Ernst Cassirer – Rousseau, Kant, Goethe

Transkript

Ernst Cassirer – Rousseau, Kant, Goethe
(,end
Yayın: 10()1
11'1 Sl·TI
l'll NST CASSllU:ı{
ROllSSFAU, KANT, COFTHF
COl'YRIGllT
(i)
199 ı, Hl IX Ml'INF.R n.RLAG Gmhll
ALMANCA ÖZGÜN METİNDEN ÇEVİREN
MUSTAFA TÜZEL
©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2007
Sertifika No: 29619
EDİTÖR
DEVRiM ÇETİNKASAP
GÖRSEL YÖNETMEN
BiROL BAYRAM
DÜZELTİ/DİZİN
HAMDİ SERKAN GÜNDÜZ
GRAFİK TASARIM UYGULAMA
TORKİ Y E İŞ BANKASI KÜLTOR YAYINLARI
I. BASIM: NİSAN 2014, İSTANBUL
ISBN 978-605-332-125-5
BASKI
YAYLACIK MATBAACILIK
LİTROS YOLU FATİH SANAYİ SİTESİ NO: 12/1 97-203
TOPKAPI İSTANBUL
(0212) 612 58 60
SERTİFİKA
No: 11931
Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.
Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek
metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
TORKİYE İŞ BANKASI KÜLTOR YAYINLARI
İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: 2/4 BEYO(;LU 34433 İSTANBUL
Tel. (0212) 252 39 91
Fax. (0212) 252 39 95
www.iskultur.com.tr
Ernst Cassirer
Rousseau, Kant, Goethe
Çeviren: Mustafa Tüzel
T0RKIYE
$BANKASI
Kültür Yayınlan
iÇiNDEKiLER
Giriş. Rainer
A.
VD
Bast
XXI
Metinlerin Biçimlendirilişi ve Yayına Hazırlanışı Hakkında
XXV
Ernst Cassirer'in Yaşam Öyküsü
. XXXI
Cassirer Bibliyografyası
Ernst Cassirer
Rousseau, Kant, Goethe
Kant ve Rousseau
. _ _ _
(1939)
Goethe ve Kant Felsefesi
.
(1944)
(1924)
Rousseau (1939)
Kant ve Goethe
..
____
..
................. ....... . .... .. ......
_
Almanca Yayına Hazırlayanın Notları
Kaynakça
_
_
_
_
Kavramlar Dizini.....
___
__
_
___
._.
___
____
__. ________
___
___
_
_
___
___________
______________________
.......
.
.
.......... ............... . . . . . . . . . . .
_
· · -····--- ---
__
-_
_ __ __
___
l
J
_
__
__________
55
89
95
1 01
151
_163
1 65
___ ······--····· -· ------------
.
Kişiler Dizini.....
__
_
__
_________
Giriş
Cassir er 'in felsefesine, Almanca konuşulan coğrafyada on yıllar
boyunca pek itibar edilmemiştir. Bunun bir iç, bir de dış olmak
üzere iki ana nedeni bulunduğu söylenebilir. Cassirer 1933 yılında,
nasyonal sosyalizmin iktidara gelmesi üzerine erkenden göç etti­
ğinden, felsefesinin Almanya'daki etkileri 12 yıl boyunca büyük
ölçüde sınırlı kalmıştır. Erkenttnisproblem'in [Bilgi Sorunu] ilk üç
cildi ve Philisophie der symbolischen Formen in [Simgesel Biçimle­
rin Felsefesi] üç cildi, göç etmesinden önce yayımlandıkları halde,
Nazi Almanyası'nda Yahudi Cassirer'e getirilen okunma yasağını
aşama mışlardır. Cassirer'in çalıştığı yerleri defalarca değiştirmesi
( 1 93 3 Oxford, 1 93 5 Göteborg, 194 1 New Haven ve 1 944'ten iti­
baren New York) ve geç dönem yapıtlarından ikisinin savaştan
hemen sonra ve İngilizce1 yayımlanmış olması da, Cassirer'in etki­
sinin sınırlı kalmasında rol oynamış olabilir.
Cassirer'in Almanya 'da alımlanışının sınırlı kalmasının bir
nedeni de elbette felsefesinden kaynaklanmaktadır. Cassirer'in
simgesel biçimlere ilişkin eleştirel kültür felsefesi denemesi, nes'
1946'da yayımlanan The Myth of the State kitabının daha 1949 yılında bir Almanca
çevirisi mevcuttu; 1944 yılında yayımlanan &say on Man ise ancak 1960 ydında Al­
mancaya çevrildi, 1990 yılında da yeni bir çevirisi yapıldı.
Bibliyografik bilgiler kaynakçada kısaltılmadan verilmiştir.
ııd oLır.ık l'lkhiy.ırt.ıki
\'l'
(iizellikle ıııitm
lk·ki JüşliıKderde, olgııLırd.ı
\'l'
\'l'
ve
dıl aL111111da) hıliııı­
;H;ıştırııı.ılarda hıılııııan t;ırihsd
tanı.ınıeıı sornn.ı yiiııclik 'nıalzeıııe'nin işlenmesine ve giiste­
rilnıesine h.ığlıdır; Lıssirer dahiyane kavrayış yetisiyle
Vl'
olağa­
nüstü belleğiyle hu malzemenin üstesinden gelebilmiştir. Am:ak,
kimi zaman bu 'malzeme' Cassirer'in her zaman heyecan verici
uzmanca ;mlatımlarının içinden tünel kazarcasına incelenmesi
gereken teorisinin görüntüsünü bo z m aktad ır. 2 Cassirer tezleri­
ni,
"
S i m gesel Biçimlerin Felsefesi" kitabının yanı sıra, ağırlıklı
düşünce tarihine ( dö neml e re 3 ya da tek tek düşünü rlere4 )
olarak
ilişkin küçük boyutlardaki çalışmalarda geliştir ir.5 Bu çalışmala­
rın çoğu dağınık bir halde, ücra yerlerde yayımlanmışlardır ve
bu yüzden ulaşılmalar ı zordur. Cassirer 'in teor isinin bu çalışma­
lardan -vurgulu bir ifadeyle- damıtılıp ortaya çıkartılması gerek­
mektedir. Belki de Alman felsefesinin büyük sistemlerine kıyasla
fark lılığı yüzünden Cassirer 'in felsefesi Almanlık dışı olarak du­
yumsanmıştır. Cassirer' in simgesel biçimler e dair tar ihsel-eleştirel
bir kültür felsefesi oluştur ma pr ogramı, daha ziyade var oluşçu,
fenomenoloj ik, yor umbilgisel ya da antropoloj ik eğilimler e açık
olan savaş sonrası Almanyası'nda fazla itibar gör memiştir. Bu
durum sonuçta Cassirer 'in tedavülden kalkmış gözüyle bakılan
yeni Kantçılığın içine (o zamanlar reddedilen akademik üniversite
felsefesinin önemli bir parçası olarak) sorunlu bir biçimde yer­
leştir ilmesiyle daha da pekişmiştir. Bu kitapta yer alan, Almanca
yazılmış ilk iki makalenin önce İngilizce çevirileriyle yayımlanmış
2
Özellikle Simgesel Biçimlerin Felsefesi'nin 1. ve 2. ciltlerinde; aynı kitabın 3 . cildinde
daha sonra yayımlanan, 4. cilt için toplanmış malzemede durum farklıdır.
3 Örneğin Aydınlanma kitabında ( 1 932), Rönesans hakkında (örneğin: lndividuum und
Kosmos in der Philosophie der Renaissance, 1 927; Die Platonische Renaissance in Eng­
land und die Schule von Cambridge, 1 932).
4 Diğerlerinin yanı sıra Goethe, Kant, Rousseau, Schiller, Shaftesbury, Henirich von Kle­
ist hakkında.
5 Cassirer'in en kapsamlı düşünce tarihi çalışması Das Erkenntnisproblem in der Philo­
sophie und Wissenschaft der neueren Zeit'dır [Yeni Çağın Felsefe ve Biliminde Yakın
Dönemin Bilgi Sorunu) (4, Cilt, 1906-1 920, 1950) Substanıbegriff und Funktions­
begriff [röz Kavramı ve işlev Kavramı) ( 1910) ve Zur Logik der Kulturwissensahcften
[Kültürbilimlerinin Mantığı) ( 1 942) kitapları büyük ölçüde sadece sorunlara odaklan­
mışlardır.
'.ıt1'1ı';
46 y ı l �onra Almanca yayımlanı y<'r ,,ı.
maları, Ca�sircr'in alı m l a nm a durumunu n bir k a nıtıdır. Bugune
kadar, A l m a n dil i nde yazılmış bir Cassirer monogra fisi (özel ko­
n ular hakkındaki bi rka ç doktora tezi sayılmazsa) me vc ut değil­
olmaları ve arn.:ak }İmdi,
d ir. - Cass irer'in (Kant'ın yapıtından daha hacimli olan) yapıtının
genişliği, d üşünce zenginliği, açık düşünceliliği, bilgis inin engin­
liği ve kapsamı d üş ü nüldüğünde inanılması zor bir olgudur bu.6
Almanya'da Cassirer'in daha yoğu n bir biçimde alımlanışı, ancak
son yıl larda başlamıştır. 7
Jean Jacques Rousseau ( 1712 - 1778 ), Immanuel Kant ( 17241804) ve Johann Wolfgang Goethe'nin ( 174 7- 1832 ) adları zik­
red i l d iği n de , önemli oldukları kadar bir birlerinden karakteristik
biçimde farklı da olan üç düşünür ve insanın olu ştu rduğu bir üçlü
ta kımyı l dız ı belirtilmiş olur; bu üçlü, ölüm yı lları arasındaki yarım
yüzyıllık süre içinde kendilerinden sonraki tüm düşünce ve tin ta­
rihini derinden belirlemiştir.
Rousseau yalnız, tutkulu, huzursuz yaşayan bir insandı; taviz­
siz, aşırı uçlara eğilimli ve idealleştirmelerin cazibesine kapılmış bir
düşünürdü. Akademik felsefeyi ve bu felsefenin sistemlerini redde­
derek, bir doğa ve bir etik özgürlük kavramı tasarlamış, böylelikle
de (Kant'ın deyişiyle) "Ahlak dünyasının Newton'u" olmuştu.
Yaşadığı yerden hayatı boyunca ayrılmayan Kant, insani ve fel­
sefi açıdan katı disiplinli bir sistem filozofu ve aydınlanmacıydı;
tüm düşünceyi, özellikle yeni bir dilden yararlanarak, tamamen
yeni, duru ve anlaşılır bir rasyonellik aşamasına yükseltmiş ve ana­
liz yoluyla, çelişkiler içermeyen bir sistem ve sentez elde etmişti.
1981 yılında O.Höffe'nin yayıma hazırladığı iki ciltlik Kllıssiker der Philosophie'de
[Felsefe Klasikleri) ve ı 982 yılında N. Hoerst'in yayıma hazırladığı Klassiker der philo­
sophischen Denkens'in [Felsefi Düşüncenin Klasikleri) iki cildinde Cassirer'e yer veril­
memiş olması, bu olguya uygun düşmektedir.
7 1985 yılında Cassirer'in beş makalesinden oluşan bir derleme (Symbo/, Technüı, Sprac·
he) ('Simge, Teknik, Dil') phB'de yayımlandı; 1988 yılında Ober Ernst Cassirers Philo­
sophie der symbolischen Forme" ['Emsr Cassirer'in Simgesel Biçimler Felsefesi Hakkın·
da') başlıklı bir makaleler derlemesi yayımlandı. Cassirer hakkındaki en iyi monografi
]. M. Krois tarafından yazılmıştır (Cassirer. Symbolic Forms and History, 1987). ı992
yılında Felix Meiner Verlag yayınevi tarafından Cassirer'in terekesinden bir edisyon
yayımlanmaya başlanacaktır.
6
I
X
IHltJ�;:•I Al' l'\A.Nl
lıı
11 itil
(.'octhc. "İns;ın
ve yapıttan olıı �an
hıı
hiıriiıı" ve "tarihte ken­
dini t;ını ;ınbnııyb gen,;l'kkştirmiş olan yeg.lne insan" CJaspt'r s) ,
uyumu
Vt'
bütünlüğü -onları azaltmadan ya da mistisizme düşınl'­
den- çelişki y o l u yla
oluşt urmuş ve hunu ya şamışt ı; Alma n şiir s a ­
natını ö zgür leş t irmi ş v e o n u n e n hüyük şa ir i olmuşt u.
C as sirer' in ta nıtt ığı hu üç insan ve düşünürde hirh ir ler inden
çok far klı üç olası düşünce ve yaşam yolunun ve t ipinin gerçek­
leştiğini göreb ilir iz. Kaha h ir sınıflandır mayla genelleme yapma­
ma izin verilirse: paradoksal, huzur suz Rousseau; analitik, dingin
Kant ve bütünlüklü, canlı Goethe, zıtlıklar ıyla bir b irlerini çekmiş­
ler, birbirleri üzerinde etkili olmuşlardır. Kant, Rousseau'ya baka­
rak " kendini düzeltmiş"tir (Kant8 ); " Rousseau'nun düşünceleri
Goethe'de en başlardan itibaren canlıdır" ( Cassirer9 ); ve ileri yaş­
larında Goethe üzerinde Kant'ın etkili olması, Gothe için " büyük
önem taşımaktadır" .10 ( Cassirer'in Platon ve Goethe için ifade
ettiği gibi) bu " başlangıçsal yaşam ve düşünce biçimlerinde" ve
" büyük zihinsel dünyalarda" " ben ile dünya arasındaki zihinsel
çatışmanın"11 üç "tipik biçimi" simgelenmektedir. Bu üç biçim
karşılaştırıldığında aralarındaki ortaklık ve farklılıkların örnek ve
çok yönlü oldukları görülmektedir: Rousseau ve Kant, Goethe'den
farklı olarak etiğe ve ahlaklılığa vurguda bulunurlar; Rousseau ve
Goethe analize, matematiğe ve Newtoncu doğa incelemesine karşı
-farklı da olsa- bir doğa kavramının vurgulanışında ortaklaşırlar;
Kant ve Goethe genel doğa yasalarının, amaç ve teleoloji kavramı­
nın yeniden belirlenmesinde örtüşürler vb.
Cassirer bu üç düşünürü bir araya getirerek, tam da her birinin
kendine özgü farklılığını göstermek istemektedir. Bunu da, bu üç
düşünür arasında "bireysel zihinsel özlerinin kökten özgünlüğüne
rağmen, düşünce tarihine ilişkin sorunlar ve temel görüşler açı­
sından bir ve aynı genel çevre içinde yer almaları suretiyle oluşan,
8
Bkz. bu kitapta, 'Kant ve Rousseau'.
Goethes Idee der Bildung und Erziehung, 1932, s. 342.
10 Bkz. bu kitapta 'Goethe ve Kant Felsefesi'. Goethe'nin Kant ile ilişkisi için özellikle bkz.
Einwirkung der neuern Philosophie (WA, Bölüm 2, Cilt 1 1, s. 47-53).
11 Goethe und die geschichtliche Welt, 1932, s. 109, 148
9
dol a y l ı fakat derin hir ha ğlamı g<j\ten:rek yapmaya ı,.al ı�ır.1i IJe­
h a n ı n tarihsel olarak türetilemezl iğini ancak hu derin baıtlam g<,.,­
te rehi l ir ; W ilhelm von H umholt'un söz leriyl e dehanın asıl temelını
daha eski, zaten bil inen bir şe yde değil, h ep yeni olanda ve kural
"
oluşturanda, ortaya çıkışını ancak ortada o l u� uyla ilan edende ara­
mak gerekir.13 Zihinsel yaşamın yeni biçiml er i, Cassirer'e göre "bi­
reysel olanın genel bir önem kazandığı ve diğer y andan gen el ola­
nın ifadesi ve serimlenişiyle hala katıksız bi rey selliğin damgasını
kor udu ğu " 1 4 y e rd e o rtay a çı kar Ancak Cassirer'e göre insanın asıl
ve ayırt edici karakteri "biçim istenci"nde, "üretmenin bu kendine
özgü tarzında" 15 yatar.
Cassirer, burada basılan iki metnin yanı sıra, ikisi de 1932 yılın­
da ya y ı m lanmış olan iki metinde daha Rousseau'yu ele alır: Bun­
lar 'Das Problem Jean-Jacques Rousseau' Uean-Jacques Rousseau
Problemi] ve 'Sociere Française de Philosophie de Rousseau' yoru­
munun anlatıldığı ve ardından bir tartışmanın yapıldığı serimleme:
'L'unite dans l'reuvre de Jean-Jacques Rousseau'dur [Rousseau'nun
Yapıtındaki Birlik].16 Cassirer'in terekesinde 'Kant und Rousseau'
[Kant ve Rousseau] başlıklı 13 Aralık 1936 tarihli bir Prag konfe­
ransı daha yer alıyor. Cassirer'in yapıtında bu beş Rousseau met­
ninin yanı sıra, başka düşünürlerle bağınnlı olarak Rousseau'ya
yapılmış sayısız gönderme de bulunur. 17 Cassirer'e göre Rouessau,
bir dönem eşiği olan Kant'a giden yolda, düşünce tarihi açısından
önemli tanıklardan birisidir.
Cassirer Kant'ı sadece en önemli filozoflardan biri olarak ele
almakla kalmaz; ayrıca iki açıdan da Kant ile bağınnsı vardır:
Cassirer'in akademik öğretmeni ve doktora danışmanı Hermann
Cohen ( 1842- 1 9 18) Marburg Okulu'nun kurucusu ve başı olarak,
.
12 Cassirer: Freiheit und Form, s. XV.
13 Ober Sebiller und den Gang seiner Geistesentwicklung. W. v. Huınboldt: Werke, Cilt 6,
s. 511.
14 Idee und Gestalt, s. 84.
15 Natura/istische und humanistische Begründugn der Kulturphilosophie, s. 16. vd.
16 'Bullerin de la Sociere française de Philosophie'de yayunlanmışnr: sayı 32, 1932, s. 4585
17 Örneğin Kant kirabında s. 90-95, 238 vd., 250 vd., Freiheit und Form içinde s. 174 vd.
('Goethe und Rousseau') ya da Aydınlanma kirabında s. 204-210, 346-367.
Xll
flı)llSSI A.ll t\A.N1 liı)I 1111
iiılt'ınli yeni l\.;ını.,·ılanbıı biriydi
\'l'
Lıssirer'iıı karı�ıııa, Lı��irer
üstündl' kL·ııdisiııiıı 'etkili' olduğunu siiyl c y l'n yl'g:ıııe iı ısaıı dı . 1 H
AvrK<l Lıssira sık sık <11;ık i fa dl' l c r l e idealizmden yana o l d u ğ u ­
2
n ı 14 ve ele�tirel, ya J,ı tr;ınsandantal yiintenıi 0 s a v un du ğ u nu söy­
,
�
ler. Bu da Cassirer'in yeni Kantçılığın izinde hatta hir ye n i
Ka ntç ı
ola r.ık gö rülmesine ve ;ı nlaşılma sına yol aç ar. Anca k felsefe serim­
lemelerinde zaten sınıflandırıc ı bir kavram olarak sorun yaratan
bu yafta lama , Cassirer'i n erken dönemde yoğun bir biçimde C o­
2
hen 'in etkisi altında olduğu kabul edilse bile 1, sonraki döneminde
Cassirer' in kendi meseleleri bağlamında düşünüldüğünde pek uy ­
22
gun düşmez; daha ziyade bir yanlış anlama söz konusudur.
Ayrıca, Leibniz'in Hauptschriften zur Grundlegung der Philo­
sophie [Felsefenin Temellendirilişi İçin Başlıca Yazılar] kitabının 1.
ve il. ciltlerinin 'Philosophischen Bibliothek' yayınevinden, Leib­
niz'in toplu eserleri kapsamında yayımlanmasından ( 1 904- 1 906)
sonra, Cassirer 1 9 1 2- 1 923 yılları arasında, kuzeni Bruno Cassi­
rer' in yayınevinde on bir ciltlik bir Kant edisyonu yayımlamıştır.
Metin eleştirisi açısından büyük ölçüde ilk baskıların dikkate alın­
dığı bu edisyon güvenilir ve okunaklı bir tipografiyle -Akademi
edisyonunun yanı sıra- bugün bile kullanılmaktadır. Cassirer 1 9 1 8
yılında b u edisyonun tamamlayıcı cildi olarak 450 sayfa lık Kants
18 T. Cassirer, Mein Leben mit Ernst Cassirer, 1 9 8 1 , s. 89.
1 9 En açık ifade, Philos. D. symbol. Formen, 1 9 88'in 1 . cildinde, s. IX.
20 Örneğin: Kants Leben und Lehre, s. VIII ; Ernst Cassirer ile Martin Heidegger arasın­
daki Davos tartışması: M. Heidegger: Kant und Das Problem der Metaphysik._içinde
1 973, s. 266 vd.
21 Cassirer'in değişen tutumu -Cohen'in ölümünden iki yıl sonra- Einstein kitabında netle­
şir. Cassirer bu kitabının sonuna doğru "Sistematik felsefenin -bilgi kuramının çok öte­
sine uzanan- görevinin dünyaya bakış tarzını bu tek yanlılıktan kurtarmak" olduğunu
söylüyor. "Sistematik felsefenin, kullanılmalarıyla kendi içinde bölümlere ayrılmış bir
gerçeklik kavramını ortaya çıkartan simgesel biçimler bütününü [ . . . ) ele alması ve bu
bütünlükteki her bir ayrıntıya sabit bir yer göstermesi gerekir. " (Zur modernen Physik,
s. 1 09 vd.)
22 llkz. Cassirer'in Was ist Sub;ectivismus 'd aki ifadesi ( 1 939, s. 1 14) "Sık sık 'yeni Kantçı'
olarak tanımlandım ve bu tanımlamayı, benim teorik felsefe alanındaki bütün çalışma­
mın Kant'ın 'Saf Aklın Eleştirisi'nde verdiği yöntemsel temellendirmeyi önvarsayması
anlamında anlıyorum. Ancak günümüzün felsefi literatüründe Yeni-Kantçılığa atfedilen
öğretilerin çoğu bana yabancı olduğu gibi, kişisel görüşlerimin tam zıddında da yer
alırlar."
"�;.
/,ehen und / e h re2 1 l'Kant'ın Ya�a mı ve Üğremi'I mrınografl\ını
y a y ımladı; hemen üç yıl sonra bu kita bın ikınci baskı\ı yapıldı.
Cassircr 1924 ile 1932 yılları arasında Kant-Stu dien'in !Kant lnu:­
lemelcril 29. 37. ciltlerinin editörlerinden biriydi.24
Bu kitapta basılan üç yazının yanı ma Cassirer'in Kant'ı ele
aldığı, yayımla nmış metinleri şunlardır:25
,
-
- Das Erkenntnisproblem in der Philosophie und Wissenschafr
der neueren Zeit, [ Ye niça ğ Felsefesi ve Biliminde Bilgi Problem i]
1 907, Cilt 2, Kitap 8 : Die kritische Philosophie [Eleştirel F elsefe]
- Kant und die moderne Mathematik, [Kant ve Modern M ate­
matik] 1 907.
- Hermann Cohen und die Erneuerung der Kantischen Philo­
sophie, [ Hermann Cohen ve Kant Felsef esinin Yenilenişi] 1912.
- Die Grundprobleme der Kantischen Methodik und ihr Ver­
hiiltnis zur nachkantischen Spekulation, [ Kantçı Yöntemin T emel
Problemleri ve Kant Sonrası Yorumlarla İl işkisi] 1914.
- Freiheit und Form. Studien zur deutschen Geistesgeschichte,
[ Özgürlük ve Biçim. Al man T in T arihi Üzerine İ ncelemel er] 1916,
Bölüm 3: Die Freiheitsidee im System d es kriti schen Idealismus
[ Eleştirel İd ealizm Sisteminde Özgürlük İd esi] ; B ölüm 6.3: Kants
Stellung in der Entw icklung d es Staatsprobl ems. [ Devlet Probl emi ­
nin Gelişimind e Kant'ın Konumu]
- Heinrich von Kleist und die Kantische Philosophie [Heinric h
von Kleist ve Kant Felsefesi) , 1919.
- Die Kantischen Elemente in Wilhe/m von Humboldts Spra­
chphilosophie [W ilhelm von Humbold t'un Dil F elsefesinde Kantçı
U nsurlar) , 1923.
2 3 Cohen, Cassirer'in Kant edisyonu için 'Kant'ın Alman Kültürü için Önemi' üzerine bir
kitap yazmayı kabul etmişti; ancak Cohen'in 4 Nisan 1918'de, ölümünden birkaç gün
önce ana hatlarını ve yapılanışını Cassirer'e açıkladığı bu kitap hayata geçemedi.
Cassirer'in Kant monobiyografisinin müsveddesi daha 1916 yılında baskıya hazırdı; ne
var ki savaşın etkileri, kitabın basılmasını engelledi. Cassirer'in Kant edisyonunun arka
sayfasında, bu kitap on birinci ve tamamlayıcı cilt olarak gösterilmiştir.
24 Cassirer 20'li yıllarda Kant Derneği'nin Hamburg yerel grubunun yıllarca hem yöne­
tim kurulu üyesi hem de (1928/29 çalışma yılına kadar) yöneticisiydi (blcz. 'Kant-Stu­
dien'deki bilgiler).
25 Eksiksiz bilgi kaynağı Eggers/Mayer'in Cassirer bibliyografyasındadır.
/r·
- Nı·o-1\.,11111,mısm, I Yl'ııi K,ıııtı;ılık I
1929.
- Tr,111sff11dc11t.ılis111, ITraıısl'ııdaııt•ılizııı/ A�k ımakılık 1
1929.
- 1\.,111/, / 1\.,1111/ J 9J2.
- Ncııcrc l\.,111t-Litcr,ıt11r, !Yeni Kant Literatürü!
1940.
Cassirer'iıı tcreh·sinde, Kant hakkında şimdiye kadar yayım­
lanmamış başka metinler de bulunuyor: tarihsiz iki Kant dersi, iki
konferans: 'Kant und das deutschc Geisteslcben' !Kant ve Alman
Tin Yaşamı] (15. ve 22.10.1919), "Das Grundprinzip der Kantsc­
hen Philosophie" ! Kant Felsefesinin Temel ilkesi] üzerine bir k on
ferans (H amburg, 28 .1.1920 t arihli ), Kant 'ın 200. doğum günü
üzerine bir konuşma (22.4.1924 ) , Kiel'de verdiği bir ders ' Kant
und Goet he' [' Kant ve Goet he'] (28. 1 . 1 927 t arihli ), Lübeck't e ver­
diği ' Kant s St ellung in der deut schen Geist esgeschicht e ' [Kant 'ın
Alman Düşünce Tarihinde Yeri] başlıklı konfe rans ( 1 0 . 1 0. 1 92 9
t arihli ), Kant 'ın ahlak f elsefe si üzerine Oxford'da verdiği b i r ders
( 1 933/34), Kant 'ın 'Was hei�t Auf klii rung' [Aydınlanma Nedir? ]
makalesi üzerine dersin not ları (U ppsala, 1 93 4 t arihli ), 'Kant und
Rousseau' [Kant ve Rousseau] (Prag, 1 3. 1 2 . 1 9 3 6 t arihli)26 , 'Kant
und die moderne Biologie' [Kant ve Modern Biyoloji] ( St ockholm:
3 .2. 1 9 3 9 ve Göt eborg, 27. 1 0 . 1 940 t arihli ), Kant 'ın f elsef esi üzeri­
ne Yale'de verdiği bir seminer ( 9 . 1 0. 1 941 t arihli); Kant 'ın neden­
sellik t eorisi üzerine Yale'de verdiği bir ders ( 1 943/44) ve - burada
bast ığımız 'Goet he ve Kant Felsef esi' başlıklı konf eranst an f arklı
olan- 'Goet he und Kant ' [Goet he ve Kant ] başlıklı bir konf erans
(Yale, 25. 1. 1 944 t arihli). Bunların yanı sıra Cassirer daha başka
sayısız metninde Kant 'ı ele alır. Genel olarak, Kant 'ın adının hiç
değilse zikredilmediği Cassirer met inlerinin sayısı çok azdır.
Cassirer Kant ' ı önemsiyor ve ona yakın duruyordu ama Go­
et he ile daha da yakındı. Goet he'ye derin bir düşünce ve gönül
bağıyla bağlıydı ve hat ta aralarında dışsal bir benzerlik de vardı.2 7
Cassirer'in dul eşi, onun " Goet he ile ilişkisinin, işiyle ilgili başka
­
26
27
Bu konferans (Cassirer'in terekesinde Bacon-Nr 149), burada bastığımız aynı başlığı
taşıyan 1939 tarihli metinle aynı değildir.
Bkz. T. Cassirer: Mein Leben mit Ernst Cassirer, 1981, s. 84, 86 ve D. Gawronsky,
Ernst Cassirer içinde, 1966, s. 17. ilerleyen satırlarda anl at ı l a nl a r için bkz. T. Cassirer
agy., s. 83-89, 273.
·-.
buyük olaylarla ili�ki'>ine benzeyen bamba�ka bir temele dayandı­
ğını" yazıyor; hatta "t utk ul u b ir aşk"tan "!><!vgi dolu bır h a y ra n­
lıktan ve şükran dol u bir etk ilenmeden" ve "Ernst'in karakterinın
v e d a vranı ş tarzının nerdeyse hatasız olarak yorumlanabıleceği gö­
r ü ş açısını bir tek onların oluşturabildiği ( ... ) sayım Goethe alın­
tısı "ndan söz ediyor. Elbette bu "öz akra ba l ığı " Cassirer'in kendi
felsefesi bağlamında da ge çerl i di r: "Her şey Goethe'ye işaret eder".
Cassirer 1905 Ma y ıs ayında Weimar'daki Goethe Evi'ne yaptığı
birka ç günlük bir ziya re tte, Goethe 'nin e lya zma la rını ve kitap la­
rını görmüş ve " de rin de n" e tkile nmiştir.28 Cassirer Ekim 1940'ta,
Göteborg'ta verd iği Goe the de rsine baş la rke n şöyle der: "Ya klaşık
50 yıldı r tekra r tekra r okud um Goethe 'yi; onun hakkında çok şey
ok udu m; ba zı şe yle r ya zd ım ve ya yımlad ım. Bura da , Göte bo rg'da
old uğu gibi, çeş itli vesilelerle Goethe konfera nsla rı ve rd im. "29
Uzun süred ir pla nladığı bir Goethe kita bı ise ba sılmada n kalmış­
tı r. 3° Ca ssire r'in Goethe ya zı la rı a ra sında , bu kitapta ba sılan iki
metnin d ışı nda şu metinler sa yıla bilir:
- Freiheit und Form [ Özgürlük ve Biçim], 1916, Bö lüm 4:
Goethe.
- Goethes Pandora [ Goethe 'nin Pa nd ora sı], 1918. Yeni ba skısı:
Idee und Gestalt [ İd e ve Gesta lt], içind e, 1921
- ' Goe the und d ie mathe ma tische Physik. Eine erkenntni stheo ­
retische Be tra chtung.' [ Goe the ve Ma tema tik Fiz ik. Bilgi kura msal
bir incele me], Idee und Gestalt, içind e, s. 1921.
- Goethes Idee der Bildung und Erziehung [ Goe the'nin Yetişim
ve Eğitim Düşünce si], 1932
- Goethe und die geschichtliche Welt, ( Goethe ve Ta rihsel Dün­
ya ] , 1 932, Bu kita bı n içinde:
'Goethe und d ie ge schichtliche Welt'
28 T. Cassirer, agy., s. 83-87.
29 'Der junge Goethe', daktilo edilmiş metin, s. 1. Cassirer bu Goethe dersinde bir filozof
ya da Goethe filologu olarak değil, "salt bir Goethe sevdalısı" olarak konuşmak iste­
miştir (agy, s 7). Bu Goethe dersi için bkz. T. Cassirer, agy., s. 272-273.
30 T. Cassirer, agy., s. 274. Ancak, kısa bir süre önce John Krois tarafından, bir özel mülk­
te, 1941 Marr'ına ait geç dönem Goethe derslerini içeren büyük bir Goethe elyazması­
nın bulunmuş olması, bir sansasyon olarak değerlendirilebilir.
,,
xvı
lh )llSSt Ali t-..ANl
t
İl il l iti
·<.;octhc uııd das 18. Jahrlıuııdnt' i<.;octht·
•(;octhl' uııd Platon' IGocthc
ve
ve
18. yiizyıll, 19.�2
Pbtorıl, 1922.
- /)er Nııtıırfiırschcr Gııcthc !Doğa Araştırmacısı (;octhcl,
!932.ıı
- Tho111<1s M,mns Gocthe-Bild. Eine Stııdie über 'J.ottc in Wei­
mıır' IThomas Marırı'ın Goethe İmgesi, 'Lotte Weimar'da Üzerine
Bir İm:elemeJ, l 945.
Cassirer'irı terekesinde şunlar da yer almaktadır: ' Kant und
Goethe' ( bkz. yukarıda ), ' Goethe und Kant' ( bkz. yukarıda ) , özel­
likle London Bedford College'da ( Ocak/Şubat 1935'te ) verdiği
Goethe konferansları; ' Goethe und Spinoza' [ Goethe ve Spinoza]
ve Oxford'da (Şubat 1 934'te ) verdiği ' Goethes I dee der innern
Form' [Goethe'nin İçsel Biçim Düş üncesi] konferansı için aldığı
notlar ve de 93 sayfalık, daktiloya çekilmiş (Göteborg, 2. 1 0. 1 940
tarihli ) 'Der junge Goethe' [Genç Goeche ] metni.
Goethe bu metinlerin yanı sıra elbette Cassirer'in her yazısında
mevcuttur. Cassirer'in yapıtı -çoğunlukla ayrıca belirtilmemiş ve
genellikle bulundukları yerler verilmemiş olan- Goethe alıntılarıyla
dolup taş maktadır; bu alıntılar için Cassirer çok sevdiği Weimar
edisyonundan değil, olağanüstü belleğinden yararlanmış tır. Cas­
sirer "Goethe'nin dünya görüş üyle biçimlenmişti"32 ve "yaş amı
boyunca [ . . . ] Goethe'nin dahiyane kişiliğinin çekiminde"33 kaldı;
Cassirer ile Goethe arasındaki o kadar büyük bir örtüşme söz ko­
nusuydu ki, Cassirer'in zihni Goethe'yle, onun metinleri. ve kav­
ramlarıyla yaşıyordu. Dul eşinin yukarıda alıntılanan tanımlama­
larına rağmen, Cassirer'in Goethe ile iliş kisi kesinlikle mesafesiz ve
eleş tirisiz bir körlük içinde değildi. 34
Elbette 1 932 yılındaki armağan yazılarında ve armağan kitap­
larında -en iyi Goethe uzmanlarından biri olarak- Cassirer'in yer
almaması Weimar Almanya'sı için hiç de sıra dışı bir durum değil31 'Hamburger Fremdenblatt'ta yayımlandığı söylenen bu makaleye ne ABD'de (bkz. Eg­
gers/Mayer'in Cassirer Bibliyografyası, s. 1 4 1 ), ne de Almanya'da belirtilen yerde ulaşı·
labilmektedir.
32 T. Cassirer, agy, s. 265 .
33 D. Gawronsky, Ernst Cassirrer, içinde 21966, s. 17.
34 Bu durum özellikle, Der ;unge Goethe içinde netlik kazanıyor, s. 8.
·-.
<lir. Yine Cas�ircr ne Hamb urg'ta 22 Mart 1932 tarıhlı (,rx:t he yı
a n ma töreninde, ne 1932 yılının Mart ayının -.on hafta\ında We­
imar'daki Reichs anma haftasında, ne de 25-28 Ağustos 1928 ta­
rihlerinde Frankfurt am Main'da yapılan Reich-. Goethe haftasında
bir konferans ver mişt ir 35 Bu etkinliklere davet bile edilmemişti. 36
Goethe Derneği'nin Hamburg yerel grubunun genişletilmiş yöne­
tim kurulundan ayrılmıştı. 37 Bugüne kadar adı bile duyulmayan
'Goethe als Befreier' [Kurtarıcı Olarak Goethe] adlı bir konferansı
ise, 15 Mart 1 932'de Goethe Derneği'nin Berlin yerel grubunun
düzenlediği anma toplantısında, Charlottenburg'daki Schiller salo­
nunda verdi 38; 1 932 Şubat ayında da Paris'teki Sorbonne Üniver­
sitesi'nde iki konferans vermişti. 39 Cassirer 1932 Goethe Yılı'nda
Goethe und die geschichtliche Welt [Goethe ve Tarihsel Dünya]
kitabını yayımladı.
Burada Cassirer'in Rousseau, Kant ve Goethe yorumunu kap­
samlı olarak ele almak olanaksız. 40 Hiç kuşkusuz bu üç düşünür,
Cassirer'in kendi düşüncelerini sınamasına, kendi felsefesini oluş­
turmasına ve kendi düşünür kişiliğinin gelişimine -belirtilen ta­
rihsel sıralamayla, giderek artan bir yoğunlukta- vesile olmuş en
önemli yazarlardır. Edebiyatta Cassirer'in yorumlarının büyük
saygınlığı vardır. Örneğin Cohen'in öğrencisi, Rus devrimcisi ve
Cassirer'in yakın bir arkadaşı olan Dimitry Gawronsky (1883
1949) Cassirer'in eşi Toni'nin değerlendirmesiyle "Ernst'in bilim­
sel başarımını en iyi bilen kişidir41 ve "Cassirer'in, düşünce siste'
.
-
35 Bkz. ]ahrbuch der Goethe-Gesellschaft 19, 1933, s. 255 vd.; agy, 18, 1932; Fatgabe
zur Goethe;ahr 1932, 1933.
36 T. Cassirer, agy., s. 186.
37 ]ahrbuch der Goethe-Gesellschaft 18, 1932, s. 219.
38 ]ahrbuch der Goethe-Gesellschaft 18, 1932, s. 218. Kısa bir içindekiler listesi (-y şek­
linde işaretlenmiştir) Berlin'de yayımlanan "Vossischer Zeirung' gazetesinin 16.3.1932
tarihli nüshasında, Nr 129, akşam baskısında; ya da son der= eleştirel bir sunumla
Berlin'de yayımlanan 'Neuen Preu«ischen Kreuz Zeirung' gazetesinin 16.3.1932 tarihli
nüshasında, B edisyonu, Nr. 76, yer almaktadır. ('im Zeichen Goerhes' başlılclı yazı
'Junghans' imzasıyla yer almıştır).
39 T. Cassirerr, agy., s. 186. Bunlar 'Goerhe und das 18. Jahrhunden' ve muhtemelen
'Goethe und die geschichtliche Welr' adlı metinlerdir.
40 R. A. Bası, bunu Rousseau açısından gerçekleştirmeyi denemiştir: Cassirm Rousse­
au-lnterpretation, 1991.
41 T. Cassirer, agy., s. 7; Gawronsky için bkz. agy, s. 120 vd ve s. 296 vd.
,,,
XVlll
Ht'USSI Ali k.ı\Nl iılH lHI
minin hir�·ok rekil ıııgllnlııklerini
lurl.ırıııı resıııt·rınt', yeni
Vt'
Vt'
inn·lıkleriııı duyuııı�anu, oı.d
verimli dll�llncckrini onaya 1,"ıkarıııa,
am•l aynı zamanda onların zayıflıklarını VL' İl,' l,'L'li�kilcriııi de ona­
42
ya serme y e t i s i ne hayraııdır.
Cassirer de, iizellikle ilk kcı 1906
"
yılında ya yımla nan,
sonra defalarca yeni baskıları yapılan ba�arılı
ve Şiiri kitabında yeni,
felsefi bir yorum için Wilhelm Dilthey'in izinden giderek, düşünce
tarihiyle ilgili kendi çalışmalarının merkezine şai rleri -bu kitapta
Lessing, Goethe, Novalis ve Hölderlin'i- koymuştur. 4J Ne var ki
Dilthey'in yöntemi özellikle 'yaşantı' ve 'duyumsama' kavramla­
rıyla belirlenirken, Cassirer'in tin tarihine ve düşünce tarihine yö­
nelik çalışmaları önceliği -tarihsel olarak aktarılmış da olsa- 'nes­
nel düşünceler'e verir.44
Cassirer Avrupa düşünce tarihinin önemli figürleri hakkında
-bu tarihin doğabilimsel boyutunu da kapsayacak şekilde- sahip
olduğu şaşırtıcı bilgi ve hayranlık uyandırıcı çok yönlülüğü saye­
sinde, bu kişilerin her birini kendi şartlarında45 birbirleriyle kıyas­
layarak46 özgün yorumlar elde etmiştir. Bu yorumlar konuyu ele
alışları kadar anlatımlarıyla47 da tartışmasız bir ustalıkla, çoğu
O.ıs Erlelmis ımd die Dichtımg [Yaşantı
42
Ernst Cassireı, iç inde , s .9 .
43 Özellikle Goeıhe, Schiller, Herder, Kleist, Hölderlin ve Lessing.
44 Cassirer'in yorumlama yönteminin varsayımları için kı saca bkz. R.A. Bası: Cassires
Rousseau-lnterpretation.
45 Bu durum çoğu zaman başlıklardan bile anlaşılmaktadıı, örneğin: Kant3 Stellung in der
deutschen Geistesgeschichte, 1 992 (Terekeden); Keplers Stellung in der europiiischeen Ge·
istesgeschichte, 1 930; Spinozas Stellung in der allgemeinen Geistesgeschichte, 1 932; Goet·
he und das 1 8. Jh., 1 932; Thorilds Stellung in der Geistesgeschichte des 1 lf. ]h. s, . 1941,
46 Bu da daha başlıklardan anlaşılmaktadır: Heinrich von Kleist und die Kant�che Phi­
losophie, 1 9 1 9; Goethe und Platon, 1 922, Die Kantischen Elemente in Wilhelm von
Humboldts Sprachphilosophie 1923; Kant und Goethe, 1 924 ve 1 927 (Terekede); Die
Idee der Religion bei Lessing und Mendelssohn, 1 929; Leibniz und ]ungius, 1 929; Sc­
hiller and Shafresbury, 1935; Descartes und Corneille, 1 939; Descartes und Königin
von Schweden, 1 939; Thorild und Herder, 1941; Newton and Leibniz, 1 943; Kant und
Rousseau, 1 936 (terekeden) ve 1 939; Goethe und die Kantischpe Philosophie, 1 944.
47 James Guımann, "Cassirer'in, aynı zamanda nitelikli yazar olan nispeten az sayıdaki
filozofun arasında ve bu unvanı hak eden az sayıdaki Alman filozofu arasında sa yılması
gerektiğin i" düşünüyor (Ernst Cassirer içinde, 1966, s. 328). Hatta Alman filozof Ru­
dofl Euc ke n (1846 - 19926) 1908 yılında, Fransız filozof Henry Berg son ( 1 825 - 1 94 1 )
1 927 yılında Nobel edebiyat ödülünü almışlardı; Jean Paul Sartre ( 1 905; 1 980) 1 964
yılında bu ödülü reddetmişti.
,....,,,.
kez
yorumlama tarih inde cyok önemli ve yeni per\pektıfler acytı�­
ları için h ü y ük önem ta�ıyan, hatta birer dönüm nokta\ı olu�tu·
ran ve m uarızlarında bile saygı uyandıran katkılardır. Bu durum
Cassirer'in 'parlak Rousseau serimlemesi' !Herbert Dieckrıunnı4�
için olduğu kadar aynı zamanda asıl "eşsiz Kant yorumu" lja­
mes Gutmann)49 için ya da Goethe ha kkı n da k i "cam gibi duru
incelemeleri" ( Heinz Kindermann)50 veya D. Gawronsky'nin "bu
konuda şimdiye kadar yazılmış en iyileri51" arasında olduğunu
söylediği "ustalıklı yorumu" için de geçerlidir. Kant'ın Rousseau
ile ya da Goethe'nin Kant ile ilişkisi üzerine çalışanlar, Cassirer'in
bu konulardaki anlatımlarını -Cassirer bu konuyu ele alan ilk kişi
değilse de52- görmezden gelemeyeceklerdir. Bu edisyona en başın­
dan itibaren önemli yardımlarla destek veren ve eşlik eden sayın
Prof. Dr. Oswalt Schwemmer'e ve Sayın Dr. John Krois'a (ikisi de
Düsseldorf'ta) çok teşekkür ediyorum. Sayın Dr. Michael Albrecht
(Newel-BeGlich), Dr. Heinrich P. Delfosse (Lorscheide), Dr. Gerard
Dubrulle (Düsseldorf), Dr. Reinhard Finster (Hannover), Dr. Rolf
Lachmann (Düsseldorf) ve Dr. Bemd Ludwig'e (Münih) değerli
yardımları için teşekkür borçluyum. Cassirer metinlerini basmarıu
izin veren Yale University Press (New Haven, Conn.) yayınevine,
kopyalama izni veren Beinecke Rare Book and Manuscript Lib­
rary'ye de teşekkür ediyorum. Bu edisyonu Mirjana'ya adıyorum.
48
49
50
51
52
An interpretation ofthe eighteenth century, 1954, s. 307.
Emst Cassirer içinde 1966, s. 327.
Das Goethebild des 20. Jahrhunderts, 1966, s. 211.
Emst Cassirer, 1966, s. 17.
Kant'ın Rousseau ile ilişkisi için bkz. R. A. Bası: Casisrers Rouaseau-lnteıpmalion.
Goethe'nin Kant'la ilişkisi açısından, bu ilişkiyi tarihsel ve sistematik olarak temelltti
içinde ilk kez kendisinin ele aldığı saptamasına önem veriyor (K. Vorliindcr: Kant, Sc­
hi//er, Goethe, 1923, s. VII; aynı yazarın: Goethe und Kant, 1928, s. 233.) Vorliindcr'i
bütünlemek için bkz. ]. Cohn: Das Kantische Element in Goethes Welwnschaınarg,
1905 ve G. Simınel: Kant "nd Goethe, 1906.
1.1
Metinlerin Biçimlendirilişi ve
Yayına Hazırlanışı Hakkında
1.
'Kant ve Goethe' ve 'Goethe ve Kant Felsefesi' makaleleri
1 945 yılında İngilizce bir edisyonda yayımlandılar.1 Cas­
ilkönce
sirer tarafından, önsözde "mükemmel" olarak tanımlanan (ger­
çekten de öyledir) İngilizce çeviriyi New York Columbia Üniver­
sitesi'nin üç felsefe profesörü üstlenmişti: James Gutmann (1897
- 1 988), Paul Oskar Kristeller (*1 905) ve John Hermann Randall
jr. (1890 - 1 980). Bu edisyonun beşinci sayfasında "To the me­
mory /of my young friend /INGEBORG MÜlLER-RIEMER /
February 14, 1908 - September 20, 1938"2 ithafı yer alır. On
yedinci sayfada da Cassirer'in bir önsözü var. Burada, bu önsöz
yayına hazırlayan tarafından çevrilmiş ve özet halinde verilmiştir:
"Bu küçük kitaptaki iki makale farklı konuları ele alıyor, ama
ortak bir temaları var.
2
1 8.
yüzyılın kültürünü ve bu kültürün kay-
Ernst Cassirer: Rouessau, Kant, Goethe. Two Essays. Almancadan İngilizceye çeviren­
ler: James Gutmann, Paul Oskar Kristeller and John Hermann Randall jr. Princeton
University Press 1945 (=History of Jdeas Series; ı ).
T. Cassirer: Mein Leben mit Ernst Cassirrer kitabında, s. 222"de Cassirer'in bu edis­
yonu Müller-Riemer'e adamasının, Ernst'i ölümünden önce yazdığı en son ıeylerden"
olduğunu belirtiyor. Cassirer'in 'Preface'i "Ekim 1944" tarihini taııyo&
ıı.ıkl.ıııdıgı -\X'lıil'ılır.ıd'ııı hir it.ıdl'\iııi kıılLııı.ıe;ık oltır\ak- 'dıı­
�üıı�·l' iklimini' ı�·liıııatl' of opiııi oı ı 11 farklı pn\pektitkrdrn \o­
ııııııla�tırıııayı Jeııiyorl.ır. Hıı konuyu Dic l'hilosııfıhie der /'ı11fk­
Urı111g IAyJııılaııııı.ıııııı Fdsdesi 1 kitahımJa ayrıntılı olarak elt:
alJıın. Hıı yapıtın y.ıkın g d e ct· kt e yayımlanacak olan yeni
ve
giiz­
Jcn gc�·irilmiş hir İngilizce edisyonunu hazırlarken, hu makalele­
rin daha büyük hir kitahın bir tür
giriş bölümü olarak okunma­
l a r ı nı umut ediyorum. Bu vesileyle, P rinceton University Press'in
yayıncılarına ve yöneticilerine, günümüzün zor koşulla rında bu
İngilizce edisyonu yayımlamaya karar verdikleri için şükranlarımı
sunuyorum . . . "
Bu İngilizce edisyon, bizzat Cassirer'in denetimi altında ortaya
çıktığı için, yazarın onayını almış bir edisyon olarak kabul edilme­
lidir.
Elinizdeki edisyonda ' Kant ve Rousseau' ve ' Goethe ve Kant
Felsefesi' makalelerinin metinleri için, elyazmaları gibi Almanca
yazılmış ve Cassirer'in Yale Ü niversitesi'nin (New Haven, Con­
necticut) Beinecke Rare Book and Manuscript Library kütüpha­
nesindeki terekesinde korunan daktiloya çekilmiş metinler esas
alınmıştır. İngilizce edisyonun Columbia Ü niversitesinde çalışan
üç çevirmeninin kuşkusuz kaynak olarak yararlandıkları 'Kant
ve Rousseau'nun daktilo edilmiş metninin bir kopyası, Columbia
University Libraries'in (New York) Special Collections'unda bulu­
nuyor. Burada basılan metinl erin elyazmaları, edisyona dahil edil­
memiştir.
Metnin basımında işaret edil meyen, az sayıdaki yöntemsel fark­
l ıl ıklar aşağıda veril miştir.
- Yayına hazırl ayanın ekl emel eri köşel i parantez iç inde veril­
miştir.
- Yayına hazırl ayanın notl arına işaret eden rakaml ar, al t indis
olarak verilmiştir.
3
Alfred North Whiethead bu ifadeyi Science and the Modern World kitabında, 1. bölüm
7. paragrafta kullanmıştı. Whitehead orada bu ifade hakkında "to use the happy ph­
rase of a seventcenth century writer" ['Bir onyedinci yüzyıl yazarının yerinde ifadesini
kullanacak olursak'] diyor.
- ( :a��irer'in notl arı hurada dipnot halı ndedır lhu notlara ı�artt
eden rakaml ar metinde Ü\t indis olarak yer al mak tadırı, yayına
hazırl a y a nı n notları, d iirt m etinde hir ara da ve rilmi �t ir
.
- Yay ına hazırlayanın notları -akade mik amaçlara uygun ola­
rak- kısmen açıklayıc ı , kısmen işaret edici, kısmen de filolojik i�­
levlere sahiptirler, ama Cassirer'in metnini yorumlamazlar. Yayına
hazırlayanın notlarında verilen literatür bibliy ografik kısa notas­
yon halinde yazıl mıştır, tam b il g ileri ise kaynakçada g ör ülebili r.
- Kant alıntılarında, kaynağın bulunduğu yer Cas sirer edisyo­
nuna göre ( CA şeklinde alıntılanmıştır) ve ek olarak Akademie
edisyonuna göre (AA olarak alıntılanmıştır), Rousseau'da ( Cas s i
rer'deki kaynağın bulunduğu yere ilişkin verilerde ya da notlarda
ek olarak) Pleiade edisyonuna göre (ROC olarak alıntılanmışnr),
Goethe'de Weimar edisyonuna göre (WA olarak alıntılanmıştır)
verilmiştir. 4
- Cassirer kaynakların bulunduğu yerleri ya da literatüre yap­
tığı atıfları ya metnin içinde parantez içinde ya da daktilo metinde
dipnot olarak görünen (ve her yazıda süreklilik göstermeyen, her
sayfada yeniden numaralandırılmış) notlarında veriyor. Burada
daktilo edilmiş metinlerdekinden farklı olarak (İngiliz edisyonun­
da olduğu gibi) bütün kaynak yerleri ve literatür kanıtları dipnot­
lar olarak verilmiştir; burada notlar her makalede ayrı ayrı numa­
ralandırılmışlardır.
- İngilizce edisyonda metin, daktilo edilmiş metindekinden daha
fazla satırbaşı içermektedir; İngilizce edisyon Cassirer'in onayladı­
ğı bir edisyon olduğu için, bu satırbaşı düzeni bizim yayınladığımız
metinde de kullanılmıştır.
- Her iki daktilo edilmiş metinde de Cassirer metnin altını çiz­
diği basit vurgulamalar yapmıştır ( bunlar elbette basılı metinde
italik olarak verilmiştir) . 'Kant ve Rousseau' metninde altı ilci kez
çizilmiş yerler, 'Goethe ve Kant Felsefesi'nde ise espaslı yazılmış
yerler vardır. Bu üç vurgulama türü hep aynı şekilde, italik olarak
­
4
Kant için sözcük ve kavram dizinini Hinske/Weischedel Kant-Steinlt:onlr.ordanz, 1970
kitabında; Goethe içinse A. Miirkisch Konlt:ordanz zu Goethes Werkm, 1973, kitabın­
da vermektedir.
xxıv
fH HiSSi Ali fi.ANT llOI ııu
vailnıişrir. Cıssira'iıı isimleri
n·
y.ıh,111u dillerdeki deyi�leri
vur­
�ulayışları -ki hunlar z;Hcn hüriiııliikliı değildir- meme yaıısırılına­
nıışrır.
- Cassirer'iıı dipııorlarında ve yayına hazırlayanın ııorlarında
adı sık sık geçen edisyonlar için aşağıdaki kısalrmalar kullanılmış­
rır (ayrımılı bihliyografik veriler için bkz. k a yn akça ) :
AA
CA
ROC
Kam , Immanuel: Gesammelte Schriften !Toplu E serle r i
( Aka d emie e d is yo n u )
Kam, Immanuel: Werke !Yapıtlar) (C assirer ed isyonu )
Rousseau, Jean -Ja c ques: CEuvres completes (Toplu Eser­
ler]
Goethe, Johann Wolfgang von: Werke [Yapıtlar] (Weimar
edisyonu)
Burada diğerlerini bütünlemek amacıyla basılan 'Kant ve Goet­
he' ve 'Rousseau' adlı iki kısa parça için, metinlerin sunumu açısın­
dan her birinin ilk baskıları temel alınmıştır:
- Kant ve Goethe: Allgemeine Zeitung (Südddeutsches Tagblatt.
Gro{Sdeutsche Rundschau), içinde, Münib, Yıl 1 27, Pazar baskısı,
Nr 145, 20 Nisan 1 924.
- Rousseau. Die Philosophie des XVII. und XVIII. jahrhun­
derts, içinde ("V. Bölüm: Fransözische Philosophie des 18ten Jah­
rhunderts, 1. Bölüm Rousseau" , içinde]. Paris: Hermann 1 939.
(=Actualites scientifiques et industrielles; 841 ) (= Philosophie. Cro­
nique annuelle, publiee par l'Institute international de Collaborati­
on philosophique; 5 ) s. 77-8 1.
WA
Ernst Cassirer'in Yaşam Öyküsü
28 Temmuz 1874
Breslau'da varlıklı bir Yahudi tüccar ailesinin dördüncü
çocuğu olarak doğdu.
1982 Liseyi parlak bir dereceyle bitirdikten sonra, Berlin'de hu­
kuk öğrenimine baş ladı. Leipzig ve H eidelberg't e ünivers i­
t e değişt irince, okuduğu dalları da değiş tirdi: geniş edebi­
yat çalış malarını içeren felsefe ve Alman edebiyat bilimi,
mat emat ik, biyoloji ve fizik okudu.
1 8 94 Georg Simmel'in ( 1 858- 19 1 8 ) Kant hakkındaki ders lerini
dinledi.
1896 Marburg'da Hermann Cohen'in (1842 - 19 18 ) öğrencisi
oldu.
1899 Marburg'ta, Cohen'in yanında doktorasını verdi. Dokto­
ra tezi Descartes' Kritik der mathemat. u. naturwiss. Er­
kenntnis. [Descartes'ın Matematik ve Doğabilimsel Bilgi
Eleştirisi.] Doktora notu: opus eximium; tezi 1 902 yılında
Leibniz' System in seinen Grundlagen [Leibniz'in Sistemi­
nin Temelleri] kitabında basıldı.
1901 Varlıklı bir Yahudi sanayicisinin kızı olan kuzini Toni
Bondy ile Viyana'da tanıştı.
\XVI
l h 'l l � S I ı\l l l\ A N l l iı 'I i t t i
1 902
1 (ı . 9 .
1 902
1 905
l 9 06
1 t'ılıni: · Systcm 111 sci11ı·11 C rıı11ı//,ıgc11.
1 1 .e i h ı ı i z ' i ı ı S ı \teın i ­
ı ı i n Teıııdkri ı .
1 902 Ton i BonJ y ( 1 8 8 3 - 1 % 1 ) i l e l'V k n d i
Ek iııı ' i ndt• 1 9 1 9 E k i ııı ' i m· k a d a r Berl in 'de oturd u .
�fayıs a y ınJa Wei ıııar'a gitti v e Goerhe- Ev i ' n i ziyaret ett i .
Beri in v e Stra l�burg'da doçent olma yönündeki ça baları sonuçsuz kaldı, Görringen 'e i l i ş k i n b i r tasa rısından vazgeçti.
26 Temmuz. Beri in 'deki ikinci d o ç en t l i k denemesinde,
Cari S t u m pf ( 1 848- 1 93 6 ) ve Alois Riehl'e ( 1 8 8 3 - 1 9 1 1 )
karşı, emekli Wilhelm Dilthey'in ( 1 8 3 3- 1 9 1 1 ) yardımıyla
başarılı oldu.
Das Erkenntnisproblem in der Philosophie und Wissensc:
haft der neueren Zeit [Yeniçağda Felsefe ve Bilimde Bilgi
Problemi], Cilt 1 .
1 907 Erkenntnisproblem, Cilt 2 .
Özel doçent olarak sınav yapma hakkına sahip olmadığı
halde, Cassirer'in Berlin'deki dersleri, bütün bir felsefe fa­
kültesi içinde en çok izlenen dersler olur; ancak Berlin'deki
konferanslarını felsefe fakültesinin hiçbir mensubu dinle­
memektedir.
1 9 1 0 Substanzbegriff und Funktionsbegriff. [Töz Kavramı v e İş­
lev Kavramı] .
1 9 1 2-1 923
1 1 Ciltlik bir Kant edisyonu'nu yayımladı.
1 9 13 ilkbahar. Department of Philosophy and Psychology of
Harvard University, Cambridge (Mass.), Cassirer'i bir yıl­
lığına misafir profesör olarak davet etti. Cassirer önemini
fark etmediği bu daveti reddetti.
1 9 1 4-1 9 1 8
Cassirer, Birinci Dünya Savaşı'nda hastalık nedeniyle askerlik hizmetinden muaftı.
1 9 1 6 Freiheit und Form. [Özgürlük v e Biçim] Cassirer sivil ola­
rak, Savaş Basın Dairesi'nin Fransızca bölümünde görev­
lendirildi.
1 9 1 8 Kants Leben und Lehre. [Kant'ın Yaşamı ve Öğretisi] .
1 9 1 9 Haziran. Yeni kurulan Hamburg Üniversitesi'nde profesör
olarak görevlendirildi.
1919
yazında, c��iz h i r k ültür tarı hı kolehı yonu olan
H a m h u rg'tak ı Wa rhurg K ütüphanc�i' ni kc�fcn ı
1 9 1 9 E k i m ' i ile ! 9 3 3 M art ı arası nda Hamburg'ta oturdu.
.
'
Erkenntnisproblem ! Bilgi Problemi !, Cilt 3 (4. C i lt 1950
yılında İngilizce olarak yayımlanacaktır).
1 92 1 ldee und Gestalt. I İde ve Şekil ! .
Zur Einstein 's chen Realitivitiitstheorie. [Einstein'ın Göre­
lilik Teorisi Üzerine] .
1 92 3 Philosophie der symbolischen Formen, (Simgesel Biçimle­
rin Felsefesi] Cilt 1: Die Sprache [Dil] .
Philosophie der symbolischen Formen, Cilt 2: Das mytisc­
1 92 5
he Denken [Mitsel Düşünce].
1 927-1 933
Cassirer'in düşüncesinde etik ve siyasal felsefe sorunlarına
doğru bir dönüşüm gerçekleşti.
Cassirer felsefi uzmanlık çevrelerini aşan bir kabul görü­
yor.
1927 Ekim. King's College, Londra'da konferanslar dizisi.
1 928 Haziran. Frankfurt am Main'de görevlendirildi, bu görevi
reddetti.
1 1 Ağustos 1 928'te Anayasa günü töreninde bir konuşma
yaptı: Die Idee der republikanischen Verfassung [Cumhu­
riyetçi Anayasa Fikri].
1 929 Philosophie der symbolischen Formen, Cilt 3: Phiinome­
nologie der Erkenntnis [Bilginin Fenomenolojisi].
Cassirer akademik-entelektüel kariyerinin doruk noktasında.
1 7 Mart ile 6 Nisan 1 929 arasında Davos'taki yüksek okul
kursunda: Martin Heidegger ( 1 8 89-1976) ile tartışma.
1 929 İlkbaharında Cassirer ( 1 yıllığına) büyük bir oy çok­
luğuyla Hamburg Üniversitesi'nin rektörlüğüne seçildi.
7 Kasım 1 929 Formen und Wandlungen des phi/osophis­
chen Wahrheitsbegriff [Felsefi Hakikat Kavramı'nın Bi­
çimleri ve Dönüşümleri] konferansıyla rektörlük görevini
üstlendi.
1 930 Form und Technik [Biçim ve Teknik].
1 920
1 'H 1
ı\ l ytl.ııs. -hcr ist/.ıctısd• ı ' I' 1111. I thcurı·tısdı a fl. ,111111 1 M i bd ,
l 43 2
( ; ol·t h l' lı n J J i l' gcsdı idı t l idı l' Wd t l l ;ıı ı:t h e Vl' Tıri hsd
.
Fstl't i k
\'l'
•
Tco r i k l l z a ın l .
Düny.ı 1 .
Dic Philosophic der A ııfk /Lirıı11g I Ay J ı n l a n nıa rdsefesi ] .
Dic P1,1to11ische Renaissımcc ıınd dic Schııle von Canıhrid­
ge j Pl a ton ' u n Rönesans'ı ve CambriJge O k u l u ] .
Das Problem jean-.facqııes R o ussea ıı LJean-Jacques Rous­
sea u P ro ble m i ] .
Wesen und Werden des Naturrechts [ D oğ a H u k u k u ' n u n
Özü v e Oluşu ] .
Ş ub a t 1 932. Goethe Yılı için Sorbonne'da iki Goethe kon­
feransı; Societe de Philosophie'de bir Rousseau konferansı
ve ardından bir tartışma.
193 3 Henri Bergsons Ethik und Religionsphilosophie [Henri
Bergson'un Etiği ve Din Felsefesi] .
1 2 Mart 1 93 3 Hamburg'tan ayrıldı: Basel, Zürih, Como
Gölü kıyısındaki Bellagio, Zürih. 23 Nisan ile 2 Mayıs ara­
sında kısa bir süre Hamburg'ta kaldıktan sonra 2 Mayıs
1 933 tarihinde Almanya'dan temelli ayrıldı, Zürih üzerin­
den Viyana'ya gitti.
Cassirer 1 933 ortasında Oxford'daki Ali Souls College'dan,
Uppsala (İsveç) Üniversitesi'nden ve New York'taki Univer­
sity in Exile'dan davetler aldı, birinci daveti kabul etti.
1 933 yılında Viyana'dan ayrıldı Çek sınırı üzerinden,
Antwerp, Üstende yoluyla Oxford'a vardı.
1 934 Viyana'ya tatil seyahati, daha sonra bir konferanslar dizisi
için 2 hafta Stockholm'de ve 6 hafta Uppsala'da kaldı. Gö­
teborg üzerinden Oxford'a geri döndü.
Warburg Kütüphanesi Londra'ya taşındı.
Londra'daki Bedford College for Women, Cassirer'e onur
üyeliği verdi.
Mayıs/Haziran 1 934'te Cassirer'in kadrosu son anda 1 yıl
daha uzatıldı.
Temmuz 1 934 Cassirer'e armağan kitabı: History and Phi­
losophy.
i l k baharda < .la,gow'da konfcrafölar
vc
rdı , Hazıran ayın­
da V i y a n a ' y a gitt i .
Eyl ü l 193 5 'te Cassi rcr ( İ sveç ) (J ii te bo rg t a
profesör <ıld u .
Ü ni v er s i tes i Hukuk Fakültesi'nden On ur Dokro­
'
G l a sgow
rası a l d ı ve Göteborg'daki Vetenskaps och Yitterhet\-Sam­
1 93 6
1 93 8
1 93 9
1 940
194 1
1942
1943
1944
halle'nin onur üyesi oldu.
Determinismus und lndeterminismus in der modernen
Physik ! Modern Fizikte Determinizim ve İndeterminizm] .
Ciddi b i r k a l p rahatsızlığı .
Zur Logik des Symbolbegriffs [ Simge Kavramının Mantığı
Üzerine]
Axel Hagerström.
Descartes.
Naturalistische und humanistische Begründung der Kul­
turphilosophie [Kültür Felsefesinin Naturalist ve Hüma­
nist Temellendirilişi] .
Was ist Subie k tivismus ? [Öznelcilik Nedir?)
2 Haziran 1 939 İsveç vatandaşı oldu.
Emekliliğinden sonra üniversitede 'Genç Goethe' üzerine
bir kurs verdi.
New Yorker New School'un bir davetini reddetti.
Thorilds Stelllung in der Geistesgeschite des 1 8. jhs. ( 1 8.
Yüzyılın Düşün Tarihinde Thorild'in Yeri]
Ocak ayında New Haven'daki Yale University tarafından
2 yıllığına misafir profesör olarak davet edildi. Mayıs/Ha­
ziran'da New Haven'a gitti.
Göteborg Üniversitesi'nde fahri felsefe doktoru oldu.
Zur Logik der Kulturwissenschaften [Kültür Bilimlerinin
Mantığı Üzerine] .
Newton and Leibniz [Newton ve Leibniz].
An Essay on Man [İnsan Üzerine Bir Deneme].
Haziran ayında New York'taki Columbia University'den 1
yıllık bir misafir profesörlük daveti aldı, bu daveti yeniden
ortaya çıkacak taşınma ve uyum sağlama sorunları yüzünden
(kalp hastası Cassirer şimdi 70 yaşın üzerindedir) reddetti.
XXX
ROUSSEAU. KANT , GOETHE
1 946
Columbia Üniversitesi yönetimi sözleşmesini uzatmadı.
Başkan Roosevelt'in 12 Nisan'da ölmesi onu çok etkiledi.
13 Nisan 1 945. Cassirer bir satranç oyununun ardın­
dan Columbia Üniversitesi'nden ayrıldıktan sonra, Broa­
dway'de bir taksi çağırmak isterken, akut kalp yetersizli­
ğinden öldü.
The Myth of the State [Devlet Miti].
Cassi rer Bibliyografyası
Altı küçük bibliyografyanın ardından, 1 9 8 8 yılında büyük bir
Cassirer bibliyografyası yayımlandı:
Eggers, Walter; Sigrid Mayer: Ernst Cassirer. An Annotated Bib­
liography. New York: ayrıca, Garland Publ. 1 9 8 8 (= Garland
Bibliographies of Modern Critics and Critical Schools; 1 3 ) (=
Garland Reference Library of Humanities; 475).
Bu kitap Cassirer'in yaşamı, öğretisi ve alımlanışına bir giriş yazısı
da içeriyor.
Aşağıda sıralanan sözlük maddeleri, Cassirer hakkında bir ilk bilgi
veriyorlar:
Winninger, Salomon: Gro/Se Jüdische National-Biographie mit
mehr als 1 1 000 Lebensbechreibungen namhafter iüdischer
Miinner und Frauen aller Zeiten und Liinder. Unter Mitwir­
k ung von zahlreichen Fachmiinnern aus ailen Weltteilen. Cilt 6,
Cernlilti: Tipografia Arta 1 932, s. 508 vd.
Kuhn, Helmut. Neue Deutsche Biographie, Cilt 3, içinde. Bedin:
Duncker & Humblot 1 957; s. 1 6 8 vd.
O'Connor, Daniel, Encyclopaedia of World Biography, Cilt 2,
içinde, New York vd. : McGraw-Hill 1 973; s. 4 1 0 vd.
Biographisches Handbuch der deutschsprachigen Emigration
nach 1 933 (= lnternationa/ Biographical Dictionary of Central
xxxıı
AOUSSE A U . KAN T .
GllE THE
Europe,m Emign;s J 9J J - / 94S ) . H az . lnstitut für Zeitgeschichte
Münih ve Research Foundation for Yewisch lmmigrati on, ine.,
New York, Werner Röder ve Herbert A. Strauss'un genel yöne­
timinde, cilt 2, Bölüm 1 , Münih vd. : K. G: Sa ur 1 9 8 3 ; s. 1 8 3 vd.
Verene, Donald Philip. Thinkers of the twentieth century, Second
edition içinde, Editör: Roland Turner. Chicago vd. : St. James
Press 1 987; s. 1 4 9 - 1 52.
Lundershausen, Arno: Biographisces Lexikon zur Weimarer Re­
publik içinde, Haz. : Wolfgang Benz ve Hermann Greml. Mü­
nib: C. H. Beck 1 98 8 ; s. 52 vd.
Walk, Joseph: Kurzbiographien zur Geschichte der Juden 1 91 81 945. Haz. Leo Baeck Institute, Jerusalem. Münib vd.: K. G.
Saur 1 9 8 8 ; s. 55.
Ernst Cassirer'in yaşamı hakkında bilgi veren başlıca kaynaklar:
Gawronsky, Dimitry: 'Ernst Cassirer: Leben und Werk', Ernst Cas­
sirer [bkz. aşağıda], içinde; s. 1 -27.
Cassirer, Toni: Mein Leben mit Ernst Cassirer. Hildesheim: Gers­
tenberg 1 9 8 1
Cassirer, Eva: 'La vie d'Ernst Cassirer. Remarques e t temoignage':
Ernst Cassirer, içinde. De Marbourg a New York [bkz. aşağı­
da]; s. 307-320.
Cassirer'in felsefesine giriş olarak şu yazılar uygundur:
Ollig, Hans-Ludwig: 'Ernst Cassirer'. H. -L. Ollig: Der Neukantia­
nismus içinde, Stuttgart: J. B. Metzler 1 979 (=Sammlung Metz­
ler; M 1 87; Alman Edebiyat Tarihi Bölümü); s. 44-50.
Neumann, Karl: 'Ernst Cassirer: Das Symbol', Grundprobleme
der gro/1en Philosophen içinde. Haz. Josef Speck. Philosophie
der Gegenwart, Cilt 2. 2. genişletilmiş basım. Göttingen: Van­
denhoeck&Ruprecht 1 9 8 1 (=UTB; 1 83 ) ; s. 1 02-145.
Krois, John: 'Problematik, Eigenart und Aktualitat der Cassirers­
chen Philosophie der symbolischen Formen', Über Ernst Cassi­
rers Philosophie der symbolischen Formen [bkz. aşağıda] için­
de, s. 1 5 -44.
Krois, John: Einletung zu: Ernst Cassirer: Symbol, technik, Spra­
che. Aufsatze aus den jahren 1 92 7- 1 93 3 . Haz. Ernst Wolfgang
Orth ve John Michael Krois, Josef M. Werle'nin katkılarıyla.
Hamburg: Felix Meiner 1 985 (= PhB; 372); S. Xl-XXXII.
Önemli derlemeler olarak şunları sayabiliriz:
The Philosphy of Ernst Cassirer. Haz. Paul Arthur Schilpp. Evans­
ton IL.: Library of Living Philosophers 1 949 (= The Library of
Living Philosophers; 6 ) . 3 . Baskı.: La Salle, lll.: Open Court
Publ. 1 973 .
Almanca baskısı kısaltılmıştır:
Ernst Cassirer. Haz. Paul Arthur Schilpp. Amerikancadan Alman­
caya çeviren Wilhelm Krampf. Stuttgart vd.: W. Kohlharnmer
1 966 (Philosophen des 20. Jahhunderts) .
Über Ernst Cassirers Philosophie der symbolischen Formen. Haz.
Hans-Jürg Braun, Helmut Holzhey ve Ernst Wolfgang Orth.
Frankfurt am Main: Suhrkamp 1 9 8 8 (=stw; 705).
Ernst Cassirer. De Marbourg iı New York. L'itineraire philosop­
hique. Actes du colloque de Nanterre, 12-14 octobre 1988,
edites sous la direction de Jean Seidengart. Paris: Cerf 1990
(Passages) .
Cassirer'in bütün yapıtları için mükemmel bir yeni monografi ola­
rak önerebileceğimiz:
Krois, John: Cassirer. Symbolic Forms and History. New Haven
vby. : Yale University Press 1 987.
E R N ST CASS I R ER
RO U S S EAU , KANT, G O ETH E
Kant ve Rousseau
1.
Kişisel Etkilenmeler
Kant'ın biyografisini yazanların bildirdiğine göre, Kant'ın ola­
ğanüstü bir sadelikle düzenlenmiş olan ve hiçbir süslemenin bu­
lunmadığı çalışma odasında sadece şöyle bir süs vardı: Duvarda
Jean Jacques Rousseau'nun bir portresi asılıydı. 1 Kant'ın ilk bi­
yografileri de Rousseau'nun kişiliğine duyduğu saygıyı ve yapıtına
olan hayranlığını kanıtlayan yönler açısından zengindir. En çok
anlatılan hikaye, tam bir dakiklik örneği olan ve günlük yaşam
düzenini saate göre ayarlayan Kant'ın bu düzeni sadece bir kez
bozmasıdır: Rousseau'nun Emile'i yayımlandığında günlük yürü­
yüşlerinden vazgeçmişti, çünkü içine dalıp gittiği kitabı okumayı
bırakamamıştı. 2
Ne var ki, Rousseau'nun Kant üzerindeki derin etkisini kanıtla­
mak için bu gibi anekdotlara ihtiyacımız yok. Kant'ın kendi anla­
tımları çok daha net ve çok daha etkileyicidir. Bu anlatımlar Kant'ın
Rousseau'ya borçlu olduğuna inandığı şeyin, tek tek belirli görüş­
ler olmadığını, gelişiminin belirleyici bir noktasında Rousseau'nun
ona, bir daha terk etmeyeceği yolu gösterdiğini açıkça ortaya ko­
yuyor. Kant Rousseau'yu yeni bir "sistem "in kurucusu olarak de­
ğil, felsefenin özü ve görevine ilişkin, tanımına ve değerine ilişkin
ROUSSf A U . KANl , GOf T H E:.
yeni hir kavrayışa s a h i p b i r düşünür olarak giirüyord u . " Ben de
araştırmacı eği l i m l i y i m " diye y az ıyord u k ı rk yaşındaki Kant. " Bi l ­
g i y e susuzluğu ve onu d a h a i leri götürmek için duyulan hırslı hu­
zursuzluğu ya da her ilerleyişteki hoşnutluğu hissediyorum. Bir dö­
nem tüm bunların insanlığın onurunu oluşturabileceğine inandım
ve bundan haberi olmayan ayaktakımını hor gördüm. Rousseau
beni doğru yola soktu. Bu kör üstünlük duygusu ortadan kalktı;
insanlara saygı göstermeyi öğreniyorum ve bu incelemenin geri ka­
lan herkese insanlığın haklarını sağlamlaştırmak için bir değer su­
nabileceğine inanmasaydım, kendimi sıradan bir işçiden çok daha
yararsız bulurdum. " 1
Rousseau'nun Kant'ta böyle içsel bir düşünce değişikliği yara­
tabilmiş olması, ilk bakışta oldukça tuhaf ve paradoksal görünür.
Bu iki kişilik arasında nasıl bir ortak nokta olabilirdi ? İkisinin
arasında herhangi bir dolaysız yakınlık mı bulunuyordu, yoksa
daha ziyade karakterleri ve eğilimleri açısından, kaderleri ve ya­
şama biçimleri açısından olağanüstü bir tezat mı oluşturuyorlar­
dı? Rousseau ve Kant'ın kişisel ve felsefi gelişimleri derinlemesine
incelendiğinde, ikisi arasında herhangi bir temas noktası aramak
boşuna olacaktır. Onlar tamamen farklı dünyalara aittirler. Fich­
te'nin ünlü bir sözüne göre " Nasıl bir felsefenin seçildiği, nasıl bir
insan olunduğuna bağlıdır, çünkü bir felsefi sistem, bırakılabilecek
ya da alınabilecek bir ev eşyası değildir, ona sahip olan insanın
ruhuyla canlanmıştır. " 2 Bu cümlenin katı ve evrensel bir geç&rliliği
olsaydı, Rousseau ile Kant arasındaki herhangi bir bağı kavramak
zor olurdu; çünkü tüm felsefe tarihi içerisinde, bu ikisi kadar farklı
tellerden çalan başka iki ruh bulunamaz.
Her ikisinin de maddi yaşam ve yetişim süreçlerine bir bakış
bile, doğalarındaki bu karşıtlığın bütün keskinliğiyle öne çıkması
için yeterlidir. Kant'ta kural, "yöntem" , yaşam ve ruh veren ilkeyi
oluşturur ve yavaş yavaş öyle bir güç haline gelir ki, bütün zengin1
2
Fragmente [Cilt] 7 [doğrusu: 8), (s.) 624. [AE, Cilt 20, s. 44)
Fichte, Erste Einleitung in die Wissenschafrslehre, Siimtliche Werke, (haz . . 1. H. Fichte
Cilt] !, [s.] 434. (Fichıe'nin Akademi-Edisyonu, Cilt 1 /4) ( Versuch einer neuen Darstel'
lung der Wissenschafrslehre), s. 1 95)
liği ve çok yön lülüğüyle yaşamı kendi hizmetine koşmakla kalm a z ,
bu somut ze n ginliği adeta yok eder. R o u sse au ' y a gelince, ya�amını
herhangi bir kurala ta bi tutmak ve planlı bir biçimde şekillendir­
mek için nafile bir çaba içindedir; sürekli en aşırı uçlar arasında
gidip gelir ve sonunda birbirine zıt i t ilimler içerisinde yaşamı e lde n
k açırı r. Rousseau h içbi r me sle k te , hiçbir bilimde veya öğretide, h iç ­
bir dinde tamamen kendi evinde hissetmemiştir. Gerçek eğili m i n i n
düşünürlük ve yazarlıkta olduğunda karar kı lın ca y a kadar birbiri
ardı sıra oymacılık, h i z m etçi li k, vergi ve kadastro m emu rlu ğu, eği­
timcilik, nota yazıcılığı, elçi sekrete r li ğ i , müzisyenlik ve bestecilik
mesleklerini ifa etmiştir. Kalvinizmin katı ilkeleriyle eğiti lm i ş , ama
ilk fırsatta Kalvinizmden ç ı k ıp Ka to l i k öğre ti y e g eçmi ştir. Ancak
1 754 y ı lı nda doğum yeri Cenevre'ye döndüğünde, Katoliklikten
de vazgeçer. Yaşamı sürekli bir göçten ibarettir; bu göç yalnızca bir
kez, g enç l i ğ i nde Les Charmettes'te geçirdiği sakin ve huzurlu yıllar
sırasında kesintiye uğramıştır.
Bizzat Rousseau bunu kendi kaderi olarak görüyordu; bu kader
ona, bir ye rde n bir yere sürülüp durduğu yaşamının son dönemin­
de olduğu gibi dışarıdan dayatılmış değildi; kendisinin de hissedip
dile getirdiği g ibi , varlığının temel özelliğine uygundu ve bu özel­
likten kaynaklanmıştı. İtiraflar'da 3 tüm varlığını kaplayan ve onu
Paris toplumunun yaşamından kaçıp gitmeye zorlayan içsel isya­
nından söz eder. "Bu huzursuzluk, bu kargaşa en nihayetinde eski
düzenime kavuşmamı sağlayıp durulsaydı bunun iyi bir şey oldu­
ğunu söylerdim, ama ne yazık etkisini devam ettirdi ve beni hızla
diğer uca fırlattı. Ondan sonra artık ruhum, dinginlik noktasının
bir ötesine bir berisine doğru sürekli salındı ve dur durak bilmeyen
bu gelgitler ona bir daha dengeye kavuşma fırsatı vermedi. "3
Rousseau'nun yaşamı bir denge ve karar noktası bulamamıştı,
çünkü dışarıdan gelen tehditler bir yana, kişiliğinin üzerinde dura­
bileceği bir ağırlık merkezi yoktu. Onun yaptıkları yalnızca büyük
bir gerilim içinde ve tüm varlığının şiddetle sarsılmasıyla yapıla­
bilirdi. Yapıtlarının çok azı Emile5 ya da Toplum Sözleşmesi6 gibi
3
Confessions [Kitap] IX,
s.
J ı 7. [ROC, Cilt ı, s. 4 1 71,
6
ROUSS� A U . KAN T .
GOE THE
zihninde yavaş yavaş olgunla�mıştır. Diğerleri nin tiimü, onun için­
de birdenbire gerçekleşen ve beklenmedik bir şekilde üstüne çöken
ruhsal ya da zihinsel bir krizin ifadesidir. İ lk Discours'unun7 ya da
Yeni Heloise'ının8 temel inde yatan krizleri eşsiz ve unutulmaz bir
anlatımla bizzat betimlemiştir. Her defasında böylesi deneyimler­
den sonra yaşamına ve yapıtına yeni baştan başlamak ve onları
sıfırdan inşa etmek zorunda kalmıştır. Ona kılavuzluk edebilecek,
onu maruz kaldığını hissettiği irrasyonel güçlere karşı emniyete
alıp koruyabilecek bir öngörü yoktu. Bu yaşamın bütününe bakıl­
dığında hep yeni baştan Faust'un sözleri gelir akla:
M ü lteci degil miyim ben, evsiz ba rksız?
İ nsanlıktan cı kmış, amacsız ve huzursuz,
Sanki kayadan kayaya düşerken ugu ldayan bir su,
H ı rsla, öfkeyle, uçuruma dogru? 9
Rousseau sürekli yüksek ve en yüksek hedeflere yönelir; ama
bunlara ulaşamayacağını hisseder ve uçurumun ayaklarının altın­
da olduğunu ve kendisini tehdit ettiğini görür.
Bunun karşısına Kant'ın yaşam tarzını koyduğumuzda, kar­
şımıza hemen keskin bir tezat çıkar. Düzen ve yasa, bağlılık ve
tutarlılık, Kant'ın varoluşunun idealleridir. Kant'ın bu tutarlılığı
en küçük ayrıntıya, hatta en önemsiz görünenlere bile nasıl uygu­
ladığı biliniyor. Her şey için teker teker belirli bir " maksim" , bir
düstur ortaya koydu ve ona sıkı sıkıya bağlı kaldı. İlk kez .kant'ın
biyografisini yazanların itinayla, aslına sadık kalarak kaydettikleri
bazı olgular o kadar tuhaf ve yadırgatıcıdır ki, bunların karşısında
gülümsemekten kendimizi alamayız. Yine de bu olgularda Kant'ın
varlığının bütün o derin ciddiyeti dile gelir. Bu ciddiyet Kant'a, ne
kadar önemsiz görünse de yaşamını şekillendiren herhangi bir şeyi
tesadüfe bırakmayı yasaklamıştır. İrade bağımsızlığıyla, kökensel
özerkliğiyle kendini kanıtlamalı ve dümeni tesadüfün elinden al­
malıydı.
Kant'ın düşünür ve yazar olarak kariyeri de bu karakter özel­
liğinin izini taşır. En baştan itibaren kendine bir hedef seçer ve be-
lirli hir yoldan gitmeye karar veri r. Yayımladığı ilk yazıda : " İzle­
yeceğim yolu çoktan çizdim . Yürümeye başlayacağım ve hiçbir �y
beni yolumdan alıkoyamayacak " diye yaza r. 4 Yirmi ya�ındayken
söylediği bu sözlere uygun davran m ıştır. Gerçi düşünceleri olduk­
ça yavaş ol g unlaşm ı ş ve belirleyici dönüşümlerden de yoksun kal­
mamıştır. D üşüncesinin yıllar içinde uğradığı bazı " altü st oluşları "
bize bizzat bildi rmiştir. Ancak tüm bunlar Kant'ın düşüncesinin
yöntemli ilerleyişini durdurmaz ve onun katı yöntemsel karakteri­
ni zayıflatmaz. Çünkü eleştirici Kant'ın, akıl yetisinin içinde bul­
duğu tüm zorluklar, burada ortaya çıkarttığı tüm çatışkılar, her
defasında aklın dokusunun daha derinine nüfuz etmesine ve onun
yapısını, " mimarisini " giderek daha net bir biçimde ortaya koy­
masına yarar. Kam'a göre akıl, içindeki bu yasalılıktan yine ken­
disinden yola çıkarak ve kendisi yoluyla emin olur. Akıl, deneyim
alanındaki her adımında, genel doğa felsefesinde ve özel insan öğ­
retisi olan " felsefi antropoloji "de güvenebileceği kutup yıldızını bu
yasalarda bulur.
O halde, Kant ile Rousseau arasında karakter ve yaşam tarzı
açısından veya düşüncenin türü ve biçimi açısından herhangi bir
doğrudan yakınlık bulamadığımıza göre, ikisini her şeye rağmen
birbirine bağlayan bağın, ne türden bir bağ olduğu sorusu çıkıyor
ortaya. Kant'ın Rousseau'nun üslubunun değerini takdir etmekle
kalmadığını, onun hep yeni baştan Rousseau'ya yönelmesini sağla­
yanın tam da bu üslup olduğunu biliyoruz. Başka türlü olamazdı;
çünkü tam da Rousseau'nun etkisini üzerinde hissettiği dönemde,
Kant henüz " kuru kavram çözümlemesi "ne önem veren saf analiz­
ci değildi.1 1 Kendisi de tıpkı Rousseau gibi bir psikolojik deneme
yazarıydı ve onun kadar üslupçuydu. Bu bakımdan da 18. yüzyı­
lın Alman felsefe literatüründe yeni bir örnek oluşturuyordu. Kant
Güzel ve Yüce Olanın Duygusu Üzerine Gözlemler'de,12 sonraki
hiçbir yapıtında ulaşamadığı bir gözlem keskinliği, akıcı ve açık
bir anlatım sergiler. Bu dönemde Kant, Rousseau'nun yazış tar­
zındaki özgün yönü çok iyi anlamış olmalıdır. Ancak edebiyatçı
4
ICA, Cilt]
1,
[s.] 8. [AA, Cilt ı,
s.
J O]ıo
8
AOUSSEAU. KANT. GOETHE
Rousseau'nun büyüsüne kapılmaya pek hevesl i değ i l d i ; daha ziya­
de buna karşı d i reniyor ve yerine sakin ve soğu kkanlı yargıyı koy­
mak istiyordu. " Rousseau'yu " d i yor " İ fadenin güzelliği dikkatimi
dağıtmaz hale gelinceye kadar okumam gerekiyor, ancak bundan
sonra onu akılla kavrayabiliyorum. " 1
Demek ki, Rousseau'nun yazılarında Kant'ın aradığı şey çekici­
lik veya etkilenme değil, bir meydan okuma ve davet olarak gördü­
ğü entelektüel ve ahlaki bir karardır. Dünyaya ve insana karşı tavrı
bu yazıların etkisi altında değişmeye başlar. İnsanı daha iyi, daha
özgür, daha mutlu kılmak için düşünsel kültürün ve sürekli kül­
türel ilerleyişin yeterli olacağına duyduğu naif güven sarsılır. " İn­
sanın belirlenimi" 1 3 sorusuna felsefi bir çözüm bulunacaksa, kal­
dıracı başka bir yere yerleştirmesi gerektiğini sezmektedir. Kant'ın
Rousseau'nun karakteri ve zihniyeti hakkında vardığı tüm yargılar
bu doğrultuya işaret ediyor: Kant bu zihniyetin paradoksunu hisse­
der; fakat bu ürkütmez onu, daha ziyade çeker, çünkü Rousseau'da
tuhaf ve farklı olma isteğini değil sonuna kadar hakikatli olma is­
teğini hissettiğine inanır. 1 Rousseau'nun tüm paradoksal tezlerinin
4
yapay olduğu, "Olağanüstü yetenekleri ve büyüleyici belagat gücü­
nü" , yalnızca " Cezbedici ve şaşırtıcı yenilikleriyle entelektüel rakip­
lerini geride bırakacak bir eksantriklik yaratmak için" kullandığı
şüphesine teslim olmaz Kant. 6 Rousseau'nun savlarının en derin te­
meline kadar inmek ister ve bu temeli yalnızca belirli bir düşünme
tarzında değil, belli bir "ruh halinde" de bulur; kendisinde benzer
bir teli titreştiren ve cazibesini hissettiği bir haldir bu.
Böylesine farklı ve birbirine zıt iki doğa, hangi bakımdan uyuşa­
bilir, hangi ideallerde birleşebilirdi? Bu soru sorulduğunda Kant'ın,
Rousseau'nun tam da içinde yaşadığı çevre açısından anlaşılmaz
olan özelliklerini kavradığını ve onlara değer verdiğini görerek şa­
şırırız. Rousseau'nun ltiraflar'ını takip edip, bunları mektupların­
dan bildiklerimizle bütünlediğimizde, onun yaşamını mahvetmiş
trajik yanlış anlamanın nedenini kavrarız. Elbette Rousseau'nun
mizacı, aşırı duyarlılığı, kabalığı, marazi güvensizliği bu yanlış an5
6
Fragm., [S.] 6 1 8. [AA, Cilt 20, s. 30]
Bakınız Fragm. S. 624. [AA, Cilt 20, s. 423 vd]
lamaya katkıda bulunmuştur. Ancak tüm bunlar kesinlikle tek n e ­
den değildir. Rousseau'nun en yakın arkadaşlarının anlamadıkları
ve bağışlayamadıkları şey, kendini içine kapattığı yalnızlıktı. Bu
yalnızlık isteğini başlangıçta, fazla uzun sürmeyecek geçici bir duy­
gu kabarmasından ibaret görmüşler, ancak Rousseau bu konuda
ısrarlı bir kararlılık sergileyince, bunu akıl almaz bir dik kafalılık
olarak yorumlamışlardı .
Diderot 1 5 ile aralarının bozulmasına sebep olan da buydu. Di­
derot'nun tüm mektuplarında samimi bir dostluk ve Rousseau'nun
kaderine sahici bir ilgi dile gelir. Ancak Rousseau'nun kişiliğiyle
karşılaşınca, keskin bir psikolog olan Diderot tüm görüş gücünü
kaybeder. Bilindiği gibi Rousseau, Diderot'nun Fils naturel'inde
sadece kötü insanın yaln ız olduğu sözünü okuduğunda, olağanüs­
tü incinmiş ve Diderot'nun bu sözünü asla bağışlamamıştır. 1 6 Bu
sözün Rousseau'yu hedeflemediğine tekrar tekrar teminat veren
Diderot'ya rahatlıkla inanabiliriz. Ancak diğer yandan burada,
zamanla daha net bir biçimde ortaya çıkacak gerçek bir manevi
uyuşmazlık vardır ve sonunda bu uyuşmazlığın aşılamaz olduğu
anlaşılacaktır.
Diderot'nun bütün düşüncesi belirli toplumsal biçimler içinde
hareket eder ve onlara bağlı kalır. Başında bulunduğu Ansiklope­
di, başlıca görevini düşünceyi toplumsal bir düzeye yükseltmek,
düşünceyi tek tek bireylerin değil herkesin meselesi yapmak olarak
görür. Diderot yaptığı her şeyi ancak bu görev bilinciyle dolu oldu­
ğu için, anlağının ve istencinin bütün enerjisini bu görevin hizme­
tine sunduğu için yapabilmiştir. Nasıl ki Diderot Paris toplumu ile
birlikte ve bu toplum için düşündüyse, düşüncesini canlandırmak
ve hareket halinde tutmak için de sürekli bu topluma ihtiyacı var­
dı. Çalışması ancak Paris salonlarının havasında serpilebilirdi. Do­
ğaya duyduğu derin hayranlığa rağmen, bu ölçütten kurtulamadı
ve bugün bize tuhaf gelen bir naiflikle, Rousseau'nun da bu ölçüte
uymasını istedi.
Rousseau'nun "Hermitage "daki 17 yaşamı Diderot'ya hastalıklı
bir coşkunun ifadesi olarak göründü. Bu durum hakkında ironik
ve acı sözlerden başka bir şey söyleyemezdi. Rousseau'ya onunla
1Ü
ROUSSE A U . KAN T . GOE T H E
barışmak ve kuşkusunu gidermek için yazdığı mektuplara bile bu
acılık bulaşmıştı. Bu mektuplardan birine şu alaycı notu da ekler:
"Hoşça kal, yurttaş", diye yazar " bir münzevi nasıl da tuhaf bir
yurttaştır"7 ( C'est pourtant un Citoyen bien singulier qu'un Her­
mite ) . Oysa Rousseau pratikte ve bütün ciddiyetiyle tam da böy­
le bir "citoyen bien singulier" idi. Başlangıçtan itibaren toplumla
paradoksal bir ilişki içindeydi; topluma hizmet edebilmesi ve ona
verebileceğini vermesi için toplumdan uzak durması gerekiyordu.
İnzivaya çekilerek, yurttaşın görevlerini düşünüyordu ve ancak
böylece Toplum Sözleşmesi'nin yazarı olabilmişti. E mile 'de de bu
özelliğe bağlı kaldı: E mile'in toplumun dışında eğitilmesini talep
ediyordu, çünkü o ancak böylelikle yegane sahici anlamıyla toplum
için eğitilebilirdi.
Emile'i okumanın dolaysız etkisine kendini bırakan Kant, tüm
bunların farkındaydı; böylelikle Rousseau'nun özüne, Rousseau'nun
aralarında yaşadığı insanların ve en yakın arkadaşlarının yapabil­
diklerinden daha derin bir bakışla bakabildi. Çünkü bu noktada
onu engelleyecek hiçbir önyargısı yoktu. Toplumsal yaşamın değe­
rini görmezden gelmediği gibi, abartmıyordu da. Kant kesinlikle
asosyal yaratılışta biri değildi; toplumsal ilişkiyi arıyor, buna de­
ğer veriyor ve bu ilişkiyi bir tin ve ahlak okulu olarak görüyordu.
Özellikle gençliğinde serbestçe, toplumsal ilişkilerin çekiciliğine
kapılmıştı: "Magister" Kant, Königsberg çevrelerinde, tüccarlar ve
yüksek rütbeli subaylar, burjuvalar ve soylular arasında aranan bir
arkadaştı; ince sohbetleriyle ve kibar tavırlarıyla övülüyordu. Kant
bu gibi meziyetlere sahip olsa da, önem verip bunları geliştirse de,
bu meziyetler onun gözünü hiçbir zaman kamaştırmadı. Bunları
yaşamın bir süsü ve ziyneti olarak görüyordu; fakat onları yaşamın
asıl değerini oluşturabilen ve belirleyebilen şeyler olarak görmüyor­
du. Kant'a göre "ahlak" (Sitte) ile "ahlaklılığın" (Sittlichkeit) ge­
reklilikleri tam bir keskinlikle ayrılıyordu. En parlak zihinlerin bu
sınırı unutmuş gibi göründükleri bir yüzyılda, ayrım çizgisini tam
ve radikal bir keskinlikle çektiği için Rousseau'yu takdir ediyordu.
7
Didcrot'nun 10 Man 1 757 tarihli mektubu, [Rousseau:] Correspondance gı!ntiralı, ed.
Dufour, Paris 1924 vd., Cilt IIJ, No. 342, s. 20 18
Kant, Rousseau'nun asıl başarımının bu olduğunu dü�ünür.
Rousseau'nun doğa durumunu coşkuyla överken, insanı kültüre
yabancılaştırmak, onu yeniden yabanıllığa geri götürmek isteme­
diğini bilir. Voltaire'in çok kaba ve iğneleyici bir ifadeyle dile ge­
tirdiği 1 9 bu türden bir kuşkuya karşı Rousseau'yu açıkça savunur.
Kant, "Antropoloji " derslerinde şöyle der: " Rousseau'nun doğa
durumunun dışına çıkmayı göze almış insan soyu hakkında yap­
tığı, hastalık hastası tarzındaki betimlemeyi, yeniden bu duruma,
ormanlara geri dönmeyi tavsiye etmesini, onun gerçek görüşü ola­
rak kabul edemeyiz. Onun yazıları . aslında insanın yeniden doğa
durumuna dönmesini değil, şimdi bulunduğu durumdan oraya
geri bakmasını ister" 8 •
Kant'ın bu sözlerinden, Rousseau'nun "doğa durumu" öğretisi­
ni hangi anlamda ele aldığı ve hangi doğrultuda geliştirdiği tam bir
açıklıkla anlaşılıyor. Kant bu öğretiye -kendisinin daha sonraki öğ­
retisinin diliyle ifade edilecek olursa- kurucu değil, düzenleyici bir
ilke gözüyle baktı. Rousseau'nun teorisini bir varlık teorisi değil
bir gereklilik teorisi, olmuş olanın bir betimlenişi değil istenilenin
bir ifadesi, geriye dönük bir ağıt değil, geleceğe dönük bir kehanet
olarak gördü. Görünüşteki geri bakış, Kant'a göre insanları gele­
cek için donanımlı ve bu geleceğe yürümek için elverişli kılacaktı.
İnsanı kültürü geliştirme çabasından yabancılaştırmayacaktı; ama
övülen kültür varlıklarında ne çok sahtelik ve yanıltıcı parıltı oldu­
ğunu gösterecekti. Bu fark Kant için de kuşku götürmez biçimde
sabitti ve Kant'a göre insan varoluşunun ve yaşamının tüm sahici
değer düzeni bu farka dayanıyordu. Kant'a göre sadece toplum­
sal olan "erdemler"in tümü, ne kadar pırıltılı görünseler de asla
"erdem "in asıl anlamını tam olarak oluşturamazlar. Kant Ant­
ropoloji'sinde "İnsanın tüm toplumsal erdemleri bozuk paradan
ibarettir" diye ilan eder; olsa olsa bir çocuk onları gerçek altın
zanneder. " 9
Kant'a göre bütün kültür varlıklarının bir fiyatı vardır; ancak bu
fiyat onlara gerçek bir değerlilik sağlamaya yetmez. Çünkü Kant'ın
. .
8
9
A nthropol. § 1 07, (Ca, Cilt] VIII, (s.] 221 (doğrusu: 200 vd .] (AA, Cilt 7. s. 326 vd.]20
A nthropologie S 1 4, (CA, Cilt] Vlll, (S.] 38. [AA, Cilr 7, s. 1 52]
12
ROUSSt:.AU. KANl , Gül"- T Hf
bu i k i tanı nı arasında k e s k i n bir ayrım çizgisi çeker. " A maçlar
alanında " -diye a ç ı k lıy o r Ahlak Metafiziğinin Temellendirilişi- her
şeyin ya bir fiyatı ya da bir değerliliği vard ı r. Bir fi yatı olanın yerine
eşdeğerde başka bir şey konulabilir; buna karşılık bütün fiyatların
üstünde olan, böylelikle hiçbir eşdeğere izin vermeyenin, sadece
göreli bir değeri, yani bir fiyatı değil, bir iç değeri, değerliliği vardır.
Bu noktada ahlaklılık, akıllı bir varlığın kendinde amaç olabilme­
sinin yegane koşuludur; çünkü amaçlar d ünyasının kural koyucu
bir üyesi olmak, ancak bu koşul sayesinde mümkündür. Yani aynı
şeye muktedir olmaları bakımından sadece ahlaklılık ve insanlık
değerliliğe sahiptir. " 1 0
Burada şimdilik bu cümlelerin Kant'ın özgürlük öğretisi ve
sisteminin kuruluşu açısından taşıdıkları önemi araştırmıyoruz.
Sadece Kant için, bu temel görüşün ışığında, Rousseau'nun imge­
sinin nasıl şekillenmiş olması gerektiğini soruyoruz. Burada çağ­
daşlarının çoğunun yargısına aykırı bir karakteristik farkı hemen
saptayabiliriz. Belki de Kant, Rousseau'nun varlığında, onun en
yakın arkadaşlarının bile göremediği o özelliğin hakkını veren ilk
kişiydi. Rousseau insanları hiçbir zaman kendini onlardan uzak­
laştırır ve onlardan kaçar göründüğü zamanlardakinden daha ha­
raretle sevmediğini sık sık belirtmiştir. 2 Rousseau sevebileceği in­
1
sanı, insanlarla ilişkilerinde ve toplumsal uzlaşımın baskısı altında
bulamamıştır. " Ben asla burjuva toplumu için yaratılmamıştım"
diye yazar, yaşamının sonuna doğru Yalnız Gezerin Hayalleri nde;
"Her şeyin yalnızca baskı ve can sıkıcı yükümlülük olduğu yerde.
Benim bağımsız tabiatım, insanlarla birlikte yaşamak isteyen her
bireyin göze alması gereken şeylere boyun eğmememi imkansız kıl­
dı. Serbest davranabildiğim anda iyiyim ve yalnızca iyiyi yapıyo­
rum; ancak insanların boyunduruğunu hissettiğim anda bir asi ve
dik kafalı oluyorum: O zaman da hiçbir şeyim. " 1 1
Kant, bağımsızlığını her koşulda koruma arzusundan kaynakla­
nan bu türden bir "mizantropi" biçimini23 anlıyordu ve onaylıyor­
du. Buna karşılık düşen mizaca ilişkin olarak Beobachtungen über
eti ğ i
'
10 [CA, Cilı]IV, [s.] 293. [AA, Cilt 4, s. 434 vd]
11 Reveries [.Gezinti] VJ, s. 280 . [ROC, Cilt 1, s. 1 059] 22
das Gefühl des Schönen und Erhabenen'ine ! Güzel ve Y üce Olanın
Duygusu Üzerine Gözlemleri eklediği "melankolik mizaç"ın anlatı­
mında son derece çekici ve karakteristik bir betimleme vermiştir. Bu
" melankolik" tasvirinin başlıca özelliklerine Rousseau'nun katkısı
olduğuna hiç kuşku yoktur. "Melankolik ruh halindeki bir insan,
başkalarının ne yargıda bulunduklarını, neyi iyi veya doğru bul­
duklarını pek dert edinmez, bu yüzden sadece kendi görüşüne da­
yanır. Onu teşvik eden güçle r ilke yapısına büründükleri için, fikrini
değiştirmek kolay değildir; direngenliği zaman zaman inatçılığa da
dönüşür. Modaların değişmesini kayıtsızlıkla, pırıltılarını hor gö­
rüyle seyreder. . . İnsan doğasının değer liliğine dair yüksek bir duy­
gusu vardır. Kendisine değer verir ve insanı saygı gösterilmeyi hak
eden bir yaratık olarak kabul eder. Rezilce kulluğa tahammül etmez
ve özgürlüğün soylu havasını teneffüs eder. Saraylarda taşınan, al­
tın kaplamalı zincirlerden tutun da kürek mahkumlarının taşıdığı
ağır demirden olanlara kadar her tür zincirden nefret eder. Kendi
kendisinin ve başkalarının amansız bir yargıcıdır ve hem kendisin­
den hem de dünyadan bıkması ender bir durum değildir. " 12
Tüm bunlar Kant'ın bireysel yaklaşımı açısından karakteris­
tik olmakla kalmaz ve salt biyografik bir ilgiden fazlasını sunar.
Kant bize düşünce tarihi açısından önemli bir işaret vermektedir,
çünkü bu işaret bize Rousseau'nun uğraşına ve modern tin tarihi
üzerindeki etkisine dair geleneksel görüşlerde haksız yere ihmal
edilen bir yönü göstermektedir. Bu geleneksel görüş tarihsel ola­
rak "deha dönemi " ve romantizm tarafından biçimlendirilmiştir.
Almanya'daki "Sturm und Drang" 24 kuşağı, Rousseau'yu ataları
ve koruyucu efendileri olarak görmüşlerdi. Rousseau'yu yeni bir
doğa incilinin tebliğcisi; duygunun ve tutkunun şiddetini yeniden
keşfeden, onları her türlü tahakkümden, hem geleneğin hem de
"aklın " tahakkümünden özgürleştiren bir düşünür olarak kabul
ediyorlardı. Modern eleştiri de bu kavrayışı sıklıkla benimsemiştir
ve uçarı ve hayalperest Rousseau'ya yönelttiği bütün suçlamaları
bu kavrayışa dayandırmıştır.
12 [CA, Cilt]II, [s.) 2 6 1 . [AA, Cilt 2,
s.
22 1 ]
14
AOUSSE A U . K A N T . GOf 1 Hl
Ne var k i on sek izinci yüzy ı l ı n altmı�lı y ı l l a rında -Rousse­
au'nun K a nt üzerindeki etk isi a çı s ında n bel i rleyici olan dönemde­
Rousseau'nun öğretisine başk a b i r açıdan ba k ı l d ı . Bu dönemde
Rousseau ilk planda duygulara haklarını iade eden biri, duya r l ı ­
"
lık " ın ıs bir havarisi değil, Kant'ın tanımlayışıyla " insanlığa haklarını iade eden biri "ydi. Yalnızca Kant değil, Lessing de2 6 bu yargıya
varmıştı. Çağın en temkinli ve en erkek tini olan Lessing, duygu­
ların sarhoşluğuna kapılmaya ve herhangi bir biçimiyle "duyar­
lılık "ı savunmaya eğilimli değildir elbette. Rousseau'nun birinci
Discours'una yazdığı tanıtımda, konuşmanın " yüce görüşleri " ni
ve bu konuşmanın sunuluşundaki " erkekçe dürüstlüğü" övüyor­
du. Ve -çıkarımlarında fazla ileri gitse de- " Onaylanmış tüm ön­
yargılara karşı erdemi savunmaya cesaret eden bir adama karşı "
gizliden gizliye saygı duyulması gerektiğini bildiriyordu. 1 3
Kant da tam olarak böyle hissediyor ve düşünüyordu. O da
Novelle Heloise'a kayıtsız kalmamıştı. Herder bize altmışlı yılla­
rın Kant'ı hakkında şunları söylüyor: "Tam da Leibniz'i, Wolf'u,
Baumgarten'i, Crusius'u, Hume'u sınadığı [ . . . ] aynı zihinle
Rousseau'nun o sıralar yayımlanan kitaplarını, E mile ve Heloise'ı
ele aldı . . . takdir etti ve hep doğaya dair yapmacıksız bir kavrayışa,
insanın ahlaki değerine geri döndü. " 1 4 Ne var ki Kant, Novelle
Heloise'ı elbette çağdaşlarının ve sonra gelenlerin çoğunun okudu­
ğundan farklı bir gözle okumuştu. Kant'a göre kitabın bütününün
ağırlık noktası romantik aşk öyküsünde değil, yapıtın ikinci, ·�ah­
laki" bölümündeydi. 28 Kant kitabın bu bölümünü Rousseau'nun
yapıtını bozan ve sanatsal etkisini zayıflatan yüzeysel bir ek ola­
rak görmedi. Dolayısıyla, Nouvelle Heloise'ı salt duygusal bir ro­
man ve tutkunun taçlandırılması olarak göremezdi. lrving Babbitt
Rousseau and Romanticism adlı kitabında " Rousseau'nun doğa
durumu" diyor, "Yalnızca kendi dizginsiz mizacının ve egemen ar­
zularının boşluğa yansıtılmasıdır. Rousseau'nun programı pratikte
13 Lessing'in, Rousseau'nun birinci "Discours" una ilişkin tanıtımı (Nisan 1 75 1 ), b[akınız]
Lessing'in yapıtları, Haz. Lachmann-Muncker, [Cilt] N, [s.] 387 vd.27
14 Herdcr, Briefe zur Beförderung der Humanitiit, Mektup 79, Werke (Spuhan) [Cilt]
'
XVII, {s.J 404.
bel irsiz ihtiraslara karşı h o şgö r ü göstermeye, d u yg u l a­
rın, suç ortağı olan hayal gücüyle birl ikte amaçsızca ve son uç'>uzca
savruluşuna varır. " 1 1
Rousseau'n u n " p r ogramı" gerçekten bu olsaydı, Kant hayatı­
nın ve düşüncesinin hiçbir döneminde bunun çekimine kapıldığı n ı
hissetmiş olmazdı; infial içinde bu programa sırtını çevirmiş olur­
du. Ne var ki Kant, Rousseau'nun yapıtının genel karakterini göz
önünde bulundurarak, Nouvelle Heloise'da bile bambaşka bir şey
buluyordu. Julie'nin mektubunda şöyle denilmektedir: "Tabiatım
gereği iyi olduğumu hissettim ve kendimi eğilimlerime bıraktım.
[ . . . ] Mutlu bir doğal dürtü beni iyiye götürdü, şiddetli bir tutku
beni uyandırdı; bu tutkunun kökleri de aynı dürtüdeydi; ne yapa­
yım, onu yok mu edeyim? Dünyanın düzenini incelerken erdemin
güzelliğini öğreniyorum [ . . . ] Peki, tüm bunlarda benim öz çıkarıma aykırı olan nedir [ . . . ] ? [ . . . ] Kısacası, güzel olanın özü ve
ona duyulan sevgi doğa tarafından kalbimin derinine işlendiğine
göre, bu ilkeye bozulmadığı sürece uyacağım. Ancak, görünürdeki
varlıklar arasında kıyaslanabilecek bir örneği bulunmayan bu içsel
sureti sürekli saflığı içinde koruduğumdan nasıl emin olabilirim ?
D izginsiz eğilimlerin irade gibi muhakemeyi de mahvettiğini her­
kes bilmez mi [ . . . ] ? Çünkü kalp bizi bin türlü yoldan aldatır ve
yalnızc a kuşku götürür bir ilkeye göre hareket eder her zaman;
oysa aklın iyiden başka bir hedefi yoktur; a klın kuralları kesindir,
yaşamı sürdürürken izlenmeleri kolaydır ve akıl yalnızca kendisine
göre olmayan, yararsız düşüncelere kapıldığında yanılır " . 1 6
Kant, birçok modern eleştirmenin aksine " kalbin her şeye ka­
dir oluşu" 3 1 öğretisini sınırlandıran ve bununla mücadele eden
bu gibi sözlerde Rousseau'nun öğretisinin safsatayla perdelenişi­
ni görmüyordu. Rousseau'nun felsefesinin asıl ve özsel anlamının
bu sözlerde bulduğuna inanıyordu. Böylece Rousseau sayesinde,
1 8 . yüzyılın etiğini belirlemiş olan "güzel ruh " idealine32 duydu­
ğu güvensizliğin pekiştiğini hissediyordu. Bu ideali reddetmiyordu,
s o n s u z ve
15 Babbitt, Rousseau und Romanticism, Bosıon ve New York, 1 9 1 9, s. 7929
16 Nouve/le Heloise, 3• partie, Letıre XVIII ve XX, ed. Momet (Bölüm) Ill , [s.] 66 vd.
(doğrusu: 66 vd.], 8 5 . (ROC, Cilt 2, s. 357 vd., 370) 10
16
ROUSSEAU. K AN T .
<.lOE l Hf:
ancak bu idealden etiğin bilimsel ve felsefi teıncllenJirilişi için b i r
ilkenin çıkartılamayacağını belirtiyord u . Bu i lkeyi duygunun g ü ­
zell iğinde değil, iradenin yüce l iğinde arıyord u . " A h l a k i öze l l i k ler
içinde bir tek hakiki erdem yücedi r. Bununla birli kte sev i m l i ve
güz el olan ve erdemle uyum sağladıklarında erde m l i bir m izaca a i t
sayılmasalar da s o y l u o l a r a k görülebilecek iyi a h laksal n i telikler
vardır. Sadece sıcak bir merhamet duygusundan k ay n a k l a n a b i l e ­
cek bir yumuşak huyluluk güzel ve sevimlidir; çünkü başka insan­
ların kaderleriyle iyi niyetle ilgilenildiğini gösterir . . . Ancak bu iyi
huylu tutku yine de zayıf ve her zaman kördür. . . Buna karşılık . . .
genel iyi niyetlilik sizin için, eylemlerinizi her zaman tabi kıldığı­
nız bir ilke haline gelmişse, muhtaç durumda olana duyulan sevgi
yine var olmayı sürdürür, yalnızca bu sevgi artık daha üst bir bakış
açısından bakıldığında, gerçek bir görev ilişkisine dönüşmüştür . . .
Bu duygu kendisine ait olan genelliğe yükseldiği anda yücedir, ama
aynı zamanda daha soğuktur. Çünkü göğsümüzün her insan için
sevecenlik dolu bir ilgiyle kabarması ve başkalarının her sıkıntısı
karşısında üzüntü içinde yüzmesi mümkün değildir; aksi halde er­
demli kişi durmaksızın merhamet gözyaşları içinde eriyip bitecek,
yine de tüm bu iyi yürekliliğine rağmen, yumuşak huylu bir aylak­
tan başka bir şey olmayacaktır. " 1 7
Bunlar 1 764 yılında Güzel ve Yüce Olanın Duygusu Üzerine
Gözlem ler 'de yazılmıştır - ama şimdiden, Kant'ın daha sonraki eti­
ğinin karakteristik temel ruh halini içerir. Kant'ın bu temel ruh !ı ali
ve temel kanaatiyle Rousseau'ya takılıp kalamayacağı, ondaki bir­
çok şeyi tuhaf ve fantastik olarak algılaması gerektiği bellidir. Çün­
kü şahsen Rousseau bile, ahlaki ideallerini ne kadar yüksek tutsa
da, bir başka duyumsama tarzına geri düşmeyeceğinden hiçbir za­
man emin değildi. İtiraflar'ında, Mme. D'Houdetot'a olan aşkın­
da, bir filozoftan, toplum eleştirmeninden, özgürlük havarisinden,
tekrar yeni baştan bir " sefih çoban" a nasıl dönüştüğünü bizzat
anlatmıştır. " İşte ciddi Cenevre vatandaşı" diye haykırır acıyla;
"Katı Jean Jacques, yaklaşık kırkbeş yıl sonra ansızın bir kez daha
17 [CA, Cilt! Il, [s.J 255 vd. [AA, Cilt 2,
s.
215 vd. J
hayaller kuran bir çobana dönüştü . " 1 � Ancak bu tür "a�ırılıklar " ,
genellikle ç o k katı olan Kant'ı, Rousseau'nun yazılarına duyduğu
hayranlık ve kişiliğine duyduğu saygı konusunda yanılgıya sürük­
lemiyordu. Rousseau'yu salt bir hayalperest olduğu suçlamasına
karşı, açıkça korumaya alır. "Aristides'i tefecilerin, Epiktetos'u
saraylıların ve Johann Jacob Rousseau'yu Sorbonne'un doktorla­
rının arasına koyuyo rum. Alaycı bir kahkaha duyar gibi oluyorum
ve sanki yüz ses birden şöyle bağı rı yor : "Şu hayalperestler! " İyi ah­
laki duygulardaki hayalperestliğin bu çift anlaml ı görünümü, as­
lında coşkudur ve bu coşku olmadan dünyada önemli hiçbir iş ba­
şarılmış değildir. " 1 9 Böylece Kant, Rousseau örneğinde Platon'un
8Ela µ.av(a34 sözünün haklılığını göstermiş olur.
Kant'ı, Rousseau'daki her türlü paradoksla ve coşkululukla hep
yeniden barıştıran, burada karşısına çıkan düşüncenin ve duygu­
nun korkusuzluğ u , kendi başına buyrukluğu, "koşulsuz olan" is­
tenciydi. Kant'ın kendisi de, mevcut güçlere herhangi bir şekilde
isyan etmek ona çok uzak olsa da, güçlü bir bağımsızlık duygusu­
na sahipti. Onun yaşam tarzında gözümüze çarpan ve bize zaman
zaman tuhaf ya da kaçıkça görünebilen her şey, varlığının bu temel
özelliğiyle, yani yaşamın her konumunda ve her koşulda mane­
vi ve maddi bağımsızlığı koruma arzusuyla açıklanır. Kant'ın etik
teorisi de bağımsızlığı en üst ahlaki değerler arasında sayar. "Dal­
kavuklukta son derece tehlikeli bir yan yoktur sadece ", der Güzel
ve Yüce Olanın Duygusu Üzerine G özlemler'de "Aynı zamanda
onun haksızlığını gösteren belirli bir çirkinlik ve çelişki de vardır.
Bir hayvan, kendi kendinin bilincinde olmadığı için henüz tam bir
varlık değildir . . . Kendi varoluşu hakkında hiçbir şey bilmez. An­
cak, insanın bir ruha gereksinim duymaması, bir istenci olmaması
gerektiğini; adeta kollarının ve bacaklarının bir başka ruh tarafın­
dan kullanıldığını düşünmek saçma ve yanlıştır. Böyle bir insan,
bir başkasının adeta aracı derekesindedir . . . Başkasına tabi olan
insan, insan değildir artık, bu mertebesini yitirmiştir, bir başkası-
18 Confess., L[ivrej ıx, s. 332. [ROC, Cilt ı, s. 4271,.
1 9 [CA, Cilt! il, [s.J 3 ı 1 [Alındığı yer: Versuche über die Kranheiten des Kopfes ( 1 764);
AA, Cilt 2, s. 2671
1R
ROUSS E A U . KANl . llOE: T Hf
n ın m ü l künden başka b i r şey deği l d i r. " 2 ° K a n t, Roussca u 'ya bu ka­
naatle yaklaşmıştır ve bu bakımdan onu fel sefi b i r k u rtarıcı o l a ra k
selamlaya bilmiştir.
il.
Rousseau ve Felsefi Antropoloji
Kant, Rousseau'nun öğretisini doğrudan doğruya Newton'un
yapıtının yanına yerleştirerek, ona en bü y ü k övgüy ü s u n muştur:
"Newton düzeni ve düzenliliği büyük bir basitlikle birleştiren ilk
kişiydi, ondan önce düzensizlik ve birbiriyle bağlantısız bir çeşit­
lilikle karşı karşıyaydık. Newton'dan bu yana kuyruklu yıldızlar
geometrik yörüngelerde yürüyorlar. Rousseau insan doğasının
girdiği çeşitli biçimlerin altında, insanın derinde saklı olan özünü
ve kaderi gerekçelendiren gizli yasayı gözlemleriyle keşfetmiştir.
Ondan önce Alphonsus ve Manes'in ileri sürdüğü itiraz geçerliydi
hala. Newton ve Rousseau'dan sonra Tanrı gerekçelendirilmiştir
ve bundan böyle Pope'un öğretisinin temel ilkesi doğrudur. " 2 1
İlk bakışta Kant'ın yapmak istediği karşılaştırma çok tuhaf gö­
rünebilir. Karşılaştırmanın üçüncü terimi nedir? Rousseau hiçbir
zaman insanın varoluşunu ve yaşamını tam manasıyla bilinebilen
ve ifade edilebilen genel yasalara dayandırma iddiasında olan bir
ampirik araştırmacı sıfatıyla ortaya çıkmamıştır. On sekizinci yüz­
yıl akıl ve bilime inanıyordu ve her ikisini de " insanların en üstün
gücü" 35 olarak görüyordu. İnsanı manevi olarak da değiştirmek ve
yeni, mutlu bir insanlığa kavuşmak için insanın anlama yetisinin
tam olarak gelişmesinin, bütün zihinsel güçlerinin eğitilmesinin ye­
teceğine inanılıyordu. Ancak Rousseau bu inançtan uzaklaşmıştı;
bu inanca karşı ilk Discours 'undaki o öfkeli suçlama konuşmasını
yapmıştı. Asıl yeteneği kesin ayırımlar yapmak ve sınırları belirle­
mek olan Kant, Newton'un ve Rousseau'nunkiler gibi birbirinden
bu kadar ayrı iki başarımı nasıl olmuş da birbirleriyle kıyaslayabil­
miş ve Rousseau'nun doğa durumu kavramını bilimsel bir " keşif"
mertebesine nasıl yükseltebilmişti?
20 Fragmente [Cilt] VIIl, [s.] 635 vd. (AA, Cilt 20, s. 93 vd.J
2 1 Fragmente (Cilt] VIII, (s.] 630. [AA, Cilt 20, s. 58 vd.]
Rousseau'nun D iscours sur l 'inegalite'n i n 1� nasıl ortaya çıktığı
hakkındaki anlatımı bile, bize onun başka bir şeyi hedeflediği n i
ve aradığını kanıtlar. Rousseau burada çizdiği ilksel insanlık res­
mini soyut kavramsal analizle bulmuş değildir, aksine bu resim
zihninde adeta bir rüya görüntüsü gibi canlanmıştır. Rousseau,
Saint-Germain civarındaki ormanlarda yaptığı uzun yürüyüşlerde,
yapıtının ilk tasarısına nasıl vardığını şöyle anlatır: " Ormanların
derinliklerinde, tarihini cesaretle çıkardığım kadim zamanların gö­
rüntüsünü arayıp buldum; içimde insanların bütün küçük yalanla­
rını boğdum; insan doğasının örtüsünü kaldırmaya ve onu çıplak
görmeye, bu doğayı çarpıtmış çağların ve olayların nasıl geçtiğini
i z lemeye ve geleneğin insanını doğanın insanıyla karşılaştırarak,
bizim sözümona mükemmelliğimizin, sefaletimizin gerçek kaynağı
olduğunu göstermeye cesaret ettim. " 22
Peki her türlü hayalcilikten bu kadar nefret eden, deneyimin
üstüne çıkmaya ve ilkesel olarak deneyimin ötesine geçmeye ça­
lıştıklarında, " düşünce dünyalarının havai mimarları 38 diyerek
kendi çağının metafizikçileriyle bile alay eden Kant, Rousseau'nun
bütün bu anlattıklarında neden bir hayaller silsilesinden fazlasını
görmüştü ? Rousseau'nun "homme de la nature" [doğanın insanı]
ile "homme de l'homme " [geleneğin insanı] arasında yaptığı ay­
rımdan ne gibi bir sonuç çıkarabilmişti? Bu ayrımı insanlığın yü­
rüdüğü yolun tarihsel bir betimlenişi ve gelişim tarihine ilişkin bir
tez olarak görmüş değildi. Bu ayrımda daha ziyade etik ve sosyal
eleştiriye bir katkı, sahici ve sahte değerlerin birbirinden ayrılması­
nı görmüştü 39 ve bu ayrıma hoş geldin demişti.
Kant'ın Rousseau'da övdüğü yön buydu, insanın maskesi ile
gerçek yüzü arasında başkalarının yaptığından daha net bir ayrım
yapmış olmasıydı. Kant'a göre insanın değerine hiçbir şey ekleye­
meyen, aksine onu sürekli sönükleştiren ve sorunsallaştıran sayısız
kültür "varlığı " bulunmaktadır. İnsanın çağların akışı içinde ken­
dine kattığı ve öğretme ve gelenek yoluyla kendi içinde yeşerttiği,
kendi "gerçek " doğasına, asıl ve başlangıçtaki belirlenimine aykırı
"
22
Confess. [Kitap]
VIII, s. 269.
[ROC, Cilt ı, s. 388] ,,
20
AOUSS E A U .
K A N T . GOE T H f
olan sayısız şey vardı. Bu yüzden Kant " homme naturcl " kavramı­
nı asla saf fiziksel ya da tarihsel anlamıyla d e ğ i l etik ve teleolojik
anlamıyla a l maktadır. Kant'a göre, insan d oğasın da gerçekt e n ka­
l ıcı olan, bir zam an l ar içind e b u l u n duğu ve sonradan uzaklaştığı
bir durum d eğ i l d i r ; a k s i n e i nsa n doğa sının k a l ıcı yönü insanın ne
için ve niye olduğudur. K a l ı c ı l ı k i nsan ı n olduğu değ i l olması ge­
,
rektiği şeye dairdir. Kant'ın övdüğü şey, etikçi Rousseau'nun her
türlü çarpıtmanın ve örtünün ardında, insanın kendine biçtiği ve
tarihinin akışı boyunca giydiği bütün maskelerin ardında, yeniden
"gerçek insanı" görmüş, yani onun asıl ve değiştirilemez görevini
anlamış ve ona itibarını iade etmiş oluşuydu. Kant, Rousseau'nun
tuttuğu bu yolda yürümek ve bu yolun sonuna kadar gitmek istedi.
Kant'ın aitmışlı yıllarda akademik eğitiminin odak noktasına
koymak istediği görevin bu görev olduğunu biliyoruz. 1 765-1 766
yılındaki derslerinin düzenlenişine ilişkin raporunda " Erdem öğre­
tisinde neyin olması gerektiğini göstermeden önce, hep neyin olup
bittiğini tarihsel ve felsefi olarak incelediğimden" der Kant, " İnsa­
nı, yalnızca tesadüfi durumunun ona verdiği değişken şekille çar­
pıtılmış ve bu haliyle filozoflar tarafından bile hemen her zaman
gözden kaçırılmış olan insanı değil, insan doğasında kalıcı olan
şeyi ve onun yaratılıştaki özgün yerini incelerken kullanılması ge­
reken yöntemi netleştirmek istiyorum." 23 Kam'a göre kuramlarını
deneyimden çıkarmak ve insan bilgisini insanın şimdiye kadarki
gelişimi üzerinde temellendirmek isteyen ampirik düşünürler bu
görevi ıskalamışlardı. Onlar özsel ve kalıcı olanı değil yalnızca de­
ğişken ve tesadüfi olanı görmüşlerdi. Kam'a göre bu " özsel olan"
insanın fiziksel doğasında değil, etik doğasındaydı ve bu konuda
bakışını keskinleştirmesini sağlayan kişi de Rousseau olmuştu. Bu
yüzden de Kant, Rousseau'nun bakış tarzını, insanlığın düşünme­
sinde yeni bir dönem olarak, tamamen eskilerin bilgisinin dışında
kalan "zamanımızın güzel bir keşfi" olarak selamlar. 24
Elbette Kant gibi bir düşünürün elinde, görevini yerine getir­
mesi için Rousseau'nunkinden tamamen farklı kavramsal araçlar
23 [CA, Cilt] II, [s.] 326. [AA, Cilt 2,s. 3 1 1 ]
24 lbid...
hulun uyordu. Newton'un bir öğrencisi olarak Kam, metafiziği
deneyim üzerinde temel lendirmeyi değilse de olanaklı deneyim
alanıyla sınırlandırmak istiyordu; metafiziğin her noktada göz­
lemlenen fenomenlere dayanmasını ve bu fenomenlerin kesin bir
analizini yapmasını istiyordu. Kant 1 763 yılında "Untersuchung
über die Deutlichkeit der Grundsiitze der natürlichen Theologie
und der Moral" [ " Doğal Teoloj inin ve Ahlakın Temel ilkelerinin
Açıklığı Ü zerine " ] adlı incelemesinde " Metafizikte sentetik olarak
işlem yapabilecek durumda değiliz henüz" diye açıklar; "Analiz
açık ve ayrıntılı olarak anlaşılmış kavramlara ulaşmamıza yar­
dımcı olduktan sonra ve ancak bundan sonra sentez, matematikte
olduğu gibi bileştirilmiş bilgileri en basit bilgilerin altına yerleşti­
rebilecektir. " 25
Kant bu yöntemsel kanaatten yola çıktığı için, sözde "doğa du­
rumu "nu kesin bir olgu olarak ele aldığı, çıkarımlara vardığı her
yerde Rousseau'yu izlemeyi reddetmek zorundadır. Metafizik dü­
şünülerek bulunmuş ya da varsayımsal olarak tasarlanmış olgulara
dayanmamalı, verili olanla, ampirik olarak saptanmış bulunanla
başlamalıdır. Bu anlamda ise bize verili olan Rousseau'nun orman­
larda yalnız başına dolaşan yabanıl insanı değil, kültür insanıdır
sadece. Demek ki Kant, her ne kadar Rousseau'nun ortaya koy­
duğu problemin değerini yanlış değerlendirmiyorsa da, inceleme
yöntemini tersine çevirmek zorundadır. "Rousseau" - diye açıklar
Kant - "sentetik bir yöntem izliyor ve doğal insandan yola çıkıyor,
bense analitik bir yöntem izliyor ve manevi insandan yola çıkıyo­
rum. "26 İnsan kavramında maneviyatın ikincil ya da tesadüfi bir
vasfı oluşturmadığı, aksine insanın asıl özünü, özgür karakterini
tanımladığı için bu başlangıç zorunludur. Hayvanlığı incelemek
isteyenin yabanıl durumu çıkış noktası alması gerekir; insanı ta­
nımak isteyenin ise, onu yaratıcı gücü ve yaratıcı başarımı içinde,
yani kültürü içinde incelemesi gerekir.27
25 (CA, Cilt] ll, (s.] ı 9 1 . (AA, Cilt 2, s. 290]
26 Fragnı., (Cilt] VIII, (s.] 6 1 3. (AA, Cilt 20, s. 14]
27 Ref/exionen Kants zur kritischen Philosophie. (Haz.) Benno Erdmann, Lpz. 1 882, No.
648; (Cilt] 1 (s.J 205. (AA, Cilt 1 5, s. 555).,
22
ROU S S � A U . KAN T .
GO� THF
Ancak bu a n la md a , tıpkı Kant'ın bi lgi teorisinde matematik
"olgusu "nu ve matemati ksel d oğa b i l i m i n i ç ı k ı ş n o ktas ı a l m ı ş o l ­
m a s ı gi bi erikçinin de " k ü ltür o l g u s u " n u k a b u l etmek ve temele
koymak zorunda olması, kendine bu olgunun eleştirisini yasa kla­
dığı anlamına gelmez. Burada da tesadüfi olanı zorunlu olandan
ayırmak ister ve ayırması gerekir -ve Kant bu ayrımı felsefenin en
önemli görevi olarak görür. " İnsanın gerçekten gereksindiği her­
hangi bir bilim varsa " der Kant, eleştirel düşünürün büyük özgü­
veniyle; " Bu, benim öğrettiğim, insana yaratılışta bahşedilen yeri
nasıl doldurabileceğini ve insan olmak için ne olmak gerektiğini
öğreten bilimdir. Diyelim ki insan, içeride ve dışarıda, onu kendi­
sine özgü yerinden hiç fark ettirmeden uzaklaştıran ayartıcı tuzak­
ları öğrendi. bu yol gösterme onu yine insan seviyesine geri dön­
dürecektir ve bundan sonra kendini ne kadar küçük ya da yetersiz
bulsa da, yine de vardığı nokta itibariyle oldukça iyi sayılır; çünkü
tam da olması gereken şey olmuştur. " 28
Kant' a göre insana "gösterilen nokta " yalnızca doğanın içinde
değildir. Çünkü insanın kendini doğanın üstüne, salt bitkisel ya da
hayvansal yaşam olan her şeyin üstüne yükseltmesi gerekir. Ancak
doğanın dışında bir yerde, tamamen bu dünyanın ötesinde ve aşkın
bir yerde de değildir. İnsan kendi varoluşunun ve davranışının asıl
kuralını ne kendisinin altında, ne de üstünde aramalıdır; bu kurala
kendisinden yola çıkarak varmalı ve onu kendi özgür iradesiyle
tasarlamalıdır. Bunun için hem toplum içinde yaşamaya, hem top­
lumun kural.olarak koyduğu şey karşısında içsel özgürlüğe hem de
toplumun uzlaşımsal değerlerinin bağımsız eleştirisine gereksinim
duyar. Kant eleştirel sistemini tamamladıktan sonra yayımladığı
"ldee zur einer allgemeinen Geschicehte in weltbürgerlicher Absi­
cht" ( 1 784) [Dünya Vatandaşlığı Hedefi Çerçevesinde Bir Evren­
sel Tarih Düşüncesi] yazısında şöyle der: " İnsanın çıkması gereken
son basamağı bir tarafa bırakırsak, Rousseau'nun yabanıllık duru­
mundan yana tercihte bulunması çok da haksız değildi. Biz sanat
ve bilimle ileri derecede kültürlenmişizdir. Her türlü toplumsal ne­
zaket ve namuslulukla aşırı yüklenmeye varıncaya kadar uygarlaş28 Fragm., (Cilt) VIll, (S.) 624 vd., )AA, Cilt 20,
s.
45 vd)
mışızdır. Ancak kendimizi şimdiden ahlaklı/aşmış kabul etmemiz
için hala çok şey eksiktir. .. Devletler tüm güçlerini kibirli ve �iddet
içeren genişleme niyetleri için kullandıkları ve böylece yurtta}ları­
nın içsel gelişim yönündeki yavaş çabalarını devamlı engelledikle­
ri . . . sürece, . . . bu yaklaşımdan bir şey beklememek gerekir, çünkü
her kamusal yapı, yurttaşların yetişimi için uzun sürecek bir iç sel
düzenlemeye gereksinim duyar. Ne var ki ahlaki iyi niyet üzerinde
temellenmemiş her türlü iyi, salt bir görünüşten ve pırıltılı bir sefa­
letten başka bir şey değildir. "2 9
Kant, Rousseau'nun temel düşüncesini bu şekilde geliştirerek,
onu öteden beri anlaşılması önünde engel olmuş -ve hala da olan­
bir çift anlamlılıktan kurtarmıştır. Rousseau'nun yazdıklarında,
doğa durumu kavramının nereye kadar bir "ide" ve nereye kadar
bir deneyim" olduğuna dair tam bir netlik hiçbir zaman oluşma­
mıştır. 42 Rousseau olgusal bir kavrayış ile saf düşünsel bir kavrayış
arasında sürekli gidip gelir. 43 İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kay­
nağı ve Temelleri K on uşma 'da açıkça ikinci seçeneği vurgulamış­
tır: Rousseau burada, artık var olmayan, belki de hiçbir zaman
var olmamış ve muhtemelen hiçbir zaman da var olmayacak olan,
ama buna rağmen şimdiki durumumuzu doğru değerlendirmek
için temel alınması gereken bir insanlık durumundan yola çıktığını
açıklar. 44 Ancak Rousseau her zaman böyle konuşmamıştır. Eği­
tici, toplum eleştirmeni ve ahlak felsefecisi olarak rolünü, tarihçi
rolüyle sık sık karıştırmıştır. Şöyle yazar: "Ey insan, hangi yöreden
gelirsen gel, hangi görüşe sahip olursan ol, dinle! Okuduğumu san­
dığım bu hikaye, senin hikayendir, ama bunu senin gibi yalancıla­
rın kitaplarından değil, hiçbir zaman yalan söylemeyen doğadan
okuyorum. "30 Rousseau, "Rousseau juge de Jean-Jacques " yazı­
sında46 son bir kez geri dönüp bütün yapıtlarına baktığında da, bu
kavrayışa bağlı kalmıştır: Kendisinin, "insan doğasının tarihinin"
ilk gerçek yazarı olduğunu söyler. 47
Kant Rousseau 'nun teorisine hiçbir zaman bu değeri vermedi;
baştan itibaren etik "akıl hakikatleri " ile tarihsel "olgu hakikatle"
29 JCA, Clit] iV, Js.J 1 6 1 . ( Aa , Cilt 8, s. 26]
30 Discours sur /"inıigalite, Jed.] Vaughan JCiltJ 1, Js.J 1 42. JROC, Cilt 3,
s.
1 33].,
24
AOUSSfAU. KAN T ,
GOf ! H l
ri" arasındaki48 ka rşıtl ığı gözden kaçırmayacak kadar keskin hir
cleştiriciydi. Böylece "düşüncenin kimya sanatı " dediği ve bizzat
Pratik Akim E leş tiris i nde kimyacıların kimya sanatıyla kıyasla­
dığı şeyi Rousseau'nun yapıtına uyguladı. 4 9 Bir dal olarak antro­
poloj iyi Alman üniversitelerine sokmuş ve onlarca yıl düzenli ola­
rak bu dalda dersler vermiş olan Kant, bu alanda Rousseau'nun
kılavuzluğuna girmeyecek kadar kendinden emin ve ampiristti.
Kant, insanlığın ilk durumu hakkında hipotezler öne sürmedi.
Bir defasında - " MutmaRlicher Anfang der Menschengeschichte"
( 1 78 6 ) [İnsanlık Tarihinin Muhtemel Başlangıcı] makalesinde- bu
yönde bir adım atmaya cesaret ettiğinde, burada kesin bir bilimsel
teorinin değil, sadece aklın eşliğindeki hayal gücünün " salt keyif
için yaptığı bir gezi" nin söz konusu olduğunu3 1 net bir ifadeyle
açıklıyordu. Rousseau'nun tezleri söz konusu olduğunda ise Kant
"tarihsel" olan ile "rasyonel" olanı kesin bir şekilde ayırmıştı ve
ikincisini varsaydığı yerde bile ona teorik değil " pratik aklın " ba­
kış açısından bakmış ve bu aklın ölçütlerine göre değerlendirmişti.
Rousseau Kant'ın gözünde, etik alanında onun "dogmatik uyku­
sunu bozan" 5 1 onu yeni soruların karşısına koyan ve yeni çözüm­
lere teşvik eden düşünürdü ve öyle de kaldı.
'
111 . Hukuk ve Devlet
Kant'a göre Rousseau'nun niyeti insanları yeniden doğa durumu­
na geri dönmeye değil, toplumun uzlaşıya dayalı yanlış adetlerinin
ve zayıflıklarının bilincine varmak için doğa duruma dönüp bakma­
ya davet etmekti. Kant'ın bu yorumunun doğruluğuna en iyi kanıt
Rousseau'nun hukuk ve devlet öğretisinde bulunur. Rousseau'yu
yalnızca romantik bir hayalperest olarak gören Rousseau eleştir­
menleri, onun öğretisinin bu bölümüne hakkını hiçbir zaman teslim
etmemişlerdir. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelle­
ri Üzerine Konuşma'da topluma savaş ilan eden ve insanlığın başı­
na gelen tüm kötülüklerden toplumu sorumlu tutan Rousseau'nun,
3 1 [CA. Cimt] iV, [s.] 327 [doğrusu: 327 vd.] (AA, Cilt 8, s. 1 0 9 vd],0
Toplu m Sijz/eşmesi ile tam da bu toplum için bir anayasa yazmak
istemesini: Ü stelik bu anayasanın bireyi topluma eskisinden daha
güçlü ve kesin bir biçimde bağlayacak ve ona karşı sorumlu kılacak
oluşunu anlaşılmaz bir tutarsızlık olarak, Rousseau'nun asıl temel
düşüncesinden bir sapma olarak algılamışlardı.
Ne var ki Rousseau yaşamının sonunda yazdığı Rousseau juge
de ]ean ]acques adlı yazısında, yaşamını ve yapıtını bizzat kendisi
sıygaya çekerken, sağlığında da kendisinden esirgenmeyen bu gibi
suçlamalara açıkça itiraz etmiştir. Rousseau daha ilk yazılarında
bile hiçbir zaman tarihin çarkını geri döndürmeyi ve insanı yola
koyulduğu başlangıç noktasına yeniden geri göndermeyi istemek
gibi bir niyetinin bulunmadığını açıklar. "La nature humaine ne
retrograde pas " : İnsan bir kez koyulduğu yolun yönünü keyfine
göre tersine çeviremez, sadece ileriye doğru gidebilir, geriye doğru
değil. 52 Toplumun şimdiye kadarki varlığıyla insanda açtığı yara­
lar, bu yaraları açan aletin parçalanmasıyla iyileşmez. Daha derine
bakmamız gerekir: Aleti değil onu kullanan eli hedeflemeliyiz. Suç
toplumsal birliğin, birlik olarak biçimine ait değildir; daha ziyade
bu birliğe can veren iradeye aittir. Bu irade güç ve zenginlik sa­
yesinde üstün bir konum elde etmiş olan tek tek bireylerin ya da
tek tek grupların hizmetine girdiği sürece, insanların birbirlerine
yapabilecekleri her türlü kötülüğün kaynağı, her türlü acının ve
haksızlığın öncüsü ve koruyucusu olacaktır.
Ancak bu kesinlikle devlet iradesinin doğal belirlenimi değildir;
daha ziyade onun bozulmasıdır. Rousseau devlete de bir "doğa "
atfetmek ve bu doğa her ne kadar başlangıçsa! bir durum değil baş­
langıçsa! bir görev olsa da devleti bu doğaya dayandırmak ister. Bu
görev hukuka dayalı idare ve adaletin tesisidir. Rousseau devlet te­
orisi bakımından başından itibaren Platoncu olmuştur: Platon'un
Dev/et'i daha çok erken bir tarihte, onun en sevdiği kitaplardan
biriydi. 53 Rousseau bir mutçu' olarak, insanların mutluluğunu ar­
tırmak için tutkulu bir çaba gösterirken, "insanlığın hakları " gü­
vence altına alınmadığı sürece bunun boş bir çaba olacağını gide•
Ödemonizm veya mutçuluk: Mutluluğun bütün eylemlerin hedefi olduğunu ve buna da
ahlaklı davranışla ulaşılabileceğini savunan öğreti; mutçu bu öğretiden yana olan. (ç.n.)
26
ROUSSE A U , KANl ,
GOE T H E
rek daha açık bir şeki lde görm üştü . Vcncdik 'te elçilik sek reterliği
yaptığı sıra, mevcut rej imde siyasal ve diplomatik işlerin yürütülüş
tarzı hakkında edindiği kavrayış, bu inancı pekiştirmesini ve derin­
leştirmesini sağladı. Bu esaslı ve çok zor görevde, ilk yazılarındaki
gibi kendini duyguların coşkusuna ve sarhoşluğuna kaptırmadı .
"lnstitutions Politiques " 1 4 kitabının taslağını on ü ç y a d a on dört
yıl boyunca yanında oradan oraya taşıdı; Diderot gibi en yakın
dostlarına bile bu çalışmasından söz etmedi. Omuzlarına yük olan
bu son derece zor görevi hissediyordu ve sorumluluğunun bilincin­
deydi. İtiraflar'da " Her şeyin radikal bir biçimde politikaya bağlı
olduğunu ve kişi nasıl tavır alırsa alsın, bir halkın yönetim biçimi­
nin kendisini yaptığı şeyden ibaret olduğunu anladım" 3 2 diye açık­
lar. Kaldıracın bu noktaya yerleştirilmesi gerekir. İnsan haklarının
zafer kazanmasına yardım etmeyi beceremezsek, insanın mutlulu­
ğu hayali yitip gidecektir.
Rousseau bir "siyaset felsefesi " nin mevcut biçimlerini ince­
lediğinde hepsini yetersiz ve temelsiz buluyor. Rousseau'ya göre
yalnızca Platon gerçek sorunu görmüştür, ondan sonra gelenlerin
hepsi sorunu görmezden gelmiş, ya da en azından çevresinden
dolanmışlardır. İnsanın " doğası gereği" toplumsal bir varlık bir
�wov ıtOALTLx6v [zoon politikon] 5 6 olduğuna dair Aristotelesçi
öğreti, Rousseau tarafından reddedilmiştir. Rousseau 1 7. ve 1 8 .
yüzyıl teorisyenlerinin toplumu üzerinde temellendirme � istedik­
leri "toplumsal içgüdü"ye inanmaz. 57 Bu bakımdan, Diderot'nun
ve Ansiklopedistlerin 58 öğretisine karşı çıktığı gibi Gr otius'un 5 9
öğretisine de karşı çıkar. İnsanı kendi benzerlerine yönelten onun
fiziksel doğası ya da başlangıçta içine yerleştirilmiş herhangi bir
gereksinim değildir. İnsan, kendi doğasında sadece bir dürtüyü, va­
roluşunu koruma dürtüsünü tanır6 • İnsan topluluğa katıldığı anda
0
bu radikal " suum esse conservare" den6 1 vazgeçmek zorundadır. Bu
katılımı, " doğal bağımsızlığı " 62 pahasına gerçekleşmiştir ve bu yi­
tirilen bağımsızlık cenneti, ilk adımlar bir kere atıldıktan sonra, bir
daha asla yeniden sunulamayacaktır. İnsan bir daha asla "kendini "
32 Confess. L[ivreJ IX,
s.
296. (ROC, Cilt
ı , s. 404],,
bulamaz; insan kendini dışarıdan ona yöneltilen binlerce istek ve
talebin içinde boğulurken görür. Rousseau'nun ilk si yasal taslak­
larda betimlediği gerçek bağımsızlık duygusuna sahip olan kişi, bu
yüzden toplumun boyunduruğuna hiçbir zaman gönüllü olarak
girmeyecektir. Felsefi teorinin burjuva toplumu için düşündüğü
bütün " hukuksal neden " lerde, çok geçmeden ilkesel yetersizliği,
ilkesel safsatayı keşfedecektir.H
Ancak, insanı insana yönelten başlangıçsa! bir sosyal dürtü dü­
şüncesinden vazgeçmemiz gerekiyorsa, geriye modernler arasında
Hobbes tarafından büyük bir keskinlik ve kararlılıkla savunulmuş
olan devlet teorisi kalır sadece. Toplumu herhangi bir "sempati"
dürtüsünün gerçekleşmesi olarak görmek yerine, salt iktidar dür­
tüsünün ürünü olarak görmemiz gerekir. Toplum güç üzerine ku­
rulmuştur ve ancak güç sayesinde varlığını koruyabilir. Rousseau
pratikte Grotius ve Ansiklopedistlerle mücadelesini, bir müttefik
olarak Hobbes'a yeniden başvurmaya kadar vardırdı. Bir süre
Hobbes'u en büyük politik gerçekçi olarak gördü - ve bu özel­
liğiyle Hobbes'u insan toplumunu serimlerken katıksız bir güzel
gösterme çabasına girişmiş olan herkese tercih etti. Taslaklarında
Hobbes'tan en büyük filozoflardan ve en mükemmel dahilerden
biri olarak söz etti. 34 "Evrensel toplum, felsefe sistemleri dışında
bir yerde bulunsaydı" der Rousseau, "Bu toplumun, kendisini
oluşturan tekil unsurlardan farklı, belirli nitelikleri bulunan ahlaki
bir varlık (un fare moral) olması gerekirdi. Doğanın tüm insan­
lara ö ğr eteceği karşılıklı ilişkilerin en önemli aracını oluşturacak
evrensel bir dil olurdu. Nerede gerçekleşirse gerçekleşsin bütün
olayların farkında olabilecek bir hissi müşterek (sensorium com­
mon) olurdu. Kamunun esenliği ya da üzüntüsü, basit bir yığın
için geçerli olduğu gibi sadece bireylerin mutluluğunun ve mutsuz­
luğunun toplamından ibaret olmaz, bireylerin her birini birbirine
bağlayan bağlardan ibaret olurdu. "35
,
33 Bu görüş açısı, Contract sociafin Vaughan'ın yayımladığı ilk tas/ak'ında özellikle net
bir biçimde dile gelmektedir, bkz. The Political Writings of Rousseau, haz. C. E. Vaug·
hen, 2 cilt, Cambridge 1 9 1 5 !Cilt) 1, [s.J 449 vd.
34 Vaughan [Cilt) 1, [s.J 305 [Dipn. 6), [ROC, Cilt 3, s. 284)
35 Contrat social, ilk taslak (haz.) Vaughan [Cilt) 1, [s.J 449 vd.
•
28
ROUSS l A U . KAN T .
GOHHE
Böyle bir " orta k bağ " böyle b i r " or t a k i rade " a m p i r i k -veri li
bir olgu ola ra k kavranamaz; bu yüzden Roussea u 'ya göre ampirik
Hobbes bunu yadsıma h a kk ı na sa h i p t i r. Ne va r k i Roussea u, Hob­
bes'un bir etikçi ol a r a k bu yadsımadan çı k a rs adığı t ü m so n u ç l a r a
en sert bir biçimde karşı çıkmıştır. 6 1 Bir Platon okuru ve hayranı
olan Rousseau, Hobbes'un güç devleti teorisinde Devlet'in birinci
kitabında Thrasymakos'un geliştirdiği teoriyi bulmuştu. 6 4 Bu ör­
tüşme yüzünden Hobbes'un öğretisinin, hukuku temellendirmeyip
yok eden antik sofizmin yeniden doğuşundan başka bir şey olma­
dığını düşünüyordu. 3 6
Peki, insanda başlangıçsa! bir toplumsal dürtü olduğu masalı
parçalandıktan ve Hobbes'un " herkesin herkesle savaşı " betimle­
mesinin66 paradoks bir abartma, bir karikatür olduğu görüldük­
ten sonra, elimizde ne kalıyor? Bu iki düşünce türünün de kötü
birer spekülasyon ürününden ibaret olduklarını gördükten sonra,
toplumu neyin üzerinde temellendirebiliriz? "Toplumsal bağ"ın
henüz hiçbir politik teorinin ortaya çıkartamadığı gerçek doğa­
sı nedir? Rousseau'nun ilk Toplum Sözleşmesi taslağına bakarak,
onu bu kitabı tasarlamaya itenin bu soru olduğunu görebiliriz. 3 7
Rousseau'nun bu soruya verdiği yanıt, yeni ve özgün yollara açılır. 67
Rousseau'nun öğretisinin en dikkate değer ve en sık görmezden
gelinen yönlerinden birisi de duyguların ve " yüreğin hukuku" nun
gerçek savunucusu olan onun gibi birisinin, kendi hukuk ve devlet
öğretisinde duygunun önceliğine kesin bir biçimde karşı çıkması­
dır. Hukuk ve devlet için başka bir temel bulması gerekir; çünkü
bunlar iradi o luşu mlardır ve bu yüzden özgün bir yasaya, sui ge­
neris bir yasallığa tabidirler. Devletin doğasında duyguları tek bir
duygu halinde birleştirmek değil, iradi eylemleri birleştirmek ve
ortak bir hedefle ilişkilendirmek istemesi vardır. Bu görevi ancak
bu birleştirmeyi gerçekten başardığında, yani tek tek bireylere yö­
nelttiği her talebin bu bireyler tarafından toplam iradenin bir ifa­
desi olarak görülüp kabul edilebilmesiyle yerine getirmiş olur. Bu
36 Bkz. Political Writings ( [haz.] Vaughan), [Cilt] 1, [s.] 306. (ROC, Cilt 3, s. 6 1 1 vd.J.,
37 Contrat socia/' in ilk taslağı Chap(itre] V. Fausses notions du lien social, (haz.) Vaughan
[Clit) 1, [s.) 462-470) (ROC, Cilt 3, s. 297-305)
y üzden, Roussea u'ya göre sahici " �osyal bağ", tek tek bireylerin ya
da tek tek grupların diğerleri üzerinde hükümdar ilan edilmeleriyle
kurulmaz; çünkü bu durum bizi, bu iktidar ne kadar incelmi� ve
" uygar" biçimlerde uygulanırsa uygulansın daima en kötü köleliğe
geri götürür. Bu kölelik ancak önderliğin ve kılavuzluğun yasa ta­
rafından üstlenilmesiyle ve karşılıklı ilişkide birinin diğerine itaat
etmeyip, hep birlikte yasaya tabi olmanın hizmet etme ve itaat et­
menin yerini almasıyla ortadan kalkar.
" Halkın sesi " olan yasa karşısında duyulan bu coşku
Rousseau'nun tüm siyasal yazılarına ve taslaklarına nüfuz eder. 8
6
Rousseau " Economie politique" adlı makalesinde şöyle sorar:
" Nasıl oluyor da, insanlar Üzerlerinde onlara emreden biri olma­
dığı halde itaat ediyorlar, bir efendileri olmadığı halde hizmet edi­
yorlar, nasıl oluyor da içlerinden her biri bariz bir baskı altında,
özgürlüğün ancak başkalarına zarar verebilecek parçasını kaybe­
decek şekilde özgür olabiliyor? Bu mucize şeyler, yasanın işidir. İn­
sanlar adaleti ve özgürlüğü sadece yasaya borçludurlar. İnsanlar
arasındaki doğal eşitliği hakkaniyet içinde yeniden kuran, ortak
iradenin bu şifa verici organıdır. Her vatandaşa kamusal aklın buy­
ruklarını ileten, ona kendi yargısının ilkelerine göre eylemesini ve
kendi kendisiyle çelişkiye düşmemesini öğreten, bu ilahi sestir. " 3 8
Rousseau'ya göre bu noktada ilk defa olarak, gerçek "toplum­
sal bağ" (lien social) anlayışına ulaşırız. Çünkü bu bağın cansız
cisimleri değil, özgürce eyleyen özneleri birbirlerine bağlaması
gerekir; yani bu öznelerin iradelerine dışarıdan dayatılan bir şey
olamaz, aksine bizzat o özneler tarafından kurulmuş ve yaratılmış
olmalıdır. Böylelikle "toplum sözleşmesi "ni herhangi bir biçimde
bir boyun eğme sözleşmesine, bir "pactum subjectionis "e dayan­
dırmaya çalışan bütün teoriler geçersizdir. Böyle bir boyun eğme
sözleşmesinin kökenini, Hobbes'un yaptığı gibi hükmedilenler ile
hükmedenler arasındaki bir anlaşmada bulabiliriz ya da Grotius
gibi, bu anlaşmayı fetih sırasında gerçekleşen olgusal bir tahakkü­
me dayandırabiliriz - ilkesel itirazsa hep aynı kalacaktır. Çünkü
38 Makale: "Economie politique", (haz.] Vaughan (Clit] 1, (s.] 245, (ROC, Cilt 3, s . 248].,
JQ
ROU.SSF A l i . KAN T , GO[· TIU.
böylelikle her zaman, olgusa l b i r anlaşma ortaya ı,:ıka b i l i r sadece,
ama asla hukuksal bir a nlaşm a ortaya ı,:ıkamaz. Roussca u, " Bir
kalabalığı boyunduruk altına almakla, bir toplumu yönetmek ara­
sında her zaman bir fark olacaktır" der; " Dağınık yaşayan insan­
lar, sayıları ne olursa olsun, birbiri ardınca bir kişinin buyruğu al­
tına girdikleri zaman, bence artık ortada bir ulus ve başkanı değil,
bir efendi ve köleleri vardır. Belki bu bir yığındır (aggregation),
ama hiçbir zaman toplum (association ) sayılamaz. Çünkü burada
ne kamusal bir yarar vardır, ne de politik bir bütün " . 3 9
Bu cümlelerde dile gelen anlayışın, Kant üzerindeki etkisinin ne
olduğu ayrıca bir açıklama gerektirmiyor. Tam da Kant'ın etiğinin
en önemli ve en belirleyici cümlelerinde bu anlayışın sesini ve yan­
kılarını duyarız. Saf pratik aklın temel yasası: " Ö yle eyle ki senin
istemenin maksimi hep aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi
olarak da geçerli olabilsin " 7 1 ilkesi, Rousseau'nun her " meşru "
toplumsal düzenin asıl temel ilkesi olarak gördüğü şeyle örtüşür.
Burada Kant'ın etiği temellendirişi üstünde Rousseau'nun sadece
içerik ve sistematik açısından etkili olmakla kalmayıp, onun dilini
ve üslubunu da biçimlendirdiğini takip edebiliyoruz.
Bu durum Kant'ın Ahlak Metafiziğinin Tem ellendirilişi nde
verdiği "kategorik buyruk"un ikinci ünlü ifadesinde özellikle açık
bir şekilde göze çarpar: " Her defasında insanlığa, kendi kişinde
olduğu kadar başka herkesin kişisinde de, sırf araç olarak değil,
aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun. " 40
'
Kategorik buyruğun "genel yasa "ya vurgu yapan ilk ifadesinde
devlet felsefesi yapan Rousseau'yu, volonte general'in filozofunu 73
buluruz; kategorik buyruğun ikinci ifadesinde ise Rousseau'nun
eğitim teorisinin odak noktasında, öğrenciyi başkaları için değil
kendisi için eğitme talebi yer alır. Bir insan olarak yetiştirilmelidir,
ama "yapay" insan değil "doğal " insan olarak, " homme artificiel "
3 9 Contract social [kitap] 1 , [Böl.] V [haz.] Vaughan [Cilt] II, [s.] 3 1 ). [ROC, Cilt 3 , s . 359]
[Türkçe alıntı: Jean·Jacque Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev. Vedat Günyol, İ stanbul
2006, s . 1 2 (ç.n.)]70
40 [CA, Cilt] iV, [s.] 2877 2 [Türkçe alıntı:lmmanuel Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendi­
rilmesi, çeviren: Ioanna Kuçuradi, Hacettepe Ü niversitesi Yayınları, Ankara 1 982,
. s. 3 8
��ı ı
deği l, "homme naturel" olarak . Bu yüzden küçük yaştaki bir öğ­
rencinin karşısına sadece bugünkü toplumun yapay ve uzlaşımsal
yapısından kaynaklanan taleplerle çıkamayız. Onu bu uzlaşım­
ların korsesi içine girmeye zorlamak yerine, onda kendi kendi­
ne yeterlilik duygusunu uyandırmamız gerekir. Ona başkalarının
amaçlarının hizmetinde olmayı değil, kendini bir öz-amaç olarak
düşünmeyi ve bu düşünceye uygun olarak eylemeyi öğretmemiz
gerekir. Ancak bu anlamda, iç dünyasında özgürleştiğinde toplu­
mun içine girecektir ve ancak bundan sonra, toplum içinde doğru
bir biçimde etkin olabilecektir; çünkü yalnızca özgür yurttaş sahici
" yurttaş"tır. E mile'in genel konusu budur ve Rousseau'nun Nou­
velle Heloise ın ileri bölümlerinde Madam De Wolmer'a söylettiği
düzenleyici ilke de budur. "İnsan [ . . . ] sadece başkalarına araç ola­
rak hizmet etmeyecek kadar soylu bir varlıktır ve onu, bizzat kendi
yararına da olacağını düşünmeden, başkalarının yararına olacak
şekilde kullanmamak gerekir; [ . . . ] Bir insanın ruhunu başkalarının
yararı için mahvetmeye asla izin yoktur, ( . . . ) " 4 1
'
Ancak burada da yine Kant Rousseau'nun düşüncesinin içe­
riğine ne kadar yakın dursa da bu düşüncenin yöntemsel temel­
lendirilişinde bir yön değişikliği gerçekleştirmiş ve bu düşünceyi,
Rousseau'nun kendi anlatımında bulunan kimi muğlaklıklardan
böylelikle kurtarabilmiştir. Rousseau'nun siyasal başyapıtına, bir
zamanlar düşündüğü "tarafsız " başlık "De la societe civile" yerine
Contrat social adını vermiş olmasından zaman zaman haklı olarak
yakınılmıştır. 42 Çünkü Toplum Sözleşmesi tanımlaması yüz yıllık
bir doğal hukuk geleneği yoluyla, Rousseau'nun önüne koyduğu
asıl görevle hiçbir ilgisi bulunmayan çok çeşitli yan düşüncelerle
ilişki içindedir. Bu tanım, toplumun zamansal bir başlangıcı, top­
luma varlık kazandırmış bir defalık bir edim olduğu düşüncesini
uyandırmaktadır. Gerçi Rousseau toplumun bu tür bir başlangı­
cıyla değil, "ilke"siyle ilgilendiğini, tarihsel değil, hukuk felsefesine
ilişkin bir sorunu ele almak istediğini vurgulamıştır.
41 Nouv[elle) Hel[oise, Partie] V, Leıtre "; [Haz. Momer, Cilr] rv, [s.J 22. [ROC, Cilr 2, s.
536 ] ,.
42 Bkz. Vaughen 'ın hazırladığı Political Writings edisyonuna yazdığı önsöz, Cilt !, s. 22.,,
32
AOUSSEAU. KANT . GOE
fHE
Bu b ak ım d a n Rousseau kendine tay i n ettiği giirev i l e a m p i r i k
sosyolojinin görevi arasındaki s ı n ı r ı ç o k kesin bir b i ç i m d e çizmiş­
tir. Rousseau, Montesquieu'nün bile hukukun ilkelerine geri git­
meyişinden, mevcut hukuk biçimlerinin betimleyici bir karşılaştır­
masını vermekle yetinmesinden yakınır. 76 Ancak, Rousseau Yasa­
ların Ruhu'nu77 bu anlamda anlıyor değildir. Contrat social'i n ilk
taslağında " İnsanları bir araya getirmenin binlerce yolu vardır"
der, " Onları gerçekten birleştirmenin yolu ise tektir. Bu yüzden bu
eserde politik toplumların oluşumuna dair tek bir yöntem verece­
ğim, oysa günümüzde bu adla anılan yığınların çokluğu içerisinde
aynı şeklide oluşmuş iki tanesine bile rastlayamayabiliriz ve benim
ortaya koyduğum şekilde oluşmuş tek bir tane bile yoktur. Ancak
ben burada toplumun hukukunu ve temelini arıyorum ve olguları
tartışmıyorum. " ( j e recherche le droit et la raison et ne dispute
pas de faits) . 43 Ancak Rousseau'nun bu tekzibi, tarihsel hukuk
okulunun 79 toplum sözleşmesini bir tür tarihsel olgu olarak görüp
eleştirmesini ve reddetmesini engellememiştir ve bugün bile Rous­
sea u 'yu eleştirenler arasında bu noktada görüş birliği bulunma­
maktadır.44 Aslında Rousseau'nun anlatım tarzında başka yerlerde
olduğu gibi burada da tam bir kesinlik yoktur ve farklı yorumlara
olanak vermektedir.
Oysa Kant Rousseau'nun temel düşüncesini yalnızca bir an­
lamda anlayabilirdi ve bu anlamı açık ve net bir biçimde ortaya
koydu. Kant, bilgi eleştirisinde olduğu gibi, hukuk felsefesinde de
"quid juris" sorusunu "quid factis " sorusundan tam bir kesinlikle
ayırır. Toplum sözleşmesinin tarihsel olgusallığının sadece önem­
siz değil, aynı zamanda olanaksız olduğunu da kabul etmektedir;
ancak Kant'a göre bu, toplum sözleşmesinin anlamını ortadan
kaldırmadığı gibi onu kuşkulu da kılmamaktadır. " Halkın kendini
bir devlet olarak kurduğu sözleşme" diye açıklıyor Kant, Hukuk
Öğretisinin Metafizik Başlangıç Temelleri 'nde - " Daha doğrusu,
o devletin hukuksal meşruiyetini mümkün kılan böylesi bir söz43 V[aughan, Cilt] 1, [s.] 462. [ROC, Cilt 3, s. 297]71
44 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Franz Haymann, Jean Jacques Rousseaus,Sozi­
alphilosophie, Leipzig ı 898, s. 57 vd.
�şm e n i n idesi, bir başla ngıç sözleşmesidir. Bu sözle�meyle hal kın
amamı ( omnes et singuli) dışsal özgürlüklerinden vazgeçer v e bu
>zgürlüğü, ortak bir varlığın, yani devlet olarak anlaşılan halkın
universi) mensupları olarak derhal geri alır. " 4 1 Dolayısıyla böyle
'ir sözleşmenin " kesinlikle bir olgu olarak varsayılması gerekl i de­
;ildir ( hatta bir olgu olarak zaten mümkün değildir ) " ; o " aklın salt
)ir idesidir ama kuşku götürmez (pratik ) bir gerçekliği vardır: Yani
rıer yasa koyucuyu, yasaları bütün bir halkın birleşik iradesinden
kaynaklanabileceği şekilde koymakla ve yurttaş olmak isteyen her
uyruğu, böyle bir iradeye rıza göstermek konusunda kendisine ka­
tılmış gibi görmekle yükümlü kılar. Çünkü bu, her kamusal ya­
samanın hukuka uygunluğunun denek taşıdır. " 46 Böylelikle Kant
Rousseau'nun " doğa durumu" nu yorumlarken gerçekleştirdiği
yöntemsel yön değiştirmeyi toplumsal sözleşme kavramında da
gerçekleştirmiş olur. İki kavramı da bir " deneyim"den bir " ide" ye
dönüştürmüştür, ama böylelikle onların değerlerini azaltmadığını,
tam tersine bu değeri asıl böylelikle kesin anlamda temellendirdi­
ğini ve garantilediğini düşünmüştür.
IV. İyimserlik Sorunu
Voltaire 1 75 5 yılında, Lizbon depremi hakkında yazdığı öğre­
tici şiirinde 8 0 felsefi iyimserlik 8 1 sistemine karşı ilk şiddetli saldırıyı
yöneltir. Leibniz'in "en iyi dünya " 82 hakkındaki argümanları, on
sekizinci yüzyılın ilk yarısında hala bütün gücüyle ayaktaydı ve
Pope'un Essay on men'i83 sayesinde büyük bir yaygınlık kazanmış­
tı. Ne var ki Voltaire, diyalektiğinin ve retoriğinin tüm silahları­
nı Pope'un " Ali is right" 84 cümlesine karşı yöneltir. Voltaire böyle
bir cümleyi ancak varoluşun acıları karşısında yapay bir biçimde
gözlerini yuman soyut ve dünyaya yabancı bir felsefenin olumla­
yabileceğini ve bu cümlenin ancak sofist argümanlarla savunula­
bileceğini bildirir:
45 [Metphysik der Sitten] S 47; [CA, Cilt] VIl, [s.] 122. [AA, Cilt 6, s. 3 1 5]
-··
· · -
_. I A o
' � ' • o n ••
c:ilt 8. s. 2 97]
34
AOUSS E A U . KANT.
GOETHf
" S ü rgit uzayışı karsısında nafile a c ı l a r ı n
" H er ş e y i y i " d i y e haykı rıyor g a f i l filozofl a r
G e l i n de g ö r ü n bu korku nç h a ra beleri
B u molozları, paçavra l a rı, şu meşum k ü l leri,
Üst ü ste yıg ı l m ı ş kad ı n l a rı ve çocukları
Pa rça l a n m ı ş mermerin altındaki dagılmış uzuvları;
Özg ü r ve iyi bir Ta n r ı ' n ı n seçim olarak dayattıgı
Bengi ya sala rın sonucu m u diyorsu nuz buna?
O zo ru n lul u g u n degişmez ya salarına,
Bedenlerden, ruhlardan ve d ü nyalardan kurulmuş o zincire
Faydası yok aldırmaz ta rümar olmuş kalbim
B i l g i n leri n düşlerine, ah o derin hayallere!
Zincir Tanrı' nın elinde ve zincirli degil kendisi
Onun iyi ni yetli seçimi, belirl iyorsa her şeyi.
Ö zgü rdür, adildir ve insafsız degildir madem
Neden acı çekiyoruz, böyle hakkaniyetli bir efendinin elinden?" 8 5
Kendisini hiçbir zaman filozoflardan saymamış olan Rous­
seau'nun bu meydan okumayı üstüne almış olması dikkat çekicidir.
Leibniz'in Bayle karşısında yaptığı gibi, 86 Rousseau da Voliaire kar­
şısında kaderi savunacaktır. Voltaire'in şiirine 1 8 Ağustos 1 756'da
yazdığı bir yazıyla yanıt verir; bu yazıda ona, düşünürün işinin in­
sanlığın maruz kaldığı kötülükleri, dehşet verici bir biçimde betim­
leyerek daha da arttırmak ve böylelikle insanlığı tam bir umarsızlığa
mahkum etmek olmadığını açıklar. " Bu kadar gaddarca bulduğu­
nuz söz konusu iyimserlik, beni tam da katlanılmaz olarak göster­
diğiniz acılarda avutuyor. Pope'un şiiri acılarımı dindiriyor ve bana
sabır aşılıyor; sizin şiiriniz ise çektiğim acıyı keskinleştiriyor ve beni
kadere karşı homurdanmaya zorluyor; elimden her şeyimi alıyor ve
beni ümitsizliğe sürüklüyor. Kanıtladığınız şey ile benim hissettiğim
şey arasındaki bu tuhaf zıtlıkta, içinde bulunduğum huzursuzluğu
dindirin ve yanılgının hangi tarafta, duygu tarafında mı yoha akıl
tarafında mı olduğunu söyleyin bana." Rousseau bu cümlelerle
iyimserliğinin felsefi düşüncenin ürünü olmadığını ve bunu mantık­
sal argümanlarla savunmayı göze alamadığını itiraf ediyor. Ancak,
iyimserliğinin inandığı her şeyle zorunlu olarak bağlantılı olduğunu
ve kendi kendisinden vazgeçmediği sürece ondan asla vazgeçeme­
yeceği kadar tüm varlığına kök saldığını bildiriyor. " Metafiziğin
tüm güçlükleri, ruhumun ölümsüzlüğünden ve mukadderatın iyi­
liğinden bir an bile kuşku duymama neden olmayacaktır; böylesi
bir mukadderata inanıyorum, onu hissediyorum, istiyorum, umu­
yorum ve onu son nefesime kadar savunacağım. " 47
On sekizinci yüzyılın bütün düşünürleri gibi Kant da "tarırı sa­
vunusu " 88 sorunu karşısında bu içsel çelişkiyi yaşamışnr; Kant'ın
da bu sorunda Voltaire ile Rousseau arasında sağlam bir konuma
yerleşebilmek için uzun bir yol kat etmesi gerekmiştir. 1 756 yı­
lında yayımlattığı, Lizbon depremini betimlediği yazısında, insan
soyunun başına gelen felaketlerin en korkunç araçlarının, yer sar­
sıntılarının, zemini hareket eden denizin öfkesinin, ateş püsküren
dağların insanı araştırmaya sevk ettiklerini, çünkü bunların "Tan­
rı tarafından doğaya yerleştirilmiş olan değişmez yasaların meşru
bir sonucu " olduklarını açıklar. 4 8 Kant'ın üç yıl sonra yayımladığı
Versuch einiger Betrachtungen über den Optimismus [iyimserlik
Üzerine Bazı Düşünceler] kitabı da Leibniz-Wolff felsefe geleneği­
nin tuttuğu yoldan çıkmış değildir henüz. Kant, en azından mua­
rızlarının daha fazlasını karşısına çıkaramayacakları bir kesinlikle,
dünyanın " mümkün dünyaların en iyisi " olduğunun açıklanabile­
ceğini söyler burada . " Eğer birisi en yüce bilgeliğin kötü olanı iyiye
tercih edebileceğini ya da en yüce iyinin yine kendi gücü dahilinde
olan büyük bir iyilikten ziyade küçük bir iyiliği tercih edebileceğini
ileri sürerse, buna kulak asmam mümkün değildir. Dünya felsefe­
yi, aklın sağlam ilkelerini tersine çevirmek için kullanırsa, ondan
çok kötü yararlanmış olur ve böylesi çabaları çürütmek için bir de
47 Rousseau: Correspondance Generale, Cilt il, [Mektup No: 300, s. 304 vd. ve) 324.
[ROC, Cilt 4, s. 1 060 ve ı 057]1,
48 [CA, Cilt] 1, [s.) 44 1 . [AA, Cilt 1, s. 43 1 ].,
36
ROUSSE A U . K A N l . G O E T H E
felsefenin silahları kullanılmak zorunda kalınıyorsa, ona hiç saygı
gösterilmemiş olur. " 4 9 Anı:ak eleştirel bir filozof olarak Kant, artık
bu tarzda konuşamazdı. Çünkü eleştirel bir filozof olarak meta­
fizik meselelerde " sağduyuya " başvurulmasının geçersizliğini ilan
etmiş ve " spekülatif" anlağın yargısını " sağlıklı anlak " denilen ak­
lın tartışma ortamında haklı çıkarmayı reddetmiştir.10
Böylece Kant, sistemini tamamlayıp Saf A k lın Eleştirisi'ni, Pra­
tik Aklın Eleştirisi'ni ve Yargı Gücünün Eleştirisi'ni bitirdikten
sonra 9 sorunu yeniden ele alma gerekliliğini hissetmiştir. Ancak
2
bu noktada, 1 79 1 yılına ait bir makalede, "Tanrı Savunusu Ala­
nındaki Bütün Felsefi Çabaların Başarısızlığı "nı saptar. Spekülatif
akıl, Tanrı'nın savunucusu olmaya yeltenirse, kendisine konulmuş
olan tüm sınırları aşar. Argümanları safsatadan başka bir sonuca
varamaz ve bu safsata oluşları yüzünden, hizmet etmek istedikleri
davayı kuşkulu kılarlar. Şimdiye kadar Tanrı savunusu alanındaki
tüm denemeler başarısız kalmıştır, ama başarısız kalmak zorun­
da oldukları ve her zaman, tekrar tekrar başarısız kalacakları da
gösterilebilir. Çünkü dünyayı deneyim yoluyla ne kadar iyi tanır­
sak tanıyalım, aklın dünya ile Tanrı'nın bilgeliği arasındaki ilişkiye
dair bir görü elde etmeye kabil olmadığı gösterilebilir. Filozof bu­
rada avukat rolünü oynamak istememeli, haklılığını kavrayama­
dığı ve felsefeye özgü düşünce yöntemleriyle kanıtlayamadığı bir
davayı savunmamalıdır. 51
Böylelikle Kant kesin olarak karşı tarafa mı geçmiştir?' Rous­
seau'nun karşısında ve Voltaire'in yanında olmaya mı karar ver­
miştir? Bu soru ancak sorunun soruluşunda Kant'ın gerçekleştir­
diği özgün değişiklik dikkate alınarak yanıtlanabilir. İyimserlikten,
tekil insanın varoluşunda ya da genel olarak insanlık için, haz
toplamının acı toplamından daha büyük olduğu savı anlaşılıyorsa,
böyle bir sav tıpkı Voltaire veya Schopenhauer tarafından reddedi­
leceği gibi Kant tarafından da derhal ve kesin bir biçimde reddedi­
lecektir 4 . Rousseau ile Voltaire arasındaki tartışmada Erasmus'un,
9
49 [CA, Cilt]Il, [s.] 35 vd. [AA, Cilt 2, s. 33) 90
50 [CA, Cilt) IV, [s.] 7 vd. [AA, Cilt 4, s. 259],,
5 1 [CA, Cilt] VI, [ s.] 1 29 vd. [AA, Cilt 8, s. 263 vd.] ,,
yeniden doğmaya razı gelecek çok sayıda insanın bulunabileceği
şekl indeki sözü telaffuz edilmektedir. 12 Kant bu soru yu a l mı� ve
daha keskin bir biçimde formüle etmiştir. Yaşamı n bizim için
değerinin ne olduğu" , der Yargı Gücünün Eleştirisi'nde; S a d ece
neyin tadıldığına göre değerlendiriliyorsa. ( ... ) Buna karar vermek
çok kolaydır. Sıfırın da altındadır; çünkü kim yaşama yeniden,
aynı koşullarda ya da yeni, kendi tasarladığı (ancak doğanın akı­
şına uygun) ama sadece hazza yönelik bir plana göre başlamak
ister ki. " 5 3 Ancak bu kavrayış Kant için yaşamın değerine bir itiraz
anlamına gelmez. Çünkü mutçuluğu ilkesel olarak aşan Kant için,
başka ve yeni bir değerler skalası geçerlidir. Mutluluğun kesintiye
uğraması varoluşun değerini azaltmaz; çünkü bu değer kişinin ba­
şına gelenlere değil, onun yaptıklarına dayanır. Yaşamımıza anla­
mını veren dışsal kaderimiz değil, eylemimizdir. Kant'a göre hiçbir
acı, bu anlama dokunamaz ve hiçbir kötümser savlama, ona zarar
verilemez. İnsani varoluşun değeri, insanın neyi aldığı ve tattığı
ölçütüyle ne kadar küçük tahmin edilirse edilsin, özgür kişiliğin
kendi kendine yarattığı değer yine de baki kalır. Sadece iyi irade
insana mutlak bir değer kazandırabilir ve bununla bağıntılı olarak
dünyadaki varoluş bir nihai amaca sahip olabilir. 54
"
"
" İyimserlik" ile "kötümserlik" arasındaki çatışmanın bu şek il­
de çözülmesi ve "mutluluk" ve "mutluluğa !ayıklık" arasındaki
zıtlığa dair " saf pratik aklın diyalektiği "nin bu tarzda aşılması
Rousseau için mümkün değildi. Çünkü bunun için Rousseau'nun
temel etik ve dinsel görüşlerinin zeminini oluşturan ve uğrunda
tutkuyla mücadele ettiği mutçuluktan vazgeçmesi gerekirdi. Oysa
Kant için, mutçuluğun reddiyle birlikte, Rousseau'nun öğretisinde­
ki bir uğrak, nihai olarak ortadan kaldırılmıştır. Altın çağın haya­
li, Arkadya'daki çoban yaşantısı idili gözden kaybolmuştur. İnsan
acıdan kaçamaz ve ondan kaçmamalıdır. Çünkü acı faaliyete tah­
rik eder, "ve bu acıda her şeyden önce yaşamımızı hissederiz, bu
52 [Rousseau) C[orrespondance/ G[bıerale, Cilt) U, [s . ) 308. [ROC, cilt 4, s. 1063).,
53 Bkz. Yargı Gücünün Eleştirisi S 83, [CA, Cilt), V, [s.J 5 1 4 [Dipnot). [AA, Cilt 5,
434),.
54 Bkz. Yargı Gücünün Eleştirisi § 86 [,CA, Cilt) V, [s.J 522 vd. [AA, Cilt 5, s. 442 vd.J
s.
38
AOUS S f A U . KAN l .
GO� l HE
acı olmasaydı cansızl ık başlard ı " . " Her türlü toplumsal yaşamda,
insanl ığa verdiği tüm acıla rla birli kte, güçlerin oyununu mümkün
kılan da yine güçlerin bu uzlaşmaz çelişkisidir. " Bu çel i ş k i olma­
saydı, insanlıktaki bütün o m ükemmel doğal yetenekler s o nsuza
d e k ge l i şm e den kalacaklardı. İ nsan uzlaşma ister, a m a insan türü
için neyin iyi o l d u ğ u n u doğa daha iyi bilir; doğa uzlaş m azl ı k i ster.
İnsan rahat ve hoşnut yaşamak ister; doğa ise insanın gevşekli­
ğinden ve eylemsiz kanaatkarlığından çıkıp, çalışmaya ve za h mete
girmesini ister. " 56
Böylelikle, bu biçimiyle ne Rousseau'nun ne de karşıtlarının,
yani Voltaire'in ve Ansiklopedistlerin tanıdıkları, yaşamı sürdür­
menin yeni bir karakteristik tarzı elde edilmiştir. Kant mutluluk
bağlamında sadece tam bir feragat tavrını tanır. Antropoloji'sin­
de açıkladığı gibi, insan yaşamda hoşnutluğa ulaşamaz; hoşnut­
luk olsaydı bile onu arzu etmezdik, çünkü bu bir durağanlık ve
faaliyetin körelmesi anlamına gelecekti.5 7 Ne var ki Kant'a göre
insan kültürünün anlamı, kültürün sağladığı incelmiş tatminlerde
de değildir. Bu tür tatminleri kesinlikle küçümsemediği bir dönem
olmuştur ve Kant'ın ilk yazılarında, özellikle de Beobachtungen
über den Gefühl des Schönen und Erhabenen'de [Güzel ve Yüce
Olanın Duygusu Ü zerine Gözlemler] estetik ve dost canlısı bir kül­
türün her türlü çekiciliğine incelikli bir takdir görürüz. Ancak yaşlı
Kant bu konuda da çok şeyden vazgeçmiştir. Yaşamın değerinden
söz ettiği sırada Kant'tan sadece etik katılığın kesin talepler.ini du­
yarız. " Ödevlere boş vererek kaçınabileceği en büyük felaketlerde
bile dürüst bir insanı ayakta tutan ( . . . ) insanlığın onurunu koru­
muş ve ona saygı göstermiş olduğu bilinci değil midir ? Bu avuntu
mutluluk değildir, mutluluğun kırıntısı bile değildir. Nitekim hiç
kimse, böyle bir şeyi, belki de böyle koşullar altında yaşamayı bile,
kendisi için dilemeyecektir. Ama insan yaşamaktadır ve kendi gö­
zünde yaşamaya layık olmamaya katlanamaz . . . İnsan, yaşamdan
herhangi bir tat aldığından değil, artık yalnızca ödevden dolayı
55 Anthropologie, S 60, [CA; Cilt] VllI, (s.] 1 20 vd. (AA, Cilt 7, s. 23 1 )
56 [CA, Cilt) IV, (s.] 1 5 6 . (AA, Cilt 8, s. 2 1 ]
57 [CA, Cilt] Vlll, [s.] 1 24. (AA, Cilt 7, s. 2 3 4 vd.],,
yaşar. . . Ödevin saygıya değer olmasının, yaşamdan tat almayla
hiçbir ilgisi yoktur; onun kendine özgü yasası, kendine özgü mah­
kemesi vardır. Kişi ödev ile hazzı hasta ruha verilecek bir ilaç gibi
birleştirmeyi ne kadar istese de, aralarındaki anlaşmazlıktan ötürü
bunlar derhal birbirlerinden ayrılırlar; eğer ayrılmazlarsa ödevin
hiçbir etkisi kalmaz; fiziksel yaşam bundan biraz güç kazansa bile,
ahlaksal yaşam kurtarılamayacak biçimde yok olup gider. " 58
Kant'ın burada kınadığı bağdaştırmacılık, Rousseau'nun ka­
deriydi. Rousseau yüksek ve katı bir erdem ideali koyar, ama bu
ideale hizmet etmenin karşılığında, mutluluk arzusunun da gerçek­
leşmesini ister. Sadece bu bedel karşılığında, insanın hayatına yön
veren iyi bir kadere inanır ve kaderi bu amaçla koyutlar: "Ona
inanıyorum, onu hissediyorum, istiyorum, umuyorum ve onu son
nefesime kadar savunacağım. " 99 Kant, kültürün en mükemmel ha­
liyle bile insanlığı mutluluğa götürebileceğine, artık inanmamak­
ta ve ondan bunu talep etmemektedir. Kant için kültürün başka,
kendine özgü bir yasası var. Kültür mutluluğun kaynağı değildir;
kültürün anlamı da insanlara zihinsel tatminler sunmak değildir.
O daha ziyade insanın özgürlüğünü kanıtlayacağı ve sınayacağı
yerdir. Ve bu sınavdan da sürekli yeni baştan geçmesi gerekir. Bu­
rada Kant'ın ve Goethe'nin yaşlılık bilgelikleri örtüşür: "Özgürlü­
ğü ve yaşamı yalnızca, onları her gün fethetmek zorunda olan hak
eder. " 1 00 Yaşam ona yalnızca insanın verebileceği anlama bu fetihle
ulaşır ve yaşamın mutluluğu değil ama kendine özgü değerliliği
buna dayanır.
V. " Yalın aklın sınırları içinde din " 101
Rousseau'nun felsefesinde, onun din öğretisi kadar farklı ve
birbiriyle çelişen yorumlara konu olmuş bir başka boyut yoktur.
Bu öğretiye çok çeşitli yönlerden bakılmış, içeriği ve değeri hak­
kında çok farklı yargılarda bulunulmuştur. Modern araştırmaların
tüm çabaları, Rousseau'nun yapıtına yönelik tüm eleştirel metin
analizleri bu çelişkinin keskinliğini azaltamamıştır. Rousseau; ya58 [CA, Cilt] V, [s.] 97 vd. [doğrusu: 96-98] (AA, Cilr 5, s. 88 vd.)91
40
ROUSS E A U , KANT . GOE T H f
şadığı dönemde, Hıristiyan dogmasının amansız bir muhalifi, bir
deist, bir inanç düşmanı olarak kabul ediliyord u . Biiyle olduğu için
Kilise ve devlet güçlerinin zulmüne maruz kalmıştı . Ö lümünden
sonra ise değerlendirme tersine döndü: Rousseau her şeyden önce
duyguyu yeniden uyandıran, on sekizinci yüzyılın egemen akıl­
cı kültürüne karşı dinin asıl anlamını yeniden tanıyan ve bu dini
çözülmekten veya çöküşten koruyan kişi olarak görüldü. Ancak
burada da Rousseau'nun inancının asıl içeriği hakkında, birbirine
zıt görüşler bulunuyordu. Bir yanda Protestanlık'ın mirasına sadık
olmakla kalmayıp, bu mirası daha derin, saf-tinsel bir anlamda
yeniden kurmuş bir düşünür olarak görülüyordu. Diğer yandan
Katolik olduğu ileri sürülüyordu, hatta onu, on dokuzuncu yüz­
yılda başlayan Katolik " Restorasyon un öncülerinden biri olarak
görmek istiyorlardı. Bu son görüş, özellikle Masson'un din hak­
kındaki yapıtında savunulmuştur ki, bu yapıt Rousseau'nun din
öğretisinin en kapsamlı serimlenişidir. Ancak Masson'un serimle­
mesi ayrıntılı olmasına ve Rousseau'nun dinsel gelişimine ilişkin
her bir kaynağı titizlikle araştırmasına karşın, onun temel savında
yanılgıya düştüğü, modern eleştiri tarafından -bence çürütülemez
gerekçelerle- kanıtlanmıştır. 5 9
Rousseau, hem katı bir rasyonalist hem de mistik bir meczup
olarak tanımlanmıştır; öte yandan Rousseau'da sahici bir dinsel
düşüncenin bulunmadığını söyleyen eleştirmenler de eksik olma­
mıştır. Ö rneğin Seilliere, Rousseau'nun " benim dinim" dediği şeyi
sadece onun benlik duygusunun hastalıklı bir abartılışı ve patolo­
jik bir kendini tanrılaştırma olarak görür. "Jean Jacques, tanrının
doğrudan yansıması, Rousseau'nun dini budur. " 6 0 Görülüyor ki
Rousseau'nun dinine yönelik değerlendirmeler, cennet ile cehen­
nem, aziz ilan etme ile lanetleme arasındaki bütün bir skalayı ka­
tetmişlerdir.
"
59 Masson, La Religion de J. f. Rousseau (V cilt, Paris 1 9 1 6 vd.) - Masson'un eserinin
eleştirisi için bkz. Schinz, "La Pensee religieusc de Jean Jacques Rousseau et ses Recents
interpretes", Smith College Studies in modern language vol. X, No. 1 içinde, Paris 1 927
ve G. Beauvalon, "La philosophie de J.-J. Rousseau et l'esprit cartesien", Revue de
Metaphysique et de Morale, 62e Annee içinde, s 32 5-35 2. 102
60 Ernest Seilliere, Jean-Jacques Rousseau, Paris 1 9 2 ı , s. 329. 10,
Yargıların birbirinden tamamen farklı olmasından Rou�scau
hangi anlamda soruml u tutulabilir? Sadece Rousseau'nun din fel­
sefesinin beli rleyici belgesi dikkate alınırsa, Profession de foi du
Vicaire savoyard'ı [Savoia 'lı Rahip Yardımcısı 'nın Düşüncelerıl ı rµ
düşüncelerini incelemekte derinleşilirse, Rousseau'yu zaman içinde
yorumcuları tarafından kendisine atfedilen tüm öğretilerden bizzat
sorumlu tutmak güç olacaktır. Çünkü bir bütün olarak ele alın­
dığında Profession de foi, düşünce yapısı bakımından büyük bir
sadelik ve berraklık gösterir. Rousseau'nun ilk yapıtlarında karşı­
laştığımız ani geçişleri, keskin paradoksları, uzlaştırılmamış çeliş­
kileri bu yapıtın hiçbir yerinde bulamayız. Eserde her şey sahici bir
tutkuyla doludur, ancak bu tutku kendine hakimdir; sakin ve duru
bir dille konuşur. Rousseau akıl çelmek değil, ikna etmek istemek­
tedir ve birinci Discours'un büyük, şaşaalı, gösterişli konuşmasın­
daki gibi saf retorik bir etkide asla bulunmamaktadır. ıo5 Burada
kendi içinde bütünlüklü bir duygu ve kendi içinde tamamlanmış
bir düşünce konuşmaktadır.
Elbette burada Rousseau'dan bekleyemeyeceğimiz ve isteyeme­
yeceğimiz tek bir şey vardır: Rousseau kesin bir kavram analizcisi
değildir ve hiçbir zaman sabit bir felsefi terminolojinin çerçevesi
içinde hareket etmez. Böyle bir çerçeveyi her zaman bir zincir gibi
hissetmiş ve buna öfkeyle karşı çıkmıştır. Sözcüklerini tartmaz; bir
yazar olarak da o anki itilimi izler ve kendisine bu itilimin verdi­
ği ifadeyi kullanır. Bu yüzden Rousseau'nun ifadelerine çok kesin
ifadeler gözüyle bakmamalıyız ve düşüncelerinin hakkını vermek
istiyorsak ifadelere çok yüklenmemeliyiz. Rousseau Profession de
foi'da dini kah "akıl " kah "içgüdü " üzerinde temellendirmek ister;
dinden "tanrısal bir şey" olarak söz eder ve onu salt "içsel ışık "tan
türetir; bazen "duygu "yu bazen de "vicdan "ı dinin temeli olarak
tanımlar. Tüm bunları birbirleriyle bağdaştırmak zor olabilir ve bu
durum yorum farklılıklarının kapısını açar. Ancak salt lafza bağlı
kalmayan daha yakından bir inceleme, bence Rousseau'nun dü­
şüncelerinin bütünlüklü bir bağlamda düşünülmüş olduklarını ve
hiçbir zaman uzaklaşmadıkları belirgin bir doğrultuyu izledikleri­
ni, hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gösterir.
42
A O U S S E A LI , K A N T . G O l T H l:.
Rousseau'nun dini, bir ö;:,giirliik dini olmayı hedefler ve ka­
ra kteristik ve belirleyici özelliklerini böylelikle kazanır. Roussea u,
dinde de herhangi bir şekilde dış bir otoriteye dayanmayı ve ona
herhangi bir şekilde tabi olmayı reddeder. Böylelikle dinin kayna­
ğı olarak geleneği dışlar. Bizi güvenli bir kral yolundan ıo6 , Tan­
rı'ya götürebilecek hiçbir geleneksel öğreti yoktur: Yolu kendimiz
bulmalı ve kendimiz gitmeliyizdir. Ona hangi kutsallık özelliğini
atfedersek atfedelim, yazılı söz asla insan ile Tanrı arasında aracı
olamaz. Birleştirmek yerine ayırır ve sonunda tanrısal olan ile ara­
mızda aşılmaz bir duvar örme tehlikesini içerir. Metinlerin sayısı
artar, yorum üstüne yorum yığılır. "Tanrı ile benim aramda ne ka­
dar çok insan var ! " 1 07 Böylece Rousseau vahiyin dinsel bir kaynak
olduğunu reddettiği gibi, onu keyfilik ve tesadüfilikle de suçlar; her
tanrının kendi anlayışına göre konuşturduğu " fantasie des revela­
tions" dan [vahiylerin fantezisinden] söz eder. Oysa insanlık daima
sadece tanrının insanların kalplerinde nasıl konuştuğuna kulak
verseydi, yalnızca bir din olurdu dünyada. 1 8
0
Ancak burada yeni bir itiraz yükselir. Kalbimiz bize gerçekten
Rousseau'nun anladığı ve öğretmek istediği o tek, başlangıçsal, do­
ğal dinin yolunu gösterebilir mi? Kalp en çok yönlü, en değişken,
en yanardöner şey değil midir? Yalnızca onun götürdüğü yoldan
gittiğimizde, en küçük bir esintiyle bile yönümüz değişmiyor m u ?
Maruz kaldığımız her etki yeni bir Ben v e yeni bir tanrı yaratmıyor
mu? Eğer Rousseau bir din felsefecisi olarak her duygu kıpırtısJnı
eşit ölçüde dikkate alan ve her birine serbest hareket alanı sağla­
mak isteyen bir duyarlılık peygamberinden ibaret olsaydı, bu itiraz
çürütülemezdi. Ne var ki kendisi burada net ve keskin bir sınır çiz­
mişti. Rousseau'nun "sentiment" [duygu] dini kesinlikle bir " duy­
gusallık" dini olmayacaktı. Çünkü burada da aynı kıstas, özgürlük
kıstası devreye girer. Salt duyuda, haz ve acıda, insanları sarsan
tutkularda, insan dışarıdan belirlenir; onlara verildiğini ve onlara
teslim edildiğini hisseder. Ancak, bu edilgenliğin son bulduğu bir
alan vardır; işte dinsel duygunun taşıyıcısı olan o sahici " ben"i,
ancak bu alanda buluruz.
Bu noktada Rousseau duyumsalcı psikoloj inin sınırlarını aşar.
Ben, duyuların bir verisi değildir ve asla sadece duyu verilerinin
hir ü r ü n ü olarak a n l a şılamaz; insana verilmiş olan ba�langıçsal et­
bu etk i n l iğin yegane kanıtıdır. Ta nrısal olanın m ührü
duy a r l ı l ı ğı değil, bu spontaneliğidir. Ken din i özgür bir
varlık olarak düşünemeyen için, Tanrı'ya açılan her kapı kapalı­
dır. 1 09 " Hiçbir maddesel varlık kendiliğinden etkin değildir; ama
ben etkinim ( . . . ) Ama iradem duyularımdan bağımsızdır, ya ka­
bul ederim ya da karşı koyarım, ya yenilirim ya da yenerim ( . . . )
Yapmak değil, istemek gücüne her zaman sahibim. Kışkırtmalara
kapıldığımda, dıştaki nesnelerin itmesine göre davranıyorum; bu
zayıflığımı kınadığım zaman yalnızca irademi dinliyorum. Kötü­
lüklerime tutsak, pişmanlık acılarımla özgürüm. Özgürlük duy­
gum, yalnız ahlakımı bozup sonunda ruhumun sesinin bedenimin
yasasına karşı koymasını engellediğimde içimde yok oluyor. " 6 1
Bu amentü, Rousseau'nun eleştirmenlerinin yaptığı gibi bir
"duygusal deizm " (emotional deism) olarak tanımlanabilir mi?62
k i n l i ktir ve
de, Ben ' i n
Bana öyle geliyor ki, Rousseau dinsel deneyimi tanımlarken duygu,
kalp, iç ses, içgüdü deyimlerinde takılıp kalsaydı ancak o zaman
böyle bir tanım mümkün ve uygun olurdu. Dinin ve dinsel misti­
sizmin tarihi bize tüm bu deyimlerin ne kadar çokanlamlı oldukla­
rını ve ne kadar çok çeşitli inanç biçiminin bu deyimlere dayana­
bileceğini gösteriyor. Oysa Rousseau bu farklı kuvvetlerin tümünü
sonunda tek bir kuvvette bir araya getirmiştir ve bu da onun için
dinsel kesinliğin asıl merkezini oluşturur. Rousseau amentüsünü
vicdana çağrı yaparak bitirir ve dinin ilk kaynağını vicdanda bulur.
"Vicdan! Vicdan! Tanrısal içgüdü, ölümsüz ve göksel ses, bilgisiz
ve dar görüşlü, ama zeki ve özgür bir varlığın güvenilir rehberi;
insanı Tanrı'ya benzer kılan, iyilikle kötülüğün yanılmaz yargıcı;
insanın doğasını kusursuz, eylemlerini ahlaka uygun yapan sensin;
sensiz, beni hayvanlardan üstün tutan hiçbir şey hissetmiyorum
içimde; sensiz, kural tanımayan bir idrak gücünün ve ilkesiz bir
aklın yardımıyla yanlıştan yanlışa sürüklenmek gibi üzücü bir ay­
rıcalığa sahip olurdum. " 63
61 Prof., s . 1 85. [ROC, Cilt 4, s. 585 vd.]110
62 Bkz., Babbiıt, Rousseau und Romanticism, s. 1 22.
63 [Prof.,] s. 273. [ROC, Cilt 4, s. 600 vd.]1 1 1
44
HOUSSL A U . KAN T .
Gt)f T H l
Rousseau'nun d i n i n i n özü ve onu dola ysm.:a K a ııt'la b i rlc� t i n:n
şey buradadır. Kaııt'ın ahlak felsefesini y o r uml a y a n l a r onun Pra­
tik Akim fleştirisi'nde 1 12 ödeve yönelik yazdığı ünlü yazıyı, hiç de
haksız sayılmayacak bir şekilde Rousseau 'nun " Profession de fo­
i "sındaki bu pasajla ilintilendirmişlerdir. 1 1 1 Rousseau için de, Kant
için de Tanrı'yı bilmeye giden biricik yolun vicdandan geçtiği , 1 4 ke­
sindir. İkisinin de kabul edebileceği ve benimseyebileceği yegane te­
oloji, etiko-teolojidir. 1 1 5 Rousseau, Tanrı'nın varlığı ve ruhun ölüm­
süzlüğü için kesin metafizik kanıtlara dayanan bir din anlamında
"teorik" bir dine gerek duymaz. Bu gibi kanıtların hiçbirine güven­
mez ve inancın kesinliğinin özü açısından bunların vazgeçilebilir ve
hatta zararlı olduklarını açıklar. Metafizik dogmatizmin karşısına
"istemeden içinde uyanan bir kuşkuculuğu " 1 1 çıkarır; ama aynı
6
zamanda, bu kuşkuculuğun dinsel inancın özünü yakalayamadığı­
nı, çünkü gerçek dinin anlak için kavramlar değil, eylem için tali­
matlar içerdiğini açıklar. "Yalnızca tuttuğum yol için önemli olan
şeyleri öğrenmeye çalışıyorum. Ne eylemler ne de ahlak üzerinde
etkisi olan, ama birçok insanı da bunaltan dogmaları kendime hiç
tasa etmiyorum." 64 Aynı şekilde Kant da " inanca yer açabilmek için
bilgiyi kaldırmak \ 1 8 zorunda kalmıştır; ancak rasyonel teoloj inin
dogmatik metafiziğini yıktıktan sonra, onun enkazı üzerinde kendi
eleştirel etiğinin binasını dikebilmiştir. Savoia'lı Rahip Yardımcısı
düşüncelerini açıklamayı şöyle tamamlar: "Oğlum, ruhunuzu bir
Tanrı'nın var olmasını her zaman isteyecek durumda bırakırsanız, ,
onun varlığından hiç kuşku duymazsınız. Ü stelik, hangi dinden
olursanız olun, dine karşı gerçek görevlerin insanların kurumların­
dan bağımsız olduğunu ( . . . ) ahlaksal görevleri dışlayan hiçbir din
bulunmadığını, yalnızca bu görevlerin gerçek görevler olduğunu,
içten ibadetin de bu görevlerin ilki olduğunu ve inanç yoksa, hiçbir
gerçek erdemin de var olamayacağını düşünün. " 65
,
Bu inanç Kant'ın " pratik akılda temellenen inanç" ından baş­
ka bir şey değildir. 12 Kant etik kesinliği dinsel kesinlik üzerinde
0
temellendirmek yerine, dinsel kesinliğin desteği ve temeli yapar.
64 [Prof.,) s. 4 1 6 vd. [doğrusu: 4 1 7) [ROC, Cilt 4, s. 627) 1 17
65 [Prof.,) s. 441 vd. [doğrusu: 41 1 , 443) [ROC, Cilt 4, s. 6 3 1 vd.)119
Gördüğüm kadarıyla Rousseau'nun yazılarında, bu önemli nokta­
d a herhangi b i r tereddütte bulunduğuna dair hiçbir bel i rti yoktur.
K a n t ' ı n öğretisi bu bakımdan antropolog, kültür eleştirmeni, hu­
k u k ve devlet fel sefecisi Rousseau'nun öğretisinden çok daha bü­
t ü n l ü k l ü ve tutarlıdır.
Nouvelle Heloise'da Julie şöyle der: " Kalbi
h a y a l gücünün kuruntularıyla besleyen ve yalnızca dünyevi sevgiyi
t a k l i t eden duyguları gerçek Tanrı sevgisinin yerine geçiren mistik
ve mecaz y ü k l ü d i l i sevmiyorum. Dogmaların anlamadığım, kılı
yo r um l a nı ş ları y l a hiç i lgilenmiyorum, gözüme çarpan
aklımı i k n a eden aydınlatıcı hakikatlere tutunuyorum; bana
ödevlerimi öğreten pratik hakikatlere ( . . . ) İnsanın i na nd ığ ı ya da
i n a n madığı şey üzerinde hükmü var mıdır? Çıkarımda bulunma
sana tın da n anlamamak bir suç mudur? Hayır, vicdan bize şeylerin
h a k ikati h a k k ı nd a bir şey söylemez, daha ziyade bize ödevlerimi­
zin kuralını verir; düşünmemiz gerekeni değil, yapmamız gerekeni
söyler; bize doğru akıl yürütmeyi değil, iyi davranmayı öğretir ( . . . )
İyilik, dürüstlük, ahlaklılık, erdem: Hakk'ın istediği ve ödüllendir­
diği budur; Tanrı'nın bizden istediği gerçek ibadet budur. "66
Böylelikle Rousseau'nun din öğretisinin "rasyonalizmi "ne ilişkin
soru da yanıtlanmış olmaktadır. Bu bağlamda her zaman bir kuş­
kunun doğabilmiş olması, Rousseau'nun din meselelerinde bir "ir­
rasyonalist" olarak kabul edilebilmiş olması tuhaftır. Rousseau'nun
"akılcı"lara, Ansiklopedistlere karşı yürüttüğü amansız mücadele
kafaları karıştırmamalıdır, çünkü Rousseau bunu akla karşı değil,
akıldan yana bir mücadele olarak düşünüyordu. Profession de foi
da "Filozoflara karşı " 1 22 tartışmanın ortasında, bu temel düstura
sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Tanrı hakkında oluşturabileceğimiz en
doğru ve en yüce düşünceler akıldan ve sadece ondan gelirler: "Tan­
rı hakkındaki en büyük fikirler bize yalnızca akıldan gelebilir". 1 23
Hiçbir vahiy aklı geçersiz kılıp onun yerine geçemez. Çünkü bizden
aklı inancın buyruğu altına sokmamızı isterse, bize bu boyunduru­
ğun gerekçelerini sunmalı ve böylece aklı yine doğru yerine koyma­
lıdır. Bu yüzden "filozoflarla " tartışma akla karşı değil, onun yanlış
kırk yaran
ve
66 Nouv. Hil., L. [Bölüm) VI, Lettre 8 ([ed. Mornet, Cliı) N, [s.) 270 vd. [doğrusu: s. 270,
274)). [ROC, Cit 2, s. 697�99)121
46
ROlJS S F A l J , K A N T . fiOE T H E
kullanı mına karşı yapılan bir tartışmadır. Roussca u ' n u n fi lozoflara,
"Ansiklopedi "nin düşünü rlerine yönelttiği suçlama, soru nların sı­
nırlarını görmezden gelmeleri ve belirsizleştirmeleridir. Onlar dinsel
hakikatin ölçütü olarak etik kesinliğin yerine -ki başka bir ölçüt
mümkün değildir- düşünceyi koymaktadırlar. Bu konuda yanılma­
larına; dogmatizmle mücadele etmek isterken yine, karşı kampta
yer alan bir başka dogmatizme düşmelerine şaşırmamak gerekir.
Ancak akıl, akıl yürütmeyle bir tutulamaz: " Akıl yürütme sanatı
aklın kendisi değildir, sıklıkla onun kötüye kullanımıdır. "6 7
Elbette Rousseau'nun mücadelesini yü r ütebilmesi için henüz
sağlam bir yöntemsel donanımı yoktur. Bu yüzden, onun tutar­
sız bir orta konumda bulunmakla suçlanması, hem kilise inancını
savunanların hem de onların muhaliflerinin Rousseau'yu uzlaş­
maz bir düşman olarak görmeleri anlaşılır bir durumdur. Rous­
seau, eğer elinin altında "Aklın Eleştirileri " nden birisi bulunsaydı,
Kant'ın teorik ve pratik akıl arasında, dogmatik ve ahlaki kesinlik
arasında yine Rousseau'nun etkisiyle saptadığı net ve güvenli bir
sınıra başvurabilseydi, burada hüküm süren yanlış anlamalara ma­
ruz kalmayacaktı.
Gördüğüm kadarıyla Rousseau'nun din felsefesinin serimleni­
şinde ve değerlendirilişinde, düşünce tarihi açısından büyük önem
taşıdığı halde şimdiye kadar hiçbir yerde yeterli önem verilmemiş
bir başka özellik burada karşımıza çıkıyor. Sadece Kant değil Rous­
seau da etik uğrağı o denli dinin odağına kaydırmışlardır ki, iki­
si de bu konuda doğa 'yı adeta gözden yitirmişlerdir. Kant yaptığı
eleştiriyle doğadan Tanrı'ya çıkma yolunda o güne kadar yapılan
bütün denemeleri geçersiz kıldığına inanmaktadır. Tanrı'nın varlı­
ğına ilişkin hem " kozmolojik" kanıtın hem de " fiziksel-teolojik"
kanıtın geçerliliğini reddetmişti. 25 Nedenler ve sonuçlar zincirinde
1
koşullu olandan koşulsuz olana yükselerek, Tanrı'yı ilk neden ve
"primum movens" [ilk hareket ettirici] olarak kabul ederek Tan­
rı'ya ulaşamazdık. Doğanın içindeki ereklilik de bunun sahibi olan
en üstün bir zekanın varlığı sonucunu çıkarma hakkını vermez.
Rousseau aynı şekilde, başka her türden saf metafizik argümanın
67 Lettres morales U, [Correspondance Generale, Cilt] Ill, s. 352). [ROC, cilt 4, s.
ı o9oı"'
yanı sıra, Tanrı'nın varlığını kanıtlamanın bu biçiminden de vaz­
geçm iştir. Ancak Roussea u'da bu vazgeçiş ilk
bakışta son derece
paradoksal görünmek zorundadır, çünkü bu vazgeçiş Rousseau
açısından, doğadan Tanrı'ya giden dolaysız bir köprü kurmanın
olanaksızlığını içerir. Bundan böyle artık doğrudan bir geçiş mev­
cut değildir: Bize Tanrı'ya giden yolu doğa değil; a hlakl ıl ık , dünya­
n ı n nesnel düzenine ilişkin herhangi bir bilgi değil, sadece vicdan
g östere b i li r.
Ancak bu sonuç Kant'ın ağzından değil de Rousseau'nun ağzın­
dan çıktığında ne kadar çarpıcı d uruyor ! 1 26 Zira Rousseau, yeni bir
doğa kültü kurmamış mıydı ve onun belirleyici etkisi özellikle buna
dayanmıyor muydu? E mile Goethe'nin sözleriyle bu yeni doğa-in­
cilinin "ana ve temel kitabı " olmamış mıydı? 68 Rousseau böylelikle
"amentüsünü" bu kitaba eklediğine ve onu kitabın en önemli nok­
tası haline getirdiğine göre, bu amentünün doğalcı bir temele da­
yanması beklenirdi. Oysa tam tersi bir durum söz konusudur. Gerçi
Rousseau da Profession de foi'sında, bundan böyle yalnızca doğanın
kitabını okumak için bütün kitapları kapattığını söylemişti. 69 Tan­
rı'ya yönelik sahici bir hürmet duygusuna, daima doğayla doğru­
dan bir ilişki içinde olduğunda ve doğanın diline kulak verdiğinde
kapıldığını sık sık belirtmiştir. Rousseau'ya göre şehirlerin duvar­
larının içinde ve bir tapınağın dar çevresinde bu hürmet duygusu
hiçbir zaman yeterince güçlü bir şekilde gelişmez. Rousseau Les
Charmettes'teki yaşantısını şöyle betimler: "Her sabah güneş doğ­
madan kalkıyordum. Komşu bir meyve bahçesinden güzel bir yola
çıkıyordum, bu yol bağdan geçiyordu, ( . . . ) Orada, gezintimi sürdü­
rürken dua ederdim ve bu dua dudakların kibirle kıpırdanışı değil,
güzelliği gözlerimin önünde serili sevimli doğanın yaratıcısına doğru
kalbin samimi bir yükselişi olurdu. Bir odanın içinde dua enneyi asla
sevmedim; bana hep, sanki etrafımdaki duvarlar ve bütün o küçük
insani ürünler Tanrı'yla arama zorla girmişler gibi gelir. Kalbim ona
doğru yükselirken Tanrı'yı eserleriyle tefekkür enneyi severim."70
68 Goethe, Dichtung und Wahrheit, Ondördüncü Kitap, Weimar edisyonu /Kısım 1, Cilt]
XXVIII, /s.]254.
69 [Prof.,] s. 395. [ROC, Cilt 4, s. 624],,,
70 Confess. [Kitap] VI [haz. Van Bever, Cilt il,] s. 19 [ROC, Cilt 1 , s. 236]121
48
AOUSSEAU. KAN T . GOHHf
İşte Roussea u i ç i n di n i
d uy g u n u n tek rar tek ra r kaynağı o l m u ş
doğa duygusu böyled i r. Ancak Rous s e a u d a k i doğ a d u ygusu din
'
duygusunu uyandı rıyor ve a rtırıyorsa d a , doğru dan doğruya din
duygusunun
içeriği ile paralel gitmez. Kant'ın sözleriyle konuşacak
olur sak Rousseau'nun dininin, doğa duygusuyla birli kte ortaya çık­
masma karşın bu duygudan kaynaklanmadığını söyleyebiliriz. 1 9
2
Salt doğanın tanrılaştırılmasının her tü r lü s ü Rousseau'ya yab anc ı­
dır. Rousseau'nun bu ö ze l l iği n i n bilincine varmak için onu Shaftes­
bury ile kıyaslamak gerekir. 1 3 Shaftesbury, doğaya ilahisinde doğ­
0
rudan doğruya "doğanın " güçlü " deha " sına yönelir. " Yüce doğa !
Her şeyin üstünde güzel ve sınırsız iyi! Hep seven ve hep sevilesi,
hep ilahi; bakışları ö yl e karşı konulamaz çekicilikte ki, onu araştır­
mak öyle büyük bilgelik, ona bakmak öyle büyük haz verir ki ! Ey
güçlü doğa ! Yazgının bilge temsilcisi! En büyük yetkiye sahip yara­
tıcı. Senin varlığın sınırsızdır, bilinemez, nüfuz edilemez! Her türlü
düşünce yetersiz kalır bu sonsuzluğa ! İmgelem felç olur ve donuk­
laşmış hayal gücü yiyip bitirir kendini boşuna, ne kıyısını bulur bu
okyanusun ne de sınırını, ulaşabildiği en uzak yerde bile, bulamaz
yola çıktığı ilk noktadan kenara daha yakın bir noktayı. " 7 1
Doğanın sonsuzluğunda kaybolan 132 gerçek bir panteizmdir bu.
Oysa Rousseau'nun "amentüsü" nde bu sesleri, böyle bir hararetli
taşkınlığı bulamayız. Bu amentü de güçlü bir içsel coşkuyla doludur,
ancak bu coşku başka bir yöne işaret eder. Rousseau'nun "Profes­
sion de foi"da öğrettiği ve ilan ettiği din, doğanın mucizesine dal­
maktan 1 33 doğmamıştır; oysa teleolojik argüman Rousseau'da hala
geçerliliğini korumaktadır. Rousseau dünyanın akıllı bir sebep ol­
madan ortaya çıktığını kabul etmenin, tesadüfen bir araya getirilmiş
harflerle Aineias gibi bir eserin ortaya çıktığını kabul etmek kadar
saçma olduğunu söylemektedir. 1 34 Ancak Rousseau'da odak nok­
tasında yer alan asıl mucize, insanın özgürlüğünün mucizesi ve bu
özgürlüğün kanıtı olan vicdanıdır. Rousseau'ya göre insan ile Tanrı
arasındaki gerçek aracı buradadır. Shaftesbury, doğa ilahisine yer
verdiği kitabına "The Moralists" adını koymuştur. Ne ki onun dini
71 Shaftesbury, The Moralists [Bölüm] ili, Almancaya çeviren Kari Wolff, Jena 1 9 1 0,
'
1 00 vd.tl l
s.
ilk planda ahlaklılık üzerine kurulmu� değildir. Bu din etik değil es­
tetik bir dindir; evrenin güzelliğinin seyredilmesinden kaynaklanır.
Shaftesb ury, felsefesini inşa ederken iyiyi güzelin altına yerle�­
tirmiş ve iyiyi güzelden türetmeye çalışmıştır. Ancak bu ne Rous­
sea u ' n u n ne de Kant'ın yoludur. Rousseau din öğretisinde, " pratik
önceliği" konusunda samimidir. Rousseau'ya göre Tanrı
yegane yaratıcısı ve koruyucusu değildir sadece, Kant'ın
deyi m i n i k u l lanacak olursak, Tanrı " amaçlar k ral lığın ın başı " ­
dır. 1 3 5 Çünkü Rousseau'nun d i n felsefesi, onun hukuk v e devlet
felsefesine içten içe bağlıdır ve bu felsefelerin temel düşünceleriyle
belirlenir. Rousseau'ya göre din insanların kalplerine adalet düşün­
cesi yoluyla yazılmıştır ve Rousseau bu düşünceyi bengi, hep aynı
k a l a n , p o ziti f yasaların çeşitliliği ve keyfiliğiyle bozu l am a yan bir
düşünce olarak k ab u l eder. "Hiç kimse" diye yazar Rousseau, Ver­
nes'e; "İncil'e benden daha içtenlikle hürmet edemez; onu bütün
kitapların en yücesi olarak görüyorum. ( . . . ) Ama nihayetinde bir
kitaptır o, insanlığın dörtte üçünün haberdar olmadığı bir kitap.
Ortak babamız kendisini tanımanın araçlarını neden bizden değil
de onlardan esirgemiş olsun? Onun gözünde bir İskit'in ve bir Af­
rikalının sizden ve benden daha az değerli olduğuna mı inanayım?
Hayır, kıymetli dostum, bir kitabın dağılmış yapraklarında değil,
insanın kalbinde aramalı Tanrı'nın yasasını. Oraya yazdı Tanrı,
öğretisini: Ey insan, her kim olursan ol, kendi içine bak, kendi
vicdanını ve doğal yeteneklerini sorgulamayı öğren, o zaman iyi,
adil ve erdemli olacaksın, efendinin önünde boyun eğecek ve onun
cennetinde, ebedi uhrevi saadetle, sonsuza dek yer alacaksın. "72
Rousseau, Madam D'Houdetot'a yazdığı, yayımlamayı düşünme­
diği ancak dinsel düşüncesinin özellikle samimi bir resmini sunan73
olanın
doğanın
"Ahlak Mektupları "nda1 3 benzer şeyler söyler: Burada da adalet
7
duygusunun, doğanın insanın kalbine yazdığı asıl asalet beratı ol­
duğunu düşünmektedir.74
72 Vemes'e mektup, 25 Mart ı 758, C. G. (Cilt! IU, (s.J 3 1 4 vd.1,.
73 Bu mektupların içeriği ve karakteri hakkında bkz. Ch. W. Hendel, fean-Jacques Rous­
seau Moralist, Oxford 1 934, Cilt 1, s . 298 vd.
74 C. G. (Cilt] m, (s.J 364 vd. (ROC, Cilt 4, s. 1 1 08 vd.],,.
50
ROUSSE AU. KANT. GOE T t l E
VI.
Sonuç
İ ncelememizin sonunda, çıkış noktası olarak aldığımız soru­
yu yeniden soruyoruz: Rousseau ile Kant arasındaki ilişki, bu iki
büyük düşünürün yaşam ve öğretileri arasındaki ilişkiye dair bize
ne öğretiyor? Başta Fichte'nin " Nasıl bir felsefenin seçildiği, nasıl
bir insan olunduğuna bağlıdır" sözünü alıntılamıştık Bu söz, bize
filozofun öğretisine damgasını vuranın onun ampirik bireyselliği
olduğunu ve bu yüzden bu bireyselliğin içine girmeden, onunla
belirli bir anlamda birleşmeden, bu öğretiyi anlamaya çalışmanın
nafile olduğunu söylüyorsa, incelememizin sonucuyla dolaysızca
çürütülmüş olmaktadır. Çünkü Rousseau ile Kant arasında bu tür­
den bir anlama biçimi hiçbir zaman var olamamıştır. Ve aralarında
böyle bir " sempati " oluşamamıştır.
Bireyler olarak ikisi de "globus intellectualis" in1 3 9 farklı yarıkü­
relerine ait oldukları gibi, bir ölçüde onun birbirine zıt kutuplarını
da oluşturuyorlardı. Bu durum düşünce biçimi açısından olduğu
kadar yaşama biçimi açısından da geçerlidir. Yaşamını anlatırken
soğukkanlı düşünme yetisinin kendisinden esirgendiğini, düşündü­
ğü ve yazdığı her şeyi ancak tutkunun esrikliği içinde bulabildiğini
bizzat itiraf etmiş7 5 bir adam ile katı ve temkinli bir düşünür olan
Kant arasında nasıl bir ortaklık olabilirdi? Çok erkenden doymak
bilmez bir gezme dürtüsüyle dolu olan ve yaşadığı en mutlu saatle­
rin amaçsızca gezip dolaştığı saatler olduğunu belirtmiş olan Rous­
seau'nun 141 yaşamı ile çok dar bir çevre içinde kalan ve hiçbir za­
man bu çevrenin dışına çıkmak isteği duymamış görünen Kant'ın
arasında hangi noktada bir örtüşme bulunur ?
Rousseau bir anlamda sürekli kendinden kaçış halindeydi; ile­
ri yaşlarına kadar son yapıtlarından birinde kendini betimlediği
gibi "yalnız bir gezgin" olarak kaldı. Buna karşılık Kant'ın en bü­
yük arzusu tuttuğu yolu hiçbir şekilde ve hiçbir noktada değiş­
tirmemekti. " Her türlü değişiklik beni endişelendiriyor" -Markus
Herz'e yazdığı bir mektupta Halle'de görevlendirilmeyi reddetme­
sini bu sözlerle gerekçelendirir- " İsterse durumumun düzeltilmesi
.
75 Confess., L[ivre] X, haz. Van Bever, Cilt il,)
s.
473. [ROC, Cilt 1 ,
s.
51 3) 140
için en büyük fırsat olsun, yine de tabiatımın bu içgüdüsünü dik­
kate almam gerektiğine inanıyorum. Esenliğimi düşünecek kadar
yardımsever olan dostlarıma ve hamilerime çok teşekkür ediyo­
rum, ancak bu iyi niyetlerini şimdiki durumumda huzurumu bo­
zacak her şeyden ( . . . ) sakınmak ve beni buna karşı korumak doğ­
rultusunda sergilemelerini de saygılarımla rica ediyorum."76 Yeni,
alışılmadık, öngörülmedik her şey karşısındaki bu hassas korku,
Kant'ın dışsal gündelik yaşamını düzenleyişini de belirledi ve bu
yaşamı önceden düşünülmüş bir planın zincirlerine yavaş yavaş,
giderek daha sıkı bağladı. Kant gitgide daha da fazla "saate göre
yaşayan adam" oldu. 142
Bu bakımdan da dışsal bağlanmaya hiçbir şekilde tahammülü
olmayan ve diyaloglarından birinde, kendisine sürekli zamanı ve
saati hatırlatmasın diye saatini fırlatıp atmaya karar verdiği anı
mutlu an olarak betimlemiş olan Rousseau ile Kant arasında ne
büyük tezat vardır. "Tanrıya şükürler olsun, diye bağırdım o tutku
dolu neşe patlaması anında, şimdi artık günün hangi saati olduğu­
nu bilmem gerekmeyecekti. " 77
Yine de gördüğümüz gibi, tüm bunlar Rousseau ile Kant'ın dü­
şünce dünyaları arasında sonuna kadar devam eden içsel ortaklığı
engellememiştir. Elbette, ikisi de varlıklarının daha derin bir kat­
manında birbirleriyle temas etmiş olmasalardı, böyle bir ortaklık
mümkün olamazdı. Ancak, bu temas her ikisinin de salt "varolu­
şu " ndan, yaşam koşullarından ya da yaşamın getirilerini değerlen­
dirme tarzlarından kaynaklanan bir şeye dayanmıyordu. Bu geti­
riler hakkında ne kadar farklı düşünseler de, dünyaya ve insanlara
yönelttikleri belirli taleplerde buluştular. Maddi yaşam koşulları,
meslekleri, ait oldukları zümreler ve toplumsal ortamları tarafın­
dan belirlendikleri her noktada birbirlerinden ayrıydılar; kişisel
özellikleri, mizaçlarının tarzı ve doğrultusu açısından da ayrıydı­
lar. Ama Kant da Rousseau da nesnel anlamıyla temellendirmek
ve geçerli kılmak istedikleri belirli bir ideye sarılmışlardı. İkisi de
hukuk idesinin meczubuydular. Kant, hukuk sakatlanır ya da yok
76 !CA, Cilt] ıx, (s.] 1 74.
77 Rousseau ;uge de Jean·Jacques, 2. diyalog. [ROC, Cilt l,
s.
845 vd.J,.,
52
AOUSSEAU. KANT .
GOF T H �
edilirse, artık insanın dünyada var olmasının bir anlamı kalmaya­
cağmı söyler. 1 44 Roussea u, hukukun koruyucusu olması gereken
toplumun, şimdiye kadarki tüm biçimleriyle baskının ve en kötü
adaletsizliğin aleti olduğunu öğrendiğinde, hayatının ilk şiddetli
sarsıntısını yaşar. İlk yazılarında tam bir yön değişikliğinden ve
geri dönüşten başka çıkış yolu göremez; " homme des hommes " u n
yeniden " homme de l a nature " e dönüşmesini talep eder. Ancak
bu saf olumsuzlamayı, yeni bir olumlu inşa izler ve Rousseau bu
inşayı devlet öğretisinde ve eğitim öğretisinde gerçekleştirmek ister.
Ti.im bunlar Kant'a çekici gelmiş ve Rousseau'nun kişiliği ve
"yaşam tarzı " yla ilgili hissettiği farklılığı adeta yok etmiş olmalıdır.
Belki kendisi bu farklılığı bizim bugün gördüğümüz kadar keskin
görmüş değildi. Kant'ın, doğrudan doğruya çağdaşı olduğu halde
Rousseau'ya bugün bize kıyasla çok daha büyük bir mesafeden
bakmış olması, bir anlamda mutlu bir yazgı olarak tanımlanma­
lıdır. Kant kendini önyargısızca Rousseau'nun yapıtını okumaya
verdi ve yapıtın içindeki insanı tanımaya çalıştı. Orada, çok daha
sonra Kant'ın Rousseau hakkındaki yargısının çoktan kesinleşmiş
olduğu bir dönemde yayımlanmış olan Confessions'un yazarını de­
ğil, Discours sur l inegalite nin Contrat social'in, Nouvelle Heloi­
se 'ın yazarını gördü. Oysa Rousseau'nun yaşamının tüm ayrıntıla­
rına aşina olan, onun otobiyografik yazılarını, mektuplaşmalarını
bilen ve tüm bunları döneme ait kaynaklarla bütünleyebilen bizler
için, bu bilgi zenginliği çoğu kez Rousseau'nun özünün ve yapı­
tının gerçek bilgisine ulaşmayı kolaylaştırmaktan ziyade engelle­
miştir. Rousseau'ya ilişkin literatürde öyle ünlü kitaplar vardır ki,
bize yapıtın yerine sadece insanı anlatırlar ve onu da ikiye bölün­
müşlüğü ve parçalanmışlığı içinde, içsel çelişkileri içinde betimler­
ler. Burada düşünce tarihi, tamamen yaşam öyküsüne dönüşmeye
yüz tutmuştur ve yaşam öyküsü de salt bir hastanın öyküsü olarak
görünmektedir. 7 8 Kant'ın daha basit, kendi içinde bütünlüklü bir
Rousseau imgesi vardı, ama bu imge bu basit haliyle, doğruluk ha'
'
,
78 Burada Seillii:re'in Jean-Jacques Rousseau'su ve Babbitt'in Rousseau and Romanti­
cism 'i gibi kitapları düşünüyorum. Bence bu kavrayış en iyi ve en özlü bir biçimde Gh.
W. Wendel'in Jean-jacques Rousseau Moralist kitabında çürütülmektedir.
kını mdan modern yorumların ve eleştirilerin bize sık sık sund uğu
imgeden geri kalmıyord u , hatta ondan daha da doğruydu.
Gelgelelim Kant ve Rousseau ortak bir büyük görev dolayısıy­
la birbirleriyle bağlantılı olsalar da, bu görevi yerine getirmekte­
ki misyonları birbirinden çok farklıydı. Hedefi ilk gören Rousse­
au'ydu ve bunu meczup bir taşkınlıkla ilan etmişti. Sağlam kökleri
olan önyargıları yenmek yolundaki sıkı engelleri temizlemek zo­
rundaydı. Tüm bunlar sakince düşünmek yoluyla başarılamazdı.
Tutkunun tüm güçlerini yardıma çağırmak ve kendisi ve düşünce­
leri için yeni bir belagat gücünü konuşturmak zorundaydı. Rous­
seau'da ancak güçlükle dizginlenebilen ilk patlamayı buluyoruz;
Rousseau " açık ve seçik kavramların " 1 5 diliyle konuşmayı hiçbir
4
zaman öğrenmedi. Kant'ın düşüncesi ise bu dile bağlıydı. Bu dü­
şünce, kavramların belirlenmişliğini ve " dakikliğini" 1 46 , mimari
yapılanmaların netliğini gerektiriyordu. Rousseau'nun düşüncesini
sürdürmüş ve onu eksiksiz olarak inşa etmiş, sistematik olarak te­
mellendirmişti. Burada da bu temellendirmenin düpedüz evrensel
önem taşıyan bir soruna yol açtığı, bu sorunun gerçek bir "dü­
şünme tarzı devrimi " ni 1 4 kendi içinde barındırdığı görülmüştü.
7
Rousseau'yu " filozoflara " karşı mücadelesinde harekete geçiren
çelişkiyi Kant ancak bütün bir "akıl yetisi "ni eleştirerek çözebilir­
di; Rousseau'nun düşünce dünyasının hakkını verebilecek ve onu
kendi içine alabilecek, daha geniş ve daha derin "akıl " kavramını
Kant ancak böylelikle yaratabilmişti.
Alıntıların Kaynakları ve Literatür
Kant'ın Yazıları'ndan yapılan alıntılarda, benim yayına hazırla­
dığım Kant'ın yapıtlarının toplu edisyonuna atıfta bulunulmuştur.
( 1 1 Cilt, Bruno Cassirer Verlag, Bedin 1 9 1 2 vd. )
"Kant'ın terekesinden fragmanlar " b u edisyona dahil edilme­
miştir. Bu notlar, Kant'ın diğer notlarıyla birlikte bağımsız bir ciltte
toplanacaklardı, ancak savaşın patlak vermesi, bu cildin yayım­
lanmasına engel oldu. Bu yüzden fragmanlarda Hartenstein Edis­
yon u 'na atıfta bulunulmuştur. (Immanuel Kants Samtliche Werke,
54
AOUSSEAU, KANT,
GOE THE
kronolojik sırayla, haz. G Hartenstein, Cilt V I l l , s. 609 - 6 4 5 , Le­
ipzig 1 8 6 8 ) 1 4 H
Rousseau'nun yazılarından yapılan alıntılarda, ünlü toplu ya­
pıtlar edisyonlarında özellikle de eski olanlarda metinler her za­
man hatasız olmadığı için, tek tek kitapların en iyi eleştirel edis­
yonlarını temel almaya çalıştım. Bu yüzden alıntılarda aşağıdaki
kısaltmalar kullanılmıştır:
The Political Writings of Jean Jacques RousP. W.
seau. Edited from the original manuscripts and
authentic editions. With introductions and no­
tes. By C. E. Vaughan, 2 Cilt., Cambridge 1 9 1 5 .
Correspondance generale de jean-Jacques RousC. G.
seau, haz. Th. Dufour, 20 cilt, Paris 1 924 - 1 934.
La Nouvelle Heloise, haz. Daniel Mornet, Les
Nouv. He/
Grands Ecrivains de la France, 4 cilt, Paris ( Ha­
chette) 1 925.
Les Confessions de J. J. Rousseau, ed. İntegra­
Conf.
le publiee sur !es manuscrits originaux par Ad.
Von [doğrusu: van] Bever, ibid., Cilt III, s. 1 89
- 33 8 .
Prof.
La Profession de Foi du Vicaire Savoyard. Edi­
tion critique par Pierre Maurice Masson, Fri­
bourg et Paris 1 9 1 4.
=
=
=
Goethe ve Kant Felsefesi
Goethe'nin Eckermann ile konuşmalarında dikkat çekici bir
ifade yer alıyor; bu ifade, düşünce tarihi açısından büyük bir önem
taşıdığı halde, şimdiye kadar Goethe araştırmalarında dikkate
alınmamış, ya da en azından doğru açıklamasına kavuşamamıştu.
Bu ifade Goethe'nin Kant felsefesiyle ilişkisine dairdir. "Kant" di­
yor Goethe, " Her ne kadar ondan bağımsız biçimde onunla benzer
bir yoldan yürümüş olsam da, beni hiç dikkate almadı. Metamorp­
hose der Pflanzen [Bitkilerin Metamorfozu] kitabımı yazdığımda,
Kant hakkında henüz herhangi bir şey bilmiyordum; oysa bu kitap
tamamen onun öğretisiyle aynı doğrultudadır. "1
"Bu bilmeceli sözde kastedilen nedir? " 1 Yukarıdaki pasajı oku­
duğumuzda, Faust gibi biz de bu soruyu sormadan edemiyoruz. Bu
pasaj büyük bir paradoks içeriyor: Goethe'nin Metamorpose der
Pflanzen kitabının Kant ile ne ilgisi var? Goethe doğayı kavrayış ve
inceleyişinin Kant'ın öğretisiyle örtüştüğünü nasıl söyleyebilmişti?
ilk bakışta burada hiçbir akrabalık bulamıyoruz - sadece keskin
bir karşıtlık görüyoruz. Bu karşıtlık iki sözcükle dile getirilebilir.
Gespröche mit Eckermann [Eckermann '/a Konuşmalar (ç.n.)J 1 1 Nisan ı 827 ( Gesprö­
che [ Cilt! ili (,Nr 2484, s. J 3 72. ). - Goethe'nin konuşmaları bundan böyle Flodoard
Freiherr von Biedermann edisyonundan (5 Cilt, [2. basım,J Leipzig ı 909 vd.J alıntıla­
nacaktır.
•
56
ROUSSf
AU. KAN T .
M a te ma ti k
liOE THE
s
ö z cüğü yl e v e Newton siizcüğüylc. K a n t h en üz saf
aklın e leşt i r m e n i olmadan önce Newton fiziği n i i n c e l e m e y e haş­
lamıştı. İlk büyük yapıtı Allgemeine Naturgeschichte ımd Theorie
des Himmels 1 [ Genel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı[ Newton'un
düşüncelerinin bir genişletilmesi, bütünlenmesi, genelleştirilmesi
olma iddiasındaydı. Kant, metafiziğinde de bu yoldan hiç ayrıl­
madı. "Metafiziğin yöntemi " diye açıklıyor, "Temelde Newton'un
doğa bilimlerinde uyguladığı ve orada yararlı sonuçlar doğuran
yöntemle birdir. " Bu yargı henüz Kant'ın eleştiri öncesi dönemine
aittir; Kant'ın Berlin Akademisi'nin metafizik bilimlerdeki duruluk
ve anlaşılırlık, apaçıklık üzerine ödüllü sorusuna verdiği yanıtta
yer alır. 2 Gelgelelim, Kant daha sonra da bu yargıya sürekl i bağlı
kalmıştır. Doğa öğretisi Kant için matematik bir doğa öğretisiydi
ve öyle de kaldı. 1 8 76 yılında Metaphysische Anfangsgründe der
Naturwissenschaft [Doğabiliminin Metafizik Başlangıç Temelleri]
adlı kitabının önsözünde, " iddia ediyorum ki" diye yazıyor, " Her
özel doğa öğretisinde ne kadar matematiğe rastlanıyorsa, ancak o
kadar gerçek bilime rastlanabilir. ( . . . ) Belirli doğa olayları hakkın­
daki saf bir doğa öğretisi ancak matematik vasıtasıyla mümkün­
dür; ve ( . . . ) bu yüzden doğa bilimi matematiğin kullanılmasına
izin verdiği ölçüde gerçek bilimi içerecektir. " 3
İşte bu, Goethe'nin doğa kavrayışının en keskin karşıtıdır.
Goethe'nin doğa öğretisi Newton'a ve Newton'un fiziğine karşı
sürekli bir mücadeleydi. Goethe'nin yaşamı boyunca bu mücadele
giderek daha da keskinleşmiş ve sonunda trajik bir biçimde doruk
noktasına ulaşmıştı. 4 Goethe her yerde -filozoflar, fizikçiler, biyo­
loglar arasında- kendine bu mücadele için müttefikler aramış ama
hemen hemen hiç kimseyi ikna edememişti. Bu mücadelede yalnız
kalmıştı ve bu yalnızlık onu giderek artan bir küskünlüğe sokmuş­
tu. Peki bu mücadelede Newton'un öğrencisi ve felsefi yorumcusu
olan ve Newton'un doğa biliminin mantıksal koşullarını eleştirel
olarak incelemeyi kendine hedef koymuş Kant'ın Goethe için ne
2
3
Kants Werke, ed . Cassirer [Cilt] 11 fs.] 1 86 , [AA, Cilt 4, s. 286],
Metaphysische Anfangsgründe der Naturwissenschaft, [Kants] Werke [,Cilt] iV [sJ 372
(E. Cassirer edisyonu). [AA,Cilt 4, s. 4701
gibi bir anlamı olabilirdi? Kant matematiğin doğa öğreti�ine ta­
mamen nüfuz etmesini savunuyordu. Goethe ise böyle bir nüfuzu
hararetle reddediyordu. " Fizik kendini matematikten ayrı olarak
sunmalı" diyordu. " Fizik kesin bir bağımsızlık içinde var olmalı
ve bütün seven, hürmet eden, dindar kuvvetleriyle doğaya ve onun
kutsal yaşamına nüfuz etmeye çalışmalı, matematiğin kendince ne­
ler başardığını ve yaptığını hiç kaale almamalıdır. Buna karşılık
matematik de kendi dışındaki her şeyden bağımsız olduğunu ilan
etmeli, kendi büyük zihinsel yolunda gitmel i ve olabildiğince mev­
cut olanla uğraşıp, ondan bir şeyler almaya veya ona uyum sağ­
lamaya çalışmadan, kendisini mümkün olduğunca saf bir şekilde
oluşturmalıdır. " 4
Buradan şu sonuç çıkıyor: Goethe için fizik ten Kant'a bir geçiş
yolu bulunmuyordu. Saf aklın eleştiricisi olan mantıkçı Kant da
ona belirleyici bir fikir sunamazdı. Herder'in aksine5 Goethe'nin
Kant'ın temel eserine büyük hayranlık duyduğunu biliyoruz.
Goethe, bu yapıta nüfuz etmek için çabalamaktan geri kalmadı.
Weimar'da korunan, Goethe'nin elinin altındaki Kritik der reinen
Vernunft [Saf Aklın Eleştirisi] nüshası, onun bu yapıta vakfettiği
ayrıntılı çalışmayı gösteriyor.6 Ancak bu yapıtın tamamı, Goethe
için asla Schiller için kazandığı önemi kazanamamıştı. Bu yapıt
7
başka bir düşünüş tarzından doğmuştu ve bu tarz Goethe'nin ya­
şam ve eğitim sürecinin dışında kalıyordu. Goethe'nin kendisi de
bunu açıkça hissetmişti. "Giriş bölümüydü" diyor Goethe, "Benim
hoşuma giden; labirentin içine girmeye cesaret edemedim; kah şiir
yeteneğim kah sağduyum engelledi beni ve hiçbir zaman metinden
gereğince yararlana bildiğimi hissetmedim. " 5
Yani, Goethe'yi sonunda Kant'ın felsefesini kabul etmeye yö­
nelten yalnızca bir taviz miydi? Ve onu, bu tavize zorlayan Schil­
ler'in dostluğu muydu? Edebiyat tarihi araştırmalarında uzun bir
süre bu yargıda bulunuldu ve bugün bile hakim görüşün bu olduğu
'
'
4
Goethe, Maximen und Ref/exionen. Goethe ve Sebiller arıivindeki elyavnalarına göre,
Max Hecker tarafından yayımlanmqtır (Schriften der Goeıhe·Gcsellschaft, Cilt 2 1 ),
5
Einwirkung der neueren Philosophie, Naturwissenschaftliche Schriften, Weimar edis­
yonu, iki nci Bölüm, Cilt xı, s. 49
Weimer ı 907, Nr. 573, s. ı 24.
58
ROUSSEAU, KANT . GOE l HE
görülüyor. N Ancak bu kavrayış dayanaksızd ır. Goethc Schillcr ile
yakın arkadaş olmadan çok önce Kant'a giden yol u bulmuştu. Bu
konuda tamamen geçerli bir kanıtımız var. Daha 1 790 yıl ında Kör­
ner, Schiller'e yazdığı bir mektupta, Goethe'nin D resden'e yaptığı
bir ziyaretten söz eder: " Goethe sekiz gün buradaydı, onunla epey
zaman geçirdim, çok geçmeden de yakınlaşmayı başardım ve Goe­
the de beklediğimden daha konuşkandı. Ortak noktalarımızın ço­
ğunun nerede bulunduğunu tahmin bile edemezsin . Başka nerede
olabilir; Kant'ta ! Yargı Gücünün Eleştiri'sinde, kendi felsefesinin
gıdasını bulmuştu. " ( 6 Ekim 1 790) 9 Goethe'nin Kant'ın felsefesi­
ni anlamasını sağlayan Yargı Gücü 'nün Eleştirisi'ydi. Goethe'nin
bu eserde bulduğu, felsefeden -saf teorik öğretiden- daha fazla bir
şeydi. Kendisi bu ilk izlenimini bize " Einwirkungen der neueren
Philosophie " [ " Yeni Felsefenin Etkileri " ] makalesinde açık ve be­
lirgin bir biçimde betimlemişti : " Ama şimdi Yargı Gücünün Eleşti­
risi elime geçti ve bana yaşamımın son derece sevinçli bir dönemini
bahşetti. Bu eserde birbirinden en uzak uğraşılarımın yan yana ge­
tirildiklerini, sanat ve doğa ürünlerine aynı muamelede bulunul­
duğunu, estetik ve teleolojik yargı gücünün birbirlerini karşılıklı
olarak aydınlattıklarını gördüm.
Düşünüş tarzım yazarınkiyle her zaman uyuşamasa da, kimi
yerlerde bazı şeylerin eksik olduğunu görsem de, yine de eserin ana
düşünceleri benim şimdiye kadarki yaratılarımla, edimlerimle ve
düşüncelerimle tamamen aynıdır; sanatın ve doğanın içsel yaşamı,
içeriden dışarıya karşılıklı etkileri kitapta açıkça telaffuz edilmiş.
Bu iki sonsuz dünyanın ürünleri kendileri için var olmalılar, yan
yana oldukları için de elbette birbirleri için var olmalılar, ama kas­
ten birbirleri yüzünden değil. " 6
Bu son sözlerde, Kant ile Goethe arasındaki birleştirici unsu­
run ne olduğunu anlıyoruz. Yargı Gücü 'nün Eleştirisi'nin ikinci
bölümü, 'Teleolojik Yargı Gücünün Eleştirisi' başlığını taşır. Bura­
da Kant sınırların katı bir biçimde belirlenmesini talep eder. Erek
kavramını organik doğa biliminin inceleme tarzından kesinlikle
6
Einwirkungen der neueren Philosophie, IWA, Bölüm 2:] Naturwissenschaftliche Schrif­
ten, Cilt XI, s.50 vd.
dışlamak istemez. Yaşam süreçlerinin saf mekanik bir betimleni­
şinin imkansız olduğunu açıklar: " Şurası kesin ki organize olmu�
varlıkları ve onların içsel olanağını yalnızca doğanın mekanik il­
kelerinden yola çıkarak yeterince öğrenemeyiz bile, onları aynı
yoldan açıklamamız ise daha da zordur. Gerçekten de bu o kadar
kesindir ki, bu yolun mümkün olduğunu düşünmenin ya da yalnız­
ca bir otun bile hiçbir amacın düzenlemediği doğa yasalarına göre
üretilişini kavranılır kılabilecek, Newton gibi birinin daha ortaya
çıkabileceğini umut etmenin saçma olduğu dobra dobra söylenebi­
lir: Aksine, insanlara bu kavrayışı düpedüz menetmek gerekir. " 7
Ancak, Kant erek kavramını doğa araştırmasının yalnızca bul­
gusal bir ilkesi olarak geçerli kılmakla kalmayıp, bu ilkeyi saf aklın
düzenleyici bir ilkesi olarak kaçınılmaz biçimde kabul etse de, yine
de ereksel açıklamanın o zamana kadarki naif ve eleştirel olma­
yan biçimini en keskin şekilde reddeder. 1 8. yüzyılda bu açıklama
tarzının gücü henüz kırılmamıştı. Edebiyat tarihçileri bu düşünüş
tarzına Brockes'in lrdisches Vergnügen in Gott kitabı gibi bir ya­
pıttan aşinadırlar. 1 0 Doğadaki her şey Tanrı'nın onuruna hizmet
eder; ama her şey aynı zamanda insanın ereklerine de hizmet eder;
her şey insan için, onun yararı ve avantajı için belirlenmiştir.
Bugün Brockes'in kitabını okurken gülümsememize yol açan
şey kesinlikle tekil bir örnek değildir. Sahici felsefi düşünürler de
Brockes gibi konuşuyorlardı. Örneğin Kant'ın Saf Aklın Eleştiri­
si'nin ikinci baskısına önsözde "Almanya'da şimdiye kadar henüz
sönmemiş olan titizlik ve özenlilik ruhunun müellifi" 1 1 olarak ta­
nımladığı Christian Wolff1 2 da böyle konuşuyordu. Wolff da hiç­
bir yerde ereksellik ile salt yararlılık arasında keskin bir sınır çiz­
mez. Wolff'un Alman metafiziğini, yani Vernünftigen Gedanken
von Gott, der Welt und der Seele des Menschen, auch aile Dingen
Überhaupt [Tanrı, Dünya ve İnsan Ruhu Hakkında, Genel Olarak
da Bütün Şeyler Hakkında Akıllı Düşünceler] adlı kitabını 1 726
yılında ayrı bir kitap izledi: Vernünftige Gedanken von den Absi­
chten der natürlichen Dinge [Doğal Şeylerin Amaçları Hakkında
7
Kant, Kritik der Urteilskraft, S 75 ( Werke, ed. Cassirer [Cifti V, s. 478 vd.) !AA, Cilt 5,
s. 400)
60
ROU S S E A U . KAN T ,
GOl T H E
Akıllı Düşüncele r i . K i ta p başlığıııda da bel i rtild iği gibi, " Ha k i kat
Se vd a lıla r ı için yazılmıştır. Ama temelde başka b i r şeydi r. filo­
zoflar için bir kitap değildir hu; kitap 1 8 . yüzyılın Alman halk ta­
bakası için sahici bir el kitabıdır. Bu insanlar herhangi bir doğal
şeyin gayesi hakkında kuşkuya kapıldıklarında, yapmaları gereken
tek şey Wolff'un kitabını açıp, hemen doğru açıklamayı bulmak­
tır. Dünya 'daki her şey hakkında, güneş, ay ve yıldızlar hakkında;
hava ve rüzgar hakkında; buharlar, sis, bulutlar, çiy, kırağı, yağ­
mur, kar ve dolu hakkında aydınlanacaktır.
Burada, çarpıcı birkaç örnek seçmekle yetiniyorum. " K utup yıl­
dızı niye vardır" , diye soruyor Wolff. " Kutup yıldızı, genel olarak
yıldızlar'', diye geliyor yanıt; " . . . yerleri bilmemize yararlar; bu da
özellikle akşamları ya da geceleri yollarını şaşırdıkları zaman seya­
hat edenlerin önemli ölçüde işine yarar, aynı şekilde geceye kırda ya
da bir ormanda yakalananların; evlerine gidecek yolu bulmak iste­
diklerinde, yolu araziye göre bulmaları gerekenlerin işine yarar" .
Ne kadar basit v e aydınlatıcı, n e kadar öğretici v e manevi açı­
dan ne kadar eğitici! İkinci bir örnek daha. Gün ışığı neye yarar ?
"Gün ışığının . . . bize büyük yararı vardır: Çünkü akşamları kıs­
men hiç yapamayacağımız ya da en azından bu kadar rahatlıkla
yapamayacağımız veya ışık yapma sanatının gerektirdiği bazı mas­
raflarla yapabileceğimiz işlerimizi gün ışığında rahatlıkla yapabi­
liriz." Burada konuşan aslında 1 8 . yüzyılda kendisine bir ölçüde
haklı olarak "praeceptur Germaniae" yani Almanya'nın öğretme­
ni denilmiş adam değildir. Burada Famulus Wagner 1 3 tıynetinde bir
bilgini; çalışma masasında oturup, pahalı gece çalışma lambasın­
dan tasarruf etmesini sağladığı için güneşin ışığına sevinen dürüst
ve tutumlu bir adamı dinliyoruz sadece. Ancak, bu profesör ileri
görüşlü ve tarafsız biridir. Gecenin de iyi yanları olduğunu elbette
bilir. " Birincisi, gün boyu yorgun düşen insanların ve hayvanların,
uyku sayesinde yeniden canlanabilmeleri gibi apaçık bir yararı var.
Ayrıca gündüzün doğru düzgün yapılamayan, kuş ve balık avı gibi
bazı işlere yarar. " 8 İşte şimdi biliyoruz, güneşin, ayın ve yıldızların,
,
"
8
Christian Wolff, op.cit., 3 . baskı, Frakfurt
ve
Leipzig 1 737,
s.
74, 92, 1 25 .
gündüz ve gecenin ne için var oldukları n ı ! Yıldızlar
ev
i n yolunu
b u l a l ı m diye, gündüz çalışmak için, gece ise uyumak, ku�
ve
balık
a v l a m a k için var!
1 8 . yüzyılda bu avam bi lge l i ğine yönelik sa ldı rı lar da eksik o l ­
Voltaire en iğneleyici ve en nefis taşlamalarından birisi olan
Candide'i yazdı. Tanrı'nın bizi bir burunla yaratmış olması ne ka­
dar iyi, diye açıklar filozof bu kitapta; " Yoksa gözlüklerimizi ne­
reye takacaktık ? " 14 Kant, fiziko-teolojik denilen kanıtı incelediği
bir yazısında Voltaire'in bu sözünü olumlayarak alıntılamıştı. 9 Ne
var ki Kant işin hiciv yanıyla sınırlı kalmadı. Erek kavramının eleş­
tirel bir analizini yaparak, bu kavramın karakterini ve sınırlarını
belirleme yoluna gitti. Goethe bu analizi hiçbir çekince koymadan
onaylar. Çünkü Goethe 1 8 . yüzyılın popüler filozoflarının 1 naif
6
teleolojisi hakkındaki yargısında, baştan itibaren Kant'la tamamen
hemfikirdi. Goethe, Kanzler von Müller ile yaptığı bir konuşma­
da 1 0 popüler felsefeyi daima iğrenç bulduğunu belirtiyordu; böyle­
ce popüler felsefeyi yok etmiş olan Kant felsefesine eğilim duyması
daha kolay olmuştu. Goethe-Schiller'in Xenien inde Der Teleo/og
başlığını taşıyan bir distichon· bulunur: 1 7
m ad ı
.
'
Nasıl bir hürmeti hak ediyor, inayetle mantar agacını yaratan,
Hemen ardından da şişe mantarını icat eden, ulu yaradanl
Goethe, kendi döneminin bu türden bir yararlılık düşüncesine
karşı yaşamı boyunca önüne geçileıi-ıez bir antipati duydu. Zelter'e
bir mektubunda şöyle yazar: "Bizim yaşlı Kant'ın dünyaya ve di­
yebilirim ki bana da yararı, yargı gücünün eleştirisinde, sanatı ve
doğayı etkili bir biçimde yan yana koyması ve amaç gözetmeyen
büyük ilkelere uyarak davranma hakkını teslim etmesidir. Daha
önce Spinoza beni zaten absürt nihai nedenlerden nefret etmeye
yöneltmişti. Doğa ve sanat erekleri hedefleyemeyecek kadar bü9
Kanı, Der einzig mögliche Beweisgrund zu einer Demonstration des Dasein Gottes
( 1 763); Werke (=CA, Cilı)II, (s.J 1 3 8. (AA, Cilt 2, s. 1 3 1 J,,
1 0 Goethes Gespriiche, [cd. Biedermann,J, Cilt il, [Nr 2207,J s. 50.
•
iki farklı vezinli mısradan oluşan beyit (ç.n.)
62
ROUS S � A U . K A N T . GOF T H �
yüktü rler, buna ihtiyaçları da yoktur. Bağınt ı l a r her yen.le vardır ve
b ağ ı n t ıla r y a ş a md ı r 1 1
Ancak, tüm bunlarla incelememizin henüz giriş kapısında ve avlu­
sunda yer al ıyoruz. Çünkü burada karşımızda gördüğümüz yalnızca
. "
negatif bir uğraktır. Goethe ve Kant'ın birlikte neyi reddettiklerini
görüyoruz; ama neyi birlikte olumladıklarını, onları pozitif olarak
birbirlerine bağlayanın ne olduğunu görmüyoruz. Bu bağ, onların
temel görüşlerindeki daha derin bir başka bağıntıya dayanıyordu.
Bu bağıntıyı burada ancak son derece kısa olarak ve ana hatlarıy­
la vermeye ç alışacağım. " Morfoloji" sözcüğünü ilk kez ortaya atan
Goethe'ydi . ı 8 Bu sözcük bugün bizim için son derece bilinen bir
sözcük haline geldi; genel bilimsel dile girdi. Fakat bu sözcüğün 1 8 .
yüzyılın biyolojisi için n e kadar önemli v e belirleyici bir yöntemsel
dönüm noktası olduğunu bugün kolaylıkla unutuyoruz. Goethe'nin
"morfoloji" düşüncesiyle, "organik doğaların şekillenişi ve yeniden
"
şekillenişi 1 9 kavrayışıyla yeni bir bilgi ideali yaratılmıştı. Modern bir
botanikçi olan Hansen, Goethe'nin metamorfozlar öğretisi hakkında,
botanik biliminde Goethe ile başlayan dönemin bir önceki dönemle
2
ilişkisinin kimyanın simya ile ilişkisine benzediğini söylemişti. 1
Goethe, kısa ve keskin bir anlatımla söylersek, organik doğanın
o zamana kadarki soysal incelenişinden, modern genetik inceleni­
şine geçişi gerçekleştirir. Bitkiler dünyasının soysal incelenişi, kla­
sik anlatımını Linne'nin doğa sisteminde bulmuştu. 2 ı Linne doğayı
kavramlarımızın bölmeleri içine yerleştirmeyi, onu cinslere, türle­
re, familyalara, sınıflara, türlere ayırmayı başardığımızda doğayı
anlamış olacağımıza inanır. Goethe ise böyle bir işlemi yeterli bul­
muyordu. Ona göre bu yöntemle kavradığımız yaşamın süreci de­
ğil, yalnızca ürünleridir.22 Goethe yaşamın süreci hakkında yalnız­
ca edebiyatçı olarak değil, aynı zamanda doğa araştırmacısı olarak
da bir kavrayış edinmek istiyordu; bu süreçte en büyük ve en yüce
olanı görüyordu. Bu konuda, öğrenci sahnesindeki Mephisto gibi
düşünüyor ve yargıda bulunuyordu:
1 1 Zelter'e, 29 Ocak 1 8 30 tarihli mektup, Briefe, Weimar edisyonu, (Bölüm 4,) Cilt 46,
[No 210), s. 223
12 Adolf Hansen, Goethes Metamorphos der Pflanıen, 1 907. 20
Canlı bir şeyi ögrenmek ve betimlemek isteyen
İ l k önce tini d ı şarı kavmak ister
Sonra elindedir parçalar,
Ne yazık ki, eksiktir aralarındaki tinsel bag.
' Encheiresin naturae' " der kimya buna,
Alay eder kendisiyle ve bilmez nasıl oldugunu .23
Goethe Linne'ye büyük bir hayranlık duyuyordu. Yapıtlarında
kendi içsel yetişimi açısından Linne'yi Shakespeare ve Spinoza'nın
yanına koyduğu bir pasaj bulunur. Bu kesinlikle ona sunabileceği
3
en büyük övgüydü. 1 "İtiraf etmeliyim ki", diyor Goethe; "Shakes­
peare ve Spinoza'dan sonra benim üzerimde en büyük etkide bulu­
nan Linne olmuştur; üstelik bunu tam da beni karşı koymaya teş­
vik ederek yapmıştır. " Goethe, botanik çalışmalarının öyküsünü
betimlediği bu güzel makalede, bu karşı koyuşun niteliğini açıkça
belirtmiştir. " Söz konusu koşullar hakkında net olmam gerekirse,
beni sözcüklerini, ifadelerini, onlara bir ölçüde haklarını verebil­
mek için her defasındaki nesnelerden oluşturmaya çaba gösteren,
doğuştan bir şair olarak düşünebilirsiniz. Böyle birisi, hazır bir ter­
minolojiyi belleğine almalıydı; herhangi bir şekille karşılaştığında
ustalıklı bir seçim yaparak, onları uygun bir tanımlamada kullana­
bilmek ve sınıflandırabilmek için hazırda belirli sayıda sözcüğü ve
sıfatı olmalıydı. Böyle bir işlem bana her zaman, binlerce ayrıntı­
dan sonunda bir resim görüntüsü ortaya çıkartabilmek için hazır
bir parçanın bir diğerinin yanına yerleştirildiği bir tür mozaik gibi
görünmüştür; dolayısıyla bu talep bu anlamda bana bir ölçüde itici
gelmiştir. " 1 4
Burada, Kant'la olan bağıntıyı açıkça yakalayabileceğimiz bir
pasajdayız. Goethe, kendi döneminin felsefesinde ve biyolojisinde
bulduğu "katı düşünüş tarzı "nı protesto ediyordu. "Morfolojiye
ilişkin fikirlerimi geliştirdiğimde", diyor Campagne in Frankreich
•
Doğanın özel dokunuşu, (ç.n.)
1 3 [WA, Bölüm 2:] N{aturwissenchaftlicheJ W[erkel (doğrusu: Schriften), Cilt] 6, (s.J 390.
14 Geschichte meines botanischen Srudiums, [WA, Bölüm 2:) Naturwiss. Schriften, Cilt
vı, s. 1 1 6.
•
64
ROUSSE A U . K A N T . G O E T H E
k i ta b ın d a ; " Zaten olandan başka h i ç b i r şey o l a m a z g i b i katı b i r
gör üşün tüm k a faları ele geç i rdiği n i görm e k te n ötürü müteessir o l ­
dum" 11 . Go e t h e hu düşünüş ta r z ın ı ta m a m en re d d etm i yo r du; hat­
ta morfoloj i yazılarında, bunun en doğa l ve en rahat düşünüş tarzı
olduğunu ve bu h al i yle on yedinci yüzyıldan on sekizinci yüzyı la,
on sekizinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla geçtiğini ve mevcut
olanı açık ve net bir biçimde sunmak üzere böylece kendi tarzınca
yararlı bir etkide bulunmaya devam edeceğini söyler.
Ancak Goethe bize yalnızca " geçici olanda bengi olanı görme­
mizi sağlayan " , " idesel düşünüş tarzı " nın kazandırabileceği bir
bütünleme ve derinleşmenin peşindeydi. Bu idesel düşünüş tarzı­
nın bizi, insanın anlama yetisinin ve felsefenin birleştikleri doğru
bakış açısına yükseltebilecek yegane düşünüş tarzı olduğunu söy­
lüyordu. 16
Goethe'nin ifadesiyle "yüzyılı bir sis gibi tamamen kaplamış
olan" bu " katı düşünüş tarzı " nın zırhını Kant, iki yerinden del­
mişti. Kant, Newton'un doğa teorisini ve bu teorinin uzaktan et­
kiyen kuvvetlere dayandırılmasını kabul ediyordu. Ne var ki Kant
maddenin yalnızca varlığını betimlemek istemiyordu; maddenin
oluşumunu anlamak istiyordu. Böylece maddi dünyanın ilk bulut­
sudan bugünkü şekline kadar gelişimine dair bir teori kuran ilk
isimlerden biri oldu. Kant, bugün Kant-Laplace hipotezi dediğimiz
öğretinin yaratıcısıdır. 25
Kant biyolojide bir adım daha ileri gitti. Genel bir evrim öğre­
tisinin görevini ve hedefini açıkça tasarladı. " Bütün farklılıklarına
rağmen ortak bir ilk tipe uygun olarak üretilmiş görünen bu form­
lar analojisi, formların ortak bir atadan gelmekten kaynaklı gerçek
bir akrabalığa sahip oldukları tahminini güçlendiriyor. Bunu bir
hayvan türünün diğerine tedrici yakınlaşmasında, erek ilkesinin en
iyi şekilde örneklendiğini gözlemlediğimiz bir türden, yani insan­
dan başlayarak polipe kadar, hatta yosunlara, likenlere ve nihayet
doğanın algılanabilir en düşük kademesine kadar gözlemleyebili­
riz. Sonunda ham maddeye varırız; doğanın tüm tekniği bu ham
15 Campagne in Frankreich 1 792, Weimar edisyonu, [Bölüm l ,], Cilt 33, s. 1 96 v\I.
1 6 Farben/ehre, [WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schr., Cilt VII, S. 1 2024
maddeden ve onda mekanik yasalara (Kristallerin ol u�umunda yü­
rürlükte olanlara benzer yasalar) uygun biçimde işleyen kuvvetler­
den kaynaklanmış görünmektedir. Ve organize varlıklar örneğin­
de bu teknik, bize o kadar anlaşılmaz gelir ki onu açıklamak için
bambaşka bir ilke düşünmek zorunda hissederiz kendimizi.
" Burada doğanın arkeologu, doğanın bildiği ya da tahmin ettiği
işleyişine uygun biçimde, o geniş canlılar ailesini (Sözü edilen ve is­
tisnasız hepsini kapsayan bağıntılı akrabalığın bir temeli olacaksa,
onu böyle tasavvur etmek gerekir) doğanın en eski devrimlerinin
geriye kalan izlerinden türetmekte serbest olacaktır. Doğanın arke­
ologu, kaotik durumundan (adeta büyük bir hayvan gibi) henüz
çıkmış olan yeryüzünün rahminden, başlangıçta biçim bakımın­
dan düşük erksellik gösteren yaratıkların, bunlardan da yine doğal
ortamlarına ve birbirleriyle ilişkilerine göre daha mükemmel bi­
çimlenmiş başkalarının doğduğunu düşünebilir. Bu rahmin kendisi
donuklaşıp kemikleşinceye, doğurdukları daha fazla çeşitlenmeyen
belirli türlerle sınırlı kalıncaya ve çeşitlilik, bu verimli oluşturucu
gücün faaliyeti sonucunda, sabit hale gelinceye kadar bu böyle gi­
decektir. Bu türden bir hipoteze aklın tehlikeli bir macerası deni­
lebilir; en basiretli doğa araştırmacıları arasında bile, bunu zaman
zaman aklından geçirmemiş olanların sayısı çok az olabilir. " ı 7
Goethe burada kendini ve temel fikirlerini yeniden bulabilmişti.
"Anschauende Urteilskraft" [Sezen Yargı Gücü] makalesinde, Yar­
gı Gücünün E leştirisi nde yer alan bu pasajı ilk okuduğunda nasıl
derinden bir sevinç duyduğunu anlatıyordu. "O arketipsel, tipik
olana ", diyor Goethe; "İlk önce bilinçsizce ve içsel bir dürtüyle sü­
rekli nüfuz ettiysem de, doğaya uygun bir serimleme inşa etmeyi
başardım; böylece Königsbergli ihtiyarın bizzat tanımladığı gibi
aklın serüvenini26 yüreklilikle itiraf etmekten kendimi artık daha
fazla alıkoyamazdım . " 1 8
Goethe'nin morfolojisi, metamorfoz27 öğretisinde doruğa ulaşır.
Goethe bu öğretinin ebedi anlatımını, şiirleri arasında bulduğumuz
Die Metamorphose der Pf/anzen [Bitkilerin Metamorfozu] ve Die
'
1 7 Kritik der Urteilskraft § 80 ( Werke (=CA, CiltJV (s.j 498). (AA, Cilt 5, s. 4 1 8 vd.j
1 8 Anschauende Urteilskraft, [WA, Bölüm 2: J Narurwiss. Schr., Cilt Xl, s. 55
66
HOUSSf A l l . KAN T .
GOf THl
Met,mıorphose der Ticrc ! Hayvanların Meta morfozu ! aJlı iki bü­
y ü k didaktik şiirJe verdi. Bilimsel temellen<lirmeyi ise Goethe'nin
doğa bil imsel yazılarında aramamız gerekir. Bu temel lendirmenin
ayrıntılarına burada giremem. Öğretinin Goethc'nin zihnindeki
gelişiminin başlıca evrelerini birkaç kısa ve özlü örnek üzerin­
den, ana hatlarıyla kısaca anlatmaya çalışacağım. Burada en başa
Goethe'nin Schiller'le yaptığı ünlü konuşmayı yerleştiriyorum; bu
konuşma ikisinin arasındaki daha derin tinsel bir yakınlaşmanın
başlangıcını oluşturuyor ve gelecekteki dostluğun sağlam temelini
atıyordu. Bu konuşma hakkındaki bilgi, Goethe'nin " Glückliches
Ereignis" [ " Mutlu Olay"] yazısında bulunabilir. Goethe ve Schil­
ler, Jena Doğa Araştırmaları Derneği'ndeki bir konferansa katıl­
mışlardı. Oturumdan tesadüfen aynı anda ayrıldılar ve aralarında
konferansın konusu hakkında bir sohbet başladı. " Onun evine ka­
dar geldik, sohbet beni içeriye çekti; ben de bitkilerin metamorfo­
zunu şevkle anlattım, ve birkaç karakteristik kalem darbesiyle, gö­
zünün önünde simgesel bir bitki oluşturdum. Bütün bunları büyük
bir ilgiyle, belirleyici bir kavrayış gücüyle dinleyip izledi; ancak
ben sözümü bitirdiğimde başını salladı ve dedi ki: 'Bu bir deneyim
değil, bu bir ide.' Ben suratım biraz asılarak öylece kalakaldım;
çünkü bizi ayıran nokta, böylelikle en katı bir şekilde belirtilmişti.
'Anmut and Würde'deki [Zarafet ve Haysiyet] iddia yeniden ak­
lıma geldi, eski garez canlanmak istedi, ama kendimi topladım ve
karşılık verdim: 'Farkında olmadan idelere sahip olmak ve hatta
onları gözlerimle görmek, benim için çok makbul olabilir.'
Benden çok daha fazla yaşam bilgeliği ve görgü sahibi olan
Sebiller, yayımlamak üzere olduğu Horen yüzünden beni itmek­
ten çok çekmeyi düşünen Sebiller, bu sözlerime eğitimli bir Kantçı
olarak yanıt verdi; benim inatçı realizmim, canlı bir çatışmaya fır­
sat oluşturunca çok çarpışıldı ve sonra ateşkes ilan edildi; ikimiz
de kendimizi galip sayamıyorduk, ikimiz de kendimizi yenilemez
buluyorduk. Aşağıdaki gibi cümleler beni epey mutsuz etti: 'Bir
ideye uygun olacak deneyim nasıl verili olabilir? Çünkü bir idenin
karakteristik özelliği tam da hiçbir zaman bir deneyimle örtüşe­
memesidir.' Benim bir deneyim olarak dile getirdiğim şeyi bir ide
olarak kabul ediyorsa, ik isinin arasında uzlaştırıcı, ilişkilendiri<:i
b i r şey var olmalıydı! Ne var ki ilk adım atılmıştı . Schiller'in çekim
gücü büyüktü, kendisine yakınlaşan her şeyi alıkoyuyordu, onun
niyetlerine katıldım ve elimde duran bazı şeyleri
Haren için ver­
meye söz verdim. Çocukluğundan beri sevdiğim ve değer verdiğim
sürekli bir anlayış içinde elinden gelen katkıda bulundu, iki
taraftaki dostlar da sevinçliydi ve nesne ile özne arasındaki en bü­
yük, belki de hiçbir zaman uzlaşmayacak mücadelede, kesintisiz
devam eden ve ikimiz üzerinde ve başka bazı kişiler üzerinde de iyi
1
bir etkide bulunan bir ittifak kurduk. " 9
Bugün Goethe'nin Schiller'le yaptığı konuşma hakkında yaz­
dıklarını okuduğumuzda, aralarındaki yanlış anlamayı açıklığa
kavuşturmakta zorlanmıyoruz. Goethe, metamorfoz öğretisiyle
biyolojiye yeni, ampirik olarak tutarlı ve güvenilir bir temel oluş­
turduğuna inanıyordu. Schiller ilk bitkinin deneyimin bir nesnesi
değil bir ide olduğunu belirtince bu Goethe'yi elbette şaşırtmış ve
incitmişti. Çünkü böylelikle temel düşüncesinin ampirik-nesnel
öneminin sorgulandığını görmüştü. Ama Schiller'in niyeti kesin­
likle bu değildi. Schiller "eğitimli bir Kantçı " olarak konuşmuştu.
Kant'ın sisteminde ide, Platon'daki gibi, deneyime karşıt -onun dı­
şında duran ve ondan üstün- bir şey değildir. Daha ziyade deneyim
sürecinin içinde bir uğraktır, bir etmendir. Bağımsız, ayrı ontolojik
bir varoluşu yoktur, ancak deneyimin işleyişi için zorunlu olan ve
bu işleyişe tamlığını, sistematik birliğini kazandıran, düzenleyici
bir ilkedir. 28
Kant'ın sisteminde ide ile deneyim, kurucu koşullar ile düzen­
leyici ilkeler ve anlama yetisinin kavramları ile aklın kavramları
arasındaki ilişki çok zor ve karmaşıktır. Bu karmaşık ilişkiyi bu­
rada daha ayrıntılı olarak ele alamam; bu bizi Kant öğretisinin
çok derinlerine gö türür ve Kant'ın dikenli terminolojisine bulaş­
tırır. Burada yalnızca bir şeye işaret edebiliriz. Goethe bizzat, ileri
yaşlarında bu sorunda da Kant'la uyuşabileceği bir noktaya ulaş­
tı. İtalya'da ilk kez ilk bitki düşüncesini oluşturduğunda, ilk bitki
karısı,
1 9 Glückliches Ereignis, [WA, Bölüm.2: 1 Naturwiss. Schrifteır, Cilt XI, s. 17 vd. [doğrusu:
1 7- 1 9]
68
R O U S S !: A U . KANl
GOF T Hl
o n u n için pratikte mevnı t o la n , s o m u t o l a r a k v a r o l a n b i r �ey a n l a ­
m ı n a geliyord u . İ l k bitkiyi a rı yordu - v e g ü n ü n birinde bulacağına
inanıyordu- tıpkı Venedik y a k ın l a r ı n d a , Lido'da yaptığı b i r gezinti
sırasında, insanlarda çeneler arası kemik öğreti s i n i n k a n ı t ı n ı bul­
ması gi b i . Goethe bir sabah Nausikaa şiirinin planı üzeri nde dü­
şünmek için Palerm o ' d a k i h a l k a açık bahçeye gidişini bize
İtalya
S eya h ati nde anlatır. " Ancak dah a ben ne olduğunu a n l a m a d a n ,
'
bu günlerde peşimde d o l a n a n bir b a ş k a hayalet yakaladı ben i . Baş­
ka zamanlarda yalnızca kovaların ve saksıların içinde, yılın b ü y ü k
b i r bölümünde yalnızca cam pencerelerin a r d ı n d a görmeye alışkın
açık havada d u r u y or ve
için daha
anlaşılır oluyorlar. B u kadar çok çeşit li yeni ve yenilenmiş ürün
ka rşısın da eski hevesim yeniden canlandı: Bu kalabalığın arasında
i lk bitkiyi keşfedemez miydim ? ( . . . ) Şiirle ilgili kararlılığım sarsıl­
mıştı: Alcinous'un b a h ç e si g öz de n kaybolmuş, gözümün önünde
yeni bir dünya b a h ç es i açıl m ı ştı . 20
Goethe daha sonraları ilk bitki hakkında farklı düşünmeyi öğ­
rendi. Artık onu gözleriyle görüp, elleriyle tutabileceğine inanmı­
yord u 29 Ancak böylelikle ilk bitki öğretisinin değeri azalmış ya
da sorgulanmış görünmedi ona. Yalnızca, ilk bitkiye bir ide denil­
diğinde artık alınmıyordu. Kendisi de onu böyle adlandırıyor ve
gerçekten Goethece olan ve derin bir anlamı bulunan başka bir
ifade daha kullanıyordu. Goethe, ilk bitkiye bir simge diyordu.
1 8 30 Temmuz'unda Kanzler von Müller ile yaptığı bir konuşma­
da "Metamorfozun temel düsturunu'' , diyor Goethe, " Çok geniş
açıklamaya girişmemeli; bir ide gibi zengin ve üretken olduğu söy­
lenirse, en iyisi budur. " 30 Ve 1 8 1 6 yılında Zelter'e Metamorphose
der Pfla nzen 'ın [Bitkilerin Metamorfozu] yeni bir baskısını gön­
derdiğinde, bunu yalnızca simgesel bir yapıt olarak görmesini ve
"Bu sırada daima kendi kendisinden ilerleyerek gelişen herhangi
başka bir canlıyı düşünmesini," 2 1 salık verdi.
olduğum birçok bitki burada taze ve diri
k e n di belirlenimlerini tam olarak gerçekleştirirken bizim
"
.
20 ltalianische Reise, 1 7 Nisan 1787 ( Werke [Cilt] XXXI, [s.] 147 vd.)
2 1 Zelter'e mektup, 1 4 Ekim 1 8 1 6 ([WA, Bölüm.4:] Briefe (Cilt) XXVII, [Nr 752 1 ,.) s.
1 99) "
Metamorfozlar öğretisinin yıllar içinde ya�adığı hu
zi h ime l bı­
ç i m deği şikl iğinde, Kant'ın etk i lerinin bir rol oynayıp oynamadık­
l arına -Sebiller ile samimi i l işkinin ve ilk sohbetin anısının bunda
bir e t k i s in i n b u l u n u p
bu l u n madığına karar vermemize gerek yo k
-
.
Gö rdüğüm kadarıyla hunun kesin, belgelenmiş bir kanıtı bulun­
muyor. Gelgelelim bu en azından çok m u h te m e l görünüyor; çünkü
Goethe üzerindeki Kant etkisi, yaşlılığında giderek daha güçlü ve
apaçık bir hale gelir. Goethe'nin kendisi, Eckermann'a, Lessing ve
Winckelmann'ın gençl i ği üzerinde, Kant'ın ise yaşlılığı üzerinde et­
kili oluşunun yaşamının gidişatı aç ısı n da n büyük önem taşıdığını
söylemişti. 22 Goethe'nin felsefi, ahlaki, doğa bilimsel temel görüş­
lerinin gelişimi hakkında bildiğimiz her şey, bu sözü doğrul uyor
Kant'ın Goethe üzerinde böyle bir etkide bulunabilmesinin ne­
deni, Goethe'nin dogmatik metafizik hakkında aslında Kant'tan
farklı düşünmemesiydi. Goethe'nin Spinozacılığı3 da buna bir
3
e n gel oluşturmamıştı. Çünkü Spinoza'nın Goethe'nin düşünce­
si ve duyguları üzerindeki etkisi, metafizikten çok etiğe ilişkindi.
Goethe'nin kendisi bize, Spinoza'da ne bulduğunu Şiir ve Haki­
kat'te a n l a tm ıştır. "Ayrıca gözden uzak tutulmaması gereken bir
şey de ", der Goethe; "En derin bağların aslında sadece zıtlıklar so­
nucu oluştuğuydu. Spinoza'nın her şeyi dengeleyen huzuru, benim
her şeyi heyecana boğan çabalarımla zıtlık oluşturuyordu, onun
matematiksel yöntemi benim yazınsal anlamdaki algılayış ve be­
.
timleme tarzımın tersiydi, aynı şekilde etik konulara yakıştırılma­
yan anlatım tarzının kurala bağlanmış hali, beni onun tutkulu bir
öğrencisi, önemli bir hayranı yaptı. "23
Buna karşılık Goethe'den belirli bir dinsel, teolojik ya da me­
tafizik sistemi dogmatik olarak kabul etmesi istendiğinde, hemen
her zaman ve çoğu kez büyük bir ka balıkla bunu reddetmiştir. Bu
konuda gençlik arkadaşlarının birçoğuyla, Lavater34 ya da Fritz
Jacobi gibi isimlerle keskin bir kopuş yaşamıştı. 1 786 yılında Fritz
22 Gespröche mit Eckermann, 1 2 Mayıs 1 825 ( Gespröche {haz. Biedennann, Cilı] UI, [Nr.
233 1 ,] s. 204),,
23 Dichtung und Wahrheit, Ön Dördüncü Kirap, Weimar edisyonu Cilr 28, s. 289 [Türk­
çesi, Şiir ve Hakikat, çeviren: Mahmure Kahraman, İş Bankası Kültür Yayınları, Hasan
Ali Yücel dizisi, 2009. s. 656, 657 (ç.n.)].
70
ROUSS � A U . KAN T . GOE T H E
Jacobi son bir denemede d a h a b u l u n d u : Gocthc'yc, y e n i yayı m l a ­
nan kitabı Vo11
den göttlichen Dingen und ihrer Offenbarung' u 1 1
[Tanrısal Şeyler v e Va h y o l u ş l a r ı l gönderd i . Goethe yanıt mektu­
bunda, dogmatik olan her şeye karşı olduğunu gizlemed i . Şöyle
yazıyordu : " Senin kitapçığını ilgiyle okudum, sevinçle deği l . Sen­
de k ıskanacak çok şey var! Ev, ç i ftlik ve Pempelfort, zengin l i k ve
çocuklar, kız kardeşler ve dostlar . . . Buna k a rş ı l ı k Tanrı da seni
ve tenine b ir d i ken soktu, b e n i ise lütfün­
den esirgemediği eserlerine bakarken kendimi iyi hissedeyim diye
fizikle kutsadı . " 24
Goethe'nin ruh hali buydu ve b öyle kaldı. Yaşamın sırrını çöz­
mek istemiyordu, yaşamın sonsuz-zengin görüntüsünden hoşlanı­
yordu. Bu yüzden yaşamı simgelerle betimlemek ona yetiyordu.
İlk bitki de onun için böyle bir simgeydi. " Hakiki olan, tanrısal
olanla özdeştir", diye yazıyor Goethe, "Versuch einer Witterun­
gslehre" [Bir Hava Durumu Öğretisi Denemesi] yazısında, " Bizim
tarafımızdan hiçbir zaman doğrudan idrak edilemez; biz onun yal­
nızca yansımasında, örneğinde, simgesinde, tekil ve akraba feno­
menlerinde görürüz; biz onu kavranılamayan yaşam olarak algıla­
rız ve yine de onu kavrama arzusundan vazgeçemeyiz. " 25 Burada,
Kant'ın ve Goethe'nin dünya görüşlerinin çelişki içinde olmadıkla­
rı bir noktayı görüyoruz.
Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'nde ortaya koymak istediği, saf ak­
lın sınırlarının belirlenmesiydi. Bu görevi mantıksal yöntemlerle
yerine getirecekti. Bilgiyi en özgün alanıyla, muhtemel deneyimin
sahasıyla ve törelliğin ilkeleriyle sınırlandıran bir bilgi eleştirici­
si olarak konuşuyordu. Goethe tüm bunları hiç çekincesiz kabul
edebilirdi, Eckermann'a, insan zihninin nereye kadar nüfuz edebi­
leceğinin sınırlarını çizerek ve çözülemez problemleri olduğu gibi
bırakarak tüm düşünürler içinde Kant'ın en büyük yararlılığı gös­
terdiğini söylemişti. 26 Goethe'de de aynı bilinç canlıydı; ama o bir
metafizikle c e zal a n d ı rdı
24 [WA, Bölüm, 4.) Briefe, Cilt VIJ, [Nr 23 1 2,) s. 2 1 3 vd. [doğrusu: 2 ı 2-214]"
25 [WA, Bölüm 2:) Naturwiss. Schri�en, Cilt 12, s. 74.
26 Gespriiche mit Eckermann, 1 Eylül 1 829 ( Gespriiche [Biedermann edisyonu,ı Cilt IV,
[Nr 273 1 ,) s. 1 6 3
sanatçı olarak hissediyor ve kon uşuyordu. " İ nsanlığın Sınırları "
a d ı n ı koyduğu
o
harika kasideyi yazmıştı . 37
Çünkü Tanrılarla
Kıyaslamamalı kendini
Herhangi bir insan.
Yukarıya dogrulur ve
Degerse kafası
Yıldızlara,
H içbir yere basmıyordur
Güvensiz tabanları,
Onunla oynarlar
Bulutlar ve rüzgarlar
Nedir ayıran
Tanrıları insanlardan?
Tanrıların önü ndeki
Sayısız dalga
Ebedi bir ırmak:
Kaldırır bizi yukarıya,
Yutar bizi dalga,
Batar gideriz aşagıya.
İşte bu Goethe'nin tevazu ve haddini bilme anlayışıdır, ama bu
onu hiçbir zaman kötümser biri yapmamıştır. Çünkü insan varolu­
şunun sonluluğunu kavramak, bu varoluşun hiçliği ile aynı anlama
gelmez. Saf aklın eleştiricisi Kant da benzer şekilde, hiçbir zaman
bir kuşkucu olmamıştır. "Saf akıl konusundaki bu tartışmanın
çocukluk dönemini gösteren ilk adım '', der Kant; "dogmatiktir.
İkinci adım ise kuşkucudur ve deneyim yoluyla kavrayış kazanmış
yargı gücünün dikkatliliğini gösterir. Ne var ki şimdi yalnızca ge­
nellikleri uyarınca kanıtlanmış ve sa bit düzenleyici ilkeleri temel
alan, olgun ve erkek yargı gücüne düşen üçüncü bir adım daha
gereklidir. ( . . . ) Bu adımla birlikte, aklın yalnızca engellerinin değil
belirli sınırlarının da varlığı; yalnızca şu ya da bu konu hakkında
değil, belirli türdeki olası bütün sorular açısından da bilgisizliği,
7'2
tK)LJS S E_ A U . l\ A N l .
l10l T t H
i l k elerden y o l a çıkı la ra k ya l n ı zca tah m i n edilmekle k a l m a y ı p k a ­
nı t lanır da. " 2 Gocthe böyle bir " olgun v e erkek ya rgı gücü " ne s a h i p t i öze l l i k ­
l e ileri yaş la r ın da. K a n a a tim izce " diyor Goethe, jeoloj i hakkın­
daki bir maka lesinde; " insana y a k ışan, araştırılamaz olanı kabul
,
"
,
etmesi, huna karşılık araştırmalarına h içbir sınır koymamasıdır. " 28
Goethe'ye göre, düşünen insanın en güzel mutluluğu, araştırılabi­
lir olanı araştırmış olması ve araştırılamaz olana da sessizce saygı
duymasıdır.29 Kant da böyle düşünüyor ve hissediyordu. Kant'a
göre duyular üstü, " duyularla anlaşılamayan" [intelligiblen] dün­
yanın anahtarı teorik akılda değil, pratik akıldaydı. Ancak, kate­
gorik buyruk hakkında bile söylediği şudur: Onun pratik ve ko­
şulsuz zorunluluğunu kavrayamayız, " Ama yine de bunun kavra­
nılamazlığını kavrarız; ilkeler konusunda insan aklının sınırlarına
dek ulaşmaya çaba gösteren bir felsefeden, makul olarak, bütün
beklenebilecek olan da budur. " 3 0
Goethe ve Kant, karakterlerindeki tüm farklılığa ve zıtlığa rağ­
men bu temel sonuçta birbirleriyle anlaşabilirlerdi. Bu bağıntıyı
kurmamızı zorlaştıran, burada hala belirli geleneksel ve uzlaşımsal
kavramlarla düşünme eğiliminde oluşumuzdur. Kant'ta soyut teo­
rik düşünsemenin [Reflexion (ç.n)] doruk noktalarını görüyoruz;
Goethe'de ise Schiller'in tanımlamasıyla " naif" edebiyatçı ve sa­
natçı tipini görüyoruz. 38 Oysa bu şematik karşıtlık burada yeterli
değildir. Goethe bir sanatçı olarak elbette " naif"ti. " Şiir ve Haki:.
kat" kitabında, gençliğinden itibaren edebiyatçılığını "saf bir doğa
vergisi" olarak kavramaya kendini alıştırdığını söyler. 3 9 Bu doğa
yetisine keyfi bir biçimde emir veremezdi; onu serbest bırakmak
zorundaydı. Faust'taki tiyatro müdürünün, " Kendinize bir kez şair
dediğinizde, emredersiniz şiire ! " 40 tavsiyesine uyamazdı; bunu de­
nediğinde, çoğu zaman başaramamıştı.
27 Kritik der reinen Vernun�, 2. baskı. [ 1 787), s. 789 (Werke [;CA, Cilt] III, [S.] 5 1 4 [AA,
Cilt 3, s. 497]
28 Kari Wilhelm Nose, [WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schriften, Cilt IX, s. 1 95 .
2 9 Maximen und Reflexionen, [Hecker edisyonu,] N o 1 207, s. 250.
30 Kant, Grundlegung zur Metaphysik der Sitten (Werke [;CA, Cilt] iV, s. 324) [AA, Cilt
4, s. 463].
Gclgclcl i m ,
araştırmacı Goethe, bu anl amda " naif" değildi.
El bette Goethe bir doğa a raştırmacısı sıfatıyla da sürek li sezgisel
bir d ü ş ü n ü r olarak kaldı. Botanikçi Link, bitkilerin metamorfo­
zu öğretisini soyut, mekanik bir model aracılığıyla netleştirmeye
çalıştığında, Goethe bunu şiddetle reddetti . " Bu tür çabalardan
geriye " , diye bel i rtiy or d u , " ya l n ızca nihai, i m gesiz, yüceltilmiş bir
s oyu t lam a kalır ve en üstün organik yaşam, tamamen biç i m s i z ve
cisimsiz genel doğa fenomenleri içine yerleştirilir. " 3 1 Goethe, her
türlü b içimsiz ve şekilsizin k arş ısı n da içsel bir korkuya kapılıyor­
du. Göz -kendisiyle ilgili olarak da söylediği gibi- dünyaya sahip
olunmasını sağlayan organdı. "Faust"taki kule bekçisi Lynkeus
g i b i, " görmek için doğmuş, bakmak için görevlendirilmişti. " 42
Daha fazla göremediği ve bakamadığı yerde, daha fazla kavraya­
mıyor ve anlayamıyordu. Goethe'nin matematikten, özellikle de
Leibniz ve Newton tarafından kurulduğu haliyle analizin modern
biçiminden, sonsuza dek uzak durmasının nedeni buydu. 32 Goethe,
Zeller'e müzikteki nota yazısının yerine bir sayılar yazısı koyma
planı hakkında: " Hiç kimse sayılardan, benden çok korkamaz",
diye yazar, "ve ben ezelden beri her türlü sayı simgeciliğinden . . .
şekilsiz, i ç karartıcı bir şey olduğu için kaçındım ve kaçtım. " 33 Bir
başka defasında da, Riemer'le yaptığı bir konuşmada şöyle der:
" Sayılar bizim zavallı sözcüklerimiz gibidir. Fenomenleri kavra­
mak ve ifade etmek için yapılan denemelerdir yalnızca; ebediyen
yetersiz kalmaya mahkum yaklaşımlardır. " 34 Goethe, kendi renk­
ler öğretisini bu anlamda düşünmüş ve tasarlamıştı. Schiller'e yaz­
dığı gibi, bu öğretiye, şekil ve renkten ibaret olan gözün dünya­
sından başka bir şeyi koymak istemiyordu. Böylelikle "her türlü
akıl yürütme, bir tür temsile" 35 dönüşüyordu. Goethe yalın akıl
yürütmeye karşı çıkıyorduysa da, kesinlikle teoriye karşı çıkıyor
3 1 [WA, Bölüm 2:] Natunuiss. Schr., Cilt VI, s. 2624 1
32 Bu konuda bkz. benim makalem "Goethe und die mathematische Physik" (ldee und
Gestalt, 2. Baskı, 1 924, s. 33-80)
33 Zelter'e mektup, 1 2 Aralık 1 8 1 2, ([WA, Bölüm 4:) Briefe, Cilt 23, (No 6446,J s. 1 97)
34 Riemer ile konuşma, 27 Marz 1 8 1 4 (Gesprache [haz. Biedermann, Cilt) Il, [No, 1549,
s.] 223)
35 Schiller'e mektup, 1 5 Kasım 1 796, [WA, Bölüm 4:) Briefe, Cilt 1 1 , [Nr. 3443,] s. 264.0
74
AOU S S E A U . K A N l .
CIOE T H E-
deği ld i. " En önem li si " , diyor, fi i l i " o l a n her şeyin zaten teo r i k o l ­
duğunu kavra m a k t ı r. " '"
Goethe, sezgi ile teori a rasında kesin b i r s ı n ı r t a n ı m ıyord u ; çü n ­
d o ğ a a raştırmacısı o l a r a k s a h i p
olduğu dene yi m l e çelişird i . Ona göre bu i k i a l a n birbirinden ayrı
değildi. Daha renkler teorisinin önsözünde bile bu düşünceyi dile
getirir. " Bir nesneye sadece bakma k " , der Goethe bu önsözde;
" bizi ilerletmez. Her görme bir bakmayla, her bakma bir düşün­
meyle, her düşünme bir ilişkilendirmeyle iç içe geçer ve böylece her
dikkatli bakışta bile dünyayı teorikleştirdiğimiz söylenebilir. 3 7
kü böyle b i r sınır, kend i s i n i n b i r
Bu kesinlikle " naif" değildir; daha ziyade araştırmacı Goethe'nin
fenomen ve teori, " ide" ve " deneyim" arasındaki etkileşimi en açık
biçimde kavrayışını ifade eder. " Sarkaç hareketleriyle" , der Goe­
the, morfoloj i üzerine aforizmalarında; "zaman yönetilir; ide ve
deneyim arasındaki salınım hareketiyle de ahlaki ve bilimsel dünya
yönetilir. " 3 8 Goethe bu anlayışı sayesinde "imgesiz soyutlama " de­
diği şeye karşı çıktı; ancak en keskin ve yükseltilmiş haliyle Kant'ın
eleştirisinde bulduğu analiz ruhuna karşı çıkmaya gerek duymadı.
Guvier ile Geoffroy de Saint Hilaire arasındaki ünlü tartışmanın
patlak verdiği44 Paris Akademisi'nin 1 830 yılındaki oturumu hak­
kında tuttuğu notta şöyle yazar Goethe: " İçimizden her biri ( . . . )
diyebilir ki ayırmak ve ilişkilendirmek, birbirinden ayrılamaz iki
yaşam edimidir. ( . . . ) Zihnin bu fonksiyonları, soluk alıp vermek
gibi, birbirleriyle ne kadar canlı bir ilişki içinde olurlarsa, bi-limler
ve dostları için o kadar iyi olacaktır. " 39
Kant aklı eleştiren biri olarak, deneyime dayanan bilginin man­
tıksal biçimini, ilkelerini inceledi; Goethe ise bir sanatçı ve doğa
araştırmacısı olarak, " ilk fenomenler" den söz etti. Bu ilk feno­
menlerde sınırı; yalnızca düşünmenin değil, bakmanın da sınırını
buldu. Doğa araştırmacısından bu sınırı aşmamasını; ilk fenomen­
leri "bengi dinginlikleri ve olağanüstülükleri içinde oldukları gibi
36
37
38
39
Maximen und Reflexionen, [haz. Hccker,] Nr. 575, s. 125
[WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schr., Cilt 1, s. XII
[WA, Bölm 2:] Naturwiss. Schr., Cilt VI, s. 354
Principes de Philosophie Zoologique, [WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schr., Cilt Vll, s. 1 8 8
r,r.1E THE /f 'O·UT FE:L';,E H ',,ı
bırakmasını" 4 0 istedi. " Fizikçi, bizim ilk fenomen dediğimiz �eyle­
rin bilgisine ulaşabilirse " , diyor Goethe Farbenlehre'de41 [ Renkler
Öğretisi]; "kendisi de, onunla birlikte filozof da güvendedir. Bilim
adamı güvendedir, çünkü biliminin sınırına ulaştığından emindir,
zira deneysel olanın doruk noktasında durup geriye doğru baktı­
ğında deneyiminin bütün basamaklarını, ileriye doğru baktığında
ise içine nüfuz edemediği teorik alanı görebildiğinden emindir. Fi­
lozof da güvendedir; çünkü kendisi için çıkış noktası olmuş nihai
veriyi fizikçinin elinden alır. " Bunun belirli bir feragati içerdiği
Goethe için açıktır. Ancak bu feragat onu korkutmuyordu. Çünkü
bunu pratik alandaki törel buyruğa benzer, zorunlu bir teorik ta­
lep olarak kabul ediyordu. "Nihayet ilk fenomende kaldığımda ",
diyor, "bu aynı zamanda vazgeçiştir; ama insan aklının sınırlarına
ulaşarak vazgeçmek ile dar kafalı bireyliğimin va�sayımsal sınırlılı­
ğına ulaşarak vazgeçmek arasında büyük bir fark vardır. " 42
Goethe'nin sanat hakkındaki görüşü, Schiller'in kendisine ak­
tardığı ve yorumladığı Kant'ın öğretisine burada kendisini çok ya­
kın hissetse de, Kant'ınkiyle aynı değildi. Burada da Goethe, daha
çok birliği, Kant ise farkı arıyordu. Goethe açısından, düşünme
yetisi gibi edebiyat yetisinin de doğuştan gelen bir yeti olduğu ke­
sindi. Bilimsel araştırmada da hayal gücünün gerekliliğini en az
analitik aklın gerekliliği kadar vurguluyordu. Eckermann'a şöyle
der: "Aslında bu yüksek yetiye sahip olmayan, gerçekten büyük
bir doğa araştırmacısı düşünülemez bile. " 43
Yalnızca şairlik mi doguştan gelir? Filozoffuk da ondan farklı degildir,
Nihayetinde bütün hakikat yalnızca oluşturulur, gönül gözüyle.
Goethe-Schiller ortak ürünü Xenien'de yer alan bu beyit, "Bi­
limsel Deha "44 başlığını taşıyor. Çünkü Kant dehayı yalnızca
Farbenlehre, [WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schri., Cilt I, s. 73.,
Aynı yerde, Cilt 1, s. 287
Maximen und Ref/exionen, [haz. Hecker,] No: 577, s. 125
Eckerman'la konuşma, 27 Ocak 1 830, Gespriiche [haz. Biedermann, Cilt 4, No 2762,
s. 1 97].
44 Xenien, Weimar edisyonu, Cilt V, Bölüm l [Xenion No 58,J.
40
41
42
43
7�
76
ROUSS F A U . KAN T ,
'10E T H E:
sanata özgü görmüş, b i l i mden es i rge m i şt i Kaııt'a gii re bilimin
başka kaynakları vardır; sezgiye değil den e yim e , gözleme, mate­
.
matik tümdengelime dayanır. Deha ise sanatın kurallarını koyan
yetenektir (doğa l yetidir). Ne öğrenilebilir ne de öğreti lebi lir. Buna
karşılık, her bilimsel önermenin belirli bir öğreti sistemi içinde sa­
bit bir yerinin olması gerekir; nesnel bakımdan temellendirilebilir
ve kanıtlanabilir olmalıdır. Bu gereklilik, bilim ve sanatı birbirin­
den ayırır. " Bilimsel alanda en büyük mucit ile en titiz taklitçi ve
çırak arasında yalnızca derece farkı vardır; buna karşılık doğanın
güzel sanatlar yeteneği bahşettiği kişiyle aralarında türsel bir fark
vardır. " 4 5 Kam'a göre teorik bilginin apriori ilkeleri olduğu gibi,
beğeni yargısının da apriori ilkeleri vardır. Buna rağmen, doğa ile
sanat, hakikat ile güzellik birbirlerinden ayrı kalırlar; bir ve ortak
paydaya getirilemezler.
Goethe için ise, bu iki alan arasında hiçbir yerde kesin bir ay­
rım yoktur. Goethe'nin sloganı Shaftesbury'nin " Ali Beauty is a
Truth " 46 [ " Her güzellik hakikattir" (ç.n)] sözüdür. Goethe'ye göre
güzel, "gizli doğa yasalarının ortaya çıkışıdır; güzelin bu görünüşü
olmasaydı, bu yasalar bizim için ebediyen gizli kalırdı. " 46 Doğa
yasaları ile güzellik yasaları, kökenleri ve önemleri açısından bir­
birlerinden ayrılamazlar. Doğanın incelenmesinden sanatın ince­
lenmesine geçiş, Goethe'nin zihninde nerdeyse fark edilmeden ger­
çekleşir. Goethe sürekli birinden diğerine geçer ve ancak bu geçişte
tatmin bulur. Çünkü Bacon'un sözünü ettiği doğa yorwnları4 ,
7
Goethe'ye göre daima hem teorik hem estetik olmalıdır. "Doğa
her kime aleni sırrını ifşa etmeye başlarsa" , der Goethe, "o kişi
doğanın en kıymetli yorumcusuna, sanata yönelik karşı konulmaz
bir özlem duyar. " 47
Kant'ın on sekizinci yüzyılın düşünce tarihindeki konumu zor
ve karmaşık bir sorun oluşturuyor. Kant'ın aldığı etkiler ve on­
dan kaynaklanan etkiler hiç de tam manasıyla araştırılmış ve toplu
halde serimlenmiş değil henüz. Kant'ı kendi meseleleri üzerinde
45 Kant, Kritik der Urteilkraft, S 47, Werke (= CA, Cilt] V, s . 384 (AA, Cilt 5 ,
46 Maximen und Reflexionen, (haz. Hecker,], Nr. 1 83, s . 32.
47 Aynı yerde, No 20 1 , s. 35.
s.
309].
derinleşen, bunlara dalıp gitmiş, dı� dünyayla ve çağı n ı n olayla­
rıyla pek ilgilenmeyen yalnız bir düşünür, kafası yalnızca fel'>Cfeyle
meşgul biri olarak düşünmeye alışkınız. Oysa bu geleneksel imge
kesinlikle isabetli değildir; en önemli noktalarında tamamlanması
ve düzeltilmesi gerekir. Kant'ın Fransız Devrimi'ne nasıl tutkulu
bir ilgi duyduğunu, çağdaşlarının verdiği bilgilerden öğreniyoruz.
Rousseau'nun, Kant'ın düşünsel gelişimi üstündeki derin etkisini,
bir önceki incelememizde aydınlatmaya çalıştık. Kant'ın odasın­
dan çıkmayan bir bilgin yaşantısı sürdüğü, baba şehrinin duvar­
larının dışına hiçbir zaman çıkmadığı doğrudur. Ancak bu durum
onun çağının düşünsel hareketlerini açık gözlerle izlemesine engel
olmamıştır. Bu hareketlerden hiçbirisi onun görüş alanının dışında
kalmış görünmüyor. Altmışlı yıllarda König�berg'te Kant'ın öğren­
cisi olan Herder, Kant'ın o dönemdeki felsefe derslerinin canlı ve
karakteristik bir resmini çizmiştir. Bu resimde, derslerin kesinlikle
yalnızca soyut problemlerle, mantık ve metafizik sorunlarıyla sı­
nırlı kalmadığını görüyo r uz. Dersler bir o kadar da doğa biliminin
temel sorunlarına, psikoloji ve antropolojiye uzanır ve çağdaş ede­
biyatın da hakkını verir. 48
Elbette bu ilgi esas olarak Kant'ın eleştiri öncesi dönemiyle sı­
nırlıdır. Daha sonra, en yoğun çalıştığı döneminde, Saf Aklın Eleş­
tirisi'nin hazırlığını yaptığı on iki yılda, bu ilgi yavaş yavaş azaldı.
Kant'ın on sekizinci yüzyıl Alman edebiyatına ilgisi Wieland ile48
birlikte sona erdi. Goethe'den yalnızca Werther'in yazarı olarak
haberdar olmuş görünüyor. Ne var ki bir alımlayıcılık dönemi ol­
duğu kadar bir üretkenlik dönemi de olan ve iki kuvvetin henüz
dengede durdukları bu ilk dönemde, Kant etkileri sürekli devam
eden ve onda ancak çok sonraları felsefi açıdan verimli olan bazı
itkiler aldı. Deha kavramı hakkındaki İngilizce literatürü çok iyi
takip etti ve inceledi. Almanya'da genç kuşakla, "deha döneminin "
ideallerinin edebiyattaki temsilcileriyle mücadeleyi ilk başlatan
Lessing'di. Lessing Gerstenberge'e göndermede bulunarak, "Şim­
di bir eleştiriciler türü var ki '', diye yazıyor, Literaturbriefen'de
[Edebiyat Mektupları], "bunların yaptığı en iyi eleştiri, her türlü
48 Bkz. Herder, Briefe zur Beförderung der Humanitiit, 79. Mektup.
78
ROUSS E A U . KAN T .
l;OF T H f
eleşti riyi kuşkulu k ı l m a k t ı r. Deha, d e h a d i ye hağı rıyorla r. D e h a
hiçbir kurala aldırmıyor ! . . ' K u ra l l a r dehaya baskı yapıyor'. Sanki
deha dünyadaki herhangi h i r şey i n kendisine haskı yapmasına izin
verirmiş gibi. Üstelik, hu kendilerinin de itiraf ettikleri g i b i , ken­
disinden türemiş olan bir şeyse . . . Deha bütün kuralların örneğini
içinde barındırır. Yalnızca kendi duyumunun sözcüklerle kendisine
ifade ettiği kuralları kavrar ve onlara uyar. Onun sözcüklerle ifade
edilen bu duyumu mu sınırlandıracakmış onun faaliyetlerini ? " 49
Lessing'in burada, zekice yapılmış bir değini biçiminde sundu­
ğu şeyi, Kant Yargı Gücünün E leş tirisi nde katı sistematik bir bi­
çimde ortaya koymuş ve beğeni yargısının ve öneminin geçerliliğini
analiz ederek göstermeye çalışmıştır. Kant'a göre de "güzel sanat"
dehanın sanatıdır. Ancak deha kesinlikle Sturm und Drang [Fırtına
ve Atılım] grubu üyelerinin anladığı anlamda kuralsız ve dizginsiz
değildir. Daha ziyade bütün sahici kuralların kökeni ve kaynağıdır:
"Doğa sanata kuralı yetenek ya da doğuştan gelen duygusal eğilim
(ingenium) aracılığıyla verir" . 5 0 Goethe, Kant'ın bu tanımında,
yalnızca felsefe tarihinin değil, genel düşünce tarihinin önemli bir
yön değişikliğini gördü. Goethe, Şiir ve Hakikat kitabında yalnızca
kendi hayatını anlatmak ve yalnızca kendi edebi gelişimini kendisi
ve başkaları için anlaşılır kılmak istemiş değildi. Aynı zamanda,
döneminin entelektüel ve sanatsal kültürünün genel bir öyküsü­
nü vermek istemişti. Bu öyküde Kant'a önemli, hatta belirleyici
bir yer ayırır. Kant'ın öğretisinde onsekizinci yüzyılın bütün şiir
sanatına egemen olmuş ve damgasını vurmuş olan " deha " ile " ku­
ral" arasındaki eski tartışmanın eleştirel bir biçimde uzlaştırıldı­
ğını görür. Goethe, kendi gençliği hakkında, " Sturm und Drang"
dönemi hakkında konuşurken, " deha sözcüğü dillerden düşmeyen
bir parolaya dönüştü" der. " . . . Dehanın, insanın davranış ve eylem
yoluyla yasa ve kural koyan gücü olduğunun telaffuz edilebileceği
zamanlara daha çok vardı. O zamanlar deha kendini ancak mev­
cut yasaları çiğneyerek, konulan kuralları yıkarak ve sınırsız oldu­
ğunu ilan ederek ortaya koyabiliyordu. ( . . . ) Bu yüzden gelişmemin
'
49 Lessing, Briefe der neuere Literatur betreffend, Birinci Bölüm 1 9. Mektup. .,
,
50 Kritik der Urteilskraft S 46 (Werke [= CA, Cilt] V, (s.] 382) [Aa, Cilt 5, s. 307).,,
ve kendimi i fade etmemin, karşıt düşüncedekilerin karşı k oymala­
rından çok , aynı kafadakilerin yanlış müdahaleleri ve etkileri yü­
zünden engellendiğini görd ü m . ( . . . ) Deha sözcüğü öyle bir yanlış
yoruma maruz k a l d ı ki, bu yüzden onu Alman dilinden tamamen
gere kti ği sonucuna varılmak istendi. Bu yüzden, en
ü s tü n ve en iy i olana dair bir idrak daha derin bir felsefeyle, yeni ­
den te sis e d i l m i ş olmasaydı, sıradan olanın diğer uluslardan çok
daha fazla yayılma fı r satı bulduğu Almanlar, dilin en güzel çiçeğin­
den, yalnızca görünüşte yabancı, ama aslında bütün halklara ait
olan bu sözcükten mahrum kalacaklardı. " 5 1
Belki de bu Kant'ın felsefesinin, Goethe'nin yapıtlarında yer alan
en güzel takdir edilişidir. Kant'ın felsefesinin Goethe'ye kişisel ola­
rak Schiller'e verdiğinden çok az şey verebildiği düşünülürse, bir o
kadar da önemlidir. Schiller için gençlik yıllarının huzursuzluğunu
sona erdiren, Kant'ın felsefesi olmuştu. Schiller "Sturm und Drang"
dönemini, ancak bu felsefeyi okuyarak aşabilmiş, "Haydutlar" ve
"Don Carlos"un yazarı olmaktan, "Wallenstein" ın yazarı olmaya
geçebilmişti. Kant'ın öğretisi, onun üzerinde büyük, disipline edici
bir güç etkisinde bulundu. Ona entelektüel kesinlik ve ahlaki olgun­
luk kazandırdı. Goethe'nin yaşamında ise ne Kant'ın felsefesi, ne de
başka herhangi bir felsefe bu rolü oynamıştı. Goethe, kendi edebiyat
yetisine bağlıydı ve öyle de kaldı; ilk dönemlerinde bile Goethe'nin
varoluşunu dolduran ve şekillendiren bu edebiyat yetisi olmuştu.
Goethe, Şiir ve Hakikat kitabında, Werther'in yazılışı hakkında şöy­
le söyler: "Kendimin ve başkalarının suçu yüzünden, tesadüfi ve se­
çilmiş yaşam tarzları arasında, tasarlayarak ya da hiç düşünmeden,
inatçılık ve teslimiyet arasında gidip geldiğim, şiddetli bir biçimde
tekrar tekrar sürüklendiğim fırtınalı bir unsurdan, başka herhangi
bir şeyden çok bu kompoziyon sayesinde kurtardım kendimi". Ve
ekler: "Kendimi toplu bir günah çıkartmadan sonra olduğu gibi, ye­
niden özgür ve mutlu, yeni bir yaşamı hak enniş hissediyordum. "52
sürgün etmek
51 Dichtu"g ""d Wahrheit, Dördüncü Bölüm, 1 9. Kiıap, Werke [= WA, Bölm. lJ, Cilt 29,
s. 146 vd.
52 Dichtu"g u"d Wahrheit, [Üçüncü Bölüm,) 1 3 . Kiıap, Werke [= WA, Bölüm JJ Cilı 28,
s. 225.
80
R O U S S E A U , KAN T ,
GOETHE
Goethe'yi çok erkenden h a ş l a y a r a k , genç l i k a r k a d a ş l a r ı n d a n ,
L e n z ya da Bü rger g i h i şa i r lerden 1 1 a y ı ra n b i ç i m istem:i12 ve şiirsel
biçimlendirme g ü c ü yd ü Daha sonra kendi edebiyatında bulduğu­
nu, doğanın yapıtlarında ve eskilerin yapıtlarında aradı. Ona göre
bunlar aynı seviyedeydi; çünkü bunlarda aynı kopmaz tutarlılığı
ve zorunluluğu buluyordu. " Doğanın tutarlılığı " , diye yazıyordu
bir defasında, " i nsanların tutarsızlığı karşısında teselli veriyor. " 5 1
Aynı teselliyi, antikçağ hakkında İtalya'da edindiği sezgi de ver­
mişti ona. " Bu yüksek sanat eserleri " , diyor Goethe, aynı zamanda
insanların en yüksek yapıtları olarak hakiki ve doğal yasalara göre
ortaya konulmuşlardır: Keyfi ve kibirli olan her şey yıkılır; burada
zorunluluk, burada Tanrı var. " 5 4
Goethe İtalya'dan döndüğünde, yine eski yaşama ve çalışma
çevresine girince, burada iç dünyasında kazandığı her şey için en
yakın dostları arasında bile çok az anlayış ve ilgi gördü. Neredeyse
tamamen tek başına kalmıştı; kendini yalnızlaşmış ve değeri bilin­
memiş hissediyordu. " Biçim zengini İtalya'dan'' , diyor, " şekilsiz
Almanya'ya geri dönmüş, açık bir gökyüzünü kapalısıyla değiştir­
miştim; dostlarım beni teselli etmek ve yeniden kendilerine çekmek
yerine, beni ümitsizliğe soktular. Benim en uzaklardaki, hiç bilin­
meyen nesnelere duyduğum hayranlık, kaybolup gidenlere yakın­
malarını, onları incitmiş görünüyordu. Her türlü ilgiye hasrettim,
kimse benim dilimden anlamıyordu. " 55
Bu ruh hali içindeyken, Schiller ona asıl karşıtı gibi görünmüş­
tü. Goethe Schiller'de kendinden u z aklaştırdığı ve iç dünyasında
aştığına inandığı her şeyin temsilcisini bulmuştu. Tam da kendisini
arındırmaya çalıştığı " etik ve teatral paradoksları, bir fırtına gibi
sürükleyip Almanya'nın üzerine boşaltan, güçlü ama olgunlaşma­
mış bir yetenek"56 olarak görmüştü Schiller'i. Goethe'nin bu duy­
gusuyla başa çıkması yıllar almıştı. Schiller'in arkadaş olmak için
.
53 Knebel'e mektup, 2 Nisan 1 785 (Mektuplar, [WA, Bölüm 4,] Cilt 7, [No: 20 9 1 ,] s. 36).
54 ltalienische Reise: Roma'da ikinci kalış, 6 Eylül 1 787, Werke [=WA, Bölüm 1 ,] Cilt 32,
s. 77 vd.
55 [WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schriften, Cilt 6, s. 1 32 [doğrusu: 1 3 1 ] .
5 6 B u konuda bkz. Goethe'nin makalesi: 'Glücklisches Ereignis', [WA, Bölüm 2 � Na­
turwiss. Schriften, Cilt 1 1 , s. 14.
gösterdiği bütün çabaları soğuk ve haşin bir tavırla ger i çevirmi}ti .
Ama sonra birdenbire bir değişiklik oldu. Goethe' nin Schiller'i ar­
tık rakibi değil , müttefiki olarak gördüğü gün geldi. Bu bakımdan
da Kant'ın felsefesi, sadece dolaylı da olsa, dikkat çekici bir rol
oynamıştır. Goethe Aesthetische Briefe'nin yazarı "Kantçı " Schil­
ler'i anlayabilir, ona saygı duyabi lirdi. Çünkü burada kendi de­
neyiminin tamamen farklı bir mecrada onaylandığını görüyordu.
Goethe'nin klasikçiliği, onun " içsel biçim " düşüncesine dayanıyor­
du. 5 3 Bu biçimi, Wincklemann'ın 54 sanat anlayışının ışığında gördü­
ğü antikçağ yapıtlarında b u lm uştu . Bu biçim, Goethe'ye nesnel bir
zorunluluğu ifade e d i yo rdu "Doğada" , diyor Goethe, "doğa ya­
salarıyla doğru olarak güdülenmemiş hiçbir şey güzel değildir. "57
.
Sebiller ise başka bir yoldan yürüyordu. Kendi estetik öğretisini
Kant'ın özgürlük kavramından geliştirmişti: Schiller'e göre güzel­
lik: " görünümlerdeki özgürlüktür. " 58
Ne var ki Goethe ve Sebiller sonuçta tamamen uzlaşabilmişler­
di, çünkü her ikisi için de " özgürlük " ve "zorunluluk " birbirlerini
dışlayan zıt şeyler değildi. Goethe ve Schiller, bu iki düşünce ara­
sında bir karşıtlık değil bir bağlaşıklık ilişkisi bulmuşlardı. Kant,
etik özgürlüğün " özerklik "le, kendi yasasını kendisi koymakla
özdeş olduğunu açıklayarak bu bağlaşıklığı ahlaki alanda göster­
mişti. Goethe'nin ve Schiller'in klasikçiliği bu görüşü sanat alanına
aktarır ve bu görüş, özgürlüğü yalnızca yasanın verebileceği temel
ilkesine dayanır. Her ikisi için de "öznel " ve "nesnel " çemberi bu­
rada kapanmaktadır. " Görünüşe çıkan yasa, en büyük özgürlük
içinde, en kendine has koşullara göre nesnel olarak güzel olanı or­
taya koyar ve bunun elbette, onu kavramaya layık özneler tarafın­
dan bulunması gerekir. "59
Kant ve Goethe zorunlu ve genel doğa yasalarını kabul etmek
konusunda tamamen aynı görüştedirler. Ancak, bu temel kabulü
temellendirme ve doğrulama yolları burada da tamamen farklıdır.
5 7 Eckermann'la konuşma, 5 Haziran ı 826, Gespriiche, [haz. Biedemıann, Cilt 3, No
242 1 , s. 273)
58 Bkz. Schiller'in Körner'le ı 793 yılındaki mektuplaşması.
59 Goethe, Maximen und Ref/exionen, [Haz. Hecker,J No: 1 346, s. 279.
82
ROUS S E A U . KAN T .
GOE THE
Kant kendi mantıksal-ana litik yolundan gider. Hume'un kuşkusuna
karşı savunmak durumunda olduğu nedensellik ilkesinin analiziyle
başlar. Bu kuşkuya alan açtığımızda deneyimin salt bir "algılamalar
rapsodisi " ne dönüşeceğini gösterir. 6 0 Oysa deneyim gerçekte baş­
ka bir şeydir ve daha fazlasıdır. Duyusal algılamaların bir yığışımı
değildir, bir sistemdir. Böyle bir sistemin nesnel-geçerli ve zorunlu
ilkelere dayanması gerekir. " Deneyim ancak algılamaların birbirle­
rine zorunlu olarak bağlandığının düşünülmesiyle mümkündür. " 6 1
Doğa kavramının bu tanımı, Kant'ın onun anlağı kavrayış ve
tanımlayışından kaynaklanır. Kant'a göre anlak " kurallar yetisi­
dir" 5 5 ve doğanın ampirik kuralları, anlağın apriori kurallarının
özel durumları ve uygulanışlarıdır. Böylelikle özel doğa yasaları
"
"genel anlak yasalarının özelleştirilişleridir. 5 6 " Oysa ( . . . ) deney­
sel doğa yasalarını, temellerinde özel algılar bulunmaksızın algı­
ların bir deneyimde zorunlu birleştirilmesinin yalnızca koşullarını
içeren saf ya da genel doğa yasalarından ayırt etmemiz gerekir.
Bu sonuncular bakımından doğa ve olanaklı deneyim tamamen
aynı şeydir; ( . . . ) dolayısıyla anlağın asli yasalarına dayandığı için,
anlak (apriori) yasalarını doğadan almaz, onları doğaya buyurur,
dediğimde, bu gerçi başlangıçta k ulağa garip gelir, ama her şeye
6
rağmen kesindir. " 2
Goethe, böyle buyurgan ve yasa koyucu bir anlağı kabul etmez.
Burada da yalnızca düşünmek ve yargıda bulunmakla yetinmek
istemez; görmek mecburiyetindedir. Tıpkı Faust gibi etkin- doğayı
ruhunun önünde görmek ister. Kant doğayı "genel yasalara göre
belirlenmiş olmaları bakımından, şeylerin varoluşu" 63 olarak açık­
lar. Goethe bu doğayla, " natura naturata "yla yetinemez; bir sanatçı
ve araştırmacı olarak " natura naturans"a nüfuz etmek ister. 5 8 Do­
ğanın içsel olarak yeniden yaratılması büyük sürecinde Goethe'ye
60 Kant, Prolegomena zu einer jeder künftigen Metaphysik, S 26; [CA, Cilt] iV, [s.) 5 9 vd,.
[AA, Cilt 4, s. 3 1 0).
6 1 Kritik der reinen Vernunft, 2. Baskı ( 1 787], s. 218 (Werke [=CA, Cilt] 111, (s. ) 1 66 ) [AA,
Cilt 3, s. 1 5 8 )
62 Kant, Prolegomena zu einer jeden künftigen Metaphysik, S 36 (Werke [= CA, Cilt) iV,
[S.] 72) [AA, Cilt 4, s. 320) . ,,
63 Kant, Prolegomena S 14 (Werke [=CA, Cilt] iV, [s.] 44) (AA, Cilt 4, s. 294]
bağ­
Yalnızca somut şekillerle d üşünebi li r.
Goethe, bitkiler ve hayvanlar aleminin zenginliğine ve çeşitlili­
ğine dalmakla işe başlar. Ancak ona göre, her şey bu zengi nl i kte n
ibaret değildir. Bu ze ngi nl ik te başka ve daha derin bir şeyin var­
lığını sezer. "Tikel'' , diye açıklar Goethe, " bütünün modeli ola­
maz. Sınıflar, cinsler, türler ve bireylerin yasayla örnek olmak ba­
kımından ilişkilidir: yasada içerilirler, ama onu içermezler ve onu
vermezler. " 64 Şeklin [ Gestalt) içerimleri yalnızca genel olarak dü­
şünüldüğünde bile, daha ayrıntılı deneyime gerek olmadan, birbir­
lerine son derece benzeyen, canlı yaratıkların aynı oluşum ilkeleri
sonucu ortaya konulmuş olmaları gerektiği sonucuna varılmalıdır.
Kant insan bilgisinin sentetik temel ilkelerini, en üst ilkelerini arar­
ken, Goethe yaratıcı doğanın oluşturma ilkelerini arar.
metamorfoz fikri rehberlik eder. Goethe, Kant gibi salt ilişkiler
l a m ı n d a düşünmez.
Neşe veriyordu yıllar önce,
Tinin gayretle çaba göstermesi,
Dogan ı n nasıl yaratırken yaşadıgını,
Araştırmaya, ögrenmeye.
Ezeli ve ebedi birdir
Kendini defalarca açıga vuran;
Küçüktür büyük, büyüktür küçük,
Hepsi kendi tarzınca,
Sürekli degişerek, kendini koruyarak
Yakın ve uzak ve uzak ve yakın,
Böyle şekillendirerek, yeniden şekillendirerek Şaşırmak için buradayım ben.65
Nasıl ki Kant insani bilgiyi deneyimde sa bitlemek ve "olanaklı
deneyimin koşulları " 60 ile sınırlamak istediyse, Goethe de görme
ve şiir konusunda aynı sonuca vardı. Goethe bu alanda en kendine
has eğiliminin beklenmedik bir biçimde onaylandığını bir kez daha
gördü. Bir edebiyatçı olarak, kendi yaşamından kaynaklanmayan
64 Goethe, Entwurfeiner vergleichenden Anatomie, (WA, Bölüm 2:J Naturwiss. Schr., Cilt
vnı, s. 73
65 Goethe, Gedichte ( Werke ( = WA, Cifti ın, (s.j 84),.
84
AOUSSl AU. KAN I .
GOETHE
hiçbir şeyi ortaya koymadı ve koymak istemedi. Şii rsel içeriğin ki­
şinin kendi yaşamın ın içeriği olduğunu söylüyordu. Goethe, " Şiir
sanatında asla yapmacık davranmadım " der Eckermann'a. " Ya­
şamadığım ve canımı yakmayan, beni meşgul etmeyen hiçbir şeyi
şiirleş t irmedim ve telaffuz da etmedim " 66
Bu anlamda, Goethe için " edebiyat" ve " hakikat" arasında bir
ayrım yoktu; "idealizm " ve "realizm " arasındaki geleneksel kar­
şıtlığın da bağlayıcı olduğunu kabul etmiyordu . " Gerçek olanın
ruhu hakiki idesel olandır" ona göre ve hayal gücünün " reel olanın
hakikati için" olduğunu açıklar. " 6 7
Burada gördüğümüz, Kant'ın düşünüş tarzı ve felsefesiyle son
derece özgün bir benzerliktir. Kant apriorinin filozofuydu ve öyle
de kaldı. Ancak Kant'a göre apriori bilgi deneyimin ötesinde ken­
dine ait ve bağımsız bir alan içermez. Apriori daha ziyade deneyim
bilgisinin yapısındaki bir uğraktır; anlamı ve kullanımı açısından,
deneyim bilgisine bağlıdır. Goethe " idesel" [ideel] olanın bu kav­
ranışının yoğun çekimine kapıldığını hissediyordu; Saf Aklın Eleş­
tirisi'nin elindeki çalışma nüshasında Kant'ın anlağın deneyimden
ödünç almaksızın kendi başına yarattığı her şeyi yine sonunda, de­
neyimde kullanılmaktan başka bir amacı olmadığını açıkladığı68
pasajın altını iki kez çizmişti. 69
Kant'ın transandantal analizinin sonucu belirli bir anlamda bir
cümlede özetlenebilir. Bu da, içeriksiz düşüncelerin boş olduklarını
belirten cümledir. 62 Kant'a göre düşüncelerimiz ancak görüy!e -saf
ya da ampirik görüyle- ilişkilenerek bir içerik kazanabilirler. Bu
ilişki olmadan gerçi düşünce biçimlerimiz olur, ama bu biçimler
nesnel bir anlama, ampirik bir bilgi değerine sahip olmazlar, " Yani
görü ve kavram tüm bilgimizin unsurlarını oluştururlar, öyle ki
ne kavramlar, onları bir biçimde tamamlayan görü olmadan, ne
66 Gespriiche mit Eckermann, 1 4 Mart 1 830 [ Gespriiche, Haz. Biedermann, cilt 4, No:
2797, s. 236].
67 Gespriiche mit Riemer 1 827; ve Gespriiche mit Eckermann, 25 Aralık 1 825 ( Gespriiche
(Haz. Biedermann, Cilt 3, No 2568, s. 484, ve No 2378, s. 245])
68 Bu çalışma nüshasının bir betimlemesi, K. Vorlander tarafından verilmiştir; bkz.
Kant·Studien . .,
69 Kritik der reinen Vernunft, 2. baskı, ( 1 787), s. 295 (Wcrke (=CA, Cilt] 111, (s.J 2 1 2) (AA,
Cilt 3, s. 203].
'
r,-.;ETHE '/f t'>Hf F E L''..E: fE_�
de görü kavramlar olmadan bir bilgiyi verebilirler. " 7'' Saf anlağın
kavramları, kendi başlarına hüküm vermenin fonbiyonlardan
başka bir şey değildirler. Bu fonksiyonlar salt kavramlar olmak­
tan çıkıp, bilgi olacaklarsa, içlerinin görüyle doldurulması gerekir.
"Kavrama, onun mütekabili bir görü verilemezse, o zaman biçimi
açısından bir mefhum olurdu ama hiçbir nesnesi olmazdı ve onun
üzerinden herhangi bir şeye ilişkin hiçbir bilgi mümkün olmazdı;
çünkü . . . bendeki mefhumun uygulanabileceği hiçbir şey var ol­
mazdı ve olamazdı. " 7 1
Goethe, başlangıçtan itibaren bu öğretinin şiddetli çekimine
kapıldığını hissetmişti. Burada Kant ile Alman okul felsefesinden
çok daha özgür bir ilişki içindeydi. 6 3 Çünkü Alman okul felsefesi
Kant'ın savındaki pozitif yönü değil, yalnızca negatif yönü görü­
yordu. Wolff'un öğrencileri ve Wolff'un ontolojisinin yandaşları
için Kant, Mendelssohn'un tanımlayışıyla "her şeyi parçalayıp yok
eden " biriydi. 64 Kant, saf anlağın temel ilkelerinin "Sadece görün­
gülerin sergileniş ilkeleri " olduğunu ve bu yüzden "genel olarak
şeyler hakkında apriori sentetik bilgileri sistematik bir doktrin
içinde verme iddiasında olan gururlu bir ontoloji isminin, yerini
yalnızca saf anlağın analitiği mütevazı ismine bırakması " gerek­
tiğini belirtmişti. 72 Buna karşılık Goethe Kant'ın okul felsefesine
yönelik bu eleştirisinde bir yıkım eseri değil bir özgürleştirme eseri
görüyordu. Burada sezgilerden kopmak istemeyen, içtenlikle on­
larla dolu olmak isteyen " 73 kendi "nesnel düşünme "sinin temel
eğilimini buluyordu. Kant'ın mütevazılığı da tamamen Goethe'nin
düşündüğü anlamdaydı. Goethe "renkli yansıma " ile yetiniyordu
ve bu renkli yansımada yaşama sahip olduğumuza inanmıştı. "Tü­
retilmiş görüngülerin içinde yaşarız ", diyor Goethe "ve ilk soruya
nasıl varacağımızı hiçbir surette bilemeyiz. " 74 Dolayısıyla "mut­
lak " bilginin olumsuzlanması Goethe için bir kayıp anlamına gel70 Kritik der reinen Vernunft, 2. basım ( 1 787], s. 74 ( Werke (= CA, Cilı]UI, .(s.] 79) (AA,
Cilt 3 s. 74].
71 Aynı yerde, s. 1 46 ( Werke (=CA, Cilt] lll, [s.J 123) [AA, Cilt 3, s. 1 1 7].
72 Aynı yerde, s. 303 ( Werke (=CA, Cilt] lll, fs.] 2 1 7) [AA, Cilt 3 s. 207].
73 Bkz. (WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schr., Cilt XI, s. 58.
74 Goethe, Maximen und Ref/exionen, (haz. Hecker,J No: 1 208, s. 251
�
86
ROUSSEAU. KAN T ,
GOETH•
ıniyordu ve hu olumsuzlama 0 1 1 1 1 1 1 bili msel a ra ş t ı r m a tarzın a b i r
enge l oluşturmuyordu. "Teori k anlamda mutlak o l a n hakk ında " ,
diyor Goethe, " konuşmaya cesa ret etmiyorum; a m a o n u görüngü­
de kabul edenin ve sürekli gözlemlemiş olanın ondan çok büyük
bir kazanç elde edeceğini öne sürebi lirim. " 7 1
Goethe'nin Kant öğretisi hakkındaki i mgesi doğru muyd u ? B u
imgenin nesnel tarihsel doğruluğa sahip o lduğunu kabul edebilir
miyiz ? Bu soru basit bir "evet" ya da " hayır" ile yanıtlanamaz.
Elbette hiç kimseye Goethe'nin Kant felsefesi kavrayışını ve se­
rimlemesini bir felsefe tarihi ders kitabına almasını salık vermem.
Goethe'nin kendisi de bize zaman zaman Kant felsefesi hakkındaki
konuşmalara karıştığında ve kendi görüşlerini sunduğunda, orada
bulunan Kantçıların başlarını salladıklarını anlatır. " Birinin ya da
bir başkasının hayretle gülümseyerek: bunun gerçi Kant'ın düşü­
nüş tarzının bir benzeri, ama tuhaf bir benzeri olduğunu söylemesi,
birden fazla kez başıma geldi " 76 Goethe'de bu benzerlikten daha
fazlasını arayamayız. O hiçbir felsefi okula bağlanmadı ve hiçbir
ustanın sözlerine yemin etmedi. Burada Goethe'nin 'Zahmes Xeni­
on'unu düşünmemiz gerekiyor:
Ne istiyorsu n ki, bu kafayla seni
Sonsuzluga göndermelerini mi?
O hiçbir loncaya dahil olmadı,
Sonsuza dek heveskôr kaldı .77
Felsefede de Goethe heveskar kaldı. Ona sözcüğün kesin anla­
mıyla ne bir Kantçı ne de bir Spinozacı diyebiliriz. Ancak karşısın­
daki Kant imgesinin de Spinoza imgesinin de içsel bir hakikati ba­
rındırmadığını söyleyemeyiz. Sonra, hakikat kavramını kendi öz­
gün anlamıyla anlamamız ve tanımlamamız gerekir. "Verimli olan
hakikidir yalnızca" , diyor Goethe. 65 Hem Spinoza hem de Kant,
Goethe'de olağanüstü verimli hale gelmişlerdir. Goethe'nin Kant
75 Aynı yerde, No: 26 1 , s . 47.
76 [WA, Bölüm 2:] Naturwiss. Schr., Cilt XI,
77 Werke [=WA, Bölüm 1, Cilt] IIl, (S.]243.
s.
51 vd.
hakkında söylediği birçok şey kendine özgü, hatta benzersizdir.
Ancak tam da bu kendine özgülüğü içinde son derece ayırt edici ve
aydınlatıcıdır. " Kendi kendimle ve dış dünyayla olan ilişkimi bildi­
ğimde " , diyor Goethe, "ona hakikat diyorum. Böylece herkes ken­
di hakikatine sahip olabilir ve yine de hakikat her zaman birdir"n
Bu anlamda, klasik dönemin büyük sanatçılarının zihinlerin­
de Kant'ın farklı farklı imgelerini şekillendirmiş olmalarını anla­
yabilir ve takdir edebiliriz. Goethe, on sekizinci yüzyılın en güzel
betimlenişlerinden biri olan, "Winckelmann ve Yüzyılı" yazısın­
da, Kant ile başlayan o büyük felsefi hareketi reddedip, ona karşı
koyup, aşağılayıp da cezasız kalmayan hiçbir bilginin olmadığını
söylüyor. 7 9 Bu yalnızca bilginler için değil, sanatçılar için de ge­
çerlidir. İçlerinden yalnızca çok azı Kant'ın fikirlerinden hiç etki­
lenmemiştir. Ama her biri Kant'ı başka ve yeni bir ışıkta ve farklı
bir perspektifte görmüşlerdir. Derin felsefi fikirler yalnızca kendi
çevrelerinde etkili olmazlar. Işınlarını her yöne gönderen zihinsel
ışık kaynakları olurlar. Ancak bu ışınlardan ne olacağı, yalnızca
ışık kaynağının türünü değil, karşılaştıkları ve yansıtıldıkları ay­
nalara da bağlıdır. Bu yansıtmanın türü Schiller için, Goethe için,
Beethoven için farklı farklıdır. Schiller için SafAklın Eleştirisi'ni ve
Estetik Yargı Gü cü'nü okumak yol gösterici ve belirleyici olmuş­
tur. Goethe, Kant' a Teleolojik Yargı Gücünün Eleştirisi üzerinden
varmıştır; Beethoven Pratik Aklın Eleştirisi'nden etkilenmiş ve he­
yecanlanmıştır. Hepsi de aynı Kant'ı okudular -ve yine de o, her
biri için başka ve yeni bir Kant oldu; çünkü o, onlardaki farklı
üretici güçleri, zihinsel, ahlaksal ve sanatsal türden enerjileri can­
landırıp, etkili olmalarını sağladı.
Kaynak Bilgisi ve Literatür
Kant'ın yazılarından yapılan alıntılar benim Kant'ın Yapıtları
edisyonumdan ( 1 1 Cilt, Bruno Cassirer Verlag, Bedin 1 9 1 2 vd.)
alınmıştır. Goethe'den alıntılar büyük Weimar edisyonundandır.
78 Maximen und Re(lexionen, [ed. Hecker,J No 1 98, s. 35
79 Winckelmann und sein fahrhundert, Werke [= WA, Bölüm lj, Cilt 46, s. 55
BB
ROUSSEAU. KANT. GOETHE
Eckernıann '/a Konuşmalar için Flodoard Freiherr von Biedermann
edisyonundan (5 Cilt, Leipzig, 1 909 vd. ) yararlandım. Goethe'nin
Maximen und Reflexionen " i [Özdeyişler ve Düşünsemeler] Goe­
the ve Sebiller Arşivi'ndeki elyazmalarmdan, Max Hecker tarafın­
dan yayımlanmıştır. (Schriften der Goethe-Gesellschaft, Cilt 2 1 ;
Weimar, 1 907).
Kant ve Goethe
" Kant ve Goethe" problemi, düşünce tarihinin kesinlikle tü­
kenmez görünen sorunlarından birisidir. Bu sorun felsefeciler ve
edebiyat tarihçileri tarafından ne kadar sık, ne kadar kapsamlı ve
ayrıntılı olarak ele alındıysa da hep yeni baştan incelenmeye da­
vet eder ve hep yeni sorular ortaya koyar. Gerçi edebiyat tarihi
açısından bu soru günümüzde çözülmüş görünüyor. Weimar'da­
ki Goethe arşivinin açılmasından bu yana, Goethe'yi Kant'ın hep
daha yakınına götüren, hiç kesintiye uğramamış sessiz ve sürekli
gelişmenin kanıtlarını, neredeyse eksiksiz olarak, adeta belgesel
bir kesinlikte görüyoruz. ilk dönemde Goethe'de, kendi varlığına
düşman olmasa bile, yine de keskin bir karşıtlık içinde olduğunu
hissettiği yeni öğreti karşısında hala bir yabancılık duygusu, hatta
korku duygusu ağır basar. Sonraları şöyle söyleyecekti: "Labiren­
tin içine girmeye cesaret edememiştim; beni kah edebiyat yetisi,
kah insan anlağı engelliyordu ve kendimi hiçbir yerde iyileşmiş his­
setmiyordum . " Ne var ki bu korkuyu çok erkenden aşmıştı; kendi
gücüyle Kant'a giden tamamen özgün ve yalnızca kendisine uy­
gun bir yol açmıştı. Bunun için Schiller'in düşünsel etkisine gerek
yoktu, bu yolu kendisi bulmuş ve orada kendi başına yürümüştü.
Körner, daha 1 790 Ekim ayında, " Goethe sekiz gün buradaydı ",
diye yazar Schiller'e; "ve onunla çok şey yaşadım, çok geçmeden
90
noussı A U , KAN 1 ( j ( ) ( 1 Hl
de y;1kın laşmayı başa rdım ve ( ;oethe de bek lediğimden da ha ko­
nu ş ka n d ı . Orta k nokta l a rımızın ı;oğu nun nerede hıı l ıınduğunu
rahmin hile edemezs i n . Başka nerede o la b i l i r - Kanr'ta ! Teleoloj i k
yargı gücünün eleştirisinde, hir felsefe için gereken gıdayı b u lm u ş­
tu. " Nasıl ki Goethe için düşünme ve edim hiçbir ye r d e ayrı değil­
se, " bilimlerde de aslında herhangi bir şeyin bilinemez " 1 olduğuna,
her şeyin daima deneyimlenmesi gerektiğine nasıl inanıyorduysa,
Yargı Gücünün E leş tirisi nde de yalnızca kendi felsefesinin gıdasını
bulmakla kalmıyor, "en farklı uğraşlarını " şiir sanatı ve doğa araş­
tırmasını bir araya toplayan ve ortak bir ilkeden kaynaklandıran
bu esere yaşamının son derece mutlu bir dönemini borçlu olduğu­
nu itiraf ediyordu. Bu etki zamanla daha da derinleşmişti. Goethe
76 yaşındayken Eckermann'a " Büyük öncülere ve çağdaşlarıma
neleri borçlu olduğumu söylesem, geriye fazla bir şey kalmaz. Bu
arada, yabancı ve önemli bir kişiliğin etkisinin, yaşamımızın hangi
döneminde gerçekleştiği hiç de önemsiz değildir. Lessing'in, Winc­
kelmann'ın ve Kant'ın benden yaşlı olmaları ve ilk ikisinin benim
gençliğim üzerinde, Kant'ın ise yaşlılığım üzerinde etkili olması,
benim için büyük önem taşıyordu. " Peki bu etki neden oluşuyor­
du? Burada da asıl zihinsel saik hangisiydi ve hangi yönde hareket
ediyordu?
Bu soruya kesinlikle açık ve net bir yanıt verilebilmiş değildir
henüz. Bu yanıtı ararken, gördüğüm kadarıyla Goethe hakkında­
ki literatürde, tam ve tatmin edici bir şekilde açıklanmış olmak
şöyle dursun, henüz değerlendirilmemiş olan bir ifadeye başvur­
mak gerektiğini düşünüyorum: " Kant " -diyordu Goethe 1 827
yılında- " her ne kadar ondan bağımsız biçimde onunla benzer bir
yoldan yürümüş olsam da, beni hiç dikkate almadı. Metamorp­
hose der Pflanzen [Bitkilerin Metamorfozu] kitabımı yazdığım­
da, Kant hakkında henüz herhangi bir şey bilmiyordum, oysa bu
kitap tamamen onun öğretisiyle aynı doğrultudadır" . 2 İlk bakış­
ta bu ifade muğlak olduğu gibi, düpedüz paradokstur da. Meta­
morphose der Pflanzen'da [Bitkilerin Metamorfozu] dile geldiği
haliyle Goethe'nin doğa görüşü ile Kant'ın doğa görüşü arasında
herhangi bir aracılık ya da uzlaşma nasıl düşünülebilir? Kant'a
'
güre Joğa
"
ş e yl e r i n
ya�alara göre bel i rlenen varo l u<ıudur. " , Bu
ge­
nci yasa l a r, sağı n b i l i m tarafı n d a n , m atematik ve fizik tarafından
s a pta n ı r l a r. Bu y üzden a n l a k -genel kavramlarda, k ategori l er d e
ve sentetik temel önermelerde açığa vurduğu hali yle- "doğanın
b u anlağı serimler ve sistematik olarak düzen­
lerken, en yakın olarak Newton'a d ay a nır Kant'ın deneyimin ola­
naklılığının koşulu olarak, yani deneyimin nesnesi olarak doğanın
olanaklılığının koşulu olarak ortaya koyduğu tek tek kavramlar,
Newton fiziği sistemiyle birebir örtüşür. Newton'un atalet yasası
töz kavramında, neden ve sonuç yasası nedensellik kavramında,
etki ve tepkinin eşitliği ilkesi etkileşim kavramında temel lendirili­
şini, " apriori" doğrulanışını bulur. Ancak doğanın matematiksel
olarak ifade edilebilen genel yasalara, mekanik ilkesine bu dayan­
dırılışı, Goethe'nin özüne ve doğa görüşüne derinden aykırıdır.
Goethe buna karşı bütün yaşamı boyunca öfkeyle, artan bir tut­
kuyla mücadele etmişti. Renkler Öğretisi'nin polemik bölümünü
yazarken, nasıl olmuş da Kant'a gönderme yapabilmişti; doğa
görüşünü ve düşünsel dünyasını inşa ederken Kant'ınkine benzer
bir yoldan gittiği inancıyla nasıl yaşayabilmişti ? Goethe, aslında
doğayı sayılara ve büyüklüklere, yasalara ve ilkelere dayandıran
kavramsal analizde, doğanın açıklanışından çok yıkılışını görmü­
yor muydu? Ü stelik Kant bu analiz doğrultusunda Newton'dan
daha ileri bir adım atmamış mıydı? Özel yasaların yalnızca genel
anlak yasalarının özgüleştirilmeleri olduğunu açıklamamış mıydı?
Bu yüzden, burada Kant ile aralarında bir ilişki varsa, bu ilişkinin
her ikisinin doğa görüşünün içeriğinde aranmayacağı açıktır. An­
cak Goethe'nin "Metamorfoz " düşüncesi, kendisi için de bitkiler
alemini incelediği sırada karşılaştığı belirli içeriksel ilişkilerin, be­
lirli tekil olguların saptanışından daha fazlasını ifade ediyordu.
Goethe yaşlandıkça, bu düşüncede doğayı incelemenin bir biçi­
mini, ideal bir "düzenleyici ilkeyi " daha çok görür oldu. "Meta­
morfozun temel düzenleyici ilkesini " diye açıkça vurgulamıştı bir
defasında, "çok fazla geniş açıklamaya çalışmamalı, bir ide kadar
zengin ve üretken olduğu söylenirse, işte en iyisi budur. " Yalnızca
bu ide üzerinden, bu idenin içeriği ve düşünsel gidişatı üzerinden
m ü e l l i fi " dir.4 Kant,
.
92
H ( l l l S S f A U . k.AN l . l�tll l t H
l\. a ııt'Lı b i r benzetme k u ru la b i l i r. Ve a s l ın da burada i k i s i n i n orta k
bağlamın ı n da y a n d ı ğı temel uğra k , giisteri lehi l i r. c ;oethc ' ıı i ıı me­
tamorfoz i l kesi nde övdi.iği.i yan, ş i m d i ye kada r ca n l ı l a r ı n incelen i ­
ş i n de egemen o l a n " k atı tasavvur tarzı " n ı n , a ş ı l m a s ı n ı v e k ı rı l ma­
sını sağl a m ı ş o l m a s ı d ı r. " Gereken d i k k a t göste r i l mek istendiği nde
her şeyi n hazır ve m e v cu t o l m a s ı g er ekti ğ i k a n a a t i , bu yüzy ı l ı n
üstüne b i r s i s g i b i ta m a m e n ç ö k m ü şt ü . Ve böylece bu d ü ş ü n ü ş
en doğal ve en rahat d ü ş ü n ü ş tarzı o l a r a k 1 8 . y ü z y ı l d a n 1 9 .
yüzyı la g eç ec ek , kendi tarzınca y a r a r l ı olm a y a ve v a r o l a n ı bize
duru ve net bir şekilde sunmaya devam edecektir. İdesel düşünüş
tarzı ise bengi olanı geçici olanda gösterir ve biz de böylece, insan
anlağının ve felsefenin birleşecekleri doğru bakış açısına gitgide
daha fazla yükseldiğimizi göreceğiz. "
Goethe, Kant'ın öğretisinde bu birleşme hedefinin daha yakın­
laştığını gördü. Çünkü aslında burada Kant'ın sorunu ve yöntemi,
Goethe'nin yöntemiyle bir benzerlik oluşturuyordu. Goethe'nin
biyolojide yaptığı gibi, Kant da metafizikte donuk, tözsel düşünüş
tarzını aşar: Goethe ile Linne arasındakine benzer bir ilişki, Kant
ile Wolff arasında bulunur. Fichte bir defasında kendini "genetik
bakış" ın özgürlüğüne yükseltecek enerjiyi kendi içinde barındır­
mayan ve oluşturmayan hiç kimsenin Kant'ın transandantal ide­
alizmini anlayamayacağını söylemişti. 6 Goethe, doğa biçimlerinin
dünyası için, Kant ise kavram biçimleri dünyası için bu "genetik
bakışa " sahipti. İkisi de "genesis" [doğuş] düşüncesini, ampirik-za­
,
mansal değil, idesel anlamda anlıyorlardı. İkisi de bu düşünceyle,
mevcut olguları basitçe sınıflandırmak ve var olanı betimlemek de­
ğil, yeni bir anlama yolunu, dünyanın yeni bir " anlam" ını açmak
isterler. Goethe, Linne'nin botanik bilimindeki sabit tür ve sınıf
kavramlarını reddeder: Bitkinin ve biçiminin varlığını, oluşumunun
koşullarıyla açıklar. Kant da dogmatik metafiziğin varlık kavramı­
nı çözer: Ona göre bilginin gerçek nesnesi " kendinde şey", mutlak
töz değil, yine bilginin "olanaklılığının koşullarına" dayandırdığı
ve ondan kaynaklandığını söylediği, deneyim nesnesidir. Böylece
Kant'ın ve Goethe'nin izledikleri aslında belirli bir yeni düşünme
ve yöntem çizgisidir ve bu temel araştırma biçimini uyguladıkları
tarzı,
alanlar birbirinden ne kadar uzaksa, bu ortak yönleri de o kadar
önemlidir. Bu alanlar tamamen farklı boyutlara aittirler: Ama bir o
kadar da kesiştikleri idesel bir düzlemi bir ölçüde belirlemişlerdiL
Burada artık edebiyat tarihi açısından kanıtlanabilir tek tek "etki­
ler" değil, Alman düşün tarihinin dayandığı, bu tarihe yapısını ve
biçimini kazandıran derinlikli çarpışmalar söz konusuduL
Rou sseau
Jean-Jacques Rousseau sorunu, modern düşün tarihinin en zor
sorunlarından birisidir. Bu sorun araştırmanın karşısına hep yeni
sorular çıkartmıştır; bu sorular da son on yıl boyunca özellikle
gayretle ve derinlemesine irdelenmiştir. E. H. Wright'ın The me­
aning of Rousseau (Oxford, 1 929) ve A. Schinz'in La Pensee de
]. ]. Rousseau (Paris, 1 929) adlı yapıtlarına, 1 934 yılında Ch. W.
Hendel'in ]ean-]acques Rousseau Moralist (2 Cilt, Oxford 1 934)
adlı mükemmel genel serimlemesi eklenmiştir. Ancak burada orta­
ya konan tüm emeğe rağmen, asıl soru hala, Rousseau'nun felsefe­
si öğretisini oluşturanın ne olduğu değil de, böyle bir öğretinin var
olup olmadığıdır. Birçok yorumcunun, Rousseau'nun kişiliği ve zi­
hinsel gelişimi hakkında çizdikleri resme bakarsak, bu soruya ha­
yır yanıtını vermemiz gerekir. Bu imgeye göre Rousseau'nun yapı­
tında bütünlüklü bir düşünce özelliği yoktur; bu yapıt yalnızca ele
aldığı konuya, özel yaşam koşullarına göre değişen ve bir ölçüde
bütün renklere bürünen kişisel ruh hallerinin ifadesi olarak görün­
mektedir. Ancak böyle bir kaleydeskop görüntüsü, Rousseau'nun
başarımını hakkıyla yansıtamaz ve ondan kaynaklanmış olan et­
kiyi açıklayamaz. Başka bir yerde, Rousseau'nun tüm yapıtının,
bütün çeşitliliğine ve dayandığı itilimlerin görünüşteki farklılığına
rağmen, yalnızca kişisel değil, aynı zamanda nesnel bir bütünlük
96
HOU.S S E A U , KAN T .
CiOf nu
oluşturduğunu ayrıntılı olarak göstermeye çal ı�tı m . Bu y a p ı t h i r
düşünürün de ne y i m ler in i v e s ere ıı c a nı ı n ı an latmaz sadece; onda
bel irli bi r düşüncenin, yeni ve özgün b i r soru soruş biç i m i n i n gelişi­
mini görmeliyiz. B u düşünce, Roussea u'nun öğret i s i n i n örgütleyici
ilkesidir; Roussea u 'nun doğa öğretisi ve insan öğretisi a ncak bu
düşünce temele yerleşti rilirse gerçek bir bütü n l ü k olarak görülebi­
lir ve anlaşılabilir. ( Bkz. benim makalem: Das Problem Jean-Jac­
ques Rousseau, Archiv für Gesch. der. Ph ilos. , Cilt 4 1 , 1 93 2 ) .
B u görüş kabul edilirse, el bette Ro u s seau ' yu bi re y s el cil i ğin ve
irrasyon al iz m in havarisinden i baret gören geleneksel görüşten ni­
ha i o la rak v a z geç m e k gerek i r. G. Beauvalon'un Revue de Metap­
hysique et de Morale'in D e sc a rtes sayısında ( 8 8 1 ) yayımlanan b i r
,
makalesi bu geleneksel görüşe özel b i r keskinlikle karşı çıkıyor.
Beauvalon, Rousseau'nun öğretisinin
"
i r ra sy o n a l is t " niyetini yad­
sıdığı gibi, bu felsefeyi Fransız düşüncesinin genel silsilesine yerleş­
ti rmek ve Rousseau'yu
"
Ka rtezy e n ruh un " gerçe k bir evladı olarak
görmek istiyor. Tanıtlamasını özellikle Rousseau'nun
din felsefesi­
ne dayandırıyor. B ea u v a l o n , bu felsefenin en önemli belgesi olan
Rousseau'nun " Profession de foi du Vicaire Savoyard " makalesin­
de, "yalın aklın s ını r l ar ı içindeki din "e kararlı bir ikrar bul uyor P.
.
M. Masson ve Victor Giraud gibi, Rousseau'nun dinini " mistik"
ve " santimental " bir din olarak betimleyen ve bu dini " Katolik res­
torasyon "un habercisi olarak gören eleştiricilerin yorumlarına ke­
sinlikle karşı çıkıyor. Beauvalon'a göre Savoy papazının amentüsü,
" ödün vermez bir rasyonalizmin" (d'un rationalisme intransigant) ve son derece agresif bir eleştirel ruhun ifadesidir. Rousseau bura­
da, Ansiklopedistlerin çevresinde bulduğu " homurdanan" düşün­
me biçimine karşı çıkıyor ve buna karşı dinsel sezginin özgün tar­
zını ve hakkını savunuyorsa da, bu sezginin öğrettiği, Rousseau'ya
göre hiçbir yerde felsefi aklın öğretileriyle çelişki içinde değildir,
tam da bu aklın onaylanışını ve doğrulanışını oluşturur. " Les plus
grandes idees de la divinite nous viennent par la raison seule. " 2
Rousseau için söz konusu olan aklın ötesine geçmek değildir; aklı
yok etmek ise hiç değildir. Rousseau için akıl dinsel hakikatin kay­
nağı olarak kalır. Taptığımız tanrı, karanlığın tanrısı değildir ve
i n s a n l ara a k l ı , onu kullanmalarını yasaklamak için vermemi�tir.
" A k l ı m a boyun eğd irmem gerektiği n i söylemek , bu akl ı n yaratıcı­
hakaret etmek demektir " ( 8 8 , s . 363)."
B u a çı k l a m a l a ra bütün önemli noktalarında ka tılı yo r u m v e on­
la r d a Rousseau'nun din felsefesinin temel karakterine ilişkin kendi
görüşümün onaylandığını görüyorum ( Bkz. Arch. Für Gesch. d.
Philos., Cilt 4 1 , s. 5 04 vd. ) Ancak, Beauvalon'un makalesinde yap­
tığı gibi, Rousseau'yu Descartes'a bu kadar yakınlaştırmaya hak­
kımız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Rousseau'ya "santimen­
tal-mistik" ya da Kartezyen bir inanç isnat etmemiz gerektiği fikri
bana kesinlikle zorunlu görünmüyor. "Savoy papazının amentü­
sünde'' , diyor Beauvalon, " baştan sona kadar, Rousseau'nun, Des­
cartes'ın eserini devam ettirmeye ve aynı zamanda onu basitleştir­
meye yönelik gizli hırsının, yüreğimizin ulaşmaya çalıştığı ve törel­
liğin bağlı olduğu inanç edimlerini yalnızca akıl yoluyla doğrulama
hırsının izlerini bulduğuma inanıyorum." (88, s. 345). Bana gelin­
ce ben hiçbir yerde Rousseau'nun böyle bir hırsa kapıldığına dair
bir kanıt göremiyorum. Çünkü Descartes'ın aklı, en büyük örneği
matematik olan teorik akıldır ve öyle de kalır. Bu aklın başlıca
görevi, kesin ve eksiksiz bir bütünlüğe sahip olan bir bilgi sistemi
kurmaktır ve bu sistem, hakikiliğinin kıstası olan bu bütünlüğe
ancak ve ancak tümdengelim yöntemiyle bir unsuru diğerinden tü­
retmek ve bir unsuru zorunlu olarak bir başkasıyla ilişkilendirerek
ulaşabilir. Bu saf teorik "akıl bilgisi " idealinin Rousseau için bir
geçerliliği bulunmamaktadır ve Rousseau törel ya da dinsel temel
hakikatlerin temellendirilmesi söz konusu olduğunda bu tür bilgi­
ye güvenmemiştir. Rousseau "Profession de foi "nın hiçbir yerin de
akla karşı çıkan biri olarak da konuşmaz; ancak onun dayandığı
ve haklarını savunduğu akıl, "pratik akıl "dır. Rousseau'nun yön­
temi burada Descartes'a işaret etmekten ziyade, Kant'a işaret et­
mekte d ir. Rousseau'nun ahlaki vicdanı "tanrısal içgüdü" olarak
betimlediğinde4 bu tanrısal içgüdü ona göre saf düşünmenin bize
iletebileceği bütün hakikatlerden farklı bir türdendir ve farklı bir
kaynağa sahiptir. Ne duygu ne tutku ne de soyut düşünme bize
bu içgüdünün doğasına ve kökenine dair bir kavrayış sağlaya bisına
98
RCIUSSl AU. KAN T . l;Ot T I H
lirler. Rousseau 'ya giire dinscl-tiircl " i l k fenomen " i n açıklan ışıııda
vicdanın "ölümsüz ve tanrı sal sesi "nin, açıklanışında, hem " san­
timenta lizm " , hem de "entelektüa lizm" başarısız kalmaktadır. Bi­
rincisi ' hen'in özgürlüğünü, " spontaneliğin i " açık layamaz; ikincisi
ise hu spontaneliğin köklerini istemde değil de yalın düşüncede
arayarak, onun yanlış anlar. Bu öğreti artık Kartezyen değildir. Ve
Rousseau'nun, Savoy papazının amentüsünde hala bir anlamda,
daha ziyade "Ansiklopedistler cenahına " yakın olduğu konusun­
da, Beauvalon'a hiç katılamıyorum ( 8 8 , s. 35 1 ) . Rousseau'nun
belirli cümlelerinin içeriği hala Kartezyen tine, ya da Aydınlanma
felsefesinin tinine aitmiş gibi göründü yerlerde bile, genel düşünsel
ve törel "atmosfer"i değişmiştir
Daha on yedinci yüzy ı lda bile bu özgün " fikir değişikliği " nin
alametleri eksik değildi. Çünkü Descartes'ın öğretisini Malabran­
che'ın öğretisi izl e mişti ve Malabranche, 1 7. yüzyılın ahlaki-din­
sel yaşamının şekillendirilmesinde Descartes'ın kendisinden çok
daha güçlü bir biçimde belirleyici olmuştu. Rousseau'nun daha ilk
gençliğinde bu hareketin çevresine çekildiğini, İtiraflar dan biliyo­
ruz. Bu itiraflarda P. Bernard Lamy'nin Entretiens sur les Scien­
ces kitabının, Rousseau'nun gençlik yetişimine nasıl belirleyici bir
etkide bulunduğunu görüyoruz. Lamy'nin en sevdiği yazarlardan
biri olduğunu ve onu tekrar tekrar okuduğunu bizzat Rousseau
dile getirir. Ch. W. Hendel'in ahlakçı Rousseau hakkındaki kita­
bında verdiği, Lamy'nin yapıtının analizi, bu etkinin tarzını ve_
yönünü gösteriyor. Lamy, Rousseau'nun gönlüne göre bir öğret­
mendi: Elements de mathematique kitabının önsözünde, insanın
matematik için değil, matematiğin insan için belirlenmiş olduğunu
vurgulamıştı. Lamy bir Oratoire tarikatı mensubuydu ve Maleb­
ranche'ın felsefesinin bir hayranı ve sadık izleyicisiydi. E. Brehier,
yakınlarda yazdığı önemli bir makalede, Malebranche'ın felsefe­
sinin etkisinin onsekizinci yüzyılda da güçlü bir biçimde devam
ettiğini, savunduğu özgün dinsel spiritüalizm biçiminin, Fransız
Aydınlanma felsefesinin eğilimlerine karşı sürekli bir dengeleyici
ağırlık oluşturduğunu vurguladı ( 137, s. 1036) Burada " Professi­
on de foi" nın yazılışı öncesine de yeni bir ışık düşürülmektedir.
.
'
Rousseau'nun inancındaki " rasyonel " unsurlar apaçıktır. Se var
ki biz, Brehier'in de gösterdiği gibi, bu unsurları Descartes'a da­
yandırmak yerine, ancak Malebranche'ın Meditations Chretiennes
ve Entretiens sur la metaphysique kitaplarıyla ilişkilendirdiğimizde
anlayabilir ve onları ancak böylelikle düşünce tarihindeki gerçek
yerlerine koyabiliriz. Elbette burada da doğrudan bir etkiden söz
etmekten kaçınmak gerekir: "Rousseau üzerinde bir etkiden söz
edilecekse " , diye vurguluyor Brehier; "bu entelektüel bir onayla­
madan ziyade bir duygu akrabalığı, bir coşkusal ahenk tarzındadır.
Entelektüel onaylama görüş açısı kabul edilirse, Malebranşizm'in
Rousseau üzerindeki etkisini küçümseme tehlikesi ortaya çıkar; bu
etkinin yüzeysel değil daha derin olduğunu anlamak gerekir ki bu
da elbette zordur ( 1 3 7, s. 105.)" 7
ALMANCA YAY I N A HAZIRLAYANIN NOTLARI
KANT VE ROUSSEAU
( Sayfa 3 -5 4 )
2
3
4
5
6
7
8
9
Jachmann: " [evinin odasındaki] beyaz duvarlarda hiçbir �üs yoktu.
Çalışma odasında, yazı masasının dışında sadece, Üzerleri yazılarla ve
ki taplarla dolu bir komodin ve iki masa vardı. Duvarda Jean Jacques
Rousseau asılıydı." (lmmanuel Kant, 1 968, s. 1 96; ayrıca bkz. W. K uh­
rke: Kants Wohnhaus, 1 924, s. 9) Bu ponre Kant'a arkadaşı, banka
müdürü Ruffmann tarafından hediye edilmişti. Bu bilgi Cassirer'in Kant
kitabında da yer alıyor; 1 975, s. 386.
Borowski: "J. ]. Rousseau'nun bütün yapıtlarını biliyordu ve Emile ilk
ya yım la n dığında , Kant'ı olağan gezintilerinden birkaç günlüğüne alı­
koymuş tu . " (Immanuel Kant, s. 79)
Les confessions (ölümünden sonra yayımlandı, 1 782 ve l 789). ROC,
Cilt 1, içinde. Almancası: Bekenntnisse, Haz . Hardt/Krauss, 1 985.
"Si la revolution n'efıt fait que me rendre a moi-meme, et s'arrerer la
tout etoit bien; mais malheuresement elle alla plus loin, et m'empona
rapidement a l'autre extreme. Des lors mon :ime en branle n'a plus fait
que passer par la ligne de repos; et ses oscillations toujours renouvellees
ne lui ont jamais permis d'y rester. "
Emile ou /'education ( 1 762). ROC, Cilt 4, içinde. Almancası: Emil oder
Über die Erziehung, haz. Schmidts, 1 989 [Türkçesi, Emile ya da Eği­
tim Üzerine, Çeviren, Yaşar Avunç, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Hasan Ali Yücel Serisi, 2013, alıntıların Türkçe çevirileri bu eserdendir
-ç.n.].
Du contrat social; ou, principes du droit politique ( 1 762). ROC, ın . Cilt
içinde. Almancası: Vom Gesellschaftsvertrag oder Grundsiitze des Sta­
atsrechts. Rousseau, Sozialphilos. U. Polit. Schriften, içinde, haz. Koch,
1 98. [Türkçesi, Toplum Sözleşmesi, Çeviren, Vedat Günyol, İş Bankası
Kültür Yayınları, Hasan Ali Yücel Serisi, Şubat 2014, alıntıların Türkçe
çevirileri bu eserdendir - ç.n.].
Discours sur /es sciences et /es arts ( 1 750). ROC, fil. Cilt içinde. Alman­
cası: Über Kunst und Wissenschaft. Rousseau, Schriften zur Kulturkri­
tik, içinde, haz. Weigand, 1 983. [Türkçesi, Bilimler ve Sanatlar Üstü­
ne Söylev, Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yayınları,
Hasan Ali Yücel Serisi, Ağustos 2013, alıntıların Türkçe çevirileri bu
eserdendir -ç.n.J
Julie, ou La nouvelle Heloise ( 1 76 1 ). ROC, Cilt 3, içinde. Alm.: Julie
oder Die neue He/oise, Haz. Gellius/Wolff, 1 978.
Faust 1: WA, Bölüm I, Cilt 14, s. 1 68, Dize 3348-51 .
1 02
ROUSSEAU. KAN T .
ıo
Alınrı
llOE Hff
( ;ed.ı11ke11
uo11 der w.ıhre11 Sc/J;it;;ımg der lebe11dige11 K rJ(te ımd
Beurteilımg der Belt 'eise, derer sich l lerr
l 'Oll
l .eilmi;: ımd .ınılere Me­
clı.ı11iker in dieser Streifs,ıchc hedie11t lıalıoı, nelıst einige11 uorherge­
lıe11de11 Betr.ıchtungen, u •elche die K ru(t der Kiirper ü h e rha u p t tre((en
( 1 746 ) kit a b ııı ı ıı önsüzünden, 7. maddeden a l ı ıı ııı ı ş t ı r. Bu k itap yayım­
l a n d ığ ı ıı d a Kant 22 ya ş ınd a y dı.
ı ı T ı r n ak içindeki sözler Kam'a a i t değildir, anca k k a v r a m l a r ı n çözümlenişi
Kant için önem taşır: "Aklımızııı işleyişinin büyük bir bölümü, belki de
en büyük bölümü, kavramların çözümlenişinden oluşur" ( CA, Cilt 3, s.
39; AA, Cilt 3, s. 32; bkz. CA, Cilt 2, s. 1 76 , AA, Cilt 2, s. 276 . ) . Kant'ııı
yönteminin ya da daha sonraki üslubunun 'kuruluğu', eski olduğu ka­
dar tartışmalı bir değerlendirmelidir. Örneğin Heine, Kant'ın "gri, kuru,
ambalaj kağıdı üslubu " ndan, onun " katı, soyut biçimi"nden, " saraylı,
soğuk resmi dili"nden ve " hantal, ağdalı üslub"undan söz ederken ( Re­
ligion u. Philos. in Deutschland, Kitap 3; Heine: Histor. -krit. Gesamta­
usg., Cilt 8/1 , s. 8 3 ) , Schopenhauer, Kant'ın düşünce gücünün " pırıl pırıl
kuruluğu" ndan bahseder ( Die Welt als Wille u. Vorstellung, Cilt 1 , Ek.
Siimtl. Werke, haz. Löhneysen, Cilt 1, s. 578). Bu üslubun ve kendisinin
kuruluğundan Kant da sık sık söz ediyor. Örneğin, 'Der einzig mögli­
che Beweisgrund zu einer Demonstration des Dasein Gottes' makale­
sinde "Bilhassa kuruluktan yakınan kişilerin sevecenliğini incitmekten "
korkar (CA, Cilt 2, s. 789; AA, Cilt 2, s. 74); Saf Aklın E leştirisi'nde
"kuru ve can sıkıcı bir analiz üzerinde uzun uzadıya durmak " istemi­
yor. Bu yapıtı hakkındaki 'Reflexionen' de"Konferansımın yönteminin
dezavantajlı bir biçimi var. Skolastikmiş gibi görünüyor, melankolik
bir kurulukta'' , diyen Kant, " bu yöntemin kuruluğunun, tam da pratik
olanla bağlantıyı arayan okur türünü" korkuttuğunu bildiği halde yine
de "okul yöntemini seçtiğini" söylüyor. AA, Cilt 1 8, Refi. No: 4989 ve
503 1 , s. 53, 67). Prolegomena'da Kant, Saf Aklın E leştirisi'nin (yalnızca
sayfalarını karıştırmak yerine) üzerinde düşünmek çabasının gösterilme­
yeceğini tahmin ediyor, "çünkü eserim kuru, bütün bildik kavramlara
karşı çıkan ve üstelik çok geniş kapsamlı bir eserdir" diyor (CA, Cilt 4,
s. 9; AA, Cilt 4, s. 26 1 ) . Hatta [Kant'ın felsefesinin] "bu çatlak biçimi­
ni, ağza uygun hale getirmek, bu altın külçesini sikkelere dökmek için"
yazılmış bir Dilsel Olarak işlenmiş Kant'ın Prolegomena'sı (E. Kühn,
1 908) bile vardı (agy., s. V).
12. Beobachtungen über das Gefühl des Schönen und Erhabenen ( 1 . baskı
1 764; 2. baskı 1 766; 3. baskı 1 771 ). CA içinde, Cilt 2, s. 243-300; AA
içinde, Cilt 2, s. 20 5 -2 5 6.
1 3 Bu kavram en geniş yaygınlığına ilk kez 1 748 yılında, sonra da teolog
Johann Joachim Spalding'in ( 1 71 4 - 1 804) Alman Aydınlanması'nın
en çok okunan kitaplarından biri olan ve sayısız baskılar yapan Die
Bestimmung des Menschen [İnsanın Belirlenimi] kitabında ulaştı. Kant
diyor ki, "Nihai amaç insanın belirlenimini bulmaktır" (AA, Ci l t 20,
\.
1 75 ) . Ve 'Antropoloji'de deniliyor ki: "imanın bdirlen ı m ı ve r,l u �u ·
m u n u n karakteristiği bakımından p ra gm a t i k antropolcııinin rı1.rt ı �udur:
insan aklıyla, b i r toplum içinde insanlarla birlikte olmaya ve bu trıp­
lumun içinde sanat ve bilim yoluyla kültürlenmeye, uygarla�maya ve
ahlaklılaşmaya belirlenmiştir" (CA, Cilt 8, s . 2 1 9; AA, Cilt 7, s. 324 1 .
ı 4 Cassirer: De r Mythus des Staates, 1 98 8 , s. 23 1 : " Rousseau, paradoh­
lar halinde konuşmayı sever, ancak söz politikaya geldiğinde, tamamen
farklı ve son derece yavan bir ses duyarız" . Cassirer'in Kant kitabı s.
92 vd.: Kant " 'büyücü' Rousseau'nun arkasında filowf Rousseau'yu
arıyor. Adamın ifadesindeki ve özündeki paradokslar onun gözünü kö­
reltmiyor ve yolunu şaşırtmıyor; hiçbir uzlaşıma ve şablona girmeyen
bu tuhaf görüngünün yine de kendine özgü bir içsel yasasının bulunması
gerektiğine inanıyor ve bunu keşfetmeye çalışıyor. "
Rousseau, -"bir ölçüde o zamanki Fransa'nın bütün canlı düşünsel güç­
ı5
lerinin kişileşmesi [ . . . ], onu [Rousseau'yu] zamanın toplumsal ve edebi
yaşamıyla bağlayan bağ" (Cassirer: Das Problem Jean-Jacques Rous­
seau, 1 9 89, s. 1 3 ) olan Fransızca Encyclopedie'nin yayıncısı ve yazarı,
yazar ve filozof Denis Diderot ( 1 7 1 3 - 1 784) ile toplumsal köken, ilgi
alanları, yaş ve karakter ortaklığına dayalı yakın bir dostluk kurmuştu;
bu dostluk Cassirer'in aşağıda anlattığı nedenlerle ve bir vesileyle kop­
muştu.
16 Diderot'nun Les fils naturel ou /es epreuves de la vertu (Gayrimeşru
Oğul Ya da Erdem Sınamaları) adlı düzyazı komedisinde ( 1 757) Cons­
tance karakteri, 4. perdenin 3 sahnesinde şöyle der: "]'en appelle a vot­
re cceur, interregoz-le, et il vous dira que l'homme de bien est dans la
societe, et qu'il n'ya a que le mechant qui soit seul " (Diderot: <Euvres
completes, Haz. Vorloot, Cilt 1 0, s. 62; CEuvres completes, haz. Assezat,
Cilt 7, s. 66). Lessing'in çevirisi şöyle: "Yüreğinize başvuruyorum; ona
sorarsanız diyecek ki size, dürüst adam toplum içinde yaşar ve yalnızca
kötü adam toplumdan kaçar" (Das Theater des Herrn Diderot, Bölüm
1 , 1 78 1 , s. 92; Lessing'in biraz serbest çevirdiği sonuç kısmı, birebir
çeviriyle şöyledir: 'yalnızca kötü adam yalnızdır').
Rousseau ise buna, kötünün tam tersine çöllerde değil toplumun içinde
yaşadığını çünkü kötülük yapmak için dünyaya ihtiyaç duyduğunu söy­
leyerek karşı çıkar. "Tanrı, kötünün hep yalnız kalmasını istemiş olsaydı
keşke! O zaman hemen hemen hiçbir kötülük gerçekleşmezdi. " Bu yüz­
den Rousseau "Montmorency köylülerinin, bir akademide haftanın aln
günü gevezelik yapmak için halkın sırtından geçinen aylaklar sürüsün­
den çok daha yararlı toplum üyeleri olduklarını" düşünür (ROC, Cilt 1 ,
s. 1 1 43, 788-790; Rousseau: Schriften, haz. Ritter, Cilt 1 , s . 4 9 1 , Cilt 2,
s. 400-402). Rousseau'nun, özellikle kötünün topluluk içinde yaşadığı,
çünkü toplumun kötülüğü ürettiği ve insanları arkadaş canlısı kılanın
yalnızca zayıflık olduğu şeklindeki görüşleri, gerçekten mutlu bir var­
lığın yalnız olduğu - bu yüzden mutlak mutluluğu yalnızca Tann'nın
1 04
AOUSSi:: A l J . KAN T , llClE l H l
tattığı ş ek li ndeki ıı.ürüşü y k bir ölçüde örtüşmekted i r ( R OC, C i l t 4, s .
5 0 3 ; Emil, haz. Schnıidts, s. 222 ) .
B u konuda ayrıca hb.. : Rousseau, Correspondance rnmplete içinde N o
478 v e 4 7 9 , haz. Leigh, C i l t 4, s . 1 66- 1 70; Emile, i l . kitap, v e Bekennt­
nisse [ İ tiraflar] Bölüm 2 , Kitap 9 ( ROC, Cilt 1 , s. 438, 455 vd., Emile
için: Cilt 4, s. 34 1 ; Bekenntnisse, haz. Hardt/Krauss, s. 6 1 2, 634 vd.;
Emil, haz. Schmidts, s. 8 6 ) . Sözü edilen IX. kitapta Rousseau ayrıca
Diderot'yla bozuşmalarının nedenlerini anlatıyor; örneğin Diderot'nun,
hayat arkadaşı Therese Levasseur'ü, kayınvalidesinin yanında, kendisi­
ne karşı kışkırtmaya çalıştığını söylüyor.
Diderot'nun tezi daha Aristoteles'te bile vardır. Aristoteles, 'Politika'
kitabında "yalnızca bir tesadüf sonucu değil, doğası gereği devletin dı­
şında yaşayan birisi, herhangi bir insandan ya daha kötüdür ya daha üs­
tündür" ( 1253a, 3 vd. ) der. Ve "toplum içinde yaşayamayan ya da kendi
kendine yettiği için topluma ihtiyaç duymayan birisi, devletin bir parçası
değildir ve buna göre ya bir hayvan ya da bir tanrıdır" ( 1 253a 27 vd. ) .
Demek ki Aristoteles'e göre yalnızca ( Nikomakos 'a Etik 1 1 77b 26-34
anlamında) tanrıya benzeyenlerin, polis dışında yaşamaya hakları var­
dır. Ancak Aristoteles'e göre, özellikle yetkin insan yalnız yaşamamalıdır
(Nikomakhos 'a Etik 1 097 b 8-1 1 , 1 1 5 7 b 2 1 , 1 1 69 b 1 6 , 1 1 70a 5 , 1 1 77
a 32-b 1 ). Cicero bilge kişinin asla sivil bir yurttaş olmadığı şeklindeki
stoacı sözü doğru buluyor ( Tusc. Disp., Kitap 4, § 5 1 ) .
1 7 D'Epinay ailesi, Montmorency'deki (Paris'in kuzeyinde) malikaneleri
La Chevrette'in ormanında yer alan bir kır evine Hermitage (İnziva )
adını vermişti; Madame Louise d'Epinay -Rousseau'nun meseni ve arka­
daşı- bu kır evini Rousseau'ya konut tahsis etmişti. Rousseau 9.4. 1 75 6
tarihinde hayat arkadaşı Therese Leasseur v e annesiyle birlikte oraya
yerleşti (bkz. Bekenntnisse 8. kitabın sonu ve 9. kitap); ROC, Cilt 1. s.
395 vd. ) .
1 8 Sözü geçen mektup şurada d a basılmıştır: Rousseau, Correspondence
complete, haz. Leigh, Cilt 4, No 479, s. 1 69 vd.; ayrıca, Diderot� Cor­
respondance, haz. Roth, Cilt 1 , No 65, s. 232 vd. Almancası: Diderot,
Briefe, 1 742 - 1 78 1 , 1 984, No 1 3 , s. 32-3.
1 9 Cassirer elbette, Voltaire'in Rousseau'ya yazdığı 30. 8 . 1 755 tarihli
mektupta yer alan, Rousseau'nun Discours sur l'Origine de / 'Inegalite
parmi /es Hommes'u [İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine
Konuşma] hakkında yaptığı ünlü kötü şakayı kastediyor: "il prend en­
vie de marcher a quatre pattes quand on !it votre ouvrage" ( Rousseau:
Correspondance complete, haz. Leigh, Cilt 3, Nr 3 1 7, s. 1 57; Voltaire:
Correspondence, haz .. Besterman, Cilt 27, No 5792, s. 230). "Yapıtınızı
okuyunca, insanda dört ayak üzerinde yürüme isteği doğuyor" (Rousse­
au: Schriften zur Kulturkritik, haz. Weigand, s. 303 ) .
Voltaire, Rousseau ile bozuştuktan sonra onun hakkında çok kötü ko­
nuşur ve ona başka sözlerin yanı sıra, şarlatan, kaçık, fanatik, tamamen
ı.o
ı. ı
22
ı. 3
24
25
delirmiş, k üçük maymun, g ü na h k ar oğlan ve sef i l '>oytarı gıhı k ufu rler
eder ve 3 1 . 1 2 . 1 764 tarihinde 'Sentimtnts de\ cıtoyem' l ' Yuma�ın Duy­
guları') başlığını taşıyan, anonim ve korkunç bir a�ağılama yazı'>ı yayım­
l a r. ( Voltaire: CEuvres completes, h a z . Moland, Cilt 25, s. 309- 3 1 4 1 .
Cassirer tam doğru alıntılamıyor. " kabul edemeyiz" den sonra metinde
yapılan bir atlama belirtilmemiş. Ayrıca Kant'ta " R o u s sea u ' n un [ . . ] in­
san soyu hakkında yaptığı, hastalık hastası ta rzı n da k i ( k eyi fsiz) betim­
leme" deniliyor; ayrıca alıntılanan pasajın sonu : "Onun üç yazısı [ . . . ] .
Rousseau aslında " şeklinde.
Örneğin Malesherbes'e yazdığı 4. me k tup ta : "İns anla rı , aralarında bir
seçim yapamayacak kadar çok seviyorum. Hepsini seviyorum ve tam
da onları sevdiğim için, adaletsizlikten nefret ediyorum; onları sevdiğim
için, onlardan uzak duruyorum [ . . - ] " (ROC, Cilt 1, s- 1 144; Rousseau:
Schriften, haz. Ritter, Cilt 1, s. 493 vd.).
"[ . . . ] je n'ai jamais ere vraiment propre a la sociere civile, oiı tout est
gene, obligation, devoir, et que mon naturel independant me rendir
toujours incapable des asujettissemens necessaires a qui veut vivre avec
!es hommes. Tant que j'agis librement, je suis bon et je ne fais que du
bien; mais sitôt qu je sens le joug, soit de la necessite, soit des hommes,
je devines rebelle, ou plutôt retif: alors je suis nul."
Cassirer, yukarıda sözü edilen insan sevgisi hakkında 'Das Problem Je­
an-Jacques Rousseau' makalesinde, Rousseau'nun "mizantropi"sinden
söz ediyor ve bunun: " Sahici ve derin bir sevgi duygusundan, koşulsuz
özveri özleminden ve coşkulu bir dostluk idealinden kaynaklandığını"
söylüyor.
Bu tanımın kaynağı Friedrich Maximilian Klinger'in ( 1 75 2 - 1 83 1 ) bir
tiyatro oyunudur; Klinger'in Der Wirrwarr ( 1 776) [Keşmekeş] adlı oyu­
nun adı daha sonra Ch. Kaufmann tarafından Sturm und Drang [Fımna
ve Atılım] şeklinde değiştirilmiştir. Edebiyat ve düşünce tarihinde 'deha
dönemi' olarak da tanımlanan yaklaşık 1 767 ile 1 785 yılları arasındaki
bu dönem aydınlanmanın tek taraflı rasyonalizmine tepki olarak, akıl,
gelenek ve kurallara karşı duygunun, hayal gücünün, maneviyatın ve
tutkunun vurgulanmasıyla onaya çıkn; bu dönemin tercih edilen edebi­
yat türü, düzyazı tiyatro metniydi.
'Duyarlılık' : Aynı zamanda, 1 730 ile 1 800 arasındaki duygu ağırlıklı,
anti rasyonalist akımlara verilen genel bir addır. Lessing 1 768 yılında
dostu Johann Christoph Bode'ye ( 1 730 - 1 793) , Laurence Steme'in
( 1 713 - 1 768) Sentimental ]ourney ( 1 768) kitabının başlığındaki İngiliz­
ce 'sentimental' sözcüğünün çevirisi olarak Almanca 'empfindsam'ı ['du­
yarlı' -ç.n.] önerir. Bu akımın kökeni ve örneği lngiltere'de 1 71 5 yılından
beri yayımlanan 'Ahlaki Haftalık Dergiler'de ve Samuel Richardson'un
( 1 689 - 1 76 1 ), L. Stern'in, James Thomson'un ( 1 700 - 1 748), Oliver
Goldsmith'in ( 1 730 ( ?]- 1 774), James Machphersons'un ( 1 736 - 1 763)
yapıtlarında bulunur; Fransa'da Abbe Prevost'un ( 1 697 - 1763) yapıtla-
1 06
f�OU S S l= A U . KAN T _ LlOf� T f f f
rı, Roussea u ' n u n .Julic Y,ı d,ı Yeni lle/oise'i Vt' Co11u;die larmoy,11111' hu
akımdan sayılır; Almanya 'da ise Clı risıiean Fün:htegott < ;d lerı ( 1 7 1 S
1 76 9 ) , F r i e d r ich ( ;ottl ich K lopstock ( 1 724 - 1 8 03 ) ve -doruk noktası ve
aşılması olarak- c;octlıe'nin Genç Werther 'in A cıları siiz konusudur.
Bkz. Cassirer: Das Prohlem .Jea11-.Jacques R ousseau, s. 48 vd.
2 6 G o r r h ol d Ephra im Lessing ( 1 72 9 - 1 78 1 ) , yazar, eleştirmen ve fi lozof,
edehiyattaki Aydınlanmanın önde gelen temsilcisi, modern Alman edebi­
yatının ve edehiyat teorisinin kurucusu. Cassirer: " Lessing Almanya'da,
Rousseau'nun önemini ilk anlayan kişidir" ( Das Prohlem jean-Jacques
Rousesau, s. 5 2 ) .
27 Burada Lessing'in 1 75 1 Nisan ayına a i t ' D a s Neuesteaus d e m Reiche
des Witzes, als eine Beylage zu den Berlinischen Staats-und Gelehrten
Zeitungen' yazısı söz konusudur, agy, s. 3 8 7 - 399, s. 3 8 8 : " ve Bay Rous­
seau [ . . ) böyle yüce düşünüşleri, böyle erkekçe bir dürüstlükle birleştir­
meyi bilmiştir'', s. 394: " mevcut bütün önyargılara karşı, fazla ileri gitse
bile erdemi savunan bir adam karşısında hissettiğim derin saygıyı nasıl
ifade edeceğimi bilemiyorum. "
28 E mile 'de olduğu gibi: Rousseau, " Sahici, politik-sosyal bir idealizme"
ulaşmaya çalışıyor. Sonra -Cassirer'e göre Rousseau- insan topluluğunu
" hukukun kurucusu ve koruyucusu olarak görecek ve bu görevin yeri­
ne getirilmesiyle, insanın mutluluğunun değilse bile onurunun garanti
altına alındığını kavrayacaktır. Kant, Rousseau'nun Em ile ini bu gözle
okumuş ve yorumlamıştır. " (Cassirrer: Das Problem jean-jacques Rous­
seau, s. 77)
29 Babbitt: Rousseau "is ready to shatter ali the forms of civilized life in
favor of something that never existed, of a state of nature that is only
the projection of his own temperament and irs dominant desires upon
the void. His programme amounts in practice to the indulgence of infi­
nite indeterminate desire, to an endless and aimless vagabondage of the
emotions with the imagination as their accomplice. "
3 0 "Je m e sentois bien nee, e t m e livrois a mes penchants. U n heureux ins­
tinct me porte au bien; une violente passion s'eleve; elle a sa raison dans
le meme instinct: que ferai-je pour la derruire ? De la consideration de
l'ordre je tire le beaute et la vertu . . . mais que fait tout cela contre mon
interet particulier? ... Enfin, que le caractere et l'amour du beau soient
empreints par la nature au fond de mon ame, j'aurai ma regle aussi lon­
gtemps qu'il ne seront pas defigures. Mais comment m'assurer de con­
server toujours dans sa purete cette effigie interieure qui n'a point parmi
les etres sensibles de modele auquel on puisse la comparer? Ne sair-on
pas que !es affections desordonnees corrompent le jugement ainsi que la
volonte? ... Car le creur nous trompe en mille manieres et n'agit que par
un principe toujours suspect, mais la raison n'a d'autre fin que ce qui est
bien, ses regles sont sfıres, claires, faciles dans la conduite, et jamais elle
ne s'egare que dans d'inutiles speculations qui ne sont faites pour el le" .
.
-
.
'
3ı
32
Goethe Versuch üher dıe Dichtungen'de R(Ju\..ea u ' y a �1yle yazı y rı r :
" D ü nyada bir ş a h e s e r var: Ye ni Heloıse. Bu t'>t:rin en h ü y u k yara r l ı l ığı ,
t u tk u l a r ı n belagatinden kaynaklanıyor v e konusu çoğu zaman a h l a k ı
olsa da, aslında kalbin h e r �eye kadir ol u ş u kavramını ancak bcj y le elde
ediyoruz" (WA, Bölüm 1, Cilt 40, s. 239). Ayrıca Bkz. Cassirer: Freıheıt
und Form, 1 975, s. 1 76 vd.
Kavram Platon'dan beri vardır ('güzel ruh' ifadesi daha sonra gelirı; Plo­
tinus, Cicero, Augustinus üzerinde onaçağ ve barok (özellikle 16. yüzyıl
İ spanyol) mistisizminde kullanılır, Shaftesbury ve Samuel Richardson'da
" beauty of the heart" [kalp güzelliği] olarak görülür; Rousseau'nun Yeni
Helo is e 'ında " belle ame" dır, ama Shaftesbury ya da Schiller'den farklı
olarak bir kültür ürünü değil, bir doğa ürünüdür ve Rousseau bunu 'yük­
sek bir tin'le (esprit eleve) bağıntılı olarak görmek ister (kavram bu ya­
pıtta sürekli mevcuttur, ancak deyimi pek sık kullanmaz, örneğin ROC,
Cilt 2, s. 1 3 , 27, 62, 1 93, 495 vd., 759; 'Julie', haz. Gellius/Wolff, s. 10,
24, 6 1 , 1 97, 5 1 6 vd., 793. Rousseau'nun Usteri'ye 5. 1. 1 764 tarihli
mektubu: Correspondance complete, haz. Leigh, Cilt 1 9, No 3095, s.
8 ) . Daha sonra bu kavram Christoph Martin Wieland ( 1 733 - 1 8 1 3 ) ta­
rafından 1 774 yılında Almanya'ya taşınır ve dönemin edebiyannda ( 1 8 .
yüzyılın başından itibaren) çok yaygındır. Ö rneğin Friedrich Heinrich
Jacobi'nin ( 1 743 - 1 8 1 9 ) 'Woldemar'ında ( 1 779) kullanılmıştır ve Sc­
hiller tarafından zarafet ve ağırbaşlılık kazandırmaya yönelik bir estetik
eğitimin hedefi açısından, duygulanımların ve ahlaki güçlerin, tenselliğin
ve aklın, heveslerin ve görevin uyumlu bir birliği ideali olarak ifade edi­
lir. Duygulanımların, iradenin ve dürtülerin bile ahlaklılığa götürdüğü
bir ruhtur bu; zarafet güzel bir ruhun ifadesiyse, ağırbaşlılık da yüce bir
zihniyetin ifadesidir ( Über Anmut und Würd, 1 793 ) . Kant'a göre güzel
bir ruh "alles, was sich, sie zum Zweck der innersten Vereinigung mit ihr
zu machen, sagen laesst; kendisi aracılığıyla içsel birliği amaçlayan her
şeyi söze getirendir. Ruhun büyüklüğü ve ruhun güçlülüğü maddeye (be­
lirli amaçlar için araçlara) ilişkindir. Ancak ruhun iyiliği, tüm amaçların
kendisinde birleşmesi gerektiği ve dolayısıyla karşılaşıldığı yerde masal
dünyasının Eros'u gibi yaratıcı olan ama aynı zamanda dünya dışına ait,
saf biçimdir. . Bu ruh iyiliği beğeni yargısının ve anlağın özgürlüğüyle bağ­
daşabilir tensel hazza ilişkin bütün yargıların onun etrafında topladığı
odak noktasıdır." (CA, Cilt 8, s. 1 3 1 vd; AA, Cilt 4, s. 170). Goethe'nin
Wilhelm Meisters Lehrjahren ( 1 795/-96) [Wilhelm Meister'in Çıraklık
Yılları) eserinin 6. kitabı -Susanna Katharina von Klettenberg'i anıtlaş­
tırır ( 1 723 - 1 774)- "Güzel Bir Ruhun İtirafları" başlığını taşır (bunun
dışında, Goethe bu deyimi çok ender kullanır). G. W. F. Hegel ( 1 770 1 8 3 1 ) Tinin Fenomolojisi'nde (haz. Wessels/Clairmont, 1988, s. 429 vd.,
433) bu ideale kesinlikle karşı çıkar.
Cassirer Erkenntnisproblem'in [Bilgi Problemi] 2. cildinde "Rousse­
au'nun ve Goethe'nin çağının elde ettiği yeni bir 'ruh' kavrayışı"ndan
söz eder.
1 08
ROUSSEAlJ. KANT .
GOFTtiE
Metin şöylt· haşlıyor: " Mon sang s'a l l ume et peti l le, la tı':·te me tourrıe,
ma lgrı.' mes cheveu x dej;'ı grisoııııans, et voi l;i le grave citoyen de c ;eııevt·
( . . . ) " . Çevirisi: "Kanım kızıştı ve fok urdadı, saçlarım ağarmış olmasına
rağmen ha ş ım dönüyordu ve işte ciddi Cenevre vatandaşı ( . . . ) " ( Beken­
ntn isse, haz. Hardt/Krauss, s. 5 9 6 ) .
3 4 Platon (427-437), Pha idros 'ta deliliğin, y a d a çılgınlığın i k i biçimini
ayırıyor: Birisi insanın hastalığı sonucunda, diğeri de al ışıldık, düzenli
durumun tanrısal olarak aşılması kaldırılması durumunda ortaya çıkar
(0Eia µavla, theia mania: tanrısal çılgınlık; 256 b 7'de aynen ) (265 a ) ;
ikincisi bize e n değerli varlıkları v e en büyük rahmeti verir, üzerine düşü­
nülmüş akıllılıktan daha mükemmeldir, insanı baskı altında tutmaz, onu
özgürleştirir, delilik olarak vecd haline geçmektir ve dört türü vardır:
Apolloncu, Dionysosçu, Musalara özgü ve -en üst biçimi olarak- erotik
biçimler ( 244 b vd., 249 d vd., 243 a vd., 265 a vd. ) . Platon, 'Şölen'de,
felsefenin deliliğinden söz eder.
3 5 Goethe, Faust /'de Mephistopheles, çalışma odasında şunları söyler:
"Yeter ki aşağıla aklı ve bilimi I insanın en üstün gücünü" (WA, Bölüm
1, Cilt 14, s. 88, Dize 1 85 1 vd. ) . Cassirer bu pasajı (geçtiği yeri belirtme­
den ) sık sık alıntılar (örneğin Aydınlanma kitabının önsözünde, s. XVI).
3 6 Discours sur l'origine e t /es fondemens d e /'inegalite parmi /es hommes
( 1 755) [= '2. Discours'] ROC, Cilt 3, içinde; Almanca alıntı: Ober den
Ursprung und die Grundlagender Ungleichheit unter den Menschen.
Rousseau: Schri�en zur Kulturkritik, içinde, haz. Wegand. Türkçesi: İn­
sanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri.
37 " [ . . . ], enfonce dans la foret, j'y cherchois, j'y trouvois l'image des pre­
miers temps, dont je tracois fierement l'histoire; je faisois main-hasse
sur les petits mensonges des hommes; j'oseis devoiler a nu leur nature,
suivre le propres du tems et des choses qui l'ont defiguree, et comparant
l'homme de l'homme avec l'homme naturel, leur montrer dans son per­
fectionnement prerendu la veritable source de ses miseres. "
3 8 Kant: Traume eines Geistersehers, erlautert durch Traume der Metaphy­
sik ( 1 766): " Aristoteles bir yerde diyor ki: Uyanık olduğumuzda ortak
bir dünyanın içindeyizdir, düş gördüğümüzde ise herkesin kendine ait
bir dünyası vardır. Bana öyle geliyor ki, son cümleyi tersine çevirmek ve
şöyle diyebilmek gerekir: farklı insanların içinde her birinin kendine ait
bir dünyası varsa, düş gördükleri tahmin edilebilir.
Kendi dünyalarında, birbirlerini dışlayarak sakince yaşayan düşünce
dünyasının havai mimarlarına baktığımızda, örneğin Wolff'un dene­
yimden çok uydurulmuş kavramları kullanarak inşa ettiği şeylerin dü­
zeninde, ya da Crusius'un yaptığı gibi düşünülür ve düşünülmez olan
hakkındaki bazı sözlerin büyülü gücü sayesinde yoktan var edilmiş olan
dünyalarda yaşayanlara baktığımızda, bu beyler rüyadan uyanana ka­
dar onların düşlerinin çelişkilerine katlanacağız. " ( CA, Cilt 2, s. 357; Aa,
Cilt 2, s. 342)
.n
3�
40
41
42
43
44
45
46
47
Üç ' Eleştiri' kaleme alını� olan Kant, 1 78 1 'de �öyle yazıy<ırdu: "{,ağımız
her şeyin boyun eğmesi gereken eleştirinin asıl ç ağı d ı r. fCA, Cilt 3 , � - 7 ;
AA, Cilt 4, s. 9) ' Eleşti ri' Kant'ı n temel bir kavramıdır.
"Törel incelemeni n bu yöntemi, zamanımızın güzel bir keşfıdir ve tam
planıyla düşünüldüğünde, eskilerin hiç bilmediği bir �ydir." Cassırer,
alıntının yapıldığı yeri verirken yalnızca " ibid. " yazılmalıydı.
Metin AA'ya göre, 1 260 No'lu Reflexion'un 1 . bölümü: " Hayvanlığı
incelemek isteyen, yabanıl durumu incelemeli; insanlığın ( bütün ) özgün
yanını incelemek isteyen, bütün nüvelerin orada geliştiği törelleşmiş du­
rumu ele almalı.
'İde' ile 'deneyim' arasındaki fark için ayrıca bkz. bu kitapta 'Goethe ve
Kant Felsefesi', s. 66 vd., 74 vd.
Cassirer ( Kant Kitabı, s. 25 1 ) "Rousseau'nun doğa kavramı yalnızca
ifadesi açısından bir varlık kavramıdır, saf içeriği açısından ise apaçık bir
ideal ve norm kavramıdır. Elbette Rousseau'da her iki anlam da henüz
tamamen ayrılmamış olarak yan yana yer alır: Doğa insanın yola çıkağı
başlangıç durumudur ve aynı zamanda onun geri dönmesi gereken hedef
ve sondur. Kant'ın analitik zihni için ise bu karışıklık devam edemezdi.
Kant 'varlık' ve 'gerek'i birbiri üzerinde temellendirir göründüğü yerde
bile aslında bunları birbirinden ayırdı. Ve saf hakikat kavramını eleştirel
olarak analiz etmekte ne kadar ileri gittiyse; saf teorik alanda bilginin
kökeni ve ortaya çıkışı sorusunu onun değeri ve nesnel geçerliliği soru­
sundan ne kadar kararlı bir biçimde ayırdıysa; bu ayrımı da o kadar
keskin ve net olarak yapması gerekti. " Bkz. agy., s. 93 vd. Ayrıca bkz.
Cassirer: Freiheit und Form, s. 325, ve Aufk/arungsbuch s. 362 vd.
Rousseau toplumsal sözleşme konusunda da benzer bir muğlaklık için­
dedir, bkz. burada s. 32-33 .
Rousseau: Schriften zur Kulturkritik, haz. Weigand, s. 6 6 vd. Ayrıca
bkz. agy, s. 78 vd. (ROC, Cilt 3, s. 123, 1 32) ve burada s. 33, ortalarda.
Casirrer ( Versuch über Menschen, 1 990, s. 1 00): "Rousseau'nun doğa
durumu betimlemesini geçmişin tarihsel serimlenişi olarak düşünmüş­
lerdi sadece. Simgesel bir konstrüksiyondu, insanlık için yeni bir gelecek
benimseme ve gerçekleştirmek amacıyla kurulmuştu."
"O homme, de quelque contree que tu sois, quelles que soient tes opini­
ons, ecoute: voici ton histoire, telle que j'ai cru la lire, non dans !es livres
de tes semblables qui sont menteurs, mais dans la nature, qui ne ment
jamais. "
"Rousseau juge de Jean Jacques. Dialogues. " ROC, içinde, Cilt 1, Al­
mancası: "Rousseau richtet über Jean-Jacques" ["Rousseau, Jean-Ja­
cques'ı yargılıyor"], Schriften, içinde, haz. Ritter, Cilt 2, 1 978.
Rousseau şöyle diyor: "[ . . . ] que seul parrni tous Jes auteurs que j'ai !us
il etoit pour moi le peintre de la nature et l'historien du creur humain"
(ROC, Cilt 1, s. 728) : "[ . . . ] okuduğum yazarlar arasında benim için
bir tek o [Rousseau] doğanın ressamı ve insan yüreğinin tarih yazıcısı
olduğu için . " (Schriften, haz. Ritter, Cilt 2, s. 3 3 1 )
"
1 10
AOLJSSF. A U . KAN T .
48
G OE H l f
A k ı l haki katleri ( ve ritı's d e ra ison ) i l e olgu h a k i katleri ( veritcs d e fa i t )
arasın d a k i farkı i l k olarak, evrensel d a h i Gott fried Wilhel rıı Lci hniz
( 1 646 - 1 7 1 6 ) öze l l i k le Theodin;e ve Monadoloji k i taplarında form ü l e
e t m i ştir, ( Leihniz: Die plıilos. Sclıriften, h a z Gerhardt, C i l t 6, s. 404
vd., s. 6 1 2; A l m . : Lcibniz: Die Tlıeodizee, haz. Bu c h c na ır/Stoc k h am m c r
1 968, s. 446 vd.; Leihniz: Vernımftprinzipien der Natur ımd der Gnade.
.
,
Monadologie, haz. Buchenau/Herring, 1 969, s. 40 vd. )
C A , Cilt 5, s. 1 0 1 vd.; AA, Cilt 5, s. 92.
CA'daki metin: "Tam da bu yüzden, ve hurada yalnızca salt keyif için bir
gezi yaptığımdan dolayı, kutsal bir belgeden harita olarak yararlanma
iznini kendime verebilirim . " Ayrıca bkz. agy,. CA, Cilt 4, s. 34 l, AA,
Cilt 8, s. 1 22 vd.
5 ı Kant Prologomena'da şöyle yazıyor: " İtiraf ederim ki, beni yıllar önce
dogmatik uyuklamamdan ilk defa uyandıran ve araştırmalarıma kur­
gusal felsefe alanında bambaşka bir yön vermemi sağlayan, David Hu­
me'un bu hatırlatması olmuştur. " ( CA, Cilt 4, s. 8 ; AA, Cilt 4, s. 260)
[Türkçe alıntı: Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Meta­
fiziğe Prologomena, çev. İonna Kuçuradi - Yusuf Ö rnek, TFK, Ankara
1 995, s.8. -ç.n.]
5 2 Bu cümle 'Rousseau Jean-Jacques'ı Yargılıyor'un 3 . konuşmasında yer
alıyor: "Mais la nature humaine ne retrograde pas et jamais on ne re­
monte vers les temps d'innocence et d'egalite quand une fois on s'en est
eloigne" (ROC, Cilt 1, s. 935). " Ama insan doğası geriye gitmez, ve
bir kez uzaklaşıldıktan sonra masumiyet ve eşitlik dönemlerine hiçbir
zaman geri dönülemez. " (Schriften, haz. Ritter, Cilt 2, s. 569)
5 3 E mile 'in 1 . kitabında şöyle diyor: " Genel eğitim konusunda bir fikir
edinmek istiyor musunuz? O zaman Platon'un Devlet'ini okuyun. Bu,
kitaplar hakkında yalnızca başlıklarına bakarak bir kanıya varanların
sandığı gibi, bir politika yapıtı değildir. Şimdiye kadar yazılmış en güzel
eğitim kitabıdır." ( E mile, s. 1 0 ) . l tirafla r'ın VIII. kitabında Rousseau,
çocuk eğitimi hakkındaki görüşü bakımından, kendini Platoncu devletin
bir üyesi olarak hissettiğini itiraf ediyor ( ROC, Cilt l , s. 357; Bekennt­
nisse, haz. Hardt/Krauss, s. 502). Rousseau Platon'u, özellikle 'Polite­
ia 'yı sık sık alıntılar.
5 4 'lnstitutions Politiques' Roussau'nun yazmayı planladığı, kapsamlı bir
eserin başlığıdır. Toplumsal Sözleşme bu eserin bir özeti olarak ortaya
çıkmıştır ( bkz. İtiraflar, 9. ve 10 Kitap: ROC, Cilt 1, s. 404 vd., 5 1 6;
Bekenntnisse, haz. Hardt/Krauss, s. 566-568, 7 1 3 ) .
5 5 "J'av o i s vu que tout tenoit radicalement a la politique, et que, de qu­
elque façon qu'on s'y prit, aucun peuple ne seroit jamais que ce que
nature de son gouvernement le feroit etre."
5 6 l;,Oıov ıtoiı.rnx6v (zoon politikon); Latincesi: Animal civile; politik, yani
bir topluluk y a da toplum içinde yer alan canlı. İnsanın diğer önemli
tanımlanışları yanı sıra (örneğin l;,Oıov iı.oyov txov [zoon logon ek son],
49
50
.
animal rationale, dil/akıl sahibi yani dil yetısine \ahip/ra\yonı:I c.anlı var­
lık olarak ) insanın sosyal boyutunu ilk de fa Aristotele� böyle <ızl u hır
biçimde ifade etmiştir. Ar istoteles , Nikomakhos 'a Etik'te 1 1 09 5 b 1 4
- 1 096a 1 0 ) üç y a d a dört yaşam b i ç i min i ( ha zc ı , po l i ti k , te orik ve para
kazanmaya yönelik ) ayırt ettikten sonra insanı doğası gereği to plu l uk/
toplum kurmaya çabalayan bir canlı var l ı k olarak tanımlar ( Nik. E tik
1 097 b 1 1 , 1 1 62 a 1 7 vd., 1 1 69 b 1 8 , 1 2 5 3 a 29 f; Poli tika 1 25 3 a 2
vd., 1 278 b 1 9; Eud. Etik 1 242 a 23 vd. ) , insanın topluluğa yö nel i k bu
çabası belirli bir anlamda bazı hayvan türleriyle onaktır !Hist. Anim.
488 a 3 v d . ) , ama burada ( insan dil ve akıl yetisine sa hi p bir canlı v ar l ı k
olduğu için) daha yüksek bir anlamda, yani hayvanlardan fa rklı olarak
anlaşılması ( Hobbes: De cive, V 5'te bunu görmüyor) ve bütün toplu­
lukların en önemlisi olarak (bkz. Politi ka'nın girişi ) Yunancadak.i Po­
lis'le (basitçe 'devlet' olarak tercüme edi lmemesi gerekir) - ilişki içinde
düşünülmesi gerekir.
Cassirer'in metni bağlamında elbette şuna işaret etmek gerekir: Aristo­
teles zoon politikon kavramıyla y al n ızc a insanın sosyal bir canlı olarak
topluluğa bağlı olduğunu, yani topl ul uğun dışında yaşamayacağını kast
etmez (Aristoteles'in sözü edilen pasajlarında �Wov XOlvwvutöv [zoon
koinonikon] denilmez). İnsanın (o zamanki Yunan insanının) kendisi­
ni ancak tamamen eşit ve ahlaki temel değerlerin kabul edilmesiyle bir
araya gelmiş bir toplulukta, yani eşit yurttaşların düzenli Polis'inin iyi
toplumunda gerçekleştirebileceğine inanır. Çünkü Polis'in gerçek hedefi
yurttaşların ortak yararına olacak şekilde insanın iyi yaşamıdır (Politika
1 32 8 a 3 5 3 7 ) ( Bu sav, kesinlikle Aristoteles'in çağdaşlarının coınmu­
nis opinio'su [ortak düşüncesi ç.n.] değildi.) Bunun için aynca bkz. bu­
rada, yayıncının notu 1 6.
İnsanı animal sociale y a da animal civile olarak gören Aristotelesçi bakış
açısı daha sonra stoacılar tarafından geliştirilmiş ve hukuk, yasa ve devlet
kurumlarıyla ilişkisi içinde sürdürülmüştür. Burada iki düşünce birleşir:
Bir yanda (daha önce Empedokles'te ve Aristoteles'te bulunan [bkz. Aris­
tote le s : De anima 404b 1 3 vd., 4 1 8 a 3, 429 b 30; Nikomakhos'a Etik
1 1 39 a 10 vd.]), eşitlerin bir araya geldiği, akraba olanların 'eşitlerin
sempatisi olarak' bir araya gelmeye çalışnğı görüşü; diğer yanda (özellik­
le stoacıların ) bütün insanların tanrısal akıldan pay almakta eşit oldukla­
rı görüşü vardır. Ö rneğin Epikürosçular, tam da akıl yetisine sahip canlı
va rlık larda bir topluluğun doğa aracılığıyla değil, yalnızca insanın koy­
duğu kurallar aracılığıyla var olduğunu öne sürerler ve Epiküros (342/41
- 271/70) etiğini tümüyle doğal egoizm ve haz üzerine inşa eder. Öte
yandan Roma İmparatoru Marcus Aureilus ( 1 2 1 - 1 80) birbirine karşı
olmanın doğaya karşı olduğunu ve birliktelik duygusunun insanın doğa­
sına uygun olduğunu düşünür ( Wege :ı;u sich selbst, Kitap 6, § 7; Kitap 7,
§55; K itap 8, § 12). Lucius Annaeus Seneca (yaklaşik M Ö 4 - MS 65) ve
Marcus Tullius Cicero (MÖ 1 06 -43 ) topluluk ya da toplum yaşamının
-
.
1 12
AOUSSEAU. KAN T . GOE THf
insan doğasının temelinde oldu ğıııı u diişüıı ü rkr (ıirııcğirı Scııcca : /k hen.
I V 1 8 ; Ad Lııc.V 48/2; Ciccro: I k leg. 1 1 0, 1 6, 34; Dl· (in. 111 65; ayrıca
hkz. SVF Cilt 3, 1 964 No: 262, 3 1 4, 346, 6 8 6 ) .
E n etkili ka rşıt görüşlerden hirisi Thomas Hohhcs'a aittir; Hohbes İnsa­
nın hir animal sociale olduğuna karşı çıkmaz, ama "Aristoteles'in geveze
felsefesinde "ki gihi doğası gereği hir animal civile ( zoon politikon) ol­
duğuna karşı çıkar ( Behemoth, Bölüm 2. Hobbes: English Works, haz.
Molesworth, Cilt 6, s . 2 8 2 ) . Hohbes'a göre insan barış istesin ya da is­
temesin, doğası iyi olsun kötü olsun, " born fit for society'' değildir (De
cive. Hobbes: English Works, haz. Molesworth, Cilt 2, s. 2; De cive, The
English version, 1 983, s. 44 ), çünkü " insan toplum istemek için doğa
tarafından belirlenmiş olsa da, bundan doğası gereği toplum kurmaya
yatkın olduğu sonucu çıkmaz; çünkü istemek ve yetenek farklı şeylerdir"
(Hobbes'un De ci ve 'nin 1. bölümünün §2'sine yazdığı not, aktarıldığı
yer: Hobbes über die Freiheit, haz. Geismann/Herb, 1 98 8 , s. 1 05 ) .
Rousseau'da Savoia'/ı Rahip Yardımcısı 'nm D üşü n celeri'nde şunları
okuyoruz: "İnsan , hiç kuşkusuz doğası gereği toplumsal bir varlık ol­
duğu için [l'homme est sociable par sa nature] ya da olacağı için [ . . . ] "
(ROC, cilt 4 , s . 600; Rousseau: Emil, haz. Schmidts, s . 305 ) . Johann
Gottfried Herder'e göre ( 1 744- 1 803) " insanın doğal durumu [ . . . ] top­
lum durumu" dur, ( ldeen zur Philos. der Geschichte der Menschheit.
Herder: Siimtl. Werke içinde, haz. Suphan, Cilt 1 3 , s. 3 75 ) . 2 0 . yüzyı­
lın 'varoluş felsefeleri'nde başka birisiyle bağıntılı olma insanın başlıca
karakteristik özelliğidir.: Martin Heidegger'de ( 1 8 8 9 - 1 976 ) 'Mitsein'
('birlikte olmaklık'], Jean Paul Sartre'da ( 1 905 - 1 980) ' başkası-için'
(Le Pour-autrui); Kari Jaspers'de ( 1 8 8 3 - 1 969) "aracılık yoluyla toplu­
luk", " insan oluşumuzun başlangıçsa! bir fenomenidir" : " Biz biz ya­
pan şey topluluk içinde karşılıklı ve bilinçli anlaşılmaktır. Yalnız başına
kendisi için, salt tekil bir insan olarak bir insan olamaz; " " ben yalnızca
pratikte kendi başıma olmadığım gibi, kendim için başkalarıyla birlikte
var olmadan, kendi başıma kendim olamam" ( Vernunft und Existenz,
1 984, s. 58, 60, 6 5 ) .
İnsanın -Rousseau'nun öne sürdüğü gibi- 'doğası gereği iyi' olduğunu
ve ( Ö rneğin Emi/e'in 1 . cümlesinde çok açık belirtildiği gibi) her türlü
kötülüğün toplumdan kaynaklandığını doğru anlamak gerekir: Rous­
seau'nun doğal insanı ('olumlu') bencilliğin ve merhametin etkisindedir
ve gurur ve kibirden uzaktır; 'nötr', 'kötü-olmayan' anlamında 'iyi', ne
iyi ne de kötüdür ve ne erdemleri ne de günahları vardır, tam da iyi
olmanın ne demek olduğunu bilmediği için kötü olamaz (2. Discours,
1 . Bölüm; Rousseau: Schriften zur Kulturkritik içinde, haz. Weigand,
s. 165, 169): "Tekil insan, doğanın elinden çıktığı haliyle, henüz iyi ve
kötü karşıtlığının dışında yer alır" (Cassirer: Aufkliirungsbuch, s. 209;
aynı cümle şurada da yer alıyor: Das Problem jean-Jacques Rousseau,
s. 38); "buna göre, doğa insanının ruhsal yapısında öne çıkan uğrak,
57
58
59
başkalarını zor kullanarak bastırmak degil, onlara kar�ı kayıt\ız ve aldı­
rışsız olmaktır. " ( Cassirer: Das Problem fean-Jacques R rıusseau, \ . S iS , .
Schopenhauer büyük bir açıklıkla ifade etmişti: " Yabanıl ortamda, her
biri tamamen yalnız başına yetişmiş olan ve ilk kez karşı karşıya gelen
iki insanın ne yapacakları sorusu ortaya atılmıştı: Hobbes, Pufendorf ve
Rousseau bu soruya birbirine zıt yanıtlar verdiler. Pufendorf birbirlerini
sevgiyle karşılayacaklarına inanıyordu; buna karşılık Hobbes düşmanca
davranacaklarını d üşünüyordu; Rousseau ise sessizce birbirlerinin ya­
nından geçeceklerini öne sürmüştü . n ( Parerga und Paralipomena II, Zur
E th i k, § 1 1 7; Siimtl. Werke, haz. Löhneysen, Cilt 5, s. 271 vd.
Rousseau için ayrıca bkz. burada, yayıncının notu 63 ve Cassirer: Aufk­
liirungsbuch, s. 346 vd. Buna göre, Rousseaucu insan anlayışının insanın
insana özgü olanı so nrad an ed in mesi açı sın dan ö nemli sonuçl an vardır.
Cassirer'in kasttettiği " 1 7. ve 1 8 . yüzyıl teo ri syenle ri n arasında, aşağıda
a dı geçecek olan Grotius, Diderot ve Ansikl opedi stler ' i n yanı sıra - 1 7.
yüzyıldaki- en önemli devlet, doğa ve hukuk te ori syeni Samuel von Pu­
fendorf'u da ( 1 632 - 1 694) saymak gerekir. Pufendorf'a göre devlet tüm
topluluk biçimleri içinde en yapay ama aynı zamanda en yetkin olanıdır.
Pufendorf da insanı bir animal sociable, topl u m kurmaya doğal eğilimi
olan bir canlı sayar (örneğin. De ;ure nat. il, bölüm 3, § 1 5 vd; VII,
bölüm 1 , § 2 - 4; De of(. 1, Bölüm 3, § 9; il, Bölüm 5, V 2; Almancası
kısmen, Pufendorf: Die Gemeinschfatspf/ichten des Natu"echts, 1 948;
bkz. burada yayıncının notu 6 1 ), ama bu eğilimin mutlaka devlete yol
açması gerekmez.
Özellikle Denis Diderot, Jean le Rond d'Alembert ( 1 7 1 7 - 1 783) ve bu
isimler tarafından 1 75 1 - 1 780 yılları arasında 35 cilt halinde yayımla­
nan ( büyük bölümünü Diderot'nun üstlendiği) Fransız aydınlanmasının
standart eseri Encyclopedie ou Dictionnaire raisonne des sciences, des
arts et des metiers'e katkıda bulunan 150'yi aşkın isim söz konusudur.
Bunların arasında Rousseau, Francois Marie Voltaire ( 1 694 - 1 778),
filozoflar Etienne Bonnot de Condillac ( 1 71 4 - 1 780), Montesquieu
( 1 689 - 1 755), Paul d'Holbach ( 1 723 - 1 789), yazar Jean-François
Marmontel ( 1 723 - 1 799) politikacı ve iktisatçı Anne Robert Jacques
Turgor ( 1 72 7 - 1 78 1 ) ve ulusal iktisatçı ve hekim François Quesnay
( 1 694 - 1 774) de bulunuyor.
Cassirer, Aufk/iirungsbuch, s. 357'de Rousseau ile Ansiklopedistler
arasında, çok sık sözü edilen karşıtlıktan bahseder: "Bu karşıtlığın özü
Rousseau'nun düşüncelerinin içeriğinden çok temellendirilme ve uygu­
lanma tarzıyla ilgiliydi.
Huig de Groot (Latinceleştirilmiş hali: Hugo Grotius; 1 583 - 1 645),
Hollandalı önemli bir hukukçu ve siyasetçi, S. Von Pufendorf ile birlikte
( bakınız bir önceki yayıncının notu) modern doğal hukukun kurucusu
ve İspanyol Cizvit Franciscus Suarez ( 1 548 - 1 6 1 7) ile birlikte yeniçağ
uluslararası hukukunun başlatıcısı. 1 625'de yayımlanan ve çok okunan
n
1 14
ROUSSEAU. KANT . GOE l H l
başya pıtı 'De j u n: belli ac pacos' - 1 9 . yüzyılın sonuna kadar Katolik
Kilisesi tarafından yasaklanan kitaplar listesinde yer aldığı halde- bütün
Avrupa hukuk tarihi açısından büyük önem taşır.
60 Cassirer: " O [ Rousseau [ , toplumun insanda baştan beri bulunan bir
'sosyal dürtü' üzerinde temellendirilmesini açıkça reddediyor. " Rousse­
au "insanı topluluğa yönelten ve onu topluluk içinde tutan herhangi
bir ilksel içgüdü bulunduğunu yadsıyor ve böylelikle Grotuis'un, Shaf­
tesbury'nin ve Ansiklopedistlerin çoğunluğunun, toplumun kökenine
ilişkin ve törelliğin kökenine ilişkin teorilerini üzerine kurdukları temele
karşı çıkıyor. " ( Das Problem jean-jacques Rousseau, s. 5 7, 60)
6 1 " Suum esse conservare " ( kendi varlığını korumak): Stoacıların ifadesi.
OLxEiwm� -[oikeiosis-] öğretisine ilişkilendirilebilecek conservatio sui
(kendini koruma ) düşüncesi -her varlığın kendi kendisini sevdiği ( örne­
ğin Cicero: De fin. iV 3 2 , V 24) gibi diğer teoremlerle bağlantılı olarak­
özellikle stoa döneminden beri, örneğin Cicero (De fin. il 69, il 16 vd.,
iV 34, 4 1 , V 24) ve Seneca'da (Epist. Mora/es 1 2 1 , Bölüm 1 7); "in suo
esse perseverare" ( kendi varlığında diretmek; Etika III 4 - 8) biçimde
Baruch de Spinoza'da ( 1 632 - 1 677), ayrıca S. Pufendorf'ta (De of{., I,
Bölüm 3, § 2, 7 - 9 , Bölüm 7, § 1 [ 1 . İ lke]) bulunur. Pufendorf'un Al­
mancası için bkz Die Gemeinschaftspflichten des Naturrechts, s. 14, 1 6
vd., 26), Pufendorf kendini koruma dürtüsünü olağan olarak e n güçlü
dürtü şeklinde adlandırır ve kendimizi korumak istediğimizi için top­
luluk halinde yaşarız der ( Rousseau'nun Contracat social'de söylediği
gibi: ROC, Cilt 3, s. 360; Rousseau: Sozia/philos. Und Polit. Schriften,
haz. Koch, s. 279). Ayrıca bkz. 2. Discours'un önsözü: ROC, Cilt 3 ,
s . 1 24; Rousseau: Schriften zur Kulturkritik, haz. Weigand, s. 6 8 vd.,
Rousseau kendini korumayı "doğanın en üst yasası " olarak tanımlar.
Kendimizi korumamız için kendimizi sevmemiz gerekir, bu yüzden
Rousseau kendini sevmeyi (amour de soi) bencillikten (amour-propre)
keskin bir biçimde ayırır; kendini sevme " doğal bir duygu "dur, hatta
"yegane doğal tutkudur", "ilk ve en doğal aşktır", bu sevi "daima iyidir
ve düzene uygundur" ( ROC, Cilt 1, s. 669, 805; Cilt 3 , s. 2 1 9 vd, 352;
Cilt 4, s. 322, 467, 488, 48991 - 493; Almancası. Emil, haz. Schmidts,
s. 7 1 , 1 9 1 , 209, 2 1 2 vd.; Schriften zur Kulturkritik, haz. Weigand, s.
168 vd.; Sozialpilos. Und Polit. Schriften, Haz. Hoch, s. 1 5 6 vd., 2 7 1 ;
Schriften haz. Ritter, Cilt 1 , s. 2 9 7 vd.; Cilt 2, s. 264, 420).
Goethe için, bkz. Cassirer: Freiheit und Form, s. 1 77 vd.
62. "Independance naturelle": Doğal bağımsızlık. Rousseau Contrat so­
cia r de (2. Kitap, 4. Bölüm) bireyin contrat social (toplum sözleşmesi)
aracılığıyla doğal bağımsızlığını özgürlükle değiş tokuş ettiğini söyler;
Contrat so cia /'ın 1. kitabının 4. Bölümünde buna " primitive indepen­
dance" denilir (ROC, Cilt 3, s. 375, 356 vd.; Rousseau: Sozialphilos.
Und Polit. Schriften, haz. Koch, s. 295, 276 ) . Rousseau siyasal yazı­
larında 'doğal özgürlük'ten (liberte naturelle) sık sık söz eder (ROC,
Cilt 3, s. 7 f li berte originellej, 1 78, 360, 364, 42 3, 6<J3, 6 FJ; R"u�<K:au:
Sozia/philos. und Pofit. Schriften, haz. Koch,
s.
280, 21!4, 34 3, 409, 41 I\;
Rousseau: Schriften zur Kulturkritik, haz. Weigand, s. 8, 221!, vd. ı.
6 3 Bunun için bkz. Cassirer: Das Problem ]ean-]acques R ousseau, �. 5 1!
v d . Roussea u'ya göre Hobbes "salt doğa durumunda tek tek bireyleri
birbirlerine bağlayan bir sempati bağının bulunmadığını tamamen doğ­
ru görm üştür. Burada herkes yalnız başınadır ve yalnızca kendi ya�a­
mını korumak için zorunlu olanı arar. Rousseau'ya göre Hobbes'ta bir
psikolojinin olmayışı yalnızca Hobbes'un doğa durumudaki saf pasif
egoizmin yerine aktif bir egoizmi koymasından kaynaklanır. Yağmala­
ma ve zor yoluyla tahakküm k urma dürtüsü doğal insana yabancıdır;
bu dürtü ancak insanın topluma girmesinden ve toplum tarafından bü­
yütülen bütün 'yapay' hırsları tanımasından sonra ortaya çıkabilir ve
kök salabilir. Buna göre, doğal insanın ruhsal yapısında öne çıkan uğ­
rak, diğer insanları zor yoluyla bastırmak değil, onlara karşı kayıtsızlık
ve aldırışsızlıktır. Gerçi Rousseau'ya göre doğa insanında da merhamet
yeteneği vardır; ancak bu merhametin kökeni, insanın iradesinin her­
hangi bir başlangıçsa! 'etik' niteliğinde değil, hayal gücü yetisindedir
yalnızca. [ . . ] Böyle bir çıkar, toplumun kökeni olarak konulursa, tuhaf
bir VOTEQOV :ngoı:ı:: gov [hysteron proteron] [takdim tehir -ç.n.] yapıl­
mış, başlangıç ve son birbiriyle karıştırılmış olur. Yalın benlik duygu­
sunu aşan böyle bir birliktelik duygusu, olsa olsa toplumun hedefini
oluşturabilir, onun başlangıç noktasını oluşturamaz. Bireye kendi mut­
luluğuna aynı zamanda başkalarının mutluluğunu da kolaylaştırmak­
tan başka bir yoldan ulaşamayacağını öğreten bireyin 'aklı'na başvura­
rak da bu zorluktan kurtulunamaz, hatta böylelikle bu zorluk daha da
artırılır. "
64 Platon: Devlet, 336 b 354 c . Thrasymakos'a göre adil olmak güçlülerin avantajıdır (özellikel 343 c).
6 5 Almancası: Rousseau: Sozialphilos. und Polit. Schri(ten, haz. Koch., s .
4 1 7 vd.
66 " Herkesin herkese karşı savaşı " olması gerekiyor. Önemli bir İngiliz fi­
lozof ve devlet teorisyeni olan Thomas Hobbes ( 1 588 1 679) insanın
zaten 'doğal haklar'la donatıldığı devlet öncesi, burjuva dönemi önce­
sinde bir doğal durum içinde bulduğunu, toplumun ve devletin kuruluşu
sırasında bu hakların dikkate alınması gerektiğini, hatta bunları koru­
manın devletin görevi olduğunu siyaset teorisinde ilk kabul edenlerden­
dir. İnsanın doğal durumunun belirgin özelliklerinden biri de, mülkiyete
yönelik dizginsiz ve egoistçe bir çabadan kaynaklanan herkesin herkese
karşı savaşıdır ( bellum omnium contra omnes) ve bu savaş yine bireye
yönelir. Bu savaş devlette dışlanmıştır, ama devlet de bireylerin kendi
aralarındaki barışı ancak kendisi -ya da devletin en yüksek gücünün sa­
hibi (Kral, İmparator vb. gibi)- en büyük güçle donatıldığı zaman güven­
ce altına alabilir. "
.
-
_
-
1 16
ROUSSEAtJ, KAN T . GOE T H f-
Şimdi, birbirine: k a rş ı l ı k l ı zarar vanıc:yi insanın doğa l bir c:ği l i m i , in\a­
nnı tutku larından ama c:sas olarak k i bi rle: kc:ndi yeteneklerini a bartma­
sından kaynaklanan bir c:ği l i m olduğu kabul c:di l i rsc; herkesin hl·rkc:s
üzerindeki hu hakkı, sürek li her y i i n c doğru güvensizl i k ve kuşku doğ­
ma s ı na neden olan hıı hak, birinin saldırma diğeri n i n de karşı koyma
hakkına sahip olduğu huna ilave edilirse ve sayıları ve güçleri az bile
o ls a bastırma ve yok etme amacıyla hize saldıran düşmanlara karşı ken­
dini korumanın ne kadar zor olduğu düşünülürse: İ nsanların toplum
halinde hi raraya gelmelerinden önceki doğal d u r u ml a rı nı n savaş olduğu
v e bunun herhangi hir savaş değil, herkesin herkese karşı savaşı olduğu
yadsınamaz." (De cive, 1, 1 2; Almancası: H o bb e s , Vom Menschen. Yom
Bürger, içinde, haz. Gawlick, 1 966, s. 83; aynı çeviri ayrıca şurada: Hob­
bes, Über die Freiheit, haz. Geisman/ Herb, s. 129; Ayrıca bkz. De cive
V 2 ve Leviathan 1 1 3 . )
,
Rousseau, Hobbes'un herkesin herkese karşı doğal savaşı tezini anlam­
sız bir düşünce yapısı olarak tanımlar. Hobbes'un öğretisini dehşet verici
ve mantıksı;; bulur ve insanın doğası gereği barışçıl ve ürkek olduğu te­
zini bunun karşısına çıkartır. ( ROC, Cilt 3, s. 6 0 1 , 6 1 0 vd.; Sozialphilos.
und Polit. Schriften, haz. Koch, s. 407, 4 1 6 vd. ).
Hobbes'un 'Homo homini Lupus' (insan insanın kurdudur) cümlesi de
ünlüdür. De cive kitabının Kont Wilhelm von Devonshire'a ithafında
yer alan bu cümle çoğu zaman tek yanlı ve bağlamından koparılarak
alıntılanır; Hobbes'da bu cümle şöyledir: " Şimdi elbette, iki ilke de doğ­
rudur: ' İ nsan insanın tanrısıdır' [Homo homini deus] ve: ' İnsan, insanın
kurdudur [Homo homini Lupus]; birincisi yurttaşlar birbirleriyle kı­
yaslandığında, diğeri de devletler birbiriyle kıyaslandığında doğrudur. "
(Hobbes, üb er die Freiheit, haz. Geismann/Herb, s . 4 0 - 43)
6 7 Bkz. Cassirer: Der Mythos des Staates, s. 1 4 1 vd. Rousseau'nun 'Cont­
rat social'de bir çelişkiyi çözmesi ve birbirine zıt iki ilkeyi, yani saf dü­
şünsel bir ilke ile tarihsel olgusal bir ilkeyi uzlaştırması gerekiyordu.
Yapmak istediği de buydu: İ nsanın başlangıçta eşit ve özgür olduğu ka­
bulü ile tarihin ve insan toplumunun gerçekleri sürekli çelişmektedir;
bu durum Contrat social'in 1. bölümünün 1. paragrafında şöyle ifade
edilmiştir: " İ nsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Falan
kimse kendini başkalarının efendisi sanır ama böyle sanması, onlardan
daha da köle olmasına engel değildir. Bu değişme nasıl olmuş? Bilmiyo­
rum. Bunu yasallaştıran nedir? İ şte bu soruya karşılık verebilirim sanı­
yorum." (ROC, Cilt 3, s. 3 5 1 ; Sozialphilos. und. Polit. Schrifren, haz.
Koch, s. 270 [Türkçe alıntı: jean-jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi,
çeviren: Vedat Günyol, İstanbul 2006, s. 4 (ç.n.)].
Cassirre, agy.: " Rousseau'nun bu soruyu yanıtlamak için çok karmaşık
bir teori inşa etmesi gerekiyordu. Onu, insan toplumuna karşı başlan­
gıçtaki olumsuz tutumundan, yeni bir olumlu ve yapıcı ilkeye götüre­
cek uzun bir yolu kat etmesi gerekmişti: Bir kutuptan diğerine, ilk Dis­
cours'undan, Contrat Socia l ine geçmesi gerekmişti. "
'
6 1!
69
C ass i re r' i n Aufkliirungsbuch,
s.
3 5 1 : " R o u s'>C a u ' n u n t:tiğını
kasını k a rakterize e d e n , yasanın gücü
ve
onuru
kar�ısında
ve
p<,l ı t ı ­
d u y u la n b u
o , K ant' ı n ve hchte' n i n a s ı l öncüsü o l m u�t u r. "'
A l ı n tı n ı n o ri j i na li şöyledir: " Comment se peut-il faire qu ' ils obeis'>tll t
et que personne n e c o mma n d e , qu ' il s servent et n ' a ient p<Jint de maitre;
coşk u d u r: B u bakımdan
d'autant plus libres en effet que, sous une apparente sujetion, nul ne
perd de sa liberte que ce qui peut nuire a celle d'un autre? Ces prodıge-;
sont l'ouvrage de la Loi. C'est a la Loi seule que les hommes doivent la
justice et la liberte; c'est cet organe salutaire de la volonre de tous qui
retablit dans le d roit l'egalite naturelle entre les hommes; c'est cette voix
celeste qui dicte a agir selon les maximes de son propre jugement, et
a n'etre pas en contradiction avec lui-meme. " ( Rousseau: Sozialphilos.
und Polit. Schri�en, haz. Koch, S. 2 3 5 )
Contrat social'in 1 . kitabın ın, VIII. Bölümünde şöyle denir: "l'obeissance
a la loi qu'on s'est prescritte est liberte" : "Kendimiz için ko yduğumuz ya­
salara boyun eğmekse, özgürlüktür" ( ROC, Cilt 3, s. 365; So:ı:.ialphilos.
und Polit. Schri�en, haz. Koch, s. 284). [Türkçe alınn: age, s . 1 9 (ç.n. )].
70 Rousseau'nun sözleşme teorisi için (Althusius ve Hobbes'un teorilerin­
den farkı açısından) bkz. Cassirer, Aufkliirungsbuch, s. 343 - 354, ve
aynı k i tapta ' Enlightement', maddesi s. 549
7 1 Kant: Kritik der praktischen Vernun�, § 7 . [Türkçe alınn: Immanuel
Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, TFK, Ankara 20094, s. 35 (ç.n.)] Ayrıca
bkz . aşağıdaki metinde, yayıncının notu 72.
72. Kant Ahlak Metafiziğinin Temellendirilişföde ( 1 785) kategorik buyru­
ğun biri genel üçü de özel olmak üzere dört temel ifadesini verir; bunlar­
dan genel ifade ile birinci özel ifade birlikte ele alınabilir:
1 . (biçimsel) "ancak, aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin
maksime göre eylemde bul un" (Ahlak Metafiziğinin Temellendiriş' kitabı
CA ve AA edisyonlarında 4. ciltte yer alıyor; izleyen alınnlarda cilt no'su
ayrıca belirtilmeyecektir; CA s. 279, AA, s. 42 1 ) . [Türkçe alınn:lmmanuel
Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çeviren: loanna Kuçuradi,
Hacettepe Ü niversitesi Yayınları, Ankara 1 982, s. 38 (ç.n.)]
2. (doğa ) "eylemin maksimi sanki senin istemenle genel bir doğa yasası
olacakmış gibi eylemde bulun." (CA S. 279, Aa S. 42 1 ; ayrıca bkz. CA
S. 296, Aa S. 437). [Türkçesi: age, s. 38 (ç.n.)]
3 . (Amaç/ Araç) : "her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar
başka herkesin kişisinde de, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç
olarak davranacak biçimde eylemde bulun." (CA S. 287, AA s. 429)
[Türkçesi: age, s. 46 (ç.n.)]
4. ( Ö zerklik) "istemenin, maksimleri aracılığıyla kendisini aynı zaman­
da genel yasa koyucu olarak görebilecek şekilde" eyle (CA s. 292, AA
s. 434), [Türkçesi, age s. 5 1 (ç.n. )] ya da : İstemenin "genel yasa koyucu
bir isteme olarak her akıl sahibi varlığın istemesi idesi" ile uyuşmasının,
ancak bu istemenin "kendisi yasayı koyan olarak" aynı zamanda kendi
1 18
AOUSSEAU, KANT, GOE T H E
koyduğu hu yasaya hağı ııı lı ol d uğu n d a m ü m k ü n olacağı, �ck i lde eyle.
( CA, s. 2 8 9 vd., AA, s . 43 1 ) ! Tü r k ç e si age, s. 4 8 ,4 9 ( ç . n . ) J Ya da ( a maçl a r krallığı ) : ıııaksimleri n, " hep ge n el amaçlar krallığmda
yasa koyucu hir üye imiş gihi ey l em d e " hulun ( CA s. 297, A A s . 4 3 8 )
[Türkçesi, age, s. 5 6 (ç.n. ) j y a d a öyle e y le ki: " hütün maksimler kendi
yasa koymalarıyla, doğanm hir krallığı olarak olanaklı hir amaçlar kral­
lığıyla " uyuşsunlar. (CA s. 295, AA, s. 346 [Türçesi, age, s. 54 (ç.n . ) j
Kant Pratik Aklın Eleştirisi'nde ( 1 78 8 ) , § T d e " S a f pratik a k i m temel
yasası " m (§ 7'nin başlığı ) şöyle belirler: " Öyle eyle ki, senin istemenin
maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasamanm ilkesi olarak da geçerli
olabilsin. " ( CA, Cilt 5, s. 35; AA, Cilt 5 , s. 30) (Türkçe almtı: Pratik Ak­
lın Eleştirisi, s. 3 5 (ç.n.)] Yani Cassirer 'Saf Pratik Akim Eleştirisi'ndeki
ifadeyi, burada 4. maddede alıııtılanan ifadeyle karşılaştırıyor.
7 3 Her politik toplumun (corps/societe politique) ve toplum sözleşmesinin
(coııtrat social) en önemli koşulu ve hedefi ( "doğa yasası " ) olan genel
irade (volonte generale), bütünün ve her bir parçanııı korunmasıııı ve
esenliğini amaçlar. Ortak irade yasalarııı kaynağı ve temel kuralıdır ve
herkesin özel çıkarlara yönelik iradesinin ( volonte de tous) salt tesadüfi
uyuşmasıııdan kesin bir biçimde farklıdır.
74 "L'homme . . . est un etre trop noble pour devoir servir simplement d'ins­
turment a d'autres, et l'on ne doit poiııt l'employer a ce qui leur convient
sans consulter aussi ce qui lui convient a lui-meme . . . il n'est j amais per­
mis de detoriorer une :ime humaine pour l'avantage des autres. " ( Rous­
seau: ]u/ie, haz. Gellius/Wolff, s. 5 6 3 )
7 5 "The very tide of the work -Du contrat social, ou Principes de Droit
politique- proclaims that the author has thrown away the scabbard and
is ready to do battle for the Right. it is the former part of the tide, in
truth, which is open to objection; and it is a thousand pities that Rous­
seau did not replace it, as at one moment he intended to do, by the
neutral phrase, De la societe civile. "[Eserin başlığı -Toplum Sjjzleşmesi
ya da Politik Hukuk llkleri- bile yazarııı silahıııı kııııııdan çıkardığı ve
hukuk için savaşmaya hazır olduğunu ilan eder. İtiraza açık olan aslııı­
da başlığııı ilk kısmıdır ve Rousseau'nun onu değiştirmemesi çok yazık
olmuştur, nitekim bir noktada onu Sivil Toplum ibaresiyle değiştirmeye
niyetlenmişti].
7 6 f mile, V. Kitap: " Le seul modeme en erat de creer cette grande et inutile
science eut ere l'illustre Montesquieu. Mais il n'eut garde de traiter des
principes du droit politique; il se contenta de traiter du droit positif des
gouverııemens erablis, et rien au monde n'est plus different que ces deux
erudes." (ROC, Cilt 4, s. 836) "Bu büyük ve yararsız bilimi yaratabile­
cek tek ilerici kişi ünlü Montesquieu olmuştur. Ama o, siyaset hukuku­
nun ilkeleri konusunu ele almaya niyet etmemiş, kurulu yönetimlerin
pozitif hukuku konusunu işlemekle yetinmiştir; oysa bu iki inceleme
konusu kadar birbirinden farkı bir şey yoktur. " ( f mile ya da .f.ğitim
Üzerine, s . 6 8 2 ) Rousseau'nun Contrat socıar ı n i n alt ha�lığı Prıncıpes
du droit po/itique'tir [Politik Hukuk i l ke l e ri] .
77 1 748 yılında Montesquieu'nün k a psa ml ı eseri De /'esprıt des /r,ıx ya­
yımlandı (Yasaların Ruhu; CEu vres wmp/etes i ç i n de , haz., Cailloi�, Cilt
2, s. 227 - 1 1 1 7 ) . Rousseau'ya göre 'yasanın ruhu)' hükümetın yasayla
düzenlenmemiş olan ve önceden görülememiş olan durumlarda karar
vermekte kullanacağı şaşmaz iki temel ilkeden bir i s id i r. ( ROC, C i l t 3 , s.
250, 263; Sozialphi/os. und Polit. Schri�en, haz. Koch, s. 237, 2 5 0 ) .
7 8 "il y a mille manieres de rassembler les hommes, il n'y en a q u ' une de le-;
unir. C'est pour cela que je ne donne dans cet ouvrage qu'une methode
pour la formation des societes politiques; qu oi q u e , dans la multitude
d' agregati on s qui existent actuellement sous ce nom, il n'y en ait peut-h­
re pas deux qui aient ete formees de la eme maniere, et pas une qui l'ait
ete selon celle que j'etablis. Mais je cherche [ . . . ) . "
Özellikle Johann Gottfried Herder ve Gustav Hugo ( 1 764 - 1 844) ta­
rafından hazırlanan, 1 9 . yüzy ılda Jh.s vo n Friedrich Kari von Savigny
( 1 779 - 1 86 1 ) tarafından k u ru l an, ilk önce hukuk bilimi, daha sonra ise
genel olarak tin bilimleri a l anın da ki bir akımdır. Bu akıma göre hukuk
soyut, doğa hukuku ilkelerinden yola çıkılarak tümdengelimle değil,
ya l nı zca tarihsel olarak, 'daha yüksek bir bütün'ün tinsel güçlerinin me­
tafizik anlamda egemen olmasıyla açıklanabilir. Tarihsel hukuk okulu
daha sonra 'Romanistler' (özellikle Bemhard Windscheid [ 1 8 1 7 - 1 8 92)
ve 'Germanistler' (özellikle Otto von Giecke [ 1 84 1 - 1 92 1 ) olarak frak­
siyonlara ayrılmıştır.
80 Poeme sur le desastre Lissabon ou examen de cet ax:iome: Tout est bien.
Voltaire: CEuvres comp/etes,içinde, haz. Moland, Cilt 9, s. 470 - 479. Bu
şiirin (son derece serbest) bir çevirisi için bkz. L. Harig, Rousseau, 1 978,
s. 1 8 1 1 - 1 87.
8 1 Fe l sefi iyimserlik Tanrı savunusu problemiyle çok yakından bağlı olan
bir görüştür; felsefi iyimserliğe göre insan tarihi (tarih felsefesi açısın­
dan) iyi ve akıllı olanın sürekli ilerleyen bir gerçekleştirilişidir, ya da
Tann'nın yarattığı dünya olası dünyalar içinde en iyisidir (optimum)
( bkz. burada, yayına hazırlayanın bir sonraki notıı, 82). Leibniz'de fel­
sefi iyimserlik tamamen rasyonalist olarak bireye ilişkindir. 'İyimserlik'
deyimi -G. F. Hegel ( 1 770 - 1 83 1 ) bu deyimi "kötü, popüler bir deyim"
olarak tanımlıyor (Hegel: Werke in 20 Biinden, Cilt 20, s. 248)- 1 8 .
yüzyılda hızla yaygınlaştı v e felsefi bir dünya görüşü tartışmasının odak
noktası oldu ( bu deyimin tarihsel-nesnel kaynağı ise özellikle Francis
Bacon'da bulunabilir. 'İyimserlik' deyimi 1 838 Şubat'ında Fransız Ciz­
vitlerinin Memoires de Trevoux' unda Leibniz'e karşı polemik amacıyla
kullanılmış, 1 752'de D ictionnaire de Trevoux'a, 1 762'de Dictionnaire
de l 'A cademie' ye alınmıştır. 1 753 yılında Berlin'deki Kraliyet Akademi­
si, 1 755 yılı için (daha sonra bu yılda Lizbon depremi olmuştur, bkz.
aşağıda) ödüllü yarışma konusunu, "Pope'un "her şey iyidir" sözünde
79
1 20
ROUSSE A U . K A N T . GOUH�
i çe r il en sistemin s ın a n ma s ı isteniyor ı . . . I " şek l i n d e i l a n ettikten �oıı ra ;
Vo l t a i r e ' i n 1 75 9 y ı l ı n d a y a y ı m l a n a n Candidc ya da iyimserlik k it a h ı
( hu k i t a p t a Le i h n i z ' i n ml·vcut d ü n y a n ı n o l a s ı en iyi d ü n y a old uğu sa­
vıyla alay edilmektedir) hu deyimi iy ice p o p ü l e r k ı l m ıştır. K r a l iy e t a k a ­
demisinin ödü l ü n ü A d o l p h Friedrich von R e i n h a r d ' ı n ( 1 726 - 1 78 3 )
hir çalışması kazanır; von Reinhard, -Leihniz'e karşı hir tutum içinde
olan akademi başkanı Pierre Louis Moreau de Maupertuis'nin ( 1 6 9 8 1 75 9 ) arzu ettiği gibi- iyimserl iğe karşı tavır a l ı r. Bir yandan Leibniz'in
1 7 1 0'da yayımlanan Theodicee'si, diğer yandan Berlin'deki 1 75 5 tarih­
li yarışma ve 1 Kasım 1 755 'te gerçekleşen Lizbon depremi, bilginlerin
bu olaya verdikleri tepk ilerle ( a ra larında Voltaire ve Kant da vardır,
bkz. AA, Cilt 1 , s. 4 1 7 - 472) birlikte bir ölçüde ' İ yimserlik' etrafında
dönen bu dünya görüşü tartışmasının kutuplarını o luşturdular.
Ö rneğin Kant daha 1 75 9 yılında 'Versuch einiger Betrachtungen über
den Optimismus' [' İ yimserlik Ü zerine Bazı Düşünceler') yazısında ( CA,
Cilt 2, s. 29 - 3 7; AA, Cilt 2, s. 2 7 - 35) Leibniz'i savunmuştu, ama
1 79 1 y ı l ı nda ' Ü ber das Miffüngen a l ler philosophischen Versuche in der
Theodi zee ' y i [ 'Tanrı Savunusu Alanındaki Bütün Felsefi Denemelerin
Başarısızlığı Ü zerine') ( CA, Cilt 6, s. 1 1 9 - 1 3 8; AA, Cilt 8, S. 2 5 3 - 271 )
yazmıştı.
Daha sonra, iyimserliğin en belagat sahibi karşıtlarından biri Arthur
Sch op enhaue r ( 1 7 8 8 1 8 60 ) oldu. Schopenhauer, iyimserliği şöyle açık­
lar: " Düz alınlarının ardında sözcüklerden başka bir şey gizlemeyenle­
rin düşüncesizce konuşmaları değilse bu eğer, yalnızca saçma değil aynı
zamanda gerçekten alçakça bir düşünüş tarzı olarak, insanlığın isimsiz
acıları hakkında acı bir alay olarak da görünür" (Die Welt als Wille und
Vorstellung, Cilt 1, Kitap iV, § 59) "yalnızca yanlış değil aynı zamanda
zararlı bir öğretidir de" (age, Cilt 2, Kitap iV, Bölüm 46).
82 Bu argümanlar özellikle Leibniz'in Theodicee'sinde yer alıyor ( bkz. bu­
rada, yayına hazırlayanın notu 8 8 ) . "Bu üstün bilgelik, en az onu� ka­
dar sonsuz bir iyilikle bağlantılı olarak, yalnızca ve tek başına en iyiyi
seçebilirdi. [ . . . ] olası dünyaların en iyisi [optimum] olmasaydı, o zaman
Tanrı hiçbirini yaratmamış olurdu. [ . . . ] yine de bu dünyanın [her zaman
ve her yerde] sonsuz sayıda türle doldurulabileceği ve sonsuz sayıda ola­
sı dünya bulunduğu, en yüce aklı kullanmadan hiçbir şey yapmadığı
için Tanrı'nın zorunlu olarak bunlardan en iyisini seçtiği bir hakikattir.
[ . . . ] Böylelikle dünyada gerçekleşen en küçük bir kötülük bile eksik ol­
saydı, bu dünya artık her bakımdan, onu seçen yaratıcı tarafından en
iyisi olarak kabul edilmiş dünya olmazdı. [ . . . ) Gerçi günahın ve felaketin olmadığı dünyalar tasavvur edilebilir [ . . . ); ama bu dünyalar, diğer
bakımlardan bizim dünyamızın önemli ölçüde gerisinde kalacaklardır.
[ . . . ] Ama Tanrı'nın dünyamızı olduğu haliyle seçtiğini ab effectu kabul
etmemiz gerekir. Ayrıca çoğu zaman bir kötülüğün bir iyiliğe yol açtığı­
nı, o kötülük olmadan bu iyiliğin gerçekleşmediğini de biliyoruz." (L�-
ihniz Theodicee, Bölüm 1 , S S 8 1 ÜJ " Ancak, Tanrı'nın kendı du7..t:nınt
aykırı hir şey yapmadığı düşünülür�e iyi olur. Bu yüzden, bu duzen i n
dışında olduğu kabul edilen şey, ancak özel, yaratılmışlar alanında ver
alan hir düzen bağlamında, dışarıdadır. Çünkü evrensel düzen '><iz kr..­
nusu olduğunda, her şey ona uygundur [ . . . ] Bu yüzden dünyanın Tanrı
onu nasıl yaratmış olursa olsun, hep düzenli olduğu ve belirli bir genel
d üzene uygun olduğu söylenebilir. Ama Tanrı en mükemmel olanı, yani
aynı zamanda ilkeleri en basit ve görünüşleri en zengin olanı seçmiştir;
[ . . . ]" ( Leibniz: Metaphysische Abhandlung, haz. Herring, 1 958, S 4 1 6 .
Kötülüğün nedeninin açıklanışı için bkz. Theodicee, Bölüm 2 , S 1 5 3 ve
Leibniz: Die philos. Schriften, haz. Gerhardt, Cilt 3, s. 32.)
Leibniz'in (kurucu boyutunun yanı sıra bir de düzenleyici boyutu bulu­
nan) bu tezine Schopenhauer özlü ama aynı zamanda antropolojik bir
yanıt veriyor: "Leibniz'in bu dünyanın olası dünyaların en iyisi olduğuna
dair somut sofist kanıtlarının karşısına, bu dünyanın olası dünyaların en
kötüsü olduğunun kanıtı ciddi ciddi ve dürüstçe konulabilir [ . . . ) dolayı­
sıyla, daha kötüsü, var olamayacağı için, zaten mümkün değildir, çünkü
bu dünya olası dünyalar içinde en kötüsüdür. " (Die Welt als Wille und
Vorstellung, Cilt 2, Kitap iV, Bölüm 46) "Leibniz'in bu dünyanın olası
dünyalar içinde hala en iyisi olduğu tanıtlaması doğru olsaydı bile; o za­
man bir Tanrı savunusu veriyor olmazdı. Çünkü yarancı yalnızca dünya­
yı değil, olasılığın kendisini de yaratmıştır: buna göre, olasılığı, daha iyi
bir dünyaya izin verecek şekilde düzenlemesi gerekirdi [bu Leibniz için
değil Descartes için söz konusudur]. Bir yandan dünyayı dolduran sefalet
ve diğer yandan görünüşlerin en mükemmelinin, insani olanın bile apa­
çık kusurluluğu ve burlesk çarpıklığı her şeyi bilen, latif ve kerim olan,
her şeye kadir olan bir varlığın başardığı eser olarak bir dünya anlayışına
şiddetle karşı çıkar. " (Parerga und Paralipomena, Cilt 2, § 156)
'En iyi dünya' problemi (Pope'un 'Whatever is, is right'ı gibi, Bkz bu­
rada yayına hazırlayanın notu 84) Platon'a kadar geri gidiyor. Platon
Timaios'a Tanrı'nın ya da Demiurgos'un dünyayı en güzel ve en iyi eser
olarak, düzenli bir bütün olarak yarattığını söyletir ( Timaios 293 - 30
d; oysa Platon Devlet 509 b'de iyinin yücelik ve güç açısından varlık­
tan çok daha üstün olduğunu söyler). Aristoteles'te doğanın mümkün
olanların içinde en iyisini yaptığını okuyoruz (De part. Anim. 687 a
1 6). Hıristiyan filozoflar Tanrı savunusu problemine ilişkin görüşlerinde
nihayetinde Eski Ah it in yaratılış mitosuna atıfta bulunurlar (Tekvin 2,
3 1 ); böylece, Augustinus'a (354 - 430) göre bütün doğa, doğa olması
bakımından, iyidir (De fib. Arb. 3, 13, 36 [= MPL, cilt 32, Süun. 1289];
De nar. boni c. Man. 1 (= MPL, Cilt 42, Sp. 551 )); Aquinalı Thomas'a
( 1 225 - 1 2 74) göre ise var olan iyidir, çünkü Tanrı tarafından yaratıl­
mıştır (Compendium theof. 1 , 68, No: 1 1 9). Daha eski Yunan Akade­
misi'nde de görebildiğimiz, iyinin doğaya uygunluğunun gösterilmesi ve
Platon'dan beri (Augustinus'da da olduğu gibi) iyi (ve güzel) ile bağıntılı
-
-
'
1 22
ROUSS�AU. KANT.
GOE T H E
olan düzmlilik v e ç h es i Aristotclrs 'te dr b u l u ıı a h i l i r ; Aristotc les'e güre
doğa düzenler ve şek i l lendirir ( Bonitz: lndex A ristotelicus, 1 9 5 5 , s . 8 .3 6
a 5 6 v d . v e b 2 8 v d . ) , d a i m a m ü k e m m e l e ve e n i y i y e y ö n e l i r ( D e ı.:e n .
Et corr. A nim. i l , 1 0, .B 6 b 2 8 ; De Ca elo I I , 1 4 , 2 97 a 1 6 ; Fizik V l l I ,
7, 260 b 2 3 ) ve hiçbir şeyi boşuna yapmaz ( De Ca e lo l , 4, 271a 3 3 vd . )
Politika 1 , 1 2 54a 9 . Aquinalı Thomas bunu tekrarlar: natura nihil facit
frustra, sunı. C. gent llI, 4 8 , 2 2 5 7 [Sunınıe gegen die Heiden, haz. All­
gaier / Gerken, Cilt 3 , s. 1 99 ] . Goethe 1 83 1 'de şöyle yazıyor: " Doğanın
hiçbir şeyi boşuna yapmadığı, eski bir avam sözüdür. " (WA, Bölüm iV,
Cilt 49, s. 3 8 . Nihayet, Aristoteles'e kadar geri giden, ortaçağda teolojik
motiflerle genişletilmiş olan transandantallar öğretisinde ( Kanzler Phi­
lipp von Greve'nin [Philippus Cancellarius (ç.n . ) ] kaleminden [ t 1 237] ) :
'bonum e t ens convertuntur' ( İyi v e v a r olan birbirinin yerine konula­
bilir; Sunınıa de bono, Prol. Q. 7) ya da 'edem est unicuique rei esse et
bonum esse' (Her şey için, var olmak ve iyi olmak aynı şeydir (Aquinalı
Thomas, De hebdomadibus 3 , Nr. 50) denilmektedir. (Johannes Scotus
Eriugenas'ta [yaklaşık 8 1 0 - 877) De divis. Nat. iyilik - yaratılmış var­
lığın biçimsel kökeni olarak ve öteki bütün yetkinliklerin özünün kuru­
cusu olarak- iyilik, var olmaktan önce gelir. )
8 3 Alexander Pope ( 1 6 8 8 - 1 744 ) , İngiliz şair v e İngiliz Aydınlanmasının
önde gelen temsilcisi. Felsefi öğretici şiiri Essay on man (İnsan Üzerine
Deneme) 1 733/34 yılında yayımlandı. "On men" elbette bir daktilo ha­
tasıdır.
84 'Ali is right' ifadesi Essay on man'de yer almamaktadır. 2 8 9 - 294. di­
zeler şöyledir: " Ali Nature is but Art, unknown to thee; / Ali Chance,
Direction, which thou canst not see; Ali Discord, Harmony, not unders­
tood; I Ali partial Evi!, universal Good: / And, spite of Pride, in erring
Reason's spite, / üne truth is clear, 'Whatever is, is right'. " ( The Poems
of Alexander Pope, cilt 3/1 , s. 50 vd.; The Works of Alexander Pope,­
New Edition, Cilt 2, s. 370 vd. ) Türkçesi. " Oysa bütün doğa sanattır,
sana yabancıdır; / Her türlü tesadüf, içyüzünü göremediğin bir yön len­
dirme; / Bütün uyumsuzluk, anlaşılmayan bir harmonidir; / Bütün tekil
kötülükler, genel bir iyiliktir: / Ve gurura rağmen, yanılan akla rağmen,
I Açıktır bir hakikat, 'Var olan her şey, iyidir."'
Rousseau'nun E mile'i şu cümleyle başlar: " Her şey, Yaratıcı'nın elinden
çıktığında iyidir; insanoğlunun elinde bozulur." (ROC, Clit 4, s. 24 5 ;
E mile ya da eğitim üzerine, s. 5) Rousseau 1 762 yılında Malesherbes'e
yazdığı 2. mektupta "İnsanın doğal olarak iyi olduğunu ve insanların
kötü olmalarının, yalnızca onların kurumlarından kaynaklandığını" söy­
lüyor (ROC, Cilt 1, s. 1 1 36; aynı mektup Rousseau: Correspondance
complete, içinde haz. Heigh, Cilt 1 0, No 1 633, s. 26 ve ROC, Cilt 1 ,
s . 934; Rousseau: Schri�en, haz. Ritter, Cilt 1 , s . 48 3 , Cilt 2 , s . 569).
Rousseau, her şeyin iyi olduğunu birçok yerde söylüyor, örneğin 2. D is­
cours'unda, Emi/e'de ya da Voltaire'e yazdığı 1 8 . 8 . 1 756 tarihli mektup�a
,
( ROC, C i l r 3 ,
s . 202, Cilr 4, s. 525, 588, 7 1 2, 1 074; Emıl, haz. 'xhmıdt\.
24 1 , 295, 402; Rousseau: Schriften, haz. Ri tter, Cilr 1 , s. 3 3 1 ; .foua/p­
hilos. und Polit. Schriften, haz. Koch, s. 1 34). 'Her şey iyidir' cuml�ini
anlamak için, onu 'Tek tek her şey iyidir' ya da 'Her şey kendi ba�ına
iyidir' şekl inde değil 'Bütün iyidir' ya da örneğin Rousseau'nun Voltaire'e
yazdığı, yukarıda sözü edilen mektupta önerdiği gibi, (ROC, Cilt 4, s.
1 06 8 ; Rousseu: Schriften, haz. Ritter, Cilt 1, s. 325) 'Her şey bütün için
iyidir' şeklinde okumak önemlidir, çünkü iyi bütünün altında yer alır,
kötü ise bütünün içinde (ROC, Cilt 4, s. 602; Emil, haz Schmidt, s. 307).
Ayrıca bkz. 2. Discours'daki ( insanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı)
9. not (ROC, Cilt 3, s. 202 vd.; Rousseau: Schriften, haz. Ritter, Cilt 1 , s.
275 vd. ) Ayrıca bkz. Voltaire'in Dictionnaire ph iJosophique 'inde, 'Bien,
tout est bien' ve 'Pope' maddeleri (= Lettre philosophiques No: 22)
(Voltaire: <Euvres completes , haz. Moland, Cilt 1 7, s. 5 8 1 - 586 ve C ilt
22, s. 1 6 8 - 1 79; Felsefe Cep sözlüğünün sözü edilen ilk maddesi, Fran­
sızca - Almanca olarak şurada da yer alıyor: Voltaire: 20 Articles du
Dictionnaire Philosophique Portatif, haz. Müller, 1 985, s. 1 0 -25 ).
İnsanın doğal olarak iyi olduğu cümlesini, doğa durumuyla ilişkili ola­
rak da doğru anlamak gerekir.
Cassirer, Rousseau'nun Savoia'lı Rahip Yardımcısı'nın Düşüncelertnin,
tam olarak Kleistçı dünya görüşünün içinde yer aldığını düşünüyor.
"Çünkü 'Le tout est bien' cümlesi, Leibniz için geçerli olduğu gibi Rous­
seau için de geçerlidir. Rousseau da 'yazgı'nın her şeyi kapsayan teleo­
lojik bir temel planı olduğuna inanır, akıl bunu kendi varlığına ve kendi
içeriksel ana hatlarına göre kavrayabilir. Rousseau da insan doğasının
başlangıçsa!, bir 'ilk günah'la lekelenmemiş iyiliğine inanır - ve bu ikili
inanç, Roussaeau'nun toplumsal kültürün, keyfi insani kuralların dar­
lığıyla ve sınırlılığıyla mücadele etmesinin önkoşulunu oluşturur. " (ldee
und Gestalt, 1 97 1 , s. 1 82)
Voltaire: <Euvres completes, haz. Moland, Cilt 9, s. 470 ve 472 vd.
S.
.
85
.
" D'inutiles douleurs eternel entretien!
Philosophes trompes qui criez: 'Tout est bien'
Accourez, contemplez ces ruines affreuses,
Ces debris, ces lambeaux, ces candres malheureuses,
Ces femmes, ces fenfants l'un sur l'autre entasses,
Sous ces marbres rompus ces membres disperses;
Direz-vous, C'est l'effet des eternelles lois
Qui d'un Dieu libre et bon necessitent le choix?
Non, ne presentez plus a mon erer agite
Ces immuables lois de la necessite,
Cette chaine des corps, des esprits, et des mondes
1 24
ROUSS E A U . KAN T . GOf T H [
86
O r�n· s dl' savant s ! O d ı i ın e rl's profondes!
Dieu tit'nt l'n main l a dıa lnc, l't n 'csr poi nt cnı:lıaini·
Par son dıoi x bienfa is a nt ro ur esr deterın ine.
il est li hre, el est j u stt', i l n 'csr poinr i nı paı:ra hle.
Pourqui done sou ffrons-nous sous un nıaitre equita h le ? "
Pierre Bayle ( 1 647 - 1 706 ) , Fransız fi lo zo f, 1 6 8 1 - 1 6 93 y ı l l a r ı n d a Ams­
terdam 'da felsefe profesörlüğü yaptı, düşüncesinde hoşgörüye yapt ı ğ ı
vurgu ve tarihsel analize yönelik eleştirel hağ ım s ı z lı ğ ı y l a Ay dı n l a n m a ­
n ı n mo de l i , kuşkucu rasyonalizmiyle d e 18. y ü z yıl Ansiklopedistlerin i n
öncüsü oldu. Dictionnaire historique e t critique a d l ı ünlü eseri 1 697'de
2 bölüm halinde yayınlandı; 1 702 yı lı n da 2. baskısı, dört bölüm halin­
de genişletilmiş olarak y a pıl dı (3. baskı 1 720); edebiyat kuramcısı Jo­
hannes Christoph Gottsched ( 1 700 - 1 76 6 ) tarafından Almanca 4 cilt
halinde yayımlandı, döneminin en çok tartışılan eserlerinden biri oldu.
Başlangıçta başvuru yapıtlarının eksikliklerinin ve hatalarının bir listesi
olarak tasarlanan bu Dictionnaire, d a h a sonra daha geniş bir bağlamda,
büyük ölçüde biyografik maddeler içermiştir. Bu maddeler çoğu zaman
kısa, olguları nesnel olarak bir araya toplayan metin bölümü ile daha
kapsamlı bir eleştirel not bölümünden oluşur. Bayle eleştirel not bölüm­
lerinde -kısmen filolojik olarak- verilen kaynakların ve metinlerin çeliş­
kilerini, hatalarını ve inandırıcılıklarını eleştirel bir sınamaya tabi tutar
ve -özellikle dinsel- dogmaların ve geleneksel düşüncelerin birer önyargı
oldularını ve kendi içlerinde çeliştiklerini gösterir: " Bilindiği gibi Bay­
le, Dictionnaire'inde muazzam bir bilgiyle ve hayranlık uyandırıcı bir
kavrayış gücüyle, insanın özgürlüğüne ve Tanrı'nın iyiliğine duyulan
inancı sarsabilecek bütün kuşkuları bir araya getirmiştir. Bunu, özellikle
Anaxagoras, Charron, Maniheistler, Mellissus, Pavlosçular, Perikles ve
Ksenefon maddelerinde yapmıştır. " (Ersche I Gruber, Kısım 3, Bölüm 4,
s. 271 ) Bayle için ayrıca bkz. Cassirer: Das Erkenntnisproblem; Cilt 1 ,
s . 585 - 60 1 ; Aukliirungsbuch s . 2 1 5 vd., s . 269 vd.
1 6 87'den beri Leibniz'le mektuplaşan Bayle, Dictionnaire'inin 1. 'ba­
sımında 'Rorarius' maddesinde, Leibniz'in (Systeme no uveau 'sunda
dile getirdiği) önceden tesis edilmiş ahenk teorisine keskin bir eleştiri
yöneltti. Lebiniz, buna 1 69 8 Temmuz'unda 'Histoire des ouvrage des
savants' dergisinde 'Eclaircissement des difficultes que M.Bayle trovees
dans le systeme nouveau de l'union de l'ame et du corps' ( 'Bay Bayle'ın
Ruhun ve Cismin Birliğine Dair Yeni Sistem'de Bulduğu Zorlukların
Açıklanması; Almancası: Leibniz, Philos. Schriften, haz. Gerhard, Cilt
1, s. 252 - 271 ) makalesiyle yanıt verdi. Bayle, tartışmayı Dictionnai­
re'in 2. cildinde sürdürdü. Leibniz 1 702 Ağustos'unda Leyden'li felsefe,
fizik ve matematik profesörü Burcher de Volder ( 1 643 - 1 709) aracı­
lığıyla Bayle'a bir metin gönderdi (bu metin 1 7 1 2 yılında yayımlandı) :
Reponse aux reflexions . . . d e M . Bayle sur le systeme d e l' Harmonie
preetablie.
Leibniz, kendi an latımlarına göre, Tanrı savun usu problemı yle ı bkz. b u ­
rada, yayına hazırlayanın notu 8 8 ) bilimsel çalı�malarının en ba � ı ndan
itibaren ilgilenmiştir. 1 674 yılında bu kon uda bir de 'Confessio p h ı l r,.
sophi' kaleme almıştır. Bayle'un Dictionnaire'in 2. basımında ozı:llılc­
le 'Maniheistler' maddesinde, Katolik Kilisesi'nin Augustinus'tan beri
savaştığı Maniheistlerin iyi ve kötü düalizmini önyargısızca tartışması
üzerine, Leibniz Tanrı savunusu konusunu ve Bayle'ın Dictionnaire'inde
yer alan diğer sorunları, daha sonra Hannover elektör prensesi olan,
Düşes Sophie von der Pfalz ( 1 630 - 1 7 1 4 ) ve kızı, kültürlü elelctör pren­
ses (daha sonra Prusya Kraliçesi) Sophie Charlotte ( 1 66 8 - 1 705 ı ile
birlikte, yoğun bir biçimde irdelemiştir. Leibniz, Tanrı savunusu proble­
mi hakkındaki metinlerini yayımlamasını kendisinden sık sık rica eden
Sophie Charlotte'un 36 yaşındaki beklenmedik ölümünden sonra, ko­
nuyla ilgili metinleri ve malzemeyi 1 7 1 0 yılında yayımlanan Theodicee
kitab ı nda toplamıştır ( bkz. burada, yayına hazırlayanın noru 88, ayrıca
bkz. Leibn iz'in 'Theodicee'sinin önsözü ve P. Bayle: Historissches und
Critisches Wörterbuch, Bölüm 3, 1 743, 'Manihesitler' maddesi, s. 304 3 1 1 , 'Leibniz'in yanıtlarıyla birlikte').
8 7 Bu ünlü, 'İyimserlik ya da kader hakkındaki mektup' şurada da yer alı­
yor: Correspondance complete de jean facques Rousseau, Cilt 4, No:
424, s. 37 - 4 1 , alıntılar s. 38 ve 50'den; ROC, Cilt 4, s. 1 059 - 1078;
Almancası: Rousseau: Schriften haz. Ritter, Cilt 1, s. 3 1 5 - 332; Rous­
seau: Kulturideale, 1 908, s. 292 -3 10. ROC, Cilt 4, s. 1060: "Cet opri­
misme, que vous trouvez si emel, me console pourtant dans les memes
douleurs que vous me peignez comme insupporrables. Le poeme de Pope
adoucit mes maux et me porte a la patience, le vôtre aigrit mes peines,
m'excite au murmure, et m'ôtant rout, hors une esperance ebranlee, il
me reduit au desespoir. Dans cette etrange opposirion qui regne enrre ce
que vous prouvez et ce que j'eprouve, calmez la perplexite qui m'agite, et
dites-moi, qui s'abuse, du sentiment, ou de la raison. " S. 1075: "Toutes
les subtitilites de la Metaphysique ne me feronr pas douter un moment de
l'iınmortalite de l'ame, et d'une Providence bienfaisante. Je la sens, je la
crois, je la veux, je l'espere, je la defendrai jusqu'a mon dernier soupir. "
8 8 'Tanrı savunusu', Epiküros'tan (MÖ 342/1 - 271 - O; Epicurea, Frg.
3 74, haz. Usener, 1 887, s. 253) bu yana, Tanrı'nın kadiri mutlak olu­
şuna ve iyiliğine rağmen dünyadaki kötülüğe izin vermiş ve izin veriyor
olduğu suçlamasına karşı haklı çıkarılışının felsefi olarak ele alınmasını
ifade eder, daha genel olarak metafizik Tanrı bilgisi anlamına da gelir.
Leibniz 'Tanrı savunusu' sözcüğünü 1 7 1 0 yılında yayunlanan Essais de
theodicee sur la bonte de Dieu, la liberte de l'homme et l'origine du mal
(Tanrının Savunusu, Tanrı'nın İyiliği, İnsanların Özgürlüğü ve Kötülüğün
Kökenine Dair Denemeler) kitabında Yeni Ahit'e dayanarak (Romalılara
Mektup 3, 5) kullanmıştır. Bu kitapta tanrı savunusu sorunu klasik ve
en ünlü ifadesini ve etkileri açısından en önemli 'çözümünü' bulmuşrur.
1 26
AOUSSEAlJ. KAN T . GOE T H E
(Ayrıca bkz. Cassirer ve diğnlcri, Leilmiz ' Systl'm in st•inl'n wisst'nscha(t­
licht•n G rımdlagl'fl, 1 902, s. 4 73 - 48 2; Die l'latonischl' Rl'flaissance und
dit• Schule ımn Canıbridge, 1 932, s. 58 vd . ) l .cibniz'in bilimsel bir yapıt
89
90
91
92
93
değil l:ıir 'tissu' (doku, bünye) olarak tanımladığı eser ( hunun için bakz.
Leil:ıniz'in Hugony'ye yazdığı 30. 1 1 . 1 7 1 0 tarihli mektup, Leil:ıniz: Die
philos. Sdıriften, haz. Gerhardt, Cilt 3, s. 680 vd. ) döneminin aydın­
larının temel kitaplarından l:ıiri haline geldi. 1 8 . yüzyılın deist popüler
filozoflarının 'Tanrı savunulan' Kant tarafından akamete uğratıldı. He­
gel, Leil:ıniz'in Theodicıie'sinin "artık keyif verici olmaktan" çıktığını, bu
kitabın sonucunun" Tanrı'nın bu dünyayı mümkün dünyalar arasında
en iyisi -en mükemmeli- olarak seçtiği gibi aksak l:ıir düşünce üzerine
dayandırılmış bir iyimserlik" olduğunu söyler (Hegel: Werke, Cilt 20, s.
236 vd.; ayrıca bkz. Cassirer: Der Mythus des Staates, S. 3 3 0 vd. ) .
Ayrıca bkz. burada, yayına hazırlayanın notu 8 1 , 82 v e 8 4 , yanı sıra,
Cassirer Aukliirungsbuch, s. 1 8 2 - 2 1 4.
Kant'ta " korkunç" ve " ateş püskürten dağlar, insanları araştırmaya
sevk ederler ve Tanrı tarafından doğaya yerleştirilmiş sürekli yasaların
tam bir sonucundan daha azı değildirler [ . . )" deniliyor.
Age., Kant'ta bir önceki paragrafta şöyle deniliyor: " Bence bundan böy­
le, muarızların en azından karşısına daha fazlasını çıkaramayacakları
bir kesinlikle görülecektir ki: Tüm mümkün ve sonlular arasında, azami
mükemmelliğe sahip bir dünya en yüksek sonlu iyidir ve sadece o, tüm
varlıklar içinde en yüce Varlık tarafından tercih edilmeye layıktır. Böyle­
ce sonsuzla terkibi içinde azami büyük toplam elde edilmiş olur " .
Kant Prologemena'da, Hume'un karşıtlarının "hiçbir kavrayışa dayan­
madan inatlarını yerine getirmek için, daha rahat bir yol " bulduklarını
"yani sağduyuya başvurduklarını" yazıyor [ . . . ) " Kavrayış ve bilim bit­
mek üzere iken, ancak ve ancak o zaman sağduyuya başvurmak, son
zamanların ince buluşlarından biridir, [ . . . ) Ama en küçük bir kavrayış
kırıntısı bulunduğu sürece, bu ilkyardım malzemesine başvurmaktan
kaçınmak iyi olur. Ve gün ışığında bakıldığında bu başvuru, kitlenin
yargısına başvurmaktan başka bir şey değildir; " [Türkçe alıntı: Imma­
nuel Kant, Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe
Prologomena, çev: İoanna Kuçuradi-Yusuf Örnek, TFK, Ankara 1 9952,
s. 7. (ç.n.)]
Kritik der reinen Vernunfr [Saf Aklın Eleştirisi], 1. baskı 1 7 8 1 , 2. baskı
1787, CA Cilt 3 , AA Cilt 3 ve 4; Kritik der praktischen Vernunfr [Pratik
Aklın Eleştirisi] ! . baskı 1 7 8 8 , CA Cilt 5, AA, Cilt 5; Kritik der Urteil­
skrafr [Yargıgücünün Eleştirisi], 1 . Baskı 1 790, 2. baskı 1 793, 3. baskı
1 799, CA, Cilt 5, AA, Cilt 5 .
Kant, adı geçen yazıda şöyle söylüyor: "Şimdiye kadarki bütün Tanrı
savunularının vaad ettiği şeyi, yani dünya yönetiminin ahlaki bileliğini,
bu dünyadaki deneyimin gösterdiği gibi ondan duyulan kuşkuya karşı
haklı çıkarmayı [ . . . ] deneyim yoluyla daima bilebildiğimiz kadarıyla,
.
hir dünyanın en yüce hilgelikle ilişki\ini kavramakta aklımızın duptpuz
yetersiz olduğunu kesinlikle göstermeyi başaramadığı içın; ı jduyular
dünyasında söz konusu bilgeliğin ahlaki bilgelikle örtü�me\inin birlığı
hakkında bir kavrayışımız yoktur ve buna ulaşahileceğımizı de asla ümıt
edemeyiz. [ . . . j hiçbir ölümlünün ulaşamayacağı bir kavrayı�tır bu . "
Voltaire için özellikle Candide adlı kitabına bakınız. Schopenhauer için
yaşamın tamamı bir acı çekmedir, sürekli bir çabalamadır, bir tragedya­
dır; bir çile öyküsü ve sürekli devam ettirilen bir aldatmacadır. Mutluluk
ise olumlu değil olumsuz türdendir, insan yaşamı "bütün eğilimi gereği
henüz sürekli bir mutluluğa yetkin değildir, özünde çok çeşitli bir acı çek­
medir ve tamamen mutsuz bir durumdur" ( bkz Die Welt als Wille und
Vorstellung Cilt 1, §§ 56 - 59; Cilt 2, Bölüm 46; Parerga und Paralipo­
mena, Bölüm 1 1 - 12). "Yaşamın, arzu edilesi ya da şükran duyulası bir
varlık o l du ğu n u böy le gü venle telaffuz etmeden önce, bir kez yalnızca bir
insanın yaşamı boyunca tadabileceği olası zevklerin topl amını yaşamın­
da ka rşı l aşa bi l eceği olası acıların toplamıyla sakin sakin karşılaşnrmalı.
Sanırım, bilançoyu çıkarmak zor olmayacaknr. " (Die Welt und Wille als
Vorstel/ung, Cilt 2, Bölüm 46) "Dünyada hazzın acıya ağır basnğı ya
da en azından birbirlerini dengeledikleri iddiasını kestirmeden sınamak
isteyen kişi, başka bir hayvanı yiyen hayvanın duygularını, diğerleriyle
k arşı l a ş t ır sı n. (Parerga und Paralipomena, Cilt 2, § 149) Ayrıca bkz.
burada, yayına hazırlayanın notu 8 1 , 82 ve 88.
Ay rıc a bkz. P. L. Moreau de Maupertuis, Essai de Philosophie morale,
Bölüm 2: "Sıradan Yaşamda Kötülüklerin Toplamının İyiliklerin Top­
lamını Aşması Üzerine' (Maupertuis: CEuvres, Cilt 1, 1768, s. 201 vd.)
Rousseau 2. Discours'un 9. notunda bu kitaba atıfta bulunuyor (ROC,
Cilt 3, s. 202; Rousseau: Schriften, haz. Ritter, Cilt 1, s. 274).
Kant için, bkz aşağıda; ayrıca Cassirer Die Philosophie der Aufkliirung,
s. 200 vd. ; Schopenhauer için bkz. Cassirer: Das Erkenntnisproblem,
Cilt 3, s. 442 vd.
"Vous pensez, avec Erasme, que peu de gens voudroient renaitre aux
memes conditions qu'ils ont vecu.": "Siz de Erasmus gibi, pek az insanın
yaşadığı koşullarda bir kere daha dünyaya gelmek isteyeceğini düşünü­
yorsunuz."
Ayrıca bkz. 'Versuch, den Begriff der negativen GröBen in die Weltweis­
heit einzuführen' CA, Cilt 2, s. 2 1 9 vd., AA, Cilt 2, s. 1 8 1 vd. ve 'Mut­
maBlicher Anfang der Menschengeschihte", CA, Cilt ,4, s. 341, AA, Cilt
8, s. 1 22 vd.
Anthropologie in pragmatischer Hinsicht, Bölüm 1, Kitap 2: "Peki ya­
şam sırasındaki hoşnutlukta durum nedir? - İnsan bu hoşnutluğa ulaşa­
maz: Ne ahlaki [ . . . ] n e de pragmatik bakımdan [ ] . " Hoşnutluk asla
"saf ve tam değildir. - Yaşamda (mutlak) hoşnut olmak, eylemsiz huzur
ve dişli çarkların durması ya da duyumların ve onlarla bağıntılı etkinli­
ğin körelmesi demek olurdu. "
. . .
94
"
95
96
97
...
1 28
AOUSSEAU, KAN T . GOE T HE
K a nt ta ( Pratik A k /111 Eleştirisi'nde ) : " o n u n k e n d i n e ii1.gü y a s a s ı , k e n d i ­
ne iizgü m a h k e mesi " d en i li y o r.
99 "Je la sens, j e l a crois, j e la veux, je l'espere, je l a dcfe n d r a i j u s q u ' a u mon
dernier soupir" ROC, Cilt 4, s. 1 075.
1 00 Faust /1, 5 . Perde: WA, bölüm 1 , Cilt 1 5/ l , s . 3 1 5 vd., dize 1 1 5 7 5 vd.
ıoı Kant'ın 'Die Religion innerha lh der Grenzen der hloBen Vernunft' ! Ya­
lın Aklın Sınırları İ çinde Din] yazısı 1 793 yıl ında yayımlandı (2. bas­
kısı 1 794; CA, Cilt 6, s. 1 3 9 - 3 5 3 ; AA, Cilt 6, s . 1 -202 ). Cassirer'in,
Kant'ın hu başlığını kitabında bir bölüm başlığı olarak kullanmasında
belki de Beauvalon'un etkisi olmuştur.
1 0 2 Beauvalon'un makalesinde, s. 325'teki dipnot l 'de şöyle den il iyor: " Cet
article est en grande partie tire de l'introduction iı une edition de l a 'Pro­
fession de foi du Vic a i re savoyard', qui paraitra sous peu iı la l i brairie
Hachette. " Burada, J. J. Rousseau'nun La profession de foi du vicaire
savoyard, 1 937, k i tab ı sözkonusudur.
1 0 3 "Jean Jac ques , reflet direct de Dieu, voiliı la religion de Roussea u " .
98
'
1 04 Profession de foi du Vicaire savoyard. E mile, Kitap
iV içinde, ROC,
Cilt 4, s. 565 - 635. Almancası Glaubensbekenntnis de savoyardischen
Vikars. " , Rousseau, Emil, içinde, haz. Schmidts, s. 275 - 3 3 5 .
1 0 5 Cassirer: Das Problem jean-jacques Rousseau, s. 1 7: " Birinci 'Discours'
aslında Rousseu'nun yazılarının bütünü içinde, eşsiz bir retorik ustalığın
ürünüdür; ancak birçok bakımdan da salt görkemli bir retorik örneği
olarak kalmıştır. Bu retorik üzerimizdeki gücünü yitirdi; çağdaşlarının
üzerinde yarattığı o alıp götürücü etkiyi artık bizim üzerimizde yaratmı­
yor. Yine de Rousseau'nun hassasiyetinin gerçekliği 'Discours'unun her
cümlesinde bize de kendini hissettiriyor.
1 06 'Kral yolu': Kant'ın bilimin ve insanı aklın doğru ve güvenli ilerleyişini
anlatmak için kullanmayı çok sevdiği bir imge, bkz. CA, örneğin Cilt
1, s. 8; Cilt 2, s. 1 72; Cilt 3, s. 16 vd., 492, 5 1 2, 571 (AA, Cilt 1, s. 1 0;
Cilt2, s. 1 63; Cilt 3, s. 10, 476, 495, 552). Ayrıca bkz. burada, Yayına
hazırlayanın notu 147.
1 07 " Que d'hommes entre Dieu et moi ! " Bu alı ntı Profession de foi'dan ya­
pılmıştır: ROC, Cilt 4, s. 6 1 0; Emil, haz. Schmidts, s. 3 1 5 .
1 0 8 ROC, Cilt 4 , s . 608: "On me dit qu'il faloit une revelation pour app­
rendre aux hommes la maniere dont Dieu voulait etre servi; on assigne
en preuve la diversite des cultes bizzares qu'ils ont institues, et l'on ne
voit pas que cette diversite meme vient de la fantaisie des rıivıilations.
Des que les peuples se sont avises de faire parler Dieu, chacun l'a fait
parler iı sa mode, et lui a fait dire ce qu'il a voulu. Si l'on n'eut ecoute
que ce que Dieu dit au cceur de l'homme, il n'y auroit jamais eu qu'une
religion sur la terre. " " İ nsanlara Tanrı'nın kendisine nasıl ibadet edilme­
sini istediğini öğretmek için bir vahiy gerektiği söyleniyo r. Kanıt olarak
da, insanların ortaya koydukları tuhaf ibadet usullerinin çeşitliliği be­
lirtiliyor, ama bu çeşitliliğin de vahiylerin fantezisinden ileri geldiği gö-
rülmüyor. Ulu�lar Tanrı'yı konuşturmayı dü�ündüklerınde, her hırı <mu
kendine göre konuşturdu ve ona istediğini söyletti. Yalnız.c.a Tanrı'nın
insanların yüreğine söyledikleri dinlenmiş olsaydı, o zaman dünyada b i r
dinden başka din olmazdı. ( Emile ya da eğitim üzerine, s. 4 1 5 ı .
1 09 Daktilo edilmiş metinde, daha sonra çizilmiş olan şu cümle yer alıyor:
" B u bir duygulanımlar dini değildir; bu daha ziyade, onların karşısına
çıkan, aralarında ayrım yapan, seçen ve yönlendiren bir istemin dinidiL"
Elyazması bu cümleyi içeriyor ve daha sonra şöyle devam ediyor: "Hiç­
birisi tek başına 'madde' ile tin' arasındaki sınırı çizmez."
ı ıo Emile ya da eğitim üzerine , s. 390. Metinde Fransızca: "Nul erre materiel
n'est actif par lui-meme, et moi je le suis . . . Ma volonte est independante
de mes sens; je consens ou je resiste, je succombe ou je suis vainqueur . . .
j'ai toujours l a puissance de vouloir non l a force d'executer. Quand je
me livre aux tentations, j'agis selon l'impulsion des objects extemes.
Quand je me reproche cette faiblesse, je n'ecoute que ma volonte; le
sentiment de ma liberte ne s'afface en moi que quand je me deprave, et
que j'empeche enfin la voix de !':ime de s'elever contre la loi du corps."
ı ı ı Emile ya da eğitim üzerine, s. 406 ve 407. "Conscience! Conscience!
instinct divin; immortelle et celeste voix; guide assure d'un ette ignorant
et borne, mais intelligent et libre; j uge infaillible du bient et du mal,
qui rend l'homme semblable a Dieu, c'est toi qui fais l'excellent de sa
nature et la moralite de ses actions; sans toi je ne sens rien en moi qui
m'eleve au-dessus des beres, que le triste privilege de m'egarer d'erreurs
en erreurs a l'aide d'un entendement sans reglement et d'une raison sans
principe. " Yazgının benzer bir tırnak içine alınışı Rousseau, Jean Jacqu­
es'ı Yargılıyor'un 2. konuşmasında yer alıyor (ROC, Cilt 1, s. 813; Sch­
riften, haz. Ritter, Cilt 2, s. 430)
1 1 2 Pratik Aklın Eleştirisi, 1. Kısım, 1. Kitap, Üçüncü Bölüm (CA, Cilt 5,
s. 95; AA, Cilt 5, s. 86 ) : "Ey ödev! Sen, hoşa giden, duygulan okşayan
hiçbir şey taşımayan, yalnızca boyun eğilmeyi isteyen, [ . . . ] . " [Türkçe
çeviri, age, s. 95, alıntıda küçük bir düzelnne yapılmıştır (ç.n.)]
1 1 3 Örneğin K. Vorlander 1 9 1 9'da şöyle ifade ediyor: "Belki Rousseau'nun
vicdana yönelik tevcih-i kelamı, belki de Kant'ın ödeve yönelik yazdığı
daha ünlü tevcih-i kelama örnek oluşturmuştur" (Kant und Rousseau,
s. 5 1 7)
ı ı 4 Ayrıca bkz. burada, s. 4 7 ve Cassirrer: Das Problem fean-Jacques Rous­
seau, s. 68 vd.: "Böylece Rousseau için özgürlük fikri din fikriyle ayrıl­
maz bir biçimde bağlıdır; ancak bu fikir din üzerinde temellenmez, daha
ziyade onun kendine özgü temelini oluşturur. [Bkz. burada s. 41, 42.]
Bundan böyle dinin ağırlık noktası yalnızca ve tek başına etiko-teolojide
yer alır. [ . . . }Bütün sahici ve başlangıçsa! dinsel bilgi vicdandan doğar ve
onda varolur. "
1 1 5 Kant Yargı Gücünün Eleştirisi'nde §§ 85-86'da fizi.ko-teolojiyi, ahlaki
ya da etiko-teolojiden ayırır: "Fizikoteoloji aklın, doğanın (yalnızca am'
1 30
AOUSSEAU, KAN T ,
GOE l H[
pirik olarak b i l inebilen ) a nıaçlarınJan o n u n en üst neJerı i n i ve üze l l i k ­
lcrini çıka rnı<ı çahası J ı r. Bir a h l a k teoloj isi ( ctik o-tco l oj i ) i s e Joğa J a k i
a k ı l l ı v a r l ı k l a r ı n ( a prior i b i l i ne b i le n ) a h l a k s a l a m a ç l a r ı rı J a n , Joğa J a k i
sözkonusu n ede n i ve öze l liği ç ı k a rm a ç a b a s ı d ı r. ( CA, C i l t 5 , s . 5 1 6 v J . ;
AA, Cilt 5 , s. 4 3 6 ) Fiziko-teo l o j i için ayrıca b k z . D e r einzig miigliche
Beweisgrund, K ı s ı m 2, İ ncel em e 5 .
ı 1 6 " scep tici sm involonra i re " : Profession d e foi d u vicaire savoyard, haz.
Masson, s. 415. ROC, Cilt 4, s. 627).
ı ı 7 Emile ya da eğitim üzerine, s. 4 3 7 . Metinde Fransızca: "Je ne c h erc he iı
savoir que ce qui importe a ma conduite; quant aux dogmes qui n'influ­
"
enr ni sur les actions ni sur la morale et dont tant de gens se tourmentent
je ne m'en mets nullement en peine . "
ı ı 8 Kritik der reinen Vernunft, [ S a f Aklın Eleştirisi], İkinci baskıya önsöz;
CA, Cilt 3, s. 25; AA, Cilt 3, s. 1 9 .
ı 1 9 Emile y a da eğitim üzerine, s . 442 v e 443 . Metinde Fransızca: " Mon fils,
tenez votre ame en etat de desirer toujours qu'il y ait un Dieu et vous
n'en douterez jamais. Au surplus, quelque parti vous pussiez prendre,
songez que les vrais devoirs de la religion sonr independans des insti­
tutions des hommes; qu'un creur juste est le vrai temple de la Divinite,
( . . . ] qu'il n'y a point de religion qui dispense des devoirs de la morale
qu'il n'y a de vraiment essenciels que ceux-la, que le culte interieur est le
premier de ces devoirs, et que sans la foi nulle veritable vertu n'existe . "
1 20 Bunun için bkz. CA, Cilt 5, s- 1 5 5 , Cilt 4, s. 3 5 9 - 363, Cilt 3 , s. 5 5 5 vd.;
AA, Cilt 5, s. 144, Cilt 8, s. 1 40- 1 44, Cilt 3, s. 536 vd., ve Cassirer'in
Kant kitabı, s. 280.
1 2 1 Bu dipnot Cassirer'in elyazısıyla eklenmiştir. Cassirer, alıntı yaparken
"dili sevmiyorum" ile "Dogmaların" arasında yer alan bir pasajı atladı­
ğını belirtmiyor. "Je n'aime pas, non plus, ce langage mistique et figure
qui nourrit le creur des chimeres de l'imagination, et substitue au veri­
table amour de Dieu des sentimens imites de l'amour terrestre, [ . . . ] (s.
270). "Je laisse la subtile interpretation des dogmes que je n'entend; pas.
Je m'en tiens aux verites de pratique qui m'instruisent de mes devoirs.
[ . . . ] Est-on maitre de croire ou de ne pas croire? Est-ce un erime de
n'avoir pas su bien argumenter? Non; la conscience ne nous dit point la
verite des choses, mais la regle de nos devoirs; elle ne nous dicte point
ce qu'il faut penser, mais ce qu'il faut faire; [ . . . ] la bonte, le droiture, !es
mreurs, l'honnetete, la verru; voila ce que le Ciel exige et qu'il recompen­
se; voiliı le veritable culte que Dieu veut de nous, [ . . . ) . " (S. 274)
l 2 2 Daktilo edilmiş metinde " filozoflara karşı" Cassirer'in el yazısıyla, say­
fanın kenarına eklenmiştir. Rousseau Savoia'lı Rahip Yardımcısı'nın
Düşü nceleri'nde "filozoflara karşı" konuşur ( Emile, iV. Kitap).
1 2 3 Emile ya da eğitim üzerine, s. 415. Metinde Fransızca : " Les plus grandes
idees de la divinite nous viennet par la raison seule."
1 24 "!'art de raissonner n'est pas la raison, souvent il en est !'abus."
1 2 5 K a n t ' ı n Tan r ı ' n ı n kan ıtlanmasıyla i lgi lenme\i, ele�tirı onu:\ı dememde
esas olarak ' Pri nciporum primorum cognitionis metaphysıcae nr,v a d i ­
l u c i da tio ' ( 1 75 5 ) ( CA , Cilt 1 , s. 3 8 9 - 426; Aa , C i l t 1 , s . 3 8 5 - 4 1 6 1 Der
einzig mögliche Beweisgrund ı;u einer Demonstration des D as eins Gr,ı­
tes ( 1 76 3 ) makalelerinde; ele ştirel dönemde ise Saf Aklın Eleştırısı'nde,
(78 1 11 787) Transandantal Diyalektik, K i tap 2, Kısım 3, Bölüm 3-7'de
yer alıyor. Ayrıca bkz. Cassirer'in Kant kita bı , s. 22 1 - 1 1 7 ve Erkennt­
nisproblem cilt 2 , s.
5 92
vd.
1 26 Daktilo edilmiş metinde, " Ancak bu sonuç Kant'ın ağzından değil de
Rousseau'nun ağzından çıktığında ne k a dar tuhaf bir biçimde etkili olu­
yor! " şeklindeyken Cassirer'in eliyle deği ş tirilmiştir.
1 2 7 "j'ai done referme tous les livres. Il en est un seul ouvert a tous les yewc,
c'est celui de la Nature. " : "Dolayısıyla, tüm kitapl a rı kapadım; ama tüm
gözlere açık tek bir kitap, doğanın kitabı ortada duruyor. " ( Emile ya da
eğitim üzerine, s. 434).
1 28 "Je me levois tous le matins avant le soleil. Je montois par un verger
voisin dans un tres joli chemin qui etoit au-dessus de la vigne, [ . . . ] Ll,
tout en me promenant, je faisois ma priere qui ne consistoit pas en un
vain balbutiement de levres, mais dans une sincere elevarion de creur a
l'auteur de cette aimable nature dont les beautes etoient sous mes yewc.
Je n'ai jamais aime a prier dans la chambre; il me semble que les murs et
tous ces petits ouvrages des hommes s'interposent entre Dieu et moi. J'a­
ime a le contempler dans ses reuvres tandis que mon creur s'eleve a lui."
ı 29 Son cümle Cassirer'in elyazısıyla, sayfanın alt kenarına eklenm iştir.
Kant'ın sözleri için bkz. Saf Aklın Eleştirisi' " Bütün bilgimizin deneyim­
le başladığına hiç kuşku yoktur; [ . . . ] Her ne kadar bütün bilgimiz dene­
yimle birlikte ba şlasa da, yine de bu yüzden bütün bilgimiz deneyimden
kaynaklanıyor değildir" (CA, Cilt 3, s. 34; AA, Cilt 3, s 27). "Bütün
bilgimiz duygulardan başlar [ . . . ]" (CA, Cilt 3, s. 247; AA, Cilt 3, s. 237)
Goethe, E in wirk ung der neuern Philosop h ie 'de ['Yeni Felsefenin Etkisi']
Kant'ın bu cümlelerini expressis verbis [açıkça] onaylamışnr. (WA, Kı­
sım il, Cilt 1 1 , s. 49).
ı 3 0 Cassirer, Das Problem Jean-Jacques Rousseau kitabında, s. 59'da Rous­
seau'nun doğayı betimleyişini, Diderot'nun betimleyişiyle karşılaştırır.
" Roussau'nun ilkel insanı ve ilkel topluluğu betimleyişi [Diderot'n un
doğa betimleyişinin] bu lirik taşkınlığı karşısında tamamen katı ve duy­
gusuz kalıyor. Bu betimleme de mitik özelliklerle dolup taşıyor ancak
Diderot'nun ya da Bernardin de St. Pierre'in şiir yazışlarındaki idille kar­
şılaştırıldığında adeta realist görünüyor. "
ı 3 ı ' M ora list'in İ ngilizce orijinal metni, Shaftesbury'nin 'Standard-Editi­
on'unda yer a lıyor, cilt Il/1, s. 246.
1 3 2 Daktiloya çekilmiş metinde "batan ve kaybolan" şeklindedir.
1 3 3 "Bu adam [ N ieuwentit ) nasıl olup da Yaratıcısı'nın bilgeliğini gösteren
bir doğa harikal a rı kitabı yazmak isteyebilmiş ? Kitabı, dünya kadar
1 32
AOUSSE.All. KAN T .
GOE. 1 Hl
hiiyük okı hik, konusu tiikcti kcck gibi deği ldir. " ( f.�mill' ya da ejiitim
iizerine, s. 384 ). " Comıııeıır cet homıııe a-t-il pu vouloir fa irc un livrc
des ıııerveilles de la Nature, qui ııı o ntreıır la sagesse de son Autcur? Son
livre seroit aussi gros que le monde, qu'il n'aııroit pas epuise son sujet "
( ROC; Cilt 4, s. 5 8 0 ) . Rousseau 'Doğanın gizemlerinden, başka yerlerin
yanı sıra, Ma lesherhes'e yazdığı 3 . mektupta söz eder, ( ROC, Cilt 1 , s.
1 1 4 1 ; Rousseaıı : Schriften, haz. Ritter, Cilt 1, s. 4 8 9 ) .
1 3 4 " Neden doğa kendisinin d e uymadığı yasalar yaratmıştır ? B i r şeyin, eğer
olası ise, meydana gelmesine şaşmam ve olayın güçlüğünün olasılık sa­
yısıyla dengelendiğini kabul ederim. Bununla birlikte, rasgele seçilmiş
matbaa harflerinin Aineias destanını tümüyle düzenli bir şekilde meyda­
na getirdiğini birileri gelip bana söyl e se , bu yalanı doğrulamak için bir
adım bile atmaya tenezzül etmezdim. [ . . . ] vücudun organizasyonu ve
yaşam bir atomlar olas ı lığın d a n doğmaz [ . . . ]." ( E mile ya da eğitim üzerine, s. 3 8 3 ) . F ran s ı zc ası , Profession de foi, agy., s. 1 2 7 - 1 3 1 : "pourqu­
oi la Nature s'est-elle enfin prescrit des loix auxquelles elle n'etoit pas
d'abord assujerrie ? Je ne dois point etre surpris qu'une chose arrive lor­
squ' ell e e st po ssibl e, & que la difficulte de l'evenement est compensee
pa r la quantite des jets, j'en conviens. Cependant si l'on me venoit dire
que des caracteres d'imprimerie, projettes au hazard, ont donne l'Eneide
toute arrangee, je ne daignerois pas faire un pas pour aller verifier le
mensonge. [ . . . ] que l'organisation & la vie ne resulteront point d'un jet
d'atomes [ . . . ) . "
1 3 5 Grundleğung zur Metaphysik der Sitten: CA, Cilt 4, s. 292, 298 (AA,
Cilt 4, s. 433 vd., 439). [Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev.
İoanna Kuçuradi, Ankara 1 9 82, s. 5 1 )
1 3 6 "Nul homme a u monde n e respecte plus que moi l'evangile. C'est a mon
gre le plus sublime de tous les livres; [ . . . ] Mais enfin, c'est un Livre; un
livre ignore des trois-quarts du genre humain, croirai-je qu'un Scithe et
un affriquain soient moins chers au Pere commun que vous et moi, et
qour-quoi penserai-je qu'il leur ait ôte, plus tot qu'a nous les ressources
necessaires pour le connoitre? Non, mon digne ami, ce n'est point sur
quelques feullies eparses qu'il faut aller chercher la loi de Dieu, mais
dans le cceur de l'homme, ou sa main daigne l'ecrire. ô homme, qui que
tu sois, rentre en toi-meme, apprens a consulter ta conscience et tes fa­
cultes naturelles, tu seras juste, bon, vertueux, tu t'inclineras devant ton
maitre, et tu participeras (dans son ciel) a un bonheur eternel. " Ayrıca
şurada: Correspondance complete, haz. Leigh, Cilt 5, Mektup No: 634,
s. 65 vd. Almancası aynı zamanda şurada: J. ]. Rousseaus Briefe, haz.
Kircheisen, 1 947, s. 107 vd.
1 3 7 Lettres mora/es, Dufour'un Mektuplar edisyonunda, 3. cilt, s. 345374'te ve ROC, Cilt 4, s . 1 079 - 1 1 1 8'de yer alıyor.
1 3 8 Ahlak Mektupları'nın beşincisi, Cassirer'in belimiği edisyonun 364 369. sayfalarında yer alıyor. Şöyle deniliyor: "Dolayısıyla, bütün �uh-
!arın temelinde doğu�tan gelen bir adalet i lke�i bulunur, kendımız ı�ırı
tayin ettiğimiz düsturlarımız bir yana gerek ba�kalarının eylemlerını
gerekse kendi eylemlerimizi bu ilkeye göre iyi ya da kötu olarak yargı ·
larız. Bu ilkeye ben vicdan adını veriyorum . ( . . . ] Yani, dü�üncelerimız
dışarıdan geldikleri halde, bu düşünceleri değerlendiren duygular içimiz·
dedir ve bizimle peşinde koştuğumuz ya da kaçınmamız gereken �ler
arasındaki uygunluğu ya da uygunsuzluğu yalnızca bu duygular aracı·
lığıyla tanırız. ( . . . ] ya da daha basitçe ve lafı dolaştırmadan söyleyecek
olursak: Kendimizi, içimizde bulduğumuz ilk duygularla sınırlayalım,
çünkü tefekkür -bizi yanlışa götürmediyse- bizi daima bu ilk duygulara
geri götürür. "
1 3 9 Francis Bacon'da görülen (örneğin 1 6 1 2'de yayımlanan 'Descriptio
globi intellectualis' makalesinde) bir sözcük bileşimi, burada 'globus
terrestris' ya da 'globus materialis' ile bir benzeştirme yapılarak, biline­
bilir olanın dünyası, 'novus orbis scientiarum' olarak düşünsel dünya
kastedilmektedir. Wilhelm Dilthey'da ( 1 833 - 1 9 1 1 ) "düşünsel gerçe­
ğin kozmosu " şeklinde, doğa ve tin bilimlerini içeren bir üst kavram
olarak kullanılmıştır ( Ges. Schriften, Cilt 1 , s. 2 1 , 25). Cassirer Philos.
d. symbol. Formen'in III. cildinde, s. 48'te, "düşünsel kozmos� olarak
"globus intellectualis "ten söz eder.
1 40 "Je savois que tout mon talent ne venoit que d'une certaine chaleur d'a­
me sur les matieres que j'avois a traiter, et qu'il n'y avoit que l'amour
du grand, du vrai, du beau, qui piıt animer mon genie. Et que m'auro­
ient importe les sujets de la plupart ds livres que j'aurois a extraire, et
les l ivres memes? Mon indifference pour la chose eiıt glace ma plwne
et abruti mon esprit. On s'imaginoit que je pouvois ecrire par metier,
comme tous les autres gens de lettres, au lieu que je ne sus jamais ecrire
que par passion. " "Bütün yeteneğimin yalnızca, ele alacağım konular
için duyduğum belirli bir ruhsal heyecana dayandığını ve benim yara­
tıcı ruhumu yalnızca büyük, hakiki ve güzel olana duyduğwn sevginin
canlandırabileceğini biliyordum. Ele alacağım kitapların çoğunun konu­
larının ve hatta kitapların kendilerinin benim için ne önemi olabilirdi?
Konuya karşı ilgisizliğim kalemimi köreltip ruhumu soğutabilirdi. Tıpkı
diğer kültür insanları gibi meslek icabı yazabileceğimi sanıyorlardı, oysa
ben hep sadece ve sadece tutkuyla yazabilmiştim. " (Bekenntnisse, haz.
Hardt/Krauss, s. 709 vd. ).
1 4 1 Roussseau'nun (özellikle kırsal alanda) her öğleden sonra -hastalık gibi
dışsal nedenlerle engellenmediği sürece- (genellikle uzun ve yalnız başı­
na) bir yürüyüşe çıkmak alışkanlığı vardı (doğumundan önce ebevyni de
aynı şeyi yapıyorlardı): Geriye dönmeyi düşünmeden hep ileriye doğru,
sakin ve keyifle, ama canı sıkılmadan. Bu gezintilerde yalnızca hayal­
leriyle ve düşleriyle başbaşa değildi; düşünebiliyor ve düşünsel açıdan
yaratıcı olabiliyordu. Yazmayı ve düşünmeyi ancak göğün altında yapa­
biliyor, "daima yalnızca açık havada, ağaçların altında çalışan hayalgü-
1 34
ROUSSEAU. KAN T .
G()[ nn
cüm, h i r oda n ı n i1;iııdc, h i r ta v a n ı n k i rişleri a l tında h a psolduğuın a rı d a n
iri ba rm b i t k i n d ü ş ü y or ve r ü k c n i y or. " Gezintiye ç ı k m a zev k i n i a n c a k
ge nç l i k y ı l larında ratınirı edebi l m i ştir. Trdumereien eincs einsamen Spa­
ziergdngers " i rı ! Ya l n ı z Gezc rirı H a y a l leri ! y a n ı s ı ra b k z . örneğin fmile
, Rousseau R ichtet über )ean- Jacques , Bekenntnisse, Malesherbes 'e . l .
Mek tup ( ROC, C i l t 4, s . 6 8 0; C i l r 1 , s. 7 9 2 , 8 1 3 , 845 v d . , 849, 8 5 2 ,
859; 3 8 , 4 1 , 5 8 v d . , 99 v d . , 1 1 4, 2 1 5 , 40 1 -405, 4 1 0, 4 2 8 , 4 4 6 , 5 2 2 ,
5 7 9 ; 1 1 3 9 v d . ; Emil, haz. Schmidts, s. 375; Schriften, haz. Ritter, Cilt
2,s. 404, 429, 466, 468, 47 1 , 474, 4 8 3 ; Bekenntnisse, haz. Hardt/Kra­
uss, s. 38, 8 1 , 85, 1 07, 1 6 1 vd., 1 80, 3 1 3 , 5 6 3 , 565 vd., 573, 5 9 8 , 62 3 ,
72 1 , 7 9 7 ; Schriften, haz. Ritter, Cilt 1 , s. 4 8 7 vd. ) .
1 4 2 Kant'ın dışsal "düzenli v e tekdüze yaşam tarzı " (Wasianski: /mmanu­
e/Kant, s. 261 ), özellikle daha geç dönemlerde, "çok büyük bir düzen­
lilik" (Jachmann: Immanuel Kant, s. 203 vd. ), "tekdüzelik" ve " katı
düzen" (Wasianski: Immanuel Kant, s. 2 3 0 ) " ve olağanüstü dakiklik"
içindeydi (Borowski: lmmanuel Kant, s. 59, 8 5 ) , en küçük ayrıntısına
kadar planlanmış ve düzenlenmişti (Wasianski: Immanuel Kant, s. 2 6 1 ) .
Jachman (lmmanuel Kant, s. 1 5 5 ) Kant'ın İ ngiliz tüccar Joseph Green'le
( 1 727 - 1 78 6 ) yıllarca süren sohbetlerinin son derece dakik bir şekilde,
saat tam yedide sona erdiğini belirterek "öyle ki sokaktaki insanların sık
sık: Henüz saat yedi olamaz çünkü Profesör Kant henüz geçmedi" de­
diklerini duyduğunu söylüyor; elbette bu durumu Kant'tan ziyade Gre­
en'in dakiklik hastalığına dayandırmak gerekir (ayrıca bkz. Jachmann:
Immanuel Kant, s. 1 54).
Yerel politikacı ve (yaşamı boyunca gizli bir yazar olarak kalan) Theo­
dor Gottlieb von Hippel'in 1 765 tarihli 'Tek Perdelik Komedi'si de Saate
Göre Yaşayan Adam ya da Düzenli Adam adını taşıyor (NDB, Cilt 9, s.
202, yanlışlıkla 1 760 yazıyor); von Hippel, Lebensliiufe in aufsteigender
Linie nebst Beilagen A, B, C [Yükselen Çizgi Halinde Yaşamöyküleri,
A, B, C ekleriyle bilikte] romanında (4 cilt, 1 778 - 8 1 ) Kant'ın y�lnızca
konferanslarında dile getirdiği düşüncelerini işlemişti. Bu kitabı Kant'ın
yazdığının sanılması üzerine, Kant 1 796 yılında 'Hippel'in yazarlığı
hakkında bir açıklama' yazmak zorunda kalmıştı (AA, Cilt 12, s. 3 8 6
vd.; ayrıca bkz. A . Warda, 'Altpreussischen Monatsschrift' 4 1 , içinde,
1 904). Hippel'in Mann nach der Uhr'unun ilham kaynağı (komedide
Herr Orbil adlı karakter) elbette Green'di; Magister Blasius karakterinin
ise Kant'ı temsil ettiği tahmin ediliyor (bkz. Hippel, Der Mann nach der
Uhr, haz. v. Jenisch, içinde, editörün önsözü, 1 928, s. 1 8 -23 ) . Kant'ın
"güvenilir dostum" olarak sözünü ettiği Hippel ve -Kant'ın "en iyi dos­
tum" olarak tanımladığı Green (AA, Cilt 1 1 , s. 232)- Kant'ın en yakın
dostları ve birlikte yemek yediği insanlar arasındaydılar.
1 4 3 "Le moment oiı renoncant a tout projet de fortune pour vivre au jour
la journee il se defit de sa montre fut un des plus doux de sa vie. Grace
au Ciel, s'ecria-t-il dans un trasporte de joye, je n'aurai plus besioı� de
ı ·�
savoir l'heure qu'il est! " . " Günü ya�amak ıçin her türlü mutluluk pr<>­
jesinden vazgeçtiği ve saatini fırlatıp attığı o an, ya�amının en tatlı an­
larından biriydi ( . . ] . " (Schriften, haz. Ritter, Cilt 2, \ . 4 67 1 C.. m ırer'ın
vurgulaması elbette "dış bağlara" yöneliktir. Rousseau'nun ya�mının
da zaman zaman tekdüze ve belirli bir kalıba göre aktığını, bizzat kendi­
si, örneğin 'Rousseau richtet über Jean-Jacques'ta bildiriyor IROC, Cilt
1 , s. 846 vd.; Schriften, haz. riıter, Cilt 2, s. 468 ).
1 44 Metaphysik der Sitten, Rechtslehre, 2. Kısım, 1 . Bölüm: "çünkü adalet
batarsa, insanın dünyada yaşamasının bir anlamı da kalmaz" (CA, Cilt
7, s. 1 39; AA, Cilt 6, s. 332).
1 4 5 Açıklık ve seçiklik felsefi idealini ilk kez Rene Descartes ( 1 596 - 1 650)
ifade etmiştir. Daha sonra bu ideal Gottfried Wilhelm Leibniz ve Wol­
ff'çu Alman Okul Felsefesi tarafından benimsenmiştir. Kant da kavram­
ların ve anlatımın açık ve seçik olmasını istiyordu (örneğin bkz. CA, Cilt
3, s. 9 vd, ya da AA, Cilt 3, s. 1 0 vd.; Düş ü nseme 556 1 : AA, Cilt 1 8, S.
234; CA, Cilt 6, s. 34 vd. ya da AA, Cilt 8, s. 2 1 6 vd.; M. Herz'e 20.8
1 777 tarihli m ek tup ; CA, Cilt 9, s. 1 6 1 ya da AA, Ciltl O, s. 213 vd.);
bunu kesinlik ve güvenlilik anlamında da istiyordu ( bkz. örneğin: 'Ver­
suhc, den Begriff der negativen Grössen in die Weltweish ei t einzuführen;
1 763; Untersuchung über die Deutlichkeit der Grundsiitze der natür­
lichen Theologie und der Moral, 1 764). Ama Kant kartezyen 'daire et
d i st incte i bir felsefi teori anlamında istemiyordu, ( örneğin bkz. Kritik
der reinen Vemunft: CA, Cilt 3, s. 7 1 vd., AA, Cilt 3, s. 65 vd. )
1 4 6 Burada 'dakiklik' genel olarak titizlik anlamındadır ve (henüz) zamanla
i l i ş kil i değil di r. Prolegomena'da (CA, Cilt 4, s. 9; Aa, Cilt 4, s. 26 1 ) Kan t
"insanlık için vazgeçilmez olan bir bilgi [ . . . J ancak bilgince dakikliğin
en sıkı kurallarıyla oluşturulabilir" [Türkçe alıntı: lmmanuel Kant, Ge·
.
'
lecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena,
çev.: İoanna Kuçuradi, Yusuf Örnek, TFK Ankara, 1 9952, s.9 (ç.n.J] deı;
Kritik der praktischen Vemunft'ta (CA, Cilt 5, s. 1 0 1 ; AA, Cilt 5, s.
92) mutluluk öğretisinin ahlak öğretisinden ayırdedilmesi "saf pratik
aklın Analitiğinin üzerine düşen ilk ve en önemli uğraşıdır; bu uğraşı
sırasında da geometrici kadar dakik, hatta deyim yerindeyse, kı1ı kırk
yarar bir biçimde davranmak zorundadır" deniliyor [Türkçe alıntı: Im­
manuel Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, TFK, Ankara 20094, s. 101 (ç.n.)].
Kant, Herder'in Ideen ıur Philosophie der Geschichte der Menschheit
[İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşünceler] kitabının 1 . bölümünü de­
ğerlendirirken, insanlık tarihi felsefesi deyince genellikle 'kavramların
belirlenmesindeki mantıksal dakikliğin' anlaşıldığını belirtiyor vs. (CA,
Cilt 4, s. 1 79; AA, Cilt 8, s. 45).
147 Kant Kritik der reinen Vemunft'un 2. baskısına önsözünde, bir bilimin
"sadece el yordamıyla ilerlemek"ten 'güvenli yol'a ya da 'kral yolu'na ge­
çişini "düşünme tarzında devrim" olarak tanıınhyor (CA, Cilt 3, s. 16 vd.;
AA, Cilt 3, s. 1 0 vd.). Ayrıca bkz. burada, yayına hazırlayanın notu 106.
1 36
ROUSSEAU, KANT.
GOE TH�
1 4 8 Hartenstein edisyonunda basıla n hu frı1K111,111/ı1r'da, Kant'ııı ' Bl'ınl'r­
k ungen zu Beohachtuııgen üher das c ;efü h l dl's Schöııen und Erhabcnl'll '
! 'Güzel ve Y üce Olanııı Duygusu H a k k ın d a k i ( ;özlemlere Notlar' söz
konusudur ( hkz. agy, Cilt 8 , s . X ) , hu notlar eleştirel edisyonda AA'da,
20. ci ltte b u l u nuyo r.
GOETHE VE KANT FELSEFESİ
( Sayfa 55-8 8 )
2
3
4
WA, Kısım 1 , Cilt 14, s . 67, Dize 1 237.
Allgemeine Naturgeschichte und Theorie des Himmels oder Versuch
von der Verfassung und dem mehcnischen Ursprunge des ganzen Welt­
gebiiudes, nach Newtonischen Grundsiitzen abgehandelt ( 1 75 5 ) : CA,
Cilt 1, s. 2 1 9 - 370; AA, Cilt 1, s. 2 1 5 - 3 6 8 .
Untersuchung über die Deutlichkeit der G rundsiitze der natür/ichen
Theologie und der Moral. Zur Beantwortung der Frage, welche die Kö­
nigl. Akademie der Wissenschaften zu Berfin aufdas Jahr 1 763 aufgege­
ben hat ( 1 764): CA, Cilt 2, s. 1 73 - 202; AA, Cilt 2, s. 273 - 3 0 1 .
Ayrıca bkz. Cassirer: 'Goethe und die mathematische Physik. Eine er­
kenntnistheoretische Untersuchung', Idee und Gestalt, içinde, 1 97 1 , s.
33 - 80. Bu makalenin ilk cümlesi şöyledir: " Goethe'nin yaşamında ve
teorik dünya görüşünün yapısında, matematikle ve matematik doğa bi­
limiyle ilişkisi trajik yönü oluşturur. "
Johann Gottfried Herder'in ( 1 744 - 1 803) Kant'la ilişkisi, 1 8. yüzyılın
en ünlü ve en dikkat çekici ilişkilerindendir. Genç Herder, 60'lı yılla­
rın başlarında Kant'ın coşkulu bir öğrencisiydi. Kant sonraları bu dahi
Herder'le zıtlaşmış olsa da. 1 767 yılında ikisi arasında yavaş yavaş bir
mesafenin oluştuğu saptanabilir. Bu mesafe Kant'ın Herder'in Ideen-zur
Philosophie der Geschichte der Menschheit kitabı hakkında 1 785 Ocak
ve Kasım aylarında yazdığı iki değerlendirme yazısıyla ( CA, Cilt 4, s.
1 77 - 200; AA, Cilt 8, s. 43 -66) açıkça bir karşıtlığa, hatta -Herder cep­
hesinden- ilan edilmiş bir düşmanlığa dönüştü ( Kant'ın tamamen adil
değerlendirmesinde yer alan, iyi niyetli ama aynı zamanda babacan bir
tavırla bulunduğu az sayıdaki öneri, hassas, çabuk öfkelenen Herder'i
incitir) . Bu karşıtlık daha Ideen'in ikinci bölümünde, ( 1 787) küçük ama
önemli bir kitap olan Gott. Einige Gesprii che 'de, Metakritik zur Kritik
der reinen Vernunfr'ta ( 1 799), Kalligene'de ( 1 800; Kant'ın Kritik der
Urteilskrafr'ına karşı yazılmıştır) ve çok sayıda mektupta (örneğin Ge­
org Hamann'a [ 1 770 - 1 788] yazılan mektup) katıksız bir polemiğe,
hatta kör bir nefrete vardırılır. Herder ile Kant arasındaki bu kavgada
yalnızca iki farklı karakter (Kant'taki seçkin dinginlik ve konuyla ilgili
soğukkanlı rahatlık karşısında, Herder'deki hırslı, sabırsız ve çabuk öf..
kclencn d u ygusal l ı k ) söz k o n u s u
deği l dir sadece, a y n ı zamanda b ı r b ı r ı n ­
tamamen farklı iki düşünme ve felsefe yapma türü sö z k <m usu d u r
(Kant'taki mantıksal, d uru ve net kavramlara dayanan, analitik bılgı
eleştirisi ile Herder'deki dahiyane bakan, şairane duyumlayan hayal
gücü ve tarih metafiziği; Kant'taki eleştirel düşünce ve anlama yetisi ile
Herder'deki bütünlüklü düşünme ve insancıllık ) . Ayrıca bkz. Cassirer'in
Kant kitabı, s. 243 - 246; Cassirer burada Eugen Kühnemann'ın "mü­
kemmel serimlemesi " ne (Herder, s. 383 - 4 1 1 ve 590 - 595) gö nde rme ­
de bulunur.
Cassirer, Goethe'nin elindeki Kant e d is y onla rı nı şah sen bili y ord u . 1 905
6
Mayıs a y ı nd a , karısıyla birlikte Weimar'a gitmişti ( bkz. bu kitapta, Giriş,
s. XV). Goethe'nin altını çizdiği bu ye rl erin 'niteliği' hakkında birbirine
tamamen zıt görü ş le r vardır. E. Bergmann, Goethe ' n i n k ur şun kalemle
ç i z diği yerlerin "içeriğin herhangi bir şe k i l de anlaşıldığını kanıtlamadık­
larını" öne sürüyor. " Bunlar belirli sözcüklerin altını tamamen mekanik
bir şek il de , uyuyakalmamak için çizen birinin çizgileridir" (Bergmann;
Rezension von TH. Ziegler: Goethes Weltanschauung, 1 9 1 7, s. 295).G.
Ra be l 'e göre ise " Goethe'nin çizgileri, Phil. Bibliothek edisyonundaki
espaslı dizilmiş yerlerden ço k daha anlamlıdır. Çoğu kez daha önce bana
karanlık gelen bir pa sa j , Goethe'nin vurguladığı sözcüklere vurgu yapıl­
dığında, birdenbire aydınlığa kavuşmuştur. " (Rabel: Goethe und Kant,
Cilt 1, 1 927, s. 7. )
Cassirer: Schiller und S ha ftes bury, 1 935, s. 46: "Schiller'in gözünde
7
Kant'ın felsefesini d eğerl i ve nihayetinde tamamen vazgeçilmez kılan,
Schiller'in kendi sanatsal deneyimlerinin Kant'ta onaylandığını ve ken ­
disinin bu fel sefe yi aynı zamanda zenginleştirmiş ve derinleştirmiş ol­
duğunu görmesi di r; Schiller'in bizzat ifade ettiği gibi, bu felsefe yoluyla
ampirik olana sağlam ilkeler getirildiğini ve bu ilkelerin ampirik düzlem­
de sınanmış ve ölçülmüş olduklarını görmüş olmasıdır. "
8
Örneğin K. Rosenkranz: Göthe und seine Werke, 1 847, s. 83; F. Jodl:
Goethe und Kant, 1 90 1 , s. 2 6 1 . Kant-Schiller-Goethe üçlüsünün ara­
larındaki ilişki gibi, Kant'ın Goethe üzerindeki etkisi de, özellikle Kari
Vorlander'in bu konudaki yayınlarından bu yana çok sayıda yayında
tartışılmıştır. O. Hamack, Goethe'nin "Kant'a tam olarak yakınlaşma­
sının, özellikle ye ni e d i nd iğ i dostu Schiller'in uçurumun üzerinde onun
için inşa ettiği köprü sayesinde kolaylaştığını" söylüyor (Hamack: Go­
ethe, 1 905, s. 26 vd. ) . K. Fischer 1 85 8 'de "Kant yalnızca ahlaksal,
Goethe ise yalnızca estetik düşünüyordu" diye yazmıştı. Schiller ise,
"ahlaksal bakış açısını, estetik bakış açısıyla dengelemek istediği, ze­
rafet ve onur hakkındaki makalesiyle, ikisinin arasında " yer alan bir
"hareketli orta " da duruyordu. (Schiller als Philosoph, 1 868, s. 8, 76).
A. Baumgartner da benzer düşünüyor: "Teorik açıdan Sebiller, Kant ile
Göthe arasında bir orta konumda yer alıyor" (Göthe, 1 8 86, s. 198).
]. Cohn'a göre Sebiller "Kant'ın Goethe'ye yararlı olmasının olası tek
den
1 38
ROUSS E A U . K A N T .
GOf l H l
yolııyJıı " . ( l>as 1" a ııtische Element i n ( ; oethcs We l t a ı ı sc h a u ung, 1 9 0 5 ,
s. 2 8 6 ) . F. Pa u l s e n " Pek dl' i i y l e ( ; o l' t h c ' n i ıı K a ıı r a göt ü r ü lme d iğ i , d a h a
ziy a de Sch i l ler'in iizcl l i k l c a h l a k a l a n ın d a K a ııt ' ın Çt'kinı i ne ka p ı l d ı ğı " ­
nı düşünüyor. ( Goethes ethischc Anschaıı ungcn, 1 902, s . * 6 ) . G . R a ­
bel'e göre " Schiller'in mi K a ıı r ' a doğru yak laştırdığı, yoksa Goethc'nin
mi Schiller'i Ka nt'tan uzak laştırdığı tartışması [ . . j çok eğlendiricidir.
Kimse birini yak laştırmış ya d a uzakl a ş tırmış değildir. Onlar Kaıır'ta
kendilerini bulmuşlard ı . " ( Goethe und Kant, Cilt I , 1 927, s. 5 7 vd. )
R a b e l ( a g y, s. 5 7 ) Vo r lii n de r ' i n Kant ve Goethe arasında Schillcr'in
aracı rolü oynamadığı, aksine Goethe ve Schiller arasında Kant'ın bu
'
.
,
rolü oynadığı şeklindeki görüşünü aktarır. Vorliinder bunu 1 92 8 'te
onaylar (Goethe und Kant, s. 234). Bununla birlikte, Vorliinder'in
'Kant, Schiller, Goethe' kitabında (2. basım, 1 923, s. 2 5 9 ) : " Schiller
ise, gösterdiğimiz gibi iki büyük [Kant ve Goethe] arasındaki aracı ol­
muştur" ve "sonra, o zamana kadar felsefi gıdasını özellikle Herder
ve Spinoza'dan almış olan Goethe de, Schiller'le kurduğu dostluk bağı
sayesinde ( 1 794) Kant felsefesine yakınlaşmıştır. Goethe, kendi ifade­
sine göre, zaten daha önce Yargı Gücünün Eleştirisi'nin temel düşün­
celerinden etkilenmişti. [ . . ) (lmmanuel Kant und sein Einflu{J auf das
deutsche Denken, 1 925, s. 9 1 vd.)
Cassirer: Freiheit und Form, 1 975, s. 1 70: " Goethe, Schiller'le bağ
kurmadan çok önce, Kant'ın öğretisiyle ilişkiyi kendi başına aramış ve
kendisi için saptamıştır. [ . . ) Kant'a giden yolu Goethe biçim problemi
yönünden, Schiller ise özgürlük problemi yönünden bulmuşlardır. "
9 Christian Gottfried Körner'in ( 1 756 - 1 8 3 1 ) Schiller'e yazdığı bu mek­
tup, şurada yer alıyor: Schillers Briefwechsel mit Körner, haz. Goedecke,
2. basım, Bölüm 1, s. 380 - 3 82, Cassirer'in yaptığı alıntı s. 3 8 1 'de.
Ayrıca bkz. R. Steiger: Goethes Leben von Tag zu Tag, Cilt 3, s. 1 07.
Mektup metninde Teleolojik Yargı Gücünün Eleştirisi denilmektedir.
ı o Barthold Hinrich Brockes ( 1 680 - 1 747), önemli bir Alman geç Barok
şairi. Toplu şiiılerinden oluşan başyapıtı Irdisches Vergnügen ;;; Gott'da
(9 cilt, 1 72 1 - 1 748; tıpkıbasım Bern 1 970) yaratılışın Tanrı tarafından
biı amaca uygun olarak düzenlendiğinin izini her yerde sürmüş ve nesnel
olanı şimdiye dek görülmedik bir tamlıkla ve duyusal hassaslıkla betim­
lemiştir; böylelikle Albrecht von Haller'den ( 1 7087 - 1 777) Friedrich
Gottlieb Klopstock'a ( 1 724 - 1 803) kadar, doğa şiirine örnek olmuştur.
ı ı CA, Cilt 3, s. 28; AA, Cilt 3, s. 22. Ayrıca bkz. agy, CA, Cilt 3, s. 32;
AA, Cilt 3, s. 25. Cassirer bu alıntıyı Kant kitabında (s. 74) ve Thorilds
Stellung'ta da veriyor.
ı ı. Christian Wolff ( 1 679 - 1 754). Alman erken aydınlanmasının en önem­
li filozofu. Leibniz'in felsefesini, okullarda okutulabilecek sistematik
bir tarzda betimleyerek ve Almanca felsefe terminolojisinin oluşumuna
hatırı sayılır bir katkıda bulunarak, Alman rasyonalizmi sistemini kur­
muştur.
.
.
ı3
14
15
r6
17
r8
Goethe'nin l'aust'unun 1. cildinden bir karakter.
Bu pasaj, Candi de ' i n 1 . böl ü m ü nde yer alı yor: " il e \t demımtre, dısa·
it-il, que les c h o s e s ne peuvent etre autrement: car tout tta n t faıt pour
u n e fin, tout est necessairement pour la meilleure fin. Remarquez bıen
que les nez ont ete faits pour pa rte r des lunettes; aussi avons-nous de\
lunettes " (Voltaire: <Euvres completes, haz. Moland, Cilt 2 1 , s. 1 3 1j ; A.
Morize'in eleştirel edisyonunda, 1 957, s . 4 vd. J " " Bunun ba�ka türh i
olamayacağı tanıtlanmıştır" derdi; "çünkü her şey bir amaç için yapıl­
dığından, her şey zorunlu olarak en iyi amaç içindir. Bakın, burun göz­
lük taşımak için yapılmıştır; bunun için gözlüklerimiz vardır. " [Türkçe
alıntı: Voltaire, Candide ya da İyimserlik, Çeviren: Server Tanilli, Re­
simler: Turhan Selçuk, Adam Yayınları, İstanbul, Ekim 2002, s. 28.
(ç.n . ) ) Dictionnaire philosophique'in 'Causes finales' maddesinde şöy­
le deniliyor: "Hedefsiz düzen, nedensiz sonuç yoktur; bu yüzden her
şey bir nihai amacın eşit ölçüde ürünü ve meyvesidi; bu yüzden burun­
ların gözlük taşımak ve parmakların da elmaslarla süslü zıynet eşyasını
taşımak için yapıldıklarını sö yle me k de kulakların sesleri duymak ve
gözlerin ışığı almak için için oluşturulduklarını söylemek kadar doğ­
rudur. " ( <Euvres completes, haz. Moland, c i l t 1 8, s. 1 04; Naves/Benda
edisonunda, 1 96 7, s. 200; Almancası, Voltaire: Kritische und satirische
Schriften içinde, 1 984, s. 740 vd., ve Das Liicheln Voltaires, 1 92 1 , s.
32 vd. )
" Benzer bir edayla: 'Bakın niye mi burnumuz var; hiç kuşkusuz üstüne
gözlüklerimizi takabilelirn diye' diyen Voltaire'in haklı alaylarına hedef
olmaktan sakınılmalı. "
Aydınlanma fe l se fes ini -özellikle Christian Wolff'un felsefesini- geniş
halk kitleleri için anlaşılır kılmaya, popüler yapmaya çalışan bir grup
yazara, 1 8. yüzyılın popüler filozofları denilmektedir. Özellikle Thomas
Abbt ( 1 73 8 - 1 766), Johann Bemhard Basedow ( 1 723 - 1 790), Johann
Jakob Engel ( 1 74 1 - 1 802), Christian Garve ( 1 742 - 1 798), Friedrich
Nicolai ( 1 733 - 1 8 1 1 ), Emst Plamer ( 1 744 - 1 8 1 8), Hermann Samuel
Reimarus ( 1 694 - 1 768) ve Johann Georg Sulzer ( 1 720 - 1 797) bu gru­
bun üyeleri arasında sayılmaktadır.
WA, Bölüm 1 , Cilt 5/1 ,s. 207. Die Xenien aus Schillers Musenalmanach
für das Jahr 1 797 içinde, 1 833, s. 80, dipnotla birlikte.
Doğa tarihine bu sözcüğü sokan Goethe'dir. Gerçi Goethe 1 8 1 7 yılında
bu sözcüğü Zur Morphologie broşürünün başlığı olarak kamuya sun­
madan önce, hekim Kari Friedrich Burdach ( 1 776 - 1 847) onu 1 800
yılında Propiideutik zum Studium der gesamten Heilkunst kitabında
-açıkça kendi bağımsız yaratımı olarak- kullanmıştır. Ama Goethe bu
sözcüğü daha 25.9. 1 796'da güncesine not etmiş (WA, Kısım 3, Cilt 2,
s. 48) ve aynı yılın 12 Kasım'ında Schiller'e yazdığı bir mek tupta "ünlü
morfoloji"den söz etmiştir; Sebiller de bunu ertesi gün yazdığı yanıtına
almıştır (WA, Kısım 4, Cilt 1 1, No 343 1 , s. 260). Bu durum uzun sü-
1 40
ROUSS E A l l . KAN T . mır T H f
rcd i r b i l indiği lıa l d c ( Bkt. . ( ; , Sclı ı ı ı i d : Olıcr dıc lfrrkıınft der A ı ısdriic­
Vl' en son a n s i kl opl d i l c:rdc: ,
hu sözcüğü k a m u s a l olarak i l k k u l l a n a n ı n dc:ğ i l de y.ır.ıtımm Burdadı
olduğu şeklin d e ki y a n l ı ş b i l g i n i n s ü rd ü r ü l d üğü görül üyor ( M eyers En­
zyklop<i dis clı es Lexikon in 2 5 B<inden, 9 . hası nı , cilt 1 6 , s. 5 1 0, Cilt 5,
s. 1 3 7; B rock lıaııs Enzyklop<idie in ııierund;;; U'.ınzig B <i nden , 1 9 . hasını,
Cilt 4, s. 1 92 : ' Burdach ' maddesi; h u yanlış age, 1 5 . ciltteki 'Morfoloj i'
maddesinde düzeltilmiştir.
Goethe 1 790 yılında " tamamen ikna oldum k i , genel, metaformoz sa­
yesi n d e öne çıkan bir tip, bütün organ i k yaratı k l a rdan geçiyor, bütün
bölümlerinde belirli orta aşamalarda çok iyi gözlemlenebiliyor ve insan­
lığın en yüksek aşamasında tevazuyla gizliliğe çekilse d e, orada da tanın­
ması ge r e kir ( Tag- und ]ahres-Hefte als Ergiinzung meiner sonstigen
Bekentnisse; WA, Kısım 1 , Cilt 3 5 , s. 1 6 ) . Gotehe 3. 3. 1 7 9 8 tarihinde
Sc hi l l e r 'e Betraclıtungen über organische Naturen hakkında yazar (WA,
Kısım 4, Clit 1 3 , No 3 746, s. 8 5 ) . Betrachtung über Morphologie über­
haupt ( 1 798) in.:elemesinde Goethe; " organik gövdelerin oluşumunun
k c M o rplıologic ımd Hiologie, 1 9 .\ 5 ) yeni
19
·
"
ve yeniden oluşumunun şeklinin öğretisi olarak" büyük önem taşıyan
morfolojiyi tanımlar (WA, Kısım 2, Cilt 6, s. 293 ). Goethe 'Die Absicht
eingeleitet' ( 1 807) metninde " Canlı oluşumları, canlı oluşumlar olarak
tanımak, dışsal, görülebilir, elle tutulabilir bölümlerini bağıntı içinde
kavramak, onları içsel olanın imaları olarak algılamak ve böylelikle bü­
tüne sezgisel olarak bir ölçüde hakim olmak [ . . . ] dürtüsü"nü "Morfoloji
adını vermek istediğimiz bir öğretiyi kurma ve oluşturma çabası" olarak
tanımlar (WA, Kısım 2, Cilt 6, s. 8. vd.) " Morfolojinin içerikleri bireyin
ortaya çıkışı, metamorfoz ve tiptir; Goethe, morfolojinin 'özel amacı­
nı' organizmaları şekil ve yapı açısından karşılaştırmak olarak görür"
(D. Kuhn, Goethe, Siimtliche Werke, Briefe, Tagebücher und Gespriiche
[Dt. Klass. Verlag], Kısım 1, Clit 24, içinde s. 854). Morfoloji sorunları
Goethe tarafındanl 8 1 7'den 1 824'e kadar yayımlanan Zur Morphologie
ve Zur Naturwissenscha� überhaupt makaleler dizisinin altı fasikülün­
de ele alınmıştır (WA, Kısım 2, Cilt 6. vd.) .
ı. o Ö nsöz, s. VIII : "Goethe'yle başlayan botanik döneminin bir önceki Lin­
ne dönemiyle ilişkisi, örneğin kimyanın simyayla ilişkisi gibidir. "
ı. ı
Cari von Linne ( 1 707 - 1 778), önde gelen İ sveçli doğa araştırmacısı,
bitkilerin bölümlerini somut bir biçimde adlandırarak botanik biliminin
uzmanlık dilinin temelini attı ve ilk kez 1 735 yılında yayımlanan Syste­
ma naturae eseriyle modern biyolojik sistematiğin temelini oluşturdu.
Bitkilerdeki cinsiyet farklılığından ilhamla, yapay bir cinsiyet sistemi ya­
rattı ve hayatı boyunca bu sistemin yerine doğal (Goethe'nin başlangçsal
bitki düşüncelerinden farklı olarak, davranış benzerliklerine dayanan)
bir sistem koymaya çalıştı ve ( 1 75 8 yılında yapılan 10. basımda) -öncül­
lerine dayanarak- ikili isimlendirme sistemini tutarlı bir şekilde ortaya
koydu.
22
23
24
25
Coethe Metamorphose der l'flanzen kitabında 'Linnt'nın anmıpa \y<m
teorisi'ni ele alır. ( WA, Kısım 2, Cilt 6, s. 84 vd. ı .
Cassirer: G oethe und die geschichtliche Welt, s . 70, 72, 7 5 : (Joetht' n ı n
"Temel kanaati, doğayı salt b i r ürün olarak kavramaya çalı�tığımız \ U ­
rece o n u a s l a bilemeyeceğimiz v e asla anlayamayacağımızdır; kendimızı
doğanın üretkenliğinin odak noktasına koymamız ve oradan doğanın
şekillenişlerinin bolluğunu ve bunların zorunlu içsel bağını buradan
kavrayabilmemiz gerekir. Goethe için doğa ( Cassirer'in anlatımıyla ı
" bütünlüklü yaratıcı bir süreç"tir ve nesnelerin hakikati "donuk ve ta­
mamen 'sabit' değil, durmak bilmez bir şekillenme ve yeniden şekillen­
me sürecidir; salt bir varolma değil, bir olup bitme ve bir edimdir. "
Faus t I, WA; Kısım 1, cilt 14, s. 9 1 , Dize 1 936 - 4 1 .
"Dikkatle bakıldığında her şeyin olmuş bitmiş olması gerektiği kana­
ati, yüzyılın üstüne bir sis bulutu gibi tamamen çökmüştü, hatta biraz
gerçeklik atfedilmek isteniyorsa renklerin ışıkta tamamen hazır olarak
algılanmaları gerekiyordu ve böylelikle bu düşünüş tarzı en doğal ve
en rahat düşünüş tarzı olarak, on yedinci yüzyıldan on sekizinciye, on
sekizinci yüzyıldan on dokuzuncuya geçmiş olacaktır ve bundan böyle
de kendi tarzınca yararlı olmaya ve var olanı bize duru ve net bir şekil­
de sunmaya devam edecektir; idesel düşünüş tarzı ise bengi olanı geçici
olanda gösterir ve biz de insan anlağı ile felsefenin bu şekilde mutabaka­
ta vardığı doğru bakış açısına gitgide daha da yakınlaşacağız. "
Alıntı Zur Morphologie'nin 2. bölümünden yapılmıştır.
Bu öğreti gezegenler sistemimizin ortaya çıkışı ve kararlı durumu hak­
kındaki, içerikleri farklı iki kozmolojik teoriyi birleştirmektedir. Kant
Genel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı nda, özellikle İkinci Bölüm, Bi­
rinci Kısım'da, Newton'un mekanik bakış açısını, güneş sistemlerinin
ortaya çıkışı ve hareket ilişkileri hakkındaki bir teori için verimli kıl­
mıştı: gezegenler, sürekli dönen, yassı bir ilk bulutsudan, genel çekim
yasasının etkisiyle oluşurlar (Newton bu konuyu hala Tanrı'nın dolaysız
müdahalesiyle açıklamak gerektiğine inanıyordu). Böylelikle Kant "R.
Descartes'ın 'Anafor Teorisi' bir yana, teolojik görüş açılarını dışlayıp
fiziksel yasaları tutarlılıkla uygulayarak bilimsel bir kozmogoniyi ve
kozmolojiyi savunan ilk Yeniçağ aydınıdır. " (G. Wolters: Kant, 1 984, s.
344) Fransız matematikçi ve astronom Pierre Simon Marquis de Laplace
( 1 74 9 - 1 827) daha sonra (Kant'ın öğretisinden haberi olmadan) 1 796
tarihli Exposition de Systeme du Monde kitabında (Kant'taki gibi bütün
evren yapısının değil) yalnızca güneş sistemimizin ortaya çıkışı hakk ında
yine teolojiden bağımsız (yapıtın sonraki baskısında, bazı noktalarda
bütünlenen) bir teori ortaya koydu; bu teoriye göre hızla dönen güneş­
ten gaz kütleleri fırlamış, bunlar daha sonra yoğunlaşarak gezegenleri
oluşturmuşlardır. İçerikleri farklı olan bu ilci öğreti Schopenhauer'den
ve Hermann von Helmholtz'dan ( 1 82 1 1 894) bu yana Kant-Laplace
hipotezi olarak adlandırılmıştır, çünkü iki teori de güneş sisteminin orta'
-
1 42
AOUSSEAU. KAN T . GllE T H E
ya ç ı k ı ş ı n ı ( 1 ) doğa l bir y o l d a n ve ( .?. } u7.aya d a ğ ı l mış madde b u l ut u nda
gelişme şt•kliııde aç ı k la mak tadırlar
Lı place'ın Expositio11\ıııdaki kozmoloj i k bölümlerin Almanca çevi risi
şurada yer a l ı yor: Dic K.ı11ıt- Lıplacc 's chc Thcorie, haz. Schınidt, 1 92 5 ,
,
.
26
27
s.
1 9 1 -228.
Kant'ın " A k l ın serüveni" sözü, Yargı Gücünün Eleştirisi'nin yukarıda
a l ıntı l a n an dipnotunda bulunuyor. Kant Saf A k im Eleştirisi'nde de, -saf
aklın ülkesini hakikatin ülkesi olarak çevreleyen- geniş ve fırtınalı okya­
nusa açılmaya cesaret edenler için bir "serüven "den söz ediyor (C, Cilt
3, s. 2 1 2 ; AA, C il t 3, s. 202 ).
'Metamorfoz' (Yunanca; biçim değiştirme, yeniden şekillenme, dönüş­
me) deyimini ('Morfoloj i'nin aksine) Goethe ortaya atmış değildir. Bu
deyim, Ovidius'un (M Ö 43 MS 1 7/ 1 8 ) Metamor(ozlar ından bu yana,
kitap başlığı olarak da bilinen, yaygın ve 1 8 . yüzyılın ortasında moda
haline gelmiş bir sözcüktür (Voltaire Dictionnaire philospohique 'te,
alaycı bir dille 'La terre est couverte de metamorphoses" diyor; CEuv­
res Completes haz. Moland, Cilt 20, s. 75; " Yeryüzü metamorfozlarla
dolup taşıyor " ) . Bu sözcük mitolojide insanların, hayvanlara bitkile­
re ya da taşlara dönüşmesini imler. Biyoloji alanında ise metamorfoz
şekilleri tamamlanmış varlıkların ortaya çıkmasının aksine bir yaşam
biçiminden bir başkasına şekil değiştirmeyi, dönüşmeyi imler (örneğin
böceklerde larvanın pupaya ve erişkine dönüşmesi; botanikte ise temel
yaprak biçiminden tutunma filizlerinin, dikenlerin, çiçeklerin ve erkek­
lik organlarının oluşması) . Organik varlıklar, sürekli bir şekil değiştir­
meye, yaşamlarının çeşitli evrelerinde belirli yasalara uyan sürekli bir
dönüşüme maruz kalırlar: "Metamorfoz bitkilerin sürekli bir sırayla
oluşturdukları bir doğa yasasıdır. " Metamorfozun asıl tanımı birbirle­
rinden gelişen, içsel doğal olanakları uyarınca eşit olan bölümlerin fark­
lı koşullara göre birbirlerini koordine etmeleri, birbirlerine tabi olmak,
tabir caizse birbirlerine üstün olmak zorunda olmalarıdır. Metamorfoz
ileriye doğru gerçekleştiği gibi, geriye doğru da gerçekleşir. " (Goethe:
Gedankenausg., cilt 1 7, s. 1 92, 1 94 ) Goethe bu sözcüğü botanik ala­
nında ilk kullanan kişi değildi (bunu Romalı Sinibaldi 1 676 yılında
yapmıştı), ama Goethe kendi öğretisini diğerlerinden bağımsız olarak
kurmuştu; Goethe'nin öğretisinin geçmişi onun Weimar'daki ilk on yı­
lına ve özellikle İtalya seyahatine kadar geriye gider. Bu yolculukta 'ilk
bitki' kavramını geliştirir, ama daha sonra bu kavramın yerini giderek
daha çok 'tip' ve 'metamorfoz' kavramları alır. Metamorfoz kavramın­
da -örneğin Linne'nin metaformoz kavramının statik sınıflandırıcı yö­
nünün aksine- "dinamik, değişken organik şekiller" (Goethe: Samtliche
Werke nach Epochen seines Schaffens, Cilt 1 2, s. 93 1 ) ve organların
görevlerinin değişmesiyle birlikte biçimlerinin de değişmesi" (Hansen:
Goethes Metamorphose der Pflanzen, 1 907, s. 7) ön plandadır: "Şekil,
hareketli, oluşum halinde, geçici bir şeydir. Şekiller öğretisi dönüşüm
-
'
,
-
öğretisidir. Metamorfoz öğretisi doğanın tüm � ifre l e ri n ı n anahtarıdır. "
( WA , K ı s ı m 2, Cilt 6, s. 446 ) Bu yüzden " Metamorfoz dü�ünu:s ı" de
" l j yukarıdan verilmiş, son derece saygıdeğer, ama aynı za man da �m
derece tehlikeli bir ar m a ğa ndır " (WA, Kısım 2, Cilt 7, s. 75 ) f.ıott h t
1 8 1 5'te şöyle diyor: " Metamorfozun temel düsturu çok geniş açıklana­
maz; en iyisi her d üşünce gibi zengin ve üretken bir düşünce olduğunu
söylemektir. Daha ziyade onu tek tek örneklerde izlemek ve görmek ge­
rekir. " ( Goethes Gespriiche, Haz. Biedermann, Cilt 2, 3.8 . 1 8 1 5, s. 3 1 4;
Cilt 3, 5 . 7. 1 8 80, s. 1 97).
Metamorphose der Pflanzen' yazısı 1 789/90 yıllarında şekillenmiştir ve
Goethe'nin yayımladığı ilk doğabilimsel yazıdır. İlk kez 1 790 Paskalya­
sında Versuch, die Metamorphose der Pflanzen zu erkliiren başlığıyla,
Gotha'da, Ettinger tarafından basıldı, çünkü Goethe'nin yayıncısı Gös­
c h en bu yazıyı yayımlamayı reddetmişti; 1 8 1 7/20 yıllarında Morpho­
logischen He�en de bir kez daha 1 83 1 'de basıldı. )
Goethe'nin 'metamorfoz' kavramı için ayrıca bkz: Ca ss i rer: Freiheit und
Form, s. 2 1 9 vd, 227 vd, ve Goethes Idee der Bi/dung und Erziehung,
1 932, s. 344 vd.
2 8 Cassirer'in, Platon'un ideler öğretisini kavrayışı ve Goethe'nin ideler öğ­
retisiyle karşılaştırması için bkz. 'Goethe und Platon', Goethe und die
geschichtliche Welt, 1 932, s. 1 03 - 148.
29 " Goethe, Schiller'den ide ve deneyim arasındaki farkı öğrendikten son­
ra, ilk bitkiyi gözleriyle görme yanılsamasından kesin olarak vazgeçti.
Şimdi bunu, kendisi doğada var olmayan, ama bir o kadar da doğada
varolanların özgün içsel yapısını ve doğanın bütün tek tek unsurları ara­
sında gerçekleşek karşılıklı ilişkileri aydınlatan ve şeffaflaştıran bir 'mo­
del' olarak kavrıyor. " (Cassirer: Idee und Gestalt, s. 48). İde ile deneyim
arasındaki fark için bkz. Cassirer: Goethe und die geschichtliche Welt,
s. 76 vd., 1 2 1 , 1 30.
3 0 Kanzler von Müller ile 2 Temmuz 1 830 tarihli konuşma: Gespriiche,
haz. Biedermann, ci l t 4, No: 2845, s. 288. Goethe'de "söylenirse, en iyisi
budur" şeklindedir.
3 ı Daktilo edilmiş metinde alıntının başındaki tırnak işareti eksiktir; alın­
tılanan cümle tam olarak şöyledir: "Bu küçük yapıtı sakin bir zamanın­
da yeniden okursan, onun yalnızca simgesel bir yapıt olarak gör ve bu
sırada daima kendi kendisinden ilerleyerek geli şen herhangi bir başka
. . . .
.
'
32
33
canlıyı düşün. "
"Lessing, Winckelmann ve Kant'ın benden büyük olmaları ve ilk ikisi­
gençliğim üzerinde, sonuncusunun ise yaşlılığım üzerinde etkil i
ması, benim için büyük önem taşıyordu . "
nin
Goethe Spinoza'yla ilk kez 1 773
yılında
ilgilendi (bkz.
ol­
Şiir ve Hakikat,
1 6. Kitap: WA, Kısım 1 , Cilt 29, s. 7 vd.) 1 784185 yıllarında onu daha
yakından ele aldı. Goethe, 1 1 . 1 1 . 1 784 tarihinde Knebel'e şöyle ya­
zar: "Frau Stein'la birlikte Spinoza'nın Erik'ini okuyoruz. Onun tini be-
1 44
ROUSS F- A U . KAN T . (IOE T H f
n i m k i nd<·ıı ı;ok daha de r i n vt' arı olduğu h a l de, k e n d i m i ona çok y a k ı ıı
h i ssedivoru
m . " ( WA , Kı s ı m 4, Clit 6, No: 2005, s. 3 8 7 ) M u lı tcnıc kn
'
izleyen .ı y l a rda Frau voıı S t ein ' c ı 'Studic naclı S p i n o z a 'nın me tn i n i d i k t e
e tt i r m i şt i ( WA, Kısım 2, C l i t 1 , 1 s. 3 1 3 - 3 1 9 ) . Go et h e 9. 6. 1 7 8 5 ta ri­
hinde Fr. H. J a rn bi ' ye ş ö y l e söyl üyor : " Bu m ü k e m m e l a d a m ın [ Spi no­
za ] yazılarını sırayla okuduğumu, onun düşüncelerinin bütün yapısının
tamamen somut olarak ruhumun önünde durduğunu söyleyemem. Be­
nim düşünme yaşama tarzım buna izin vermez. Ancak içine baktığımda
onu anladığımı sanıyorum, yani kendi içinde asla çelişkili olmadığını
görüyorum ve ondan, kendi düşünme ve eyleme tarzım açısından son
derece iyileştirici etkiler alabiliri m . " (WA, Kısım 4, Cilt 7, No 2 1 34, s.
63). Jacobi 1 785 yılında Über die Lehre Spinoza in Briefen an den Her­
rn Moses Mendelssohn kitabıyla, Lessing'in Spinozacılığı hakkında bir
tartışma başlattı; Goethe de bu tartışmaya dahil oldu, ama Jacobi'nin
Spinoza'nın bir ateist olduğu yolundaki tezini kesinlikle reddetti. 1 8 1 1
yılında Jacobi'nin Von den göttlichen Dingen und ihrer Offenbarung
kitabı v es i l esi yl e Goethe yeniden Spinoza'yla ilgilenmeye başlar. S p i n o ­
za'yı Linne ve Sha k e spe are ' le birlikte üzerinde en büyük etkisi olan üç
düşü nü rde n biri sa y m ak tad ı r ( bkz. Zelter'e 7. 1 1 . 1 8 1 6 tarihli mektup:
WA, Kısım 4, Cilt 27, No: 7539, s. 219; Şiir ve Hakikat, Kitap 14: WA,
Kısım 1 , Cilt 28, s. 2 8 8 ) . Ja cobi ' ni n Spinoza tartışmasıyla ve Spinozacı
fikirlerin Le ssi ng, Herder, Goethe ve başkaları tarafından benimsenme­
le riyle S pi no za cı l ı k, geç 1 8 . yüzyıl Almanyasında etkili olmaya başladı.
3 4 Johann Kas pa r Lavater ( 1 74 1 - 1 8 0 1 ), Sturm und Drang akımının te­
ologu, mistik - romantik duygu dinini Aydınlanmacı rasyonalizmin ve
entelektüalizmin kar ş ıs ına çıkarttı ve fizyonomi öğretisini yeniden can­
landırarak, b a ş k alar ının yanı sıra Goethe'nin de onayını aldı.
3 5 Jacobi'nin kitabı, Cassirer'in yanılarak söylediği gibi 1 786 yılında değil
1 8 1 1 yılında yayımlandı. Friedrich Heinrich Jacobi ( 1 743 - 1 8 1 9) ya­
zar ve filozof olarak Sturm und Drang akımının önemli bir figürüydü.
Duygu ve inanç felsefesiyle Aydınlanma'nın rasyonalizmine, Kant'a ve
Fichte'ye karşı çıktı ve Mendelssohn'la birlikte Spinoza'yla ilgili pante­
izm tartışmasını başlattı.
36 Goethe'nin mektubu 5 Mayıs 1786 tarihlidir. Cassirer, Goethe'den yap­
tığı bu alıntıda " sevinçle değil"den sonra bir pasajı atlamıştır. Ayrıca
Goethe'de "çok şeyler" ve "çok azını kendisinin verdiği" şeklindedir.
Goethe "Senin kitapçığını" derken, Cassirer'in yanlış olarak varsaydığı
gibi Jacobi'nin Van den göttlichen Dingen und ihrer Offenbarung (an­
cak 1 8 1 1'de yayımlanmıştı) kitabını değil, aynı yazarın, 1 786 yılında
Mendelssohn'un An die Freunde Lessings. Ein Anhang zu Herrn ]acobis
Briefwechsel über die Lehre des Spinoza ( 1 786) kitabına yanıt olarak
yayımlanmış Wider Mendelssohns B esch uldigungen kitabını kasteder.
Ayrıca bkz. (panteizm tartışmasına ilişkin başka kaynak b i l gi l eri de içe­
ren) H. Nicolai: G oe the und ]acobi, s. 1 84 vd.
37
38
39
40
41
s. 8 1 vd. Ş ii r �üylc başlıyor: " Ka d i m / k ut�al baba " .
Cassirer b u beş kıtalık şiirin ikinci v e dördüncü k ıtalarını alıntılı yor.
Sc hi l le r in 1 795/96'da ' Horen'de yayımlanan 'Über naive und sentımen ­
talische Dichtung' makalesinden, Schillers Werke, Nationalausgabe,
içinde, Cilt 20/l , s. 4 1 3-503
Cassirer muhtemelen dördüncü bölüm, 16. kitaptaki pasajı kastediyor,
ama burada "saf bir doğa vergisi" şeklinde tırnak içine alınmış bir söz
bulunmuyor: " İçimdeki edebiyat yeteneğini tamamen kendi doğam ola­
rak görme noktasına gelmiştim, hem de etrafımdaki doğayı edebiyarın
konusu olarak görmeyi önerecek kadar. Bu edebi yeteneğin uygulama­
ya geçmesi bir sebeple teşvi k edilip belirlenebilir; ama en sevindirici ve
yeterli bir biçimde istemeden, hatta iradeye karşın açığa çıkar. " (WA,
Kısım 1, cilt 29, s. 14; Şiir ve Hakikat, çeviren: Mahmure Kahraman,
İş Bankası Kültür Yayınları, Hasan Ali Yücel dizisi, 2009, s.705.) Bu
pasajı 1 5 . kitaptaki pasajla karşılaştırın (WA, Kısım 1, Cilt 28, s. 3 1 1 ).
Goethe Şiir ve Hakikat'te " doğa vergisi "nden sık sık söz eder örneğin
1 5 . k itapta ve 7 - 9. ki ta plard a (WA, Kıs ım 1, Cilt 28, s. 335; Cilt 27, s.
1 23, 1 68 , 232).
Ayrıca bkz. Cass i re r: Freiheit und Form, s. 1 86 vd
WA, Kısım 1 , Cilt 14, s. 1 5, 200. dize vd.
C as s irer 'in alıntısı tam doğıu değil. Goethe, Heinıich Friedrich Links'tin
( 1 76 7 - 1 850) 1 824 ta rih li Elementa philosophiae botanicae sinden
yaptığı bir alıntı üzerine şunları söylüyor "Çabalarımızın bu görünüşte
övülüşü yine de bize düşündürücü geldi, çünkü orada esas olarak şekil­
den ve yeniden şekillendirmeden konuşulması gereken yerde yalnızca
nihai, imgesiz, yüceltilmiş soyutlama ortaya konuluyor ve en üstün or­
ganik yaşam tamamen biçimsiz ve cisimsiz genel doğa fenomenleri içine
yerleştiriliyor. "
WA, Kısım 1 , Cilt 1 5/1, s. 302, Dize 1 1 288 vd.
Goethe'nin Sc hi ller ' e yazdığı mektupta, bağlam içinde "Doğa inceleme­
leri beni çok sevindiriyor. Sonunda bir türün öznel bütünden kaynak­
lanması gerektiği tuhaf görünüyor ama yine de doğaldır. Siz isterseniz,
şekil ve renkle tüketilen, aslında gözün dünyası olacaktır. İyice dikkatimi
verirsem, diğer duyuların yardımcı araçlarına çok az ihtiyaç duyanın,
ve her türlü akıl yürütme bir tür temsile dönüşür. " Goethe'nin Schiller'e
yazdığı bu mektup şurada da yer alıyor: Der Briefwechsel zwischen Se­
biller und Goethe, haz. Seidel, Cilt 1 , No 243 , s. 262 - 264 (alıntı: sayfa
23 vd.).
1 830 yılında yaşanan ve 'Akademi tartışması' denilen tartışmada Fran­
sız doğa araştırmacıları Georges de Cuvier ( 1 769 - 1 832) ve Etienne
Geoffroy Saint-Hilaire ( 1 772 - 1 844) karşıt görüşleri savundıılar. Bilim­
sel paleontolojinin ve karşılaştırmalı anatominin kurucularından olan
Cuvier, türeyiş teorisine ve idealist doğa felsefesine karşıydı; öte yandan
Geoffroy Saint-Hilaire, canlıların (türlerin) gelişiminin tek bir yapı pla-
WA , K ı � ı m 1 , C i l t 2,
'
.
'
4ı.
43
44
1 46
noussF A U . KANT ' GOE. T Hl::
nıııa giire türetik·hi b.:eğini savun uyord u . Hkt.. Cıssirn: ( ; ol'f/Je unı/ dit•
s. 85 vd.: Cuvier ve Gt·o ffroy St. -H i l a i re a rasınd a­
ki tanışmada " o n u n ! Goethe'n i n l ' ( seııtt•tik' s a n a t ve doğa görüşü ile
onsekiziııci yüzyılın analitik düşünme tarzı a rasında hir karar verme "
söz konusuydu - Goethe hu kararın sentetik görüşten yana verildiğini
düşünüyordu.
Anc a k höyle bir ilk fenomen bulunursa, ba kmanın sınırlılığını kahul­
45
lenmek yerine onu bu ha liyl e kabullenmemek, onun ardında ve üstün­
de b a şk a bir şey aramak sorunu hala devam eder. Doğa araştırmacısı
ilk fenomenleri bengi dinginlikleri ve olağanüstülükleri içinde oldukları
gibi bıraksın, filozof ise onları kendi alanı iç ine a l s ı n ; bö y lece , tek tek
vakalarda, genel başlıklarda, görüşlerde ve hipotez l e rd e deği l temelde ve
ilk fenomende, daha fazla ele almaya ve işlemeye değer bir malzemenin
k end is i ne ak t a rı l d ı ğ ın ı gö rece kt i r. "
4 6 Antony Ashley Cooper, Third Earl o f S ha ftesb u ry ( 1 671 - 1 7 1 3 ), İngiliz
filozof ve İngiliz aydınlanmasının önemli bir temsilcisi.
gt•s,·/ıicht/iche Welt,
"
Sensus communis, or an Essay on the Friidom of Wit and Humour in
a Letter fo a Friend ( 1 709) ( Characteristicks of Men, Manners, Opi­
nions, " Times, Vol 1, Treatise 2); Pare iV, Section III: "And thus, after
ali, ehe most natura! Beauty in ehe World is Honesty, and Moral Truth.
For ali Beaucy is Truch." Cassirer "Shaftesbury'nin felsefe estetiğinin asıl
çekirdek cümlesi" olarak tanımladığı bu sözü sık sık alıntılar, örneğin
Die Philosophie der Aufklörung, s. 202 vd , ( 367 vd.), 4 1 7 vd. ) özellikle
s. 420), 437; Die Platonische Renaissance in England un die Schule von
Cambridge, s. 1 1 6; Schiller und Shaftesbury, s. 4 1 .
Shaftesbury'nin 'Ali beaucy i s truth' sözü hakkında ayrıca bkz. İ ngiliz
şair John Keats'in ( 1 795 - 1 1 82 1 ) 'Ode on a grecian urn', 5 . dize, 49
satır vd.: " Beauty is truth, truth beauty, - that is ali I Ye know on earth,
and ali ye need to know" ( "Güzel olan hakikidir, ve hakiki olan güzeldir,
- hepsi budur bildiğiniz yeryüzünde/ ve ihtiyacınız yoktur başka bilgi­
ye." Keats: Poetical Works, 1 958, s. 260 - 262; Keats: Gedichte, 1 95 8 ,
s. 204 v d . v e s. 97 vd.) .
47 İngiliz devlet adamı v e filozof Francis Bacon'un ( 1 56 1 - 1 626) felsefesi
'interpretatio naturae' [doğanın yorumlanması] başlığı altında toplana­
bilir. Bacon için, bilgi yoluyla doğa (özellikle dışımızdaki doğa) üzerinde
iktidar kazanmak söz konusudur (Bacon'a atfedilen ünlü 'bilgi iktidar­
dır' sözü ise ona ait değildir): " Doğanın hizmetçisi ve yorumcusu olarak
insan, doğanın düzeni tarafından eylem ya da tin yoluyla gözlemlediği
kadarını yapabilir ve anlayabilir; bunun ötesini bilmez ve yapamaz. [ . . . ]
İnsani bilgi ve insani güç bir yerde buluşurlar; çünkü nedenin bilinmeyi­
şi, sonucu esirger. Doğa yalnızca ona itaat edildiğinde boyunduruk altına
alınabilir.[ . . . ]" (Novum Organum un ya da 'distributio operis'in 1. ve
3 aforizmaları). Böylelikle insan doğayı araştırmalı ve kendini bir araş­
tırmacı olarak görmelidir; pratik etkinliğin ve teorik açıklamanın birlik=
'
1 47
r e l i ğ i n e u l a �m a y a ı:; a l ı �ma l ı d ı r. Bacıın Nrıvum (J r;:anum ' un 'di\tri b u r ı r,
operi s ' i nde, k e n d i s i n i n ortaya k o y d u ğ u \anara 'Doğa n ı n Yoru m l a n m a \ ı '
d e m e a l ı ş k a n l ı ğ ı n d a ol d uğu n u �öyl ü yor ( 'praefario' ve l . Kıtap, 2 6 . A f,,_
r iz m a da da; ayrıca bkz. 2. K i t a p , l O. A forizma ) . l 620'de lnstauratırı
Magna'nın 2. hölümü olarak yayınlanan Novum O rga num u n alt ba�l ı ­
'
'
ğı 'sive indicia vera de interpretatione naturae'dir. Bacon bu yapıtından
48
önce Valerius Terminus of the lnterpretation of Nature ( 1 60 3 ), De in­
terpretatione Naturae Prooemium ve Cogitata et Visa de lnterpretatione
Naturae ( ikisi de 1 607) gibi kitaplar yazmıştır. Ayrıca bkz_ Cassirer: Die
Platonische Renaissance in England und die Schule von Cambridge, s.
33 vd.
Christoph Martin Wieland ( 1 73 3 - 1 8 1 3 ) , önde gelen Alman şairi; ilk
önemli Almanca edebiyat dergisi olan 'Der teutsche Merkur'ü yayımla­
dı, Herder ve Goethe ile yakın ilişkisi vardı ve Shakespeare'in oyunlarını
çevirdi.
4 9 C a s sir e r alıntının kaynağını doğru vermiyor. Alıntılanan pasaj şura­
da yer alıyor 'Hamburgische Dramaturgie', 96_ parça ( 1 Nisan 1 768)_
Cassirer alıntı yaparken metinde atladığı iki yeri belirtmemiş. Bu pasajı
burada atlamalar yapmadan veriyoruz: "Biz, Tanrı'ya şükürler olsun,
şimdi bir eleştiriciler türüne sahibiz, bunların yaptığı en iyi eleştiri - her
türlü eleştiriyi k uşkulu kılmaktır. 'Deha ! Deha! diye bağırıyorlar. Deha
hiçbir kurala aldırmıyor! Deha ne yaparsa kuraldır! ' Böyle yaltaklanı­
yorlar dehaya: sanırım onları da deha kabul edelim diye. Ne var ki, en
ufak bir deha kıvılcımını bile içinde hissetmediklerini çok fazla ele veri­
yorlar, bir ve aynı solukta 'Kurallar dehaya baskı yapıyor! ' diye hemen
ekleyiverseler de . . . Sanki deha dünyadaki herhangi bir şeyin kendisine
baskı yapmasına izin verirmiş gibi! Üstelik, bu kendilerinin de itiraf et­
tikleri gibi, kendisinden türemiş olan bir şeyse . . . Her sanat yargıcı dahi
değildir: ancak her dahi, doğuştan bir sanat yargıcıdır. Bütün kuralların
örneğini içinde barındırır. Yalnızca kendi duyumunun [ . J" (Lessings
siimtliche Schriften, haz. Lachmann/ Muncker, Cilt 1 0, s. 1 90).
5 0 Alıntılanan cümlenin tam bağlamı şöyledir: "Deha, sanata kuralını ve­
ren yetenektir (doğa vergisi). Sanatçının doğuştan gelen üretken yetisi
olarak yetenek de doğaya dahil olduğu için, bu durum şöyle ifade edi­
lebilir: Deha doğanın sanata kuralını onun aracıyla verdiği doğuştan
gelen duygusal eğilimdir (ingenium) . "
5 1 Jakob Michael Reinhold Lenz ( 1 75 1 - 1 792), Gottfried August Bürger
( 1 74 7 - 1 794 ), Sturm und Drang akımının şairleri.
5 ı Cassirer ' biçim istenci' ya da 'biçim oluşturan güçler' gibi kavramlarda
insanın asıl karakterini görür. Örneğin bkz. Natura/istische und huma­
nistische Bergundung der Kulturphi/osophie, 1 93 9, s. 16 vd., 28.
53 Goethe'nin çok sık kullandığı, daha sonra başkalarının da (örneğin v.
Humbolt'un) kullandıkları bu deyim, yalnızca Goethe'nin estetiği açısın­
dan değil sanat ve yaşam görüşü açısından da büyük önem taşımaktadır.
. .
, 48
•ınu S S E A U . KAN T .
GOE THE
ik i l i k i S h a fteslı u r \' ' n i ıı " i nward iorııı " dl'y i ıı ı i n d l' n l k rdl'r ' i ıı a k t a rd ı ğ ı
�
bu k a v r a m Goeth 'de i l k kez " A ııs ( ;oethes Bricftasd1l'' a d l ı gen�· l i k m a ­
k a lesinde karşımıza ç ı k a r ( WA. K ı s ı m 1, C i l t 37, s . J IJ 1
vd.; D e r jımge
Goetlıe, haz Fisı:her- L a m berg, C i l t S, s. 3 5 2 v d . ) ; a y rıca b k z . W. Sı:herer:
Poetik , 1 8 88, s. 226 - 234, 2 96, a y rıca Goetlıe-jalırlmch 1 3, 1 8 92, s .
229 - 2.H ; 1 4, 1 8 93, s. 296; 1 6, 1 8 95, s. 1 90 vd.; ayrıca Cassirer'de:
Philosophie der Aufkliirung, s. 1 1 3 ; Philosoplıie der s ym b o lis ch en For­
men, Cilr 1 , s. 85 ( bu pasaj, bu yapıtın indeksinde yer almıyor). Cassi­
rer'in terekesinde Goethe'niıı 'içsel biçim' düşüncesi hakkında başka bir
metin bulunuyor.
54 Johann Joachim Winckelmann ( 1 7 1 7 - 1 76 8 ), önemli bir arkeolog ve
sanat tarihçisi. Bakışları Roma döneminden Yunan antikçağına çeviren
ve bu dönemi "soylu safdillik ve sessiz yücelik" şeklinde karakterize ede­
rek Alman klasik döneminin güzellik idealini belirleyen Geschichte der
K un s t des A lte rtums [Antikçağ Sanatı Tarihi] ( 1 764) adlı başyapıtıyla
arkeoloj inin kurucusu kabul edilir.
5 5 Bkz. CA, Cilt 3, s. 1 3 8, 1 54, 248, 626 vd.; Cilt 8, s. 84 vd., 332 ( AA, Cilt
3, s. 1 3 1 , 146, 238; Cilt 4, s. 92 vd.; Cilt 7, s. 1 96 vd.; Cilt 9, s. 1 1 ).
5 6 Kritik der reinen Vernun� (CA, Cilt 3, s. 627; AA, Cilt 4, s. 93): "Ne
var ki bütün ampirik yasalar yalnızca anlağın saf yasalarının özel belir­
lenimlerinden ibarettirler. " Ayrıca Bkz. Prolegomena, § 36 ( CA, Cilt 4,
s. 70 - 72; AA, Cilt 4, s. 3 1 8 - 320).
5 7 Kant'ta: "Bu sonuncuları bakımından doğa ve olanaklı deneyim " ve
"dayandığı için, bu yasalarla ilgili olarak: anlama yetisi (a priori) yasa­
larını doğadan almaz, onları doğaya buyurur, dediğimde," şeklindedir.
[Metindeki ve dipnottaki Türkçe alıntılar, Immanuel Kant, Gelecekte
Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziği Prolegomena, age, s.
72 (ç.n.))
5 8 'natura naturata' I 'natura naturans' (üretilmiş doğa I üreten doğa): bu
etkili kavram çifti, nesnel koşulları açısından Aristoteles'e kadar geri gi­
der, ancak ik olarak İbn-Rüşt'ün ( 1 126 - 1 1 9 8 ) Aristoteles yorumlarını
Arapçadan Latinceye çeviren Michael Scottus'ta (ölümü: 1 235'den kısa
bir süre önce) ortaya çıkar.
5 9 Şiirin başlığı "Parabase"dir. ["Paraba se " : AntikYunan Komedyasında
eylemle dramatik ve konusal bir bağıntısı olmayan, koronun giysilerini
ve maskelerini çıkartıp, doğrudan izleyiciye seslendiği bir bölüm. (ç.n.))
60 Kant Kritik der reinen Vernunf 'ta (CA, Cilt 3, s. 1 42; AA, Cilt 3, s.
1 3 5 ) kategorilerden "olanaklı deneyimin koşulları olarak" söz eder ve
Prolegomena'da CA, Cilt 4, s. 77; AA, Cilt 4, s. 324) "Aynı zamanda
kulllanılışlarını deneyimle sınırlandıran kategorilerin doğal yapısına iliş­
kin bir kavrayış"tan söz eder. Cassirer'deki pasaj, bir yanlış anlamaya
dayanarak yazılmıştır. Cassirer, Kant'ın beşeri bilgiyi, yalnız bu bilgiyle
sınırlı olmayan kategorilerde vd., kendi koşulları içinde değil "olanaklı
deneyim alanı"yla (CA, Cilt 3, s. 440; AA, Cilt 3, s. 426) sınırlamak
istcdi,:\i n i k a \tedi yor. " O l a n a k l ı
de n e y i m
a l a n ı " ya
da
bilgi, " <Jlanaklı
deney i m i n s ı n ı r l a rı n ı " ( C A , C i l t 3 , \ . 8 ; AA, Ci l t 4, s . 1 0 ) ba�arı\ız k a l ­
6ı
madan a�amaz.
d ipnot, İ n g i l i zc e ed i syon d a b u l u n m u yor. Kant'ın Kritik der reınen
Vernunft'unun Goethe'nin elindeki nüshasının ( 1 790 tarihli 3. basım;
bkz. Goethes Bibliothek, 1 958, No 306 8 ) Kari Vorliinder tarafından
betimlemesi Kant-Studien içinde değil, Vorliinder'in şu kitabında yer
alıyor: Kant, Schil/er, Goethe, 1 . basım 1 907, s. 271 - 279 ( Cassi­
rer'in Kant'tan alıntıladığı yer s. 276'da), 2. basım 1 923, s. 283 - 29 1 )
(Kant'tan alıntılanan yer, s. 288'de) . Ayrıca bkz. burada, yayına hazırla­
yanın notları, not 6.
6 ı. " İçeriksiz düşünceler boştur, kavramsız görüler kördür" (CA, Cilt 3, s .
8 0 ; AA, Cilt 3, s . 7 5 ) . "Ne var k i b u saf bilginin kullanılmasının koşu­
lu, onun uygulanabilecği nesnelerin bize görüde verili olmasıdır. Çünkü
sezgi olmadan bütün bilgimizin nesneleri eksik kalır ve böylece bilgimiz
de tamamen boş kalır. (CA, Cilt 3, s. 8 7; AA, Cilt 3, s. 81 vd.).
6 3 Secta philosophorum'un çevirisi olarak 'okul filozofları' denildiğinde,
belirli bir felsefi doğrultunun ya da belirli bir filozofun yandaşları ve
savunucuları anlaşılmaktadır. (Bkz. J. ve W. Grimm: Dt. Wörterbuch,
Cilt 9, sütun 1 934. ['Schule', No 2b ve 3), 1 964; Cilt 1 0/1 Sütun 407
['Sekte', No 1 ) ) . Ö rneğin 1 8 yüzyılda okul felsefesi denildiğinde, özellik­
le bağımsız düşünür Kant'ın zıttı olarak Leibniz-Wolff felsefesi anlaşılı­
yordu.
64 Bu ünlü söz Moses Mendelhssohn'un ( 1 729 - 1 786) Kant hakkında
1 78 6 Ağustos ayında "birkaç değini" de bulunduğu (CA, Cilt 4, s. 479
- 485; AA; Cilt 8, s. 1 5 1 - 1 55) Morgenstunden oder Vorlesungen über
das Daseyn Gottes. Erster Teil ( 1 785) adlı kitabının 'Öndeyi'sinde yer
alıyor: "Bu yüzden, bu arada metafizikte önde gelen büyük adamların
yazılarını, Lambert'in, Teten 'in, Plattner'in ve hatta her şeyi parçalayıp
yok eden Kant'ın eserlerini, yalnızca dostlarımın verdiği yetersiz bilgiler­
den ya da nadiren çok öğretici olan değerlendirme yazılarından tanıyo­
rum " (Mendelssohn: Ges. Schri�en, Clt 3/2, s. 3). 'Her şeyi parçalayıp
yok eden' Kant sözü, zamanla bir deyime dönüştü ve örneğin 1 804'te
Borowski (lmmanue/ Kant, s. 35) ya da Heinrich Heine tarafından kul­
lanılmıştır. Geschichte der Religion und Philosophie in Deutschland ki­
tabında Heine, Kant'ın "yıkıcı, dünyayı parçalayıp yok eden düşüncele­
ri "nden söz eder ve: "Immanuel Kant, düşünceler alanındaki bu büyük
yıkıcı, terörizmde Maximilian Robespierre'i fersah fersah geride bırakı­
yor [ . . . ] " der. (Histor. -krit. Gesamtausg. d. Werke, Cilt 8/1 vd.).
6 5 Bu cümle, 'Vermiichtnis' şiirinin 6.dizesinden alınmıştır: WA, Kısım 1,
Cilt 3, s. 83. Cassirer Goethe'nin bu cümlesini yapıtlarında sık sık alın­
tılamıştır.
Bu
1 50
Rl)USSF AU. KAN T . GOf l HE
KANT VE ( ; O ETH E
( Sa y fa 89-93 )
Goethe: Maximen ımd Reflexionen, haz. Hecker, No 4 1 5 , s. 82: " Bilim­
lerde de aslında hiçbir şey bilinemez, daima yapılmış olması gerekir. "
Bkz. Bu kitapta 'Goethe ve Kant Felsefesi', s. 55, dipnot 1 .
Prolegomena, § 1 4: CA, Cilt 4, s. 44 (AA, Cilt 4, s. 294 ) . [Türkçe alıntı:
Immanuel Kant, Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Meta­
fiziğe Prolegomena, çev. : İ oanna Kuçuradi, Yusuf Örnek, TFK Ankara,
1 9952, s 44 (ç.n.))
Anlak yasalarını (a priori) doğadan yaratmadığı, bunları doğaya atfet­
tiği için, "doğanın genel düzeninin kaynağı " dır, " doğanın yasalarının
kaynağı "dır (CA, Cilt 3, s. 627; Cilt 4, s. 72, 74; AA, Cilt 4, s. 93, 320,
322 ).
Bkz. burada 'Goethe ve Kant Felsefesi', s. 64, dipnot 1 5 .
Cassirer herhalde, Fichte'nin terekesindeki, 1 8 1 3 tarihli iki yapıttaki pa­
sajlara atıfta bulunuyor; bu yapıtlar Thatscachen des Bewusstseins' ve
Einleit� ngsvorlesungen'dir, Werke içinde, haz. 1. H. Fichte, Cilt 9, 1 97 1 ,
s . 493 ve s . 1 1 - 1 7. Bkz. Cassirer: Das Erkenntnisproblem, Cilt 3, s .
1 63.
2
3
4
5
6
ROUSSEAU
(Sayfa 95-99)
2.
3
4
5
6
7
B u numara Beauvalon'un 'adı geçen dergininn 1 .sayısındaki 'La philo­
sophie de J. -J. Rousseau et l'esprit cartesien' makalesine işaret ediyor,
Cilt 44, 1 937, s. 325 - 352. Söz konusu makale Cassirer'in Rousseau
hakkındaki bu metin parçasının alındığı dergi toplamının 'Bibliografik
İndeks'inde 8 8 . numarayla (s. 91 'de) belirtilmiştir.
Bkz. bu kitapta 'Kant ve Rousseu', s. 45, yayına hazırlayanın notu 1 2 1 .
" Me dire de soumettre ma raison c'est outrager son auteur. "
Bkz. bu kitapta, 'Kant ve Rousseau', s. 43, dipnot 6 3 .
Bkz. agy.
Adı geçen 'Bibliyografik İndeks'te (s. 94)137 numara şu makaleye işaret
ediyor: Emile Brehier: 'Les lectures rnalebranchistes de Jean-Jacques Rous­
seau' Revue Internationale de Philosophie 1 içinde, 1 938, s. 98 - 120.
"Lorsque l'on parle d'une influence sur Rousseau, il faut plutôt songer
a une affinite sentimentale, a une sorte de consonnance affective qu'a un
assentiment intellectuel. Si on se place a ce dernier point de vue, l'on risqu­
era de sous-estimer l'influence du malebranchisme sur Rousseau; elle est a
apprecier, ce que est certes difficile, en profondeur plus qu'en surface."
Kaynakça
• işaretli başlıkları Cassirer (de) alıntılıyor.
-y 'Goethe als Befreier. Ernst Cassirer in der Goethe-Gesellschaft.' Vosssische Zeitung içinde
(Berlin), No 1 29, 1 6 . Mart 1 932, akşam baskısı.
Aristotelis opera, ex recensione lmmanuelis Bekkeri, edidit academia regia Borussica. Edi­
tio altera, quam curavit O/o{Gigon. Cilt 1 -2. Berlin 1 83 1 edisyonunun değiştirilmemiş
fotomekanik tıpkıbasımı. Berlin, de Gruyter 1 960.
• Babitt, lrving: Rousseau and Romanticism. Boston vby.: Houghton Mifflin 1 9 1 9.
Bast, Rainer A.: "Cassirers Rousseau-Interpretation ". Kısa versiyonu: Romanistische Zeit­
schrift für Literaturgeschichte 1 5 içinde, 1 9 9 1 , Sayı 3/4 (baskıda). (Kısalnlınamıı versi­
yon Cassirer hakkında 1 992'de yayımlanacak bir makaleler derlemesinde yer alacak.)
Baumgartner, Alexander: Göthe Sein Lebm und seine Werke. ikinci Cilt: Die Revolutiotıszeit. Göthe und Sebiller. ( 1 790'dan 1 805'e kadar). ikinci, genişletilmiş ve gözden
geçirilmiş basım. Freiburg i. Br.: Herder 1 886.
Bayle, Peter: Historisches und Critisches Wörterbuch. 1 740 tarihli en son basımdan Al­
mancaya çevrildi. Ünlü Freyherrn von Leibnitz ve Herr Maturin la Veissiere la Croze
ve başka diğerleriyle birlikte, özellikle güç olan yerler Johann Christoph Gottscheden
tarafından dipnotlarla donanldı. Üçüncü kısım. Leipzig: Bemhard Chrisıoph Breitkopf
1 743.
• Beauvalon, Georges: "La philosophie de J. -J. Rouseseau et l'esprit cartesien. " Revue de
Metaphysique et de Morale 44 içinde. 1 937, s. 325 - 352.
Bergmann, Ernst: "Rezension von: Theobald Zigler: Goethes Weltanschauung ( 1 914)"
Kant-Studien 2 1 , içinde, 1 9 1 7, s. 295 vd.
Bonitz, Hermann: Index Aristotelicus. Secunda editio. 1 870 Bertin edisyonunun fotomeka­
nik tıpkıbasımı. Graz: Akadeınische Druck- und Verlagsanstalt 1 955.
• Brehier, �mile: "Les lectures malebranchistes de Jean-Jacques Rousseau" Revue lnterna­
tionale de Philosophie 1 içinde, 1 938/39, s. 98 - 120.
Brockhaus Enzyk/opadie in vierundzwanzig Banden. Tamamen yeniden düzenlenmiş on
dokuzuncu basım. Mannheim: F. A. Brockhaus 1 986 vd.
1 52
ROUSSE A U . l<AN T . GOE 1
HE
C;tssirrr, Frnst: " Fn l ightenınc:m . "
Encydo/Jt'diu ol tlu· Sunul
S'°u·nn•s İ \ İ n d e . F d i t o r- i ı ı - c
hief: FJwin R . A . Sdi�ına n . Assoc ı a te Fditor: A l v ııı J o h ı ı s o o . C i l t 5 . N e w Yor k :
millan 1 9.l I ; S. 5 4 7 - .Hl .
--: DJs Erkerıntııisprol>lmı iıı d a Philosophir ımd WısseııschJ{t der nı•ueren Zeit.
Mac­
4 cilt.
1 974, Cilt 4: 1 973.
-- : Freiheit und Form. Studinı zur deutscherı Geis tesgeschich te . Değiştirilmemiş 4. ha­
sım. Darmsıadt: Wiss. Buchges. 1 975.
--: Goethe u n d die geschichtliche Welt. Drei Au(siitez. Berlin: Brunu Cassirer 1 9 32.
--: "Goethes Idee der Bildung und Erziehung " Piidogogisches Zentralblatt 12 içinde,
1 932, s. 340-358.
• --: ldee uııd Gestalt. Goethe, Schiller, Hölderlin, Kleist. D a rm sıa d t : Wiss. Buchges
1 971 . Yeni baskılar 1 973, 1 975, 1 98 1 , 1 989. ( Cassirer 2. baskıyı alıntılıyor. Ber lin:
Bruno Cassirer 1 921 ).
--: lndividuum und Kosmos in der Philosophie der Renaissance. Dar msta dt : Wiss. Buchges. 1 987. (= Studien der Biblioıhek Warburg; 1 0 )
-- : Kants Leben und Lehre. Darmstadt: Wiss. Buchges. 1 974.
--: Leibniz' System in seinen wissenscha(tlichen Grundlageıı. Marburg: Elwerı 1 902.
--: Der Mythus des Staates. Philosophische Gruııdlagen politischen Verhaltens. 4 . - 5.
bin. Frankfurt/Main: Fischer Taschenbuch 1 988 (=Fischer Wissenschaft; 735 1 ) .
-- : Naturalistische und humanistische Begründung derKulturphilosophie. Göteborg:
Elanders Boktryckeri Aktiebolga 1 93 9 (=Göteborgs Kungl. Vetenskaps- och Vitter­
hets-Samhalles Handlinger. Femte Fölten; Seri: A, Cilt 7, No: 3 ) .
-- : Die Philosophie der Au(kliirung. Tübingen: J. C. B. Mohr (Paul Siebeck) 1 932
(Grundrifl der philosophischen Wissenschaften).
--: Philosophische der symbolischen Formen.
1. Kısım: Die Sprache. Değiştirilmemiş 9. basım. 1 988.
2. Kısım: Das mythische Denken. Değiştirilmemiş 8 . basım 1 987.
3. Kısım: Phiinomenologie der Erkenntnis. Değiştirilmemiş 8 . basım 1 982.
Darmstadt: Wiss. Buchges.
--: Die Platonische Renaissance in England und die Schule von Cambdridge. Leipzig: B.
G. Teubner 1 932 (=Studien der Bibliothek Warburg; 24).
--: "Das Problem Jean-Jacques Rousseau." Drei Vorschliige, Rousseau zu /esen. Ernst
Cassirer, Jean Starobinski, Robert Darnton içinde. Frankfurt/Main: Fischer Taschen­
buch 1 989 (=Fischer Taschenbücher der Wissenschaft; 6569: Philosophie Fischer); s.
7 - 73 .
--: "Schiller und Shaftesbury " . Publications o f the English Goethe Society, New Series
1 1 içinde, 1935, s. 37 - 59.
--: Substanzbegri(( und Funktionsbegri((. Untersuchungen über die Grund(ragen der Er­
kenntniskritik. Değiştirilmemiş 5. basım. Darmstadt: Wiss. Buchges. 1 980.
--: Thorilds Sıellung in der Geistesgeschichte des achtzehnten Jahrhunderts. Stockholm:
Wahlström & Widstrand 1 94 1 (=Kungl. Vitterhets Historie och Antikvitets Akade­
miens Handlingar; 5 1 .1).
--: "L'unite dans l'CEuvre de Jean-Jacques Rousseau. • Bul/etin de la Socititti (rancaise de
Philosophie 32 içinde, 1 932, s. 45 - 85.
--: Versuch über den Menschen. Einführung in eine Philosophie der Kultur. lngilizceden
çeviren Reinhard Kaiser. Frankfurt/Main: S. Fischer 1 990.
--: "Was ist 'Subjektivismus'?" Theoria 5, 1939, s. 1 1 1 - 1 40.
--: Zur Logik der Kulturwissenscha(ten. Fün( Studien. Değiştirilmemiş 4. basım. Dannstadt: Wiss. Buchges. 1 9890.
Darmstadt: Wiss. Buchges.; Cilt 1
-.l :
--: Zur modernen Physik. Darm•tadt: Wi". Buchge•. 1 � S 7.
Cicero, Marcu' Tullius: Fragmente über dıe Rechtlıchkeıt llJe legıbus). (piren, notlar ve 11.rı­
söz Kari Büchner. Stungart: Philipp Reda m 1 969 I= Unıversal-BiblıcJthek; � 1 1 9-� 12fı1•
--: Gesprache in Tuskulum (Tusculanae dispuıatıones). C.iri� yaz"ı v e y en i �ıri: Kari
Büchner. İkinci, gözden geçirilmiş basım. Haz. Walıer Rüegg. Zürih vby,: Artemi• 1 966
( Bibliothek der Alten Welt. Röm ische Rei he ) .
--: Von den Grenzen im Guterı urıd Bösen (De firıibus bonorum et malorum). Laıinu ve
Almanca. Giriş yazısı ve çeviri: Kari Atze rt; Zürih vby,: Artemis 1964 IBi b liothek der
Alten Welt. Römische Reihe).
Cohn, Jonas: "Das kantische Element in Goethes Weltanschauung. Schiliers philosophisc­
her EinAuss auf Göe the. " Kanı-Studien 1 0, içinde. t 905, s. 286-345.
Conversations-Lexicon für die gebildeıen Stiinde. Devlet adanılan, bilginler, sanatçılar ve
teknisyenlerle işbirliği içinde haz. J. Meyer. Kısım 2, Cilt 8. Hildburghausen vd.: Bibli­
ograph. lnstitut 1 8 5 1 .
Diderot, Denis: Briefe 1 742 - 1 78 1 . Derleyen v e yayına hazırlayan Hans Hinterlıauser. Al­
mancaya çevirenler Johann Borek ve Hans Hinterhiiuser. Frankfurt/Main: insel 1984.
--: Correspondance. Derleme, notlar ve önsöz Georgcs Roth. 16. Cilt. Paris: Les Editions
de Minuit 1 95 5 - 1 970.
--: CEuvres compleıes. Orijinal basımları gözden geçiren J. Asseza ı. 20 Cilt. Paris: Gar­
nier Fri:res 1 8 75 - 1 877. Reprint Nendeln: Kraus 1 966.
--: CEuvrez completes. Edisyon kritik, notlandıran ve sunan Jean Varlooı. 25 CilL Paris:
Hermann 1 975 - 1 986.
--: Das Theater des Herrn Diderot. Fransızcadan Almancaya çeviren Gotthold Epharim
Lessing. Birinci kısım. İkinci, gözden geçirilmiş basım. Berlin: Clır. Fr. VoS und Sohn
1 78 1 .
Dickmann, Herbert: "An interpretation of the eightecnth centwy. Modern language quater­
ly 1 5 içinde, 1 954, s. 295 - 3 1 1 .
Dilthey, Wilhelm: Gesamme/te Schriften. Cilt 1 : Einleitung in die Gesiteswissenschaften.
Versuch einer Grundlegung für das Studium der Gesellschaft und der Geschichte. Bi­
rinci Cilt. (haz. Bemhard Groethuysen). 8., değiştirilmemiş basım. Sıungarı: B. G. Te­
buner; Göttingen: Vandenhoeck & Ruprecht 1979.
Epicurus: Epicurea. Haz. Hermann Usener. Stuttgatt: B. G. Teubner 1 787 (Sarnmlung wis­
senschahliche Commentare).
Ersche/Gruber: Allgemeine Enzyklopadie der Wissenschaften und Künste. Adı geçen ya­
zarların eserlerini alfabetik sıraya göre düzenleyen ve yayına hazırlayanlar: J. S. Ersche
ve J. G. Gruber. Kısım IIl. Haz. M. H. E. Meier ve L. F. Kamız. Kısım 4. Leipzig: F. A.
Brockhaus 1 833.
Festgabe zum Goethe;ahr 1 932. Freies Deuısches Hochstih Vakfı. Yönetimin siparişiyle
yayına hazırlayan Emst Beutler. Halle a. S.: Max Niemeyer 1 933.
Fichte, Johann Gottlieb: Gesamtausgabe der Bayerischen Akademie der Wissenschaften.
Dizi 1, Cilt 4: Werke 1 797 - 1 798. Haz. Reinhard Lauth ve Hans Gliwiızky, Richard
Schottky'nin katkılarıyla. Stutgatt-Bad Cannstatt: Frommann-Holzboog 1970.
• --: Siimmtliche Werke. Haz. lmmanuel Hermann Fichıe. Cilt 1: Zur theoretischen Phi­
losophie. Berlin: Veit & Comp. 1 845 (Fotomekanik npkı basım: Fichte: Werke. Berlin:
de Gruyter 1 97 1 ).
--: Werke. Haz. lmmanuel Hcrmann Fichte. Cilt 9: Nachgelassenes zur theoretischen
Phi/osophie I. Berlin: de Gruyıer 1 971..
Fischcr, Kuno: Sebiller als Philosoph. Konferans. Yeni basım. Leipzig Fues's (R. Reisland)
1 868.
1 54
ROUSSEAU, KAN T . GOF T H �
( ;orrhe. Johann Wolfg;ıng von: Gt•dı11ıkt•nuusgul>t' dt•r Wt·rkt'. /Jrıt'ft• u m / GesfJriichı• l H
Aj\ustos 1 949. Haz. Ernst Beutler. Cilt 1 7, Zürih: Arıemis 1 952.
• --: Gespriiche. Gesamt.ıus/(a/>et'. Yayını başlatan Wolılemar l'rhr. Yon Bieılerınann.
ikinci, gözden geçirilmiş ve büyük ölçüde genişletilmiş basım. Yeniden yayımlayan flo­
doard Frhr. voıı Biedermann; Max Morris, Hans Gerharıl Griıf ve Leonhard L.Mac­
kall'ın katkılarıyla. 5 Cilt. Leipzig: F. W. v. Biedermann 1 909 - 1 9 1 1 .
-- : Der iunge Goethe. Yeniden düzenlenmiş, beş ciltlik edisyon. Haz. Hanna Fisc­
her-Lamberg. Cilt V: Ocak-Ekim 1 775. Berlin vby.: de Gruyter 1 973.
• --: Maximen und Ref/exionen. Goethe-Schiller arşivindeki elyazmalarına dayanarak
hazırlayan Max Hecker. Weimar: Goeıhe-Gesellschaft 1 907 ( = Schriften der Goeıhe­
Gesellschaft; 21 ) .
--: Siimtliche Werke, Briefe, Tagebücher und Gespriiche. Kırk Cilt. Haz. Hendrik Birus
vd. Kısım I, Cil t 24: Schirften zur Morphologie. Haz. Dorothea Kuhn. Frankfurt/Main.
Deutscher Klassiker Verlag 1 987 (=Bibliothek deutscher K lassiker; 27).
--: Siimtliche Werke nach Epochen seines Schaffens. Münih edisyonu. Haz. Kari Richter;
Herbert G. Göpfert, Norbert Miller ve Gerhard Sauder'in katkılarıyla. Cilt 1 2 : Zur
Naturwissenchaft überhaupt, besonders zur Morpohologie, Erfahrung, Betrachtung,
Folgerung, durch Lebensereignisse verbunden. Haz. Hans J. Becker vd. M üni h : Cari
Hanser 1 989.
Werke. Grofl herzogi n Sophie von Sachsen'in talimatıyla yayına hazırlanmıştır. Weimar: Hermann Böhlau; Hermann Böhlaus Nachfolger.
[Kısım 1: K elimenin dar anlamıyla yapıtlar.] 55 cilt. 1 8 87 - 1 9 1 8 .
Kısım il: Naturwissensahcftliche Schriften. 1 3 Cilt. 1 890 - 1 904.
Kısım fil: Tagebücher. Register. 15 Cilt. 1 8 8 7 - 1 9 1 2 .
Kısım iV: Briefe. 50 Cilt. 1 887 - 1 9 1 2 .
(Burada alıntılanırken 'WN kısaltması kullanılmıştır.)
--: Winckelmann und sein ]ahrhundert in Briefen und Aufsiitzen. Helmut Lotzhauer'in
giriş yazısı ve açıklaması diziniyle. Leipzig: Seemann 1 969.
Goethe-Jahrbuch 13, 1 892; 1 4, 1 893; 1 6, 1 895.
Goethes Bibliothek. Katalog. Bu edisyonu düzenleyen: Hans Ruppert. Weimar: Arion Ver­
l ag 1 958.
Grimm, Jakob; Wilhelm Gr i mm : Deutsches Wörterbuch. Cilt 9 ve Cilt 10. Kısım 1. Düzen­
leyen Moriz Heyne vd. Leipzig: S. Hirzel 1 899 - 1 905. Fotomekanik tıpkıbasım Münih: Deutscher Taschenbuch-Verlag 1 984, Cilt 15 ve 16 (=dtv; 5945 ).
Grosses vol/stiindiges Vniversales-Lexicon al/er Wissenscha(ten und Künste,. . . Cilt 36. Le­
ipzig vby., j. H. Zedler 1 743.
• Hansen, Adolph: Goethes Metamorphose der Pf/anzen. Geschichte einer botanischen
Hypothese. Gieflen: A. Töpelmann 1 907.
Harig, Ludwig: Rousseau. Der Roman vom Vrsprung der Natur im Gehirn. 2. basım. Mü­
nib: Cari Hanser 1 978.
Harnack, Ono: Goethe in der Epoche seiner Vol/endung 1 805 - 1 832. Versuch einer Dars­
tellung seiner Denkweise und Weltbetrachtung. Üçüncü gözden geçirilmiş basım.Leip­
zig: j. V. Hinrichs 1905.
• Haymann, Franz. }ean ]acques Rousseau's Sozialphilospohie. Leipzig: Veit ile Comp.
1 898.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich: Phiinomenologie des Geistes. Yeniden yayına hazırlayan­
lar Hans-Friedrich Wessels ve Hcinrich Clairmont. Wolfgang Bonsiepen'in giriş yazısıy­
la. Hamburg: Felix Meincr 1988 (=Phihosophische Bibliothek; 414).
•
--:
-- : Werke in 20 Biinden. 1 8 32 - 1 845 Werke t<füyonu ıerru:lındc yemden yayım ha ·
zı rl a nmı � edisyon. 2 0 Cil t + Dizin. Frankfurt/Main: Suhrkamp 1 969· 1 979 ' =>uhr­
kamp-Taschenbuch Wissen sc h a ft ; 60 1 -62 1 ).
Heidegger, Martin: Kant u n d das Problem der Metaphysik. Dördüncıı genııleıılmiı lr.mm .
Frankfurı/Main: Klostermann 1 973.
Heine, Heinrich: Historisch-kritische Gesamtausgabe der Werke.
Haz.
Manfred Wi ndfuh r.
Cilt 1 vd. Hamburg: Hoffmann und Campe 1 975 vd.
•
Hende!, Charles
W.: ]ean-]acques Rousseau: Moralist. 2 Ci lt . Londra vby., Bobb.-Mr:rrill
1 96 3 .
• Herder, Johann Gottfried: Siimtliche Werke. Haz. Bemhard S uphan. 33 Cilt. Berlin: Weid­
mann 1 877 - 1 9 1 3 . Reprografik tıpkıbasım Hildesheim: Olms 1 96 7 - 1 9 68 .
Hildebrandt, Dieter: Voltaire: Candide. Frankfurt/Main vd.: Ullstein 1 963 ( =Dichıung urui
Wirklichkeit; 1 2 ) (=Ullstein-Buch; 50 1 2 ) .
Hinske, Norbert; Wilhelm Weischedel: Kant-Seitenkonkordanz. Dannstadt: Wiss. Buclıges.
1 970.
Hippel, Theodor Gottlieb von: Der Mann nach der Uhr oder der ordentliche Maıın. Tek
perdelik komedi. Haz. Erich Jenisch. Halle: Max Niemeyer 1 928.
Historical R egis ter of Yale University 1 93 7 - 1 95 1 . Ncw Haven, Conn.: Yale Univcrsiıy
1 952.
Hobbes, Thomas: The English Works. İlk kez derleyen ve yayına hazırlayan
Wıllianı Mo­
lesworth. Cilt 1 ve 6 . 1 840, 1 84 1 edisyonunun tıpkıbasımı. A.alen: Scienıia 1 962 .
--: Hobbes über die Freiheit. 'De Cive'nin ithaf yazısı, Okurlara Önsöz ve 1. - fil. bö­
lümler (Latince - Almanca). Giriş yazısı ve derkenarlarla birlilcte, hazırlayanlar Georg
Geismann ve Karlfriedrich Herb. Würzburg: Köngishausen ve Neurnann 1 988.
--:Leviathan. Birinci ve ikinci bölüm. Çeviren ve yayına hazırlayan J. P. Mayer. Sonsöz
Malte Diesselhorst. Stuttgart: Philipp Reclam 1 978 ( = Universal-Bibliothek; 8348).
--: The philosophical works. (Clarendon edisyonu). Cilt m. De Cive. The English version
entitled in the first edition. Philosophical rudiments conceming governmenı and so­
ciety. Howard Warrender'in hazırladığı edisyon kritik. Oxford. Clarendon Press 1 983.
--: Vom Menschen. Vom Bürger. Giriş yazısı ve yayına hazırlayan Günter Gawlick. llcinci, gözden geçirilmiş basım. Hamburg: Feüx Meincr 1 966 ( = Philosophische Bibüothek;
1 58 ) .
Hölderlin, Friedrich:
Siim tliche Werke.
Württemberg Kültür Bakanlığı'ıun siparişiyle haz.
Friedrich Beissncr. Cilt 6: Briefe. Haz. Adolf Beck [2 yarı cilt]. Stuttgart:
W.
Kohlham­
mcr; J. G. Cotta Nachfolger; 1 954 - 1 958.
Humboldt, Wilhelm von: Gesammelte Schri{ten. Yay. Königlich Preussichen Akademie der
Wissenschaften. Kısım 1 : Werke.Haz. Albert leitzmann. Cilt 6: 1 827 - 1 835. İkinci
Yarı. Berlin: B. Behr's Verlag 1 907.
Immanuel Kant. Sein Leben in Darstellungen von Zeitgenossen. Die Biographinı von L.
E. Borowski, R. B. ]achmann ve A. Ch. Wasianski. (Haz. Felix Gross). Berlin 1912
basımının reprografik tıpkıbasımı. Darmstadt: Wiss. Buchges. 1 968.
• Jacobi, Friedrich Heinrich: Von den Göttlichen Diııgen uııd ihrer Of{enbarung. leipzig:
Fleischer 1 8 1 1 . Yeni baskı Brüksel: Culture et Civilisation 1 968 (= Aeras Kantiana;
1 1 7).
]ahrbuch der Goethe-Gesellscha{t 1 8, 1 932; 1 9 , 1 933.
Jaspers, Kari: Vernnu{t und Existenz. Fünf Vorlesungen. 3. basım. Münih vby., R. Piper
1 984 (
=
Serie Piper; 57).
Jodl. F. : "Gocrhe und Kanr. " Zeitschri{t für Philosophie uııd philosophische Kritik
içinde, 1 902, s. 12 - 20. lngilzcesi: The Monist 1 1 içinde, 1 901, s. 258 - 266.
120
1 56
ROUSSEAU. KANT. GOETHE
lohannes Srnıus Eriuı:ena: Oha die J:: inteilung der Nutur (Ik dit'ISİ0111• naturuc•): Çeviren
Ludwiı: Noal'k. Değiştirilmemiş, hibliyoı:rafya hilı:ilerine eklemeler y a p ıl m ış l. h a sı m .
2 Cilt. Hamburg: Felix Meiner 1 984 (= Ph i l o so ph i sl' h e Biblioıhek; 86 - 87).
j ungh a n s: "im Zeichen Goeıhes . " Neuc• Preu{1ische Kreuz - Zeitung ( Berlin), B edisyonu, Yıl
84, No: 76, 16 Mart 1 932.
• Kanı, lmmanuel: Siimtliche Werke. Kronolojik sırayla yayına hazırlayan G. Harıcnsıein.
Cilt 8 . Leipzig: L. Voss 1 868.
--: Gesammelte Schriften. H a z . Königlich Preuflische Akademie d e r Wissenschafıen. 11 7.
Ciltten itibaren:] haz. Preuffüche Akademie der Wissenschafıen. (23. Ciltten itibaren: (
haz. Deuıschen Akademie der Wissenschafıen z u Berlin. (27. Ciltten itibaren: ( haz:
Akamedie der Wissenschafıen der DDR.
Kısım 1 . : Werke; Cilt 1 - 9
Kısım 2 . : Briefwechsel; Cilt 10 - 1 3
Kısım 3 . : Handschriftlicher Nach la{1; Cilt 1 4 - 23
Kısım 4.: Vorlesungen; Cilt 24, 27 - 2 9
Berlin: Reimer; [8. Cilı'ıen itibaren:] Berlin: de Gruyter.
(Burada alıntılamrken 'AA' kısaltması kullanılmıştır.)
• -- : Ref/exionen zur kritischen Philosophie. Kant'ın elyazısı notlarından yararlanarak
haz. Benno Erdmann. Cilt 1, Fasikül 1: Reflexionen zur Anthropologie. Leipzig: Fues's
Verlag (R. Reisland) 1 8 82.
• -- : Werke. Haz. Ernst Cassirer; Hermann Cohen, Artur Buchenau, Otto Buek, Albert
Görland'ın işbirliğiyle. Berlin: Bruno Cassirer.
Cilt 1 - 2: Vorkritische Schrifıen. Haz. Artur Buchenau. 1 91 2; 3. -5. bin 1 922.
Cilt 3: Kritik der reinen Vernunfı. Haz. Albert Görland. 1 9 1 3 ; 6.- 7. bin. 1 923.
Cilt 4: Schrifıen von 1 783 - 1 788. Haz. Artur Buchenau ve Ernst Cassirer. 1 9 1 3; 3. -5. bin
1 922.
Cilt 5: Kritik der praktischen Vernunfı. Haz. Benzion Kellermann; Erste Einleitung in die
Kritik der Urteilskrafı. Kritik der Urteilskrafı. Haz. Otto Buek. 1 9 1 4; 3. -5. bin 1 922.
Cilt 6: Schrifıen von 1 790 - 1 796.Haz. A. Buchenau, E. Cassirer, B.Kellermann. 1 914; 3.- 5.
bin 1 923.
Cilt 7. Die Metaphysik der Sitten. Der Streit der Fakultiiten. Haz. Benzion Kellermann.
1 9 1 6; 3. - 5 . bin 1 922.
Cilt 8: Anthropologie. Haz. Otto Schöndörffer; Fortschritte der Metaphysik. Vorlesungen
Kants über Piidagogik. Haz. von Otto Buek; Vorlesungen Kants über Logik. Haz. Artur
Buchenau. 1 922; 3. - 5. bin 1 923.
Cilt 9: Briefe von und an Kant. Haz. Ernst Cassirer. Birinci Kısım: 1 749 - 1789. 1 922; 3.
-5. bin 1 923.
Cilt 10: Briefe von und an Kant. Haz. Ernst Cassirer. İkinci Kısım: 1 790 - 1 803. 1 922; 3.
-5. bin 1 923.
Cilt 1 1 , Ergiinzungsband: Kants Leben und Lehre. 1 9 1 8; 7. -9. bin 1 923.
(Burada alıntılanırken 'CN kısalnnası kullanılmıştır.)
Die Kant-Laplace'sche Theorie. Jdeen zur Weltentstehung von lmmanuel Kant und Pierre
Laplace. Giriş yazısı ve yayına hazırlayan Heinrich Schmidt. Leipzig: A. Kröner 1 925.
( = Kröners Taschenausgabe; 46)
Keats, john: Gedichte. Sankt Agnes-Abend, Hyperion. Çevrien Alexander vonBernus. He­
idelberg: L. Schneider 1958.
-�. The Poetical Works. Haz. H. W. Garrod. ikinci basım. Oxford: The Clarendon Press
1958.
Kindermann, Heinz: Das Goethebıld des
20. jahrhunderts.
1 9 S2'den •onrakı (,rJCthe lııe­
ratüründen seçilmiş hir bibliyografya içeren ikınci, gözden geçirilmıı ve
geniıletılmıt
hasım. Darmstadt: Wiss. Buchges. 1 966.
Klasikker der Philosophie. Haz. Otfried Höffe. 2. Cilt. Münih: Bcck 1 98 1 .
Klassiker des philosopsischen Denkens. Haz. Norben Hoerster. Münih: Deut.cher Ta.chen­
huc h - Ve rl ag 1 9 82. i =dtv; 4 3 8 6-4 3 8 7 )
Konkordanz z u Goethes Werken. D üzen leye n Anneliese Miirkisch. Haz. Akademi der w;,.
s ensc h aften der DDR, Zenıralinstutut für Sprachwissenschaft. Bcrli n :
Akademıe-Verlag
1 97 3 .
Kühn, Emil: Kants Prolegomena i n sprachlicher Bearbeitung. Gotha: Thienemann 1 908.
Kühnemann, Eugen: Herder. Zwei te , neu bearbeitete Auflage. Münib: Beck 1 9 1 2.
Kuhrke, Walter: Kants Wohnhaus. Zeichnerische Wiederherstellung mit niiherer Beschreibung. İk i n ci basım. Königsberg: Griise & Unzer 1 924.
Leibniz, Gottfried Wilhelm. Hauptschrifı zur Grundlegung der Philosophie. Çeviren A.
Buchenau. Gözden geçiren ve giriş yazıları ve açıklamalarla birlikte yayına hazırlayan
Ernst Cassirer. Cilt 2. Üçüncü, kaynakçalarla tamamlarırnış basım. Hamburg: Felix Me­
iner 1 966 (=Philosophische Bibliothek; 108).
--: Metaphysische Abhand/ung (Discours d e Metaphysique). Çeviren, önsöz, notlar ve
yayına hazırlayan Herbert Herring. Hamburg: Felix Meiner 1 958 I= Philosophische
Bibliothek; 260).
--: Die philosophischen Schrifıen. Haz . Cari 1. Gerhardt. 7 Cilt. Berlin 1875 - 1890
edisyonunun değiştirilmemiş tekrar basımı. Hildesheim: Olms 1 965.
--: Vernunfıprinzipien der Natur und der Gnade. Monadologie (Principes de la Nature et
de la Grace fondes en Raison. Monadologie). Andre Robinet'nin edisyon kritiği ( 1 954)
ve Artur Buchenau'nun çevirisi temelinde, giriş yazısı ve notlarla birlikte haz. Herbert
Herring. Hamburg: Felix Meiner 1 969 ( = Philosophische Bibliothek; 253).
--: Die Theodizee. Çeviren: Arthur Buchenau . Morris Stockhammer'in giriş niteliğindeki
denemesiyle. 2. baskı . Hamburg: Felix Meiner 1 968 (= Philosophische Biblioıhek; 71).
• Lessing, Gotthold Ephraim: Siimtliche Schrifıen. Haz . Kari Lachmann. Üçüncü, gözden
geçirilmiş ve genişletilmiş basım, gerçekleşmesini sağlayan Franz MunckeL Cilt 4. Srut­
tgart: G. J. Göschen 1 889.
Cilt 1 0, agy., 1 894
--: Werke und Briefe in zwölf Banden. Haz . Wilfried Barner; Klaus Bohnen vd. işbir­
liğiyle. Cilt 6: Werke 1 767 - 1 769. Haz . Klaus Bohnen. Frankfurt/Main: Deutscher
Klassiker Verlag 1 985 (= Bibliothek deuıscher Klassiker; 6).
Marc Aurel: Wege zu sich selbst. Çeviren ve yayına hazırlayan Willy Theiler. ikinci, göz­
den geçirilmiş basım. Zürih vby.: Artemis 1 974 (Biblioıhek der Alten Welt. Griechische
Reihe) .
• Masson, Pierre-Maurice: La religion de ]ean-jacques R ousseau. 3 Cilt. Paris: Hachette
1 91 6 . Reprint Geneve: Slatkine Reprint 1 970.
Mauperıuis. Pierre Louis Moureau de: CEuvres. Düzeltilmiş ve genişletilmiş yeni basım. Cilt
1. Kozmoloji Denemesi'nde kullanılmış Tanrı ispatının felsefi tetkikiyle birlikte. Giorgio
Tonelli'nin giriş yazısıyla . Lyon 1 768 ve Berfin 1 758 edisyonlarının tıpkıbasımı . Hildes­
heim vby.: Olms 1 974.
Mendelssohn, Moses: Gesammelte Schriften. Jübile edisyonu. F. Bamberger vd. işbirliğiyle,
yayını başlatan 1. Elbogen vd., devam ettiren Alexander Alnnann. Schrifıen ıur Philo­
sophie und Asthetik, Cilt IIY2. Düzenleyen Leo Strauss. Stuttgan-Bad Cannsıatt: From­
mann-Holzboog 1 974.
1 58
AOUSSEAU, KANT, G O E T H E
Mt")'ı'rs fnz)1klo/1iidisd1es 1-rxıkon m 2 S
BJ11de11.
Ya y 1 1u· v i n i n 1 5 0 . yılı v c s i l t·, i y l e t a m a m e n
y eni d e n d üze n l e n m i ş h a s ı m . M a ıııılwinı v d . : B i b l i ograph i sces
lmtitut
1 '1 7 1 - 1 '1 7 9 .
2 i ı; i ı ı ­
1 9 8 4 , s. 1 3 7 - 222.
Montesquieu, Charles de Sernnda t . ffu11res completes. G i riş yazısı v e notlar Roger Caillois.
" Cilt. Paris: Gallimard 1 949 - 1 9 5 1 ( = Bibliothequc de la Pleiade; 8 1 , 8 6 ) .
M P L M igne, Jacques-Paul ( Haz. ) : Patrcılogiae cursus completus. PatroloKia Latina. 22 1
Cilt. Paris. Garnier vd. 1 8 79 - 1 9 6 8 .
Müller, Kanzler Friedrich von: Unterhaltungen mit Goethe. Yayına hazırlayan ve notlar
ekleyen Renate Grumch. Erns Grumach ve Renat Fischer-Lamherg'in 1 959'da gerçek­
leştirdikleri 'Küçük edisyon'un gözden geçirilmiş 2 . basımı. Münih: Beck 1 982.
NDB Neue Deu/sche Biographie. Haz. Historischen Kommission bei der Ba ye risc h e n Aka­
demie der Wissenschafıen [Bavyera Bilimler Akademisi Tarih K om isy o nu ) . Cilt 1 vd.
Berlin: Duncker & H u m blo t 1 953 vd.
Molııar, G e z a v o n : " Goethes
Studiunı
d e r K r i t i k d e r ll r t e i l s k r a ft. " Goethe Year/JOrık
de,
Nicolai, Heinz: Goethe und jacobi. Studien ıur Geschichte ihrer Freundschaft. Stuttgart:
J. B. Metzler 1 965.
Paulsen, Friedrich: "Goethes ethische A n scha u ungen " . Goethe-jahrbuch 23 içinde, 1 9 0 2 ,
s. 1 . _ 3 2 • .
Platon: Werke i n achı Biinden. Yunanca v e Almanca. Hazırlayan v e gözden geçiren Gunther
Eigler; Heinz Hofmann vb. k atk ıl arı yl a . 2./3. Basım. 8 cilt 9 kitap. Darmstadt: Wiss.
Biıchges. 1 990.
Pope, Alexander. The Poems. Cilt 111/1 : A n Essay on Man. Haz. Maynard Mack. Reprint.
Londra: Methuen; New Haven: Yale University Press 1 95 8 .
-- : Works. Kısmen merhum John Wilson Croker tarafından derlenen yeni basım.
Whitwell Elwin'in giriş yazısı ve notlarıyla. Cilt II. Yeni basım. New York: Gordian
Press 1 967.
Pufendo rf, Samuel A.: Acht Bücher vom Natur- und Völkerrechte. Johann Nicolai Hertii,
Johann Barbeyrac ve başkalarının notlarıyla açıklanmış ve Alman diline çevrilmiştir.
Frankfun/Main: Friedrich Knochen 1 7 1 1 .
--: D e ]ure Naturae e t Gentium. Haz. G . Mascovius. 2 Cilt. Frankfurt vd. 1 759. Değiş­
tirilmemiş yeni basım Frankfurt/Main: Minerva 1 967.
--: De officio hominis et civis ;uxta /egem natura/em /ibri duo. Alex. Arn. Pagenstecher
tarafından hazırlanıp genişletilmiş yeni basım. Groningen: John a Velsen 1 712.
-- : Die Gemeinschaftspf/ichten des Naturrechts. 1 673 tarihli 'De officio hominis et ci­
vis'ten seçilmiş parçalar. 2. basım. Frankfurt/Main: Klostermann 1 948 (=Deutsches
Rechtsdenken; 4a).
Rabel, Gabriele: Goethe und Kant. 2 Cil t. Viyana (Selbsıverlag) 1 927.
Rosenkranz, Kari: Göthe und seine Werke. K ö n i gs be rg: Borntrager 1 847.
Rousseau, jean-Jacques: Bekenntnisse. F r ansızc ad an çeviren Ernst Hard. Werner Krauss'un
giriş y azı sıy l a. Frankfurt/Main: insel 1 985 (=lnsel-Taschenbuch; 823).
--: Briefe. Derleyen ve yayına hazırlayan Friedrich Kircheisen. Yeni, gözden geçirilmiş
basım. Leipzig: Philipp Reclam jun. 1 94 7.
• --: Les Confessions. Yazarın Cenevre Kütüphanesi'nde muhafaza edilmekte olan el
yazması temel alınarak hazırlanan tam basım, notlar ve dizin Ad. Van Bever, ve ek
olarak Reveries du promeneur solitaire. 3 cilt. Paris: G. Cres 1 9 1 3 .
--. Correspondance complete. Edisyon kritik, derleyen v e notlandıran Ralph A . Leigh.
49 cilt.
Cenevre: Institut et Musee Voltaire 1 965 - 1 9 8 9 .
• -- : Correspondance generale. Thôopile Dufour tarafından orijinal elyazmaları üzerin­
den derlenmiş, notlandırılmış ve yo ruml anmı şt ı r. 20 Cilt. Paris: Colin 1 924 - 1 934.
'>c.hmıdı\.
WiM,e"'c haft : Cnı·Ta"hcn·
--: Emil rıder Ober die Erzıehung. Tam edisyon. Yeni Alman<.a <,evmı Ludwıg
9 . basım. Padernborn vby.
bücher;
1 1 5 ).
F.
Schöningh 1 989
l=UfB
fur
--: ]ulie oder die neue Heloise. Briefe zweier Liebenden aus eıner kle ınen 5ıadt am fu(ie
der Alpen. Almancaya ilk çevirisi Johann Gonfried Gellius . . . . Amsıc:rdam 1 76 1 tarıhlı
Rey edisyonuna göre tamamen gözden geçirilmiş ve bü tünlen miştiL Dietrich Leube'nın
zaman çizelgesi, Reinhard Wollff'un notları ve sonsözüyle.
Münih: Winlder 1 978.
--: Kulturideale. Yapıtlarından bir derleme, Eduard Spranger'in giriş yazmyla. �dwig Jahn. Jena: Eugen Diederichs 1 908.
Ht­
• --: La Nouvelle He/oise. El yazmalarından ve ilk basımlardan, degişkeleriyle birlikte
derlenen yeni basım; Daniel Mornet'nin önsözü, notları ve yorumla rı yl a, 4 Cilt. Para:
Hachette 1 925 (Les Grands Ecrivains de la France).
--: <Euvres completes. Bernard Gagnebin ve Marcel Raymond'un gözetiminde hazırlanan basım, 4 ci lt . Paris: Gallimard.
Cilt 1: Les Confessions. Autres textes. Autobiographiques. 1 969.
Cilt 2: La Nouvelle He/oise. Theatre - Poesies. Essais litteraires. 1 969.
Cilt 3: Du Contract social. Ecrits politiques. 1 975.
Cilt 4: Emile. Education - Morale - Botanique. 1 969.
( = Bibl iotheq u e de la Pleiade; 1 1 , 1 53, 1 69, 208 ).
( Burada alıntılanırken 'ROC' kısaltması kul lan ı l mıştı r. )
• -- : The Political Writings. Ori j i n al elyazmalarına ve edisyonlara dayanılarak yayına
hazırlayan, giriş ve notları yazan C. E. Vaughan. 2 Cilt. Cambridge: University Press
1 9 1 5.
• --: La 'Profession de Foi du Vicaire Savoyard. Cenevre, Neuchatel ve Paris elyazmalan
temel alınarak hazırlanan edisyon kritik, Pierre-Maurice Masson'un tarihsel yorumu ve
önsözüyle. Fribourg (İsviçre): Librairie de l'Universite; Paris: Hachene 1 9 1 4 (=CoUec­
tanea Friburgensia. Nouvelle Serie; 1 6).
--: La profession de fou du Vicaire savoyard. Georges Beauvalon'un giriş yazısı, notları
ve illüstrasyonlarıyla. Paris: Hachene 1 937.
--: Schrifıen. H a z. Henning Riner. 2 Cilt. Münih vd.: Cari Hanser 1 978.
--: Schrifıen zur Kulturkritik: Über Kunst und Wissenschafı (1 750). ' Über den Ursprung
der Ungleichheit unter den Menschen (1 755). Çeviren, yayına hazırlayan ve giriş yazı­
sını yazan Kurt Weigand. Fransızca-Almanca. 4. genişletilmiş basım. Hamburg: Felix
M e i n er 1 983 ( =Philosophische Bibliothek; 243).
--: Sozia/philosophische und Politische Schrifıen. Eckhart Koch, Dietrich l.eube, Melanie
Walz ve Hanns Zischler'in ilk kez yapnklan çeviriler ve 1 8. ve 1 9. yüzyıldan gözden
geçirilmiş ve tamamlanmış çevirilerle (Metinleri gözden geçiren: Dieırich leube, Eclc­
hart Koch ve Vera Pagin). Dieırich l.eube'nin zaman çizelgesi, Eckhart Koch'un notları,
!ring Fetscher'in sonsözüyle ve bir kavramlar diziniyle. Münih: Winlder 1 98 1 (Wink­
ler-Welıliteratur: Dünndruck-Bibliothek).
Scherer, Wilhelm: Poetik . Berlin 1 888 edisyonunun tekrar basımı. Hildesheim vby.: Olms
1 975.
Schiller, Friedrich: Briefwechsel mit Körner. Von 1 784 bis zum Tode Schillers. İkinci geniş­
letilmiş basım. Haz. Kari Goedeke. 2 Cilt. Leipzig: Veit 1 8 74.
--: Der Briefwechsel zwischen Sebiller und Goethe. Weimar'daki Nationalen Forschun­
gs- und Gedenkstiitten der klassischen deutschen Literarur'un sipari�iyle haz. Siegfried
Seidel. Cilt 1 : Briefe der fahre 1 794 - 1 797. Münih: Beck 1 984.
--: Werke. Nationa/ausgabe. Kurucu: Julius Petersen. Haz. Liselotte Blumenthal und
Benno von Wiese. Cilt 20: Philosphische Schriften. Birinci Kısım. haz. Benno von Wie­
se; Helmut Koopmann'ın katkılarıyla. Weimar: Hermann Böhlaus Nachfolger 1 962.
1 60
ROUSSEAU . KANT. GOETHE
S(hinz, Alherr: J ,d pt•rıst•t• religİt'USt' dt• Roust•s,ıu l'f ses rt;a•n ts intt•r/Jri•tı•s. Pa ri s : F. Akan
1 92 7 ( =Smith Collegc Studics in Modern Languages; Cilt 1 0, N o : 1 . ).
Schmid, Günther: "Über dic Herkuııft der Ausdrikh Morphologie uııd Biologie. " Nova
Aaa Leopoldiııe (N. F.) 2 i ç in de, 1 9.H, s. 5 9 7 - 620.
Schopenhauer, Arthur: Siimtliche Werke. Metinleri eleştirel olarak düzenleyen ve yayına
hazırlayan Wolfgaııg Frhr. Von Löhneysen. 2 . gözden geçirilmiş hasımın reprografik
tıpkıbasımı, Sturtgart ve Frankfurt a m Main 1 96 8 . 5 Cilt. Darmsıadı: Wiss. Buchges.
•
1 976 - 1 9 82.
Seilliere, Ernesı: jean-Jacqııes Rous seau . Paris: Librairie Garnier Freres 1 92 1 (Bi b l i o t ­
heque d'hisıoire littı'raire eı de critique) .
Seneca, Lucius Annaeus: Ph ilosoph ische Schriften. Latince v e Almanca. Yayına hazırlayan,
çeviren, giriş yazısı ve notları yazan Manfred Rosenbach. 5 C ilt . Darmstadı: Wiss. Bu­
chges. 1 98 7 - 1 9 8 9 .
Shaftesbury, An th o ny Ashley Cooper, Earl of: Ein Brife über den Enthusiasmus. Die Mo­
ra/isten. Max Frischeisen-Köhler'in çevirisiyle. Giriş yazısı ve yayına hazırlayan: Wolf­
gang H. Schrader. 2. basım. Hamburg: Felix Meiner 1 980 ( = Philosophische Bibliothek;
ı ı 1 ).
--: Characteristics of Men, Manners, Opinions, Times ( 1 7 l l ). Cilt 1. Londra 1 7 1 1 edis­
yonunun tekrar basımı. Hildesheim vd.: Olms 1 978. ( = Anglistica & Americana; 1 2 3 )
• --: Dil! Mora/isten. Eine philosophische Rhapsodie. Çeviri, giriş yazısı ve notlar: Kari
Wolff. Jena: Eugen Diederichs 1 9 1 0.
--: Standard Edition. Complete Works, selected Letters and posthumous Writings ( Bü­
tün eserler, seçilmiş mektuplar ve terekesindeki yazılar). İngilizce, Almanca çevirileriyle.
Haz., çeviren ve yorumlayanlar Wolfram Benda, Gerd Hemmerich & Ulrich Schödl­
bauer. Danışman editör: A. Owen Aldrige. Cilt 11/ l . Stuttgart-Bad Cannstatt: Fro m ­
mann - Ho l zboog 1 989.
Simmel, Georg: Kant und Goethe. Berlin: Marquardt & Co. 1 906. (= Die Kultur; 1 0).
Spinoza, Baruch de: Siimt/iche Werke in sieben Biinden und einem Ergiinzungsbad. Otto
Baensch ve Artur Buchenau ile işbirliği içinde yayına hazırlayan, giriş yazıları, dip­
notları ve dizinler ekleyen Cari Gebharı. 8 Cilt. Hamburg: Felix Meiner 1 965 - 1 989
(=Philosophische Bibliothek; 9 1 - 95, 96 a, 96 b, 350).
Steiger, Robert: Goethes Leben von tag zu Tag. Eine dokumentarische Chronik. Cilt 1 vd.
Zürih vby.: Artemis 1 982 vd.
SVF Stoicorum veterum fragmenta. Collegit loannes ab Arnim. Cilt 111: Chrysippi frag­
menta moralia. Fragmenta successorum Chrysippi. Editio stereotypa editionis primae
(MCMIII ) .. Stuttgart: B. G. Teubner 1 964.
Thomas von Aquin: Opera omnia iussu impensaque Leonis Xlll. P. M. 48 cilt. Roma:
Typogr. Polyglotta S. C. de Propaganda Fide 1 882 - 1971.
-- : Summe gegen die Heiden (Summae contra gentiles libri quattuor). Cilt 3, Kısım 1 : Ki­
tap III , Bölüm 1 - 83. Çeviren ve haz. Kari Allgaier. Latince metni düzenleyen ve notlar
ekleyen Leo Gerken. Darmstadt: Wiss. Buchges. 1 990 ( = Texte zur Forschung; 1 7).
Ueberwcg, Friedrich: Grundriss der Geschichte der Philosophie. Oçünçü Bölüm: Die Philo­
sophie der Neuzeit bis zum Ende des XVIII. jahrhunderts. Haz. Max Frischeisen- Köh­
ler ve Milly Moog. 1 3 . baskı. Tamamen gözden geçirilmiş 12. basımın değiştirilmemiş
fotomekanik tıpkı basımı. Basel: Schwabe 1953.
Voltaire, François Marie Arouet de: Candide ou /'optimisme. Edtion critique avec une int­
roduction et un commentaire par AndrC Morize'in giriş yazısım ve bir yorumunu içeren
eleştirel edisyon. Üçüncü basım. Paris: Marcel Didier 1 957.
--: Candide. Bkz. aşağıda: =Hildebrant, Dieter.
•
--: ( ;"rrespfJndence. Haz. Theodore Be.ıerman. 1 07 Cılt. Cenevre: ln•tıtut et M u.tt y,,J.
taire les Delices 1 95 3 - 1 96 5 .
--: Dictionnaire philosophique, comprenant /es 1 1 8 artıcles parus srJus ce ıııre d u vı vant
de Voltaire avec leurs supp/ı!ments parus dans /es 'Questions sur / 'Encyc/r,pedıe '. OnYJZ
Rene Etiemble. Metni derleyen, Raymond Nav.-. Notlar Julien Benda. Parıs: Editi<ms
Garnier Freres 1 967 ( Classiques Garnier).
--: Kritische und satirische Schriften. Fransızcadan çeviren Ka ri Augusı Horst, Joachım
Timm ve Liseloıte Ronte. Sonsöz Fritz Schalke. Darmstadt: Wiss. Buchges. 1 984.
--: Das Liicheln Voltaires. Ein Buch in diese Zeit [haz.] lvan Goll. Bascl vby.: Rhein-Ver­
lag 1 92 1 .
--: CEuvres comp letes . Nouvelle edition. Notlar, önsözler, varyantlar ve analitik tablo
ile. (Haz.: Louis M o la nd . ] 52 Cilt. Paris: Gamier 1 877 - 1 885. Tekrar basım Nenddn:
Kra us 1 967.
-- : 20 Artikel aus dem Philosophischen Tasch en wö rterbu ch (20 Articles du Diaionnaire
Philosophique Portatif). Derleyen, çeviren ve sonsözü yazan: Ulrich Friedrich MülleL
Münih: Deutscher Taschenbuchverlag 1 985 (=dtv, zweisprachig; 921 3 ) .
Vorliinder, Kari: "Goethe und Kant. " Kant Studien 2 3 , içinde 1 928, s. 2 3 3 - 238.
--: lmmanuel Kant und Sein Einf/u/1 auf das Deutsche Denken. Gözden geçirilmiş üçün­
cü basım. Bielefeld ve Leipzig: Velhagen & Klasing 1 925 (= Die Bücherei der Volsho­
chsc h u le ; 9).
--: Kant, Schiller, Goethe. Gesammelte Aufsiitze. Leipzig: Dürr'sche Buchhandlung 1907;
Gözden geçirilmiş ve geni şletilm i ş 2. basım. Leipzig: Felix Meiner 1923.
-- : "Kant und Rousseau." Die Neue Zeit 3711 içinde, 1 9 1 9, s. 465 - 474, 514 - 52 1 ,
5 3 6 - 542.
--: Warda, Arthur: "Kants Erklarung wegen der v. Hippelschen Autorschah Alpreussisc­
he Monatsschrift 4 1 içinde, 1 904, s. 6 1 - 93.
• Wolf, Ch ri stia n : Gesammelte Werke Yayına hazırlayan ve düzenleyen J. &ole vb. , Hil­
des he im vdy, : Olms. Kısım 1: Deutsche Schrifterı. Cilt 2: Vernünfftige Gedancken von
Gott, der Welt und der Seele des Menschen, auch al/en Dingen überhall{Jt. [Deutsche
Metaphysik]. Gen iş letil miş yeni baskı. 1 75 1 . Charlcs A. Corr'un giriş yazısı ve eleştirel
katkısıyla. 1 983.
Cilt 7: Vernünfftige Gedancken von den Absichten der natürlichen Dinge, Den Liebhabern
derWahrheit Mitgetheilet. [Deutsche Teleologie]. 2. basım 1 726. Haz. Hans Wemer
Arndt. 1 980.
Wolters, Gereon: "Kant", Enzyklopiidie Philosophie und Wissenschaftstheorie içinde. Sie­
gfried Blasche vd. 'nin Gereon Wolters'le bağlann halinde sürekli katılımlarıyla haz. Jür­
gen Mittelstra«. Cilt 2. Mannheim vby.: Bibliographisches Insıitut 1 984; s. 343 - 351.
Wundt, M ax : Die deutsche Schulphilosophie im Zeitalter der Au{kliirung. Tübingen: Mohr
1 945 ( =Hcidelberger Abhandlungen zur Philosophie und ihrer Geschichte; 32).
Die Xenien aus Schiller's Musenalmanach für das jahr 1 797. Gedichte Abdruck und Erliiu­
terung derse/ben. Supplement zu den Taschenausgaben der Werke Göthe's und Schil­
ler's. Danzig: Ewert 1 833.
KAVRAMLAR DİZİNİ
Ahlak, ahlaklılık IX, X, XN, 8, 1 0, 1 2, 14,
1 6 , 1 7, 21, 23, 25, 27, 30, 39, 43-47,
49, 69, 74, 79, 8 1 , 87, 97, 98, 1 02,
1 05-1 07, 1 09, 1 2 1 , 1 23, 1 27, 129
Akıl VIII, 4, 6-9, 1 2- 1 6, 1 8, 23, 24, 29, 30,
33, 35-37, 39-4 1 , 43-46, 48, 53, 56,
57, 59, 60, 65, 67, 70-75, 77, 79, 84,
87, 96, 97, 1 0 1 , 1 02, 1 04, 105-109,
1 1 2-1 1 6 , 1 1 8, 1 20-1 24, 1 27, 1 30, 1 32,
1 35
Analitik/Sentetik X, 2 1 , 75, 82, 83, 85, 9 1 ,
1 07, 128, 1 35, 1 5 1
Anlak 9, 36, 44, 82, 84, 8 5 , 8 9 , 9 1 , 92, 1 06,
1 32, 1 37, 1 3 8
Ansiklopedi, Ansiklopcdist 9 , 26, 27, 38,
45, 46, 96, 98, 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 8, 1 3 1
Antropoloji VIII, 7 , 1 1 , 1 8 , 24, 38, 77, 1 02,
1 16
Apriori 76, 82, 84, 85, 9 1 , 123, 1 37, 1 3 8
Biçim X , XI , 80, 8 1 , 1 1 7, 1 3 7
Etik IX, xxvıı, 1 7, 1 9, 20, 22-24, 28, 37,
44, 46, 49, 69, 80, 8 1 , 1 1 2
Hakikat 23, 45, 46, 60, 75, 76, 84, 86, 87,
96, 97, 107, 1 16, 1 1 7, 1 3 1 , 1 32
Hayal gücü 15, 24, 45, 48, 75, 84, 104,
1 08, 1 12, 126, 128
Güzellik 76, 81, 137
İde, idesel/deneyim 92, 107, 1 33
İrade, istenç, isteme X1, 6, 9, 15-17, 22, 25,
28-30, 33, 37, 43, 80, 106, 1 12, 1 14,
1 35, 137
iyimser, iyimserlik 33-37 , 1 1 5, 1 16, 1 1 9,
1 20, 1 30
Kategorik buyruk 30, 72, 1 13
Kavram IX, -X, XII, XVIII, 7, 1 9, 20, 21,
23, 33, 62, 84, 85, 91, 92, 101, 107
Metafizik 1 9, 2 1 , 32, 36, 44, 46, 56, 69, 70,
77, 92, 1 1 5, 120, 138
Metamorfoz 55, 62, 65-69, 73, 83, 91, 92,
1 3 1 - 133
Morfoloji 62-65, 74, 131, 132
Mutçuluk ıs, 3 7
Mutluluk 25-27, 37-39, 72, 1 03, 1 05, 1 12,
121, 127
Deha XI , 1 3, 4 8 , 75-79, 1 04, 1 3 6
Deneyim 7 , 1 9-2 1 , 2 3 , 3 3 , 3 6 , 4 3 , 6 6 , 67,
70, 7 1 , 74-76, 8 1 -84, 90-92, 96, 1 061 07, 1 2 1 , 1 24, 1 29, 1 33, 137
Doğa IX, X, 20, 25, 90-92, 1 07, 1 09, 1 1 7,
123, 1 3 1
Doğa Durumu 1 1 , 1 4, 2 1 , 23, 24, 33, 1 07,
1 1 1, 1 1 8
Din 3 9-46, 48, 49, 96, 97, 98, 1 1 9, 122,
123, 134
Duygu, duygusal, duygusallık 13-17, 2628, 3 1 , 35, 40-43, 45, 47-49, 69, 78,
89, 97, 99, 1 04-1 06, 1 09, 1 1 1 , 1 12,
1 2 1 -125, 128, 1 34, 136
Sistem VIlI, lX, IX, XVIlI, 3, 4, 12, 22, 27,
33, 36, 67, 69, 76, 82
Eleştiri (Kantçı eleştiricilik) 7, 22, 32, 46,
§6, 57, 70, 74, n, 1 07, 124, 136
Teoloji 21, 44, 46, 61, 69, 90, 1 1 7, 123,
132
Ruh 4, 8, 1 5, 17, 34, 35, 43, 44, 74, 82, 84,
96, 105, 106, 1 1 0, 1 12, 125, 1 26, 134
Özgürlük lX, 12, 16, 33, 42, 43, 8 1 , 1 1 1,
1 1 3, 123, 129
1 64
ROUSSEAU,
KANT, GOETHE
Toplumsal Sözleşme 33, 1 07, 1 08
Transandantal XII, 84, 92, 1 1 7, 1 24
Yasa 6, 7, 1 8, 28, 29, 30, 33, 39, 43, 65,
78, 80-83, 9 1 , 1 09, 1 1 1 , 1 1 3, 1 1 4, 1 20,
1 2 1 , 125, 1 32, 1 3 7, 1 3 8
KİŞİLER DİZİNİ
Aristides 1 7
Aristoteles 2 6 , 1 03, 1 06, 1 08, 1 09, 1 1 7,
D'Houdetoı l 6 , 49
Humc 14, 82, 108, 1 20
1 37
jacobi 69, 70, 1 05, 1 34
Babbitt 1 4, 1 5, 43, 52, 105
Bacon 76, 1 1 5, 1 2 5 , 1 36
Kant IX-XIV, XVI-XIX, XXI-XXVI, 3, 4,
Baumgarten 1 4
Bayle 3 4 , 1 1 8 , 1 1 9
Beauvalon 96-98, 1 2 1 , 1 22, 1 39
Beeıhoven 8 7
Biedermann 55, 6 1 , 69, 70, 73, 75, 8 1 , 84,
6-8, 1 0-24, 30-33, 35-39, 44-59, 6 1 64, 66, 67, 69-72, 74-79, 8 1 -87, 89-92,
97, 1 0 1 , 1 02, 104-108, l 1 3- 1 1 5, 1201 24, 1 26-1 30, 1 32- 1 34, 1 3 7, 1 38
Kömer 58, 8 1 , 89, 129
88, 1 33, 1 44
Brehier 98, 99, 1 3 9
Cassirer,
Lachmann
XIX, 14, 136
Laplace 64, 1 32
8. X II , 87
Xll , XVIII, XXV. XXVI, XXIX, 14,
33-35, 73, 1 0 1 , 107, 1 08, 1 1 5, 1 1 6,
1 1 8, 1 20, 1 27, 1 30, 138
Lenz 80, 137
Lessing XVIII, 1 4, 69, 77, 78, 90, 103, 1 04,
1 05, 1 33, 1 34, 136
Link 73, 1 35
Linne 62, 63, 92, 13 l , 1 33, 134
Leibniz
Crusius 1 4, 107
Descartes XXV, 96-99, 1 1 6, 1 27, 132
Diderot 9, 1 0, 26, 1 02, 1 03, 1 1 0, 1 24
Dufour 1 0, 54, 1 25
Eckermann 55, 69, 70, 75, 84, 88, 90
Epiktctos 1 7
Malebranche 98, 99
Erasmus 36, 1 2 1
Masson 40, 54, 96, 1 23
Mcndelssohn XVIII, 85, 1 34, 138
Fichte 4 , 50, 92, 1 1 3, 1 34, 1 3 9
Montesquieu 32, 1 1 0,
Gerstenberg 77
Gocthe IX-XI, XV-XIX, XXI, XXIII, 39,
47, 55-58, 6 1 -93, 1 04-1 07, 1 1 7, 1 28138
Grotius 2 6 , 27, 2 9 , 1 1 0
Hanson 62, 1 3 3
Hecker 5 7 , 72, 74, 75, 76, 8 1 , 85 , 8 7, 88,
1 38
Hendel 49, 95, 9 8
Herder XVlll, 1 4, 57, 77, 78, l 09,
1 27- 1 29, 1 34, 1 36, 1 3 7
Hcrz 50, 1 2 7
Hobbes 2 7-29, 1 08, 1 09- 1 1 3
l
1 5,
l 14
Momct 1 5, 31, 45, 54, 1 49
Müller 6 1 , 68, l 18, 1 33, 148
Newton IX, X, XVIII, XXIX, 1 8, 21, 56,
59, 64, 73, 9 1 , 128, 1 32
Platon X, l 7, 25, 26, 28, 67, 105, 1 06, 1 08,
1 12, l 1 6, 1 1 7, 120, 1 33, 1 36
Pope 1 8, 33, 34, 1 15-1 1 9
Reimer 1 46
Roussoau IX-XI,
XVII, XIX, XXII, XXIII,
3-54, 77, 95-99, 1 0 1 - 1 1 5, 1 1 7- 1 1 9,
1 2 1 - 127, 1 3 9
1 66
ROUSSEAU. KANT, GOETHE
Schiller Vlll, XVII, XVIII, XIX, 57, 58, 6 1 ,
66, 67, 69, 72, 73, 75, 79-8 1 , 87-89,
1 05, 129- 1 3 1 , 1 3 3 - 1 36, 1 3 8
Schinz 40, 9 5
Schopenhauer 36, 1 02, 1 1 0, 1 1 6, 1 2 1 , 1 32
Seilliere 40, 52
Shaftesbury Vlll, XVIII, 48, 49, 76, 1 05,
1 1 1 , 1 24, 1 29, 1 35, 1 36, 137
Shakespeare 63, 1 34, 1 36
Spinoza 6 1 , 63, 69, 86, 1 1 1 , 1 29, 1 34
Vaughan 23, 27-30, 54
Voltaire 1 1 , .H -36, 3 8 , 6 1 , 1 03, 1 04,
1 1 5, 1 1 7, 1 1 8, 1 2 1 , 1 30, 1 32
J J O,
Winckelmann 69, 87, 90, 1 33, 1 37
Wolff, C. 35, 59, 60, 85, 92, 1 06, 1 27, 1 30,
138
Wollf, K . 4 8
Wright, E . H . 95
Ze l te r, C. Fr. 6 1 , 62, 68, 73, 1 34

Benzer belgeler