Untitled - Red Thread

Transkript

Untitled - Red Thread
Editör
Notu
Red
Thread
e‐dergisinin
editörleri
olarak,
ciddi
bir
çeşitlilikle
[heterogeneity]
karşı
karşıyayız.
Bu
çeşitlilik
bir
yandan
projenin
gerektirdiği
bir
şey,
çünkü
farklı
bölgelerden
insanların
dergiye
katkıda
bulunması
bekleniyor:
Merkezinde
Türkiye'nin
yer
aldığı,
Güneydoğu
ve
Doğu
Avrupa,
daha
doğrusu
Balkanlar
olarak
bilinen
bölgeyi,
Güney
Kafkaslar
ile
Ortadoğu
ve
Kuzey
Afrika'yı
içine
alan
bir
coğrafyadan
bahsediyoruz.
Öte
yandan,
"tabloyu
genişletmek"
ve
bölgesel
katılımcı
ağları
arasında
bağlar
kurmak
açısından
bu
çeşitliliğin
çok
verimli
olduğu
görülebilir.
İlişki
ağları
derken,
neredeyse
hepsi
kaynak
geliştirmek
için
oluşturulan,
bildiğimiz
anlamdaki
ağları
kastetmiyoruz.
Bizim
derdimiz,
söz
konusu
coğrafyanın
ortak
sorunlarına
el
birliğiyle
kafa
yormak,
böylece
görünürde
keskin
sınırlarla
ayrılmış
farklılıkları
kolaylıkla
aşılabilir
kılmak
üzere
karşılaşmaların,
dostlukların
ve
kolektif
üretimlerin
önünü
açmak.
Bu
çeşitliliğin
üretici
olmasının
yolu,
ortak
zemini
görünür
kılan
bir
karşılıklı
alışveriş
sürecinden
geçiyor:
Yerel
düzeyde
kendini
gösteren
çeşitliliklerin
ortak
bağlamı,
neo‐liberal
küresel
kapitalizmdir.
Bu
coğrafya
içinde
paylaştığımız
ortak
noktalardan
bahsettiğimizde,
akıllara
hemen,
yaşadığımız
bölgelerde
çoğu
zaman
şiddete
varan
çatışma
hali
ve
"çatışmaları
uygar
biçimde
çözecek
siyasi
irade"
eksikliği
gelir.
İşte
bu
e‐derginin
sorunsallaştırmaya
çalıştığı,
tam
da
"Batı
bakışının"
bu
locus
communis'idir.
Batı'nın
bu
coğrafyayla
ilgili
siyasi
imgeleminin
başat
unsurları,
etno‐milliyetçilik,
köktendincilik
ve
resmi
ideoloji
olarak
benimsenen
çokkültürlülüğün
arkasına
sığınılarak
içten
içe
sürdürülen
"şark
despotizmi"dir.
Entelektüel
ve
sanatsal,
yani
kültürel
üretimin
çeşitli
siyasi
(yeniden)
eklemlenmelerini
ele
alan
dergi,
günümüzün
neo‐liberal
kültür
politikaları
içerisinde
"kimlik"lerin
birbirinden
ayrılma
ve
(yeniden)
birleştirilme
biçimlerine
meydan
okumaktadır.
Derginin
ilk
sayısında
ortaya
atılan
sorular
şöyle
özetlenebilir:
Bir
konu
olarak
(yani
hem
güncel
bir
konu
hem
de
farklı
sanatçıların,
küratörlerin,
sanat
eleştirmenlerinin
ve
kuramcılarının
göründüğü
bir
alan
olarak)
sanat,
daha
geniş
kültürel
ve
sosyo‐politik
bağlamlarda
(küresel
neo‐liberal
çokkültürcü
politikalar
ile
yerel
ulusal
kültürler
arasında)
kendini
nasıl
konumlandırmaktadır?
Güncel
sanat,
entelektüel
üretim
ve
genel
olarak
kültür
alanındaki
aktörler
olarak
bizler,
bu
iki
konum
arasında
sıkışıp
kalıyor,
ikisinden
birine
bağlı
kalmaya
mecbur
mu
oluyoruz?
Dahası,
kültürde
direniş
ve/veya
müdahale
pratikleri
nasıl
tahayyül
edilebilir
ve
hayata
geçirilebilir?
Neo‐
liberal
kapitalizmin
teknolojileri
aracığıyla
mütemadiyen
yeniden
inşa
sürecinde
olan
"gerçeklik"le
nasıl
ilişki
kurmalıyız?
"Sol"
politikanın
hasar
görmüş
kavramlarını
nasıl
yeniden
ele
geçirebiliriz?
Başka
deyişle,
sanatsal
ve
kültürel
üretimler,
hem
sanatta
hem
politikada
yaşanan
mevcut
temsil
krizi
içerisinde
nasıl
politik
olabilir?
Benzerlikler
ve
farklılıklar
sorunsalı
dergideki
bütün
metinlere
damgasını
vuruyor
‐
coğrafî
özgüllüklerin
yanı
sıra
her
bağlamda
düşündürücü
benzerlikler
de
var.
"Asyaca
Direnmek",
başlığının
düşündürdüğü
kadar
"Asyalı"
olmayabilir;
Oksana
Şatalova'nın
metni,
bu
coğrafyadaki
toplumların
"farklı
zihniyeti",
kültürlerinin
"ötekiliği"
veya
"Doğululuğu"
olarak
algılanan
şeye
yönelik
sömürge
öncesi
veya
sonrası
yaklaşımlarda
daha
önce
pek
çok
kez
irdelenmiş
olan
"farklı
kültürleştirme"
sorunlarına
dikkat
çekse
de,
iktidarın
fiilî
eğiliminin
"aynılığı"nı
anlamak
açısından
çok
bariz
ipuçları
sağlıyor.
Dünyayı
"mantık
yerine
sezgiyle"
kavramaya
veya
temelde
horgörülen
ve
şiddetle
reddedilen
"metafor"lar
yoluyla
ifade
etmeye
çalıştığımızda,
onu
"farklı
şekilde
anlamak"
için
ne
kadar
çaba
göstersek
de,
tekinsiz
biçimde
benzer
olan
"şeyler"
ortaya
çıkar.
"Kurumlarla
ilgili
sorun"
(eleştirilecek
kurumlar
yokmuş
gibi
göründüğü
zaman
bile
bu
bir
"sorun"
olmaya
devam
eder),
"birşeylerin
olup
bittiği"
1990'lara
duyulan
özlem
(bizce
bu
yalnızca
Doğu
Avrupa'ya
özgü
bir
algı
değildir),
"kolektivite"nin
canlılığını
koruması
noktasında
artan
zorluklar,
kamusal
alanda
yaşanan
çeşitli
dönüşümlerin
artan
hızı
‐
bütün
bunlar,
bu
metnin
muhtemel
okurlarına
çok
tanıdık
gelecektir.
Belki
de
bu
benzerlikler
arasında
en
ilginci,
urodivy,
yani
"abdal"
figürüdür:
kamusal
alanda
nihayet
eleştirel
ifade
imkânına
sahip
olacağı
bir
konuma
kavuştuğunda,
o
konumu
dillendirirken
kendini
kasıtlı
olarak
marjinalleştirdiğini
gören
kişi.
Bu
süreç,
biçimi
bakımından
farklı
ve
ifade
aracı
olan
özgül
"dil"e
fazlasıyla
bağımlı
gibi
görünse
de,
sanatçı/eylemci
özne
daima
bu
süreçte
kendi
işlevini
belirler;
ele
aldığımız
özgül
durumda,
konuşabilmek
için,
önce
"hayattan
kopuk",
yani
"deli"
olduğunuzu
ilan
etmeniz
gerekir.
Sayı
#1
1
Editör
Notu
Vartan
Jaloyan'ın
"Ermenistan'daki
Yeni
Siyasi
Özneler
ve
1
Mart
Olayları"
başlıklı
metninde
de
keşfedilecek
pek
çok
"benzerlik"
var.
"Geçiş
senaryosu",
iyi
bilinen
bir
mefhumdur:
"Kamusal
alan"
önce
"demokratik
değişimleri"
hayata
geçirmek
için
araçsallaştırılır,
ardından
"işlevini
yerine
getirdiği"
ve
artık
bir
"sorun"
haline
geldiği
için
baskı
altına
alınır
ve
yeni
kurulan
otoriter
rejimler
tarafından
ele
geçirilir.
Berlin'in
doğusunda
yaşayan
herkes
bu
senaryoya
aşinadır.
Kapitalizmin
kendi
içindeki
çelişkiler,
"milliyetçi"
ve
"liberal"
kutuplar
arasındaki
çatışmalar
da
herkesin
malumu;
metinde
ayrıca,
soyut
"ulus"
kavramının,
gerçekte
siyaset
fikrini
"felce
uğratmanın"
ve
toplumun
genelinden
dışlamanın
aracı
olduğu,
siyasî
eylem
alanının
ya
daha
dolaysız
bir
"kentsel"
düzeyde
veya
‐
ekleyebiliriz
ki
‐
"ulus"unkinden
çok
daha
geniş
ve
somut
bir
uluslararası
alanda
açılacağı
kabulü
de
var.
Pek
çok
yerde
olduğu
gibi,
teknolojinin
köklü
değişimler
yaratmak
için
bir
araç
olarak
kullanılabileceği,
bütünlüğü
içinde
kavranamasa
da
fikir
olarak
mevcut;
hatta,
on
yıl
önce
olsa
e‐dergimizin
sayfalarında
Ermeni
"DVD
devrimi"
gibi
bir
konuyu
tartışacağımızı
tahmin
edemezdik.
Fakat,
çağdaş
ilişki
ağlarının
ve
teknolojik
"ifade
araçlarının"
bu
"gücü"nü
titizlikle
incelemek,
siyasî
eylemde
tamamen
"teknolojik
yaklaşım"lara
dayanmanın
ne
derece
etkili
olacağı
açısından
bu
gücün
sonuçlarını
iyi
ölçüp
biçmek
gerekiyor.
Geçtiğimiz
on
yılda
mantar
gibi
çoğalan
kendi
kendine
örgütlenmiş
ağların
gücüne
ne
kadar
inansak
da,
hangi
topluma
mensup
olursak
olalım
ya
da
toplumumuzun
algılanan
"gelişmişlik
derecesi"
ne
olursa
olsun,
Jaloyan'ın
metninde
altına
hepimizin
imza
atacağı
bir
cümle
var:
"Erivan'ın
kapitalist
yeniden
yapılanması,
şimdilik
sadece
büyük
iş
adamı
‘oligarklardan'
ve
ellerinde
büyük
ekonomik
güç
toplayan
ayrıcalıklı
devlet
adamlarından
oluşan
siyasi
yönetici
kesimin
yeniden
yapılanması
anlamına
da
gelmekteydi."
Benzerliklere
devam
edecek
olursak,
dergide
sergi
açılışlarında
yaşanan
şiddet
olaylarına
(veya
sergi
kapatma
vakalarına)
odaklanan
bir
bölüm
bulunuyor;
Belgrad'daki
"Exception
[İstisna]:
Kosovalı
Genç
Sanatçılar"
adlı
serginin
açılışının
engellenmesinden
yola
çıkarak
bu
"vakayı"
inceleyen
üç
metin
var
(Jelena
Vesić,
Dušan
Grlja
ve
Vladimir
Jerić);
diğer
bir
metin
(Balca
Ergener),
İstanbul'daki
"Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları
Sergisi"nin
açılışında
eserlerin
tahrip
edildiği
olayların
arka
planını
masaya
yatırıyor.
İki
olay
arasında
açık
birtakım
farklar
var:
Belgrad'dakinde
saldırının
hedefi
bizatihi
"sanatın
özerkliği"
olarak
algılandı;
İstanbul'dakindeyse,
sergi
belgesel
nitelik
taşıdığından,
"kamusal
ifade
hakkı"nın
tehdit
altında
olduğu
düşünüldü.
Ayrıca,
Belgrad'daki
sergi
hiç
açılmadı
ve
olaylardan
kısa
bir
süre
sonra
hem
galeriden
hem
de
kamusal
alandan
kaldırıldı;
İstanbul'daki
sergiyse
sonuçta
gösterildi
ve
bu
"vaka"
etrafında
kamusal
tartışma
yaşandı.
Gelgelelim,
burada
da,
her
iki
vaka
arasında
bahsettiğimiz
olaylar
etrafında
gözlemlenen
benzerlikler
önemlidir:
Her
ikisinde
de,
baskı
aygıtı
‐
polis
‐
ne
bu
sergileri
"sosyal
olarak
korunan"
sanat
etkinlikleri
kapsamına
aldı,
ne
de
teşhir
edilen
eserlerin
"polis
koruması
altında"
olduğunu
duyurdu.
Metinleri
okuyup,
polisin
kendi
görevini
inkâr
etmesinin
altındaki
sebepleri
irdeledikçe,
nedense
hep
Türkiye'yle
özdeşleştirilen
"derin
devlet"
kavramının
o
kadar
da
benzersiz
olmadığını
görüyoruz.
"Modern
ulus
inşası"
dediğimiz
şeyin
bütün
farklı
unsurları
"kimlik
politikasının"
evrenine
dahildir;
bu
unsurlar,
daima
şu
veya
bu
"elverişli"
söylemi
yeniden
üretmenin
fiilî
araçlarının
ve
kaynaklarının
kontrolüyle
bağlantılı
olan
yeni/eski
iktidar
tezahürlerine
hizmet
etmek
üzere
iyiden
iyiye
araçsallaştırılmıştı.
Bir
yanda
"tarihler",
öte
yanda
Tarih
vardır;
bildiğimiz
haliyle
dünyayı
biçimlendirmenin
ve
kontrol
etmenin
araçlarını
da
amacını
da
bu
büyük
harfli
Tarih
belirler.
Açıktır
ki,
bu
metinlerde
incelenen
sergiler,
ister
"sanatsal/güncel"
ister
"belgesel"
nitelik
taşısınlar,
"Tarih"e
müdahale
etme
girişimleri
olarak
algılanmıştır
‐
burası,
mevcut
iktidar
yapılanmasına
meydan
okuyanlar
için
yasak
bölgedir.
Polisin
işlevini
yerine
getirmemesinin
yanı
sıra,
her
iki
durumda
başka
benzer
mekanizmalar
da
vardır;
her
zaman
hazırda
bekletilen,
devletin
gayri
resmi
baskı
aygıtı
işlevi
gören
faşist
güruhların
kolaylıkla
devreye
sokulması,
kamusal
alanı
ve
kamuoyunu
yönlendirmek
için
"medya
makinelerinin"
gücünün
kullanılması,
sergileri
desteklemeye
yönelik
tepkiler
sırasında
bu
etkinlikleri
savunan
şahısların
kurumsal
bağlantıları
yerine
isimlerinin
kullanılması
(gerçi
bu
her
iki
durumda
farklı
sonuçlar
doğurmuştur,
bu
da
incelenmesi
gereken
bir
diğer
mevzudur).
Şükrü
Argın'ın
"Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları"
başlıklı
metninde,
sadece
bu
e‐derginin
alanını
oluşturan
coğrafyanın
tamamında
değil,
günümüzün
küreselleşmiş
kapitalist
dünyasının
dört
bir
yanında
da
ortak
olan
benzerlikler
açıkça
görülüyor.
Özel
sermayenin
kamusal
mekâna
ve
kamusal
alana
girmesi,
medya
imgeleri
aracılığıyla
siyasetin
gayri
siyasileştirilmesi,
Sayı
#1
2
Editör
Notu
parlamenter
demokrasinin
temeli
olarak
temsilin
çöküşü
gayet
iyi
bilinen
olgulardır
ve
uzun
yıllardır
ele
alınan
konuları
oluştururlar.
Şükrü
Argın'ın
"buharlaşan
siyaset"
olarak
tarif
ettiği
durumun
başat
unsurlarıdır
bunlar;
bu
ifadenin
Komünist
Manifesto'da
ortaya
atılmış
olması
da
tesadüf
değildir,
ne
de
olsa
bu
durum,
kapitalizmin
açığa
çıkardığı
eğilimlerden
biridir.
Siyasetin
ayaklarını
basacağı
sağlam
zeminin
kaybolması,
Argın'a
göre,
temsil
ve
meşruiyet
krizi
olarak
adlandırılan
olgularda
da
açıkça
görülebilir:
"Düzen‐karşıtı
parti,
örgüt
ve/veya
hareketler
için
asıl
mesele
‘meşruiyet
krizi'ni
derinleştirmek
ve
böylece
düzen‐içi
parti
ve
örgütler
için
bu
krizi
‘idare
edilemez'
bir
hale
getirmek;
buna
karşılık,
‘aidiyet
krizi'ni
aşmak
için
ne
yapılması
gerekiyorsa
acilen
onu
yapmak,
bu
krizi
aşmanın
yollarını
fazla
vakit
geçirmeden
bulmak..."
Günümüzde
siyaset
yapısı
ikili
ve
hiyerarşikleşmiştir.
Bir
yanda
uluslarüstü
kurumların
temsil
ettiği,
sıradan
insanların
erişimine
kapalı
olan
haute
politique;
öte
yanda,
sıradan
insanlara
havale
edildiği
varsayılan
ama
sorunların
kökeni
"yüksek
siyaset"te
yattığı
için
hiçbir
şeyi
çözemediği
görülen,
yerelleştirilmiş
ve
özgül
sorunlarla
ilgilenen
"alt
politika"
bulunur.
Bu
neo‐liberal
siyaset
(yeniden)
yapılanmasında
sıradan
insanlardan
sadece
biraz
daha
üstte
yer
alan
kültür
çalışanları,
kadim
"Ne
yapmalı"
sorusuyla
yüz
yüzedirler.
Şükrü
Argın
bu
soruya
cevap
ararken
üç
somut
eylem
örneğinden
hareket
eder.
İlki,
Moskova
Eylemciliği
grubunun
Tüm
Partilere
Karşı
Kampanya'sıdır:
Grup,
geçersiz
oylar
atarak
seçim
sürecini
sekteye
uğratmaya,
böylece
temsil
krizini
derinleştirip
ifşa
etmeye
çalışarak
siyasi
bir
etki
yaratmıştır.
Anti‐militarist
bir
girişim
olan
Rusya
Asker
Anaları
Komiteleri
Birliği,
"anneliğe
dayalı
siyaset"
olarak
adlandırılabilecek
bir
alternatif
önerir.
Üçüncü
örnekse,
Türkiye'de
Hrant
Dink'in
katledilişini
kamusal
olarak
lanetleyen
insanları
temsil
eder.
Bütün
bu
örnekler,
Şükrü
Argın'a
göre,
bizi
günümüzün
siyaset
yapısının
beslediği
sahte
seçimlere
mahkûm
eden
sözde‐temsilî
ve
kimlik
odaklı
politikalardan
"çıkış
imkânları"nı
temsil
eder.
Zeynep
Gambetti,
"İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı"
adlı
metninde,
farklı
kültürlere
mensup
ve
farklı
bakış
açılarına
sahip
konuşmacıların
"sınırlanmamış
iletişim"
kurmak
ve
diyaloğa
dayalı
çözümler
üretmek
amacıyla
biraraya
getirildiği
konferanslarda
edindiği
deneyimlerden
yola
çıkıyor.
Fakat
sonuç
genelde
bunun
tersi
olur.
Her
konuşmacı
ötekilerle
ilişkilenmeyi
reddederek
kendi
gündeminin
peşine
düşer
ve
çoğunlukla
belirli
bir
mağduriyet
pozisyonu
nedeniyle
kendisinde
böyle
bir
hak
görür.
Söz
ile
eylem
arasındaki
geleneksel
idealist
ayrımı
eleştiren
ve
her
söylemin
daima
bir
"söz
edimi"
olduğunu
vurgulayan
Gambetti,
solda
herkesin
malumu
olan
hizipleşmelerde
iktidar
ile
muhalefetin
izlerini
analiz
ediyor.
Son
dönemdeki
Türkiye
solu
örneğinde,
Ergenekon
operasyonlarına
karşı
alınan
tavır
etrafında
kendini
gösteren
bölünmeler
"hakiki"
sol
ile
"liberal"
sol
arasındaki
ayrımı
temsil
etti.
Gambetti
bu
bölünmede,
iktidarın
ayna
imgesi
olan
muhalefetin
iktidarından
izler
bulur.
Hannah
Arendt’in
konuşan
insanları
hem
birbirine
bağlayan
hem
de
ayıran
"masa"
metaforuna
başvurarak
özgürleşmeye
yönelik
eylemin
imkânları
üzerine
düşünür.
İktidara
muhalefeti
tahayyül
edebilmek
ve
eylem
ve
öznellik
biçimlerini
tartışmak
amacıyla
Zapatistlerden
örnekler
verir.
Gambetti'nin
metninde
olduğu
gibi
Tanıl
Bora'nın
"Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm"
başlıkla
makalesinde
de
solda
yaşanan
büyük
yarılma
konu
alınıyor
ve
her
iki
tarafın
konumu
birden
sorunsallaştırılıyor.
Tartışmadaki
muhatabının
zaaflarını
teşhir
etmekten
ibaret
kalan
ve
politik
aklı
ikili
bir
kimlik
karşıtlığına
kitleyen
anlayışın
politik
eylem
değil
sinizm
üreteceğini
savunan
Bora,
sosyalizm
ve
liberalizm
arasındaki
sorunlu
ilişkinin
yeniden
düşünülmesi
çağrısında
bulunuyor.
Yazıda
eşitlik,
kamu,
sosyal
devlet
gibi
konulardaki
açık
farklarının
yanı
sıra
iki
taraf
arasında
hak
ve
özgürlükler
temaları
etrafında
iliklenmeler
olabileceği,
bu
alanda
liberalizmin
başvurduğu
soyut
nitelikli
tanımlamalara
sosyalizmin
maddi‐nesnel
gerçekleşme
koşulları
üzerindeki
vurgusuyla
somutluk
kazandırabileceği
ifade
ediliyor.
Wallerstein'ın
radikal
bir
direniş
pratiği
olarak
liberalizmin,
artık
kapitalizm
dahilinde
gerçekleştiremeyeceği
anlaşılan
hak,
özgürlük
ve
eşit
yurttaş
statüsüne
dair
vaatlerinin
sahiplenilmesi
çağrısını
dikkate
alan
Bora,
farklı
türden
talepleri
yanyana
dile
getirebilecek
bir
dilin
gerekliliğine
ve
sosyalizmin
liberalizm
ile
olan
gerilimini
kendisini
zinde
tutacak
kaynaklardan
biri
olarak
kullanabileceğine
işaret
ediyor.
"Milliyetçilik
hem
her
yerde
var
olan
hem
de
hiçbir
yerde
elle
tutulamayan;
duruma
göre
içi
doldurulan,
daha
sonra
içi
boşaltılıp
tekrar
doldurulan,
zaman
içinde
değişen
içeriğiyle
adeta
her
Sayı
#1
3
Editör
Notu
şeyi
anlatan
ve
tam
da
bu
yüzden
hiçbir
şeyi
anlatamayan
bir
kavram
haline
geliyor.
Öyle
ki,
ulus‐
devletlerin
kurucu
ideolojisi
olarak
milliyetçilik
kavram
olarak
hayatını
sürdürse
de,
değişen
zamanla
birlikte
çok
daha
başka
gerçeklikleri
saklar
hale
geliyor."
Meltem
Ahıska,
Ferhat
Kentel
ve
Fırat
Genç,
"Milletin
Bölünmez
Bütünlüğü":
Demokratikleşme
Sürecinde
Parçalayan
Milliyetçilik(ler)
adlı
kitaplarında
yer
alan
bu
pasajda,
milliyetçiliği
kimlikler
üstü
düzeylere
erişen
yekpare
bir
ideoloji
çerçevesinde
düşünmek
yerine,
milliyetçiliğin
gündelik
hayatta
nasıl
işlediğini,
kapitalist
küreselleşme
çağında
önerilen
(yegâne)
birleştirici
güç
olarak
farklı
bireylerin
ya
da
cemaatlerin
hangi
arzularını
ve
rahatsızlıklarını
temsil
ettiğini
incelemeyi
öneriyorlar.
Siren
İdemen'in
yazarlarla
yaptığı
söyleşi,
dergide
"Milliyetçilik
Üzerine"
başlığıyla
yayınlanıyor;
söyleşide,
yazarların
deyişiyle
"örtünün
altındaki
karmaşa"ya
veya
"farklı
gerçekliklerin
üzerinin
örtülmesine"
daha
somut
bir
isim/biçim/yüz
vermeye
çalışılıyor.
"Oturduğumuz
yerden
milliyetçilik
üzerine
konuşmak
başka,
Anadolu'yu
arşınlayıp
yüz
yüze
görüşmeler
yapıp
konuşmak
başka"
diyen
Siren
İdemen,
söyleşinin
temel
sorusunu
da
ortaya
koyuyor:
milliyetçilik
kalkanıyla
korunan
sınıf
farklılıkları,
toplumsal
adaletsizlik,
aşağılanma,
dışlanma,
güvencesizlik
ve
korku,
neden
ve
nasıl
olup
da
doğrudan
ifade
edilemiyor?
Siren
İdemen'in
Meltem
Ahıska,
Ferhat
Kentel
ve
Fırat
Genç'le
yaptığı
söyleşide,
günümüz
Türkiye
toplumunun
kendine
has
özellikleri
ve
gelenek
ile
modernleşme
arasındaki
içsel
çatışmaları
masaya
yatırılıyor;
aynı
zamanda,
Sırbistan
veya
Latin
Amerika
ülkeleri
gibi
başka
periferi
toplumlarıyla
arasındaki
benzerliklere
ve
farklılıklara
dikkat
çekiliyor.
Brian
Holmes,
"Kendinden
Geçme,
Korku
ve
Sayı:
‘Kalabalıkların
Adamı'ndan
Kendini
Örgütleyen
Çokluk
Mitlerine"
adlı
metninde,
somut
"sergi
raporu"ndan
uzaklaşıyor,
güncel
sanatın
stratejilerini
daha
geniş
ölçekli
toplumsal
ve
siyasî
stratejilerle
karşılaştırarak
analiz
ediyor.
Claire
Staebler
ile
Jelena
Vesić'in
küratörlüğünde
DEPO
İstanbul'da
gösterilen
No
More
Reality
[Crowd
and
Performance]
(Gerçeklik
Bitti:
[Kalabalık
ve
Performans])
sergisi,
"garanti
ve
güvenlik"
propagandasıyla
kamusal
mekânı
kontrol
edecek
yeni
mekanizmaların
icat
edildiği
1990'larda
yaşanan
küresel
dönümüşü
gözlemliyor
ve
inceliyordu.
Kitlesel
çatışmalara,
savaşlara,
gösterilere
ve
grevlere
dair
haberler,
insanların
hayal
gücünü
besleyen
ve
birer
tüketim
nesnesi
haline
gelen
estetize
edilmiş
imgelere
dönüştürülür
‐
tıpkı
"aksiyon"
veya
"doğal
afet"
filmleri
gibi.
Bunların
işlevi,
bizi
dehşetin
başka
bir
yerde
olduğuna,
tüketimci
haz
ve
güvenlik
duygusuna
rahatlıkla
teslim
olabileceğimize
inandırmaktır.
Gerçeklik
Bitti
sergisi,
sürekli
istisna
haline
tabi
tutulan
sokaklardaki
kalabalıkların
bozguncu
potansiyelini
odağına
alıyordu;
Brian
Holmes'un
metni
ise,
bu
odağa
hem
tarihsel
hem
de
güncel
bir
persektif
kazandırıyor.
Holmes,
"günümüzde
süregiden
politik
hayatın
kaygı
ve
kendinden
geçmelerine
musallat
olmaya
devam"
eden,
20.
ve
21.
yüzyıla
ait
üç
figür
öneriyor:
"Elimizde
ilk
olarak
19.
yüzyıl
bireyinin
kalabalıkla
olan
ilişkisi
var
ve
bu
ilişki
genel
eşitlik
ilkesini
temel
alır.
Pozitif
yüzünü
flâneur'ün
gönüllü
metamorfozlarında,
negatif
ikiziniyse
şuursuz
kalabalıkların
kendisini
seyreden
kişiyi
öngörülemez,
şiddetli
bir
panik
patlamasına
sürükleyebilecek
ani
anaforlarında
gösterir.
İkinci
olasılık,
biyolojik
dürtülerin
otoriter
bir
liderin
hayatın
ötesindeki
bedeninde
yarı
hipnotize
halde
erimesi
hali
tarafından
yönetilen
yirminci
yüzyıl
kitleleriyle
ilgilidir.
[...]
Son
olarak
üçüncü
figür,
bir
kendini
örgütleme
ilkesi
tarafından
yönetilen
çağdaş
çokluktur.
Bu
ilke
Paolo
Virno
ve
Antonio
Negri
gibi
yazarların
geçtiğimiz
yıllarda
kucakladığı
pozitif,
yükselen
kolektif
akıl
maskesinde
ortaya
çık[ar].
"
Sanatın,
mevcut
iktidar
yapılanmalarına
müdahale
etme
ve
bunları
değiştirme
açısından
taşıdığı
potansiyel
ne
olabilir?
Erden
Kosova,
Türkiye'de
1980'lerden
başlayarak
sanat
pratiklerine
dair
eleştirel
bir
okuma
sunuyor.
Sanat
dünyası
ile
siyaset
arasındaki
ilişkiler
hep
gergin
ve
çatışmalı
olagelmiştir.
Kosova,
1980
askerî
darbesi,
Güneydoğu'da
Kürtlere
karşı
yürütülen
savaş
ve
daha
yakın
dönemde
Hrant
Dink'in
katledilişi
gibi
önemli
siyasî
olaylara
ve
koşullara
değinerek,
siyasî
atmosferin
sanat
üretimini
ve
sanatçıların
tavrını
nasıl
etkilediğini
ele
alıyor.
Ayrıca
Türkiye'nin,
aynı
anda
hem
özlem
hem
de
nefret
duyulan
Batı'nın
kavramları
arasında
sıkışıp
kaldığını
hatırlatıp,
bazı
eserlerin
"yerel"
algısına
karşıt
olarak
"ithal
edilmiş"
olarak
algılanmasının
altındaki
siyasî
içerimlere
dikkat
çekiyor.
Güncel
sanat
ortamı
artık
çok
daha
çeşitli
ve
yerelleşmiş
durumda,
ayrıca
çok
daha
"politik".
Farklı
formlarda
sanat
üreterek
güncel
siyasî
meseleler
karşısında
tavrını
gösteren
çok
sayıda
alternatif
sanat
kolektifi
var.
Gelgelelim,
bu
sanat
ortamı
profesyonelleşme
ve
bireyselleşme
eğilimlerinden
ve
bunların
yaralayıcı
çatışmalarından
azade
değil.
Kosova,
bu
eleştirel
güzergâhta
ilerleyerek,
alternatif
sanat
mekânlarına
ve
kolektiflerine
Sayı
#1
4
Editör
Notu
bağlı
kalmakta
ısrar
edebilmek
için
sanatın
ekonomi
politiği
üzerine
daha
derinlemesine
kafa
yormak
gerektiğini
vurguluyor.
Rastko
Močnik'in
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
başlıklı
çalışması
Yugoslavya'nın
dağılması
sürecinde
yazılmış
ve
sonraki
çözümler
üzerinde
etki
sahibi
olmuş
önemli
metinlerden
biri.
Yazar,
Yugoslavya
deneyimi
içinde
tek‐parti
yönetiminin
belirlediği
resmi
siyasete
karşı
geliştirilmiş
olan
özgürleştirici
söylemin
dağılma
sürecine
girildiğinde,
özellikle
Slovenya'nın
bağımsızlığının
tesis
edilmesi
örneğinde
görüldüğü
üzere,
küresel
ölçekte
etkiler
yaratabilecek
radikal
bir
alternatif
sunabilme
şansını
elinin
tersiyle
ittiğini
ve
ulus‐devlet
çerçevesinde
formüle
edilen
çıkarlarının
savunulması
üzerine
kurulu
kolaycı
yolun
tercih
edildiğini
savunuyor.
Radikal
fark
imkânının
değerlendirilememiş
olmasını
aynı
dönemdeki
kuramsal
konumlara
damgasını
vurmuş
"ütopyen
düşüncenin
sonu"
söylemiyle
ilişkilendiren
Močnik,
Yugoslavya
ve
benzer
örneklerde
yüzeye
çıkan
gerilimleri
(faşist
güçlerin
etkinlik
kazanması
da
dahil
olmak
üzere)
çevresel‐kapitalizmin
yeniden
düzenlenmesinde
yaşanan
yapısal
sorunlarla
ilişkilendiriyor.
Anahatlarını
Močnik'in
yazısında
bulduğumuz
dinamiklerin
sözkonusu
çevresel
coğrafyalardaki
güncel
siyasetin
Batı'ya
entegrasyonu
savunan
demokratlar
ile
şovenist
milliyetçi
güçler
arasına
sıkıştığı
bir
manzaraya
kadar
uzandığı
görülüyor.
Dušan
Grlja'nın
"Sosyalizm
Sonrası
Özerkliğin
Çatışkıları"
başlıklı
yazısı
da,
bu
kutuplaşma
sürecinin
kültürel
üretim
üzerindeki
izlerini
sürmeye
girişiyor.
Grlja,
"özerklik"
kavramı
üzerine
düşünüyor
ve
bu
kavramın,
insanları
"tekbenci
girişimci
özneler"
olarak
"serbest
piyasa
ekonomisine"
katılmaya
ve
"belirli
bir
kültürel
(ulusal,
etnik
veya
dinî)
grubun
mensubu
olarak
kaderlerini
tayin
etme
haklarını"
benimsemeye
davet
eden
hâkim
sosyalizm
sonrası
"akıl"
tarafından
gasp
edildiğini
gösteriyor.
Özerkliğe
yönelik
hâkim
çağrı,
paradoksal
biçimde,
başta
komünizm
karşıtlığı
olmak
üzere
neo‐liberalizmin
temel
ideolojik
araçlarını
yeniden
onaylayarak
yeni
ve
daha
incelikli
bağımlılıklar
yaratıyor.
Böylece
"özerklik"
bütün
kültürel
etkinlikleri
tanımlayan
ve
kültür
endüstrisini
besleyen
bir
şart
haline
geliyor
‐
özellikle
de,
"ilerici"
olma
iddiasındaki
AB
kaynaklı
ve
destekli
projelerin
bağlamı
içerisinde.
Sanat
ile
kültürün,
eskinin
çatışan
taraflarını
uzlaştıracağı
ve
"kültürlerarası
bir
diyaloğu"
güçlendireceği
varsayılıyor.
Peki
bu
durumda
siyasî
bir
kırılma,
bir
kopuş
nasıl
yaratılabilir?
Bu
yapılanmada
gerçekten
özerk
olmanın
imkânı
var
mı?
Dusan
Grlja,
özerkliğin
bireysel
bir
proje
olamayacağını,
kolektif
maddî
pratiği
gerektirdiğini
iddia
ediyor.
Mevcut
kültür
alanı
içerisindeki
faaliyetlerin
dışında
kalmak,
bunlara
karşı
tavır
almak
yeterli
olamaz
ona
göre.
Müdahale
kavramının
tam
olarak
ne
anlama
geldiğini
özlü
bir
biçimde
tartışıyor.
Özerklik,
veya
yazarın
ifadesiyle
"bitmek
bilmeyen
bir
özerkleşme
süreci",
"verili
‘rasyonelliğin'
sınırlarını
sınama
(ve
karşı
koyma)
yoluyla
gerçekleşebilir."
Tek
bir
kırılma
hedeflenemez,
birkaç
cephede
birkaç
kırılma
yaratılmalıdır.
Bu
tehlikeli
savaşta
müdahaleler
icat
edilip
yeniden
icat
edilmelidir,
aksi
halde
kolayca
karşı
tarafa
kayabilirler.
Sayı
#1
5
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
Daralan
Kamu
1970’lerin
sonlarından
bu
yana
neoliberal
hegemonya
altında
yaşıyoruz.
Küresel
düzeyde
etkili
olan
bu
hegemonyanın
en
bariz
veçhesi,
hiç
şüphe
yok
ki,
“özel”in
“kamu”ya
yönelik
sürekli
ve
şiddetli
hücumudur.
Üstelik
neoliberal
ideoloji
“kamu”
ile
“devlet”
terimleri
arasındaki
mevcut
çakışmaya
yaslanarak
ya
da
şöyle
diyelim,
bu
terimler
arasındaki
mevcut
çağrışım
ağlarını
aktive
ederek
“kamu”ya,
“kamusal”a
yönelik
bu
hücumlarını
güya
“devlet”e
ve
“devlet
müdahalesi”ne
yönelikmiş
gibi
sunabildi
ve
bu
sayede
hem
kendisini
klasik
liberalizmin
köklü
özgülükçü
geleneğinin
halis
ve
sadık
bir
takipçisiymiş
gibi
göstermeyi,
dolayısıyla
devletle
arasındaki
özel
bağı
perdelemeyi
hem
de
karşıtlarını
daha
baştan
“devlet”i,
“devlet
müdahalesi”ni
savunur
duruma
düşmek
gibi
sıkıntılı
bir
konuma
sıkıştırmayı
başardı.
Batı’da
“refah
devleti”nin,
Doğu’da
“devlet
sosyalizmi”nin,
Üçüncü
Dünya’da
“anti‐demokratik
devlet
yapıları”nın
sebep
olduğu
tüm
sıkıntı
ve
dertler
“kamusal”ın,
“kamu”nun
yerle
bir
edilmesinin
ve
harabelerinin
özel
teşebbüsün
av
sahası
haline
getirilmesinin
vesilesi
olarak
kullanıldı.
Önce
“tinsel”
–
“kültürel”,
“siyasi”
–
mevcudiyeti
hedef
alındı
“kamu”nun,
sonra
da
“maddi”
‐
“toplumsal”‐
mekânları
topa
tutuldu
teker
teker.
Neoliberal
hegemonya
yerleşip
kurumsallaştıkça,
“ortak
iyi”
fikrine
dayalı
cumhuriyetçi
ya
da
sosyalist
sıfatlı
her
türden
pozitif,
yani
sınırları
içeriden
çizilmiş,
dolayısıyla
“herkesin
mülkü
olduğu
ilan
edilmiş
kamusal
alan”
anlayışı
bir
yana,
“herkesin
kendi
özel
iyi”sini
serbestçe
seçip
yaşayabileceği
ilkesine
dayalı
liberal
sıfatlı
her
türden
negatif,
yani
sınırları
dışarıdan
çizilmiş,
dolayısıyla
“hiç
kimsenin
mülkü
olmadığı
ilan
edilmiş
kamusal
alan”
anlayışı
dahi
modası
geçmiş,
tutucu,
hatta
“gerici”
anlayışlar
olarak
etiketlenip
aşağılanır
hale
geldi.
Neoliberal
hegemonya
“kolektif”
sıfatına
sadece
bir
şirket
formu
olarak
katlanabilirdi
ve
hiçbir
yerin
–
özellikle
de
“herkese
ait
ya
da
hiçbir
kimseye
ait
olmayan
bir
yer”in‐
menzili
dışında
kalmasına
asla
katlanamazdı,
katlanmadı
da.
Zira
süreç
içinde
“kamusal
alan”
sadece
fikir
olarak
gözden
düşmekle
kalmadı,
fiziksel
olarak
da
saldırıya
uğradı.
Şehirlerin
sokakları,
caddeleri,
meydanları
yurttaşlar
cemiyetinin
kamusal
mekânları
olmaktan
çıkarılıp
hızla
tüketiciler
cemaatinin
ışıltılı
ticari
vitrinleri
haline
getirildi.
Şehirlerin
nabzı
bundan
böyle
“agora”larda,
meydanlarda
değil,
agora‐fobik
alışveriş
merkezlerinde
atar
hale
gelmeye
başladı.
Özel
konutlara
çekilmiş
mahrem
hayatların,
özel
mülk
kaleleri
olarak
inşa
edilmiş
işyerlerinin
sakinlerine
attıkları
her
adımda
“kamu”yu
hatırlatan,
üzerlerinde
o
hayatların
yaşanmasını
ve
o
kalelerin
inşasını
mümkün
kılan
sancılı
“ortak”
tarihin
derin
izlerini
taşıyan
sokaklar
kamusal
çehrelerini
giderek
daha
fazla
yitirip
“metalar
alemi”nin
özel
labirentlerine
dönüştüler.
“Kamusal
alan”ın,
“özel”in
bu
sürekli
ve
şiddetli
hücumları,
daha
doğrusu
tecavüzleri
sonucu
giderek
daralmasının
bir
yığın
önemli
sonucu
var.
Ancak
sanırım
bunların
en
önemlisi
“siyasetin
buharlaşması”
diyebileceğimiz
haldir.
Burada
“buharlaşma”
ile
birbiriyle
ilişkili
iki
farklı
duruma
işaret
edilmek
isteniyor.
Birincisi
gayet
anlaşılır
bir
şey:
“Kamusal
alan”ın
daralması
doğal
olarak
siyasetin
ayaklarının
yerden
kesilmesi
ya
da
siyasal
öznelerin
ayaklarını
basacak
yer
bulamaması
gibi
sıkıntılı
bir
duruma
yol
açar.
Daha
önce
de
değinmiş
olduğumuz
gibi,
bir
kere,
şehir
meydanları
hızla
“şehrin
sakinleri”nin
mülkü
olmaktan
çıkıyor.
Son
derece
somut
anlamda
okunabilir
bu
iddia:
Biraraya
gelebileceğimiz
fiziki
mekân
anlamında
“meydan”larımız,
“agora”larımız
yok
artık,
ya
da
diyebiliriz
ki,
giderek
azalıyor
bu
türden
yerler.
Şehrin
sakinlerinin
biraraya
gelebileceği;
buluşabileceği,
rastlaşabileceği
mekânlar
hızla
buharlaşıyor.
Bu
“buharlaşma”nın
aslında
kuşatıcı
bir
“metalaşma”
sürecinin
ürünü
olduğunu
biliyoruz.
Bu
nedenle,
“buharlaşma”dan
çok,
açık
bir
“işgal”den
söz
etmek
galiba
çok
daha
yerinde
olur.
Meydanlar
şehrin
sakinlerinin
biraraya
gelebildiği
“ıssız”
yerler
değil,
buraların
artık
sahibi
var.
Çoğu
yerde
yurttaş
kimliğinizle
başı
boş
dolaşamazsınız
artık.
Ancak
tebdil‐i
kıyafet
bir
halde,
sadece
tüketici
kimliğinizle
kabul
edilirsiniz
buralara.
Sayı
#1
6
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
Elbette
şehirlerin
fiziki
yapılanma,
daha
doğrusu
yeniden
yapılanma
süreçleri
de
“kamusal
alan”ları
giderek
daha
fazla
köşeye
sıkıştıran
bir
yol
izliyor.
Karmaşık
bir
otoban,
yol
ağıyla
kuşatılmış
şehirlerin
sakinleri
artık
yayalar
değildir.
Şehre
sadece
taşıtlar
aracılığıyla
ve
onların
müsaade
ettiği
ölçüde
dahil
olabilirler.
Özellikle
muhalif
radikal
hareketler
için
ciddi
bir
sorundur
bu.
Bu
tür
özelleştirilmiş
mekânlarda,
yurttaş
kimliğinizle
ancak
bir
“korsan”
gösteri
düzenleyebilirsiniz
ki,
bu
da
nihayetinde
yurttaşın
kendi
yurdunda
tebdil‐i
kıyafet
dolaşmak
durumunda
kalmasının
başka
bir
göstergesidir
sadece.
Yurttaşların
siyasal
amaçlı
gösteriler
sergileyebilmek
için
ancak
“tahsis
edilmiş”,
bu
işler
için
“ayrılmış”,
büyük
bir
ihtimalle
de
şehrin
merkezinden
“uzak”
yerlerde
toplanmalarına
izin
verme
eğilimi
giderek
güçleniyor.
Siyasetin
kentlerin
çeperlerine
sürülmesinin;
siyasetin,
gerçek
mekânı
olan
“site”den
sürgün
edilmesinin
işaretleri
bunlar.
Dolayısıyla,
sonuçta
gösteriler
tuhaf
bir
biçimde
görünmez
hale
geliyor.
Gösteri
yapacaksınız;
ancak
size
tahsis
edilmiş
olan
bu
“yalıtılmış”
mekânda
bunu
kime,
kimlere
göstereceksiniz
ki?
Politik
gösterilerin
tatsız
tuzsuz
ritüellere;
stadlarda
seyircisiz
oynanan
maçlar
gibi
yankısız
“şov”lara
dönüşmesi,
sözünü
etmiş
olduğumuz
sürecin
sonucu
değil
mi?
Şüphesiz
tam
da
burada,
yukarıda
“özel”in
işgali
altında
kaldığından
söz
edilen
meydanlar,
sokaklar
ve
benzerlerinin
siyasetin
geleneksel
mekânları
olduğu,
oysa
günümüz
şartlarında
yeni
ve
bambaşka
“kamusal
alan”lar
açıldığı,
bu
nedenle
bugün,
özellikle
de
bugün
“kamusal
alan”ın
daralmasından
ziyade
genişlemesinden
söz
etmenin
daha
doğru
olacağı
söylenebilir.
Doğrudur;
“buharlaşma”
ile
işaret
edilmek
istenen
ikinci
durum
da
bununla
ilgili
zaten.
Biliyoruz,
doğa
boşluktan
hoşlanmaz!
Şehir
meydanlarının
boşluğu
da
hızla
başka
bir
şey
tarafından
dolduruldu
elbette.
Bir
zamanlar
“meydan”ların
gördüğü
siyasal
işlevi
artık
“medya”nın
üstlenmiş
olduğunu,
söyleyebiliriz
sanıyorum.
Elbette
basit
bir
yer
değiştirme
değil
bu.
Ciddi
siyasal
sonuçları
var.
Bir
kere
şu
rahatlıkla
söylenebilir:
Bir
siyasal
hareketin
gerçek
meydanlardaki
varlığı
bile
büyük
ölçüde
şu
ya
da
bu
medyada
şu
ya
da
bu
biçimde
görünmeye,
görünebilmeye
bağlı
hale
geldi.
Bir
yerde
okumuştum,
IRA
bir
zamanlar,
herhangi
bir
bombalama
eylemini
BBC’nin
akşam
haberleri
kuşağına,
yani
en
çok
izlenen
haber
kuşağına
denk
getiremiyorsa
erteliyormuş.
Bugün,
bu
ironik
halin
bizim
günlük
gerçeğimiz
haline
geldiğini
söyleyemez
miyiz?
Bazı
yazarlar
“medya‐güdümlü”
cumhuriyetlerden
“medyalaşmış
demokrasiler”e
doğru
gitmekte
olduğumuzu
söylüyorlar
ki,
üzerinde
uzun
uzun
düşünmek
gerek.
Bu
iddianın
ardındaki
kasıt
galiba
şu:
Medya,
günümüz
toplumlarının
önemli
bir
kısmı
için
demokratik
sürecin
asli
kurumlarından
biri
haline
geliyor.
Parlamentoların,
siyasal
partilerin
–
hemen
her
yerde
–
yurttaşların
nazarında
hızlı
ve
sürekli
bir
güven
kaybına
maruz
kalmaları;
yukarıda
sözünü
etmiş
olduğumuz
“kamusal
alanların”
daralma,
buharlaşma
süreci
gibi
faktörler,
medyanın
klasik
işlevini,
yani
politik
kurumlar
ile
yurttaşlar
arasında
bir
iletişim
aracı
olma
işlevini
köklü
bir
biçimde
dönüştürdü.
Bugün
medya
salt
bir
politik
iletişim
aracı
olmaktan
çıktı;
giderek
bu
iletişimin
asli
mekânı
haline
geldi.
Başka
bir
deyişle,
bugün
medya
politikanın
sadece
göründüğü
–
deyim
yerindeyse,
“görücüye
çıktığı”
yer
değildir
artık;
aynı
zamanda
politikanın
yapıldığı
ve
belki
de
daha
doğru
bir
ifadeyle
yapılandırıldığı
başlıca
yerlerden
biridir
de.
Şüphesiz
medya
hâlâ
gerçek
kamusal
alanların
göründüğü
yerdir;
ancak,
bunların
ne
kadar
ve
nasıl
gösterileceğini
belirleme
inisiyatifi,
başka
görünme
araçlarının
yokluğu
ya
da
kıtlığı,
dolayısıyla
etkisizliği
durumunda
inisiyatif
olmaktan
çıkıp
fiilî
bir
güce
dönüşüyor.
Bu
güç,
diyebiliriz
ki,
medyanın
tüm
meydanların
görünebilir
olduğu
biricik
“meydan”
haline
gelmesine
imkân
tanıyor
ki,
“medyalaşmış
demokrasi”den
asıl
kasıt
da
zaten
bu
olmalı.
Bunun
şüphesiz
son
derece
karmaşık
ve
bir
o
kadar
da
önemli
sonucu
var.
Burada
bunların
tümüne
değinmek
imkânsız.
Ancak
yukarıda
anmış
olduğumuz
“yapılandırma”
kavramına
bağlı
iki
noktaya
işaret
edebiliriz.
Birincisi,
daha
önce
de
değinmiş
olduğumuz
gibi,
politika
artık
kendine
medyanın
bakışına
göre
bir
çekidüzen
vermek
durumunda
kalıyor.
Reel
politika
ya
da
diyelim
ki
profesyonel
politika
bir
yana,
meydanlarda
yapılan
“amatör”
politik
gösteriler
bile
giderek
medyanın
ilgisini
cezbedebilecek
“ayartma”
stratejilerine
kilitlenir
oldu.
Stadlarda,
maçı
Sayı
#1
7
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
yayınlayan
kanalın
amblemini
taşıyarak
kendisini
görünür
kılmayı
garanti
altına
almaya
çalışan
seyircilerin
“kurnazlığı”,
giderek
siyasal
eylemcilerin
hal
ve
tavırlarına
da
bulaşıyor.
Dolayısıyla
da
politik
gösteriler
“şov”a
dönüşüyor;
belki
çok
daha
vahimi,
eylemcilerin
niyetine
rağmen,
medya
bu
gösterilere
kendi
“format”ını
attığı
için
ister
istemez
böyle
oluyor
ki,
değinmek
istediğim
ikinci
sonuç
da
bu
zaten:
Medyanın
politikaya
kendine
göre
çekidüzen
vermesi.
Gerçek
meydanların
medyadaki
“görüntüsü”
ortada.
Ancak
bu
ikinci
sonuç,
yani
medyanın
siyasete
kendi
formatını
dayatması
çok
daha
vahim.
Bu
şüphesiz
medyanın
siyaset
için
tek
gerçek
meydan
haline
gelmesiyle
ilgili
bir
şey.
Siyasetin
giderek
bir
reklam
stratejisi
haline
gelmesi;
politik
propagandanın
giderek
politik
pazarlama
stratejisine
indirgenmesi;
dolayısıyla
da,
siyasetin
giderek
siyaset‐dışı
bir
işe,
bir
tür
“performans”a,
bir
tür
“şov
işi”ne
dönüşmesi,
bana
öyle
geliyor
ki,
medyanın
siyasete
kendine
göre
çekidüzen
vermesinin
alamet‐i
farikalarındandır.
Ya
da
şöyle
söyleyelim,
“meydan”lara
değil
de
“medya”ya
oynamaktan
başka
çıkar
bir
yol
bulamayan
siyasetin
kaçınılmaz
sonu...
Buharlaşan
Siyaset
Siyasetin
ekranlara
kilitlenişinin
anahtarını
bulmak
için,
şüphesiz
gözlerimizi
o
ekranların
dışına
dikebilmemiz
gerek,
asıl
dünyaya...
Örneğin
Zygmunt
Bauman,
“koşullar”ımızı
“şekillendiren
gerçek
iktidarlar”ın
“küresel
uzam
içinde
salınmakta”
olduğuna,
buna
karşılık
“politik
eylem
kurumları”mızın
“toprağa
mıhlanıp
kalmış”
bir
halde,
tıpkı
“geçmişte
olduğu
gibi,
yerel”
uzam
içinde
hareket
etmek
dışında
bir
seçeneğe
sahip
olmadığına
dikkat
çekiyor.1
Başka
bir
deyişle,
Bauman
burada,
aslında
Manuel
Castells’in
“giderek
küreselleşen
süreçlerle
[yapılanmakta
olan]
bir
dünyada
giderek
yerelleşen
politika”ya
ilişkin
paradoksuna
işaret
eder.
Gerçekten
de
ortada
ciddi
bir
“paradoks”
vardır.
Zira
Bauman,
“şehir
uzamı
içinde
işleyen”
politik
kurumların,
örgütlerin,
“eylem
gücü
bakımından
yetersizlikten”
ve
asıl
önemlisi,
“politika
dramının
cereyan
ettiği
sahnede
etkin
ve
hükümrancasına
yer
alamamaktan
muzdarip”
olduklarını
söylemektedir.
Yani
Bauman’a
göre
politik
örgütlerimiz
“politika”
dışında
kalmışlardır.
Ancak
hangi
“politika”nın
dışında?
Buraya
kadar
okuduklarımızdan
çıkarılabilecek
yanıt,
şüphesiz,
“politika
dramının”
oynandığı
“asıl
sahne”den
olacaktır.
Fakat
Bauman
bu
kez
de
başka
bir
hakikate
işaret
eder:
“[K]uvvetlerin
oyun
alanı
olan
yer‐dışı
siber
uzam”
politikanın
en
kıt
olduğu
yerdir.
Öyleyse,
bütün
bunlardan
çıkarmamız
gereken
sonuç
şu:
Politik
kurumlarımız
politik
sahneden
dışlanmamıştır;
daha
çok,
“politik
sahne”nin
kendisi
yeniden
yapılandırılmış,
deyim
yerindeyse
“politika”
denen
şeyin
kendisi
adım
adım
depolitize
edilmiştir.
Bauman’ın
“gerçek
iktidarlar”dan,
“kuvvetlerin
oyun
alanı”ndan
söz
etmesinin
sebebi
de
sanırım
bu.
Artık
klasik
anlamda
politik
değil
bambaşka,
deyim
yerindeyse
“çıplak”
iktidarlarla,
kuvvetlerle
karşı
karşıyayızdır
ve
asıl
mesele
de
budur.
Yani
politika
gerçekten
bir
“şov”a
dönüşmüştür;
bir
meydan
işi
olmaktan
bir
ekran
işi
olmaya...
Aslında
ilk
bakışta
politika
sokağa
salınmış
gibidir;
ancak
Madrid
sokaklarına
gösteri
amacıyla
salınmış
bir
boğa
gibi...
Bauman
şöyle
devam
eder:
Küresel
uzamdan
dışlanan
politika,
“el
erimindeki”
işlerin,
kısacası
yerel
sorunların
çözümüne
tayin
edilmiştir
artık.
Bunlar
“bir
şeyler
yapabileceğimiz,
etkileyebileceğimiz,
onarabileceğimiz,
iyileştirebileceğimiz,
yeniden
yönlendirebileceğimiz”
yegane
sorunlar
gibi
görünür.
“Bizim
eylemimiz
ya
da
eylemsizliğimiz
ancak
yerel
sorunlar
çerçevesinde
‘farklılık
yaratabilir’ken,
‘yerellik‐ötesi’
başka
sorunlar
için
‘alternatif
yok’tur.”
Politik
liderler
ve
“işin
alimleri”
dönüp
dolaşıp
bunu
söylerler
bize.
Onlar
“küresel”i
“doğal”
olarak
okurlar
ve
bu
nedenle,
yine
Bauman’ın
sözleriyle,
“[k]aynakları
ve
nedenleri
tartışmasız
küresel
olan”
sorunları
bile
“ancak
yerel
uzantıları
ve
yankıları
dolayısıyla”
politik
bir
mesele
olarak
görürler.
Örneğin,
“[h]avanın
ya
da
su
rezervlerinin
küresel
boyutta
kirlenmesi,
ancak
sizin
evin
yakınına,
‘kapınızın
önüne’,
ürkünç
bir
yakınlığa,
aynı
zamanda
da
sizin
‘el
eriminize’
nükleer
bir
artığın
boşaltılmasına
karar
verildiğinde
politik
bir
problem
halini
alır.”
Bütün
bu
sorunların
kaynak
ve
nedenleri
ise
–
şüphesiz!
–
doğaldır
ve
dolayısıyla
da
politikanın
menzili
dışına
sürülmüştür.
Şüphesiz
bundan
çıkarılabilecek
sonuç
oldukça
nettir:
Politika
küresel
1
Sayı
#1
8
Akışkan
Aşk:
İnsan
İlişkilerinin
Kırılganlığına
Dair,
çev.
I.
Ergüden,
Versus
Kitap,
2009.
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
sorunların
yerel
çözümüne
tayin
edildiğine
göre,
aslında
sadece
çözümsüzlüğü
idare
etmeye
yetkili
kılınmıştır.
Yeniden
yapılanan
‘politik
sahne’de
politikaya
biçilen
kaftan
budur.
Bu
durumun
politikayı
derin
bir
meşruiyet
krizine
sokacağı
aşikar.
Öyle
ya
“eylem
gücü
bakımından
yetersiz”,
“politika
dramının
cereyan
ettiği
sahnede
etkin
ve
hükümrancasına
yer
alamamaktan
muzdarip”
politik
kurum
ve
örgütlerin
işlevi
ne
ola
ki!
Dahası
onlar
bu
işlevi
kim
adına
üstleneceklerdir?
Sorunlar
doğallaştırılıp
politik
ilginin
dışına
sürüldüğüne;
dolayısıyla
çözümsüzlük
ikrar
edildiğine
göre
politikanın
işlevi
ne
olacak?
Dahası
“kamu”
kavramı
hem
tinsel
hem
de
maddi
olarak
topa
tutulup
paramparça
edildiğine
göre
politika
hangi
hakla
ve
kim
adına
sorunları
çözme
ya
da
daha
doğrusu
“idare
etme”
işlevini
üstlenmeye
yeltenecek?
Bu
sorular,
hiç
şüphe
yok
ki,
bizi
“temsil
krizi”
denen
sorunun
tam
göbeğine
götürür.
“Politik
sinizm”
denen
tutumun
yaygınlığı
–”gelişmiş”iyle
“gelişmemiş”iyle,
“Batı”sıyla
“Doğu”suyla,
“neo‐liberal”iyle
“post‐komünist”iyle
–
neredeyse
tüm
dünyada
apaçık
ortada.
Siyaseti
hem
yönetenler
hem
de
yönetilenler
katında
bir
tür
“idare
etme”
sanatına
indirgeyen;
yurttaşlık
kavramını,
dolayısıyla
her
şeyden
önce
kendi
varlığını
ve
kendi
vaatlerini
tırnak
içine
alan
bir
rejim;
içi
boş
bir
ritüele
dönüşmüş
seçimler;
gittikçe
düşen
oy
kullanma
oranları;
“partizan”ı,
yani
taraftarı
olmayan,
dolayısıyla
her
seçim
döneminde
ortalıkta
yüzüp
duran
serseri
oyları
avlamaya
çalışmakla
yetinen
tuhaf
partiler
ve
“sağı
solu”
gerçekten
belli
olmayan
bir
sistem...bütün
bunlar
“temsil
krizi”
denen
olgunun
tezahürleri
olarak
alınabilir.
“Temsil
krizi”
temsilciler
katında
bir
tür
“ayakların
yerden
kesilmesi”
hali
olarak
yaşanıyor.
“Halk”ın
ya
da
daha
gerçekçi
ve
daha
dar
olarak
“sınıflar”ın
çıkarlarını
temsil
eden
klasik
partiler
ile
günümüzün
“seçmen
teveccühü”nü
arkasına
almaya
çalışmak
dışında
bir
derdi,
tasası
olamayan
partileri
arasındaki
farklılık
üzerine
düşünmek
bu
“hal”i
bir
ölçüde
anlamaya
yardımcı
olabilir.
“Çıkarlar”
görece
kararlı
temsil
referanslarıdır;
“teveccühler”
ise,
tam
tersine,
“temsil”
ilişkisini
imkânsız
kılacak
denli
kararsız,
deyim
yerindeyse
“metafizik”
karakterde,
spekülatif
referans
noktalarına
benzer.
Böyle
bir
sistem
içinde
partiler
aldıkları
oyun
ardındaki
iradenin
temsilcisi
değil
sahibidirler.
Günümüz
“seçmenler”inin
katıldıkları
seçim
süreçlerine
yönelik
bariz
sinik
tutumlarını
anlamanın
anahtarı
belki
de
buradadır.
Attığınız
anda
artık
size
ait
olmayan
tek
bir
oya
sahip
olduğunuz
sistemi
neden
ve
niçin
ciddiye
alasınız
ki!
Öyleyse
şu
söylenebilir:
“Temsil
krizi”nin
temsil
edilenler
katındaki
tezahürü,
bir
tür
“ayak
basacak
yer
bulamama”
halidir.
Buna
“ait
olma”
ihtiyacının
tatminsiz
kalması
durumu
da
diyebilirdik
elbette.
Yurttaşlık
kararlı
bir
hak
olmaktan
çıkarılmış
ve
bir
göreve,
belirli
aralıklarla
tekrarlanan
seçimlerde
göstereceğiniz
son
derece
kararsız
bir
“teveccüh”e
indirgenmiştir
ve
siz,
doğal
olarak,
hiçbir
parti
ve
örgütte,
hatta
tüm
bir
siyasal
sistem
içinde
kendinizi
“evde”
hissedemezsiniz.
İçinde
yaşamak
durumunda
olduğunuz
sistemin
dışında
bırakılmışsınızdır
çünkü.
Şöyle
toparlayabiliriz:
Ayakları
yerden
kesik
partiler
ve
örgütler,
hatta
sistemler
ile
ayak
basacak
bir
yer
bulamayan
yurttaşlar,
daha
doğrusu
insanlar
arasındaki
temassızlığın
adıdır
“temsil
kriz”i.
Ve
hiç
şüphe
yok
ki,
oldukça
genel
bir
krizdir
bu.
Yani
sadece
düzen‐içi
parti
ve
örgütleri
değil,
düzen‐karşıtı
parti
ve
örgütleri
de,
hatta
diyebiliriz
ki
özellikle
onları
etkisi
altına
alan
kuşatıcı
bir
krizdir.
Zira
mevcut
sistem
içinde
“ayakların
yerden
kesilmesi”
düzen‐içi
partiler
için
bir
zulüm
değil
aslında
lütuftur.
Onlar
için
“hafifletici”
bir
etkiye
sahiptir
söz
konusu
durum.
Ayakları
yerden
kesildikçe
sistem
içinde
daha
yükseklere
ulaşabilirler
çünkü.
Oysa
düzen‐karşıtı
parti
ve
örgütler
için
tam
tersi
bir
durum
söz
konusudur.
Onlar
ayaklarının
yerden
kesilmesi
halini
bir
ağırlık
olarak
üzerlerinde
hissederler.
Ayakları
yerden
kesildikçe
dibe
vururlar
çünkü;
sistemin
zirvelerine
el
uzatmak
yerine
eteklerine
kapanmak
durumunda
kalırlar.
Dolayısıyla
şunu
söyleyebileceğimizi
düşünüyorum:
“Temsil
kriz”i
düzen‐içi
parti
ve
örgütler
için
nihayetinde
bir
“idare”
sorunudur;
düzen‐karşıtı
parti
ve
örgütler
için
ise
bir
“var
oluş”
problemi...
“Temsil
krizi”nin
temsilciler
katındaki
tezahürünün
meşruiyet
krizi;
temsil
edilenler
katındaki
tezahürünün
ise
aidiyet
krizi
olduğundan
söz
etmiştik.
Şimdi
buna
şu
saptamayı
da
ekleyebiliriz
sanırım:
Şüphesiz
bunlar
iç
içe
geçmiş,
birbirlerinden
beslenen
ve
birbirlerini
tetikleyen
krizler
Sayı
#1
9
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
olmakla
birlikte,
düzen‐içi
parti
ve
örgütler
için
meşruiyet
krizi,
düzen‐karşıtı
parti
ve
örgütler
için
ise
aidiyet
krizi
daha
fazla
önem
taşır.
Başka
bir
deyişle,
düzen‐içi
parti
ve
örgütler
için
sorun
meşruiyet
krizini
aşmak
ya
da
daha
doğru
bir
deyişle
ötelemek;
diğerleri
için
ise
aidiyet
krizini
aşmak
olarak
görünüyor.
Hatta
muvakkaten
şunu
bile
söyleyebileceğimizi
düşünüyorum:
Düzen‐
karşıtı
parti,
örgüt
ve/veya
hareketler
için
asıl
mesele
“meşruiyet
krizi”ni
derinleştirmek
ve
böylece
düzen‐içi
parti
ve
örgütler
için
bu
krizi
“idare
edilemez”
bir
hale
getirmek;
buna
karşılık,
“aidiyet
krizi”ni
aşmak
için
ne
yapılması
gerekiyorsa
acilen
onu
yapmak,
bu
krizi
aşmanın
yollarını
fazla
vakit
geçirmeden
bulmak...
Meseleyi
biraz
daha
açmak
ve
çıkış
imkânlarına
işaret
etmek
için
üç
somut
örnek
vermek
istiyorum.
İkisi
Rusya’dan,
biri
Türkiye’den
bu
örneklerin.
Bunların
daralan
kamunun
nefes
alma,
buharlaşan
siyasetin
–
bir
anlık
da
olsa
–
ayaklarını
yere
basma
anlarına
tekabül
ettiğini
düşünüyorum;
dolayısıyla
üzerlerinde
uzun
uzun
kafa
yorup
bir
an
önce
benzerlerini
tahayyül
etmek
ve
hayata
geçirmek
durumunda
olduğumuzu...
Rusya’da
kendini
gösteren
çıkış
imkânlarından
başlayacağım
ve
nihayet
Türkiye’de
bir
an
görünüp
derhal
kaybolan
bir
imkâna
işaret
ederek
bitireceğim.
Çıkış
İmkânları
Geçenlerde
Irina
Aristarkhova’nın,
post‐Sovyet
Rusya’da
temsil
krizinin
1990’lardaki
görünümünü
irdeleyen
oldukça
ilginç
bir
makalesini
okudum.2
Aristarkhova
burada
post‐Sovyet
Rusya’daki
muhalif
hareketler
arasında
yaygın
bir
biçimde
gözlenen
temsil
karşıtı
tavra
işaret
ediyordu.
O,
Moscow
Actionism
(Moskova
Eylemciliği)
olarak
adlandırılan
politik‐sanat
hareketinin
isim
babası
ve
öncüsü
olan
Anatoly
Osmolovsky’nin
1998’de
yayımlanmış
ve
son
derece
etkili
olmuş
bir
makalesinden
şu
alıntıyı
yapıyordu:
“Gerçek
dünya
bilgisinin
yokluğu,
homojen
sosyal
yapı
ve
alt‐
kültürlerin
çöküşü,
mantıksal
bir
davranış
geliştirme
imkânsızlığı,
bizim,
toplumsal
idarenin
siyasal
ilkelerinden
birini,
temsil
ilkesini
reddetmemizi
kaçınılmaz
kılıyor.”
Aristarkhova,
özellikle
sol
eğilimli
muhalifler
arasında
yaygın
biçimde
gözlenen
bu
temsil‐karşıtı,
daha
açık
bir
ifadeyle
“başkaları
adına
söz
almak”tan
ısrarla
kaçınma
tavrının,
Batılı
yüzeysel
“siyaseten
doğruculuk”
tavrına
yönelik
örtük
bir
tepkinin
ürünü
olarak
görülebileceğini
ileri
sürer.
Ancak
hiç
kuşku
yok
ki,
bu
tavır
böyle
bir
tepkiye
indirgenemeyecek
boyutlara
ve
hedeflere
sahiptir.
Zaten
Aristarkhova
da
söz
konusu
temsil
krizini
aşmak
için
geliştirilen
siyasal
manevraları
örneklerken
bunu
açık
bir
biçimde
ortaya
koyar.
Aristarkhova
iki
örnek
üzerinde
durur.
Bunlardan
birincisi,
yukarıda
adını
anmış
olduğumuz
Moskova
Eylemciliği
grubunun
tahayyül
edip
hayata
geçirdiği
ironik
seçim
kampanyasıdır:
Tüm
Partilere
Karşı
Kampanya.
İkicisi
ise,
Türkiye’de
örgütlenmiş
ve
bir
süre
etkili
bir
protesto
kampanyasının
öznesi
olmuş
olan
Cumartesi
Anneleri’ni
andıran
bir
örgütlenme
olan
Rusya
Asker
Anaları
Komiteleri
Birliği’dir.
Aristarkhova’nın
aktardığına
göre,Tüm
Partilere
Karşı
Kampanya,
seçim
sürecine
ironik
bir
katılımı
içermekteydi.
Kampanya
sesini
esas
olarak
sokak
eylemleriyle,
yayınlarla
ve
sergilerle
duyurmaya
çalışmaktaydı.
Ancak
bunlarla
yetinmeyip
seçimlere
“tüm
taraflara
karşı
bir
taraf”
olarak
bizzat
katılmayı
da
planladı
ve
hayata
geçirdi.
Rus
seçmenler,
mevcut
adayların
yanında
“Tüm
Partilere,
Gruplara
ve
Adaylara
Karşı”
seçeneğine
de
sahiptiler
yani.
Bu
katılımı
“ironik”
olarak
niteledim;
zira
Rusya’da
olduğu
gibi
başka
yerlerde
de
yaygın
bir
şekilde
gözlenen
“sinik”
seçimlere
katılmama
tavrından
oldukça
farklı,
oldukça
ciddi
bir
niyeti
vardı
bu
kampanyanın.
Bir
kere,
mevcut
Rus
seçim
yasasına
göre,
eğer
diğer
parti
ya
da
adaylar
“Tümüne
Karşı”
adayından
daha
az
oy
alırlarsa
ya
da
bu
aday
oyların
yüzde
ellisinden
daha
fazla
oy
alırsa,
seçimler
iptal
edilir
ve
öteki
parti
ve
adaylar
tekrarlanacak
olan
seçime
katılma
haklarını
kaybederler.
Yani
seçime
2
Blake
Stimson
ve
Gregory
Sholette
(der.)
Collectivism
after
modernism:
The
art
of
social
imagination
after
1945,
University
of
Minnesota
Press,
2007.
Sayı
#1
10
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
katılmamanın
ya
da
kasıtlı
geçersiz
oy
kullanmanın
aksine
burada
“Tümüne
Karşı”
olmayı
tercih
etmenin
kelimenin
tam
anlamıyla
pozitif
sonuçları
vardır:
sadece
kendi
tercihinin
üzerini
çizip
pasif
bir
biçimde
kenara
çekilmek
yerine,
bütün
diğer
tercihlerin
üzerini
çizerek
aktif
bir
biçimde
kendi
tercihini
ortaya
koyma
imkânı.
Aristarkhova
bu
kampanyanın
1990’ların
başlarında
pek
başarılı
olamadığını,
ancak
1990’lar
boyunca
giderek
güç
kazandığını
söylüyor.
Başarısı
bir
yana,
bu
kampanyanın
yukarıda
değinmiş
olduğumuz
meşruiyet
krizini
derinleştiren,
buna
karşılık
aidiyet
krizini
hafifleten
bir
etkiye
sahip
olduğu
gayet
açık.
Kendisini
hiçbir
tarafa
ait
hissedemeyen
insanların
–
geçici
olarak
da
olsa
–
kendilerini
bir
tarafın
mensubu
olarak
hissedebildikleri
bir
örgütlenme
imkânına
işaret
ediyor
ki,
sadece
bu
saçtığı
ışık
sebebiyle
de
olsa
ufku
dikkatlice
taranması
gereken
bir
eylem
tarzı
olduğu
gayet
açıktır.
Aristarkhova’nın
verdiği
ikinci
örnek,
daha
önce
de
söylemiş
olduğumuz
gibi,
Rusya
Asker
Anaları
Komiteleri
Birliği’dir.
Bu
Birlik
1989’da
kurulmuştur
ve
askeri‐siyasal
kurumlarla
ilgili
alanlarda
çalışma
yapar;
bu
kurumları
yeniden
biçimlendirme
uğraşı
verir.
Zorunlu
hizmetleri
esnasında
ölen
askerlerin
ailelerine
mali
ve
hukuki
destek
sağlamaya
çalışır.
Ordudaki
ölüm
vakalarıyla
ilgili
veriler
ve
bilgiler
yayımlar.
Parlamentoda
af
yasaları
ve
askeri
reformlar
için
lobi
faaliyetleri
yürütür,
vs.
İngilizce
kısaltmasıyla
CSM,
Rusya’da
Çeçenistan
savaşına
aktif
bir
biçimde
karşı
çıkan
örgütlerden
biridir
ve
1995’te
bu
sebeple
Dean
MacBride
Barış
Ödülü’ne
layık
bulunur.
Bütün
bunlar
bir
yana,
Aristarkhova’nın
bu
örgütün
siyasal
anlamı
üzerine
söyledikleri
son
derece
ilginç
ve
önemlidir.
Aristarkhova,
CSM’nin,
aidiyet
krizini
aşmanın
oldukça
ilginç
ve
özgün
bir
tarzını
ortaya
koymuş
olduğunu
düşünür
ki,
üzerinde
durmaya
değer.
Aristarkhova’ya
göre,
ortak
amaç
ve
ilkelerin
buharlaştığı,
görüş
ayrılıklarının
giderek
daha
fazla
su
yüzüne
çıktığı
bir
dönemde;
temsilcilerin
“temsil”
iddialarının
ciddi
itirazlarla
karşı
karşıya
kaldığı;
kişinin
kendini
bir
davaya,
bir
partiye
adamasının,
yani
bütün
enerjisini
“yoldaş”
parti
üyeleriyle
birlikte
aynı
idealler
uğruna
ortak
mücadeleye
vakfedebilmesinin
giderek
daha
da
imkânsızlaştığı
bir
dünyada,
CSM
bütün
bu
sıkıntıları
aşmanın
somut
bir
örneğini
teşkil
etmektedir.
Aristarkhova,
aidiyetin
“dostluk”
nosyonuyla;
dünyayı
“dost”
ve
“düşman”
kamplara
bölen
bağlılık
ve
arkadaşlık
hissiyle
doğrudan
ilişkili
doğal
bir
ihtiyaç
olduğunu
düşünür
ve
dolayısıyla,
sarih
bir
düşman
eksikliğinin
siyasal
mücadele
açısından
bariz
bir
biçimde
herhangi
bir
dayanağın,
temelin
yokluğu
anlamına
gelebileceğini
kabul
eder
ve
bunu
bir
kez
daha
teyit
etmek
için
Derrida’nın,
The
Politics
of
Friendship’de
Carl
Schmitt’in
o
ünlü,
klasik
“dost‐düşman”
formülasyonu
eleştirel
bir
analize
tabi
tutan
şu
sözlerini
alıntılar:
“Düşmanın
kaybı,
bu
durumda
siyasal
“Ben”in
kaybı
olacaktır.”
“Düşman”ın,
haydi
şöyle
diyelim,
“esas
düşman”ın
bir
hayli
müphem
olduğu
bir
çağda,
bu
muhatapsızlık
hali
–
doğal
olarak
–
siyasal
alanda
kaçınılmaz
bir
yönsüzlük
hissine
yol
açacak
ve
bu
his
–yine
doğal
olarak
–
öncelikle
siyasal
öznenin
kendisini
kemirecektir:
Düşmanım
yoksa
dostum
kim,
daha
da
önemlisi
ben
kimim?
Derrida’nın
bu
baş
döndürücü
hale
sunduğu
siyasal
alternatif,
“dost‐düşman”
ayrımının
ötesine
geçen
bir
“dostluk,”
“kardeşlik”
nosyonunun
yeniden
formülasyonuna
dayalı
yeni
bir
siyaset
anlayışının
inşasıdır.
Aristarkhova
ise,
CSM
deneyiminden
hareketle,
“analık
temelli
politika”
olarak
adlandırılabilecek
farklı
bir
alternatif
önerir.
Ona
göre
bu
siyasal
alternatif,
“biz‐onlar”
ayrımının
ikici
mantığının
ötesine
geçer.
Dolayısıyla,
CSM
deneyiminde
açıkça
görülebileceği
gibi,
“düşman”ın
yokluğu
analık
nosyonuna
dayalı
siyasal
etkinliğe
ket
vuramaz.
CSM
kimseyi
ötekileştirmez
çünkü.
Bir
kere
“düşman”
olarak
nitelendirilebilecek
kişilerin
de
anaları
vardır
ve
CSM
sözünü
o
“düşman”lara
değil,
onların
analarına
yöneltir.
Dolayısıyla,
analık
“dışlayıcı”
değil
“kucaklayıcı”
bir
tarafgirliktir.
İkincisi,
bir
ananın
çıkarları
ve
kanaatleri
bir
Program’a,
bir
Kod’a
ya
da
bir
Yasa’ya
ihtiyaç
duymaz.
Tam
tersine
kendiliğinden
bir
meşruiyete
sahiptir;
ayrıca
başka
bir
şeye
referansla
meşrulaştırılması
gerekmez.
Nihayet
üçüncüsü
CSM
deneyimi
“temsil”
fikrini
de
askıya
alır
ki,
bu
bizim
burada
ilgilendiğimiz
meseleyle
doğrudan
ilgili
olduğu
için
Aristarkhova’nın
saptamaları
olduğu
gibi
alıntılanmaya
Sayı
#1
11
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
değer:
“Biri
başka
birini
temsil
ettiğinde,
o
kendisini
ötekiyle
aynı
düzleme
yerleştirir.
“Aynılık”
temsilin
temelidir
ve
fark
deneyimi
temsile
dayalı
politikayı
genellikle
aşındırır.
Birisi
(sınıfsal,
cinsel
tercih,
cinsiyet,
etnik
köken,
özürlülük
gibi
alanlarda)
temsil
ettiği
kişilerle
benzerliği
arttıkça
kendisinin
ötekileri
temsil
etme
hakkının
da
o
oranda
arttığını
düşünür.
Asker
Anaları
durumunda
ise
durum
oldukça
farklıdır.
Onlar
kendi
çocuklarını
seven
öteki
anaları
temsil
etmezler;
kendilerinden
radikal
biçimde
farklı
kişileri,
kendilerini
analık
sembolüyle
birbirine
bağlayan
her
fiili
ya
da
potansiyel
askeri
temsil
ederler.”
Aristarkhova
hâlâ
“temsil
etmek”ten
söz
ediyor
ama,
sanırım
bu
durumda
söz
konusu
fiili
artık
tırnak
içinde
kullanmak
gerek.
Zira
öyle
görünüyor
ki,
bu
durumda
bir
“temsil”
söz
konusuysa
eğer,
bu
bir
varlığın,
diyelim
ki
insanların
değil,
bir
“değer”in,
“analık”
denen
insani
bir
değerin
temsilidir.
Zaten
Aristarkhova
da
Levinas’a
referansla,
analığın
“kendisi
için
değil,
öteki
için
varlığı”nda
vücut
bulan
diğerkâmlığın
altını
çizer
ki,
bu
da
temsile
dayalı
politikadan
radikal
olarak
farklı
bir
alana
geçmiş
olduğumuzu
gayet
açık
bir
biçimde
gözler
önüne
serer.
Nihayet
üçüncü
örnek
Türkiye’den.
Agos
gazetesinin
Ermeni
asıllı
genel
yayın
yönetmeni
Hrant
Dink’in,
19
Ocak
2007
tarihinde,
Agos’un
Halaskargazi
Caddesindeki
binasının
önünde
başının
arkasına
ateş
edilerek
öldürülüşünü
izleyen
saatlerde
aynı
cadde
üzerinde
toplanan
kalabalıkta
vücut
bulan
“toplumsal
irade”ye
biraz
daha
yakından
bakmayı
öneriyorum.
Orada
bir
hayalet
gibi
görünüp
kaybolan
“toplumsal
irade”,
“toplumsal
vicdan”
nasıl
bir
şeydi?
Bir:
Karanlığa
dikleniyordu.
Telafisiz
ve
tesellisiz
bir
acının,
insanları
nasıl
biraraya
getirebileceğini
gösteriyordu.
Tabii
ki,
aynı
zamanda
sokakların
nasıl
yeniden
“kamusal”
bir
çehre
kazanabilecek
olduğunu...
İki:
Bana
öyle
geliyor
ki,
Türkiye
tarihindeki
en
radikal
sloganlardan
biriyle
hali
bir
çırpıda
özetleyip
herkesi
biraraya
toplayabilmişti:
“Hepimiz
Ermeniyiz!”.
Bu
sloganın
yorumla
tüketilemeyecek
denli
sonsuz
bir
anlam
yükü
var
şüphesiz.
Dolayısıyla
burada
ancak
birkaçını
sıralayabiliriz.
Bir
kere,
bu
slogan
“düşmansız”
bir
siyasal
çığlığa
tekabül
ediyordu.
Şüphesiz
bu
sloganın
düşmanları
olacaktır;
oldu
da.
Hatta
kendi
çapında
öfkeli
bir
infiale
bile
yol
açtı.
Ancak
sloganın
kendisi
herhangi
bir
düşmana
doğrultulmuş
değildi
ve
dolayısıyla,
kendisine
yöneltilen
düşmanlığın
da
kaçınılmaz
bir
biçimde
ıskalamasına,
boşluğu
yuvarlanmasına
yol
açtı.
Keza
burada,
söz
konusu
sloganda
geçen
“hepimiz”
sözcüğü,
örneğin
“Her
Türk
asker
doğar”
lafındaki
“her”
sözcüğü
gibi
tümel,
“totaliter”
bir
niceleyici
değildi.
Yani
başkaları
adına
söz
alan
kuşatıcı
bir
“biz”e
değil,
sadece
“bu
sözün
altına
imzamızı
atan
biz
hepimiz”
mealinde
katılımcı
bir
“biz”e
işaret
ediyordu.
Dolayısıyla
birinin
ya
da
birilerinin
“Ben
Ermeni
değilim.
Öz
be
öz
Türk’üm!”
diye
itiraz
etmesi,
sadece
“Ben
size
katılmıyorum”
demek
anlamına
geliyordu
ve
doğal
olarak
zaten
kendiliğinden
söz
konusu
“biz”in
muhatabı
olmaktan
çıkıyordu.
İkincisi,
orada
biraraya
gelenlerin
çoğu,
birini
ya
da
bir
şeyi
temsilen
değil
şahsen,
kendisi
olarak
orada
bulunuyordu.
Hepsi
değil,
çoğu
diyorum;
çünkü
etnik
kökenlerini
ifşa
eden
kıyafetleri,
siyasal
kimliklerini
ortaya
seren
flamaları
kuşanıp
gelenler
de
vardı
elbette.
Ancak
çoğunluk
tam
tersine
–
deyim
yerindeyse
–
soyunup
“çırılçıplak”
gelmişti
oraya.
Olay
başka
bir
şeyin
vesilesi
kılınamayacak
denli
yakıcıydı
çünkü.
Dolayısıyla,
orada
“politika”
denen
şey
ismen
neredeyse
hiç
yoktu;
ancak
var
olan
her
şey
siyasal
sıfatıyla,
çehresiyle
apaçık
ortadaydı.
Jacques
Ranciére,
bir
zamanlar
Fransız
radikallerinin
1961’de
Paris’te
“Fransız
polisi
tarafından
Fransa
halkı
adına”
Cezayirli
göçmenlere
yapılan
eziyetleri
protesto
etmek
amacıyla
dillendirmiş
oldukları
“Hepimiz
Cezayirliyiz!”
sloganının
Cezayirlilerle
özdeşleşmek
gibi
bir
istekle
ilgi
bir
şey
olmadığını,
dahası
onlarla
empati
kurma
teşebbüsü
olarak
bile
yorumlanamayacağını;
çünkü
böyle
bir
şeyin
asla
mümkün
olamayacağını
söylemişti3.
Ona
göre
bu
slogan
müstakbel
bir
özdeşlik
kurmaktan
ziyade
mevcut
bir
özdeşliği
yıkmaya,
parçalamaya
yönelik
bir
niyet
taşıyordu.
Bu
sloganı
haykıranlar,
o
anda,
Cezayirli
olmayı
arzuladıklarını
değil,
daha
çok
Fransız
olmaktan,
daha
doğrusu
kendileri
adına
yapılanlardan
utandıklarını
ifade
etmek
istiyorlardı.
Diğer
bir
3
Sayı
#1
12
Jacques
Ranciére,
Siyasalın
Kıyısında,
çev.
A.U.
Kılıç,
Metis
Yayınları,
2007.
Daralan
Kamu,
Buharlaşan
Siyaset
ve
Çıkış
İmkânları
Şükrü
Argın
deyişle,
başka
bir
kimliğe
bürünmek,
bu
sayede
onlar
adına
konuşma
hakkı
elde
etmek
istemiyorlardı;
tam
tersine,
üzerlerindeki
mevcut
kimliği
parçalayıp
atmak;
Ranciére’in
ifadesiyle,
“hiçbiriyle
özdeşleşemedikleri
iki
kimlik”
arasındaki
“yarık”ta
ya
da
“aralık”ta
kendilerini
sükût
içinde
ifade
edebilme
imkânı
bulabilmeyi
umuyorlardı.
Hrant’ın
ardından
sokaklara
dökülen
kalabalığın
yaptığı
da
buydu
ve
orada
bir
an
görünür
gibi
olan
“irade,”
“vicdan”
temsile
dayanmayan,
tam
tersine
“temsil”
denen
şeyin
meşruiyetini
tehdit
eden
katılımcı
bir
dayanışma
halinin
nasıl
hâlâ
imkân
dahilinde
olduğunu
gösteriyordu.
Biliyoruz
çok
kısa
sürdü
bu
“dayanışma
hali”;
ancak
olsun,
yine
de
umut
vericiydi;
bir
aidiyete
isyan
formunda
da
olsa
nihayetinde
insanın
ait
olma
ihtiyacının
tatminine
imkân
tanıyordu.
Sayı
#1
13
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
?,%1#&@+5)"A&
!
"#$!%&%'()!)%'(*'(+,-!)#$!(.,)',/!)(0+,'(+,!(1(+2,'(+,1,!1,3%4(),1&(!!
5,+!/%'%5%'6761!*%+8%96!0'$:.!0'%1!3(+3%1;,!5,+,1,1!%.,1%!0'&:7:!
;(+8(/!(.,)',/!&(1(4,$,1&(1!%'6+<!
!
=',%9!>%1()),-!!"#$%&'%&()#"*+,!
&
-./)$0)1& 2+$345$4)6& 7",8","2$%& 95*%:& ")"& #%,";1& +234& 5+;+3*+& +)#"<1& =,%#)%3& :+",& #+,+<43*+3& 8",8","&
2%,"3%&)0$$+34$+8"$%>%)&")"&#%,";???&@+",1&+234&+3*+&A%;&)%3*"B"&A%;&*%&02C03&C9,*=D=&8+:)+&8","B"&
/$;+)&C"8"&)42+B&#+34;+5&8",&+2,4>+$4D43&)%2<"3"&B=,%,?&!%3*"$%,"3%&8",&8%*%3&+,+2+3&C%5C"3&,0A$+,&
C"8"&>+34&"B#%*"D"3*%&8+:)+&8",&"3B+343&"E"3%&C",%,&:+",?&F+*%>%&/303&"E"3&A%,&2%,*%&8/:&2%,&'+,*4,6&G%&
:+2%#&8+54&2%,$%,&/3+&)+H+$42B+1&80303&#%)&3%*%3"1&80&2%,$%,"3&/303&C95=3*%&5"2+,%#&%#;%2%&*%D%,&
/$;+;+B4*4,???&(3B+3$+,43&+:)&*%*"D"&:%21&)%3*"3"1&8",&+3*+&/,#+2+&E4)+3&8%)$%3;%*")&:%2%1&2/$*+3&
C%E%3& 8"$"3;%2%3%1& :"","2$%1& A+24,B%'%,$"D"2$%& #+;+;%3& #%B$";& %*%3& ,0A03& /& )0#B+$& <+A":%$"D"2$%&
)+,:4$+:#4,4$*4D43*+&/$*0)E+&)=E=)1&/$*0)E+&B434,$41&/$*0)E+&5+24<#4,?I&
!
?:1'%+-!>3%+'(9!?%:&('%,+(@,1!ABCD!46'61&%!4%46$'%1%1!EF%'%5%'6/'%+61!G&%$6H!%&'6!1(9,+!.,,+,1&(1!
%'61)6'%1%1! 9IJ'(+<! K%1%)86161! .(3,+! 0+)%$64'%! /:+&:7:! )%+,39('! %86&%1! IJ;#'-! 4,1(! &(! 4%4;61! 5,+!
.(/,'&(! &(1(4,$'(1(1! ,',./,! 5,8,$,1,! ,L%&(! (&,40+'%+<! K:1&:7:! IJ;#+! ),M%+()! 0+)%$64'%-! &($0/+%9,!
)%'(*'(+,4'(! N(! /(9/,1'(.(1! 9616L9%'! %4+6$'%+64'%! 9%1%4,! .(3+,1&(! /%450':*! ;,&(1! ?%:&('%,+(-! .(3+,!
%+.61'%4%1! <$J3%0,@#1! ',$,1%'! /01:$:1:! 5(1,$9($,.),O! <$J3%0,1& $()%'%+61! 9019:J! 9(+;,'(1,.,1,!
&#.#1#$'(+(! &%'%+%/! ,J'(4(M(/! 50.! N%/),! 0'%1-! 90/%/'%+&%! &0'%.%1! &,7(+! /,.,'(+,1! %101,$!
3%4%)'%+61%!9,19,M(!1#L:J!(&(1!5,+!),*),+<!F(1&,1,!5,+!*+3*2-!IJ!,),5%+,4'(!)(/,'!5,+!5,+(4!0'%+%/!;I+(1!
?%:&('%,+(-!.(3,+! 3%4%)6161! 3%+(/()',!N(!;(',+!;(8(+!807:'':7:!N(4%!/(1&,9,1,1!E9%46H!:19:+:!&,4(!
%&'%1&6+&676!.(4!/%+.6961&%!5#4#'(1$,.),<!?:!5#4#'(1,.!9%1%)9%'!5,+!)(/1,/),!%9'61&%P!F,.,1,1!/(1&,1,!
%';69%'-! 3%4%',! 5,+! %/6.61! ,8,1&(! 8IJ#'$(4(-! 9,',1,*! 9#*#+#'$(4(! 56+%/$%-! 901+%! 4%J$%! %161&%!
)0*%+'%1$%!N(!407:1'%.$%!/%*%9,)(9,<!E?(1',7,1!5:3%+'%.$%96!N(!$(+/(J,'(.$(9,!#J(+,1(<!Q.)(!5:!
3(+!.(4,!IJ()',40+-H!&,4(!4%J%M%/)6!.%,+!K5%$&L=3>%$%,M,1&(<!
!
F%'%5%'6/-!=',%9!>%1()),@1,1!;IJ'($'(&,7,!;,5,-!,'/9('!5,+!(.,)',/!&(1(4,$,&,+P!?(1',7,1!/%)6!5,+!.(/,'&(!
/01)+0'!(&,'(1!9616+'%+616!5,+!/(1%+%!56+%/$%/!N(!5,+!5%./%96161!(),4'(!/%41%.$%/!,8,1!5,+!.%19<!R)(!
4%1&%1! 5,+! /#')#+! ('(.),+$(1,! 5:! 8%3$")! ,'(! 9#%)"& %+%961&%/,! 9(+5(9)! &(7,.! )0/:.:-! $()+0*0'&(!
9#+(;,&(1!3%4%)%!3S/,$!0'%1!(/010$,/!,',./,1,1!IJ1('!5,+!4%196$%96!0'%+%/!&%!0/:4%5,',+P!T(+!.(4,1!
N(!3(+!96M%/!5(&(1,1-!5%./%!5,+!.(4'(!N(4%!5(&(1'(-!907:/!1%/,)!*%+%!/%+.6'6761&%!&(7,.),+,'(5,'&,7,!
;(1('! (.,)',/! ,',./,9,<! U%')(+! ?(12%$,1! ,.)(! 5I4'(! 5,+! 0/:$%! ;(',.),+&,O! .%,+,1! ,9)(&,7,! 3(+/(9(!
&I1#.$(! )%'(5,1,-! $()%161-! 3%+M%4%M%/! *%+%96! 0'%1! 3(+/(9,! /(1&,1(! 8(/$(! ;#M#1#1! IJ1('! 5,+!
)(+M#$(9,! 0'%+%/! 40+:$'%&6<! R)(! 4%1&%1! ?(12%$,1@,1! L,'0'02,/! 8%'6.$%96-! ?%:&('%,+(@,1-! V%+,9!
N%+0.'%+61&%1!;('(1!'#$*(1! *+0'()%+4%161!3%$!(1(+2,9,1&(1-!&,'9('!4(1,',/'(+,1&(1!N(!,1%)86!3%'/!
&,+(1,.,1&(1!1%96'!5(9'(1&,7,1,!&(!;I9)(+&,<!F0M%$%1!%$0+L!.(3+,1!;(M(!3%4%)61%!%,)!8%)'%/'%+61%!
&07+:! 8(/,'(1! <$J3%0,-! /(1&,! .,,+9('! &,',1(! 4(1,! '#;%)8('(+,-! 4(1,! +,),$'(+,! &(N.,+$(! .%196! 5:'&:<!
G'$%1! 4%J%+! 5I4'(M(! /%*,)%',J$,1! 3S/,$,4(),! %')61&%/,! 9%1%)61! *0)%19,4(',1,! %10+$%''(.),+,M,!
5%.)%1!86/%+$%'%+%!%86/!0'$%/!0'%+%/!)%16$'%&6<!G$%!?(12%$,1!4,1(!&(!?%:&('%,+(@,-!E!W4%+%)6M6'6/@!
,'/(9,! %&61%! 4%+%)6M6! /,.,4(! L%J'%! 4#/'(1,'$(9,H! &,4(! %&'%1&6+&676! .(4(! 5:'%.$%/'%! ('(.),+&,<! X%+Y@6!
%16$9%4%+%/!?(12%$,1-!4%+%)6M6'6761!4#M('),'$(9,1,!503($!9%1%)86161!/(1&,1,1!4I1()),7,!5,+!):J%/!
0'%+%/!;I+#+P!E?:!%.6+6!4#/'(1$(-!#+(),M,1,1!;:+:+:1:!0/.%4%+%/-!%9'61&%!01%!&#.$%1!5,+!)0*':$!
&#J(1,1,1!4%+%+'%+616!80/!,4,!/0+:&:7:1&%1-!80/!)(3',/(',!5,+!&:+:$&:+<HA!!
!
?(1$(+/(JM,!5,+!4%+%)6M6'6761!5(9'(&,7,!)0*':$9%'!/I+'#/-!5:;#1!5,J,$!&(!0+)%/!&(1(4,$,$,J,1!5,+!
*%+8%96! 0'$%4%! &(N%$! (&,40+-! )%$! &%! $:)(1%'%.)6+6'$6.! .(3+,1! 3S'S! 5,+! <$J3%0,! &#14%96! 0'$%96!
I'8#9#1&(<! R)(! 4%1&%1! .%4()! ?%:&('%,+(! /(1&,! *+%),7,1,! ('(.),+&,49(-! 5(1$(+/(JM,! 0'$%/'%! &(7,'!
&%3%! 80/! %.6+6! 9%86'$%-! %.6+6! 5:3%+'%.$%4'%! ('(.),+&,P! X(+/(J,'(.$,.! 5(1',7,1-! 9%46! :19:+:1&%!
/0+/:):M:!5,+!.(/,'&(!/%450':.:<!E?,+!,19%1!,9)(&,7,1&(!(9,1!3(+!J%$%1!;(',+!01:!5:':+-!L%/%)!3(+!
A
!U%')(+!?(12%$,1-!NA+,$%B&7+0*%$+",%1&O&P2,">&Q/%#&"3&#A%&R,+&/<&S"CA&N+H"#+$"B;!Z[01&+%P!\(]![(L)!?00/9-!AD^_`G'$%1M%!
?%9/6!AD_Ba-!9<!^A<!bU%')(+!?(12%$,1-!E>3%+'(9!?%:&('%,+(P!F%*,)%',J$,1!c#/9(',.!d%761&%![,+,/!?,+!e%,+H-!Q+B+T$+,&,8,1&(1!&(+<!
f0'L!",(&($%11-!8(N<!G3$()!>($%'!ZQ9)%15:'P!c%*6!F+(&,!c%461'%+6-!_<!?%9/6-!ghhAa-!9<ACi<j!
!"#$%&'%
'(%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
,9)(&,7,1&(!01:!56+%/$%J-H!&,4(!4%J%+!.%,+!K5%$&L=3>%$%,"M1&(?&k%3,.(',/!0';:9:!/%+.6961&%-!L%3,.(!
0'%+%/!4%J%+!L,;#+#!/%+.6961&%!5#4#'(1$,.),+-!J,+%!%101,$!I)(/,1,!/(1&,!/:M%/'%46.6-!3%L6J%961&%!N(!
/,$',/! %';6961&%! /I/#! /%J61%$%J! ,J'(+! 56+%/$6.)6+<! e%,+! N(! 90/%/'%+&%! 4#+#4(1! /,.,! L,;#+#1#!
5,+'(.),+(1! (+/(1! &I1($! .,,+'(+,1&(1! 5,+,1&(! ZEl(! 1m%,! *%9! *0:+! $%n)+(99(! :1(! ',011(! ,'':9)+(Ha-!
%./616!*%+%4'%!9%)61!%'&676!9(N;,',9,!3%//61&%!.:!&,J('(+,!4%J%+P!
!
K(N;,',$,1-!;(M(1,1!N%3.(),!,8,1&(1!,/,!,+,!3:J:+9:J!;IJ#-!
o%+!;(8,))(!;I+#+!6.6'&%4%1!,/,!5%./%!;IJ-!
F%'5,1,!%8)676!,8,1!)#$!$,9%L,+'(+,1(!
F%+%1'6/)%1!/0+/%+-!,1%16+!3%4%'()'(+(<!!
!
p(M(!;#1&#J!4%)%7%!/,)%*'%+64'%!;,+(1!5,+!5,';(&(1!
o%3%!L%J'%!$:$!4%/%+-!
q(!%8'6/!8(/$(/)(1!/%4;6'%1$%J-!
Q/),&%+96J!S.6/'%+6161!5,+!;#1!;(+,!&I1$(9,1&(1!/%4;6'%1&676!/%&%+<!
!
o($0/+%),/!5,+(4!,'(!.(3,+',!80/':/!%+%961&%/,!,',./,1,1!4%*69616!/:+%1!/(1&,1&(1!;(8$(!Z%>B#+>2a!N(!
/0+/:1:1-! /%4;6! N(! %+J:1:1! (9/,! )%+,3,1&(1! 5,J,$! /,.,9('! N(! *0',),/! 3%4%)'%+6$6J&%! 1(! ;,5,! ,J'(+!
/%'&6r! ?:! /0+/:4:! 507:*! &:+&:+$%/-! 5:! /%4;646! 5%9)6+$%/! ,8,1! .(3+,1! )%$! &%! &0/:9:1&%-! 3%))%!
,19%1! )(1'(+,1,1! N(! *9,/('(+,1,1! )%$! ,8,1&(! 1(! ;,5,! ):J%/'%+! N(! 86/$%J! 90/%/'%+! ,1.%! (&,'&,r! K%46!
:19:+:1:1! ,8,1&(! /(1&,1&(1! ;(8(1! 5,+! IJ8IJ#'$(! N(4%! 3%))%! 90/%/'%+&%! 0':*! 5,)(1! .,&&()',!
8%)6.$%'%+&%! IJ46/6$! +,9/,1(! +%7$(1! $()+0*0'&(! *0',),/'(.$,.! 5,+! /%$:9%'! %'%1! %8$%/! ,8,1!
(',$,J&(!3S'S!1(!;,5,! 0'%1%/'%+!N%+r!?:!90+:'%+6! 5,+%J!&%3%!,+&('($(/! ,8,1!4%/61'%+&%!Q9)%15:'@&%!
o=Vs@&%! %86'%1-! /#+%)I+'#7#1#! l('(1%! q(9,t! N(! >'%,+(! K)%(5'(+@,1! #9)'(1&,7,! U/& V/,%& W%+$"#2&
XN,/Y*&+3*&Q%,</,;+3>%Z&[L%,E%)$")&7"##"&X!+$+8+$4)&'%&Q%,</,;+3BZ\&5%.'6/'6!/%4&%!&(7(+!;#1M('!
9%1%)!9(+;,9,1&(!5,+!%+%4%!;(),+,'(1!5,+!&,J,!9%1%)9%'!N(!*0',),/!I1(+,4,!,1M('(4(M(7,$<g!?:!9(+;,&(/,!
9%1%)! (9(+'(+,1,1! ;#1! 6.6761%! 86/%+&676! .(4-! 5,+! %')#9)! (&,M,! 2(9)'(+-! *0',),/! /01:.$%! N(! &07+:&%1!
(4'($!),4%)+09:!0'%+%/!.(3,+!&(1(4,$,$,J,1!5,+!$%)+,9!)%+%L61&%1!5(',+'(1&,7,&,+<!?:!$%)+,9!3S'S!#8!
5#4#/!L,;#+&(1-!(.,)',7,1!M,9,$!5:'$%961%!4I1('(1!/0+/:!N(!/(1&,1&(1!;(8$(!%+J:9:1%!&%,+!#8!:M:!
%86/!0'%96'6/)%1!0':.:+<!
!
!*+,-%,.+/01/2/3%'",("-5%-&?%<<%&B!1516153-&/"&C",D+,)1#AE*%45673%821"09:;3%7<"=%>??@
!
g
!"#$%&'%
')%
!K(+;,1,1!&0/#$%1)%9401:!,8,1!5/J<!3))*P``]]]<&(*0,9)%15:'<1()`)+`%M),N,)(9u&()%,'<%9*r%MvAh!
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
K%1%)!(9(+'(+,1(!;(8$(&(1!I1M(!5:!#8!L,;#+(!5,+!;IJ!%)%'6$<!=',$,J&(!,'/!0'%+%/!AD<!4#J46'!5,+(4,1,1!
/%'%5%'6/'%! 0'%1! ,',./,9,! N%+! N(! 5:! ,',./,! ;(1('! (.,)',/! ,'/(9,1,! )($('! %'6+<! V0J,),L! 4#J#1#! <$J3%0,@#1!
;I1#''#! $()%$0+L0J'%+61&%-! 1(;%),L! ,/,J,1,49(! .::+9:J! /%'%5%'6/'%+61! /(1&,9,1,! 9(4+(&(1! /,.,4,!
I1;I+#'($(J-! .,&&()',! 5,+! *%1,/! *%)'%$%961%! 9#+#/'(4(5,'(M(/! %1,! %1%L0+'%+61&%! ;I9)(+,+<! Q/,1M,!
0'%96'6/-!5,40'02,/!&#+)#'(+,1!0)0+,)(+!5,+!',&(+,1!3%4%)61!I)(9,1&(/,!5(&(1,1&(!4%+6!3,*10),J(!3%'&(!
(+,$(9,!3%',!)%+%L61&%1!4I1(),'(1!4,+$,1M,!4#J46'!/,)'('(+,4'(!,';,',&,+<!Q9)(+!K0N4()!F019)+#/),N,9)'(+,1!
%2,)%),L! *+0*%;%1&%! *09)(+'(+,1&(1! 3%)6+'%&676$6J! /:+:M:! 9IJ! ,$;(9,1&(! 0'9:1-! ,9)(+! 5:;#1! ,L'%3!
0'$%J!.(/,'&(!T,)'(+@,1!)%+,39('!%16964'%!N(![(1,!f,(L(19)%3'@61!9,1($%964'%!,',./,'(1&,+,'(1!)%$%$(1!
/(1&,1&(1! N%J;(8$(! N(! 504:1! (7$(! )(3&,&,1&(! 0'9:1<! K01! 0'%+%/! #8#1M#! L,;#+-! 5,+! /(1&,1,!
I+;#)'($(!,'/(9,!)%+%L61&%1!4I1(),'(1!8%7&%.!80/':/):+<!?:!,'/(!V%0'0!q,+10!N(!G1)01,0!\(;+,!;,5,!
4%J%+'%+61! ;(8),7,$,J! 46''%+&%! /:M%/'%&676! *0J,),L-! 4#/9('(1! /0'(/),L! %/6'! $%9/(9,1&(! 0+)%4%! 86/)676!
;,5,O! .(3,+',! ;I9)(+,1,1! 3(*! N%+! 0'$:.! 0'%1! &%''%1$%'%+6! %+%961&%/,! 9019:J! 9%46&%! L%+/'%+'%!
I+;#)'(1(1-! %.6+6! 5,+(49(''(.),+,'$,.! 5,+! )#/(),$! 1#L:9:1:1! ,8,! 50.-! %$%896J! 4%*6961&%! &%! 0+)%4%!
86/%+<! ?:! L%+/'%+-! l(%1! ?%:&+,''%+&@61! 69+%+'%! 9%N:1&:7:! ;,5,-! 9,*%+,.(! ;I+(! 5,8,$'(1$,.! $,)'(+&(1!
3,8! &(!;(+,!/%'6+!.(4'(+!&(7,'&,+<!q(!%9'61&%!;,&(+(/!8"5";&#+,+<4;45*+3!$,/+0!5,+(49('!5,+!I'8(/)(!
4I1'(1&,+,'$,.!/%)6'6$!9#+(8'(+,1&(!!=,%#"$",$%,<!R4'(49(!(',$,J&(!1(!N%+r!F%'%5%'6/-!/,)'(!N(!80/':/P!
?,+! 0'%96'6/'%+! $%)+,9,! /:+%1! #8! L,;#+-! 3(*9,! M%1'6! N(! %/),L-! 3(*9,! ;#1#$#J&(! 9#+(;,&(1! *0',),/!
3%4%)61!/%4;6!N(!/(1&,1&(1!;(8$('(+,1(!$:9%''%)!0'$%4%!&(N%$!(&,40+<!
!
BC+*C,+"D$0%6"+"EC=2:%
%
T6+N%),9)%1@61! 5%./(1),! w%;+(5@&(! ;#1(.',! 5,+! I7'(&(1! 901+%-! 3%+(/()',! 5,+! 90/%/<! K%+6! ),.I+)'#! 5,+!
&%1986! ;I/4#J#1(! 4I1('(1! 5,+! 2(9)! 4%*640+-! J%+,L8(! )0*:/'%+6! #J(+,1&(! &I1#40+-! 901+%! %1,&(1! N(!
.,&&()'(!4(+(!&#.#40+<!G4%7%!/%'/640+-!4,1(!J%+,L!5,+!&I1#.!4%*640+-!)+%L,7,1!,8,1&(!&0'%$5%8'6!J,/!
J%/'%+! 8,J,40+! N(! %+&61&%1! 9%7%! 90'%! 3%N%4%! N:+$%4%-! N%3.,! )(/$('(+! %)$%4%! 5%.'640+<! ?:! %+%&%!
40'&%1! ;(',*! ;(8(1'(+! &(3.()(! &#.#40+! N(! 01:! ;I+$(J&(1! ;('$(/! ,8,1! 8%5%! 9%+L! (&,40+<!
?%:&('%,+(4(1!5,+!.%,+!;,5,!0!&%!/6*6+!/6*6+!/%'%5%'6/!,8,1&(!4%'16J!0'$%46!5,'(1!5,+!,19%1O!N(!&%3%96-!
/(1&,!4%'16J'67616!1%96'!/%'%5%'6/'%.)6+%M%7616!5,',40+<!?,+!,94%1%!0'$%9%!&%!5,+!/%N;%4%!&%3,'$,.!;,5,!
3%+(/()'(+! 4%*640+<! G$%! /,$,1'(! /%N;%! (&,40+-! N(4%! /:+5%1'%+6! /,$r! q(! *6+6'! *6+6'! 5,+! ;#1! 6.676!
%')61&%!0+)%'%+&%!0'$%4%1!5,+,4'(!/%N;%!()$(/!1(!%1'%$%!;(',40+!0'%5,',+r!
!
F1A<&0%$"&0<+,2%F4CG:%H"="2$%I-=J#*2-K3%L,C+%M+:9-N3%>??O%%&
!"#$%&'%
'A%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
Q+,+*/]%& B0,& $%& >/;^*"%3! ZA^^_a! %&'6! $(),1&(-! 5#4#/! %/)I+! E907://%1'6! N(! 9%/,1! 5,+! 9(4,+M,H&,+!
&,4(! 4%J%+! AB<! 4#J46'! L,'0J0L:! o,&(+0)<! K%31(&(! 5%.%+6'6! 0'%5,'$(/! ,8,1! %/)I+#1! E&:4%+'6'67%! &(7,'!
1#L:J!()$(H!4()(1(7,1(!9%3,*!0'$%96!;(+(/,+O!E3(+!)#+!/%+%/)(+(!N(!+0'(H!5#+#1(5,'$(/!,8,1!%86/-!
/(9,1! N(! $(9%L(',! 0'$%'6&6+<! Q9)(1(1-! ):)/:4'%! /(1&,1,! N(+$(! N(4%! 3,9)(+,/! 5,+! $,$(9,9! &(7,'-!
$(9%L(',! 5,+! /(9,1',/! N(! /(1&,1(! 3S/,$,4()),+P! K%1%)86161! 3(+3%1;,! 5,+! %1&%! 3(+3%1;,! 5,+! /,.,!
0'%5,'$(-! 3(+3%1;,! 5,+! &:4;:4:! 3(+3%1;,! 5,+! #9':*)%! ,L%&(! (&(5,'$(! 4()(1(7,-! %416! N,+)#IJ! 5,+!
$#J,94(1,1! 3%4+%1'6/! :4%1&6+6M6! 8(.,)',',/)(! )01'%+-! )616'%+! N(! +(1/'(+! 86/%+%5,'&,7,! 5,+! (19)+#$%1!
;,5,<_! w%;+(5! 90/%/'%+61&%/,! &%1986'%+! ,.)(! 5:! 907:/':7:1-! .,&&()! *%)'%$%'%+6! %+%961&%/,! 5:! 9%/,1!
3%',1! *(+L0+$%19616! 4%*640+'%+<! K%1%)86! x;0+! p+:5,t-! &%1986'%+61! 2(9)'(+,1,! /%4&(&(1! N,&(01:1!
4%161%!3%+(/()'(+,1,!&01&:+%1!5,+!&,J,!L0)07+%L!4(+'(.),+(+(/!IJ/01)+0''(+,1,1!%')616!8,J$,.<!s1'%+6!0!
3%'&(-!%.6+6!5,+!3%+(/()',',7,1!0+)%961&%!&01:*!/%'%1!3(4/(''(+!.(/',1&(!;I+$(/!1(+(&(49(!)(/,19,J<!
k%/%)! $(9%L(',',/'(+,1,! I4'(9,1(! 9,1,+! 50J:M:! 4%*%1! .(4-! 9%1%)86y/0+(0;+%L61! 3%+(/()'(+,! 5:':*!
86/%+&676!/%41%/<!w,+%!&%1986'%+61&%1!):3%L-!:J%/!4%'16J'6/'%+6161!5%'01M:/'%+6161!,8,1&(!):)/:'%+616!
)%/',)! ()$('(+,1,! ,9)(&,7,! L,;#+'(+-! ?(';+%&! N(! w%;+(5@&(! &#J(1'(1(1! =.M,19('! s1:+! c#+#4#.#@1(!
/%)6'%1'%+%!9%'&6+%1!N(!01'%+6!&IN(1!1(0yL%.,9)!50J;:1M:'%+&6+<!?:!.,&&()!(&,$'(+,!5:!*(+L0+$%19)%!
4(1,&(1!9%31('(1,+<!
!
F%46)96J-! 10+$%),L! ',5(+%'! )0'(+%19! %)$09L(+,1&(! /:'%/'%+6$6J&%! 861'%4%1! 5%./%! 8%7'%+&%1! ;('(1!
867'6/'%+&6+P!=+,'!/,$',/'(+!%&61%!4%*6'%1!N(!%3'%/,!3%/!)%'(*'(+,1,!901!&I1($'(+&(!4%*6'%1!9%N%.'%+&%!
:':9%! 3,J$()! ()$(4(! &%4%1&6+%1! 30$0L05,/! 9%'&6+6'%+<! c:$+:/'%+! :8:.:+-! 3%N%&%! 9,'%3! 9(9'(+,!
4%1/6'%16+-! 4#+#4#.(! /%)6'%1'%+61! 4#J'(+,1&(1! /%1'%+! %/%+-! *0',9! 01'%+6! /0+:$%/! ,8,1! 0'%4! 4(+,1(!
/0.%+-! %$%! 1(&(19(! 3(*! ;(8! /%'6+-! 9%'&6+;%1'%+! 5%9)6+%$%&6/'%+6! /0'(/),L! IL/('(+,1,! %/6)6*!
5,),+&,/)(1!901+%!;(',+<!K(+;,&(!5:!9%31('(+,1!;I+#1)#'(+,!&,7(+!N,&(0! ,'(!4%1!4%1%!;I9)(+,',40+!N(!
%.6+6!:8)%!5,+!;(+,',$!0':.):+:40+&:<!
&
R+B#& F"*%& F#/,2! Zo07:! c%/%96! T,/S4(9,a! 5%.'6/'6! ,.-! ?%'/%1! )0*':$:1&%! 9#+(;,&(1! 9%7M6! .,&&()(!
4I1(',/!5,+!*+0)(9)0!N(!%416!J%$%1&%!&%!?%)6@4%!90+:'%1!5,+!90+:!1,)(',7,1&(&,+<!Z?:!90+;:'%$%4%!
G?! %&%4'6/! 9#+(M,! &(N%$! (&(1! T6+N%),9)%1@&%! 5%.'%1&6<a! p+:5,t@,1! /'%9,/! G4&61'%1$%! %/)I+#1#1!
907://%1'6! 9(4,+M,! 0'$%! &:+:$:4'%! +:4,4& 95*%:$%:;%! L(10$(1,! #J(+,1&(1! 90+&:7:! 90+:-! ',5(+%'!
)0*':$:1-! ;(1('! (.,)',7,1! 3S/,$,4(),1&(/,! /,.,'(+,1! N(! 4(+'(+,1! 9019:J! 9%46&%! 4(+! &(7,.),+(5,'$(9,!
9%4(9,1&(! &#J(1',! %+%'6/'%+'%! 9%'6N(+,'(1! 9%'&6+;%1! N(! IJ9%N:1$%4%! 4I1(',/! ):)/:'%+616! /01)+0'!
(&(5,'$(! /%*%9,)(9,4'(! ,';,',<! X0&(+1! <$J3%0,@#1! w%;+(5! N(! ?(';+%&! ;,5,! $:)(1%'%.)6+6'$6.!
.(3,+'(+&(/,!&#//S1'%+61!I1#1&(!3(+!;#1!&0'%16+/(1!:1:)):7:!.(4!1(&,+r!c:$:.%/8%!%/%1!)+%L,/)(!
N(! /,.,1,1! 5,+! &#//S1! N,)+,1,1&(! 9(+;,'(1(1! )%9%+6$! #+#1#! $%''%+! %+%961&%1! 4%1964%1! ,$;(9,1&(!
*:9:&%! 5(/'(4(1! .,&&()! 1%96'! 5,+! .(4&,+r! K0/%/'%+6$6J%! N(! 3%))%! /(1&,! 2(9)'(+,$,J(! ;#*(;#1&#J!
3%1;,!3%4%'()'(+!$:9%''%)!0':40+r!
!
B-1;*%Q*%R-1C2%
%
k+%196J! *9,/0'0;! p:9)%N(! [(! ?01-! /%'%5%'6761! 3,*10),/! )('/,1(! 4%)/61'676! #J(+,1(! 4%J$6.)6<! ?:!
&#.#1M(4(! ;I+(! /%'%5%'6/! ,8,1&(/,! 5,+(4! E%+)6/! /(1&,9,! &(7,'&,+-! /(1&,! ,+%&(9,4'(! 3%+(/()! ()$(4,!
56+%/$6.! 0'%1! 5,+! 0)0$%)%! &I1#.$#.)#+<H! [(! ?01-! %)0$,J(! 0'$:.! 5,+(4,1! %1),)(J,-! L%/%)! %416!
J%$%1&%! %*0)(09,J,! Z4%1,! )%1+6! $(+)(5(9,1(! 86/%+6'$%96a! 0'%+%/! %';6'%1%1! /,)'(1,1! (+/(1! &I1($!
)(J%3#+'(+,! /%+.6961&%! /%4;6161! N(! ,/%J! (&,M,! 5,+! /0+/:1:1! *(18(9,1(! &#.(1! GN+:*%'6!
(1)('(/)#(''(+&(1! I+1(/'(+! N(+,+P! Ec%'6)6'$6.! 5,+! 5,+(4-! )(/! 5%.61%! 5,+! 9%+%46! 4%1;61%!
N(+($(4(M(7,1,! N(4%! 5,+! &#//S16! 4%7$%'%4%$%4%M%7616! N(! .%4()! ,8,1&(1! 5I4'(! 5,+! &#+)#! 0':+9%-!
/0'%4M%! /%+.6! /04%5,'(M(7,1,! *(/S'S! 5,',+<! ?,+! /%'%5%'6761! *%+8%96! 0'&:7:1&%-! 9%46161! 01%! N(+&,7,!
;#M#1!L%+/61&%&6+O!0!J%$%1!01:1!9:8%!&%N()(!%1,&(1!M(N%*!N(+$(9,!,8,1!M,1%4()!N(4%!4%7$%'%$%!
L,/+,1,1!,$%!(&,'$(9,!&%3,!4()(+',&,+<!F%'%5%'6761!/%+.6961%!86/%1!5(/'(1$(&,/!5,+!(1;('-!)%./61! 5,+!
IL/(4'(!46/6'6+<Hz!
!
_
!V3,',**(![%M0:(y[%5%+)3(@61!5:!$(),1!3%//61&%/,!40+:$:!,8,1!5/J<!Eo,&(+0)P!V%+%&0Y!%1&!X,$(9,9-H!_2H/C,+HA26&
;";%B"B1&HA"$/B/HA21&H/$"#">B!,8,1&(!ZK)%1L0+&!{1,N(+9,)4!V+(99-!ADDBa<!
z
!p:9)%N(![(!?01-!_A%&N,/Y*6&O&F#0*2&/<&#A%&Q/H0$+,&V"3*!Z[01&+%P!{1],1-!ADh_`k+%196JM%!A<!?%9/6!ABDia-!9<!_C!N(!z_<!
X()1,1!Q1;,',JM(!5%9/696!,8,1!5/J<!3))*P``),14:+'<M0$`[(y?01y*&L<!
!"#$%&'%
'P%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
k+(:&! L,/0H& QB2>A/$/C2& +3*& #A%& O3+$2B"B& /<& #A%& RC/@&%! Zp+:*! V9,/0'02,9,! N(! =;01:1! G1%',J,a! [(!
?01@%! 50'M%! +(L(+%19! N(+,+<! [(! ?01! ,'(! 3($L,/,+! 0'$%&676! )(/! 10/)%-! 4#J46'! 901:! *9,/0'0;'%+6!
)%+%L61&%1-! 5,+(49('! 5,',1M,1! I1&(+,1! 5#4#'(4,M,! /,.,',7,1&(! 907:+:'$%96! &:+:$:1:! %86/'%$%/)%!
/:''%16'%1-! 80/! ;(1,.! /%*9%$'6! E)('/,1(! 4%)/61'6/H! L,/+,&,+<! k+(:&! 5:! /%N+%$! 4(+,1(! =+09! $,),1,! N(!
/',1,/!3,*10J!L(10$(1,1&(!0+)%4%!86/)676!.(/',4'(!',5,&01:1!5,+'(.),+,M,!;#M#1#!/04%+P!
!
|.6/!0'$%/)%1!3,*10J%!;,&(1!40'&%!5(95('',!9%&(M(!/69%!5,+!%&6$!N%+&6+<!G./!N(!
3,*10J:1!5,+5,+,1(!5(1J(&,7,!10/)%'%+!%.,/S+&6+<!T,*10J:!4%*%1%!4I1('(1!,'(!S.6/!
0':1%1! 1(91(4(! 4I1('(1! %'8%/;I1#''#! )S5,4()-! 9:8! 0+)%/'676-! ('(.),+$($(!
&:+:$:! %416&6+<! T(+! ,/,9,! &(! 5(1J(+! .(/,'&(! IJ1(1,1! /(1&,! ,1,9,4%),L,1(! 9%'&6+6+O!
3,*10J:! 4%*%161-! ,&(%'! (;01:1! %'%161%! %&6$! %))6761&%1! /,$9(1,1! .#*3(9,!
40/):+<<<!T,*10),/!,',./,-!S.6/!5,+,1,1!/(1&,1,!9616+96J!%&%$%96!;,5,&,+-!9%&(M(!M,19('!
)%)$,1!40/):+<i!!
!
GH*HHH*HHH&I1#J<&?"&K,+#:%F)?3???3???%802"0%H"0$;"S"TK3%!:2"00*%U/+0*+3%>??A
!
Q';,18),+-! ?%:&('%,+(@,1! /%'%5%'6/'%! ,',./,9,-! k+(:&@:1! /,)'(! *9,/0'02,9,! *0+)+(9,1&(! 1(+(&(49(! ABh!
&(+(M(!)(+9,1(!8(N+,'$,.),+<!e%,+,1!9%46!:19:+:1:1!,8,1&(!5:3%+'%.$%96!4(+,1(-!&%7616/!/%'%5%'6761!
5,+!8(/,$!;#M#!N(!5,+!%./y1(91(9,!0'%+%/!;I+&#7#!$,)9('!I1&(+!L,;#+#!5#14(9,1&(!$(+/(J,'(.$(9,!
N%+&6+! k+(:&@&%<! e,$&,! I1&(+-! I+;#)'(4(+(/! N(! 4#J'(+! &(1,J,1,! 5,+'(.),+(+(/! /%'%5%'67%! $:9%''%)!
0':+<! U/& V/,%& W%+$"#2! 9(+;,9,1&(-! x;0+! p+:5,t@,1! ,.,1&(/,! 1(0yL%.,9)! ;I9)(+,M,'(+! &6.61&%! 5:! ),*!
9%'&6+;%1!5,+!)0)%',)(+!/,)'(4,!&07+:&%1!)($9,'!(&(1!5,+!,.!40/):<!G1M%/!9(+;,&(!5:!5%7'%$&%!5%./%!
5,+!.(4!;I+&#/P!G'$%1!9%1%)86!K:9%11(!?#+1(+@,1!`a1aaa1aaa&N+3M#&7%&b,/3C!Zih-hhh-hhh!Q19%1!
c%16'%$%Ja!5%.'6/'6!9(99,J!N,&(09:1&%/,!9%''%1%1!/0''%+!N(!3%J!*(.,1&(!/%&61!4#J'(+,<!?#+1(+-![(1,!
f,(L(19)%3'@,1! 8(/),7,! /0+/:18! \:+($5(+;! 9%31('(+,1(! ',5(+%'! &($0/+%9,1,1! N(+&,7,! M(N%56!
;I9)(+$(/! #J(+(! ADih@',! 46''%+%! %,)! %+.,N'(+&(! 3%4+%1! /,)'('(+,1,1! ;I+#1)#'(+,1,! )%+%$6.<! ?:1'%+-!
/(1&,1&(1! ;(8$(! 3%''(+,1(! "3(0&0+! G&0+10! N(! X%Y! T0+/3(,$(+@61! &%3%! ADzh@'%+!
T0''4]00&@:1&%! )%16/! 0'&:7:! k0+&,9)! /,)'('(+P! "#/()(1! IJ1('(+,1! 9%')! &:4;:9%'! .(/,'! N(+,'(5,',+!
4%*696<! K%1%)86! 5:! 4%*646-! %+J:'%&6/'%+6! 1(91(1,1! /,$',7,1,! 3,85,+! .(/,'&(! %867%! 86/%+$%&%1!
i
!K,;$:1&!k+(:&-!L,/0H&QB2>A/$/C2&+3*&#A%&O3+$2B"B&/<&#A%&RC/!Z\(]!c0+/P!\0+)01-!ADiD`!G'$%1M%!A<!?%9/6!ADgga-!9<!iBy
iD<!
!"#$%&'%
'O%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
;I9)(+,40+&:<!K%1/,!;I+#1$(J!I1&(+!.,$&,!9%&(M(!5,+!.,L+(-!%1'%$96J!5,+!9,$#'%/+!N(4%!/%*,)%',9)!
5,+!;#8$#.!;,5,<!
!
Q19%107':1:1! 5:! .(/,'&(! $%1,*#'%9401%! 3%J6+! 3%'(! ;('$,.! &07%'! 5,+! $%'J($(4(! ,1&,+;(1,.,-!
G&0+10!N(!T0+/3(,$(+@%!;I+(!EG4&61'%1$%161!&,4%'(/),7,H1,1!N%+&676!901!10/)%4&6P!EG4&61'%1$%-!
/(1&,!IJ5,',1M,1,!/(1&,1(!+%7$(1-!%M6$%96JM%-!(1!:L%/!5,+!,J!&%3,!/%'$%4%M%/!.(/,'&(!5(+)%+%L!()),<!
X,)'(+,! /6+$%4%! 4()(M(/! &(+(M(&(! 9(+)! 0'%1! )(/! &#.#1$(! )#+#-! 1,3%4(),1&(! IJ46/6M6! 0':+<H!
"0*':$:1!5:!IJ46/6M6!1,)(',7,1,! I1&(+,1!5,+,M,/',7,1(!&(7,'-!$()%'%+!%+%961&%!N%+!0'%1!;(1('!(.,)',/!
,',./,9,1(! %)L()),'(+P! ET(+! .(4,1! &,7(+! 3(+! .(4'(! (.,)! 0'$%96! &:+:$:1:1! 5(&(',-! 3,85,+! .(4,1! %416!
J%$%1&%!/(1&,1(!(.,)!0'%$%$%96&6+<H!}+(),$!%+%M6'6764'%!/(1&,1,!&07%&%1!IJ;#+'(.),+$(!40':1&%!
&:+! &:+%/! 5,'$(J! %+%46.61&%! ,19%107':1:1! 1,3%4(),1&(! /(1&,1,! ~! 5(&(1,1,-! /#')#+#1#-! *0',),/!
,',./,'(+,1,! ~! 4(1,&(1-! 5:! 9(L(+! $%/,1(1,1! 5,+(49('',/)(1! %+,! ,$;(9,! 0'%+%/! 4%+%))676! ;I+#.#1#!
9%N:1:+'%+P! E?:;#1! /,)'('(+,1! ,8,1&(! 5:':1&:7:! +(;+(9401-! &%3%! I1M(! &:4:'$%$6.! 0'%16! /(1&,!
/:'%/'%+64'%!&:4%$%$%'%+6-!%1'%.6'%$%4%1%!/(1&,!(''(+,4'(!&0/:1%$%$%'%+6!3S',&,+<<<!"#$!,',./,'(+,!
N(!&:4;:'%+6!/%*9%4%1!)0)%'!)0*':$!%+%M6'6764'%-!,19%1'%+!5,+!/(J!&%3%!)0*':$:1!(N+,$M,!4%9%961%!
/%+.6-!5(1',/!,'/(9,1(!/%+.6!8(N+,'&,P!w0+'%!5,+%+%4%!;(),+,'(1!/0'(/),N,)(!,8,1&(/,!4%'6)6'$6.'6/)%!3(+!5,+,!
I)(/,1,1!)6*%)6*!%41696!5,+!M%1'6!)#+#<HC!
!
G&0+10! N(! T0+/3(,$(+@61! )#$! L0+$'%+64'%! 9%1%4,'(.$,.! /#')#+(! ~! N(4%! [(],9! X:$L0+&@:1! &%3%!
,'(+,!5,+!)%+,3)(!E$%/,1(!$,),H!&,4(!%&'%1&6+%M%76!.(4(!~!4I1(')),/'(+,!,),+%J61-!ADBh@'(+&(1!,),5%+(1!
1(0',5(+%'!)0*':$:1!)%$!&%!10+$:!3%',1(!;('$(4(!4%J;6'6!0':.:!,+01,/),+<!?:!10+$!J%)(1!&#14%46!
',5(+%'! &($0/+%9,! ,8,1! ;#N(1',! 5,+! 4(+! 3%',1(! ;(),+$(4,! %$%8'%4%1! &#14%! 9%N%.'%+6161! 4%*6'6.61&%!
5%+61640+&:O! N(! k+%1/L:+)! s/:':@1:1! ADih@'(+,1! 5%.'%+61&%! 0+)%4%! /04&:7:! E0)0+,)(+! /,.,',/H!
('(.),+,9,! )%+%L61&%1! ;#8'(1&,+,'$,.),<^! k%/%)! ADih@',! 46''%+61! /,)'(! /#')#+#! N(! T0'4]00&! &#.!
L%5+,/%96161! 9)%1&%+)'%.)6+6'$%96161! )%! /(1&,9,-! ',5(+%'! 5,+(49('',7,1! /6N+6$'%+6! %+%961&%! 5,+! )#+!
/0'(/),L! $#*3($',/! 0'%+%/! /%'&6! N(! 5:! $#*3($',/! ADCh@'%+&%! N(! AD^h@'(+,1! 5%.'%+61&%! 4%*6'%1!
/,)'(9('! ,94%1/S+! +0M/! /019(+'(+,1&(! &(! &(N%$! ()),<! K%1%4,! $%/,1(9,-! 9%N%.! 901+%96! k0+&,9)!
)0*':$:1!4%*69%'!,'/(9,4&,<!k+%1/L:+)!s/:':@1:1!/,)'(!/#')#+#1(!4I1(')),7,!,),+%J!%1M%/!ADBh@'(+&(!
(91(/! 5,+,/,$! ~! N(! 01:1'%! 5(+%5(+! l%*01! $,/+0$(&4%! ~! J%L(+(! :'%.61M%-! 0+)%'%$%! /#')#+('!
0':.:$'%+61-! IJ('',/'(! &(! ;#1M('! 9%1%)61! )%+)6.$%96J! 10+$! N(! &0;$%96! 3%',1(! ;('(5,'&,<! K%N%.!
901+%96!9%1%4,!*%)'%$%961&%1!&07%1!N(!901+%!/(1&,!,19%1,!9(+$%4(9,1&(1!:L%/!)(L(/!/S+'%+!('&(!
()$(4,! #$,)! ()$(4(! 5%.'%4%1! .:! ;(J(;(1,$,J,1! /#8#/! 5:+2:N%J,9,! %86961&%1-! /,)'(&(1! 86/%1!
3(+3%1;,!5,+!.(4,!+(&&()$(/!J0+:1':!0'&:<!!
!
l03%11%!?,'',1;@,1!Q,/T%>#&</,&W%'/$0#"/3!Zo(N+,$!V+02(9,a!N(4%!k,%!?%M/9)+I$@#1!S%,*&c3B#"3>#&deaf!
ZK#+#! Q8;#&#9#! _Ch•a! 5%.'6/'6! ,.'(+,1&(! /0'(/),N,),4'(! 0'%1! ,',./,-! E/0+/:H! N(4%! 3%))%! E/%4;6H! ;,5,!
;#8'#! 9IJ'(+'(! )%+,L! (&,'(5,',+! $,! ($,1! &(7,',$<! ?:! ,.'(+! &%3%! 80/-! 5%7'%$'%+6! N(! I7+()$(1'(+,!
:1:):'$:.!0'%1!J0+:1':!5,+!&(+9,1!(J5(+&(1!)(/+%+'%1$%96!;,5,!;I+#1#40+<!Q,/T%>#&</,&W%'/$0#"/3!
%&'6!N,&(0&%-!G1)01,01,@1,1!g+8,"B)"%&Q/"3#!L,'$,1&(/,!#1,N(+9,)(!I7+(1M,'(+,1,1!5,+!9616L)%!)0*'%16*!
%)(.',! 5,+! &(N+,$M,! /%'/6.$%4%! 3%J6+'%1&676! #1'#! 5%.'%1;68! 9%31(9,! 4(1,&(1! 9%31('(1,+<! k%/%)-!
/(1&,1,1! L%+/61&%! 0'$%/)%1! +%3%)96J! N(! %416! J%$%1&%! 4%5%1M6'%.$6.! 0'%1! I7+(1M,'(+! %+%961&%/,!
),*,/!*09)$0&(+1!)0*':$9%'!/%+.6'%.$%161!J0+%/,!5(',+9,J',7,1,1!)%$!0+)%961&%!3,85,+!.(4!0'$%J!N(!
5:!/69%!N,&(01:1!901:1&%!L0)0/0*,!$%/,1(9,1&(1!86/%1'%+!,19%1'%+6!;%'(4%1%!;(),+(M(/!5+0.#+'(+!
&(7,'-!50.!/S76)'%+&6+<!k,%!?%M/9)+I$@#1!80/!&%3%!,4,!,.'(1$,.!,.,-!5,+!V0](+V0,1)!9'%4)!;I9)(+,9,4'(!
)%$%$'%1%1! &I+)! 5%.6! $%$:+! 5,+! &(+9! L0+$:1&%&6+O! 9%1%)86161! %86/'%$%961%! ;I+(-! \(]! c0+/@)%!
0+;%1,J(! ()),7,! /0$#1! )0*'%1)6'%+61&%! 5,+! N%%J%! 5(1J(+! 5,8,$&(! 9:1:':+<! K(+;,! %'%161&%! ,9(-!
9(4,+M,1,1!3%1;,!/0'(/),L!*0',),/%161!%'%4%!%'61$%/!,9)(1&,7,1,!%1'%&6761&%1!($,1!0'$%/!,9)(+M(9,1(!
,/,! /6+$6J6! ! 5%4+%/! %+%961&%! ;I9)(+,',40+&:<! ?,+! 5%./%! 4#J46'! 901:! *9,/0'07:1%-! Q1;,',J! U,'L+(&!
"+0))(+@%! +(L(+%19! N(+(1! S%,*& c3B#"3>#! 9,J,-! %.%76'6/! 5,+! M($%%),1! _Ch! &(+(M(',/! 5,+! *(+9*(/),L)(1!
)($9,',1(!;I)#+#+<!>($%%)!\%J,J$@'(!J,+N(4(!:'%.)6/)%1!901+%-!96+%&%1!5,+!Q9N(8!5%1',4I9#1&(!J,1%!
N(! M,1%4()'(! 901! 5:':+<! "#$! 5:1'%+! 5,J,-! k+(:&@:1! 3%/'6! 0'&:7:1%! N(! [(! ?01@:1! 0)0+,)(+!
/%'%5%'676161! &+%$6161! %+&61&%-! 9%&(M(! +(J,'! 5,+! +(;+(9,L! M,19('! 3(4(M%1! 3,/S4(9,! 0'&:7:1%! ,/1%!
C
!X%Y!T0+/3(,$(+!N(!"3(0&0+!U<!G&0+10-!h"+$%>#">&/<&R3$"CA#%3;%3#!bO2*43$+3;+343&h"2+$%)#"D"j!Z\(]!c0+/P!>01),1::$-!
ADBB`G'$%1M%!A<!?%9/6!ADz^a-!9<!z-!Ag-!_C<!
^
!s)0+,)(+4(1',7,1!N(!01:1!10+$%),L!901:8'%+6161!5,+!('(.),+,9,!,8,1!E"3(!k'(Y,5'(!V(+901%',)4H!5%.'6/'6!$()1,$(!5%/616J<!
3))*P``)+%19L0+$<(,*M*<1()`)+%19N(+9%'`AAhC`30'$(9`(1<!
!"#$%&'%
'@%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
()$(4(! 8%'6.640+! ;,5,&,+P! F0'(/),N,)(1,1-! %1'%$96J! 5,+! I'#$&(/,! 96L6+! &(+(M(9,<! Q.)(! 5:! 10/)%&%! ~!
*09)yk0+&,9)!1,3,',J$,1!(1!&#.#/!10/)%961&%!~!9(+;,1,1!%&6!)%$!%1'%$61%!5#+#1#40+!;,5,&,+<!
!
@",$&L#A<%#M<&NOHP%F!/+/%8V,/E/2/%WA?XK3%Y-"%U"<=21+.S3%>??)Z>??A%!
!
G9'61&%! 9(+;,1,1! %&6! ADDA! 9(1(9,1&(! k+%196J! 9%1%)86! V3,',**(! V%++(10! )%+%L61&%1! 4%*6'%1! 5,+!
N,&(04:! 3%)6+'%)6+<! ?:! ,.)(-! 80M:/'%+&%1! 0':.%1! $,14%)#+! 5,+! /%'%5%'6/-! #J(+'(+,1&(! E\0! X0+(!
f(%',)4H! 4%J%1! 5,+! 9#+#! *%1/%+)61! %')61&%! 4#+#+/(1! ;I9)(+,',40+&:<! Q$;(y)0*':$:1&%! +(;+(9401-!
80M:/'%.)6+6'$%!N(!;#89#J'(.),+,'$(!,$%'%+6!%.,/S+<!k%/%)!V%++(10@1:1!,.,-!9IJ!/01:9:!9(+;,&(!40/):<!
s1:1! 4(+,1(! 9(+;,1,1! %&6-! /#')#+('! N(! *0',),/! 5,+! $(4&%1! 0/:$%! 4(+,1(! ,.%+()! (&,40+&:O! /(1&,!
&I1($,$,J(!;,+&,7,$,J,!5(',+)$(/!,8,1!/:$%!8,J,'(1!5,+!8,J;,!;,5,<!p(+8(/)(1!,';,18!.(4'(+,1!5%.'%&676!
4(+!&(!,.)(!5:+%96<!
!
6C21SCE*+0%B+-21";;*+%
%
V(/,! %+)6/! ;(+8(/',/! 40/9%-! 1(! N%+r! ADBD@&%1! 901+%-! l(%1! ?%:&+,''%+&@61! *09)$0&(+1! )(0+,'(+,1,!
&0'&:+%1! /($,+,M,! /%4;6! ~! ;IJ'(+,$,J,1! I1#1&(! /%)$%1'%+61&%1! %86'%1! 3%4%)! ;I9)(+,9,1,1-! 5,+! &,J,!
9,$#'%/+&%1! I)(! 5,+! .(4! 0'$%&676! /:./:9:! ~! /%*,)%',9)! GN+:*%@161! &04:$! 10/)%961%! :'%.$6.!
)#/(),M,!M(11()'(+,1&(1! 0!J%$%1'%+!o07:!&(1(1! 4(+(!&07+:!%/$%4%!5%.'%&6<!?%:&+,''%+&!5:1&%1!
01! 46'! I1M(! ?0+;(9@,1! +(9$()),7,! ($*(+4%'! )0*+%/'%+'%! 5,+(! 5,+! I+)#.(1! 3%+,)%! L%5'616! 3%)6+'%)$6.-!
5,';,9%4%+!0+)%$61&%!9,$#'%9401!9#+(8'(+,1&(!$0&(',1-!5:!%.6+6!)($9,'!&:+:$:1:1!I)(9,1&(!4(1,!
N(!#+(),M,!;#M(!9%3,*!+0'#1(!,.%+()!()$,.),P!
!
p#1#$#J&(/,! 904:)'%$%! 5,8,$'(+,1,1! 3%+,)%M6'6/-! 9:+()! 86/%+$%-! %41%&%1!
4%196$%! 4%! &%! /%N+%$'%! 5,+! ,',./,9,! /%'$%$6.)6+<! K,$#'%9401! /%N+%$6161! 3%+,)%!
#J(+,1&(/,! 5,+! )0*+%/! *%+8%96-! 5,+! )IJ! 4%! &%! +(L(+%19! 9,9)($,4'(! 3,85,+! ,',./,9,!
40/):+<! ?,+! /I/(1! 4%! &%! 5,+! ;(+8(/',/)(1! 40/9:1! ;(+8(7,1! $0&(''(+! %+%M6'6764'%!
)#+(),'$(9,1(! 3,*(+;(+8(/! 4%1,! 9,$#'%9401! &(1,'$(/)(&,+<! ?,+! 5%./%! &(4,.'(! 1(!
3%+,)%!I1M(9,1&(!1(!&(!901+%961&%!5,+!)0*+%/!*%+8%96!N%+&6+<!?:1&%1!5I4'(!I1M(!
3%+,)%-!901+%!)0*+%/)%1!~!4%1,!C%,E%D"3&2%,"3"&+$+3&B";=$+),$+,*+3!~!9IJ!()$(/!
;(+(/(M(/),+<! ?0+;(9@,1! $%9%'616! ;#1#$#J(! :4%+'%4%M%/! 0':+9%/! %+)6/! 3%+,)%!
#J(+,1&(! ',$(! ',$(! 0'$:.! )0*+%/! *%+8%'%+64'%! /%+.6'%.6'&67616! 9I4'($(/!
!"#$%&'%
>?%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
;(+(/(M(/),+<! ?:1&%1! 5I4'(! 9%7&%! 90'&%! /%+.6'%.%M%76$6J! 3%+%5(! N(! 46/61)6'%+!
3%+,)%4%! &(7,'! ;(+8(7(-! 8I'&(! /%+.6$6J%! 86/%1! /%'61)6'%+9%! Q$*%+%)0+':7%! &(7,'!
5,J(!4%1,!E9$%&*93=:;=:&8",&C%,E%D%&+"#&/$+>+)$+,*4,<B!
!
=9/,1,1! /0$#1,9)! )0*':$'%+61&%/,! $,'401'%+M%! 4:+))%.-! /(1&,'(+,1(! &($0/+%9,! 40':1:! ;I9)(+(1!
G1;'0yG$(+,/%1! 3%+,)%9616! $,11())%+M%! )%/,*! ()),<! s+%&%! 5:'&:/'%+6! .(49(-! )#/(),$! /%*,)%',J$,1(!
;,+,.'(+,1,1!I1M(&(1!3(9%*'%1$6.-!0+;%1,J(!(&,'$,.!5,+!.(4!0'&:7:!N(!5:!)%9%+6$61!*0',),/!%1'%$&%!
3%'/'%+61! /(1&,! /%&(+,1,! 5(',+'($(! *+%),7,1,! (1;(''(&,7,4&,<! ?:1:1! 5,+! 901:M:! 0'%+%/! s';%!
F,99('(N%@161!V%+,9-!\(]!c0+/!N(!F,(N!.(3,+'(+,1&(!8(/),7,!N(![c3\'"B"8$%!ZpI+#1Z$(Jaa!%&616!N(+&,7,!
3%'/! ;I9)(+,'(+,! L0)07+%L'%+6161! #J(+,1&(! ;#8'#! 5,+! .#*3(! %96'6! &:+:+<! =''(+,1&(! #J(+,1&(! 4%J6'6!
.(4'(+,1! L':'%.)6+6'&676! N(4%! 9,',1&,7,! *%1/%+)'%+! N(! &IN,J'(+! 0'%1! ,19%1'%+6! ;I9)(+(1! 5:! 9,4%3! 5(4%J!
,$;('(+! 5,J&(1-! 90/%/)%/,! 3%'/%! /%+.6! M0./:! &:4$%$6J6-! 01'%+6! &($0/+%)! ,19%1'%+! 0'%+%/!
9(N$($,J,! )%'(*! (&(+O! %$%! %416! J%$%1&%! ,$;(1,1! )%./61'676161! %+&61&%! 4%)%1! ;I+#1$(J!
)0*':$9%'! ;#8'(+,! $(+%/! ()$($,J,! &(! 9%7'%+'%+<! RJ('',/'(! F,(N! L0)07+%L'%+6! ,19%161! %/'61&%! .:!
90+:'%+6! :4%1&6+640+P! o,7(+! (9/,! K0N4()! M:$3:+,4()'(+,1&(! ;(+8(/'(.(1! E+(1/',! &(N+,$'(+H&(!
0'&:7:! ;,5,-! ghhi@)(! q,/)0+! c:.8(1/0@4:! ,/),&%+%! ;(),+(1! {/+%41%@&%/,! 9(8,$'(+,1! &(! 3,8! &(!
9*01)%1(-! 3%'/)%1! ;('(1! 5,+! 3%+(/(),1! 901:M:! 0'$%&67616! 5:;#1! 3(+/(9! ;%4()! ,4,! 5,',40+<! x%1!
"+%410+@:1! _A%& L0+,*"+3@&%! 4%J&676! ;,5,-! E):+:1M:! )01'%+61&%! W/(9)%1(! &(N+,$,@1,1! /%J%16$'%+6!
{/+%41%@4%! %,)! 0'9%! &%-! /%$*%14%! G$(+,/%1! $(1.(',-! ?%)6'6! $%+/%! 4%+%)$%! N(! /,)'(! *%J%+'%$%!
)(/1,/'(+,4'(!4%*6'%1!90L,9),/(!N(!J(/,M(!&#.#1#'$#.!5,+!;,+,.,$<!?:1'%+-!&I+)!46'&%!&I+)!#'/(&(!3,'(!
/%+6.$6.! 9(8,$'(+,! /:+)%+$%/! N(! ,9)(1$(4(1! +(2,$'(+,! 5(+)%+%L! ()$(/! ,8,1! /:''%16'%1! 3(*! %416!
4I1)($'(+&,+<HD!
!
T%'/)%1!;('(1!)0*':$9%'!3%+(/()'(+(!%,)!,$;('(+,1!%+&61&%-!)%5:+!)%5:+!G$(+,/%1!9,N,'!)0*':$!N(!
3#/#$()! I+;#)'(+,! N%+P! \%),01%'! =1&0]$(1)! L0+! o($0M+%M4-! k+((&0$! T0:9(-! G'5(+)! =,19)(,1!
x19),):)(-!)3(!x1)(+1%),01%'!>(1)(+!01!\01N,0'(1)!>01L',M)9!N9!;,5,!/:+:':.'%+<!K6+*!&,+(1,.!3%+(/(),!
s)*0+@&%1! I&#18! %'&6/'%+6! 9'0;%1'%+-! 9),M/(+@'%+-! +(1/! /0&'%+6! N(! 3%N%&%! 4:$+:/'%+'%! 5(J(',!
*09)(+'(+'(! 5:! I+;#)'(+-! 9%1/,! /%'%5%'67%! &($0/+%9,! )03:$'%+6! (/,40+'%+&6O! )6*/6! T%N%!
F:NN()'(+,@1,1-!4%7$:+!4%7&6+$%/!,8,1!3%N%&%/,!5:':)'%+%!$,1,/!/+,9)%''(+!(/$(9,!;,5,<!?:+%&%!9IJ!
/01:9:!0'%1-!;#8'#!5,+!#+()/(1!/%*%9,)(4(!9%3,*!,&(%',J(!(&,'$,.!5,+!$0&(',1!9:1:'$%96&6+<!!
!
?:!,1M(!4I1)($'(+'(!401):'$:.!&%N+%16.!5,8,$'(+,!N(!/%'6*'%+6161!9)+%)(2,/!5,+!.(/,'&(!:4;:'%1$%96!
40':4'%! E5%+6.! ;(),+$(H! /%*%9,)(9,4'(! ,';,',! *(/! %J! 9%46&%! M,&&,! %+%.)6+$%! 4%*6'$6.! &:+:$&%<!
x1)(+1%),01%'! >(1)(+! 01! \01N,0'(1)! >01L',M)9! /:+:$:1:1! 5%./%16! V()(+! GM/(+$%1-! G?o! o6.,.'(+,!
?%/%1'676@161! gD! T%J,+%1! ghhz! )%+,3,1&(! &#J(1'(&,7,! G86/! k0+:$@&%! 4%*)676! 3(4(M%1! N(+,M,!
/01:.$%&%!5%./%!.(4'(+,1!4%161&%!.:1'%+6!9I4'(&,P!
!
?+(%/%]%4! p%$(9! %&'6! 5,+! .,+/()'(! %1'%.)6/<! e,+/()! :4;%+'6/! /:+$%! 04:1'%+6!
4%+%)640+!N(!J%$%161&%!8(.,)',!8%)6.$%!$(9('('(+,1&(!K%N:1$%!?%/%1'676!,'(! &(!
8%'6.$6.<<<! ?,J! &(! 5,+! 46'6! %./61! 5,+! 9#+(&,+! 5:! .,+/()'(-! .,&&()(! 5%.N:+$%4%1!
&,+(1,.! 3%+(/()'(+,1,1! 9,$#'%9401:! /01:9:1&%! 8%'6.640+:J<! ?:! 9,$#'%9401&%!
/(1&,! #'/(1,J,! 9(8(5,',40+-! 04:1! 8(+8(N(9,1&(! 01:! )($9,'n! 0'%+%/! 4(1,&(1!
4%+%)%5,',40+9:1:J<! o($0;+%L,9,1,-! M07+%L4%9616-! )($('! /:+:$'%+616! N(!
5%+61&6+&676! )0*':$&%/,! 3(+! 5,+! 5,+(4,1! (7,',$'(+,1,! 04:1&%!
)%16$'%4%5,',40+9:1:J<! "#$! 5:! N(+,'(+,! 04:1%! ;,+(5,',40+9:1:J-! 901+%-! 5,+! 1(N,!
)%+%L! 9(8(5,',40+9:1:JO! )%+%L'%+&%1! 5,+,! +(2,$! +0'#1#-! I)(/,! &,+(1,.! )%+%L616!
9(8(5,',40+<! K01+%! 04:1! 9#+(9,1M(! 9#+(/',! 0'%+%/! 8(.,)',! )%/),/'(+! #J(+,1&(!
8%'6.%5,',40+-! 5:1'%+61! ()/,'(+,1,! ;I+(5,',40+9:1:J<<<! s4:1&%! 4#J'(+M(! &(7,./(1!
N%+<<<! e,$&,-! 5:! 9,$#'%9401:1! I1($,! 9%&(M(! 1(4,1! ,.(! 4%+%46*! 1(4,1!
4%+%$%4%5,'(M(7,! 5,';,9,1,! %/)%+$%/)%! &(7,'-! )($('! 0'%+%/! 5,+! 901+%/,! %&6$6!
;I+$(/)(! J0+':/! 4%.%4%1! ,19%1'%+61! I1#1(! 0'%96'6/'%+6! &I/$(/-! 5:! ,19%1'%+!
B
!l(%1!?%:&+,''%+&-!E"3(!V+(M(99,01!0L!K,$:'%M+%-H!F";0$+>,+&+3*&F";0$+#"/3!,8,1&(!ZX,M3,;%1!{1,N(+9,)4!V+(99-!ADDza-!9<!A<!
bl(%1!?%:&+,''%+&-!Ep(+8(7,1!c(+,1,!G'%1!K,$#'%/+'%+-H!F";=$+),$+,&'%&F";=$+B2/3!,8,1&(-!8(N<!s7:J!G&%16+!ZG1/%+%P!o07:!
?%)6!c%461'%+6-!ghh_a-!9<!AiyAC<j!
D
!x%1!"+%410+-!E{K!M%$*%,;1!5(3,1&!)3(!):+$0,'!,1!F,(N-H!_A%&L0+,*"+3-!gC!F%96$!ghhz<!c%J64%!
3))*P``]]]<;:%+&,%1<M0<:/`]0+'&`ghhz`10N`gC`:/+%,1(<:9%!%&+(9,1&(1!:'%.%5,',+9,1,J<!
!"#$%&'%
>'%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
%+%961&%! 5,+! 5%7'6'6/! 4%+%)$%/)%! 4%)640+<! ?:! 04:1! )#$! &#14%&%! &%76)6'%M%/<!
T(+/(9,1! /%)6'6$61%! %86/! 5,+! $,$%+,! 4%*696! 0'%M%/<! T($! /S76)! #J(+,1&(! 3($!
5,';,9%4%+&%! 041%1%5,'(M(/<! q(! /(1&,'(+,1,! 5%9/6&%1! /:+)%+$%/! ,8,1! 8%'6.%1'%+%!
901!&(+(M(!I1($',!5,+!0'%1%/!9:1%M%7616!&#.#1#40+:J<Ah!
!
?:! &($0/+%9,! 04:1:-! 5,+! &#.#1$(! 5,8,$,1,-! 0*(+%9401('! 5,+! $%1)676-! 5,+! +(L'(/9'(+! &,J,1,1,!
&07%''%.)6+$%/! #J(+(! )%9%+'%1$6.! 5,+! (7,),$`*+0*%;%1&%! %+%M6<! X,M3('! k0:M%:')@1:1-! ',5(+%'!
/01)+0'! 9)+%)(2,'(+,1,1! E04:1M:'%+! &(7,'! 04:1:1! /:+%''%+6HAA! &#J'($,1&(! ,.'(&,7,! ;I+#.#1(! &%3%!
&07+:&%1! 5,+! I+1(/! 5:'$%/! J0+&:+! 3(+3%'&(<! V(/,! IJ;#+'#7#1! 2049),M/@,! B"5"3! (',1,J(! N(+,'$,.!
0'9%4&6! 1(! 0':+&:r! GN+%94%! F6)%96@161! /01)+0'#! ,8,1! #+(),'(1! ?#4#/! s4:1@:1! 4(1,! N(! )%$%$(1!
9,5(+1(),/! N(+9,401:-! f<=<V! ;+:5:1:1-! ghhz! 9015%3%+61&%! {/+%41%@&%! ;(+8(/'(.(1! ":+:1M:!
o(N+,$! 96+%961&%! 5%.'%&6/'%+6! 8%'6.$%'%+6161! 901! &(+(M(! *+%;$%),/! 5%7'%$616! 0':.):+:40+<! f<=<V!
;+:5:!(''(+,1&(!&IN,J'(+-!30*%+'I+'(+-!%76J'%+61&%! 9'0;%1'%+!/%$:9%'!%'%1%!/0.):!~!&,//%)'(+,!#1'#!
5,+!\(]!c0+/':!9%1%)864%!8(/$(/!,9),40+'%+&6<!!
!
?:! %/),N,9)! ;+:5:! N(! *+0)(9)0M:! {/+%41%'6'%+6! G1&4! U%+30'@%! *93=:;%2%! &%N()! ()),/'(+,! 0! ):3%L!
9,4%3y5(4%J!/09)#$'#!*(+L0+$%19'%+616!1%96'!%1'%$'%1&6+$%'646Jr!s1'%+6!$%1,*#'(!(&,'$,.!IJ1('(+-!
;%J()(M,! l01%)3%1! X0]%)@61! E*09)$0&(+1! &%+5(H! &,4(! %&'%1&6+&676! 9)+%)(2,'(+! #J(+,1(! /%'($(!
%'&676!9,N+,!&,'',!$%/%'(9,1&(/,!)%5,+,4'(!E,94%1/S+!3,9)(+,H4(!/%*6'$6.!E/%41%.$6.!(+;(1'(+HAg!0'%+%/!
9:8'%$%'6! $646Jr! ?:! {/+%41%'6! U%+30'M#'(+! ;(+8(/)(-! G$(+,/%1! +#4%96161! :J%/)%1! /:$%1&%'6!
,94%1M6'%+61&%1! L%J'%96! &(7,''(+! $,r! c%! &%! 5:! *(+L0+$%19-! :':9'%+%+%96! 9%1%)! *%J%+61%! ;,+$(/! ,8,1!
4%*6'%1! 5,+! 04:1! $:! 9%&(M(r! q(4%3:)! U%')(+! ?(12%$,1@,1! E4%+%)6M6'6/! ,'/(9,H1(! E%.6+6! 4#/'(1$(H!
3%',1(! N(+,'(M(/! /'%9,/! I+1(/'(+&(1! 5,+,1,! $,! )(./,'! (&,40+r! ?(12%$,1@(! ;I+(-! E?:! %.6+6! 4#/'(1$(-!
#+(),M,1,1! ;:+:+:1:! 0/.%4%+%/-! %9'61&%! 01%! &#.$%1! 5,+! )0*':$! &#J(1,1,1! 4%+%+'%+616! 80/! ,4,!
/0+:&:7:1&%1-!80/!)(3',/(',!5,+!&:+:$&:+H!&($,.),/<!
!
V09)$0&(+1!/0.:''%+!%')61&%! &($0/+%9,!N(!/%$:9%'!%'%161!$#*3($',/'(+,1,1!901:!40/<!k%/%)!5:!
,/,',-! )0*':$! 04:1:1:1! /:+%''%+616! &(7,.),+$(4(! 041%4%5,',+<! ?%./%! 5,+! &(4,.'(-! 8%)6.$%! #+()$(!
9)+%)(2,9,1,1!$()%!&#J(4,1,1!)%$!&%!/(1&,9,-!3%'/!)%5%161&%!9#+(;,&(1!&(1(4'(+(!%86/!5,+!8%)6.$%!
),4%)+09:1%! &I1#.(5,',+<! f<=<V! ;+:5:1:1! 5,+! %+%4%! ;('$(9,1&(/,! %$%8! &%! 5:&:+O! /(J%! %&'%+6! 5,'(!
$%1,&%+&6+P! f(N0':),01%+4! =Y*(+,$(1)%'! K*%M(! Zo(N+,$M,! o(1(49('! X(/S1a<! ?:! 5,+5,+,1(! 96/6M%!
5%7'6! /#8#/! 9%1%)! ;+:5:1:1! 2(9)! N(! (4'($'(+,1&(! ;IJ#$#J(! ,',.(1-! >%1()),@1,1! )"#$%& ),"B#+$"! &,4(!
%&'%1&6+&676!.(4,1!8%7&%.!5,+!5,8,$,&,+P!
!
F+,9)%',1!1()',7,-!4%'6)6'$6.'676!N(!&(7,.$(J',7,-! 01:!8(N+('(4(1!/,)'(1,1!3(4(M%1'6!
&(7,./(1',7,4'(! (9+%+(1;,J! 5,+! /%+.6)'6/! 0':.):+:+<! F,)'(4(! /(1&,1(! IJ;#!
3:J:+9:J':7:1:! N(+(1! 36J'6! N(! &(1()'(1($(J! 5#4#$(! 9#+(M,! N(! 8IJ#'$(!
)(3',/(9,-! /+,9)%',1! ,8,1,! ()/,'($(J<! =1! 5#4#/! 3(4(M%161! 0+)%961&%! 5,'(-! /+,9)%'!
5:1:1! &6.61&%! /%'6+<! o07:+&:7:! /,)'(1,1! &07%96! 1(! 0':+9%! 0'9:1-! 5:! /,)'(4'(! 1(!
/%&%+!5#)#1'(.$,.!;I+#1#+9(!;I+#19#1-!/(1&,!/,$',/!&:4:$:1:!%9'%!5#)#1#4'(!
4,),+$(J! N(! /,)'(1,1! 8IJ#'$(9,1&(1! 901+%! 3(+! &(L%961&%! /+,9)%'! 0'%+%/! 4(1,&(1!
5,+%+%4%!;(',+<A_!
!
?I4'(! 5,+! /+,9)%'! 0':.):+$%! ,3),4%M6! ~! /,! 5:! ,3),4%8! 5(1J(+! .(/,'&(-! x1N(1)0+4! %&'6! ;+:5:1! ghhh!
46'61&%! [01&+%@&%! ;(+8(/'(.),+&,7,! N/+C0$0;& i& +& ;/;%3#+,2& >$/#& "3& #A%& A%+,#& /<& >/;;%,>%!
ZF0%;:':$! ~! ),M%+(),1! /%'5,1&(! ;(8,M,! 5,+! *63)6'%.$%a! 5%.'6/'6! *(+L0+$%19)%! &%! %86/8%! ;I+#'#+! ~!
/%$:9%'!%'%1&%/,!96+%&%1!%/6.61!0+)%961&%-!%/6.6!/(9,1),4(!:7+%)%1!5,+!90+:19%'!N(4%!5,+!$(NM:&,4()!
Ah
!V()(+!GM/(+$%1-!E?()]((1!T%+&!%1&!K0L)!V0](+P!"3(!f,9(!0L!>,N,',%1y?%9(&!K)+:;;'(!%1&!o($0M+%),M!>3%1;(-H!o6.,.'(+,!
?%/%1'676@161!G86/!k0+:$:@1&%!9:1:'%1!&#.#1M('(+-!o6.,.'(+,!?%/%1'676-!U%93,1;)01-!o>-!gD!T%J,+%1!ghhz<!X(),1!o6.,.'(+,!
?%/%1'676@161!+(9$,!9,)(9,1&(1!/%'&6+6'&6-!L%/%)!.:!%&+(9)(1!5:':1%5,',+P!
3))*P``](5<%+M3,N(<0+;`](5`ghhBh_hChDiDgC`3))*P``]]]<9)%)(<;0N`9`*`0L`*+0M`_zgBi<3)$!
AA
!X,M3('!k0:M%:')-!_A%&7",#A&/<&7"/H/$"#">B6&P%>#0,%B&+#&#A%&N/$$%C%&*%&j,+3>%1&klmnoklml!Z\(]!c0+/P!V%';+%N(yX%M$,''%1-!
ghhBa-!9<!gCh<!p#1M('!;IJ()'($(!N(!9,$#'%9401!)0*':$'%+61&%!5:!&(1(),$!)#+#1#1!1%96'!,.'(&,7,1(!&%,+!/%'($(!%'&676$!
$()1(!5%/616JP!Ek:):+(!X%*H-!3))*P``5+,%130'$(9<]0+&*+(99<M0$`ghh^`hD`hD`L:):+(y$%*!
Ag
!l01%)3%1!X0]%)-!€"3(!1(]!p'%&,0!,1!%M),01r€!?/J<!3))*P``]]]<01',1(20:+1%'<M0$`%+)$%1`*:5',93`%+),M'(u_hB<93)$'!
A_
!=',%9!>%1()),-!N,/Y*B&+3*&Q/Y%,!Z\(]!c0+/P!k%++%+-!K)+%:99!%1&!p,+0:Y-!ADBz`G'$%1M%!A<!?%9/6!ADCha-!9<!^z<!b=',%9!
>%1()),-!!"#$%&'%&()#"*+,1!8(N<!p#'.%)!G4;(1!ZQ9)%15:'P!G4+61)6!c%461'%+6-!_<!?%9/6-!ghhC`G'$%1M%!A<!?%9/6!ADCha-!9<^^<j!
!"#$%&'%
>>%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
%+%M6'6764'%! M,9,$! 5:'%1! 5,+! (.,)',/! &(1(4,$,1(! &:4:'%1! /I/)(1! 5,+! %+J:&%1! /%41%/'%16+<! f<=<V!
*(+L0+$%196161!0+)%4%!%))676!N(!4%16)96J!56+%/)676!/%L%!/%+6.)6+6M6!90+:!.:&:+P!s!#+()/(1!$0&(''(+,4'(!
N(!&($0/+%9,1,1!3(+!4(+(!1#L:J!(&(1!9,$#'%/+64'%!*09)$0&(+1!,$;(y&#14%'%+!,8,1&(!1%96'!L%%',4()!
;I9)(+(M(7,Jr! V0*#'(+! 04:1-! 5,+! ,/),&%+! )(/1,7,! 0'%+%/! ,89(''(.),+,'&,7,1&(-! %+)6/! ADCh@'6! 46''%+61! %')!
#9)!(&,M,!9)+%)(2,'(+,1,1-!9)%)#/01:1!4I1(),'(1!&I1#.#$'(+,!#J(+,1&(!3(+3%1;,!5,+!()/,9,!0'%5,',+!$,r!
c%!&%!3(*,$,J!5%9,)8(!5:!IJ;#+'#/!N(!&($0/+%9,!+0''(+,1,!041%$%46!/%5:'!$#!()$(',4,Jr!
!
!-21*S-%7#:02";;"[1$+S"=%
%
p(8),7,$,J!4,+$,!46'&%!Q)%'4%1!O0#/3/;"+!L,'0J0L'%+6-!3%'/)%1!;('(1!&(1(),$!)0*':$:1%!$#&%3%'(!
()$(! 9)+%)(2,'(+,1,! %1'%4%5,'$($,J! ,8,1! 5,+! &,'! I1(+&,'(+<! d%'6.$%'%+6-! 80/':/! L,;#+#1#1! 5#4#/!
I'8#&(!4%4;61'%.$%964'%!J,+N(4(!:'%.)6<!d0/':/-!01'%+61!;I+#.#1(!;I+(-!(9/,!J%$%1'%+61!,.8,!9616L6161!
&07+:&%1! #+()/(1! L%%',4(),-! E$%&&,! 0'$%4%1H! N(4%! (1)('(/)#('! ($(/! ,'(! ,8! ,8(! ;(8$(4(!
5%.'%&6761&%! 0+)%4%! 86/640+<! X%+/9,9)! ;('(1(/)(! )%$%$(1! 3(+(),/! /%5:'! (&,'(1! 5:! E(1)('(/)#('!
($(/H!L,/+,1,!$(.+:'%.)6+$%/!,8,1!V%0'0!q,+10-!X%+Y@61!L,03*,"BB%@&(!3(+!;(8(1!;#1!L,J,/9('!($(/!
;#M#1#!&%3%!&%!;(+(/9,J!/6'%1!5,',$9('!N(!)(/1,/!5,';,!5,+,/,$,1,!)%+,L!()$(/!,8,1!/:''%1&676!Ep(1('!
G/6'H!L,/+,1(!5%.N:+:+<!q,+10!5:1:!.I4'(!%86/'%+P!
!
X%+Y! ;(1('! %/'6-! 5,+! $%/,1('(+! 9,9)($,! 5#14(9,1&(! 1(91('(.(1! E5,',$9('! 5,+!
/%*%9,)(H!0'%+%/-!&0'%46964'%!9%5,)!5,+!9(+$%4(!0'%+%/!%';6'%+<!?I4'(M(-!%/'61!&6.9%'!
N(4%! /%$:9%'! 1,)(',7,1,-! &07%! 5,',$'(+,1,1! #+(),$! 9#+(M,1&(! )(/10'02,/!
:4;:'%$%961%!,1&,+;(+<!T%4%),!%.%$%!&%3%!80/!!;(1('!%/'61!/(1&,1,!M%1'6!($(7,1!
&07+:&%1!5,+!96L%)6O!&%7616/!5,+!(1)(',2(19,4%161!+(*(+):%+6O!5,+!80/':7:1!#4('(+,!
%+%961&%! 0+)%/! 5,+! 5%7! 0':.):+%1! 5,+! E0+/(9)+%9401H! 0'%+%/! 9:1$%! 5,8,$,1,1!
N:+;:'%1$%961&%1!0':.:+<Az!
!
s!3%'&(!)($('!0'%1!.(4!~!80/':7:!80&+3$+;*+!N%+(&(1!(4'($!~!&%7616/!%$%!,'(),.,$!3%',1&(!0'%1!
5,+!%761-!/(1&,!&%N+%16.'%+616!/00+&,1(!()$(!N(4%!0+/(9)+(!()$(!/%*%9,)(9,&,+<!G1M%/!5:!/%*%9,)(!
3(+!J%$%1-!80/':7:1!#4('(+,1,1!/00+&,1(!()$(!/%*%9,)('(+,1,-!9,$#'(!(&,'(1!*09)$0&(+1!)#/(),$!
N(! &(1(),$! 0+)%$'%+616! L,,',4%))%! 2+,+#+8"$;%)& ,8,1! 46/6M6! 5,+! .(/,'&(! /:''%1$%'%+616! )%'(*! (&(1-!
IJ('',/'(! 9,19,! 5,+! )#+! 4%5%1M6'%.$%! 5,8,$,1,1! )(3&,&,! %')61&%&6+<! q,+10! 5:1:! .I4'(! %86/'%+P! Ek%/%)!
G/6'@61!,.!5,+',7,1,1!L%J'%'676!/%*,)%',9)!#+(),$,1!5%9/6'%+616!5(+)%+%L!(&(M(7,1(-!9(+$%4(1,1!(1!;#J,&(!
/%41%76!0':+<!s1:1!3()(+02(1',7,1,1!1(!9(9,!1(!;I+#1#+'#7#!N%+&6+<<<H!q%+&676!5:!901:8-!80/!9%46&%!
*0',),/! %1;%2$%1%! ;,+(1! 9%1%)86161! 3%+(/()! 9%3%'%+616-! ',5(+%'! )0*':$'%+&%! 9%1%)9%'! #+(),$,1!
:J%$616!5(',+'(4(1!9#+#1M($(&(/,!5,+!,1%1896J'6761!3%4%'n!%'%161&%1-!90/%761!&07+:&%1!8%)6.$%4%!
%86/! %'%161%! /%4&6+$%961%! 1(&(1! 0'%1! .(4,1! )%$6! )%$61%! %41696&6+<! q,+10! .I4'(! 4%J%+P! E! WK,N,'!
,)%%)9,J',/@! 5:;#1! *0',),/! (4'($,1! 0'$%J9%! 0'$%J6&6+<! ?(1,! 5:+%&%! ,';,'(1&,+(1! +%&,/%'! ,)%%)9,J',/-!
5('/,! )(/! )(J%3#+'(+,! 0'%1! 5%J6! $,)'(+! /%1%'64'%! o(N'()@,1! )%$! &%! 4I1()$(! $('(/(9,1,! 90+;:4%!
%8$%'6&6+<HAi!
!
?:! ,)%%)9,J',7(! 4I1('(1! ;(8,.,! )%$! %1'%$64'%-! ADDh@'%+61! 901:1&%! [01&01! f(M'%,$! )3(! K)+(()9!
3%+(/(),1,1! /00+&,1%)I+'(+,1&(1! 5,+,! 0'%1! l031! l0+&%1! ;,5,! 5,+! 9%1%)86161! L%%',4()'(+,1&(!
;I+(5,',+9,1,J<! l0+&%1-! N+,3"'+$B& /<& W%B"B#+3>%! Zo,+(1,.! F%+1%N%''%+6a! 5%.'6/'6! 5,+! N,&(0&%! X%+M('0!
=Y*•9,)0@4%!5,+!+I*0+)%2!N(+$,.<!q,&(0!=Y*•9,)0@1:1-!*0',),/!$#M%&('(&(!4(+!%'%1!4(1,!I+;#)'(1$(!
5,8,$'(+,1,1! N(! 3%'/)%1! ;('(1! *+%),/'(+,1! 3(1#J! 4%J6'$%$6.! )%+,3,1,! %1'%)$%4%! 904:1%1! 5,+! &,J,!
L,'$,1,1! 5,+! *%+8%96<AC! ?:! :J:1! N(! %4+61)6'6! +I*0+)%261! (1! I1($',! %1'%+61&%1! 5,+,-! l0+&%1@61!
/%+1%N%'(9/!;I9)(+,1,1!$#*3($',/!*0)%19,4(',1(!407:1'%.)676!4(+&,+P!
!
='5())(! 5:! 5,+! *0',),/! (4'($&,P! G+%5%'%+&%1! 5,J(! 90/%/)%! 4(+! %8$%'%+616! )%'(*!
(&,40+&:/-!,19%1'%+!%+%961&%!L%+/'6!)0*':$9%'!,',./,!L0+$'%+6!4%+%)640+&:/O!I+1(7,1!
&(7,.)0/:.! %+%M6! 0'%+%/! *%+%! /:''%1$%4%'6$! &,40+&:/O! /%$:9%'! %'%16! )%'(*!
Az
!V%0'0!q,+10-!Eq,+):09,)4!%1&!f(N0':),01P!"3(!V0',),M%'!"3(0+4!0L!=Y0&:9-H!W+*">+$&_A/0CA#&"3&c#+$26&O&Q/#%3#"+$&Q/$"#">B!
,8,1&(-!&(+<!V%0'0!q,+10!N(!X,M3%('!T%+&)!Z{1,N(+9,)4!0L!X,11(90)%!V+(99-!ghhCa-!9<!AD_<!
Ai
G<;<(<-!9<!ADz-!ADC<!
AC
!?:!,.,1!&%3%!/%*9%$'6!5,+!,+&('($(9,!,8,1!EX%+M('0!=Y*•9,)0m9!R3#,%&F0%p/BP!"0]%+&9!)3(!\(]!?0&4H!5%.'6/'6!$()1,$(!
5%/61<!qH%3!A^-!c%J!ghhD<!3))*P``5+,%130'$(9<]0+&*+(99<M0$`ghhD`hA`AD`$%+M('0y(Y*09,)0y(1)+(y9:(109!9,)(9,1&(1!
$()1(!:'%.6'%5,',+<!!
!"#$%&'%
>W%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
(&,40+&:/! N9<! k%/%)! )#$! 5:1'%+! 5,+! 80/! ,19%1! ,8,1! 5,+! *%+),&(1! ,5%+()),<!
o0'%46964'%!5,J!&(!5:!/%+1%N%'6!0'%5,'(M(/!(1!%J!/%+1%N%'(9/!4(+'(+&(1!5,+,1&(!~!
/#+(9('! 9(+$%4(1,1-! L,1%19! 9,9)($,1,1! )($('! &#7#$! 10/)%'%+61&%1! 5,+,! 0'%1!
[01&+%@&%! ~! 4%*)6/! /,! 5,J,$! 9%&(M(! %+%5%'%+%! /%+.6! 0'%1-! *%+),! 4%*$%46! 9(N(1!
,19%1'%+!&(7,'-!%1),y/%*,)%',9)!,19%1'%+!0'&:7:$:J!$(9%2616!,'()(5,'(',$<!!
!
K01! &(+(M(! 4%/61! 5,+! %86&%1! 8(/,'$,.! 0'%1! /01:.$%M6161! 4#J#4'(! 0'%4'%+&%1! ;I+#1)#'(+!
$01)%2'%1$6.)6+<! AB! T%J,+%1! ADDD! ;#1#! [01&+%! 90/%/'%+61&%! &0'%1%1! *(/! 80/! L%+/'6! /%$(+%4'%!
8(/,'(1! 9(/%19'%+6! 5,+5,+,1(! I+(1! N,&(0-! *(+L0+$%),L! $#&%3%'('(+,! Z/,$,'(+,! 5:1:! N%3.,! N(!
/01)+0'9#J! 5,+! ,94%1! 0'%+%/! 40+:$'%4%5,',+a! &I+)'#! ;I+#1)#'(+! 3%',1&(! 5,+'(.),+(+(/! 9:1%+<! ?:!
$#&%3%'('(+-!ADDD!F%96$@61&%!K(%))'(@&%!&#J(1'(1(1!U"s!J,+N(9,1&(!%867%!86/%1-!5(.!;#1'#/!5,+!
/(1)9('! %4%/'%1$%46! I+;#)'(4(1! 5,+! )0*':$9%'! %7! 3%+(/(),1(! ;,&(1! 40'&%! /%)%',JI+! ;I+(N,! ;I+&#<!
"(/,'-! +()+09*(/),L! 5,+! %1'%)6&%1-! 9,$#')%1(! N(! 8(.,)',! *(+9*(/),L'(+,1! 80/':7:1%! /%4%+%/! =Y*•9,)0-!
/6'6! /6+/! 4%+%+%/! 4%*6'%1! *'%1'%+61! 4(1,&(1! .(/,''(1$(/! 3%))%! 5,+! %1&%! )%$%$(1! )(+/! (&,'$(/!
J0+:1&%! /%'%5,'&,7,! /#+(9(''(.$(! /%+.6)6! *+0)(9)0'%+61! ()/,'(.,$',! /0$*'(/9! I+;#9#1#! )(+M#$(!
(&,40+<! G1M%/-! #J(+,1&(! 50'M%! /%L%! *%)'%)6'%1! 9)+%)(2,'(+! ,'(! %1'6/! 0'%+%/! 0+)%4%! 86/%1! )%/),/'(+,1!
5,+'(.),+,'$(9,1(! 4I1(',/! ,9)(/-! *+0)(9)0M:'%+61-! &(1(),$! .(5(/(9,1&(! %/6./%1! 5,+! .(/,'&(! 3%+(/()!
()$('(+,1,! N(! 807%'%1! $(&4%! /%1%''%+6! 504:1M%! )61'%4%+%/! 4(1,! 5,+! %/),N,9)! /:.%761%! (9,1! 0'%M%/!
/0'(/),L! 3%+(/()'(+,1! ;(+8(/'(.),+,'$(9,1,! $#$/#1! /6'&6<! q(! 5:! .(/,'&(! L6./6+%1! ,$;('(+-! 0'%4'%+61!
/(1&,9,! /%&%+! ;#8'#4&#P! ?:! ,$;('(+-! ADD^! 46'61&%! *%)'%4%1! N(! ghh_@(! /%&%+! 9#+(1! /#+(9('!
*+0)(9)0'%+61! $,),-! 80/! 4#J'#! %41%'%+6! 3%',1(! ;('&,<! F#+(9('! /%+%+'%+61! %'61&676! ~! N(! 3(+3%1;,! 5,+!
&($0/+%),/! 9#+(8)(1! /0*%+6'$6.! ~! /(1)9('! $(/S1'%+&%-! +%&,/%'! ,)%%)9,J',/! (4'($! N(! ,$;('(+,-!
;#1&(',/!3%4%)61!E/,.,9('!0'%+%/!*0',),/H!0'%1!504:)'%+6161-!*0',),/%161!+(9$n!N(!/:+:$9%'!%'%1'%+64'%!
8%)6.$%!3%',1&(!5,+!)($%9%!;,+$(9,1(!4%+&6$M6!0'&:<!!
!
H"+$0%\*]-+E*%
%
C1<,%+<%A)%FH:+12*Q*+;-=K3%^_5_6_%M+C:`3%>??PZ>??@!
%
?:!9(+;,1,1!;#M#-!1(!80/':7:1!*+0%/),L!$#&%3%'('(+,1(!1(!&(!&(1(),$!)0*':$:1&%!9,$#'%9401!N(!
9,$#'%/+'%+61! %1%',J,1(! %4+6M%'6/! )%1646*-! 5:! ,/,9,1,-! /(1&,1,! *%+8%'%+%! %46+%1! <$J3%0,! L,;#+#! ,'(!
/%+$%1! 80+$%1! /(1)9('! /,)'(4(! %,)! (+/(1! &I1($! L,;#+'(+,1! )%+,39('! ;I';('(+,! %')61&%! 5,+5,+,1,1!
!"#$%&'%
>(%
!"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123&
4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"!
7,"+3&S/$;%B&
/%+.6961%!/04$%/)%!4%)640+<!e,$&,1,1!5,+5,+,4'(!8(',.(1!9(8,$'(+,-!)%$!%1'%$'%+61%!%1M%/!N(!%1M%/!
5,+5,+,1(! /%+.6)! 0'&:/'%+6! N(! 3(+! ,/,9,1,1! &(! /%41%76! 0'%1! ;(8$,.'(! *%4'%.)6/'%+6! 5,+! ,',./,! ,8,1&(!
/%N:.:+<! Q8,1&(! 5:':1&:7:$:J! (/010$,/! /+,J,1! /%)$%1'%+6! %86'&6/8%-! 5:! )%+,39('! $%)+,9! ,8,1&(1!
4(1,!/0$5,1%9401'%+61!N(4%!3%))%!5('/,!4(1,!5,+!N%+0':.9%'!/0+/:!N(!(.,)',/!%+J:9:!L,;#+#1#1!0+)%4%!
86/$%96!5(/'(1(5,',+<!!
!
f<=<V<!;+:5:1:1!3,4(+0;',L(!5(1J(+!;I+9('!&,',1,1!):3%L!,$;(9('!/0&'%+64'%!9#9'#!&:N%+'%+64'%!9(+;,-!
[,;1%! ;+:5:1:1! (*(4! )%+)6.$%'6! W+*"/8+$$%#! Z"('9,J! ?%'(9,a! 5%.'6/'6! ,.,4'(! 5,+! 901:M%! N%+640+! ;,5,!
;I+#1#+<! ?:! ,.,1&(! ;+:*-! [(,*J,;@&(! IJ(''(.),+,'$,.! 5,+! )+(1! ;%+61%-! 0+)%/! N%+0':.! /,*'(+,1(! %,)!
4%9%/'%1$6.! 3%+(/()'(+'(! Z0):+$%/-! :4:$%/-! %4'%/'6/! ()$(/-! &,'(1$(/-! 30.8%/%'! &($(/! ;,5,a!
E$:9%''%)H!0'$%46!3(&(L'(+<!?,+!/0+9%1!+%&40!)%+%L61&%1!4%461'%1%1!*(+L0+$%19!$()1,-!()+%L%!,4,M(!
&%76'%1! /%'%5%'6/! ;+:5:1-! 1I)+%',J(! (&,'$,.! 3,24(1,/! $(/S1&%! 3%+(/()! (&(1! %)0$,J(! 0'$:.!
1#L:9:1! 5,+5,+,1&(1! /0*:/! ;#1&(',/! ;(+8(/',/'(+,! ,'(! %416! &#J(4&(! %')#9)! (&,M,! 5,+! $#&%3%'(4,!
/00+&,1(!()$(9,1,!$#$/#1!/6'%+<![,;1%!5:!40''%-!?+(M3)@8,!+%&40!N%%&,1,!;(+8(/'(.),+$(!,&&,%961&%!
5:':1:+<! ?+(M3)@8,! +%&401:1! ,/,! 4I1'#! *0)%19,4(',! 5:+%&%! 9,14%'! ;I1&(+$(`%'$%! .(/',1&(! &(7,'-!
01:1! 4(+,1(! $(+/(J,'(.),+,'$,.! +%&40! 4%4616`&%7616/! *(+L0+$%19! /%1%'64'%! /(1&,1,! ;I9)(+,+<!
T%+(/()'(+!3%4%'(),$9,-!J%+,L-!4%*$%M6/-!5%J(1!;#+#')#'#!N(!1(.(',&,+<!
!
c()/,','(+,1! ,J1,4'(! 4%*6'&676! 5('',! 0'%1! 5:! 9%31('(1$,.! *+0)(9)0-! ,'/! 5%/6.)%-! /(1&,! /(1&,1(!
:4;:'%1%1!*09)$0&(+1!/01)+0'!;I9)(+,9,1(!4(1,!5,+!9%*/61'6/!/%)$%16!(/',40+!;,5,!;I+#1#+O!%1M%/!
%416! J%$%1&%-! )%*)%J(! N(! 96+%&6.6! 5,+! &(1(49('! (4'($! ;,5,&,+<A^! ?:! ):3%L! .(/,'&(! :49%'! ;I+#1(1!
$:3%',L'(+-! ),*,/! 5,+! 1(0',5(+%'! ;#N(1',/! .,+/(),1,1! &(N+,4('(+,! )%+%L61&%1! 5%9/64%! )S5,! ):):'%1!
;#1&(',/!3%+(/()'(+,4'(-!;%+61!/%4;%1-!3%N%'6!$(/S1'%+61%!$:9%''%)!0'$%46!;(+8(/)(1!&(!5%.%+6+'%+!
$6r! c0/9%! (9%9! AD_h@'%+61-! zh@'%+61! +%&40! *+0*%;%1&%'%+61&%/,! L%.,9)! ($,+y/01:.$%'%+! 01'%+%!
&(+,1&(1! $:9%''%)! $6! 0'$:.):+r! "#/(),M,1,1! (/9,/',/! &:4;:9:1:1-! 8%7&%.! 50.':7:1! %.6+6!
&0':':7:1&%!4%196&676!9,+/#'%9401:1!N(!),M%+(),1!M,'%'%1$6.!J($,1'(+,1(-!9)(+,'!/0+,&0+'%+61%!1(!)#+!
:1:):'$:.!%./'%+!N(!&,'(!;(),+,'($(J!,)/,'(+!;(+,!&I1(5,',+r!
&
j$J3%0,@#1-! ;#1M('! .(3+,1! *09)y9094%'! $(/S1'%+61&%/,! N(+,',! +0'#1(! &I1(+9(/-! 3(*,$,J,1! .(3,+!
0+)%$61&%!4%*)676$6J!;#1'#/!):+'%+6$6J&%!5:!5,'$(M(!#J(+,1&(!50'!50'!&#.#1(M(/!N%/),$,J!0'%M%/<!
"%!/,!/+,J!5%9/696!1,3%4(),1&(!$()%161!3(+!4(+&(!3%J6+!N(!1%J6+!9IJ#1#!/6+%1%!N(!5,J-!3%1;,!/0'(/),L!
&(1(4'(+,1!~!3%1;,!/0+/:!N(!%+J:'%+61!~!()(!/($,7(!5#+#1$(9,1,!/:M%/'%$%4%!3%J6+!0'&:7:$:J:!
%1'%4%1%!/%&%+<!
!
!
!
Q1;,',JM(&(1!8(N,+(1P!d,8(/!RJ)(/!
A^
!T%$5:+;@&%!&%3%!(9/,!5,+!)%+,3)(!4%*6'%1!,J,19,J!5,+!*(+L0+$%19!0'&:7:1:!&%!3%)6+'%)%'6$<!?:!96+%&6.6-!3(4(M%1!N(+,M,!
*(+L0+$%19!3%//61&%!L,/,+!(&,1$(/!,8,1!.:!9,)('(+&(/,!N,&(0'%+%!;IJ!%)%5,',+9,1,JP!
3))*P``]]]<40:):5(<M0$`]%)M3rNv‚x_*L%iƒ\wx!N(!3))*P``]]]<40:):5(<M0$`]%)M3rNv+*"y]5_"V„/!
!"#$%&'%
>)%
Sosyalizm
Sonrası
Özerkliğin
Çatışkıları
Dušan
Grlja
Bu
makale1,
eski
Yugoslavya
bölgesinde,
veya
jeopolitik
gündemin
terminolojisiyle
söylersek
“Batı
Balkanlar”da2,
“kültürel
üretimin”
çevresel
neo‐liberal
ekonomi
politiğinin
post‐sosyalist
çerçevesinde,
özerkliğin
anlamları
ve
işlevlerini
açıklamayı
amaçlamaktadır.
Aynı
zamanda
“bağımsız
kültürel
aktivizm”
alanında
özerklik
mücadelesine
dair
pratik
stratejilere
ve
imkânlara
işaret
eden
çabalar
konu
edilecektir.
“Gerçekten
varolan”
sosyalizmden
liberal
demokrasiye
ve
serbest
piyasa
ekonomisine
(kapitalizm)
geçiş,
çoğunlukla
“Öteki”
(Devlet
veya
Parti)
tarafından
belirlenmiş
olma
–
yaderklik
–
halinden,
özerklik
haline
geçiş
olarak
görülmektedir.
Bu,
Kant'ın
“Aydınlanma
Nedir?”3
makalesinde
işaret
ettiği,
kendinden
toyluktan,
inançları
ve
edimleri
için
sorumluluk
alabilen
tam
bir
erişkinliğe
geçişe
tekabül
eder.
Hâkim
neoliberalizm
kendini,
insanlara
“büyüme”,
“ciddileşme”
ve
kendi
sorumluluklarını
alma
vaktinin
geldiğini
hatırlatan
bir
çeşit
uyandırma
servisi
olarak
sunar.
Bu,
kendini
pazarlamayı,
sözde
“profesyonel
tüketicilere”
(prosumer)
dönüşmeyi,
kendi
işgücünün
patronu
olmanın
yanında
finans,
pazarlama,
halkla
ilişkiler
müdürü
olmayı,
iş
“bulmayı”
değil,
“yaratmayı”,
emekliliğini
ve
sağlık
güvenceni
“kendi
başına”
organize
etmeyi
gerektirir.
Kısacası
kişinin
“serbest
piyasa”da
her
daim
tehlikede
olan
yeri
için
her
gün
bitmek
bilmeyen
bir
savaş
vermesi
gerekmektedir.
Bu
nedenle
sosyalizm,
insanların
en
azından
temel
ihtiyaçlarının
gözetildiği
ve
karşılandığı
güvenli
ve
doyurucu
bir
zaman
olarak
görülür.
Sanki
tam
da,
Devletin
sağladığı
bu
anaç
ihtimam
–
keza
paternalizm
de
–
özneleri
idame
ettiren
kollektif
istihdam
ağları,
sosyal
güvenlik
sistemleri
ve
sözde
sağlık
hizmetleri
ve
emeklilik
fonları
vs
ile
birlikte,
radikal
değişim‐devrim
imkânları
hakkında
çocukça
fikirler
geliştirilmesine
sözümona
imkân
veren
boş
zamanı
sağlar.4
Bu
çevresel
neo‐liberalizm
perspektifinden,
eski
Yugoslavya'ya
kapitalizmin
(sosyalist
federal
devletin
yıkımı
ve
hem
sivil
hem
de
“insancıl”
savaşlar
yoluyla)
gelmesi
tam
da
sosyalist
sistemin
empoze
ettiği
yaderklikten
–
Parti'nin
ve
Devlet'in
kaprislerine
ve
kararlarına
tamamen
bağımlı
olma
halinden
–
“özgür
dünya”nın
hizasına
girerek
kazanılan
özerkliğe
geçiş
gibi
gözükmektedir.
Bu
hâkim
post‐
sosyalist
“akıl”,
insanları
sadece
erişkin
olmama
hallerinden
çıkmaya,
“Öteki”ne
çocukça
bağımlılıklarından
kurtulmaya
ve
“sosyal
serbest‐piyasa
ekonomisi”nde
solipsist
girişimci
özneler
olmaya
değil,
aynı
zamanda
belirli
bir
kültürel
(ulusal,
etnik,
veya
itiraf
etmeye
dayanan)
grubun
üyeleri
olarak
öz‐belirlenim
haklarının
farkında
olmaya
davet
eder
(ya
da
zorlar).
Bu
çeşit
bir
özerklik
eski
Yugoslayva
bölgesinde,
yeni
oluşmuş
devletlerin
“bin
yıllık”
ulusal
–
daha
doğrusu
etno‐milliyetçi
–
özbelirlenim
“rüyalarının”
nihai
başarısı
olarak
algılanır
ve
dolayısıyla
geriye
dönük
bir
şekilde
sosyalist
Yugoslavya'yı
“ulusların
hapishanesine”dönüştürür.
Bu
nedenle
hâkim
post‐sosyalist
özerklik,
sosyalist
Yugoslavya'yı,
komünist
hareketi
ve
Marksizmi
geçmişin
baskıcı
zamanlarına
ait
ve
çoktan
aşılmış
şeyler
kılma
amacına
hizmet
eder
ve
çağdaş
neo‐liberalizmin
ana
ideolojik
dayanağı
olan
anti‐komünist
“konsensüs”u
yeniden
üretir.
“Demokratik”
Avrupalılaşma
taraftarlığı
ve
“yurtsever”
milliyetçilik
,
dini
şovenizm
ve
insan
hakları
için
mücadele,
yeniden
gelenekselleştirilmiş
“ata”
kültürü
ve
demokratik
sivil
toplum
kültürü,
ulus‐devletin
kurucu
kimlik
politikaları
ve
çokkültürcülük
veya
kültürlerarasıcılık
gibi
görünüşte
birbirine
karşıt
olan
siyasi
seçenekleri
birleştiren
şey
tam
da
bu
ateşli
anti‐komünizmdir.
Aşikar
ki
“kültür”,
“ulusların”
komünist
geçmişlerinden
temizlenmesini
ve
“modernleştirilerek”
1
Bu
makaledeki
fikirler,
2006
yılının
Ekim
ayında
Hamburg'da
düzenlenen
Wir
Sind
Woanders
#
2
festivali
çerçevesinde
gerçekleştirilen
Frontbildung
projesi
kapsamında
geliştirilmiştir.
(http://www.wirsindwoanders.de/files_2007/index_allE.php?seite=3&folge=00).
2
Bu
yeni
jeopolitik
bölge
tam
bir
Avrupa
Birliği
üyesi
olan
Slovenya
dışındaki
eski
Yugoslav
devletlerinden
oluşur.
Arnavutluk
da
bu
kapsama
sokulmaktadır.
Bu
nedenle
“Batı
Balkanlar”
tam
Avrupa
Birliği
üyeliği
için
“geliştirilmesi”
gereken
“yükselen”
ülkeleri
temsil
eder.
3
Bkz.,
örneğin
http://www.english.upenn.edu/~mgamer/Etexts/kant.html.
4
Bkz.
“Against
Post‐Socialist
Reason”
bölümünde
editörlerin
giriş
yazısı,
Prelom
8th
Edition
in
English
içinde
http://www.prelomkolektiv.org/eng/08.htm
s.
8.
Sayı
#1
26
Sosyalizm
Sonrası
Özerkliğin
Çatışkıları
Dušan
Grlja
“uluslararası
topluluğa”
yeniden
eklemlenmesini
amaçlayan
ulus‐devlet
inşası5
sürecinde
önemli
bir
rol
oynar.
Pan‐Avrupacı
ve
etnik‐ulusal
kültürlerin
savunucularının
arasındaki
paradoksal
gibi
görünen
ittifakı
kolaylaştıran
şey,
“ulusları”
birbirinden
ayıran
ve
izole
eden,
ve
sonrasında
Avrupa
Birliği
içerisinde
yeniden
birleştiren
projenin
kendisidir.
Yerel
elitler
ve
onların
ulus‐kurucu
ideologları
Avrupa
Birliği
projesine6
bağlılıklarını
beyan
ettikleri
halde,
mevcut
siyasi
ve
kültür
politikaları,
içe
kapanmacıdır
ve
bir
çok
karşılıklı
bölgesel
mübadele
biçimine
düşmanca
yaklaşır.
Bir
yandan
resmî
yerel
kültür
politikaları
güçlü
ve
dışlayıcı
bir
ulusal
kimlik
yaratmayı
amaçlayan
projeleri
ve
programları
hâlâ
desteklerken,
diğer
yandan
da,
yönetici
elitler,
çok
daha
yoğun
bir
bölgesel
işbirliğinin
Avrupa
Birliği'ne
katılmak
için
elzem
olduğunun
farkındalar.
Fakat
bölgesel
işbirliği
fikri
ne
zaman
ortaya
atılsa,
cevapları,
aslında
hiç
kimsenin
eski
“baskıcı”
“Birlik”
ve
“Kardeşlik”
komünist
ideolojisine
benzeyen
herhangi
bir
şeyin
parçası
olmak
istemediği
oluyor.
Kültür
aynı
zamanda,
daha
“ilerici”
Avrupa
Birliği
politikaları
ve
kurumları
için,
yeni
ve
“yenilikçi”
bir
jeopolitik
gündemin
vazgeçilmez
aracıdır.
Doğu
Avrupa'nın
çevre
devletlerinde
kapitalist
“gelişmenin”
temel
alt
yapısı,
1989
sonrası
“ıslah
edici
devrimler”den7
ve
1990'larda
anayasal
ve
parlamenter
demokrasinin
ve
serbest
piyasanın
kurulduğu
geçiş
döneminden
sonra
tesis
edildiği
için,
bu
altyapıya
bir
üstyapı
tedarik
etme
görevi
tamamlanamamıştır.
“Serbest
ticaret”i
kişisel
başarının
koşulu
olarak
koyan
eski
liberal
ideoloji
neredeyse
yüzyıl
önce
etkisini
yitirmesinden
dolayı,
küreselleşmeye,
“ideolojilerin
sonu”na
ve
çift
kutbun
olmadığı
bir
dünyaya
cevap
oluşturacak
bir
eke
ihtiyacı
vardı.
Çevredeki
halklara
“ezeli
ve
ebedi
demokratik
kültür
değerleri”
aşılayacak
şırınga
olan
çokkültürcülük
kapitalizmi
canlandıracak
olan
sömürgecilik
sonrası
düğümdür
aynı
zamanda.
Çokkültürcülük
iki
katmanda
iş
gördüğü
için,
aslında
farklılaştırma
yoluyla8
görünüşte
paradoksal
olan
birleşmeyi
kolaylaştırıyor.
Her
bir
“kültürü”
birbirleriyle
eşit
kılarak
ve
kendilerini
ifade
etme
ve
muhafaza
etme
hakkını
her
birine
eşit
olarak
tanıyarak
“demokratik”
niteliğini
gösterir
ve
bu
nedenle
merhametli,
insancıl
ve
kucaklayıcı
gözükür.
Ancak
bununla
birlikte,
bir
kültürün
kendini
ifade
etmesi
ve
koruması
çoğunlukla
varlığını
“tehdit”
eden
diğer
kültürlere
karşı
kendini
“savunma”
hakkı
olarak
görüldüğü
için,
dışlayıcı,
şovenist
ve
ayrımcıdır.
Fakat
ikinci
katman,
“özcüler”i
(kendi
kültürel
kimliklerinin
sabit
ve
katı
özelliklerinin
onları
diğer
bütün
“ötekiler”den
ayırdığına
ve
kültürel
kimliğin
temelini
oluşturan
tutarlı
ve
değiştirilemez
bir
tözün
varlığına
inanan
kişileri),
kendilerinin
ve
ötekilerin
çoğul
kültürel
kimliklerini
“demokratik
bir
şekilde”
müzakere
etmelerini
gerektiren
sözde
çokkültürcü
“normalliğin”
farkında
olanlardan
ayıran
politik
bir
bölünme
empoze
etmektedir.
Çokkültürcülüğün
ve
onun
resmî
halefi
kültürlerarasıcılığın,
bu
nedenle
“boş
evrensellik”9
kisvesi
altına
gizlenmiş
kolonyal
ırkçılıktan
pek
de
bir
farkı
yoktur.
5
Eski
Yugoslavya’da
kurulan
yeni
devletlerin
resmî
dillerinin
oluşturulması
sürecinde
Yugoslav
halklarının
çoğunluğunun
ortak
dili
olan
ve
bir
çok
lehçesi
olan
Sırpça‐Hırvatça
veya
Hırvatça‐Sırpça
dilinin
sözde
birbirinden
farklı
ve
kıyaslanamaz
olan
Sırpça,
Hırvatça,
Boşnakça
ve
hatta
Karadağlıca
dillerine
bölündüğünü
hatırlamak
yeterlidir.
6
Siyasetçilerin
ezici
çoğunluğu
için
Avrupa
Birliği'ne
katılım
bin
yıllık
mitik
Altın
Çağ'a
dönüş
inancını
temsil
eder
ve
aslında
insanların
yaşam
standartlarını
iyileştirmek
konusundaki
yetersizliklerinin
üstünü
örter.
Liberaller
“Avrupa
ile
bütünleşme”
pankartını
kamusal
kaynaklarda
kesintileri,
özelleştirmeyi
ve
deregülasyonu
birer
zorunluluk
olarak
göstermek
için
kullanırken,
sağcılar
ise
“antik”,
beyaz,
Hristiyan
–
ve
hatta
Ari
–
Avrupa’daki
köklerini
yüceltmek
için
kullanıyorlar.
7
“Bu
ıslah
edici
devrim,
anayasal
demokrasiye
dönüşü
ve
gelişmiş
kapitalizmle
ilişkili
olmayı
mümkün
kılma
anlamına
geldiği
sürece,
ortodoks
yorumlara
göre
1917
devriminin
gereksiz
kıldığı
modeller
tarafından
yönlendirilir.
”
(Jürgen
Habermas,
“What
Does
Socialism
Mean
Today?
The
Rectifying
Revolution
and
the
Need
for
New
Thinking
on
the
Left”,
New
Left
Review
183,
Eylül‐Ekim
1990,
s.
5.)
8
Kapitalizm
sürekli
eşitsizlikler
üretir
ve
onlardan
beslenir,
çünkü
artı‐değer
üretimini
kolaylaştıran
bu
farklılıklar,
eşitsizlikler
ve
orantısızlıklardır.
9
“Başka
bir
deyişle,
çokkültürcülük
tekzip
edilmiş,
tersine
çevrilmiş,
göndermesi
kendinde
bir
ırkçılık
biçimidir,
‘mesafeli
bir
ırkçılık’tır
–
Öteki’nin
kimliğine
‘saygı
gösterir’,
Öteki’ni,
karşısında
kendisinin,
çokkültürcünün,
ayrıcalıklı
evrensel
konumunun
mümkün
kıldığı
bir
mesafe
takındığı,
kendi
içine
kapalı,
‘sahici’
bir
cemaat
olarak
görür.
Çokkültürcülük,
kendi
konumunu
her
türlü
pozitif
içerikten
arındıran
bir
ırkçılıktır
(çokkültürcü
doğrudan
doğruya
ırkçı
değildir,
Öteki’nin
karşısına
kendi
kültürünün
tikel
değerlerini
çıkarmaz),
ama
yine
de
diğer
kültürleri
gerektiği
şekilde
takdir
(ya
da
tekdir)
edebileceği
ayrıcalıklı
boş
evrensellik
noktasını
oluşturan
bu
konumu
elinde
tutar
–
çokkültürcünün
Öteki’nin
özgüllüğüne
duyduğu
saygı,
tam
da
kendi
üstünlüğünü
beyan
etme
biçimidir.”
(Slavoj
Žižek,
“Multiculturalism,
Or,
the
Cultural
Logic
of
Multinational
Capitalism,”
New
Left
Review
225,
Eylül‐Ekim
1997,
s.
44.
[Slavoj
Žižek,
“Çokkültürcülük
Ya
Da
Çokuluslu
Kapitalizmin
Kültürel
Mantığı”,
Bülent
Somay,
Tuncay
Birkan
[yay.
haz.]
Kırılgan
Temas:
Slavoj
Žižek’ten
Seçme
Yazılar
içinde,
çev.
Tuncay
Birkan,
Metis
Yayınları,
İstanbul,
2006,
s.282.])
Sayı
#1
27
Sosyalizm
Sonrası
Özerkliğin
Çatışkıları
Dušan
Grlja
Çatışma‐sonrası
eski
Yugoslavya'da,
sanat
ve
kültürün,
eskiden
savaşan
“tarafları”
uzlaştırma,
dolayısıyla
“farklılıkların
(dinî,
etnik
ve
kültürel)
barışçıl
bir
şekilde
bir
arada
bulunmasını”
sağlama
rolünü
oynaması
gerektiği
düşünülmektedir.
Bu,
özellikle
2008
yılını
kültürlerarası
diyalog10
yılı
ilan
eden
Avrupa
Birliği'nin
gündeminde,
ve
çatışma
idaresi
kapasiteleri
yaratarak
ve
çatışma‐sonrası
istikrar
ve
barışı
garantileyerek,
dolayısıyla,
“kültürün
demokratikleştirilmesi”11
yoluyla
hukukun
üstünlüğünü
güçlendirmeyi
hedefleyen
ve
şiddetli
çatışmaları
çözme
ve
önlemeyi
“kültürel
farklılığı
kutlama”
pankartı
altında
açık
bir
şekilde
gündemine
alan
Amerikan
vakıflarının
programlarında12
görülmektedir.
Kısacası
yoksulluğa
dair
acil
problemler,
sosyal
refah
ağlarının
parçalanması,
arsız
çete
usulü
özelleştirmeler
ve
doğal
kaynakların
“kaçınılmaz
olarak”
çarçur
edilişi
bu
çoklu‐kültürlü
riyakârlığın
arkasında
gizlenirken,
sanat
ve
kültürün,
“Öteki”ne
toleransı
ve
temel
insan
haklarına
tam
bir
saygıyı
güçlendirmesi
beklenmektedir.
Özellikle
sanatın
eylemlerinde
“özerk”
olduğu
için
kapitalist
periferinin
insanlarını
“yetiştirme”
işine
layık
olduğu
düşünülmektedir
(çünkü
sanatın
her
zaman
kişisel
bir
dehanın
ifadesi
olduğu
düşünülür).
Hâkim
neo‐liberal
sanat
tarihine
göre,
Doğu
Avrupa
sanatı
özerkliğini
kaybetmiştir,
yani
sadece
Parti
ve/veya
Devlet
politikalarının
hizmetine
sunulmuştur.
Bu
yüzden
Doğu
Avrupa
sanatının,
utanç
verici
toplumsal‐gerçekçi
mirasın
yükünden
ve
bu
tip
bir
politizasyondan
ilk
ve
son
olarak
kurtulması
gerekmektedir.
Sanatın
özerkliği
için
yapılan
bu
tip
bir
“mücadele”
kapitalizmin
sanat
için
ayırdığı
geleneksel
yeri
onaylar:
sanat
dolaysız
sosyal
gerçeklikten
açıkça
farklı
bir
şeydir.
Amaç
tam
da
sanatın,
“yaşamı”
sosyal
ve
politik
anlamda
etkileme
olanaklarını
nötralize
etmektir.
Bununla
birlikte
neo‐liberal
politikalar
sanatı
tamamen
de‐politize
etmek
yerine,
ona
“ilerici”
bir
misyon
biçiyor.
Bu
tip
bir
politikanın
en
erken
örneklerinden
biri
Soros
Vakfı
ve
1990'larda
Doğu
Avrupa'da
kurduğu
Güncel
Sanat
Merkezleri
ağıdır.13
Soros
Vakfı
Karl
Popper'ın
“açık
toplum”
fikrine
dayanarak,
siyasi
eğilimi
“anti‐totalitaryanizm”
terimi
tarafından
içerilecek
bir
sanatı
teşvik
eder.
Soros
Vakfı’nın
yeniden
yazdığı
tarihe
göre,
Parti‐Devlet
baskısına
karşı
gelen
sanatçılar
sadece
bugünlerde
totaliter
rejimin
yüzüne
birer
şaplak
attıkları
için
alkışlanan
“cesur
muhalifler”dir.
Bu
nedenle,
sanatta
özerkliğin
savunulması
1970lerin
muhalif
ideolojisini14
yeniden
canlandırır
ve
sanatçıların
sosyalist
gerçekçilik
veya
Nazi
sanatı
gibi
yıkıcı
projelere
kalkışmasını
engel
olmayı
amaçlar.
Yeniden
ısıtılan
soğuk
savaş
döneminin
totaliteryen
karşıtı
ideolojik
aracının
kurduğu
sosyalizm
imgesi,
“temel
insan
hakkı”
olarak
10
“'Kültürlerarası
Diyalog'da
Beyaz
Sayfa'
için
danışma
süreçlerinin
amaçlarına
uygun
olarak,
aşağıdaki
formülasyon
referans
olarak
kullanılabilir:
'Kültürlerarası
Diyalog
bireyler
ve
farklı
kültürlerden
gruplar
arasında
ötekinin
küresel
algısını
derinlemesine
anlamaya
yol
açacak
açık
ve
saygılı
alışveriştir'.
Bu
tanımda
'açık
ve
saygılı'
ifadesi,
'tarafların
eşit
değerde
olması'
anlamına
gelir;
‘görüş
alışverişi’
kültürel
özellikleri
ortaya
çıkaracak
her
çeşit
etkileşim
anlamına
gelir;
'grup'
temsilcileri
yoluyla
hareket
edebilen
her
türlü
topluluk
anlamına
gelir
(aile,
cemaat,
dernek,
halklar);
'kültür'
yaşam
biçimleri,
görenekler,
inançlar
ile
ilişkili
her
şeyi
ve
bize
nesiller
boyunca
aktarılan
diğer
şeyleri
içerir;
'dünya
algısı'
değerler
ve
düşünme
biçimlerine
tekabül
eder.
[...]
Genel
olarak,
kültürlerarası
diyaloğun
amacı
çokkültürlü
dünyada
barış
içinde
ve
yapıcı
bir
şekilde
beraber
yaşamayı
öğrenmek
ve
cemaat
ve
aidiyet
hissini
geliştirmektir.
Kültürlerarası
diyalog,
insan
haklarına
saygıyı,
demokrasiyi
ve
hukukun
üstünlüğünü
geliştirerek
çatışmaları
çözmek
ve
engellemek
için
bir
araç
olabilir.”
(http://www.coe.int/t/dg4/intercultural/concept_EN.asp#P30_3374)
11
Bkz.
United
States
Institute
for
Peace:
http://www.usip.org/programs.
12
Bkz.
Dušan
Grlja
ve
Jelena
Vesić,
“The
Neo‐liberal
Institution
of
Culture
and
the
Critique
of
Culturalization”,
http://eipcp.net/transversal/0208/prelom/en.
13
“Soros
Centers
for
Contemporary
Art
(Soros
Güncel
Sanat
Merkezleri)
esas
olarak
sanatı
ve
kültürü
devletin
ideolojik,
siyasi
ve
ekonomik
kontrolünden
kurtarmak
için
uğraştı.
Estetik
düzeyde
bu
geçiş
kendini
Sosyalist
Gerçekçilik
doktrini
ve
estetik
ve
ideolojik
ilkelerinden
kopma
çabasında
gösterir.
Sanatçılar
yeni
mecralarla
çalışmak
için
yüreklendirilirken
sanat
tarihçilerinin
de
daha
önce
bastırılan
non‐konformizm
anlatısı
etrafında
gelişen
yeni
tarihler
yazması
gerekiyordu.
Ekonomik
olarak
bu
merkezler,
yerelde
serbest
piyasa
mantığına
uyum
sağlayabilen
Batı
tarzı
özel
sanat
kurumları
ağlarını
geliştirmek
için
uzmanlık
sağlarlar.
Devletin
ideolojik
ve
maddi
kontrolünden
sıyrıldıktan
sonra,
enerjilerinin
önemli
bir
bölümünü
kültür
yönetimine
ve
fon
bulmaya
ayırarak,
yerel
sanatçıların
yeni
düzene
uyum
sağlamalarında
onlara
yardımcı
olurlar.”
(Octavian
Eşanu
“The
Transition
of
the
Soros
Centers
to
Contemporary
Art:
The
Managed
Avant‐Garde”,
http://www.think‐tank.nl/ccck/Esanu_ManagedAvant‐garde.pdf
s.
7.
14
“Bu,
Robert
Lihart'ın
isabetle
adını
koyduğu
'Batılı
Muhalefet
İdeolojisi'dir.
Bu
yeni
ideolojik
formasyon
'muhalefet'i,
entelektüellerin
siyasi
angajmanlarını,
bir
reddedişten
başka
bir
anlama
gelmeyen
bir
isyan
(devrim
ya
da
başkaldırı)
lehine
kaybetmelerini
ifade
eden
bir
slogana
dönüştürür.
Bu
reddedişten
kasıt,
yaşamakta
olduğumuz
krize
devrimci
bir
çözüm
getirecek
kitlesel
mücadelelere
katılmayı
reddetmektir.”
(Dominique
Lecourt,
Mediocracy:
French
Philosophy
since
1968
Verso,
Londra,
2001,
s.150.)
Sayı
#1
28
Sosyalizm
Sonrası
Özerkliğin
Çatışkıları
Dušan
Grlja
kendi
bireyselliğini
“özgürce”
–
ve
tabii
ki
“yaratıcı”
bir
şekilde
–
ifade
etme
anlamında
herhangi
bir
“özerk
edim”i
ezen
otoriter
ve
totaliteryen
bir
sistemdir.
Bu
“ilerici”
kurumlar
ve
vakıflar
–
yerel
güçlerle15
görünüşte
paradoksal
bir
işbirliği
içinde
–
“toplumsal
bilince
sahip
sanat”ı
teşvik
ederek
ve
bizleri
“kültür
işçilerine/üreticilerine”
veya
büyüyen
kültür
endüstrileri
için
sözde
“içerik
yapıcılara”
dönüştürerek,
“kültür
üretiminin”
neo‐liberal
ekonomi
politiğinin
ihtiyaçlarına
uygun
bir
ortam
yaratırlar.
Her
ne
kadar
bu
tip
bir
konumlanmaya
ve
bunu
üreten
bütünlüğe
itiraz
etsek
ve
karşı
çıksak
da,
gönülsüzce
meşgul
olduğumuz
nesnel
ve
maddi
pratikler,
etkinliklerimizin
neo‐liberal
kültürel
girişimcilik16
yönünde
olmasına
neden
oluyor.
Bunu
akılda
tutarak,
bunun
içerisinde
eleştirel
olarak
nasıl
iş
yapılabileceğini
ve
özerk,
bağımsız
ve
öz‐
belirleyici
edimin
nasıl
mümkün
olabileceğini
sormak
gerekiyor.
Başka
bir
deyişle,
Prelom
Kolektiv'in17
etkinliklerini
öz
eleştirel
olarak
ele
alırsak,
şu
soruyu
sormamız
gerekir:
Görsel
sanatlar,
sinema,
felsefe
ve
siyaset
teorisi
alanlarından
gelen
eleştirel
ve
genç
teorisyenlerin
hâkim
neoliberal
ideolojide
bir
yarılma
yaratmak
amacıyla
oluşturduğu
bir
inisiyatif
–prelom
Althusserci
bir
terim
olan
coupure
sözcüğünün
çevirisidir
–
günün
sonunda
kültür
endüstrileri
ve
“kültürel
üretiminin”
güncel
ekonomi
politiği
için
işlevsel
olmaktan
nasıl
kaçınır?
Cevap
günümüzün
küreselleşen
dünyasının
herhangi
bir
yerinde
“bağımsız
kültürel
aktivizm”
alanında
iş
yapmaya
çalışan
herhangi
birine
çok
tanıdık
gelecektir.
Bir
fikir
ne
kadar
eleştirel,
altüst
edici
ve
hatta
devrimci
olsa
da,
öncelikle
Latince
producere
kelimesinin
her
iki
anlamında
üretilmesi
gerekir:
Bir
şeyi
inşa
etmek
ya
da
ustalıkla
yapmak
ve
bir
şeyi
görünür
kılmak.
Sermaye
üretim
araçlarına
sahip
olduğu
ya
da
bu
araçları
kontrol
ettiği
için,
bu
araçların
bir
şekilde
sermayeden
koparılması
gerekmektedir.
Alışagelmiş
yol,
bir
“proje”
hazırlamak
ve
yerel
ve
ulusal
ya
da
“ilerici”
uluslarası
kültür
kurumlarına
ve
vakıflarına
destek
için
başvuru
yapmaktır.
Ayrıca,
bu
tip
“projelerin”
yaratılma
ve
uygulanma
sürecine
katılım,
bireysel
bir
sanatçı
ya
da
teorisyen
olarak
itibar
edilen
yasal
bir
statüye
sahip
olmayı
ya
da
genelde
sivil
toplum
kuruluşu
biçiminde
kolektif
bir
örgütlenmeyi
gerektirmektedir.
Ancak
bu
yasal
statü
sayesinde
mali
destek
almak
için
banka
hesabı
açabilirsiniz.
Bu,
aynı
zamanda,
fon
kullanımı
ve
başvurusu
için
ihtiyaç
duyulan
idari
personeli
ve
muhasebeciyi
“idare
etmeyi”
gerektirdiği
gibi,
mali
düzenlemelere,
vergi
yükümlülüklerine
ve
mali
kısıtlamalara
tâbi
olmayı,
yani
bir
kapitalist
girişimin
(“kâr
getirmeyen”
bir
girişim
de
olsa)
olağan
pratikleriyle
meşgul
olmayı
gerektirir.18
15
“Uluslararası
liberal
STK'ların
broşürlere,
yayınlara,
davetiyelere
ve
posterlere
kazınmış
logosunun
hafifçe
boyadığı
ilerici
siyasi
pratikler
kişiyi
müphemlik
ve
huzursuzluk
hissiyle
başbaşa
bırakır.
Kaçınılmaz
olarak
maddi
olan
kültürel
pratikler,
kendilerini
uluslararası
kuruluşların
maddi
koşulları,
kaynak
erişimi
için
uygun
'meşru'
söylemlerin
sınırları,
adaletsizliğin
ve
acının
anlaşılır
ve
onaylanmış
biçimleri
tarafından
sınırlanmış
bir
alanda
iş
görürken
bulurlar.
Uluslararası
STK'ların
aslında
başarılı
bir
şekilde
siyasi
görünürlülüğün
alanını
kendi
mantıkları
ve
terimlerine
göre
belirlediği
farkedilebilir.
Sonuç
olarak,
bu
kurumsal
koşullara
eleştirel
bakan
sosyal
ve
kültürel
aktivistler
kendilerini
bir
çıkmazda
bulurlar:
küresel
neo‐liberal
projeleri
geliştirme
riskine
girerek
güçlü
bir
mesaj
verme
seçeneğiyle
karşı
karşıya
kalırlar.
Tam
tersi
de
doğrudur:
bu
koşullar,
eleştirel
olmayan
Batı
taraftarı
propaganda
olarak
etiketlenerek,
sağcılara
dışlama
pratiklerine
ve
nefret
söylemlerine
karşı
gelebilecek
herhangi
bir
sol
çabanın
meşruluğunu
sorgulamaya
yarayacak
en
güçlü
argümanı
sağlar.
Aynı
zamanda
eski
milliyetçilere
uluslararası
liberal
aktörlerin
varlığı
karşısında
kendilerini
yenileme
imkânı
verir.”
(Zhivka
Valiavicharska,
“Culture,
Neo‐liberal
Development,
and
the
Future
of
Progressive
Politics
in
Southeastern
Europe,”
Jonathan
Harris
[yay.
haz.]
Globalization
and
Contemporary
Art
içinde,
Blackwell
Publishing,
Malden,
MA,
[henüz
yayınlanmadı].)
16
“Son
yıllar
ekonominin
kültürleştirilmesi,
ya
da
tam
tersi
kültürün
ekonomikleştirilmesi
anlamında,
'kültür'ü
serbest‐piyasa
ekonomisinin
mekanizmalarına
indirgmeye
çalışan
neo‐liberal
çabaya
tanık
olmaktadır.
Serbest
piyasa
rekabetçiliğinin
ve
girişimciliğinin
ilkeleri
bir
zamanlar
ayrıcalıklı
olan
sanatsal
ve
entelektüel
üretim
alanına
girmiştir.
Bu
basit
bir
şekilde
piyasa
ilişkilerini
'kültür
alanına'
taşımaktan
çok
girişimcilik
pratiklerini
bireysel
düzeyde
–
özne
düzeyinde
tesis
etmektir.
[...]
Gerçekte
olan
şey,
genel
olarak
sanat,
teori
ve
kültür
alanlarında
eğitim
görmüş
veya
kendilerini
eğitmiş
bireylerin
sözde
'kültürel
kapital'e
–
semboller,
imgeler,
tasarımlar,
fikirler,
tarihsel
olayların
ve
kişilerin
temsilleri
sanat
çalışmaları
vs
–
ayrıcalıklı
erişimi
vardır.
Bugün
kültür
işçisi
aynı
zamanda
kültürel
girişimci
de
olmak
zorundadır:
elindeki
'kültürel
kapitali'
'yaratıcı'
bir
şekilde
–
yani
kâr
getirecek
şekilde
–
kullanmalıdır.
Başka
bir
deyişle,
kültürel
üreticiden,
çağdaş
'karaoke
kapitalizm'inde
'kültür'ün
bu
hammaddesini
geçici
eğlenceden
biraz
daha
fazlasına
dönüştürecek
bir
'renkli
iş
adamı'
olması
bekleniyor.”
(Dušan
Grlja
ve
Jelena
Vesić,
a.g.e.)
17
Daha
fazla
bilgi
için
www.prelomkolektiv.org.
18
Bu
tip
bir
ekonomiye
katılımın
zorunlu
olduğu
fikrine
karşı
çıkılabilir
çünkü
malların
ve
hizmetlerin
serbest
değiş
tokuşuna
ve
mübadelede
dayanışmaya
dayanan
“alternatif
ekonomiler”
vardır.
Ancak
(kültürün)
üretimi
genel
eşdeğere
(paraya)
sahip
olmayı
gerektirdiği
sürece,
bu
“özgür
mübadele”
daima
kapitalist
üretim
biçimi
tarafından
içerilir.
Ayrıca
bu
Sayı
#1
29
Sosyalizm
Sonrası
Özerkliğin
Çatışkıları
Dušan
Grlja
Peki
bu
konfigürasyon
içerisinde
tam
anlamıyla
bağımsız
olmak
imkânsız
ise,
özerk
olmanın
herhangi
bir
yolu
var
mıdır?
Tamamen
bağımsız
olmama
halinin
gerektirdiği
“fedakârlık”,
“kültürel
üretimin”
neo‐liberal
ekonomi
politiğinin
(yeniden)
üretildiği
savaş
alanına
girmeyi
ve
bu
fırsatı
burada
müdahalelerde
bulunmak
için
kullanmayı
mümkün
kılar.
Müdahale
stratejisi,19
“kültürel
üretimin”
hâkim
mantığının
“hakikatini”
ortaya
çıkaracak
belli
bir
etki
üretmek
amacıyla
bilinçli
–
var
olan
durumu
kavrayarak
–
yapılan
bir
edim
anlamına
gelir.
Bu,
çelişkilerin
parçalı
bütünlüğüne,20
ve
yoğunlaştırma
süreçlerine
eklemek
amacıyla
hâkim
mantıkta
hepimizin
tanık
olabileceği
bir
yarılma
yaratma
çabasına
denk
düşer.
Bu
yüzden
bağımsız
bir
edimde
bulunmak
anlamında
özerklik,
basitçe
“dışarıya
adım
atma”,
hâkim
sanat
sisteminden
ve
kültür
endüstrisinden
tamamen
kopma
meselesi
değildir.
Daha
ziyade
bunların
içerisinde
kırılmalar
yaratma
çabasıdır.
Bu,
aynı
zamanda,
özerkliğin
bir
kere
ulaşılmış
ve
sınırları
belli
bir
durum
değil,
müdahalelerin
sürekli
yeniden
icat
edilmesi
ile
verilecek
tehlikeli
bir
savaş,
bitmek
bilmeyen
bir
özerkleşme
süreci
olduğu
anlamına
gelir.
Bu
sürekli
yeniden
icat
etme
süreci
–
ki
bu
özeleştirel
bir
içgörü
gerektirir
–
elzemdir
çünkü
müdahalenin
etkileri
kolayca
ters
yöne
kayabilir.21
Bir
yandan
müdahale
neoliberal
eleştirel
söylem
üretiminin
bir
parçası
haline
gelebilir.
Son
bir
kaç
onyıldır,
“kültür
alanında”,
özellikle
sanatsal
ve
entelektüel
üretimde
–
neredeyse
zorunlu
bir
talebe
dönüşen
–
bir
eleştiri
üretme
çabasına
tanık
oluyoruz.
Bu,
çeşitli
sanat
sergilerinin
sınırlarında
düzenli
olarak
üretilen
ve
teoriyi
“dekoratif
otorite”22
düzeyine
çeken
internet
projelerinde,
yayınlarda
ve
söylemsel
etkinliklerde
açıkça
görülmektedir.
Bu
örneklerin
tefekkür
ve
eleştiri
için
bir
alan
yaratacağı
varsayılır,
ancak
aslında
çeşitli
“kültürleştirme”
mekanizmaları23
yoluyla,
herhangi
bir
eleştirel
muhalefeti
nötralize
etme,
“alternatif
ekonomiler”
kişinin
emeğinin
piyasa
değerini
aşağıya
çekeceklerinden
dolayı
–
ve
hiçbir
zaman
tamamıyla
kapitalist
meta‐para
ilişkilerinden
muaf
olamayacakları
için
–
güncel
neo‐liberal
ekonomide
işlevseldirler.
Başka
bir
deyişle,
(kültürel)
ürünler
varolan
(kültür)
kurumlarının
profesyonel
çerçevesi
içinde
üretilmek
yerine
bu
yolla
üretildiklerinde
maliyetleri
çok
daha
düşük
olur.
“Alternatif
ekonomiler”in
amatör
kendin‐yap
pratikleri
noe‐liberal
ekonominin
temel
malvarlığı
olan
“yaratıcılığın”
gelişmesine
katkıda
bulunurlar.
19
Biz
müdaheleyi
–
Louis
Althusser'i
takip
ederek
–
hareket
eden
bir
trene
atlamak
gibi
bir
şey
olarak
algılıyoruz.
Bir
metaforla
açıklarsak
müdahale,
hâkim
ideolojinin
karanlığındaki
siperleri
aydınlatmak
için
savaş
alanına
atılmış
bir
işaret
fişeğidir.
Müdahale
var
olan
pozisyonları
ve
bölünmeleri
açığa
çıkaracak
etkiyi
üretmek
demektir.
Daha
evvel
görünür
olmayanı
görünür
kıldığı
için,
müdahale
bir
üretimdir.
Hegemonik
ikilikleri
veya
“düzenlenmiş”
farklılıkları
takip
etmeyen
farklı
bölünmelerin
çizilmesine
imkân
verir.
Bunlar
eski
bölünmelerin
temelini
değiştirmeye
çalışan
yeni
bölünmelerdir.
20
Bkz.
Louis
Althusser,
For
Marx
[Marx
İçin],
The
Penguin
Press,
Londra,
1969,
ss.
99‐100.
(http://www.marxists.org/reference/archive/althusser/1965/index.htm
adresinden
erişilebilir.)
21
“Bu
nedenle
hem
temel
eğilimi
hem
de
ikincil
eğilimleri
ve
hem
birincil
riski
hem
de
ikincil
riskleri
dikkate
alarak
bir
yandan
da
her
zaman
doğru
pozisyonları
işgal
etmeye
'çalışarak'
her
zaman
her
yerde
olmasa
bile
en
azından
bir
kaç
cephede
savaşmak
gerekmektedir.
Bütün
bunlar
tabii
ki
mükemmel
bir
açıklıkla
bütün
problemlerle
mücadele
etme
kapasitesine
sahip
bir
bilincin
getireceği
bir
mucizeyle
meydana
gelmeyecektir.
Mucize
yoktur.
Teorik
sınıf
savaşına
müdahale
edebilen
Marksist
bir
filozofun,
Emek
Hareketi
tarihindeki
teorik
savaşlarda
tesis
edilmiş
ve
halihazırda
tanınmış
pozisyonlardan
başlaması
gerekmektedir.
Varolan
teorik
ve
ideolojik
'zemin'i
ancak
teorik
ve
pratik
olarak
bilerek
anlayabilir:
mücadele
içinde
ve
mücadele
yoluyla.
Bu
çabaları
esnasında,
gizlenmiş
veya
açıktaki
düşmanlara
saldırmak
için
halihazırda
tesis
edilmiş
pozisyonlardan
başlasa
bile,
mücadele
içinde
birer
sapma
olduğu
ortaya
çıkan
ve
amaçladığı
doğru
çizgiye
ayak
uyduramayan
pozisyonlar
alacaktır.
Burada
şaşılacak
bir
şey
yoktur.
Önemli
olan
bu
sapmayı
fark
etmesi
ve
pozisyonlarını
daha
doğru
hale
getirmek
için
düzeltmesidir.
(Louis
Althusser,
Essays
in
Self‐Criticism
[Özeleştiri
Öğeleri],
NLB,
Londra,
1976,
ss.
143‐144.)
22
“Aşırı
bir
teori
üretimi
ve
teorinin
sanatsal
ve
aktivist
etkinliklere
(bienaller,
büyük
sergiler,
sosyal
forumlar
vs.
gibi
söylemsel
platformlar
olan
teorik
konferanslar)
dekoratif
bir
'ek'
olarak
ortaya
konduğunu
görüyoruz.
Teorinin
'dekoratifleşmesi',
ticarileşmesi
ve
aşırı
üretimine
bir
çok
örnek
verebiliriz.
Örneğin,
en
'moda'
isimlere
ve
metinlere
referans
veren
alıntılarla
tıkabasa
dolu
gayet
bilimsel
ama
ikincil
metinler,
veya
sanat
projeleri
kapsamında
yayınlanan
o
kalın
ama
anlaşılmaz
kataloglar
ve
'teorik
dokümanlar'.
Bütün
bu
durum,
duruşları
ne
kadar
radikal
ve
eleştirel
olsa
da
bitmek
bilmeyen
seminerlerde
ve
konferanslarda
düşünürler
ve
'açılış
konuşmacıları'
olarak
dekoratif
bir
işlev
görmeye
direnç
gösteremeyen
entelektüel
'süperstarlar'ın
oluşturduğu
sistem
tarafından
taçlanır.
(Alexey
Penzin
/
Dmitry
Vilensky,
“What’s
the
Use?
Art,
Philosophy,
and
Subject
Formation.
A
Chto
Delat
dialogue”,
Chto
Delat?,
01‐25,
Mart
2009,
s
2,
aynı
zamanda
şu
adresten
erişilebilir:
http://www.chtodelat.org/index.php?option=com_content&view=category&id=204&Itemid=282&lang=en)
23
“Boris
Buden'ın
bahsettiği
gibi,
'kültür'ün
güncel
kullanımının
mantığı
en
açık
şekilde
neo‐liberal
bir
strateji
olarak
siyasi
ilişkilerin
kültürleştirilmesinde
görülür.
Bunun
gösterdiği
şey,
modern
anlamda
'siyasi
alan'ın
neredeyse
tamamen
çökmesinden
çok,
kayda
değer
bir
şekilde
dönüşmesidir.
Siyasi
mücadelelerin
ve
toplumsal
antagonizmaların
ifadesi,
siyasi
partiler,
parlamenter
sistem
ve
Hukuk
İdaresi'nin
prosedürleri
gibi
'klasik'
devlet
aygıtlarının
alanından,
rekabet
halindeki
'kültürel
seçenekler'in
dağılmış
alanına
taşınmıştır.
Fakat
kültürleştirme
siyasi
meselelerin
kültürel
meselelere
çevrilmesinden
fazla
bir
şeydir.
Kültürleştirme
aynı
zamanda
bir
'kültür
okulu'dur:
Öznelerin
hâkim
kültür
için
eğitimi,
yetiştirilmesi
ve
Sayı
#1
30
Sosyalizm
Sonrası
Özerkliğin
Çatışkıları
Dušan
Grlja
ehlileştirme
ve
en
sonunda
temellük
etme
fırsatı
sunarlar.
Bunu
verili
her
siyasi
içeriği
ve
eğilimi
kültürel
kılarak
ve
“aktörleri”
sivil
kültürel
davranış
kurallarına
–
Ötekine
tolerans
ve
saygı
–
riayet
anlamında
“kültürleştirerek”
yapar.
Burası
tam
da
eleştirel
ve
muhalif
duruşun
düğümlendiği
ve
eninde
sonunda
bizi
işlevsel
“hoşnutsuzluk
tedarikçileri”nden
başka
bir
şey
olarak
sunmayan
“kültürel
üretimin”
güncel
ekonomi
politiğinin
ihtiyaçları
tarafından
asimile
edildiği
yerdir.
Bununla
birlikte,
meşgul
olduğumuz
“Political
Practices
of
(Post)Yugoslav
Art”
(Yugoslav
[Sonrası]
Sanatta
Siyasi
Pratikler)24
gibi
projeler,
yerelde
Yugo‐nostalji
olarak
yorumlanabilir,
ki
bu
da
resmî
ulusal
kültürde
alenen
kabul
edilmemiş
ama
ön
saflarda
yer
alan
aşırı‐sağ
Lümpenproleterya'nın
“ulusal
hassasiyetleri”ne
ve
onların
ideologlarına
ilham
verebilir.
Peki
sonuç
olarak
özerk
olmak
ve
öz‐belirleyici
bir
edimde
bulunabilmek
ne
demektir?
Öz‐belirlenim,
Hegelyen
İdea'nın
dışsallaştırma,
yabancılaşma
ve
yabancılaşmanın
aşılması
yoluyla
“kendinde
olmak”tan
“kendi
için
olmaya”
doğru
yaptığı
diyalektik
hareket
olarak
kavranan
bireysel
sürece
işaret
ettiği
için
yanıltıcı
olabilir.
Bu
tekil
bir
bilincin
neredeyse
mistik
bir
aydınlanma
ile
kendinde‐bilince
erişmesi
olarak
ortaya
konan
klasik
bir
modeldir.
Gerçeklikte,
kelimenin
tam
anlamıyla
öz‐belirlenim
yoktur,
çünkü
kendinde
bilincin
veya
öznelliğin
oluşması
için
her
zaman
bir
çeşit
“dışsallık”
gerekmektedir.
Başka
bir
deyişle,
her
zaman
dışsal
bir
örnekten
farklılaşma
ve
özdeşleşme
için
verilen
bir
mücadelenin
sonucu
olan
öznelliğin
(hem
öz‐oluşum
hem
de
eğitim
anlamında)
İnşası'nda
(Bildung)
diyalektik
bir
hareket
vardır.
Fakat
bu
kesinlikle
“tinsel”
bir
hareket
değildir,
çünkü
her
zaman
maddi
koşullar
ve
somut
olaylarla
ilişkili
olarak
meydana
gelir.
Sonuç
olarak,
özerklik
bireysel
bir
başarı
değildir,
çünkü
hâkim
toplumsal
kurumları
değiştirme
anlamında
kolektif
maddi
pratiği
ve
sosyal
boyutu
gerektirir.
Sosyal
kurumlar,
idarecilerin
yerleştiği
ve
yukarıdan
aşağıya
hiyerarşik
bir
şekilde
işleyen
karar
mekanizmaları
ile
ayakta
tutulan
kendine
has
yapılar
olmaktan
çok,
kurumsallaşmış
–
iktidar
tarafından
biçimlenmiş
ve
toplumsal
olarak
onaylanmış
–
davranış
veya
tutumlardır.
Bu
nedenle,
öz‐belirlenim
eylemi
tesis
edilmiş
toplumsal
etkileşim
yapılarına
pratikte
karşı
gelmekle
işe
başlamalıdır.
Sivil
toplum
kuruluşlarının
organizasyon
yapısı
söz
konusu
olduğunda
bu,
kurumu
bir
arada
tutan
rutin
ayak
işlerini
yerine
getirmek
için
Amerikan
stili
staj
sistemine
dayanan
hâkim
kapitalist
“STK
ekonomisi”nden
farklı
bir
sosyal
bağ
kurmak
demektir.
Bu,
en
başından
itibaren
mücadele
edilmesi
gereken
burjuva
çıraklık
projesi
–
ya
da
daha
açıkça
söylersek
–
dakik
ve
güncelleştirilmiş
kapitalist
sömürü
sistemidir.25
Özerklik,
bu
nedenle,
özne
oluşum
süreciyle
yakından
ilişkilidir.
Verili
toplumsal
sistemin
ihtiyaç
duyduğu
bireylerin
pasif
üretimini
değil,
düşünüp
taşınan
kolektif
öznenin
öz‐belirleyici
oluşum
sürecini
gerektir.
Bu
sürecin
temelinde
etik
bir
seçim
vardır.
Bu
şekilde
öznellik,
her
zaman
verili
bir
durumda
etik
bir
seçim
yaparak
hâkim
“rasyonellik”ten
kopmak
gibi
kolektif
ve
maddi
bir
pratikten
doğar.
Bu
yüzden
özerklik,
yani
öznelliğin
İnşası
(Bildung),
verili
“rasyonelliğin”
sınırlarını
sınama
(ve
karşı
koyma)
yoluyla
gerçekleşebilir.
Her
zaman,
özerkleştirici
bir
edimde
–
olayda
–
ve
ona
bağlılıkta
ortaya
çıkar.
Bu
nedenle,
kişi
eleştirisinde
sebat
göstermeli
ve
onu
bu
eleştiriyi
–
en
azından
–
dile
getirmeye
iten
motivasyonu,
öngörüleri
ve
deneyimleri
kamusal
olarak
ortaya
koyma
edimine
sadık
kalmalıdır.26
İngilizceden
çeviren:
Oyman
Başaran
üretilmesi.
Aynı
zamanda
'kültürel
alan'ın
sunduğu
varsayılan
'şiddet
içermeyen'
sembolik
mekanizmaları
benimseterek,
çatışmaları
'medeni
olmayan'
yollarla
çözmekten
vazgeçirmek
için
bizi
de
kültürleştirir...
Bu
yüzden
kültürleştirme
güncel
sosyal
antagonizmaları
nötralize
ederek
ve
pasifleştirerek
bugünün
kapitalist
sisteminde
önemli
bir
rol
oynar.”
(Dušan
Grlja
ve
Jelena
Vesić,
a.g.e.)
24
“Political
Practices
of
(Post)Yugoslav
Art”
projesi
hakkında
daha
fazla
bilgi
için:
http://www.kuda.org/en?q=node/555
25
Bkz.
Dušan
Grlja
ve
Jelena
Vesić,
a.g.e.
26
“Cesaret
[...]
kendini
imkânsızlıkta
sebat
etmek
yoluyla
ortaya
koyan
bir
erdemdir.
Bu
basitçe
imkânsızla
anlık
bir
karşılaşma
meselesi
değildir:
Bu
kahramanlık
olurdu,
cesaret
değil.
Kahramanlık
daima
bir
duruş
olarak
sunulmuştur,
erdem
değil:
İnsanın
imkânsızla
yüzyüze
karşılaşmak
için
döndüğü
an.
Cesaret
erdemi
kendini
imkânsızlık
içinde
sebat
etmek
yoluyla
kurar;
hammaddesi
zamandır.”
(Alain
Badiou,
“The
Communist
Hypothesis”,
New
Left
Review
49,
Ocak‐Şubat
2008,
s.
41.)
Sayı
#1
31
!"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"89)"()%-:)3;0)%!"#"$"%& '($)#*+,-#./#0-& $)10-#-& 2)3)#& +*1-+*& 4)& +5+1-3& 2)3*6$)3)(7& 8"9"#:"& 0"#1-&
"3;)3)(*<#0);*3)(3)&=)#%)(3*;3)(&2>+,)($);,)0*(?&@-;*#7&=)#%)(3*;3)(*#&1-#/#0-&A-(;3/3/;3-(&0-&4-(0/(?&
B541),&+-#-1*3)6$)+*7&'($)#*+,-#.-& 0)$52(-A*;7& )#0"+,(*1)37&+*1-+*&4)&;"3,"()3&$)(;)%*3)6,*($)1*&
2),*($*67& "3;)& #"AC+C#C#& 1"%0)& DE.C#0-#& A-%3-+/& =-6;)#,,)& 1/F/3$/6,/(?& G-;-,7& B541),& +5#(-+/&
+-#-1*+*%3)6$)7& $)(;)%*3)6$)& 1>#)3*$3)(*#*& 0-H-& 0-& 2"93)#0*($*6,*(?& B5+1-3& -0-3),+*%3*F*#&
0)(*#3)6$)+*13)&=*(3*;,)&"3;)&*9*&=>32)+)3&0)#2)+*%3*;3)(&0)&-(,/6&2>+,)($*6,*(?&&
&
I)()4-#7&2)9&B541),&0>#)$*#0)&;>1J;)#,&4)&)#0"+,(*1)3&=-#3*1>0)#&53C6-#&*;*&;C,CK3C&=*(&6)H*(0*?&
L)H*(&$)(;)%*7&0-H-&ME.3*&1/33-(0-&N3)O-#0)(&P-$-#1-#&,-(-A/#0-#&H-%/(3-#-#&6)H*(&K3-#/#/#&2)#)3&
K()#+*K3)(*#)& +-0/;& ;-3$/6,/Q& P)$)3& =*(*$*#*& >%)3& 35;-3& ,5K3C3C;3-(/& =-(/#0/(-#& 8-43C<#C#&
53C6,C(0CFC7&2)#*6&+5;-;3-(/7&A-%3-&1";+);&53$-1-#&=*#-3-(/&4)&A)(-H&K-(;3-(/13-7&9-3/6-#3-(&*9*#&=*(&
K-(;J6)H*(?& B-#-1*& ;C(C3C63-(/#/#& 0-& 1)(3)6,*F*& =-#3*1>3)(& *+)& ,)(+*#)7& +,-#0-(,7& -3=)#*+*%& =*#-3-(3-&
1-K/3-#0/(/3$/6& 8,-6& :-#2/33-(<& 2>("#"$"#0)10*3)(?& RC& =-#3*1>3)(0)#& =*(*& 53-#& 8!"#)1JR-,/<&
$-H-33)+*#*#&,5K3C$&,-(-A/#0-#&8R-#23-0)6<&53-(-;&-#/3$-+/&=56C#-&0)F*3?&&
&
RC&A-(;/7&+*1-+*&53-(-;7&8$*33*<&4)&8B541),<&A-(;/&6);3*#0)&15(C$3-$-;&$"$;"#0"7&A-;-,&);5#5$*&
4)&/(;&,)$)33*&=-+*,&=*(&;535#1-3&A-(;&0)F*30*&=C?&&
&
B541),3)(& R*(3*F*.#0)& >#)$3*& 0)():)0)& );5#5$*;& )6*,+*%3*;& =C3C#$-$-;,-7& +5+1-3& ;-,$-#3-6$-&
+,-,"1)& 2>()& =)3*(3)#$);,)10*?& R*()1*#& +5+1-3& K5%*+15#C7& 9)6*,3*& ;-,)25(*3)()& -1(/3-#& 8K()+,*S3*<&
$),-3-(-&+-H*K&53$-+/&"%)(*#0)#&=)3*(3)#*15(0C?&T()+,*S3*&$),-3-(/#&+)$=53*;&;-K*,-3&0)F)(*&4-(0/U&
=C#0-#& 053-1/& -10/#3-(7& B541),3)(& R*(3*F*.#0)& 1";+);& +,-,"1)& +-H*K,*?& R3C:*#7& N$)(*;-#& A*3$3)(*7&
,)1K7& K5(#52(-A*& 2*=*& 8R-,/<& 0-$2-+/& ,-6/1-#& $),-3-(& 0-& =C& +/#/A,-10/?& !)9& B541),& 0>#)$*#0)&
'($)#*+,-#.0-& +51C,& +-#-,& 4)& K5K& +-#-,3-& ,)$+*3& )0*3)#& 8-4-#2-(0<& +-#-,/& 0-& =C& +/(-3-$-1-&
);3)1)=*3*(*%?& RC& +5#C#:C+C7& 6)H(*#& 2>("#"$"13)& 0)& K-(-3)33*;3)(& -(%& ),$);,)10*U& =C#3-(/#&
-(-+/#0-7& 8;5$"#*+,J;-K*,-3*+,& =*(3)6*$*<& +,*3*& )K*%50*;& 1-K/3-(0-#& 8!)#93*;& B-(-1/<#/7& 8V5+*-<&
+*#)$-+/#/7&8W4*#<&X,)3*.#*&+-1-=*3*(*%?&&
&
RC&0C(C$7&-1#/&%-$-#0-&=*(&0*F)(&+*1-+*&A-(;/&2>+,)($);,)10*Q&81)(3*<&4)&81-=-#:/<?&
&
@-;*#7& =C& ,*K& 1-K/3-(/#& )#& =)3*(2*#& 53-#3-(/& ;-A)3)(0*?& YE.3*& 1/33-(/#& =-63-(/#0-7& B541),& I)()4-#./#&
$)(;)%*#0)7& H-3;-& -9/;& K-(;3-(0-& 95;& +-1/0-& ;-A)& 4-(0/?& RC& H-3;-& -9/;& 1)(3)(0)& ,5K3-#-#3-(&
2)#)30)& -10/#3-(0/?& I-%-(3-(& 4)& ()++-$3-(7& 0-H-& +5#(-& 8!3-+#5+,<& 1/33-(/#0-& +*1-+*& A--3*1),&
+352-#3-(/#-&0>#"6):);&53-#&A*;*(3)(*&4)&A5($"33)(*&,-(,/6/K&6);*33)#0*(*15(3-(0/?&RC&A5($"33)(& 0-H-&
>#:)& =-H+),,*F*$*%& A-(;-& 0-1-#/15(3-(0/Q& 8C3C+-3<& 4)& 83*=)(-3<?& R*(*#*#& $)(;)%*#0)& W-F3/;&
Z-(-=-F./#& ;)#0*& ;)#0*#*& *0-()& ),$)& H-;;/& 4-(0/7& 0*F)(*#*#& -$-:/& *+)& >%)3& $"3;*1),*#& 4)& +)(=)+,&
K-%-(& );5#5$*+*#*#& 6);*33)#$)+*10*?& [;*#:*& A5($"3"#& ,)%-H"(3)(*#0)#& =*(*& 0)7& B541),& +5#(-+/&
'($)#*+,-#./#0-& 1)(-3,/#0-#& 2"#/6/F/#-& 9/;-#& 4)& R-,/3/& %*H#*1),*#& ,-6/1/:/3-(/#0-#& =*(*& 53-#& 2"#:)3&
+-#-,,/?& \)+)3)7& +-0):)& +-#-,9/3-(& ,-(-A/#0-#& ,-;0*$& )0*3)#& +-#-,/#& R-,/.0-& 05F$C6& 4)& R-,/&
1-(0/$/13-&2)3*6$);,)&53$-+/&4)&H-,,-&1)()3&0)#)1*$3)(*#&R-,/3/&;-4(-$3-(&153C13-&*A-0)&)0*3$)+*&
0)F*30*?& W-H-& >#)$3*+*7& +-#-,& -3-#/#0-& =C& ;)#0*#*& *A-0)& ),$)& -(-:/#/& 4)& =*9*$*#*& $"$;"#& ;/3-#&
1)#*0)#&1-K/3-#$-7&*;,*0-(&50-F/&53-(-;&R-,/.#/#&(53"&53$-0-#&2)(9);3)6)$)%0*?&&
&
]E.3/& 1/33-(0-& 6);*33)#)#& 8B541),& $50)(#*%$*<& $)6(C*1),*#*& $*33*& *;,*0-(0-& -(-0/1+-7& 5#C#3-& +)(,&
9-,/6$-& *9*#)& 2*()#& 8'($)#*& -4-#2-(0/<& 0-& R-,/3/& %*H#*1),*#^*;,*0-(/#& =*(& "("#"10"U& 5& ()+*$3)(*#7&
1)(3)6,*($)3)(*#&4)&4*0)53-(/#&"(),*3$)+*&5#+C%&*$;-#+/%&53C(0C?&W*F)(&,-(-A,-#7&'($)#*&+-#-,/#/#&
4)& =C& -(-0-& 2"#:)3& +-#-,/#& 2)3*6$)+*& *9*#& >%)3& $"3;*1),*#& 1)#*0)#& 0-F/3/$/& $)+)3)+*& >#)$& -(%&
),$);,)10*?& R-63-#2/9,-& @)45#& P)(JT),(5+1-#./#& 3*=)(-3& ()S*$*& ,-(-A/#0-#& 8-4-#2-(0& +-#-,9/3-(-<&
H)0*1)&)0*3)#7&0-H-&+5#(-&*+)&V5=)(,&Z59-(1-#./#&8$*33*1),9*<& ()S*$*&,-(-A/#0-#&2)(*&-3/#-#&8_-1J
N(,<&=*#-+/&4-;-+/#/&>%)33*;3)&H-,/(3-,$-;,-&A-10-&4-(?&&
&
'($)#*&2"#:)3&+-#-,/7&80)$5;(-+*7<&8*#+-#&H-;3-(/7<&8K-%-(<&4)&8);5#5$*;&3*=)(-3*%$<&4--%&)0)#&
4)& C3C+3-(-(-+/& ;-K*,-3*#& 0-F/,/$& ;-#-33-(/#0-#& =*(*& H-3*#)& 2)3)#& +)9*3)#3)(& ;)+*$*13)& *3*6;*3*10*& 4)&
*3*6;*3*&53$-1-&0)4-$&)0*15(?&&
&
R)3*(,$);&2)();*(&;*7&+/#/A+-3&;-,$-#3-6$-&4)&;-K*,-3*+,&+/#/A3-(/#&6);*33)#$)+*&V5=)(,&Z59-(1-#./#&
H";"$),*&0>#)$*#0)&4)&+-1)+*#0)&,-$-$3-#$/6,/(?&'($)#*+,-#.0-&;-K*,-3*%$*#&6);*33)#$)&+"():*&
!"#$%&'%
()%
!"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%&
"9"#:"&0"#1-&"3;)3)(*#0)#&=*(95FC&*9*#&,*K*;,*(?&8[9)(*0)#<&`()+$*&53$-1-#a&-1(/:-3/;3-(&8>%)3&9/;-(&
2(CK3-(/#/<&4)&N4(CK-&$50)33)(*#0)#&95;&A-(;3/&=*(&+*+,)$*&6);*33)#0*($*63)(0*(?&
&
b)-#JG(-#:5*+& cH)4(*)+.)& 2>()7& 8Z-K*,-3*+,& 2)3*6$)#*#& =)33*& =*(& #5($C& +5+15K53*,*;& 0"%)#&
K()#+*K3)(*#0)#&-1(/30/F/#0-&N4(CK-*&$50)3*#&H";$"&%-1/A3-$-1-&=-63-(?&\-(O&;-K*,-3*%$&4)&C3C+J
0)43),& ;5#C+C#0-& =*32*& +-H*=*10*7& A-;-,& d*6-0-$3-(/& 0)43),*.& `+$"$& ,%$#,-,%,.#a& ;-4(-$/#-& -6*#-&
0)F*30*?& R*%& =C2"#7& ,5K3C$C#& (/%-+/13-& ;-=C3& 2>()#& 4)& 1-6-,/3-#& 4)& +/;3/;3-& -#,*0)$5;(-,*;& 4)&
0)$5;(-+*& >#:)+*& 0)#),*$& +*+,)$3)(*#)& =-64C(-#& =C& 1)#*& 0)43),& ,*K*#*& ,-#/15(C%?<e& f3C+3-(-(-+/&
A*#-#+&;C(C$3-(/#/#&,-3)=*13)&H";"$),*#&=C2"#)&;-0-(&+/;/&=*(&6);*30)&8g-+H*#2,5#&;5#+)#+"+"<&
K()#+*K3)(*#*& ,-;*K& ),$)+*7& '($)#*+,-#h0-& 8*6-0-$3-(/& 0)43),*#*#<& 6);*3)#$)+*#)& >%)33*;3)& ;-,;/&
+-F3-$/6,/(?&&
&
RC&6-(,3-(0-&);5#5$*&="1"1)=*3*(7&H-1-,&+,-#0-(,3-(/&0-&1-4-6&=*(&,)$K513-&1";+)3)=*3*(7&A-;-,&=C&
2)3*6$)3)(&+5#C9,-&0)4(*$:*&)F*3*$3)(*#&95F-3$-+/#-&153&-9-:-;,/(?&&
&
I)()4-#./#& ,-(*H*& $)(;)%*#*#& 1/;/3$-+/#/#7& +-;*#3)(*#*#& :)=()#& +"("3$)+*#*#& 4)& 1)(*#)& ZC%)1&
c-00)+*.#*#& *#6-& )0*3$)+*#*#7& I)()4-#./#& ;-K*,-3*+,& 1)#*0)#& 1-K/3-#$-+/#/#& +)$=53*;& 53-(-;&
,-$-$3-#$-+/& -#3-$/#-& 2)30*F*#*& +>13)1)=*3*(*%?& \-(;& W-4*+.*#& 1-%0/F/& 2*=*7& 8ZC,CK3-6$/6& -(-%*&
;C33-#/$& $50)3*& 4)& #"AC+& 15FC#3CFC7& )+;*& 9-(3/;& ;5#,(53"#"& 4)& /(;9/& 1>#),*$& $-#,/F/#/&
H-,/(3-,$-;,-0/(?& i9"#:"& 0"#1-#/#& H)(& 1)(*#0)7& K5+,J;535#*1)3& )3*,3)(& ;535#*1)3& 6)H(*#& A*%*;+)3&
>%)33*;3)(*#*#& $*(-+/#/& 0)4(-3-(-;& ="1";& =*(& 6)4;3)& 1)#*0)#& "(),$);,)0*(3)(?& \*33*& ;C(,C3C6& 4)&
+5+1-3&)6*,3*;&+>13)$3)(*#)&(-F$)#7&;)#0*&+/#/A+-3&4)&$);-#+-3&-1(/:-3/;3-(/#/&+-4C#$-;&-0/#-&/(;9/&
;535#*1)3&=>32)3)6$)1*&-2()+*A&=*(&6);*30)&C1-(3-$-;,-0/(3-(?<M&&
&
MEEe& 1/3/#0-& 9/;-(,/3-#& 4)& =)3)0*1)1)& -*,& -(+-3-(/#& -9/;& -(,,/($-13-& +-,/6/#/& $"$;"#& ;/3-#& *%*#7&
;(5#535S*;&-9/0-#&>#)$3*0*(?&X&,-(*H)&;-0-(&-(+-3-(/&+-0):)&;*(-3-$-&*$;j#/&4-(0/?&R*(&0*F)(&>#)$3*&
$5,*4-+15#& *+)& 6)H(*& 1-=-#:/& ,C(*+,3)(& *9*#& 9);*:*& ;/3$-& -(%C+C10C?& RC& 0-& =*(& 3";+& -3-#/#/#&
1-(-,/3$-+/&-#3-$/#-&2)3*15(0C?&&
&
ZC%)1& c-00)+*.#*#& *#6-+/#/& I)()4-#./#& ;-K*,-3*+,& 1)#*0)#& 1-K/3-#$-+/#/#& =)32)+*& 53-(-;& ;-=C3&
),$);& $"$;"#0"(?& k5;& +-1/0-& ;-(-& C3-6/$/& ,"#)33)(*#*#& 1-K/$/& 4)& =*3H-++-& 6)H(*#& $)(;)%*#0)#&
2)9)#& /,$"#& l)H(*.#*#& 1-,-F/#/#& -+A-3,3-#-(-;& #)H(*#& =*(& 1)(-3,/& ;-#-3/#-& 0>#"6,"("3$)+*& 0*;;-,&
9);*:*0*(?& RC(-0-;*& +)$=53*;& -#3-$& -9/;,/(?& l)H(*#& 0*%2*#3)6,*(*3$)+*#*7& ()S*$*#& 6*00),&
)13)$3)(*#0)#& =*(*& 53-(-;&2>($);&2)();*(?&R-(5#& _-C++$-##./#&(-0*;-3&1>#),*$*#0);*& eY]E.3-(/#&
T-(*+.*#0)& 530CFC& 2*=*7& MEEE.3)(0)& I)()4-#./#& 1)#*0)#& 1-K/3-#0/(/3$-+/& 0-& >%)3& ;-%-#:/#&
$-;+*$C$-&9/;-(/3$-+/#-&4)&+5+1-3&0)#),*$*#&+/;/3-6,/(/3$-+/#-&153&-9-(?&@-;*#7&_-C+$-##.3-6$/6&
T-(*+.,)#& A-(;3/& 53-(-;7& I)()4-#./#& Z59-(1-#.3-6$-+/7& 5& %-$-#-& ;-0-(& =-#3*1>3)(0)& 4*33-3-(& *#6-&
)0)#& 1";+);& +/#/A/#& +*1-+*& 1>#),*$& ;C(C$3-(/#-& ;5#C$& 53-(-;& 1-;/#3-6-=*3$)+*& *9*#& $)(;)%0)&
2)(9);3)6$);,)0*(?&&
&
B5#C9,-7& '($)#*+,-#&=C(SC4-%*+*7&"9"#:"&0"#1-& "3;)3)(*#*#&H)$)#&H)K+*#0)&530CFC&2*=*7&b)()$1&
B)-=(5:;.C#&0)1*6*13)7&8;)#0*&"3;)+*#*#&4-,-#0-6/&53$-;,-#&9/;/K7&K-(-#/#&+-,/H+/%&,5K52(-A*+*#)&-*,&
53-#& 2>9$)#3)()7& %)#2*#3*F*#& 4-,-#+)4)(3)(*#)7& ,-(*A*& %5(& 4)& -3,/#& 1/30/%3/& =*(& H*9=*(& 1)(*#&
$*33*1),9*3)(*#)&0>#"6$);,)0*(?<D&&
&
ZC%)1& c-00)+*.#*& =*(& 0#,"$1)& ,2& %131()7& 1-#*& 15;,-#& =*(& 6)1& 1-(-,$-& 53-(-;& 2>($);& 3-%/$0/(?&
c-00)#*#& +C#*3*F*& 1)6*3& -3-#3-(/#& );+*;3*F*13)& 0-H-& 0-& 4C(2C3-#$-;,-0/(?& B-0):)& +-;+/3-(& *9*#0)&
9-3/3-(& 2>%)& 9-(K-(?& !>("#"6)& 2>()7& =C(-+/& '($)#*+,-#./#& 0*;,-,>("& V5=)(,& Z59-(1-#./#&
="1";3"F"#"#& *+K-,/& 53-:-;7& 5#C#& 15;,-#& =*(& 6)1& 1-(-,-=*3$)& ;5#C+C#0-;*& 1),)#)F*#*#&
6-H-0),*#)&0>#"6):);,*(?&&
e
&mnopqnrsqtru&^&vrwrnrsqtru?&xyzy{|}~&•~€y•&xqnrpq‚7&ƒq•J„‚q•z|q&…yw‚€y7&†q~‚r•&‡qwr{&r&ˆq{u&‰qsr^^&
Šonr~r‹q7&ŒrnozoŒru7&rz‹|zz~wo?&•&e7&MEED&Žb)-#JG(-#:5*+&cH)4(*)+7&Z-,H)(*#)&W-4*07&l-01-&P-%*&
8Z"()+)33)6$)^\)0)#*1),&•Q&',*)##)&R-3*=-(&*3)&B>13)6*<7&4)(1$15"6&7,(8,9,6&:"%"$6&#5?e&`MEEDa?•&
M
&\*;)&W-4*+?&EY&P)$$C%&MEE]?&8_-C++$-##&*#&,H)&P(5K*:+?<&&
*++,-../0123456017"+4058019./40.1:"37:.;;)<<((<;.''=>;?=)?;..%-0()+*#0)#&C3-6/3-=*3*(&ŽDE&NFC+,5+&MEE‘•?&&
D
&b)()$1&B)-=(5:;7&;3,&<1$1,8&)9&$3,&:).$3=&:0,%,8&9#)>&"&?,@,()-1%A&B)#(C&`@5#0(-Q&’)(+57&e‘‘]a7&+?&Mee?&
&
!"#$%&'%
((%
!"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%&
&
V5=)(,& Z59-(1-#& ,-(-A/#0-#& 5(,-1-& ;5#C3-#& 2>("6)& 2>()7& ZC%)1& c-00)+*7& 0-H-& A-%3-& ,C(*+,&
9);)=*3$);&*9*#&I)()4-#./&82"%)33)6,*():);<7&-1#/&%-$-#0-&;"()+)33)6$)#*#&+)$=53"&53-:-;,/(?&&
&
I)()4-#./#& ;-K*,-3*+,& 1)#*0)#& 1-K/3-#$-+/7& 6*$0*3*;& +-0):)& ="1";& *6& -0-$/& 853*2-(;3-(0-#<& 4)&
)33)(*#0)& ="1";& );5#5$*;& 2"9& ,5K3-1-#& -1(/:-3/;3/& 0)43),& -0-$3-(/#0-#& 53C6-#& +*1-+*& 1>#),*:*&
;)+*$*#&1)#*0)#&1-K/3-#$-+/&-#3-$/#-&0-&2)3$);,)10*?&&
&
Z"3,"()3&-3-#&0-&1)#*0)#&1-K/3-#0/?&'($)#*+,-#7& 0-H-&5#&1/3&>#:)&654&)#0"+,(*+*#*& ="1";&5(-#0-&
)+;*& *$K-(-,5(3C;& $)(;)%*& VC+1-.0-#& 4)& '($)#*& 0*-+K5(-+/#0-#& *,H-3& )0)#& =*(& "3;)&
;5#C$C#0-1;)#7&6*$0*7&=C&-9/F/&+-0):)&1)(3*&"(),*$3)&0530C($-;3-&;-3$-1/K&"(),*$*#*&8*H(-9<&0-&
),$);,)0*(?& L54& )#0"+,(*+*7& +*1-+*& 53-(-;& 1>#),*$)& ,-=*& 53$C6& 4)& 2>("#"6)& 2>()7& ,5,-3*,)(&
8+5+1-3*+,& ()-3*%$<*#& ;-K*,-3*+,& =)#%)(*& 53-(-;7& ()S*$*#& ()+$*& +-#-,/& 4)& *0)535S*;& K3-,A5($C& H-3*#)&
2)3$*6,*(?&&
&
L54& )#0"+,(*+*#*#& =*(& ()+$*& K(5K-2-#0-& -(-:/& H-3*#)& 2)3$)+*7& 1>#),*$*#& ;)#,+)3& -3-#/& ,5K3C&
),;*#3*;3)(7& A)+,*4-33)(7& -9/;H-4-& ;5#+)(3)(*& 4)& K)(A5($-#+3-(& *9*#& ;C33-#$-& *$;j#3-(/#/&
2)#*63),$*6,*(?&&
&
i%)(3)(*#0)&1)()3&654&)#0"+,(*+*#*#&81/30/%3-(/#/#<&()+*$3)(*&=C3C#-#&=)%&-A*63)(&4)&();3j$&K-#53-(/&
+5;-;3-(/& 0530C($C6& 4)& ;)#,& H-1-,/#/#& ,)%-H"(3)(*#*& 0)#),3)(& H-3)& 2)3$*6,*(?& Z"3,"("#& ;-K*,-3*+,&
1)#*0)#&1-K/3-#$-+/&82>+,)(*&,5K3C$C#C#<&6);*33)#$)+*#)&153&-9$/6,/(?&G-;-,&=C&,5K3C$7&82>+,)(*&
$),-3-(/#/#<&*9)(*F*&-9/+/#0-#7&R-,/&,5K3C$C&*3)&A-(;&-(%&),$);,)0*(?&'($)#*+,-#.0-;*&1>#),*$7&654&
)#0"+,(*+*& +-1)+*#0)7& R-,/& "3;)3)(*#0)& 530CFC& 2*=*& 8H"((*1),<& 4)1-& 80)$5;(-+*<& 0)F*3U& 8()A-H7<&
80)43),7<&8$*33),7<&8+51;/(/$<&4)&=)#%)(*&$),-3-(&,-;0*$&),$);,)0*(?&&
RC& 1)#*0)#& 1-K/3-#0/($-3-(7& MEE“& 1/3/#0-;*& K-(3-$)#,5& +)9*$3)(*#0)& )%*:*& =*(& 1)#*32*& -3-#& 8)+;*<&
$CH-3)A),*#& ;5#C$C#C& H*++)0*3*(& 0)():)0)& %-1/A3-,$/6,/(?& B-#/(/$7& =C#C#& -+/3& +)=)=*7& 1>#),*$*#&
4)&$CH-3)A),*#&-1#/&2>+,)(*&$),-3-(/#/&;C33-#-(-;7&5,5(*,)(3*F*&)=)0*3)6,*(*K&,-$-$3-1/:/&=*(&C#+C(-&
0>#"6,"($)+*#0)&1-,$-;,-0/(?&
&
P)$)30)& 2)#93)(0)#& 53C6-#& D>-,"03>,%$& E()05& -03/& 2(CK7& 8)+;*<& $CH-3)A),*& )3)6,*()();& 5(,-1-&
9/;,/?& G--3*1),3)(*& ;-(#-4-3& *9)(*;3*10*& 4)& -;,*4*+,& +-#-,,-#& )+*#3)#$*63)(0*?& 8V5=5,3-6$-1-& H-1/(7&
8,#F"%$("G>"*"& H-1/(& `G(-#+/%:-& ,)F$)#& -#3-$/#-& 2)3)#& 88,#A,%$<& +>%:"F"#)& 2>#0)($)a7&
C)C("G>"*"&H-1/(&`8050<&+>%:"F"&'($)#*:)&8-K,-3<&-#3-$/#-&2)3*(a<&+*1-+*&+>13)$*7&=-6;-#&V5=)(,&
Z59-(1-#./#7& =-6=-;-#&4)&6*$0*;*&=-6;-#&B)(S&B-(2+1-#./#&4)&V)A-H&'($)#*+,-#./&K-(,*+*#*#& 3*0)(*7&
+-=/;-3/& 2)9$*6*& 53-#& 8050<& ,-;$-& -03/& 53*2-(;& !-2*;& W%-(C;1-#./#& *+*$3)(*13)& 1-K/3-#& =*(& ;)3*$)&
51C#C10C?& B)9*$& ;-$K-#1-3-(/#0-& *+)& =C& "9& K53*,*;-:/#/#& K5(,()& A5,5F(-A3-(/#/& ;C33-#$/6& 4)&
1"%3)(*#*#&"+,"#)&=*()(&8WC(<&*6-(),*&1)(3)6,*($*63)(0*?&&
&
D>-,"03>,%$& E()057& '($)#*+,-#.0-& *3;& 0)A-& 53$-;& "%)()& H)(;)+*#& +*1-+*& +"()9,)#& %)4;& -3$-+/#/&
>#2>()#& 1)#*& =*(& K()#+*K& 2),*(0*?& 8'+;*<& $CH-3)A),*#& )3*,*+,& >(2",3)#$)& K()#+*=*#)& ;-(6/7& =C& 1)#*&
+*1-+*&H-();),*#&+352-#/&8e”e”e”•<&*0*?&&P-#/#$/6&'($)#*&-(-6,/($-:/&_(-#,&P)(JN=(-H-$1-#7&=C&
1)#*& 532C1C& 6>13)& ,-#/$3-0/Q& 8_-;*;*& K53*,*;-& +5;-;3-(-& 4)& $)10-#3-(-& 0>#"15(?& X,5(*,)(&
$CH-3)A),*#& ;(-33/F/#0-& #*H-1),& H-;*;*& =*(& +>%& 0C1C30C?<–& RC& -3/#,/0-& =*3H-++-& $);j#+-3&
,-#/$3-$-3-(-&0*;;-,&),$);&2)();*(?&B-+;*-&B-++)#.*#&1-%0/F/&2*=*Q&
&
f3C+C#& $);j#/#-& ;/1-+3-& ;)#,+)3& $);j#& K53*,*;-& *9*#& 95;& 0-H-& +5$C,& =*(& -3-#&
+-F3-(?& \*33*& +*1-+),& *9*#0)& 2>("#$)%& 53-#& 2-1(*& ()+$*& +*1-+*& -;,>(3)(7& =C(-0-&
+*1-+*&+-H#)1)&0-H-&1-;/#0/(3-(&4)&=)3;*&0-H-&0-&>#)$3*+*7&;)#0*3)(*#*&=*()(&+*1-+*&
-;,>(& 53-(-;& ;C(2C3-$-3-(/& 0-H-& 53-+/0/(?& !)3*6$*6& ;)#,+)3& );5#5$*#*#& 0*F)(&
)43)(*&4)&*6&1)(3)(*#*&1)(*#0)#&)0)();&2*,,*;9)&2)#*63)1)#&3";+&-3-#3-(/&1-(-,$-+/7&
+*1-+),*&=)+3)1)#&=*(&532C&H-3*#)&2)3$*6,*(?&L)H*(&$);j#/&-(,/;&)+;*&1)()3&1>#),*:*&
)3*,3)(*#& 53C6,C($-1-& 9-3/6,/;3-(/& +*4*3& -3-#& 0)F*37& +*1-+*& =*(& -3-#0/(?& L)H*(& +*1-+),*&
95FC& %-$-#& +5$C,,C(7& ;*,3)+)3& $)01-& ,);#535S*3)(*#)& =-F3/& 53$-;,-#& 95;7&
*#+-#3-(& ,-(-A/#0-#& 1-K/3/(?& B5;-;& +*1-+),*7& +)9*$& +*+,)$3)(*& 2*=*& ()+$*& +*1-+*&
–
!"#$%&'%
(>%
&H"*5"5"%&'">"%"5&`'($)#*+,-#&—-$-#/a7&#5?&‘M?&&
!"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%&
+*+,)$3)()& 0-1-#$-1-#& 1)#*& +*1-+*& >%#)33*;& =*9*$3)(*#*#& 53C6$-+/#/& $"$;"#&
;/3-(?˜&&
&
N1#/& %-$-#0-7& MEE“& 1/3/#0-7& :58,("& `R-63-0/a& -0/#/& ,-6/1-#& 1)#*& =*(& +*1-+*& *#*+*1-,*A& A--3*1),3)(*#)&
=-63-0/?& Z-$C+-3& -3-#3-(0-7& =-%/& ;-(#-4-34-(*& )13)$3)(& 0"%)#3)0*3)(?& RC& H-();),7& 1)#*& =*(& +*1-+*&
>%#)&>(#)F*0*(?&_-();),*#&"1)3)(*#0)#&N(+)#&_-(-,1-#&6>13)&0)$*6,*(Q&8RC&H-();),&A5($-33)6$)1)&
=-63-0/F/#0-&;)#0*&*$;j#3-(/#/&;/+/,3-$/6&53-:-;&4)&),(-A/$/%0-&95;&+-1/0-&=C3C#-#&+C#*&BPZ.3-(0-#&
=*(*#)& 0>#"6):);,*(?& R*%& >(2",3)#$*6& ;-5+& 0C(C$C#-7& 1-#*& *#-#0/F/$/%& ;-4(-$3-(& H-;;/#0-&
;5#C6$-1-&>#)$&4)(*15(C%?<]&
&
_*$-&™&GC,=53&™&ED?E“?MEEY&
&
&
&
&
MEE“&+5#=-H-(/#0-7&"3;)#*#&*3;&=-6;-#/&@)45#&P)(JT),(5+1-#7&e‘&LC=-,&MEEY&=-6;-#3/;&+)9*$3)(*#)&
;-,/3$-;&*9*#&+*1-+*&A--3*1),*#)&2)(*&0>#0"?&P-$&0-7&=C#C#&2*=*&1)#*&+*1-+*&>%#)3)(*&0-1-#-;&1-K$-&
#*1),*#0)10*?& RC& 0C(C$7& =*3H-++-& 6)H(*#& $)(;)%*& 1)(3)(*#0)& 9)6*,3*& )13)$3)(& 2)(9);3)6,*()#& 2)#9&
*#*+*1-,*A3)(*#&A--3*1),3)(*#)&2"9&4)(0*?&RC(-0-&>%)33*;3)&H1>"&`L*$0*a“&4)&H"$.5&/.%C&`š%)3&P-=C(a Y&
-03/& 2)#93*;& *#*+1-,*A3)(*#0)#7& !,#& I"$J& `Z-3;& N1-F-a‘& +*1-+*& H-();),*#0)#7& K1& I3.>-& L8"%)A3%,#&
`R*(& !(CK& šF()#:*a& 2)#93*;& H-();),*#0)#7& M,#1$"8"#C& 4"3-"%)A3"5"%%,#& `!)#9& PC,C:C3-(a&
BPZ.+/#0-#&4)&N#$&O"P)#"$)#1"&`B-#-,&@-=5(-,C-(/a&;"3,"()3&5(2-#*%-+15#C#0-#&=-H+),$);,)&1-(-(&
4-(?&&
&
&
_*$-&™&GC,=53&™&ED?E“?MEEY&
&
&
RC&$CH-3*A&H)();),*#&=*(&0*F)(&>#)$3*&>%)33*F*&*+)7&1>#),*$&,-(-A/#0-#&0)#),3)#)#&4)&+-#+"(3)#)#&
;*,3)+)3& $)01-1-& ;-(6/& ()00)0*:*& ,C,C$C& 4)& =C#-& -3,)(#-,*A& 53-(-;& 1)#*& 0*S*,-3& ,);#535S*3)(*&
˜
&B-+;*-&B-++)#?&ME&P)$$C%&MEE]?&8G(-2$)#,)0&f(=-#&P5K52(-KH*)+&-#0&PH)*(&f#0)(31*#2&•#,)(:5##):,*5#+?<&
H,,KQ^^›5(30J*#A5($-,*5#?5(2^›*5^()-0$)^‘‘MEEDDE‘^ee˜–‘]–YE–^^&-0()+*#0)#&)(*6*3)=*3*(&ŽDE&NFC+,5+&MEE‘•?&
]
&8:58,("&[#+*1-,*A*&\*33),4);*33)(*#)&B"K(*%&I-K-:-;<?&N#"@)$7&MD&l*+-#&MEEY?&›››?-(-45,?-$&-0()+*#0)#&)(*6*3)=*3*(?&
“
&H,,KQ^^œ=H*$-?=352+K5,?:5$^&
Y
&H,,KQ^^H-,C;2C#0?05?-$^&
‘
&H,,KQ^^4)(;-,+?:5$^^&
!"#$%&'%
(=%
&
!"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%&
;C33-#$-+/10/?&RC&1"%0)#&0)&=C&H-();),7&8W’W&0)4(*$*<eE&53-(-;&-03-#0/(/30/?&RC&-13-(0-7&>#)$3*&
=*(&;/+$/#/&4*0)5&+-#-,/#/#&53C6,C(0CFC&,5K3-$&=*(&$*315#-&1-;/#&W’W&"(),*30*&4)&0-F/,/30/?&&
&
[#,)(#),*#& +C#0CFC& *$;j#3-(& *+)& 1)#*& =*(& >(2",3)#$)& -3,1-K/+/& +-F3-$-;,-10/?& \)+)3-7& !,#& I"$8&
+*1-+*& -;/$/& 2*=*7& =)3*(,*3)#& 2(CK3-(/#& 95FC7& =-63-#2/9,-& +-#-3& 5(,-$0-& 53C6$C63-(0/?& P"$& =C#3-(7&
=-%/&)3)6,*($)#3)()&'($)#*+,-#.0-&K5+,$50)(#*%$*#&+5#-&)(0*F*#0)#&=-H+),$)&*$;j#/&4)(0*?&&
&
&
_*$-&™&B*1-+*&\-H;C$3-(/#&L)H*(0)&I"("1"6"&™&M‘?E–?MEEY&
&
&
_-();),*#& *3;& -6-$-+/7& 1>#),*$*#& =-(/69/3& 2>+,)(*:*3)()& ;-(6/& +*3-H& ;C33-#-(-;7& )#& -%& eE& ;*6*1*&
>30"($)+*& +5#C:C& 1-6-#-#& e& \-(,.,-;*& ;-#3/& A-:*-13-& +5#& =C30C?& i3;)0)& 2>+,)(*3)(7& ,5K3-#,/3-(7&
*A-0)& >%2"(3"F"& 4)& 0*F)(& H-;& 4)& >%2"(3";3)(& +/#/(3-#0/?& I"%3)(:)& -;,*4*+,& ;)#0*#*& H-K*+,)& =C30C?&
I>#),*$7&53-F-#"+,"&Hj3*#&()+$)#&+5#-&)($)+*#0)#&+5#(-&0-&,5K3-#,/7&2>+,)(*&4)&1"("1"63)()&*%*#&
4)($)$);,)0*(?& @-;*#7& -;,*4*+,& 2(CK3-(7& K53*+*#& ;)#0*3)(*#)& ;-(6/& ;-#C#+C%& 2":"#& ,"$& 6);*33)(*#*&
;C33-#$-+/& ;-(6/+/#0-& A--3*1),3)(*#*& 0-H-& 0-& +/;3-6,/(0/3-(?& N;,*4*+,& 2(CK3-(7& 1>#),*$*#& 0)+,)F*#)&
+-H*K& KQNI7& H"*"8$"%1& M,#1$"8"#C"5"%& I.8"5$J.$*.%& `'($)#*+,-#& !)#93*;& T-(,*+*a7& K,5& NJA& `P);&
\*33),a7& H">,#"G53.$*.%& `f1C$a7& K1"81%& `R*(3*;,)a7& E"J,& `N,$-:-a& 4)& =)#%)(*& A-6*+,& 2(CK3-(/#&
A--3*1),3)(*#0)#&0)&%-(-(&2>($);,)0*(3)(?&&
&
&
_-,C;& !C#0& ™& B-4:/#/#& XA*+*#*#& š#"#0)& R-35#3-(& J&
MEEY&
& 8W’W& 0)4(*$*<& *A-0)+*& *3;& 53-(-;& $CH-3)A),& 3*0)(*& @)45#& P)(JT),(5+1-#& ,-(-A/#0-#& MEEY& =-6;-#3/;& +)9*$3)(*& +/(-+/#0-&
;C33-#/30/& `I)()4-#h0-& 1-K/3-#& 2>+,)(*3)(0)& K(5,)+,5:C3-(/#& -(-3-(/#0-& =C& ;5#C0-& ;5#C6,C;3-(/#/& 0C10CFC#C& +>13)$*6,*a?&
N;,*4*+,&2(CK3-(7&2>+,)(*3)(7&,5K3-#,/3-(7&)13)$3)(7&3*0)(3)(*#*#&1-K,/;3-(/&;5#C6$-3-(&H-;;/#0-&=*32*3)(&4)&e&\-(,h,-&K53*+&4)&
>%)3& ;C44),3)(3)& 1-6-#-#& 9-,/6$-#/#& 4*0)5& 2>("#,"3)(*#*& *9)()#& W’Wh3)(& "(),,*3)(& 4)& 0-F/,,/3-(?& \):(-& 53-(-;& W’Wh#*#&
;C33-#/3$-+/& $-3%)$)#*#& 2)#*6& =*(& ;)+*$)& 0-F/,/3$-+/#/& $"$;"#& ;/30/?& f12C3-#-#& +/;/& +-#+"(0)#& 053-1/& =C& 2>("#,"3)(*#&
,)3)4*%15#0-& 1-1/#3-#$-+/& $"$;"#& 53-$-%0/?& 'F)(& *#,)(#),,)& 1-1/#3-#+-3-(0/& 0-& 0-H-& -%& +-1/0-& *#+-#& ,-(-A/#0-#&
2>("3)=*3*(3)(0*&9"#;"&*#,)(#),)&)(*6*$&1-12/#&0)F*30*?&RC(-1-&,/;3-1-(-;&-1#/&+/(-3-(0-&-3,/&+-#-,9/&`P*2(-#&ZH-9-,(1-#7&IC(*&
\-#4)31-#7& N($-#& !(*25(1-#7& Z-()#& N3);1-#7& Z-()#& R-(+)2H1-#7& N($-#& \-(,*(5+1-#a& ,-(-A/#0-#& '($)#*+,-#h0-;*&
0)4(*$:*& +"()9& H-;;/#0-& 1-%/3-#& 4)& -3,)(#-,*A& =*(& +-#-,+-3& 80)4(*$:*& K(52(-$<& >#)()#& W’W& W)4(*$*& $-#*A)+,5+C#-&
C3-6-=*3*(+*#*%?&
10
!"#$%&'%
(?%
&
_*$-& J& •!-%),)& 5;C$-•& J& e& \-(,& X3-13-(/.#/#&-(0/#0-#&
;-$C+-3& -3-#0-& =","#& )13)$3)(& 1-+-;3-#0/;,-#& +5#(-&
1-K/3-#&*3;&)13)$3)(0)#&=*(*?&&
!"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%&
&
N;,*4*+,&)13)$3)(*#&-#-&$);j#/&ZC%)1&c-00)+*&53$C6,C(?&X3-F-#"+,"&Hj3&0>#)$*#0)&=C(-0-&A-(;3/&
$CH-3)A),&2(CK3-(/7&8B*1-+*&!)%*#,*3)(<&-0/#/&4)(0*;3)(*&+K5#,-#)&)13)$3)(&0"%)#3)0*3)(&4)&:-00)0)&
1"("1)();&1-1-&,(-A*F*#*&K53*,*;&=*(&)13)$)&0>#"6,"(0"3)(?&P-=**7&+-0):)&K53*+*#&,)K;*+*#*&9);$);3)&
;-3$-1/K7&A-(;3/&;C(C3C63-(/#&2"4)#3*;&$)#+CK3-(/#/#&0-&6*;j1),*#)&$-%H-(&530C3-(?&&
&
I)()4-#./#&;-K*,-3*+,&1)#*0)#&1-K/3-#$-+/7&6)H*(&-3-#/#/#&K-(9-3-#$-+/&-#3-$/#-&2)3$);,)0*(?&I)#*&
+*1-+*&>%#)3)(*#&$":-0)3)+*7&=*(*#:*3&53-(-;7&;-$C+-3&-3-#3-(&*9*#&4)(*3)#&=*(&$":-0)3)0*(?&&
&
&
&
'($)#*:)0)#&9)4*()#Q&W*(-#&@5;$-25%1-#&
!"#$%&'%
(@%
Asyaca
Direnmek
Oksana
Şatalova
Romantik
bir
sözcük
olan
“direniş”,
güncel
sanat
alanında
geniş
bir
anlamla,
sıkça
kullanılıyor,
çünkü
bu
sözcük,
güncel
sanata
inancın
–
kapitalizmin
“doğal
düzenine”
karşı
koyma
iddiasının
ve
iradesinin
–
temel
simgelerinden
biridir.
Somutlaştırırsak;
“direniş”
sözcüğü,
genellikle
neo‐avangard
aktivist
sanatın,
yani
küresel
neoliberalizmin
haritasında
otonom
alanların
yaratılması,
kurumların
ve
iktidar
yapılarının
eleştirisi
gibi
estetik
sahada
yapılan
politik
jestlerin
amentüsü
olarak
görülmektedir.
1960‐70’li
yılların
Situasyonistleri
(Durumcuları)
ya
da
çağdaşımız
olan
interventionistler
(müdahaleciler)
bu
tür
bir
“direnişin”
örnekleri
sayılır.
Bu
terimi,
Orta
Asya
sanatına,
özellikle
de
Kazakistan
Cumhuriyeti
sanatına
bu
anlamıyla
uygulamaya
kalkarsak,
bizim
sanatımızın
hiç
de
etkin
bir
şekilde
“direnmediğini”
keşfedebiliriz.
Fakat
bu
bir
örtmecedir.
Bizde
bu
tür
bir
“politik”
sanat
pratiği
yoktur.
Daha
doğrusu,
sanatımızın
en
ilginç
ve
temsili
nitelikteki
örnekleri
böyle
bir
gruplamada
yer
almaz.
Bugün,
Kazakistan’da
bilinen
bütün
sanat
kolektiflerinin
parçalanmış
olması
gibi,
“dolaylı
bir
kanıttan”
yola
çıkabiliriz;
oysa
mücadele
birlikleri
ya
da
protesto
gruplarında
birleşen
aktivist
sanatçıların
öz‐örgütlenmesinin
tipik
biçiminin,
benzer
düşünceye
sahip
olanların
oluşturacağı
bir
kolektif
olduğunu
söyleyebiliriz.
Kazakistan’da,
geçmişte
oluşturulan
sanat
kolektifleri
de
genellikle
ülkede
güncel
sanatın
ve
sanat
kurumlarının
gelişip
kök
salmasını
destekleyen
gruplar
olmuş,
yani
bir
şeye
karşı
olarak
değil,
yandaş
olarak
bir
araya
gelmiştir.
SSCB’nin
dağılması
sırasında
ya
da
hemen
sonrasında
ortaya
çıkan
Kazak
sanat
kolektifleri
(Kokserek,
Kızıl
Traktör,
Yeşil
Üçgen
vb.)
bütün
farklılıklarına
rağmen,
ortak
bir
öncülük
pathosunu,
“yeni,
özgür
ve
moda
sanat”
pathosunu,
halkçı,
hatta
peygamberce
bir
pathosu
savunmuştur.
Bu,
hayvanları
kanlı
bir
şekilde
öldürmek
gibi
radikal
eylemler
gerçekleştirerek
“Öteki”
sorunsalını
uluslararası
bağlamda
oldukça
konvansiyonel
bir
şekilde
gündeme
getiren
Kokserek
adlı
grup
için
özellikle
geçerlidir.
Bu
döneme
manifestolar
dönemi
denebilir.
Esin
ve
coşku
dolu,
geçici
olarak
birleştirebilecek
enerjilerin
zamanı.
Elbette,
öncülük
pathosu
zaman
içinde
kayboldu.
90’lı
yıllarda
ortaya
çıkan
bütün
sanatsal
gruplaşmalar
uygulamada
dağıldı.
Kollektif
manifestolar,
yerlerini
kişisel
araştırma
ve
ifadelere,
post‐avangard
kayıtların,
belgelerin
zamanına
ve
metaforlar
üretmeye
bıraktı.
Akılcılaştırılması
güç
olan
“Pan‐Asya”
mitolojilerini,
“üçüncü
dünya”
imgelerini
ya
da
“imparatorluk
kalıntılarının”
metaforlarını
görselleştiren
metaforlar
ortaya
çıktı.
Bu
tür
görsel
imgelerin
(anlaşılmaları
için
şiire
ve
ironiye
duyarlılığa,
yaratıcılığa,
hatta
mantıktan
çok
sezgiye
ihtiyaç
duyan
imgelerin)
üretilmesi,
aslında,
Orta
Asya
ve
özel
olarak
da
Kazakistan
sanatının
genel
çizgisi
ve
uzmanlığı
oldu.
Buna
çok
çeşitli
örnekler
vermek
mümkündür.
Said
Atabekov’un
iki
yıldır
üzerinde
çalıştığı
Daroga
v
Rim
(Roma’ya
Giden
Yol)
adlı
fotoğraf
dizisi
anılabilir.
Bozkırda
tekbaşına
duran
figürler
–
gezginler,
hayvanlar,
otomobiller,
teknik
konstrüksiyonlar
–
kadrajda
soldan
sağa
geçer,
bir
hareket
varmış
izlenimi
bırakır,
ama
aynı
zamanda
da
durağan
bir
şekilde
poz
verirler.
Erbol
Meldibekov’un
Hallisyunatsiya
(Halüsinasyon)
adlı
fotoğraf
dizisinde
de,
İsveçli
modernist
Alberto
Giacometti’nin
çalışmalarının
doku
ve
biçimini
yineleyen,
ama
organik
malzemeden
(cansız
bedenden,
etten)
yapılmış
heykeller
yer
alır.
Aynı
sanatçının
Pik
Pabedi
(Zafer
Zirvesi)
adlı
nesneler
dizisinde,
Amerikan
yapımı
folyo
tabakların
ve
Sovyet
yapımı
emaye
tencerelerin
içinde
dağ
kabartmaları
vardır.
Çyorniy
Kvadrat
(Siyah
Kare)
adlı
videosunda
ise,
modernizmin
“alameti
farikası”
olan
Siyah
Kare,
rastgele
bir
figüre,
üst
üste
yığılmış
bir
kurtçuk
tepesine
dönüşür.
Almagül
Menlibayeva’nın
video
çalışmalarında
ise,
Asyalı
genç
kızlar
bozkırda
Asyalı
kimliğinin
sabit
öğeleri
gibi
dururlar.
Ani
bir
dönüş
yaparsak,
Georgiya
Tryakina‐Buharov’un
at,
domuz
ve
deve
atıklarından
yapılmış
bolca
ironi
yüklü
çöp‐nesnelerini
de
anabiliriz.
Ve
benzeri
ve
benzeri
–
metaforlar
incelikli
ve
zekice
olabilir,
keskin
ve
beklenmedik
olabilir;
her
koşulda,
genellikle
açık
mantıksal
kurgularla
işleyen
politik
aktivist
sanatın
aksi
kutbunda
yer
alırlar.
Aslında
bugüne
kadar
Orta
Asya’da
Batı
neoliberalizmi,
eleştiriden
çok
dayanışmaya
yönelik
eğilimler
ortaya
çıkardı,
çünkü
erişilmesi
imkansız
bir
ütopya
olarak
algılandı.
Burada
yerleşik
bir
sanat
sistemi
yok,
bir
güncel
sanat
pazarı
yok
–
kurulması
sanatçıların
uzun
zamandır
özlem
duyduğu
bir
hayal.
Bizim
sanatımız
kendisini
direnişten
çok
bir
sadakat
ve
dayanışma
alanı
olarak
Sayı
#1
38
Asyaca
Direnmek
Oksana
Şatalova
sunar
–
elbette
sözkonusu
olan
devletin
iktidar
yapılarıyla
değil,
küresel
kapitalist
sistemin
meşru
bileşenlerinden
olan
uluslararası
sanat
sisteminin
kurumlarıyla
yapılan
dayanışmadır.
Bu
yüzden
de
güncel
sanatın
“kurum
eleştirisi”
gibi
dilsel
fetişleri,
Orta
Asya’da
çok
yavaş
yayılıyorlar.
Kurumlar
eleştirilmez,
çünkü
tam
anlamıyla
eleştirilecek
bir
şey
yoktur.
Yerel
politik
gelişmelere
tepki
veren
sanata
gelince,
durum
daha
da
karmaşıklaşır.
Uygulamada
herhangi
bir
açık
seçik
eleştirel
mesaj
görülmez
–
dediğimiz
gibi,
sadece
az
çok
zekice
metaforlar
vardır.
SSCB’nin
dağılmasından
sonra
Avrasya
haritasında
tuhaf
jeopolitik
oluşumların
ortaya
çıktığını
hatırlayalım
–
kozmetik,
kukla
demokratik
kurumlara
sahip
Doğulu
despot
devletler.
Kazakistan’da
başkanlık
sistemi
var
ve
2007
yılında
yapılan
sözde
“demokratik
reformun”
ardından
“başkanlı
parlementer
sistemle”
yönetilen
bir
cumhuriyet
oldu.
Fakat
aslında
otoriter
bir
devlet;
politik
süreçler
aşiret
rekabetiyle
karara
bağlanıyor
ve
aşiret
liderleri
de
ya
başkanın
ailesinden
ya
da
onun
yakın
çevresinden
kişiler
(akrabalar
arasında
Ortaçağ’da
yapılan
taht
mücadelelerine
benzer
şeyler
yaşanıyor).
Muhalefetse,
yabancı
basının
tanımıyla,
“evcil
ve
cepte”,
yani
görünüşte
çoğulculuk
olsun
diye
başkanın
kendisi
tarafından
harekete
geçiriliyor
ve
yurttaşlar
da
kendilerini
devlet
yönetiminden
tamamen
dışlanmış
hissediyorlar.
Bu
nedenle
Kazak
toplumu
apolitikleşti,
demokratik
kurumlara
güvenmiyorlar
ve
iktidar
yapılarına
kendinde
şeyler
gibi
bakıyorlar.
Apolitiklik
ve
kayıtsızlık,
zaman
zaman
göksel
bir
nimet
gibi
görülen
iktidara
duyulan
bir
aşka
dönüşüyor
–
“doğada
kötü
mevsim
diye
bir
şey
yoktur”
(tahmin
edileceği
gibi,
korku
ve
tedbirden
doğan
bir
aşk
bu).
Resmi
propagandayla
hipnotize
olan
yurttaşlar,
ona
uysalca
boyun
eğmeye
hazır
oluyor.
“Kriz
öncesi”
dönemde
iktidarın
sabit
söylemi
“istikrar”
sloganıydı
(yönetim
hidrokarbonun
fiyatının
yükselmesi
nedeniyle
ekonomik
açıdan
güçlüydü),
şimdiyse
“istikrara
dönüş”
sloganı
kullanılıyor.
Yurttaşlar
iktidara
sadık
kalıyor.
Yabancı
medyaya
göre,
1990’da
Kazakistan’daki
seçimlere
hile
karıştırılmış
olsa
bile,
2007
yılı
meclis
seçimlerinde
halk,
başkanın
partisini,
yüzde
7
bariyerini
aşıp
meclise
girebilen
tek
parti
olan
Nur
Otan
partisini,
oy
çokluğuyla
destekledi.
Devlet,
yurttaşları
tarafından
kapalı,
otistik
ve
erişilmez
görülüyor;
mistik
bir
Kafkaesk
Şato
gibi.
Sovyet
sonrası
Asya’da
yaşananlardan
bahsetmek,
ancak
mitlerin
dilini
hatırlatan
imgesel
bir
dille
mümkün
olabilir.
Ya
da
–
akılcı
bir
yoldan
gidilirse
–
bu
durumu
herhangi
bir
şekilde
etkileme
hevesine
kapılmadan
saptamak,
belgelemek
de
mümkündür
ve
sanatta
yansımasını
bulan
şey
tam
da
budur.
***
Eğer
Kazakistan
sanatında
yine
de
herhangi
bir
direniş
kıvılcımı
aranacak
olursa,
o
zaman
aktivist
sanatın
mantığı
ve
amaçsallığı
ile
paralellik
kurmaktan
vazgeçip,
“direniş”
sözcüğünü
varoluşsal,
metafizik,
hatta
akıldışı
anlamlarla
donatmak
gerekir.
Elbette,
bu
tanım,
sonsuz
derecede
genişletilebilir
–
her
sanat
eserinin
bir
şeylere
“direndiği”
söylenebilir
(manyetik
fırtınalara
bile).
Fakat
ben
yine
de,
sembolik
olarak
kendine
özgü
bir
“Asyaca
direniş”
anlamına
gelebilecek
bir
tanım
getirmek
istiyorum.
Sanatta
olduğu
gibi,
akıldışı
bir
gerçekliğin
betimlenmesi
için,
burada
da
şiirsel
bir
mecaz,
metafor
kullanmak
daha
uygun
olacak
gibi
görünüyor.
Bu
durumda
Kazakistanlı
video
sanatçısı
Natalya
Dyu’nun,
Gusenitsa
(Tırtıl)
adlı
performansını
oldukça
zeki
bir
metafor
olarak
benimsiyorum.
Natalya,
bu
performansta
giydiği
kostümü,
bir
urovidy’nin1
zincirleriyle
kıyaslamıştı.
Performansını
gerçekleştirdiği
yer
olan
Almatı,
yaz
vakti,
1
Kazakistanlı
Şatalova,
burada
Rus
kültüründe
“urodiviy”
denilen
dünyadan
vazgeçmiş,
çileci
kişileri
örnek
veriyor;
Türkçede
bunun
karşılığı
delilikle
velilik
arasında
bir
mertebede
yer
aldığına
inanılan
abdallar,
dervişler
gibi
figürler
oluyor.
Abdal’ın
TDK
tanımı,
“gezgin
derviş;
dilenci
kılıklı,
üstü
başı
perişan
kimse”
şeklindedir
–
ç.n.
Sayı
#1
39
Asyaca
Direnmek
Oksana
Şatalova
ince
giysilerle
bile
dayanılmaz
derecede
sıcak
olur;
hantal
bir
kostümse
sokakta
olağan
bir
yürüyüşü
bile
ciddi
bir
acıya
dönüştürür
(performansın
ardından
Natalya
5
kilo
vermişti).
Yani,
urovidy
figürü.
Bu
figür,
Sovyet
sonrası
sanatta,
özellikle
de
radikal
olarak
adlandırılan
sanatta
arada
bir
ortaya
çıktı.
Sözgelimi,
Siniye
Nosi
(Mavi
Burunlar)
grubunun
Yeni
Urovidyler
dizisine
ait
fotoğrafları,
tam
da
yeni
urovidyleri
gösteriyordu
–
grup
üyeleri
arkalarına
Moskova
kiliselerini
alarak
poz
vermişlerdi.
Natalya’nın
tersine,
onlar
donuyorlardı,
çünkü
kış
vakti
sadece
don
giyerek
poz
vermişlerdi.
Ama
yine
de,
özgün
olmasa
bile,
bu
imgeyi
bir
kez
daha
canlandırmak
istiyorum.
Bilindiği
gibi,
urodiviy,
bilinçli
olarak
deli
taklidi
yapan
ve
gündelik
davranış
etiğine
ters
düşen
kişidir.
Bu
Slavca
sözcük
urod
(ucube)
kökünden
gelir,
güncel
sanatçılar
da,
genelde
kendi
yurttaşları
tarafından
ahlaki
ucubeler
gibi
(daha
doğrusu,
ahlaksızlar
gibi)
görülürler.
Urovidyler,
yaşam
tarzlarıyla
dünyevi
hayatın
kusurluluğunu
ortaya
koyarlardı
–
“İsa
aşkına”
kendilerini
alçaltarak,
kendileri
ve
başkalarıyla
alay
ederek,
bu
dünyadaki
her
şeyin
boş
ve
geçici
olduğunu
hatırlatırlardı
topluma.
Urovidyler,
çileci
bir
yaşam
sürerlerdi;
yoksulluğa
ve
acılara
bile
bile
katlanır,
zincirler
kuşanır
ve
sembolik
giysiler
giyer
ya
da
tümden
çıplak
dolaşırlardı
(kış
vakti,
tıpkı
Mavi
Burunlar
gibi),
yanlarındaki
köpeklerle
uyur,
sokaklarda
yüksek
sesle
çarları
kınarlardı...
Güncel
sanatçılar
da
tuhaf
ve
bazen
kışkırtıcı
jestlerini
memnuniyetle
haklı
gösterirler
–
fakat
onlarınki
sadece
bir
kabadayılık
değil,
yüksek
amaçları,
topluma
yönelen
bir
mesajı
olan
bir
kabadayılıktır;
bir
haksızlığı
ifşa
etmek
veya
eleştirmek,
ezilenlere
merhamet
etmeye
davet
etmek
olabilir
bu.
Bu
yüksek
amaçlar,
bir
bakıma
her
tür
ucubeliği
yapma
hakkı
verir
sanatçılara.
Dahası,
günümüzün
güncel
sanatçısı
gibi,
urovidy
de
toplumsal
bir
varlıktır;
münzevinin
tersine,
hep
ilgi
odağı
olmaya
çalışır,
kalabalığın
tepkisini
kışkırtır
–
sanatçı
gibi
urovidy
de
jestlerinin
skandal
yaratma
olanağı
aracılığıyla
halkın
ilgisini
söyleyeceği
şeye
çekmeye
çalışır.
Son
olarak,
en
önemlisi,
urovidy,
suçlamalarını
yalnız
başına
yapar.
Bu
tür
bir
“direniş”
Ortaçağa
ve
genel
olarak
tutucu
toplumlara
özgüdür
(Büyük
Petro’nun
urovidylerle
mücadeleye
girişmesi
boşuna
değildir).
Urovidy,
şeylerin
mevcut
düzenini
değiştirmeye
yönelmemiştir.
O
sadece
dünyanın
tamamlanmamışlığını,
kusurlarını
belirtmiş,
onları
kabul
etmediğini
dile
getirmiştir.
Urovidy
için
İsa
ve
onun
Krallığı
imgesinde
cisimlenen
mutlak
bir
sabit
vardır
–
yeryüzü
yaşamını
bu
sabitle
karşı
karşıya
getirir
ve
bu
karşılaştırma,
elbette,
ikincisinin
yararına
olmaz.
“Asyaca
direnişin”
temsilcisi
olan
bir
güncel
sanatçı
için
bu
sabitin
ne
olduğu
konusunda
ancak
varsayımlar
getirilebilir
–
herhalde,
şu
ya
da
bu
türden
bir
Kantçı
ahlak
yasası
olabilir
bu.
Her
koşulda
sanatçı
da
dünyanın
kusurlu
olduğunu
görür
–
ama
heyhat,
bir
aktivistin
peşinden
“başka
bir
dünya
mümkün”
diye
tekrar
etmez.
Kendisi
de
değişimlere
inanmamaktadır.
Bu
yüzden,
otistik
ve
kusurlu
gerçeklikte
sıkışmış
“Asyaca
direnen”
sanatçı,
dünya
yaşamını
kutlu
ve
sonsuz
bir
dünyanın
eşiği
olarak
gören
urovidy
figüründen
çok
daha
trajik
bir
figürdür.
İşte,
bu
tür
bir
pasif
direniş
bulabiliriz
sanatımızda
–
protestonun
muhatabının
tanımdan
kaçındığı
durumlarda.
Ontolojik
anlamda
bir
protesto
gibidir
bu;
otistik,
sağır
gerçekliğe
yöneltilen
bir
protesto.
Bu
açıdan
Natalya
Dyu’nun
sanatı
tam
bir
örnek
olabilir.
Sanatçı
her
seferinde
kendi
videolarının
kahramanı
olmaktadır
–
son
projeleri
de
aslında
birer
halk
abdallığı
(urovidy)
uygulamasıdır.
Sanatçının
Na
Zemle
(Yerde)
adlı
performansı,
Aralık
2007’de,
Hindistan’ın
güneyindeki
Mumbay
kentinde
gerçekleşti.
Moskova’da,
kış
vakti,
sokakta
sadece
bazı
urovidyler
uyurken,
tropik
bir
şehir
olan
Mumbay’da,
kış
vakti
halkın
büyük
kısmı
kaldırımda
yatmaktadır.
Beyaz
bir
kostüm
giyen
Natalya
da
asfalta,
dilencilerin
yanına
yattı
ve
gazete
okuyarak
uyumaya
ya
da
öylece
dinlenmeye
çalıştı.
Performansı
şehrin
değişik
yerlerinde
gerçekleştirildi:
“Avrupai”
alışveriş
Sayı
#1
40
Asyaca
Direnmek
Oksana
Şatalova
caddesinde,
yoksul
mahallelerde,
pazarda
–
en
az
on
yerde.
Ve
her
yerde
halkın
canlı
ilgisiyle
karşılaştı.
Mumbay’ın
sokakta
uyuyan
yerlileri
herhangi
bir
ilgi
uyandırmazken,
yerel
bağlama
dahil
olmaya
karar
veren
“Öteki”,
tam
bir
heyecan
seline
yol
açmıştı.
Yerde
yatan
Natalya’nın
çevresinde
sürekli
olarak
bağrışa
çağrışa
konuşan,
gülüşen,
kınayan
kalabalıklar
oluşuyordu
(hatta
bir
keresinde
eylemi
sona
erdirip
koşarak
kaçması
gerekti,
çünkü
halk
sanatçıyı
şişe
ve
taş
yağmuruna
tutmuştu).
Urovidynin
sözü
elbette
duyulmuştu,
ama
her
zamanki
gibi
statükoyu
etkilememişti.
Urovidynin
de
böyle
bir
hedefi
yoktu
zaten;
düz
bir
kayıtsızlık
yüzeyinde
geçici
olarak
kabaran,
sonra
gözden
kaybolan
bir
kaynama
noktası
yaşanmıştı.
Natalya,
sürekli
bu
tür
ruhsal
eğitimler
uyguluyor.
Temmuz
2008’in
dayanılmaz
ölçüde
yakıcı
bir
gününde,
neredeyse
kışlık
denebilecek
bir
“tırtıl”
kılığına
büründü
ve
bu
giysinin
içinde
peş
peşe
birkaç
gün
geçirdi,
Almatı’lılarla
eğlence
parklarında
geçirdikleri
boş
vakti
paylaştı.
Nisan
2009’da
da
Natalya,
ağır
bir
“salyangoz”
kostümü
giyerek
Almatı’nın
kaldırımlarında
yavaş
yavaş
süründü
–
konuksever
toprak
üzerinde
değil,
sert
asfalt
üzerinde.
“Asyaca
direnmek”
bu
şekilde
gerçekleşmektedir
–
bir
etki
yapmayı
beklemeden.
Fakat
urovidylerin
ortaya
çıkmasıyla
yine
de
çevrede
birtakım
değişimler
yaşanmaktadır
ve
bu
değişimler
urovidylerin
kişiliklerinde
hem
ifade
bulmakta
hem
de
sınırlanmaktadırlar.
Bu
da,
bekleyebileceğimizden
de
fazlasıdır.
Rusçadan
çeviren:
Sabri
Gürses.
Sayı
#1
41
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
I.
Giriş:
Anti‐faşizm
’95
Lübliyana’da
basılan
IZI
dergisinin
[Izbjeglice
za
izbjeglice
–
Mülteciler
için
Mülteciler]
Haziran
1995
tarihli
15.
sayısında
Delo
isimli
günlük
gazete
için
çalışan
bir
muhabirin
makalesine
yer
verilmişti.
Yazının
ana
argümanını
özetlemek
için
şu
alıntı
yeterliydi:
“Büyük
Britanya
hariç
bütün
Avrupa
devletleri
pek
de
direnç
gösteremeden
Almanların
hamleleri
karşısında
teslim
bayrağını
çekti
ve
kısa
süre
içinde
işbirlikçi
rejimler
oluşturdu…
Churchill’in
İngilteresi
dışında,
bugün
Avrupa
Birliği’ni
oluşturan
bütün
üye
devletler
1940’lı
yıllarda
faşist
devletler
konumundaydı…
Avrupa’nın
faşist
rejimlerden
özgürleşmesi
İngilizler
ve
Amerikalılar
tarafından
sağlandı…
Bu
yüzden
9
Mayıs’larda
Avrupalıların
kutlaması
gereken
şey
faşizme
karşı
elde
edilen
zafer
değil,
faşizmden
özgürleşme
olmalı.”
Devletler
sözkonusu
olduğunda
böyle
bir
şey
söylenebilir
gerçekten.
Ama
benzer
bir
şeyi
Avrupalılar
için
söylemek
mümkün
değildir.
İkinci
Dünya
Savaşı
başladığında,
anti‐faşist
Avrupa
ve
uluslararası
anti‐faşist
hareket
faşizme
karşı
mücadelesinde
yenilgiye
uğratılmıştı
–
İspanyol
İç
Savaşı’daki
yenilgiyi
kastediyorum.
Avrupa
hükümetleri
ele
geçirilmeden
çok
önceleri,
İtalya’daki
zindanlar
ve
Almanya’daki
konsantrasyon
kampları
faşizme
karşı
gelenler,
onu
kabul
etmeyenler,
kendi
zihinlerine
sahip
olabilenler
ve
farklı
düşünenler
tarafından
tıkabasa
doldurulmuştu.
Avrupa’da
faşizme
(silahlı
ya
da
silahsız;
yurdun
dahilinde
ya
da
dışarıda,
sürgünde;
Avrupa’daki
muharabe
alanlarında
ya
da
başka
kıtalarda)
bir
direnç
göstermemiş
coğrafya
bulmak
zordur.
1939
yılına
gelindiğinde
Avrupalıların
faşizme
karşı
savaşımı
yirmi
yıllık
bir
sürece
karşılık
gelmekteydi
bile.
Ve
sonraki
altı
yıl
dahilinde
de
sürdü
bu
savaş.
Avrupa
devletlerinin
faşizm
karşısında
teslim
bayrağını
çektiği
bir
dönemde,
Slovenya
halkı
“kendi”
devletlerinin
teslimiyetinin
üzerinden
henüz
iki
hafta
geçmeden
Osvobodilna
Fronta’yı
[Özgürlük
Cephesi]
kurmuştu.
Eski
Yugoslavya’nın
sınırlarında
kalan
halklar,
Avrupalı
devletlerin
teslimiyetçi
tavrı
ve
kendi
egemen
sınıfları
arasında
yer
alan
bazı
kesimlerin
işbirlikçiliği
ile
yüzleştiklerinde
sadece
faşizme
karşı
savaşmakla
yetinmediler,
başka
bir
tür
devlet
oluşturmaya
da
çalıştılar
–
bir
devrim
çıkarabilmelerinin
nedeni
de
buydu.
O
dönemde,
Yugoslavya
halkları
faşizm,
onunla
işbirliği
yapan
devlet
ve
faşist
devlet
konusunda
zaten
uzun
sürmüş
bir
deneyime
sahiptiler.
Faşizme
(İtalyan
faşizmi,
İspanya’daki
Avrupa
faşizmi,
ve
yerel
faşizm)
karşı
savaşım
konusunda
bir
gelenek
oluşturmuşlardı
bile.
İlk
kurbanlar
arasında
onlar
da
yer
alıyorlardı:
İtalya’da
faşist
squadralar
iktidara
gelmeden
önce
kontrolden
çıkmış
ve
Trieste’deki
Sloven
kültür
merkezini
ateşe
vermişlerdi.
Direnişi
ilk
örgütleyenler
arasında
da
onlar
vardı:
1927
ile
1929
arasında,
TIGR
[Adı
Trieste,
İstria,
Gorizia
ve
Rijeka
isimlerinin
baş
harfleriyle
oluşturulmuş
örgüt]
Sloven
ve
Hırvat
yurtseverlerin
güçlerini
birleştirmelerini
ve
faşizme
karşı
savaşım
amacıyla
yola
çıkan
ilk
uluslararası
örgütü
kurmalarını
sağlamıştı.
Yukarıda
adı
geçen
IZI
dergisi
Bosna‐Hersek’ten
gelen
mültecilerin
hangi
sayılarda,
hangi
ülkelere
geçtiğine
dair
bilgiler
yayınlamıştı.
Yayın
tarihinde
Slovenya’da
22
667
mülteci
bulunmaktaydı.
Üç
sene
önce
aşağı
yukarı
75
000
idi
bu
sayı.
O
dönemde
Sloven
devletinin
120
000
gibi
bir
rakam
verdiğini
hatırlamamız,
ve
1993’ün
Ağustos’unda
devletin
Bosna‐Hersek’ten
sürülenlere
sınırlarını
kapatma
kararı
aldığını
kesinlikle
unutmamamız
gerekiyor.
Sınırların
kapanmasından
sonra
yapılan
bir
kamuoyu
yoklamasına
yanıt
veren
kişilerin
yarısından
fazlası,
sürgünlerin
ülkeye
kabul
edilmesi
yönünde
görüş
bildirmişti.
O
zaman
da,
halk
devletten
farklı
düşünüyordu;
o
zaman
da
halk
faşizme
karşı
mücadele
veriyordu.
Devletlerin
faşizm
ile
yüzyüze
geldiklerinde
izledikleri
politikalar
üzerine
düşünmek,
ve
halkların
aldığı
kararları
akılda
tutmak
gerekiyor.
Bu
kararları,
verilen
savaşımları,
sıradan
bireylerin
fedakârlıklarını
göz
önüne
aldığımızda
bugün
diyebiliyoruz
ki:
Faşizm
1945
yılında
Avrupa
halkları
tarafından
yenilgiye
uğratılmıştı.
Pekiyi
1995
yılında
da
aynı
şeyi
yapıp,
yeniden
galip
gelebilecekler
mi?
Sayı #1
42
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
Kayıtsızlık
ile
bugün
yaşanan
güçsüzlük
arasında
bir
bağ
var.
Devletler
kayıtsızlığı
örgütlüyor,
faşizm
ile
sözleşmeler
yapıyor,
ve
sonra
da
ona
yem
olabiliyor.
Halk
hatırlıyor,
direniyor,
mücadeleyi
sürdürüyor.
Bugün
anti‐faşist
bir
cephe
mevcut
değil;
onun
yerine
faşizmin
varlığına
teslim
olmayı
reddeden,
yaşamda
nefretin,
sürekli
gerginliğin
ve
savaşın
ötesinde
bir
şeylerin
var
olduğunu
bilen,
ve
bugünkü
devletten
yarım
yüzyıl
önceki
devletlerden
ve
gücü
elinde
tutanlardan
farklı
davranmasını
talep
etme
gücüne
sahip
bireyler
var.
Bu
çözümlemeleri
bu
yöndeki
talepler
başarıya
ulaşsın,
insanlar
bu
talepleri
formüle
edebilsinler
diye
ve
bu
yüzyılın
kâbusunu
sona
erdirebilsinler
diye
kaleme
alıyorum.
Yaşamımızı
teslim
ederken
geride
bırakacağımız
dünyanın
içine
doğduğumuz
dünyadan
daha
kötü
olmaması
dileğiyle
yazıyorum.
II.
Ütopya
ve
ruhun
kendini
kandırması
Bugün,
her
tür
ütopya
gözden
düşmüş
durumda.
Kelimeyi
telaffuz
eder
etmez,
egemen
ideoloji
tarafından
disipline
edilmişlerin
aklına
giyotin
ya
da
gulaglar
gelmek
zorunda.
Öte
yandan,
ütopyacılığın
yeniden
canlandırılması
lehine
sarfedilen
ve
seksenli
yıllarda
halen
karşımıza
çıkıyor
olmalarına
rağmen
giderek
seyrekleşen
ifadeler
başlı
başına
ütopyanın
kendisi
haline
geldiler.
Yine
de,
“ütopyen
düşüncenin
sonu”
şeklindeki
felsefi
tantanaların
popüler
varyantlarının
siyasal
sınıflar
tarafından
nasıl
bir
gözüdönmüşlük
ile
sahiplenildiğine
tanık
olmak
insanda
kuşku
uyandırıyor.
Gençliğimizin
entelektüel
doxasından
geriye
kalan
ve
bayağılaştırılan
posaların
yeni
egemen
sınıfların
ideolojik
avangardının
ağzında
nasıl
da
ajit‐prop
sloganlara
dönüştüğünü
görmek
oldukça
rahatsız
edici.
Tarih
kafamıza
vurarak
hatırlatıyor
bize
entelektüel
sorumluluğumuzu:
hatalar
yaptık,
ama
hata
olduklarını
çok
sonradan
farkettik.
Karanlıklara
çağıran
sirenler
bir
yana,
biz
halen
aydınlanmaya
gerektiği
ölçüde
bağlanmış
değiliz:
önyargılar
ile
gerektiği
kadar
didişmiyoruz.
Ve
bu
önyargılar
baskı
ve
sömürü
mekanizmaları
içinde
maddi
varlık
kazandıkça,
bir
zamanlar
teori
alanının
köşe
bucağına
çekidüzen
vermek
olarak
gözükmüş
olabilecek
şeyler
giderek
yanlış
çözümlemelere
dönüşüyor.
Bugün,
entelektüel
bağıtlanım,
teoriyi
sürekli
ıskaladığı
bir
kısırdöngü
içinde
dönenip
duruyor.
Ya
verili
konuyu
aydınlatmaya
vakfediyor
kendini,
yani
sorun
sahasının
marjındaki
ideolojik
etkiler
ile
ilgileniyor
ve
hiçbir
zaman
işleme
tabi
tutamayacağı,
idare
edemeyeceği
alanlar
kurmaya
çalışarak
zaman
ve
güç
kaybediyor;
ya
da
tersine
bu
marjinal
etkinlikleri
ihmal
ediyor,
ve
bunun
sonucunda
entelektüel
otlar
bürüyor
ortalığı
ve
bunlar
yoğunluk
kazanıp,
ideolojik
ve
kim
bilir
nasıl
mekanizmalarda
“maddi
varlık”
ediniyorlar;
düşünceyi
ensesinden
kıstırıp,
kendini
savunmaya
zorluyorlar.
Temizleme
ve
yangın
söndürme
operasyonları
arasında
özgün
kuram
üretimine
zaman
ve
takat
kalmıyor.
Yeni
bir
durumla
karşı
karşıya
olduğumuzu
saptamak
önemli,
bir
şekilde.
Durumu
ütopyen
dürtünün
geri
çekilişiyle
bağlantılandırmak
da
mümkün.
Eğer
bu
gerektiği
ölçüde
bir
teselli
sağlamıyorsa,
o
zaman
ihtiyaç
duyduğumuz
güvenci,
gerçeği
söylemek
gerekirse,
elimizdeki
en
kasvetli
hükümden
çıkarabiliriz
belki
de.
Bizim
için
yeni
kafesler
inşa
ettikleri
ve
gözlerimizin
üzerine
perde
çektikleri
molozlar
bir
zamanlar
kuramsal
üretimin
meşru
kurgu
unsurlarına
karşılık
gelmekteydi.
1.
Büyük
anlatıların
sonu?
“Büyük
anlatıların
sonu”
ifadesi
üzerine
biraz
daha
düşündüğümüzde,
burada
özgül
bir
stratejinin
belirleyici
etkiye
sahip
olduğunu
görebiliyoruz.
Öncelikle,
sözkonusu
olan
“son”,
olası
alternatif
anlatılara
uygulanabilir
durumda.
Egemen
olanların
ise
anlatılanmasına
gerek
bile
yok;
kurulu
yapı
zaten
onları
kendi
iradesiyle
ortaya
koyuyor.
Öteki
tüm
değerleri
bir
kenara
attığımızda
geriye
sadece
süregiden;
sistem
içinde
kurumsallaştırılmış,
yerleşikleştirilmiş,
davranış
kalıplarına,
ekonominin
kısıtlarına
dair
otomatizminin
onayını
almış
olan;
gündelik
rutinlerin
içine
işlemiş
olan;
korku
ve
tehdit
ediliyor
olma
duygularıyla
ve
her
şeyin
ötesinde
polis
ve
ordu
tarafından
Sayı #1
43
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
muhafaza
edilen
kalıyor.
Burdan
çıkarak
büyük
anlatılara
getirilen
yasağın
kuşku
uyandırır
biçimde
düşüncenin
kendisine
koyulan
yasağa
yaklaştığını
görüyoruz.
Taşlaşmış
gündelik
rutinin
üzerinden
defalarca
geçilmiş
patikasından
ayrıldığı
anda
–
ki
zevkle
yapar
bunu!
–
düşünce
dediğimiz
şey,
gayet
de
hak
ederek,
“büyüklük”
suçlamasıyla
karşılaşıyor;
ifadeye
döküldüğü
anda
–
ki
bunsuz
da
yapamaz
düşünce‐
kamuoyu
mahkemesinin
“büyük
anlatılar”a
ayrılmış
sanık
sandalyesine
oturtuluyor.
Kurulu
sistemin
cüceliği
oldukça
tehlikeli!
Geriye
kalanlar
sadece
nüfuzunu
gayet
emniyetli
bir
şekilde
küçük,
ufak
şeyler
üzerinde,
darkafalılık
ve
şişkoluk
üzerinde
kullanabilenler;
geriye
kalan
burjuva
toplumunun
kendi
içine
kapanan
bireyinin
ezeli
bencilliği.
Ve
bir
de
ne
görelim,
bu
beceriksizliğin,
cüceliğin
ve
bakış
açısı
babındaki
yoksulluğun
üzerinde
şekilleniyor
insanlık
tarihinin
en
büyük
destanı:
küresel
kapitalizmin
uygun
adım
yürüyüşü!
Büyüklüğün
derecesi
tabii
ki
görece
bir
miktar:
“küçük
ölçekte”
bile
düşünmenin
mümkün
olmadığı,
daha
geniş
çerçevelere
başvurulamayacağı
ve
yerel
düşüncenin
giderek
küresel
bilinci
gerektirdiği
göz
önüne
alındığında,
büyük
anlatıların
reddi
giderek
düşüncenin
reddine
yaklaşıyor.
Yasaklama
alternatif
anlatılara
da
uygulanıyor
ve
gerçekte
düşüncenin
kendisi
men
ediliyor:
sadece
uzun
erimli
biçimde
düşünmek
yasaklanmış
değil,
insanın
yanındaki
çitten
ötesine
bakması
bile
imkânsız.
Mesele
“büyük”
ölçeğin
yokluğunun,
gözetim,
eleştiri
ve
inkâra
yönelik
küçük
ölçekli
yanılsamalar,
varolan
en
büyük
sistemin
beslendiği
yanılsamalar
üretmesinden
ibaret.
2.
Tersine
çevirerek
ıslah
etme
“Büyük
anlatı”
eleştirisi
her
tür
saygıya
layık
bir
tür.
“Anlatı”ya,
anlatılamanın
totalizasyon
ürettiği
suçlaması
yöneltilmekteydi
bu
eleştiri
içinde.
Anlatı
“olay”ları
seçmekte,
bir
“bütün”
ile
bağlantılandırmakta,
ve
her
şeyin
ötesinde
bütün
bu
olay
bir
“mesele”ye
sahip
biçimde
ideolojik
bir
mekanizma
şeklinde
işleyerek
kurbanların
kendilerine
dair
kavrayışlarını
regüle
etmekte,
onlar
için
bir
dünya
imgesi
kurmakta,
bugün
ile
geçmişi
yorumlamakta,
geleceğin
vaatlerini
belirlemekte,
inançlar
empoze
etmekte
ve
nedensellikler
üretmekteydi.
Bu
kuram
tarafından
eleştiren
“büyük
anlatılar”
Batı
emperyalizminin
büyük
ideolojileriydi
–
halen
sistemin
önkoşullarını
hazırlamaya
çalıştığı
dönemlerde,
henüz
“yerli”
[indigenous]
bir
ürün
olarak
işlerlik
kazanmadan
önce.
“Önkoşulların
hazırlanmasındaki
ilk
etap”
tabii
ki
savaşlar
ve
fetihler
olmaksızın
ilerleyemezdi;
idare
ve
tahakküm
olmaksızın,
ideolojik
bir
temel
olmaksızın
mümkün
olamazdı.
İdeolojik
temellerin
büyük
anlatıları
sadece
fütuhatçıları,
kâtipleri,
toplayıcıları,
mühendisler
ve
inşaatçıları
birarada
tutmakla
kalmaz,
yeni
kölelik
düzeninin
ırgat
ve
emekçileri,
liman
işçileri
ve
polis
memurları,
alt
kademe
memurları
ve
yerel
entelektüelleri,
idareci
ve
uygulayıcıları
olması
istenen
ruhları
ve
bedenleri
de
programlar.
Öte
yandan,
sistem
yerleşiklik
kazandığında,
kendi
başına
işler
hale
geldiğinde,
işlerliği
bir
nedenle
yarıda
kesilmediği
ve
kendisine
gösterilen
muhalefet
çok
büyük
olmadığı
sürece,
“büyük
anlatılar”ın
sonu
hakkındaki
yeni
anlatı
Doğu
Avrupa’nın
sömürgeleştirilmiş
halkları
için
yeni
bir
afyona
dönüşür.
Proletaryanın
kapitalizmin
yerleşikleşilmesi
için
bir
önkoşul
olmasına
ve
hatta
onun
temel
ürünü
olmasına
benzer
biçimde
–
artık
sanayi
devrimi
ve
Marxist
ütopyen
kurguların
zamanındaki
proletarya
için
değil,
sistemin
kenarında
köşesinde,
kör
noktalarında
yer
alan
yeni
küresel
proletarya
için
geçerli
bu,
entelektüel
sefalet
de
Adriyatik’ten
Sibirya’ya
kadar
yeni
sömürgeler
fethedilmesinin
önkoşulu,
dünya
sistemine
yeni
neferler
katacak
“proleterleşme”nin
neredeyse
bir
öngerekliliği
konumunda
–
ve
tabii
yeni
yerel
sınıf
kanunları
çıkarmaya
yönelik,
bize
“büyük
anlatıların
sonu”
masalını
anlatan
bir
prelüd.
Dünyanın
idare
edilmesi
ideolojisinin
mitolojik
düşünceye
ait
bir
mekanizmayı
kullandığı
göze
çarpıyor.
Bir
tür
tersine
çevrim
yardımıyla
aynı
unsurlardan,
aynı
matristen
tam
tersi
bir
sonuç
çıkarıyor.
“Beyaz
mitoloji”nin
genel
anlamda
yetersizliğine
koşut
biçimde
bu
tersine
çevrim
mekanik
bir
karakterde
işliyor;
aynı
bilgi
unsurunu
gönderene
geri
yansıtmaktan
ibaret
bu
işleyiş;
ama
gönderen
özneyi
ifade
edilen
şeyin
üzerine
oturduğu
varsayımlara
yöneltecek
bir
üslupla.
“Büyük
anlatılar”a,
onların
baskıcı
karakterine
ve
“son”una
dair
bilgi,
“sistem”e
karşı
yöneltiliyor
ve
sistemin
yenilecebileceği
vaadini
taşıyor
ama
bunu
yapmakla
–“de
te
fabula
narratur”,
aynı
Sayı #1
44
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
ifadeyi
(“büyük
anlatıların
sonu”)
eleştirinin
varsayımlarına
karşı
çevirmekle,
beyana
dair
duruma
doğru
yöneltmekle
sistemi
geri
getirmekten
başka
bir
şey
yapmıyor.
Dünya
emperyalizminin
eleştirisi
sömürge‐karşıtı
devrimi,
mazlumun
ve
mağdurun
özgürlük
ve
bağımsızlık
mücadelesini
fazla
dışa
vurmadan
ama
belirgin
biçimde
kendi
temeli
olarak,
referans
ve
yönelim
noktası
olarak,
kendi
beyanatını
mümkün
kılan
şey
olarak
varsaymamış
mıydı?
Üçüncü
Dünya’ya,
bu
dünyanın
lanetlenmişlerine
ve
köleliğin
efsunladıklarına
dair
ideoloji
ile
flört
etmemiş
miydi,
onların
başkaldırıları
ile,
onların
büyük
anlatıları
ile
flört
etmemiş
miydi?
Şimdi,
diyor
büyük
anlatıların
sonuna
dair
hikâye,
Che’yi
dinlememenin,
“iki,
üç,
daha
fazla
Vietnam”
üretememenin,
popolarınızı
akademik
dünyanın
tartışma
salonlarında
oturarak
ısıtmanın
faturasını
ödüyorsunuz!
Artık
çok
geç,
büyük
anlatıların
zamanı
geldi
geçti.
Sistem
muhalif
ideolojiyi
çoktan
temellük
etti,
ya
da
altmışlı
yıllarda
kullandığımız
ifadeyle
ıslah
[recuperation]
etti.
Islahat
denen
şey
işlerlik
kazandı
çünkü
akademik
eleştirinin
beyanlarda
bulunan
konumu
baştan
“sahte”
idi,
çünkü
zaten
en
baştan
sistemin
bir
parçasıydı.
Ama
yine
de,
bu
propaganda
salon
tipi
eleştirmenlerin
ötesine
geçebiliyor.
Bu
arada,
onlar
akademik
salonlarında
postmodernizmleriyle
ve
yapıbozumlarıyla
oynaşırken,
dışarıda
bir
devrim
oldu.
Amerika’nın
sahasında
“iki,
üç,
daha
çok
Vietnam”
olacak
yere
Afganistan
ortaya
çıktı
–
ve
bütün
bir
Sovyet
sahası
girdi
devreye.
Ve
bize
gelince
de
üzerimize
düşeni
yaptık
–
yaşlı
Avrupa
zıplayıp
dans
etmediği
için,
“hic
rhodus,
hic
salta”
[ç.n.
söylediklerini
pratikte
kanıtlama]
ânı
kayıp
gitti
ve
başarısızlığa
uğramış
uzlaştırımdan
geriye
kalan
bugünün
dikenlerinden
ibaret.
3.
“Anlatıların
sonu”
ideolojisi
ve
ulusal
maskenin
kurumsallaştırılması
Ve
bu
ideolojik
makyajın,
içinde
yaşadığımız
güncelliğin
öteki
yüzü
ile,
yani
konu
bütün
büyük
anlatıların
en
ilksel
modelinin
kurumsallaştırılmasına,
ulusal
destanın
kurumsallaştırılmasına
geldiğinde
aşırı
bir
hırs,
umursamazlık,
dik
kafalılık,
barbarlık
ve
vahşilikle
olaya
dahil
olan
yüzü
ile
ilişkisi
ne?
Tek‐parti
yönetimine
dair
geçmişteki
analizlerimizde
bize
empoze
edilmiş
olan
bir
ayrıştırmaya
başvurmamız
gerekiyor
sanırım.
Hükmedenlerin
ideolojisi
ile
hükmeden
ideoloji
arasında
kurulan
ayrıştırımı
bir
kez
daha
kullanmamız
gerekiyor.
Hükmeden
ideoloji
maddi
anlamda
kurumsal
ağ
içinde
var
olandır
ve
bu
kurumsal
ağın
güncel
tutkalı
etnik
devlettir.
Öte
yandan,
hükmedenlerin
ideolojisi,
hükmeden
sınıfın
ya
da
en
azından
onun
büyük
bölümünün
kendini
kavrayışındaki
eter,
siyasal
sınıf
ile
diğer
iktidar
grupları
(ekonomi,
yönetim,
kamuoyunun
üretilmesi
mekanizması
ve
kısmen
“kültür”
alanlarında)
arasında
kurulmuş
olan
anlaşmalara
karşılık
gelir.
Aynı
zamanda
milliyetçi
“büyük
anlatı”
ufkunda
tesis
edilmiş,
kısa
erimli
“sivil”
uzlaşımların
kurulmasında
da
aracı
olarak
işler.
Bu
yapısal
zıtlık
“komünizm‐sonrası”
toplumların
artzamanlı
gelişimi
boyunca
yerleşiklik
kazandı.
Önce
milli
kıyafetler
giyinmiş
bir
grup
kaçık
sahneye
fırlayıp
siyasal
kamuoyunun
baskıcı
biçimde
örgütlenmesi
aracılığıyla
“ilkokul
milliyetçiliği”nin
maskeli
balosunu
devrimci
bir
kurumsallaşma
eylemi
olarak
sundu.
Başlangıçtaki
ideolojik
birikimin
pathosu
etnik
devlet
çerçevesinin
yasallığa
oturtulması
sürecinde
tüketildiğinde
kumanda
gündelik
kapitalizmin
yavanlığı
yönünde
gelişen
normalizasyon
sürecini
başlatan
oturaklı
pragmatistlerin
eline
geçti.
Onlar
da
ancak
vampirsi
ulusal
destan
güvenli
biçimde
yerleşiklik
kazandığında
ve
barikatın
diğer
yanından
başka
tür
bir
“anlatı”nın
gelmeyeceğine
emin
olunduğunda
ilan
ettiler
“büyük
anlatılar”ın
sonunu.
Dolayısıyla
anti‐ütopyenizm
hükmedenlerin
ideolojisinin
yapısına
ve
bu
yapının
hükmeden
ideolojiye
olan
yaklaşımının
ideolojik
formülasyonuna
eşzamanlı
biçimde
karşılık
geliyor.
Hükmeden
elitin
ideolojisi
olarak
anti‐ütopyenizm
bir
tür
gündelik
bilgeliğe,
yeni
siyasal
sınıfların
kapitalist
ekonominin
“yerli”
eğilimleri
etrafında
manevralar
yapabilmelerini
sağlayan
özgül
bir
phronesise
dönüşmüş
vaziyette.
Bu
eğilimler
ulus
devletlerde
siyasal
sınıfların
erişimine
açık
değildir,
çünkü
temelde
daha
üst
bir
seviyede
işlerler.
Ve
bu
ideoloji
yapısal
olarak
verili
olanı,
siyasal
olarak
arzulanır
olan
şeklinde
yeniden
formüle
eder.
Kapitalist
sistemin
kendini
işler
kıldığı
uygulamaları,
ifade
düzleminde,
“koruyarak”,
ve
aslında
bu
uygulamalara
karşı
bir
ifade
beyan
etme
seviyesinde
koruyarak,
kendi
hükmeden
konumunu
muhafaza
eder,
kapitalist
eğilimlerde
Sayı #1
45
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
gerçekleşen
değişikliklerden
etkilenmeksizin.
Anti‐ütopyen
“pragmatizm”
daha
baştan
uğranmış
ezeli
mağlubiyetin
kabulüdür;
bu
ideolojiye
tutunanların
denetim
altında
tutamadıkları
durumlara
uyum
sağlayabilmelerinin
bitimsiz
mazaretidir.
Ve
dünya
sisteminin
yenilgisini
kabul
ediyor
olmak
ulus
devletin
mikrokozmosu
içinde
edinilecek
“zafer”i
de
garanti
altına
alır:
bu
ideolojiyle
yeni
yerel
egemen
sınıfların
yeniden
üretimi
gerçekleştirilir.
Yeni
siyasal
sınıf
yapısal
olarak
zaruri
olanı
siyasal
anlamda
kendi
istediği
şey
olarak
yeniden
formüle
ederek
dünya‐tarihsel
konumunu
muhafaza
edebilirse,
ve
yapısal
olarak
zaruri
olmayan
karşısındaki
tavrını
bir
tavırsızlık
olarak
ideolojik
anlamda
yeniden
formüle
ederek
toplum
içindeki
iktidar
konumunu
yeniden
üretebilirse
“gereksiz”
olan
şey,
yani
etnik
devlet
bu
perspektiften
bakıldığında
siyasal
iradenin
ötesinde
kalan
bir
şey
olarak
belirmeye
başlayacaktır
çünkü
“irade”yi
ya
da
“iradesiz”liği
formüle
etmek
mümkün
olmayacaktır.
Anti‐ütopyen
ideoloji
dünya
sistemi
konusunda
inkâr
yani
Verleugnung
tavrını
benimserse,
konu
ulusal‐etnik
devlet
sistemine
geldiğinde
tavrı
negasyon,
olumsuzlama
yani
Verneinung
oluyor.
“Baskı”
(kapitalizmin
çelişkileri,
sınıf
mücadelesi,
dünya
üzerindeki
ve
ulusal
seviyedeki
sömürü
vs.)
anti‐ütopyenizmin
“pozitif
içeriği”ne
karşılık
geliyor.
“Negasyon”
ise
hükmedenlerin
ideolojisinin
hükmeden
(etnik‐
milliyetçi)
ideolojiye
karşı
geliştirdikleri
tavır
konumunda.
Eğer
anti‐ütopyenizm
“içeriğe
ilişkin”
ve
“ilişkisel”
olarak
tanımlanabilecek
iki
ayrı
unsur
kümesini
barındırıyorsa,
ve
eğer,
bunun
sonucu
olarak,
anti‐ütopyenizm
deforme
olmuş
ama
yine
de
düşünümle
oluşturulmuş,
hem
öz‐belirlenime
dair
mekanizmayı
(inkâr)
hem
de
kendi
ötekisine
dair
tavrın
mekanizmasını
(olumsuzlama)
içeren
bir
siyasal
konum
ise,
o
zaman
negasyonu
anti‐
ütopyenizm
tarafından
üstlenilen
unsur
hakkında
ne
söylenebilir?
Ütopyenizm
ne
konumda?
4.
Bir
imge
ve
bir
eylem
olarak
ütopya
Anti‐ütopyenizmin
kendine
ait
bir
ütopya
imgesi
mevcut.
Daha
açık
söylemek
gerekirse,
negasyonu
aracılığıyla
ütopyenizmi
özel
bir
yorum
ile
tesis
etmekte:
bir
“büyük
anlatı”
olarak.
Bu
yoruma
göre,
ütopya
“toplum”un
ne
olması
gerektiğine
dair
aşağı
yukarı
tanımlanmış
bir
kavram;
bu
yüzden
ütopya,
bu
yorumun
görmek
istediği
gibi,
ütopyenizmin
ateş
ve
kılıç
ile
gerçekleştirmeye
çabalayacağı
bir
taleptir.
Giyotin
ile
gulaglar
arasında
biraz
paldır
küldür
kurulan
bağ
da
burada
ortaya
çıkar.
(Gulag
konusundaki
acelecilik
her
şeyden
önce
Gulag
sistemlerinin
gerçekte
anti‐ütopyen
reaksiyoner
sistemler
olmasıyla
alâkalı;
ikinci
olarak
bu
acelecilik
gerçek
sorunu
gözden
kaçırmamıza
sebep
oluyor:
açık
biçimde
söylediğinde
ütopyen
ideolojinin,
Gulag
türünde
olsun
ya
da
neoliberal
sistemlerde
olsun,
meşruluk
kazanmış
ve
muhafazakâr
bir
tarzda
nasıl
işleyebileceği
sorunu.)
Bu
ütopya
kavrayışına
karşılık
gelecek
bir
ideoloji
arıyorsak
eğer,
güncel
faşizm
karşımıza
en
belirgin
aday
olarak
çıkıyor.
Daha
kesin
biçimde
söylemek
gerekirse,
daha
uygun
bir
terim
bulamadığımız
için
güncel
faşizm
olarak
değindiğimiz
şey,
en
tutarlı
varyantı
bugün
savaş,
suç
ve
askeri
suç
aracılığıyla
uygulamaya
konan
etnik
politikalara
denk
geliyor.
Bu
tür
ideolojilerin
özelliklerinden
biri
“kendi
toplumları”
hakkında
bir
kavrayışa
sahip
oldukları
konusunda
kendilerini
inandırmış
olmalarıdır:
bugünkü
işleyişlerinin
temeline
bakarak
çıkarsayabildiğimiz
kadarıyla,
bu
inancın
ütopyen
bir
nitelik
taşıdığını
söyleyebiliriz
çünkü
çevresel
kapitalizmleri
ve
daha
az
otoriter
karakterdeki
rejimlere
yaslanarak
hayatta
kalan
ve
“faşizm”
olmaksızın
da
mümkün
olan
“yeni‐sömürge”
toplumları
kapsayabilmekte.
“Etnik
ütopya”
aslında
eşyanın
tabiatı
gereği
tam
da
bu
türden
çevresel,
“yeni‐sömürge”
ortamlarda
hasıl
oluyor
ama
bu
tür
ortamların
kendilerini
böylesi
bir
ütopya
türü
içinde
örgütlemeleri
gibi
bir
zorunluluk
yok
kesinlikle.
Bütün
bunlar
şu
demek
oluyor;
güncel
anti‐ütopyenizm
tarafından
olumsuzlanan
“ütopya”
aslında
ütopyen
niteliğe
sahip,
kendi
kendine
empoze
edilmiş
bir
körlüktür.
Kendi
kendine
empoze
edilmiş
bu
körlük,
bazı
ortamlarda
ve
bazı
zamanlarda,
otoriter
politikalar
aracılığıyla
anti‐
ütopyen
ideolojinin
hükmetmeyi
arzuladığı
yine
aynı
(çevresel)
toplumlara
empoze
edilebiliyor.
Bu
demek
oluyor
ki
bu
boyuttaki
anti‐ütopyenizm
çevresel
toplumların
hüküm
sürmekte
olan
siyasal
sınıfları
dahilindeki
ideolojik
çatışmayı
–
taraflardan
birinin
konumundan
yola
çıkarak
dışa
vuruyor.
Sayı #1
46
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
İşte
şimdi
anti‐ütopyen
ideolojinin
özgül
ekonomisi
karşımızda
beliriyor.
Hem
etnik
kurumsal
sistemdeki
reaksiyoner
romantik
gerilimleri
değilliyor,
hem
de
aynı
zamanda
çevresel
kapitalizmin
bütün
bir
inşasını
(devlet
yapısından
siyasal
hükümranlığın
ekonomik
zeminine
ve
meşrulaştırma
mekanizmalarına
dek)
sorgulamaya
açan
arayışları
bloke
ediyor.
Bu
yüzden
negasyon
aracılığıyla
anti‐ütopyenizm
siyasal
sınıf
ve
onun
geniş
toplumsal
iktidar
çevresi
dahilindeki
antagonizm‐
olmayan
çelişkiye
müdahil
oluyor
ve
bu
yolla
yeni
toplumsal
(ekonomik,
siyasal,
idari,
kültürel,
iletişimsel
ve
askeri)
iktidar
ile
ezilen,
sömürülen
ve
yeni
sistemden
dışlananlar
arasındaki
antagonistik
çelişkinin
ifade
edilmesi
ve
kurulması
olasılığını
bloke
ediyor.
Bu
nedenle
anti‐
ütopyenizm
sermayenin
periferisindeki
yeni
bir
hegemonyaya
dönüşme
ihtimalini
içinde
barındırıyor.
Tabii
ki,
tam
da
bu
nedenle
böylesi
bir
anti‐ütopyenizm
“günümüzün
ruhu”ndaki
ütopyen
potansiyeli
ıskalıyor,
ve
belki
de
tam
da
bu
nedenle
blokajını
sürdürmeyi
daha
fazla
beceremeyecek.
Çözümleme
geliştirmemizi
kolaylaştıracak
bir
manzara
elde
edebilmek
için
ütopyenizmin
son
yükselişine,
seksenli
yıllara,
alternatif
toplumsal
hareketliliğe
bakmak
yeterli
olacak.
Bu
dönemler
ve
hareketlilikler
kuşkusuz
kaba
bir
anti‐ütopyen
algılayışta
“ütopyen”
niteliğe
karşılık
gelmiyordu:
ceplerinde
geleceğin
toplumuna
dair
bir
model
mevcut
değildi;
“geleceğin
toplumu”
terimini
kullanmıyorlardı
bile.
Yine
de
“çağın
sınırlarının
ötesine
uzanma
arzusu”na
sahiptiler
–
küreselci
bir
“talep”
biçiminde
ifade
edilmiyor
ve
kendi
başına
mevcut
düzene
direnme
biçiminde
ortaya
konuyor
olsa
bile
bu
arzu
mevcuttu.
Bu
ilişkilerin,
mukabelelerin,
çarpışmaların
ve
çatışmaların
diyalektiği
oldukça
çapraşıktı:
işin
bir
kısmı
teori
tarafından
derhal
çözümlemeye
tabi
tutuldu,
diğer
bir
kısmı
ise
halen
işlenmeyi
bekliyor.
Bizi
ilgilendiren
önemli
hususları
burada
sadece
özetleyebileceğiz.
Seksenli
yıllardaki
ütopyenizm
bir
şekilde
Mannheim’ın
tanımına
denk
düşüyor:
onun
arayışlarının
uygulamaya
konması
güncel
ilişkilerin
gerçek
anlamda
lağvedilmesini
gerekli
kılıyor.
Ne
var
ki,
bu
kavrama
sadece
belli
bir
biçimde,
yani,
bazı
önemli
tanım
eklemeleriyle
yaklaşıyor:
dönemin
ütopyenizminin
en
önemli
özelliği
kendisini
bu
şekilde
anlamamış
olması,
ve
taleplerinin
küreselci‐cephesel
olmamasıydı.
Böyle
değiller
çünkü
bir
“program”dan,
bir
“vizyon”dan
değil
çeşitli
birey
ve
grupların
etkin
biçimde
icra
ettikleri
pratiklerden
alıyorlardı
kaynaklarını.
Talepler,
kaynaklarını
bu
pratiklerin
ve
üretimlerin
ürünleri,
tarzları
ve
sonuçlarına
ait
güncel
varsayımlardan
alan
üretimlerden
doğuyordu.
Bu
“talepler”
ablukalara,
saldırılara,
infazlara,
“suç”a,
sınırlamalara
yanıt
olarak
şekillendikleri
ölçüde
yayılmış
ve
birbirlerinden
farklı
karakterlere
sahip
oldular.
“Tarihsel
gerçeklik”
çerçevesindeki
önceden
var
olan
ufuklara
dayanıyorlardı
büyük
ölçüde.
Hak
talep
edilen,
programatik,
siyasal
anlar,
kurulu
düzen
ve
“sistem”in
katı
ufku
ile
alternatif
pratikler,
üretimler,
tarzlar
ve
sonuçlar
arasındaki
temas
noktalarında
kristalize
olmuş
ve
pıhtılaşmıştı.
Ve
bu
ifadelerin
geliştirilmesi
sürecinde
bile
kelimenin
kaba
anlamıyla
“ütopyen”
bir
şey
bulmak
mümkün
değildi.
Ufukları,
“gerçeklik”leri,
“toplumsallaşabilirlik”leri
“tarihsel
etkinlik”leri
zaten
tam
da
alternatife
ait
çerçeve
içinde
önceden
mevcut
idi.
Alternatif
özkavrayış
bu
yüzden
ilave
“ütopya”
inşalarına
gereksinim
duymayacak
ölçüde
“işin
aslı”na
mecbur
edilmiş
hissediyordu
kendisini.
Ama
paradoksal
biçimde
alternatif
dahilinde
hakiki
ütopyen
ânın
yakalanabileceği
yer
tam
da
burasıydı.
Ve
kaba
anlamda
“ütopya”ya
bir
şekilde
karşılık
gelen
tek
özellik
de
tam
da
bu
anda
meydana
çıkıyordu:
“gerçekleştirilme”si
ve
tarihsel
etkisi
kendisine
yönelik
beklentilere,
özlemlere
ve
“talepler”e
sırt
çevirmekteydi;
ve
bu
nedenden
çıkılarak
bakıldığında,
sonuç
neredeyse
bir
felaketti.
Ütopyen
ânı
körlük,
kendini
körleştirme
ya
da
“vahim
yanılsama”,
kendini
kavrayışta
bir
hamartia
[ç.n.
Aristo’da
karakterde
kusur]
olarak
tanımlayabiliriz.
Alternatif,
tarihsel
durum
karşısındaki
sorumluluğuna
dair
bir
“kavram”a
sahipti
aslında,
ama
bu
kavramın
“içerik”i
bir
yanılsama
üzerine
kuruluydu.
Bu
körlüğün
sahasını,
locusunu
tam
olarak
saptayabilmek
bile
mümkün:
alternatifin
kendi
(zaten
meydana
gelmekte
olan)
pratiklerine,
üretimlerine,
tarzlarına
dair
olasılıkların
önkoşullarını
ikna
edici
kılmak
üzere
“talepler”ini
biçimlendirdiği,
sistem
ile
girdiği
“temas
noktaları”
–
ki
bu
“temaslar”ın
formülasyonu
sistemin
dikte
ettirdiği
şekilde
ilerlemekteydi.
Sayı #1
47
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
Bahsi
geçen
kendini
körleştirme
bir
kaç
yoldan
kavramsallaştırılabilir.
Alternatifin,
üstbelirlenim
mekanizmalarından
yeterince
yararlanmadığını
söyleyebiliriz
–
ironik
biçimde,
bu
teorinin
siyasal
uzanımlarında
merkezi
bir
role
sahip
olan
önkoşullama
kavramının
tam
da
alternatifin
kendi
teorisi
tarafından
ortaya
sürülmüş
olmasına
rağmen.
Ama
bu
tür
bir
varsayım
yeterli
kalmıyor;
sağlam
bir
kavramsallaştırma
aynı
zamanda
kendini
körleştirmenin
mantığını
da
içermeli.
Bu
da
söylemsel
eklemlenmeler
ve
“tarihsel
konumlar”ın
söylemsel
kurulumu
ile
birlikte
özneleştirme/tabiyet
mekanizmaları
anlamına
geliyor.
Ve
bir
kültürel
girişim
olarak
alternatif,
kelimenin
en
geniş
ve
dramatik
anlamında,
“bağlamsal
bir
eklemlenme”den
başka
bir
şey
değildi.
Bu
da
kendini
körleştirmenin
“ütopyen”
ânının,
zaruri,
kaçınılmaz
ve
hatta
kurucu
niteliğe
sahip
kendi
içsel
ânı
olduğu
anlamına
geliyor.
Stenografik
bir
tarzla
ve
Hegelyen
bir
jargonla
ütopyen
ânı
“tarihsel
konum”un
ya
da
sit
venia
verbo
[ç.n.
tabiri
maruz
görün]
“tin
seviyesi”nin
“kendinde”
iken
ne
olduğu
ile
“kendi
için”
ne
olduğu
arasındaki
farka
konumlandırabiliriz.
“Kendinde”yi
temellük
edişteki
dram
tinin
fenomenolojisinin
temel
formülüdür
–
ki
bu
dram
“materyalist
bir
yaklaşımla”,
“kendinde
olan”ın
“kendi
için
olma”nın
yarattığı
yanılsamaların
üzerine
saldırdığı,
onları
şaşırttığı
ve
engellediği
süreçtir;
her
ne
kadar
bu
yanılsamalar
“kendinde
olmak”
için
kurucu
nitelik
taşıyor
olsa
da.
Bu
jargonu
teleolojik
yükünden
kurtardığımızda;
ama
diğer
yandan
da
yabancılaşma
dahilinde
varolan
“içererek
aşma”nın,
Aufhebung’un
olumlu
ânını
muhafaza
ettiğimizde
–
yine
de
ütopyen
unsurun
olası
bir
“tin
ayaklanması”
yönünde
olmasa
da,
tinsel
nitelikte
bir
ayaklanma
için
kurucu
özelliğe
sahip
olduğu
sonucu
kalır
elimizde.
Ütopyen
an
üzerindeki
ısrarın
bugün
tinin
kendini
ayartmasını
hazırlayabilmesinin
nedeni
de
budur.
5.
Düşünmeye
izin
var
mı?
Her
şeyi
etraflıca
düşünemeyecek
olmamız
ve
bize
düşünmemiz
için
verilen
dar
espası
bile
kendi
bütünlüğü
içinde
düşünemeyecek
olmamız
gerçeğini
kabullenebiliyoruz
kolayca.
Kaderimiz
haline
geldiği
için
pek
de
erdem
sayamayacağımız
bu
alçakgönüllük
bugün
bizleri
keskin
bir
etik
sorunla
karşı
karşıya
bırakıyor:
düşünme
iznine
sahip
miyiz
halen?
“Düşünülmemiş
olan”
bu
şey
dolayımlı
ya
da
olumsal
da
olsa
alternatifin
çerçevesi
dahilindeyse,
ama
aynı
zamanda
kuşkuya
yer
bırakmayacak
şekilde
dilimiz
tutulmuş
biçimde
seyrettiğimiz
güncel
dehşetle
de
bağı
varsa
eğer
ve
diğer
yandan
“düşünülmemiş
olan”,
her
tür
düşünce
için
kurucu
nitelikteyse,
halen
cesaret
edebilecek
miyiz,
cürret
edebilecek
miyiz
düşünmeye;
düşüncelerimizi
kamusallığa
taşıma
küstahlığını
gösterebilecek
miyiz
halen?
Arzu
edilir
ki,
ters
yönde
işleyen
bir
sofizm
aracılığıyla
geri
çevirebilelim
bu
sofizmi
–
tam
da
düşünmenin
meyvesi
olan
dilemadır
bu,
Aristotelesçi
argümanın
dediği
gibi
…
Düşünmeye
iznimiz
olup
olmadığını
kendimize
sorabilmemiz
için,
bu
soruya
ulaşabilmek
için
zaten
düşünmemiz
gerekmekte.
Bu
demek
oluyor
ki
bahsi
geçen
dilema
olabilirliğini
kuşkulu
bulduğu
bir
şeyi
önceden
varsayıyor
çünkü
bu
şey
“pragmatik”
olarak
kendini
reddediyor.
Yaşanmakta
olan
dehşeti
korkunç
bulmamızın
nedeninin
tam
da
onla
karşılaştığımızda
dilimizin
tutuluyor
olması,
düşüncemizin
donakalması
olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu
düşünce
ve
konuşma,
yani
düşüncenin
konuşması,
reddin,
muhalefetin,
direncin
ilk
jestini
oluşturmakta.
Ya
da
heyecanı
ve
kendine
hayranlığı
bir
kenara
koyarak
şöyle
tanımlayabiliriz:
bugün
yaşanan
dehşet,
her
ne
kadar
bunu
kabullenmeyi
irkiltici
bulsak
da,
halen
bir
tür
insan
topluluğuna
karşılık
gelen
kitlelerin
işi;
dolayısıyla
onları
ancak
“birleşerek”
durdurabiliriz;
yani
konuşma
ile,
karşılıklılık
ile
ve
belki
de
bir
gün
dayanışma
ile.
Etik
dilemanın
ötesinde
ve
aslında
bu
dilemayla
birlikte
pratik
düşünme
zorunluluğuyla
karşı
karşıya
bırakılmışsak
eğer
ve
ütopyenizm
böylesi
bir
düşüncenin
kurucu
unsuruysa,
o
zaman
anti‐
ütopyenizm
tinin
geri
çekilişini
hazırlar
ve
bugünün
dehşetinde
suçortağı
konumuna
düşer.
Bunun
karşısında,
ütopyenizm
tinin
kendini
savunması
ile
ibaret
kalmaz;
tinin
savunusu
bugüne
karşı
ve
Sayı #1
48
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
onun
ötesine
atılmış
ilk
adıma
karşılık
gelir.
Ve
bu
savununun
düşünümsel
olduğunu
–
ve
dolayısıyla
pratik
olduğunu
ummak
da
yeteri
kadar
“ütopyen”
tınlamaktadır.
III.
Kaç
tane
faşizm
–
yeniden
Faşizme
dair
süregiden
tartışmaların
kamu
ya
da
toplumsal
eleştiriden
gelen
bir
ses
değil
de
medya
tarafından
başlatıldığını
hatırlamak
önemli.
Tartışmalar
alternatif
tarafından,
hele
de
kurulu
siyaset
içinden
başlatılmış
değildi
hiç.
Aslında
siyasal
düzenin
böyle
bir
şeyi
üstlenmesi
bekleniyor
değildi
çünkü
çok‐partili
demokrasi
döneminin
başından
bu
yana
herhangi
bir
entelektüel
tartışma
açmış
değildi
–
tam
tersine,
ortaya
çıkan
az
sayıda
tartışmayı
da
hızla
boğmayı
başarmıştı.
Politik
düzen
belli
bir
nedenle
aşırı
sağı
da
içeren
biçimde
sağa
eğilim,
hatta
tercih
göstermişti.
“Hoşgörü”
talep
eden
her
iki
partinin
de
kimi
zaman
ırkçı
türden
jargona
başvuruyor
olması
kanıtlıyordu
bunu.
Sözkonusu
eğilime
yönelik
bir
diğer
işaret
de
hükümetin
işçi
sendikalarıyla
olan
müzakerelerinde
başvurduğu
sakınımsız
küstahlıktı.
Diğer
yandan
Katolik
Kilisesi’nin
kurulu
düzeniyle
kardeşliğini
ilan
ederken
kullandığı
baldan
tatlı
dili
de
hatırlamak
mümkün.
Alternatif
ve
eleştirel
renge
sahip
bilgi
tartışmayı
gündeme
getirmeye
çalıştı
pek
çok
defa
ama
bugüne
kadar
ancak
kısmen
başarılı
olabildi.
Bu
yöndeki
en
son
çabanın
[1995,
editörün
notu]
ardından
geçen
bir
sene
içinde,
kuşkusuz
pek
çok
şey
değişti
ve
gelişmeler,
özellikle
çok‐partili
yönetim
karşısında
büyülenen
medyayı
dar
biçimde
tanımlanmış
sınırlar
dahilinde
ele
alamadıkları
konulara
doğru
yönlendirdi.
En
önemli
değişiklik
muhtemelen
“faşistoid
semptomlar”ın
parlamenter
siyaset
çerçevesi
ile
kaynaşması
ve
aşırı
ve
popülist
partilerin
kendilerini
kurulu
siyaset
düzeni
içinde
varedebilmeleri
oldu;
öyle
ki,
“faşizm”in
kendini
ciddiye
alınır
bir
konu
olarak
sunabilmesi
için
parlamenter
düzenin
entelektüel
anlamda
herhangi
bir
şey
talep
etmeyen
tekdüzeliğini
terketmek
bile
gerekmez
hale
geldi.
Bu,
faşizm
konusundaki
tartışmaların
ilk
paradoksuydu:
günümüzdekileri
de
içine
alan
belli
koşullarda
faşizm
üzerine
geliştirilen
kamusal
tartışmalar
bizzat
faşizmin
gücüne
işaret
ediyordu.
Bu
tür
tartışmalar
sanki
faşizmin
kendi
kazanımı
olarak
belirmekteydi;
kamusal
tartışmanın
konusu
olarak
sayılma
hakkını
elde
etmişti
bir
kere.
Belki
de
bu
yüzden
insan
tam
da
“faşizm”
terimi
kullanıldığında
rahatsız
hissediyor
kendini:
bir
yandan
“şeytanı
resmettiğimizi”
hissediyoruz;
diğer
yandan
da
bu
süreç
içinde
faşizmin
kendisi
tarafından
yönlendiriliyormuş
gibi
hissediyoruz.
“Yeni
demokrasiler”in
sahasında
tartışmayı
gerçek
anlamda
başlatan
Milan
Popović’in
Borba
gazetesi
olmuştu
muhtemelen.
1992’nin
ilkbaharında
gücü
elinde
tutanları
meşru
kılabilmek
için
kullanılan
Nazi
teknolojisinin
Sırbistan
ve
Hırvatistan’daki
rejimleri
gerçek
anlamıyla
faşist
olarak
tanımlamaya
henüz
yetmediği
yönünde
bir
uyarıda
bulunmuştu
Popović:
“
…
bu
rejimler
faşist
rejimlere
dönüşemezdi
çünkü
her
şeyden
önce
hiyerarşik
dünya
düzenine,
yani
dünya
ekomosine
aşırı
biçimde
bağımlı
bir
(yarı‐)çevresel
statüye
sahipler”.
1993
yılının
ilk
aylarındaki
seçim
kampanyası
sırasında
aynı
yazar
konuya
aynı
gazetede
“Faşizm,
Her
Şeyin
Ardından”
şeklinde
anlamlı
bir
başlığa
sahip
makaleyle
tekrar
değinmişti.
Bu
kez
dünya
sisteminin
(yarı‐)çevresinde
yer
alan
“komünizm‐sonrası”
toplumları,
“marjinallik”
halini
tam
da
faşistojen
dinamiklerin
gelişmesinde
belirleyici
unsur
olarak
saptayan
Chomsky’nin
faşizm
teorisine
(Deterring
Democracy,
1991)
başvurmaktaydı.
Birinci
Dünya
Savaşı
sonrasında
İtalya’da
ve
bazı
farklılıklarla
Almanya’da,
20.
yüzyılın
ikinci
yarısında
Güney
Amerika’da
ve
bugün
çeşitli
“Üçüncü
Dünya”
ülkelerinde
örneği
görülen
bu
örüntü
üç
aşama
üzerinden
ilerlemekteydi:
1.
Dünya
merkezindeki
reaksiyoner
iktidarların
dolayımlı
destek
verdikleri
ve
hatta
kimi
hallerde
faşist
tertibatları
çevre
coğrafyalara
doğrudan
yerleştirdikleri
aşama;
2.
(demoktatik)
merkez
ile
(faşist)
bağımlı
ülke
arasında
gerilimin
tırmandığı
aşama;
3.
doğrudan
ihtilafın
ortaya
çıktığı
aşama.
Popović,
Immanuel
Wallerstein’a
göndermede
bulunan
başka
argümanlar
da
sıralıyordu
ve
söylemek
gerekir
ki
Popović’in
çözümlemeleri
en
yakından
ilgilendiği
rejimler
bağlamında
büyük
ölçüde
doğrulandı:
Milošević
rejimi
birinci
ve
ikinci
aşamalar
arasında
salınıp
durdu;
ve
daha
çok
ikincisine
meyletti,
Tuđman
rejimi
de
her
iki
aşama
arasında
salındı
ama
şimdilik
sadece
birinci
Sayı #1
49
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
aşamanın
sınırlarında
durmayı
tercih
etti.
Pekiyi
bu
teori
bizim
yerel
ilişkimlerizde
[Sloven,
editorün
notu]
karşılığını
buluyor
mu?
En
azından
yerel
büyülenimin
ana
karekterlerinin
“ilk
aşama”ya
dahil
olmak
konusunda
çaba
sarfettiği
söylenebilir:
“komünist
komplo”nun
“teorileri”,
demokrasinin
henüz
garanti
altına
alınmadığına
ve
bu
yüzden
“ikinci
aşama”ya
geçmek
gerektiğine
yönelik
uyarılar,
“UBDA‐Mafyası”
[Sosyalist
Devlet
Güvenlik
Teşkilatı],
ve
hatta
uluslararası
rabıtaların
bazı
özellikleri
ilk
aşamadaki
faşist
dinamiklerin
mantığıyla
alâkalıydı.
Bundan
yola
çıkarak
en
azından
siyasal
anlamda
ve
belki
de
daha
geniş
toplumsal
bağlamda
feşistojen
dinamiklerin
bizde
de
harekete
geçirilebileceğini
söyleyebiliriz.
Yine
de
şüphemizi
muhafaza
edelim.
“Faşizm”
teriminin
kullanımı
konusunda
başka
sakınımlar
da
mevcut.
Bunlardan
ilki
saf
biçimde
yöntembilimsel:
geçmişe
ait
kategorilere
dayanarak
güncel
olayları
tartışmak
ve
bu
olayların
sahip
olduğu
önemi,
aktüel
karakteri
ıskalamak
konusunda
çekince
duymak
için
yeterli
neden
var.
Diğer
sakınım
ise
etik
nitelikli:
faşizm
etiketinin
kullanımı
tartışmasız
biçimde
damgalamaya
yol
açıyor;
bu
tanımlamanın
nasıl
istismar
edildiğini
punk’ın
kriminalize
edilmeye
çalışılması
sırasında
görmüştük
ve
siyasal
ihtilaflarda
bu
türden
yöntemlerin
kullanılmaması
gerektiği
yönünde
beyanlarda
bulunmuştuk.
Bu
kadar
uç
bir
ifadenin
rastgele
herşeye
uygulanması
ayrıca
siyasal
anlamda
da
sorunlu:
bu
etiketin
üzerine
yapıştığı
herkes
siyasal
meşruiyetini
yitiriyor.
Ve
böylelikle
bu
şahıs,
son
çözümlemede,
gerçek
anlamda
“faşistoid”
eylemlere
ve
eğilimlere
doğru
itiliyor.
Bu
sorunlar
yeni
değil.
Sayılan
unsurların
neredeyse
tamamı
Almanya’da
ülkenin
Nazi
geçmişinden
kurtulması
için
gösterilen
çabalarda
kendini
göstermişti.
Ve
bugün
bizim
konumumuz
Almanya’dan
daha
çapraşık
gözüküyor.
Almanya’da
esas
konu
“bellek”
ve
“geçmişin
inşası”
üzerine
kuruluydu
ve
devasa
boyutlara
sahip
olsa
da
tek
bir
sorun
ile
alâkalıydı.
Bize
gelince,
biz
iki
ayrı
tarihsel
sorundan
birden
etkilendik;
1945
öncesindeki
yerel
faşizm
ve
İkinci
Dünya
Savaşı
sonrasındaki
tek‐parti
yönetimi.
Bugün
iki
sorunumuz
daha
var:
Demos
partisinin
vurgulu
Blut
und
Boden
[Kan
ve
Toprak]
retoriğinin
eşliğinde,
ırkçılığın
yerel
karşılığı
olan
“Balkanizm”
çeşnisi
katılmış,
milliyetçilik
ruhu
ile
kurulmuş
devlet
ve
aşırı
biçimde
sağcı
ve
popülist
siyasetin
ortaya
çıkışı.
Bu
sorunlarla
yüzyüze
gelişimizdeki
koşullar
eski
Federal
Almanya
Cumhuriyeti’nin
karşılaşmış
olduklarından
çok
daha
ağır:
“Adenauer’in
Almanyası”,
hakkında
eleştirel
düşünceye
sahip
birey
ve
akımlar
tarafından
ne
tür
itirazlar
dillendirilmiş
ve
dillendirilmekte
olursa
olsun,
parlamenter
demokrasiye
sağlam
anayasal
bir
çerçeve
kazandırabilmişti,
ve
bu
kazanıma,
bizim
ancak
seksenli
yıllar
on
sene
fazla
sürmüş
olsa
yaklaşabileceğimiz
seviyede
entelektüel
güç
ve
prestije
sahip
“bağımsız
bir
kamusal
alan”
tarafından
da
destek
gelmişti.
Bizde
ise
anayasal
çerçeve
halen
görece
olarak
zayıf
ve
hem
yasal
sistem
açısından
hem
de
Habermas’ın
ifadesini
kullanırsak,
“etik
vatandaşların
uzlaşımı”
anlamında
gerekli
temellere
sahip
değil.
Bağımsız
kamusal
alan
diye
bir
şey
mevcut
değil;
daha
da
kötüsü,
yerleşiklik
kazanmış
bütün
siyasal
güçler
bu
tür
bir
alanı
bir
şekilde
baltalamak
için
ant
içmiş
vaziyetteler.
Almanya’daki
atmışlı
yıllardaki
hareketlerin,
ülkenin
geçmişiyle
hesaplaşmak
amacıyla
giriştiği
çabalara
ve
neo‐Nazizme
ve
sağcı
politikaların
faşistoid
aşırılıklarına
karşı
yürütülen
mücadeleye
verdiği
büyük
katkıyı
ve
oluşturdukları
zengin
geleneği
gözden
geçirdiğimizde
kendi
yerel
tarihimiz
ile
bir
koşutluk
bulabiliriz.
Parlamenter
demokrasinin
krurulmasının
ardından
siyasal
kültür
ve
genel
toplumsal
ilişkiler
alanında
giderek
düşen
standartlara
karşı
bizi
uyaran
bir
koşutluk.
“Parlamento‐dışı
muhalefet”
ve
Batı
Avrupa’daki
yeni
toplumsal
hareketlilikler
döneminde,
bizim
ülkemizde
de
çeşitli
kültürel,
altkültürel
ve
karşıkültürel
motiflerin
harekete
geçirdiği
toplumsal
hareketler,
özellikle
genişlemekte
olan
kuramsal
üretimin
de
işbirliğiyle
birlikte,
o
dönemde
hüküm
süren
ve
yerleşik
konumdaki
tek‐parti
siyaseti
dışında
kalan
bağumsız
ve
özgür
bir
kamusal
alanın
tohumlarını
atmıştı.
Yapısal
anlamdaki
bu
toplumsal
dönüşüm
en
sonunda
devlet
siyasetinin
karar
teknolojisindeki
dönüşümü
de
tetiklemiş
ve
parlamenter
çok‐partili
demokrasinin
yerleşmesini
hızlandırmıştı.
Yakın
geçmişi
yüzeysel
biçimde
tarayan
bir
bakış
bile
şu
gözlemi
edinebilir:
tarihsel
boyutta,
geniş
anlamıyla
toplumsal
olaylar
düzleminde
(ekonomik,
siyasal,
ideolojik),
sürekli
olarak
“Avrupalı”
hadiseler
içinde
yer
almaktaydık
zaten.
Bunu
kanıtlama
yolunda
kolaycılığa
sapmamak
için,
Sayı #1
50
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
altmışlı
yılları
bile
gözardı
edebiliriz,
çünkü
bu
özel
onyıl
bütün
dünya
için
elverişli
koşullar
sunmuştu;
yine
de
altmışlı
yıllarda
belli
bir
öneme
sahip
nümayişlerin
Berkeley
ve
Lübliyana’da
neredeyse
eşzamanlı
biçimde
gerçekleştiğini,
efsaneleşmiş
yıl
olan
1968’de
Belgrad’daki
öğrencilerin
başka
coğrafyalardan
çok
daha
önce
üniversiteleri
kontrol
altına
alabildiklerini
hatırlamak
lazım.
Yugoslav
etiketli
özyönetimsel
sosyalizmin
ilerici
dünya
tartışmaları
için
sahip
olduğu
önemi
ve
Yugoslav
“üçüncü
yol
sosyalizmi”nin
kuşkuya
yer
bırakmayacak
derecede
kuramsal,
siyasal
ve
ideolojik
bağlamda
sahip
olduğu
önemi
de
gözardı
edebiliriz.
Benzer
bir
şekilde,
Yugoslavya’nın
öncü
rol
üstlendiği
ve
“bu
dünyanın
horlananları”nı
başarılı
biçimde
örgütleyebilmiş
bağıntısızlar
hareketini
de
bir
kenara
bırakabiliriz.
Ayrıca
ülkemizdeki,
“dünya
tarihine
katılım”
konusunda
pek
çok
şeyi
kendine
çekmiş
ama
aynı
zamanda
onu
sağlamlaştırmış,
ileri
götürmüş
ve
aynı
zamanda
eleştirmiş
toplumsal
ve
siyasal
düşüncenin
yükselişinden
bahsetmeden
de
geçebiliriz.
Kendimizi
şimdilik
Batı’da
görülen
“parlamento‐dışı
muhalefet”
ve
onu
izleyen
toplumsal
hareketlilikler
ile
sınırlandıralım.
Parlamenter
demokrasiler
dahilinde
bu
yeni
siyasal
formlar
yerleşik
siyasal
işleyişin
dışına
çıkmış,
yeni
bir
siyasal
yaşam
inşa
etmiş,
yeni
örgütlenme
biçimleri
ve
“tarzlar”ı
geliştirmiş
ve
alternatif
bir
kamusallık
üretmişlerdi.
Ama
bizim
durumumuzda,
siyasal
sistemin
doğası
gereği
zaten
en
baştan
yerleşik
düzenin
dışında
bir
durumdaydık;
ve
yeni
biçim,
model
ve
tarzlar
geliştirmeye
mecburduk;
özellikle
“yeni”
bir
kamusallık
yani
kurulu
düzenin
“içsel
kamusallık”ına
ve
tek‐parti
devletinin
biricik
ideolojik
aygıtı
konumundaki
“sahte
kamusallık”ına
alternatif
olabilecek
gerçek
bir
kamusallık
gerekliliğiyle
karşı
karşıyaydık.
Parlamenter
demokrasilerdeki
parlamento‐dışı
hareketlerin
karar
verme
mekanizmalarına
sızma
mücadelelerine
benzer
biçimde
biz
de
“sistem”e
sızmanın
yollarını
bulmak
zorundayduk.
Parlamenter
demokrasilerde
bu
sızış
ilerici
ve
solcu
sistem
örgütlenmelerin
eleştirisi
olmaksızın
gerçekleştirilemezdi;
bizde
de,
ortadaki
tek
partinin,
tekelci
Komünist
Parti’nin
eleştirisi
gerekmekteydi.
Tıpkı
Batı’daki
parlamento‐dışılığın
ve
yeni
toplumsal
hareketliliklerin
siyasal
düzen
içinde
dönüşümlere
yol
açmış
olması
gibi
(“Avrokomünizm”,
sosyalist
demokrasilerin
iktidara
gelişi),
bizdeki
alternatif
de
siyasal
düzeni
dönüştürmeyi
başarmış;
tek‐parti
sistemine
son
vererek
parlamenter
demokrasiyi
işlerliğe
açmıştı.
Parlamenter
demokrasinin
uygulamaya
konuşu,
devlet
siyaseti
alanının
toplumdaki
daha
derin
nitelikli
değişikliklere
uyum
sağlamaya
çabalamasından
başka
bir
şey
değildi
başlangıçta.
Güncel
gelişmeler
ışığında
kısmen
değinmiş
olduğumuz,
kısmen
de
gelecekteki
ilave
çözümlemelerle
değineceğimiz
çeşitli
sebeplerden
ötürü,
yaşanan
şey
büyük
ölçüde
varılan
sonuçların
kendini
oluşturan
nedenleri
ortadan
kaldırmasıydı.
Bu
süreç
de
“Avrupalı”
hadiselerle,
hatta
dünya
olaylarıyla
yakından
ilgiliydi:
neoliberalizmin
önce
metropollerde
sonra
da
dünya
çapında
yükselişi;
reformdan
geçmiş
komünizmlerin
yavaşlayışı;
sosyal
demokrasinin
seçim
yenilgileri.
Demokratik
sistemdeki
gelişimin
özgül
karakterinden
dolayı
bugün
Avrupa
ve
dünya
tarihine
yeniden
dahil
oluyoruz,
ama
bu
kez
ilerici
değil
gerici
tarafından;
bizim
buradaki
gelişimimiz
“Doğu
Avrupa”da
günümüzde
yaşanan
genel
gelişimlerin
bir
parçası
konumunda.
Bu
“katılım”ın
pek
çok
anlamda
daha
az
zorlayıcı
biçimler
alması,
aslında
daha
en
başından,
hiç
de
gerekli
olmamasından
kaynaklanmaktaydı.
Bugüne
kadar
yapılan
çözümlemelerde
pratik
polemikler
nedeniyle
sağcıların,
Demos’un,
reaksiyoner
toplulukların
ve
eski
komünistlerin
gerici
bir
sapma
yaratan
siyasetleriyle
didiştik.
Ama
geriye
daha
önemli
bir
ödev
kaldı:
karşı‐darbeyi
mümkün
kılmış
olan
politikaları
çözümlemek.
Üzerinde
düşünmeye
değer
olan
şey
alternatifin
1989
ve
1990
arasındaki
kısa
dönem
içinde
nasıl
da
on,
on
beş
sene
boyunca
inşa
ettiği
hegemoniyi
harcadığı
ve
kaybettiği.
Ayrıca
oldukça
derin
olduğu
düşünülen
alternatif
hegemonyanın
toplumsal
etkilerinin
yerini
tedricen
muhafazakâr
ve
hatta
reaksiyoner
bir
“restorasyon”a
bırakmış
olması
da
incelemeye
değer.
Bunlar
halen
gerçekleştirilmesi
gereken
çözümlemeler:
şimdilik
yeni
yerel
popülizmin,
yeni
“faşizm”in,
yeni
sağcı
aşırılığın,
Avrupa
ya
da
dünya
tarihine
katılım
biçimimiz
olduğunu
söylemekle
yetinelim.
Bu
tabii
ki
bu
durumun
“gerekli”
olduğu
anlamına
gelmiyor
kesinlikle:
onları
ikna
edici
biçimde
ortadan
kaldıran
da
biz
olacağız
belki.
Saptama
sadece
onların
gerçek
olduğu,
gündelik
siyasal
karmaşalardan
daha
derine
inen,
yerel
seviyeden
daha
geniş
bir
niteliğe
sahip
tarihsel
“mantık”ın
onlar
aracılığıyla
ortaya
konduğu
anlamına
geliyor.
Sayı #1
51
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
“Restorasyon”
şokunun
boyutları
devasa
nitelikte:
çevresel
kapitalizmin
bir
“yenilenme”
ile
birlikte
sunulması,
yani
bir
şekilde
geri
kalmış
kapitalist
ilişkilerin
şiddet
içeren
biçimde
sunulması;
milliyetçi
ideoloji
üzerine
temellenen
bir
devletin
kuruluşu;
bağımsız
kamusal
alanın
ortadan
kaldırılması
ve
siyasal
sürecin
parti,
mülkiyet
ve
hatta
ideolojik
“elitler”in
elinde
tekelleştirilmesi.
“Değişim”in
son
on
yıldaki
toplumsal
dönüşümün
edindiği
kazanımları
büyük
ölçüde
tahrip
eden
bu
rahatsız
edici
neticelerinin,
toplumun
bir
bölümünün
ve
siyasal
elitin
bir
bölümünün
faşistoid
tepkiler
verdiği
bir
durum
yaratmış
olduğu
anlaşılıyor.
Esas
mesele
şu
ya
da
bu
siyasal
grubun
faşistoid
yöntemlere
yanaşıyor
olması
değil;
şu
ya
da
bu
siyasetçinin
onu
“lider”
vasfına
büründürecek
davranışı,
bu
yeteneğe
karşılık
gelen
iradeyi
gösterip
göstermemesi
hiç
değil.
Esas
mesele,
aşırı
nitelikteki
siyasal
tasavvurların
bir
şansa
sahip
olup
olmadığı,
otoriter
kişiliklerin
başarı
kazabileceği
koşulların
var
olup
olmadığı,
ve
eğer
var
ise
bu
koşulları
yaratan
şeylerin
ne
olduğu.
Liberal
demokrasinin
otomatik
olarak
faşistoid
etkiler
ürettiği
ve
parlamenter
idare
sistemi
içinde
bu
tür
“refleksler”in
ortadan
kaldırılmasının
bitimsiz
bir
ödev
olduğu
tezi
oldukça
çekici,
ama
biraz
da
bayat.
Kötümser
versiyonlarında
sözkonusu
tez,
faşizmin
parlamenterizm
dahilindeki
iç
ihtilaflara
gösterilebilecek
tepkilerden
biri
olduğu
ve
klasik
liberal
politikaların
faşizm
ile
mücade
yönünde
başarılı
olamadığı
düşüncesini
taşımakta.
Bunu
kabul
etsek
bile,
diyebiliriz
ki,
yine
de
basitleştirilmiş
bir
bakış
açısıyla
ifade
edebiliz
ki,
liberal
demorakrisinin
“faşistoid
yanürünleri”nin
gerçekten
dikkate
değer
bir
konuma
gelebilmesi
için
ilave
nedenler
ve
özel
koşullar
gerekiyor.
Bu
özel
nedenlerden
biri
nüfusun
geniş
bölümlerinde
bir
güvensizlik
hissinin
yayılmış
olmasıdır.
Yoğunlaşmış
toplumsal
katmanlaşma,
ekonomik
dönüşüm
ve
çevreselliğin
kapitalist
sisteme
dahil
olması
gibi
mevcut
şartlarda
bu
önkoşul
kuşkusuz
mevcuttur.
Bu
nedeni
farklı
biçimde
de
tanımlayabiliriz:
faşizm,
ekonomi
ve
sömürü
arasındaki
mevcut
ilişkilerdeki
gerçek
bir
krizin
çözüm
yollarından
biri
olabilir.
Tek‐parti
idaresinin
krizi
ve
ona
bağlı
sömürü
sistemi
bir
süre
önce
çözülmüş
gibi
görünmüş
olsa
da,
çevresel
Doğu
Avrupa
kapitalizminin
ortaya
çıkışı
daha
derin
bir
krizi
beraberinde
getirdi;
Sloven
toplumunun
elde
etmiş
olduğu
tarihsel
seviyeye
baktığımızda
bunun
öncelikli
nedeninin
belki
de
sistemin
anakronik
niteliği,
ve
geri
kalmışlığı
sebebiyle
kritik
neticeler
üretmesi
olduğunu
söyleyebiliriz.
Bir
sonraki
neden
sosyo‐psikolojik
nitelikte:
“adaletsizliğin
kurbanları”
oldukları
yönünde
bir
hisse
sahip
geniş
kesimlere
hâkim
olan
kitlesel
ölçekteki
ressentiment’ın
[ç.n.
hınç]
önemi.
Yeni
bir
sınıf
iktidarı
hasıl
olduğunda
ve
sosyolojik
araştırmaların
gösterdiği
gibi
eşitlikçiliğin,
derinlere
nüfuz
etmiş
bir
kitle
ideolojisi
konumunda
olduğu
bir
toplumda
bu
önkoşul
da
karşılanmış
durumda.
Özellikle
nüfusun
geniş
katmanlarında
siyasal
karar
süreçlerinden
uzaklaştırıldıklarına
dair
derin
bir
farkındalık
ve
artan
bir
güçsüzlük
hissi
oluşmuşsa.
Ortaya
çıkan
eğilimlerden
biri
de
bazı
siyasal
grupların
bu
psikolojik
süreçleri
işlemeye
ve
kışkırtmaya
çalışması;
öte
yandan,
şimdiye
dek
hiçbir
siyasal
grup
ne
çevresel
liberal
kapitalizme
ne
de
ekonomik,
siyasi
ve
genel
toplumsal
iktidarın
“yeni
sınıf”
tarafından
tekelleştirilmesine
karşı
ikna
edici
bir
alternatif
üretebilmiş
değil.
Son
olarak,
günümüzün
parlamenter
demokrasilerinde
sistemin
kelimenin
dar
anlamıyla
siyasal
düzenden
bağımsız
bir
özgür
kamusal
alan
tarafından
desteklenmeksizin
ayakta
kalması
mümkün
değil.
Çok‐partili
demokrasi
ancak
çok‐partili
parlamentarizmden
daha
geniş
bir
“siyasal”
ortamda
yaşayabilir.
Bu
önkoşul
bizde
yerine
getirilmiş
değil;
tersine,
tek‐parti
idaresinin
son
yıllarındakinden
bile
çok
daha
uzaklara
düşmüş
vaziyetteyiz.
Bu
dramatik
yetersizliğin
belirtilerinden
birini
çok‐partili
sistemin
ideolojik
aygıtlarıının
faşizm
tartışması
başlatmış
olmalarında
bulabiliriz.
Tartışmanın
kamusal
bir
alanın
kurulmasına
ve
siyasal
alanın
parti
düzeninin
ötesine
doğru
genişlemesine
katkıda
bulunacağını
umabiliriz
belki
de.
Faşizm
ile
anti‐faşizmi
içeren
bu
son
perdenin
en
zorlayıcı
yanı
uzun
süredir
yaşamımıza
eşlik
eden
siyasal
faşizm
değil,
yeni
ortaya
çıkmaya
başlayan
kültürel
faşizm.
Kültür
alanında
yerleşiklik
kazanmış
isimlerin
önemli
bir
bölümünün
günümüzdeki
radikalleşmesine
dair
geliştirilen
ve
klişeye
kayan
izah,
demokrasinin
tesis
edilmesi
konusunda
kahramanlık
göstermiş
olan
Sayı #1
52
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
“entelektüel
elit”in
normalizasyon
sürecine
girildiği
anda
kendini
dışlanmış
hisettmesi
ve
daha
keskin
söylemlere
meyletmesi
yönünde.
Bu
görüşün
tersine,
“entelektüel
elit”in
kahramanlığa
devam
ettiğini,
dün
olduğu
gibi
bugün
de
bağımsız
bir
kamusal
alanın
filizlenmesine
karşı
görevini
yerine
getirdiğini
ve
gelişmiş
bir
demokrasinin
mümkün
kıldığı
böylesi
bir
entelektüel
konumun
kurulmasını
önlemeye
çalıştığını
savunuyoruz.
Onların
örnek
aldığı
model
aslında
klasik
ahlâkçılığa
bağlı
yazım
–
tarihsel
olarak
19.
yüzyılın
ilk
yarısına,
yani
ortadaki
tek
kamusallığın
burjuva‐yazınsal
konum
olduğu,
gerçek
anlamda
bir
siyasal
kamunun
bulunmadığı
döneme
ait
olan
bir
bağıtlanma
türü…
Bunun
karşısında
güncel
entelektüel
konumun
ilk
şekillenişi
19.
yüzyılın
sonuna
doğru,
parlamentarizmin,
kitlesel
ölçekte
basının
ve
parlamenter
siyaset
çerçevesinin
ötesine
uzanan,
derinlikli
bir
kamusal
alanın
gelişmeye
başladığı
döneme
rast
geliyor.
Bu
konum
tabii
ki
emek
hareketinin
ve
sosyalizmin
gelişmesinin,
okuma‐
yazma
oranının
artmasının
bir
ürünü.
Sürecin
kökeninde
Avrupa
uygarlığının
krizine
verilmiş
entelektüel
bir
yanıt
yatıyor.
Bu
kırılmayı
anekdot
düzeyinde
konumlandırabilmek
için
Dreyfus
davasına
kadar
uzanabiliriz.
Entelektüelin
rolü
o
zaman,
uzmanlık
edinmiş
olduğu
bilgiyi
yakın
çevresinin
ötesine,
yani
siyasal
nitelikteki
kamusal
alana
taşıdığı
zaman
ortaya
çıkmıştı.
Tek‐parti
sistemindeki
entelektüelin
rolü
ise,
Heinrich
Heine’nin
dönemindekine
benziyor,
çünkü
o
dönemde
tıpkı
tek‐parti
sisteminde
olduğu
gibi
henüz
siyasal
nitelikli
bir
kamusal
alanın
var
olduğundan
söz
etmek
mümkün
değil.
Yine
de
bu
toplumsal
konum
altmışlı
yıllardaki
öğrenci
hareketiyle
birlikte
sona
erdirilebildi.
Daha
sonraki
dönemde,
yeni
kuramsal
entelijensiya
genç
kitlelerin
kültürel
olarak
kendilerini
örgütledikleri
hareketler
ve
yeni
toplumsal
hareketlilikler
ile
işbirliği
içinde
tek‐partili
devlet
aygıtının
dışında
kalan,
bağımsız
bir
siyasal
kamu
alanının
kurulması
sürecini
başlattılar.
Seksenli
yılların
ortalarında
başarılı
biçimde
sona
eren
bu
tarihsel
döngü
ile
başlayan
süreçte
klasik
“muhalif”
konumun
herhangi
bir
rolü
olmuş
değil;
tam
tersine,
bu
konum
zaten
kültürel
yerleşikliğin
ideolojik
içeriğine
bürünmüş
ve
dolayısıyla
barikatın
öte
yakasına
geçmiş
durumda.
Mandarin
düzenine
gösterilen
güncel
rağbet
burjuva
“yazınsallığı”
ve
sınırlı
“kamu”
üzerine
kurulu
modeli
uygulamaya
çabalıyor
ve
radikalizmi
aracılığıyla
bu
tür
arkaik
bir
“entelektüelizm”in
tarihsel
krizine
ve
muhtemelen
potansiyelinin
bittiğine
işaret
ediyor.
Kendi
içinde
parlamenter
demokrasi
mekanizmaları
işler
haldeyken
bağımsız
ve
daha
geniş
bir
siyasal
kamu
alanının
güç
kazanmaya
başladığını
da
müjdeliyor
belki
de;
parlamentarizmin
başarılı
işleyişinin
garantisi
olacak
bu
saha
aynı
zamanda
modern
Avrupalı
bir
entelektüel
konumun
serpilmesini
de
sağlayabilecek.
Eski
entelijensiyanın
yeni
faşizmi
ile
etrafa
yayılan
bütün
karanlığa
rağmen,
halen
iyimser
olabilmemizin
nedeni
de
bu.
Doğaldır
ki,
bahsi
geçen
radikalleşmenin
tarihsel
şekillenişindeki
başlangıç
niteliğindeki
unsurları
başarılı
biçimde
geliştirmemiz
koşuluna
bağlı
bu
iyimserlik.
Bu
alanın
gelişmesine
yardımcı
olduğumuzda
mandarin
hayaletler
kendi
başlarına
buharlaşacaklar.
Tarihin
çöplüğünden
gelen
vampirler
olsalar
bile.
IV.
Çalınmış
devrimin
ertesinde
Bu
kitapçık
içinde
yer
alan
metni
1995
yılında,
Bosna‐Hersek’teki
savaş
ve
siyasal
belirsizlik
sürerken,
bu
devletin
[Slovenya]
işleyindeki
katılık,
beceriksizlik,
otoriterlik
ve
paniğin
habis
karışımı
belirgin
biçimde
hissedilirken
kaleme
almıştım.
Bu
yazı
aracılığıyla
içinde
yaşanılan
ânın
entelektüel
aciliyetine
yanıt
vermeye
çalışmıştım.
Gramsci’nin
sözcükleriyle
“entelektüelin
toplumsal
işlevini
ifa”
edenlerin
aşırı
sağcı
ideolojilere
hareket
kazandırmaları
ve
bu
ideolojilerin
toplumsal
güçleri
aracılığıyla
ve
elit
kurumların
ve
okul
düzeninin
yardımıyla
“yerleşik
entelektüel
çevreleri”,
yani
devletin
ideolojik
aygıtlarının
büyük
kısmını
faşizme
doğru
yönlendirmeleri
bu
aciliyet
hissini
güçlendirmekteydi.
Şimdi
bir
düzelti
olarak
ekleyebileceğim
şey
bana
üç
yıl
önce
sapma
gibi
gözüken
şeyin
aslında
çağın
normal
işleyişi
olduğu
ve
bir
süre
daha
böyle
gideceği
düşüncesidir.
Bir
tür
acele,
hatta
neredeyse
bir
panik
hali
içinde
faşistoid
eğilimlere
zemin
hazırlayan
belirli
bir
koşul
zincirini
tetiklemiş
tarihsel
süreçlerin
eskizini
çıkarmaya
çalışmıştım.
Öncelikle
entelektüel
ve
ideolojik
Sayı #1
53
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
boyutlarla
sınırlıydı
bahsi
geçen
koşullar
ama
aynı
zamanda
okul
aygıtı
içinde
“ideolojinin
maddi
varlığı”nı
kuşatıyor,
siyasal
kurguları
kendi
maddilikleri
ve
yeniden
üretimlerindeki
söylemsellik
içinde
ele
alıyordu
–
ama
bununla
birlikte,
toplumdaki
uzun
erimli
temel
süreçleri,
özellikle,
eğer
bu
jargonu
kullanma
müsadem
varsa,
bugün
bağnaz
biçimde
itibarı
düşürülen
“ekonomik
temel”i
ciddi
biçimde
ihmal
ediyor
yazdıklarım.
Bu
yüzden
bu
ek
metinde
gelecekte
kaleme
alınarak
genişletilmesi
gereken
bir
şema
sunacağım.
Temel
varsayım,
bana
öyle
geliyor
ki,
halen
aynı:
yani
soru
“Faşizm
–
evet
mi
hayır
mı?”
değil;
“Ne
kadar
faşizm?”
sorusu.
Bu
şu
anlama
geliyor;
stenografik
biçimde
“faşizm”
olarak
adlandırdığım
şey,
yine
bana
öyle
geliyor
ki,
yerel
nitelikli
“yarı‐çevresel”
kapitalizmin
yeniden
üretimindeki
enstelasyonun
yapısal
bir
unsuru.
Bu
hipotez,
liberalizm
ideolojisi
ve
pek
çok
Marxizm
türü
tarafından
paylaşılan,
kapitalist
üretim
biçiminin
ve
ona
iliştirilen
kapitalist
toplum
şekillenmesinin
ekonomidışı
baskı
olmaksızın
kendilerini
yeniden
üretebildikleri
yönündeki
efsaneyle
çelişmekte.
Bu
efsanenin
bu
kadar
süre
yaşayabilmiş
olması
oldukça
ilginç
çünkü
liberalizmin
kendi
kurucusu
olarak
algıladığı
ve
Marxizmin
eleştirisinin
ana
hedefi
olarak
belirlediği
düşünce
adamı
tamamen
farklı
düşünmekteydi.
Adam
Smith
“kârdan
beslenerek
yaşayanlar”ın
çıkarları
dikkate
alındığında,
spontane
biçimde
tekelleşmeye
meyleden
“serbest
pazar”ın
içkin
mantığının
sadece
idareyi
elinde
tutan(lar)
tarafından
empoze
edilecek
devlet
önlemlerine
başvurarak
durdurulabileceğini
söylemekteydi.
Dolayısıyla
ilk
klasik
formülasyon
daha
en
baştan
“serbest
pazar”ın
intihar
eğilimini
içinde
taşıdığı
ve
onu
hayatta
tutacak
tek
şeyin
devlet
baskısı
olduğu
teşhisinde
bulunmuştu.
Neoliberalizm
bu
klasik
tezi
uygulamada
tasdik
etti
–
Reagan’ın
anti‐tekelci
yasalarından
Britanyalı
işçi
sendikalarının
Margaret
Thatcher
iktidarı
tarafından
zalimce
baskıya
uğramasına
kadar.
Bugünkü
dünyanın
hegemonik
iktidarı
da
dünya
pazarının
“özgürlüğü”nü
finansal
terör,
siyasal
şantaj
ve
askeri
“kolluk”
aracılığıyla
garanti
altına
alabiliyor
–
kimi
zaman
tek
başına
takılıyor;
kimi
zaman
askeri
uzantılar
aracılığıyla
devreye
giriyor;
çoğu
zaman
da
IMF
(Uluslararası
Para
Fonu),
Dünya
Bankası,
Dünya
Ticaret
Örgütü
gibi
“dünya”
örgütlerini
kullanıyor.
Mevcut
dünya
ekonomisi
sistemini
ayakta
tutan
güncel
“ekonomidışı”
pratikler,
sistemin
yeniden
üretiminin
pazar
ilişkilerinden
çok,
üretim
sahasındaki
ilişkilere
bağlı
olduğuna
da
işaret
ediyor.
Böylelikle
pazar
çözümlemelerinden
üretim
yöntemlerinin
çözümlenişine
doğru
Karl
Marx’ın
yaptığı
kuramsal
geçişi
tasdik
ediyorlar.
Üretim
ilişkilerindeki
dönüşümler
tabii
ki
“geçiş”
süreçlerinin
merkezi
boyutu
konumunda:
devlet
düzenlemeleri
ve
devlet
yaptırımına
bağlı
yasal
önlemler
tarafından
tesis
ediliyor
yeni
ilişkiler.
“Özelleştirme
ve
kamusallıktan
çıkarma”
biçimindeki
hukuki‐ekonomik
formülün
kendisi,
hâkim
ideolojinin
tarihsel
sürecin
dramatik
boyutunu
etkisiz
kılmakta
kullandığı
normalleşme
söylemine
ait
bugünlerde.
Bu
gelişmeleri
başka
bir
formül
içinde
özetlemeye
çalışırsak,
devletin
elinde
tuttuğu,
dayanışmanın
siyasi‐idari
temsilcisi
olma
yetkisinden
soyundurma
sürecinin
nihayete
erdirildiğini
söyleyebiliriz.
Bunun
yerine
tesis
edilen
şey
sermayenin
özel
mülkiyeti
üzerine
kurulu
yeni
sivil
toplum
şeklindeki
idare
biçimidir.
Bu
yeni
bağlamda
yeni
üretim
ilişkilerinin
sömürüye
dayanan
doğasından
ileri
gelen
ihtilafların
denetim
altında
tutulması,
devlete
verilen
kolluk
işlevi
tarafından
görülecektir.
Artık
devletin
esas
yaptığı
şey
yeni
sistemin
kaçınılmaz
biçimde
ürettiği
çelişkileri
yönlendirmek
ve
regüle
etmek,
hakemlik
yapmak,
ve
parlamenter
demokrasi
prosedürlerine
ya
da
parlamentodışı
(geçici)
müzakere
çözümlerine
kanalize
edilemeyen
ihtilaflarda
tampon
görevi
üstlenmek
üzere
arada
bir
baskı
işlevini
ifa
etmektir.
Toplumsallaşma
artık
dayanışma
üzerinden
değil
ihtilaf
üzerinden
tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla
devletin
sürekli
olarak
faal
olan
varlığının
gerekliliği
ile
bu
liberal
devletçiliğin
gerekliliği,
liberal
devletin
ilan
ettiği
siyasal
ideolojiye
tamamen
zıt
düşmektedir.
Bu
nedenle
kuru
pragmatizmi
içinde
son
derece
gaddar,
meşrulaştırma
söylemleri
içinde
de
son
derece
siniktir.
Devletin
“ekonomidışı”
şiddeti,
özel
mülkiyet
üzerine
temellenen
toplumsal
ilişkilerin
“normal”
bir
şekilde
yeniden
üretilebilmesinde
vazgeçilmez
bir
unsurdur.
Esaslı
bir
dönüşümün
başlıca
belirleyeni
niteliğindeki
devlet,
“geçiş”
ile
ilişkilendirilen
ortamlarda
geçici
bir
dönemde
de
olsa
olağanüstü
hal
devleti
olarak
işlemek
zorundadır.
Özellikla
Nikos
Poulantzas
tarafından
geliştirilmiş
bu
formül
devletin
faşistleşmesini
açıklayan
tezlerden
biri
konumundadır.
Dolayısıyla
gerçek
kuramsal
sorun
“geçiş”
sürecini
yaşayan
bazı
devletlerde
faşistleşmenin
neden
hiç
ortaya
Sayı #1
54
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
çıkmadığıdır.
Pek
çok
sebep
arasında
siyasal‐idelojik
boyutun
önemi
öne
çıkar:
1.
Demokratik
devrimin
“söylemi,
tutkuları
ve
yanılsamaları”
Doğu
Avrupa
halklarını
devrimin
kendilerinden
“çalınmış”
olmasının
ertesinde
de
bir
süre
büyülemeye
devam
etti;
2.
güçlerini
kaybeden,
ayrıcalıklardan
uzak
tutulan
kitlelerin
toplumsal
tepkisi
görece
olarak
geç
biçimde
ortaya
çıktı
ve
sosyal
demokrat
programlar
öne
süren
reformist
komünist
partiler
tarafından
becerikli
sayılabilecek
bir
şekilde
manipüle
edildi.
Yukarıda
sayılanlar
burada
gerçekleşmedi.
İnsan
hakları
devriminin
pathosu
“toplumun
geniş
kesimi”ne
milliyetçi
ideolojilerin
filtresinden
geçirilerek
yayıldı;
belki
bunun
nedeni
paradoksal
biçimde
Yugoslav
demokratik
devriminin
hiçbir
zaman
gerektiği
kadar
coşkulu
[pathetic]
olmamasındandı.
Avant
la
lettre
[ç.n.
daha
ismi
konmadan
önce]
“siyaseten
doğru”
ve
kibar
biçimde
aydınlatıcıydı.
Komünist
liderlik,
önceki
ideoloji
tarafından
empoze
edilen
dayanışmacı
sorumluluğu
kolayca
reddetmiş,
ve
geçiş
dönemi
jargonunu
şen
şakrak
kucaklayarak
fazla
patırtı
çıkarmaksızın
komünist
“yeni
sınıf”tan
liberal
bir
“yeni
sınıf”a
geçivermişti.
Reformdan
geçen
komünist
partiler
sivil
seçmenlerde
şaşırtıcı
bir
güven
oluşturmuş
olsalar
da,
yanlış
tahminler
ve
siyasal
hataların
ardı
arkasına
gelmesiyle
ayrıcalık
sahibi
olmayan
toplumsal
katmanların
sağcı
radikalleşmeye
doğru
kaymasına
izin
vermiş
ve
“aşağıdan
faşistleşme”
aracılığıyla
“yukarıdan
faşistleşme”nin
ifade
bulmasının
zeminini
hazırlamışlardı.
Yerel
ilişkilerimize
ilişkin
olarak
ise
“hukuk
idaresi”nin
“geçiş”e
ilişkin
düzenlemelerine
karşı
gösterilen
şiddet
fazlasını
ve
kamuoyu
oluşturmaya
yönelik
“demokratik”
yöntemlere
karşı
gösterilen
ideolojik
aşırılık
fazlasını
açıklamamız
gerekiyor.
Şu
an
için
üzerine
yorum
yapılacak
başlangıç
niteliğinde
unsurlar
ortaya
koymanın
ötesine
geçmek
zor;
bu
aşamada
verilen
yanıtlar
kuramsal
anlamda
eklektik,
kopuk
ve
hatta
belki
de
karşılıklı
olarak
çelişkili
olmak
zorunda.
Bu
yüzden
kuramsal
anlamda
tek‐taraflı
ve
fazlaca
basitleştirici
bir
yapıya
sahipler;
çözümleme
düzleminde
bir
sentez
ortaya
koyamadıkları
için,
bu
sentezi
“ulusal
toplum”un
hayaletine
bakarak
aradıkları
konunun
tutarlığından
çıkarmaya
çalışıyorlar.
Konunun
saptanışı
iki
kez
hatalı:
1.
bir
yandan,
bu
yorumlar
tarafından
analitik
biçimde
ele
alındığı
söylenen
“hayali
cemaat”
etkisi,
kendilerinin
söze
gerek
bırakmayan
ufku
olarak
kabul
görüyor;
2.
diğer
yandan,
ele
alınan
konunun
üretiminde
belirleyici
olan
boyut,
yani
devlet
sosyalizminin
ortodoks
olmayan
bir
türevi
tarafından
tanımlanmış
belirli
bir
toplumsal‐ekonomik
mekânın
dünya
kapitalist
sistemi
içine
“geçişsel”
biçimde
dahil
edilmesi
gözden
kaçırılıyor.
Bu
yorumların
gösterdikleri
zaaflardan
sıyrılabilecek
bir
bakış
açısıyla
şiddet
fazlası
ve
yerel
ilişkilerde
aşırılık
fazlası
olarak
biraz
da
sinik
biçimde
değindiğimiz
şeyi
kısaca
anlatmaya
çalışalım.
Sözkonusu
radikalleşme
örneklerini
açıklamakta
karşılaşılan
sorunlardan
biri,
eski
gerilimlerin
ve
hüsrana
uğramış
siyasal
programların
geriye
dönüşlü
biçimde
“yeniden
canlanma”larına
dair
klişenin
çekiminden
kurtulamamamız.
Bu
metinde
ideolojik
düzlemlerden
büyük
ölçüde
sadece
birini,
yani
egemen
olan
kültürün
“yüksek”
katmanına
değinen
yapısal
bir
çözümleme
geliştirmeye
çalıştım.
Sadece
bahsi
geçen
formülü
izlersek,
kendilerini
yerel
toplumlarda
hızlı
ve
her
şeyi
kapsar
biçimde
tesis
eden
“demode”
ya
da
“anakronik”
yapıların
stratejik
konumu
şu
şekilde
tanımlanabilir.
Dünya
kapitalizmi
sistemine
dahil
olmaya
gösterilen
direnişin
(yani
eşitsizlik
ve
sömürü
içeren
güncel
ilişkilerin,
bugüne
dek
bir
biçimde
dünya
sistemine
“direnmiş”
sahalara
nüfuz
etmesine
gösterilen
direncin)
dayandığı
“anakronik”
yapılar
aynı
zamanda
bu
dahil
oluş
tarafından
teslim
alınmış,
dünya
kapitalist
sistemindeki
eşitsizlik
ve
sömürü
ilişkilerinin
bizzat
“yatırımda
bulunduğu”
yapılar.
Ulus
denen
“sivil
toplum”
eklentisiyle
birlikte
ulus
devlet
bu
anakronik
kurguların
en
önde
geleni
belki
de.
Bugünün
ilişkileri
içinde
ulus
devletin
“egemen”liği,
dünya
sisteminin
kısıtlı
bir
sahası
içinde
en
fazla
yargı
yetkisi
kullanabilme
hakkına
kadar
erimiş
vaziyette.
“Geçiş”
aşamasındaki
devletler
için
ise
bu
hak
şartlara
bağlı
ve
daha
çok,
hegemon
dünyanın
ya
da
“uluslararası”
örgütlerin
“uzman”
ültimatomlarına
ve
“uluslararası
topluluk”
olarak
adlandırılan
mevziden
gelen
siyasi
baskılara
boyun
eğme
zorunluluğu
şeklinde
icra
edilmekte.
Yine
de
bu
kısıtlanmışlığı
içinde,
ulus
devletler
dünya
sisteminin
işleyişinde
aktif
bir
unsur
olabilmekte
ve
bazı
şartların
oluşmasına
yardım
edebilmekte:
“eşitsiz
uluslararası
değişim”
ve
yatırım
nişleri;
devlet
elinden
düzenlemelerle
emeğin
değerini
düşürme;
devlet
düzenlemelerinin
yokluğu
ile
ekolojik
standartları
düşürme;
yerel
politikalarla
yeni
meta
pazarları,
üretim
faktörleri
ve
emek
üretme
ve
onları
denetim
altında
tutma
vs.
Arkaik
karakterleri
Sayı #1
55
Extravagantia
II:
Koliko
Fašizma?
[Extravagantia
II:
Ne
Kadar
Faşizm?]
Rastko
Močnik’in
kitabından
bir
seçki
aracılığıyla
ulus
devletler
dünya
ekonomisi
görünümüne
“sözde‐doğal”
bir
ton
katıyorlar;
dünya
sermayesinin
ürünlerini
ve
alışverişlerini
hareket
ettirebileceği
yerel
görünümler
hazırlıyorlar
ve
böylelikle
kâr
oranlarındaki
düşme
eğilimini
ve
“düşen
kârlar”ı
telafi
ediyorlar
başarıyla.
Diğer
yandan,
bu
süreçlere
gösterilen
çeşitli
yerel
direnç
biçimleri
ulusal
devleti
bir
kalkan
ve
savunma
silahı
olarak
görüyor.
Dolayısıyla
ulusal
devlet
dahilinde
yaşanan
siyasal
savaşların
büyük
hatta
esas
bölümü
“kozmopolitizm”
ile
“yerelcilik”
arasındaki
sahte
ikilemin
koordinatları
üzerinden
yürütülüyor.
Bu
karşıtlaşmanın
iki
unsurunu
da
karakterize
eden
şey
devletin
iktidarına
karşı
duyulan
büyülenme
ve
fiziksel
şiddet
tekeli
karşısında
ayartılma
hali.
Ama
bu
halen
faşistleşmeyi
açıklamaya
yetmiyor.
“Geçiş”
halindeki
devletlerin
tümünün,
merkezdeki
bir
çok
devletin
ve
hatta
süper
ligdeki
bazı
devletlerin
durumu
bu.
Daha
fazla
kaynak
aramalıyız:
örneğin,
ulus
devletlerin
“yaratmak”
ve
temellük
etmek
ile
böbürlendikleri
gibi
sınıf,
ittifak
ve
topluluklara
dair
kavrayış
modelleri
ve
ideolojik
ufuklar.
Hüküm
süren
bu
ittifaklar
“kendi”
devletlerini
“koloni”
statüsüne
getirmeyi
başaramadan
kendilerini
sömürge
güçleri
olarak
algılamaya
başladılar.
Bu
tutumun
kök‐modeli
Yugoslav
Komünistler
Birliği’nin
son
kongresinden
ayrılıp
ilk
uçakla
“kendi”
devletlerine
dönen
Sloven
komünistler
tarafından
sunulmuştu.
Bu
negatif
jestin
ardından
pozitif
bir
şey
yapma
fikri
gelmemişti
akıllarına;
Yugoslavya’nın
bütününde
bir
demokratik
parçalanma
düşüncesi
geliştirememişlerdi;
bütün
Yugoslavya’nın
kendilerinden
demokratik
bir
eylem
beklediklerini
görememişlerdi;
tarihsel
an
tarafından
ortaya
konan
soruya
yanıt
verebilecek
konumda
olduklarını
bilmek
istememişlerdi.
Ne
onlar,
ne
de
sonra
gelen
siyasal
sınıflar
ulusal
çitlerinin
ötesine
bakmayı
akıllarına
getirememişlerdi.
Bu
siyasi
mafyatik
grupların
bazıları
sınırlarını
genişletme
ve
kendi
kısıtlanmışlıklarını
“güç
kullanarak”,
etnik
temizlik
ve
kitlesel
cinayetler
aracılığıyla
ihraç
etmeyi
arzulamışlardı
doğrusu.
“Başka
halkları
baskı
altında
tutan
bir
halk
özgür
değildir!”,
doğal
olarak
–
ama
dikkate
alınması
gereken
bir
başka
husus
da
milliyetçiliğin
tuzağına
düşmüş
bir
halkın
da
özgür
olamayacağı.
“Özgül”
yerel
özelliklere
dair
söylenecek
şeyler
bu
kadar.
Ama
bunlar
da
bir
açıklama
oluşturmaya
yetiyor
değil.
Ek
olarak
açıklanması
gereken
şey
entelektüel
yanı
zayıf,
antik
dönemde
kalmış
bir
ideolojiye
ve
şematik
programa
sahip
bu
siyasal
sınıfların
nasıl
olup
da
insan
hakları
yolundaki
demokratik
devrimi
ezebildikleri,
nasıl
olup
da
kamuyu
tahrip
edebildikleri,
talancı
“Doğu
kapitalizmi”ni
harekete
geçirerek
zengin
ve
farklılık
içeren
toplumsal
mekânı
yıkıma
uğratabildikleri.
İngilizceden
çeviren:
Erden
Kosova
Sayı #1
56
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Örtünün
altındaki
karmaşa1
Oturduğumuz
yerden
milliyetçilik
üzerine
konuşmak
başka,
Anadolu’yu
arşınlayıp
yüz
yüze
görüşmeler
yapıp
konuşmak
başka.
“Milletin
Bölünmez
Bütünlüğü”:
Demokratikleşme
Sürecinde
Parçalayan
Milliyetçilik(ler)2
başlıklı
ufuk
açıcı
bir
çalışma
yapan
Ferhat
Kentel,
Fırat
Genç
ve
Meltem
Ahıska’ya
kulak
veriyoruz...
Yaptığınız
milliyetçilik
araştırmasının
fikrî
öncülleri
nelerdi?
Ferhat
Kentel:
Bu
araştırma,
TESEV
bünyesinde
yapılan
bir
araştırmalar
dizisinin
sonuncusu.
Araştırmaların
ortak
yanı
herhalde
“ne”
sorusundan
çok,
“nasıl”
sorusuna
cevap
aramaya
çalışmak.
Projelerin
üst
başlığı
“Demokratikleşme
Programı”ydı.
Demokratikleşme
sürecinde,
Türkiye’de
devlet,
aile,
laiklik,
milliyetçilik
gibi
çeşitli
alanlara
bakıldı.
Çalışmanın
koordinatörü
Etyen
Mahçupyan’dı;
bizim
araştırmamızın
fikir
babası
da
o.
Milliyetçilik
konusunda,
kalkış
noktamız
basit
bir
gözlem
ya
da
iddiaya
dayanıyordu;
“son
yıllarda
milliyetçilik
yükseliyor”...
“Acaba
öyle
mi?”,
“nasıl
oluyor?”
sorularına
cevap
aradık.
Şöyle
bir
hipotez
de
vardı:
Yaşadığımız
dönem
tabii
ki
kendine
dair
özgüllükler
taşıyor,
ancak,
6‐7
Eylül
1955’te
de
milliyetçi
dalgalar
vardı,
Kıbrıs
meselesi
zamanında
da
vardı,
Kürt
meselesi
olduğundan
beri
de
sürekli
yükselen
ya
da
yükseldiği
söylenen
milliyetçilik
dalgalarından
bahsediliyor.
Biz
bu
yükseldiği
söylenen
milliyetçilik
nasıl
sahipleniliyor,
nasıl
bir
dil
eşliğinde
kullanılıyor
gibi
sorulardan
yola
çıktık.
Meltem
Ahıska:
TESEV’in
araştırma
dizisinde,
zihniyet
kalıplarına
vurgu
yapılıyordu.
Zihniyet
kalıbı
kendi
başına
çok
açıklayıcı
bir
kavram
değil,
çeşitli
yerlere
çekilebilir.
Genellikle,
Türkiye’de
milliyetçilik,
toplumda
zaten
varolan,
zaman
zaman
daha
belirginleşen
bir
zihniyet,
bir
düşünce
şekli
gibi
anlaşılıyor.
Bu
araştırmada
bu
varsayımı
yerinden
oynatmayı
hedefledik.
Varsayılan
bir
şeyi
kültürel
düzeyde,
zihniyet
kalıplarında
aramaktansa,
“bunlar
belli
bir
tarihsellik,
toplumsallık
içinde
nasıl
üretiliyor
ve
nasıl
tüketiliyor?”
sorusunu
sorduk.
Statik
bir
toplum
resmi
çıkartmaktansa,
varolan
algı
ve
zihniyet
yapılarının
nelerden
etkilendiğini,
nasıl
hareket
halinde
olduğunu
ve
içinde
neleri
barındırdığını
anlamaya
çalıştık.
“Türkiye’nin
kalkınmasının,
modernleşmesinin
önündeki
engeller”,
“demokratikleşmeye
direnen
unsurlar”
gibi
genel
geçer
bir
söylem
vardır.
Belirli
insan
gruplarına
yapıştırılan
“geri”,
“dirençli”,
“muhafazakâr”,
“geleneksel”
gibi
birçok
yafta
var.
Biz
algı
ve
zihniyet
yapılarının
belirli
kültürlere,
yörelere,
insan
gruplarına
özgü
olmaktan
çok,
daha
makro
düzeyde,
belirli
stratejilerle
üretildiğinden
hareketle,
toplumsal
süreçle
ilişki
içinde
tüketilirken
nasıl
yeniden
üretildiğine
baktık.
Dolayısıyla,
algıları
ve
zihniyet
kalıplarını
sabit
kategoriler
olarak
ele
almayan,
onları
gündeliğin
içinde
tarihselleştirmeye
yönelik
bir
çalışmaydı.
Kentel:
Anahtar
kavram,
sorunsallaştırma
aslında.
Cumhuriyetin
modernleştirme
politikalarının
sorun
olarak
gördüğü
ve
ötekileştirerek
aşmaya
çalıştığı
bazı
“yaşam
tarzları”
var,
bunlar
“namevcut
ötekiler”
aslında;
yani
öyle
bir
şey
yok,
modernleştirme
politikaları
onları
öteki
olarak
kuruyor.
Onları
sorun
olarak
tespit
ediyorsun,
onun
üzerine
kendini
inşa
ediyorsun.
Bu
üst
söylem,
bu
zihniyet
kalıpları,
içinde
yüzdüğümüz,
soluduğumuz
hava
haline
geliyor.
Bizim
yapmaya
çalıştığımız
bunu
sorunsallaştırmak.
Genelde
milliyetçilik,
laiklik
araştırmaları,
söylemin
kendisine
esir
oluyor
ve
böylece
söylemi
yeniden
üretmiş
oluyor.
Belki
de
bu
söylem
gerçek
değil
diyerek,
aşağıdan
bakmak,
dolayısıyla
süreci
tersine
çevirmek
istedik.
Gerçeklik
olarak
statikleştirilen,
tanımlanan
şeyde,
bütün
farklılıklarıyla,
çok
daha
karmaşık,
insanî,
psikolojik,
sosyolojik,
kültürel,
yaşam
tarzları,
habitus’ler
denen
bir
dünya
var.
O
karmaşıklığı
gösterip,
onun
üzerine
konuşmak
gerekiyor.
Buradan
da
çok
siyasî
bir
sonuç
çıkıyor.
1
Bu
söyleşi
Express
Dergisi’nin
Ağustos
25‐Eylül
25
2007
tarihli
75.
sayısında
yayımlanmıştır.
Tekrar
yayınlamamıza
izin
verdikleri
için
Siren
İdemen’e
ve
Express’e
teşekkür
ederiz.
2
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska,
Fırat
Genç,
“Milletin
Bölünmez
Bütünlüğü”:
Demokratikleşme
Sürecinde
Parçalayan
Milliyetçilik(ler)
(İstanbul:
TESEV
Yayınları,
2007).
Kitabın
tam
metnine
http://www.tesev.org.tr/UD.../Milletin%20Bolunmez%20Butunlugu.pdf
adresinden
ulaşılabilir.
Sayı
#1
57
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Araştırmanın
kuramsal
çerçevesini
izah
ederken,
Pierre
Bourdieu,
Michel
Foucault,
Giorgio
Agamben
ve
özellikle
Michel
de
Certeau’ya
atıfta
bulunuyorsunuz.
Araştırma
nasıl
bir
kuramsal
ve
kavramsal
çerçeveye
oturuyor?
Kentel:
Bu
düşünürler
arasındaki
ortaklık
esas
olarak
“gündelik
hayat”,
gündelik
hayatın
karmaşıklığı
ve
yaratıcılığı.
Gündelik
hayat
belli
söylemler
tarafından
her
zaman
esir
alınmaya
çalışılıyor.
Zümreler,
iktidar
odakları
gündelik
hayatı
esir
alıyor;
o
zaman,
örneğin
faşizm
de
gündelikleşip,
sıradanlaşarak
yerleşiklik
kazanabiliyor.
Bu
durumda,
esir
almaya
çalışan
dillerin
karşısında
bir
direniş
alanı
olarak,
gündelik
hayatı
yeniden
düşünmek
gerekiyor.
Sözünü
ettiğimiz
referanslardaki
ortak
alan
bu;
Michel
de
Certeau’nun
kullandığı
“strateji”
kavramı
örneğin.
De
Certeau
strateji
kavramını
bir
grup
tarafından
sahiplenilmiş
ve
onu
sürekli
sunan,
üreten
bir
ideoloji
olarak
görmüyor.
Stratejinin
olabilmesi
için,
bizzat
aşağıda
insanlar
tarafından
yorumlanarak
içine
girilmesi
lazım;
strateji
insanların
içinde
dolaştığı
yerdir.
Teorik
açıdan
Michel
de
Certeau
ve
Foucault
akrabadır.
Gündelik
hayatın
içinde
yaşarken,
aynı
zamanda
bu
stratejinin
içinde
dolaşıyoruz,
dolayısıyla
stratejiyi
yeniden
üretiyoruz.
Ama
yeniden
üretmemiz,
örneğin
Milli
Eğitim
Bakanlığı’nın,
Güneş
Dil
Teorisi’nin,
Türk
Tarih
Tezi’nin,
Cumhuriyet
Halk
Fırkası’nın
tesis
etmiş
oldukları
şeyler
değil.
Laiklik,
milliyetçilik,
Atatürk,
hukuk,
aile
hepsi
bizim
yorumlarımızla
başka
şeyler
olmuş;
geleneklerimizle
cevap
veriyoruz
bunlara.
Bunu
dediğimiz
andan
itibaren
de
strateji
gibi
herkesin
içinde
dolaştığı
alandan,
bireyler,
toplumsal
aktörler,
gruplar
tarafından
uygulanan
taktikler
dünyasına
gidiyoruz.
Strateji
daha
çok
bir
mekânı,
belirlerken
–örneğin
Türkiye
coğrafyası,
misak‐ı
millî
sınırları,
Ankara
gibi–,
taktikler
daha
çok
zamana
ilişkin
bir
şey;
bugünkü
ihtiyaçlarım,
bugün
hissettiklerim,
bugün
televizyonda
izlediğim
bir
haber...
Bunlar
üzerinden
taktiklerimle
Türkiye’yi,
milliyetçiliği
yorumluyorum.
Bunda
kurnazlık
da
olabilir.
Sonuçta,
bu
stratejinin
altında
hayatı
yaşanabilir
kılmaya
çalışıyorum.
Ben
bunu
yaptıkça,
strateji
parçalanıyor,
değişiyor,
yıkılıyor,
ama
bir
yandan
da
yeniden
üretiliyor.
Ahıska:
Milliyetçilik
tarihsel
olarak,
farklı
zamansallıkları
ve
farklı
deneyimleri
kendi
içinde
yok
eden,
eriten,
Benedict
Anderson’ın
söyleyişiyle
içi
boş
bir
zaman
yaratan
ve
belli
bir
mekân
içinde
yaşayan
insanların
hepsi
aynı
deneyimi
aynı
anda
yaşıyormuşcasına
kurgulanan
bir
ideoloji.
Tek
başına
bunu
gerçeklik
olarak
ele
aldığımızda,
milliyetçiliği
belki
gereğinden
fazla
ciddiye
almış,
onun
terimleriyle
düşünmüş
oluyoruz.
Halbuki,
önemli
olan
“nasıl”
sorusu.
İnsanların
nelere
yatırım
yaptığı,
de
Certeau’nun
terimleriyle
düşünürsek,
belirli
stratejileri
nasıl
kullandığı,
bu
stratejilerin
içinde
nasıl
dolaşıldığı
önemli.
Bu
saydığımız
isimler
öznellikle
nesnellik
arasındaki
ara
yüzleri
bulmaya
çalışmış,
öznelliğin
nasıl
yaratıldığını
ve
yaratılırken
nasıl
farklılaştığını,
içinde
direnç
alanları
da
taşıyabildiğini
anlatan
düşünürler.
Bizim
yapmaya
çalıştığımız,
farklı
zamansallıkları,
farklı
deneyimleri
merkezî
temsillerle
ilişki
içinde,
ama
bir
yandan
da
ondan
farklı
olarak
başka
bir
düzlemde
anlamaya
çalışmak.
Bu
teorik
çerçeveyle
saha
çalışmasının
ilişkisi
nasıl
oldu?
Fırat
Genç:
Kitapta,
gündelik
hayat
kadar
sık
kullanılmasa
da
alttan
alta
süregiden
ikinci
bir
kavram
da
tecrübe.
Toplumsal
özneler
olarak,
toplumsal
yapılar
karşısında
bir
tecrübe
sahibi
oluyoruz.
Tecrübe,
örneğin
küreselleşme
gibi
makro
durumları
da
kapsıyor.
Ama
arada
her
zaman
bir
boşluk
var,
hiçbir
zaman
o
yapıyı,
ya
da
mesela
devletin
ürettiğini
düşündüğümüz
milliyetçilik
söylemini
birebir
kabullenip
tekrarlamıyoruz,
hep
bir
yorum
farkı
oluyor.
Biz
bunu,
tüketirken
yeniden
üretme
olarak
formüle
ettik.
Gündelik
hayat,
bu
boşluklu
yapısından,
arada
kaymalara
imkân
veren
zemin
olma
işlevinden
ötürü
bizim
teorik
çerçevemizde
esas
öneme
sahip.
Saha
çalışmamızda
da
aradığımız
cevabı
teyid
ettirmekten
çok,
insanların
kendi
anlatıları
içinden
cevapları
çekmeye
çalıştık.
Ahıska:
Milliyetçi
stratejiler
nasıl
belirli
deneyimleri
ve
farklı
düşünüş,
yaşayış
şekillerini
esir
ediyorsa,
belirli
akademik
önkabuller
ya
da
teoriler
de
belirli
şeyleri
esir
edebilir.
Kafanda
nasıl
bir
modelle
gidiyorsan,
bulduğun
şeyleri
de
onun
içine
oturtmaya
çalışıyorsun.
Bizim
gündelik
hayat
konusundaki
bulgumuz
ve
Fırat’ın
sözünü
ettiği
boşluklar
bu
modellerin
kendisini
de
sorunsallaştırıyor,
temsillerin
ötesindeki
şeyleri
duymaya
çalışan,
kendini
de
sorgulayan
bir
yöntem.
Yöntemle
teori
burada
birbirine
yaklaşıyor.
Sayı
#1
58
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Kentel:
Biz
de
sonuçta,
o
stratejinin
içinde,
onunla
beslenmiş
insanlarız;
bilim
stratejisiyle
beslenmiş
insanlarız,
ama
aşağıda,
başka
türlü
bilgi
üretimleri
var;
insanlar
o
bilgilerle
hayatı
yaşanabilir
kılıyorlar.
Onların
bilgisiyle
bizim
bilgimiz
arasındaki
hiyerarşik
farkı
kaldırmak
gibi
bir
niyetimiz
vardı.
Tabii
mutlak
olarak
böyle
bir
şey
sağlanamaz.
Çünkü
biz
entelektüeliz,
kelimelerimiz
okuduğumuz
kitaplarla,
araştırmalarla
beslenerek,
onların
üzerine
yeni
sonuçlar
çıkarta
çıkarta
oluşuyor.
Bu
ayrımı
toptan
kaldıracak
bir
ütopyanın
alemi
yok
belki,
ama
en
azından
buna
niyet
etmek
önemli.
O
insanlarla
konuşurken,
söylediklerini
ciddiye
alıyorum.
Milliyetçilikten
ne
anladığını
anlattığında,
“bunlar
çarpılmış
zihinler”
demek
hakkına
sahip
değilim.
Kars’taki
bir
insan
milliyetçiliği
bir
şekilde
anlatırken,
İzmir’deki
başka
bir
şey
söylüyor,
ikisinin
söyledikleri
ve
ben,
hepimiz
aynı
düzeydeyiz.
Bu
araştırmada
en
azından
o
dikotomik
ayrımı
aşmak
ya
da
o
tuzağa
düşmemek
gibi
bir
çaba
var.
Ahıska:
Amaç
o
dikotomiyi
aşarken,
sadece
bir
çoğulluk,
bir
rölativizm
olarak
göstermek,
“herkes
farklı
düşünüyor,
çok
fazla
ses
var”
gibi
bir
şey
söylemek
değil.
Tam
tersine,
sayıları
aslında
çok
da
fazla
olmayan
stratejilerin,
temsillerin,
kalıpların
farklı
toplumsal
ilişkiler
içinde
nasıl
kullanıldığını
ortaya
koymak.
Mesele,
sadece
çoğulluk,
görelilik
değil.
Sınıfsal,
bölgesel,
cinsiyete
bağlı,
Kürt
olmak,
Türk
olmak,
Müslüman
olmak,
Müslüman
olmamak
gibi
birçok
etkene
bağlı
olarak,
temsillerle
nasıl
ilişkilenildiğini,
bunların
nasıl
yeniden
üretildiğini,
nasıl
“performe”
edildiğini
ortaya
koyabilmekti
amaç.
Bütün
bu
karmaşıklık
içinde
gözlemlediğiniz
en
ortak
noktalar
neler?
Kentel:
Pek
çok
şey
var
ve
bunlar
birbiriyle
bağlantılı
galiba.
Aslında,
milliyetçilik
diye
bir
şey
yok!
Milliyetçilik
diye
adlandırılan
ve
insanları
hapseden
birtakım
temsiller
var.
İnsanlar
bu
stratejiyi
kullanıyorlar,
bu
strateji
içinde
hareket
ediyorlarsa
da,
aslında,
başka
bir
şey
anlatmak
istiyorlar.
Kitabın
giriş
bölümünde
şöyle
diyorsunuz:
“Milliyetçilik
hem
her
yerde
varolan
hem
de
hiçbir
yerde
elle
tutulamayan;
duruma
göre
içi
doldurulan,
daha
sonra
içi
boşaltılıp
tekrar
doldurulan,
zaman
içinde
değişen
içeriğiyle
adeta
her
şeyi
anlatan
ve
tam
da
bu
yüzden
hiçbir
şeyi
anlatamayan
bir
kavram
haline
geliyor.
Öyle
ki,
ulus‐devletlerin
kurucu
ideolojisi
olarak
milliyetçilik
kavram
olarak
hayatını
sürdürse
de,
değişen
zamanla
birlikte
çok
daha
başka
gerçeklikleri
saklar
hale
geliyor.”
Bunu
biraz
açar
mısınız,
gizlenen
gerçeklikler
neler?
Kentel:
Sosyal,
sınıfsal
farklılıkları,
sosyal
adaletsizliği,
aşağılanmışlığı,
dışlanmışlığı,
güvensizlikleri,
korkuları
örtüyor,
görünmez
kılıyor.
Dolayısıyla,
aslında
“itiraz”ı
gizliyor.
İnsanlar
istedikleri
kadar
milliyetçi,
hatta
bazen
ırkçılığa
varan
laflar
etsinler,
aslında
anlatmak
istedikleri
başka
şeyler
var.
Bu
örtme
mekanizması
nasıl
işliyor,
insanlar
niye
sorunlarını
doğrudan
dile
getiremiyor?
Kentel:
Getiremiyor,
stratejinin
gücü
de
bu
zaten,
sanki
her
şeyi
anlatmanın
tek
yolu
bu
stratejinin
dili...
Strateji
totaliter
bir
söylem
oluşturduğu
için
mi?
Kentel:
Totaliterleşme
eğilimi
olmasına
rağmen,
hiçbir
zaman
totaliter
olamıyor.
Totaliter
söylemin
en
yoğunlaştığı
bir
Hitler,
bir
Mussolini
gibi
figürleri,
Alman
ırkı
kavramını
düşünelim.
Ama
Türkiye’de
stratejinin
kendisinde
böyle
bir
şey
yok,
kimisi
“Türk
ırkı”,
kimisi
“Orta
Asya’dan
gelen
Türkler”
diyor,
kimisi
1923’ten
başlatıyor,
kimisi
“Türk‐İslam
sentezi”,
kimisi
“Türk
milliyetçiliği
adam
öldürmez,
pozitiftir”
diyor.
Kimisi
“ben
ötekisini
tanımıyorum”
diyor.
Anlatılan
hikâyenin
totaliterleşme
potansiyeli
yok.
Ahıska:
Milliyetçilik
dilini
sadece
bir
örtü
olarak
düşünmemek
gerekir.
O
dil,
o
düşünme
ve
eyleme
kalıbı,
sonuçta
belirli
pratikler
yaratıyor.
İnsanları
pratikler
üzerinden
belirli
bir
kanala
sokuyor.
Bir
örtü
var,
onu
çekip
alacağız
ve
altında
da
saf,
hakiki
ve
güzel
şeyler
var
gibi
bir
ikileme
düşmemek
gerekiyor.
Çok
fazla
kırılmaları
olan
deneyimlerden
bahsediyoruz,
bunlar
çoğunlukla
ifade
bulamıyor,
ama
ifade
bulduğu
zaman,
milliyetçilik
dilinin
içinden
konuşuyor,
eyliyor,
hatta
Sayı
#1
59
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
saldırganlık,
şiddet
şeklinde
ortaya
çıkabiliyor.
Bunu
aklamak
gibi
bir
derdimiz
yok.
İnsanların
bu
dili
kullanma
konumları
da
farklı,
bazı
insanlar
daha
fütursuzca
kullanabilirken,
bazıları
daha
zorlanarak
kullanıyor,
en
kıyıdakilerse
pek
kullanamıyor.
“Milliyetçilik
yok”
derken
kastettiğimiz,
yekpare
bir
ideoloji
olarak
milliyetçilik
yok.
Ama,
milliyetçilik
dili
ve
temsilleri,
ötekileştirme
dili
insanlar
tarafından
değişik
şekillerde
kullanılıyor.
Kentel:
Her
düzeyde
farklı
kullanılıyor.
Öyle
olunca
da
kuşatıcı,
herkesi
emebilen,
üstkimlik
düzeyinde
bir
ideoloji
olmaktan
çıkıyor.
Görüştüğümüz
bir
Çorumlu,
bunun
en
bariz
örneklerindendi.
“Çorum
milliyetçisiyim”
diyor.
Başka
biri
“Hatay
milliyetçiliği”nden
bahsediyor...
Bazen
milliyetçilikle
hemşericilik
kastediliyor.
“Son
iki
yüzyıla
damgasını
vuran
ve
ulus‐devletlerin
kurulmasına
eşlik
eden
milliyetçilik
ideolojisi,
bugün
küreselleşmenin
sonuçları
karşısında
önemli
bir
değişim
yaşıyor”
diyorsunuz.
Küreselleşme
milliyetçiliği
nasıl
etkiliyor?
Kentel:
Küreselleşme,
bir
tarafıyla
ekonomik,
bir
tarafıyla
kültürel
boyutları
olan
bir
süreç.
Küreselleşmeyi
anlamak
için
kapitalizme
bakmak
gerekiyor.
Sermaye
artık
ulusal
sınırlar
içinde
duramayarak
küreselleşirken,
kültürel
süreçler
de
küreselleşiyor.
Bir
zamanlar
yaratılmış
olan
“ulusal
ev”in
denetleyici
kapasitesi
de
kırılıyor.
En
nötr
ifadeyle
küreselleşme
tarifi
böyle,
ekonomik,
kapitalistik,
kültürel
vs.
sınırların
ortadan
kalkması.
Ama,
bu
sürecin
yararları,
zararları,
etkileri
gibi
boyutlara
baktığımızda,
“sert
küreselleşme”
ve
“yumuşak
küreselleşme”
diyebileceğimiz
iki
olguyu
görüyoruz.
Bu
süreç
birtakım
insanlar
için
olumsuz
sonuçlar
yaratıyor,
ki
buna
sert
küreselleşme
diyebiliriz.
Paranın,
sermayenin,
güçlünün
borusunun
öttüğü
bir
dünyada
birtakım
insanlar,
sosyal
refah
devletinin
koruma
mekanizmalarından
mahrum
kalıyorlar.
Küreselleşme
sürecinden
zararlı
çıkan
insanlar
ve
kurumlar
var,
ulus‐devlet
de
küreselleşme
sürecinden
çok
zarar
görüyor.
Küreselleşme
sürecinde
ulus‐devletler
bazı
alanlarda
zayıflayarak
geri
çekilseler
de,
özellikle
güvenlik
üzerinden
daha
da
güçlenmiyorlar
mı?
Ahıska:
Ulus‐devletlerin
yok
olmasından
çok,
işlevlerinin
dönüşmesinden
söz
edebiliriz.
Ulus‐
devlet
ya
da
milliyetçilik
ideolojisi
bir
dönem,
sanata,
kültüre
de
yansıyan
daha
romantik
bir
ev,
aidiyet
imgelerinin
oluşturduğu
bir
alanken,
şimdi
ulus‐devletlerin
giderek
jandarmalara
dönüşmesiyle
ve
ulusal
kültür
meselesinin
krize
girmesiyle,
anti‐kapitalist
muhalefeti
de
içine
almaya
ve
aidiyet
hissini
yeniden
kurmaya
çalışan
ideolojinin
iflasını
görüyoruz.
Bugün
üretilen
şey
şiddet,
saldırganlık;
o
romantizmden
pek
eser
kalmamış.
Birçok
yerde
böyle
ama,
hele
Türkiye
özelinde,
“ev”
arayışı,
aidiyet
arayışı,
amansız
bir
çatışma
alanı
olarak
ortaya
çıkıyor.
Türkiye’de
milliyetçilik
dili
belki
geçmişten
daha
fazla
ve
yaygın
olarak
kullanılır
hale
geldi,
ama
onun
altına
baktığımızda,
müthiş
bir
çatışma
ve
parçalayıcılık
görüyoruz.
Kentel:
Aslında
galiba,
“paket”
bozuldu.
Endüstri
devrimi,
sanayi
toplumu,
modern
toplum,
vatandaşlık,
sekülarizm,
bütün
bunların
ulusal
düzeyde
bütünlük
duygusu
veren
devleti...
Bunlar
birbiriyle
uyumlu,
birbirini
tamamlıyor.
Bu
bir
paketti.
Küreselleşmeyle
bu
paket
bozuluyor.
Ulusal
ekonomiden,
ulusal
burjuvaziden
bahsetmek
artık
daha
zor...
Ahıska:
Hepsi
birer
efsane
haline
geliyor,
altı
boşalıyor.
Mesela,
OYAK
yabancılara
satılıyor.
Ulusal
kültür,
ulusal
ekonomi
gibi
şeyler
mitoloji
haline
geliyor.
Ama
yine
de
milliyetçiliğin
dili
kullanılmaya
devam
ediliyor.
Ulus‐devletin
işlevlerinin
değişmesine
ilginç
bir
örnek
de
Baku‐Tiflis‐
Ceyhan
boru
hattı.
Biz
bunu,
politik
bir
süreç
olarak
algılamadık,
Türkiye’nin
kalkınmasına
bir
katkı
gibi
görüldü.
Boru
hattının
geçebilmesi
için,
Türkiye
devleti
bu
boru
hattının
etrafındaki
bölgenin
denetiminden
hukuksal
olarak
feragat
etti.
Dolayısıyla,
oradaki
hukukun
belirlenmesinde
başta
BP
olmak
üzere,
bu
hattı
geçiren
özel
şirketler
söz
sahibi,
Türkiye
devleti
değil.
Sonuç
olarak,
devletin
hukuksal,
kültürel,
sosyal
boyutlardaki
gücünün
sınırlarını
delen,
parçalayan
bir
süreç.
Bütün
bunlar
küreselleşme
dediğimiz
sürecin
bir
parçası.
Aynı
süreçte,
bir
yandan
da
Türkiye
devletinden
beklenen
kendi
jandarmasını
oranın
güvenliği
için
seferber
etmesi;
askerî
gücü
ve
jandarma
rolü
vurgulanıp
öne
çıkarılarak
sürerken,
hukukî,
ekonomik,
kültürel
ve
toplumsal
politikalar
anlamında
alanı
daralıyor.
Sayı
#1
60
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Kentel:
Klasik
ortodoks
marksist
veya
neo‐marksist
açılardan
devletin
burjuvazinin
devleti
mi
yoksa
görece
özerkliği
var
mı
tartışmalarını
düşünürsek,
görece
özerklik
denen
şey
belki
de
şimdi
mutlak
bir
şekilde
bağımsızlaşmaya
başlıyor;
bütün
bu
patırtının
içinde
ayrı,
güçlü
bir
unsur
olarak
çok
daha
bariz
olmaya
başlıyor.
Tarihsel
olarak
yüklenmiş
olduğu
bütün
işlevlerle
oluşmuş
belleğiyle,
taşıyıcılık
kapasitesi
de
ayrışan
bir
devlet
var.
Bu
devlet,
modern
stratejinin
bir
unsuru
olarak
küresel
strateji
karşısında
çatışır
hale
geliyor.
Trabzon’daki
bir
iş
adamı
mesela,
Türk
devletinin
en
hakiki
elemanı
olduğunu
düşünen
bir
insan;
Türk
devleti
sanki
onun
sayesinde
kendi
varlığını
devam
ettiriyormuş
hissinde;
sapına
kadar
milliyetçi.
Ama,
adamın
düşüncesi,
ekonomik
hayatı
tamamen
küresel.
“Ankara
benim
neyime”
diyor,
“ben
Türk
dünyasıyla,
Rusya’yla
ilişkiler
kurmak
istiyorum”.
Adam
artık
“bu
sınırlar”
içinde
düşünmüyor.
Sert
küreselleşme‐yumuşak
küreselleşme
ayrımına
dönersek,
bu
“yumuşak
küreselleşme”
örneği.
Biri
riskler
olarak
algılanan,
diğeriyse
olanaklar,
açılımlar
olarak
görülen
iki
küreselleşme.
Bir
yandan
da,
birçok
insan
iki
süreci
birden
yaşıyor.
Bu
da
tabii
bambaşka
bileşimler
yaratıyor.
Adapazarı’ndan
ilginç
bir
örnek
geldi
aklıma.
Öcalan’ın
İtalya’da
tutulduğu
sırada
Türkiye’de
İtalyan
mallarına
karşı
kampanyalar
yürütülüyor,
buzdolapları
yakılıyor,
gömlekler
yırtılıyor...
Bu
dönemden,
tam
açmazda
olan
bir
insan
örneği:
Adam
MHP’li
ve
Adapazarı’ndaki
Benetton
mağazasının
sahibi.
Bu
durumda
dükkânını
kapatamıyor
tabii
ki...
Milliyetçilik
derken,
farklı
gruplara,
sınıflara,
fikirlere,
coğrafyalara
göre
farklı
kullanılabilen,
farklı
tüketilebilen
bir
dilden
bahsediyoruz.
İşadamı
da,
işsiz
de
bu
dili
kullanabiliyor,
ama
aynı
şeyi
anlatmıyorlar.
Biri
ezilmişliğine
isyan
olarak
milliyetçiliği
kullanırken,
öteki
yeni
zamanlara
adaptasyon
aracı
olarak
kullanıyor.
Sınıfsal
bir
yerden
konuşuyorlar,
ama
çok
faklı
şeyler
anlatıyorlar.
Biri
isyan
ediyor,
öteki
ulusal
devlet
stratejisinden
gelen
birtakım
kelimeleri
seçerek
kendisine
güç
devşirmek
istiyor.
Sınıf
çok
gündeme
gelmiyor
da,
mesela
Çorumluluk
gündeme
geliyor:
“Amasya’ya
havaalanı
yaptılar,
devlet
buraya
bir
çivi
çakmadı”
diyor.
Burada
sınıftan
ziyade,
kent,
cemaat,
bir
alt
kimlik
düzeyinden
konuşuyor.
Genç:
Çorum’daki
adam
küresel
ekonomide
kentlerin
yeni
bir
işlev
kazandığının
farkında.
Tarihsel
olarak
resmî
yapı,
Çorum’u
hor
görmüş,
dışlamış,
bunun
farkında.
“Ankara’dan
bir
şey
görmedik,
bundan
sonra
da
bize
bulaşmayın,
ama
bize
havaalanı
lazım,
ticaret
yapacağız.”
diyor.
İşadamı
mı
bu
sözünü
ettiğiniz
kişi?
Genç:
Hayır,
hiç
alâkası
yok.
Belki
de
o
havaalanını
hiç
kullanmayacak...
Genç:
Kesinlikle.
Ama
Çorumlu
kimliğini
makro‐ekonomik
bir
anlayış
içinde
kuruyor.
Bütün
o
kent
hikâyelerinde,
aslında
sınıfsal
bir
yön
devam
ediyor.
Kentel:
Evet,
bazen
sınıf
çok
daha
çıplak
olarak
gösteriyor
kendini,
bazen
de
iç
içe
geçmişliklerle,
kültürel
olarak
ifade
ediyor.
Türkiye’de
doğu‐batı,
geleneksel‐modern
kalıpları
açısından
da
iki
milliyetçilik
örneği
geliyor
aklıma.
Çanakkale’den
Müslüman,
ama
bir
yandan
da
kendini
modern
olarak
tanımlayan
biri
ile,
Kars’ta
Müslümanlık
vurgusu
yapan
iki
adamı
düşünelim.
Biri
yobaz
İslam
yorumlarına,
hurafelere
karşı
olarak
kendini
pozisyonlandırıp
“gerektiğinde
alkol
de
içerim”
derken,
bir
yandan
da
başka
retorikleri
alabildiğine
paylaşıyor,
“misyonerler
Türkiye’yi
bölmek
istiyor”
diye
anlatıyor.
Okulda
başörtüsüyle
ilgili
tavrı
çok
net:
“Devletin
alanı,
oraya
başörtüsüyle
girme,
başörtüsü
zaten
dışarıdan
yönlendirilen
komplonun
bir
parçası”.
Erzurum’daki
lastik
dükkânı
sahibi
de
mesela
sapına
kadar
milliyetçi,
“bu
memleket
için
biz
Anadolu
çocukları
kan
döktük,
gerekirse
bugün
gene
kan
dökeceğiz”
diyen,
bir
yandan
da
“kızım
başörtülü
diye
okula
sokmuyorlar,
devlet
beni
adam
yerine
koymuyor”
diye
şikâyet
eden
bir
adam.
Bu
anlatılanlarda
sınıfsal
değil,
kültürel
bir
dil
kullanılıyor,
ama
bir
yerde
sınıfa
eklemleniyor,
çünkü
“Türkiye’nin
batısı”
diye
bir
algı
var.
“Batı”
derken,
kararları
veren,
bütün
kaynakları
tüketen
ve
kendini
seküler,
laik
olarak
konumlandıran
yapıya,
zümrelere
karşı
itirazını
dile
getiriyor;
bunu
yaparken
dinden
beslenen
birtakım
referanslar
kullanıyor.
Üst‐orta
sınıf,
eğitimli,
büyük
şehirlerde
oturan
kesimin
son
dönemde
iyice
görünürleşen
milliyetçiliğini
nasıl
yorumluyorsunuz?
Bu
kesimler
bayrağa
sarılırken,
Cumhuriyet
mitingleriyle
coşarken
hangi
kaygıları,
hangi
istekleri
dile
getiriyor?
Sayı
#1
61
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Kentel:
Yaşam
tarzı
herhalde
onları
harekete
geçiriyor.
Cumhuriyetin,
o
seküler
“paket”in
parçası
olarak,
sosyal
devletin
getirileriyle
somut
birtakım
avantajlar
elde
etmişlerdi.
80’lerin
neoliberalizmine
kadar,
örneğin
eğitimle
sınıf
olarak
yükselmiş
olan
bu
insanların
bugün
yaşadığı
o
paketin
krizi.
Yeni
toplumsal
hareketlerle
birlikte,
yeni
kültürel
değerleriyle
birtakım
yeni
toplumsal
sınıflar
yükselirken,
bugüne
kadar
sahip
oldukları
yaşam
tarzlarını
kaybetmekten
korkuyorlar.
Bir
“düşman
kültür”
geliyor.
“Düşman
kültür”
sadece
kültürel
olarak
gelmiyor,
sosyal,
sınıfsal
pozisyonu
kaybetme
riskini
de
getiriyor.
Sınıf
meselesini
hep
kültürel
olarak
yaşadık
Türkiye’de.
Onu
hep
kültürler
vasıtasıyla
anlattık.
Farklı
bir
kültür
geldiği
zaman,
aslında
bilinçaltında
saklı
olan
sınıfsal
durumuna
da
iğne
sokuyor
insanların.
Tamamen
kültürel
olarak
ifade
ediyor:
“taşralı”,
“yobaz”...
O
insanlar
sınıfsal
pozisyonunu
tehdit
ettiği
için,
yaşam
tarzını
korumak
üzere,
bayrak
gibi,
Atatürk
gibi
en
ortak
milliyetçi
sembolleri
onlara
karşı
kullanıyor.
Bu
kesimde
ağır
basan,
şeriat
ve
İslamcılar
korkusu
mu?
Bu
insanlarda
AB,
hatta
Avrupa
karşıtlığı
da
yükseliyor.
AB
onlar
için
ne
anlam
ifade
ediyor?
Kendilerini
Avrupalı
sanarken
ve
bununla
övünürken,
AB
sürecinde,
Avrupalı
olmadıklarını
mı
gördüler?
Hem
Avrupa’ya
hem
de
İslamî
olan
hemen
her
şeye
duyulan
tepkinin
nedeni
ne,
bu
ikisi
arasında
bir
ilişki
var
mı?
Ahıska:
Küreselleşmeyle,
çok
ciddi
çatışmaların,
yoksullaşmanın,
kutuplaşmanın
yaşandığı
bir
süreçten
bahsediyoruz.
Bu
sosyal
çatışmalar
karşısında,
birleştirici
simgelerin,
birleştirici
dilin
yetersizleştiğini,
çok
güçsüz
kaldığını
görüyoruz.
Üst
orta
sınıflar
bir
yandan
kendilerini
diğerlerinden
mekânsal
ve
kültürel
olarak
ayırmaya
çalışırken
kendilerinden
uzaklaştırdıklarının
tehdidini
de
enselerinde
hissediyorlar.
Milliyetçilik,
kapitalizmin
getirdiği
kutuplaşmayı
yok
sayan
bir
birlik
hayali.
Bu
insanların
varolan
kimlikleriyle,
yaşam
tarzlarıyla,
kültürleriyle
yaşamaya
devam
edebilmesi,
kendilerini
güvence
altına
alabilmesi
için
başvuracakları
bir
şey
olarak
milliyetçilik
yeniden
tanımlanıyor.
Aşağı
konumda
olan,
giderek
yoksullaşan
insanlar
içinse
bir
şey
kazanmanın,
bir
yere
gelmenin
umudu
olabiliyor
milliyetçilik.
Milliyetçilik
belki
şu
anda
hiçbir
zaman
olmadığı
kadar
ortak
bir
dil
gibi
kullanılıyor.
Ama,
altında
yüzlerce
farklı
çatışma,
yüzlerce
farklı
ihtiyaç,
farklı
saik
var.
Türkiye’de
1970’lerde
sosyalizm
başka
bir
dil
oluşturabiliyordu.
Bugün
sosyalizmin
böyle
bir
dil
olmamasıyla
birlikte,
insanların
haklarını
savunmak
ya
da
yaşamlarını
sürdürebilmek
için
başvurabilecekleri
tek
geçerli
dil
sanki
milliyetçilik
gibi
görülüyor.
Üst
orta
sınıflar
için
ortak
bir
imgelem
oluşturmak,
“biz”e
ait
sınırları
yeniden
çizmek
ve
bu
sınırlar
içinde
kendi
konumunu
korumaya
çalışmakla
ilgili
bir
şey.
Bu
yüzden
sürekli
kışkırtarak,
sürekli
yeniden
düşmanlar
yaratarak
ortaya
sürülen
bir
dil.
AB
karşıtlığı
ise
hınç
taşıyor
içinde.
Yabancı
düşmanlığını
körükleyerek
kendi
aidiyetini
yaratmaya
çalışıyor,
hem
Batılı
hem
Batı
karşıtı
olarak
icra
edilen
bir
kimlik
bu.
Tarihsel
bir
eziklik
ve
hınç
taşıyor
içinde,
Batı’ya
karşı
Batılı
olmayı
bir
nevi
“hakikilik”
olarak
konumlayıp
ötekilere
karşı
üstünlüğe
çevirmeye
çalışıyor,
kendine
tehdit
olana
set
çekiyor,
ben
buna
“Garbiyatçılık”
diyorum.
Kentel:
“Paket”
olarak
adlandırdığım
şey,
yani
dindar,
geleneksel
bir
dünyaya
karşı
Batı
referansıyla
yaratılan
modern
ulus,
bir
tür
Batı’ya
doğru
gitmek
demek.
Ama
aynı
zamanda
bu,
bir
yandan
da
düşmanına
doğru
gitmek,
yenemediğin
düşmanına
benzemek
olarak
da
adlandırılabilir.
Türk
modernleşmesinin
yarattığı
bir
orta
sınıf
var.
Modernleşme
temsillerini
ve
ideallerini
en
fazla
bu
orta
sınıf
özümsedi,
içselleştirdi,
çünkü
okula
en
fazla
onlar
gitti.
Okulda
“doğru”yu,
“iyi”yi,
“modern”i,
“çağdaş”ı
öğrendiler.
Bu
temsillerle
en
çok
onlar
sosyalize
oldu.
Dolayısıyla,
bu
paket
bozulurken,
en
fazla
krize
girenler
de
onlar
belki.
Onlar
krize
girerken,
en
önemli
kültürel
mücadele
araçları
din,
İslam,
İslamcılık
olan
ve
onların
yerine
göz
diken
birtakım
toplumsal
gruplar
var.
Öbür
taraftan,
o
orta
sınıfı
küreselleşme
de
sıkıştırıyor,
sıkışmışlığı
belki
en
fazla
yaşayan
grup
onlar.
Ötekiler
kendi
kültürleri,
gelenekleriyle
birtakım
melez
durumlar
yapıyorlar,
ama
krize
girenlerin
melezlikleri
de
kalmadı.
Kendi
geçmişleriyle
çok
fazla
mücadele
ettiler,
cumhuriyetin
utandığı
her
şeyden
onlar
da
utanarak,
bunları
kendi
içlerinde
alabildiğine
bastırdılar;
neredeyse,
kendi
içlerindeki
ötekiye
karşı
mücadele
ediyorlar.
Bugün
AB,
“korunaklı
modern
orta
sınıf
alanların
artık
olmayacak”
diyor.
Kapitalizmin
bütün
izdüşümleriyle
birlikte,
küreselleşme
de
bunu
diyor.
Bu
sıkışmışlık,
Türkiye’deki
milliyetçilik
dilinin
yeniden
güçlenmesindeki
ya
da
kullanılır
hale
gelmesindeki
bir
parçayı
da
anlatıyor,
onlar
kendilerine
“ulusalcı”
diyorlar.
Öz
Türkçe
bir
kelime
kullanıyorlar;
millet
gibi
Osmanlı’ya
gönderen,
devamlılık
anlatan
bir
hikâyeden
çok,
1923’ten
itibaren
başlatıyorlar
hikâyeyi.
Sayı
#1
62
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Ahıska:
Ben
biraz
daha
farklı
bakıyorum.
1980
sonrası
yaratılan
yeni
üst
ve
orta
sınıfı
da
hesaba
katmalı.
Milliyetçilik
bir
yandan
da
bu
yeni
sınıfın
bu
koşullarda
aktif
olma
biçimi.
1930’larda
Kemalist
bir
millet,
bir
millî
kültür
yaratmaya
çalışan
üst
sınıflarla,
elitlerle,
1980
sonrasındaki
“liberal”
ekonomilerin
ortaya
çıkardığı
sınıf
aynı
değil.
Kendine
fütursuzca
“beyaz
Türk”
diyebilen,
çok
daha
ırkçı
tepkiler
gösterebilen,
çok
daha
saldırgan
olabilen,
toplumun
bütününü
düşünmek,
toplumun
bütünü
için
politikalar
geliştirmek
yerine
devletin
ötesinde
etkin
olma
biçimini
bulan
bir
grup
bu.
Bu
ulusalcı
mitingler,
bu
sınıfların,
özellikle
de
kadınların
politik
olarak
kendini
ortaya
koyma
biçimi.
Kentel:
Kamusala
adım
atmak
da
diyebiliriz.
Artık
her
şey
garanti
değil,
sokağa
çıkıp
kendi
korumak
için
bir
şeyler
yapmaya
çalışıyor.
Ahıska:
Ve
ırkçılıkla
çok
iç
içe
geçiyor...
Belki
de
Türkiye
böyle
modernleşiyor;
Türkiye
demokratikleşmedi,
ama
modernleşti.
Bütün
Batılı
düşünürlerin
anlattığı
modernleşme
bu
değil
mi:
Evsizleşme,
ayağının
altından
toprağın
çekilmesi,
köylünün
toprağını
kaybetmesi,
proleterleşme,
iş
güvencesinin
yok
olması,
kültürel
dolayımların
ve
belirsizliğin
artması,
çatışmaların
benzer
bir
simgesel
düzleme
taşınması.
Kapitalizmin
tarihi
içinde
düşünürsek,
bir
ev
kaybı
anlamına
geliyor
modernleşme.
Türkiye’de
bizi
bu
kadar
uğraştıran,
açmaza
sürükleyen
modernlik
sonunda
gerçekleşiyor
sanki,
modernlik
kavramımız
başka
türlü
yüklü
olduğu
için
bunu
görmek
zor
olabilir.
Türkiye
demokratikleşmiyor,
ama
modernleşiyor...
Bütünleştirmesi,
bir
arada
tutması
beklenen
milliyetçi
dili
her
kesim
diğerine
karşı
“silah”
olarak
kullanıyor.
Milliyetçilik
niçin
“dışarı”
karşı
olmaktan
çok,
esas
olarak
toplumu
bölen,
parçalayan
işlev
görüyor?
Kentel:
Strateji,
en
tepeden
en
aşağı
kadar
kesen
dikey
bir
çizgi,
bu
güzergâhta
yol
alma
yöntemi
aslında.
Stratejinin
temel
gözetleme
kuleleri,
temel
gramer
kuralları
var.
(Stratejiyi
gramerle
ya
da
dille
anlatmak
Michel
de
Certeau’nun
çok
kullandığı
bir
metafor.)
Bu
gramer
kurallarını
zaman
zaman
ihlâl
ediyoruz,
aynı
dille
küfür
de
ediyoruz,
aşkımızı
da
anlatıyoruz.
Ama
bu
dilin
birtakım
tabuları,
günah
olarak
kabul
ettikleri,
asla
söylenmemesi
gereken
ya
da
mutlaka
söylenmesi
gereken
şeyleri
de
var.
Milliyetçiliğin
de
ana
gözetleme
kulelerinin
başında
galiba
sınır
tanımlaması
var:
Ulus...
Burası
Türklerin
ülkesi;
ötekiler,
Bulgarlar,
Yunanlılar,
vs.
onlar
buranın
dışında.
Günahlarını,
sevaplarını,
mutlaklarını,
kutsallarını
öğrenerek
bu
dili
kullanıyorsanız,
gündelik
hayatınızda,
en
ihtiyaç
duyduğunuz
yerlerde,
güvensizliklerinizi
aşmak,
isyanlarınızı
dile
getirmek
için
de
bu
esaslarla
hayatın
en
dibine
kadar
indiriyorsunuz
dili.
En
makro
düzeyde
Türkiye’nin
düşmanları
varsa,
aşağı
inin,
örneğin,
Nişantaşı’nın
da
düşmanları
var,
Sünnilerin
de
var,
Alevilerin
de
var.
İnsanlar
hayatın
her
alanında,
o
gözetleme
kulelerinin
kontrolları
altında
kendi
dillerini
yine
aynı
esaslarla
yeniden
üretiyorlar.
Dolayısıyla,
o
yüzden
“parçalayan”
milliyetçilikler
olmaya
başlıyor.
Cemaat
ihtiyacı
da
bu
parçalanmadan
mı
doğuyor?
Ahıska:
Ben
yine
1980
sonrasına
bağlayacağım,
politik
dil
o
kadar
fakirleşti
ki.
70’lerde
çok
daha
zengin
bir
politik
dil
konuşuluyordu.
Kültür
endüstrisiyle
de
birlikte,
başta
televizyon
olmak
üzere
basın
aracılığıyla
milliyetçiliğin
bir
dil
olarak
kurgulanması
ve
yaygınlaştırılması
giderek
bunu
bir
model,
bir
kalıp
haline
getiriyor.
Bu
kalıbı
alıp
istediğin
gibi
kullanabilmen
için
sana
neredeyse
bir
meta
olarak
sunuyor.
Aslında,
son
derece
kof,
altı
boş
bir
şey.
Bayrak
üzerinden
düşünürsek,
her
yere
bayrak
asılıyor,
rekor
uzunlukta
bayraklar
üretiliyor,
ama
o
kadar
çekiştirilmiş
bir
şey
ki,
birleştirici
gücü
kalmamış,
simgesel
olarak
da
zayıflamış.
“Ben
daha
uzun
bayrak
yaparım”,
“ben
daha
çok
bayrak
asarım”
gibi
kıyasıya
bir
mücadele,
ayakta
kalmak,
karşındakini,
düşmanını
yok
etmek
için
kullanılan
silahlar
haline
geliyor.
Dinin
yerine
geçen
bir
inanç
sistemi
olarak
milliyetçilik
ve
onun
kutsallığını
oluşturma
ideolojisinin
bu
anlamda
iflas
ettiğini
düşünüyorum.
Milliyetçilik
Türkiye’de
hegemonik
olup
da
insanları
kendine
çeken
bir
dil
oluşturmuyor,
tam
tersine
silah
gibi,
bir
meta
gibi
üretilip,
kışkırtılıp
sunuluyor.
Sayı
#1
63
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Kitaptaki
alıntıların
neredeyse
tamamında,
sapına
kadar
milliyetçi
Trabzonludan
Nişantaşılı
ulusalcıya,
ortak
olan,
Türklük
tariflerinin
hep
negatif
olması:
“tembeliz,
beceriksiziz,
pisiz,
çabuk
gaza
geliriz...
“
Gururlanılan
şeyler
varsa
da,
bunlar
bölük
pörçük
bilinen
haliyle
geçmişte
kalmış.
Bugüne
dair
olumlu
hiçbir
meziyetinden
söz
edilmiyor
Türklerin...
Ahıska:
Ciddi
bir
kriz
bu,
değil
mi?
Kentel:
Galiba
yine
ev
metaforu
bunu
açıklayabilir.
İçinde
rahat
edilen
bir
ev
değil
bu.
“Size
çok
güzel
bir
ev
yaptık,
alın
oturun”
dense
bile
insanlar
onu
öyle
hissedemiyor.
Ahıska:
Modernleşme
derken,
tam
da
bunu
kastediyordum.
Artık
o
eski
evler
yıkıldı,
eski
bağlar
hızla
çözülüyor,
onun
yerine
konabilecek
yeni
bağlantılar
var
ama,
bunun
karşılığı
milliyetçilik
gibi
gösteriliyor.
Fakat,
birlikte
yaşayan
insanların
ortak
bir
cemaat
oluşturabileceğine
dair
bir
imgelem
yaratılamıyor
bunun
etrafında.
Milliyetçiliğin
son
derece
fakir
dili
yaşanan
çatışmaları,
çelişkileri,
ihtiyaçları
ve
arzuları
ifade
etmeye
yetmiyor.
Marx’ın
din
üzerine
söylediği
ünlü
“kalpsiz
bir
dünyanın
kalbi,
ruhsuz
bir
hayatın
ruhu”
sözü
akla
geliyor.
Milliyetçilik
sanki
bunun
yerini
almaya
aday
gibi.
Ahıska:
Evet,
ama
alamıyor
da.
Ona
aday
oluyor,
onu
kışkırtmaya
çalışıyor,
bütün
o
uzaklıkları
kendine
çekmeye
çalışıyor,
ama
bir
yandan
da
öyle
bir
zemin
sunamıyor.
Afyon
ya
da
ilaç
olamıyor...
Ahıska:
Evet,
acıları
dindiremiyor,
tam
tersine
acıları,
yaraları
kaşıyor.
Kentel:
Bunu
hâlâ,
bir
ölçüde
de
olsa,
din
yapabiliyor,
o
yüzden
milliyetçilik
dindarlaşıyor
bir
yandan
da.
Milliyetçilik
dinsel
olarak
yaşadığınızın
yerine
geçmeye
çalıştı,
ama
tam
olarak
yok
edemedi
de
onu.
Bu
nedenle
de
çoğu
kişi
milliyetçiliği
dindar
bir
okumayla
yapıyor.
Strateji
de
kutsalları,
kâbeleri,
tapınaklarıyla
dindarlaşıyor.
Ahıska:
Ama
din
de
din
olmaktan
çıkıyor.
Üst
orta
sınıflarda
Atatürk
dini
gibi
bir
durum
var.
Saha
çalışmalarınızdan
edindiğiniz
izlenim
nasıl,
alt
sınıflarda
da
Atatürk
vurgusu
var
mı?
Ahıska:
Herkesin
farklı
bir
Atatürk’ü
var.
Genç:
İllâ
Atatürk
olarak
ifade
edilmese
de,
törenselleşerek,
ritüelleşerek
milliyetçilik
dinsel
karakterini
gösteriyor.
Alt
sınıflarda,
üst
sınıflardaki
kadar
net
ifade
edilen
bir
Atatürk
imgesi
yok
galiba.
Kentel:
Bu
konuda
eğitim
çok
önemli
rol
oynuyor.
Niye
her
yerde
“eğitim
şart”
dendiği
anlaşılıyor.
Üst
sınıflarda,
Atatürk,
Cumhuriyet,
semboller
konularında
sözler
daha
derli
toplu,
altı
biraz
daha
dolduruluyor.
Kitabı
Hrant
Dink’in
anısına
ithaf
ediyorsunuz.
Giriş
bölümünde
de
“Hrant
yaşıyor
olsaydı,
bu
kitabı
başka
bir
şekilde
yazmak
ve
okumak
mümkün
olacaktı”
diyorsunuz.
Geçmişte
Rumların
yaşadığı
topraklarda
yaşayan
nüfus,
silah
kültü,
işsiz
ve
seçeneksiz
gençler,
Ermeni
meselesi,
medyanın
bu
konudaki
kışkırtıcı
dilinin
etkisi,
devletin
milliyetçilik
ve
milliyetçilerle
ilişkisi
gibi
pek
çok
ara
başlığı
anlamaya
çalışmakta
Hrant
Dink
cinayetinin
analizi
çok
yardımcı
olabilir.
Bütün
bu
unsurlar
açısından,
çalışmanız
çerçevesinde
Hrant
Dink
cinayetini
nasıl
bir
yere
oturtuyorsunuz?
Kentel:
Hrant
Dink
cinayeti,
bu
araştırmanın
anlamaya
çalıştığı
en
zor
şeylerden
biriydi
belki
de.
Aslında
bu,
a
posteriori
bir
anlama
çabası
oldu.
Biz
görüşmelerimizi
bitirdikten
birkaç
ay
sonra
Hrant
Dink
öldürüldü.
Ama
yaptığımız
görüşmelerde,
Ermeni
meselesi,
Ermenilere
karşı
duyulan
nefret
geçiyordu.
Hrant
Dink
cinayetinde,
kabaca
üç
ayrı
düzeyin
üst
üste
örtüştüğü
bir
hikâye
var.
Biri,
erkeklik
ve
ona
bağlı
olarak
kahramanlık,
kurucu
mit:
“Savaştan
geçtik,
öldük,
Sayı
#1
64
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
öldürüldük,
direndik,
yiğit
gibi
savaştık”.
Dolayısıyla,
Türklüğe
kahraman
bir
öz
atfeden
bir
taraf
var.
Bunun
en
somut
yaşanış
hali
esas
olarak
erkeklik
galiba.
Ataerkil
bir
kültürün
askerliğinin,
savaşçılığının
modern
milliyetçi
kültür
tarafından
yeniden
yorumlanması,
erkek
semboller...
Çok
geniş
bir
kesim,
hatta
bütün
toplum
erkeklik
söylemiyle
besleniyor.
Erkeklik,
erkeklerin
kadınlar
üzerinde
uyguladığı
bir
şey
kadar,
belki
ondan
daha
çok,
erkeklerin
kendilerinin
de
maruz
kaldıkları
bir
şey.
Vatan
için,
Türklük
için
şehit
olmak,
kahramanlık
yapmak
gibi
kelimelerle
strateji
tarafından
bu
“erkeklik”
yeniden
üretiliyor.
İkinci
düzey,
can
sıkıntısı,
sosyal
faaliyetsizlik,
hatta
işe
yaramamak,
ufuksuzluk...
Klasik
tabirle
sosyal
sorun
olarak
adlandırabileceğimiz
durum.
Bu
sosyal
sorun
ve
tüketilen
erkeklik
arasında
da
popüler
kültürün
alanı
var.
Bütün
o
tatminsizlikleri
ve
tatminsizliklerle
söylem
arasındaki
boşluğu
doldurarak
söylemin
benimsenmesini
kolaylaştıran
ve
o
yüzden
popüler
olan
bir
kültür
üretimi
var.
Bunun
en
sembolik
örneği
“Kurtlar
Vadisi”
dizisi.
O
işe
yarayamayan
insanların
nasıl
işe
yarayabileceklerine
dair
semboller
ve
temsiller
üretiliyor.
Polat
Alemdar
gibi
kahramanlar
hayranlık
uyandırıyor,
hepsi
gayrimeşru
işler
yapıyor,
adam
öldürüyor,
siyah
paltolar
çekiyorlar...
Bu
popüler
kültür
ulusal
ya
da
yerli
de
değil,
tamamen
Amerikan
bir
hikâye.
Bu
üç
unsurun
üzerine
Trabzon
Pelitli’deki
O.S.’nin
durumu
eklemlendi.
Trabzon
silahın
peynir
ekmek
gibi
bulunduğu,
sıradan
hale
geldiği
bir
coğrafya.
Canı
sıkılan,
popüler
kültür
tüketen
erkek
adamın
kahraman
olmak
için
peynir
ekmek
gibi
satılan
ve
kullanılan
bir
araçla
bütünleşmesi.
Ancak,
bütün
bunları
paylaşan,
can
sıkıntısı
çeken,
sadece
televizyon
seyreden,
maça
giden
ama
O.S.’nin
yaptığını
yapmayacak
olan
birçok
kişi
de
var.
Eczanede
çalışan
silah
hayranı
iki
gençle
konuştuk
mesela,
onların
ölmek,
öldürmek
gibi
şeylerle
alâkaları
yok.
O
cinayeti
açıklamak
için
sadece
popüler
kültür
tek
başına
yeterli
değil,
sadece
erkeklik
yeterli
değil,
sadece
canı
sıkılmak
da
yeterli
değil.
Çorumlu
bir
çocuk
vardı,
müthiş
canı
sıkılıyordu,
yapacak
hiçbir
şeyi
yok;
inanılmazdı,
masum,
uysal,
çocuğa
sarılasın
geliyor,
hayatta
birini
öldürmek
kafasından
geçmeyecek,
belli.
Trabzon’da
yaptığımız
görüşmelerden
biri
çok
öğretici
oldu.
Trabzonspor
Avrupa
kupasında
Kıbrıs
Rum
takımı
Apoel’le
eşleşiyor.
Bunun
üzerine
Fenerbahçe
internet
sitelerinde,
“kardeş
takıma
düştünüz”
diye
dalga
geçiyorlar,
Trabzonluların
Rum
olduğunu
söylüyorlar.
Trabzonlu
bir
genç
“Bizim
aslında
belki
de
en
büyük
dertlerimizden
biri
bu,
bir
abi
de
söylemişti
bana.
Biz
Rumlarla
bağlantımızı
kesmek
için
belki
de
bu
kadar
çok
milliyetçi
olduk”
demişti.
Trabzon
kültürü
denen
de
belki
silah,
erkeklik
üzerinden
milliyetçiliğe
girmenin
yolu.
“Hanım
evladı
Rumlar”
gibi
olmamak
için
erkek,
tabanca
kullanan
adam
olarak
kendinizi
inşa
ediyorsunuz.
Bunlar
tabii
spekülasyon.
Sonuçta,
sadece
silah
da
Hrant
Dink’i
öldürmek
için
yeterli
bir
motif
değil.
Karmaşıklık
da
bu
zaten.
“Niye
öldürdü?”
“Milliyetçiydi
ondan.”
Değil
işte,
bu
çocuk,
aynı
anda
bir
sürü
şey.
Bir
sürü
kanalla
besleniyor,
taktikler
de
böyle
bir
şey.
Taktiklerin
de
bambaşka
görünümleri
var.
Taktikleri
sadece,
stratejiye
direnen
pozitif
bir
şey
diye
düşünmemek
lazım.
Hayatı
anlamlandırmak
için
başvurulan
taktikler,
toplumsal
hayat
için
hiç
de
olumlu
olmayabilecek
dünya
kadar
sonuç
yaratabilme
potansiyeli
de
taşıyor.
Ahıska:
Hrant
Dink
cinayeti
bir
dönüm
noktası
oldu.
Tarihi
eskiye
uzanan
bir
sürü
mesele
daha
görünürleşti.
Artık
resmî
ideolojinin
içinde
bunlarla
uğraşmak
çok
kolay
değil.
Mesela,
başından
itibaren,
Türklüğün
tanımlanmasında
gayrimüslimlik
çok
önemli
bir
yer
tutuyordu,
tarihsel
süreçte
“Türklük”
hep
Müslümanlıkla
iç
içe
geçen
bir
şey.
Osmanlı’dan
Türkiye
Cumhuriyeti’ne
geçiş
sürecinde,
gayrımüslimler
hep
Batı’nın
parçaları,
hatta
maşaları
olarak
görülmüş,
sonra
da
kimi
zaman
örtük,
kimi
zaman
çok
bariz
çatışmalar
yaşanmış.
Hrant
Dink
cinayetiyle
devletin
doğrudan
bu
işin
içinde
olduğu,
“derin
devlet”
lafının
ne
kadar
geçersiz
olduğu,
bunun
çok
daha
tanıdık
ağlarla
kurulmuş
bir
şey
olduğu
ortaya
çıktı.
İkincisi,
yüz
bin
insanın
“hepimiz
Ermeniyiz”
diye
yürümesi
çok
tarihî
bir
andı,
ciddi
bir
tehditti.
Tarihi
başka
türlü
sahiplenen
insanlar
vardı
ve
bunun
karşısında
duyulan
bir
telaş
vardı.
Ama
aynı
zamanda,
cinayetin
ardından,
bir
tribün
dolusu
insan
futbol
maçında
“Hepimiz
Ogün
Samast’ız”
diye
pankart
açıp
slogan
attı.
Çok
açık
bir
şekilde
cinayeti
ve
katili
hep
bir
ağızdan
sahiplendiler.
Ahıska:
Ben
de
oraya
gelecektim.
Bu
baş
edilemeyen
bir
tarih,
baş
edilemeyen
bir
karmaşa.
Foucault’nun
söylem
tanımını
hatırlarsak,
söylem
söylenebilenin
sınırlarını
çizer.
Burada,
söylenebilirin
sınırlarını
artık
çizemeyen
resmî
ideolojinin
iflası
var.
Bir
yandan
da
tarihte
inkâr
edilen,
sınırları
çizilen
şey,
küreselleşmenin,
kapitalizmin
gelişmesiyle
de
bağlantılı
olarak,
artık
o
şekilde
sabitlenemiyor,
çatışmaların
üstünü
örtecek,
çatışmaları
reddedecek
dilin
tutunamaması
Sayı
#1
65
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
karşısında,
müthiş
bir
şiddet
yaşanıyor.
Bir
bakıma
tam
bir
dilsizlik,
söylenebilirin
sınırları
da
çizilemiyor,
çünkü
çatışmaların
artık
üstü
sıvanamıyor.
Milliyetçilik
zaten
toplumsal
süreçlerin
reddi,
bir
aile
kurgusu,
“biz”
kurgusu,
ama
o
da
yapılamıyor,
çünkü
toplumda
ciddi
çatışmalar
var.
Bu,
çok
garip
bir
an.
Kentel:
Bu
olay
sadece
Türkiye’ye
özgü
bir
şey
değil.
Bu
da
bir
tür
Amerikanlaşma.
ABD’nin
taşıdığı
bir
güç
imgesi
var,
barış,
demokrasi
gibi
güzel
laflar
altına
sokarak
da
olsa,
her
şeyi
güçle,
şiddetle
yapıyor.
Adam
giriyor,
Irak’ı
işgal
ediyor.
Ulus‐devlet
de
direnirken
bile
Amerika’yı
taklit
ediyor.
Sert
küreselleşmenin
bütün
tezahürlerini
taklit
ediyor.
Dolayısıyla,
Polat
Alemdarlar,
“Kurtlar
Vadisi
Irak’ta”
falan,
Rambo’yu
taklit
ediyor.
Millîlik,
yerlilik
gibi
iddialarına
rağmen
Amerikan
askerleri
gibi
davranıyorlar
aslında.
Ulusalcıların
bel
bağladıkları
kurumların
başında
gelen
ordu,
en
Amerikancı
kurum
değil
mi?
Kentel:
Her
şeyin
modeli
Amerikan
ordusu.
Yüzlerini
boyayan,
bandana
bağlayan
komandolardan,
kıyafetlerine
kadar
her
şey...
Bu
süreçte
90’lar
çok
önemli
bir
dönemeç.
Genç:
Birkaç
momentin
örtüştüğü
bir
dönem
90’lar...
Solun
çekildiği,
küreselleşmenin
iyice
hissedilmeye
başlandığı,
Kürt
savaşının
en
sıcak
olduğu
dönem.
Kentel:
Liberalizm
her
şeyi
dümdüz
ediyor
ve
o
andan
itibaren
muhteşem
bir
güç
yarışı
başlıyor.
Liberalizmin
temeli,
herkesin
birey
olarak
yarışması
ve
en
güçlü
olanın
kazanması.
Dolayısıyla,
güçlü
olmak
için
mücadele
ediyorsunuz.
Ama,
herkes
konuşulabilir
pozisyonda.
İlk
moment
bu.
1980
bunu
sağladı:
Önceki
güçlü
toplumsal
hareketi,
en
azından
dil
olarak
solu
siliyorsunuz,
sağı
da
görünmez
kılıyorsunuz.
Böylece,
ortada
kalan
dillerle
başbaşa
kalıyorsunuz,
en
önemli
dilse
İslam’dı.
90’larda
Kürtler
de
konuşmaya
başlıyor,
Ermeniler
de
konuşmaya
başlıyor.
O
zamanlar
çok
gündemde
olan
“sivil
toplum”
lafını
düşünürsek,
sivil
toplum,
ya
da
toplumsal
hareketler,
konuşmaya
başlıyor.
Toplumsal
hareketlerin
konuşması
demek,
devletin
başından
beri
bir
tür
toplumsal
mühendislikle
kontrolu
altında
tutmak
ve
gerçekleştirmek
istediği
modernleşme
hareketinin
dışında,
başka
modernleşmelerin
olabilme
potansiyelini
ortaya
çıkarıyor.
Devletin
tarihiyle,
yurttaşlık
bilgisiyle,
sosyalizasyon
süreçleriyle
denetlemeye
çalıştığı
yapının
dışında,
başka
olanaklar
çıkmaya
başlıyor.
Bu
olanaklar
karşısında,
devletin
aldığı
önlemleri
izliyoruz.
AKP’nin
iktidara
gelmesiyle,
özellikle
AB
konusunda
net
adımlar
atmaya
başlamasıyla
beraber,
devletin
çok
daha
radikalleşen
muhafaza
çabaları
var.
AB’ye
girmek
varolan
paketi,
düzeni,
bütün
yapıları
bozmak
anlamına
gelecekti,
o
yapıları
korumak
için
devletin
içinden
bir
yerlerden
operasyon
başladı.
Kendini
korumaya
çalışan
bir
devletin
politikaları
bunlar.
Danıştay
saldırısı
örneğin,
birçok
şeyi
çok
bariz
gösteriyor.
Danıştay’a
saldıran
adam
kim?
Bir
piyon.
Bunun
İslamcı
tepki
olmadığı
çok
açık.
Alenen
çeteleri
görüyorsunuz
işin
içinde.
Tepki
tamamen
toplumsal
değişime.
Bütün
bu
değişimler
yaşanırken,
insanların
gündelik
hayatlarında
iyileşmeler
olabilseydi,
bu
sürecin
toplumun
lehine
işlediği
duygusu
olsaydı,
Genelkurmay’ın
psikolojik
harekâtları,
stratejinin
çeşitli
manevraları
toplumda
karşılık
bulmayabilirdi
belki...
Genç:
Ya
da
alternatif
bir
politik
tahayyül
yaratılmış
olsaydı,
böyle
olmayabilirdi.
Araştırmanın
sonuçlarını
tartışırken,
Mesut
Yeğen’in
güzel
bir
müdahalesi
olmuştu:
Küreselleşme
her
yerde
yaşanıyor,
her
yerde
benzer
dinamikleri
harekete
geçiriyor.
Türkiye’de
ve
mesela
Sırbistan’da
benzer
bir
hikâye
varken,
Latin
Amerika’da
niye
başka
bir
hikâye
var?
Niye
orada
insanlar
daha
faşizan
tepkiler
ortaya
koymuyor
da
sol
hareketlerde
kendini
ifade
ediyor?
Elbette
ki
Latin
Amerika
ülkeleriyle
bizim
aramızda
birden
fazla
düzlemi
kesen
yapısal
farklılıklar
var,
burada
kastedilen
“niye
orada
öyle
de,
biz
de
böyle
değil”
gibi
basit
bir
karşıtlık
kurmak
değil,
fakat
iki
izlek
arasındaki
farkların
nerelerde
izlenebileceğine
işaret
etmek.
Burada
alternatif
bir
politik
tahayyül
yaratabilmiş
olsaydık,
durum
çok
farklı
olurdu
kanısındayım.
Ayrıca,
hâlâ
da
yaratabiliriz,
bu
parçalanma
ya
da
dağılma
hali,
alternatif
bir
politik
tahayyül
inşası
için
de
bir
zemin
yaratıyor
bence.
Sayı
#1
66
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
Latin
Amerika
bizden
çok
önce
neoliberal
düzene
geçti
ve
çok
büyük
bir
tahribata
uğradı.
Ayrıca,
cuntaları
da
bizden
daha
ağır
ve
uzun
yaşadılar.
Bizimle
Latin
Amerika
arasındaki
en
belirleyici
fark
acaba
Latin
Amerika’da
dinle
sosyalizmin
karşıtlık
içinde
olmaması
mı?
Ahıska:
Devlet
de
çok
daha
birleştirici
orada.
Laclau
analizlerinde,
Latin
Amerika’da
devletin
birleştiriciliğinin,
farklılıkları
içerici
olmasının,
vatandaşlık
ilkesinin
daha
geçerli
olduğunu;
Türkiye,
Macaristan
gibi
ülkelerdeyse
vatandaşlık
temelinde
içermeye
çalışan
bir
politika
olmadığını,
etnik
temelli,
dışlayıcı
bir
milliyetçilik
olduğunu
anlatıyor.
Kentel:
Latin
Amerika’da
Bolivar
diye
bir
fenomen
de
var.
Bu,
Latin
Amerika
birliği
düşüncesini
mümkün
kılıyor.
Orada
hiçbir
zaman,
gerçek
bir
milliyetçilik
olamıyor,
çünkü
sınırların
ötesinde
de
yine
Avrupa’dan
göçmüş
insanlarla
yerliler
var.
Türkiye’deki
modernleşme
Fransız
modelini
yanına
alırken,
laiklik
de
dini
karşısına
alıyor.
Latin
Amerika’da
dini
karşısına
alan
bir
model
olmadı.
İktisadî
boyuta
dönersek,
bir
yandan
toplum
yoksullaşıyor,
işsizleşiyor,
çaresizleşiyor;
eş
zamanlı
olarak
da
önemli
kaynakların
yabancı
sermayeye
satıldığını
görüyor.
Bu
da
milliyetçiliği
besleyen
bir
süreç
herhalde.
Solun
siyasal
alandan
çekildiği
bir
ortamda,
neoliberalizmin
faşizme
ya
da
reaksiyoner,
sert
milliyetçiliğe,
yabancı
düşmanlığına
açılmaması
mümkün
olabilir
miydi?
Genç:
Alternatif
bir
politik
tahayyül
–
ki
bunun
adı
bence
sol
–
olmadığı
müddetçe,
küreselleşme
doğru
tarif
edilemeyecek,
doğru
tarif
edilemeyen
küreselleşmeye
de
doğru
bir
muhalefet
geliştirilemeyecek.
Dolayısıyla,
bunun
bizi
götüreceği
en
kestirme
sonuç,
faşizm
olmasa
da
yabancı
düşmanlığı
olacak.
Ahıska:
Yabancı
düşmanlığı
ve
toplum
düşmanlığı
bence.
Meseleyi
toplumsal
olarak
görmek
yerine,
hep
yakınlık
terimleri,
aile
terimleri,
erkeklik
vs.
üzerinden
gördüğünüz
ve
konuştuğunuz
zaman,
tepkiler
de
onunla
ilgili
olarak
ortaya
çıkıyor.
Kentel:
1990’larla
birlikte
toplum
konuşmaya
başladı
dedik
ya,
ama
konuşmak
için
kullandığı,
kültürel
bir
dil.
Kapitalizmin
kültürel
promosyon
ve
satış
malzemesi,
postmodernizm.
İnsanlar
da
ancak
böyle
ifade
edebiliyorlar
kendilerini.
Küreselleşen
kapitalizm,
neoliberalizm
insanların
kendilerini
kültürel
düzeyde
ifade
etmelerinin
yolunu
açtı,
ekonomik
dili,
sınıfsal
dili
unuttuk.
Liberalizm
için
bulunmaz
bir
nimet
bu.
Yönetenler
açısından,
insanlar
sınıf
olarak
kalkıp
isyan
edeceğine,
“kültür
mültür
gibi
yerlerden
takılıyor”.
Dolayısıyla,
kültürel
kimlikler
kendilerini
ifade
eder,
kültürel
taleplerde
bulunurken,
bu
sadece
bir
özgürleşme
doğurmadı;
aynı
zamanda,
kendi
içine
kapanan,
hatta
totaliterleşen
cemaatleri
de
yarattı.
Kültürel
kimlik
özgürlük
ifade
ederken,
milliyetçilik
böyle
bir
şey
de
ifade
edemiyor.
O
zaman
nereye
gideceksiniz?
Belki
de
faşizm
gibi
bir
duruma
düşeceksiniz,
hakikaten
dibe
vuracaksınız.
Burnun
duvara
sürtüldüğü
an,
“Eyvah!
Artık
başka
bir
şey
bulmam
lazım,
bu
dil
beni
kurtarmıyor”
hali
gelecek
muhtemelen.
O
zaman,
alternatif
dilin
solun
en
önemli
programı
olması
lazım.
Kültürel
kimlikler
meselesini
gözardı
etmeden
–çünkü
o
alan
her
ne
kadar
kapitalizmin
işine
yaradıysa
da
bir
özgürlük
talebiydi–
sınıfsal
olanın
yeniden
konuşulabileceği
bir
dil
olması
lazım.
Belki
de
bu
sunulana
karşı
yeni
bir
cemaat,
bütün
hikâyelerimi
barındırabilecek,
bana
sıcak
bir
yuva
verecek
yeni
bir
ev
kurulabilmeli.
Ve
ancak
öyle
direnilebilecek
herhalde.
“Cemaat”i
yeniden
yorumlayabilir,
başka
şekilde
kurgulayabiliriz.
Richard
Sennett
geliyor
aklıma,
örneğin,
kenti
yeniden
bir
arada
yaşamanın
bir
modeli
olarak
düşünebiliriz.
Beni
hem
anonimleştiren,
geleneksel
cemaatimden
kurtaran,
ama
bir
yandan
da
bütün
o
karmaşıklığın
içinde
bana
yeni
bir
kimlik
veren
kent.
Bir
arada
olmaları
paradoksal
gibi
görünen
“kent”
ve
“cemaat”
kelimeleri
beraber
düşünülebilirse,
siyasal
tahayyülün
de
önü
açılabilir.
Modernitenin
bize
öğrettiği,
kentleşerek
cemaatten
kurtulacağımızdı.
O
cemaatten
kurtulabiliriz
ama,
kentte
de
başka
türlü
kurguladığımız
cemaatle
beraber
düşünebiliriz.
“Ulus‐devletin
hayalinin
özdeşleştiği
erkekçe
temsillerin,
sembollerin
çökmesiyle
birlikte
toplum
alttan
görünmeye
başlıyor.
Ancak
bu
görünen
toplum,
seküler
milliyetçiliğin
öngördüğü
“rasyonel”,
“eril”
temsillerin
hegemonyası
altında
zapt‐ı
rapt
altına
alınan
toplum
değil.
(...)
Üzerine
sürdüğü
cila
çatlayınca,
altından
bütün
kadınsılığıyla
toplum
çıkıyor.
Ve
o
güne
kadar
Sayı
#1
67
Ferhat
Kentel,
Meltem
Ahıska
ve
Fırat
Genç’le
Milliyetçilik
Üzerine
Söyleşi:
Siren
İdemen
kendini
hep
erkek
olarak,
erkeklik
sembolleriyle
öğrenmiş
olan
toplum
kadınsılığını
fark
ediyor”
diyorsunuz.
Bu
kadınlaşma
halini
biraz
açar
mısınız?
Kentel:
Ulus‐devlet
eril
temsillerle
kendini
yeniden
üreten
bir
ideolojiyse,
bu
ideolojinin
aldığı
her
darbe,
onun
erilliğini
zora
sokuyor.
Demin
konuştuğumuz
“biz
Türkler
hep
kötü
şeyler
yapıyoruz”
yakınması
örneğin,
güvenini
kaybetmiş
olmak
demek,
halbuki
erkek
“kendine
güvenen”dir.
Milliyetçilik
artık
güven
vermekten
çıkıyor,
hayatın
karmaşası
çok
daha
görünür
hale
geliyor.
Artık
herkes
karmaşık.
Milliyetçi,
erkekçi
ideoloji
bakımından
bu
“kadınlık”
haline
tekabül
ediyor.
Millet
kadınlaşıyor.
“Erkeklik”le
özdeşleşmiş
bir
toplumdan
farklı
olarak,
kolayca
ağlayan,
gerçekten
aşık
olan,
duygularıyla
konuşan,
bazen
sessiz
ve
itaatkâr,
bazen
çığlık
çığlığa
isyan
eden,
yalvaran,
kendisiyle
çelişen,
“kadın
gibi”
bir
toplum.
Nasıl,
geçmişimde
dindarlığımı,
gelenekselliğimi,
etnik
durumumu
unutmam
vazedildiyse
milliyetçilik
tarafından,
aynı
zamanda
kadınlığımı
da
unutmam
vazedilmişti.
Kemalist
Türk
kadını
da
bu
vatana
gürbüz
çocuklar
yetiştirecek
“erkek”
bir
kadındır.
Ama
bugün,
bu
karmaşıklıkta,
herkes
kırılgan,
herkes
kadın
gibi
davranıyor.
Bir
taraftan,
çok
iyi
bir
şey;
erkekler
kadınlık
halini
deneyimliyorlar.
Ama
aynı
zamanda,
kendi
içimde
istemediğim
bir
şey
karşıma
çıkıyor.
Toplum
kadınlaşırken,
milliyetçilik
de
daha
fazla
erkekleşiyor,
kendi
kendiyle
mücadele
eder
hale
geliyor.
Araştırmaya
başladığınız
noktayla,
yayınlanması
arasında,
zihnen
ve
ruhen
bir
farklılık,
bakışınızda
değişiklikler
oldu
mu?
Ahıska:
Temsillerin
ne
kadar
önemli
olduğunu
fark
ettim.
Bu,
sınıfsal
çatışmaların,
iktisadî
yapıların
önemsiz
olduğu
anlamına
gelmiyor,
ama
dil
meselesinin,
tahayyülün,
kalıpların
ne
kadar
önemli
olduğunu
düşündüm
araştırmanın
sonunda.
Tahayyülün
oluşturulması
meselesinin
aydınlarla
ilgili
bir
yanı
da
var,
iktidar
karşıtı,
muhalif
bir
topluluk
tahayyülünün
yaratılmasında
çok
bocaladığımızı
düşünüyorum;
akademik
araştırmalardaki
tahayyüller,
basında
oluşturulan
tahayyüller
de
buna
dahil.
Ben
“alternatif”
lafını
çok
benimsemiyorum.
Marx’ın
Ruge’ye
yazdığı
bir
mektuptaydı
galiba,
“dünyaya
nasıl
davranması
gerektiğini
öğretemeyiz”
diyordu.
Sonuçta,
tarihsel
olarak
karşımıza
çıkan
mücadelelerin
içinden
bir
eleştiri
üretmek,
onların
içindeki
anlamı
farklı
bir
şekilde
göstermek
durumundayız;
toplumsal
kesimlere
“mücadeleni
durdur,
işte
sana
gerçek,
onun
karşısında
diz
çök”
diyemeyiz,
yeni
düşünce
şekillerini
sıfırdan
yaratamayız.
Bu
araştırmanın
bir
önemi
de
bu
oldu
benim
için:
Çeşitli
ifadelerin
altındaki
arayışları
görebilmek
ve
oralardan
“farklı”
bir
dilin
hayalini
kurmaya
başlamak.
Genç:
Meltem’le
farklı
kelimelerle
ifade
etsek
de,
çok
farklı
bir
yerde
durmadığımız
kanısındayım;
ben
alternatif
bir
tahayyülün
tam
da
bu
tecrübe
içinden
çıkacağını
düşünüyorum.
Belki
de
toplumsal
tecrübenin
önemini
vurgulamak
açısından
“karşıt
bir
tahayyül”
demek
daha
doğru
olur.
Araştırmaya
başlarken,
bir
sosyal
bilimler
öğrencisi
olarak,
“tecrübeyi
sahiplenmek”
gibi
afili,
ama
ne
anlama
geldiğini
–bugünden
baktığımda–
tam
olarak
çözemediğim
laflar
ediyordum.
Kafamda,
memleketin
çok
milliyetçi
olduğu,
bu
güçlü
milliyetçi
damarın
çok
rahatsız
edici
bir
şey
olduğu
düşüncesi
vardı.
Ama
araştırma
sırasında,
milliyetçiliğin
ilk
anda
görüldüğü
kadar
güçlü
olmadığını,
her
şeyi
tutamadığını
anladım.
Alternatif
bir
tahayyülün
uçlarını
işte
bu
tutamama
hali
sayesinde
yakalayabileceğimiz
kanaatindeyim.
Leonard
Cohen’in
pek
güzel
söylediği
gibi:
“Her
şeyde
bir
çatlak
var
/
Böyle
girer
içeri
ışık.”
Kentel:
Milliyetçiliğin
ne
kadar
karmaşık
olduğunu
görmenin
benim
için
siyasal
sonucu
şu
oldu:
Bütün
bu
gördüklerimize,
bunların
düşündürdüklerine
rağmen,
hatta
bunlarla
beraber,
umudum
arttı.
Belki
popülist
gelebilir
ama,
benim
de
içinde
olduğum
bu
topluma
acıma
duygusu
oluştu.
Hakikaten
bu
kadar
acıklı
bir
toplumla
karşılaşacağımı
düşünmüyordum
açıkçası.
Sert
birtakım
insanlar
bekliyordum,
halbuki
o
sertliklerin
arkasında
inanılmaz
kırılmışlıklar,
çaresizlikler
var.
Böyle
bir
hale
ancak
kendini
yeniden
düşünen
bir
sol
cevap
verebilir.
Bu
potansiyel
olağanüstü
bir
şekilde
var.
İnsanlar
konuşmak
istiyorlar,
sol
bu
sesleri
duymalı.
Net
renkler,
keskin
ayrımlar
ortadan
kalkınca,
aradaki
iç
içe
geçişleri,
karmaşayı
görmek,
bu
karışıklık
haliyle
konuşabilecek
dilin,
bu
halleri
görebilecek
yeni
bir
sol
dil
olabileceğini
düşündürdü.
Solun,
içine
yeni
birtakım
unsurları
katarak
yeniden
doğabileceği
bayağı
mühim
bir
potansiyel
olduğunu
düşünüyorum.
Bu
da
bende
umut
yaratıyor.
Bu
toplumla
beraber
direnme
umudumu
besleme
gücünü
buluyorum.
Sayı
#1
68
Exception
[İstisna]
–
Sırbistan’da
Genç
Kosovalı
Sanatçılar
Sergisi
Vakası
Jelena
Vesić,
Dušan
Grlja,
Vladimir
Jerić
Vlidi
Bu
bölümde
Exception
–
Contemporary
art
scene
of
Prishtina
[İstisna
–
Priştine
Güncel
Sanat
Sahnesi]
başlıklı
sergi
ve
bu
serginin
Şubat
2008’de
Belgrad’da
vahşi
bir
biçimde
açılma(ma)sı
“vakası”
ele
alınıyor.
Sergiyle
aşağı
yukarı
aynı
zamanlarda
yerel
Kosova
liderliğinin
Sırbistan’dan
bağımsızlığını
ilan
etmesinden
hemen
önce
ve
sonrasında
patlak
veren
kitlesel
siyasi
fırtınanın
gölgesinde
kalan
bu
olay,
Belgrad’ın
“eleştirel
sanat
ve
aktivizm
sahnesi”
diye
tanımlayabileceğimiz
çevrelerde
bir
dizi
mitsel
yananlamlar
kazandı.
Bu
bölüme
aldığımız
üç
metnin
amacı,
böyle
bir
olayın
ortaya
çıkmasına
katkıda
bulunan
koşulları
ve
kümelenmeleri
incelemek,
tüm
bu
olanların
tam
olarak
ne
anlama
geldiğini
anlamaya
çalışmak
ve
doğurduğu
sonuçları
analiz
etmek.
Yayımlanmasının
hemen
ardından
çeyrek
milyon
defa
tıklanan
bu
video
klibin
şu
anda
eski
Yugoslavya
diye
bilinen
bölgede
yaşayan
çağdaş
toplumların
içinde
bulunduğu
koşullar
hakkında
çok
şey
söylediği
kanaatindeyiz
(bu
videonun
yeni
bir
versiyonunu
buraya
yeniden
yükledik.
Burada,
yaratıcısının
bir
nevi
savunmasını
yapan
bir
açıklamanın
İngilizce
çevirisi
bulunuyor.
Bu
metni
okumak
için
“more
info”ya
tıklayın.)
Videoda
bulunan
tek
tük
konuşmalar
Sırpça,
fakat
görüntülerin
oradaki
toplumsal
gerilimi
ve
“geçiş
halindeki
bir
toplum”un
çözümsüz
bulmacası
ile
günümüzün
küresel
kapitalizminin
“periferi”si
olarak
algılanan
şeyi
“normalize”
eden
bir
araç
olarak
“kimlik
politikaları”nin
kararsızlığı
içine
sıkışmış
“küçük
bireyin”
çaresiz
konumunu
anlatmaya
yettiğine
inanıyoruz.
Aşağıda,
bu
sergiyi
çevreleyen
olayların
bir
kronolojisini
ve
konuyla
ilgili
“İstisna
vakası”nın
ardından
yapılan
kimi
tartışmalara
verilen
tepkileri
de
içeren
bazı
linkler
bulabilirsiniz.
Jelena
Vesić,
Dušan
Grlja
ve
Vladimir
Jerić
Vlidi
‐
“Sergileme
Politikaları
ve
Güncel
Sanatta
Ulusal
Temsilin
Sorunları”
Jelena
Vesić
‐
“Dört
Perde
ve
Bir
Çift
Çorap”
Vladimir
Jerić
Vlidi
‐
“İstisna
ve
Olağanüstü
Hal”
Dušan
Grlja
Sayı
#1
69
Exception
[İstisna]
–
Sırbistan’da
Genç
Kosovalı
Sanatçılar
Sergisi
Vakası
Jelena
Vesić,
Dušan
Grlja,
Vladimir
Jerić
Vlidi
Olayların
Kronolojisi:
Hazırlayan:
Marko
Miletić
22
Ocak
2008
Belgrad’dan
Kontekst
ve
Novi
Sad’dan
Napon
adlı
STK’ların
düzenlediği
İstisna
–
Priştine
Güncel
Sanat
Sahnesi
adlı
serginin
Novi
Sad
Voyvodina
Çağdaş
Sanat
Müzesi’nde
açılışı
25
Ocak
2008
Sırbistan
Demokratik
Partisi
(DSS)
ile
Sırbistan
Sosyalist
Partisi’nin
(SPS)
belediye
komitelerinin
yanı
sıra
Kosova’dan
Atılan
ve
Tahliye
Edilen
Sırplar
Derneği,
Belediye
yetkililerinin
sergiyi
kapatmalarını
talep
ediyor,
yoksa
medyada
da
duyurmuş
oldukları
gibi
sergiyi
kendilerinin
kapatacağını
bildiriyorlar.
Aynı
gün
Dren
Maliqi’nin
Face
to
Face
[Yüz
Yüze]
adlı
işi
pek
çok
medya
organında
manipülasyon
aracı
olarak
kullanılıyor.
3
Şubat
2008
Başkanlık
seçimlerinin
ikinci
turu
yapılıyor.
Demokratik
Partinin
(DS)
adayı
Boris
Tadić
seçiliyor.
6
Şubat
2008
İstisna
sergisi,
Belgrad’daki
Kontekst
Galeri’ye
taşınıyor.
Aşırı
sağcı
Otečestveni
pokret
Obraz
[Vatansever
Hareketin
Onuru]
tüm
vatanseverlere
serginin
açılmasını
engellemek
üzere
web
sitesinden
ve
çeşitli
günlük
gazetelerden
çağrı
yapılıyor.
7
Şubat
2008
3
pm:
Polis,
sergi
organizatörlerini,
pek
çok
aşırı
grubun
sergiyi
basıp
açılışı
engelleyeceklerini
ilan
ettiklerini
söyleyerek
uyarıyor.
6
pm:
Sivil
kıyafetler
içinde
birkaç
düzine
polis
galeriye
ve
çevre
sokaklara
geliyor.
6.15
pm:
Çevre
sokaklara,
aşırı
grupların
galeriye
yaklaşmalarını
ve
girmelerini
engellemek
üzere
polis
kordonları
kuruluyor.
6.40
pm:
Kimliği
belirlenemeyen
bir
kişi,
galeriye
girmeyi
ve
Dren
Maliqi’nin
Adem
Jashari’yi
resmeden
işinin
bazı
kısımlarını
yırtmayı
başarıyor.
Suç
ortağı
eserin
tamamını
parçalayarak
görevi
tamamlıyor.
6.50
pm:
Organizatörler,
parçalara
ayrılmış
işi
olduğu
yerde
bırakarak
açılışa
devam
etme
kararı
alıyorlar.
7.05
pm:
Açılış
konuşmaları
başlıyor.
Küratörlerin
ilk
birkaç
cümlesin
ardından
orada
bulunan
aynı
zamanda
bir
ressam
ve
Sırp
Sanat
ve
Bilim
Akademisi
üyesi
bir
“vatansever”
elinde
tuttuğu
taşı
sallayarak
organizatörlere
hakaret
ediyor
ve
konuşmayı
kesiyor.
Ona
birkaç
kişi
katılıyor,
aralarında
yanında
iki
çocuğu
olan
bir
kadın
var,
çocuklarını
“terörist
Şiptar
sanatına”
tükürmeleri
için
oraya
getirmiş.
7.15
pm:
Organizatörler
polisin,
açılışa
devam
edebilmeleri
için
müdahele
etmesini
istiyor.
Olayda
yetkili
polis
memuru
insanların
ifade
özgürlüklerin
kısıtlayamayacaklarını
söylüyor.
7.20
pm:
Polis
organizatörlere
açılışı
durdurmalarını,
zira
artık
etkinliğin
güvenliğini
sağlayamayacaklarını
söylüyor.
Daha
sonra
11
pm’e
kadar:
Organizatörler
ve
sergiyi
görmeye
gelenlerin
bir
kısmı
bu
olaydan
etkilenerek
Center
for
Cultural
Decontamination
[Kültürel
Arınma
Merkezi]
adli
merkezde
bir
araya
geliyor
ve
Workers
in
Culture
(RUK)
[Kültür
İşçileri]
adlı
bir
grup
kurarak
serginin
tekrardan
açılabilmesi
için
kamuya
açık
bir
mücadele
başlatma
kararı
alıyorlar.
8
Şubat
2008
6
pm:
Kontekst
Galeri’nin
cam
kapısı
ve
galerinin
tabelası
kırılıyor.
Polis
organizatörlere,
güvenlik
gerekçesiyle
o
gece
galeriden
sanat
işlerini
kaldırmalarını
tavsiye
ediyor.
Sayı
#1
70
Exception
[İstisna]
–
Sırbistan’da
Genç
Kosovalı
Sanatçılar
Sergisi
Vakası
Jelena
Vesić,
Dušan
Grlja,
Vladimir
Jerić
Vlidi
11
Şubat
2008
3
pm:
Belgrad
Üniversitesi’nden
öğrenciler
Avrupa’nın
Alternatifi
Yok
adlı
bir
protesto
organize
ediyorlar.
Hükümet
AB
üyelik
anlaşmasını
imzalamazsa,
Sırbistan
Başbakanı
Vojislav
Koštunica’nın
istifa
etmesini
istiyorlar.
13
Şubat
2008
12
am:
RUK,
Belgrad
Medya
Merkezi’nde,
İstisna
sergisinin
açılışını
engelleyen
şiddet
olaylarıyla
ilgili
bir
basın
toplantısı
düzenliyor.
17
Şubat
2008
12
am:
Kosova
Parlamentosu’nun
özel
bir
oturumunda
Bağımsızlık
Bildirgesi
ilan
ediliyor.
7
pm:
Fanatik
gruplar
Belgrad’da
olay
çıkarıyor,
ABD,
Slovenya
büyükelçilikleri
ile
Liberal
Demokrat
Parti’nin
(LDP)
bürolarına
ve
McDonalds
restoranlarına
saldırıyorlar.
Pek
çok
gazeteci
saldırıya
uğruyor,
dayak
yiyor,
otuzun
üzerinde
kişi
yaralanıyor.
Polis
olaylara
gecikerek
müdahale
ediyor.
20
Şubat
2008
Avrupa’nın
Alternatifi
Yok
başlıklı
panel
Belgrad
Medya
Merkezi’nde
yapılıyor.
Çoğu
Belgrad
Üniversitesi
profesörlerinden
oluşan
konuşmacılara,
faşist
örgüt
taraftarları
sözlü
saldırılarda
bulunuyor.
21
Şubat
2008
Belgrad’da,
Kosova
Sırbistan’dır
başlıklı
gösteriler
düzenleniyor.
Gösteriler
sırasında
ve
sonrasında
aşırı
sağcı
fanatik
gruplar
ABD
büyükelçiliği
ile
McDonalds
restoranlarını
ateşe
veriyor,
Hırvatistan,
Türkiye
ve
Almanya
büyükelçiliklerinin
yanı
sıra
bazı
yabancı
bankaların
bürolarını
yıkıyorlar.
Pek
çok
gazeteci
dövülüyor,
bazı
dükkânlar
yağmalanıyor.
İki
yüzün
üstünde
kişi
yaralanıyor.
Bir
kişinin
öldüğü
teyit
ediliyor.
Polis
gecikerek
müdahale
ediyor.
28
Şubat
2008
Polis,
öğrencilerin
Avrupa’nın
Alternatifi
Yok
hareketinin
düzenlediği
Avrupa’ya
Açılan
Bir
Pencere
adlı
toplantıyı
yasaklıyor.
Bu
yasaklamanın
ardından
bu
harekete
bağlı
bazı
kişiler,
Slovenya
büyükelçisiyle
beraber,
Slovenya
büyükelçiliğinin
kırılan
camın
yerine
yenisini
takıyorlar.
7
Mart
2008
Polis,
öğrencilerin
Avrupa’nın
Alternatifi
Yok
hareketi
tarafından
organize
edilen
Bir
Başbakan
Aranıyor
adlı
eylemini
yasaklıyor.
8
Mart
2008
Polis,
Siyahlı
Kadınlar
adlı
STK’nın
organize
ettiği
halka
açık
Uluslararası
Kadın
Günü’nü
yasaklıyor.
4
pm:
Sırbistan
Başbakanı
Vojislav
Koštunica
bir
basın
toplantısı
düzenleyerek
Kosova
ve
Avrupa
ile
bütünleşme
konularında
iktidardaki
koalisyonda
bir
fikir
birliği
kalmadığını
ilan
ediyor
ve
5
Mayıs
2008’de
erken
seçim
yapılacağını
duyuruyor.
7th
of
February
[7
Şubat]
gazetesinden
çevrilmiştir,
s.9
http://radniciukulturi.net/files/7februar_Glasilo%20Radnika%20u%20kulturi.pdf
Sayı
#1
71
Exception
[İstisna]
–
Sırbistan’da
Genç
Kosovalı
Sanatçılar
Sergisi
Vakası
Jelena
Vesić,
Dušan
Grlja,
Vladimir
Jerić
Vlidi
Linkler:
1. "Exception
‐
Contemporary
art
scene
of
Prishtina”
sergi
kataloğu:
http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/odstupanje.pdf
2. RUK!
açıklaması:
http://radniciukulturi.net/ruk
3. RUK!
gazetesi:
http://radniciukulturi.net/files/7februar_Glasilo%20Radnika%20u%20kulturi.pdf
4. Reartikulacija
dergisinde
çıkan
serginin
kapatılmasıyla
ilgili
tepkiler
:
http://www.reartikulacija.org/RE3/ENG/stateofexception3_ENG_excep.html
5. Rekapitulacija
http://www.msuv.org/publications/rekapitulacija2008/rekapitulacija2008.pdf
6. Kontekst
arşivi
06/07/08
http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/KontekstArhiva.pdf
7. ‘Exception:
Contemporary
Art
Scene
of
Prishtina’
sergisinin
basılması
–
iki
görgü
tanığı
anlatıyor
–
Jelena
ve
Vlidi’nin
blog
yazıları
http://www.labforculture.org/en/members/jelena‐vesic/blog/the‐interruption‐of‐the‐
exhibition‐%27exception‐contemporary‐art‐scene‐from‐prishtina%27‐two‐eyewitness‐
account‐part‐i
8. Alkatraz
Galerisi’ndeki
tartışma:
http://www.kudmreza.org/alkatraz/arhiv/razstave/2008_04a_eng_kontekst.html
9. “Force
of
trauma”,
Sezgin
Boynik’in
bir
metni
http://victims.labforculture.org/site/texts/force‐of‐trauma
10. Adem
Jashari’nin
Priştine’deki
12
metre
uzunluğundaki
imgesi
üzerine:
http://www.bookcase.com/~claudia/mt/archives/000812.html
Sergi
ile
ilgili
yazılar:
1. http://www.cunterview.net/index.php/Artists‐Reviews/Belgrade‐Exhibition‐EXCEPTION‐
forced‐to‐close‐before‐opening.html
2. http://www.newkosovareport.com/index2.php?option=com_content&task=view&id=51
8&pop=1&page=75&Itemid=39
3. http://www.reuters.com/article/entertainmentNews/idUSL0716728920080207
4. http://www.osservatoriobalcani.org/article/articleview/9779/1/407
5. http://www.ecopolis.org/statement‐of‐support‐for‐artists‐of‐the‐exhibition‐exception‐
contemporary‐art‐scene‐from‐prishtina/
6. http://www.juliagorin.com/wordpress/?m=200902
İngilizceden
çeviren:
Çiçek
Öztek
Sayı
#1
72
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"((
0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2((
8"&"2-(9"6%:(
!"#$%&'()*+*,(-).*/0&'1&1*20(3*40'15&')$*!"#$%#&'()(*+%,$%&-.%(/-&0(1'&'$02.'+3('4.2(#-+5%6%(7.8,$8+'&(
9%:%+;(0-<+-.-6-&(%,=%+.%>%('>.'+2(<-(:?+'$@+6-.(4?,?&A-(%.-(%,.-+('+'#2&4':%(%.%,:%;(=8(:7&84'(,%B4%6-(
4-:( #@6.-&-&.-+%&( 4?,?&4?+-=%.-A->%( :'4'+( ='#%$( =%+( B-#-.-( 4->%.4%+C( D7&8( 4-+:-&( =%.E'##'(
#-+5%&%&(#'.42+2.'+.'(:'F'$2.B'#2(G<':'H#2&2(:'#$-4%67+8BC(1@I(:7&8#8(#-+5%&%&(5-+0-:.-,$%+%.B-#%&%&(
$-B-.( B7$%<'#67&.'+2&4'&( =%+%( =-.:%( 4-;( J-.5+'4( 5?&A-.( #'&'$( 0-<+-.-+%&%&;( KLLL( 62.2&4'&( #7&+'(
G+-#B-&H(B-64'&'(02:B2,(5-&0(<-(A'&.2(D7#7<'( #'&'$(7+$'B2&'( 48648:.'+2( @I-.( %.5%4%+C(".5%&0(=%+(
4%>-+( &7:$'( %#-;( 6-+-.( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B.'+2&2&( GJ'$2( J'.:'&.'+H4'( [email protected]( '&%4-&( G#-+F%.B-#%H;(
07>8(I'B'&(0-,%$.%(6'='&A2(:8+8.8,.'+4'&(5-.-&(@&-B.%(B%:$'+4'(F'+'(':2,26.'(%.%,:%.%64%(<-(EM.M(4'(
%.%,:%.%C(
(
(
NOOLP.'+2&(%:%&A%(6'+2#2&4';(J-.5+'4P4':%(/?&A-.(1'&'$(Q-+:-I%P&%&(:8+8.48>8(#2+'.'+4';(6(0(1*/789*
:(%;-3*<()-(%.-($'B(4'([email protected](=%+(%.%,:%(#@I(:7&8#8648=*R-B-&(E-B-&('6&2(I'B'&.'+4';(D7#7<'P4'*
E'6.%( 5-.%,B%,( =%+( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B2( =8.8&867+( 7.B'#2&'( +'>B-&;( -&( 5-&0( :8,':( D7#7<'.2(
#'&'$02.'+2&;(8.8#.'+'+'#2(7+$'B4'(=76(5@#$-+B-:(%0%&(KLLL(62.2&'(4-:(=-:.-B-.-+%(5-+-:B%,$%+(<-(
8.8#.'+'+'#2( 5@+?&?+.?:( :'I'&B'.'+2( &-+-4-6#-( #2+9( >-;&-01&'2&-).* ?$1* @-)?$1* F+75+'B.'+2;(
=%.E'##'(4'(A'11').*B?$)&'&C*!D'62F(D%B.%:3(*+7S-#%1*#'6-#%&4-(7.B8,$8+C(T?FE-#%I(=8(#?+-0(4'%B'(
4'E'( 5-&%,( =%+( S-7F7.%$%:( 5?&4-B-( %.%,:%&( 7.'+':( A-+-6'&( -$B-:$-4%+( <-( =8+'4':%( 5?&4-B( 4-(
0'$2,B'( #7&+'#2( 4%6-( $'=%+( -4%.-&( $7F.8B.'+4';( :?.$?+?&;( G4-B7:+'$%:.-,B-H( <-( G&7+B'..-,B-H(
#?+-0.-+%&%&( =%+( F'+0'#2( 7.B':( ?I-+-( +-#B%( 7.'+':( 5@+-<.-&4%+%.B-#%4%+C( U&A':( [email protected]#%( S-7F7.%$%:(
:2#2$.'B'.'+( 7.B'#2;( 48+8B8&( VE-B( J-.5+'4( E-B( 4-( *+%,$%&-( #'&'$( 7+$'B.'+2&2&( 0-,%$.%( ,-:%..-+4-(
'02:0'( 5@#$-+4%>%( 5%=%W( ( 4'E'( %.-+.-B-A%( <-( @I5?+.-,$%+%A%( 4%>-+( 'B'0.'+( %0%&( :8..'&2.'B'6'A'>2(
'&.'B2&'(5-.B-B%,$%+C((
(
((
J'E#%( 5-0-&( :8+8.8,.'+2&( -$:%&.%:.-+%6.-( '6&2( I'B'&.'+4';( J-.5+'4( #'&'$( 0-<+-.-+%&4-;( D7#7<'P&2&(
6-&%( #'&'$( 7+$'B2&'( 6@&-.%:( @I-.( =%+( %.5%( 4-( =-.%+B-6-( =',.'B2,$2+C( Q8E$-B-.-&( =8( %.5%;(
5?&?B?I4-( B-<A8$( 7.B'42>2( 6'( 4'( '+$2:( #@&?F( 5%$B%,( 7.48>8( 4?,?&?.-&( =%+( ,-6-( )( 6'&%;( A%44%(
B%:$'+4'(#'&'$(?+-$%B%&%&(6'&2(#2+';(E-B(F7.%$%:(<-(B%I'E%;(E-B(4-(6-+-.(<-(8.8#.'+'+'#2(4?I-64-(
%6%(='>.'&$2.'+(:8+B8,(<-(@+5?$.-&B%,(7.'+':('.52.'&'&(-&-+S%:(<-(5?0.?(=%+(5?&A-.(#'&'$(7+$'B2&'()((
4868.'&( =%+( $?+( @I.-B.-( %.%,:%.%4%+C( J8( &7#$'.S%( F'+'47:#'.( =%+( ,-:%.4-;( NOOLP.'+2&( %:%&A%( 6'+2#2&'(
47>+8;( =%.E'##'( J-.5+'4( V17+7#W( /?&A-.( 1'&'$( Q-+:-I%P&%&( V/1QWK( -$:%&.%:.-+%&-( 6@&-.B%,$%+C(
U&.',2.'&;( #@I( :7&8#8( 0-<+-.-+4-:%( -5-B-&( =':2,( '02#2&'( 5@+-;( J-.5+'4( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B2( )(
/1QP&%&(#7&(F+7S-#%( 7.'&()( KLLX(Y857#.'<(/-&0( 1'&'$02.'+( J%-&'.%P&%&Z('+42&4'&($?:-&B%,(6'(4'(
-&('I2&4'&(0-,%$.%(6@&.-+-(4'>2.B2,$2+C(
N
([?I-&.-6%A%.-+%&()(D7#7<'P4':%(DE)'*@(F'*G)1E)'*/0EH&803E;E0*A$09$I'(<-(DJ01$;*6E)E&;E0*KEF(0E&-E08P6.'(%,=%+.%>%(%0%&4-:%(
!LB:(DM)#$;*6E)E&*!)1&'&M1MN*G%$9()($'=%+%6.-;(A'11').*B?$)&'&C(=%+.-,%:(=%+(8.8#'.(:%B.%>%&(7.8,$8+8.B'#2&'(6@&-.%:(5%+%,%B.-+%(
#7+58.'B':$'(<-(9'+:.2.2>2&(:7+8&B'#2&2(#'<8&B':$'42+C(*+7S-('6+2A'(D7#7<'P4'(67:.8>8(E%##-4%.-&(:?.$?+-.;(4%.#-.(<-(-$&%:(
0-,%$.%.%>-(4'%+(#'&'$#'.(=%+(5-+0-:.%:(6'+'$B'62('B'0.'B':$'42+C(J:I\(E$$F\]]^^^CF+7S-:$_
+-.'$%7&#C4-]-&]-`F.7+-]B%##%&5a%4-&$%$6]%&4-`CFEF(
K
(@$;.0E?*DM)#$;*6E)E&*A$09$I';(#-+5%.-+;(:7&9-+'&#.'+;(#8&8B.'+;(5@#$-+%B.-+(<-(#-B%&-+.-+(4?I-&.-6-+-:(12+=%#$'&(<-(
J'.:'&.'+P4'(#'&'$(<-(:?.$?+(?+-$%B%&%(5-.%,$%+B-:(<-(4-#$-:.-B-:('B'A26.'(NOOX(62.2&4'(:8+8.B8,$8+C(/?&A-.(1'&'$(
Q-+:-I%;(07>8(I'B'&(6-&%(#'&'$(?+-$%B%&-(=?$0-(#'>.'6'&(=%+(G62..2:(#-+5%.-+H(5-.-&->%(7.8,$8+B'#2(#'6-#%&4-;(6-&%(=%+(
:?.$?+-.($7F.8.8:(6'+'$2.B'#2&4'(<-(6-&%(:8,':(#'&'$02.'+2&(4-#$-:.-&B-#%&4-(=','+2(5@#$-+B%,$%+C(U&A':(NOOX(%.-(NOOO(
62..'+2('+'#2&4'(12+=%#$'&P4':%(#'&'$(?+-$%B%(&'4%+-&(F7.%$%:(=%+(67.(%I.-B%,(<-(07>8&.8:.'(E9&'2*$1#E%'13()(07:(#'624'(
$7F.8B#'.(<-(:?.$?+-.(,'E#%6-$%&;(62:2A2(=%+(#7#6'.(7+$'B.'(:'+,2(:'+,26'6:-&(B'+8I(:'.42:.'+2(G8I':.',B':(6'(4'(:'$2.B':H(
%:%.-B%&%(G%0(7+$'B.'+'H(0-:%.-+-:(0@I?B.-B-:(?I-+-($-+A%E(-$$%:.-+%;(F7.%$%:(:7&97+B%IB(<-(#7#6'.('F'$%('+'#2(=%+(#-0-&-:()(
4%6-(&%$-.-&4%+%.-&(48+8B4'(:'.B2,$2+(!E9&'2*$1#E%'13*E'::2&4'(4'E'(9'I.'(=%.5%(%0%&(=:IC\(/0&*')*,-.(1;EO'E*PQQRSPQQT;(
J-.5+'4(/?&A-.(1'&'$(Q-+:-I%;(NOOb(<-(U)*V(03E;'&CW*/0&*')*6$0F'E*PQXQ*+*RYYP*!c7+B'..%:(dI-+%&-\(12+=%#$'&P4'(1'&'$(
NOeO()(KLLN3(()((#-+5%(:'$'.7>8;(Q%A';(J-.5+'4;((KLLf3C(Q-+:-I;(NOOOP4'&(#7&+';(G3.$*:E0'5'*O$*>-0E38*U9-;-P&8&(
-$:%&.%:.-+%6.-(E'6'$'(5-0-&('.$-+&'$%9(->%$%B(F+7S-#%6.-(4'E'(#7B8$(=%+(-.-,$%+-._F7.%$%:(47>+8.$86'(6@&-.B%,$%+C(g:8.8&*
0'.2,B'.'+2;(E-B(->%$%BA%.-+%(E-B(4-(@>+-&A%.-+%(%0-+-&(<-(-.-,$%+-.(#'&'$02.'+;(:8+'BA2.'+(<-(:?+'$@+.-+4-&(7.8,'&(6-&%(=%+(
$7F.8.8:(B-64'&'(5-$%+B%,;([email protected](KLLN(62.2&4'&(=-+%(-$:%&(7.'&(40$;(3*)(Z(-0)E;*2(0*B3E.$1*E)?*4(;'&'#1P%&(!*+-.7B()(
"B5-(<-(*7.%$%:'([-+5%#%3(:8+8.B'#2&'(4'(67.('0B2,$2+C(
Z
(Y857#.'<6'(/-&0(1'&'$02.'+(J%-&'.%;(h%S-:'P4'(VR2+<'$%#$'&W(4?I-&.-&B%,$%+;('&A':(NOOLP.'+2&(=',2&4'(#'<',(=',.'42>2&4'(
i+j'AP'( V12+=%#$'&W( $',2&B2,$2+C( D8+8B8&( $-B-.( %,.-<%( 6-&%( :8,':( #'&'$02.'+( 6-$%,$%+B-:( <-( 5-&0( #'&'$02.'+2( 4-#$-:.-B-:(
7.B8,$8+C( KLLX( 62.2&4'( 5-+0-:.-,-&( [)&'&;$?* \E1* ,$&]* !"#%B#%I(VR-&?IW3( =',.2:.2( J%-&'.;( =',:'( :7&8.'+2&( 6'&2#2+'( kF-+%9-+%:P(
=%-&'..-+( :'<+'B2&2( <-( =8( =%-&'..-+%&( #'&'$( #%#$-B%&4-:%( +7..-+%&%( %&A-.-B%,$%+C( 1@I( :7&8#8( -$:%&.%:;( 8.8#.'+'+'#2( =%+( #-+5%(
7.'+':(5-+0-:.-,$%+-&(%.:(Y857#.'<(J%-&'.%(7.B':.'(=%+.%:$-;(#7&(Y857#.'<(J%-&'.%(4-(7.B8,$8+C(i+j'AP2&(6-&%(:-&$(6-$:%.%.-+%(=8(
5-.-&->%(9-#E-$B%,(<-(:-&$(#8&8A8.'+2&4'(6-+('.'&(J%-&'.(^-=#%$-#%6.-(=%+.%:$-;(%&$-+&-$(?I-+%&4-&(-+%,%.-=%.%+($?B(=-.5-.-+%(
:'.42+B2,.'+42+C((((
!"#$%&'%
()%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
(
KLLL(62.2&4'&;(f(l:%B(7.'6.'+2&2&(5-$%+4%>%(G4->%,%BH4-&(=8(6'&';(7+$'B(F-:(07:(#'&'$02&2&(+-#B%(
:?.$?+( :8+8B.'+2&'( 5%+B-.-+%&-( 7.'&':( <-+B%,$%+C( ( J%+( 6'&4'&;( B-+:-I( ?#.-+4-&( =%+%;( #7&( 62..'+2&(
6-+-.( #'&'$( $'+%E%&%( :8+58.'B'( <-( =?6?:( 8.8#.'+'+'#2( #-+5%.-+( 4?I-&.-B-( %,.-<%&-( E%IB-$( -4-&(
/?&A-.( 1'&'$( Q?I-#%( 7.B8,$8+C( m$-( 6'&4'&;( #'&'$( :8+8B.'+2&2&( 07>8;( #'$2.'=%.%+( &-#&-_#'&'$;(
$%A'+%( $'#'+2B;( :8+8B( #'&'$2( <-(I%E%&#-.( ->.-&A-.-+%( %0-+-&( F%6'#'_5?4?B.?( =%+( -:.-:$%#%IB%( $-+A%E(
-$B%,.-+4%+( )( /'.-+%( h-B78&$;( /'.-+%( n<7&7;( /'.-+%( gI7&-( <-( 0-,%$.%( #'&'$( <-( B8.$%B-46'(
B-+:-I.-+%&%&( =-&%B#-4%>%( 6':.',2B( =8( 7.B8,$8+C( >()&$91&( /'.-+%* %,$-* [email protected]( =%+( ='>.'B4'(
9''.%6-$-(5-0B%,$%+C(Y-&%(5'.-+%&%&(%.:(-$:%&.%:.-+%&4-&(=%+%;(@&A-#%&4-(/1Q(J-.5+'4P2&(F+75+'B2&4'(
6-+('.'&(5-&0(#'&'$02.'+'(6@&-.%:(Q'&5-.7#(m4?.?P6.-(%.5%.-&B-:(7.B8,$8+C(J8(%#-;(5-&0(#'&'$02.'+(
<-(6-&%(5-.%,-&(#'&'$(%.-(47>+84'&(B-,58.(7.B':.'(5@+-<.%(=%+(:8+8B(+7.?(?#$.-&B-:()(6'(4'(=',:'(
=%+( 4-6%,.-;( /1QP&%&( -$:%&.%:.-+%&%( #-B=7.%:( =%+( ,-:%.4-( #?+4?+B-:( )( '&.'B2&'( 5-.B-:$-4%+C(
[7.'62#26.'( /'.-+%( D7&$-:#$( $7F.8B#'.( B-#-.-.-+.-( %.5%.-&-&( #'&'$2&( 3$9`)8* 7.'+':( @&-( 02:B2,$2+C(
U&A':( =8( &7:$'4'( ,@6.-( =%+( #7+8( 6@&-.$-=%.%+%I\( =8( :'<+'B;( #'&'$2&;( 8I.',B'A2( <-( $'+$2,B'A2( =%+(
:2.2>'( =?+?&4?>?( $-B#%.o( :'B8#'.( '.'&( 9%:+%&%( $-B-.( '.'&;( =%.%&4%:( #%<%._4-B7:+'$%:(
F7.%$%I'#67&8&4'&( $'B( 7.'+':( &-( ,-:%.4-( 9'+:.242+p( J-.:%( 4-( $'B( 4'( '02.42>2( 5?&( :'F'$2.'&(
!"#$%&'()N* ,(-).* /0&'1&1* 20(3* 40'15&')$( #-+5%#%( <':'#2&2&( '&'.%I%;( =8( :?.$?+-._F7.%$%:( 6':.',2B2&(
%0%&4-(6'$'&(#7+8&.'+2&(='I2.'+2&2([email protected]+(@&?&-(#-+-=%.%+C(
*
q(q(q(
(
1@I(:7&8#8(#-+5%6.-(#7+58.'&'&($-B-.(B-#-.-.-+4-&(=%+%;(5?&A-.(#'&'$(%.-(8.8#'.($-B#%.('+'#2&4':%(
%.%,:%4%+C( 1-+5%&%&( 97+B8;( =-.%+.%( =%+( 4%F.7B'#%( 8#8.?( )( 6'&%( D7#7<'.2( #'&'$02.'+2&( c7<%( 1'4( <-(
J-.5+'4P2( I%6'+-$( -$B-.-+%( <-( :?.$?+-.( <-( #'&'$#'.( 7.'6.'+.'( %.5%.-&-&( 6-+-.( E'.:.'( '.2,<-+%,.-+%( )(
?I-+%&-( :8+8.B8,$8+C( D?+'$@+.-+%&( 6'I42:.'+2&'( 5@+-;( 680F'1&E)* F-.M)N* EC)8* J)#$9'* ()* C8;;E0?E*
(;?-a-*.'F'N*>(1(OEb?E9'*/0)EO-&*9M;&M0M)M*O$*&(%;-3-)-*&E)83E3E9&E?80*c===d*40(e$N*>(1(OEb?E9'*
1E)E&8N* 9M;&M0M* O$* &(%;-3-* JI$;;'9;$* 680F'1&E)* O$* >(1(OE* E0E18)?E9'* 1E)E&1E;* O$* 9M;&M0$;* ';'H9';$0$*
(?E9;E)E0E9* &E0&8HE#E9* 9E?8)* O$* $09$9* 1E)E&78;E08N* 9-0E3#8;E08* O$* 9M;&M0* E;E)8)?E* $&9')* 9'H';$0'*
&E9?'3*$&3$9&$?'0CX((
(
/?&A-.( #'&'$( 4%.%&4-;( 8.8#'.( $-B#%.-( 4'6'.2( #-+5%.-+;( 5-&-..%:.-( 6-&%( ->%.%B.-+%&( 8.8#'.( #'&'$(
7+$'B.'+2&4'($'&2$2.B'#26.'(='>.'&$2.242+(V@+&->%&(,$)'*<0E)18I*6E)E&8N*DM)M3MI*G).';'I*6E)E&8;(<=WC(
D?.$?+-( %.%,:%&( =8( 8.8#'.( F+7S-.-+;( '#.2&4'( 8.8#'.( 97&( <-( :8+8B.'+2&( 4-#$-:.-+%6.-( <-( 4%F.7B'$%:(
:?.$?+( $-B#%.A%.-+%( <-( B-+:-I.-+%&%&( :'$:2.'+26.';( G$-F-4-&H( 4?I-&.-&B%,( [email protected]( 8.8#'.( :?.$?+?&(
$-B#%.( -4%.B-#%&%&( 4-<.-$%&( %,.-+%&4-&( =%+%( 7.48>8&8( $-6%$( -4-+W( 7.B'.'+2&'( +'>B-&;( ,?FE-#%I(
GB%..%6-$0%.%:H(<-(G8.8#(#7+8&8H((:'<+'B.'+26.'(='>.'&$2.2(,-:%.4-(#8&8.B'B':$'42+.'+C(J8(48+8B8&;(
G:?.$?+-.(-BF-+6'.%IBH(-$%:-$%&%&(6-+%&%('.'&(V<-( :8..'&2.B'#2&2( @&A-4-&(-&5-..-6-&W(J'$2(5?&A-.(
#'&'$2&2&( G-<+-&#-.( 4%.H%&%&( 4-<+-6-( 5%+B-#%&%&( =%+( #7&8A8( 7.B'#2( :8<<-$.-( B8E$-B-.4%+C% KLC(
6?I62.( 8.8#( 4-<.-$.-+%&%&( :8+8.8,.'+2&4'( 6'652&( =%+( 9-&7B-&( 7.'+':;( :?.$?+( E-+( ,-64-&( @&A-(
8.8#.'+2&( '+'#2&4':%( '.2,<-+%,%( $-B-.( '.267+48( )( #7#6'.%#$( Y857#.'<6'P4'( 6'='&A2( 5?&A-.( #'&'$2&(
#8&8.B'#2(4'(#2:.2:.'([email protected]%C(((
(
/?&?B?I4-;( 9'+:.2( 97+B'$( <-( :'F#'B4':%( $-B'$%:( <-( 4-+.-B-( $?+?&4-( #-+5%.-+( <'#2$'#26.'(
#'E&-.-&-&(:?.$?+-.('.2,<-+%,%&(='>.'B2;(07>8&.8:.'(8.8#.'+'+'#242+C(['E'#2(=85?&(8.8#.'+'+'#2(=%+(
#-+5%(6'FB':;(:?.$?+?&(5?&A-..%:('&.'62,2&2&(=%+($?+(4'6'$B'#242+r((#-+5%;(,'6-$(8.8#.'+'+'#2(4->%.#-(
G6-$-+%&A-( 5?&A-.H( 4-( 4->%.4%+C( Y%&-( 4-( =8( 8.8#.'+'+'#2.2:( ,-B#%6-#%&%&( '.$2&4'( -#:%;( =%.%&4%:(
#?+-0.-+(%,.-B-6-(4-<'B(-$B-:$-4%+r(I%+'(=%.E'##'(GF-+%9-+%H4-&(#'&'$02.'+(#@I(:7&8#8(7.48>8&4';(
#'&'$02.'+2&( 48+8,.'+2( EM.M( $-B-.4-;( 8.8#'.( $-B#%.( B-:'&%IB'#26.'( =-.%+.-&B-:$-4%+C( l<+-&#-.(
5?&A-..%:( F'+'4%5B'#2( V:'$2.2B( 97&.'+2( &-+-4-6#-( E%0=%+( I'B'&( #@I( :7&8#8( -4%.B-4%>%&4-&( 8.8#'.(
:%B.%:.-+%( @&-B#%I(5@I?:-&W(J'$2(?.:-.-+%(#'&'$02.'+2&2&($'+$2,B'#2I('6+2A'.2>2(7.B'62(#?+4?+?+:-&;(
GF-+%9-+%H;( G@$-:%.%:H( 7.'+':( 5@I?:B-:$-( <-( [email protected]( 07::?.$?+.?.?:( 6'&.2#2( G4?&6'( %&#'&.'+2H(
%B5-#%&%($'B'B.'B'(+7.?&?(6-+%&-(5-$%+B-:$-4%+C((
(
X
(J:IC(D'$'.75(U?1&-%E)e$W*6EO0$3$)E*-3$&)'#9E*1#$)E*40'f&')$*g*!"#$%&'()W*h()&$3%(0E0C*/0&'1&'#*1#$)$*20(3*40'15&')$*
!"#$%#&'\(*+%,$%&-P4-:%(/?&A-.(1'&'$(g+$'B23;(/%+%,;(i%4'(D&-s-<%A;(D+%#$%'&(t8:%u;(v<'&'(Q'+S'&7<%u(<-(/7+4'&'(c%:7.%u;(#'69'(
NO;((E$$F\]]^^^C:7&$-:#$5'.-+%S'C7+5]F49aLe]74#$8F'&S-CF49(
!"#$%&'%
(*%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
(
(
;53,(<*5(,!-./-0-1%2-3-14=(!5.56%789-0-:%;<<'(
(
h'#$:7( Q7w&%:P-( 5@+-( :%B.%:( %4-7.7S%:( =%+( 4?I-&-:$%+( <-( =8( &-4-&.-( @&A-.%:.-( 4-<.-$(
4?I-&.-B-.-+%&4-( B'44%( =%+( <'+.2>'( #'E%F$%+\( [;-1E;* \9M;&M0$;]* 9'3;'9N* ?$O;$&')* 1E)E&* E;E)8)E*
3M?E5E;$1')'* 3$H0-;EH&8080* O$* )'5EC$&')?$N* 9(&E;E0* OF=* .'F'* 9(0-3E#8* J);$3;$0'* 5E9;8* .J1&$0'0=*
/@b)')* i/O0-%Ej* 9(&E18* .$&'03'H* O$* i9M;&M0$;* 7$H'&;';'9j* E?8)EN* 9M;&M0;$0')* JI$;;$H3$* O$*
&'#E0';$H3$1')'* F$;'0;'* J;7M?$* CEOEH;E&38H* (;3E18* ';.')7&'0=* /);EH8;E)N* i7$H'&;';'9Nj* i9'3;'9;$0j?$)N*
E1;8)?E*?E5E*.$)'H*F'0*/O0-%E*FE98H*E7818)?E)*.J0M;?MaM*H$9;'C;$*FE51$&3$9&$?'0=*UC1E*CE98)?E)*
FE98;?8a8)?E* 5$0* '9'* 9EO0E3* ?E* CE)8;&8#8* .JIM93$9&$?'0W* PQ=* CMIC8;* 3';;'C$&7'* $)&$;$9&M$;;$0')')*
?$1&$9;$?'a'* 2(;9;(0'9* 5$O$1')* 1E?$;$H3'H* F'0* 7$H'?')'* E)?80E)* F'0* E);EC8H;EN* 9M;&M0;$0')* 5(3(e$)*
9M&;$;$0* (;?-a-)-* OE01EC3E9&E?80;E0=T* [7.'62#26.';( !"#$%&'()( #-+5%#%6.-( 6?+?$?.B?,( V=','+2#2IW(
4%F.7B'$%:( -$:%&.%>%&( '+:'( F.'&2&2( 4'E'( %6%( '&.'B':( %0%&;( D7#7<'( <-( 12+=%#$'&( 5?&A-.( #'&'$(
7+$'B.'+2&2&(5-.%,%B.-+%&-;(6'.&2IA'(:?.$?+-.(:%B.%:(<-(8.8#'.( 4-<.-$(5?&4-B.-+%6.-( %.%,:%.-+%( %0%&4-(
4->%.;(4'E'(5-&%,(U<+8F'(='>.'B26.'(%.%,:%.-+%(%0%&4-(4-(6':2&4'&(=':B'B2I(5-+-:%+C((
(
D7#7<'.2( 5?&A-.( #'&'$02.'+;( E-B( %&,'( E'.%&4-:%( D7#7<'( 4-<.-$%&%&;( E-B( 4-( :7&8&8&(
0@I?B.-&B-#%&4-(6-$:%.%(8.8#.'+?#$?(F7.%$%:(:8+8.8,.'+2&;(+--.(F7.%$%:'('.'&2&4'(B-<A8$(7.'&(k8.8#(
#7+8&.'+2P&'(:'<+'B#'.(<-($-B#%.o(4?I-64-(47>+84'&(6-+(<-+-&(07:(#'624'(%,(?+-$B%,.-+4%+Cb(J8&8&(
@+&-:.-+%&4-&( =%+%;( 17:7.( J-x%+%P&%&;( :?0?:( U+&'<8$.8:( ='6+':.'+2( $',26'&( <-( ky8A:( Y78P( %9'4-#%&%;(
V#2:.2:.'(G4-&%IA%.%:(%,'+-$.-+%H6.-(:'+2,$2+2.'&W(#-B'97+(='6+':(%,'+-$.-+%(#%#$-B%(:8..'&'+':(#'+9(-4-&(
6',.24'&(5-&A-(#2+'.'&B2,(=%+(5+8F(%&#'&2(5@#$-+-&(<-#9*,(-*!1%:$%+%&(/%4%&3('4.2(%,%4%+(VKLLNWC(
(
>&?-2%-2(;&-$(*2(+@"(A**2(,=01">?/6?.%7"#0"@$%=#"%A$./$4:%B0C81%!D.56566-:%;<<+%
f
(
(J:IC(h'#$:7(Q7w&%:;(Gv4-&$%$6('&4($E-('+$#H;(h()&$3%(0E0C*/0&*E)?*VE&'()E;'13*%0%&4-;(4-+C(Q%&&'(R-&+%:##7&(<-(1-I5%&(
J76&%:;(lzv{(/?&A-.(1'&'$(l&#$%$?#?(](G/'&%(J7=%H("&#'&%(U+',$2+B'.'+(QQ(Q-+:-I%;(*+%,$%&-;(KLL|C(
b
( D7&86'( %.%,:%&( 4'E'( 9'I.'( =%.5%( %0%&( =:IC( 1-I5%&( J76&%:;( G{E-7+%-#( 79( c'$%7&'.%#B( '&4( }7&$-BF7+'+6( U+$( %&( D7#7<7H;(
h()&$3%(0E0C*/0&*E)?*VE&'()E;'13;('C5C-C(
!"#$%&'%
(+%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
(
l4%(Q8:'P&2&(=-.%+$$%>%(5%=%;(G#@I(:7&8#8(%,;(#'&'$02&2&(%0%&4-(=8.8&48>8()(=%+(6'&4'(B%..%6-$0%.%:;(
4%>-+(6'&4'(4'(E'.:2&2&(8.8#.'+'+'#2(F7.%$%:('+-&'4':%(5@+?&B-I.%>%('+'#2&4'(#2:2,$2>2()(5?0(:7&8B8(
%9'4-(-$B-:$-4%+HC|(J%+(4%>-+(@+&-:(4-(l+I-&(1E:7.7..%P&%&;('62&(6?I-6%&-(U+&'<8$.8:(='6+'>2(4%:-&(
=%+('#$+7&7$(5@+?&$?#?&4-&(7.8,'&(G5?.?&0H(B7&$'S242+(V/;FE)'E)*<;E.*()*&5$*A(()(!U+&'<8$.8:(
J'6+'>2( U6'( ~2:$23;( KLLfWC( Gg.'6H( R'I%+'&( NOOOP4'( 5-0B-:$-4%+( )( cU{g( :'+'( =%+.%:.-+%&%&( D7#7<'(
$7F+':.'+2&'( 5%+%F( #7&+'#2&4'( 4'( 02:B'42:.'+2( $'+%E-( 4-&:( 4?,B-:$-4%+C( U.=-+$( R-$'( 4'( :7&86'(
%.%,:%&( 0-,%$.%( %,.-+( ?+-$B%,$%+C( D-&4%#%;( D'+'4'>P4':%( 1-$%&6-( J%-&'.%( :'F#'B2&4';( $':$%:( -6.-B.-(
1-$%&6-P4-:%( 12+F( l.0%.%>%P&-( U+&'<8$.8:( ='6+'>2( 6-+.-,$%+B%,$%+( V:5$( !3FE11C* (2* &5$* k$%-F;'#* (2*
>(1(OE* !D7#7<'( }8BE8+%6-$%( l.0%.%>%3;( KLLXWC( 1@I( :7&8#8( %,;( E'.:;( B-46'( <-( #'&'$( :8+8B.'+2(
$'+'92&4'&(#'&#?+-(8>+'$2.B2,(<-(J-.5+'4(<-(*+%,$%&-P4-:%(0-,%$.%(-&$-.-:$?-.(<-(#'&'$#'.(0-<+-.-+4-(
$'+$2,2.B2,;(&%E'6-$%&4-(E-B(%.-+.-B-A%(E-B(4-($8$8A8(7.'+':(4->-+.-&4%+%.B%,$%+C(1'&'$02(6'.&2IA'(
=%+(62.(#7&+';('#.2&4'(B-<A8$(7.B'6'&(>(1(OE0*4EO';'()*')*^$)'#$P%*!i-&-4%:$-:%(D7#7<'(*'<67&83**
*
7@"%B'?-66C(*D(+@"(E"F5?&%3(*D(G*6*/-(,F5G5>"%H?ID?0-#8/-%B6J-6-@-4=%=6K80/%L8/":%;<<*%
%
*
%&$-+&-$( ?I-+%&4-&( =%+( E'=-+( =7B='+42B'&26.'( $'&2$2+C( J8( B-46'( :7+#'&.2>2&4'( R-$';( 1%#.-S(
zE'9'P&2&( U+&'<8$.8:( F'<67&8&8&4'( #-+5%.-&-&( %,%&%( :8..'&B':$';( [email protected]( 8.8#.'+'+'#2( #'&'$(
A'B%'#2&2&(U+&'<8$.8:( F'<67&8(<-(7.'#2(=%+(D7#7<'(F'<67&8('+'#2&4'('6+2B(6'F'B'62,26.'( 4'.5'(
5-0B-:$-4%+C( •.8#'.( :%B.%>-( %.%,:%&( =8( =%.4%+%.-+-( 1E:7.7..%P&%&( VKLLKW( l$C* ,(-* !R-6( 1%I3( '4.2( ?&.?(
%,%&%(4-(-:.-6-=%.%+%I()(#@I(:7&8#8(<%4-74'(F7F?.-+(E'.:(,'+:2A2#2(1:8+$-(y-SI'P&2&(#@6.-4%>%(,'+:2&2&(
#@I.-+%( ,@6.-4%+\( ===* l$C* /O0-%EN* 1'I$* F'0* 3$9&-F-3* OE0* m* !19'* /0)EO-&;-9b&E)* F'0* /0)EO-&* (;E0E9*
1(0E083*m*Ua-;;E083*)E18;;E0n*m*DJ7&M9;$0')'* 'C'*F';'01')'I===*m*lE&80;E0*3818)8I*&(%0E9;E0838n*m* :M3*
/0)EO-&;E08)* F'0* OE&E)?E* (;?-a-* .M);$0'* 5E&80;8C(0* 3-1-)-Io* m* 68)80;E08* )E18;* ?E* F'7&')'Ip* m*
>E0?$H;$0'3*?8HE08?E*9E;?8;E0o*m*>E0&E;8*'9'*%E07ECE*EC80?8)8I*===(m(
(
((
12+=%#$'&.2( 6'( 4'( 4'E'( 47>+8#8( J-.5+'4.2( @I5?+.?:0?( -&$-.-:$?-..-+;( 5?&A-.( D7#7<'( #'&'$2&4'( 6-+(
=8.'&(8.8#'(<-(4-<.-$(%&,'#2&'(4'%+(#7+8.'+2($-B-.4-(G='>2B#2I.2:(E'+-:-$%H(B-+A->%&4-&(%I.-6-+-:;(
=%+( 4-:7.7&%I'#67&( B?A'4-.-#%( 6'( 4'( 6-&%( 8.8#( 4-<.-$.-+%&( G@I5?+.-,B-H( #?+-A%( 7.'+':(
67+8B.'B':$'42+.'+C( l5-B-&( %4-7.7S%( <-( 7&8&( %:%( 80.8( #-0-&-:.-+%( 0-+0-<-#%&4-( V$?B( %9'4-.-+%&;(
D7#7<'P&2&( ='>2B#2I.2>2&4'&( CE)E( B2( 67:#'( 7&'( 9E0H8* B2( 7.48:.'+2&'( 5@+-( 4->-+.-&4%+%.4%>%( =%+(
='>.'B4'W;( #@I( :7&8#8( %,.-+%&( GB%..%6-$0%H( 7.B':.'( -.-,$%+%.B-#%( =?#=?$?&( 7.'&':#2I(
5@I?:B-:$-4%+C( R-+( -.-,$%+%;( 12+F( B%..%6-$0%.%>%&%&]<'$'&#-<-+.%>%&%&( =%+( 6'&#2B'#2( 7.'+':(
|
!"#$%&'%
(E%
(J:IC(E$$F\]]^^^CA8.$8+-='#-C&-$]'+$%#$CFEFpNXff(
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
67+8B.'&'A':;( %,.-+%&( E-+E'&5%( =%+( ,-:%.4-( 7&'6.'&B'.'+2( %#-( V-&( 'I2&4'&( 6-+-.( 4?I-64-W( <'$'&(
E'%&.%>%(7.'+':(5@+?.-A-:$%+C((
(
H"C(<*5%,L8#%!-C4:%B0C81%!.D56566-:%;<<;%
(
(
12+=%#$'&.2( #'&'$02.'+( 4';( 5?&A-.( #'&'$( 0-+0-<-#%&4-( <-( Y857#.'<6'P&2&( 4'>2.B'#2&2( %I.-6-&( :+%I(
='>.'B2&4';( 8.8#'.( :%B.%:( B-#-.-.-+%6.-( <-( 4-<.-$( %&,'#2( F+7S-#%6.-( B-,58.( 7.B8,.'+42+C( U&A':(
5@+?&?,-(=':2.2+#';(-&('I2&4'&(-.-,$%+-.(#'&'$(4%6-($'=%+(-4%.-&('.'&4';(B?#F-$(=%+(6':.',2B'(4'E'(
#-6+-:( =',<8+B8,.'+42+C( D(&&* ;'$F&* ?'$* 6$0F$)( !{'&+2( 12+F.'+2( 1-<%67+3( VNOeOP4'&( 5?&?B?I-W( '4.2(
%,%&4-( h'j'( {747#%S-<%u;( NOOLP.'+4'( 6-&%4-&( 4%+%.-&( 8.8#'.( B%$.-+%&( F'+74%#%&%( 6'FB':$';( 7&.'+2(
12+=%#$'&( 4-<.-$%&%&( -5-B-&( %4-7.7S%#%&%&( 4%&o_9',%IB( F7.%$%:'.'+2&2&( :8+8A8( 8&#8+8( 7.'+':(
$'&2B.'B':$'42+(V=8(%,$-:%(G/74(t7<-#($E-(1-+=#H(!{'&+2(12+F.'+2(1-<%67+3(#.75'&2;(9',%IB(#-B=7.?(
7.'&( 5'B'.2( E'0( %B5-#%6.-( %.%,:%.-&4%+%.B%,$%+WC( J%+( 4%>-+( @+&-:( %#-( Q%.%A'( {7B%uP%&;( 8.8#'.( :%B.%:(
9%:+%&%;(F7#$B74-+&(5@+-.%.%:(:?..%6'$2(<-(#'&'$02(@I&-&%&(4?&6'(<'$'&4',2(7.'+':('.52.'&B'#2&'(67.(
'0'&($7F.8B#'.(:?+-#-..-,B-(0-+0-<-#%&4-(%&A-.-6-&(0'.2,B'#2(B*E3*A';'#E*:(3'_*!CCC3(B*E3*E*6$0FN*
<0$)#5N*>(0$E)N*D$03E)N*$&#C(!J-&(Q%.%A'({7B%u*!CCC3(12+=2B;(y+'&#2I2B;(D7+-.%6%B;(U.B'&2B(<#C(<#C3(
VNOOeW('4.2(%,%4%+C(1'&'$02(6%&-(4-(=%.4%+%#%&4-;( %,%&%&('+42&4'(6'$'&($-B-.(5?4?&?&;(B%..%6-$0%.%>%&(
F7.%$%:( :7,8..'+2&2&;( #'<',2&( <-( I'B'&2&( J-.5+'4( %4'+-#%&%&( ,%44-$%&%&( =%+( #7&8A8( 7.'+':;( E'&5%(
B%..-$$-&( 7.48>8&8( 4%.-( 5-$%+B-&%&( 6'( 4'( '02:0'( #@6.-B-&%&( %B:M&#2I.2>2( <-( +-44-4%.B-#%(
7.48>8&8&('.$2&2(0%IB-:$-4%+Ce(
(
m$-( 6'&4'&;( NOOLP.'+4':%( D7#7<'( B%$%&%&( Q%.7j-<%u( 4@&-B%&4-( <-( #7&+'#2&4'( 12+=%#$'&P2&(
B%..%6-$0%( <-( 9',%#$( F7.%$%:'.'+2&2&( #'&A'>2( E'.%&%( '.B'#2;( =8( 8.8#'.( B%$%( :7&8( '.'&( <-( &%E'6-$%&4-(
6-&%4-&(A'&.'&42+'&(#'&'$#'.($-B#%..-+-(4868.'&( %.5%&%&(A'&.'&B'#26.'(#7&80.'&B2,$2+C(NOeLP.-+%&(
#7&8&4'( <-( NOOLP.'+2&( =',2&4'( D7#7<'( B%$%;( $7F.8B#'.( =%+.%>%&( 6-&%( E'+A2( 7.'+':( #7#6'.%#$%
e
(G[-<.-$(F7.%$%:'#2(='>.'B2&4';(#'&+2.2(=%+(:7.-:$%9(:%B.%:(-$:%#%(6'+'$'&(B*E3*A';'#E*:(3'_=*B*E3*E*6$0F(!J-&(Q%.%A'({7B%uC(
12+=2B3(=%.4%+%#%;(@I=-.%+.-&%B(6'(4'(:%,%#-.(=%+(#-0%B(7.B'('&.'B2&2(6%$%+B-:$-(<-(-5-B-&(%4-7.7S%(:8.?=?&-(G5%+%,(=%.-$%H(
#'>.'B':$'42+C( •.8#'.( <-( 4%&#-.( :%B.%>%B%( '.-&-&( +-44-$B-( 6@&?&4-:%( F'+'47:#'.( $-+A%E;( 8.8#'.( =%+( :%B.%>%&( %0-+4%>%(
F'+'47:#.'( $-+#( 7+'&$2.242+\( 8.8#'.( :%B.%:( $'B'B-&( 6'F'6( =%+( ?+?&4?+;( '&A':( :%,%#-.( 4?I-64-( 6%&-( 4-( $'B'B-&( 47>'.( <-(
I7+8&.8( =%+( ,-:%.4-( 4-&-6%B.-&B-:$-4%+r( 6'&%( E-+( A-B''$( E'6'.%4%+;( 9':'$( 6'.&2IA'( E'6'.%( A-B''$.-+( 5-+0-:$%+CH( Q%.%A'(
{7B%u;( 1'&'$02( J%.4%+%#%( NOOe;( J:I\( B)1'?$gU-&1'?$N* B)?$%$)?$)&* E0&'1&1* 20(3* <=k=,-.(1;EO'E* !"0-+%#%][2,'+2#2;( Y857#.'<6'(
yC}CP4-&(='>2B#2I(#'&'$02.'+3;(/'.-+%(n'AE-$';(i'+,7<';(KLLL;((#'69'(KK(
!"#$%&'%
((%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
7@"(I"-+@(*D(A5#-+(,N?0"/O$1%P6QIQ4:%R0"S"1%N"68T8>-U%V"W-:%'XM;%
(
GD'+4-,.%:( <-( J%+.%:H( %4-7.7S%#%&%&( 6-+%&%( '.B2,$2+C( h--.( F7.%$%:'( '02#2&4'&( =':2.42>2&4';( D7#7<'(
#'<',2&2&( NOeO( 62.2&4'( /'I%B-#$'&P4'( :8$.'&'&( bLLC( 62.4@&?B?&4-( #@I( :7&8#8( B%$( 6-&%4-&(
A'&.'&B2,( <-( E-B-&( '+42&4'&( Q%.7j-<%u( $?B( 5?A?( :-#%&( 7.'+':( -.-( 5-0%+B%,$%+C( g( I'B'&4'&(
%$%='+-&( $'+%E;( 8.8#'.( :@:.-+%( $'&2B.'B'4'( <-( 8.8#'.( :%B.%:.-+%( G$-B-..-&4%+B-H4-( -$:%&( =%+( 5?0(
E'.%&%( '.B2,$2+C( 12+=%#$'&( E'.:2&2&( GU<+8F'P&2&( :'F2.'+2&2H( <-( R2+%#$%6'&( 4?&6'62( g#B'&.2( %#$%.'#2&'(
:'+,2( #'<8&B':( %0%&( 5@#$-+4%:.-+%( :'E+'B'&A'( 9-4':M+.2:.'+2( :7&8( '.'&( -$&%:_B%..%6-$0%( B%$;( E'6'.(
?+?&?( <-( $'+%E-( '6:2+242+( <-( NOOLP.'+2&( F7.%$%:'.'+2&2&( +-#B%( #@6.-B%&4-( 6-+( '.'&( 07:( #'624'( %,$-;(
$'B( 7.'+':( =8( ,-:%.4-( =-.%+B-:$-4%+CO( *'+'4%5B'$%:( @+&-:.-+%&4-&( ='I2.'+2;( [+'5'&( Q'.-j-<%u(
{'F%P&%&(:5$*q$E&5*(2*A-0E&(!Q8+'$P2&(m.?B?3(VNOeKW(<-(g.S'(v<'&S%A:%P&%&( {E-(@E&&;$*(2*>(1(O(*
!D7#7<'(1'<',23*VNOefW(+-#%B.-+%4%+C(
(
7-Y865% 3?SI8% ZS"#0$% 08GI-% 56"0".%
F5G5>."% 3Y8>5Y."% 3-#8% K-6-1-0[% "6KQI%
."W"@$\% ]?S5G6">% 05^.% S0?K?% 7-Y865%
3?SI8O1-1% #83-1^-% G/Q3#5% "6KQIQ\%
7-Y865% R?SI8% "6KQI% ."W"@$13"% _05T%
`083-UO-1% Q16Q% 08GI-1-% .?66"13$@$% -J-1:%
"6KQI% S0?K?1% -GI-1-% /"a$G"% 3"% #"#S$1%
56"0".% F5G5>."% 3Y8>5Y."% ,F5G5>"6$%
( 7".-084%-GI-%.?66"1$6$#50\%Zb-.-W83-"[%
O
(D7#7<'(B%$%&%&(47:#'&.'+(12+=%#$'&(#'&'$2&4'(6-&%4-&(A'&.'&B'#2(E'::2&4'(4'E'(9'I.'(=%.5%(%0%&(=:I\(n7+'&(l+%u;(Gh-A6A.%&5(
79(c'$%7&'.(Q6$E#(%&(1-+=%'&(U+$(79($E-(c%&-$%-#H;([3$;$#*B)&$0)E&'()E;;(KLLZ(
E$$F\]]^^^C4%<8#CAI]8B-.-A]-&]F'5-#]8B-.-ACFEFp%4€NLL|•+7A€KLLZ•A%#€Z‚A.'&-:((
!"#$%&'%
(M%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
['E'#2;(*+-4+'5(c-j:7<%uP%&(>(1(O(*AE'?$)(!D7#7<'.2(J':%+-3(VNOONW(6'(4'(ƒ-47B%+(i'#%uP%&(<')E;*
6(;-&'()(!c%E'%(~@I?B3( VNOOOW(5%=%( %,.-+%6.-( @+&-:.-&4%+%.-=%.-A->%(5%=%;(F7#$B74-+&%IB%&(-:.-:$%:(
#@6.-B%;( =8( $-B#%.%( G6-&%( %B5-H( '.'&2&'( :'642+B':( ?I-+-( :-&4%( 0-:%B( :8<<-$%&%( :8..'&B':$'42+C(
R-+( %:%( @+&-:$-( 4-( 6'F2.'&( ,-6;( D7#7<'( B%$%&%&;( Y857#.'<6'( D+'..2>2( VNOKe_NOXfW( 4@&-B%&-( '%$(
':'4-B%:_#-&$%B-&$'.%#$(($-B#%..-+%('+'A2.2>26.'(6-&%4-&(4?I-&.-&B-#%(<-(:8..'&2B'(#7:8.B'#242+()(
4'E'( #7B8$( %9'4-( -$B-:( 5-+-:%+#-;( E-+( %:%( %B5-( 4-( •+7j( *+-4%uP%&( VNONOW;( -$&%:( -F%:( ,%%+%&(
:'E+'B'&.'+2(7.'&(6'+'.2(=%+(,@<'.6-()(=%+(GD7#7<'(:'E+'B'&2H()(%.-(#7&+'#2&4'(#'<',(B-64'&2&'(
5-.%F(6'+'.26'(=':'&;(6@+-(E'.:2&4'&(5?I-.(<-(B-+E'B-$.%(=%+(5-&0(:2I2(=-$%B.-6-&(>(1(O(*AE'?$)*
!D7#7<'.2(J':%+-3*'4.2(+-#B%&-(5@&4-+B-(6'FB':$'42+C("B5-&%&(ƒ-47B%+(i'#%uP%&(%,%&4-(8>+'42>2;(
#'<',2&( B%$%:( $-B#%.%&%( #%.-+-:( B'&I'+'62( VD7#7<'( $7F+'>2&2W( $'B'B-&( =7,( =2+':'&( 4%S%$'.(
B'&%F?.'#67&8&8( %&A-.-+:-&;( NOOOP4':%( cU{g( B?4'E'.-#%&%( %I.-6-&( <-( D7#7<'P4':%( 12+F( &?98#'(
6@&-.%:( G-$&%:( $-B%I.%>-H( 6'F2.'&( %B'62( 5@+B-I4-&( 5-.B-B%I( F-:( B?B:?&( 4->%.4%+C( 12+F.'+2&(
5%4%,%&%&( '+42&4'&( B'&I'+'&2&( %I.-6%A%6-( =7,( =7,( =':267+( 7.B'#2;( U+&'<8$( &?98#8&( 67:( #'62.B'#2(
'&.'B2&'( 5-.4%>%( 5%=%;( $7F+':.'+2&( :'6=2&2&( B-.'&:7.%:( =%+( +-#B%4%+( 4-r( 6'&%( 12+=%#$'&(
}8BE8+%6-$%P&%&(B%..%6-$0%(4-<.-$(%4-7.7S%#%&-(E-+('024'&(86B':$'42+C((
(
G*6*/*(A-%J"2%,F5G5>"6$%7".-084:%`0830"S%c8T.5>-U:%'XX'%
(
(
;%2-&(!*&5+%*2(,c-D"-%AdCQI4=()*6+(!3#%F+5':%e835I-0%f"G-U:%;<<(%
!"#$%&'%
(X%
(
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
(
y':'$( F7.%$%:( '024'&( -&( ':$%9( <-( %,.-<#-.(
#-9-+=-+( -$B-( 5?A?&?;( n4+'<:7( „7$+'P&2&*
:5$* @E&&;$* (2* >(1(O(( !D7#7<'( 1'<',23(
VNOeOW(9%.B%&4-(5@+?+?IC({'+%E#-.(7.58.'+';(
B%$7.7S%6-(
<-(
#%&-B'(
:?.$?+?&-(
'.42+2.B'4'&( 07:( :2#'( =%+( #?+-4-( 0-:%.-&(
9%.B%&( %.-$$%>%( $-B-.( B-#'S;( #'<',2&(
:'02&2.B'I.2>2&'(
4'%+4%+C(
1'<',2&(
:'E+'B'&.'+2;( =%+( $?+( :'B%:'I-_E'0.2.'+NL(
7.'+':( +-#B-4%.B%,$%+( )( 5@+?&-&( 7( :%;(
E-+E'&5%(
=%+(
F7.%$%:(
5?&4-B.-+%(
7.B':#2I2&;(
R2+%#$%6'&.2>2&(
7&8+8&8(
Q?#.?B'&( :M9%+.-+4-&( :7+8B':( 8>+8&'(
#-<-( #-<-( <-( #7+58#8I( #8'.#%I( @.?B-(
:7,B':$'42+.'+C( NOOOP4';( cU{gP&8&(
12+=%#$'&P2( =7B='.'B'6'( =',.'B'#2&4'&(
VGD7#7<'(%0%&(%:%&A%(#'<',H(4%6-(4868+8.'&(
7.'6W(@&A-:%(':,'B(8.8#'.(:'&'.4'(6'F2.'&(
@I-.( 6'62&.'( #8&8.B'#26.';( 9%.B%&;( $2F:2(
4'E'( @&A-( J7#&'P4':%( #'<',.'+'( 6'( 4'(
D7#7<'P4':%( U+&'<8$( &?98#8&( 8>+'42>2(
I8.B-(
%.%,:%&(
:'B8(
5@+?,?&?&(
=%0%B.-&4%+%.B-#%&4-(
:8..'&2.B'#2&4'(
( 7.48>8( 5%=%;( 47>+84'&( F7.%$%:( =%+( '+'0(
7@"( K-++&"( *D( G*6*/*% ,F5G5>"% !">"a$4:% g30">.5% h5/0":%
E'.%&-( 5-$%+%.%,%( [email protected]+( @&?&-( #-+%.B%,$%+C(
'XMX%
h-#B%( 8.8#'.( $'+%E( 6'I2B2&2&;( NZeO( $'+%E.%(
D7#7<'( 1'<',2P&2&( F7.%$%:( &-4-&.-+%&-( <-( 4?I-&%&-( 4'%+( #7+8.'+2( -.-,$%+-.( =%+( ,-:%.4-( %&A-.-B-(
:7&8#8&4':%( #?+-5-.-&( %&:M+2;( =8( B%$%&( -&( =?6?:( 8.8#'.( $'=8.'+( '+'#2&'( #7:8.B'#2&'( :'$:24'(
=8.8&B':$'42+C(((
(
J8(&7:$'4';(D7#7<'(B%$%&%&(Y857#.'<(#7#6'.%#$(B74-+&%IB(4@&-B%()(v&97+B=%+7P4'&(VD7B%&97+BW(
:7FB'#2&2&('+42&4'&(Y857#.'<6'P&2&(1$'.%&%#$(#7#6'.%#$(5-+0-:0%.%:(4%:$-#%&4-&(@I5?+.-,B-(,-:.%&%(
$-B#%.(-4-&(:?.$?+-.(<-(F7.%$%:(F+7S-NN()(#?+-#%&A-(5-0%+4%>%(=%0%B#-.(4@&?,?B.-+%(4-(4%::'$-('.B':(
@&-B.%4%+C( 1'7( *'8.7( J%-&'.%P&4-;( Y857#.'<( +-##'B( *-$'+( t8='+4'( G6?:#-:( B74-+&%IBH( @+&->%(
7.'+':( :-&4%( :5$* @E&&;$* (2* >(1(O(* !D7#7<'( 1'<',23( VNOfZW( #-+%.-+%&%( #-+5%.-+C( Q%$( =8+'4'(
8.8##8I.',$2+2.B':$'( <-( B'I.8B8&( I'.%B-( 6'( 4'( I'6292&( 5?0.?6-( :'+,2( B?A'4-.-#%&%&( -<+-&#-.(
F7.%$%:'.'+2&'( $M=%( $8$8.B':$'42+( <-( B-<A8$( %4-7.7S%:( 7+$'B4';( #2&29( B?A'4-.-#%( <-( 9',%IB-( :'+,2(
#'<',2&( V6'&%( Y857#.'<( F'+$%I'&.'+2&( 4'E'( :8<<-$.%( 4?,B'&'( :'+,2( #'<',.'+2&2&W( G$'#.'>2H( 7.'+':(
7:8&'=%.%+C(
(
(
(
NL
( Y'( 4'( 5?&?B?I( G:@:$-&A%.-+H%&%&( $-B#%.( -4%.B-.-+%&-( =-&I-+( =%+( ,-:%.4-;( -#:%( $?+( =%+( %&$%E'+( =7B='A2.'+2( B'&5'#2( 5%=%(
=-$%B.-&B%,(7.48:.'+2(4'(#@6.-&-=%.%+\(Gn'.%BH(6'(4'(G%#$%.'A2H(4%6-('.52.'&'&(E'#2B.'+'(:'+,2(#'<',.'+2&4'(6-$-+.%(5?A-(#'E%F(
7.B'6'&;( '&A':( G@4?.H.-+%&%( 9'&%( 4->%.( G-=-4%H( 6','B4'( '.'A':.'+2( 4?,?&A-#%6.-;( 4-I'<'&$'S.'+2&2( #'<','( E'6'$.'+2&2(
6'$2+'+':( <-( G5%I.%H( E'+-:-$( $':$%:.-+%( :8..'&'+':( $-.'9%( -$B-6-( :'+'+( <-+B%,( =%+( $7F.8.8:( E'.%&4-4%+.-+C( *'+'4%5B'$%:( =%+(
4%>-+( @+&-:( %#-( g#B'&.2( #8.$'&2( <-( =',:7B8$'&2( Q8+'$P2&( V$'+%E#-.( =%+( 9%5?+( 7.'&( vC( Q8+'$W( @.4?+?.B-#%( B%$%4%+\( Q8+'$;(
#8.$'&'(=768&(->B-:(?I-+-(5-.B%,(&8B'+'#2(6'F'+':(6'&2&'(6':.','&(12+F(,@<'.6-(Q%.7j(g=%.%u(V$'+%E#-.(=%+(,'E#%6-$(7.48>8(
-.4-:%(<-+%.-+.-( $-6%$(-4%.B-B%,$%+W( $'+'92&4'&(=20':.'&B2,$2+C( D%$'=2(Q8:'44-#P4-:%(6()*,$3$9(B%$%&%('&42+'&(B%$-(5@+-;(
#8%:'#$(B-:M&2&4'(@.4?+?.?<-+%.-&(g=%.%u;(@&A-:%(':,'B(12+F(J',:7B8$'&2(t'I'+($'+'92&4'&(4?I-&.-&-&(':,'B(6-B->%&4-(
R2+%#$%6'&.2:(%0%&(:-&4%#%&%(:8+='&(-$B-6-(E'I2+(7.48>8&8(=%.4%+B%,$%+C(
11
( tS%.S'&'( J.'57S-<%uP%&( @&-( #?+4?>?( ?I-+-;( #7#6'.%#$( B74-+&%IB( 0%9$-( 4->%..-B-( ?I-+%&-( :8+8.848+\( =%+( 6'&4'( %:%( 4?&6'(
#'<',2( '+'#2( B74-+&%IB%&%&;( @+&->%&( :'F%$'.%IB%&( ?+?&.-+%( #'62.'&( %,.-<#-.A%.%:( <-( :7&#$+?:$%<%IB%&( +-44-4%.B-#%;( 4%>-+(
6'&4'(%#-(G=%0%BA%(-:.-:$%#%IBH(-#$-$%>%&4-(@+&->%&%(=8.'&(17<6-$(B74-.%&4-&('.2&'&(B-#'9-(#@I(:7&8#848+C(J:IC(tS%.S'&'(
J.'57S-<%u;(GR%5E(R7F-#;(y'.#-(*+-B%#-#;('&4(J.-':(y8$8+-\({E-(}'#-(79(c-^(J-.5+'4-H;(A(?$0)'&C*')*,[(%0%&4-;(J-.5+'4\(
/?&A-.(1'&'$(Q?I-#%;(KLLL;(#C(f((
!"#$%&'%
M<%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
7@"(K-++&"(*D(G*6*/*%,F5G5>"%!">"a$4:%`8/"0%i?K"03":%'X+)%
(
(
q(q(q(
(
1-+5%&%&( :?+'$@+.-+%&%&( <-( 4?I-&.-6%A%.-+%&%&( #@I.-+%&-( 5@+-( !"#$%&'()( F+7S-#%&%&( :?.$?+-._F7.%$%:(
'B'0.'+2&4'&(=%+%(7.'&(12+=%#$'&(<-(D7#7<'.2(#'&'$02.'+2&($'&2,B'#2(<-('.2,<-+%,%;(6-+-.(4?I-64-;(%:%(
$7F.8B8&( :-&4%( %0.-+%&4-( <-( 8.8#.'+2&( V'+'.'+2&4':%W( '.2,<-+%,.-+%( =%0%B%&4-( 5-+0-:.-,B-:( 6-+%&-;(
$-B-.4-( G42,'+24'H;( #@I4-( 8.8#.'+'+'#2( ='>.'B4'( A-+-6'&( -$B-:$-64%C( J%+( %#$%#&';NOOLP.'+2&(
#7&8&4'( J-.5+'4P4':%( D?.$?+-.( U+2&B'( Q-+:-I%P&4-( 5-+0-:.-,$%+%.-&( <-( 5?&?B?I4-( -$:%&.%:.-+%&%(
#?+4?+-&( D7#7<'.2( #'&'$02.'+2&( %,.-+%&%( #-+5%.-6-&( <-( E-B( #-+5%( B-:M&2( E-B( 4-( B?$-<'I2(
97+B'$2&4'&(47.'62(J-.5+'4.2(6-$:%.%.-+%&(8.8#'.A2(+'4'+.'+2&4'&(=%+(,-:%.4-(:'0'&(4r0&$e(#-+5%#%4%+CNK(
D7#7<'P4':%( $-F:%.-+( 5@I( @&?&-( '.2&42>2&4';( =8( &7:$'4'( #'&'$02( 17:7.( J-x%+%P&%&( '&2.'+2&4'&(
='E#-$B-:( 6-+%&4-( 7.'A':$2+\( qMI$);$C'#';$0* E7818)?E)* )E18;?8* F';3'C(0-3N* E3E* F'I* 7$H'&;'* &M0?$*
&$%9';$0$* 5EI80;89;8C?89=* /3E* C')$* ?$* &$%9';$0* C898#8* ?$a';?'=* @EH838IE* .$;$)* $)* 9J&M* H$CN* F'I$* 5E')*
CE2&E18*CE%8H&808;3E18C?8=(40'H&')$b?$9'*6E)E&*<E9M;&$1'b)?$)*F'0*%0(2$1J0*F-)-*F'0*.EI$&$*OE18&E18C;E*
9E3-CE*E789*F'0*H$9';?$*CE%&8=(NZ(
(
@E;9E);E0* (?E9;8( 0-,%$.%( #-+5%.-+NX( 0-+0-<-#%&4-;( 12+=%#$'&( <-( D7#7<'.2( #'&'$02.'+( '+'#2&4':%(
'.2,<-+%,%&( :?+'$@+.?>?;( $-B-.4-( GU<+8F'( VJ%+.%>%W( -&$-5+'#67&( F7.%$%:'#2H&';( 6'&%( G5-+0-:;(
#7+8B.8.8:(<-(8I.',B'H(6'(4'(0'$2,B'.'+2&(47>8+48>8(#7&80.'+2(#'&'$(<-(:?.$?+(<'#2$'#26.'(',B'(
#@6.-B%&-( 4'6'&267+48C( Q-<A8$( :?.$?+-._F7.%$%:( 5?&4-B%( 7&'6.'B':( ?I-+-;( =8( $7F.8B.'+2&(
G5-A%:B%,( B74-+&.%>%&-H;( :?.$?+-.( 5-+%( :'.B2,.2>2&'( <-( )( Q'+%S'( {747+7<'Nf( $'+'92&4'&(
12
(G*…+$-SH(#-+5%#%(R'I%+'&(NOO|P4-(J-.5+'4P4':%(>M;&M0$;*/08)3E*A$09$I'P&4-(4?I-&.-&B%,$%+(<-(=8+'4'(Q'5I8$(i-I5%#E%;(
Q-EB-$(J-E.8.%;(17:7.(J-x%+%(<-(=-#$-A%(v.%+(J'S+%P&%&(%,.-+%(#-+5%.-&B%,$%+C(1-+5%&%&(:?+'$@+?(1E:-.I-&(Q'.%x%;(4?I-&.-6%A%.-+(
4-( DM)#$;* 6E)E&* A$09$I';( /789* :(%;-3* <()-* <-( }nD[P4%+C( VG*…+$-SG;( U+&'<8$0'( GC-9E08?EN* J&$?$N* ?8H8)?EN* J&$9'* &E0E2&Ej*
'&.'B2&'(5-.B-:$-4%+CW(
NZ
(J:IC(U)*V(03E;'&CW*/0&*')*6$0F'E*PQXQ*S*RYYP;(!c7+B'..%:(dI-+%&-\(12+=%#$'&P4'(1'&'$(NOeO()(KLLN3(#-+5%(:'$'.7>8;(Qg}UJ(
KLLf;(#'69'(ZbOC((
14
( GJ'.:'&.'+( 1-+5%.-+%H( ,8&.'+42+\( B)* 6$E0#5* (2* @E;9E)'E* !J'.:'&6'P&2&( *-,%&4-3;( c-8-( /'.-+%-( 'B( t'&4-#B8#-8B(
†7'&&-8B;(/+'I;(U<8#$8+6';(KLLK;(:?+'$@+.-+\(*-$-+(‡-%=-.;(h75-+(}7&7<-+(<-(l4'(}89-+s*@;((?*t*l()$CN*:5$*2-&-0$*'1*')*
&5$*@E;9E)1(!D'&(<-(J'.;(/-.-A-:(J'.:'&.'+4'3( 1'BB.8&5(l##.(D8&#$(4-+(/-5-&^'+$;(D.7#$-+&-8=8+5]i%6'&';(U<8#$8+6';(
KLLZ;( :?+'$@+\( R'+'.4( 1I--B'&&r( B)* &5$* D(0.$1* (2* &5$* @E;9E)1* !J'.:'&.'+2&( ['+( /-0%$.-+%&4-3;( D8&#$E'..-( y+%4-+%A%'&8B;(
D'##-.;(U.B'&6';(KLLZ;(:?+'$@+\(h-&-(J.7A:C(
Nf
(Q'+%S'({747+7<';(ˆvB'5%&'+&%(J'.:'&ˆ;(@'F;'(&$9E*LL*O$9*$?'&'();(J-.5+'4;(KLLbC(
!"#$%&'%
M'%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
:'<+'B#'..',$2+2.'&( )( GR'6'.%( J'.:'&.'+H'( @I5?( -$&%:( B%..%6-$0%.%>-( <-( 8.8#'.( B?A'4-.-.-+-( 4'%+(
5@+?&$?.-+( #-0%.B%,$%C( J8( #-+5%.-B-( ='>.'B2&4'( #'&'$02&2&( :7&8B8;( G='>.'B'( $-+A?B'&.2:(
-$B-H6-( 6'( 4'( G0'.2,$2>2( :?.$?+-.( 0-<+-&%&( F'+'4%5B'( <-( #$-+-7$%F.-+%&%( 6'&#2$2F( 6-&%4-&(
67+8B.'6'+':(:?.$?+-.(9'+:.2.2:.'+2(=-$%B.-B-6-HNb(%&4%+5-&B%,$%C((
(
[email protected](=%+(6':.',2B4'&(9'+:.2(7.'+':;(D7&$-:#$(/'.-+%(:-&4%#%&%(=',$'&(%$%='+-&(#'&'$(':$%<%IB%&-(<-(
F7.%$%:(#'&'$(-$:%&.%:.-+%&-('6+2.B2,(=%+(B-:M&(7.'+':(7+$'6'(:76B8,;(0-,%$.%('I2&.2:.'+2&(#7+8&.'+26.'(
B-,58.(7.'&(#-+5%.-+%(<8+58.'B2,(<-(.-I=%6-&.%:(<-(9-B%&%IB(B-#-.-.-+%&4-&;(:?+-#-..-,B-(:'+,2$2(
5+8F( <-( F+7S-.-+.-( %,=%+.%:.-+%&-( <-( GF-+%9-+%&%&( #'&'$2&2H( $'+$2,B'6'( 8I'&'&( 5-&%,( =%+( 6-.F'I-6-(
6'62.'&(:7&8.'+'(6-+(<-+B%,$%+C%D7&$-:#$(:?+'$@+.-+%;(KLLe(62.2&2&(%.:('6.'+2&4';(4'E'(0'.2,B'.'+2&'(
=',.'+:-&;( *+%,$%&-( <-( J-.5+'4P4'&( ='I2( :8+'BA2( <-( #'&'$02.'+2( %0-+-&( <-( :'B8#'.( '.'&4'( E%0=%+(
5@+?&?+( :'+2,2:.2:( 6'( 4'( '&.',B'I.2:( 47>8+B'6'&( =%+( 4%I%( #-B%&-+;( $'+$2,B'( <-( 5@#$-+%B(
4?I-&.-B%,.-+4%+C( J8( -$:%&.%:.-+( '6&2( I'B'&4'( *+%,$%&-.%( 5-&0( #'&'$02.'+( #-+5%#%&-( =%+( 5%+%,(
&%$-.%>%&4-(7.B8,$8+C(
(
D?+'$@+.-+-(5@+-;*!"#$%&'()(#-+5%#%(%:%(:'<+'B#'.(=%+%B4-&(7.8,B':$'642\(G;9'N*>(1(OE;8*1E)E&78;E08)N*
@E&8b)8)* $.$3$);'a')?$9'* 9M0$1$;* 1E)E&*&$31';'* O$* 1E)E&* %'CE1E18* E;E)8)E* $;$H&'0$;* 3M?E5E;$;$0')'*
'7$0'C(0?-s*?'a$0*F'0'3*'1$*&(%;-31E;*#')1'C$&*O$*-;-1E;*9'3;'9;$0')*1(0-);E08)E*(?E9;E)E0E9N*>(1(OE*
&(%;-3-)-)* 1(0-);E08C;E* O$* i')HE* 5E;')?$j( (;3E* ?-0-3-* VO$* ?$O;$&')* FJC;$* F'0* ?-0-3?E*
(;3E18)8)pW*1(0-)-C;E*-a0EHE)*'H;$0'*9E%1E3E9&E?80CN|(1-+5%&%&(#'.42+2.'+.'(:'F'$2.2,2&'($-F:%(7.'+':(
02:'&($?B($7F.8B#'.(-.-,$%+%.-+;(E-B(#-+5%.-&-&(%,.-+(%.-(6@&-.$%.B%,(#7+8.'+4';(E-B(4-(:?+'$@+6-.(
9%:%+4-(I'$-&(B-<A8$(7.48>8&4'&;(=8+'4':%('B'A2B;(#-+5%(-$+'92&4'(5-.%,-&(7.'6.'+2(47>+84'&(-.-(
'.B':( 4->%.;( #-+5%&%&( :-&4%#%&%( %&A-.-B-:$%+C( 1-+5%&%&( :'F'$2.B'#2&2&( '+42&4'&;( 5@+?&-&( 7( :%(
:?+'$@+.-+%&(<-(#'&'$02.'+2&(<-('#.2&4'(%:%(5+8=8&(7+$':(0'='#2;(%:%($'+'9$'&(=%+($?+(:'=8.(5@+?67+48\(
E-B(9',%#$(@+5?$.-+(<-(4-<.-$%&(='#:2A2('652$.'+2&4'&;(E-B(4-(4?I5?&(=%+(,-:%.4-(6-&%4-&('02.'&'(
4-:( #-+5%&%&( %0-+%>%&-( 4'%+( $'+$2,B'.'+'( G6'#':H( 5-$%+%.B-#%&4-&( 47.'62( 48+8B8( :-&4%.-+%&-( B'.(
-4-&(F+79-#67&-..-+;(%I.-6%A%.-+(<-(0-,%$.%(5+8F.'+4'&C(
(
D//Wjkklll\W">"08G-"8.5G5>8G\^5I:%=0/"1%7"6"Y\%
(
(
D7#7<'P4':%(/-&0(1'&'$(7+$'B2&2&(#7+8&.'+2&4'&(=%+%(<-(!"#$%&'()(#-+5%#%&%&(4-('02:0'(5@#$-+4%>%(
B-#-.-;( D7#7<'( 4-<.-$%&%&( :8+8.8,8&'( <-( 6-&%( 8.8#'.( :%B.%>%&( 7.8,8B8&'( 4'%+( #7+8&.'+2( -.-,$%+-.(
7.B'6'&(=%+(6':.',2B.'(-.-('.'&(<-([email protected].%:.-(4-(%,#%I.%:;(G<'E,%H(@I-..-,$%+B-(<-(5-&-.(-:7&7B%&%&(
8.8#.'+'+'#2( ='>2,( <-( 6'$2+2B.'+'( ='>2B.2.2>2( 5%=%( 4'E'( 'A%.( #7+8&.'+4'&( #':2&'&( 07:( #'624'( %,(
=8.8&B'#242+C(J8(48+8B'(<-+%.-=%.-A-:(-&(=-.%+5%&(@+&-:;(5-&0(#'&'$02(U+$'&(J'.'SP2&(,-B'$%:(=%+(
5+8F(
9%5?+?(
5@#$-+-&(
B-46'(
%,%(
^^^CF'<'+-#%'-:7#7<-#CA7BP48+(
V^^^C%&4-F-&4-&A-79:7#7<7CA7B( 7.'+':( $-+A?B-( -4%.-&( %,-( ,8( '&( -+%,%B( 67:$8+W\( l>%$%BA%( =%+(
16
(J:IC(l+4-&(D7#7<';(G{E-(*+7=.-B'$%A(79(c'$%7&'.(v4-&$%$6('&4(17A%'.(l&5'5-B-&$(%&($E-(}7&$-BF7+'+6(U+$((
*+'A$%A-(%&($E-(J'.:'&#;(c'$%7&'.%#B('&4(}7&$-BF7+'+6(U+$H((V4-+CW(1-I5%&(J76&%:(<-(Q%&'(R-&&+%:#7&(%0%&4-;(#'69'(N||C(
N|
(J:IC(D'$'.75(U?1&-%E)e$W*6EO0$3$)E*-3$&)'#9E*1#$)E*40'f&')$*g*!"#$%&'()W*h()&$3%(0E0C*/0&'1&'#*1#$)$*20(3*40'15&')$;(
/%+%,;(i%4'(D&-s-<%A;(D+%#$%'&(t8:%u;(v<'&'(Q'+S'&7<%u(<-(/7+4'&'(c%:7.%u;(#C(KL(
!"#$%&'%
M;%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
9%5?+;( D7#7<'P4':%( =?+7:+'$%:( =%+( B-:'&%IB'&2&( )•cQ"DP%&( )( 8.8#.'+'+'#2( $-B#%.A%#%;( @>+-&A%(
9%5?+.-+%( 4-( D7#7<'( $7F.8B8&8&( $-B#%.A%.-+%( 7.'+':( 7+'4'( =8.8&B':$'42+C( J8( #2+'4'( #''$( NK\XXP?(
5@#$-+B-:$-(<-(%.-+.-B-B-:$-4%+C(J8(+':'B.'+;(5-0%A%(=%+(JQ(6@&-$%B%&%&(D7#7<'P6'(67..'&42>2(<-(
=%+( $'+'9$'&( 6-&%( 4-<.-$%&( :8+8B.'+2&2&( 7.8,$8+8.B'( #?+-A%&%&( =',.'&52A2( 7.'+':( 5@+?.-&;( @$-:%(
$'+'9$'&(%#-(D7#7<'P&2&(12+=%#$'&P2&(=%+(F'+0'#2(7.B'#2&2(4'E'('6+2&$2.2(4->-+.-&4%+B-6-(6@&-.%:(=%+(
:'+'+( 7.'+':( 67+8B.'&'&;( 47.'62#26.'( [email protected]&%&( :'.2A2( =%+( 0@I?B( :7&8#8&4':%( G'+'4'( :'.B2,.2>2&2H(
#?+4?+-&(NKXX(&8B'+'.2(JQ(:'+'+2&2($-B#%.(-$B-:$-4%+C(D?+'$@+6-.(%44%'6'(5@+-(D7#7<'P4'&(02:'&(
=8( &'4%+( 6-&%( B-46'( #'&'$2( %,%;( *+%,$%&-P&%&( G%&,'( E'.%&4-:%H( E?:?B-$%&%( 4?,?&B-:( '02#2&4'&(
%.-+%6-(47>+8(=%+(E'B.-(6'FB'B':$'42+()($-:(6'F$2>2(7.'&2($7$7.7S%:(=%+($'+I4'(6%&-.-B-:$%+C((
(
(
U6+2A'(y%$7+-(v8#89%()(D7S';(U.:-$'(zE'9'(<-(c8+E'&(
‰-E'S'P&2&( 9-B%&%#$( %,.-+%;( 9-B%&%#$( @I5?+.-,B-(
B-#-.-#%&%&(EM.M(8.8#'.(@I5?+.-,B-(B-#-.-#%&-(#2:2(
#2:26'( ='>.2( 7.'+':( 5@+?.4?>?&?( '02:0'( 7+$'6'(
:76B':$'42+C( 1'&'$02.'+;( %,.-+%( =8( B-$%&4-( 4'E'(
@&A-( $'+$2,2.B2,;( @&A-:%( :8,'>'( B-&#8F( -+:-:(
B-#.-:$',.'+2&2&( :8..'&42>2&'( =-&I-+( =%+( #$+'$-S%6%(
6%&-.-6-+-:;( ='6+':;( 'B=.-B( <-( B'+,( 5%=%( 8.8#'.(
#%B5-.-+%( %,.-+%&%&( %0%&-( :'$B':$'42+.'+C( U&A':( =8(
8.8#'.( #%B5-.-+;( G#'F$2+2.B2,( V?$&(-0)$?W( %B5-.-+H(
=%0%B%&4-( =-.%+B-:$-4%+.-+( )( 02F.':( :'42&2&( 8.8#'.(
B'+,2('A'6%F(=%+(,-:%.4-($-+#$-&(#@6.-B-#%(Vc8+E'&(
‰-E'S';(:5$*<;E.(!J'6+':3;(KLLbW;(5-+4-:(5-A-#%&%&(
'+42&4'&(=-6'I(0'+,'9$'(:'.'&(:'&(.-:-#%&4-(<?A8$(
=8.'&( B8E'9'I':M+.2:( <-( '$'-+:%..%>%&( ='6+'>2(
Vy%$7+-(v8#89%()(D7S';(ZE%E)(!†'F7&6'3;(KLLbW(6'(4'(
8.8#'.A2( <-( B'07( $7F.8B4'( :'42&2&( 4-:7+'$%9(
:7&8B8&8( @I-$.-6-&;( 02F.':( =%+( .'B='_:'42&2&(
5%64%>%( $-:( :26'9-$( 7.'&( ,7+$8&( ?I-+%&4-( 6-+( '.'&(
8.8#'._-$&%:(0%9$(=',.2(:'+$'.('B=.-B%(VU.:-$'(zE'9';(
@EFC* q(;;g:5$* ?EC* /2&$0* !J'=6( [7..]l+$-#%( /?&3;*
KLL|W( 5%=%C( /?&?B?I( D7#7<'P#2&4'( :'42&.'+2&(
:7&8B.'+2&'( <-( $-B#%..-+%&-( 4'%+( -.-,$%+-.(
$8$8B.'+2&'(
+'>B-&(
#'&'$02.'+(
-.-,$%+-.(
[email protected]+%&%( 8.8#( 4-<.-$( %&,'#2( 0-+0-<-#%&-(
( 6-+.-,$%+B-:$-4%+.-+( <-( [email protected].%:.-( F'+'47:#'.( =%+(
K-?C( I*&&L7@"( J-C( >D+"#( MK-?C( I*&&LB#+"6%(
=%0%B4-( -.-,$%+B-6-( 0'.2,$2:.'+2( $7F.8B.'( '6&2(
012N:%=6.8/"%mD"n":%;<<(%
0%I5%4-(48+B':$'42+.'+C(
(
(
['E'#2;( =8( $?+( %,.-+%( 8.8#'._$-B#%._7.'+':_#-+5%( ='>.'B2&'( 6-+.-,$%+B-:;( 5?&A-.( #'&'$2&;( B-46'(
#'&'$2(B?4'E'.-#%(6'(4'(9-B%&%#$(-.-,$%+%(5%=%('+'0.'+2&2&;(+-#B%(8.8#'.(:%B.%>%&(B-,+8.',$2+2.B'#2&'(
6@&-.%:(F+'5B'$%:(E-4-9.-+.-(&'#2.(#2&2+.'&'=%.-A->%&%&(6'&2(#2+';(B8E'9'I':M+(F7.%$%:'.'+2&(5?&A-.(
#'&'$2( :-&4%( 'B'0.'+2( %0%&( &'#2.( $-B-..?:( -4-=%.-A->%&%( <-( :8..'&'=%.-A->%&%( 4-( [email protected]+( @&?&-(
#-+B-:$-4%+C( U&A':( 4?&6'( F'+'47:#.'+( ?I-+%&-( :8+8.848+( <-( 67.( =768&A'( :'+,2B2I'( 02:'&( E-+(
F'+'47:#.'(#'<',B':;(7+%S%&'.(B-#'S2&(67.('0'=%.-A->%($?B(#7&80.'+2(<-(5%+-=%.-A->%($?B(='>.'B.'+2(
@&5@+B-:(5?0$?+C(y%$7+-(v8#89%()(D7S';(U.:-$'(zE'9'(<-(c8+E'&(‰-E'S'P&2&(%,.-+%;(@+&->%&(#@B?+5-(
#7&+'#2(B?A'4-.-4-(:'42&.'+2&(F7I%#67&8&8&($'+%E#-.(=%+(@I-$%&%(<-+-&(=',:'(=%+(#-+5%(='>.'B2&4'(
=-.:%(9'+:.2(%,.-<(5@+-=%.%+.-+4%()('&A':(=8(:?+'$@+6-.('&.'$24';(@I5?+.-,$%+B-(7.'&':.'+2;(12+=%#$'&(<-(
D7#7<'('+'#2&4':%(4%F.7B'$%:('.2,<-+%,(F+75+'B2&A'(:8,'$2.B2,(7.48>8&4'&;(#2&2+.2(:'.B':$'42+C((
(
!"#$%&'%
M)%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
8-F-2(,o"W51#"4:%p-/508%q?G?n-%r%F5Y":%;<<E%
(
U&A':( #-+5%4-( 6-+( '.'&( %,.-+%&( ='I2.'+2;(
8.8#'.( $-B#%.( #7+8&.'+2&'( <-( 5?&A-.( #'&'$(
'.'&2&4':%( 5-&-.( #7+8&.'+'( 5-+0-:$-&( 4-(
'02:0'( %,'+-$( -$B-:$-4%+C( t8.I%B( n-x%+%P%&(
%,%;( #'&'$02&2&( 8.8#'.( :%B.%:( F7.%$%:'.'+2(
5?4?B?&4-(
:7&8B.'&42+2.B'#2(
%.-(
&-7.%=-+'.( :'F#'62A2.2>2&;( Y%&( <-( Y'&5(
:'<+'B.'+2( 5%=%( &'#2.( =%+=%+.-+%&-( 868,8+;(
G5?0( <-+%+H( <-( =%+=%+.-+%&%( G=-#.-+H(
7.48:.'+2&2( 5@#$-+-+-:;( 5?&A-.( #'&'$(
'.'&2&4':%( =8( F'+'47:#.'+2( ,?FE-6-( 6-+(
( =2+':B'I( =%+( ,-:%.4-( [email protected]+( @&?&-(
H"#*"6(,F"D0"I"16"04:%i?6C-I%g89-0-:%;<<)%
#-+B-:$-4%+C(n-x%+%;(l$0($1*!D'E+'B'&.'+3*
VKLLZW( '4.2( <%4-7#8&4'( D7#7<'Š4':%( V'$'-+:%.W( U+&'<8$( $7F.8B8&8&( -+:-:( ?6-.-+%&%&( ':,'B.'+2&2(
,'+:2( #@6.-6-+-:( <-( 6@+-6-( @I5?;( B'&47.%&( =-&I-+%( =%+( 0'.52( 7.'&( HE0.'E( %.-( -F%:( :'E+'B'&.2:(
,'+:2.'+2( 0'.'+':( 5-0%+4%:.-+%;( 5-.-&-:#-.( -,6'6.'( 4@,-&B%,( $%F%:( =%+( :@6( B-:M&2&4'&( =%+( #'E&-(
#8&B':$'42+C(1'&'$02(=8(%,$-(#@6.-&-&(,'+:26'(6-&%(:'E+'B'&.'+(:'$B':$'42+()(-:.-&-&.-+;(D7#7<'(
5?&A-.( #'&'$( 7+$'B2&2&( ?&.?( %#%B.-+%4%+( V='I2( %44%'.'+'( 5@+-;( :%B%( $7F.8B.'+2&;( g.%BF%6'$(
768&.'+2&'( 6'( 4'( 0-,%$.%( 98$=7.( ,'BF%67&'.'+2&'( <#( 07:( #'624'( $':2B.'( :'$2.267+( 7.B':$'&(
58+8+.'&B'.'+2&'( =-&I-+( ,-:%.4-;( 5-&0( D7#7<'( $7F.8B8( 4'( =%+( J'.:'&.'+( #-+5%#%&-( D7#7<'Š4'&(
#-:%I(#'&'$026.'(:'$2.B'.'+2&4'&(47.'62(07:(58+8+.'&B2,$2+NeWC(R'.:(,'+:2A2.'+2;(D7#7<'.2(#'&'$02.'+2&(
:'E+'B'&A'($'<2+.'+2&2;(@&-B.%(8.8#.'+'+'#2(-$:%&.%:.-+-(VQ'&%9-#$';("#$'&=8.(J%-&'.%;(D'##-.(1-+5%#%W(
:'$2.B'.'+2&2(:7&8('.'&;(=8(6?I4-&(4-(G%&,'(E'.%&4-:%H(D7#7<'(4-<.-$%&%&(8.8#'.(:?.$?+-.(5-.%,%B%;(
%.-+.-B-#%(<-(B74-+&%I'#67&8&'(=%+(,-:%.4-(4->%&-&(-F%:(,'+:262(#@6.-B-:$-4%+.-+C(
(
((
/@+?&?,-( =':2.2+#';( #@I( :7&8#8( %,( =%+( E8#8#( ?I-+%&4-( 4'E'( 48+B':$'42+( <-( D7#7<'.2( #'&'$02.'+2&(
8.8#'.( :%B.%>%&%&( %:%( '024'&( '+'0#'..',$2+2.42>2&2( =-.%+$B-:$-4%+\( ".:( 7.'+':;( Y857#.'<6'( #7&+'#2(
Ne
(J:IC(1-I5%&(J76&%:;(E=.=$=;(#'69'(KNeC(
!"#$%&'%
M*%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
:8+8.'&(4-<.-$.-+4-(6-&%(8.8#'.(:%B.%:.-+%&(%&,'#2&'(%.%,:%&(5-&-.(->%.%B(4ME%.%&4-(V=',:'(=%+(4-6%,.-;(
E-+( 4-<.-$;( %&,'#2&'( :'$:24'( =8.8&B'6'( E%IB-$( -4-A-:( :-&4%( 5?&A-.( #'&'$2&'( %E$%6'0(
486B':$'42+WNO(<-(%:%&A%(7.'+':(4';(#'&'$#'.(%,%&(&%$-.%>%&%&(<-($-B'$%:(:'F#'B2&2&(6-$-+.%(7.B'42>2((
<-( 5@:.-+-( 02:'+2.'&( GE-+,-6%( :'F#'6'&( 8.8#.'+'#2.2:H( %B'S2&2( 5-+0-:.-,$%+B-:( ?I-+-( GD7#7<'.2H(
5@#$-+-&%&-(4-(%E$%6'0(4868.48>8(9-0-3*(;E0E9*-;-1;E0E0E18*1E)E&*(0&E38(4ME%.%&4-C(l#-+(?I-+%&-(
6'I2.'&( B-$%&;( %,%&4-( 5@+4?:.-+%B-( %.%,:%&( 7.'+':;( #'&'$02( t8.I%B( n-x%+%Š&%&( :%,%#-.( 48+8,8&8&( &-(
7.48>8&'( 4'%+( F-:( =%+( ,-6( 7+$'6'( :76B'B':$'42+( V:-&4%#%&%&( u5'&$( AE%( ( !J-6'I( R'+%$'3( =',.2:.2(
4%>-+(%,%;(J'.:'&.'+4':%(0'$2,B'&2&(I'B'&#2I(=%+( %B5-#%&%(#8&B':$'(<-(#$-+-7$%F%:($-B#%.%&%&($?B(
@I-..%:.-+%&%(='+2&42+B':$'42+W(<-(V:-&4%.-+%&%(D7#7<'Š&2&(5-&0(#'&'$(7+$'B2&2(:'F#'62A2(=%+(,-:%.4-(
4-+.-B-6-('4'B2,(7.B'.'+2(=%+(6'&'W(=8(%,%(#-+5%('.'&2&'(6-+.-,$%+%+:-&(:?+'$@+.-+%&(48+8,8&8&(&-(
7.48>8&8('&A':($'EB%&(-4-=%.B-:$-6%BC(U&A':(:%,%#-.([email protected]%B;(t8.I%BP%&(l$0($1(!D'E+'B'&.'+3(
%,%&4-:%(=8(#-+5%4-:%(%,.-<%&%&([8AE'BFŠ2&(4'11('0(!*%#8'+3('4.2(%,%6.-('6&2(7.48>8(6@&?&4-(7.'A':$2+(
)(E-+(%:%#%(4-;(5-0%A%(7.'+':(6-+.-,$%+%.4%:.-+%(#-+5%( 4?I-&%&-(<-(:8+8B#'.(='>.'B'( %,'+-$(-4-+:-&;(
:-&4%(%4-7.7S%:(%,.-<.-+%&%(4-(:-,9-4-+.-+C((
(
Y8:'+24'( ='E#%( 5-0-&( l$0($1* '4.2( %,;* 8.8#( 6'( 4'( 8.8#'.( :%B.%:( B-#-.-#%&%&( V5?&?B?I(
8.8#.'+'+'#2.2>2&2&( E-5-B7&%:( $-B#%.%( 4ME%.%&4-W( 9'I.'#26.'( 8.8#.'+'+'#2( 7.48>8&8( <-( GF-+%9-+%H4-&(
5-.-&( #'&'$02&2&( 8.8#'.( :%B.%>%&%&;( ='#:2&( #-+5%( E'I2+.'B'( B74-.%&4-( <-( 5?&A-.( #'&'$(#%#$-B%&4-(
I'$-&( E-F( %0-+%.4%>%&%( 4-( 5@#$-+B-:$-4%+C( D?+'$@+.-+%&( #-+5%4-( /0&'1&N* #-0E&(0N* 3E09$&( !1'&'$02;(
:?+'$@+;(F%6'#'3(=@.?B?&-(=-.%+5%&(=%+(6-+('62+B'6'(<-(#'&'$(#%#$-B%&%&(6'F2#2&2;(E%6-+'+,%.-+%&%(<-(
5?0( 4-&5-#%&%( '&'.%I( -$B-6-( :'+'+( <-+B-.-+%&%&( &-4-&%( =8( 7.'=%.%+CCC( J-&( V8.8#'.W( :?.$?+( $-B#%.%(
:'<+'B2&2(4'(=8+'6'(-:.-+4%BC*!"#$%&'()*,(-).*E0&'1&*20(3*40'15&')$*#-+5%#%&%&(:?+'$@+.-+%(#'&'$( ((
#%#$-B%&-(6@&-.%:(-.-,$%+%.-+%&4-(07>8&.8:.';(U<+8F'_U$.'&$%:(-&$-5+'#67&8&4'(<-(J'$2(J'.:'&.'+(
'42(<-+%.-&([email protected](:?+-#-.(#-+B'6-6-(I-B%&(E'I2+.'&B'#2('02#2&4'&(:-&4%.-+%&A-(=-.%+.%(=%+(+7.(
76&'6'&( J'.:'&.'+( #-+5%.-+%&-( 74':.'&B2,.'+42+C(
Y'&%( :?+'$@+.-+( <-( #'&'$02.'+;( J'.:'&.'+P4':%(
0'$2,B'.'+2&( B%$.-,$%+%.B%,( <-( B-$'.',$2+2.B2,(
$-B#%..-+%&%&( ?+-$%.B-#%( :7&8#8&4'( :-&4%( :7&8B(
<-(5@+?,.-+%&%(7+$'6'(:76B8,.'+42+C(
(
U6+2A'( ?&.?( J'$2.2( :?+'$@+.-+%&( 6-&%( <-( E-&?I( 9'+:(
-4%.B-B%,( F'I'+.'+2( =%+-+( 6-$-&-:( :'6&'>2( 7.'+':(
:-,9-$B-( +7.?( B-#-.-#%&%( 4-( 5?&4-B-(
5-$%+B%,.-+4%+C( J8( :7&868( -.-( '.'&( %,.-+-( @+&-:(
7.'+':;(†':8F(y-++%P&%&(6EO$*A$N*l$;%*A$(!D8+$'+2&(
J-&%;(Y'+42B(l4%&(J'&'3('4.2(%,%;(R'S+-4%&%;(y-++%(<-(
n-x%+%Š&%&( 7+$':( %,%( :5$* [)#;$1;( uE'&').* 2(0* E*
h-0E&(0*!UBA'.'+;(J%+(D?+'$@+(J-:.-+:-&3(<-(U.='&(
Q8S'Š&2&* <0$$* ,(-0* A')?( !n%E&%&%I%( mI5?+.-,$%+%&3(
'4.2( %,%( <-+%.-=%.%+C( [+%$7&( R'S+-4%&%;( J'$2.2( 8IB'&(
:?+'$@+.-+%&( D7#7<']J'.:'&.'+][7>8( U<+8F'(
#'&'$2&4':%(
5?A?&4-&(
='E#-$B-:(
?I-+-(
UB-+%:'Š&2&(8.8#'.(#%B5-#%&%()(1'B(UBA'(9%5?+?( )(
( V?&.?( GJ%+.-,%:( [-<.-$.-+( g+48#8( %0%&( 1-&%(
7@"(423&"6%,=I^"6"04:%R0-/51%L"Y083-1-\%
"#$%67+8BH( A?B.-#%&%( G/?&A-.( 1'&'$( g+48#8( %0%&(
1-&%( "#$%67+8Bˆ( %.-( 4->%,$%+-+-:W( :8..'&2+:-&;( †':8F( y-++%( 4-( [7>8( #'&'$2&'( 6'F2.'&( <-( :-&4%#%&-(
5@+-(G#'&'$02&2&(?&?&?&;(B-$'&2&(4->-+%&%(:'$.'6'&(-$:-&(7.B'(F7$'&#%6-.%&%(-#'#('.'&H(6'$2+2B2&(
B'&$2>2&'( 4%::'$( 0-:B-:$-4%+C( {?B( =8( %,.-+( G'.$?#$( -4%A%( !1-FO$01'O$3( 7&'6.'B'HKL( #$+'$-S%#%&%(
$-B-.( '.B':$'42+( )( =8;( #'&'$02&2&]':$%<%#$%&( #7#6'.;( F7.%$%:( 6'( 4'( -:7&7B%:( =%+( #@6.-B4-( +7.(
19
(l5-B-&(#'&'$($'+%E%&-(5@+-(NOOLP.'+(@&A-#%&4-(D7#7<'P4'(5?&A-.(#'&'$(67:$8C(m+&->%&(U)*V(03E;'&C*#-+5%#%*:'$'.7>8
%0%&(6'F2.'&(+@F7+$'S4'(17:7.(J-x%+%(,@6.-(4-B-:$-4%+\(ˆ/?&?B?I(D7#7<'(#'&'$(7+$'B2&2&('+:'(F.'&2&4'(=-&A-(=?6?:(=%+(
=','+2( <-( -&-+S%( <'+C( J8.8,B'.'+2B2I4'&( =%+%&4-( J+'&:7( [%B%$+%S-<%uP%&( #'+9( -$$%>%( ,8( #@I.-+-( $'B'B-&( :'$2.42>2B2( 4'(
#@6.-6-=%.%+%B\( >(1(OE;8* .$)7* 1E)E&78;E0* F'0* E);E3?E* 18280* )(9&E18)?E)* FEH;8C(0;E0s* F-* ();E08* &M3* .$;$)$9;$0')*
F(C-)?-0-a-)?E)*9-0&E08C(0*O$*i&E3E3$)*.M)#$;j*(;3E*9()-3-)E*&EH8C(0=*J:IC(U)*V(03E;'&CW*/0&*')*6$0F'E*PQXQ*+*RYYP(
V#-+5%(:'$'.7>8W;(Q%A';(J-.5+'4;(KLLf;(#C(Z|OC(
KL
(v&:-(U+&#(<-(16.<%'(1'##-;(G(k18=<-+#%<-(U99%+B'$%7&PH\(g&(Q%B-#%#('#(1$+'$-56(79(h-#%#$'&A-H;(AE19E(VtS8=.S'&'W(A%.$(zzv;(
&7(Z_X(VOe_OOW;(#'69'(bC(
!"#$%&'%
M+%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
'.B'#2&'( <-( #@6.-B%( 7&'6.'+;( #'E%F.-&%+( <-( $?:-$%+:-&;( '6&2( I'B'&4'( 7&'6.'&'&.'( '+'#2&'( =%+(
B-#'9-(:76B'#2&'(7.'&':(<-+-&(=%+($':$%:$%+C({-B-.4-&(0?+?$-+-:(7&'62(:'+,2$2&'(0-<%+B-:$-4%+C(
(
((
J8(6':.',2B(-#:%(Y857#.'<6'([email protected]#%&4-:%(?+-$%B%&(=?6?:(:2#B2&2&($%F%:(=%+(@I-..%>%4%+(<-(:'<+'B#'.(
#'&'$( 4-&-6%B%&%( <-( 7&8&( G$-B#%.]&-#&-H( ?+-$B-:$-&( =%+( G$8$8B]=%.4%+%H( %.-$B-6-( 4@&?,B-#%&%(
$-B-.( '.B':$'42+CKN( J8( '024'&;( #@I( :7&8#8( %,.-+%&( :'#$%( &'%9.%:.-+%;( .%=-+'.( J'$2( u$;&E)1#5E--).b-*
!4?&6'( 5@+?,?3( %.-( I7+.'( @I4-,.-,$%+%.B-6-( B-64'&( 7:86'&( %+7&%:( =%+( '+'0( 7.'+':( $-I'E?+( -4-+C(
1'&'$02.'+( k#'&'$( 7+$'B2P&4';( 8.8#'.( :@:-&.-+%( %#%B.-+%&4-&( '#.'( '6+2( $8$8.'B'6'&( kF-+%9-+%4-&(
@I&-.-+P( 7.'+':( =-.%+%+.-+r( 6'&%( -6.-B-( %B:M&.'+2&2&( =8( =-.%+.-B-.-+.-( 07:$'&( #'F$'&B2,( <-(
#2&2+.'&B2,(7.48>8(#@6.-&-=%.%+C(%
(
[+%$7&(R'S+-4%&%P&%&(6')*!/?&'E3('4.2(%,%&%(4-(=8(0-+0-<-4-(67+8B.'6'=%.%+%IC(i%4-7;(Q?&#$-+Š4-:%(
=%+( R2+%#$%6'&( :%.%#-#%&4-( 5-+0-:.-,$%+%.B%,( <-( 5%I.%( :'B-+'6.'( :'64-4%.B%,( =%+( -$:%&.%>%(
=-.5-.-B-:$-4%+C( 1'&'$02( V[+%$7&( R'S+-4%&%W( 5?&'E( 02:'+B'( E?A+-#%&-( 5%+B-:$-( <-( F'F'I'( 5?&'E(
02:'+$B':$'42+C( g&'( '.2,2.B2,2&( 42,2&4';( ,@6.-( #7+8.'+( #7+'+\( @$)* E1;8)?E* AM1;M3E)83N* E3E*
>(1(OEv?E* ?(a3-H* F'0* /0)EO-&* (;3E)8)* .M)E5* (;-%* (;3E?8a8)8* 1'I$* 1(03E9* '1&$?'3=* @'0* H$9';?$*
.M)E5* ?$)';$F';'0* 3'* F-)En( D'9'#2( :'+2,'&( F'F'I( %#-( ,@6.-( =%+( 6'&2$( <-+%+\( lEC80=* DM)E5* ?$a';?'0=*
DM)E5* F'I* ')1E);E08)* 9$)?'* JI.M0* '0E?$;$0'3'I;$* CE%&8a838I* O$* :E)08v)8)* $3'0;$0')$* EC9808* (;E)* F'0*
H$C?'0=*",%&($8E'92;($-+#$-&(5%4-+-:(4-(=%+(#7&80(02:'+'=%.%+(<-(8.8#'.(:%B.%>%&(<-(8.8#'.A2.2>2&(@I5?+(
%+'4-6-(='>.2(7.B'42>2(<-(=8(&-4-&.-(4-({'&+2Š&2&(-B%+.-+%6.-(868B(%0%&4-(7.48>8&8(#@6.-6-=%.%+%IC(
(
q(q(q(
(
D?+'$@+.-+%&;( #7&+'#2&4'( =',:'( F-:( 07:( :%,%( $'+'92&4'&( 4'( 6%&-.-&B%,( =':2,( '02.'+2&'( 5@+-;(
!"#$%&'()(F+7S-#%(U+&'<8$.8:(:?.$?+?&?(=%+(,-:%.4-($'&2B'6'(%.%,:%&4%+()(4%>-+(=%+(4-6%,.-;(%.:(4-9'(
:'+,2B2I'( 02:'A':( =%+( G@$-:%.%:H.-( %.5%.%4%+C( 1'&'$( '.'&2&4':%( =8( 4%F.7B'$%:( #$+'$-S%;( U<+8F'.2( <-(
8.8#.'+'+'#2( :8+8.8,.'+2&( F7.%$%:( %.:-.-+%&-( $'B'B-&( 86B':$'42+( <-( #7#6'.( F+75+'B.'+2&'( E%IB-$(
-$B-:$-4%+r( #@I( :7&8#8( %.:-.-+-( 5@+-( 4-( :?.$?+;( G:?.$?+-.( 9'+:.2.2>'H( #'652( 5@#$-+B-6%( B?B:?&(
:2.B':(%0%&(G@$-:%&%($'&2$2+H(<-([email protected](G0'$2,B'&2&($'+'9.'+2('+'#2&4'(8I.',B'(#'>.'&2+HC([1').*(2*
h-;&-0$*E)?*/0&*')*h()2;'#&*k$1(;-&'()*')*h()&$3%(0E0C*:'3$1(!/?&?B?I4-(~'$2,B'(~@I?B?&4-(
D?.$?+( <-( 1'&'$2&( D8..'&2.B'#23( =',.2:.2;( F+75+'B( &%$-.%>%&4-:%( B-$%&;( 5?&A-.( #'&'$2&( B?I':-+-(
$-:&%:.-+%6.-( <-( G:8..'&2B( 4->-+%H6.-( %.5%.%( -5-B-&( @&6'+52.'+2&( =%+( 5@#$-+5-#%( #'62.'=%.%+C( J8(
B-$%&4-( ,@6.-( 4-&B-:$-4%+\( G*7.%$%:( 5@+?,B-.-+( <-( 4%F.7B'$%:( -$:%&.%:.-+( %:%( ?.:-( '+'#2&4':%(
5-+%.%B%('I'.$2+:-&;(+-##'B.'+;(B?I%#6-&.-+;(9%.B(6'F2BA2.'+2(<-(4%>-+(#'&'$02.'+(4'(#'B%B%6-$(<-(%6%(
%.%,:%.-+(:8+B':(?I-+-($-B'#.'+4'(=8.8&'A':.'+42+CHKK(
(
((
".5%&0$%+(:%(#-+5%&%&(#'.42+2.'+.'(:'F'$2.B'#2(<-(=8(7.'6'('+'A2.2:(<-(-,.%:(-4-&(B-46'(#'.42+2#2;([email protected](
=%+(=':2,('02#2&'(:'+,2(:76'&(7.58.'+('+I(-$B-:$-(<-(#'&'$#'.(9''.%6-$.-+%&(:8+8B#'..',B'#2&'(4'%+(
=8($?+(=%+(6':.',2B2(5-+%(0-<%+B-:$-4%+C(J-#=-..%(!"#$%&'()*#-+5%#%&4-;(#-+5%&%&(5-+0-:.-,B-#%(%0%&(
97&( #'>.'6'=%.-A-:( $-:( 97+B'$( k8.8#'.( #-0%BP( 7.48>8( %0%&( @6.-( =%+( 67.( #-0%.B%,$%( )( F'+'47:#'.( =%+(
,-:%.4-;( #-+5%&%&( #'.42+2.'+.'( :'F'$2.B'#2( %.-( :@:$-&( +-44-4%.-&( 4-;( =%II'$( [email protected]( =%+( G?+-$%B(
#'>.'B'H( F.'$97+B8( 7.B8,$8+C( Q-$&%B%I%&( =',2&'( 4@&-A-:( 7.8+#':;( #-+5%&%&( 97+B8&'( <-(
97+B'$2&';(6'&%(:?+'$@+?&(?+-$%B(4?I-&->%&4-(&'#2.(=%+(67.( %I.-4%>%&-( 4'%+(#7+868(,%B4%(6-&%4-&(
6@&-.$-=%.%+%IC(T'6-$(#-+5%;(%:%(8.8#'.(:?.$?+('+'#2&4'(4%F.7B'$%:('+'A2.2:(+7.?(?#$.-&B-6-A-:(9'+:.2(
<-(G7$7&7BH(=%+('.'&4'(#8&8.'A':(,-:%.4-($'#'+.'&B2,(7.#'642;KZ(9'+:.2( =%+(#7&80(B-64'&'(5-$%+%+(
KN
(J'I2(@+&-:.-+%;(i.'4%B%+(c%:7.%u(<-(i-+'(i-w'&#:%P&%&(VJ-.5+'4W(l(w*&(*@$#(3$*E*D0$E&*/0&'1&(!c'#2.(J?6?:(=%+( 1'&'$02(
g.8&8+p3;( c%:7.-$'( Q'+:7<%u( <-( n#7.$( D7<'A#P2&( VJ-.5+'4W( h5((1$* K'2$( !Y','B2( 1-0%&3( <-( *+%B7s( c7<':P2&( VtS8=.S'&'W(
!"%;(1'()(!*'$.'B'3('4.2(%,.-+%4%+(<-(4'E'(F-:(07:(@+&-:(=8.8&B':$'42+C({?B(=8(%,.-+(V'6&2(*+%,$%&-.%(5-&0(#'&'$02.'+2&(%,.-+%(
5%=%W;( )( $?B?;( 5-0%,( #?+-A%&4-:%( $7F.8B.'+4':%( #'&'$#'.( ?+-$%B-( -,.%:( -4-&( 9-&7B-&.-+( 7.'&( )( #'&'$$'( F'I'+.'B'(
$':2&$2#2&';( :-&4%( :-&4%&%( #'$B'6'( <-( %.%,:%.-+( :8+B'( #'F.'&$2#2&'( :'+,2( %+7&%:( 48+8,.'+2&2( %9'4-( -$B-:( ?I-+-( =-&I-+( =%+(
#$+'$-S%(:8..'&B':$'42+.'+C(
KK
(Q-$%&(,8('&(-+%,%.-=%.%+(5@I?:B-B-:$-4%+()(6'(4'(E%0=%+('+'B'(B7$7+86.'(=8.8&'B'B':$'42+C((
KZ
(Q-<A8$(48+8B4'(:?+'$@+.-+(#'&'$('.'&2&2($'B'B-&(9'+:.2(=%+(,-:%.4-(<-($-B#%.A%(F7.%$%:'.'+.'(47>+84'&(
='>.'&$2.'&42+'+':($'&2B.'B2,.'+42+C(6E)E&N*FEH9E*H$C;$0')*CE)8180EN*')1E);E08)*3$?CE?E*O$*%E0;E3$)&(?E*9E3-CE*E789*
H$9';?$*9()-H-;3E18*.$0$9$)N*.$73'HN*O$*.$;$#$9&$*F-*E;E)?E*F'0;'9&$*OE0*(;3E9*3$1$;$1'*5E998)?E*9()-H&-9;E08*F'0*E;E)?80*
O$*JI)$;$0')*9$)?'1')'*F'0$F'0*';.';$)?'0'0=*J:IC(D'$'.75(U?1&-%E)e$W*6EO0$3$)E*-3$&)'#9E*1#$)E*40'f&')$*g*!"#$%&'()W*
h()&$3%(0E0C*/0&'1&'#*1#$)$*20(3*40'15&')$;(/%+%,;(i%4'(D&-s-<%A;(D+%#$%&'(t8:%u;(v<'&'(Q'+S'&7<%u(<-(/7+4'&'(c%:7.%u;(#'69'(
NOC(
!"#$%&'%
ME%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
B%64%;(6'(4'(4'E'(<-+%B.%(=%+($'+$2,B'('.'&2('0'+(B2642p(m+&->%&([email protected]:%($?B(#'&'$02.'+2&(7+$':(
#7+8&.'+2&2($-B#%.(-4-&(<-(5-0$%>%B%I(7&(62..'+4'(E-F%B%I%&($'&2:(7.48>8(8.8#(%&,'#2(B-#-.-.-+%(4-(
4ME%.( 7.B':( ?I-+-;( GF-+%9-+%4-:%( [email protected]+H4-( :?.$?+?&( 6-+%&%( <-( +7.?&?( -.-( '.'&( -.-,$%+-.( %,.-+%&(
#-+5%.-&B-#%( [email protected]( 4-( #-+5%&%&( G@$-:%.%:H( 4->%.( G'6&2.2:H( %.:-#%( ?I-+%&-( :8+8.8( 7.B'#2W( 9'+:.2(
-$:%.-+(47>8+8+(B8648p((
(
((
/-.%&-&( &7:$'4'&( =':2.42>2&4';( @6.-( 7.'=%.%+B%,( 5%=%( 5-.%67+C( !"#$%&'()( #-+5%#%( 07:( #7B8$( -.-,$%+%(
F7$'&#%6-..-+%( ='+2&42+267+48r( '&A':( =8( $?+( #7+8.'+2&( :'B8&8&( %&A-.-B-#%&-( <-( $'+$2,B'#2&'(
#8&8.B'#2( %B:M&2&2( -$:%&( =%+( ,-:%.4-( -&5-..-6-&;( #-+5%&%&( 97+B'$26.'( %.5%.%( #-0%B4%C( !"#$%&'()(
#-+5%#%;(97+B'$(7.'+':(#'&'$#'.(7+$'B2&(8.8#'.($-B#%.%&%(#-0-+-:;(:'F#'B2&2(D7#7<'P&2&(='>2B#2I.2>2(
:7&8#8&4'* CE)?EH( 6'E8$( 9E0H8&( 7.B':.'( #2&2+.'B2,;( [email protected]( 4-( 0$$;* %(;'&'9E( '.'&2&4':%( B-<A8$(
#-0-&-:.-+-(<-(=8(#-0-&-:.-+%&(B-<A8$($7F.8B#'.(:8$8F.',B'.'+2&'(4'%+(<-+%.%(0-+0-<-6.-(868B.8(
=%+( 6-+-( 7$8+B8,$8+C( J8( =':2B4'&;( 6-+-.( ='>.'B4'( =-:.-&-&( 5%4%,'$2( $-6%$( -$B-:$-&( =',:'( =%+(
5-$%+%#%(7.B'B2,$2+\( =%+(6'&4'(U+&'<8$.'+'(6@&-.%:(12+F(9',%IB%6.-;(4%>-+(6'&4'(4'(:'B8#'.(7.'+':(
%9'4-( -$B-( E'::2&2( 4'( %0-+-&( %&#'&( E':.'+2( F7.%$%:'.'+2&2&( %E.'.%&%&( :2&'&B'#26.'( :'+,2( :'+,26'(
:'.2&B2,$2+‹(g6#'(#'&'$2&(5@+-<%;(4'E'(5-&%,(4?,?&B-:(<-(-5-B-&(:?.$?+(F7.%$%:'.'+2&2&(4'6'$$2>2(
<-+%.%(#-0-&-:.-+%&(42,2&4'(-.=-$(=8.8&'=%.-A-:(k:-,9-4%.B-B%,(7.'&':.'+2P(:-,9-$B-:$%+C(
(
7@"(O'-$"%,sI"Y4:(c-.568/"%N"0.5>-U%
(
7?%08G-I38%Sd03Q@QIQC%Z=01">?/%K"#0"@$%tIQ3"D"68G-1-1u%"6/$13"[:%G*6*/-(G-@#-'-2&-#.(>2.+.("36$:%'X'<%
#$6$13"% "."38I-G#81% v50w8% o5>"15>-U% /"0"n$13"1% !$0K-G/"1x$1% I80.8C-138.-% F0?T8>"^% a8D0-138% #"W$6"1%
D8#.86-1% K-0% 08W053Q.G-#51?3?0\% L8#.86% /-W-.% K-0% GdIQ0S8^-% B3*&"( J"( K"-5P( >#+( 18G18G-% d018@-3-0% >8%
I-66-#8/J-% 05I"1/-CI% d@8680-% /"a$0\% ;<<)% #$6$13"% G"1"/J$% c-.568/"% N"0.5>-U% K?% 08GI-1% .5W#"6"0$1$% K-0% G80-%
D"6-138% K-0% S"680-1-1% 3?>"06"0$1"% "GI"#$% d1803-\% F5G5>"% ."D0"I"1$% 75T.5% o?S5>-Ux-1% Z!$0W% 8W-.% a--0-138%
tF5G5>"%!">"a$u%3d1SQGQ1381%"6$1"1%K-0%."0"./80[%K"#0"@$%#80-18%=01">?/%K"#0"@$1$%.?66"13$\%!dC%.51?G?%
(
!"#$%&'%
M(%
!"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.((
Z$;$)E*^$1'_*
8/.-16-.% c-.568/"% N"0.5>-Ux-1% 35@3?@?% a8D-0% 56"1% F0?T8>"^x3"% "J/$@$% K-0% .-a-G86% G80S-#3-% n"."/% F0?T8>"^%
_6?G"6%NQC8G-x1-1%3-08./d0Q%/"0"n$13"1%-W/"6%83-63-\%=#1$%8G80:%]81-%L80G8.x38%ZF"0"K"@[%3QC8168181%t)(/D\%
b-1/80%!"651u%,)(\%F$a%!"651?4%"36$%G80S-38%38%G50?1%#"0"//$\%!80S-%.Q0"/d0Q%70"1-G6">% R-I-/0-Y8>-U%G80S-#8%
tW56-/-.% "0/$% 38@80% >8% 8.G-.% G"1"/u% -J8081% K-0% K".$a6"% #".6"aI".6"% G?J6"13$% >8% G51?J% 56"0".% .Q0"/d06Q.%
Sd08>-1-%K$0"./$\%R56"#$G$#6"%K?%#"C$#$%t!$0Wy6$.u%>8%t=01">?/y6?.u%>8%D80%-.-G-1-1%38%#Q^86/-6I8G-%"0"G$13"%-.-%
K"a6$% K-0% D"#>"1"% K81C80% K-0% -6-a.-% .?0"1% K-0% G"1"/% 8G80-#68% K-/-0-#50?I\% 7?% 8G80% D8I% I-66-#8/J-% -IS8680%
-J80-#50% D8I% 38% G5G#"6% 56"0".% "1S"Y8% G"1"/% W0"/-@-% -J80-G-138% K-0% K"a."% K"a"0$G$C% t3-W65I"/-.% #".6"a$Iu%
d018@-%56?a/?0?#50\%
(
(
(
(
(
(
((
!"#$%&'%
MM%
"&5%.%IA-4-&(0-<%+-&\(/?.%&(l:%&A%((
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
)1/('2+#%3'#+4%
!
"#$#%!&'(!&')*+,+-)+!&./).-.)0*1!
2'(!34)'5'%.,0!6+7+6!&'(!8+(9'!.$806:!
!
;1!<#6%#!3.(.8060!=+('(!.$.(0*!7'-+!7#/#6#-4(7>(1!
;1!<#6%#!&>!'/5+6!&'(!$0%.(0!4).,.?060!7#/#6#-4(7>(1!
;1!<#6%#!&>!-.3.&')+,+?'!&'(!'/5'(1!
!
@+!74?(>!,+=.3111!;A!
!
BC=+5D!-.3.&')'('EDF!7#/#6,+8'D!&+)%'!%>E+-!G0(&'85.6!+-.)+5'!@4-=47'6.!HE+(%!2I)9+8'!&./%+65'!J4='!
G.7K7.D!"484=.!L('/5'6+K7+6!9+6$!8.6.5$0).(06!B!"#$%&'()F!MN85'86.O*&./)0%)0!8+(9'8'6'D!.$*.!%.(.(060!
%'/'8+)! 4).(.%! .)0(%+6! E.*.606! C-.)+5! P+,)'8! 2./%.60! 24Q.6! "485(+RK'6! 5+(,'S! +55'?'! 7>(>/! 4)*>/!
4).&')'(1! 2+)%'! 7+! 4(9.6'E.5I()+(! =+! -.30*,0).(! 46>! &>! 8+(9'-'! .$*.-.! 7.=+5! +5*'/5'(T! &')7'?'*!
%.7.(0-).! &>! %+8'6)'%)+! *#*%#61! 2>6>! 8I-)+(%+6! %.U.*7.! IE+))'%)+! @4-=47'6.! V#6,+)! G.6.5!
P#E+8'! W'(+%5I(#! X'=%4! V(4E7.6'Y! V+(.! =.(D! %+67'8'! 7+?'/'%! 3(4Q+)+('6! %.*>4->67.!
7>->(>)*.80606! &'(! .(.,0! 4).(.%! %.*>4->67.! B8%.67.)).(F! =+! B,.6! 80%0,0! 7>(>*).(F! -.(.5*.606!
U.-7.806.!&.('E!&'(!/+%')7+!'6.60(1!Z.!7.!&+)%'!2.-!"485(+R!%+67'!%+67'6+!&>!%.(.(0!.)*0/50(!=+-.!&>!
8+(9'6'6! -.30)*.80606! 9+(+%)'! &'(! /+-! 4)7>?>! -I6#67+! &'(')+('! 46.! 5.=8'-+! =+-.! 5.)'*.5! =+(*'/5'(T!
I5+! -.67.6D! &>(.7.! 6+! 9'&'! $0%.().(! 8IE! %46>8>! 4)7>?>! 9+($+%5+! I6+*)'! 7+?')1! H6+*)'! 4).6! &>!
8+(9'-'! -.3*0/! 4)7>?>! 9+($+?'! =+! 8+(9'6'6! [+3+-\! 5.S*'6! +7')+&')'(! 846>$).(0111! ;%5'U! &'(! &I)9+!
34)'5'%.,080! 4).(.%! "485(+R! &>! 8+(9'! &.?).*067.! %+67'6'! =+! %'/'8+)! 8'-.8.)! 9I(#/)+('6'! =+-.! %+67'!
9#6,+)! 8.6.5! E+=%'6'! 5+*8')! +7+*+-+,+?'6'! &')'-4(! 4)*.)0-70T! S.55.! [4! 80(.7.! &./%.60! 4)7>?>\!
@4-=47'6.! P+,)'8'K6'! 7.S'! [8.7+,+! =+! 8.7+,+! &#(4%(.5'%! .6).*7.! 4)*.606! 70/067.\! 5+*8')!
+7+*+E7'D!E'(.!P+,)'8!&>!8+(9'!.$0)70?0!80(.7.!*>S.)'U!8'-.8.)!&)4%).(!.(.8067.%'!%.=9.).(7.6!74).-0!
3.(.*3.($.!4)*.%5.-70!=+![S+(!E.*.6!4)7>?>!9'&'\!'/)+=8'E!S.)+!9+)*+6'6!+/'?'67+-7'T!74).-080-).!
&>!8+(9'-'!.$.(%+6!5+*8')!+55'?'!8.7+,+!%+67'!8'-.8'!3.(5'8'!@4-=47'6.!G48-.)!W+*4%5.(5).(!2'()'?'!
[]G@\! =+! 46>6! +6! &#-#%! 85(.5+Q'%! *#55+U'?'D! B84*>5F! 8'-.8'! &'(! &)4%! 4).6! W+*4%(.5'%! L.(5'! [WG\!
4).&')'(7'! &+)%'1! ^).-06! E.*.6).*.806.! &.%50?0*0E7.D! S+(! /+-'6! _``a! ^,.%! .-067.! 4)7>?>6>!
9I(#-4(>ET! -.6'! [S+3! 4)7>?>! 9'&'\! +3+-! $.(+8'E! =+! B%'()'F! 9+$+6! 8+$'*! %.*3.6-.80606! 5.*!
9I&+?'67+! =+! G0(&'85.6! 2./%.6)0%! 8+$'*)+('6'6! [&'(! 846>$! $0%*.-.6\! &'('6,'! =+! [4! E.*.6).(!
846>,>67.6!$4%!%>/%>!7>->).6\!'%'6,'!5>(>6>6!.(.8067.1!"485(+RK'6!5+*8')!+55'?'!B;2!-.6)080F!8'-.8'!
&)4%D! ')%! 5>(7.D! )'7+()'?'6'! b.7'%.)! L.(5'K6'6! -.350?0! *'))'-+5$'! 8.?,0! 8'-.8'! &)4%).! 6+(+7+-8+! .-60!
4(.67.! 4-! .)70! [&>! -#E7+6! B'%'6,'! 4-).*.F! -.30)70\1! @+! B7I6+%! +-.)+5F! "484=.! 5.*! 4! 80(.7.D!
*+=,>5![4(5.).*.!G0(3!34)'5'%.,0).(067.6!7.S.!B'-'F!=+-.!7.S.!B%I5#F!=+-.!I-)+!=+-.!&I-)+!7.S.!
B*+/(>F!4)>3!4)*.70?060!8I-)+*+%!'$'6!&'(!8+&+3!4)*.-.6\!B5+*8'),')+('F!%.6.)0-).D!'%'!S.U5.!'$'67+!
B&.?0*80E)0?060F! ').6! +7+,+?'6'! &')7'(7'1! P+7-.! B"484=.! G0(&'85.6K70(F! /'.(060! 7.S.! 4! E.*.6).(!
%>(*.-.! &./).*0/50T! &.E0).(0D! 9+$*'/5+! 3+%! $4%! 7+U.! -.350?0! 9'&'! '68.6).(0! -'6+! 8').S! %>/.6*.-.!
7.=+5! +7'-4(7>D! &.E0).(0! 7.! "484=.K-0! 5.60*.-0! .%)0606! >,>67.6! 9+$'(+6! S+(S.69'! &'(! G0(3!
34)'5'%.,0606!84->67.6!9+)+6!c``1!%>/.%5.6!%'/')+(+!7.S.!/'*7'7+6!).6+5)+(!-.?70(*.-.!&./).*0/50!
=+! *+7-.606! &#-#%! &'(! %+8'*'! 7+! &'('6+! BS.'6F! 7+*+6'6! 4).&')+,+%! S+(! 5#()#! =.(-.8-46>6>! 846!
7+(+,+!-.(.50,0!&'(!/+%')7+!%+/U+5*+%)+!*+/9>)7#111!
!"#$%&'%
()%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
!
!
+,-,.%"/0"1$.2"%#,-#,-3%4%5"60".7$0%"2"#7"/$%%
89:;17"<%=;097;>%?!@!A%:;77;#3BC;A%,1B%0D63E%<3%F9/;1%%
8"2;>%?G!A%HF%#".7$1$A "6"I$%0D63E%%
!
%
J32#"%0":K".#"1$!
!
2>67.6!8.7+,+!74%>E!8+6+!I6,+%'!J;d^!BS.=.!.%060F606![&>!'U.7+-'!/I-)+!4%>->6e!f$!.-!&4->6,.!
G0(&'85.6K06! S+(! 9#6! &4*&.).6*.80606\! 8+*&4)'%! [=+! *#*%#6! 4).6! 5+%! 4)9>8.)\! B6+7+6'F! 4).6!
B"484=.F! %+)'*+8'6'6! 5.*! 7.! %+67'8'6'6D! &>! ,4?(.U-.7.! *'))'! S.88.8'-+5'6! >E>6! E.*.670(! +6!
&./.(0)0! 7'6.*'5! U'5')'! 4)7>?>! 4(5.-.! $0%501! 2+8&+))'! %.$060)*.E! 3.5).*.-.! 74?(>! 9+('! 8.-0*!
&./).*0/50111! 2>! 5'3! 543)>*8.)! &'(! 7+69+[8'E)'%\! %+67'6+! IE9#! '6'/)+('! $0%0/).(0! &.(0670(0(D! U.%.5! 4!
7I6+*D!%('5'%!64%5.-.!$4%!-.%0670%!=+!&>!*+8+)+-)+!')'/%')'!S+(S.69'!&'(!/+-D!'85+(!B%#$#,#%F!'85+(!
B*.(Q'6.)F!4)8>6D!E'6,'()+*+!&'(!(+.%8'-46>!&./).5.&')'(!9'&'!9IE#%#-4(7>1!!
2>9#67+6! 9+$*'/+! &.%06,.! &')'-4(>E! %'! B5+).UU>E! 7.S'! +7')+*+-+6F! /+-! 4)7>! =+! "484=.K606!
&.?0*80E)0?0D!8IE!+55'?'*'E!9#6)+(7+6!&'(%.$!S.U5.!846(.!cg!h>&.5!_``aK7+!').6!+7')7'T!*+7-.7.!&>!
*+8+)+6'6! -.680*.).(06.! 7.'(! IE+5! &'(! &')9'! =+(*+%! .$08067.6D! 2i_16+5! .(/'='67+6! 4! 9#6)+(+! .'5D!
7I6+*'6!*+7-.80-).!')9')'!3.(.7'9*.5'%!4)7>?>6>!7#/#67#?#*!&'(%.$!*.6/+5!=+(*+%!'85'-4(>*e!!
34567)* 89$0').$* :-0-,7* ;-0<* =,(;$):-* >8:8?$,@','A'* B-,.707:-* CA0-.7* D* E>F* ;$* E>6)')* G(B(;-*
%(,'&'?-,-07)-*?-0H7*.89$),$)$)*IJB&$0',$0*B70-B7).-*$)*-9*K5*%(,'B<*K5*B';',*:-0-,-).7L*
=70M'B&-)<* G(B(;-6)7)* M-A7/B79,7?* ',-)7)7* ',I-* $&&'* D* N',,$&;$?','* +(O'B,-;* G(P&C)'#-* MCI8)* C,CB-*
B$B,$)$0$?*$&)'?*E0)-;C&,-07)*&$?*:-),7*(,-0-?*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7A7)7*',-)*$&&'?,$0')'*M',.'0.'L*
!&)'?*E0)-;C&,-0*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7A7)7* ',-)*$&&'*D*E0)-;C&,-0*MCI8)*E;0C%-*B--&':,$*QRS556.-*
&$?*:-),7*(,-0-?*=70M'B&-)*$:-,$&'*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7A7)7*',-)*$&&'L*
E>F* (,-:7* ?-:.-* .$A$0* MC,.C<* TCB:-* ',-)7)* '%&-,* $.',/$B')'* 'B&':(0* D* E/$0'?-* >'0,$H'?* F$;,$&,$0'<*
G(B(;-,7*E0)-;C&,-07)*&$?*:-),7*M-A7/B79,7?*',-)7)7*?-:.-*.$A$0*MC,.CL*
>N*UG*:-07)*-#',*&(%,-)7:(0*D*>'0,$H/'H*N',,$&,$0*U8;$),'?*G()B$:'*:-07)*G(B(;-6:7*IJ08H/$?*89$0$*
-#',*(,-0-?*&(%,-)7:(0L*
>CBV* G(B(;-6.-* H'..$&* (,/-B7)* .':(0* D* E>F* >-H?-)7* U$(0I$* >CBV<* G(B(;-6.-* H'..$&')*
$)I$,,$)/$B'*
'@')*
/8&&$W'?,$0':,$*
'HM'0,'A'*
:-%-#-A7)7*
BJ:,$.'L
!"#$%&'%
)*%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
G(B(;-6:7* ',?* E0)-;C&,C?* ;$* =C.'* E0-M'B&-)* /7* &-)7:-#-?X>$&-* Y-M$0* EO-)B7<* M'0* -)-,'9$* IJ0$*
G(B(;-6)7)*&$?*:-),7*M-A7/B79,7?*',-)7)7)<*',?*(,-0-?*M-97*N8B,8/-)*8,?$,$0*&-0-W7).-)*&-)7)-#-A7)7*
BJ:,8:(0L*
*
Z$?* :-B-* ?(:C#C,-0<* C,CB,-0-0-B7* &(%,C,CAC* =70M'B&-)67* .$B&$?,$/$:$* .-;$&* $.':(0* D* >'0* I0C%* Z$?*
:-B-*?(:C#C*MCI8)<*G(B(;-6)7)*&$?*:-),7*M-A7/B79,7?*',-)7)-*&$%?',$0')'*.',$*I$&'0.'L*
E>F6,'*-)-,'B&,$0*M$,'0I')<*-:.7),7?*M'0*G(B(;-*&-M,(BC*@'9':(0*D*1(V)*>(,&()<*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7?*
',-)7<*>-,?-),-067)*'B&'?0-07)7*M(9-#-?*.':(0L[*
*
!
!
!
5/6'%$.%-/6'%L+,-%#,-3M%4%G/3.%J"7;N;O.;.%=9<;%!"2O2"%
13/P;73.3.%;6;%
J32#"%0":K".#"1$%Q!
*
j.%.5!5#*!&>!4).-).(7.6!I6,+%'!&'(%.$!S.U5.)0%!7I6+*+D!L('/5'6+)'!9+6$!8.6.5$0).(06!J4='!G.7K7.%'!
8+(9'8'6'6!.$0)0/06.!7I6+)'*1!2>!8+(9'-'!.$*.!%46>8>67.!5.=8'-+!=+-.!5.)'*.5!.)*0/!4)8>6!4)*.806D!
%+67'!34E'8-46>6>6D!B7>(>*F>6!BS.88.8'-+5'F6'6!=+!4).80!846>$).(0606!&')'6,'67+!'8+!24Q.6!"485(+R!
6+7+6!&I-)+!&'(!/+-!-.3806:!"485(+RK'6!&>!8+(9'-'!.$*.8067.%'!4).80!6+7+6)+(!6+!4)>(8.!4)8>6D!&>!
+-)+*'6! 46>6! =+! .'5! 4)7>?>! 8'-.8'! &)4?>6! .=.65.Q06.! =+-.! $0%.(06.! 4)7>?>! ./'%k(T! S+(! &'(! 4).80)0%!
6+7'(! 6+! 7+?')7'(! *+8+)+8'6+! 9'(*+7+6D! '85+(! -.30).6! -.50(0*06! 74?(>).6*.80! 4)8>6! [@4-=47'6.!
V#6,+)! G.6.5! P#E+8'! 7+=)+5! =+! +-.)+5! &#5$+8'67+6! U46! .)0-4(\! '85+(! &+)'()'! 7+?+()+('6! 5.6050*0606!
-.30)*.80! 4)8>6! [&I-)+! &'(! /+-! -.3*.%! 846! 7+(+,+! ;=(>3.)0! &'(! /+-D! 7+?')! *':\! '85+(! 5+*8')! +55'?'!
8'-.8'! &)4?>6! 9#,#6#! 9I85+(*+8'! 4)8>6! [8.?,0).(! 6+! 7+(8+! 7+8'6D! &.%06! &'E+D! B+=+5D! &'E! 7+!
-.3.&')'('EF\D!&'(!5#(!&.('E!$0%.(!8IE!%46>8>!4)*.8.!"485(+R!&>!'/+!&>)./*.E701!!
!
"'!&>!7.!S+*+6!.(7067.6!9+)+6!84(>-.!&'E'!9+5'('-4(!9.)'&.e!G+(9'6'6!B-.(.50,0).(0F606D!-.30*,0).(0606!=+!
4(9.6'E.5I()+('6'6D!&>!34)'5'%.,0606![=+-.!S+(S.69'!&'(!34)'5'%.,0606\!8+(9'-'!.$*.8067.6!6+7+6!&'(!$0%.(0!
4)8>6:!
!
!
!
!"#$%&'%
)'%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
!
R#S.7"/%5"67"1$.%
!
lllll!
h'*7'!80(.D!g!h>&.5!_``a!.%/.*0!G()&$?B&!
V.)+('K7+! =+! ,'=.(7.%'! 84%.%).(7.! 4).6!
&'5+6)+('! [&'(! %+E! 7.S.\! 5.(50/*.! =.%5'!
9+)7'1!^!.%/.*D!B!"#$%&'()S*\(C)I*G(B(;-*
E0&'B&BF!MN85'86.e!V+6$!"484=.)0!G.6.5$0).(O!
8+(9'8'6'6!2+)9(.7K7.!&./.(080E!4).6!.$0)*.!
9'('/'*'! =+! IE+))'%)+! 7+! &'(! 8.6.5! '/'6'6!
%.85+6! 5.S('3! +7')*+8'! ')+! S.50().6.,.%1!
;8)067.!&>!+3+-!%08.!&'(!S'%k-+!4).&')'(7'D!
S.55.!5+%!,#*)+)'%!&'(!S'%k-+1!hI-)+!%'e!B2>!
8+(9'606! J4='! G.7K7.6! 846(.! 2+)9(.7K7.!
.$0)*.80!9+(+%'-4(7>D!U.%.5!U./'85!&'(!)'6$$'!
9#(>S!&>!9'('/'*'6!I6#6+!9+$5'D!9#(>S!+6!
3(4=4%.5'U! 4).(.%! 9I(7#?#! &'(! '/'!
3.($.).70D! 8+(9'6'6! 9+('! %.).6! %08*0! 7.!
7+(7+85! +7')'3! 543).670D! &'(! 7.S.! .8).!
.$0)*.*.%! #E+(+! 4(.7.6! >E.%)./50(0)701F!
C=+5! 5#*! &>! B4)9>).(DF! ./.?0! ->%.(0!
B74?(>F! 4).&')'(1! j.%.5! &'E! &>(.7.! 8.7+,+!
5.*0! 5.*06.! 6+! 4)7>?>-).! ')9')+6*'-4(>ET!
&I-)+8'! &'(! &')9'6'6! 3+%! U.E).! &'(! .6).*0!
4)*.E70D! 4).6).(06! 6+7+6! 4)7>?>6>! =+!
S.69'!
'%5'7.(!
%#*+)+6*+)+('6'6!
! 9+($+%)+/5'(7'?'6'! .6).*.-.! $.)0/*.E8.%!
R#S.7"/%5"67"1$.%Q%4%
U.E).! &'(! '/'*'E+! 7+! -.(.*.E70111! 2+6'*!
T919<"%!$/5;1B".2$/%#"-$#9/U%T$7$C%VWT%":573:;.3%
&>(.7.! -.3*.%! '85+7'?'*! /+-! 5.&'.50-).!
1"K7".:$6U%
%'/'8+)! &'(! 9IE)+*'*'! 7')+! 9+5'(*+%1! 2+)%'!
&'(! S'%k-+! 9'&'! 7'6)+(8'6'ED! I-)+! 7+1! V+6+)7+! .7).670(0)70?0! /+%)'-)+! &'(! +)+/5'('! =+-.! -4(>*! S.55.!
&>9#6)+(7+!3+%!9IE7+!4).6!5+('*)+!B*+5'6F!4).(.%!7+?')!7#3+7#E!&'(!S'%k-+!9'&'111!
!"#$%&'%
)Q%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
!
G.-080E! 5+%(.(! 5+%(.(! .6).50*).(! =+! -4(>*).(7.6! 846(.! &>! S'%k-+! &.E0! -+(+)! 543)>*8.)! $+=(+)+(!
.$08067.6D! -.6'! B+)+/5'(+)! 8.6.5F.! =+-.! B8'=')! 543)>*! .%5'='E*'F6+! &>)./.6).(! .$08067.6! 9#6,+)!
8.6.5! 5.('S'6+! 9'(7'D! I5+! -.67.6! -'6+! .-60! -+(+)! &I)9+7+%'! %'*'! 543)>*8.)! $+=(+)+('6! &#-#%!
%08*060-8.! E+((+! %.7.(! ')9')+67'(*+7'T! 4).-.! *#7.S')! 4).6).(! .$08067.6! &>! S'%k-+! &'(! U./'E*D! &'(!
/'77+5!S'%k-+8'6+!7I6#/5#!=+-.!S>%>%!7+=)+5'6'6!4)*.-0/0-).!=+!8.6.506!IE+(%)'?'6'6!'6%k(0-).!')9')'!
&'(!S'%k-+-+1!^).-).(0!9.E+5+!*.6/+5)+('67+6!5.%'3!+7+6!543)>*>6!9+('!%.).6!%08*0!.$08067.6!7.!
8.7+,+!&'(!S.&+(!%0(065080!4).(.%!&'(!3.().-03!&'(!8I67#D!&'(!7.S.!8>!-#E#6+!.8).!$0%*.*.%!#E+(+1!
L+%! $4%).(0D! 7>(>*>6! %+67'6'! 9.-+5! '-'! .$0%).70?060! '77'.! +7+&')'(! m! 9I85+(')+(+D! 3(45+854!
-#(#-#/)+('6+! .'5! 9I(#65#)+(D! &.?0*80E)0?060! %>5).-.6! "484=.D! 2+)9(.7! 84%.%).(067.! %.(9./.! =+!
-.?*.D! ='5('6)+('6! %0(0)*.80D! 7#%%k6).(06! =+! +)$')'%! &'6.).(0606! .5+/+! =+(')*+8'D! 8+$'*! 846(.80!
4).&')+,+%! %4.)'8-46! 'S5'*.))+('! %.(/08067.! 5'(! 5'(! 5'5(+-+6! 34)'5'%.,0).(111! @+! .%)060E.! 9+)+&')+,+%!
&#5#6!9.E+5+)+(7+6!=+!+%(.6).(7.6!g!9#6!_n!8..5!&+6E+(!'*9+)+(!8.?6.%!9'&'!-.?701!^!E.*.6).(!
'85+7'?'!%.7.(!80(.!70/0!=+!3(4=4%.5'U!4)8>6D!846>,>!7.!'85+7'?'!%.7.(!3.(.7'9*.5'%!=+!7.S.!9+6'/!
&'(! 543)>*8.)! I)$+%5+! +5%')'! 4)8>6! &.?0*80E! &'(! 9.)+('7+%'! .)$.%9I6#))#! &'(! 8+(9'! *+7-.7.! &'(%.$!
9#67+6!U.E).!S.-.55.!%.).*.E701!
;)90).60/0! =+! 'U.7+! +7')'/'-)+! ')9')'! .-(0650).(.! U.E).! 9'(*+7+6! 8+(9'-'! 7+85+%)+*+-+! %.(.(! =+(+6!
%'/')+(7+6! &'('-7'*D! &.E0! .$0).(7.6! +3+-! %>8>()>! &>)8.*! 7.1! 2>! 5#(! 5+*8'))+('6! +6! &.('E!
%>8>().(067.6! &'('D! L('/5'6+)'! 8.6.5$0).(06! B;(6.=>5F! 74).-080-).! B.-(0)0%$0F! 4)*.%).!
IE7+/)+/5'(')*+%5+6! %.$*.).(0606! *#*%#6! 4)*.70?0! B%'*)'%! 34)'5'%.).(0F! $+($+=+8'67+! 5+*8')!
+7')*+)+('!84(>6>7>(1!NE)+-',')+('6!'8+!8.7+,+!'%'!8+$+6+%)+('!=.(70(e!2>!8+(9'-+!9+)*+!6+7+6'6'E!-.!
B;(6.=>5)>%! 7.=.80F60! 7+85+%)+*+%! -.! 7.! BG0(3! 543(.%).(0606! &#5#6)#?#6#! 8.=>6*.%F50(111! j.%.5!
S+(!/+-!&'(!-.6.!8+(9'!B3(4U+8-46+)F!&'(!+/!7485!.S&.3!$+=(+8'!5.(.U067.6D!-'6+!./.?0!->%.(0!4!.-60!
$+=(+6'6!#-+)+('!=+!7+85+%$')+('!'$'6!-.30)*0/50(!=+!8+(9'-'!$+=(+)+-+6!B%0/%0(50,0)0%F!8+(9'-+!8.7+,+!
&'(.E! 7.S.!U.E).!%.*>4->! ')9'8'!=+!*+7-.7.!9I(#6#()#%!8.?).-.&')7'(7'D!%'! &>! 7.!9#6,+)!+)+/5'(+)!
8.6.5! 9IE! I6#6+! .)0670?067.! 9+6+)7+! 80U0(06! .)5067.70(1! C=+5D! 7+?'/'%! 8.?,0! 9(>3).(7.6! =+! S4)'9.6!
$+5+)+('67+6! 9#$)#! &'(! 5+3%'! 9+)*+8'6'D! U./'85! U4(>*).(7.! =+! o+&! 8'5+)+('67+! &'(! S.(+%+5)+6*+!
4)*.8060D!>)5(.!*'))'-+5$'!,+3S+6'6!&'(!%+E!7.S.!/'77+5)'!U>5&4)8+=+(!%.).&.)0%).(0!=+!8.=./!8>$)>8>!
5.(.U5.().(060! =+! -.%06! 9+$*'/5+6! *+/S>(! 9.6985+()+('! +*+))+('6+! .)+5! +5*+8'6'! &+%)'-4(7>*D!
74).-080-).!%+67'*'!846!7+(+,+!9+(9'6!&'(!.5*48U+(+!=+!34)'8'6!8+(5!*#7.S.)+8'6+!S.E0().*0/50*T!
+=+5!&'E!&>(.).(7.D!%.*>-.!.$0%! '/)+('*'E7+!BE4(F!%4/>)).(.!.)0/*0/50%1!2I-)+,+!8+(9'!J4='!G.7K7.!
.$0)*0/!=+!&'(!/+%')7+!S.-.55.!%.)*0/50D!I-)+-8+!&+6E+(!&'(!7>(>*!2+)9(.7K7.!7.!4).&')'(7'D!-.!7.!+6!
.E067.6!&+6!I-)+!7#/#6*#/5#*1!
j.%.5! +8.8! B.$0)0/F.! 9'5*+-'! &./.(.*.70*1! ^).-).(06! %(464)4Q'8'6+D! p+)+6.! =+! &+6'*! 4! 9+,+6'6!
&+)'()'! .6).(067.%'! 3+(83+%5'U'*'E7+6D! 7>-.&')7'%)+('*'ED! 9I(+&')7'%)+('*'E+! &.%*.%! '85+(8+6'ED!
4).-).(06!S+*+6!.(7067.6!-.E70?0*0E!M,(IK.!9IE!.5.&')'(8'6'Ee!Z.&.6,0!&'(!4%>(!4).(.%D!&>!.7(+85+%'!
)'6%)+(7+6! &>! %.*>-.! .$0%! 3+(U4(*.6806! &.E0! &+)'()+-','! IE+))'%)+('! S.%%067.! &')9'! .).&')'(8'6'E1! ^!
9+,+D! 34)'8! %4(746>6>D! $+/'5)'! IU%+)'! $+5+)+('! =+! 7'?+(! B+69+))+(F'! ./.(.%! 6'S.-+5'67+! 9.)+('-+!
>)./*.-0!&./.(70%5.6!846(.!%+67'!%#$#%!.7)'!84(>/5>(*.*0!-.350*!=+!&>!84(>/5>(*.-.!7.-.6.(.%!
./.?07.! .6).5.,.?0*! 7(.*0! %>(9>).70*1! 2>! 7(.*7.! #$! .%5I(! =+! &'(! $'U5! q.)5+(! 2+6Q.*'6! $4(.&0!
4-6>-4(1!H-)+-8+!4->6!&./).806111!
!
!
!
!
!
!
!
!"#$%&'%
)X%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
R5/"-%#".2"67"/$%K97;1%09/29.S.S.S%"6"/"0%T9.B301B%Z"73/;O#3%S7"6:"#"%C"7$6$#9/U%
[BBK\]]^^^U#9SBS53U_9:]^"B_[`<a^bcQd"efK0V%
!
g0;._;%h3/23!
2>! 4->67.%'! .%5I()+(! 8.S6+-+! B'%46F! 4).(.%!
$0%50).(T! %+67'! '*9+)+('6+! 9I*#)#! 4).(.%1! N%'8'!
7+! 9.)+('7+! .-.%5.! 7>(>-4(7>D! &'('6'6! ;7+*!
p.8S.('! I5+%'6'6! C)='8! L(+8)+-! 4)7>?>!
.6)./0)0-4(7>1! 2'('6,'8'! 8.=./$0r./'(+5! 9'-8')+('!
'$'67+D! +)'67+! 80(.7.6D! 9#67+)'%! &'(! '/*'/! 9'&'!
&'(! 454*.5'%! 8').S! 5>5>-4(7>T! '%'6,'6'68+!
E.*.6067.! ;67-! q.(S4)K>6! (+8*+55'?'! 9'&'!
#E+('67+! %4=&4-! 9'-8')+('! =.(70D! +)'67+%'! 8').S0!
$+%*'/D!46.!&.%.6).(.!$+='(*'/5'1!N%'8'!7+!W(+6!
P.)'s'K6'6! Bj.,+! 54! j.,+F! MZ#E! Z#E+O! &./)0%)0!
'/'6'6! &'(! 3.($.80! 4).(.%! 4(.-0! E'-.(+5! +5*+-+!
9+)*'/5'1! f$#6,#! B'%46F! 7.! p.8S.('K6'6!
%.(/0806.! $0%.(0)*.%! #E+(+! 9.)+('6'6! I6#6+!
9+5'(')*'/5'e! G.=./! =+! 64(*.)! E.*.6).(06!
*+/S>(! 8>$)>8>! ]+9'Q.1! t.*.606! G0(&'85.6!
2./&.%.60! t4(.6! u'6v',K'! I)7#(*+%5+6!
846>67.! S#%#*! 9'-+6! =+! S.38+! .50).6! ]+9'Q.1!
! h>! &'E'*! )'6$$'! =+! >)5(.! *'))'-+5$'! 9#(>S! 4(.-.!
G/3.%J"7;N;O.;.%;6;.23%H23:%i"1["/;%;:P31;U%
]+9'Q.K606! 9+($+%! &4->5).(7.%'! (+8*'6'! &'(!
9+5'(7'D! p.8S.('! '*9+8'6'6! B8').S)0! '/9.)'F! 4).(.%! .)90).70%).(0! /+-7+6! 46).(0! %4(>*.80! '$'61! w'$!
/#3S+8'ED! &>! I)*#/! ;(6.=>5! '8-.6,0606! '*9+8'6'6! Bp.8S.('K6'6! %+67'8'F! 4)7>?>6.! 9+($+%5+6!
'6.60-4().(70T!p.8S.('!7+!&')'6+6!S'%k-+8'6+!&.%0)0(8.D!.,0*.80E)0%D!/'77+5!=+!9IE!%0(3*.7.6!'/)+6+6!
%4(%>6$!,'6.-+5)+(!%46>8>67.!]+9'Q.K7.6!3+%!U.(%)0!&'('8'!7+?')7'1!p.8S.('!*+E.(067.6!S4(5).*0/!&'(!
%+E! 7.S.! BG0(3).(.F! *>8.)).5! 4)*>/5>! 8.6%'1! V.)'&.! 46).(.! 9I(+! &>! 8+U+(! "484=.! '8-.60-).!
*#,.7+)+6'6!7+S/+5'!9#6+-7+!&'(!-+()+(7+D!7.?).(7.D!B%>58.)!"484=.!543(.%).(0F!4).(.%!9I(7#%)+('D!
U.%.5! 3+%! $4?>6>6! .8)067.! S'$! 9I(*+*'/! 4)7>%).(0D! 74).-080-).! 8.7+,+! $.?7./! *'54)4Q'7+D! d@!
+%(.6).(0606!.(7067.!=+!&4-.)0!&.8067.!=.(!4).6!4!-+(7+!7+?')D!2+)9(.7K06!*+(%+E'67+!-./.60-4(7>1!
w.85.)0%)0! &'(! /+%')7+1! W4).-080-).! #6'U4(*.80! =+! /0%0(! /0%0(! 8.=./! 6'/.6).(0D! *.7.)-.).(0! '$'67+!
]+9'Q.K606! 9+($+%! &4->5).(7.%'! 34(5(+8'6'! 4(.-.D! &>! 9#$)#! 8>$)>r8.=./! %.S(.*.60606! 4(.7.%'!
B/+-5.6! $0%.(*.! %.*3.6-.80F6.! =+! 4! &#-#%! 5+S7'7'! 9.)+('7+6! =+! 9+6+)! .6).*7.!
!"#$%&'%
)Y%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
B543)>*>*>E7.6F! %4=.).*.-.! &'EE.5! %+67'8'6'6! I67+()'%! +7+,+?'6+! '6.6.(.%! 9+5'(7')+(1! H)#!
;7+*!p.8S.('K6'6!'*9+8'6'6D!"484=.)0!34)'5'%.,0).(06!(+8*x!&.?0*80E)0%!').60606!.(7067.6!G0(&'85.6K0!
'/9.)! 9'('/'*'6'! *#Q7+)+*+%! #E+(+! 9+5'(')7'?'6+! '6.6*0/! 4)*.)0).(1! BW>(>*F! 7.S.! ,'77'! 4).*.E70e!
G0(&'85.6! %>/.5*.! .)5067.70(! =+! ')%! 7#/*.6! %4*.674! &'()'%)+('D! 2+)9(.7K06! 5.*! %.)&'67+!
%46>*).(060! .)*.-.! -+6'! &./).*0/).(70(1! 2I-)+,+! +))+('67+%'6'6! +6! '-'8'6'! 4(.-.! 9I67+(7')+(e!
C)'*'E7+%'!+6!'-')+('!S.(+%+5+!9+$'(+(+%!46).(.!%.(/0)0%!=+(*+)'-'E111!]+9'Q.K-0!9I67+(+)'*A!
!
jC,._,%h3/23%
%
2>!7(.*7.%'!%46>*).60/).(.!9+)'(8+%111!2>!
.%5I(y'*9+)+('6! &./).690$! %46>*).(0! />!
/+%')7+-7'e!p.8S.('!=+!C)='8!9.)+('7+D!-#E)+('!
&'(&'('6+! 7I6#%! =.E'-+55+! .-.%5.!
7>(*.%5.70(T!
]+9'Q.!
'8+!
70/.(07.!
84%.%5.70(D! -#E#! 9.)+('-+! $+=(')'7'(1!
V.)+('7+%'! &>! '%'! '*9+! .(.8067.%'! 7'-.)49!
846! 7+(+,+! 9+(9'67'e! 2>! '*9+)+(7+6! &'('D!
"484=.)0!;(6.=>5).(06!&.E0).(0D!-.!7.!&#-#%!
'S5'*.))+! &#-#%! $4?>6)>?>! 5.(.U067.6D!
9.-+5! %>/%>)>! 7.! 4)8.D! 8').S)0! &.?0*80E)0%!
S.(+%+5'6'6!%.S(.*.60!4).(.%!.)90).6.6!&'(!
%'/'-'D! I5+%'! 7+! $.?7./! %.3'5.)'E*'6! S0E)0!
.70*).().! ')+()+-+6! 5#%+5',')'%! $0)906)0?0606!
=+! 6'S')'E*'6'6! &>)>58>! 3+(7+8'6'! 5+*8')!
+7'-4(7>1!Z#E)+('!&'(&'('6+!7I6#%!I-)+,+!7>(>-4().(701!N)%!8').S!$+%+6!C)='8!4)7>D!7>(>*>6!U.(%06.!
=.(.*.-.6D! 74).-080-).! S.E0()0%80E! -.%.).6.6! p.8S.('! %.(/08067.! &.('E! &'(! .=.65.Q0! =.(701! G46>$!
%.$060)*.E70e!p.8S.('!-+(+!-0?0)701!!
k3P;l"O.$.%/31:;A%#,-,%P"73/;#3%2D.,0U%%
C?+(! '*9+)+('6! q.(S4)+8%! 5.(E7.! (+8*+7')*+8'6'6D! B%'*'6! +85+5'%r34)'5'%! Sk%'*'-+5'F! 4)7>?>6.!
'/.(+5! +55'%)+('! .6).*06.! 9+)7'?'6'! 7#/#6#(8+%D! &+)%'! 7+! $4%5.6! B-0?0)*0/50F! E.5+61! 2>! /+%')7+!
(+8*+7')+6! p.8S.('D! 74?(>7.6! 5'/I(5)+('! =+! %.S=+! %>3.).(060! =+! %.(53485.)).(0! =+! .%)060E.! 9+)+6!
&')>*>*! /+-)+('! &4-).(T! '$'67+! S'85+('%! 5#%+5',')'?'! &.(0670(.6! 343y*'))'-+5$')'?'6! %'5)+! %#)5#(#6#6!
*+5.)./50(0)*0/!'*9+8'!S.)'6+!9+)'(1!W4).-080-).!-+(+!-0?0)*.%).!%.)*.*0/D!%.)0650).(0D!'*9+8'D!BC)='8!
')%+8'F6'6!Sk%'*'-+5'6+!S'E*+5!+5*+-+!7+=.*!+7+(1!"484=.)0!;(6.=>5).(!BU.(%)0!4)*.%F!=+!B%+67'!
%'*)'%)+('6'! &>)*.%F! '$'6! 6+! %.7.(! &#-#%! &'(! .(.-0/! '$'67+! 4)>(8.! 4)8>6).(D! 6+! %.7.(! *#,.7+)+!
+7+(8+! +58'6)+(D! &>! %'*)'%! p.8S.('K6'6! &>! 5.)'S8'E! U.%.5! [9I(#6#/5+\! %.$060)*.E! 4).6! '*9+8'67+!
8>6>)7>?>67.! 7.S.! /'*7'7+6! &./.(080E! 4)*.-.! =+! w4))-o447! =+-.! B@'=.! ].8! @+9.8F06! $'E7'?'!
.6).*!$+($+=+8'!'$'67+D!5#%+5','!%#)5#(#6!=+!34)'5'%.).(06!Bd+%!7#6-.!5+%!7#/F!/'.(0606!&'(!3.($.80!
4)*.-.!*.S%z*!4)*>/5>111!
!
F;/;._;%h3/23%
%
C?+(! W(+6! P.)'s'! L('/5'6+K7+! '/'! #E+('6+! 7#/#6#(%+6! %.U.8067.%'! 84(>68.)D! %.3'5.)'E*! =+! %#)5#(+)!
S+9+*46-.! =+! 9+$'/! S.)'67+%'! $.?7./! 543)>*).(! =+! $+)'/%')+('! =+! %46>*).(0! ')+! ')9')'-7'-8+D! &>! '/D!
G0(&'85.6!70/067.!S+(S.69'!&'(!-+(7+!&>!/+%')7+!4%>6.&')'(e!G0(&'85.6D!&>!'*9+6'6!U.(%)0!&'(!.6).*.!
9+)+&')+,+?'! -+(7'(1! p.8S.('K6'6! &'(+! &'(! %.(/0)./50%).(067.! C)='8K'! 9I)9+7+! &0(.%.&')+,+?'! =+! 9+$','!
4).(.%! E.U+()+! $0%.&')+,+?'D! B.6).*0F606! 7.S.! .?0(! 9+)+&')+,+?'! 5+%! -+(! G(0&'85.6K70(1! j.%.5! -'6+!
p.8S.('K6'6! B.6).*F0606D! P.)'s'K6'6! &>! '%'8'6'! &>(.7.! %.(/0! %.(/0-.! 9+5'('(%+6! &#-#%! 'S5'*.))+!
%.85+55'?'!/+-7+6!U.(%)0!4).&')+,+?'!5+%!-+(!7+!G0(&'85.6K70(e!C)='8!B.(%.7.6F!'/!$+='(*+!5.%5'%)+('6+!
&./! =>(*.%! E4(>67.! %.)*0/50(T! -+(+)! &.?).*7.D! p.8S.('K6'6! 8+88'ED! 6+(+7+-8+! 9I(#6*+E! +8%4(5>!
9'&'!9I(#6#(D!S.)&>%'!I6,+7+6!]+9'Q.K606!46>!3>8>7.!&+%)+*+8'!.-.().6*0/50(D!&I-)+,+!p.8S.('!5.*!
4! 64%5.7.! $.3(.E! .5+/! 4(5.8067.! %.).,.%50(1! j.%.5! C)='8! &>6>! 6.80)! -.3*0/50(:! C)='8! ')+! ]+9'Q.!
.(.8067.%'! &>! 5>S.U! '55'U.%! 6+-'6! 6+8'7'(! =+! &>! 6.80)! 9+($+%! 4)*>/5>(:! C)='8D! ]+9'Q.K-.! I6,+7+6!
5+)+U46! +7'3D! BP+(S.&.! &+6! C)='81! ;8)067.! &+6'! 8+=*+7'?'6'! =+! 343! '%46>! 4).(.%! %'*'! -+(+)!
$+56'%)+('! =+-.! +6! .E067.6! />! G5.))46+! 7+6+6! S+('U'! 5+(,'S! +55'?'6'! &')'-4(>*T! .*.! 6+-8+! I6+*)'!
7+?')!/'*7'1![2>!64%5.7.!4!7+('6!->*>/.%!8+8'-)+!/.(%0!8I-)+*+-+!&./).(e!=(()*]^,,*M$*;'B'&')I*_'&V*
!"#$%&'%
)d%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
&V$* ()$* :(C* 0$-,,:* V-&$<* -).* ]* #-)* .$,';$0* V'/* &(* :(C* ()* &V$* %,-&$<* B(* V$0$^B* &V$* %,-#$* -).* &V$*
.-&$111!MZ.%067.!4!$4%!6+U(+5!+55'?'6!%'/'!')+!&'()'%5+!8+6'!E'-.(+5+!9+)+,+?'*D!=+!46>!8.6.!&'(!5.&.%!
#85#67+!8>6.&')'('*D!'/5+!8.6.!-+('!=+!5.('S'!=+('-4(>*111O![/'*7'!543.().60(D!-'6+!,'77'-+5+!7I6+(e\!
h>! p.8S.('! 7+6+6! S+('U'! 4-.).-.,.?0*D! &.6.! &.%*.8060! 8.?).-.,.?0*D! 8+6! 7+! 4! 80(.7.! .(%.7.6!
-.=./$.! 80E.(806! =+! 6+! -.3.,.%8.6! -.3.(8061! 2+6! 4(.7.! 7+?')*'/'*! =+! 8.6.! 5+)+U46! U.).6!
+5*+*'/'*! 9'&'! 7.=(.6*.6! -+5+()'D! 5.*.*! *0:F! 2>(.7.! ]+9'Q.K-0! -#E#67+! &'(! 80(050/).! C)='8K'!
7'6)+(%+6!S.-.)!+7+&')'('ED!I5+!-.67.6!&>!5'3!'/)+(7+!5+,(#&+)'! 4)7>?>!'$'6!46.!S+(!'S5'*.)+!%.(/0!
/I-)+! 84(.(e! B2>6>6! %.(/0)0?067.! 6+! '85'-4(8>6:F! @+! C)='8! ,+=.3! =+('(e! Bw'$&'(! /+-1! 2+6'*! '$'6!
E+=%5'(1!G.7+,+!.(.70?0*0!>6>5!-+5+(DF!7+(!=+!5+)+U46>!%.3.50(1!!
jC%2"0;0"2"%"C$7$6%<3%0"K".$6\%P"73/;.;.%;C;.23%97".7"/%%
%
[BBK\]]^^^U#9SBS53U_9:]^"B_[`<al@!-V!^_b_n
!
N*9+)+('! /I-)+! -4(>*).-.&')'('Ee! p.8S.('D! C)='8K'6! 5.! +6! &./5.6! &+('! %+67'8'! '$'6! 3).6).70?0! /+-'6!
U.(%067.!7+?')7'(T!74).-080-).!')%!8').S0!$+%+6'6!C)='8!4)7>?>6>!9I(#6,+!/./0(0(1!2>!*.650?0!'E)+-+(+%!
p.8S.('K6'6D! ]+9'Q.K606! %+67'! $I3)#?#67+! ]+9'Q.! ')+! %.(/0)./*.-.! 7.! &'(! 4! %.7.(! .E! S.E0()0%)0!
4)7>?>6>! 7#/#6+&')'('Ee! G46>$5.! &>! S'%k-+7+! 46>6! 9IE#! C)='8K'6! #E+('67+-7':! P#55+U'%'! 8.670?0!
&'('6'6!5+S7'5%k(!&'(!/+%')7+!%+67'8'6+!8').S!$+%*+8'6'!.6).*.-.!$.)0/0-4(7>1!H-)+-8+D!7'-+&')'('E!%'!
p.8S.('D! 8.7+,+! G0(&'85.6K7.! I6+*)'! 4).606! C)='8! 7+?')! %+67'8'! 4)7>?>6>! 7#/#6*+! -.60)90806.!
7#/+&')'(7'!=+!S+*+6!.(7067.6!7.!%>7>(*>/!]+9'Q.K606!.(%.7.6!8.)70(0806.!*.(>E!%.)701!2>!.(.7.!
C)='8! 7+! B8+-'(,')+('6F! .(.8067.! 9#)*+%5+-7'111! 2>! 4->67.! p.8S.('K6'6! -+(+! -0?0)*.%5.6! &./%.! 3+%!
&'(!8+$+6+?'!9+($+%5+6!7+!-4%!9'&'7'(e!G5.5'%!=+!'%'!&4->5)>!'*9+8'6'6!5.*!7.!74?.80!9+(+?'D!8.7+,+!
&'(!-I6+!74?(>!&.%.&')'(D!-.6'!C)='8K+1!;(%.8067.!4).6!]+9'Q.K-.!%.(/0!'8+!&'(!/+-!-.3.*.ET!-#E#6#!
]+9'Q.K-.!7I68+!&>!8+U+(!7+!S4(4E>!$+%')*'/!8').S0-).!C)='8K+!80(5060!7I6*+%!E4(>67.!%.).,.%50(111!
W(+6!P.)'s'K6'6!%.U.8067.!8.7+,+!5+%!&'(!S'%k-+!=.(70!9'&'!9I(#6#-4(e!p.8S.('!')+!L(+8)+-!.(.8067.D!
-.6'! #(+5'*'6'6! 5./+(46)>?>! L('/5'6+K-+! =+(')*'/! 5k&'! %0)06*0/! -+6'! IE6+))'%)+(! .(.8067.%'! 7'-.)49!
[=+-.! 7.S.! '-'8'D! '%'! %.5*.6)0! 7(.*.5'%! &'(! *464)49\! =+! &>! IE6+))'%)+('6! B.6.! %.(.(9kS0F! -.6'!
B%.-6.%! %47>F! +5(.U067.! &'(! S'%k-+1! V#6#*#E#6! %#(+8+)! &4->55.%'! S'3+(%.3'5.)'E*'6'6!
&#6-+8'67+%'! (.7'%.)! /+%')7+! -+6'! IE6+))'%)+('6! 4).6.%[80E\)0%).(0-).! ')9')'! =+! 9#6,+)! B&')7'?'*'E!
/+%)'-)+! 7#6-.F606! 8060().(0! 4).(.%! B%'*)'%! 3.E.(0F! ')+! ')9')'! &'(! S'%k-+1! j.%.5! &>! I5+%'! 5.*.*0-).!
U.(%)0! S'%k-+-+D! -.6'! 3>8>7.%'! ]+9'Q.K606! 7.! '/'6! '$'6+! %.(0/50?0! S'%k-+-+! 9I(+D! C)='8K'6! 8'68'! '*9+8'!
+/)'?'67+%'! p.8S.('! '*9+)+('D! 9I85+('6'6! 4(9.6'E.5I()+('! =+! -.30*,0).(0! 5.(.U067.6! 7.=+5! +7')*'/5'(1!
^6).(! =+! 846>67.! P.)'s'! .$08067.6D! '/'6! 5.('S8+)r*.77'! =+$S+)+('6'6! =+! -.(.50,080606! B4('Q'6.)F!
!"#$%&'%
)m%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
34E'8-46>6>6!U.(%)0!&'(!/+%')7+!.6).*).670(0)*.80606!.6,.%!G0(&'85.6K7.!*#*%#6!4).&')+,+?'!./'%k(!
4)*>/!4)*.)01!Z.6'!'/'6D!8060U!7+?')!>)>8!U'%('6'!84(9>).*.80T!=+!+)+/5'('!S+7+U'6'6D!&'(!E'6,'(!*.?.E.!
=+-.! &'(! &.6%.606! .6.! *+(%+E'! -.! 7.! d@! +%(.60606! .(%.! -#E#! 7+?')D! +6! -.%06! >)>8.)! 8060(06! I5+8'!
4)*.801! C)='8K'6D! 846! 7+(+,+! %.38.*)0! 5+)+U46! (+S&+('67+! ]+9'Q.K606! 5+)+U46! 6>*.(.80606! S0E)0!
.(.*.! '$'6! %.-7+7')*'/! 4)7>?>6>! &')'-4(! 4)*.)0).(1! 2>! 64%5.7.! /I-)+! &'(! 6+='! 5+(.3'! 6'5+)'?'67+%'!
3.(.64-.-.! %+67'*'! &0(.%*.*.! 'E'6! =+('6e! C)='8K'6D! 4(.).(7.! &'(! -+()+(7+! =.(! 4).6! 5#*! 5+)+U46!
6>*.(.).(0606! &>)>67>?>! &'(! 5+)+U46! (+S&+('6'6! 4)7>?>6>! 7#/#6#-4(>*! &.E+6D! S.55.! S+6#E!
%.-05)0!.&46+)+('!4)*.-.6!6>*.(.).(!7.S'!=.(!4!(+S&+(7+111!!
2>!5'3!&'(!B-.6)0/!4%>*.F!.6,.%!=+!.6,.%!8+(9'D!'U.7+!+7')7'?'!9'&'!&'(!>)>8.)!%#)5#(!5+*8')'!&'$'*'67+!
9+($+%)+/5'(')*+8+-7'! &+(5.(.U! +7')+&')'(7'D! +?+(! I-)+! 4)*.8.-70D! p.8S.('K6'6! '*9+8'6'6! 4)*.80606!
'85+67'?'!34E'8-46D!&>!%.7.(!%4).-!L(+8)+-K'6!3).60606!%>(&.60!S.)'6+!9+)+*+E7'1!j.%.5!&>!B>)>8.)!
8+$%'F! 8+6.(-48>! $+($+=+8'67+! &'(! U.-7.! 8.?).-.&')+,+%! 5+%! %'/'! C)='8K5'D! I-)+! 7+! 4)7>e! 2>! #$! %'/'!
.(.8067.%'! I6,+7+6! 3).6).6*0/! -#E)+/*+6'6! S0E)0! &'(! 846>,>D! p.8S.('K6'6! ]+9'Q.K606! .7.*).(0!
5.(.U067.6!3.(.*3.($.!+7')*'/!=.E'-+55+!-+(7+!'%'!74%8.6!-.5*.80!=+!]+9'Q.K606!%+67'8'6'6!7+!34)'8!
5.(.U067.6! %4).-,.! 8.%'6)+/5'(')'3! >E.%)./50(0)*.80-701! h>! .67.! &'(! *.S%z*7>1! 2'(! E.*.6).(! '-'!
9#6)+('67+! &I-)+8'6+! (+E')! &'(! *>.*+)+-'! S.-.)! 7.S'! +7+*+E%+6! 846(.! &'(! S#%#*)#! 4).6! =+!
B9+($+%! 3.5(46).(06F! 46>! +5(.U5.D! &I-)+! 7#/#%! 8+='-+)'! 84%.%! $.3>),>)>?>! 9'&'! %'()'! '/)+(! '$'6!
%>)).6*.%! 70/067.! 3+%! 9I(*+%! '85+*+7'%)+('! &'(! %'/'1! 2>! 64%5.7.! >U.%! &'(! 645e! 2>! *+5'67+! .80)!
7+(7'*'E'6!p.8S.('!U.).6!4)7>?>6>!7#/#6*+-'6D!.-(0,.!&>!8+6.(-46>6!-.E.(0!46>!&'(!5#(!B%>(&.6F!
9'&'! U').6! 9I(*#-4(T! &>(.7.! .80)! ')9')+67'?'*'E! /+-! 8IE! %46>8>! 7'-.)4?>6! %+67'8'T! %'*'! I6+*)'!
')'/%')+('!9I(#6#(!%0).6!7'-.)49D!%'!4!')'/%')+(7+6!7.S.!$4%!/+-!I?(+6*+%!'$'6!S+3!$4%!$.&.).*.)0-0ET!
'85+7'?'! %.7.(! p.8S.('K6'6D! C)='8K'6! 8I-)+7'?'! S+(! /+-'! 3.3.?.6! 9'&'D! &'(.E! 7.! &4E>)*>/! &'(! /+%')7+!
5+%(.().70?0!&'(!7'-.)49!4)8>6![')+('!-./).(7.!&'(!%'/'6'6!-+6'!E4(!&'(!-.&.6,0!7')'!I?(+6*+-+!$.)0/*.80!
9'&'1\!h>!.67.!+%8'%!4).6!/+-D!p.8S.('K6'6!=+-.!&+6E+('!&'(!7+69'6'6!S.55.!C)='8K'6!$.(3050)*0/!.-6.!
'*9+8'6'6!.6'7+6!4(5.7.6!%.-&4)*.8067.6!74).-0!%+8')+6D!8+88'E)+/5'(')+6!&>!7'-.)497>(e!;*.!5.&''!!
G/3.%J"7;N;O.;.%5/6'%$.%5/6'%"27$%;6;.;.%B"[/;K%
%
32;7:31;A%T9.B301B%Z"773/#A%o pS5"BA%Q**(U%
!
&')'(8'6'ED! C)='8! .).-! +7')*+%5+6! S4/).6*.E1! N/)+('6'6! 'U/.! 4)*.8060D! >)>! 4(5.! %46>/>)*.8060! 7.!
'85+*+E1! p.8S.('! ')+! ')'/%'8'! =+-.! ]+9'Q.! ')+! -.350?0! 5+)+U46! 9I(#/*+)+('! %.*>4->6>! ')9')+67'(+,+%!
/+-)+(!7+?')7'(1!".*>4->!6+E7'67+!,'77'-+!.)06*.%!'85+(!S+(!E.*.61!;(50%!8.S6+!0/0%).(0606!#E+('6+!
$+=(')*+8'6+!'S5'-.,0!-4%5>(D!6+!7+!&>67.6!S4/).60(D!E'(.!4!&>9#6!.(50%!%4$)>%!=+!+?'5'*!'/'67+7'(D!
503%0! b>8! &.)+8'6'6! 'S5'-.(! 3('*.7466.80606! /'*7'! -+6'! 6+8'))+(+! +?'5'*! =+('-4(! 4)*.80! 9'&'e!
V+($+%5+6! %0(0/0%).(0! 9IE#%*+E1! H5+! -.67.6! />! .67.! I?(+6,')+('6+! I?(+55'?'! /+-! *.6/+5)+(+!
$0%*.%D!8.S6+!0/0%).(0!.)5067.!'-'!9I(#65#!=+(*+%5'(!m!=+!&>6>6!'$'6!6+!9+(+%'(8+1!!
!
!
!
!
!
!
!
!
!"#$%&'%
)o%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
GD/2,._,%h3/23%
%
H#"0B"%0"7".%19.%"2":%
%
%
@+! +=+5111! 9+$*'/5+! S+3! 4)7>?>! 9'&'! C)='8! -'6+! S'%k-+6'6! &./067.! &./.(0-).! 4(5.7.6! %.-&4)>(D!
S'%k-+6'6!846>67.!.-.%5.!%.).,.%!846!.7.*!4)*.%!#E+(+111!2>!&'E+!q.)5+(!2+6Q.*'6K'6!S'%k-+8'6'!
=+! $4,>%)>?>67.! $4(.3).(.! 7>-7>?>! S+-+,.60! S.50().50(1! "+67'! %.)+*+! .)70?0! S.50(.).(067.! [>')*
F(?C9*\89,$0')*>-H7).-*>$0,')6.$*Z(#C?,C?D!Z.30!"(+7'!Z.-D!_``i\!.6).550?06.!9I(+D!2+6Q.*'6)+('6!
+='67+!$4(.3).(!74).&.!%46>(*>/!=+!I-)+!&'(!/+%')7+!8.(0)03!8.(*.).60(*0/!%'!%#$#%!q.)5+(!46).(06!
S+3D! .8)067.! B,+3F! 4)7>?>6>! 7#/#67#?#! &'(! /+-)+('6! '$'67+! 7>(.6! &'(+(! BS+7'-+F! 4)7>%).(060!
7#/#6#(*#/1!{+35+!8.%)0!4).6!S+7'-+-'!+)+!9+$'(*+%!#E+(+!9'('/5'?'!S+(!7'%%.5)'!*#7.S.)+7+!4!/+-'!
.$*.%! E4(>67.! %.)0(*0/! =+! '$'67+%'6'6! S+7'-+! U.).6! 4)*.70?0! 4(5.-.! $0%.(*0/D! B,+&'6F! %+67'8'!
%.-&4)>(! =+! 4(5.-.! .6'7+6! BS.%'%'F! 4).(.%! $0%.6! #$#6,#! /+-! &'(! $4(.3! 4)>(*>/1! 2>! S'%k-+6'6!
9+($+%5+! 6+! .6).*.! 9+)7'?'6+! 7.'(! U.(%)0! -4(>*).(! =.(D! &>6).(06! &'(%.$! 5.6+8'6'! 7+! 2+6Q.*'6K'6!
%+67'8'!-.3*0/1!2>!-4(>*).(!.(.8067.!+6!&')'6+6'!/>7>(e!B2'$'*!=+!'$+('%D!I(5#!=+!I(5#)+6!/+-'6!.-60!
4)7>?>6>! I?(+55'! &>! S'%k-+! &.6.DF! 7+(! 2+6Q.*'61! 2'(%.$! -0)! 846(.! 7.! />! 7#/#6,+-'! +%)+(e! B^6).(!
[-.6'!S+7'-+!')+!,+3\!.-60!/+-7'!=+!+*'6'*!&>!'%'8'!#$#6,#!&'(!/+-7'!7+e!WI6#/*#/!4)7>%).(0!$4(.31F!
2>D!&.E0!2+6Q.*'6!S'%k-+)+('67+!6+7+6D![543!9'&'D!454*.5!9'&'\!&'(!/+-'6!.(%.8067.!8.%)0!&+%)+-+6!
&'(!/+-)+(![,#,+!9'&'!&'(!/+-\!4)7>?>6>!.$0%)0-4(!4).&')'(1!2+6E+(!/+%')7+D!p.8S.('!=+!]+9'Q.!.(.8067.!
-./.6.6! /+-'6! IE#6#6! 6+! 4)7>?>6>! 5+83'5! +5*+-+! $.)0/0(%+6! 3+%! $4%! %'/'6'6! B'%46).(06! 8.=./0F!
4).(.%!9I(*#/!4).&')+,+?'!/+-'6!4(5.8067.D!%'*'6!%.E.6*0/!4).&')+,+?'6'!.6).*.-.!$.)0/0(%+6![%'!&'(!
8.=./06! 846>,>! .6,.%! =+! .6,.%! E.U+(! 4)*.)070(\D! &'(! .67.! S+*! p.8S.('K6'6! S+*! ]+9'Q.K606! &>S.(!
4)>3! 9'55'?'6'D! 9+('-+! 8.7+,+! C)='8K'6! %.)70?060D! 84(>).(0*0E.! ,+=.3! =+(*+%! #E+(+! B9.'35+6! 4(5.-.!
$0%50?060F!%+/U+7+('E111!
j.%.5!B$4(.3!S'%k-+8'F!&>(.7.!&'5*+*'/+!&+6E'-4(1!
!
%
%
%
%
%
!"#$%&'%
)(%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
%
b3%H70$6%
!
;-60!/+-!B!"#$%&'()F!8+(9'8'6'6!+5(.U067.!7I6+6!
4).-).(7.! 7.! 4)*>/! 4).&')'(1! 2>D! `0'H&')$6.$)*
I$)@* B-)-&@7,-07)* B$0I'B'! 4).,.%50! 9#-.D! .*.!
6'S.-+5'67+!8+(9'!U.).6!4)*.70![.8).!.$0)*.70\!=+!
.-(0,.! +5(.U5.! L('/5'6+)'! 8.6.5$0! U.).6! 7.! 4)*.70!
[&>!5.*.*+6!.-(0!&'(!S'%k-+D!.6.)'E!+7')*+8'!+6!
.E!I5+%'!%.7.(!I6+*)'D!U.%.5!&>!&.?).*7.!7+?')!
&./%.!&'(!&.?).*7.\T!S+(!6+-8+D!846>$5.!4(5.-.!
$0%.(.%! B=.(! 4).6F! /+-! b|"A! 4)7>D! 2+)9(.7!
9#6,+)! +)+/5'(+)! 8.6.5! 8.S6+8'67+D! %+67')+('6+!
B%#)5#(!'/$')+('F!7'-+6)+(!5.(.U067.6!%>(>).6!!.7y
S4,! &'(! 9'('/'*1! b|"A! [&+6! 7+! &>! 9(>&>6! &'(!
/+%')7+! &'(! 3.($.80-70*\D! 8.6.5! %>(>*>6>6!
IE+(%)'?'6+!U./'85)+(7+6!=+!>)5(.!*'))'-+5$')+(7+6!
9+)+6! 8.)70(0-.D! B%#)5#(! .).60F! 4).(.%! .)90).6.6!
/+*8'-+6'6!.)5067.!&'()+/*'/!'68.6).(7.6!4)>/.6!
&'(! 9(>&>6! 4(9.6'E+! 5+3%'8'-)+! ,+=.3! =+(')*+8'!
9+(+?'6'!7>-7>1!@+!/>!7.!&'(!9+($+%!%'D!8+(9'-'!=+!
-.(.50,0).(060!B%4(>*.%F!'$'6!(+8*x!%>(>*).(7.6!
S+(S.69'! &'('! 5.(.U067.6! &'(! 9'('/'*! 4)*.70D!
8+*&4)'%!.6).*7.!7.S'1!L4)'8D!B7>(>*>F!%465(4)!
.)506.! .)*.%! '$'6! -.8.)! .6).*7.! .89.('! 9I(+='6'!
-+('6+!
9+5'(7'D! %+67'! B>-9>6F! 9I(7#?#! /+%')7+1!
h97;1%B"/"e$.2".%09/S.".%1"."B%313/;U%%
d.%5'%)+('D! '68.606! .%)06.D! 9.)+('6'6! '$'67+!
P.)'s'K6'6! '/'6'6! 3.(.*3.($.! +7')*+8'! %.6.)0-).! B%465(4))#! &'(! 3.5).*.F606! 8.?).6*.80! 4)7>?>!
'S5'*.)'6'! 9+5'('-4(1! W0/.(07.! 84%.%5.! &>! ./0(0! 9+(')'*! -#%)#! .5*48U+('6! 7.S.! 7.! 50(*.6*.8060!
+69+))+*+%! '$'61! 2>! 7.! .$0%$.D! 9.)+('7+%'! '/)+('! B9.-('! 8.6.58.)F! 9I(7#%)+('6'! 9I85+('-4(D! '$+('7+!
34)'8)'%! 9I(+=)+('6'! 'S*.)! +55'%)+('6+! 9I(+1! Z4%8.! S+(! .$07.6! 8.6.50! %4(>*.%! 46).(06! 9I(+='! 7+?')!
*':! w+*! 8+*&4)'%! S+*! 5.('S8+)r*.77'! .6).*7.:! j.%.5! /+-)+('6! &>! 7#E+6'67+! ')%! S.(+%+5! k60D!
%.646)./50(*.606!-I6+5')7'?'!-+(!4)*.)070(T!&'(!'%5'7.(!k60T!+5(.U5.!74)./03D!3.(*.?0-).!(.859+)+!&'(!
/+-)+('!'/.(+5!+7'3D!B2>!8.6.51!2>!7.!8.6.51!2>!7+?')1!2>!7.!7+?')111F!7'-+(+%1!L4)'8!.(%.7.6!-#(#-4(D!
645).(! .)0-4(D! 4(5.*06! 7#E+6'6+! 7.'(! )'85+)+(! -.30-4(D! 846(.! 7.! B8.6.5F! 4).(.%! &+)'()+6+6! /+-)+('6!
+5(.U06.D! 46).(.! 34)'8)'%! +5*+%! #E+(+! &'()'%)+('6'! -+()+/5'('-4(1! "46>/5>?>*>E! 4).-! .$08067.6!
&.%.(8.%D! 8IE! %46>8>! %.646)./50(*.606! &./).50)*.80! 9+(+%+6! -+('6! 5.*! 7.! %+67'8'D! 9#$8#E! =+-.!
-.6)0/! -.! 7.! 7#3+7#E! B8'85+*'6! 70/067.F! .)90).670T! 74).-080-).! 7.! 34)'8! %+67'! %+67'6+D! %4(>*.%).!
9I(+=)+67'(')7'?'!/+-'6!B8.6.5F!7+?')!B%.*>!7#E+6'F!4)7>?>6.!%.(.(!=+(7'1!2./%.!&'(!7+-'/)+!34)'8D!
p.8S.('K6'6! '*9+8'6'6! =+-.! &>! 8+(9'! %.38.*06.! .)06.6! 7'?+(! '*9+! =+! 6+86+)+('6D! B8.6.5F! 4).(.%!
.7).670(0).&')+,+?'!645).(!.)*.-0!(+77+55'1!L4)'8!5.(.U067.6!&>!9I(+='!(+77+5*+!S.)'!7+=.*!+55'(')7'D!
8+(9'6'6! &'(! 7.S.! .$0).*.-.,.?060! 8I-)+7')+(! 08(.().D! 9+('-+! %.).6! B6+86+)+('6F! 4(.7.6! +6! %08.!
8#(+7+! .)0603! 9I5#(#)*+8'6'! '85+7')+(D! E'(.! 8+(9'! 4(9.6'E.5I()+('6'6D! E'-.(+5$')+('6! =+! '/)+('6!
B9#=+6)'?'6'! 8.?).*.-0! 9.(.65'F! +7+*+-+,+%)+(7'e! V+($+%5+6! "465+%85! V.)+('K6'6! 7+! >-*.%!
E4(>67.! 4)7>?>! &'(! %.(.(1! Z'6+! 5+%(.().(8.%D! 34)'8D! &>! 4).-06! &>! 8+(9'! $+($+=+8'67+!
%.646)./50(0).*.8060D!4(.7.%'!B/+-)+('6DF!B8.6.5F!4)7>%).(0606!74?(>).6*.8060!7.!(+77+55'1!2I-)+,+!
b|"AD! &>! 9+6'/! %.38.*)0! 4(5.%! 9'('/'*! %.6.)0-).D! &>! %.646)./50(*.-0! >-9>).*.%! #E+(+! &'(! '%5'7.(!
34E'8-46>!+)7+!+5*+%!#E+(+!&./%.!=+!7.S.!&./.(0)0!&'(!9'('/'*!-.30)*.806.!%.(.(!=+(7'D!&.E0!B7.S.!
45>(*>/F!%'/')+('D!7.S.!9#$)#!4).(.%!9I(#)+6!B%#)5#(!'/$')+('6'F!7+!'/'6!'$'6+!%.5.(.%1!
!"#$%&'%
))%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
!
+,-%#,-3A%"/0"%"/0"#"%
!
V+)'6! 9I(#6! %'! 7'?+(! (+8*x! B%>(>*).(F! %+67'! B'/)+=8+)! .89.('F! 84(>*)>)>%).(060! 7.S'! -+('6+!
9+5'(*+-+!5+6+EE#)!+5*+7')+(T!+6!.E067.6!/'77+5+!%.(/0!&'(!&.806!&')7'('8'D!&'(!.$0%).*.D!&'(!%06.*.!
=+r=+-.! 8+(9'6'6! .$0)*.80! =+! '68.6).(06! +('/'*'6+! 8>6>)*.80! /+%)'67+%'! &'(! $.?(0! U4(*>67.! &')+111!
2'(.E! 9.('3! 9+)'-4(! $#6%#! b|"AK>6! 9.-('! (+8*x! I67+()+('! .(.8067.! "#)5#(! 2.%.6)0?0D! |)>8.)! V#6,+)!
G.6.5!P#E+8'D!$+/'5)'!#6'=+(8'5+)+(!=+!Gd"K).(7.!6#U>E)>!34E'8-46).(7.!&>)>6.6! '68.6).(!7.!=.(701!
h>! 7.! 7'%%.5+! /.-.6! &'(! 7>(>*e! d#*! 4! -#%8+%! 3(4U'))'! %.*>-.! *.)! 4)*>/! U'9#()+('6! S+38'D! (+8*x!
34E'8-46).(067.6! 7+?')! /.S08! 4).(.%! S.(+%+5! +5*+-+! %.(.(! =+(7'1! 2>! 7.D! I6,+%'! 543)>*8.)!
543)./*.-0D!b|"AK>6!4(5.-.!$0%0/!%4/>)).(060!=+!+-)+*)+('6'6!846>,>6>!.6).*.%!'85'-4(8.%!.%)0*0E06!
%I/+8'67+! 5>5*.*0E! =+! 7.S.! 7+('6)+*+8'6+! .6.)'E! +5*+*'E! 9+(+%+6! $4%! I6+*)'! &'(! 64%5.! 9'&'!
9I(#6#-4(1! d.&''! &>! S.(+%+5'6! &'(! 7+! B%+67'6'! *.(Q'6.))+/5'(*+F! k60! =.(D! %'! &>D! 80(U! &>! IE9#)!
9'('/'*'6! 7+?')! 3+%! $4%! &./%.! 9'('/'*'6! 7+! 5'3'%! &'(! IE+))'?'1! ;6,.%! &>! I(6+%5+! /'*7'! 4! (45.-0!
%+/U+5*+-+,+?'E1! L+%'! %.)70?0*0E! -+(7+6! 7+=.*! +7+)'*1! G46(.! 6+! *'! 4)7>:! b|"AK>6! 4).-06!
.(7067.6!9+)+6![+3+-!7+!S.(+%+5)'!9+$+6\!&'(!7'E'!543).6508067.D!.-(0,.!3+%!$4%!%#$#%!9(>3).(!.(.80!
U'%'(!.)0/=+('/)+('6'6!-.30)70?0!IE+)!543).6507.!#(+55'?'!7#/#6,+)+('6!.(7067.6!S+3!7I(5!&./0!*.*>(!
&'(!%>(>*8.)!8+88'E)'%!9+)7'1!C=+5!5#*!&>6).(06!846>67.!&'(!9.E+5+!$0%50!=+!S.)%.!.$0%!&'(!%46U+(.68!
7#E+6)+67'D!U.%.5!S+(!/+-'6!846>,>67.!4(5.-.!$0%.6!(+8'*!.3.$0%e!2>!'68.6).(!9(>&>6>6D!I6,+7+6!
B8.6.5!+8+(F)'%)+('! (+77+7')+6)+('!%.646.! 7.S')!+5*+!9#,#!-4%*>/1!2>D!&>!S.(+%+5'6!.%5I()+('6'6!
&.E0).(06.! &'(.E! /./0(50,0! 9I(#67#T! E'(.! 9.)'&.! %'/'8+)! .7).(0606D! 8.6.5).! ')9')'! S+(! /+-7+D! B%.*>8.)!
8I-)+*F!6+E7'67+!=.(!4).6!'%5'7.(06!$4?>6.!8.S'3!4)7>?>6>!7#/#6#-4().(70T!.-(0,.!&I-)+!'6.6*.%!
'$'6! &.E0! 9+(+%$+)+('! 7+! 4)*>/! 4).&')'(D! U.%.5! &>! &./%.! &'(! .6.)'E'6! %46>8>! 4)8>61! C)&+55+! 4).-).(0!
/+6)'%! &'55'%5+6! 846(.D! &+)'()'! &'(! 5.('S8+)! *+8.U+!3+(83+%5'U'67+6! .6.)'E! +5*+%! $4%! %4).-70(D! BS+(!
/+-!4)>3!&'5*'/%+61F!;80)!%>69yU>K->D!4).-06!9#6,+))'?'67+!.6.)'E!+7+(%+6!-.3.(0E1!
!
!
!
!
!
*
*
*
*
*
!"#$%&'%
'**%
!"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0%
+,-.$/'0*1$0'2*
*
a!9',$),$0')* I$,$)$A'<* M'9$* '@').$*
:-H-.7A7/79* b(,-A-)8B&8* V-,6')* I$0@$?&$*
?C0-,* (,.CAC)C* JA0$&'0L* \-%/-/79*
I$0$?$)<* MC* .C0C/-* C:IC)* .8H$#$?* M'0*
&-0'V* ?-;0-/7)-* C,-H/-?&70L* c* 9-/-)*
I$0@$?* -),-/.-* (,-A-)8B&8* V-,6')*
(,CH&C0C,/-B7<* IJ98/89.$* M'0* IJ0$;*
)'&$,'A':,$*M$,'0$#$?&'0d*MJ:,$#$*.$*W-H'9/$*
?-0H7* :808&8,$)* ?-;I-.-?'* ?()C/C/C9<*
.-V-*':'*M'0*?()C/*(,-#-?&70L*e-H'9/')*M'0*
H-)B7* .-<* W-H'9/$* ?-0H7* (,-),-07)* ()C*
',$0,$/$* -.7)-* &-0'VB$,* M'0* ?C0-,*
B-:/-,-07.70L*
\-H-.7?,-07/797)* :'0/')#'* :89:7,.-* bVf,f6*
(,-M',/$B'* ?-0H7B7).-* .C:C,-)* H-H?7),7?<*
W$,B$W$*-),-/7).-*M'0*H-H?7),7?*.$A',.'0L*>C*
H-H?7),7?<* ?$).'B')$* ?-:)-?,7?* $.$)* &-0'V*
-),-:7H7)7)* B-;C)C,-/-:-#-A7* M',')/$.'A'*
B80$#$<*V'@M'0*M',/$*B80$#')')*M-H,-)I7#7)7*
(,CH&C0-/-9L[*
! !
q.)5+(!2+6Q.*'6D!Bd.('S!".=(.*0!fE+('6+FD!`-B-O,-0*'$'67+D!$+=1!;S*+5!{+*.)![N85.6&>)e!Z.30!"(+7'!
Z.-06).(0D!}1!&.8%0D!_``c\D!81nc1!!
!
!
N69')'E,+7+6!$+='(+6e!<'$+%!HE5+%!
!"#$%&'%
'*'%
İstisna
ve
Olağanüstü
Hal
Dušan
Grlja
Kosova’nın
başkenti
Priştine’den
genç
Arnavut
sanatçıların
sergisine
“Exception”
[İstisna]
gibi
bir
ad
vermek
ve
bu
sergiyi,
Sırbistan’ın
en
büyük
iki
şehri
Belgrad
ve
Novi
Sad’da
sergilemek
ilk
bakışta
oldukça
uygun
görünebilir.
Çok
keskin
iki
kutbun
olduğu
böyle
bir
durumda,
Kosova
ve
Sırbistan’dan
insanları
bir
araya
getiren
bu
tip
bir
sergi
organize
etmek
şüphesiz
istisna
olarak
görülebilir
(on
yıllardır
süren
bir
savaş,
bir
tarafta
Kosova’nın
tek
yanlı
olarak
bağımsızlığını
ilan
etmesiyle
bir
sonuca
bağlanıyor,
öbür
tarafta
Sırbistan
yönetiminin,
Kosova’nın,
uluslararası
arenada
tanınan
Sırbistan
devletinin
bir
parçası
olarak
kalması
yönündeki
kesin
tavrı
var.)
Yine
de
serginin
gerçekleş(me)mesiyle
sonuçlanan
olaylar
dizisi,
olan
bitenlerin
çoğunun
istisna
değil,
neredeyse,
periferideki
kültür
politikaları
diye
adlandırabileceğimiz
oyunun
kaidesi
olduğunu
gösterdi
bize.
İstisna:
Bu
Ad
Bize
Ne
Söylüyor?
Sadece
serginin
adına
bakarak
bile
organizatörlerin1
tutarsızlık
gösterdiğini
fark
edebiliriz
ki
bu
da,
nihayetinde
olayların
bir
istisna
olmaktan
fersah
fersah
uzakta
bir
yöne
doğru
yönelmesini
mümkün
kıldı.
Priştinelilerle
bu
sanat
etkinliklerinin
kavramsal
çerçevesini
oluşturma
ve
tartışma
sürecinde
ilk
başta
sergi
adının
İngilizce
konması
herkese
normal
gelmişti,
ancak
bu
kelimenin
Sırpçaya
“çevirisi”
en
hafifinden
biraz
tuhaftı.
Sergi
adı
“Exception”
Sırpçaya
“odstupanje”
olarak
çevrilmişti.
Aslında
İngilizce
“exception”
kelimesinin
Sırpçaya
doğru
çevirisi
“izuzetak”tır,
tam
olarak,
kurallardan
veya
işlerin
normal
gidişatından
muaf
olmak
anlamına
gelir.
Bunun
aksine
“odstupanje”
kelimesinin
iki
katmanlı
bir
anlamı
vardır.
Birincisi
askeri
terminolojide
birliklerin
taktik
gereği
geri
çekilmesidir,
gündelik
konuşmada
ise
basitçe
geri
durmak,
yani
gerçek
anlamda
bir
şeyden
çekilmek
demektir.
Organizatörlerin
kafasında
bu
sergiyi
planlarken
kesinlikle
bu
anlam
yoktu.
Halbuki
etkinliğe
musallat
olan
anlam
tam
da
bu
oldu;
zira
sergi
birkaç
defa
ertelendi
ve
nihayetinde
Belgrad’daki
açılış
asla
gerçekleşemedi.
“Odstupanje”
kelimesinin
ikinci
anlamıysa
anormallik
hatta
sapkınlıktır.
Kontekst
Galeri
küratörleri
ve
Priştine’den
bazı
arkadaşlarımız,
meslektaşlarımızla
yazışırken
benim
kafamda
olan
bu
ikinci
anlamdı
(Prelom
kolektiv
Belgrad’da,
sergi
bağlamında
yapılması
planlanan
tartışmaların
hazırlık
aşamasında
davet
edilmişti.)
Ben
bu
sergi
adını,
dayatılan
politik
tercihlerden
sapma
anlamında
anladım.
Bu
dayatılan
politik
tercihler
hep
düzmecedir,
çünkü
üzerine
hâkim
politik
söylemin
kurulduğu
ikilikleri
temsil
ederler.
Bu
da
şu
anlama
gelir:
Tüm
olan
bitenlerde
var
olan
akut
kutuplaşma
verili
kabul
edilerek
insanlar
bu
iki
verili
politik
duruştan
birini
seçmek
zorundadır
güya.
Bu
somut
örneğe
bakarsak
“seçim”
şu
iki
duruş
arasında
yapılabilirdi:
Ya
Kosova’nın
bağımsızlığı
taraftarısınızdır
(bu
da
ya
Kosovalı
bir
Arnavut
veya
“Sırbistan
ulusal
özüne”
ihanet
eden
birisinizdir
anlamına
gelir)
ya
da
aleyhtarı
(bu
da
ya
sadık
bir
Sırp
vatandaşısınız
veya
Kosova’ya
ihanet
ediyorsunuz
demektir.)2
Bu
“alternatifler”in,
tam
da
politik
olanaklar
alanını
sınırlandırma
ve
kapatmaya
hizmet
edeceği
çok
açıktır,
zira
bu
iki
seçenekten
hangisini
seçerseniz
seçin,
kendinizi
her
zaman
hâkim
politik
söylemin
sınırladığı
ve
belirlediği
duruşların
içinde
bulursunuz.
Şimdi
serginin
adının
anlamları
meselesine
dönersek,
serginin
adı
ve
Sırpça
çevirisi
arasındaki
uyuşmazlık,
çoğunlukla
Avrupa
ve
ABD
kurumlarından
fon
alan
yerel
STK’ların
sorunlu
işleme
biçimlerinin
bir
semptomudur.3
Bir
“proje”
üzerinde
çalışmanın
kaçınılmaz
ikiliğini
yansıtır.
Fon
1
Bu
sergi,
Belgrad’dan
Kontekst
(www.kontekstgalerija.org)
ile
Novi
Sad’dan
Esnek
Kültürler
ve
Teknolojiler
Enstitüsü
Napon
(www.napon.org)
adlı
STK’lar
tarafından
organize
edildi.
Sergi
küratörleri
Vida
Knežević,
Kristian
Lukić,
Ivana
Marjanović
ve
Gordana
Nikolić
idi.
2
Bazı
yorumculara
göre,
hâkim
Sırp
politik
ikiliğinin
yaratılmasındaki
temel
suçlu
medya.
“Böylesine
kritik
olan
makro
politik
koşullarda,
Sırbistan’da
sergi
haberlerini
veren
kitle
iletişim
araçları
büyük
ölçüde
çuvalladı,
geçmişte
pek
çok
defa
olduğu
gibi.
Ya
ayrıntılı
bir
politik
planın
bir
parçası
olarak
ya
da
basitçe
kamusal
söylem
konusunda
sorumsuz
oldukları
için
halk
arasında
gerilimin
ve
ayrılıkların
tırmanmasında
önemli
bir
rol
oynadılar.
Halkı
şu
iki
duruşdan
birini
kabul
etmeye
zorladılar:
Serginin
TARAFTARI
(Avrupa,
demokrasi,
tolerans,
enternasyonalizm)
veya
ALEYHTARI
(Sırbistan,
milliyetçilik,
tarihi
değerlerin
korunması,
milli
onur,
Avro‐Atlantik
entergasyon
karşıtlığı,
tolerans
karşıtlığı).
(Ana
Vujanović,
“İstisna
Yok!”
Kontekst
arşivi
06/07/08
Kontekst,
Belgrad,
2008,
s.
168,
bkz.
http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/KontekstArhiva.pdf.
Bu
metnin
bir
önceki
versiyonu
Reartikluacija
3
gazetesinde
de
basıldı,
ayrıca
bkz.
http://www.reartikulacija.org/RE3/ENG/stateofexception3_ENG_excep.html)
3
Janović
ve
Močnik,
periferideki
kültürel
işleyişlerle
ilgili
kaleme
aldıkları
metinde,
“bağımsız
kültür
aktivistleri”
hakkında
son
derece
aydınlatıcı
bir
betimleme
yapıyorlar:
“Kültür
odaklı
marjinal
failler
grubu,
çeşitli
alternatif
kültürel
üretimciler
Sayı
#1
102
İstisna
ve
Olağanüstü
Hal
Dušan
Grlja
alabilmek
için
başvurunuzu,
o
kurumların
verdiği
rehber
ilkeler
doğrultusunda
formüle
etmek
zorundasınızdır,
ki
o
ilkeler
de
baskın
bir
şekilde
çağdaş
neoliberal
kültürlerarasıcılık
politikaları
ruhuyla
formüle
edilmişlerdir:
Bu,
resmi
AB
kültür
politikalarında
kullanılan
bir
terimdir.
İçinde
bulunduğumuz
iki
kutuplu
dünya
sonrası
dönemde
hâkim
politik
ayrımlar
artık
20.
yüzyılın
önde
gelen
iki
politik
ideolojisi
üzerinden
yapılmıyor,
artık
özgül
ve
farklı
kültürel
kimlikler
atfedilerek
çeşitlendiriliyor.
Kültürlerarasıcı
politikalar,
“Öteki’yle
buluşma”yı
kolaylaştırmayı,
o
“Öteki”
hakkında
bilgilenerek
onu
anlamayı,
takdir
etmeyi,
ona
saygı
gösterebilmeyi,
aynı
zamanda
eskiden
savaş
halinde
olan
tarafların,
yani
“Ötekiler”in
savaş
sonrası
dönemde
iletişimlerini
mümkün
kılmayı
ve
uzlaşma
süreçlerine
destek
olmayı
amaçlıyor.
Öyleyse
bir
“proje”
ile
gerçekten
ne
yapılacağı,
projeyi
gerçekleştirmek
için
gereken
finansmanı
sağlayabilmek
için
projeyi
tamı
tamına
o
rehber
ilkelerin
talep
ettiği
şekilde
sunma
becerisine
bağlı.
Somut
“İstisna”
sergisi
örneğine
gelirsek,
bunun,
neredeyse
kesin
bir
biçimde
projeyi,
güya
tekil
iki
kültür
arasında,
savaşın
kesintiye
uğrattığı
iletişimi
yeniden
mümkün
kılabilecek
bir
proje
olarak
sunmak
anlamına
geldiğini
söyleyebiliriz.
Projenin
organizatörleri,
bu
görünüşte
asil
ve
kesinlikle
zorlu
görevle
kendilerini
ciddi
bir
biçimde
özdeşleştirmişlerdi
ve
bunu
sergi
kataloğunda
da
açık
bir
biçimde
ifade
etmişlerdi
zaten:
“[G]ünümüz
Sırbistan
toplumunun
bugün
Kosova’daki
Arnavutluk
kültürü
ve
toplumunu
tanımaması
şaşırtıcı
değildir;
bu
geçmiş
onyıllarda
da
böyleydi.
Sırbistan
medyasında
Kosova’daki
Arnavutlar
hakkında
enformasyona
tam,
Kosova’daki
Sırplar
hakkında
enformasyona
kısmi
bir
abluka
uygulanması
belli
bir
huzursuzluk
duygusu
yaratıyor;
Kosova’da
yaşayan
insanlar
hakkında
konuşmak
uygun
görülmüyor,
bu
da
enformasyon
alanında
bir
nevi
soykırım
anlamına
geliyor.
“Exception”
sergisinin
ardında
yatan
fikir,
önümüzdeki
dönemde
gerçekleşecek
yuvarlak
masa
toplantıları,
sunumlar
ve
hazırlanacak
yayınlarla
birlikte,
Sırbistan’da
yaşayan
ortalama
bir
kişinin
bilmesine
izin
verilmeyen
veya
bilmek
istemediği
bazı
olguları
analiz
etmek.
[…]
Peki
bu
örnekte
sanat
alanı
ne
demektir?
Sanat
alanı
insanların,
başka
şeylerin
yanı
sıra
kamuya
açık
bir
ortamda,
medyada
ve
parlamentoda
konuşulması
gereken
şeyleri
konuştukları
bir
yerdir
ve
bu,
bu
alanda
bir
arada
var
olmanın
geçmişi
ve
geleceği
meselesidir,
tam
da
o
öznelerin
meselesidir.”4
Şimdi
eğer
bu
proje
tamamen
bu
iki
kültür
arasındaki
iletişimin,
birbiri
hakkında
bilgi
sahibi
olmak
çerçevesinde
(yeniden)
kurulmasına
odaklanacak
şekilde
tasarlandıysa,
o
zaman
körü
körüne
yukarıda
söz
edilen
rehber
ilkelere
uymuş
olurdu.
Herkesi
“Öteki”siyle
bir
araya
getirmeyi
planlayan
kültürlerarasıcı
program
aslında
–
her
zaman
resmi
olarak
iddia
edildiği
gibi
–
o
kadar
da
ilerici
bir
hamle
değildir,
çünkü
bu
hamle
aynı
zamanda
bu
kültürel
kimlikleri
birbirinden
ayrı,
birbirlerine
–
“kültürel
hakları”
çerçevesinde
–
tolerans
göstermeyi,
saygı
duymayı
öğrenmek
zorunda
olan
karşılaştırılamaz
“Ötekiler”
olarak
onaylar
sadece.
Organizatörlerin,
sergiye
yuvarlak
masa
ve
panel
tartışmalarının
eşlik
etmesi
gerektiği
şeklindeki
düşüncesi,
açıkça
planlanan
etkinliklerin
bu
kültürlerarasıcı
“iletişim
paradigması”nın
çok
ötesine
gitmiş
olması
gerektiğini
gösteriyor.
Tam
da
bu
tartışmalar
kanalıyla,
sanat
ve
kültür
aktivizmi
alanlarının
yanı
sıra
genel
toplumsal
ve
politik
ortak
sorunların,
durumların
ve
stratejilerin
irdelenmesi
temelinde
gerçek
bir
alışveriş
kurulabilirdi.5
Bu,
Kontekst
Galeri
küratörlerinden
Vida
Knežević
tarafından,
İtalyan
bir
ve
izleyicilerden
oluşur.
Bu
insanlar güncel
kültürel
sahnenin
kapalı
dünyasında
mücadele
ederler,
“küçük
ölçekli
işler”
yaparlar
veya
“sosyo‐kültür”
kisvesine
bürünürler,
“kültürel
çeşitlilik”
ve
“azınlık”
politikalarına
parazit
olurlar,
ulusötesi
oligopolilerin
tarafını
tutan
yasal
düzenlemelerin
boşluklarından
faydalanırlar
veya
henüz
“serbest
ticaret”
yasaları
kapsamında
düzenlenmemiş
mekânlar
icat
ederler.
Tüm
bu
alternatif
formların
ortak
yanı,
kültürel
üretimin
güncel
araçlarının
toplumsallaşmış
karakterini
ve
çağdaş
iletişim
teknolojilerinin,
özel
ilişkilerin
aracılığı
olmaksızın
dünya
çapında
izleyici
kitleleri
oluşturma
kabiliyeti
olan
toplumsal
açıdan
üretici
potansiyelini
doğrudan
kabul
etmeleridir.
Başka
bir
deyişle,
alternatif
kültürel
pratikler,
birey
ile
onun
toplumsallığı
arasındaki
ayrımı
baskılar,
19.
yüzyılın,
sanayi
kapitalizmini
mümkün
kılmış
olan
tipik
bir
özelliği
Trennung,
Scheidung’u
maddi
anlamda
tasfiye
eder.
Alternatif
pratikler
bu
yolla
doğrudan,
tarihsel
ve
maddi
anlamda
zaten
toplumsallaşmış
olanı
kendine
mal
eden
ulusötesi
sermayenin
çabalarının
karşısına
dikilir,
onunla
çarpışır.
[…]
Üçüncü
grubun
politikaları,
alternatif
toplumsallaşma
ve
kültürel
üretim
mekânları
yaratırken
bir
yandan
da,
hem
iktidardakiler
tarafından
marjinalleştirilir
ve
yasal
anlamda
suçlu
duruma
düşürülür,
hem
de
sistematik
ıslah
ve
ticari
sömürü
süreçlerinin
yarattığı
baskılara
maruz
kalır.
[…]
Alternatif
kültürel
üretim
açısından,
bağlantısal
akış,
yaratım
ve
hayatta
kalmak
için
en
önemli
ve
olmazsa
olmaz
koşuldur.”
(Nikola
Janović
ve
Rastko
Močnik,
“Three
Nexal
Registers:
Identity,
Peripheral
Cultural
Industry,
Alternative
Cultures”,
http://www.pozitiv.si/petrovaradintribe/pages/Rastko‐Nikola‐PolicyBook%5B1%5D.doc,
s.
9‐10).
4
http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/odstupanje.pdf,
s.19.
5
Sonraki
olaylar,
kimi
organizatörlerin
ve
katılımcıların,
sanat
eserlerinin
de
bu
yaklaşımı
destekleyeceği
yönündeki
neredeyse
naif
fikirlere
sahip
olduklarını
gösterdi:
“Bu
nefret
ve
kör
yıkım
tepkilerini
özünde
tetikleyen
şey
Sırp
kültürel
Sayı
#1
103
İstisna
ve
Olağanüstü
Hal
Dušan
Grlja
gazeteciyle
yaptığı
bir
tartışmada,
sergi
kataloğundakinden
daha
açık
bir
şekilde
dile
getirilen
bir
görüştür:
““[S]ırplar
ile
Arnavutlar
arasındaki
hâkim
önyargılara,
sessizliklere
ve
tabulara
bir
istisna
oluşturmak
istiyoruz.
Bu
sergi,
burada
olup
bitenlere
dair
bizim
istisnamız
olmalıydı.”6
Buradaki
temel
düşünce
sadece
bir
şeyleri
tartışmak
değil,
kolektif
maddi
pratikleri
irdelemek,
ifade
etmek
ve
genişletmek
üzere
tartışmaktı,
tüm
bu
sergi‐etkinlik
tasarısının
öngördüğü
gibi.
Bu,
hâkim
kültür
politikalarına
karşı
aktif
bir
muhalefet
pratiği
içine
girerek,
hakikaten
bir
istisna
yaratmak
anlamına
gelebilirdi.
Devlet
Politikalarının
Sığ
Sularında
Bu
özgürleştirici
plana
rağmen
olayların
akışı,
bu
tip
bir
istisnanın
mümkün
olma
şansının
sıfıra
yakın
olduğunu
ve
tüm
olan
bitenin,
istisnai
değil
malesef
beklenen
sonuçlar
doğurduğunu
ortaya
çıkardı,
zira
proje,
devlet
politikasının
sığ
sularında
karaya
oturdu.
Bu,
Novi
Sad’daki
sergi
açılışındaki
konuşmalardan
birini,
Sırbistan
başkanlık
seçim
kampanyası
kapsamında
yerel
bir
politikacının
vermesiyle
oldukça
açık
seçik
görüldü.
Böyle
bir
konuşmaya
izin
vererek
organizatörler
Novi
Sad’da,
serginin
bir
tür
politikleşmesinin
baraj
kapaklarını
açtılar,
halbuki
kesinlikle
böyle
bir
şey
amaçlamıyorlardı.
Bu
olay
hızla,
medyanın
skandallara
olan
doymak
bilmez
iştahının
ve
politikacıların
bıkkın
kitleleri
ve
kime
oy
vereceğini
bilemeyen
seçmenleri
(ilk
denemelerde
başarılı
olamayan
seçimler
beşinci
kez
tekrarlanıyordu)
acilen
harekete
geçirme
ihtiyacının
insafına
kaldı.
Gelişmeler,
serginin
“Kosova’yı
Sırp
Ortodoksluğunun
ezeli
dokusundan
koparıp
almaya”
yönelik
bir
hamle
olarak
görülmesiyle
ve
milliyetçi
“haklı
öfke”
patlamalarının
hedefi
haline
getirilmesiye
sonuçlandı.
Novi
Sad’dan
sonra
Belgrad’daki
Kontekst
Galeri’de
7
Şubat’ta
açılması
hedeflenen
sergi,
“gerçek
şey”e
verilecek
tepkinin
bir
provası,
bir
ön
uygulaması
olacaktı:
Yani,
on
gün
sonra
tek
yönlü
olarak
ilan
edilecek
olan
Kosova’nın
bağımsızlığına.
Planlanan
tartışmalar
iptal
edilince
–
Priştine’den
katılımcılar,
haklı
olarak
Belgrad’daki
varlıkları
konusunda
gönülsüz
olmuşlardı
–
ve
bariz
şekilde
kötüye
giden
olaylar
dizisi
Kontekst
Galeri’nin
aşırı
sağ
örgütlerin
hedefi
haline
geleceğini
doğrulayınca
galeri
küratörleri,
1990’ların
ortalarından
beri
“Öteki
Sırbistan”7
diye
anılan
çevrelerin
bir
kısmının
yardım
ve
desteğine
başvurdular.
Sonunda
serginin
siyasal
rotasını
mühürleyen
de
bu
hamle
oldu,
zira
hâkim
Sırp
siyasi
ikiliğine
tamı
tamına
denk
düşmüştü:
Avrupa
yanlısı
demokratik
güçler
karşısında
milliyetçi‐şovenist
güçler.
Böylece
kaçınılmaz
olan
için
sahne
kurulmuş
oldu:
“Obraz”
[“Onur”]
üyelerinden
bir
grup
genç,
galerinin
önünde
toplanıp
protesto
ederken,
içeri
giren
birkaç
kişinin
de
(Sırp
Sanatçı
Derneği
ve
Kosova’dan
Sınırdışı
Edilen
ve
Sığınmacı
Olan
Sırplar
Derneği
üyesi)
mikrofonu
ele
geçirmesi
ve
Dren
Maliqui’nin
“Face
to
Face”
[Yüz
Yüze]
adlı
işini
yırtmasından
ve
yetkili
polisin
de
serginin
güvenliğini
sağlayamayacağını,
galerinin
derhal
kapatılması
gerektiğini
söylemesinden
dolayı
sergi
açılamadı.
Kosova’dan
gelecek
Arnavut
misafirlerin
yokluğunda
bu
olay,
“Sırp
milli
onurunun
savunucuları”
ile
“ona
ihanet
edenler”,
yani
medeni
davranışların,
yurttaşlık
hakları
ve
“Öteki”ne
karşı
toleransın
şefkatli
“savunucuları”
arasında
bir
çatışmaya
dönüştü.
Tüm
olayın
süresi
hızla
medya
ve
genel
anlamda
kamuoyu
nezdinde
doldu,
zira
Kosova’nın
bağımsızlık
ilanı
yaklaşıyordu;
bir
yandan
da
bazı
gruplar
ve
girişimler,
resmi
kurumlardan
serginin
(yeniden)
açılmasını
talep
etmeye
başladılar.
Bu
girişimlerden
biri
de
RUK
(Radnici
u
kulturi
ırkçılığının,
‘gayri
medeni
Arnavut’
stereotipinin
Priştine
güncel
sanat
sahnesinin
mükemmelen
ifade
edilmiş
sanatsal
konumlanışları
tarafından
tamamen
aksi
bir
şekilde
gösterilmesine,
dolayısıyla
bu
stereotipin
sıfırlanmasına
katlanamamasıdır.”
(““Exception
Proves
to
be
a
Rule:
A
Report
by
Eduard
Freudmann
and
Ivana
Marjanović”
Kontekst
arşivi
06/07/08,
Kontekst,
Belgrad,
2008,
s.175,
bkz.
http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/KontekstArhiva.pdf).
6
Bkz.
http://www.osservatoriobalcani.org/article/articleview/9779/1/407
7
“Öteki
Sırbistan”
terimi,
özellikle,
1996/97
tarihli
Milošević
rejimi
karşıtı
kitle
protestolarından
sonra
geçerlilik
kazandı.
Bu
protestolar
tüm
Sırbistan’da
üç
ay
boyunca
kesintisiz
devam
etti.
Bu,
Batılı
söylemde
“otoriteryen”,
totaliteryen”
ve
“milliyetçi‐şovenist”
“İlk
Sırbistan”
diye
nitelenen
Milošević’in
“resmi”
Sırbistanıyla
taban
tabana
zıt
“Öteki”,
Batı
yanlısı,
sivil
ve
demokratik
Sırbistan’ın
tam
alamıyla
kendini
gösterdiği
andı.
Bu
“Öteki
Sırbistan”
1990’lı
yıllarda
patlayan
muhalif
partiler
ve
STK
sektöründen
oluşuyordu,
ancak
siyasal
açıdan
bakıldığında
epey
büyük
bir
çeşitlilik
gösteriyordu.
Geleneksel
liberallerden,
Milošević’ten
daha
radikal
olan
milliyetçilere
değin
kesimleri
kapsıyordu.
Bu
protestolar
sonrası
ve
nihayetinde
2000
yılında
gerçekleşen
ve
Milošević’in
devrilmesiyle
sonuçlanan
“5
Ekim
Devrimi”,
Sırbistan’ın
bu
taban
tabana
zıt
temsilcilerinin
de
aslında
ötekilerin
ayna
görüntüleri
olduğunu
ve
değişimin
neredeyse
her
alanda
yüzeysel
kaldığını
gösterdi:
Aynı,
suç
sayılabilecek
özelleştirme
yöntemleri,
çete
tipi
örgütlenmeler
ve
utanmazca
yapılan
sömürüler,
Sırbistan’ın
imajını
AB
ve
“uluslararası
toplum”a
daha
çekici
göstermek
üzere
yapılan
estetik
cerrahinin
altından
kendini
göstermeye
devam
etti.
Sayı
#1
104
İstisna
ve
Olağanüstü
Hal
Dušan
Grlja
[Kültür
İşçileri])
adlı
çalışma
grubuna
aitti.
Grupta
serginin
tüm
küratörleri
de
vardı
ve
7
Şubat
adlı
bir
gazete
dahi
çıkardılar.
Kendilerini
kültür
işçileri8
olarak
atamalarının
akla
getirdiği
bariz
sorunu
bir
kenara
koyarsak
–
girişimin
üyelerinden
bazıları
bir
zamanlar
veya
hâlâ
devlete
bağlı
çeşitli
kültür
kurumlarında
yüksek
pozisyonlarda
bulunan
insanlardı,
örneğin
aralarında
bir
Kültür
Bakanlığı
müsteşarı,
Belgrad
Üniversitesi
Sanat
Fakültesi
Dekanı
veya
Güncel
Sanat
Müzesi
baş
küratörü
de
vardı
–
RUK
gazetesine
yöneltilen
temel
itiraz,
serginin
sorunlarını,
Belgrad
ve
bu
şehrin
sanat
ve
kültür
ortamı
gibi
son
derece
kısıtlı
bir
çerçeveyle
sınırlamasıydı.
Bu
daraltma,
editörlerin,
sergiyi
hâlâ
açılacak
gibi
düşünmek
ve
sadece
ve
sadece
vahşi
açıl(may)ış
olayına
odaklanmak
şeklindeki
kararlarının
bir
sonucuydu.9
Bu
şu
anlama
geliyordu:
Serginin
bu
şekilde
politikleşmesinde10
hayati
bir
önem
taşıyan
Novi
Sad’daki
olaylardan
söz
edilmemişti
ve
küratörlerin
kafasındaki
düşünce
veya
sanat
işleri
hakkında
herhangi
bir
tartışma
olamazdı,
zira
sergiyi
kimse
ziyaret
edememişti.
Olaya
verilen
eleştirel
tepkilerin
çoğu
gibi
RUK
grubu
ve
gazetesinde,
serginin
kapatılması,
yani
açılamamasındaki
en
büyük
suçlunun
Sırp
devleti
ile
onun
hükümeti
ve
yönetimsel
ve
emniyet
birimleri
olduğu
dile
getirildi.
Eleştiri
hedefine
Sırp
devlet
aygıtlarının
tepkisini
veya
daha
doğrusu
tepkisizliğini
alırken
temel
düşünce,
sözlü
veya
fiziksel
anlamda
tehlike
altında
olan
sanat(çılar)ın
haklarının
yetkililer
tarafından
korunması
meselesine
odaklandı.11
Bu,
vatandaşlarının
temel
vatandaşlık
haklarını
sağlama
ve
koruma
konusunda
yetersiz
kalan
devlete
yöneltilen
bir
itiraz
oldu.12
Bunun
nihai
sonucu,
tüm
yapabileceğimizin,
“normal”
durumu
ve
sanatın
özerkliğine
saygı
duyulduğu
ve
özerkliğinin
resmi
olarak
kabul
edildiği
normatif
koşulları
yeniden
sağlamaları
için
devlet
aygıtlarına
başvurmak
ve
harekete
geçmelerini
beklemek
olduğudur.
Dahası,
Anayasa
tarafından
garanti
altına
alınan
vatandaşlık
haklarının
uygulanmasına
yapılan
vurgu
ve
bunu
yapmayan
devlete
yöneltilen
eleştiri,
RUK’u
etkin
bir
şekilde
hâkim
politik
ikiliğin
bir
tarafında
konumlandırdı.
Hatta
bu
gazetede
yayımlanan
yazılardan
biri
“ilerici”
vatandaşları
“gerici”
olanlarla
ilişkilendirdi.13
Bu
“ilerici”
ve
“gerici”
vatandaşlar
arasındaki
karşıtlık
tamı
tamına
yukarıda
söz
edilen
hâkim
Sırp
siyasi
ikiliğini
yansıtıyor
ve
dolayısıyla
RUK’un,
bırakın
onu
eleştirel
anlamda
ters
yüz
etmeyi,
ondan
kaçma
konusundaki
beceriksizliği
ve
nihayetinde
yetersizliğini
gösteriyor.
Tüm
bu
nedenlerden
dolayı
RUK
çabası
–
pek
çok
eleştirel
tepkinin
başına
geldiği
gibi
–
hâkim
politikaların
çeperlerinde
kalıyor,
asla
gerçekte
onu
radikal
bir
şekilde
sorgulamayı
başaramıyor.
Hâkim
politikalar
bu
çabaları,
aşırı
milliyetçi
grupları
nasıl
kullanıyorsa
aynı
şekilde
kullanıyor:
Sadece
anayasal
çerçevede
işlevsel
bir
politik
karşıtlık
yaratmak,
muhalif
tarafları
birbirine
8
Tam
da
“7
Şubat”
gazetesinde,
çeşitli
alanlardan
profesyonellerin
etkinlikle
ilgili
görüşlerinin,
etkinliğe
gidip
gitmediklerinin
ve
bunun
nedenlerinin
sorulduğu
bir
ankete
yanıt
verdikleri
bir
bölümde,
Nebojša
Milikić’in
yönelttiği
bir
“sınıf
temelli”
eleştiri
de
yayımlandı.
Milikić
Belgrad’daki
Rex
adlı
külür
merkezinin
program
koordinatörü
(bu
merkez,
B92
altında
çalışıyor,
B92
ise
zamanında
özelleştirilmiş
olan
bir
Sırp
medya
kuruluşu,
bugün
en
büyük
kuruluşlardan
biri.)
Milikić
şöyle
diyor:
“Kültür
dünyasında
çalışan
bir
grup
yöneticinin
kendilerine
kültür
işçisi
demesi
çok
garip.
Bu,
burjuvazinin
teatral
bir
şekilde
işçi
sınıfı
kostümleri
giymesi
vakasıdır
[…]”
(Nebojša
Milikić,
“Everyone
speaks…”
The
7th
of
February,
s.
6
[İngilizce
çevirisi
Dušan
Grlja’ya
ait]).
Bir
kültür
işçisi
olarak
imza
atan
Milikić’in
kendisinin
gözden
kaçırdığı
şey,
kendi
işçi
taraftarlığının,
tam
da,
yönetici
sınıfa
ayrılmış
yapısal
yerleri
hali
hazırda
işgal
etmek
gibi
günahlara
tövbe
etmek
için
kullanılan
bir
burjuva
aygıtı
olduğudur.
9
“Bu
gazetenin
ilk
sayısı,
kesintiye
uğratılan
sergi
açılışı
olayını,
yanı
sıra
bunun
ardında
yatan
politikaları
gözler
önüne
serip
analiz
etmeyi
amaçlıyor.
Serginin
boş
mekanında
geriye
olay
kaldı!”
(“Why
the
Newspaper
of
Workers
in
Culture?”
editoryal
yazısı,
The
7th
of
February,
s.
1
[İngilizce
çevirisi
Dušan
Grlja’ya
ait])
10
Aslında
şayet
Novi
Sad’daki
olaylar
olmamış
olsaydı,
Kontekst’teki
Belgrad
sergisi
büyük
ihtimalle
herhangi
bir
kesintiye
uğratılmadan
açılabilirdi
–
tıpkı
Kontekst’in
2006’da,
Kosovalı
genç
sanatçıların
işlerini
ilk
defa
sunmak
üzere
düzenlediği
sergi
gibi
–
zira
bu
tip
etkinlikler
marjinal
görülür,
önemli
bir
kamuoyu
ilgisi
çekmez
ve
neredeyse
hiç
dikkat
çekmeden
gelir
giderler.
11
“Belki
de
KONTEKST
Galeri’de
olan
olayı,
içinde
bulunduğumuz
beyaz
kübün
duvarlarının
artık
güvenebileceğimiz
bir
sığınak
olmayıp
sanatsal
ifade
özgürülüğü
hayali
kurduğumuz
hayali
bir
yer
olduğu
konusunda
bizi
uyaran
bir
alarm
zilidir...”
(Dejan
Sretenović,
“Alarmni
signal”
[“Alarm
Zili”],
The
7th
of
February,
s.
5
[İngilizce
çevirisi
Dušan
Grlja’ya
ait]).
12
RUK
gazetesinin
editörleri
şöyle
açıklıyorlar:
“Sanatın
politik
uzamı
ortadan
kaldırılmıştır
ve
Anasaya
ile
korunan
düşünce
ve
ifade
özgürlüğü
yasaklanmıştır.”
(“Why
the
Newspaper
of
Workers
in
Culture?”
editoryal
yazısı,
The
7th
of
February,
s.
1
[İngilizce
çevirisi
Dušan
Grlja’ya
ait])
“Şu
andan
itibaren
Sırbistan
vatandaşlarının
insan
hakları
ve
siyasal
haklarının
varlığının
göstergesi
bir
şeyin
varlığına
bağlı:
Exception
sergisinin.
Şayet
bu
sergi
kapalı
kalmaya
devam
ederse,
apartheid
ve
iç
savaş
matrisi
hala
iktidarda
ve
onun
vatandaşları
da
insan
haklarından
ve
siyasal
haklarından
yoksun
demektir.”
(Branimir
Stojanović,
“Tamo
gde
je
bio
Šiptar
biće
savremena
umetnost”
[“Şiptar’ın
Arnavut]
Olduğu
Yerde
Güncel
Sanat
da
Olacaktır”],
The
7th
of
February,
s.
3
[İngilizce
çevirisi
Dušan
Grlja’ya
ait]).
13
Bkz.
Branimir
Stojanović,
a.g.e.
Sayı
#1
105
İstisna
ve
Olağanüstü
Hal
Dušan
Grlja
düşürmek
ve
bu
çatışmayı,
nihayetinde
kendi
dokunulmazlığını
ve
iktidarının
devamını
sağlamak
üzere
yönetmek
için.
Otoriteler
bu
tip
“aşırı”
grupların
kamusal
politika
ortamına
girmelerine,
“halkın
emprovize
performansının
[happening]”
sahnelenmesine
bir
ortam
yaratmak
ve
bunu,
“kamuoyu
iradesi”nin
bir
tezahürü
olarak
sunmak
için
izin
verirler.
Bu
şekilde
sadece
omuz
silkip,
“Ne
yapabiliriz?
Bu
açıkça
anayasal
yapımızın
büyük
bir
parçasının
iradesidir,
ve
biz
de
seçilmiş
temsilcileri
olarak
buna
saygı
göstermek
zorundayız,”
diyebilecekleri
bir
ortam
yaratırlar.
Bu
kesinlikle,
“aşırı”
gruplar
karşısında
devlet
iktidarının
görevden
sakınması
değildir,
çünkü
o
iktidar
mekanizmalarının
zaten
bir
parçasını
oluşturur.
Öte
yandan
yetkililer,
hareketlerini
veya
bir
harekette
bulunmamış
olmalarını
“uluslararası
topluluk”
nezdinde
şöyle
diyerek
doğrulama
ihtiyacı
da
duyarlar:
“Biz
AB
entergrasyon
politikalarını
destekliyoruz
ve
tüm
vatandaşlarımızın
vatandaşlık
haklarını
koruma
bağlamında
Hukuk
İdaresi
taraftarıyız,
ancak
anayasamız
kültürel
anlamda
biraz
geri
olduğu
için
hiçbir
şey
yapamıyoruz
ve
demokrasi
kültürünün
ve
başka
kültürlere
ve
hayat
tarzlarına
saygının
insanlarımızda
kök
salması
biraz
vakit
alacak.”
Bu
tam
da,
hâkim
kültür
politikalarının
kısır
döngüsünü
tamamlayan
şeydir,
zira
periferideki
halkların
“kültürleştirilmesi”
için
daha
çok
miktarda
uluslararası
fonun
verilmesi,
bunun
sonucu
olarak
da
resmi
jeo‐politik
gündemin
uygulanması
için
bir
gerekçe
oluşturur.
Olağanüstü
Hal
ve
Kimlik
Tabanlı
Devletin
Yükselişi
Gazete,
alt
tarafında
tek
bir
satır
olan
beyaz
bir
sayfayla
bitiyor:
“RUK
grubu,
sanatta
olağanüstü
halin
başladığını
düşünüyor!”14
Olağanüstü
hali,
temel
açıklayıcı
kavram
olarak
almak
bu
serginin
açıl(ma)yışı
hakkında
kaleme
alınan
eleştirel
yazıların
çoğunda
neredeyse
zorunlu
hale
geldi.15
Bugün
tüm
modern
devletler,
mevcut
toplumsal
düzenin
korunması
veya
düzen
kaybolduysa
yeniden
kurulması
için
bazı
olağanüstü
önlemler
alınmasını
gerektiren
anlar
ve
dönemlerin
ortaya
çıktığı
durumların
olduğunu
kabul
ediyor
–
doğal
felaketler,
sivil
itaatsizlik,
iç
savaş
veya
savaş
ilanı
gibi.
Öyleyse
olağanüstü
hal,
hükümetin
ilan
ettiği
ve
kendi
bazı
normal
işlevlerini
askıya
alabileceği,
yürütmeyle
ilgili
gücünün
yetki
alanını
genişletebileceği,
sıkıyönetim
ilan
edebileceği,
dolayısıyla
fiilen
anayasanın
güvence
altına
aldığı
özgürlükleri
(özellikle
de
habeas
corpus,
yani
ihzar
emrini)
durumdur.
“Olağanüstü
hal”
terimi
9/11
olayları
ve
ardından,
George
W.
Bush’un
ilan
ettiği
“terörizmle
savaş”
ile
birlikte
(yeniden)
küresel
kabul
gördü.
Olağanüstü
hal
ABD’nin
hem
ülke
içi
hem
uluslararası
politikalarında
kullandığı
kalıcı
bir
aygıta
dönüştüğü
için,
bu
durumu
eleştirenler,
yine
olağanüstü
halin
kalıcılaştığı
başka
bir
tarihsel
dönemle
paralellikler
kurdular:
Adolf
Hitler’in
Weimar
Almanyasında
iktidara
gelişi
ve
ardından
gelen
Nazi
yönetimi
dönemiyle.
Hatta
bazı
kuramcılar,
olağanüstü
halin,
demokratik
hukuksal
süreçlerin,
özel
gruplara
karşı
yöneltilen
hukuk
dışı
devlet
şiddeti
lehine
askıya
alınmasıyla
nitelenen
bir
yönetişim
formu
olarak
ele
alınmasını
önerdi.
Guantánamo,
bu
tip
yönetişimin
bariz
bir
örneğidir;
oradaki
uygulamalarda
iş,
“tehdit
oluşturan
unsurların”
kovuşturulması
ve
hapse
atılmasına
kadar
varıyor.
Otoriteler
bu
tip
“unsurları”n
ellerinden
hukuksal
haklarını
alıp
onları
–
Fransız
Devrimi’nden
iyi
bilinen
bir
terim
kullanırsak
–
hors
la
loi
[hukuk
sisteminin
dışında
olma]
durumuna
sokuyorlar.
Tam
da
devletin,
belirli
bireyler
veya
gruplar
üzerinde
uyguladığı
bu
hukuk
dışı
tecavüzler,
“kutsal”
insan
hakları
ihlallerine
karşı
post‐hümanist
seslerin
çıkmasına
neden
oldu.
Eski
Soğuk
Savaş
dönemi
totaliteryanizmi
neredeyse
hiç
vakit
geçirmeden,
bir
kez
daha
bu
işi
görmek
üzere
göreve
çağrıldı
ve
kendini
eleştiri
için
kuramsal‐siyasal
bir
temel
olarak
sundu.
Giorgio
Agamben
gibi
son
derece
saygın
bir
radikal
solcu
bile
bu
perspektifi
onaylıyor
gibi
görünüyor:
“Modern
totaliteryanizmi,
sadece
siyasi
karşıtlarını
değil,
nüfusunun
siyasal
sisteme
entegre
olmaya
direnç
gösteren
gruplarının
bütününün,
olağanüstü
hal
aracılığıyla
elimine
edilmesini
mümkün
kılan
yasal
bir
iç
savaş
kurumu
olarak
tanımlayabiliriz.
Böylece,
kalıcı
bir
olağanüstü
halin
gönüllü
olarak
yaratılması
(teknik
anlamda
ilan
edilmiş
olmasa
da),
demokratik
diye
adlandırılanlar
dahil
tüm
14
Schmitt’in,
egemenliğin,
bir
olağanüstü
hal
ilan
etme
gücünden
oluştuğunu
söyleyen
görüşünü
takip
ederek,
babaerkil
(veya
hatta
anaerkil)
devlet
figürü
otoritesiyle
özdeşleşen
böyle
hayali
bir
ifade
bulma
anını
analiz
etme
işinin
peşine
düşülebilir.
15
“[S]erginin
korunmayışı,
Milošević’in
2000
yılında
devrilmesinin
ardından
Sırbistan
kamusal
alanında
var
olan
olağanüstü
halin
devamıdır.”
(“Exception
Proves
to
be
a
Rule:
A
Report
by
Eduard
Freudmann
and
Ivana
Marjanović”
metninden.)
Sayı
#1
106
İstisna
ve
Olağanüstü
Hal
Dušan
Grlja
çağdaş
devletlerin
temel
pratiklerinden
biri
haline
geldi.”16
Dolayısıyla,
olağanüstü
hal
ve
onun
yasallaşmış
şiddet
biçimi,
Hukuk
İdaresi’ni
tehdit
eder
ve
sivil
toplumun
özerkliğini
ortadan
kaldırır,
oysa
bunlar
anayasal
demokrasinin
iki
yüz
yılında
elde
edilen
en
önemli
iki
kazanımdır.
Söz
konusu
serginin
açılmasını
engelleyen
olayın
eleştirel
çözümlemesinde
bu
olağanüstü
hal
nosyonunun
kullanımının
etrafını
saran
tüm
o
muamma,
tam
da
hâkim
kültürel‐siyasal
gündemin
kucak
açtığı
bir
duruşa
yol
açıyor.
Yerel
demokrasilerin
henüz
–
“medeni
dünyadaki”
liberal
demokratik
sistemlerin
güya
uzun
zaman
önce
benimsediği
–
tolerans,
rasyonel
diyalog
kültürü
ve
Hukuk
İdaresi’ne
ait
gerçekten
demokratik
prosedürlerin
kurulması
konusunda
gerekli
olgunluğa
erişmediği
şeklindeki
duruşu
doğuruyor.
Dolayısıyla
bu
duruş,
periferideki
devletlerin
kültürel
ve
siyasal
anlamda
güya
“geriden
gelmeleri”
durumunu
yerleştirmeye
ve
nihayetinde
de
bu
durumu
sürekli
kılmaya,
dolayısıyla
da
Batılı
“liberal
demokrasilerin”
tüm
diğerleri
için
bir
ölçü
olmasına,
büyük
güçlerin
kendilerini
daha
iyi
hissetmesine
hizmet
ediyor.
Halbuki
herhangi
bir
anayasaya
dayalı
ulusal
parlamenter
demokrasi,
bu
“olağanüstü
hal”
denen
şeyin
aşağı
yukarı
gizli
izlerini
bünyesinde
barındırır,
zira
bu,
üzerinde
çağdaş
ulus‐devletin
ve
onun
vatandaşlık
ilkesinin
yükseldiği
dışlama
politikalarının
kurucu
bir
parçasıdır
(buna
yakın
tarihten
verilecek
örnekler
arasında
Fransa’daki
sans‐papier’ler
veya
coğrafi
olarak
daha
yakın
bir
örnek
vermek
gerekirse,
Slovenya’daki
“silinenler”
bulunuyor.)
Eski
Yugoslavya
bölgesinde
yeni
kurulan
ulus‐devletlerin
ortaya
çıkışı,
güya
sadece
olağanüstü
hal
önlemleriyle
çözülebilecek
bir
durumun
içinden
oldu.
Kosova
örneğinde,
“Merciful
Angel”
[Şefkatli
Melek]
adı
verilen
NATO
bombardımanı
bu
şekilde
nitelenebilir,
çünkü
uluslararası
hukuğun
temel
ilkelerinden
birini,
yani
egemenlik
ilkesini
askıya
almıştır.
Dahası
olağanüstü
hal
bu
bölgede
gerçekten
kalıcı
olma
eğiliminde
gibi
görünüyor.17
Burada
temel
nokta,
tüm
bu
yeni
kurulan
devletlerin
etnik
çoğunluk
ilkesine
dayanması
–
anayasal
olarak
Slovenya
Slovenyalıların
devleti,
Hırvatistan
Hırvatların
devleti,
Sırbistan
Sırpların
devleti
vs.
oldu
–
yani
bu
devletlerin
hiçbirinin
tüm
vatandaşlarını,
etnik
kökenlerinden
bağımsız
olarak
bünyesine
alamaması.
Bu
ulus‐
devletlerin
kimliğe
dayalı
devlet
olarak
adlandırılmasının
tek
nedeni
de
bu
değil.18
Hiçbiri,
etnik
ve
dinsel
köken
açısından
homojen
olmadığı
için,
her
zaman
hepsinin
bünyesinde,
mevcut
siyasal
ve
yasal
yapılara
entegre
edilmesi
gereken
veya
aksi
takdirde
hors
la
loi
ilan
edilecek
“ötekiler”
–
çeşitli
azınlıklar
–
bulunuyor.
Öyleyse
bu
“ötekiler”in
seslerini
duyurabilmeleri
için
ellerinde
bulunan
tek
yol
kendi
özgül
kimliklerine
veya
“kültür”lerine
başvurmaktır.
Hâkim
söylemde
kendilerini
bir
istisna
olarak
sunmayı
başarabilirlerse,
haklarının
tanınması
gereken
özel
bir
azınlık
olarak
çokkültürcü
“tanıma
politikaları”nın
kapsamına
girmiş
olurlar.
Başaramazlarsa
o
zaman
da
sürekli
olağanüstü
halde
olduğu
gibi
devletin
hukuk
dışı
şiddetini
çekmek
zorunda
kalırlar.
“Varsayılan
bir
evrenselliğe
öztabiyet
başarılı
olduğunda,
tabi
olan
söylemin
özgüllüğü
kimlik
haline
gelir,
böylece
de
kültürleştirme
gerçekleşmiş
olur.
Kültürleştirme,
aşırı
bir
toplumsallık
halinin
evcilleştirilmesi,
kontrol
altına
alınması,
ve
indirgenmesidir.
Bu
operasyon
başarısız
olunca,
aşırılık
zaptedilemez
hale
gelir
–
o
zaman
gerekirse,
meşru
olmayan
bir
güç
tarafından
yasadışı
ilan
edilmelidir.”19
Bu
serginin
hakiki
küresel
bağlamını
işte
tam
da
bu
kültürleştirme20
süreçleri
oluşturdu.
Kültürleştirme
sadece
siyasal
mücadelelerin
modern
siyaset
alanından
sınırdışı
edilip
sağa
sola
16
Giorgio
Agamben,
State
of
Exception
[Olağanüstü
Hal],
The
University
of
Chicago
Press,
Chicago,
2005,
s.
5.
Bkz.
“İstisna
Kaide
Oluyor:
Eduard
Freudmann
ve
Ivana
Marjanović’in
Raporu”.
18
Bu
argüman
şu
metinde
geliştirilmiştir:
Nikola
Janović
ve
Rastko
Močnik,
“Three
Nexal
Registers:
Identity,
Peripheral
Cultural
Industry,
Alternative
Cultures”,
a.g.e.
19
A.g.e.,
s.15.
20
Kültürleştirme
[culturalisation]
nosyonu
temel
olarak
Boris
Buden
ve
Rastko
Močnik’in
yazılarından
sonra
geçerlilik
kazandı.
“İlk
bakışta
kültür
alanının
acımasızca
ekonomi
alanı
tarafından
işgali
gibi
görünen
şey;
kültürün,
metalaştırma
mantığı
tarafından
yıkımı
olarak
görülen
şey,
aslında
bir
zamanlar
toplumsal
dayanışma
mekanizmaları
olan
şeylerden
geriye
kalan,
havada
serbestçe
uçuşan
döküntülerin
bir
kolajı,
bir
Sargasso
Denizi
olarak
özerk
bir
kültür
alanı
kurar.
Serbest
piyasa
ekonomisi
ve
onun
örgütlü
baskı
aygıtlarının
(Dünya
Ticaret
Örgütü,
Uluslararası
Para
Fonu,
Dünya
Bankası
gibi)
hücumu
altında.
Zaferle
çıkan
ekonomi
ve
yükselen
kültürel
çeşitliliğin
arasında
gerçekte
yok
olan
şeyse
siyaset
alanıdır.
Sonuç
olarak
zamanımızın
en
hayret
verici
sosyo‐yapısal
olayı,
‘kültürel
istisna’
savunucularının
inanmamızı
istediği
gibi
kültür
alanının
ekonomi
alanı
tarafından
bastırılması
(veya
bunun
olması
tehdidi)
değildir.
Siyaset
alanının
yok
oluşudur
–
veya
daha
doğrusu,
toplum
‘yönetimi’nin
çeşitli
branşlarına
dönüşmesidir.
Siyasal
partiler
artık,
toplumsal
17
Sayı
#1
107
İstisna
ve
Olağanüstü
Hal
Dušan
Grlja
saçılmış
birbirine
rakip
“kültürel
seçenekler”
alanına
girmesi
anlamına
gelmiyor,
“kültür”
araçlarını,
kültürün
sözde
şiddet
içermeyen
sembolik
mekanizmalarını
kullanarak
çatışmaların
çözümünde
kullanmak
üzere
öğrenme,
kabul
etme
ve
uygulama
anlamına
da
geliyor.21
Dolayısıyla
kültürleştirme,
günümüzün
neo‐liberal
kapitalist
sisteminde
önemli
bir
rol
oynuyor:
Çağdaş
toplumsal
çatışmaları
yatıştırma
ve
nötralize
etme
rolünü.
Serginin,
insanların
ilgi
odağına
taşımak
istediği
çatışmaları.
İngilizceden
çeviren:
Çiçek
Öztek
grupları
veya
onların
farz
edilen
çıkarlarını
temsil
etmiyorlar;
hepsi
sanki
tek
bir
siyasal
aygıtın
fraksiyonları
gibi
el
ele
vermiş,
toplumun
tamamının
yönetimine
soyunmuş
durumdalar.
Yönetimsel
aygıtlarla
ve
‘yönetişim’
aygıtlarıyla
kaynaşarak,
bir
toplumsal
bütünsellik
etkisi
yaratıyorlar.
[…]
[P]olitik
‘sorun’ların
‘kültürleştirilmesi’
kendilerinden
yasal
bir
mevcudiyet
esirgenen
siyasal
güçlerin
verdiği
yetersiz
olsa
da
zorunlu
bir
tepki
değil,
tam
da
yasal
siyasal
aygıtın
kendisinin
dönüşümü
tarafından
kışkırtılan
bir
şeydir.
Ve
dolayısıyla
da
‘üretken’dir.
[…]:
Burada,
bazı
devletlerin
(veya
devlet
olarak
görülen
bazı
oluşumların)
kendisinin
salt
‘kültürel’
yapılar
olarak
var
olmaları
noktasına
dek
uzanan
bir
üretkenlikten
söz
ediyoruz.”
(Nikola
Janović
ve
Rastko
Močnik,
“Three
Nexal
Registers:
Identity,
Peripheral
Cultural
Industry,
Alternative
Cultures”.
Bkz.
http://www.pozitiv.si/petrovaradintribe/pages/Rastko‐Nikola‐PolicyBook%5B1%5D.doc,
s.
11‐12).
21
“[K]ültürleştirme,
basitçe
siyasal
meselelerin
kültürel
meselelere
tercümesi
olmaktan
çok
öte
bir
anlam
taşıyor.
Kültürleştirme
aynı
zamanda
bir
‘kültür
okulu’dur:
Öznelerin,
hâkim
kültür
için
eğitilmeleri,
yetiştirilmeleri
ve
beslenmeleri.
Dolayısıyla
‘kültür’,
‘halk
kitlelerinin’
veya
daha
uygun
bir
tabirle
kapitalist
düzenin
öznelerinin
(subject:
İngilizcedeki
hem
özne
hem
teba
anlamlarında)
ideolojik
eğitiminde
veya
daha
doğru
bir
deyişle
formasyonunda
sadece
bir
andır
(Almanca
Bildung
kelimesi
hem
eğitim
hem
formasyon
anlamını
kendinde
barındırır).
Tolerans
kültürü,
iletişim
kültürü,
çevre
kültürü,
dijital
kültür
vs.
tüm
bunlar
yeni
toplumsal
okur‐yazarlığın
neo‐liberal
biçimleridir
(Althusser’in
savoir‐faire
–
doğru
şeyi
doğru
şekilde
yapma
yetisi
–
kavramını
hatırlayalım).”
(Dušan
Grlja
ve
Jelena
Vesić,
“The
Neo‐
liberal
Institution
of
Culture
and
the
Critique
of
Culturalization”.
Bkz.
http://eipcp.net/transversal/0208/prelom/en)
Sayı
#1
108
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
Evet,
bizim
anlamamızı
anlatılar
sağlayabilir.
Gelgelelim,
fotoğraflar
da
başka
bir
şey
yapar:
Hayaletler
gibi
üstümüze
çöker
ve
etrafımızda
dolanırlar.
Susan
Sontag,
Başkalarının
Acısına
Bakmak
İstanbul’da
yaşayan
Rum,
Ermeni
ve
Yahudilere
karşı
6
ve
7
Eylül
1955’te
büyük
çaplı
bir
saldırı
gerçekleşti.1
20‐30
kişilik
gruplar
halinde
ve
birbirleriyle
bağlantı
içinde
hareket
eden
yaklaşık
100,000
kişi,
İstanbul’da
gayrimüslimlerin
yoğunlukla
yaşadığı
ve
çalıştığı
birçok
mahalle
ve
semtte2
şiddet
eylemleri
gerçekleştirdi.
Önceden
tedarik
edilen
çeşitli
araç‐gereç
(taşlar,
kaldıraçlar,
latalar,
kürekler,
testereler
ve
kaynak
makineleri)
kullanılarak,
benzer
yöntemlerle
evler
ve
işyerleri
yıkıp
döküldü,
yağmalandı;
içlerindeki
eşyalar
parçalandı,
sokaklara
atıldı,
taşıtların
arkasında
sürüklendi;
kiliseler,
cemaat
okulları
ve
mezarlıklar
tahrip
edildi.
Bu
saldırı,
gayrimüslimlerin,
özellikle
de
Rum
Ortodoks
cemaatinin
İstanbul’dan
yurt
dışına
göç
etmesinin
en
önemli
nedenlerinden
birini
oluşturdu.
Aynı
tarihlerde
İzmir’de
Rumların
iş
yerlerine,
evlerine,
kiliselerine
ve
Yunanistan
Konsolosluğu’na
saldırılar
düzenlendi
ve
Ankara’da
öğrenci
gösterileri
yapıldı.
Bu
olayların
50.
yıldönümüne
denk
gelen
6
Eylül
2005
tarihinde,
İstanbul’da,
Karşı
Sanat
Çalışmaları’nda3
“Tümamiral
Fahri
Çoker’in
Arşivinden:
Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
adlı
bir
sergi
açıldı.
Sergide,
olaylar
sırasında
çekilen
ve
ilk
defa
kamusal
alanda
gösterilen
bir
dizi
fotoğrafın
yanı
sıra,
olayların
devlet
yöneticileri
ve
destekledikleri
kurumlar
tarafından
planlandığını
gösteren
çeşitli
belgeler
de
yer
alıyordu.
Ayrıca,
tarihçi
Dilek
Güven’in
o
sırada
yayımlanan
ve
konuyu
daha
önce
yapılan
araştırmalardan
çok
daha
geniş
bir
kapsamda,
homojen
ulus‐devletin
inşası
ve
dönemin
sosyo‐ekonomik
politikaları
çerçevesinde
incelediği
Cumhuriyet
Dönemi
Azınlık
Politikaları
Bağlamında
6‐7
Eylül
Olayları
başlıklı
akademik
çalışmasından
alıntılanan
bilgilere
ve
tanıklıklara
yer
veriliyordu.
Sergi,
açılış
gününde
20‐30
kişilik
bir
grubun
saldırısına
uğradı.
Galeriye
giren
saldırganlar
böyle
bir
serginin
yapılmasını
protesto
ederek
kimi
fotoğraflara
yumurta
attılar,
kimi
fotoğrafları
yırtıp
galeri
penceresinden
aşağı
fırlattılar.
Bu
yazıda,
daha
önce
çok
az
sayıda
kişi
tarafından
görülen
fotoğrafların
bu
sergi
bağlamında,
arşiv
belgeleriyle
ve
Dilek
Güven’in
akademik
çalışmasıyla
birlikte
ilk
defa
kamusal
alanda
gösterilmesinin
ve
sergiye
yapılan
saldırının
anlamları
üzerinde
duracağım.
Fotoğraflar,
aynen
yazılı
belgeler
gibi
birer
kanıt
olarak
değerlendirilebilirler,
ki
bu
hiç
de
küçümsenecek
bir
işlev
değildir;
ancak
bu
fotoğrafları
sergilemenin
ve
onlara
bakmanın
bunun
ötesinde
ne
gibi
anlamları
ve
işlevleri
olabilir?
Benim
üzerinde
durmak
istediğim
özellikle
bununla
ilgili
sorular
olacak.
6‐7
Eylül
Olayları
İstanbul’da
gayrimüslimlere
karşı
bir
eylem
gerçekleşeceği
konusunda
dedikodular
ve
uyarılar
olaylardan
haftalar
önce
başlamıştı.
6
Eylül
günü
devlet
radyosunda
Mustafa
Kemal’in
Selanik’te
doğduğu
eve
bombalı
bir
saldırı
yapıldığı
haberi
verildi
ve
İstanbul
Ekspres
gazetesi
bu
haberi
iki
ayrı
baskıyla
duyurdu.
(5
Eylül
gecesi
Selanik’te,
Mustafa
Kemal’in
doğduğu
evin
yanındaki
Türk
Konsolosluğu’nun
bahçesinde
bir
bomba
patlamış
ve
camların
kırılması
dışında
bir
zarar
vermemişti.
Yunan
makamları
patlamayla
ilgili
Selanik’te
devlet
bursuyla
hukuk
eğitimi
alan
Milli
Emniyet
Hizmetleri
(MAH)
üyesi
Oktay
Engin’i
ve
konsolosluk
bekçisini
tutukladı
ve
haklarında
dava
açtı.
Başkonsolos
ve
vekili
ise
patlamayı
teşvik
etmek
ve
talimat
vermek
ile
suçlandı.)4
1
Olaylarla
ilgili
aktardığım
tüm
bilgiler
için
Dilek
Güven’in
konuyla
ilgili
araştırmasına
başvurdum:
Dilek
Güven,
Cumhuriyet
Dönemi
Azınlık
Politikaları
ve
Stratejileri
Bağlamında
6‐7
Eylül
Olayları
(İstanbul:
Tarih
Vakfı
Yurt
Yayınları,
2005).
2
Beyoğlu,
Kurtuluş,
Şişli,
Nişantaşı,
Eminönü,
Fatih,
Eyüp,
Bakırköy,
Yeşilköy,
Ortaköy,
Arnavutköy,
Bebek,
Kadıköy,
Kuzguncuk,
Çengelköy
ve
Adalar.
3
Bkz.
http://www.karsi.com/
4
Dilek
Güven
Yunan
makamlarının
söz
konusu
dört
kişi
hakkında
dava
açması
üzerine
yaşanan
gelişmeleri
şöyle
anlatıyor:
“17
Temmuz
1956’da,
Atina’daki
Türk
büyükelçisinin,
Selanik’teki
Türk
Konsolosluğu
ile
İstanbul’daki
Yunan
Konsolosluğunun
kapatılacağı
tehdidinde
bulunması
üzerine,
başkonsolos
ve
vekiline
karşı
açılan
dava
düşürüldü;
Uçar
ve
Sayı
#1
109
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
Öğleden
sonra,
Taksim’de,
“Kıbrıs’taki
Türk
azınlığı
Birleşmiş
Milletler
ve
diğer
örgütler
karşısında
savunmak
ve
tüm
ülkede
protesto
eylemleri
düzenlemek
amacıyla”
kurulan
ve
hükümet
tarafından
desteklenen
Kıbrıs
Türktür
Cemiyeti’nin
(KTC)
ve
ilişkide
olduğu
öğrenci
birliklerinin
davetiyle
bir
protesto
mitingi
düzenlendi.5
Mitingin
ardından
İstanbul’un
çeşitli
mahallelerinde
önceden
tespit
edilmiş
ve
bazıları
işaretlenmiş
mekânlara
saldırılar
başladı.
Saldırganların
arasında
İstanbul’da
yaşayanların
yanı
sıra
şehir
dışından
getirilenler
de
bulunuyordu,
ve
saldırganların
Kıbrıs
sorununu
ve
“gayrimüslim
antipatisini”
kullanarak
tahrik
ettikleri
halk
da
eylemlere
katılıyordu.
Polis
ise
olaylara
seyirci
kalmış,
kolaylıkla
önleyebileceği
durumlarda
bile
müdahale
etmemiş,
hatta
bazen
saldırıları
desteklemiş
ve
yardım
etmiştir.
İstanbul’da,
“mahkeme
zabıtlarına
göre
4214
ev,
1004
iş
yeri,
73
kilise,
1
sinagog,
2
manastır,
26
okul
ile
aralarında
fabrika,
otel,
bar
vb.
yerlerin
bulunduğu
5317
mekân
saldırıya
uğramıştır.”
6
Hırsızlık,
yaralama
ve
öldürme
vakalarının
saldırıların
boyutu
göz
önünde
bulundurulduğunda
görece
az
sayıda
olması,
saldırganların
bu
eylemlerden
kaçınmak
üzere
talimat
almış
olmalarıyla
açıklanmaktadır.
Sayıları
300‐600
civarında
ve
içinde
saldırganların
da
olduğu
yaralıların,
Helsinki
Watch
raporuna
göre
15,
Türkiye
basınına
göre
11
can
kaybının
yanı
sıra
(rapor
edilmiş)
60
tecavüz
vakası
vardır.
Olaylar,
6
Eylül
gecesi
ilan
edilen
örfi
idare
ile
bastırılmaya
çalışılmıştır.
(Saldırılar,
ertesi
günlerde
çeşitli
yerlerde
devam
etmiştir.)
Üç
ilde,
bir
şekilde
olaylara
karışmış
olan
çeşitli
kişiler
tutuklanmış
ve
bu
amaçla
İstanbul’da
kurulan
üç,
diğer
illerde
kurulan
birer
askeri
mahkemede
kapalı
duruşmalarda
yargılanmışlardır.
1956
yılının
sonunda
ise
tutuklananların
çoğu
serbest
bırakılmıştır.
Dönemin
başbakanı
Adnan
Menderes,
ilk
açıklamalarında,
6
ve
7
Eylül’de
İstanbul
ve
İzmir’de
meydana
gelen
şiddet
olaylarının,
basında
yer
alan
iki
habere
verilen
vatansever
ve
“spontane”
bir
tepki
olduğunu
öne
sürdü.
Bunlardan
birincisi
Mustafa
Kemal’in
evinin
bombalanması
ile
ilgili
haberdi.
İkinci
olarak
ise,
Hürriyet
gazetesinde
Kıbrıs’ta
Rumlar’ın
Türkler’e
karşı
bir
saldırı
planlamakta
olduğu
haberine
yer
verilmiş
ve
“İstanbul’da
saldırabileceğimiz
yeteri
kadar
Rumun
yaşadığı”
yazılmıştı.7
Menderes,
hükümetin
gösterilerin
planlandığından
haberdar
olmasına
karşın,
böyle
büyük
bir
tepkiyi
beklemediklerini
de
eklemiştir.
Daha
sonra
ise,
hükümet
tarafından
olayların
suçu
“komünist
kışkırtıcılara”
atılmış
ve
7
Eylül
günü
olaylarla
hiçbir
ilgisi
olmayan,
sol
eğilimli
faaliyetleri
olduğu
gerekçesiyle
takip
edilen
ve
keyfi
hazırlanmış
bir
şüpheliler
listesinde
bulunan
48
kişi
bu
sebeple
tutuklanmış,
yıl
sonuna
kadar
serbest
bırakılmamışlardır.
Dilek
Güven
kitabında
6‐7
Eylül
Olayları’nın
dönemin
Cumhurbaşkanı
Celal
Bayar,
içlerinde
Adnan
Menderes’in
de
bulunduğu
Demokrat
Parti
üyeleri,
Milli
Emniyet
Hizmetleri,
Kıbrıs
Türktür
Cemiyeti
ile
hükümet
ve
devlet
tarafından
yönlendirilen
öğrenci
birlikleri
ve
işçi
sendikaları
tarafından
organize
edilip
gerçekleştirildiğini,
kanıtlara
ve
tanıklıklara
dayanarak
anlatır.
İstanbul’da
yapılan
mahkemelerde
hükümet
ve
MAH
üyeleri
saldırılar
için
suçlanmamış
ve
tutuklanan
KTC
üyeleri
de
beraat
etmiştir.
1960
askeri
darbesinden
sonra
yapılan
Yassıada
Mahkemeleri’nde
ise
sadece
Bayar,
Menderes
ve
Dışişleri
Bakanı
Zorlu
diğer
suçlamaların
yanında
olayları
teşvik
etmek
suçuyla
mahkum
edilmiştir.
Güven,
devletin
ve
DP’nin
olayları
organize
etme
sebeplerinden
biri
olarak,
aynı
tarihte
İngiltere’de
yapılmakta
olan
Kıbrıs
görüşmelerine
işaret
eder;
bu
görüşmelerde,
Türk
tarafının
desteklenmesi
için
Türkiye’den
gelecek
bir
“tepkiye
ihtiyaç
duyulmuştur.”
Ayrıca
DP’nin,
iç
politikada
ve
ekonomide
yaşadığı
zorluklar
nedeniyle
dikkatleri
dış
politikaya
çekmekten
ve
sıkı
yönetim
ve
sansür
yoluyla
denetimini
sıkılaştırmaktan
çıkarı
olduğunu
belirtir.
Ancak
Güven,
dönemin
sosyo‐ekonomik
ve
siyasi
koşullarına
dayanan
bir
açıklamanın
yeterli
olmadığını
savunur;
bu
yüzden
6‐7
Eylül
Olayları’nı
Cumhuriyet’in
kuruluşundan
itibaren
gayrimüslimlere
karşı
uygulanan
politikaların
bir
devamı
olarak
inceler
ve
homojen
bir
ulus‐devlet
ve
milli
bir
burjuva
sınıfı
yaratma
çabaları
bağlamında
ele
alır.
Bu
sayede
Engin
de
geçici
olarak
serbest
bırakıldılar.
Oktay
Engin’e,
eylemi
karşılığında
mali
yardım
ve
mevki
sözü
verilmişti.
Komotini
/
Gümülcine’deki
Türk
konsolosunun
yardımıyla,
Engin,
22
Eylül
1956
günü
Türkiye’ye
getirildi.
Başbakan
Adnan
Menderes
ve
İstanbul
Valisi
Fahrettin
Kerim
Gökay’ın
şahsi
talimatlarıyla
Engin,
1956
yılı
sonunda
belediyede
bir
işe
yerleştirildi.
MAH
için
çeşitli
görevler
üstlendikten
sonra
ise,
Nevşehir’e
önce
kaymakam,
sonra
da
vali
oldu.”
(Güven,
s.71‐72)
Konsolos
Mehmet
Ali
Balin,
vekili
Mehmet
Ali
Tekinalp,
Oktay
Engin
ve
konsolosluk
bekçisi
Hasan
Uçar
Yassıada
Mahkemeleri’nde
“bomba
temin
etmek
ve
Selanik’teki
başkonsolosluğun
bahçesinde
patlamaya
neden
olmakla
suçlandılar”
fakat
suçsuz
bulundular.
5
Güven,
s.
57.
6
6‐7
Eylül
Olayları
Fotoğraflar‐Belgeler
Fahri
Çoker
Arşivi
(İstanbul:
Tarih
Vakfı
Yurt
Yayınları,
2005),
s.
ix.
7
Güven,
s.
3.
Sayı
#1
110
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
6‐7
Eylül,
darbeyle
devrilen
ve
daha
sonra
mahkum
edilen
DP’nin
gerçekleştirdiği
münferit
bir
olay
olmaktan
çıkar,
ve
olayın
gayrimüslimlerin
ve
azınlıkların
maruz
kaldığı
ayrımcılık
ve
asimilasyon
politikalarının
diğer
örnekleriyle
ilişkilendirilmesi
mümkün
olur.
Sergi
Karşı
Sanat
Çalışmaları’nda
düzenlenen
sergide,
6‐7
Eylül
Olayları’ndan
hemen
sonra
İstanbul’da
kurulan
üç
askeri
mahkemeden
biri
olan
Beyoğlu
Bölgesi
Sıkıyönetim
Mahkemesi’nde
başhakimlik
yapan
merhum
Emekli
Tümamiral
Fahri
Çoker’in
Tarih
Vakfı’na
bağışladığı,
ancak
kendi
ölümünden
sonra
yayımlanmasını
vasiyet
ettiği
özel
arşivinde
bulunan
ve
daha
önce
hiçbir
yerde
yayımlanmamış
olan
fotoğraflardan
derlenmiş
bir
seçki
yer
alıyordu.
Orijinalleri
siyah‐beyaz
baskı
olan
fotoğraflar,
Karşı
Sanat
Çalışmaları
tarafından
büyütülerek
tekrar
basılmıştı.
Sergiyle
eş
zamanlı
olarak,
(Dilek
Güven’in
kendi
kitabının
yanı
sıra)
Fahri
Çoker’in
biyografisinin
ve
Vakfa
bağışladığı
tüm
fotoğraf
ve
belgelerin
Dilek
Güven’in
önsözüyle
sunulduğu,
6‐7
Eylül
Olayları
Fotoğraflar‐Belgeler
Fahri
Çoker
Arşivi
adlı
kitap
Tarih
Vakfı
tarafından
yayımlandı.
Sergi;
Dilek
Güven,
Karşı
Sanat
Çalışmaları
ve
Tarih
Vakfı
işbirliğiyle
ve
Dr.
Ayhan
Aktar,
Helsinki
Yurttaşlar
Derneği
ve
İnsan
Yerleşimleri
Derneği’nin
desteğiyle
hazırlandı.
Güven,
doktora
tezi
için
yaptığı
araştırma
sırasında
Tarih
Vakfı
arşivinde
bulunan
bu
fotoğraflar
üzerine
çalışmış
ve
birçoğunun
çekildikleri
yerleri
belirlemişti.
Fotoğrafların
yayımlandığı
kitapta
bu
bilgilere
yer
verildi.
Kendisiyle
yaptığım
mülakatta,
bu
sergiyi
düzenlemek
istemesindeki
en
önemli
nedenin,
kamusal
alanda
sergileyerek
bu
fotoğrafların
varlığını
ortaya
çıkartmak
ve
dolayısıyla
herhangi
bir
şekilde
“yok
olmalarını”
engellemek
olduğunu
söyledi.
Bu
ifşa
etme
ve
başkalarını
tanık
olmaya
davet
ederek
fotoğrafların
örtbas
edilmelerini
önleme
arzusunun,
sergiye
yapılan
saldırının
olası
anlamları
üzerine
düşünmek
açısından
önemli
olduğunu
düşünüyorum.
Sergiye
yapılan
saldırı
2005
yılında
açılan
sergiye
yapılan
saldırı,
açıkça
6‐7
Eylül
Olayları
ile
benzerlikler
taşımaktadır.8
Serginin
açılış
tarihinden
önce
Valilik
izni
alınmış,
o
zaman
Elhamra
Pasajı’nın
üçüncü
katında
bulunan
galerinin
karşısındaki
St.
Antuan
Kilisesi’nin
önüne
iki
yüz
kadar
polis
yerleştirilmiş
ve
mekânın
içerisinde
sivil
polisler
görevlendirilmişti.
Açılıştan
iki
saat
önce
Kemal
Kerinçsiz9,
yanında
ellerinde
kalın
ahşap
sopalı
küçük
Türk
bayrakları
taşıyan
iki
genç
ile
birlikte
sergi
mekânına
geldi,
“teftiş
etti”
ve
çıktı.
Açılış
sırasında
gerginlik,
iki
kişinin,
sergide
olayların
yanlış
aktarıldığını,
Kıbrıs’ta,
Batı
Trakya’da
ve
Girit’te
Türklere
yapılanların
anlatılmadığını
bağıra
bağıra
orada
bulunanlara
ve
gazetecilere
söylemesi
ve
şiirler
okumasıyla
başladı.
Daha
sonra,
aralarında
8
Saldırı
konusunda
aktardıklarım
Karşı
Sanat
Çalışmaları
yöneticisi
Feyyaz
Yaman’ın
anlatısına
dayanmaktadır.
Kemal
Kerinçsiz
şu
anda
Ergenekon
davası
kapsamında
“örgüt
üyeliği”,
“halkı
silahla
isyana
teşvik
etmek”
gibi
suçlarla
yargılanmaktadır.
Kendisi
aynı
zamanda
aynı
davada
Danıştay
ve
Cumhuriyet
Gazetesi’ne
yapılan
saldırıları
planlamaktan
yargılanan
emekli
yüzbaşı
Muzaffer
Tekin’in
avukatıdır.
Kerinçsiz’in
“eylemlerinden”
bazıları
şöyledir:
“Ekim
2005’te
Kerinçsiz,
Hrant
Dink'e
‘Türklüğe
hakaret’ten
verilen
cezayı
alt
sınırdan
olduğu
için
temyiz
etti.
Orhan
Pamuk
hakkında
‘orduyu
aşağıladığı’
gerekçesiyle
suç
duyurusunda
bulundu.
‘Patrikhane
Yunanistan'a
kampanyasının
içinde
yer
aldı.
Aralık
2005’te
Kerinçsiz'in
şikayeti
üzerine
gazeteciler
İsmet
Berkan,
Erol
Katırcıoğlu,
Murat
Belge,
Haluk
Şahin
ve
Hasan
Cemal
hakkında
dava
açıldı.
Hrant
Dink,
Aydın
Engin,
Serkis
Seropyan
ve
Arat
Dink
hakkında
da
aynı
nedenle
dava
açıldı.
Pamuk
hakkında
açılan
davanın
duruşmasında
‘misyoner
çocukları’
pankartı
açıldı.
Ocak
2006’da
içinde
Kerinçsiz'in
de
bulunduğu
grup
Fener
Rum
Patrikhanesi
ve
Haliç'te
yapılan
‘haç
atma’
törenlerini
protesto
etti.
‘Patrik
defol’,
‘İstanbul
Türk'tür,
Türk
kalacak’
sloganları
atıldı.
Haziran
2006’da
Kerinçsiz'in
suç
duyurusu
üzerine
yazar
Elif
Şafak
hakkında
‘Türklüğü
aşağılamak’tan
dava
açıldı.
Ermeni
Genel
Patriği
2.
Karekin'in
Heybeliada'yı
ziyaretini
protesto
etmek
isteyen
Kerinçsiz
ve
grubundan
bir
kişi
yaşlı
bir
kadına
saldırdı.
Temmuz
2006’da
TESEV'in
göç
toplantısında
beraberindeki
kişilerin
şiddet
uygulamasını
izleyen
Kerinçsiz
‘TESEV'in
bu
toplantıda
ettiği
sözler
PKK
örgütünün
beyanatıyla
aynı.
Doğal
olarak
vatandaşın
tepkisi
haklı
bir
tepkidir’
dedi.”
(Erhan
Üstündağ,
“Kerinçsiz
İlk
Kez
‘Etnik
Ayrımcılığın’
Hesabını
Verecek”,
Bianet,
28
Temmuz
2008,
http://bianet.org/bianet/siyaset/108635‐kerincsiz‐ilk‐kez‐etnik‐ayrimciligin‐hesabini‐verecek
adresinden
erişilebilir
[13
Ağustos
2009].)
Ayrıca,
“2005
Mayıs'ta
yapılması
planlanırken
Adalet
Bakanı
Cemil
Çiçek'in
sert
tepkisiyle
23
Eylül'e
ertelenen
‘İmparatorluğun
Çöküş
Döneminde
Osmanlı
Ermenileri’
konferansını
mahkeme
kararıyla
yasaklatan
hukukçu
olarak
tanındı.”
(Nilüfer
Zengin,
“Bir
Hukukçunun
Milliyetçi
Olarak
Portresi:
Kemal
Kerinçsiz”,
Bianet,
23
Ocak
2008,
http://bianet.org/bianet/siyaset/104360‐bir‐hukukcunun‐milliyetci‐olarak‐portresi‐kemal‐kerincsiz
adresinden
erişilebilir
[13
Ağustos
2009].)
9
Sayı
#1
111
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
Ramazan
Kırkık10
ve
İstanbul
Ülkü
Ocakları
eski
başkanlarından
Levent
Temiz’in11
de
bulunduğu
yaklaşık
20‐30
kişilik
bir
grup
ana
salona
girdi,
"Türkiye
Türktür,
Türk
kalacak",
"hainlere
ölüm",
"ya
sev
ya
terk
et",
"neden
Kıbrıs'taki
fotoğrafları
değil
de,
bu
fotoğrafları
asıyorsunuz",
"Atatürk'ün
evini
yakanları
savunmayın"
gibi
sloganlar
atmaya,
bildiri
dağıtmaya
ve
fotoğraflara
yumurta
atmaya
başladı.12
Sergi
düzenleyicileri,
iki
kişi
içeride
bağırarak
konuşma
yapmaya
başladığı
andan
itibaren
sivil
polisleri
uyarmış
ancak
bir
önlem
alınmamış;
saldırganlar
fotoğrafları
yırtmaya
ve
pencerelerden
atmaya
başladığında
balkonda
bulunan
ziyaretçiler
aşağıdaki
polis
ekiplerine
haber
verdiyse
de
polis
ancak
yaklaşık
on
beş
dakika
sonra
yukarı
çıkmış
ve
saldırganları
dağıtabilmiştir.
Karşı
Sanat
Çalışmaları
Yöneticisi
Feyyaz
Yaman,
o
akşam
ve
daha
sonra,
dört
kez
karakol
ve
adliyelerde
ifade
vermiş,
gözaltına
alınan
üç
kişiyi
teşhis
etmiştir.
Buna
rağmen,
sadece
mülke
saldırmak
suçuyla
açılmış
olan
dava,
saldırıya
katılmayan
bir
sanıkla
sonuçsuz
bir
şekilde
devam
etmektedir.
Bu
dava
sonuçlanmadan
yeni
bir
dava
açılmasının
da
hukuken
imkânı
yoktur.
Yaptığımız
görüşmelerde
Dilek
Güven,
Feyyaz
Yaman
ve
açılışta
olaylara
tanıklık
etmiş
olan
(Türkiye’de
Rumca
yayımlanan
Apoyevmatini
gazetesinin
editörü)
Mihail
Vasiliadis
saldırgan
grubun
küçüklüğü
ve
sergiye
verilen
kamusal
desteğin
yoğunluğundan
dolayı
o
sırada
saldırıyı
fazla
ciddiye
almadıklarını
söylediler.
Sonuçta,
sergi
çok
sayıda
kişi
tarafından
ziyaret
edilmiş,
ziyaret
defterine
düzenleyicilere
teşekkür
edilen
yazılar
yazılmış,
medyada
sergiyle
ilgili
birçok
haber
yapılmış
ve
saldırı
kınanmıştı.
Dilek
Güven
kendisi
için
en
ilginç
olanın,
ana
akım
gazeteler
dahil
basında
olayların,
kendi
kitabında
açıkladığı
gibi,
devlet,
MAH
ve
hükümet
desteğiyle
organize
edilmiş
olduğunun
ilk
defa
yazılması
olduğunu
söyledi.
Saldırının
ise
özellikle
serginin
somut
içeriğine
yönelmediği,
sadece
gayrimüslimleri
ilgilendiren
bir
sergi
olduğu
için
buna
benzer
birçok
etkinliği
basan
saldırganlar
tarafından
düzenlenmiş
olduğu
aşikârdı.
Fotoğraf
reprodüksiyonlarına
zarar
veren
bu
saldırının
elli
yıl
önce
gerçekleşen
olayların
küçük
çaplı
ve
temsili
bir
yeniden
canlandırması
olduğunu
düşünebiliriz.
Sergi
mekânının
fotoğrafların
birçoğunun
çekildiği
ve
en
büyük
tahribatın
yaşandığı
yerlerden
biri
olan
İstiklal
Caddesi’nde
bulunması
da
bu
etkiyi
güçlendiriyordu.
Saldırının
temsili
niteliği,
birkaç
gün
sonra
yerlerine
asılan
yeni
baskıların
önünde
bir
basın
toplantısı
düzenleyen
fotoğrafçılar
ve
Plastik
Sanatçılar
Derneği
üyelerinin
eylemiyle
de
vurgulandı.13
10
“Kırkık,
daha
önce
Halka
ve
Olaylara
Tercüman
gazetesinde
yer
alan
habere
göre,
sergi
ve
panelin
kışkırtma
amaçlı
olduğunu
belirtmiş,
‘Soros
destekli
bu
vakıf,
1955'te
yaşanan
olayları
saptırıp
ülkede
yeni
bir
tartışma
yaratmak
istiyor.
Amaçları,
Rumların
hakkını
aramak,
Türklerin
barbar
olduğunu
ispatlamak,
tazminat
ödenmesini
sağlamak.
Kısacası,
ülkede
yeni
bir
tartışma
yaratmak.
Biz
bu
sergi
ve
panele
de
tepki
gösteriyoruz’
demişti.
Aynı
habere
göre,
Kırkık'ın
üyesi
olduğu
Türkiye
Sivil
Toplum
Kuruluşları
Birliği,
Cumhurbaşkanı,
Başbakan,
Adalet
Bakanı,
İçişleri
Bakanı,
YÖK
Başkanı
ve
Vakıflar
Genel
Müdürü'ne
mektup
göndermiş
ve
serginin/panelin
iptalini
istemişti.”
(Kemal
Özmen,
“6‐7
Eylül
Sergisine
Saldırdılar”,
Bianet,
6
Eylül
2005,
http://www.bianet.org/bianet/insan‐haklari/66620‐6‐7‐eylul‐sergisine‐saldirdilar
adresinden
erişilebilir
[13
Ağustos
2009].)
Kırkık,
12
Eylül
2005’te
İstanbul
Bilgi
Üniversitesi’nde
düzenlenen
“50.
Yılında
6‐
7
Eylül
Olayları”
başlıklı
panele
de
müdahele
etmişti.
Kırkık’ın
katıldığı
diğer
eylemler
arasında,
6
Temmuz
2004’te
Türkiye
Ekonomik
ve
Sosyal
Etüdler
Vakfı'nın
(TESEV)
Zorunlu
Göçle
Yüzleşmek:
Türkiye'de
Yerinden
Edilme
Sonrası
Vatandaşlığın
İnşası
kitabının
tanıtımına
yapılan
saldırı
yer
alıyor.
Kırkık
Kerinçsiz’le
beraber
“İmparatorluğun
Çöküş
Döneminde
Osmanlı
Ermenileri:
Bilimsel
Sorumluluk
ve
Demokrasi
Sorunları”
başlıklı
konferansı
engellemeye
çalışanlar
arasında
da
yer
alıyordu.
11
“...
Levent
Temiz,
26
Şubat
2004'te
Agos
gazetesi
önünde
yapılan
eylemde,
‘Hrant
Dink,
bundan
sonra
bütün
öfkemizin
ve
nefretimizin
hedefidir’
sloganları
atmıştı.”
(“Dink
Uzun
Yıllar
Veli
Küçük’ün
Hedefindeymiş...”,
Bianet,
27
Mart
2009,
http://www.bianet.org/bianet/ifade‐ozgurlugu/113444‐dink‐uzun‐yillar‐veli‐kucukun‐hedefindeymis
adresinden
ulaşılabilir
[13
Ağustos
2009].)
Levent
Temiz
şu
anda
Ergenekon
davası
kapsamında
“Silahlı
terör
örgütüne
üye
olma;
bir
adet
ateşli
silah
ve
mutat
sayıdaki
mermileri
bulundurmak”
suçlarından
yargılanyor.
(“Ergenekon’da
Kim
Neyle
Suçlanıyor?”,
Bianet,
26
Mart
2009,
http://www.bianet.org/bianet/insan‐haklari/113395‐ergenekonda‐kim‐neyle‐
suclaniyor
adresinden
ulaşılabilir
[13
Ağustos
2009].)
12
Kemal
Özmen,
“6‐7
Eylül
Sergisine
Saldırdılar”,
Bianet,
6
Eylül
2005,
http://www.bianet.org/bianet/insan‐haklari/66620‐
6‐7‐eylul‐sergisine‐saldirdilar
adresinden
erişilebilir
[13
Ağustos
2009].
13
Saldırıya
tepki
veren
en
kalabalık
grup
bir
bildiri
altına
imza
atan
424
fotoğrafçıydı.
Bildirinin
hazırlanmasına
önayak
olan
ve
basın
toplantısında
konuşan
fotoğrafçı
Özcan
Yurdalan’la
konuştuğumda,
fotoğrafçıların
bağlı
oldukları
gruplar
yoluyla
değil
teker
teker
itirazlarını
dile
getirmeleri
gerektiğini
düşündüklerini
ve
bu
şekilde
bir
tepkinin
kendi
söz
ve
itirazlarını
ifade
etmek
için
kullandıkları
bir
alanı
korumak
için
önemli
olduğunu
söyledi.
Bildiride
ise
fotoğrafların
“vicdanları
uyandıran”
ve
gösterdikleri
“organize
vahşet
ve
saldırganlığı”
hatırlamamızı
sağlayan
işlevlerinden
bahsediliyor
ve
“tek‐
kimlikli”
bir
toplum
yaratma
politikalarına,
şiddete
ve
baskıya
karşı
çıkılıyordu.
Bildiri
metnine
şu
adresten
ulaşılabilir:
http://www.fotografvakfi.org/turkce/haberlist.asp?haber_id=139
Yakın
zamanda
Özcan
Yurdalan’ın
da
dahil
olduğu
Fotoğraf
Vakfı
ve
Galata
Fotoğrafhanesi,
benzer
bir
tepkiyi
6.
UFAT
Fotoğraf
Günleri’nde
açılan
8
Mart
Kadınlar
Günü
ve
Yerel
Seçimler
konulu
sergilere
jandarma
tarafından
yapılan
Sayı
#1
112
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
Fotoğraflar
Fotoğrafların
kendilerine
gelince,
yukarıda
da
bahsettiğim
gibi
bu
fotoğrafları
çok
özel
kılan,
şimdiye
kadar
yayımlanan
fotoğraflardan
farklı
olarak
6‐7
Eylül’den
sonra
ortaya
çıkan
yıkım
manzarasının
yanı
sıra,
başlangıcından
itibaren
olayların
tezahürünü
gösteriyor
olmalarıdır.
Fotoğraflar,
gösterdikleri
şeylerin
çekildikleri
anda
varlığına
dair
“çürütülemez”
birer
kanıt
oluştururlar.
Çünkü
her
fotoğraf,
içeriğinin
film
veya
dijital
malzeme
üzerinde
bıraktığı
“doğal”
izlerden
oluşur
–
insan
bedenleri
ve
nesnelerden
yansıyan
ışığın
yarattığı
izler
–
ve
bu
işlem
deklanşöre
bastıktan
sonra
fotoğrafçının
müdahale
edemediği
bir
süreç
sonunda
gerçekleşir.14
Sergide
yer
alan
fotoğraflar
da
hem
6‐7
Eylül’de
gerçekleşen
saldırıları
şimdiye
kadar
yapılmaya
çalışıldığı
gibi
inkâr
edilemez
kılar
hem
de
saldırıların
suçlularını
belirlemeye
yarayacak
önemli
birer
kanıt
niteliği
taşırlar.
6
Eylül
1955
akşamı
ilan
edilen
sıkıyönetimle
beraber,
bir
kısmı
Milli
Emniyet
Hizmetleri,
bir
kısmı
da
ulusal
ve
uluslararası
gazete
muhabirleri
tarafından
çekilen
bu
fotoğrafların
basında
yayımlanması
yasaklanmış,
yurt
içi
ve
yurt
dışı
dolaşımı
engellenmişti.
Fotoğraflar
daha
sonra
emniyet
ve
mahkemeler
tarafından
bazı
saldırganların
tespit
edilerek
tutuklanması
için
kullanılmışlardır.
Fotoğrafların
üstlerindeki
işaretler
ve
arkalarında
bulunan
ve
kitapta
alıntılanan
“X
Cihangir’de
şoför
Aziz’in
oğlu”
gibi
notlar
da
bunu
gösterir.15
Fakat
daha
önemlisi
fotoğraflar,
tek
tek
saldırganları
teşhis
etmeyi
mümkün
kılmaktan
öte,
olayların
organize
edilişinde
devlet
ve
devlet
destekli
kurumların
rolünü
kanıtlayacak
detaylar
içerirler.
Karşı
Sanat’ta
yapılacak
sergi
için
arşivdeki
246
fotoğraf
arasından
bir
seçki
derlenirken
de
olayların
gelişimini
kronolojik
olarak
gösterecek
ve
olayların
organize
edilmiş
olduğunu
kanıtlayan
fotoğrafların
seçilmesine
özen
gösterilmiştir.
Sergide
(ve
yayımlanan
kitapta)
yer
alan
fotoğraf
dizisi,
öğrenci
gruplarının
ellerinde
bayraklarla
ve
“Kıbrıs
Türk’tür”
yazan
pankartlarla
Taksim
civarında
toplanmaları
ile
başlar.16
Yaklaşık
kırk
kişinin
konuşmalar
yaptığı
görünür.
Aynı
kişilerin
birkaç
farklı
yerde
konuşmalar
yaptığı
belgelenmiştir.
Daha
sonra
Dilek
Güven’in
çalışmasında
“kışkırtıcılar”
olarak
adlandırdığı,
ellerinde
bayraklar,
pankartlar
ve
Atatürk
ve
Celal
Bayar
portreleriyle
halkı
saldırılara
katılmaya
çağıran
grupların
eylemlerini
görürüz.
Bu
durumda
insanların,
dükkanlarının
ve
mallarının
(örneğin
arabalarının)
tahrip
edilmesini
önlemek
için
bayrak
veya
Kıbrıs
Türk’tür
pankartları
veya
işyeri
sahibinin
Müslüman
olduğunu
belirten
yazılar
astıkları
görülür.
Dilek
Güven’e
göre
saldırıları
gösteren
fotoğraflarla
ilgili
şu
üç
nokta
çok
önemlidir:
işyerlerine
girilip
her
şeyin
tıpatıp
aynı
araç
gereç
ve
yöntemlerle
tahrip
edildiğinin
ve
polisin
pasifliğinin
belgelenmiş
olması
ve
saldırganların
kıyafetlerinden
birçok
kişinin
şehir
dışından
getirildiğinin
anlaşılması.
Şık
kıyafetli
kadınların
saldırganlar
arasında
bulunmasının
nedeniyle
ilgili
soruma
ise
bu
kadınların
kıyafetlerinden
o
sırada
tiyatrodan
veya
sinemadan
çıktıkları
ve
yağmayı
görünce
katılmaya
karar
verdiklerinin
anlaşılabileceğini
söyledi.17
Bu,
saldırı
için
önceden
hazırlanmayan,
talimat
almayan
halkın
verdiği
farklı
tepkilerden
biridir;
kimi
eline
baltaları
alıp
yağmalamaya
başlamış,
kimi
komşularına
yardım
etmeye
çalışmıştır.
Fotoğrafların
belgelediği
ve
izleyici
üzerinde
yarattıkları
dehşet
duygusunun
başlıca
nedenlerinden
birini
oluşturan
diğer
bir
olgu
da
saldırganların
yüzlerindeki
coşku
ve
memnuniyet
ifadeleri
ve
fotoğraflarının
çekildiğini
anlayınca
poz
vermeleridir.
Bu
durumun
bir
cinnet
anına
tanıklık
ettiğimizi
fark
ettiriyor
olması
şeklindeki
bir
yorum,
yetersiz
kalır
kanımca.
Susan
Sontag,
Ebu
Garip
hapishanesinde
Amerikan
askerlerinin
Iraklı
tutuklulara
işkence
yaparken
çektikleri
fotoğraflar
hakkında
yazarken,
bu
fotoğrafların
gösterdiği
vahşetin,
fotoğrafların
çekilmesinden
ve
müdahaleyi
ve
okul
yönetimi
tarafından
verilen
kapatma
kararını
protesto
etmek
için
gösterdi.
Bkz.
http://www.fotografvakfi.org/turkce/haberlist.asp?haber_id=226
14
Bkz.
John
Berger,
Jean
Mohr,
Anlatmanın
Başka
Bir
Biçimi
(İstanbul:
AgoraKitaplığı,
2007).
15
6‐7
Eylül
Olayları
Fotoğraflar‐Belgeler
Fahri
Çoker
Arşivi,
s.
x.
16
Bu
açıklamalar
6‐7
Eylül
Olayları
Fotoğraflar‐Belgeler
Fahri
Çoker
Arşivi
adlı
kitapta
da
bulunabilir.
17
Fatih
Özgüven
sergiyle
ilgili
“Beyoğlu
Nostaljisinin
Çöküşü...”
başlıklı
yazısında,
bu
fotoğraflarla
insanların
şık
giyinmeden
çıkmadığı
Beyoğlu
nostaljisinin
“tepetaklak
olduğunu”
yazar.
Radikal,
15
Eylül
2009.
Yazıya
şu
adresten
ulaşılabilir:
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=757386&Yazar=FAT%DDH%20%D6ZG%DCV
EN&Date=16.02.2009
Sayı
#1
113
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
Amerikan
askerlerinin
meslektaşlarına
poz
vermesinden
ayrılamayacağını
söyler.18
Böyle
bir
şeyin
fotoğraf
tarihinde
ender
olduğunu,
örneğin
İkinci
Dünya
Savaşı’nda,
Rusya’da
ve
Polonya’da
gerçekleştirdikleri
zulmün
fotoğraflarını
çeken
Alman
askerlerinin
kendilerinin
de
yer
aldığı
fotoğrafların
çok
nadir
olduğunu
söyler.
Ebu
Garip
hapishanesindeki
işkence
fotoğrafları
ile
Amerika’da
1880‐1930
yılları
arasında
linç
edilen
siyahların
asılan
bedenlerinin
önünde
poz
veren
beyaz
Amerikalıların
fotoğrafları
arasında
bir
benzerlik
kurar:
“Linç
fotoğrafları,
katılanların
yaptıkları
konusunda
kendilerini
tamamen
haklı
gördükleri
kolektif
bir
eylemin
hatıralarıdır.
Ebu
Garip
fotoğrafları
da
öyle.”19
Karşı
Sanat’ta
sergilenen
fotoğraflar
için
de
benzer
bir
yorum
yapılabilir
diye
düşünüyorum
–
her
ne
kadar
vahşetin
boyutu
farklı
olsa
ve
bu
fotoğraflarda
saldırıya
uğrayanlar
gözükmese
de.
Yaptığımız
mülakatta
Mihail
Vasiliadis’in
de
dediği
gibi
bu
fotoğraflar,
saldırganların
“vatani
görevlerini”
yerine
getirdiklerini,
yaptıkları
işin
doğruluğuna
dair
herhangi
bir
şüphe
duymadıklarını
gösterirler;
buna
işaret
ederler.
Tüm
bu
nedenlerden
ötürü,
Fahri
Çoker’in
Tarih
Vakfı’na
bağışladığı
fotoğraf
arşivi
önemli
tarihsel
belgeler
barındırır.
Ancak,
bunları
ve
diğer
belgeleri
–
birer
tarihsel
belge
niteliğinde
oldukları
için
–
kamusallaştırmanın,
göstermenin
veya
yayımlamanın
politik
bir
eylem
olmadığı
şeklindeki
bir
yorum,
bu
sergi
(ve
kitaplar)
yoluyla
bugün
hakikatle
ve
geçmişle
kurulmaya
çalışan
ilişkiyi
göz
ardı
edecektir.
Bu
bakışa
göre,
sanki
bu
sergi
yoluyla
geçmiş
tüm
şeffaflığıyla
gözlerimizin
önümüze
serilir
ve
sergiyi
hazırlayanlar
ve
ziyaretçiler
pasif
izleyicilere
dönüşürler;
belgeler
ve
fotoğraflar
nesnel
özelliklere
sahip
objeler
olarak,
yine
nesnel
bilgilerin
toplamı
olan
tarihin
içinde
kendi
kendilerine
yerlerini
alırlar.
Böylece
6‐7
Eylül’ün
de
tarih
içinde
yer
almasını
sağlarlar.
Halbuki,
arşivde
yer
alan
fotoğraf
ve
belgeler
kendi
kendilerine
bir
anlatı
kuramaz.
Bu
nedenle,
sergide
Dilek
Güven’in
olayları
yeniden
kurgulaması
ve
geri
planını
farklı
kurumların
politikaları
bağlamında
incelemesine
dayanılarak
oluşturulan
bir
çerçeve
içinde
sunulmaları,
6‐7
Eylül’ün
etrafındaki
muğlaklığı
giderme
ve
olayları
anlamlandırmaya
çalışma
konusunda
bir
adım
atılmasını
sağlamıştır.
Resmi
tarihte
yer
almayan,
inkâr
edilen
ve
hâlâ
yaşayan
birçok
tanığı
olmasına
rağmen
konuşulmayan
6‐7
Eylül
Olayları,
bu
şekilde,
fotoğrafların
ve
tanıklıkların
da
gücüne
başvurularak
hatırlatılmış/hatırlanmış
ve
konuşulmuştur.
Ayrıca,
bu
sergiyle
birlikte
söz
konusu
fotoğraf
ve
belgeler
kamusallaştırılarak,
Türkiye’de
birçok
arşivde
olduğu
gibi,
kilit
altında
kalmaları
veya
“yok
olmaları”
engellenmiştir.
Sergiye
yapılan
saldırı
ise
devletle
el
birliği
içinde
örtbas
edilmeye
devam
edilmesi
beklenen
bir
suça
dair
kanıtların
ortaya
çıkarılmasına,
sessizliğin
bozulmasına
karşı
bir
tepkidir.
Serginin
amacını
ve
sergiye
yapılan
saldırıyı
anlamakta,
Meltem
Ahıska’nın,
Türkiye’de
iktidarın
hafıza
ve
tarihle
ilişkisine
dair
yaptığı
tartışmanın
ve
bu
açıdan
arşivlerin
sunduğu
imkânı
sorunsallaştırmasının
yardımcı
olabileceğini
düşünüyorum.20
Ahıska,
arşivlerin
modern
ulus‐
devletlerin
oluşumuyla
beraber
hafıza
kayıtlarının
saklandığı
ve
kamusallaştırıldığı
yerler
olarak
ortaya
çıktığını
ve
geçmişin
tarihin
kurgulanmasında
başvurulacak
“nesnel
ve
otantik
bir
alan”
olarak
kurulmasını
mümkün
kıldıklarını
yazar.
Pozitivist
tarihçiler
ve
devletler
tarafından
arşivlerin
barındırdığı
kayıtların
şeffaf
ve
tarafsız
belgeler
olarak
varsayılması
sayesinde
“iktidar
ve
hakikat
arasındaki
mesafe
yakınlaştırılır”.
Arşivler,
ulus‐devletler
tarafından
(düzenlenerek,
sınıflandırılarak
ve
belirli
şekillerde
kamusallaştırılarak)
resmi‐tarihin
kurgulanması,
geçmişin
ve
bugünün
idare
edilmesi
ve
bugünün
meşrulaştırılması
için
araçsallaştırılırlar.
Ancak,
geçmişin
izlerini
saklayan
arşivler,
tarihin
kurgulanması
için
“nesnel
bir
alan”
sunsa
da,
tarih
içindeki
genelleştirme
arşivleri
oluşturan
kayıtların
tekilliklerini
hiçbir
zaman
tam
olarak
kapsayamaz.
Arşivler,
farklı
bağlamlarda
farklı
anlamlar
oluşturmak
üzere
kullanılabilirler;
ve
neyin
saklanıp
neyin
saklanmadığı,
neyin
ne
şekilde
ve
nasıl
bir
anlatı
içinde
kamusallaştırıldığı,
arşivleri
her
zaman
“bugünü
ve
geleceği
ilgilendiren
politik
bir
mücadelenin
alanı”
haline
getirir.
Ahıska’ya
göre
tarih,
tekillikleri
“genel
bir
düzlemin”
içine
yerleştirme,
böylece
görelileştirme
ve
geçmişe
bugünü
“baskıya
almayacak
şekilde”
bir
yer
açma
imkânı
sağlayabilir;
hafıza
ise,
tekil
18
Susan
Sontag,
“Regarding
the
Torture
of
Others”,
The
New
York
Times,
23
Mayıs
2004,
http://www.nytimes.com/2004/05/23/magazine/23PRISONS.html
adresinden
ulaşılabilir
[14
Ağustos
2009].
19
A.g.e.
20
Meltem
Ahıska,
“Arşiv
Korkusu
ve
Karakaplı
Nizami
Bey:
Türkiye’de
Tarih,
Hafıza
ve
İktidar”,
Türkiye’de
İktidarı
Yeniden
Düşünmek
içinde,
der.
K.
Murat
Güney
(İstanbul:
Varlık
Yayınları,
2009),
s.
59‐93.
Sayı
#1
114
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
deneyimleri
bugünü
anlamlandırmak
için
çağırmayı
mümkün
kılar
ve
arşivler
tam
da
bu
dolayımı
kurabilirler:
“Tarih,
tekil
deneyimlerin
birbiriyle
ilişkisini
kurabilecek
genel
bir
düzlem
sağlar
ama
ancak
bugün
içindeki
hafıza
tarafından
sahiplenildiğinde
yaşayan
bir
güç
haline
gelir.”21
Arşivlerin
barındırdığı
tekil
ve
öznel
hafızalar,
“ötekilerin
sesleri”,
“farklı
adalet
talepleri
resmi‐tarihi
zorlayacak
bir
anlatıya
dönüştürülebilir.
Arşivlerin
çoğunlukla
tahrip
edildiği,
kamusallaştırılmadığı
ve
yok
olmaya
terk
edildiği
Türkiye’de
ise,
Ahıska’ya
göre,
iktidarın
bugünü
ve
geçmişi
idare
etme
yöntemi
iki
farklı
hakikat
düzeninin
kurulması
ve
korunması
üzerinden
işler:
“görünürde”
ve
“göstermelik”
olan
ve
“yabancılara”
sunulan
ile
devlet
ve
vatandaşlar
arasında
paylaşılan
sırlar,
“örtük”
bilgiler,
davranışlar
ve
imkânlar;
bir
başka
deyişle,
tekillikleri
içermeyen
“taşlaşmış”
hakikat
ile
bunu
bozmadan
etrafından
dolaşabilecek
pratikler.
Tekil
olan
genele
uymadığı
sürece
kabul
görmez,
“görünür
ve
yaşanır
olan”
resmi
kayıtlara
ve
kurallara
uymadığı
sürece
kanıt
sayılmaz;
ama
söylenmeden,
göstermeden
yapılanlara
yer
vardır,
ve
bu
bir
sır
olarak
paylaşılır.
Devletin
kendisi
de,
“derin
devlet”
yoluyla
resmi
hakikatin
aslında
göstermelik
olduğu
bilgisinin
üzerine
kurulan
bu
ek
düzen
içinde
iktidarını
uygular.
Bu
amaçla
arşivlerin
tahrip
edilmesi
ise
hafızanın
gücünü
kaybetmesini
sağlar:
Arşivler
bugünün
sorularına
yanıt
veremez
hale
gelecek
şekilde
tahrip
edildiğinde,
hafızalarımız
da
sakatlanıyor;
artık
“başkalarıyla”
ve
onların
acılarıyla
ilişkiye
geçip
görelileşemez,
tarih
duygusunun
geniş
evrenine
erişemez
hale
geliyor.
Bir
başka
deyişle
hafızaya,
tarih
içinde
bir
yer
ve
hak
verilmemiş
oluyor.
Hatırlama
edimi
tarihi
temellük
edemediğinde
hafıza
da
kamusal
bir
anlam
ve
itibar
kazanamıyor;
tam
tersine,
aynen
arşivler
gibi
şaibeli
ve
harcanabilir
kılınıyor.22
Bir
arşiv
kaydı
olarak
fotoğrafa
geri
dönecek
olursak,
20.
yüzyılın
başlarında
fotoğraf
teknolojisinin
gelişmesinden
beri
dünyada
neredeyse
(bilinen)
bütün
toplumsal
“olayların”
ve
trajedilerin
gazeteciler,
belgesel
fotoğrafçılar,
denetim
sistemleri
veya
amatörler
tarafından
çekilen
fotografik
kayıtları
mevcuttur.
Bunlar
çeşitli
yayın
organları
tarafından
aktarılır
ve
çeşitli
kurumlarda
arşivlenirler.
Ayrıca
fotoğraflar,
özellikle
de
çarpıcı
ve
şok
edici
olanlar
(ki
çoğu
zaman
fotoğrafın
dolaşıma
girebilmesi
için
bu
niteliğe
sahip
olması
beklenir)
hafızalarda
kalıcı
imgeler
oluştururlar
ve
tarihi
olaylar
çoğu
zaman
çokça
yayınlanmış
fotoğraflarla
hatırlanır.23
Fakat,
bu
noktada
hem
Susan
Sontag’ın
hem
de
John
Berger’in
bir
iletişim
aracı
olarak
fotoğraf
üzerine
yazdıklarını,
Ahıska’nın
arşivlerin
farklı
kurgulamaları
mümkün
kılacak
şekilde
düzenlenebileceği
yorumuyla
ilişkilendirerek
dikkate
almak
gerekir.24
Fotoğraflar
bize
içeriklerini
anlamamız
konusunda
fazla
yardımcı
olamazlar.
Çünkü
bize
geçmişte
gerçekleşen
bir
şeyin
sadece
(anlık)
bir
görüntüsünü
sunarlar.
İçeriklerini
zamansal
süreklilikten
ve
gerçekleştiği
bağlamdan
kopartırlar.
Bu
nedenle
belirsiz
ve
çok
anlamlıdırlar;
bizi
görünenin
ötesini
hayal
etmeye,
spekülasyon
yapmaya
davet
ederler.
Fotoğrafların
yanlarında
yer
alan
metinler
ve
gösterildikleri
bağlam
ise
bu
çoğul
anlamlar
kümesini
küçültür
ve
izleyicileri
fotoğrafları
nasıl
anlamaları
gerektiği
konusunda
yönlendirir.
Açıktır
ki,
söz
konusu
olan
acının,
vahşetin,
savaşın,
yoksulluğun
fotoğrafları
olduğunda
“gerçek”,
fotoğrafların
gösterdiğinden
çok
daha
karmaşıktır.
Gördüğümüzü
ve
fotoğrafların
kanıtladığı
şeyleri
anlamaya
çalışmak,
bu
gösterilen
olgulara
kimlerin
sebep
olduğunu
ve
çoğu
zaman
da
devletlerin
şiddet
araçlarının
ve
yöntemlerinin
rolünü
kavramayı
gerektirir.
Böyle
bir
sorgulama
yapılmadığında
fotoğraflar
sadece
insan
doğasının
ve
hayatın
kötü
ve
acı
verici
yanlarını
hatırlatan
21
A.g.e.,
s.
89.
A.g.e.,
s.
80.
23
Örneğin
Susan
Sontag’ın
verdiği
örnekteki
gibi,
nasıl
İspanya
İç
Savaşı’ndan
haberdar
olan
herkes
Robert
Capa’nın
bir
Cumhuriyetçi
askerin
ölüm
anını
yakaladığı
ünlü
fotoğrafı
zihninde
canlandırabiliyorsa,
bu
yazının
konusu
olan
sergideki
fotoğrafların
ortaya
çıkmasından
önce,
6‐7
Eylül
Olayları’ndan
bahsedildiğinde
de
zihinlerde
İstiklal
Caddesi
üzerine
yığılmış
kumaş
ve
eşya
yığınları
canlanıyordu
sanırım.
Sontag’a
göre
bunun
nedenlerinden
biri,
fotoğrafların
bize
“(...)
enformasyonla
dolup
taşan
bir
çağda,
bir
şeyi
kavramanın
hızlı
bir
yolunu
ve
onu
hatırda
tutmanın
yoğlunlaşmış
bir
formunu”
sunmalarıdır.
(Susan
Sontag,
Başkalarının
Acısına
Bakmak
[İstanbul:
Agora
Kitaplığı,
2003],
s.
21‐22.)
24
Bkz.
Susan
Sontag,
Fotoğraf
Üzerine
(İstanbul:
Agora
Kitaplığı,
2008)
ve
John
Berger,
Jean
Mohr,
Anlatmanın
Başka
Bir
Biçimi
(İstanbul:
Agora
Kitaplığı,
2007).
22
Sayı
#1
115
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
Sergisi
ve
Sergiye
Yapılan
Saldırı
Üzerine
Balca
Ergener
bir
başka
imgeye
dönüşebilirler.
(Aslında
Sontag’a
göre,
birçok
fotoğrafın
akıbeti
budur.
Olanlar
ve
nedenleri
unutulur,
geriye
hafızalarda
sabitlenmiş
imgeler
kalır.25)
Tüm
bu
nedenlerle,
Karşı
Sanat
Çalışmaları’nda
düzenlenen
sergide
fotoğrafların,
belgelerin
ve
sözlü
tanıklıkların
Dilek
Güven’in
araştırmasıyla
beraber
sunulmasının
(ve
6‐7
Eylül
Olayları
Fotoğraflar‐Belgeler
Fahri
Çoker
Arşivi
başlıklı
kitabın
Güven’in
sunuşuyla
beraber
yayımlanmasının)
çok
önemli
olduğunu
düşünüyorum.
Fotoğraflar
bizi
gösterdikleri
deneyimi
paylaşmaya
davet
ediyorlarmış
hissini
uyandırsalar
da
ancak
farklı
bir
bağlamda
ve
belirli
bir
mesafeden,
deneyimin
kısıtlı
bir
görünümünü
izlememizi
mümkün
kılarlar.
Fakat
aynı
zamanda
uzak
bir
geçmişte
ve
yerde
kaldığı
düşünülen
olayları
bir
parça
yakınlaştırır,
tanıdıklaştırır
ve
böylece
şimdiyle
ilişkilendirilmelerini
kolaylaştırabilirler.
Mihail
Vasiliadis,
6‐7
Eylül
Olayları’na
İstanbul’da
tanıklık
ettiği
için
sergide
yer
alan
fotoğrafların
kendi
üzerinde
büyük
bir
etkisi
olmadığını,
fakat
o
gün
saldırıya
uğrayan
ve
saldırganların
öldürmemek
üstüne
talimat
aldıklarını
da
bilmedikleri
için
evleri,
işyerleri
ve
diğer
şeyleriyle
beraber
hayatlarını
kaybedeceklerini
zanneden
insanların
korkularını
biraz
olsun
tahayyül
etmeye
yarayabileceğini
söyledi.
Fotoğraflar
ve
sözlü
tanıklıklar,
saldırıya
maruz
kalanların
ve
o
gün
yaşananlara
tanıklık
edenlerin
deneyimlerini
duymamızı
ve
biraz
olsun
hayal
edebilmemizi
mümkün
kılarken,
kitap,
fotoğraflarda
ve
belgelerde
bulunan
kanıtlarla
desteklenerek
tüm
bunları
anlamlandıracak
bir
çerçeve
sunar.
Böylece
sergi
mekânı
politikleşir
çünkü,
yukarıda
Sontag’a
göndermeyle
anlatmaya
çalıştığım
gibi,
yoksulluk,
acı
ve
vahşet
fotoğrafları,
sık
sık
yapıldığı
gibi,
bir
sergi
mekânında
böyle
bir
çerçeve
sunulmaksızın
gösterildiğinde
fotoğraflar
karşısında
(bu
çerçeveye
önceden
sahip
olmayan)
izleyicinin
tepkisi
çoğu
zaman
duygulanmak
ve
üzülmekten
öteye
geçemez.
Sontag,
eğer
fotoğrafına
baktığımız
acıya,
adaletsizliğe
hemen
müdahale
etme
şansımız
yoksa,
fotoğrafların
gösterdikleri
geçmişte
kalmışsa
(veya
olduğumuz
yerden
uzakta
gerçekleşiyorsa)
bunun
ne
anlamı
vardır,
diye
sorar.
Cevabı,
düşünmektir;
tüm
bunların
yaşandığı
ve
yaşanmaya
devam
ettiği
bir
dünyada
yaşadığımızın
farkında
olmak,
teşhir
edilen
suçlara
sebep
olanlar
ve
bunların
nasıl
durdulabileceği
üzerine
düşünmek.
Aynı,
bu
yazının
konusunu
oluşturan
sergide
olduğu
gibi,
geçmiş
bir
olayla
ilgili
yeni
fotoğrafların
ortaya
çıkması
ile
ilgili
şöyle
yazar:
“(...)
fotoğraflar,
o
zamana
kadar
bilinmeyen
fotoğrafların
gün
ışığına
çıkmasının
harekete
geçirdiği
şok
dalgalarıyla
birlikte,
daha
uzak
geçmişe
bakışımızın
kurulmasına
(ve
gözden
geçirilmesine)
katkıda
bulunurlar.
Herkesin
bildiği
fotoğraflar,
artık
bir
toplumun
hakkında
düşünmeyi
seçtiği
ya
da
düşünmeyi
seçtiğini
ilan
ettiği
şeylerin
bütünleyici
bir
parçasıdır.”26
“Ellinci
Yılında
6‐7
Eylül
Olayları”
sergisinin
amacının
tam
da
bu
olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu
sergi
ve
benzer
etkinliklerin
(“İmparatorluğun
Son
Döneminde
Osmanlı
Ermenileri
Konferansı”
ve
Türkiye
Ekonomik
ve
Sosyal
Etüdler
Vakfı
(TESEV)
tarafından
hazırlanan
Zorunlu
Göç
ile
Yüzleşmek
kitabının
basın
toplantısı
gibi)
maruz
kaldığı
saldırıların
amacının
da
bunu
önlemek
olduğu
açıktır.
Fakat
saldırı
yönteminin
fotoğrafları
tahrip
etmek
olması,
saldırının
Ahıska’nın
bahsettiği
ikili
hakikat
düzenini
korumaya
yönelik
olduğunu
daha
da
belirginleştirir
sanırım.
Birer
kanıt
olarak
fotoğraflar.
olanların
inkâr
edilmesini
imkânsızlaştırdığı
için
fotoğraflara
saldırıldığını
düşünebiliriz,
ama
aslında
bir
kere
kamusal
alanda
ortaya
çıktıktan
sonra
tahrip
edilmeleri
birer
kanıt
olarak
çürütülmelerini
sağlamaz.
Bu
durumda
daha
az
kişi
tarafından
görülmelerini
bile
sağlamaz
çünkü
orijinalleri
tahrip
edilmediği
için
sonsuz
sayıda
çoğaltılabilirler
–
hatta
şimdi
bazıları
internette
yayınlanarak
sınırları
çizilemeyecek
bir
dolaşım
ağına
girdiler.
Dolayısıyla,
fotoğrafların
baskılarına
zarar
vermek,
milli
bir
sırra
ihanet
edenlere
savrulan
bir
tehdittir.
Gücünü,
iktidarın
kurduğu
hakikati
ve
resmi‐tarihi
arşivlerin
ve
hafızaların
değiştirmeyeceği
şekilde
koruma
kararlılığından
alır.
Aynı,
saldırganların
"Atatürk'ün
evini
yakanları
savunmayın"
diye
bağırarak,
6‐7
Eylül
Olayları’nı
teşvik
etmek
ve
haklı
çıkarmak
için
planlanan
eyleme
gönderme
yapmaları
gibi.
25
“Fotoğraflardaki
suçlamaların
özgüllüğü,
eninde
sonunda
yok
olup
gider;
belirli
bir
çatışmanın
mahkum
edilmesi
ve
bazı
suçların
açıkça
teşhir
edilmesi,
bir
aşamadan
sonra,
insanın
zalimliğinin,
genelde
insanın
vahşi
yanının
mahkum
edilmesine
dönecektir.”
(Başkalarının
Acısına
Bakmak,
s.122.)
26
A.g.e.,
s.
86.
Sayı
#1
116
!"#"$%&'($')%**!
+(,-)%&./.#"%
%
"#$%&'!()*+&+,(%!%+-./&#$)#-!0+&#!1'%'&#$#%!21#3)#45!0#!)#!267-8*&5!9':#;'0&#!;#-'/&#-/'4!9#-#;9#&!
7$*;(/! #&#-'-'-! 9(0#9#&! +&#-&#! (&(4%(9(! 9+-! )<-*/)*%(! =#>'! ;#$;'4/#&#$'-! 6*;($)(3(! 0+3.-&#4/#0&#!
)#?#! =($! <-*/! %#>#-/'4! 6<$7-70+$@! A+%9#-&'! 0'&&#$'-! (%(-8(! 0#$'9'-)#%(! 7$*;(/&*$(! 6<$7-7$! =($!
=(1(/)*!%#$#%;*$(>*!*)*-!9(0#9#&!;+-.-!97$)7$7&*=(&/*9(!%+-.9.-)#!#&#-'-!9+-!)<-*/)*!0#4#)'3'!
0#B'9#&!)*3(4(/&*$(-!9+-.8.-)#!8())(!9+$.-&#$!+$;#0#!1'%/'4!6<$7-70+$@!C*&($&(!=($!;.;#$&'&'3#!9#?(B!
9#-#;1'! )(>(&(/&*$(-)*-! =#?9*;/*-(-! D*! =($&(%;*&(%! 7>*$(-*! %.$.&.! 1#&'4/#! =(1(/&*$(! +&.4;.$/#-'-!
6()*$*%! >+$&#4;'3'! =($! )<-*/)*! 9(0#9#&&'%&#! (&(4%(! %.$.&#-! >*/(-! 7>*$(-)*! )*! %#0/#&#$! 0#4#-'0+$@!
E$+-+&+,(%!=#%'4'-!6*;($)(3(!6*-*&&*/*!D*!(-)($6*/*!$(9%&*$(-(!6<>*!#&'B!%#0)'!=($#>!6*$(0*!9#$#$#%!
=#4&#/#0#!1#&'4#8#3'/@!1!!!
!
F7$%(0*G)*! 67-7/7>)*%(! 7$*;(/(! 4*%(&&*-)($*-! 9#-#;9#&! %#D$#0'4'-! 6<$9*&! )(&(-(! 9*%9*-&(! 0'&&#$)#!
?#>'$&#/'4H! )*-*09*&&(3*! >*/(-! #1/'4! 9#-#;1'&#$'-! :+$/#90+-&#$'-#! =#%'&)'3'-)#! B*%! 1+3.-.-!
0*;/(4&*$)*! %(;&*9*&&(%! %#>#-/'4! 9+90#&! ?#$*%*;&(&(%&*$*! =($! 4*%(&)*! %#;'&/'4! +&).3.H! )#?#! 1+%!
7-(D*$9(;*! (1(-)*%(! <$67;&*-/*&*$)*! =#4&#-'&#-! B+&(;(%! :##&(0*;&*$(-! )#?#! 9+-$#! 1*4(;&(!
<$67;&*/*&*$*! .>#-)'3'! 6<$7&70+$@! C.-.-! 0#-'-)#! =.! ;7$! =#3&#$'-! IJ! K0&7&G7! (>&*0*-! ;$#D/#;(%!
%+B.4.-! *$;*9(-*! ;#4'-/#)'3'H! 9(0#9#&&'3'-! 9(&#?! >+$.0&#! #9%'0#! #&'-)'3'! =($! +$;#/)#! =($! 6$.B!
9#-#;1'-'-! 0#$#;'8'! *-*$,(&*$(! 9#-#;#! )#($! *B(9;*/+&+,(%! 0*-(&(%&*$(! (-8*&*/*0*! %#-#&(>*! *;;(%&*$(!
9<0&*-*=(&($! 9#-'$'/@! C*&%(! )*! %#$4'&#4'&#-! 1*4(;&(! 1'%'49'>&'%&#$'-! *$;*9(-)*! ;#>*! =($! =#4&#-6'1!
#$#0'4'0&#!6($(4(&/(4!+&#-!=(1(/9*&! )*-*0&*$H!C#;'G)#!)#?#!<-8*%(! )<-*/&*$)*!0*$&*4(%&(%!%#>#-/'4!
+&#-!E#D$#/9#&!L#-#;!D*!M$;*!N+D*$#!6(=(!#%'/&#$'!;#-'/#!D*!0#-';!D*$/*!1#=#9'0&#!4*%(&&*-/(4;(@!
A#$=*! (&*! =($&(%;*! 6*&*-! =707%! ;$#D/#-'-! 0#! )#! 67-8*&! 9(0#9#&! +$;#/#! #(;! ;#$;'4/#&#$'-! B*%!
%.&&#-'&/#)'3'H!0#!)#!*-!:#>&#!)+&#0'/&#0#$#%!(4&*-)(3(!9<0&*-*=(&($!9#-'$'/@!!
!
A#$=*-(-! 0#$#;;'3'! D#%./! (1(-)*! 9<>! #&/#-'-! >+$&.3.! 0#-'-)#! =*&($&*0(8(! +&#-! 4*0&*$)*-! =($(! )*H!
9*%9*-&(!0'&&#$#!#(;!)*-*09*&!9#-#;!#$#0'4&#$'-'-!+!)<-*/)*H!%7$*9*&!)7>&*/)*!+&).3.!6(=(H!07%9*%!
/+)*$-(>/(-! 9#-#;#! =(1;(3(! 1*$1*D*)*-! O0#! )#! =.! 1*$1*D*0*! ).0.&#-! %#$4'P9#-#;! ;*B%(&*$(-)*-H!
%.$./! *&*4;($(9(-)*-Q! ?*-7>! .>#%&#4/#/'4! +&/#9')'$@! C.! 1*$1*D*! (1(-)*! 9(0#9#&! #&#-! (&*! %7&;7$*&!
#&#-! #$#9'-)#! :#>&#! 6*1(4/*! +&/#/#9'! 6*$*%;(3(-*H! 9#-#;'-! #-8#%! %*-)(! =(&(49*&P*9;*;(%! .-9.$&#$'!
7>*$(-)*! 0+3.-&#4#$#%! (&*$&*/*! 6<9;*$*=(&*8*3(-*! D*! +$;#0#! %+0).3.! 0*-(&(%&*$(! %#)*/*&(! +&#$#%!
;+B&./9#&&'3#!0#0#=(&*8*3(-*!D*!=($!%7&;7$*&!#;'&'/!0#$#;#=(&*8*3(-*!(-#-1!).0.&).3.-.!?#;'$&#/#%!
&#>'/@! C.-#! 6<$*H! 9#-#;! 9(0#9#&&'3'-! )'4'-)#! )*3*$&*$! 7$*;*$*%H! =#4%#! =($! #&*/(-H! D#$+&.4.-!
+&#=(&($&(3(-*! (4#$*;! *)*$*%! 9(0#9#&&'3#! *;%(! *)*8*%;($@! L(0#9#&&'3#! =#4D.$.&).3.! ).$./&#$)#! )#!
8+3$#:(!/*%R-&#$'-!D*!=*&($&(!=#3&#/&#$'-!<>67&&737S9B*9(:(%&(3(-)*!4*%(&!#&#-!9+/.;!9+$.-&#$!0*$(-*!
*3$*;(&*/*&*$*H! 8+3$#:0#! D*! =#3&#/'-! 79;7-*! 1'%#-! =($! 9(/6*8(&(3*! =#4D.$.&#8#%;'$@! T$-*3(-! IJ!
K0&7&! 8.-;#9'-'-! #8'/#9'>&'3'-#! ,*-*$(%! -(;*&(%;*! =($! *&*%;$(%&(! ()#/! 9#-)#&0*9(-(-! 6<$7-;797!
#$#8'&'3'0&#! )*3(-(&*8*%;($H! 0#! )#! )($*-(4! 6<9;*$6*9(! +&#$#%! %+)&#-#-! 6$*D! 1#)'$&#$'! 9+0.;&#-/'4!
716*-&*$! =(1(/(-)*! ;.D#&! 07>*0&*$(-)*! 0*$! #&#8#%;'$! U0#-(H! ?*$?#-6(! =($! 8+3$#:0#)#! (4&*$&(%! D*!
#-&#4'&'$&'%! %#>#-#=(&*8*%H! .&.9&#$#$#9'&'%! <&1*3(-*! %#$4'&'%! 6*&*8*%! =($! (%+-+6$#:0#! (&*! %.$.&#8#%;'$!
=.!9(0#9#&!=#3@!C($#>!9B*%7&#;(:!=(1(/)*!0*$*&! =#3&#/#!)#($!)+3$.)#-!.-9.$&#$'-!%.&&#-'&/#9'-'-H!
*D$*-9*&!9#-#;!)(&(!+&#$#%!6<$7&*-!)7>&*/!(1(-)*!;#4$#&'&'%!=*&($;(9(!+&#$#%!#&6'&#-#=(&*8*3(-*!0<-*&(%!
=($!;*)($6(-&(%;*-!)*!=#?9*)(&*=(&($!=*&%(@!!
!
A+%9#-&'! 0'&&#$&#! =($&(%;*! 9#-#;! B$#;(3(-)*! 9(0#9#&! +&#-'-! %.&&#-'/'! %+-.9.-)#%(! 9#%'-'/! +$;#)#-!
%#&%/#0#! =#4&#)'@! T-8*&(%&*! ! 9(0#9#&! 67-)*/(-! ;*%$#$! '9'-/#0#! =#4&#/#9'H! V./?.$(0*;! ;#$(?(!
=+0.-8#! 0#! )#! )#?#! 0+3.-! =(1(/)*! 8.-;#! )<-*/(-)*! )+-).$.&#6*&*-! =#>'! ;*/*&! 6*$(&(/&*$(-!
6<$7-7$&7%!%#>#-/#9'H!=.-#!B#$#&*&!+&#$#%!(19#D#4!)+>.-#!%#)#$!07%9*&*-H!67-)*&(%!0#4#/#!;*9($!
*)*-! 4())*;! 0+3.-&.3.H! #$;'%! =#4%#! =($! ;+B&./9#&! /#->#$#! +$;#0#! %+0/#0#! =#4&#/'4;'@! W()*$*%!
)#?#! 0#%'8'! =(1(/)*! ?(99*)(&*-! 9#-8'&#$'-! %7&;7$*&! 7$*;(/! #&#-'-#! 0#-9'/#9'-#H! 9#-#;;#! 9(0#9#&!
+&#-'-! )(&*! 6*;($(&/*9(-)*! )#?#! 87$$*;&(! )#D$#-'&/#9'-#! <$-*%! ;*4%(&! *)*8*%! B$#;(%&*$! +$;#0#!
%+-/#%;#0)'! #$;'%@! X#-(! 9(0#9#&&#4/#0'! ;*;(%&*0*-! =($! #8(&(0*;! ).06.9.! ?#9'&! +&/.4;.! F7$%(0*!
<>*&(-)*@! A*D&*;! 9+90#&(>/(-(-! 1<>7&747! 97$*8(-)*! 0#4#-#-! ?#$*%*;&(&(%&*$H! 9+&! )747-8*0*! D*!
/#%$+PB+&(;(%! B$+,*&*$*! )#($! ;#$;'4/#&#$! D*! )#?#! 9+/.;! )7>*0)*! E#$#)*-(>! ?#D>#9'! *;$#:'-)#!
9*$=*9;!%#&#-!*-*$,(&*$!)*!=<0&*9(!#1'&'/&#$'!=*9&*0*-!=($!%+-,+-%;7$*&!>*/(-!0#$#;/'4;'@!!
I
!C.!/*;(-!)#?#!<-8*!M>$#!F7>7-+3&.G-.-!*)(;<$&737-)*!?#>'$&#-#-!!"#$%&%'()*+,"-(./+/0(=#4&'%&'!9*1%()*!0*$!#&/'4!
/*;-(-!0*-()*-!1#&'4'&/'4!?#&()($Y!Z.;&*;![?$#1!"#>&#9'!L#-#;H!\#0'9!J]]^H!_9;#-=.&@(
!"#$%&'%
''(%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
!
C.-.-!0#-'-)#H!9#-#;!;#$(?9*&!=($!B*$9B*%;(:;*-!=#%'&)'3'-)#!07%9*%P/+)*$-(>/*!;*B%(!6<9;*$*$*%!
9#-#;!B$#;(3(-)*!/*%R-'H!/*%R-9#&!+&#-'!<-*!1'%#$#-!)#/#$'-!6()*$*%!671&*-)(3(!D*!)+%9#-&'!0'&&#$!
(&*!=*$#=*$!/*%R-9#&&'%!D.$6.9.-.-!8+3$#:0#P%7&;7$!D*!%(/&(%!;*/#&#$'-#!=(;(4;(3(!6<$7&/*%;*0)(@!
E.4%.9.>! )<-*/(-! %.$#/9#&! #1'&'/&#$'0&#! 0#%'-! =(1(/)*! (&(4%(&(! +&#-! =.! B*$9B*%;(:! )*3(4(/(!
0.$;)'4'-)#!+%./#%;#!+&#-!=#>'!6*-1!9#-#;1'&#$!7>*$(-)*!*;%(&*$!='$#%/'4;'@!\*%R-9#&&'3'!0*-()*-!
)747-/*0(!9#3&#0#-!*-9;#&#90+-!:+$/#;'-'!<-*!1'%#$;;'%&#$'!=($!)(>(!1#&'4/#)#!0.$)#!6*$(!)<-*-!=.!
6*-1! 9#-#;1'&#$! 7&%*-(-! %#)*$(-(! *&(-)*! ;.;#-! /(&(;#$(9;H! )*D&*;1(! D*! #;#*$%(&! 0#B'0'! 1*%(-8*9(>8*!
*&*4;($/*0*H!F7$%(0*G-(-!;#$(?(-*H!0#%'-!6*1/(4(-*!0#!)#!=.67-7-*!)#($!6<9;*$6*&*$(!;*$*))7;97>!
=(1(/)*! (4&*$(-*! ;#4'/#0#H! 67-)*/)*%(! 0#! )#! 6(>(&! =(1(/)*! 9#-8'0#-! 9+$.-&#$#! )*3(-/*0*!
=#4&#/'4&#$)'@!KD$*-9*&&(%!D.$6.&.!.&.9&#$P#$#9'8'&'3'-H!0*$*&!=#3&#/'!()*#&!.&.9!;*/9(&(-*!(-)($6*0*-!
0#! )#! +! =#3&#/'! #4/#! ())(#9'-'! ;#4'0#-H! `=.$#)#-G&'%! %.&&#-'/'-)#! =($! ;7$! ;#4$#&'&'%! $(9%(! 6<$*-!
B*$9B*%;(:(! 0*$(-*H! (1(-)*! =.&.-.&#-! 8+3$#:0#P%7&;7$! (&*! )()(4*-H! +-.! 07>*0*! 1'%#$#-! (4&*$!
1'%/#%;#0)'!#$;'%@!\(&(;#$(>/(-!B#$&#/*-;*$!)*/+%$#9(!7>*$(-)*%(!;*9($(-(-!;#?%(/!*)(&)(3(H! :#$%&'!
/(&&(0*;1(&(%! ;7$&*$(-(-! *4>#/#-&'! =(1(/)*! >*/(-! 6*-(4&*;;(3(H! )*D&*;! *&(0&*! <$67;&*-*-! 4())*;(-!
%(;&*&*$! ;#$#:'-)#-! )#! (19*&&*4;($(&)(3(! D*! 4())*;(-! 6*-*&! #-&#/)#! 67-)*&(%&*4;(3(H! (-#-)'$'8'&'3'-'!
0(;($/*0*!=#4&#0#-!B$+;+;(B&*4;($(&/(4!0.$;;#4!%(/&(3(-(-!#=97$)&*4*-!=($!79&.B&#!*/B+>*!*)(&)(3(H!
.&.9#&!(%+-&#$'-!#=#$;'&'!=($!4*%(&)*!:*;(4&*4;($(&)(3(H!#;#*$%(&!)*3*$&*$(-!6*-(4&*/*%;*!+&#-!(&*;(4(/!D*!
B+B7&*$!%7&;7$!%#-#&&#$'-#!#)#B;*!*)(&)(3(!=($!+$;#/)#!?#0%'$/#-'-H!%#$4'!9<>!7$*;/*-(-!+&#9'!=($!
>*/(-(!+&#$#%!6<$7&/74;7!6*-(4&*/*%;*!+&#-!=.!9#-#;9#&!(:#)*!#&#-'@!a*$?#-6(!=($!%#$(0*$!.:%.-.-!
9<>%+-.9.! +&/#)'3'H! ;#/! ;*$9(-*! 0#&-'>&'%;#-! =#4%#! =($! 4*0! D##)! *;/*0*-H! 7$*;(&*-! (4&*$(!
6<9;*$*8*%!%.$./&#$'-!)#?(!%';!+&).3.H!D*!9+-$#)#-!())(#!*)(&*8*3(!6(=(!=#;')#-!6*&*-!=($!=#%'4'-!
/#-(B7&#90+-.-.-!:#&#-!)#!9<>%+-.9.!+&/#)'3'!=($!)<-*/)*!0#4#-/#%;#0)'!=.!6*-(4&*/*@!!
!
C.! ;7$! =($! #-;(P/(&&(0*;1(H! #-;(P/(&(;#$(9;! D*! #-;(P)*D&*;1(! ;#D'$H! *-;*&*%;7*&! #-&#/)#! #%#)*/(%!
+$;#/)#-! 1'%O#$;'&Q'B! 0#0'-! )7-0#9'-#! 6*1*-! O)*$6(&*$! D*! 0#0'-*D&*$(Q! 9+&P*-;*&*%;7*&! )#/#$)#-!
=*9&*-/*%;*0)(@!C($!\#0'9&#$'-!0*-()*-!/*0)#-&#$#!;#4'-/#9'H!T3$*-8(!E++$)(-#90+-.!<$-*3(-)*!
+&).3.! 6(=(! 7-(D*$9(;*&*$(-! ?#$*%*;&*-/*9(H! V./#$;*9(! M--*&*$(G-(-! =.&.4/#&#$'! 6(=(! 6<$7-7$&7%!
%#>#-#-! +&#0&#$'-! )#! (4#$*;! *;;(3(! 6(=(! %#&'8'&'%! %#>#-/#/'4! )#! +&9#! 0*-()*-! =($! B+&(;(>#90+-!
97$*8(-*! 6($(&/(4H! ?#0#;'-! =7;7-! #&#-&#$'-'! $#)(%#&(>*! *;/*! #$>.9.! 671&*-/(4;(b! #&;%7&;7$*&!
+&.4./&#$'-! 1*4(;&*-/*9(H! <>*&! $#)0+&#$&#! =#4&#0#-! 0*-(! =($! 9*$=*9;&*4/*! ?(99(0#;'H! B+B7&*$!
%7&;7$7-! 6*-(4&*/*9(-*! *&*4;($*&! =($! 0#-';! D*$/*! 1#=#9'H! 0#0'-8'&'%! #&#-'-)#%(! 0*-(! #&;*$-#;(:!
#;'&'/&#$H! :*/(-(>/*H! 0#B'9#&8'&'%P9+-$#9'! )747-8*0*! D*! 9</7$6*P9+-$#9'! *&*4;($(0*! 6<9;*$(&*-! (&6(H!
9+&!(1(-)*%(!<>*&*4;($(-(-!6*;($)(3(!#1'&'/&#$!D*!#-#$4(9;!+&.4./&#$'-!+&6.-&#4/#9'-)#!+&).3.!6(=(c!!
!
L#-#;! #&#-'-)#! )+%9#-&'! 0'&&#$'-! (&%! 0#$'9'-'! %#$#%;*$(>*! *)*-! *&*4;($*&&(3(-! ;+B&./9#&! #0'%&#4/#0#!
1#3$')#! =.&.-#-H! 8*B?*)*-! D*! 9*$;! 0#B'9'! )+%9#-&#$'-! 9+-.-#! 6*&(-)(3(-)*! =#4%#! =($! 4*0*!
)<-74/*0*!=#4&#)'@!d+$/#&&*4/*!97$*8(-(-!)(-#/(%&*$(!+&#$#%!#&6'&#-#-!=($!)(>(!*;/*-!O*%+-+/(%!
%$(>(-! ?#:(:&*/*9(H! T8#&#-G'-! [/$#&'! 97$*8(-(-! =#4&#/'4! +&/#9'H! \aNG-(-! %+#&(90+-! +$;#3'! +&#$#%!
0'B$#-/#0#! =#4&#/#9'H! MC! 70*&(3(! %+-.9.-)#%(! (&*$&*/*&*$H! %7$*9*&! 9#-#;! +$;#/'0&#! +&#-!
;#-'4'%&'3'-H!(&(4%(&*$(-!#$;'0+$!+&/#9'!D*!=.-#!=#3&'!+&#$#%!;#-'-'$&'%!%#>#-'&/#9'H!0*-(!7$*;(/&*$*!0*$!
D*$*-!=($!%#1!%.$./.-!=*&($/*0*!=#4&#/#9'Q!9'%'4#-!=.?#$'-!=($!%'9/'-'-!9#&'-/#9'-#!%'9#!=($!97$*!
(1(-! 0#$)'/8'! +&/.4;.@! A*D&*;(-! ()*+&+,(%! /#-*D$#&#$'-'! 1<>7/&*/*0*! 0<-*&(%! =($! +)#%&#-/#!
0*$(-*! )#?#! 6*-(4&*;(&/(4! =($! B*$9B*%;(:&*! ;#?#%%7/7-! 67-)*&(%! 0#4#/#! )#3'&'/'! 7>*$(-)*!
).$.&/#0#!=#4&#-/'4H!P<-8*)*-!(4&*-*6*&*-!6<1!D*!8(-9*&!%(/&(%!;*/#&#$'-#!)#?#!:#>&#!=*&($6(-&(%!
%#>#-)'$'&/'4;'@!C.-.-!0#-'-)#!=($!6$.B!9#-#;1'!%*-)(!9#-#;1'!9;#;7&*$(-(-!/+)*$-S1#3)#4S67-8*&!
9#-#;! ;#$(?(! (1(-)*%(! 0*$(-(! *&*! #&/'4! D*! /*$%*>P1*D$*! (%(&(3(! 7>*$(-*! ($+-(%! ;*$9P1*D$(/&*$!
6*$1*%&*4;($/(4;(@!V+3$#:0#&#$!#$#9'-)#%(!#9(/*;$(%!671!(&(4%(&*$(-(-!*&*4;($(9(!+&).3.!%#)#$!9#-#;'-!
%*-)(!(1!$*:*$#-9&#$'-#!D*!9#-#;1'&#$)#%(! -#$9(9;!=($!<>67D*-!07%9*&/*9(-*!)*!(4#$*;!*)(0+$).!=.!
;7$! (4&*$@! d(;*%(/! 8(-9*&&(%H! 9#-#;1'-'-! %*-)(! O*$(&Q! &(=()(-#&! D#$&'3'! D*! =*)*-(! )*! )#?#! (4&*-($! ?#&*!
6*&)(@! K&*4;($*&&(3(-! 79&.=.! %+-.9.-)#! )#?#! *9-*%! D*! /(>#?(! 9;$#;*,(&*$! (>&*-/*0*! =#4&#/'4H!
67-)*&(%!0#4#/!B$#;(%&*$(!)#?(&(-)*%(!)<-74;7$787!.-9.$&#$!7>*$(-)*!).$.&/#0#!=#4&#-/'4;'@!!!!
!
A+%9#-&'! 0'&&#$! =+0.-8#! 9#?#-'-! (%(! #$)#4'%! %.4#3'-! %#;'&'/'0&#! 6*-(4&*/*9(0&*! 9+90+&+,(%! =($!
1*4(;&(&(%!9.-/#0#!=#4&#)'3'!)747-7&9*!)*H!=*&%(!)*!9#-#;!:##&(0*;(-(-!*%+-+/(%!6*;($(!B*9B*%;(:(-(-!
)747%&737!-*)*-(0&*!=*&($&(!=($!%+$.-#3#!9#?(B!(-9#-&#$'-!)#?#!#3'$!=#9;'3'!9<0&*-*=(&($Y!+$;#!0#!)#!
79;+$;#! 9'-':;#-! 6*&*-&*$)*-H! (0(! *3(;(/! 6<$/74&*$)*-H! [9;#-=.&H! A(0#$=#%'$! D*! =($#>! )#! [>/($! D*!
!"#$%&'%
'')%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
M-%#$#! 6(=(! /*;$+B+&&*$)*! 0*;(4/(4! (-9#-&#$)#-! +&.4/#%;#0)'! =.! 1*D$*@! e(=*$#&! )*/+%$#9(!
#-&#0'4'-'-! (1*$)(3(! 0.$;;#4&'%! %+-./.-.! ;#%(B! *)*-&*$H! 9+90#&(9;! +&.4./&#$)#! =(>>#;! 0*$! #&#-&#$H!
#-#$4(9;! )747-8*-(-! 0*$&*4/*9(-*! %#;%'! D*$/*0*! 1#&'4#-&#$H! #%#)*/(%! =($! /*9#:*)*-! *&*4;($(!
6*;($/*0*! 1#&'4#-&#$H! %*-;9*&! #&;%7&;7$! )(&&*$(! +&.4;.$/#0#! 6($(4*-&*$! D*! =#9(;! =(1(/)*! $#)(%#&! =($!
?#0#;! 97$*-&*$! 9(0#9#&! :#$%'-)#&'%! 7>*$(-)*-! (4&*0*-! =($! *;%(&*4(/! (1(-)*! 0#-0#-#!
6*&*=(&/*%;*0)(&*$@! L(0#9#&! *&*4;($(! %+/B#$;/#-&#$'! #$#9'-)#! =.67-%7! 6(=(! 9*$;! #0$'4/#&#$'-!
+&/#)'3'H!.>&#4'&/#>!:#$%&'&'%&#$'-!%*-)(-(!)#0#;/#)'3'H!%#$4'&'%&'! .>&#4'/&#$'-!97$*%&(&(%!#)'-#!6<>*!
#&'-)'3'H! %&#9(%! #-&#/)#! 9#3#! %#$4'! %+-./&#-)'$'&/'4! =($! 9+&! >*/(-! 7>*$(-)*! 9<0&*/9*&! ;.;#$&'&'%!
?#&(-)*-!=#?9*)(&*=(&($)(!O;#=((!=.!>*/(-!7>*$(-)*%(!9#%&'!6*$(&(/&*$*!(4#$*;!*)*-!#>!9#0')#!9#-#;1'!
)#!/*D8.;;.Q@!
!
L+-! =*4H! #&;'! 9*-*! (1(-)*! 6()*$*%! 0+3.-&#4#-! =($! =(1(/)*! 0#4#-#-! %.$./9#&&#4/#H! =#?9(! 6*1*-!
+$6#-(%! 9#-#;1'! )(>(&(/(-(-! 1<>7&/*9(0&*! 9+-.1&#-)'@! N$+:*90+-*&&*4/*-(-! 6*;($)(3(! 1#&'4/#! $(;/(H!
*;%(&*4(/(!%.$#-&#$'-!%*-)(!%(4(9*&!#&#-&#$'-#!1*%(&/*0*!=#4&#/#9'-#!0+&!#1/'4;'@!A+%9#-&'!0'&&#$)#%(!
#&;0#B'9#&!0+%9.-&.3.-!D*!=.-#!*4&(%!*)*-!>+$.-&.!#0&#%&'%!D*!=+4&.%!?#&(-(-!B#$#)+%9#&!=(1(/)*!
7$*;(/! >*-6(-&(3(-(! ;*;(%&*0*-! =($! =+0.;.! +&).3.! 9<0&*-*=(&($)(! #9&'-)#@! [%(=(-&(! 0'&&#$! (1(-)*!
(&*$&*-/*0*! =#4&#-'-8#! 7$*;(/&*$! #$;'%! 9(B#$(4! 7>*$(-*! 0#B'&/#0#H! #$;'%! =($! 2(45! +&#$#%!
)*3*$&*-)($(&/*0*! =#4&#-/'4;'@! E7$*9*&! B$+:(&! 0#$'4'-)#! D(;*9! 07%9*&;*-! [9;#-=.&! %*-;(-)*! 0*-(!
9#-#;! %.$./&#$'-#! 0#;'$'/)#! =.&.-#8#%! #%;<$&*$! +$;#0#! 1'%/#0#! =#4&#/'4;'! #0-'! >#/#-)#@! M$;'%!
)#?#!1+%!267-8*&52!9#-#;!+&#$#%!#)&#-)'$'&#-!=.!>*/(-H!MC!97$*8(-)*!%#$4'&#4;'%&#$'!B#$;-*$&*$(-*!
%#$4'! %*-)(&*$(-(! %7&;7$*&! #-&#/)#! )#?#! 6*&(4%(-H! (&*$(8(! 6<9;*$/*%;*! %.&&#-'&/#%! 7>*$*H! =.$,.D#!
#(&*&*$(! D*! :(-#-9! %.$.&.4&#$'-'-! (&6(! #&#-'-#! 6($/*%;*0)(@! "#$%&'! ;#?#%%7/! (&(4%(&*$(! 0+3.-! =(1(/)*!
*&*! #&'-/'4! +&/#9'-#! $#3/*-! *%+-+/(PB+&(;(3(-! 7>*$(-)*! :#>&#! ).$.&/#/'4! +&/#9'! 67-8*&! 9#-#;!
#&#-'! (1(-)*%(! %#;'&'/8'&#$'! =.! 0*-(! %+4.&&#$! %#$4'9'-)#! -#9'&! =($! ;#D'$! #&'-#8#3'-#! )#($! :(%($!
6*&(4;($/*%;*! >#0':! ='$#%/'4;'@! A(>(&(/! ?*/! %(4(9*&! 9*1(/&*$! 7>*$(-)*-! ?*/! )*! )#?#! <-8*! =#?9(!
6*1*-! ()*+&+,(%! %+-./&#-/#&#$! 7>*$(-)*-! )#3'&/#0#! =#4&#)'@! C#>'! (-9#-&#$! 9+$.-9.>! =(1(/)*! =.!
;7$! %.$./&#$#! 0#%'-! ).$/#0'! ;*$8(?! *;;(Y! 9#-#;P(1(! 9+$.-9#&&#$'-H! *9;*;(>/(-! D*! B9(%+&+,(>/(-!
9+$.-9.>! /*D>(9(-*! 6*$(! 1*%(&/*%! (9;*0*-&*$! (1(-! 97$*1! >#;*-! ;*$8(?! *)(&($! 0<-)*! (&*$&(0+$).Y!
0#B';&#$'-'-!(1*$(%&*$(-)*!9(0#9#&!=($!%*9%(-&(%!+$;#0#!%+0#-&#$!#$#9'-)#!)#!=.!;7$!9;*$(&!/*%R-&#$)#!
0*$!#&/#%!%+-.9.-)#!9#%'-8#!).0/#0#-&#$!1'%#=(&)(@!C#>'&#$'!>#;*-!;*/B+9.!6()*$*%!)74/74!+&#-!
7$*;(/!#&#-'-#!%#;'&'/!(9;*%&*$(-(!0(;($*$*%!6*$(!1*%(&)(&*$@!C#>'!9#-#;1'&#$!)#!9*$/#0*!(-(9(0#;(:(-)*%(!
=.!%.$./9#&&#4/#!*3(&(/(-)*-!$#?#;9'>&'%!).0#$#%!*-*$,(&*$(-(!D*!(&6(&*$(-(!=($!#&;*$-#;(:!9#?#!+&#$#%!
=*&($/*0*! =#4&#0#-! =#3'/9'>! /*%R-! B$+,*&*$(-*! %#0)'$/#0'H! ?#;;#! =.! ;7$! B$+,*&*$(! =(>>#;!
=#4&#;/#0'! 0*3*&*)(&*$! O;#=((! 6<=*%=#3&#$'-'-! -*! <&17)*! %*9(&*=(&)(3(H! %*9(&*=(&*8*3(! =.! %+-.)#!
?#&*-! =($! 9+$.! (4#$*;(Q@! C($! =(1(/)*! ;.;#$&'&'%! D*! 97$*%&(&(%! (1*$*-! =($! )(>(&(/)*-! )*3(&H! 0#-0#-#!
6*&/*9(!6()*$*%!>+$&#4#-!%7/*&*$)*-!=#?9*)(&*=(&($)(!#$;'%@!M0$'8#!;*B%(&*$!=.!%7/*&*$(!+&.4;.$#-!
(-9#-&#$'-!#$#9'-)#!6()(B!6*&/*%&*!%#&/#0'B!#&#-'-!)'4'-)#-!)#!#&'-/#0#!=#4&#/'4;'@!!
!
E(;&*&*$! #$#9'-)#! 0#4#-#-! ;$#,(%! +&#0&#$#H! 9#D#4&#$'-! (>&*$(-*! 0+3.-! =(1(/)*! 0*$! D*$/(4! +&/#9'-#!
$#3/*-!*&*!#&)'3'!%+-.&#$'!?(1=($!>#/#-!=*&($&(!=($!8+3$#:0#!0#!)#!*;-(%!%(/&(%&*!*4&*4;($/*/(4!+&#-!
L#$%(9G(-! f*-*)(%G;*! :#$%&'! 8+3$#:0#&#$)#-! 6*&*-! K$/*-(! 9#-#;1'&#$'! =($#$#0#! 6*;($*-! =($! 9*$6(0*!
%#;'&/#9'-'-! *$;*9(-)*! 9#-#;! *&*4;($/*-(! L*>*$! F#-9.3G.-! ;#8(>(-*! .3$#/'4! +&/#9'! 8#-! 9'%'8'! =($!
;*B%(! +&#$#%! ?#&*-! ?#;'$&#-/#%;#@! F#-9.3G.-! Z9/#-&'G-'-! /(&&*;! 9(9;*/(! (1(-)*! #0$'8#&'%&'! .-9.$!
+&/#-'-! %+/B&*%9&(! =<=7$&*-/*9(-(! D*! ;*?)(;%R$&'3'-'! 0#-9';#-! =($! )(>(! 0#>'9'! OI^^IQ! (-:(#&!
.0#-)'$/'4H! D*! /#?%*/*&*$*! ;#4'-#-! +&#0! +! 67-&*$)*! %*-)(-(! %#)*/*&(! =(1(/)*! #0$'4;'$/#!
*3(&(/(-)*!+&#-!0*-(!9#-#;9#&!>*/(-(-H!%+&*%;(:!=($!;#D'$&#!/(&&(0*;1(&(3*!/*9#:*&(!).$).3.-.!=*0#-!
*;/*9(0&*! 9+-.1&#-/'4;'@! I^^gG)*! 0(-*! L#$%(9G(-! %#;'&'/8'&#$'! #$#9'-)#! 0*$! #&)'3'! D*! C*$&(-G)*!
)7>*-&*-*-! 6$74#8%0( 9*$6(9(-*! (&(4%(-! +&#$#%! B*-;7$! *&*4;($(&*$(! 7>*$(-*! %.$.&.! =($! )*$6()*H!
/.?;*/*&*-! a#&(&! M&;'-)*$*G-(-! F7$%! /(&&(0*;1(&(3(-(! *&*4;($)(3(! 1#&'4/#&#$'-#! D*! 9#-#;1'-'-! E7$;!
%(/&(3(-*!(9;(-#)*-!2=*9&*!%#$6#0'c5!(:#)*9(!%.&&#-'&/'4;'@!Z!)<-*/)*!1+%!9'%!%#$4'&#4'&/#0#-H!-#(:!
J
![-6(&(>8*G)*%(!28+-;*/B+$#$0!#$;5!(:#)*9(-*!%#$4'&'%!+&#$#%!(&%(-!21#3)#4!9#-#;5!;*$(/(!%.&&#-'&/#0#!=#4&#-)'@![>&*0*-!
0'&&#$)#!1#3)#4!%*&(/*9(-(-!8./?.$(0*;1(!/.#99'$&'%H!#9$(&(%!(1*$(/&*$(-*!/*9#:*!%+0/#!#$>.9.0&#!267-8*&!9#-#;5!%#D$#/'!
<-*$(&)(@!C.!%#D$#/!)#!67-)*&(%&(%!D*!6*&(BP6*1(8(&(%!(&*!<>)*4&*4;($(&*$*%!*&*4;($(&)(@!\*;(-!(1(-)*!=#?9(!6*1*-!2)(>(&(/5!
9<>8737!67-8*&!9#-#;!#&#-'-'-!;7/7-*!%#$4'&'%!6*&/*>%*-H!67-8*&!9#-#;!+&#$#%!;#-'/&#-#8#%!+&#-!#&#-!)#!67-8*&!/#&>*/*!
D*!=(1(/*!=#4D.$#-!;7/!9#-#;!7$*;(/&*$(-*!%#$4'&'%!6*&/(0+$@!!
!"#$%&'%
''*%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
=(1(/)*! 6*1/(4*! #(;H! >#/#-&#! 1<>7&7B! 6()*8*%! =($! %+>/+B+&(;(>/P%#$4';&'3'! +&#$#%! 6<$7&*-! =.!
;*B%(&*$!J]]h!0'&'-)#-!(;(=#$*-!=($)*-!*9#9&'!=($!/*0)#-!+%.0.4!+&#$#%!+$;#0#!1'%#8#%;'@!!
!
II! K0&7&! D*! _$#%G'-! (46#&(! 9+-$#9'-)#! ;*;(%&*-*-! D*! 0*-(! =($! /(&&(0*;1(! )#&6#! (&*! ?#$/#-&#-#-!
B#$#-+0#&#$! E7$;! %(/&(3(! D*! K$/*-(! 9+0%'$'/'! *;$#:'-)#! 6*&(4*-! ;#$;'4/#&#$)#! $*9/(! ()*+&+,(0*!
*&*4;($(&*$! 6*;($*-! D*! =.! *&*4;($(&*$(! 0.$;)'4'-)#%(! B&#;:+$/&#$)#! )#! )(&*! 6*;($*-! *-;*&*%;7*&&*$(!
?*)*:!#&'$!?#&*!6*&/(4;(@!Z$?#-!N#/.%H!N*$(?#-! \#3)*-!6(=(!;#-'-/'4!(9(/&*$!D*!=#>'!6#>*;*8(&*$!
7>*$(-*!<$67;&7!=(1(/)*!0<-*&;(&*-!=.!<:%*!6*-(4!%*9(/&*$8*!=*-(/9*-)(!D*!=($!>#/#-&#$!<0&*!0#!
)#!=<0&*!=($!=&+%!+&#$#%!#&6'&#-#=(&/(4H!0#-0#-#!).$/#-'-!/7/%7-!+&).3.!9#-'&#-!9+&#!#(;!9#?#!
(1(-)*!)*$(-!=($!0#$'%!+&.4/#0#!=#4&#)'@!N+&(;(%!#&#-)#!;'$/#-)'$'&#-!%.;.B&#4/#!%7&;7$*&!#&#-'!)#!
=*&($6(-!=(1(/)*!*;%(&*$!?#&*!6*&)(@!E*-)(!(1(-)*!?*;*$+,*-!=($!0#B'0#!=7$7-/74!+&#-!67-8*&!9#-#;!
#$;'%! )'4#$')#-! =($! =7;7-&7%! +&#$#%! ;#$(:&*-/*0*H! #0$'4;'$/#0#! ;R=(! ;.;.&/#%9'>'-! 0+>&#4/'4&'3'-!
%$(9;#&&*4;(3(!=($!#&#-!+&#$#%!6<$7&/*0*!=#4&#)'@!!!
!
X#%'-!6*1/(4;*!)#$!=($!#&#-!(1(-)*-!1'%'B!6<$7-7$&7&7%!%#>#-/'4!D*!7&%*0*!)#($!;*/9(&(0*;!(1*$*-!
9*$6(&*$*!)#?#! :#>&#!)#D*;!*)(&($!?#&*!6*&/(4H!#%#)*/(%!+$;#/&#$! (1(-*!9+%.&/.0+$!+&9#!)#!=#4%#!
*$%! %#0-#%&#$'-#! .&#4'$! ?#&*! 6*&/(4H! 9*$6(&*/*! +&#-#%&#$'-'-! %'9';&'! +&).3.! (4&*$(-(! .>.-! =($! 97$*!
F7$%(0*G)*-! 1+%! /*$%*>! 8+3$#:0#&#$)#! 6<9;*$/(4! +&#-! D*! =.-#! %#$4'&'%! )#?#! *-! =#4;#-! (;(=#$*-!
E*/#&(>/(-! 0*-(! 0*-(! 1#;'$)#/#0#! =#4&#0#-! :#0! ?#;&#$'-#! (4#$*;! *;/(4! +&#-! 67-8*&! 9#-#;! #&#-'!
2=.$#9'5-'! 2)'4#$'50#! 4(%#0*;! *)*-&*$(-! 9#?#9'! +&#$#%! 6<$7&/74H! )'4#$')#-! 2(8#>*;&(5! =($!
%+>/+B+&(;(>/(-H!.&.9#&!%(/&(3(!#4'-)'$/#!B&#-&#$'-'-!;#4*$+-&#$'!+&#$#%!;#-'/&#-/'4;'@!2C.$#)#-5!
)*3(&&*$)(Y!2(;?#&5!=($! )(&!%.&&#-'0+$&#$)'@!C.!07>)*-!=.$#)#&'3'-!+;#-;(%!;#4'0'8'&#$'! +&).3.-.! ())(#!
*)*-&*$(-H! *-! ?#:(:! (:#)*0&*H! (;($#>'-'! ?#%! *)(0+$&#$)'@! A(0#$=#%'$! /*$%*>&(! =($! 7$*;(/(-! =.! #&#-!
(1(-)*! B*%! 1+%! /*;$+B+&)*-! )#?#! :##&! =(1(/)*! 0*$! #&/#9'! (&6(-1! =(1(/)*! 9(-($&*$(! =+>.0+$H! )'4!
/(?$#%&#$'-! %.$).3.! %+/B&+&#$#! >*/(-! %#>#-)'$'&/#%! (9;*-)(3(! 9+-.8.! 1'%#$'&'0+$).@! \*4?.$!
V./?.$(0*;! /(;(-6&*$(-)*! 0.?&#/#&#$! *4&(3(-)*! +%.-#-! D#;#-! ?#(-(! &(9;*&*$(-)*! 2MD$.B#8'&#$5! D*!
2L+$+91.&#$5)#-! 9+-$#! 2W7-8*&! L#-#;1'&#$5! (:#)*9(! )*! 1'3'$'&#8#%;'! -*$*)*09*@! d*)*-! +! )*9;*%&*$!
A(0#$=#%'$G#! :#&#-! 6()(0+$! )#H! M-%#$#G0#! 6*&/(0+$! )(0*-&*$(-! O%(! =.-.! 9<0&*0*-&*$! #$#9'-)#! =($!
>#/#-&#$!%#D$#/9#&!9#-#;'-!;#4'0'8'9'!+&/.4!(-9#-&#$!)#!D#$)'!#$;'%Q!9+$.0.!<-8*&(%&*!8./?.$(0*;!
;#$(?(!=+0.-8#!(%;()#$)#!=.&.-/.4!%(4(&*$*!0<-*&;/*9(!6*$*%(0+$!?*$?#&)*@3!!
!
W7-8*&! 9#-#;'-! )(&(-(! 2(;?#&5! =.&#-&#$'-! #$67/#-&#$'-#! ;*>#;! +&.4;.$#8#%! =(1(/)*! 6*-(4&*0*-!
7$*;(/! #&#-'! <>*&&(%&*! [9;#-=.&G.-! %*-;9*&! %7&;7$7! (1(-*H! #&;%7&;7$*&! :##&(0*;&*$(-! (8$#! *)(&)(3(!
/*%R-&#$#!*-;*6$*!+&/.4;.!=(&*@!A#?#!)#!<;*9(-)*!=.!#&#-'-!7$*;;(3(!0#!)#!<-*$)(3(!6<$9*&&(%!D*!
/*%R-9#&&'%! %#D$#0'4'-)#%(! .-9.$&#$! )7-0#)#! +&.B! =(;*-&*$)*-! ?#=*$)#$! +&/#%! (9;*0*-&*$!
;#$#:'-)#-! 9*99(>! 9*)#9'>! (19*&&*4;($(&/(4;(@! a#:$(0#;! E#$#%<0G7-! %#;'&'/#! #1'%! =(1(/)*! ?#>'$&#)'3'!
9*$6(&*$!OJ]]iQH!M-;(/(&(;#$(9;!C.&.4/#!9'$#9'-)#!)7>*-&*-*-!%717%!9*$6(!OJ]]hQH!)#?#!9+-$#%(!=($!
)<-*/)*!C+3#>(1(!j-(D*$9(;*9(!L+90#&!C(&(/&*$!E.&7=7G-7-!%#/B79!(1(-)*!0#B;'3'!*0&*/&*$!OJ]]gQ!
6(=(! <$-*%&*$)*! 6<$7&)737! 6(=(! *-9;*&#90+-H! B*$:+$/#-9! 6(=(! 9.-./! :+$/#;&#$'! =($! (:#)*! #$#8'!
+&#$#%!67-8*&!9#-#;!7$*;(/(!)'4'-)#%(!(-9#-&#$!;#$#:'-)#-!%.&&#-'&#=(&($!=($!%+-./#!6*&/(4;(@4!!
!
A'4#$')#-!6*&*-!=($!=#%'4'-!(19*&!7$*;(/(!%+4.&&#/#9'!%#1'-'&/#>!=($!4*0@!K3*$!(1*$(!)*-*-!:(>(%9*&!D*!
$.?9#&!1*$1*D*0&*!0*;(-(&/*0*8*%9*H!*;%(!#&'B!D*$/*-(-!$(9%&*$(-(!#&/#%!6*$*%*8*%;($@!C(1(/9*&!D*!
*B(9;*/+&+,(%!0*-(&(%&*$(!#&/#%!(9*!9+$.-H!$*9(/H!6#&*$(H!9#-#;1'!6(=(!-+90+-&#$'-!)#!=($!>#/#-&#$!=.!
8+3$#:0#)#!2(;?#&!/#&'5!+&/#%&#!9.1&#-)'3'! ?#;'$&#-#=(&($@!A#?#!<-8*!=*&($;;(3(/!6(=(!67-8*&!9#-#;!
#&#-'-'-!%*-)(-(!#0$'4;'$/#0#!=#4&#)'3'!)<-*/)*!=($!)'49#&!=#%'4'-!D#$&'3'-)#-!=#?9*;/*%!>+$).$@!
C($(&*$(! F7$%(0*G)*! 67-8*&! 9#-#;! 0#B'&9'-! )*)(3(! (1(-! 7$*;(/! 0#B'&/#/'4;'$@! "79.-! Z-.$! 0*;/(4&(!
0'&&#$)#! 71! =+0.;&.! -*9-*! 7$*;;(/(-*! %#D$#/9#&&'%! =+0.;.-.! *%&*)(3(-)*H! =.! %#)'-! )*&(! /(H! )(0*!
9+$.&/.4H! 0#&-'>! ='$#%'&/'4;'$@! W7&97-! E#$#/.9;#:#G-'-! 9*%9*-&(! 0'&&#$! =+0.-8#! ;#/! )#! 2(1*$(5!
=#%;'3'H!6<17-!%7&;7$*&!/*&*>&(3(-(!(-8*&*)(3(!1#&'4/#&#$'!#$#=*9%!)(0*!%717/9*-/(4;($@!a#&*!F*-6*$!
)+%9#-&'! 0'&&#$'-! =#4'-)#! =($*$! .&.9#&! #&*6+$(H! =($*$! ?#0%'$'4! +&#$#%! (4&*0*-H! ?*B9(! =($=($(-)*-!
k
!C.!97$*1;*!a#&(&!M&;'-)*$*!(1(-!=<&787!<$67;7-!%7&;7$*&!.>#-;'9'!;#-'/'!=(&*!%.&&#-'&#=(&/(4;(@!I]@![9;#-=.&!C(*-#&(!%7$#;<$7!
a+.!a#-$+.G-.-!E*/#&(>/(!*&*4;($*-!%#;#&+6!0#>'9'-#!#%#)*/(%!+$;#/)#-!6*&*-!%'-#/#!D*!II@![9;#-=.&!C(*-#&(G-(-!
%7$#;<$&737-7!79;&*-*-!lal!6$.=.-.!a'$D#;!#0$'&'%1'&'3'-'!F7$%(0*G0*!(?$#1!*;/*0*!1#=#&#/#%&#!9.1&#0#-!?*>*0#-H!
6*$(&(/(-!=.67-*!.>#-#-!?#&%#&#$'-'!+&.4;.$).&#$@!!
m
!F#=((!67-8*&!9#-#;!9*$6(&*$(0&*!%#$4'&#4/'4!+&/#%!%#)#$H!#&;*$-#;(:!%7$*9*&&*4/*!?#$*%*;&*$(!;#$#:'-)#-!%.&&#-'&#-!6<$9*&!
;*%-(%&*$(!)*!6<$/74!+&/#%!=.!%+-.)#!=*&($&*0(8(!+&).@!
!"#$%&'%
'+,%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
=*->*$9(>! 0*$&*4;($/*&*$(-(! 6*$1*%&*4;($($%*-! +$;#&#$)#! =#;'&'! =($! %7$#;<$! :#&#-! 0+%;.$@! M0)#-!
\.$;*>#+3&.G-.-! 0(-*! )+%9#-&'! 0'&&#$'-! =#4'-)#! )*D&*;! /+)*$-(>/(-(-! 0*$*&! %7&;7$! 7>*$(-)*!
0#$#;;'3'!;$#D/#;(%!*;%(&*$(!*&*!#&)'3'!1#&'4/#&#$'!6<$/*>)*-!6*&(-/(4!0#!)#!.9.&8#!29*-!$*,(/!%#$4';'!
/'9'-! 0+%9#5! 9+$.9.! 9+%.4;.$.&/.4;.$@! 2C.$#)#-5! +&/#/#! 9.1&#/#9'! =($! 9#B;#/#! )*3(&H! )'4#$'!
(;/*!D*!(1*$(9(-(-!/7&%(0*;(-(!*&*!6*1($/*!#$#0'4')'$H!%(!0*$*&!;#$(?;*!=.!#$#0'4'-!-*!;7$&7!9+-.1&#$!
D*$)(3(!?*B(/(>(-!/#&./.@!!
!
C#;'! (&*! +&#-! (&(4%(-(-! =#4&#-6'1! #4#/#9'-)#! 1*4(;&(! 9+$.-&#$! (1*$)(3(! )+3$.@! C#4%#! =($! 8+3$#:0#! (&*!
%#$4'&#4/#-'-H! )(0#&+3#! 6($/*-(-! ?*0*8#-'0&#H! =.! %#$4'&#4/#-'-! =#3&#/'-'-! )(%%#;&*!
(-8*&*-/*)(3(H! +$0#-;#&(>/*! D*! %(/&(%! ;*/9(&&*$(-*! %#0#-! 1*$1*D*&*$)*! 0*$! #&/#! ?#;#9'! 0#B'&/'4Y!
9#-#;1'&#$!%*-)(!7$*;(/&*$(-(-!=#3&#/&#$'-'-!%#0)'$'&)'3'!).$./&#$&#!%#$4'&#4/'4&#$)'@!M/#!).0.&#-!
$#?#;9'>&'%! D*! =.! %+-.)#%(! B#0&#4'/&#$! :#$%'-)#&'3'! #$;'$/'4Y! =.! :#$%'-)#&'%H! J]]h! 0'&'-)#!
)7>*-&*-*-! 947:$( 6$0/+;:-<( 3"+0$"-( )"#="7-%7-"#! 9*$6(9(-(-! ;+B&.! +&#$#%! ;*$%! *)(&/*9(! <$-*3(-)*!
6<$7&)737! 6(=(! *&*4;($*&! <$67;&*-/*&*$*! .>#-#=(&/(4;(@! C.-.-! 0#-'-)#! =.$#9'-'! )'4#$'0#! #-&#;#-!
*;-+6$#:(%!=($!%+-./)#-H!6()(&*-!0*$(-!(1!=#3&#/'!?#%%'-)#!*&*4;($*&!0+$./&#$!(1*$*-!7$*;(/&*$)*!
=.&.-/#! +&6.-&.3.-#! )#! *$(4(&/(4;(@! X(-*! )*! <>*&&(%&*! 9+-! )<-*/)*! B+&(;(%! (1*$(%&(! 9#-#;! 7$*;(/(!
(1*$*-!B$+,*&*$*!)'4#$')#-!D*$(&*-!)*9;*3(-!(1(!;#/#/*-!=+4#&;'&/'4!0#B#0!.>&#4'/!#&#-&#$'!+$;#0#!
%+0).3.!)#!6<$7&/*%;*!?#&(?#>'$)#@!A#?#!<-8*!;+B&./9#&&'%&#!?(1=($!=#3&#-;'!%.$/#0'!)*-*/*/(4!
(-9#-&#$'-!+&.4#-!#3<$67&*$!(1(-*!:'$9#;1'!=($!4*%(&)*!*%&*/&*-)(%&*$(-*H!%*-)(&*$(-(!*;-+6$#:(%!9*$6(!
-*9-*&*$(-*!)<-74;7$)7%&*$(-*!)*!;#-'%!+&.-/#%;#@!!
!
X#B'&#-! =#4%#! #3'$! ?#;#&#$! )#! 67-8*&! 9#-#;'! ?*)*:! #&#-! ;*B%(8(&(3(! %+4.&&#/'4;'b! #&#-'-! %*-)(-*!
>*/(-! #1/#%! (9;*$%*-! )(3*$! 6<$9*&! 7$*;(/! =(1(/&*$(-*! %#$4'! =($! 79;7-&7%! ())(#9'-)#! =.&.-/#9'Y!
+-&#$'! O)#?#! 9+-$#! %*-)(-*! 0<-*&;(&*8*%! 6*-*&&*/*8(! ;*B%()*! +&).3.! 6(=(Q! #0$'/! 6<>*;/*%9(>(-!
6*$(! %#&/'4! =($! >(?(-9*&&(3(-! 7$7-7! +&#$#%! #4#3'&#/#9'H! -*$*)*09*! #D#-6#$)(9;! =($! %79;#?&'3#!
=#4D.$/#9'Y! %7$#;<$&*$! #$#9'-)#! 0#4#-#-! 671! 1#;'4/#&#$'-'-! #-;(B#;(%&(3(H! <>*&&(%&*! J]]k! 0'&'-)#-!
9+-$#%(! B$+:*90+-*&&*4/*! 97$*8(-(-! 6*;($)(3(! )*:+$/#90+-&#$H! #&#-'-! =($! %'9/'-'-! (1(-*! %#B#&'!
-*$*)*09*! =($! 2*nB#;5! 8*/##;(-*! )<-74/*9(! 6(=(! +&6.&#$! ;*B%(&*$(-! ?'-1! ;+-.! %#>#-/#9'-'!
?'>&#-)'$/'4;'@!M&#-!(1(-)*!*&*4;($*&!=($!1(>6(0(!;.;;.$/#0#!1#&'4#-&#$'-!=($#$#0#!6*&/*%!%+-.9.-)#!
0*;*$(! %#)#$! =#4#$'&'! +&#/#/#9'H! =#>'! ).$./&#$)#! )#?#! <-8*! =#4#$'&'! +&/.4! 9#-#;9#&! (:#)*&*$*!
;#%'&'B!%#&#$#%!<;*0*!6*1*/*/*!?#&&*$(H!*&*4;($*&!(1*$(3(!B*$:+$/#-9#!)#0#-#-!9.-./!=(1(/&*$(-*!
#%;#$#/#/#%H!9#-#;!#&#-'!)'4'-)#!#0-'!)(&(!B#0&#4;'%&#$'!(-9#-&#$&#!D*!9(0#9#&!%+-./&#$&#!*;%(&*4(/!
%.$/#%;#!6($(4%*-!+&#/#/#%H!%7&;7$7-!%*-;!(1(-)*!=*&($&(!=($!/*$%*>(&(3(-!<;*9(-*!6*1*/*/*9(-*!
6*;($)(%&*$(! *&*4;($(&*$(! 9+/.;! B$+,*&*$*! )<-74;7$*/*/*%H! 9#-#;! (1(-)*! =*->*$! %+-./.! B#0&#4#-!
(-9#-&#$'-! 9(0#9#&&'3'-#! =.$.-! =7%/*%H! /*&#-%+&(%! 6*$(! 1*%(&(4&*$H! %(4(9*&! #-&#4/#>&'%&#$'-!
=707;7&/*9(! 6(=(! *;%*-&*$! 6<$7-7$! =($! #&;*$-#;(:! +&.4;.$#/#/#-'-! 9'%'-;'9'-'! =*$#=*$(-)*!
6*;($/(4;(@!!
!
C<0&*!=($!+$;#/)#!#$)#$)#!0#4#-#-!(%(!+&#0!=($!;7$!=(&(-1!%*9%(-&*4/*9(!0#$#;;'@!E#$4'!L#-#;G;#!J]]h!
K0&7&G7-)*! 6*$1*%&*4;($(&*-! oPi! K0&7&! 9*$6(9(-(-! 7&%787P.&.9#&8'! %+#&(90+-! ;#$#:'-)#-! =#9'&/#9'! D*!
9*$6(&*-*-! :+;+3$#:&#$'-! ;#?$(B! *)(&/*9(0&*! =($&(%;*H! +! 67-*! %#)#$! %#>#-'&/'4! =<&6*! +&#$#$#%!
;#9#DD.$! *)(&*-! %7&;7$*! #0$'&/'4! 9+90#&! /*%R-&#$'-! -#9'&! )#! ;*8#D7>*! #1'%! +&).3.-.-! :#$%'-#!
D#$'&/'4H! ;+B&./9#&! *&*4;($(! 6*$*%9(-(/(-(-! 0#-'-)#H! (1(-)*! =.&.-.&#-! 9+/.;! >*/(-(! )*! %+$./#!
67)797!+$;#0#!1'%/'4;'@!M0-'!67-&*$)*H!C.$#%!A*&(*$G(-!^@![9;#-=.&!C(*-#&(G-(-!/(9#:($B*$D*$&(%!#&#-'!
(1(-)*!0*$!#&#-!."#;"$0(>:#:?!9*$6(9(-)*%(!1#&'4/#9'!1*4(;&(!;#$;'4/#&#$)#-!9+-$#!9#-#;1'!;#$#:'-)#-!
9*$6()*-!1*%(&/(4;(@!d<=*;!=*%&*0*-!FLE!/*-9.=.!=($!#9%*$*!:(>(%9*&!>#$#$!D*$/*!(/#9'!)#!(1*$*-!
:+;+3$#:(%!1#&'4/#!)#?#!9+-$#!9*$6(!%7$#;<$7!a#&(&!M&;'-)*$*G-(-!=#4'-#!(4!#1/'4H!%#;#&+6)#!0*$!#&#-!
=#4%#!=#>'!1#&'4/#&#$'-!6<$7-;7&*$(0&*!=($&(%;*!F7$%&73*!?#%#$*;!)#D#9'!#1'&/#9'-'-!-*)*-(!+&/.4;.!
Oa#&*!F*-6*$G(-!I^^J!0'&'-)#%(!k@!C(*-#&G)*!0*$!#&#-!@AB-"(C/+D2D7-/#D&(>/#(EE!=#4&'%&'!1#&'4/#9'0&#!
F7$%! C#0$#3'-#! ?#%#$*;! 9.1&#/#9'0&#! 0#$6'&#-/#9'-'! ?#;'$&#;'$! =(1(/)*Q@5! Z! )<-*/)*! /#0F%$0!
h
!A'4#$')#-!6*&*=(&*8*%!:(>(%9*&!;*?)(;!?(99(0#;'!)#?#!9+-$#%(!=($!;#$(?;*!OJ]]iQ!a#:$(0#;!E#$#%<0G)*!)7>*-&*-*-!G--/H(
34#7:$:!9*$6(!=#3&#/'-)#!0#4#-/'4;'@!F*%;#-$'&'!)(-&*$)*%(!;#-$'!+;+$(;*9(!(&*!+;+$(;*$0*-!$*,(/&*$)*%(!B#;*$-#&!<-)*$!
:(67$7-7!0#-0#-#!6*;($*-!(4&*$(-!0+3.-&.%;#!+&).3.!9*$6(!?*-7>!#1'&/#)#-!>/7%0!6#>*;*9(!;#$#:'-)#-!?*)*:!6<9;*$(&/(4H!
4())*;!(1*$*-!=($!B$+D+%#90+-!(?;(/#&(!%#$4'9'-)#!#1'&'4#!*/-(0*;!671&*$(!1#3$'&/'4H!#/#!9*$6(0(!%+$./#0#!6*&*-!/*/.$&#$!
9*$6(&*-*-!(4&*$!#$#9'-)#!/#?9.$&.!6<$)7%&*$(-(!(-8*&*/*0*!;R=(!;.;/.4&#$)'@!N+&(9(-!1#3$'&/'4!+&/#9'!)#?#!9+-$#!=#4&'!
=#4'-#!=($!;#$;'4/#!97$*8(-(!)*!;*;(%&*/(4;(@!!!
!"#$%&'%
'+'%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
)*$6(9(-)*!L7$*000#!KD$*-!(&*!=($&(%;*!07$7;;737/7>!)(0#&+6&#$)#!)#!.>.-!=(1(/)*!(4&*-/(4;(6!#/#!
<>*;&*H!1#&'4/#-'-!(1*$(3(-)*%(!(/#0'!9+$.-&.!=.&/#-'-!0#-'!9'$#!%.$6.!0#B'9'-#!)#!(;($#>!*;/(4;(/@!
L#-#;!B$#;(3(-(-!9(0#9#&&'%!;#$#:'-)#-!#$#19#&&#4;'$'&/#9'!6(=(!=($!$#?#;9'>&'3'/!0+%;.H!;#/!;*$9(-*!=.!
1#&'4/#!D*!+-.!<-8*&*0*-H!=#4%#!9#-#;1'&#$#!#(;!=($!)(>(!B$#;(3(-!9(0#9#&&'3'!%.&&#-'/!=(1(/(-(!=#9(;*!
(-)($6*)(3(-(Y! (>&*0(8(0(H! 7$*;*-(! D*! 9.-#-'! )#?#! >+$&#0#=(&*8*%H! )747-7/9*&&(3*! 9*D%*)*=(&*8*%!
+&#9'&'%&#$)#-!.>#%!)74;737-7!9<0&*/*%!(9;*/(4;(/@7!F*%!=($!6<$9*&!*;%(!.-9.$.-#!=(;(4*-!D*!*;%(9(!
<-8*)*-!;#9#$&#-/'4!+&#-!4#4'$;/#S%'>)'$/#S67&7/9*;/*!,*9;&*$(!;7%*;(/*!1+%!#1'%!6<$7-70+$).!
17-%7Y!#4'$'P6<$9*&&*4;($/*0*!0<-*&(%!*6*/*-!()*+&+,(0*!/.?#&*:*;!*)*$%*-!1#&'4/#&#$'-!=.!;7$)*!
=($! /(-(/#&(>*! *;/*! #-&#0'4'! 6<9;*$/*9(! 9+$.-&.! 6<>7%70+$).! =#-#@! A+&#0'/&#/#H!
%#;/#-&#-)'$/#! 6(=(! ;*$8(?&*$! )#?#! >*-6(-&*4;($(8(! D*! )($*-1&(0)(! =#-#! 6<$*! U%(! ?#&*-! )*! =<0&*!
)747-70+$./@! E+&#0! #-&#4'&/#! ;*$8(?&*$(-*! 6*;($(&*-! *&*4;($(&*$(-! D*! )+&#0'/&#/#! D*! (-8*&;/*!
;#&*B&*$(-(-! 9'-':9#&! 67)7&*-/*&*$&*! +$;#0#! 1'%;'3'-'! D*! =.$,.D#! 9'-':'-#! <>67! =($! 9#-#;! %#D$#0'4'-'!
0#-9';;'3'-#! )(%%#;! 1*%/(4;(! ER/(&! p*-+&! )#?#! 9+-$#! 0#0'-&#-#-! =($! 0#>'9'-)#@8! C.67-)*-! 6*$(0*!
)+3$.! =#%;'3'/)#! *&*4;($)(3(/! =.! ;7$! 1#&'4/#&#$'! )#?#! :#>&#! 2#-&#)'3'/5'! 9<0&*0*=(&($(/H!
/+;(D#90+-&#$'-'-! D*! (4&*D9*&&(%! #$#0'4&#$'-'-! 0*$(-(! ;*9&(/! *)(0+$./Y! #/#! =.! 0<-)*%(! *3(&(/&*$H!
9'-':9#&! ;#9#DD.$! #0$'4/#&#$'-'! #4/#%H! 9#-#;! B$#;(3(-(! =.$,.D#! 0#4#/! #&#-'-'-! %+)&#$'-)#-!
.>#%&#4;'$/#%H! )#?#! %(;&*9*&! =($! #-&#4'&'$&'3#! .>#-/#%! #$#0'4'0&#! )*3(&H! )#?#! 1+%! 9(0#9(! 67-)*/(-!
=*&($&*)(3(! $(;(/! 0+3.-&.3.0&#H! )#0#;;'3'! #8(&(0*;&*! =#4#! 1'%#=(&/*! 1#=#9'0&#H! 9*99(>! %#&#/#/#!
?#&(0&*H!9*99(>&(3*!(90#-!(&*!(&(4%(&*-(0+$!>(?-(/)*@!C<0&*9(!=($!#8(&(0*;(-!%#:#;#9'/'>'-!(1(-*!=($!%.$4.-!
9'8#%&'3'0&#!9'%'&#8#3'!=($!;#$(?!)*!6*&*8*%;(!*&=*;;*@@@!!I^!Z8#%!J]]i@!
!
a$#-;G'! %#0=*;/*/(>(-! ?*/*-! *$;*9(-)*! +$;#0#! 1'%#-! =($! 4*0&*$! 0#B/#H! #0'&/#H! ;+B#$&#-/#!
?(99(0#;'! 9#-#;! #&#-'-)#! )#! (>&*$! ='$#%;'@! N*%! 1+%! <$-*%! 9#0'&#=(&($! #/#! +! ;#$(?;*! MB#$;/#-!
N$+,*9(G-)*! 6<9;*$(/)*! +&#-! I"#( J"B( )*'"-( K-/,/7( 4*%&(-)*%(! ($+-(%! =#4&'%&'! 9*$6(-(-! (1*$(3(-(-H!
0#4#-#-! ;$#D/#0'! ;#%(=*-! ?'>&'! =(1(/)*! )*3(4;($(&)(3(-(H! 9.(%#9;! 9+-$#9'-)#! +&.4#-! <:%*! D*!
9+$6.&#/#! #$#0'4'-'! 0#-9';#-! (4&*$*! 0*$! D*$(&)(3(-(! ?#;'$&#0#=(&($(>@! L*$6(! =#4&'3'! )#! =.-#! B#$#&*&!
+&#$#%! 8(-#0*;(! ;#%(B! *)*-! 67-! I%=( @%#( J"B( L4-:+2/( )%0&%B4#( 4*%&(-)*! )*3(4;($(&/(4;(@! [$+-(0(! =(&*!
%#&)'$/#0#8#%! 9*$;&(%;*! =($! 6*$1*%&(%! ).$/#%;#0)'! %#$4')#@! L*$6(! %#;'&'/8'&#$'-)#-! V*$*-! Z0%.;H!
;7$&7!/#-(B7&#;(:!6#>*;*8(&(%!9;$#;*,(&*$(0&*!=.!8(-#0*;(-!>*/(-(-(-!+&.4/#9'-#!0#$)'/8'!+&/.4!=($!
=#9'-!+$6#-'-'!/*$8*%!#&;'-#!#&/'4H!I*##%B"0!6#>*;*9(-(-!&+6+9.!#&;'-#!0*$&*4;($(&*-!D*!'$%1'!(1*$(/*!
9#?(B! +&/#9'-#! $#3/*-! ?#%%'-)#! =.67-*! %#)#$! B*%! 9*9! 1'%#$'&/#/'4! 2F7$%(0*! F7$%&*$(-)($5!
9&+6#-'-'H!)7>*&;(8(!=($!6<$9*&!9#B;'$/#0&#!2F7$%(0*!a#&%&#$'-'-)'$5#!)<-74;7$/74;7@!!
!
C*->*$! =($! ?'>&#! 6*$1*%&*4;($(&*-! 1#&'4/#&#$)#-! =($(! )*! 7$*;(/&*$(-(! /+0%F848! (9(/&(! q*=PB$+,*9(!
7>*$(-)*-!)*!(>&*0(8(0*!9.-#-!KD$*-9*&!C*&6(-G(-!a$#-;G#!#;:*-!?#>'$&#)'3'!<&7/!(&#-'!+&/.4;.@!L(0#?!
%#$*! (1(-*! 0*$&*4;($(&*-! a$#-;! A(-%! (9/(-(-! #&;'-#! 2J]]iPI^Ih5! ;#$(?&*$(! )747&/74;7@! E&#9(%! <&7/!
(&#-'! *9;*;(3(-(! ;#4'0#-! #/#! =($! 0#-)#-! )#! 9#-#;! ;#$(?(! (1(-)*! r+9*B?! E+9.;?G.-! (&%! )<-*/!
%#D$#/9#&! 0#B';&#$'-)#%(! /(-(/#&! *9;*;(3(! )*! ?#;'$&#;#-! %+/B+>(90+-.-! #-#?;#$'! %.4%.9.>!
;#$(?&*$)*%(! ;*$9&(%;(@! a$#-;G'-! <&7/7-7-! #9&'-)#! +-.-! %*-)(-(! #)#)'3'! )#D#-'-! =($! 79;! #1'&'/'-#!
9'1$#/#9'0&#H! 0#-(! =($! #-&#/)#! 0*-()*-P)+3.4.0&#! *4(;&*-/*%;*0)(! J]]i! ;#$(?(@! a$#-;G'-! <&7/7!
/(&0+-&#$8#! >(?(-)*! =($! :#$%'-)#&'%! +&.4/#9'-'! 9#3&#0#8#%;'Y! D*! #-8#%H! <&7/! ;#$(?(0&*!
<>)*4*&*4;($(&*-! I^Ih! 9#0'9'-'-! ;#$(?9*&! #3'$&'3'0&#! ?*9#B&#4'&#=(&)(3(-)*! =($! -(?#0*;*! *$*8*%;(! =.!
:#$%'-)#&'%! 97$*8(@! [/6*! =($! 0#-)#-! $+>*;! D*! 1'%#$;/#! +&#$#%! #-+/(/! =($! 9.-./&#! a$#-;G'-!
8*-#>*9(! 9'$#9'-)#! B*%! 1+%! 0#%#0#! (&(4;($(&/(4H! )(3*$! 0#-)#-! C*&6(-G(-! #)'-'! #-#-! =($! 9.-./&#!
C($W7-!6#>*;*9(!D*!C($(%(/!)*$6(9(!6(=(!0#0'-&#$)#!0*$!=.&/.4;.@!L+-!)*$*8*!=#9(;!=($!)7>*-&*/*0&*!
(-8*&(%&(!D*!)+%.-#%&'!=($!1#3$'4'/!)*$(-&(3(!0#%#&#-/'4!D*!9#-#;'-!)'4'-)#!%#&#-!6*-(4!=($!9+90#&&(%!
;#$#:'-)#-H!;$#,(%!=($!%#0='-!9+-$#9'-)#%(!*0&*/&(&(%!(1(-)*!).0.&#-!6<$9*&&(%!6*$*%9(-(/(-*!%#$4'&'%!
D*$)(3(! (1(-! =*-(/9*-/(4;(! 1#&'4/#! D*! =($! 9#-#;! *9*$(-(-! 9#?(B! +&).3.-)#-! 1+%! )#?#! 6*-(4! =($!
0#0'&'/#!.&#4/'4;'@9!!(
o
!2N#$$*?*9(#!K)(/(!D*!L#-#;;#!L(0#9#&!Z&#-5H!99@!IPJ]H!/#0F%$0H!-+b!hH!E#9'/!J]]o@!!!
!F#=((!%(!=.!)#/#$'-!9#-#;!#&#-'!(1(-)*!9(0#9#&!(&*!+&#-!;*%!;*/#9!+)#3'!+&).3.-.!9<0&70+$!)*3(&(/@!"#$%&'!=($*0&*$(-!0#-'!
9'$#!s.$=#-H!f()*MH!Z)#!N$+,*9(!6(=(!6$.B&#$!:#$%&'!=($!#1')#-!)*3*$&*-)($(&/*&(@!!
g
!2L#-#;!M&#-'-)#!L'-':!F*/9(&&*$(!D*!W<$7-7/&*$(5H!99@!mIPmgH!/#0F%$0H!-+b!hH!E#9'/!J]]o@!
^
!W7-8*&!9#-#;!B$#;(3(-(-!B*$:+$/#-9!%#-#)'-'-!>#0':&'3'-)#-!=#?9*;/(4;(/@!A+%9#-&'!0'&&#$'-!+$;#9'-)#%(!)(9(B&(-&*$#$#9'&'3'-!
1<>7&/*9(-*!D*!(%(P=+0.;&.!07>*0(!/#&>*/*!+&#$#%!%.&&#-#-!(4&*$(-!0+3.-&#4/#9'-#!=#4%#!0#>'&#$)#!)(%%#;!1*%/(4;(/@!I^!
Z8#%G'-!*$;*9(-)*!9#-#;!#&#-'-'-!B*$:+$/#-9!7>*$(-)*-!6*&(4;($*/*)(3(!1<>7/&*$!;(0#;$+)#-!6*&*-!)*9;*%&*!;*&#:(!*)(&)(@!
i
!"#$%&'%
'++%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
!!
A*3*$(-)*-! %#0=*;/(4! +&/#9'! 6(=(! =($! 4*0! 9<>%+-.9.! )*3(&! #/#! C*&6(-G(-! ;#9#$&#)'3'! 6<$9*&!
)7>*-&*/*-(-! -#9'&! )#! ;*$9(! =($! ()*+&+,(%! :+$/#90+-! ;#$#:'-)#-! ;*/*&&7%! *)(&)(3(-(! ?#;'$&#/#/'>!
(1(-H! M:&H:#%B"0! 6#>*;*9(-(-! 2F*?&(%*-(-! "#$%'-)#! \'9'-'>t5! %#/B#-0#9'-#! =#%/#&'0'>@! C*&6(-G(-!
%.&&#-)'3'! )(&*! #$;'%! (&?#/! #&/'4&'3'-! )#! <;*9(-)*! 0#%&#4#$#%! 6#>*;*! &+6+9.-.-! #&;'-)#H! ;7/!
9#0:#-'-! )<$;;*! =($(-(! %#B&#0#8#%! =707%&7%;*! ?#>'$&#-#-! ;#9#$'/)#! 9(0#?! :+-.-! 7>*$(-*! 6</7&7!
IggIPJ]]i! ;#$(?&*$(! 0*$! #&'0+$! D*! #&;#! 0*$&*4;($(&*-! *%! 87/&*)*! 2\#0'9! J]]iH! V./?.$=#4%#-&'3'!
9*1(/(! 0#B'&'0+$Y! ;*?&(%*-(-! :#$%'-)#! /'9'-'>t5! (:#)*9(-*! =#4D.$.&.0+$).@! F#$(?&*-)($/*! 0(-*!
9*/#-;(%! =($! /*$8*%;*-! 6*1($(&/(4;(b! M;#;7$%! IggI! 0'&'-)#! )+3).! D*! +-.-! 9#0*9(-)*! %#>#-/'4!
+&).3./.>! )*3*$&*$(-! 9+-9.>#! )*%! 0#4#0#8#3'-#! (-#-8'/'>! ;#/)'Y! #/#! *0! D#;#-)#4H! )(3*$!
/*D>(&*$)*-!9+-$#!8./?.$=#4%#-&'3'!/#%#/'-'!=($!MEN!%.$/#0'!*&*!6*1($($9*!%#$4'P)*D$(/!97$*8(!
;#/#/&#-#8#%! D*! (4;*! +! >#/#-! M;#;7$%17&7%SE*/#&(>/! )($(! )($(! /*>#$#! 6</7&*8*%Y! 9(>! =.!
;*?&(%*-(-!:#$%'-)#!/'9'-'>H!D*!).$).$/#%!(1(-!=($!4*0!0#B#8#%!/'9'-'>ct(
!
[)*+&+,(%! #-&#/)#! <$;747&/*0*-! =($! 67-&7%! 6#>*;*0(! )#?(! *;%(&*/(4! +&/#-'-! 6*;($)(3(! 671! D*! =.!
678*!)#($!=(&(-1!%#)#$H!#8(&(0*;*!0#-';!D*$/*-(-H!67-)*/*!/7)#?(&!+&/#!6($(4(/(-(-!%#$4'9'-#!1'%#-!
9+$.-&#$! )#! /*D8.;@! C*&6(-G(-! J]]iG)*-! =.! 0#-#! 7$*;;(3(! =($! )(>(! 6<$9*&! 1#&'4/#! )#! >#;*-!
<-7/7>7-)*-! %#1'O$'&'QB! 6(;/*%;*! +&#-! 67-)*/(! ?'>&'! =(1(/)*! %#D$#0'BH! +-#! *;%(! *;/*!
/+;(D#90+-.-.! ;#4'$%*-! 1*4(;&(! ?#-)(%#B&#$&#! %#$4'&#4/'4;'@! C.-&#$)#-! =($(-)*H! 7>*$(-*!
0*$&*4;($(&/(4! /(%$+:+-&#$! D*! %$(9;#&! 9.! 97$#?(&*$(! -*)*-(0&*! /*8&(9! %7$9797! +&).3.-.!
)747-)737/7>! 9#?-*)*! 97$#?(! (1(-)*%(! 9'D'-'-! %'>'&! $*-6(! -*)*-(0&*! %#-! +&).3.! 1#3$'4'/'-)#!
=.&.-.&.0+$!D*!=.!6<-)*$/*!+!67-&*$)*!1+%!;#$;'4'&#-!E.>*0!_$#%G#!#9%*$(!+B*$#90+-!)7>*-&*/*%!
(1(-! ?7%7/*;(-! /*8&(9;*-! (>(-! (9;*/*9(! 97$*8(-*! =#3&#-'0+$).@! C#4%#! ;+B$#%&#$)#! %#-! )<%/*-(-!
/*4$.&#4;'$'&)'3'! +! 67-&*$)*! C*&6(-G(-! 1#&'4/#9'! 1N8#"$$! )*$6(9(-(-! #$%#! %#B#3'-)#! 0*$! #&)'3'-)#!
)+&#4'/#! ?'>&'8#! 6($/(4! D*! ?#;'$'! 9#0'&'$! =($! +$#-)#! +%.0.8.-.-! )(%%#;(-(! 1*%/*0(! =#4#$#=(&/(4;(@!
X(-*! C*&6(-H! (-;*$-*;;*-! #&'-;'&#)'3'! #-+/(/! =($! B#9;+$#&! /#->#$#! $*9/(-)*%(! )*$*-(-! 07>*0(-*!
6(>&*)(3(!D*!=#%#-!;#$#:'-)#-!=*&&(!=($!97$*!9+-$#!:#$%*)(&*8*%!+&#-!D*!+-.!4#4'$;/#9'!;#9#$&#-#-!"P
Io! 6<&6*&*$(0&*! 0(-*! +! )<-*/)*! 97$/*%;*! +&#-! ?#D#! +B*$#90+-&#$'-'-! ;70&*$(! 7$B*$;*-!
;#?$(B%R$&'3'-#! (4#$*;! *;/*%;*0)(@! Z! 67-7-! =#3&#/'! (1(-)*! 1#$B'8'! =($! *;%(! .0#-)'$#=(&*-!
%+/B+>(90+-H! 6*$*%9(-)(3(! ;7$)*! =($! 9.-./! D#9';#9'! *&)*! *)*/*)(3(! (1(-! ='$#%/#0'! ;#9#$&#)'3'!
*;%()*-! .>#%! %#&/'4;'@! C.67-! (/6*0&*! %#$4'&#4;'3'/'>)#H! D.$.8.! *9B$(0(! %#D$#0#=(&/*%! (1(-! 0#! )#!
;#/! #-&#/'0&#! <>67&! 6<-)*$6*&*$*! .&#4#=(&/*%! (1(-H! =($(9(-(-! =(>*! ;#$(?9*&! %+-,+-%;7$7!
?#;'$&#;/#9'-#! 6*$*%9(-(/! ).0.0+$.>@! f*$(/&(&(%! *&)*! *)(&*=(&/*9(! (1(-! %'9#! >#/#-)#! )+&#4'/#!
6($/*9(! 6*$*%(0+$@! C*&6(-G(-! A#$q(-! /#%#&*9(-(-! 9#-97$&*-/*9(! 7>*$(-*! 6*&(4;($)(3(! F7$%(0*! *D$(/!
/#->#$#9'-'H!\.?9(-!X#>'8'+3&.!(1(-!)7>*-&*-*-!)*D&*;!;<$*-(-)*%(!;#4%'-!%#;'&'/'!?(8D*;;(3(!0#!)#!
$#/#>#-!#0'-'-!=#4&#-6'8'!(&*!_\"!6<$74/*&*$(-(!%*9(4;($)(3(!1#&'4/#&#$'-'!=.!)(>(-(-!)*D#/'!+&#$#%!
#-#=(&($(>@10!!
!
./012314%5146728%9:;012<8%=73"2%+,,*%
!
!
M8(&(0*;! (&*! 6($(&*-! (&(4%(-(-! 6*;($)(3(! )(3*$! 9+$.&#$! )#! 7$*;(&*-! (/6*-(-! =($! 9#-#;! 0#B';'! +&#$#%!
#&6'&#-'BH! #&6'&#-/#0#8#3'H! 9.-.&.B! 9.-.&/#0#8#3'Y! -*! +&).3.-.-! ;#$(:! *)(&/*9(-(-! 6*$*%(B!
6*$*%/*)(3(H!;#9#$&#0#-'-!(/>#9'-'!;#4'/#9'!/'H!0+%9#!#-+/(/!='$#%'&/#9'!/'!6*$*%;(3(!7>*$(-*c!
OD8-/7(GB/7-/#(3:&8/+B/$DP-'-!=($!)(>(!B*$:+$/#-9'!$#)(%#&!9(0#9*;!(&*!%7&;7$*&!7$*;(/!#$#9'-)#%(!%*9(4/*&*$!(1(-!)*3*$&(!=($!
<$-*%!;*4%(&!*;;(@!!!
I]
!M-;(PB+B!B$+,*9(-(!;#%(B!*;/*%!(1(-!=%>@H!qqq@#-;(PB+B@8+/!
!"#$%&'%
'+-%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
C*&6(-G(-!QRRSFTUTV!1#&'4/#9'-'!9#-#;!(&*!(&(-;(9(!+&/#0#-!=($!=#3&#/)#!%.&&#-/#%!(9;*)(3(-)*-!D*!
=.! =#3&#/'-! =($! (/>#0'! 6*$*%;($/*)(3(-)*-! =#?9*;/(4;(/Y! ).$./! %*-)(-(! <-*! 1'%#$/#-'-!
9#06'9'>&'%! +&#$#%! 6<$7&*=(&*8*3(! =($! ).$./).! >($#@! C#4%#! -*)*-&*$! )*! :#(&(-! #)'-'-! 7>*$(-(-!
<$;7&/*9(!(?;(0#8'-'!0#$#;#=(&(0+$@!C.-&#$)#-!=($(!)*!6<$9*&!1#&'4/#-'-!=($!%#$4'PB$+D+%#90+-!+&#$#%!
;#9#$&#-)'3'!D*!(/6*0(!?#>'$&#0#-!:#(&(-!%*-)(-(!D*!9+90#&!+$;#/'!;*$$+$(>*!*;/(4!+)#%&#$'!B$+D+%*!
*;/*0*! 1#&'4;'3'H! =.! +)#%&#$! ;#$#:'-)#-! 9#&)'$'0#! .3$#/#! $(9%(-(-! /*D8.;! +&).3.! ).$./&#$@!
M-+/(/! %#&#-! =#4%#! <$-*%&*$(-! 0#-'-)#H! =#4&#-6'1;#! #-+/(/! +&/#9'! )747-7&*-! D*! ?#;;#! (&%!
+&#$#%! #-+/(/&(%! (1(-)*! 1'%#$;/#S9;(8%*$H! 4#=&+-! 6(=(! 9#-#;P)'4'! /#&>*/*&*$! 7>*$(-)*! )*-*-/(4!
=#>'! 1#&'4/#&#$'-! )#?#! 9+-$#! (/>#! %#>#-)'3'-'! D*! 9#-#;! #&#-'! (1(-)*! )*3*$&*-)($(&)(3(-(!
?#;'$&#0#=(&($(>@! T$-*3(-H! C.$#%! A*&(*$G(-! \aN! =#0$#3'-#! $*:*$#-9&#! ?#>'$&#)'3'! 71! /.>&.!
%+/B+>(90+-! <-8*! 9+%#%&#$#! 0#B'4;'$'&/'4H! )#?#! 9+-$#! 1'%'4! /#-;'3'-#! 1+%! )#! .>#%! +&/#0#-!
=(1(/)*! a#:$(0#;G;#%(! ."=%&( GW%?-"#%! 9*$6(9(-)*! 0*$! #&/'411Y! 0(-*! \aN! =#0$#3'-#! $*:*$#-9&#! f#?(;!
F.-#G-'-! ?#>'$&#)'3'! D*! /(&&(0*;1(&(3(-! (-9#-&'%! (1(-! +&.4;.$).3.! ;*?)()(! (4&*0*-! @%4FI/$/#! (9(/&(!
6<$9*&!)#?#!9+-$#%(!=($!;#$(?;*!=7;7-&7%&7!=($!%+-9*B;!9*$6(-(-!O0(-*!a#:$(0#;H!\#0'9!J]]gQ!=(&*4*-(!
+&#$#%!0*-()*-!)*3*$&*-)($(&/(4!O0#-(!%#;/#-&'!=($!#-&#/!%.$6.9.-#!9#?(B!%(4(9*&!9*$6(!=7;7-&737!
(1(-)*! =.! /(-(/#&&(%! =#4&#-6'8'-)#%(! #8(&(0*;(-)*-! D*! %'4%'$;'8'&'3'-)#-! 1*%(&*$*%! )747-7/9*&! =($!
-(;*&(3*! 0#%'-&#4;'$'&/'4;'QY! K$(-1! L*0/*-G(-! )#?#! <-8*! =($! :#->(-! B$+,*9(-)*! (9(/! D*$/*%9(>(-!
%.&&#-/#0'!)747-)737H!=($!L\!1(:;(-(-!M-';%#=($G*!)+3$.!07$70747-7!0#-9';#-!D*!M4&"(04(!/22B!
4*%&(-)*%(! =#4&'3'0&#! #-&#/! 716*-(-(! ;#/#/&#0#-! 1#&'4/#! 0(-*! %(4(9*&! =($! 9*$6(! (1(-)*! )(3*$!
1#&'4/#&#$&#!;*/#;(%!+&#$#%!)(0#&+3#!9+%.&#$#%!9*$6(&*-/(4;(!OG5(X"5$%&%H!W#&*$(9;H!J]]iQ@!!
!
?"@7A%:B2"8%+01-(/218%C"D07#"A%E"0"F;#8%G"#$3%+,,)%
!
!
L#0)'3'/! 1#&'4/#&#$! =#?9*;;(3(/! 6(=(! =#4&#-6'1;#! =($! 9#-#;! 0#B';'! +&#$#%! )747-7&/*/(4H! #/#!
9#-#;1'&#$! ;#$#:'-)#-! #8(&(0*;! ).06.9.0&#! 9#-#;'-! D*$(&(! 1*$1*D*9(-(-! )'4'-#! 1'%/#9'! )747-7&*$*%!
;#9#$&#-/'4H12! #/#! =*&($&(! =($! >#/#-! 9+-$#H! *;%(! 6787-*! 9#?(B! +&).3.! )*-*0(/&*-)(3(-)*! :#$%&'!
II
!M9&'-)#!;#=((!A*&(*$G(-!J]]h!K0&7&G7-)*!<-8*!).D#$&#$#!#-+/(/!=(1(/)*!#9;'3'!#:(4&*$)*!6<9;*$)(3(!#/#!?*/*-!9+-$#9'-)#!
."#;"$0(>:#:?(9*$6(9(-)*!9#-#;!0#B';'!+&#$#%!)#?#!=707%!=+0.;&#$)#!D*!)#?#!B$+:*90+-*&!/#&>*/*0&*!9*$6(&*)(3(!2MC!
=#0$#%&'!1#$4#:5!1#&'4/#9'!=.!6*1(4(-!*-!$#)(%#&!<$-*3(!+&#$#%!?#;'$&#-#=(&($@!
IJ
!A*&(*$G(-!."#;"$0(>:#:?((1(-!;#9#$&#)'3'!1#&'4/#&#$'!(1(-!2(/#,!/7?*-)(9&(3(5!%#D$#/'-'!%.&&#-/'4;'/Y!1+%!)#!B*,+$#;(:!=($!
#-&#/&#-)'$/#0&#!%.&&#-/#/'4;'/!=.!%#D$#/'@!M0-'!(:#)*0(!/*;(-)*!=#?9(!6*1*-!)(3*$!1#&'4/#&#$!(1(-!)*!%.&&#-#=(&($(/!P
r+?-!a*#$;:(*&)G(-!-*:*9!%*9*-!/($#9'-'-!(>&*$()($!9+-.1;#@!L#-#;1'-'-!I]@![9;#-=.&!C(*-#&(G-)*!9*$6(&*-*-!67D*-&(%!
%.DD*;&*$(-(-H!7&%787&*$(-!0#!)#!=#4%#!;7$&7!9#&)'$6#-&#$'-!4())*;(-)*!%+$.-/#%!7>*$*!;#9#$&#)'3'!8/#7/-%+=&*$)*-!(;(=#$*-!
!"#$%&'%
'+>%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
)+&#0'/&#/#&#$&#! 9#-#;! #&#-'-'-! (1(-*H! 9.-./! =#3&#/'-#! *%&*-*-! (/>#0&#! 6*$(! 6*;($(&/(4&*$)(@!
E#$4'&#4;'$'&#=(&($! =#4%#! =($! /+)*&! 0.%#$')#! =#?9(! 6*1*-! 6<$9*&! (4&*$(-! *9;*;(3(-*! 1+%! 0#%'-! =($!
0*$&*$)*! ).$#-! 9#-#;P)'4'! =($! B$+,*! ;#$#:'-)#-H! %=( &%H#/7! ;#$#:'-)#-! 6*&(4;($(&)(@13! C($! )747-9*&!
0#%'-&'%! 6$.=.-.-! (4&*0(4(-(-! (1(-)*-! 1'%#-! =.! B$+,*! 1+3.-&.%&#! F7$%(0*G-(-! $*9/(! ;#$(?(-*! )#($!
#-&#;'&#$#! (1%(-! 1*&(4%(&*$(! /(>#?(! #-&#/! %#0)'$/#&#$'0&#! #8'/#9'>! =(1(/)*! 9*$(/&*/*0*! 6($(4/(4;(@!
u*%*=(&*8*3(! ;*B%(&*$(! )747-*$*%! #-+/(/! %#&/#! %#$#$'-'! (>&*0*-! 6$.B! <-8*! q*=9(;*9(! 7>*$(-)*-!
)+&#4'/#! 6($/(4H! %*-)(-(! 1*4(;&(! 9(0#9(! +&.4./&#$'-! 6<$9*&&(%! (?;(0#8'-#! O#:(4! ;#9#$'/'H! 9;(8%*$&*$H!
6$#:(%!%+/B+>(90+-&#$Q!%#$4'&'%9'>!0#-';!D*$*8*%!=($!#$#07>*0!+&#$#%!%+-./&#-)'$/'4H!)#?#!9+-$#!
.06.-!6<$)737!D*9(&*&*$)*!9#-#;!#&#-'!(&*!;*/#9;#!=.&.-/.4;.!OX/7:-H!a#:$(0#;H!d(9#-!J]]gQ@!
!
a#:$(0#;! E#$#%<0G)*! 79;79;*! #1'&#-! 9*$6(&*$! )*! 6<$9*&! 7$*;(/(-! 67-)*&(%! 0#4#/)#%(! ;*/9(&!
/*%#-(>/#&#$'-'-! (4&*0(4(-*H! #%;7*&! 9(0#9#&! %+-.&#$#! /7)#?(&! +&#=(&*8*%! #-&#$! 0#$#;'B!
0#$#;'&#/#0#8#3'-'! ;#$;/#%;#0)'@! X*2/H/-"( =#4&'%&'! 9*$6(! OJ]]iQ! =($! 0#-)#-! 1#3'-! %*-;9*&!
)+%.9.-.-!#0$'4/#>!=($!B#$1#9'!?#&(-*!6*&*-!6$#::(;(!D*!4#=&+-!%.&&#-'/'-'!9*$6(!/*%R-'-#!D*!0#%'-!
1*D$*9(-*! 0#0#$#%! )(3*$! 0#-)#-! )#! =.! ;7$! 1#&'4/#&#$'! >#;*-! 0#B/#%;#! +&#-! %(4(&*$(! *;%(-&(3*!
1*%*$*%! 9#-#;! D*! 9#-#;P)'4'H! 9*$6(&*/*! #&#-'! D*! 9+%#%H! %+$.-#%&'! =(1(/)*! %#/.0#! #1'%! #&#-! (&*!
(-9#-'-!=#4'-#!?*$!;7$&7!4*0(-!6*&*=(&*8*3(!#1'%&'%;#!#&#-!#$#9'-)#%(!9'-'$&#$'!*9-*;/*0*!6($(4(0+$).@!
G-0"#+/0%W(."=%&(GW%?-"#%!)*!OJ]]iQ!0(-*!%*-;9*&!)+%.!7>*$(-*!6*1(8(!=($!)<-*/)*!(4&*$&(%!%#>#-9'-!
)(0*! 0#B'4;'$'&/'4! =($! /#&>*/*0(! /(>#?(P*&*4;($*&! =($! 0#%&#4'/&#! 9*$6(! /*%R-'! (1(-)*! 0*-()*-!
7$*;/*0)(@! T$-*%&*/*0*! 1#&'4;'3'/! 1#&'4/#&#$'-! D*! 9*$6(&*$(-! B*%! 1+3.-.-! 7$*;(&/*9(-)*! 6$#:(%!
:+$/#90+-.-)#-! 0#! )#! ;*8$7=*9(-)*-! 6*&*-! (9(/&*$(-! 0*$! #&/#9'! OKD$*-9*&! C*&6(-H! f#?(;! F.-#H!
Kn;$#/78#)*&*H! (1! /(?$#%Q! 9#-#;'-! #&'4'&#6*&/(4! %*-)(-*! $*:*$#-9&'! %#B#&'&'3'-)#-! .>#%&#4#$#%!
/(-(/#&! =($! )(&&*! %(;&*9*&! =($! #&6'&#0'4'! 0#%#&#/#! 1#=#9'-#! (4#$*;! *)(0+$! +&#=(&($@! L(0#9#&! (1*$(3(-!
6()*$*%!)#?#!:#>&#!q*=!7>*$(-)*-!B#0&#4'&)'3'!D*!*;%(-&(%!%++$)(-#90+-.-!=.!/*)0./!#$#8'&'3'0&#!
9#3&#-)'3'!)(-#/(%!=($!+$;#/)#!(&*;(0(!?'>&'!D*!9+$.-9.>!=(1(/)*!#%;#$/#-'-!;#&*B!*;;(3(!*9;*;(%;*-!
)*! =#?9*)(&*=(&($! =.$#)#@! L#-#;'! 9.-.&).3.! )<$;! ).D#$'-! )'4'-#! 1'%#$#=(&/*! )7$;797H! 2+&#05! (&*!
2;*/9(&5!#$#9'-)#%(!)+&#0'/'H!>#/#-!#$#&'3'-'!*-!#>#!(-)($*=(&/*!1#=#9'!D*!6$#:(3(-!)(&(-)*-!<)7-1!
#&'-#-! *9;*;(%! 4<0&*! =($! 0#-! *;%(! 7$*;/(4;(b! .>.-! =($! 97$*! =+0.-8#! *&*4;($(! D*! ;*+$(0(! 7$*;*-!
1*D$*&*$*!6<9;*$(&*-!%#$4'&'%9'>!(&6(!#$;'%!0#D#4!0#D#4!=($!%#$4'&'%&'!*;%(&*4(/*!0+&!D*$/*0*!=#4&#/'4;'@!
A#?#! <-8*! ;*%(&! =($! <$-*%! +&#$#%! C#?#$! J]]I! 9#0'9'-'-! %#B#3'-#! a#&*! F*-6*$G(-! !D?/#D( OD7&/2D7Y(
O*+7*( I"8( !D?/#D2/B2D7Y( 6="#%( )%#&"2%7Y( O*+7*( I"8( 6="#2"B2%7! (9(/&(! 0*$&*4;($/*9(-(-! OI^^hQ!
:+;+3$#:'-'!%+0#-!!"W0"#()*$6(9(!)'4'-)#H!;*+$(%!D*!B+&(;(%!0#0'-&#$)#!=.!8*-#?;#%(!7$*;(/&*$*!B*%!
07>! D*$(&)(3(! 6<$7&/*>)(@! L+-! (%(! 0'&)#! =.! %+-.)#! 8())(! =($! )*3(4(%&(3(-! 0#4#-)'3'! 6<$7&70+$@!
C*&6(-G(-! <>*&(-)*! 1N8#"$$! D*! @%#%7%&( )*$6(&*$(-)*-! =#?9*;/(4;(%@! C.! 9#;'$&#$'-! 0#>'&)'3'! 67-)*!
B(0#9#)#! +&#-! 1N8#"$$P(-! %#B#%! %+-.9.-.-! II@! [9;#-=.&! C(*-#&(! +&/#9'! D*! 0(-*! @%#%7%&G(-! #%;7*&!
9#0'9'-'-! /*;(-&*$! 0#-'-)#! >*-6(-! =($! 6<$9*&&(%&*! B*%(4;($(&/(4! +&/#9'! =.! %*9(4/*&*$(-! )*D#/&'&'3'!
%+-.9.-)#!7/(;!D*$(0+$@14!!
!
L#-#;9#&!7$*;(/!(&*!9(0#9#&&'3'-!#$#9'-)#%(!9'-'$&#$'-!$#?#;1#!1(>(&*/*)(3(!O1(>(&/*9(-(-!6*$*%/*)(3(Q!
#$#=<&6*&*$(! )*3*$&*-)($/*0*! 0<-*&(%! =($! =#4%#! /+)*&! )*! I^! Z8#%! E+&*%;(:(G-)*! 4*%(&! #&/'4;'@!
a$#-;G'-! %#0='-'-! ?*/*-! *$;*9(-)*! -*! 0#B'&#=(&($! 9+$.9.-.! 9+$#-! 9#-#;1'&#$'-H! 0#>#$&#$'-H!
%7$#;<$&*$(-! =($#$#0#! 6*&*$*%! +&.4;.$).3.! D*! ;7$&7! 1#&%#-;'&#$! *4&(3(-)*! 0#&B#&#0#$#%H! 4*%(&!
)*3(4;($*$*%H!)#$#&#$#%!=.67-*!6*&*-!%+&*%;(:!=#4&#-6'1!9#:?#9'-)#!9#:!=(1(/)*!=($!9(0#9#&!*0&*/)*!
=.&.-/#0'! ;*$8(?! *;;(! D*! %+&*%;(:*! )#?(&! +&#-&#$)#-! +&.4#-! (%(! #0$'! 6$.B! a$#-;G'-! k]I@! /#))*)*-!
/#?%./!+&#-!9<>&*$(-(!=#9'-!<-7-)*!0(-*&*0*$*%H!%*-)(&*$(-(-!)*!9.1!(4&*)(3(-(!9<0&*)(&*$!D*!#)&(!
9(9;*/(-! %+-.! ?#%%'-)#! =+8#&#/#9'-'! 9#3&#/#%! 7>*$*! %*-)(&*$(! ?#%%'-)#! 9.1! ).0.$.9.-)#!
0*-(!=($!7$*;(/!D*!9.-./!;#$>'!(>&*)(3(-(H!(/6*!7$*;(/(-)*-!1'%#$#%!B$+,*!;#$>&'!(4&*$*!0<-*&)(3(-(!)*!-+;!)74/*%!&#>'/@!
Z.;&*;G;*%(!Z4#&/-(K-&/BD(["22"2%B4#:&\(=#4&'%&'!9*$6()*%(!34+0#/G0/7!(9(/&(!1#&'4/#9'!OJ]]gQ!9*$6(!/*%R-'!)'4'-#!1'%#$)'3'!
*&*%;$(%!B$(>(0&*!/*%R-!D*!*;$#:'-)#%(!9+90+&+,(%!0#B'!#$#9'-)#%(!:#$%#!($+-(%!=($!6<-)*$/*)*!=.&.-.$!D*!9(/6*9*&!=($!
*4(;&*/*!*)(/(-)*!=.&.-.$%*-H!K0&*/!M%1#0!D*!W7-*4!F*$%+&!(&*!=($&(%;*!6($(4;(3(!D*!6*$*%;(3(-)*!/*%R-!+&#$#%!N[LFG(-!
%.&&#-)'3'!.]C]G[)1X@!(9(/&(!.>.-!*$(/&(!B$+,*)*!9+%#%!;+B&#0'8'&#$'!(&*!6($)(3(!07>07>*!(&(4%(0(H!*;%(&*4(/(H!%#$'4'&'%&'!<3$*-(/!
97$*8(-(H!*4(;&(%1(!=($!+$;#%&#4/#0'!;*/*&!#&/#%;#@!!
Ik
!?;;BbSS(8/(?$#%@=&+69B+;@8+/S!
Im
!C.!0#%'-&#4/#0#!=#4%#!=($!<$-*%!+&#$#%!a#:$(0#;!;#0:#9'-'-!C($W7-!6#>*;*9(!(1(-!?#>'$&#)'%&#$'!OF*//.>PM$#&'%!J]]oQ!D*!
9+-$#)#-!%(;#B&#4;'$'&#-!1#&'4/#&#$'!D*$*=(&($(>Y!I/W#%B/0(@%#()*+(3/+/0-/+D+,/^Y(E#-#;!E(;#BH!_9;#-=.&!J]]i@!M0$'8#!E#+9We!
)*$6(9(-(-!=($!97$*!<-8*!.06.&#-/#0#!=#4&#0#-!0*-(!:+$/#;'0&#!=($&(%;*!67-8*&!9#-#;!#&#-'-#!6*-(41*!0*$!D*$)(3(!6<$7&70+$@!
!"#$%&'%
'+H%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
=.&.-).&#$@!A#?#!9+-$#%(!=($!#4#/#)#!9#-#;9#&!#&#-!(1(-)*!=($!4*0!0#B'&'B!0#B'&#/#0#8#3'!%+-.9.!
67-)*/*!6*&)(3(-)*H!%+&*%;(:!70*9(!(9(/&*$(-!+$;#0#!%+-/#)'3'H!%(4(9*&!%(/&(%&*$(-!B#$#-;*>*!!
#&'-)'3'H! )+&#0'9'0&#! ;+B&.! =(1(/)*! #-+/(/!
%#&'-#-H! 9#)*8*! %+&*%;(:(-! (/>#9'0&#!
(4#$*;&*-*-H!%+&*%;(:*!70*!9#-#;1'&#$'-!=($*09*&!
7$*;(/&*$(-)*-! =#3'/9'>! B$+,*&*$! 7$*;/*!
%#$#$'! #&)'&#$@! I^! Z8#%G'-! (&%! 0'&)<-7/7-)*!
a#:$(0#;G;#! #1'&#-! X*+W"#%0( (9(/&(! 9*$6()*! IJ!
K0&7&! 9+-$#9'-)#! 9(0#9(! 6<$74&*$(-*! 0#! )#!
;#4')'%&#$'! %(/&(%&*$*! (9;(-#)*-H! :#$%&'!
4*%(&&*$)*H! :#$%&'! :#(&&*$! ;#$#:'-)#-! 0#4#/#!
?#%&#$'! 4())*;! %.&&#-'&#$#%! *&&*$(-)*-! #&'-#-!
=(-&*$8*! (-9#-'-! (9/(-(! 9*$6(! /*%R-'-)#!
0#-0#-#!6*;($)(&*$Y!D*!=($!#-&#/'0&#!)*D&*;!0#!
)#!:#$%&'!<$67;&*-/*&*$!;#$#:'-)#-!=#4D.$.&#-!
4())*;(-!
(-9#-!
?#0#;'-'H!
(9/(-(!
#-+/(/&*4;($*-H! (9;#;(9;(%9*&! $#%#/&#$#!
(-)($6*0*-H! /7-:*$(;! 9':#;'0&#! 0+%! 9#0#-!
)+3#9'-#! %#$4'! =($! ?#;'$&#/#! 1#3$'9'-)#!
=.&.-).&#$@15!
!
W7-8*&! 9#-#;'-! )(&(-(! %.&&#-#-&#$! #$#9'-)#!
9(0#9#&!%+-.&#$'!)*$;!*)(-*-H!:#$%&'!=($!9.-./!
=#3&#/'! #$#0#-! 9#-#;1'&#$! (&*! :#$%&'! #%;(D(9;!
!
6$.B&#$)#-!6*&*-!(-9#-&#$!#$#9'-)#!;*/#9&#$'-!
'*%JK"F%EL41FA7D78%92101M1#7N<8%
+&.4;.$.&).3.! :'$9#;&#$! )#! 0#%#&#-#=(&)(! =.!
-34(-//8%JK"F%+,,*%
97$*1! (1(-)*@! X(-*! a#:$(0#;! E#$#%<0G)*!
e#/=)#! [9;#-=.&! ;#$#:'-)#-! )7>*-&*-*-! X/7:-( 9*$6(9(-(-! OJ]]gQ! 9+90#&(9;H! #-#$4(9;H! :*/(-(9;!
?#$*%*;&*$!(1(-)*!0*$!#&/'4!9#-#;!7$*;(8(&*$(!(&*!v.**$!D*!#-;(P/(&(;#$(9;!1#&'4/#!6$.B&#$'-)#-!6*&(B!
)*!)#?#!<-8*!9#-#;!+$;#/'!(1(-)*!)+3$.)#-!=($!1#&'4/#!7$*;/*/(4!0#!)#!6<9;*$/*/(4!+&#-!#/#!
6<$9*&&(%!7>*$(-*!)747-*-H!6<$9*&&(3(-!6787-7!8())(0*!#&#-!(-9#-&#$'!)+3#&&'%&#!0#-0#-#!6*;($*=(&/(4!
+&/#9'H!=<0&*!=($!#3<$67-7-!/7/%7-!+&/#9'!?#;'$&#-/#0#!)*3*$@!!
!
C.$#)#!4.!-+;.!)74/*%!6*$*%(0+$@!C7;7-!=.!9#0)'3'/!<$-*%&*$!9#-#;'-!%*-)(!(1*!%#B#-'%&'3'-)#-!
$#?#;9'>&'%! ).0#-&#$'-H! 9#-#;! B$#;(3(! (&*! 9(0#9#&&'%! #&#-'! #$#9'-)#%(! *;%(&*4(/&*$)*-! =*9&*-*=(&/*H!
7$*;(/&*$(-(-! 9+90#&! -(;*&(%&*$(-(! 6*-(4&*;*=(&/*! #$#0'4'-'-! 0#-9'/#&#$'@! W<$9*&H! B*$:+$/#;(:! D*!
(&(4%(9*&! )*-*0&*$)*! =.&.-#$#%H! #&;*$-#;(:! /+)*&&*$! 6*&(4;($/*0*! 1#&'4#$#%! 9(0#9*;! #&#-'-)#! (4&*$&(%!
9#?(=(!+&#-!+&.4./&#$#!(B.1&#$'!9.-/#0#H!D#$+&#-!/78#)*&*&*$!97$*8(-)*!6*$*%(9(/!).0.&#-!;*/9(&!
7$*;(/(-*!)+3$.)#-!)*9;*%!D*$/*0*!1#&'4'0+$&#$@!M/#!9(0#9#&!B$#;(3*!#&;*$-#;(:!=($!=#4%#!=($!#&#-!
9.-.0+$! )*3(&&*$@! E(/9*! =*-! 9(0#9*;! (&*! (&6(&*-/(0+$./H! +-.-! 20*$(-*5! 9(0#9#&! 9#-#;! 7$*;(0+$./H!
)*/(0+$Y! 0#-(! %*-)(! 7$*;(/&*$(-(-! )+3$.)#-! 9(0#9#&! #&#-)#%(! :##&(0*;&*$(-*! %#$4'&'%! 6*&)(3(-(!
9<0&70+$!:#&#-!)*3(&&*$@!j$*;;(%&*$(!4*0(-!)747-7/7-!/*9#:*9(-(!;#4')'3'-'-H!;*/9(&(-!)+&#0'/'-)#-!
6*1;(3(-(-! :#$%'-)#&#$@! E#&)'! %(H! >#;*-! #>! 9#0')#%(! =.! (-9#-&#$'-! 1+3.! )#! 7$*;(/&*$(-(-! 20#-'-)#5!
:#$%&'!B+&(;(%!:##&(0*;!#&#-&#$'-)#!/*D8.;!+&/#0'H!%#;'&'/)#!=.&.-/#0'!;*$8(?!*)(0+$&#$@16!!
!
C($#$#0#! 6*&/*! ($#)*9(-(-H! =($&(%;*! )747-/*0*H! 1#&'4/#0#H! 7$*;/*0*! 6($(4/*-(-! =#4&'=#4'-#! =($!
B+&(;(%!=+0.;.!+&).3.-)#-!=#?9*)(&*=(&($@!C.!($#)*0(!D*!1#=#0'!=($!>#/#-&#$!)*?#!/(;+9.-.!0+3.-!
=(1(/)*! =*9&*/(4H! =($*09*&&(3(-! =(&&.$&#4;'3'H! L+3.%! L#D#4! 9'$#9'-)#! &(=*$#&! 7;+B0#-'-! *;*! %*/(3*!
=7$7-)737! #&#-! +&#$#%! 6<9;*$(&/(4! D*! ?#&*-! )*! %(4(9*&! (/>#! 7>*$(-*! %.$.&.! 0#B'9'-'! 97$)7$/*%;*!
+&#-!9#-#;!+$;#/'-)#!6<9;*$*=(&/*%!)*!#0$'!=($!1*%(8(&(%!%#;'0+$!(4(-!(1(-*@!X(-*!)*!%+&*%;(D(;*&*$(-!
97$*%&(&(3(-(! >+$&#4;'$#-! 0+$6.-&.%&#$H! %++$)(-*! +&/#! >+$&.%&#$'H! D*$(/9(>&(%! 9+-.8.! 0'&6'-&'%H! D*!
%(4(9*&&*4/*0*! /*0&*)*-! 6<$74! #0$'&'%&#$'! 6(=(! .-9.$&#$'! 6<>#$)'! *;/*%! >+$@! K$6*-*%+-! )#D#9'-'-!
Ih
!E+&*%;(:!)#?#!9+-$#!=*->*$!=($!/+)*&(!F.>&#G)#!0#4#-#-!<&7/&*$!?#%%'-)#!6*&(4;($)(@!a#>'$&#-#-!6<$9*&&*$!97$*&(!
0#0'-&#$)#!D*!q*=!9#0:#&#$'-)#!0*$!=.&).@!!
Io
!I^!Z8#%!E+&*%;(:(G-(-!(&%!9#:?#9'!=($!(9;(9-#!9#0'&#=(&($!#/#!>#;*-!+!9#:?#)#!%+&*%;(:!%*-)(-(!9#-#;9#&!7$*;(/!7>*$(-)*-!)*3(&!
9(0#9#&!=($!+&.4./!:+$/#;'-)#!;#-'/&#/'4;'@!!
!"#$%&'%
'+I%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
=#4&#/#9'-'-! ?*/*-! *$;*9(-)*! 6*1(8(! +&#$#%! 6*-*&! =($! ;#-9(0+-! )74/*9(-)*-! 9<>*)(&*=(&9*! =(&*!
#$)#$)#! 6*&*-! =($! )(>(! 9+$.-! 0./#3'-'-! =($&(%;*&(%! 7>*$(-*! %.$.&.! B$+,*&*$(H! +$;#/&#$'! 9#$9;'3'H!
0'B$#;;'3'! 6<$7&70+$b! AFNG-(-! (>&*/*9(! 6*$*%*-! B+&(;(%#H! 9+0%'$'/! ;*$(/(H! [9$#(&G(! *&*4;($($%*-!
;.;;.$.&#8#%! ;+-! D*! #-;(P9*/(;(>/! $(9%(H! 4())*;(-! =#>'! ?#&&*$)*! /#$.>! 6<$7&7B! 6<$7&*/*0*8*3(!
%+-.9.H! L*D#-! d(4#-0#-G'-! *4(-*! %#$4'! 0#B;'3'! =*$=#;&'3#! %#$4'! #&'-#8#%! ;#D'$H! =(*-#&)*%(! E+1!
&+6+9.H! A(0#$=#%'$9B+$! /#1&#$'-)#! +&#-&#$H! =(&(-1#&;'-)#%(! <-0#$6'&#$! 9+-.8.-)#! 0#4#-#-!
97$1/*&*$! 6(=(! O4#?9*-! %#$4'/#! 1'%#-&#$'! 9*$=*9;! =(1(/)*! #-)'3'/Q! %+-.&#$! 7>*$(-)*-! 6*&(4*-!
;#$;'4/#&#$! 6*$(&(/&*$*H! %+B/#&#$#H! )#3'&/#&#$#H! =<&7-/*&*$*! 0+&! #1'0+$H! 71! %(4(0(! 0#-0#-#!
6*;($*=(&/*-(-!>+$&#4;'3'!).$./&#$#!*D$(&*=(&(0+$!%+&#0&'%&#@!!
!
\(&&(0*;1(&(%!7>*$(-)*-!6*&(4*-!=707%!%+B.4/#0&#!<>)*4!+&/#0#-!#/#!=($!;7$!97$*%&(&(%!)*!;#4'0#-!
(%(-8(! =($! 0#$'&/#-'-! *;$#:'-)#! )+&#-'0+$.>! 4.! 9'$#&#$b! /(&&(0*;1(! ?(8$*;;*-! 9+-$#! 6*$(0*! %#&#-! 9+&!
)#?(&(-)*!0#4#-#-!D*!%#$4'&'%&'!B*,+$#;(:!;#-'/&#-)'$/#&#$&#!2&(=*$#&!9+&5!(&*!2+$;+)+%9!9+90#&(>/5!
#$#9'-)#!%.$.&#-!6*$(&(/)*-!=#?9*)(0+$./@!M--*P=#=#&#$!(&*!1+8.%&#$'-!#$#9'-'!#1#-!(&%!0#$'&/#-'-!
*$;*9(-)*H! #$;'%! )+9;&.%&#$'H! %#$)*4&(%&*$(! +$;#)#-! (%(0*! =<&*=(&*-! =.! #0$'4'/'-! 9#-#;! 7>*$(-*! )*!
)+3$.)#-! *;%(! *;;(3(! 9<0&*-*=(&($@! C.-.-! (&%! (B.1&#$'-)#-! =($(-)*H! @%#)*+( 6#>*;*9(-(-! %7&;7$!
9#0:#9'-)#!0#0'-&#-#-!2L+&!(&*!W7-8*&!L#-#;'-![/;(?#-'5!=#4&'%&'!)+90#!%+-.9.-)#!OJg! Z8#%!J]]gQ!
29+&5! (&*! 267-8*&! 9#-#;5'-! =(;*8*%! 6(=(! 6<$7-/*0*-! =($! %#D6#! (1(-)*! +&).3.! 9#B;#-/'4;'@! A#?#!
9+$.-9#&'! #1#$%*-! =7;7-! <-0#$6'&#$'! +$;#0#! %+0#-! =($! :+$/7&#90+-).! =.@! 2L+&5! %*&(/*9(! :#$%&'!
9(0#9#&! %+-./&#-/#&#$'H! 6*&*-*%&*$(! %#B9#0#-! =($! 4*/9(0*! %#D$#/#! )*3(&! /.?;*/*&*-! 0#>#$'-!
%*-)(9(-(! (1(-)*! ?(99*;;(3(! D*! ?#%(%(! 9+&.! ;*/9(&! *;;(3(-(! )747-)737! 9(0#9#&! B+>(90+-#H! 0#-(! 9+&!
(1(-)*%(!:#$%&'!%+-./&#$)#-!=($(-*!%#$4'&'%!6*&(0+$@!T;*!0#-)#-H!267-8*&!9#-#;5!(:#)*9(!(9*!=($!(:#)*!
)7>&*/(! 0#! )#! F7$%(0*! <>*&(-)*! ;7$&7! :#$%&'&'%&#$'! =#$'-)'$#-! =($! #&#-! +&#$#%! )*3(&! /+-+&(;(%! =($!
1*$1*D*!+&#$#%!9#B;#-'0+$@!C.!%#$4';&#4;'$/#-'-H!1(:;*P6*-*&&*/*-(-!/#-;'3'-'!#1'%&#0#-!9+$.!4<0&*!
:+$/7&*!*)(&(0+$b!2W7-8*&!9#-#;&#!(&6(&*-*-&*$(-!#)'-'-!<-7-*!-(0*!2&(=*$#&5!0#!)#!2%+>/+B+&(;5!6(=(!
9':#;&#$!*%&*-(0+$t5!C*->*$!=($!9+$.0.!=#4%#!=($!%7&;7$*&!7$*;(/!)(9(B&(-(0&*!=($&(%;*!%.&&#-/#%!-#9'&!
;'-&#$!%.&&#3#!=(&/(0+$./b!9(-*/#S*&*%;$+-(%!/7>(%SB*-;7$S/+)*$-!)#-9!(&*!9+&!#$#9'-)#%(!/*9*&*!
-*t! M?! E#:%#! -*! %+-:+$/(9;! #)#/)'-! 9*-H! +)#-#! %#B#-'B! 0#>#$! ).$.$).-@! E*-)(! 6<$74&*$(-(-!
9#3&#/#9'-'!0#B#=(&/*%!(1(-!%#$4'9'-#!#&)'3'!%+-./.-!)*3(&&*-/*9(-*!(?;(0#1!).0#-H!+-.-!1#B$#4'%!
0#B'9'-'! (-)($6*0*-H! +-.! /+-+&(;(%! =($! %#$4';! +&#$#%! 9#B;#0#-! =.! =#%'4! #1'9'! 0*$(-*! 4<0&*! =($! 9+$.!
:+$/7&#90+-.! (>&*-*/*>! /(0)(b! d*)*-! 67-8*&! 9#-#;! +&#$#%! #)&#-)'$'&#-! (:#)*! #&#-'! )(3*$!
)(9(B&(-&*$*!+$#-&#!)#?#!?'>&'!D*!0+3.-!=(1(/)*!%#B(;#&(-!/#-;'3'-#!;R=(!%'&'-/#0#!1#&'4'&)'!=.!9+-!
+-!0'&! (1(-)*t!C.!;7$!)*9;*%&*$!?#-6(!/+;(D#90+-&#$&#!0+&#!1'%'0+$t!d*!;7$!%+-./&#$!D*!;.;./&#$!
%#B(;#&(-! /#-;'3'-'-! (1(-*! 1*%(&*=(&(0+$H! ?#-6(&*$(! )($*-*=(&(0+$H! *&*4;($*&&(3(! %+$.0#=(&(0+$t!
M&;*$-#;(:!=($!#&#-'-!%.$.&/#9'-'-!:(>(%(!%+4.&&#$'!-*)($t!"#$%&'!8+3$#:(!D*!%7&;7$*&!=#3&#/&#$)#!97$*1!
-#9'&! (4&(0+$t! F7$%(0*G)*! 9#-#;#! %#/.9#&! %#0-#%! #0$'&'0+$! +&9#0)'! )#?#! :#$%&'! =($! /#->#$#! /'!
1'%#8#%;'!%#$4'/'>#!U9#-#;!7$*;(/(-(!+!>#/#-!)#?#!/'!/*4$.!=.&#8#%;'%t@@@!!
!
w>.-! =($! 97$*! 6<$*8*! =($! 0+%9.-&.%! #&#-'! (1(-*! 9'%'4/'4H! +$#)#! 9*$B(&/*0(! =#4#$/'4! =($! (:#)*!
#&#-'-'-! =($)*-! 9*$/#0*! ;#$#:'-)#-! /+)*$-&(%H! #;'&'/8'&'%H! =#;'&'&'%! 6(=(! =($! 6<$7-;7! %#>#-/#%;#!
%.&&#-'&#=(&*8*%! =($! #$#1! +&#$#%! 9*1(&/*9(Y! )#?#! <-8*! ;#$(?(! 0#! )#! /+)*$-! $*9(/! %+&*%9(0+-&#$'-#!
#0$'&#6*&*-!%#0-#%&#$'-!=.!#&#-#!%#-#&(>*!*)(&/*9(Y!(1*$(3(H!D(>0+-.!:#&#-!;#%/#%9'>'-!)*$/*!1#;/#!
#/#!07>*0)*!6'8'$!6'8'$!%.$./&#$!#1'&/#9'Y!67D*-&(%!/*%#-(>/#&#$'0&#!D*!1*4(;&(!B9(%+&+,(%!.-9.$&#!
%.$.&#-!9+90#&!:(&;$*&*$Y!7$*;(/&*$(!.>&#4'/!D*!6<$9*&!;#;/(-*!(-)($6*/*0*!1#&'4#-!9.-./!=(1(/&*$(H!
7$*;(8(&*$! (&*! ;7%*;(8(&*$! 4*%&(-)*! 6*&(4;($(&*-! %*9%(-! #0$'4;'$/#c! =7;7-! =.! #$#>&#$'-! :#$%'-)#&'3'!
(1(-)*!*&*4;($*&! =($!%+-./!6*&(4;($/*0*!1#=#!9#$:*)*-&*$(-!9#0'9'!#>!#/#!7$*;(/!9#?#9'-'-! )#$&'3'!
)(%%#;*! #&'-)'3'-)#! +$#-'! )(3*$! ?*$?#-6(! =($! (:#)*! #&#-'-)#%(-)*-! )#?#! )747%! :#&#-! )*3(&H! ?#;;#!
%*-)(! 9.-./! %+4.&&#$'! 7>*$(-*! )#?#! :#>&#! %#:#! 0+$#-! =#4%#! =($! %7&;7$*&! 7$*;(/! #&#-'! D#$! /'! )(0*!
9+$/#%!)#!/7/%7-t!Z!>#/#-!-*$*)*-!6*&(0+$!67-8*&!9#-#;!+&#$#%!/*9*&*!*)(&*-!4*0*!0<-*&;(&*-!
=.! ;+B;#-8'! =#%'4t! X#! )#! *&*4;($*&! 1#=#! *%9(%! =.&.-.0+$9#H! -*)*-! +-.! 671&*-)($/*0*! 1#&'4/#%!
0*$(-*H!=7;7-!=($!#&#-'!;+B;#-!8*?*--*/*!B+9;#&#/#%!;*$8(?!*)(&(0+$t!
!
K$6*-*%+-! )#D#9'-'-! #1'&/#9'-'-! *$;*9(-)*! 9+&! (1(-)*! #0$'4/#0'! 0#$#;#-! =#4&'8#! %+-.H! ?#-6(!
;#?#%%7/! (&(4%(9(-(-! <-8*&(%&(! +&#$#%! ?*)*:! #&'-/#9'! 6*$*%;(3(! 7>*$(-*! %.$.&.0).@! K48(-9*&&*$(-!
?#%&#$'!(&*!*/*3(-!?#%&#$'!/*9*&*9(-(!#0-'!)7>&*/*!0*$&*4;($/*%;*!>+$&#-#-!=($!)747-8*!;#$>'!O=.!
;7$! #$67/#-&#$)#! 97$*%&(! +&#$#%! 2*48(-9*&5! %(/&(3(-! %#$4';! %.;.=#! 0*$&*4;($(&/*9(! )*! #0$'! =($!
(&6(-1&(%Q! 79;=*&($&*0*-! -(;*&(%&(! =($! ;#?#%%7/! 0#B'9'-'-H! 9(0#9#&! B$+6$#/'-! <-8*&(%&(! ?*)*:(! +&/#9'!
!"#$%&'%
'+(%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
6*$*%;(3(-(! 9<0&70+$@! "#$%&'! ;#?#%%7/! =(1(/&*$(-(-! 1#B$#4'%! =(1(/)*! (1(1*! 6*1;(3(! >(-8($! 0./#3'-'!
%#D$#0#=(&/*%H! 1<>*=(&/*%! (1(-! 0<-;*/! D*! 6*$*1! 1*4(;&(&(3(! D*! 6*1(4%*-&(3(! %.&&#-/#! :(%$(! 1<>7/!
97$*8(-(! =.&#-)'$#-! =($! :$*%#-9! B#$#>(;(H! =($! %*9(-;(! ?#&(H! >#/#-! D*! *-*$,(! %#0='! +&#$#%! 6<$7&70+$@!
L+-! 0($/(H! +;.>! 0'&! (1(-)*! :#$%&'! ;*+$(%! %+-./&#$'-! *;%(&*4(/(! (&*! +&.4;.$.&/.4! >*-6(-&(%! ?(1!
)*-*0(/&*-/*/(4!6(=(H!%*-)(!%+-./.-.!?#%%'-)#!9+$.&#$!9+$/#%!D*!=($!;*/%(-&(&(%!D*!;*D#>.!(&*!
9<>! #&/#%! 0*$(-*H! ;*0=(! 6*$(! 9#$#$#%H! #9&'-)#! =*-! ?#%&'0)'/! D*! ?#&*-! )*! ?#%&'0'/! 87/&*9(-)*%(!
%*-)(-(!;#9)(%!*;/*!*)(/(-(-!6787!;*$8(?!*)(&(0+$@!!
!
L7$*000#!KD$*-G(-!(9#=*;&*!9#B;#)'3'!6(=(!67-8*&!9#-#;!+&#$#%!#)&#-)'$'&#-!%*-)(!(1(-)*!B$+=&*/&(H!
#0$'4'%! #&#-! =*&($&(! =($! 9+&! 07%&*-(/! ;7$7-*! 0#4#/'4! +&).3.! =($! ($;(:#! %#0='-'! ?#;'$&#;'0+$@17! [9;*$!
9+&.-!=($!=7;7-!+&#$#%!IJ!K0&7&G)*!0#4#)'3'!;$#D/#;(%!0*-(&6(9(!(&*!(&%!%#D$#/9#&!*3(&(/&*$(-!>*/(-!
%#>#-)'3'! 9*%9*-&(! 0'&&#$)#%(! )*-*08(! 9#-#;! #-&#0'4&#$'-'! *4&*4;($(-H! (9;*$! )*D&*;! 9+90#&(>/(-(-!
1<>7&7470&*!67-8*&!9#-#;'-! =($!#&#-!+&#$#%!=*&($/*9(-(!*4&*4;($(-H!9<>%+-.9.!)<-*/)*!4*%(&!#&/'4!
=.!(:#)*!#&#-'H!9+&!(1(-)*%(!=.!%*-)(-)*-!:#>&#9'0&#!*/(-!#-&#0'4!(1(-!%*-)(!9<>!%#0='-'!D*!*$;*9(-)*!
).0).3.! 0*$9(>&*4/*! ?(99(-(! 1#3$'4;'$#-! 4*0&*$)*-! =($(! %+-./.-)#@! \#$%9(9;! )747-8*! (1(-)*!
%*-)(-(! >*-6(-&*4;($*=(&/(4! %+-./&#$H! 0#B'9#&8'&'%P9+-$#9'! )747-8*H! 9</7$6*P9+-$#9'! *&*4;($(H!
:*/(-(>/! (1(-)*! 0*-(&*-*-! %.4#%&#$H! )*D&*;! :*;(4(-(-! <;*9(-*! 6*1*$*%! 6*-(4! ;#?#%%7/! #-#&(>&*$(!
6*;($*-!#-#$4(9;!B+>(90+-&#$H!9#=(;!%(/&(%&*$(!9+$6.0#!#1#-!v.**$!%.$#/H!/+=(&!D*!1+%&.!%(/&(%&*$!
7>*$(-*! (-8*&*/*&*$! D*! =7;7-! =.! %#-#&&#$'-! 9(-*$,(&*$(-)*-! =*9&*-/*0*! 1#&'4/'4! +&#-! 9#-#;1'&#$!
=#?9(!6*1*-!9+&!B+>(90+-!(1(-!%*-)(!>#0':&#4/#!97$*8(-(!?#;'$&#;#-!=($!?78$*!+&#$#%!+$;#)#!).$.0+$@!
F7$%(0*! <>*&(-)*! *$%*-! )*-*=(&*8*%! =($! >#/#-&#/#0&#! E*/#&(>/*! #(;! (%+-+6$#:(0(! 9#$9/#0#H!
#;#*$%(&&(3(-!9(0#9(!(4&*0(4(-(!6<$9*&&*4;($/*0*H!=7;7-!=($!7&%*-(-!8+3$#0#9'!7>*$(-)*!*;%(&(!+&/.4!6<1!
+&6.9.-.! (-8*&*/*0*! 1#&'4/'4! O#$;'%! 6*$()*! %#&)'3'! 9<0&*-*=(&*8*%Q! =.! 9<0&*/9*&! ;.;#$&'&'%! D*!
97$*%&(&(%! 1(>6(9(-(-! 7$*;(/(! B*%! )*! =($! 4*0! (:#)*! *;/(0+$! =.! %+-./.-.-! 9#D.-.8.&#$'! (1(-@! Z!
07>)*-! (-#-'&/#9'! 671! =($! ;#?#//7&97>&7%&*! 267-8*&! 9#-#;! )(&(-(-! /.?#&*:*;(! 9'-':9#&! =($! #()(0*;!
7>*$(-*!%.$.&.! +&/#)'3'!97$*8*!*-!:#>&#!-(?(&(>/*!.&#4'$5!6(=(!=($!87/&*!9#$:*)(&*=(&(0+$@!Z&.4/.4!
=.! 9<0&*/9*&! >*/(-(! 267-*! *-)*%9&(5! D*! 2&(6?;5! =($! /.?#&(:! )(&*! 9#?(B! +&/#%&#! (;?#/! *)*-!
%+-./.-! <-*$)(3(! 9#:! 2?#$)5! )(&(-! 9#-#;! #&#-'-)#%(! <$-*%&*$(-(-! -*! +&).3.-.! /*$#%! *)(0+$./!
)+3$.9.@! L#-#;'! (&6(-1! %'&#-! 4*0&*$)*-! =($(! 0#4#/'! =*&($&*0*-! )(-#/(%! >*-6(-&(3(-*! =*%&*-/*)(%!
%#B'&#$! #1#=(&/*9(! U! =.-&#$'-! (1(-)*! &(6?;G'! )#! D#$H! ?#$)G'! )#Y! /#D(9(! )*! D#$H! B*/=*9(! )*H! =#4%#!
$*-%&*$(!)*c!
!
N+&(;(%!+&#-H!=*-(/!B+&(;(%!+&#$#%!-(;*&*)(3(/!4*0)($H!87/&*9(-)*!=#4D.$.&#-!%#&'B!=.67-&*$)*!:#>&#!
%.&&#-'&/#0#! =#4&#-)'b! 9+90#&(9;! +&#-H! \#$%9(9;! +&#-H! 9+&! +&#-c! Z;#-;(9(;*-(-! (9B#;&#-/#9'-#!
0<-*&(%! =.! 9#B&#-;'! D*! %*-)(-)*-! 47B?*! *;/*0*-! ).$.4! 0*$*&&(3(-! ;#$(:(! %+-.9.-)#! )#! =*->*$!
%$(;*$&*$! 6*;($/*0*! 1#&'4;'3'-)#! =#4%#! ;7$)*-! ()*+&+,(%! 0#B'&#$#! 0#9&#-/#0#! =#4&'0+$@! E#$4'9'-#!
%+-./&#-)'$)'3'! (-9#-&#$'-! 2=.$#)#-&'%5! -(;*&(3(-(! ;#4'/#)'3'-'! (/#! *)*$*%H! %*-)(-*!
2=.$#)#-&'%5'-! +;#-;(%! ;#4'0'8'9'! $+&7! #;:*)*$*%! )'4&#0'8'H! <>87! 1'%/#>&#$#! 9#B/#%! 0*$(-*! :#$%&'!
+&#-&#!*;%(&*4(/*!6($/*0*!1#&'4/#%!)#?#!D*$(/&(!+&/#&'@!!
!
W7-8*&! 9#-#;! (&*! 9+&! #$#9'-)#H! 2&(6?;5! (&*! 2?#$)5! #$#9'-)#! =($! %#$4';&'%! %.$/#0#! *4&(%! *)*-!
?#/&*&*$)*!=($(!)*!67-8*&!9#-#;'!O0#!)#!+-.-!9(0#9#&&'3#!0#%&#4/#0#!1#&'4#-!<$-*%&*$(-(Q!)+3$.)#-!
$#)(%#&! 9(0#9*;*! $#%(B! 1'%/'4H! =<0&*9(! =($! $*%#=*;(! ;#&*B! *;/(4! =($! #&#-/'4! 6(=(! ;#-'/&#/#%! D*!
*$;*9(-)*! )*! ;#;/(-%R$! =($! $#)(%#&&(%! 0#$#;#/#)'3'! 9<0&*0*$*%! 0*$(-! )(=(-*! 9+%/#%@! L#-#;! D*!
9(0#9*;! #$#9'-)#%(! 6*1(4%*-&(%&*$*! $#3/*-! ;#-'/&#-/#0#! 1#&'4'&#-! (%(! >*/(-! #$#9'-)#! =($!
%#$4'&#4;'$'&#=(&($&(%! 0#! )#! $*%#=*;! =.&.-/#)'3'-'! <$-*%&*/*0*! #/#! )747-8*&! D*! B$#;(%! #-&#/)#!
%#$4'&'%&'! >*-6(-&*4/*! +&#-#%&#$'-'-! )#! D#$! +&).3.-#! (4#$*;! *;/*0*! 1#&'4/'4;'/@! \#&*9*:! #%;(D(9;!
1*D$*&*$! (1(-)*! )*! ).0.&/#0#! =#4&#-#-! #%'&! #&/#>! %#$4'&#4;'$/#&#$'-! 0#B'&)'3'! 6<$7&70+$@! C#>'!
#%;(D(9;!6$.B&#$'-!0#B;'%&#$'!D*!%(/(9(!9+-!)*$*8*!*;%(&*0(8(H!#-&#/&'!$#)(%#&!,*9;&*$!<$-*%&*-*$*%!9(>!
=.-.!0#B#=(&(0+$!/.9.-.>Y!0#B#/'0+$9#-'>!9(>(-!7$*;;(3(-(>!9<0&*/*!#$;'%!(?;(0#8'/'>!0+%H!)*-(0+$@!
C.!/#-;'3'!;#%(B!*)*$*%H!67-8*&!9#-#;!#&#-'-'-!;7/)*-!(&6#!*)(&/*9(!9+-.8.-#!D#$/#%!>+$! )*3(&!
O;#=((! =*->*$! =($! ;#&*B&*$(-! 9(-*/#H! 4(($H! *)*=(0#;! 6(=(! =#4%#! ;7$! %7&;7$*&! 7$*;(/&*$*! 0<-*&;(&/*9(!
#%'&&#$)#-! =(&*! 6*1/(0+$! =.! %(4(&*$(-Q@! C<0&*! =($! -+%;#0#! 6*&(-)(3(-)*! )*! >#;*-! %+-.4/#-'-H!
9<0&*4/*-(-H! 67-8*&! 9#-#;! B$#;(3(-(H! )*3*$&*-)($(&*=(&*8*%! =($! )747-7/! #&#-'! +&#$#%! <-*$/*-(-!
>*/(-(!)*!+$;#)#-!%#&%'0+$@!!
Ii
!2d*!L*-(-&*!d*!L*-9(>5H!II@![9;#-=.&!C(*-#&(!E(;#='H!9@!khkPkomH![9;#-=.&H!J]]^@!
!"#$%&'%
'+)%
!"#"$%&'($')%**!
1#2"+(34$45/%
!
A#?#! <-8*! 67-8*&! 9#-#;! #&#-'-)#%(! 7$*;(/)*! *%+-+/(! B+&(;(%! )(-#/(3(-(-! )(3*$! ;#?#%%7/!
9(9;*/&*$(-(-! *&*! #&'-'4'-)#%(! %#)#$! )*$(-&(%&(! (4&*-/*)(3(-(! 9<0&*/(4;(/@! X.%#$')#%(! ;7$)*-! =($!
;*B%(8(&(3(-! %#$4'9'-)#! %'$'&6#-&'%! 0#$#;'0+$! +&/#9'-'-! 0#-'-)#! =.! >##:! %.$./9#&! *&*4;($(-(-!
6*&(4/*9(-(!D*!=($!#&;*$-#;(:!#&#-'-!;#9#DD.$!*)(&/*9(!D*!%.$.&/#9'!+&#9'&'3'-'!)#!9#%#;&'0+$@!C.67-*!
%#)#$! +&.4/.4! )*-*0(/! =($(%(/(-)*-! D#>6*1/*%9(>(-H! %#B(;#&(>/*! )#($! *&*4;($*&! )+-#-'/&#$'! )#!
#%9#;/#)#-!6*$(0*!%#&#-!#>!9#0')#!;#0:#0&#!>##:&#$'!%#B#;#$#%H!6($(&*-!.>&#4'/&#$'!D*!(1!B#$#)+%9&#$'!
6<$7-7$! %'&#$#%! (&*$&*/*%H! =($*09*&! D*! /*&#-%+&(%! 6*$(! 1*%(&(4&*$! 0*$(-*! 0*-(! %+&*%;(D(;*&*$!
7$*;*=(&/*%! ()*#&! $+;#! 6(=(! 6<$7-70+$@! x+$&.%&#$'! )#! =+&@! C.! %#)#$! 8#-! %'$'3'! (1(-)*! ./.;!
=*9&*-*8*%!'4'%!?7>/*&*$(H!0*-(!%.4#%&#$!=*&($*8*%;($!*&=*;@!!
!"#$%&'%
'+*%
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
Haziran
ayının
başında
İstanbul’da
gerçekleşen
“Medeniyetler
Arası
Diyaloglar”
başlıklı
bir
konferans
dizisinde
ABD’li
bir
akademisyen
oturduğu
koltuktan
ayağa
fırlayarak,
“Benim
ailemin
altı
ferdi
Holokost’ta
katledildi”
diye
başlayan
bir
cümle
kurdu.
Bu
cümle,
kendisi
hakkında
söylenen
ve
söylenebilecek
herşeyi
gayri‐meşru
ilan
etmesinin
bahanesi
oldu.
Ermenilerden
özür
dileme
kampanyasını
konu
alan
bir
paneli
dinlememiş
olmasını
bu
şekilde
gerekçelendirdi.
Türklerle
Ermeniler
arasındaki
ilişkinin
kendini
ilgilendirmediğini
söyleyebildi,
ve
onu
kınayanları
kınadı.
Kısacası,
bir
mağduriyeti
iktidar
aracına
dönüştürdü.
Aynı
konferansta
kendine
liberal
demokrat
etiketini
yakıştıran
yine
ABD’li
bir
akademisyen,
ülkesinin
Irak’ı
işgal
etmiş
olmasını
haklı
çıkarmak
için
vicdan
özgürlüğü
argümanına
başvurdu.
Konu
laiklik
ve
sekülarizmin
yeniden
düşünülmesi
idi.
Ancak
tartışma,
laikliği
sorgulamak
şöyle
dursun,
önkoşulsuz
savunulmasına
doğru
evrildi.
Köktendincilikle
mücadele
ederken
gerekirse
yasaklara,
zora
ve
hatta
savaşa
başvurulmasının
meşru
olduğu
savı
dile
geldi.
Oysa
panelin
niyeti,
laikliğin
tek
bir
tanımının
olmadığını,
İslam’ın
da
farklı
laiklik‐sekülerlik
biçimlerine
açık
olduğunu
konuşabilmekti.
Vicdan
özgürlüğünden
başlayıp
Irak’ın
işgalinin
haklılığına
varan
mantık
zincirinin,
doğruluğu
veya
yanlışlığı
bir
yana,
fiili
olarak
yaptığı
bir
şey
vardı.
Konferansın
başından
itibaren
geçen
birkaç
gün
içinde
ABD’li,
İtalyan,
Türkiyeli,
İranlı,
Mısırlı
akademisyenlerin
hasbelkader
oluşturdukları
dinleme
ve
anlama
pratiklerinin
etkisini
dağıttı.
Hemfikir
olmayanların
dahi
aralarında
oluşan
yakınlaşma
sona
erdi,
saflar
oluştu,
bireyler
birtakım
temsillerin
içine
sıkıştırıldılar.
Taraftarlar
birbirlerine
alkış
tutmaya
başladılar.
İkna
etmek
değil,
altetmek
esas
oluverdi.
Bu
yazının
konusu
işte
çok
yakın
geçmişte
tanık
olduğum
ve
beni
çok
düşündüren
bu
diyalektiktir.
Söylemde
savunduğu
çoğulculuk,
akılcılık
ve
ortak
fayda
prensiplerini
fiili
olarak
ihlal
eden
bir
liberal
demokrat;
azınlık
olmaktan
doğan
mağduriyetini
başka
bir
azınlığın
acısını
sahiplenmemenin
bahanesine
dönüştüren
bir
mağdur
–
işte
bu
tersyüz
olma
halleri,
bu
en
masum
söylemlerin
tuhaf
bir
biçimde
kendi
tersine
dönme,
zıt
etkiler
yaratabilme
halleri,
bunlar
çok
sinsi
bir
şiddetin
görünmez
yüzleri.
Zira
kişinin
söylediği
ile
yaptığı
arasındaki
farkları
tesbit
edebilen
keskin
gözler
bile,
söylerken
veya
söylemekle
yaptıklarını
göremeyebiliyor.
Özellikle
Türkiye’de
geçtiğimiz
yıl
Marksizm
ve
Ergenekon
tartışmalarında
beliren
bu
şiddet,
çok
eril
bir
egemenlik
refleksinin
özgürlüğü
savunanların
bile
içine
düştükleri
bir
tuzak
olduğunu
gözler
önüne
serdi.
Buradaki
şiddet
açığa
çıkarılmadan,
deşifre
edilip
üzerinde
düşünülmeden
iktidar
ile
mücadele
ediyor
olduğumuzu
iddia
etmek,
kendi
kendini
kandırmaktan
başka
birşey
değil
korkarım
ki.
Bu
yüzden
bu
yazıda
Türkiye’de
özgürlüklerin
önünü
açacak
olan
sorgulamaların
buralardan
başlaması
gerektiğini
iddia
ediyorum.
Er
meydanında
laf
etme
cüreti
gösteren
bir
kadın
olarak,
eğer
zihnimizdeki
ve
dilimizdeki
iktidar
sevdasını
sorgulamazsak,
ister
Ergenekon
operasyonunu
destekleyelim,
ister
filler
tepişiyor
diyelim;
ister
solcu
olalım,
ister
kendimize
liberal
demokrat
etiketini
yakıştıralım,
hiçbirimizden
ne
demokrat
olur,
ne
de
özgürlük
savaşçısı
diyorum.
Sorun
sanırım
sözün
“salt
söz”
olarak
algılanmasında
başlıyor.
Batı’nın
başat
felsefe
tarihinde
sofistlere
karşı
amansız
bir
mücadele
veren
Eflatun’un
başlattığı
varsayılan
düalist
düşünsel
sisteme
göre
sözcüklerin
asıl
işlevi,
bir
şeyin
özünü
teşkil
eden
Idea’ya
gönderme
yapmaktır.
Eflatun
her
ne
kadar
retoriğin
pedagojik
öneminin
farkında
olsa
da
bunun
felsefesini
yapmadı.
Aksine,
sözü
bir
vasıtaya
indirgedi.
Eflatun’dan
beri
Batı
metafiziğinin
belkemiğini
oluşturan
bu
anlayış,
sözcüklerin
tasvir
ve
iletişim
vasıtaları
dışında
bir
şey
olmadıkları,
bir
şey
yapmadıkları
konusunda
sonsuz
bir
rahatlık
içindedir.
Bir
fikri
tartışmakla,
o
fikrin
gönderme
yaptığı
gerçekliğin
etkilenmeyeceği,
zira
gerçekliğin
sözün
dışında
varolduğu
düşünülür.
Keza,
liberal
demokrasinin
üzerine
oturduğu
zemin
olan
tartışma
kültürü,
sözlerin
içeriğine
odaklanmıştır.
John
Austin’in
kitabının
başlığında
belirttiği
fenomen
ile,
yani
Sözcüklerle
Nasıl
Şeyler
Yapılır
ile
ilgilenmez.1
Oysa
sözcüklerle
çok
şeyler
yapılır.
Bunu
ilk
sofistler
anlamışlardı,
ancak
daha
sonraları
da
teolojiyle
eklemlenemediği
için
Batı
felsefesinde
yüzyıllar
boyunca
marjinal
kalan
farklı
akımlar,
1
Sayı
#1
130
John
Austin,
How
to
Do
Things
with
Words
(Cambridge:
Harvard
University
Press,
1962).
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
sofistlerin
kah
izinden
yürümek,
kah
onlardan
ayrılmak
suretiyle,
Eflatun’un
düalizmini
reddettiler.
Sözün
salt
vasıta
olmadığını,
daha
sonra
“söz
edimi”
olarak
adlandırılacak
olan
fiili
birtakım
etkiler
yarattığını
iddia
etmekten
vazgeçmediler.
Söz
edimini
John
Austin’in
verdiği
bir
örnekle
açıklamak
gerekirse,
birine
evlilik
teklif
etmenin
gönderme
yaptığı
bir
dış
gerçeklik
yoktur.
İki
kişi
arasındaki
evlilik
ilişkisinin
temeli,
bir
söz
ile
kurulur.
“Söz
kesmek”
tabirinin
gayet
iyi
anlattığı
gibi,
bu
durumda
sözün
kendi
dışında
bir
nesnesi
yoktur.
Daha
doğrusu,
sözün
nesnesi
(biri
ile
“sözlü”
olma
durumu),
sözün
edilme
anında
oluşan
bir
nesnedir.
Söz
edimi,
bir
sözün
hangi
etkiyi
gözeterek
söylendiği
ile
oluşmaz.
Örneğin
evlenme
teklif
edilirken
romantik
bir
tonla
konuşursunuz,
veya
esprili
bir
tavır
takınırsınız,
ancak
her
halükarda
sözünüzün
edimi
“teklif”tir.
Bir
teklifin
“teklif”
sayılmasının
elbette
ki
bazı
asgari
koşulları
vardır
–
birine
söylenmeyen
bir
teklif,
teklif
değildir
mesela.
Ancak
bu
koşullar
tuttuğu
andan
itibaren,
yaratılmak
istenen
etki,
edimin
kendisini
etkilemez.
İyi
bir
tekliften,
kötü
bir
tekliften,
kötü
ifade
edilmiş
bir
tekliften
bahsedebiliriz,
ama
edilmiş
bir
teklif
vardır.2
Edim
ile
etki
üstüste
örtüşmek
zorunda
değildir.
Edimi
görünmez
kılan
da
belki
budur.
Zira
hümanist
sözcükler
içeren,
yumuşaklıkla
sarfedilmiş
sözlerin
etkisi,
içerdikleri
olası
baskı
veya
şiddet
edimlerini
gizleyebilmektedir.
İktidar
alanının
maddi
ve
kurumsal
birtakım
pratikler
dışında
söz
ile
de
kurulduğu,
ve
hatta
toplumsal
alanın
tanzim
ve
tasnif
edilmesinde
sözün
belirleyici
bir
rol
oynadığı
kuşku
götürmez.
İktidarı
sadece
belirli
aktörlerin
sahip
olduğu
bir
baskı
aracı
olarak
algılamak
çok
eksik
olur.
Muhalefet
veya
demokratlık
da
bir
–izm’e
veya
bir
gruba
içkin
değildir.
Böyle
düşünmenin
verdiği
rahatlığın
bir
sakıncası,
iktidarın
muhalif
gibi
gözüken
alanlarda
yeniden
üretilmesinin
önünde
duramamaktır.
Mağdur
olma
halinin
iktidardan
arınmışlık
olduğu
sanılır.
Oysa
iktidarı
bir
varlık
durumu
veya
sahip
olunan
bir
nesne
olarak
tasavvur
etmek,
onun
pratikte
ve
sözde
sürekli
olarak
yeniden
kurulan
bir
ilişkilenme
şekli
olduğunun
üzerini
örtmek
suretiyle,
mağdurları
veya
muhalefeti
de
iktidar
kurulumuna
ortak
eder.
Dolayısıyla
sözün
sadece
içeriğine
değil,
yaptığına
da
bakmak
elzemdir.
Tartışamamaya
dair
Aydınlanma’dan
beri
siyasal
hayatta
tartışmaya
çok
büyük
normatif
anlamlar
yüklenmiştir.
Tartışma
sadece
çatışmanın
alternatifi
olmakla
kalmaz,
ayrıca
birlikte
yaşamı
mümkün
kılan
ilkelerin
akılcı
zeminlere
oturtulmasını
sağlar.
Gerek
Kant,
gerekse
Mill’de
tartışma
ve
münazara
kamusal
doğruya
ulaşmanın
yegâne
yoludur.
Çoğul
niteliklere
sahip
bir
toplulukta,
birinin
hatasının
bir
diğeri
tarafından
tartışma
aracılığıyla
düzeltilmesi,
ortak
aklın
oluşturulmasının
şartıdır.
Amiyane
tabiriyle,
insanlar
konuşa
konuşa
anlaşırlar.
Tartışmayı
engelleyen
faktörler
ortadan
kaldırılırsa,
örneğin
fikir
ve
vicdan
özgürlüğünün
yanı
sıra
ifade
özgürlüğü
garanti
altına
alınırsa,
ortak
faydayı
gözeten
bir
anlaşmaya
veya
uzlaşmaya
varılacağı
konusunda
kuvvetli
bir
inanç
gelişmiştir.
İyimserlik
olarak
nitelenebilecek
bu
inancın
gücü
öyledir
ki,
siyasette
meclis,
senato
gibi
kanun
yapıcı
kurumlar
birer
tartışma
forumu
olarak
tasarlanmıştır.
Bu
anlayışa
göre
meclis,
toplumdaki
farklı
çıkarların
koltuk
sayısı
olarak
temsil
edildiği
niceliksel
bir
alan
olmasının
yanı
sıra,
aynı
zamanda
niteliksel
özelliklere
sahiptir.
Farklı
görüşlerin
dile
gelmesi
sayesinde
mecliste
ortak
aklın
inşa
edileceğine
inanılır.
Zora
veya
şiddete
başvurmadan
birbirleriyle
temas
içine
girecek
olan
toplumsal
kesim
ve
ideolojiler,
salt
tartışarak
–
yani
salt
sözle
–
kendi
dar
çıkarlarının
ötesine
geçip
tüm
toplum
için
doğru
olanı
belirleyecek
yetiye
sahip
olabileceklerdir.
Bu
inanca
sonsuz
saygı
duymakla
beraber,
tartışma
ve
münazaranın
özgürlük
ve
demokrasiye
katkıda
bulunabilme
koşullarını
iyi
değerlendirmedikçe,
tam
aksi
yönde
gelişmelere
tanık
olmanın
kaçınılmaz
olacağına
kanaat
getirmiş
bulunmaktayım.
Bu
tam
bir
paradokstur,
yani
en
demokratik,
en
akılcı,
en
uzlaşmacı
görünen
bir
yöntemin
bile
kutuplaşmalara
ve
bölünmelere
yol
açması,
hatta
bunun
ötesinde,
yeni
kutuplaşmalar
yaratması
ihtimali
vardır.
2
Austin’in
anlatmak
istediği
aslında
biraz
daha
karışıktır.
Söz,
hem
bir
şeye
gönderme
yapar
(işaret
eder,
tesbit
eder,
tarif
eder),
hem
etki
yaratır
(psikolojik
olarak
etkiler,
iter,
çeker),
hem
de
bir
edimdir
(bir
durum
peydah
eder,
bir
ilişki
kurar).
Bu
üç
boyutu
birbirinden
ayrılamaz.
Sayı
#1
131
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
Bu
paradoksu
anlamak
için
öyle
sanırım
ki
Türkiye
fevkalade
uygun
bir
başlangıç
noktası
teşkil
ediyor.
Sözün
edimsel
özelliği
ve
iktidarla
olan
ilişkisi,
2008
yılında
Marksizm
üzerinden
dönen
bir
tartışmanın
savrulduğu
yönlerde
çok
belirgin
bir
hal
aldı.
Birkaç
yıldan
beri
epey
canlı
(ve
heyecanlı)
olan
siyasal
yaşantımız,
günaşırı
yeni
tartışma
malzemesi
üretmek
suretiyle
basını
ve
kamuoyunu
epey
meşgul
ediyordu
zaten.
AKP’nin
iktidara
gelmesinden
bu
yana,
Güneydoğu’daki
15
yıllık
iç
savaş
döneminde
bile
asla
görülmemiş
bir
aciliyet
hissi
içinde
sürdürülen
tartışmaların
ana
eksenlerinden
biri
din‐laiklik
hattıydı.
Ancak
daha
sonra
Ergenekon
operasyonları
çerçevesinde
ikinci
bir
hat
daha
açıldı.
Demokrasinin
ne
olduğunu,
gerçek
demokratın
hangi
tarafta
durması
gerektiği
gibi
bir
duruş
kıstası
üzerinden
belirleyen
tartışmanın
“gerçek
sol”/“liberal
sol”
gibi
bir
hat
üzerinden
ilerlemesi
oldukça
manidardı.
Bu
yazıda
sorunları
düşünsel
kalıplarda
aramanın
ne
denli
kısıtlı
bir
bakış
açısı
olduğunun
bilinciyle,
bu
coğrafyada
aydınların
mutat
kez
giriştiği
cinsten
bir
zihniyet
analizi
yerine,
özellikle
soldaki
son
yarılmayı,
sözün
kurduğu
ilişkilenme
pratiği
üzerinden
anlamaya
çalışacağım.
Özgürlük
ve
Dayanışma
Partisi
(ÖDP)
ve
özellikle
Birikim
dergisi
ve
Radikal
İki
etrafında
toplanan
“özgürlükçü
sol”
aydınların
ideolojik
ufuklarını
giderek
sınıftan
uzaklaştırmaları
ve
kimlik
siyasetine
kaydırmaları,
solda
halihazırda
bir
gerginlik
yaratmıştı.
Burjuva
değerlerini
savunmak,
üçüncü
yolcu
olmak
ve
1980
sonrasının
postmodern
söylemine
yenik
düşmekle
suçlanan
bu
kesim
ise
kendini
demokrasi
kavramı
üzerinden
haklı
çıkarmaya
yönelmişti.
Bunlara
göre
Soğuk
Savaş
solculuğu,
demokrasiyi
burjuva
diktatörlüğü
ile
eşitlerken,
Doğu
Bloku’nda
insan
haklarının
ne
derece
ayaklar
altına
alındığını
farkedememiş,
etse
bile
davaya
ihanet
etmeme
uğruna
eleştirmemişti.
Özgürlükçüleri
eleştirenler
geçmişte
Stalinist
totalitarizmin
dalkavukluğunu
yapmış
ve
özellikle
1980
sonrasında
dünyanın
değiştiğini,
sınıf
olgusunun
farklılaştığını,
öncü
parti
taktiğinin
artık
işe
yaramayacağını,
sınıfı
temelli
politikanın
dışladığı
baskı
ve
sömürü
ilişkilerinin
de
özgürleştirici
bir
potansiyel
taşıdığını
görememişlerdi.
Ergenekon
ve
AKP’yi
kapatma
davası
sürecinde
sol
içerisindeki
ayrılıklar
iyice
su
yüzüne
çıktı,
yeni
polemikler
doğurdu.
Kabaca
özetlemek
gerekirse,
görünen
tartışma
sol
gelenekten
gelen
(bundan
uzaklaşanların
yanı
sıra,
dünyayı
hâlâ
sol
tahayyül
içerisinden
anlamlandıran)
bir
kısım
aydının
AKP’yi
muhafazakâr
değil,
ilerici
veya
en
azından
Türkiye’nin
önünü
açan
bir
parti
olarak
görmesi;
bunların
çeşitli
cemaatlerin
gazetelerine
ve
toplantılarına
AB
taraftarı
ve/veya
Kemalist
düzen
karşıtı
katkılarda
bulunması;
son
olarak
da
Ergenekon
operasyonunu
desteklemesi
yüzünden
alevlendi.
Bir
kesim
solcu
aydın,
diğer
solcu
kesimleri
(ki
bunlardan
da
çeşit
çeşit
olduğu
kuşku
götürmez)
AKP’nin
ve
Ergenekon
davasının
yanında
yer
almadıkları
için
suçladı
ve
kendini
yegâne
demokrat
ilan
etti.
Bu
formüle
göre
Ergenekon
sürecinde
“doğru”
tarafta
değilseniz,
demokrat
değildiniz.
Başka
bir
deyişle,
“‘solcu
olduğum
için
demokratım’
diyenlerle
‘demokrat
olduğum
için
solcuyum’
diyenler
arasında
radikal
bir
kopuş
yaşanmakta”
idi.3
Türkiye’deki
“sosyalist
sol”
devletçi,
cuntacı,
milliyetçi,
dogmatik
olmakla
suçlanıyordu.
Bunu
en
şiddetle
ifade
edenlerden
biri
de
Rasim
Ozan
Kütahyalı’ydı:
Türk
solu,
“Enternasyonal
duruş
sahibiyiz
diyen
ama
kendi
ülkelerindeki
etnik
çeşitliliği
bile
kuşatamayan
bir
sol”,
“Ergenekon
sürecinde
aldıkları
pespaye
tavırlardan
sonra
tamamen
‘Etnik
Türk
solculuğu’
denebilecek
bir
zavallı
pozisyona
düşen
bir
sol”4
idi.
“Türk
devrimci/sol
ve
ülkücü/sağ
hareketi
arasında
dış
boyalarının
farklı
olması
dışında
ideolojik
anlamda
özsel
bir
ayrılık”5
yoktu.
BirGün
gazetesi
gibi
taraf
tutmamayı
seçmek
veya
Ergenekon’u
önemsediği
halde
AKP’den
yana
olmamak
kabul
edilemezdi.
Öte
yandan,
diğer
solcu
kesimlerin
her
biri
(ulusalcısından
devrimcisine
ve
özgürlükçüsüne
kadar)
liberal
solcu
olarak
nitelendirdikleri
bu
kesime
karşı
savaş
açmıştı.
Örneğin
muhafazakârlığı
temsil
ettiği
düşünülen
AKP’yi
Türkiye’nin
Avrupa
Birliği’ne
üyelik
şartlarını
yerine
getirebilecek
yegâne
parti
olarak
görenler
“dönek”
olarak
yaftalanıyorlardı:
“bazı
eski
(gelenekselci)
sol
kesimlerden
gelenler
arasında
İslamcı
harekete
yaslanan
bir
döneklik
eğilimi
teşvik
ediliyor.
Bunlar
özellikle
yeni
iktidar
güçlerinin
elindeki
büyük
medya
imparatorluğu
tarafından
allanıp
pullanıp
ortaya
3
Etyen
Mahçupyan,
Kuyerel.com,
05.08.2008.
Kuyerel.com,
29.08.2008.
5
Taraf,
27.05.2008.
4
Sayı
#1
132
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
sürülüyor
ve
yarattıkları
kafa
karışıklığıyla
solun
etkisizleştirilmesinde
büyük
katkılar
sağlanıyor.”6
Keza,
“iktidar
tetikçisi
istihbarat
bülteni,
entel‐liboşların
ve
CIA
ajanlarının
‘aşk
gemisi’
Taraf’
etrafında
toplanan
ve
“Soros’cu
ya
da
Açık
Toplum
fedaisi”
olan
“ömründe
1
Mayıs
eylemi
görmemiş
tatlı
su
solcuları”7
kendi
tutarsızlıklarını
gizlemeye
bile
gerek
duymuyorlardı.
Akademik
tartışmayı
eylem
sanan
salon
sosyalistleri
ile
tabandan
gelen
solcu
arasındaki
fark
onanamayacak
kadar
büyüktü.
Velhasıl,
bir
yanda
“ortodoks
sol”
etiketli
bir
sepet,
diğer
yanda
‘liberal
sol”
etiketli
bir
sepet
örülmüş,
isteyen
isteyeni
bunlardan
birinin
içine
atıvermişti.
Binbir
parçaya
bölünmezden
önce
kimse
bir
durup
düşünmemişti.
Türkiye’de
sol
veya
ilerici
kesimlerin
geçmişini
eleştireyim
derken,
mutat
hastalığımız
olan
garezlenme,
kişiselleştirme,
etiketleme
ve
didişmeye
kapılma
ihtimali
kimsenin
aklından
geçmemişti.
Geçmişin
hatalarından
arındığımızı
sandığımız
anda
bunları
yeniden
üretiyor
olma
riski
kimseyi
duraklatmamıştı.
Türkiye’de
sadece
aydınlara
özgü
olmayan
bir
yaftalama
hastalığının
varlığı
elbette
ki
yadsınamaz.
Kaldı
ki
böylesi
refleksler
dünyanın
sadece
siyah‐beyaz
kategoriler
üzerinden
algılanmasına
izin
veren
resmî
söylemin
basit
yan
ürünleri
değiller.
Gayri‐resmî
söylemler
çok
daha
karmaşık
ilişkisellikler
ifade
edebiliyor.
Aidiyet
grupları
küçüldükçe
daha
nüanslı
yaftalara
rastlanabiliyor
örneğin
(“bizim
köydekiler
çok
iyidir
de,
karşı
köyün
erkekleri
içki
içer”
veya
“Kayserililer
ticarette
kurnaz
olur”
gibi).
En
uzak
ve
hakkında
en
az
fikre
sahip
olunan
Afrikalıları
“yamyam”
yapmaya
kadar
uzanan
bir
spektrumda
bu
kategoriler
sadece
kimliklerin
sınırlarını
çizmekle
kalmaz,
konuşma
hakkını
da
belirler.
Daha
doğrusu
her
yafta,
konuşanın
nasıl
dinlenmesi
gerektiğine
dair
ipuçları
barındırır.
Herhangi
bir
iddiayı
söylenenin
niteliğine
değil
de,
söyleyenin
niteliğine
göre
değerlendirme
refleksinin
arka
planında
bu
yatmaktadır.
Mantıkta
ad
hominem
adı
verilen
bu
argüman
biçimine
göre,
sözün
söyleyenden
bağımsız
bir
varlığı
ve
değeri
yoktur,
kimin
söylediğine
göre
değişik
manalar
kazanır.
Mantıkta
böyle
düşünmek
bir
hatadır
tabii,
ama
formel
mantık
sözün
ettiklerini
tüm
giriftliğiyle
kavramakta
acizdir.
Ancak
burada
vurgulamak
istediğim
olgu,
2000’li
yılların
sonunda
Türkiye
solunun
içinde
bulunduğu
durumdur.
1980
darbesi
ile
dağılan
toplumsal
tabanını
bir
daha
asla
toparlayamayan
sol
hareketlerin
serbest
piyasa
rejiminin
ordu
eliyle
inşa
edildiği
ve
dünya
piyasalarına
endekslenme
açısından
birçok
gelişmekte
olan
ülkeden
çok
daha
fazla
yol
katetmiş
bir
Türkiye’de
neyi
nasıl
temsil
ettiği
bir
soru
işaretidir.
Maddi
pratikleri
olmayan
bir
düşün
ve
yazın
evrenine
sıkışmış,
söyleminde
baştacı
yaptığı
“halk”
kavramının
gönderme
yaptığı
gerçekliğin
1980
öncesine
nazaran
ne
denli
farklı
olduğunu
anlamamış
veya
anlamak
istememiş
sol
grupların,
bu
yazının
sonunda
açacağım
gibi,
birbirlerine
düşmeleri
belki
de
kaçınılamazdı.
Zira
ironik
olan,
iktidara
muhalefet
etme
iddiasında
olan
bu
grupların,
birbirlerinin
iktidarla
olan
ilişkisini
deşifre
etme
yarışına
girmeleri
ve
birbirlerine
muhalefet
etmeye
başlamalarıdır.
Başlangıçta
Marksizm
üzerine,
solun
yenilenmesi
üzerine,
demokratlık
üzerine
yoğunlaşacakmış
gibi
duran
bir
tartışmanın
ikili
bir
kodifikasyona
doğru
sürüklenmesinin
nedeni
ise,
iktidarın
yanında
veya
karşısında
olmak
gibi
bir
kıstas
üzerinden
gerçekleşmiş
olmasıdır.
Muhalefete
muhalefet
etmeye
dair
Ortodoks
Marksizmin
(paradoksal
olarak)
liberalizmle
paylaştığı
kanılardan
biri,
düşünsel
dünya
ile
faal
dünyanın
birbirlerinden
ayrı
gerçeklik
düzlemleri
olduğudur.
Dayanağı
“Feuerbach
üzerine
11.
Tez”dir.
Bunun
gayet
yüzeysel
bir
okumasına
göre
artık
felsefe
değil,
devrim
yapılacaktır.
Oysa
çok
daha
karmaşık
ve
kıyaslanamayacak
derecede
daha
derin
olan
birinci
tez
iyi
okunabilseydi,
Marx’ın
Feuerbach’a
itirazının
kaba
maddeciliğe
yöneltilen
bir
itiraz
olduğu,
Marx’ın
düşünmeden
eylemek
gibi
bir
kolaylığa
kaçmayacak
kadar
büyük
bir
düşünür
olduğu,
her
şeyden
önce
de
eylem
adamı
değil
düşünür
olduğu
gözden
kaçmazdı.
Bu
yazı
açısından
önemli
olduğu
için
hatırlatmakta
fayda
var,
Marx
birinci
tezde
teori
ve
pratik,
nesnel
ile
öznel
olan
arasındaki
diyalektiği
mükemmel
bir
biçimde
ifade
eder.
Ona
göre
materyalizm
gerçekliği
bir
nesne
veya
tefekkür
edilen
pasif
varlık
olarak
algıladığı
için,
gerçekliğin
aktif,
öznel
şeklini
kavrayamamaktadır.
İdealizm
ise
sadece
buna
bakar,
ama
soyutlayarak.
Bu
ikisi
arasında
bir
seçim
yapmayı
reddeden
6
7
Sayı
#1
133
Oğuzhan
Müftüoğlu,
BirGün,
10.08.2008.
Mehmet
Gürsan
Şenalp,
Sendika.org,
29.07.2008.
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
Marx’ın
geliştirdiği
kuramın
özgünlüğü,
yine
birinci
tezin
son
cümlesinde
“eleştirel‐pratik
faaliyet”
olarak
ifade
edilen
ve
kanımca
devrimci
gelenek
tarafından
çok
da
anlaşılamayan
diyalektikte
yatar.
Frankfurt
Okulu’nun
eleştirel
kuramına
ilham
kaynağı
olan
bu
diyalektik,
gerçekliği
bir
dışsallık
olarak
algılamak
ve
düşünceyi
bundan
ayırmak
yerine;
düşünceyi
somutluğu
ve
etkileri
olan
bir
pratik,
pratiği
de
düşünceyi
ve
öznelliği
şekillendiren
bir
düzen
olarak
kurar.
Bu
sayede,
gözden
kaçan
iktidar
ilişkilerini
ve
özgürleşme
imkânlarını
ortaya
çıkarır.
Bu
açıdan
bakıldığında,
satır
araları
çok
dolu
olan
bu
polemik,
bir
fikri
tartışmadan
ziyade
bir
hegemonya
mücadelesi
olarak
belirir.
Bu
anlamda
bir
iktidar
pratiğidir
aslında.
Sinsi
ve
görünmez
olan
da
budur.
Eleştiri
olarak
başlayan
bir
ilişkilenme
tarzı,
damgalama
ve
karşısındakinin
meşruiyetini
elinden
alma
haline
dönüşmesiyle
başka
bir
ilişkiselliği
çağırır;
bir
birlikte
düşünme,
düzeltme,
tamamlama,
genişletme
jesti
olmaktan
çıkıp
hiçleme
jestine
evrilir.
Farklılıktan
ziyade
karşıtlık
kurar.
Farklılık,
örtüşmeseler
bile
iki
fikrin
yanyana
yürüyebilmesini
sağlayabilecekken,
karşıtlık
halinde
bir
görüş,
diğerinin
önüne
engel
olarak
çıkar.
İki
(veya
daha
çok)
sol
grubun
birbirleriyle
karşıtlık
ilişkisi
içine
girmesinin
olsa
olsa
iktidarın
işine
yarayacağını
görmek
çok
zor
değildir.
“Böl
ve
yönet”
formülünün
maalesef
en
güzel
örneklerine
sol
muhalefetin
tarihinde
rastlanır.
Ancak
kendi
dışındaki
pozisyonları
hiçleme
refleksinin
kendinin
de
bir
iktidar
yarattığı
daha
az
dikkate
şayan
bulunur.
Şiddetin
sadece
iktidarın
tekelinde
olduğu
inancı;
hâkim
ideoloji,
etnik
grup,
toplumsal
cinsiyet,
din
ve
dilin
dışında
kalanlara
bir
tür
‘kendiliğinden
demokratlık’
bahşediyor
hissi
uyandırır
zira.
Oysa
“muhalefetin
iktidarı”
diye
adlandırabileceğimiz
olgu
bu
noktada
peydah
olur.
Muhalefetin
iktidarı,
iktidarın
aynası
gibidir.
Eleştirdiği
ve
karşısında
durduğunu
sandığı
şiddeti
yeniden
üretir.
İktidar
kadar
dışlayıcıdır;
sınır
çizer,
kendi
dünya
görüşünü
paylaşmayanları
damgalar,
meşruiyetlerini
ellerinden
alır.
Egemen
gibi
o
da
bir
kanun
yapıcı,
yasak
koyucudur.
Üstelik
kendi
içini
ve
dışını
belirlerken
bir
değil,
iki
dışlama
mekanizmasını
birden
harekete
geçirir.
Bir
yandan
iktidar
olarak
belirlediği
güç
odağıyla
mücadele
ederken,
diğer
yandan
kendi
gibi
muhalefette
olanlarla
da
mücadeleye
kalkışır.
İktidarı
yapısal
anlamda
yeniden
üretmekle
kalmaz,
kendi
dışındaki
muhalefeti
zayıflattığı
için
fiilî
olarak
iktidarın
ekmeğine
yağ
sürer.
İktidarın
karşısında
yeraldığını
sandığı
noktada
aslında
yanındadır.
En
masum,
en
mağdur,
en
demokrat,
en
ilericiyi
oynarken
yarattığı
fiilî
etki
tam
tersidir.
Kendi
dışındaki
muhalefeti
yerden
yere
vurarak
egosunu
sivriltirken
nasıl
bir
ilişkilenme
modeli
ürettiğinin
farkına
varamaz.
Demokrasiyi
savunayım
derken
bilfiil
ezer,
parmak
sallar,
başöğretmenliğe
soyunur,
laf
keser,
dinlemez.
Birlikten
doğacak
gücü
savunayım
derken
bilfiil
imkânsız
kılar.
Kendi
vizyonunuzun
ahlâki
üstünlüğünden
şüphe
duymuyorsanız,
pratiklerinizi
sorgulama
yoluna
da
gitmezsiniz.
Oysa
kendini
yüzde
yüz
haklı
görmek,
her
türlü
farklılığa
ve
eleştiriye
karşı
derhal
savunma
mekanizmalarını
harekete
geçirmek
iktidara
has
bir
güdüdür;
başkalarından
önce
kendini
sorgulama
refleksi
geliştirmek
ise
egemen
refleksten
kurtulmanın
olmazsa
olmaz
şartıdır.
Somutlayacak
olursak,
Türkiye’de
özgür
ve
demokratik
toplumsallığın
önündeki
sayısız
yapısal
engelden
birini
(örneğin
Kemalizm,
neoliberalizm
veya
muhafazakarlık)
seçip
diğerlerini
azımsamakla,
yani
varolan
sistem
içerisinde
tek
bir
tarafı
tutmakla,
bir
iktidar
şekline
karşı
mücadele
ederken
diğerini
desteklemiş
oluruz.
Konjonktürel
olarak
açılan
bir
manevra
alanında
köşe
kapmak
politik
açıdan
doğru
bir
strateji
gibi
gözükse
de,
ne
bir
sonraki
dönemde
kalıcı
dönüşüm
vaadeder,
ne
de
özgül
konumumuzdan
doğan
mikro
iktidar
alanlarını
bertaraf
eder.
Demokrasi
karşıtı
güçlerin
ekmeğine
yağ
sürmemek
uğruna
AKP’nin
Kürt
sorununu
çözmek
için
son
döneme
kadar
parmağını
kıpırdatmamasını,
dolu
dizgin
neoliberal
politikalar
gütmesini,
1
Mayıs’larda
ve
başka
her
fırsatta
işçilerin
haklı
taleplerini
copla
ve
dayakla
susturmasını,
yeni
anayasa
sürecini
rafa
kaldırmasını,
Alevilerin
ve
gayrimüslimlerin
hakları
konusunda
ayak
sürmesini,
üniversitelerin
sorunlarını
bilerek
ve
isteyerek
ağırlaştırmasını
eleştirmekten
kaçınan
bir
‘liberal
demokrat’,
omlet
yapacaksanız
yumurtaların
ne
hissettiğini
sormazsınız
cinsinden
bir
araçsallığı
da
bilfiil
savunmaktadır.
Keza,
muhafazakâr
güçlerin
ekmeğine
yağ
sürmemek
uğruna
AKP’nin
farklı
kesimleri
birleştirmeyi
bir
miktar
başarmasını,
kendinden
gayrı
demokratik
güçlerin
ezikliği
veya
dağınıklığı
karşısında
Sayı
#1
134
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
yegâne
demokratik
ümit
olarak
belirmesini,
Kemalizm‐cumhuriyet‐
laiklik
kavramlarını
dogmalıktan
kurtarma
zemini
yaratmasını,
TSK
ile
köşe
kapmaca
oynama
cesareti
göstermesini,
bugüne
dek
kamusal
alandan
dışlanan
dindarları,
başörtülüleri
Kemalizmin
pençesinden
kurtarmaya
çalışmasını,
belediyecilikte
hasbelkader
iyi
hizmet
vermesini
takdir
etmek
istemeyen
bir
‘devrimci
solcu’,
liberal
demokrattan
biçimsel
anlamda
zerre
kadar
farklı
değildir.
Onun
gözünde
de
yarınlar
adına
bugünden
harcanmasında
sakınca
olmayan
yumurtalar
vardır.
Araçlar
ile
amacın
belli
bir
oranda
örtüşmemesi
halinde,
ortaya
çıkacak
sonucun,
aktörleri
koşullandıran
bir
yapıya
dönüşmemesi
neredeyse
imkânsızdır.
Troçkistlere
"ben
demokratım,
sen
sosyal
faşistsin"
diye
bağıran
bir
solcunun
sözü
sadece
söz
değil,
bir
edimdir
aynı
zamanda.
BirGün'ü
parmakla
gösterip
Ergenekon'da
taraf
tutmadı
diye
yerden
yere
vuran
bir
“liberal
solcu”,
aynı
zamanda
bir
edimde
bulunur:
fiili
olarak
dışlar,
meşruiyetini
sorgular,
kamusal
alanda
konuşma,
sol
adına
konuşma
veya
demokrasi
adına
konuşma
hakkını
elinden
almaya
çalışır.
Kim
daha
demokrat
üzerinden
veya
Ergenekon'da
nerede
duruyorsun
üzerinden,
gelmiş
ve
geçmiş
tüm
solu
yargılamaya
kalktıklarında,
muhalif
bir
kamusal
alandan
beklenen
alternatif
anlam
ve
dayanışma
üretme
potansiyeline
balta
vurmuş
olurlar.
Bu
yüzden
kolektif
bir
güç
yaratmak
şöyle
dursun,
varolan
muhalif‐alternatif
etkileşim
alanını
kapatacak
kadar
ağır
olan
bir
düşmanlık
ve
onur
yarası
biriktirmiş
olurlar.
Bu
iki
anlayış
arasında
bir
üçüncü
yol
yoktur.
‘Öteki’yle
ilişkilenme
biçimileri
aynıdır.
Aynı
araçsal
mantık,
aynı
egemenlik
sevdası,
aynı
zihinsel
kapalılıktan
muzdariptirler.
Zira
her
iki
anlayış
da
kendi
konumunu
iktidara
göre
belirler.
Güç
odaklarının
birinin
yanında
veya
karşısındadır.
Demokrasiyi
kuracak
olanın
iktidar
değil,
tabandan
gelen
bir
güç
olabileceği,
bunun
için
farklı
kesimlerin
birleşmesi
gerekeceği,
birleşme
kıstasının
hangi
normatif
duruş
veya
ideolojiyi
benimsediği
değil,
kendi
konum
ve
davasının
mutlaklığını
sorgulama
yeteneği
olabileceği
gibi
birçok
alternatif
siyaset
zemini
tahayyül
edebilecekken,
varolan
tarzlarından
birine
sıkışır
kalır.
Bunun
fiili
olarak
etkisi,
bir
fasit
daire
yaratmaktır.
Öncelik
verdiği
davada
başarılı
olsa
bile,
başka
egemenlik
reflekslerine
dokunmadığı
için,
demokrasi
yine
Godot
misali
nafile
beklenen
bir
hal
olmaya
devam
eder.
Masanın
ayırdıkları
ve
birleştirdikleri
Bir
dava
uğruna
mücadele
idealinin
içinin
birileriyle
ağız
dalaşı
ile
dolmasının,
acıklı
olmakla
birlikte,
toplumsallık
hakkında
anlattığı
çok
şey
vardır.
Günlük
hayatın
somutluğunda
yoğrulan
mücadele
pratiklerinin
yokluğu,
egoyu
temel
eksen
haline
getirir.
Hannah
Arendt’in
kullandığı
bir
metafor
aracılığıyla
anlatmak
gerekirse,
kişilerin
arasında
ortak
bir
kaygı/ilgi/çıkar
olması
bir
masa
etrafında
oturmalarına
benzer.
Masa,
kişileri
hem
birleştiren,
hem
de
birbirlerinden
ayıran
maddi
bir
gerçekliktir.
Masanın
işaret
ettiği
maddiyatı
Arendt
“inter‐est”
tabiriyle
ifade
eder.
Çok
katmanlı
bir
kelime
oyunudur
bu.
“Interest”
İngilizce’de
“çıkar”a
tekabül
eder,
daha
çok
da
maddi
çıkarı
anlatmak
için
kullanılır.
Ancak
“inter”
aradalığı
anlatır,
“est”
ise,
Latince
“esse”nin
çekilmiş
halidir,
yani
“olmak”
fiilinin.
Bu
şekilde
kavramsallaştırıldığında
“inter‐
est”,
kişisel‐egoist
bir
çıkarı
değil,
ortaklaşabilen
bir
ilgiyi
anlatır.
Masa,
etrafından
oturanların
ilgi
odağıdır,
ortak
kaygısıdır.
Bizi
ortaklaştıran
bir
somutluğu,
bir
maddi
çıkarı
temsil
eder.
Ancak
biz
onun
etrafında
oturduğumuz
sürece
birbirimizin
üzerine
düşmekten
de
alıkoyulmuş
oluruz.
Aramızda
masa
vardır
zira.
Masa
hem
birleştiren,
hem
de
bizi
tekilleştiren,
ayırandır.
Her
birimiz
masanın
farklı
bir
yerinde
oturur,
farklı
bir
perspektiften
bakarız.
“Sen”
ile
“ben”
masanın
etrafında
ayrı
uzamlar
işgal
ettiğimiz
için
birbirimizle
tıpatıp
aynı
değilizdir.
“Sen”
masayı
ve
onun
etrafında
oturanları
belli
bir
açıdan
görürsün,
“ben”
başka
bir
açıdan.
Peki,
aramızdaki
masa
birdenbire
ortadan
kalkarsa
ne
olur?
Metaforik
olarak
biz
birbirimize
bakan,
ama
aramızda
bizi
birleştirecek
ve
aynı
zamanda
ayıracak
bir
maddiyata
sahip
olmayan
şahsiyetlere
dönüşürüz.
Bu
durumda
benim
yegane
ilgi
odağım
“sen”sindir.
“Sen”
ile
ilişkilenmem
masanın
dolayımından
geçmez
artık,
birbirimizle
doğrudan
karşı
karşıya
kalırız.
Ortaklaştıracak
somut
bir
“çıkar”ımız
yoktur,
“inter‐est”imiz
kalmamıştır.
Bizi
birbirimizle
ilişkilendirecek
maddiyatın
yokluğunda
kuracağımız
yegane
ilişki,
senin
şahsınla
benim
şahsın
arasındadır.
Çıkarlarımız
şahsileşmiştir.
Biz
artık
birer
egoyuzdur.
Sayı
#1
135
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
Bu
metaforla
anlatmak
istediğim
sanırım
yeterince
açıktır.
Somut
pratiklerin
değişmesi,
dönüşmesi
için
verilen
mücadelede
egoyu
ikinci
planda
tutan,
aynı
“çıkar”
uğruna
mücadele
edenlere
karşı
dönmesini
engelleyen
şey
“inter‐est”tir.
Aynılaşmasak
bile
aynı
somut
sonuç
uğruna
mücadele
vermekteyizdir.
Sonuca
ulaşılmasını
engelleyen
faktörlerin
çeşitliliği
bizim
egolarımızı
bastıran,
ilgimizi
sürekli
olarak
somut
pratiklere
çeken
bir
etkendir.
Sözümüz
birbirimiz
üzerinde
iktidar
etkisi
yaratacak
edimlerde
somutlaşmak
yerine,
ortak
mücadelemizin
bahşettiği
bir
muktedir
olma
halini
inşa
eder.
Egolarımızı
sınırlayan
pratiklerin
yokluğunda
ise,
kendi
konumumuzun
mutlaklaşmasını
engelleyen
etkiler
azalır.
Yukarıda
bahsetmiş
olduğum
ortaklaşamama,
birleşememe
hali,
yani
muhalefetin
iktidarı
olma
halinin
çoğalması
ise,
kanımca,
tabandan
ve
somut
mücadelelerden
kopuk
olma
durumunun
işaretidir.
Bu
noktada
iktidar‐muhalefet
ikilemini
başka
bir
açıdan
incelemek
ve
Zapatista
örneğini
açmak
faydalı
olacaktır.
Özgürleşme’den
özgürlüğe
Özellikle
Foucault’nun
etkisiyle
son
yıllarda
üniversite
öğrencilerinin
ağzından
düşmeyen
“direniş”
kavramının
ne
denli
klostrofobik
olduğuyla
başlayalım.
İkili
bir
yapıya
sahip
bir
toplumsallık
anlayışı
içeren
bu
erken
dönem
Foucaultcu
kavramsallaştırmaya
göre,
direnişin
iktidarı
yıkma
şansı
yoktur.
Her
ikisi
birbirini
doğurduğu
ve
beslediğine
göre,
başarılı
bir
direniş
yeni
bir
iktidar
inşa
edecek;
başarısız
bir
iktidar
ise
direnişe
dönüşecektir.
Yani
sistem
çıkışsızdır.
Direniş
alanını
esas
itibariyle
iktidar
belirler,
çünkü
direniş
iktidara
direniştir,
feyzini
iktidardan
alır.
Duruş
değil,
karşı
duruştur.
Buna
rağmen
öğrencilerin
ve
günümüz
sosyal
bilimcilerinin
gözünde
çağımızda
mücadelenin
sloganı
haline
gelmiştir.
Karikatürize
ederek
tasvir
ettiğim
bu
direniş
anlayışının
iktidar
ile
çok
şey
paylaştığını
düşünüyorum.
Daha
doğrusu,
böylesi
ikili
kodlamaları
ontolojik
bir
tesbit
olarak
değil,
kendi
kendini
gerçekleştiren
bir
kehanet
olarak
görmek
gerektiğine
inanıyorum.
İktidarı
yeniden
üretmek,
etki
değil
de
tepki
olarak
kurulan
varoluşsal
alanların
mantığına
içkindir.
Tepki
halinin
kendi,
tıpkı
Nietzsche’de
efendilerin
gücünü
çekemeyen
esirlerin
intikamında
olduğu
gibi,
diyalektik
olarak
tepki
gösterdiği
şeye,
yani
kendi
zıddına
dönüşür.
Etki‐tepki
siyaseti
dışında
bir
siyasal
alternatif
var
mıdır?
Çok
uzun
süredir
kafamı
kurcalayan
bir
sorudur
bu.
Yıllarca
bağımsızlaşmanın
esas
olduğuna
inanmış,
inandırılmış
bir
kuşak
olarak,
bir
şeyden
özgürleşmiş
olmakla,
yani
bizi
baskı
altında
tutan,
özgürlüğümüzü
engelleyen
bir
şeyden
kurtulmakla,
özgürlüğe
ulaşmış
olur
muyuz
sorusunu
sormaya
gerek
bile
duymamıştım.
Oysa
artık
özgürleşme
ile
özgürlük
arasında
doğrudan
ve
sorunsuz
bir
ilişki
olmadığına
kani
oldum.
Direnmek
veya
bağımsızlık
mücadelesi
vermek
ile
özgür
olunmayacağı,
yukarıdaki
tartışmanın
çıkışsızlığından
apaçık
belli
olmuyor
mu?
İktidarı
yeniden
ürettiğinin
farkında
bile
olmayan
muhaliflerin,
baskının
aldığı
hallerden
birini
bertaraf
etseler
bile,
başka
ve
yeni
baskı
mekanizmaları
peydah
etmemeleri
imkânsız
gibi
gözüküyor.
Kanımca
burası,
Zapatistaların
alternatif
bir
çıkış
yolu
sunabilecekleri
yerlerden
biridir.
Zapatistaları
biricik
kılan,
reel
politika
olarak
ifade
edilen
eril
siyasetin,
çatışma
ve
restleşme
stratejilerinin,
amaca
götüren
her
tür
araç
mübahtır
mantığının,
tabandan
kopan
önder
çıkarlarının
ve
oy
kaygısının
çok
ötesinde,
yeni
ve
ilkeli
bir
siyaset
biçimi
geliştirmeye
olan
bağlılıklarıdır.
Öyle
ki,
Zapatista
örgütlenmesinin
yedi
temel
ilkesi
kanıksanan
siyaset
türlerinin
çok
kolay
gözardı
edebildiği,
hatta
harcayabildiği,
bir
davranışsal
etik
geliştirmeye
yöneliktir:
kendine
hizmet
etmek
yerine
başkalarına
hizmet
etmek,
emir
vermek
yerine
itaat
etmek,
başkalarının
adına
konuşmak
yerine
onları
temsil
etmek,
yukarı
çıkmak
yerine
aşağıya
inmek,
alt
etmek
yerine
ikna
etmek,
yıkmak
yerine
inşa
etmek,
dayatmak
yerine
önermek.
Bu
denli
ilkeliliğin
siyasette
“idealist”
kaçtığını
ve
mücadeleyi
imkânsızlaştırdığını
iddia
edenlere
verilecek
en
güzel
yanıt,
hareketin
25
yıldır,
ayaklanmanın
ise
15
yıldır
sürüyor
olmasıdır.
Meksika
ordusunun
bölgedeki
yoğun
paramiliter
faaliyetine
rağmen,
Zapatistalar
ile
geleneksel
sol
partiler
arasındaki
gerginliğe
rağmen,
bölgenin
aşırı
yoksul
ve
yoksun
olmasına
rağmen
direnişin
Sayı
#1
136
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
sürebilmesi
aslında
bu
ilkelilik
ile
ilintilidir.
Zapatistalara
verilen
uluslararası
desteğin
bu
sayede
hiç
kesilmediğini,
bölgeye
akan
gönüllü
aktivistlerin
sayısında
bu
sayede
hiç
azalma
olmadığını,
alternatif
bir
dünya
inşa
etme
hayallerinin
ancak
bu
sayede
mümkün
olabildiğini
görmek
gerekir.
Özgürlük
ile
bağımsızlık
arasındaki
fark
kanımca
burada
yatıyor.
Zapatista
anlayışına
göre,
herhangi
bir
halk,
etnik
kimlik,
dinî
grup
veya
sınıf,
kendini
ezen
iktidara
karşı
mücadele
veriyor
olmakla
“özgür”
olamaz.
Mücadelesinde
başarılı
olmakla
özgürlüğün
önkoşulu
olan
bağımsızlığı
garantileyebilir
elbet;
ancak
kendi
kaderini
tayin
etme
hakkını
elde
ettiğini
düşündüğü
an,
yeni
efendilere
tabi
olmayacağının
hiçbir
garantisi
yoktur.
“Mağdur”
özneden
“muktedir”
özneye
geçmek
için
dışsal
bir
iktidara
karşı
mücadele
etmenin
yanı
sıra,
benzeri
bir
iktidar
yapısının
içeride
oluşmasını
önleyecek
bir
örgütlenme
modeli
oluşturulmalıdır.
Zapatistalar
parti
kurup
varolan
siyasi
alan
içerisinde
yer
almayı
reddederler.
Amaçları
alternatif
bir
siyaset
şekli
yaratmaktır.
Bunun
ilkeli
siyasetin
olmazsa
olmaz
koşulu
olduğunu
düşünürler;
siyasi
partilerin
yozlaşmalarının,
halktan
kopmalarının
kaçınılmaz
olduğuna
inanırlar.
Şöyle
ki:
“Yöneticilerini
denetim
altında
tutmayan
bir
halkın
köle
olmaya
mahkum
olduğunu
düşünüyoruz;
biz
özgür
olmak
için
mücadele
verdik,
altı
yılda
bir
efendi
değiştirmek
için
değil.”
Zapatista
topluluklarında
dönüşümlü
olarak
idari
görevler
üstlenen
köylüler,
2003’ten
beri
gerçek
anlamda
bir
özyönetim
mekanizması
inşa
etmektedirler.
Kollektif
tarım,
soyut
olmayan
bir
adalet,
alternatif
sağlık,
devrimci
eğitim,
otonom
yönetimsellik
gibi
birbirinden
farklı
alanlarda
takdir
edilesi
bir
deneysellik
ve
yaratıcılık
sergilemektedirler.
Verilen
mücadelenin
tek
boyutlu
olamayacağı,
özgürlüğün
sadece
yerli
kimliğine
tanınan
birtakım
haklarla
elde
edilemeyeceğini
anlamış
olmanın
da
ötesinde,
tahakkümün
çok
boyutlu
bir
sistem
olduğunun
bilinci
birebir
bu
somut
deneyim
içinden
çıkmıştır.
Topraksız
bir
yerlinin
anayasal
hak
elde
etse
bile
tutsak
kalacağını,
neoliberal
kapitalizme
karşı
alternatif
bir
ekonomik
model
üretmeden
salt
siyasal
bağımsızlığın
bir
anlamı
olmadığını;
öte
yandan,
sadece
ekonomiye
indirgenmiş
bir
alternatifin
siyasal
ve
toplumsal
özgürlük
açısından
yetersiz
kalacağını
süreç
içerisinde
ve
sürece
katılımları
sayesinde
tesbit
ederek
ilerliyorlar.
“Daha
önceleri,
yani
başlangıçta,
tüm
bunları
düşünmüyorduk,
yegane
düşündüğümüz
mücadele
etmekti.
Ama
bugün,
otonominin
kurulması
için
çalışıyoruz”,
diyor
tarım
kurulu
üyesi.
Burada
önemle
vurgulamak
istediğim
şudur:
bir
önceki
cümlede
“tüm
bunlar”
olarak
özetlenen
günlük
hayatın
somutluğu,
Zapatista
topluluklarının
önüne
yalın
mantıkların
asla
kapsayamayacağı
karmaşıklıkta
bir
sorunlar
dizisi
çıkarmaktadır.
Otonomi,
herhangi
bir
–izm’in
öngöremeyeceği
ve
önceden
çözüm
üretemeyeceği
bir
çeşitlilik
ve
değişkenlikle
cebelleşmenin
adıdır.
Örneğin
alternatif
bir
eğitim
nasıl
olmalı
sorusunun
yanıtı
ancak
süreç
içerisinde
deneyerek,
yanılarak,
el
yordamı
çözüm
üreterek
verilebilmektedir.
2007
Temmuz’unda
bizzat
katıldığım
uluslararası
buluşmada
beş
otonom
Zapatista
bölgesinden
gelen
delegeler,
alternatifini
inşa
etmeye
çalıştıkları
birkaç
alanda
yaşadıkları
sorunları
ve
ürettikleri
çözümleri
anlattılar.
Dünyanın
dört
bir
yanında
gelen
benim
gibi
destekçilerin
önünde
toplu
bir
imaj
verme
derdine
düşmek
veya
birtakım
içi
boşalmış
(“halkların
kardeşliği”
veya
“haklı
mücadelemiz”
gibi)
sloganlar
aracılığıyla
kendi
propagandalarını
yapmak
yerine,
özeleştiri
yapmayı
seçtiler.
Bu
coğrafyadan
gelmiş
birinin
“ailenin
kirli
çamaşırları”
veya
“dava
uğruna”
cinsinden
argümanlar
tarafından
susturulmasına
alışık
olduğu
eleştirelliği
Zapatistalar
“elalem”
önünde
yapmaktan
çekinmiyor,
bilakis
bunun
onları
güçlendireceğine
inanıyorlardı.
Meksika
Milli
Eğitim
Bakanlığı’nın
belirlediği
müfredata
bağlı
kalmayan
bir
eğitim
programını
belirlerken,
çocukların
ve
toplulukların
temel
ihtiyaçlarının
ne
olduğunun
düşünülmesi
gerekmişti
örneğin.
Çoğu
çiftçi
olan
topluluklarda
hasat
vakti
çocukları
onların
emeğine
muhtaç
olan
ailelerinden
ayırmak
zaten
yoksul
olan
bölgelerde
sorun
yaratıyordu.
Zapatistalar
ayrıca
not
sistemi
gibi
öğrenciyi
bireyselleştiren
bir
sistemin
kapitalizmin
gereklerine
hizmet
etmekten
başka
faydası
olmadığını
düşünüyorlardı.
Alternatif
sistemin
kolektivist
olması
isteniyordu
elbet,
ama
kolektivitenin
farklılıkları
ezmesi
istenmiyordu.
Bu
ikileme
ürettikleri
çözümler
arasında
burada
aktarabileceğim
ve
bana
çarpıcı
gelen
şunlar
oldu:
Asgari
veya
azami
eğitim
süresi
diye
bir
şey
yok;
çocuklar
kendi
kapasitelerine
ve
kendi
hızlarına
göre
ilerliyorlar.
Onları
bireyselci
kılmadan
farklılıklarını
yok
etmemenin
yöntemi
olarak
Sayı
#1
137
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
düşünülmüş
bu.
Kimse
okuldan
atılmadığı
gibi,
not
sistemi
de
yok.
Öğrencilerin
başarılarını
aileler
değerlendiriyorlar.
Yatılı
okul
sistemi
kullanılıyor.
İhtiyaca
göre
çocuklar
1
ay
okulda
kalıyor,
sonra
1
ay
veya
15
gün
ailenin
yanına
dönüp
tarlada
veya
köydeki
görevlerini
yerine
getiriyorlar.
Teorik
ve
pratik
çalışmayı
birbirinden
ayırmamak
için
örneğin
matematiği
meyva
ve
sebzelerle
veya
pazarda
alışverişle
öğrenmek,
metrik
sistemin
yanı
sıra
karış
gibi
geleneksel
ölçüm
sistemleri
kullanmak,
bireyselden
çok
ekip
çalışmasına
önem
vermek
Zapatista
eğitiminde
kullanılan
yöntemler
arasında.
Bir
eğitimcinin
belirttiği
gibi,
“Eğitim
demek,
analiz
yapmayı
öğrenmektir;
ne
görüyorsan
onu
yapmayı
öğrenmek
değil.”
Geleneklerin
hiç
sorgusuz
sualsiz
çocuğa
ezberletilmesi
yerine
Zapatistalar
eleştirel
bir
düşünce
geliştirmeyi,
çocuğun
yoksulluk,
haksızlık,
tahakküm
gibi
olguları
hem
kavramsal
olarak,
hem
de
tarihsel
gelişimleri
içerisinde
anlamasını
sağlamayı
umuyorlar.
Bireyselcilik
yerine
paylaşımcı
ve
katılımcı
bir
etik
yerleştirmeye
çabalıyorlar.
Bir
başka
örnek
vermek
gerekirse,
travma
ile
başetme
konusunda
11
yıldır
topluluklarda
çalışan
İspanyol
bir
psikoloğun
bana
anlattığını
burada
paylaşmak
açıklayıcı
olabilir:
“Biz
Avrupalılar
hastalandığımızda
derhal
doktora
koşup
tıbbi
müdahale
talep
ederiz.
Oysa
hastalıkların
önemli
bir
oranı
psikosomatiktir.
Yerli
toplulukları
tedaviye
önce
insanın
kalbinden
başlıyorlar,
yani
ruhsal
halinden,
kendiyle
ve
çevreyle
olan
uyumundan.
Tütsülerle,
bitkilerle,
dokunarak
veya
konuşarak
birçok
hastalığı
tedavi
edebildiklerine
tanık
oldum.
Bambaşka
bir
sağlık
anlayışı
bu.
İnsanı
organlarına,
dişlerine,
vücut
parçalarına
indirgemeyen
bütünlüklü
bir
bakış
sayesinde
ilaç
veya
klinik
müdahaleye
olan
ihtiyacı
önemli
ölçüde
azaltıyorlar.”
Keza
Zapatistalar
kapitalist
modernitenin
doğallaştırdığı
birtakım
ölçüt
ve
kıstaslara
karşı
çok
yönlü
bir
mücadele
veriyorlar.
Meta
fetişizmini
mümkün
kılan
soyut
emeğe
karşı,
ürettikleri
kullanım
eşyalarının
üzerine
fiyatla
birlikte
üretenin
ismini
ve
harcanan
emek
süresini
yazıyorlar.
Emek
için
harcanan
zamanın
değişim
amacıyla
reel
zamandan
soyutlanması,
değişimin
öznesinin
üreticinin
değil
ürün
olarak
ifade
bulması,
sömürüyü
ve
artı
değeri
görünmez
kılan
meta
fetişizminin
temel
özelliklerindendir.
Keza,
kapitalizmin
verimlilik
ve
zaman
arasında
kurduğu
bağıntı
da
Zapatistaların
mücadele
ettikleri
tahayyüllerden
biridir.
Mesela
işyerinde
olsun,
siyasette
olsun
kapitalizm
bir
toplantının
“verimli”
olmasını,
önceden
belirlenen
bir
zaman
dilimi
içerisinde
(1‐2
saat)
çoğunluk
usulüne
göre
karar
alınması
olarak
anlar.
Oysa
Zapatista
toplulukları,
herkesi
ilgilendiren
bir
sorunun
tartışılmasının
önünü
sayıları
fetişize
ederek
kapamazlar.
Karar
önemliyse
ve
görüş
ayrılıkları
varsa,
toplantı
üç
gün
de
sürebilir.
Bu
zaman
zarfında
aynı
mekânda
konuşulur,
birlikte
yiyip
içilir,
akşam
o
mekânda
kalınır.
Çoğunluğun
iradesi
belirginleştiğinde,
hemfikir
olmayanların
çoğunluğa
uymak
konusunda
çok
büyük
bir
çekincelerinin
olup
olmadığı
sorulur.
Karar
çoğunluk
usulüyle
alınsa
bile
azınlık
tartışma
ve
karar
alma
sürecinin
“adil”
olduğuna
ikna
olmuş
olarak
oradan
ayrılmalıdır.
Kapitalizme
ve
onun
empoze
ettiği,
doğallaştırdığı,
genelleştirdiği
yaşama,
düşünme,
iş
görme,
üretme,
sahip
olma
ve
birlikte
yaşama
şekillerine
alternatifler
üretme
süreçleri
içerisinde
elbette
ki
egolar
karşı
karşıya
gelir
ve
farklı
tahayyüller
çarpışır.
Ancak
mücadelenin
tabandan,
katılımcı
bir
şekilde
ve
günlük
hayatın
somutluğunda
veriliyor
olmasının
avantajı
şudur:
herhangi
bir
egonun
öngörüsü
tek
başına
tüm
sorunları
çözmek
için
yeterli
olamaz.
Kaldı
ki,
denendikçe
her
çözümün
eksik
ve
gedikleri
ortaya
çıkar,
düzeltilmesi,
yeniden
düşünülmesi
gerekir.
Dolayısıyla
hiçbir
ego,
haklılığını
ve
doğruluğunu
mutlaklaştıramaz.
Otonominin
fiilî
olarak
inşası
kadar
çetrefilli
bir
süreçte
törpülenen
egemenlik
refleksleri,
ortaklaşmanın
önünde
engel
teşkil
etmemeye
başlarlar.
Ama
bundan
da
önemlisi,
bir
şeye
tepki
vermenin
negatifliğinden
çıkıp,
bir
şeyi
kurmanın
pozitifliğine
geçerken,
yani
özgürleşme
mücadelesinin
ötesinde,
özgürlüğün
ta
kendisini
kurmaya
çabalarken,
ortak
düşmanın
sağladığı
birliğin
yerini
ortak
bir
dünyaya
duyulan
ilginin
almasıdır.
Bir
şeye
veya
birilerine
karşı
düşünmek
yerine,
birileriyle
beraber
düşünme
etiği
işte
bu
süreçte
gelişir.
Zapatista
bir
öğretmenin
çok
çarpıcı
ifadesine
göre,
Zapatistaların
yaptığı
“şu
anda
inşa
ettiğimiz...
farklı
bir
yolu
yürüyecek
olan
öznelerdir.”
Etki‐tepki
siyasetinde
köşe
kapan
özneler
değildir
bunlar.
Varolan
bir
–izm’i
veya
siyasal
duruşu
seçip
hazır
giyim
konseptinde
olduğu
gibi
üstüne
Sayı
#1
138
İktidarın
Muhalefeti
/
Muhalefetin
İktidarı
Zeynep
Gambetti
geçiriveren
özneler
de
değildirler.
Mücadeleden
önce,
pratiklerden
bağımsız
olarak
oluşmamışlardır.
Tam
tersine,
bir
ilişkilenme,
ortaklaşma
ve
alternatif
pratikler
üretme
girişiminin
ürünleridirler.
Toplumsallığın
ikircikli
ve
müphem
olduğunu
hem
zihinsel,
hem
de
pratik
süreçler
aracılığıyla
kabullenmenin
doğurduğu
etik
farkındalığa
sahiptirler.
Demokratik
siyasal
rejimlerde
meclisin
üstlendiği,
ancak
birlikte
yaşamın
tek
bir
kurumuna
hapsolan
ve
salt
tartışma
aracılığıyla
gerçekleşmesi
umulan
ortaklaşma
ideali,
Zapatista
topluluklarının
her
yaşamsal
alanında
somut
bir
gerçeklik
kazanır.
Aslında
bitimsiz
olan
bu
yazıyı
bitirir
gibi
yapmanın
en
çarpıcı
yolu
sanırım
Coca
Cola
örneğini
vermektir.
Gerçek
mücadelelerin
ürünü
olmayan
Batılı
aktivistlerin
klasik
sol
ve/veya
anarşist
dünya
tahayyüllerinde
Coca
Cola’nın
farklı
bir
temsil
gücü
vardır.
Coca
Cola
sadece
Amerikan
emperyalizminin
simgesi
olmayıp,
aynı
zamanda
kapitalizmin
günlük
hayatı
kolonize
etmesini
ve
tüketim
ideolojisi
üzerinden
yeni
bağımlılıklar
inşa
etmesini
temsil
eder.
Coca
Cola
içmeyi
reddetmek,
sembolik
olduğu
kadar
pratik
bir
direniş
olarak
kurgulanır.
Örneğin
anti‐küreselleşme
forumlarında
Coca
Cola
yerine
Güney
Amerika’nın
geleneksel
bitki
çayı
olan
maté’yi
içmek
bir
alternatiflik
göstergesine
dönüşmüştür.
Böylesi
tahayyüllerle
donanmış
olan
Batılı
aktivistler
Zapatistaların
2007
Temmuz’unda
düzenledikleri
ikinci
“galaksilerarası”
buluşmaya
geldiklerinde,
gırla
Coca
Cola
tüketilmesi
karşısında
şok
yaşamışlar.
Ve
hatta
bundan
duydukları
rahatsızlığı
dile
getirmişler.
Zapatista
Ulusal
Kurtuluş
Ordusu
EZLN’nin
ast‐komutanı
Marcos’un
verdiği
cevap
ise
aşağı
yukarı
şu
olmuş:
“Meksika’da
su
özelleştirilmiş
olduğu
için
10
pesodur;
Coca
Cola
ise
arkasına
Amerikan
sermayesini
alarak
ABD’den
ithal
edildiği
için
6
pesodan
satılır.
Yani
Coca
Cola
sudan
ucuzdur.
Ben
yerli
halka
Coca
Cola
yerine
su
için
diye
nasıl
derim?
Ayrıca
alternatif
üretim
biçimleri
geliştirmek
için
birebir
mücadele
veren
biz
Zapatistaları,
sadece
tüketim
seçenekleri
yüzünden
eleştirmek,
onlara
ahlâk
dersi
vermeye
kalkmak
büyük
bir
saygısızlıktır!”
Başka
bir
deyişle,
Zapatista
buluşmasına
katılan
Batılı
solcuların
anlamadığı
(ve
belki
de
anlamayacağı)
şudur:
Zapatistaları
Coca
Cola
içiyorlar
diye
eleştirmek,
yereldeki
mücadelenin
giriftliğini
ve
zorluğunu
dümdüz
eden
bir
tasnif
ve
tanzim
edimidir.
Zapatistalara
burjuva
tüketim
alışkanlıklarına
sahip
oldukları
gibi
bir
yafta
yapıştırmak,
onları
“ya
alternatiftir
ve
Coca
Cola
içmez,
ya
değildir
ve
içer”
gibi
bir
ikili
kodifikasyon
içine
hapsetmek
demektir;
Coca
Cola’nın
temsil
ettiği
iktidarı
kendi
eyleminin
ve
duruşlarının
kıstası
haline
getirmek
demektir.
Etki
değil,
tepki
siyaseti
demektir.
Aynı
zamanda
bu,
iktidara
karşı
tepkiyle
değil,
yeni
ve
alternatif
bir
yaşam
tarzı
yaratmak
için
mücadele
eden
bir
hareketin
imajına
gölge
düşürerek,
Batı’dan
gelecek
ve
çok
ihtiyaç
duydukları
yardıma
balta
vurmak
demektir.
Kıssadan
hisse
söyleyeceğim
şudur:
söylemsel
olarak
iktidarın
karşısında
durduğunu
sanmakla
fiilî
olarak
muhalif
olmak
arasındaki
hat,
hiç
de
sanıldığı
kadar
pürüzsüz
değildir.
Sayı
#1
139
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
Ergenekon,
sol
sinizm
ve
liberal
karşı‐sinizm1
Ergenekon
davası,
celâlli
bir
atışmaya
yol
açtı.
Neredeyse
Ergenekon
camiasının,
yani
devletin
gayrınizamî
harp
aygıtının,
para‐legal
şebekelerin
ve
çetecilerin
ifraz
ettiğine
eş
bir
gayz
açığa
çıktı
bu
münakaşalarda.2
Önce,
şeksiz
şüphesiz
söylemek
lâzım:
Ergenekon
davasını
önemsizleştirmek,
sosyalistlik
ve
en
geniş
anlamıyla
sol
adına
gerçekten
kabul
edilebilir
değildir
ve
solun
yapısal
bir
sorunu
olan
sinizmin
tipik
bir
örneğidir.3
Ve
bu
gerçekten
sol
içinde
hatta
sosyal
ilişkiler
içinde
bir
ayrışma
ölçütüdür.
Evet,
Ergenekon
davası,
Türkiye’de
“devlet
geleneği”nin
kurucu
unsurlarından
olduğunu
söyleyebileceğimiz
gayrınizamî
harp
aygıtının,
para‐legal
provokasyon
ilişkilerinin
sadece
örtüsünü
sıyırmakta,
buzdağının
görünen
tepesinde
gezinmekte,
bu
şebekenin
gerek
70
küsur
yıllık
tarihimizdeki
gerek
Fırat’ın
doğusundaki
korkunç
bilançosunu
sumen
altı
etmekte,
kovuşturmayı
gözden
çıkarılmış
personelle
sınırlı
tutmakta,
kapsamı
dış
kapının
mandallarına
ve
bilvesile
AKP’nin
bazı
hasımlarına
yayarak
işi
sulandırmakta,
kısacası
bu
örgütlenmenin
ve
zihniyetin
yapısal
mekanizmalarını
gözden
sakınmaktadır.
Ancak
böyle
bir
aygıtın
varlığının
aleniyet
kazanması
ve
(Demirel
lisanıyla
söylersek)
“bu
çeşit
işlerin”
bir
cürüm
teşkil
ettiği
fikrinin
resmen
tanınması,
küçümsenmeyecek
bir
kazanımdır.
Düzenledikleri/denedikleri
provokasyonlarla,
işlettikleri
cinayetlerle
ve
ekip
biçtikleri
ırkçı
nefret
diliyle
bu
ülkede
hayatı
zehirleyen
bazı
figürlerin
bir
zaman
bile
olsa
hürriyetlerinden
–
ve
“faaliyetlerinden”
–
alıkonmaları
bile,
başlı
başına,
hiç
yoksa
yürek
soğutucudur.
Solun,
bu
davanın
yarımlığını,
hesaplılığını/hesapçılığını,
devletlû
ve
siyasî
hadlerini
görmezden
gelmesi
elbette
beklenemez.
Ergenekon’un
sistem/rejim/iktidar/egemen
sınıflar
içi
bir
kapışma
nedeniyle
‘patladığını’
görmekten
sol
elbette
imtina
edemez.
Peki
bunları
görmezden
gelmemek,
‘her
şeyi
görmek’,
ne
içindir?
Rejimin
yapısal
çürümüşlüğünü
ve
iktidarın/AKP’nin
oportünizmini
bir
defa
daha
teşhir
etmek
için
mi?
“Sistem
içinde
gideceği
yer
bellidir”
diyerek
ve
“filler
tepişiyor”
diyerek
arkasına
yaslanmak
için
mi?
Bu
sinizmdir,
trajik
bir
konformizmdir
ve
basbayağı
anti‐politik
bir
tutumdur.4
Solun
refleksi,
sinik
bir
teşhircilikle
yetinmek
ve
Ergenekon’un
araçsallaştırılmasına
ilişkin
–
kesinlikle
yersiz
olmayan
–
şüphelerine
gömülüp
steril
bir
“duruş”ta
durakalmak
değil,
Ergenekon’un
köküne
inilmesini
ve
arkasındaki
zihniyetle
toplumsal
bir
hesaplaşmayı
talep
etmek
olmalıdır.
Enerjisini
bu
talebin
(siyaseten
ve
hukuken)
somutlanmasına
ve
takibine
hasreden
bir
sol,
ahlâkî
‘duruş’tan,
–
âhlakının
da
icabı
olan
–,
politik
eyleme
geçmiş
olur,
Şükür
ki,
bunu
yapmaya
çalışan
bir
sol
yok
değil.
Birçok
sol
aydın,
kanaat
önderi,
sol
çevre,
örgüt,
parti,
takati
yettiğince
Ergenekon’un
aralanmış
örtüsüne
asılıyor.
Örneğin,
steril
radikalizmiyle
maruf
Ezilenlerin
Sosyalist
Platformu’nun,
bu
doğrultuda
bir
kampanya
yürütüyor
olması,
dikkate
değerdir.
Örneğin,
meşhur
“Yiyin
birbirinizi”
manşetiyle
sinizmin
gözüne
vuran
ve
bu
sinik
tavrın
timsali
olarak
anılmaya
başlayan
BirGün
gazetesinde
de,
pekâlâ
Ergenekon’un
“hakikatine”
inmeyi
dert
edinen
yazarlar
söz
aldığı
gibi,
bu
istikameti
gösteren
başlıklar,
haberler
görmedik
mi?5
1
Bu
makale
Birikim
dergisinin
234.
(Ekim
2008)
sayısında
yayımlanmıştır.
Tekrar
yayılamamıza
izin
verdikleri
için
Tanıl
Bora’ya
ve
Birikim’e
teşekkür
ederiz.
2
Virgül’ün
122.
sayısında
(Eylül
2008)
Behçet
Çelik
de
bunu
söylüyor:
“Buzdağının
dibi”,
age,
s.
57.
3
Solda
sinizm
meselesini
bir
zamandır
tartışıyorum:
“12
Eylül
Bozgununun
Sürekliliği:
Sol
ve
Sinizm”,
Birikim,
sayı
198
(Ekim
2005),
s.
43‐50
ve
“İki
Sinizm,
İki
Pragmatizm
–
eylemi
yeniden
düşünmek”,
Birikim,
sayı
210
(Ekim
2006),
s.
16‐23.
4
Jacques
Rancière,
1830
devrimi
sonrası
Paris’indeki
grevci
işçilerin,
liberalizmin
hukuksal
ve
siyasal
eşitlik
vaadinin
maddî
koşullar
itibarıyla
“boş”
(yanılsama)
olduğunu
ortaya
koymaya
değil,
eşitliğin
gerçekleşmesini,
sözle
maddî
gerçeklik
arasındaki
tutarsızlığın
giderilmesini
talep
etmeye
konsantre
olduklarını
anlatır.
Siyasalın
Kıyısında,
çev.
Aziz
Ufuk
Kılıç
(İstanbul:
Metis
Yayınları,
2007),
s.
55‐57.
5
Mithat
Sancar’ın
BirGün’deki
yazıları,
bu
takipçiliğin
ve
meselenin
çok
boyutlu
analizinin
kuvvetli
örnekleridir.
Özellikle
bkz.
7
Temmuz,
14
Temmuz,
18
Temmuz,
28
Temmuz,
26
Ağustos
tarihli
yazılar.
Yazılara
şu
internet
adresinden
ulaşılabilir:
http://www.birgun.net/writer_index.php.
Sayı
#1
140
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
Evet,
solda,
sosyalist
camiada
sinizmin
güçlü
dayanakları
var
fakat
sol
bu
sinizmden
ibaret
değil.
Evet,
bu
temel
bir
ayrışmadır
ancak
ayrıştırmak
tefrik
etmek
demekse,
yekpâreleştirici
genellemelerden
sakınmak
gerekir.
Yine
BirGün
örneğini
ele
alırsak;
bu
zeminin/ortamın
kendi
içindeki
ayrışmayı
ve
tartışmayı
dikkate
almayan
tasnifler,
hakkaniyetsiz
olmakla
kalmaz,
düşünsel
ve
politik
bir
billurlaşmanın
da
önünü
keser.
Nasıl
sol
içindeki
sinizm,
gündeme
daha
gür
bir
sesle
müdahale
imkânına
ket
vurduysa;
enerjisinin
büyük
bir
kısmını
(hatta
kimileri,
kısm‐ı
azamîsini)
bu
sinizmi
teşhir
etmeye
(tartışmaya,
sorgulamaya
değil,
teşhir
etmeye!)
ayırmak
ve
solu
karalama
fırsatı
olarak
değerlendirmek
de
aynı
şekilde
gündem
bulandırıcıdır
–
ve
bizzat
sinizmden
başka
bir
şey
değildir.
Soldaki
sinizmden
ve
sola
yönelik
bir
karşı‐sinizmden
bahsettik.
Bu
münakaşa,
genellikle,
solcular‐
liberaller
kavgası
olarak
etiketlendi.
Etiket(ler)in
altına
yazının
devamında
bakmak
kaydıyla,
bu
solcular‐liberaller
münakaşasının
düşündürdüklerine
geçelim.
İlk
soru:
bu
münakaşadaki
hiddet
ve
celâlin
kaynağı
nedir?
Bu
büyük
gayz
nereden
çıkıyor?
Liberal
kanaat
önderlerinin
siniri,
solun
siniri
Can
Kozanoğlu,
yıllar
önce,
“asabî
liberaller”
nitelemesine
başvurmuştu.
O
sıralar
henüz
yeni
popülerleşmekte
olan
liberal
kanaat
önderleri
zümresinin,
savundukları
serbestî
ve
hoşgörü
düsturlarına
pek
de
uymayan
hot
zotçu
edâlarının
ona
ettirdiği
bir
lâftı
bu.
Gerçekten,
Türkiye’deki
açıkça,
zâhiren
veya
zımnen
liberal
çizgideki
kanaat
önderlerinin
çoğu,
severek
sorguladıkları
“pozitivist
toplum
mühendisliği”
anlayışını
ve
Kemalist
otoriterliği
tekrarlayan
bir
bilgiçlikle,
“yukarıdan
yukarıdan”
konuşmaya
yatkındırlar.6
Liberal
edânın
“evrensel”
diyebileceğimiz
üslûp
özelliklerine
ilâve
bir
yerli
katkıdır
bu
(“bize
özgü”
demek
istemiyorum,
dünyanın
başka
yerlerinde
de
görülür7
ama
burada
özel
bir
râyihâsı
var).
Liberalizmi
antipatik
kılan
o
“evrensel”
üslûp
özellikleri,
sinizmle
ilgilidir;
(bana
kalırsa
“o
sizin
sorununuz”
veya
“bunun
için
yapabileceğim
bir
şey
yok”un
çok
iyi
temsil
ettiği)
tuzu
kuru
dil,
liberalizmle
karşılaşmalarında,
özellikle
solun
sinirini
kaldırır.
“Türk
liberalizminde”
bunun
fazlası
var;
az
evvel
değindiğim
bilgiç‐
hâkimâne
tavır…
ilâveten,
sıklıkla,
solu
karalamaya
yönelik
özel
bir
şevk.8
Şimdi
zaten
bu
şevk
üzerinden
konuşuyoruz.
Bu
gayzın
nedenini
öncelikle,
Türkiye’de
liberal
eğilimli
kanaat
önderleri
ve
aydınlar
zümresinin,
Soğuk
Savaş
ikliminde
milliyetçi‐muhafazakâr
toprak
ve
seralarda
yetişmiş
olmasında
arayabiliriz.
1940’lardan
1980’lere
uzanan
zamanda
jeostrateji
odaklı
“Hür
Dünya”
retoriği
ve
McCarthyiciliği
on
yıllarca
sündüren
fanatik
anti‐komünizme
mesafe
alabilmiş
bir
liberal
aydın
tesbit
etmek,
hiç
kolay
değildir.
Bunu
ebedî
bir
genetik
miras
sayamayız
ama
koyu
bir
iz
bıraktığını
da
göz
ardı
edemeyiz.
İ.
Melih
Gökçek’in,
R.
Tayyip
Erdoğan’ın
bir
eleştiriyi
savuşturmak
için
ilk
el
attıkları
lâflardan
birinin
“komünist
taktikleri”
olması,
bu
ülkenin
politik
kültüründe
anti‐komünizmin
devamlılığını,
kalıcılığını
göstermiyor
mu?
Gerçi
Soğuk
Savaş
sonrasının
yeni
liberal
aydınları,
eski
anti‐komünist
ezberlerini,
koşullanma
ve
takıntılarını
sorgulamaktan
geri
kalmadılar.
Özellikle
de
anti‐komünizmin
meslek
yüksek
okullarından
olan
Yeni
Forum’un
fideliğinde
yetişen
Liberal
Düşünce
Topluluğu’ndaki
kimi
söz
sahipleri,
“komünizm
tehlikesinin”
daimî
özgürlük
tahdidi
olarak
kullanımının
açık
bir
özeleştirisini
yapmışlardır.
Yine
de,
anti‐komünizmin
belki
ideolojik
avadanlığı
değil
ama
tedirginlik
ve
hiddeti
kullanım
dışı
kalmış
değildir;
kimi
zaman
alaycılığa
dönüşerek,
berdevamdır.
Milliyetçi‐muhafazakârlıktan
–İslâmcılığın
o
çatı
altındaki
unsurları
dahil‐
liberalizme
meyleden
veya
muhafazakâr‐liberal
terkipler
arayan
aydınların
bir
başka
sabiti,
“yerlilik”tir.
Liberal
6
1
Mayıs
teröründen,
Tuzla
cinayetlerinden
bahsetmeyi,
statükoyla
çarpışan
hükümeti
zor
durumda
bırakmaya
hatta
Ergenekon’u
örtmeye
matuf
teşebbüsler
sayarak
azarlayan
liberallerin
tutumu,
bunun
taze
örneğidir.
Ümit
Kıvanç’ın
tanımıyla:
“demokratlık
polisliği”.
Taraf,
21
Haziran
2008.
7
Liberalizmi
içinden
eleştirenler
de,
liberal
söylemin
“katılığına
ve
hoşgörüsüzlüğüne”,
“sivil
topluma
öfke
salmasına”,
“evrensel
buyurgan
otorite
ihtirasına”,
“kibrine”
temas
ederler.
Bkz.
John
Gray,
Post‐Liberalizm,
çev.
Müfit
Günay
(Ankara:
Dost
Kitabevi
Yayınları,
2004),
s.
267
vd.,
337
vd.
8
Şükrü
Argın
da,
sol‐liberalizm
münakaşasına
ilişkin
çok
yönlü
söyleşisinde,
bu
“acayip”
şevke
kaş
kaldırıyor:
“Sol,
kendi
adına
konuşmalı”,
Mesele,
Eylül
2008,
s.
26‐35.
Sayı
#1
141
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
demokratizmi,
yerli/millî
olanın
sahih
temsiline
indirgeyen
bu
söylem,
yaban/cılıkla
damgaladığı
solu
kriminalize
etmeye
her
zaman
amâdedir.
Milliyetçi‐muhafazakâr
kökenli
liberal
kanaat
önderleri
zümresi,
sola
eninde
sonunda
uzaklardan
bakıyordu.
1980’lerin
ortalarından
itibaren
söz
almaya
başlayan
sol
kökenli
liberallerin
ise,
bekleneceği
gibi,
solla
daha
derin
bir
hesaplaşmaları
oldu.
Belki
gerçek
bir
hesaplaşmadan
ziyade,
kolayından
hesap
kesmek
isteyen
bir
tavırdan
söz
etmeliyiz.
Birçok
durumda,
zamanında
sol/sosyalizm
adına
benimsenmiş
bulunan
zihniyet
kalıplarının,
bu
zümredekileri
esir
aldığını
görebiliyoruz.
Tepkisellik
veya
tekrar
üreten
bir
esarettir
bu.
Onu
mekanik‐pozitivist
bir
otomatizm
olarak,
dogmatik
bir
rehber
olarak,
otoriter
bir
dil
olarak
“bilenler”,
sosyalizmi
bu
karikatürüne
indirgeyip
üzerinde
tepinerek
arınmak
istediler.
Sosyalizmin
tarihsel
birikimindeki
bu
lânetli
terekeyle
ve
hiç
küçümsenmeyecek
açmazlarla
samimi
ve
ciddi
bir
hesaplaşmaya
bir
bardak
su
taşıyacak
bir
liberal
eleştiri
vardıysa,
olabilecek
idiyse
de,
bu
tepinmede
işitilmesi
mümkün
değildi.
Bu
fevrî
tepkiselliğe,
o
zihniyet
kalıplarının
biraz
tadilatla
tekrarı
refakat
etti.
Solun
toplum
mühendisliğini,
determinizmini
alaya
alırken,
özellikle
globalleşme
süreci
bağlamında
ekonomist
ve
teknolojist
bir
determinizme
kaymak
gibi…
“Aydınlıkçı”
fanatizmini
ve
demagojisini,
liberal
bir
söylemle
devam
ettirmek
gibi…
“Türk
liberallerinin”
şeditliğinde,
gerek
Yeni
Sağ
çığırın
global
eklemlenmesi
içinde
gerekse
Türkiye’deki
“statüko
karşıtlığı”
bağlamında
ANAP
ve
AKP
hükümetlerine
hayırhâh
yaklaşmalarının
veya
angaje
olmalarının
payını
da
aramalıyız
(kuşkusuz
angajmanın
varlığı
ve
ölçüsü
nisbetinde).
Dolaylı
iktidar
“sorumluluğu”,
tutarlılığın
müşkülleşmesi
pahasına,
tutumları
kemikleştirir.
Taht,
asilleştirirken
asabileştirir
de!
“Eski…”lerle,
“…‐kökenliler”le
sınırlamayalım
kendimizi.
Zira
liberal
aydın
(ve
yarı‐aydın)
türü,
bir
zamandır,
sol
ve
milliyetçi‐muhafazakâr
muhitlerin
köşe
bucağındaki
fideliklerden
daha
geniş
bir
üreme
alanı
bulmaya
başladı.
Bu,
orta
sınıfların
kültür
iklimindeki
değişimle
ilgilidir.
Şehirli
ve
tahsilli
orta
sınıfların
yeni
kuşakları
içinde,
resmî
ideolojinin/resmiyetçi
politik
kültürün
pedantizmine
olduğu
kadar
milliyetçi‐muhafazakâr
hamâsete
de
ısınamayan
bir
kesit
var.
Çoğun
popüler
kültürün
ve
tüketim
kültürünün
eğlencesiyle
bilenen
bir
zekâyla,
“serbestî”ye
temayülleri
var.
“Kimselere
benzemeyen
biz/ülkemiz”
hayranlığına
mesafeli,
hatta
bazen
“buralara”
karşı
hafif
alaycı,
dünyaya
açıklar.
Bu
sosyal
profil,
on
yıllardır
şu
veya
bu
biçimde
solun
kültürel
ve
politik
etkisi
altındaydı.
Sola
belirli
bir
ilgiyle,
sempatiyle,
en
azından
hayırhâh
bakardı.
Şimdi,
dar
bir
zümre
olmaktan
çıkar,
çoğalırken,
sol
da
bu
çevrelerin
külyutmazlığının
nesneleri
arasına
katılıyor.
Neden?
Zamanın
ruhundan...
1980’lerin
ve
1990’ların
sonlarındaki
tazelenme
hamleleri
de
çabuk
çürüyen
solun
cazibesini
yitirmesinden,
kasılmışlığından...
Bunlarla
beraber,
derinde
bir
yerde,
orta
sınıf
konformizminden…
Neticede,
robot
resmini
çizdiğimiz
sosyal
profil9
nezdinde
sol,
bıkkınlık
yarattı
biraz!
Doktriner
bir
liberalizm
olması
gerekmez,
liberalmeşrep
diyebileceğimiz
bir
tutum,
bir
nevi
“gündelik/sıradan
liberalizm”,
bu
profile
daha
uygundur.
İşte,
orta
sınıfların
yeni
kuşaklarında
genişleyen
bu
sosyal
profil,
yeni
bir
liberal
aydın
zümresini
içinden
çıkartıyor,
daha
doğrusu
onun
için
zemin
oluşturuyor.
Yaklaşık
üç
yıldır
var
olan
Genç
Siviller
girişimini
zannederim
bu
zemine
oturtabiliriz
‐
yeni
liberal
aydın
ve
kanaat
önderi
profilinin
yegâne
temsili
olarak
değil,
bir
örneği,
bir
ucu,
bir
belirtisi
olarak.10
Bu
yeni
aydın
zümresinin
solla
didişmeye
yatırdığı
arzu,
taslağını
çizdiğimiz
sosyal
profil
içinde
bir
kopuşu
gerçekleştirme
cehdiyle
irtibatlandırılabilir;
orta
sınıflar
içindeki
serbestîciliği
sol
sempatilerden,
sol
ezberlerden,
sol
sinizmden
sıyırma
gayretiyle
açıklanabilir.
Aynı
zamanda
aydınlar
arası
bir
rekabet
boyutu
vardır
bunun.
Yeni
bir
aydın
zümresi
kendisine
alan
açma
mücadelesindedir
ve
o
alan,
esas
itibarıyla
solun
zilyedliğindeki
arazide
açılacaktır.
9
Bu
profili,
Ali
Şimşek’in
Yeni
Orta
Sınıf
kitabındaki
(İstanbul:
L&M
Yayınları,
2005)
tasvir
ve
yorumlarıyla
desteklemek,
zenginleştirmek
mümkündür.
Ali
Şimşek
burada,
yeni
orta
sınıfın
“her
şeyin
kılavuzunu
çıkarmak”tan,
“her
şeyi
çözmüşlük”ten
bir
“boşunalık”
türeten
sinizmini
anlatır.
10
Kabaca
tasvir
edilen
yeni
orta
sınıf
profili
ile
bu
yeni
aydın
zümresi
(ve
hususen
Genç
Siviller)
arasında
hal
ve
davranış
düzleminde
bire
bir
tekabüliyet
aramak
yanlış
olacaktır.
Yeni‐liberal
kanaat
önderlerinin
girişimi,
bu
konformist
ve
sinik
“tabanı”
politize
etmeye
dönük
bir
girişim.
Ayrıca,
Genç
Siviller
arasında,
solu
sarakaya
alma
eğlencesi
yanında,
milliyetçi‐
muhafazakâr
gelenekle
hesaplaşmaya
dönük
bazı
çıkışları
da
not
etmeli.
Sayı
#1
142
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
Yeni
liberal
aydın
muhitinin
solla
didişmekten
istifadesi
budur.
Solu
gözde
hasım
tayin
etmesinin
arkasında
böyle
bir
toplumsal
ve
politik
mantık
vardır.
Peki,
solda
“liberal
aydınlara”
gösterilen
büyük
tepkinin,
“liberaller”in
bütün
kötülerden
daha
kötü
ve
daha
çirkin
ilan
edilmesinin
nedeni
nedir?
Liberal
aydınların
(eski
veya
yeni,
muhafazakâr
menşeli
veya
sol
menşeli…)
insafsız
hücumlarına
maruz
kalmaktan
kaynaklanan
tepki
mi
sadece?
Liberalizmin
“gerçek/çirkin”
yüzünü
teşhir
etmek
için
fırsatı
değerlendirme
azmi
mi?
Yine
bununla
bağlantılı,
liberalizmin
solcular
saflarındaki
artan
nüfuzunu
önleme
çabası?
Bu
açıklama
şekilleri,
solun/solculuğun
orta
sınıfsal
varoluşu/görünüşleri
veya
giderek
orta
sınıflara
sıkışması
üzerine
düşünmemiz
için
uyarıyor
olmalıdır
bizi.
Orta
sınıflar
arasında
“gündelik/sıradan
liberalizm”
diye
adlandırabileceğimiz
–derli
toplu
bir
liberal
söyleme
de
inkılâp
edebilen‐
bir
eğilimin
güçlenmesi
gerçekten
de
sola
‘dokunur’,
zira
gerçekten
de
solun/solculuğun
zilyedliğindeki
bir
alanın
kaybı
demektir.
“Liberal
aydınlara”
yönelik
tepkinin
şiddetinde,
solculuk
–sol
kamuoyu
yapıları‐
zaten
orta
sınıflara
sıkışmışken,
bu
(dar)
alanda
ortaya
çıkan
rekabetten
duyulan
tedirginliğin
de
payını
aramalıyız.
Bazen
galizleşse
ve
böylelikle
imkânsızlaş(tırıl)sa
da,
ortada
bir
tartışmanın
vuku
bulabiliyor
olmasının
hikmeti
de
buradadır.
Açık
ki,
sözgelimi
bir
“Buduncudan”,
bir
“açık”‐Ergenekoncudan,
bir
Hizbullahçıdan
farklı
olarak,
muhatabınıza
söylediklerinizle
üçüncü
şahısları
–hatta
bizzat
onu
da!‐
ikna
edebilme
ihtimalini
gözeterek,
kalabalık
bir
“kafası
karışıklar”
grubunu
kollayarak
konuşuyorsunuzdur.
Orta
sınıflaşmayı
veya
orta
sınıflarla
teması
mutlak
bir
yozlaşma
nişânesi
olarak
düşünüyor
değilim.
Kendini
ciddiye
alan
bir
solun
etki
ve
hitap
menzilinin
orta
sınıflarla
sınırlı
olması,
“en
alttakilere”,
mâdunlara
değmemesi,
onları
görmemesi
elbette
zillettir.
Hele,
zengin‐yoksul
kutuplaşmasının
en
naif
sosyal
adaletçiliği
özlettiği
bir
zamanda.
Ancak
buradan,
arınıp
saf
sınıf
çizgisine
kavuşmayı
vaaz
eden
ve
politik
açığını
ahlâkçı
fanatizmle
örtmeye
kalkışan
bir
“çocukluk
hastalığı”
lisanına
savrulmamalı.
Sosyalist
sol,
kâh
kadroları
ve
iradeciliği/öncücülüğü
bakımından,
kâh
onları
“halk
sınıfları”
bağlamında
içeren
popülist
stratejileri
bakımından,
hep
orta
sınıflarla
(eski
tabirle
küçük
burjuvazi)
rabıtalıydı.
Asıl
önemlisi,
metalaşmanın
hayatın
her
hücresine
sızdığı
kapitalizmin
genişleyen
yeniden
üretim
çağında,
bilhassa
şeyleşme/yabancılaşma
‘cinsinden’
toplumsal
çelişkiler,
(gayrimaddî
emek
süreçleri
bağlamında)
orta
sınıfları
mutazarrır
ve
ajite
etmekle
kalmıyor;
daha
önemlisi
sosyalizm
açısından
verimli
bir
çelişkiyi
(çünkü,
yeni
bir
toplumu/toplumsallığı
tasarlamayı
tahrik
eden
bir
çelişkiyi)
billurlaştırıyor.
Kapitalizmin
toplumsal
çelişkilerinin
orta
sınıflara
nüfuzu,
organikleşiyor.
Kısacası,
zamanımızda
sol,
mâdunlarla
rabıtasız
kalamayacağı
gibi,
orta
sınıflardan
da
sarfınazar
edemez.
“Emek
eksenli
mücadele”
formülünün
galiba
yetmediği
bir
perspektifle,
orta
sınıfları
orta
sınıf
ideolojisinden
arındırma
püritanizminin
ötesine
geçen
bir
ufukla,
eşitlik
değerine
sarılarak
“insanlar”a
ve
“insanlığa”
hitap
etmenin
yolunu
bulmalıdır.11
Ama
konumuz
bu
değil,
canımız
yetmez.
Çok
daha
basitinden
de
alabiliriz…
İyi
ailelerin
iyi
okullarda
okuyan
zeki
çocuklarının
yavaş
yavaş
soldan
uzaklaşıp
liberal
eğilimlere
iltifat
etmesini
bir
sınıfsal
“doğa
olayı”
sayıp
rahat
mı
edeceğiz;
yoksa
solun
entelektüel
minesinin
solmasının
bir
işareti
sayıp
endişelenecek
miyiz?
Bu
soruları
terkiye
alıp,
soldaki
anti‐liberalizm
“problemini”
çözümlemeye
devam
edelim.
Anti‐liberalizmin
iğvası
Karalamayla
eleştiriyi
ayırmayı
bilmeli.
Karalamaya
karşı
koyar,
reddeder,
tepki
gösterir,
failine
notunuzu
verirsiniz;
ancak
bir
katre
eleştirel
içerik
varsa,
mütekabiliyet
(“ona
bakarsan
sen
de…”)
aramadan,
komplekse
kapılmadan
onu
dikkate
almak,
solun
“karakteri”
olmalı.
Solu,
sol
ahlâkı
ayırt
eden,
bu
değil
mi?
Hep
dönüp
kendine
bakabilmesi...
Sözgelimi
Etyen
Mahçupyan
ve
başka
liberal
yazarlar
BirGün
gazetesi
muhitinde,
bilvesile
“sol”da,
ırkçı‐milliyetçi
arazlar
tesbit
ettiğinde,
evet,
konu
edilen
vakanın
doğruluğunu
sorgulamak,
kullanılan
toptancı
karalama
diline
tepki
göstermek,
Türkiye’de
ırkçılığın
nihâî
failinin
–Kemalizm
üzerinden
–
sol
olduğunu
demeye
getiren
11
Burada
yaptığım,
Şükrü
Argın’ın
çağrısını
tekrar
etmektir:
“Pan‐kapitalizm
çağında
siyasetin
buharlaşması”,
Mesele,
Nisan
2008,
s.
37‐40.
Sayı
#1
143
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
“izahları”
reddetmek
gerekir,
bunlar
geçiştirilemez.
Beri
yandan,
varsın
bir
katre
olsun,
hakikat
payını
dikkate
alarak
sosyalist
solda
–
gerçekten
var
olan
–
milliyetçi
önyargıları,
zihniyet
kalıplarını
sorun
etmek,
sorumluluk
gereğidir.
Unutmamalı
ki,
politik
etik
zemininde
solcuların
imtihanı
daha
ağırdır;
ırkçı‐milliyetçi
tutum
örneğindeki
gibi,
sağ
zihniyet
dünyasında
o
kadar
da
problem
teşkil
etmeyen
bir
temayül,
bir
durum,
sol
açısından
problemdir.
Beyaz,
kirlenmemelidir!
Başka
şeyler
kokabilir;
tuz,
kokmamalıdır!
Uzun
bir
zamandır,
geniş
bir
sol
yelpazede
“liberal”
adı
ve
sıfatı,
bir
hakaret
olarak
kullanılıyor.
“Liberal
aydınları”
eli
kanlı
işkencecilerden,
katillerden
daha
vahim
bir
musibet
olarak
takdim
etmeye
varabiliyor
iş.
Özellikle
kendini
liberal
olarak
tanımlamayı
tercih
etmeyen
sol,
sosyalist
aydınlara
da
teşmil
edildiğinde,
hakaret
kastı,
hakaret
olmadığında
da
“ötekileştirme”
vasfı
belirginleşiyor.
Sosyalist
solu
liberalizmden
ayırt
etmek,
farkı
koymak
elbette
lüzumlu
ve
önemli.
Ancak
solculuk
ortamında
anti‐liberalizme,
bu
farkı
belirlemenin
icabını
aşan
bir
şehvetle
sarılınmıyor
mu?
Anti‐liberalizmin
iğvasına
kapılmanın
götüreceği
tehlikeli
sular
vardır.
Faşizmin
sosyalizmle
liberalizmi
aynı
soydan
düşünmesi
boşuna
değildir;
liberalizmi
karalarken
başvurulan
“yabancılık,”
“Batı‐kaynaklılık,”
“maddiyatçılık,”
“manevî
değerlere
uzaklık,”
“kozmopolitlik,”
“entelektüalizm”
gibi
ithamlar,
solu
da
karalamakta
kullanılan
“düşkünlükler”dir.
Kendisini
anti‐
liberalizme
fazla
kaptıran
bir
solun
böylesi
motifleri
işlemeye
başlaması,
görülmedik
bir
şey
değildir.
“Liboş”
(beraberinde,
“entel”)
gibi
açıkça
cinsiyetçi
bir
küfür
sözünün
gönül
rahatlığıyla
benimsenmesine
ise
hiç
girmiyorum.
Kısacası
“liberalliğin”
kolaylıkla
hakarete
indirgenmesi,
hayra
alâmet
değildir.
Sadece
bu
tehlikeli
sulara
götürebileceği
için
değil,
sosyalizmin
liberalizmle
‘meselesini’
ciddiye
almasının
önüne
geçeceği
için
de
problemlidir.
Liberalizm
ve
sosyalizm:
nasıl
bir
husumet?12
Ömer
Laçiner’in
Birikim’in
geçen
sayısında
hatırlattığı,13
Marksizm
ve
sosyalizm
ile
liberalizm
arasındaki
ortak
köklere
ve
diyalektik
ilişkiye
getireceğim
sözü.
Sosyalizm,
1848
devrimleri
sürecinde
liberalizmden
koparak
müstakil
bir
siyasal
akım
ve
hareket
haline
geldi.
Marx,
kendi
düşüncesini,
liberalizmden
gelerek,
liberalizmi
eleştirerek,
sorgulayarak,
aşarak
geliştirdi.
Buradaki
aşmak,
Marx’ın
gözde
Hegelci
kavramlarından
birine
müracaatla
“aufheben”dir;
yani
içererek/koruyarak
aşmak.
Liberalizm
eleştirisinin
bilhassa
Marx’ın
sosyalizmi
açısından
kurucu
değeri
vardır.
Bu,
liberalizm
eleştirisinin
sosyalizme
içsel
ve
devamlılığı
olan
bir
eleştiri
olduğu
anlamına
gelir.
Yani,
“ustaların”
bu
büyük
fikrî
ve
politik
kopuşu
gerçekleştirirken
halledip
bitirdikleri
bir
iş
değildir;
her
kuşakta,
tarihsel
değişimler
ve
politik
deneyimler
boyunca
yenilenmesi
gereken
bir
eleştiri,
bir
meydan
okumadır.
Yalnızca
liberalizme
karşı
tetik
durmak
için
değil,
bağışıklık
kazandırıcı
bir
aşılanma
için
değil;
açık
havada
biraz
öksürüp
tıksırmayı
göze
alarak
bünyeyi
güçlendirmek
için.
Bir
elmassa
sosyalizm,
böyle
yontulacaktır.
Ortak
köklerden
söz
ettik.
Ortak
alan
da
diyebiliriz.
Bu,
yalın
ve
muazzam,
haklar
ve
özgürlükler
sorunsalıdır.
Liberalizm,
soyut
insanı
esas
alan,
soyut
bir
hak
ve
özgürlük
vaadidir.
Negatif
özgürlük
haklarıyla
mukayyettir.
Formalisttir,
demokrasi
anlayışı
prosedüreldir.
Soyut
insan,
dedik.
Liberal
düşüncenin
kudreti
de
zaafı
da
burada.
İnsanın
somut
koşullarına,
sıfatlarına
ve
durumuna
bakmadan
ona
değer
ve
hak
atfetmek,
kudretli
ve
“asil”
bir
fikirdir.
Ancak
koşullar,
maddî
imkânlar,
toplumsal
engeller,
eşitsizlikler,
somut
insanın
soyut
haklarını
kullanmasına
elvermiyorsa,
bu
hak
ve
özgürlük
vaadi
sinizme
dönüşür.
Soyut
özgürlükler
ile
onların
somut
imkânsızlığı
arasındaki
çelişki,
liberalizmle
sosyalizm
arasındaki
çatışmanın
zübdesidir.
Liberalizm,
bu
noktada
sosyalizmin
meydan
okumasını
sineye
çekebildiği
oranda,
bu
çelişkiyi
tanır
ve
onunla
baş
etmeye
çalışır.
Bu
meydan
okumayı
göze
alamayan
veya
geçiştiren
(veya
ondan
sarfınazar
12
Bu
vesileyle,
husumet
kavramının
inceliğini
hatırlayalım.
Karşı‐globalleşme
hareketinin
önemli
aktörlerinden
Susan
George,
ki
bir
“liberal‐solcu”dur,
rakip
kavramını
“fazla
sportmence”,
düşman
kavramını
ise
mutlak
zafer
ve
öteki
tarafın
tamamen
ortadan
kalkması
dışında
bir
düşündürmemesi,
bunun
da
her
şeyden
önce
imkânsız
olması
nedeniyle,
“hasım”lardan
söz
etmeyi
yeğliyor.
Hasımlarla
mücadele,
“bilgi,
politik
judo
ve
uzun
vadeli
muharebeyi
gerektirir”
ona
göre.
Susan
George
,
Başka
Bir
Dünya
Mümkün,
Eğer…,
çev.
Ali
Tonak
(İstanbul:
Metis
Yayınları,
2005),
s.
86‐7.
13
Ömer
Laçiner,
“Yolun
sonu/başlangıcı”,
Birikim
232/233
(Ağustos‐Eylül
2008),
s.
20‐21.
Sayı
#1
144
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
edecek
kadar
“rahatlamış,”
“serbestlemiş”)
liberalizm:
ultra‐liberalizm,14
mutlak
ve
çirkin
sinizm
halini
alır
ve
gerçekten
de
son
kertede
kapitalizmin
meşrulaştırıcılığına
irca
olur.
Liberalizmin
sinizmden
de
öte
zifirî
bir
sarkastizme
dönüştüğü,
piyasa
mecazından
öte
bir
“fikri”
ve
etiği
olmayan
neo‐liberalizm,
bunun
uç
noktasıdır.
Sosyalizm,
herkesin
eşit
ama
bazılarının
daha
eşit
olmasını
sorgulamasıyla;
hak
ve
özgürlüklerin
pozitif
içeriğine
ve
maddî‐nesnel
gerçekleşme
koşullarına
“takmasıyla”
liberalizmden
ayrışır.
Koşullara
bakmasıyla
ve
“gidiş
yoluna”
yoğunlaşmasıyla;
bu,
sosyalizmin,
liberalizmin
sadece
ilkelerini
değil
hedeflerini
de
içererek‐aşmasını
sağlar.
Sosyalizmin
özgürlüğü,
ayağını
zorunluluktan
veya
zorlamadan
azâde
olmaya,
serbestliğe
basan
liberal
anlamından
öte;
bir
ufka
açılan,
içi
yapmayla,
kurmayla,
yaratmayla
dolu
bir
özgürlüktür.
Demokrasinin
prosedürel‐
biçimsel
düzlemde
tüketilmesine
rıza
göstermez;
demokrasi,
özgürleşmenin
yolu/koşulu/ilkesidir
ama
özgürleşme
projesini,
ütopyasını
ikame
etmez
onun
kitabında.
Sosyalizmin
de,
liberal
eleştiriden
“alacakları”
vardır.
Nesnelciliğin
ve
beşerî
süreçlere
iradî
müdahale
cehdinin
pozitivist
ve
velayetçi‐vesayetçi
bir
tutuma
dönüşmesi
riskine
karşı,
‐ki
sosyalizm
tarihinden
biliyoruz
ki
bu
risk
varittir‐,
liberal
eleştiri
uyarıcıdır.
Soyut‐bireyi
esas
alan
bir
özgürlük
anlayışının
sinizmine
karşı,
hak
ve
özgürlüklerle
ilgili
genel
bir
sinizmin
yerleşikleşmesi,
hâlâ
oldukça
güçlü
bir
savrulmadır;
liberalizmle
“tartışmayı”
bırakmak
bu
savrulmaya
itki
verir.
Bu
öz‐eleştiri
için
liberalizme
muhtaç
olunmadığı
söylenecektir.
Doğrudur;
ama
işte
zaten
sosyalizmin
liberalizmi
içererek‐aşma
bilincini
koruduğu
ölçüde
doğrudur.
Nitekim
“tek
ülkede
sosyalizm”
ve
reel
sosyalizm
deneyimleri
esnasında
bu
dikkat
ve
duyarlılığı
gösterenler
de,
çoğunlukla
o
zamanın
“liberal‐solcuları/sosyalistleri”
olmuştur;
belki
daha
doğru
deyişle,
bu
dikkatlerinden
ötürü
“liberal‐sol”
şüphesiyle
kovuşturulanlar.
Kısacası,
liberalizmle
tartışmanın,
teşhir
etmenin
değil
sahiden
tartışmanın
hakkını
vermeyen,
veremeyen
bir
anti‐liberalizm,
solu
güdük
bırakır
ve
sadece
yarasını
örtmeye
yarar.
Sol‐liberal,
liberal‐sol
Yeri
gelmişken,
“sol”
ve
“liberal”
terkiplerinde
bu
terimlerin
isim
veya
sıfat
hallerine
göre
bir
ayrım
yapmanın
da
önemli
olduğunu
kaydetmeliyiz.
Bu
ayrımın,
düşünsel
açıdan
da,
politik
açıdan
da,
stratejik
açıdan
da
“anlamlı”
olduğunu
düşünüyorum.
Sol‐liberaller,
eşitlik
ve
sosyal
adalet
meselelerine
nisbeten
duyarlı
liberallerdir.
Liberal‐solcular
ise,
negatif
haklar
ve
özgürlüklerle
ilgili
meselelere
tutkuyla
bağlanmış,
sosyalizme
veya
sosyal‐demokrasiye
angajmanları
bununla
mukayyet
olan
solcular.
Bu
karikatür
için
bir
aile
mecazı
kullanacaksak,
“arı
duru”
sosyalistler/solcular,
daha
doğrusu
böyle
bir
arı‐duruluk
arayan
solcular
için
(bu
da
bir
“soyut
insan”
türü
sayılabilir!),
liberal‐solcular
kardeşlerdir
(kimisi
ruh
gibi
yakın,
kimisi
nizalı),
sol‐
liberaller
ise
kuzenler/kuzinler
ve
yeğenler
(kimisi
birinci
dereceden,
kimisi
üçüncü
göbekten).
Liberal‐sol
politik
düşüncenin
ve
tutumun,
köklü
bir
geleneği
olduğunu
da
unutmamalı.
Kökleri
kimilerince
(benim
sol‐liberal
olarak
konumlandırmayı
yeğleyeceğim)
John
Stuart
Mill’e
kadar
uzatılan;
has
örnekleri
olan
John
Dewey,
Bernhard
Shaw,
Bertrand
Russell,
C.
B.
Macpherson
üzerinden
Jürgen
Habermas’a,
(yine
sol‐liberallikle
tavsif
etmeyi
yeğleyeceğim)
John
Rawls’a
kadar
çatallanan,
farklı
kaynaklardan
beslenen
bir
delta.
İnsan
esenliğinin
ve
beşerî
çoğul‐
değerliliğin
nesnel
yapısının,
liberalizmin
temel
unsurlarıyla
(bireycilik,
[yasa
önünde]
eşitlik,
evrensellik,
iyimserlik)
bağdaşmadığını,
hak
temelli
bir
toplum
tasarımı
kurulamayacağını,
hatta
liberal
ideolojinin
temel
liberal
değerleri
yozlaştırdığını;
liberalizmin
siyasal
felsefesinin
tek
geçerli
bakiyesinin
(özgürlüğün
temel
güvencelerini
sağlayan
ve
yönetimleri
sınırlayan,
çoğulcu)
sivil
toplum
olduğunu
savunan
post‐liberalizmi15
de
bu
aileye
katabiliriz.
14
Francisco
Vergara,
Liberalizmin
Felsefi
Temelleri,
çev.
Bülent
Arıbaş
(İstanbul:
İletişim
Yayınları,
2006),
s.
166‐189.
Bu
konuda,
6.
dipnotta
andığım,
John
Gray’ın
kitabı
aydınlatıcıdır
(bilhassa
son
bölüm:
“Liberalizmde
ne
öldü
ne
kaldı?”,
s.
305‐352).
15
Sayı
#1
145
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
Bu
gelenek
içinde
anılan
İtalyan
düşünür
Norberto
Bobbio’nun16
politik
macerası
üzerine
Perry
Anderson’ın
yazdığı
lâtif
makale,
liberal‐sol
düşüncenin
ufku
ve
kısıtları
hakkında
nasıl
da
zihin
açıcıdır!17
Bobbio,
İtalya’nın
faşizm,
anti‐faşist
mücadele
ve
faşizm‐sonrası
demokratikleşme
mücadeleleriyle
belirlenen
özgül
koşullarında,
liberal
ve
sosyalist
gelenekleri
sentezleyerek
ikisi
arasında
bir
“üçüncü
yol”
(neler
duyuyoruz!)
açmaya
çalışageldi.
Anderson’ın,
liberalizmin
İtalya’daki
paradoksal
mevkiiyle
ilgili
söylediklerini,
Türkiye
için
de
üzerinde
düşünmeye
değer
buluyorum
–
benzetmekten
ziyade,
mukayese
etmek
ve
farkları
düşünmek
için:
“Liberalizmin
klasik
ideallerinin
İtalya’da
bir
yandan
yüceltilirken
bir
yandan
da
parodiye
dönüştürülmesi,
bu
ideallerin
başka
yerlerde
yitirdiği
normatif
gücü
korumasını
sağlamış,
böylece
kurulu
düzene
muhalefette
en
beklenmedik
ve
güçlü
unsurları
oluşturmuşlardır.”
18
Bobbio
için
sosyalizm,
liberal
ideali
de
kapsayan
bir
idealdir
–
oysa
tersi
mümkün
değildir
(bunu
liberal‐solu
sol‐liberallikten
ayıran
sağlam
bir
ölçüt
sayabiliriz).
Müphem
bir
“proletarya
diktatörlüğü”
adına,
liberal
demokrasinin
kazanımlarını
feda
etmeye
yanaşmaz.
Liberal
kurumları,
maddî
kültüre
ait
sayar
–
o
denli
tartışılmaz,
“nötr”.
Onun
liberalizme
tutunduğu
yer,
doğal
haklar
mefhumu
ve
temel
insan
haklarının
anayasal
güvencesine
verdiği
aslî
önemle
ilgilidir.
Anderson’un
deyişiyle,
“piyasaya
karşı
özel
bir
bağlılıktan
ziyade
anayasal
devlete
derin
bir
bağlılık”
duyar.19
Ancak,
defalarca
hayal
kırıklığına
uğrasa
da,
“iyi
niyet”
kurbanı
olsa
da,
Bobbio’nun
gözleri
burjuva
devlet
aygıtının
gerçekliğine
kapalı
değildir.
Angaje
bir
anti‐faşist
olarak
onun
Gladio
ülkesinden
yaptığı
şu
tesbiti,
biz
Ergenekon
ülkesinde
iyi
anlarız:
“Temsilî
devlet,
hiçbir
zaman
idarî
devleti
kendisine
tabi
kılamamıştır.
Ordu,
bürokrasi
ve
gizli
servisler,
parlamenter
demokrasinin
altındaki
gizli
unsurlardır.
En
iyi
anayasa
bile,
sadece
günümüz
devletinin
muazzam,
karmaşık
yapısının
aldatıcı
görünümünü
sergiler.
Onun
–
en
derin
kısımları
şöyle
dursun
–
gerisinde
ya
da
içerisinde
saklı
olanları,
hemen
hemen
hiç
göstermez.”20
Bobbio’un
düşüncesinde
kapitalizmin
“nerede”
durduğunu
Perry
Anderson
şöyle
rasat
ediyor:
“Adaletsiz
bir
dağıtım
sistemi
olmanın
ötesinde,
bir
üretim
sistemi
olarak
kapitalizm,
Bobbio
için,
bazı
açılardan,
aşırıya
kaçmadan
eleştirilecek
bir
arka
plandan
öteye
gitmez
–
bütününde
reddedilen
ama
hiçbir
zaman
çözümlenmeyen
bir
sistem.”21
Sosyalizm
nokta‐i
nazarından
bakıldığında,
liberal‐solun
temel
kısıtı,
problemi,
zaafı
tam
burasıdır.
Kapitalizmi
de
neredeyse
“maddî
kültürün”
bir
vakıası
kabul
etmek…
Kapitalizmle
ilgili
bir
hoşnutsuzluk,
ahlâkî
bir
anti‐kapitalizm
eksik
değildir,
liberal‐solda
veya
Bobbio’nun
kendisini
tanımladığı
üzere
liberal‐sosyalizmde.
Ancak
kâh
yenilgilerin
yol
açtığı
hayal
kırıklığı,
kâh
politik
konjonktürün
veya
kuvvetin
kapitalizme
alternatif
yaratmaya
elverişsiz
görülmesi;
çoğu
zaman
daha
âcil,
yakıcı
sorunların
öne
alınması,
demokrasi
ve
insan
hakları
gündeminin
ağır
basması;
kimi
zaman
da
kapitalizmin
gerçekten
“maddî
medeniyetin”
bir
vakıası
olarak
görülmesi
(ki
burası
liberal‐soldan
sol‐liberalliğe
geçişin
eşiğidir),
Bobbio
gibi
umumiyetle
liberal‐solu
kapitalizmi
sorunsallaştırmaktan
(daha
doğrusu
bu
sorunu
güncel
bağlamlarda
siyasallaştırmaktan)
ve
sınıfsal
meselelere
eğilmekten
uzak
tutar.
16
Onun
“iki
kutuplu
dünyanın
yıkılışından”
sonra
yazdığı
kitap,
ideolojilerin
sonuna
ve
sağ‐sol
ayrımının
bittiğine
dair
ilan
ve
tebliğler
karşısında,
bu
temel
ayrımın
“ezel‐ebed”
mâhiyetine
dair
gayet
alçakgönüllü
ama
son
derece
sarih
bir
cevaptır.
Norberto
Bobbio,
Sağ
ve
Sol,
çev.
Zuhal
Yılmaz
(Ankara:
Dost
Kitabevi
Yayınları,
1999).
17
Perry
Anderson,
“Norberto
Bobbio”nun
Yakınlıkları”,
Tarihten
Siyasete
Eleştiri
Yazıları
içinde,
çev.
Simten
Coşar,
yay.
haz.
Elçin
Gen,
(İstanbul:
İletişim
Yayınları,
2003),
s.
131‐184.
18
A.g.e.,
s.
147‐8.
19
A,g.e.,
s.152.
20
A.g.e,,
s.
165.
21
A.g.e.,
s.173.
Sayı
#1
146
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
Her
fâni
gibi
Bobbio’nun
da
politik
macerasında
ve
düşüncesinde
görülen
savrulmalar,
boşluklar,
bazen
de
tutarsızlıklar;
liberal‐sol
tutumu
tam
teşekküllü
bir
doktrin,
kaskatı
bir
pozisyon
olmaktan
ziyade
düşünsel‐politik
bir
uğrak
olarak
almak
gerektiğine
dair
bir
uyarı
olmalı.
Düşüncenin
ve
eylemin
“uğradığı”
bir
yer,
kavramın
sözel
çağrışımıyla;
Praxis’in
bir
ânı…
“Liberal”
gündem
ve
“sol”
gündem
“Liberaller”
ve
“solcular”,
Tuzla
için
kolay
kolay
beraber
yürüyemezler.
(Teorik
olarak,
pekâlâ
yürüye
de
bilirler
aslında;
ancak
memleket
liberallerinin
sesli
çoğunluğunun
Tuzla’ya
ilgisi
“memlekette
adam
gibi
solcu
olsa
Tuzla’yla
ilgilenir”
sinizminden
öteye
gitmedikçe,
fiilen
zor.)
Fakat
“liberaller”
ve
“solcular”,
biliyoruz
ki
Hrant
Dink
için
birlikte
yürüdüler.
Ya
da,
Kürt
meselesiyle
ilgili
birtakım
müşterek
bildirilere
imza
verebildiler,
verebiliyorlar.
Kitabî
bir
solculuk
açısından,
temel
haklarla
ve
özgürlüklerle
ilgili
sorunların
ve
kimlik
meselelerinin
gündemi
kaplaması,
sınıfsal
perspektifin
kaybolmasıyla
ve
liberalizmin
ideolojik
hegemonyasıyla
ilgilidir.
“Globalleşmenin
başımıza
çıkardığı
fuzulî
işler”
olarak
bakılır
bunlara.
“Saygı
duymak”
gerekir
ama
esas
gereken,
gündemi
değiştirmek,
kendi
konularımızı
ve
her
konuda
“esas
meseleyi”
öne
çıkarmaktır.
Bereket
versin,
dogmatik
sola
–dağ
gibi
kapitalizm
dururken
–
“talî”
görünen
meselelerin;
yani
etno‐kültürel
ayrımcılığın,
yani
yurttaşlık
statüsündeki
erozyonun,
yani
patriyarki
ve
cinsiyet
rejiminin,
yani
ekolojik
yıkımın,
pekâlâ
kapitalist
egemenlikle
alâkalı
olduğunu
gören
bir
sol
da
var.
Şu
ayrımları
da
yaparak:
Bir
yandan,
bu
çelişkiler
kapitalizmin
içsel
ve
bünyevî
çelişkileridir;
kapitalizm
kendini
bunlarla
yeniden
üretir;
bununla
beraber,
şimdi
metalaşma
ve
sermayenin
yeniden
üretim
sürecinin
formatladığı
bu
çelişkilerin
kapitalizmden
önce
de
bir
hayatı
vardı,
dolayısıyla
hem
bu
tarihselliğe
bağlı
olarak
hem
de
deneyimin
(uyumlanmanın,
uyarlanmanın,
direnişin…)
özgüllüğüne
bağlı
bir
özerklikleri
vardır.
Bu
çelişkiler
kapitalizme
mutlaka/her
durumda/topyekûn
emek‐sermaye
ilişkisinin
“mantığıyla”
eklemlenmezler;
deyim
yerindeyse
içselleşmiş
dışsal
etkenler
olarak,
çarpma‐bölme
işleminden
çok
toplama‐çıkarma
işlemine
benzetilebilecek
bir
matris
içinde
emek‐sermaye
ilişkisine/çelişkisine
bağlanırlar.
Ekonomi‐dışı
zorun
ve
kayıt‐dışı
ekonominin
kapitalist
iktisadiyat
içinde
“kurallı”
istisnâlar,
yapısal
mekanizmalar
olması
gibi.
Etno‐kültürel,
cinsiyetçi
vb.
ayrımların,
eşitsizliklerin,
tahakküm
mekanizmalarının
kapitalizmdeki
eklemlenmesi
de,
bunların
emek‐sermaye
çelişkisine
kalansız
olarak
bölünebilir
hale
gelmesi
biçiminde
olmuyor.
Bir
bakiye
var
–
elbette
yine
kapitalizmin
hesabına
geçen
bir
bakiye!
“Nesnel
açıdan”,
kapitalizmin
matrisi
dışında
ele
alındığında,
ancak
bakiyesiyle,
artığıyla
meşgul
olunabilir
bu
çelişkilerin
ve
doğurdukları
toplumsal
ve
politik
sorunların.
Ama
unutmamalı,
bazen
bir
durumu
fark
etmek,
çözümlemek,
onun
“ekstra”
görünümleri
üzerinden
mümkün
olur.
Sol‐liberalizm
husumetinde,
demokrasi
tartışmaları
bağlamında
hep
anılan
“Küçükömer
paradoksu”
üzerinden
açabiliriz
bu
noktayı.
Devlet
seçkinlerinin/bürokrasinin/ordunun/kapıkulu
zümresinin
tahakküm
ve
vesayetini
Türkiye’de
demokratik
mücadelenin
biricik
ekseni
olarak
koymak,
liberal
(sol‐liberal)
bir
pozisyondur.
(Bunu
Türkiye
tarihine‐toplumuna
has
özgül
sınıf
çelişkisi
olarak
koymak,
asker‐sivil
bürokratik
seçkinleri
“the”
Türk
egemen
sınıfı
olarak
görmek;
liberal‐sol
bir
pozisyon.)
Sınıf
çelişkisinin
âmir
hükümlerini
kanıtlamak
adına
Türkiye’de
devletin
vesayetçi‐otoriter
baskı
ve
ideoloji
aygıtlarını
görmezden
gelmek
veya
onları
tam
tekmil
sermaye
tarafından
massedilmiş
saymak,
dogmatik
sol
bir
pozisyon.
Başka
bir
sol
pozisyondan,
devlet
“geleneğinin”
tahakkümü
ile
sermaye
egemenliğinin
eklemlenme
biçimlerini
dikkate
almak
mümkün;
bize
lâzım
olan
da
budur.
Bu
eklemlenme
biçimlerinin
elbette
kapitalizmin
“üst‐
belirleyiciliğine”
tabi
olmakla
beraber
sabitlenmemesi
ve
hiç
de
dümdüz
ilerlemiyor
olması,
politikanın,
Praxis’in
hayatiyet
kaynağıdır.
Bütün
kötülüklerin
kaynağının
kapitalizm
olduğunu
bilmek
kuvvetlendirir;
ama
her
kötülükte
sırf
bunu
görmenin,
her
kötülükten
sırf
bunu
bilmenin
tehlikesi,
kanlı
canlı
“bir”
kötülükle
baş
etmeye
çalışan
insanları
sinizme
sevk
edebilecek
olmasıdır.
“Liberal”
gündem
ile
“sol/sosyalist”
gündem,
bazen
gerçekten
çarpışırlar.
Eşitlik
sorunsalında,
kamu
mefhumu
etrafında,
sosyal
devlet
fikri
etrafında
olabileceği
gibi.
“Liberal”
gündem
ile
Sayı
#1
147
Sol,
Liberalizm
ve
Sinizm
Tanıl
Bora
“sol/sosyalist”
gündem,
bazen
de
irtibatlı
veya
irtibatlanmaya
müsaittirler.
Hak,
özgürlük
ve
kimliklerin
tanınma
talepleri
ile
sınıfsal
çelişkiler
ve
yoksulluk
meselesi
arasında
belirgin
ilik
yerleri
vardır.
Ama
yine
de
açıkta
düğme
kalabilir.
Örneğin
Kürt
meselesini
sınıfsal
ayrıma
ve
yoksulluğa
indirgemek,
“abartılırsa”,
bir
solcuyu
Bülent
Ecevit’in
pozisyonuna
yaklaştırabilir.
Kaskatı
“duruşlar”,
pozisyonlar
üzerinden
değil
uğraklar
üzerinden
düşünme
davetimi
hatırlatayım;
işte
burada,
liberal‐sol
bir
uğrak
vardır
–
veya
liberal‐sol
bir
gerilim.
Bu
uğrağın
veya
gerilimin
tezahürünü,
Immanuel
Wallerstein’ın
Liberalizmden
Sonra’sında
da
görebiliriz.
Wallerstein,
liberalizmin
bir
buçuk
yüzyıldır
sosyalizmi
de
muhafazakârlığı
da
asimile
eden
hegemonyasının,
paradigmatik
hâkimiyetinin
20.
yüzyıl
biterken
sona
ermesinin
ardından,
politik
direnişin
ve
gelecek
perspektifinin
püf
noktasını,
liberalizmin
vaadlerini
talep
etmek
olarak
koyar.22
Bu
radikal
bir
taleptir;
çünkü
bütün
insanlara
temel
hak
ve
özgürlükler
ve
eşit
yurttaş
statüsü
vaadinin
yerine
getirilmesi
kapitalizm
içinde
imkânsızlaşmış
veya
imkânsızlığı
ayan
beyan
ortaya
çıkmıştır.
Wallerstein,
bu
karanlık
zamanda,
muhalif
politik
taleplerin
dikişsiz
bir
eklemlenmesini
sağlamakta,
onları
organik
bir
biçimde
iç
içe
geçirmekte
ısrar
yerine,
bunların
yan
yana
yürümesine
açık
bir
politikayı
önerir.23
Evet,
“zor”
zamanlarda
yaşıyoruz.
Zor
ve
karmaşık.
Belâlı
ve
kötü.
Üstelik
zayıfız,
çok
etkisiziz.
Toplumsal
deneyimin
fragmantasyonu,
“gündem”in
sürat
ve
karmaşıklığıyla
çarpıldığında,
olup
biteni
politik
olarak
anlamlandırmayı
müşkülleştiriyor.
Tek
tek
belâları
ve
kötülükleri
birbirine
bağlamak,
“tutarlılık”
sağlamak
müşkülleşiyor.
Bu
kaosta
meselelerin
ortak
paydasını
“yakalayanların”,
işin
köküne
inenlerin
hınçla
o
ortak
paydaya,
o
köke
sarılması,
olağan.
Basit,
“açık
ve
net”
bir
izah
tarzına
sarılmak,
bununla
beraber
bir
Biz’e,
bir
kimliğe
sarılmak,
kendini
tanımlayabilmek,
konumlandırabilmek
insana
iyi
geliyor.
Fakat
bunun
yan
tesiri,
politik
aklı,
politik
tutumu
bir
“pozisyona”
kitlemesi,
bir
kimliğe
indirgemesidir.
Bunun
yan
tesiri,
–
az
evvelki
sinizm
tehlikesi
bahsini
tekrarlayacağım
–,
insanların
somut
meselelerle
dolaysız
ilişkilerini,
bunlarla
ilgili
canlı
deneyimlerini
görmez,
bunlarla
temas
edemez
hale
gelmektir.
Kimliğe
indirgenmek,
solu
kurutur.
“Solcular”,
Sol’u
ikame
edemez.24
Kopuş,
ayrışmak,
devrimci
sosyalizmin
romantikleştirdiği
bir
düşünsel
ve
politik
deneyim.
Hatta
giderek
fetişleştirildiği
oldu
bunun;
neredeyse
politik
etkinliğin
nihâî
kertesi
haline
gelen
bir
“arınma”
şiârının
nasıl
kıyıcı
bir
tasfiyeciliğe
varabildiğini
biliyoruz.
Kriz
zamanlarında,
yenilgi
koşullarında,
gerilerken,
zaaflı
unsurlardan
arınarak,
safraları
atarak,
kendini
ayrıştırarak
haklılığının
teyidini
aramak,
hazin
ve
vahim
bir
tesellidir.
Sosyalizm
ile
“sol‐liberalizm/liberal‐
solculuk”
arasında
ayrım
koymak,
bu
ayrımı
politik
verimleriyle
geliştirmek…
Evet,
buna
ihtiyacımız
var.
Ama
bu
yol,
“liberal
gündemin”
konularını
men
eden,
giderek
“biçimsel
özgürlüklere”,
“biçimsel
demokrasiye”
yönelik
eleştiriyi
sinizme
dönüştüren
bir
arınma
seferberliğiyle
kat
edilemez.
Sosyalizm,
“anti”lerinin
kafesine
kapatılamaz;
liberalizm,
böyle
kısır
bir
anti‐liberalizmle
aşılamaz.
Kimlik
müdafaası
ve
kopuş/ayrışma
fetişizminin
enerjisiyle
gerçekleştirilen
bir
ayrışma,
verimsiz
bir
ufalanma
olur.
Sol,
liberalizmle
arasındaki
gerilim
hatlarından
enerji
almayı
bilmelidir.
Asla
sadece
ve
bilhassa
oradan
değil
–
ama
oradan
da…
Evet,
teorik‐politik
berraklaşmaya
ihtiyaç
var;
lâkin
bu,
geniş
mezhepli
bir
sol
tanımının
lüzumunu
ve
hayatiyetini
ortadan
kaldırmıyor
‐
“en
geniş
kitle
içinde
en
dar
kadro
çalışması”
düsturunu
akıl‐
fikir
düzlemine
uyarlayarak
düşünün!
22
Bu
yazıda
istifade
etmediğim
liberal‐liberter
ayrımına
da
atıfla,
bu
tutumun
berrak
bir
savunusu:
Yavuz
Yıldırım,
“Liberal
değil
liberter”,
Radikal
İki,
14
Eylül
2008.
23
Immanuel
Wallerstein,
Liberalizmden
Sonra,
çev.
Erol
Öz
(İstanbul:
Metis
Yayınları,
1998),
s.
252‐3.
24
Yine
Şükrü
Argın’ın
vurguladığı
bir
nokta,
bkz.
Mesele’nin
Eylül
2008
sayısındaki
söyleşi.
Sayı
#1
148