2005 ŞAMPiYONLAR LİGİ FİNALİ

Transkript

2005 ŞAMPiYONLAR LİGİ FİNALİ
İHANETİ SENDE GÖRDÜM:
2005
SOL CAMPBELL
ŞAMPiYONLAR
İ
N
E
Y
N
İ
’
FENER
:
LİGİ FİNALİ
MOURİNHO’SU
ira
e
r
e
P
r
o
t
í
V
ÇÜNKÜ AYRILIK DA
DERBİSİ
’R
H
U
’R
K
Ü
Y
Ü
B
SEVDAYA DAHİL:
JÜRGEN KLOPP
“NO TOTTİ NO PARTY”
KUPA BEYİ BARCELO
NA
TEMMUZ 2015/SAYI 04
MARKAJ GERİ
GELDİ!
Merhabalar,
Uzun bir aradan sonra siz değerli
okuyucularımıza merhaba diyebilmenin keyfini
yaşıyoruz. Bazı sebeplerden dolayı yayın
hayatımıza ara vermek zorunda kaldık; ancak
sizlere daha güçlü, daha profesyonel bir
şekilde geri dönmeyi başardık.
Bu sayımızda her yönüyle Copa Americâ
değerlendirmesi, Fenerbahçe’nin çiçeği
burnundaki teknik direktörü Vitor Pereira’nın
geniş analizi, sezona sancılı başlayan;
ancak sezon sonunu üç kupayla tamamlayan
FC Barcelona’nın sezon değerlendirmesi;
geçmişten günümüze Ruhr ismiyle anılan
Borussia Dortmund-Schalke04 rekabetinin
tarihsel geçmişi ve AS Roma’nın efsanevi kaptanı
Francesco Totti’nin bilinmeyen yönleri yer alacak.
Ayrıca futbolun pek bilinmeyen ilginç rekorları ve
olayları siz okuyucularımızın beğenisine sunulurken;
Borussia Dortmund için çok şey ifade eden Jürgen
Klopp ile Liverpool’un 2005’teki mucizevi Şampiyonlar Ligi
Şampiyonluğu’nu konu edinen ‘One Night In Istanbul’ filminin
raporu da sizlerle olacak. Konuk yazarımız Emre Özcan’a da,
yine bu sayımızda sizlerle buluşacak olan; yıldızı Palermo’da
parlayıp Juventus’a transfer olan Paulo Dybala’yı kaleme aldığı
için teşekkür ediyoruz.
Saygılarımla,
Samet Çayır
www.markajdergi.com
twitter.com/markajdergi
facebook.com/markajdergi [email protected]
İÇİNDEKİLER
• Copa Amerikâ Chile
2015
• Fener’in Yeni
Mourinho’su: Vítor
Pereira
Yayın Koordinatörü
Hayrettin SANCAR
• Kupa Beyi Barcelona
Editör
Samet ÇAYIR
• Çünkü Ayrılık Da
Sevdaya Dahil: Jürgen
Klopp
Yazarlar
• “No Totti No Party”
• Paulo Dybala
Batuhan YÖNDEM
Ceyda ARABACIGİL
Hayrettin SANCAR
Samet ÇAYIR
Sezer YILDIZ
• Büyük ’Ruh’r Derbisi
• İhaneti Sende Gördüm:
Sol Campbell
•Bir Yerlerde İlginç
Şeyler Oluyor
Konuk Yazar
• 2005 Şampiyonlar Ligi
Finali
Emre ÖZCAN
Grafik Tasarım
Nesligül Şenel
[email protected]
www.markajdergi.com
facebook.com/markajdergi
twitter.com/markajdergi
[email protected]
COPA AMERICÂ 2015 CHILE
Copa Americâ, Şampiyonlar Ligi Finali ile biten
2014-15 futbol sezonunda, biz futbolseverler
adına futbola olan sevgimizin özleme
dönüşmemesini sağlayan bir şampiyona
oldu. Messi, Neymar, Alexis Sanchez, Cavani,
James Rodriguez, Falcao ve Higuain gibi dünya
yıldızlarının gözlerimizin pasını sildiği turnuvada;
Muslera, Ospina ve Bravo gibi eldivenler ise bu
silahları susturmakla görevliydiler. Buyrun, dolu
dolu bir Copa Americâ dosyası sizleri bekliyor 13 Haziran – 4 Temmuz tarihleri arasında Şili’de
düzenlenen Copa Americâ’ya 12 ülke katıldı. Ev sahibi
Şili’nin haricinde 9 Güney Amerika takımının yanı sıra,
davetli olarak ise Jamaika ve Meksika turnuvada boy
gösteren takımlar oldu. Turnuva başlamadan önce kuşkusuz en büyük favoriler
Arjantin ve Brezilya’ydı. Bu ikiliyi zorlayacak takımlar
olarak ise Uruguay ve Kolombiya ile birlikte ev sahibi
olmanın da vermiş olduğu avantajla Şili gösteriliyordu.
Nitekim öyle de oldu! Bu beş favori takımdan Arjantin,
Brezilya ve Şili gruplarını lider olarak bitirip bir üst tura
çıkarken; Uruguay ve Kolombiya ise ‘en iyi üçüncü’
kontenjanından yararlanıp çeyrek finalin yolunu tuttu.
Turnuvanın sürprizini ise Mauricio Soria yönetimindeki
Bolivya yaptı! Kendinden kalite olarak çok daha üst
düzey ekipler olan Şili, Meksika ve Ekvador’un yer aldığı
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
A Grubu’nu 2. Olarak bitiren Güney Amerika’nın en
yüksek rakımına sahip ülkesi Bolivya, tarihinde ilk kez
Copa Americâ’da çeyrek finale çıkma başarısı gösterdi.
Üstelik bunu üç maç sonunda -4 averaj ile başardılar! Davetli olarak katılan ekiplerden biri olan Jamaika,
turnuvayı gol atamadan 0 puanla kapatırken; son
finalist Paraguay başarılı çizgisini devam ettirerek
Arjantin’in ardından grubu ikinci olarak tamamladı
ve yarı finale kadar çıkma başarısı gösterdi. Tıpkı
Jamaika gibi turnuvaya davetli olarak katılan,
son iki Dünya Kupası’nda oynadığı akıcı futbol ile
hafızalarımıza kazınan Miguel Herrera yönetimindeki
Meksika ise nispeten kendinden daha zayıf olan
Ekvador ve Bolivya’nın arkasında kalarak A Grubu’nu
dördüncü olarak tamamladı ve turnuvaya erken havlu
attı. Tabii bunları söylerken, Herrera’nın kendileri
için daha önemli bir şampiyona olan CONCACAF Gold
Cup’ düşünerek Ochoa, Dos Santos kardeşler, Carlos
Vela ve Xavier Hernandez gibi yıldızları kadroya
almadığını belirtmekte fayda var. Ricardo Gareca
yönetimindeki Peru ise Paolo Guerrero’nun müthiş
performansı ve sürekli koşan bir takım olmanın verdiği
dinamizm ile 2015 Copa Americâ’yı üçüncü olarak
tamamladı. Skor olarak üretken bir grafik çıkaramayan
Claudio Pizarro’nun takımına yaptığı abilik de en az
Guerrero’nun performansı kadar kazanılan büyük
başarıda kilit rol oynadı.
KOLOMBİYA
2011 yılında Jose Pekerman’ın takımın başına gelmesiyle skor ve oyun anlamında devamlı olarak bir yükseliş
grafiği çizen Kolombiya, Copa Americâ 2015’te beklenen performanstan uzak bir görüntü sergiledi. Özellikle
geçen yaz Brezilya’da düzenlenen 2014 Dünya Kupası’nda James Rodriguez önderliğinde büyük işler başaran,
oynadığı futbol ile herkesin sempatisini kazanan Kolombiya’nın bu turnuvada başarısız olmasının temel nedeni
olarak, Jose Pekerman’ın oynattığı korkak futbol felsefesi gösterilebilir. Radamel Falcao, Carlos Bacca, James Rodriguez, Jackson Martinez, Cuadrado ve Víctor İbarbo’lu hücum hattıyla
kağıt üzerinde turnuvanın en etkili gol silahlarına sahip takımlarından biri olmasına rağmen, turnuvayı sadece
bir gol atarak tamamlayabildiler! O gol de Brezilya maçında galibiyetti getiren takımın stoperi Fabian Murillo’dan
geldi. 2014-15 sezonunda toplam 53 gol atan Bacca(21 gol) ve Jackson Martinez’e (32 gol) yalnızca birer maçta
ilk on birde şans veren Pekerman, aynı sezonu toplam 10 gol ile tamamlayan Gutierrez (6 gol) ve Falcao’ya (4
gol) ise üçer maçta ilk on birde şans verdi. İstatiksel olarak ölü bir sezonu geride bırakan Falcao ve Gutierrez
ikilisine, Chelsea transferi sonrası eski formundan uzak kalan Cuadrado ile bütün yılı sakatlıklarla boğuşarak
geçiren İbarbo da eklenince Kolombiya için kaçınılmaz son kapıda belirmişti. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Arjantin maçında harikalar yaratan Ospina sayesinde yarı finalin kapısına kadar
gelen Kolombiya, seri penaltı atışlarında da gol atma sorunu yaşayınca turnuvaya havlu atmak zorunda kaldılar.
Kolombiya Futbol Federasyonu’nun Pekerman ile devam edip etmeyeceği, devam edildiği takdirde Arjantinli
teknik adamın oyun düzeninde ne gibi değişiklikler yapacağı bundan sonrası için merak konusu.
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
URUGUAY
2006 yılında Oscar Tabarez’in teknik patron olmasıyla
birlikte o günden bu yana hem oyun kalitesi hem de
başarı olarak inanılmaz bir ivme yakalayan Uruguay
için aynı olumlu tablodan bahsetmek bu turnuva için
olanaksızdı. 2010 Dünya Kupası’nda elde edilen üçüncülükte ve
2011 yılında Arjantin’de düzenlenen Copa Americâ’da
ulaşılan şampiyonlukta en büyük rolü oynayan ForlanCavani-Suarez üçlüsünden yalnızca Cavani’nin oynadığı
bu turnuvada, takımın skor tabelasını ne derecede
değiştireceği merak konusuydu. Yaşı ilerlediği için
Milli takımdan emekli olan Forlan’ın yanı sıra ‘vampir
adam’ olarak tabir edilen Suarez’in de cezası nedeniyle
oynamadığı Copa Americâ 2015’te, Uruguay turnuvayı
yalnızca iki gol atarak tamamlayabildi. Bu gollerden bir
tanesini Cristian Rodriguez atarken diğerini ise 2013
yılında ülkemizde düzenlenen U-20 Dünya Kupası’nda
da boy gösteren ve oynadığı iyi futbolla dikkatleri
üzerine çeken genç stoper Jose Jimenez kaydetti. yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
Hücum bölgesinde yaşanılan bu sıkıntılara rağmen
Jamaika gibi güçsüz bir ülkeyle aynı grupta yer almanın
verdiği avantajla çeyrek finale çıkma başarısını
gösteren Tabarez’in öğrencileri, 9 kişi tamamladıkları
olaylı Şili maçından 1-0 mağlup ayrılarak turnuvanın
dışında kaldılar.
Turnuva başlamadan önce “Bu turnuva, kendimizi
göstermek ve 2018’de Rusya’da düzenlenecek Dünya
Kupası’na katılabilmek için oynayacağımız eleme
maçları öncesinde büyük önem teşkil ediyor.” diyen
Oscar Tabarez ve Uruguay halkının hayal kırıklığına
uğradığı aşikâr. Uruguay’ın bu turnuvadan sonra
olumlu bir reaksiyon verip, bir kaç yıl önceki başarılı
sürece geri dönmesi tüm halkın en büyük temennisi.
Bakalım Tabarez ve öğrencileri bunu başarabilecek
mi? Bekleyip, göreceğiz.
BREZİLYA
2011 yılında düzenlenen Copa
Americâ Şampiyonası’ndan sonra
Scolari yönetiminde “2000’li yıllara”
dönüş sinyali veren Brezilya, 2013
Konfederasyonlar
Kupası’nı
da
şampiyonlukla tamamlayınca artık
futbolcuların ve ülke insanlarının
takıma olan güveni yerine gelmişti.
Nitekim
2014
yılında
kendi
ülkelerinde
düzenlenen
Dünya
Kupası’nda yarı finale gelene
kadar da her şey yolundaydı; kâkin
Almanya karşısında alınan 7-1’lik
tarihi hezimet adeta ülkede şok
etkisi yaratıyor, turnuvanın ardından
Felipe Scolari ile yollar ayrılıyordu. Scolari’nin yerine göreve getirilen
Dunga yönetimindeki Sambacılar,
aralarında
Fransa,
Arjantin
ve Şili gibi güçlü rakiplerinde
bulunduğu 8 hazırlık maçının
tamamını kazanınca, bir anda
Copa
Americâ’nın
en
büyük
favorisi haline geldiler. Turnuvaya
2-1’lik Peru galibiyetiyle Başlayan
Brezilya, ikinci maçta Kolombiya’ya
1-0 mağlup olmaktan kurtulamadı.
Ancak alınan bu mağlubiyetten
çok 90. dakikada gördüğü kırmızı
kart nedeniyle 4 maç ceza verilen
Neymar’ın turnuvayı kapatması
Sambacılar cephesini alt-üst etmişti.
Neymar’ın yokluğuna rağmen grubu
birinci sırada tamamlayıp çeyrek
finale çıkan Brezilya, favori olarak
çıktığı karşılaşmada penaltılar
sonuncunda Paraguay’a yenilerek
turnuvadan elendi. Hazırlık maçlarında 4-4-1-1’i ve az
da olsa 4-3-1-2’yi kullanan Dunga,
takımı ve sistemi Neymar’ın üzerine
inşa etmişti. Hal böyle olunca da
Neymar cezalı duruma düştükten
sonra
lider
oyuncu
rolünde
alternatifsiz bir Brezilya karşımıza
çıktı. 2002 Dünya Kupası’nda
Ronaldo,
Ronaldinho,
Rivaldo;
2006’da Ronaldinho, Ronaldo,
Adriano; 2010 Dünya Kupası’nda
ise Kaka’,Robinho, Ronaldinho
gibi maçın gidişatını her an
değiştirebilecek her zaman en az 3
süperstara sahip olan Sambacılar,
son üç yıldır sadece Neymar’a bel
bağlamış durumda. 2018 Dünya
Kupası için önlerinde üç yıl bulunan
Sambacılar’da, Coutinho, Firmino
ve Fred ülkenin umut bağladığı
genç yetenekler. Dunga ya da olası
görev değişikliğinde yerine gelecek
olan teknik direktörün NeymarCoutinho-Firmino-Fred
sentezini
en iyi şekilde takım sistemine
adapte edip; Willian, Fernandinho
ve Hernanes gibi tecrübeli isimlerin
oyun
bilgisi
ve
tecrübesiyle
birleştirerek rakiplerin canını yakan
bir Brezilya’nın ortaya çıkması gayet
muhtemel. Aksi takdirde 2006,
2010 ve 2014 Dünya Kupalarından
sonra 2018 Dünya Kupası da
Sambacılar için hayal kırıklığından
öteye geçemeyecektir.
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
ARJANTİN
Hayal kırıklıklarıyla geçen 2002-2006 ve 2010 dünya şampiyonalarından sonra, 2014’te komşusu ve ezeli
rakibi olan Sambacılar’ın topraklarında finale kadar yükselen ancak Higuain’ın kaçırdığı %100’lük gol pozisyonu
sonrası kupayı elleriyle Almanlar’a teslim eden Tangocular, bu turnuvada da aynı senaryonun kurbanı oldu.
Messi, Agüero, Di Maria, Lavezzi ve Higuain... Belkide günümüz futbolunda en iyi hücum oyuncularının bir
arada olduğu tek takım olan Arjantin, bu turnuvada da son Dünya Kupası’ndaki başarılı çizgisini devam ettirdi.
Turnuvaya 2-0 öne geçip sonrasında kalelerinde gördükleri 2 gol sonucunda 2-2’lik Paraguay beraberliğiyle
başlayan ve ikinci maçta zor da olsa Uruguay’ı tek golle geçen Tangocular için herkesin kafasında “acaba?”
soruları başlamıştı ki Messi ve Di Maria ikilisinin sazı eline almaya başlamasıyla fırtına gibi esen bir Arjantin
karşımıza çıktı. Grubun üçüncü maçında Jamaika’yı etkili oynamasına rağmen 1-0 yenebilen; çeyrek finalde
ise “Çanakkale geçilmez!” rolüne bürünen Ospina’yı geçemeyen Tangocular, Kolombiyalı futbolcuların penaltı
atışlarındaki beceriksizliklerinin sonucunda yarı finale çıkmayı başardı. Yarı finalde ise adeta devir-teslim
törenine tanık olduk. Jamaika ve Kolombiya maçlarında kaçan golleri Paraguay maçına devretmiş bir Arjantin
karşımızdaydı. Rakibini 6-1 ile geçerek finale çıkan Tangocular, turnuva boyunca oynadıkları güzel futbolun
meyvesini de almış oluyorlardı. Finale geldiğimizde ise rakip turnuvanın ev sahibi ve en etkili takımı olarak karşımıza çıkan Şili’ydi! Kağıt üzerinde
Arjantin favori olarak gözükse de turnuvayı takip eden herkes denk güçlerin mücadelesi olduğunun farkındaydı.
Nitekim öyle de oldu. Normal süresi ve uzatma bölümleri 0-0 biten karşılaşmada, rakibine penaltılarla 1-4
kaybeden Arjantin, 2014 Dünya Kupası’ndan sonra 2015 Copa Americâ’yı da finalde kaybetti. Önünde oynayan forvet oyuncularının final maçlarındaki beceriksizliğinin bedelini iki kupayı finalde kaybederek
ödeyen Messi, hâlâ kariyerinde Milli takım formasıyla kupa sevinci yaşayamamış durumda. “Bu jenerasyon,
ulusal nöbetini kupasız tamamlamayacak!” diyen Tata Martino’nun öğrencileri bir şampiyonayı daha kupasız
kapattı. 2018 Dünya Kupası’nda ne mi yapar Arjantin? Messi sempatizanlarının dûalarını da alırlarsa belki bu
kez şeytanın bacağını kırabilirler!
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
ŞİLİ
Bizim dilimizde bir söz vardır “Bir şeyin olacağı varsa,
olur.” diye. Tam da bu yıl kendi ülkesinde düzenlenen
Copa Americâ’da şampiyon olan Şili takımını anlatıyor
bu söz. Nedenini öğrenci ise bir hayli şaşıracaksınız! Güney Amerika Futbol Federasyonu (CONMEBOL), 2007
yılında aldığı bir kararla Copa Americâ’nın dört yılda bir
düzenlenmesine ve 2011’den başlayarak turnuvalarda
ev sahibi olacak ülkenin alfabetik sırayla belli olmasına
karar verir. Böylelikle 2011 yılında düzenlenen
turnuvaya ev sahipliği yapan Arjantin’in ardından,
2015’teki Copa Americâ için ev sahipliği sırası Brezilya
gelir. Ancak Brezilya hükümeti, iki yıl içerisinde üç
büyük turnuvaya (2014 Dünya Kupası, 2015 Copa
Americâ ve 2016 Rio Olimpiyatları) ev sahipliği
yapamayacaklarını belirterek, 2015 Copa Americâ’nın
başka bir ülkede yapılmasını CONMEBOL’dan isterler.
Fakat CONMEBOL turnuvanın düzenleneceği ülkenin
değiştirilmesinin sadece kendilerine bağlı olmadığını,
bunun için turnuvayı düzenlemek isteyen bir ülkeye
de ihtiyaçları olduğunu belirtirler. İşte bu sırada
Şili hükümeti devreye girer ve 2015 Copa Americâ
Şampiyonası’nın kendi ülkelerinde yapılabileceğini
belirtip, ev sahipliğini Brezilya’dan alırlar.
Turnuvaya ev sahibi olarak girecek Şili’nin kura
çekiminde de şansı yaver gider ve Meksika, Ekvador
ve Bolivya gibi kendinden daha güçsüz olan rakiplerle
eşleşirler. Marcelo Bielsa’nın 3-5-2 sistemini aynen
devam ettiren teknik direktör Jorge Sempaoli, 2014
Dünya Kupası’nda Hollanda ve İspanya’nın aralarında
bulunduğu ölüm grubundan takımını bir üst tura
çıkarmayı başarmıştı. Bu turnuvada da kendine
güvenleri tam olan Şilili futbolcular, ilk maçtan
itibaren rakiplerine sahaya dar eden bir futbol anlayışı
ortaya koyarlar. Grubunu çok rahat bir şekilde lider
tamamlayan ev sahibi, çeyrek finalde Uruguay’ı, yarı
finalde ise Peru’yu geçerek finale yükselir. Finalde
48.665 kapasiteli Nacional Stadı’nı tıklım tıklım
dolduran seyircisi önünde Arjantin’i penaltılarla geçen
Alexis Sanchez ve arkadaşları, ülkelerine tarihlerindeki
ilk Copa Americâ şampiyonluğunu getirirler!
Genelde ülke hükümetlerinin futbola yaptıları olumsuz
etkileri duyar, okuruz. Nadir de olsa siyasi hükümetlerin,
ülkelerine futbolda da başarı kazandırabileceklerine,
en azından o zemini hazırlayabileceklerine 2015
Copa Americâ’da şahit olduk. Tebrikler Şili hükümeti,
tebrikler Şili Milli Takımı!
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
TURNUVANIN ALTIN 11’İ
Ospina
(Kolombiya)
Otamendi
(Arjantin)
Piris
(Paraguay)
Isla
(Şili)
Gimenez
(Uruguay)
Valdivia
(Şili)
Vargas
(Şili)
Vidal
(Şili)
Messi
(Arjantin)
Guerrero
(Peru)
Alexis
(Şili)
Jamaika'nın
turnuvada
topladığı puan
ve attığı gol
sayısı
SAYILARIN DİLİYLE
COPA AMERİCÂ
2015 ŞİLİ
0
Şili’nin
kazandığı
Copa
Americâ
sayısı
1
Arjantin’in son
iki yılda finalde
kaybettiği
büyük turnuva
sayısı
2
Copa
Americâ’da boy
gösteren Süper
Lig’deki futbolcu
sayısı (Muslera,
Vargas, Pedriel)
3
Turnuvada
penaltılara
giden
karşılaşma
sayısı
3
Turnuvayı gol
kralı olarak
tamamlayan
Guerrero ve
Vargas’ın gol
sayısı
4
Şili kalecisi
Bravo’nun bu
yıl kazandığı
kupa sayısı
Şili’nin ev
sahipliğinde
düzenlenen
Copa Americâ
sayısı
7
Copa
Americâ’da
maçlara ev
sahipliği yapan
şehir sayısı
8
Turnuvada
maçların
oynandığı
stadyum
sayısı
9
15
Arjantin’in
Copa
Americâ’da
oynadığı final
sayısı
Copa
Americâ’yı
en çok
kazanan
ülke:
Uruguay
27
57
4
6
Turnuvada
gösterilen
kırmızı kart
sayısı
Turnuvada
gösterilen
sarı kart
sayısı
Copa
Americâ
2015’te
atılan gol
sayısı
125
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
FENER’İN YENİ MOURİNHO’SU: Vítor Pereira
Son beş sezondur Türk teknik direktörlerin görev verildiği
Fenerbahçe’de 2015-2016 sezonu öncesi tam anlamıyla bir
revizyona gidildi. Sportif direktör Giuliano Terraneo’nun göreve
başlamasının ardından Portekizli teknik direktör Vítor Pereira ile
anlaşma sağlayan sarı-lacivertlileri nasıl bir sezonun beklediği
merak konusuyken; biz de herkesin büyük bir şaşkınlıkla
karşıladığı Fenerbahçe’nin çiçeği burnundaki teknik adamı
Vitor Pereira’yı her yönüyle mercek altına aldık.
KLİŞE: KİMDİR?
26 Temmuz 1968’de Portekiz’in Espinho kentinde dünyaya gelen Vítor Pereira,
1981’de Espinho alt yapısında amatör olarak futbol hayatına başladı. 1986 yılında
Avanca takımında profesyonel olan Pereira, pek de parlak olmayan profesyonel
futbolculuk kariyerini 1996 yılında sonlandırdı. 2004-2005 sezonunda teknik
direktörlük kariyerine başlayan Portekizli; sırasıyla Sanjoanense, Espinho, Santa
Clara, Porto, Al-Ahli ve Olympiakos takımlarını çalıştırdı ve 11 Haziran 2015’te
Fenerbahçe ile 2 yıllık sözleşme imzaladı.
TAM BİR WİNNER
Sarı-lacivertlilerin Portekizli teknik direktörü Vítor Pereira; hırslı, tutkulu bir antrenör
olmasının yanısıra kazanma alışkanlığıyla da ön plana çıkıyor. Teknik direktörlük
kariyerine 2004-2005 sezonunda Sanjoanense takımında başlayan Pereira, iki
sezon da Espinho’yu çalıştırdıktan sonra 2008’de Portekiz 2. Lig takımlarından
Santa Clara’nın başına geçti. Genç teknik adam, 2010’a kadar Azores temsilcisinin
başında çıktığı 69 maçta 31 galibiyet, 21 beraberlik, 17 mağlubiyet aldı. 2010-2011
yılları arasında Porto’ya ilk adımını atan Portekizli çalıştırıcı, bir sene Villas-Boas’ın
yardımcılığını yaptıktan sonra ondan boşalan teknik direktörlük koltuğuna oturarak
kariyerinin belki de dönüm noktası olan bu fırsatı iyi değerlendirmek istiyordu.
Nitekim öyle de oldu. 2011-2013 yılları arasında Porto’nun başında olan Pereira, iki
seneye dört kupa sığdırarak Villas-Boas’ı aratmadı. İki Portekiz Ligi şampiyonluğu
ve iki Portekiz Süper Kupa şampiyonluğu ile mükemmele yakın bir performans
sergileyen 46 yaşındaki teknik adam, Porto’nun başında çıktığı 89 maçtan 62
galibiyet çıkararak dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.
Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir
PREMİER LİG’İN
KAPISINDAN DÖNDÜ
Porto’da yakaladığı başarıyla adı artık
daha sık duyulan Vítor Pereira’ya,
Porto’dan ayrıldıktan sonra İngiltere
Premier Lig ekiplerinden Everton talip
oldu. Yemyeşil bir zemin, Goodison
Park’ın masmavi tribünleri, birçok
oyuncunun ve teknik direktörün
hayali olan dünyanın en prestijli ligi
onu beklerken Portekizli çalıştırıcı
herkesi şoke ederek, Portekiz
basınına göre ‘tamamen duygusal’
bir sebepten dolayı Katar’ın Al-Ahli
takımının başına geçti. Katar’da
kısa bir dönem antrenörlük yapan
Pereira, bu süreçte çıktığı 20
maçta 9 galibiyet, 7 beraberlik ve 4
mağlubiyet aldı. Zaten bu galibiyet
oranından pek memnun kalmayan
Katarlı yöneticiler, Vitor Pereira’nın;
yazımızın devamında bahsedeceğimiz
meşhur olaylı basın toplantısından
sonra kendisiyle yollarını ayırdı. Kısa
süren Katar macerasından sonra
belki de Everton’a gitmemesinin
verdiği pişmanlıkla günlerini geçiren
Pereira’ya şans bir kez daha güldü
ve Yunan devi Olympiakos’tan teklif
aldı. Michel ile yollarını ayıran Yunan
temsilcisi, yarım sezonluğuna Vitor
Pereira’yı takımın başına getirdi.
Portekizli teknik adam, Yunanistan
Ligi’nin ikinci yarısında Olympiakos’un
başında çıktığı 27 maçta 18 galibiyet,
6 beraberlik ve 3 mağlubiyet
alarak ligi şampiyon tamamladı ve
kariyerine bir de Yunanistan Ligi
şampiyonluğu ekleyerek ‘winner’
olma özelliğini gözler önüne serdi.
Peki Vítor Pereira’nın 2,5 sezonda
5 kupa kaldırması sizce başarı mı,
yoksa abartılmaması gereken olağan
bir durum mu?
2
Portekiz
Ligi,
2
Portekiz
Süper Kupası, 1 Yunanistan Ligi
şampiyonluğu. Kulağa çok hoş geliyor
değil mi? Okuyucularımız bu soruyu muhtemelen
‘Evet’ diyerek cevaplarken ben de bu sırada Porto ve
Olympiakos’un son yıllardaki şampiyonluk sayılarına
değinmek istiyorum. Evet, Olympiakos son 19 yılın
17’sinde; Porto ise son 15 yılın 13’ünde kendi liginde
şampiyon olmuş. Bu harikulade durumu Vitor Pereira
üzerinden değerlendirecek olursak; bu başarılarının
küçümsenmemesi için Fenerbahçe’yi de şampiyon
yapması, onun bir zorunluluğu gibi gözüküyor.
BİR DEVİR BİTTİ KABUL EDELİM
Muhabir, ‘’Hayatınızda hiç profesyonel futbolculuk
yapmamış olmanıza rağmen nasıl başarılı bir teknik
direktör oldunuz?’’ Diye sorar; efsanevi İtalyan teknik
direktör Arrigo Sacchi de şu cevabı verir: ‘’İyi bir jokey
olmak için önce at olmak gerekmez...’’ Bu örneğin son
10 yıldaki en büyük kanıtı, Portekizli teknik direktör
Jose Mourinho oldu. O geldikten sonra bir devir sona
erdi. Gri paltolu adamdan sonra artık bu tartışmalar
rafa kaldırıldı ve önceden eksi olarak görülen, teknik
adamların düşük profilli futbolculuk kariyerleri artık
dezavantaj olmaktan çıktı. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin
yeni teknik direktörü Vítor Pereira’nın futbol hayatını
sorgulayacak olanlar, boşuna yol kat etmiş olacaklar.
Eğer Pereira’nın gerçekten eksi yönlerini, daha doğrusu
Fenerbahçe ile uyuşmayacağı, ters düşebileceği yönlerini
görmek istersek, onun kişiliğinden bahsetmek kaçınılmaz
olacaktır.
İŞİNE KARIŞILMASINI SEVMEZ
‘’Ben, sahada gördüğüm şey hakkında konuşurum, senin
duymanı istediklerini değil...’’ Bu sözler, Vítor Pereira’ya ait.
Al-Ahli’yi çalıştırdığı dönemde maçtan sonra basın toplantısı
sırasında rakip futbolcunun art niyetli olarak oyuncularını
sakatlamak istediğini dile getiren Vítor Pereira, bir Ah-Ahli
yöneticisinin uyarısıyla karşı karşıya kalır. Al-Ahli yöneticisi,
Pereira’ya sadece teknik konular hakkında konuşmasını,
bireysel performanslara değinmemesi gerektiğini söyler. Bu
uyarı karşısında deliye dönen Portekizli, ‘’Meslek hayatımda
ilk defa biri bana ne konuşacağımı söylüyor; ancak ben ne
istersem onu konuşurum’’ diyerek basın toplantısını terk
eder. Bu olay, Portekizlinin ne kadar bağımsızlığına düşkün
olduğunu gösteriyor. İşine karışılmasını asla istemiyor ve
umarım bu durum; bir gün aynı odada tam Aziz Yıldırım
onu görevden aldığını söyleyecekken, onun da aynı anda
istifa dilekçesini başkana iletiyor olmasına sebep olmaz.
Konu eksilerinden açılmışken, biraz da saha içine dönelim.
Portekizli teknik adamın, saha içinde Fenerbahçe ile
yaşayacağı en büyük sorunu kadro seçimi olabilir; zira
Portekizli teknik adam tam bir mükemmeliyetçi.
Oynayacak oyuncunun sahaya her şeyini
vermesini, bunun için de fizik olarak
güçlü olmasını istiyor. Evet,
onun felsefesinde
eğer bir
Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir
futbolcu %100 hazır değilse, bu isim James Rodriguez bile
olsa formayı alamaz. 46 yaşındaki çalıştırıcı, Porto’nun
başındayken 2012-2013 sezonunda Şampiyonlar Ligi
2. turunda Malaga ile oynadıkları iki maçta da James
Rodriguez’i fizik gücü yetersiz olduğu için kulübede bıraktı.
Malaga’ya elenen Porto’da fatura bu sebepten ötürü
Vitor Pereira’ya kesildi. Düşünsenize, dönemin Alex De
Souza’sı, bir Şampiyonlar Ligi 2. tur maçında antrenman
eksiği var diye yedek oturtuluyor ve Fenerbahçe eleniyor!
İnanın, hocanın uçak bileti bile hazırlanmış olurdu. Yine
de Pereira, bildiği doğrudan asla şaşmadı. Bu tespiti
destekleyecek bir başka örnek arayacak olursak; Vitor
Pereira’nın Olympiakos’unun, geçtiğimiz sezon 18 lig
maçında sadece bir kez; önceki haftanın ilk 11’iyle sahaya
çıktığını gösterebiliriz. Bu durum her ne kadar Pereira’nın
rotasyon delisi olduğu anlamına gelse de, Portekizlinin
mesajı net: %100’ünü veremezsen, oynayamazsın. Peki bu
durum Fenerbahçe’ye nasıl yansır diye soracak olursanız,
geçtiğimiz sezona bakarsak, pek olumlu yansımayacağı
kesin; zira Fenerbahçe geçen sezon istikrar anlamında
bazı sıkıntılar yaşadı. Gökhan Gönül, Caner Erkin, Mehmet
Topal ve Dirk Kuyt dışında kimse %100’ünü veremedi. Bu
durumda yaş ortalaması da yüksek olan sarı-lacivertlilerin,
birçok transfer yapmak zorunda kalması kaçınılmaz gibi
gözüküyor. Dolayısıyla Vítor Pereira’nın bu kırmızı çizgisi,
sezon içinde bazı problemleri ortaya çıkarabilir.
Hocanın bu eksi yönlerini bir kenara bırakıp biraz da
artılarından bahsetmek gerekirse Portekizli çalıştırıcının
en büyük avantajı Yunanistan Ligi’nde başarılı olması
olarak göze çarpıyor. İspanya ya da Hollanda’da başarılı
olan bir teknik direktör, Türkiye’ye uyum sağlayamayabilir.
Nitekim bunun geçmişte, hem de Fenerbahçe üzerinden
örnekleri elimizde mevcut. İspanya’yı 2008 Avrupa
şampiyonu yapan Luis Aragones’in Fenerbahçe’de nasıl
tel tel döküldüğü; PSV’yi dört kez Hollanda şampiyonu
yapan; bununla da yetinmeyip Hollanda’yı 1988’de Avrupa
şampiyonluğuna taşıyan Gus Hiddink’in, Fenerbahçe’de
nasıl hayal kırıklığı yarattığı tüm gerçekliğiyle karşımızda
duruyor. Patron bu kez yakından geliyor ve bu gergin,
stresli ortamları çok seviyor. Dünyanın en hırçın taraftar
gruplarından biri olan Gate 13’ün (Panathinaikos) önüne
gidip hareket çeken, ardından da tüm taraftarların sahaya
inip olay çıkarmasına sebep olan bir adamdan da sakinlik
beklemek saçmalık olurdu zaten. Türkiye’de takım
otobüsü kurşunlanırken, Yunanistan’da da stadyumdan
çıktığınız anda benzer şeylerle karşılaşabiliyorsunuz.
İki ülkenin futbolunu kıyasladığımızda ise gerek oyun
temposu, gerekse sertlik anlamında Yunanistan ve Türkiye
Ligi arasında birçok benzerlik baş gösteriyor. Buna ilave
olarak Portekizlinin bir diğer avantajı olarak da müslüman
bir ülke olan Katar’da görev alıp bu kültürü, tecrübeyi
yaşadıktan sonra Türkiye’ye gelmesini gösterebiliriz. Hâl
böyleyken, genlerimize bu kadar yakın bir yerden gelen
Vítor Pereira’nın, Türkiye’de uyum sorunu yaşayacağını
düşünmek biraz mantık dışı olabilir.
Peki Pereira’nın takımları nasıl ncuyu sahada görüp isyan
eden Fenerbahçeliler, artık o istediği futbolu sahada
görebilecek mi? Pereira’nın daha önce çalıştığı takımlarda
oynattığı futbola ve Fenerbahçe’ye imza attıktan sonra
oyun stili hakkında yaptığı açıklamalara bakarsak, sarıYazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir
lacivertli taraftarlar bu sezon oynanacak oyundan zevk
alacak gibi görünüyor. Vitor Pereira’nın, Fenerbahçe
ekolüne uygun bir oyun stilini tercih ediyor olması bu
durumu açıklayan en büyük kanıt. Evet, Zico’nun oynattığı
futbolu özleyen, tadı damağında kalan Fenerbahçeliler
şimdiden kombinelerini almaya başlayabilir; çünkü Vitor
Pereira, ısıran, yüksek tempolu futbolu benimsiyor;
ancak bunu yaparken de savunmadaki güvenliği elden
bırakmıyor.
PORTEKİZLİLERİN SIRRI
Fenerbahçe, 2015-2016 sezonuna bir Portekizli teknik
adam ile başlayacak. Başta herkese, ‘’Eee, ne olmuş yani?’’
Dedirten bu özelliği, geçtiğimiz sezonun istatistikleriyle
birleştirdiğimizde bu durumun gerçekten önemli bir
avantaj olduğunu kanıtlayabiliriz. 2014-2015 sezonunda
Avrupa’nın en iyi 15 liginde 10 şampiyon takımın hocası
yerli olurken; geriye kalan yabancı 5 hocadan İspanyol
Pep Guardiola’yı çıkarırsak, diğer dört teknik adamın
Portekizli olması oldukça üzerinde durulması gereken
bir istatistik olarak göze çarpıyor. İngiltere’de Jose
Mourinho’nun Chelsea’si, Rusya’da Andre Villas-Boas’ın
Zenit’i şampiyon olurken; İsviçre’de Paulo Sosa’nın
Basel’i, Yunanistan’da ise Vitor Pereira’nın Olympiakos’u
ipi göğüsleyen takımlar arasında yer aldılar. Bu başarıların
birinci sebebi olarak Jose Mourinho ile başlayan
Portekizli hoca akımını gösterebiliriz. Mou’nun Porto ve
Chelsea’deki başarılarından sonra her kulübün kendi
Mourinho’sunu aramaya başlaması, Portekizlilerin önünü
açan ilk ve en büyük sebep oldu. Portekizli hocaların bu
kadar başarılı olmasının ikinci sebebini de, konuştukları
dil olarak gösterebiliriz. Avrupa’da oynayan 1000 üzerinde
futbolcunun Brezilyalı olup Portekizce konuşmaları elbette
ki başarı için önemli bir faktör olarak göze çarpıyor.
BAŞARILI OLUR MU?
Her başkan, getirdiği teknik adamın kulübüne başarı
kazandırmasını ister. Yukarıdaki bilgileri, değerlendirmeleri
bir araya topladığımızda Vitor Pereira’nın Fenerbahçe
için doğru bir tercih olduğu ortaya çıkıyor; ancak burada
asıl sorgulanması gereken konu, Vitor Pereira’nın hangi
Fenerbahçe’yi çalıştıracağı olacaktır. Portekizli çalıştırıcı;
Aziz Yıldırım’ın geçtiğimiz sezon başında, ‘’Teknik direktör
çok önemli değil, kim olsa yapar’’ dediği Fenerbahçe’yi
mi çalıştıracak; yoksa oluşturulacak kadronun, sahayla
ilgili her konunun tamamen sportif direktör Giuliano
Terraneo’ya bırakıldığı, kadroya ve sahaya dışarıdan bir
müdahalenin olmadığı bir Fenerbahçe’yi mi çalıştıracak?
Eğer Fenerbahçe hâlâ birinci öncüldeki Fenerbahçe’yse,
Vitor Pereira son derece yanlış bir tercih; ancak ikinci
öncüldeki Fenerbahçe’yi çalıştıracaksa, bundan daha iyi
bir teknik direktör tercihi olamaz. Nitekim şu zamana
kadar yapılan transferlere, gönderilen oyunculara
bakıldığında Fenerbahçe’nin ikinci öncüle daha yakın
olduğu gözle görülür bir biçimde ortada. O hâlde bu
modernleşme, profesyonelleşme devam ederse bu sene
sahne Portekizlinin olacaktır.
KUPA
BEYİ
BARCELONA
Geç t iğ imiz s e zo n
Şampiyonlar Ligi’nden eli
boş dönen, lig şampiyonluğunu
evinde başkent takımı Atletico
Madrid’e, Kral Kupası’nı ise ezeli
rakibi Real Madrid’e kaptıran,
yeni sezona yepyeni, hırslı,
istikrarlı, kaybettikleri şeylerin
acısını çıkarmaya yemin etmiş
LuisEnrique ve onun Katalan
öğrencilerinin hikayesi…
2013-2014 sezonu İspanya şampiyonu
olan Atletico Madrid’in, Barcelona’nın
elinden CampNou’da şampiyonluğu
nasıl aldığından Markaj’ın ilk sayısında
bahsetmiştim. Bu sefer roller değişti;
şampiyon Barcelona, yer VicenteCalderon!
İspanya’da geçen sezon Barcelona
beklenen verimi verememiş, eleştirilerin
odağı olmuş, adeta ‘ölü’ olarak
adlandırılıyordu; ama Katalanlar ölülerinin
bile ligde şampiyonluk mücadelesi
vereceğini herkese kanıtlamış, Atletico
Madrid
ile
şampiyonluk
maçına
çıkmışlardı. Elleri boş dönse de Barça
vazgeçmeyecek başkentlilerden rövanşı
alacak ve sahasında şampiyonluk turu
atacak, Madrid’i renklerine boyayacak,
ligin bitimine bir hafta kala en yakın
rakibi Real Madrid’in 4puan önünde girip
şampiyon olacaktı. Lig şampiyonluğu
derken Kral Kupası’nı kazanacak, Kral
Kupası derken de Şampiyonlar Ligi
şampiyonu olup kupaya doyacaktı.
şampiyonluğun,
El Turco ise ligde
kalmanın haklı sevincini
yaşıyordu.
HOŞÇA KAL EL MAESTRO!
Katalanların
mücadelesinde
sakat
olan
LuisSuarez’in
yerine
Pedro görev aldı. Karşılaşmanın
tek golü Barcelona’nın kilit oyuncusu
LionelMessi’den geldi. 65. dakikada
Pedro ile verkaç yapan Arjantinli yıldız
sert bir şutla şampiyonluğu getiren
altın değerinde golü kaydetti. Böylece
Katalan ekibi, son on sezonda yedinci
şampiyonluğuna ulaşmış oldu. Barcelona
toplamda ise 23. kez La Liga şampiyonu
oldu.
Barça, son hafta sahasında, ligde kalma
mücadelesi veren Deportivo ile karşılaştı.
Barcelona, 5. ve 59. dakikalarda
LionelMessi’nin golleri ile 2-0 öne
geçerken, 67. dakikada LucasPerez ile
farkı 1’e indiren Deportivo, 76. dakikada
Salomao ile beraberliği yakalayarak
son dakikalarda ligde kalmayı başardı.
Barcelona bu sezon ilk defa NouCamp
Stadı’nda beraber kaldı. Maç sonu iki
taraftada
mutluluk
rüzgarları
esiyordu.
Katalanlar
Barcelona’da 17 sezondur forma
giyen, kalan Kral Kupası finali ve
Şampiyonlar Ligi finalinden sonra
ayrılacağını açıklayan 35 yaşındaki
XaviHernandez için CampNou’da büyük
bir uğurlama düzenlendi. Maç öncesi
tribünlerde taraftarların yaptığı mozaikte
“Teşekkürler Xavi” yazılı dev bir pankart
açılırken, karşılaşması sonrası İspanya
Futbol Federasyonu Başkanı Angel Maria
Villar’ın verdiği lig şampiyonluğu kupasını
da kaptan olarak Xavi kaldırdı. Barcelonalı
taraftarlar uzun süre Xavi için tezahürat
yaptı.Karşılaşmada ikinci yarıda oyuna
giren Xavi, “Devler Ligi”nde 151. kez
forma giyerek turnuva tarihinde en çok
forma giyen oyuncu unvanını paylaştığı
Real Madrid kalecisi IkerCasillas’ın
yeniden önüne geçti.
İKİNCİ KUPA, KRAL
KUPASI GELİYOR!
İçinde her ne kadar ‘kral’ olsa da, Barça
bu kupayı da almayı çok istiyordu.
İspanya’nın ayrılıkçı iki özerk bölgesi
Bask ve Katalonya’nın takımlarını karşı
karşıya getiren finalde yüzü gülen taraf
3-1 ile Katalan ekibi oldu. Barcelona’nın
NouCamp Stadı’nda oynanan maçta
tribünler her iki takımın taraftarlarına
eşit şekilde bölüştürülürken, Barcelona
taraftarları
“Tarih
yazın”,
Athletic
Bilbao’nun taraftarları da “Athletic” yazılı
mozaiklerle maç öncesinde göze hoş
gelen görüntüler oluşturdu.
Maça çok hızlı başlayan taraf Katalanlar
oldu. Daha 10. dakikada Messi’nin
ortasında Neymar, güzel şutuyla topu
Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil
ağlara gönderse de ağlarla buluşan top
hakemin ofsayt gerekçesiyle geçersiz
sayıldı. 20. dakikada Barcelona’nın
sağ kanattan geliştirdiği atakta, art
arda Athleticli 4 futbolcuyu çalımlayan
Arjantinli yıldız LionelMessi, güzel
vuruşunda topu kalecinin solundan ağlara
göndererek, takımını 1-0 öne geçirdi. Kilit
açılmıştı bir kere, Barcelona’nın durmaya
niyeti yoktu. Golden sonra ataklarını
devam ettiren Barcelona, 36. dakikada
yine Arjantinli futbolcusu ile rakip kalede
tehlikeli bir atak başlattı. Messi’den
topu alan LuisSuarez, ceza sahasına
girdikten sonra kalecinin çıktığını görerek
topu boşta olan Neymar ile buluşturdu.
Brezilyalı futbolcu topu rahat bir şekilde
Athletic Bilbao ağlarına göndererek,
skoru 2-0’a taşıdı.Messi’nin güzel futbolu
ile öne çıktığı ilk yarı 2-0 Barcelona’nın
üstünlüğü ile sona erdi.
Athletic,
golün
ardından
ataklarını sıklaştırsa da bu, sonucu
değiştirmeye yetmeyecekti. Karşılaşma
3-1 Barcelona lehine sonuçlandı ve ekip,
bu sezonda göz kamaştıran futboluyla
2.kupasını kazanmıştı.
Bu sonuçla İspanya Kral Kupası’nı en çok
İkinci yarı Barcelona skoru korumaya
kazanan kulüp olan Barcelona, 27. kez
yönelik bir oyun ile defansına daha
bu kupayı müzesine götürme başarısını
ağırlık verse de Messi-LuisSuarezelde etti. En sonuncusu 31 yıl önce olmak
Neymarölümcül üçlüsü ile hücumdaki
üzere 23 kez ile kupayı en fazla kazanan
üstünlüğünü de korudu.74. dakikada
ikinci kulüp olan Athletic Bilbao ise 2009
Barcelona’nın geliştirdiği atakta Neymar
ve 2012 yıllarındansonra 3. kez Kral
ile duvar pası yapan Alves’in ortasında
Kupası’nda finalde Barcelona’ya yenildi.
rakip ceza sahasında topla buluşan
Messi, penaltı noktasından vuruşunda
Bu sezon La Liga şampiyonluğundan
topu ağlara gönderdi. Skor Barcelona
sonra Kral Kupası’nı da kazanan
lehineydi. İpler artık kopmuş LuisEnrique
Barcelona için sıradaki hedef6 Haziran’da
ve öğrencileri yavaş yavaş kupaya
Berlin’de oynanacak UEFA Şampiyonlar
uzanıyorlardı..Maçta
Barcelona’nın
Ligi finalinde kupayı İtalyan temsilcisi
üstünlüğünün tamamen hissedildiği
Juventus’un elinden almaktı.
bir anda, 79. dakikada Bilbao’nun sol
kanattan geliştirdiği atakta gelen
Yaz
ar:
ortaya ceza sahası içinde sırtı
CEY
DA
kaleye dönük bir şekilde
AR
AB
ters bir kafa vuruşu
ACI
GİL
yapan Willams, Bask
@C
eyd
takımının golünü
aAr
aba
atıp,
skoru
cig
il
3-1 yaptı.
ŞAMPİYONLAR
LİGİ’NE DE AMBARGO!
Bir tarafta İspanya La Liga ev Kral Kupası
şampiyonu Barcelona, diğer tarafta
İtalya Serie A ve İtalya Kupası şampiyonu
Juventus. İki takımın da ortak bir arzusu
var; Şampiyonlar Ligi şampiyonu olup
3.kupayı müzesine götürebilmek.
Her
kulvarda
iddiasını
sürdüren,
İspanya’daki başarısını Avrupa arenasına
da taşıyan Barcelona, grup aşamasından
katıldığı Şampiyonlar Ligi’ndePSG, Ajax
ve Apoel ile aynı grupta yer aldı. 5 maçını
kazanarak 15 puanla F Grubu’nu lider
tamamlayan Barça, son 16 turunda ise
Manchester City’yi 2-1 ve 1-0’lık skorlarla
2 maçta da yenerek eledi ve finalde diğer
İspanya temsilcisi Real Madrid’i eleyen
Juventus ile eşleşti.
Karşılaşmaya iki taraf da tempolu başladı.
Juventus ilk dakikada Tevez ile yakaladığı
pozisyonu kullanamazken, Barcelona
ise ilk atağında Rakitic ile henüz 4.
dakikada öne geçti. Devrenin
kalan kısmında Juventus,
Vidal ve Morata
ile
tehlike
yaratırken; oyuna ağırlığını koyan
Barcelona; Neymar ve Messi ile yakaladığı
fırsatları gole çeviremedi.
finalde 2-0, 2011’dekinde ise 3-1 mağlup
eden Barcelona, Juventus’u da 3-1
yenerek 5.kez mutlu sona ulaştı.
Barcelona, ilk yarının kalan bölümünde
kısa paslarla oyunun kontrolüne ele
aldı.Juventus ise Katalan temsilcisinin
savunmada yaptığı pas hataları ve
kontra ataklarla tehlike yaratmaya
çalıştı. Barcelona’nın geliştirdiği tehlikeli
ataklarda Juventus kalecisi Buffon, farkın
açılmasına izin vermedi ve ilk yarı İspanya
temsilcisinin 1-0 üstünlüğüyle sonuçlandı.
3 GOL KRALLI TURNUVA
Juventus karşısında fileleri sarsan
Neymar’ın yanı sıra LionelMessi ve Real
Madridli Cristiano Ronaldo, toplamda 10
golle turnuvanın gol kralı oldu. Böylece
Arjantinli yıldız; 2009, 2010, 2011 ve
2012’nin ardından 5. kez “Devler Ligi”nde
gol krallığıunvanını elde etti.
MESSİ, SUAREZ, NEYMAR
(MSN) DURDURULAMIYOR!
Barcelona’nın
bu
sezonki
üstün
performansında Messi, Neymar ve
Uruguaylı forvetLuisSuarez’in önemli
payı bulunuyor. Performansıyla göz
dolduran Messi, bu sezon Katalan
temsilcisiyle çıktığı 53 maçta 53 gol ve
30 asistle takımının başarısında başrolü
üstlendi. Şampiyonlar Ligi’nde 10 kez
fileleri havalandırarak ilk sırayı Cristiano
Ronaldo ile paylaşan Arjantinli yıldız, aynı
zamanda 77 golle turnuva tarihinin en
golcü futbolcusu konumunda bulunuyor.
Takımın diğer yıldızları Brezilyalı Neymar,
37 gol ve 10 asist; cezası nedeniyle
sezonun ilk yarısında birçok karşılaşmada
forma giyemeyen LuisSuarez ise 24 gol
ve 23 asistle Messi’ye eşlik etti. Rakip
takımların kabusuhaline gelen bu üç
futbolcu, daha sezon bitmeden toplamda
114 gole ulaşarak formununzirvesinde
olduklarını gösterdiler.
Şampiyonlar Ligi’nin en deneyimli
takımları arasında yer alan Barcelona,
turnuvada daha önce dört kez mutlu sona
ulaşırken, üç kez ise finalde kaybetti.
Katalan temsilcisi, UEFA Şampiyonlar
Ligi’ndeki 2. zaferini ise 2006’da elde
etti. Arsenal’i 2-1 mağlup ederek kupaya
uzanan bordo-lacivertliler, sonraki iki
kupa finalini ise Manchester United ile
oynadı. Kırmızı Şeytanlar’ı2009’daki
‘’MES QUE UN CLUB!’’
Şampiyonlar Ligi kupasını Juventus’u
3-1 yenerek kazanan Barcelona, kupa
sevincini taraftarlarıyla birlikte yaşadı.
Barcelonakafilesi, final maçının oynandığı
Berlin’den uçakla Barcelona kentine
gelirken, Şampiyonlar Ligi kupasını
takım
kaptanları
XaviHernandez
ve Andresİniesta uçaktan indirdi.
Avrupa’daki futbol kulüpleri arasında bir
ilki gerçekleştirerek kulüp tarihinde ikinci
kez sezondaki 3 kupayı birden kazanan
Katalanlar; Şampiyonlar Ligi, La Liga ve
Kral kupalarını yan yana koyarak üstü
açık otobüsle kent sokaklarını dolaştı.
Barcelonalı futbolcular ve teknik heyet
yaklaşık 4,5 saat süren şehir turunda,
sokaklarda kendilerini bekleyen kalabalık
taraftarlarla buluşup, tezahüratların
arasında Barcelona kulüp marşını söyledi.
Otobüsle NouCamp’aulaşan Barcelona
kafilesini ise burada yaklaşık 70 bin
taraftar karşıladı. Saha ortasına kurulan
sahneye tek tek çağrılan futbolcular ve
teknik kadroyu alkışlayan Barcelonalı
taraftarlar, üç kupanın kazanılmasıyla
geçen tarihi sezonu coşkuyla kutladı.
Görsel bir şölenin yaşandığı NouCamp
Stadı’nda en çok alkışı, kariyeri boyunca
formasını giydiği ancak Katar’ın El
Sadd takımından gelen teklifi kabul
ederek ayrılacak olan emektar futbolcu
XaviHernandez aldı. Xavi taraftarlara,
“Artık 3 kupaya birden sahibiz. Burada
olduğunuz için hepinize çok teşekkürler.
Sokakta bizimle birlikte olanlara da
çok teşekkürler. Bana bu sezonu hediye
ettiğiniz için hepinize teşekkürler. Sizleri
çok özleyeceğim. Yaşasın Barça, yaşasın
Katalonya!” diye seslendi. Barcelona
Teknik Direktörü LuisEnrique de yaptığı
konuşmada, “Söyleyecek sözü olan bir
takıma sahibiz. Bu futbolcuların arzusu
ve tutkusunun sınırı yok. Sizler ve bizler
hiç kimsenin bilemeyeceği kadar bu
noktaya gelmenin kolay olmadığını
biliyorduk. Sizlerle daha güçlüyüz.
Tarih yazmaya devam edeceğiz. Takımı
desteklemeye devam edin” dedi. Öte
yandan Barcelona’nın ikinci kaptanı
İniesta, “Bu takımın bir parçası olmaktan
çok gurur duyuyorum”, 4. takım kaptanı
LionelMessi de “Zor bir yıldan sonra
olağanüstü bir sezon geçirdik. Buraya
geri dönmek gerçekten inanılmaz bir
şey. Aynı şekilde devam edeceğiz; çünkü
bu takımın bir şeyler kazanmak için çok
büyük arzusu var. Üç kupayı istiyordunuz.
İşte üç kupa” şeklinde konuştu.
PIQUE’DEN RONALDO’YA
GÖNDERME
UEFA
Şampiyonlar
Ligi
finalinde
Juventus’u mağlup ederek, sezonu
üç kupayla kapatan Barcelona ekibi,
başarısını görkemli bir törenle kutlandı.
NouCamp’ta yapılan kutlamalara defans
oyuncusu GerardPique’nin, Ronaldo’ya
yaptığı
gönderme
damga
vurdu.
Barcelona’nın defans oyuncusu Pique,
takımının bu sezon yaşadığı başarıda
Real Madrid’in yıldızı Ronaldo’nun da
payı olduğunu ima etti. Kutlamalar
sırasında mikrofonu eline alan Pique,
Real Madrid’in şubat ayında Atletico
Madrid’e karşı deplasmanda aldığı 4-0’lık
mağlubiyetin ardından yaş günü partisi
düzenleyen Ronaldo’ya mesaj gönderdi.
Portekizli yıldızın yaş günü partisine
katılarak Ronaldo ile birlikte düet yapan
Kolombiyalı
şarkıcı
KevinRoldan’a
teşekkür eden Pique, “Dünyanın en iyi
takımıyız. KevinRoldan sana da teşekkür
ediyorum. Her şey seninle başladı” dedi.
Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil
ÇÜNKÜ AYRILIK DA
SEVDAYA DAHİL:
JÜRGEN KLOPP
Delikli kot pantolonu yüzünden
Hamburg’a
alınmayan
Klopp’tan,
Şampiyonlar Ligi Kupası’nı almayı son
saniyede kaçıran Klopp’a! Futbolda
başarının temelinde sadece paranın yer
almadığını bütün dünyaya gösteren Jürgen
Klopp’un Dortmund serüvenini sizler için
mercek altına aldık
1967 yılında Stuttgart’ta dünyaya gelen Jürgen Klopp,
hemen hemen her teknik direktör gibi futbol yaşantısına
futbolcu olarak başladı. Futbolculuk kariyerinin büyük
bölümünü Mainz’da geçiren Klopp, uzun boyunun da
vermiş olduğu avantajla hem forvet hem de stoper
mevkilerinde oynadı. Mainz formasıyla çıktığı 325 maçta
52 gol kaydeden ‘Kloppo’ lakaplı Jürgen, 25 Şubat 2001’de
takımıyla son maçına çıkarak aktif futbol yaşantısını
sonlandırdı.
Futbolculuk kariyerinin büyük bölümünü Mainz’da geçiren
Klopp için teknik direktörlük kariyerindeki ilk durak da
kırmızı-beyazlı takımdan başkası değildi. 2001-02 ve
2002-03 sezonlarında Bundesliga 2’yi dördüncü sırada
tamamlayan Klopp önderliğindeki Mainz, Bundesliga
şansını kıl payı kaçırıyordu. 2003-04 sezonunda ise kader
cilvesini yapıyor, bir önceki sezonda üst ligi averajla kaçıran
Mainz, bu kez averajla Bundesliga’nın yolunu tutan takım
oluyordu. Bu başarı aynı zamanda Mainz için kulüp tarihin
ilk Bundesliga macerası anlamına gelmekteydi.
Mainz ile 3 yıl boyunca Bundesliga’da boy gösteren
Klopp, 2006-07 sezonunda takımını küme düşürmekten
kurtaramazken, yönetim Klopp’a sahip çıkarak, onun
takımın başında kalmasını sağlıyordu; ancak Klopplu
Mainz bir kez daha Bundesliga 2’yi dördüncü sırada
tamamlayınca artık Klopp için farklı semalarda yüzme
zamanı gelmişti.
Klopp’un Mainz ile yollarını ayırdığını duyan Hamburg
kulübü yoneticileri Bernd Hoffman ve Katja Kraus, Klopp’u
takımın başına getirmek isterler. Bunun için de Hamburg
sportif direktörü Didi Beiersdorfer ve Klopp arasında bir
görüşme ayarlarlar. Alınan bu kararla birlikte dünya futbol
tarihinin en trajikomik olaylarından biri meydana gelir.
Beiersdorfer ile yapılan görüşmeye delikli kot pantolon
ve sakallı bir şekilde gelen Klopp’u, Hamburg sportif
direktörünün gözü tutmaz. Görüşme sonunda Beiersdorfer,
birkaç adam tutarak Klopp’u takip ettirir. Bunu fark eden
Klopp, Beiersdorfer’i arar ve:
“Eğer benimle hâlâ ilgileniyorsanız
bilin ki ben kabul etmiyorum!”
2008-09 sezonunda Borussia Dortmund’un yeni teknik
direktörü artık Jürgen Klopp’tur. BvB yönetimi Klopp’a
ufak bir transfer bütçesi, 100 milyon Euro’yu aşmış borç ve
iki yıl önce iflasın eşiğinden son anda kurtulmuş bir kulüp
teslim eder!
Klopp, Dortmund’a geldiği ilk andan itibaren top rakipteyken
takımının neler yapacağı üzerinde çalışmalar yapıp,
sistemler geliştirir. “Madem biz yeteri kadar iyi bir şekilde
oyun kuramıyoruz, o halde rakip takıma da rahat oyun
kurma şansı tanımamalıyız” mentalitesini ana felsefesi
olarak belirledi. Pres yapmayan oyuncuya takımında yer
vermeyecekti. Mladen Petric ve Alexender Frei, Klopp
gelene kadar takımın en önemli gol silahlarıyken; top
rakipteyken koşmamaları, pres yapmamaları onların
kendilerini farklı takımlarda bulmalarına neden oldu.
Rakip takıma baskı kurma konusunda sorunlu olan her
futbolcu bir bir takımdan gönderildi.
Klopp yapmış olduğu bu radikal değişimler yüzünden her
ne kadar sezon başında eleştiri oklarının hedefi olsa
da, ne kadar doğru tercihler yaptığı sezon sonunda
ortaya çıktı. 2007-08 sezonunu 40 puanla 13. sırada
tamamlayan BvB, 50 gol atıp 62 gol yemişti. Klopp
önderliğinde geçen ilk yılda ise bambaşka bir
Dortmund otoritelerin karşısına çıkıyor, ligi 59
puanla 6. Sırada tamamlayıp, 60 gol atarken,
kalesinde 37 gol görüyordu. Bu şu anlama
geliyordu; Dortmund geçen sezona göre yediği
gol sayısını yarı yarıya düşürmüştü!
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
2008-2012 arasında geçen yıllar, Barcelona’nın tek başına
bütün futbol dünyasına hakimiyet kurduğu dönem olarak
kabul edilmektedir. Peki neydi Barça’yı rakipsiz kılan? Xavi ve
İniesta’nın ruhumuzu okşayan top yeteneği ve ölümcül pasları
ile Messi’nin insanüstü bireysel yeteneği değil miydi? Futbola
ilgi duyan insanların neredeyse tamamı böyle düşünüyordu;
ancak Klopp hiçbirimizin dikkat etmediği bir noktaya kilitlendi:
Yeteneğin en ufak bir rolünün olmadığı alana. Barcelona’nın
kaybettiği topları yeniden ele geçiriş metodu ve pres bölgesi
dikkatini çekti. Hayat hikayesi ile birlikte taktiksel analizlerinin
de anlatıldığı ‘Echte Liebe’ kitabında Klopp, Barça’dan şöyle
bahseder:
oyuncusunu, kendisi çıkarmak. Geldiği ilk andan itibaren alt
yapıya büyük önem veren, Asya Kıtası gibi yerlerden genç
oyuncuları bulan Klopp, yardımcı antrenörü Zeljko Buvac’ın
da büyük katkısıyla birçok oyuncuyu süper star haline
getirdi: Hummels, Schmelzer, Nuri, İlkay, Götze, Kagawa,
Lewandowski...
2010-11 ve 2011-12 sezonlarında Bundesliga’da şampiyonluk
ipini göğüsleyen Klopp ve öğrencileri, zirveyi ise Şampiyonlar
Ligi’nde final oynayarak yaptı. Son iki sezonda Kagawa,
Götze ve Lewandowski gibi takımın iskelet oyuncularının
ayrılmasının yanına biraz başarıya doymuşluk biraz da gelen
oyuncuların sisteme ayak uyduramaması eklenince, beklenen
performansın uzağında bir Dortmund karşımıza çıktı. Kan
değişimi vaktinin geldiğini anlayan Klopp,
“İnanılmaz... Her futbolcu topun olduğu bölgedeki
baskıya aynı ölçekte destek veriyor. Lionel Messi
kaybettiği topun arkasından mücadeleyi en çok ”Bu kulüp,doğru kişi tarafından çalıştırılmayı
yapan oyuncu dahi olabiliyor. Topu kaybettikleri hak ediyor. Bir gün başarılı olmadığım hissine
anda sanki o beş saniye içinde alamazlarsa, bir kapılırsam, kulübe bunu söyleyeceğimi ifade
daha topu hiçbir zaman alamayacaklar gibi telaş
içerisinde baskı kuruyorlar. Benim için dünya
futbolunda olabilecek en iyi model bu oldu.”
Klopp’un yukarıda bahsetmiş olduğu ve futbol literatüründe
‘gegenpressing’ diye tabir edilen, kaybedilen topu kısa süre
içerisinde rakip takımdan geri almayı hedefleyen bu taktiği,
Ersun Yanal’ın Fenerbahçe’sinde de sıklıkla görmüştük. Klopp
ise bu sistemi 2 sezon içersinde takımına tamamen adapte
ederek, BvB’nin başarısında en önemli faktörü oynayan bu
anlayışla birçok takımın canını yakmayı başarıyordu. Hatta
Emirates’te oynanan Arsenal-Dortmund Şampiyonlar Ligi grup
maçında, kaybedilen topun sonrasında rakip ceza sahasının
etrafında yapılan ani baskı sonucunda kazanılan topu ağlarla
buluşturan Mkhitaryan’ın attığı gol tam da bu tanımın görsel
örneği olarak karşımıza çıkıyordu.
Fakat Klopp için hâla her şey yoluna girmiş sayılmazdı. BvB’nin
ne Robben ya da Ribéry’i gibi yıldızları alacak parası vardı ne
de ekonomik anlamda Bayern Munich’le baş edecek finansal
yapısı! O halde geriye tek bir seçenek kalıyordu: Kendi yıldız
etmiştim. Sadece doğru ve önemli olduğu için bu
kararı aldım.’’ diyerek 7 yıllık başarılarla dolu Dortmund
kariyerinin sonuna geldiğini açıklıyordu.
Birçok insanın Football Manager oyununda bile gerçekleştiremediği
bu başarı hikayesini Jürgen Klopp ve öğrencileri başardı.
Böylesine zor şartlardan, bu denli bir peri masalını yaratan bir
teknik direktöre saygı duymamak Jürgen Klopp’a değil, futbolun
ilke ve doğasına ayıp etmek anlamına gelir.
Klopp’u Hamburg’un kapısından döndüren Beirsdorfer, “Martin
Jol’ü takımın başına getirdik ve uzun süre unutulmayacak
başarılar elde etti” demişti. Benim de naçizane bir sorum
olacak Sn. Beiersdorfer’e:
“Martin Jol’ün başarıları unutulmaz derecede
büyükse, Dortmund’un Klopp’la kazandıklarını
nasıl tanımlayalım?”
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
“NO TOTTİ NO
PARTY”
Küçük Romalılar hayatta
en çok ileride ya Roma
formasını giymek ya
da ileride bir Roma
ultrası olmak
arasında Milan’ın scoutları da vardı. Scoutlar, Totti’nin
Milan altyapısına kazandırılması için her şey hazırdı.
Eğitim masrafları, kalacak yer ve Milan formasını giyme
şansı; ancak annesi buna karşı çıktı. Onu bu kadar erken
yaşta yanından ayırmak istemiyordu. Roma kulüplerinin
onu fark etmesi de uzun sürmedi. Önünde iki
seçenek vardı; Lazio ya da Roma.
Francesco için tek bir seçenek
vardı. Francesco,daha
ister;
ama hem o
formayı giydi hem
de sahada bir Roma
taraftarı gibi savaşıyordu
Francesco, Francesco Totti
Yağmurlu bir akşam, Roma’nın yoksulluk kokan
sokaklarının birinde, yağmurun kaldırdığı toz ve onun
getirdiği güzel koku, bacası tüten birkaç ev, dikişleri
patlamış bir top ve her yeri çamur olmuş birkaç çocuk...
Her zamanki Roma akşamı işte; ama bu sefer bir şehrin,bir
ülkenin kaderi değişecekti. Aniden pencereye çıkan bir
kadın ve, ‘’Francesco, artık eve gel!’’Ama kimseden çıt
yok. Francesco da duymazlıktan geliyor. Arkadaşları
onun ismini’’Giuseppe’’olarak biliyordu; çünkü Roma’nın
efsane ismi Giuseppe Giannini gibi olmak istiyordu
Francesco. Pencereye çıkan annesi, son bir kez daha
sesleniyordu ona:’’Gelirsen seni takıma yazdıracağım.’’
Francesco’nun annesi sözünü tuttu .Annesi bir eliyle
Francesco’yu,diğer
eliyle
Francesco’nun
ağabeyi
Riccardo’yu tutarak semtin takımı olan Fortituda’ya
yazdırdı. Ağabeyi ile birlikte antrenmanlara ve maçlara
giden Francesco’nun keyfine diyecek yoktu. Francesco,
her şey yolunda gittiği için çok şaşırıyordu; çünkü hayatı
hep aksiliklerle geçiyordu, sekiz yaşında olmasına
rağmen yoksullukla cebelleşiyordu. Her şey bu kadar
güzel giderken Francesco’nun ağabeyi Riccardo, ayağını
üç yerden kırdı ve futbol hayatı bitti. Gözünün önünde
gerçekleşen bu olay Francesco’yu korkutmadı aksine
hırslandırdı. Semt takımında kendini kısa sürede gösteren
Francesco, iki yıl Smit Trastevere, üç yıl da Lodigiani gibi
mütevazı takımlarda forma giydi. Harikalar yarattığı
antrenmanlardan biriydi; ama bu defa onu izleyenler
yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem
sonra o günleri
şu sözlerle anlatacaktı. “Annem
ve babam Roma ya da Lazio’dan birine gidebileceğimi
söyledi. Ardından annem tuttuğum takım olan Roma’yı
seçti. Eğer Lazio’yu seçseydi onu asla affetmezdim!”
1989 yılında, hayallerine kavuştu ve Roma’nın genç
takımına transfer oldu. Orta sahanın ortası, forvet arkası
ve İtalyanların “trequartista” dediği gole dönük 10 numara
pozisyonlarında şans buldu Francesco, Francesco Totti.
16 yaşına kadar minik takımda oynayan Totti’nin
artık bir üst kademeye çıkması gerektiğini düşünen
antrenörler onu genç takıma yükseltti. 1993 yılında
daha 17 yaşındayken takımın teknik direktörü Sırp
isim Vujodin Buskov, Totti’yi A takıma aldı. Soğuk bir
bahar günü kulakları tırmalayan rüzgarın sesi ve kalkan
tabela, arkasında “Totti” yazan vişneye kaçmış kırmızı
bir forma Totti’nin ilk kez Roma formasını terleteceğini
simgeliyordu. 16 yaşında hayatının baharında takımı 2-0
öndeyken tecrübe kazansın diye Brescia maçında 87.
Dakikada oyuna giriyordu.1994 yılında ise çocukluğunda
kendisini idol olarak seçtiği ve kendisine koyduğu ismin
sahibi Giuseppe Giannini, Totti için şöyle diyordu: “O
benim veliahtım!”
Carlo Mazzone’nin takımın başına gelmesiyle daha çok
maça çıkacaktı Totti. 4 Eylül 1994’te daha 18’ine bile
girmemiş küçük gladyatör, takımın ilk 11’inde yer buldu.
Foggia ile oynanan sezonun açılış maçında, altıpas çizgisinin oradan kendisine gelen topu sol ayağıyla
filelerle buluşturuyordu. Kariyerinin ilk golünden sonra genç bir futbolcunun yapabileceği
en güzel şeyi yaptı:Yumruğunu sıkıp ne yapacağını bilmeden
kulübeye koşmak!Bu yeteneklerinin farkına varan sadece
kulüp yetkilileri değildi. Milli takımın U-18
yaş kategorisi teknik direktörü Cesare
Maldini, Roma altyapısına girdiği
günden bu yana giydiği İtalya
formasını terletmesi için
onu 1995’teki Avrupa
18 Yaş Altı Gençler
Şampiyonası’na
götürdü. Totti, çok başarılı
işler yaptı; ama finaldeki golü yetmedi
ve İspanya’ya 4-1 kaybettiler. Kaybeden takımdan da
olsa maçın adamı seçilmesini bildi. Bir sene sonra ise
Milli takımla U-21 Avrupa Şampiyonasına gitti. Fransa
karşısında attığı golle takımını finale taşıyan Totti’nin
rakibi yine aynıydı: İspanya. Finalde attığı golle maçı
penaltılara taşıyıp orada da kupayı kazanan İtalyanlarda
Totti,
y i n e
t a k ı m ı n ı
sırtlayan
oyuncuydu.
Kariyerinin ilk kupa sevincini de
yaşamış oluyordu.
Totti’nin kariyerinin en önemli dönüm noktalarından
biri de Roma’nın başına 1997 yılında Zdenak Zeman’ın
gelmesiydi.Ofansif bir kurguyla oynatmaya başlayacağı
takımda en güvendiği isimlerden birinin Totti olduğunu
söylüyordu Zeman. Totti, Zeman’ın Roma’sında iki
sezonda 30 gol attı ve bir dahaki sezon genç yaşta
kaptan oldu.
EROS’UN OKLARI
Roma tribünlerinin Totti’ye olan saygısı her geçen gün daha da
çok büyüyordu. Sahada canla başla top oynayan bir futbolcu
vardı; ama o sıradan bir futbolcu değildi. Hem yetenekleri ile
hem de karakteri ile Roma taraftarını büyülüyordu. Roma
yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem
taraftarı, Totti’nin olmadığı bir maçta meşhur slogan olan’’No
Ultras No Party’’sloganını Totti’ye uyarlıyordu:’’No Totti No
Party’’
Totti’nin, sakat ya da cezalı olduğu maçları küçükken babası
ve ağabeyiyle gittiği güney tribününde izlemesi iyiden iyiye
Roma taraftarlarının ona olan bağlılığını arttırıyordu. Ona,
‘’Küçük Prens’’ lakabını taktılar. Totti, bir Lazio maçında, “Sizi
yine alaşağı ettim çocuklar ”anlamına gelen,“Vi ho purgato
ancora” yazan tişörtünü formasının altından gösterdi ve
Eros’un okları Roma taraftarını tap kalbinin
ortasından vurdu.
Her transfer sezonu, büyük
takımların
transfer
listesinin başında
gelen
Totti,
hiçbir yere
gitmiyordu.
75 puanla Juventus’u
geçip şampiyon olduklarında
artık Totti’nin yeni bir lâkabı daha
vardı: “Il dio biondo” Sarı İlah! Yeni imzaladığı
sözleşmeden sonra İtalya’nın en çok kazanan oyuncularından
biri olan Tott’nin, basınla arası gittikçe kötüye gidiyordu. 2002
Dünya Kupası’nda da Güney Kore karşısında oyundan atıldıktan
sonra basınla arası iyice bozuldu. Euro 2004’te Danimarkalı
Poulsen’e tükürdüğünün tespit edilmesiyle üç maç ceza aldı
ve İtalya gruptan çıkamayınca, “Aptal sarışın” olarak lanse
edildi; ama Totti bundan yararlanmayı düşündü ve “Totti’nin
Fıkraları” adını verdiği ve içinde “Totti bir gün mahkemededir.
Hakim Totti’den savunma ister. Totti de Panucci, Mancini,
Chivu, Candella der…” gibi esprilerin bulunduğu kitaptan elde
edilen yaklaşık 1 milyon dolarlık geliri Unicef‘e bağışladı.
Totti, İtalya’nın medyatik güzellerinden Ilary Blasi ile evlendi.
Evlendikten sonra da baş parmağını emme sevincini yapmaya
başladı. Çocuğunun doğuşunu simgeliyordu.
ULTRAS TOTTİ
2010 yılında Roma ve Inter kıyasıya bir çekişme yaşıyordu.
İki takım da adil bir şekilde şampiyonluk için mücadele
ediyordu,ta ki Lazio-Inter maçına kadar. O maçta Laziolu
yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem
futbolcular kendini hiç zorlamıyor, Lazio taraftarı da Inter gol
atınca seviniyordu ve Inter bu maçtan galip ayrılıyordu .LazioInter maçından sonra Roma, Inter’e konuk oldu. Maçın son
bölümlerine önde giren Inter’in şımarık çocuğu Balotelli’ye
tüm gücüyle vuran ve adeta hafta sonunda oynanan maçın
intikamını alan Totti yüzünde en ufak pişmanlık ifadesi
olmadan soyunma odasına gidiyordu.O tekmeyi atan
Totti değildi, küçüklüğünden beri maçlara giden bir Roma
ultrasıydı. Totti futbolcu olmasaydı onlardan
biri olacağı Roma taraftarına çok
saygı duyuyor ve onun
için kibir sadece
sözlüklerde yazan
kelimeden fazlası değil. Çok uzak değil, geçen
sezon Avrupa Ligi’nde Fiorentina’ya elenen Romalı futbolcular
Totti önderliğinde maçtan sonra taraftarın yanına gittiler ve
taraftara hesap verdiler.
10’A VEDA ZOR OLACAK
Kariyerinin sonuna yaklaşırken şöyle diyor Totti: “Sizi tribünde
görüyorum ve beni izlediğinizi hissediyorum. Size kim
olduğumu 90 dakika içinde anlatamam; ama bütün yüreğimle
doldurduğum bir 90 dakika verebilirim. Bir futbolcu olarak tüm
kariyerimi size verdim. Hepinize teşekkür borcum var. Bana
birine verilebilecek en saf hediyeyi verdiniz: Mücadeleye devam
etme gücü! ”Hiç şüpe yok ki Totti Stadio Olimpico’ya son kez
çıkacağı gün sadece Roma değil dünya futbolu öksüz kalacak.
DYBALA JUVE’DE NE YAPAR?
İtalya Serie A’da sezonun en flaş oyuncularından Paulo Dybala’nın Juventus’a transferi resmileşti.
Palermo’nun nev-i şahsına münhasır başkanı Maurizio Zamparini’nin sezon boyunca sürekli bonservis
fiyatı söyleyerek pazarladığı Dybala için elbette bahsedilen 40 milyon avrolar pek mümkün olmadı. Zaten
muhtemelen bunu Zamparini de oldukça iyi biliyordu. Zira 2016 yazında
kontratı bitecek olan Arjantinli yıldızın önünde sadece 1 sezon kalmıştı ve
böyle bir ortamda direkt 40 milyon avroyu herhangi bir takımın vermesi
mümkün değildi. Zamparini elindeki kozları iyi oynadı ve Dybala da 13 gol,
10 asistlik sezon performansıyla (İki istatistikte de çift hanelere çıkan başka
bir oyuncu ligde mevcut değil) iyi katkı yaptı ve Juventus, Milano ekipleri
arasından sıyrılarak Arjantinliyi bünyesine katan takım oldu.
SERİE A’DA DEVAM ÖNEMLİ
Paulo Dybala’nın Juventus’a gidişinin çeşitli etkileri var ve bunların birincisi
ligin en potansiyelli iki genç yıldızından birinin Serie A’da kalması ki lig için
en iyi sonuçlardan biri muhtemelen bu olacak. Juventus’un zaten güçlü olan
kadrosunun iyice zirve yapacak olması diğer takımları korkutabilir ama bu
konuda rakiplerin farklı düşünmesi gerekiyor. Juve’nin en tepede kalacak
olmasından çekinmekten çok yukarı giden rakibi takibi sürdürüp kendi
seviyelerini geliştirmeleri gerekiyor. Bunun için son dönemde yeterli ekonomik
refaha kavuşmaya başladılar ve birçoğunun tek eksiği stat. Dolayısıyla statlar
gelene kadar altyapıyı oluşturmak için önümüzdeki sezon mantıklı bir başlangıç
tarihi olabilir.
DYBALA - MORATA MÜCADELESİ
Peki Paulo Dybala, Juventus’ta ne yapar? Bunu şimdiden kestirmek çok kolay
değil ve işinin de zor olacağı açık. Şu anda önünde hem oyuncu, hem de rol
olarak ligin muhtemelen en iyi forvet oyuncusu olan Carlos Tevez var ve ilk
aşamada tecrübeli oyuncu tarafından kesilecektir. Alvaro Morata’nın bu sezon
yaptığı çıkış onu da ana rotasyonun önemli parçalarından biri haline getirdi
ve Dybala’nın asıl rakibi Morata olacak. Ama Juventus’un var olan sistemini
anlaması, takım arkadaşlarını tanıması için zamana ihtiyacı olacağı kesin ve
Massimiliano Allegri onu takıma ısındırırken fazla acele etmeyecektir.
KISA AMA GÜÇLÜ
Paulo Dybala gerçekten çok büyük bir yetenek. En başta harika bir bitirici
ve bunu sezon içinde birçok kez gösterdi. Tekniği oldukça üst düzey ve pas
oyununa da yatkın. En büyük dezavantajı gibi görünen 1.75’lik boyu ve çok
yapılı olmayan vücuduna kıyasla gerçekten güçlü bir oyuncu. Yere çok sağlam
basıyor ve topla rakibi arasında kendisini koyduğu zaman savunmaların işini
çok zorlaştırıyor. Vücut sağlamlığının getirdiği top saklama kabiliyetiyle sırtı
kaleye dönük oyuna da yatkınlığı var ve hem bu yönü, hem de kenarlara
deplase olmasıyla 10 asist yapması zaten bu yapısını destekliyor.
TEVEZ’DEN ÖNCE VE TEVEZ’DEN
SONRA
Dybala’nın Carlos Tevez’in önünde oynadığı bir hücum hattı gerçekten oldukça
büyük bir heyecan vadediyor. Ama Dybala transferinin arkasında Carlos
Tevez’in takımdan ayrılma durumunun olduğunu anlamak için iki oyuncuyu
birer kez izlemek yeterli. Önümüzdeki sezon Tevez’in Juventus’taki son
sezonu olabilir ve bu durumun gerçekleşme durumunda Dybala, Tevez rolüyle önüne yapılacak transfer
sonrasında orta saha-hücum bağlantısını oluşturan oyuncu olacak. Onun çok yönlülüğü ve hücum hattının
hemen her yerinde oynayabilecek futbol özellikleri Dybala transferini Juventus için daha değerli kılıyor.
Siyah-beyazlılar Dybala ve muhtemel Khedira transferiyle önümüzdeki sezona çok daha kuvvetli girecek.
Şampiyonlar Ligi finalinden bağımsız bir şekilde yapılan bu hamleler Serie A’nın gelişimi ve diğer takımları
motive edici etkisiyle de çok kritik olacak gibi görünüyor.
Yazar: EMRE ÖZCAN @parmamaniac
BÜYÜK ’RUH’R DERBİSİ
Kazmayı vurulan yerden kömürün çıktığı
bu bölgenin iki güzide takımı Schalke
04 ve Borussia Dortmund rekabetinin
temelleri atıldığında 1900’lü yılların
başıydı. İkinci Dünya Savaşı’nın henüz
anlamı olmadığı 3 Mayıs 1925’te yapıldı
ilk derbi. Schalke’nin 4-2
kazandığı bu maç, tüm
Almanya’yı ve dünyadaki
futbol
sevdalılarını
dönüşü olmayan bir yola
soktu: Ruhr Derbisi…
ALMANYA’NIN EN BÜYÜK
DERBİSİ
Peki neden Almanya’nın en büyük derbisi Ruhr?
Ruhr Havzası, Almanya’da kömür madenlerinin
bulunduğu bir bölge. E hal böyleyse halkının da emekçi
işçilerden oluştuğunu söylemeye gerek bile yok. Ruhr;
emeğin, sevginin ruhunu yansıtan bir mücadeledir.
Almanlar
desin
Kohlenpott
biz diyelim Ruhr derbisi. Ruhr
Havzası’nda bulunan Dortmund
ve Gelsenkirchen şehirlerinin
en büyük takımları Borussia
Dortmund
ve
Schalke04
arasındaki,
Almanya’nın
en
büyük derbisi. Dortmund ve
Gelsenkirchen şehirleri sanayi dalı
başta olmak üzere günümüzde
dahi çekişme içerisindedirler. Her
iki takım da İkinci Dünya Savaşı
yıllarında Nazi diktatörlüğüne baş
kaldırmakla tanınırlar; fakat iki
şehir halkı da birbirinden nefret
eder. Birbirlerinin isimlerini dahi
ağızlarına almazlar. Boca-River
gibi zengin-fakir veya CelticRangers gibi mezhep çatışması
olan derbiler değil; ikisi de işçi
sınıfının ve zamanında Nazi
hükümetine
posta
koymuş
takımların derbisi. Bir düşünelim,
Bundesliga hakkında biraz bilgisi
olanın bu derbinin güzelliğini,
önemini bilmesi muhtemel; ama
bu iki takım aynı dönemlerde
başarılı olabilseydi, adından çok
çok daha fazla söz ettirseydi
geçmişinde, bugün El Clasico’nun
yerini almaması işten bile değildi.
İki takımın da köklerine indiğimiz
zaman, kömür, işçi, maden gibi
emeği çağrıştıran kavramlarla karşı karşıya kalırız.
Bu sözcükler Schalke 04 için bir nebze daha anlam
taşır. Nihayetinde kulübün en çok bilinen lakabı
‘Madenciler’dir. Tanıl Bora’nın “Kömürün karası,
biranın sarısı” olarak adlandırdığı Borussia Dortmund
da en az Schalkeliler kadar işçi takımıdır; çünkü
bölgenin ruhu madendir, emektir.
Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil
Günümüze kadar bu iki takım, taraftarının desteğinden
hiçbir zaman mahrum kalmamıştır. Bu dünyada,
Schalke’yi yenmiş bir Dortmundlu, Dortmund’u
yenmiş bir Schalkeli taraftar kadar mutlu olan yoktur.
Bu derbiyi kaybetmenin bahanesi, telafisi olmaz.
Kanazacaksın, kazanmak zorundasın! Eğer yenilirsen,
burada sözü eski BVB menajeri Meire’e veriyoruz:
‘’Ola ki yenildin bu derbide, bir yıl boyunca köpek gibi
yaşamaya mahkumsun.’’
Ruhr rekabeti 1925 yılında Schalke’nin 4-2’lik aldığı
galibiyetle başlar. Almanya’da hitler döneminin en iyi
takımlarından biri olan mavililer, BVB karşısında çok
iyi skorlar elde etmiştir, bu dönemde aralarındaki
rekabetten bahsetmek bile söz konusu olamaz. Peki
bu ezeli rekabet nasıl başladı diye soracak olursak,
yine Schalke’nin farklı galibiyetleriyle adım atıyoruz
bu bitmeyecek rekabete. Hitler dönemi sonrası yeni
Almanya’da, bu rekabet yeni bir hal almış ve iyice
alevlenmiştir. Dortmund kendini geliştirmeye başlamış
ve bunu 1955/1956-1956/1957 şampiyonluklarıyla
herkese kanıtlamıştır. İki takım arasındaki nefret de
oldukça büyüktür. 1933 yılında oynanacak olan BVBJuventus UEFA Kupası finalinde Juventus’u sadece
İtalyanlar değil, mavililer de desteklemiş, Juve’nin
galibiyetini beraber kutlamışlar. Dortmund taraftarı
ise bu olayı unutmamış, karşılığını vereceği günü iple
çekmiş. Dortmund’da oynanan Milli maçta Almanya
forması giyen Schalke 04 oyuncularını uzun süre
ıslıklamış, küfür etmişler.
Biri 1904 (Schalke), diğeri 1909 (Borussia
Dortmund)’da kurulan iki takımın ezeli rakip olduklarını
ve günümüze kadar sadece yedi ve sekiz kez şampiyon
olduklarını futbolla çok az bir ilgisi olan birine söylesek
bu durumu gülünç bulabilir; çünkü biz ‘ezeli’, ‘rekabet’
ve ‘derbi’ kelimelerin yanını direkt olarak olarak
‘şampiyon’ sözcüğü ile tamamlarız. Ülkemizde en çok
şampiyonluk sayısına ulaşan iki ezeli rakip var; 19
şampiyonluğu olan Fenerbahçe ve 20.şampiyonluğunu
bu sene kazanmış olan Galatasaray. Ezeli rekabette
şampiyonluk sayılarına bu
kadar önem veren bir futbol
kültürü içindeyiz; ama gel
gelelim dünyada bu İstanbul
derbisinin adı ne kadar
duyuluyor, kaç kişi bu derbiyi
izlemek için can atıyor? 7
şampiyonluğu olan Schalke
04 ve 8 şampiyonluğu olan
BVB derbisi kadar sesini
duyuramadığımız ise aşikar.
1963’te
Bundesliga’nın
başlamasından
sonra
tarafların
şampiyonluğu
tatması için tam 31 sene
geçmiş.
Andreas
Möller,
Matthias Sammer, Michael
Zorc ve Stephane Chapuisatlı
Borussia, Ottmar Hitzfeld
yönetiminde
1995
ve
1996 yıllarında şampiyon
oldu.
Şampiyonlar
Ligi
şampiyonluğuyla da o güzel
günler taçlandırılmış oldu.
O yıllarda Schalke yarışta
hep geride kalmıştı. 2000’li
yılların
başında
Sammer
bu kez teknik adam olarak
başındaydı
Dortmund’un
ve takımını bir kez daha
şampiyon
yaptı.
Maviler
ve
Sarılar
arasındaki
şampiyonluk
farkı
bire
inmişti. O şampiyonluğun
ardından mali kriz baş veriyor,
2003-2004 sezonunda zararı
65, borcu 118 milyon euro
olan bu kulüp taraftarlarının
da her zamanki gibi verdiği
destek
ve
öz
kaynak
düzenine
geri
dönüşle
belini doğrultuyor. 2006-07
sezonunda ise Schalke 04 hedefe çok yaklaşmışken
ezeli rakibinden ligin sondan bir önceki haftasında
yediği çalım şampiyonluk umutlarını yarınlara
bırakıyor. 2010’a kadar ligde Bayern Münih rüzgârı
varken, Jürgen Klopp’un Dortmund’u 2011’de tarih
yazarak bu hegemonyaya son veriyor.
Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil
“NE! KURANYİ
GİTMİŞ Mİ?!”
Schalke’nin de Dortmund’un da taraftarları rakiplerini
kızdırmakta oldukça başarılılar ve çok da akıllıca yöntemler
geliştirmişler. Bir de işin içine teknoloji girdi mi tarafların
birbirine yaptıkları tadından yenmiyor. Günlerden bir gün bir
Dortmund
taraftarı
Schalke04’ün
resmi
sitesini hacklemiş,
o
dönem
mavililerin
formasını
g i y e n
Kuranyi’nin takımla olan sözleşmesinin feshedildiğini ana
sayfada ilan etmiş. Bu haber öyle yayılmış ki Almanların
ünlü gazetesi Bild bile haberi resmi sitesine girmiş.
Dortmundluların bu hareketini gören ve arttıran Schalke
taraftarı ise Dortmund’u kendi silahıyla vurmuş. Bu sefer
mavililer Luca Toni’nin popüleritesinin çok fazla olduğu
dönemde BVB resmi sitesini hackleyip ‘Toni ile anlaşıldı’
haberini girerek almış intikamını. O dönemin de sportif
direktörü M.Zorc bu olay üzerine ödün vermemeye çalışarak
konuya esprili bir şekilde yaklaşmış ve “Toni’nin masraflarını
karşılayabilmek için banka soymalıyız” demişti. 2008
yılında da BVB taraftarı Schalke’nin şampiyon olamayışının
50. Yılını şehirlerinde büyük bir coşkuyla kutladılar.
Hemen hemen her maçta Signal Iduna Park ve Veltins
Arena’da taraflar birbirlerine gönderme yapmaya devam
ediyor. Aynı zamanda Ruhr derbilerinde her 90 dakikada
heyecan,
a ş k ,
destek,
coşku,
ve emek
olmaya
devam edeceğinden
hiç
kimsenin
şüphesi
yok.
Ya
z
ar
:C
EY
DA
AR
AB
AC
I
Gİ
L
@
Ce
yd
aA
ra
ba
ci
gi
l
Çok daha fazla geriye gitmeden biraz da yakın tarihe
bakacak olursak, S04 iyi sponsorluk anlaşmalarıyla, BVB
ise doğru yönetim politikası izleyerek ve taraftar desteğiyle
zirveye yürüyor. Bir nokta var ki Schalke adına sportif olarak
üstünlük kurabilecekleri büyük bir fırsat: 1997 UEFA Kupası.
Avrupa’nın ikinci kupasının en büyüğü olmuşlardı fakat
buna gölge düşürecek bir takım vardı; Borussia Dortmund.
O sene Dortmund, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olarak
tarihe de en önemli imzasını atıyordu. BVB cephesinde kara
bulutlar gelmeden son güzel bir olay daha vardı ki 2001
yılı Bundesliga şampiyonluğu. Bu yılda gelen şampiyonluk
ile yine zirveye çıkmış; fakat çok geçmeden yanlış yönetim
politikası yüzünden kaosa sürüklenmiş ve stadlarını
ellerinden kaybedip iflas etmişler. Kısacası BVB dibi görmüş.
Eskiden geriye kalan şey ise tahmin edebileceğimiz üzere
Borussia Dortmund’a aşkları bitmek bilmeyecek taraftarlar
olmuş. BVB yapılanmaya giderken bu yıllarda iyi sponsorluk
anlaşmaları yapan, maddi açıdan iyi durumda olan S04 için
şampiyonluk çanları çalsa da ne yazık ki ligi 2.bitirdiler. Kötü
günleri geride bırakan Dortmund, 2011 ve 2012 Bundesliga
şampiyonluğu ile yine rekabetin bi nebze güçlü olan tarafı
diyebiliriz.
ARALARINDAKİ MAÇLAR
Bundesliga’da Borussia Dortmund-Schalke04 arasında
oynanan 85 maçta iki takımın da 30’ar galibiyeti bulunuyor.
25 karşılaşma ise berabere bitmiş.
Schalke 04 deplasmanda rakibine karşı oynadığı 42 maçtan
11’ini kazanmış, Dortmund ise sahasından 18 kez galip
ayrılmış. 13 karşılaşmada ise taraflar birbirlerine üstünlük
kuramamışlar. Bundesliga’da ise aralarında oynanan ilk
maç 3-1’lik Shalke 04 üstünlüğüyle sona ermiş.
İHANETİ SENDE GÖRDÜM: SOL CAMPBELL
Güç, kuvvet, hırs bir stoper için aranılan her şey; ama kimilerine göre en büyük hatası ezeli rakibine
gitmek, kimilerine göre ise o bir profesyoneldi ve de en doğrusunu yapmıştı.Bizim tabirimizle onun
için vefa bir semt adıydı.
Tam ismi Sulzeer Jeremiah Campbell olan Sol Campbell, alt yapı kariyerini Londra ekibi Tottenham’dan alıp profesyonelliğe
ilk adımını bu kulüpte atmıştır. Dokuz sene boyunca formasını terlettiği Londra ekibinde 250’nin üzerinde maça çıktı. Kariyeri
boyunca İngiltere Lig Kupası (Tottenham) Premier Lig şampiyonluğu, FA Kupası, Comunity Shield Kupası (Arsenal), FA Kupası,
(Porstmouth) başarıları elde etmiş. Kariyerindeki belki de en önemli attığı gol diyebileceğimiz 2005-2006 sezonunda Paris’te
gerçekleşen Şampiyonlar Ligi finalinde gol sevinci yaşamış; ancak Messili, Ronaldinholu Eto’olu Barcelona’ya boyun eğmişlerdir.
Milli takım kariyeri de oldukça parlak olan Campbell, Milli formayı 73 kez sırtına geçirmiş ve 1 gole imza atmıştır. 98 Dünya
Kupası’nda genç yaşına rağmen Glenn Hoddle’ın güvendiği isimlerden biri olmayı başarmış; ancak son 16’da Arjantin’e
penaltılarda kaybetmişlerdir. 2000 Avrupa Şampiyonası’nda gruptan çıkamayan İngiltere kadrosunda da yer aldı, 2002 Dünya
Kupası Ferdinand’la iyi bir uyum yakalayan Campbell grup maçlarında İsveç’e karşı bir de gol kaydetmiştir. Çeyrek finalde
kupanın sahibi olacak Brezilya karşısına çaresiz kalmışlardır. 2002 Dünya Kupası turnuva takımına seçilmiştir, 2004 Avrupa
Şampiyonası’nda Terry ile tandemi oluşturan Campbell’i İngiltere bir kez daha penaltılarda Portekiz’e kaybederek turnuvaya
veda etti. Campbell turnuva takımına seçildi. 2006 Dünya Kupası’nda ise tarih tekerrür ediyor.
yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem
2004’te Avrupa Şampiyonası’nda penaltılarda kaybettiği Portekiz’e bu sefer ayni şekilde 2006 Dünya Kupası’nda
eleniyorlardı. 98/99, 2002/2003, 2003/2004 sezonları içerisinde Premier Lig’de yılın takımına seçilmiştir. İlginç bir nokta
olarak Tottenham’dan Arsenal’e, Porstmouth, Notts County, Newcastle kulüplerine olan transferlerinde bonservis ücreti
ödenmeden transfer olmuştur. Premier Lig’de 500 maç barajı aşan Campbell 20 de gole imza atmıştır. Boy olarak fazla uzun
diyemeyeceğimiz (1.88) Campbell’ın en önemli özelliklerinden biri olan fiziği ve hava hakimiyeti oldukça göze çarpmaktadır.
Milenyum çağının başlarında ezeli rakibe transfer olma furyasını başlatan oyunculardan biri olan Campbell 2001 sezonunda alt
yapısından çıktığı, Kaptanlığa kadar yükseldiği Londra ekibi Totthennam’dan bir başka ezeli rakip olan Londra ekibi Arsenal’e
transfer olarak White Hart Lane’de oldukça sert protestolara maruz kalmıştır.
1 Şubat 2006 günü Highbury’de oynanan West Ham maçında kötü performansı nedeniyle Arsene Wenger tarafından 2. yarıya
çıkarılmayan Campbell stadyumu terk etmiş ve üç gün boyunca kendisinden haber alınamamıştır Bir zamanlar Fenerbahçe’yle
adi geçen Campbell 32 yaşında olmasına rağmen istenen bonservis bedeli ve yıllık ücretinin yüksek olması nedeniyle, bu transfer
gerçekleşmemiştir. Arsenal kariyerinde Wenger’in gözdelerinden biri olan Campbell namağlup kazanılan şampiyonlukta
önemli bir paya sahiptir. Arsenal’den sonra Porstmouth’un yolunu tutan Campbell, burada 100’e yakın maça çıkar ve 1 aylık
Notts County macerasından sonra 2010’da tekrar Arsenal yolu gözükür son olarak Newcastle profesyonel kariyerine son verir.
Premier Lig’de 500’den fazla maça çıkan Campbell adını Giggs, David James, Garry Speed’in yanına yazdırmayı başarır bu
parlak kariyere son olarak Milli takımdan arkadaşı David Beckham’ın sözleriyle veda ediyoruz, “Bir rugby oyuncusu kadar güçlü
bir savunmacı.”
yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem
BİR YERLERDE İLGİNÇ ŞEYLER
OLUYOR
Hepimizin ilgi odağı, çoğumuzun vazgeçilmezi olan
futbolda, iş bazen çığrından çıkabiliyor. Biz de ufak
bir araştırmayla bu güzel oyundaki bazı şaşkınlık
yaratan öyküleri, okunduğunda “Yok artık!” dedirten
olayları; aralara pek bilinmeyen bilgileri ve rekorları da
serpiştirerek sizler için derledik
DOKUZ SANİYEDE İKİ GOL
İngiltere 2. Lig’inde Wycombe Wanderers ile Peterborough
United arasında, 23 Eylül 2000’de oynanan maçın son
anlarında Wycombe takımı bir serbest vuruş kazanır.
Jamie Bates bu serbest atışı gole çevirir çevirmez ilk
yarının son düdüğü gelir ve oyuncular soyunma odasına
girer. İkinci devrenin başlama vuruşundan yalnızca dokuz
saniye sonra Wycombe adına bu kez Jermaine McSporran
topu ağlara gönderir ve durum 2-0 olur. Futbol tarihine,
sadece dokuz saniye arayla ve rakibin iki gol arası topa
dokunamadığı goller olarak geçen bu durum, kuşkusuz
tarihin en ilginç ve tekrarının bir daha pek olası olmadığı
golleri olarak hatırlanacak.
SABAHA KADAR PENALTI
28 Kasım 1996’da oynanan Türkiye Kupası çeyrek finalinde
Galatasaray ile Gençlerbirliği karşı karşıya geldi. 0-0 süren
mücadelenin uzatmalarında da skor bozulmayınca maç
penaltı atışlarına gitti. Penaltılarda gerek Galatasaray
kalecisi Hayrettin, gerekse Gençlerbirliği kalecisi Kubilay,
atılan şutları pek kurtarma niyetinde değillerdi ve atılan
penaltıların %97,1’i gol oldu. Penaltıları 17-16 kazanan
Gençlerbirliği, Galatasaray’ı kupanın dışına itmeyi başardı.
BU KADAR DA ERTELENMEZ Kİ!
Erteleme maçlarıyla ilgili en ilginç olaylardan biri 19621963 sezonunda İngiltere’de gerçekleşti. 5 Ocak 1963’te
başlayan Lincoln City-Coventry City maçı yoğun kar yağışı
nedeniyle hakem tarafından ertelendi. İlerleyen günlerde
tam 15 kez daha başlayan ve tekrar ertelenen maçın
kalan kısmı, maçın başlama vuruşundan tam 66 gün
sonra, 6 Mart’ta oynandı ve belki de futbol tarihinin en
uzun süren maçını Coventry City 6-1 kazandı.
149 GOLLÜ
MAÇ
Madagaskar Ligi’nde
31
Ekim
2002’de
oynanan, AS Aeroport
de
Mafagascar’ın,
Olympique
de
I’Emyrne’yi (SOE) 1490 yendiği maç, büyük
olasılıkla futbol tarihinin
üst liglerde elde edilmiş
en farklı skoru oldu.
Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir
Bir önceki yılın şampiyonu SOE, Afrika Şampiyon
Kulüpler Kupası’nda büyük başarı elde ederek son
16’ya kalmasına karşın Madagascar, Play Off’un son
maçı öncesinde lig şampiyonluğunu garantilemişti.
SOE’nin teknik direktörü Ratsarazaka, maçtan önce
hakemleri şiddetli bir biçimde eleştirerek elde edilen
sonuçlarda hakemlerin büyük payının olduğunu ve
şampiyonluğu bu nedenle kaybettiklerini iddia etti.
Adeta bir protesto gösterisi haline gelen maçın
hemen başında SOE kaptanı Mamisoa ile
başlayan ve maçın sonuna dek süren
SOE’nin kendi kalesine attığı gollerle
maç 149-0 sonuçlandı. 36 saniyede
bir gol atılan bu maç, tarihe geçti.
DUYAN GELMİŞ
24 Nisan 1937 tarihinde
Celtic ile Aberden arasında
Glasgow Hampden Park’ta
oynanan İskoçya Kupası final
maçını tam 149 bin 415 kişi
izledi. Bu rakam, bugüne kadar
Avrupa’da en fazla seyircinin
izlediği futbol karşılaşması olarak tarihe
geçti.
KENDİ KALESİNE GOL
ATMA SANATI
- 20 Mart 1976’da oynanan ve 2-2
sonuçlanan Aston Villa-Leicester City
maçında Aston Villa oyuncusu Chris Nicholl,
maçın dört golünü de atmayı başararak
tarihe geçti.
- 21 Haziran 1978’de Hollanda-İtalya
arasında oynanan Dünya Kupası
maçında Hollandalı Ernie Brandts,
Dünya Kupası’nda iki takım adına
da gol atan tek oyuncu oldu.
Hollanda maçı 2-1
kazanırken Portakalların diğer
golünü Arie Haan kaydetti.
-
1995’te
oynanan maçta
Anderlecht,
Germinal
Ekeren’i
3-2
yenerken;
Anderlecht’in
üç
golünü
de
Germinal Ekeren’den Stan Vanden
Buys, kendi kalesine kaydetti.
FOWLER BİRAZ
ABARTTI
28 Ağustos 1994’te Anfield
Road’da Liverpool ile Arsenal karşı
karşıya geldi. Yaklaşık 30 bin
taraftarın izlediği maç karşılıklı
ataklarla başlarken Liverpool, Robbie Fowler’ın 26.
Dakikadaki golüyle 1-0 öne geçti. Ardından iki dakika
sonra Fowler, takımının ve kendisinin ikinci golünü
atarak farkı ikiye çıkardı. Bu golden yalnızca iki dakika
sonra Fowler yine sahneye çıktı ve skoru 3-0’a getirdi.
Böylelikle 4 dakika 33 saniyede hat-trick yapan Fowler,
Premier Lig’in en hızlı hat-trick yapan oyuncusu oldu.
ADAM OLACAK ÇOCUK…
Brezilya’nın yetiştirdiği en ünlü futbolculardan
biri olan Ronaldinho, henüz 13 yaşında
G r e m i o
altyapısında
oynarken,
takımının 23-0
kazandığı maçta
tüm golleri
atmayı başardı ve
gelecekte nasıl bir
futbolcu olacağının
ilk
sinyallerini
vermiş oldu.
TRANSFER PORTO’DAN
SORULUR
Portekiz kulübü FC Porto, 2001-2002
sezonundan günümüze kadar gelinen
süreçte yapmış olduğu transferlerden
tam 496 milyon euro
kâr ederek ulaşılması
güç bir rekora imza
atmayı başardı.
FİNAL
OYNARIM
AMA…
Arsenal’in teknik
direktörü Arsene
Wenger bugüne
kadar Avrupa’nın
üç kupasında da
finale
çıkmayı
başaran; ancak
üçünde de kupaya uzanamayan tek
teknik direktör olarak tarihe adını
yazdırmayı başardı.
BİR TAKIM YOK OLDU
Ekim 1998’de futbol tarihinin en trajik kazalarından biri
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde gerçekleşti. Bena
Tshadi ile Basanga arasında oynanan maç sırasında
sahaya düşen yıldırımda Bena Tshadi takımının
oyuncularının tamamı hayatlarını kaybederken konuk
takım oyuncularına hiçbir şey olmadı.
EL CLASİCO ONUN İŞİ
1994 yılında FC Barcelona
forması
giyen
Michael
Laudrup, 8 Ocak 1994’te
kazanılan efsanevi 5-0’lık
Real Madrid galibiyetinde
takımın bir parçasıydı. Sezon
sonunda Real Madrid’e
transfer
olan
Laudrup,
transferinden kısa bir süre
sonra bu kez Real Madrid
formasıyla
Barcelona’ya
karşı
kazanılan
5-0’lık
zafere
ortak
olmaya
başarıyordu.
KELEPÇELİ
FUTBOLCU
2005 yılında İngiliz futbolcu Jermaine Pennat, futbol
tarihinin elektronik kelepçe ile sahaya çıkan ilk sporcusu
oldu. Alkollü araç kullanmak suçuyla tutuklanan Pennat,
daha sonra şartlı tahliye edildi ve takımı Tottenham
Hotspur’un Birmingham City ile oynadığı maça ayağında
elektronik kelepçe ile çıktı.
SİYAH
GİYEN
YANDI!
Amerikalı
iki
psikolog
Mark
Frank
ve
Thomas
Gilovich’in
1988 yılında
yaptıkları bir
araştırma
hakemlerin
f a v o r i
renklerinin
o l d u ğ u n u
ortaya koydu. Binin üzerinde maçı inceleyen iki psikolog,
hakemlerin siyah formayla oynayan takımlar aleyhine
daha fazla faul düdüğü çaldıklarını ortaya koydu.
Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir
P
Ş
5
0
0
2
“Ey İstanbul senin iki yüzün var,
Bir yüzün gülüyorken, diğerinde hüzün var!”
Tam da 2005’te İstanbul’da oynanan
Şampiyonlar Ligi finalini anlatmaktaydı bu
dizeler. Unutulmaz Milan-Liverpool maçını
ve o karşılaşmayı konu edinen “One Night In
Istanbul” filmini, siz değerli okurlarımız içine
kaleme aldık.
M
A
Türkiye, tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi finaline ev sahipliği
yaparken, adres İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’ydı.
Dönemin en güçlü takımlarından biri olan -kimilerine göre en
güçlüsü- İtalya’nın devi Milan ile İngiliz’lerin son yıllarda yerel
ligde olmasa da uluslararası arenadaki en önemli kulübü
Liverpool, Avrupa’nın en büyüğü olabilmek için kozlarını
paylaşıyorlardı.
İ
F
A
N
L
N
O
Y
i
P
R
A
İ
L
İ
G
İ
L
Takvim yaprakları 25 Mayıs 2005’i gösterdiğinde, Manuel Mejuto Gonzales henüz başlama vuruşu düdüğünü yeni çalmıştı
ki, ilk dakika dolmadan ‘yaşayan efsane’ Maldini’nin volesiyle Milan 1-0 öne geçiyordu. Devam eden dakikalarda 38 ve
44’te sahneye çıkan Crespo, ‘kırmızıların’ ağlarına bıraktığı iki golle Liverpoollu taraftarların dönüş bileti arayışlarına startı
vermişti bile: 3-0!
Devre arasında bazı Liverpool taraftarları stattan ayrılırken, Milanlılar ise bir an evvel kupayı kaldırmanın planlarını
yapıyorlardı; lakin evdeki hesap çarşıya uymayacaktı! Dünya futbol tarihinin en görkemli geri dönüşlerinden birine imza
atan Liverpool, 5 dakika 55 saniye içerisinde Gerrard, Smicer ve Xabi Alonso’nun ayağından bulduğu gollerle durumu 3-3’e
getirip; seri penaltı atışları sonrasında tarihi maçı kazanarak kupayı müzesine götüren taraf oluyordu.
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
“One Night In Istanbul(İstanbul’da Bir Gece)”bu karşılaşmayı konu edinen bir film. Senaryosunu
Nicky Allty’nin yazdığı, yönetmenliğini ise James Marquand’ın yaptığı filmde başrolleri; Steven
Waddington ile Paul Barber paylaşmakta. Lucien Laviscount, Marc Hughes, Marc Womack ve
Samantha Womack gibi oyuncuların yanı sıra Gamze Şeber, Sedat Mert ve Ayhan Eroğlu gibi
Türk sinemasının tanıdık yüzlerine de filmde rastlamaktayız.
İstanbul’da oynanacak finale gitmek isteyen iki Liverpoollu dost
Tommy (Steven Waddington) ile Gerry (Paul Barber) tefeciden borç
para ister. Ancak tefeci, ikiliye daha önceki borçlarını ödemeden
para vermeyeceğini belirterek ikiliyi eli boş gönderir. Bunun üzerine
Tommy, Gerry’nin Münih’teki bir müzeden çaldığı Hitler’in 300.000
dolar değerindeki kol düğmelerini iki bilet karşılığında tefeciye satar.
İstediklerini elde eden iki dost, oğullarıyla birlikte İstanbul’un yolunu
tutarlar. Taksim’de kaldıkları bir otelde tesadüfen buldukları içi Euro
ve Amerikan Doları dolu çantayı alan iki kafadarın başı İstanbullu
bir çete ile belaya girer. Devamında tehlikeli ve eğlenceli dakikaların
yaşandığı filmde; kebap, İstanbul Boğazı, camiler ve Türk Hamamı gibi
ülkemize ait silüetler de izleyicilerin karşısına çıkmakta.
yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr
facebook.com/markajdergi
twitter.com/markajdergi
[email protected]
www.markajdergi.com
www.markajdergi.com
twitter.com/markajdergi
facebook.com/markajdergi [email protected]

Benzer belgeler