AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal
Transkript
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal
ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ 15 20 2 T: CİL 2 YI: SA AYNA Klinik Psikoloji Dergisi ISS N: 2 14 8-4 37 6 DERGİ AYNA Clinical Psychology Journal KÜNYE DERGİNİN SAHİBİ AYNA Klinik Psikoloji Destek Ünitesi Adına Prof. Dr. Faruk Gençöz EDİTÖR Prof. Dr. Tülin Gençöz YAYIN KURULU (Soyadı alfabetik sıra ile) Yağmur Ar Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan Gaye Zeynep Çenesiz İncila Gürol-Işık Ayşen Maraş Filiz Özekin-Üncüer Ece Tathan-Bekaroğlu DİZGİ-TASARIM N. Gizem Akgülgil HAKEMLER (Alfabetik Sırayla) Yrd. Doç. Dr. B. Türküler Aka Yrd. Doç. Dr. Miray Akyunus Yrd. Doç. Dr. İlkiz Altınoğlu Dikmeer Uzm. Psk. Suzi Amado Yrd. Doç. Dr. Meltem Anafarta-Şendağ Uzm. Psk. Yağmur Ar Doç. Dr. Gülbahar Baştuğ Psk. Dr. Ali Bayramoğlu Doç. Dr. Özlem Bozo Uzm. Psk. Canan Büyükaşık Çolak Doç. Dr. Deniz Canel Çınarbaş Psk. Dr. Gaye Z. Çenesiz Yrd. Doç. Dr. Okan Cem Çırakoğlu Psk. Dr. Talat Demirsöz Öğr. Gör. Dr. Dilek Demirtepe Saygılı Prof. Dr. Çiğdem Günseli Dereboy Doç. Dr. Gülay Dirik Doç. Dr. Mithat Durak Prof. Dr. Ayşegül Durak Batıgün Yrd. Doç. Dr. Sine Egeci Prof. Dr. H. Gülsen Erden Yrd. Doç. Dr. Ekin Eremsoy Prof. Dr. Neşe Erol Psk. Dr. Ş. Gülin Evinç Prof. Dr. Faruk Gençöz Prof. Dr. Tülin Gençöz Uzm. Psk. Derya Gürcan Uzm. Psk. İncila Gürol-Işık Yrd. Doç. Dr. Olga Selin Hünler Psk. Dr. Gözde İkizer Uzm. Psk. Emine İnan Doç. Dr. Müjgan İnözü Prof. Dr. A. Nuray Karancı Uzm. Psk. Pınar Kaya Doç. Dr. Aylin Koçkar Uzm. Psk. Çiğdem Koşe Psk. Dr. Bahar Köse Uzm. Psk. Ayşen Maraş Psk. Dr. Özge Mergen Psk. Dr. İrem Motan Bayraktar Prof. Dr. Ferhunde Öktem Yrd. Doç. Dr. Öznur Öncül Uzm. Psk. Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan Uzm. Psk. Filiz Özekin-Üncüer Psk. Dr. Serkan Özgün Psk. Dr. Nurten Özüorçun Psk. Dr. İpek Güzide Pur Psk. Dr. Neslihan Rugancı Uzm. Psk. Başak Safrancı Uzm. Psk. Elçin Sakmar Uzm. Psk. Sevda Sarı-Demir Yrd. Doç. Dr. Dilek Sarıtaş Atalar Psk. Dr. Burcu Sevim Prof. Dr. Atilla Soykan Doç. Dr. Çiğdem Soykan Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu Doç. Dr. Emre Şenol-Durak Uzm. Psk. Ece Tathan-Bekaroğlu Uzm. Psk. Merve Topçu Yrd. Doç. Dr. Ece Tuncay-Şenlet Uzm. Psk. Duygu Yakın Doç. Dr. B. Banu Yılmaz Yrd. Doç. Dr. Adviye Esin Yılmaz Doç. Dr. Orçun Yorulmaz Uzm. Psk. Sema Yurduşen Psk. Dr. Muazzez Merve Yüksel İÇİNDEKİLER Ebeveyn Kaybı Ve Kardeş Doğumunun Kendilik Psikolojisi Üzerine Etkisi S. Yurduşen 1 Süpervizör, Terapist ve Hasta Üçlüsünde Terapötik İttifak ve Etkileyen Faktör Olarak Şema Kavramı: Bir Vaka Üzerinden Analiz B. Köse Karaca 13 Psikoterapi Süpervizyonunda Paralel Süreç: Bir Vaka Çalışması A. C. Gök 39 The Best Offer Filmindeki İnsan İlişkileri ve Kurgusal Gerçeklik M. Yerli 51 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen Ebeveyn Kaybı Ve Kardeş Doğumunun Kendilik Psikolojisi Üzerine Etkisi Sema Yurduşen Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet Bu çalışmada psikojenik madde kullanımı ve öfke problemleri olarak yaşanan zorlukların kişinin kendilik psikolojisi açısından ele alınması amaçlanmıştır. Çalışma Kohut’un kendilik-psikolojisi kuramı ve Mitchell’in kardeşlerin self üzerindeki rolü üzerine düşünceleri temelinde bir vaka üzerinden ele alınmıştır. Ayrıca böyle bir vaka ile karşılaşıldığında Kohut’un aktarım kuramı çerçevesinde terapistin rolünün ne olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Anahtar kelimeler: Kayıp, kardeş, kendilik, aktarım. ISSN: 2148-4376 1 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen Ebeveyn Kaybı ve Kardeş Doğumunun Kendilik Psikolojisi Üzerine Etkisi Sağlıklı kendiliğin temelleri yaşamın oldukça erken dönemlerinde oluşur. Bu sağlıklı gelişimde engellenme ya da takılmalar olduğunda çocuk yaşamının geri kalan kısımlarında türlü zorluklarla karşı karşıya kalır. Psikanalitik yaklaşım, bireyin kendilik gelişimini farklı açılardan ele alır. Klasik Freudyen bakış açısı bunu bilinçdışında oluşan biyolojik/yapısal çerçeve içinde ele alır. Bu teoriye göre, bireyin doğuştan getirdiği libidinal arzuları (id) sosyal yaşamın gerçekleri (süperego) ile karşılaştığında, birey farklı düzeylerde çatışmalar yaşar. Freud, güçlü bir ego ve sağlıklı bir kişiliğe ulaşabilmek için kişinin bu libidinal ve yıkıcı arzuları ile dış dünyanın gerçekleri arasında bir denge bulmasının gerekliliğinden söz eder (Mitchell & Black, 1995/2012). Freud’un belirttiği, doğuştan getirilen ve hemen doyurulmak istenen içgüdüler, takip eden ego ve obje ilişkileri teorisyenleri tarafından hemen doyurulmak istenen besleyici ilişki olarak değerlendirilmiştir. Diğer bir deyişle, Freud’un biyolojik olarak doyurulması gerektiğini düşündüğü içgüdüler sonraki teorisyenler tarafından daha çok ilişkisel olarak doyurulabilecek bir şey olarak açıklanır (Mitchell & Black, 1995/2012). Nesne-ilişkileri teorisyenlerinden biri olan Kernberg, sağlıklı kendilik gelişimini açıklamada yapısal bir model önermiştir (akt. Christopher, Bickhard & Lambeth, 2001). İçselleştirilmiş nesne ilişkilerini açıklamada ‘duygusal hafıza’ terimini kullanan Kernberg, çocuklukta diğerleri ile ilişkilerimizde üç farklı deneyimden söz eder. Ona göre her nesne ilişkisi, kişinin kişilik gelişimini belirleyen kendilik temsilini, diğerinin (nesnenin) temsilini ve bunun duygusal değerini içerir. Kernberg, her ilişkinin duygusal bir değeri olduğuna ve bu duygusal hafızaların kişinin kendisi ve diğerleri ile ilgili temsillerini oluşturduğuna inanır. Hayatın başlarında, 6 ay ile 36 aylar arasında, çocuk kendisi ile diğerleri (bakım veren olarak nesne) arasındaki ayrımı fark etme becerisini geliştirmeye başlar. Bu aşamada çocuk önce kendiliğinin ve nesnenin iyi ve kötü yanlarını ayırır, Zamanla bu birbirine zıt parçaları aynı bireyde inşa etmeyi öğrenir ve sağlıklı kendiliğini oluşturur. Eğer çocuk bu entegrasyonu oluşturmakta başarısız olursa Kernberg’in belirttiği sınır durum kişilik örgütlenmesi geliştirir. Çocuğun yapacağı entegrasyon, birincil bakım veren nesne ile olan ilişkisinin duygusal değerine bağlıdır. Diğer çağdaş teoristlerden Heinz Kohut da sağlıklı gelişimi yaşamın erken dönemleriyle ilişkilendirir. Fakat Kohut, sağlıklı gelişimi Freud gibi yaşamın ilk aylarında ebeveynler tarafından doyurulması gereken libidinal arzulara ya da Kernberg gibi içselleştirilmiş nesne ilişkilerine bağlamaktan çok çocukluk dönemi boyunca bireyin ebeveynine yönelik libidinal yatırımları ile ilişkilendirir (1987a). Kohut’a göre kendilik erken çocukluk döneminde önemli diğerleri ile girilen karşılıklı etkileşim etrafında şekillenir ve çocuğun nesne sevgisi ve yatırımı ile diğerleri ile güçlü bir şekilde ilişkiye girme ihtiyacı içinde gelişir. Kohut sağlıklı kendilik gelişiminde seven diğerlerinin (kendilik-nesneleri) farkındalığına vurgu yapar. ‘Kendilik, başkaları tarafından da fark edilen ben diye tanımlanabilecek bir alandaki tutarlılık ve aynılığın zaman içindeki devamıdır’, der Kohut (1987a, p.18). Bu sebeple Kohut, dengeli bir egoya ulaşmak için temel arzulardan ya da güdülerden vazgeçmek ya da ben ve nesnenin bölünmüş parçalarını içselleştirme aracılığıyla bütünleştirmek yerine, kendi içinde değerleri ve tutarlılığı olan bir kişi gibi hissedebilmek için bu güdülerin ve diğer ilişkisel ihtiyaçların ebeveynler aracılığı ile doyurulması yani aynalanması gerektiğinden söz eder. ISSN: 2148-4376 2 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen Psikanalitik literatür, gelişimsel olarak birincil narsisizmden nesne sevgisine doğru giden bir gelişim çizgisi kabul eder. Önceleri Freud (1914), erken bebeklik döneminde görülen doğal bebeksi kendilik-sevgisini birincil narsisizm olarak tanımlamış ve buradan sağlıklı narsisizme gelişimsel olarak geçişten söz etmiştir. Kohut (1987c) da benzeri şekilde bu olguyu, her bir parça gelişimsel deneyimin (ses çıkarma, yutma, farketme gibi), nesne ilişkileri aracılığıyla, bakım verenlerle ilişkinin empatik kapasitesine bağlı olarak bütün bir kendiliğe ulaşması ile açıklar. Fakat Kohut, bu gelişimsel hattı iki bağımsız yönde ele alır. Ona göre, hem nesne sevgisi hem de narsisizm, birbirinden bağımsız olarak birincil nesne sevgisinden ve birincil narsisizmden kaynağını alır. Kohut ‘birçok nesne ilişkisinin narsistik amaçlarla kullanılacağı gibi birçok narsistik gelişimin de nesne sevgisine hizmet edeceğini’ iler sürer (Kohutb, p.27). Diğer bir deyişle insanlar yaşamları boyunca hem kendilerine hem de diğerlerine aynı anda yatırım yaparlar. Bütün ve uyumlu bir kendilik, her iki gelişimsel çizgide nesne sevgisine aracılık eden empati ile oluşur. Sağlıklı anne-çocuk ilişkisinde olduğu gibi taraflar sadece birbirlerinden farklılıkları için değil aynı zamanda birbirlerinin ihtiyaçlarını tamamladıkları için de sevilirler. Kohut’un sağlıklı kendiliği narsistik pozisyondan gerçekliğe destekleyici bir çevrede küçük engellenmeler yoluyla gelişir. Bu aşamalı dönüşümün gerçekleşmesi başarısız olduğunda ve çocuk desteklenmeden ani yükselmeler ve inişler yaşadığında, çocuğun kendiliği parçalanır ve hayata karşı coşku ve hevesinde azalmalar oluşur. Kohut, ‘yaşamın erken dönemlerindeki ilişkilerde oluşan bu şiddetli ve erken yaşanan kritik engellemelerin, sonradan problemlere sebep olduğunu’ söyler (1987d, p.57). Kohut, sorunlu insanı, yaşama karşı keyif, merak ve ilgiden yoksun, ve yetersizlik hisleri ile dolu bir kişi’ olarak görür. Ona göre, sorunlu insan en basit haliyle ‘trajik’tir (Kohut,1977, p.132-133). 35 yaşındaki K., terapi odasına ilk kez girdiğinde, oldukça dağılmış, depresif, şüpheci ve hareketlerinde yavaşlamış bir haldeydi. Paçaları çamurlu pantolonu ve yırtık spor ayakkabıları ile beraber kıpkırmızı gözlere ve dağınık saçlara sahipti. Kendisi ile ilgili ilk izlenim, ‘kendisini kaybetmiş biri’ni düşündürüyordu. Depresyonuna eşlik eden neredeyse 15 yıla varan sigara kullanımı, çeşitli psikojenik madde kullanımı vardı. Duygularını ‘mutsuzluk, utangaçlık’ ve ‘başarısız biri olmak’ şeklinde tanımlıyordu. ‘Basit şeyleri de kendimi çok zorlamadan halledeyim istiyorum’ diyordu. Zorluklarının üstesinden gelebilmek için psikiyatrik ilaçlar da (örneğin, Zyprexa, Concerta, Ritalin) denemişti ve bunları da düzensiz ya da aşırı kullanarak kötüye kullanmıştı. Sık sık intihar etmeyi düşünüyordu ve bir seferinde, üç yıl kadar önce yüksek dozda anti-depresan kullanarak intihara kalkışmıştı. Terapi sırasında sık sık ‘nasıl olsa öleceğiz, yaşamanın anlamı ne?!!’ gibi sorular soruyordu. Görünen o ki, K. hayat hakkında oldukça umutsuzdu ve canlı, üretken bir yaşam için hiç bir arzusu yoktu. Bu duygularının yanında ‘herkesin sanki bir özelliği varmış, benim yokmuş gibi!’ hislerine ve düşüncelerine sahipti. Sık sık eğer insanlar kendisini daha yakından tanırsa eninde sonunda ‘kendisini sevmeyeceklermiş’ gibi hissediyordu. Arkadaşları kendisine şaka yaptığında oldukça sinirleniyor ve ‘benim mi bir tarafım eksik?!’ diye sorguluyordu. Bir şeyler hakkında eksik olma hissi kendisini çok sinirlendiriyor ve sürekli olarak haklılığını göstermeye çabalıyordu. Fakat, ne düşündüğünü söylemeye başladığı anda kendisini ‘aptalmış’ gibi hissediyordu. Açıkçası K., insanlarla yakınlık arıyor ancak bunu bulamadığında çok öfkeleniyordu. Bu şekilde hissettiği zaman ise bu duygulara dayanması çok zor oluyor; ya kütüphane, yemekhane gibi uygunsuz yerlerde öfke patlamaları yaşıyor ya da bu histen kurtulmak için psikojenik maddelere sarılıyordu. Madde kullandığı zamanki deneyimini ‘algın açılıyor..., mutlu oluyorsun…,bir şeyi çok istemişsin de olmuş gibi…, utanmak kalkıyor…, çok rahat oluyorsun’ şeklinde tanımlıyordu. Sık sık bir şeyle ilgili eksik hissediyor ve ya psikojenik madde kullanıyor ya da muhalif davranarak Kohut’un da (1987c, p. 32) dediği gibi ‘canlı, gerçek ve değerli hissetmeye’ çabalıyordu. Adaletsizlik karşısında ne kadar alçalmış hissederse o kadar ISSN: 2148-4376 3 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen daha fazla madde kullanıyor ya da öfkeli çatışmalara giriyordu. Görünen o ki, K., Kohut’un self bütünlüğünü kaybetmiş, ‘sorunlu’ insanıydı, basitçe ‘trajik’ti (1977). K. babasını 12 yaşında kaybetmişti. Her ne kadar babasını soğuk ve ciddi hatırlasa da onun, şimdi kendisinin de iyi oynadığı, iyi futbol oynamasıyla gururlandığını hatırlıyordu. Babası da şimdi kendisinin yaptığı gibi iyi goller atıyordu. K., babasını kendi varlığının güçlü ve kuvvetli bir uzantısı olarak değerlendiriyordu. Fakat dengeli bir kendilik değeri geliştirebilmesi için babasının kılavuzluğuna ve değerlerine ihtiyaç duyduğu bir dönemde babasının aniden ölümü, kendi varlığının parçalanmasına ve kendisini diğerlerinden yalıtmasına sebep olmuştu. Her ne kadar babasının ölümünden önce parlak bir öğrenci ise de bu kayıptan sonra okuldaki derslerinde ve arkadaşları ile ilişkilerinde zorluklar yaşamaya başlamıştı. Kendisini ‘ezik-mağlup (loser)’ olarak deneyimliyor ve diğerleri ile yakın ilişki geliştiremiyordu. Seanslarda, sık sık özellikle ergenlik döneminde babasının yokluğunu ve onun kılavuzluğuna ne kadar çaresizce ihtiyaç duymuş olduğunu duygusal bir şekilde ifade ediyordu. Acımasız arkadaşlarının karşısında kimliğinin kaynağı olarak babasının gücüne ihtiyaç duyuyordu. K., bu kaybı acı bir şekilde yaşamakta ve babasının yokluğunu yok sayarak başa çıkmaktaydı. Önce sosyal çevresinden, yani okuldan, gerçek anlamda kaçmaya başlamış sonra dolaylı yollardan psikojenik maddeler kullanarak çevresinden uzaklaşmayı öğrenmişti. Kohut, (1987c, p.41) ‘nesnenin kendiliğin bir parçası olarak deneyimlendiği gelişim aşamasında kayıp yaşayan insanlar daha sonra sevdikleri birinin yoksunluğundan değil, daha çok, kendi psikolojik donanımlarındaki eksiklikten acı çekerler, hayatları boyunca içlerindeki boşluğu doldurmak için nesneler ararlar’ demektedir. Bir çocuk idealleştirdiği bir ebeveynini, kendi amaç ve değerlerini oluşturmadan kaybettiğinde aynı zamanda bu dışsal figürü kendi değerler sistemine dönüştürmekte de sorun yaşadığında bu amaca hizmet edecek kişilerin peşinden gider. ‘Kendi değerlerini ve amaçlarını doğrulayan, onaylayan birine aç gibi görünürler’ (p.41). Kohut dengeye ulaşmış bir kendilik-değerinin süper egonun biçimlenmesinden önce oluştuğunu ancak bazen bu oluşumun gizil döneme kadar sürebileceğini, çünkü yeni oluşturulmuş süper egonun bu zamana kadar hala tamamlanmadığını ve kırılgan olduğunu söyler. K., babasını gözlerinin önünde travmatik bir biçimde kaybettiğinde 12 yaşındaydı. Süper egosunun hala kırılgan durumda olduğu düşünülen K., babasının değerlerini ve onaylarını kademeli olarak içselleştirmeden, onun ani yok oluşuyla yüz yüze kalmıştı. Bu yüzden de bir şekilde zayıf bir kendilik değeri ile baş başa kalmıştı. Kohut’a göre, K.’nın babası kendi iradesi ve amaçları için değil K.’nın kendilik-değerini yükseltmek ve devam ettirmek için önemliydi. Bu idealleştirmeden sağlıklı idealleştirmeye geçiş, diğer bir deyişle narsistik yatırımdan nesne sevgisine geçiş, yumuşak engellenmeler gerektiriyordu, ani ve bütünüyle bir kayıp değil. K.’nın deneyiminde, babasının ölümünden sonra, annesi iki çocuğunun sorumlusu olarak bu kaybı telafi edememiş olmalıdır. Anne büyük ihtimalle K.’nın eksik kalan kendiliğine uygun karşılığı verememiş, bu idealize edilen güçlü baba figürünü kendi varlığı ile taşıyıp dönüştürememiştir. Kendisini, babasının gücüne, güvenilirliğine ve desteğine ihtiyacı olan birisi olarak hisseden K. ise, bu ihtiyacını ve yoksunluğunu inkâr etmiş, aradığı gücü ve güvenliği kendisi bulmaya çalışmıştı. Zamanla yetersizlik hisleri ile önce okuldan sonra arkadaşlarından kaçmaya en sonunda ise kendi eksiklik hissinden çeşitli psikojenik maddeler alarak kaçmaya çalışmıştır. Madde kullanımının yanında, kendisini özel, canlı ve bütün bir insan olarak hissedebilmek için birçok çatışma içeren durumlara girişmektedir. Bir seferinde okulun uygulamalarına karşı giriştiği protestoların birinde yaşadığı deneyimi ‘üzerimdeki ölü toprağı kalktı’ diyerek anlatmıştır. ISSN: 2148-4376 4 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen Kohut’un kendilikle ilgili görüşleri açısından değerlendirildiğinde K.’nın kendilik bütünlüğünü tamamlayamamış bir yapıda olduğu düşünülmektedir. Ancak özellikle ilk çocukluk dönemi yaşantısı incelendiğinde K.’nın ebeveynlerinin gözünde oldukça özel bir konumda olduğu ve özellikle annesi tarafından ihtiyaçlarının hassasiyetle karşılandığı gözlenmektedir. Diğer bir değişle, ailenin ilk çocuğu olan K., onların yaşamının merkezinde oturmaktaydı. İhtiyaçlarına karşı çok hassas olan ailesi büyük ihtimalle bu ihtiyaçlarını ifade bile etmeden karşılıyorlardı. Örneğin, K., bebekken annesinin onun atletlerini hassas cildini tahriş etmesin diye tersten giydirmiş olduğunu belirtmişti. Görünen o ki, ebeveynlerinin gözünde çok özeldi ve dış dünyanın zorluklarına karşı özenle korunuyordu. Dolayısıyla K.’nın iç dünyası ebeveynlerinin sevgisi ve empatik duruşu ile dış dünyaya açılabilirdi. Öyleyse, neden böylesine sevilen bir çocuğun kendiliği, babasını 12 yaşında kaybettiğinde böyle sarsılmış olabilir? Kohut’un (1987c) dediği gibi ‘bir nesne ilişkisinin sadece varlığı ya da yokluğu ilişkinin doğası ve bireyin narsistik durumu hakkında fazla bir şey söylemez’. Kohut, ‘narsistik olarak yatırım yapılan bir ilişki kişinin narsistik amaçlarına hizmet ettiği sürece önemlidir’ (p. 30) demiştir. Eğer anne çocuğu kanatlarının altında çok üzün süre tutarsa ve birden bırakırsa, o zaman bu durum travmatik olarak yaşanır (1987d, p.49). Bu yüzden babasının kaybından sonra K.’nın annesi onu bu kaybı ve yası inkâr etmesine sebep olacak kadar kanatları altında tutmuş olmalıydı. K., annesinin elinden geleni yaptığını, her türlü ihtiyacını karşıladığını anlatmasına rağmen, seanslara kadar bu kaybı ile ilgili annesiyle konuşamamıştı. Bu yüzden, annesi, büyük ihtimalle K.’nın ihtiyacı olan dönüşümü sağlamakta yetersiz kalmıştı. K.’nın ihtiyacı annesinin desteği ile yaşına uygun bir şekilde çevresine yavaş yavaş uyum sağlamak ve hayata karşı kendi ideallerini geliştirmesine yardımcı olmaktı. Annesi’nin onun fiziksel ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılaması (örneğin büyüdüğü halde hala okula götürmesi) ancak duygusal ihtiyaçlarına karşılık verememesi (yaşadıkları kaybı hiç konuşmamış olmaları) onu oldukça gerilim içine sokmuş olmalıydı. Bu yüzden, annesinin varlığı ile her şeye yeter pozisyondan yeni hedef ve idealler oluşturarak hayatın gerçek taleplerine karşılık veriyor pozisyonuna geçmek, K. için önemli bir problem olmaktaydı. Yukarıda sözü edilen değerlendirmelere rağmen, her ne kadar baba kaybının oluşturduğu travma K.’nın kendiliği üzerinde sarsıcı bir etki yaratmış olsa bile, ben babasının ölümünden çok önce yaşanan başka bir travmanın babasının ölümünün etkisini artırdığını düşünüyorum. Bu travma, kendisi 3 yaşındayken erkek kardeşinin doğumudur. K., kardeşinin doğumuyla narsistik kalesinden indirilmiş ve bir daha da asla kalenin kralı olamamıştır. Henüz 3 yaşındayken annesinin gözünde tek kişi olmadığını fark etmek zorunda kalmıştır. Mitchell (1940/2003, p.36) ‘kardeşin varlığının öznenin sadece kendi ölümü şeklinde deneyimlendiğini’ belirtir. Kardeş doğumuyla çocuk ‘ben ne olacağım peki?’ gibi sorular sorar ve bu kardeş travmasının üstesinden gelemezse bu deneyimini varlığına tehdit olarak algılar. Mitchell (1940/2003, p. 93), var olmanın sonlanmasına dair bu birincil korkunun annenin çocuğunu ayrı, eşsiz bir birey olarak kabul etmemesi durumunda oldukça tehdit edici olduğunu ekler. Bu kardeş ilişkisinden başka teorisyenler de söz etmiştir. Örneğin, ‘Piggle’ isimli kitabında Winnicott (1977), 2,5 yaşındaki bir kız çocuğunun kız kardeşi doğduktan sonra nasıl rahatsızlık yaşadığından söz eder. K. da kardeşi doğana kadar, ebeveynlerinin gözünde eşsiz ve emsalsizdi. Hayatın hakimiydi. Seanslar sırasında K.’nın sözünü ettiği erken dönem hatıralarından biri, kardeşinin doğumuydu. Bu kadar erken yaşında (3 yaş) oluşan bir anıyı hatırlıyor olmasına şaşırsa da bu anıya ilişkin hiç bir duygu getirememişti. Bu olayı sadece bir durum olarak hatırlıyordu. Herhangi bir kıskançlık, sevgi, nefret vs. hiç bir duygu hatırlayamıyordu. Bu uzaklık, bu deneyimin ne kadar travmatik olduğunu düşündürmektedir. Daha sonra K.’nın hissettiği ‘onlar (annesi ve erkek kardeşi) her zaman daha yakındılar’ olmuştu. K.’nın hissettiği artık evrenin ISSN: 2148-4376 5 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen merkezi olmadığı hissi onun annesinden uzaklaşmasına ve canlı hissedebilmek için enerjisini babasına yatırım yapmaya kullanmasına sebep olmuş olmalıydı. Babayla yoğun özdeşim kurmuş, onun gücünü ve kuvvetini değerli ve canlı hissedebilmek için almıştı. Ancak, babasını beklenmedik ve çaresiz bir şekilde gözlerinin önünde kaybettiğinde sadece babasını değil kendiliğinin ona atfettiği parçasını (gücü ve kuvveti) da kaybetmişti. K.’nın babasının pozisyonu (K.’yı canlı hissettirmesi) annesinin yerinde ve yeterli desteği ile telafi edilememişti. Bu yüzden K.’nın eksik ya da kayıp kendilik deneyimi yaşamının geri kalanında şimdiye kadar sürmüştü. Mitchell önemli bir yakının kaybının var olmama hissini yeniden ürettiğini söyler. Bu yüzden K.’nın öyküsünde de, babasının ölümü kendi gücünü, kuvvetini, vs. kaybetmesine sebep olmuş olsa da daha derinlerde bir yerde kardeşinin doğumuyla yaşadığı kayıp kendilik hislerinin tazelenmesine sebep olmuş olmalıydı. Bu yüzden Mitchell (1940/2003)’in de belirttiği gibi, babasının ani ölümünü takiben K.’nın ölüm hakkında düşünmesi ya da ölü gibi davranması (yaşamak için hiç bir şey yapmaması) kendiliğinin tamamen yok olduğu hissine yol açmış olabilir. K., yakın aile üyelerinin (anne ve erkek kardeşinin) sağlıkları hakkında oldukça hassastı ve onları tehlikelere karşı sürekli uyararak korumaya çalışmaktaydı. Sık sık anne ve kardeşinin ölümü hakkında düşünüyor ve onları bu kayıptan korumak için görünen bir tehlike olmasa da çok dikkatli olmaları konusunda uyarıyordu. Kendisi, kardeşinin doğumu ve babasının ölümü sonrası kendiliğini kaybetmenin ne demek olduğunu bildiğinden, anne ya da kardeşinin ölümünün kendi yok oluş hissini bir kez daha şiddetlendireceğini hissediyor olmalıydı. Buna ek olarak, Mitchell (1940/2003), bir çocuğun kendi ölümlülüğü hakkındaki bilgisinin onun kendi çocuğu aracılığı ile yaşama arzusunu vurguladığını da belirtir. K.’nın da adını ‘hayal çocuk’ koyduğu, kendi çocuğu olmasına ilişkin fantezileri vardı. Bu fanteziye göre, onun kendi çocuğu akıllı, eğitimli ama ne olmak istiyorsa onu olabilmekte özgür bir çocuk olacaktır. Bu fantezisine karşılık akıllı ve eğitimli olan K., annesinin reddi ile karşılaşmamak için hiç bir zaman kendi arzularının peşinden gitmemiştir. Kardeşinin varlığında annesine karşı eşsiz pozisyonunu koruyabilmek için her zaman annesine karşı yaptığı gibi, şimdi derin pişmanlık hisleri duyduğu, diğerlerini memnun etme yoluna gitmiştir. K.’nın kardeşi ise kendi arzusunun peşinden gitmiş, arkadaşları ile oluşturduğu bisiklet grubu ile farklı ülkeleri gezerek yazı yazıp hayattan zevk almaktadır ve K. buna çok özenmektedir. Mitchell’in teorisi yorumlandığında, K.’nın uyumlu olma ve karşıt durma davranışlarının, annesinin onayını kaybetmemek için hiç bir zaman gösteremediği öfkesini, yani aslında kendisi ve kardeşi arasında yaşanan rekabeti de temsil ettiği düşünülmektedir. K. kardeşini annesinin onun kişiliğine üstü kapalı bir biçimde inşa ettiği şekilde sevmeye çalışmıştır. Bu yüzden hiç bir zaman kardeşinin annesinin gözündeki özel konumunu kıskandığını gösterememiştir. Aksine her zaman eşitlikten yana olduğunu ifade etmektedir. Üstü örtük bir biçimde erkek kardeşinin kendi arzusunun peşinden gidişini, örn. kendi istediği için edebi yazılar yazmasını kıskanmış, ancak başaramaması ihtimali sonucu annesinin olası ilgisini kaybetmemek için kardeşi ile bu ya da başka bir konuda rekabete bile girmemiştir. K.’nın yöntemi annesinin beklentilerine uyum gösterme ancak kendine yabancılaşma şeklinde olmuştur. Kısacası babasının kaybının ardından annesinin iki çocuğunu ayrı bireyler olarak idare edememesi, aksine annenin K.’nın küçük kardeşi ile yakınlaşması (geceleri kardeşinin yanında uyuması, K.’nın ise saatlerce yalnız uyuyamamasında olduğu gibi) onun ‘bende bir eksik mi var’ hislerini güçlendirmektedir. K., ‘psikolojik yapılanmasında, dışsal bir kaynakla doyurulabilecek, bazı eksiklikler’ hissetmekteydi (Kohutf, 1987, p.103). Annesi onun kendilik bütünlüğündeki boşluğu empatik varlığı ile tamamlamakta başarısız olmuştur. ISSN: 2148-4376 6 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen Özetle K.’nın, kendilik değeri ile ilgili yaşadığı tatmin edici olmayan hisleri onun ya çeşitli maddeler kullanmasına ya da sosyal çevresinde uygunsuz çatışmalara girişmesine neden olmaktaydı. Arkadaşlarına ya da hocalarına karşı çok öfkeli ve düşmanca hisler içine giriyor, adaletsizliğe (annesiyle ilişkisinde deneyimlediği ama ifade etmekten çekindiği adaletsizlik hissinde olduğu gibi) tahammül edemiyordu. Ayrıca, karşıtlık hislerini terapide de benim sözlerim ya da tutumlarımla reddedildiğini, anlaşılmadığını hissettiğinde sergiliyordu. Terapi üzerine etkiler K.’nın psikojenik maddeler kullanması ya da öfke patlamaları onun narsistik yaralanması ya da kendilik bütünlüğünün kaybı ile ilgili anlaşılabilir. K. psikojenik madde kullanmadığında dayanamadığı bir sıradan olma hissi yaşadığını belirtiyordu. Çalışmalarında kardeşler ya da akranlar aracılığıyla yaşanan kendilik kaybına odaklanan Mitchell (1940/2003), çocuğun eşsizliğini kaybettiğini kabul etmeksizin kardeşlere ya da akranlara öfke hissedileceğini ifade eder. Edward (2011) da kıskançlığın, hasetin ve yarışmanın gelişimsel olarak gerekli ve adaptif olduğunu belirtir. Bu nefreti sevgiye dönüştürmek için çocuk diğerleriyle bir sıralama içinde olduğunu, kardeşlerinden bir ‘diğeri’ olarak ayrı olduğunu ama aynı zamanda diğerleri gibi sıradan olduğunu anlamalıdır. Mitchell bu sıralamayı annenin yasası olarak tanımlar. Sonuçta ‘ben de herkes gibiyim ve herkes de benim gibi’. Mitchell sağlıklı bir kendiliğe ulaşabilmek için kişinin önce ‘kendi eşsizliğinin kaybının yasını tutmasının sonra da sıradan olmanın hafifliğini keşfetmesinin’ gerektiğini belirtir. Bu süreçle kişi sağlıklı gelişim için çok önemli olan kendisini başkalarının gözünden görmeyi başaracaktır. Kohut, bunu annenin gözündeki parıltı olarak tanımlar (1987b, p.38). Diğer bir deyişle, annenin sadece anlayışının kendisini bir kişi yaptığını belirtir. Fakat, asıl kritik olan, bu yasın tutulmasından önce annenin küçük engellenmeler sırasında çocuğun yanında olup onu desteklemesi ve çocuğun benliğini onarmasıdır. Anne çocuğun benliğine yönelik merak duygusu içinde olmalı ve ona uygun yerlerde geri bildirim vermelidir. Daha da ötesi, çocuk kendi benliğini inşa edene kadar ortaya çıkan benliğinden memnun olmalıdır. Mitchell (1940/2003, p.70) bunu annenin birincil kabulü, Kohut (1987d, p.64) ise aynalama deneyimi olarak açıklar. K.’nın deneyiminde anne bunu özellikle ikinci çocuğun doğumunda ve eşini kaybettiğinde yapamamıştır. Anne K.’yı kendi uzantısı olarak kabul etmiş, onun narsistik dengesini kurabilmesi için gereken duygusal desteği sağlayamamıştır. Hayatına şimdi yaptığı gibi fazlaca müdahil olmuş ancak hislerine karşı empatik ve anlayışlı olamamıştır. Hershberg (2011) bunu annenin aklında kendini bulmakta başarısızlık, dolayısıyla boş ve alakasız hissetmek olarak açıklar. K. kendi arzuları için değil ama annesinin onay ve dikkatini alabilmek için mühendislik okumuştur ve şimdi de bu alanda yüksek lisans yapmaktadır. ‘Profesör olsam, kendim için yapmıyor olacağım’ demektedir. Bununla tutarlı olarak, annesi K.’nın evine zaman zaman temizlik için gelmekte, kendisini daha sık aramasını istemektedir. Bu yüzden, K., bir kendiliği olduğunu hissedebilmek ya da bunu bulabilmek için onun beklentilerini karşılamakta, annesini arayamadığında ya da evi çok kirli olduğunda ‘kötü, yetersiz, vb. biri’ gibi hissetmektedir. K., bu tutumu hayatındaki bu ilk ilişkisinden diğer ilişkilerine de genellemekte, kendisinden bekleneni yaptığı ama karşılığındaki övgüyü göremediği zamanlar, bir çeşit kendini gösterme yöntemi olarak çok sinirlenmektedir. K., terapi sırasında yavaş yavaş sürekli diğerlerinin beklentilerini karşıladığını, kendi arzularından uzaklaştığını ve kendiliği ile ilgili tatmin olmadığı zaman ya diğerleri ile kavga ettiğini ya da psikojenik madde kullanarak onlardan uzaklaştığını fark etmiştir. K.’nın ilk ihtiyacı olan annesinin ISSN: 2148-4376 7 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen ortaya çıkan kendiliğine yönelik birincil kabulüdür. Terapötik Müdahaleler Babasını, onun değerlerini içselleştiremeden ona hala ihtiyacı olan dönemde kaybettiği ve annesi de bu eksikliği uygun şekilde telafi edemediği için, K. bu boşluğu doldurma yolu olarak psikojenik maddeleri kullanma yoluna gitmiştir. Bu aşamada terapistin rolü onun narsistik yatırımının yarım kaldığı noktadan devamını sağlayabilmek için kendilik-nesnesi olabilmek olmuştur. Kohut (1987e) anne-çocuk ilişkisinde çocuğun bütünlüklü bir kendiliğe sahip olması için ebeveynin kendilik-nesnesi oluşunda olduğu gibi terapistin de seanslardaki kendilik-nesnesi aktarımlarından söz eder. Bunun için, terapistin empatik kapasitesi önemli rol oynar. Empati hem psikanalitik sorgulama hem de terapötik karşılık verebilme rolü oynar (Kohut, 1981). Kohut (1981), ‘iyi bir analistin, çocukluk çağı deneyimlerini seans sırasında oluşan aktarım dinamikleri çerçevesinde, duyguların yoğunluğunun ve çocukluk çağı arzularının ve ihtiyaçlarının ifadesini engelleyen ikincil çatışmaların anlaşılabildiği sıcak bir tutum içerisinde yeniden inşa ettiğini’ söyler. Kohut, üç çeşit kendilik-nesnesi aktarımından söz eder. Kaynaşma aktarımı (idealization-merger transference), ikizlilik ya da diğer-ben aktarımı (twinship or alter-ego transference) ve ayna aktarımı (mirror transference). Kaynaşma aktarımında diğer kişi (terapist-anne) kişinin (hasta-bebek) uzantısı olarak değerlendirilir. Bu deneyim Freud’un birincil narsisizm dönemine karşılık gelir. Terapist hastanın kendi aklında ne olduğunu bilen biri gibi algılanır. Hastanın terapistini bu şekilde deneyimleyebilmesi için, terapist kendisini hastanın yerine koyabilmeli, hastanın anlattıklarının hastanın gözünden ne anlama geldiğini anlamalıdır. Geist (2008) bunu önemli diğerine yönelik güvenme hissi olarak açıklar. K. da babasını kaybettiğinde hissettiği, annesinden babasına transfer ettiği kılavuz ya da yol gösterici ihtiyacını seanslarda tekrar tekrar dile getirmiştir. Terapi seanslarına kadar, bilgilendirme düzeyi dışında, K., babasını kaybetmekle canının ne kadar yandığını, kimseyle paylaşmamış, hiçbir zaman yas tutmamıştır. Terapide ‘ikame anne’ olarak terapist, öncelikle K.’nın yas sürecinde duygusal olarak ulaşılabilir ve destekleyici olmaya çalışmıştır. Neredeyse bir yıla varan bir sürede, K. duygularını tekrar tekrar paylaşabileceği bir ortam bulabilmiştir. Onun bu deneyimine ilgi gösterip detaylıca dinleyerek, acısına rağmen, kendisini ezik ve eksik hissetmesine rağmen, yaşadıklarının onun için ne anlama geldiğini anlamaya çalışmış, hem ‘birincil annelik kabulü’ göstermiş hem de idealize kendilik-nesnesi tutumu sergilemiştir. Bu tutum, K.’nın çocukluk çağında yaşadığı engellenmeler sırasında ihtiyacı olan soğukkanlı, ona güç ve sakinlik sağlayan tutumla kaynaşmasına yardımcı olan idealize ebeveyn tutumunun bir örneğidir. ‘Analist hastaya, çocukluğunda takıldığı narsistik gelişim dönemine yeniden dönmesini sağlayabilecek pozitif bir idealize kendilik-nesnesi olmuştur’(Cataldo, 2007). Geist (2008) idealleştiren aktarımı büyümeyi-geliştirici olarak değerlendirmektedir. Kişinin önce idealleştirdiği nesne ile kaynaşması zamanla terapist ile ilişkisinde yaşayacağı optimal engellenmelerle, bu nesne tarafından sergilenen psikolojik fonksiyonları kendisinin yeniden oluşturması’ beklenir (Siegel, 1996, p.71; akt. Geist, 2008). Örneğin, K.’nın yaşadığı zorlantılı yaşantılarında (sadece giyiminden ötürü polis tarafından haksız yere sorgulandığında olduğu gibi) hissettiği öfke sırasında terapist soğukkanlılığını korumuş ve bu durumun yarattığı öfkeyi empatik bir şekilde dinleyerek, suçlayıcı olmadan duygusunu paylaşmasına yardımcı olmaya çalışmıştır. Bununla beraber, polisin dikkatini çeken sıra dışı giyim ve davranışlarının analizi ile oluşturduğu optimal engellenme ile K.’nın ulaşmayı arzuladığı tümgüçlü-idealize edilmiş figürün gerçekçi zemine çekilmesine yardımcı olmaya çalışmıştır. Önceleri terapiste kendini açmakta zorluk çeken ve anlaşılmadığı anlarda ona hiddetlenen K., ISSN: 2148-4376 8 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen zamanla terapistini idealize kendilik nesnesi olarak görmeye başlamış ve onun fikirlerine ve yorumlarına, psikolojik açıklamalarına ilgi göstermeye başlamıştır. Diğer-ben ya da ikizlilik deneyiminde ise, terapist kişinin kendisi gibi hissedilir. Kişi üzgün olduğu zaman, güçlü ve desteklenmiş hissetmek için kendisi gibi kişilere ihtiyaç duyar. Togashi (2009) bunu, terapistin kendi durumunu hastada bulması olarak açıklamaktadır. Togashi, ‘farklı bir kişi ile ikizlilik hissini oluşturabilmek için öncelikli olan konunun, benim onu (terapisti-anneyi) kendimmiş gibi algılamamdan ziyade o kişinin (terapistin-annenin) kendisini bende bulmasıdır’ demektedir. Seanslarda, terapist olarak ben de sıkça K.’nın yaşadığı deneyimleri ve duyguları yaşadığımı fark ettim. Onun gibi ben de çoğu zaman insanlardan yalıtılmış, kendi yeteneklerim hakkında güvensiz ve diğerleri tarafından fark edilmek için başkalarını memnun ederek kendi arzularımdan uzaklaşmış durumdaydım. Bende doğallıkla oluşan onun duygularını anladığım hissi Kohut’un sözünü ettiği ikizlilik aktarımının oluşmasına neden olmuş ve ona kendisinin anlaşıldığı hissini uyandırmış olmalıdır. Bu tutum K.’nın duygu ve davranışlarının normal ve insani olabileceğini ve bunlar için kendisini yoğun şekilde eleştirmesini engelleyici olduğunu düşündürmektedir. K. sık sık ‘burada söyleyemediğim şeyler için keşke şunu da söyleseydim, diye düşünüyorum’ demiştir. K. seanslarda anlaşıldığını düşünmektedir. Ayna aktarımında ise ‘diğerlerine kendini- doğrulamak ve kendini-onaylamak açısından ihtiyaç hissedilir (p.64). Bu doğrulama, yine kişiye etkili ve önemli bir insan olduğu hissini verir. Bu his de kişiyi parçalanıp, dağılmaktan kurtarır. ‘Ayna aktarımında, terapistin görevi övmek, söylenenleri geri yansıtmak ve hastanın büyüklenmeci kendiliğinin onaylayıcısı olmaktır. Terapi sırasında ortaya çıkan K.’nın öfkesi, güvensizliği ve yalıtılmışlığının onun babasının kaybından sonra içine kapanmasının sonucu olarak geliştiği, bu kaybın üstesinden gelemeyişinin ise onun ilişkilerinde saldırgan bir tutum takınmasına yani büyüklenmeci kendiliğine aşırı yatırım yapmasına neden olduğu gözlenmiştir. K.’nın baba kaybı sonrası, annesi tarafından aynalanmadeğerli hissettirilme ihtiyacı uygun ve yeterli düzeyde karşılanamamıştır. Annesi duygusal olarak bu ihtiyaçlarına karşılık verecek durumda olmadığı ve hatta ‘beceriksiz’, ‘pimpirikli’ gibi terimler kullanarak eleştirel davrandığı için K. bu eksikliği güvensizlik olarak deneyimlemiş olmalıdır. Terapi sırasında, terapist K.’nın özellikle otorite figürlerine karşı düşmanca ya da saldırgan tutumlarına yönelik empatik durmaya çalışmıştır. Terapi sırasında, ben de onun örneğin çatışmalara girmekteki cesaretini ilgi ve dikkatle dinleyip bazen de onu yumuşakça gerçeklerle yüzleştirmeye çalıştım. Örneğin, ‘cesaretini takdir ediyorum ancak adının bir suça karışmasından endişe ediyorum,...’ gibi. Yapılan aynalama zamanla gerçek başarılara odaklandığında, hastanın büyüklenmeci kendiliği istekli, gerçekçi, arzulu ve bütün bir kendilik idealine dönüşür (Kohut, 1971, akt. Lee & Martin). Bu yüzleştirmeler yanında K.’nın hayatındaki problemleri ele almaya başlaması, örneğin arabasını satmayı başarması, edebi yazım kursuna katılması, kız arkadaşı ile problemlerini konuşma çabası gibi gerçek başarıların takdirinin onun aynalanma ihtiyacının sağlıklı yollarla karşılanmasını sağladığı düşünülmektedir. Her ne kadar bu kendilik-nesnesi aktarım deneyimlerinin sırası genellikle kaynaşma (idealizasyon) ile başlayıp, ikizliliğe doğru ve oradan da aynalamaya doğru gitse de bu deneyimler kendilerini aynı anda da gösterebilirler. Özetle, yapılan 40 görüşmede terapi ortamı, K.’nın hem kardeşinin doğumu hem de babasının ölümü ile kaybettiği kendiliğinin yasını tutmasına ve tekrar canlanacak bir yol bulmasına izin verecek şekilde oluşturulmuştur. Daha önce de, söylendiği gibi, terapistin yaklaşımı, yaşadığı yıkıcı deneyimi ve sonrasında gelişen zorlantılı yaşantıları daha kolay anlatabileceği düzeye gelene kadar tekrar tekrar ilgili, sakin ve dikkatli bir şekilde dinlemek olmuştur. Süreç içinde, K. kardeşinin kendisini öfkelendiren olumsuz tutumlarından ilk defa şikâyet etmeye başlamıştır. Daha öncesinden böyle bir duygusunun olduğunun bile farkında değildir. Dolayısıyla bu öfkeyi yaşamadan ve onu sevgiye dönüştürmeden, kendisini ayrı ve eşsiz ISSN: 2148-4376 9 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen bir birey olarak deneyimlemesi mümkün olmamıştır. Mitchell’in dediği gibi, kişi önce eşsiz kendiliğinin kaybının yasını destekleyici bir anneyle tutmalı, sonra da sıradan olmanın güzelliğini keşfetmelidir. Uygulanan empatik yaklaşımla K., gittikçe kendi arzularını bulmaya başlamış ve okulunu kendisi için bitirmeye karar vermiştir. Benzeri şekilde, 3 yıldır birlikte olduğu, aşk ya da tutku olmadan ve daha çok istemeden dileklerini yerine getirdiği kız arkadaşı ile ilişkilerini ele almaya başlamıştır. K., gittikçe sosyalleşmiş, okulda daha önceden tanıyıp konuşmadığı kişilerle görüşmekten zevk almaya başladığını belirtmiştir. Yapılan son görüşmede ise, kendisini riske atarak katıldığı çatışmaların anlamsız gelmeye başladığından söz etmiş ve bu davranışları sergilemekten vaz geçtiğini belirtmiştir. Görünen o ki K., beni yeni kendilik-nesnesi olarak değerlendirebilmiş, bu yolla kendilik değerini yükseltmeyi başarabilmiş, psikojenik madde kullanma isteği ya da çatışma içeren durumlara girme isteği azalmış ve yaşama karşı olumlu arzu ve ilgi geliştirmeye başlayabilmiştir. ISSN: 2148-4376 10 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen Kaynaklar Cataldo, L.M. (2007). Religious Experience and the Transformation of Narcissism: Kohutian Theory and the Life of St. Francis of Assisi. Journal of Religion and Health, 46, 527-540. Christopher, J.C., Bickhard, M.H., Lambeth, G.S. (2001). Otto Kernberg’s Object Relations Theory, A Metepsychological Critique. Theory & Psychology, 11 (5), 687-711. Edward, J. (2013). Sibling Discord: A Force for Growth and Conflict. Clinical Social Work Journal, 41,77–83. Freud, S. (1914). On Narcissism. Standart Edition, 14: 69-102. London: Hogarth Press, 1957. Geist, R. (2008). Mini-Analyses and Idealizing Transferences: Autobiographical Reflections on the Development of a Therapeutic Model. International Journal of Psychoanalytic Self Psychology, 3, 320–331. Hershberg, S.G. (2011). Narcissus Revisited: A Link Between Mirroring and Twinship Selfobject Experiences—A Discussion of Nancy VanDerHeide’s, “A Dynamic Systems View of the Transformational Process of Mirroring”. International Journal of Psychoanalytic Self Psychology, 6, 58–66. Kohut, H. (1977). The restoration of the self. International Universities Press, New York. Kohut, H. (1981), On empathy. In: The Search for the Self: Selected Writings of Heinz Kohut: 1978–1981, Vol. 4, ed. P. H. Ornstein. Madison, CT: International Universities Press, pp. 525–535. Kohut, H. (1987a). The Separate Developmental Lines of Narcissism and Object Love. In M. Elson. (Ed.), The Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults (pp.18-30). USK. Kohut, H. (1987b). Early Stages in the Formation of Self-Esteem. In M. Elson. (Ed.), The Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults (pp.31-46). USK. Kohut, H. (1987c). Emphatic Environment and the Grandiose Self. (In M. Elson. (Ed.), The Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults (pp.47-60). USK. Kohut, H. (1987d). Building Psychic Structure That Regulates Self-Esteem. In M. Elson. (Ed.), The Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults (pp.61-76). USK. Kohut, H. (1987e). The Admiring Selfobject and the Idealized Selfobject. In M. Elson. (Ed.), The Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults (pp.77-94). USK. Kohut, H. (1987f). The Acquisition of Internalized Values, Ideals, and Goals. In M. Elson. (Ed.), The Kohut Seminars: on self psychology and psychotherapy with adolescents and young adults (pp.95-109). USK. Lee, R.R., Martin, J.C. (1991). Psychotherapy After Kohut, A Textbook of Self Psychology. New York: Hillsdale. Mitchell, J. (2011). Kardeşler: Cinsellik ve Şiddet (P. Padar, Çev. & B.C. Yılmazyiğit). İstanbul: Bilgi Ünv. (Original work published 1940). Mitchell, S.K., Black, M.K. (2012). Freud ve Sonrası, Modern Psikanalitik Düşüncenin Tarihi (K. Eğrilmez, Çev.). İstanbul: Bilgi Ünv. (Original work published 1995). Philips, T. (2011). Mirroring and What Happens Next. International Journal of Psychoanalytic Self Psychology, 6, 50–57. Winnicott, D.W. (1977). The Piggle. London: The Hogarth Press. Togashi, K. (2009). A New Dimension of Twinship Selfobject Experience and Transference. International Journal of Psychoanalytic Self Psychology, 4, 21–39. ISSN: 2148-4376 11 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 1-12 Sema Yurduşen Summary The Impact of Loss of a Parent and Having a Sibling on Self Psychology Psychotherapeutic approaches have different perspectives on the difficulties of the development of the individual’s self-esteem. Kohut believed that in order to establish a healthy sense of self, people need to experience idealized, grandiose and twinship experiences in the early years of life. For this, the child’s idealization, grandiose and twinship self-object needs must be met by his caregivers or environment. It is the massive or premature interruption (such as loss) with his self-object relationship in the early stages of his life that makes the person problematic later. Moreover, Mitchell focuses on the loss of the self-worth through siblings or peers in childhood. She thinks that without the acceptance of the loss of uniqueness the child feels hatred toward its sibling or peers. In order to transform that hate into love the child should understand that he is in sequence with others. In other words, he should understand that he is different from his siblings as being ‘other’ as well as he is ordinary as others. Mitchell names this sequencing as mother’s law. In this article, the difficulties experienced as psychogenic substance abuse and anger problems were addressed in terms of self-psychology. This work was evaluated through Kohut’s view on self-psychology and Mitchell’s view on siblings’ role on self via a case example. Moreover, when considering a case like this, the role of the therapist was emphasized in relation to Kohut’s thoughts on transference relationship. Keywords: Loss, Sibling, Self, Transference. ISSN: 2148-4376 12 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Süpervizör, Terapist ve Hasta Üçlüsünde Terapötik İttifak ve Etkileyen Faktör Olarak Şema Kavramı: Bir Vaka Üzerinden Analiz* Bahar Köse Karaca İstanbul Arel Üniversitesi Özet Yapılan çalışmanın hedefi Young şema alanlarının, Young uyumsuz baş etme biçimlerinin, Young ebeveynlik biçimlerinin Süpervizör A, Terapist B ve Hasta C arasındaki terapötik ittifakını ölçmekti. Bu vaka çalışması için, katılımcılar bir süpervizör (klinik psikoloji doktora öğrencisi), bir terapist (klinik psikoloji yüksek lisans öğrencisi) ve bir hastadan (AYNA klinik psikoloji ünitesine başvuran) oluşmaktaydı. Araştırmada, terapötik ittifakı ölçmek için niteliksel (araştırmacı tarafından geliştirilen açık uçlu soru formu ve ilişkisel halkalar) ve niceliksel (terapötik ittifak ölçekleri/süpervizör-terapist formları ve terapist-hasta formları) olmak üzere iki farklı ölçüm biçimi kullanıldı. Sonuçlara göre, Young erken yaş dönemi uyumsuz şemaları, Young baş etme biçimleri, Young ebeveynlik biçimleri ile süpervizörler, terapistler ve hastaların terapötik ittifakları arasında bir ilişki olduğu tespit edildi. Çıkan sonuçlar Şema Teorisi çerçevesinde tartışıldı. Anahtar Kelimeler: Şema Teori, Terapötik İttifak, Süpervizyon, Psikoterapi * Bu çalışma, Şema Terapi Kongresi’nde (İstanbul, 2014) genel hatları ile sunulmuştur. ISSN: 2148-4376 13 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Terapötik İttifak Kavramı ve Etkileyen Faktörler Yapılan araştırmalara göre, kullanılan terapi yaklaşımları, yöntemler ve psikolojik semptomlar sabit tutulsa bile, psikoterapilerin etkileri her zaman aynı olmamaktadır. Literatürde, bu durum için farklı açıklamalar mevcuttur. Psikoterapide kullanılan terapi yaklaşımı, terapistin eğitimi ve deneyimi, hastanın psikopatolojisi, seansların sıklığı ve hastaların tedavi için ne derecede motive olduğu sonuçları etkileyen faktörler arasındadır (Crits-Christoph ve ark., 1991; McCarthy ve Frieze, 1999; McCoy Lynch, 2012). Bunların yanı sıra, dikkat çeken bir diğer faktör şüphesiz ki terapötik ilişkidir. Literatürde, terapötik ilişkinin doğrudan mı yoksa dolaylı mı etkisi olduğu hala tartışma konusuyken, hasta ve terapist arasındaki ilişkinin iyileştiriciliği ciddi kabul görmektedir (Elvins ve Green, 2008; Gelso ve Carter, 1985; Gelso ve Carter, 1994; Horvath, Del Re, Flückiger, ve Symonds, 2011; Huppert ve ark., 2014; Priebe ve McCabe, 2006). Özellikle, terapi ilişkisinde yaşanan sıkıntıların fark edilmesi ve bu sıkıntıların aşılarak kaliteli bir terapötik ittifak yaratmak çabası hastanın psikoterapi sürecinde değişim yaşamasına önemli derecede katkı sağlamaktadır (Safran, 1993). Diğer taraftan, birçok araştırmacı psikoterapi sürecinde terapötik ittifakın önemini kabul ederken, terapötik ittifakın kavramsal tanımı ve nasıl ölçülebileceği henüz tartışma konusudur. Bununla birlikte, terapötik ittifakı analiz etmek, ölçmek ve kontrol etmek için, farklı yaklaşımlardan araştırmacılar hangi faktörlerin terapötik ittifakı etkilediği üzerine tartışma yürütmeye devam etmektedir. Tarihsel bağlamda, terapötik ittifak kavramıyla ilgili ilk çalışmalar psikodinamik kurama aittir. Terapi içerisindeki ilişkinin önemine ilk kez Freud (1912/1913) dikkatleri çekmiştir. Freud (1913) yazılarında hastalarının duygularına ve doktorlarına olan bağlanmasına odaklanmış ve buna bağlı olarak aktarım ve karşıaktarım kavramlarını ortaya atmıştır. Freud’dan sonra daha birçok araştırmacı kendi kavramları ile terapötik ilişkinin önemine dikkat çekmiştir (Anderson ve Anderson, 1962; Baillargeon, Cote ve Douville, 2012; Barrett-Lennard, 1962/1978/1986; Curtis, 1979; Frank ve Frank, 1991; Frieswyk ve ark.,1986; Greenson, 1965; Hayes, 1998; Hougaard, 1994; Luborsky, 1976; Luborsky, Singer ve Luborsky, 1975; Orlinsky ve Howard, 1975; Rogers, 1957; Smith ve Gloss, 1977; Sterba, 1934; Zetzel, 1956). Ancak literatürde, bu kavramlar arasında en çok kabul gören ve kullanılan Bordin’in terapötik ittifak kavramı olmuştur (Gelso ve Carter, 1985; Greenson, 1967; Horvath ve Greenberg, 1989; Patton, 1984). Bordin’e göre (1979), terapötik ilişki hangi yaklaşımın kullanıldığına bağlı olmaksızın şimdi ve burada terapist ve hasta arasında tedavinin bütün biçimlerini kapsayan ilişkidir. Ayrıca terapötik ilişki hem terapistin hem de hastanın ortak katılımından oluşan amaç, hedef ve duygusal bağ boyutlarından oluşmaktadır. Bu çalışmada da Bordin’in kavramı kullanılmıştır. Terapötik ilişkinin öneminin anlaşılması ve kavramsallaştırma çalışmalarından sonra bu kavramların nasıl ölçüleceği literatür için bir diğer tartışma konusu olmuştur. Birçok araştırmacı çeşitli ölçekler geliştirmiştir (örn. Anderson ve Anderson, 1962; Barrett-Lennard, 1962; Stone ve Shertzer; 1965; Orlinsky ve Howard; 1966). Bu ölçeklerden ampirik olarak güçlü olması nedeniyle en çok kullanılanlardan biri Horvath ve Greenberg’in (1989), Bordin’in (1979) amaç, hedef ve duygusal bağ odaklı terapötik ilişki kavramını ölçmek için oluşturulan Terapötik İttifak Ölçeğidir. Bu çalışmada da nicel yöntem olarak bu ölçek kullanılmıştır. Ancak, terapötik ilişkinin ölçümü ile ilgili tartışmalar ölçüm araçlarının kısıtlılıkları üzerine devam etmektedir. Bunlardan ISSN: 2148-4376 14 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca bazıları, terapötik ittifakın kavramsallaştırılmasında ortak bir görüşün olmaması, ölçeklerin genç yetişkinleri ölçmekte yetersiz kalması, kavramın karmaşık bir yapıya sahip olması ve nicel ölçümlerin ilişkinin bütününü ölçmekte yetersiz kalmasıdır (Elvins ve Green, 2008; Eugster ve Wampold, 1996; Green, Imre, Frances, Begum ve Gannon, 2001; Kelly, 1997). Tüm bu kısıtlılıklardan yola çıkarak, bu çalışmada terapötik ittifak için nitel ve projektif bir ölçek geliştirilmiştir. Literatürdeki kavramsallaştırma ve ölçme çalışmalarından sonra, bir diğer tartışma konusu terapötik ittfakı nelerin etkiliyor olduğudur. Bununla ilgili terapi yaklaşımlarından farklı açıklamalar yapılmıştır (örn. Beck, Rush, Shaw ve Emery, 1979; Elliott, Watson, Goldman ve Greenberg, 2004; Freud, 1912; Hinshelwood, Robinson ve Zarate, 2006; Mayers ve Hayes, 2006; Sullivan, 1953; Safran ve Muran, 2000). Bu yaklaşımlardan en çok göze çarpan ise Şema Teori’nin açıklamaları olmuştur (Young, 1999). Şema Teori’ye göre hem terapistin hem de hastanın çocukluktan getirdiği erken yaş dönemi uyumsuz şemaları, ebeveyn kökeni, kaçınma ve telafi baş etme süreçleri terapötik ilişkiyi etkilemektedir. Şema Teori’ye göre (Young, 1999), beş şema alanı altında (ayrılma ve dışlanma/reddedilme, zedelenmiş özerklik ve performans, zedelenmiş sınırlar, başkalarına yönelimlilik, aşırı tetikte olma ve baskılama) toplam on sekiz erken yaş dönemi uyumsuz şeması vardır (terk edilme, güvensizlik/istismar edilme, duygusal yoksunluk, kusurluluk/utanç, sosyal izolasyon, bağımlılık/yetersizlik, hastalıklar ve zarar görme karşısında dayanıksızlık, yapışıklık, başarısızlık, boyun eğicilik, kendini feda, onay arayıcılık, karamsarlık, duygusal bastırma, yüksek standartlar, cezalandırıcılık). Klinik psikoloji alanında terapötik ilişkinin tedavi sürecindeki önemine dikkat çekilmesine rağmen, literatürde ilişki döngüsünü neyin etkilediği üzerine kısıtlı sayıda araştırma vardır. Bundan dolayı, bu çalışmada şu amaçlara ulaşmak hedeflenmektedir: Young şema alanlarının, baş etme biçimlerinin ve ebeveyn biçimlerinin süpervizörler, terapistler ve hastalar arasındaki terapötik ilişkiye etki edip etmediğine bakmak; süpervizörlerin, terapistlerin ve hastaların terapötik ilişki tanımlarını karşılaştırmak; terapötik ittifakı ölçmek için örtük bir ölçüm aracı geliştirmek; Terapötik İttifak Ölçeği’nin süpervizör ve terapist formlarının Türkçe modifikasyonunun yapmak; terapötik ittifakın nitel ve nicel ölçümlerini kısıtlılıkları ve farklılıkları açısından kıyaslamaktır. 52 farklı ilişki biçiminin değerlendirildiği doktora tezinin bir parçası olan bu çalışmada, sadece bir vaka üzerinden değerlendirme yapılacaktır. Metod ve Yöntem Bu araştırmada hedeflere ulaşabilmek için metod olarak şöyle bir yöntem ve prosedür uygulanmıştır: Araştırma katılımcılar üç gruptan oluşmuştur. Birinci olarak, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Klinik Psikoloji Doktora Programında öğrenim gören bir süpervizörden (Süpervizör A) oluşmuştur. Bu süpervizör, kıdemli öğretim görevlileri tarafından verilen süpervizyon altında en az iki yüz seans hasta görerek ve süpervizyon dersi alarak süpervizyon vermeye hak kazanmış doktora öğrencilerinden oluşan grup içerisinden seçilmiştir. Bu gruptaki süpervizörler kendi eğitim süreçlerinde ilk kez süpervizyon vermiştir. Bu nedenle, onların süpervizyon süreci de bölümdeki öğretim görevlileri tarafından ayda bir kez denetlenmiştir. Ayrıca, süpervizörler ayda bir kez de akran süpervizyonuna katılmışlardır. İkinci olarak çalışmaya katılan terapist, Orta Doğu Teknik Üniversitesi klinik psikoloji yüksek lisans programına devam eden terapistler içinden seçilen Terapist B olmuştur. TerapistB lisans programının ikinci yılına devam etmektedir ve bu programın ilk yılında psikoterapi dersi almıştır. Ayrıca, Terapist B de ilk kez psikoterapi sürecinde yer almıştır. Terapist B de diğer terapistlerle birlikte haftada bir kez süpervizyon almış ve ayda bir kez de lisansüstü öğrencileri ve klinik psikoloji programının öğretim üyelerine kendi vakasını ISSN: 2148-4376 15 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca sunmuştur. Süpervizör A ve Terapist B de diğer tüm süpervizör ve terapistler gibi vaka sunumları aracılığıyla da öğretim görevlileri tarafından değerlendirilmiştir. Tüm bu süpervizyon ve psikoterapi süreçleri Ayna Klinik Psikoloji Birimi tarafından sağlanmıştır. "Ayna", Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde klinik psikoloji programına devam eden öğrencilerin stajı için tesis edilmiş bir klinik destek ünitesidir. Bu ünitede, yüksek lisans veya doktora eğitimine devam eden öğrenciler süpervizyon altında psikoterapi hizmeti vermektedir. Üçüncü olaraksa, depresyon, anksiyete, yakın ilişki sorunları şikayetleri ile Ayna’ya başvurmuş hastalardan çalışmaya gönüllü katılmak isteyen ve Terapist B’nin Süpervizör A gözetiminde takip ettiği bir hasta seçilmiştir. Ayna’ya başvuran hastalar çoğunlukla Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin farklı bölümlerinde öğrenim gören öğrenciler olmuştur. Araştırmada bahsi geçen Hasta C ise bağımlı kişilik örüntüsü ve ilişki problemleri nedeniyle üniteye başvurmuştur. Bu çalışmada, iki tip ölçüm yöntemi kullanılmıştır. Birincisi, nicel ölçme yöntemidir. Nicel ölçüm için Demografik Bilgi Formu, Young Şema Ölçeği, Young Ebeveynlik Ölçeği, Young-Rygh Kaçınma Envanteri, Young Telafi Envanteri ile Terapötik İttifak Ölçekleri’nin süpervizör-terapist ve terapist-hasta formları kullanılmıştır (Detaylı bilgi için tezin orijinaline bakınız). İkinci olarak nitel ölçüm yöntemi kullanılmıştır. İlk olarak, süpervizörlerin ve terapistlerin süpervizyon sürecinde yaşadığı zorlukları ve bunlarla nasıl baş ettiklerini belirlemek için araştırmacı tarafından geliştirilen Açık Uçlu Soru Formu uygulanmıştır. Buna ek olarak, tüm katılımcıların örtük olarak süpervizyon ve psikoterapi süreçlerini nasıl algıladıklarını belirleyebilmek için İlişkisel Halkalar adında bir projektif ölçek geliştirilmiştir. Mevcut çalışma başlamadan önce, Ayna Klinik Psikoloji Birimi Direktörü ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Etik Komitesi’nden izin alınmıştır. Ayrıca, çalışmanın başında, katılımcıların bu çalışmaya gönüllü katılımını ifade ettikleri bilgilendirilmiş onam formu imzalatılmıştır. Gizliliği sağlamak için, öncelikle, katılımcılara araştırmaya dahil olmayan bir kişi tarafından takma isim verilmiştir. Araştırmacı takma isimlerin hangi kişiye ait olduğunu bilmemektedir. Ancak katılımcılara birbirleri için değerlendirme yapacaklarından takma isimlerin kime ait olduğu bilgisi verilmiştir. Süpervizörler "Süper" takma adı ile kodlanmış ve bu takma adın arkasına bir sayı (örneğin, SUPER1) atanmıştır. Ayrıca, terapistler "Freud" takma adı ile kodlanmış ve bir sayı bu takma adın arkasına (örneğin, Freud1) atanmıştır. Benzer şekilde, hastalar da “Kaşif” takma adıyla kodlanmış, bu kodun önüne bir sayı sonuna bir sayı eklenmiş; önüne eklenen sayı hastanın süpervizörünü, arkasına eklenen sayıysa terapistini temsil etmiştir (örneğin, 1Kaşif5). Ancak araştırmacı bu kodları tezde yazarken gizliliği sağlayabilmek için tekrar değiştirmiştir. Mevcut çalışmada üç grup ölçek verilmiştir. Birinci grup araştırmanın başında bir defaya mahsus olarak evde doldurulacak biçimde uygulanmıştır. Bu grubu Young Şema Ölçeği, Young Ebeveynlik Ölçeği, Young-Rygh Kaçınma Envanteri ve Young Telafi Envanteri oluşturmuştur. Terapötik ittifakı ölçen ikinci grupsa, literatüre göre ilişkinin en erken üç seanstan sonra başladığı düşünüldüğünden, terapi seansı veya süpervizyon seansı en az üç seans geçtikten sonra verilmiştir. Bu ölçekler her seans veya süpervizyon oturumu bitiminde katılımcılara uygulanmıştır. Bu amaçla, süpervizyon ve terapi odalarına, bir kutu ve zarf yerleştirilmiştir. Ayrıca hatırlatma notları da bu odaların içine yerleştirilmiştir. Her oturumun sonunda, katılımcıların ölçekleri doldurmaları, zarfın içine koymaları, zarfı kapatmaları ve zarfı kutuya atmaları beklenmiştir. Üçüncü grup olarak, her süpervizyon ve terapi sürecinin sonunda doldurulmak üzere, katılımcılara yapılandırılmamış ölçekler (örn. ilişkisel halkalar ve açık uçlu soru formu) verilmiştir. Katılımcılardan ilişkisel halkaları hedef, görev ve duygusal bağ açısından doldurmaları beklenmiştir. Hedef, görev ve duygusal bağ tanımlarına yönelik talimatlar ilişkisel halkaları doldurma işlemi başlamadan önce araştırmacı tarafından katılımcılara anlatılmıştır. Bordin’in (1979) kavramsallaştırılmasına dayanarak, amaçlar katılımcıların yaşadıkları durumlar çerçevesinde terapiden ve süpervizyondan kazanmayı umut ettikleri şeyler/beceriler olarak tanımlanmıştır. Görevler süpervizör ve terapist ya ISSN: 2148-4376 16 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca da terapist ve hastanın birlikte ulaşmak istedikleri amaçlar doğrultusunda hemfikir oldukları görev ve sorumlulukları içermiştir. Duygusal bağ ise süpervizör-terapist veya terapist-hasta arasındaki amaçlara ulaşmaya çabalarken oluşan yakınlık ve güven duygusu olarak tarif edilmiştir. Bu çalışmada, nicel ölçüm yöntemlerinde diskriptif ve korelasyon amaçlı sonuçlara ulaşmak için SPSS kullanılmıştır. Nitel ölçümler ise nicel ölçümlerden çıkan sonuçlarla ilişkilendirilerek açıklanmaya çalışılmıştır. Ölçeklerin deskriptif özelliklerini analiz edebilmek için, Young Şema Ölçeği (örn. terk edilme, güvensizlik/istismar edilme, duygusal yoksunluk, kusurluluk/utanç, sosyal izolasyon, bağımlılık/yetersizlik, hastalıklar ve zarar görme karşısında dayanıksızlık, yapışıklık, başarısızlık, boyun eğicilik, kendini feda, onay arayıcılık, karamsarlık, duygusal bastırma, yüksek standartlar, cezalandırıcılık); Young Ebeveynlik Ölçeği (kuralcı/kalıplayıcı, küçümseyici/kusur bulucu, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, sömürücü/istismar edici, aşırı koruyucu/evhamlı, koşullu/başarı odaklı, aşırı izin verici/sınırsız, kötümser/endişeli, cezalandırıcı, değişime kapalı/duygularını bastıran); Young-Rygh Kaçınma Ölçeği (örn. psikosomatizm, sıkıntıyı yok saymak, duygu kontrolü, sosyal çekilme, aktiviteyle zihinden uzaklaştırma, hissizlik, duyguları bastırma); Young Telafi Ölçeği’nin (örn. statü düşkünlüğü, kontrol, asilik, aşırı bağımsızlık, manipülatif olma, eleştiriye tahammülsüzlük, kendi yönelimlilik, mesafelilik) ortalamaları, standart sapmaları ve minimum-maksimum aralıkları değerlendirilmiştir. Bu analiz süpervizörler, terapistler ve hastalar için ayrı ayrı tekrarlanmıştır. Sonuçlar ve Tartışma: Süpervizör A- Terapist B- Hasta C’nin Vaka Analizi Çalışmada süpervizör, terapist ve hasta arasındaki ilişkiyi değerlendirebilmek için öncelikle herbirine Young Şema Ölçeği, Young Rygh Kaçınma Ölçeği, Young Telafi Ölçeği ve Young Anne-Baba Ölçeği ile Terapötik İttifak Ölçekleri uygulanmıştır. Şema ölçekleri sadece çalışmanın başında bir defaya mahsus bilgi toplama amacı ile uygulanmış; ittifak ölçekleri ise her süpervizyon ve terapi seansı sonrası olmak üzere uygulatılmıştır. Bu vaka örneğinde Süpervizör A, bilişsel davranışçı terapi, bağlanma kuramı ve dinamik yaklaşımdan oluşan eklektik bir süpervizyon süreci izlemektedir. Diğer taraftan, Terapist B ise bağımlı kişilik bozukluğuna sahip ve ilişki kurmakta problem yaşayan Hasta C ile terapisinde BDT ile ilişki odaklı bir terapi yaklaşımı benimsemektedir. Süpervizör A Kimdir? Araştırmada çıkan sonuçlara göre, Süpervizör A’da terk edilme, onay arayıcılık, yetersiz özdenetim, kusurluluk ve kendini feda şemaları olduğu dikkati çekmiştir. Bu şemaları telafi etmek içinse kontrol, statü düşkünlüğü, mesafelilik ve aşırı bağımsızlığın Süpervizör A tarafından sıklıkla kullanıldığı bilgisi elde edilmiştir. Diğer taraftan sosyal çekilme, duygu kontrolü ve psikosomatizm ise kaçınma baş etme yöntemi olarak kullanılan stratejilerdir. Bunların yanı sıra, Süpervizör A’nın kötümser/endişeli, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, aşırı izin verici/sınırsız, koşullu/başarı odaklı özelliklerinde anneye ve kötümser/endişeli, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, aşırı izin verici/sınırsız, koşullu/başarı odaklı özelliklerinde babaya sahip olduğu bulunmuştur. Terapist B Kimdir? Terapist B’ye gelince, dikati çeken şemaların kendini feda, yüksek standartlar, onay arayıcılık, haklılık/büyüklenmecilik ve yetersiz özdenetim olduğu belirlenmiştir. Terapist B ISSN: 2148-4376 17 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca tarafından şemalardan kaçınmak için en fazla kullanılan baş etme stratejileri ise mesafelilik, statü düşkünlüğü, kontrol, eleştiriye tahammülsüzlük, aşırı bağımsızlık ve manipülasyondur. Aktiviteyle zihinden uzaklaşmak, duygu kontrolü, sıkıntıyı yok saymak ve sosyal çekilme ise Terapist B’nin kullandığı telafi yöntemleridir. Ebeveynlik değerlendirmelerine göre, Terapist B, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, koşullu/başarı odaklı, cezalandırıcı, aşırı koruyucu/evhamlı, değişime kapalı/duygularını bastıran ve kuralcı/kalıplayıcı anne özellikleri ile kuralcı/kalıplayıcı, koşullu/başarı odaklı, değişime kapalı/duygularını bastıran, küçümseyici/kusur bulucu, and aşırı izin verici/sınırsız baba özellikleri rapor etmiştir. Hasta C Kimdir? Hasta C’nin değerlendirmelerine göre, en çok dikkati çeken şemalarının haklılık/büyüklenmecilik, kendini feda, yüksek standartlar, terk edilme, karamsarlık, cezalandırıcılık ve yetersiz özdenetim olduğu saptanmıştır. Bütün telafi yöntemlerinin (örn., mesafelilik, eleştiriye tahammülsüzlük, kontrol, aşırı bağımsızlık, kendi yönelimlilik, statü düşkünlüğü, asilik ve manipülasyon) Hasta C tarafından sıklıkla kullanılırken, mesafeliliğin aşırı derecede kullanıldığı dikkati çekmiştir. Ayrıca, aktiviteyle zihinden uzaklaştırma, sosyal çekilme, duygusal kontrol, sıkıntıyı yok saymak ve Psikosomatizm Hasta C’nin sık kullandığı kaçınma yöntemleridir. Diğer bir taraftan, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, aşırı koruyucu/evhamlı, kuralcı/kalıplayıcı ve koşullu/başarı odaklı anne özellikleri ile değişime kapalı/duygularını bastıran ve küçümseyici/kusur bulucu baba özellikleri Hasta C’nin ebeveyn özelliklerini göstermektedir. Süpervizör A ve Terapist B Arasındaki Terapötik İttifakın Şema Teorisi ile İlişkisi Süpervizör A ve Terapist B arasındaki terapötik ittifakı değerlendirmek için, yedi defa ölçüm alınmıştır. Bu ölçümlerden, genel, amaç, görev ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifaka dayalı ortalamalar elde edilmiştir. Elde edilen ortalamalardan Süpervizör A ve Terapist B arasında kıyaslamalar yapılmış ve bu kıyaslamalar Erken Yaş Dönemi Uyumsuz Şemalar, Young Ebeveynlik Ölçeği ölçümleri, Young-Rygh Kaçınma Ölçeği alt ölçekleri, Young Telafi Ölçeği ölçümleri ile ilişkilendirilmiştir. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki Niceliksel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve Bunun Şema Teorisi ile İlişkisi Süpervizör A ve Terapist B arasındaki genel terapötik ittifak sonuçlarına göre, Süpervizör A’nın Terapist B’ye göre daha fazla terapötik ittifak algıladığı belirlenmiştir (Figür 1). Ölçümlerin başlangıcında, Süpervizör A, Terapist B ile ilişkisinde en yüksek ittifak skorunu belirtmiştir (Figür 1). Daha sonra, zaman ilerledikçe bu skorlarda bir dalgalanma olduğu dikkati çekmektedir. Süpervizör A’nın en yüksek skoru verdiği zaman Terapist B’nin en düşük skoru verdiği seansa denk gelmiştir. Diğer taraftan, Terapist B en düşük skoru değerlendirmelerin başında vermiştir. Sonra Terapist B’nin süpervizyon süreci için değerlendirmeleri dereceli olarak artmıştır. Ancak Süpervizör A’nın Terapist B ile ilişkisinde en düşük skoru verdiği süpervizyon seansında (9. seans), ilginç bir şekilde Terapist B Süpervizör A için en yüksek skoru vermiştir. Bu sonuca göre, Süpervizör A ve Terapist B arasında ele alınmayan veya konuşulmayan konular olduğu düşünülmüştür. Ayrıca Süpervizör A tarafından iyi veya kötü olarak algılanan durumların Terapist B için karşıt anlama geldiği dikkati çekmektedir. İlişki kurma biçimleri arasında bir fark olduğu düşünülmüştür. ISSN: 2148-4376 18 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Figür 1. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki genel terapötik ittifak Ayrıca, amaç, görev ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifak değerlendirmelerinde (Figür 2, Figür 3, Figür 4), Süpervizör A’nın değerlendirmelerinde belirgin bir düşüş (7. süpervizyon seansı) olduğu dikkati çekmiştir. Bununla birlikte, Terapist B’nin bu durumun farkında olmadığı anlaşılmaktadır. Belki de Süpervizör A bu durumu göz ardı etmiş veya süpervizyon sürecinde ele almamıştır. Benzer olarak, 12. süpervizyon oturumunda, Terapist B’nin verdiği duygu odaklı terapötik ittifak değerlendirmesinde belirgin bir düşüş olmuştur (Figür 4) ve bu durum Süpervizör A tarafından fark edilmemiştir. Buradan Süpervizör A ve Terapist B arasında süpervizyon sürecinde açık ve net iletişim kurma eksikliği olduğu düşünülmüştür. Figür 2. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki amaç odaklı terapötik ittifak ISSN: 2148-4376 19 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Figür 3. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki görev odaklı terapötik ittifak Figür 4. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki Duygu Odaklı Terapötik İttifak Tüm bu sonuçlardan yola çıkarak, ilk olarak, Terapist B’nin ittifak ile ilgili düşük skorlar verme eğilimi onun yüksek standartlar ve haklılık şemaları ile açıklanabilir. Young’ın (1999) belirttiği gibi, bu şemalara sahip olan kişiler başkalarını veya başarıları değerlendirirken küçümsemek veya değersizleştirmek eğiliminde olabiliyorlar. Ayrıca, Süpervizör A’nın daha yüksek skorla değerlendirmelere başlamış olması onun kötümser ve başarı odaklı ebeveynleri ile mücadelesinden kaynaklanıyor olabilir. Belki Süpervizör A kendi ebeveynlerinin ona yaptığı gibi bir rolde olmayı seçmek istememiştir. Klein’a göre (1952), sağlıksız tutumları olan ebeveynler kendi karşılanmamış ihtiyaç ve isteklerini çocuklarına yüklemek için yansıtmalı özdeşimi kullanmaktadır. Buna ek olarak, Cashdan (1988) yansıtmalı özdeşimin bir kişiyi kendi istek ve beklentilerine göre davranmaya zorlamak olduğunu iddia etmiştir. Ancak, eğer bu duruma zorlanılan kişi bu davranışlara zorlayan kişiden farklı kişilik özelliklerine sahipse veya zorlanılan kişi terapötik bir farkındalığa sahipse, Süpervizör A’nın yaptığı gibi, bu sağlıksız döngü içine ISSN: 2148-4376 20 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca girmeyi reddedebilir. Çünkü geçmişte duygularını açıkça ifade edememiş ve bastırmış olma ihtimali, duyguların değerlendirmede etkili olmasına neden olmuş olabilir (düşüş) (Gross, 2002). Ek olarak, Terapist B ve Süpervizör A tarafından kullanılan duygusal kontrol sağlıksız baş etme şekli, süpervizyonda açık ve net iletişim eksikliğine sebep olmuş olabilir. Süpervizör A ve Terapist B arasındaki Nitel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve Bunun Şema Teorisi ile İlişkisi Süpervizör A’nın ilişkisel halkalara dayalı ölçümlerine bakıldığında (bkz. Figür 5), Süpervizör A süpervizörün ve terapistin paylaştıkları amaçları olduğunu düşünmüştür; ancak, hasta Süpervizör A’nın algısına göre ortak paylaşılan amaçlar içerisinde yer almamıştır. Terapist B süpervizör, terapist ve hasta arasında dengeli paylaşılmış veya bağımsız olan amaçlar olduğunu düşünmüştür (bkz. Figür 5). Sonuçlara bakıldığında, Süpervizör A ve Terapist B arasında amaç odaklı terapötik ittifak için paralel olmayan bir algı saptanmıştır. Süpervizör A açısında, amaçları değerlendirirken Süpervizör A’nın yalnızca süpervizör ve terapist odaklı düşündüğü dikkati çekmiş; hasta ile paylaşılan amaçlar göz ardı edilmiştir. Bu durum süpervizörün ilk kez süpervizörlük yapmasından ve terapist ve hasta arasındaki ortak amaçları dengeli dağıtamamış olmasından kaynaklanıyor olabilir. Buna ek olarak, Süpervizör A’nın şemaları ve şemalarının kökenlerine bakıldığında, Süpervizör A duygusal bakımdan yoksun bırakıcı ve koşullu/başarı odaklı ebeveyn kökenine bağlı olarak, Terapist B tarafından terk edilmekten ve onay alamamaktan korkmuş olabilir. Ladany, Constantine, Miller ve Erickson’a göre (2000), süpervizörlerin halledilmemiş geçmiş meseleleri süpervizyon ortamını etkileyebilir. Sağlıksız çocukluk deneyimlerinin etkisi ile baş etmek için, Süpervizör A, sağlıksız baş etme biçimi olarak kontrol etmeye çalışırken terapiste fazla odaklanarak hastanın amaçlarını göz ardı etmiş olabilir. Bunun tersine, Ladany, Constantine, Miller ve Erickson (2000) süpervizörlerin terapistle yaşadığı zorluklarda kontrolü artırmak yerine süpervizyonda dile getirmesinin ilişkiyi sağlamlaştırdığını vurgulamışlardır. Diğer bir taraftan, Terapist B’nin süpervizyon sürecini daha gerçekçi değerlendirdiği söylenebilir. Görev açısından (bkz. Figür 5), Süpervizör A, süpervizör, terapist ve hasta arasında paylaşılan ve bağımsız görevleri dengeli dağılmış bir şekilde algıladığını belirtmiştir. Diğer bir taraftan, Terapist B, terapist ve hasta arasındaki görev paylaşımında eşit büyüklükte, çakışık ve süpervizöre göre daha büyük bir görev paylaşımı bildirmiştir; ancak süpervizör için en küçük ve tamamen terapist ve hastanın görevlerine bağımlı bir görev paylaşımı algıladığını göstermiştir. Çıkan bu sonuca göre, Süpervizör A’nın bu süreçteki herkesin eşit sorumluluklara sahip olduğunu düşündüğü çıkarılabilir. Diğer taraftan, Terapist B, Süpervizör A’nın Terapist B ve Hasta C’den bağımsız bir sorumluluğunun olmadığını düşünmektedir. Buna ek olarak, Süpervizör A bu grupta en az sorumluluğa sahip kişi olarak algılanmıştır. Buradan hareketle, Terapist B’nin Süpervizör A’nın katkısını hafife aldığı anlaşılmaktadır. Bu durum Terapist B’nin gizli öfkesinden kaynaklanıyor olabilir (bastırılmış duygu, Gross, 2002). Belki de Terapist B yüksek standartlar, kusurluluk ve haklılık/büyüklenmecilik şemalarına sahip olduğu için, kendinden yüksek beklentilerle sorumluluklarını abartmış ve yeterli olduğu inancını devam ettirerek, kendi anne babasının duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, koşullu/başarı odaklı ile küçümseyici/kusur bulucu özelliklerini süpervizörüne aktarmıştır (Young’ın çocukluktaki çözümlenmemiş meselelerin etkisinde dile getirdiği gibi, 1999). Diğer taraftan, bu durum hastanın yansıtmalı özdeşiminden kaynaklanmış olabilir. Klein’ın belirttiği gibi (1952) hastanın yansıtmalı özdeşimi doğrultusunda, Terapist B kendini hastası ile bağımlı bir örüntüde konumlamış ve süpervizörün farkında olmamış olabilir (hastanın anne ile birleşme arzusunun aktarımına bir cevap olarak/hastanın döngüsüne girmek). Bunun yanı sıra, Terapist B Hasta C ile eşit bir sorumluluk algısı tanımlamıştır. Bu da ISSN: 2148-4376 21 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca terapistin kendini feda veya haklılık/büyüklenmecilik şemalarından kaynaklı olabilir. İlk olarak, terapist başkaları yönelimlilik şema alanından gelen şemalara sahip olduğu için, hastanın sorumluluk paylaşımına fazla değer vermiş olabilir (Young, Klosko ve Weishaar, 2003). İkinci olarak, hem terapist hem de hasta haklılık/büyüklenmecilik şeması ile eleştiriye tahammülsüzlük telafi biçimine sahiptir. Bu yüzden, Terapist B bu şemasını telafi ederek hastasının fazla sorumluluk aldığını yansıtmaya ihtiyaç duymuş olabilir (Young, 1996). Duygusal bağ odaklı terapötik ittifaka gelince (bkz. Figür 5), Süpervizör A terapist ve hasta için iç içe geçmiş bir ittifak ve kendisi için de bu iç içe geçmiş ittifakta küçük bir pay tasvir etmiştir. Ancak, Terapist B süpervizör, terapist ve hasta arasında sağlıklı olmayan bir ittifak tanımlamıştır. Terapist ve süpervizör bu konuda benzer bir bakış açısına sahiptir. Buradan anlaşıldığı gibi, terapist ve hasta arasındaki iç içe geçmiş bağın hem süpervizör hem de terapist farkındadır ve bunu sağlıklı görmemektedirler. Ancak, Süpervizör A kendi için bu bağda küçük bir kesişim tanımlarken, Terapist B onu da tamamen iç içe geçmiş olarak tasvir etmiştir. Bu bakış açılarından yola çıkarak, hastanın bağımlı kişilik örüntüsünün yansıtmalı özdeşimle terapötik ilişkiye yayıldığı çıkarılabilir (yansıtmalı özdeşim/başkalarını kişinin kendi psikolojik ihtiyaçları doğrultusunda davranmaya zorlaması, Cashdan’ın 1988’de belirttiği gibi). Belki de, Süpervizör A terapist ve hastanın arasındaki güçlü bağımlı yapının farkındadır ancak müdahale etmek istememiştir. Belki de bu süpervizörün terk edilme şemasına bağlı olarak kendisini yalnız hissetmesine sebep olmuştur. Belki de bu durumla baş edemeyen süpervizör sosyal çekilme ile baş etmeye çalışmaktadır. Diğer bir taraftan, Terapist B’nin iç içe geçmiş sağlıksız yapısının farkında olmasına rağmen, yüksek standartlar, kendini feda ve aşırı kabul ve onay ihtiyacı doğrultusunda davranmaya devam etmiş olabilir (terapistin kendi şemalarının etkisi/ Young, Klosko ve Weishaar, 2003). Buna bağlı olarak terapist statü düşkünlüğü ile bu bağımlı ilişkide karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarını karşılama fırsatı bulduğu için iyi hissetmiştir. Ancak, iç içe geçmiş ilişki iyileştirici değildir, çünkü bu ilişki biçimi gelişmemiş benlik, terk edilme ve yetersiz özdenetim şemalarının da güçlenerek yaşamasına sebep olmaktadır (hastanın şemalarından birinin terapistin şemaları ile çakışması/ Young, Klosko ve Weishaar, 2003). Süpervizör A S Terapist B S T T M H H A Açıklama: Açıklama yok. A Ç Açıklama: Kimi seanslarda ya da süpervizyonlarda, hasta-terapistsüpervizörün amaçlarda e it pay aldı ını dü ünürken, kimi seans ve süpervizyonlarda hastanın terapistten, terapistin süpervizörden farklı amaçları oldu unu dü ündüm. S G Ö R E S T H Açıklama: Açıklama yok. V D U Y G U S A L B A T H T Açıklama: Hasta ve terapistin büyük halkada yer alırken, süpervizörün bu halkada küçük bir payı oldu unu dü ünüyorum. H S S Açıklama: Hasta ve terapist iç içe geçmi ; süpervizör de onlarla ili ki halinde. Figür 5. Süpervizör A ve Terapist B için terapötik ittifakın projektif ölçümleri Not: S = Süpervizör A, T = Terapist B, H = Hasta T H Açıklama: Süpervizör, hasta ve terapist olarak, duygusal ba lar açısından i levsel olmayan bir iç içe geçi in söz konusu oldu unu dü ünüyorum. ISSN: 2148-4376 22 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Açık uçlu soruların cevaplarına göre (Figür 6 ve Figür 7), Süpervizör A terapistlerden birine kızgın olduğunu, önce bu kızgınlığını göstermediği ve daha sonra bunu süpervizyonda ele almaya çalıştığını ifade etmiştir. Bunun da olumlu ve olumsuz sonuçları olmuştur. Diğer bir taraftan, Terapist B (Figür 3’te gösterildiği gibi) de süpervizörlerden birine kızgın olduğunu bildirmiştir. Terapist B karşılıklı bir öfkeden bahsetmektedir. Süpervizörün öfkeyi ele alış biçimi terapisti zorlamıştır. Hem süpervizör hem de terapist akademik grupla durumu paylaşmış ve destek almak istemiştir. Tüm bu cevaplar, hem Süpervizör A’nın hem de Terapist B’nin duygularını ifade etmekte, ele almakta ve öfke yönetiminde güçlük yaşadıklarını göstermektedir. İkisi de duygu kontrolünü sağlıksız baş etme biçimi olarak kullanmaya meyillidir. Ancak, duygularını ifade ederek bu kontrolü kırmaya çalışmışlardır. Öte yandan, bu ilk kez yapıldığı için yeterince işlevsel ve çözüm getirici olmamıştır terapist için. Bu noktada akran süpervizyonunun ve süpervizyon vermeye başlanıldığında bunun da süpervize edilmesinin önemi dikkati çekmektedir. Süpervizyon sürecinde yaşadığınız en büyük güçlük ne oldu? Terapistlerden birine öfkelendim. Öfkemi hiç yansıtmadım. Aslında çok etkilenmiştim. Bir sonraki hafta “ele alabileceğimi” düşünerek konuyu açtım. Fakat çok duygusal bir ortam oldu (olumlu ve olumsuz yönleri var) Bununla nasıl başa çıktınız? Akran ve süpervizyon süpervizyonları ile. Figür 6. Süpervizör A için açık uçlu sorular ve yanıtları Süpervizyon sürecinde yaşadığınız en büyük güçlük ne oldu? Süpervizörümle aramdaki duygusal süreç; öfke duygusunun karşılıklı varlığı ve süpervizyondaki teması, bunun ele alınma şekli (süpervizör tarafından) ve sonraki süreçler, benim açımdan zorlandığım, en büyük güçlük diyebileceğim zamanlardı, süreç içerisinde. Bununla nasıl başa çıktınız? Duygularımın farkında olarak, karşı tarafı anlamaya çalışarak, zorlandığım zamanlarda bunu tek başıma aşmak yerine süreç içerisinde yer alan başka kişilerle konuşarak, bireysel süpervizyon eşliğinde ele almaya, başa çıkmaya çalıştım. Figür 7. Terapist B için açık uçlu sorular ve yanıtları Terapist B ve Hasta C Arasındaki Terapötik İttifak ve Bunun Şema Teorisi ile İlişkisi Terapist B ve Hasta C arasındaki terapötik ittifakı ölçmek için, on dört defa ölçüm alınabilmiştir. Bu ölçümlerden genel, amaç, görev ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifak ortalamalarına ulaşılmıştır. Elde edilen skorlar Terapist B ve Hasta C arasında kıyaslamalar yapılarak, bu kıyaslamalar Erken Yaş Dönemi Uyumsuz Şemalar [örn., duygusal yoksunluk, terk edilme, güvensizlik/suistimal edilme, sosyal izolasyon/yabancılaşma, kusurluluk/utanç, başarısızlık, bağımlılık/yetersizlik, tehditlere karşı dayanıksızlık, boyun eğicilik, kendini feda, duyguları bastırma, yüksek standartlar, haklılık/büyüklenmecilik, yetersiz özdenetim, onay arayıcılık, karamsarlık ve cezalandırıcılık], Young Ebeveynlik Ölçeği ölçümleri [örn., duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, aşırı koruyucu/evhamlı, küçümseyici/kusur bulucu, kötümser/endişeli, kuralcı/kalıplayıcı, değişime kapalı/duygularını bastıran, cezalandırıcı, koşullu/başarı odaklı, aşırı izin verici/sınırsız ve sömürücü/istismar edici ebeveynlik], Young-Rygh Kaçınma Ölçeği alt ölçekleri [örn., psikosomatik semptomlar, üzüntüyü yok saymak, duygusal kontrol, sosyal ISSN: 2148-4376 23 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca çekilme, aktiviteyle zihinden uzaklaştırma ve hissizlik/duyguları bastırma], Young Telafi Ölçeği ölçümleri [örn., statü düşkünlüğü, kontrol, asilik, aşırı bağımsızlık, manipülasyon, eleştiriye tahammülsüzlük ve kendi yönelimlilik] ile ilişkilendirilmiştir. Terapist B ve Hasta C arasındaki Nicel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve Bunun Şema Teorisi ile İlişkisi Terapist B ve Hasta C arasındaki genel terapötik ittifaka bakıldığında (Figür 8), Terapist B daha dalgalı ve düşük seviyede bir terapötik ittifak algıladığını bildirmiştir. Bu durum Terapist B’nin yüksek standartlar şemasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bu şema süpervizyon sürecinde aktive olmuş olabilir çünkü Terapist B ilk defa terapi hizmeti vermeye başlamıştır ve performans kaygısı ile baş etmeye çalışmaktadır. Diğer bir taraftan, Terapist B haklılık/büyüklenmecilik şemasına sahip olduğu için, genç bir terapist olarak ve koşullu/başarı odaklı bir ebeveyn yapısına da sahip olduğu için, problemlerle baş etmeye çalışırken kendini olduğundan daha iyi değerlendirmiş olabilir (hastanın ve terapistin örtüşen veya çarpışan şemalarına bağlı olara, Young’ın terapide risk olarak tanımladığı gibi, 1996). Ayrıca, Hasta C, tüm ittifak çeşitleri için Terapist B’ye göre daha dalgasız bir terapötik değerlendirmesine sahiptir (Figür 8, Figür 9, Figür 10 ve Figür 11’de gösterildiği gibi). Bu durum duygusal bakımdan yoksun bırakıcı anne ile büyüyen hastanın terapisti idealize etmesinden kaynaklanmış olabilir (anneyle bütünleşme arzusu/ Klein, 1952). Belki de hasta duygularının paylaşılmasına ve dinlenilmeye ihtiyaç duymuştur; terapist de bu ihtiyaçların tümünü karşılar bir pozisyonda olmuştur. Buna ek olarak, Terapist B’nin genel terapötik ittifak değerlendirmesinde düşüş olduğu noktada, Hasta C bir yükselme rapor etmiştir (13. ve 16. Seanslarda olduğu gibi). Bu durum sağlıksız baş etme biçimleri ile açıklanabilir (örn., duygusal kontrol, sıkıntıyı yok saymak ve sosyal çekilme). Baş etme biçimlerine bağlı olarak, eğer bir problem varsa, bu detaylı olarak ele alınmamış olabilir ve belki de bunun üzerine hiç konuşulmamış olabilir (hasta ve terapistin şemalarının binişmesi ve aşırı özdeşimden dolayı/Young, 1996). Buna ek olarak, Terapist B Hasta C ile duygusal bağ odaklı terapötik ittifak açısından yoğun bir benzerlik göstermiştir (Figür 11). Belki de, terapist hastasıyla terapi sürecinde ortak amaç ve hedefler olduğundan emin değildir ancak duygusal bağ odaklı bir ittifakın olduğundan emindir. Bu durum, Terapist B’nin amaç ve görev odaklı ittifakı yüksek standartlar ve haklılık/büyüklenmecilik şemaları ile duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, koşullu/başarı odaklı, cezalandırıcı anne ve kuralcı/kalıplayıcı, koşullu/başarı odaklı, küçümseyici/kusur bulucu baba gözüyle değerlendirmesinden kaynaklanıyor olabillir. Bu yapıya rağmen duyguları ve yakınlığı değerlendirirken daha pozitif davranmış olabilir çünkü Terapist B duygusal bakımdan yoksun bırakıcı bir ebeveyn yapısına sahip olarak büyümüş; buna bağlı olarak da bunu telafi etmek için duygusal bağ kurmak konusunda daha duyarlı davranıyor olabilir. Bu sayede, terapist çocuklukta alamadığı duygusal paylaşımı yaşıyor olabilir (terapistin ve hastanın şemalarının çatışması/hastanın terapistin şemalarından kaynaklı ihtiyaçlarını karşılamasının tatmini, Young, Klosko ve Weishaar, 2003). ISSN: 2148-4376 24 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Figür 8. Terapist B ve Hasta C arasındaki genel terapötik ittifak Figür 9. Terapist B ve Hasta C arasındaki amaç odaklı terapötik ittifak Figür 10. Terapist B ve Hasta C arasındaki görev odaklı terapötik ittifak ISSN: 2148-4376 25 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Figür 11. Terapist B ve Hasta C arasındaki duygusal bağ odaklı terapötik ittifak Terapist B ve Hasta C arasındaki Nitel Ölçümlere Dayalı Terapötik İttifak ve Bunun Şema Teorisi ile İlişkisi Projektif ölçümlere göre (Figür 6), Terapist B terapist, süpervizör ve hasta arasında eşit paylaşılmış ve bağımsız alanlar içeren amaç, görev ve duygusal bağ odaklı bir terapötik ittifak tanımlamıştır. Hasta C ise bütün amaçların kendi üzerinden tanımlandığı bir ilişki belirtmiştir. Ayrıca, Hasta C’nin terapistin ve süpervizörün bütün amaçlarını, terapistin de süpervizörün tüm amaçlarını kapsadığı bir ilişki biçimi tasvir etmiştir. Bu durum Hasta C’nin ihmal edilmiş çocukluk çağı ihtiyaçlarının bir telafisi gibi değerlendirilebilir. Buradan hareketle Hasta C her şeyin kendisi için ve kendisine bağımsız olmayan şekilde yapıldığını düşünmüş olabilir. Bir noktaya kadar, bu durum gerçekçi kabul edilebilir çünkü psikoterapi hastanın varlığı odaklı ve ihtiyacı yönünde devam etmektedir. Ancak, buradaki açıklamada hasta belki de kendi ilişki döngüsü içerisinde, duygusal bakımdan yoksun bırakıcı, küçümseyici/kusur bulucu, koşullu/başarı odaklı bir ebeveyn kökeninde büyümüş biri olarak, neyin hayalini kurduysa onu ifade etmiştir. Bundan dolayı, böyle bir beklentinin karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarının aşırı telafisi olduğu söylenebilir (Young, 1996). Diğer bir taraftan, Terapist B ve Hasta C arasında görev ve duygusal bağ odaklı terapötik ittifakın değerlendirilmesinde bir benzerlik bulunmaktadır. Hem terapist hem de hasta görev ve duygusal bağ odaklı ittifakı iç içe geçmiş olarak değerlendirmişlerdir. Ancak terapist bu iç içe geçmişliği işlevsiz bir şey olarak tanımlarken, hasta bu görüşe sahip değildir. Arntz (2012) bağımlı kişilik bozukluğuna sahip hastaların söz dinleyen teslimci moda sahip olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple, bu tarz hastalar terapistine karşı çıkmaz, öfkelenmez ve terapi sürecindeki problem ve sıkıntıları algılamaz. Ayrıca, Terapist B, görev odaklı ittifak için, bunu küçük bir kesişimle tasvir etmiş olsa da, Süpervizör A’nın da terapist ve hasta ile iç içe geçmiş bir ilişkisinin olduğunu düşünmüştür. Diğer bir taraftan, Terapist B duygusal bağ açısından hasta, terapist ve süpervizör arasında tamamen iç içe geçmiş bir ilişki belirtmiştir. Bunun, Terapist B’nin bağlanma ihtiyacından ve terk edilme ihtimalinden kaçınma amaçlı olduğu varsayılabilir. Buradaki riskli durum, Terapist B ve Hasta C’nin benzer şema ve ebeveyn kökenine sahip olmaları nedeniyle, terapi ilişkisi içerisinde terapist ve hasta birbirlerinin işlevsiz ve sağlıksız örüntüsünü devam ettirmiş ve bu durum da psikoterapinin amaçlarına ulaşmasını engellemiş olabilir (şemaların çakışması, Young, 1996). Diğer bir taraftan, Hasta C, süpervizörü kendinden bağımsız olarak konumlamış çünkü onu tanımadığını ifade etmiştir. Ancak ISSN: 2148-4376 26 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca süpervizörün Terapist B yoluyla kendi üzerinde bir etkisi olduğunu kabul etmiştir. Bu durumsa Hasta C’nin terk edilme ve reddedilme korkusuyla baş etmek için kullandığı mesafelilik baş etme biçimi ile açıklanabilir. Hasta süpervizörün varlığını kabul etmiş ancak belki de onu tanımadığı ve güvenilir bulmadığı için onu terapist ile ilişkisinde ayrı konumlama ihtiyacı duymuş olabilir. Bu doğrultuda, Young (1999) da şemaları ile baş etmek için kişilerin bunları aktive eden durumlardan (terk edilmek, reddedilmek veya kabul görmemek) korumak için kişiler arası ilişkilerden kaçındığını ifade etmiştir (mesafelilik/kaçınma baş etme biçimi). Terapist B Hasta C H S T T H S A M A Ç Açıklama: Kimi seanslarda ya da süpervizyonlarda, hasta-terapistsüpervizörün amaçlarda e it pay aldı ını dü ünürken, kimi seans ve süpervizyonlarda hastanın terapistten, terapistin süpervizörden farklı amaçları oldu unu dü ündüm. Açıklama: Amaçları belirleme konusunda benim en çok paya sahip oldu umu dü ünüyorum. Çünkü benim ihtiyaçlarım ve sorunlarım do rultusunda terapistimin daha büyük bir etkisi olarak, ancak süpervizörün de daha az da olsa yine de çok etkisi olarak amaçlarımızın belirlendi ini dü ünüyorum. T G S T H H T S Figür 12. Terapist B ve Hasta C için terapötik ittifakın projektif ölçümleri Not: S = Süpervizör A, T = Terapist B, H = Hasta Ö R E Açıklama: Hasta ve terapistin büyük halkada yer alırken, süpervizörün bu halkada küçük bir payı oldu unu dü ünüyorum. V D U Y G U S A L B A S T Açıklama: Görevleri belirlemeyi benim içimde bulundu um ve hissetti im eylere göre terapistimle iç içe yön verdi imizi dü ünüyorum. Biz görevlerin ne oldu una yön verdikten sonra terapist ve süpervizörün ortak karar verdi ini dü ünüyorum. T H Açıklama: Süpervizör, hasta ve terapist olarak, duygusal ba lar açısından i levsel olmayan bir iç içe geçi in söz konusu oldu unu dü ünüyorum. H T S Açıklama: Terapistimle kurdu um duygusal ba iç içe çünkü çok uzun zamandır sürekli birlikte payla ımlarda bulunuyoruz. Ancak süpervizörle tanı ma fırsatım olmadı ı için duygusal ba lardaki etkisi ancak terapistim yoluyla bana aktarılıyor. Genel Tartışma Yapılan bu çalışmada her ilişkinin kişinin kendi anne baba örüntüsü, şemaları ve bunlarla baş etme biçimlerinden etkilendiği vurgulanmak istenmiştir. Yukarıda sunulan vaka da bunu destekler niteliktedir. Literatürde, terapötik ittifak ve şemalarla bağlantısı açısından daha önce böyle bir çalışma yapılmamıştır. Ayrıca, terapötik ittifak kavramının karmaşık yapısı ve nicel ölçümlerin kısıtlılığından dolayı, çalışmadan ilişkisel halkalar adlı bir projektif ölçüm aracı da geliştirilmiştir. Bu sebeple bu çalışma literatüre katkısı açısından özgün ve önemlidir. Diğer taraftan, bu çalışmada bazı kısıtlılıklar mevcuttur. Birincisi, süpervizör-terapist ilişkisi haftalık ölçülürken terapist-hasta ilişkisi süpervizyona eş zamanlı ve takiben alınamamıştır. Bu şekilde bir çalışma yapılsa süpervizyon sürecinde veya terapi ilişkisinde seans bazlı nelerin ilişkiyi ISSN: 2148-4376 27 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca etkileyebileceği ile ilgili daha detaylı bilgi sağlanabilir. Ancak pratikte bunu uygulamak çok da kolay olmayacaktır. İkinci olarak, üniversiteye bağlı olarak dönem bazlı devam eden bir terapi sürecinden bilgi toplandığı için kısıtlı görüşme sayısı üzerinden bulgular elde edilmiştir. Tüm bu kısıtlılıklara rağmen, araştırmada ortaya çıktığı gibi, terapi eğitimi ve uygulamasında sadece bilgi sahibi olmak ve “öğreten” rolünde davranmak terapötik ilişki açısından yeterli değildir. Süpervizör ve terapist ilişkisindeki açık iletişim, öfkelerin, dirençlerin ele alınabilmesi, bilgiyi didaktik sunmaktan daha öğretici ve önemlidir. Zira örnek vakada da görüldüğü gibi ifade edilmeyen duygular, hiçbir problem yokmuş gibi süpervizyon ve terapi süreçlerinin devam etmesine, süpervizyondan yeterince faydalanılamamasına ve terapinin tedavi etmekten çok hastanın sağlıksız döngüsünü sürdürdüğü bir ortama dönüşmesine sebep olabilir. Bu sebeple klinik uygulama ve eğitim süreçlerinde, ilişki kuran ve şimdi ve burada yaşanan ilişkiyi (Bordin, 1979) süpervizyonun ya da terapinin malzemesi olarak kullanabilen akademisyen ve klinisyenlerin sağlıklı ve gerçekçi bir ittifak yakalayabileceği düşünülmektedir. ISSN: 2148-4376 28 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Kaynaklar Agnew Davies, R., Stiles, W. B., Hardy, G. E., Barkam, M., & Shapiro, D. A. (1998). Alliance structure assessed by the Agnew Relationship Measure (ARM). British Journal of Clinical Psychology, 37, 155−172. Allen, J. G., Newsom, G. E., Gabbard, G. O., & Coyne, L. (1984). Scales to assess the therapeutic alliance from a psychoanalytic perspective. Bulletin of the Menninger Clinic, 48, 383−400. Anderson, R., & Anderson, G. (1962). Development of an instrument for measuring rapport. Personal Guidance Journal, 41, 18-24. Aslan, H., Taymur, İ., & Türkçapar, M. H. (2012). Evaluation of cognitive schemas based on the presence of anxiety disorder among coronary artery disease patients. Journal of Cognitive-Behavioral Psychotherapy and Research, 1(3), 171-177. Arntz, A. (2012). Schema Therapy for Cluster C Personality Disorders, in The Wiley-Blackwell Handbook of Schema Therapy: Theory, Research, and Practice (eds M. van Vreeswijk, J. Broersen and M. Nadort), John Wiley & Sons, Ltd, Chichester, UK. Aron, L. (1996). A meeting of minds: Mutuality in psychoanalysis. Hillsdale, NJ: Analytic Press. Bachelor, A. (1987). The counseling evaluation inventory and the counselor rating form: Their relationship to perceived improvement and to each other. PsychologicalReports, 61(2), 567−575. Baillargeon, P., Cote, R., & Douville, L. (2012). Resolution process of therapeutic alliance ruptures: A review of the literature. Psychology, 3(12), 1049-1058. Baranoff, J., Oei, T. P. S., Ho Cho, S., & Kwon, S.-M. (2006).Factor structure and internal consistency of the Young Schema Questionnaire (Short Form) in Korean and Australian samples. Journal of Affective Disorders, 93, 133–140. Barrett-Lennard, G. T. (1962). Dimensions of therapist response as casual factors in therapeutic change. Psychological Monographs, 76, 562. Barrett-Lennard, G. T. (1986). The relationship inventory now: Issues and advances in theory, method and use. In L. S. Greenberg & W.M. Pinsof (Eds.), The psychotherapeutic process: A research handbook (pp. 439−467). New York and London: Guilford Press. Beck, A. T., Rush, J. A., Shaw, B. F., & Emery, G. (1979). Cognitive therapy of depression. New York: Guilford Press. Bell, D. (1997). Reason and Passion. London Bell, M., Billington, R., & Becker, B. (1986). A scale for the assessment of object relations: Reliability, validity, and factorial invariance. Journal of Clinincal Psychology, 42, 733-741. Berne, E. (1975). What do you say after you say hello? London. Bordin, E. S. (1979). The generalizability of the psychoanalytic concept of the working alliance. Psychotherapy: Theory, Research, and Practice, 16, 252-260. Bordin, E. S. (1980). Of human bonds that bind or free. Presidential Address to Tenth Annual Convention of Society for Research on Psychotherapy, Pacific Grove, California. Bordin, E. (1983). Supervision in counseling: II Contemporary models of supervision: A working alliance based model of supervision. Counseling Psychologist, 11, 35–42. Bordin, E. S. (1994). Theory and research on the therapeutic working alliance: New directions. In A. O. Horvath & L. S. Greenberg (Eds.), The working alliance: Theory, research and practice (pp. 13-37). New York: Wiley. Bowlby, J. (1988). A Secure Base. New York: Basic Books. Braswell, L., Kendall, P. C., Braith, J., Carey, M. P., & Vye, C. S. (1985). Involvement in cognitive-behavioral therapy with children: process and its relationship to outcome. ISSN: 2148-4376 29 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Cognitive Therapy and Research, 9, 611−630. Brenner, C. (1979). Working alliance, therapeutic alliance, and transference. Journal of the American Psychoanalytic Association, 27, 136-158. Cabrera, N. J., Tamis-LeMonda, C. S., Bradley, R. H., Hofferth, S., & Lamb, M. E. (2000). Fatherhood in the twenty-first century. Child Development, 71, 127-136. Carson, R. C. (1969). Interaction concepts of personality. Oxford, England: Aldine. Castonguay, L. G., Constantino, M. J., & Grosse Holtforth, M. (2006). The working alliance: Where are we and where should we go? Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 43(3), 271−279. Cashdan, S. (1988). Object Relations Therapy. New York: Norton & Company, s. 53-78. Constantino, M. J., Arnow, B., Blasey, C., & Agras, W. S. (2005). The association between patient characteristics and the therapeutic alliance in cognitive-behavioral and interpersonal therapy for bulimia nervosa. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 73, 203−211. Creed, T. A., & Kendall, P. C. (2005). Therapist alliance – building behavior within a cognitive – behavioral treatment for anxiety in youth. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 73(3), 498−505. Crits-Christoph, P., Baranackie, K., Kurcias, J. S., Beck, A. T., Carroll, K., Perry, K.,Luborsky, L., McLellan, A. T., Woody, G. E., Larry, T., Gallagher, D., & Zitrin, C. (1991). Meta-analysis of therapist effects in psychotherapy outcome studies. Psychotherapy Research, 1(2), 81-91. Curtis, H. C. (1979). The concept of the therapeutic alliance: Implications for the “widening scope”. Journal of the American Psychoanalytic Association, 27, 159-192. Derlega, V. J., & Chaikin, A. L. (2010). Privacy and self-disclosure in social relationships. Journal of Social Issues, 33(3), 102-115. Di Giuseppe, R., Linscott, J., & Jilton, R. (1996). Developing the therapeutic alliance in childadolescent psychotherapy. Applied and Preventive Psychology, 5, 85−100. Driver, C., Martin, E., Banks, M., Mander, G., & Stewart, J. (2002). Supervising Psychotherapy. London: Sage Publications. Duan, C., & Hill, C. E. (1996). The current state of empathy research. Journal of Counseling Psychology, 43, 267-274. Duan, C., & Kivlighan, D. M. (2002). Relationships among therapist presession mood, therapist empathy, and session evaluation. Psychotherapy Research, 12(1), 23-37. Durlak, J. A. (1998). Common risk and protective factors in successful prevention programs. American Journal of Orthopsychiatry, 68(4), 512-520. Eckler-Hart, A. H. (1987). True and false self in the development of psychotherapist. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 24(4), 683-692. Efstation, J. F., Patton, M. J., & Kardash, C. M. (1990). Measuring the working alliance in counselor supervision. Journal of Counseling Psychology, 37, 322–329. Elliott, R., Watson, J. C., Goldman, R. H., & Greenberg, L. S. (2004). Learning emotion-focused therapy: The process-experiential approach to change. Washington, DC: American Psychological Association. Ellis, M. V. (1991). Critical incidents in clinical supervision and in supervisor supervision: Assessing supervisory issues. Journal of Counseling Psychology, 38, 342-349. Elvins, R., & Green, J. (2008). The conceptualization and measurement of therapeutic alliance: An empirical review. Clinical Psychology Review, 28, 1167–1187. Estrada, A., & Russell, R. (1999). The development of the child psychotherapy process scales (CPPS). Psychotherapy Research, 9, 154−166. ISSN: 2148-4376 30 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Eugster, S. L., &Wampold, B. E. (1996). Systematic effects of participant role on evaluation of the psychotherapy session. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 64(5), 1020−1028. Fleischer, J. A., & Wissler, A. (1985). The therapist as patient: Special problems and considerations. Psychotherapy, 22(3), 587-594. Florsheim, P., Shotorbani, S., Guest-Warnick, G., Barrett, T., & Hwang, W. C. (2000). Role of the working alliance in the treatment of delinquent boys in community based programs. Journal of Clinical Child Psychology, 29, 94−107. Frank, A. F., & Gunderson, J. G. (1990). The role of the therapeutic alliance in the treatment of schizophrenia. Relationship to course and outcome. Archives of General Psychiatry, 47, 228−236. Frank, J. D., & Frank, J. B. (1991). Persuasion and Healing: A comparative study of psychotherapy, (3rd Ed) Baltimore: Johns Hopkins University Press. Freud, S. (1912). Standard Ed. The dynamics of transference. In Complete Psychological Works, vol. 12. (pp. 97−108)London: Hogarth Press. Freud, S. (1913). On beginning the treatment: Further recommendations on the technique of psychoanalysis. Standard edition of the completeworks of Sigmund Freud (pp. 97-108). London: Hogarth Press. Freud, S. (1966). On the beginning the treatment. In J. Strachey (Ed. and Trans.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud (Vol. 12, pp. 112-144). London: Hogarth Press. (Original work published in 1913 Frieswyk, S. H., Allen, J. G., Colson, D. B., Coyne, L., Gabbard, G. O., Horwitz, L., & Newsom, G. (1986). Therapeutic alliance: Its place as a process and outcome variable in dynamic psychotherapy research. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 54, 32-38. Friedlander, M. L., Horvath, A. O., Cabero, A., Escudero, V., Heatherington, L., & Martens, M. P. (2006). System for observing family therapy alliances: a tool for research and practice. Journal of Counseling Psychology, 53(2), 214−224. Frieswyk, S. H., Allen, J. G., Colson, D. B., Coyne, L., Gabbard, G. O., Horwitz, L., & Newsom, G. (1986). Therapeutic alliance: Its place as a process and outcome variable in dynamic psychotherapy research. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 54, 32-38. Geller, J., Orlinsky, D., & Norcross, J. (2005). The psychotherapist’s own psychotherapy: Client and clinician perspectives. New York, NY: Oxford University Press. Gelso, C. J., & Carter, J. A. (1985). The relationship in counseling and psychotherapy: Components, consequences, and theoretical antecedents. The Counseling Psychologist, 13, 155-244. Gelso, C. J., & Carter, J. A. (1994). Components of the psychotherapy relationship: Their interaction and unfolding during treatment. Journal of Counseling Psychology, 41(3), 296-306. Gelso, C. J., & Hayes, J. A. (1998). The psychotherapy relationship: Theory, research, and practice. New York: John Wiley. Glickauf-Hughes, C., & Mehlman, E. (1995). Narcissistic issues in therapists: Diagnostic and treatment considerations. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 32(2), 213-221. Gomes-Schwartz, B. (1978). Effective ingredients in psychotherapy: prediction of outcome from process variables. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 46, 1023−1035. Gorin, S. (1993). The prediction of child psychotherapy outcome: factors specific to treatment. Psychotherapy, 30(1), 152−158. ISSN: 2148-4376 31 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Gök, A. C. (2012). Associated factors of psychological well-being: Early maladaptive schemas, schema coping processes, and parenting styles. Unpublished master’s thesis, Middle East Technical University, Ankara, Turkey. Green, J., Kroll, L., Imre, D., Frances, F. M., Begum, K., & Gannon, L. (2001). Health gain and predictors of outcome in inpatient and day patient child psychiatry treatment. Journal of the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 40, 325−332. Greenberg, L. S., Rice, L. N., & Elliott, R. (1993). Facilitating emotional change. New York: Guilford Press. Greenson, R. R. (1965). The working alliance and the transference neuroses. Psychoanalysis Quarterly, 34, 155-181. Greenson, R. R. (1967). The technique and practice of psychoanalysis. New York: International Universities Press, Inc. Gross, J. J. (2002). Emotion regulation: Affective, cognitive, and social consequences. Psychophysiology, 39(3), 281-291. Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes: Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), 348-362. Hawke, L. D., & Provencher, M. D. (2012). The Canadian French young schema questionnaire: Confirmatory factor analysis and validation in clinical and nonclinical samples. Canadian Journal of Behavioural Science, 44(1), 40-49. Hinshelwood, R., Robinson, S. & Zarate, O. (2006). Introducing Melanie Klein. Cambridge. Hoffart, A., Sexton, H., Hedley, L. M., Wang, C. E., Holthe, H., Haugum, J. A., Nordahl, H. M., Hovland, O. J., & Holte, A. (2005). The structure of maladaptive schemas: A confirmatory factor analysis and a psychometric evaluation of factor-derived scales. Cognitive Therapy and Research, 29(6), 627–644. Holland, J. L. (1997). Making vocational choices (3rd ed.). Odessa, FL: Psychological Assessment Resources Horvath, A. O., Del Re, A. C., Flückiger, C., & Symonds, D. (2011). Alliance in individual psychotherapy. Psychotherapy, 48(1), 9-16. Horvath, A. O., & Greenberg, L. S. (1989). Development and validation of the Working Alliance Inventory. Journal of Counseling Psychology, 36, 223-233. Horvath, A. O., & Symonds, D. B. (1991). Relation between working alliance and outcome in psychotherapy; A meta analysis. Journal of Counseling Psychology, 38(2),139−149. Hougaard, E. (1994). The therapeutic alliance: A conceptual analysis. Scandinavian Journal of Psychology, 35, 67−85. Huppert, J. D., Kivity, Y., Barlow, D. H., Gorman, J. M., Shear, K., & Woods, S. W. (2014). Therapist effects and the outcome-alliance correlation in cognitive behavioral therapy for panic disorder with agoraphobia. Behavior Research and Therapy, 52, 26-34. Jacobs, C. (1991). Violations of the supervisory relationship: An ethical and educational blind spot. Social Work, 36, 130-135. Johnson, S. (2001). The therapeutic alliance with early adolescents: Introduction of an instrument. Dissertation Abstracts International, 61(10), 5567B. Johnson, S., Hogue, A., Diamond, G., Leckrone, J., & Liddle, H. A. (1998). Scoring manual for the Adolescent Therapeutic Alliance Scale (ATAS).Philadelphia: Temple University Unpublished manuscript. Jung, C. G. (1976). Analytical psychology: Its theory and practice. London. Karaosmanoğlu, A., Soygüt, G., & Kabul, A. (2011). Psychometric properties of the Turkish ISSN: 2148-4376 32 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Young Compensation Inventory. Clinical Psychology and Psychotherapy. Published online in Wiley Online Library (wileyonlinelibrary.com). DOI: 10.1002/cpp.78. Kazdin, A. E., Holland, L., Crowley, M., & Breton, S. (1997). Barriers to treatment participation scale: Evaluation and validation in the context of child outpatient treatment. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 38(8), 1051−1062. Kazdin, A. E., & Nock, M. K. (2003). Delineating mechanisms of change in child and adolescent therapy: Methodological issues and research recommendations. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 44, 1116−1129. Kelly, F. D. (1997). The psychological assessment of abused and traumatized children. Mahwah, NJ: Erlbaum. Kendall, P. C. (1994). Treating anxiety disorders in children: results of a randomised controlled trial. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 62, 100−110. Kiesler, D. J. (1988). Therapeutic metacommunication: Therapist impact disclosure as feedback in psychotherapy. Palo Alto, CA: Consulting Psychologist Press. Kiesler, D. J. (1996). Contemporary interpersonal theory and research: Personality, psychopathology, and psychotherapy. New York: Wiley. Kim, S. C., Boren, D. M., & Solem, S. L. (2001). The Kim alliance scale: Development and preliminary testing. Clinical Nursing Research, 10, 314−331. Klein, M. (1932). The psychoanalysis of children. London: Hogarth Press. Klein, M. (1952). “Some Theoretical Conclusions Regarding the Emotional Life of the Infant” in Developments in Psychoanalysis, London: Hogarth Press. Köse, B. (2009). Associations of psychological well-being with early maladaptive schemas and self-construals. Unpublished master’s thesis. Middle East Technical University, Ankara, Turkey. Kroll, L., & Green, J. M. (1997). Therapeutic alliance in inpatient child psychiatry. Development and initial validation of the family engagement questionnaire. Clinical Child Psychology and Psychiatry, 2(3), 431−447. Ladany, N., Constantine, M. G., Miller, K., Erickson, C. D., & Muse-Burke, J. L. (2000). Supervisor countertransference: A qualitative investigation into its identification and description, Journal of Counseling Psychology, 47(1), 102-115. Lamb, M. E. (1975). Fathers: Forgotten contributors to child development. Human Development, 18(4), 245-266. Lamb, M. E., Pleck, J. H., & Levine, J. A. (1985). The role of the father in child development. Advances in Clinical Child Psychology, 8, 229-266. Leary, T. (1957). Interpersonal diagnosis of personality. New York: Ronald Press. Lee, C. W., Taylor, G., & Dunn, J. (1999). Factor structure of the schema questionnaire in a large clinical sample. Cognitive Therapy and Research, 23(4), 441-451. Levenson, H. (1995). Time-limited dynamic psychotherapy: A guide to clinical practice. New York: Basic Books. Linden, J., Stone, J., & Shertzer, B. (1965). Development and evaluation of an inventory for rating counseling. Personnel and Guidance Journal, 44, 267−276. Luborsky, L. (1976). Helping alliances in psychotherapy. In J. L. Claghorn (Ed.), Successful psychotherapy (pp. 92-116). New York: Brunner/Mazel. Luborsky, L. (1984). Principles of Psychodynamic Psychotherapy. New York: Basic Books. Luborsky, L., Chandler, M. Auerbach, A. H., Cohen, J., & Bachrach, H. M. (1971). Factors influencing the outcome of psychotherapy: A review of quantitative research. Psychological Bulletin, 75(3), 145-185. ISSN: 2148-4376 33 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Luborsky, L., Singer, B., & Luborsky, L. (1975). Comparative studies of psychotherapies: Is it true that "Everyone has won and all must have prizes?" Archives of General Psychiatry, 32, 995-1008. Ludwig, A. M. (1983). The psychobiological functions of dissociation. American Journal of Clinical Hypnosis, 26(2), 93-99. Macran, S., Stiles, W. B., & Smith, J. A. (1999). How does personal therapy affect therapist’s practice. Journal of Counseling Psychology, 46, 419-431. Marmar, C. R., Horowitz, M. J., Weiss, D. S., & Marziali, E. (1986). The development of the therapeutic alliance rating system. In L. S. Greenberg &W.M. Pinsof (Eds.), The psychotherapeutic process: A research handbook (pp. 367−390). New York and London: Guilford Press. Marmarosh, C. L., Gelso, C. J., Markin, R. D., Majors, R., Mallery, C., & Choi, J. (2009). The real relationship in psychotherapy: Relationships to adult attachments, working alliance, transference, and therapy outcome. Journal of Counseling Psychology, 56(3), 337-350. Marziali, E., Marmar, C., & Krupnick, J. (1981). Therapeutic alliance scales: Development and relationship to psychotherapy outcome. Journal of Nervous and Mental Disease, 172, 417−423. Mayers, D., & Hayes, J. A. (2006). Effects of therapist general self-disclosure and countertransference disclosure on ratings of the therapist and session. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 43(2), 173-185. McCarthy, W.C., & Frieze, I.H. (1999). Negative aspects of therapy: Client perceptions of therapists’ social influence, burnout, and quality of care. Journal of Social Issues, 55(1), 33-50. McCoy Lynch, M. (2012). Factors influencing successful psychotherapy outcomes. Master of Social Work Clinical Research Papers, 57. McGuire-Snieckus, R., McCabe, R., Catty, J., Hanson, L., & Priebe, S. (2007). A new scale to assess the therapeutic relationship in community mental health: STAR. Psychological Medicine, 37, 85−95. McLeod, B. D., & Weisz, J. R. (2005). The therapy process observational coding system-alliance scale: Measure characteristics and prediction of outcome in usual clinical practice. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 73(2), 323−333. Mitchell, S. A. (1988). Relational concepts in psychoanalysis. Cambridge, MA: Harvard University Press. Mitchell, S. A. (1993). Hope and dread in psychoanalysis. New York: Basic Books. Molinaro (1998). Development and validation of a new measure of therapist focus on alliance related content. Dissertation Abstracts International, 58(10), 5651B. Nissen-Lie, H. A., & Havik, O. E. (2013). The contribution of the quality of therapists’s personal lives to the development of the working alliance. Journal of Counseling Psychology, 60(4), 483-495. Orlinsky, D. E., & Howard, K. I. (1966). Therapy Session Report (Form T and Form P). Chicago: Institute of Juvenile Research. Orlinsky, D. E., & Howard, K. I. (1975). Varieties of Psychotherapeutic Experience: Multivariate Analysis of Patients' and Therapists' Reports. New York: Teachers College Press. Özbaş, A. A., Sayın, A., & Coşar, B. (2012). Üniversite sinavina hazirlanan öğrencilerde sinav öncesi anksiyete düzeyi ile erken dönem uyumsuz şema ilişkilerinin incelenmesi. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 1, 81-89. Patton, M. J. (1984). Managing social interaction in counseling: A contribution from the ISSN: 2148-4376 34 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca philosophy of science. Journal of Counseling Psychology, 31, 442-456. Pinsof, W.M. (1999). Family Therapy Alliance Scale-Revised. Unpublished Manuscript. The Family Institute, Evanston IL. Priebe, S., & Gruyters, T. (1993). Role of the helping alliance in psychiatric community care: A prospective study. Journal of Nervous and Mental Disease, 181(9), 553−557. Priebe, S., & McCabe, R. (2006). The therapeutic relationship in psychiatric settings. Acta Psychiatrica Scandinavica, 113(429), 69−72. Prochaska, J. O., & Norcross, J. C. (2006). Systems of psychotherapy: A transtheoretical analysis (Sixth Edition). Pacific Grove, CA: Brooks-Cole. Prochaska, J. O., & DiClemente C. C. (1986). Toward a comprehensive model of change. Addictive Behaviors: Processes of Change. W. R. Miller and N. Heather. New York; Plenum Press: 3-27. Richards, J. M., & Gross, J. J. (1999). Composure at any cost? The cognitive consequences of emotion suppression. Personality and Social Psychology Bulletin, 25(8), 1033-1044. Rogers, C. R. (1957). The necessary and sufficient conditions of therapeutic personality change. Journal of Consulting Psychology, 21, 95-103. Rogers, C. R. (1965). Client-centered therapy: its current practice, implications, and theory. Boston: Houghton Mifflin. Rosenberger, E. W., & Hayes, J. A. (2002). Origins, consequences, and management of countertransference: A case study. Journal of Counseling Psychology, 49(2), 221-232. Rosenfeld, H. W. (2010). Addressing personal issues in supervision: Positive and negative experiences of supervisees. Dissertation Abstracts International: Section B: The Sciences and Engineering, 71(4-B), 2699. Russell, A. & Saebel, J. (1997). Mother–son, mother–daughter, father–son, and father–daughter: Are they distinct relationships? Developmental Review, 17, 111-147. Saariaho, T., Saariaho, A., Karila, I., & Joukama, M. (2009). The psychometric properties of the Finnish Young Schema Questionnaire in chronic pain patients and a non-clinical sample. Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry, 40, 158-168. Safran, J. D. (1993). Breaches in the therapeutic alliance: An arena for negotiating authentic relatedness. Psychotherapy, 30(1), 11-24. Safran, J. D., & Muran, J. C. (2000). Negotiating the therapeutic alliance: A relational treatment guide. New York: Guilford Press. Safran, J. D., & Segal, Z. (1996). Interpersonal process in cognitive therapy. Northvale, New Jersey: Jason Aronson Inc. Sarıtaş, D. (2007). The effects of maternal acceptance-rejection on psychological distress of adolescents: The mediator roles of early maladaptive schemas. Unpublished mater’s thesis, Middle East Technical University, Ankara, Turkey. Sarıtaş, D., & Gençöz, T. (2011). Psychometric properties of “Young Schema Questionnaire-Short Form 3” in a Turkish adolescent sample. Journal of Cognitive Behavioral Psychotherapies, 11(1), 83-96. Sarlin, N.S. (1992). Working relationships in the treatment of adolescent inpatients: Early treatment predictors and associations with outcome. Dissertation Abstracts International. Saunders, S. M., Howard, K. I., & Orlinsky, D. E. (1989). The therapeutic bond scales: Psychometric characteristics and relationship to treatment effectiveness. Psychological assessment: A Journal of Consulting and Clinical Psychology, 1, 323−330. Scott, J., Teasdale, J. D., Paykel, E. S., Johnson, A. L., Abbott, R., Hayhurst, H,. Moore, R., & Garland, A. (2000). Effects of cognitive therapy on psychological symptoms and social ISSN: 2148-4376 35 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca functioning in residual depression. The British Journal of Psychiatry, 177, 440-446. Seligman, M. E. P., Reivich, K., Jaycox, L., & Gillham, J. (1995). The optimistic child. US: Houghton, Mifflin and Company. Shirk, S. R., & Saiz, C. C. (1992). Clinical, empirical and developmental perspectives on the therapeutic relationship in child psychotherapy. Development and Psychopathology, 4, 713−728. Sidney, J. B. (2013). The patient’s contribution to the therapeutic process: A Rogerian-psychodynamic perspective. Psychoanalytic Psychology, 30(2), 139-166. Smith, M. L., & Glass, G. V. (1977). Meta-analysis of psychotherapy outcome studies. American Psychologist, 32, 752-760. Smith-Acuna, S., Durlak, J., & Kaspar, C. (1991). Development of child psychotherapy measures. Journal of Clinical Child Psychology, 20, 126−131. Solano, C. H. Batten, P. G., & Parish, E. A. (1982). Loneliness and patterns of self-disclosure. Journal of Personality and Social Psychology, 43(3), 524-531. Soygüt, G., Karaosmanoğlu, H.A., & Çakır, Z. (2008a). Early stage maladaptic schemas: An examination of the psychometric properties of the Young Parenting Inventory. Turkish Psychological Articles, 11(22), 34–36. Soygüt, G., Karaosmanoğlu, A. ve Çakır, Z. (2009). Erken Dönem Uyumsuz Şemaların Değerlendirilmesi: Young Şema Ölçeği Kısa Form-3'ün Psikometrik Özelliklerine İlişkin Bir İnceleme. Türk Psikiyatri Dergisi, 20(1), 75-84. Stallard, P. (2007). Early maladaptive schemas in children: Stability and differences between a community and a clinic referred sample. Clinical Psychology and Psychotherapy, 14, 10-18. Sterba, R. (1934). The fate of the ego in analytic therapy. International Journal of Psychoanalysis, 15, 117-126. Stricker, G. & Healey, B. J. (1990). Projective assessment of object relations: A review of the empirical literature. Psychological Assessment, 2, 219-230. Strong, S. R. (1968). Counseling: An interpersonal influence process. Journal of Counseling Psychology, 15, 215−224. Sullivan, H. S. (1953). The interpersonal theory of psychiatry. New York: Norton. Svensson, B., & Hansson, L. (1999). Relationships among patient and therapist ratings of therapeutic alliance and patient assessment of therapeutic process: A study of cognitive therapy with long term mentally ill patients. Journal of Nervous and Mental Disease, 87(9), 579−585. Symonds, D., & Horvath, A. O. (2004). Optimising the alliance in couple therapy. Family Process, 43(4), 443−455. Taber, B. J., Leibert, T. W., & Agaskar, V. R. (2011). Relationships among client–therapist personality congruence, working alliance, and therapeutic outcome. Psychotherapy, 48(4), 376-380. Teitelbaum, S. H. (1990). Supertransference: The role of the supervisor's blind spots. Psychoanalytic Psychology, 7, 243-258. Tracey, T. J., & Kokotovic, A. M. (1989). Factor structure of the Working Alliance Inventory. Psychological Assessment, 1, 207–210. Ünal, B. (2012). Early maladaptıve schemas and well-beıng: Importance of parenting styles and other psychological resources. Unpublished master’s thesis, Middle East Technical University, Ankara, Turkey. Wampold, B. E., & Brown, G. S. (2005). Estimating variability in outcomes attributable to ISSN: 2148-4376 36 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca therapists: A naturalistic study of outcomes in managed care. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 73(5), 914−923. Wachtel, P. L. (2008). Relational theory and the practice of psychotherapy. New York: Guilford Press. Winnicott, D. W. (1965). The Family and Individual Development. London: Tavistock. Young, J. (1994). Young Parenting Inventory. Unpublisehed report. Young, J. (1995). Young Compensation Inventory. New York: Cognitive Therapy Center of New York. Young, J. E. (1999). Cognitive therapy for personality disorders: A schema-focused approach. (3rd ed.) Sarasota FL: Professional Resource Press. Young, J. E., & Brown, G. (1990). Young Schema Questionnaire: Special Edition. New York: Schema Therapy Institute. Young J. E., Klosko J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: A practitioner’s guide. New York. The Guilford Pres. Young, J., & Rygh, J. (1994). Young-Rygh Avoidance Inventory. New York: Cognitive Therapy Center of New York. Zetzel, E. (1956). Current concepts of transference. International Journal of Psychoanalysis, 37, 369-375. ISSN: 2148-4376 37 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 13-38 Bahar Köse Karaca Summary: Therapeutic Alliance among Supervisor, Therapist, and Client Trio and Schema Concept as the Affecting Factor: A Case Analysis In the present study, the aim was to measure the effects of Young schema domains, Young maladaptive coping styles, and Young parenting styles on working alliance among Supervisor A, Therapist B, and Client C. For the case study, participants were a supervisor (clinical psychology doctorate student), a therapist (clinical psychology master student), and a client (applicant to AYNA Psychotherapy Unit). In order to measure working alliance, two types of measurement, one qualitative (open ended questions and relational circles, which were developed by the researcher) and one quantitative scale (Working alliance inventory/supervisor-therapist and therapist-client forms) were used. According to the results, a relation between Young schemas, parenting styles, and coping styles and working alliance was found among Supervisor A, Therapist B, and Client C. Associations were discussed in line with Schema Theory. Keywords: Schema Theory, Working Alliance, Supervision, Psychotherapy ISSN: 2148-4376 38 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök Psikoterapi Süpervizyonunda Paralel Süreç: Bir Vaka Çalışması Ali Can Gök Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet Paralel süreç kavramı, psikoterapi süpervizyonu sürecinde, hem terapi hem de süpervizyon ikililerindeki ilişkisel örüntülerin bilinçdışı bir şekilde tekrarlanmasına denmektedir. Birçok terapist ve süpervizör paralel süreci süpervizyonda önemli bir araç ve değerli bir iletişim biçimi olarak görmektedir. Paralel süreç kavramı alanda dikkat çeken bir konu olmasına rağmen, görgül bir şekilde yeterli olarak desteklenmemiştir. Bu makale paralel süreç kavramı üzerine bir literatür derlemesi ve örnek olarak bir vaka sunumu içermektedir. Anahtar kelimeler: Paralel Süreç, Psikoterapi, Süpervizyon, Süpervizyon İkilisi, Terapötik İkili ISSN: 2148-4376 39 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök Psikoterapi Süpervizyonunda Paralel Süreç: Bir Vaka Çalışması Paralel süreç psikoterapi süpervizyonu literatüründe oldukça bilinen ve çalışılan bir kavramdır (Morissey ve Tribe, 2001; Raichelson, Herron, Primevera, Ramirez, 1997; Grey ve Fiscalini, 1987), ve özellikle psikoanalitik ekolde önemi vurgulanmıştır (Raichelson, ve diğerleri, 1997; Grey ve Fiscalini, 1987). Psikoterapi süpervizyonu, terapistin bir veya daha fazla danışanla yaptığı çalışmaların ele alındığı ve doğası gereği üç kişiyi içeren bir süreçtir (Tracey, Bludworth, Glidden-Tracey, 2012). Süpervizyon, en önemlisi danışana daha iyi bir yardım sunma olmak üzere, birçok işleve sahiptir (Morissey ve Tribe, 2001). Bu üç kişilik ilişki içerisinde terapötik ikili ve süpervizyon ikilisi bulunmaktadır. Paralel süreç, terapötik ikili (terapist ve danışanı içermekte olan) ve süpervizyon ikilisinde (süpervizör ve terapisti içermekte olan) ilişkisel örüntülerin bilinçdışı bir şekilde tekrar edilmesi ile ortaya çıkmaktadır (McNeill ve Worthen, 1989). Paralel süreci tanımlamak için kriterler biraz belirsiz kalmaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987; Watkins, 2012). Bu sebeple Grey ve Fiscalini (1987) paralel süreci betimleyecek kriterleri: a. Birbiriyle ilişkili olan iki ya da daha fazla durumun olması b. Bu durumlarda aynı savunma mekanizmalarının kullanılması c. Bu ilişkili durumların ortak bir elemanının olması ve o elemanın kullanılan savunma mekanizmasını durumlar arasında taşıyan kişi olması d. Ve durumlar arasında savunma mekanizmasını taşıyan kişinin ikinci durumda ilkinde olduğunun karşı durumunda olması şeklinde özetlemiştir. Bu kriterlere göre, örneklemek gerekirse: I. durum ve II. durumumuz olsun ve bu iki durum birbiriyle ilişkili olsun. Her durumda da A ve B rolleri olsun. X kişisi bu her iki durumda da yer alırken I. durumda A rolünde olup, II. durumda da B rolünde olması oluşan süreci paralel süreç olarak adlandırabilmemizi sağlayacaktır. Paralel sürecin, "gerekli ve kaçınılmayacak bir süreç" olduğunu söyleyenler bulunmakla beraber (McNeill ve Worthen, 1989; Searles, 1955; Tracey ve diğerleri, 2012), "tamamıyla bir yanılsama olduğunu" savunan terapist ve süpervizörler de vardır (Lesser, 1983). Birçok terapist ve süpervizör paralel süreci süpervizyonda önemli bir araç ve değerli bir iletişim biçimi olarak algılamaktadır (McNeill ve Worthen, 1989; Morissey ve Tribe, 2001). Paralel süreci ele almayı hedefleyen müdahaleler süpervizyon sürecinin kalitesini arttırmaktadır (Morissey ve Tribe, 2001). Mamafih, paralel sürecin her süpervizyonda mı olduğu yoksa sadece belirli ilişkilerde mi ortaya çıktığı konusunda soru işaretleri vardır (Tracey ve diğerleri, 2012; Watkins, 2012). Bir çalışmanın sonuçları paralel sürecin her süpervizyonda var olduğunu ortaya koymaktadır, fakat bu konuda emin olarak bir şey söylenmesi için bu ve benzeri çalışmaların tekrarlanması gerekmektedir (Raichelson ve diğerleri, 1997). Paralel süreç kavramı alanda dikkat çeken bir konu olmasına rağmen, görgül olarak yeterli şekilde desteklenmemiştir (Grey ve Fiscalini, 1987; Raichelson ve diğerleri, 1997; Tracey ve diğerleri, 2012). Kavramın kendisi can alıcı olmasına rağmen (Mothersole, 1999) bazı yazarlar "tekinsiz" olarak görmektedirler (Grey ve Fiscalini, 1987; Mothersole, 1999). Bir araştırma, paralel sürecin varlığının hem terapistler hem de süpervizörler tarafından süpervizyonun bir parçası olarak tanındığını ve kuramsal yönelimin paralel sürecin varlığını kabul etme konusunda bir fark yaratmadığını rapor etmiştir (Raichelson ve diğerleri, 1997). Öte yandan, paralel süreç ISSN: 2148-4376 40 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök üzerine düşünmek psikolojik bağımsızlık ve kişilerarası etki üzerine temel felsefi sorunları da gündeme taşımaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987). Kimi araştırmacılar paralel sürecin yarattığı etkinin bu tartışmalara konu olacak kadar büyük olmadığını sadece süpervizyon ve terapinin gidişatını etkileyebilecek ufak eğilimler oluşturduğunu dile getirmektedir (Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel sürecin kökenleri psikoanalizin aktarım ve karşıaktarım kavramlarına dayanmaktadır (Sumeral, 1994; McNeill ve Worthen, 1989; Morissey ve Tribe, 2001). Terapötik ikilideki terapistin karşıaktarımı ile süpervizyon ikilisinde süpervizörün karşıaktarımının benzeşmesi ile farkına varılmaya başlanılmıştır (McNeill ve Worthen, 1989). Fakat bazı yazarlar, aşağıda da değinileceği üzere, paralel süreci karşıaktarım kavramı çerçevesi içerisinde ele almaktan kaçınmıştır (Searles, 1955). Bunun yanı sıra, paralel sürecin varlığı, bilinçdışı öğeleri dahil etmeden, psikoanalitik ekol dışındaki terapi ekolleri tarafından da desteklenmiştir (Raichelson ve diğerleri, 1997; Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel süreç kavramı psikanalitik yönelim kaynaklı olmasına rağmen diğer yönelimlerden de kabul görüp çalışılmıştır (Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel Sürecin Nedenleri Bu başlık altında paralel sürece katkıda bulunan bazı faktörler incelenecektir. Paralel sürecin nedenleri üzerine bir fikir birliği sağlanmamış (Morissey ve Tribe, 2001) olsa da kısmi açıklamalar bulunmaktadır (Mothersole, 1999). Öncelikle, terapi ile süpervizyon arasındaki durumsal benzerliklerin paralel sürece katkısı olan nedenlerden biri olabileceği öne sürülmüştür (Sach ve Shapiro, 1976). Çeşitli kaynaklar bu durumsal benzerlikleri otorite ve yakınlık kavramları ile açıklamışlardır (Grey ve Fiscalini, 1987; Tracey ve diğerleri, 2012; Doehrman, 1976). Bunun yanı sıra, süpervizyon ve terapi arasındaki bir başka benzerlik de ikisinde de “yardım alma” ve “yardım etme” davranışlarının bulunması ve terapi ilişkisinde yardım etme rolünde olan terapistin süpervizyon ilişkisinde yardım alma pozisyonuna geçiyor olmasıdır (McNeill, ve Worthen, 1989). Yardım alma ve yardım etme davranışları sırasında kurulan otorite ve yakınlık dereceleri süpervizyon ve terapi durumları arasında benzeşebilmektedir (Tracey ve diğerleri, 2012). Eğitimine devam eden terapistin, didaktik bir şekilde öğretilen -kişiliğinden bağımsız- becerileri öğrenmekle kalmadığı, bunun yanı sıra kendi kişiliği ile çok yakın ilişkide bulunan profesyonel bir kimlik oluşturduğu savunulmuştur (Doehrman, 1976). Bu durumun süpervizyonu didaktik bir eğitimden ziyade -terapi olmasa da- terapi benzeri bir durum haline getirdiği, dolayısıyla terapi ile süpervizyon arasında benzer gündemlerin oluşmasına neden olduğu düşünülmüştür (Doehrman, 1976). Yukarıdakilere ek olarak, Ekstein ve Wallerstein (1958) paralel sürecin bir öğrenme biçimi olduğunu savunmuş; terapistin, terapi sürecinde karşılaştığı ve ele alamadığı materyali süpervizyonda tekrar edip süpervizörün benzer meseleleri ele alış tarzını öğrendiğini ifade etmişlerdir. Sach ve Shapiro (1976), paralel sürecin sözel olarak ifade edilemeyenlerin aktarılması için kullanılan bir iletişim aracı olduğunu söylemiş; ele alınamayan materyalin terapiden süpervizyona –sözel olarak ifade edilemediğinden- bu iletişim kanalıyla aktarıldığı düşünmüşlerdir (Ekstein ve Wallerstein, 1958). Paralel Süreç Kavramının Tarihsel Gelişimi Bu makalede ‘paralel süreç’ olarak adlandırılan olguya, geçmişte literatürde ‘yansıma süreci’, ‘aynalama’ ve ‘paralel harekete geçme’ gibi isimler de verilmiştir (Morissey ve Tribe, 2001). Paralel süreç kavramına ilk olarak Searles (1955) ‘yansıma süreci’ olarak değinmiştir. Üç ISSN: 2148-4376 41 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök sene sonra, Ekstein ve Wallerstein (1958) aynı olguyu paralel süreç olarak adlandırmıştır. Searles (1955) süpervizyon sürecinde süpervizörün yaşadığı duyguların terapist ve danışanı arasındaki ilişki ile alakalı zengin bir bilgi kaynağı olduğu fikrini savunmuştur. Bununla birlikte süpervizörün duygusal deneyiminin yapısının genellikle terapi ilişkisinde yaşanan zorluğu yansıttığını öne sürmüş; süpervizörün, bilinçdışı bir şekilde taşınan duygusal bilgileri ele almadığı sürece, danışan hakkındaki bilgisinin terapistin sözel olarak anlattıklarıyla sınırlı kaldığını öne sürmüştür (Searles, 1955). Bir yandan da, o zamanın paradigması içerisinde süpervizörün duygusal deneyimlerinin ele alınması kolay kabul edilebilecek bir durum olarak görülmemiştir (Meerloo, 1952). Süpervizörün olumsuz duygulanımı bir karşı aktarım sorunu olarak görülmüş ve süpervizyon sürecinde istenmeyen bir durum olarak ele alınmıştır. Yansıtma süreci, karşı aktarım kavramından ayrı bir olgu olmasıyla birlikte karşı aktarım ile ilişkili de bir olgudur. Searles’a göre (1955) karşı aktarımda duygusal deneyimin kaynağı olarak süpervizörün kendi geçmiş deneyimleri olarak görülmekteyken yansıtma sürecinde ise bu duygusal deneyimin kaynağı danışandır ve terapist aracılığıyla süpervizöre taşınmıştır. Searles’ın (1955) en büyük katkılarından birisi de süpervizörün duygusal deneyimlerinin zararlı olarak görülmeyip, faydalı bir araç olarak ele alınmasıdır (Mothersole, 1999). Öncesinde süpervizörün duygusal deneyimleri süpervizyon sürecini sekteye uğratacak bir konu olarak görülmüştür (Mothersole, 1999). Paralel Sürecin Yönü Paralel süreç en başta, başlangıç noktası danışanın bilinçaltı olduğu tek yönlü bir süreç olarak görülmüştür (Grey ve Fiscalini, 1987; Searles, 1955). Fakat, bazı yazarlar başlama noktasının danışan olduğu kadar süpervizörün de olabileceği iki yönlü bir süreç olarak ele almışlardır (Doehrman, 1976; Tracey ve diğerleri, 2012). Başlangıç noktasının süpervizör olduğu paralel süreç durumlarında, terapist danışanına süpervizyonda süpervizörünün kendisine davranma biçimini andırır şekilde davranmaktadır (Doehrman, 1976; Tracey ve diğerleri, 2012). Mothersole (1998), üç tip paralel süreç tanımlamıştır. Birinci tip paralel süreç, Searles’in (1955) tanımladığı gibi, başlangıç noktasının danışan olduğu, terapötik ilişkideki örüntünün süpervizyon ilişkisine aktarıldığı durum olarak betimlenmiştir. İkinci tip paralel süreçte ise süpervizyon ilişkisindeki sorunlar terapistten kaynaklı olarak hem süpervizyon ilişkisine hem de terapi ilişkisine yansımaktadır. Bu durumun gerçek bir paralel süreçten ziyade terapistin çözülmemiş duygusal bir çatışmasını yahut beceri eksikliğini gösterdiği düşünülmektedir (Mothersole, 1998). Son olarak da üçüncü tip paralel süreç, Doehrman’ın da (1976) vurguladığı gibi, süpervizörün terapiste olumsuz bir örnek teşkil ettiği durum olarak tanımlanmıştır. Bunların yanı sıra, süpervizyon ve terapinin karmaşık yapısı göz önünde bulundurulduğunda, paralel süreç başlangıç noktası olan bir süreçten ziyade döngüsel bir dinamik olarak da görülmektedir (Morissey ve Tribe, 2001). Bazı yazarlar, paralel sürecin süpervizör, terapist ve danışan üçlüsünün birbirinin içine geçen süreçlerinin ortaya çıkardığı oynanan bir “oyun” olduğu görüşünü savunmuştur (Grey ve Fiscalini, 1987). Bu görüşte de paralel süreç bilinçdışı duygusal çatışmalardan çıkmaktadır. Terapist danışanın savunma mekanizmasını süpervizyon sürecine bilinçdışı bir şekilde taşımaktadır ve buradaki amaç danışanla ilişkili problemin ne olduğu mesajını vermektir. Süpervizör de o davranış örüntüsünü terapistin danışana davrandığı bir şekilde davranış örüntüsünü tamamlamaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987). Bu davranışlar, süpervizör ile terapistin karakteristik davranışları olarak görülmemekle beraber danışanın davranış örüntülerini andırmaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987). ISSN: 2148-4376 42 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök Görgül Araştırmalar Önceden de belirtildiği gibi paralel sürecin karmaşık doğası gereği ve bu karmaşık olguyu ölçmenin teknik zorluklarından ötürü paralel süreci araştıran görgül araştırma sayısı çok azdır (Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel süreç üzerine alanyazının çoğu vaka çalışmalarına dayanmaktadır. Dolayısıyla, bu durum genelleyebilme sorunlarını ortaya koymaktadır (Mothersole, 1999; Tracey ve diğerleri, 2012). Paralel süreci inceleyen ilk çalışma Doehrman’ın (1976) çığır açan çalışmasıdır. Doehrman (1976) paralel sürecin her zaman danışanın bilinçdışı nevrotik ihtiyaçlarından kaynaklanmayabileceğini ortaya koyan ilk kişidir. Terapötik ikilinin ilişki örüntüsünün süpervizyon ikilisine sirayet edebileceği gibi süpervizyon ikilisinin de örüntülerinin terapötik ikiliye geçebileceğini söyleyerek paralel sürecin iki yönlü olabileceğini iddia etmiştir (Doehrman, 1976). Çalışmanın bir başka önemli bulgusu da paralel sürecin süpervizyonun her gelişim sürecinde ortaya çıkabileceğini göstermiş olmasıdır. Dahası, süpervizyon sürecinde daha ileri olan terapistlerin yeni başlayanlara göre paralel sürecin yorumlanmasından daha fazla faydalanabildiği görülmüştür. Bunun da sebebinin yeni başlayan terapistlerin yorumlardan faydalanabilecek düzeyde içgörü kazanamamış olmaları bulunmuştur. Yeni başlayan terapistlerle çalışırken, kaygı düzeyini azaltmak ve temel terapötik becerilerin gelişmesi için somut ve yapılandırılmış müdahalelerin daha etkili olduğu savunulmuştur (McNeill ve Worthen, 1989). Bir başka araştırma, paralel sürecin varlığını destekleyecek önemli bulgular sunmuştur (Tracey ve diğerleri, 2012). On yedi farklı süpervizör-terapist-danışan grubunu inceleyen çalışmada, paralel süreç kavramına uygun şekilde davranış değişikliklerinin olduğu kaydedilmiştir (Tracey ve diğerleri, 2012). Buna ek olarak, eğer terapist süpervizörün davrandığı gibi davranmaya başlarsa danışanın iyi yönde ilerlediği kaydedilmiştir (Tracey ve diğerleri, 2012). Terapötik ve süpervizyon ikilisinin ortak üyesi olan terapist önce terapi ilişkisinde örüntüyü süpervizyona taşımakta ve sonra süpervizyonda konunun ele alınışını modelleyip terapi ilişkisine taşımaktadır (Tracey ve diğerleri, 2012). Bu sonuçlar paralel sürecin süpervizyon için gerekli ve kullanışlı bir araç olduğunu desteklemekle kalmayıp paralel süreç gibi karmaşık kavramların bile görgül yöntemlerle sınanabileceğini göstermiştir (Watkins, 2012). Paralel Süreç Mekanizmaları Paralel sürecin nasıl ortaya çıktığı konusunda birden fazla mekanizma savunulmuştur (Grey ve Fiscalini, 1987). Farklı kuramsal yönelimlerden paralel sürecin nasıl ortaya çıktığına dair fikirler ortaya atılmıştır ve henüz paralel sürecin nasıl işlediğine dair bir mutabakat sağlanamamıştır (Morissey ve Tribe, 2001). Özdeşim ve yansıtmalı özdeşimin paralel sürecin altında yatan savunma mekanizmaları olabileceği ortaya konulmuştur (Searles, 1955; Grey ve Fiscalini, 1987). Searles’a göre (1955), bilinçdışı özdeşim paralel sürecin altında yatan savunma mekanizmasıdır. Paralel süreç, danışanın bastırdığı ya da ayrıştırdığı duygularının gün yüzüne çıkması ile başlamakta, bu nedenle danışanda kaygı yükselmekte ve buna karşı savunma mekanizmaları işletilmektedir. Ortaya çıkan kaygı karşısında terapist kişisel özellikleri ile alakalı olarak kendi kaygısını tecrübe etmektedir. Sonrasında, bilinçdışında yükselen bu kaygı deneyimi ile terapist ya danışanın kaygı karşısında kullandığı savunma mekanizmalarının aynısını ya da tamamlayıcı şekilde olan savunma mekanizmalarını kullanmaya başlamaktadır. Bu şekilde terapist bilinçdışı ve sözel olmayan bir şekilde süpervizöre terapide ortaya çıkan sorunun doğası hakkında fikir vermektedir (Searles, 1955). ISSN: 2148-4376 43 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök Yansıtmalı özdeşim mekanizmasında ise danışan terapistin içine duyguyu yerleştirmekte ve sonrasında da terapist de süpervizörün içine o duyguları aktarmaktadır (Grinberg, 1979). Bu duyguların kaynağı süpervizör ya da terapist değildir, dolayısıyla karşı aktarım kavramı ile açıklanmamaktadır (Grey ve Fiscalini, 1987). Bu noktada, ortaya çıkan durumun bitmemiş karşı aktarım meseleleri ya da çözülmemiş nevrotik çatışmalardan kaynakladığı yönünde itirazlar yükselmektedir; öte yandan, paralel sürecin ortaya çıkmasına sebep olan duygusal deneyimlerden kurtulabilecek kadar yüksek bir farkındalık ve beceri düzeyinin mümkün olmadığı savunulmuştur (Searles, 1955). Özdeşim ve yansıtmalı özdeşim savunma mekanizmalarıyla paralel süreci açıklamak, paralel sürecin danışanın nevrotik ihtiyaçlarından kaynakladığını ve terapist ile süpervizörün taşınan mesajların alıcısı olduğunu söylemektir (Grey ve Fiscalini, 1987). Önceki açıklamalar birbirleriyle yakından ilişkilidir ama bir yandan da paralel sürecin farklı kısımlarına odaklanmışlardır (Morissey ve Tribe, 2001). Grey ve Fiscalini, önceki açıklamaların dar kapsamlı ve test edilemez olması nedeniyle paralel süreci yeni bir bakış açısı ile ele almışlardır (1987). Bu bakış açısı, paralel süreci birbirine yapısal ve dinamik olarak benzeyen sadece psikoterapi ve süpervizyonda değil tüm kişilerarası durumlarda ortaya çıkabilecek olan bir zincirleme reaksiyon olarak ele almıştır. Güç ve yakınlık boyutları olan tüm ilişki serilerinde ortaya çıkabileceğini savunmuşlardır (Grey ve Fiscalini, 1987). Bunun yanı sıra, paralel süreçteki rollerin karşılıklı olabileceği kadar birbirlerini tamamlayıcı da olabileceği savunulmuştur (Mothersole, 1999). Bu noktada terapist ve süpervizör mesajın alıcı konumundan sıyrılıp süreçte aktif olarak yer aldıkları düşünülmektedir. Grey ve Fiscalini (1987) paralel süreci Berne’nin (1964) “oyun” kavramı ile açıklamışlardır. Oyun kavramı iki ya da daha fazla kişi arasında tekrar eden davranış örüntüleri olarak tanımlanmıştır ve kişilerin aynı oyun içerisinde karşılıklı ve birbirini tamamlayan rollerde bulunabileceği savunulmuştur (Berne, 1964). Örnek olarak, eğer bir kişi “b davranışı” karşısında “a davranışını” gösteriyorsa cevap olarak, sonraki durumda “b davranışını” gösterip cevap olarak “a davranışını” görebilir. Paralel süreç birbirinin içine geçmiş aktarım ve karşı aktarımlardan oluşan, tarafların benzer savunma stillerine çekimiyle bağlanan danışan, terapist ve süpervizör üçlüsünün oynadığı bir oyun olarak değerlendirilmiştir. Diğer açıklamalardan farklı olarak bu bakış açısında paralel süreç katılımcıları danışanın nevrotik ihtiyaçları karşısında durumsal olarak benzeşmez, zaten ilk andan itibaren birbirlerine bazı önemli açılardan benzemektedirler. Bu sebeple aynı duygusal çatışma karşısında benzer savunma biçimlerini kullandıkları düşünülmektedir. Paralel sürecin açıklanmasında diğer bir görüş de kişilerarası kuramdan gelmektedir (Tracey ve diğerleri, 2012). Güç ve yakınlık boyutları tüm insan ilişkilerinin içerisinde bulunmaktadır ve neredeyse tüm ilişkiler bu boyutlar açısından incelenebilir (Tracey ve diğerleri, 2012). Bununla beraber, bir kişinin davranış biçimi karşı tarafın onu nasıl yanıtlaması gerektiği bilgisini de taşımaktadır. Her davranış, kişinin kendini ilişkide nasıl konumlandırdığını göstermektedir (Tracey ve diğerleri, 2012). Bu bilgiler ışığında bir paralel süreç örneği aşağıda açıklandığı gibi oluşmaktadır (süpervizyon ve terapinin basite indirgenmeyecek kadar karmaşık bir yapıda olduğunu kabul etmekle beraber anlatımın kolaylığı için basitleştirme yoluna gidilmiştir): danışan yardım alma amacıyla terapiye başlar (teslimiyetçi davranış) ve terapist de yardım ederek bu davranışı tamamlar (baskın davranış). Sonrasında danışan terapistin müdahalelerini boşa çıkarır (güvensiz davranış) ve terapist de bu durum karşısında eleştirel bir tutum izler ve bu konu süpervizyona taşınır. Süpervizyonda da benzer bir kişiler arası örüntü gerçekleşir (terapistin yardım alma amacıyla süpervizyona başvurması ile başlayan) (Tracey ve diğerleri, 2012). Özetlemek gerekirse, süpervizör-terapist-danışan üçlüsünün birbirini tamamlayıcı ISSN: 2148-4376 44 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök davranışları sürecin temelini oluşturmaktadır. Paralel Sürecin Çözülmesi Süpervizyonda paralel sürecin işlenmesi gerekli görülmektedir (Sumeral, 1994). Paralel süreç bir araç olarak süpervizyonda etkili bir şekilde kullanıldığında terapistin gelişimine katkıda bulunmaktadır ve dahası paralel süreç süpervizyonda ele alındığında danışanda da gelişme olduğu kaydedilmiştir (Doehrman, 1976). Searles’a göre (1955) paralel süreç neticesinde ortaya çıkan kaygı en fazla danışanda bulunmaktadır ve önce terapiste sonra da süpervizöre doğru ilerledikçe bu kaygı miktarı azalmaktadır. Bu azalma en yüksek farkındalık düzeyinin süpervizörde olması ve duygusal olarak en az süpervizörün yatırım yapmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumdan mütevellit, süpervizör daha rahat bir şekilde bilinçdışı materyali sözel olarak ele alabilmektedir. Süpervizyon ilişkisi ilerledikçe ve farkındalık düzeyi arttıkça süpervizör-terapist ikilisi kendilerini gözlemleyebilir ve terapötik açıdan anlamlı olan bu içgörüden faydalanır hale gelmektedir (Searles, 1955). Çözülme hakkında bir farklı görüş de kişilerarası kuramdan gelmektedir (Tracey ve diğerleri, 2012). Bu görüşe göre süpervizör ilk etapta terapistin danışandan taşıdığı materyal karşısında tamamlayıcı bir rol edinmekte ve sonrasında süpervizör kasıtlı olarak bu rolde değişim yapmaktadır. Süpervizyonda gelişen bu değişim ardından terapötik sürece de yansımakta ve farklı beklentiler ile alternatif davranışların gündeme gelmesine yardımcı olmaktadır (Tracey ve diğerleri, 2012). Süpervizyonda paralel sürecin ele alınabilmesi için süpervizörün farkındalık düzeyinin yüksek olması elzemdir (Sumeral, 1994; Morissey ve Tribe, 2001). Paralel süreci etkin bir şekilde kullanmak için tarafların “ilişkide neler oluyor” sorusunun cevabını iyi anlamaları gerekmektedir (Carroll, 1996). Bu tarz bir bilgiyi kullanmanın terapistin, süpervizyon ve terapide nasıl ilişki kurduğu yönünde de aydınlatıcı olduğu düşünülmektedir (Sumeral, 1994). Paralel süreci hedef alan müdahalelerin neticede terapistin gelişimine yardımcı olacağı ve bu şekilde danışanın iyilik haline katkıda bulunacağı öne sürülmüştür (Sumeral, 1994). Paralel süreç ile çalışırken her durumu paralel süreç olarak yaftalanması veya paralel olarak gelişen süreçlerin tespit edilememesi riski vardır (Feltham ve Dryden, 1994; Mothersole, 1999). Bunun yanı sıra, paralel süreç süpervizyonda kullanılacak etkili bir araçtır fakat tek başına yeterli bir araç değildir (Raichelson ve diğerleri, 1997). Morissey ve Tribe (2001) paralel süreci hedef alan müdahalelerin zamanlamasının da önemli olduğunu vurgulamaktadır. Sonuç olarak, paralel süreç ile çalışırken yapılan müdahalenin yardım edici ve terapötik olduğunu gösteren en büyük gösterge terapi sürecinde fayda sağlanıp sağlanmadığıdır (Sumeral, 1994; Morissey ve Tribe, 2001). Vaka Çalışması Öncül hikaye Behzat Bey, özel sektörde hekim olarak çalışan 38 yaşında erkek bir danışandır ve terapiye uçak korkusu şikâyetiyle başvurmuştur. Behzat Bey terapiye başlamadan önce sakinleştirici kullanarak uçağa binmiştir ve terapideki amacı bunu ilaç yardımı olmadan yapabilmektir. Uçağa binme korkusunun, eşi 4 aylığına Hollanda’da çalışma yapmaya gittiğinde, kendisini eşinin yanına gitmekten alıkoyduğunu ifade etmiştir. Bu olaydan sonra Behzat Bey bu sorununu çözmesi gerektiğini düşünmüştür. ISSN: 2148-4376 45 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök Birkaç seans geçtikten sonra Behzat Bey’in uçak korkusunun altında kontrolcülük ile alakalı meselelerin yattığı ortaya çıkmıştır. Hayatını planlı ve programlı geçiren Behzat Bey, eğer bir şeyler ters giderse her zaman alternatif planlara sahiptir. Behzat Bey’in uçak korkusu, uçuş sırasında beklenmedik bir durum ortaya çıkarsa “bir şey yapamayacak” oluşundan kaynaklı olabileceği düşünülmüştür. Kendisi durumu “eğer arabada bir şey olursa arabayı durdurursun; eğer, gemide bir şey olursa atlar ve yüzersin” diye özetleyip “eğer uçakta bir şey olursa yapabileceğin bir şey yok” şeklinde aktarmıştır. Behzat Bey için başka bir sorun alanı ise stres altındayken ortaya çıkan somatik yakınmalarıdır. Bu somatik yakınmalar genellikle mide ya da tansiyon ile alakalıdır. Behzat Bey durumu “bazen o kadar saçma belirtiler hissediyorum ki bedenimde, bir doktor olarak bunların gerçek olamayacağını biliyorum” şeklinde ifade etmektedir. Bu yakınmalar yakından incelendiğinde Behzat Bey’in kendisini “arada kalmış” hissettiği durumlarda ortaya çıktığı görülmüştür. İlk yakınmasının ebeveynleri tartışırken arada kaldığında ortaya çıktığını aktarmıştır. Ebeveynleri Behzat Bey’i aralarındaki meseleyi çözmesi için Bursa’ya çağırmışlardır (Behzat Bey Ankara’da yaşamaktadır). Vardığında meseleyi çözmeye çalışmıştır fakat çözemeyeceğini anladığı anda tansiyonunun yükselmeye başladığını hissetmiştir. Bunun üzerine Behzat Bey kalp krizi geçirdiğini düşünüp dehşete kapılmıştır. Behzat Bey hastaneye gittikten sonra ebeveynleri Behzat Bey’e “konuyu kafaya takmamasını, kendilerinin halletmeye çalışacaklarını” söylemiştir. Burada da somatik yakınmalar da Behzat Bey’in kontrolcülüğü ile ilişkilidir. Somatik yakınmalar Behzat Bey’e meseleyi kontrol edip bir plan neticesinde çözemediğinde bir çıkış kapısı sağlamıştır. Behzat Bey’in annesi bağımsız yaşayamayan pasif bir kadındır. Behzat Bey “Otobüse bile tek başına binemez” şeklinde tanımlamıştır. Öte yandan, babası askeri bir kariyeri olan baskın bir figürdür. Behzat Bey, ebeveynleri arasındaki ilişkinin tatmin edici olmaması nedeniyle psikolojik anlamda annesinin bakımını üstlendiğini belirtmiştir. Annesine defalarca evliliğinde mutlu değilse boşanmayı düşünmesi gerektiğini ve boşanmadan sonra kendisinin ona destek olacağını söylemiştir. Fakat Behzat Bey’in annesi babasından ayrılmamıştır. Behzat Bey babasının kendisine karşı her zaman eleştirel olduğunu söylemiş ve Tıp Fakültesini kazandığında babasının İngilizce eğitim veren bir Tıp Fakültesine girememesi yönünde eleştirdiğini aktarmıştır. Behzat Bey ile başlayan terapinin odak noktası kontrolcülük olmuştur. Sunulan tablo da aşağıdaki şekilde kavramsallaştırılmıştır: baskın bir baba figürü ve pasif bir anne figürüne sahip Behzat Bey annesini babasının eleştirelliğinden korumak için kendisini öne sürmüştür. Annesi için kendisini feda ederken babasının kendisine vermiş olduğu suçlu konumunu kabullenmiş ve suçluluğu üzerine almıştır. Kontrolcülüğü de bu suçluluktan kaçınmak için kullanmıştır. Eğer her şey kontrol altında olursa hiçbir şey yanlış gidemez ve dolayısıyla suçluluk hissedecek bir durum ortaya çıkmaz şeklinde bir varsayımı olduğu düşünülmüştür. Bu strateji hayatı boyunca iyi işlemiş fakat ölüm gibi kontrol edemeyeceği bir durum ortaya çıkınca Behzat Bey’i yüzüstü bırakmıştır. Annesi ve babası arasındaki sorunlar Behzat Bey’in semptomlarının çıkmasından çok önce var olmasına rağmen, Behzat Bey bedeninin kendisine ihanet edip ölebileceğini fark ettiğinde semptomları ortaya çıkmıştır. Terapi süreci ve süpervizyon sürecindeki paralellikler Önceden bahsedildiği gibi Behzat Bey’in terapisinde kontrol ile alakalı mevzulara odaklanılmıştır. Örneğin, seans içinde gündemden sapmalar yaygın olarak görülmüştür. Behzat Bey seans içerisinde bir konu üzerine konuşmayı kabul etmekte fakat seanslar bahsi geçen konu üzerine derinleşemeden bitmekteydi. Süpervizyon sürecinde de süpervizör ve terapist de bu vaka ele alınırken farklı noktalara odaklanmak istemiştir. Buna örnek olarak, terapist vaka ile kontrolcülüğün gündelik hayatına etkisi üzerine gitmek isterken süpervizör terapist-danışan ilişkisi ISSN: 2148-4376 46 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök üzerinde yoğunlaşmak istemesi gösterilebilirdi. Süpervizyon ve terapi süreci, belli konularda çalışma üzerine karar verilmişken tarafların farklı noktalar üzerinde yoğunlaşmak istemesi açısından birbirine paralel olduğu düşünülmüştür. Terapist anlaşılmamış olduğunu hissetmiş ve süpervizörün anlatmak istediği konuları dinlemek istemediğini varsaymıştır. Bu da terapistin süpervizörünün kendisini eleştirdiğini düşünmesine yol açmıştır. Bu konu süpervizyon sürecinde ele alındığında danışanın terapist tarafından eleştirildiğini ve yanlış anlaşıldığını hissediyor olabileceği yönünde bir farkındalık ortaya çıkmıştır. Bu bilgi ışığında, terapistin seanslarda konu dışına sapmaların çok olduğunda konunun dağılmamasına yönelik efor sarf etmesinin durumu daha da kötüleştirdiği yönünde bir yorum ile bu konuyu gündeme taşımıştır. Bunun üzerine Behzat Bey o konular üzerine konuşmanın bile kendisini çok zorladığını ifade etmiş ve konuşmaya devam etme konusunda da kaçışının olmadığını söylemiştir. Bu yüzleştirmeden sonra seans içinde gündem dışına kaymalar giderek azalmış ve kararlaştırılan konular üzerine konuşma noktasında bir birlik ortaya çıkmıştır. Sonuç Vaka örneğinde de gösterildiği gibi, süpervizyon ile terapi süreçleri arasında paralellikle ortaya çıkmıştır. Searles’ın (1955) da ortaya koyduğu gibi danışan kaynaklı bir kaygı terapi sürecine giriş yapmış ve terapist aracılığıyla süpervizyon sürecine taşınmıştır. Süpervizyonda paralel süreci ele almak işe yaramış ve terapi sürecinde de bir ilerleme kaydedilmiştir. Vaka örneğinin Searles tarafından sunulan paralel süreç modeliyle uyumlu olduğu görülmüştür (1955). ISSN: 2148-4376 47 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök Kaynaklar Berne, E. (1964). Games People Play. New York: Grove. Carroll, M. (1996). Counseling Supervision Theory, Skills and Practice. London: Cassell. Doehrman, M. J. G. (1976). Parallel Processes in Supervision and Psychotherapy. Bulletin of the Mellinger Clinic, 40, 3-104. Ekstein, R., ve Wallerstein, R. S. (1958). The Teaching and Learning of Psychotherapy. New York: International Press. Feltham, C., ve Dryden, W. (1994). Developing Counselor Supervision. London: Sage. Grey, A., ve Fiscalini, J. (1987). Parallel Process as Transference-Countertransference Interaction. Psychoanalytic Psychology, 4(2), 131-144. Grinberg, L. (1979). Countertransference and Projective Counteridentification. Contemporary Psychoanalysis, 15, 226-247. McNeill, B. W., ve Worthen, V. (1989). The Parallel Process in Psychotherapy Supervision. Professional Psychology: Research and Practice, 20(5), 329-333. Meerloo, J. A. M. (1952). Some Psychological Processes in Supervision of Therapists. American Journal of Psychotherapy, 6, 467-470. Morissey, J., ve Tribe, R. (2001). Parallel Process in Supervision. Counselling Psychology Quarterly, 14(2), 103-110, doi: 10.1080/09515070110058567 Mothersole, G. (1998). Levels of Attention in Clinical Supervision. Transactional Analysis Journal, 28(4), 285-296. Mothersole, G. (1999). Parallel Process. The Clinical Supervisor, 18(2), 107-121. doi: 10.1300/J001v18n02_08. Lesser, R. M. (1983). Supervision: Illusions, Anxieties, and Questions. Comtemporary Psychoanalysis, 18, 1-19. Raichelson, S. H., Herron, W. G., Primevera, L. H., ve Ramirez, S. M. (1997). Incidence and Effects of Parallel Process in Psychotherapy Supervision. The Clinical Supervisor, 15(2), 37-48, doi: 10.1300/J001v15n02_03 Sachs, D. M., ve Shapiro, S. H. (1976). On Parallel Processes in Therapy and Teaching. Psychoanalytic Quarterly, 45, 394-415. Searles, H. F. (1955). The Informational Value of Supervisor’s Emotional Experiences. Psychiatry, 18, 135-146. Sumeral, M. B. (1994). Parallel Process in Supervision. Eric Digest, 94(15). Tracey, T. J. G., Bludworth, J.,ve Glidden-Tracey, C. E. (2012). Are There Parallel Processes in Psychotherapy Supervision? An Emprical Examination. Psychotherapy, 49(3), 330-343. Watkins, C. E. J. (2012). Some Thoughts about Parallel Process and Psychotherapy Supervision: When is a Parallel just a Parallel? Psychotherapy, 49(3), 344-346. ISSN: 2148-4376 48 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök Summary Parallel Process in Psychotherapy Supervision: A Case Study The concept of “Parallel Process” is widely recognized in psychotherapy supervision literature (Morissey & Tribe, 2001; Raichelson, Herron, Primevera, & Ramirez, 1997; Grey & Fiscalini, 1987). Supervision of psychotherapy is essentially a triadic process where a therapist is supervised in his/her work with one or more clients (Tracey, Bludworth, & Glidden-Tracey, 2012). The concept refers to unconscious replication of relational patterns both in therapeutic dyad (consisting of therapist and the patient) and supervisory dyad (consisting of supervisor and supervisee/therapist) (McNeill & Worthen, 1989). Many authors perceived parallel process as an important tool in supervision and a valuable form of communication (McNeill & Worthen, 1989; Morrissey & Tribe, 2001). Interventions focused on parallel process may improve the quality of supervisory process (Morrissey & Tribe, 2001). Parallel process received attention in the field, though, empirical support was relatively deficient (Grey & Fiscalini, 1987; Raichelson, et al., 1997; Tracey, et al., 2012). Parallel process has its origins in psychoanalytic concepts of transference and countertransference (Sumeral, 1994; McNeill & Worthen, 1989; Morissey & Tribe, 2001). However, some authors avoided to render parallel process within the realm of countertransference (e.g. Searles, 1955). On the other hand, existence of parallel process is confirmed without affirming the unconscious aspects (Raichelson, et al., 1997; Tracey, et al., 2012). Parallel process is defined as a unidirectional process in which the process is triggered by the unconscious of the patient (Grey & Fiscalini, 1987; Searles, 1955). However, some authors refer it as a bidirectional process, where the starting point may be either the patient or the supervisor (Doerhman, 1976; Tracey, et al., 2012). In conjunction with the complex nature of supervision and therapy, parallel process is to be portrayed as a circular dynamic rather than a process with a start point (Morissey & Tribe, 2001). Some authors claim that it is an interlocking processes of the supervisor, therapist, and patient triad, a "game" that the triad play (Grey & Fiscalini, 1987). Mr. T is 38-year-old male patient who works as a physician in private sector. He started therapy for his phobia of planes. However, before he started therapy, he tried to get on plane under the effect of mild tranquilizers. He stated that he would like to manage enplaning without the help of drugs. His fear of planes disabled him to go Netherlands while his wife was on a sabbatical for four months. After that incident, he came to realize this was a problem he has to deal with. Over the course of a few sessions, it was revealed that his fear about plane was actually related to his overall controlling attitude. Mr. T is a person who lives according to his schedule, and always has alternative plans if anything goes amiss. The fear of planes, in his case, is due to his “not being able to do anything” if something unexpected happens during the flight. He reported “if something goes wrong in a car, you stop; if something happens on a ship, you jump out and swim” and added “when something happens on a plane, there is nothing you can do about it.” The most prominent features in Mr. T’s therapy process are clustered around the control related issues. For instance, digressions from the ongoing agenda within sessions were common. Mr. T willingly agrees upon on a topic to explore in sessions; on the other hand, sessions end up without deepening on that particular subject. In supervisory sessions, therapist and supervisor wished to focus on different aspects when this case was handled. For example, the therapist wanted to probe more about the current effects of controlling attitude on patient’s work and social life, the supervisor gave directions intensifying on the relationship between the therapist and the patient. The supervisory and therapeutic processes were parallel in a manner that in both dyads no de facto consensus was reached on process’ agenda; although, in both relationships it was agreed upon to work on some particular issues. Therapist felt misunderstood, and assumed that supervisor ISSN: 2148-4376 49 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 39-50 Ali Can Gök did not wanted to listen to what he tried to recount. Hence, the therapist thought the supervisor was critical of him. As this was verbalized in supervisory process, an insight about the fact that the patient might have felt misunderstood and criticized by the therapist, surfaced. In the light of this insight, therapist commented on how in sessions the conversation went off topic and his efforts to stay on topic make the situation worse, Mr. T expressed he felt forced when he actually has difficulties even talking about the subject matter. After that confrontation, digressions within the sessions gradually decreased, and the alliance on exploration of topics boosted. As illustrated in the case example, parallel situations occurred in both therapeutic dyad and supervisory dyad. As Searles (1955) highlighted, an anxiety originating from patient introduced into the therapeutic relationship (the one directional model), and conveyed through therapist to supervisor. Working on parallel process issues on supervisory dyad paid well, and a progress have been made in the therapeutic relationship. The case illustration fitted well to parallel process model of Searles (1955). ISSN: 2148-4376 50 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli The Best Offer Filmindeki İnsan İlişkileri ve Kurgusal Gerçeklik Merve Yerli Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özet Guiseppe Tornatore’un yazıp yönettiği Türkçe çevirisi En Yüksek Teklif olan The Best Offer (La Migliore Offerta, 2013) filminin ele alındığı bu çalışmada filmin karakterleri arasındaki ilişki, onların kişilik yapılarının örgütlenmesi, ve bunun sonucunda insana dair mekanizmaların aydınlatılması amaçlanmaktadır. Filmin içeriği ile filmdeki karakterlerin örgütlenmesi kişilik kuramları çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır. Filme dair kapsamlı bir özet verildikten sonra, filmin ana karakterlerinin (Bay Oldman ve Bayan Claire) kendi kişilikleri ve birbirleriyle kurdukları ilişkilerin temel ögeleri, Jacques Lacan’ın psikanalitik bakış açısı ve Karen Horney’in kişilik kuramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu kuramların kısa bir özeti verilmiş; ardından, filmdeki kurgu ve gerçeklik çatışması Lacan bakış açısıyla tartışılmış ve Karen Horney’in kaygı ve insan ilişkilerine dair kuramı ile Bay Oldman ve Bayan Claire arasındaki ilişki sorgulanmıştır. Son olarak, filmden yola çıkarak insan nedir teması kurgu-gerçeklik, insana dair ikilemler, kaygı ve güven temaları dahilinde tartışılmış ve insana dair filmde görülen çerçevede bazı çıkarımlara varılmıştır. Anahtar Sözcükler: kurgu, gerçeklik, kaygı, güven, çatışma. ISSN: 2148-4376 51 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli The Best Offer Filmindeki İnsan İlişkileri ve Kurgusal Gerçeklik En Yüksek Teklif (The Best Offer, 2013) Virgil Oldman tek başına yaşayan yıllardır müzayedecilik yapan bir adamdır. Sanatla öylesine iç içedir ki; eski ve küflü bir ahşap parçasının altından çok değerli bir kadın portresi çıkacağını ya da tanınmayan bir ressamın ünlü ve yapıtlarının koleksiyonluk olacağını bilmektedir. O, hayatıyla ilgili prensiplerine oldukça bağlıdır. Cep telefonu kullanmayı istemez, cep telefonunu hediye olarak bile kabul etmez. İnsanlara güvenmek konusunda şüphecidir ve onları kendinden uzak tutmaya çalışır. İnsanlarla konuşmanın tehlikeli olabileceğini bile düşünür. Onlarla temas kurmamak için sürekli eldiven giyer. Hatta; eldiven koleksiyonu bile vardır. Hayatında kadınlara hiç yer vermemiştir. Kadınlarla konuşurken onların yüzüne bakamaz, onun için bunun çok zor olduğu bellidir. Kadınlardan her zaman korktuğunu ve onları anlamakta çok başarısız biri olduğunu söyler. Hayatında hiç kadın olmasa da; onun kurduğu dünyada kadınlar hep vardır. Arkadaşı Billy ile yıllardır anlaşma içindedir. Müzayedede satılmak için getirilen en değerli antika kadın portrelerini Bay Oldman, Billy’nin değerinden çok daha düşük bir fiyata almasını sağlar. Karşılığında ona para vererek bu portreleri alır. Eldiven koleksiyonun arkasına gizlenmiş bir odada bu portreleri biriktirir. Yüzlerce antika kadın portresi vardır bu odada. Onları tek tek büyük bir merakla ve hayranlıkla seyreder. Onlar Virgil Oldman’ın kadınlarıdır. Onun da söylediği gibi, bu portreler ona hayatına girecek kadını beklemeyi öğreteceklerdir. Gölgede kalmayı tercih eder, ön planda olmayı sevmez. Çelişkiler onda her zaman merak uyandırır. Yüzünü hiç görmediği, sadece sesini duyduğu Claire Ibbetson’a ilgi duymaya başladığında bile; onunla flört etmek istemediğini söyler. Ona karşı herhangi bir arzusunun olduğunu kabul etmez, sadece onu görmek için meraklandığından bahseder. Claire’i anlamakta o kadar zorlanmıştır ki; onunla ilişkisi ile ilgili genç arkadaşı Robert’dan sürekli yardım almıştır. Claire’i, Robert’ın daha iyi anlayabileceğini düşünmüştür hep. Hayatında sadece Claire olmuştur, Claire onu terk etmiş olsa bile; onun geri gelmesini hep beklemiştir. Claire Ibbetson yalnız kalmış ve yardıma ihtiyacı olan genç bir kadın olarak Oldman’ı arar. Annesini ve babasını bir yıl önce kaybettiğini ve zor durumda olduğunu söyler. Ona büyük bir miras kaldığını ve zor durumda olduğu için antika eşyalarını satmayı düşündüğünden bahseder ve bu konuda Oldman’dan yardım ister. Claire ön değerlendirme için Oldman’dan randevu almış olmasına rağmen onunla görüşmeye gitmez. Bu yüzden çok sinirlenen Oldman’a, kendisine araba çarptığını ve dolayısıyla randevuya gelemediğini söyler. Claire sürekli ona yalvarır ve sonunda Oldman, telefonda sürekli ağlayan ve yardım isteyen bu kadına tekrar bir randevu verir. İkinci randevuya da gelmeyen Claire, Oldman’ı iyiden iyiye sinirlendirmiştir. Fakat evin bekçisi Fred oradadır ve ön değerlendirme için Oldman’a yardımcı olur. Evde eşyaları inceleyen Oldman’ın, mahzende bulduğu demirden yapılmış küçük dişli çarklar dikkatini çeker, onları alır ve mühendis arkadaşı Robert’a götürür. Dikkatini çeken şey bu çarklar değil; çarkların kendisinde uyandırdığı çelişkidir. Çünkü çarkların rutubetli zeminle temas ettiği tarafı değil de, diğer tarafı pas tutmuştur. Ertesi gün antika eşyaların envanterini çıkarmaya Ibbetsonların evine gider. Claire hala ortada yoktur. Oldman bu duruma yine çok sinirlenir. Claire ile telefonda konuşur. Claire ondan tekrar özür diler ve gelmeme sebebi olarak bahanelerinden bahseder. Oldman’ın tüm şartlarını kabul ISSN: 2148-4376 52 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli edeceğini ve kontratı imzalayacağını söyler. Oldman, Claire ‘i “aptal ve yüzeysel bir kadın hayaleti” olarak nitelendirir. Oldman telefonda konuştuğu kişinin aslında o evde yaşadığını fark eder. Claire’i daha önce Fred bile hiç görmemiştir. Claire’in agorafobisi vardır. Bu yüzden yıllarca evden çıkmamış ve kimseye de yüzünü göstermemiştir. Claire telefonla konuşurken Oldman ile bütün ilişkisini bitirmiştir. Bunun üzerine Oldman evin karşısındaki kafeye gider ve evi izler. Oldman’ın evde bulduğu çarklar aslında Jacques Vaucanson’un 18. yüzyıla ait otomatonuna aittir. Bu, Robert ve Oldman’ı çok heyecanlandırmıştır. Robert geri kalan parçaları da getirirse, Oldman’a onu tamamlayabileceğini söyler; ama Oldman artık bu parçaları bulduğu eve gidememektedir; çünkü Claire onunla tüm ilişkisini kesmiştir. Claire bu kararından da vazgeçmiştir ve Oldman ile tekrar iletişime geçer. Oldman Claire’in evine gider. Claire odasındayken onunla konuşmaya başlar. Onu hala görememiş olduğu için öfkelidir. Hastalığını biliyor olmasına rağmen, Claire’in ortaya çıkmamasını üzerine alınır ve kendisinin buna sebep olduğunu düşünür. Claire sorunun kendisinde olduğunu, Oldman ile bir alakası olmadığını anlatmaya başlar: “Fazla insanla görüşmüyorum, uzun zaman oldu. 15 yaşımdan beri bu evden ayrılmadım. Burası benim odam. Evde dolaşan biri olursa kendimi buraya kilitliyorum. Her zaman böyleydi. Ailem burdayken bile. Onları nadiren görüyordum. Kimseyi göremem.” Oldman kadının hastalığına bir anlam veremez. Bu yüzden; Claire ona eldivenlerini hatırlatır ve niçin onları hiç çıkarmadığını sorar. Oldman şaşırır. Claire ona, insanlara dokunmaktan korktuğu için eldivenlerini çıkaramadığını söyler. Aslında ikisinin hayatı da bu noktada çok benzerdir. Kaygılıdırlar ve sürekli bir güvensizlik içindedir ikisi de. Oldman bu benzerliği görmek istemez. Esnek olmayan bir egosu vardır, bazı şeyleri kabul etmek onun için kolay değildir. Kurallarına oldukça bağlıdır. Oldman, Claire ile benzer olduklarını kabul etmemesine ek olarak; kadının hastalığı ile ilgili yalan söyleyebileceğini ima eder. Oldman ve Claire antika eşyalar konusunda anlaşmaya varırlar. Claire, Oldman’a çok güvendiğini söyler. Claire’in durumu Oldman’da kaygı ve merak uyandırmıştır. Yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüğü bu kadına karşı kaygı ve aynı zamanda onu görememenin yarattığı merak içindedir. Ona karşı herhangi bir arzusunun olduğunu kabul etmez, sadece onu görmek için meraklandığından bahseder. Bu sebeple bir gün Claire’in evine gittiğinde evden çıkıyormuş gibi yaparak bir yere saklanır ve Claire’i gözetlemeye başlar. Claire’den etkilenmiştir. Sessizce evden çıkar ve gider. Oldman için Claire’in hastalığı saçma ve gerçekdışıdır. Claire’i hala anlayamamıştır. Claire hastalığını tekrar anlatır: “Yurtdışındaydık. Eiffel Kulesi’nin ayağında yürümekten çok korkmuştum, dona kalmıştım. Çığlık atmaya başladım. Yere düştüm. Sadece küçük bir kızdım. Ama bu durum sık sık olmaya devam edince annem inanmak zorunda kaldı. Endişelenmediğim sadece tek bir yer oldu. Prag’a yaptığımız okul gezisi. 14 yaşındaydım. Aşırı büyük bir saati olan meydan vardı. Önünden yüz kez geçmiş olmalıyım, çok güzeldi. Çok garip dekorlu bir restoran hatırlıyorum. Dünya üzerinde özlediğim nostaljik bir yer varsa o da o restorandır. Orada gerçekten mutluydum. Oraya “gece ve gündüz” diyorlardı.” Oldman onu dışarı çıkmak ve Prag’a gitmek için ikna etmeye çalışsa da başarılı olamaz. Oldman’ın kabul etmek istemediği bir kadına duyduğu arzu onu tekrar eve saklanıp Claire’i izlemesine sebep olur. Oldman bunun arzu değil, sadece onu görme merakı olduğuna inanır. Claire’i ilk kez gözetlemesi merak ile açıklanabilse de; ikincisi arzudan başka bir şey değildir. Artık kendine engel olamadığını ve Claire’i sürekli görmek istediğini söyler. Claire Oldman’ın onu gördüğünü fark etmiştir ve artık çekinmeden onunla yüz yüze konuşmaya başlayabilmiştir. ISSN: 2148-4376 53 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli Bir gün Robert’ın kız arkadaşı Sarah, Oldman ile konuşmaya gelir, Robert’ın sürekli Claire’den bahsettiğini söyler ve Oldman’ı dikkatli olması konusunda uyarır. Oldman da onunla tüm ilişkisini bitirir. Fakat hiçbir sebebi yokken tekrar onunla konuşur ve otomatona devam etmesini söyler. Oldman sonra Claire’e gider ama o garip bir şekilde ortadan kaybolmuştur. Hastalığı olan birinin uzak bir yere gidemeyeceğinde herkes hemfikirdir ama gitmesinin sebebi bir türlü anlaşılamamıştır. Oldman, Robert’ın onu kaçırabileceğinden şüphelenmiştir. Hatta şöyle der: “Genç şövalye sevmekten aciz yaşlı adamın elinden genç kızı kurtarır.” Claire’in ortadan kaybolmasının sebebi duygularının gerçek olmaması, ya da Claire’in sahte bir kişi olması ihtimalini düşünerek; Billy Oldman’a “İnsanın duyguları sanat eserlerine benzer. Sahteleri yapılabilir. Tıpkı gerçek gibi görünebilirler ama sahtedirler. Her şeyin sahtesi yapılabilir; sevincin, acının, nefretin, hastalığın, iyileşmenin, aşkın bile.” der. Oldman’ın Claire ile yaşadıkları sahte midir yoksa hepsi gerçek midir? Eğer sahteyse; Oldman bunun gerçek olduğuna kendisini inandırmıştır. Bu artık onun kendi gerçekliğidir. Kurgusu üzerine yaşadığı gerçekliğidir. Oldman’ın da söylediği gibi; her sahte eserde daima saklı bir hakikat vardır. Yaşadıkları sahte olsa bile bu onun için gerçektir. Üstelik; aşk sanat eseri de olamazdı Oldman’a göre. Eğer olsaydı, müzeyedede en yüksek teklifi veren tarihin en büyük aşk hikayesini tekrar yaşayabilirdi. Oldman gerçeklik-kurgu ikilemini yansıtsa da; o kendi gerçekliğini yani Claire’i seçmiştir. Filmin sonunda Claire onu terk etmiş olsa bile; o Prag’da Gece ve Gündüz adlı restoranda onun gelmesini beklemiştir. Neyse ki; Oldman Claire’i evin tavan arasında bulmuştur. Kötü bir haldedir ve Prag’daki aşk hikayesini sayıklamaktadır. Oldman onu bulmanın huzuru içindedir ve ilişkilerine kaldıkları yerden devam ederler. Filmin devamında Claire’in bundan sonra yaşayacağı ikilem korku ve cesarettir. Oldman eve giderken sokakta bir saldırıya uğrar ve Claire bunu görür. Oldman’ı kurtarmak için gösterdiği cesaret dışarı çıkma korkusunu bastırmıştır. Bundan sonra dışarı çıkabilecek ve Oldman ile ilişkisine devam edebilecektir. Oldman Claire’i evindeki kadın portreleriyle dolu gizli odasına götürür. Daha sonra Oldman son müzayedesi için Londra’ya gider ve bu sırada Claire de evi terk etmiştir. Giderken bütün kadın portrelerini yanına almış sadece Robert’ın yaptığı otomatonu geride bırakmıştır. Oldman otomatonun her zaman doğruyu söylediğini düşünmüştür. Otomaton ona her sahte eserde daima saklı bir hakikat vardır sözünü sürekli tekrarlar. Oldman gerçekleri öğrenmek için evin karşısındaki kafeye gider. Kafede hiçbir şeyi unutmayan, her şeyin sayısını hatırlayan bir kadın vardır. Filmde her şeyi rakamlarla ifade eden bu kadın gerçekliğin en somut göstergesidir. O, Claire’in son 18 ay içinde 237 kere sokağa çıktığını söyler. Evin sahibi aslında kendisidir ve son iki yıldır evi mühendisin kullandığını söyler. Terk edildiğini anlayan Oldman Prag’a gider. Claire’in bahsettiği restoranda onun gelmesini bekler. Film böylece sona ermiş olur. Filmdeki Temaların Teorik Bakış Açısıyla Değerlendirilmesi Kurgu ve Gerçeklik Temasının Değerlendirilmesi İnsan ve dil ilişkisine bakıldığında varolan temel ilişki şudur: Konuşan aslında insan değildir, insan aracılığıyla dil kendisini ifade etmektedir (Tura, 2012). Lacan (1966) konuşan varlığın sadece insan olmadığını, idin de insanın konuşma eylemi sayesinde kendini ifade etme olanağını elde ettiğini düşünür (akt. Tura, 2012). Dolayısıyla insan kendisini oluşturan dilden etkilenmiş olmaktadır. Lacan’ın (1973) daha sonra belirttiği gibi insanların birbirleriyle olan etkileşimlerinin kurulmasından önce belirleyici olan belli ilişkiler vardır (akt. Tura, 2012). Dil toplumsal ve kültürel özellikleri sonraki kuşaklara aktaran bir işleve sahiptir. Dolayısıyla özne dil sistemine ve kültürel sürece girdiğinde dili ve kültürü içselleştirir (akt. Tura, 2012).Böylelikle insan yaşamında dil ve kültür belirleyici unsurlar olmaktadır. Bu belirleyicilik insanın kendi gerçeklik algısına da ISSN: 2148-4376 54 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli etki eder. Özne yaşantılamalarını ve gerçekliklerini içinde bulunduğu kültürün simgesel dünyası üzerinden algılar (akt. Tura, 2012) . Bu yaşantıları dil aracılığıyla ifade eden insan presubjektif gerçekliğin etkisi altındadır (akt. Tura, 2012). Yani Lacan’a (1975) göre gerçek dünya simgesel ve insanlaşan bir dünya haline gelmiş olmaktadır (akt. Tura 2012). Psikanaliz bakış açısıyla bakıldığında insanın gerçek olarak gördüğü kendi deneyimleri ve yaşantılamaları aslında insanın yanılsamasıdır (Tura 2012). Yani; Lacan (1975) bakış açısıyla insan her zaman gerçekliği; kendi gerçekliğini dil gelişimi ile kurmak adına yeniden yaratır ve bunun bir sınırı yoktur (aktaran, Felluga, 2011). İnsan dil gelişimi sonrasından itibaren her zaman kendi gerçekliğini yaratım çabası içindedir. Bunun bir sonucu olarak, insan dille oluşturduğu sosyal gerçekliğe öylesine bağlanır ki; nesnel dış dünya gerçekliğinin var olması insanın kendi kurduğu yaşamıyla bağdaşmaz. Nesnel gerçekliğin var olması ve insanın kendi kurduğu gerçeklik çatışması insanın varoluşu boyunca sahip olduğu kaygının kaynağıdır (aktaran, Felluga, 2011). Bu durum, filmde Bay Oldman’ın Bayan Claire ile olan ilişkisinde kendi kurgusu ve gerçekliği arasındaki çelişkide görülmektedir. Claire, Oldman ile telefonda konuştuğunda her seferinde onunla görüşeceğini söylerken randevularına hiçbir zaman gelmez. Her seferinde Oldman’ a yardım isteyen ağlamaklı bir sesle geri döner ve ona başından geçenleri anlatır. İlk randevusuna gelmeme sebebi olarak araba çarptığını, ikincisinde ise arabasının çalındığını, polis merkezine gittiğini söyler. Fakat, açık alan fobisi olan ve yıllardır evden hiç çıkmadığını söyleyen bir kişinin başına bu tür olaylar gelmesi gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Böyle olmasına rağmen, Oldman Claire’e inanır. Bu olaylar kurgu olmasına rağmen, Oldman’ın Claire hakkında oluşturduğu gerçekliğin merkezindedir. Filmdeki bir başka kurgu gerçeklik ikilemi, Robert, Claire ve Oldman’ın ilişkisinde karşımıza çıkmaktadır. Robert’ın kız arkadaşı Sarah’ın Oldman’ı uyarmış olması ama sonrasında Oldman’ın tekrar Robert ile iletişim kurması bunun bir göstergesidir. Robert, Oldman’ın Claire ile ilişkisinde bir tehdit olabilecekken; Oldman bu gerçeği görmezden gelebilmiştir. Oldman’ın Claire ortadan kaybolduğunda Robert’tan şüphelenmesi aslında Claire ile ilişkisinde kendi kurgusunun izlerini göstermektedir. Onun deyimiyle “Genç şövalye sevmekten aciz yaşlı adamın elinden genç kızı kurtarır” hikayesinde olduğu gibi; Robert ile Claire arasında bir ilişki olma ihtimali her zaman oradadır, fakat, Oldman bu gerçeklik karşısında hiçbir şey yapmaz. O kurgusunda, Claire ile aşkının gerçek olduğunu düşünür. Bir başka durum ise, mühendisin Claire’in evi kiralamış olması, evin Claire’in değil başka birinin olması, Claire’in aslında hasta olmaması ve Claire ve Robert’ın aynı anda Oldman’ın hayatından çıkmış olmalarıdır. Claire ve Oldman ilişkisinin daha önceden kurgulanmış olması muhtemeldir. Robert ve Claire aynı evin içinde yaşıyorlar, daha önceden tanışıyorlardır; ama, Oldman’ın bundan haberi yoktur. Ayrıca Claire hasta değil, evden çıkabilen bir kişidir. Claire ve Robert, Oldman’ın gizli odasındaki kadın portrelerini alarak bir andan ortadan kaybolurlar. Bu olaydan sonra Oldman polis merkezinin önündeyken oraya girmekten vazgeçer. Prag’ daki o kafeye gitmeyi tercih eder. Oldman yaşantıladıkları ile ilgili gerçekliklerden kaçarak hala sevgilisi ile kurmuş olduğu kurgusal ilişki içindedir. Prag’daki kafede onun geri döneceğini bekler. Oldman’ın bu ilişkideki kurgusu gerçeklikten uzak kendi gerçekliğinin bir diğer ifadesi filmde Billy’nin sözleriyle yer bulmuştur: “İnsanın duyguları sanat eserlerine benzer. Sahteleri yapılabilir. Tıpkı gerçek gibi görünebilirler ama sahtedirler. Her şeyin sahtesi yapılabilir; sevincin, acının, nefretin, hastalığın, iyileşmenin, aşkın bile.” Bu yaklaşıma karşılık Oldman, her ne kadar sahte gözükürse gözüksün; her sahtelikte gerçeklik olabileceğini düşünür. Tıpkı her insanın kurgusunun kendi gerçekliği olabileceği gibi. Ama sonuç olarak gerçeklik kazanır ve Oldman kendi kurgusuyla baş başa kalır. Oldman için geride kalan tek şey otomatondur. Otomatonda sürekli aynı ses yankılanır: Her sahte eserde daima saklı bir hakikat vardır. ISSN: 2148-4376 55 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli Güven ve Kaygı Temalarının Değerlendirilmesi Karen Horney’ e (1950) göre erken gelişim dönemlerinde çocuklar anne babalarına karşı geliştirdikleri düşmanlık içeren duygularını bastırırlar (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Bu bastırma sonucunda güvensizlik ve kaynağı belli olmayan endişe ortaya çıkar. Bu kaygı, insanın tehlikelerle dolu dünyada kendini yalnız ve çaresiz hissetmesi olarak görülür. Kaygı kesintisiz bir şekilde ortaya çıkar (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Bu kaygıyla mücadele etmek adına nevrotik kişiler 3 temel ilişki tarzını oluşturur: insanlara yönelme, insanlara karşı olma ve insanlardan uzaklaşma halindedir (Horney, 1945) (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Nevrotik kişilik örgütlenmesindeki kişi bu ilişki tarzlarından sadece birine çok sıkı bir şekilde bağlanarak bunu kullanır (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Filmde Oldman ve Claire’in kişilik yapısına bakıldığında insanlardan uzaklaşma tarzını benimsedikleri görülmektedir. İnsanlardan uzaklaşma tarzına sahip kişiler yalnız olmayı tercih ederler (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Genel olarak, insanlara karşı bir yabancılaşma içindedirler. Özyeterlilik ihtiyaçları fazladır ve becerikli kişiler olarak gözükürler. Bu sayede kimseye ihtiyaçları yokmuş gibidir. Bununla birlikte özyeterlilik korumak adına bu kişiler kendi ihtiyaçlarını sınırlama tutumu da gösterebilirler. Gizlilik ihtiyacı özyeterlilik durumunu korumak için bir diğer yoldur. Bu kişilerin idealleştirilmiş benlik imgelerinin bir diğer göstergesi de arzu ve tutkularından özgür olmalarıdır (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Filmdeki karakterlerin bu nevrotik ihtiyaçları göze çarpmaktadır. Oldman ve Claire’in güvensiz hissettikleri ve kaygılı oldukları anlaşılmaktadır. Onlar, ilişki biçimi olarak insanlardan uzaklaştıkları tarzı benimsemiştir. Oldman insanlara güvenmez ve onları kendinden uzak tutmaya çalışır. İnsanlarla konuşmanın tehlikeli olabileceğini düşünür. Evinde Claire ile konuşurken, Oldman evinden özel otel olarak bahseder ve bu özel otelinden uzak tuttuğu insanlara hiç güvenmediğini söyler. Daha önce hayatında hiçbir kadınla ilişkisi olmamıştır. Kadınlarla konuşurken onların yüzüne bakamaz. Kadınlardan her zaman korktuğunu ve onları anlamakta çok başarısız biri olduğunu söyler. Bunların yanı sıra, insanlardan kaçınan Oldman arzu ve tutkularından bağımsız gözükmektedir. Claire’ e olan ilgisini görmezden gelir ve Robert’a Claire ile ilişkisini danışırken kendisinden değil de; başka bir arkadaşının ilişkisinden bahsediyormuş gibi konuşur. Hatta, Claire’i görmek arzusunda olmadığını sadece onun için meraklandığını savunur. Oldman’ın gizlilik ihtiyacı duyduğu kendi ifadesiyle anlaşılabilmektedir. Gölgede kalmayı tercih ettiğini ön planda olmayı sevmediğini söyler. Ayrıca, eldiven koleksiyonun arkasına saklanmış kapısı şifreli içinde kadın portreleri bulunan odası vardır. Hijyen konusunda takıntıları olan biridir. Bu yüzden sürekli eldiven giydiğini söyler. Oldman’ın bu obsesif tarafı onun kaygısının göstergesidir. Bu obsesif yapı nevrotik düzey bir kişilik örgütlenmesine sahip olduğunu göstermektedir (McWilliams, 2013). Claire de aynı şekilde güvensizlik ve kaygı içindedir. Kaygı bozukluklarının bir çeşidi olan agorafobisi (Oltmanns & Emery, 2012) vardır. Evden dışarda tek başına kalmaktan, açık alanlarda bulunmaktan çok kaygılanır ve korkar. Bu yüzden sürekli kaçar. İnsanların onu görmesini de istemez. İnsanlarla konuşmaz. Kendisini odasına kapatmıştır. Bu dar alanda, kendisine yeterli olduğunu düşünür ve Oldman’ın ona yardım etme teklifine tepki göstererek teklifi reddeder. Bu yaşam tarzı aynı zamanda Horney ‘in (1950) bahsettiği gibi nevrotik görkem arayışı içinde idealleştirilmiş benlik imgesiyle özdeşleşen bir kişinin bu imgesini karşılayamadığında oluşan kendine yönelik nefretin dışavurum şekillerinden biri olan kendini engelleme biçimini hatırlatmaktadır (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Claire kendisini ve geleceğini düşünmenin onun için işkence olduğunu söyler. Yazılarında takma isim kullanmaktadır. Oldman’ın söylemiyle hayatının en güzel yıllarını odasında geçirmiştir ve bu onun için her zaman doğru olandır. Bu örümcek ağından nasıl çıkacağını bilmediğini söylemektedir. Görünen o ki; kendini engelleyen bir yaşam biçimi vardır. Bir başka açıdan da Claire’in gizlilik ihtiyacı da göze çarpmaktadır. Kendisini odasında saklar. Uzun bir süre Oldman onu görememiştir. Oldman ile konuşurken odasının kapısının anahtar ISSN: 2148-4376 56 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli deliğinden bakar. Aynı şekilde bu gizlilik ihtiyacı, Claire’in roman ve hikaye türü yazılar yazdığını öğrenen Oldman’ın bunları okumak istediğini söylediğinde; Claire’in takma isimle yazılarını yazdığını dolayısıyla Oldman’ın bunları asla okuyamayacağını belirttiğinde de görülebilmektedir. Sonuç olarak; bu iki karakter birbirlerine oldukça benzerlik göstermektedir. Claire de buna dikkat çeker. Oldman’a ikisinin de insanlardan kaçma eğilimi olduğu için birbirlerine çok benzediklerini söyler. İkisi de güvensiz ve kaygılıdır. Her insanda olduğu gibi onlar da bu kaygıya dayanamaz ve sonuç olarak kendilerini koruma davranışı gösterirler. Bu kaygı, Claire’in hayatını zorlaştırsa ve toplumdaki fonksiyonlarını yerine getirmeyi engellese de devam etmektedir. Oldman ona yardım etmeye çalıştığında onu her zaman reddetmiştir. Hayatını yardıma ihtiyacı olan hasta bir kadın olarak devam ettirmektedir. Kaygıdan hep kaçmıştır ta ki; Oldman sokakta saldırıya uğrayıp yardıma ihtiyacı olduğu ana kadar. Sokağa çıkmak zorunda kalmıştır; artık kaygısından kaçamamıştır. Yıllardır evden çıkmadığı için kaygısı iyice artmıştır ve hayattan kaçmaya devam etmiştir. Oldman’ın yardıma ihtiyacı olmasaydı Claire kaygısını yenip asla dışarı çıkamayabilirdi. İkisi yüzeysel olarak birbirlerine benzemiyor olsalar bile, psişik derinliklerine bakıldığında birbirlerine çok benzemektedirler. Ama Oldman Claire’in bu hastalığını anlayamamış ve hatta gerçek dışı olduğunu söylemiştir. Buradan hareketle şöyle bir çıkarıma varılabilir: İnsanlar birbirlerine ne kadar benzerlerse benzesinler, birbirlerini anlamakta ortaya çıkan zorluk her zaman için insanın karşısında duran bir gerçekliktir. Bir insanı anlamak için ona benzemek ya da onun yaşadıklarını yaşamak yeterli değildir. Bir insanı anlamak ancak bir insanı anladığına dair kurguyu gerçekliğe en yakın olabilecek şekilde tasarlamakla mümkün olabilir. Çünkü insan başkasının kurgusuna da kendi kurgularını ekleyerek, kurgularından o insana dair gerçekliğini yaratır. Bu sebeple, bir insanı anlamak ancak kurgudan ibaret olabilir. Bay Oldman ve Bayan Claire’in İlişkisinin Değerlendirilmesi Oldman’ın hiç görmediği sadece sesini duyduğu ve gördükten sonra kendine engel olamadığı bu kadına aşık olmasının sebeplerine bakıldığında, ilk olarak; insanın kendisine benzer olan kişiyi seçip onunla ilişki kurma yönelimi (Feldman, 2009) karşımıza çıkmaktadır. Oldman ve Claire kaygılı davranışlarıyla birbirlerine benzer oldukları izlenimindedirler. İkisi de, insanlardan uzak ve yalnız yaşıyorlardır. Bu benzerlik yüzünden Oldman’ın ona aşık olması mümkündür. Bu yönelim Lacan’ın (1966) ayna evresini (akt. Tura, 2012) hatırlatmaktadır. Ben’in öteki ile özdeşlemesinden ve dilin özne işlevini oluşturmasından önce bebek ve onun çevresi ikili bir ilişki gösterir (akt. Tura, 2012). Çocuk bir başka kişiyle, annesiyle ya da aynadaki kendi imgesiyle imgesel özdeşleşme göstererek daha önce parçalanmış olarak algıladığı bedenini artık bir bütün olarak görmeye başlar. Bu bütünsel imgesini elde etmeye çalışan narsistik çocuğun arzusu anneyle bütünleşebilmek ve annesinin arzusunun nesnesi olmaktır. Narsistik tümgüçlülüğe bu yolla ulaşmaya çalışır (akt. Tura, 2012). Filmde de görüldüğü üzere; Oldman’ın bütünlüğünü kazanma arzusu Claire’in arzusunu kendisine yönlendirmesinden geçmektedir. Kendisine benzer bir kişiyi seçmek onun için o kişi tarafından arzulanmak demektir. İkinci olarak, Oldman’ın tümgüçlülük fantezilerini gerçekleştirebileceği kişi Claire’dir. Claire hiç dışarı çıkmayan, yardıma ihtiyacı olan bir kadındır. Oldman bu yüzden onunla, Mahler, Pine ve Bergman’ın (1975) formüle ettiği gibi ortak bir sistemin içinde olduğuna dair delüzyonla karakterize ettiği simbiyotik bir ilişki kurabilecek (akt. Gergely, 2000) ve kendisi tümgüçlü konumda olabilecektir. Claire ile ilgili her şeyi kontrol edebilecek, onu yönlendirebilecek bir ilişki kurmuştur. Böylece kendi omnipotent durumu ve narsistik ihtiyaçlarını tatmin edilebilecektir. Oldman kontrolcü, kurallarına bağlı ve domine etme eğilimli bir karakter olarak gözükmektedir. Titizlik konusunda obsesyonları olması hayatındaki kontrol etme arzusunun bir göstergesidir (McWilliams, 2013). Claire ile karşılaştığı zamandan itibaren ona sürekli dışarı çıkması için baskı yapmıştır. Claire’in bütün işleriyle ISSN: 2148-4376 57 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli ilgilenmeye başlamıştır. Hatta ona kıyafet bile almıştır. Böylelikle Claire’in hayatındaki en güçlü tek kişi olmuştur. Bu güçlülük isteği yine ayna evresindeki çocuğun annesinde eksik olan fallus olmak gibi bir arzusu olması (akt. Tura, 2012) ile ilişkilendirilebilir. Simgesel düzende fallus göstereni ile belirtilen bu arzu anne için her şey olma arzusudur (akt. Tura, 2012). Böylece eksiksizliğe kavuşmuş olacaktır (akt. Tura, 2012). Arzunun nesnesi olma durumu filmde dikkat çekici bir diğer nokta olan Oldman’ın kadın portrelerinin bulunduğu odası incelendiğinde görülebilir. Bu portrelerdeki kadınlar farklı açılardan Oldman’a bakmaktadır. Ona bakan kadınların portreleri Oldman için onlar tarafından arzulanma arzusunu bir ölçüde tatmin etmiş olmaktadır. Bilinçdışı olma niteliğine sahip bu arzu kadın portrelerinin bulunduğu odanın yeriyle ilişkilendirilebilmektedir. Bu oda Oldman’ın sürekli kullandığı eldivenlerinin dolabının arkasına saklanmıştır ve orada arzu nesneleri bulunmaktadır.Arzu nesnelerine ulaşmaya çalışsa da; sürekli kullandığı eldivenlerle bu arzuya ulaşmama isteğini de sembolize etmektedir. Çünkü, Öteki’nin arzusu olan insanın arzusu bu arzuyu gerçekleştirememe arzusu olarak nitelendirilebilmektedir (Lacan, 1964). Bir başka sebep ise, Oldman’ın kadınlara karşı duyduğu korkudur. Kadınlardan her zaman korktuğu ve onlarla iletişim kurarken çok zorlandığı için Claire onun için aşık olacağı bir kadın olmuştur. Claire’i uzun bir süre hiç görmemiştir. Bir duvarın arkasından konuşmuştur onunla. Onunla konuşurken neredeyse hiç zorlanmamıştır. Zaman geçtikçe onu görme arzusu ve onun hayatıyla ilgili kaygı duymaya başlamıştır. Claire’i gördükten sonra ise ona aşık olmuştur. Oldman kadınlarla ilgili korkularının üzerine gitmemiş, kadınlardan kaçmış ve en kolay yolu yani Claire ile ilişki kurma yolunu seçmiş gözükmektedir. Claire’in insanlardan kaçması ve kendini göstermemesi onun Claire’e yönelmesine sebep olmuştur. Son olarak; Oldman’ın Claire’e aşık olmasının sebebi Oldman’ın terk edilme olasılığını en aza indirgemek istediğinden kaynaklanıyor olabilir. Claire kaybolduğunda, onu arayan herkes Claire’in hastalığı yüzünden fazla uzağa gidemeyeceğini düşünür. Onlara göre evden çıkamayan bir kadının Oldman’ı terk etmesi mümkün değildir. Bu sebeple Oldman’ın terk edilmemek için Claire ile ilişki kurması terk edilme olasılığından kaçışının bir göstergesidir. Böylece terk edilme kaygısı azalmış olacaktır. İnsan Temasına Dair Çıkarımlar Filmdeki karakterlere bakıldığında insanla ilgili birçok çıkarıma varılabilir. Oldman çelişkileri çok sevdiğini söyler. Çelişkiler onda merak uyandırır. Her insanın doğasında ikilemler vardır: Freud’a (1962) göre id-süperego (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014), Klein’a (1946) göre iyi ben-kötü ben (akt. Feist & Feist, 2008), ya da Freud’a (1964) göre yaşamsal süreçleri korumaya yönelik Eros içgüdüsü ile yıkıcılığı ve varolmamayı nitelendiren Thanatos içgüdüsü (Freud, 1955) (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Gerçekten de insanın çelişkilerle dolu, hatta çelişkileri seven bir doğası var mıdır? Belki de bu çelişkiler yüzünden sürekli bir kararsızlıkla karşı karşıyadır. Tıpkı Claire’in defalarca Oldman ile iletişim kurup sonra bir anda ilişkisini kesmesi gibi. Bu ikilemlerden kaçma çabası ve kendi ikilemini tekrar yaratma istemi insanı bir noktaya götürür: kendi gerçeklik kurgusu. İnsan artık kurgusal bir gerçeklikle karşı karşıyadır. Kendi hayatının gerçekliğini kurmuştur ve her ne kadar gerçeğe yaklaşabilse de; bundan kaçmak için kimi zaman gerçekleri görmezden gelebilir. Kendi kurgusu, hayatı ve insanları algılama biçimi haline gelebileceği için bunu fark etmeden yapabilir. Oldman’ın da söylediği gibi kurgusal dünyada gerçeklik vardır. Çünkü o dünya kişinin kendi gerçeğidir. İnsanın bir başka yapıtaşı ise onun kaygısı ve güvensizliğidir. İnsan hayata, insana, dünyaya ve varoluşuna karşı sürekli bir kaygı durumu içindedir. Fromm’a göre (1955) evrenin hilkat garibesi olan insan diğer canlılardan farklı olan üstün zihinsel yapısı nedeniyle doğadan ayrılmış ve bunun sonucunda yalıtılmışlık duygusu ve kaygı oluşmuştur (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Bu kaygı karşısında insan kendini ve egosunu korumak, kaygısını yatıştırmak durumundadır. Çünkü ISSN: 2148-4376 58 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli Sullivan’ın (1954) formüle ettiği gibi insanın kalıtsal özellikleri bakımından sahip olduğu öfori halini isteyen ve acı veren kaygıdan kurtulmaya yönelen bir özelliği vardır (akt. İnanç & Yerlikaya, 2014). Filmde de görüldüğü üzere; bir tarafta Oldman’ın kişilik örüntüsü diğer tarafta ise Claire’in kişilik örüntüsü vardır. İkisi de kaygılıdır ve ikisi de kaygıdan kaçar. Kaygıdan kaçtıkça kaygı daha çok büyür ve insanın baş edemeyeceği bir noktaya gelir. Bu kaygıdan kaçmak ve güven içinde olmak, çoğu zaman insanın yaşamsal davranışlarını etkileyen en önemli etken haline gelir. ISSN: 2148-4376 59 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli Kaynaklar Feist, J. ve Feist, G. J. (2008). Theories of Personality (7.Basım). Amerika Birleşik Devletleri: McGraw-Hill. Feldman, R. S. (2009). Essentials of Understanding Psychology (8. Basım). New York: McGraw-Hill. Felluga, D. (2011). Introduction to Jacques Lacan, module on psychosexual development. Purdue Education sitesinden alınmıştır: http://www.cla.purdue.edu/English/theory/psychoanalysis/lacandevelop.html. Gergely, G. (2000). Reapproaching Mahler: New perspectives on normal autism, symbiosis, splitting and libidinal object constancy from cognitive developmental theory. Journal of the American Psychoanalytic Association, 48, 1197-1228. doi: 10.1177/00030651000480040801. İnanç, B. Y. ve Yerlikaya, E. E. (2014). Kişilik Kuramları (8. Basım). Ankara: Pegem Akademi. Lacan, J. (1964). Psikanalizin Dört Temel Kavramı (N. Erden, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları (1973). McWilliams, N. (2013). Klinik Süreç İçinde Kişilik Yapısını Anlamak (E. Kalem, Çev.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (1994). Oltmanns, T. F., Emery, R. E. (2012). Abnormal Psychology (7. Basım). Amerika Birleşik Devletleri: Pearson Education. Tura, S. M. (2012). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz (5. Basım). İstanbul: Kanat Kitap. Tornatore, G. (Yönetmen/Senaryo Yazarı). (2013). The Best Offer [Film]. İtalya: Warner Bros ISSN: 2148-4376 60 AYNA Klinik Psikoloji Dergisi 2015, 2(2), 51-61 Merve Yerli Summary Human Relationships and Fictional Reality in the film “The Best Offer” This paper analyzes the film called The Best Offer (La Migliore Offerta, Tornatore, 2013), having the Turkish translation as En Yüksek Teklif on the basis of the relationship between film characters and underlying mechanisms of their personalities. It is aimed to have an understanding of the mechanisms of human beings. Based on the understanding of personality theories, the content of the film and the pattern of personalities of film characters are discussed. After making a comprehensive summary, the personality characteristics of the main characters of the film (Mr. Oldman and Mrs. Claire) and the elements of their relationships are examined by concerning psychoanalytic conceptualizations of Jacques Lacan and personality theories of Karen Horney. These theories are briefly discussed; and then, the contradiction between fiction and reality based on Lacan’s perspective, anxiety and the relationship between Oldman and Claire based on Karen Horney’s perspective are analyzed. Finally, in the context of the film the question of what is the human being is tried to be speculated in accordance with fiction-reality, contradictions of human beings, anxiety and trust and some inferences are made regarding human beings. Key Words: fiction, reality, anxiety, trust, contradiction ISSN: 2148-4376 61