Bade Birahanesi - Hayatım Futbol

Transkript

Bade Birahanesi - Hayatım Futbol
2
0HAZİ
RAN2
01
4-SAYI
1
3
3
ÖZELADAM
Onl
ari
çi
nDünyaKupas
ı
,r
ekor
l
ar
ı
nal
t
ı
nai
mzaanl
amıt
aş
ı
yor
BUFFON MARQUEZ MONDRAGON KL
OSE
Yayın Koordinatörü
4 özel adam
İlker Yılmaz
Son şampiyon İspanya elendi, ev sahibi Brezilya’nın futbolu umut vermiyor,
Hollanda yine dolu dizgin, İtalya her zamanki gibi gizli favori, Şili bu
kupanın en büyük sürpriz takımı olacağını şimdiden gösterdi… Dünya
Kupası’nda ilk 1 hafta bunlar yaşandı, bol gollü geçen turnuvayı izlemek
bizlere büyük keyif veriyor şüphesiz. Neredeyse her maç heyecan dozu
yüksek, tempolu futbolun olduğu anlara sahne oluyor. Hatta 0-0 biten
Nijerya-İran maçından sonra futbolseverler sosyal medyada bu iki takıma
turnuvanın ruhuna aykırı oyun ve skordan dolayı tepki gösteriyor. Kısacası
izlenebilirliği oldukça yüksek olan bu turnuvada her şey şimdilik keyif
veriyor… Ah bir de o senkron kayması olmasa!
Editör
Cantürk Temelli
Yazarlar
Mustafa Demirtaş
Rafet Yılmaz
Sercan Ergün
Sedat Çıtrak
Varol Döken
Bu özellikleriyle şimdiden tarihin en iyi Dünya Kupalarından biri olacağı
düşünülen Brezilya 2014’te birçok özel adam da hem tarihe geçti hem de
tarihe geçmek için teknik adamlarından forma bekliyorlar. Öyle ki, Meksikalı
Rafael Marquez üst üste 4 Dünya Kupası’nda takım kaptanı olarak sahaya
çıkıp bunu başaran ilk futbolcu olma şerefini yaşadı. İtalya’nın deneyimli
eldiveni Gianluigi Buffon belki İngiltere maçında sakatlığı sebebiyle 11’de
yoktu ama Gök Mavililer ile 5. defa Dünya Kupası’nda boy göstererek elde
edilmesi zor bir başarının altına imzasını koyuyordu. Bir başka kaleci, Faryd
Aly Mondragon ise turnuvada boy gösteren en yaşlı futbolcu olma şansına
sahip. 43 yaşındaki Kolombiyalı file bekçisi 42 yaşında Kamerun formasıyla
kupada oynayan Roger Milla’dan bu rekoru alabilir.
Kupanın en özel ve dikkat çekici rekoru ise şüphesiz Ronaldo’ya ait.
Kupa tarihinde attığı 15 golle krallık koltuğunda oturan Brezilyalı yıldıza
Almanların golcüsü Miroslav Klose 14 golle çok yakın. Klose, Jöachim
Löw’den formayı alır da fileleri 2 defa havalandırırsa Dünya Kupası tarihine
adını altın harflerle yazdırmış olacak. Biz de Hayatım Futbol olarak
Dünya Kupası’nın heyecanını yaşadığımız şu günlerde sizlere bu rekorları
anlatmaya ve 4 adamın hikayelerini yansıtmaya çalıştık. Umarız bu sayıdan
en az Dünya Kupası kadar keyif alırsınız.
Keyifli okumalar,
Cantürk Temelli
[email protected]
[email protected]
#133 BU SAYIDA
4 ÖZEL ADAM
Buffon
Marquez
Klose
Mondragon
Çıkar çatışması
FIFA Başkanı Sepp Blatter, arkasındaki desteği kaybetti.
Artık UEFA da onun karşısında
Maç bahane
Varol Döken Dünya Kupası’nı bahane etmeye devam ediyor.
Serinin bu yazısında yeni mekan Bade Birahanesi
Tarih bu hakemleri unutmaz
Dünya Kupası tarihine hakemler hatalarıyla damga vurdu.
Peki unutulmayan 10 hakem hatasına bakmaya ne dersiniz?
Fabregas yeniden Londra’da
Barcelona’da mutlu değil miydi, neden olmadı? Chelsea’de asla
forma giymem dedi ama ilk fırsatta Mavi formayı sırtına geçirdi
Varol Döken
DÜNYA KUPASI
BAHANE #2
Maç Bahane
HF133
Dünya Kupası Bahane’nin 2. serisinde rotamız
yine Kadıköy. Ama İngiliz pub’ları yerine bizden
bir lezzete, bir birahaneye kırıyoruz bu sefer
dümenimizi. Almanya-Portekiz maçını izlemek için
bu hafta Bade Birahanesi’ndeyiz.
Hazırsanız sizi de içeri alalım…
İç bade
‘‘İç bade, sev güzel var ise aklı şuurun. Dünya var
imiş, ya ki yok imiş ne umurun.’’
Farsça içki, şarap anlamına gelen badeye Ömer
Hayyam, 2 satırda tüm dünyanın dillerinde anlamı
yüklemiş. Bade Birahanesi adını hak ediyor. Şarabı
seven, güzeli seven, futbolu seven gelmiş. Biz
de Karbonat (çalıştığım ajans) ekibi olarak eksik
kalmadık.
Öğleden sonra başlayan şiddetli yağmur,
Kurbağalıdere’yi taşırınca Bade’de elektrikler
kesilmiş ama ne gam. Televizyonlar ve ızgara
çalışıyor ya… Bize yetti.
Nasıl gidilir?
Avrupa tarafından geliyorsanız, Karaköy, Kabataş,
Eminönü Beşiktaş, Bakırköy’den vapur, motor
veya deniz otobüsüyle Kadıköy İskele’ye gelin.
İskeleden dümdüz yukarı Boğa’ya, oradan da
dümdüz aşağıya Fenerbahçe Stadı’na doğru
Kuşdili Caddesi’nden yürüdüğünüzde, Salı Pazarı
dönüşünü geçtikten 5 metre sonra solunuzda
göreceksiniz Bade’yi.
Anadolu yakasından gelecekler de, herhangi bir
minibüsle metrobüste indiklerinde yürüyerek
ulaşabilir mekânımıza. Yeri kolayda yani.
Nasıl bir mekân?
Bade’yi maçlara gelen Fenerbahçe taraftarları iyi
bilir. Her maçtan önce 2. katındaki camı bayraklarla
insanlarla dolar taşar.
Evet birahanemiz 2 katlı. İlk kat düz giriş, arkaya
doğru uzayan geniş masalarıyla 80 kişi falan
alır rahat. 2. katta ise bir salon ve balkon sizi
bekliyor. Toplamda 100-120 kişi hatta maç günleri
200 kişiye kadar dolar burası tahminim. Maç
falan izlemiyorsanız balkonda da keyifle biranızı
yudumlayabilir, sigaranızı rahatça içebilirsiniz.
Girişte kapı önünde de içebiliyorsunuz sigara.
Girişin önüne de 1-2 masa atılıyor bu arada.
Fiyatlar gayet uygun. Küçük bira 6 büyük bira
8 lira, eğer hesabımı yanlış yapmadıysam.
Yaptıysam da 1-2 lira oynar. Yemekler 10 liradan
15’e değişiyor. Çerezi patatesi, mezeleri çok
makul fiyatlarda. Genel olarak her şey çok uygun
diyebiliriz. Yiyip içip 50 liradan fazlaya çıkmanız
zor. Ama yok ben bir oturuşta fıçıyı deviririm
diyorsanız afiyet olsun, şeker bal olsun, siz gelin
şöyle bir tanışalım, bir kadeh tokuşturalım…
Kitlesi futbol ve at yarışı taraftarı onu da
söyleyelim. Çoğunluğu erkek ama Fenerbahçe
maçı günleri kadınlar da eksik olmuyor. Tipik
bir mahalle meyhanesi Bade, futbol yokken at
yarışı, o ikisi yokken basketbol açık. 70’lik amcalar
demirbaş, muhabbet standart. Ben çok seviyorum
böyle salaş, gündelik birahaneleri. Zaten meyhane
sevmeyen birahane sevmeyen insan olur mu ya?
Sözüm sana Cenk!
Nasıl izlenir?
Giriş katta, biri girişte, biri ortada, biri en arkada
olmak üzere 3 büyük ekran var. Masanızı ortaya
alırsanız hepsine birden bakmanız mümkün.
Ama neden yapasınız öyle bir manyaklık, birine
yanaşın izleyin işte. Sesler içeride zaman zaman
boğulsa da iyi duyuluyor. Tabi içerisinin ne kadar
kalabalık olduğuna da bağlı bu. Lig maçları günleri
illa ki bir işitme kaybı olacaktır onca tezahürat
arasında. Ama biz Almanya maçını gayet sakin
izledik, dinledik. Diğer Dünya Kupası maçları da bu
rahatlıkla geçecektir.
Ne yenir, ne içilir?
İşte yazının en güzel kısmı. Bade gerçekten ismi gibi
sürprizli bir yer. Beklenmedik tatlar göz dolduruyor.
Ama benim favorim resimden de görebileceğiniz
gibi (bu arada resim eski tarihli ama kuru etin tadı
aynı) kuru et. Gömülüyorsun kardeşim buldun
mu böyle lezzeti. Biz de öyle yaptık. Yediklerimin
en iyisi diyemem ama bu fiyatlarda, hele ki biram
patatesim olsun yeter diyebileceğim bir mekânda
son ayakta gelen Ulanbatur gibi kuru et.
Kuru et dışında, köftesini, çoban kavurmasını
yedik, gayet memnun kaldık. Acı biberine dikkat
diye biz şimdiden uyaralım, siz de garsonunuzu
uyarın. Tavuk şiş, kanat ve envai çeşit mezesinden
(ciğer mutlaka) deneyenin de pişman olmayacağını
söyleyebilirim. Patates tavası, meyhane patatesi,
elle kesilmiş kalın kalın şahane. Ama o gün
su bastığından dolayı fritöz çalışmıyordu, tadı
damağımda taaa ne zamandan kalmış anlayın işte.
‘Ya bira hamallık yaaa’ diyenlerdenseniz ve
bugüne kadar ağzınıza vuran olmadıysa burda da
vurmazlar. Barda rakısından şarabına, votkasından
viskisine her türlü içki var. Ama bana 16 yıllık
Glenlivet getir derseniz ben karışmam, imbikle
döverlerse sizi kurtaramam.
Özetle yemesi içmesi Ömer Hayyam şiirleri gibi
Bade’de, yumulun.
Ağlama Ronaldo ağlama
Almanya nerede oynarsa Almanya. Portekiz’i ağır
ezdiler. Ronaldo sırf penaltı atamadım diye böyle
ağlamaya devam ederse gruptan çıkamazlar,
benden uyarması. Almanlar, Hollanda ile yürür
gibi gözüküyor ama oraları benim işim değil. Ben
gollereve kuru etime doymanın derdindeyim, çok
şükür ikisi de oldu. Hele ki son Dallaslar (yolluklar)
geldikten sonra çok iyi oldu, çok da güzel oldu.
Kupa son hızıyla ve keyifle devam ediyor. Seriye
ben de elimden geldiği kadar devam edeceğim.
Bu durakta yanımda olan Serkan, Levent,
Metehan, Murat Can ve büyük meyhane sevdalısı
Cenk’e selamlar eder, bir sonraki Dünya Kupası
mekânında görüşmek üzere badeli günler dilerim.
İletişim: twitter.com/dokenvarol
Bade Birahanesi: Kuşdili Cad. No:51/1 Kadıköy
0216 336 72 20
Mustafa Demirtaş
Dünya Kupası HF133
TARiHE TANIKLIK
2014 Dünya Kupası muhteşem başladı ve
muhteşem de devam ediyor. Son zamanların en
keyifli turnuvalarından birine tanıklık ederken pek
tabii ki her Dünya Kupasında çıkan hikayelere bu
Dünya Kupasında da denk gelebiliriz.
Turnuvanın en yaşlı oyuncusu olma yolunda bir
eski dost var, Aly Faryd Mondragon. Kolombiyalı
eldiven 1994’te Amerika’da bulunduğu milli takım
kafilesinde 20 yıl sonra 2014’te de Brezilya’da
bir tunuvaya daha tanıklık ediyor. Henüz forma
giymiş değil ama oynadığı takdirde Dünya Kupaları
tarihinin en yaşlı oyuncusu olarak tarihe adını
yazdıracak.
Rafael Marquez Avrupa’da geçirdiği 11 sezonda
oldukça üst düzey bir performans sergiledi.
Guadalajara’dan geldiği Monaco’da 4 sezon
kaldı. Ardından Barcelona’ya transfer oldu ve
burada da tam 7 sezon geçirdi. İstikrarlı ve lider
yapısıyla bu oyunun en takdir edilesi isimlerinden
biri olan Marquez, 120’den fazla milli olduğu
Meksika formasında 23 yaşında koluna geçirdiği
pazubandını 35 yaşında da taşıyor. Son 4 Dünya
Kupasında da kaptanlık yapan tecrübeli ismin
şimdiki hedefi Maradona’nın rekoru.
İtalya’nın efsanevi kalecisi dendiğin akıllara ilk
gelen isim Dino Zoff. Kaptan olarak tarihin en yaşlı
Dünya Kupası şampiyonunu elinde bulunduran
Zoff’un pabucu 4 yıl sonra dama atılır mı merakla
bekliyoruz çünkü, Gianluigi Buffon 2014’te 5.
kez Dünya Kupası sahnesi alıyor! Daha önce bu
başarıya Alman Matthaus ve Maksikalı Carbajal
ulaştı.
Çok geç keşfedildi, efsaneler duvarına adını çabuk
yazdırdı. Miroslav Klose 2002 Dünya Kupası’na
fırtına gibi başlarken turnuvayı 5 golle kapattı.
2006’da da fileleri 5 kez sarsan golcü oyuncu,
2010’da 4 gol gol sevinci yaşadı. Müller’in milli
takım formasıyla en fazla gol atan oyuncu
rekorunu geride bırakan Klose’nin bu turnuvadaki
hedefi ise en az 2 gol daha atıp Brezilyalı
Ronaldo’nun Dünya Kupalarının en golcü oyuncusu
rekorunu egale etmek.
FARYD MONDRAGON
Amerika 94’ün gece yarısı maçlarından biriydi. Rusya, iddiası kalmadığı grupta
Kamerun’a gol olup yağdı ve maçı 6-1 kazandı. O maçta Oleg Salenko tam 5 gol
atarak “Dünya Kupalarında bir maçta en çok gol atan oyuncu” rekorunu ele geçirdi.
Ancak Kamerun’un tek golünü atan “Dünya Kupaları tarihinin en yaşlı oyuncusu”
Roger Milla, Salenko’dan çok daha mutlu görünüyordu. Nasıl olmasındı ki? O golü
atarken tam 42 yaşındaydı ve aynı zamanda “Dünya Kupalarında gol atan en yaşlı
oyuncu” unvanını da kazamıştı. Futbolseverler anlamsız gözüken bir maçta,
iki rekora birden şahit oldu. Artık Roger Milla gibi birileri çıkıp 42 yaşında
kolay kolay gol atmayacaktı belki ama “en yaşlı oyuncu” rekoru, yakın
zamanda kırılabilir gözüküyordu. Ancak bugüne kadar pek yaklaşanı
dahi çıkmadı.
O günlerde Kolombiya’da Oscar Cordoba’nın yedekliğini üstlenen 22
yaşındaki genç Faryd, aklına böylesi bir hayali getirmiş
miydi bilinmez… Ama hem
1994 hem de 2014’de kadroya
dâhil olan tek oyuncu olan
Mondragon, 20 yıl sonra Roger
Milla’nın rekorunu kırabilir.
Tıpkı Zinedine Zidane’ın yaptığı
gibi Dünya Kupası öncesinde kulüp
kariyerini sonlandıran ve turnuva
sonrasında emekliye ayrılacak olan eski
dost, eldivenlerini son kez takım sahaya
çıktığı anda Dünya Kupası tarihine adını
kazıyacak.
Futbol hayatına ülkesinin Deportovi Cali’de başlayan
ve yıllar sonra yuvasına dönerek kariyerini aynı
kulüpte sonlandıran Mondragon, ülkemizin de
gördüğü en iyi kalecilerden biriydi. Güçlü bir
fiziğe sahip olmasına rağmen gerekli zamanda
“kedileşebiliyor”, refleks hamleleriyle hayati
topları çıkarabiliyordu. Onun adı geçtiği
zaman iki unutulmaz kare akıllara gelir.
Biri; Fenerbahçe’nin Denizli’de puan
bıraktığı haberi gelince, iki eliyle
kafasını sıkıştırıp, takımının ne
denli imkânsız bir şeyi başardığını
hissettirişi… Diğeri ise rakibin topla,
tüfekle hücum etmesine rağmen tek
başına Galatasaray’ı ayakta tuttuğu
Liverpool maçı… Ali Faryd Mondragon,
adı kesinlikle tarihe yakışacak!
RAFAEL MARQUEZ
Takvimlerde 1996 yılının yaprakları asılıydı. Meksika kulübü
Atlas’da genç ve sıra dışı bir stoper artık A takımla birlikte
sahalara çıkacaktı. Henüz 17 yaşındaydı. Adı
Rafael olan o çocuk, stoper pozisyonunda
oynamasına rağmen tekniğiyle dikkat
çekiyordu. Vasat takımlarda rahatlıkla 10
numaralı bölgeye yazılacak kadar. Hava
toplarında etkiliydi, frikiklerde topun
başına geçecek kadar şutlarına güvenirdi.
Haliyle fark edilmesi çok fazla zaman
almadı. Takip eden üç yılda tam 77 maça
çıktı ve Monaco’ya transfer oldu.
Ancak Rafael Marquez Fransa’yla sınırlı
kalmayacak, sahip olduğu yetenekleriyle futbolun
zirvesine doğru yola çıkacaktı: Barcelona. Ancak
oradaki stoper günleri pek uzun sürmedi. Bunun
nedeni başarısız bir savunmacı oluşundan değil,
Thiago Motta’nın, Edmilson’un sakatlığıya birlikte
artık ona defansif orta saha bölgesinde ihtiyaç
olduğu içindi. Meksikalı o bölgedeyken Barcelona’nın
17. Şampiyonluk Kupası’nı kaldırdı. Rafael Marquez
farklıydı. Oyunculuk yeteneklerinde olduğu kadar,
liderlik özelliğiyle de… 18 yaşında ilk kez milli olduğu
Meksika’nın kaptanlığa 2002 Dünya Kupası öncesi 23
yaşındayken getirilmesi, kimseyi şaşırtmamıştı.
Meksika 2002 Dünya Kupası’nda gruplardan çıkma
başarısını gösterdi. Almanya 2006’da benzer başarı
yakalanırken Marquez yine kaptandı. Güney Afrika
2010’da yine gruplardan çıkacaklar ve yine son 16’da
Arjantin duvarına çarpacaklardı. Ve evet, Marquez o
günlerde de kaptandı. Yıl 2014, Meksika Brezilya’da
başka bir Dünya Kupası macerasında. Rafael Marquez
ise hala kaptan! Dört farklı turnuvada kaptanlık… Bu bir
rekordu! Eğer Meksika bu kez çeyrek finale kadar çıkar ve
Marquez her maçta oynamayı başarırsa, Maradona’nın 16
maçlık “Dünya Kuparı’nda en fazla maça kaptan çıkma”
rekorunu da kıracak.
GIANLUIGI BUFFON
Nestor Sensini, Fabia Cannavaro, Enrico Chiesa, Faustino
Asprilla, Hernan Crespo, Stefano Fiore… Parma’nın efsane
kadrosuna elbette ki kusursuz bir kaleci yakışırdı. Francesco
Totti önderliğindeki 1996 U21 Şampiyonu İtalya’nın kalecisi
Gianluigi Buffon, sanki kaleye zaten 35 yaşında geçmeye
başlamıştı. Öylesine soğukkanlı ve tecrübeli gözüküyordu. Yan
toplarda çıkmayarak hata yapmış gibi gözüktüğü anlarda bile bir
planı vardı. Çünkü zaten kafayı vuracak oyuncunun şut açısını
kapatıyordu. Harika fiziği ve kalecilik zekâsıyla fark yaratan
Buffon, 2001’de “Dünyanın en pahalı kalecisi” unvanıyla
geçiş yaptığı Juventus’da zamanı durdurdu. Ve uzun
bir süre dünyanın en iyisi olarak kaldı. 90’lı yıllarda da,
2000’lerde de, 2010’larda da eline kağıdı kalemi alıp
“Altın 11” yapan her futbolsever, onun adını kaleye
yazdı.
1998 İtalya’yla Dünya Kupası’na katıldığında önünde
Pagliuca gibi bir dev vardı. Haliyle hiç oynama fırsatı
bulamayacaktı. 2002 Dünya Kupası’nda ise artık
takımının birinci kalecisiydi. Ancak çeyrek finalde
Güney Koreli Ahn’ın “Perugia’dan kovulma pahasına”
attığı altın gol, onu ve takımını hayal kırıklığına
sürükleyecekti. 2006 Dünya Kupası’nda Buffon yine
kaledeydi. Bu kez önünde çok daha güçlü bir savunma
vardı. Özellikle de turnuvanın oyuncusu seçilecek
Fabio Cannavaro. İtalya Dünya Şampiyonu
olduğunda, o da Dünya Kupası’nın en iyi
kalecisine verilen ‘Yashin Ödülü’ne
sahip oldu.
Annesi ve
babası
eski birer
atlet olan
Buffon’un iki
kız kardeşi de
voleybolcudur.
Genlerinde sporculuk yatan efsane
kaleci, sakat başladığı 2010 Dünya Kupası’nda
“Onu son kez bu büyük turnuvada izliyoruz”
diyenleri yanıltacaktı. 2014 Dünya Kupası’nda da
Azzurri kalesinin bekçisi değil “muhafızı” olacak.
Aynı zamanda 5 ayrı Dünya Kupası’nda boy gösteren
oyuncu olarak kırılması güç bir de rekora imza atacak.
Darısı Rusya 2018’e!
MIROSLAV KLOSE
Dünya Kupası 2002… Turnuva tarihinin en farklı skorlarından
birine imza atarak Suudi Arabistan’ı 8-0 yenen Almanya’da
genç golcü Klose ayrı bir parlıyordu. Her biri kafa golü olmak
üzere üç gol atmış ve turnuva tarihinde sadece kafa golleri
atarak hat-trick yapmayı başaran iki oyuncudan biri olmuştu. O
sıralar “dünyanın en iyisi kim?” tartışmaları Rivaldo, Zidane ve
Figo’nun arasındaydı… Beşiktaş’ta Sergen ve Pascal’ın dönüşü
söz konusuydu… Fenerbahçe’de Ortega transferiyle ortalık
yıkılıyordu… Efsane Lost daha başlamamış hatta Bizimkiler dizisi
bile hala bitmemişti… Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziğimiz ‘Rimi
Rimi Ley’ gerçeğiyle henüz tanışmamıştı... O günden bu yana çok
şey değişti; değişmeyen enderliklerden biri ise Klose’nin hala gol
atmayı çok kolay göstermesi ve hala Almanya’nın en önemli
gol silahlarından biri olması!
Golcülerin Hakan Peker’i Dünya Kupalarında
14 gole sahip. Brezilya 2014’de sahaya
çıkıp iki gol attığı anda efsane
Ronaldo’yu geride bırakarak kupa
tarihinin en golcü oyuncusu olacak. Bu
elbette ki unutulmaz ve tekrar kırılması
oldukça zor bir rekor olacaktır. Ancak
Klose’nin hali hazırda başka tatta Dünya
Kupası efsanelerine attığı birkaç imza
mevcut. Bahsi geçen 2002 Dünya Kupası’nda
attığı beş golün hepsi kafayla gelmişti. Sadece
o bir Dünya Kupası’nda bu kadar kafa golüne
sahip olabilmişti. Ayrıca Klose farklı üç Dünya
Kupası’nda en az 4 gol atabilen tek oyuncu.
Miroslav Klose, yakın zaman önce Almanya formasıyla
69’uncu golünü atmış 68 gollü Gerd Müller’i geride
bırakarak, Almanya Milli Takımı tarihinin en golcü
oyuncusu olmuştu. Geçtiğimiz Dünya Kupası’nda da yine
Müller’in bu kez Dünya Kupası rekoruna ortak olan Klose,
o durumla alakalı şöyle demişti: “Benim Gerd Müller ile
kıyaslanmam kendisine bir haksızlıktır. Ben 14 golü üç farklı
kupada atabilirken o bunu sadece iki turnuvada
yapmıştır.” Büyüklük sadece atılan gol sayısıyla
sınırlı değildi, Miroslav Klose her şeyiyle bu
oyunun en özel adamlarından biri.
Sercan Ergün
Dünya Kupası
HF133
TARİH BU HAKEMLERi UNUTMAZ
Teknolojinin alabildiğince hayatımızın her alanına girdiği şu zamanlarda futbol da
bundan nasibini aldı şüphesiz. Gol çizgisi teknolojisi 2014 Brezilya ile birlikte resmen
kulllanılmaya başlandı. Ancak bu hakemlerin, yalnızca topun çizgiyi geçip geçmediği
noktasında kararsız kaldıklarında yardımına koşacak bir teknoloji. Oyunun doğası
daha başka hatalara yol açmaya devam ediyor. Öyle ki Dünya Kupası başladığından bu
yana bol gollü, tempolu keyifli maçlar izliyoruz ama bir o kadar da hakem hatalarına
şahit oluyoruz. Güzellikleriyle tarihe geçme sinyali veren bu kupa hakemlerin akıl
almaz hatalarıyla da hafızalara kazınacak gibi. Nitekim bu turnuvadaki hatalar bir
takımın yalnızca mağlubiyetine sebep olmayabiliyor. Kimi zaman gruptan çıkma şansı,
kimi zaman tur şansı hatta şampiyonluklar bile hakem hatalarıyla kaçıyor. Biz de
bugünlerde dilimize pelesenk olmaya başlayan kupadaki hakem hatalarının tarihine
bakalım dedik ve en unutulmaz 10 tanesini sizler için derledik.
10
Sol bekin düşüşü
Avustralya’da herhangi bir futbol taraftarına
sorduğunuz ‘’Futbol dünyasında en nefret
ettiğiniz oyuncu kimdir?’’ sorusunun cevabı,
bugün hala Fabio Grosso’dur. Almanya’nın ev
sahipliğini yaptığı 2006 Dünya Kupası ikinci tur
maçında, 51. dakikada Materazzi’nin atılması ile
10 kişi kalan İtalya uzatmaların son saniyelerinde
bir penaltı kazandı. Maçın İspanyol hakemi Luis
Medina Cantalejo, Grosso’nun Neill tarafından
düşürüldüğüne hükmetti, oysa ki Grosso
rakibinden sıyrıldıktan sonra müdahale olmaksızın
kendini yere bırakmıştı. Oyuna Del Piero’nun yerine
dahil olan Totti, Schwarzer’ı penaltı vuruşunda
avlayarak takımını çeyrek finale taşıdı. Bu gol aynı
zamanda 24 yıl sonra gelecek olan 4. Dünya Kupası
9
yolunda yürüyüşün devamı anlamına geliyordu.
Bugün bile hala tartışılan bu karar İtalya’nın 2006
zaferinin yolunu açan ilk adım olarak gösteriliyor.
Ali Aydın mı o?
2002’den sonra tekrar Avrupa topraklarına
dönen kupa, grup aşamasında yine ilginç bir
hakem hatasına sahne oluyordu. 1993-2007
yılları arasında Premier League’de düdük çalan
ve 1996 yılından itibaren FIFA kokartına sahip
olan İngiliz Graham Poll, F grubunda oynanan
Hırvatistan-Avustralya maçında aynı oyuncuya
90 dakika içinde iki sarı kart göstermesine
rağmen oyundan atmayarak tarihe geçti.
85.dakikada Hırvatistan’dan Simic ve 87. dakikada
Avustralya’dan Emerton’u çift sarı karttan kırmızı
kartla oyundan atan Poll, 61. dakikada sarı kart
gösterdiği Hırvat Simunic’e 90.dakikada ikinci
sarı kartı gösterdi ancak oyuncuya kırmızı kartını
çıkarmadı. Doğru oyuncuya kartı gösteren İngiliz,
notlarına sarı kartı Simunic gibi 3 numaralı
formayı giyen Avustralyalı Moore’u yazarak hata
yapmıştı. Maç 2-2 sona ererken, Simunic görmesi
gereken kırmızı kartı 90+3.dakikada üçüncü sarı
kartının ardından görmüştü. Maçın ardından
açıklama yapan FIFA Başkanı Sepp Blatter ‘’Eğer
Avustralya yenilseydi ve kupanın dışında kalsaydı,
yapılan bu hata nedeniyle maçın tekrarlanması
için itiraz etme hakları vardı’’ demişti. Yaptığı bu
hata onun kupada, grup aşamasından sonra maç
alamamasına da neden olmuştu. Bu maç aynı
zamanda Poll’un son uluslararası karşılaşması
olarak da kayıtlara geçti.
8
Sovyetleri yakan ofsayt kararı
İnanın veya inanmayın, bazılarına göre 1986 Dünya
Kupası’nın en tartışmalı maçı Arjantin ve İngiltere
arasında oynanan mücadele değil. Sovyetler Birliği
ile Belçika arasında Meksika’nın Leon kentinde
oynanan son 16 maçındaki hakem hataları bugün
bile tartışılmakta. Efsane teknik adam Valeriy
Lobanovskyi yönetimindeki Rinat Dasaev’li,
Igor Belanov’lu SSCB normal sürede 2 kez öne
geçmesine rağmen maç uzatmaya gidiyordu.
Jan Cuelemans’ın bulduğu beraberlik golü bariz
ofsayt olmasına (ilk golde de ofsayt şüphesi
vardı) rağmen maçın İspanyol ve ABD’li yardımcı
hakemleri yaptıkları hatayla maça damgalarını
vurmuşlardı. Uzatma dakikalarında iki gol daha
bulan Scifo’lu Belçika böylece adını çeyrek finale
yazdırıyordu. SSCB ise belki de hak ettiği bir maçın
sonunda sahadan boynu bükük ayrılmıştı.
7
Schumacher’in tekmesi
Ülkemizde 1988-1991 yılları arasında
Fenerbahçe’nin de formasını terleten Almanların
efsane kalecisi Harald ‘’Toni’’ Schumacher, Dünya
Kupası’ndaki kötü şöhretini İspanya’da SanchezPizjuan’da oynanan yarı final mücadelesine borçlu.
Fransa ile Batı Almanya arasında oynanan 1982
Dünya Kupası yarı final mücadelesi 1-1 devam
ederken, Fransa kaptanı Michel Platini’nin
savunma arkasına gönderdiği topa hamle yapan
Patrick Battisson, Schumacher tarafından
acımasızca durduruldu. Battison’un vurduğu
top kalecinin solundan dışarıya doğru giderken,
maçın Hollandalı hakemi Charles George Corver
faul bile vermedi. Belki de üzerine gelen oyuncuya
uçan tekme atmak Hollanda’da sıradan bir
şeydi! Uzatma devresi 3-3 biten maç penaltılara
giderken, seri penaltı atışlarında Six ve Bossis’in
penaltılarını kurtaran Toni maçın kahramanı
oluyordu. Finale çıkan Batı Almanya’yı mağlup
eden İtalya ise Madrid’de kupayı 4. kez kaldırarak
Battison’un intikamını almıştı.
6
İspanyolca mı? O da ne?
Birçok insana göre Maradona’nın 86 Dünya
Kupası’nda attığı ‘’Tanrının Eli’’ golü, 20 yıllık
bir hesabın kapanması anlamına da gelir. 1966
Dünya Kupası’nda ev sahibi İngiltere ile Arjantin
arasında Wembley’de oynanan çeyrek final maçı,
futbol tarihinin en ilginç hatalarından birini içinde
barındırarak kayıtlara geçmiştir. Arjantin kaptanı
Antonio Rattin, Alman hakem Rudolf Kreitlein
ile arasında geçen tartışma sonrasında skandal
bir kararla 35. dakikada oyundan atılmıştır. İşin
ilginç tarafı ise Alman hakem hiç İspanyolca
bilmemektedir! Hakemin maçı İngilizlerin
kazanmasını istediğini düşünen Ratlin uzun süre
sahayı terk etmemekte diretmiştir. Daha ilginç
olan ise, Uruguay ile Federal Almanya arasında
oynanan bir diğer çeyrek final maçında Alman
savunma oyuncusu Schnellinger’in kaleye giden
topu bariz bir şekilde eliyle kurtarmasına rağmen
5
oyunu devam ettiren ve ikinci yarıda tartışmalı
kararlarla iki Uruguaylı oyuncuyu oyundan ihraç
eden hakemin İngiliz James Finney olmasıydı!
Türkçesi ‘’Körler sağırlar, birbirini ağırlar’’ olan
bu durum, FIFA tarafından ev sahibi veya
büyüklerin korunmasına kimileri tarafından örnek
gösterilmektedir.
38 santimi göremeyen hakem
Çizgiyi geçti mi, geçmedi mi? Bugün bile
Dünya Kupası maçlarını seyreden İngilizler
o pozisyon her akıllarına geldiğinde derin bir
of çekip bardaklarına sarılıyorlar. İngiltere
ve Almanya arasında oynanan 2010 Dünya
Kupası son 16 maçında, skor 2-1 Almanya
lehineyken Frank Lampard’ın vurduğu şut
Neuer’in koruduğu kalenin üst direğine
çarparak tam 38 cm kalenin içine düşüyordu.
Maçın hakemi Uruguaylı (şu işe bakın) Jorge
Luis Larrionda ve yardımcıları golü vermezken,
golden önce oyun üstünlüğünü elinde tutan
İngiltere, Müller’in gollerine engel olamayarak
yine hüsrana uğramıştı. 1966’da tartışmalı bir
şekilde kupayı kazanan İngilizler için 44 yıllık
hesap da böylece kapanmıştı.
4
Uzakdoğu esintileri- Bölüm 1
FIFA’nın turnuvalardaki ana ilkelerinden olan ‘’Ev
sahibi elenmesin’’den hareketle Güney Kore’nin
nasıl yarı final oynadığını birçoğumuz çok iyi
hatırlıyoruz. İlk kez Asya kıtasında düzenlenen
ve Japonya-Güney Kore ortaklığına sahne olan
2002 Dünya Kupası’ndaki Güney Kore-İtalya maçı
hepimizin hafızalarında. Maçın başında Güney
Kore lehine tartışmalı bir penaltı veren (Buffon
kurtardı) Ekvadorlu hakem Byron Moreno, uzatma
dakikalarında rakibinin müdahalesi ile yerde kaldığı
açıkça görülen Totti’yi hakemi aldatmaya yönelik
hareket sebebiyle oyundan atarak ilk yarıda
kaldığı yerden devam etti. Uzatma dakikalarının
sonuna doğru altın golü bulan Ahn Jung-hwan
ise turnuvanın ardından formasını giydiği İtalyan
ekibi Perugia’dan kovularak bir nevi takımının
diyetini ödedi. Perugia’nın sahibi Luciano Gaucci
‘’İtalyan futbolunu mahveden birine maaş ödemek
3
gibi bir niyetim yok’’ diyerek onun sözleşmesini
feshetmesi futbol tarihinin garip olaylarından biri
olarak kayda geçiyordu.
Uzakdoğu esintileri- Bölüm 2
Güney Kore’nin çeyrek finaldeki rakibi İspanya
olmuştu. Bu maçın hakemi ise Mısırlı Ahmed
El-Ghandour’du. Güney Kore’nin şanlı (!) final
yürüyüşüne katkıda bulunma sırası bu kez
ondaydı. İlk yarının hemen ardından gelen
İspanya golü ofsayt nedeniyle sayılmamıştı.
Golsüz beraberlikle sonuçlanan normal sürenin
ardından geçilen uzatma dakikalarının ilk
devresinde İspanya Joaquin’in sıfıra inerek yaptığı
ortada Morientes ile altın golü buluyor, ancak
gol bu kez de topun çizgiyi geçmesi sebebiyle
geçersiz sayılıyordu. Penaltı vuruşlarıyla yarı
finale yükselen Güney Kore’nin final yürüyüşünü
ise harika bir turnuva geçiren Oliver Kahn’ın
takımı Almanya dur diyordu.
2
Tanrının eli
Dünya Kupası tarihinin belki de en ünlü ve en
tartışmalı golü. 1986 Meksika Dünya Kupası’nda
karşı karşıya gelen Arjantin ve İngiltere
için, bu çeyrek final karşılaşması bir futbol
müsabakasından çok öte bir anlam taşıyordu. Dört
yıl önce iki ülke arasında yaşanan Falkland Savaşı
(Arjantinliler için Malvinas Savaşı) iki ülke arasında
düşmanlığa sebep olmuştu. Arjantin’in efsanevi
10 numarası Diego Armando Maradona’nın kaleci
Peter Shilton’ın üzerine çıkarak sol eliyle kaleye
gönderdiği top Tunuslu hakem Ali Bennaceur
tarafından gol sayıldı. Bu golden dört dakika
sonra orta sahada aldığı topla tüm İngiltere
savunmasını ve son olarak da kaleciyi çalımlayan
Maradona tarafından atılan ikinci gol yıllar sonra
‘’Yüzyılın Golü’’ olarak seçilirken, alınan galibiyet
Arjantin’in Dünya şampiyonluğu yolunda dev
bir adım olmuştu. Maçtan sonra eliyle attığı gol
1
sorulduğunda Maradona ‘’Biraz Maradona’nın
kafası, biraz da Tanrı’nın Eli’’ diyerek tarihe geçen
sözleri sarfetmişti. Maradona ayrıca bu galibiyetin
İngiltere karşısında alınmasının Malvinas için
alınmış bir intikam olduğunu da eklemeyi
unutmamıştı.
Hayalet gol
Geoff Hurst’un 1966 finalinde attığı golü buraya
almamın birden fazla sebebi var. İlki elbette
ki futbolun doğduğu topraklara geri döndüğü
turnuvada şampiyonluğa ev sahibi İngiltere’nin
uzanması. Bir diğeri de alınan bu şampiyonluğun
futbolun beşiği İngiltere’nin Dünya Kupası
tarihindeki ilk ve tek şampiyonluğu olup bunu da
oynadığı ilk ve tek finalde gerçekleştirmesi. Bir
diğer önemli husus da, İngiltere’nin İkinci Dünya
Savaşı boyunca savaştığı ve Nazi kuvvetleri
tarafından aylarca bombalanan Londra’nın ünlü
Wembley Stadyumu’nun maça ev sahipliği
yapmasıdır. Listedeki diğer hakem hatalarından
bu maçı ayıran bir diğer nokta da bu maçın bir final
karşılaşması olması ve başrolde orta hakemin
değil, yan hakemin yer almasıydı. O dönem
Sovyetler Birliği kontrolünde olan Azerbaycan,
bu maçta bir yan hakem ile temsil ediliyordu.
1964 yılında FIFA’nın resmi lisanslı hakemi seçilen
Behramov bu maça yan hakem olarak atanmıştı.
Bir Dünya Kupası final maçında hattrick yapan
ilk ve tek oyuncu olma ünvanına sahip Sir Geoff
Hurst’un bugün bile tartışılan vuruşu sonrası gol
kararı veren Behramov, yıllar sonra topun çizgiyi
geçip geçmediği sorulduğunda ‘’Stalingrad’’
cevabını vermiştir; Sovyetlerin Nazi ilerleyişini
durdurarak savaşın kaderini değiştiren kanlı
savaşa atıfta bulunmuştur. Azeri hakemin gol
kararını sadece intikam dürtüsüyle mi, yoksa
hakem içgüdüleriyle mi aldığı ise bugün hala tüm
gizemini koruyor. Maçın ardından İngiltere kraliçesi
II.Elizabeth’ten ‘’Altın Düdük’’ ile ödüllendirilen
Behramov, halen dünya futbol tarihinde Altın
Ayakkabı almış tek hakem olma unvanını koruyor.
Rafet B. Eryılmaz
Futbol Yönetimi
HF133
ÇIKAR ÇATIŞMASI?
FIFA’nın ve Sepp Blatter’in üstünde dolaşan kara bulutlar UEFA’yla yaşadıkları
çatışmayla iyice yoğunlaştı. Peki ama Blatter ne yaptı da futbolun en önemli kıtasını
yönetenlerle ters düştü?
1975 yılında FIFA’nın kapısından giren İsviçreli
yönetici Sepp Blatter, son 16 yılda bu kurumun
başkanlığını yürütmeyi başardı. Ne var ki Blatter’in
FIFA’da geçirdiği süre boyunca hakkında durmadan
söylentiler çıktı, suçlamalar yapıldı. Dünya sporuna
yön veren bu adamın attığı her adımın altında başka
şeyler arandı. Blatter’in hakkındaki spekülasyonlara
verdiği tepkiler de bu yaklaşımlardaki şüphe dozunu
artırmaktan başka bir işe yaramadı.
Blatter, iktidarının 16. yılını doldurup, 5. defa dünya
futbolunu yönetmeye hazırlanırken en yakın
müttefiklerinden birini kaybetme tehlikesiyle de
karşı karşıya kalmış gibi görünüyor. Dünya üzerinde
futbolun en yaygın spor olduğu Avrupa’nın futbol
yöneticileri Blatter’in 5. dönemine karşı çıktıklarını
yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Daha önce
birkaç özverili gazetecinin çalışmalarında hayat
bulan iddialar UEFA Başkanı Michel Platini başta
olmak üzere Avrupa futboluna yön verenlerce dile
getirilmeye başlandı.
Tutulmayan sözler...
UEFA’nın 2015’teki seçimler öncesinde takındığı
bu tutumda Blatter’in 2011’de seçilirken verdiği
sözleri tutmaması ana neden olarak göze çarpıyor.
İsviçreli futbol adamının Platini’nin ve UEFA’nın
desteğini alırken bir kez daha aday olmama sözü
verdiği biliniyor. Ne var ki Blatter, geçtiğimiz
günlerde seçimle ilgili olarak yaptığı açıklamada
“Yeniden başkan olmak istiyorum çünkü henüz
misyonumu tamamlamadım” ifadelerini kullandı.
Blatter’in bu yaklaşımıyla neyi kastettiğini
anlamak çok zor. Zira FIFA, onun döneminde hiç
kaybetmediği kadar itibar kaybetti. Sponsorların
ve belli başlı güç odaklarının güdümünde
işleyen bir kuruma dönüştü. Blatter’in bu
iddiaların üstünü örtmeye yönelik çabaları da bu
yolsuzluklarda payı olduğu izlenimini uyandırdı
elbette.
Blatter hakkındaki yolsuzluk iddiaları 1998’de,
o dönemki UEFA başkanı Lennart Johansson’a
karşı kazandığı seçimlerin ardından yüksek sesle
dile getirilmeye başlandı. Simon Kuper ve Dennis
Campbell gibi önemli spor gazetecilerinin iddiaları
kıta çapında yankı buldu. Bu iddialara göre
Blatter, FIFA Başkanı seçilebilmek adına Afrika
ve Orta Amerika ülkelerinin federasyonlarına
rüşvet veriyordu. Bu iddialar İngiliz gazeteci
Andrew Jennings’in FAUL! adındaki kitabında da
belgeleriyle yer buldu. Daha sonra 2002 Dünya
Kupası öncesinde FIFA’nın finansal tablolarında
kaynağı açıklanamayan giderlere dair tartışmalar
meydana geldi. Johansson bir kez daha bu iddiaları
gündeme getirdi, Blatter’i sıkıştırdı ve Avrupa
kamuoyunda olaya dikkat çekmeye çalıştı. Ancak
Blatter olayın üstünü örtüp, hiçbir yaptırımla
karşılaşmadan krizi atlatmayı başardı.
Bu yolsuzluk iddialarıyla gerilen UEFA-FIFA ilişkileri
Fransız futbol adamı Michel Platini’nin başkanlığa
seçilmesiyle yeniden normale dönmüş gibi
Michel Platini uzun zamandır uyum içinde çalıştığı
Sepp Blatter’in artık FIFA Başkanlığı için en büyük
rakibi konumunda.
göründü. Platini ve Blatter’in uyumlu bir şekilde
çalıştıkları son birkaç yıla kadar söylenebilirdi.
Ancak başta Avrupa Birliği olmak üzere kıtanın
kural koyucularıyla ilgili can sıkıcı açıklamaları
Blatter’in kıtadaki popülaritesini iyice azalttı.
2007’de İngiltere Premier League’deki yabancı
oyuncu ve teknik adamların etkinliğini eleştiren
açıklamaları Blatter’in bir kez daha hedef
tahtasına yerleşmesine neden oldu. Ayrıca yabancı
oyuncu sayısını 5’le sınırlamayı önermesi de
serbest dolaşım hakkını vatandaşlarına tanıyan
Avrupa Birliği’nin tepkisini topladı.
Zamanlama manidar mı?
Uzunca bir süredir kıta çapındaki etkisini kaybeden
Blatter’in neden şimdi yoğun şekilde eleştirildiği
ciddi bir merak konusu. Bunun altındaki
nedenlerden biri Blatter’in tutmadığı sözlerse
diğeri de Platini’nin FIFA başkanlığına gözünü
dikmesi olabilir. Zaten Fransız futbol adamı da bu
niyetini gizlemiyor. Ancak bu serüvene Blatter’i
koltuğundan etmek için atılmayacağının da
altını çiziyor. “1998’den beri onu destekliyordum
ancak artık onun arkasında değilim” diyor Platini.
“FIFA’nın taze bir kana ihtiyaç duyduğunu
düşünüyorum. Bunu ona da söyledim.”
Blatter’in ısrarlarına karşı çıkan tek kişi Platini
de değil üstelik. Hollanda Futbol Federasyonu
başkanı Michael van Praag da “16 yıldır bir
kurumun başındaysanız o kuruma ne kattığınızı
sorgulamanız gerekir. Eğer kurumunuzun itibarını
zedeleyen iddiaları ciddiye almıyorsanız orada
sorun vardır. Hangi açıdan bakarsanız bakın
FIFA’nın bugünkü konumundan Blatter’in sorumlu
olduğunu görürsünüz” ifadeleriyle tepkisini
dile getirdi. Van Praag ayrıca Blatter’in eleştiriyi
kaldıramadığının da altını çizerek görevi bırakması
gerektiğinin altını çizdi.
Avrupalı futbol federasyonlarının Platini’nin
olası adaylığında ondan yana tavır alacaklarını
bekleyebiliriz. Ayrıca Blatter’in Avrupa’daki büyük
futbol liglerine yönelik eleştirileri de 2015’teki
seçimlerde başını ağrıtacaktır.
Eli çok zayıf
Daha önce de bu tip durumlarla karşılaşan Blatter,
her seferinde aradan sıyrılmayı başarmıştı.
Yolsuzluk iddialarını 2011’deki seçimlerde
kendisine rakip olan AFC başkanı Mohammed bin
Hammam’ı yarıştan çekilmek zorunda bırakacak
şekilde manipüle etmişti. Fakat 2015’teki
seçimlerde benzer bir şeyi yapması bir hayli zor
görünüyor.
futbol adamı daha önce kendisini destekleyen
herkesi kaybetmiş durumda. Hakkındaki yolsuzluk
iddiaları da uluslararası basında çok daha yoğun
bir biçimde dile getirilmeye başlandı. 2015’te
yapılacak seçimlerde FIFA delegelerinin bu
sorunları göz önünde bulunduracağına şüphe yok.
Blatter’in karşısına Platini gibi güçlü bir adayın
çıkması halinde favori konumunda olacağını
söyleyebiliriz.
Tabii bu noktada futbolseverlerin aklına Blatter’in
ardından FIFA’nın nasıl şekilleneceği sorusu
gelecektir. FIFA, Blatter’den sonra şeffaf ve insan
odaklı bir kurum haline mi gelecek? Yoksa her
şey eskisi gibi devam mı edecek? Bunun cevabını
verebilmek için elimizden beklemekten başka bir
şey gelmiyor...
UEFA’nın desteğini kaybetmesinin yanında
Blatter, diğer ülke federasyonlarını da karşısına
almış görünüyor. 2014 Dünya Kupası sürecinde
Brezilya’da yaşanan protestolara yönelik yaklaşımı
Güney Amerika’daki popülaritesini yitirmesine yol
açtı. FIFA’nın en önemli finansörü konumundaki
sponsorlar ise 2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği
yapmaya hazırlanan Katar’daki stadyum
inşaatlarında ölen işçilere ve FIFA’nın bu ev
sahipliğini verirken rüşvet aldığı yönündeki
iddialara tepki gösterdiler. Adidas ve Coca Cola
başta olmak üzere sponsorlar, Katar’daki iddiaların
üzerine gidilmesini savunurlarken; Blatter, “İngiliz
medyası FIFA’ya karşı eskiden beri gelen nefretini
yine gösteriyor. Bunu ayrımcılık ve ırkçılık olarak da
yorumlayabiliriz” ifadelerini kullandı ve sorunlar
karşısında başkalarını suçlama alışkanlığını
sürdürdü.
Bu şartlar altında FIFA’daki Blatter döneminin sona
ereceğini söylemek ihtimal dahilinde. Zira İsviçreli
Blatter’in başı, rüşvet karşılığında Katar’a Dünya
Kupası düzenleme hakkı verdiği iddiası sebebiyle bir
süredir ağrıyor.
Sedat Çıtrak
Premier League
HF133
BEKLE BENi LONDRA GELiYORUM
Yıldızını parlattığı Arsenal’den ayrılıp, 2011 yılında çocukluk aşkı İspanyol devi
Barcelona’ya transfer olan Cesc Fabregas, geçirdiği 3 senenin ardından tekrar İngiltere
Premier League’e dönüş yaptı. Ancak bu sefer durağı Arsenal değil, ezeli rakip Chelsea
2003 yılında henüz 16 yaşındayken Londra’ya
gelen Cesc, geçirdiği 8 sene boyunca kaptanlık
dahil önemli deneyimler yaşadı. Aynı zamanda
Arsenal taraftarının da en sevdiği isimlerin
başında geliyordu. Ancak ne olduysa 2010 Dünya
Kupasından sonra oldu. Dünya Kupası’nı kazanan
İspanya’da Başkent Madrid’de yapılan kupa
törenine binlerce kişi akın etmişti. Törende takım
arka-daşlarını anons ederek taraftarlara alkışlatan
kaleci Pepe Reina, yanına Cesc Fabregas’ı çağırarak
Puyol ve Pique‘nin de yardımıyla Barcelona
formasını Fa-bregas’ın sırtına zorla geçirerek bu
transfere bir anlamda destek vermişlerdi. Barcelona
o yaz transferi gerçekleştirememişti belki ama
aradan geçen bir senenin ardından iki aşık daha
fazla bekleyemedi ve imzalar atıldı. Cesc’in yetiştiği
kulübe dönme arzusu her ne kadar Arsenal
taraftarını üzse de, bir gün mutlaka döneceğinden
eminlerdi. Öyle ki iki taraf sözleşmeye özel bir
madde eklediler. Bu maddeye göre Fabregas’ın
Barcelona’ya transferi sırasında sadece Arsenal’in
söz hakkı vardı ve 35m poundluk satın alma
opsiyonu verilmişti. Aradan geçen kupa ve başarı
dolu üç sezonun ardından Cesc, çocukluk aşkı olan
Barcelona’dan ayrılmak istediğini açıkladı. Üstelik
“Arsenal’den başka bir kulüpten oynamam” , “Bir
gün chelsea forması giyersem, beni öldürmenize
müsaade ederim“ gibi son derece kesin demeçlerine
rağmen yaklaşık 27 mi-lyon pound karşılığında
Chelsea’ye imza attı. Şaşırtıcı bir transfer olduğu
or-tada. Resmileşen bu transfer aynı zamanda
arkasında cevabı merakla beklenen bir takım
soruları da beraberinde getirmiş oldu…
Patronluktan kaçtı
Transfer olduğu zaman kendisine biçilen “Yeni
Xavi“ rolü kağıt üzerinde gerçekleşmesi mümkün
gibi gözükse de beklentileri tam anlamıyla
karşılayamadı. Fabregas, transferi sonrasında
nerede oynar sorusuna Iniesta ileri üçlünün soluna
geçer, Cesc, Xavi’nin yanına gelir görüşü ağırlıklıydı.
Zaman zaman da Messi’nin yokluğunda İspanya
Milli Takımı’ndan alışık olduğu sahte dokuz rolü ona
devredildi. Kısacası Fabregas’ın yuvaya dönmek için
çok istekli olması, yönetimin buna sessiz kalmayıp
transfere onay vermesi, bunun sonu-cunda Pep
Guardiola’nın takımda kendisine yer bulamaması
Barcelona’daki ilk sezonunun özetiydi aslında. İdolü
olan Pep Guardiola’nın takımdan ayrılmasıyla yerine
gelen Tito Vilanova ise ona güvendiğini pek çok
kez dile getirmişti. Tito, Fabregas’a olan güvenini
geçtiğimiz sezon Thiago Alcantara’nın Bayern’e
transferine izin vererek de net bir şekilde ortaya
koyuyordu. 27 yaşında daha fazla sorumluluk
alabilecek yeteneğe ve olgunluğa sahip olmasına
rağmen o hiçbir zaman bu sorumluluğu üstlenmedi.
Orta sahanın patronu olabilecekken sürekli bu
rolden kaçtı ve zamanla rotasyon oyuncusuna
evrildi. Geçtiğimiz sezon yaşanan başarısızlığın
birkaç nedeni varsa, gerçekleşemeyen bu rol
paylaşımı belki de en önemlisiydi.
Gelelim rakamlara. Her sezona muhteşem başlayan
Cesc, takıma ayak uydu-ruyor gibi gözükse
Barcelona’ya
geldiğinde ‘Yeni
Xavi’ olur dense
de o beklentileri
karşılayamadı.
de, takımın tabiri caizse “Banko “ oyuncusu
gibi görülmedi hiçbir zaman. İstatistiklerine
bakıldığında mükemmel performans gibi gözükse
de, bu rakamlar hep yanıltıcı oldu. Aynı zamanda
sorumluluk almaktan kaçındı, ne zaman isteneni
vermese sürekli birilerini suçlayarak, bahaneler
üretti. Görevinden ayrılan Pep Guardiola’yı kendisini
hem mevki hem de işlev olarak yanlış kullandığını
söyleyerek eleştirdi. Kısacası Barcelona’da varlık
gösterememesinin temel nedenlerinden biri
yaşadığı kimlik bunalımı oldu. Bir diğer etken
ise orta sahadan çok forvet gibi oynamak
istemesiydi. Bunu Euro 2012’de sahte dokuz
pozisyonunda oynayıp gol attığı dönemde yaptığı
açıklama doğruluyordu; “Gol atmanın tadına
bir kere vardığınız zaman orta sa-ha oynamak
istemiyorsunuz.”
Barcelona geçtiğimiz sezonu oldukça kötü geçirdi.
Deyim yerindeyse dibi gören Katalan ekibinin
önümüzdeki sezona yeniden başlangıç yapabilmek
adına kadroda ciddi revizyon yapması gerekiyordu.
Akıllara gelen ilk isim Xa-vi’nin hem yaş hem de
fizik olarak yaşlanması nedeniyle o bölgede forma
giyecek isimin kim olacağıydı. Aslında Cesc için
bir fırsattı bu. Ancak bu fırsatı değerlendirecek
cesarete sahip olmadığı için doğal olarak Xavi’nin
yerini dol-durmak adına çaba da sarf etmedi.
La Liga’yı benimsemeyip küçük görerek hayalini
kurduğu Premier League’e dönmek için adeta kulis
yaptı. İlk olarak Ar-senal’e dönmek istediğini söyledi
ama Arsenal sahip olduğu opsiyonu kullanmadı
ve olumsuz yanıt verdi. En sonunda Rotayı İtalya,
Fransa gibi liglere çevirmeden bir başka Londra ekibi
Chelsea’nin teklifini değerlendirmek zorunda kaldı…
Wenger düzeni korudu
İspanya Milli Takımı ile Brezilya’da bulunan Cesc
Fabregas basın toplantısında şu şöyle diyordu;
“Arsenal ilk tercihimdi. Kontratımda kararı onların
vermesi için bir madde vardı. Wenger ile konuştuk
ve oynayacağım yerde Mesut Özil’in olduğunu
ve ikimizin de takımda oynamasının imkansız
olduğunu söyledi “
Arsenal’in gerçekten kadrosunda Fabregas’a
ayıracak yeri yok muydu ? Mantıklı düşünecek
olursak şu an takımda yer alması açıkçası çok
gereksiz olurdu. Arsene Wenger’i, Arsene Wenger
yapan en önemli özelliklerden biri de takımdan
ayrılan yıldız isimlerin yerini her zaman elinde
bulunan potansiyelli futbolcularla doldurması oldu.
Örneğin, Cesc Fabregas’ın takımdan ayrılmasından
sonra o bölgede genç Ramsey’e forma vermekte
ısrar etti. Sa-katlıklar yüzünden potansiyelini ortaya
çıkarması biraz zaman aldı ancak şu an geldiği
seviyeyi bütün dünya görüyor. Keza Wilshere için
de aynı durum geçer-li. Wenger ne Ramsey’in ne
Wilshere’ın ne de Mesut’un önünü kesmek istiyor.
Bunun en önemli sebebi Arsenal’in şu an pek çok
parçayı oturtmuş olması. Fransız teknik adamın bu
düzeni 35 milyon euroluk Fabregas yüzünden bozmak istememesi gayet doğal.
Chelsea’de daha özgür
“Premier League’e geri dönmek istiyordum ve
Arsenal’in “Hayır”ından sonra seçeneklerimi
taradım. Birçok iyi teklif vardı, mantıklı seçeneklerdi.
Jose Mour-inho ile konuştum ve bana, beni
istediğini söyledi. Beni çok çabuk ikna etti. Duymak
istediklerimi söyledi ve beni kazandı. Çok çabuk
oldu. Çok mutluyum ve bence çok iyi olacak ”
Cesc Fabregas Chelsea transferini bu sözlerle
açıklamıştı. Mourinho’nun Lam-pard’ın takımdan
ayrılmasından sonra oluşacak boşluğu doldurmak
için iki adayı vardı; Atletico Madrid’in genç yıldızı
Koke ve İspanya’da çoğu kez karşı karşıya geldiği
Cesc Fabregas. Koke’yi Atletico Madrid’den
koparamayan Chelsea, rotayı Barcelona’da tam
anlamıyla beklentileri karşılayamayan Cesc
Fabregas’a yöneltti. Arsenal’den istediği yanıtı
alamayan Cesc, Mourinho’nun da ikna ka-biliyeti
devreye girince Chelsea’nin teklifine hayır diyemedi.
Peki Mourinho Fa-bregas’ı nasıl kullanacak?
Kendisinden en iyi verimi alabilmesi için nasıl bir
kadro yapılanmasına gidecek? Tüm bu soruların
cevabını vermemiz için henüz erken fakat kağıt
üzerinde tahminlerde bulunabiliriz.
İlk düşünce, Oscar’ın yerini Fabregas’ın dolduracağı
yönünde. Brezilya’da 4-2-3-1 atak oyununa
alışık olmasına rağmen Oscar, Chelsea kulübüne
katıldıktan sonra, Jose Mourinho’nun 4-3-3 tercihi
ile daha derin bir pozisyonda oynuyor ve gerideki
yaratıcılık eksikliğine çözüm sağlıyor.
İkinci ve daha önemlisi, Oscar orta sahada görev
yaptığı zaman çok daha etkili çünkü defansif
özellikleri de sahip. Evet, bu konuda çok iyi. Özellikle
devre arasında takımdan ayrılan 10 numara Mata
ile kıyaslandığı zaman farklılıklar göze çarpıyor.
Chelsea’nin bir diğer orta saha oyuncusu Matic alan
daraltarak Oscar’a bu anlamda çok fayda sağlıyor.
Kanatlarda ise aynı katkıyı verdiğini söyleyemeyiz.
Orta saha oynarken ve proaktif, savunma yaparken
çok daha rahat. Bu yüzden Mourinho “Benim 10
numaram Oscar“ demişti.
Dahası, Chelsea’nin geçen sezon için genel olarak
kabul gören sorunlarından birisi özellikle derin
savunmaları aşamamasıydı. Fabregas’ın savunma
yetenekleri bölünse de teknik olarak hala harika;
son derece direkt ve paslarında bilinçli; ayrıca hızlı,
isabetli ve akıl dolu paslarıyla hücumcular ile çok iyi
bir bağlantı kuruyor.
Barcelona’ya transfer oluyorsanız bazı
özelliklerinizden uzaklaşmanız gayet normal.
Döndüğünde bu Cesc için de sorun oldu. Kendisinin
söylediği üzere “Arsenal’de olduğu gibi her zaman
hücuma çıkmak istiyorum. Şimdi ise pozisyon
Mourinho, Cesc Fabregas’ı ikna etti
ve ona Chelsea forması giydirdi.
olarak daha öndeyim ama eskisi kadar topla
buluşamadığım anlar ol-uyor. Yani sabırlı olmalıyım.”
Chelsea’nin orta alan kurgusunda Ramires –
Matic –Oscar üçlüsü direnç olarak yeterli gözükse
de işin hücum kısmında yetersizliği ortada.
Oscar’ın geriden top alıp sürekli hareket halinde
olması nedeniyle öne doğru oynayacak biri yoktu
neredeyse. Hatta o bindirmeleri zaman zaman
Ramires yapıyordu. Mour-inho, Chelsea orta
sahasının yeterince güçlü olmadığı fikrini kabul
ederek Fa-bregas’ı ısrarla istedi. Yüksek ihtimalle
Cesc, Matic ile orta sahada görev alacaktır. Diğer
seçenek ise Oscar’ın yokluğunda hucumda takımın
beyni ol-ması. Chelsea’nin oyun temposunu
artırarak pas yüzdesini yükseltecektir. Özetlersek
Fabregas artık daha özgür. Barcelona’dan daha
serbest ama Arse-nal’den daha yapısal bir sistemde
oynayacak. Kariyerinin şu aşamasında aradığı şey
de buydu aslında…

Benzer belgeler

2015-2016 Matematik Bölümü MAT 101 GENEL

2015-2016 Matematik Bölümü MAT 101 GENEL FEN FAKÜLTESİ / MATEMATİK MAT 101 / GENEL MATEMATİK I DERSİNİ SEÇEN ÖĞRENCİ LİSTESİ

Detaylı

rus spor dünyasının en ünlü ve uyumlu çiftleri

rus spor dünyasının en ünlü ve uyumlu çiftleri atarak “Dünya Kupalarında bir maçta en çok gol atan oyuncu” rekorunu ele geçirdi. Ancak Kamerun’un tek golünü atan “Dünya Kupaları tarihinin en yaşlı oyuncusu” Roger Milla, Salenko’dan çok daha mut...

Detaylı

HF158 - Hayatım Futbol

HF158 - Hayatım Futbol bu durumdan haberdar değildi sadece. Ancak Akhisar’ı izledikçe algı değişecekti. 31 yaşındaki Bilal, mütevazı Akhisar kadrosunda orta sahaya hem çapa olup hem de hücuma katkı vererek algıyı öyle bi...

Detaylı