bakımdan yoksun bırakıcı anne ile
büyüyen hastanın terapisti idealize etmesinden kaynaklanmış olabilir (anneyle bütünleşme arzusu/
Klein, 1952). Belki de hasta duygularının paylaşılmasına ve dinlenilmeye ihtiyaç duymuştur;
terapist de bu ihtiyaçların tümünü karşılar bir pozisyonda olmuştur. Buna ek olarak, Terapist
B’nin genel terapötik ittifak değerlendirmesinde düşüş olduğu noktada, Hasta C bir yükselme
rapor etmiştir (13. ve 16. Seanslarda olduğu gibi). Bu durum sağlıksız baş etme biçimleri ile
açıklanabilir (örn., duygusal kontrol, sıkıntıyı yok saymak ve sosyal çekilme). Baş etme
biçimlerine bağlı olarak, eğer bir problem varsa, bu detaylı olarak ele alınmamış olabilir ve belki
de bunun üzerine hiç konuşulmamış olabilir (hasta ve terapistin şemalarının binişmesi ve aşırı
özdeşimden dolayı/Young, 1996). Buna ek olarak, Terapist B Hasta C ile duygusal bağ odaklı
terapötik ittifak açısından yoğun bir benzerlik göstermiştir (Figür 11). Belki de, terapist hastasıyla
terapi sürecinde ortak amaç ve hedefler olduğundan emin değildir ancak duygusal bağ odaklı bir
ittifakın olduğundan emindir. Bu durum, Terapist B’nin amaç ve görev odaklı ittifakı yüksek
standartlar ve haklılık/büyüklenmecilik şemaları ile duygusal bakımdan yoksun bırakıcı,
koşullu/başarı odaklı, cezalandırıcı anne ve kuralcı/kalıplayıcı, koşullu/başarı odaklı,
küçümseyici/kusur bulucu baba gözüyle değerlendirmesinden kaynaklanıyor olabillir. Bu yapıya
rağmen duyguları ve yakınlığı değerlendirirken daha pozitif davranmış olabilir çünkü Terapist B
duygusal bakımdan yoksun bırakıcı bir ebeveyn yapısına sahip olarak büyümüş; buna bağlı olarak
da bunu telafi etmek için duygusal bağ kurmak konusunda daha duyarlı davranıyor olabilir. Bu
sayede, terapist çocuklukta alamadığı duygusal paylaşımı yaşıyor olabilir (terapistin ve hastanın
şemalarının çatışması/hastanın terapistin şemalarından kaynaklı ihtiyaçlarını karşılamasının
tatmini, Young, Klosko ve Weishaar, 2003).
ISSN: 2148-4376
24
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Figür 8. Terapist B ve Hasta C arasındaki genel terapötik ittifak
Figür 9. Terapist B ve Hasta C arasındaki amaç odaklı terapötik ittifak
Figür 10. Terapist B ve Hasta C arasındaki görev odaklı terapötik ittifak
ISSN: 2148-4376
25
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Figür 11. Terapist B ve Hasta C arasındaki duygusal bağ odaklı terapötik ittifak
Terapist B ve Hasta C arasındaki Nitel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve Bunun Şema
Teorisi ile İlişkisi
Projektif ölçümlere göre (Figür 6), Terapist B terapist, süpervizör ve hasta
arasında eşit paylaşılmış ve bağımsız alanlar içeren amaç, görev ve duygusal bağ odaklı bir
terapötik ittifak tanımlamıştır. Hasta C ise bütün amaçların kendi üzerinden tanımlandığı bir ilişki
belirtmiştir. Ayrıca, Hasta C’nin terapistin ve süpervizörün bütün amaçlarını, terapistin de
süpervizörün tüm amaçlarını kapsadığı bir ilişki biçimi tasvir etmiştir. Bu durum Hasta C’nin
ihmal edilmiş çocukluk çağı ihtiyaçlarının bir telafisi gibi değerlendirilebilir. Buradan hareketle
Hasta C her şeyin kendisi için ve kendisine bağımsız olmayan şekilde yapıldığını düşünmüş
olabilir. Bir noktaya kadar, bu durum gerçekçi kabul edilebilir çünkü psikoterapi hastanın varlığı
odaklı ve ihtiyacı yönünde devam etmektedir. Ancak, buradaki açıklamada hasta belki de kendi
ilişki döngüsü içerisinde, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, küçümseyici/kusur bulucu,
koşullu/başarı odaklı bir ebeveyn kökeninde büyümüş biri olarak, neyin hayalini kurduysa onu
ifade etmiştir. Bundan dolayı, böyle bir beklentinin karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarının aşırı
telafisi olduğu söylenebilir (Young, 1996). Diğer bir taraftan, Terapist B ve Hasta C arasında görev
ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifakın değerlendirilmesinde bir benzerlik bulunmaktadır. Hem
terapist hem de hasta görev ve duygusal bağ odaklı ittifakı iç içe geçmiş olarak
değerlendirmişlerdir. Ancak terapist bu iç içe geçmişliği işlevsiz bir şey olarak tanımlarken, hasta
bu görüşe sahip değildir. Arntz (2012) bağımlı kişilik bozukluğuna sahip hastaların söz dinleyen
teslimci moda sahip olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple, bu tarz hastalar terapistine karşı çıkmaz,
öfkelenmez ve terapi sürecindeki problem ve sıkıntıları algılamaz. Ayrıca, Terapist B, görev odaklı
ittifak için, bunu küçük bir kesişimle tasvir etmiş olsa da, Süpervizör A’nın da terapist ve hasta ile
iç içe geçmiş bir ilişkisinin olduğunu düşünmüştür. Diğer bir taraftan, Terapist B duygusal bağ
açısından hasta, terapist ve süpervizör arasında tamamen iç içe geçmiş bir ilişki belirtmiştir.
Bunun, Terapist B’nin bağlanma ihtiyacından ve terk edilme ihtimalinden kaçınma amaçlı olduğu
varsayılabilir. Buradaki riskli durum, Terapist B ve Hasta C’nin benzer şema ve ebeveyn kökenine
sahip olmaları nedeniyle, terapi ilişkisi içerisinde terapist ve hasta birbirlerinin işlevsiz ve
sağlıksız örüntüsünü devam ettirmiş ve bu durum da psikoterapinin amaçlarına ulaşmasını
engellemiş olabilir (şemaların çakışması, Young, 1996). Diğer bir taraftan, Hasta C, süpervizörü
kendinden bağımsız olarak konumlamış çünkü onu tanımadığını ifade etmiştir. Ancak
ISSN: 2148-4376
26
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
süpervizörün Terapist B yoluyla kendi üzerinde bir etkisi olduğunu kabul etmiştir. Bu durumsa
Hasta C’nin terk edilme ve reddedilme korkusuyla baş etmek için kullandığı mesafelilik baş etme
biçimi ile açıklanabilir. Hasta süpervizörün varlığını kabul etmiş ancak belki de onu tanımadığı ve
güvenilir bulmadığı için onu terapist ile ilişkisinde ayrı konumlama ihtiyacı duymuş olabilir. Bu
doğrultuda, Young (1999) da şemaları ile baş etmek için kişilerin bunları aktive eden durumlardan
(terk edilmek, reddedilmek veya kabul görmemek) korumak için kişiler arası ilişkilerden
kaçındığını ifade etmiştir (mesafelilik/kaçınma baş etme biçimi).
Terapist B
Hasta C
H
S
T
T
H
S
A
M
A
Ç
Açıklama: Kimi seanslarda ya da
süpervizyonlarda, hasta-terapistsüpervizörün amaçlarda e it pay
aldı ını dü ünürken, kimi seans ve
süpervizyonlarda hastanın
terapistten, terapistin süpervizörden
farklı amaçları oldu unu dü ündüm.
Açıklama: Amaçları belirleme konusunda
benim en çok paya sahip oldu umu
dü ünüyorum. Çünkü benim ihtiyaçlarım ve
sorunlarım do rultusunda terapistimin daha
büyük bir etkisi olarak, ancak süpervizörün
de daha az da olsa yine de çok etkisi olarak
amaçlarımızın belirlendi ini dü ünüyorum.
T
G
S
T
H
H
T
S
Figür 12. Terapist B ve Hasta C için
terapötik ittifakın projektif ölçümleri
Not: S = Süpervizör A, T = Terapist B, H =
Hasta
Ö
R
E
Açıklama: Hasta ve terapistin büyük
halkada yer alırken, süpervizörün bu
halkada küçük bir payı oldu unu
dü ünüyorum.
V
D
U
Y
G
U
S
A
L
B
A
S
T
Açıklama: Görevleri belirlemeyi benim
içimde bulundu um ve hissetti im eylere
göre terapistimle iç içe yön verdi imizi
dü ünüyorum. Biz görevlerin ne oldu una
yön verdikten sonra terapist ve süpervizörün
ortak karar verdi ini dü ünüyorum.
T
H
Açıklama: Süpervizör, hasta ve
terapist olarak, duygusal ba lar
açısından i levsel olmayan bir iç içe
geçi in söz konusu oldu unu
dü ünüyorum.
H
T
S
Açıklama: Terapistimle kurdu um duygusal
ba iç içe çünkü çok uzun zamandır sürekli
birlikte payla ımlarda bulunuyoruz. Ancak
süpervizörle tanı ma fırsatım olmadı ı için
duygusal ba lardaki etkisi ancak terapistim
yoluyla bana aktarılıyor.
Genel Tartışma
Yapılan bu çalışmada her ilişkinin kişinin kendi anne baba örüntüsü, şemaları ve bunlarla
baş etme biçimlerinden etkilendiği vurgulanmak istenmiştir. Yukarıda sunulan vaka da bunu
destekler niteliktedir. Literatürde, terapötik ittifak ve şemalarla bağlantısı açısından daha önce
böyle bir çalışma yapılmamıştır. Ayrıca, terapötik ittifak kavramının karmaşık yapısı ve nicel
ölçümlerin kısıtlılığından dolayı, çalışmadan ilişkisel halkalar adlı bir projektif ölçüm aracı da
geliştirilmiştir. Bu sebeple bu çalışma literatüre katkısı açısından özgün ve önemlidir. Diğer
taraftan, bu çalışmada bazı kısıtlılıklar mevcuttur. Birincisi, süpervizör-terapist ilişkisi haftalık
ölçülürken terapist-hasta ilişkisi süpervizyona eş zamanlı ve takiben alınamamıştır. Bu şekilde bir
çalışma yapılsa süpervizyon sürecinde veya terapi ilişkisinde seans bazlı nelerin ilişkiyi
ISSN: 2148-4376
27
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
etkileyebileceği ile ilgili daha detaylı bilgi sağlanabilir. Ancak pratikte bunu uygulamak çok da
kolay olmayacaktır. İkinci olarak, üniversiteye bağlı olarak dönem bazlı devam eden bir terapi
sürecinden bilgi toplandığı için kısıtlı görüşme sayısı üzerinden bulgular elde edilmiştir.
Tüm bu kısıtlılıklara rağmen, araştırmada ortaya çıktığı gibi, terapi eğitimi ve
uygulamasında sadece bilgi sahibi olmak ve “öğreten” rolünde davranmak terapötik ilişki
açısından yeterli değildir. Süpervizör ve terapist ilişkisindeki açık iletişim, öfkelerin, dirençlerin
ele alınabilmesi, bilgiyi didaktik sunmaktan daha öğretici ve önemlidir. Zira örnek vakada da
görüldüğü gibi ifade edilmeyen duygular, hiçbir problem yokmuş gibi süpervizyon ve terapi
süreçlerinin devam etmesine, süpervizyondan yeterince faydalanılamamasına ve terapinin tedavi
etmekten çok hastanın sağlıksız döngüsünü sürdürdüğü bir ortama dönüşmesine sebep olabilir. Bu
sebeple klinik uygulama ve eğitim süreçlerinde, ilişki kuran ve şimdi ve burada yaşanan ilişkiyi
(Bordin, 1979) süpervizyonun ya da terapinin malzemesi olarak kullanabilen akademisyen ve
klinisyenlerin sağlıklı ve gerçekçi bir ittifak yakalayabileceği düşünülmektedir.
ISSN: 2148-4376
28
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Kaynaklar
Agnew Davies, R., Stiles, W. B., Hardy, G. E., Barkam, M., & Shapiro, D. A. (1998). Alliance
structure assessed by the Agnew Relationship Measure (ARM). British Journal of Clinical
Psychology, 37, 155−172.
Allen, J. G., Newsom, G. E., Gabbard, G. O., & Coyne, L. (1984). Scales to assess the therapeutic
alliance from a psychoanalytic perspective. Bulletin of the Menninger Clinic, 48, 383−400.
Anderson, R., & Anderson, G. (1962). Development of an instrument for measuring rapport.
Personal Guidance Journal, 41, 18-24.
Aslan, H., Taymur, İ., & Türkçapar, M. H. (2012). Evaluation of cognitive schemas based on the
presence of anxiety disorder among coronary artery disease patients. Journal of
Cognitive-Behavioral Psychotherapy and Research, 1(3), 171-177.
Arntz, A. (2012). Schema Therapy for Cluster C Personality Disorders, in The Wiley-Blackwell
Handbook of Schema Therapy: Theory, Research, and Practice (eds M. van
Vreeswijk, J. Broersen and M. Nadort), John Wiley & Sons, Ltd, Chichester, UK.
Aron, L. (1996). A meeting of minds: Mutuality in psychoanalysis. Hillsdale, NJ: Analytic Press.
Bachelor, A. (1987). The counseling evaluation inventory and the counselor rating form: Their
relationship to perceived improvement and to each other. PsychologicalReports, 61(2),
567−575.
Baillargeon, P., Cote, R., & Douville, L. (2012). Resolution process of therapeutic alliance
ruptures: A review of the literature. Psychology, 3(12), 1049-1058.
Baranoff, J., Oei, T. P. S., Ho Cho, S., & Kwon, S.-M. (2006).Factor structure and internal
consistency of the Young Schema Questionnaire (Short Form) in Korean and Australian
samples. Journal of Affective Disorders, 93, 133–140.
Barrett-Lennard, G. T. (1962). Dimensions of therapist response as casual factors in therapeutic
change. Psychological Monographs, 76, 562.
Barrett-Lennard, G. T. (1986). The relationship inventory now: Issues and advances in theory,
method and use. In L. S. Greenberg & W.M. Pinsof (Eds.), The psychotherapeutic process:
A research handbook (pp. 439−467). New York and London: Guilford Press.
Beck, A. T., Rush, J. A., Shaw, B. F., & Emery, G. (1979). Cognitive therapy of depression. New
York: Guilford Press.
Bell, D. (1997). Reason and Passion. London
Bell, M., Billington, R., & Becker, B. (1986). A scale for the assessment of object relations:
Reliability, validity, and factorial invariance. Journal of Clinincal Psychology, 42, 733-741.
Berne, E. (1975). What do you say after you say hello? London.
Bordin, E. S. (1979). The generalizability of the psychoanalytic concept of the working alliance.
Psychotherapy: Theory, Research, and Practice, 16, 252-260.
Bordin, E. S. (1980). Of human bonds that bind or free. Presidential Address to Tenth Annual
Convention of Society for Research on Psychotherapy, Pacific Grove, California.
Bordin, E. (1983). Supervision in counseling: II Contemporary models of supervision: A working
alliance based model of supervision. Counseling Psychologist, 11, 35–42.
Bordin, E. S. (1994). Theory and research on the therapeutic working alliance: New directions. In
A. O. Horvath & L. S. Greenberg (Eds.), The working alliance: Theory, research and
practice (pp. 13-37). New York: Wiley.
Bowlby, J. (1988). A Secure Base. New York: Basic Books.
Braswell, L., Kendall, P. C., Braith, J., Carey, M. P., & Vye, C. S. (1985). Involvement in
cognitive-behavioral therapy with children: process and its relationship to outcome.
ISSN: 2148-4376
29
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Cognitive Therapy and Research, 9, 611−630.
Brenner, C. (1979). Working alliance, therapeutic alliance, and transference. Journal of the
American Psychoanalytic Association, 27, 136-158.
Cabrera, N. J., Tamis-LeMonda, C. S., Bradley, R. H., Hofferth, S., & Lamb, M. E. (2000).
Fatherhood in the twenty-first century. Child Development, 71, 127-136.
Carson, R. C. (1969). Interaction concepts of personality. Oxford, England: Aldine.
Castonguay, L. G., Constantino, M. J., & Grosse Holtforth, M. (2006). The working alliance:
Where are we and where should we go? Psychotherapy: Theory, Research,
Practice, Training, 43(3), 271−279.
Cashdan, S. (1988). Object Relations Therapy. New York: Norton & Company, s. 53-78.
Constantino, M. J., Arnow, B., Blasey, C., & Agras, W. S. (2005). The association between patient
characteristics and the therapeutic alliance in cognitive-behavioral and interpersonal
therapy for bulimia nervosa. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 73, 203−211.
Creed, T. A., & Kendall, P. C. (2005). Therapist alliance – building behavior within a
cognitive – behavioral treatment for anxiety in youth. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 73(3), 498−505.
Crits-Christoph, P., Baranackie, K., Kurcias, J. S., Beck, A. T., Carroll, K., Perry, K.,Luborsky, L.,
McLellan, A. T., Woody, G. E., Larry, T., Gallagher, D., & Zitrin, C. (1991). Meta-analysis
of therapist effects in psychotherapy outcome studies. Psychotherapy Research, 1(2),
81-91.
Curtis, H. C. (1979). The concept of the therapeutic alliance: Implications for the “widening
scope”. Journal of the American Psychoanalytic Association, 27, 159-192.
Derlega, V. J., & Chaikin, A. L. (2010). Privacy and self-disclosure in social relationships.
Journal of Social Issues, 33(3), 102-115.
Di Giuseppe, R., Linscott, J., & Jilton, R. (1996). Developing the therapeutic alliance in childadolescent psychotherapy. Applied and Preventive Psychology, 5, 85−100.
Driver, C., Martin, E., Banks, M., Mander, G., & Stewart, J. (2002). Supervising Psychotherapy.
London: Sage Publications.
Duan, C., & Hill, C. E. (1996). The current state of empathy research. Journal of Counseling
Psychology, 43, 267-274.
Duan, C., & Kivlighan, D. M. (2002). Relationships among therapist presession mood, therapist
empathy, and session evaluation. Psychotherapy Research, 12(1), 23-37.
Durlak, J. A. (1998). Common risk and protective factors in successful prevention programs.
American Journal of Orthopsychiatry, 68(4), 512-520.
Eckler-Hart, A. H. (1987). True and false self in the development of psychotherapist.
Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 24(4), 683-692.
Efstation, J. F., Patton, M. J., & Kardash, C. M. (1990). Measuring the working alliance in
counselor supervision. Journal of Counseling Psychology, 37, 322–329.
Elliott, R., Watson, J. C., Goldman, R. H., & Greenberg, L. S. (2004). Learning emotion-focused
therapy: The process-experiential approach to change. Washington, DC: American
Psychological Association.
Ellis, M. V. (1991). Critical incidents in clinical supervision and in supervisor supervision:
Assessing supervisory issues. Journal of Counseling Psychology, 38, 342-349.
Elvins, R., & Green, J. (2008). The conceptualization and measurement of therapeutic
alliance: An empirical review. Clinical Psychology Review, 28, 1167–1187.
Estrada, A., & Russell, R. (1999). The development of the child psychotherapy process scales
(CPPS). Psychotherapy Research, 9, 154−166.
ISSN: 2148-4376
30
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Eugster, S. L., &Wampold, B. E. (1996). Systematic effects of participant role on evaluation of
the psychotherapy session. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 64(5),
1020−1028.
Fleischer, J. A., & Wissler, A. (1985). The therapist as patient: Special problems and
considerations. Psychotherapy, 22(3), 587-594.
Florsheim, P., Shotorbani, S., Guest-Warnick, G., Barrett, T., & Hwang, W. C. (2000). Role of the
working alliance in the treatment of delinquent boys in community based programs.
Journal of Clinical Child Psychology, 29, 94−107.
Frank, A. F., & Gunderson, J. G. (1990). The role of the therapeutic alliance in the treatment of
schizophrenia. Relationship to course and outcome. Archives of General Psychiatry, 47,
228−236.
Frank, J. D., & Frank, J. B. (1991). Persuasion and Healing: A comparative study of
psychotherapy, (3rd Ed) Baltimore: Johns Hopkins University Press.
Freud, S. (1912). Standard Ed. The dynamics of transference. In Complete Psychological Works,
vol. 12. (pp. 97−108)London: Hogarth Press.
Freud, S. (1913). On beginning the treatment: Further recommendations on the technique of
psychoanalysis. Standard edition of the completeworks of Sigmund Freud (pp. 97-108).
London: Hogarth Press.
Freud, S. (1966). On the beginning the treatment. In J. Strachey (Ed. and Trans.), The standard
edition of the complete psychological works of Sigmund Freud (Vol. 12, pp. 112-144).
London: Hogarth Press. (Original work published in 1913 Frieswyk, S. H., Allen, J. G.,
Colson, D. B., Coyne, L., Gabbard, G. O., Horwitz, L., & Newsom, G. (1986). Therapeutic
alliance: Its place as a process and outcome variable in dynamic psychotherapy research.
Journal of Consulting and Clinical Psychology, 54, 32-38.
Friedlander, M. L., Horvath, A. O., Cabero, A., Escudero, V., Heatherington, L., & Martens, M.
P. (2006). System for observing family therapy alliances: a tool for research and practice.
Journal of Counseling Psychology, 53(2), 214−224.
Frieswyk, S. H., Allen, J. G., Colson, D. B., Coyne, L., Gabbard, G. O., Horwitz, L., & Newsom,
G. (1986). Therapeutic alliance: Its place as a process and outcome variable in dynamic
psychotherapy research. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 54, 32-38.
Geller, J., Orlinsky, D., & Norcross, J. (2005). The psychotherapist’s own psychotherapy: Client
and clinician perspectives. New York, NY: Oxford University Press.
Gelso, C. J., & Carter, J. A. (1985). The relationship in counseling and psychotherapy:
Components, consequences, and theoretical antecedents. The Counseling Psychologist, 13,
155-244.
Gelso, C. J., & Carter, J. A. (1994). Components of the psychotherapy relationship: Their
interaction and unfolding during treatment. Journal of Counseling Psychology, 41(3),
296-306.
Gelso, C. J., & Hayes, J. A. (1998). The psychotherapy relationship: Theory, research, and
practice. New York: John Wiley.
Glickauf-Hughes, C., & Mehlman, E. (1995). Narcissistic issues in therapists: Diagnostic
and treatment considerations. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 32(2),
213-221.
Gomes-Schwartz, B. (1978). Effective ingredients in psychotherapy: prediction of outcome from
process variables. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 46, 1023−1035.
Gorin, S. (1993). The prediction of child psychotherapy outcome: factors specific to treatment.
Psychotherapy, 30(1), 152−158.
ISSN: 2148-4376
31
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Gök, A. C. (2012). Associated factors of psychological well-being: Early maladaptive
schemas, schema coping processes, and parenting styles. Unpublished master’s thesis,
Middle East Technical University, Ankara, Turkey.
Green, J., Kroll, L., Imre, D., Frances, F. M., Begum, K., & Gannon, L. (2001). Health gain and
predictors of outcome in inpatient and day patient child psychiatry treatment. Journal of
the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 40, 325−332.
Greenberg, L. S., Rice, L. N., & Elliott, R. (1993). Facilitating emotional change. New York:
Guilford Press.
Greenson, R. R. (1965). The working alliance and the transference neuroses. Psychoanalysis
Quarterly, 34, 155-181.
Greenson, R. R. (1967). The technique and practice of psychoanalysis. New York: International
Universities Press, Inc.
Gross, J. J. (2002). Emotion regulation: Affective, cognitive, and social consequences.
Psychophysiology, 39(3), 281-291.
Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes:
Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social
Psychology, 85(2), 348-362.
Hawke, L. D., & Provencher, M. D. (2012). The Canadian French young schema questionnaire:
Confirmatory factor analysis and validation in clinical and nonclinical samples. Canadian
Journal of Behavioural Science, 44(1), 40-49.
Hinshelwood, R., Robinson, S. & Zarate, O. (2006). Introducing Melanie Klein. Cambridge.
Hoffart, A., Sexton, H., Hedley, L. M., Wang, C. E., Holthe, H., Haugum, J. A., Nordahl, H. M.,
Hovland, O. J., & Holte, A. (2005). The structure of maladaptive schemas: A confirmatory
factor analysis and a psychometric evaluation of factor-derived scales. Cognitive Therapy
and Research, 29(6), 627–644.
Holland, J. L. (1997). Making vocational choices (3rd ed.). Odessa, FL: Psychological Assessment
Resources
Horvath, A. O., Del Re, A. C., Flückiger, C., & Symonds, D. (2011). Alliance in individual
psychotherapy. Psychotherapy, 48(1), 9-16.
Horvath, A. O., & Greenberg, L. S. (1989). Development and validation of the Working Alliance
Inventory. Journal of Counseling Psychology, 36, 223-233.
Horvath, A. O., & Symonds, D. B. (1991). Relation between working alliance and outcome in
psychotherapy; A meta analysis. Journal of Counseling Psychology, 38(2),139−149.
Hougaard, E. (1994). The therapeutic alliance: A conceptual analysis. Scandinavian Journal of
Psychology, 35, 67−85.
Huppert, J. D., Kivity, Y., Barlow, D. H., Gorman, J. M., Shear, K., & Woods, S. W. (2014).
Therapist effects and the outcome-alliance correlation in cognitive behavioral therapy for
panic disorder with agoraphobia. Behavior Research and Therapy, 52, 26-34.
Jacobs, C. (1991). Violations of the supervisory relationship: An ethical and educational blind
spot. Social Work, 36, 130-135.
Johnson, S. (2001). The therapeutic alliance with early adolescents: Introduction of an instrument.
Dissertation Abstracts International, 61(10), 5567B.
Johnson, S., Hogue, A., Diamond, G., Leckrone, J., & Liddle, H. A. (1998). Scoring manual for
the Adolescent Therapeutic Alliance Scale (ATAS).Philadelphia: Temple University
Unpublished manuscript.
Jung, C. G. (1976). Analytical psychology: Its theory and practice. London.
Karaosmanoğlu, A., Soygüt, G., & Kabul, A. (2011). Psychometric properties of the Turkish
ISSN: 2148-4376
32
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Young Compensation Inventory. Clinical Psychology and Psychotherapy. Published
online in Wiley Online Library (wileyonlinelibrary.com). DOI: 10.1002/cpp.78.
Kazdin, A. E., Holland, L., Crowley, M., & Breton, S. (1997). Barriers to treatment
participation scale: Evaluation and validation in the context of child outpatient treatment.
Journal of Child Psychology and Psychiatry, 38(8), 1051−1062.
Kazdin, A. E., & Nock, M. K. (2003). Delineating mechanisms of change in child and
adolescent therapy: Methodological issues and research recommendations. Journal of
Child Psychology and Psychiatry, 44, 1116−1129.
Kelly, F. D. (1997). The psychological assessment of abused and traumatized children. Mahwah,
NJ: Erlbaum.
Kendall, P. C. (1994). Treating anxiety disorders in children: results of a randomised controlled
trial. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 62, 100−110.
Kiesler, D. J. (1988). Therapeutic metacommunication: Therapist impact disclosure as feedback
in psychotherapy. Palo Alto, CA: Consulting Psychologist Press.
Kiesler, D. J. (1996). Contemporary interpersonal theory and research: Personality,
psychopathology, and psychotherapy. New York: Wiley.
Kim, S. C., Boren, D. M., & Solem, S. L. (2001). The Kim alliance scale: Development and
preliminary testing. Clinical Nursing Research, 10, 314−331.
Klein, M. (1932). The psychoanalysis of children. London: Hogarth Press.
Klein, M. (1952). “Some Theoretical Conclusions Regarding the Emotional Life of the Infant” in
Developments in Psychoanalysis, London: Hogarth Press.
Köse, B. (2009). Associations of psychological well-being with early maladaptive schemas and
self-construals. Unpublished master’s thesis. Middle East Technical University, Ankara,
Turkey.
Kroll, L., & Green, J. M. (1997). Therapeutic alliance in inpatient child psychiatry. Development
and initial validation of the family engagement questionnaire. Clinical Child Psychology
and Psychiatry, 2(3), 431−447.
Ladany, N., Constantine, M. G., Miller, K., Erickson, C. D., & Muse-Burke, J. L. (2000).
Supervisor countertransference: A qualitative investigation into its identification and
description, Journal of Counseling Psychology, 47(1), 102-115.
Lamb, M. E. (1975). Fathers: Forgotten contributors to child development. Human Development,
18(4), 245-266.
Lamb, M. E., Pleck, J. H., & Levine, J. A. (1985). The role of the father in child development.
Advances in Clinical Child Psychology, 8, 229-266.
Leary, T. (1957). Interpersonal diagnosis of personality. New York: Ronald Press.
Lee, C. W., Taylor, G., & Dunn, J. (1999). Factor structure of the schema questionnaire in a
large clinical sample. Cognitive Therapy and Research, 23(4), 441-451.
Levenson, H. (1995). Time-limited dynamic psychotherapy: A guide to clinical practice. New
York: Basic Books.
Linden, J., Stone, J., & Shertzer, B. (1965). Development and evaluation of an inventory for
rating counseling. Personnel and Guidance Journal, 44, 267−276.
Luborsky, L. (1976). Helping alliances in psychotherapy. In J. L. Claghorn (Ed.), Successful
psychotherapy (pp. 92-116). New York: Brunner/Mazel.
Luborsky, L. (1984). Principles of Psychodynamic Psychotherapy. New York: Basic Books.
Luborsky, L., Chandler, M. Auerbach, A. H., Cohen, J., & Bachrach, H. M. (1971). Factors
influencing the outcome of psychotherapy: A review of quantitative research.
Psychological Bulletin, 75(3), 145-185.
ISSN: 2148-4376
33
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Luborsky, L., Singer, B., & Luborsky, L. (1975). Comparative studies of psychotherapies: Is it
true that "Everyone has won and all must have prizes?" Archives of General Psychiatry,
32, 995-1008.
Ludwig, A. M. (1983). The psychobiological functions of dissociation. American Journal of
Clinical Hypnosis, 26(2), 93-99.
Macran, S., Stiles, W. B., & Smith, J. A. (1999). How does personal therapy affect
therapist’s practice. Journal of Counseling Psychology, 46, 419-431.
Marmar, C. R., Horowitz, M. J., Weiss, D. S., & Marziali, E. (1986). The development of the
therapeutic alliance rating system. In L. S. Greenberg &W.M. Pinsof (Eds.), The
psychotherapeutic process: A research handbook (pp. 367−390). New York and London:
Guilford Press.
Marmarosh, C. L., Gelso, C. J., Markin, R. D., Majors, R., Mallery, C., & Choi, J. (2009). The
real relationship in psychotherapy: Relationships to adult attachments, working alliance,
transference, and therapy outcome. Journal of Counseling Psychology, 56(3), 337-350.
Marziali, E., Marmar, C., & Krupnick, J. (1981). Therapeutic alliance scales: Development and
relationship to psychotherapy outcome. Journal of Nervous and Mental Disease, 172,
417−423.
Mayers, D., & Hayes, J. A. (2006). Effects of therapist general self-disclosure and
countertransference disclosure on ratings of the therapist and session. Psychotherapy:
Theory, Research, Practice, Training, 43(2), 173-185.
McCarthy, W.C., & Frieze, I.H. (1999). Negative aspects of therapy: Client perceptions of
therapists’ social influence, burnout, and quality of care. Journal of Social Issues, 55(1),
33-50.
McCoy Lynch, M. (2012). Factors influencing successful psychotherapy outcomes. Master of
Social Work Clinical Research Papers, 57.
McGuire-Snieckus, R., McCabe, R., Catty, J., Hanson, L., & Priebe, S. (2007). A new scale to
assess the therapeutic relationship in community mental health: STAR. Psychological
Medicine, 37, 85−95.
McLeod, B. D., & Weisz, J. R. (2005). The therapy process observational coding system-alliance
scale: Measure characteristics and prediction of outcome in usual clinical practice. Journal
of Consulting and Clinical Psychology, 73(2), 323−333.
Mitchell, S. A. (1988). Relational concepts in psychoanalysis. Cambridge, MA: Harvard
University Press.
Mitchell, S. A. (1993). Hope and dread in psychoanalysis. New York: Basic Books.
Molinaro (1998). Development and validation of a new measure of therapist focus on alliance
related content. Dissertation Abstracts International, 58(10), 5651B.
Nissen-Lie, H. A., & Havik, O. E. (2013). The contribution of the quality of therapists’s personal
lives to the development of the working alliance. Journal of Counseling Psychology, 60(4),
483-495.
Orlinsky, D. E., & Howard, K. I. (1966). Therapy Session Report (Form T and Form P). Chicago:
Institute of Juvenile Research.
Orlinsky, D. E., & Howard, K. I. (1975). Varieties of Psychotherapeutic Experience: Multivariate
Analysis of Patients' and Therapists' Reports. New York: Teachers College Press.
Özbaş, A. A., Sayın, A., & Coşar, B. (2012). Üniversite sinavina hazirlanan öğrencilerde sinav
öncesi anksiyete düzeyi ile erken dönem uyumsuz şema ilişkilerinin incelenmesi. Bilişsel
Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 1, 81-89.
Patton, M. J. (1984). Managing social interaction in counseling: A contribution from the
ISSN: 2148-4376
34
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
philosophy of science. Journal of Counseling Psychology, 31, 442-456.
Pinsof, W.M. (1999). Family Therapy Alliance Scale-Revised. Unpublished Manuscript. The
Family Institute, Evanston IL.
Priebe, S., & Gruyters, T. (1993). Role of the helping alliance in psychiatric community care: A
prospective study. Journal of Nervous and Mental Disease, 181(9), 553−557.
Priebe, S., & McCabe, R. (2006). The therapeutic relationship in psychiatric settings. Acta
Psychiatrica Scandinavica, 113(429), 69−72.
Prochaska, J. O., & Norcross, J. C. (2006). Systems of psychotherapy: A transtheoretical analysis
(Sixth Edition). Pacific Grove, CA: Brooks-Cole.
Prochaska, J. O., & DiClemente C. C. (1986). Toward a comprehensive model of change.
Addictive Behaviors: Processes of Change. W. R. Miller and N. Heather. New York;
Plenum Press: 3-27.
Richards, J. M., & Gross, J. J. (1999). Composure at any cost? The cognitive consequences of
emotion suppression. Personality and Social Psychology Bulletin, 25(8), 1033-1044.
Rogers, C. R. (1957). The necessary and sufficient conditions of therapeutic personality change.
Journal of Consulting Psychology, 21, 95-103.
Rogers, C. R. (1965). Client-centered therapy: its current practice, implications, and theory.
Boston: Houghton Mifflin.
Rosenberger, E. W., & Hayes, J. A. (2002). Origins, consequences, and management of
countertransference: A case study. Journal of Counseling Psychology, 49(2), 221-232.
Rosenfeld, H. W. (2010). Addressing personal issues in supervision: Positive and negative
experiences of supervisees. Dissertation Abstracts International: Section B: The Sciences
and Engineering, 71(4-B), 2699.
Russell, A. & Saebel, J. (1997). Mother–son, mother–daughter, father–son, and father–daughter:
Are they distinct relationships? Developmental Review, 17, 111-147.
Saariaho, T., Saariaho, A., Karila, I., & Joukama, M. (2009). The psychometric properties of the
Finnish Young Schema Questionnaire in chronic pain patients and a non-clinical sample.
Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry, 40, 158-168.
Safran, J. D. (1993). Breaches in the therapeutic alliance: An arena for negotiating authentic
relatedness. Psychotherapy, 30(1), 11-24.
Safran, J. D., & Muran, J. C. (2000). Negotiating the therapeutic alliance: A relational treatment
guide. New York: Guilford Press.
Safran, J. D., & Segal, Z. (1996). Interpersonal process in cognitive therapy. Northvale, New
Jersey: Jason Aronson Inc.
Sarıtaş, D. (2007). The effects of maternal acceptance-rejection on psychological distress of
adolescents: The mediator roles of early maladaptive schemas. Unpublished mater’s thesis,
Middle East Technical University, Ankara, Turkey.
Sarıtaş, D., & Gençöz, T. (2011). Psychometric properties of “Young Schema Questionnaire-Short
Form 3” in a Turkish adolescent sample. Journal of Cognitive Behavioral Psychotherapies,
11(1), 83-96.
Sarlin, N.S. (1992). Working relationships in the treatment of adolescent inpatients: Early
treatment predictors and associations with outcome. Dissertation Abstracts International.
Saunders, S. M., Howard, K. I., & Orlinsky, D. E. (1989). The therapeutic bond scales:
Psychometric characteristics and relationship to treatment effectiveness. Psychological
assessment: A Journal of Consulting and Clinical Psychology, 1, 323−330.
Scott, J., Teasdale, J. D., Paykel, E. S., Johnson, A. L., Abbott, R., Hayhurst, H,. Moore, R., &
Garland, A. (2000). Effects of cognitive therapy on psychological symptoms and social
ISSN: 2148-4376
35
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
functioning in residual depression. The British Journal of Psychiatry, 177, 440-446.
Seligman, M. E. P., Reivich, K., Jaycox, L., & Gillham, J. (1995). The optimistic child. US:
Houghton, Mifflin and Company.
Shirk, S. R., & Saiz, C. C. (1992). Clinical, empirical and developmental perspectives on the
therapeutic relationship in child psychotherapy. Development and Psychopathology, 4,
713−728.
Sidney, J. B. (2013). The patient’s contribution to the therapeutic process: A
Rogerian-psychodynamic perspective. Psychoanalytic Psychology, 30(2), 139-166.
Smith, M. L., & Glass, G. V. (1977). Meta-analysis of psychotherapy outcome studies. American
Psychologist, 32, 752-760.
Smith-Acuna, S., Durlak, J., & Kaspar, C. (1991). Development of child psychotherapy measures.
Journal of Clinical Child Psychology, 20, 126−131.
Solano, C. H. Batten, P. G., & Parish, E. A. (1982). Loneliness and patterns of self-disclosure.
Journal of Personality and Social Psychology, 43(3), 524-531.
Soygüt, G., Karaosmanoğlu, H.A., & Çakır, Z. (2008a). Early stage maladaptic schemas: An
examination of the psychometric properties of the Young Parenting Inventory. Turkish
Psychological Articles, 11(22), 34–36.
Soygüt, G., Karaosmanoğlu, A. ve Çakır, Z. (2009). Erken Dönem Uyumsuz Şemaların
Değerlendirilmesi: Young Şema Ölçeği Kısa Form-3'ün Psikometrik Özelliklerine İlişkin
Bir İnceleme. Türk Psikiyatri Dergisi, 20(1), 75-84.
Stallard, P. (2007). Early maladaptive schemas in children: Stability and differences between a
community and a clinic referred sample. Clinical Psychology and Psychotherapy, 14,
10-18.
Sterba, R. (1934). The fate of the ego in analytic therapy. International Journal of Psychoanalysis,
15, 117-126.
Stricker, G. & Healey, B. J. (1990). Projective assessment of object relations: A review of the
empirical literature. Psychological Assessment, 2, 219-230.
Strong, S. R. (1968). Counseling: An interpersonal influence process. Journal of Counseling
Psychology, 15, 215−224.
Sullivan, H. S. (1953). The interpersonal theory of psychiatry. New York: Norton.
Svensson, B., & Hansson, L. (1999). Relationships among patient and therapist ratings of
therapeutic alliance and patient assessment of therapeutic process: A study of cognitive
therapy with long term mentally ill patients. Journal of Nervous and Mental Disease,
87(9), 579−585.
Symonds, D., & Horvath, A. O. (2004). Optimising the alliance in couple therapy. Family
Process, 43(4), 443−455.
Taber, B. J., Leibert, T. W., & Agaskar, V. R. (2011). Relationships among client–therapist
personality congruence, working alliance, and therapeutic outcome. Psychotherapy, 48(4),
376-380.
Teitelbaum, S. H. (1990). Supertransference: The role of the supervisor's blind spots.
Psychoanalytic Psychology, 7, 243-258.
Tracey, T. J., & Kokotovic, A. M. (1989). Factor structure of the Working Alliance Inventory.
Psychological Assessment, 1, 207–210.
Ünal, B. (2012). Early maladaptıve schemas and well-beıng: Importance of parenting styles and
other psychological resources. Unpublished master’s thesis, Middle East Technical
University, Ankara, Turkey.
Wampold, B. E., & Brown, G. S. (2005). Estimating variability in outcomes attributable to
ISSN: 2148-4376
36
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
therapists: A naturalistic study of outcomes in managed care. Journal of Consulting and
Clinical Psychology, 73(5), 914−923.
Wachtel, P. L. (2008). Relational theory and the practice of psychotherapy. New York: Guilford
Press.
Winnicott, D. W. (1965). The Family and Individual Development. London: Tavistock.
Young, J. (1994). Young Parenting Inventory. Unpublisehed report.
Young, J. (1995). Young Compensation Inventory. New York: Cognitive Therapy Center of New
York.
Young, J. E. (1999). Cognitive therapy for personality disorders: A schema-focused approach.
(3rd ed.) Sarasota FL: Professional Resource Press.
Young, J. E., & Brown, G. (1990). Young Schema Questionnaire: Special Edition. New York:
Schema Therapy Institute.
Young J. E., Klosko J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: A practitioner’s guide.
New York. The Guilford Pres.
Young, J., & Rygh, J. (1994). Young-Rygh Avoidance Inventory. New York: Cognitive Therapy
Center of New York.
Zetzel, E. (1956). Current concepts of transference. International Journal of Psychoanalysis, 37,
369-375.
ISSN: 2148-4376
37
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 13-38
Bahar Köse Karaca
Summary:
Therapeutic Alliance among Supervisor, Therapist, and Client Trio and Schema Concept as
the Affecting Factor: A Case Analysis
In the present study, the aim was to measure the effects of Young schema domains, Young
maladaptive coping styles, and Young parenting styles on working alliance among Supervisor A,
Therapist B, and Client C. For the case study, participants were a supervisor (clinical psychology
doctorate student), a therapist (clinical psychology master student), and a client (applicant to
AYNA Psychotherapy Unit). In order to measure working alliance, two types of measurement, one
qualitative (open ended questions and relational circles, which were developed by the researcher)
and one quantitative scale (Working alliance inventory/supervisor-therapist and therapist-client
forms) were used. According to the results, a relation between Young schemas, parenting styles,
and coping styles and working alliance was found among Supervisor A, Therapist B, and Client C.
Associations were discussed in line with Schema Theory.
Keywords: Schema Theory, Working Alliance, Supervision, Psychotherapy
ISSN: 2148-4376
38
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
Psikoterapi Süpervizyonunda Paralel Süreç:
Bir Vaka Çalışması
Ali Can Gök
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
Paralel süreç kavramı, psikoterapi süpervizyonu sürecinde, hem terapi hem de süpervizyon
ikililerindeki ilişkisel örüntülerin bilinçdışı bir şekilde tekrarlanmasına denmektedir. Birçok terapist ve
süpervizör paralel süreci süpervizyonda önemli bir araç ve değerli bir iletişim biçimi olarak
görmektedir. Paralel süreç kavramı alanda dikkat çeken bir konu olmasına rağmen, görgül bir şekilde
yeterli olarak desteklenmemiştir. Bu makale paralel süreç kavramı üzerine bir literatür derlemesi ve
örnek olarak bir vaka sunumu içermektedir.
Anahtar kelimeler: Paralel Süreç, Psikoterapi, Süpervizyon, Süpervizyon İkilisi, Terapötik İkili
ISSN: 2148-4376
39
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
Psikoterapi Süpervizyonunda Paralel Süreç: Bir Vaka Çalışması
Paralel süreç psikoterapi süpervizyonu literatüründe oldukça bilinen ve çalışılan bir
kavramdır (Morissey ve Tribe, 2001; Raichelson, Herron, Primevera, Ramirez, 1997; Grey ve
Fiscalini, 1987), ve özellikle psikoanalitik ekolde önemi vurgulanmıştır (Raichelson, ve diğerleri,
1997; Grey ve Fiscalini, 1987). Psikoterapi süpervizyonu, terapistin bir veya daha fazla danışanla
yaptığı çalışmaların ele alındığı ve doğası gereği üç kişiyi içeren bir süreçtir (Tracey, Bludworth,
Glidden-Tracey, 2012). Süpervizyon, en önemlisi danışana daha iyi bir yardım sunma olmak
üzere, birçok işleve sahiptir (Morissey ve Tribe, 2001). Bu üç kişilik ilişki içerisinde terapötik ikili
ve süpervizyon ikilisi bulunmaktadır. Paralel süreç, terapötik ikili (terapist ve danışanı içermekte
olan) ve süpervizyon ikilisinde (süpervizör ve terapisti içermekte olan) ilişkisel örüntülerin
bilinçdışı bir şekilde tekrar edilmesi ile ortaya çıkmaktadır (McNeill ve Worthen, 1989). Paralel
süreci tanımlamak için kriterler biraz belirsiz kalmaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987; Watkins,
2012). Bu sebeple Grey ve Fiscalini (1987) paralel süreci betimleyecek kriterleri:
a. Birbiriyle ilişkili olan iki ya da daha fazla durumun olması
b. Bu durumlarda aynı savunma mekanizmalarının kullanılması
c. Bu ilişkili durumların ortak bir elemanının olması ve o elemanın kullanılan savunma
mekanizmasını durumlar arasında taşıyan kişi olması
d. Ve durumlar arasında savunma mekanizmasını taşıyan kişinin ikinci durumda ilkinde
olduğunun karşı durumunda olması
şeklinde özetlemiştir. Bu kriterlere göre, örneklemek gerekirse: I. durum ve II. durumumuz olsun
ve bu iki durum birbiriyle ilişkili olsun. Her durumda da A ve B rolleri olsun. X kişisi bu her iki
durumda da yer alırken I. durumda A rolünde olup, II. durumda da B rolünde olması oluşan süreci
paralel süreç olarak adlandırabilmemizi sağlayacaktır.
Paralel sürecin, "gerekli ve kaçınılmayacak bir süreç" olduğunu söyleyenler bulunmakla
beraber (McNeill ve Worthen, 1989; Searles, 1955; Tracey ve diğerleri, 2012), "tamamıyla bir
yanılsama olduğunu" savunan terapist ve süpervizörler de vardır (Lesser, 1983). Birçok terapist ve
süpervizör paralel süreci süpervizyonda önemli bir araç ve değerli bir iletişim biçimi olarak
algılamaktadır (McNeill ve Worthen, 1989; Morissey ve Tribe, 2001). Paralel süreci ele almayı
hedefleyen müdahaleler süpervizyon sürecinin kalitesini arttırmaktadır (Morissey ve Tribe, 2001).
Mamafih, paralel sürecin her süpervizyonda mı olduğu yoksa sadece belirli ilişkilerde mi ortaya
çıktığı konusunda soru işaretleri vardır (Tracey ve diğerleri, 2012; Watkins, 2012). Bir çalışmanın
sonuçları paralel sürecin her süpervizyonda var olduğunu ortaya koymaktadır, fakat bu konuda
emin olarak bir şey söylenmesi için bu ve benzeri çalışmaların tekrarlanması gerekmektedir
(Raichelson ve diğerleri, 1997).
Paralel süreç kavramı alanda dikkat çeken bir konu olmasına rağmen, görgül olarak yeterli
şekilde desteklenmemiştir (Grey ve Fiscalini, 1987; Raichelson ve diğerleri, 1997; Tracey ve
diğerleri, 2012). Kavramın kendisi can alıcı olmasına rağmen (Mothersole, 1999) bazı yazarlar
"tekinsiz" olarak görmektedirler (Grey ve Fiscalini, 1987; Mothersole, 1999). Bir araştırma,
paralel sürecin varlığının hem terapistler hem de süpervizörler tarafından süpervizyonun bir
parçası olarak tanındığını ve kuramsal yönelimin paralel sürecin varlığını kabul etme konusunda
bir fark yaratmadığını rapor etmiştir (Raichelson ve diğerleri, 1997). Öte yandan, paralel süreç
ISSN: 2148-4376
40
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
üzerine düşünmek psikolojik bağımsızlık ve kişilerarası etki üzerine temel felsefi sorunları da
gündeme taşımaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987). Kimi araştırmacılar paralel sürecin yarattığı
etkinin bu tartışmalara konu olacak kadar büyük olmadığını sadece süpervizyon ve terapinin
gidişatını etkileyebilecek ufak eğilimler oluşturduğunu dile getirmektedir (Tracey ve diğerleri,
2012).
Paralel sürecin kökenleri psikoanalizin aktarım ve karşıaktarım kavramlarına
dayanmaktadır (Sumeral, 1994; McNeill ve Worthen, 1989; Morissey ve Tribe, 2001). Terapötik
ikilideki terapistin karşıaktarımı ile süpervizyon ikilisinde süpervizörün karşıaktarımının
benzeşmesi ile farkına varılmaya başlanılmıştır (McNeill ve Worthen, 1989). Fakat bazı yazarlar,
aşağıda da değinileceği üzere, paralel süreci karşıaktarım kavramı çerçevesi içerisinde ele
almaktan kaçınmıştır (Searles, 1955). Bunun yanı sıra, paralel sürecin varlığı, bilinçdışı öğeleri
dahil etmeden, psikoanalitik ekol dışındaki terapi ekolleri tarafından da desteklenmiştir
(Raichelson ve diğerleri, 1997; Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel süreç kavramı psikanalitik
yönelim kaynaklı olmasına rağmen diğer yönelimlerden de kabul görüp çalışılmıştır (Tracey ve
diğerleri, 2012).
Paralel Sürecin Nedenleri
Bu başlık altında paralel sürece katkıda bulunan bazı faktörler incelenecektir. Paralel
sürecin nedenleri üzerine bir fikir birliği sağlanmamış (Morissey ve Tribe, 2001) olsa da kısmi
açıklamalar bulunmaktadır (Mothersole, 1999). Öncelikle, terapi ile süpervizyon arasındaki
durumsal benzerliklerin paralel sürece katkısı olan nedenlerden biri olabileceği öne sürülmüştür
(Sach ve Shapiro, 1976). Çeşitli kaynaklar bu durumsal benzerlikleri otorite ve yakınlık
kavramları ile açıklamışlardır (Grey ve Fiscalini, 1987; Tracey ve diğerleri, 2012; Doehrman,
1976). Bunun yanı sıra, süpervizyon ve terapi arasındaki bir başka benzerlik de ikisinde de
“yardım alma” ve “yardım etme” davranışlarının bulunması ve terapi ilişkisinde yardım etme
rolünde olan terapistin süpervizyon ilişkisinde yardım alma pozisyonuna geçiyor olmasıdır
(McNeill, ve Worthen, 1989). Yardım alma ve yardım etme davranışları sırasında kurulan otorite
ve yakınlık dereceleri süpervizyon ve terapi durumları arasında benzeşebilmektedir (Tracey ve
diğerleri, 2012). Eğitimine devam eden terapistin, didaktik bir şekilde öğretilen -kişiliğinden
bağımsız- becerileri öğrenmekle kalmadığı, bunun yanı sıra kendi kişiliği ile çok yakın ilişkide
bulunan profesyonel bir kimlik oluşturduğu savunulmuştur (Doehrman, 1976). Bu durumun
süpervizyonu didaktik bir eğitimden ziyade -terapi olmasa da- terapi benzeri bir durum haline
getirdiği, dolayısıyla terapi ile süpervizyon arasında benzer gündemlerin oluşmasına neden olduğu
düşünülmüştür (Doehrman, 1976). Yukarıdakilere ek olarak, Ekstein ve Wallerstein (1958) paralel
sürecin bir öğrenme biçimi olduğunu savunmuş; terapistin, terapi sürecinde karşılaştığı ve ele
alamadığı materyali süpervizyonda tekrar edip süpervizörün benzer meseleleri ele alış tarzını
öğrendiğini ifade etmişlerdir. Sach ve Shapiro (1976), paralel sürecin sözel olarak ifade
edilemeyenlerin aktarılması için kullanılan bir iletişim aracı olduğunu söylemiş; ele alınamayan
materyalin terapiden süpervizyona –sözel olarak ifade edilemediğinden- bu iletişim kanalıyla
aktarıldığı düşünmüşlerdir (Ekstein ve Wallerstein, 1958).
Paralel Süreç Kavramının Tarihsel Gelişimi
Bu makalede ‘paralel süreç’ olarak adlandırılan olguya, geçmişte literatürde ‘yansıma
süreci’, ‘aynalama’ ve ‘paralel harekete geçme’ gibi isimler de verilmiştir (Morissey ve Tribe,
2001). Paralel süreç kavramına ilk olarak Searles (1955) ‘yansıma süreci’ olarak değinmiştir. Üç
ISSN: 2148-4376
41
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
sene sonra, Ekstein ve Wallerstein (1958) aynı olguyu paralel süreç olarak adlandırmıştır. Searles
(1955) süpervizyon sürecinde süpervizörün yaşadığı duyguların terapist ve danışanı arasındaki
ilişki ile alakalı zengin bir bilgi kaynağı olduğu fikrini savunmuştur. Bununla birlikte süpervizörün
duygusal deneyiminin yapısının genellikle terapi ilişkisinde yaşanan zorluğu yansıttığını öne
sürmüş; süpervizörün, bilinçdışı bir şekilde taşınan duygusal bilgileri ele almadığı sürece, danışan
hakkındaki bilgisinin terapistin sözel olarak anlattıklarıyla sınırlı kaldığını öne sürmüştür (Searles,
1955). Bir yandan da, o zamanın paradigması içerisinde süpervizörün duygusal deneyimlerinin ele
alınması kolay kabul edilebilecek bir durum olarak görülmemiştir (Meerloo, 1952). Süpervizörün
olumsuz duygulanımı bir karşı aktarım sorunu olarak görülmüş ve süpervizyon sürecinde
istenmeyen bir durum olarak ele alınmıştır. Yansıtma süreci, karşı aktarım kavramından ayrı bir
olgu olmasıyla birlikte karşı aktarım ile ilişkili de bir olgudur. Searles’a göre (1955) karşı
aktarımda duygusal deneyimin kaynağı olarak süpervizörün kendi geçmiş deneyimleri olarak
görülmekteyken yansıtma sürecinde ise bu duygusal deneyimin kaynağı danışandır ve terapist
aracılığıyla süpervizöre taşınmıştır. Searles’ın (1955) en büyük katkılarından birisi de
süpervizörün duygusal deneyimlerinin zararlı olarak görülmeyip, faydalı bir araç olarak ele
alınmasıdır (Mothersole, 1999). Öncesinde süpervizörün duygusal deneyimleri süpervizyon
sürecini sekteye uğratacak bir konu olarak görülmüştür (Mothersole, 1999).
Paralel Sürecin Yönü
Paralel süreç en başta, başlangıç noktası danışanın bilinçaltı olduğu tek yönlü bir süreç
olarak görülmüştür (Grey ve Fiscalini, 1987; Searles, 1955). Fakat, bazı yazarlar başlama
noktasının danışan olduğu kadar süpervizörün de olabileceği iki yönlü bir süreç olarak ele
almışlardır (Doehrman, 1976; Tracey ve diğerleri, 2012). Başlangıç noktasının süpervizör olduğu
paralel süreç durumlarında, terapist danışanına süpervizyonda süpervizörünün kendisine davranma
biçimini andırır şekilde davranmaktadır (Doehrman, 1976; Tracey ve diğerleri, 2012). Mothersole
(1998), üç tip paralel süreç tanımlamıştır. Birinci tip paralel süreç, Searles’in (1955) tanımladığı
gibi, başlangıç noktasının danışan olduğu, terapötik ilişkideki örüntünün süpervizyon ilişkisine
aktarıldığı durum olarak betimlenmiştir. İkinci tip paralel süreçte ise süpervizyon ilişkisindeki
sorunlar terapistten kaynaklı olarak hem süpervizyon ilişkisine hem de terapi ilişkisine
yansımaktadır. Bu durumun gerçek bir paralel süreçten ziyade terapistin çözülmemiş duygusal bir
çatışmasını yahut beceri eksikliğini gösterdiği düşünülmektedir (Mothersole, 1998). Son olarak da
üçüncü tip paralel süreç, Doehrman’ın da (1976) vurguladığı gibi, süpervizörün terapiste olumsuz
bir örnek teşkil ettiği durum olarak tanımlanmıştır.
Bunların yanı sıra, süpervizyon ve terapinin karmaşık yapısı göz önünde
bulundurulduğunda, paralel süreç başlangıç noktası olan bir süreçten ziyade döngüsel bir dinamik
olarak da görülmektedir (Morissey ve Tribe, 2001). Bazı yazarlar, paralel sürecin süpervizör,
terapist ve danışan üçlüsünün birbirinin içine geçen süreçlerinin ortaya çıkardığı oynanan bir
“oyun” olduğu görüşünü savunmuştur (Grey ve Fiscalini, 1987). Bu görüşte de paralel süreç
bilinçdışı duygusal çatışmalardan çıkmaktadır. Terapist danışanın savunma mekanizmasını
süpervizyon sürecine bilinçdışı bir şekilde taşımaktadır ve buradaki amaç danışanla ilişkili
problemin ne olduğu mesajını vermektir. Süpervizör de o davranış örüntüsünü terapistin danışana
davrandığı bir şekilde davranış örüntüsünü tamamlamaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987). Bu
davranışlar, süpervizör ile terapistin karakteristik davranışları olarak görülmemekle beraber
danışanın davranış örüntülerini andırmaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987).
ISSN: 2148-4376
42
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
Görgül Araştırmalar
Önceden de belirtildiği gibi paralel sürecin karmaşık doğası gereği ve bu karmaşık olguyu
ölçmenin teknik zorluklarından ötürü paralel süreci araştıran görgül araştırma sayısı çok azdır
(Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel süreç üzerine alanyazının çoğu vaka çalışmalarına
dayanmaktadır. Dolayısıyla, bu durum genelleyebilme sorunlarını ortaya koymaktadır
(Mothersole, 1999; Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel süreci inceleyen ilk çalışma Doehrman’ın
(1976) çığır açan çalışmasıdır. Doehrman (1976) paralel sürecin her zaman danışanın bilinçdışı
nevrotik ihtiyaçlarından kaynaklanmayabileceğini ortaya koyan ilk kişidir. Terapötik ikilinin ilişki
örüntüsünün süpervizyon ikilisine sirayet edebileceği gibi süpervizyon ikilisinin de örüntülerinin
terapötik ikiliye geçebileceğini söyleyerek paralel sürecin iki yönlü olabileceğini iddia etmiştir
(Doehrman, 1976). Çalışmanın bir başka önemli bulgusu da paralel sürecin süpervizyonun her
gelişim sürecinde ortaya çıkabileceğini göstermiş olmasıdır. Dahası, süpervizyon sürecinde daha
ileri olan terapistlerin yeni başlayanlara göre paralel sürecin yorumlanmasından daha fazla
faydalanabildiği görülmüştür. Bunun da sebebinin yeni başlayan terapistlerin yorumlardan
faydalanabilecek düzeyde içgörü kazanamamış olmaları bulunmuştur. Yeni başlayan terapistlerle
çalışırken, kaygı düzeyini azaltmak ve temel terapötik becerilerin gelişmesi için somut ve
yapılandırılmış müdahalelerin daha etkili olduğu savunulmuştur (McNeill ve Worthen, 1989).
Bir başka araştırma, paralel sürecin varlığını destekleyecek önemli bulgular sunmuştur
(Tracey ve diğerleri, 2012). On yedi farklı süpervizör-terapist-danışan grubunu inceleyen
çalışmada, paralel süreç kavramına uygun şekilde davranış değişikliklerinin olduğu kaydedilmiştir
(Tracey ve diğerleri, 2012). Buna ek olarak, eğer terapist süpervizörün davrandığı gibi
davranmaya başlarsa danışanın iyi yönde ilerlediği kaydedilmiştir (Tracey ve diğerleri, 2012).
Terapötik ve süpervizyon ikilisinin ortak üyesi olan terapist önce terapi ilişkisinde örüntüyü
süpervizyona taşımakta ve sonra süpervizyonda konunun ele alınışını modelleyip terapi ilişkisine
taşımaktadır (Tracey ve diğerleri, 2012). Bu sonuçlar paralel sürecin süpervizyon için gerekli ve
kullanışlı bir araç olduğunu desteklemekle kalmayıp paralel süreç gibi karmaşık kavramların bile
görgül yöntemlerle sınanabileceğini göstermiştir (Watkins, 2012).
Paralel Süreç Mekanizmaları
Paralel sürecin nasıl ortaya çıktığı konusunda birden fazla mekanizma savunulmuştur
(Grey ve Fiscalini, 1987). Farklı kuramsal yönelimlerden paralel sürecin nasıl ortaya çıktığına dair
fikirler ortaya atılmıştır ve henüz paralel sürecin nasıl işlediğine dair bir mutabakat
sağlanamamıştır (Morissey ve Tribe, 2001). Özdeşim ve yansıtmalı özdeşimin paralel sürecin
altında yatan savunma mekanizmaları olabileceği ortaya konulmuştur (Searles, 1955; Grey ve
Fiscalini, 1987).
Searles’a göre (1955), bilinçdışı özdeşim paralel sürecin altında yatan savunma
mekanizmasıdır. Paralel süreç, danışanın bastırdığı ya da ayrıştırdığı duygularının gün yüzüne
çıkması ile başlamakta, bu nedenle danışanda kaygı yükselmekte ve buna karşı savunma
mekanizmaları işletilmektedir. Ortaya çıkan kaygı karşısında terapist kişisel özellikleri ile alakalı
olarak kendi kaygısını tecrübe etmektedir. Sonrasında, bilinçdışında yükselen bu kaygı deneyimi
ile terapist ya danışanın kaygı karşısında kullandığı savunma mekanizmalarının aynısını ya da
tamamlayıcı şekilde olan savunma mekanizmalarını kullanmaya başlamaktadır. Bu şekilde terapist
bilinçdışı ve sözel olmayan bir şekilde süpervizöre terapide ortaya çıkan sorunun doğası hakkında
fikir vermektedir (Searles, 1955).
ISSN: 2148-4376
43
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
Yansıtmalı özdeşim mekanizmasında ise danışan terapistin içine duyguyu yerleştirmekte ve
sonrasında da terapist de süpervizörün içine o duyguları aktarmaktadır (Grinberg, 1979). Bu
duyguların kaynağı süpervizör ya da terapist değildir, dolayısıyla karşı aktarım kavramı ile
açıklanmamaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987). Bu noktada, ortaya çıkan durumun bitmemiş karşı
aktarım meseleleri ya da çözülmemiş nevrotik çatışmalardan kaynakladığı yönünde itirazlar
yükselmektedir; öte yandan, paralel sürecin ortaya çıkmasına sebep olan duygusal deneyimlerden
kurtulabilecek kadar yüksek bir farkındalık ve beceri düzeyinin mümkün olmadığı savunulmuştur
(Searles, 1955).
Özdeşim ve yansıtmalı özdeşim savunma mekanizmalarıyla paralel süreci açıklamak,
paralel sürecin danışanın nevrotik ihtiyaçlarından kaynakladığını ve terapist ile süpervizörün
taşınan mesajların alıcısı olduğunu söylemektir (Grey ve Fiscalini, 1987). Önceki açıklamalar
birbirleriyle yakından ilişkilidir ama bir yandan da paralel sürecin farklı kısımlarına
odaklanmışlardır (Morissey ve Tribe, 2001). Grey ve Fiscalini, önceki açıklamaların dar kapsamlı
ve test edilemez olması nedeniyle paralel süreci yeni bir bakış açısı ile ele almışlardır (1987). Bu
bakış açısı, paralel süreci birbirine yapısal ve dinamik olarak benzeyen sadece psikoterapi ve
süpervizyonda değil tüm kişilerarası durumlarda ortaya çıkabilecek olan bir zincirleme reaksiyon
olarak ele almıştır. Güç ve yakınlık boyutları olan tüm ilişki serilerinde ortaya çıkabileceğini
savunmuşlardır (Grey ve Fiscalini, 1987). Bunun yanı sıra, paralel süreçteki rollerin karşılıklı
olabileceği kadar birbirlerini tamamlayıcı da olabileceği savunulmuştur (Mothersole, 1999). Bu
noktada terapist ve süpervizör mesajın alıcı konumundan sıyrılıp süreçte aktif olarak yer aldıkları
düşünülmektedir. Grey ve Fiscalini (1987) paralel süreci Berne’nin (1964) “oyun” kavramı ile
açıklamışlardır. Oyun kavramı iki ya da daha fazla kişi arasında tekrar eden davranış örüntüleri
olarak tanımlanmıştır ve kişilerin aynı oyun içerisinde karşılıklı ve birbirini tamamlayan rollerde
bulunabileceği savunulmuştur (Berne, 1964). Örnek olarak, eğer bir kişi “b davranışı” karşısında
“a davranışını” gösteriyorsa cevap olarak, sonraki durumda “b davranışını” gösterip cevap olarak
“a davranışını” görebilir. Paralel süreç birbirinin içine geçmiş aktarım ve karşı aktarımlardan
oluşan, tarafların benzer savunma stillerine çekimiyle bağlanan danışan, terapist ve süpervizör
üçlüsünün oynadığı bir oyun olarak değerlendirilmiştir. Diğer açıklamalardan farklı olarak bu
bakış açısında paralel süreç katılımcıları danışanın nevrotik ihtiyaçları karşısında durumsal olarak
benzeşmez, zaten ilk andan itibaren birbirlerine bazı önemli açılardan benzemektedirler. Bu
sebeple aynı duygusal çatışma karşısında benzer savunma biçimlerini kullandıkları
düşünülmektedir.
Paralel sürecin açıklanmasında diğer bir görüş de kişilerarası kuramdan gelmektedir
(Tracey ve diğerleri, 2012). Güç ve yakınlık boyutları tüm insan ilişkilerinin içerisinde
bulunmaktadır ve neredeyse tüm ilişkiler bu boyutlar açısından incelenebilir (Tracey ve diğerleri,
2012). Bununla beraber, bir kişinin davranış biçimi karşı tarafın onu nasıl yanıtlaması gerektiği
bilgisini de taşımaktadır. Her davranış, kişinin kendini ilişkide nasıl konumlandırdığını
göstermektedir (Tracey ve diğerleri, 2012). Bu bilgiler ışığında bir paralel süreç örneği aşağıda
açıklandığı gibi oluşmaktadır (süpervizyon ve terapinin basite indirgenmeyecek kadar karmaşık
bir yapıda olduğunu kabul etmekle beraber anlatımın kolaylığı için basitleştirme yoluna
gidilmiştir): danışan yardım alma amacıyla terapiye başlar (teslimiyetçi davranış) ve terapist de
yardım ederek bu davranışı tamamlar (baskın davranış). Sonrasında danışan terapistin
müdahalelerini boşa çıkarır (güvensiz davranış) ve terapist de bu durum karşısında eleştirel bir
tutum izler ve bu konu süpervizyona taşınır. Süpervizyonda da benzer bir kişiler arası örüntü
gerçekleşir (terapistin yardım alma amacıyla süpervizyona başvurması ile başlayan) (Tracey ve
diğerleri, 2012). Özetlemek gerekirse, süpervizör-terapist-danışan üçlüsünün birbirini tamamlayıcı
ISSN: 2148-4376
44
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
davranışları sürecin temelini oluşturmaktadır.
Paralel Sürecin Çözülmesi
Süpervizyonda paralel sürecin işlenmesi gerekli görülmektedir (Sumeral, 1994). Paralel
süreç bir araç olarak süpervizyonda etkili bir şekilde kullanıldığında terapistin gelişimine katkıda
bulunmaktadır ve dahası paralel süreç süpervizyonda ele alındığında danışanda da gelişme olduğu
kaydedilmiştir (Doehrman, 1976).
Searles’a göre (1955) paralel süreç neticesinde ortaya çıkan kaygı en fazla danışanda
bulunmaktadır ve önce terapiste sonra da süpervizöre doğru ilerledikçe bu kaygı miktarı
azalmaktadır. Bu azalma en yüksek farkındalık düzeyinin süpervizörde olması ve duygusal olarak
en az süpervizörün yatırım yapmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumdan mütevellit, süpervizör
daha rahat bir şekilde bilinçdışı materyali sözel olarak ele alabilmektedir. Süpervizyon ilişkisi
ilerledikçe ve farkındalık düzeyi arttıkça süpervizör-terapist ikilisi kendilerini gözlemleyebilir ve
terapötik açıdan anlamlı olan bu içgörüden faydalanır hale gelmektedir (Searles, 1955).
Çözülme hakkında bir farklı görüş de kişilerarası kuramdan gelmektedir (Tracey ve
diğerleri, 2012). Bu görüşe göre süpervizör ilk etapta terapistin danışandan taşıdığı materyal
karşısında tamamlayıcı bir rol edinmekte ve sonrasında süpervizör kasıtlı olarak bu rolde değişim
yapmaktadır. Süpervizyonda gelişen bu değişim ardından terapötik sürece de yansımakta ve farklı
beklentiler ile alternatif davranışların gündeme gelmesine yardımcı olmaktadır (Tracey ve
diğerleri, 2012).
Süpervizyonda paralel sürecin ele alınabilmesi için süpervizörün farkındalık düzeyinin
yüksek olması elzemdir (Sumeral, 1994; Morissey ve Tribe, 2001). Paralel süreci etkin bir şekilde
kullanmak için tarafların “ilişkide neler oluyor” sorusunun cevabını iyi anlamaları gerekmektedir
(Carroll, 1996). Bu tarz bir bilgiyi kullanmanın terapistin, süpervizyon ve terapide nasıl ilişki
kurduğu yönünde de aydınlatıcı olduğu düşünülmektedir (Sumeral, 1994). Paralel süreci hedef
alan müdahalelerin neticede terapistin gelişimine yardımcı olacağı ve bu şekilde danışanın iyilik
haline katkıda bulunacağı öne sürülmüştür (Sumeral, 1994).
Paralel süreç ile çalışırken her durumu paralel süreç olarak yaftalanması veya paralel
olarak gelişen süreçlerin tespit edilememesi riski vardır (Feltham ve Dryden, 1994; Mothersole,
1999). Bunun yanı sıra, paralel süreç süpervizyonda kullanılacak etkili bir araçtır fakat tek başına
yeterli bir araç değildir (Raichelson ve diğerleri, 1997). Morissey ve Tribe (2001) paralel süreci
hedef alan müdahalelerin zamanlamasının da önemli olduğunu vurgulamaktadır. Sonuç olarak,
paralel süreç ile çalışırken yapılan müdahalenin yardım edici ve terapötik olduğunu gösteren en
büyük gösterge terapi sürecinde fayda sağlanıp sağlanmadığıdır (Sumeral, 1994; Morissey ve
Tribe, 2001).
Vaka Çalışması
Öncül hikaye
Behzat Bey, özel sektörde hekim olarak çalışan 38 yaşında erkek bir danışandır ve terapiye
uçak korkusu şikâyetiyle başvurmuştur. Behzat Bey terapiye başlamadan önce sakinleştirici
kullanarak uçağa binmiştir ve terapideki amacı bunu ilaç yardımı olmadan yapabilmektir. Uçağa
binme korkusunun, eşi 4 aylığına Hollanda’da çalışma yapmaya gittiğinde, kendisini eşinin yanına
gitmekten alıkoyduğunu ifade etmiştir. Bu olaydan sonra Behzat Bey bu sorununu çözmesi
gerektiğini düşünmüştür.
ISSN: 2148-4376
45
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
Birkaç seans geçtikten sonra Behzat Bey’in uçak korkusunun altında kontrolcülük ile
alakalı meselelerin yattığı ortaya çıkmıştır. Hayatını planlı ve programlı geçiren Behzat Bey, eğer
bir şeyler ters giderse her zaman alternatif planlara sahiptir. Behzat Bey’in uçak korkusu, uçuş
sırasında beklenmedik bir durum ortaya çıkarsa “bir şey yapamayacak” oluşundan kaynaklı
olabileceği düşünülmüştür. Kendisi durumu “eğer arabada bir şey olursa arabayı durdurursun;
eğer, gemide bir şey olursa atlar ve yüzersin” diye özetleyip “eğer uçakta bir şey olursa
yapabileceğin bir şey yok” şeklinde aktarmıştır.
Behzat Bey için başka bir sorun alanı ise stres altındayken ortaya çıkan somatik
yakınmalarıdır. Bu somatik yakınmalar genellikle mide ya da tansiyon ile alakalıdır. Behzat Bey
durumu “bazen o kadar saçma belirtiler hissediyorum ki bedenimde, bir doktor olarak bunların
gerçek olamayacağını biliyorum” şeklinde ifade etmektedir. Bu yakınmalar yakından
incelendiğinde Behzat Bey’in kendisini “arada kalmış” hissettiği durumlarda ortaya çıktığı
görülmüştür. İlk yakınmasının ebeveynleri tartışırken arada kaldığında ortaya çıktığını aktarmıştır.
Ebeveynleri Behzat Bey’i aralarındaki meseleyi çözmesi için Bursa’ya çağırmışlardır (Behzat Bey
Ankara’da yaşamaktadır). Vardığında meseleyi çözmeye çalışmıştır fakat çözemeyeceğini anladığı
anda tansiyonunun yükselmeye başladığını hissetmiştir. Bunun üzerine Behzat Bey kalp krizi
geçirdiğini düşünüp dehşete kapılmıştır. Behzat Bey hastaneye gittikten sonra ebeveynleri Behzat
Bey’e “konuyu kafaya takmamasını, kendilerinin halletmeye çalışacaklarını” söylemiştir. Burada
da somatik yakınmalar da Behzat Bey’in kontrolcülüğü ile ilişkilidir. Somatik yakınmalar Behzat
Bey’e meseleyi kontrol edip bir plan neticesinde çözemediğinde bir çıkış kapısı sağlamıştır.
Behzat Bey’in annesi bağımsız yaşayamayan pasif bir kadındır. Behzat Bey “Otobüse bile
tek başına binemez” şeklinde tanımlamıştır. Öte yandan, babası askeri bir kariyeri olan baskın bir
figürdür. Behzat Bey, ebeveynleri arasındaki ilişkinin tatmin edici olmaması nedeniyle psikolojik
anlamda annesinin bakımını üstlendiğini belirtmiştir. Annesine defalarca evliliğinde mutlu değilse
boşanmayı düşünmesi gerektiğini ve boşanmadan sonra kendisinin ona destek olacağını
söylemiştir. Fakat Behzat Bey’in annesi babasından ayrılmamıştır. Behzat Bey babasının kendisine
karşı her zaman eleştirel olduğunu söylemiş ve Tıp Fakültesini kazandığında babasının İngilizce
eğitim veren bir Tıp Fakültesine girememesi yönünde eleştirdiğini aktarmıştır.
Behzat Bey ile başlayan terapinin odak noktası kontrolcülük olmuştur. Sunulan tablo da
aşağıdaki şekilde kavramsallaştırılmıştır: baskın bir baba figürü ve pasif bir anne figürüne sahip
Behzat Bey annesini babasının eleştirelliğinden korumak için kendisini öne sürmüştür. Annesi için
kendisini feda ederken babasının kendisine vermiş olduğu suçlu konumunu kabullenmiş ve
suçluluğu üzerine almıştır. Kontrolcülüğü de bu suçluluktan kaçınmak için kullanmıştır. Eğer her
şey kontrol altında olursa hiçbir şey yanlış gidemez ve dolayısıyla suçluluk hissedecek bir durum
ortaya çıkmaz şeklinde bir varsayımı olduğu düşünülmüştür. Bu strateji hayatı boyunca iyi işlemiş
fakat ölüm gibi kontrol edemeyeceği bir durum ortaya çıkınca Behzat Bey’i yüzüstü bırakmıştır.
Annesi ve babası arasındaki sorunlar Behzat Bey’in semptomlarının çıkmasından çok önce var
olmasına rağmen, Behzat Bey bedeninin kendisine ihanet edip ölebileceğini fark ettiğinde
semptomları ortaya çıkmıştır.
Terapi süreci ve süpervizyon sürecindeki paralellikler
Önceden bahsedildiği gibi Behzat Bey’in terapisinde kontrol ile alakalı mevzulara
odaklanılmıştır. Örneğin, seans içinde gündemden sapmalar yaygın olarak görülmüştür. Behzat
Bey seans içerisinde bir konu üzerine konuşmayı kabul etmekte fakat seanslar bahsi geçen konu
üzerine derinleşemeden bitmekteydi. Süpervizyon sürecinde de süpervizör ve terapist de bu vaka
ele alınırken farklı noktalara odaklanmak istemiştir. Buna örnek olarak, terapist vaka ile
kontrolcülüğün gündelik hayatına etkisi üzerine gitmek isterken süpervizör terapist-danışan ilişkisi
ISSN: 2148-4376
46
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
üzerinde yoğunlaşmak istemesi gösterilebilirdi. Süpervizyon ve terapi süreci, belli konularda
çalışma üzerine karar verilmişken tarafların farklı noktalar üzerinde yoğunlaşmak istemesi
açısından birbirine paralel olduğu düşünülmüştür. Terapist anlaşılmamış olduğunu hissetmiş ve
süpervizörün anlatmak istediği konuları dinlemek istemediğini varsaymıştır. Bu da terapistin
süpervizörünün kendisini eleştirdiğini düşünmesine yol açmıştır. Bu konu süpervizyon sürecinde
ele alındığında danışanın terapist tarafından eleştirildiğini ve yanlış anlaşıldığını hissediyor
olabileceği yönünde bir farkındalık ortaya çıkmıştır. Bu bilgi ışığında, terapistin seanslarda konu
dışına sapmaların çok olduğunda konunun dağılmamasına yönelik efor sarf etmesinin durumu
daha da kötüleştirdiği yönünde bir yorum ile bu konuyu gündeme taşımıştır. Bunun üzerine Behzat
Bey o konular üzerine konuşmanın bile kendisini çok zorladığını ifade etmiş ve konuşmaya devam
etme konusunda da kaçışının olmadığını söylemiştir. Bu yüzleştirmeden sonra seans içinde
gündem dışına kaymalar giderek azalmış ve kararlaştırılan konular üzerine konuşma noktasında
bir birlik ortaya çıkmıştır.
Sonuç
Vaka örneğinde de gösterildiği gibi, süpervizyon ile terapi süreçleri arasında paralellikle
ortaya çıkmıştır. Searles’ın (1955) da ortaya koyduğu gibi danışan kaynaklı bir kaygı terapi
sürecine giriş yapmış ve terapist aracılığıyla süpervizyon sürecine taşınmıştır. Süpervizyonda
paralel süreci ele almak işe yaramış ve terapi sürecinde de bir ilerleme kaydedilmiştir. Vaka
örneğinin Searles tarafından sunulan paralel süreç modeliyle uyumlu olduğu görülmüştür (1955).
ISSN: 2148-4376
47
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
Kaynaklar
Berne, E. (1964). Games People Play. New York: Grove.
Carroll, M. (1996). Counseling Supervision Theory, Skills and Practice. London: Cassell.
Doehrman, M. J. G. (1976). Parallel Processes in Supervision and Psychotherapy. Bulletin of
the Mellinger Clinic, 40, 3-104.
Ekstein, R., ve Wallerstein, R. S. (1958). The Teaching and Learning of Psychotherapy. New
York: International Press.
Feltham, C., ve Dryden, W. (1994). Developing Counselor Supervision. London: Sage.
Grey, A., ve Fiscalini, J. (1987). Parallel Process as Transference-Countertransference
Interaction. Psychoanalytic Psychology, 4(2), 131-144.
Grinberg, L. (1979). Countertransference and Projective Counteridentification. Contemporary
Psychoanalysis, 15, 226-247.
McNeill, B. W., ve Worthen, V. (1989). The Parallel Process in Psychotherapy Supervision.
Professional Psychology: Research and Practice, 20(5), 329-333.
Meerloo, J. A. M. (1952). Some Psychological Processes in Supervision of Therapists.
American Journal of Psychotherapy, 6, 467-470.
Morissey, J., ve Tribe, R. (2001). Parallel Process in Supervision. Counselling Psychology
Quarterly, 14(2), 103-110, doi: 10.1080/09515070110058567
Mothersole, G. (1998). Levels of Attention in Clinical Supervision. Transactional Analysis
Journal, 28(4), 285-296.
Mothersole, G. (1999). Parallel Process. The Clinical Supervisor, 18(2), 107-121.
doi: 10.1300/J001v18n02_08.
Lesser, R. M. (1983). Supervision: Illusions, Anxieties, and Questions. Comtemporary
Psychoanalysis, 18, 1-19.
Raichelson, S. H., Herron, W. G., Primevera, L. H., ve Ramirez, S. M. (1997). Incidence and
Effects of Parallel Process in Psychotherapy Supervision. The Clinical Supervisor, 15(2),
37-48, doi: 10.1300/J001v15n02_03
Sachs, D. M., ve Shapiro, S. H. (1976). On Parallel Processes in Therapy and Teaching.
Psychoanalytic Quarterly, 45, 394-415.
Searles, H. F. (1955). The Informational Value of Supervisor’s Emotional Experiences.
Psychiatry, 18, 135-146.
Sumeral, M. B. (1994). Parallel Process in Supervision. Eric Digest, 94(15).
Tracey, T. J. G., Bludworth, J.,ve Glidden-Tracey, C. E. (2012). Are There Parallel Processes
in Psychotherapy Supervision? An Emprical Examination. Psychotherapy, 49(3), 330-343.
Watkins, C. E. J. (2012). Some Thoughts about Parallel Process and Psychotherapy
Supervision: When is a Parallel just a Parallel? Psychotherapy, 49(3), 344-346.
ISSN: 2148-4376
48
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
Summary
Parallel Process in Psychotherapy Supervision: A Case Study
The concept of “Parallel Process” is widely recognized in psychotherapy supervision
literature (Morissey & Tribe, 2001; Raichelson, Herron, Primevera, & Ramirez, 1997; Grey &
Fiscalini, 1987). Supervision of psychotherapy is essentially a triadic process where a therapist is
supervised in his/her work with one or more clients (Tracey, Bludworth, & Glidden-Tracey, 2012).
The concept refers to unconscious replication of relational patterns both in therapeutic dyad
(consisting of therapist and the patient) and supervisory dyad (consisting of supervisor and
supervisee/therapist) (McNeill & Worthen, 1989). Many authors perceived parallel process as an
important tool in supervision and a valuable form of communication (McNeill & Worthen, 1989;
Morrissey & Tribe, 2001). Interventions focused on parallel process may improve the quality of
supervisory process (Morrissey & Tribe, 2001). Parallel process received attention in the field,
though, empirical support was relatively deficient (Grey & Fiscalini, 1987; Raichelson, et al.,
1997; Tracey, et al., 2012). Parallel process has its origins in psychoanalytic concepts of
transference and countertransference (Sumeral, 1994; McNeill & Worthen, 1989; Morissey &
Tribe, 2001). However, some authors avoided to render parallel process within the realm of
countertransference (e.g. Searles, 1955). On the other hand, existence of parallel process is
confirmed without affirming the unconscious aspects (Raichelson, et al., 1997; Tracey, et al.,
2012). Parallel process is defined as a unidirectional process in which the process is triggered by
the unconscious of the patient (Grey & Fiscalini, 1987; Searles, 1955). However, some authors
refer it as a bidirectional process, where the starting point may be either the patient or the
supervisor (Doerhman, 1976; Tracey, et al., 2012). In conjunction with the complex nature of
supervision and therapy, parallel process is to be portrayed as a circular dynamic rather than a
process with a start point (Morissey & Tribe, 2001). Some authors claim that it is an interlocking
processes of the supervisor, therapist, and patient triad, a "game" that the triad play (Grey &
Fiscalini, 1987).
Mr. T is 38-year-old male patient who works as a physician in private sector. He started
therapy for his phobia of planes. However, before he started therapy, he tried to get on plane under
the effect of mild tranquilizers. He stated that he would like to manage enplaning without the help
of drugs. His fear of planes disabled him to go Netherlands while his wife was on a sabbatical for
four months. After that incident, he came to realize this was a problem he has to deal with.
Over the course of a few sessions, it was revealed that his fear about plane was actually
related to his overall controlling attitude. Mr. T is a person who lives according to his schedule,
and always has alternative plans if anything goes amiss. The fear of planes, in his case, is due to
his “not being able to do anything” if something unexpected happens during the flight. He reported
“if something goes wrong in a car, you stop; if something happens on a ship, you jump out and
swim” and added “when something happens on a plane, there is nothing you can do about it.”
The most prominent features in Mr. T’s therapy process are clustered around the control
related issues. For instance, digressions from the ongoing agenda within sessions were common.
Mr. T willingly agrees upon on a topic to explore in sessions; on the other hand, sessions end up
without deepening on that particular subject. In supervisory sessions, therapist and supervisor
wished to focus on different aspects when this case was handled. For example, the therapist
wanted to probe more about the current effects of controlling attitude on patient’s work and social
life, the supervisor gave directions intensifying on the relationship between the therapist and the
patient. The supervisory and therapeutic processes were parallel in a manner that in both dyads no
de facto consensus was reached on process’ agenda; although, in both relationships it was agreed
upon to work on some particular issues. Therapist felt misunderstood, and assumed that supervisor
ISSN: 2148-4376
49
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 39-50
Ali Can Gök
did not wanted to listen to what he tried to recount. Hence, the therapist thought the supervisor
was critical of him. As this was verbalized in supervisory process, an insight about the fact that the
patient might have felt misunderstood and criticized by the therapist, surfaced. In the light of this
insight, therapist commented on how in sessions the conversation went off topic and his efforts to
stay on topic make the situation worse, Mr. T expressed he felt forced when he actually has
difficulties even talking about the subject matter. After that confrontation, digressions within the
sessions gradually decreased, and the alliance on exploration of topics boosted.
As illustrated in the case example, parallel situations occurred in both therapeutic dyad and
supervisory dyad. As Searles (1955) highlighted, an anxiety originating from patient introduced
into the therapeutic relationship (the one directional model), and conveyed through therapist to
supervisor. Working on parallel process issues on supervisory dyad paid well, and a progress have
been made in the therapeutic relationship. The case illustration fitted well to parallel process
model of Searles (1955).
ISSN: 2148-4376
50
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
The Best Offer Filmindeki İnsan İlişkileri ve Kurgusal
Gerçeklik
Merve Yerli
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
Guiseppe Tornatore’un yazıp yönettiği Türkçe çevirisi En Yüksek Teklif olan The Best Offer (La
Migliore Offerta, 2013) filminin ele alındığı bu çalışmada filmin karakterleri arasındaki ilişki, onların
kişilik yapılarının örgütlenmesi, ve bunun sonucunda insana dair mekanizmaların aydınlatılması
amaçlanmaktadır. Filmin içeriği ile filmdeki karakterlerin örgütlenmesi kişilik kuramları çerçevesinde
ele alınmaya çalışılmıştır. Filme dair kapsamlı bir özet verildikten sonra, filmin ana karakterlerinin
(Bay Oldman ve Bayan Claire) kendi kişilikleri ve birbirleriyle kurdukları ilişkilerin temel ögeleri,
Jacques Lacan’ın psikanalitik bakış açısı ve Karen Horney’in kişilik kuramı çerçevesinde ele
alınmaktadır. Bu kuramların kısa bir özeti verilmiş; ardından, filmdeki kurgu ve gerçeklik çatışması
Lacan bakış açısıyla tartışılmış ve Karen Horney’in kaygı ve insan ilişkilerine dair kuramı ile Bay
Oldman ve Bayan Claire arasındaki ilişki sorgulanmıştır. Son olarak, filmden yola çıkarak insan nedir
teması kurgu-gerçeklik, insana dair ikilemler, kaygı ve güven temaları dahilinde tartışılmış ve insana
dair filmde görülen çerçevede bazı çıkarımlara varılmıştır.
Anahtar Sözcükler: kurgu, gerçeklik, kaygı, güven, çatışma.
ISSN: 2148-4376
51
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
The Best Offer Filmindeki İnsan İlişkileri ve Kurgusal Gerçeklik
En Yüksek Teklif (The Best Offer, 2013)
Virgil Oldman tek başına yaşayan yıllardır müzayedecilik yapan bir adamdır. Sanatla öylesine
iç içedir ki; eski ve küflü bir ahşap parçasının altından çok değerli bir kadın portresi çıkacağını ya
da tanınmayan bir ressamın ünlü ve yapıtlarının koleksiyonluk olacağını bilmektedir. O, hayatıyla
ilgili prensiplerine oldukça bağlıdır. Cep telefonu kullanmayı istemez, cep telefonunu hediye
olarak bile kabul etmez. İnsanlara güvenmek konusunda şüphecidir ve onları kendinden uzak
tutmaya çalışır. İnsanlarla konuşmanın tehlikeli olabileceğini bile düşünür. Onlarla temas
kurmamak için sürekli eldiven giyer. Hatta; eldiven koleksiyonu bile vardır. Hayatında kadınlara
hiç yer vermemiştir. Kadınlarla konuşurken onların yüzüne bakamaz, onun için bunun çok zor
olduğu bellidir. Kadınlardan her zaman korktuğunu ve onları anlamakta çok başarısız biri
olduğunu söyler. Hayatında hiç kadın olmasa da; onun kurduğu dünyada kadınlar hep vardır.
Arkadaşı Billy ile yıllardır anlaşma içindedir. Müzayedede satılmak için getirilen en değerli antika
kadın portrelerini Bay Oldman, Billy’nin değerinden çok daha düşük bir fiyata almasını sağlar.
Karşılığında ona para vererek bu portreleri alır. Eldiven koleksiyonun arkasına gizlenmiş bir odada
bu portreleri biriktirir. Yüzlerce antika kadın portresi vardır bu odada. Onları tek tek büyük bir
merakla ve hayranlıkla seyreder. Onlar Virgil Oldman’ın kadınlarıdır. Onun da söylediği gibi, bu
portreler ona hayatına girecek kadını beklemeyi öğreteceklerdir. Gölgede kalmayı tercih eder, ön
planda olmayı sevmez. Çelişkiler onda her zaman merak uyandırır. Yüzünü hiç görmediği, sadece
sesini duyduğu Claire Ibbetson’a ilgi duymaya başladığında bile; onunla flört etmek istemediğini
söyler. Ona karşı herhangi bir arzusunun olduğunu kabul etmez, sadece onu görmek için
meraklandığından bahseder. Claire’i anlamakta o kadar zorlanmıştır ki; onunla ilişkisi ile ilgili
genç arkadaşı Robert’dan sürekli yardım almıştır. Claire’i, Robert’ın daha iyi anlayabileceğini
düşünmüştür hep. Hayatında sadece Claire olmuştur, Claire onu terk etmiş olsa bile; onun geri
gelmesini hep beklemiştir.
Claire Ibbetson yalnız kalmış ve yardıma ihtiyacı olan genç bir kadın olarak Oldman’ı arar.
Annesini ve babasını bir yıl önce kaybettiğini ve zor durumda olduğunu söyler. Ona büyük bir
miras kaldığını ve zor durumda olduğu için antika eşyalarını satmayı düşündüğünden bahseder ve
bu konuda Oldman’dan yardım ister. Claire ön değerlendirme için Oldman’dan randevu almış
olmasına rağmen onunla görüşmeye gitmez. Bu yüzden çok sinirlenen Oldman’a, kendisine araba
çarptığını ve dolayısıyla randevuya gelemediğini söyler. Claire sürekli ona yalvarır ve sonunda
Oldman, telefonda sürekli ağlayan ve yardım isteyen bu kadına tekrar bir randevu verir. İkinci
randevuya da gelmeyen Claire, Oldman’ı iyiden iyiye sinirlendirmiştir. Fakat evin bekçisi Fred
oradadır ve ön değerlendirme için Oldman’a yardımcı olur. Evde eşyaları inceleyen Oldman’ın,
mahzende bulduğu demirden yapılmış küçük dişli çarklar dikkatini çeker, onları alır ve mühendis
arkadaşı Robert’a götürür. Dikkatini çeken şey bu çarklar değil; çarkların kendisinde uyandırdığı
çelişkidir. Çünkü çarkların rutubetli zeminle temas ettiği tarafı değil de, diğer tarafı pas tutmuştur.
Ertesi gün antika eşyaların envanterini çıkarmaya Ibbetsonların evine gider. Claire hala ortada
yoktur. Oldman bu duruma yine çok sinirlenir. Claire ile telefonda konuşur. Claire ondan tekrar
özür diler ve gelmeme sebebi olarak bahanelerinden bahseder. Oldman’ın tüm şartlarını kabul
ISSN: 2148-4376
52
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
edeceğini ve kontratı imzalayacağını söyler. Oldman, Claire ‘i “aptal ve yüzeysel bir kadın
hayaleti” olarak nitelendirir. Oldman telefonda konuştuğu kişinin aslında o evde yaşadığını fark
eder. Claire’i daha önce Fred bile hiç görmemiştir. Claire’in agorafobisi vardır. Bu yüzden yıllarca
evden çıkmamış ve kimseye de yüzünü göstermemiştir. Claire telefonla konuşurken Oldman ile
bütün ilişkisini bitirmiştir. Bunun üzerine Oldman evin karşısındaki kafeye gider ve evi izler.
Oldman’ın evde bulduğu çarklar aslında Jacques Vaucanson’un 18. yüzyıla ait otomatonuna aittir.
Bu, Robert ve Oldman’ı çok heyecanlandırmıştır. Robert geri kalan parçaları da getirirse,
Oldman’a onu tamamlayabileceğini söyler; ama Oldman artık bu parçaları bulduğu eve
gidememektedir; çünkü Claire onunla tüm ilişkisini kesmiştir. Claire bu kararından da
vazgeçmiştir ve Oldman ile tekrar iletişime geçer. Oldman Claire’in evine gider. Claire
odasındayken onunla konuşmaya başlar. Onu hala görememiş olduğu için öfkelidir. Hastalığını
biliyor olmasına rağmen, Claire’in ortaya çıkmamasını üzerine alınır ve kendisinin buna sebep
olduğunu düşünür. Claire sorunun kendisinde olduğunu, Oldman ile bir alakası olmadığını
anlatmaya başlar:
“Fazla insanla görüşmüyorum, uzun zaman oldu. 15 yaşımdan beri bu evden ayrılmadım. Burası
benim odam. Evde dolaşan biri olursa kendimi buraya kilitliyorum. Her zaman böyleydi. Ailem
burdayken bile. Onları nadiren görüyordum. Kimseyi göremem.”
Oldman kadının hastalığına bir anlam veremez. Bu yüzden; Claire ona eldivenlerini hatırlatır
ve niçin onları hiç çıkarmadığını sorar. Oldman şaşırır. Claire ona, insanlara dokunmaktan
korktuğu için eldivenlerini çıkaramadığını söyler. Aslında ikisinin hayatı da bu noktada çok
benzerdir. Kaygılıdırlar ve sürekli bir güvensizlik içindedir ikisi de. Oldman bu benzerliği görmek
istemez. Esnek olmayan bir egosu vardır, bazı şeyleri kabul etmek onun için kolay değildir.
Kurallarına oldukça bağlıdır. Oldman, Claire ile benzer olduklarını kabul etmemesine ek olarak;
kadının hastalığı ile ilgili yalan söyleyebileceğini ima eder. Oldman ve Claire antika eşyalar
konusunda anlaşmaya varırlar. Claire, Oldman’a çok güvendiğini söyler.
Claire’in durumu Oldman’da kaygı ve merak uyandırmıştır. Yardıma ihtiyacı olduğunu
düşündüğü bu kadına karşı kaygı ve aynı zamanda onu görememenin yarattığı merak içindedir.
Ona karşı herhangi bir arzusunun olduğunu kabul etmez, sadece onu görmek için
meraklandığından bahseder. Bu sebeple bir gün Claire’in evine gittiğinde evden çıkıyormuş gibi
yaparak bir yere saklanır ve Claire’i gözetlemeye başlar. Claire’den etkilenmiştir. Sessizce evden
çıkar ve gider.
Oldman için Claire’in hastalığı saçma ve gerçekdışıdır. Claire’i hala anlayamamıştır. Claire
hastalığını tekrar anlatır: “Yurtdışındaydık. Eiffel Kulesi’nin ayağında yürümekten çok
korkmuştum, dona kalmıştım. Çığlık atmaya başladım. Yere düştüm. Sadece küçük bir kızdım. Ama
bu durum sık sık olmaya devam edince annem inanmak zorunda kaldı. Endişelenmediğim sadece
tek bir yer oldu. Prag’a yaptığımız okul gezisi. 14 yaşındaydım. Aşırı büyük bir saati olan meydan
vardı. Önünden yüz kez geçmiş olmalıyım, çok güzeldi. Çok garip dekorlu bir restoran
hatırlıyorum. Dünya üzerinde özlediğim nostaljik bir yer varsa o da o restorandır. Orada
gerçekten mutluydum. Oraya “gece ve gündüz” diyorlardı.” Oldman onu dışarı çıkmak ve Prag’a
gitmek için ikna etmeye çalışsa da başarılı olamaz.
Oldman’ın kabul etmek istemediği bir kadına duyduğu arzu onu tekrar eve saklanıp Claire’i
izlemesine sebep olur. Oldman bunun arzu değil, sadece onu görme merakı olduğuna inanır.
Claire’i ilk kez gözetlemesi merak ile açıklanabilse de; ikincisi arzudan başka bir şey değildir.
Artık kendine engel olamadığını ve Claire’i sürekli görmek istediğini söyler. Claire Oldman’ın
onu gördüğünü fark etmiştir ve artık çekinmeden onunla yüz yüze konuşmaya başlayabilmiştir.
ISSN: 2148-4376
53
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
Bir gün Robert’ın kız arkadaşı Sarah, Oldman ile konuşmaya gelir, Robert’ın sürekli
Claire’den bahsettiğini söyler ve Oldman’ı dikkatli olması konusunda uyarır. Oldman da onunla
tüm ilişkisini bitirir. Fakat hiçbir sebebi yokken tekrar onunla konuşur ve otomatona devam
etmesini söyler. Oldman sonra Claire’e gider ama o garip bir şekilde ortadan kaybolmuştur.
Hastalığı olan birinin uzak bir yere gidemeyeceğinde herkes hemfikirdir ama gitmesinin sebebi bir
türlü anlaşılamamıştır. Oldman, Robert’ın onu kaçırabileceğinden şüphelenmiştir. Hatta şöyle der:
“Genç şövalye sevmekten aciz yaşlı adamın elinden genç kızı kurtarır.” Claire’in ortadan
kaybolmasının sebebi duygularının gerçek olmaması, ya da Claire’in sahte bir kişi olması
ihtimalini düşünerek; Billy Oldman’a “İnsanın duyguları sanat eserlerine benzer. Sahteleri
yapılabilir. Tıpkı gerçek gibi görünebilirler ama sahtedirler. Her şeyin sahtesi yapılabilir;
sevincin, acının, nefretin, hastalığın, iyileşmenin, aşkın bile.” der. Oldman’ın Claire ile
yaşadıkları sahte midir yoksa hepsi gerçek midir? Eğer sahteyse; Oldman bunun gerçek olduğuna
kendisini inandırmıştır. Bu artık onun kendi gerçekliğidir. Kurgusu üzerine yaşadığı gerçekliğidir.
Oldman’ın da söylediği gibi; her sahte eserde daima saklı bir hakikat vardır. Yaşadıkları sahte olsa
bile bu onun için gerçektir. Üstelik; aşk sanat eseri de olamazdı Oldman’a göre. Eğer olsaydı,
müzeyedede en yüksek teklifi veren tarihin en büyük aşk hikayesini tekrar yaşayabilirdi. Oldman
gerçeklik-kurgu ikilemini yansıtsa da; o kendi gerçekliğini yani Claire’i seçmiştir. Filmin sonunda
Claire onu terk etmiş olsa bile; o Prag’da Gece ve Gündüz adlı restoranda onun gelmesini
beklemiştir. Neyse ki; Oldman Claire’i evin tavan arasında bulmuştur. Kötü bir haldedir ve
Prag’daki aşk hikayesini sayıklamaktadır. Oldman onu bulmanın huzuru içindedir ve ilişkilerine
kaldıkları yerden devam ederler. Filmin devamında Claire’in bundan sonra yaşayacağı ikilem
korku ve cesarettir. Oldman eve giderken sokakta bir saldırıya uğrar ve Claire bunu görür.
Oldman’ı kurtarmak için gösterdiği cesaret dışarı çıkma korkusunu bastırmıştır. Bundan sonra
dışarı çıkabilecek ve Oldman ile ilişkisine devam edebilecektir. Oldman Claire’i evindeki kadın
portreleriyle dolu gizli odasına götürür. Daha sonra Oldman son müzayedesi için Londra’ya gider
ve bu sırada Claire de evi terk etmiştir. Giderken bütün kadın portrelerini yanına almış sadece
Robert’ın yaptığı otomatonu geride bırakmıştır. Oldman otomatonun her zaman doğruyu
söylediğini düşünmüştür. Otomaton ona her sahte eserde daima saklı bir hakikat vardır sözünü
sürekli tekrarlar. Oldman gerçekleri öğrenmek için evin karşısındaki kafeye gider. Kafede hiçbir
şeyi unutmayan, her şeyin sayısını hatırlayan bir kadın vardır. Filmde her şeyi rakamlarla ifade
eden bu kadın gerçekliğin en somut göstergesidir. O, Claire’in son 18 ay içinde 237 kere sokağa
çıktığını söyler. Evin sahibi aslında kendisidir ve son iki yıldır evi mühendisin kullandığını söyler.
Terk edildiğini anlayan Oldman Prag’a gider. Claire’in bahsettiği restoranda onun gelmesini
bekler. Film böylece sona ermiş olur.
Filmdeki Temaların Teorik Bakış Açısıyla Değerlendirilmesi
Kurgu ve Gerçeklik Temasının Değerlendirilmesi
İnsan ve dil ilişkisine bakıldığında varolan temel ilişki şudur: Konuşan aslında insan değildir,
insan aracılığıyla dil kendisini ifade etmektedir (Tura, 2012). Lacan (1966) konuşan varlığın
sadece insan olmadığını, idin de insanın konuşma eylemi sayesinde kendini ifade etme olanağını
elde ettiğini düşünür (akt. Tura, 2012). Dolayısıyla insan kendisini oluşturan dilden etkilenmiş
olmaktadır. Lacan’ın (1973) daha sonra belirttiği gibi insanların birbirleriyle olan etkileşimlerinin
kurulmasından önce belirleyici olan belli ilişkiler vardır (akt. Tura, 2012). Dil toplumsal ve
kültürel özellikleri sonraki kuşaklara aktaran bir işleve sahiptir. Dolayısıyla özne dil sistemine ve
kültürel sürece girdiğinde dili ve kültürü içselleştirir (akt. Tura, 2012).Böylelikle insan yaşamında
dil ve kültür belirleyici unsurlar olmaktadır. Bu belirleyicilik insanın kendi gerçeklik algısına da
ISSN: 2148-4376
54
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
etki eder. Özne yaşantılamalarını ve gerçekliklerini içinde bulunduğu kültürün simgesel dünyası
üzerinden algılar (akt. Tura, 2012) . Bu yaşantıları dil aracılığıyla ifade eden insan presubjektif
gerçekliğin etkisi altındadır (akt. Tura, 2012). Yani Lacan’a (1975) göre gerçek dünya simgesel ve
insanlaşan bir dünya haline gelmiş olmaktadır (akt. Tura 2012). Psikanaliz bakış açısıyla
bakıldığında insanın gerçek olarak gördüğü kendi deneyimleri ve yaşantılamaları aslında insanın
yanılsamasıdır (Tura 2012). Yani; Lacan (1975) bakış açısıyla insan her zaman gerçekliği; kendi
gerçekliğini dil gelişimi ile kurmak adına yeniden yaratır ve bunun bir sınırı yoktur (aktaran,
Felluga, 2011). İnsan dil gelişimi sonrasından itibaren her zaman kendi gerçekliğini yaratım çabası
içindedir. Bunun bir sonucu olarak, insan dille oluşturduğu sosyal gerçekliğe öylesine bağlanır ki;
nesnel dış dünya gerçekliğinin var olması insanın kendi kurduğu yaşamıyla bağdaşmaz. Nesnel
gerçekliğin var olması ve insanın kendi kurduğu gerçeklik çatışması insanın varoluşu boyunca
sahip olduğu kaygının kaynağıdır (aktaran, Felluga, 2011). Bu durum, filmde Bay Oldman’ın
Bayan Claire ile olan ilişkisinde kendi kurgusu ve gerçekliği arasındaki çelişkide görülmektedir.
Claire, Oldman ile telefonda konuştuğunda her seferinde onunla görüşeceğini söylerken
randevularına hiçbir zaman gelmez. Her seferinde Oldman’ a yardım isteyen ağlamaklı bir sesle
geri döner ve ona başından geçenleri anlatır. İlk randevusuna gelmeme sebebi olarak araba
çarptığını, ikincisinde ise arabasının çalındığını, polis merkezine gittiğini söyler. Fakat, açık alan
fobisi olan ve yıllardır evden hiç çıkmadığını söyleyen bir kişinin başına bu tür olaylar gelmesi
gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Böyle olmasına rağmen, Oldman Claire’e inanır. Bu olaylar kurgu
olmasına rağmen, Oldman’ın Claire hakkında oluşturduğu gerçekliğin merkezindedir. Filmdeki bir
başka kurgu gerçeklik ikilemi, Robert, Claire ve Oldman’ın ilişkisinde karşımıza çıkmaktadır.
Robert’ın kız arkadaşı Sarah’ın Oldman’ı uyarmış olması ama sonrasında Oldman’ın tekrar Robert
ile iletişim kurması bunun bir göstergesidir. Robert, Oldman’ın Claire ile ilişkisinde bir tehdit
olabilecekken; Oldman bu gerçeği görmezden gelebilmiştir. Oldman’ın Claire ortadan
kaybolduğunda Robert’tan şüphelenmesi aslında Claire ile ilişkisinde kendi kurgusunun izlerini
göstermektedir. Onun deyimiyle “Genç şövalye sevmekten aciz yaşlı adamın elinden genç kızı
kurtarır” hikayesinde olduğu gibi; Robert ile Claire arasında bir ilişki olma ihtimali her zaman
oradadır, fakat, Oldman bu gerçeklik karşısında hiçbir şey yapmaz. O kurgusunda, Claire ile
aşkının gerçek olduğunu düşünür. Bir başka durum ise, mühendisin Claire’in evi kiralamış olması,
evin Claire’in değil başka birinin olması, Claire’in aslında hasta olmaması ve Claire ve Robert’ın
aynı anda Oldman’ın hayatından çıkmış olmalarıdır. Claire ve Oldman ilişkisinin daha önceden
kurgulanmış olması muhtemeldir. Robert ve Claire aynı evin içinde yaşıyorlar, daha önceden
tanışıyorlardır; ama, Oldman’ın bundan haberi yoktur. Ayrıca Claire hasta değil, evden çıkabilen
bir kişidir. Claire ve Robert, Oldman’ın gizli odasındaki kadın portrelerini alarak bir andan
ortadan kaybolurlar. Bu olaydan sonra Oldman polis merkezinin önündeyken oraya girmekten
vazgeçer. Prag’ daki o kafeye gitmeyi tercih eder. Oldman yaşantıladıkları ile ilgili gerçekliklerden
kaçarak hala sevgilisi ile kurmuş olduğu kurgusal ilişki içindedir. Prag’daki kafede onun geri
döneceğini bekler. Oldman’ın bu ilişkideki kurgusu gerçeklikten uzak kendi gerçekliğinin bir diğer
ifadesi filmde Billy’nin sözleriyle yer bulmuştur: “İnsanın duyguları sanat eserlerine benzer.
Sahteleri yapılabilir. Tıpkı gerçek gibi görünebilirler ama sahtedirler. Her şeyin sahtesi
yapılabilir; sevincin, acının, nefretin, hastalığın, iyileşmenin, aşkın bile.” Bu yaklaşıma karşılık
Oldman, her ne kadar sahte gözükürse gözüksün; her sahtelikte gerçeklik olabileceğini düşünür.
Tıpkı her insanın kurgusunun kendi gerçekliği olabileceği gibi. Ama sonuç olarak gerçeklik
kazanır ve Oldman kendi kurgusuyla baş başa kalır. Oldman için geride kalan tek şey
otomatondur. Otomatonda sürekli aynı ses yankılanır: Her sahte eserde daima saklı bir hakikat
vardır.
ISSN: 2148-4376
55
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
Güven ve Kaygı Temalarının Değerlendirilmesi
Karen Horney’ e (1950) göre erken gelişim dönemlerinde çocuklar anne babalarına karşı
geliştirdikleri düşmanlık içeren duygularını bastırırlar (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Bu bastırma
sonucunda güvensizlik ve kaynağı belli olmayan endişe ortaya çıkar. Bu kaygı, insanın tehlikelerle
dolu dünyada kendini yalnız ve çaresiz hissetmesi olarak görülür. Kaygı kesintisiz bir şekilde
ortaya çıkar (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Bu kaygıyla mücadele etmek adına nevrotik kişiler 3
temel ilişki tarzını oluşturur: insanlara yönelme, insanlara karşı olma ve insanlardan uzaklaşma
halindedir (Horney, 1945) (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Nevrotik kişilik örgütlenmesindeki kişi
bu ilişki tarzlarından sadece birine çok sıkı bir şekilde bağlanarak bunu kullanır (akt. İnanç &
Yerlikaya, 2014). Filmde Oldman ve Claire’in kişilik yapısına bakıldığında insanlardan uzaklaşma
tarzını benimsedikleri görülmektedir. İnsanlardan uzaklaşma tarzına sahip kişiler yalnız olmayı
tercih ederler (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Genel olarak, insanlara karşı bir yabancılaşma
içindedirler. Özyeterlilik ihtiyaçları fazladır ve becerikli kişiler olarak gözükürler. Bu sayede
kimseye ihtiyaçları yokmuş gibidir. Bununla birlikte özyeterlilik korumak adına bu kişiler kendi
ihtiyaçlarını sınırlama tutumu da gösterebilirler. Gizlilik ihtiyacı özyeterlilik durumunu korumak
için bir diğer yoldur. Bu kişilerin idealleştirilmiş benlik imgelerinin bir diğer göstergesi de arzu ve
tutkularından özgür olmalarıdır (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Filmdeki karakterlerin bu nevrotik
ihtiyaçları göze çarpmaktadır. Oldman ve Claire’in güvensiz hissettikleri ve kaygılı oldukları
anlaşılmaktadır. Onlar, ilişki biçimi olarak insanlardan uzaklaştıkları tarzı benimsemiştir. Oldman
insanlara güvenmez ve onları kendinden uzak tutmaya çalışır. İnsanlarla konuşmanın tehlikeli
olabileceğini düşünür. Evinde Claire ile konuşurken, Oldman evinden özel otel olarak bahseder ve
bu özel otelinden uzak tuttuğu insanlara hiç güvenmediğini söyler. Daha önce hayatında hiçbir
kadınla ilişkisi olmamıştır. Kadınlarla konuşurken onların yüzüne bakamaz. Kadınlardan her
zaman korktuğunu ve onları anlamakta çok başarısız biri olduğunu söyler. Bunların yanı sıra,
insanlardan kaçınan Oldman arzu ve tutkularından bağımsız gözükmektedir. Claire’ e olan ilgisini
görmezden gelir ve Robert’a Claire ile ilişkisini danışırken kendisinden değil de; başka bir
arkadaşının ilişkisinden bahsediyormuş gibi konuşur. Hatta, Claire’i görmek arzusunda olmadığını
sadece onun için meraklandığını savunur. Oldman’ın gizlilik ihtiyacı duyduğu kendi ifadesiyle
anlaşılabilmektedir. Gölgede kalmayı tercih ettiğini ön planda olmayı sevmediğini söyler. Ayrıca,
eldiven koleksiyonun arkasına saklanmış kapısı şifreli içinde kadın portreleri bulunan odası vardır.
Hijyen konusunda takıntıları olan biridir. Bu yüzden sürekli eldiven giydiğini söyler. Oldman’ın
bu obsesif tarafı onun kaygısının göstergesidir. Bu obsesif yapı nevrotik düzey bir kişilik
örgütlenmesine sahip olduğunu göstermektedir (McWilliams, 2013). Claire de aynı şekilde
güvensizlik ve kaygı içindedir. Kaygı bozukluklarının bir çeşidi olan agorafobisi (Oltmanns &
Emery, 2012) vardır. Evden dışarda tek başına kalmaktan, açık alanlarda bulunmaktan çok
kaygılanır ve korkar. Bu yüzden sürekli kaçar. İnsanların onu görmesini de istemez. İnsanlarla
konuşmaz. Kendisini odasına kapatmıştır. Bu dar alanda, kendisine yeterli olduğunu düşünür ve
Oldman’ın ona yardım etme teklifine tepki göstererek teklifi reddeder. Bu yaşam tarzı aynı
zamanda Horney ‘in (1950) bahsettiği gibi nevrotik görkem arayışı içinde idealleştirilmiş benlik
imgesiyle özdeşleşen bir kişinin bu imgesini karşılayamadığında oluşan kendine yönelik nefretin
dışavurum şekillerinden biri olan kendini engelleme biçimini hatırlatmaktadır (akt. İnanç &
Yerlikaya, 2014). Claire kendisini ve geleceğini düşünmenin onun için işkence olduğunu söyler.
Yazılarında takma isim kullanmaktadır. Oldman’ın söylemiyle hayatının en güzel yıllarını
odasında geçirmiştir ve bu onun için her zaman doğru olandır. Bu örümcek ağından nasıl
çıkacağını bilmediğini söylemektedir. Görünen o ki; kendini engelleyen bir yaşam biçimi vardır.
Bir başka açıdan da Claire’in gizlilik ihtiyacı da göze çarpmaktadır. Kendisini odasında saklar.
Uzun bir süre Oldman onu görememiştir. Oldman ile konuşurken odasının kapısının anahtar
ISSN: 2148-4376
56
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
deliğinden bakar. Aynı şekilde bu gizlilik ihtiyacı, Claire’in roman ve hikaye türü yazılar yazdığını
öğrenen Oldman’ın bunları okumak istediğini söylediğinde; Claire’in takma isimle yazılarını
yazdığını dolayısıyla Oldman’ın bunları asla okuyamayacağını belirttiğinde de görülebilmektedir.
Sonuç olarak; bu iki karakter birbirlerine oldukça benzerlik göstermektedir. Claire de buna dikkat
çeker. Oldman’a ikisinin de insanlardan kaçma eğilimi olduğu için birbirlerine çok benzediklerini
söyler. İkisi de güvensiz ve kaygılıdır. Her insanda olduğu gibi onlar da bu kaygıya dayanamaz ve
sonuç olarak kendilerini koruma davranışı gösterirler. Bu kaygı, Claire’in hayatını zorlaştırsa ve
toplumdaki fonksiyonlarını yerine getirmeyi engellese de devam etmektedir. Oldman ona yardım
etmeye çalıştığında onu her zaman reddetmiştir. Hayatını yardıma ihtiyacı olan hasta bir kadın
olarak devam ettirmektedir. Kaygıdan hep kaçmıştır ta ki; Oldman sokakta saldırıya uğrayıp
yardıma ihtiyacı olduğu ana kadar. Sokağa çıkmak zorunda kalmıştır; artık kaygısından
kaçamamıştır. Yıllardır evden çıkmadığı için kaygısı iyice artmıştır ve hayattan kaçmaya devam
etmiştir. Oldman’ın yardıma ihtiyacı olmasaydı Claire kaygısını yenip asla dışarı çıkamayabilirdi.
İkisi yüzeysel olarak birbirlerine benzemiyor olsalar bile, psişik derinliklerine bakıldığında
birbirlerine çok benzemektedirler. Ama Oldman Claire’in bu hastalığını anlayamamış ve hatta
gerçek dışı olduğunu söylemiştir. Buradan hareketle şöyle bir çıkarıma varılabilir: İnsanlar
birbirlerine ne kadar benzerlerse benzesinler, birbirlerini anlamakta ortaya çıkan zorluk her zaman
için insanın karşısında duran bir gerçekliktir. Bir insanı anlamak için ona benzemek ya da onun
yaşadıklarını yaşamak yeterli değildir. Bir insanı anlamak ancak bir insanı anladığına dair kurguyu
gerçekliğe en yakın olabilecek şekilde tasarlamakla mümkün olabilir. Çünkü insan başkasının
kurgusuna da kendi kurgularını ekleyerek, kurgularından o insana dair gerçekliğini yaratır. Bu
sebeple, bir insanı anlamak ancak kurgudan ibaret olabilir.
Bay Oldman ve Bayan Claire’in İlişkisinin Değerlendirilmesi
Oldman’ın hiç görmediği sadece sesini duyduğu ve gördükten sonra kendine engel olamadığı
bu kadına aşık olmasının sebeplerine bakıldığında, ilk olarak; insanın kendisine benzer olan kişiyi
seçip onunla ilişki kurma yönelimi (Feldman, 2009) karşımıza çıkmaktadır. Oldman ve Claire
kaygılı davranışlarıyla birbirlerine benzer oldukları izlenimindedirler. İkisi de, insanlardan uzak ve
yalnız yaşıyorlardır. Bu benzerlik yüzünden Oldman’ın ona aşık olması mümkündür. Bu yönelim
Lacan’ın (1966) ayna evresini (akt. Tura, 2012) hatırlatmaktadır. Ben’in öteki ile özdeşlemesinden
ve dilin özne işlevini oluşturmasından önce bebek ve onun çevresi ikili bir ilişki gösterir (akt.
Tura, 2012). Çocuk bir başka kişiyle, annesiyle ya da aynadaki kendi imgesiyle imgesel
özdeşleşme göstererek daha önce parçalanmış olarak algıladığı bedenini artık bir bütün olarak
görmeye başlar. Bu bütünsel imgesini elde etmeye çalışan narsistik çocuğun arzusu anneyle
bütünleşebilmek ve annesinin arzusunun nesnesi olmaktır. Narsistik tümgüçlülüğe bu yolla
ulaşmaya çalışır (akt. Tura, 2012). Filmde de görüldüğü üzere; Oldman’ın bütünlüğünü kazanma
arzusu Claire’in arzusunu kendisine yönlendirmesinden geçmektedir. Kendisine benzer bir kişiyi
seçmek onun için o kişi tarafından arzulanmak demektir. İkinci olarak, Oldman’ın tümgüçlülük
fantezilerini gerçekleştirebileceği kişi Claire’dir. Claire hiç dışarı çıkmayan, yardıma ihtiyacı olan
bir kadındır. Oldman bu yüzden onunla, Mahler, Pine ve Bergman’ın (1975) formüle ettiği gibi
ortak bir sistemin içinde olduğuna dair delüzyonla karakterize ettiği simbiyotik bir ilişki
kurabilecek (akt. Gergely, 2000) ve kendisi tümgüçlü konumda olabilecektir. Claire ile ilgili her
şeyi kontrol edebilecek, onu yönlendirebilecek bir ilişki kurmuştur. Böylece kendi omnipotent
durumu ve narsistik ihtiyaçlarını tatmin edilebilecektir. Oldman kontrolcü, kurallarına bağlı ve
domine etme eğilimli bir karakter olarak gözükmektedir. Titizlik konusunda obsesyonları olması
hayatındaki kontrol etme arzusunun bir göstergesidir (McWilliams, 2013). Claire ile karşılaştığı
zamandan itibaren ona sürekli dışarı çıkması için baskı yapmıştır. Claire’in bütün işleriyle
ISSN: 2148-4376
57
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
ilgilenmeye başlamıştır. Hatta ona kıyafet bile almıştır. Böylelikle Claire’in hayatındaki en güçlü
tek kişi olmuştur. Bu güçlülük isteği yine ayna evresindeki çocuğun annesinde eksik olan fallus
olmak gibi bir arzusu olması (akt. Tura, 2012) ile ilişkilendirilebilir. Simgesel düzende fallus
göstereni ile belirtilen bu arzu anne için her şey olma arzusudur (akt. Tura, 2012). Böylece
eksiksizliğe kavuşmuş olacaktır (akt. Tura, 2012). Arzunun nesnesi olma durumu filmde dikkat
çekici bir diğer nokta olan Oldman’ın kadın portrelerinin bulunduğu odası incelendiğinde
görülebilir. Bu portrelerdeki kadınlar farklı açılardan Oldman’a bakmaktadır. Ona bakan
kadınların portreleri Oldman için onlar tarafından arzulanma arzusunu bir ölçüde tatmin etmiş
olmaktadır. Bilinçdışı olma niteliğine sahip bu arzu kadın portrelerinin bulunduğu odanın yeriyle
ilişkilendirilebilmektedir. Bu oda Oldman’ın sürekli kullandığı eldivenlerinin dolabının arkasına
saklanmıştır ve orada arzu nesneleri bulunmaktadır.Arzu nesnelerine ulaşmaya çalışsa da; sürekli
kullandığı eldivenlerle bu arzuya ulaşmama isteğini de sembolize etmektedir. Çünkü, Öteki’nin
arzusu olan insanın arzusu bu arzuyu gerçekleştirememe arzusu olarak nitelendirilebilmektedir
(Lacan, 1964). Bir başka sebep ise, Oldman’ın kadınlara karşı duyduğu korkudur. Kadınlardan
her zaman korktuğu ve onlarla iletişim kurarken çok zorlandığı için Claire onun için aşık olacağı
bir kadın olmuştur. Claire’i uzun bir süre hiç görmemiştir. Bir duvarın arkasından konuşmuştur
onunla. Onunla konuşurken neredeyse hiç zorlanmamıştır. Zaman geçtikçe onu görme arzusu ve
onun hayatıyla ilgili kaygı duymaya başlamıştır. Claire’i gördükten sonra ise ona aşık olmuştur.
Oldman kadınlarla ilgili korkularının üzerine gitmemiş, kadınlardan kaçmış ve en kolay yolu yani
Claire ile ilişki kurma yolunu seçmiş gözükmektedir. Claire’in insanlardan kaçması ve kendini
göstermemesi onun Claire’e yönelmesine sebep olmuştur. Son olarak; Oldman’ın Claire’e aşık
olmasının sebebi Oldman’ın terk edilme olasılığını en aza indirgemek istediğinden kaynaklanıyor
olabilir. Claire kaybolduğunda, onu arayan herkes Claire’in hastalığı yüzünden fazla uzağa
gidemeyeceğini düşünür. Onlara göre evden çıkamayan bir kadının Oldman’ı terk etmesi mümkün
değildir. Bu sebeple Oldman’ın terk edilmemek için Claire ile ilişki kurması terk edilme
olasılığından kaçışının bir göstergesidir. Böylece terk edilme kaygısı azalmış olacaktır.
İnsan Temasına Dair Çıkarımlar
Filmdeki karakterlere bakıldığında insanla ilgili birçok çıkarıma varılabilir. Oldman çelişkileri
çok sevdiğini söyler. Çelişkiler onda merak uyandırır. Her insanın doğasında ikilemler vardır:
Freud’a (1962) göre id-süperego (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014), Klein’a (1946) göre iyi ben-kötü
ben (akt. Feist & Feist, 2008), ya da Freud’a (1964) göre yaşamsal süreçleri korumaya yönelik
Eros içgüdüsü ile yıkıcılığı ve varolmamayı nitelendiren Thanatos içgüdüsü (Freud, 1955) (akt.
İnanç & Yerlikaya, 2014). Gerçekten de insanın çelişkilerle dolu, hatta çelişkileri seven bir doğası
var mıdır? Belki de bu çelişkiler yüzünden sürekli bir kararsızlıkla karşı karşıyadır. Tıpkı Claire’in
defalarca Oldman ile iletişim kurup sonra bir anda ilişkisini kesmesi gibi. Bu ikilemlerden kaçma
çabası ve kendi ikilemini tekrar yaratma istemi insanı bir noktaya götürür: kendi gerçeklik
kurgusu. İnsan artık kurgusal bir gerçeklikle karşı karşıyadır. Kendi hayatının gerçekliğini
kurmuştur ve her ne kadar gerçeğe yaklaşabilse de; bundan kaçmak için kimi zaman gerçekleri
görmezden gelebilir. Kendi kurgusu, hayatı ve insanları algılama biçimi haline gelebileceği için
bunu fark etmeden yapabilir. Oldman’ın da söylediği gibi kurgusal dünyada gerçeklik vardır.
Çünkü o dünya kişinin kendi gerçeğidir.
İnsanın bir başka yapıtaşı ise onun kaygısı ve güvensizliğidir. İnsan hayata, insana, dünyaya
ve varoluşuna karşı sürekli bir kaygı durumu içindedir. Fromm’a göre (1955) evrenin hilkat
garibesi olan insan diğer canlılardan farklı olan üstün zihinsel yapısı nedeniyle doğadan ayrılmış
ve bunun sonucunda yalıtılmışlık duygusu ve kaygı oluşmuştur (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Bu
kaygı karşısında insan kendini ve egosunu korumak, kaygısını yatıştırmak durumundadır. Çünkü
ISSN: 2148-4376
58
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
Sullivan’ın (1954) formüle ettiği gibi insanın kalıtsal özellikleri bakımından sahip olduğu öfori
halini isteyen ve acı veren kaygıdan kurtulmaya yönelen bir özelliği vardır (akt. İnanç &
Yerlikaya, 2014). Filmde de görüldüğü üzere; bir tarafta Oldman’ın kişilik örüntüsü diğer tarafta
ise Claire’in kişilik örüntüsü vardır. İkisi de kaygılıdır ve ikisi de kaygıdan kaçar. Kaygıdan
kaçtıkça kaygı daha çok büyür ve insanın baş edemeyeceği bir noktaya gelir. Bu kaygıdan kaçmak
ve güven içinde olmak, çoğu zaman insanın yaşamsal davranışlarını etkileyen en önemli etken
haline gelir.
ISSN: 2148-4376
59
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
Kaynaklar
Feist, J. ve Feist, G. J. (2008). Theories of Personality (7.Basım). Amerika Birleşik Devletleri:
McGraw-Hill.
Feldman, R. S. (2009). Essentials of Understanding Psychology (8. Basım). New York:
McGraw-Hill.
Felluga, D. (2011). Introduction to Jacques Lacan, module on psychosexual development. Purdue
Education sitesinden alınmıştır:
http://www.cla.purdue.edu/English/theory/psychoanalysis/lacandevelop.html.
Gergely, G. (2000). Reapproaching Mahler: New perspectives on normal autism, symbiosis,
splitting and libidinal object constancy from cognitive developmental theory. Journal of
the American Psychoanalytic Association, 48, 1197-1228.
doi: 10.1177/00030651000480040801.
İnanç, B. Y. ve Yerlikaya, E. E. (2014). Kişilik Kuramları (8. Basım). Ankara: Pegem Akademi.
Lacan, J. (1964). Psikanalizin Dört Temel Kavramı (N. Erden, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları
(1973).
McWilliams, N. (2013). Klinik Süreç İçinde Kişilik Yapısını Anlamak (E. Kalem, Çev.). İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (1994).
Oltmanns, T. F., Emery, R. E. (2012). Abnormal Psychology (7. Basım). Amerika Birleşik
Devletleri: Pearson Education.
Tura, S. M. (2012). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz (5. Basım). İstanbul: Kanat Kitap.
Tornatore, G. (Yönetmen/Senaryo Yazarı). (2013). The Best Offer [Film]. İtalya: Warner Bros
ISSN: 2148-4376
60
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(2), 51-61
Merve Yerli
Summary
Human Relationships and Fictional Reality in the film “The Best Offer”
This paper analyzes the film called The Best Offer (La Migliore Offerta, Tornatore, 2013),
having the Turkish translation as En Yüksek Teklif on the basis of the relationship between film
characters and underlying mechanisms of their personalities. It is aimed to have an understanding
of the mechanisms of human beings. Based on the understanding of personality theories, the
content of the film and the pattern of personalities of film characters are discussed. After making a
comprehensive summary, the personality characteristics of the main characters of the film (Mr.
Oldman and Mrs. Claire) and the elements of their relationships are examined by concerning
psychoanalytic conceptualizations of Jacques Lacan and personality theories of Karen Horney.
These theories are briefly discussed; and then, the contradiction between fiction and reality based
on Lacan’s perspective, anxiety and the relationship between Oldman and Claire based on Karen
Horney’s perspective are analyzed. Finally, in the context of the film the question of what is the
human being is tried to be speculated in accordance with fiction-reality, contradictions of human
beings, anxiety and trust and some inferences are made regarding human beings.
Key Words: fiction, reality, anxiety, trust, contradiction
ISSN: 2148-4376
61

Benzer belgeler

merve yerli

merve yerli Psikoterapi Süpervizyonunda Paralel Süreç: Bir Vaka Çalışması A. C. Gök

Detaylı