Terim`in gidişi! Sürpriz mi? Beklenen mi?

Transkript

Terim`in gidişi! Sürpriz mi? Beklenen mi?
- Say
27 Eylül 2013
ı 98
SON ROMA EFSANESi
Terim’in gidişi!
Sürpriz mi? Beklenen mi?
Mourinho ‘omlet’
yapabilecek mi?
Lippi’nin
Çin seferi
M
I
T
A
Y
A
H
#98 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Alper Öcal
Emre Özcan
Fırat Topal
Güner çalış
İsmail Şayan
Mustafa Demirtaş
Hayatını Roma’ya adadı
Francesco Totti, Roma’nın kapısından ilk kez adımını attığında
sene 1989’du. Dile kolay, tam 24 sene geçti aradan. Dahası,
efsanevi oyuncu bu süreyle yetinmedi ve geçtiğimiz hafta
2016’ya kadar Roma’da kalacağını yeni sözleşmeyle resmileştirdi.
Hayatım Futbol ekibi olarak bizler de adını çoktan futbol
efsanelerinin arasına yazdırmayı başaran Totti’nin Roma’da
geçirdiği yaklaşık çeyrek asırlık periyodu, yaşadığı iyi ve kötü
anıları mercek altına aldık.
Totti’nin yanı sıra Galatasaray’dan olaylı bir biçimde gönderilen
Fatih Terim’e ve ayrılığın sebeplerine; tam 1 sene önce tıpkı
Terim gibi takımından tatsız bir veda ile ayrılan bir başka efsane
Alex’e; Napoli’de yeni sezona damga vurarak başlayan genç yıldız
Lorenzo Insigne’ye ve ikinci Chelsea macerası çalkantılı başlayan
Jose Mourinho’ya ayrı birer parantez açtık. Ayrıca Uzakdoğu’da
sessiz sedasız kupa koleksiyonunu zenginleştirmeyi sürdüren
Marcelo Lippi’nin hakkını da vermeyi unutmadık.
Keyifli okumalar,
Emre Çelik
[email protected]
[email protected]
#98
Bu Sayıda
TOTTi ÖZEL
Roma’nın Son İmparatoru
1989’da girdiği kapıdan hiç
çıkmayan adam...
Eksik Los Galacticos
Paha biçilmez
Çin vazosu: Lippi
Avrupa’yı fetheden kurt hoca,
gözünü Asya’ya dikti
Ya Zidane ve Figo’nun yanına
Madrid’e gitseydi?
Napoli’nin çocuğu Insigne
Tarihin en iyi Roma’sı
Insigne, Benitez’in Napoli’sinde
Cavani’yi aratmıyor
2001’de şampiyon olurlarken
dümendeydi!
Azzurri!
Milli takımda da kraldı.
Chelsea’de yumurta
meselesi
Mourinho’nun ikinci Londra
seferi çalkantılı başladı
Totti’nin vukuatları
Sahada hiç rahat durmadı...
Çubuklu’nun hafızası
Alex gideli bir yıl oldu.
Fatura yine taraftara
Terim’in ayrılığı gündeme
bomba gibi düştü
Alper Öcal
Roma’nın Son İmparatoru
Francesco Totti
Totti hep Roma taraftarıydı. Roma’da oynamak için doğdu, 21 yıldır Roma
formasını terletiyor ve Roma için oynarken ölmek istiyor.
HF
#
98
Arjantin futbolunu kişilik sahibi yapan,
yeniden kodlayanların başında gelen efsane
teknik direktör Cesar Luis Menotti için
futbol ile sanatın diğer formları arasında
bir fark yoktu. İyi bir film, iyi bir şiir, iyi bir
resim ile aynı varoluş için yaratılmıştı. Bir
yaşam belirtisiydi. İnsanı yüceltiyordu.
Zekâ, futbolun lokomotifiydi. Kazanmak
değil kaliteli kazanmak önemliydi. Futbol,
insanların duygularını okşayan ve yeteneklilerin
sergilediği bir şölenden farksızdı.
Francesco Totti hiç kuşkusuz o şölenin
unutulmaz sanatkârlarından ve Cesar Luis
Menotti’nin tasvir ettiği futbolu, profesyonel
kariyeri boyunca tek bir çatı altında oynadığı
için oyunun seçilmişlerinden biri. Roma
taraftarlarının deyişiyle Totti olmadan parti
olmuyor ve o parti 21 yıldır devam ediyor.
Tiber nehrinin doğu yakasındaki antik şehrin
yedi tepesini onlarca yıldır çevreleyen, kutsal
imparatorluğu düşmanlardan koruyan
Aureliane surlarına komşu Appio Latino’da
doğan Francesco’nun futbol macerası 7
yaşındayken başlamıştı.
Paylaşılamayan yetenek
İlk kulübü Fortittudo’da, altyapıların başındaki
Sergio Vatta tarafından savunmanın önünde
oynatılıyordu. Annesi Fiorella’ya göre bu
uygunsuzdu, çünkü hücumda daha iyiydi.
Böyleyken yeteneği israf ediliyordu. Kısa süre
sonra Smit Trastevere’ye gittiğinde antrenörleri
de anneyle hem fikirdi. Francesco’nun
doğuştan gelen tekniğini ve zekâsını forvet
oyuncularının arkasında kullanmaya karar
verdiler. Amatör şampiyonada kendisinden 2-3
yaş büyüklerle mücadele etmesine rağmen,
rivayete göre döktürüyürodu.
Francesco Totti
Lodi kulübü Francesco’yu altyapısına aldıktan
sonra da yeteneklerini sergilemeye devam
etti. Öte yandan iki çalıştırıcısı Mastropietro
ve Neroni, onu havaya girmemesi için 10
numaradan uzak tutuyordu. Ne var ki, bu Lazio
yetenek avcılarının gözüne perde çekmedi.
Civardaki herkesin hayranlıkla izlediği, bir orta
saha oyuncusu olduğu halde fazlasıyla gol atan
bu özel çocuğu çok istiyorlardı.
HF
#
98
Oysa Fiorella oğlunun bir Roma taraftarı
olduğunu, hatta kulüpte dönemin efsane ismi
Giuseppe Giannini’yi çok sevdiğini bilerek onu
Roma’ya götürmek niyetindeydi. Bunun için
Trigoria tesislerine gelen Fiorella, altyapıların
başındaki Gildo Giannini’yle görüşerek durumu
anlatmıştı. Menajer Stefano Cairo’nun da
tavsiyesiyle oğlunu izletmeyi başardı. Gördüğü
yetenekten etkilenen Giannini için Francesco
artık bir Roma oyuncusuydu ama aşılması
gereken iki sorun vardı. 12 yaşındaki bir çocuk
için Milan’ın da masaya oturup 150 milyon
liret önermesi ilkiydi; ama daha vahimi Lodi
yöneticisi Rinaldo Sagramola’nın Lazio ile
anlaşmasıydı. Altyapıdaki bir çocuk için
devreye Roma başkanı Dino Viola’nın girmesi
gerekiyordu. 300 milyon liret ve iki futbolcu
karşılığında Lodi’nin ezeli rakip Lazio’ya verdiği
sözün bir hükmü kalmamıştı.
Dino Viola hayata 1991 kışında gözlerini
yumduğunda, aldığı çocuğun bir kulübün
kaderini değiştireceğini muhtemelen
bilmiyordu. Üstelik 13 yaşındayken, emrindeki
yöneticiler onun forvet olarak oynamasında
ısrarcıydı. Kulüpteki ilk hocası Franco Superchi
duruma el koyarak, kariyeri pahasına resti
çekmişti. “Ya benim dediğim gibi forvetin
arkasında oynar ya da çeker giderim.”
diyerek 10 numaralı formayı Francesco’ya
giydirivermişti Kendi tabiriyle, kimse o an gıkını
çıkaramamıştı.
Her şeyi borçlu olduğu adam
16 yaşına geldiğinde A takım seviyesinin bir
altındaki Primavera yaş grubunda hem ulusal
şampiyonluk hem de İtalya kupası kazanan
Totti, dönemin Roma teknik direktörü Vujadin
Boskov tarafından da, as takımda 1993
Mart’ında Brescia maçının son dakikalarında
şans bulacaktı. Aynı yılın Aralık ayında,
kupa rövanşında, Sampdoria karşısında ilk
onbirde çıkmayı da başarmış ve maçtan galip
ayrılmışlardı.
Roma’da genç yıldız adayı Totti’ye olan ilgi
gitgide artmaya başlamıştı ama Boskov’dan
görevi devaralan İtalya futbolunun maestrosu,
“Sor Carlotte” lakaplı teknik direktör Carlo
Mazzone’ye göre Totti’nin oynatılmak kadar
korunmaya da ihtiyacı vardı. Hem eleştirilerden
hem de şatafattan. Mazzone o günleri şöyle
anlatıyor:
Francesco Totti
“Totti’yi yarım devre izlemek ne kadar eşsiz
olduğunu anlamam için yeterliydi ama iyi
olduğunu kendisinin söylemesi yasaktı. Bunu
zaten hepimiz biliyorduk, söylediğinde o da
acı çekeceğini. Bu konuda ödün vermiyordum.
Roma bir cehennem ve burada 17 yaşındakilerin
pusulayı şaşırmak için acelesi çok. Böyle bir
yeteneğin mahvolmasına izin veremezdim.
Biraz kıskanmakla da beraber, korumak ve
gelişiminin doğru olması için onu sakladım.
Onu çalıştırmak zevkti. Kiminle çalışırsa
çalışsın en iyi olacak kadar özeldi. O bir
fenomendi.”
HF
#
98
Her şey Mazzone’nin istediği gibi gitti. Totti,
1993-94 sezonunda sadece 8 maçta görev
alabilmişti ama ertesi sezon takımın hem has
adamları hem de kendisinin rakibi olan Roberto
Muzzi, Fonseca ve Abel Balbo üçlüsü arasında
21 kez oynamayı başarmıştı. Foggia karşısında
ilk lig golünü atmıştı. 1995-96 sezonundaysa
takımın lideriydi. 35 maçta forma giyiyor
ve çeyrek final oynanan UEFA Kupası’nda
kariyerinin ilk Avrupa golünü Brondby filelerine
bırakıyordu.
Totti daha sonra iade-i itibarı unutmayacak ve
Mazzone için “Her şeyi borçlu olduğum adam”
diyecekti.
Bianchi krizini çözen gol
1996 yılında ise ileride göbeğinde olacağı
krizlerin ilkini yaşadı.
Zira Mazzone görevden ayrılmış ve yerine,
Boca ve River hegemonyasını yıkarak Velez ile
3 kez Arjantin ligini kazanan, Libertadores’i
de müzeye getiren ve son olarak Kıtalararası
Kupa’da Milan’ı deviren Carlos Bianchi gelmişti.
Ama El Virrey ve Totti anlaşamıyordu.
Bianchi’ye göre Totti, söz dinlemeyen biriydi.
Totti’ye göreyse Bianchi sürekli eğitimden
bahsetmesine rağmen kendisine selam dahi
vermiyordu. Bu sürtüşme Totti’nin sezonun
ilk 4 maçında ilk 11 dışı kalmasına sebep
oldu. Durum o kadar kötü bir hâl almıştı ki,
sezon ortasına gelindiğinde Bianchi yönetime
Totti’nin satılması yönünde rapor vermişti.
6 Şubat 1997’de La Gazzetta’da çıkan bir
haberde, kulübün bir sezon önce Inter’den
transfer ettiği ve Barcelona’da Avrupa
şampiyonu olan 21 yaş altı takımın santrforu
Delvecchio’ya çok güvendiği; Totti’nin ise eski
antrenörü Luciano Spinosi’nin yardımcılık
yaptığı, Mancini ve Montella’nın srüklediği
Sampdoria ya da Celtic’e verileceği yazıyordu.
Hatta Celtic ile Roma yönetiminin anlaştığı
dahi söyleniyordu. Roma’nın hedefinde
Milan’dan Zvonimir Boban ve Ajax’ın Fin yıldızı
Litmanen vardı.
Bu gelişmelerden 1 hafta sonra Almanya’da
oynanan bir hazırlık turnuvası her şeyi
değiştirdi. İtalyan gazeteci Ernesto
Menicucci’ye göre o dönem “Futbolun İncil’i”
olarak görülen Ajax karşısında Totti attığı nadir
güzellikteki iki golle şov yapıyor ve Litmanen’i
de adeta yok sayıyordu. Menicucci, gazetesi
Corriera Della Sera’ya o günü yazarken ufak
da bir not düşmüştü. “Carlos Bianchi, gözleri
önünde gerçekleşen bu olaydan sonra ellerini
ısırmamak için kendini tutuyor ve Francesco
Totti de Francesco Totti oluyordu.” Totti de aynı
fikirdeydi. 2001 yılında verdiği bir röportajda,
o golden “hayatını değiştiren gol” olarak
bahsetmişti.
Başkan Roberto Sensi ne kadar vahim bir hata
yapmakta olduğunu farkederek, birkaç gün
sonra uçağa Totti’yi değil Carlos Bianchi’yi
koyup evi Arjantin’e yollayacaktı.
Totti kâbus gibi başlayan sezonun sonunda
hayatının sonuna kadar Roma’da kalacağını
açıkladı. Verdiği sözü tutacaktı.
Roma’nın yeni Prens’i
Zdenek Zeman’ın göreve geldiği 1997-98
sezonunda Totti için her şey mükemmeldi.
Kulübün efsane 10 numarası Giannini’nin bir
sezon önce ayrılmasından sonra, Uruguay’lı
forvet Fonseca da Juventus’a satılmıştı. 21
yaşındaki Totti için bu, önemli bir fırsattı ve
sezon başında hiç beklemediği bir de sürpriz
haber aldı. Yönetim, boşta olan 10 numarayı
Totti’ye emanet ediyordu. La Gazzetta Dello
Sport’un başlığı çarpıcıydı. “Roma, yeni
Prens’ini seçti: Totti !”
Francesco Totti
Futbol tarihinin gördüğü en ilginç teknik
adamlardan biri olan, oyuna dair radikal
fikirleriyle anarşist denilebilecek Zeman bu
seçimi onaylasa da, derdi bambaşkaydı. Ona
göre futbolcular fazla rahattı. Yüzücüler,
atletler saniyenin onda biri gelişmek, bir
santimetre daha iyi derece yapabilmek için
ölesiye çalışırken, olağanüstü paralar kazanan
futbolculardan daha fazlası istenmeliydi.
Takımın 10 numarasından da.
HF
#
98
Totti hayatında ilk kez o sezon üzerinde
sürekli 10 kilo ağırlıkla koşmanın ne demek
olduğunu öğrendi. 10 kilometre cross sonrası,
merdiven çıkartan biriyle de ilk kez çalışıyordu.
Yaratıcılığından çok atletizmine, attığı pasın
değil yaptığı presin kalitesinin sürekliliğine
daha fazla önem veren ilk teknik direktördü
Zeman. Ve kariyerinde ilk kez sol forvet
oynayacaktı. Çünkü Zeman için 4-3-3 din
gibiydi. Kendi deyimiyle, ‘değiştirilemezdi.’
Sahayı geometrik olarak 4-3-3’ten daha iyi
parselleyen bir dizilişden bahsedilemezdi.
2 sene sonra Sergen sağ forvet oynamamakta
ısrar edip, bu yöntemlere olimpiyat takımı
benzetmesi yapıp üstüste 3 antrenmana bile
çıkmayacakken, Totti kendini Zeman’a teslim
etmişti. Sporcu sağlığı üzerine tez sahibi olan
Francesco Totti
Zeman sayesinde Totti fiziksel açıdan zirve
yaptı. İncelmiş ama vücuduna eklediği kaslarla
çok güçlenmişti. Sahada artık eskisinden daha
çevik, daha dayanıklıydı ve bu performansına
da yansıyordu.
HF
#
98
Totti sezonu takımın merkez santrforu
Balbo’nun 1 gol gerisinde, 13 golle tamamladı.
Ertesi sene de 18 gollü Delvecchio’nun ardından
12 golle takımın hücum lideri olmayı sürdürdü.
Ülkenin en prestijli futbol dergisi Guerin
Sportivo tarafından yılın oyuncusu seçildi.
1976 yılından beri verilen ödüllerin tarihinde
bu ödülü 22 yaşında kazanan o güne dek hiç
olmamaıştı.
Fransa 98 arefesinde ligin en iyi futbolcusu,
Azzuri formasını da hakediyordu ama Cesare
Maldini onu kadroya almadı. Kimbilir, takım
arkadaşı Di Biagio yerine kadroya alınsa çeyrek
finalde Fransa karşısında gerilmeden atılan o
penaltı direğin üstünden dışarı değil, içinden
ağlara gidebilirdi ama Euro 2000 yarı finaline
kadar beklemesi gerekecekti.
Bayrak Adamlık
Öte yandan; Totti her geçen yıl daha da iyi
olmasına, kariyerini parlatmasına ve bireysel
ödül portföyünü genişletmesine rağmen
çok sevdiği Roma ile bir kupa kazanamayı
başaramamıştı.
Bu kaderin, bir şampiyonluk reçetesi olan Fabio
Capello ile değişmesi elbette sürpriz değil. 60
milyon $ harcanarak, takımın omurgasında
kalite patlaması yaratan Batistuta, Emerson ve
Walter Samuel transferleriyle Roma tarihinde
2.kez şampiyon olurken, Totti sezonu 13 gol
12 asistle kapattı. Yılın en iyi İtalyan oyuncusu
seçilmekle kalmadı, Ballon D’or ödüllerinde ilk
5’e girerek uluslararası bir star oldu.
Capello ile ikinci sezon Süper Kupa’yla başladı.
3-0 kazanılan Fiorentina maçında, Totti son
gole imzasını koyarken, Mor Menekşeler’e
de havlu attırmıştı. 2003-04 sezonunun
sonuna kadar süren Capello döneminde Roma
şampiyon sezonun ardından iki kez lig 2. si oldu
ve bir kez de kupa finali oynadı. Totti, o yıl 20
golle kariyer zirvesine ulaşarak bir kez daha en
iyi futbolcu ödülünü aldı. Capello’nun tabiriyle
Totti kulüp için artık bir sembol, bayraktı.
Roma’da önce 100. golüne ulaştığı, ardından
Roberto Pruzzo’nun 107 gollük tarihi eşiğini
aşarak kulüp tarihinin en golcü ismi olduğu
2004-05 sezonunda ise Roma 4 kez teknik
direktör değiştirmiş ve sezonu 8. sırada
tamamlayabilmişti.
Totti uçarken, Roma düşmeye başlamıştı. Bazı
taraftarlar onu kendine oynamakla suçlamaya
başlamıştı. İtalya Kupası’nda Siena ile oynanan
maçta, kendi taraftarının protestosuna maruz
kalmış ve üstelik tribünden atılan bir yabancı
maddeyle yaralanmıştı da. Taraftarın dönmeye
başlaması, kupasız geçen sezonlardan sonra
başarı hırsıyla, Galacticos projesini hayata
geçiren Real Madrid’e gitmesi an meselesiydi
ama Kaptan takımında kaldı. Kendisini 34
yaşına kadar Roma’ya bağlayan 5 yıllık bir
sözleşme imzaladı. Aslında, imza attığı bayrak
adamlıktı.
Francesco Totti
Baştan yazılan Totti
HF
#
98
16 turunda Hiddink’in Avustralya’sını geçerken
penaltıdan takımın tek golünü atan isimdi.
Çeyrek finalde Ukrayna karşısında kazanılan
3-0’lık zaferde, ilk iki golün asist hanesinde
Totti yazıyordu. Şike skandalıyla bittiği iddia
edilen İtalya futbolu, 24 yıl aradan sonra Dünya
şampiyonu olduğunda takımın Cannavaro ile
birlikte en değerlilerindendi ama asıl sahnesi
2006-07 sezonunda ligde olacaktı.
Spalletti’nin santrfor olarak baştan yazdığı
Totti, sıkı bir sezon öncesi hazırlığın ardından
fırtına gibi esti. 26 golle kariyer rekorunu
kırarken, sadece altın ayakkabı ödülünü değil
6 yıl aranın ardından Roma ile ikinci majör
şampiyonluğunu İtalya Kupası zaferiyle
kazandı.
2005-06 sezonu için Roma, teknik direktörlük
koltuğuna Spalletti’yi getirdi. Altyapıda
santrfor oynaması yönetimsel bir krize neden
olmuş, kısa bir Zeman macerası dışında 16 yıldır
10 numara olarak isim yapmış ve Platini’ye göre
türünün son örneği olan Totti için artık yeni bir
dönem başlıyordu.
2010-11 sezonuna kadar sezonda 15 gol
barajının altına hiç düşmedi. İtalya lig tarihinde
200 gol barajını aştı ve aktif oyuncular
arasında 228 golle gelmiş geçmiş en golcüler
arasında artık zirvede. Silvio Piola’nın rekorunu
kırmasına 47 gol kaldı ve önünde bu başarması
için 3 sezon var.
Sacchi’den sonra İtalya’nın en yaratıcı teknik
adamı gözüyle bakılan Spalletti tarafından
4-2-3-1’in tek santrfor rolünde oynatılmaya
başlanacaktı. 10 numaların son temsilcisi,
şimdilerde çok moda olan “Sahte 9” rolünün ilk
örneklerinden biri konumuna geliyordu. Üstelik
30 yaşında.
Roma’nın tüm rekorlarının sahibi olan Totti’ye
hâlâ zaman zaman taraftarlar tepki veriyor.
2009 Eylül ayında, 1-0 kazanılan Fiorentina
zaferinin ardından tribünlere attığı formasını
taraftarlar geri yolladığında çok incindiğini,
buna inanmak istemediğini söylemişti. 201112 sezonunda 6 maçtır gol atamazken, üstüne
bir de Juventus maçında kaçırdığı penaltının
ertesi günü bir alışveriş merkezinde 4 Roma
taraftarı ona “Futbol artık sana göre değil, sen
iyi değilsin.” demişti.
İlk 10 lig maçında, kendi standardının altına
inerek sadece 4 gol 2 asistle oynayan Totti için
santrfor pozisyonunun ne kadar doğru olduğu
en çok satan polemiklerden biriydi. 17-26.
haftalar arasında, Roma’nın üstüste 11 maç
kazandığı o olağanüstü sekansta hepsi çöpe
gitti. Totti 8 gol 8 asistle serinin kahramanıydı.
Sezonun son 11 haftasını sol bileğindeki fibula
kırığı yüzünden kaçırmak zorunda kalmasına
rağmen, 15 gol 10 asistlik en’fes bir performans
sergilemişti ama Totti’nin aklında ufuktaki
Dünya Kupası vardı. Oynaması pamuk ipliğine
bağlı olsa da, Zeman’ın dahi en çalışkan
öğrencim dediği Totti, kupaya kadar kendini
hazırlamayı başardı.
Totti bu gibi parlamalarla yaşamayı öğrendi.
Bayrağı devraldığı Giuseppe Giannini’nin dediği
gibi “Futbol böyle bir şey”. Milan’da Maldini’ye,
Inter’de Bergomi’ye yapılanların ateşi sönmedi
ama binlerce Roma taraftarı Totti’ye hayatları
boyunca minnettar kalacak.
Çünkü Totti hep Roma taraftarıydı. Roma’da
oynamak için doğdu, Roma için oynarken
ölmek istiyor.
O, Roma’nın son İmparatoru.
Emre Çelik
EKSiK LOS GALACTiCOS
Francesco Totti
“Bir gün Roma’dan ayrılsaydım kesinlikle Real Madrid’e giderdim...”
HF
#
98
Bölgelere, hatta şehirlere göre sınıflandırılması
mümkün İspanyol basının en sevdiği işlerden
birisi transfer sezonu yaklaşmaya başladığında
dünya futbolunun yıldızlarını İspanya’ya
getirmektir. AS, bir transfer döneminde Real
Madrid’e yaklaşık 30-40 adam getirirken;
bundan geri kalmayan Mundo Deportivo
da Barcelona’ya takviyeler yapar! Bu ve
diğer İspanyol gazetelerinin ise 2000’lerin
başında Real Madrid ile birlikte en fazla
andığı isimlerden biri Francesco Totti oldu.
Ama o efsaneleşen transfer hiçbir zaman
gerçekleşemedi.
gitmek istiyordum. Her şey tamamdı ama son
anda kişisel meselelerden dolayı transferden
vazgeçtim. Roma’da kaldığım için de pişman
değilim...” sözlerini sarf eden Francesco
Totti, yıllar sonra İspanyol basınının aslında
yalan söylemediğini ama transferin yattığını
ifade etti. Zaten nedenleri açıklamasa ve
hatta pişman olmadığını vurgulasa da önce
Real Madrid’i kabul edip sonra da imzanın
kıyısından dönmesi, bir bakıma Totti’nin
Roma’da efsaneleşmenin de kıyısından
döndüğün bir kanıtı.
“2004’te Real Madrid’e gitmeye karar
vermiştim. Roma’da istediğim her şeyi elde
edemiyordum ve sürekli kazanan bir takıma
9 Temmuz 2013’te Marca’ya konuşan
Florentino Perez de Totti saplantısını açıkça
dile getirerek dönemin haberlerinin ve Totti’nin
Perez’in içinde ukte
açıklamalarının tevatür olmadığını
bir bakıma ortaya koydu. Verdiği
özel röportajda kendisine yöneltilen
“Gerçekleştiremediğiniz bir hayaliniz,
istediğiniz ama alamadığınız bir oyuncu,
planladığınız ama yapamadığınız bir şey
var mı?” sorusu karşısında Florentino
Perez, bir dönem Patrick Viera, Francesco
Totti ve Ronaldinho’yu çok istediğini
ama alamadığını itiraf etti. Üstüne
dönemin takımının kamuoyu tarafından
Los Galacticos olarak adlandırılmasına
rağmen o kadroda eksik bir parça
olduğunu söylemekten çekinmedi.
Yaklaşık 9 sene önce gerçekleşmeyen
bu transferin sebepleri ise henüz gün
yüzüne çıkmış değil. Büyük ihtimalle
de Totti de kramponları asmadan önce
açıklamayacak. Muhtemelen futbolu
bıraktıktan sonra vereceği bir röportajla,
yazacağı bir kitapla, katılacağı bir program
vasıtasıyla Totti, gerçekten mi Roma’dan
kopamadığını, tehditlere boyun mu
eğdiğini veya dönemin Roma yönetiminin
mi kendisini bırakmadığını açıklayacaktır.
Francesco Totti
Olan futbolsevere oldu
HF
#
98
Totti de gitseydi Zidane, Ronaldo, Figo,
Beckham’dan oluşan Los Galacticos,
belki de 2004, 2005 ve 2006’da La Liga
şampiyonluğunu kaptırmayacak; hatta ve
hatta 2002’den bu yana hayalini kurduğu
10’uncu Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu
olan la decima’ya çoktan kavuşacaktı.
Zaten yıllar sonra olmayan transfer
hakkında, biraz da ukala bir dille konuşan
Totti de “Real Madrid’e gitseydim 3 kez
Şampiyonlar Ligi’ni, iki kez de Ballon
d’Or’u ve birçok şeyi daha kazanmıştım.”
sözleriyle aynı şeyleri iddia ediyor.
Totti’nin bu iddiası gerçekleşir miydi
bilinmez ama bir tarafta Ronaldinho’lu,
Deco’lu, Samuel Eto’o’lu, Xavi’li ve
Ludovic Giuly’li Barcelona ile Zinedine
Zidane’lı, Raul’lu, Ronaldo’lu, David
Beckham’lı ve Francesco Totti’li Real
Madrid’in mücadelesinin futbolseverleri
nirvanaya ulaştıracağı neredeyse kesindi.
Emre Özcan
TARiHiN EN iYi ROMA’SI
Francesco Totti
Roma, son kez Serie A’nın zirvesine 2000-01 sezonunda çıkarken
takımın lideri elbette Francesco Totti’ydi.
HF
#
98
Roma tarihinin ilk büyük 10 numarası
olan Giuseppe Giannini, sarı-kırmızılıların
tarihindeki ilk şampiyonluğun geldiği
1982/1983 sezonunun altında yazan isimdi.
Lakin takımda sadece ikinci sezonuydu ve
ligde fazla forma şansı bulamamıştı. Ama
sonrasında gösterdikleri onu Roma’nın tek
şampiyonluğunun sembol isimlerinden biri
haline getirdi. Bunu haksızca bulabilirsiniz,
ama bir kulüp tarihinin en özel oyuncusuysanız
kulübe kattınız artıların yanında kulüpten de
değer elde edersiniz ve bu çok anormal değildir.
O Giuseppe Giannini, son üç sezonunun
kulüpte kesiştiği Francesco Totti için
Roma’daki ilk sezonunda ‘veliahtım’ demişti.
Zira altyapıdan çıkarak A takıma yükselen
ve İtalya’nın U-19 ve U-21 takımlarındaki
başarısıyla dikkat çeken Totti için kulüpteki
beklenti Giannini’nin ‘Geleceğin 10 numarası’
açıklamalarından önce dahi çok büyüktü.
Yatırım da önemli
Francesco Totti ilk sezonunda itibaren takımın
en önemli oyuncusuydu ama ciddi anlamda
çıkışını şampiyonluğun geldiği 2000/2001
sezonunda yaptı. Fabio Capello’nun teknik
direktörlüğü altında ikinci senesini yaşayan
Roma, sezona oldukça sağlam transferlerle ve
para harcayarak girdi.
Emerson, Walter Samuel ve Gabriel Omar
Batistuta üçlüsüne yaklaşık 60 milyon dolar
ödediler ve önemli kadro revizyonuna gittiler.
Francesco Totti
Özellikle Fiorentina’nın simge golcüsü haline
gelen Batistuta için yapılan hamle görüntüde
takımı şampiyonluk adaylarından biri
galine getiriyordu ama dönemin zirve İtalya
futbolunda çok daha fazlasına sahip olmanız
gerekiyordu ve hem saha dışında (Capello),
hem de saha içinde (Totti) Roma buna sahipti.
HF
#
98
Takımın sistemini 3-5-2’ye çeviren Fabio
Capello, sadece yeni transferler ve Francesco
Totti’den yararlanmadı. Diğer tüm oyuncuların
da performansını artırmasını sağladı.
Savunmada Zago, Samuel ve Zebina,
kenarlarda açık oyuncuları olarak Vincent
Candela ve Cafu’yla birlikte beşli bir savunma
hattı oluşturuldu. Emerson’un sakatlığında
Zanetti ve Tomassi’den oluşan merkez orta
saha ikilisinin hemen önünde supporter
rolündeki Franecesco Totti ve Batistuta –
Montella forvet çiftiyle saha içinde rolleri
belirlenmiş oyuncularla dengeli bir 11 ortaya
çıkmıştı. Candela ve Cafu’nun sürekli hücumu
forse ederek kenar oyunlarını sağladığı takımda
Zebina ve Samuel ikilisinin stoper/bek kırması
rolleriyle birlikte kenarları 1.5 oyuncuya teslim
ederek sağlama alan Roma’da merkezden
hücumları yapan tek oyuncu ise Francesco
Totti’ydi.
İnanılmaz hücum performansı
Teknikleri sınırları fakat hem fizik, hem de
kondüsyon yönünden gelişmiş oyuncular
olan Zanetti ve Tomassi’nin önünde yer
alarak onların gücünden kuvvet alıp sahada
özgürleşen Francesco Totti, attığı 13 gol ve
yaptığı 12 asistle takımın şampiyonluğunda
en büyük paylardan birine sahip oldu. Bunun
yanında takım liderliği konusunda kendisini
diğer oyunculara tam anlamıyla kabul ettirdiği
sezonda Roma kariyerini 20 golle açıp Serie A
gol kralı olan Batistuta’yla birlikte ligin ikinci
yarısında kendisini Capello’ya kabul ettiren
bugünün Fiorentina teknik direktörü Vincenzo
Montella’yla birlikte toplamda 47 gollük bir
hücum üçgeni oluşturuyordu.
Bu rakam bir hücum hattı için fazlasıyla
büyüktü. Keza Roma, o sezonu toplamda 68
golle tamamlamıştı. Dönemin 18 takımlı liginde
2.00 gol ortalaması bir ekibi hücum takımı
yapmaya yetiyordu ve Roma, performansıyla
o sezon için son 10 yılın Serie A’daki en iyi
hücum takımıydı. O takımın merkezinde
olan Francesco Totti’yse muhtemelen en iyi
sezonunu geçirdiği 2000/2001’den yaklaşık 12
yıl sonra hala ligin önemli hücum odaklarından
biri olmayı sürdürüyor.
Emre Özcan
GEÇ TANIŞTI,
ZiRVEYE ÇIKTI
Milli takım kariyeri birçok oyuncuda olduğu gibi alt yaş gruplarında başlayan Francesco Totti,
1995’te U-19 milli takımıyla İspanya’yı geçip Avrupa Şampiyonu olduktan sonra 1996 yılında U-21
Avrupa Şampiyonası’nda bir kez daha İspanya’yı geçen kadronun en çok göze batan futbolcudur.
Fabio Cannavaro, Alessandro Nesta ve Gianluigi Buffon gibi sonrasında İtalya tarihine geçecek
savunma üçlüsünün önünde, Panucci, Delvecchio ve Tommasi gibi Roma’da takım arkadaşlığını
yapacak olan oyuncuların liderliğini yapma başarısını göstermesi onun karakter olarak sahalarda ne
hale geleceğini de aslında gösteriyordu.
A milli takım formasını ilk olarak Euro 2000 elemelerinde giymeye başladı ve sonra da bir daha hiç
çıkarmadı. Birçok İtalyan oyuncuda olduğu gibi (Türk futboluna benzer bir şekilde) A milli takım
formasını giymesi aslında biraz geç olmuştu. Zira 18 yaşından itibaren ülkesinde el üstünde tutulan
ve bu hale geleceği az çok tahmin edilen oyuncunun genç yaş gruplarında pişmesinin beklenmesi
ülke futbolunun gençlere bakışının ve genç oyuncu yetiştirememe probleminin özetlerinden biri.
Francesco Totti
Euro 2000’deki iyi performansa rağmen sonrasında 2006’ya kadar büyük turnuvalarda etki
yaratamayan oyuncu, Andrea Pirlo’yla birlikte sakatlıktan dönerek forma giydiği 2006 Dünya
Kupası’nda asist kralı olarak turnuvanın en iyi kadrosuna giren Totti, turnuva sonrasında milli
formayı bıraktı fakat üzerinde daima tartışmalar yapıldı. Euro 2008 için Roberto Donadoni’nin geri
döndürmek için fazlasıyla çabalayıp başarılı olamadığı Totti için 2010 yılında tartışmalar alevlendi.
Euro 2012’de İtalya’yı finale götüren Claudio Prandelli ise 2014 Dünya Kupası için dikkatle takip
ettiğini ve düşündüğünü açıkladığı yıldız oyuncuyu son bir büyük turnuva için ikna edebilir.
HF
#
98
İlker Yılmaz
TOTTi’NiN VUKUATLARI
Totti’nin en çok eleştirildiği nokta saha içindeki davranışları olmuştur. Ona ‘Galadyatör’
lakabının takılmasındaki etkenlerden biri de budur zaten. Oyuna ve skora isyan eden,
gözü çabuk kararan Totti, tekmelerini hiç de sakınmaz. Her Lazio maçı öncesinde ve
sonrasında Totti sazı eline alır ve rakip taraftarların en ağır küfürlerini hak edene kadar
şovunu yapar. Hakemlerin Roma aleyhine verdiği her kararda da Gladyatör anında
hakemin tepesine biner. İşte Totti’nin vukuatlarından bazıları;
İtalya-Güney Kore / 2002 Dünya Kupası
90 dakika 1-1 sona ermiş ve İtalya yarı finale adını yazdırmak için son 30 dakikaya çıkmıştı.
Dakikalar 103’ü gösterdiğinde topla ceza sahasına giren Mavilerin 10 numarası yerde kalır.
Televizyonda izleyenler penaltıyı beklerken tekrarlardan da görüldüğü üzere Totti kendini yere
bırakmıştır ve hakem ikinci sarı kartını göstererek Totti’yi oyundan atar. Sonrasında Güney
Kore attığı altın golle yarı finale uzanan takım oldu.
İtalya-Danimarka / EURO 2004
Francesco Totti
2004 Avrupa Şampiyonası’nda İtalya gruptaki ilk
maçında Danimarka ile karşılaştı. Golsüz sona eren
maçta hafızalara takılan görüntü Totti’nin tükürüğü
oldu. Poulsen’in attığı lafa karşılık kaşla göz
arasında Totti okkalı bir tükürük ile Danimarkalıyı
bozmuştu. UEFA ise görüntülere dayanarak
Gladyatör’e 3 maç oynamama cezası verdi. İtalya
ise o gruptan çıkamadı ve Avrupa Şampiyonası’na
erken veda etti.
HF
#
98
Lazio-Roma / 2009-10 Serie A
5 maçtır üst üste kazanan Roma, Lazio’yu da geçip
şampiyonluk umutlarına devam etmek istiyordu.
Lazio’nun ise az da olsa küme düşme ihtimali vardı.
‘Derby Della Capitale’nin ilk yarısı ev sahibi Lazio’nun
üstünlüğüyle bitti. İkinci yarıda Roma Vucinic’le iki gol
birden buldu ve gergin, zaman zaman kavgaların olduğu
ve 1 de kırmızı kartın çıktığı maçı Roma 2-1 kazandı.
Maçın bitimiyle sahaya giren Totti, Lazio’nun küme
düşeceğini ima eden hareketlerle ortalığı karıştırdı. Buna
karşın çok fazla bir olay yaşanmadı ve Totti kutlamasına
kendi seyircisiyle devam etti. İtalya Futbol federasyonu
bu hareketlerine 20 bin avro para cezası kesti.
Roma-Leverkusen /
2004-05 Şampiyonlar Ligi
Şampiyonlar Ligi’nde ilk 3 maçta ‘0’ çeken Roma,
Leverkusen’i Olimpiyat Stadı’nda yenip umutlarını
sürdürmek istiyordu. İlk maçta 2 kırmızı kart
yiyen İtalyan ekibinde gerginlik zaten had
safhadaydı. 72. dakikada kontrolsüz bir şekilde
Totti’ye kayan Ramelow’du ama yıldız oyuncu
zıplayarak tekmeden kaçmakla kalmadı, inerken
Ramelow’un üstüne bir kabus gibi kramponlarıyla
çöktü. Dünyanın her yerinde kırmızı kartın çıkması
gereken pozisyon 2 oyuncunun da sarı kart
görmesiyle noktalandı, maç da 1-1 sona erdi.
Livorno-Roma/2006-07 Serie A
Can derdindeki Livorno deplasmanındalar... Geride kapatılan ilk yarının ardından Totti sahneye
çıkmış ve beraberliği getirmişti. Duraklamalarda Gallante’nin dirseği Totti’yi bulunca Gladyatör
celallendi. Gallante’nin üzerine yürümesinin ardından hakem kırmızı kartla Totti’yi attı. 10
numara, rakibine darbesi yokken ve darbeyi yediği halde kızaran da kendisi olunca duble
öfkelendi. Can ciğer dostu kondisyoner Vito Scala kendisini sakinleştirmek için saha kenarına
geliyor ama bunun büyük bir hata olduğunu farkında değil. Hızını alamayan Totti, Scala’yı da
yere indirdi.
Francesco Totti
Roma-Inter /
2009-10 Coppa Italia
HF
#
98
Şampiyonluk yolunda çekişen Roma
ve Inter Milan, ligin bitimine 2 hafta
kala bu sefer Coppa Italia finalinde
karşı karşıya geldi. Tansiyonu çok
yüksek, atmosferi oldukça gergin
maçta Inter 87. dakikada mücadeleyi
1-0 önde götürüyordu. İtalyanların
yaramaz çocuğu Mario Balotelli
Totti’yle beraber üç Romalı’yı peşine
takarak gidiyordu ki Gladyatör’ün bir
kılıç darbesini andıran tekmesiyle
yerde kaldı. Hakem hiç tereddüt
etmeden Francesco Totti’ye kırmızı
kartını gösterdi. İtalya Futbol
Federasyonu da yıldız oyuncuyu
Coppa Italia’da 4 maçlığına
sahalardan men eden kararını
açıkladı.
Alper Öcal
ÇUBUKLU’NUN HAFIZASI
Türkiye
Fenerbahçe’nin 8 yılına damgasını vuran Alex’in Kadıköy’den
ayrılmasının üzerinden tam bir sene geçti ama Brezilya’lı efsane
hâlâ hafızalarda.
HF
#
98
İlkokula yeni başladığım zamanlar. Doğrusu,
Orta Anadolu’da çocuk olmak yeterince
tekdüzeyken, bir de annemin her gün akşamın
7’si geldiğinde beni yatağa götürmesine
deli oluyordum. Sokakta kalma, evde
olduğumdaysa radyo ya da televizyon başında
olma ısrarım ağır bastığında 38 numara, cins
cins terliğin havada her türlü falsosuna tanıklık
ettim. Pazar günleri hariç. Tribünü daha doğru
dürüst cümle kuramayacak yaşta babamın
omuzlarında tanırken, ilerleyen yıllarda küfür
jargonum derya olmuştu tabi, ama bunu
hiç belli etmedim. Mahalledeki çocuklarla
oynarken dahi. Hiç sormasam da, bu yüzden
ödül olarak Pazar akşamları saat 7 kuralının
esnetildiğini düşünürdüm. Tribün mesaisinden
sonra yenen yemeğin ardından, akşam, TRT’de
o hafta ligde oynanan maçların özetlerini
babamla birlikte izleyebiliyordum. Ve bu
kesinlikle en sevdiğim şeydi.
Babamla oyunu konuşabilecek kadar
bilinçlendiğimde, en çok hatırladığım
sohbetlerimizden biri 1982 Temmuz’una
aitti. 50’ler kulübünün pekçok üyesi gibi o
da Brezilya’yı seviyordu ama o yaz oynanan
Dünya Kupası’nın merakla beklenen Arjantin
– Brezilya maçının yeri ayrıydı. Tarihin
şampiyon olamamış en güzel takımının
destansı, ezeli rekabetini hastalığım yüzünden
izleyememesini nasıl hayıflanarak anlattığını
hâlâ dün gibi anımsıyorum. Zico’nun Yeni
Zelanda’ya attığı müthiş golü tasvir edişini
de. İleride teknik direktörlüğünü benim
anlatacağımı bilmeden... Brezilya tutkusu
böyle başladı.
1994 yazında, artık orta okul çağına geldiğimde
‘saat 7’ kuralı yoktu. Antalya’da dedemlerin
evinde ailece sayılı tatillerimizden birini
yaparken, plaj ve dalga oyunlarından çok,
Türkiye
HF
#
98
gecenin bir yarısında saksafon ağırlıklı melodisi
ve Daryl Hall’un vokaliyle kulaklarıma çalınan
Gloryland eşliğinde Dünya Kupası maçlarıyla
vakit geçirmiştim. Kupa tarihinde bir sürü
ilki barındıran o turnuva benim için de özeldi.
Fantastik formaları, arkasında yazan isimleri,
siyah olmayan hakemleri, tarihe geçen gol
sevinçlerini, ilginç statları ilk kez görüyordum.
Gözüm gibi baktığım, çıkartmalarla süslediğim
kupa ekindeki olağanüstü yıldızların
muhteşem golleriyle birlikte, o turnuva Holivud
galasına dönüşmüştü. Kolombiya’da yaşanan
trajediyi anlamamıştım ama Brezilya’nın tam
24 yıl sonra gelen şampiyonluğunu babamla
beraber sevinçler karşılamak benim için
olabilecek en iyi senaryoydu. Babamın çok
sevdiği Fenerbahçe’sinin yanı sıra, futbolundan
en çok zevk aldığı Brezilya’yı da miras almıştım.
Maçlarını kaçırmamak için elimden gelenin en
iyisini yapacaktım. Şanslıydım ki, sadece milli
takımı değil ligi de izleyebilecektim. HBB nesli
olmanın ayrıcalığı.
90’ların sonuna yaklaşırken, üniversiteye
hazırlanan bir lise öğrencisiyken izlediğim
maçlarda, pürüzsüz tekniği ve keskin
zekâsıyla gözüme takılan, esmer ve çelimsiz
orta saha oyuncusunu çok sevmiştim. 2000
yılında Sydney’de düzenlenen Olimpiyat’ta,
Brezilya’nın efsanelere özgü 10 numaralı
formasını giyerken takımın maestrosuydu.
1999 yılında Konfederasyonlar Kupası’nda
Almanya’ya iki gol atmasından belli etmişti
aslında ama Türkiye onunla tam manasıyla
ve ilk olarak 2003’te tanıştı. 2002’nin rövanşı
olarak gösterilen maçın duraklamalarında
attığı golden sonra hevesimiz kursağımızda
kalmıştı. O dakikalarda milli heyecan ile
üzülen Fenerbahçeliler, bir sene sonra aynı
adamın havaalanında sarı lacivert kaşkolu
tutacağından habersizdi. Babam ve ben
de, gençliğimizde en sevdiğimiz Brezilya’lı
futbolcuların, bir gün teknik direktör ve kaptan
olarak tuttuğumuz takımı Avrupa’da kulüp
tarihinin en prestijli yerine koyacaklarından
habersizdik.
Türkiye
Zico ve Alex benim için bir baba oğul
hikayesidir. Sadece yaptıklarıyla değil, varoluş
biçimleriyle de hep özel kalacaklar. Benim
kadar içselleştirmeyen çoğu futbolsever
için de öyle. Çünkü performansı ne kadar
tartışılırsa tartışılsın, bir parçası olduğu hüzün
dolu anlar da dahil olmak üzere kelimelerle
anlatılamayacak 8 senenin kült figürüydü Alex.
Ayrıldığında herkesin kalbini sızlatan, yüzlerce
insanı evinin önüne, havaalanına getiren,
gidişiyle beraber o yılların da bitiyor oluşuydu.
Bunu kabul etmek zor.
HF
#
98
Alex’in sahada yıllar boyunca yaptıkları,
Kadıköy’ün ortasında yükselen o devasa,
kasvetli gri duvarlara bir incelik, bir güzellik
getirmişti. Her zaman tek adamlıkla idare
edilen, zor zamanlarında taraftarından destek
isteyen ama hassasiyetlerine karşı samimi bir
açıklamayı genellikle zûl gören Fenerbahçe
idarecileri bir tarafta dururken; bileti kesildiği
zaman olan biteni onu alkışlasa da yuhalasa da
yanında olan taraftarına 2 saati aşkın bir basın
toplantısıyla açıklayacak kadar değer veriyordu.
Alex’in, sezonu tamamladığı her kulüpte
idol olması, efsanelerle anılması, Kadıköy’de
heykelini diktirmesi, mesleğini yaparken verdiği
keyif ve bağlılık kadar, mesul hissettiği kitleye
karşı dürüst olan, dikkate alan ve ne kadar
saçma olursa olsun sosyal medya üzerinden
bile insan yerine koyan karakteriydi de. Gezi
günlerinde, Talimhane’deki bir duvarda “Vallahi
Alex’i özledik.” yazdıran, eylemin mizahı
tarafına zorlama bir katkıdan çok duygusal bir
ihtiyaçtı. Kimbilir, yazar belki de suskun kalan
futbolcuların yarattığı hayâlkırıklığı içinde,
“Alex olsa ne derdi?” diye düşünüyordu.
Futbolun hafızasının olmadığını düşünenlerin
hiç de azımsanmayacak kadar fazla olduğu,
ve bir ölçüde haklı da olduğu, oyunun rüzgar
gibi geçip gittiği bir dönemde bir yabancının
bıraktığı bu derin iz asla unutulmayacak.
Aradan bir değil çok uzun yıllar geçse de..
Memleketine döndüğü, 6 saat uzakta yaşadığı
halde, gecenin bir yarısında başka bir formayla
sahaya çıkacağı anın iple çekilmesi; atacağı
bir çalımın, golün, yapacağı bir asistin, hiçbiri
olmazsa duran top kullanırken ki o vakur,
kendine has duruşunun Türkiye’ye yansıması,
burada geçirdiği 8 dolu dolu yılı bir film şeridi
gibi akıtmak oluyor. İç çekerek...
Alex de Souza, tıpkı Lefter, Serkan Acar, Selçuk
Yula, Ercan Aktuna ve Mikro Mustafa gibi
Çubuklu’nun hafızasından bir parça. Ve hep
öyle kalacak.
Fırat Topal
PAHA BiÇiLMEZ ÇiN VAZOSU
MARCELLO LIPPI
Diğer Ligler
Dünya Kupası ve Şampiyonlar Ligi’nde zaferi tadan bir teknik adam Çin’e
giderse ne olur? Lippi, kariyerinin sonbaharında bu soruya yanıt arıyor.
HF
#
98
Kariyerinin uzatmalarını oynuyor Marcello
Lippi. Ama bu uzatmaları da adına yaraşır
biçimde oynuyor. Kariyerini sonlandırdığında
farklı 2 kıtanın Şampiyonlar Ligi’ni
kazanabilmiş tek teknik adam olarak tarihteki
yerini almak istiyor. İtalyan hoca Çin’de keyif
aylarını geçiriyor.
46 yaşında Juventus’un başına geçene dek
pek başarısı olmayan bir hocaydı aslında
Lippi. 70’lerde 9 sene formasını giydiği
Sampdoria’nın genç takımıyla başladığı teknik
adamlık kariyerinde 9 takımı çalıştırmıştı ve
Juventus’tan önce görev yapacağı Napoli’ye
kadar da Atalanta ile 1992-93 sezonunda
elde ettiği Serie A 7.liği onun en akılda
kalan işiydi. İzleyen sezon Napoli’yi Paolo
Di Canio, Daniel Fonseca ve Jonas Thern’li
kadrosuyla 6.lığa taşıdı ve takım, Maradona
döneminden sonra yaşadığı çalkantıları atlatıp
ilk kez UEFA Kupası’na kalabildi. Juventus
80’lerde onlara büyük başarılar yaşatan
Giovanni Trapattoni’nin 2. döneminde hiçbir
şampiyonluk kazanamayınca çareyi Lippi’yi
göreve getirmekte buldu ve sonra da tarih
yazıldı. 5 Serie A şampiyonluğu, Şampiyonlar
Ligi şampiyonluğu, kıtalararası şampiyonluk
ve sonunda kariyerini taçlandırdığı 2006 Dünya
Kupası şampiyonluğu. 2012 yılının mayıs
ayında ise İtalya’daki 2010 Dünya Kupası
macerasının hüsranla sonuçlanmasını takiben
boştaydı ve bunu tadını çıkarıyordu. Derken
önüne ummadığı bir teklif kondu.
2012 mayıs ayında Çin Ligi takımlarından
Guangzhou Evergrande Güney Koreli teknik
adam Lee Jang-Soo ile yollarını ayırıp 2,5
sene boyunca toplamda 30 milyon avro
ödeme içeren kontratı Lippi’nin önüne koydu.
Çin’in en büyük 10 gayrımenkul şirketinden
birisi olan Evergrande’yi arkasına alan kulüp
Lippi’nin kontratını ödeyecek güce sahipti
ama bu hamleden 2,5 yıl önce durumları hiç
de iyi görünmüyordu. 2009 sezonunda Çin
Süper Ligi’ni 9.sırada bitirmişlerdi ama polisin
ortaya çıkardığı skandala göre takım 2006
yılında 2. ligde mücadele ederken Shanxi Luhu
karşısında 5-1 kazandığı maçta şike yapmıştı.
Maç öncesinde Guangzhou genel direktörü
Yang Xu rakip meslektaşı Wang Po’ya 200
bin yuan ödemiş (aşağı yukarı 24 bin avro),
bunun karşılığında da Shanxi maçı bilerek
kaybetmişti. 2010 şubat ayında kanıtları
ortaya çıkan bu skandal üzerine takım 2. lige
düşürüldü. Hemen ardından da 100 milyon
yuana (12 milyon avro) Evergrande grubu takımı
satın aldı ve izleyen dönemde önemli yatırımlar
yapacağını duyurdu.
Diğer Ligler
Gayrımenkul en kazançlı yatırım
HF
#
98
Çin futbolunun önemli yeteneklerinden golcü
Gao Lin, Sun Xiang ve Zheng Zhi takıma
kazandırıldı. Ama onlara asıl sınıf atlatan
transfer 25 yaşındaki Brezilyalı Muriqui’nin
Çin tarihinin bonservis rekoru olan 22 milyon
yuana (3 milyon avro) transfer edilmesiydi.
Takım rahat şekilde Süper Lig’e yükseldi.
2011 şubat ayında transfer rekoru yine kırıldı.
Bir başka Brezilyalı, Partizan forması giyen
Cléo 3.2 milyon avroya kadroya katıldı. Takım
lige de iyi başladı ama Evergrande Holding’in
hedefi kıtanın zirvesiydi. Fluminense’nin en
önemli oyuncularından, Brezilya Ligi’nde yılın
futbolcusu seçilmiş Arjantinli Dario Conca’nın
bonservisine 2011 temmuz ayında tam 7.3
milyon avro saydılar. Oyuncu aynı zamanda
yıllık 10.4 milyon euro kazanacaktı ve bu, onu
dünyanın en fazla kazanan 10 futbolcusu
arasına soktu. Takım ligin bitimine daha 4 maç
kala şampiyonluğu ilan etti.
2012 sezonu ise ilginç gelişmelere sahne
oldu. Takım aslında hem ligde hem de Asya
Şampiyonlar Ligi’nde iyi gidiyordu, ama teknik
direktör Lee Jang-Soo’nun Conca’yı bazı
maçlarda dinlendirmesi onun mutsuzluğuna
yol açıyordu ve oyuncu Çin’in sosyal paylaşım
ağı Weibo’da konudan rahatsızlığını dile
getirdi. 2 Mayıs’ta, kulüp Lucas Barrios’u tam
8.5 milyon avroya Borussia Dortmund’dan
transfer etmesinden 2 gün sonra, oyuncuya
bu yorumlarından ötürü tam 9 maç ceza
verdi. Ancak 13 gün sonra Buriram United’la
oynanacak Şampiyonlar Ligi son grup maçında
kadroya alındı ve 90+1’de takımı son 16’ya
taşıyan golü attı. 2 gün sonra Lee Jang-Soo’nun
kontratı feshedildi, Lippi göreve geldi ve Conca
da affedildi.
Lippi’yle şov devam etti
Aslında bir önceki hocanın gayet iyi durumda
bıraktığı takım, Lippi’nin işini daha da
kolaylaştırmıştı. İttalyan hoca bu takıma 2 yeni
transfer ekledi. Huang Bowen ve Güney Koreli
Kim Young-Gwon. Takım yine rahat biçimde
2012 şampiyonluğunu kazandı ve federasyon
Diğer Ligler
kupasının sahibi oldu. Böylece Süper Lig
kurulduğundan beri üstüste şampiyon olan ilk
takım oldular. Şampiyonlar Ligi’nde ise Suudi
Arabistan’ın Al-Ittihad takımına çeyrek finalde
elendiler. Sezon bitiminde Botafogo forması
giyen 24 yaşındaki Brezilyalı Elkeson 5.7 milyon
avroya transfer edildi. Bu arada Conca kasım
ayında Brezilya’ya dönmek istediğini açıkladı
ve Rio’ya gitti. Ama Fluminense onu transfer
edecek maddi kaynağı bulamadığı için 2013
sezonu için Çin’e dönmek zorunda kaldı.
2013 sezonunun yıldızı takımın son transferi
Elkeson. Şu anda 21 golle gol krallığı yarışının
tepesinde bulunuyor. Bu gollerde özellikle
Muriqui’nin asistlerini de anmamız lazım.
Elkeson ince bilek hareketleriyle henüz sert
bir defans hattı oluşturmaktan bir hayli uzak
Çin Ligi takımlarının kalesini tehdit ediyor. Bu
sezon 2 maçta hat-trick yaptı. Ağustos ayında
geldikten sonra ancak bu sezon ilk 11 şansını
bulabilen ülke futbolunun en pahalı transferi
Paraguaylı Barrios’un Spartak Moskova’nın
yolunu tutması da Elkeson’u takımın en büyük
kozu haline getirdi. Bu sezon ortalama 41 bin
kişiye maçlarını oynayan takım ligin bitimine
5 hafta kala rakibinin 14 puan önünde ve
turu atmaya yaklaşıyor. Ayrıca federasyon
kupasında da yarı finaldeler.
HF
#
98
Lippi’nin “üçleme”sini tamamlayacak kupa
ise 2013 Asya Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu.
Guangzhou grup liderliğini aldıktan sonra önce
2. turda Avustralya’nın Central Coast Mariners
takımını, sonra da çeyrek finalde Eric Gerets’in
görev yaptığı Lekhwiya’yı eledi ve yarı finale
geldi. Yarı finaldeki rakipleri Kashiwa Reysol.
İlginç bir tesadüf, onlara geçtiğimiz 2 sezon
büyük katkı sağlayan Brezilyalı Cléo sezon
başında Kashiwa Reysol’a kiralandı ve eski
takımına karşı final mücadelesi verecek. Yarı
finalin diğer ayağı Güney Kore’den FC Seoul
ile İran’dan Esteghlal takımları arasında. Bu
sezon asistleriyle Elkeson’u besleyen Muriqui,
Şampiyonlar Ligi’nde gollerin arkasındaki isim
ve 9 golle krallıkta önde gidiyor.
Lippi’nin kontratı 2014 yılının kış aylarında son
bulacak. O zaman 66 yaşına gelecek olan hoca
kariyerini umulmadık bir yerde, ama geçmişine
hiç yabancı olmayan bir hikayeyle kapatabilir.
Mustafa Demirtaş
NAPOLİ’NİN ÇOCUĞU
LORENZO
INSIGNE
Büyüteç
Benitez’in yenilenen Napoli’sinde,
tahtaya adını ilk sıradan yazdıran
ve topu her ayağına alışında San
Paolo’da heyecan tutulması yaşatan
parıltılı bir yetenek...
HF
#
98
Güney İtalya’nın tutkulu şehri Napoli’de
bugünlerde güneş hiç batmıyor. Çünkü sahaya
çıktığı anda kazanmayı alışkanlık haline getiren
bir takımları var. Serie A’da üç kez üst üste galip
gelinmesinin ardından, üzerine Şampiyonlar
Ligi’nde çok iyi bir oyunla kazanılan Borussia
Dortmund zaferi ve San Siro deplasmanında
seriyi dörde çıkarma ‘muhteşemliği’…
Benitez’in Napoli’yi başkalaştıran, çok daha
hızlı şekilde gole götüren sisteminde üç
oyuncu öne çıkmakta: Kutsal golcü Edinson
Cavani’yi şimdiden unutturan Gonzalo Higuain,
Benitez’e “Gareth Bale 100 milyon ediyorsa o,
paha biçilemez!” sözlerini söyleten 10 numara
Marek Hamsik ve 1991 Haziran’ında doğduğu
şehrin formasını giyebilmek için çok uzun
zamandır bekleyen, bugünlerde ise takımının
solunda değişmezler arasına giren çocuk
Lorenzo Insigne.
Bir Zdenak Zeman keşfi
Lorenzo Insigne henüz 17-18 yaşlarındayken,
sadece Napoli’de değil tüm İtalya’da
‘işlenmemiş cevher’ gözüyle bakılıyordu.
Ancak o cevherini, yeteneklerini kanıtlaması
ve geliştirmesi için hemen her İtalyan gencin
geçtiği o alt liglerden geçmesi, alt liglere sıkı
bir damga vurması gerekecekti. Bunun için
çok şanslıydı… Cavese’deki cılız deneyimden
sonra atılacağı Foggia macerasında kendisi gibi
parıltılı gençleri çok seven ve onları piyasaya
sunmayı çok iyi bilen bir hocayla karşılaşıyordu:
Zdenek Zeman. Serie C’de rakiplerini gol
sağanağına tutmasına rağmen ligi altıncı
sırada bitiren Foggia’da 19 gol atan Insigne,
sene sonunda takımdan ayrılıp Pescara yolunu
tutacak olan hocasının peşine takılacaktı.
Zemanlandia’nın 4-3-3’ünde sol forvetine
uğrayanlar, şayet birazcık yetenekliyse
takımının mutlaka yıldızı olurlar. Bir zamanlar
Francesco Totti’de olduğu gibi… Lorenzo
Insigne, Pescara’da o sihirli bölgenin silahı oldu.
18 gol attı, çok daha fazlasını attırdı. Hatta
takım arkadaşı Ciro Immobile’i neredeyse tek
başına Serie A golcüsü ilan ederek, hayatını
değiştirdi. Elbette kendi kaderini de… O
muhteşem sezonla kendisini Napoli’nin
gelecek planlarına yazdırmayı başardı. Napoli,
belki de görülen o cevher üzerine Lavezzi’yi
Paris’e satarken eli çok daha az titremişti.
onu 4-2-3-1’in soluna yazmakta. Takımdaki
‘delicilik yükü’ çoğunlukla onun sırtında.
Zira sağdaki Callejon daha çok tamamlayıcı,
sezgileri ve koşularıyla ‘arka direkte boş kaleye
gol atmalar’ uzmanı…
Topla uzayan bücür
U21 Avrupa Şampiyonası’nda da dikkatleri
üzerine çekmiş ve birçok Avrupa kulübünden
teklifler almıştı Insigne. Ama onun çok
daha başka ve büyük bir hayali vardı. Tıpkı
Francesco Totti gibi, doğduğu şehrin ‘bayrak
adamı’ olmak ve o forma altında şampiyonluk
yaşamak. Ne o Napoli’den, ne de Napoli
ondan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Hele
de Borussia Dortmund’a attığı ve kaleci
Langerak’ın dişini direğe vurdurarak kırdığı
frikikten sonra… Galiba Lorenzo Insgine’nin
yıldızı resmi olarak tam da o sahneyle parlamış
oldu. Zira onu Brezilya 2014 kadrosuna yazmayı
planlayan Cesare Prandelli’ye göre de Lorenzo,
o zorlukların gecesinde kahramanlardan biri
olarak ‘seviye’ atlıyordu.
Büyüteç
Pescara’da kendisine ‘Adriyatik’in Messi’si’
denilirken Insigne’nin dripling özelliğinden
fazlaca esinlenilmiş olsa gerek. 1.63’lük Insigne,
bir futbolcu için fazlaca kısa. Ancak topu
aldığı anda gayet uzayabiliyor! Özellikle içe kat
etmeleri oldukça etkili. Önünü boşalttığı anda
harika şutlar çıkarabilen bir oyuncu. Ama bazen
kısa derin paslar da bırakıyor ki Pescara’da da
fazlaca öne çıkan özelliği buydu. Benitez de
HF
#
98
Güner Çalış
CHELSEA’DE
YUMURTA MESELESi
İngiltere
Chelsea’den ‘omlet yapmak’ için kolları ikinci kez sıvayan Jose
Mourinho’nun ilk haftalarda yaptığı durgun başlangıç daha öncekilere pek
benzemiyor. Acaba Portekizli teknik adam nerede yanlış yapıyor?
HF
#
98
Sezona İngilizlerin şampiyonluk adayı olarak
giren Chelsea’de küçük çaplı kriz var. Mourinho
klasiği olarak yavaş başlamaları bekleniyordu
ama 4 maç üst üste kazanamamaları şüphesiz
ki sürpriz oldu. Stamford Bridge’de Basel’e
mağlup oldular ve skor haricinde ortaya
koydukları da henüz pek parlak görünmüyor.
Mourinho’nun yumurta benzetmesi, Mata’nın
dışlanışı gibi popüler konular ışığında yeni
Chelsea’nin ilk emarelerini dört başlıkta
toplamaya çalıştık. Aslında durum o kadar da
kötü olmayabilir.
1) Mourinho’nun yumurtaları
Mourinho, 6 sene önce Chelsea menajeri
olarak katıldığı son basın toplantısında
yumurtalardan bahsediyordu: “İyi bir omlet
yapmak için kaliteli yumurtalara sahip
olmalısınız.” Gazeteciler Basel maçı öncesi bu
benzetmeyi hatırlattıklarında mutlu biriyle
karşılaştılar. Mourinho’nun artık “taze, güzel
yumurtaları” vardı.
Chelsea’nin maç kazanamadığı bu 4 maçlık
süreçte, Mikel ve Mourinho ‘olgun’ bir takım
olamamalarından yakındılar. Birbirinden
değerli altı ofansif orta saha oyuncusunun
yaş ortalaması 23 olan Chelsea’de, son
yıllarda gençleşme politikası öne çıkıyor ve
yumurtaların ‘taze’liği de buraya bir atıf; fakat
yapılan olgunluk vurgusu, ilk plânda yaşla
ilgilenmiyor. Mourinho’nun ilk dönemlerinde
bir takım olarak Chelsea’nin gol atamaması
değil, kendi sahasında Basel’den 2 gol yiyecek
kadar kırılgan bir takım olması esas sorunu
teşkil ediyor. Bahsi geçen olgunluk, bu kırılgan
yapıyla ilişkili. Hull City’e 2 gol atıldıktan sonra
maçın öldürülmesi çokça sevinçle karşılanmış
ve Mourinho Chelsea’sinin geri döndüğüne
yorulmuştu fakat sonraki maçlar işlerin o kadar
çabuk yürümeyeceğini ortaya koydu.
Chelsea’nin nispeten düşük skorlu maçları
ve izleyenleri henüz tatmin etmeyen
oyunu, Mourinho takımı gelişiminin
kaçınılmaz bir parçası ve gereği. Mourinho
o arada, Chelsea’nin henüz olgunlaşmamış
kadrosundan kendi oyuncularını seçip
bulmak zorunda. Dünyada en sevildiği yerde,
İngiltere’de çalışıyor olmasıysa bu aşamada
onun en büyük destekçisi. Chelsea maç
kazanamıyor ve son iki yılın en iyi oyuncusu
seçilen Mata kadroya giremiyorken, basında
‘Chelsea krizde!’ yazılarının dozu fazlasıyla
yumuşak kalıyor. Düzgün bir üslupla “Niçin
Mata’yı oynatmıyorsunuz?” sorusunu yönelten
Jamie Redknapp, “Çünkü Chelsea menajeri
Jamie Redknapp değil, Jose Mourinho” cevabını
aldığında, sempatiyle karşılanan Mourinho
olabiliyor.
Jose Mourinho yeniden, yenilmez bir Chelsea
inşa edebilir fakat zamana ihtiyacı olacak.
İngiltere
2) “It doesn’t Mata!”
HF
#
98
Juan Mata sezonun ilk maçlarında
oynamadığında, sakatlığı olduğu söyleniyor
ve Konfederasyon Kupası yorgunluğu bahane
ediliyordu. Öncesinde, Rooney’le takas
dedikodularında adı geçmişti. Mesut Özil
öncesi Premier Lig’in en iyi 10 numarası olan
Juan Mata, iyileşip hâlâ ilk 18’e giremediğinde,
Mourinho’nun bir açıklama yapması gerekti.
Mata’nın yeni oyun stiline uyum göstermesini,
top kaybedildiğinde daha istikrarlı olarak
takıma yardımcı olmasını istiyordu. “Bu onun
suçu değil, senelerdir savunma görevlerinden
kayrılmış.” diyerek açık kapı bırakmayı da ihmâl
etmedi.
Mata sonsuza dek takımdan dışlanmış değil.
Fakat bundan böyle takıma girmek istiyorsa
kanat rotasyonunu zorlaması gerekecek. Çünkü
“Yeni bir Casillas krizi mi?”
demeden önce, meseleyi bir
de Mourinho’nun ağzından
dinleyelim.
“Ramires ve Oscar’ı kullanıp rakibi
boğmak veya Mata’yı forvet arkasında
değerlendirerek onun harika paslarından
yararlanmak iki ayrı tercih. Oyuncuların,
bizim oynamak istediğimize adapte
olmalarını istiyoruz. Şu anda benim 10
numaram Oscar ve eğer bana Chelsea’nin
bu sezonki en iyi oyuncusunun Oscar
olmadığını söylerseniz, size kesinlikle
katılmayacağım. Bir 10 numara olarak,
bize ön alanda yaratıcılık getiriyor ve
pres yapmamızı, daha iyi savunmamızı
mümkün kılıyor. Bu durumdayken,
ona rakip beklerini kovalama görevi
vermek istemiyorum. Dünyanın en iyi 10
numaraları Brezilya’dan çıkıyor ve Brezilya
Milli Takımı’nda oynayan Oscar’ı ben
de kendi takımımın 10 numarası olarak
görmek istiyorum. Takıma girecek diğer
iki oyuncu bu gerçekle yüzleşmek ve daha
önce yapmaya hazır olmadıkları görevleri
üstlenmek zorundalar.
Chelsea’nin son yıllarda oynadığı futbolu
beğenmiyorum, kulüp de beğenmiyor ve
bunu değiştirmek istiyoruz. Farklı bir stil
getirmek istiyoruz. Geçmiş geçmişte kaldı,
bu benim için de geçerli. Sanki buraya ilk
kez gelmiş gibi çalışmak zorundayım.”
onun önünde tercih edilen Oscar, kadroda
Kroos’a en çok benzeyen, Mourinho’nun aradığı
10 numaraya en yakın isim ve bu anlamda
onun çok önünde. En son Fulham karşısında
rakipten 7 kez top kaparak bu alanda maçın
en iyisi olan, oyun içindeki akıllı koşularıyla
takım arkadaşlarına alanlar açan ve Juventus
maçında olduğu gibi beklenmedik gollerin
adamı Oscar, çalışma etiği ve taktik disipliniyle
tam bir Mourinho 10 numarası. Mourinho,
ilk Chelsea rejiminde yaptığı en meşhur
açıklamalardan birinde, 4-3-3’teki ekstra orta
saha oyuncusuyla rakiplerin 4-4-2’sini nasıl
İngiltere
HF
#
98
alt ettiğini ve Premier Lig’i domine ettiğini
ustalıkla anlatıyordu. Ligde 4-4-2 oynayan
takımlar daha da azaldı; fakat her halûkarda,
Oscar’ın takım şekline katkısı, gerideki iki
oyuncuyla üçlü oluşturabilecek bütünlüğü ve
kısa vadede, orta ikiliye defansif koruyuculuğu
onu çok değerli bir parça yapıyor. Bir Real
Madrid kıyası yapmak gerekirse, oyun stili daha
çok Mesut Özil’e benzeyen, forvete daha yakın
oynayan ve savunma görevlerinden azledilen
çok yetenekli Mata’ysa takımı daha heterojen
kılacak ve güçlü bir rakip karşısında önemli bir
külfet oluşturacak. Forvetine yakın oynayan
Özil’e karşı, Kroos’un homojenize ettiği Bayern
orta sahası 3’e 2 üstünlükle Real Madrid’e
üstün gelmişken; kendi takımı inşa etme
peşindeki Mourinho, böyle bir elması kaçırmak
istemiyor. Oscar, sadece Chelsea’de değil,
Brezilya Milli Takımı’nda da yıldızları birleştiren,
onların arkasını toplayan en önemli parça
konumunda; çok değerli bir takım oyuncusu.
3) Mourinho’nun adamları ve yeni
eklenenler
Birkaç senedir futbolcu kimliği alt sıralara
düşen John Terry ligde 5 maçta da forma
giydi; Lampard kaldığı yerden devam ediyor
ve takımın Lukaku’ya tercihi 32 yaşındaki
Samuel Eto’o. Mourinho’nun eski öğrencileri,
‘olgunlaşacak’ takımda diğerlerinden bir adım
önde gözüküyor. Lukaku’nun atacağı goller,
Mourinho’yla telepatik olarak anlaşabilecek
Eto’o’dan daha az önemli. Bu anlayışı
Mourinho kayırıcılığıyla açıklamak da çok
doğru değil. Oyuncuların vereceği katkılardan
çok, Chelsea’nin tekrardan Mourinho takımı
olmasına etki yapacak, takım bütünlüğüne
katkı yapacak her hamle, diğerlerinden daha
önemli görülüyor.
Oscar bir yana, yenilerden özellikle Schürrle’nin
kilit bir oyuncu olması beklenebilir. Ronaldo
gibi savunma görevlerinden kaçmayacağı
da düşünülürse, kanatlarda başlayarak gol
üretebilme ve kontra atak silahı olabilme
özelliği, onu önemli bir oyuncu hâline sokuyor.
Top tutma özelliği ve takıma sakinlik getiren
oyunuyla Hazard da şu ana kadar takımın
bankolarından. Mourinho takıma denge
getiren, garanti oyuncuları diğerlerinden daha
üstte tutacak ve tercihlerinin pek çoğu bu
şekilde açıklanabilir. Heyecanlı David Luiz de
Mata’yla beraber Fulham maçının ilk 18’ine
alınmayan oyunculardandı, Cahill onun önünde
görülüyor olabilir.
4) Orta saha nasıl şekillenecek?
İngiltere
Takımın geleceği hakkında pek çok konuda
iyi niyetli ve belli açılardan öngörülebilir
tahminler yürütebiliyoruz, fakat Chelsea’nin
orta ikilisine gelindiğinde, işler pek de öyle
HF
#
98
yürümüyor. En iyi tahminimiz, Mourinho’nun
birbirine yakın görevli, İngilizlerin tabiriyle boxto-box oynamaya müsait iki oyuncuyla uzun
vadede şekillendirmesi olabilir. Lampard ve
Ramires’in Mourinho için fazlasıyla ‘açık’ bir
ikili ve yeni transfer genç van Ginkel’in yine
box-to-box özellikli bir oyuncu oluşu; diğer
yandan, 185. maçında ilk Premier Lig golünü
atan Mikel bu düşünceyi destekler gözüküyor.
Fakat henüz fonksiyonel, kendi oyun stilini
oturtamamış Chelsea’nin oyun biçimi, rakibe
göre büyük dalgalanmalar gösteriyor ve ikilinin,
savunmanın önünde çakılı kalarak fazlaca
vakit geçirdiği de oluyor. Chelsea’nin orta ikilisi,
mevcut durumda değişmeye en açık, en belirsiz
bölge. Kalitenin de diğer bölgelere kıyasla daha
düşük olması, bu sezon görüleceklerle beraber
transfer önceliğini orta sahaya getirebilir.
İngiltere
HF
#
98
Three amigos
Hâlâ inanmayanlar, “Peki Hazard – Mata – Oscar bunca zaman nasıl birlikte oynuyordu?”
sorusunu yöneltebilir. Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, mesele bu üçünün bir arada
oynayamaması değil; Oscar’ın Mourinho takımı için daha uygun bir 10 numara olması.
Chelsea’deki oyuncu egoları Mourinho sonrası gelen her hoca için büyük sorun olmuş ve takım
büyük değişimler geçirmekten uzak kalmıştı. Mourinho’nun medyada, tribünde, soyunma
odasında, her yerdeki tartışılmaz aurası, büyük çaplı değişimleri olanaklı kılıyor. Chelsea
yeniden makine düzeninde çalışacak ve bunun için ne kadar değerli oyuncular olurlarsa
olsunlar, Mata ve hatta David Luiz de bir süreliğine -belki de temelli- takımdan uzak kalabilir.
İsmail Şayan
FATURA YiNE TARAFTARA
Türkiye
Sonunda aylardır beklenen oldu ve Fatih Terim ile Galatasaray’ın yolları
ayrıldı. “Yedi derviş bir posta oturur, iki hükümdar dünyaya sığmaz” demiş
eskiler...
HF
#
98
Fatih Terim’in başarıları ile ilgili olarak
konuşulurken can sıkıcı bir durum vardır. Konu
eninde sonunda motivasyon temeline bağlanır.
Genelde hocayı övmek amacı ile yapılsa da
hocaya yapılan en büyük haksızlıklardan biridir
aslında ve belki de ‘bu adam bir şeyler yapıyor
ama ben anlamıyorum’un itirafı.
Fatih Terim, yaşayan en önemli taktisyenlerden
biri. Mesela Veltins Arena’ya 4-1-3-2(4-1-2-1-2)
ile çıkıp kazanırken Schalke’nin hocası Keller’in
“hiç beklemiyorduk, tüm planlarımızı bozdu”
itirafı gibi imzasını attığı çok maç gördük.
Hatta bu imza, deneyip başaramadığı maçlarda
bile vardır. Örneğin yedek kulübesinin yarısı
boşken Euro 2008 yarı finalini kaybetti ama
4-2-3-1’e karşı ortaya koyduğu “üçün kanadı
ile bek arasının uzak oluşunu bek hücumu ile
kullanmak” fikrini kopyalayan Del Bosque, aynı
şeyi Sabri yerine Ramos’la ve tam takımla yine
Almanya’ya karşı Dünya Kupası Yarı Finali’nde
yapınca Almanların önce sol kanadını, orası
yamanmaya çalışılınca da göbeğini felç etti.
Inverting The Pyramid’in yazarı Jonathan
Wilson başta olmak üzere pek çok taktik analiz
uzmanı tarafından deha ilan edildi.
Motivasyon ile kazanabileceğiniz en fazla %10,
taşı çatlatsanız %15’tir. En fazla eldeki sekseni
doksana çıkarırsınız. Elinizdeki kırksa zaten
karşılaşacağınız realite motivasyonunuza
inandırıcılığını yitirtir. Asıl mesele o sekseni
inşa edebilmektir. Fatih Terim’in bunu
yapmakta da maharetli olduğuna defalarca
tanık olduk. Hem kadroyu kurmada hem
de elindeki kadrodan en verimli olabilecek
takımı yaratmada oldukça başarılı. Temel
oyun anlayışını her zaman korumaya çalışarak
gereğinde optimuma vardıracak ufak ya da
büyük sapmaları yapmayı çoğu zaman başardı.
Elindeki kadrodan planladığı şablonunda verim
alamayacağını görüp 4-4-2’ye geçişi, sistemini
daha iyi işletebilmek için sol bek ve yaratıcı
kanat oyuncusu isterken eline bir on numara ve
bir santrfor tutuşturulduğunda hemen bu yeni
kadrodan en yüksek verimi alabilecek düzeni
inşa edişi yakın zamandan örnekleri. Kendini
yenilemeye kapalı olmadığı da iknaya gittiği
kondisyoner gibi örneklerde görüldü.
Türkiye
Bunların yanı sıra Terim’in insan idaresi
konusunda mahareti de malum. Di Canio’nun
kovuluşunun ardından hafta başı mikrofonların
uzatıldığı Sunderland eski menajeri Bruce
“hatası otoriteyi korkuyla kurmaya çalışmaktı,
bunu bu devirde hele ki Premier League
gibi bir yerde yapmanız mümkün değil,
ben menajerliğim boyunca en çok insan
idaresi konusunda eğitmek zorunda kaldım
kendimi” diyordu. Bosman’la birlikte kaderleri
yöneticilerin iki dudağı arasından çıkıp
özgürlüğüne kavuşan oyuncularını ve egolarını
başarılı bir şekilde yönetmeyi de bildi Fatih
Terim. O’nun kumandan olduğu yerde dışarıdan
ne kadar maddi ya da başka tip sorun enjekte
edilirse edilsin, içeride sorunlar hep asgaride
kaldı.
HF
#
98
Astlarıyla hep harikaydı ama üstleriyle pek öyle
olmadı.
Oyuncuları ve teknik ekibi üzerinde gösterdiği
bu yönetim becerisine karşın üstleriyle
yaşadıkları da tezat olarak dikildi karşımıza.
Eldeki veriler, Terim’in oyuncuları ve
yardımcıları ile arasında sınırları belirlemekte ne
kadar başarılıysa yönetimler ya da başkanlara
karşı o derece sorun yaşayabildiğini gösteriyor.
Üsttekilere karşı defalarca başı ağrıdı.
Lafı hiç dolandırmadan söyleyelim: Galatasaray
Yönetim Kurulu’nun Fatih Terim’i gönderme
kararı alması gelinen noktada kaçınılmaz
ve doğruydu. Terim, Aysal’ın muhteşem
bir zamanlamayla ortaya attığı sözleşme
konusuyla fena sıkıştı ve yönetimin kendisine
tabi olmasını ister bir tavır içinde göründü
ki bunun kabul edilmesi mümkün değil.
Tabi olmak kabul edildiği anda sizin de sizi
oraya layık görenlerin de layık görüldüğünüz
makamın da tüm değerleri uçup gitmiş
demektir.
Terim’in, Aysal’ın ulaşma çabalarına karşı
günlerce kayıtsız kalmasının, hatta onu
bu çağrıyı televizyondan yapmak zorunda
bırakmasının bedeli belliydi. Şüphesiz ki
karardan bir gün önce Lütfi Arıboğan bu
konuyu kendisi ile görüştüğünde Fatih Terim de
bunun farkındaydı. Kurumsallaşma meselesi
ise bu sonu hızlandırmadı, tersine yavaşlattı.
Diğer kulüplerde bu noktaya çok daha hızlı
gelinebilirdi. Zaten varılan noktaya gidilen
yola Fatih Terim’in döşediği taş sayısının Ünal
Aysal’ınkilerden az olmadığını ve Terim’in
gerilimi tırmandırmaktan hiç bir zaman
kaçınmayan, meydan okuyucu bir görüntü
verdiğini de unutmamak gerek. Mersin maçı
sonrası Lig Tv stüdyosunda “başka planlarım
vardı ama vazgeçiyorum, bir yere gitmiyorum,
buradayım” deyişi hem bu tavrın hem de
bu noktaya sadece sözleşme meselesiyle
gelinmediğinin görüntülü kanıtı.
Türkiye
Çağın futbolu
HF
#
98
Futbolun geldiği noktada bir Süper Lig
kulübünü köşede tavuk döner satan büfe
gibi idare etmeye devam çabası yalnızca
kaybettirir. Bütün işlerin detaylarına kadar
belli raylara oturtularak kişilerden bağımsız
bir sürekliliğin sağlanması kaçınılmaz...
Dünyanın her yerinde biraz aklı başında olan
irili ufaklı tüm kulüpler, yöntemlerde ufak
tefek farklılıklar olsa da kurumsallaşmayı
benimsiyor. Üzerinize otomatik silahlar,
uçaklar ve füzelerle gelecek bir sürü rakip
varken en iyi bildiğiniz yöntem diye mızrak
üretmeye çalışmak nasıl ki ahmaklıktan öteye
geçmez ve kaybettirirse, çağın gereklerine
uymak bu noktada da kaçınılmaz. Ünal
Aysal’ın kurumsallaşma amacını ortaya
koyması ve bunun için çabalaması - ne derece
becerilebilindiğinden bağımsız olarak- yergi
değil övgü hak eder. Sir Alex Ferguson’un
Harvard Business School’a anlattığı 8 maddelik
liderlik sırlarının ilk maddesini anımsatmak da
farzdır: Kurumsallaşma.
Ama takımın sahadaki dünyaca ünlü
patronuna herkes imparator derken ‘eleman’
demenin kurumsallaşmakla uzaktan
yakından alakası yoktur, tersine kuruma
zarar vermektir. Eminiz ki Ünal Aysal, üçüncü
kişilere bahsederken kendi şirketindeki
mesela muhasebe elemanı için dahi çalışanına
saygısızlık etmeyecek ve onu zor durumda
bırakmayacak bir üslup tutturmaya dikkat
eder. Aksini yapmanın hem kendisine hem
çalışanına zarar vereceğini, üstelik şirketinin
imajını da yaralayacağını bilir ve yapmaz.
Üstelik bu tarz tutumları, kurumsallaşmada
eksikleri olsa bile Galatasaray gibi bir kulüpte
uygulamaya hakkınız olmamalı... İtalya ya
da İngiltere’deki gibi kulübün hem sahibi
hem başkanı olsanız belki kulüpteki ilişkileri
kendi şirketinizdekiyle kıyaslayabilirsiniz ama
bu yapıda böyle bir karşılaştırma hatadır.
En basitinden, ödenecek tazminat sizin
cebinizden değil kulübün kasasından çıkar.
‘Benim çalışanım olsaydı’ diye başlayan
cümleler anlamsız kıyastan ötesi değil.
Kim olursa olsun, kulübün her ‘eleman’ı tıpkı
başkanı gibi belirli bir görevi belirli şartlar
dahilinde sürdürmek için orada ve başkanın
değil kulübün elemanı olmayı benimsemekle
yükümlü. Sahadaki patrona eleman demenin
kurumsal bir şirkette zaten yeri yoktur ve hedef
kurumsallaşmaksa bu söylem, örselemekten
başka işe yaramaz.
Kaldı ki Sayın Aysal’ın öncesinde de
Galatasaray eksikleri olsa dahi her zaman bir
kurumdu... Yapılacak işi devrim gibi görmek ya
da sunmak yanılgı olur.
Kim kazandı?
Kazanandan önce kaybedenlerin başına
taraftarı yazmak gerek, hiç rolleri olmadığı
halde onlara yine fatura çıktı... Neredeyse
başından beri sürdürülen ve bir türlü çözüme
kavuşturulamayan gerilim taraftarı her
aşamada üzdü ve olası sahaya yansımasıyla
daha da üzebilir.
Türkiye
Galatasaray’ı öncelikle kulüp olarak
kaybedenler arasına eklemek zorundayız.
Yaşanan krizin yarattığı yıpranmanın yanı sıra
noktalanış biçiminin de yükselen imajı negatif
yöne doğru kırması kaçınılmaz görünüyor.
Konuya dışarıdan, taraf olmadan bakanların
kafalarında oluşan soru işaretleri de en
basitinden Terim’in yerini o ayardaki bir teknik
adamla doldurmanın maliyetini bile şimdiden
yükseltmiştir.
HF
#
98
Takım olarak ele alındığında da Galatasaray’ı
kaybedenler arasına yazmak olası... Yeni
gelecek teknik ekibin ne kadar iyi olursa olsun
başlangıç evresinde bazı yanlış algılamaları,
uyum sıkıntıları ve hataları olması kaçınılmaz.
Zaman kaybının ötesinde puan kaybı gerçeğiyle
de yüzleşmek zorunda kalınabilir. Yeni
teknik ekibin oyun anlayışındaki doğal olarak
muhtemel farklılıkların transfer gerektirmesi
ihtimalinde, dolu olan yabancı kontenjanı ek
bir kısıtlayıcı. Belki Fenerbahçe’nin şampiyon
olmasının bile asıl hedef olan Şampiyonlar
Ligi’ne katılımı etkilemeyeceği gerçeği ve
Beşiktaş’a gelmesi beklenen ağır ceza karar
öncesi güç verdi ama bunlar da yetmeyebilir.
Kadronun hâlâ sıkıntıları var ama maalesef
Galatasaray yönetimi bunları görmek
istemeyen, sahadaki işi biraz hafife alan ve
son iki yılın lig ve Şampiyonlar Ligi zaferlerinin
sarhoşluğunu atamamış bir görüntü veriyor.
Kurulan kadronun elini kolunu sallaya sallaya
gerekeni yapacağına duyulan güven makulün
üzerinde görünüyor.
İşin acı noktasında, herkes başarıda en
büyük payın kendisine ait olduğunu
düşünüyor. Yedi derviş bir posta sığarken iki
hükümdarın dünyaya sığamaması... İki sezonu
şampiyonlukla kapamış ve üçüncü sezonun
ilk beş haftasını yenilgisiz geçmiş bir takımda
böyle bir krizin yaşanmasını ve teknik adam
değişikliğine kadar gitmesini, bir sürü sebep
saymak mümkün olsa da rasyonel sebeplerle
açıklamak mümkün değil ve açıklanamayacak.
Kazananı mı unuttuk? Burada saydıklarımızın
dışındaki herkes gibi görünüyor.

Benzer belgeler

2005 ŞAMPiYONLAR LİGİ FİNALİ

2005 ŞAMPiYONLAR LİGİ FİNALİ 2011 yılında Jose Pekerman’ın takımın başına gelmesiyle skor ve oyun anlamında devamlı olarak bir yükseliş grafiği çizen Kolombiya, Copa Americâ 2015’te beklenen performanstan uzak bir görüntü serg...

Detaylı