İlgili dosyayı indirmek için tıklayın - İletişim Fakültesi
Transkript
İlgili dosyayı indirmek için tıklayın - İletişim Fakültesi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- Bahar 2009, Sayı : 28 Spring 2009, Number: 28 İletişim 2003/18 G. Ü. İ. F. Adına Sahibi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Rıza AYHAN M. Naci BOSTANCI Editör Cengiz ANIK Editör Yardımcıları Umur IŞIK Ayşe Gül SONCU Hasan TOPBAŞ Yayın Kurulu Zülfikar DAMLAPINAR Sirel GÖLÖNÜ Ç. Murat HAZAR Cem YAŞIN Danışma Kurulu Suat ANAR Ümit ATABEK Bilal ARIK Dilruba ÇATALBAŞ Yusuf DEVRAN Fatma GEÇİKLİ Suat GEZGİN Nilgün GÜRKAN Süleman İRVAN Ahmet KALENDER Kurtuluş KAYALI Ersin ÖZARSLAN Serdar ULUKAN Mustafa YAĞBASAN Yeditepe Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Erciyes Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi Atatürk Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Gazi Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Ankara Üniversitesi Gazi Üniversitesi Gazi Üniversitesi Fırat Üniversitesi ISSN: 1302-146x Copyright © Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır Yayın ve Türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir. Yönetim Merkezi ve Adresi: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832 e-mail: [email protected] Yayın Tarihi: 30.06.2009 Basım yeri: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara. İÇİNDEKİLER CENGİZ ANIK Bilginin Toplumsal İşlevlerine İlişkin Yaklaşımları Tasnifleme Denemesi / 1 An Essay About Classification of Approaches on Knowledge’s Social Functions UMUR IŞIK Medya Bağımlılığı Teorisi Doğrultusunda İnternet Kullanımının Etkileri ve İnternet Bağımlılığı / 29 Effects of Internet Usage Parallel to Media Dependency Theory and Internet Dependency GÜL BAYRAKTAROĞLU – BİLGE AKYOL The Effect Of Favorability Of Online Word-Of-Mouth Information On Consumer Purchase Decision / 57 Çevrimiçi Ağızdan Ağıza İletişimin Uygunluğunun Tüketici Satın Alma Kararındaki Etkisi BURÇİN EKİNİL A New Era On The Internet: Facebook.Com To Face The Facebook As A Huge Social Phenomenon / 93 İnternette Yeni Bir Çağ: Facebook.com’un Dev Bir Sosyal Olgu Olarak Facebook’la Yüzleşmesi CEM YAŞIN Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları / 115 Structural Qualities and Production Conditions of Local Media in Turkey SEÇİL DEREN VAN HET HOF Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Şirketlerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Anlayışları / 153 Corporate Social Responsibility: Concepts of Corporation’s and Non-Govermental Organizations MUHARREM ÇETİN – UĞUR EVCİM Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü / 185 Role of Metaphors on the Perception of Organizational Culture ÇETİN MURAT HAZAR Hegel ve Tarih Felsefesi / 221 Hegel and Philosophy of History AKADEMİK DERGİYİ “SUN…”MANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI Akademik bir dergiyi sunmak gerçekten de kolay değildir. Dergiyi sunan, genellikle dergisini övgüyle cümlelerine başlar. Ancak bu akademik bir dergi; “işi ayinesi” olmak zorunda. Fakat gene de şu kadarını söylemek gerekiyor: derginin periyodu bir miktar gecikti; bunun nedeni ihmal değil, ihtimam. “Ben burada şöyle makaleler yayınlarım, yazacaksan ey yazar” deyip; hatta, “araştırman ampirikse şöyle yap, teorikse böyle yap, şu biçim rapor et” küstahnamesi de sıralanabilir. Ya da daha makulu, derginin neden yayınlandığına, ne işe yarayacağına değinilebilir. Bir kere makale yazarının metodoloji birikimine itimat etmek zorundasınız. İkincisi “İletişim” zaten, Fakültemizin onlarca yıldır yayınladığı bir dergi, camia onu bilir. Derginin içeriğini teşkil eden makalelere ilişkin ipuçları da sunulabilir. Ama sanki bu da makaleler arasında bir hiyerarşi kurma çabası gibidir. Çünkü akademik bir makalenin vurgusu olmaz. Vurgu, dolgu malzemesi olarak kullanılan bir yığın lafın arasında en önemlilerini spota çekmek için yapılır. Oysa akademik makalenin içerdiği içinde, kapsamadığı dışındadır. Sunuş yazısını teşkil etmesi muhtemel geriye tek bir husus kaldı. Disiplinimizin (A)karakteri ve disiplinimiz bünyesindeki ürünlerin (B)niteliği. Okurlarımızla bunu paylaşabiliriz, hem de müteakip sayılarımız için konu başlıkları icat etmiş oluruz. Üstelik bu “müzakere”, bilim insanlarının etiği ya da bilim deontolojisi gibi daha çetin tartışmalara da bizleri sürükleyebilir. Akademik disiplinler için üç parametre öngörülmektedir. Akademik bir özerk disiplinin kendine özgü (1) kavramları, (2)kuramları ve (3)kurumları olmak zorundadır. Bu parametreler disiplinin disipline olması için çok önemlidir. Disiplinler arası olma iddiasındaki iletişim için ise ayrıca önemlidir. Schramm’ın dediği gibi iletişim, fizik veya ekonomi gibi değil, pek çok akademik alanı belili bir kavşakta buluşturan bir disiplindir. Gerçekten de 20.yy’lın birinci çeyreğinden itibaren iktisatçılardan klinik psikologlarına, siyaset bilimci, sosyal bilimci, antropolog, matematikçi ve hatta mühendislere kadar pek çok değerli bilim insanın ilgi ve ihtimamı sayesinde disipline olmuştur. Ama artık bugün dört başı mamur bir disiplin olarak kendisini inşa etmiş durumdadır ama kavşak alan olma özelliğini kaybetmiş değildir. Hiç kuşkusuz ki kavşak alan olması demek, her akademisyenin her istediği “ahkam”ı kesebileceği bir disiplin olduğu anlamına gelmez. Halkla ilişkiler lisansı, yüksek lisansı doktorası yapmış bir akademisyen; termodinamik okuyarak, diyebilir ki; “halkla ilişkiler birimi, kurumsal entropiyi düzenleyen bir mekanizmadır.” Ama bunu termodinamikçi diyemez. Aksi takdirde, halkla ilişkiler eğitimi veren ayrıca bir kuruma ihtiyaç olmazdı. Termodinamik eğitimi veren kurumlar halkla ilişkiler eğitimini verir ve doğal olarak disipline olmuş bir halkla ilişkiler “kürsü”sünden ayrıca söz etmeye gerek kalmazdı. Çünkü akademik kurumlar, disiplinin hayatiyetini garanti altına almak için vücut bulmuş kuruluşlardır. Hiç kuşkusuz ki, neşteri eline yakıştıran cerrah vardır ama ilgili kurumun, kurallarını koyduğu eğitim süreci içinde eğitilmiş - işlenmiş herkese bu kuruluşlar, cerrah diploması vermek zorundadır. Disiplinin kurumlaşma nedeni budur ve kuruluşlar, diplomalarının kalitesine ilişkin kaygıları nedeniyle akademik eserler ortaya koymaktadırlar. Kuşkusuz ki, sadece entelektüel tatmin için akademik çalışmaların yapıldığı inkar edilemez ama her akademik eser, muhakkak, belirli bir sorunsala müstenit olmak zorundadır. Demek ki, değerli ya da itinalı her eser akademik değildir. Hatta zirai ilaçların, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların, teknolojik çöplüklerinin birer akademik çalışma sonucu üretildiği gerçeği dikkate alınırsa, her akademik eserin muhakkak yararlı olduğunu söylemek bile imkansızdır. Yani akademik ürünler için değer ya da fayda kriteri söz konusu olmak zorunda değildir. Onları tüm diğer ürünlerden ayıran başlıca (B)nitelik metodolojik kalıptır. Disipliner çalışmalar için öngörülmüş ve olağan bilim paradigması gibi genel kabul görmüş, klasikleşmiş metodolojik kalıp, altı aşamalı olarak şöyledir: 1. SORUNSAL: Sıkıntı, Sorun, Merak, Kaos, Baskı, Zor, Kaygı, Rahatsızlık 2. KAVRAMSALLAŞTIRMA: Öngörü, Önerme, Aksiyom, Postüla, Varsayım Değişken, 3. TAHKİKAT: Tez, Antitez, Sentez, İddia, Teşmil, İçtihat, Delil, İstidlal, Dalalet, Kural, B İ L İ M S E L B İ L G İ Sistematik Bilgi, Kavramsal Düzenek, Prototip, Model, Tanım, Tasvir, 4. GÖZLEM: Ampirik ve Kuramsal, Örneklem ve Popülasyon, Ölçüm Teknikleri, Disiplin ve Alan, Ölçüm Araçları, Güvenilirlik ve Geçerlilik Testleri, 5. RAPORLAŞTIRMA: Sistematik Yapı, Plan, Kapsam, Sınırlılıklar, Bulgular, Data İşleme, Yorumlar, Değerlendirmeler 6. SONUÇ: (Başka Araştırmaların Muhtemel Sorunsalı ve tahkik materyali) Bütün akademik çalışmaları belirli bir kalıba döken bu metodolojik mekanizmanın mantığı, bilim yapma işini bireysel insiyatif ve zaaflardan arındırarak, mekanik bir işlev haline getirmek ve gerçek kişilerin değil de, meta kişiliğe dönüştürülmüş bir tür tüzel kişilerin bilim yapmasını sağlamaktır. Ancak bu ayrıcalığa ve hatta kutsamaya; bilindiği gibi birkaç on yıldır, “ne olsa gider” aforizmasıyla ve hayli yüksek sesle itiraz edilmektedir. “Ne olsa gide”n her ürün, kanaatimizce disipline çalışmaların ürünü olmayacaktır. Nitekim, özellikle iletişim bilimi alanına tümüyle özgü hale artık gelmiş kimi bilimsel araştırma teknikleri, bu tür bir metodolojik kabustan bilim camiasını kurtarmak için çabalamaktadır. Buna göre, özellikle sosyal olay veya olgular, inşa edilmiş birer gerçeklik ise şayet; o takdirde, olay ve olguları, iletişimcilerin “text” adını verdikleri birer parametreler olarak konuşlandırıp, bazı çözümleme teknikleri geliştirilebilir. Bu çözümleme tekniklerinin genel çalışma tarzları ise şöyledir: Herhangi bir sosyal olay veya olgu ile ilgili bir açıklama yapılmıştır. Açıklama başka bazı açıklamalarla örtüşmüş ve bir söylem haline gelmiştir. Birbirini teyit eden söylemler üst üste yığılarak epistemik bir arşiv teşekkül ettirilmiştir. Geçerliliği ve güvenilirliğinden pek de kuşku duyulmayan bu arşive uygun kurumlar vücuda getirilmiştir ve böylece epistemik bir yapı kurulmuştur. Faucault bu tarzı, galiba, daha çok gündelik yaşamdaki totileter güç kaynaklarına bakma kaygısıyla kullandığı için, bunun bir methodolojik kalıp olmadığını söylemektedir ama bu tarz, kimi methodologların da belirttiği gibi, bazı akademik araştırma tekniklerine çatı olma potansiyeli taşımaktadır. Sözü edilen epistemik yapı bir sistemdir. Sistem belirli bazı parçaların uyum, ahenk ve harmoni içinde oluşturduğu bir tümel orkestrasyondur. Bu orkestrasyonun yapısını çözmek için, onu birimlerine ayrıştırmak gerekmektedir. Bu çözümleme ile her bir parçanın ayrı ayrı gözlem konusu yapılması mümkün olacaktır. Kategorilere ayrıştırarak da, bütünün kendi içindeki uyum, ahenk ve harmoniyi çözümlemek mümkündür. Dolayısıyla bu tarz, makro metodolojik bir kalıp olma potansiyeli taşımaktadır ki, zaten; içerik ve söylem analizi adı altında iletişimciler bir süredir bu kalıbı kullanmaktadır. Bu kalıp; hukukçular, ilahiyatçılar ve hatta edebiyatçılar tarafından, kimi zaman içtihat, kimi zaman tefsir, kimi zaman da yorum amacıyla öteden beri kullanılmıştır, yani malum bir kalıptır. Hiç kuşkusuz ki metodolojik kalıp, ne kadar “flexible” hale getirilirse getirilsin, bir özne olarak insan varlığının tasarrufundan ayıklanamaz. Buna, kanaatimizce gerek de yoktur. Ama ne iş olursa olsun, özne’nin işinin, mutlaka, deontolojik bir kalıbı olmak zorundadır. “Geri zekalı, hıyar herif, salak, mankafa, cahil” ifadeleri, sokaktaki insanın ahlakı ile ilgilidir ve pavyon fedailerinin jargonu olduğu için, bu tür bir dilin, bilim camiası içinde yeri olamaz. Dolayısıyla bilim insanlarının ahlakını başka bir boyutta aramak gerekmektedir. Wittgenstein’in “olgu gözlemlenir, değer tercih edilir” aforizması “bilim insanı için deontolojik ilkeler neler olabilir?” sorusuna ışık tutmaktadır. Her şeyden önce bilim insanı, naif pozitivizme istinaden, nesnel gerçekliği çekip çıkartma misyonu ile yükümlü bir aziz tavrı sergileyemez. Onun işi, olay ve olguları incelemek - teftiş etmek (inspection), üzerindeki örtüyü aralayıp serimlemek (exploration) ve tenkit - sorgulamak(critic)tır. İkinci olarak bilim insanının ‘beriki’nin değerine de ‘öteki’nin değerine de itibar etme lüksü yoktur. Onun ya da bunun iltifata müstehak ve mahzar olma hakkına sahip olduğunu asla savunamaz. ‘Öteki’ ya da ‘beriki’nin değerlerini tahkir veya tezyif etme ayrıcalığını da kesinlikle kendisine bahşedemez. Yani bu tarz bir hakikat (truth) iddiasının beyhudeliğinin bilinç ve fevki, bilim insanının erdeminin parametresidir. Ve son olarak kuşkusuz ki (bilimsel çalışmalarda zaman zaman oldukça hassas işlevler yükümlenen tesadüfler istisna tutulursa) her gözlem, belirli bir düzeyde tercihtir. Ama bu tercihte, tercih kastı yoktur. Bu ince çizgi aynı zamanda bilimsel çalışmaların masumiyetine delalet eder. DDT ya da atom altı parçacıklar için çırpınan bilim insanlarının bu çabalarını kimse cinayete teşebbüs kastı ile yaftalayamaz. Sonuçlarından mesul değillerdir denemez belki ama bunda kast-ı mahsusa aranamaz. Demek ki; bilim insanının misyon yüklenmesi tarafsızlığına, kimi etiketleri canının istediği gibi sağa sola yapıştırması erdemine, kasıtlı tercihleri masumiyetine halel getirmektedir. Hubert M. Blalock, JR. -Theory Construction gibi nadide eserlerden de ilham alarak, pek çok araştırmacının, kuramsal inşa müzakerelerini dergimizin önümüzdeki sayılarında sürdüreceğini umuyoruz. Bilim insanları, umuyoruz ki, esnetilmesi epey zor olan yöntem tartışmalarına da bu derginin sayfalarında devam edeceklerdir. Ama, akademik kariyer amacıyla olsa da olmasa da; bu derginin her zaman olduğu gibi asli işlevi, elbette ki, iletişim disiplinine ilişkin araştırmaları derlemek ve aktarmaktır. Platform, hepimizin sığacağı kadar geniş; toprak her birimizi doyuracak kadar mümbit. Cengiz ANIK Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- BİLGİNİN TOPLUMSAL İŞLEVLERİNE İLİŞKİN YAKLAŞIMLARI TASNİF DENEMESİ Cengiz ANIK* ÖZET Bu çalışmada, bilginin toplumsal işlevi ile ilgili bazı yaklaşımların dökümü ve tasnifi yapılmaktadır. İletişim, ilişki, etkileşim ve bilgi kavramları bu çerçeve içine alınmaktadır. Birey - toplum etkileşimi ekseninde iletişim olgusunun rolü gözlemlenmeye çalışılmaktadır. Anahtar kelimeler: Bilgi, Etkileşim, İletişim, İlişki, Medya ABSTRACT In this study, the casting and classification of various approaches about the social function of knowledge are done. The concepts of communication, relation, interaction and knowledge are considered in this context. It is tried to observe the role of communication fact in the axis of individual - society interaction. Key words: Knowledge, , Interaction, Communication, Relation, Media Giriş Bilginin en fazla göze çarpan parametrelerinden birisi olan teknoloji için, bilindiği gibi, “insan bedeninin uzantısıdır” aforizması çok kullanılan bir betimlemedir. Gerçekten de teknoloji, insan varlığının sınırlarını aşmak amacıyla üretilen tekniklerdir. Her bir teknik, şu veya bu biçimde sergilenmiş bir insan hüneridir. Bu insani hünerler - beceriler lojikleştirilerek teknolojiler üretilmektedir. İnsani hüner-beceri dendiği için, sadece insan varlığına özgü bir özellik bahis konusudur. Çünkü sadece insan varlığının davranışlarının ve hüner - becerilerinin “tek”liğinden söz etmek mümkündür. Her insan yürür, ama her birinin yürüyüşü * Doç. Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. İletişim 2003/18 2 C. Anık kendine özgüdür. Dolayısıyla her genel davranış, her bir insan için ona özgüdür. Asıl önemlisi ise, herkesin yapabildiği bir hünerin, bazı insanlar tarafından çok özel bir beceri olarak sergilenmesidir. Sahanda yumurta yapmasını genelde herkes bilir. Ama bazı insanların yaptığı sahanda yumurta inanılmaz lezzetli olur. Her insan kendi söküğünü diker, kendini tıraş eder. Ama terzilik ve berberlik, mesleki bir hünerdir. Bu özel hünerler, daha da özel hale getirildikten sonra, en genel hale dönüştürüldüğünde, teknoloji dediğimiz marifet ortaya çıkmaktadır ki, artık bu yaratı, en özel insani hüner gibi “tek” değildir ve aynı zamanda özel insani hünerin sahip olduğu sınırların ve boyutların çok daha ötesine taşacak kadar, şamil, kamil ve yetkin bir üründür. Medya teknolojileri için de aynı durum geçerlidir. Görebilmek için göze ihtiyaç vardır ama gözün bakma sınırları ve görme boyutları bulunmaktadır. Oysa görsel medya bakmayı ve görmeyi adeta sınırsız ve boyutsuz hale getirmiştir. Duyma, konuşma, yazma; hatta hissetme, algılama, haberdar olma gibi pek çok insani hüneri medya teknolojileri sınırsız ve boyutsuz hale getirip, yetkinleştirmiş, kamil ve şumullü kılmıştır. Günümüzde, tahayyülleri aşan boyutlara ulaşmış bu işleyişin; anahtardan öte, maymuncuk kavramı bilgidir. Bilgi; insani her bir kayıt, her bir nakliyat, her bir algı, hatta her bir tasavvur olma özelliği ile, odaklanılmayı en fazla hak eden bir kavram olmakla birlikte, onun üzerinde bu bağlamda yeterince ve yetkinlikle çalışılmış olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Bu çalışmada bilgi, kendisiyle akraba olan; etkileşim, ilişki, iletişim, medya kavramlarıyla birlikte ele alınmakla birlikte, çalışmanın sorunsalını teşkil etmemektedir. Şu veya bu şekilde (felsefe, epistemoloji v.s. tarafından) bilginin kendisi, öteden beri sorunsallaştırılmaktadır. Burada, bilginin toplumsal bağlamı ile ilgilenen bazı yaklaşımların nasıl sınıflandırılabileceği sorunu üzerinde durulmaktadır. Yegane bilgi kaynağı “toplumsal unsur” bireydir. Birey, bilgi aracılığı ile “toplumsal unsur” haline gelmektedir. Karmaşık gibi görünen bu varsayıma bir ölçüde açılım kazandırma iddiası ile ortaya konulmuş bazı yaklaşımları tasnifleyerek, araştırmacılara, daha az kaygan bir zemin oluşturma çabası, bu çalışmanın amacını teşkil etmektedir. Özellikle iletişim bilimi disiplini çerçevesinde ürünler ortaya koymak isteyenlere, bu tasnifle, kapsam Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 3 ve sınır tespiti ile ilgili bir miktar kılavuzluk desteği sağlanacağı umut edilmektedir ki, çalışmanın, bu bağlamda önemli olduğu düşünülmektedir. A. KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1. Etkileşim, İlişki, İletişim ve Medya Kavramları Gündelik hayatta kullanılan pek çok kavram gibi konuyla ilgili anahtar kavramlar olan; etkileşim (interaction), ilişki (relation) iletişim (communication) ve medya kavramları da çoğu zaman yerli yerince kullanılmamaktadır. Uzmanların bile bazen, iletişim kavramının anlamını medya ile karşılamakta, bazen da medya kavramını kullanması gerekirken iletişimi kullanmaktadır. Örneğin “Yeni İletişim…” değil de “Yeni Medya Teknolojileri…” demek daha tutarlıdır. Elbette söz konusu teknoloji, iletişim amacına yönelik olarak kullanılmaktadır. Zira iletişim süreci kaçınılmaz olarak aracı bir mekanizmaya ihtiyaç duymaktadır. Teknoloji de bu aracı mekanizma ile ilgilidir. Gerçi bu tür ifadelerde neyin bahsedildiği bellidir. Ancak akademik bir mülahaza söz konusu olduğunda, konunun özellikle anahtar kavramlarının netleştirilmesi elzemdir. İletişim kavramı communication’un karşılığı olarak kullanılmaktadır. Oysa ki terimin anlamı tercüme edildiğinde ‘ortaklaşım’ sözcüğünü kullanmak gerekecektir. Zira communication; haberleşme ya da yakın anlamlı diğer kavramlardan farklı bir içerikle yüklüdür. İletişimi tanımlarken, bilgi alışverişi gibi, yalın bir ifadeyle yetinmek de iletişim sürecini eksik anlamak ve anlatmak demektir. Nitekim bu alanda çalışanların pek çoğu, bu ayrıntıya dikkat çekmektedir. “İletişimsizlik mümkün müdür?” aforizması etrafında görüşlerini organize eden iletişim bilimcilere göre, ilk bakışta iletişimsizlik mümkün değildir (Watzlawicks v.d. 1972). Zira bireyler, bitkisel hayata girmediği sürece, mutlaka bilgi alışverişine maruz kalmaktadırlar. Bireyler her gün sınırsız sayıdaki bilgi kaynakları tarafından enforme edilmektedir. Görme, duyma, hissetme, algılama v.s. duyuları işlediği sürece, bireyin iletişim kurmaması imkansızdır. Ayrıca her bireyin, içinde bulunduğu fiziksel – kültürel ortam, mekan ve uzay, sürekli olarak, bilgi kaynağı olarak çalışmaktadır. Aksi söz konusu olsaydı, yani; kişi, üşüdüğüne dair fiziksel çevresinden aldığı bilgiyi anlamasa, uygunsuz davranışlar sergilediğinde cezalandırılacağına, dışlanacağına dair ileti alıyor olmasa, balkondan atladığında yerçekimi nedeniyle parçalanacağına dair bilgiden bihaber olsa v.s. yaşamını sürdürmesi mümkün olmazdı. Demek ki iletişim sürecinin işlemesi için mutlaka bir kaynak tarafından yazılı ya da sözlü bir iletiye muhatap olmak şart değildir. Zira kişi İletişim Fakültesi Dergisi 4 C. Anık “sessiz dil” (Hall, 1973) denilen pek çok kaynağın muhatabı olduğu gibi, içinde yer aldığı ortam da ona sürekli sayısız iletiler ulaştırmaktadır. Bununla birlikte iletişimsizlik mümkündür. Yani ormanda yıkılan ağıcın sesi duyulmadığı zaman iletişim (Mattelard, 1998: 56) olmaz. Ne söylenirse söylensin, karşıdaki kişi duymuyorsa, anlamıyorsa ya da duymak veya anlamak istemiyorsa, iletişimsizlik mümkündür. Zira iletişimi mümkün kılan niyettir. Demek ki her etkileşim (interaction’daki action kavramı Türkçe’deki; hem etki hem hareket hem de eylem kavramlarının bir meczi olarak algılanmalıdır.) olayı, mutlaka bir iletişim sürecine tekabül etmemektedir. Bu önemlidir. Zira her etkileşim olayı da tıpkı iletişim gibi aracı bir mekanizmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu aracı mekanizmanın etkileşimi gerçekleştirmiş olması demek, her koşulda ve her zaman iletişimi de gerçekleştirmiş olduğu anlamına gelmez. Çünkü iletişimde ortaklaşmanın gerçekleşmiş olma şartı vardır ve ortaklaşmanın gerçekleşmesi için de niyet şarttır. Böylece iletişim için şart olan niyet, ilişki kavramını doğurmaktadır. İlişki kavramı iletişim sürecinin bilmek (savoir)’ten ibaret olmadığını, aynı zamanda tanıdık (connaitre) olmayı gerektirdiğini ifade etmektedir. Gerçekten de ilişki (Fransızca’da tanıdık, anlatı kavramlarının karşılığı olarak da kullanılan relation kavramı, iletişim söz konusu olduğunda; hem contact’ın tercümesi ilişki-temas hem de interet’in tercümesi ilgi-çıkar kavramlarının anlamlarını yükümlenmektedir); ilişkin olmayı, daha doğrusu olmazsa olmazı (mütemmim cüz) anlatmaktadır. Sözgelimi savcı iddianamesine kanıtları ve belgeleri iliştirmediği zaman, haksız itham nedeniyle kendisi suçlu duruma düşecektir. Kısacası herhangi bir etkileşim olayı karşılıklı niyeti yaratıyor ve bu yolla bir ilişki gerçekleşiyorsa, bu etkileşim sürecinin adı iletişimdir. Bu süreç mutlaka aracı bir mekanizma tarafından dolayımlanmaktadır. Bu aracı mekanizmanın adı da medyadır. Medya, medyum’un çoğuludur. Gündelik dildeki medyum sözcüğü ile hemen hemen aynı anlamı taşımaktadır. Çünkü medyum, doğrudan doğruya kurulamayan ilişkilere aracılık (dolayımlama - mediating) eden bir araçtır. Ancak bilindiği gibi medyum, belediye otobüsü gibi bir taşıma aracı (vehicule) aracı değil; insiyatifin (hatta izzetin) insafına terk edildiği bir araçtır ki, iletişim partnerleri iletişim kurarken, insiyatif (ve izzet)’lerini işte bu aracıya, medyaya emanet etmektedirler. Bu yüzden medya teknolojileri çok büyük bir önem arz etmektedir. Zira etkileşmek için niyet eden iki iletişim partneri arasındaki ilişkinin mimarı medyadır ve bu teknolojik harikalar, bu yüzden, kişiler arası (kuşkusuz ki aynı zamanda birey - grup, Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 5 birey - örgüt, birey - kurum, grup - örgüt, grup - kurum, örgüt - kurum v.s.) ilişkilerin kurulmasında ve işlemesinde son derece kritik bir rol oynamaktadırlar. Bilgi, iletişimin varolabilmesi için varolması gereken yegane hammaddedir. Bilgi olmazsa iletişim olmaz. Bilgiyi hem girdi olarak kullanan hem de çıktı olarak sunan ise medyadır ve medya, bilgiyi işleyen bir mekanizmadır. 2. Bilgi Kavramı Hemen her şeyi açıklamak amacıyla kullanılan birçok kavram gibi bilgi kavramı da her şeyi tanımlar, betimler görünmekle birlikte, kendini anlatmaktan acizdir. Örneğin bilgi, kamera kayıtları gibi bireyin yaşamı boyunca gerçekleştirdiği kayıtlardan mı ibarettir? Yoksa genetik kodlarında mündemiç işaretler midir? Bir atölyeye giren her tür hammadde, “lojik”in insan hüneriyle yoğrulması sonucunda “teknolojik ürün”e dönüşüyorsa, işletmeye girdi olarak ne dahil olmuşsa onun adı bilgi midir? Toplumsal varlığı her bakımdan ifade edilebilir kılan kültürel simgeler birer bilgi midir? Yoksa bilgi alışverişi tarifine uygun işlevler ifa eden kitle iletişim araçlarının ürünlerine mi sadece bilgi denmeli? Daha da basit ama genel bir tanımlama ile kişinin bildiği ve bilmek zorunda olduğu örgün - yaygın eğitim kurumlarının öğrettikleri mi bilgidir? Yoksa yaşam deneyimi olarak algılananlar bellenenler mi bilgidir? Çok okuyan mı bilir, çok gören - yaşayan mı? Kısacası bilgi kavramı, kullanıldığı alana, disipline ya da gündelik yaşamın icaplarına uygun anlamlar kazanmıştır. Bu da doğaldır. Zira her tanım, kavramın anlam alanını, kapsamını belirleyerek, onun ifade yeteneğini sınırlandırmaktadır. Popüler sözlüklerde bilgi kavramına; “bir iş, konu, olay veya herhangi bir şey konusunda bilinen, malumat” denilmektir. Benzer ifadelerle; “bir konu ya da iş konusunda bilinen, bir konu ya da iş konusunda öğrenilen ya da öğretilen şey”, “genel olarak ve ilk sezi halinde zihinsel olarak kavranmış temel düşünceler”, “bir yargılama yapabilmek ve bir yargıya varabilmek için gereken öğelerin her biri”, “bir şeyi bilme hali” şeklinde tanımlanmaktadır. “Malumat” kavramıyla ifade edildiği gibi çoğu zaman bilgi ile malumat, alim ile bilgin, malum ile bilinen ve özellikle ilim ile bilim birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Gündelik kullanımda bu ayrıma çok dikkat edilmemekle birlikte, malumat ile bilgi kavramları arasındaki çizgiye atıf yapılabilecek biçimde, ilim ve bilim kavramlarının anlamlarına ilişkin farklılığa özellikle vurgu yapıldığı da İletişim Fakültesi Dergisi 6 C. Anık görülmektedir. Buna göre tanrının insanlara telkin ettiği bilgi ile insanların kendi çabalarıyla elde ettiği bilgi arasında bir ayrım yapılmaktadır (Özbilgen, 1986). Türkçe’deki “bilinen” kavramının anlamı Arapça’da “malum” ve “maruf” olmak üzere iki ayrı kavramla ifade edilmektedir. “İlim”; okuyarak, yaşayarak elde edilen bilgiyi anlatmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim kendine özgü bir anlam yüklemeden önce “cahiliye döneminde” ilim kavramı, “kişilerin yaşayarak ve deneyerek, bizzat elde ettikleri bilgi” anlamında kullanılmaktadır. Yakın anlamlı irfan kavramı ise sezinlemelerle elde edilen bilgiyi anlatmaktadır. Alim ile arif kavramlarına da buna bağlı olarak farklı anlamlar yüklenmektedir. Arif, tanrıdan bilgileri doğrudan doğruya alarak iman eden, ma’rifet sahibi kişidir. Alim ise deneyerek, yaşayarak, gözleyerek bilgi edinen, bilgiyi biriktiren, işleyen, malumat sahibi kişidir. Kısacası arif ma’rifeti, alim delaleti ile Allah’ı bulan kişidir (İzutsu, Tarihsiz: 47-48). Yani malum olan; tanıklık ederek, gözleyerek, deneyimleyerek edinilen bilgilerdir. Maruf olan ise sezgiyle, ilhamla, marifetle edinilebilecek bilgilerdir. Bu ayrım batı dillerinde de nettir. İngilizce’deki knowledge; malumat, kanaat anlamındadır. Know bilmek, fark etmek yüklemlerini karşılamaktadır. Gnostic kavramı ise “ruhani sırlara vukufiyeti” ifade etmektedir. Fransızca’daki ayrım daha da nettir. Connaitre; tanımak, tatmak, görmek, ulaşmak; connaissance; ayırt edebilmek, tanışıklık; savoir ise bilmek, bellemek anlamlarında kullanılmaktadır. Nitekim Foucault (2000b: 90-91) tarafından da “popüler, tekil, fikir birliğinden yoksun, boyun eğdirilmiş, sıradan insanların (savoir des gens)” bilgisiyle; “kılı kırk yaran, erüdüsyon yüklü (connaissance)” bilgiler arasına çizgi çekilmekte, hatta hakim ve mahkum ilişkilerinde bu kavramların betimleyiciliğine dikkat çekilmektedir. Kavramsal ayrıştırma açık biçimde göstermektedir ki; bireysel ve toplumsal bilgi; yaşam boyunca edinilen, yaşanan ya da deneyimlenen, teknik anlamıyla gözlemlenen veya rasyonel muhakemelerle üretilen bilgilerden ibaret değildir. Öte yandan bilgisayar belleği gibi insanın ve toplumun bilgisine, “toplumsal bellekteki ya da genetik kayıtlardaki donanımlardır” demek de mümkün değildir. Bunların her ikisinin toplamı, bireyin ve toplumun bilgi donanımını teşkil etmektedir. Başka bir ifade ile insan bilgisini ne sadece doğal - sosyal çevre ona işlemektedir ne de kişi genetik kayıtlarının tutsağıdır. Birincisi birey, ait olduğu sosyal ve doğal çevresinin ve özellikle müntesip hissettiği grubunun bellettiği bilgi donanımlarına sahiptir ki, sosyal-doğal (ve grup) çevresi onu bu yolla zihinsel olarak inşa etmektedir. İkincisi, kendine has bir delaleti olduğu için birey, bilgi edinme, işleme ve üretme becerisine Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 7 sahiptir ki, sosyal-doğal çevrenin belleğini bu “delaleti” ölçüsünde inşa edebilmektedir. Kısacası hem üretilmiş, üretilen, üretilmekte olan bilginin nesnesi hem de bilgi üretmiş, bilgi üreten ve bilgi üretmekte olan bir özne olması, onun “ses doubles” (Foucault 1966:314-354) oluşuna delil teşkil etmektedir. Demek ki bilgi, insanın doğal ve sosyal çevresiyle etkileşimi ve iletişimi sonucunda ortaya çıkan bir üretimdir. Sosyal ve doğal çevresini tarayan bir varlık olarak birey, bilgi üreten bir öznedir. Sosyal ve doğal çevrenin nüfuz alanı içindeki bir varlık olarak da birey, bilme etkinliklerinin nesnesidir. Başka bir ifade ile, “kendimiz ve çevremizdeki kişilere, olay ile süreçlere ilişkin düşüncelerimiz, başkalarınca da anlamlandırılıp, denetlenebiliyorsa, bunlar bilgi değeri taşıyor” demektir (Durali: 43). Yani ortaya konulan bir düşünce, başkaları tarafından tespit ve tahkik edilebiliyorsa (a.y.) o bilgidir. Kısacası, bilgi özne ve nesne arasında kurulan bir bağdır (Cücen, 2001: 17). Bu bağları gündelik, dinsel, teknik, sanatsal, bilimsel gibi türlere (a.y.) ayırmak da mümkündür. Hatta bu sıralama hiyerarşik olarak aşamalandırılabilir. Çünkü bilgi, gündelik yaşamdan, bilime ve felsefeye kadar geniş bir alanda düzenlenen ve edinilen kazanımlardır. Bu kazanımların içindeki bilgilerden, sadece; bir sorunsalı çözümlemek amacıyla, akıl yürütme ile yönelip, metodolojik biçimde sistematik olarak insanın elde ettiği; düzenli, tutarlı, geçerli ve güvenilir, kanıtlanabilir ve denenebilir (Cücen, 21), teste ve denetime müsait bilgilere bilimsel bilgi denilebilir ve bu bilgiler, kuramsal bir karakter arz ediyorsa, aynı zamanda akademik bilgi vasfı taşımaktadır. Ancak, ne denli bilimsel ve akademik bilgi ortaya konulursa konulsun hem bunlar öznel bir nitelik arz etmekte hem de toplumsal bir veri olan simgelerle ifade edildikleri için, nesnel bir çerçevenin içine hapsedilmiş olmaktadırlar. Bu karışıklığın bir ölçüde aydınlanmasına, bize göre, malum ve maruf kavramları arasındaki ayrım ışık tutabilir. Malum kavramı; yaşayarak, deneyerek, gözleyerek, bizzat elde edinilen bilgileri anlatmaktadır. Maruf kavramı ise tanrı, yani belirli bir otorite tarafından telkin edilen, öğretilen, benimsetilen ve sorgulanmadan iman edilen bilgileri tanımlamaktadır. Benzer bir biçimde de knowledge; malumat, kanaat, bizzat edinilen; gnostic; ruhani, vahyedilen, ilhamla edinilen sezgisel bilgi anlamına gelmektedir.Daha net bir anlatımla savoir; benimsetilen, işlenen ve sorgulanmadan kabul edilen bilgileri; connaitre ise incelenerek, sorgulanarak, irdelenerek elde edilen bilgilere karşılık kullanılmaktadır. İletişim Fakültesi Dergisi 8 C. Anık Demek ki insan belleğindeki kayıtlar, ya belirli bir otorite tarafından işlenmekte ya da bizzat kişisel çabalarla edinilmektedir. Yani bilgi adı altında sahip olunan tüm müktesabat ya bildik ya da tanıdık şeylerdir. 3. Bilgi Sosyolojisinde Bilgi Bilgi sosyolojisinin odak konu olarak ilgilendiği bilgi, daha geniş bir alana tekabül etmektedir. Toplumsal zihniyet alanını, birey üzerinde belirleyici rol oynayan ya da bireyin sosyalleşme sürecinde devreye giren sosyal bir mekanizma olarak görmek yeterli değildir. Bu alan, “toplumun dilleri, inançları, normları ve dünya görüşü biçiminde görülen, kültürel bilgiden meydana” (Carthy, 2002: 14) gelmektedir. Ama aynı zamanda bu alan, “insan deneyimi, kavramsallaştırma yeteneği ve davranışından" (a.y.) oluşmaktadır. Daha genel bir ifadeyle, bireyin temsiliyet yeteneği (Anık, 2003: 18), konjonktürel kimi fırsatlar yakaladığında, toplumsal kodlara; bireyler arasında iletilen, paylaşılan simgelere dönüşmektedir. Birey, doğal ve sosyal çevresindeki her şeyi bir simge ile temsil etmektedir ki, bu temsiliyet sisteminin en kuşatıcı örneği dildir. Dille, her tür sosyal ve doğal varlığa ilişkin bir tavsif ve tanım getirilmekte, daha da önemlisi, bu tanım ve tavsif kapsamı içinde yer alan nesne ya da varlıklara ilişkin mevcut, muhtemel ve potansiyel ilişki ve etkileşimler, kimi temsili simgelerle ifade edilmektedir. Doğal-sosyal bir varlığa tekabül etmese de, bu tür kavramsallaştırmalarla bir bakıma, hiçbir şeyden bir şey üretilmektedir. Bireysel bağlamda gerçekleşen tüm bu üretimlere ilişkin anlamlar, toplumsal ortak kodlar olarak paylaşıldıktan sonra, bireyler için öğretici, yönlendirici ve belirleyici bir mekanizma olarak, toplumsal bütün tarafından, yeniden bireylere iade edilmektedir. Bu iletişimsel süreç toplumsal zihniyet alanının sınırlarını tayin etmektedir. Toplumsal zihniyetin en önemli işlevi ise, toplumsal sınırları tayin ve tesbit eden bir mekanizma olmasıdır (Cohen, 1985). Sonuç olarak bilgi “bir ya da daha fazla toplumsal grup ya da insan topluluğu tarafından kabul edilen her türlü fikir ve edim biçimleri; onların kendileri ve ötekiler için gerçek kabul ettikleri olgulara ilişkin fikirler, edimler"(Carthy: 2002: 50) şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımda, ilk olarak, toplumsal gerçekliğin işlem halinde olduğu vurgulanmakta ve toplum ya da belirli bir insan grubuna egemen bilgilerin toplumsal gerçekliği inşa ettiğine (a.y.) değinilmektedir. İkincisi bilgi, toplumsal sistemi oluşturan unsurlar arasında sürekli tedavül eden bir toplumsal parça olma Bahar 2009, Sayı: 28 9 Bilginin Toplumsal İşlevleri… özelliği kazanmaktadır. Toplumsal zihniyetin hem hammaddesi hem de mamul ürünü olarak, toplumun ayırt edici vasfı olma, toplumun sınırlarını tayin ve tesbit etme ve içeriğini görünür kılma özelliği ile de bilgi, üçüncü bir diğer sıfatla tavsif edilmektedir. B. BİLGİNİN TOPLUMSAL İŞLEVLERİNE İLİŞKİN YAKLAŞIMLAR Bilginin tanımı ve bu tanımda altı çizilen üç vasıf, aynı zamanda, bilginin toplumsal işlevlerini de açığa çıkarmaktadır. Bilginin üç özelliği esasen, bilgi sosyolojisinin inceleme konularının da bir özeti niteliğindedir. 1. Toplumsal Etkileşim Aracı Bilgi Bilgi kavramının içerdiği özelliklerden biri, bilginin; toplumsal sistemi oluşturan unsurlar arasında sürekli tedavül eden bir toplumsal parça olması ve tedavül ettikçe toplumsal gerçekliği, sürekli olarak yeniden inşa etmesidir. Almanya’daki kaynaklardan beslenerek geliştirdiği yaklaşımını, 1930’lu yıllarda göç ettiği, ABD’de önemli ölçüde benimseten, Amerikalı sosyal bilimcilerin bilgi sosyolojisi anlayışını şekillendiren ve öncelikle George Herbert Mead’la neredeyse özdeş bağları olan (Hekman, 1999: 45) Alfred Schutz, anlamın toplumsal düzlemde nasıl oluştuğunu çözümlemeyi amaçlamaktadır. Zira bu çözümleme, toplumsal gerçekliğin oluşma sürecini gün yüzüne çıkartacaktır. Schutz’un tezi, anlamın özneye özgü bir ürün olduğudur. Buna göre anlam, birey tarafından oluşturulmaktadır. Birey, sosyal bir varlık olduğundan, kendi anlamını paylaşabilmek amacıyla, onu iletişimsel bir materyale dönüştürmektedir ve böylece anlama ilişkin ortaklaşma gerçekleştirilmekte ve anlam nesnelleşmektedir. Bununla birlikte anlam, toplumsal unsurlar arasında tedavül ettikçe, bireyler tarafından öznel yüklemelere maruz kalmaktadır. Yani anlam, özneler arası bir özellik arz etmektedir. Bu da sürekli olarak, öznelerin her seferinde yeniden, ‘anlam’ bağlamında etkileşimini zorunlu kılmaktadır. Çünkü anlam, tedavül etme süreci içinde, öznelere özgü boyuta indirgendikçe, iletişimsel materyal olma özelliğini kaybetmektedir. Anlama ilişkin yeniden ortaklık oluşturabilmek için onu yeniden nesnelleştirmek gerekmektedir. Böylece anlam toplumsal tedavül süreci içinde sürekli yeniden üretilmektedir (Hekman, 1999: 46-48). İletişim Fakültesi Dergisi 10 C. Anık Anlamın bu tarz özneler arasılığı toplumsal gerçekliği inşa etmektedir ki, Schutz’un bu vargısı, Berger ve Luckmann için çıkış noktası olmaktadır. Ama önce Mead’a göz atmak daha doğrudur. Bilginin işlevinin Almanya’daki bilgi sosyologları pragmatistler açısından özel bir ilgi konusu olduğu söylenebilir. ve ABD’deki “İki gelenek de bireylerin yaşadıkları özel toplumsal bağlam içinde nasıl düşündüklerini; düşünmenin ve bilincin özel toplumsal ve tarihsel bağlamlardan nasıl miras alındığını; toplu eğilimlerin, insanların erişebilecekleri toplumsal nesneleri kesin olarak nasıl sağladığını anlamaya çalışmıştır. Her iki gelenekle uğraşanlar, geleneksel bilgi felsefelerini tanımladıklarını açıkça belirtmişler, insan bilincinin ve düşüncesinin işleme biçimine ilişkin kendi anlayışlarını kurmak üzere modern görgül bilimlere yönelmişler”(McCarthy, 2002: 122)dir. Bu iki gelenekten, toplumsal varlığın ve zihinsel alanın sürekli değişim ve etkileşim içinde olduğu, en önemli miras olarak bugüne kalmıştır (McCarthy, 2002: 125). Bu mirasın özünü, Mead’ın, benliklerin ve toplumun sürekli değişim içinde olduğu, insan eyleminin toplumsal bir dünya tarafından kurulduğu tezi teşkil etmektedir (a.y.). Bu tezi Mead, (W. James’den ilhamla) bireysel benliği özne ben (I) ve nesne ben (me) olmak üzere iki kategoriye ayırarak temellendirmektedir. Nesne ben bireyin toplumsal yanıdır. Özne ben ise bireysel yanını göstermektedir. Toplumsal ilişki süreci içinde kişi, başkalarının kendisi hakkında neler düşünüyor, ne tür kanaatler taşıyor olduğuna ilişkin tahminlerde bulunmaktadır. Bu tahminlere göre kendisine çeki düzen vermektedir. En çok sayıda başkasının gözüne girmek amacıyla, kendisini, onların görmek istediği kişi gibi göstermeye çalışmaktadır ki, bu onun nesnel benliğidir. Toplumsal olan her şey de kişiye bu şekilde sirayet etmekte, benimsetilmekte ve yerleştirilmektedir. Başkalarının kendisi hakkındaki yüklemelerine kişi, içinden geldiği gibi bir tepki verdiği durumlarda ise bireyin özne beni açığa çıkmaktadır. Kısacası özne ben ve nesne ben olarak bireysel benlik, toplumsal iletişim akışı içinde belirmekte, belirlenmektedir (Coser, 1990: 323). Dolayısıyla her birey toplumsal yaşamı içinde ona yüklenen rolün ne olduğunu kavramaya, kendisinden ne beklendiğini anlamaya çalışmaktadır. Başkalarının ilgi, saygı, takdir ve taltiflerini kazanmak amacıyla, onların gözüyle kendine bakıp, kendisini onların istediği bir kişiye dönüştürmeye çalışarak, bu yolla başkalarının görüş alanına girmeyi başarmaktadır. Kimi zaman da başkalarının istediği gibi değil, kendi istediği gibi başkalarına görünmektedir (Lazar, 2001:18). Kısacası nesne ben aracılığı ile toplum bireyi inşa ederken, özne ben aracılığı ile de birey toplumu inşa etmektedir (Coser, 1990: 323). Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 11 Bu inşa, anlamlarla gerçekleştirilen bir süreçtir. Anlam, sabit bir yafta olarak başlangıçta herkesin kendi istediği gibi ürettiği ama iletişimsel boyut kazanabilmesi için toplumsal mutabakatla içeriği belirlenen, bu yüzden de sürekli değişen yakıştırmalardır. Zira etkileşim – iletişim süreci içinde bağ kurulan varlıklara ilişkin yorumlamalar, sürekli gözden geçirilmekte, yeniden biçimlendirilmekte, her defasında yeniden üretilmektedir (Blumer 1969: 5). Eylem halindeki insanların toplamı olarak kabul edilmesi gereken toplum (a.y. 85) içinde birey; sürekli olarak kendini açığa vuran (self indication), çevresindeki bazı varlıklara dikkatini odaklayan, onları gören, okuyan, yorumlayan ve bu yolla toplumun iletişim mekanizmasını sürekli işleten; aynı zamanda da ayna (reflexive) rolüyle başkalarını sürekli ölçüp tartan, gözetleyen, onların beklentilerine göre kendi kanaat ve davranışlarını şekillendiren özne ve nesnedir (a.y. 81). Toplum, birbirini bu şekilde inşa eden ve birbirlerince inşa edilen insan varlıklarının temel taşını oluşturduğu bir bütündür ve bu bütün, birbirine ilişkin yakıştırmalar sonucunda anlamlandırılan bir kurgudan ibarettir. Bu kurgu sürecini Berger ve Luckmann, nesnel ve öznel gerçekliğin diyalektiği olarak tasarımlamaktadır. Bu diyalektik tasarıma göre birey ya dışa vurum (externalization) yoluyla toplumsal gerçekliği işlemekte ya da sindirme (internalization) yoluyla toplumsal gerçeklik tarafından işlenmektedir. Yazarlara göre, gerçek, düşünür ve hatta bilim adamlarının zannettiği kadar derin ve sofistike bir toplumsal durum değildir. Bu yanılgıya, tek bir gerçek gerçeklik neden olmaktadır. Oysa toplum, bir yığın gerçeklik (multiple realities) halinde kurulmaktadır. Bunun nedeni toplumun kurulma sürecinin hiçbir zaman sonra ermemesidir. Toplum üyesi olan insanlar, gündelik yaşamlarında kendileri için düzenlenmiş (ordered) ve yapısallaştırılmış (patterned) nesnel gerçeklikleri başkalarıyla paylaştıkça, tipik hale getirilmiş rollerinin ne olduğunu öğrenmektedirler. Bu, onlar için; yani herkesle aynı şeyi paylaşıyor olmak, tipik rolün uygun gördüğü tarzda başkalarıyla bağlar kurmak, kendini rahat ve güvende hissetmenin, toplumsal müntesip olmanın yoludur. Dolayısıyla, toplumsal gerçekliği bu şekilde işleyen, nesnel boyutlu anlamlandırmalar; kişinin seçme özgürlüğünü kısıtlamakla birlikte, onun kafa karışıklığını önlemekte ve toplumsal harmoniyi temin etmektedir (Luckmann-Berger, 1966: 72-79). Ancak sınırlandırılmış olsa da kişilerin alternatifleri (tipik roller dışındaki başka rol tipleri) tümüyle ortadan kalkmamaktadır. İletişim Fakültesi Dergisi 12 C. Anık Esasen, toplumun nesnel gerçeği, her birey için bir uğrak noktası (moment) olarak düşünülmelidir. Zira öznel gerçeklik, kendini her koşulda korumaktadır. Toplumun benimsetmeye ve bireyin sindirmeye (internalization) çalıştığı nesnel gerçekliğin kusursuz biçimde özümsenmesi mümkün değildir. Yani bu nesnel gerçeklik her bireyde farklı bir öznel boyutla yansıtılmaktadır. Bu yansıtma açık ya da zımni bir yığın gerçekliğe işaret etmektedir (Luckmann-Berger, 1966: 130-133). Öznel gerçeklikleri aşan, kuşatan nesnel bir gerçeklik olsa da, öznel gerçeklikler nesnel gerçekliğin her an yeniden kurgulanmasını potansiyel olarak içermektedir ve bu diyalektik süreç, toplumsal gerçekliğin anlamsal düzeyde, sonu olmayan bir kurgulama olarak sürekli inşa edilmesine vesile olmaktadır. Bilginin toplumsal işlevlerini inceleyerek elde ettiğimiz ilk veri, bilginin süreç içerikli; yani sürekli değişebilen ve asla katılaşmayan, donuklaşmayan ve buzlanmayan toplumsal unsur olduğudur. Böyle olmasının nedeni, bilginin yegane hammaddesinin anlam olması ve anlamın da sadece özne - birey tarafından üretilebilmesidir. Kuşkusuz ki birey tarafından üretilen anlam, herhangi bir anlam olarak kaldığında, toplumsal bir işleve sahip değildir. Anlam, iletişimsel bir materyale dönüştürüldüğü, paylaşıldığı takdirde toplumsal bir içerik kazanmaktadır ki, bu da etkileşimi zorunlu kılmaktadır. Yani öznel anlamın nesnel işlevini açığa vuran simgesel etkileşimdir ve anlam, öznel alanla nesnel alan arasında sürekli işlendiği; eksildiği veya fazlalaştığı, geliştiği ya da dönüştüğü, sürekli olarak değiştiği için simgeler hiçbir zaman sabit bir içerik yüklenmemektedir. Etkileşim bu diriliğin hem nedeni hem de sonucudur. Zira özneler arasında anlamın nasıl bir içeriğe sahip olduğunu görmek için iletişim kurmak gerekmektedir. Anlam, özneler arasında aktarıldıkça öznel alana indirgenmekte, ortaklaşmayı (iletişimi) temin etmek için anlamı yeniden nesnel alana çekmek gerekmekte, etkileşim böylece kendi iç dinamiklerinden aldığı enerjiyle bitimsiz ve sınırsız bir seyir izlemektedir. 2. Toplumsal Yapı Harcı Bilgi Yukarıdaki tanımda bilgi, toplumsal zihniyetin hem hammaddesi hem de mamul ürünü olarak, toplumun ayırt edici vasfı olma, toplumun sınırlarını tayin ve tespit etme, içeriğini görünür kılma özelliği ile tavsif edilmiştir. Bilginin bu özelliği, toplumsal zihniyetin muhtevası olan bilginin; bireyi biçimlendiren, sınırlandıran, ona çeki düzen veren ve hatta dayatmalarda bulunan bir toplumsal mekanizma olduğuna atıf yapmaktadır. Bununla birlikte aynı mekanizma, Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 13 topluma intisap etmiş her bir birey tarafından onun süzüldüğü, elendiği, filtrelendiği; bu süreç içinde hem toplumsal ürün hem değil, hem bireysel ürün hem değil; daha doğrusu bireyin de toplumun da hem girdisi hem çıktısı olduğuna işaret etmektedir. Nitekim Hakikat ve Yöntem’de Hans-Georg Gadamer (1975) toplumların dillerinde tezahür eden hakikat’ın (truth) ne olduğunu gün yüzüne çıkarmaya çalışmaktadır. Dil, topluma ait anlaşılabilen tek varlıktır ve üstelik dil, bireylerin kullandığı toplumsal bir varlıktır. Kısacası dil, toplum ile bireyin kesiştiği, kaynaştığı ya da çatıştığı merkezi bir bölgedir. Dilin birinci örneği konuşmadır ve konuşma, neredeyse sınırsız bir anlam alanı ortaya koymaktadır. İkinci örnek yazıdır. Yazıda anlam kısıtlanmakta, sınırlandırılmaktadır. Hatta konuşurken alabildiğine yayılan anlam, yazıda sabitlendiği için, yazı, bir süre sonra yazanın da yabancı kaldığı bir dilsel üründür (Gadamer, 1975: 350-355). Dilin bir diğer örneği yorumdur. Yazı ya da söze dökülmese de yorum, dilsel bir üründür. Zira eninde sonunda dile ihtiyaç duymaktadır (Gadamer, 1975: 360). Sonuç olarak dil aracılığı ile toplumsal olan her şeyi edinilir ve dil aracılığı ile toplumsal olan her şeyi işlenir. Bu bağlamda dil, bir dünya sunmaktadır. Dünyaya ilişkin her tür bilginin aracı dildir (Gadamer, 1975: 445). Dil bireye bir dünya taşıdığı gibi birey de kendi dünyasını dille taşımaktadır (Gadamer, 1975: 404). Tam da bu noktada dil, hem öznelliğin hem de nesnelliğin kaynaşma alanını tesis etmektedir. Dilin simgelerine, toplumun her bir üyesi yakın anlamlar yüklediği için dil, iletişimsel bir işlev görmekte, ortaklaşma yaratmaktadır. Ama aynı simgenin, her bir bireyin zihninde, diğeriyle asla örtüştürülemeyecek öznel anlamları da bulunmaktadır. İşte bu öznel anlamlar, yan yana gelerek nesnel anlamları üretmektedir. Bir toplumun dilsel nesnesi gibi konumlandığı her kesitte birey, kendi öznel anlamını dilsel simgeye sindirerek, toplumsal dil ortamındaki yerini almaktadır. Bireyin dış dünya ile teması her zaman iki biçimde gerçekleşmektedir. Birincisi birey, dilin kendisine taşıdığı dış dünya gerçekliği kadar, gerçek dünyayı görebilmektedir (Gadamer, 1975: 495). İkincisi birey, dış dünyada olup bitenlerin sadece bilmek istediklerini bilmektedir (Gadamer, 1975: 446) ve bu; bireysel olanla toplumsal olanın buluşması olayı, önyargı (prejudice) kavramında mündemiçtir. Gadamer (1975: 237), çevresinde olup bitenleri anlaması için yorumcunun her an “emrine amade” bulunan zihinsel kayıtları tarif etmek amacıyla önyargı kavramını kullanmaktadır. Bu kayıtlar her bir bireye ait ve özgü olmakla birlikte, İletişim Fakültesi Dergisi 14 C. Anık tümüyle tarihsel ve toplumsaldır. Aynı zamanda önyargı sadece bir kişinin değil; grubun, topluluğun, toplumun, hatta dönemlerin gözlükleri de olabilmektedir. Nitekim aydınlanmanın geleneksel önyargılara karşı sergilediği keskin tavır, aydınlanmanın önyargısıdır. Bu yüzden meşru olan ve olmayan önyargı ayrımına gidilmesi daha isabetlidir. Bu bağlamda gizli ya da gizlenmiş önyargıların toplumsal tehlikeler içerdiğinin bilinmesi gerekir. Zira bunlar despotça bir tarzla varlıklarını sürdürebilmektedir (Gadamer, 1975: 239-240). Böylece bilme işinde bizi doğruya yönelten önyargılarımız meşru, yanlışa yöneltenler ise gayri meşrudur (Gadamer, 1975: 266). Gadamer’e göre tarih, tarihte var olan kişi ve toplumların ya da olay tanıklarının gözüyle görülemez. Çünkü o şekilde görmek için de kişisel önyargıya ihtiyaç vardır (Gadamer, 1975: 271). Toplumu topyekün görmek için de her bir toplumsal unsurun gözüyle toplumu görmek gerekir. Bu da mümkün değildir ve fakat görme, anlama işi; tüm bunların karışması, kaynaşmasının sonucunda gerçekleşmektedir. Bir bakıma bakış açısında ya da önyargıda, toplumsal ve bireysel olan ne varsa hepsi birbirine karışmış halde tezahür etmekte ve anlamlandırma bu şekilde gerçekleşmektedir ki, bu; bilginin alınma, işlenme, üretilme ve tedavül etme sürecini anlatmaktadır. Toplumsal ve bireysel olanın önyargıda kaynaşması sayesindedir ki, toplum ve birey, simgeleri sayesinde, başka kişi ve toplumlarla aralarına simgesel sınır çizgileri çizebilmektedirler. “...simgeler başka bir şeylerin yerini tutmaktan ya da başka bir şeyleri temsil etmekten daha fazlasını yaparlar. Aslına bakılırsa tüm yaptıkları bundan ibaret olsaydı geçerliliklerini kaybederlerdi. Simgeler aynı zamanda kendilerini kullananlara, anlamlarının bir kısmını kendilerine kazandırmalarına izin verir. ...bu simgelerin anlamları aynı biçimde paylaşılmaz. Simgelerin her birinin anlamı, bireyin kendine özgü tecrübesinin dolayımından geçer”. (Cohen, 1999: 11) Tezini bu cümlelerle ortaya koyan Cohen (1999: 14), etkileşimleri sonucunda örülen “anlam ağları”nı insanların yaşadıkça sürekli yenilediklerini; bu anlam ağlarının ne mutlak belirleyici ne de etkisiz – nüfuzsuz olduğunu, sadece insan varlığının toplumsal davranışa anlam iliştirme yeteneği ile mücehhez olduğunu belirtmektedir. “Bizler gözlemlediğimiz şeye anlam veririz. Verdiğimiz bu anlam bize aittir ve davranışı gerçekleştirenin amaçladığı anlamla çakışabilir de, çakışmayabilir de. Böylelikle, etrafımızda sürüp giden ve katıldığımız davranışı anladığımız Bahar 2009, Sayı: 28 15 Bilginin Toplumsal İşlevleri… ölçüde davranışı yorumlarız ve bu yorumdan hareketle edimde bulunuruz; davranışa anlam iliştirmeye bakarız. Toplumsal etkileşim bunun gibi yorumlara yaslanır. Toplumsal etkileşim özünde anlamların gördüğü iştir” (Cohen, 1999: 15). Toplumsal bütünlüğü tesis eden etkileşim, Cohen’e göre doğaları gereği simgelerin yoruma açık olmaları sayesinde gerçekleşmektedir. “Simgeler, şekil verilebilir olduklarından, bireyin koşullarına uymaları sağlanabilir. Bu sayede bireylerin kendi bireyselliklerinden vazgeçmeksizin bir topluluğa olan bağlılıklarını yaşantılayabilecekleri ve dışavurabilecekleri koşulları (media) sağlayabilirler. Simgeler o denli çok yönlüdürler ki, sıklıkla özgün anlam kalıplarına uydurulabilirken, aynı simgeyi aynı anda kullanan başka kimseler bu çarpıtmaların farkına varmazlar” (Cohen, 1999: 16). Bu sayede yani, simgeler hem öznel hem de nesnel olabildikleri için “...bireysellik ve genellik uzlaştırılabil”(Cohen, 1999: 20)‘mektedir. Aynı simgeye yakın anlamlar yüklenebilmesi, daha doğrusu simgelerin insanlara böyle bir nimet sunması, onların hem bir toplum üyesi olma hazzını elde etmelerini hem de bireyselliklerini koruyarak öznel kimliklerini taşıyabilmelerini temin etmektedir. Kısacası simgesel düzeyde hem birey hem de toplum kurgulanmış, kurulmuş olmakta ve böylece sınırları da tayin ve tespit edilmektedir. Abraham A. Moles (T.siz: 68-75) bu süreci, sosyo kültürel devre adını verdiği bir şema ile modelleştirmektedir Kültürlenim kuramını açıklarken Moles, sosyo-kültürel devre içinde medyanın, mozaik kültür inşacısı işlevi gördüğünü belirtmektedir. Ona göre her birey yaratıcıdır. Keşif ya da icat yapabilir. Yaratmanın hammaddesi ise bilgidir. Bu yüzden her yaratıcının ürünü tedavül etmez. Bu, herkesin hayal kurabilmesine ama hayallerini daha mükemmel biçimde yazan ya da söyleyenlerin yazar-şair ya da edebiyatçı sayılmasına benzemektedir. Yani, icat ya da keşiflerini tedavüle sürebilenlerin yaratıcılıkları fark edilmektedir. Zira onların hayalleri medyatik bir materyale dönüştürülmekte, öznel alandan çıkıp nesnel ortamda yayılmaktadır. Bununla birlikte sosyo- kültürel devre içinde bu süreç görülmek istendiğinde, tanımına aykırı bir biçimde sürecin ne başını ne de bitişini belirlemek mümkündür. Zira yaratıcının kuluçkadaki zihinsel ürünlerini açığa çıkaran simgeler, devre içinde sürekli dolaşan bilgileri taşımaktadır ve her durakta bilginin içeriği kayıp ya da katkılara maruz kalmaktadır. Yaratıcının da ürünü, kendisinden kurtulur kurtulmaz, evrenin her bir ögesi tarafından tüketilmekte ya da İletişim Fakültesi Dergisi 16 C. Anık yeniden işlenmekte ve yaratıcının ürünü olma özelliğini hızla kaybetmektedir. Kısacası bu devre Moles’un (T.siz:71) ifadesiyle şöyledir: Şekil 1: A. Moles’in Kültürlenim Modeli “Burada (şu) ögeler bulunmaktadır: Fikri, entelektüel eserleri dönüştüren ve bir mikro-çevrede yayan yaratıcı, kitle iletişim araçlarının beslendikleri genel bir depoda fikirleri, olayları ve olguları toplayan sosyo-kültürel tablo, yaratıcının da içinde yer aldığı makro çevreyi veya alanı sulayan kitle iletişim araçları.. Bu şekil, devrenin kendi üstüne göreli kapalılığını vurgulamaktadır. Yeni fikirler, dünyadaki olaylarca doğurganlaşan eski fikirlerden hareketle yapılmaktadır. Devre, dış dünyaya dört ögeyle bağlanmaktadır. Bir yandan yaratıcının imgesel oyunu, öte yandan nesneler dünyasına açılan gerçekleştirmeler, bir başka yandan tarihsel olaylara haberleri bağlayıcılar ve nihayet devreyi sosyal değerlere bağlayan iletişim araçları yöneticileri.” Moles’in bu modeli öznel alandan nesnel alana bilginin nasıl sirayet ve tedavül ettiğini de kısmen göstermektedir. Bir toplumdaki entelektüel – artistik – Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 17 edebi ya da teknokrat yaratıcılar, kendilerinin de içinde bulunduğu bir mikro ortamda, ilk yayın olarak eserlerini tedavüle bırakmaktadırlar. Bu ortam bir tür, toplumun yaratıcı sitesidir. İcatlar, keşifler, araştırmalar ve diğer benzeri yapıtlar bu sitede üretilmekte ve paylaşılmaktadır. Bu site aynı zamanda toplumun sosyokültürel tablosunun repertuarıdır. Bu repertuardan medya seçmeler yapmakta ve medyatik tercih ve kararlara göre bu seçmeler yeniden işlenerek, işlenmiş yeni kültürel ürünler olarak makro ortama sunulmaktadır. Bu ortam toplumun tümünü kapsayacak genişliktedir. Nihayet bu ortamda kişisel yaratılar toplumun geneline yayılmakta ve kitle kültürü olarak da tüketilmektedir. Bu model, döngüyü kısmen göstermektedir. Bireylerin, tedavül eden ürünleri alımlama aşamasındaki anlamlandırmaları kısmen görmezden gelinmektedir. Model, bireysel bir yapıtın toplumsallaşmasını kapsamakla birlikte, toplumsal olanın bireysel düzlemde kabul edilmesini içermemektedir. Bununla birlikte model, özellikle siyasal içerikli ürünlerin topluma mal edilme sürecini açıklamakta işe yarar görünmektedir. Zira siyasal program, proje ve planlarda belirli bir yaratıcılar sitesinde üretildikten sonra medya aracılığı ile topluma benimsetilmeye ve özellikle kitle kültürü ürünü olarak tüketilmesi temin edilmeye çalışılmaktadır. 3. Toplumsal Gerçekliği İnşa Eden Bilgi Bilginin bir diğer özelliği, toplumsal gerçeği işlemesi, yansıtması, taşıyıp aktarmasıdır. Bu vasfıyla bilgi aynı zamanda, toplumun tarihsel birikimidir ve zaman içinde değişmekle birlikte bilgi, toplumun ya da en azından toplumsal bütün içindeki belirli bir grubun egemen görüşünü de simgelemekte, somutlamaktadır. Bilgi - toplum etkileşimi bağlamında bilgiyi ele alan Max Scheler, bir toplumdaki egemen fikir ikliminin, belirli bir grup tarafından üretildiğini, ancak bu fikirlerin, “mutlak gerçek”lerle hiçbir zaman tam anlamıyla örtüşmeyeceği için, toplumsal zemin (toplumun maddi koşullarıyla, mevcut örf, adet, gelenekleri v.s.) tarafından içerik değişikliğine uğrayabileceğini belirtmektedir. Buna göre grup fikirleri ile toplumsal zemin ne kadar uzlaşı halinde olursa, üretilen bilgi o denli toplumsal işleve sahip olacaktır. Dolayısıyla bir grubun bilgisi, toplumun mevcut tarihsel birikimi ile karşılaştıktan sonra “cisim”leşmektedir. Kısacası ona göre ne belirli bir grup (aristokrat, burjuva, proleterya v.s.) tek başına topluma belirli bir ideoloji benimsetmeye muktedirdir. Ne de toplum kendi içindeki grupların tümünü zemini içinde eritip sindirebilmektedir. Genellikle bu karşılıklı etkileşim biçiminde tezahür etmektedir (Hekman, 1999: 40-43). İletişim Fakültesi Dergisi 18 C. Anık Aynı sorunsala odaklı Mannheim, daha geniş bir açı ortaya koymaktadır. Mannheim (2002:27). ... “belirli düşünce biçimlerinin toplumsal kökenleri açığa kavuşmadığı takdirde, bu düşünce biçimlerinin olması gerektiği gibi anlaşılamayacağı” tezinden hareket etmekte ve bilgiyi “...herkesin ortak bir kader, ortak bir eylemsellik bağlamında ve ortak zorlukların üstesinden gelme çabası içerisinde (ki bu süreçlere herkes farklı biçimlerde katılır) başından beri geliştirdiği, işbirlikçi bir grup süreci” (Mannheim, 2002:53) şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanıma göre toplumsal gibi görünen bilgi, belirli bir grubun ürünü olma özelliği taşımaktadır. Daha doğrusu, bilgi ne toplumun ne grubun, ama aynı zamanda hem toplumun hem gurubun malı olarak anlamlandırılmaktadır. Zira topluma egemen olan kollektif bilgi, son kertede bir grup tarafından üretilmiş olsa bile, topluma mal olma sürecinde, grubun bilgisi olma özelliğini kaybetmekte, toplumun önceki bilgi kalıntıları ile sentezlenmekte ve toplumsal unsurlara ve bireylere bu haliyle yansıtılmakta, benimsetilmektedir. Mannheim bu süreci ideoloji ve ütopya kavramlarıyla çözümlemektedir. Mannheim’e (2002:27) göre, “...düşünce yeteneğine sadece birey” sahiptir. Onun ötesinde ve üstünde düşünen başka bir toplumsal unsur mevcut değildir. Fakat bu gerçek, bireysel etkinliği “düşünen varlık”ın kendi başına tayin ve tespit ettiği anlamına gelmez. “Birey, kendine atfettiğimiz konuşma ve düşünce biçimini, sadece çok sınırlı bir anlamda kendiliğinden yaratabilir. Birey, içinde bulunduğu grubun dilini konuşur; içinde bulunduğu grubun düşündüğü gibi düşünür. Belli sözcükleri ve sözcüklerin anlamını, kullanımına sunulmak üzere hazır bulur” (a.y.). Bu nedenle bilgi sosyolojisi önce bireyin düşünce ve davranışlarının kaynağı olan toplumsal bağlamı açığa çıkarmak zorundadır. İkinci olarak da bilgi sosyologları, bu bağlam içindeki bireyin “kendilerini çevreleyen dünyaya daima farklı açılardan bakmaya eğilimli” olduğunu gözden ırak tutmamalıdır (Mannheim, 2002: 28-29). Bu iki görevle yükümlenen Mannheim, çok açık olmamakla birlikte, bir toplumdaki egemen bilgi örgüsünü ideoloji, toplumsal bağlamları içindeki her bir bireyin (ya da grubun) bilgi örgülerini ise ütopya olarak tasarımlamaktadır. Ütopya toplumsal gerçekliğe tosladıkça “hayal ürünü” olmaktan kurtulmakta ama toplumsal gerçekliği inşa eden, pekiştiren toplumsal unsurlara işleyen, sindiren ideolojiyi de hırpalamakta, onun yenilenmesine, hatta ikame edilmesine neden olmaktadır. Bu süreci çözümlemek amacıyla Mannheim (2002, 83-85) ideolojiyi kısmi ve total olmak üzere iki kategoriye ayırmaktadır. Birincisi, belirli bir grubun iddialarının bir Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 19 kısmını temsil ediyorsa kısmi; onun tüm dünya görüşünü anlatıyorsa total ideolojidir. İkincisi, kısmi ideoloji, doğrudan bireysel zihinleri tanzim etmeye yönelik olarak; total ideoloji de dönemleri, çağları, tarihsel süreçleri ayrıştırmak, karşılaştırmak amacıyla kullanılmaktadır. Üçüncüsü, kısmi ideoloji bireysel davranış ve konumlara odaklanırken, total ideoloji toplumsal statü ve rollerle ilgilenmektedir. Bu ayrıştırma, bireysel düşüncenin toplumsal düşünceye dönüşümünü açıklamaktadır. Öncelikle birey, toplumsal bir varlık olduğu için topluma egemen total ideolojinin etkisi altında düşünme eylemini gerçekleştirmektedir. Zira, “düşünceler ve bilgiyle ilgili içeriksel değerler ... büyük dahilerin ansızın aklına gelen fikirler olarak çıkmazlar. Dahiyane fikirlerin arkasında da, düşünen bireyin önünde belirlenmiş olarak duran, ancak asla ‘tin’ olarak varsayılmaması ve özselleştirilmemesi gereken kolektif – tarihsel bir deneyimsel bağımlılığın karakteristik tarzı durmaktadır” (Mannheim, 2002: 288). Bununla birlikte bireyi ayakta tutan bu zemin sadece “tek bir deneyimsel bağlamlılık” veya “tek bir düşünce akımı” şeklinde varolmamaktadır. Bu zemin birbirinden farklı, kimi zaman kesişen, uzlaşan; kimi zaman çatışan fikirlerin ahengiyle teşekkül etmektedir. Bu şekillenme ise birey ya da grup ütopyalarından toplumsal kısmi ya da total ideolojilere kadar sürekli değişen, dönüşen toplumsal fikir iklimiyle gerçekleşmektedir. Ütopya ile ideoloji arasındaki çizgiyi toplumsal gerçeklik çizmektedir. “...kendi bakış açısından hareketle, prensip olarak hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek tasarımlar ütopya olarak adlandırıl”maktadır (Mannheim, 2002: 220) ve ütopyalar, “karşı etkileşimle değiştirilemedikleri ölçüde ideolojiler değildir” (a.y.). Ütopya, toplumsal gerçeklikle etkileşime girdikçe ideolojikleşmektedir. Ütopyalar uygun toplumsal koşullar hasıl olduğunda, kısmi ideolojiler olarak toplumsal zemin üzerinde kendilerini belli etmekte; birbiriyle kesişmeler, uzlaşmalar ve özellikle de çatışmalar halinde tezahür etmektedirler. Uygun koşullarda bu etkileşimden total ideolojiler doğmakta ve gelişip yayılmakta, başka bir takım ütopyalar veya kısmi ideolojilerle etkileşime girdikçe renkleri, tonları değişmekte ya da bu etkileşimle oluşan başka total ideolojilerce ikame edilmektedirler. Marksist gelenek, özellikle Althusser, Mannheim’den elde ettiğimiz “süreç” odaklı, bilginin bu tarz işlevini, kanalın bir yönünü dikkate alarak çözümlemektedir. Eleştirel akımın kaynaklarından birisi olan Marx ile Engels’in, meşhur eseri Alman İdeolojisi(1987); “kitle’lerin teoriye kurban edilmekte” olduğunu ihbar eden ilk eserlerden birisidir. İletişim Fakültesi Dergisi 20 C. Anık Esere göre, üretim araçlarını inhisarında bulunduran güçler, maddi egemenliklerini pekiştirip, sürdürebilmek amacıyla, kurulu düzeni meşrulaştıran ve koruyan bilgi üretmektedirler. Bu ideolojidir. Topluma egemen olan düşünce yapıları maddi altyapının eseridir. Dolayısıyla bilginin egemenlik ilişkilerindeki rolünü görebilmek için maddi yaşam koşullarını açığa çıkarmak gerekmektedir. Bu açıdan, dikkatle bakıldığında, hakikatin, olduğundan nasıl farklı bir biçimde gösterildiği hemen fark edilecektir. Bu, yanılsama ideolojisi ile gerçekleştirilmekte ve hakikat olan her şey, olduğundan farklı bir biçimde hayal ettirilmektedir. Yani ideoloji, maddi yaşamın çelişkilerini ört bas etmek, mevcut egemen güçleri korumak ve kurulu düzeni meşrulaştırmak amacıyla üretilmiş, sahte gerçekler sunan, bozulmuş, yanılsamalara neden olan; doğru ve hakiki bilgileri ikame amacına yönelik olarak tedavüle sokulmuş bilgilerdir. Dahası ideoloji, belirli bir grubun çıkarlarını ve maddi yaşamdaki tahakkümlerini koruyup pekiştirmek ve ört bas etmek amacıyla üretilen, uyduruk bilgilerin sistematize edilmesiyle oluşturulduğu için, sürekli “öteki”ni hedef almaktadır. Dolayısıyla ideolojik söylemde mutlaka bir hasım bulunmaktadır. Hatta ideoloji, “hasım”a karşı uyarma, koruma, kollama v.s. vaat eden bir siyasal söylem olarak var olmakta ve var kalmaktadır. Bunun için de ideoloji simgesel düzeyde kendini konumlandırmakta, mit ve ikonlarıyla “mağdur” ve “mazlum”ları, gerçek yaşam koşullarından koparıp, onları kendi hakikatlarına yabancılaştırmakta, onların kimliklerinden ve misyonlarından uzaklaşmalarını sağlayarak, onlara çeşitli maskeler takmaktadır. Daha da önemlisi ideoloji, müstezafları, sanal cennetlerle avutmakta, onların sorgulayıcı eğilimlerini ve doğal dirençlerini bu yolla emmektedir. Althusser, bu işlevin nasıl gerçekleştirildiğini özel olarak çözümlemektedir. Ona göre burjuva düzeninde “kamu ve özel alan ayrılığı” söylemi üretilmiştir. Bu söylem, toplum içindeki güçlerin ayrıştırıldığını, birinin diğerince dengelendiği ve denetim altında bulundurulduğu için, hiçbir gücün diğerini tahakküm altına alamayacağını, böylece adalet ve hakkaniyetin tesis edilebileceğini, sömürünün yok edileceğini telkin etmektedir. Bu ideolojik bir söylemdir. Zira kamusal baskı aracı olan devlet, sayısız ideolojik araca sahiptir. Siyasal sistem onun tekelindedir. Eğitim kurumları, artistik ve entelektüel alandaki kimi kurumlar, fiilen devletin emri altındadır. Öte yandan devlet, toplumun üzerindeki asıl denetimini, özel alandaki bazı kurumlarla gerçekleştirmektedir. Bunlar; dini kurumlar, siyasi partiler, sendika, birlik, oda gibi sivil toplum örgütleri, aile kurumu, özel alandaki eğitim, entelektüel, artistik kuruluşlar ve özellikle medyadır. Dolayısıyla özel alandaki devletin ideolojik Bahar 2009, Sayı: 28 21 Bilginin Toplumsal İşlevleri… aygıtları, kamusal alandan daha işlevseldir ve görevleri, egemen ideolojiyi topluma işleyip sindirmek, benimsetmektir. Bu amaçla devlet bir yandan kamusal alandaki baskı aracı (fiili güç kullanma tekeline sahip olduğu için) kimliği ile toplumu sindirmekte, yıldırmakta; diğer yandan da özel alandaki ideolojik araçlarıyla bireylerin zihinlerini yıkamakta, onları ‘sadık kul’lara, sessiz kölelere dönüştürmekte ve mevcut yaşam koşullarına rıza göstermelerini temin etmekte, boyunlarındaki boyunduruğu meşrulaştırmaktadır (Althusser, 2003: 169-171). Üstelik bu etki ve nüfuzu, onları özne gibi konumlandırarak gerçekleştirmektedir. Çünkü “ideoloji bireylere özne diye” seslenmekte ve “her ideoloji ancak bir özne aracılığı ile ve özneler için var” olabilmektedir. “...İdeoloji ancak somut (sizin gibi benim gibi) özneler için vardır ve ideolojinin bu hedefi de ancak, özne sayesinde, başka deyişle özne kategorisi ve işleyişi sayesinde imkan kazanabilir” (Althusser, 2003: 196). Egemen bir gücün egemenliği ancak ve ancak tabi (ya da tabi olmayan) bir tepki ile açığa çıkabilmektedir. İdeolojiye de kabul etme/tanıma, kabul etmeme/tanımama şeklinde işlerlik kazandırılmaktadır(Althusser, 2003: 198). Bu tepkiyi veren her bir kişi özne gibi kendini düşünmektedir. Oysa kabul edenler kadar kabul etmeyenler kategorisinde yer alanlar da nesnedir. İdeoloji de, her bir öznenin bu tepkilerini işleterek durmaksızın yayılmakta ve özneleri nesneye dönüştürebilmektedir. İdeoloji sürekli olarak öznelerin kabul edilişlerine ilişkin talimatlar yaymakla birlikte, talimat mekanizması ve öznelerin kabul görüp görmediği ile ilgili asla malumat vermemektedir. Tıpkı tanrının, her bir kuluna ayrı ayrı seslendiği, onların her bir eylemlerine ayrı ayrı ödül veya ceza takdir ettiği gibi, ideoloji de aynı tarzda işletilmektedir. Tanrının, tanrı (mutlak, en büyük özne) olarak kabul edilmiş olması şartı gözden ırak tutulmaktadır. Zira bilindiği gibi önce tanrı kabul edilmekte sonra ona iman ya da o inkar edilmektedir (Althusser, 2003: 206). Burjuva ideolojisinin kabul görmesi de aynıdır. Önce kendini tanıtıp, kabul ettiren bir ideoloji ile düzen tanınmakta, sonra da ona uyum gösterilmekte ya da karşı çıkılmaktadır. Her iki halde de burjuva ideolojisi, burjuvanın düzenini tesis ve teyid etmektedir. 4. Bilginin Toplumsal İşlevlerine İlişkin Sentez Denemesi Bilginin toplumsal işlevleriyle ilgili üç başlıkla elde edilen verilere göre; toplumsal gerçeklik bilgide tecessüm etmektedir. Bilginin süreç içerikli; yani sürekli değişebilen ve asla katılaşmayan, donuklaşmayan ve buzlanmayan toplumsal unsur İletişim Fakültesi Dergisi 22 C. Anık olmasının nedeni, bilginin yegane hammaddesinin anlam olması ve anlamın da sadece özne - birey tarafından üretilebilmesidir. Birey tarafından üretilen anlam, herhangi bir anlam olarak kaldığında, toplumsal bir işleve sahip değildir. İletişimsel bir materyale dönüştürülen anlam, paylaşılarak toplumsal bir içerik kazanmaktadır. Anlam bu içeriği, toplumsal etkileşimle kazanmaktadır. Boyutlarını bireyin belirlediği öznel anlam, simgesel etkileşim aracılığı ile aynı zamanda nesnel bir anlam da kazanmakta, bu etkileşimle birlikte zuhur eden iletişim çok çeşitli ilişki türleri meydana getirmekte ve toplumsallık bu şekilde inşa edilmektedir. Toplumsal işlevi bu şekilde açığa çıkan anlam, öznel alanla nesnel alan arasında sürekli işlendiği; eksildiği veya fazlalaştığı, geliştiği ya da dönüştüğü, sürekli olarak değiştiği için simgeler hiçbir zaman sabit bir içerik yüklenmemektedir. Etkileşim bu diriliğin hem nedeni hem de sonucudur. Zira özneler arasında anlamın nasıl bir içeriğe sahip olduğunu görmek için iletişim kurmak gerekmektedir. Anlam, özneler arasında aktarıldıkça öznel alana indirgenmekte, ortaklaşmayı (iletişimi) temin etmek için anlamı yeniden nesnel alana çekmek gerekmekte, etkileşim böylece kendi iç dinamiklerinden aldığı enerjiyle bitimsiz ve sınırsız bir seyir izlemektedir. Toplum, gerçekleri gösteren soyut ve köpüğümsü güç merkezi görünümü ile bireye egemen olmakta ve bu egemenliği birey (onun benimsettiği gerçeklerin gerçekliğinden kuşku duymayarak) benimsemekte, içselleştirmektedir. Daha da önemlisi bu gerçeklik, onun aracılığı ile korunmakta, taşınmakta ve toplumun yeni üyelerine de bizzat onun aracılığı ile işlenmektedir. Öte yandan, gücün akıtıldığı ve aynı zamanda süzüldüğü, damıtıldığı, arındırıldığı toplumsal alan dildir. Dilde birey ve toplum kesişmekte, kaynaşmakta, çatışmakta ve dil böylece egemenlik ilişkilerinin hem ayyuka çıkarıldığı hem de gizlendiği toplumsal bölgeyi teşkil etmektedir. Bu bölgede bireyler, tarih ve toplum tarafından kendilerine verilen, önyargı (aslında Heidegger’e atfen ‘Back ground’ demek daha doğru olurdu) adındaki gözlüklerle çevrelerine bakmaktadırlar. Gözlüğe merceği takan tarih ve toplum, mercekten bakan ise bireyin gözleridir. Dolayısıyla bir toplumda, birbirine karşı ve yandaş tüm aktörler önyargılarla bakmaktadırlar. Açık ve belli önyargılı iddialar, kendilerini itiraf ettikleri için zararsızdırlar. Ancak gizli ve örtülü önyargılar tehlikelidir ve zorba karakterlidir. Önyargıların öznel alanla nesnel alanı buluşturması, bireyin diğer toplumsal unsurlarla ve toplumun başka toplumlarla arasına sınır çizgileri atmasına izin Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 23 vermektedir. Dolayısıyla belirli simgesel etkileşimlerle belirli toplumlar, topluluklar, gruplar inşa edilebilmektedir. Sözgelimi cemaatler ya da gruplar kendi aralarında bağlar tesis edebilmek amacıyla anlamı kullanmaktadırlar. Belirli simgesel düzenekler etrafında örgütlendirilerek gruplar, cemaatler, camialar inşa edilebilmektedir. Bununla birlikte verilerin öğrettiği diğer önemli bir ayrıntı gözden ırak tutulmamalıdır. Her ne kadar mevcut toplumsal zeminle uzlaşmak zorunda olsa da toplumsal gerçeklikleri üreten, eninde sonunda birey ya da gruplardır. Buna göre iki önemli faktör ortaya çıkmaktadır: (a) Bireyi çevreleyen toplumsal bağlam, (b) her bireyin dünyayı farklı görmesi. Bilgi aracılığı ile kurulan toplumsal gerçeklikler ne denli kesif ve şedit olursa olsun, bu gerçeklikler her bir bireyde, bireysel gerçeklikler olarak tezahür etmekte ve toplum, ne denli bireye nüfuz ederse etsin, onun “dışta kalma potansiyelini” silememektedir. Bu süreç Mannheim’den ilhamla şöyle çözümlenebilir: Her birey, toplumsal gerçeklerle barışık ya da çatışık ütopyalara sahiptir. Bu nedenle her toplum neredeyse sınırsız sayıda ütopik zenginlik ve çeşitlilik içermektedir. Bazı ütopyalar toplumsal gerçeklerle (genel kabuller) karşılaşarak birey ve genellikle gruplara özgü ülküler halinde formüle olmaktadırlar ki, bu mikro toplumsal projeler, zamanla toplumdaki kısmi ideolojileri teşkil etmektedir. Bunlar toplumsal zemine sirayet ettikçe; yayılma, benimsenme ve aktarılma potansiyelleri ölçüsünde makro ideolojilere dönüşmektedirler. Makro ideolojilerin yoğun ve katı birer otorite odaklarına dönüşme sürecini de Althusser çözümlemektedir. Kendi egemen olduğu kamusal alan içerisinde devlet, toplum adına bireylere fiili güç kullanma tekeline sahiptir. Bu yüzden de devlet, topluma egemen olmak isteyen güç odaklarının ele geçirmeyi hedefledikleri bir otorite merkezidir. Bununla birlikte topluma hakim olmak ve sulta kurmak isteyenlerin ele geçirdikleri devlet, kamusal alana olduğu kadar, özel alana da egemendir. Sivil toplum adı altında ürettiği birçok ideolojik aygıt ile devlet, kamusal alanda fiili güç kullanarak sürdürdüğü egemenliğini, özel alanda topluma ideoloji şırınga ederek pekiştirmekte, geliştirmekte ve sürdürmektedir. Bunu da, kamusal alanda nesneleştirdiği bireylere özel alanda “özneymiş” gibi (yani onların rıza ve itirazlarını İletişim Fakültesi Dergisi 24 C. Anık organize ve koordine edip) davranarak gerçekleştirmektedir. En amansız kozu ise kendi varlığını, ürettiği ‘hasım öteki’yle gerekçelendirip, kendisine bu yolla militan yandaşlar edinmesidir. Bu şekilde işlemselleştirilen ve toplumsal gerçekliklere dönüştürülen makro ideolojinin fani olmasının nedeni, her makro ideolojinin yeni bazı ütopya ve mikro ideolojilerce denetim ve tehdit altında bulundurulmasıdır. Bunun sonucunda her makro ideoloji kendini değiştirmekte, yenilemekte ve hatta onun kadar sirayet edebilen başka mikro ideolojiler tarafından ikame edilmektedir. Özetlemek gerekirse; gücün akıtıldığı ve aynı zamanda süzüldüğü, damıtıldığı, arındırıldığı toplumsal alan dildir ve geniş anlamıyla dilin boyutlarını belirlediği simgesel düzenek alanında birey ve toplum kesişmekte, kaynaşmakta, çatışmakta ve dil böylece egemenlik ilişkilerinin hem ayyuka çıkarıldığı hem de gizlendiği toplumsal bölgeyi teşkil etmektedir. Bu bölgede, bireyler, tarih ve toplum tarafından kendilerine verilen, önyargı adındaki gözlüklerle çevrelerine bakmaktadırlar. Gözlüğe merceği takan tarih ve toplum, mercekten bakan ise bireyin gözleridir. Dolayısıyla ne Adorno’nun kullandığı anlamıyla toplumsal totalitenin ezeli ve ebedi bir nüfuzundan söz etmek mümkündür ne de her bir birey ya da grubun kendi ütopyalarını kayıtsız şartsız işlendiği bir grup, cemaat, camia inşa etmek. Ama insan grupları, camiaları, cemaatleri -klasik mantıkla alay eder gibiher ikisinin de eseri olarak tezahür etmekte ve hiçbir zaman ve hiçbir biçimde durağanlık arz etmeyen, “eğreti, zayıf ve kararsız denge (Gurvicth, 1985: 140)’li bir “etkileşim sistemi” (Duverger, 1982: 321-322) görünümü arz etmektedir. Sonuç İletişim bilimi ile ilgili akademik ürünlerin pek çoğu bilindiği gibi medya ile ilgilidir. Bu da çok doğaldır. Zira medya özellikle 19.yy’dan itibaren, toplumsal yaşama korkunç bir hızla girmiş ve bireylerin gündelik yaşamlarını allak bullak etmiştir. Üstelik bilhassa son iki buçuk asırdır medyaya şu veya bu biçimde birtakım (a) misyonlar yüklenmesi, (b) medyanın ideolojik aygıt olmasının yanı sıra (c) oldukça ciddi bir ekonomik rant aracı haline gelmesi, en önemlisi de (d) medyatik ürünlerin hem kendilerine özgü bir pazarda satılmaları hem de kendi tüketicisini pazarlayabilme yeteneğine sahip olmaları ve daha da önemlisi (e) medyatik ürünün tüketildikçe çoğalan ürün niteliği taşıması, kuşkusuz ki medya üzerine odaklanmayı elzem kılmaktadır. Çok daha da önemlisi artık günümüzde, yeni medya adını alan iletişim araçları, tümüyle ele avuca sığmaz hale gelmiştir. Dolayısıyla iletişim bilimi Bahar 2009, Sayı: 28 Bilginin Toplumsal İşlevleri… 25 disiplini çatısı altındaki akademik çalışmaların neredeyse tümünün medya ile ilgili olması çok doğaldır. Bununla birlikte medyaya ilişkin bu gizemli ilginin iletişim süreç ve olgusuna kör ve sağır kalmayı haklı kılmayacağı malumdur. Nitekim, Mattelard’ın (1998:55) “Sanal Okul” adını verdiği, iletişimin bizatihi kendisi ile ilgilenen araştırmacı grubundan, bugün için bize, hazine değerinde ürünler tevarüs etmiştir. Bu mirasın, (sahiplerinden de birisi olan Watzlavick’e atfen) üç temel varsayımı bulunmaktadır: (1) İletişimin özü; ilişki ve etkileşim süreçlerindedir (ögeler, ögeler arasında oluşan ilişkilerden daha az önemlidir). (2) Her insan davranışının bir iletişim değeri vardır (karşılıklı olarak birbirini yanıtlayan ve yaratan ilişkiler geniş bir iletişim sistemi gibi düşünülebilir). (3) Yatay durumda (birbirini izleyen iletilerin) ve dikey durumda (ögeler ve sistem arasındaki ilişki) yerleştirilmiş iletilerin art arda gelişini gözlemleyerek “bir iletişim mantığını” çıkarmak mümkündür (a.y.). İletişim sürecini etkileşimler olarak ele alan bu okul, antropolojiden psikiyatriye kadar çeşitli disiplinlerden de yararlanarak, kendi varsayımları doğrultusunda, çeşitli ürünler ortaya koymuşlardır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra, okulun katkısı kabul edilerek, bu üç varsayım yeniden bazı iletişim bilimcilerin gündemine girmiş ve kimi toplumbilimsel yaklaşımlarla konuya yeniden dönüş (a.y. 57) gerçekleşmiştir. Bu yaklaşımlardan; ilgili olan bazılarıyla, (pek çok araştırmacının belirttiği gibi, Alman bilgi sosyologları ile ABD’li “pragmatist” sosyologlar arasında kuramsal bir kan bağı kurmak zor değildir.) ilgisiz (Marksist gelenekten Althusser’le muhafazakarlıkla etiketli Mannheim’ı kimi varsayımlar bağlamında buluşturmak da kanaatimizce gereksiz bir çaba sayılmamalıdır.) gibi durmakla birlikte, pek çok bakımdan paralellik arz eden yaklaşımları, bilginin toplumsal işlevlerine ilişkin analizlerine bakarak sınıflandırmak; bu konuya ilgi duyacak akademisyenler için, belki de bir ipucu özelliği arz edebilir. Fakat, kuşkusuz ki bu sınıflama, tüketilmiş bir çaba olma anlamına gelmeyecektir. Zaten bu çaba, önayak olma girişiminden ibarettir. Ne var ki, iletişim bilimi alanında çalışan akademisyenlerin bu konuya ilgi duymaları temennisi de, bu çabada mündemiçtir. İletişim Fakültesi Dergisi 26 C. Anık KAYNAKÇA Akay, Ali (2000) Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları, 2. Baskı, İstanbul: Bağlam yay. Anık, Cengiz (2000) Siyasal İkna, Ankara: Vadi yay. (2003) Bilgi Fabrikaları ve Müşteriler, Ankara: Altınküre yay. (2005) Epistemolojik Düzlemde Yarınki Siyaset Bilgi Sosyolojisi Açısından Bir Deneme, 2. Baskı, Ankara: Nobel yay. Althusser, Louis (2003) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, A.Tumertekin (Çev.), İstanbul: Haki yay. Arslan, Hüsamettin (2002) Hermenetik ve Hümaniter Disiplinler, H. Arslan (Çev.) ve (Der.), İstanbul: Paradigma yay. (2002) Retorik, Hermenetik ve Sosyal Bilimler, H. Arslan (Çev:), İstanbul: Paradigma yay. (2002) İnsan Bilimlerine Prolegomena, H. Arslan (Çev.), İstanbul: Paradigma yay. Berger, Peter ve Thomas Luckmann (1966) The Social Construction Of Reality, New York: Garden City Doubleday & Company, Inc. Blumer, Herbert (1969) Symbolic Interactionism: Perspective and Method, PrenticeHall, Inc. Englewood Cliffs, New Jersey. Cücen, Kadir (2001) Bilgi Felsefesi, Bursa: Asa Kitapevi. Cohen, Anthony P. (1985) Topluluğun Simgesel Kuruluşu, M. Küçük (Çev.), Ankara: Dost Kitapevi. Coser, Lewis A. (1990) Amerikan Eğilimler, A. Şenel (Çev.), Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, T. Bottomore, R. Nisbet, Ankara: Verso yay. s. 298335. Durali A. Teoman (Tarihsiz) Felsefe Bilime Giriş, Cantay Kitapevi. Duverger, Maurice (1982) Siyaset Sosyolojisi, Ş. Tekeli (Çev.) 2. Basım, İstanbul: Varlık yay. Ellul, Jacques (1998) Sözün Düşüşü, H. Arslan (Çev.), İstanbul: Paradigma yay. Falzon, Christopher (2001) Foucault ve Sosyal Diyalog, H. Aslan (Çev.), İstanbul: Paradigma yay. Bahar 2009, Sayı: 28 27 Bilginin Toplumsal İşlevleri… Foucault, Michel (1966) Les Mots et les Choses, Une Arceologie des Sciences Humanies, Gallimard. (2000) Kelimeler ve Şeyler, M.A. Kılıçbay (Çev.) 2. Baskı Ankara: İmge yay. (1988) Cinselliğin Tarihi II, H. Tufan (Çev.), İstanbul: Afa yay. (1992) Ders Özetleri, S. Hilav ( Çev.), İstanbul YKY. (1993) Cinselliğin Tarihi 1, H. Tufan (Çev.), 2.Baskı, İstanbul: Afa yay. (1994) Cinselliğin Tarihi III, H. Tufan (Çev.), İstanbul: Afa yay. (1999) Bilginin Arkeolojisi, V. Urhan (Çev.), İstanbul: Birey yay. (2000a) Deliliğin Tarihi, M.A. Kılıçbay ( Çev.), Ankara: İmge yay. (2000b) Entellektüelin Siyasi İşlevi, İ.Ergüden, O.Akınlay, F.Keskin (Çev.), İstanbul: Ayrıntı yay. (2000c) Hapishanenin Doğuşu, M.A. Kılıçbay (Çev.), 2. Baskı, Ankar: İmge yay. (2002) Kliniğin Doğuşu, İ.M. Uysal (Çev.), Ankara: Epos yay. Gadamer, Hans-Georg (1975) Truth and Method, New York: Continuum. Göka, E., Topçuoğlu, A. ve Aktay, Y. (1999) Önce Söz Vardı, 2.Basım, Ankara: Vadi yay. Giddens, Anthony (1999) Toplumun Kuruluşu, H. Özel (Çev.), Ankara: Bilim ve Sanat yay. (2003) Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları, Ü. Tatlıcan, B.Balkız (Çev.), İstanbul: Paradigma yay. Gjertson, Derek (2000). Bilim ve Felsefe Dün – Bugün, F. Kurtulmuş (Çev.), İstanbul: Say yay. Gurvicth, Georges (1985). Sosyoloji ve Felsefe, K. Cangızbay (Der.), İstanbul: Değişim yay. Hall, Edward.T (1973) La Langage Silencieux, Paris: Mame. Hekman, Susan (1999) Bilgi Sosyolojisi ve Hermenetik, H. Aslan, B.Balkız (Çev.), İstanbul: Paradigma yay. Horkheimer, Max ve Adorno, Theodor W. (1995) Aydınlanmanın Diyalektiği I., O. Özoğul (Çev.), İstanbul: Kabalcı yay. İletişim Fakültesi Dergisi 28 C. Anık (1996) Aydınlanmanın Diyalektiği II., O. Özoğul (Çev.), İstanbul: Kabalcı yay. Izutsu, Toshihiko (Tarihsiz) Kur’anda Allah ve İnsan, S.Ateş (Çev.), Kevser yay. Ankara: Lazar, Judith (2001) İletişim Bilimi, Cengiz Anık (Çev.), Ankara: Vadi yay. Lektorsky, Victor (1998) Özne Nesne Biliş, Ş. Alpagut (Çev.), İstanbul: Toplumsal Dönüşüm yay. Mannheim, Karl (2002) İdeoloji ve Ütopya, M. Okyayuz (Çev.), Ankara Epos yay. Mattelard, Armand ve Mattelard, Michele (1998) İletişim Kuramları Tarihi, M. Zıllıoğlu (Çev.), İstanbul: İletişim yay. Marx ve Engels (1987) Alman İdeolojisi, S. Belli (Çev.), 2. Baskı, Ankara: Sol yay. Mc Carthy, E. Doyle (2002) Bilgi Kültürü. Yeni Bilgi Sosyolojisi, A F. Yılman (Çev.), İstanbul: Çivi Yazıları yay. Moles, Abraham. (1993) Belirsizin Bilimleri, N. Bilgin (Çev.), İstanbul: YKY. (Tarihsiz) Kültürün Toplumsal Dinamiği, Nuri Bilgin (Çev.), İzmir Ege Ü. Edebiyat F. Yay. Murphy, John W. (2000) Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern Eleştiri, H. Aslan (Çev.), İstanbul: Paradigma yay. Nietzsche, Friedrig (1999) İyinin ve Kötünün Ötesinde, A. İnam (Çev.), 2. Baskı, İstanbul: Ara yay. Özbilgen, Erol (1986) İlim ve Bilim Farklılaşmasının İslam Kültür Değerleri İçindeki Yei, İlim Sanat, Cilt: 2, Sayı: 9, s. 49-58. Sözen, Edibe (1999) Söylem, İstanbul: Paradigma yay. Tekelioğlu, Orhan (1999) Michel Foucault ve Sosyolojisi, İ. Sirkeci (Çev.), İstanbul: Bağlam yay. Touraine, Alain (2000) Demokrasi Nedir?, O. Kunal (Çev.), İstanbul:YKY. Urhan, Veli (2000) Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme, İstanbul: Paradigma yay. Wright, Mills (1974) İktidar Seçkinleri, Ü. Oskay (Çev.), Ankara: Bilgi yay. Watzlawick, P., Beavin J., et Jakson D.D. (1973) Une Logique de la Communication, Paris: Sevi. Bahar 2009, Sayı: 28 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- MEDYA BAĞIMLILIĞI TEORİSİ DOĞRULTUSUNDA İNTERNET KULLANIMININ ETKİLERİ VE İNTERNET BAĞIMLILIĞI Umur IŞIK1 ÖZET Medya Bağımlılık Teorisi, kompleks toplumlarda bireylerin daha kapsamlı toplumsal sistem hakkında bilgi edinebilmek amacıyla medyaya daha çok bağımlı hale geldiğini ileri sürmektedir. 21. yüzyılın önde gelen iletişim aracı olarak internet; bireylerin medya bağımlılık ilişkileri ile elde edebileceği anlama, oryantasyon ve oyun hedeflerini yayabilecekleri, genişlemiş bir alana işaret etmektedir ve bu kişisel sosyal çevre ile geleneksel medya ilişkilerini de etkilemektedir. Çalışma –medya bağımlılık yaklaşımı temelinde-, Gazi Üniversitesi evreninde, 14 fakülte ve 563 öğrenci üzerinde gerçekleştirilen anketle bireysel düzeyde gelişen bağımlılık ilişkileri araştırılmıştır. Araştırmada “bireysel bağımlılık ölçeği” Türkiye şartlarında “ilk kez” denenmiştir. Ball-Rokeach ve DeFleur’un “bağımlılık tipolojisi” doğrultusunda öğrencilerin internette öne çıkan bağımlılık ilişkileri irdelenmiştir. Anahtar kelimeler: Medya Bağımlılığı Teori, internet, bireysel bağımlılık skalası ABSTRACT Media System Dependency Theory suggests that in complex societies, the individual becomes more dependent to media with the aim of obtaining information regarding a more comprehensive social system. As the leading communication device of 21. century, internet points out a to an enhanced area where the individuals can spread understanding, orientation and game targets that they can achieve through media dependency relations and this also effects personal social environment and traditional media relations. In this study, -on the basis of media dependency approach- in population of Gazi University, with questionnaire conducted to 14 faculty and 563 students dependency relationships at individual (micro) level are analyzed. In the study, “Individual MSD Scale” was conducted “for the first time” in Turkey. Parallel to “dependency typology” of Ball-Rokeach and DeFleur, dependency relationships of the students which come out first in the internet were analyzed. Key words: Media system dependency theory, internet, İndividual MSD scale 1 Arş.Gör. Dr. G.Ü.İletişim Fakültesi İletişim 2003/18 30 U. Işık Giriş Tarihte yaşadığı çağları ve yarattığı yenilikleri, zamanının en baskın gelişim objesi ile tanımlayan ve adlandıran insanoğlu, içerisinde yaşadığımız son 20 yılı ve gelişmeleri tanımlamakta ve adlandırmakta belirgin bir uzlaşı sağlayamamış; Uzay Çağı, Bilgi Toplumu, Network Toplumu, Sanal Toplum, Postmodern Toplum, 3. Devrim, Enformasyon Devrimi, Bilişim Devrimi, 2. Sanayi Devrimi, Global Köy gibi bir çok tanımı literatüre yerleştirmiştir. İçinde yaşadığımız bu çağın ana aktörlerinden biri de hayatımızın her alanını içine dahil etmeye başlayan “internet”tir ve insanlık tarihi açısından yeni bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. İnternet her geçen gün daha çok insanı ağları içerisine almakta ve küresel bir iletişim aracı olarak önemli toplumsal değişimlere ve gelişmelere öncülük etmektedir. Öncüllerine oranla çok daha kısa sürede benimsenen ve “küreselleşen” internetin bu yönünü anlayabilmek için rakamlara bakmak yeterli olacaktır. Bugün itibarıyla, dünya nüfusunun yüzde 23.8’i (Mart 2009 rakamları 1 milyar 596 milyon) bu aracın kullanıcısı durumundadır (http://www.internetworldstats.com/stats.htm). Böylesine büyük bir kitle söz konusu olunca -başta “İletişim” olmak üzere- bilim adamları gereğini yerine getirmek ve bu aracın bireyler, toplum ve sosyal sistemler üzerindeki etkileri, yarattığı dönüşümleri açıklayabilmek uğraşı içerisindedirler. 20. yüzyıldan itibaren gazete, radyo, televizyon, sinema gibi kitle iletişim araçlarını inceleme konusu yapan iletişim araştırmalarının yeni inceleme alanı “internet”tir ve bu alan hem öncül kuram ve yaklaşımların yeniden değerlendirilmesine hem de bu ortama özgü yenilerinin üretilmesine imkan vermektedir. Zira internet; öncüllerinden farklı ortamı, katılım biçimleri, avantaj ve dezavantajlarıyla bir kitle iletişim aracıdır (Moris ve Ogan, 1996; Bonchek, 1997; Ebersole, 1997; Janoschka, 2004: 16) ve araştırılmaya açık bir alanı ifade etmektedir. Bu noktayı gözden kaçırmayan birçok yaklaşım ve kuram bu yeni ortamı dikkate alarak, geçmişte ortaya koydukları iddiaları ve hipotezleri gözden geçirmekte ve yeniden test etmektedir. Söz konusu araç için gözden geçirilmesi gereken yaklaşımlardan biri de; bireyden başlayarak en üstteki sistemlere dek geniş bir toplumsal yapı içerisindeki ilişkilere odaklanan Medya Bağımlılığı yaklaşımıdır. Bağımlılık yaklaşımını Melvin DeFleur ile 1976 yılında yaptıkları çalışma ile literatüre sokan Sandra Ball-Rokeach, yakın zamandaki bir incelemesinde, internetin olası etkilerini şu sözlerle özetlemektedir: Bahar 2009, Sayı: 28 31 Medya Bağımlılığı… "Bağımlılık kuramcısı yeni iletişim ve bilgi teknolojilerine evrimsel bir perspektifle yaklaşmalıdır... Üretici-tüketici bağımlılık ilişkilerinin, internet bağımlılık ilişkilerinin gelişiminin bir sonucu olarak değişime girmesi çok olasıdır. Kişisel ve sosyal yaşama yansıyacak değişimlerin yaşanması mümkün gözükmektedir. Bu nedenle internet; bireylerin, grupların ve organizasyonların medya bağımlılık ilişkileri ile elde edebileceği anlama, oryantasyon ve oyun hedeflerini yayabilecekleri genişlemiş bir alana işaret etmektedir ve bu geleneksel ilişkileri rahatsız edecektir. " (1998: 32) Bağımlılık yaklaşımı, izleyici etkilerini diğer sosyolojik modellerden çok daha kapsamlı bir toplumsal yapı bağlamında ele almaktadır. Modele göre, toplumlar daha karmaşık hale geldikçe bireyler daha kapsamlı toplumsal sistem hakkında bilgi edinebilmek amacıyla medyaya daha çok bağımlı hale gelmektedir. (Fejes, 2005: 307-308). Medya Bağımlılığı yaklaşımı, “ekolojik” bir bakış açısıyla; toplumu "organik bir yapı" olarak görmekte ve sosyal sistemlerin mikro (bireyler, kişiler arası gruplar) ve makro (örgütler, siyasi, ekonomik, kültürel sistemler) parçalarının ilişkilerini incelemekte ve ardından, parçaların (toplumsal sistem, medya ve bireyler) davranışını bu ilişkiler bağlamında açıklamaya çalışmaktadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 302-303, Ball-Rokeach, 1998: 14-15). Medya etkilerini, bir toplumun ve bu toplumda yer alan medyanın tarihsel şartlarında ortaya çıkan zorunlu değişiklikleri dikkate alarak açıklayan model açısından (Fejes, 2005: 308), internetin getirdiği yenilik ve değişimler de dikkate değerdir. İnternet, bütün toplumların ve medyanın yapısal şartlarında zorunlu değişimler yaratmıştır ve yaratmaktadır. Bir iletişim aracı olarak internetin ortaya çıkışı bilgi ortamını da değiştirmiş ve varolan medya bağımlılığı ilişkilerine dair yeni sorular ortaya çıkarmıştır. Çok kanallı iletişim imkanları için izleyicilere yeni bir platform sağlayan internetle birlikte, bireylerin geleneksel medya ile bağımlılık ilişkilerini nasıl değiştirdiği ve internetin yeni bağımlılık ilişkilerini nasıl beslediği sorulması gereken önemli sorular olarak karşımıza çıkmaktadır. Bağımlılık ilişkileri perspektifinden bakıldığında internet; daha önce medya üreticileri için ayrılan bilgi kaynakları üzerinde bireylere ve gruplara kontrol kazandırmış ve geleneksel üretici-tüketici ilişkilerinde önemli değişimler yaratmıştır. Yaklaşımın resmettiği ekolojik çevre içerisinde çok yeni olan ve henüz gelişimini tamamlayamayan internetin; (1) kendinden önceki iletişim araçları, (2) bu araçların da içinde yer aldığı medya sistemi, (3) medya sistemi ile birlikte birçok dinamik tarafından çevrelenen kültürel, ekonomik ve siyasi sistemi, (4) bu geniş İletişim Fakültesi Dergisi 32 U. Işık ilişkiler ağında şekillenen toplumsal organizasyonlar ve (5) son olarak toplumsal sistemin en küçük birimi -bireyler- üzerindeki "etkileri" incelenmeye değerdir. Buradan hareketle; bu çalışmada yeni bir iletişim teknolojisi ve ortamı olarak internetin etkileri, Medya Bağımlılığı Yaklaşımı temelinde ele alınacaktır. Medya Bağımlılığına ilişkin öncül araştırmalar ve mikro düzey analizlerin ışığında, internetin bireyler üzerinde ne türden "bağımlılık ilişkileri" yarattığı, kuramın öne sürdüğü “ilişkiler tipolojisinin” internet açısından ne derece geçerli olduğu gibi sorulara, Türkiye şartlarında yanıt aranacaktır. Medya Bağımlılığı Yaklaşımı temelinde, spesifik olarak -mikro düzeydebireysel bağımlılık ilişkileri üzerine eğilmiş bir çalışmaya -Türkiye bazındarastlanmayışı, çalışmanın önemini ortaya koymaktadır. Medya Bağımlılığı konusunda, Türkiye’de öncü sayılabilecek çalışma (Hazar, 2003); daha geniş anlamda ve makro düzeyde etkiler üzerine bütün kitle iletişim araçlarını kapsayacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma ise internetin mikro düzeyde bireysel etkileri ve “bağımlılık ilişkileri” üzerine eğilmektedir. Bu özellik dolayısıyla da, örneklemin büyük ölçüde “internet kullanıcısı” olan üniversite öğrencilerinden oluşturulması, çalışma açısından kısıt sayılabilecek bir durumu ifade etmektedir. A- MEDYA BAĞIMLILIĞI TEORİSİ Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımının ortaya çıkışı, medya bağımlılığı perspektifinin gelişimine ön ayak olmuştur. Kullanımlar ve doyumlar kavramı daha büyük bir öykünün yalnızca bir parçasını -bireyi ve onun ihtiyaçlarını- ele alırken, medya bağımlılığı kavramı mikrodan makroya ilişkileri, sistemleri ve bireyleri bu öykünün içine dahil etmektedir (Ball-Rokeach, 1998: 5; Loges ve Ball-Rokeach, 1993: 603). Bağımlılık kuramı; Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımının dar anlamda kişinin psikolojik gereksinimlerinden yola çıkması karşısında, medyaya olan bağımlılıklarda izleyici, medya ve toplumsal sistem arasında ortaya çıkan ilişkilerin belirleyiciliği üzerine odaklanmıştır (Severin ve Tankard, 1994: 463, Kullanımlar ve doyumlar; bireysel izleyicinin ihtiyaçlarını karşılamak için medyayı nasıl kullandığını inceleyerek, birey düzeyinde işlev görürken, medya bağımlılığı düzey içi ilişkiler üzerine odaklanmaktadır (Grant vd., 1998). Bağımlılık kuramı, insan davranışını ve toplumun parçaları arasındaki sosyal ilişkileri kavramsallaştırmak adına bazı temel paradigmalardan yararlanmaktadır. Bu Bahar 2009, Sayı: 28 Medya Bağımlılığı… 33 durum medya ve toplum arasındaki bağımlılık biçimlerini yorumlamak adına önemli kurama önemli bir temel sağlamaktadır. Medya Bağımlılığı kuramının temel amacı, kitle iletişiminin, neden kimi zaman güçlü ve doğrudan etkilere, kimi zaman ise dolaylı ve daha zayıf etkilere sahip olduğunu açıklamaktır. Kuram bunu yapmak için; toplumsal durağanlık için yapısal işlevci kaygı, çelişki paradigmasının değişime odaklanması, evrimsel paradigmanın sosyal adaptasyon üzerindeki vurgusu, sembolik etkileşimci perspektifteki anlamlandırma üzerine yönelim ve bilişsel paradigmadan elde edilen bireysel faktörlerin (motivasyonlar, değerler, tutum ve davranışlar) açıklaması üzerine odaklanmaktadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 302). Medya sistemi, modern toplumun sosyal örüntüsünün önemli bir parçası olarak değerlendirilmekte ve bireyler, gruplar, kurumlar ve diğer sosyal sistemlerle ilişki içerisinde olarak kabul edilmektedir. Bu ilişkiler çelişki-temelli ya da işbirlikçi, dinamik, değişken, statik veya düzenli olabilmektedir. Kuram, türü ya da yapısı ne olursa olsun (direkt/güçlü ya da dolaylı/güçsüz ilişkiler) "ilişki" üzerinde yoğunlaşmakta ve dayandığı ilişki kavramı "bağımlılık" noktası üzerinde gerçekleşmektedir. Bu ilişkiler bir bütün olarak medya sistemi üzerinde olabileceği gibi televizyon, radyo, gazete, internet gibi onun parçalarından biri üzerine de olabilmektedir (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 302-303). Medya bağımlılık ilişkileri bir tarafta "amaçlar" üzerine, diğer tarafta ise "kaynaklar" üzerine dayalıdır. Bir toplumda yaşamanın ne demek olduğu, bir anlamda; bireyler, grup ve büyük organizasyonların kendi kişisel ve kolektif amaçlarına ulaşmaları için, diğer insanların, grupların ya da sistemlerin kontrol ettiği kaynaklara dayanmak zorunda olduğudur. Medya sistemi; başkalarının amaçlarına ulaşabilmeleri için ulaşmak zorunda oldukları “bağımlılığa yol açan” bilgi kaynaklarının üç türünü kontrolünde tutan bir bilgi sistemi olarak görülmektedir. Bu kaynaklar; bilgi toplama ve yaratma, bilgi işleme ve işlenen bilgiyi yaymadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 303). “Bilgi” kavramı burada genel bir biçimde, tüm mesaj türlerinin üretimi ve dağıtımına karşılık gelecek bir biçimde kullanılmaktadır ve bu bilgi bireylerin, toplumun diğer parçalarının dünyayı anlamlandırma çabalarına ve eylemlerini yönlendirmelerine yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda, Medya Bağımlılığı Kuramı, aşağıda belirtilen temel kabullerden yola çıkmaktadır. İletişim Fakültesi Dergisi 34 U. Işık İnsanlar; yiyecek, korunmak, çalışmak, ulaşım, siyasi olaylar, eğlence ve aile hayatıyla ilgili bir çok konuda karar vermek amacıyla enformasyona ihtiyaç duyarlar. İnsanlar, geleneksel toplumlarda, hayatın benzer yollarını takip etmeye yatkındırlar ve büyük ailelerin sözlü iletişimine, arkadaşlıklara, uzun dönemli komşuluklara ve ihtiyaç duydukları enformasyonu elde ettikleri diğer sosyal ilişkilerine bağlanırlar. Kentsel endüstri toplumları, dışarıdan ve içeriden büyük göç almaktadır. Bu nedenle buralardaki toplum yapılarında, ırksal, etnik, mesleki ve ekonomik sınıf anlamında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Kentsel endüstri toplumlarındaki insanlar arasındaki bu büyük sosyal farklılıklar, bireylerin günlük hayatta ihtiyaç duyduğu enformasyon konusunda söylenti/dedikodu temelli yüz yüze iletişim kanallarının etkinliğini azaltmakta ve kişiler arası çevre ile derin bağlar kurmalarına engel olmaktadır. Bu yüzden kentsel endüstri toplumundaki insanlar, herhangi bir kararı vermek için kitle iletişimine bağımlıdırlar. Medyadan onlar, kararlarında temel olarak kullanabilecekleri bir enformasyon akışını, öğüdü, haberlerde eğlencelerde ve reklamlarda gerçek yaşamda da oynayabilecekleri bir sosyal rol tipini bulabilmektedirler (DeFleur ve Dennis, 1991: 421-422) Kısacası medya, toplumsal bir sistem içerisinde belirli kaynaklara hükmetmekte, kendisi de belirli kaynaklara bağlı olarak yaşamaktadır. Medya sisteminin de amaçlarını gerçekleştirmek için dayanmak zorunda olduğu başkaları, toplumsal ilişkiler söz konusudur. B- BİREY - MEDYA BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİ (MİKRO DÜZEY İLİŞKİLER) Hem kitle iletişim araçlarının bir kullanıcısı, hem de toplumun bir üyesi olan izleyiciler, kurulmuş toplumsal gerçeklerle ve de enformasyon kaynaklarıyla bağımlılık ilişkileri yüzünden kitle iletişim iletileriyle karşılaşmaktadırlar. İçinde yaşadığı toplumsal dünyayı anlamak, bu doğrultuda etkili ve anlamlı davranma şekilleri geliştirmek ya da günlük sorun ve gerilimlerden kaçma gereksinimleriyle medyaya bağımlı hale gelen izleyicilerin algı, duygu ve davranışlarında değişime gideceği kuramın temel varsayımlarındandır. Bahar 2009, Sayı: 28 35 Medya Bağımlılığı… Güç sahipleri, yazılı dil ya da kitaplar gibi temel bilgi kaynaklarına erişimi sınırlama, kaynakları yetersiz kılma ve bu nedenle de ödüllendirme aracılığıyla kontrol etme eğilimindedir. Hiçbir medya sisteminin var olmadığı modernite öncesi toplumlarda, en çok aranan ve bu nedenle yetersiz olan bilgi kaynakları çoğunlukla siyasi/askeri alandaki (kabile büyükleri ve krallar), dini/tıbbi alandaki (şaman/tıp adamı) ya da kan bağı sistemlerindeki (aşiret reisi/büyükler) liderlerin kontrolü altında bulunmaktaydı. Modern toplumlarda, medya sınırlı bilgi kaynaklarının, bireylerin temel anlama, yönelme ve oyun amaçlarına ulaşması için gerek duyduklarını da içeren bir kısmını kontrol etmektedir. Bu nedenden dolayı medya, bir bilgi sistemi olarak algılanmaktadır. (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 307-308). Ball-Rokeach bireyin medyaya bağımlılığının beş makro ve mikro-düzey faktörün ürünü olduğunu belirtmektedir: Yapısal: Medyanın siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer sistemlerle birbirine bağlı ilişkilerinin biçimi. İçerik: Bireylerin ve sosyal grupların hareket ettiği sosyal çevrenin doğası. Medya: Medya sisteminin mesajlarının yararını ortaya koyma tanımlama aktivitelerinin doğası ve kalitesi. ve Kişilerarası çevre (ilişkiler): Bireylerin medyaya ilişkin beklenti ve motivasyonlarını şekillendirdiği kişilerarası ilişkiler ağı. Bireysel faktörler: Bireylerin medya kullanımıyla ulaşabileceği hedefleri (anlama, oryantasyon, oyun). (1998: 14) Ball-Rokeach ve DeFleur, “belirli bir mesajla ilgili medya bağımlılığı ne kadar ileri olursa, mesajın alıcının düşüncelerini, duygu ve davranışlarını değiştirmesinin de o kadar olası” olacağını ileri sürmektedirler. Bilgi kaynaklarına yönelik olarak gelişen bireysel ve sosyal bağımlılıkların etkisi ile de kişilerde bilişsel, duygusal ve davranışsal değişimler gerçekleşmektedir (DeFleur ve BallRokeach, 1989: 313-315, McQuail ve Windahl, 1993: 96, Merskin, 1993: 90). C- BİREYSEL BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİ TİPOLOJİSİ Bireyler de, makro sosyal sistemler gibi, kitle iletişim araçları ile bağımlılık ilişkileri geliştirmektedirler. Çünkü bireylerin de hedefleri vardır ve bu hedeflerinin bazıları bu araçlar tarafından kontrol edilen kaynaklara erişimi zorunlu kılmaktadır. İletişim Fakültesi Dergisi 36 U. Işık Hayatta kalma ve büyüme, bireyleri üç önemli hedefe ulaşmaya zorlayan temel insani motivasyonlardır. Bu üç önemli hedef; (1) anlama, (2) oryantasyon (yönelim) ve (3) oyundur. Bireyler, kendilerini ve etrafındaki dünyayı anlamak ister ve bu bilgiyi, eylemlerini ve başkalarıyla etkileşimlerini yönlendirmede kullanırlar. Bütün toplumların günlük gerilimlerden bir parça sıyrılmayı, kaçışı, keyfi araması nedeniyle, eğlence ve oyun eşit derecede önemli hedeflerdir. "Oyun" bütün toplumların ortak bir özelliğidir ve salt kaçış ya da gerilimden uzaklaşmadan daha fazlasını içermektedir. İnsanlar için "oyun", aynı zamanda “sosyal” olma ve başkaları tarafından sergilenen rolleri, normları ve değerleri öğrenme yoludur. Bireyler "oyun"da, kendisini ve kültürünü (dansta, sporda, seramonide ve kutlamada olduğu gibi) sergilemektedir (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 306, Merskin, 1993: 89-90). Bireylerin medya ile geliştirdikleri bağımlılık ilişkisi türleri, Tablo 1’de örneklerle sunulmaktadır. Tablo 1: Bağımlılık İlişkileri Tipolojisi BİREYSEL SOSYAL ANLAMA Bireysel Anlama (Kişisel gelişim ve kişinin kendini anlaması) Sosyal Anlama (Dünya ve toplum hakkında ve onu yorumlayabilmekle ilgili bilgi) ORYANTASYON (YÖNELİM) Bireysel Oryantasyon (Eylem Yönelimi) (Ne alacağına, nasıl giyineceğine ve nasıl zayıf kalacağına karar verme) Sosyal Oryantasyon (Etkileşimli Yönelim) (Yeni ve zor durumlarla karşılaşıldığında nasıl davranılacağı üzerine ipuçları almak) OYUN/EĞLENCE Bireysel Oyun/Eğlence (Yalnız olduğunda rahatlama veya kendi kendine ne yapacağına karar verme) Sosyal Oyun/Eğlence (Bir sinemaya gitmek veya aile ya da arkadaşlarıyla müzik dinlemek) Kaynak: (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989) Bahar 2009, Sayı: 28 Medya Bağımlılığı… 37 1- Anlama Tipi Bağımlılık İlişkileri DeFleur’e göre; bireyler; kişileri, olayları ve kültürleri içeren sosyal sistemi kavramak, anlamak ve yorumlamak için medyayı kullandığında sosyal anlama bağımlılıkları gelişmektedir. Sosyal anlama bağımlılıkları, bireylerin bugünün, geçmişin ya da geleceğin insanlarını, kültürlerini ve olaylarını anlamak ve yorumlamak için medya bilgi kaynaklarını kullanmasıyla gelişmektedir. Bireysel (kendini) anlama bireylerin kendi inançlarını, davranışlarını, benlik kavramlarını ya da kişiliklerini yorumlama kapasitelerini büyüten ve koruyan medya ilişkilerine karşılık olarak gelmektedir (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 306). Kendini anlama; kim olduğumuzu, nasıl büyüdüğümüzü ve değiştiğimizi bilmekle ilgili kişisel hedeflerimizi gerçekleştirmek için medya sisteminin bilgi kaynaklarına güvenmektir (Loges ve Ball-Rokeach, 1993: 604; Grant vd., 1998). 2- Oryantasyon (Yönelim) Tipi Bağımlılık İlişkileri Oryantasyon (Yönelim) bağımlılıklarının merkezinde "davranış soruları" yer almaktadır. Bireysel Oryantasyon (Eylem yönelimi) bireylerin kendi spesifik davranışları için rehberler elde etmek amacıyla medyayla kurduğu bağımlılık ilişkilerini anlatmaktadır. Bunların bazıları, sabah uyanmak, günü geçirmek ve gece uyumak gibi gündelik yaşam olaylarıyla ilgili günlük davranışlardır. Diğerleri ise, siyasi (oy verme, siyasi katılımlar), ekonomik (bir ev alma), dini (televizyon aracılığıyla vaaz vermeyi destekleme ya da buna karşı çıkma), yasal (küçük davalara gitme), tıbbi (sigara içmek ya da bırakmak), ya da kriz çözme davranışları (doğal bir afetle baş etme) gibi daha sonuçsal davranışlar üzerinde gerçekleşmektedir (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 306, Grant vd., 1998). Sosyal Oryantasyon (Etkileşim yönelimi) bağımlılıkları, eylemin nesnesinin bir ya da daha fazla kişi olmasını gerektirmektedir. Bireyler, kişisel (sevgili, arkadaş ya da anne-baba) ya da sosyal, mesleki konumlarıyla (işçi, yasa destekleme kurumları) ilişkili uygun ya da etkili davranış türleri (iletişim davranışını da içeren) hakkındaki medya bilgisini toplarken, bir "etkileşim yönelimli bağımlılık" sergilemektedirler (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 306-307). Başka bir deyişle, sosyal yönelim; başkalarına nasıl davranılacağı ya da onlarla nasıl etkileşime geçileceğini anlamayla ilgili kişisel hedefleri gerçekleştirmek için medya sisteminin bilgi kaynaklarına başvurmaktır. İletişim Fakültesi Dergisi 38 U. Işık 3- Oyun/Eğlence Tipi Bağımlılık İlişkileri Bireysel oyun/eğlence bağımlılığı, medya içeriğinin estetik, eğlence ya da rahatlama etkisi üzerinde yoğunlaştığı durumlara karşılık gelmektedir. Sosyal oyun/eğlencede bunun tam tersi bağımlılık ilişkisi, medyanın insanlar arasındaki oyunu destekleyen içeriği sağlama kapasitesine dayanmaktadır; bu durumda içerik arkadaşlar, aile ya da ortak katılımcılar olarak bir araya gelen diğerleri için ikincildir. Örneğin, bir romantik ilişkideki iki kişi, sinemaya gidebilir ve bu durumda filmin estetik kalitesi onların birlikte sinemaya gidişlerinden daha az önemli olmaktadır. Sosyal yaşamın bir gerçeği; "anlama", "yönelme" ve "oyun"un medya kaynaklarına erişim olmaksızın kolaylıkla gerçekleştirilemeyeceği ve bilginin çok gerekli kaynaklardan biri olduğudur (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 307). Yine, bireysel medya bağımlılığının bu altı boyutunun birbirinden bağımsız olmadığı, ancak birbiriyle kombinasyon şeklinde ortaya çıkabileceği, belirtilmesi gereken bir başka boyutudur. Örneğin; bireyler ne tür kıyafet giyeceklerine karar vermek (eylem yönelimi) için hava durumunun nasıl olacağını bulmanın yanı sıra, siyasi olaylara dair bilgilerini (sosyal anlama) artırmak için bir televizyon programını izleyebilir (Grant vd., 1998). Medya; anlama, yönelme ve oyun hedeflerine ulaşmayı daha kolay kılmaktadır. Ancak bunlar bu tür hedeflere ulaşmanın tek yolu değildir. Sonuçta bireyler; hedeflerine ulaşmalarında onlara yardımcı olan eğitim, dini, siyasi ve diğer sistemlerin yanı sıra arkadaş ve aile gibi kişisel çevreleri ile de ilişki içerisindedirler. Bireyler bazen kişisel hedeflerine ulaşmada bu mikro çevreden faydalanmaktadır. Örneğin finansal yatırımları konusunda mikro çevresinde yer alan arkadaşlarından bilgi alarak eylemini gerçekleştirmekte sakınca görmemektedir. Bireyler karar vermede hangi bilgi kaynağını seçip kullanacağı konusunda özgürdür. Ancak toplumlar giderek daha çok kentleştikçe, modernleşip sanayileştikçe -yani daha karmaşıklaştıkça- birey, önemli sorulara yanıtlar vermede ve hayati kararlar almada yardım için geleneksel bilgi kaynaklarına daha az dayanma yetisine sahip olmaktadır (Merskin D.L., 1993: 94). Bireylerin medyaya karşı geliştirdiği bağımlılık ilişkilerinde bireysel faktörler (psikolojik, demografik, ekonomik-sosyal) ve de kullanılan medya aracı da (televizyon, internet, dergi, gazete, radyo) belirleyici olmaktadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 308-309). Örneğin, kadın ve erkekler medya ile ilişkileri aracılığıyla farklı türde hedeflere ulaşma arayışında olabilmektedirler. İnceleme alanımız olan internet açısından bakıldığında, bireylerin interneti kullanma biçimleri ve internette aradıkları motivasyonlar, kadın ve erkekler açısından farklılıklar göstermektedir. Bahar 2009, Sayı: 28 Medya Bağımlılığı… 39 Bunun yanı sıra farklı kişisel hedefleri tatmin için bireyler farklı medya ortamları kullanmaktadırlar. Örneğin, izleyiciler "sosyal anlama" (örneğin hayali olmayan hikayeler) ya da kendini anlama ( popüler psikoloji kitapları) için yoğun bir biçimde kitap ya da dergileri başvuru kaynağı yaparken, "yönelim" ya da "eylem" için (trafik ve hava raporları, aşk ve seks konusundaki talk-showlar) radyo ya da televizyona daha çok yoğunlaşabilmektedirler. Ancak tek bir kitle iletişim aracının tek bir bağımlılık ilişkisine yol açmamaktadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 308309). Ball-Rokeach, (1989: 308-309) Rokeach ve Grube, "Büyük Amerikan Değerleri" araştırmasında televizyonun bireysel bağımlılık ilişkileri tipolojisinde sıralanan tüm bağımlılık türlerini kapsadığını ortaya koymuşlardır. Sosyal anlama, televizyon bağımlılığı ilişkisinin en yaygın türü olarak ortaya çıkmıştır. Araştırmanın "kendini anlama" bağımlılığının da çok önemli olduğunu ortaya koyması beklenmeyen sonuçlardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Araştırmaya göre televizyon, insanları "oyun" hedeflerine ulaştırmanın yanı sıra "anlama" ve "oryantasyon" hedeflerine de ulaştırmada gerekli bilgi kaynaklarına sahip bir kitle iletişim aracıdır. Severin ve Tankard ise, bu testle elde edilen güçlü etkinin, izleyicilerin özgürlük ve eşitlik gibi temel değerleriyle çelişkiler konusunda yüksek düzeyde belirsizlik ve tereddüt hissetmesi yüzünden ortaya çıkmış olabileceğini ileri sürmektedirler (1994: 464) Televizyonla alışverişe dair çalışmalarında Grant, Guthrie ve Ball-Rokeach bağımlılık ilişkilerine dair bir hiyerarşi sunmuştur. Bu çalışmanın sonuçları, dizi bağımlılığının televizyonla alışveriş davranışında merkezi bir role sahip olduğunu öne sürmektedir. Cecilie Gaziano’nun bağımlılık çalışmasında, bireylerin spesifik sosyal ortamlarda konumlandığı ve insanların başka medya araçlarına ya da bütünüyle televizyona bağımlı olabileceği gerçeği vurgulanmıştır. Gaziano’nun çalışmasından, haberlere karşı tutumlar, demografik özellikler ve medya kullanımına göre altı bağımlılık grubu elde edilmiştir. (1) gazete bağımlıları, (2) televizyon bağımlıları, (3) hem gazete hem televizyon bağımlıları, (4)bağımlı olmayanlar (ne televizyona ne de gazeteye), (5) radyo haberi bağımlıları ve (6) magazin haberleri bağımlıları. Bu gruplar medya içeriğinin ona olan bağımlılıkla ilişkili olduğunu ve belki de bunun yaşam tarzları ve sosyal rollerin bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir (akt. Merskin, 1993: 93-94). İnsanlar kendi medya sistemlerini -sosyal ve kişisel gerçeklikleri ile bağdaştırarak- oluşturmaktadırlar. Varolan alternatifler arasından –gazete, radyo, televizyon, internet, VCD, compact diskler -CD-, kitaplar, dergiler, bültenler, İletişim Fakültesi Dergisi 40 U. Işık broşürler vs. gibi- kendi medya kombinasyonlarını belirleyen bireyler ne türde bir bağımlılık ilişkisi geliştireceğini de yine kendisi belirlemektedir. Örneğin, gazete ve televizyon haberinin üretimi sırasındaki zaman farkı, gazete haberinin bir gün sonra ya da iyimser bir bakışla akşam baskısında elimize geçeceği, buna karşın televizyonun aynı anda, canlı olarak olay yerinden ya da stüdyodan haberi veriyor olması bireysel medya tercihlerini ve de bağımlılık ilişkilerini değiştirmektedir. Bu farklılık, günlük ya da acil bilgiyi gerektiren kriz durumlarında gazete ve dergilerin kullanımına önemli sınırlamalar getirmektedir. Bu nedenle bireylerin oluşturdukları medya sistemleri de farklılıklar göstermektedir. Çünkü farklı hedef ve ilgilere sahiptirler; ama aynı zamanda farklı medya araçlarının kurumsal, içerik ve teknolojik özellikleri bireylerin seçimini sınırlamakta ve bu sınırlamalar onların tercih ettiği medya sistemlerinde bir benzerlik oluşmasına yol açmaktadır. Ayrıca bireyler, kişisel hedefleri konusunda farklılıklar gösterebilirken, aynı zamanda bazı aynı kişisel hedefleri paylaşma eğiliminde olabilmekte ve bu da medya sistemleri arasındaki benzerliklere katkıda bulunmaktadır. Örneğin, her zaman neler olup bittiğini öğrenmek zorunda olan bazı insanlar “haber tutkunudur”, ama bazıları için uyandığında ya da evden işe giderken neler olup bittiğini öğrenmek yeterlidir. Bununla birlikte her iki türdeki bireyler çevrelerini anlama amacındadır ve bu nedenle filmlerin, VCR, compact disklerin tersine gazete, televizyon ya da radyo gibi iletişim araçlarından birini kullanmak zorundadır. Amerikan halkının %70’inden fazlasının, ulusal haberlerin çoğunu televizyondan öğrendiklerini söylem eleri, insanların medya sistemlerinin, en azından bu özelliğinin küçümsenemeyecek bir benzerliğini ortaya koymaktadır. D- NİCEL ARAŞTIRMA 1- Araştırma Soruları ve Varsayımlar Araştırmanın temel amacı, medya bağımlılığı perspektifi ile sınırları çizilen ve tanımlanan "bireysel bağımlılık tipolojisinin" bir kitle iletişim aracı olarak internet açısından test edilmesidir. DeFleur ve Ball-Rokeach'a göre bireyler kitle iletişim araçlarına yönelik hedeflerini gerçekleştirirken; (1) bireysel anlama, (2) sosyal anlama, (3) bireysel yönelim (oryantasyon), (4) sosyal (etkileşimli) yönelim, (5) bireysel oyun (6) sosyal oyun tipinde bağımlılık ilişkileri geliştirmektedirler (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 305-306; Ball-Rokeach, 1998: 14-16). Yapılan araştırmalar ve yaklaşımın öncülerinin ileri sürdüğü üzere, gelişen bağımlılık ilişkileri bir takım demografik unsurla bağlantılı olarak (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir) farklılık göstermektedir. İnternette bağımlılık ilişkilerinin yönünü çizecek temel değişkenlerden biri de internette geçirilen süreye bağlı olmaktadır. Bahar 2009, Sayı: 28 41 Medya Bağımlılığı… Buradan hareketle araştırmanın temel varsayımı aşağıdaki gibidir: "İnternet kullanıcıları anlama, yönelim ve oyun/eğlence doğrultusunda internetle bağımlılık ilişkileri geliştirmektedirler" hedefleri Araştırmaya ilişkin diğer varsayımlar ise; “Kullanıcıların hedefleri doğrultusunda internetle geliştirdiği bağımlılık ilişkileri bir takım sosyo-demografik unsurlara bağlı olarak (cinsiyet, eğitim, gelir, kullanım süresi) farklılık gösterecektir.” “Bireylerin internet kullanım süresi arttıkça daha güçlü bağımlılık ilişkileri içerisinde olmaları beklenmektedir.” 2- Araştırmanın Evreni ve Örneklem: Araştırma, Gazi Üniversitesi evreninde basit tesadüfi örneklem yöntemi ile 10 Şubat-20 Şubat 2007 tarihleri arasında 563 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Gazi Üniversitesi’nin lisans eğitim veren fakültelerinin öğrenci sayıları dikkate alınarak, tabakalı örnekleme tekniği ile oluşturulan örneklemin dağılımı aşağıdaki gibidir. Fakülte Frekans Yüzde Fen-Edebiyat Eğitim Hukuk Tıp Mühendislik İktisadi ve İdari Bilimler Mesleki Eğitim Endüstriyel Sanatlar İletisim Eczacılık Ticaret-Turizm Güzel Sanatlar Teknik Eğitim Diş Hekimliği Toplam 38 81 34 35 46 60 49 33 27 23 35 22 50 30 563 6.7 14.4 6.0 6.2 8.2 10.7 8.7 5.9 4.8 4.1 6.2 3.9 8.9 5.3 100.0 Geçerli Yüzde 6.7 14.4 6.0 6.2 8.2 10.7 8.7 5.9 4.8 4.1 6.2 3.9 8.9 5.3 100.0 Birikimli Yüzde 6.7 21.1 27.2 33.4 41.6 52.2 60.9 66.8 71.6 75.7 81.9 85.8 94.7 100.0 Örnekleme giren öğrencilerin fakültelere göre dağılımı incelendiğinde, en fazla öğrencinin Eğitim Fakültesi’nde (%14.4) olduğu, en az öğrencinin de Güzel Sanatlar Fakültesi’nde (%3.9) olduğu görülmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 42 U. Işık 3- Veri Toplama Aracı Veri toplama aracı; kitle iletişim aracına ilgi, internet kullanma biçimleri, demografik unsurlar ile internet kullanım motivasyonları ve bireysel medya bağımlılığı ifadelerini kapsayan 96 soruluk bir anket formundan oluşmaktadır. Güvenilirlik konusunda alfa katsayısı (Cronbach’s Alpha: tekrar test korelasyon katsayısı) ölçümleri yapılmıştır. Alfa katsayısı ölçekte bulunan maddelerin iç tutarlılığını kestirmek ve dolayısıyla ölçeğin homojen bir yapıya sahip olup olmadığını belirlemek açısından önemlidir. Alfa değeri, 0 ile 1 arası değerler alır ve kabul edilebilir bir değerin en az 0.7 olması beklenmektedir. Ancak, inceleme türü çalışmalarda bu değerin 0.5’e kadar makul kabul edilebileceği bazı araştırmacılarca (Altunışık vd., 2005: 114-116; Tavşancıl ve Keser, 2002) öngörülmektedir. Farklı tipte skalalar içeren bölümlere ilişkin güvenilirlik katsayıları ilgili bölüm analizlerinde yer almaktadır. Bireysel medya bağımlılığının ilk kantitatif ölçümü, Ball-Rokeach, Rokeach ve Grube (1984) tarafından gerçekleştirilmiştir. 11 maddeden oluşan ölçek, sosyal anlama ve bireysel anlamayı ölçen üçer maddeyi, sosyal oryantasyonu (yönelim) ölçen iki maddeyi ve bireysel oyun, sosyal oyun ve bireysel oryantasyon (yönelim) için bir maddeyi içeriyordu. Bireysel medya bağımlılığı ölçeğinin geliştirilmesindeki bir sonraki önemli adım; televizyondan alışveriş araştırmaları için, ölçeği her bir boyut için madde sayısını ikiye çıkararak toplam 12 maddeden oluşan bir ölçeğe dönüştüren Grant ve arkadaşları (1991) tarafından yapılmıştır. Grant ve arkadaşları, “hiç faydalı değil” den “oldukça faydalı”ya doğru 5 noktalı Likert ölçeği ile, “Günlük yaşamınızda televizyon aşağıdakiler için ne kadar faydalı” biçiminde değiştirmişlerdir. Bu çalışmalarda kullanılan bireysel-düzeyde medya bağımlılığının standart bir ölçümünün olmaması, araştırmacıların tüm medyaya uygulanabilecek standart bir ölçüm yaratmaları isteğiyle sonuçlanmıştır. Güney Kaliforniya Üniversitesi’ndeki Medya Sistemi Bağımlılık Araştırma Grubu tarafından gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda, bireysel medya bağımlılığının altı kavramsal boyutunun her biri için 3 maddeden oluşan 18 maddelik ölçek geliştirilmiştir. Grant tarafından detaylandırılan 18 maddelik tam ölçek; televizyon, radyo, gazete gibi kitle iletişim araçlarında ortaya çıkan bireysel medya bağımlılığı ilişkilerini test etmek amacıyla, yabancı kaynaklı birçok araştırmada değiştirilmeden kullanılmıştır (Grant vd., 1998). Deneklere, “internetin günlük yaşamdaki yeri ve yararları” konusundaki 18 ifadeyi değerlendirebilmeleri için 5 noktalı Likert [Hiç faydası yok (1), Faydasız (2), Nötr (3), Faydalı (4), Çok faydalı (5)] ölçeği kullanılmıştır. Alt ölçeklere göre bölümlenmiş “bireysel bağımlılık skalası” analiz bölümünde sunulmuştur. Bahar 2009, Sayı: 28 Medya Bağımlılığı… 43 Ankette ayrıca deneklerin; yaş, cinsiyet, fakülte, eğitim alanı, sınıf, Ankara’da kaldığı yer, anne-baba eğitim düzeyi ve ekonomik durumlarına ilişkin demografik değişkenlere yönelik sorular da yer almıştır. 4- Veri Analizi Araştırmada elde edilen verilerin analizi için SPSS 11 programı kullanılmıştır. İnternette ortaya çıkan bireysel bağımlılık tiplerini tespit için (ölçek kavramsal olarak 6 alt ölçekten oluştuğu için) faktör analizi uygulanmıştır. Faktör analizi ile ilgili teknikler genel olarak iki başlık altında incelenmektedir. Bunlardan biri açıklayıcı faktör analizidir ve araştırmacının ilgilendiği konuyla ilgili olarak herhangi bir fikrinin ya da öngörüsünün olmaması nedeniyle değişkenler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak istemesi durumunda kullanılmaktadır. Bir diğer başlık ise onaylayıcı faktör analizidir ve daha önceden belirlenen bir ilişkinin test edilmesi amaçlanmaktadır (Altunışık vd., 2005: 214). Örneklem büyüklüğü, faktör analizi için önemli bir unsurdur. Her değişkende en az 10 vakanın olması gerekmektedir (Akgül, 2003: 441). En çok 18 madde üzerinde gerçekleştirilen faktör analizi için (18x10=180) en az 180 yanıt veren gerekmekte iken araştırmamız açısından ulaşılan 563 denek sayısı örneklemin analiz için yeterli olduğunu göstermektedir. (Örneklem uygunluk testi olarak bilinen Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) değerleri de bu durumu doğrulamaktadır.) Faktör analizi ile elde edilen tipolojideki faktörlerin diğer değişkenlerle ilişki ve anlamlılık düzeyini ölçebilmek için, değişkenlerin boyutlarının iki olması durumunda gruplar arasındaki farkın önemli düzeyde olup olmadığı t-testi ile, değişken boyutlarının ikiden fazla olması durumunda ise tek yönlü varyans analizi (ANOVA) gibi parametrik analiz teknikleri uygulanmıştır. Farkın kaynağının hangi gruplar arasındaki farklardan kaynaklandığını belirlemek için de Scheffe Testi yapılmıştır. E- BULGULAR VE YORUM 1-İnternet ve Bireysel Medya Bağımlılığı Analizleri “Günlük yaşamda internetin yeri ve yararları” konusunda deneklerin değerlendirmelerinin alındığı 18 maddelik “Bireysel Medya Bağımlılığı Skalası”, bireysel bağımlılık tipolojisinde yer alan unsurlardan hangilerinin bir kitle iletişim aracı olarak “internet”le ortaya çıkacağını tespit etmek amacıyla faktör analizine tabi tutulacaktır. Her bir bağımlılık ilişkisi için (bireysel anlama, sosyal anlama, bireysel yönelim, sosyal yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun) alınan cevap ortalamaları ile de bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ilişkisi incelenecektir. İletişim Fakültesi Dergisi 44 U. Işık DeFleur ve Ball-Rokeach’ın tipolojisi temelinde geliştirilen ve bireysel düzeyde medya bağımlılığını ölçme konusunda standart olarak kabul edilen (Merskin, 1993; Grant vd., 1998; Patwardhan ve Jang, 2003) 18 maddelik ölçeğin, alt ölçeklere göre bölümlenmiş orijinal hali (Tablo 2) ile yapılan faktör analizinin sonuçları aşağıda yer almaktadır. Tablo 2: Bölümlenmiş “Bireysel Bağımlılık Skalası” ve Alt Ölçek Güvenilirlik (Alfa) Değerleri “Hiç faydası yok” (1)….”Çok faydası var” (5) Güvenilirli k (Alfa Katsayısı) Günlük yaşamınızda internetin yeri ve yararları konusunda aşağıdaki ifadeleri değerlendiriniz. Aşağıda yer alan ifadeler konusunda internetin size ne kadar yardımcı olduğunu temsil eden numarayı işaretleyiniz. Çeşitli olay ve durumlar karşısında ne yapacağım, nasıl s.74 hareket edeceğim konusunda Gelecekteki hayatımda neler yapacağımı hayal etmede s.68 Yaşadığım problemler ve zor durumlar karşısında s.80 başkalarının tecrübelerinden yararlanmada Yaşadığım toplumda neler olup bittiğini kavramada s.67 Dünyadaki gelişmeleri izleme ve kavramada s.73 Türkiye’de neler olup bittiğini anlamada s.78 Sağlık, finans hizm. konusunda nereye başvuracağımı s.83 belirlemede Neyi nereden satın alacağımı belirlemede s.69 Akşam ve haftasonlarını nasıl ve nerede değerl. planlamada s.79 Diğer insanlarla daha iyi ilişkiler ve iletişim kurabilme s.70 konusund Arkadaş, akraba ve iş ark. nasıl davranacağımı belirlemede s.84 İnsanların belirli olay ve durumlar karşısındaki s.75 yaklaşımlarının ardında yatan nedenleri anlamamda Zor geçen bir hafta yada gün sonrası yorgunluğumu giderm. s.71 Yalnız kaldığımda rahatlamamda s.76 Etrafımda hiç kimse olmadığında ne yapacağım konusunda s.81 Aile ya da arkadaşlarımla nasıl eğleneceğimiz konusunda s.82 Gerçekten orada olmadan da hoşl. olayların bir parçası s.72 olmanızda Arkadaşlarımla birlikte ne yapacağımıza karar vermede s.77 Bireysel anlama 0.6552 Sosyal anlama 0.7116 Bireysel oryantasyon (yönelim) 0.6518 Sosyal oryantasyon (yönelim) 0.6582 Bireysel oyun 0.7288 Sosyal oyun 0.6376 Öncelikli olarak orijinalinden Türkçe’ye aktarılan kullanılan ölçeğin güvenilirliğini kestirmek için Cronbach Alpha katsayısı kullanılmıştır. Ölçeğin toplam güvenirlik katsayısı Cronbach’s Alpha 0.8976 olarak bulunmuştur. Altı alt boyutun kendi içlerinde hesaplanan güvenirlik katsayıları da ayrı ayrı olarak yukarıdaki tabloda gösterilmektedir. Bahar 2009, Sayı: 28 45 Medya Bağımlılığı… Faktör analizinin güvenilirliği konusunda; örneklem uygunluk ölçütü olarak hesaplanan Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) değeri .912 ve küresellik sınama testi olarak kabul edilen Barlett’s Test of Sphericity: 3666,928 (Sig=.000)(p<0,01) ile anlamlıdır. Bu iki test, üzerinde çalışılan örneklemin büyüklüğünün ve verilerin faktör analizi için uygun olduğunu göstermektedir. Öz değeri 1’den büyük olan ve faktör yükü "0.5" ve üzeri değişkenler faktör boyutlarını yorumlamada kullanılmıştır. Faktör analizi, kullanıcılar için toplam varyansın yüzde 57.794’ünü açıklayan 4 faktör boyutunun ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Rotasyona uğramış bileşen matrisi incelendiğinde (Tablo 3) faktörlere atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki gibidir. Tablo 3: Bireysel Medya Bağımlılığı Faktör Analizi S. no: FAKTÖRLERE ATANAN DEĞİŞKENLER FAKTÖRLER 1 83 79 82 77 69 71 76 72 70 75 74 80 84 81 73 67 78 68 Sağlık, finans gibi hizmetler konusunda nereye başvuracağımı belirlemede Akşam ve haftasonlarını nasıl ve nerede değerlendireceğimi planlamada Aile ya da arkadaşlarımızla nasıl eğleneceğimiz konusunda Arkadaşlarımla birlikte ne yapacağımıza karar vermede Neyi nereden satın alacağımı belirlemede Zor geçen bir hafta yada gün sonrası yorgunluğumu gidermede Yalnız kaldığımda rahatlamamda Gerçekten orada olmadan da hoşlanacağınız olayların bir parçası olmanızda Diğer insanlarla daha iyi ilişkiler ve iletişim kurabilme konusunda İnsanların belirli olay ve durumlar karşısındaki yaklaşımlarının ardında yatan nedenleri anlamamda Çeşitli olay ve durumlar karşısında ne yapacağım, nasıl hareket edeceğim konusunda Yaşadığım problemler ve zor durumlar karşısında başkalarının tecrübelerinden yararlanmada Arkadaş, akraba ve iş arkadaşlarıma nasıl davranacağımı belirlemede Etrafımda hiç kimse olmadığında ne yapacağım konusunda Dünyadaki gelişmeleri izleme ve kavramada Yaşadığım toplumda neler olup bittiğini kavramada Türkiye'de neler olup bittiğini anlamada Gelecekteki hayatımda neler yapacağımı hayal etmede 2 3 ,693 4 ,342 ,690 ,638 ,387 ,552 ,412 ,525 ,780 ,778 ,341 ,674 ,347 ,498 ,824 ,772 ,460 ,565 ,460 ,539 ,342 ,454 ,456 ,362 ,770 ,760 ,673 ,317 ,378 İletişim Fakültesi Dergisi 46 U. Işık Extraction Method: Principal Component Analysis. Rotation Method: Varimax with Kaiser Normalization. a Rotation converged in 7 iterations a- Faktör 1 (Bireysel oryantasyon + sosyal oyun) Birinci faktör toplam varyansın yüzde 15.613’ünü açıklamaktadır. Birinci faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. Tablo 4: Faktör 1'e Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları Soru FAKTÖR 1’E ATANAN DEĞİŞKENLER no: Sağlık, finans gibi hizmetler konusunda nereye başvuracağımı 83 belirlemede Akşam ve haftasonlarını nasıl ve nerede değerlendireceğimi 79 planlamada 82 Aile ya da arkadaşlarımızla nasıl eğleneceğimiz konusunda 77 Arkadaşlarımla birlikte ne yapacağımıza karar vermede 69 Neyi nereden satın alacağımı belirlemede Faktör Ortalama yükü (Mean) ,693 3,3588 ,690 3,0817 ,638 2,9591 ,552 3,2575 ,525 3,5506 Faktöre atanan toplam 5 değişken içerisinde soru numarası 83, 79 ve 69 olarak belirlenen üç değişkenin “bireysel oryantasyon (yönelim)” türünde bir bağımlılık ilişkisini içerdiği görülmektedir. Birinci faktör içerisinde 82 ve 77 soru numaraları ile sıralanan değişkenler ise “sosyal oyun” türünde bağımlılık ilişkisine karşılık gelmektedir. Ortaya çıkan faktörün Croncbach’s Alpha katsayısı ise 0.7542’dir. b- Faktör 2 (Bireysel oyun + Sosyal oyun ) İkinci faktör toplam varyansın yüzde 15.255’ini açıklamaktadır. İkinci faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. Tablo 5: Faktör 2'ye Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları Soru FAKTÖR 2’YE ATANAN DEĞİŞKENLER no: 71 Zor geçen bir hafta yada gün sonrası yorgunluğumu gidermede 76 Yalnız kaldığımda rahatlamamda Gerçekten orada olmadan da hoşlanacağınız olayların bir parçası 72 olmanızda Bahar 2009, Sayı: 28 Faktör Ortalama yükü (Mean) ,780 3,2131 ,778 3,2860 ,674 3,1599 47 Medya Bağımlılığı… Faktöre atanan toplam 3 değişken içerisinde soru numarası 71 ve 76 olarak belirlenen iki değişken “bireysel oyun” alt ölçeğinde, soru 72 ise “sosyal oyun” alt ölçeğinde yer almaktadır. İkinci faktörün Croncbach’s Alpha katsayısı ise 0.7595’tir. c- Faktör 3 (Sosyal oryantasyon +Bireysel anlama) Üçüncü faktör toplam varyansın yüzde 14.253’ünü açıklamaktadır. Üçüncü faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. Faktöre atanan toplam 4 değişken içerisinde soru numarası 75 ve 84 olarak belirlenen iki değişken “sosyal oryantasyon” alt ölçeğinde, soru 74 ve 84 ise “bireysel anlama” alt ölçeğinde yer almaktadır. Üçüncü faktörün Croncbach’s Alpha katsayısı ise 0.7919’dur. Tablo 6: Faktör 3'e Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları Soru Faktör Ortalama FAKTÖR 3’E ATANAN DEĞİŞKENLER no: yükü (Mean) İnsanların belirli olay ve durumlar karşısındaki yaklaşımlarının 75 ,824 3,0231 ardında yatan nedenleri anlamamda Çeşitli olay ve durumlar karşısında ne yapacağım, nasıl hareket 74 ,772 3,1012 edeceğim konusunda 80 Yaşadığım problemler ve zor durumlar karşısında başkalarının ,565 2,9325 tecrübelerinden yararlanmada 84 Arkadaş, akraba ve iş arkadaşlarıma nasıl davranacağımı belirlemede ,539 2,6075 d- Faktör 4 (Sosyal anlama) Dördüncü faktör toplam varyansın yüzde 12.673’ünü açıklamaktadır. Dördüncü faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. Tablo 7: Faktör 4'e Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları Soru no: 73 67 78 FAKTÖR 3’E ATANAN DEĞİŞKENLER Dünyadaki gelişmeleri izleme ve kavramada Yaşadığım toplumda neler olup bittiğini kavramada Türkiye'de neler olup bittiğini anlamada Faktör Ortalama yükü (Mean) ,824 4,0053 ,772 3,7851 ,565 3,7886 Dördüncü faktöre atanan toplam 3 değişken de “sosyal anlama” alt ölçeğinde yer alan sorulardan oluşmaktadır. Faktörün Croncbach’s Alpha katsayısında, faktör maddeleri değişmediği için bir değişim olmamıştır. (0.7116). İletişim Fakültesi Dergisi 48 U. Işık e- Değerlendirme (Bireysel Medya Bağımlılığı Faktör Analizi) Bireysel Medya Bağımlılığı Ölçeği kavramsal olarak 6 alt ölçekten oluşmakta iken, örneklem grubu üzerindeki faktör analizi sonuçları 4 faktörlü bir çözüm ortaya koymuştur. Analizde görüldüğü üzere yalnızca “sosyal anlama” alt ölçeğini oluşturan maddeler (Faktör 4) özgün form ile tamamen özdeşim göstermiştir. Analizle ortaya çıkan bir başka durum ise “bireysel (oryantasyon) yönelim” alt ölçeğine ilişkin 3 madde de “Faktör 1” içerisinde gruplanırken, “bireysel oyun” alt ölçeğine ilişkin iki değişken “Faktör 2” içerisinde; “sosyal oryantasyon (yönelim)” alt ölçeğine ilişkin 2 değişken “Faktör 3” içerisinde yer almıştır. Bu bulgularla; özgün ölçeğin 6 faktörlü yapısının örneklem grubumuzun internetle olan bireysel bağımlılık ilişkilerini açıklamadığı ve tipolojiyi doğrulamadığı görülmektedir. Bir başka bakış açısıyla da örneklem kümemizde yer alan öğrencilerin internete ilişkin bağımlılık ilişkileri 4 faktörlü bir çözüm üretmektedir. Bir kitle iletişim aracı üzerinde bağımlılık ilişkilerinin bütün boyutlarının ortaya çıkması beklenen bir sonuç değildir (Ball-Rokeach, 1998; Grant vd., 1998). Araştırmamız ve örneklem kümesi açısından bakıldığında ortaya net olarak çıkan 4 boyut, tipolojinin öngördüğü iki türde bağımlılık ilişkisini kesin olarak doğrulamaktadır. Bireysel bağımlılık ilişkileri üzerine yapılan öncül araştırmalar da bu ve benzeri sonuçları desteklemektedir. Loges ve Ball-Rokeach, gazete okuyucularının bağımlılık ilişkileri üzerine yaptıkları araştırmada, 11 maddeden oluşan (bireysel oyun alt ölçeğini içermeyen) bireysel medya bağımlılık ölçeğini (MSD Scale) 853 denek üzerinde test etmişlerdir. Yaptıkları faktör analizi ile toplam varyansın yüzde 50.4’ünü açıklayan 3 faktörlü bir çözüme ulaşan Loges ve Ball-Rokeach, okuyucuların gazete ile ilişkilerinde net olarak iki türde (bireysel ve sosyal anlamadan oluşan) bağımlılık ilişkisi geliştirdiklerini ortaya koymuşlardır. Loges ve Ball-Rokeach, bu sonuca; faktör analizi ile ortaya koydukları, dört maddeden oluşan birinci faktörde yer alan üç sosyal anlama maddesi ve dört maddeden oluşan ikinci faktörde yer alan 3 bireysel anlama maddesi ile ulaşmışlardır. Birinci faktördeki dördüncü madde bireysel yönelimi, ikinci faktördeki dördüncü madde ise sosyal yönelimi ifade eden itemlerden oluşmaktadır. Faktör analizi ile ortaya çıkan üçüncü faktör ise iki farklı değişkeni bir araya getirmiştir (sosyal oyun ve bireysel yönelim). Loges ve Ball-Rokeach, üçüncü faktörle ilgili değerlendirmelerinde, faktör yükünü dikkate alarak bireysel yönelimin ağır bastığını kaydetmişlerdir. Bahar 2009, Sayı: 28 49 Medya Bağımlılığı… Benzer bir araştırmada, sinemayı temel alarak bireysel bağımlılık ilişkilerini 18 maddelik ölçekle inceleyen Hyuk Yi (1999: 70-71, 89) ise; alfa katsayılarını dikkate alarak bireysel yönelim (Croncbach’s alpha: 0.3878) maddelerini dışarıda bıraktığı faktör analizinde, toplam varyansın ancak yüzde 49’unu açıklayabilen 5 faktörlü bir çözüm ortaya koymuştur. Yi, analiz değerlendirmesinde bütün maddelerini kapsamamakla birlikte izleyicilerin sinema ile ilişkilerinde “sosyal oyun” ve “bireysel oyun” türünde bağımlılık ilişkisini destekleyen bulgulara eriştiğini kaydetmiştir. Gelişen bağımlılık ilişkileri konusunda, faktör analizinin dışında yardımcı olacak bir başka istatistiki veri de cevap verenlerin her bir alt ölçekte yer alan toplam 3 soruya verdikleri cevapların ortalama (Mean) değeridir. Patwardhan ve Jang (2003) yakın dönemde bağımlılık perspektifi ile internet üzerine yaptıkları araştırmada, benzer bir yol izleyerek (deneklerin verdikleri cevapların aritmetik ortalamalarını dikkate alarak) bağımlılık ilişkilerini değerlendirmişlerdir. 18 maddelik bireysel bağımlılık ölçeğine online alışveriş konusunda 5 madde ekleme yaparak bir anket formu geliştiren Patwardhan ve Jang, her bir alt ölçek için cevapveren ortalamalarını dikkate almışlar ve 3 üzeri ortalamaları yüksek bağımlılık ilişkisi olarak nitelendirmiş ve değerlendirmişlerdir. Aşağıdaki tabloda, deneklerin “internetin günlük hayatındaki yeri ve yararı konusunda” 5’li likert tipi derecelendirmeye verdikleri cevapların ortalamaları yer almaktadır. Analizle ortaya çıkan faktörlerle birlikte, tipolojinin öngördüğü bağımlılık ilişkilerinin değerlendirmesinde bu ortalama değerleri dikkate aldığımızda da görülmektedir ki, en yüksek ortalama “sosyal anlama” alt ölçeğinde ortaya çıkmıştır. Bu durumun faktör analizi ile de doğrulandığı dikkate alınırsa, “sosyal anlama” internette ortaya çıkan ve tipoloji ile tam olarak uyuşan bir bağımlılık ilişkisidir. Tablo 105: Bağımlılık Tipoloji Unsurlarının Cevap Ortalamaları S.ANLAMA B.ANLAMA SYÖNELIM BYÖNELIM Geçerli yanıt Cevap ortalamaları (Mean) Min Max B.OYUN S.OYUN 563 563 563 563 563 563 3.8597 3.0823 2.9568 3.3304 3.1983 3.1255 3.7851 4.0053 2.9325 3.2131 2.6075 3.2398 3.0817 3.5506 3.0959 3.2860 2.9591 3.2575 Diğer ortalamalara dikkate alındığında tipolojide yer alan 6 kavramsal boyuttan yalnızca “sosyal yönelim” ilişkisinin (1 ile 5 arasındaki değerlendirmede İletişim Fakültesi Dergisi 50 U. Işık 3.000 nötr düzey) ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Sosyal anlama konusunda gelişen güçlü bağımlılık ilişkisinin ardından deneklerin sırasıyla “bireysel yönelim”, “bireysel oyun” “sosyal oyun” ve “bireysel anlama” tipinde bağımlılık ilişkilerine yatkın olduğu söylenebilir. 2- Bireysel Bağımlılık Faktörleri, Günlük Kullanım, Gelir, Eğitim ve Cinsiyet İlişkisi Bu bölümde, altı tip bağımlılık ilişkisi için (bireysel anlama, sosyal anlama, bireysel yönelim, sosyal yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun) alınan cevap ortalamaları ile de bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ilişkisi incelenecektir. Bireysel medya bağımlılığı ilişkisi olarak literatüre yerleşen 6 tip bağımlılık ilişkisi üzerinde; (1) günlük kullanım süreleri, (2) cinsiyet, (3) eğitim alanı ve (4) gelir değişkenleri bazında bir farklılığın olup olmadığı; T-testi ve ANOVA analizi ile test edilmiş ve elde edilen bulgular aşağıda genel bir tablo şeklinde verilmiştir. Toplam Ort. ANOVA Üst Orta ANOVA Gelir Durumu (Ort.) Alt Sağlık Fen p ve t değerleri Eğitim Alanı (Ort.) Sosyal Erkek Top. ort Cinsiye t (Ort.) Kadın Yüksek Orta Motivasy on Faktörleri Bireysel Anlama Sosyal Anlama Bireysel Yönelim Sosyal Yönelim Bireysel Oyun Sosyal Oyun Düşük Kullanım süresi (Ortalama) ANOVA Bağımlılık ilişkilerinin; kullanım süresi, cinsiyet, eğitim alanı ve gelir değişkenleri temelinde yapılan analizlerinden elde edilen veriler ve genel değerlendirme tablosu aşağıdaki gibidir. 2,96 3,12 3,25 0,00 3,08 3,01 3,16 0,03 3,01 3,16 3,13 0,12 3,04 3,11 3,02 0,51 3,08 -2,12 3,77 3,91 3,97 0,01 3,85 3,85 3,86 0,79 3,90 3,90 3,63 0,00 3,81 3,88 3,83 0,67 3,85 -0,16 3,17 3,41 3,54 0,00 3,33 3,27 3,39 0,15 3,31 3,34 3,36 0,83 3,21 3,32 3,49 0,10 3,33 -1,58 2,79 3,03 3,18 0,00 2,95 2,86 3,06 0,00 2,93 2,93 3,07 0,34 2,83 3,01 2,90 0,06 2,95 -2,79 3,00 3,39 3,19 0,00 3,19 3,11 3,29 0,02 3,16 3,25 3,20 0,62 3,08 3,24 3,17 0,23 3,19 -2,32 2,94 3,31 3,30 0,00 3,12 3,12 3,12 0,92 3,08 3,14 3,20 0,46 3,05 3,13 3,16 0,54 3,12 -0,09 Bahar 2009, Sayı: 28 Medya Bağımlılığı… 51 Bağımlılık ilişkileri-kullanım süresi: Bağımlılık tipolojisinde yer alan 6 tip bağımlılık ilişkisi de, günlük olarak internete bağlı kalma süresi ile doğru orantılı şekilde değişime uğramaktadır. Deneklerin interneti kullanma süreleri arttıkça bağımlılık ilişkilerinin yoğunluğu artmaktadır. Bağımlılık ilişkileri-cinsiyet: İnternete yönelik gelişen üç tipte bağımlılık ilişkisinin yoğunluğu erkeklerde kadınlara oranla daha fazladır: "bireysel anlama", "sosyal yönelim (oryantasyon)" ve "bireysel oyun". "Sosyal oyun", "sosyal anlama" ve "bireysel yönelim (oryantasyon)" türünde bağımlılık ilişkileri açısından ise cinsiyet düzeyinde herhangi bir farklılık bulunmamaktadır. Bağımlılık ilişkileri-eğitim alanı: Eğitim alanı bazında farklılık gösteren tek bağımlılık ilişkisi "sosyal anlama" tipindedir ve buna göre; sosyal ve fen bilimleri öğrencileri, sağlık bilimleri öğrencilerinden daha yoğun bir biçimde bağımlılık (sosyal anlama) ilişkisi geliştirmektedirler. Diğer 5 tip bağımlılık ilişkisi için bir farklılık söz konusu değildir. Bağımlılık ilişkileri-gelir durumu: Gelir değişkeni temelinde, öğrencilerin bağımlılık ilişkilerinin düzeyinde bir değişim olmamaktadır. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Çalışma ile bireysel -mikro- düzeyde gelişen bağımlılık ilişkileri; "Günlük yaşamda internetin yeri ve yararları" konusunda deneklerin değerlendirmelerinin alındığı 18 maddelik, "bireysel bağımlılık ölçeği" (Individual MSD Scale) üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bağımlılık tiplerini (sosyal anlama, bireysel anlama, sosyal yönelim, bireysel yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun) ifade eden 6 alt ölçekteki 3'er ifadeden oluşan ve Bireysel Medya Bağımlılığı çalışmalarında - mikro düzeystandart olarak kabul edilen ölçek; hem Türkiye şartlarında ilk kez denenmiş, hem de mevcut tipolojinin internet açısından ne kadar geçerli olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Bireysel bağımlılık ölçeği kavramsal olarak 6 alt ölçekte oluşmakta iken yaptığımız faktör analizi, toplam varyansın yüzde 57,7'sini açıklayan 4 faktörlü bir çözüm ortaya çıkarmıştır. İnsanlar sosyal hayatın bir gerçeği olarak anlama, oryantasyon (yönelim) ve oyun hedeflerini gerçekleştirirken farklı medya-bilgi kaynaklarına dayanabilmektedirler. Örneğin izleyiciler bireysel ve sosyal anlama için kitap ya da dergileri temel başvuru kaynağı olarak kullanırken, oryantasyon İletişim Fakültesi Dergisi 52 U. Işık (yönelim) hedefleri konusunda televizyon ve radyo ile bağımlılık ilişkisi içerisine girebilmektedirler. DeFleur ve Ball-Rokeach'ın bireysel bağımlılık tipolojisinde bahsi geçen bağımlılık tiplerinden "sosyal anlama", internet bağlamında net olarak ortaya çıkan bir faktör olmuştur. Bu da öğrencilerin çevresinde, ülkesinde, dünyada olup bitenleri, kültürleri ve olayları anlamak ve yorumlamak için internete yöneldiklerini göstermektedir. Milyonlarca web sitesine ve milyarlarca sayfaya zahmetsizce ulaşımı olanaklı kılan internet, her türden bilgi kaynağına, habere ve kütüphanelere ulaşımı, içeriği seçme özgürlüğü ile birlikte sunmakta ve "anlama" hedefleri için bireylere kaynaklık etmektedir. Dört faktörlü çözüm deneklerin "anlama" dışında, "oryantasyon" ve "oyun" türünde bağımlılık ilişkilerine de referans olmaktadır. Zira internet, öğrencilerin bireysel davranışlarına ve de sosyal-kişisel çevresi ile ilişkilerine rehberlik etmekte, bireylerin oryantasyonuna katkıda bulunmaktadır. Modayı yakından takip eden ve ona göre giyinen biri için internetin sunduğu imkanlar, diğer iletişim araçlarıyla kıyaslanamayacak derecede üst düzeydedir. Yine oyun/eğlence hedefleri doğrultusunda, rahatlamak, eğlenmek isteyen bireyler de internette yüzlerce seçenekle karşı karşıyadır. Her türden oyunun yanısıra, müzik dinlemek, film izlemek, televizyon seyretmek, radyo dinlemek, kitap okumak vb. birçok oyun/eğlence kaynağı internette mevcuttur. Bireysel bağımlılık ilişkileri üzerine gerçekleştirilen faktör analizi 4 faktörlü bir çözüm üretse de, her bir bağımlılık ilişkisi alt ölçeğinde ortaya çıkan toplam cevap ortalamları ve de denekler bazında yüzde dağılımları aşağıdaki grafikte verilmektedir. Grafikte de görüleceği üzere sosyal anlama tipi bağımlılık ilişkisi internet açısından ön planda yer almaktadır. Sosyal anlama bağımlılık ilişkisini sırasıyla, bireysel yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun, bireysel anlama ve sosyal yönelim türü bağımılılık ilişkileri takip etmektedir. Bahar 2009, Sayı: 28 53 Medya Bağımlılığı… 4.0 3.8 %19,7 3.6 3.4 %17,0 3.2 %16,4 Mean %16 %15,8 3.0 %15,1 2.8 S.ANLAMA SYÖNELIM B.ANLAMA B.OYUN BYÖNELIM S.OYUN Bireylerin günlük olarak internette geçirdiği süre de araştırmamız ve bağımlılık ilişkileri açısından önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmıştır. Bağımlılık tipolojisinde yer alan 6 tip bağımlılık ilişkisinin de, günlük olarak internete bağlı kalma süresi ile doğru orantılı şekilde değişime uğradığı araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlardan biri olmuştur. Deneklerin interneti kullanma süreleri arttıkça bağımlılık ilişkilerinin yoğunluğu artmaktadır. Cinsiyet değişkeni temelinde ise erkeklerin daha yoğun bağımlılık ilişkisi geliştirdiği ortaya konurken, gelir değişkeni temelinde herhangi bir farklılığa rastlanmamıştır. İletişim Fakültesi Dergisi 54 U. Işık KAYNAKÇA Akgül, A. (2003) Tıbbi Araştırmalarda İstatistiksel Analiz Teknikleri (SPSS Uygulamaları), 2.Bsk., Ankara. Altunışık, R-Coşkun, R-Bayraktaroğlu, S-Yıldırım, E. (2005) Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri SPSS Uygulamalı, 4.Baskı, Sakarya: Sakarya Kitabevi. Ball-Rokeach, SJ. (1998) A Theory of Media Power and a Theory of Media Use: Different Stories, Questions, and Ways of Thinking, Mass Communication&Society, Winter/Spring98, Vol. 1 Issue 1/2, p5, 36p; (AN 7597946)[Çevrimiçi: www.leaonline.com/doi/pdf/10.1207/s15327825mcs0101&2_2, 10 Eylül 2005] Bonchek, MS. (1997) From Broadcast to Netcast: The Internet and the flow of Political Information, Massachusetts, April, 1997. [Çevrimiçi: http://www.esri.salford.ac.uk/ESRCResearchproject/papers/bonch97.pdf, 12 Kasım 2006.] DeFleur, ML&Dennis, E. (1991) Understanding Mass Communication, 4th Ed. Boston: Houghton Mifflin . DeFleur, ML-Kearney, PP-Timoty G. (1998) Fundamentals of Communication, Mountain View, CA : Mayfield Pub. Co., c1998. Human DeFleur, ML&Ball-Rokeach, SJ. (1989) Theories of Mass Communication (Fifth Ed.) Longman, New York. Ebersole, S. (1997) A Matrix of Theories for Interactive Computer-Mediated Communication, [Çevrimiçi]: http://arapaho.nsuok.edu/~vineyard/Research/Amatrixoftheories.htm.26 Haziran 2006 Fejes, F. (2005 ) Eleştirel Kitle İletişim Araştırması ve Medya Etkileri: Yok Olan İzleyici Sorunu Medya, İktidar, İdeoloji, Mehmet Küçük (Der. ve Çev.), Ankara: Bilim ve Sanat yay. Grant, AE-Zhu, Y-Tuyll DV-Teeter, J-Molleda JC-Mohammad Y- Bollinger, L. (1998) Dependency and Control, Paper submitted to the Annual Convention of the Association of Educators in Journalism and Mass Communications, XX Division, April 1998, [Çevrimiçi: http://list.msu.edu/cgibin/wa?A2=ind9812d&L=aejmc&T=0&P=4738, 8 Mayıs 2006] Bahar 2009, Sayı: 28 Medya Bağımlılığı… 55 Hazar, M. (2003) Bilgi Toplumu ve Medya Bağımlılığı, G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Janoschka, A. (2004) Web Advertising. New forms of communication on the Internet, Philadelphia, PA, USA: John Benjamins Publishing Company, 2004. [http://site.ebrary.com/lib/gazi/Doc?id=10073634&ppg=134] Loges, WE&Ball-Rokeach, SJ. (1993) Dependency Relations and Newspaper Readership, Journalism Quarterly, Vol.70, No.3, Automn 1993, pp.602-614. McQuail, D&Windahl, S. (1993) İletişim Modelleri, Mehmet Küçükkurt (Çev.), Ankara: İmaj yay. Merskin, DL. (1993) Partner-Seeking through newspaper Personal Advertisements: A Study of Media Dependency and Adoption of Innovation, Syracuse University, Dissertation Abstracts International, 55(04), 0785A, (University Microfilms No.AAG94-22252) Patwardhan, P&Yang, J. (2003) Internet Dependency Relations and Online Consumer Behavior: A Media System Dependency Theory Perspective on Why People Shop, Chat, and Read News Online, Journal of Interactive Advertising, Volume 3, Number 2, Spring 2003. [Çevrimiçi: http://www.aejmc.org/convention/2004abstracts/International.html, 7 Ocak 2006] Severin, WJ&Tankard, JW. (1994) İletişim Kuramları, Ali Atıf Bir, Serdar Sever (Çev.), Eskişehir: Kibele yay. Tavşancıl, E& Keser, H. (2002) İnternet Kullanımına Yönelik Lıkert Tipi Bir Tutum Ölçeğinin Geliştirilmesi, Eğitim Bilimleri ve Uygulama Dergisi, Cilt:1, Sayı:1, s.79-100, Temmuz 2002, Ankara: Nobel yay. Yi, H (1999) Individual Media System Dependency Relationship and Movie-Going, Thesis (M.A.)--University of Southern California, Agust 1999. (Online: ProQuest Information and Learning Company, UMI Number: 1409668) İletişim Fakültesi Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- İletişim 2003/18 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- THE EFFECT OF FAVORABILITY OF ONLINE WORD-OFMOUTH INFORMATION ON CONSUMER PURCHASE DECISION Gül BAYRAKTAROĞLU* Bilge AYKOL** ÖZET Tüketiciler, interneti, satın alma kararı verme sürecinde bir bilgi kaynağı olarak giderek daha fazla kullanmaktadırlar. İnternet, tüketiciler arasında ağızdan ağıza iletişime olanak vermektedir. Bu çalışma, çevrim içi ağızdan ağıza iletişimin bir türü ve bir kişisel iletişim aracı olan çevrim içi müşteri yorumlarını konu edinmektedir. Müşteri yorumlarında verilen bilginin olumlu olup olmamasının etkisini cep telefonu satın alma kararının çeşitli aşamalarında değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Deneyin sonuçları, özellikle olumsuz çevrim içi ağızdan ağıza iletişime maruz kalmanın, satın almada dikkate alınan markaların sıralamasında ve satın alma niyetinde anlamlı farklılık yarattığını göstermektedir. Katılımcılar markayı çeşitli kriterlere göre değerlendirmişler ve kendilerine verilen bilginin olumlu olma düzeyine göre bu değerlendirmeler, belirli kriterlerde farklılık göstermiştir. Çalışmanın sonuçları, olumsuz yorumların etkisinin olumlu yorumların etkisinden daha fazla olduğuna işaret etmekte ve bulgular, karar vermede olumsuz çevrim içi ağızdan ağıza iletişimin gücünü desteklemektedir. Anahtar kelimeler: Çevrim içi ağızdan ağıza iletişim, olumlu bilgi, niyetler, deney ABSTRACT Consumers’ usage of internet as an information source in the purchase decision is increasing day by day. Internet provides a consumer dominated word of mouth communication among consumers. This study aims to compare the effect of level of favorable information given in online customer reviews- a personal communication tool, which is a kind of online word-ofmouth (OWOM)- on various stages of purchasing decision of a mobile phone. The findings of the experiment demonstrate that especially exposure to unfavorable OWOM creates significant differences in the ranking of the brand in the consideration set and intention to purchase. Respondents’ evaluations of the brand differed on certain criteria based on the amount of favorability of the information. The results of the study indicate that unfavorable comments outweigh the effect of favorable comments hence the findings support the strength of negative OWOM on decision making. Key words: OWOM, favorable information, intentions, experiment * Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi. Arş. Gör., Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi ** İletişim 2003/18 58 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol 1. INTRODUCTION Consumers search for information prior to making a purchase in order to handle the perceived risk involved in making the purchase decision (Bettman, 1973; Srinavasan and Ratchford, 1991). The search process includes one or both of the internal and the external search. In internal search, consumers retrieve information from memory that has been previously gathered through external search or direct experience. This information is kept incidentally or consciously (because of their interest in the product group) by consumers in their memory although they have no intention to purchase the product. In the external search, consumers gather information from media, retailers, salespeople, the Internet or from other people. All these information facilitate and shape the evaluation process and the first phase of purchase, which is the intention. After the consumer forms an intention, she/he makes (or does not make) a purchase. The external information sources may be controlled by marketers or the consumers and communicated impersonally or interpersonally. Print advertising is an example of marketer-controlled and impersonal information source. Another source of information which is vital for marketers is word-of-mouth, which is a consumer-controlled and interpersonal source. A new phenomenon about the wordof-mouth is that now the Internet has become a medium for it. Now, consumers use online word-of-mouth (OWOM) when they need specific information related to consumption. Yet, the research on the effects of online word-of-mouth on consumer behavior is quite limited. However, online word-of-mouth differs from its traditional counterpart in various aspects and needs to be examined. Most products offered in the market have good and bad points. Therefore, when consumers communicate opinions about products, they probably include both positive and negative information (Ying and Chung, 2007). Hence, the impact of information sources (OWOM for this study) on decision making should be examined considering both favorable and unfavorable comments about the product. The objective of this study is to compare the effects of different proportions of favorable and unfavorable information in the form of OWOM on different stages of consumer decision making. Specifically, the impact of OWOM for a certain model of mobile phone on the formation of consideration set, the importance levels attached to evaluative criteria, the extent to which the mobile phone meets the evaluative criteria and intention to purchase was tested in an experiment. Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 59 The rest of the paper starts with a literature review on information search and information sources available to consumers, focusing on OWOM in particular. Then the research questions are presented in the framework of consumer decision making. This section is followed by the presentation of the findings of the experiment. Finally, the paper ends with a discussion on findings and their implications for researchers and marketers. Findings of the study are supposed to provide insight into the effect of OWOM on purchase decisions, especially when differing amounts of unfavorable information is provided to the customer. In addition, it is hoped that the marketers will consider OWOM information as an important source, which affects consumers, and develop appropriate marketing strategies to both reactively and proactively cope with it in their activities ranging from marketing research to complaint management. 2. LITERATURE REVIEW 2.1. Information search Information search is “the motivated activation of knowledge stored in memory or acquisition of information from the environment concerning potential need satisfiers”. (Blackwell et al., 2001: 106). The former part of this definition corresponds to internal search and the latter part to external search. If internal search is not satisfactory, the consumer may decide to undertake external search- collecting information from the marketplace. In external search, a number of different types of sources are accessed like the Internet, friends and advertisements. Pre-purchase information search is a crucial step in purchasing process of highly involving products in particular (Mourali et al., 2005). Searching for additional information from many sources including word-of-mouth is a tactic to deal with the threats of perceived risk (Arndt, 1967). Based on Stigler (1961), consumers use an implicit cost-benefit analysis to choose a search strategy- what, when, where, and how much to search. Consumers search until the perceived marginal benefit of search equal to the perceived marginal cost. The largest component of the cost of search has been the imputed value of time spent on searching. However, with the speed and efficiency the Internet brings, time may no longer be the single most important cost of search. Instead, the cost of search may be driven most significantly by the cognitive cost of assimilating and integrating vast amounts of information and appropriately weighting the value of alternative information sources. İletişim Fakültesi Dergisi 60 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol 2.2. Information sources used by consumers Information sources are categorized generally on two dimensions: whether the information is independent or dominated by seller and whether the information is interpersonal or impersonal (Andreasen 1968, Beatty and Smith 1987, Schmidt and Spreng 1996). Cox (1967; as cited in Mitra et al., 1999) and Lee et al. (2002) for instance have categorized information sources regarding who has control over the information (marketer or consumer). According to Mourali et al. (2005), interpersonal sources of information allude to noncommercial personal sources controlled by consumers. While they contain family, friends, colleagues etc., they exclude sales personnel. Compared to commercial advertising, communicators of interpersonal sources are perceived as independent of the seller and their recommendations are regarded as unbiased and unexaggerated. One of these sources, which is critical for marketing, is word-ofmouth (WOM). WOM is the “product information transmitted by individuals to individuals” (Solomon, 2004: 379). Consumers make use of WOM recommendations to provide information, to support and reinforce their buying decisions (Fill, 2002). Consumers may prefer to rely on WOM information because it is more vivid, easier to use, more trustworthy since it is based on others’ experiences compared to marketer-oriented product information (Herr et al., 1991; Smith, 1993 as cited in Smith, Menon and Sivakumar, 2005). Reliance on WOM depends on factors associated with both product and the consumer knowledge. If the product has a symbolic value, and the consumer is less knowledgeable, he/she considers personal information sources more than impersonal ones (Midley, 1983; Solomon, 2007). WOM is likely to be more reliable and trustworthy than recommendations obtained from more formal marketing channels (Solomon, 2004). The most critical characteristic of WOM is the source credibility assigned to individuals whose opinions are sought after and utilized in the buying decision process (Fill, 2002). Since information from personal sources is considered more credible than the impersonal sources, WOM communication is more influential than marketer-controlled communication (Bickart and Schindler, 2001). A new phenomenon about WOM is that the advent of the Internet has been offering individuals a new channel for acquiring WOM. In this sense, Klein and Ford (2003) propose a third dimension of categorizing information sources in addition to independent-seller dominated and interpersonal-impersonal dimensions, Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 61 which is online and offline. OWOM has considerable differences from its offline counterpart which is explained in the next section. 2.3. Online word-of-mouth The Internet has become one of the information sources consumers utilize when they look for pre-purchase information. Usage of the Internet as a prepurchase information source provides consumers large quantities of information, entertainment while searching, freedom from sales pressure and store opening hours (Alba et al., 1997; Hoffman and Novak, 1996; Wolfinbarger and Gilly, 2001). In addition, usage of the Internet provides time and monetary cost saving to the consumer (Bakos, 1997; Bellman et. al., 2006; Hoque and Lohse, 1999). This advantage shifts the search behavior towards usage of the Internet as an information search medium. Jepsen (2007) has found that besides low research cost and availability of product information, specifically and most importantly, extended use of the Internet by the consumer affected its usage. Experienced users of the Internet are more aware of the amount and usefulness of information available on the Internet than are novices (Hammond, McWilliam, and Diaz, 1998). According to Peterson and Merino (2003), the Internet also offers information that is similar to information obtained from real world physical sources; one of them is information akin to that acquired from face-to-face WOM communications. Now, the Internet allows consumers to collect more unbiased product information from other consumers and to offer their own consumptionrelated advice by participating in OWOM (Hennig-Thurau et al., 2004). The Internet provides opinion leaders with efficient ways to spread information, while at the same time greatly facilitating information search for opinion seekers (Sun et al., 2006). OWOM represents “any positive or negative statements made by potential, actual, or former customers about a product or company, which is made available to a multitude of people and institutions via the Internet” (Hennig-Thurau et al., 2004:39). Within the Internet, there are various channels for transmitting and acquiring OWOM. OWOM communication has led to form different online communities through e-mails, weblogs, chat rooms, bulletin boards, and instant messenger clients. For example, Web-based consumer-opinion platforms enable consumers to read consumption opinions and experiences of other consumers and to write their own İletişim Fakültesi Dergisi 62 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol contributions (Hennig-Thurau et al., 2004). Similarly, Fong and Burton (2006) considered eBay’s discussion boards as a good source of information for users or for potential purchasers desiring to find out more about a product prior to the buying decision. Consumes have the opportunity to share their consumption experiences and product reviews on the Internet. This communication between consumers may exert significant influence on product search and purchase choice. Past research suggests that in information intensive environments (like the Internet), consumers may seek others’ opinions to figure out and manage possible risks related to the decision making (Dowling and Staelin, 1994). OWOM differs from traditional WOM in some points. First, although WOM communication flows between friends, relatives, colleagues, and other acquaintances, OWOM flows between individuals who are completely strangers (Sun et al., 2006; Fong and Burton, 2006). In the Internet environment, consumers communicate with strangers with whom they had no interaction before. These peer recommendations can be effective in decision making if the consumer trusts the recommender (Smith et al., 2005). Although consumers form weak ties on the Internet, they look for information that would increase the trust on the information and the source (McKnight et al., 2002; as cited in Smith et al., 2005). So, in the online environment, evaluations of source credibility have to be based on the relatively impersonal text-based resource exchange made by actors in the site network. Knowledge of the characteristics and background of the authors of OWOM is limited (Brown et al., 2007). In their qualitative study to explain the nature of WOM communications within online communities, Brown et al. (2007) found evidence for the differences in terms of flows of information between online and offline networks. For instance, similar to offline networks, tie strength was developed between an information seeker and an information source, but online, the information source was a Web site, not an individual. Second, online discussions entail personal experiences and opinions transmitted by the written word while the traditional WOM involves spoken word. Written format of OWOM provides some benefits. It is more formal and the message carries lower risk of being changed while it is being transferred. However in traditional WOM, as the message is passed from one individual to another, each individual adds or deletes something from the message. Third, it is permanent and it enables the consumer to obtain information at his/her own pace (Bickart and Schindler, 2001). Fourth, the message can reach many people through OWOM. Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 63 Fifth, since the sender does not see the receiver, there is less pressure and emotional affect. Hence, it can be said that OWOM is more cognitive. Finally, it is easier and faster to reach opinions through OWOM (Phelps et al., 2004). Comparing OWOM information and marketer-generated Internet information; Bickart and Schindler (2001) suggested that the former might have greater credibility, relevance and empathy, which makes OWOM information to have a greater effect on consumer behavior. Credibility comes since they are written by consumers, without vested interest in the product and intentions to manipulate the reader. The fact that the information provided by consumers can be expected to demonstrate the typical product performance makes it more relevant for the reader than marketer-generated Internet information. Finally, the enthusiasm of an OWOM writer, who expresses the joys of a particular product, could directly give rise to some similar feelings in the minds of the readers. 2.4. Favorable vs. unfavorable information Just like the message structure in advertising, favorability and/or unfavorability may influence the effect of WOM communication. Arndt (1967) provided evidence that exposure to favorable WOM encouraged acceptance of a new brand of a food product while exposure to unfavorable WOM impeded the acceptance. Negative WOM communication is also found to significantly reduce brand attitudes and purchase intentions (Smith and Vogt, 1995). Similarly, Ying and Chung (2007) found that students who were exposed to positive WOM had more favorable attitudes towards and purchase intentions for a restaurant and a tourism destination vis-à-vis those who received negative WOM. Unfavorable WOM was found to be more effective on probability of purchase (Arndt, 1967) as it is also known that unsatisfied customers have the potential to affect more people compared to the satisfied customers. In marketing communications, marketers try to influence consumers’ brand preferences by presenting positive features of a brand. However, researchers also suggest that marketing messages that contain negative information about a brand are more effective than if they contained no negative information (Etgar and Goodwin, 1982; Golden and Alpert, 1987; Kamins and Assael, 1987; Pechmann, 1992). This type of marketing message that contains both negative and positive information is called two-sided message. Two-sided persuasion consists of “a message that provides information about both negative and positive attributes of a product or a İletişim Fakültesi Dergisi 64 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol service, with the negative information included voluntarily” (Crowley and Hoyer, 1994). On the other hand, if the message provides only positive information, it is called one-sided. One-sided information also being effective on consumers is blamed to give little motivation to the receiver to use the information seriously. However, two-sided messages are more involving and attention getting (McGuire, 1985: 294). Some empirical studies found that two-sided messages increase the credibility of the message (Golden and Alpert, 1987; Kamins and Assael, 1987; Smith and Hunt, 1978). The presence of negative information in advertising causes effects that are related to belief strengthening (Crowley and Hoyer, 1994). It is found that two-sided appeals tend to be especially effective on consumers who have negative initial attitude toward the advertised brand (Sawyer, 1973). The important point in the discussion of the effectiveness of two-sided information is how much negative information should be given to be effective. Crowley and Hoyer (1994) argue that if the “amount” of negative information exceeds the moderate level than consumers will believe the negative information and these beliefs can be reflected to the attitudes toward the brand. 2.5. The amount of unfavorable information The “amount” of negative information given in the message is found to create differing levels of impact on consumers. It is suggested that low to moderate levels of negative information are optimal for two-sided messages (Crowley and Hoyer, 1994). The word “amount” can be either the number of negative attributes or it can be the proportion of negative to positive attributes mentioned in the message. For instance Golden and Alpert (1987) worked on different proportions of negative/positive attributes in a message and found that attitudes toward advertisement peaked at moderate levels (two-fifths) of negative information. Many two-sided information studies have considered two negative and three positive attributes (Kamins and Assael, 1987; Kamins and Marks, 1987; Settle and Golden, 1974; Smith and Hunt, 1978). All the studies done on the effect of two-sided information and the ”amount” of negative information on consumer behavior are related to advertising and traditional WOM but not to OWOM. The only study, which - to the best of our knowledge- handled this issue, pertained to Huang and Chen (2006), who found that Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 65 the high number of positive customer reviews vis-à-vis the number of negative customer reviews turned out to positively affect consumer on-line choices. This study attempts to investigate the effects of exposure to OWOM, which contains different proportions of favorable and unfavorable comments, on different stages of the consumer purchasing process. Since the number of studies, which directly examined the favorability of OWOM information, is quite limited and OWOM differs from traditional WOM, the authors preferred to develop research questions instead of hypotheses. Following are the research questions on the favorability of OWOM across the stages of consumer decision making. 3. RESEARCH METHODOLOGY 3.1. Research questions Consumers’ product-related values, attitudes, and behavior are influenced by pre-purchase information (Schiffman and Kanuk, 2007). The information search provides attributes to be used in evaluating alternatives, determines or influences the importance of each attribute, helps the consumer to establish the consideration set, and has an impact on the intentions. The research questions are formed regarding three dependent variables: consideration set, evaluative criteria and importance, and the intention to buy. 3.1.1. Consideration set Consumers are expected to narrow their consideration sets before they make up their final purchase decision (Roberts and Lattin, 1991). Consumers can determine their alternatives by internal search through memory. However, not all alternatives retrieved from memory will be included in the consideration set. Consumers will evaluate their existing product alternatives depending on how favorable they are about each one. External search is needed to form (for first time purchase situation) or broaden the consideration set. Consumers can be influenced by marketing communications and information sources in including certain brands to their consideration set (Blackwell et al., 2001). Hence, as an information source OWOM can have influence on the formation of the consideration set. In addition, the proportion of negative to positive OWOM about a certain brand is expected to affect the inclusion or the ranking of the brand in the consideration set. This leads us to the first research question: İletişim Fakültesi Dergisi 66 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol RQ 1: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create a difference on the ranking of the brand in the consideration set? 3.1.2. Evaluative criteria and their importance Consumers form some judgments and beliefs about alternatives depending on their previous experiences. However, consumers who do not have such an evaluation in their memory have to form beliefs about alternatives by gathering information from external sources. Consumers evaluate products rating their features. Consumers first determine important attributes and, then they evaluate alternatives on the predetermined criteria. Marketers have the chance to change the importance of the evaluative criteria or add a new attribute to the evaluative criteria set through marketing communication (Blackwell et al., 2001). However, OWOM communication which is not directed by marketers reflects the complaints or satisfactions of the customers related to some features of the brand. Hence, OWOM is expected to change the evaluation on certain attributes of the brand but not on the importance levels of those attributes in the decision making. Hence, the second research question is developed to see whether the level of importance attached to criteria or attributes used when evaluating a product will be affected or not after the exposure to OWOM with changing proportions of favorable comments: RQ 2a: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create a difference on the levels of importance attached to evaluative criteria? In consumer decision making, consumers use the evaluative criteria to evaluate the alternatives they consider. In this stage, they find to which extent the brand, which is being evaluated, meets the criteria. The following research question is: RQ 2b: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create a difference on the extent the brand meets the evaluative criteria? 3.1.3. Intention to buy Consumers form intention before they actually perform the purchasing act. Intentions do not always show exactly how the consumer will behave but at least if Bahar 2009, Sayı: 28 67 The Effect… the intention to purchase the product is high, the consumer is expected to behave parallel to his/her intentions unless a sudden change in the environmental situation occurs (Solomon, 2004). The intentions formed prior to the actual behavior may be influenced by the information gathered both from internal and external sources. Consumers exposed to different information sources at varying levels of favorability are expected to have significant differences in their intention to purchase a certain product (or brand). RQ 3: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create a difference on intention to buy? Before the Experiment Consideration Set Determination of Evaluative Criteria and their Importance Levels After the Experiment Experiment RQ 1 Eposure to: 67% Favorable Customer Reviews RQ 2a 50% Favorable Customer Reviews 33% Favorable Customer Reviews RQ 2b Consideration Set Determination of Evaluative Criteria and their Importance Levels Evaluation Intention RQ 4 Intention Figure 1: The Research Model 3.2. Experiment and sample design In order to test the effect of different proportions of favorable customer reviews on consumer behavior, an experiment was designed. The experiment involved the exposure to customer reviews on a certain model of mobile phones. Mobile phone is chosen as the product about which information is provided to the respondents. One of the reasons for choosing mobile phones is their increasing use İletişim Fakültesi Dergisi 68 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol in Turkey. From 1994 to 2001 in 7 years, an adoption rate of 20% had been reached (Özcan and Koçak, 2007). The number of subscribers in 1994 was 80,000 and reached 2 million in 2000. The adoption rate in 2000 was found to be 50.2 % among urban households and 23.8% in urban Turkey among individuals (TÜBİTAKBİLTEN, 2001 as cited in Özcan and Koçak, 2007). Another reason is that for convenience products, the external search and brand evaluation stages are limited. However, for consumer durables, the buying decision process stages are separate from each other because of the infrequent nature of such purchases (Punj and Brooks, 2001). Mobile phones may well be considered as a consumer durable. They require extended problem solving and consumers identify several brands to evaluate. Customer reviews are usually found for a specific model of a mobile phone rather than for a brand. Therefore, a real model of a real brand of mobile phone was selected, which will be called as Brand X. This model was selected regarding the adequacy of number of customer reviews and its success in the preference rate. All of the customer reviews were taken from the website of an online retailer. It should be noted that all customer reviews were available online at the time of the experiment. In order to test the effect of number of favorable customer reviews, the authors prepared three sets of customer reviews: (1) 67% favorable customer reviews- four positive and two negative customer reviews, (2) 50% favorable customer reviews- three positive and three negative customer reviews, (3) 33% favorable customer review- two positive and four negative customer reviews. While preparing these sets, the authors read all available reviews and named each review either as favorable or unfavorable and randomly selected four favorable and four unfavorable reviews to be included in the sets. University students were chosen as the sample, because they were supposed to have mobile phones and utilize OWOM as a source of information. It has been found that there is a positive relationship between mobile phone ownership and education but a negative one with age. Ownership is much higher among 18-25 age group (80% of the owners were younger than 35 years of age). In the same survey, it has been found that mobile phone users in Turkey enjoy having the most recent models, use their phones when they are bored and in need of relaxation (Özcan and Koçak, 2007). Bahar 2009, Sayı: 28 69 The Effect… Table 1. Information content given to each group Attributes Battery life Bluetooth Integrated camera MP3 player Radio Simplicity of the menu Small size Slider style handset Appearance Camcorder Screen Resolution Weight Memory of the mobile phone Group 1 ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ Group 2 ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ Group 3 ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺ ☺= Favorable comments on the attribute; = Unfavorable comments on the attribute, ☺ = Both favorable and unfavorable comments on the attribute Note: The following attributes are not included in the table because no information was given. However the participants were asked to evaluate the brand regarding these attributes: Brand, Resolution of the camera, Color, Color-screen, Memory card slot, Ergonomics, Ease of use, Large keys, Size of the screen, Origin, GPRS/WAP, Infrared, Java applications, Games, Multimedia messaging service (MMS), USB adapter. Consumer information search differs with respect to demographic and socioeconomic characteristics, experience and the expertise of the consumer (Beatty and Smith, 1987; Brucks, 1985; Srinivasan, 1990). A positive, linear relationship between education and information search has been found in past studies with durable goods (Claxton et al., 1974; Kiel and Layton, 1981; Ratchford et al., 2001). Also it was found that younger and better educated people tend to conduct more information search (Punj and Staelin, 1983; Ratchford et al., 2003 as cited in Solomon, 2007). Hence, university students were thought to be open to product information. Each set was distributed to one of the three groups of university students who were given 5 minutes to read the set of customer reviews and at the end of five minutes, they were taken back. It was stated that “These comments are taken from the customer reviews of an online retailer” on the top of the sheets, on which sets of İletişim Fakültesi Dergisi 70 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol OWOM information were written. Table 1 demonstrates the contents of each information set. 3.3. Questionnaires and dependent variables Data were collected through two questionnaires, one given before the experiment and the other after the experiment, in two days time. Both questionnaires were pre-tested on a small convenience sample. First questionnaire was conducted before the exposure to customer reviews. On the first day, the students were given the first questionnaire which contained questions about their mobile phone behavior. Specifically, it was intended to discover whether the participants had a mobile phone, if they had one, the name of its brand, which brands they have purchased, those mobile phones with which they are satisfied and dissatisfied, how frequently they purchase a new mobile phone, and sources of information they utilize before purchasing a mobile phone along with some questions on demographics. Dependent variables in the first questionnaire were the consideration set, the evaluative criteria and intention to buy. For the consideration set, the respondents were asked to express the first three brands of mobile phones they would consider purchasing. These were followed by the evaluative criteria they use when evaluating alternatives of mobile phones. Basically, these criteria can be considered as the attributes of a mobile phone to which the individuals attach different levels of importance. The evaluative criteria were determined based on interviews and retailer websites, which provide detailed information about different models of mobile phones. 29 evaluative criteria were formed and the respondents were asked to indicate to which extent these criteria were important to them when considering a mobile phone purchase on an importance scale, where 1 meant “not important at all” and 5 “very important”. The Cronbach alpha is found to be 86.6 % which is an acceptable reliability level (Malhotra, 1993). At the end of this questionnaire, the researchers asked the intention to buy three brands of mobile phones as a percentage. One of these brands was the mobile phone about which the authors would give customer reviews. On the second day, the students were randomly separated into three groups each of which were given one set of customer reviews. The second questionnaire was given after they read the customer reviews. Dependent variables in this questionnaire included the consideration set, importance of evaluative criteria, evaluation of the model based on the evaluative criteria and intention to buy. Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 71 Respondents were asked to form a consideration set, which included the first three brands of mobile phones they would consider purchasing. This questionnaire again contained the same importance scale on the evaluative criteria as in the previous questionnaire where the reliability is slightly lower than the previous questionnaire (Cronbach alpha= 85.7%). The respondents also were asked to express to which extent the mobile phone meets the evaluative criteria on a scale where 5 meant “to a great extent”, 1 “to a limited extent” and in addition to this scale, the respondents had another option which was a “0” and meant that “I was not able to obtain sufficient information to evaluate”. The reliability analysis shows that the instrument was reliable (Cronbach alpha= 84.5%). It should be noted that the consideration sets were required to be formed at brand level instead of models, because the consideration sets of pretest sample were composed of brands, not models. Finally, the authors asked their intention to buy this specific model of the mobile phone. The names of students were asked in both of the questionnaires in order to match the answers. The respondents were assured that their names were needed only for matching reasons. 3.4. Data analysis Data were analyzed by SPSS 13.0 statistical computer program. The demographic variables and the distribution of the ranking of Brand X -the brand about which the information is given through customer reviews- in the consideration set were analyzed through frequency tests. For testing research question 1, the researchers applied Kruskal-Wallis test, because the data were collected in an ordinal scale. Since this study intends to test the differences created by the exposure to customer reviews, paired-sample t-test would be used for testing research question 2a and one way analysis of variance (ANOVA) would be used for testing the rest of the research questions. Yet, there are two assumptions to conduct these analyses: 1) population normality and 2) homogeneity of variance (Coakes and Steed, 2001). Unfortunately, these assumptions turned out to be violated for the variables “importance level attached to evaluative criteria”-tested by research question 2a- and “the extent of meeting evaluative criteria” –tested by the research question 2b-. Consequently, the authors used Wilcoxon signed-rank test, which is an alternative for the paired sample t-test and Kruskal-Wallis ANOVA, which is a non-parametric alternative to the one-way ANOVA test and is used when an investigator has strong İletişim Fakültesi Dergisi 72 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol reasons for suspecting that the parent population distributions might be different from normal (Newbold, 1995). Hence, the authors applied Wilcoxon signed-rank test and Kruskal-Wallis ANOVA for testing research question 2a and 2b, respectively. On the other hand, for the variable intention to buy, the assumptions were met. First, kurtosis and skewness values show whether the sample is distributed normally. A kurtosis value between ±1.0 is considered appropriate for most psychometric purposes while ±2.0 value is also considered acceptable (George and Mallary, 2003). On the other hand, as the skewness value comes closer to 0, the distribution comes closer to normal distribution (Nakip, 2003). Skewness and kurtosis scores for both before and after intentions fall within these ranges (Skewnessbefore=-0.610, Kurtosisbefore=-0.719; Skewnessafter=-0.138, Kurtosisafter= -1.130). Second, homogeneity of variance was insured since the Levene statistics were not significant for intentions before and after exposure (Levene statisticsbefore=0.365, pbefore= 0.696; Levene statisticsafter=1,102, pafter= 0.339), which shows that the population variances for each group are approximately equal (Coakes and Steed, 2001). Hence, researchers were able to employ one way ANOVA to test the final research question. 4. FINDINGS 4.1. Demographic profile of the sample 65 volunteer students who study in freshman, sophomore and junior classes in the Business Administration Department of Faculty of Business in Dokuz Eylul University in Izmir, Turkey participated in the experiment. The size of the three groups ranged from 19 to 23 students (Group 1= 23; Group 2= 23; Group 3= 19). Group 1 was given the highest proportion of favorable customer reviews (67%), Group 2 was given equal proportion of favorable and unfavorable customer reviews (50%) and Group 3 the lowest proportion of favorable customer reviews (33%). The sample was randomly distributed among groups. The means of intentions before exposure to information in each group showed no significant differences (F=0.072; p= 0.931). Neither did their ages (F= 0.507; p= 0.605). Moreover, levels of importance attached to 28 of 29 mobile phone attributes did not differ among groups before the experiment. In other words, the groups did not differ with respect to their ages, intentions to purchase Brand X and the levels of importance attached Bahar 2009, Sayı: 28 73 The Effect… to mobile phone attributes. Hence, it can be said that the groups were quite similar to each other. As shown in Table 2, the average age of the 3 groups of students were 21. More than half of the sample was females. Nearly half of the sample was composed of sophomores followed by freshmen and juniors, respectively. Table 2. Demographic profile of the sample Group 1 (n= 23) Group 2 (n= 23) Group 3 (n= 19) TOTAL (n=65) AGE (means) 21.61±2.23 21.08±1.50 21.37±1.34 21.35±1.74 GENDER Female 11 (48%) 12 (52%) 12 (63%) 35 (54%) Male 12 (52%) 11 (48%) 7 (37%) 30 (46%) TOTAL 23 (100%) 23 (100%) 19 (100%) 65(100%) Freshman 7 (30.5%) Sophomore 9 (39%) Junior TOTAL CLASS 6 (26%) 4 (21%) 17 (26%) 13 (57%) 10 (53%) 32 (49%) 7 (30.5%) 4 (17%) 5 (26%) 16 (25%) 23 (100%) 23 (100%) 19 (100%) 65(100%) 4.2. Mobile phone usage behavior of the sample Table 3 shows that 18% (n=12) of the sample was current users of Brand X while 14% (n=9) were past users. In total, only 32% of the sample has experience with the brand –note that the brand mentioned here is not the specific model but the family brand name like Samsung, Nokia, Sony Ericson, etc.. Among 9 customers who had used the brand in the past, 7 were satisfied with the brand while 2 had unsatisfactory experience. Most of the satisfied students were in Group 1 and all of the unsatisfied students were in Group 2. 74% of the students utilize the Internet as a source of information to purchase mobile phones. Most of the sample changes their mobile phones once in more than 2 years while only 3 % changes their mobile phones once in a year. İletişim Fakültesi Dergisi 74 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol Table 3. Mobile phone usage behavior of the sample associated with the Brand X Mobile Phone Usage Behavior Current users of Brand X Duration of Using Brand X For 6 months For 1 year For 2 years Past users of brand x Satisfied Dissatisfied Utilization of internet as an information source Frequency of changing mobile phones Once a year Once in 2 years Once in more than 2 years Group 1 (n= 23) 3 Group 2 (n= 23) 4 Group 3 (n= 19) 5 TOTAL (n=65) 12 (18%) 1 2 0 4 4 0 17 2 0 2 3 1 2 19 4 1 0 2 2 0 12 7 3 2 9 (14%) 7 2 48 (74%) 2 13 8 0 6 17 1 4 14 3 (5%) 23 (35%) 39 (60%) 4.3. Testing the research questions 4.3.1. Ranking of the brand in the consideration set RQ 1: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create a difference on the ranking of the brand in the consideration set? Table 4 shows the frequency distribution of respondents who put the specific brand, about which information sets are given, to the first, second and third ranks in their consideration sets and the number of respondents who did not even put this brand in their consideration sets both before and after the exposure. Table 4. Ranking of the Brand X in the consideration set before and after being exposed to different information sources Before After Bahar 2009, Sayı: 28 1st Rank 2nd Rank 3rd Rank Not in the Consideration Set 8 6 24 21 14 16 19 22 75 The Effect… Table 5, on the other hand, shows more specifically the number of these respondents separately for three groups of respondents. Table 5 demonstrates, for each group, whether and how the rankings differed after being exposed to the information. There was no change in the ranking of Group 1. In Groups 2 and 3, the number of respondents who considered Brand X in their consideration set in the first and second rank decreased while the number of respondents, who considered Brand X in the third rank and/or did not even consider it, increased after reading the unfavorable comments. This shows that unfavorable information have an impact on respondents to exclude the brand from the consideration set or put it in lower ranks. Although mostly favorable customer reviews did not have an impact on the rankings, unfavorable customer reviews had an impact to put the brand in lower ranks or exclude it from the consideration set. Table 5. Distribution of the ranks with respect to three groups of respondents Proportion of Favorability 67% favorable 50% favorable 33% favorable Time of the questionnaire Before After Before After Before After 1st Rank 4 4 3 2 1 - 2nd Rank 6 6 9 8 9 7 3rd Rank 8 8 4 5 2 3 Not in the Consideration Set 5 5 7 8 7 9 In order to test the research question 1, the authors rescaled the ranks of consideration sets before and after the experiment. That is, the first rank was rescaled as 3, the second as 2, and the third as 1. If the brand was not considered at all, this case was scaled as zero. Then, the ranks given before being exposed to the information were subtracted from the ranks given after the exposure. In this case, a positive number meant a higher rank, zero meant the same rank and a negative number meant a lower rank. The numbers mathematically ranged from -2 to 2. Kruskal Wallis test is conducted to see the difference in the change of the rank orders of Brand X within the consideration set for each possible pair of groups. Table 6 presents that there is a significant difference for one pair of groups: Group 1 vs. Group 3. Respondents in Group 1 were specifically given favorable comments while the ones in Group 3 were mainly given unfavorable comments. Hence, it can İletişim Fakültesi Dergisi 76 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol be concluded that the unfavorable comments created the main difference in the consideration set compared to positive remarks. That is if the percentages of negative information given in the source is close, the impact they create on the ranking in the consideration set is not significant. But if the difference between the percentages of negative information gets larger the changes in the ranking of the brand within the consideration set shows significant differences. Table 6. Paired comparison of the group rankings of the Brand X within the consideration set (Kruskal Wallis test) Group 1 vs Group 2 Group 1 vs Group 3 Group 2 vs Group 3 χ2 0.586 3.495 0.607 P 0.444 0.062 0.436 4.3.2. Changes in the importance levels of evaluative criteria RQ 2a: Will the exposure to OWOM create a difference on the levels of importance attached to evaluative criteria? Specifically, the authors employed Wilcoxon signed-rank test for the importance levels attached to 29 criteria before and after the experiment which means that there were 29 pairs of importance levels. The results show that the importance level attached to evaluative criteria before and after being exposed to OWOM does not change significantly. Table 7 illustrates –separately for each group- those evaluative criteria, for which significant changes were found. For Group 1, there were significant changes only in appearance, ease of use and camcorder. On the other hand, for the Group 3, the importance attached to four evaluative criteria – resolution of the camera, MP3 player, ease of use and screen resolution- differed significantly before and after the experiment. Finally, for the second group, the importance levels for only three evaluative criteria – color-screen, ergonomics and large keys- differed significantly from the first to the second questionnaire. The criteria listed in Table 7 should be interpreted with the criteria listed in Table 1. Group 1, which read favorable comments on appearance and video recording, changed their importance levels for appearance and camcorder significantly. Group 3, who read unfavorable comments on MP3 player and screen resolution, showed significant differences on the importance levels of these criteria before and after the experiment. On the other hand, ease of use and ergonomics Bahar 2009, Sayı: 28 77 The Effect… were not mentioned in the customer reviews. Yet the importance level of ease of use differed significantly for two groups while the importance level for ergonomics differed for one group. Perhaps, the entire information, i.e. not the individual criteria, indicated ease of use and ergonomics. Group 2’s importance levels on color-screen, ergonomics and large keys changed significantly after being exposed to equal number of favorable and unfavorable customer reviews. In the customer reviews, screen resolution of the Brand X has been criticized negatively. Hence, the results of Wilcoxon signed-rank test show that the rank of importance levels of color screen has decreased after reading the 50% favorable customer reviews. On the other hand, the customer reviews given to the Group 2 appreciates the menu, design and the small size of the phone all of which are related to the ergonomics of the phone. These favorable comments on ergonomics might have led the respondents to improve their importance level ranks significantly. The ranking of the importance level on large keys show a significant change although this attribute was not discussed in the customer reviews. This might be attributed to the experiences and prior knowledge of the respondents. Table 7. Change in the importance level attached to the evaluative criteria before and after being exposed to an information source (Wilcoxon signed-rank test) Evaluative Criteria Group 1: 67% Favorable Appearance Ease of use Camcorder Group 2: 50% Favorable Color-screen Ergonomics Large keys Group 3: 33% Favorable Resolution of the camera MP3 player Ease of use Screen Resolution Z- Value P -1.667 -2.828 -1.890 0.096 0.005 0.059 -1.897 -1.667 -2.460 0.058 0.096 0.014 -2.121 0.034 -1.725 -2.352 -2.333 0.084 0.019 0.020 İletişim Fakültesi Dergisi 78 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol 4.3.3. Extent of meeting the evaluative criteria RQ 2b: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create a difference on the extent the brand meets the evaluative criteria? In consumer decision making, consumers use the evaluative criteria to evaluate the alternatives they consider. In this stage they find to which extent the brand, which is being evaluated, meets the criteria. Table 8 demonstrates whether the extent to which Brand X meets the evaluative criteria differs significantly among three groups of respondents. It should be noted that only those attributes, on which all of the groups received information are included in the analysis. These attributes may also be considered as the intersection set of three columns of Table 1. Before the analysis was conducted, the respondents who put a “0” (which means “I was not able to obtain sufficient information to evaluate”) were excluded from the analysis. The findings show that the evaluations of Brand X on 4 attributes significantly differed among three groups of respondents exposed to different proportions of favorable information. In Kruskal-Wallis test, each of the n observations is replaced by ranks. That is, all of the scores from all of the k samples are combined and ranked in a single series. The smallest score is replaced by rank 1, the next smallest score is replaced by rank 2, and the largest score is replaced by rank n, where n is the total number of independent observations in the k samples. When this is done, the sum of ranks in each sample is found. From these sums, the average rank for each sample or group is computed (Siegel and Castellan, 1988). Hence, the results should be interpreted in a way that the groups with higher mean ranks must have evaluated the brand more favorably. The groups with lower mean ranks, on the other hand, evaluated the brand less favorably. Information about battery life, radio, and appearance is positive for all 3 groups. When we look at the mean ranks, Group1 which contains mostly positive information has the lowest rank while Group 3 which contains mostly negative information has the highest mean rank. If positive information is dominant in the set, favorable information about a feature would affect the evaluations less on that attribute while favorable information on a feature given in a bundle of mostly negative information would create a greater positive affect on the evaluation of that feature. For the MP3 player feature, we intentionally gave information positively for the first group which contains mostly positive information. We gave negative Bahar 2009, Sayı: 28 79 The Effect… information on MP3 player for Group 3 which was generally exposed to negative information and we gave both positive and negative information about MP3 player feature to the respondents in Group 2 which were exposed to equal proportions of negative and positive information. In that case, it was seen that Group1 had the highest means for MP3 player feature while Group 3 had the lowest evaluations which were parallel to the information given to them. This situation can be explained by the general impression formed by the given information. Group 1 was given favorable comments about the brand hence it is assumed that the participants in Group 1 formed positive impressions. In this case, a feature on which a favorable comment was provided is expected to be evaluated favorably. On the other hand, Group 3 was given unfavorable comments hence it is assumed that the participants in Group 3 formed negative impressions. A feature, which is mentioned unfavorably, will be evaluated negatively. Also it is expected that the general negative impression would exaggerate the unfavorability of that feature while the general positive impression would enhance the favorability of the given feature. Therefore if a favorable comment about MP3 player is given to Group 1, it will get the highest rank, a neutral comment given to Group 2 will get a moderate rank, and unfavorable comment given to Group 3 will get the lowest mean rank. The results support these expectations. Table 8. Kruskal-Wallis One-Way ANOVA results for evaluative criteria Evaluative Criteria Groups N Battery Life Group 1 Group 2 Group 3 Total Group 1 Group 2 Group 3 Total Group 1 Group 2 Group 3 Total 22 22 18 62 23 22 16 61 23 23 19 Group 1 Group 2 23 23 Bluetooth Integrated camera MP3 player Mean Rank 25,45 31,95 38,33 ChiSquare 6,369 Df 2 Asymp. Sig 0,041 34,02 28,80 29,69 1,263 2 0,532 38,43 30,65 29,26 3,369 2 0,186 38,57 33,00 9,816 2 0,007 65 İletişim Fakültesi Dergisi 80 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol Radio Appearance Camcorder Screen resolution Memory of the mobile phone Group 3 Total 17 Group 1 Group 2 Group 3 Total 23 23 16 Group 1 Group 2 Group 3 Total Group 1 Group 2 Group 3 Total 21 21 17 59 23 19 17 Group 1 Group 2 Group 3 Total Group 1 Group 2 Group 3 Total 22 22 19 63 22 21 15 21,76 63 22,72 35,33 38,63 10,505 2 0,005 23,52 32,14 35,35 6,227 2 0,044 28,65 30,42 31,35 0,284 2 0,867 30,95 33,41 31,58 0,238 2 0,888 32,52 31,79 21,87 4,533 2 0,104 62 59 58 4.3.4. Changes in the intention to buy RQ 3: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create a difference on intention to buy? Students in Group1 had the lowest intention to purchase Brand X while students in Group 2 had the highest intention before the experiment was conducted. However, the groups showed no significant differences in their intentions. After the customer reviews were given to the experiment groups, Group 3 had the lowest intention while Group 1 had the highest intention. The group that read unfavorable customer reviews had the lowest intentions. The next group whose intentions are little bit higher than the Group 3 was given equal proportions of favorable and unfavorable customer reviews (Group 2). Students in Group 1 had the highest intentions among the three groups who were exposed to favorable customer reviews. Bahar 2009, Sayı: 28 81 The Effect… A significant difference was not found among the intentions of the three groups who were exposed to different levels of unfavorable information. Table 9 shows the difference between the before and after experiment intentions of the groups. The greatest change in intentions was created in Group 3 who was exposed to unfavorable reviews followed by Group 2 who was exposed to equal number of favorable and unfavorable reviews. Table 9. Intentions of the three experiment groups before and after being exposed to different percentages of negative OWOM Intentions Intentions Before the experiment Intentions After the experiment 67% favorable 50% favorable 33% favorable TOTAL F P 60.57±29.44 64.13±33.73 61.84±33.80 62.20±31.82 0.072 0.931 42.39±25.36 32.17±21.24 28.26±25.19 34.65±24.30 2.004 0.143 When the differences in the intentions of each group of respondents before and after they were exposed to differing proportions of negative OWOM were compared, a significant difference was found among the groups who were exposed to the highest and the lowest proportions of favorable information. Table 10. Multiple comparisons of the intentions of the three experiment groups after being exposed to different percentages of negative OWOM Comparison of Intentions (After) Regarding Groups Mean Difference Std. Error Sig. 67% favorable vs. 33% favorable 67% favorable vs. 50% favorable 14,12815 10,21739 7,41769 7,05563 ,061 ,153 50% favorable vs. 33% favorable 3,91076 7,41769 ,600 5. CONCLUSION The Internet has become one of the major information sources for consumers. It provides information for consumers through different vehicles like the company İletişim Fakültesi Dergisi 82 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol websites, online advertising, and online retailers’ websites which both show and compare the products. Another emerging information source on the Internet is online customer reviews, published in online retailers’ websites, weblogs or websites for consumer complaints. These customer reviews are one kind of OWOM. This study was an attempt to discover the effect of OWOM regarding different proportions of unfavorable information. The authors specifically tried to test the effects of varying proportions of unfavorable OWOM on the formation of consideration set, importance of evaluative criteria, the evaluation of the brand, and intention to purchase a specific model of mobile phone with an experiment. The experiment basically contained exposure to favorable, unfavorable, and neutral customer reviews as information sources used for pre-purchase search of a mobile phone. After reading the information sets, some changes were observed in the formation of consideration sets. The respondents who were exposed to certain product information have changed their ranking of preference for that brand. For the entire sample, it was observed that the number of respondents who considered the brand at the first rank decreased. Although there were groups which received favorable information, it can be said that unfavorable information had a greater influence on the respondents about which brands to consider. In addition, there were significant differences between Group 1 and Group 3. Respondents in Group 1 and 3 were generally given favorable and unfavorable comments, respectively while the ones in Group 2 were mainly given equal proportions of favorable and unfavorable comments. No change was observed in the consideration sets of Group 1. In Group 3, on the other hand, there were downward shifts from 1st and 2nd ranks to the 3rd rank and the exclusion of the Brand X form the consideration set. Hence, we can say unfavorable customer reviews had decreased the ranking of the brand in the consideration set. It should also be added that four favorable comments in the favorable set was not enough to outweigh the effects of two unfavorable comments. Though, exactly the same number of unfavorable reviews (four) in unfavorable customer review set was enough to outweigh the effects of favorable customer reviews. This indicates that the unfavorable OWOM was more effective in the online environment where readers and authors do not know each other. Hence it can be concluded that small percentage of unfavorable OWOM does not affect the ranking of the brand within the consideration set. However, if the proportion of the unfavorable information increases, it creates a significant difference in the ranking of the brand in the consideration set. Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 83 The levels of importance attached to evaluative criteria do not change significantly before and after the exposure to differing levels of unfavorable information. This was basically true for the attributes about which information was provided like memory of the mobile phone, MMS, USB adapter, appearance, video recording, camera, MP3 player, screen resolution and color-screen. Ease of use and ergonomics were those attributes whose levels of importance changed significantly but were not mentioned in any of the groups. We can suggest that other attributes mentioned might have given an idea on these relatively broader attributes. When consumers share their experiences with potential customers or information seekers on the online medium, their aim is not to influence information seekers on the importance level of the attributes but on the evaluations and intentions. However, the participants have changed the importance levels of the attributes which are mentioned in OWOM. The analysis on evaluative criteria could only be conducted for 9 attributes which all three groups were given information. Significant differences were observed only for four of the attributes (battery life, MP3 player, radio and appearance) among the three groups of participants on the evaluations of how much the brand meets these criteria. While evaluating the mobile phone, for 3 attributes about which favorable information was given, the highest mean ranks belonged to Group 3, the second highest to Group 2, and the lowest mean ranks belonged to Group 1. So, for these attributes, we can say that as the number of unfavorable comments increased, favorability of evaluation of positive information increased. It can be concluded that having a favorable comment in a set of dominantly negative comments will be noticed (perceived) more. As it is stated in the Weber’s Law, “the stronger the initial stimulus, the greater a change must be for it to be noticed” (Solomon, 2004: 61). Hence, these results indicate that the effect of favorable or unfavorable information should be interpreted within the context of the information set. If additional positive information is given with a group of favorable information, the additional information will not be evaluated as positive as it is. But when the same additional positive information is given with a group of unfavorable information, the additional positive information will be perceived more favorably. Hence, the feature about which the positive information is given will be evaluated more favorably then it was evaluated in the former situation. The experiment results show that customer reviews had an influence on intentions. Purchase intentions among groups did not change significantly before the İletişim Fakültesi Dergisi 84 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol experiment. The same result was reached after the experiment. The two groups of students who received mainly unfavorable comments or equal number of favorable and unfavorable comments had the lowest intentions after the experiment although they had the highest intentions at the beginning. This can be attributed to the negative information they were exposed to. Unfavorable OWOM creates a greater change in intentions compared to any other information under investigation in this study. Again, we can say that negative OWOM was more effective than positive OWOM. Interestingly, customer reviews that contained the highest number of favorable customer reviews influenced intentions to decrease. This can be attributed to the fact that favorable reviews were not sufficient to eliminate the effect of unfavorable ones. Huang and Chen (2006) found support that a high number of positive customer reviews compared to the number of negative customer reviews would positively affect consumer on-line choices. Only when the number of positive remarks was large enough to cover the negative feelings those comments would truly influence the purchasing intentions of consumers (Huang and Chen, 2006). Apparently, four favorable customer reviews were not enough to outweigh the effects of two unfavorable reviews. When the intentions of the three experimental groups were compared after being exposed to different proportions of favorable comments, a significant difference was found among the groups who were exposed to the highest and the lowest proportions of favorable information. As the proportions of unfavorable comments is over 50%, it becomes more effective on the intentions and it affects the intentions negatively. The findings support Crowley and Hoyer (1994) who suggest that low to moderate levels of negative information are optimal for two-sided messages. As the level of negative information increases, it will affect intentions and the ranking of the brand in the consideration set significantly. Although Huang and Chen (2006) found that the high number of positive customer reviews vis-à-vis the number of negative customer reviews positively affect consumer on-line choices, in our study we found that if the percentage of favorable comments is grater than the unfavorable ones, than this will not affect the ranking of the brand in the consideration set while it will affect the intentions to purchase. Having unfavorable information -whether the percentage is high or lowdecreases the intention to purchase. So two-sided OWOM is found to affect the intentions negatively. Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 85 In the current marketplace, which is full of information, some amount of negative information is likely to be present for almost every brand (Smith and Vogt, 1995). Marketers should consider the OWOM information as a great chance. First, it is widely available compared to traditional WOM. Yet this is like a double edge sword. On the one hand, OWOM is easier to access and respond for marketers. On the other hand, consumers can easily reach that information and share it with people they know or do not know, and more quickly than expected indeed. So, marketers are recommended to monitor OWOM about their and competitors’ products. They should use it as an input in their marketing research activities. They can also handle OWOM proactively before it appears. Marketers should keep it in mind that even a small number of unfavorable WOM in the online environment is strong enough to outweigh a large number of positive WOM although information providers and seekers are strangers to each other. Marketers should ensure that complaints or dissatisfactions are initially addressed to the firm before it becomes a customer review online. Managers can encourage and reward customers to share their dissatisfactions with the firm through the firm’s complaint management system. Marketers can assign a number of people to hunt negative OWOM as soon as it appears in the Internet and respond to it before it reaches millions of information seekers. It is also advised to give advertisements before WOM is processed to alleviate the damaging cognitive effects of negative communication as Smith and Vogt (1995) suggests. 6. LIMITATION AND FURTHER RESEARCH 6.1. Limitations The major limitation is the small number of respondents participated in the experiment. The authors took it into account when they were analyzing the data. Furthermore, the students on the first day of the experiment were asked to state their intentions to buy for three brands of mobile phones. Yet on the next day, they were given information sources about a certain model of one of those brands. Then they were asked to state their intentions to buy this specific model of the mobile phone. The comparison of the brand and model was necessary because the pretest on the convenience sample revealed that if we asked their intention to buy a certain model of mobile phone, the respondents would start to look for information on this specific model, which would distort the experiment. İletişim Fakültesi Dergisi 86 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol The order of the negative information in the message can result in different effects. Stating negative information at the beginning is found to be more effective (Hass and Linder, 1972) and producing negative impressions about the product (Asch, 1952; Hastak and Park, 1990). On the other hand, if negative information is placed at the end consumers could be almost finished processing the message before being exposed to it (Crowley and Hoyer, 1994). In this study, the researchers did not consider the effect of the order of the negative information. 6.2. Further research The study did not consider the effects of totally favorable or totally unfavorable information. 0% and 100% favorable reviews can be considered to emphasize the effect of differing levels of favorable information. Not all the consumers searching for the same product will conduct the same level of information search since they differ with respect to their risk averseness. In addition, their experience with the product group, their involvement levels are other variables that might have an impact on the effect of information sources on the dependent variables. Involvement level, experience with the product or the brand, and customer’s risk averseness may be considered in the future researches that will be conducted on the effect of favorability in OWOM. Although consumers generally search information prior to decision making, they do not act rationally all the time. If the time is limited or if the consumer has either high or low information about the product alternatives, the searching process takes shorter. But if consumers have time and if they are moderately knowledgeable about the alternatives, they search more (Beatty and Smith, 1987; Moore and Lehmann, 1980; Bettman and Park, 1980). Consumers thinking that they know about the product category rely more on their own evaluations than on dealer recommendations (Schiffman and Kanuk, 2007).Therefore the level of information the respondent has might also have an effect on the results. This has not been taken into consideration in the analysis of the data. Hence, a further research can be conducted to eliminate the impact of different levels of product knowledge on the effect of different sources on consumer decision making. Bahar 2009, Sayı: 28 87 The Effect… REFERENCES Alba, J., Lynch J., Weitz, B., Janiszewski, C., Lutz, R., Sawyer, A. & Wood, S. (1997) Interactive home shopping: Consumer, retailer and manufacturer incentives to participate in electronic marketplaces, Journal of Marketing, 61, p.38-53. Arndt, J. (1967) Role of product-related conversations in the diffusion of a new product, Journal of Marketing Research, 3, p.291-295. Asch, S.E. (1952). Social psychology. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall. Bakos, J.Y. (1997) Reducing buyer search costs: implications for electronic marketplaces, Management Science, 43, p.1676-1692. Bellman, S., Johnson, E.J., Lohse, G.L. & Mandel, N. (2006) Designing marketplaces of the artificial with consumers in mind: Four approaches to understanding consumer behavior in electronic environments, Journal of Interactive Marketing, 20, p.21-33. Beatty, S.E. & Smith M.S. (1987) External search effort: an investigation across several product categories, Journal of Consumer Research, 14 (1): 83-95. Bettman, J.R. (1973) Perceived risk and its components: a model and empirical test, Journal of Marketing Research, 10, p.184-190. Bettman, J.R. & Park, C.W. (1980) Effects of prior knowledge and experience and phase of the choice process on consumer decision process: A protocol analysis, Journal of Consumer Research, 7 (3), p.234-248. Bickart, B. & Schindler, R.M. (2001) Internet forums as influential sources of consumer information, Journal of Interactive Marketing, 15, p. 31-40. Blackwell, R.D., Miniard, P.W. & Engel, J.F. (2001) Consumer behavior, Ohio: South-Western. Brown, J., Broderick, A.J. & Lee, N. (2007) Word of mouth communication within online communities: Conceptualizing the online social network, Journal of Interactive Marketing, 21, p. 2-20. Brucks, M. (1985) The effects of product class knowledge on information search behavior, Journal of Consumer Research, 12 (1), p.1-16. Claxton, J.D., Fry, J.N. & Portis, B. (1974) A taxonomy of prepurchase information gathering patterns, Journal of Consumer Research, 1 (3), p.35-42. İletişim Fakültesi Dergisi 88 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol Coakes, S.J. & Steed, L.G. (2001) SPSS analysis without anguish, Singapore: John Wiley and Sons Ltd. Crowley, A.E. & Hoyer, W.D. (1994) An integrative framework for understanding two-sided persuasion, Journal of Consumer Research, 20, p.561-574. Dowling, G.R. & Staelin, R. (1994) A model of perceived risk and intended riskhandling activity, Journal of Consumer Research, 21, p.119-134. Etgar, M. & Goodwin, S.A. (1982) One-sided versus two-sided comparative message appeals for new brand introductions, Journal of Consumer Research, 9, p.460-465. Fill, C. (2002) Marketing communications: Contexts, strategies and applications, Spain: Pearson Education. Fong, J. & Burton, S. (2006) Online word-of-mouth: A comparison of American and Chinese discussion board, Asia Pacific Journal of Marketing and Logistics, 18, p.146-156. Golden, L.L. & Alpert, M. (1987) Comparative analysis of the relative effectiveness of one-sided and two-sided communications for contrasting products, Journal of Advertising, 16 (1), p.18-28. George, D. & Mallary, P. (2003) SPSS for Windows step by step, Boston: Pearson Education Inc. Hammond, K., McWilliam, G. & Diaz, A.N. (1998) Fun and Work on the Web: Differences in Attitudes between Novices and Experienced Users, In: Alba, J.W. & Hutchinson, J.W. (eds). Advances in Consumer Research. (p.372378), Provo, UT: Association for Consumer Research. Hass, R. G. & Linder, D.E. (1972) Counterargument availability and the effect of message structure on persuasion, Journal of Personality and Social Psychology, 23, p.219-233. Hastak, M. & Park, J. (1990) Mediators of Message Sidedness Effects on Cognitive Structure for Involved and Uninvolved Audiences, In: Goldberg, M.E. et al (eds). Advances in Consumer Research, (p.329-336). Provo, UT: Associations for Consumer Research. Hennig-Thurau, T., Gwinner, K.P., Walsh, G. & Gremler, D.D. (2004) Electronic word-of-mouth via consumer-opinion platforms: What motivates consumers Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 89 to articulate themselves on the internet?, Journal of Interactive Marketing, 18, p.38-52. Herr, P.M., Kardes, F.R. & Kim, J. (1991) Effects of word-of-mouth and product attribute information on persuasion: An accessibility-diagnosticity perspective, Journal of Consumer Research, 17, p.454-462. Hoffman, D.L. & Novak, T. (1996) Marketing in hypermedia computer-mediated environments: Conceptual foundations, Journal of Marketing, 60, p.50-68. Hoque, A.Y. & Lohse, G.L. (1999) An information search cost perspective for designing interfaces for electronic commerce, Journal of Marketing Research, 36, p.387-394. Huang, J. & Chen, Y. (2006) Herding in online product choice, Psychology and Marketing, 23, p.413-428. Jepsen, A.L. (2007) Factors affecting consumer use of the internet for information search, Journal of Interactive Marketing, 21, p. 21-34. Kamins, M.A. & Assael, H. (1987) Two-side versus one-sided appeals: A cognitive perspective on argumentation, source derogation, and the effect of disconfirming trial on belief change, Journal of Marketing Research, 24, p.29-39. Kamins, M.A. & Marks, L.J. (1987) Advertising puffery: The impact of using twosided claims on product attitude and purchase intention, Journal of Advertising, 16 (4), p.6-15. Kiel, G.C. & Layton, R.A. (1981) Dimensions of consumer information seeking behavior, Journal of Marketing Research, 28, p.233-239. Klein, L.R. & Ford, G.T. (2003) Consumer search for information in the digital age: An empirical study of prepurchase search, Journal of Interactive Marketing, 17, p.29-49. Lee, E., Lee, J. & Schumann, D.W. (2002) The influence of communication source and mode on consumer adoption of technological innovations, The Journal of Consumer Affairs, 36, p.1-27. Malhotra, N.K. (1993) Marketing research: An applied orientation, Englewood Cliffs: Prentice Hall. McGuire, W.J. (1985) Attitudes and Attitude Change In: Lindzey, G. & Aronson, E. (eds.) Handbook of Social Psychology, (p. 233-346). MA: Addison-Wesley. İletişim Fakültesi Dergisi 90 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol Midley, D.F. (1983) Patterns of interpersonal information seeking for the purchase of a symbolic product, Journal of Marketing Research, 20, p.74-83. Mitra, K., Reiss, M.C. & Capella, L.M. (1999) An examination of perceived risk, information search and behavioral intentions in search, experience and credence services, The Journal of Services Marketing, 13, p. 208-228. Moore, W.L. & Lehmann, D.R. (1980) Individual differences in search behavior for a nondurable, Journal of Consumer Research, 7, p.296-307. Mourali, M., Laroche, M. & Pons, F. (2005) Antecedents of consumer relative preference for interpersonal information sources in pre-purchase search, Journal of Consumer Behavior, 4, p.307-318. Nakip, M. (2003) Pazarlama araştırmaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Newbold, P. (1995) Statistics for business and economics, New Jersey: PrenticeHall. Özcan, Y.Z. & Koçak, A. (2007) Research note: A need or a status symbol?: Use of cellular telephones in Turkey, European Journal of Communication, 18, p.241-254. Pechmann, C. (1992) Predicting when two-sided ads will be more effective than onesided ads: The role of correlational and correspondent inferences, Journal of Marketing Research, 29, p. 441-453. Peterson, R.A. & Merino, M.C. (2003) Consumer information search behavior and the internet, Psychology and Marketing, 20, p.99-121. Phelps, J. E., Lewis, R., Mobilio, L., Perry, D. & Raman, N. (2004) Viral marketing or electronic word-of-mouth advertising: Examining consumer responses and motivations to pass along email, Journal of Advertising Research, 45, p.333– 348. Punj, G.N. & Staelin, R. (1983) A model of consumer information search behavior for new automobiles, Journal of Consumer Research, 9, p.366-380. Punj, G. & Brookes, R. (2001) Decision constraints and consideration-set formation in consumer durables, Psychology and Marketing, 18, p.843-863. Ratchford, B.T., Lee, M.S. & Talukdar, D. (2001) A model of consumer choice of the internet as an information source, International Journal of Electronic Commerce, 5, p.7-21. Bahar 2009, Sayı: 28 The Effect… 91 Roberts, J.H. & Lattin, J.M. (1991) Development and testing of a model of consideration set composition, Journal of Marketing Research, 28, p.429-440. Sawyer, A.G. (1973) The effects of repetition of refutational and supportive advertising appeals, Journal of Marketing Research, 10, p.23-33. Schiffman, L. & Kanuk, L.L. (2007) Consumer behavior, New Jersey: Pearson Prentice-Hall. Schmidt, J.B. & Spreng, R.A. (1996) A proposed model of external consumer information search, Journal of the Academy of Marketing Science, 24 (3), p.246-256. Settle, R.B. & Golden, L.L. (1974) Attribution theory and advertiser credibility, Journal of Marketing Research, 11, p.181-185. Siegel, S. & Castellan, Jr., N.J. (1988) Nonparametric statistics for the behavioral sciences, Singapore: McGraw-Hill, Inc. Smith, D., Menon, S. & Sivakumar, K. (2005) Online peer and editorial recommendations, trust, and choice in virtual markets, Journal of Interactive Marketing, 19, p.15-37. Smith, R.E. & Hunt, S.D. (1978) Attributional processes and effects in promotional situations, Journal of Consumer Research, 5, p.149-158. Smith, R.E. & Vogt, C.A. (1995) The effects of integrating advertising and negative word-of-mouth communications on message processing and response, Journal of Consumer Psychology, 4, p.133-151. Solomon, M.R. (2004) Consumer behavior: Buying, having, and being, New Jersey: Pearson Prentice Hall. Solomon, M.R. (2007) Consumer behavior: Buying, having, and being, New Jersey: Pearson Prentice Hall. Srinivasan, N. (1990) Prepurchase external search for information, In: Zeithaml. V.E. (ed.). Review of Marketing (p.153-189). Chicago: American Marketing Association. Srinivasan, N. & Ratchford, B. (1991) An empirical test of a model of external search for automobiles, Journal of Consumer Research, 18, p.233-242. Stigler, G.J. (1961) The economics of information, Journal of Political Economics, 29, p.213-225. İletişim Fakültesi Dergisi 92 G. Bayraktaroğlu-B. Akyol Sun, T., Youn, S., Wu, G. & Kuntaraporn, M. (2006) Online word-of-mouth (or mouse): An exploration of its antecedents and consequences, Journal of Computer-Mediated Communication, 11, p.1104-1127. Wolfinbarger, M. & Gilly, M. (2001) Shopping online for freedom, control and fun, California Management Review, 43, p.34-53. Ying, H.L.& Chung, C.M.Y. (2007). The effects of single-message single-source mixed word-of-mouth on product attitude and purchase intention, Asia Pacific Journal of Marketing and Logistics, 19, p.75-86. Bahar 2009, Sayı: 28 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- A NEW ERA ON THE INTERNET: FACEBOOK.COM TO FACE THE FACEBOOK AS A HUGE SOCIAL PHENOMENON Burçin EKİNİL* ÖZET Bu çalışmada Facebook, dev bir sosyal fenoman olarak, başlangıç noktası olarak belirlendi. Internet ve Web 2.0 çalışmaları doğrultusunda Facebook araştırmasına başlandı ki bu, tarihsel ve teknik çerçeveyi oluşturdu. Daha sonra, Facebook’un günlük hayattaki kullanım sürecinde, tüm Facebook kullanıcılarının yakından tanıdığı özellikler ele alındı. Facebook’un, kullanıcıları üzerindeki yapılanması ve etkileri araştırıldı. Bu doğrultuda, İnternet üzerinden Facebook kullanıcılarına anketler dağıtıldı ve böylece Facebook’un insanların hayatlarını nasıl değiştirdiği, öneminin hangi seviyede olduğu ve Facebook’un diğer sitelerden ayrımı gibi konular üzerinde duruldu. Anketlerin desteğiyle Facebook; ‘psikolojik’, ‘sosyolojik’, ‘sanal kimliğe karşı gerçek kimlik’, ‘röntgencilik’ ve ‘kamusal bir alan olarak Facebook’ alt başlıklarıyla incelenerek, derinlemesine bir anlayış ve analize gidildi. Anahtar kelimeler: Facebook, Web 2.0, online cemaatler, online etkileşim ABSTRACT In this study, Facebook is captured as our originating point, to understand this huge phenomenon. We worked on Facebook in the light of the Internet and Web 2.0 studies, where historical and technical part of the study appeared. Then we studied Facebook in terms of its daily usage by the members, where we focused on the well-known features of Facebook. We tried to highlight Facebook’s impacts and its structuring on its users. Within this context, surveys were given to Facebook users through the Internet to discover how Facebook changes people’s lives, at which level its importance lie, and what is special about Facebook. With the help of these surveys, we interpreted its different aspects in various ways such as; ‘psychological’, ‘sociological’, ‘virtual identity versus real identity’, ‘voyeurism’ and ‘Facebook as a public space’, while trying to come up with a deeper understanding and analysis of this phenomena. Key words: Facebook, Web 2.0, online communities, online interaction * Istanbul Bılgı Unıversıty Medıa & Communıcatıon Systems (Graduate) İletişim 2003/18 94 B. Ekinil I) INTRODUCTION The aim of this article is to examine Facebook with its every aspect. In our everday lives, we see many characteristics of Facebook like its connectivity, interactivity, variety, etc. But, to understand the topic and its effects in our everyday lives, we should go deeper by looking at its technical, sociological, psychological facts. We should study Facebook both from outside and inside. In the basis in its foundation, Facebook has a different and wider usage when compared to other social networking sites. Originally, Facebook was created to provide an online student ID directory (Lashinsky cited in Moulton & Timmer, 2006: 6). Facebook is divided into networks, and for college students at the beginning these networks were their schools. But today Facebook has over 55 million users all over the world. This foundational characteristic made Facebook different from traditional networking sites. As Acquisti and Gross (2005) points out that “college-oriented social networking sites provide opportunities to combine online and face-to-face interactions within an ostensibly bounded domain”. And Sege strengthens this characteristic, for him they are communities based “on a shared real space” (Sege cited in Acquisti & Gross, 2005: 4). Another important point worth studying is that, unlike all other sites how Facebook combines a new technology with the oldstyle. What is the magic of Facebook? Why Facebook is one of the ten most viewed sites on the web? (Warren cited in Andon, 2007: 2). Turkey has 2,1 million Facebook users. 2 This data makes our study more valuable, where the sum of the users of three European countries is less than the half of our user number. France has 370 thousand, Findland has 195 thousand and Germany has only 180 thousand users; and generally their percentage of Internet usage is more than ours in Turkey. 3 II) METHODOLOGY For this research, surveys were given to 150 people between the ages of 1535. That age range gave us the chance to explore by getting broader range of answers and to study the issue in a varied way to get healthier results. At the beginning we prepared classical survey questions which asked their gender, age, etc. You can examine the pie charts of these questions in Appendix A. 2 3 facebookhaber.com (17 December, 2007) http://www.adsl.com.tr/Default.aspx?haber=145 (28 May, 2008) Bahar 2009, Sayı: 28 A New Era On The Internet: Facebook.… 95 Survey is divided into two different parts. In the first part, we asked multiple choice questions using 5 point Likert scale. There are typical 5 level Likert items such as Strongly Agree, Agree, Neither Agree Nor Disagree, Disagree, Strongly Disagree. Then, we asked them to incorporate their own feelings about Facebook, about their relationships and also tried to touch the privacy issue with questions such as “Information about Facebook makes me confident of how other people will react and behave”, “Information on Facebook helps me accurately predict other people’s feelings and emotions”, and “Information on Facebook helps me get to know other people well”. In the second part of the survey, open ended questions were asked where the participants could mark one or more choices; here they were also given the chance to write their own answers by selecting ‘other’. By doing that, we could better understand the nature of their relationship with Facebook as users. They were asked to answer questions such as “How Facebook changed your usage of the Internet?”, “What are your daily activities on Facebook”, and “Who is the ideal person you can meet through Facebook?”. In Appendix B, The sample of the survey could be found. III) ANALYSIS AND EVALUATION a) RELATED LITERATURE Facebook is one of the most important social networking sites, where it is used in the basis of Web 2.0. When we look at the literature, we firstly should understand how this system in Web 2.0 works, because Web 2.0 applications and communities are up-to-the minute technologies. The main lines of the review appear around Internet and Web 2.0 studies. Looking at the Internet studies is necessary, where the Internet is the beginning of the whole story. Internet as an incredible phenomenon came to our lives and touched just about everything in our social lives. Putman, with his displacement theory, also specializes in a new form of communication and refers that “spending time on the Internet takes away from the time individuals might spend in their communities, since individuals have only a limited amount of time” (Nie and Erbring cited in Bergman, 2005: 89). Paul Miller in his work “Coming Together around Library 2.0” successfuly gives us the principles of Web 2.0. He (2006)4 asserts that; “Web 2.0 is participative, it permits the building of virtual applications, it is about sharing, its applications 4 http://www.dlib.org/dlib/april06/miller/04miller.html (15 December, 2007) İletişim Fakültesi Dergisi 96 B. Ekinil work for the user, its applications are modular, it is about communication and facilitating community, it is about remix, it is smart and it is built upon trust”. Web 2.0 is the end of the read-only and the beginning of the read/write system. What do I mean by that? In simple words we can say that the jump from Web 1.0 to Web 2.0 is a transformation from a stable life to a platform which allows participation and collaboration. For Web 2.0 one can write pages, but the best light would be its founder’s words. To sum up the story Tim O’Reilly makes a definition for Web 2.0; “Web 2.0 is the network as platform, spanning all connected devices; Web 2.0 applications are those that make the most of the intrinsic advantages of that platform: delivering software as a continually-updated service that gets better the more people use it, consuming and remixing data from multiple sources, including individual users, while providing their own data and services in a form that allows remixing by others, creating network effects through an ‘architecture of participation’, and going beyond the page metaphor of Web 1.0 to deliver rich user experiences” (Miller, 2005). 5 Web 2.0 is an interactive, user-centered, multi-media application. Now let’s see how we use it in our everyday lives. To see it’s daily usage more clearly, we can add a schema from Mustafa Alkan’s work “What is Web 2.0?”; Figure 1. The daily usage of Web 2.0 6 b) FACEBOOK AS AN ONLINE COMMUNITY 5 6 http://www.ariadne.ac.uk/issue45/miller/ (20 December, 2007) http://www.csharpnedir.com/makalegoster.asp?Mid=570, translated by me (15 December, 2007) Bahar 2009, Sayı: 28 A New Era On The Internet: Facebook.… 97 In the review of literature you’ve seen how Web 2.0 works technically and how it appears in daily life. In our everyday lives we spend a considerable amount of time using social network sites, which are one of the important parts of Web 2.0. Facebook also works with Web 2.0, because in social network sites, users create personal webpages freely and easily, where they can also add on them anything they want. According to the results of a Pew report (2005); “more than half of young Internet users in the US had created some kind of online content, be it a blog, personal webpage or sharing original content in the form of artwork, photographs, music and videos” (Selwyn, 2007:6). If we look at Facebook, we’ll see that Facebook achieved all of these goals. In Facebook, users can visit all of their friends in the same network, they can send short text messages, they can send gifts to each other, they can download applications in different categories, they can join groups and so on. In other words, Facebook, as a Web 2.0 application, allows users “to participate directly in the creation, refinement and distribution of shared content” (Selwyn, 2007: 1). In Facebook, the interactions are built in a user-centered basis, where they can behave dynamically. Here, users create content, they can add or remove things if they wish, they have their own profile pages, which are created by the users themselves. On the other hand, Web 2.0 is innovative. There are user-created groups on particular themes or topics. You can join a group, you can create a group, you can tag on the group or you can share whatever you want. ‘Groups’ are important, where you can get, share and utilize information. One can create a group possessing an organizational structure. Just like in ‘groups’, in ‘events’ people get organized. So you can attend, you can advise or announce an event. Web 2.0 provides a multi-media experience, where it contains video and audio components. In Facebook you can’t share videos, but by the mediation of ‘iTunes’ you can share music. You can also share photos, which is the most common and favourite application of Facebook. Most of it’s users share their photos in Facebook. Beyond all, Facebook becomes an important source of inspiration for the creation of new communities. As Selwyn mentions about the existence of specific social networking sites; there are “the child-oriented Bebo space or mobile phonebased Twitter” (Selwyn, 2007: 2). Nationally focused sites such as “the Korean Cyworld or the Brazilian Orkut” (Selwyn, 2007:2), networking sites like Dogbook, Catbook and even Hatebook. İletişim Fakültesi Dergisi 98 B. Ekinil c) FACEBOOK AND INDIVIDUALIZATION Individualiziation in cyberspace is one of its most important features, which entered our lives with the usage of Web 2.0 and inevitably became the beginning of the ‘age of the individual’. This is a new individual-based life, which is structured on the individual, including individual friendship networks, individual content, freedom and privacy. Facebook is one of the popular friendship networks, which operates on the individual basis. Facebook users have the opportunity to create their own profile pages in the desired order and interest. It’s a community, in which everyone has their own friends in their lists of interests. It’s the beginning of an individual sovereignity and interactivity, where Facebook provides you to shout your own voice just like in blogs. On the one hand, your profile is your place, and you are able customize it the way you want it. On the other hand, there are groups created before you in which you can join and let your voice heard. Paul Hodkinson (2007) gives an example from a user of Live Journal, where he points out to the concept of individual ownership; “It’s very different etiquette because when you are posting to a mailing list, you’re very much aware that it’s like a group in sense of what the rules are and what’s acceptable and what’s not, but with LiveJournal it’s your space so you decide what the rules are”. Facebook also provides an individual ownership similar to LiveJournal. In the groups, there are moderators, who are authorized to accept or reject the people who would like to join; which in most cases anyone can actually join their group of preference. This principle allows anyone to form a group based on their interests and choices. In this respect, we can talk about an individual freedom, as in Facebook, every user has the opportunity to discuss matters and express their ideas and opinions on specific subjects within these groups, which means other users will acknowledge and respect them. Moreover, this type of communication allows the appearance of individual content. Users can write or post whatever they want, from their own experience or observation; they can comment on other’s photos or on the attached objects of other’s walls. There are applications that show other users which events you are planning to attend during the coming week and applications where you can follow others schedules of planned events too. With these features, Facebook enables the user to maximize the contents that can be used in their screen. Bahar 2009, Sayı: 28 A New Era On The Internet: Facebook.… 99 d) DIFFERENT ASPECTS OF FACEBOOK da) Psychological Part Internet would not be what it is now without the people using it and contributing to it, changing it, creating it and reacting to it, therefore it would be helpful to look at the science of psychology, and their interpretations on the subject. Internet studies started appearing in 1990s for the first time as an interesting area in the literature of psychology. There were some important indicators such as the ceaseless Internet usage, the anxiety by the limitations of the Internet usage even though it brings on an asocialisation and a harm on the academic career,etc., which made Internet studies more inviting. (Öztürk et all, 2007: 36). Odabaşıoğlu (2007) succesfully points out that, in the Internet addiction; patients also show other psychiatric failures; mainly social fobia, decrease in attention, hiperactivity and depression. Those mentioned incidents and thesis are of course not enough to make a generalization and we can not claim directly that we will see the similar negative effects on Facebook users, but those studies are important to understand the world of the Internet and to throw light on many issues to see how Internet alters people’s psychology, and that is why scientists keep working on this important subject. With the recent developments on technology, the time spent in the Internet incerases day-by-day and it has many psychological and problematic consequences and Facebook is not an exception. Our survey shows that all of the different age groups use Facebook as a communication tool. It is important to see that approximately 12,75% of the respondents which fall in between the ages 21 and 30 say that, they are spending more time in the Internet after becoming a Facebook user. Most of the respondents claim that Facebook has become an everday activity. Below, you can examine the table of the total results from the survey question ‘How did Facebook changed your usage of the Internet?’, which is sorted according to the age groups. Here, respondents could mark one or more choices or write their own answers by selecting ‘other’. Out of 150, only 8 people selected the choice of ‘other’, which indicates that, they don’t believe Facebook changed their lives in a significant way. İletişim Fakültesi Dergisi 100 B. Ekinil Table 1. How did Facebook change your usage of Internet Another psychological perspective we can use to interpret Facebook is the Freudian perspective. In her book ‘Visual and Other Pleasures’, Laura Mulvey (1989) quotes Freud with his ‘scopophilia’ concept (pleasure in looking), where she points out that; “There are circumstances in which looking itself is a source of pleasure, just as, in the reverse formation, there is pleasure in being looked at”. And she (1989) continues; “Curiosity and the wish to look intermingle with a fascination with likeness and recognition: the human face, the human body, the relationship between the human form and its surroundings, the visible presence of the person in the world”. In this part of her book, she builds a triangle of cinema, looking and being looked. We can build the same triangle with Facebook, using the concepts of ‘looking’ and ‘being looked’. In Facebook, members develop a ‘pleasure in looking’, where the site itself is based on visuality. In the 27th. question of our survey, 64,7% of all respondents claim that photos in Facebook is a must for them, equally 50,67% of them say they like looking at other peoples profiles, therefore, our results are in line with Mulvey’s thesis. db) Sociological Part The change in time and space is a huge phenomenon and many discussions around the issue take place. David Harvey is a main figure, who talks about timespace distanciation; he presents the local consequences of global acts. In the same way, Anthony Giddens talks about the ‘separation of time and space’. Harvey holds place in ‘Introducing Cultural Studies’, in which he talks about new technologies and the world of today. He points out to “the speedier flows of good and faster communication” (Harvey cited in Baldwin et all, 1999: 159). Facebook is a good example for faster communication. In Facebook, you can see all of these interaction and communication models in a compressed form. If we refer to the results of our survey, we will also see this point of view. 4% of our Bahar 2009, Sayı: 28 101 A New Era On The Internet: Facebook.… respondents ‘stronlgy agree’ that relationships in Facebook are faster compared to face-to-face interactions, where with 50%, a high percentage of ‘agree’ respondents think in the same way. It’s very interesting to see 35% of the people, who answered this question ‘strongly disagree’, spend between 10-30 minutes in Facebook. And 20% of the ‘strongly disagree’ users spend between 30-60 minutes in Facebook. The types of representation also structure an abstract view by the creation of interaction. Below, you can examine the table from ‘Introducing Cultural Studies’, in which the pictorial representation modes in different types of societies were given. Table 2. Types of Society, Modes of Pictorial Respresentation and Their Associated Positions Traditional Society Authographic (handmade) images Worshippers Modernity Photographic Images Viewers Postmodernity Electronic Images Interactive Users (Baldwin et all, 1999: 416) As defined herein, it’s obvious that Facebook is the product of the postmodern society, and the picture-based system in Facebook matters for its members. Although in the 12th. question ‘Information in Facebook makes me confident of how other people will react and behave’, the respondents couldn’t choose a side. 5% of them ‘strongly agree’ and ‘strongly disagree’, where 33% of them ‘agree’ and 27% of them ‘disagree’. In the 18th. question compared to the 12th. question, a high percentage of 50,67% Facebook users have a positive attitude about checking the profiles of other Facebook users. Here, 28.67% of the respondents have chosen ‘neither agree or disagree’. According to our survey, I can say that profiles are significant, which are the presentation arenas of Facebook users. The 27th. question will also strenghten this point of view, where we asked the indispensable characteristic of Facebook. Total results show us that, 64,7% of the respondents mark the ‘photos’. It is a great percentage, which also supports the importance of visibility. İletişim Fakültesi Dergisi 102 B. Ekinil dc) Virtual Identity vs. Real Identity The notion of reality in the Internet, in other words, reality in the virtual space, has been discussed many times by academics from diverse fields. It’s a wellknown, wide area, which includes the whole life within the borders of computers. Facebook provides us an opportunity to be ourselves. In Facebook, one can’t be an active Facebook member by concealing his/her real identity. There are some field studies, which can be an example for this argument. The results of ‘Trust and privacy concern within social networking sites’ show that, 100% of the Facebook members reveal their real name (Dwyer et all, 2007). Equally in ‘Information revelation and privacy in online social networks’, the results taken from a sample of 100 people indicates that 89 of them choose to use their real names (Acquisti & Gross, 2005). Our survey results are confirming these results where all of the respondents appear with their real names in Facebook. Manuel Castells focuses on the culture of real virtuality, where he crossexamines the situation of the reality in virtual communities. He (2000) successfully explains the situation; “They are communities, but not physical ones, and they do not follow the same patterns of communication and interaction as physical communities do”. Here, I want to give a little break, because Facebook gets off course. Somehow, Facebook provides us the same patterns of communication and interaction. In Facebook, you can send gifts or flowers to your friends, you can play cards or you can invite a friend to the ‘rakı sofrası’. It is interesting to see that Facebook does not only bring the real and the virtual life together, but it also involves cultural and local components such as the ‘rakı sofrası’. In ‘Fantasy, realism and the other in recent video games’, Schwartz (2006) points out to the effects of cultural elements in video games on the players, which are highly close to the world of Facebook in their characteristics; “… the setting is a fantasy world that strives for realism through a detailed and layered portrayal of imaginary cultures. The fantasy cultures are portrayed through clothing, food, architecture, music, dialogue and story events. This level of detail in the presentation seemed to impress the fans of the game”. In Facebook, every little detail is considered carefully and presented to the use of its members, and this structure has a power to impress the users when compared to other networking sites. This is one of the main features of Facebook, a feature that plays a very big role in creating Facebook’s magic. Bahar 2009, Sayı: 28 A New Era On The Internet: Facebook.… 103 If we go back to Castells (2000), he will continue with the reality of virtual communities this time; “…But they are not ‘unreal’, they work in a different plane of reality. They are interpersonal social networks, most of them based on weak ties, highly diversified and specialized, still able to generate reciprocity and support by the dynamics of sustained interaction”. On one hand, Facebook accommodates to the second part of this disclosure. On the other hand, it is obvious that Facebook is not one of the weak-tied networks. dd) Voyeurism Voyeurism, with its classical definition, “is the sexual interest in spying on people engaged in intimate behaviors, such as undressing, sexual activity, or urinating”. 7 The word comes from the French verb ‘voir’, which means ‘to see’, and with the suffix ‘-er’ in English, it would then be a ‘seer’ or an ‘observer’. With Laure Mulvey’s (1989) words, where she points out a considerable feature of this observation, which involves “an unknowing and unwilling victim”. This is exactly the difference of Facebook when compared with the classical voyeurism. In Facebook, we talk about a voluntary participation, in which users present themselves. In Facebook, one becomes a user, so he/she exposes all of his/her personal information to be viewed by others. We can talk about a mutual relationship, in which we witness the law of ‘supply and demand’, where both sides are self-satisfied. Newsfeeds and minifeeds are the right places to look at, where users just log in and encounter with Newsfeed in their homepages. Here, one can view all their friends’ lives in the world of Facebook. Newsfeed is like a display or something that sort; you can check out what others posted, accept others as friends, see who commented on whose wall or who joined which group and so on. In the same way, our sample of respondents claim that they like looking at other people’s profiles. In the related pie charts, you can see the results more clearly. Users log in and make changes in their profiles on daily basis. 12,67% of the respondents accept that they make changes in their profiles everday. 7 http://en.wikipedia.org/wiki/Voyeurism (31 May, 2008) İletişim Fakültesi Dergisi 104 B. Ekinil Chart 1. Pie chart of the 17th question; I like when people visit and check out my profile Chart 2. Pie chart of the 18th question; I like visiting and checking out other people’s profile It’s also important to examine the conditions that helped make this cultural feature so popular. Why Turkey has over 2 million Facebook users or why we like to spend so much time on watching other’s lives. To undestand that, we should make a little trip in history, and go back to 1980s. It was a breaking point in Turkey, where many things changed drastically in the lives of people, socially, economically and culturally. Nurdan Gürbilek (2007) in her article ‘Living in a Display Case’, points out to the sudden expansion of words, images and representation in 1980s, and sees them as a result of the oppessive atmosphere in Turkey. This argument helps explain the results of the oppressive environment experienced in Turkey during the 80s and the desire to open up, where people were faced with new markets, life styles, products and notions. Surely ‘private life’ is one of them, being highly related with our subject, where it created a new point of view, an ‘open’ one. Gürbilek (2007) focuses on those changes, where private life became more visible in public space; “Private lives have become new sources for the newspapers and magazines. They had to create these sources by surrounding private lives, creating new expectations and fantasies, provoking new pleasures and finally by interfering; only then they were sucessful to transform those private lives into an interesting piece of news. The way people use Facebook in Turkey is the product of the acquisitiveness of the 1980s, just like in the 80s they create new jargons, images and new products. Bahar 2009, Sayı: 28 A New Era On The Internet: Facebook.… 105 Gürbilek refers to two different subjects, which strenghten the cultural conditions of these days. One of them are the movies, which gave an opportunity to peek into people’s homes, the private relationships, etc. (Gürbilek, 2007: 66). The second industry is the advertisement, which was a relatively new one in those days. Here we can match Facebook life with the advertising industry. In both we can talk about introducing a subject, but most importantly there is a construction of an image and making that image real. In Gürbilek’s (2007) words, a new relationship is built, between “the display case and the spectator”. de) As a Public Space Facebook, as a huge social phenomenon, has many things to show us as a public space. Here, I want to focus on the fusion of private life and public life, where the survivals of this fusion will take us to the usage of Facebook. As I mentioned above, 1980s was a transformation from an oppressive life to an independent one. After instabilities in political life, people found themselves in a new, an independent and an individualized life. This possibility of running away from a corporate authority was the beginning of a new public space. Nurdan Gürbilek (2007) in her article ‘Deprivation’, succesfully describes the situation after September 12th. and its consequences, where she finds the process as a crash in private life; “Politics can only rise on the tensions between what is private, public and the personal. When this can’t be achieved and the politics fails, there remains a big gap. The big boom of the interest in other people’s private lives has filled that big gap in the 80s” (translated by me). Another subject, which is highly related to the patterns of life in 1980s and today, is the coming out of the family life and sexuality. Altough Gürbilek thinks that private life is nationalized and sexuality become an easy spoken phenomenon after the birth of private televisions, it seems safe to say that Turkle’s point of view on the subject proves better. She concludes that; “the notion of the real fights back. People who live parallel lives on the screen are nevertheless bound by the desires, pain and mortality of their physical selves. Virtual communities offer a dramatic new context in which to think about human identity in the age of the Internet (Turkle cited in Castells, 2000: 387). İletişim Fakültesi Dergisi 106 B. Ekinil Actually, Facebook again wedged in between the real and the virtual. Even though it opens us the doors of our everday lives with different characteristics, Facebook fails within the limits of the screen. Facebook users prefer not to break down taboos such as sexuality or the family. The results of our survey support Turkle, where the boundaries of physical selves slow down the expansion of Facebook. When asked about their uncomfortablities in sharing in Facebook, women were especially unwilling to sacrifice their traditional values and taboos. 100.00% 90.00% 80.00% 70.00% 60.00% Male 50.00% Female 40.00% 30.00% 20.00% 10.00% 0.00% My Family My Sexual Life My Ex-Girl/Boy friend My Girl/Boy friend My Features which I dislike Doesn't bother Chart 3. What kind of information would make you feel uncomfortable when shared in Facebook? IV) CONCLUSION In this research, I worked on a huge social phenomenon, I tried to study Facebook within a deeper view with all of its different characteristics. The Web 2.0 application and the Internet were accepted to be a part of public space during this research. We should bear in mind that the research history of Internet studies is a fairly young and a dynamic field. The same feature applies to Facebook, where it is the product of the evolving technologies and it provides its users with many possibilities. Facebook has been declared as ‘the product’ of today, where it fits today’s perception of time. Castells (2000) successfuly points out to the perception of time, where it is seen as a new phenomenon; “Time is compressed and ultimately denied in culture, as a primitive replica of the fast turnover in production, consumption, Bahar 2009, Sayı: 28 107 A New Era On The Internet: Facebook.… ideology, and politics on which our society is based. A speed only made possible because of new communication technologies”. Facebook is one of these new communication technologies, which is also supported by our respondents as mentioned before, where they agree that in Facebook the interaction is more speedier than face-to-face interactions. Another important result is the change we experience on our everday lives after we discovered Facebook. Many of our respondents claim that, they communicate with their friends through Facebook and they are more aware of what’s been happening in the lives of their friends or acquaintances. Castells (2000) also refers to this issue and sees online communities as an alternative to both, group and personal interaction models, as offline and online. It could be argued that Facebook enables us to bring together the offline and online characteristics of personal and group interactions; it manages to do that by giving the opportunity of feeling as an individual while being a part of a group, both in real and virtual lives; so it throws a bridge between the reality and the virtuality. 70.00% 60.00% I communicate over Facebook 50.00% I meet my friends more often 40.00% I speak more on the phone 30.00% 20.00% I'm much aware of my friends' lives I remember my friends birthdays with facebook Other 10.00% 0.00% Chart 4. How did Facebook change the way you catch up with your friends’ latest news It will also be important to mention about three notions before I close the conclusion part of this article, which would be complementary in the basis of Facebook as a social phenomenon. First one is the display feature of Facebook, which we mentioned before. 1980s was the break point of the relationships and the İletişim Fakültesi Dergisi 108 B. Ekinil interaction models in Turkey. We live in an era of display, and anything gets its value as much as it is exhibited, this is the key of its visibility. Nurdan Gürbilek (2007) affirms that we live in a display quite for a long time. I assume that, actual importance is realizing where this display exists, and today the displays are not the streets or the screen of our televisions, it is the screens of our computers through the social networking sites. The second notion is safety, with which I adduce Facebook as a safe place to live and the streets as dangerous. Some people believe that we can’t live outside of our homes in harmony anymore, therefore we should turn inside and try to create a life which carry many characteristics from the outside world. Today, in the Internet we have the opportunity to carry out many of our daily jobs such as banking operations, ordering food, paying the bills, etc. Facebook provides us with the opportunity to perform the social part of this belief, so that while sitting in our homes we can safely communicate with our friends, send them gifts, play online games –whether alone or with friends-, share our interests, etc. Gürbilek (2007) also supports this belief of being safe inside and gives the example of television news; “The best news television gives to its audience is the bad news. The main point here is that, it constantly reminds the audience how safe they are indoors while evil things are happening outside. The private life of the individual will always be safer than this outer sphere where death, danger, suicide, terror and accidents take place’’ (translated by me). The third and the last notion is the ‘ritual’ of James Carey (1992), which is discussed in his book ‘Communication as Culture’. Within a ritual view of communication, he tries to explain this notion by using some features such as ‘sharing’, ‘participation’, ‘association’, ‘fellowship’ and ‘possesion of a common faith’. We could see Facebook as a ritual phenomenon, which corresponds to the characteristics of the newspaper example of Carey (1992); “A ritual view of communication will focus on a different range of problems in examining a newspaper. It will, for example, view reading a newspaper less as sending or gaining information and more as attending a mass, a situation in which nothing new is learned but in which a particular view of the world is portrayed and confirmed”. It could be argued that, many of the users of online communities perform a ritual without being aware of it. Our sample group shows interesting results in this topic. Altough most of them don’t feel like a part of the Facebook community and are ambivalent when asked if they would be sorry if Facebook shuts down, a high Bahar 2009, Sayı: 28 109 A New Era On The Internet: Facebook.… percentage of the respondents claim that Facebook is a part of their everyday activity and it has become part of their daily routine. Chart 5. Pie chart of 6th question; Facebook is part of my everday activity Chart 6. Pie chart of 8th question; Facebook has become part of my daily routine Although there are thousands of such communities all over the world, Facebook has a different charm, which has us all addicted and has became a daily ‘must do’ activity. Altough the cultural effects of such a new form of socialization are still unclear, we are the first Facebook volunteers and it seems that we will keep being so until Facebook becomes outdated; but today we live the ‘New Era on the Internet: Facebook.com’. REFERENCES Acquisti, A. & Gross, R., (2005) “Information Revelation and Privacy in Online Social Networks (The Facebook Case)”, ACM Workshop on Privacy in the Electronic Society (WPES), P.1-11, from: http://portal.acm.org/citation.cfm?id=1102199.1102214 Andon, S.P. (2007) Evaluating Computer-Mediated Communication on the University Campus: The Impact of Facebook.com on the Development of Romantic Relationships, A thesis to the Department of Communication for the degree of Master of Arts, The Florida State University, p.1-69 Baldwin, E. et all (1999) Introducing Cultural Studies, Prentice Hall Europe, p.1-467 İletişim Fakültesi Dergisi 110 B. Ekinil Bergman, M.J.D. (2005) Access to the Internet in the Context of Community Participation and Community Satisfaction, New Media & Society, Vol. 7-1, p.89-109 Carey, J.W. (1992) Communication as Culture: Essays on Media and Society, Routledge, Newyork, p.13-35 Castells, M. (2000) The Information Age: Economy, Society and Culture, Vol.I: The Rise of the Network Society, Blackwell Publishers, Massachusetts, USA, 2nd edition, 1-594 Dwyer, C. & Hiltz, S.R. & Passerini, K. (2007) Trust and Privacy Concern within Social Networking Sites: A Comparison of Facebook and MySpace, Keystone, Colorado: Proceedings of the Thirteenth Americas Conference on Information Systems, 1-12, from: http://csis.pace.edu/~dwyer/research/DwyerAMCIS2007.pdf Forte, A. & Hewitt, A. (2006) Crossing Boundaries: Identity Management and Student/Faculty Relationships on the Facebook, Atlanta: GVU Center, Georgia Institute of Technology, 1-2, from: http://www.cc.gt.atl.ga.us/grads/f/Andrea.Forte/HewittForteCSCWPoster200 6.pdf Gürbilek, N. (2007) Vitrinde Yaşamak; 1980’lerin kültürel iklimi, Metis Publications, 4th edition, 1-123 Hodkinson, P. (2007) Interactive Online Journals and Individualization, New Media & Society, Vol. 9-4: 625-650 Miller, Dr.P. (2005) Web 2.0: Building the New Library, Ariadne, Issue 45, from: http://www.ariadne.ac.uk/issue45/miller/ Miller, Dr.P. (2006) Coming Together around Library 2.0, D-Lib Magazine, Vol. 12-4, from: http//www.dlib.org/dlib/april06/miller/04miller.html Moulton, J. & Timmer, J. (2006) Facebook Me! A Tutorial on Online Social Networking, 1-41, from: http://www.indwes.edu/acsd/handouts/Facebook%20me!%20with%20templat e.pdf Mulvey, L. (1989) Visual and Other Pleasures, Macmillan, London, 14-26 Bahar 2009, Sayı: 28 111 A New Era On The Internet: Facebook.… Odabaşıoğlu, G. & Öztürk, Ö. & Genç, Y. et all (2007) The Clinical Profile of Internet Addiction Via A Serie of 10 Patients, Bağımlılık Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 1, p.1-4 Öztürk, Ö. & Odabaşıoğlu, G. & Eraslan, D. et all (2007) Internet Addiction: Clinical Aspects and Treatment Strategies, Bağımlılık Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 1, p.36-41 Schwartz, L. (2006) Fantasy, Realism, and the Other in Recent Video Games, Space and Culture, Vol.9, No.3, Sage Publications, p.313-325 Selwyn, N. (2007) Web 2.0 Applications as Alternative Environments for Informal Learning - A Critical Review, UK: University of London, Institute of Education, 1-10, from: http://www.oecd.org/dataoecd/32/3/39458556.pdf Okur, B. (2007) Facebook Fenomeni http://www.adsl.com.tr/Default.aspx?haber=145 (Access: 28 May 2008) (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7784922&indx=hur) Alkan, M. (2005)Web 2.0 Nedir? {http://www.csharpnedir.com/makalegoster.asp?Mid=570} (Access: 15 December 2007) {http://www.facebookhaber.com} (Access: 17 December 2007) İletişim Fakültesi Dergisi 112 B. Ekinil APPENDIX A Gender Groups Age Groups Bahar 2009, Sayı: 28 A New Era On The Internet: Facebook.… 113 Membership Durations Numbers of Friends in Facebook İletişim Fakültesi Dergisi 114 B. Ekinil The Time Spent on Facebook Bahar 2009, Sayı: 28 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- TÜRKİYE’DE YEREL BASININ YAPISAL ÖZELLİKLERİ VE ÜRETİM KOŞULLARI8 Cem YAŞIN* ÖZET “Türkiye’de Yerel Basının Örgüt Yapısı ve Üretim Koşulları Araştırması”yla, bütün olarak yerel basının yapısı incelenmiş; geçmiş araştırmaların kısmi görüntüsüne karşın, Türkiye’de yerel basının panoramik fotoğrafını çekmek amaçlanmıştır. Bu nedenle araştırma nüfusa uygulanmıştır. Araştırma tasarımında bu karar yerel basında haber üretim koşullarındaki heterojen yapıya dayanmaktadır. Anket Türkiye’de yerel basının kamu ilanlarına bağımlılığına karşın varlığını sürdürebilme olasılığını sınamıştır. Bu araştırmada gelir, gider, teknik altyapı, dağıtım gibi unsurlar, yapısal ve bölgesel farklılıklara göre karşılaştırılmıştır. Araştırmanın bulguları bundan sonraki araştırmalar için temel oluşturacaktır. Anahtar kelimeler: yerel basın, yerel haber, yerel medya ABSTRACT The aim of this paper, “The research for the organisation structure and production conditions of local newspapers in Turkey” is to scrutinize the local newspapers in the country as a whole in order to take their panoramic picture, in contrary to the particular views of the past studies. Therefore, the research has not been applied on sample but on the population. This decision in the research design depends on the heterogeneous structure of the news production conditions in local newspapers. The questionnaire used in this study attempts to assess the probability of local newspapers survival thanks to their internal conditions as opposed to their state procurement dependencies. In doing so, the variables like income, expenditures, technical infrastructure, distribution have been analyzed with particular attention to geographical and structural comparisons. The findings hopefully will be based for the next studies. Key words: local newspapaer, local news, local media 8 23/2006-01 kodlu, 22/10/2008 tarihinde Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonunca kesin raporu uygun görülen, “Türkiye’de Yerel Basının Örgüt Yapısı ve Üretim Koşulları Araştırması” başlıklı Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projesi temel alınarak hazırlanmıştır. * Doç. Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. İletişim 2003/18 116 C. Yaşın Giriş Yerel basın kavramı yaygın olmayan, coğrafi olarak tüm ülkeye dağıtılmayan, ulusal okuyucu kitlesine ulaşmayan mekansal veya coğrafi kavramlara gönderme yaptığı gibi, “taşra gazeteleri” gibi mekansal tanımdan bir yaşam biçiminin temsili gibi kültürel aidiyet ekseninde merkez çevre bağlamında da tanımlanmaktadır. Yerel basın “vilayet basını” olarak da tanımlanmıştır. Kavram kendi içinde merkeze ait olmamayı ve coğrafi sınırlılığı içerir. Bunun yanında yaygın olanda yer almayan bir içeriği bölgesel gündemi de temsil eder. Bu yönüyle yaygın basın içinde kendine yer bulamayan haber ve konuları okur kitlesine yerel basın taşımaktadır. Yerel yönetimler ve yerinden yönetim birimlerinin denetlenmesi, bölgesel sorunların ve yerel taleplerin kamuoyunda tartışılmasını sağlaması açısından yerel gazetelerin bilgilendirme ve yerel alternatif gündemler oluşturma işlevleri önemsenmektedir. Gazete içeriklerinin yaygın basında haber ajansları ve ulusal önem sırasına göre belirlenmesi yerel talep ve sorunların kendilerine gazete içeriklerinde yer bulamamalarına neden olmaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi yerel veya bölgesel sorun, talep ve gündemlerin okuyucu kitlesine taşınması yerel basın kuruluşları kanalıyla gerçekleşebilir. Bu yönüyle yaygın veya ulusal basının bir alternatifi değil tamamlayıcısıdır. Yaygın basın kuruluşlarının bölge sayfaları bu ihtiyaçtan doğmuştur. Yerel ve ulusal haberi birbirinden ayıran temel ölçütlerden biri de haber konusu ile ilgili kitledir. Ulusal gündem oluşturan konular pek çok yurttaşı ilgilendirebilirken, Bölgesel yatırım sadece bölge halkını ve yatırımın etkileriyle ilgilenen grupları ilgilendirebilir. Yatırımın çevreye etkisi, çevreci grupları etkilemesi gibi. Bu yönüyle yerel basının yerel sorunları ulusal ilgi gruplarına konuyu taşıma işlevi de vardır. Yerel basın kuruluşlarının yerel sorunları gündeme taşırken bölgesel yatırımı yapan siyasi yapı, sermaye grubu ve diğer çıkar grupları ile menfaat ilişkisinin olmaması gerekmektedir. Çıkar ilişkisi olmasa bile gelecek baskılara dayanabilecek örgütlenme ve mali yapısının olması gerekmektedir. Eğer bir yerel basın kuruluşunun haber yaptığı bölge ileri geleni gazetenin matbaa ilişkisini bozabiliyorsa, dağıtımını engelleyebiliyorsa, bir belediye başkanı aleyhinde haber yaptığı için ticari reklamları engelliyorsa yerel basın kuruluşunun denetim ve halkın bilgilendirilmesi işlevlerini yerine getirmesi imkansızdır. Bu açıdan gazetelerin Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 117 üretim süreci ile ilgili yapısal özellikleri, mali yapılarının gazetenin özerkliğini sağlayacak kadar güçlü olup olmadığı araştırılması gerekmektedir. Yerel basının genelde ortak sorunları olduğu gibi bölgesel olarak değişen sorunları da mevcuttur. Bunun yanında yerel basın kuruluşlarının heterojen yapısı, aynı şehirde iki gazetenin bile farklı yapılara sahip olması ve bu yapılardan kaynaklanana farklı sorunları olmasına neden olabilmektedir. Yerel basın araştırılırken farklılıkları da araştırılmalıdır. Yerel basının araştırılması gereken diğer bir özelliği ise kurumsallaşma düzeyinin düşüklüğü nedeniyle zaman içinde değişimler ve istikrarlı olama durumu nedeniyle sürekli yeniden yapılanmadır. Türkiye’de Cumhuriyetle yaşıt yerel basın kuruluşları olmasına rağmen, bir çok yerel basın kuruluşları kısa süreli yayın hayatları sonucunda kapanmakta, el değiştirmekte veya başka bir yayına dönüşebilmektedir. Bu istikrarsız yapıya bir de başka meslek gruplarından seçim dönemi gibi dönemlerde reklam pastasından pay alabilmek için gazete çıkarma girişimi eklenebilir. Seçim dönemleriyle yerel gazetelerin sayıları propaganda ve siyasi reklam pastasından pay almak isteyen girişimciler nedeniyle artmaktadır. Yukarda anlattığımız yapısal farklılıklar yerel basın kuruluşlarının, aynı anda farklı üretim süreçlerini farklı yapılarla yaşadığını göstermektedir. Farklı üretim süreçlerini farklı yapılarla yaşayan yerel basın kuruluşlarının yapısal farklılıkların bir araştırmayla tespit edilmesi gerekmektedir. Böyle bir araştırma ile ilgili alandaki bilgi birikimine bakılmıştır. Türkiye’de yerel basın araştırmalarına bakıldığında yöntem, kapsam, incelenen zaman kesiti ve veri kaynakları gibi unsurlara göre farklılaşmalar gözlenmektedir. Yapılan bu araştırmalardan bir kısmı yüksek lisans ve doktora tezlerinden oluşmaktadır. Yerel basın ile ilgili yapılmış yüksek lisans tezleri Tablo 1’de, doktora tezleri ise Tablo 2’de gözlenmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 118 C. Yaşın Tablo 1 - Yüksek Lisans Tezleri Şansal, Şadan (1987). Dünya Ekonomik Buhranının İzmir'deki Etkilerinin 1929-1930 Yerel Basınından İncelenmesi. Ankara Üniversitesi Tümlü, Zeki (1987). Eskişehir Yerel Basınındaki Reklamcılığın Biçim Ve İçerik Yönünden Değerlendirilmesi. Anadolu Üniversitesi İçin, Selda (1992). Ege'de Yerel Yazılı Basın Ve Bölge Gazeteciliği. Ege Üniversitesi Orhan, Evrim (1992). Yerel Seçimlerde Seçmenlerin Siyasal Tercihlerinde Basının Rolü. Ege Üniversitesi Gül, Halis (1994). 1994 Yerel Seçimlerin Basına Yansıması. İstanbul Üniversitesi Kaynarca, Yavuz (1994). Trakya Yerel Basını ve Sorunları. İstanbul Üniversitesi Taban, Ali Rıza (1995). Kamuoyu Oluşturmada Kitle İletişim Aracı Olarak Yazılı Basının Rolü Ve Konya Yerel Basını Üzerine Örnekler. Selçuk Üniversitesi Girgin, Atilla (1997). Cumhuriyet Döneminde Türkiye'deki Yerel Basının Gelişmesi. Marmara Üniversitesi Yıldız, Filiz (1998). İzmir Örneğinde Yerel Basında İşgücü Kalitesi (Quality Of Manpower At Local Press Around İzmir). Ege Üniversitesi Bıldırki, Hilal (1998). Söke'de Yerel Basın Ve Yayın Hayatı. Uludağ Üniversitesi Arslan, Berna Elçin (1999). Yerel Basın Örgütlerinde Örgütsel İletişimin Rolü ve Önemi. Anadolu Üniversitesi Arık, Ersen (2002). Yerel Yönetimler ve Yazılı Basın Etkileşimleri Mersin Örneği. Mersin Üniversitesi Gürcan, Halil İbrahim (2004). Yerel Basında Haber Fotoğraflarının Önemi Üzerine Van Örneğinde Bir İnceleme. Selçuk Üniversitesi Özay, Seçil (2005). Türkiye'de Yerel Basının Gelişmesi Ve Demokrasiye Etkisi. Marmara Üniversitesi Arıkan, Mustafa (2005). Türk Sözü Gazetesinin Yerel Basın İçinde Yeri ve İşlevi. Selçuk Üniversitesi Güleç, Serhat (2005). Türkiye’de Yerel Yazılı Basın ve Mersin Örneği. Selçuk Üniversitesi Tokan, Feryade (2005). İstanbul’da Azınlık Gazetelerinin Yerel Gazeteciliğin Gelişimine Etkileri. Marmara Üniversitesi Bekiroğlu, Onur (2006). Yerel Kamuoyunun Oluşumunda Yerel Basının Rolü – Trabzon Örneğinde Bir Araştırma. Selçuk Üniversitesi Akçakoca, Oğuz (2006). Konya Yerel Basının Yapısal ve İçerik Analizi ile Bir Yerel Basın Model Önerisi. Selçuk Üniversitesi Erdoğan, İlker (2005) Ulusal ve Yerel Gazetelerin Heber Gündemlerinin Karşılaştırması: Hürriyet ve Yeni Asır Gazeteleri Örneğinde Seferhisar Deperemi Haberlerinin Analizi. Ege Üniversitesi Kaya, Ferhat (2004). Yerel Gazetelerin Okuyucularının Siyasi Tercihlerine Etkisi. Süleyman Demirel Üniversitesi Çağlar, Bayram (2007). Kocaeli’de Yerel Gazetelerin Tarihsel ve Teknolojik Gelişimi. Kocaeli Üniversitesi Tablo 2 – Doktora Tezleri İmre, Nurettin (1988). Anadolu Basınının (Orta Karadeniz Bölgesi Yerel Basının) Sorunları ve Çözümleri. İstanbul Üniversitesi Bodur, Feyyaz (1996). Yerel Basında Yönetim ve Örgüt Yapısı (Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar ve Bir Model Önerisi). Anadolu Üniversitesi Keseli, İbrahim Bodur (1996). Fransa`da Bölgesel-Yerel Basın. Marmara Üniversitesi Vural, Ali Murat (1997). Bir İletişim Kurumu Olarak Yerel Basının Kamuoyu Oluşumu Sürecindeki İşlevi ve Yerel Basın-Kamuoyu İlişkileri (Eskişehir Basını Örneğinde Bir Uygulama). Anadolu Üniversitesi Kanburoğlu, Özer (2002). Küresel, Ulusal ve Yerel Haber Fotoğraflarının Basında Kullanım Farklılıkları. İstanbul Üniversitesi Yılmaz, Süleyman Hakan (2004). Yerel Basın Siyaset İlişkisi Örnek: Akdeniz Atılım Gazetesi. İstanbul Üniversitesi Bozkurt, Hale (2006). 2002 Genel Seçimlerinde Edirne Yerel Gazetelerinin Siyasal İletişimdeki Rolü. Marmara Üniversitesi Gürcüoğlu, Fuat (2007). Demokratikleşme Sürecine Katkı Sağlayan Bir Araç Olarak Yerel Basının, Yerel Yönetim Meclisleri Bağlamında Kamuoyunu Bilgilendirme Düzeyi. Anadolu Üniversitesi Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 119 Yerel basın üzerine yapılan tezler değerlendirildiğine, bu tezlerin çoğunluğunun coğrafi olarak sınırlı bir alanı incelediği bazılarının tek bir il bazında, bazılarının bölge bazında incelemeler yaptığı gözlenmiştir. Türkiye’de yerel basın kuruluşlarının heterojen bir yapı sergiledikleri göz önünde bulundurulduğunda bu araştırmaların bulgularından Türkiye’de yerel basın profili çıkarmanın güçlüğü görülmüştür. Bölge bazındaki tezlere, Kaynarca (1994), İçin (1992), İmre (1988) örnek verilebilir. İl bazında çalışmalar ise yapılan tezlerin büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Bu tezlere ise Şansal (1987), Tümlü (1987), Taban (1995), Feyyaz (1996), Girgin (1997), Yıldız (1998), Bıldırki (1998), Arslan (1999), Arık (2002), Güleç (2005), Bekiroğlu (2006), Akçakoca (2006), Çağlar (2007) örnek verilebilir. Türkiye’de yerel basının genel profilini çıkarmaya yönelik çabalar arasında 26-27 Mayıs 1986 tarihinde Ankara Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen “Türk Basınının Sorunları Sempozyumu” örnek olarak verilebilir. Bu alanda Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün çalışmaları da bu tür çalışmalara veri tabanı oluşturma girişimleridir. Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından 1977 yılında gerçekleştirilen Anadolu Basını Semineri; İstanbul, Ankara ve İzmir dışında çalışan gazetecilere mesleğin yeni gelişmeleri hakkında bilgi vermek ve akademisyenler ile çalışanları bir araya getirmeyi hedeflemektedir. Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından 1979 yılında yayınlanan Türkiye'de Yerel Basın isimli kitap Türkiye'de yayınlanan süreli yayınların bir listesini çıkarmayı hedeflemektedir. Dönemin Genel Müdürü Orhan Koloğlu kitabın amacını "Bugün Ankara, İstanbul ve İzmir'de yayınlanıp her gün okuduğumuz gazeteler dışında çoğu günlük olmak üzere Türkiye'de binden fazla gazete yayınlanmaktadır. Bu gazetelerin 650 kadarı her gün düzenli olarak Genel Müdürlüğümüze gönderilmekte ve değerlendirilmektedir. Bu kitabı çıkarmaktaki amacımız, çoğu kişinin varlığından habersiz olduğu yerel gazeteler hakkında kısa bilgiler vermektir" şeklinde tanımlıyordu. Kitabın içerisinde illere göre tasnif edilmiş şekilde 609 adet yerel gazetenin adı, kuruluş yılı, sahibi, yayın periyodu, sayfa sayısı, basıldığı yer, irtibat bilgileri ve logolarına yer verilmiştir. Basın Yayın Genel Müdürlüğü ilki 1979 yılında yayınladığı "Yıllık"ların yayınlanmasına 1993 yılında dek devam etmiş; 1979, 1981, 1985, 1989, 1990, 1992 ve 1993 yıllarında olmak üzere toplam yedi yıllık yayınlanmıştır. Oya Tokgöz, yerel gazetecilik ile en çok ilgilenen iletişim bilimciler arasında yer almaktadır. Bu konuda yayınladığı 5 makale ile yerel basma ait çeşitli kaynaklardan derlenen verileri sergilerken, bir yandan da akademik İletişim Fakültesi Dergisi 120 C. Yaşın düzeyde iletişim ortamında yaşanan dönüşümü, yerel basın düzeyinden değerlendirmektedir. 1981 yılında A Ü SBF BYYO Yıllık 1979-1980''de yayınlanan "Türkiye'de Yerel Gazetecilik Olgusu: Rolü ve Önemi"; 1982 yılında SBF BYYO Yıllık 1986’da yayınlanan "Türkiye'de Yazılı Basının Yerel Olarak Gösterdiği Özellikler"; 1988 yılında AÜ BYYO Yıllık İPSS'de yayınlanan "Türkiye'de Yerel Basının Konumu: Rolü ve Önemi"; 2001 yılında İletişim 2001/9'da. yayınlanan "Türkiye'de Yerel Medyanın Yapısı ve Örgütlenişi" ile 2004 yılında Boğaziçi Journal 18(l-2)'de yayınlanan "Local Media in Turkey: Structure and Organization" isimli makalelerini genel olarak değerlendirdiğimizde, Tokgöz, yerel medya hakkında istatistik olarak tutulan bilgilerin bulunmadığının, bilgilerin daha çok tahmine dayandığının ve konu ile ilgili akademik çalışmaların kısıtlı olduğunun altını çizmektedir. Son iki makalesinde RTÜK verilerine dayanarak yerel düzeyde yayın yapan özel televizyon ve radyo istasyonlarından da söz eden Tokgöz; çalışmalarının tümünde temel kaynak olarak BYEGM tarafından hazırlanan Anadolu Basın Yıllıkları'nı kullanmıştır. Tokgöz ayrıca, varolan koşullarda yerel medyanın, ulusal medyaya hem içerik hem de örgütleniş açısında benzemekte olduğu bu nedenle de alternatif bir yapı oluşturamadığını belirtmektedir. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınlarından çıkan Suat Sezgin’in (2007) derlediği “Türkiye’de Yerel Basın” başlıklı çalışmada Türkiye’de yerel basının tarihi, sorunları, yerel basın uygulamaları ve dünyadan yerel basın örneklerine yer verilmiştir. Yapılan çalışmalar alana önemli katkılar sağlamakla birlikte alanın genel bir fotoğrafını vermemektedir. Muhtelif çalışmalardan sağlanan bilgiler hem yerel basının yapısının heterojen olması hem de zaman içinde değişimler nedeniyle bu günkü genel görünümü bize vermekten uzaktır. Bu araştırma bütünün fotoğrafını çekecek betimleyici bir araştırma olarak tasarlanmıştır. Araştırmada yerel basının yapısal özellikleri ve yapı içindeki farklılıklar, mali yapısı, haber üretim süreci, dışardan gelen baskılar gibi çevre ile olan ilişkileri betimlenmeye çalışılmıştır. A- YÖNTEM 1. Kapsam Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 121 Araştırma yerel basın kuruluşlarının profilini çıkarmak amaçlı betimleyici bir araştırma olarak tasarlanmıştır. Betimleyici bir araştırma tasarımı olmasında daha önceki bilgi birikiminin yerel basının değişkenliği yüzünden tekrar gözden geçirilmesi gerektiği. Daha önce yapılmış ampirik araştırmaların büyük bir kısmının sınırlı sayıda gazeteye uygulanmış olması ve bu araştırmalardan elde edilen veri ile yerel basının genel durumu hakkında genellemelere varılamamış olması gibi sebepler yatmaktadır. Araştırmada yerel basın kuruluşlarının örgütlenme yapısını ortaya çıkarmak için kuruluş tarihi ve faaliyet süresi, sahiplik yapısı, büyük ortağın veya patronun başka işi olup olmadığı, çıkma periyodu veya düzenli çıkıp çıkamadığı, matbaa ile kurmuş olduğu ilişki biçimi, dağıtımı nasıl yaptığı, gazetenin merkezi veya bürosunun nasıl kullandığı, yeni enformasyon teknolojilerinden nasıl faydalandığı; haber ve gazete içeriklerinin üretimi için gazetenin personel sayısı, basın kartlı personel sayısı, köşe yazarı sayısı, kadrolu köşe yazarı sayısı, haber ajansı aboneliği olup olmadığı, varsa hangi haber ajanslarına abone olduğu, sayfa düzenini nasıl yaptığı; mali yapısını ortaya çıkarmak için gazetenin fiyatı, gazetenin gelirleri ve giderleri, banka kredisi kullanıp kullanmadığı, kullanıyorsa hangi amaçlar için kullandığı, resmi ilan alıp almadığı; sorunların tespiti için gazetelere müdahale olup olmadığı, eğer müdahale oluyorsa kimler tarafından yapıldığı ve gazetelerin en önemli sorunlarının ne olduğu araştırılmıştır. 2. Araştırmanın Nüfusu Araştırma nüfusunu, yerel basın kuruluşları oluşturmaktadır. Araştırma örnekleme değil nüfusun bütününe uygulanmıştır. Bunun iki sebebi vardır. İlki araştırma yerel basın kuruluşlarının profilini çıkarmayı amaçlayan bir araştırma olması; ikincisi ise yerel basın kuruluşlarının heterojen yapısıdır. Bu nedenle alınacak örneklemin nüfusu temsilinde sorun yaşanma olasılığı bulunması nedeniyle araştırma tüm nüfusa uygulanmıştır. Araştırmada yerel basın kuruluşlarının yapısal özelliklerini incelemek için anket uygulamasını nüfusun tümüne uygulanmasına karar verilmiştir. Bu nedenle yerel basın kuruluşlarının nüfusu temsil eden bir liste (örneklem çerçevesi oluşturulmuştur. Bu listenin oluşturulması için en önemli kaynaklardan biri T.C.Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’dür. Son birkaç yıla kadar BYEGM’nin çıkardığı yıllıklarda Anadolu Basınını temsil eden İletişim Fakültesi Dergisi 122 C. Yaşın kuruluşların listeleri yer alırken, son yıllarda yeni yıllık çıkmamıştır. Bunun yerine BYEGM’nin Web sayfasında illere göre basın kuruluşlarının listesi bulunmaktadır. Türkiye’de yerel basın kuruluşlarının devamlılığı ve zaman içinde sürekliliğinin sorunlu olması nedeni ile BYEGM listesinin sürekli yenilenmesi gerekmektedir. Gazete çıkarmanın mevzuat olarak kolay, sürdürmenin ekonomik olarak zor olduğu koşullarda bu listenin değişkenliği çok yüksektir. Hatta araştırmanın yapıldığı kısa zaman kesitinde bile bazı gazetelerin kapanabileceği, yeni gazetelerin kurulabileceği göz önünde bulundurulmuştur. Bu kabuller illerdeki listeleri başka kaynaklardan da teyit etmeyi gerekli kılmıştır. Listenin hazırlanmasında BYEGM’nin yıllıklarından ve Web sayfasından hazırlanan listede basın kuruluşu görülmeyen iller için başka kaynaklardan aramalar yapılmıştır. Türkiye Gazeteciler Federasyonu ile irtibata geçilerek listede eksik iller Federasyonun delegeleri kanalı ile tamamlanmıştır. Eksiklikleri tamlamak için tek kaynak olarak Türkiye Gazeteciler Federasyonu ile sınırlı kalınmamış ve İnternet üzerinden kaynaklarda aranmıştır. Bunun dışında listede sorunlu iller ile doğrudan bağlantılar bulunmaya çalışılmıştır. Buna rağmen oluşturulan listeye anket uygulaması sırasında bir çok basın kuruluşunun yayın hayatına son vermiş olabileceği araştırma tasarımında kabul edilen bir unsur olmakla birlikte bu oranın ne olacağı araştırma sonucunda elde edileceği kabul edilmiştir. Gazetelerin sürekliliği olmaması alanla ilgili diğer araştırmalardan da gözlenmektedir. “Bu araştırmalar, Anadolu Basını ve meslek kuruluşları ile yapılan ön görüşmelerde, yerel basın kuruluşlarının listesini oluşturan listede sürekliliğin olmaması nedeni ile “örneklem dışı yanlılık” olarak adlandırabileceğimiz, listede yer aldığı halde basın kuruluşunun mevcut olmama durumunu oluşturan sebepleri şu şekilde sıralamak mümkündür. • Basın kuruluşlarının zayıf mali yapıları, • Seçim gibi dönemsel gereksinimler için geçici gazete oluşumları, • Yerel basın kuruluşlarının yerel siyasetle (belediye gibi) finanssal ilişkileri nedeni ile siyasal değişmelerden etkilenmesi, • Yerel basın kuruluşlarının bir çoğunun kamu ihale ilanları ile varlığını sürdürmesi ve ilan alamadığı dönemlerde batması; • Matbaa sahipliği olmayan karşılaştıkları sorunlar, • Gazete içeriği ile ilgili sorunlar, Bahar 2009, Sayı: 28 gazete sahiplerinin basım sürecinde 123 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları • Dağıtım problemleri, • Profesyonel kadroda sınırlılık ve eleman açığı olarak sıralanabilir. Bu unsurlar önceden tahmin edilmekle birlikte elde edilen tüm gazete iletişim bilgileri listeye eklenmiştir. Bu listedeki basın kuruluşlarına anketin uygulanması sonucunda elde edilen örneklem dışı yanlılık Grafik 1’de gösterilmektedir. Örneklem Dışı Yanlılık 54,22% Anket Uygulanan 40,23% Görüşmeyi Reddeden 5,55% Grafik 1 – Yerel Basın Listesinde Örneklem Dışı Yanlılık, Uygulanan ve Kabul Edilmeyen Anket Dağılımı İletişim Fakültesi Dergisi 124 C. Yaşın Harita 1 – Ulaşılamayan Gazetelerin Nüfus İçinde Oranı Hazırlanan listede 2001 yerel basın kuruluşu yer almakla birlikte, bu listenin % 54,22’sine denk gelen 1085 gazeteye ulaşılamamıştır. Ulaşılamayan gazetelerin bir kısmının kapandığı bilgisi doğrulanmıştır. Kapanma haberi doğrulanmayan gazetelerden bir kısmında adresi, telefon numarası gibi iletişim bilgilerinden elde edilememiştir. Diğer bir grup ise aranan numarada diğer bir şirketin yer aldığı gazetelerden oluşmaktadır. Gazetelere ulaşamama sebeplerinin dağılım Grafik 2’de gösterilmiştir. HAT İPTAL 24,67% Telefon Değişmiş 46,57% Şirket Boş 19,24% Kapanmış 9,52% Grafik 2 – Gazetelere Ulaşamama Sebepleri Araştırmada şirketin kapanmış veya yerinde bulunmama durumunu ekonomik olarak gazetenin yayın hayatına devam edememesi olarak değerlendirmek mümkündür. Telefon hattının iptali ve telefonun başka bir şirkete devrini ise, sürekliliği olmayan değişken piyasa koşullarına göre biçimlenene zayıf ekonomik yapılı firmaların faaliyeti olarak değerlendirilebilir. Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 125 3. Veri Toplama Veri toplamak için anket formu düzenlenmiş ve anketin telefon görüşmeleri ile yapılmasına karar verilmiştir. 4. Araştırmanın Uygulanması Anket uygulaması için Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Birimince hizmet alımı ile gerçekleşmesine karar verilmiştir. Anket uygulama takvimi Tablo 1’de verilidir. Tablo 3 – Anket Uygulama Takvimi Tarih 2008-01-08 2008-01-09 2008-01-10 2008-01-11 2008-01-14 2008-01-15 2008-01-16 2008-01-17 2008-01-18 2008-01-19 2008-01-21 2008-01-22 2008-01-23 2008-01-25 2008-01-30 2008-02-13 2008-02-14 2008-02-15 Toplam Anket Sayısı 165 143 271 19 44 28 30 20 18 7 15 1 16 8 3 2 5 10 805 % 20,50 17,76 33,66 2,36 5,47 3,48 3,73 2,48 2,24 0,87 1,86 0,12 1,99 0,99 0,37 0,25 0,62 1,24 100,00 Anketin % 70’i üç gün içinde tamamlanmasına rağmen telefon adresleri yanlış olan gazeteler tekrar değerlendirilmiştir. Örneklem dışı yanlılığın çok yüksek olmasına rağmen, anketi cevaplamayı reddedenlerin sayısı görece olarak daha düşüktür. Anket sorularını cevaplamayı kabul eden ve etmeyen gazetelerin dağılımı Grafik 3’de verilmiştir. İletişim Fakültesi Dergisi 126 C. Yaşın Görüşmeyi Reddeden 12,12% Anket Uygulanan 87,88% Grafik 3 – Anket Sorularına Cevap Verme Oranı Anket Sorularına verilen yanıtlama oranının illere göre dağılımı Harita 2’de görülmektedir. Harita 2 – İl Bazında Cevaplama Oranı Anketi yanıtlayan gazetelerin bölgelere dağılımı ise Grafik 4’de verilmiştir. Bahar 2009, Sayı: 28 127 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları Doğu 8,20% Güneydoğu 8,20% Marmara 14,29% Ege 17,39% Karadeniz 20,12% İç Anadolu 13,42% Akdeniz 18,39% Grafik 4 – Ankete Cevap Verenlerin Bölgelere Dağılımı 5. Araştırma Verilerinin Değerlendirilmesi Anket sorularına verilen yanıtlar Türkiye genelindeki değerleri pasta grafikle değerlendirilmesine, eğer değişkenler arası ilişki tespit edildi ise tablolarla sunumuna; il bazında değerlendirmeler tematik haritalarla sunumuna; bölge bazındaki değerlendirmelerin tablo ile sunumuna karar verilmiştir. B- BULGULAR Şirket sahipliği sorusu gazetelerin kurumsallaşma düzeyini ortaya çıkarması bakımından önemlidir. Anonim şirketler çok ortaklı sermaye şirketi görünümü nedeni ile kurumsallaşma düzeyini göstermektedir. Limitet şirketleri de bu gruba ekleyebiliriz. Komandit şirketler ise sadece Adana’da bir adet bulunmaktadır. Bunun dışındaki gazeteler adi ortaklık veya tek kişinin sahipliğini yaptığı yapılardır. Gazete sahipliğinin yüzde dağılımı Grafik 5’de görülmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 128 C. Yaşın Diğer 1,76% Adi Ortaklık 3,65% Limited Şirket 26,92% Sahibi Bir kişi 57,11% Anonim Şirket 10,44% Komandit Şirket 0,13% Grafik 5 -Gazetenin sahiplik yapısı aşağıdakilerden hangisidir?”Sorusuna Verilen Yanıtların Dağılımı Gazetelerin sahipli yapısının bölgelere göre dağılımı ise Tablo 4’de verilmiştir. Tablo 4 – Gazetelerin Sahiplik Yapısı Coğrafi Bölgesi * Gazetenin sahiplik yapısı aşağıdakilerden hangisidir? Crosstabulation Coğrafi Bölgesi Marmara Ege Akdeniz İç Anadolu Karadeniz Doğu Güneydoğu Total Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Sahibi Bir kişi 40 34,8% 92 65,7% 93 62,8% 54 50,0% 99 61,1% 43 65,2% 38 57,6% 459 57,0% Gazetenin sahiplik yapısı aşağıdakilerden hangisidir? Komandit Limited Şirket Adi Ortaklık Şirket 48 2 41,7% 1,7% 32 7 22,9% 5,0% 37 1 5 25,0% ,7% 3,4% 29 1 26,9% ,9% 38 7 23,5% 4,3% 14 3 21,2% 4,5% 20 4 30,3% 6,1% 218 1 29 27,1% ,1% 3,6% Anonim şirket 22 19,1% 8 5,7% 10 6,8% 22 20,4% 13 8,0% 5 7,6% 4 6,1% 84 10,4% Diğer 3 2,6% 1 ,7% 2 1,4% 2 1,9% 5 3,1% 1 1,5% 14 1,7% Total 115 100,0% 140 100,0% 148 100,0% 108 100,0% 162 100,0% 66 100,0% 66 100,0% 805 100,0% Marmara bölgesinde anonim ve limitet şirketlerin genel sahiplik yapısı içinde yüzdesi Bahar 2009, Sayı: 28 129 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları Gazetelerin en büyük ortağının başka işi olup olmaması ile ilgili sorulara verilen yanıtların dağılımı Grafik 6’da değerlendirilmiştir. Evet 38,26% Hayır 61,74% Grafik 6 – “Gazetenin Sahibi veya En Büyük Ortağının Başka Bir İşi Var mı?” Sorusuna Verilen Yanıtların Dağılımı Gazetelerin büyük ortaklarının veya patronlarının 308 tanesi başka bir işe de sahip olmasına rağmen, başka işinin olmadığını söyleyenlerden büyük bir kısmı da matbaacılık veya yayıncılık işinde çalışmaktadır. Gazetenin matbaa ile kurduğu ilişki ile ilgili soruda gazetenin kendi matbaası veya büyük ortağının matbaası cevabını verenler bu gruba alınabilir. Gazetenin kendi matbaası 42,73% Kendi İşi Var 38,26% Matbası yok 17,14% Patronun matbaası 1,86% Grafik 7 – Başka İşi Olmayanların Matbaa Sahipliğine Göre Dağıtılmış Hali İletişim Fakültesi Dergisi 130 C. Yaşın Gazete matbaa ilişkisinin bölgelere göre dağılımı ise Tablo 5’de verilmiştir. Tablo 5 – Bölge Bazında Gazetelerin Matbaa İlişkisi Coğrafi Bölgesi * Gazetenin basımı için matbaa ile ilişkiniz aşağıdakilerden hangisidir? Crosstabulation Coğrafi Bölgesi Marmara Ege Akdeniz İç Anadolu Karadeniz Doğu Güneydoğu Total Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Gazetenin basımı için matbaa ile ilişkiniz aşağıdakilerden hangisidir? Gazetenin Ortağın (veya Hizmet alımı Takas yoluyla kendi patronun)ma yapıyoruz basıyor matbaası tbaası Diğer 78 1 35 1 67,8% ,9% 30,4% ,9% 97 41 1 1 69,3% 29,3% ,7% ,7% 94 5 48 1 63,5% 3,4% 32,4% ,7% 81 1 23 1 2 75,0% ,9% 21,3% ,9% 1,9% 95 7 56 2 2 58,6% 4,3% 34,6% 1,2% 1,2% 48 2 16 72,7% 3,0% 24,2% 49 1 16 74,2% 1,5% 24,2% 542 17 235 4 7 67,3% 2,1% 29,2% ,5% ,9% Total 115 100,0% 140 100,0% 148 100,0% 108 100,0% 162 100,0% 66 100,0% 66 100,0% 805 100,0% Yerel basın kuruluşlarının en önemli sorunlarından biri sürekliliği sağlayamamaktır. Bu kurumsal açıdan ticari işletmeyi ayakta tutamamama ve kapanmaya giden bir sürece yol açabilmektedir. Finansal yapının zayıflığı bir çok gazete için kapanma olmasa bile yayın periyodunun aksaması ve değişmesi ile sonuçlanan etkilere sahiptir. Gazetelerin çıkma periyotlarının dağılımı Grafik 8’de verilmiştir. Bahar 2009, Sayı: 28 131 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları Aylık 4,47% Düzenli Çıkmıyor 1,24% Haftalık 29,94% 15 günlük 2,48% Günlük 61,86% Grafik 8 – “Gazetenin Çıkma periyodu nedir?”Sorusuna Verilen Yanıtların Dağılımı Bölgeler arasında fark olabileceği gözlemlendiği için tablo 6’da bölgelere göre yayın periyodu ile ilgili veriler verilmiştir. Tablo 6 – Bölgelere Göre Gazetelerin Çıkma Periyodu Coğrafi Bölgesi * Gazetenin Çıkma periyodu nedir? Crosstabulation Gazetenin Çıkma periyodu nedir? Coğrafi Bölgesi Marmara Ege Akdeniz İç Anadolu Karadeniz Doğu Güneydoğu Total Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Count % within Coğrafi Bölgesi Günlük 70 60,9% 76 54,3% 89 60,1% 83 76,9% 82 50,6% 51 77,3% 47 71,2% 498 61,9% Haftalık 32 27,8% 50 35,7% 49 33,1% 20 18,5% 62 38,3% 10 15,2% 18 27,3% 241 29,9% 15 günlük 4 3,5% 6 4,3% 3 2,0% 5 3,1% 1 1,5% 1 1,5% 20 2,5% Aylık 8 7,0% 6 4,3% 6 4,1% 5 4,6% 8 4,9% 3 4,5% 36 4,5% Düzenli Çıkmıyor 1 ,9% 2 1,4% 1 ,7% 5 3,1% 1 1,5% 10 1,2% Total 115 100,0% 140 100,0% 148 100,0% 108 100,0% 162 100,0% 66 100,0% 66 100,0% 805 100,0% Gazetenin merkezi ile ilgili değerler gazetenin yapısal özellikleri hakkında yorum yapma imkanı yaratmaktadır. Gazetenin merkezi (veya bürosu) ile en çok İletişim Fakültesi Dergisi 132 C. Yaşın gözlemlenen durum kira veya mülkiyetin gazetede olmasıdır. Bunun dışında dernek ve vakıflardan karşılıksız kullanılması, belediye veya kamu kuruluşlarından karşılıksız kullanıma tahsis edilmesi de diğer gözlemlenen durumlar arasındadır. Grafik 9’da Gazetenin merkez bürosu ile ilgili farklı özelliklerin dağılımı görülmektedir. Mülkiyeti 34,04% Diğer 0,99% Bedelsiz Kullanım 5,34% Kira 59,63% Grafik 9- Gazetenin Merkezinin Mülkiyet yapısı Gazete dağıtım sistemi hem gazetenin ulaştığı ve okunduğu alanı tanımlamak, hem de kurumsal yapının özelliklerini analiz etmek için önemli bir değişkendir. Araştırmada dağıtım sistemi açık uçlu bir soruyla sorulmuş ve birden çok sistemle dağıtım yapan gazeteler gözlemlenmiştir. Dağıtım sisteminde birden çok kanalla yapılabilmesine rağmen öncelikle ilk tercihlere göz atmanın faydalı olacağı düşünülmüştür. Gazetelerin ilk tercihleri ile ilgili tercihler açık uçlu bir soru ile değerlendirilmiş ve değerlendirme Grafik 10’da verilmiştir. Bahar 2009, Sayı: 28 133 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları Posta 10,49% Ulusal Dağıtım Şirketleri 8,86% Abone 12,23% Bayi 9,74% Bölgesel Dağıtım Şirketleri 11,49% Elden 47,19% Grafik 10 – Gazete Dağıtımında İlk Tercih Edilen Kanal Dağıtım kanallarının bölgelere göre kullanımında farklılık olup olmadığı aynı zamanda bölgelere göre yerel basın kuruluşlarının yapısal farklılıklar gösterip göstermediğini de değerlendirecek bir ölçüt oluşturmaktadır. Tercihlerin bölgelere göre dağılımı Tablo 7’de verilmiştir. Tablo 7 – Bölgelere Göre İlk Dağıtım Kanalı Tercihi Ulusal D. Ş. Bölgesel D.Ş. Elden Bayi Marmara Frekans 13 15 57 8 % 11,3% 13,0% 49,6% 7,0% Frekans 6 14 82 20 % 4,3% 10,0% 58,6% 14,3% Frekans 17 27 79 12 Posta Toplam 22115 19,1%100,0% Ege 18140 12,9%100,0% Akdeniz 13148 İletişim Fakültesi Dergisi 134 C. Yaşın % 11,5% 18,2% 53,4% 8,1% İç Anadolu Frekans 19 21 43 12 % 17,9% 19,8% 40,6% 11,3% Karadeniz Frekans 8 17 95 19 % 5,0% 10,6% 59,4% 11,9% Doğu anadolu Frekans 3 4 44 8 % 4,5% 6,1% 66,7% 12,1% Güney Doğu Frekans 5 11 39 7 % 7,6% 16,7% 59,1% 10,6% Frekans 71 109 439 86 % 8,9% 13,6% 54,8% 10,7% 8,8%100,0% 11106 10,4%100,0% 21160 13,1%100,0% 766 10,6%100,0% 466 6,1%100,0% Toplam 96801 12,0%100,0% İnternet gazeteciliği yerel basın kuruluşları için daha geniş okur kitlesine ulaşmak için imkan sağlamaktadır. Buna rağmen internet gazeteciliği kadro donanım ve diğer gereksinimleri karşılandığında gerçekleşebilmektedir. Yerel basın Bahar 2009, Sayı: 28 135 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları kuruluşlarının internet gazeteciliği faydalanma düzeyleri veya internet gazetesi sahipliği ile ilgili soruya verdikleri yanıtların dökümü Grafik 11’de verilmiştir. Yok 41,49% Var 58,51% Grafik 11 – İnternet Gazetesi veya Haber Portalı Sahipliği Gazetelerin internet gazeteciliği veya haber portalı sahipliği bölge bazında Tablo 8’de verilmiştir. Tablo 8 – Bölgelere Göre İnternet Portalı Sahipliği Marmara Ege Akdeniz İç Anadolu Karadeniz Doğu Güneydoğu İnternet Gazetesi veya Haber Portalınız Varmı? Evet % Hayır % 71 61,74 44 38,26 76 54,29 64 45,71 87 58,78 61 41,22 74 68,52 34 31,48 86 53,09 76 46,91 33 50,00 33 50,00 44 66,67 22 33,33 471 58,51 334 41,49 115 140 148 108 162 66 66 805 En yüksek yüzdeye Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sahip olduğu, en düşük değerin ise Doğu Anadolu Bölgesinde gözlemlenmektedir. yerel basın kuruluşlarının büyük bir kısmı küçük işletmelerden oluşmakta ve az sayıda eleman ile yayın hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Personel sayışlarını grupladığımızda ise Grafik 12’de elde ederiz. İletişim Fakültesi Dergisi 136 C. Yaşın 16 ile 20 personel 4,12% 11 ile 15 personel 11,33% 21 + 5,53% 1 ile 5 personel 50,71% 6 ile 10 personel 28,31% Grafik 12 – Gruplanmış Personel sayısı Basın kartlı personel çalıştırmayan gazetelerin sayısı 282 ile %35,03’lük bir orana sahiptir. Gazetelerden % 21,6’sı (Çalıştırmayanlar çıkınca %33,26) basın kartlı bir gazeteci, %11,2’si (% 17,2) 2 gazeteci, % 7,8’i (12,0) 3 gazeteci, % 5,6’sı (8,6’sı) 4 gazeteci çalıştırmaktadır. 5 ve altında gazeteci çalıştıran gazetelerin gazeteler içinde oranı basın kartlı personel çalıştırmayanlar çıkmadan önce % 52,05, çıktıktan sonra % 80,2’dir. Gruplanmış personel sayıları Grafik 13’de gösterilmiştir. 6-10 personel 8,82% 11-15 personel 2,11% 16+ 1,99% personeli olmayan 35,03% 1-5 personel 52,05% Grafik 13 – Gazetelerin Basın Kartlı Personel Sayısı Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 137 Yerel Basının temel işlevlerinden biri de yerel sorun, talep ve istemleri kamusal alana taşımaktır. Köşe yazarları da bu işlevi yerine getiren temel unsurlarındandır. Gazetelerin Köşe yazarınız var mı diye sorulduğunda verilen cevapların dağılımı Grafik 14’de gösterilmektedir. Hayır 8,94% Evet 91,06% Grafik 14 – Köşe Yazarı Yerel basın kuruluşlarının bir çoğunun köşe yazarı olmasına rağmen kadrolu köşe yazarı miktarına da bakmak gerekmektedir. Kadrolu köşe yazarı olan gazetelerin miktarı Grafik 15’de verilmiştir. Var 44,97% Yok 55,03% Grafik 15 – Kadrolu Köşe Yazarı Sahipliği Haber üretim sürecinde yerel basın kuruluşlarına en önemli içerik kaynaklarından biri de haber ajanslarıdır.Ajanslar abonelik sistemi ile çalışmakta ve belli bir aidatla hizmet vermektedirler. Yerel basın kuruluşlarının haber ajanslarından faydalanma oranları Grafik 16’da görülmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 138 C. Yaşın Abone Olduğunuz Haber Ajansı Varmı ? Evet 57,76% Hayır 42,24% Grafik 16 – Gazetelerin Haber Ajanslarına Abonelikler Ajans aboneliğinin bölge bazında farklılıkları ise Tablo 9’da verilmiştir. Tablo 9 - Ajans Aboneliğinin Bölge Bazında Dağılımı Ajans Aboneliği Var % Yok % Toplam Doğu 46,00 69,70 20 30,30 66,00 İç Anadolu 74,00 68,52 34 31,48 108,00 Güneydoğu 45,00 68,18 21 31,82 66,00 Akdeniz 85,00 57,43 63 42,57 148,00 Marmara 64,00 55,65 51 44,35 115,00 Karadeniz 84,00 51,85 78 48,15 162,00 Ege 67,00 47,86 73 52,14 140,00 Toplam 465,00 57,76 340 42,24 805,00 Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin diğer bölgelere göre ajans aboneliği yüzdesinin fazla olduğu gözlenmektedir. Yerel basın kuruluşlarının ayakta durabilmesi için mali yapılarının ve gelir kaynaklarının düzenli olabilmesi gerekmektedir. Mali yapısı güçlü bir yerel basın Bahar 2009, Sayı: 28 139 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları hem ifade özgürlüğünün hem de demokrasinin teminatı olacaktır. Yerel talep ve istemlerin yaygın basın kuruluşlarında kendilerine yer bulabilmesi zordur. Buna karşın yerel basının farklı taleplere yer ayırtmaları ve kendilerine yaygın basın kuruluşları içinde taleplerini ifadelendirmek için yer bulamayan toplumsal yapılara kendilerini ifadelendirme imkanı sunmaktadır. Bunu yerel basın kuruluşlarının yapabilmesi mali yönden bağımsız olmaları ile ilişkilidir. Yerel basının bağımsız olması hem hizmet verdiği bölgenin sermayesinden bağımsız hem de yönetim birimlerinden özerk olabilmesine bağlıdır. Ticari reklamlar yerel sermaye gruplarını, resmi ilanlar ise resmi kurumlar ile zorunlu ilişkiyi gerektirmektedir. Yerel basının özerkliğini sağlayabilmesi için ticari ve resmi reklamlar dışında gazete satışından ve küçük ilanların oranın yüksek olabilmesi gerekmektedir. Araştırmada gazetelere gelirlerini en çok hangi kaynaktan sağladıkları sorulmuştur. Bu soruya verdikleri yanıtlar Grafik 17’de değerlendirilmiştir. Diğer 13,17% Satış 5,84% Resmi İlan 66,58% Küçük İlanlar 3,23% Ticari İlanlar 11,18% Grafik 17 – Gazetelerin En Önemli Gelir Kaynağı Gazetelere sorulan en önemli gelir kaynağınız nedir? sorusuna 536 gazete “Basın İlan Kurumu ve resmi ilanlar yanıtını vermiştir. Bu değeri verilen yanıtlardan 106 gazete diğer, 90 gazete ticari ilanlar ve sadece 46 gazete satış geliri cevabını vermiştir. Diğer yanıtını verenler arasında en önemli kısmı 28 gazete ile diğer reklamlar oluşturmaktadır. Bu kalem çok net olmamakla birlikte siyasi bağlantılarla alınan reklamlar ve propaganda amaçlı belediye veya siyasi partiler gibi İletişim Fakültesi Dergisi 140 C. Yaşın kaynaklardan sağlanan gelirlerdir. Bunun dışında diğer şıkkını işaretleyenler arasında gelirleri kamu kurumları veya sivil toplum kuruluşlarınca sağlanan gazeteler göze çarpmaktadır. En önemli gelir kaynağının coğrafi bölgelere göre değişip değişmediğini gözlemek için Tablo 10 oluşturulmuştur. Tablo 10 – Bölgelere Göre En Önemli Gelir sorusuna Verilen Yanıtların Dağılımı Gazetenin gelirleri içinde en önemlisi aşağıdakilerden hangisidir? * Coğrafi Bölgesi Crosstabulation Gazetenin gelirleri içinde en önemlisi aşağıdakilerden hangisidir? Satışından elde edilen gelir Count % within Coğrafi Bölges Basın İlan Kurumu Count ve resmi ilanlar % within Coğrafi Bölges Ticari İlanlar Küçük İlanlar Diğer Total Marmara 7 6,1% 63 Ege 5 3,6% 86 Coğrafi Bölgesi Akdeniz İç Anadolu Karadeniz 14 2 11 9,5% 1,9% 6,8% 93 84 107 Doğu 5 7,6% 50 Güneydoğu 3 4,5% 53 Total 47 5,8% 536 54,8% 61,4% 62,8% 77,8% 66,0% 75,8% 80,3% 66,6% Count 18 % within Coğrafi Bölges 15,7% Count 2 % within Coğrafi Bölges 1,7% Count 25 % within Coğrafi Bölges 21,7% Count 115 % within Coğrafi Bölges 100,0% 24 17,1% 7 5,0% 18 12,9% 140 100,0% 16 10,8% 6 4,1% 19 12,8% 148 100,0% 12 11,1% 1 ,9% 9 8,3% 108 100,0% 15 9,3% 7 4,3% 22 13,6% 162 100,0% 3 4,5% 1 1,5% 7 10,6% 66 100,0% 2 3,0% 2 3,0% 6 9,1% 66 100,0% 90 11,2% 26 3,2% 106 13,2% 805 100,0% Her bölgede en önemli gelir kalemi “Basın İlan Kurumu ve resmi ilanlar” olmakla birlikte, değerler arasında farklılıklar olduğu gözlenmektedir. Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’dan oluşan üç bölgede “Basın İlan Kurumu ve resmi ilanlar”ı en önemli gelir kaynağı gösterenlerin oranı % 75’in üzerine çıkmaktadır. İkinci tercihlerde Ege Bölgesi dışında diğer şıkkı ön plana çıkmışken Ege Bölgesinde “Ticari İlanlar” ikinci sırada yer almaktadır. Diğer maddesi altında yer alan tercihler farklılıklar göstermekle birlikte en önde gelen kalem aboneliktir. Bunu diğer ilan türleri izlemektedir. Reklam ve ilanla ilgili cevaplar değerlendirildiğinde ticari reklamların farklı biçimlerinin geliştiği görülmektedir. Farklı reklam biçimlerine takas yolu ile reklam vermek, yıllık bir alanı toptan kiraya vermek gibi değişik formatlar mevcuttur. Bunun yanında sivil toplum örgütleri ve resmi kurumların finanse ettiği gazetelerde kamusal bütçelerden masraflar karşılanmakta ve diğer kategorisi içinde yer almaktadır. Yerel basın kuruluşlarının en önemli gelir kaynaklarının başında resmi ilanlar gelmektedir. Resmi ilan alıp almadıkları gazetelere sorulmuştur. Resmi ilan alıyor musunuz sorusuna gazetelerin verdiği yanıtlar Grafik 18’de görülmektedir. Bahar 2009, Sayı: 28 141 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları Hayır Almıyorum 26,71% Evet Alıyorum, 73,29% Grafik 18 – Gazetelerin Resmi İlan Alıp Almadıkları Sorusuna Verdikleri Yanıtın Dağılımı Resmi ilan alma ile bölgeler arasında farklıkları görmek için Tablo 11’de değerler görülmektedir. Tablo 11 – Resmi İlan ile İlgili Değerlerin Bölgelere Dağılımı Coğrafi Bölgesi Marmara Ege Akdeniz İç Anadolu Karadeniz Doðu Güneydoğu Toplam Adet % Adet % Adet % Adet % Adet % Adet % Adet % Adet % Resmi ilan alıyor musunuz? Evet Hayýr Toplam Evet 85 30 115 73,9% 93 66,4% 99 66,9% 90 83,3% 115 71,0% 52 78,8% 56 84,8% 590 73,3% 26,1% 47 33,6% 49 33,1% 18 16,7% 47 29,0% 14 21,2% 10 15,2% 215 26,7% 100,0% 140 100,0% 148 100,0% 108 100,0% 162 100,0% 66 100,0% 66 100,0% 805 100,0% İletişim Fakültesi Dergisi 142 C. Yaşın Yerel basın kuruluşlarının en önemli gider kaynaklarının başında iki kalem gelmektedir. Bunlar personel giderleri ve gazetelerin baskı giderleridir. Bunları büro ve işletme giderleri ile kira giderleri izlemektedir. En önemli giderlerin dağılımı Grafik 19’da görülmektedir. Diğer 3,98% Kira 2,73% Basım 34,29% Personel 55,03% Büro ve işletme 3,98% Grafik 19 – Gazetelerin En Önemli Giderleri Araştırmaya katılan yerel basın kuruluşlarının en önemli sorunlarının ne olduğu sorulmuştur. Açık uçlu soruya verilen cevaplar gruplanmıştır. Gruplanan yanıtlar Grafik 20’de verilmiştir. Yerel Basının En Önemli Sorunu Nedir Sorusuna Verilen Yanıtlar Ekonomik sorunlar 60,75% Haber 5,18% Diğer 9,33% Yasal Düzenlemeler 2,07% Okuyucu 5,31% Rekabet 3,50% Grafik 20 – Yerel Basının En Önemli Sorunu Bahar 2009, Sayı: 28 Personel 13,86% 143 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları Yerel basın kuruluşları en önemli sorun olarak ekonomik sorunları tanımlamışlardır. Ekonomik sorunların büyük bir kısmı destek azlığı ve Basın İlan Kurumu ile ilgilidir. Bunun yanında baskı personel maliyetleri, yüksek vergi yükü, SSK primleri, işletme maliyeti ile ilgili sorunlarda ekonomik sorunlar kategorisi içinde yer almıştır. Ekonomik soruları personel sorunu izlemektedir. Personel sorunu haber yapacak personel, teknik personel, personel eğitiminin eksik olması gibi cevapları içermektedir. Personel sorununu ise diğer grubunda toplanan cevaplar takip etmektedir. Diğer grubu yüzde olarak yüksek bile olsa grup oluşturamayacak kadar dağınık yanıtlardan oluşmaktadır. Bunlar arasında baskılar, gazetecilik etiği, dağıtım, teknoloji, basın örgütlerin zayıf olması, yaygın basına yakın olma, ulaşım gibi değişik konular bulunmaktadır. Yerel basın kuruluşlarının sorunları olarak tanımladıkları diğer konular haber üretimindeki zorluklar, yasal düzenlemelerin basına getirdiği yükler ve yerel basın kuruluşlarının düzenli bir okuyucu kitlesine ulaşamaması gelmektedir. En önemli sorunun bölgelere göre dağılımı ise Tablo 12’de verilmiştir. Tablo 12 – Bölgelere Göre Yerel Basının En Önemli Sorununun Yüzde Dağılımı Marmara Ege Akdeniz İç Anadolu Karadeniz Doğu Güneydoğu Ekonomik 64,00 64,23 62,86 61,68 62,18 50,00 57,38 Personel 16,00 11,68 11,43 18,69 14,10 14,52 13,11 Haber 5,00 7,30 3,57 2,80 6,41 3,23 8,20 Rekabet 2,00 2,92 2,86 3,74 2,56 6,45 8,20 Okuyucu 6,00 2,19 7,14 3,74 6,41 8,06 4,92 Yasal D 3,00 1,46 1,43 2,80 1,92 3,23 1,64 Diğer 13,00 10,22 10,71 6,54 6,41 14,52 6,56 Toplam 100 100 100 100 100 100 100 Sonuç Araştırma Türkiye’de yerel basının genel bir profilini çizmek amacıyla tasarlanmıştı. Araştırma tasarımını hazırlarken karşılaşılan en önemli sorunlardan biri alanda sınırlı sayıda araştırmanın bütünün resmini verememesiydi. Bu konuda gerek sahada yapılan çalışmalar, gerekse ilgili kurumların elindeki verilerin analizi ile ilgili sonuca gitmeye çalışan çalışmalar Türkiye’de yerel basının ne durumda olduğu ile ilgili genel kanaatler sunmakla birlikte bütüncül bir görüntü sergilememekte idi. Değerli çalışmaların var oluşu da şu anda yerel basının yapısına bizi ulaştıracak bilgi birikimini sağlamıyordu. Bu durumun iki önemli nedeni vardı. İletişim Fakültesi Dergisi 144 C. Yaşın Bunlardan ilki Basın İlan Kurumu gibi yerel basınla ilgili kurumların verilerinin yerel basının değişken yapısını saptayamaması idi. Zaman içinde yaşanan değişimler doğrudan veri tabanlarına yansımadığı gibi, ilan almayan veya alamayan ve dışarıda kalan yerel basın kuruluşlarının resmin karanlık yüzünü oluşturmasıydı. Araştırma raporunun başında da belirtildiği gibi bu araştırmanın temel amaçlarından biri bundan sonra yapılacak araştırmalara zemin hazırlayacak genel görüntünün tespiti idi. Araştırmanın amaçlarından biri bu eksikliğin giderilmesiydi. Diğeri ise yerel basının heterojen yapısıydı. Bu yapı içinde geçmiş araştırmalar dokunun sadece bir kesiminden alındığı için bütünü oluşturan diğer doku parçalarını temsil etmediği yönünde varsayımımızdı. Bölgelere, illere, hatta aynı ildeki yerel basın kuruluşları arasında farklılık alınan kesitlerden genellemeleri imkanlı kılmamaktaydı. Araştırma betimleyici bir araştırma olmasına rağmen bölgelere göre farklılıklar ve değişkenler arasındaki ilişkilerde sınanarak bundan sonraki araştırmalar için değişkenleri ve değişkenler arası ilişkilerle ilgili veri sağlamaya çalışılmıştır. Anket formundaki soruları üç gruba toplamak mümkündür. Bunlar: yerel basın kuruluşlarının genel yapılarını ortaya çıkarmak amaçlı sorular, haber ve içerik üretim sürecini ortaya çıkarmak amaçlı sorular ve mali yapılarını ortaya çıkarmak amaçlı sorular olmuştur. Yerel basın kuruluşlarının genel yapılarını ortaya çıkarmak amaçlı sorularla gazetelerin kurumsallaşma düzeyleri araştırılmıştır. Kurumsallaşmış bir yapı zaman içinde sürekliliği içerir. Gazetelere kuruluş tarihleri sorulmuştur. Kuruluş tarihleri bize yerel gazetelerin kendilerini devam ettirebilme düzeyini göstermektedir. Araştırmanın yayın hayatına devam eden gazeteleri içermesi, zaman içinde yayın hayatına devam edemeyen gazeteler ile ilgili verileri sağlanmasına engel olsa da anket uygulanan gazetelerden genellemeler yapmamızı imkanlı kılmaktadır. Çalışmanın örneklem çerçevesi hazırlanarak ve nüfusa uygulanması yapı hakkında parametrik değerleri sağlamıştır. Araştırma içinde kuruluş tarihleri bize yerel basın kuruluşlarının ne kadar süredir faaliyette bulunduğunu göstermektedir. Gazetelerin kuruluş tarihlerinin 1918’e kadar gittiği tespit edilmiştir. Buna rağmen ortalamadan faaliyet süresi takribi 20 yıldır. Bir çok kuruluş bu ortalamadan daha kısa faaliyet süresine sahiptir. Ortanca değerin 14 yıl, en çok gözlemlenen faaliyet yılının 4 olması da bunu göstermektedir. İl bazında en eski kuruluş tarihi ile illerdeki ortalama faaliyet süresi arasında farklılık yerel basının genel heterojen yapısını göstermektedir. Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 145 Araştırmada gazetelerin sahiplik yapısı da incelenmiştir. En çok gözlenen sahiplik yapısı kişisel gazete sahipliğidir. Bu değer % 57,11 gibi yüksek bir yüzdeye sahiptir. Buna adi ortaklığı da eklediğimizde % 61’lere yaklaşmaktadır. Şirket sahipliğinde ise limitet şirketler % 29,92, anonim şirketler ise % 10,44’lük paya sahiptir. Limitet şirketler şahıs firması olma ihtimalini artırmaktadır. Bu duruma, limitet şirketlerin ortak sayısının daha az olmasının ve anonim şirketlerle kıyaslandığında süreçlerinin ve karar alma mekanizmalarının daha sade olması gibi nedenlerin sebep olduğu söylenebilir. Bundan sonraki araştırmalarda şirketlerin sermaye yapılarının da incelenmesinde fayda olabilir. Şirket sahiplik biçimleri bölgelere göre de farklılıklar göstermektedir.anonim şirketin diğer sahiplik türleri içindeki yüzde değeri en yüksek bölge İç Anadolu Bölgesi olmuştur.Anonim şirket yüzdesinde en düşük değeri alan Ege ve Doğu Anadolu bölgesi olmuştur. Ege Bölgesinde bir kişinin gazeteye sahip olma oranı % 65,7 iken, Doğu Anadolu Bölgesinde benzer şekilde bu değer % 65,2 olmuştur. Limitet şirketin yüzdesinde en yüksek değere İç Anadolu ve Akdeniz Bölgeleri sahip olmuştur. Bölgeler ile gazete sahiplik yapısı arasında görünen bu farklar kikare testi ile sınanmış ve bölgelere göre şirket sahiplik yapıları arasında anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Bölgeler arasında istatistiksel olarak farklılık olsa da genelde yerel basının kişisel girişimlerle sürdürüldüğü söylenebilir. Gazete sahipliğinin kişiselliğinin yaygınlığı, patronun veya büyük ortağı başka faaliyeti olup olmadığının da sorulmasını gerektirmektedir. Araştırmaya katılan gazetelerden 308 tanesinin patronun veya büyük ortağının başka işi olduğu tespit edilmiştir. Araştırmada başka işi olmadığını söyleyen gazetelerden bir kısmının da matbaa sahibi olduğu tespit edilmiştir. Matbaa sahibi olan gazeteler in sayısı 344, patronun matbaası olanların sayısı ise 15’dir. Toplamda bu rakam 359’dur. Bu değerleri 308 tanesinin başka işi olduğu, 359’nun da matbaacılık sektöründe çalıştığı söylenebilir. Bölgelere göre patronun veya büyük ortağın başka işi olma oranına baktığımızda ise Ege ve Marmara Bölgelerinde başka işi olma oranın yarı yarıya olduğu söylenebilir. Kurumsallaşma düzeyini gösteren bir başka kriter ise gazetenin düzenli çıkıp çıkmadığıdır. Örneklem çerçevesi hazırlanırken yaşanan zorluğun büyük bir kısmı dönemsel çıkan gazetelerden kaynaklanmaktadır. Sadece seçim döneminde çıkan gazeteler de mevcuttur. Ankete katılan gazetelerden sadece 498 tanesi günlük düzenli çıkabilmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 146 C. Yaşın Gazetelerin yapılarını gösteren bir diğer gösterge ise gazetelerin nasıl dağıtıldığıdır. Ankete katılan 378 gazete elden dağıtılmaktadır. Bu dağıtım sistemi sınırlı sayıda okuyucuya ulaşılabildiğini göstermektedir. Abonelik sistemi ile dağıtılan gazetelerin sayısı 98’dir. Burada da gazetenin tirajının abone sayısı ile sınırlanması söz konusudur. Gazetelerin farklı dağıtım sistemlerini karışık olarak kullansalar da ulusal dağıtım şirketlerinden sınırlı sayıda, 71 gazete faydalanmaktadır. Dağıtım sistemi tercihi ile bölgeler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur. İç Anadolu ve Akdeniz bölgeleri ulusal ve bölgesel dağıtım sistemlerinden faydalanmada en üst sırada er almaktadır. Dağıtım sistemleri kadar yeni iletişim teknolojilerinden faydalanma oranı da yerel basın kuruluşlarının yapıları hakkında önemli veriler sağlamaktadır. İnternet gazetesi veya haber portalı sahipliği yeni iletişim teknolojilerinden faydalanma düzeyini göstermektedir. Gazetelerden 471 tanesi internet portalı sahibi olduğunu söylemiştir. Fakat bu sayfalar ziyaret edildiğinde çoğunun güncellenmediği veya nitelikli sayfa tasarımlarına sahip olmadığı gözlenmiştir. İnternet gazetesi olmayan kuruluşlara başka haber portallarına katkı sağlayıp sağlamadıkları sorulduğunda, 79 tanesi başka haber portallarına katkı verdiklerini söylemişlerdir. İnternet gazeteciliği yerel basın için önemli bir imkan sağladığı söylenebilir. Araştırmada bölgelere göre Internet’i kullanma düzeylerinde bir farklılık olmaması, yerel basının bütünü için bir imkan olduğunu göstermektedir. Haber üretim süreci ve gazete içeriğinin hazırlanması büyük oranda kadro yapısına bağlıdır. Kurumsallaşma düzeyi ve mali yapısı zayıf olan gazeterin personel yapıları da bu duruma paralellik göstermektedir. Gazetelerin ortalama personel sayısı 8, dağılımın ortanca değeri 5, en çok gözlemlenen personel sayısı ise 125 gazetede 3 kişidir. Bu rakamlara gazetelerde çalışan her türlü personel dahildir. Koceeli, Eskişehir, Bursa gibi bazı illerde ortalama personel sayısı 20 kişinin üzerine çıksa da yerel basın kuruluşlarının ihtiyacı olan personel için mali gücünün olmadığı ortadadır. İl bazında ortalama personel sayılarında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Araştırma verileri üzerine yapılan testlerde bölgelere göre personel sayılarında anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Personel sayısı kadar personelin niteliği de önemlidir. Gerek haber üretimi gerekse teknik ihtiyaçlar için bir gazetenin nitelikli insan gücüne gereksinimi vardır. Bunların başında da basın kartı sahibi gazeteciler gelmektedir. Basın kartlı personel çalıştırmayan gazetelerin sayısı 282 ile %35,03’lük bir orana sahiptir. Gazetelerden 174 tanesi sadece basın kartlı bir gazeteci, 90 gazete 2 gazeteci, 63 tanesi 3 gazeteci, 45 tanesi 4 gazeteci, 47 tanesi 5 gazeteci çalıştırmaktadır. 5 ve altında gazete Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 147 çalıştıran gazetelerin ankete katılan gazeteler içinde oranı % 52,05’dir. Bu basın kartlı personelin büyük bir kısmının da gazete sahiplerinden veya ortaklarından oluştuğu düşünülürse durum vahimdir. Basın kartı alabilmek için bir gazetenin kadrosunda gösterilmekte yaygın gözlenen bir durumdur. Çok az sayıda gazete dışında basın kartlı personel sayısı çok küçük rakamlardadır. Tek basın kartlı personel sahibi olma oranı Doğu Anadolu’da % 42,6, Güney Doğu Anadolu’da % 38, Karadeniz’de % 35,6’dır. Haber üretiminde diğer bir unsur ise haber ajanslarıdır. Haber ajanslarına abonelik hem sınırlı haber kaynakları hem de yerel basın kuruluşlarının ulaşamadığı coğrafi bölgelerdeki haber içeriği açısından önemlidir. Gazetelerden % 57,76’sına denk gelen 465 gazete haber ajanslarına üye olduklarını söylemiştir. İnternet alt yapısı üzerinden çalışan sistemler haber ajansı aboneliğini artırmaktadır. Buna rağmen % 42,24 gibi büyük bir oranda haber ajansına abone olmayan gazete bulunmaktadır. Haber ajansı aboneliğinde bazı gazeteler birden fazla ajansa abone olabilmektedir. Gazetelerden büyük bir kısmının hala hiçbir ajansa abone olmadı gözlendiğinde bu dağılımın heterojen bir yapı sergilediği söylenebilir. Gazete başına düşen abone sayısı 0,79’dur. Bu değeri hiçbir haber ajansına abone olmayan 340 gazete aşağı çekmektedir. Abone olunan ajanslar içinde ilk iki sırada Anadolu Ajansı ve İhlas Haber Ajansı almaktadır. Ankete katılan gazetelerde İhlas Haber Ajansı’na abonelik oranı % 35,9, Anadolu Ajansı’na abonelik oranı ise % 33,4’dür. Bölgelere göre de haber ajansı aboneliğinde farklılıklar vardır. Yapılan testte bölgeler ile haber ajansı aboneliği arasında istatistik olarak anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Ajans aboneliğinde en yüksek değer Karedeniz bölgesinde % 69,70 ile Doğu Anadolu Bölgesinde gözlenmiştir. Bu bölgeyi % 68,52 ile İç Anadolu, % 68,18 ile Güney Doğu Anadolu izlemektedir. Haber üretimi kadar gazete içeriğinde önemli bir unsur da köşe yazarlarıdır. Yerel basın bölge halkından köşe yazarı bulmakta zorlanmadığı köşe yazarınız var mı sorusuna verilen yanıtlardan görülmektedir. 733 gazete köşe yazarının olduğunu söylemiştir. 443 gazetenin kadrolu köşe yazarı bulunmamaktadır. Bu sayı dışardan kadrosuz köşe yazarında 161’e düşmektedir. Köşe yazısı ihtiyacını gazetelerin alternatif bir yoldan karşılayıp karşılamadıkları Gazi Üniversitesi Yerelnet hakkında bilgi sahibi olup olmadıkları gazetelere sorularak test edilmiştir. Yerel basına akademik kaynaklardan köşe yazısı temin eden portal hakkında bilgilenme düzeyi 52 gazete ile %6,46’dır. Gazetelerin kadro olarak güçsüzlüğünün en önemli sebebi mali yapılarındaki zayıflıktır. Mali yapılarında zayıflık ise gelir kaynaklarının sınırlılığından İletişim Fakültesi Dergisi 148 C. Yaşın kaynaklanmaktadır. Gazetelere en önemli gelirleri sorulduğunda 536 gazete en önemli gelir kaynağını resmi ilanlar olarak göstermektedir. Bunu 90 gazete ticari ilanlar, 26 gazete küçük ilanlar olarak takip etmektedir. Sadece 47 gazete satış bedelini en önemli gelir kaynağı olarak göstermiştir. En önemli gelir kaynağı konusunda istatistiksel olarak bir farklılık olduğu yağılan testle tespit edilmiştir. Resmi ilanı en önemli gelir olarak gösterenler Güney Doğu Anadolu’da % 80,3 ile en yüksek yüzdeye ulaşmıştır. Ticari İlanlarda % 17,1 küçük ilanlarda % %,0 ile Ege Bölgesi, satışta % 9,5 ile Akdeniz Bölgesi, en yüksek yüzdelere ulaşmıştır. Resmi ilanlar yerel basının en önemli gelir kaynağı olduğu görülmektedir. Resmi ilan alıp almadıkları gazetelere sorulduğunda 590 gazetenin resmi ilan aldığı tespit edilmiştir. 536 gazetenin de en önemli gelir kaynağı olarak resmi ilanları göstermesi, bu gazetelerin resmi ilan sayesinde ayakta kalabildiklerinin delilidir. Bölgelere göre resmi ilan alma yüzdelerinde değişim resmi ilana bağımlı olma oranının değiştiğini göstermiştir. Güney Doğu Anadolu Bölgesi % 84,8 ile en yüksek orana sahiptir. Bu yüzde bu bölgede yerel basın kuruluşlarının ancak resmi ilan ile ayakta durabildiklerini göstermektedir. Satış gelirini en önemli gelir olarak gösteren gazetelerin oranı % 5,84 olsa da gazetelerin satışı ve fiyatları hem okuyucu kitlesine ulaşabilmeleri hem de maddi yapılarını güçlendirebilmeleri için önem taşımaktadır. Gazetenin fiyatı bir taraftan gazetenin mali yapısı içinde önemli bir kalem olması açısından önem taşırken diğer taraftan gazeteyi satın alan bir okur kitlesini de göstermektedir. Ankete katılan gazetelerin ortalama fiyatı 41,92 kuruş, en çok gözlenen fiyat 50 kuruş, ve ortanca fiyat ise 39 kuruştur. En düşük gazete ücreti 10 kuruş, en yükseği ise 4 liradır. Yerel basın kuruluşlarının mali yapılarını analiz etmek için gelirleri kadar giderleri de araştırma içinde değerlendirilmiştir. Araştırmada gazetelere en önemli gider kalemi sorulmuştur. Verilen yanıtlar içinde personel ve basım giderinin ön plana çıktığı gözlenmiştir. 443 gazete en önemli giderini personel, 276 gazete ise gazetenin basım maliyetini en önemli gider olarak göstermiştir. Personel masrafını en önemli gider olarak gösterme oranı Karadeniz Bölgesinde % 62,96 ile en yüksek değere ulaşmıştır. Matbaa masrafını en yüksek yüzde ise Akdeniz bölgesinde % 41,22 ile tespit edilmiştir. Büro ve işletme masrafları ise tüm bölgelerde küçük yüzdelere sahip olmakla birlikte Doğu Anadolu Bölgesi’nde % 6,06 ile en yüksek değeri almıştır. Gazetelerin genel görünümü zayıf mali yapılardan oluştuğudur. Resmi ilanın gelirler içinde önemi gazetelerin maddi destek ihtiyacını göstermektedir. Finansal Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 149 destek kaynaklarının sınırlı olduğu yapılarda basının özgürlüğünden buna bağlı olarak tarafsızlığından söz etmek mümkün değildir. Banka kredisi yerel basın kuruluşları için özel bir destek olmasa da finanssal araçları ne kadar kullandıklarının göstergesi olarak değerlendirecek veri sağlamaktadır. Gazetelere banka kredisi kullanıp kullanmadıkları sorulduğunda, 277 gazete banka kredisi kullandığını belirtmiştir. Banka kredisi kullanma oranı % 34,41’dir. Banka kredisi kullanımı ile bölgesel farklılıklar arasında bir ilişki bulunamamıştır. Gazetenin kredi kullanımı ile ene önemli gelir kaynağı ve resmi ilan alıp almaması arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Banka kredisini kullanma sebepleri sorulduğunda % 48,74’ü işletme ihtiyaçları için cevabını vermiştir. İşletme giderlerini baskı makinesi % 27,44 ile takip etmektedir. % 17,33’ü ise diğer olarak tanımlanan grupta toplanmıştır. Diğer cevabının içinde SSK ve Vergi borçlarını ödemek, personel giderleri gibi cevaplar bulunmaktadır. Matbaa giderleri de diğer cevabı içinde önemli bir yer tutmaktadır.İl bazında değerlendirmeler için yapılan tematik haritalarda birbirine komşu illerde benzerlikler görülmekle birlikte bölgeler arasında kredi kullanma sebepleri açısından farklılık olmadığı tespit edilmiştir. Yerel basın kuruluşlarının mali yapısının zayıflığı, yerel basın kuruluşlarına gelebilecek baskılara karşı direncini de zayıflatmaktadır. Araştırmada yerel basın kuruluşlarına gazete içeriklerine müdahale etmek isteyenlerin bulunup bulunmadığı sorulmuştur. Gazetelerden % 34,04’ü evet cevabını vermiştir. Müdahale etmek isteyenlerin kimlerden oluştuğu da araştırmada sorulmuştur. Müdahale etmek isteyenlerin başında siyasiler gelmektedir. Cevaplarda siyasiler % 42,69 gibi bir yüzde ile ilk sırasını, kişiler cevabı takip etmektedir. Gazetelerde haber yapılanların haberler içinde yer alan kişi ve yandaşlarından gazetelere baskı gelebilmektedir. Kişisel müdahaleleri % 14,62 ile belediyeler ve % 12,69 ile resmi kurumlar izlemektedir. Siyasetçilerde en yüksek yüzde Karadeniz Bölgesinde, belediyelerde en yüksek değer İç Anadolu Bölgesinde, resmi kurumlarda en yüksek değer İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgesinde, şahıslarda en yüksek değer Karadeniz ve bunu takiben Akdeniz Bölgesinde, baskı gruplarında en yüksek değer ise Güney Doğu Bölgesinde gözlenmiştir. Baskı grupların da Güneydoğu bölgesinde aşiretler ve feodal yapının baskı grupları içinde sınıflandırıldığı için bu değer yüksektir. Baskı gruplarında ikinci sırada Akdeniz bölgesi yer almaktadır. İletişim Fakültesi Dergisi 150 C. Yaşın Yerel basın kuruluşlarına en önemli sorunlarının ne olduğu sorulduğunda % 60,75 gibi büyük bir yüzde ile maddi sorunlar olduğu cevabı alınmıştır. Diğer sorulara aldığımız cevaplarda yerel basının mali yönden ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir. Basının denetleme, özgür haber yapma, tarafsız bilgilendirme gibi işlevleri ancak mali yönden ayakları üzerinde durabilmelerine bağlıdır. Halbuki yerel basının büyük bir kısmı kamu kuruluşları ve belediyelerden aldıkları destekle ayakta durabilmektedir. Baskı kaynağı olarak belediyeler ve resmi kurumlarda ankette gösterilmiştir. Yerel basının bir diğer sorunu 13,86 ile personel sorunudur. Yetişmiş personel yetersizliğinden söz ederken maddi nedenlerle nitelikli eleman çalıştıramamaktadırlar. Haber üretiminde ise sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Yerel basının en önemli sorunları arasında haber % 5,18 ile önemli bir pay almaktadır. Haber üretimi bir yandan personel sorunu ile ilgili iken diğer taraftan maddi nedenlerle haber ajansları abonesi olamamak gibi diğer faktörlerle ilişkilidir. Bölgenin zengin ve ağırlıklı kişileri, belediyelerden gelen baskılarda haber üretebilmelerini etkilemektedir. Araştırma sonucunda yerel basının örgüt yapısının etkilere ve müdahalelere karşı zayıf, üretim koşulların ağır olduğu söylenebilir. Yerel basın kuruluşlarının mali yapılarını güçlendirecek düzenlemelere, bağımsız ve özerk yapılarını koruyacak yasal düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Resmi ilanların dışında farklı araçların yaratılması gerekmektedir. Yaygın basın kuruluşları ve ticari oluşumlar karşısında yerel basın varlığını bu düzenlemeler yapılmadan sürdürmesi, ayağa kalkması imkansızdır. KAYNAKÇA Akçakoca, Oğuz (2006) Konya Yerel Basının Yapısal ve İçerik Analizi ile Bir Yerel Basın Model Önerisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Arık, Ersen (2002) Yerel Yönetimler ve Yazılı Basın Etkileşimleri Mersin Örneği, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans tezi. Arıkan, Mustafa (2005) Türk Sözü Gazetesinin Yerel Basın İçinde Yeri ve İşlevi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Arslan, Berna Elçin (1999) Yerel Basın Örgütlerinde Örgütsel İletişimin Rolü ve Önemi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 151 Bekiroğlu, Onur (2006) Yerel Kamuoyunun Oluşumunda Yerel Basının Rolü – Trabzon Örneğinde Bir Araştırma, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Bıldırki, Hilal (1998) Söke'de Yerel Basın Ve Yayın Hayatı, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Bodur, Feyyaz (1996) Yerel Basında Yönetim ve Örgüt Yapısı (Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar ve Bir Model Önerisi), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Bozkurt, Hale (2006) 2002 Genel Seçimlerinde Edirne Yerel Gazetelerinin Siyasal İletişimdeki Rolü, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Çağlar, Bayram (2007), Kocaeli’de Yerel Gazetelerin Tarihsel ve Teknolojik Gelişimi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Edoğan, İrfan (2007) Türkiye’de Gazetecilik ve Bilim İletişimi Yapısal Özellikler Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Edoğan, İrfan (2007) Türkiye’de Gazetecilik ve Bilim İletişimi Yapısal Özellikler Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Erdoğan, İlker (2005) Ulusal ve Yerel Gazetelerin Heber Gündemlerinin Karşılaştırması: Hürriyet ve Yeni Asır Gazeteleri Örneğinde Seferhisar Deperemi Haberlerinin Analizi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Gezgin, Suat (2007) Türkiye’de Yerel Basın, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları. Girgin, Atilla (1997) Cumhuriyet Döneminde Türkiye'deki Yerel Basının Gelişmesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Gül, Halis (1994) 1994 Yerel Seçimlerin Basına Yansıması, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Güleç, Serhat (2005) Türkiye’de Yerel Yazılı Basın ve Mersin Örneği, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Gürcüoğlu, Fuat (2007) Demokratikleşme Sürecine Katkı Sağlayan Bir Araç Olarak Yerel Basının, Yerel Yönetim Meclisleri Bağlamında Kamuoyunu Bilgilendirme Düzeyi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. İletişim Fakültesi Dergisi 152 C. Yaşın İçin, Selda (1992) Ege'de Yerel Yazılı Basın Ve Bölge Gazeteciliği, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi İmre, Nurettin (1988) Anadolu Basınının (Orta Karadeniz Bölgesi Yerel Basının) Sorunları ve Çözümleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Kanburoğlu, Özer (2002) Küresel, Ulusal ve Yerel Haber Fotoğraflarının Basında Kullanım Farklılıkları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Kaya, Ferhat (2004) Yerel Gazetelerin Okuyucularının Siyasi Tercihlerine Etkisi, Süleyman Demirel Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü yüksek Lisans Tezi. Kaynarca, Yavuz (1994) Trakya Yerel Basını ve Sorunları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Keseli, İbrahim Bodur (1996) Fransa`da Bölgesel-Yerel Basın, Marmara Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Koloğlu, Orhan (2006) Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul:Artı Yayıncılık. Orhan, Evrim (1992) Yerel Seçimlerde Seçmenlerin Siyasal Tercihlerinde Basının Rolü, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Özay, Seçil (2005), Türkiye'de Yerel Basının Gelişmesi Ve Demokrasiye Etkisi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek lisans Tezi. Şansal, Şadan (1987) Dünya Ekonomik Buhranının İzmir'deki Etkilerinin 1929-1930 Yerel Basınından İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Taban, Ali Rıza (1995), Kamuoyu Oluşturmada Kitle İletişim Aracı Olarak Yazılı Basının Rolü Ve Konya Yerel Basını Üzerine Örnekler, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Tokan, Feryade (2005) İstanbul’da Azınlık Gazetelerinin Yerel Gazeteciliğin Gelişimine Etkileri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Tokgöz, Oya (1982) Türkiye'de Yazılı Basının Yerel Olarak Gösterdiği Özellikler, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yıllığı, s.283-309. Bahar 2009, Sayı: 28 Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları 153 Tokgöz, Oya (1988), Türkiye’de Yerel Basının Konumu: Rolü ve Önemi, A.Ü.Basın Yayın Yüksek Okulu Yıllığı, s.271-294. Tokgöz, Oya (2001) Türkiye’de Yerel Medyanın Yapısı ve Örgütlenişi, İletişim, 9, s.5-40. Tokgöz, Oya (2005) Temel Gazetecilik, Ankara: İmge. Topuz, Hıfzı (2003) II.Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, İstanbul: Remzi Kitapevi. Tümlü, Zeki (1987) Eskişehir Yerel Basınındaki Reklamcılığın Biçim ve İçerik Yönünden Değerlendirilmesi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Vural, Ali Murat (1997) Bir İletişim Kurumu Olarak Yerel Basının Kamuoyu Oluşumu Sürecindeki İşlevi ve Yerel Basın-Kamuoyu İlişkileri (Eskişehir Basını Örneğinde Bir Uygulama), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Vural, Ali Murat (1999) Yerel Basın ve Kamuoyu, Eskişehir: T.C.Anadolu Üniversitesi Yayınları. No:1141. Yıldız, Filiz (1998) İzmir Örneğinde Yerel Basında İşgücü Kalitesi (Quality Of Manpower At Local Press Around İzmir), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Yılmaz, Süleyman Hakan (2004) Yerel Basın Siyaset İlişkisi Örnek: Akdeniz Atılım Gazetesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Yust, K. (1995) Kemalist Anadolu Basını, N.E.(Çev.), Yayıma Hazırlayan: Orhan Koloğlu, Ankara: Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti. Yücel, Seniye (1999) Yerel Basın, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, (Der.) Korkmaz Alemdar, Ankara: Afa Yayıncılık ve TÜSES Vakfı. İletişim Fakültesi Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- İletişim 2003/18 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK: ŞİRKETLERİN VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ANLAYIŞLARI* Seçil DEREN VAN HET HOF** ÖZET Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri her geçen yıl artmakta, buna paralel olarak da kamuoyunun giderek daha fazla ilgisini çekmektedir. Batılı ülkelerdekinin aksine, Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk projeleri sivil toplum kuruluşlarının, toplumsal hareketlerin ve kamuoyunun büyük şirketlere baskıları sonucunda değil, çok uluslu şirketlerin etkisiyle bir rekabet alanı olarak ve şirketler öncülüğünde uygulanmaya başlamıştır. Gelişimindeki atipik durum Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluğun şirketler ve onlarla kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde birlikte çalışan sivil toplum kuruluşları tarafından algılanışını da etkiler. Bu araştırma bilişsel haritalama tekniğiyle bu algıyı ortaya koymaya çalışmaktadır. Şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden sorumlu en üst düzey yöneticilerinin hazırladıkları bilişsel haritaların yorumlanmasına dayanmaktadır. Yoğunlaştırılmış haritalar her iki grubun zihniyetinde de sorumluluk kavramının kendinden menkul olduğunu, sorumluluğu kaynaklarının tanımsız kaldığını ortaya koymuştur. Anahtar kelimeler: kurumsal sosyal sorumluluk, şirket, sivil toplum kuruluşu, bilişsel haritalama ABSTRACT Corporate social responsibility projects are multiplied every year while they gradually attract more public attention. Contrary to Western experience, in Turkey corporate social responsibility projects has not emerged as response of the corporations to the pressures of NGOs, social movements and public opinion, but instead under the guidance of corporations as a field of rivalry with multi-national corporations. This atypical character of the development of corporate social responsibility in Turkey influences its perception both by the firms and the NGOs as partners in common projects. This research attempts to evince this perception by applying cognitive mapping technique. It is based on the evaluation of the cognitive maps drawn by highest ranking officials in charge of corporate social responsibility practices in corporations and NGOs. Comparison of condensed maps demonstrates that responsibility is a self-evident concept without determined origins in the mental models of both groups. Keywords: corporate social responsibility, corporations, NGOs, cognitive mapping * ** Tübitak Projesi’nden üretilmiştir. Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim 2003/18 156 S. Deren Van Het Hof Giriş Şirketlerin toplumsal sorumlulukları, iş etiği ve şirket etkinliklerinin toplumsal boyutları çerçevesinde 20. yy’ın başından beri tartışılan bir konudur. Özellikle 1990’lardan itibaren toplumsal hareketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının baskıları, şirketleri sosyal sorumluluklarını üstlenmek zorunda bırakmıştır. Kurumsal sosyal sorumluluk kısaca “özel sektörün çalışanından başlamak koşuluyla öncelikle işini ‘doğru’ yapması, tedarik zincirinin son halkasına kadar ‘sosyal paydaş’ bilinciyle hareket edip, üretimini şekillendirmesi ve içinde bulunduğu topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmesi olarak ifade edilebilir” (Özdemir, 2005). Türkiye’de ise son on yılda kurumsal sosyal sorumluluk hızla özel sektörün gündemine girmiştir. Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri her geçen yıl artmakta, buna paralel olarak da kamuoyunun giderek daha fazla ilgisini çekmektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin de giderek daha fazla benimsedikleri ve faaliyet ürettikleri bir alan haline gelmektedir (Özgen, 2006; Argüden, 2002). Batılı ülkelerde kurumsal sosyal sorumluluk büyük şirketlerin toplum üzerinde artan etkisi ve özellikle de Enron, Nike, Shell gibi şirketlerde patlak veren skandallar karşısında toplumsal hareketlerin ve kamuoyunun şirketlere baskıları sonucunda özel sektörün gündemine girmiştir. Buna karşın Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları ters yönde bir gelişme izlemiş, toplumsal baskı olmaksızın şirketler tarafından uygulanmaya başlamıştır. Bu atipik durumun iki gerekçesi vardır: birincisi sivil toplum kuruluşlarının siyasi ve ekonomik zayıflıklarından dolayı şirketlere baskı yapmamaları, diğeri ise şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaya iten uluslar arası kökenli başka nedenlerin varlığıdır. Türkiye’de sivil toplumun görece zayıflığı, şirketlerin Batılı ülkelerde olduğu gibi gerek yurt içinde gerek yurt dışında faaliyetlerini yürütürken sivil toplumun baskısıyla karşılaşmamalarına neden olmuştur (Göcenoğlu ve Girgin, 2005: 7). Sivil toplum kuruluşları giderek çözülen geleneksel toplumsal bağların belli sorunlara odaklı birlikteliklere dönüşümü içinde hem bireylerin sisteme katılımını hem de serbest piyasa sisteminde haklarını savunmalarını mümkün kılan örgütlenmelerdir. Sivil toplum örgütleri, devletin ideolojik ve ekonomik alanda küçülmesi sürecinde eğitim, çevre, adalet hizmetlerine erişim, sosyal refah ve istihdam konularında devlete alternatif projeler üretebilmekte ve kaynak yaratarak bu projeleri uygulayabilmektedirler. Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de özellikle 1990’lar ve sonrasında sivil toplum kuruluşlarının sayısı artmıştır. “Ancak sivil toplum kuruluşlarının çokluğu bizi yanıltabilir. Gönüllü derneklerinin, meslek odalarının, Bahar 2009, Sayı: 28 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 157 birliklerin, odaların ve diğerlerinin sayıları yeterli olsa da kamusal yaşama etkileri ve katılımları ehemmiyetsizdir” (Şimşek, 2004: 48). Hükümetleri demokratikleşme için radikal reformlar ya da kapsamlı siyasal değişiklikler yapmaya zorlayamazlar (Şimşek, 2004: 49). Varlıklarının hakiki olmaktan çok slogan olduğunu düşünenler de vardır (Kubicek, 2001). Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının göreli zayıflığına getirilen bir açıklama farklı kimlikleri ve alt-kültürleri reddederek homojen bir ulus-devlet öngören resmi ideolojinin etkisini vurgular (Şimşek, 2004: 69). Ayrıca, üyelik, mali kaynak, kişilerarası güven düzeyi v.b. konularda Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları gelişmiş ülkelerdeki muadillerine kıyasla çok kırılgandır (Kubicek, 2005: 367). UNDP’nin 2007 yılında yayınladığı araştırmada, Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk alanındaki başlıca zaafın kampanya yürüten sivil toplum kuruluşlarının büyük ölçüde ya da tamamen devletin ya da şirketlerin finansal desteğine bağımlılıkları olduğu belirtilmiştir (Line ve Braun, 2007: 62). Sonuç olarak, Türkiye’de sivil toplum kuruluşları yalnızca hükümetleri değil şirketleri de çevre, hukuk, sağlık, insan hakları gibi alanlarda sorumlu olmaya zorlamakta yetersiz kalmaktadırlar. Sivil toplum kuruluşları toplumsal taleplerin sözcüsü olma görevlerini yeterince yerine getirememektedirler. Sivil toplum kuruluşlarının sosyal sorumluluk anlayışları ile ilgili bir araştırmada, 200 vakıf yöneticisi/çalışanı, sivil toplum kuruluşlarının şirketlere yönelik şikayet ve/veya övgülerini hiç belirleyemediklerini (%20.4) ya da kısmen belirleyebildiklerini (%53.6) ifade etmişlerdir (Biber, 2002: 183). Öte yandan sivil toplum kuruluşlarının toplumun beklenti, şikayet ve övgülerini ağırlıklı olarak medyadan öğrendikleri (%56.6) ortaya çıkmıştır (Biber, 2002: 184). Sivil toplum kuruluşlarının bu beklenti, övgü ve şikayetleri de ilgili kuruluşlara kısmen (%66.5) ve medya aracılığıyla (%42.6) ilettikleri belirtilmiştir (Biber, 2002: 185-186). Özetle, sivil toplum kuruluşları toplumun beklentilerini örgütleyerek ilgili kurumlara baskı yapan organlar şeklinde çalışmaktan uzaktır. Sonuçta, Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk, şirketin bir sosyal paydaş olarak sivil toplum kuruluşlarının talep ve baskısına cevaben değil, reklam ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin bir uzantısı olarak şirket öncülüğünde geliştirilen projeler şeklini almaktadır. Didem Çabuk’un üç büyük ilde 174 dernek ve vakıf yöneticisine anket uyguladığı araştırmasında % 45.4’ü daha önce bir kurumsal sosyal sorumluluk projesinde yer almış sivil toplum kuruluşlarının % 54.7’sinde işbirliği teklifinin şirketten geldiği belirtilmiştir (2009). Kısacası, olması gerekenin aksine, sivil toplum kuruluşlarını kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde birlikte çalışmaya şirketler davet etmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 158 S. Deren Van Het Hof Önemli sosyal paydaşlarından sivil toplum kuruluşlarının baskısı olmaksızın Türkiye’deki şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine girişmeye iten birbiriyle iç içe geçmiş üç neden olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, küresel düzeyde artan rekabetin şirketleri göreceli avantaj elde etmek için geleneksel ticari faaliyetlerinin dışında etkinliklerde bulunmaya zorlamasıdır (Göcenoğlu ve Girgin, 2005: 7). Çok-uluslu şirketlerin merkezlerinin bulunduğu ülkelerde sosyal paydaşlarından gelen baskılar, Türkiye gibi yatırım yaptıkları gelişmekte olan ülkelerde de kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine özen göstermelerine neden olmuş; bu durum, söz konusu ülkelerde yerli özel sektörün gündemine de kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını taşımıştır. İkincisi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde sağlaması gereken ölçütler arasında kurumsal sosyal sorumluluğun önemli bir yer işgal etmesidir. Türk şirketlerinin kurumsal sosyal sorumluluk konusunda Avrupa Birliği standartlarına ulaşamaması durumunda Avrupa pazarına dahil olmaları mümkün olmayacaktır (Michael ve Öhlund, 2005). Türkiye’de şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine yönelmesindeki son neden kamu düzenlemeleridir. OECD’nin düzenlemelerine paralel olarak Sermaye Piyasası Kurulu’nun 2003’te belirlediği ve 2005’de revize ettiği Kurumsal Yönetim İlkeleri’ni yayımlaması ve şirketlerin bu ilkeleri ne ölçüde benimsediğinden sosyal paydaşlarının da haberdar olması amacıyla şirketlere kurumsal yönetim uyum raporu yayımlama yükümlülüğü getirmesi, şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerini daha ciddiye almaya itmektedir (Özgüç, 2005). Ararat (2008) Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarının gelişmesinin daha çok dış ve kurumsal etki ve zorlamalara bağlı olduğu sonucuna varmıştır. Sonuç olarak Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları büyük ölçüde şirketlerin öncülüğünde ve üstünlüğünde ilerlemektedir. Türkiye’de şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını ortaya çıkarmaya yönelik bir çalışma TÜSEV tarafından Sivil Toplum Endeksi Projesi kapsamında 2002-2003 yılları arasında gerçekleştirilmiştir (Özdemir, 2005). Bu çalışma Türkiye’de şirketlerin sivil toplum kuruluşlarıyla olan ilişkilerinin niteliğini, şirketlerin topluma karşı sorumluluklarını ne ölçüde yerine getirdiklerini ve Ancak, Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım miktarının uzun yıllar düşük seviyelerde seyretmesi, pek çok gelişmekte olan ülkenin aksine ulus ötesi şirketlerin özel sektörün KSS faaliyetlerini şekillendirmede öncelikli rol oynayamamasına neden olmuştur (Göcenoğlu ve Girgin 2005: 6). Özel sektörde halkın payının azlığı, şirketlerin şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi ilkeleri benimsemesini geciktirmiştir. Göcenoğlu ve Girgin, aile ve büyük gruplara ait şirketlerin özel sektörde ağırlıklı bir yeri olmasını da Türkiye’de kurumsal yönetişim ve dolayısıyla kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının gelişimine hem bir engel, hem de bir fırsat olarak görmektedirler. Bahar 2009, Sayı: 28 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 159 kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını ne oranda benimsediklerini değerlendirmeyi hedeflemiştir. Çalışmada 2002 mali raporlarına göre ilk 10’da yer alan şirketlerin kurumsal iletişim birimlerinden alınan bilgilerle kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetleri değerlendirilmiştir. Çalışmada Türkiye’de şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine artan bir önem vermelerine karşın, kurumsal sosyal sorumluluğun hala şirket kültürü olarak benimsenmediği sonucuna varılmıştır. Ayrıca, raporda Türkiye’deki şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerini ‘bir zorunluluğu yerine getirmek’, ‘sivil toplum kuruluşlarıyla faaliyetler gerçekleştirmek’ ve ‘sponsorluk’ olarak algıladığı belirtilmektedir. Türkiye’de şirket yöneticilerinin kurumsal sosyal sorumluluk ‘perspektiflerini’ inceleyen bir araştırma TESEV için Semra Aşçıgil tarafından 2003 yılında gerçekleştirilmiş ancak bu araştırma henüz yayımlanmamıştır (Ararat ve Göcenoğlu, 2005). Söz konusu araştırmanın en önemli bulguları araştırmaya katkıda bulunan yöneticilerin aldıkları kararlarda iktisadi kazanımları, ahlaki ve hukuki sorumluluklarının önünde tutması ve çok büyük bir oranla müşterilerini başlıca paydaşları olarak tanımlamalarıdır. Aşcıgil’in çalışmasında vardığı sonuç “kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinin Türk şirketleri için “halkla ilişkiler”in ötesine geçemediğidir (Ararat ve Göcenoğlu, 2005: 9). Bu çalışma, Türkiye’deki şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk anlayışlarını karşılaştıran ilk araştırmadır. Ne sivil toplum perspektifinden ne de iş etiği/şirket kültürü literatüründen yaklaşmıyor, aksine halkla ilişkiler uygulamalarının çağdaş biçimi olarak kurumsal sosyal sorumluluğu Türkiye bağlamında anlamaya çalışıyor olması çalışmanın özgün yönüdür. Ne yazık ki, kurumsal sosyal sorumluluk kavramının doğrudan şirketlere ilişkin olduğu gerçeği henüz kavranabilmiş değildir. Çalışma, kurumsal sosyal sorumluluğa ilişkin kavramların yerleşmesine de dolaylı olarak katkıda bulunmayı hedeflemektedir. 1. YÖNTEM OLARAK BİLİŞSEL HARİTALAMA Bu çalışmada, şirket ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk olgusunu algılama biçimleri bilişsel haritalama yöntemi kullanılarak incelenmiştir. Haritalamada kullanılan kavramlar olayları, faaliyetleri, değerleri, hedefleri veya toplu parametreli süreçleri modelleyebilmektedirler (Dickerson ve Kosko, 1994: 175). Araştırmada şirket ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk olgusunu algılama biçimlerini incelemek için bilişsel haritalama yönteminin tercih edilmesinin en önemli sebebi yöntemin kurumsal sosyal İletişim Fakültesi Dergisi 160 S. Deren Van Het Hof sorumluluk gibi karmaşık ve kavramsal olarak henüz oturmamış bir olgunun başlıca taraflarınca nasıl anlaşıldığını görmekte başka yöntemlerden daha açıklayıcı olmasıdır. Bilişsel haritalama insanların zihinsel süreçlerinin yapısını ve içeriğini ortaya çıkarmakta kullanılan bir yöntemdir. İnsanların tanımladığı ve belirttiği şekliyle değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin grafiğine bilişsel harita denir (Özesmi, 2006: 4). “Biliş, fikirler arasındaki ilişki olarak eyleme aracılık ederken ayrıca davranışı da etkileyen durumlar ve tepkiler arasındaki ilişkidir” (Eden, 1992: 261). Bireyin ya da grubun belli düşünce unsurları ve onların ilişkilerini resmetmesi bir zihinsel modelin temsilidir. Zihinsel model genel anlamada anlayışın ve bilişin sadeleştirmesidir. Zihinsel modeller, sorunların, konuların, olguların düşünülme ve algılanma biçimlerini etkileyerek karar alma süreçlerini yönlendirir ve denetlerler (Ahmad ve Ali, 2003: 4). Bilişsel haritalama yönteminde katılımcı öncelikle harita çizimi konusunda konuyla ilgisiz örnek bir harita yardımıyla bilgilendirilir. Örneğin incelenmesinden sonra, katılımcı kendisine yöneltilen açık uçlu bir soru ile bir sistemi etkileyen kavramsal değişkenlerin neler olduğu üzerine düşünür ve kavramlar arası nedensel ilişkiler çizerek bu ilişkilerin görece şiddetini ve niteliğini belirtir (Çoban ve Seçme, 2005: 132). Kavramlar arası oklar nedenselliği, okların yönü etkilenen-etkileyen ilişkisini, oklar üzeri +, - işaretleri ise etkinin pozitif-negatifliğini ifade eder. Bu araştırmanın örneklemi kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetleri gerçekleştirmiş ya da gerçekleştirmekte olan şirket ve sivil toplum kuruluşları arasından rastgele seçilen katılımcılara uygulanmıştır. Araştırmaya dahil edilecek şirket ve sivil toplum kuruluşlarının rastgele belirleneceği havuzu oluşturabilmek için kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine yönelik mevcut veri tabanları, şirket ve sivil toplum kuruluşu internet sitelerinden yararlanılmış; ayrıca çeşitli iletişim ajanslarından bu konuda destek alınmıştır. Şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetleriyle ilgilenen en üst düzey yetkililerine öncelikle ilgisiz bir örnek bilişsel harita yardımıyla haritalama süreci anlatılmıştır. Kullanılan örnek harita Şekil 1’de yer almaktadır. Ardından katılımcılara “Şirketleri düşündüğünüzde kurumsal sosyal sorumluluk kavramı size ne ifade ediyor?” sorusu yöneltilmiştir. Görüşülen kişilerden soru çerçevesinde zihinlerinde oluşan kavramları listelemeleri istenmiş, sonrasında ise harita düzleminin kenarına yazılmış olan bu kavramları düzlemin boş bölümüne aktararak harita çizimini gerçekleştirmeleri sağlanmıştır. Kişiler ayrıca Bahar 2009, Sayı: 28 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 161 etkileyen-etkilenen ilişkisinin yönlerini oklarla, ilişkinin niteliğini +, - işaretleriyle ve negatif-pozitifliğin derecesini de az, orta, çok biçiminde belirtmişlerdir. Şekil 1: Harita örneği Bilişsel haritalama yöntemini sivil toplum kuruluşları ve şirketlere uygulamanın olası zorluklarını ve dikkat edilmesi gereken noktaları belirleyebilmek için 7 pilot uygulama gerçekleştirilmiştir. Pilot uygulamada haritalama sürecinin karşıdaki kişiye ne şekilde tarif edilmesi gerektiği netleştirilmiş, sorulacak soru tam olarak belirlenmiştir. Bu çalışmada kurumsal sosyal sorumluluk kavramının algılanış biçimini görmek amacıyla 12 şirket ve 17 sivil toplum kuruluşu ile toplam 29 haritalama uygulaması gerçekleştirilmiştir. Tablo 1 görüşülen sivil toplum kuruluşlarının etkinlik alanları ve bu kuruluşlarda görüşülen kurumsal sosyal sorumlulukla ilgilenen en üst düzey temsilcilerin yaş, cinsiyet, eğitim seviyesi ve unvan bilgilerini göstermektedir. Görüşülen kuruluşlardan 6’sı çevre, 3’ü eğitim, 3’ü kadın, 2’si kültür, 1’i engelli, 1’i yardımlaşma/dayanışma, 1’i de sağlık alanında etkindir. Kurumsal sosyal sorumlulukla en üst düzeyde ilgilenen yetkililer ağırlıklı olarak kadınlardır ve aralarında üniversite mezunundan daha düşük eğitim seviyesinde kimse yoktur. İletişim Fakültesi Dergisi 162 S. Deren Van Het Hof Tablo 1: Bilişel haritalama - katılımcı bilgileri (sivil toplum kuruluşları) Harita Görüşülen STK’nın Yaş no Yoğunlaştığı Alan Cinsiyet Eğitim Seviyesi Unvan 1 Çevre 59 Erkek Üniversite Genel Müdür 2 Kültür 47 Kadın Üniversite Genel Sekreter 3 Çevre 38 Kadın Yüksek Lisans Yönetim Kurulu Üyesi 4 Eğitim 35 Kadın Üniversite Halkla İlişkiler Müdürü 5 Çevre 28 Kadın Üniversite Proje Koordinatörü 6 Kadın 38 Kadın Üniversite Genel Sekreter 7 Çevre 55 Kadın Üniversite Genel Sekreter 8 Engelli 25 Kadın Üniversite Genel Sektreter 9 Yardımlaşma/Daya nışma 24 Kadın Üniversite Yarışmalar Sorumlusu 10 Eğitim 30 Kadın Yüksek Lisans Proje Koordinatörü 11 Kadın 26 Kadın Üniversite Kaynak Geliştime Birimi Sorumlu Yardımcısı 12 Eğitim 33 Erkek Üniversite Proje Koordinatörü 13 Kadın 28 Kadın Yüksek Lisans Proje Koordinatörü 14 Kültür 43 Kadın Üniversite 15 Çevre 40 Kadın Üniversite 16 Çevre 43 Kadın Üniversite 17 Sağlık 49 Kadın Yüksek Lisans Genel Koordinatör Yrd. Kurumsal İletişim Direktörü Kaynak Geliştirme ve Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı İletişim Müdürü Tablo 2 ise görüşülen şirketlerin faaliyet alanlarını ve bu şirketlerde görüşülen kurumsal sosyal sorumlulukla ilgilenen en üst düzey temsilcilerin yaş, cinsiyet, eğitim seviyesi ve unvan bilgilerini göstermektedir. Görüşülen şirketlerden 3’ü gıda, 2’si ilaç, 1’i kozmetik, 1’i bilgisayar, 1’i içme suyu, 1’i tütün mamülleri, 1’i, deterjan, 1’i kargo ve 1’i otomotiv alanında faaliyet göstermektedir. Kurumsal sosyal sorumlulukla en üst düzeyde ilgilenen şirket yetkilileri ağırlıklı olarak kadınlardır ve aralarında üniversite mezunu altı bir eğitim seviyesinde olan kimse yoktur. Bu kişilerin ünvanları da şirketten şirkete farklılıklar göstermektedir. Bahar 2009, Sayı: 28 163 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … Tablo 2: Bilişel haritalama – katılımcı bilgileri (şirketler) Harita Görüşülen Şirketin no Faaliyet Alanı 1 Kozmetik şirketi Yaş Cinsiyet 52 Erkek Eğitim Seviyesi Üniversite 2 Gıda üreticisi 43 Erkek Yüksek Lisans 3 Bilgisayar şirketi 26 Kadın Yüksek Lisans 4 5 İçme suyu şirketi İlaç üreticisi 27 42 Kadın Kadın Üniversite Üniversite 6 Gıda üreticisi 39 Kadın Üniversite 7 Tütün mamülleri şirketi 39 Kadın Üniversite 8 Deterjan şirketi 39 Kadın Üniversite 9 Kargo şirketi 30 Kadın Üniversite 10 İlaç üreticisi 36 Kadın Üniversite 11 Gıda üreticisi 32 Kadın Yüksek Lisans 12 Otomotiv şirketi 39 Kadın Üniversite Unvan Mali İşler Koordinatörü Kurumsal Projeler Müdürü Kurumsal İlişkiler Yöneticisi Marka Müdürü Marka İletişim Uzmanı Kurumsal İletişim Müdürü İletişim Müdürü İnsan Kaynakları Müdürü Basın & Halkla İlişkiler Uzmanı Kurumsal İletişim Sorumlu Uzmanı Kurumsal İletişim Müdürü Pazarlama İletişimi ve Halkla İlişkiler Direktörü İki grup için de katılımcıların % 83’ü kadın olup eğitim seviyeleri şirketler için %75 lisans, %25 yüksek lisans, sivil toplum kuruluşları için %78 lisans, %22 yüksek lisanstır. Haritaların çizim süresinin ortalama 44.52±22.69 dakika olduğu görülmüştür. Bu ortalamaya, sivil toplum kuruluşu ve şirket bazında ayrı ayrı bakıldığında, sivil toplum kuruluşları harita çizim ortalamasının 46.88±24.15 dakika; şirketlerde ise bu ortalamanın 41.17±21 dakika olduğu tespit edilmiştir. Bilişsel haritalama yöntemi veri analizinde, veriler matrise kodlandıktan sonra, görüşme doygunluğunu belirlemek ve örneklemin ana kütleyi temsil edip etmediğini ölçmek için doygunluk analizi yapılır (Özesmi, 2001: 12). Katılımcılar yeni kavram türetemedikleri ya da az sayıda türetebildiklerinde kavram havuzunun doyduğu varsayılır. Araştırmada doygunluk Monte-Carlo Simülasyonu kullanılarak hesaplanmıştır. Eklenen haritalarda belirtilen yeni değişken sayısı 1’in altına inmiş, görüşmeler doygunluğa ulaşmış kabul edilerek tamamlanmıştır. Şekil 2 ve Şekil 3 Monte-Carlo simülasyonu biçiminde şirket ve sivil toplum kuruluşu harita gruplarının doygunluğunu göstermektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 164 S. Deren Van Het Hof 14 Yeni Değişken Sayısı 13 12 11 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 Görüşme Sayısı Şekil 2: Şirket haritalarının doygunluğu (Monte-Carlo simülasyonu (n=100) ile 12 görüşme sonucunda ortalama 1’in altına inen yeni değişken sayısı (0.8)) 14 Yeni Değişken Sayısı 13 12 11 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 Görüşme Sayısı Şekil 3: Sivil toplum kuruluşu haritalarının doygunluğu (Monte-Carlo simülasyonu (n=100) ile 17 görüşme sonucunda ortalama 1’in altına inen yeni değişken sayısı (0.6)) Bahar 2009, Sayı: 28 165 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 2. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Bu bölümde, haritalama çalışması sonucunda elde edilen bulgular dört alt başlık altında her iki küme birlikte düşünülerek, karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirilecektir. Birinci alt başlık haritalarda sıklıkla yer alan kavramları ele almakta, hangi kavramların şirket ve sivil toplum kuruluşları tarafından hangi sıklıklarda ifade edildiğini ortaya koymaktadır. İkinci olarak grubun kurumsal sosyal sorumlulukla ilgili olarak hangi kavramları ne şekilde bağlantılandırdığı incelenmektedir. Üçüncü başlık altında sivil toplum kuruluşları ve şirketler tarafından ifade edilen kavramlar kümeleme analizine tabi tutularak, karşılaştırmalı olarak değerlendirilmektedir. Dördüncü ve son olarak sivil toplum kuruluşları ve şirketler tarafından kullanılan kavramların merkeziyet dereceleri ve ‘etkileme’, ‘etkilenme’ özellikleri konu edilmektedir. 2.1 Şirketler ve Sivil Toplum Kuruluşları Tarafından Kullanılan Kavram Sayıları ve En Sık Kullanılan Kavramlar Kurumsal sosyal sorumluluk kavramını anlatırken kullanılan kavram sayısı şirketler ve sivil toplum kuruluşları için farklılıklar göstermektedir. Araştırmada şirketlerin sivil toplum kuruluşlarına göre daha fazla kavram kullandığı ortaya çıkmıştır. Bu durum kurumsal sosyal sorumluluk konusunda şirketlerin sivil toplum kuruluşlarına kıyasla kavramsal olarak daha zengin bir algıya sahip olduğuna işaret etmektedir. Kavramlar arasında kurulan ilişkilerde de şirketlerin kurdukları ilişki sayısı ortalamasının sivil toplum kuruluşularına kıyasla daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. İlişki sayısının fazla olması ise şirketlerin sivil toplum kuruluşularına göre daha karmaşık bir algıya sahip olduğunu göstermektedir. Sivil toplum kuruluşu ölçeğinde toplam süre ile dökülen kavram sayısı arasında bir ilişkinin olmadığı tespit edilirken (R:0.181), şirketlerde farklı bir sonuç ortaya çıkmış, haritalama süresi ile dökülen kavram sayısı arasında pozitif ve yüksek bir ilgileşim (korelasyon) bulunmuştur (R:0,698). Bir başka ifadeyle, haritalama süresi arttıkça ifade edilen kavram sayısı da artış göstermiştir. Görüşmeler esnasında kullanılan kavramlar kurumsal sosyal sorumluluk algısına dair önemli bilgiler sağlamaktadır. Bazı kavramlar başka kavramlara ihtiyaç duymaksızın belli bir ilişki yumağını temsil edebilmektedir. Örneğin, görüşmeler boyunca “Sürdürülebilirlik”, “Duygusal Bağ” gibi kavramlar diğer kavramlarla ilişkiye sokulmadıklarında dahi içlerinde bir anlam yükünü barındırdıkları gözlenmiştir. İletişim Fakültesi Dergisi 166 S. Deren Van Het Hof Katılımcılar bir kavramı yakın ya da eş anlamlarıyla birlikte kullandığında kavramlar eşit soyutlama seviyelerinde bütünleştirilmeye çalışılmıştır. Örneğin “Reklam” kavramı reklam, tanıtım, basında yer alma, kamuoyu ilgisi, görünürlük, bilinirlik gibi farklı haritalardaki farklı ifadelerin soyutlanmış ve bütünleştirilmiş halidir. Aşağıdaki tablolarda sivil toplum kuruluşu ve şirket özelinde en çok kullanılan bütünleştirilmiş kavramlar gösterilmiştir. “Haritalarda Tekrarlanma Sayısı” hanesi, yakın ya da eş anlamlarıyla kullanılan kavramların sayısını, “Tekrarlayan kurum sayısı” hanesi ise bu kavramların kaç haritada kullanıldığını anlatır. Örneğin, “Reklam” kavramı 17 sivil toplum kuruluşunun haritalarında toplam 23 kez kullanılmaktadır. 5 sivil toplum kuruluşu ise “Reklam” kavramına haritalarında yer vermemiştir. Aşağıdaki iki tabloda kavramlar tekrarlanma sıklığına göre listelenmiştir. Tablo 3: Sivil toplum kuruluşu haritalarında en fazla belirtilen kavramlar Kavramlar Reklam Kurumsal Kimlik Maddi Kaynak Kapasitesi STK-Fayda İlişkisi Toplumsal Fayda Şirket-Fayda İlişkisi Yardım/Destek Proje Başarısı Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar Farkındalık Sorumluluk Hissi İşbirliği İtibar Satış/Kazanç Sponsorluk Bahar 2009, Sayı: 28 Haritalarda Tekrarlanma Sayısı 23 17 Tekrarlayan Kurum Sayısı 12 11 Kurum Yüzdesi 70.59 64.71 14 14 23 10 10 9 58.82 58.82 52.94 13 11 10 8 8 8 47.06 47.06 47.06 13 11 9 6 6 6 6 6 6 6 5 5 4 4 35.29 35.29 35.29 29.41 29.41 23.53 23.53 167 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … Eğitim Çalışanların Motivasyonu Devlet/Kamu Fırsat Eşitliği Devlet/Kamu Rekabetin Gelişimi Bilinçlendirme Çevre Ekonomi İlkeler/Etik Değerler Kişisel Gelişim Moda Sürdürülebilirlik Paydaş Fayda İlişkisi İletişim Müşteri İlişkileri Profesyonellik Toplumsal Etki 3. Sektör Deformasyonu Destek Verilen Sosyo-ekonomik Grubun Gelişme Düzeyi Faaliyet Alanıyla Örtüşmeyen Alan veya Gruplar Güvenilirlik Manevi Tatmin Paylaşma/Dayanış ma Üyeler 5 4 23.53 8 5 5 4 3 4 4 3 3 3 3 3 3 2 2 2 17.65 17.65 17.65 17.65 17.65 11.76 11.76 11.76 2 2 2 2 2 2 2 2 11.76 11.76 11.76 11.76 3 2 2 2 2 1 1 1 1 1 5.88 5.88 5.88 5.88 5.88 1 1 5.88 1 1 5.88 1 1 1 1 1 1 5.88 5.88 5.88 1 1 1 1 5.88 5.88 İletişim Fakültesi Dergisi 168 S. Deren Van Het Hof Tablo 4: Şirket haritalarında en fazla belirtilen kavramlar Haritalarda Kavramlar Tekrarlanma Sayısı Toplumsal Fayda 14 Şirket-Fayda İlişkisi 11 Sorumluluk Hissi 8 Yardım/Destek 7 Çevre 6 Eğitim 6 Çalışanların motivasyonu 9 Proje Başarısı 8 Sürdürülebilirlik 6 Devlet/Kamu 5 İtibar 5 Reklam 10 Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar 7 STK Fayda İlişkisi 6 Duygusal Bağ 4 Farkındalık 4 İşbirliği 4 Paylaşma/Dayanışma 4 İlkeler/Etik Değerler 8 Profesyonellik 5 Kurumsal Kimlik 4 Paydaş Fayda İlişkisi 4 Toplumsal Etki 4 Sağlık 3 Satış/Kazanç 3 Sorun Çözümüne Katk 3 Sponsorluk 3 Faaliyet Alanıyla Örtüşmeyen Alan veya Gruplar 3 Maddi Kaynak Kapasitesi 3 Destek Verilen Sosyo-ekonomik Grubun Gelişme Düzeyi 2 Ekonomi 2 Gönüllülük 2 Müşteri İlişkileri 2 Bilinçlendirme 2 Bahar 2009, Sayı: 28 Tekrarlayan Kurum Sayısı 9 8 7 6 6 6 Kurum Yüzdesi 75.00 66.67 58.33 50.00 50.00 50.00 5 5 5 5 5 4 41.67 41.67 41.67 41.67 41.67 33.33 4 4 4 4 4 4 3 3 3 3 3 3 3 33.33 33.33 33.33 33.33 33.33 33.33 25.00 25.00 25.00 25.00 25.00 25.00 25.00 3 3 25.00 25.00 2 16.67 2 16.67 2 2 2 2 2 16.67 16.67 16.67 16.67 16.67 169 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … Organizasyon İletişim Kişisel Gelişim Kurumlara Örnek Olmak Manevi Tatmin Projenin Şirket Ürünüyle İlgisi 2 1 1 1 1 1 8.33 8.33 8.33 1 1 1 1 8.33 8.33 1 1 8.33 “Reklam”, “Kurumsal Kimlik”, “Maddi Kaynak Kapasitesi”, “STK-Fayda İlişkisi”, “Toplumsal Fayda”, “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Yardım/Destek” gibi kavramlar sivil toplum kuruluşları tarafından en çok ifade edilen kavramlar olmuştur. Şirketler ise “Toplumsal Fayda”, “Şirket -Fayda ilişkisi”, “Sorumluluk Hissi”, “Yardım/Destek”, “Çevre”, “Eğitim”, “Çalışanların motivasyonu”, “Proje Başarısı”, “Sürdürülebilirlik”, “Devlet/Kamu” ve “İtibar” kavramlarına öncelik vermişlerdir. 2.2 Yoğunlaştırılmış Şirket ve Sivil Toplum Kuruluşu Haritaları Concept Draw Office programı kullanılarak sivil toplum kuruluşlarının ve şirketlerin bilişsel haritaları yoğunlaştırılmış ve sıkça kurulan ilişkiler sivil toplum kuruluşları ve şirketler özelinde farklı haritalarda birleştirilmiştir. Çizgiler pozitif ilişkinin varlığına, kalın çizgiler pozitif ilişkinin görece güçlü olduğuna, kesik çizgiler ise kurulan ilişkinin negatif olduğuna işaret etmektedir. Okun yönü ise etkileyen-etkilenen kavramları belirtmektedir. Bir başka ifadeyle, okun çıktığı kavram etkileyen, okun yöneldiği kavram etkilenen kavramdır. Şekil 4’te sivil toplum kuruluşlarının sıkça kurdukları ilişkiler özetlenmektedir. İlk olarak, “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramından “Reklam” kavramına giden ilişki göze çarpmaktadır. Şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinden sağladığı faydanın reklamla ilişkisi sivil toplum kuruluşları tarafından güçlü bir biçimde kurulmuştur. Bu durum sivil toplum kuruluşularının kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinin şirketlere sağladığı faydayı reklamla ilişkilendirme eğiliminde olduklarını göstermektedir. Aynı zamanda bu faydanın, şirketlerin maddi kaynak kapasitelerinin ve kurumsal kimliklerinin gelişimini arttırıcı bir özellikte olduğu düşünülmektedir. Yoğunlaştırılmış haritaya göre sivil toplum kuruluşuları, “Proje Başarısı”ndaki artışın “Reklam”ı; “Reklam”ın “Satış/Kazanç”ı; “Satış/Kazanç”ın da “Reklam”ı arttıracağı yönünde bir anlayışı ortaya çıkartmaktadır. Harita, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde “Reklam” ve İletişim Fakültesi Dergisi 170 S. Deren Van Het Hof “Satış/Kazanç”ın birbirini besleyen iki ana kavram olmalarının yanı sıra bu ilişkinin baskın öğesinin “Reklam” olduğunu göstermektedir. Haritalama çalışmasının ortaya çıkardığı bir diğer bulgu, sivil toplum kuruluşlarının “Proje Başarısı”nda “Sponsorluk”u önemli bir unsur olarak değerlendirilmekle birlikte, “Yardım/Destek” mahiyetinde yapılması durumunda projenin başarısını olumsuz yönde etkileyeceği görüşüne sahip olmalarıdır. Şekil 4: Sivil Toplum Kuruluşlarının Yoğunlaştırılmış Haritası Sivil toplum kuruluşlarının yoğunlaştırılmış haritasında “Reklam”, “Proje Başarısı”, “Toplumsal Fayda” ve “Sorumluluk Hissi” kavramları en çok ilişkiye sokulan kavramlar olarak ortaya çıkmıştır. Görüşülen kurumun yoğunlaştığı alana göre aile, çocuk, gençlik, kültür-sanat gibi konular faaliyet alanıyla örtüşen kategorisinde değerlendirilmiş; eğitim, çevre, sağlık gibi konular ise ayrı kavramlar olarak ele alınmıştır. “Proje Başarısı”, “Farkındalık” ve “Paylaşma/Dayanışma” etkisinde gelişen “Toplumsal Fayda”, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar” kategorisi ile karşılıklı bir ilişkiye girmekte, ancak “Toplumsal Fayda”dan çıkan etki, gelen etkiye göre çok daha güçlü olmaktadır. Örneğin, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar” kategorisinde değerlendirilen gençlik ele alındığında Bahar 2009, Sayı: 28 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 171 ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: “Proje Başarısı”, “Farkındalık” ve “Paylaşma/Dayanışma” etkisinde gelişen “Toplumsal Fayda”nın gençliği destekleme şeklinde gerçekleşmesi, bu desteğin “Toplumsal Fayda”ya geri dönüşünden daha önemlidir. Kısacası, sivil toplum kuruluşuları, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”ın desteklenmesini son kertede topluma fayda sağlaması amacıyla değil, kendinden menkul ve/veya şirketlerin yapmaları gereken bir zorunluluk olarak algılamaktadırlar. Şirketlerin yoğunlaştırılmış haritasına bakıldığında ilk dikkati çeken sivil toplum kuruluşlarının haritasındakinden farklı kavramların varlığıdır. Bu farklı kavramların “Sürdürülebilirlik”, “Gönüllülük”, “Çalışanların Motivasyonu” ve “İtibar” gibi kurumsal sosyal sorumluluğun literatürdeki tanımının önemli unsurlarına ilişkin olması önemlidir (Dahlsrud, 2008: 4). Şirketlerin yoğunlaştırılmış haritasında “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Proje Başarısı, ve “Sürdürülebilirlik” kavramlarının en fazla ilişkiye sokulduğu ortaya çıkmıştır. Bu haritada dikkate değer bir nokta, şirketlerin anlayışında sivil toplum kuruluşlarının bu ilişkiler ağında yeri olmamasıdır. Şekil 5: Şirketlerin Yoğunlaştırılmış Haritası İletişim Fakültesi Dergisi 172 S. Deren Van Het Hof Şirketler “Proje Başarısı”nı güçlü bir şekilde şirket faydasındaki artışa bağlamışlardır. “Proje Başarısı”nın ile şirketlerde “Çalışanların Motivasyonu” karşılıklı ilişkisi, proje beklentilerinde ve sonuçlarında, “Çalışanların Motivasyonu”nun merkezi bir yeri olduğunu göstermektedir. Şirketlerin yoğunlaştırılmış haritası, şirketlerin proje “Sürdürülebilirlik”i konusundaki vurgularının yanı sıra “Yardım/Destek” niteliğindeki katkıların “Sürdürülebilirlik”i olumsuz etkileyeceği algısına sahip olduklarını göstermektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk projesi yapan şirketler, “Faaliyet Alanıyla Örtüşmeyen Alan veya Gruplar”ı, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”a sağladığı ve/veya sağlayacağı fayda için desteklemektedirler. Sonuç olarak, faaliyet dışı alan, faaliyet alanının destekleyicisi ve geliştiricisi bir araç olarak algılanmaktadır. Örneğin, bir otomobil şirketi, çocuklara yönelik projeler gerçekleştirdiğinde bunun geri dönüşü çocukların ailelerinden beklenebilmektedir. Şirketlerin yoğunlaştırılmış haritasından çıkarılan “Satış-Kazanç”, “ŞirketFayda İlişkisi”, “Proje Başarısı” ve “Sürdürülebilirlik” kavramları ve birbirleriyle olan ilişkileri önemli bir ilişki ağını temsil etmektedir. Bu kavramlardan her biri üçü ile ilişkiye girmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, “Satış/Kazanç”tan “Proje Başarısı”na giden hariç tüm ilişki birleşimlerinin pozitif kurgulanmış olmasıdır. “Sürdürülebilirlik” ya da “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramları “Proje Başarısı” kavramını pozitif etkilemektedir. Ancak “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramıyla “Proje Başarısı” kavramı arasındaki ilişki “Satış-Kazanç” dolayımında kurgulandığında bu ilişki negatif hale gelmektedir. Görüşmelerde sözlü bir biçimde de aktarılan “kazanç için yapılan proje izlenimi”nden duyulan rahatsızlık negatif ilişki şeklinde haritada ortaya çıkmıştır. Şekil 6: Şirketlerin Yoğunlaştırılmış Haritasından Çıkan İlişkiler Bahar 2009, Sayı: 28 173 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 2.3 Kümeleme Analizi Görüşmeler esnasında haritalara birçok kavram dökülmüş, bazılarının aralarında ilişkiler kurulurken bazılarının aralarında herhangi bir bağlantı kurulmamıştır. Bu durum aynı haritada aralarında ilişki olmayan iki kavramın birbirlerinden tamamen bağımsız olduğu anlamına gelmemektedir. Kavramları, aralarındaki ilişkiyi ikinci plana atarak analiz etmek ancak bir yandan da kurulu ilişkilere referans vermek kurumsal sosyal sorumluluk algısının bir diğer boyutunu görebilmek açısından önemlidir. Kümeleme analizi hangi kavramların aynı haritalarda yer aldığı bilgisini vermektedir. Toplamda 1 ya da 2 defa söylenen kavramlar analize tabi tutulmamış, analiz sıkça kullanılan kavramlar üzerinden uygulanmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının kümeleme analizinde beş kategori ortaya çıkmıştır: Kırmızı grup: “Proje Başarısı”(1); “Maddi Kaynak Kapasitesi”(2); “Şirket-Fayda İlişkisi”(3); “STK-Fayda İlişkisi”(4); “Kurumsal Kimlik”(5) Sarı grup: “İşbirliği”(6); “İtibar”(7) Yeşil grup: “Reklam”(8); “Sorumluluk Hissi”(9); “Satış-Kazanç”(10) Mavi grup: “Toplumsal Fayda”(11); “Farkındalık”(12) Pembe grup: “Sponsorluk”(13); “Yardım/Destek”(14); “Eğitim”(15); “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”(16) Şekil 7: Sivil toplum kuruluşu haritalarında geçen kavramaların kümeleme analizi İletişim Fakültesi Dergisi 174 S. Deren Van Het Hof Şekil 7’de gösterilen kırmızı grupta toplanan kavramların yoğunlaştırılmış haritada dolaylı ilişkileri tespit edilirken sarı grupta yer alan “İşbirliği” ve “İtibar” kavramlarının yoğunlaştırılmış haritada dahi yer almadığı farkedilmiştir. Şirketlerin sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışma isteklerinin altında sivil toplum kuruluşlarının adlarını kullanmaları savının, sivil toplum kuruluşu görüşmeleri esnasında çokça dillendirilmesi göz önünde bulundurulduğunda, bu işbirliğinin itibar arttırıcı bir unsur olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Yeşil kategorinin bileşenlerinin birbirine yakınlığı ise haritalarda “Reklam”, “Sorumluluk Hissi” ve “Satış-Kazanç” kavramlarının beraber ifade edilme eğiliminde olduğuna işaret etmektedir. “Toplumsal Fayda” ve “Farkındalık” kavramlarının aynı kümede yer alması, bu iki kavramın birlikte düşünüldüğünü göstermektedir. “Toplumsal Fayda” ve “Farkındalık” kurumsal sosyal sorumluluk algısındaki bir mikro bütünün parçalarıdır. Pembe grup ise bir projenin hitap ettiği alanlar ve bu alanların hangi yöntemle desteklenmesi/desteklenmemesi üzerine bir küme oluşturmuştur. Sivil toplum kuruluşları “Sponsorluk”, “Yardım/Destek”, “Eğitim” ve “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar” kavramlarını birlikte düşünmüşlerdir. Bu kümeden, eğitim başta olmak üzere faaliyet alanı içindeki konular, yardım biçiminde değil sponsorluk ile desteklenmelidir anlamı çıkarılabilir. Görüşmelerde “Yardım/Destek” kavramının ilkel, bağımlılık yaratan bir olgu olarak değerlendirildiği; sponsorluğun ise yöntem açısından tüm getirileri ile daha sistematik bir şekilde kavramsallaştırıldığı gözlenmiştir. Sivil toplum kuruluşlarının yoğunlaştırılmış haritasındaki “Sponsorluk”tan “Yardım/Destek”e giden negatif ilişki de gözönüne alındığında, sivil toplum kuruluşlarının sponsorluk ile yardım/destek arasında bir karşıtlık ilişkisi kurma eğiliminde olduğunu söylemek mümkündür. Şirketlerin kümeleme analizinde beş kategori ortaya çıkmıştır: Kırmızı grup: “Duygusal Bağ”(1); “Çalışanların Motivasyonu”(2); “ŞirketFayda İlişkisi”(3);”Yardım/Destek”(4) Yeşil grup: “Sürdürülebilirlik”(5); “İşbirliği”(6); “Farkındalık”(7) Mavi grup: “Proje Başarısı”(8); “Paylaşma/Dayanışma”(9); “SatışKazanç”(10); “Sponsorluk”(11); “Sorun Çözümüne Katkı”(12); “Devlet/Kamu”(13); “Toplumsal Fayda”(14) Sarı grup: “Reklam”(15); “Sorumluluk Hissi”(16); “İtibar”(17); “STK-Fayda İlişkisi”(18) Pembe grup: “Eğitim”(19); “Çevre”(20); “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”(21) Bahar 2009, Sayı: 28 175 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … Şekil 8: Şirket haritalarında geçen kavramaların kümeleme analizi Şirketlerin kümeleme analizi incelendiğinde aynı kümeye giren kavramların sivil toplum kuruluşu kümelerinden farklılaştığı görülmektedir. Kırmızı gruptan “Yardım/Destek” “Sürdürülebilirlik”le negatif etkileşimde kurgulansa da çalışanlara motivasyon kaynağı olduğu ve bunun da şirketle çalışanlar arasında duygusal bir bağ oluşturduğu anlamı çıkmaktadır. Sivil toplum kuruluşları işbirliğini şirket itibarı ile ilişkilendirirken şirketler yeşil grupta aynı kavramı “Sürdürülebilirlik” ile birlikte anladıklarını ortaya koymuşlardır. Burada “Sürdürülebilirlik” kavramı sivil toplum kuruluşunun katılımının yanı sıra hem şirketin hem de sivil toplum kuruluşunun sürdürülebilirliğini ifade etmektedir. Mavi grup, şirketlerin projelere sponsor olarak hem “Satış/Kazanç” hem de “Toplumsal Fayda” sağladıkları, ayrıca bu projelerle sorunları paylaşım ve dayanışma yoluyla çözümledikleri anlayışını göstermektedir. Sarı grup, sivil toplum kuruluşu kümeleme analizinin aksine şirketlerin “Reklam” – “Sorumluluk Hissi” ilişkisinin kazancı değil “İtibar”ı getirdiğinin düşünüldüğünü göstermektedir. Pembe grup proje konularını kapsamaktadır. Şirketler, eğitim ve çevreyi ayrı tutarak kendi faaliyet alanlarıyla örtüşen alanları birlikte düşünmüşlerdir. Yoğunlaştırılmış haritada ise “Faaliyet Alanıyla Örtüşmeyen Alan veya Gruplar” kavramından “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”a giden bir ilişki tespit edilmektedir. Yoğunlaştırma ve kümeleme analizleri birlikte değerlendirildiğinde, İletişim Fakültesi Dergisi 176 S. Deren Van Het Hof çevre ve eğitimin birbirlerine doğru ilişki üretmeseler dahi, olmazsa olmaz iki proje alanı olarak haritalarda birlikte yer aldıkları tespit edilmiştir. Sivil toplum kuruluşlarının ve şirketlerin kümeleme analizleri karşılaştırıldığında kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin şirketler tarafından “İtibar” ve “Toplumsal Fayda” kavramları üstünden düşünüldüğü görülür. Sivil toplum kuruluşlarıysa bu projelerin “Reklam” ve “Satış/Kazanç” ile bağlantısını vurgulamaktadırlar. Bu anlayış farklılığı yoğunlaştırılmış haritalarda da gözlenebilmektedir. 2.4 Kavramların Merkeziyet ve Etkileme/Etkilenme Dereceleri Görüşülen kişiler tarafından kavramlar arası kurulan ilişkilere verilen derece puanları ilgili grubun harita sayısına (sivil toplum kuruluşu=17, şirket=12) bölünmüş; merkeziyet, etkileme ve etkilenme dereceleri bulunmuşur. Bir değişkenden diğer değişkene doğru giden ilişki “etkileme” yaratırken ters yönde bir ilişki “etkilenme” yaratmaktadır, çift yönlü ilişki ise hem “etkileme” hem de “etkilenme” derecesini arttırmaktadır. Merkeziyet ise “etkileyen” ve “etkilenen” derecelerinin toplamından elde edilir. Bir değişkenin merkeziyet puanı, o değişkenin diğer değişkenlerle ne kadar sık ilişkiye girdiğini göstermektedir. Örnek olarak, merkeziyet sayısı 1’den yüksek olan değişkenlerin gösterildiği Tablo 5’te, 5.24 ile sivil toplum kuruluşlarının en merkezi kavramı “Reklam” olarak görünmektedir. Bir kavramın etkileyen puanının etkilenen puanından yüksek olması o kavramın belirleyiciliğini göstermektedir. Tablo 5 ve Tablo 6’da görece belirleyici özellikteki kavramlar, yani etkileyen puanı etkilenen puanından yüksek olanlar koyu yazılmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının görece belirleyici özellikteki kavramları; “Reklam”, “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Sorumluluk Hissi”, “Proje Başarısı”, “Paylaşma/Dayanışma”, “Sponsorluk”, “İşbirliği”, ve “Bilinçlendirme”dir. Görece belirlenen özellikteki kavramlar ise, “Toplumsal Fayda”, “STK-Fayda İlişkisi”, “Farkındalık”, “Kurumsal Kimlik”, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”, “Maddi Kaynak Kapasitesi”, “Satış/Kazanç”, “Eğitim” ve “Yardım/Destek”tir. Bahar 2009, Sayı: 28 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 177 Tablo 5: Sivil Toplum Kuruluşlarının etkileyen, etkilenen ve merkezi kavramları (n=17, merkeziyet > 1.0) Kavramlar Etkileyen Etkilenen Merkeziyet Reklam 2.72 2.51 5.24 Toplumsal Fayda 2.01 2.35 4.37 Şirket Fayda İlişkisi 2.21 1.15 3.35 Sorumluluk Hissi 2.29 0.94 3.24 STK Fayda İlişkisi 1.53 1.71 3.24 Farkındalık 1.29 1.56 2.85 Proje Başarısı 1.32 1.21 2.53 Kurumsal Kimlik 1.09 1.38 2.47 Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar 0.76 1.41 2.18 Maddi Kaynak Kapasitesi 0.93 1.15 2.07 Satış/kazanç 0.75 1.10 1.85 Paylaşma/Dayanışma 0.90 0.76 1.66 Sponsorluk 1.00 0.41 1.41 Eğitim 0.71 0.71 1.41 İşbirliği 0.69 0.62 1.31 Bilinçlendirme 0.76 0.53 1.29 Yardım/Destek 0.46 0.56 1.01 Tablo 5’teki “Reklam”ın etkileyen puanının (2,72) etkilenen puanından (2,51) yüksek olması, kavramın belirleyici olduğu gösterir. Ancak “Reklam” kavramının etkilenen puanının (2,51) etkileyen puanına olan yakınlığı da göz ardı edilmemelidir. Buradan çıkarılması gereken sonuç, sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk zihniyetinde “Reklam”ın hem etkileyen hem de etkilenen bir kavram olduğudur. Sivil toplum kuruluşlarının en merkezi ikinci değişkeni olarak görünen “Toplumsal Fayda” nın (4,37) ise etkileyen yönü daha ağır basmaktadır. Üçüncü ve dördüncü sırada yer alan “Şirket-Fayda İlişkisi” ve “Sorumluluk Hissi” kavramlarının etkileyen-etkilenen puanlarının farklarına bakıldığında sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk zihniyetinde belirleyici oldukları anlaşılmaktadır. Sivil toplum kuruluşları şirketlere kurumsal sosyal sorumluluk konusunda merkezi bir rol atfettiklerinden ve şirketlerin kendilerine fayda sağlamaları gerekliliği üzerinde durduklarından, bu “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramı kurumsal sosyal sorumluluk algısını şekillendiren bir özellik kazanmıştır. Başka kavramlar tarafından belirleniyor olması beklenirken “Sorumluluk Hissi” kavramının belirleyici bir kavram olarak anlaşıldığının ortya çıkması İletişim Fakültesi Dergisi 178 S. Deren Van Het Hof araştırmanın önemli bulgularındandır. Sivil toplum kuruluşlarının yoğınlaştırılmış haritasında da görüleceği üzere “Sorumluluk Hissi”, “Kurumsal Kimlik” ve “Farkındalık” kavramlarını etkilemektedir. Ayrıca, “Sorumluluk Hissi” ile “Paylaşma/Dayanışma” karşılıklı etkileşim içindedir ve bu etkileşim “Toplumsal Fayda”yı belirlemektedir. Haritada “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramının “Sorumluluk Hissi” kavramını etkilediği de görülmekteyse de sivil toplum kuruluşlarının anlayışında sorumluluğu etkileyen ve belirleyen unsurların belirgin biçimde ortya çıkmadığı söylenebilir. “Maddi Kaynak Kapasitesi” ve “Satış/kazanç”ın etkilenen kavramlar olması, bu iki kavramın diğer kavramlar tarafından belirlendiğini göstermektedir. Daha açık bir ifadeyle, para ile ilgili bu iki kavram başka konular ya da olgularda olumlu gelişme sağlamakta değil, aksine başka konular ya da olgular “Maddi Kaynak Kapasitesi”nin ve “Satış/kazanç”ın artışına neden olmaktadır. “Maddi Kaynak Kapasitesi” ve “Satış/Kazanç”ın sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk zihniyetindeki yerini anlamakta bu tespitler önemlidir. Bir başka ifadeyle, sivil toplum kuruluşları finansal performansı yüksek şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluğa yönelmeleri gerektiğini değil, aksine sosyal sorumlu davranışlarının şirketlere yüksek finansal performans olarak geri döneceğini kodlamaktadırlar. Şirketlerin merkeziyet tablosu (Tablo 6) incelendiğinde, en çok ilişkiye sokulan kavramın “Şirket-Fayda İlişkisi” olduğu görülmektedir. “Proje Başarısı” ve “Sorumluluk Hissi” diğer önemli merkezi kavramlardır. Şirketlerin görece belirleyici kavramları; “Şirket-Fayda iİlişkisi”, “Sorumluluk Hissi”, “Paylaşma/Dayanışma”, “Reklam”, “İlkeler/Etik Değerler”, “Maddi Kaynak Kapasitesi”, “Sorun Çözümüne Katkı”, “Sponsorluk”, “Toplumsal Etki”dir. Görece belirlenen kavramlar ise, “Proje Başarısı”, “Çalışanların Motivasyonu”, “Sürdürülebilirlik”, “Toplumsal Fayda”, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”, “Eğitim”, “Kurumsal Kimlik”, “Paydaş-Fayda İlişkisi”, “Satış/Kazanç” ve “İtibar”dır. Şirketlerin zihniyetinde, sivil toplum kuruluşlarından farklı olarak, “Reklam” kavramının çok merkezi bir konumu olmadığı anlaşılmaktadır. Bu algılayışın arkasında, “projeler reklam için yapılıyor” izleniminden duyulan rahatsızlıkta yatmaktadır. Görüşmeler boyunca şirketler, “Reklam” kavramını yazmakta çekingen tavırlar göstermiş, “Reklam” yerine muadili kavramlar kullanmayı ve bu kavramları da az ilişkiye sokma eğiliminde olmuşlardır. Bahar 2009, Sayı: 28 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 179 Tablo 6: Şirketlerin etkileyen, etkilenen ve merkezi kavramları (n=12, merkeziyet > 1.0) -Etkileme derecesi etkilenme derecesinden fazla olanlar koyu yazılmıştır.- Kavramlar Etkileyen Etkilenen Merkeziyet Şirket Fayda İlişkisi 2.29 1.75 4.04 Proje Başarısı 1.50 2.29 3.79 Sorumluluk Hissi 2.46 0.60 3.06 Çalışanların Motivasyonu 1.15 1.63 2.77 Paylaşma/Dayanışma 1.46 1.25 2.71 Sürdürülebilirlik 0.83 1.73 2.56 Toplumsal Fayda 0.98 1.42 2.40 Reklam 1.31 0.79 2.10 Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar 0.42 1.50 1.92 İlkeler/Etik Değerler 1.00 0.75 1.75 Eğitim 0.67 1.08 1.75 Maddi Kaynak Kapasitesi 1.04 0.67 1.71 Kurumsal Kimlik 0.67 0.83 1.50 Paydaş Fayda İlişkisi 0.60 0.85 1.46 Sorun Çözümüne Katkı 0.75 0.67 1.42 Sponsorluk 0.88 0.25 1.13 Satış/kazanç 0.29 0.79 1.08 İtibar 0.33 0.67 1.00 Toplumsal etki 0.75 0.25 1.00 Tablo 6’da “Proje Başarısı”nın en merkezi ikinci kavram olarak ortaya çıkmasıysa şirketlerdeki proje merkezli algının göstergesidir. Ancak “Proje Başarısı” etkilenen kavram niteliğindedir: diğer kavramlar, “Proje Başarısı”nın ölçütleri ve öncülleri olarak ilişkilendirilmiştir. Şirketlerin yoğunlaştrılmış haritasına bakıldığında dikkat çeken iki nokta vardır: birincisi şirketlerin anlayışına göre “Proje Başarısı”nın başlıca belirleyicisi olarak “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramının ortaya çıkmasıdır. Diğeri ise “Proje Başarısı” ile “Toplumsal Fayda”, “Faaliyet Alanıyla Örtüşmeyen Alan veya Gruplar” ve “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar” arasından doğrudan hiçbir ilişki kurulmamış olmasıdır. Bu demektir ki şirketler projelerinin başarısını yaratılan toplumsal fayda ile değil şirkete getirisi iel değerlendirmektedirler. “Proje Başarısı” etkilediği tek kavram olan “Çalışanların Motivasyonu” ile aslında karşılıklı etkileşim içindedir. Sivil toplum kuruluşlarının tablosunda çıkmamasına karşın “Çalışanların motivasyonu” kavramına şirketlerin önem verdiği görülmektedir. Görüşmeler esnasında, şirketler tasarı halindeki projelerine İletişim Fakültesi Dergisi 180 S. Deren Van Het Hof çalışanlarını gönüllü bir şekilde katmayı düşündüklerini ve böylece onların motivasyonlarını arttırmayı hedeflediklerini dile getirmişlerdir. Sivil toplum kuruluşları şirketleri düşündüklerinde “Maddi Kaynak Kapasitesi”ni etkilenen nitelikte resmetmişlerdir. Şirketler ise “Maddi Kaynak Kapasitesi” kavramını etkileyen nitelikte kurgulamışlardır. “Maddi Kaynak Kapasitesi” kavramının “Proje başarısı” kavramını etkilediği yoğunlaştırılmış haritada ortaya çıkmaktadır. Özetle, şirketin anlayışına göre, “Maddi Kaynak Kapasitesi”, başka eylem ya da olgulardan beslenen ve onlar sayesinde artan değil, aksine başka eylem ya da olguları besleyen ve onları arttıran bir rol oynamaktadır. Şirketlerin tablosundaki bir diğer önemli bulgu ise “STK-Fayda İlişkisi”nin en merkezi kavramlar arasında çıkmamasıdır. Çünkü bu kavramın yerine şirket zihniyetinde “Sürdürülebilirlik” olduğu ortaya çıkmıştır. Sivil toplum kuruluşlarına benzer biçimde şirketler de “Sorumluluk Hissi” kavramını etkilenen deği etkilene bir kavram olarak anlamaktadırlar. “Sorumluluk Hissi” şirketlerin yoğunlaştırılmış haritasında da görüleceği gibi “Maddi Kanak Kapasitesi”, “Reklam”, “Şirket-Fayda İlişkisi” ve “Toplumsal Fayda” kavramlarını etkilemektedir. Ancak haritada “Sorumluluk Hissi”ni etkileyen hiçbir kavram olmaması ve dolayısıyla sorumluluğun nereden beslendiğinin şirket zihniyetinde belirsiz olması dikkat çekici bir bulgudur. Tablo 7’de sivil toplum kuruluşu ve şirketlerin en merkezi kavramlarının karşılaştırılması amacıyla oluşturulmuştur. Kavramların yanına merkeziyet puanları yazılmış ve karşı gruptaki eşiyle oklarla bağlantılandırılmıştır. Sivil toplum kuruluşu sütunundaki kavramdan şirket sütunundaki aynı kavrama doğru giden aşağı meyilli ok, o kavramın sivil toplum kuruluşlarının anlayışındaki önceliğini; yukarı meyilli ok ise o kavramın, şirketlerin anlayışındaki önceliğini göstermektedir. Sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk anlayışında “Reklam”, “Toplumsal Fayda”, “Kurumsal Kimlik”, “Maddi Kaynak Kapasitesi” ve “Sponsorluk”; şirketlerin anlayışındaysa “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Sorumluluk Hissi”, “Proje Başarısı”, “Paylaşma/Dayanışma” ve “Eğitim” diğer gruba göre daha öncelikli bir konumdadır. Soluk yazılmış kavramların karşı sütunda diğer grubun merkezi kavramları arasında eşleri yoktur. Örneğin, “STK-Fayda İlişkisi”, “Farkındalık”, “İşbirliği”, “Bilinçlendirme” ve “Yardım/Destek” sivil toplum kuruluşu merkeziyet tablosunda olup şirket merkeziyet tablosunda yer almayan kavramlardır. Aynı şekilde “Çalışanların Motivasyonu”, “Sürdürülebilirlik”, “İlkeler/Etik Değerler”, “Sorun Bahar 2009, Sayı: 28 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … 181 Çözümüne Katkı”, “İtibar” ve “Toplumsal Etki” ise sadece şirket merkeziyet tablosunda yer almıştır. Karşı sütunda yer almayan kavramlar grubun anlayışının özgün ve karakteristik yönlerini göstermektedir. Örneğin, sivil toplum kuruluşları, şirketlerden farklı olarak “İşbirliği” kavramını daha merkezi şekilde kullanmaları, kendilerini kurumsal sosyal sorumluluğa işbirliği yoluyla kattıklarını ifade etmektedirler. Bu işbirliğinden basit bir “Yardım/Destek” faaliyeti değil, “Farkındalık” ve “Bilinçlendirme” doğması gerekliliğini düşündüklerini söylenek mümkündür. Ancak, sivil toplum kuruluşları, haritalama sonrası döktükleri kavramları açıkladıklarında, bahsedilen “Farkındalık” ve “Bilinçlendirme” kavramlarının kendinden menkul ve yüzeysel anlaşıldığı gözlenmiştir. Şirketlerin anlayışının özgün ve karakteristik yönünü ise sivil toplum kuruluşlarından farklı olarak merkezileştirdikleri “Çalışanların Motivasyonu” kavramı oluşturur. Bu da sosyal sorumluluğun şirketler tarafından yalnızca dış sosyal paydaşlara değil aynı zamanda iç sosyal paydaşlara yönelik anlaşıldığının göstersidir. Şirketlerin özgü kavramlarından “Sürdürülebilirlik” şirket zihniyetinde “STK-Fayda İlişkisi”nin yerine geçer. “İlkeler/Etik Değerler” kavramı ise yasalara ve etil ilkelere uygunluk, şeffaflık, çalışanlara adil davranma gibi kurumsal sosyal sorumluluk kuramlarında etik ve yasal düzeydeki ve proje ve ortak gerektirmeyen uygulamaların şirketlerin zihniyetindeki yerini göstermesi açıcından önemlidir. Sivil toplum kuruluşlarının da ortak olduğu projeler ancak “Sorun Çözümüne Katkı” kavramı çerçevesinde gündeme giriyor gibi görünmektedir. Son olarak, “İtibar” kavramı şirketlerin özgün kurumsal sosyal sorumluluk anlayışında yerini almıştır. Şirketlerin bir kısmı projelerin itibar endeksli olmadığı görüşünü savunsa da bazı şirketler itibarın önemine ve yükselmesi gerektiğine değinmişlerdir. İletişim Fakültesi Dergisi 182 S. Deren Van Het Hof Tablo 7: Sivil toplum kuruluşu ve şirketlerin merkezi kavramlarının karşılaştırılması (merkeziyet > 1.0) - Kırmızı ile yazılan kavramlar, karşısındaki ilgi grubunun merkezi kavramları arasında yer almadığını göstermektedir. sivil toplum kuruluşu Reklam (5.24) Toplumsal Fayda (4.37) Şirket Fayda İlişkisi (3.35) Şirket (4.04) Şirket Fayda İlişkisi (3.79) Proje Başarısı (3.06) Sorumluluk Hissi (2.77) Çalışanların Sorumluluk Hissi (3.24) Motivasyonu (2.71) Paylaşma/Dayanışma STK Fayda İlişkisi (3.24) Farkındalık (2.85) (2.56) Sürdürülebilirlik Proje Başarısı (2.53) (2.40) Toplumsal Fayda Kurumsal Kimlik (2.47) (2.10) Reklam (1.92) Faaliyet Alanıyla Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar (2.18) Örtüşen Alan veya Gruplar Maddi Kaynak Kapasitesi (2.07) (1.75) İlkeler/Etik Değerler Satış/kazanç (1.85) (1.75) Eğitim (1.71) Maddi Kaynak Paylaşma/Dayanışma (1.66) Kapasitesi Sponsorluk (1.41) (1.50) Kurumsal Kimlik Eğitim (1.41) (1.46) Paydaş Fayda İlişkisi (1.42) Sorun Çözümüne İşbirliği (1.31) Katkı (1.13) Sponsorluk Bilinçlendirme (1.29) (1.08) Satış/kazanç Yardım/Destek (1.01) (1.00) İtibar (1.00) Toplumsal etki Sonuç Yoğunlaştırılmış haritalar karşılaştırıldığında şirketlerin zihniyetinin daha fazla kavram ve ilişki barındırdığı gözlenmiştir. İki grup için de “Proje Başarısı” kavramının önemli olduğu, bunun sivil toplum kuruluşlarının anlayışına göre “Yardım/Destek”ten, şirketlere göre ise “Satış/Kazanç”tan olumsuz etkilendiği ortaya çıkmıştır. Başka bir ifadeyle, sivil toplum kuruluşlarına göre hayırseverlik yaklaşımı, şirketlere göre ise nedene dayalı pazarlama yaklaşımı kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin başarısını olumsuz etkilemektedir. Bu çalışmanın en çarpıcı sonucu “Sorumluluk Hissi” kavramının hem sivil toplum kuruluşlarının hem de şirketlerin yoğunlaştırılmış bilişsel haritalarında belirleyen ya da etkileyen özellikte bir kavram olarak çıkmış olmasıdır. Bunun Bahar 2009, Sayı: 28 183 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … anlamı sorumluluğun kendinden menkul düşünüldüğüdür. Ne şirketlerin ne de sivil toplum kuruluşlarının sorumluluk hisstmelerine neden olacak bir kavram zihinsel modellerinde yer almamaktadır. Bu durum çalışmanın girişinde değindiğimiz sivil toplum kuruluşlarının toplumdan kopukluğu ve etkisizliği ile açıklanabilir. Sivil toplum kuruluşları toplumun beklentileri ve şikayetlerinden doğmaktan ziyade bunları medyadan öğrenmekte ve bunları da ilgili kurumlara yansıtamamaktadırlar (Biber, 2002). Şirketler ise sivil toplum kuruluşları onlara sorumluluklarını hatırlattıkları ve gereğini yerine getirmeleri konusunda baskı yaptıkları için değil “sorumlu davranmaları gerektiği için” kurumsal sosyal sorumluluk faalyetlerinde bulunmaktadırlar. İki grubun en merkezi kavramları “Reklam” ve “Şirket-Fayda İlişkisi”dir. “Reklam” aynı zamanda sivil toplum kuruluşları tarafından en fazla belirtilen kavramdır (%70,59). “Şirket-Fayda İlişkisi” ise “Toplumsal Fayda”dan sonra şirketler tarafından en fazla belirtilen ikinci kavramdır (%66,67). Bu kavramların temsil ettikleri ifadelere birarada bakıldığında katılımcılara yöneltilen “Şirketleri düşündüğünüzde kurumsal sosyal sorumluluk kavramı size ne ifade ediyor?” sorusuna verilen cevap şudur: şirketlerin geleceğe yatırım yaptıkları projeler ile medyanın ve kamuoyunun ilgisini çekerek ürün/hizmet tanıtımı yapmaları ve şirketin pazarlama kabiliyetini, dolayısıyla da şirket başarısını artırmaları. KAYNAKÇA Ahmad, R. ve Ali, N.A. (2003) The Use Of Cognitive Mapping Technique In Management Research Theory And Practice, Management Research News, 26 (7), s. 1–16. Ararat M. ve Göcenoğlu, C. (2005) Drivers For Sustainable Corporate Responsibility: Case Of Turkey, http://info.worldbank.org/etools/mdfdb/docs/ WP_UJRC5.pdf (Erişim: 21 Kasım 2008) Ararat, M. (2008) A Development Perspective For ‘Corporate Social Responsibility: Case Of Turkey, Corporate Governance, 8 (3), s. 271–285. Argüden, Y. (2002) Kurumsal Sosyal Sorumluluk, İstanbul: ARGE Danışmanlık Yayınları. “Şirket-Fayda İlişkisi”: şirket başarısı, şirket faydası, pazarlama kabiliyeti, yatırım, geleceğe yatırım. “Reklam”: reklam, tanıtım, basında yer alma, kamuoyu ilgisi, medya ilgisi, ürün/hizmet tanıtımı, görünürlük, bilinirlik. İletişim Fakültesi Dergisi 184 S. Deren Van Het Hof Biber, A. (2002) Halkla İlişkilerde Sosyal Sorumluluğun Oluşumu Ve Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Ankara, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Çabuk, D. (2009) Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Sivil Toplum Kuruluşları Yöneticilerinin Tutumları Üzerine Bir Araştırma, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Antalya, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Çoban O. ve Seçme, G. (2005) Prediction Of Socio-Economic Consequences Of Privatization At The Firm Level With Fuzzy Cognitive Mapping, Information Sciences, 16, s. 131–154. Dahlsrud, A. (2008) How Corporate Social Responsibility İs Defined: An Analysis Of 37 Definitions, Corporate Social Responsibility and Environmental Management 15, s. 1–13. Dickerson J. ve Kosko B. (1994) Virtual Worlds As Fuzzy Cognitive Map, Presence, 3 (2), s. 173- 189. Eden, C. (1992) On the nature of cognitive maps, Journal of Management Studies, 28 (3): 261-265. Fons, S.; Achari, G. ve Ross, T. (2004) A Fuzzy Cognitive Analysis Of The İmpacts Of An Eco-İndustrial Park, Journal of Intelligent & Fuzzy Systems, 15, s. 7588. Göcenoğlu, C. ve Girgin, K. Z. (2005) Kurumsal Yönetişimin Türkiye’deki Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulamalarına Olan Etkileri, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi IV. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi, http://www.gocenoglu.net/urettiklerim.htm (Erişim 9 Haziran 2009). Kubicek, P. (2001) The Earthquake, Europe And Prospects For Political Change In Turke, MERIA (Middle East Review of International Affairs) Journal, 5 (2) http://meria.idc.ac.il/journal/2001/issue2/jv5n2a4.html (Erişim 9 Haziran 2009) Kubicek, P. (2005) The European Union And Grassroots Democratization İn Turkey, Turkish Studies, 6 (3), s. 361–377. Line, M. ve Braun, R. (2007) Baseline Study On CSR Pracices İn The New EU Member States And Candidate Countries, UNDP Bahar 2009, Sayı: 28 185 Kurumsal Sosyal Sorumluluk: … http://www.partnerstva.sk/buxus/docs/UNDP_Baseline_Study_CSR.pdf (Erişim 9 Haziran 2009) Michael, B. ve Öhlund, E. (2005) The Role Of Social Responsibility İn Turkey's EU Accession, Insight Turkey, (March), s. 1-10. Özdemir, G. (2005) STEP 2005 Sivil Toplum Endeksi Projesi Yan Raporları: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Çalısması - Özel Sektörün Kurumsal Sosyal Sorumluluğu: Türkiye’deki 10 Şirketin İncelemesi. TÜSEV http://www.step.org.tr/images/UserFiles/Image/dokumanlar/STEPSonYanRa porlar/STEP%20Kurumsal%20Sosyal%20Sorumluluk%20Calismasi.pdf (Erişim 26 Mayıs 2009). Özesmi, U. (2001) Ulubat Gölü’nde Sulakalan-İnsan İlişkileri ve İlgi Sahibi Analizi, Ankara: Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) Yayını Özesmi, U. (2006) Ecosystems İn The Mind: Fuzzy Cognitive Maps Of Kızılırmak Delta Wetlands İn Turkey, http://arxiv.org/abs/q-bio/0603022v1 (Erişim 07 Haziran 2009) Özgen, E. (2006) Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleri, İstanbul: Maviağaç. Özgüç, E. (2005) Kurumsal Sosyal Sorumluluk. Sermaye Piyasası Kurulu Ortaklıklar Finansmanı Dairesi. http://www.spk.gov.tr/yayingoster.aspx?yid =376&ct=f&action=displayfile&ext=.pdf (Erişim 9 Haziran 2009) Şimşek, S. (2004) The Transformation Of Civil Society İn Turkey: From Quantity To Quality, Turkish Studies, 5 (3), s. 46–74. İletişim Fakültesi Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- İletişim 2003/18 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- ÖRGÜTSEL KÜLTÜRÜN ALGILANMASINDA METAFORLARIN ROLÜ Muharrem ÇETİN* Uğur EVCİM** ÖZET Her örgütün kendine özgü kültürü vardır. Örgütleri birbirlerinden farklı kılan kültürleridir. Güçlü bir kültüre sahip olmak bir örgüt için yaşamsal boyutta önemlidir. Bu çalışmada güçlü bir örgüt kültürünün inşasında ve çalışanlar tarafından algılanmasında metaforların rolü üzerinde durulmaktadır. Gerçeğin alternatif kavramlarla ifade edilmesi olan metaforlar, ortak anlam ve sembollerin yaratılmasında ve bunların paylaşılmasında önemli işleve sahiptirler. Ortak anlam ve sembollerin derecesine bağlı olarak çalışalar örgütsel değerleri algılayıp anlamlandırmada benzer tutum ve davranışlar içinde olacaklardır. Ayrıca burada örgütsel kültürün temel unsurları üzerinde de durularak açıklanmaya çalışılacaktır. Anahtar kelimeler: Örgüt, Kültür, Metafor, Örgütsel Kültür ABSTRACT Every organizatioan has its own culture. It is the culture that makes the organization different one another. Being able to have a strong culture has a vital importance for an organization. In this study, it has been dwelled on the role of metaphor in construction of strong organizational culture and its perception by the staff. The metaphors which refer the reality in alternative conceptions have very important fuction in creating common meaning and symbols and sharing of them. The staff will be in the same attitude and behaviour in perceiving and understanding the organizational values depending on the degree of common meaning and symbols. Besides, ın this study, it has been tried to be explained by giving the importance of the basic factors of the organizational culture. Key words: Organizatioan, Culture, Metaphor, Organizational Culture * Yrd. Doç. Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi ** İletişim 2003/18 188 M. Çetin – U. Evcim Giriş Bazı araştırmacılar, kültürleri, paylaşılan ortak anlam ve sembol sistemleri olarak açıklamaktadır. Önemli semboller ya da zihinsel ürünler, sosyal etkileşim sürecinde düzenli anlam sisteminin oluşumunda gerekli hammaddeleri oluşturmaktadır. Herhangi bir sosyal grubun üyelerinin, paylaştıkları ortak anlam ve sembollerin derecesine bağlı olarak dünyalarını anlamlandırmada da birbirine benzer davranışlar gösterecekleri kabul edilmektedir. Örgüt üyelerinin paylaştığı semboller, onların örgütsel yaşama yönelik ortak yorumlarıdır. Örgütün değer yapısını, uygulamaları, duyguları anlamanın bir yolu da örgütün sembolik boyutunu kavramaktan geçer. Önemli sözel semboller olarak metaforlar, örgüt kültürü çalışmalarında kullanılmakla birlikte; örgüt kültürünün inşa edilmesi, çalışanlara benimsetilmesi ve güçlü örgütsel kültürlerin yaratılmasında da etkin olmaktadırlar. Metaforlar gerçeğin alternatif kavramlarla ifadesidir ve temel işlevleri, çok sayıda verinin, bilginin yakalanması, yorumlanması, nakledilmesi ve belirsizlikle başa çıkmadaki yararıdır. Örgütsel yaşamı algılamak için karmaşıklıkları, zıtlıkları, en iyi şekilde anlamanın yolunu ararken bazen tek bir metaforun kısmen de olsa bunu başardığına tanık olabiliriz(Şatır, 1998:46) Bu çalışmada örgüt kültürünün örgüt üyelerince algılanmasında diğer bir ifadeyle örgüt üyelerince ortak anlamlar yaratılmasında metaforların rolünün ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu nedenle çalışanların örgütte yaşadıkları ortak deneyimlerini anlamlandırırken bazı metaforları paylaştıkları, özellikle dilde yaygın olarak kullanılan metaforların kültürel ortamı tanımlamada kullanıldığı kabulünden yola çıkarak, metaforlardan oluşan ifadelerin, tutum ve değer ifadelerinin yerini tutabileceği varsayılmıştır. Eğer metaforlar bir örgütün kültürünü yansıtmada değer ve tutum ifadelerinin yerini tutabilirse, okur-yazar olmayan gruplarda ve tutum-değer ifadeleriyle görüşlerini ifade edemeyen yaş gruplarında (çocuklar vb.) kurum kültürünü betimlemede metaforlu ifadelerin etkili olabileceğini söyleyebiliriz. 1. ÖRGÜTSEL KÜLTÜRÜ OLUŞTURAN UNSURLAR Örgüt kültürünün çözümlenmesinde/anlaşılmasında kullanılan kültürel boyutlarla ilgili çok sayıda sınıflandırma vardır. Bu sınıflandırmalara dikkat edildiğinde örgüt kültürünün öğelerinin açıklanmasında benzer kavramların kullanıldığı, farklılıkların anlatılmak istenenlerden çok kullanılan kavramlarla ilgili Bahar 2009, Sayı: 28 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 189 olduğu görülmektedir. Kültür, karmaşık bir kavram olduğundan öğelerine ilişkin sınıflandırmalarda da bu öğelerden herhangi birini veya bir kaçını diğerlerinden tümüyle soyutlayarak ele almak mümkün görünmemektedir (Çetin, 2000: 128). Bu çalışmada örgüt kültürünün boyutlarıyla ilgili olarak daha önce araştırmacılar tarafından kullanılmış olan kavramlar incelenmiş, örgüt kültürünün boyutları “Çatışma Stratejisi, Örgütsel Bağlılık, Örgütsel Rekabet, Örgütsel Güven, İletişim, Yaratıcılık, Güçlendirme ve Otorite” olarak belirlenmiştir. 1.1 Çatışma Stratejisi Çatışma yönetiminde kullanılan “yöntem”lerle ilgili olarak birçok farklı kavram kullanılmakla birlikte, bu yöntemlere göre daha kapsayıcı olan, çatışmayı algılama ve çözmede genel yaklaşımları temsil eden “güç kullanma /hükmetme, uyum sağlama/taviz verme, kaçınma, uzlaşma, işbirliği, problem çözme” (Pelit, 2005: 80-81) kavramları çatışma stratejileri olarak adlandırılabilir. Güç Kullanma / Hükmetme: Güç kullanma/hükmetme yaklaşımında çatışmalar, yöneticinin gücünün ve otoritesinin kullanılmasıyla çözümlenir. Bu yolu izleyen yönetici, baskıcı ve saldırgan bir tutum sergilemekte, çatışmayı çözmekten ziyade güç kullanarak bastırmayı amaçlamaktadır (Özer, 2000: 17-47; Yalçın ve Erçen, 2004: 212). Daha çok yetkici bir yönetsel anlayışın hâkim olduğu örgütlerde hükmetme yöntemi yaygın olarak kullanılır ve yöneticinin, çeşitli biçimlerde güç kullanarak karşı tarafa kendi çözümünü empoze etmesi söz konusudur (Pelit, 2005: 82). Uyum Sağlama: Burada kişiler diğerlerinin çıkar ve isteklerini, kendi çıkarlarını göz önünde tutmadan yerine getirmeye yatkındırlar. Ne yazık ki bu tutum kişi ve şirketleri mutsuzluğa hatta daha sonraları başarısızlığa itmektedir. Kişiler özgüven eksikliği nedeniyle bu tarzda davranışlara girerler, ancak bu yaklaşım bir süre sonra kişide huzursuzluk ve gerginliklere neden olacağından bir başka çatışma ile sonlanacak, dolayısıyla çatışma çözülememiş olacaktır (Yalçın ve Erçen, 2004: 212). Kaçınma: Duygusal olarak zayıf kişilerin stresten kurtulmak için tercih ettikleri bir davranış tipidir. Aslında ortada her iki tarafın da gördüğü veya algıladığı bir çatışma vardır. Ancak daha az stres yaşamak için taraflar bunu ifade etmekten kaçınırlar (Yalçın ve Erçen, 2004: 212). Bu yaklaşımı benimsemiş bir yönetici, şahit olduğu çatışmalarda açıkça taraf olmaz, çatışmaya doğrudan müdahale etmek istemez ve çatışmayla ilgili kararları geciktirir (Koçel, 2003: 543). İletişim Fakültesi Dergisi 190 M. Çetin – U. Evcim Uzlaşma: Bu yöntemde kazanan ya da kaybeden taraf yoktur. Çatışma içinde bulunan taraflar, verebilecekleri ödünü verip, elde edebilecekleri avantajları elde ettiklerine inandıklarında çatışma çözümlenmiş ya da dindirilmiş olur (Ertürk, 1994:139). Burada kişi kendi önceliklerini gözetirken diğerlerinin önceliklerini de göz önünde tutan bir yaklaşıma sahiptir. Kişilerin diğer tarafın ihtiyaçlarını da gözetecek şekilde davranması özgüvenin yüksek olduğu ve tatminsizliklerin olmadığı ortamlarda söz konusudur (Yalçın ve Erçen,2004:212). İşbirliği: Her iki tarafın da tam anlamıyla ilgilendiği konuların masaya yatırılır. Yani daha çok kişilerin problem çözücü bir tavır takınmaları durumunda sergilenen davranış alternatifidir. Bu yaklaşımda olan kişiler bir suçlu ya da yanlış aramaktansa “sorunu nasıl çözeriz, nasıl davranırsak problem çözülür” kaygısı güderler (İbicioğlu, 2001: 99-114). 1.2 Örgütsel Bağlılık Örgüte bağlılık, çalışanın çalıştığı kurumun amaç ve değerlerini benimseyerek, kendini sorumlu hissetmesi durumudur (Ceylan ve başk., 2002:243). Örgütsel bağlılıkla ilgili en çok başvurulan modellerden biri Meyer ve Allen’in modelidir. Meyer ve Allen tarafından örgütsel bağlılığın üç boyutu, duygusal, devamlılık ve biçimsel(normatif) bağlılık olarak adlandırılmıştır (Ergeneli ve Sağlam Arı, 2005: 125,126; Erdil ve Keskin, 2005: 9-14). Duygusal Bağlılık: Bu durumda çalışanlar örgütün değerlerini güçlü bir şekilde kabul eder ve örgütün bir parçası olarak kalmayı isterler. Duygusal bağlılık, örgüte karşı olumlu duygular içerisinde olma, örgütle özdeşleşme ve örgüte gönüllü katılım duyguları içinde olmayı ifade etmektedir. Aslında bu kişiler her işverenin hayalini kurduğu, gerçekten kendini örgüte adamış ve sadık çalışanlardır. Bu tip çalışanlar ek sorumluluklar almak için gönüllüdürler (İbicioğlu, 2000:14-15 ve Balay, 2000:18). Devamlılık Bağlılığı: Devamlılık bağlılığı, örgüte o güne değin yapılmış olan, artık karşılığı beklenen yatırım ve çabalar dikkate alınarak, ayrılmanın maliyetlerini göze alamamak sonucu sergilenen bir bağlılık türüdür. Bu bağlılık türü için “rasyonel bağlılık” ifadesi de kullanılmaktadır. Bu kişilerin bazıları iş bulamamaktan ya da başka bir iş bulabilecek nitelikte olmadıklarından dolayı örgütte kalırlar (Çetin, 2004: 95-97). Biçimsel Bağlılık: Biçimsel bağlılık, personelin, işten ayrılmanın, örgütü ya da işvereni yarı yolda bırakmak olacağı düşüncesi ile örgütte kalıp çalışmanın Bahar 2009, Sayı: 28 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 191 “doğru” ve “yapılması gereken” bir davranış olacağı şeklindeki yükümlülük hissine dayanmaktadır. Burada sadakatin bir erdem olduğu düşüncesi ile hareket edilmektedir (Sağlam Arı, 2003: 8). Meyer ve Allen, duygusal bağlılık, devam bağlılığı ve normatif bağlılığın, birer bağlılık çeşidinden çok, bağlılığın bileşenleri olarak düşünülmesi gerektiğini öne sürmektedir. Çünkü, bir çalışanın örgütle ilişkisi, bu üçünün farklı düzeylerini içerebilir. Örneğin bir çalışan örgüte yüksek düzeyde duygusal bağlılık hissederken, aynı zamanda örgütte kalmayı sürdürmek için zorunluluk da hissedebilir (Çakar ve Ceylan, 2005: 52-66). 1.3 Örgütsel Rekabet Bütün örgütler için sınırlı kaynakların paylaşımı önemlidir. Örgütte bu sınırlı olanaklara ulaşabilmek için bireyler birbirleriyle rekabet ederler. Bu rekabet önemli bir stres kaynağıdır. Stres, insana çevredeki uyaranlar karşısında daha iyi davranma fırsatını verir ve stresin olmadığı durumda birey çevreden gelen etkilere tepki vermeye yetecek enerjiden yoksundur. Yani sıfır stres ölümcüldür. Aşırı stres de ölümcül olabilir. Çünkü bu durumda birey aşırı enerji sarf etmekte ve sonunda tükenmektedir. Sonuç olarak rekabet, bireyi gelişmeye yöneltir, fakat aşırı rekabet örgütü yaşanmaz hale getirebilir. Bu nedenle örgütlerde rekabetin ölçüsü uç noktalardan uzak durmak olmalı; her bireyin kaldırabileceği ölçüde (optimum) stres ile doyumlu ve olumlu bir hayat sağlanmalıdır. Bireysel Başarıya-İşbirliğine Önem Verme: Bir örgütte bireysel olarak ön planda olmak, bireysel olarak kazanmak önemliyse ve grupça kazanılan başarılar görmezden gelinirken bireysel başarılar ödüllendiriliyorsa çalışanların işbirliğine değil rekabete yönelmeleri beklenir. Bu da grup çalışmalarını imkânsız kılar. Bu nedenle işbirliğini teşvik eden bir örgüt kültürü yaratmak gerekir. İşe-Kişilere Önem Verme: Michigan araştırması olarak bilinen çalışmada, araştırmacılar etkin olmayan bir üstün, etkin bir üstten nasıl ayrılacağını belirleyen ast davranış bilgilerini toplamış ve analiz etmişlerdir. Yapılan çalışmalar sonucunda lider davranışlarını ”Görev merkezli” ve ”Çalışan merkezli” olmak üzere iki kısımda değerlendirmişlerdir. Görev ve üretim merkezli bir anlayışta üst, birincil olarak yüksek üretim seviyesine ulaşmanın yolları üzerinde dururken, bunun için genellikle yüksek baskı kullanır. Görevin etkin olarak icrası önemli olduğundan bütün dikkat çalışanların iş yöntemleri ve görevleri üzerinde toplanmıştır. Görev merkezli örgütsel atmosfer rekabet düzeyini artırır. Çalışan merkezli anlayışta ise yöneticiler İletişim Fakültesi Dergisi 192 M. Çetin – U. Evcim astlarıyla doğruluk ve saygı atmosferi oluşturmaya çalışırlar, çalışanların sosyal ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlarlar (Keçecioğlu, 1998: 121-122 ve Acar, 1997: 365). 1.4 Örgütsel Güven Hoy ve Kupersmith (1985) güveni, bir çalışma grubunun diğer kişi, grup ve örgütlerin söylediği sözlere, yaptıkları işlere ve bulundukları vaatlere güvenebilmek için genel bir beklentisi olarak tanımlamaktadırlar (Güçlü ve Özden, 2000: 71). Klasik Yönetim Anlayışı örgütsel güveni engelleyen bir anlayışa sahipti. Bilimsel yönetim düşüncesinin başlangıcı olarak kabul edilen Taylor’un yaklaşımında, işletmelerde sorun çözümünün genellikle yönetime bırakılması karşılıklı güven açısından ciddi bir engele yol açmaktadır. Ayrıca, karar inisiyatifinin genellikle üst yönetimde bulunması, yöneticilerin çalışanlara sınırlı güven duyduğu şeklinde yorumlanabilir (Mouzelis, 2001:105; Taylor, 1997:22 ve Asunakutlu, 2002: 5-6). Taylor’un Bilimsel Yönetim görüşünün etkileri Amerika’da sürerken, Avrupa’da Henry Fayol’un “Yönetim Süreçleri” görüşü yönetime yeni bir bakış açısı getirmiştir (Asunakutlu, 2002: 7). Fayol’un kafasında canlandırdığı ortalama insan tembeldir. İş yapmaktan kaçmanın yollarını araştırır. Fayol tarafından ifade edilen tembellik, yöneten ve çalışan arasında güvenin oluşmasını engelleyen bir unsurdur. Bu nedenle Fayol, onları yola getirecek katı ve müsamahasız bir disiplin ve ceza sisteminin oluşturulmasının gerek olduğunu öne sürmektedir. Yöneticiler astlarına güvenmemeli ve yapılan her işe nezaret etmeli ve mutlaka kontrolden geçirmelidirler. Fayol’a göre insanlar sorumluluktan kaçmayı ve yönetilmeyi tercih ederler. Sorumluluk, korku kaynağıdır, bu nedenle onu yüklenebilme cesaretini gösteren kişilerin sayısı toplumda çok azdır. Bu anlayış eşliğinde yöneticilerin çalışanlara oldukça sınırlı düzeyde güven duymaları doğal karşılanmaktadır (Alpugan vd.,1995:129 ve Asunakutlu, 2002: 8). Klasik dönemin Taylor ve Fayol’la birlikte en önemli düşünürlerinden biri olan Max Weber’in öğretisi, belirli görevleri yerine getirmekten sorumlu olan kimselerin kendi alanlarında uzmanlaşmaları, kişisel arzu, hırs ve ihtiyaçlardan arınmış objektif ve akılcı bir yönetim sistemi kurması, işbaşına getirilecek yöneticilerin bilgi, yetenek ve tecrübelerine göre seçimle demokratik olarak görevlendirilmeleri gibi bir takım yararlı kuralları içermektedir. Bu özellikleri ile model, bilimsel ve ideal bir niteliğe sahiptir. Ancak aşırı şekilci olması, görev yetki Bahar 2009, Sayı: 28 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 193 ve sorumluluklarda katılık ve değişmezliği ile yaratıcı insan davranışlarına aykırı düşmekte, örgütlerde esnekliği azaltmaktadır. Ayrıca aşırıya kaçan denetimler de ast üst arasındaki güvensizlik duygusunu arttırmakta ve görevlileri tedirgin etmektedir (Fukuyama, 2000: 237-238 ve Eren, 2000: 17). Weber’in geliştirdiği bürokrasi kuramı aslında örgütsel güven açısından önemli bir sorunun gündeme gelmesine yol açmıştır. Bürokratik örgüt yüksek düzeyde kurallar ile donatılmış ve üyelerine inisiyatif imkanı vermeyen ve esnemeyen bir karaktere sahip olduğundan, çalışanların kendilerine ve birbirlerine yönelik güven duygusunun oluşmasına ve gelişmesine olanak sağlamamıştır. Bu soruna çözüm arayan düşünürler, bir sonraki yönetim anlayışının doğuşuna yol açmışlardır (Efil, 1999:36 ve Asunakutlu, 2002: 7-8). Çağdaş yönetim yaklaşımlarının temelinde ise güven olgusu yatmaktadır. Yüksek güven duygusuna sahip örgütlerde, aşağı düzeylerdeki işgörenlere daha fazla sorumluluk verilmektedir ve bu tip örgütler ortak etik değerlere sahip topluluklar üzerinde inşa edilmektedir. Çünkü etik değerler konusunda uzlaşma, kurumdaki çalışanların birbirlerine karşılıklı olarak güvenmeleri için bir ortam sağlamaktadır. Diğer taraftan düşük güvenli örgütler; çalışanlarını bir dizi bürokratik kuralla sınırlamaktadır ve kontrol altında tutmaktadır (Töremen, 2002:556; Fukuyama,2000). 1.5 Örgütsel İletişim İnsan çevresi ile sürekli etkileşim içinde olan sosyal bir varlıktır. Bu etkileşimler sonucu ortak amaç ve hedefler doğrultusunda gruplar oluşur. Hiçbir grup iletişim ilişkisi olmadan, yani üyeleri arasında anlam aktarımı olmadan var olamaz. İnsanlar ancak iletişimle karşısındakine kendini anlatma imkânı bulurlar (Bakan, 2004: 348). İletişim iki veya daha fazla kişi arasında bilgi, fikir, düşünce, anlam, duygu, kanı ve tutumların belli bir sonuca ulaşmak, ya da davranışları etkilemek amacıyla, sembollere dönüştürülerek belirli bir araç ya da araçlar vasıtasıyla, aktarılması, iletilmesi, anlaşılması ve davranışa dönüştürülmesi sürecidir (Bakan, 2004:349-350; Taştan,2003; Şimşek vd.,, 2003:127; Allan, 1999: 174 ve Efil, 1999: 178). Örgütsel iletişim, formel (biçimsel) ve informel (biçimsel olmayan) iletişim olarak; formel iletişim ise dikey (aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya), yatay, çapraz ve dış iletişim olarak dört başlık altında sınıflandırılmaktadır. Biçimsel iletişim, örgütte örgütsel kurallar doğrultusunda gerçekleştirilen, örgüt üyelerinin İletişim Fakültesi Dergisi 194 M. Çetin – U. Evcim kişiliklerinden soyutlanmış, statüler arası bir iletişim türüdür. Dikey iletişim yönetimden iş görenlere doğru yani yukarıdan aşağıya doğru olduğu gibi tam tersi yönde de olabilecek şekilde planlanmalıdır. Biçimsel iletişimin bir diğer boyutu ise yatay iletişimdir ve aynı düzeyde bulunan bölümler, kişiler arasında iletişimin kurulmasını ifade eder. Çapraz iletişim kavramı ise farklı bölümlerde ve farklı düzeylerde bulunan kişiler arasındaki iletişimi anlatmak için kullanılmaktadır. Ayrıca kurumun dış çevresi ile iletişimini gerçekleştirmeyi amaçlayan dış iletişiminden de söz etmek gerekir. Biçimsel olmayan iletişim ise çalışanların oluşturdukları biçimsel olmayan gruplar ve bu gruplar arasında gerçekleşen kişiler arası iletişimdir. (Gürgen, 1997: 63; Kocabaş, 2005:249). Resmi olmayan iletişim kanalları, son derece esnek ve hızlı çalışma temposuna sahip olması nedeniyle alt kademelerdeki çalışanların görüş ve önerilerinin üstlere aktarılmasını hızlandırır. Çalışanların yaratıcı güçlerini ortaya çıkarır. Bu nedenle resmi olmayan iletişimi, her zaman korkulan bir olgu, resmi iletişimi engelleyici bir tehlike olarak görmemek gerekir. Tersine iyi yönlendirilir ve denetim altına alınırsa, resmi iletişimin boşluklarını bilinçli biçimde doldurma ve destekleme rolünü başarıyla oynayabilir(Gürgen, 1997:80). 1.6 Yaratıcılık Örgüt kültürü yazınında, “yenilikçilik-gelenekçilik, yaratıcılık, değişime açık olmak” gibi kavramlar birbirine yakın anlamlarda kullanılarak, örgütlerin kültürel bir boyutu olarak tanımlanmakta ve araştırılmaktadır. Genel olarak yaratıcılık, alışık olunmayan tarzda algılama, geleneksel ve kalıplaşmış düşünce şeklinin dışına çıkılması olarak ifade edilebilir(Yahyagil, 2001: 8) Daha farklı bir tanımda yaratıcılık, “Ana yoldan ayrılma, deneye açık olma, kalıplardan kurtulma” şeklinde ifade edilirken diğer bir tanımda da “Daha önce kurulmamış ilişkiler arasındaki ilişkileri kurabilme, böylece yeni bir düşünce şeması içinde, yeni yaşantılar, deneyimler, yeni fikirler ve yeni ürünler ortaya koyabilme becerisi” olarak ifade edilmiştir (San, 1985). Yaratıcılığı destekleyen örgüt kültürünün özelliklerini beş başlık altında toplayabiliriz. Bunlar; “Risk ve Belirsizliğe Tolerans”, “Hatalara Tolerans”, “Aykırı Düşünmeye ve Farklılığa İzin Verme”, “Eleştirilere Açık Olmak / Fikirlere Önem Verme”, “Değişime ve Yeniliklere Açık Olmak” tır (Gümüşsuyu, 2005: 41-42; 102103; Filiz, 2003 ve Merih, 2002). Bu beş başlık çalışmamızda “yaratıcılık” kültürel boyutunun alt boyutları olarak kabul edilmiştir. Bahar 2009, Sayı: 28 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 195 1.7 Güçlendirme Küresel rekabet ve değişim, inisiyatif alabilen, risk üstlenebilen, yeniliğe açık ve yüksek belirsizlik ile baş edebilecek işgörenler gerektirmektedir (Çöl, 2006: 2). Bu da personel güçlendirme ile gerçekleşmektedir. Güçlendirme uygulamasının temelinde, çalışanların işi sahiplenmeleri; işin kapsamı, anlamı ve çerçevesini genişletecek kararları kendi başlarına almaları, planlamaları ve uygulamaları beklenmektedir. Güçlendirme, lider veya yöneticinin gücünü astlarıyla paylaşması, güç ile ödüllendirmesidir (Ceylan vd., 2005: 28). Spreitzer, güçlendirmeyi; anlam, yetkinlik, otonomi ve etki olmak üzere dört öğeden oluşan motivasyonel bir yapı olarak tanımlamaktadır. Sözü edilen boyutlardan her biri, bir diğerinin öncülü veya sonucu olmaktan ziyade, güçlendirmenin farklı yüzlerini temsil eden boyutlardır. Güçlendirmenin bileşenleri olarak da adlandırılan bu dört boyut şöyle tanımlanmaktadır:(Ergeneli ve Sağlam Arı, 2005:133-134 ve Ceylan vd., 2005: 31). Anlam (Meaning): İşin gerekleri ile bireyin inançları, değerleri ve davranışlarının örtüşme derecesi, işin birey için taşıdığı anlamın göstergesidir. Yetkinlik (Competence): Bireyin, işi en iyi şekilde yapabileceği yönünde kendi yeteneklerine olan inancıdır. Diğer bir ifadeyle, bireyin işini ve iş ortamını şekillendirmek istemesi ve buna yetisinin olmasıdır. Otonomi (Choice): Yetkinlik, davranış ile ilgili ustalığı ifade ederken, otonomi bireyin faaliyeti başlatma, sürdürme ve düzeltme ile ilgili konularda insiyatif sahibi olmasıdır. Etki (Impact) : İşgörenin işin stratejisi, yöntemi veya sonuçları üzerinde tesir yetkisine sahip olma derecesidir. Otonomi bireyin kendi işi üzerindeki kontrol duygusu ile ilgili iken, etki bireyin örgütsel sonuçlar üzerindeki kontrol duygusuna işaret etmektedir. Bu açıklamalardan hareketle güçlendirmeyi; astların işleriyle ilgili tüm kararları yöneticiye danışma ihtiyacı duymaksızın alabilmeleri için gereken eğitim ve kendini geliştirme imkânlarının sunulması, bağımsız hareket etmeyi teşvik eden örgütsel bir ortamın hazırlanması, işin tamamlanması konusunda gereksinim duyacakları yetkinin ve sonuçtan doğacak sorumluluğun astlara devredilmesi ve bütün bunların astlarca kendilerini güçlendiren uygulamalar olarak algılanması şeklinde tanımlayabiliriz. İletişim Fakültesi Dergisi 196 M. Çetin – U. Evcim 1.8 Otorite Güç, bir bireyin kendi inandığı ve yapılmasını istediği bir şey konusunda diğerlerini yönlendirmesi ve o şeyi yaptırmasıdır. Kişiler gönüllü veya gönülsüz olarak istenen şeyi yapma gereği hissederler. Diğer bir deyişle güç, A’nın B’nin davranışını etkilemek için sahip olduğu kapasiteyi ifade eder. Güç öyle bir kavramdır ki, birey bazı konularda güçlü iken bazı konularda da daha az güçlü olabilir (Kırel, 1998: 3-4). Otorite, gücün yasal biçimidir ve gücü meşrulaştırır. Otorite diğer insanları kullanma ya da değiştirme hakkıdır (Kırel, 1998:7,10). Güç kavramı sosyal psikolog J.French ve Bertram Raven tarafından beş grup altında sınıflandırılmıştır. Bunlar; ödüllendirici güç, zorlayıcı güç, meşru güç, uzmanlık gücü ve özdeşlik gücüdür (Yukl ve Falbe, 1991: 417’den aktaran Kırel, 1998: 13-28). Zorlayıcı Güç: Zorlayıcı güçte ceza tehdidi ile iş yaptırmak ön plandadır. Maaş kesintisi, ihtar alma, işten çıkarılma tehdidi, yükselmenin ve maaş artışının engellenmesi örgütlerde zorlayıcı güce örnektir. Zorlayıcı güç insanlar üzerinde sık sık kullanıldığında onları rahatsız eder, incitir, onları sık sık kınamak kontrolü de güçleştirir. Ödüllendirici Güç: Bireyin diğerlerine bir şeyler sağlama, ödüller verme konusunda sahip olduğu imkânlar ve yetkilerdir. Bir yöneticinin astlarına maaş artırımı yapabilmesi, prim verebilmesi, ekstra küçük kazançlar sağlayabilmesi, terfi ettirebilmesi, daha uygun işlere geçme konusunda yetkiye sahip olması onun ödüllendirici güce sahip olduğunu gösterir. Yasal Güç: Meşru/yasal güç belirlenen sınırlar için geçerlidir. Bu sınırların dışına çıkıldığında meşruluğunu kaybeder ve yöneticilerin otoriteleri zayıflar. Örneğin sınıfta öğretim üyesinin öğrencilerden kendisini dinlemelerini talep etme, öğrencilere ödül verme, dersi dinlemeyen ve sınıfın huzurunu bozan kişinin dersten çıkmasını isteme, not verme, yazılı kağıtlarını değerleme hakkı vardır. Sosyal normlar bu hakkı veya yetkiyi öğretim üyesine tanımıştır. Ancak, bu belirtilen hususların dışında bir yaptırıma başvurması o öğretim üyesinin meşru sınırları zorlaması anlamına gelecektir. Buraya kadar açıklanan güç biçimleri, daha çok pozisyondan kaynaklanan güç biçimleridir. İkinci gruba giren güç örnekleri ise kişi temellidir ve kişinin kendisinden kaynaklanır. Bunlar uzmanlık gücü ve özdeşlik gücüdür. Uzmanlık Gücü: Uzmanlık gücü bilgi gücüdür. Bazen takip edenler uzmanlık bilgisi açısından liderlerinden daha fazla uzmanlık gücüne sahip olabilirler. Bahar 2009, Sayı: 28 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 197 Özdeşlik Gücü: Bir bireyde bir diğer kişinin çok beğendiği, çekici bulduğu özellikler varsa ve bundan dolayı bu kişi ona bağlanmışsa veya benzemeye çalışıp o kişiyle bütünleşiyorsa, söz konusu bireyin taşıdığı güç özdeşlik gücüdür. Burada yönetilenlerin istenen davranışı gösterme nedeni saygı, hayranlık, hoşlanma gibi duygular ve özdeşlik gücü taşıyan kişiyle özdeşleşme isteğidir (Sungurlu, 1996: 17). Çalışmamızda otorite boyutuyla ilgili olarak örgütler, örgütte yaygın olarak kullanılan güç türüne göre değerlendirilmeye çalışılmıştır. Örgütte “zorlayıcı, ödüllendirme, yasal, uzmanlık ve özdeşleşme” gücünün hangisinin ya da hangilerinin yaygın olarak kullanıldığını ortaya koymaya yönelik sorular hazırlanmıştır. 2. METAFORLAR Metafor, genellikle söylemi süslemeye yönelik bir söz sanatından ibaret sayılır ve genelde kelimelerin kendi başlarına gerçekliği değiştiremeyeceği varsayılır. Fakat insanların zihinlerinde yer edinen metaforlar onların algılamalarını ve eylemlerini de etkiler. Yeni bir metafor eylemlerimize temel teşkil eden kavram sistemimize girerse, bu kavram sistemimiz ve sistemi doğuran algılar ve eylemler de değişir. Çoğu kültürel değişim, yeni metaforik kavramların girişinden ve eski olanların kaybından kaynaklanır. Sosyal gerçekliğimizin çoğunu metaforik terimlerle anladığımızdan ve fiziksel dünya anlayışımız da kısmen metaforik olduğundan, metafor bizim için gerçek olan şeyin değerlendirilmesinde çok önemli bir rol oynar. Çeşitli alanlarda yapılan araştırmalar göstermiştir ki metafor, düşünme biçimimiz, dilimiz ve bilim üzerinde olduğu kadar, kendimizi günlük temelde ifade edişimiz üzerinde de biçimlendirici bir etki yaratır. (Morgan, 1998: 14; Lakoff ve Johnson, 2005: 176) Bu çalışmada da metaforların örgüt kültürünün çalışanlarca algılanmasında etkili olduğu kabulünden yola çıkılmış, örgüt kültürünün anlaşılmasında metaforların etkili olabileceği değerlendirilmiştir. “Benzetme” kavramıyla yakın bir anlam taşıyan “metafor” kavramı, bilinmeyeni bilinene aktarmak suretiyle açıklamak ya da nitelikleri bir gerçeklik düzleminden bir başkasına aktaran bir söz ya da görüntü aracı olarak tanımlanabilir. (Mutlu, 1995: 106) Aristotales’e (2004: 85) göre ise “bir şeyi başka bir şeye ait olan bir adla çağırmaktır.” Türkçe’de metafor kavramına en yakın anlamda eğretileme” kelimesi kullanılmaktadır. Eğretileme; “bir gerçek anlamı, ona benzerliği olan başka bir anlamla anlatma, benzerlik ilişkisinden yararlanarak bir sözcüğün, bir adın İletişim Fakültesi Dergisi 198 M. Çetin – U. Evcim anlamını eğreti olarak aktarma sanatı” olarak tanımlanmaktadır (Püsküllüoğlu, 2004: 438). Dil, gerçek doğası ve özü gereği eğretilemelere dayanır. İnsan dilinde soyut kavramları eğretilemeler olmaksızın dile getirmek olanaksızdır. Bu nedenle dil, nesneleri doğrudan doğruya betimleyemediği için dolaylı betimleme biçimlerine, belirsiz ve iki anlamlı terimlere başvurur (Cassirer,1997: 135). Metafor bazı yorumları öne çıkarırken, diğerlerini arka plana iter, diğer bir deyişle yarattığı görme biçimi, aynı zamanda bir görmeme biçimi haline gelir. Örneğin “insan aslandır” metaforu, insanın aslanca cesaret, güç ya da yırtıcılığına dikkat çekerken, aynı kişinin bir iblis, bir ermiş, bir münzevi de olabileceği olgusunu örter. Metafor bizi benzerlikleri görmeye ama farklı yönleri göz ardı etmeye davet eder. Metafor, güçlü kavrayışlar sağlayacak şekilde hayal gücünü genişletir, ama çarpıtma tehlikesi de taşır (Morgan, 1998: 15-16) Metaforlar bu yönüyle spekülatiftir ve örgüt kültürünü yönlendirmede etkili olduğu gibi, çalışanların düşüncelerini çarpıcı şekilde ifade etmelerine yarar. 2.2 Örgüt Kültüründe Metaforlar Kültürün var olma nedeni insandır. İnsanı diğer canlılardan ayıran da bu kültür yaratma özelliğidir. Kültürün konuşulan dil ile çok yakın bir ilişkisi vardır. Dil, kültürü hem kurar hem geliştirir. Ortak bir dil, ortak bir kültür demektir. Ağızdan çıkan her sözcüğün dile bağımlı kültür ortamını canlı tutmada büyük katkısı vardır (Uzunçarşılı, Toprak ve Ersun, 2000: 3). Kültürü, kişilerin paylaştığı semboller ve anlamlar olarak gören çağdaş antropologlar bu kavramı açıklayabilmek için yerel bakış açısını kavramanın önemini vurgularken, bu konuda temel araçlar olarak dil ve semboller üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Bu görüşe göre insanlar, sosyal ve fiziksel dünyalarını sembolik süreçler aracılığıyla kurarlar ve bir sosyal grubun üyeleri, dünyaya anlam yüklemek için aynı kodları paylaştıkları derecede benzer şekilde davranırlar (Barley, 1983: 398) Fiziksel, sözel, davranışsal semboller, örgütsel yaşamı paylaşan üyelerin bu yaşama yönelik ortak yorumlarını oluşturur ve örgütlerde hemen hemen her şey bir sembol olarak işlev görebilir. Bunun minimum kriteri, sembolün herhangi bir şeyi kendisinden farklı bir şekilde veya daha kapsamlı anlatması ve bir kişi için veya kolektif olarak bir anlamının olmasıdır (Alvesson, 1991:214; Erdem ve Şatır, 2000: 25) Bahar 2009, Sayı: 28 199 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü Törensel faaliyetler, gelenekler, öyküler ve metaforlar, karmaşık ve örgütsel yaşama yönelik anlatımsal bilgi içeren sembollerdir (Sargut, 1994: 75; Erdem ve Şatır, 2000: 25). Özellikle bilinç-bilinçsizlik, bilişsel-duyuşsal, literal-sembolik arasında bir köprü görevi gören metaforlar(Marshak, 1993: 44) örgütsel yaşamı anlamada başvurulan sembolik araçlardan biridir (Erdem ve Şatır, 2000:25). Metaforlar soyut kavramları/yaşantıları ifade etmede geniş imkanlar sunar ve yaratıcılığı özgür kılar. Ancak, metaforlar bir görme biçimi yaratırken, belirli yorumları öne çıkarıp diğerlerini arka plana iterek tek yönlü bir kavrayış üretir; diğer bir deyişle görmeme biçimi yaratır (Erdem ve Şatır, 2000: 25). Bu yönüyle de metaforlar yanıltıcı olabilir. Metaforların insanlar için anlamlı olmasının nedeni; metaforun taşıdığı içeriğin kısmen “kültürel” olarak belirlenmesi ve kısmen de geçmiş tecrübelere bağlı olmasıdır (Lakoff ve Johnson, 2005: 172-174). Diğer taraftan bu durum, farklı kültürel birikimlere sahip insanlar tarafından metaforların tamamen farklı algılanmasına neden olmaktadır. 3. AKMAN OTELİNDE VE DPT’DE BİR ARAŞTIRMA Bu çalışma ile örgüt kültürünün örgüt üyelerince algılanmasında metaforların rolü, yani örgüt üyelerince ortak anlamlar yaratmada mataforların rolü ortaya konulmaya çalışılmıştır. Böylece analiz edilecek örgüt kültürünün metaforlar yoluyla ampirik olarak ölçülüp gözlenmesinin mümkün olup olmadığı ve metafor yoluyla bir meseleyi ölçme imkanının sınırları test edilmeye çalışılacaktır. Bu amaçla, bu tartışmada tartışılan örgüt kültürü hem metafor soruları hem de likert tipi ölçek sorularıyla ölçülmeye çalışılacak, bu iki farklı yolla yapılan ölçümün ortaya koydukları veriler ayrı ayrı tartışılacak ve daha sonra her iki ölçümün karşılaştırmalı analizi yapılmaya çalışılacaktır. Anket, biri kamu diğeri özel sektörden olmak üzere iki kurumda uygulanmıştır. Akman Oteli’nde 44 kişiye, Devlet Planlama Teşkilatından 49 kişiye anket uygulanmış, her iki kurumda cevaplandırılan anket sayısı da tek başına faktör analizi için yeterli olmadığından, elde edilen tüm veriler faktör analizi için birlikte kullanılmıştır. Nitekim araştırmamız katılımcıların aynı kurumdan olmasını zorunlu kılmamaktadır. Katılımcıların, çalıştıkları kurumda varolan örgütsel kültürü tanıyacak kadar örgütte bulunmuş olmaları yeterlidir. İletişim Fakültesi Dergisi 200 M. Çetin – U. Evcim 3.1Çalışmanın Varsayımları -Örgüt üyelerinin ortak deneyimlerini anlamlandırırken kullandıkları ortak metaforları vardır. -Herhangi bir dilde yaygın olarak kullanılan metaforlar, o dili konuşanların çoğu tarafından benzer anlamda algılanır. -İnsanlar özellikle soyut kavramları ve olguları metaforlar aracılığıyla algılar. Bu nedenle dilde yaygın olarak kullanılan metaforlardan oluşan ifadeler, tutum ve değer ifadelerinin yerini tutabilir. -Örgütlerin kültürünü anlamada; metaforlardan oluşan bir ölçekten elde edilen veriler ile değer veya norm ifadelerinden oluşan bir ölçekten elde edilen veriler arasında paralellik vardır. -Metaforlar, gerçekliğin bir yönünü ön plana çıkartırken diğer yönlerin göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle metaforlu ifadeler rutin değer ve norm ifadelerine göre daha uç noktalarda yer alabilir. 3.2 Çalışmanın Sınırlılıkları -Çalışmada, örgüt kültürünü oluşturan değişkenler incelenmiş ve metaforların örgüt kültürünü yansıtma gücü konu edilmiştir. -Araştırma, kamu ve özel sektörü temsil etmek üzere Akman Oteli çalışanları ve Devlet Planlama Teşkilatı çalışanları üzerinde yapılmıştır. Anket, Akman Otelinde çalışan 44 kişi ile Devlet Planlama Teşkilatında çalışan 49 kişiye uygulanmıştır. -Araştırmada nicel araştırma tekniklerinden biri olan anket tekniği kullanılmış, veriye ulaşma ve yorumlama güçlükleri nedeniyle nitel teknikler kullanılmamıştır. Ayrıca verilerin analizinde SPSS paket programı kullanılmıştır. 3.3 Verilerin Toplanması Bu çalışmada yönetim yaklaşımları ile ilgili olarak “Klasik, Neo-klasik, Modern” sınıflandırması temel alınmış ve örgütlerin klasik anlayıştan modern anlayışa doğru bir gelişim gösterdikleri kabul edilmiştir. Araştırmamızda kültürünü araştıracağımız örgütün; uç noktaları “Klask Örgüt Kültürü” ile “Modern Örgüt Kültürü” olan bir skala üzerinde, bu iki nokta arasında bir yerde olduğunu kabul edeceğiz. Araştırdığımız örgütün kültürünün hangi noktada olduğunu anlamak için Tablo-1 deki özellikleri ne kadar taşıdığına bakacağız. Bahar 2009, Sayı: 28 201 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü Tablo-1: Örgüt Kültürü Boyutları ve Yönetim Yaklaşımları ÇATIŞMA STRATEJİSİ ÖRGÜTSEL BAĞLILIK ÖRGÜTSEL REKABET ÖRGÜTSEL GÜVEN İLETİŞİM YARATICILIK GÜÇLENDİRME OTORİTE KLASİK (KAÇINMA, TAVİZ, HÜKMETME STRATEJİLERİ YAYGIN) (DEVAMLILIK BAĞLILIĞI, NORMATİF BAĞLILIK) (VERİMSİZ REKABET) MODERN (UZLAŞMA, PROBLEM ÇÖZME STRATEJİLERİ YAYGIN) (DÜŞÜK GÜVEN) (YÜKSEK GÜVEN) (DUYGUSAL BAĞLILIK) (VERİMLİ REKABET) (ZAYIF İLETİŞİM) (GÜÇLÜ İLETİŞİM) (DÜŞÜK YARATICILIK) (YÜKSEK YARATICILIK) (DÜŞÜK GÜÇLENDİRME) (YÜKSEK GÜÇLENDİRME) (ÖDÜLLENDİRİCİ GÜÇ, (UZMANLIK GÜCÜ, ZORLAYICI GÜÇ, YASAL GÜÇ ÖZDEŞLEŞME GÜCÜ KULLANIMI YAYGIN) KULLANIMI YAYGIN) Verilerin toplanmasında kullanılan anket iki bölümden oluşmaktadır. Anketin birinci bölümünde, kurum kültürünü oluşturan boyutlara/değişkenlere ilişkin ”metaforlardan” oluşan sorular bulunmaktadır. Kullanılan metaforların tespiti için Türk Dil Kurumu Deyimler Sözlüğü taranmış, Türkçe’de yaygın olarak kullanılan güçlü metaforlar tespit edilmiştir Bu bölümde katılımcılardan üyesi olduğu kuruma en uygun ve en yakın seçeneğe fazla puan verecek şekilde 10 puanı seçeneklere dağıtması istenmiştir. Anketin ikinci bölümünde örgüt kültürü araştırmalarında sıkça kullanılan; katılımcının tutumlarını, kurumdaki değer ve kuralları ortaya koymaya yönelik likert ölçeği ile hazırlanmış sorular bulunmaktadır. İkinci bölümdeki maddelerde, verilen cevaplara göre örgütün kültürü ”Modern Örgüt Kültürü” özelliklerini ne kadar fazla taşıyorsa puanı da o oranda fazla olacak şekilde puanlama yapılmıştır. Anketin birinci ve ikinci bölümleri tek başlarına örgüt kültürünün tüm boyutlarını içerecek şekilde hazırlanmıştır. Yani, bu iki bölüm birbirini tamamlayıcı bölümler olarak değil, aynı olguyu ortaya koymaya yönelik, farklı soru türlerinden oluşan iki farklı test olarak hazırlanmıştır. Sorularının anlaşılır olup olmadığını tespit etmek için, anket önce bir gruba uygulanmış, anlaşılmayan, yanlış anlaşılabilecek maddeler tespit edilerek düzeltilmiştir. Daha sonra veri tabanı oluşturularak verilerin SPSS paket programına girişi yapılmış, veri analize hazır hale getirilmiş ve değerlendirmeye tabi tutulmuştur. İletişim Fakültesi Dergisi 202 M. Çetin – U. Evcim 3.4 Bulgular ve Yorum Anket tasarımı ve araştırmanın ilk safhasında teorik olarak 8 boyut olduğu varsayılmış ve çalışma bu 8 boyutu oluşturan soruların katılımcılara sorulmasıyla örgütlenmiştir. Bu teorik örgütlenmenin analitik olarak da gösterilmesi önem taşımaktadır. Bu amaçla değişkenlerin bir araya geldiği boyutları tespit etmek üzere faktör analizi gerçekleştirilmiştir. Faktör analizi, temel bileşenler analizi (principal component analysis) ve varimax dikey döndürme tekniği kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Metafor sorularının faktör analizi neticesinde hem analizin ortaya koyduğu veriler hem de teorik yaklaşımın ışığında değişkenler yedi alt boyutta toplanmıştır. Birinci ana faktör, çatışma, yaratıcılık ve otorite boyutlarını barındırırken; ikinci ana faktör örgütsel rekabet iletişim ve güçlendirme boyutlarını barındırmaktadır. Üçüncü ana faktör ise örgütsel güven boyutundan oluşmaktadır. Faktörleri oluşturan değişkenler alt boyutlar ve açıklanma oranı Tablo-2’de görülmektedir. Her bir alt boyuta bakıldığında görüleceği gibi ilişkiler aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmıştır. 1.2.Y 1.1.ÇATIŞMA MADDELER/SORULAR GÜVENİLİR LİK FAKTÖR YÜKÜ Tablo 2: Faktörleri Oluşturan Değişkenler, Alt Boyutlar ve Açıklanma Oranı 1.ANA FAKTÖR: GÜÇ İLİŞKİLERİ 4. Bir anlaşmazlık/çatışma olduğunda hareket tarzı genelde “……………” olur. (…) Ver, kurtul (…) Kafa kafaya vermek (…) Kelle koltukta kazanmaya çalışmak (…) Salla başı al maaşı .503 (…) Ne şiş yansın ne kebap (…) Hep bana hep bana (…) Diğer................ 5. Kurumumda fikir çatışmaları ………….. benzer. (…) Sokak kavgasına (…) Antrenman maçına (…) Açık .60 .309 oturuma (…) Kör dövüşüne (…) Unvan maçına .86 (…) Pazarlığa (…)Diğer................ 9. Çalışma ortamımız;……………………………… gibidir. (…) Yarış pisti (…) Milli takım kampı (…) Zorlu bir maraton .637 (…)Mutlu bir aile ortamı (…) Can pazarı (…) Mahalle kahvesi (…) Diğer................ 24. Kurumumda yeni ve farklı fikirleri olanlar ……………………. gibi görülürler. (…) İşgüzar Bahar 2009, Sayı: 28 (…) Kâşif .409 .71 203 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 2.1.Ö. REKABET 1.3.OTORİTE (…) Dahi (…) Kahraman (…) Boşboğaz (…) Masalcı (…) Oyunbozan (…) Diğer................ 25. İsterim ki çalışma hayatım …………………………….. gibi olsun. (…) Sürprizlerle dolu bir macera filmi (…) Sonu belli bir film (…) Diğer................ 26. DPT’de, hata yapan personel …………………………………. (…) Darağacına gönderilir. (…) Görmüş geçirmiş olur. (…) Günah keçisi olur. (…) Hatası hasıraltı edilir. (…) Ağza sakız olur. (…) Bin nasihatlik yol almış kabul edilir. (…) Diğer................ 28. Bu kurumda insanlar kendileriyle ilgili eleştiriler karşısında; …………… (…) Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar. (…) İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırırlar. (…) Diğer............... 21. Yöneticilerin makam odası …………………………… gibidir. (…) Saray (…) El kapısı (…) Misafir odası (…) Danışma Bürosu (…) Komşu kapısı (…) Kale surları (…) Baba evi (…) Çelik zırhla çevrili (…) Diğer................ 32. Kurumumda yöneticiler daha çok………………………benzerler. (…) Hükümdara (…)Takım kaptanına (…)Toprak Ağasına (…) Öğretmene (…) Müfettişe (…) Orkestra şefine (…)Toplumsal önder (…) Polise (…) Satranç oyuncusuna (…) Çobana (…) Diğer................ 33. Üst kademelerle ilişkilerinizi neye benzetiyorsunuz? (…) Kader ortağı (…) Kurt-kuzu (…)Efendi-köle (…)Ortak (…) Önder-takipçi (…) Usta-çırak (…) Gardiyan-mahkum (…) Kahraman-yardımcısı (Tarkan – Kurt) (…) Ebeveyn-çocuk (…) Sanatçı-hayran kitlesi (…) Diğer................ 2.ANA FAKTÖR: ÖRGÜT İÇİ İLETİŞİM 8. Bana göre kurumumda, "............................." mantığı hakimdir. (…) Her koyun kendi bacağından asılır. (…) Benden sonra tufan (…) Birlikten kuvvet doğar. (…) Diğer................ 10. Kurumumda kariyer sahibi olmak isteyenler ……………………………. gibi olmalı. (…) Derviş (…) Hayırsever (…) Akbaba (…) Tilki (…) Koyun (…) Kraldan çok kralcı (…) Çakal (…) Diğer................ 11. DPT’de, kurumun personelle ilişkisi, ……………. Arasındaki ilişki gibi görülür. (…) Makine ve dişlileri (…) Beden ve ruh (…) Vücut ve beyin (…) Diğer..... .699 .647 .368 .636 .563 .76 .819 .369 .636 .63 .80 .337 İletişim Fakültesi Dergisi 2.3.GÜÇLENDİRME 2.2.İLETİŞİM 204 M. Çetin – U. Evcim 12. Çalışma saatlerinde sık sık kendimi …………….. gibi hissediyorum. (…) Kumar masasında (…) Mutlu yuvamda .401 (…) Savaş alanında (…) Karanlık bir odada tek başıma (…) Cadı kazanı (…)Takip altında (…) Diğer................ 19. Hiyerarşik kademeler arasındaki iletişim tarzı……………………….gibidir. (…) Propaganda .552 (…) Ebeveyn-çocuk ilişkisi (…) Açık oturum (…) Millet meclisi (…) Reklâm (…) Diğer................ 20. Çalışma hayatımda yakın gelecekte ne olacağı .28 …………………… gibi. (…) Bilmece (…) Gün (aydınlık) .300 (…) Kahve falı (…) Diğer................ 22. DPT, dış çevreyle iletişimi açısından……………….. gibidir. (…) Haber Ajansı (…) İşlek bir cadde (…) Radar .327 (…) Kapalı bir kutu (…) Sağır ve dilsiz (…)Diğer................ 17. Çalışma hayatımda şunu öğrendim ki; insanlar …………………… çalışmak istemez. (…) Güdülmedikçe (…) Arkadan itilmedikçe (…) Direksiyona geçmedikçe .420 (…) Alkışlanmadıkça (…) Yük omzuna binmedikçe (…) Kendi kendinin patronu olmadıkça 29. Kendi görevimle ilgili hareket alanımı düşündüğümde............................ (…) Kukla gibiyim (…) Robot .459 gibi yönlendiriliyorum (…) Dizginler bende (…) Elektronik pranga takılmış gibiyim .68 30. Bu kurumda, tüm örgütsel süreçlere/kararlara ne seviyede etki ettiğimi düşündüğümde; sanki………….gibiyim. .666 (…) Kumanda ekibinde (…) Kürek mahkûmu (…) Koşum atı (…) Patron (…) Diğer............... 31. Bu kurumda kendimi ………………………. olarak görüyorum. (…) İşyeri/dükkan sahibi (…) Başkası adına çalışan .497 biri (…) Emanetçi (…) Geçici işçi (…) Ortak/Hissedar (…) Dava adamı (…) Diğer............... 3. ANA FAKTÖR: ÖRGÜTSEL GÜVEN 13. Bu güne kadar çalıştığım amirlerim bana ………………………………… gibi davrandı. (…) Öz evlat .472 (…) Üvey evlat (…) Kardeş (…) Diğer................ 14. İşyerindeki sosyal ortamı şeffaflık/açıklık açısından değerlendirdiğimde……………………… gibidir. (…) Camdan .541 .68 .68 ev (…)Sisli, bulanık bir hava (…) Kara kutu (…)Karanlık bir labirent (…) Diğer................ 15. Bu kurumda çalışanlar işlerini …………………… yaparlar. (…) Kara düzen (…) Kör uçuşu gibi (…) El yordamıyla .535 (…) Usta gibi (…) Gözü kapalı bile (…) Diğer................ Bahar 2009, Sayı: 28 205 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 16. Personel, aralarındaki sosyal bağlar açısından …………………………… gibidir. (…) Aynı yolun yolcusu (…) Kader ortağı (…) Dava ortağı (…) Köklü bir aile (…) Buz (…) Dağılmış tespih taneleri (…) Diğer................ 18. İş dışında çalışma arkadaşları …………………………… gibidir. (…) Yabancı (…) Ağabey-kardeş (…) Dost, arkadaş (…) Düşman (…) Diğer................ 23. Kurumumda personel arasındaki komşuluk ilişkileri ……………………….. gibidir. (…) Gökdelen/apartman komşulukları (…) Köy komşulukları. (…) Diğer................ 27. Kurumun geçmişi ile bugününü karşılaştırınca ………………………………… (…)Çağ atladık. (…) Eski hamam eski tas… (…)Eski çamlar bardak oldu. (…)Bir arpa boyu yol alınmadı. (…)Diğer................ .516 .492 .557 .740 Değişkenin bir faktör ile ilişkide olduğunu kabul edebilmek için faktör yükünün 0.30 ve üzerinde olması gerekmektedir (Kalaycı, 2005: 330). Güvenilirlik ise testin ölçmek istediği özelliği ne derece doğru ölçtüğü ile ilgilidir. Testin güvenilirlik katsayısı olarak hesaplanan korelasyon (r), test puanlarına ilişkin bireysel farklılıkların ne derece gerçek ve ne derece hata faktörüne bağlı olduğunu yorumlamak amacıyla kullanılır. Güvenirlik katsayısı 0.80 olan bir test için bireyler arası gözlenen test puanlarındaki farkların %80 oranında gerçek farkları, %20 oranında ise hatayı yansıttığı söylenebilir (Büyüköztürk, 2003: 163-164). Alfa katsayısı 0.00-0.40 arasında ise güvenilir değil; 0.40-0.60 arasında ise güvenilirliği düşük; 0.60-0.80 arasında ise oldukça güvenilir; 0.80-1.00 arasında ise yüksek derecede güvenilir bir ölçektir. Tablo-2’de görüldüğü gibi “iletişim” boyutunun güvenilirliği düşük çıkmıştır. Güvenilirlik, “örgütsel güven, güçlendirme, çatışma ve örgütsel rekabet” boyutlarında orta düzeyde; otorite ve yaratıcılık boyutlarında yüksek çıkmıştır. Metafor testindeki güvenilirlik katsayılarının yüksek çıkması, varsayımlar bölümünde de belirtildiği gibi örgüt üyelerinin ortak deneyimlerini anlamlandırırken kullandıkları ortak metaforları olduğu ve dilde yaygın olarak kullanılan metaforların, o dili konuşanların çoğu tarafından benzer anlamda algılandığı varsayımlarını doğrulamaktadır. a. Çatışma stratejisi; kurumda çatışmalara insanların nasıl tepki verdiğiyle ilgili olup bu boyutu ölçmek için sorulan 4, 5 ve 9. sorular birlikte çatışma boyutunu oluşturmuştur. b. Otorite boyutunda kurumda hangi güç türüne daha çok başvurulduğundan İletişim Fakültesi Dergisi 206 M. Çetin – U. Evcim yola çıkılarak kültürün klasik veya modern kültüre yakınlığı değerlendirilmiştir. Bu boyutu ölçmek için sorulan 21, 32 ve 33. sorulara yer verilmiştir. c. Yaratıcılık soruları, örgütte yaratıcılığı teşvik eden bir ortamın varlığını öğrenmeyi amaçlamaktadır. Yaratıcılığın alt boyutları; “değişime ve yeniliğe açık olmak, risk ve belirsizliğe tolerans, aykırı düşünmeye ve farklılığa izin verme, hatalara tolerans, eleştirilere açık olmak” olup bu özelliklerin kurumda bulunma derecesi arttıkça kurumun yaratıcılık potansiyelinin yükseleceği düşünülmüştür. Bu boyutu ölçmek için 24. 25. 26. ve 28. sorular bir arada yer almıştır. d. Örgütteki rekabet düzeyi; örgütte “işbirliğine/ekip başarılarına veya kişisel başarılara” önem verilmesinden yahut “işe veya kişilere” önem verilmesinden anlaşılmaktadır. Bu boyutu ölçmek için sorulan 8, 10, 11 ve 12. sorulara verilen yanıtlar değerlendirilmiştir. e. Çalışmamızda iletişim boyutu; “aşağıdan yukarıya katılım ve şikayetler, yukarıdan aşağıya bilgilendirici-açıklayıcı iletişim, yatay ve çapraz iletişim, gayri resmi iletişim ve kurumun dış çevreyle iletişimi” alt boyutlarının bileşkesi olarak değerlendirilmiştir. Bu çerçevede19. 20. 22. sorular ikinci faktör altında iletişimle ilgili bir grup oluşturmuştur. f. Güçlendirme boyutu çalışanların güçlü kılınmasını ifade etmekte olup, “anlam, yetkinlik, seçim/otonomi, etki” alt boyutlarının bileşkesidir. Çalışanın yaptığı işe/kurumunun amaçlarına anlam vermesi, yaptığı işle ilgili ihtiyaç duyduğu yetenek ve bilgilere sahip olması, kendi hareket alanını tayin etmesi ve genel olarak örgüt üzerinde etkin olduğu duygusunu hissetmesi halinde güçlendirilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu boyutla ilgili olarak hazırlanan 17, 29, 30. ve 31. sorular güçlendirme boyutu altında toplanmıştır. g. Örgütsel bağlılıkla ilgili olarak hazırlanan 6. ve 7. soruların herhangi bir boyut altında işlevsel olmadığı görülmüştür. ğ. Örgütsel Güven “yöneticilerin adaletine güven, insan tabiatına güven, çalışanların dürüstlüğüne güven, çalışanların yetenek/yeterliliğine güven, açıklıkşeffaflık, paylaşılan değerler” alt boyutlarının bir bileşkesi olarak değerlendirilmiştir. Bu boyut için hazırlanan 13, 14, 15, 16, 18, 23 ve 27. sorular örgütsel güven faktörü altında toplanmıştır. Metafor sorularının 7 boyut oluşturduğu, bunlardan iletişim boyutu dışındakilerin güvenilir olduğu görülmüştür. Bu boyutların klasik kültür ile modern kültür arasındaki skalanın neresinde olduğuna ve birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olduklarını anlamak için öncelikle her bir boyuttan elde edilen ortalama skorlar ve standart sapmalar aşağıda Tablo 3’de verilmiştir. Bahar 2009, Sayı: 28 207 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü Tablo-3: Boyutlara Ait Ortalama ve Standart Sapma Değerleri ÇATISMA METAFOR YARATICILIK OTORITE METAFOR METAFOR Ö.REKABET METAFOR GUCLENDIRME GUVEN METAFOR METAFOR Ortalama 12,0586 10,2436 14,9304 9,2352 10,7729 11,3804 Standart Sapma 5,5303 5,9931 5,8558 5,3104 5,3370 4,3844 Kültürel boyutlardan elde edilecek skorlar hem metafor testinde hem de likert tipi testte “0” ile “20” arasında olacak şekilde dönüştürülmüştür. Elde edilen skor; 0 ile 20 arasında değişen bu skalada “0” puana yaklaştıkça “Klasik Örgüt Kültürünü” 20 puana yaklaştıkça “Modern Örgüt Kültürünü” ifade etmektedir. Kesme noktasını ise “10” değeri oluşturmaktadır. Boyutların, skalanın klasik tarafında mı modern tarafında mı bulunduğunu tespit etmek için t-testi yapılmış, “çatışma, otorite, örgütsel güven” boyutlarının skalanın modern tarafında kaldığı, “yaratıcılık, örgütsel rekabet, güçlendirme” boyutlarının ise 10 puan civarında olduğu, anlamlı bir fark göstermediği, yani klasik ya da modern tarafta olmadığı görülmüştür. Bu boyutlar arasındaki korelâsyon Tablo-4’deki gibidir. Çalışmada her kültürel boyut modern kültür özelliklerini taşıdığı oranda puanı artacak şekilde kodlandığından tüm boyutlar birbiriyle artı yönde korelasyon göstermektedir. Burada. “Çatışma stratejisi, örgütsel bağlılık, örgütsel rekabet, otorite” boyutlarında puanın yüksek olması; çatışmanın, bağlılığın, rekabetin, otoriterliğin yüksek düzeyde olduğu anlamına gelmemektedir. Daha açık bir ifadeyle; Çatışma stratejisi puanının yüksek olması, “uzlaşma ve problem çözme” stratejilerinin yaygın olduğu; Örgütsel bağlılık puanının yüksek olması, örgütte duygusal bağlılığın hâkim olduğu; Örgütsel rekabet puanının yüksek olması, örgütte verimli bir rekabet ortamının bulunduğu; Otorite puanının yüksek olması, otoriteyi sağlamada uzmanlık ve özdeşleşme gücün kullanımının yaygın olduğu anlamına gelmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 208 M. Çetin – U. Evcim Tablo 4: Faktörler Arası Korelasyon Tablosu 1.CATISMA METAFOR 1 2 3 4 5 6 Pearson Correlation 1,000 ,617*** ,484*** ,506** ,458** ,288** * * * ,000 ,000 ,000 ,000 1,000 ,663*** ,430** ,596** ,429** * * * ,000 ,000 ,000 1,000 ,383** ,529** ,509** * * * ,000 ,000 Sig. (2-tailed) 2.YARATICILIK Pearson METAFOR Correlation ,006 Sig. (2-tailed) , 3.OTORITE METAFOR ,000 Pearson Correlation Sig. (2-tailed) , 4.Ö. REKABET METAFOR ,000 Pearson Correlation 1,000 ,483** ,507** * * Sig. (2-tailed) , ,000 ,000 5.GUCLENDIRM Pearson E METAFOR Correlation 1,000 ,382** * Sig. (2-tailed) , Bahar 2009, Sayı: 28 ,000 209 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 6.GUVEN METAFOR Pearson Correlation 1,000 Sig. (2-tailed) , * p<0.1, ** p< 0.05, *** p<0.01 Likert tipinde hazırlanan sorular teorik olarak meselenin her iki tarafını ölçmeye yönelik hazırlanmıştır. Bir başka deyişle ölçülmesi amaçlanan konunun olumlu tarafları yanında olumsuz tarafları da göz ardı edilmemiştir. Örneğin çatışma stratejisiyle ilgili “Bir anlaşmazlık olduğunda karşılıklı fikirlerin ortak noktalarını ön plana çıkarırım” sorusu gibi modern örgüt özelliklerini içeren (olumlu) bir ifade olabildiği gibi, “Çalışma ortamında, kurum içindeki diğer birimlerle iletişim kurma fırsatı çoğu zaman olmaz.” türünden klasik örgüt özelliklerini içeren (olumsuz) ifadeler de bulunmaktadır. Ankette, modern örgüt özellikleri taşıdıkça fazla puan alacak şekilde kodlama yapıldığından klasik kültür özellikleri içeren sorular ters kodlanmıştır. Bu durum ters kodlanan soruların güvenilirlik testinde dikkate alınmasını gerektirmektedir. Ayrıca faktör analizinde de ters kodlanan bu sorular ayrı bir boyut oluşturmuştur. Likert tipi sorularının faktör analizi neticesinde, hem analizin ortaya koyduğu veriler hem de teorik yaklaşımın ışığında değişkenler, sekiz alt boyutta toplanmıştır. Birinci ana faktörün; örgütsel bağlılık, örgütsel güven, iletişim, yaratıcılık, güçlendirme boyutlarını barındırdığı; ikinci ana faktörün de çatışma, örgütsel rekabet ve otorite boyutlarını içerdiği, üçüncü ana faktörün ise tüm bu kültürel boyutların ters yönlü sorularını kapsadığı görülmektedir. Bundan sonra ters kodlanmış sorulara ait boyutlar (-) işareti ile gösterilecektir. Faktörleri oluşturan değişkenler, alt boyutlar ve açıklanma oranı Tablo 5’te görülmektedir. İletişim Fakültesi Dergisi 210 M. Çetin – U. Evcim 9. Bu kurumda çalıştığım için çok memnunum. 10. Kendi değerlerimle üyesi olduğum kurumun değerlerinin bağdaştığını düşünüyorum. 1.1.ÖRGÜTSEL 11. DPT çalışanı olduğumu başkalarına söylemekten gurur BAĞLILIK duyuyorum. 14.Başka bir kuruluştan iş teklifi gelse ve DPT’deki işimi bıraksam suçluluk hissederim. 16.Kurumumda, insanlar birbirinin gelişimine yardımcı olmaya çalışır. 23.Yöneticiler bütün personele adil davranırlar. 25.Kurumumda, çalışanların çoğu, amirleri etraflarında olmadığı zaman bile aynı disiplinle çalışırlar. 26.Genel olarak DPT personelinin mesleki bilgi ve becerilere 1.2.ÖRGÜTSEL GÜVEN yeterince sahip olduğuna inanıyorum. 27.Bu kurumda her seviyedeki personel, çalışmaları hakkında yönetime(amirlerine) doğru bilgi verirler. 28. Kurumumda, insanlar oldukları gibi görünmeye gayret ederler. 31.Hemen hemen tüm DPT çalışanları tarafından paylaşılan ortak değerlere sahibiz. 33.Kurumum, iş ve sosyal çevresinde meydana gelen değişiklik ve yeniliklere kolay ayak uydurmaktadır. 35.Bu kurumda amirlere/yöneticilere ulaşmak çok kolaydır. 36.Beni ilgilendiren her konuda bilgilendiriliyorum. (örgütün amaçları, stratejileri, vizyonu ve bireysel ve örgütsel performans hakkındaki bilgiler vb.) 1.3.İLETİŞİM 37.Bu kurumda yöneticiler, ulaşmaları için yararlı hedefler belirleyerek personelini yönlendirir. 38.Beni ilgilendiren ve etkileyen tüm faaliyetlerde fikrim alınır. 40.Hiyerarşik kademeler arasındaki ilişki, çalışma saatleri bittiğinde / mesai dışında normale döner. 42.İstediğim bir şeyi elde etmem sosyal çevre ve şans faktörlerine değil, ne kadar çalıştığıma bağlıdır. 45. Bu kurumda yöneticiler, fikirlerini astlarıyla tartışmaktan çekinmezler. 46. Bu kurumda her zaman mevcut uygulamalara eleştirel bir gözle 1.4.YARATICILIK bakılır ve gerekli değişiklikler yapılır. 49.Kurumumda insanlar yöneticilerine, fikirlerine katılmadıklarını söylemekten çekinmezler. 50.Kurumumda hatalara anlayış gösterilir, “hatalar olmazsa öğrenme de olmaz” düşüncesi hâkimdir. 1.5.GÜÇLENDİR- 51.Bu güne kadar yerine getirdiğim görevlerin hepsinde ihtiyaç Bahar 2009, Sayı: 28 FAKTÖR YÜKÜ MADDELER/SORULAR 1. ANA FAKTÖR: ÖRGÜTSEL ATMOSFER GÜVENİLİRLİK Tablo-5: Faktörleri Oluşturan Değişkenler Alt Boyutlar ve Açıklanma Oranı .603 .683 .388 .79 .623 .592 .745 .782 .526 .86 .729 .739 .460 .687 .96 .511 .699 .86 .689 .782 .674 .371 .671 .663 .81 .714 .755 .336 .87 211 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü ME 2.1.ÇATIŞMA 2.2.ÖRGÜTSEL REKABET 2.3.OTORİTE 3.1.ÇATIŞMA (-) 3.2.ÖRGÜTSEL BAĞLILIK(-) 3.3.ÖRGÜTSEL REKABET(-) 3.4.ÖRGÜTSEL GÜVEN (-) duyduğum bilgi ve beceriye sahiptim. 52.İşimin gerekleri ile kişisel değerlerim ve davranışlarım örtüşmektedir. 53.Bu kurumda personele, yaptığı iş üzerinde; planlama, karar verme ve kontrol boyutunda inisiyatif tanınır. 54.Kurumumun vizyonunu biliyor ve gerçekleşeceğine inanıyorum. 55. DPT içinde genel sınırlar belli olmakla birlikte bağımsız hareket etmeyi teşvik eden bir ortam vardır. 57.Amirlerimin, verdiği kararlarda benim görüşlerime de önem verdiğini düşünüyorum. 58.Kurumumda personel, güncel gelişmelerle ilgili konularda verilen eğitimlerle sürekli olarak eğitilmekte ve geliştirilmektedir. 60.Bu kurumda yöneticiler, bulundukları mevkinin/makamın gerektirdiği bilgi ve beceriye sahiptirler. 2.ANA FAKTÖR: GÜÇ İLİŞKİLERİ 3.Çalışma ortamında birisiyle anlaşmazlık yaşadığımda, orta bir yol bulmaya çalışırım. 4. Kurumumda bir anlaşmazlık yaşandığında, bu anlaşmazlığın çözümüne yönelik fikirlerin açıkça ifade edilmesine imkân sağlanır. 5.Bir anlaşmazlık olduğunda karşılıklı fikirlerin ortak noktalarını ön plana çıkarırım. 6.Anlaşmazlıklarda diğer insanların bakış açılarının da benimki kadar doğru olabileceğine inanırım. 17. Bir grup çalışmasında, çaba göstermesine rağmen işe katkısı az olan birini hoşgörüyle karşılarım. 18.Bence ekip halinde alınmış kararlar bireysel kararlardan daha isabetlidir. 19.Bence insan mutlu yaşamak için dünyaya gelir, çalışmak bu yolda bir araçtır. 59. Yaptığım işe özen gösteriyor olmamın en önemli nedenlerinden biri de amirlerime layık olmayı ve onları mahcup etmemeyi istememdir. 61.Yaptığım bir hata nedeniyle amirlerimin güven ve saygısını kaybetmek beni rahatsız eder. 3.ANA FAKTÖR:TERS KODLANMIŞ SORULARA AİT FAKTÖRLER 1. Çalışma ortamında anlaşmazlık olacaksa kendi isteklerimde ısrar etmem. 7.Astlarım/arkadaşlarım arasında bir anlaşmazlık yaşandığında; sorunun zamanla çözüleceğini düşünerek beklerim. 8.İş ortamında tartışma yaratacak konulara girmekten kaçınırım. 12. Personelin birçoğu, şu anda DPT’den ayrılsa çalışacak başka bir yer bulmakta zorlanır. 13.Bu kurumda sahip olduğum ekonomik ve sosyal hakları başka bir yerde bulamayacağımı düşünüyorum. 15.Bu kurumda kariyer sahibi olmak isteyenler rekabet ortamı içinde mücadele etmek zorundadır. 21.Bu kurumda başarılı olmak isteyenler, diğerlerini geride bırakarak ön plana çıkmalıdır. 22. Çalışma ortamında hata yapmak istemem çünkü diğerleri bunu bana karşı kullanabilirler. .406 .694 .571 .598 .632 .737 .511 .733 .412 .537 .76 .638 .401 .88 .550 .65 .645 .529 .70 .773 .528 .482 .78 .502 .429 .482 .41 .89 .520 .438 .577 .57 .68 İletişim Fakültesi Dergisi 212 M. Çetin – U. Evcim 24.İnsanlar, doğası gereği kontrol mekanizmaları olmadıkça çalışmayı .394 ve sorumluluk almayı sevmez. 29.Bence mevcut düzen çalışmıyorsa, hata büyük ihtimalle .383 KİŞİLERDEDİR. 32.Bu kurumda amirlerine önemli konularda karşı çıkmayanlar iyi .620 eleman olarak görülür. 3.5.İLETİŞİM (-) .44 39.Çalışma ortamında, kurum içindeki diğer birimlerle iletişim kurma .576 fırsatı çoğu zaman olmaz. 41.Yeni bir işe/göreve uyum sağlamaktansa, alışık olduğum bir şeyi .444 yapmayı tercih ederim. 43.Kurumumda alışılmışın dışına çıkmaya çalışmak çoğu zaman hoş .352 3.6.YARATICILIK karşılanmaz. .62 (-) 47.Bu kurumda insanlar, çalışma ortamındaki kural ve değerlerle ters .415 düşmemeye özen gösterir. 48.Sonucu hakkında epeyce fikrim olmadıkça, bir projenin .436 sorumluluğunu almak istemem. 62.Bu kurumda kimin ne kadar ödüllendirileceği amirin kişisel .609 kanaatine ve takdirine bırakılmıştır. 63. Kurumumda amirler, maiyetindeki memurlara görev veya talimat .406 verirken, genellikle bunun önemine ve gerekliliğine inandırmaya 3.7.OTORİTE (-) çabalamaz. .70 64.Bu kurumda amirlerin personeli yönetirken en çok kullandıkları .748 güç kaynağı, makamlarından kaynaklanan resmi yetkileridir. 65.Kurumumda amirler çoğu zaman işle ilgili konularda disiplini .761 sağlamak üzere katı ve sert bir tutum içine girer. Tabloda görüldüğü gibi güvenilirlik; “örgütsel bağlılık, örgütsel güven, iletişim, yaratıcılık, güçlendirme, çatışma (-)” boyutlarında yüksek; “örgütsel rekabet (+), otorite (+), örgütsel rekabet (-), örgütsel güven (-), yaratıcılık (-), örgütsel bağlılık (-), iletişim (-) ve otorite (-)” boyutlarında orta düzeyde çıkmıştır. Güvenilirlik, bireylerin test maddelerine verdikleri cevaplar arasındaki tutarlılık olarak tanımlanabilir. Testin güvenilirlik katsayısı olarak hesaplanan korelasyon (r), test puanlarına ilişkin bireysel farklılıkların ne derece gerçek ve ne derece hata faktörüne bağlı olduğunu yorumlamak amacıyla kullanılır. (Alfa katsayısı 0.00-0.40 arasında ise güvenilir değil; 0.40-0.60 arasında ise güvenilirliği düşük; 0.60-0.80 arasında ise oldukça güvenilir; 0.80-1.00 arasında ise yüksek derecede güvenilir bir ölçektir.) Ayrıca 20, 34, 44, 2. soruların herhangi bir boyut altında işlevsel olmadığı görülmüştür. Çatışma karşısında pozisyon kökenli güç kullanımının yaygın olduğu (kaçınma, taviz verme ve hükmetme stratejileri) örgütlerde otorite için de pozisyon kökenli (zorlayıcı, ödüllendirici, yasal güç) gücün yaygın olacağını düşünebiliriz. Yine çatışma stratejisi olarak “kaçınma, taviz verme ve hükmetme” stratejilerinin yaygın olduğu bir örgütte sağlıksız bir rekabet (çok az yada yıkıcı boyutta) oluşacağını söyleyebiliriz. Bahar 2009, Sayı: 28 213 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü İletişim ile güçlendirme boyutları aynı faktör altında toplanmıştır. Likert tipi testte örgütsel bağlılık, örgütsel güven ve yaratıcılık boyutları da aynı faktörde yer almıştır. Diğer bir deyişle teorik olarak birbirinden ayrıştırdığımız beş boyutun aslında birbirlerinden keskin sınırlarla ayırt edilemeyeceği, birbirleriyle ilişkili oldukları görülmektedir. Aşağıda her bir boyuttan elde edilen ortalama skorlar ve standart sapmalar verilmiştir. Kesme noktasına göre; örgütsel bağlılık, iletişim, güçlendirme, çatışma, örgütsel rekabet boyutları anlamlı düzeyde 10 değerinin üzerinde yani skalanın modern tarafında yer almıştır. Örgütsel güven, yaratıcılık, otorite boyutları ise modern ve klasik kültürün sınırını oluşturan kesme noktası değerinden anlamlı bir farklılık göstermemiştir. BAGLILIK GUVEN ILETISIM LİKERT LİKERT LİKERT YARATICILIK GUCLENDIRM CATISM REKABET OTORITE LİKERT LİKERT LİKERT E LİKERT A LİKERT Ortalam a 11,6026 10,4066 10,8104 10,1404 11,9048 11,5908 11,7363 3,8749 2,6896 3,0312 10,3663 Standart Sapma 3,0938 2,8934 3,5189 2,5534 3,0912 Bu boyutlar arasındaki korelasyona ilişkin tablo aşağıda verilmiştir. Çalışmamızda her kültürel boyut modern kültür özelliklerini taşıdığı oranda puanı artacak şekilde kodlandığından boyutlar birbiriyle artı yönde korelasyon göstermektedir (örgütsel güven ile çatışma stratejisi boyutları arasında korelasyon yoktur). İletişim Fakültesi Dergisi 214 M. Çetin – U. Evcim Tablo 6:Faktörler Arası Korelasyon Tablosu 1 1.BAGLILIK Pearson 1,000 LİKERT Correlation Sig. (2-tailed) , ,000 2.GUVEN LİKERT ,000 Pearson Correlation 2 3 4 5 6 7 8 ,457*** ,668*** ,483*** ,692*** ,270*** ,279*** ,444*** ,000 ,000 ,010 ,007 ,000 1,000 ,639*** ,543*** ,605*** ,142 ,000 ,000 ,179 1,000 ,673*** ,830*** ,228** ,273*** ,438*** ,000 ,030 ,007 1,000 ,651*** ,259** ,346*** ,424*** ,013 ,001 ,000 1,000 ,218** ,402*** ,414*** ,000 ,000 ,214** ,276** Sig. (2-tailed) , ,000 3.ILETISIM Pearson LİKERT Correlation ,041 ,011 Sig. (2-tailed) , ,000 4.YARATICI Pearson LIK LİKERT Correlation ,000 Sig. (2-tailed) , ,000 5.GUCLEND Pearson IRME Correlation LİKERT Sig. (2-tailed) , ,038 6.CATISMA Pearson LİKERT Correlation 1,000 Sig. (2-tailed) , Bahar 2009, Sayı: 28 ,000 ,000 ,377*** ,465*** 215 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü 7.Ö.REKAB Pearson ET LİKERT Correlation 1,000 ,544*** Sig. (2-tailed) , ,000 8.OTORITE Pearson LİKERT Correlation 1,000 Sig. (2-tailed) , * p<0.1, ** p< 0.05, *** p<0.01 3.5 Metafor Soruları ile Likert Tipi Sorulardan Elde Edilen Verilerin Karşılaştırılması Likert tipi sorular ile metafor sorularından elde edilen skor arasındaki ilişkiyi görmek için, her iki testte de güvenilirliği yeterli düzeyde olan “çatışma, yaratıcılık, otorite, örgütsel rekabet, güçlendirme, örgütsel güven boyutları ve bunların toplamından oluşan toplam skorlar arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığına bakılmalıdır. Ama önce kültürel boyutların standart sapmalarına bakıldığında metafor sorularının standart sapmalarının likert tipi sorulara göre belirgin şekilde büyük olduğu görülmektedir (Tablo-7). Bu fark, metaforlardan oluşan sorularda yanıtlayıcıların daha duygusal yanıtlar verdiklerini ve uç noktalara daha fazla meylettiklerini göstermektedir. Yanıtlayıcıların metafor testinde uç noktalara eğilim göstermesi; metaforların gerçeğin bir yönünü öne çıkartarak diğer yönlerini de arka plana iterek tek yönlü bir kavrayış üretme özelliği ile açıklanabilir. Tablo 7: Ortalama ve Standart Sapma Değerlerinin Karşılaştırması Mean N Std. Deviation Pair 1 İletişim Fakültesi Dergisi 216 M. Çetin – U. Evcim TOPLAM METAFOR 68,3921 90 24,6204 TOPLAM (LİKERT) 66,0746 90 12,8875 Pair 2 CATISMA METAFOR 12,0586 91 5,5303 ÇATIŞMA (LİKERT) 11,5908 91 2,6896 Pair 3 YARATICILIK METAFOR 10,2436 91 5,9931 YARATICILIK (LİKERT) Pair 4 OTORITE METAFOR 10,1404 91 2,5534 14,9304 91 5,8558 OTORİTE (LİKERT) 10,3663 91 3,0912 Pair 5 Ö.REKABET METAFOR 9,2352 90 5,3104 Ö.REKABET (LİKERT) Pair 6 GUCLENDIRME METAFOR 11,7222 90 3,0452 10,7729 91 5,3370 GÜÇLENDİRME (LİKERT) Pair 7 11,9048 91 3,8749 Bahar 2009, Sayı: 28 217 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü GUVEN METAFOR 11,3804 91 4,3844 GÜVEN (LİKERT) 10,4066 91 2,8934 ( Boyutlara ilişkin her iki testten elde edilen skorlar arasında anlamlı bir fark olup olmadığını anlamak için yapılan T-Testinde (Tablo-8) çatışma, yaratıcılık, güçlendirme ve toplam” puanlarda anlamlı bir fark bulunmadığı, otorite boyutunda (p<0.01), örgütsel rekabet boyutunda (p<0.01), örgütsel güven boyutunda (p<0.05) ölçtükleri düzeyler bakımından anlamlı fark olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle; çatışma stratejisi, yaratıcılık, güçlendirme boyutlarında ve toplam puanda her iki testin benzer düzeyde ölçüm yaptığı görülmektedir. Ayrıca her iki test; “otorite, örgütsel rekabet ve örgütsel güven” boyutlarında örgütün kültürünün modern kültüre evrildiğini ortaya koymaları yönünden benzer sonuçlar vermekle birlikte bu modernliğin düzeyini ölçme noktasında küçük farklılıklar göstermektedir. Diğer taraftan otorite (r=.200, p<0.1) ve örgütsel güven (r=.307, p<0.01) boyutlarında iki test arasındaki korelasyonun varlığı bu boyutların benzer bir trendi ölçtüklerini ortaya koymaktadır (Tablo-9). İletişim Fakültesi Dergisi 218 M. Çetin – U. Evcim Tablo 8: Metafor Testi ile Likert Tip Test Skorları Arasında T-Testi Sig. (2-tailed) Standa Ortalam rt a Sapma Pair 1 TOPLAM METAFOR TOPLAM LİKERT Pair 2 CATISMA METAFOR ÇATIŞMA LİKERT Pair 3 YARATICILIK METAFOR YARATICILIK LİKERT Pair 4 OTORITE METAFOR OTORİTE LİKERT Pair 5 Ö.REKABET METAFOR Ö.REKABET LİKERT Pair 6 GUCLENDIRME METAFOR GÜÇLENDİRME LİKERT Pair 7 Ö.GUVEN METAFOR Ö.GÜVEN LİKERT T 68,3921 66,0746 24,6204 12,8875 ,965 89 ,337 12,0586 11,5908 5,5303 2,6896 ,737 90 ,463 10,2436 10,1404 5,9931 2,5534 ,187 90 ,852 14,9304 10,3663 5,8558 3,0912 7,197 90 ,000 9,2352 11,7222 5,3104 3,0452 -4,035 89 ,000 10,7729 11,9048 5,3370 3,8749 -1,864 90 ,066 11,3804 10,4066 4,3844 2,8934 2,087 df 90 ,040 Her iki testten çıkan skorlar arasındaki korelasyona bakıldığında (Tablo-9) Bahar 2009, Sayı: 28 219 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü yaratıcılık boyutunda (r=0.482; p<0.01) ve toplam puanda (r=0.399; p<0.01) orta düzeyde; örgütsel güven (r=0.307; p<0.01), güçlendirme (r=0.240; p<0.05) ve otorite (r=0.200; p<0.1) boyutlarında düşük düzeyde korelasyon olduğu, örgütsel rekabet ve çatışma boyutlarında ise istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkinin bulunmadığı görülmektedir. Tablo 9: Faktörler Arası Korelasyon Tablosu ÇATIŞMA (METAFOR) & ÇATIŞMA (LİKERT) YARATICILIK YARATICILIK (METAFOR) & (LİKERT) OTORİTE (METAFOR) & OTORİTE (LİKERT) Ö.REKABET (METAFOR) & Ö.REKABET (LİKERT) GÜÇLENDİRME GÜÇLENDİRME(METAFOR) & (LİKERT) Ö.GÜVEN (METAFOR) & Ö.GÜVEN (LİKERT) TOPLAM (METAFOR) & TOPLAM (LİKERT) sig.(2tailed) 0,725 Pearson Correlation 0,037 0,000 0,057 0,341 0,482*** 0,200* 0,101 0,022 0,003 0.000 0,240** 0,307*** 0.399*** * p<0.1, ** p< 0.05, *** p<0.01 SONUÇ Anket tasarımında ve araştırmanın ilk safhasında teorik olarak sekiz kültürel boyut olduğu varsayılmış ve çalışma bu boyutları oluşturan soruların katılımcılara sorulmasıyla örgütlenmiştir. Bu teorik örgütlemenin analitik olarak da gösterilmesi amacıyla hem metafor sorularında hem de likert tipi sorularda faktör analizi gerçekleştirilmiştir. Faktör ve güvenilirlik analizi sonucunda yeni değişkenler oluşturulmuştur. Belirlenen bu yeni değişkenlerin standart sapmalarına bakıldığında metafor sorularında standart sapmaların likert tipi sorulara göre belirgin şekilde büyük olduğu görülmektedir. Bu fark, metaforlardan oluşan sorularda yanıtlayıcıların, kurum kültürünün modern veya klasik olmasıyla ilgili daha abartılı değerlendirmeler yapmaya meyilli olduklarını göstermektedir. Bu eğilim, metaforların gerçeğin bir yönünü öne çıkartarak diğer yönlerini de arka plana iterek tek yönlü bir kavrayış üretme özelliği ile açıklanabilir. İletişim Fakültesi Dergisi 220 M. Çetin – U. Evcim Bu çalışmada yapılan araştırmada her iki testin verileri de örgütsel ortamın modern örgüt kültürüne, klasik örgütsel yapıdan daha yakın olduğunu ortaya koymuştur. Diğer bir deyişle örgütsel ortamın, çalışanları modern bir çalışma kültürüne yönlendirecek biçimde koluştuğu görülmüştür. Ayrıca, metafor testindeki güvenilirlik katsayılarının yüksek çıkması, örgüt üyelerinin ortak deneyimlerini anlamlandırırken kullandıkları ortak metaforları olduğu ve dilde yaygın olarak kullanılan metaforların, o dili konuşanların çoğu tarafından benzer anlamda algılandığı varsayımlarını doğrulamaktadır. Diğer yandan bu çalışma, örgütlerin kültürünü anlamada; metaforlardan oluşan bir ölçekten elde edilen veriler ile değer veya norm ifadelerinden oluşan bir ölçekten elde edilen veriler arasında paralellik olduğu varsayımını desteklemektedir. Bu varsayımın desteklenmesi; okur-yazar olmayan gruplarda ve tutum-değer ifadeleriyle görüşlerini ifade edemeyen yaş gruplarında (kreşteki çocuklar vb.) kurum kültürünü betimlemede metaforlu ifadelerin etkili olabileceğini göstermektedir. Bu konuda yapılacak çalışmalarda, daha büyük bir örneklem üzerinde çalışılması, daha ayrıntılı sonuçlar elde edilmesini sağlayacaktır. Bunun yanında birden fazla sektörde yapılan çalışmalar sektörler arası karşılaştırma imkânı verecektir. Çok boyutlu olduğu bilinen örgütsel kültürü ölçerken, bir ya da birkaç boyuta odaklanarak yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar farklı ölçeklerin analiz gücünü ortaya koyması açısından daha belirgin sonuçların ortaya çıkmasına elverecektir. Bunun yanı sıra insanların tutumlarını etkileyecek faktörler olarak cinsiyet, yaş, eğitim gibi demografik değişkenler; gelir, sosyo-ekonomik statü gibi sosyoekonomik değişkenler de insanların örgütsel ortam içindeki tutumlarını etkileyen unsurlar olarak anlam kazanabilir. Bu nedenle ilerde yapılacak çalışmalarda bunların da ele alınması faydalı olacaktır. Bahar 2009, Sayı: 28 221 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü KAYNAKÇA Acar, Ahmet Cevat (1997) Hava Harp Okulu ve İ.Ü. İşletme Fakültesi Öğrencilerinin Liderlik Yönelimlerine İlişkin Bir Araştırma, 21.Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, İstanbul Ağalçay, Mehmet Ali (1949) Türkçede Mecazlar Sözlüğü, Ankara: Doğuş Matbaası. Allan, Jane (1999) Zaman Yönetimi, Mehmet Zaman Saçlıoğlu (Çev.), İstanbul: Hayat Yayınları. Alpugan, Oktay; Hulusi Demir; Mete Oktav ve Nurel Üner (1995) İşletme Ekonomisi ve Yönetimi, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Alvesson, Mats (1999) Organizational Symbolism and Ideology, Journal of Management Stuties, Volume 28, Issue 3, May Aristotales (2004). Retorik, Mehmet H. Doğan (Çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yay. Asunakutlu, Tuncer (2002) Klasik ve Neo-Klasik Dönemde Örgütsel Güvenin Karşılaştırılması Üzerine Bir Deneme, S.5, Muğla Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Bakan, İsmail (2004) Dış Ticarette İletişim, Dış Ticaret İşlemler ve Uygulamalar, Bedestenci H.Ç. ve M.Canıtez (Ed.), Ankara: Gazi Kitapevi. Balay, Refik (2000) Özel ve Resmi Liselerde Yönetici ve Öğretmenlerin Örgütsel Bağlılığı: Ankara İli Örneği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Barley, R.Stephan (1983) Semiotics and the study of Occupational and Organizational Cultures, Administrative Science Querterly. Büyüköztürk, Şener (2003) Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara: Pegem A Yay. Cassirer, Ernst (1997) İnsan Üstüne Bir Deneme İnsan Kültürü Felsefesine Giriş, Necla Arat (Çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yay. İletişim Fakültesi Dergisi 222 M. Çetin – U. Evcim Çakar, Demircan ve Adnan Ceylan (2005) İş Motivasyonunun Çalışan Bağlılığı ve İşten Ayrılma Eğilimi Üzerindeki Etkileri, Doğuş Üniversitesi Dergisi, C. VI, S. 1. İstanbul. Çetin, Muharrem (2000) Örgüt Verimliliği Açısından Halkla İlişkiler ve Örgütsel Kültür: Tarım Kredi Kooperatifleri`nde ve Pankobirlik`te Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çetin, Münevver Ölçüm (2004) Örgüt Kültürü ve Örgütsel Bağlılık, Ankara: Nobel Yay. Çöl, Güner (2006) Personel Güçlendirme (Empowerment) Kavramının Benzer Yönetim Kavramları İle Karşılaştırılması, http://www.isguc.org/ Arc_View.Php?Ex= 228, (Erişim: 15.02.2006). Efil, İsmail (1999) İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon, İstanbul: Alfa Yay. Erdem, Ferda ve Şatır, Çiğdem (2000) Farklı Kültürlerde Kültürel Yapının Metaforlarla Analizi, 8.Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, Nevşehir, Kayseri: Erciyes Ü. Yayını. Erdil, Oya ve Halit Keskin (2003) Güçlendirmeyle İş Tatmini, İş Stresi ve Örgütsel Bağlılık Arasındaki İlişkiler: Bir Alan Çalışması, C. 32, S. 1, İstanbul Ü. İ.F. Dergisi. Erdoğan, İlhan (1994) İşletmelerde Davranış, İstanbul: Beta Basım Yay. Eren, Erol (2000) Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Basım Yay. Ergeneli, Azize ve Güler Arı Sağlam (2005) Krizde İşten Çıkarmaların Banka Yöneticileri Üzerine Etkileri: Örgütsel Bağlılık, Güven ve Güçlendirme Algıları, S.B.F. Dergisi, C. 60, S. 1,. Ankara: A.Ü. Yay. Ertürk, Mümin (1994) Organizasyonlarda Çatışma Nedenleri, Çatışmanın Yönetimi ve Erciyes Üniversitesinde Bir Anket Uygulaması, İ.İ.B.F. Dergisi, S.11, Kayseri: E. Ü. Yay. Filiz, Atilla (2003) Yönetimde Yenilikçilik, Kaynak Elektrik Dergisi, http:// www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/ mkl gos.php?nt=509, 170, (Erişim:Haziran 2003) Fukuyama, Francis (2000) Güven: Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması, İstanbul: İş Bankası Yay. Bahar 2009, Sayı: 28 223 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü Güçlü, Nezahat ve Selma Özden (2000) Etkili Okullar ve Öğretim Liderliği, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 20, S. 1, Ankara: G.Ü. Yay. Gümüşsuyu, Çağdaş (2005)Yaratıcı Örgüt Kültürü: Kuram ve Bir Örnek Olay Çalışması, Ankara: TODAİE Yay. Gürçay, Cemile (1994) İşletmelerde Örgütsel Kültürün Oluşumunda Etkili Olan Faktörler, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Gürçay, Cemile (2006) İşletmelerde Örgüt Kültürü Faktörlerinin Farklı Boyutlarda Oluşmasında Sektörel Farklılığın Etkisi: Hizmet Ve Sanayi Sektörlerindeki Yöneticiler Üzerinde Yapılan Bir Araştırma Sonuçları, http://ısguc.org/cgurcay1.htm, (Erişim: 22.09.2006). Gürgen, Haluk (1997) Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul: Der Yay. İbicioğlu, Hasan (2000) Örgütsel Bağlılıkta Paradigmatik Uyumun Yeri, İ.İ.B.F.Dergisi, C. XV, S.1, İzmir: Dokuz Eylül Ü. İbicioğlu, Hasan (2001) İşletmelerde Departmanlar Arası Çatışmaların Kaynakları ve İşletme Performansına Etkilerine İlişkin Bir Araştırma, Verimlilik Dergisi, Ankara: MPM Yay. Kalaycı, Şeref (2005) SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, Ankara: Asil Yay. Dağıtım. Keçecioğlu, Tamer (1998) Değişim Yolunda İyi Bir Öğrenci ve İyi Bir Öğretmen: Liderlik ve Liderler, İstanbul: Kal.Der. Yay. Keklik, Nihat (1984) Felsefe Bakımından Metafor, İstanbul: Felsefe Arşivi Keklik, Nihat (1990) Felsefede Metafor, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay. Kırel, Çiğdem (1998) Örgütlerde Güç Kullanımı, Çalışanların Algıladıkları Güç ve Tepkileri Üzerinde Bir Uygulama, Eskişehir: An. Ün. İ.İ.B.F. Yay. Kocabaş, Füsun (2005) Değişime Uyum Sürecinde İç ve Dış Örgütsel İletişim Çabalarının Entegrasyonu Gerekliliğ”, S. 13, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Koçel, Tamer (2003).İşletme Yöneticiliği, İstanbul: Beta Yay. Lakoff; George ve Mark Johns (2003) Eğretileme Kuramında Gelişmeler, Kitaplık, C. XI, S. 65. İletişim Fakültesi Dergisi 224 M. Çetin – U. Evcim Lakoff, George ve Mark Johnson (2005) Metafolar, Hayat Anlam ve Dil, Gökhan Yavuz Demir (Çev.), İstanbul: Paradigma Yay. Marshak, J.Robert (1991) Managing the Metaphors of Change, Organizational Dynamics, 22(1). Merih, Kutlu (2006) Levinson Ölçeği ve Yaratıcı - Önder Yöneticilik, Etkin Yönetim Liderlik Eğitim Merkezi, http://www.eylem.com/yarat/wlevinson.htm, (Erişim:11.05.2006). Morgan, Gareth (1998) Yönetim ve Örgüt Teorilerinde Metafor, .Gündüz Bulut (Çev.), İstanbul: MESS Yay. No: 280. Mouzelis, N.P. (2001) Örgüt ve Bürokrasi Modern Teorilerin Analizi, (Çev. Bahadır Akın), Konya: Çizgi Kitapevi. Mutlu, Erol (1994) İletişim Sözlüğü, Ankara: Ark Yay. Özer, Mehmet Akif (2000) Etkin ve Verimli Örgüt Yönetimine Doğru Bir Adım: Çatışma Yönetimi, Verimlilik Dergisi, Ankara: MPM.Yay. Pelit, Elbeyi (2005) Yöneticilerin Astlarıyla Aralarındaki Çatışmaları Yönetme Yöntemleri: Ankara’da Faaliyet Gösteren 4 ve 5 Yıldızlı Otel İşletmeleri Yöneticileri Üzerinde Bir Uygulama, İşletme Fakültesi İşletme Dergisi, İstanbul: İ.Ü. Yay. Püsküllüoğlu, Ali (2004) Türkçe Sözlük, Ankara: Arkadaş Yay. Sağlam, Güler Arı (2003) Yöneticiye Duyulan Güven Örgütsel Bağlılığı Artırır mı?, Ticaret ve Turizm Egitim Fakültesi Dergisi, S. 2, Ankara: G.Ü. Yay. San, İnci (1985) Sanat ve Eğitim, Ankara: A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yay. Sargut, A.Selami (1994) Kültürlerarası Farklılaşma ve Yönetim, Ankara: V Yay. Schein, Edgar H.(1978). Örgüt Psikolojisi, Mustafa Tosun (Çev.), Ankara: TODAİE Yay. Schein, Edgar H.(2002) Örgütsel Kültür, Atilla Akbaba (Çev), Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. IV, S. 3, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sungurlu, Meral (1996) Örgütlerde Güç Kullanımı, Endüstri ve Örgüt Psikolojisi, Ankara, Türk Psikologlar Derneği Yay. Şatır, Çiğdem (1998) İletişim Sistemi Olarak Örgüt Kültürü ve Metaforlarla Analizi (Tayla Otelinde Bir Uygulama), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Eskişehir: An. Ün. S.B.E. Bahar 2009, Sayı: 28 225 Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü Şimşek, Ş. Akgemci, T. ve A. Çelik (2003) Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde Davranış, Ankara: Nobel Yay. Şişman, Mehmet (2002) Örgütler ve Kültürler, Ankara: Pegem Yay. Taylor, Frederick W. (1997) Bilimsel Yönetimin İlkeleri, H.Bahadır Akın ( Çev.), Konya: Çizgi Yay. Töremen, Fatih (2002) Okullarda Sosyal Sermeye, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi Dergisi, S. 32. Uyguç, Nermin (2000) Örgüt Kültürünün Ölçülmesi: Bir Ölçek Geliştirme Denemesi, 8.Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi (25-27 Mayıs), Nevşehir: Erciyes Ü. Yay. Uygur, Mermi (1962) İğretileme (Metafor) Problemi, Felsefe Arkivi S.13, İstanbul Matbaası. Uzunçarşılı, Ülkü, M.Toprak ve O. Ersun (2000) Şirket Kültürü ve İş Prensipleri, İstanbul, İTO Yay. Yahyagil, Mehmet Yusuf (2001) Örgütsel Yaratıcılık ve Yenilikçilik, İ.Ü. İşletme İktisadı Enstitüsü Yönetim Dergisi, S.38. Yalçın, Azmi; Erçen, Esmeray (2004) Yoğun Kültür ile Şekillenen Çatışma Tepkileri Üzerine Bir Uygulama, SBE Dergisi, C.13, S.2, Adana: Çukurova Ü. İletişim Fakültesi Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- HEGEL VE TARİH FELSEFESİ Çetin Murat HAZAR* ÖZET Alman idealizminin önemli isimlerinden birisi olan Hegel, 18. yüzyıldan günümüze kadar birçok felsefi ve sosyolojik akıma ilham kaynağı olmuştur. Diyalektik ve mantık gibi çalışmalarının yanında tarih felsefesi konusunda da tanınmakta olan Hegel, tarihteki nihai gelişmenin German Alemine ait bir prensipte var olduğunu düşünerek, tarihi belirli bir sona doğru ilerleyen bir süreç şeklinde yorumlamış ve tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlayarak, tarihi vakanüvis tarzı tarih yazıcılığından daha çok felsefi konumu üzerinde durmuştur. Anahtar kelimeler: tarih felsefesi, mantık, diyalektik. ABSTRACT Hegel, one of the most important figures of German idealism, has been the source of inspiration for several philosophical and sociological movements from 18th century up to today. Also known in the field of philosophy of history as well as his studies in dialectics and logic, Hegel considered that the ultimate development in history exists in a principle belonging to Germandom and interpreted history as a process leading to a specific end and by connecting philosophy historically to a methodology, Hegel emphasized the philosophical position of history more than the chronicler style of historiography. Key words: philosophy of history, logic, dialectics. * Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. İletişim 2003/18 222 Ç. Murat Hazar Giriş Tarih felsefesi üzerine derin izler bırakan Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Romantik okulun temsilcilerinden biri olarak eserlerinde Alman idealizmini ve metafiziği, geliştirdiği diyalektik yapı içinde açıklamaya çalışmıştır. Hegel için tarih felsefesi bütüncü yaklaşımının yaşayan bir parçasıdır. Mutlak Tin’den diyalektiğe kadar Hegel’in ele aldığı hemen bütün kavramların içinde yaşadığı, mantıksal bir gerektiricilik içeren tarih felsefesi, bir etnocentrik toplum projesiyle sonlanmaktadır. Hegel’e göre, mutlak olan bir tarih, hukuktan sosyolojiye, kamu yönetiminden psikolojiye kadar içinde insan olan hemen her şeyi kapsamakta ve onları ilahi bir düzenin amacı doğrultusunda formüle etmektedir. Dolayısıyla tarih felsefesi “olmuş olan”, “olmakta olan” ve “olacak olan”ın ilahi bir iradenin gözetiminde insanları özgürleşmesidir. Tarih felsefesi yaklaşımlarının birlikte var olan, birbirlerinin içinden çıkan ancak yöntem eleştirilerin yoğun olduğu felsefe ve bilim gelenekleri Hegel’de aynı oranda olmasa da kendisini bulmuştur. Diğer çağdaşları gibi klasik tarih felsefesi yaklaşımının geçmişten yola çıkarak geleceği inşa edilmesi içine girerken, özgürleşmeyi felsefesinin ana teması olarak belirlemesi, akılcı düşünceyi temel olarak alması farklılığını göstermektedir. A. YAŞAMI VE KARİYERİ1 Bir Alman filozofu olan Hegel, 27 Ağustos 1770 tarihinde (Kant’ın Königsberg’de profesörlük yapmaya başladığı yılda) Würtenberg Stuttgart’da doğdu. Würtenberg Maliye Bakanlığında Vergi Toplama Dairesinde Sekreterlik (Rentkammersekretar), Ulaştırma Bakanlığında üst düzeyde memurluk (Expeditionsrat) yapan yüksek görevli Georg Ludwig Hegel ile Maria Magdelena Fromm’un oğludur. İlk Latince derslerini annesinden alan Hegel, düzenli ve içine kapalı bir çalışma alışkanlığı bulunan babasının etkisiyle Alman Dukalığının güneyinde nispeten liberal olan Protestan mültecilerin arasında büyüdü. 1777 yılında Stuttgart Gymnasium’a giren Hegel, 1784’te annesini kaybetti. Bu olayın da etkisiyle 1785 yılından itibaren Latince ve Almanca günlük tutmaya 1 Ayrıntılı bilgi için bkn. Thomas Malcolm Knox, Chambers’s Encyclopedia-New edition, Vol. 6, pg. 82, George Lichtheil, International Encyclopedia of Social Sciences, Vol. 6, pg. 341, Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, cilt5, sy. 2689-2690, AnaBritannica Ansiklopedisi, cilt 10, sy. 529-530, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, cilt 10, sy. 5154-5155, G. W. F. Hegel, Seçilmiş Parçalar, Çev. Nejat Bozkurt, sy. 9-15. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 223 başladı. 18 yaşındayken, 1788 yılında felsefe, hukuk, ilahiyat ve klasik edebiyat konularında eğitim görmek üzere bir vakıftan burs alarak Tübingen Üniversitesinin Protestan Semineri’ne yazıldı. Aynı üniversitede ayrıca matematik, fizik ve doğa bilimleri üzerinde de çalıştı. 1788-1793 yıllarında Tübingen’de öğrenci iken, Fransız Devriminin geniş bir sahaya yayıldığını gördü ve devrimi coşkuyla karşılayarak, 1791 ilkbaharında Tübingen dolaylarındaki bir koruya “Özgürlük Ağacı” dikti. 1790-1791 kışından itibaren Hölderlin ve Schiller ile vakfın kendilerine verdiği bir odada kaldı. Hegel bu dönemde kendisini çok etkileyen Rousseau’nun eserlerini okudu. 1791 yılının 27 Eylül tarihinde felsefe “Magister”ı (Bilim Uzmanı) unvanını kazandı. 1793’ün 20 Eylül’ünde başarıyla verdiği Teoloji sınavından sonra “Candidat” unvanıyla birlikte, üzerinde “İlahiyat ve Edebiyat konularında başarılı, ancak Felsefe yeteneğinden yoksun” dipnotu bulunan bir diploma alarak mezun olduktan sonra, başlangıçtaki bir kilise görevi alma projesinden vazgeçerek Bern’e yerleşti. 1796’ya kadar Steiger von Tschugg isimli bir asilzadenin ailesinin yanında öğretmenlik yaparken, Eski Yunan, Latin metinlerini, özellikle Spinoza ve Kant’ın felsefe yazılarını okuyarak, felsefe ve ilahiyat üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Aynı dönemde, Bern Denemeleri (Der Geist des Christentums und sein SchicksalHristiyanlığın Tini ve Yazgısı) olarak bilinen çalışmalarını da yazdı. 1907 yılına kadar yayınlanmayan bu denemelerden ilkinde, Hz. İsa’nın yaşamını konu olarak alarak İncil’i Kantçı bir yaklaşımla yorumladı. İkincisinde ise Hz. İsa’nın öğretisinin akılcılığına karşın Hıristiyanlığın nasıl olup da otoriter bir dine dönüştüğünü inceledi. 1796’da yerleştiği Frankfurt’da 1797’den itibaren, Hölderlin’in bulduğu özel öğretmenlik işine devam eden Hegel, burada da geniş bir çevre edinemeyerek, kendini daha çok çalışmalarına vermeye, özellikle Fransız devrimiyle ilgili olarak Fransız gazetelerini ve Paris’ten gelen her şeyi okumaya başladı. 1799’da babası ölünce, kendisine kalan mirasla, Berlin Üniversitesine atanmış olan Fitchte’nin Jena’daki boşalan yerine geçen ve 23 yıl buradaki kürsüde derslerini sürdürecek olan Schilling’in önerisi üzerine, 27 Ağustos 1801’de “Habilitation” (Ders Vermede Yeterlilik) tezi olarak “De Orbitis Plenetarum” (Gökcisimlerinin Yörüngeleri Üzerine) adını taşıyan spekülatif bir fizik anlayışını sunarak, Jena Üniversitesine kadrosuz doçent olarak girdi. Hegel öncelikle Jena Üniversitesinde dersler veren Schilling’in izleyicileri arasına girdi. Schilling ile birlikte, “Kritisches Journal der Philosophie”yi (Eleştirel Felsefe Gazetesi) çıkardı. Tieck ve Novalis gibi döneminin ünlü aydınlarıyla tanışan Hegel’in Jena tecrübesi, ona, sistematik üzerinde çalışmasında ve onları yayınlamasında cesaret verdi. 18011802 kış döneminde 11 öğrenciyle mantık ve metafizik derslerine başlayan Hegel, İletişim Fakültesi Dergisi 224 Ç. Murat Hazar bir kaç yıl içinde öğrenci sayısını otuza çıkararak kendi sistematik felsefesini anlatmaya başladı. 1803 tarihinde kendisine yıllık 100 Thaler gibi çok cüzi bir maaşla profesörlük unvanı verilen Hegel, aynı yıl aralarında görüş ayrılıklarının derinleştiği Schilling’in Jena’dan ayrılmasıyla, onun vesayetinden kurtularak, görüşlerini daha rahat geliştirme şansı yakaladı. 1805’te Olağanüstü Profesörlüğe atandı ve 1806’da dostu Goethe’nin araya girmesiyle üniversiteden ilk maaşını aldı. 1807’de insan tininin basit, dolaysız bilinç düzeyinden öz bilinç, akıl, tin ve din yoluyla mutlak bilgiye varılabileceğini ileri sürdüğü “Phanomenologie des Geistes” (Tinin Fenomenolojisi) adlı oldukça etki uyandıran ve aynı zamanda da oldukça zor anlaşılan eserini yayınladı. “At Üstündeki Alemin Ruhu” (World-Soul on Horseback) olarak nitelendirdiği Napolyon’un, Prusya ordusunu yenilgiye uğratarak kenti ele geçirmesi üzerine evi aranan ve üniversitedeki işini kaybeden Hegel, yeni düzenlemekte olduğu yapıtlarıyla birlikte Bamberg’e (Bavaria) gitti. 1807-1808 yılında “Bamberger Zeitung”un siyasi direktörlüğünü yaptıktan sonra, Bavyera Eğitim Bakanlığı Genel Müfettişliği’ni getirilen dostu Niethammer sayesinde Nurnberg’de Aegidiengymnasium (Nurnberg Kraliyet Lisesi) adlı orta öğretim kurumunun felsefe profesörlüğü ve yöneticiliğini yaptı. 1811’de kırk bir yaşına gelen Hegel, Nurnberg’de yirmi bir yaşındaki Marie von Tucker ile evlendi. Karl ve Immanuel adlarında iki oğlu oldu. Oğullarından Karl (1813-1901) Rostock ve Erlangen’de tarih profesörlüğü, diğer oğlu Immanuel (1814-1891) ise Prusya devletinde yüksek düzeyde bir görev, papazlık ve muhafazakarların liderliğini yaptı. 1812’de “Nesnel Mantık”ın (Die Objektive Logik) ve 1816’da ”Öznel Mantık”ın (Die Subjektive Logik) yayınlanmasıyla tamamlanan “Mantık Bilimi” (Wissenschaft der Logik) adlı yapıtında, Mantık’ın filozofların kurduğu kendilerine has bir düşünce yapısı olmadığını, tam tersi gerçek ve mutlak bir bilgi olduğunu ileri sürerek asıl ününe kavuştu. Mantık Bilimi’nin kendisine getirdiği ün üzerine, Erlangen, Berlin ve Heidelberg Üniversitelerinden teklifler alan Hegel, Heidelberg Üniversitesi Felsefe Kürsüsü Profesörlüğüne 1816’da atandıktan kısa bir süre sonra, 1817’de ders kitabı olarak kullanılmak üzere yazdığı ve “Mutlak Tin”e yalnız kendini düşünme, doğa ve sonlu tinler (insan ve insanlar) ile ulaşılabileceğini ileri sürdüğü “Ana Çizgileriyle Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi”ni (Encyclopedie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse) yayınladı. Aynı zamanda da “Heidelberg Edebiyat Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 225 Yıllığı’nda (Heidelberger Jahrbüchern für Literatur) felsefe ve politika konularında çeşitli yazılar yazdı. 1818’de Fichte’nin ölümü üzerine dört yıldır boş bulunan Berlin Üniversitesi’ndeki Felsefe Kürsüsü’nün Başkanlığına getirildi. 22 Ekim’de açılış dersini veren ve haftada on saat ders verme, sınav jürilerine başkanlık etme, resmi raporları kaleme alma ve konferanslarda bulunma gibi görevleri de üstlenen Hegel, çok sayıda öğrenci kitlesinin ilgisini çekerek ölüm tarihi olan 1831 tarihine kadar bu görevde kaldı. Eğitim Bakanı Altenstein ve Yüksek Öğretim Direktörü Schulze tarafından korunan Hegel, reformcu Prusya bürokrasisi tarafından desteklenmesine rağmen, Saray’ın kuşkularını üzerine toplamış ve yaşlı muhafazakarların tepkisini çekti. Dolayısıyla hükümetin hem kayırdığı hem de gözetim altında tuttuğu bir tür resmi filozof olarak görüldü. 1820’de Brandenburg Eyaletinin Krallık Bilim Sınavı Komisyonuna doğal üye olarak seçilen Hegel, 1821’de, nesnel hukuk ile insanın öznelliği arasındaki çelişkinin devlet aygıtıyla aşılacağı ve aile ile Lonca örgütü sayesinde yeni bir senteze varılacağı görüşlerini işlediği, tarih felsefesinin ana hatlarını çizdiği “Hukuk Felsefesinin Ana Hatları-Temel Çizgileriyle Doğal Hukuk ve Devlet Bilimi” (Grundlinien der Philosophie des Rechts-Naturrecht und Staatswissenschaft im Grundriss) adlı eserini yayınladı. 1822’de Brüksel ve Hollanda, 1824 yılında Prag üzerinden Viyana ve 1827’de Victor Cousin’in konuğu olarak Paris gezilerine çıkan Hegel’den artık profesörlerin profesörü olarak bahsedilmekteydi. 1830’da Berlin Üniversitesinin Rektörlüğüne getirildi ve ders notları ölümünden sonra “Estetik Üzerine Dersler” (Vorlesungen über die Asthetik), “Din Felsefesi Dersleri” (Religionsphilosophie Vorlesungen), “Felsefe Tarihi” (Philosophieqeschichte) ve “Dünya Tarihi Felsefesi” (Die Philosophie der Weltgeschichte) adlarıyla yayınlandı. 3. Friedrich Wilhelm tarafından bir madalya ile onurlandırılan Hegel, 1831’de Mantık’ın ilk bölümünü gözden geçirdikten sonra yaz ve sonbahar boyunca süren kolera salgının son kurbanlarından biri olarak 14 Kasım’da öldü. Vasiyeti üzerine Berlin’deki Dorotheenstädtischen Friedhof’da bulunan Fichte ile ironik bir diyalektik metin yazarı olan Karl Solger’in arasına gömüldü. Hegel’in tarih ve mantık konularındaki görüşlerini yaymaya çalışan Hegelcilik günümüzde bazı konularda geçerliliğini yitirmesine rağmen, bir çok Hegelci düşünce adamının Avrupa kültürü üzerinde etkinlikleri sürmektedir. Bunlar arasında, Almanya’da Dilthey, R. Kroner, Fransa’da Lachelier, İtalya’da Croce, İletişim Fakültesi Dergisi 226 Ç. Murat Hazar Gentile, Ruggiero, İngiltere’de Gren, Bradley, Bosanquet ve Collingwood en önemlileridir. B. ÇALIŞMALARI 1. Kitapları 1793-1797 Der Geist des Christentums und sein Schicksal (Hıristiyanlığın Tini ve Yazgısı) 1801 De Orbitis Plenetarum (Gökcisimlerinin Yörüngeleri Üzerine) 1807 Phanomenologie des Geistes (Tinin Görüngübilimi) 1812 Die Objective Logik (Nesnel Mantık) 1816 Die Subjective Logik (Subjektif Mantık) 1816 Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi) 1817 Encyklopadie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse (Ana Çizgileriyle Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi) 1821 Grundlinien der Philosophie des Rechts (Hukuk Felsefesinin Ana Çizgileri) 2. Ders Notları Vorlesungen über die Ästhetik (Estetik Üzerine Dersler) Religionsphilosophie, Vorlesungen (Din Felsefesi Dersleri) Philosophiegeschichte (Felsefe Tarihi) Die Philosophie der Weltgeschichte (Dünya Felsefe Tarihi) 3. Görüşleri Hegel felsefesi genel olarak evrenin yaratılışı nedeniyle Tanrı varlığını işleyen mantığa, tanrısal varlığın maddi evrende bir içleşme sonucunda ortaya çıkmasını işleyen doğa felsefesine, yeniden içselleşmeyle Tanrı’ya dönmeyi içeren Tin felsefesine ve özgürleşme süreci içinde evrensel ruhun bilincine varmayı sağlayacak olan tarih felsefesine bağlanabilir. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 227 Tarih boyunca doğup batmış bütün felsefe akım ve okullarını, tek evrensel felsefenin parçaları ve aşamaları olarak gören Hegel, kendi sistemini de, diğerlerinin sonucu ve tamamlanmış bir formu olarak görür (Çubukçu, 1989: 81). Hegel felsefesinin ana teması diyalektiktir. Tarihsel süreçten diyalektiği ayırmayan Hegel’in günlüğünde Heraklit’ten gelen bir anlayış bulunmaktadır. “Oluş” felsefecilerinden ve diyalektik düşüncenin öncülerinden Heraklit “Gerçeklik hiçbir zaman yerinde durmaz, daima değişken ve hareketlidir. Bunun için bir nehirde iki defa yıkanılmaz. Bu devamlı oluş ve değişmeye karşı değişmeyen tek bir şey vardır: Gerçeğin değişmekte olduğunu söyleyen kanunun ta kendisi. Sadece o değişmez. Bunun için insan nereye bakarsa orada zıtların birliğini görmelidir: Şu varlık canlıdır ama aynı zamanda ölüdür, zira ölüme doğru yürümektedir. Şu masa hem masadır, hem değildir, zira kırılıp yakılacaktır. Şu halde gerçeklik, zıtların birliğinden örülmüştür. Ve her zıt kendi zıttını ortadan kaldırarak varlığa gelmektedir” düşüncesini ileri sürer (Bolay, 1984: 70). Evrimci modellerin, “Gelişme daha iyiye, daha doğruya ve daha istikrarlı bir dengeye doğru gider” görüşünü paylaşan özel bir alanı olan diyalektik anlayış, “Her şey her zaman değişir”, “Değişme sırasında bütün varlık ve öğeler, zıtlıklar da dahil olmak üzere birbirini etkiler”, “Her şey kendi zıttını beraberinde getirir ve kendi zıttını yaratır”, “Nicelik değişmesi belli bir süreden sonra niteliğe dönüşür” ilkelerini içerir (Kongar, 1981: 115). Evrendeki olay ve olguları felsefi bir yetkinlikle açıklamak isteyen Hegel ise, diyalektik düşüncenin kanunlarını şöyle sıralar (Özkalp, 1985: 47); -Bütünlük, -Hareket, -Çelişme, -Nitel Değişme. Bütünlük kanununa göre evren, birbiriyle yakından ilişkili olan nesne ve olayların organik olarak birbirine bağlandıkları, karşılıklı etkileşim içinde oldukları bir bütündür. Bu nedenle evrende meydana gelen herhangi bir olay diğerlerinden ayrı olarak incelenemez. Hareket kanununa göre evren ve evrendeki her varlık devamlı bir hareket ve değişme içindedir. Bu hareket, düşüncenin diyalektik eyleminden başka bir şey değildir. İletişim Fakültesi Dergisi 228 Ç. Murat Hazar Çelişme kanununa göre her varlık, her olay kendi karşıtını, çelişkisini kendi içinde taşır. Nitel değişme kanununa göre ise, varlık ve olaylardaki değişimler öncelikle niceliksel değişimler olarak ortaya çıkmakta, ancak bunlar belli bir aşamaya ulaştıktan sonra, karmaşık ve nitele doğru bir süreç izlemektedir. Bu tür bir süreç ile varlık, olgu veya olay kendini aşarak, daha yukarı bir düzeyde yepyeni bir sentez oluşturacaktır. Hegel’e göre, bir karşılıklı ilişkiler olgusunu ve etki-tepki sürecini içermekte olan diyalektik (Tolan, 1975: 16) çelişmelerin felsefesidir. Diyalektik çelişme, çiçeğin, meyvenin ortaya çıkmasına yol açtığı ancak bunun için çiçeğin yok olması gerektiğinden yola çıkar. Böylece üreme için hem çiçek hem de meyvenin gerekli olduğu görüşüne varılır. Aynı zamanda ortadan kalkma anlamına gelen ölüm, zıttını, yeniden doğuşu da sağlayabilmekte (Hegel, 1986: 22, çevirenin önsözü), böylece zıtların birliği gerçekleşmektedir. Formel mantığa karşı olan Hegel, mantığı bir bilim olarak kabul eder. Hegel mantığını, tamamen içeriksiz ve bu nedenle karşıtı olan yokluk kavramıyla özdeşlik içinde olan, gerçeğin dış katmanı ve görünüşler diyarı Varlık Öğretisi, varlık alanından ayrı, dağınık olan şeylerin refleksiyon alanında birleştiği varlığın içini temsil eden Öz Öğretisi ve sistem içindeki karşılıklı ilişkileri, gerçeklikleri, ilişkilerin karmaşıklığını, birbirini karşılıklı belirleyişlerini ve aralarındaki geçişleri ortaya çıkaran Kavram Öğretisi oluşturur (Hegel, 1986: 23-25, çevirenin önsözü). Varlık Öğretisinde, varlığın tümel olduğu, bir nesne gibi tikel olmadığı varsayılır ve varlık-yokluk çelişkisi ortaya konulur. Varlık yokluğu da doğurabilmektedir. Bu karşıtların çelişmesi, ortaya üçüncü bir kavram olan “Oluş”u meydana çıkarır. Bu durumda, “Varlık” Thesis (tez), “Yokluk” Antithesis (antitez) “Oluş” ise Synthesis (sentez) dir. Hegel diyalektiğinde, antitez tez ile çatışarak onu kendi içinde saklar ve olumsuzlayarak geliştirir. Tez ve antitezden doğan sentez ise, karşıtını içererek, yeniden kendine dönme ve ilk bütüne göre bir ilerlemedir. Sentez de bir tez haline geleceği için, kendi karşıtı olan antitezini doğuracak ve böylece diyalektik süreç dairesel bir şekilde sonsuza kadar daha iyiye doğru sürecektir. Bu ilerleyiş sadece mutlak töz olan zihinde değil, maddi dünyada da kendini gösterecektir (Bolay, 1984: 71). Soyut mantığın (tez) antitezinin somut, yani maddi dünya sentezinin ise tin (ruh) olacağı düşüncesiyle Hegel, Tin Öğretisine geçmiştir. Hegel’in Tin Öğretisi tini Öznel Tin, Nesnel Tin ve Mutlak Tin olarak ayırmaktadır. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 229 Yalnızca kendine özgün olan, insanın sahip olduğu öznel zihin Hegelci Tinin Görüngübilim’inde2 Öznel Tin (Subjective Geist) kategorisini oluşturmaktadır. Öznel Tin bireylerin doğuştan getirdikleri bir bilincin ürünüdür. Kavramsal olarak Kişiselliği karşılamaktadır (Stace, 1986: 185). Diğer yandan, insan toplum içinde yaşayan, soyut hukukla, sözleşmelerle ve mülkiyetle belirlenen bir varlık, toplum da bireyleri bireyselliklerini belli yapılar içinde nesnelleştiren kurumlardır. Bireyselliğin üzerindeki ahlak, aile, sivil toplum ve devlet gibi kurumlarda ise yerini daha üst düzeyde bir toplumsal ahlaka bırakır. Böylece insanı toplumsallaştıran kurumlarla Nesnel Tin (Objective Geist) oluşturulur. Bu şekilde kendi içinde birey ile toplum içinde bireylerle karşılaşırız. Kendi içine dönük ve tek yanlı olan Öznel Tin ile topluma dönük ve ters yönde tek yanlı olan Nesnel Tin birbirini sınırlandıran karşıt uçlar olarak varlıklarını sürdürürler. Sınırlı olduklarına göre mutlak olmayan Tin’ler, diyalektiğin karşıtlığı kendi içinde yaşamasından (Mutlak olan mutlak olmayanı –bitimli- içermezse, kendi dışında içermediği bir şey kalacağı için, kendisi bitimli olmak durumuna düşer. Böyle olmaması için mantık gereği, mutlak olanın bitimliyi içermesi gerekir. Bu şekilde mutlak karşıtını içinde barındırır ve kendi içinden çıkarır) dolayı bünyelerinde, öznelliği ve nesnelliği daha üst düzeyde birleştiren yani özne ve aynı zamanda nesne olmayı gerektiren mutlaklığı da bulundurur. Dolayısıyla özne-nesne özdeşliğinde, Tin’in bilincinde olacağı nesne, gene Tin’in kendisi olmakta ve Mutlak Tin kendini düşünmektedir (Hegel, 1986: 2627, çevirenin önsözü). Bireyin öznel tinden nesnel tine doğru kendini gerçekleştirmesi, özgürlük için savaşımı ve sahip olma (özel Mülkiyet) hakkının yerleştirilmesiyle başlamakta, bir sivil toplum yaratmakta devam etmekte ve Bütün’ü simgeleyen Devlet’i oluşturmakta tamamlanmaktadır (Yenişelirlioğlu, 1985: 59). Buradan da sosyal yapıya dikkat çeken Hegel, herhangi bir kişinin kimliğinin kabul edilmesinin, diğerleri tarafından benimsenmesine ve diğerlerinkini de kendisinin kabul etmesine bağlı olduğunu belirtir (Etzioni ve Etzioni, 1964: 304). 4. Tarih Felsefesi Engels, Marx’ın (1979: 37) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sının önsözünde tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı olduğunu göstermeyi ilk 2 Engels Tinin Görüngübilimi’ne Tin’in embriyoloji ve paleontolojisi denebileceğini ileri sürmektedir (Marx ve Engels, 1979; 15) İletişim Fakültesi Dergisi 230 Ç. Murat Hazar deneyen kişinin Hegel olduğunu ileri sürerek, “Onun tarih felsefesindeki birçok şey, bugün bize ne kadar tuhaf gelirse gelsin, onu izleyenleri, hatta ondan sonra tarih üzerinde genel muhakemeler yürütmeye kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda, temel anlayışının yüce niteliği bugün de hayranlığa layıktır” demektedir. Tarih felsefesinde Hegel, kültür ve insan olgusunun tarihiliği üzerinde durmuştur. Hegel’e göre, insan gibi tarihi bir varlık olan Tin’in kişisel kültür, toplumsal kültür, milli kültür, zamanın kültürü ve ortak kültür gibi türleri vardır (Güvenç, 1991: 332-334). Ancak, mutlak aklın, kendisini bütün içselleştirmeler içinde nesnelleştirip, gerçekleştirdiği en üst yapı devlettir. Tarihin yalnızca devletle başladığı ve devlet kuramayan halklardan tarihte bahsedilmediğini iler süren Hegel, Mısır dışında hiçbir Afrika ülkesinin tarihte yer almadığı ileri sürer. Dünya tarihindeki devlet şekilleri, zorunlu olarak büyük Mutlak Akıl sürecinin çeşitli dereceleri ve parçalarıdır. Her devlet şekli, kendine has bir ahlak, hukuk, din, sanat ve felsefe geliştirirler. Hegel, tek tek gelişme dereceleri halinde bir kültür varlığının ve yaşayışının tarihi birlikteliğine Halk Ruhu (Volkgeist) der (Kessler, 1985: 87-88). Hegel’e göre, tarihte, büyük adamlarca, kendilerinden ahlakça daha iyi olmalarına rağmen bir çok insan, kendi özel amaçları için yok edilmiştir. Aklın hilesi olan büyük adamların bencil ihtirasları Mutlak Tin için, Tinin özgürlük bilincine varması amacıyla faydalı bir araçtır. Doğudan batıya, baskıdan aristokrasi ve demokrasi yolu ile Hıristiyan-Cermen monarşisine, Asya’daki çocukluğundan, Yunan’daki gençliğine, Roma Ergenlik dönemini atlayarak, Avrupa dünyasındaki olgunluk çağına kadar ilerleme, tarihte aklın egemen olduğunu göstermektedir (Kessler, 1985: 86-87). Hegel, ayrıca, yaşanılan coğrafyanın önemi üzerinde durarak, Montesquieu gibi, ılıman iklim özellikleri, nehir, deniz kenarında kurulmuş olma vb. coğrafi temellerle, yaşanan kültür arasında ilişkiler olduğunu ileri sürer. Ancak egemen gücün coğrafi etkenlerin dışında olduğunu belirterek, Amerika’nın Avrupalılarca baştanbaşa tamamen değiştirildiğini ileri sürer.. Amerika yerlilerini, kişilik olarak aşağı, Afrika yerlilerini başıbozuk ve vahşi olarak gören Hegel, her türlü ayrılıkları ortadan kaldırması ve ruhu tam olarak aydınlatıp temizlediğinden dolayı Müslümanlığa değer vererek, batının gelişmesini Hıristiyan-Cermen birlikteliğinin sağlayacağına inanır (Kessler, 1985: 88). Tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlayan Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri eserinde dört prensip üzerinde durmaktadır (Hegel, 1991: 270-271). İlk prensibi cevhersel tin formu oluşturmaktadır. Bu formda bireysellik Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 231 kendi varlığı içinde kaybolmakta, kendisini kendisi-için olarak vazedemediği aynılık oluşmaktadır. İkinci prensip, cevhersel tinin bilgi sahibi olmasıdır. Burada tin kendi kendisinin pozitif muhtevası ve realizasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Kendi canlı formunda kendisi-için bireysel varlıktır. Bu prensip güzellik olarak nesnel ahlaki bireysellik içinde belirmektedir. Üçüncü prensip, soyut evrenselliğe varana dek kendi içinde derinleşen ve bu yüzden tinin bu süreç içinde terk ettiği nesnellikle sonsuz çelişkiye giren bilinçli kendisi-için varlıktır. Son prensip ise Hegel tarafından, kendi üstüne dönen tinin çelişkisi şeklinde nitelendirilmektedir. Burada tin kendi gerçekliğini ve somut içeriğini bizzat kendisinde, kendi içinde bulur ve kendi kendisiyle nesnellik içinde uzlaşarak buraya yerleşir. Tin, başlangıçtaki cevherselliğine yeniden döner ve sonsuz çelişkiden kurtulmuş olur. Böylece, bu gerçek düşünce olarak, bir gerçek kanunlar dünyası olarak yaratılır ve bilinir. Hegel’e göre bu dört prensibe dört evrensel tarih alemi karşılık gelmektedir. Bunlar sırasıyla Doğu Alemi, Yunan Alemi, Roma Alemi ve Germen Alemidir (Hegel, 1991: 271-273). Doğu Alemi tinin ilk prensibine örnek teşkil eder. Cevherseldir, iç farklılıklar göstermez, patriyarki topluluklardan doğar ve dinin kendisidir. Burada yönetim şekli teokrasidir. Yönetimin başı, bir yüksek rahip veya kendisine tanrısal özellikler vakfedilen kişilerdir. Din siyasi yapıyı ve kanunları belirlemekte, bu aynı zamanda devletin güvencesinde yürüyen hukuki yapıyı oluşturmaktadır. Doğu Aleminde bir bütünün ihtişamı içinde bireysel yapı tüm haklarıyla birlikte kaybolur. Bu Alem içinde yer alan topluluklarda, örf ve adetlerin hükümetin ve devletin yönetimi içinde gelişen farklı fonksiyonları, kanun yerini tutan basit bir adet uyarınca debdebeli, karmaşık ve batıl inançlarla yüklü törelere dönüşür ve kişisel iktidarın ve keyfi tahakkümün uygulamaları haline geçer. Doğu toplumlarında istikrarlı ve kalıcı herhangi bir şeyin olmadığını savunan Hegel, bu yüzden, bunların dışa dönük hareketleri içinde canlılık gösterdiklerini, bunun da ilkel bir fırtına ve tahripkarlık olduğunu ileri sürer. Yunan Alemi Doğu Aleminden “sonsuz” ile “sonlu”nun cevhersel birliğini alsa da, bu onun için devletin gelişme süreçlerinin belli bir anını, her devletin tarihinde, şekil bakımından onun mutlak başlangıç noktasını temsil etmesi bakımından önemlidir. Bu noktayı Hegel, Yunan Aleminde geleneksel imajların İletişim Fakültesi Dergisi 232 Ç. Murat Hazar karanlık derinliğinde yatan ve ancak bulanık bir biçimde anımsanan esrarlı bir temel olarak görmektedir. Ona göre, tin bireysel maneviyata erişmek için kendi kendisiyle farklılaştığı zaman, bilginin gün ışığına çıkar ve ölçü ile açıklık halini alarak kendisini güzellik, özgürlük ve sakin ahlaklılık olarak gösterir. Yunan Alemi içinde, bireysel şahsiyet prensibi oluşur ve henüz kendi kendisiyle çatışmaya girmediğinden ideal birliğini korur durumdadır. Sonuç olarak Yunan Alemi her biri kendi özel tinine sahip milletlere bölünür, son iradi karar, kendilik bilincinin öznelliğine değil de onun dışında ve üstünde yer alan bir güce ait bulunur. Roma Aleminde ise farklılaşma üst dereceye varır. Hegel’e göre, burada nesnel ahlaki hayat bir tarafta şahısların kişisel kendilik bilinci, öbür tarafta ise soyut evrensellik olmak üzere sonsuzca yırtılıp ayrılmaktadır. Bu form içinde öncelikle bir aristokrasinin cevhersel sezgisi ile, demokrasi içinde özgür şahsiyet prensibinin çatışması şeklinde bir zıtlık belirir ve giderek aristokratların kalpsiz ve bencil bir iktidarı her ne pahasına olursa olsun koruma batıl inancı ile yoksul halk kitlelerini oluşturan pleblerin ahlaki çürümelerine kadar varır. Böylece genel bütün dağılır, evrensel bir mutsuzluk ve çaresizlik ortalığı kaplar ve ahlaki hayat ölür. Hegel, Roma Aleminde milletlerin kişiliğini temsil eden kahramanların, Panteon’un birliği içinde eriyip kaybolduklarını, bütün bireylerin formal haklara sahip eşit özel şahıslar derecesine indiklerini ileri sürer ve onları bir arada tutan bağ olarak alabildiğine soyut keyfilikten başka arkada bir şey kalmayacağını belirtir. Hegel için nihai gelişim noktası Germen Alemidir. Bu Aleme kadar tin kendi içinde en uç mutlak olumsuzluğa itilmiş durumdadır. Tin kendi kendini kaybetmişlikten kurtulmak için kendiliğinde ve kendisi-için bir dönüm noktası oluşturacak şekilde bir çıkış hareketinde bulunur. Böylece kendi iç hayatının sonsuz olumluluğunu, yani Tanrı’nın mahiyetiyle insanın mahiyetinin birliği prensibini, nesnel gerçeklikle özgürlüğün ittifakını (kendilik bilinci ve öznellik içinde tezahür eden bir uzlaşma olarak) kavrar. Bu ittifak, Nordik ve Germen halklarına ait prensibin bir misyonudur. Hegel, Germen Alemini oluşturan prensibin her şeyden önce, deruni ve soyut olduğunu, iman, umut ve sevgi olarak her türlü çelişkinin bağdaştırılması ve çözülmesi şeklinde ortaya çıktığını belirtir (Hegel, 1991: 273). Bu içerik kendini geliştirerek fiil halinde realite ve bilinçli rasyonellik seviyesine erişir ve Germen Alemine özgü özgür insanların gönül, sadakat ve arkadaşlık duygularına dayanan bir dünyevi alem oluşturur. Dünyevi alem öznellik içinde, aynı zamanda kendisi-için mevcut bireysel keyfilikle Hegel’in barbarca olarak tanımladığı örf ve adetleri kendinde barındırır. Bahar 2009, Sayı :28 Hegel ve Tarih Felsefesi 233 Dünyevi alemin dışında diyalektik olarak bir öbür alemden bahsetmek Hegel’e göre olanaklıdır. Gerçekdışı ve aynı zamanda da entelektüel olan bu alem tin alemi olarak adlandırılır ve manevi bir güçle sarılı bir şekilde, önceki alem karşısında zorlayıcı ve ürkütücü görünür (Hegel, 1991: 274) . Aynı ide’nin birliğine sahip oldukları halde, mutlak bir karşıtlıkla birbirlerinden ayrılmış bir durumda bulunan dünyevi ve tin alemleri arasında bir mücadele görülür. Bu mücadelede tin alemi kendini gerçeklikte ve düşüncede sıradan bir dünyevilik derecesine indirir. Buna karşın dünyevi alem ise, soyut kendisi-için varlığını düşünce seviyesine, akli varlığın prensibi seviyesine, yani hukukun ve kanunun rasyonelliği seviyesine çıkarır. Böylece bu iki alem, varlık nedenlerinden kaynaklanan zıtlıklarının önemlerini kaybetmeye başlar. Organik olarak gelişen uzlaşmalar sonucunda, kendilik bilinci devlette kendi cevhersel bilgisinin ve iradesinin fiili gerçekliğini bulur. Aynı şekilde dinde, kendi gerçekliğinin duygusunu ve düşüncesini elde eder. Bilimde ise bu gerçeklik birbirini tamamlayan devlet, tabiat ve ideal dünya şekillerinde tek ve aynı gerçeklik olarak özgürce kavranır ve bilinir (Hegel, 1991: 274). Sonuç Hegel, 18. yüzyılın sonlarından itibaren bir çok felsefi ve sosyolojik akıma ilham vermiş ve tartışmaların konusu olmuştur. Kendi çağında Hegel, neredeyse tüm bir toplumu etkileyecek bir konumdayken, geçen yıllarla birlikte kendisine atfedilen önemi azalmaya başlamıştır. Popper, Açık Toplum ve Düşmanları adlı eserinde bunun sebepleri arasında, devletin resmi filozofluğu (2000: 35), mutlak monarşi yanlılığı (2000: 37) ve devlete kutsallık atfedilmesi (2000: 37) gibi eleştiriler getirmektedir. Yine Popper’e göre, Hegel’i yakından tanıyan Schopenhauer de, felsefeyi çıkar oyunlarında kullanan, akıl sır almaz sözlerin yan yana dizilmesindeki yüzsüzlük sınırlarını aşan bir şarlatan (2000: 38) olarak nitelendirmektedir. Ancak, Hegel’in tarih felsefesi temelde daha insani duygularla “Dünya tarihi, özgürlük ideasının gelişmesinden başka bir şey değildir” teması üzerine kurulur (Singer, 2003: 38). Burada özgürleşme kavramı; hem bireylerin kendi bilinçlerine ve inançlarına uygun olarak kendilerini yönetmelerini hem de nesnel dünyanın, akılcı bir biçimde örgütlenmesini kapsayan, arzulanan bir idea olarak ortaya çıkmaktadır. Bireyin kendi bilinçleri ve inançlarına uygun olarak kendisini yönetmesi Hegel tarafından, “öznel özgürlük” olarak adlandırılmaktadır. Nesnel dünyanın akılcı bir İletişim Fakültesi Dergisi 234 Ç. Murat Hazar biçimde örgütlenmediği durumlarda kişiler içlerindeki öznel özgürlükle çatışmalar yaşayacaklardır. Dışarıdaki koşullar içerdeki koşulların varlığını zorlayacağından çatışmanın giderilmesi dış dünyanın da uygun bir örgütlenme içinde olmasına bağlıdır. Bir kere nesnel dünya akılcı bir şekilde örgütlendiğinde, yani yasa, mülkiyet, toplumsal ahlak, yönetim, anayasalar gibi bütün toplumsal kurumlar mantığın genel ilkelerin baş eğmek üzere yapılandırıldığında (Singer, 2003: 37) bireyler yasalarla ve mevcut ahlaki yapıyla uyumlu olarak etkinlik gösterebileceklerdir. Böylece özgürlük hem öznel hem de nesnel olarak vuku bulabilecek her iki yönden de tamamlanmış olacaktır. Bu durumda bireylerin özgür seçimleri ile toplumun ihtiyaçları arasında bir ahenk yakalanacağından özgürlük üzerindeki kısıtlamalar kalkacaktır. Özgürlük ideası ancak bu şekilde bir gerçeklik haline dönüşebilecek ve Dünya tarihi amacına ulaşmış olacaktır (Singer, 2003: 39). Tıpkı devletle ilgili diğer yaklaşımlarında olduğu gibi Hegel’in tarih felsefesi de etnocentrik bir kurguyla, yüce German ideallerine uygun bir yapılanma içindedir. Burada insanlığın varabileceği en üst nokta German Alemiyle dolayısıyla Prusya devleti ve sosyal-kültürel yapılanması ile somutlanmaktadır. Ancak Hegel’in bu yaklaşımı etnocentrizm’in özellikle Avrupa’da çok yaygın olması nedeniyle çağında ve daha sonrasında önemli eleştirilere neden olmamıştır. Tarih felsefesindeki süreçlerin bir çok devletin tarihsel yaşamlarında birbiri içine geçmesi, sunulan sırayı izlememesi, geri dönüşler olması Hegel felsefesi için önemli sorunları doğurmaktadır. Dolayısıyla, devletleri oluşturan bireylerin kültürel ve sosyal havaları, diğer sosyal ve kültürel formlarla etkileşimleri, geçirgenlikleri, bağlılıkları vb. bir çok durum bu süreçler üzerinde etkin olmaktadır. Ancak, tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlaması, tarihsicilikten daha çok felsefeciliğe önem vermesi, sosyal olaylar dışında, uzay ve gezegenler gibi fiziksel sistemlerin bile işleyiş tarzlarını bir felsefeyle sonlandırmaya çalışması onun diğerlerinden farklılıklarını ortaya koymaktadır. KAYNAKÇA Ana Yayıncılık ve Encyclopaedia Britannica, Inc. (1986) AnaBritannica Ansiklopedisi, Cilt 10, İstanbul. Anadolu Yayıncılık (1983-1984) Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 5, İstanbul. Bahar 2009, Sayı :28 235 Hegel ve Tarih Felsefesi Bolay, S. Hayri (1984) Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 3. Basım, Ötüken Yayınları, İstanbul. George Newnes Ltd., (1950) Chamber’s Encyclopedia-New Edition, Vol. 6, London. Çubukçu, Aydın (1989) Mantık ve Diyalektik, İstanbul: Yurt Yayınları. David L. Sills (Ed.) (1968) International Encyclopedia of The Social Sciences, Vol 6, The McMillan Company and The Free Press, USA. Etzioni, Amitia ve Eva Etzioni (1964) Social Change, Basic Boks Inc., USA. Güvenç, Bozkurt (1991) İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul. Hegel, G.W.F. (1986) Seçilmiş Parçalar, Nejat Bozkurt (Çev.), Remzi Kitabevi, İstanbul. Hegel, G.W.F. (1991) Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Cenap Karakaya (Çev.), İstanbul: Sosyal Yayınlar. Kessler, Gerhard (1985) Sosyolojiye Başlangıç, Z. Fahri Fındıkoğlu (Çev.), 2. Baskı, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fak. İşletme İktisadı Enstitüsü Yay. Kongar, Emre (1981) Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul: Remzi Kitabevi. Marx, Karl (1979) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sevim Belli (Çev.), 4. Baskı, Ankara: Remzi Kitabevi. Marx, Karl ve Friedrich Engels (1979) Felsefe İncelemeleri, Sevim Belli (Çev.), 3. Baskı, Ankara: Sol Yay. Milliyet (1986) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt 10, İstanbul. Özkalp, Enver (1985) Sosyolojiye Giriş Dersleri, Eskişehir: Anadolu.Ü. Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yay. Popper, Karl (2000) Açık Toplum ve Düşmanları, Cilt 2, Harun Rızatepe (Çev.), 4. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi. Singer, Peter (2003) Hegel, Bahar Öcal Düzgören (Çev.), İstanbul: Altın Kitaplar. Stace, W. T. (1986) Hegel Üzerine, Murat Belge (Çev.), İstanbul: Verso. Tolan, Barlas (1975) Toplum Bilimlerine Giriş, Ankara. Yenişehirlioğlu, Şahin (1985) Hegel Felsefesinde Birey, Toplum ve Devlet İliştileri, Ankara: Birey ve Toplum. İletişim Fakültesi Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- Yazı Teslim Kuralları 1. Dergiye gönderilen makaleler 2 basılı ve 1 dijital kopya olmalı ve “İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Bişkek Caddesi 81.Sokak No:9 06510 Emek/Ankara” adresine posta yoluyla gönderilmelidir. 2. Basılı kopyalar A4 boyutunda dijital kopyalar “Word” formatında olmalıdır. 3. Makalelerde yazı tipi “Times New Roman 12 punto” ve satır aralığı “1.5 satır” olmalıdır. Sayfa yapısı soldan 4, diğer taraflardan 3 cm boşluk bırakılmalıdır. Renkli grafik, şekil ve tablo kullanılmamalıdır. 4. Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tavsiye edilir. 5. Makalelerin 150-200 sözcük civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özetlere Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler eklenmelidir. 6. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 7. Yollanılan basılı kopyalarda kapak sayfası olmalı, kapak sayfasında yazar ismi ya da isimleri, adresler, e-mail ve telefonları bulunmalıdır. Bu bilgiler makaleye ait kapakta bulunmamalıdır. Zira yazılı kopyalar hakeme isimsiz gönderileceği için makalenin iç sayfalarında değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. 8. Çalışmaların şu sırayı takip etmesi uygun olacaktır: Başlık, Özet, Anahtar Sözcükler, Yabancı Dildeki Başlık, Abstract, Key Words, Giriş, Ana Metin, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Kaynakça. 9. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler yapmaları istenebilir. Makalenin düzeltilmeden yayınlanmasına veya yayınlanmamasına karar verilebilir. Makaleyi Hakemlerden birisi yayınlanmasına ikincisi yayınlanmamasına karar verdiği takdirde makale üçüncü bir hakeme gönderilir. Makaleye ilişkin raporlar ve makale metni makale yazarına iade edilmez. 10. Yazının yayımlanması konusunda son karar editör ve yayın kuruluna aittir. 11. Yasal ve etik sorumluluk tümüyle makale yazarlarına aittir. Kaynakçanın Düzenlenmesi 1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir. İletişim 2003/18 2 2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır. Kaynakça ve Alıntı Kuralları Metin içi kaynak örnekleri: (Duran, 2003), (Tas, 2005: 16), (Hemdi, 2004; Kimy, 2001) Günay’a göre (2005), (Vert ve Hale, 2005: 71), (Lazersfeld vd., 1944: 23). Kaynakça örnekleri: Tek Yazarlı Dergide Makale Varis,T. (1984) International Flow of TV Programmes, Journal of Communication, 34(1), s.143-152. İki Yazarlı Dergide Makale McCombs ,M.E. ve Shaw D L. (1972), The Agenda-Setting Function of Mass Media, The Public Opinion Quarterly, 36,(2), s.176-187. Tek Yazarlı Kitap McQuail, D.(1987), Mass Communication Theory: An Introduction, Beverly Hills, CA: Sage Pulication Inc. İki Yazarlı Kitap Perelman, C. ve Olbrechts-Tyteca, L. (1971) The New Rhetoric, Notre Dame: University of Notre Dame Pres. İkiden Çok Yazarlı Kitap Lazarsfeld, P.F., Berolson, B. ve Gaudet, H.(1944) The People Choice, London: Colombia University Press. Editörlü Kitapta Bölüm Schramm, W. (1992) Haberleşme Nasıl İşler, Ünsal Oskay (Der.), Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş, İstanbul: Derya Yayınları, s.95-134. Çeviri Kitap Mattelart, A. ve Mattelart M.(1995) İletişim Kuramları Tarihi, M.Zıllıoğlu (Çev.), İstanbul: İletişim. İnternetten Elçi, O. (1991) Futbol, Business Journal, s.11-12. (Erişim: EBSCO Masterfile database, 2 Mayıs 1999) Mel, H. (2005) Vücudun dili olmaz, http://www.dnr.org/hra.htm. (Erişim: 12 Mayıs 2005) Türk İstatistik Kurumu (2001) Zenginlik indeksleri. http://www.trkist..tr/hra.htm. (Erişim: 1 Mart 2002) Bahar 2009, Cilt 7, Sayı 2 3 İletişim Fakültesi Dergisi