Rüzgâra Karşı II
Transkript
Rüzgâra Karşı II
Rüzgâra Karþý II Ömer Madra www.altkitap.com Rüzgâra Karþý II Ömer Madra altkitap - deneme 2 Rüzgâra Karþý II Ömer Madra Ekim 2000 Yayýna Hazýrlayan: Þerif Erol Düzelti: Þerif Erol Tasarým: Faruk Ulay Tasarým Uygulama: Adnan Kurt Kapak Fotografý: Marcel Bovis © 2000 altkitap ve Ömer Madra Yapýtýn tüm yayýn haklarý saklýdýr. Tanýtým için yapýlacak kýsa alýntýlar dýþýnda yayýncýnýn izni olmaksýzýn hiçbir yolla çoðaltýlamaz. www.altkitap.com [email protected] Yazar Hakkýnda 1945 yýlýnda Ýstanbul'da doðan Ömer Madra, orta okulu English High School'da (1961) liseyi de Robert Kolej'de bitirdi (1964). Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Diplomasi ve Uluslararasý Ýliþkiler Bölümü) birincilikle bitirdikten sonra (1968), ayný Fakülte'nin Uluslararasý Hukuk kürsüsünde 13 yýl süreyle öðretim üyeliði yaptý. 1977 yýlýnda "Avrupa Ýnsan Haklarý Sözleþmesi ve Bireysel Baþvuru Hakký" konusunda doktorasýný tamamlayan Madra Hollanda, Ýsviçre ve Ýsveç'te uluslararasý hukuk, uluslararasý iliþkiler ve insan haklarý alanlarýnda araþtýrmalar yürüttü. Bu arada, 1975 yýlýnda kýsa dönem yedek subay olarak askerlik görevini tamamladý. Adý anýlan doktora tezi, 1980 yýlýnda A.Ü.S.B.F. tarafýndan yayýmlandý. 1982 yýlýnda üniversitedeki görevinden istifa eden Ömer Madra, Milliyet gazetesinde 1983 baþlarýndan itibaren 2 yýl süreyle araþtýrma ve dýþ haberler bölümünde görev yaptý. Madra, daha sonra Playboy, Þehir, Gergedan ve Start dergilerinde kurucu, editör ve yazar olarak çalýþtý (1985 - 1988). 1989 baþýnda Arredamento/Dekorasyon adlý mimari, tasarým, sanat ve dekorasyon dergisini kuran Ömer Madra, 5 yýl süreyle bu derginin yayýn yönetmenliðini ve baþyazarlýðýný üstlendi. Madra, bu görevinin yaný sýra, 1990 yýlýnda altý ay süre ile Güneþ gazetesinin Pazar Eki'nin (P.Eki) yayýn yönetmenliðini ve köþe yazarlýðýný da yürüttü. Ömer Madra, Avrupa Konseyi'nden aldýðý bir bursla Fransa'da (Strasbourg) araþtýrmalarda bulunduktan sonra, uluslararasý hukuk ve göçmen iþçiler konusunda Migrant Workers and International Law adlý bir kitap yayýmladý (Ankara, 1985). 1991 yýlý sonunda Romanýmla Sana Bir Ses adlý romanýný (Remzi Kitapevi) yayýmlayan Madra'nýn çeþitli dergi ve gazetelerde çok çeþitli konularda (bilim, sanat, sinema, tiyatro, müzik, yemek, hayat, spor, vb.) yayýnlanmýþ elliyi aþkýn makale, deneme ve röportajýndan bir seçme ile bir hikâyesini içeren Rüzgâra Karþý adlý kitabý 1996 yýlýnda Yapý Kredi Yayýnlarý tarafýndan yayýmlandý. Ömer Madra, 1994 yýlýndan itibaren radyoculuk konusunda çalýþmalara baþladý. Madra, 13 Kasým 1995 tarihinde yayýn hayatýna atýlan Açýk Radyo'nun (94.9) kurucularý arasýnda yer aldý; halen de bu radyonun yayýn yönetmeni. Ayrýca, radyoda "Açýk Gazete" ve "Rock 'n' Roll Kalýcýdýr" adlý programlarýn yapýmcýlýðýný da yürütmektedir. Madra, ayrýca, 1995/1996 akademik yýlýndan itibaren Ýstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Uluslararasý Ýliþkiler ve Uluslararasý Hukuk dallarýnda öðretim üyesi olarak görev yapmakta ve 1999 aralýk ayýndan beri Yeni Binyýl Gazetesi'nde haftada 5 gün köþe yazýlarý yayýnlanmaktadýr. Ýki oðlu ve bir kýzý olan Madra Ýngilizce ve Fransýzca biliyor. i Kainatýn Ýçinde Karýþýk Bir Çarþý Ben Yazýyorum Rüzgara Karþý Þerif Erol Ömer Madra, 'Rüzgara Karþý' isimli -ve þu elinizin altýndaki sanal kitabýn ilki sayýlabilecek- kitabýnýn 'sunuþ'unda, "Yazýlarýn kitaba dönüþüp yayýnlanmasý süreci," diyor, "-kolay kolay açýklanamayacak, çünkü kolay kolay anlaþýlamayacak nedenlerden ötürü- hem acýklý, hem de komik bir "serüven"e dönüþtü ve neredeyse üç yýl sürdü!" Benim için ise, 'Rüzgara Karþý II'nin yayýna hazýrlanmasý vazifesine beni layýk gören Murat Gülsoy kardeþimin kimi zaman alnýnda boncuk boncuk terler birikmesine sebep olduðumu tahmin etmeme raðmen (teslim tarihini sürekli geciktiriyordum çünkü) bu iþ üç ay bile sürmedi. Bu, hiç þüphesiz, konusuna fevkalade hakim ve cevval bir editör olmamdan kaynaklanmýyordu. Ancak, þu kadarýný söyleyebilirim: Bir Ömer Madra okuru olmamýn semeresini gördüm elbette. Yoksa nerdee üç ay?.. Þimdi yeri gelmiþken okuru olmamýn yaný sýra geçen üç seneden beri tanýþý olmamýn da "kolay kolay açýklanamayacak, çünkü kolay kolay anlaþýlamayacak nedenler" hakkýnda bir fikrim olmasýný saðladýðýný söylemeliyim. Çünkü karar vermek kainatýn en zor iþidir Ömer Madra için. Bilhassa yazý yazarken o kadar ince eler ve sýk dokur ki onlarýn bir de yayýna hazýrlanmasýnýn kendisi için yazmaktan daha zorlu bir iþ haline gelmiþ olabileceðini rahatlýkla kestirebiliyorum. Mamafih, bu eleme ve dokuma titizliði Madra'nýn yazýlarýný (köþe yazýlarýnýn kaderi gereði aktüelle doðrudan dirsek temasý içinde olsalar bile) eskimez kýlar. Bu özellik, üslubundan ve bakýþýndan kaynaklanýr. Kalemi elime geçirmiþken kiþisel bir tespitte bulunmak cüretini göstereceðim; ben Madra'nýn yazýlarýnýn, okurken 'gözümüzün önüne getirilebileceðine' inanýyorum. Hayat karþýsýnda saf, savunmasýz ve bu dezavantajlarýna raðmen çok meraklý bir kiþinin, þu dünyada baþýmýza gelenler karþýsýnda bir þaþkýnlýktan bir diðerine sürükleniþi, günlük bir köþe yazýsýný hayalde canlandýrýlabilir bir minik serüven haline getirmektedir çünkü. Mesela, yýlbaþý sabahý uyku mahmurluðuyla gözlerini oðuþtururken dünya nüfusunun büyük bir kýsmýnýn hala açlýk çektiðini hayretle öðrenmekte ya da siyasi Önsöz - Þerif Erol ii geliþmeler karþýsýnda aðzý bir karýþ açýk kaldýðý için tatilde yüzerken boðulma tehlikesi geçirmektedir -buna 'Madragil ironi' de denmiþ ve böylelikle bencileyin acemi bir editörün tarif ve tespit yükü zamanýnda fazlasýyla hafifletilmiþtir. Gene de 'merak' ile 'bakýþ' hususlarýnda bir iki kelime daha söyleyeceðim. Birazdan okumaya baþlayacaðýnýz yazýlar toplamýnýn, Madra'nýn merak ettiði ya da ilgisini çeken konular hakkýnda size tam tekmil bir fikir vereceðini düþünüyorsanýz fevkalade yanýlýyorsunuz. Onlar, burnunu sokmayý becerebildiklerinin sadece bir kýsmýdýr. 'Bakýþ'a gelince, Madra -benim de birkaç seneden sonra çok þükür biraz anlar gibi olduðum üzere- 'Hayat'a bakar. Ama nereden? Kainatýn mümkünse ve tercihan yüksek bir yerinden. Ýnsanýn, insan diye anýlýp insanca yaþayamayanlarýn, hayvanlarýn, bitkilerin, mikro ve makro organizmalarýn, çevre kirliliðinden mustarip olanlarýn, dünya nimetlerinden haklý payýný alamayanlarýn, "olaðan ve sahici" bir ömrü olamayanlarýn hayatlarýna bakar. Baktýkça onlar için çok üzülür ve oturup bir yazý yazar ancak... Elinden gelen budur. Ýyisi mi, yakalarýnýzý kaldýrýn ve okumaya baþlayýn. Ama sahiden kaldýrýn. Zira baktým da ilk kitaptan bu yana rüzgarýn þiddeti de meðer fena halde artmýþ. Ýçindekiler TERAZÝ YA DA UÐURLU KELÝMELERÝNÝZ: HUKUK, DEMOKRASÝ NOEL BABA (27. 12. 99) 9 PINOCHET ÝNSANLIÐIN HÝZMETÝNDE (14. 1. 00) 11 "HOÞ" (17. 3. 00) 13 SOÐUKTAN GELEN CASUS (27. 3. 00) 15 KANLI PAZAR YA DA BRÝTANYA'NIN SUSURLUK'U (30 . 3. 00) 17 KAPALIAÇIK (5. 4. 00) 19 NASILSINIZ, ÝYÝ MÝSÝNÝZ? 21 ANONÝM, ANINDA, ALEMÞÜMUL (11. 5. 00) 22 BÝNYILI BÝZÝM ÝÇÝN DE AÇAN KUPA (21. 5. 00) 24 AÐIR METAL ÇOCUKLARIN BAÞINA DÜÞTÜ (4. 6. 00) 26 SON BÜYÜK ULUSAL NUMARAMIZ (18. 6. 00) 28 "MEKSÝKA'DA DOÐAN GÜNEÞ" (6. 7. 00) 30 AÐABEY ANAVATANA DÖNÜYOR (20. 7. 00) 32 BÖCEKLER, KURABÝYELER VE MAYMUNLAR (3. 8. 00) 34 ANAYASA DERSLERÝ (11. 8. 00) 36 ATMOSFER (10. 9. 00) 38 TABÝAT ANANIN ANASI AÐLARKEN MEÇHUL AFETZEDE ANITI (24. 12. 99) 40 ÇOCUKLAR YAÞADI (26. 12. 99) 42 TARÝHÝN ÝÇÝNDE UYURGEZER OLMAK (20. 1. 00) 45 MEVSÝM DEÐÝÞÝKLÝKLERÝNÝ ANLAMAK (29. 3. 00) 47 "KENDÝNÝ YÝYEN BEYÝN" PARADOKSU (24. 4. 00) 49 ÝN MÝSÝN, GEN MÝSÝN? (28. 5. 00) 52 ÞÝÞEDEN KAÇAN GEN MASALI (29. 5. 00) 54 "3. HAMUR" KAÐIDA BASILMIÞ UCUZ DEDEKTÝF ROMANI (1. 6. 00) 56 KÖPEKBALIÐI YÜZGECÝ ÇORBASI (7. 7. 00) 58 BÝR BÜYÜDÜK ARTIK -HER YERDEYÝZ (14. 7. 00) 60 SANDALETLER VE BÝSÝKLETLER (27. 7. 00) 62 DÝNOZORLAR BURNUMUZUN DÝBÝNDE YELLENÝYOR (30. 7. 00) 64 BÝR DÝNOZORUN HEZEYANLARI (31. 7. 00) 66 EYYAM-I BAHUR (2. 8. 00) 68 SABOTAJCI (7. 8. 00) 70 GECÝKEN TATÝLCÝLER ÝÇÝN BULUNMAZ FIRSAT (31. 8. 00) 72 ULUSLARIN FAKÝRLÝÐÝ YA DA KÝMSEDE 'MORAL' KALMADI KAHRAMANLAR VE ALÇAKLAR (31. 12. 99) 74 PUSULASINI ÞAÞIRMIÞ ÝNSANLIK (6. 3. 00) 76 ÇÜRÜK KÝRAZLARI AYIKLAMAK (22. 3. 00) 78 BREZÝLYA'NIN DOÐUM GÜNÜ (20. 4. 00) 80 BEYAZIN DA BEYAZI (26. 4. 00) 82 VÝETNAM SAVAÞI: KÝM KAZANDI? (1. 5. 00) 84 KÜRESELLEÞMENÝN DAYANILMAZ AÐIRLIÐI (3. 5. 00) 86 AMA HAYDUTLUK DA KÜRESELLEÞTÝ (4. 5. 00) 88 ELMASLAR EBEDÝDÝR (15. 5. 00) 90 KÝTAB-ÜL HAYAT (25. 5. 00) 92 HAYAT -VE ÖLÜM- KÝTABI (26. 5. 00) 94 ALO ALO, ORASI NERESÝ --AFRÝKA MI? (2. 6. 00) 96 "HERKES ÝÇÝN DAHA ÝYÝ BÝR DÜNYA" (3. 7. 00) 98 VAAT EDÝLMÝÞ TOPRAK (19. 7. 00) 100 G-8 ZÝRVESÝNDE LÝDERLERÝN BURUNLARI UZADI (24. 7. 00) 102 KABRÝSTAN GÜLE GÜLE 'KEMO SABE' (30. 12. 99) 104 DON MARTIN DE GÝTTÝ: SPLOP! (16. 1. 00) 106 SEN ÝYÝ BÝR ÇÝZERDÝN, CHARLES SCHULZ (14. 2. 00) 108 KARINCAEZMEZ ÞEVKÝ (26. 3. 00) 110 KOPAN HAYAT BAÐLARI (26. 7. 00) 112 BÜYÜK ÝNSANLIÐIN ÝRÝLÝ UFAKLI HALLERÝ OLAÐAN VE SAHÝCÝ (9. 1. 00) 114 BAYRAMIN KARANLIK YÜZÜ (10. 1. 00) 116 ÇOCUKLARIMA BÝR KOLAJ (21. 1. 00) 118 GÜVERCÝN SAVAÞLARI (23. 1. 00) 119 KAR TATÝLÝNDE MERVE ÝLE MEDÝNE (26. 1. 00) 121 HER ÖÐRENCÝ 1 LÝRA VERECEK (2. 2. 00) 123 EVET, MUTLULUÐUN RESMÝNÝ ÇÝZEBÝLECEÐÝZ (7. 2. 00) 126 ORDA KÝMSE YOK MU? (13. 2. 00) 128 AMERÝKA'DA YENÝ BÝR CEZA SÖMÜRGESÝ (18. 2. 00) 130 YÜKSEKLÝK KORKUSU (8. 3. 00) 132 GÝZLÝ ÇIKARLAR (16. 3. 00) 134 KAVANOZ DÝPLÝ DÜNYA (23. 3. 00) 136 BAYRAK DÝREÐÝ (3. 4. 00) 138 GÜZEL LAETITIA VATAN HAÝNÝ MÝ? (6. 4. 00) 140 CÝNAYETÝ GÖRDÜK (9. 4. 00) 142 ÝNSANIN NEÞE DOLMASI (23. 4. 00) 144 5 MUM YAKTIK, SEYRÝNE BAKTIK! (10. 7. 00) 146 "TÜM YAÞAM BÝÇÝMLERÝ AYNI DERECEDE DEÐERLÝDÝR" (1. 9. 00) 148 "EN KIYMETLÝ HAZÝNEMÝZ, ROBOTLARIMIZ" (3. 9. 00) 150 YAYIN KESÝLÝNCE (11. 9. 00) 152 KARAGÖZ'ÜN NEW YORK SAFASI NEW YORK NEW YORK I (13. 9. 00) 154 NEW YORK NEW YORK II (14. 9. 00) 156 NEW YORK NEW YORK III (15. 9. 00) 158 NEW YORK NEW YORK (Vallahi son!) (17. 9. 00) 160 AMA BU BÝ YAÐMURLA GELEN (25. 9. 00) 162 BELGRAD'DA ZAMAN (27. 9. 00) 164 BELGRAD'DA ZAMAN (28. 9. 00) 166 DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN - TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI I (9. 10. 00) 168 DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN - TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI II (11. 10. 00) 170 DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN - TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI III (12. 10. 00) 172 9 TERAZÝ YA DA UÐURLU KELÝMELERÝNÝZ: HUKUK, DEMOKRASÝ NOEL BABA 27 Aralýk 1999, Yeni Binyýl Rahmetli Oðuz Atay, inci gibi elyazýsýyla kaleme aldýðý o unutulmaz "Günlük"ünde þöyle diyor: "Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmýþ bir milletiz ve daha olaylarý ve dünyayý mucizelere baðlý bir þekilde yorumluyoruz en ciddi bir biçimde." Sonra ekliyor: "Ýçinde, düþüncenin farketmediði bir 'humour' olan, saf diyebileceðim bir görüþ." Genel olarak "Türkler" hakkýnda yapýlmýþ en canalýcý tespitlerden biri bu. Ama, "biz"den baþka, belki bir tek Amerikalýlar için de geçerli sayabiliriz bunu. Washington Irving'in, yüz yýl uyuduktan sonra uyanan kahramaný Rip Van Winkle da týpatýp Atay'ýn tanýmýna uymuyor mu: Dünyanýn Amerikalýlara nasýl baktýðýnýn aynasý o adeta: Zaman zaman ve bir noktaya kadar sevimli, canayakýn; ama özünde, pek olgunlaþmamýþ, benmerkezci, kaygýsýz ve hepsinden önemli - ve belki de tehlikeli - olarak, saf. 24 Aralýk 1999 sabahý hepimiz Rip gibi uyandýk ve gözlerimizi oðuþturduk: Cumhurbaþkaný Demirel, bilebildiðim kadarýyla, Türklerin ya da T.C.'nin tarihinde ilk kez yayýnladýðý Noel mesajýnda þöyle diyordu: "Hz. Ýsa'nýn 2000'inci doðum yýldönümünün barýþa ve hayýrlara vesile olmasýný, bu mübarek Ramazan ayýnda Allah'tan niyaz ediyor, Hýristiyan dinine mensup vatandaþlarýmýzýn ve tüm Hýristiyan âleminin kutsal Noel bayramýný kutluyorum [ ] Caminin, kilisenin ve havranýn yanyana varlýklarýný sürdürdükleri bu topraklarýn insanlýk onurunu herþeyin üstünde tutan eþsiz hoþgörü geleneði Cumhuriyetin eþitlik ilkesine dayalý anayasal vatandaþlýk hakkýyla daha da pekiþmiþtir." (Gazeteler) Ayný sabah, yani Hz. Ýsa'nýn doðumunun 2000'inci sabahýnda, gözlerimizi oðuþturmaya devam: Amerikan diplomasisinin bir numarasý Madeleine Albright, A.B.D.'nin Müslüman Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 10 gruplarýnýn önde gelen temsilcilerine verdiði iftar yemeðinde þöyle diyor: "Ülkemiz dinsel özgürlük peþindekiler tarafýndan kuruldu. Sivil haklar alanýndaki her ilerlemeyle biraz daha güçlendi. Geleceðimiz, Amerikan kimliðinin herhangi bir ýrkýn, etnisitenin ya da dinin malý olmadýðýný kavrama yeteneðimize baðlý. Bu yaklaþýmla sorunu olanlar varsa, bunu aþmak zorundadýlar [ ] Kadýn olduðum için bu iþi yapamayacaðým [ ] söylenmiþti. Bu Müslümanlara ve kadýnlara yönelik bir hakaretti ve ciddi bir cehaletin yansýmasýydý. Bosna'da, Kosova'da, Çeçenistan'da Müslüman sivillere yönelik þiddete karþý duruyoruz. Huntington'ýn 'Uygarlýklar Çatýþmasý' tezinde öngörülen Ýslam-Batý çatýþmasýna izin vermeyeceðiz." (Milliyet) Yani? Ýslamköy'lü 'Çoban Sülü' 'Barajlar kralý' olarak siyasete giriyor, iki kez darbe ile devriliyor, baþbakanlýktan altý kez ayrýlýp yedi kez geri geliyor, yedi yýl yasaklý kalýyor; aradaki iktidar günlerinde idamlar, "bana, saðcýlar cinayet iþliyor dedirtemezsiniz" laflarý, 'baba' oluþu; sonra canileri kapsayan af yasasýný 180 derecelik bir dönüþle 24 saatte veto, AGÝT zirvesini, yýllar yýlý insanlarýn sadece okuduklarý için hapislerde süründükleri Nâzým Hikmet'in meþhur "yaþamak bir aðaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeþçesine" dizesiyle kapatýþ, "darbeler olmasaydý çoktan Avrupa Birliði üyesiydik" diye yakýnýþ ve iþte bir sabah karþýmýzda: Kýzaðý 'hoþgörü', 'haklar', 'eþitlik', 'sivillik', 'yurttaþlýk' ve 'kardeþlik' paketleriyle dolu, kýrmýzý elbisesi ve beyaz ponponlu þapkasýyla - "Hoh hoh hoo!" Ayný anda, yeryüzünün en güçlü askeri ve ekonomik ülkesinin dünya politikasý sözcüsü Albright. Nazi canilerinin toplama kamplarýna kurban verdiði aile fertlerini bile çok sonradan öðrenmiþ bir Avrupa Yahudisi ailenin Amerikalý kýzý. Latin Amerika diktatörlüklerine binlerce kurban verilmesine yol açan ABD/CIA desteðinden dolayý özür diledikten sonra, Müslümanlara iftar yemeði verirken, Ýslam-Batý çatýþmasýna izin vermeyeceklerini söylüyor; peþin yargý yok! Ha ha. Yorumlamakta zorluk çektiðinizi hissediyorum. Ama, durun: Benim de size bir Noel ve yýlbaþý hediyem olacak: Aslýnda çok kolay, sevgili dostlar: Bütün bunlar bir mucizeden ibaret. En ciddi biçimde söylüyorum. Vallahi. 11 PINOCHET ÝNSANLIÐIN HÝZMETÝNDE 14 Ocak 2000, Yeni Binyýl Tarihin en kanlý faþist diktatörlüklerinden birinin kurucusu ve baþ cellâdý olan Pinochet'nin Ýngiltere'deki 14 aylýk zorunlu ikameti artýk sona erecek gibi görünüyor. Bedenlerini ve ruhlarýný paramparça ettiði onbinlerce insanýn (bu insanlarýn sevdiði, yakýn olduðu kiþileri de sayarsak, yüzbinlerin) haklý isyanýna raðmen, bu yaratýðýn saðlýk nedenleriyle ülkesine dönmesine izin verilmesi kararýný desteklediðimi belirtmiþtim. Baþlýca gerekçem de þuydu: Zaten artýk bir 'mevta' olan emekli generalin, 'yaþlý bir mahpus' olarak çýkacaðý duruþmalar sýrasýnda ölüp gitmesi halinde, hani olur ya, bir tür kahramana dönüþmesi tehlikesi vardý. Serbest býrakýlmasý ile hepimiz bu ölümcül tehlikeden kurtulmuþ oluyoruz. Öte yandan, Pinochet'nin þu kýsacýk tutukluluk süresi içinde insanlýða yaptýðý sayýsýz hizmeti de unutmayalým: · Generalin ilk büyük hizmeti, Ýngiltere seyahatidir: Ameliyat gerekçesiyle oraya özel gezi yapmasaydý, uslanmaz hukukçu Garzon onu orada kýstýramazdý; o zaman da, onu deðerli bir silah müþterisi olarak kabul eden eski-yeni Avrupa politikacýlarýnýn o kayýtsýz ve sinik maskesi düþmez, kimsecikler de Þili'deki 18 küsur yýllýk kepazelikleri hatýrlamak zorunda kalmazdý. Pinochet, çok öðretici bir seyyah çýktý. · Uluslararasý hukuk ve adalet anlayýþýna yaptýðý katký ise kalýcý, hatta ölümsüz oldu generalin: Kendi ülkesindeki silahsýz vatandaþlarý ve yabancýlarý katlederek 20. Yüzyýlýn en 'in' kavramlarýndan biri olan 'democide'a (nüfus kýrýmý) müthiþ katkýlarý olan eski devlet yetkililerinin, ulusal egemenlik iddiasýnýn ardýna sýðýnarak dokunulmazlýk zýrhýndan yararlanmalarýnýn imkânsýz olduðunun canlý kanýtý ve anýtý oldu o. Çünkü, uluslararasý insan haklarý sözleþmeleri böyle suçlarýn takibi için sýnýr tanýmýyor. (Kendisi, bundan böyle, "beni Þili doktorlarýna emanet ediniz!" diyebilir ancak.) General, böylelikle, istemeyerek de olsa, Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 12 kendisi gibi zalimlere karþý kendimizi nasýl koruyabileceðimizi gösterdi bize. Öðretmen Pinochet. · Üçüncü ve belki de en büyük hizmete geldi sýra: General, 1980'lerin sonlarýnda, kendisine hâlâ insanlarý güpegündüz 'kaybetmeyi' nasýl baþardýðýný soran bir gazeteciye, "boþverin kayýplarý, insan haklarýný filan; ekonomik kalkýnmamýza bakýn!" demiþti. Para ve maddiyat hýrsýnýn doðurduðu bu sýnýr tanýmaz küstahlýk, yirminci yüzyýl sonlarýnýn en belirgin 'insan davranýþlarý'ndan biri sayýlabilirdi. Ýþte, ameliyat için girdiði hastanede gözaltýna alýndýktan sonra da -- iyileþtiði halde -- Þili halkýnýn parasýyla kalmaya devam eden bu adam, "diðer hastalarýn haklarýný gasp ettiði" gerekçesiyle hastaneden kovulurken, gýkýný bile çýkaramamýþtý. Bu, zalimlerin had tanýmaz küstahlýðýnýn sonunun da yavaþ yavaþ gelmekte olduðunu belirten bir 'sessiz gýk'tý aslýnda Gelin þimdi, bizlere bunca paha biçilmez dersler veren adamý selâmlayalým: Gýk sana Pinochet. 13 "HOÞ" 17 Mart 2000, Yeni Binyýl Yargýtay 8. Ceza Dairesi Baþkaný Naci Ünver, dairesindeki resmî telefonlarýnýn herhangi bir mahkeme kararý olmaksýzýn, devletin kolluk kuvvetlerince dinlendiðini öðrenmiþ. Bunu nereden öðrenmiþ? Ankara DGM Cumhuriyet Baþsavcýlýðý'nýn yürütmekte olduðu bir soruþturmadan. Konumu gereði ülkenin en yetkin hukukçularýndan biri sayýlmasý gereken yargýç, bu durumdan infial duymuþ. Neden? Çünkü, böyle bir davranýþýn, Anayasa'ya ve Anayasa'nýn koruma altýna aldýðý demokratik hukuk devleti, hukukun üstünlüðü gibi en temel ilke ve kurallara aykýrý olduðunu en iyi bilecek durumda olanlardan biri o da ondan. Bunun üzerine ne yapmýþ sayýn yargýç? Temel haklarýnýn çiðnendiðini düþünen her vatandaþýn yapmasý gereken - ama genellikle yapmaktan nedense kaçýndýðý -- þeyi. "Aðýr hizmet kusuru" iþlendiði gerekçesiyle Ýçiþleri Bakanlýðý aleyhine 25 milyar liralýk tazminat dâvâsý açmýþ. Konuþmanýn içeriðinin hiç önemli olmadýðýný, ne konuþulmuþ olursa olsun dinlemenin suç teþkil ettiðini belirtmiþ dilekçesinde. Halen Ankara 10. Ýdare Mahkemesi'nde devam etmekte bu dâvâ konusunda dâvâlý, yani TC Ýçiþleri Bakanlýðý ne yapmýþ peki? Ýki ayrý savunma göndermiþ. Bakanlýðýn, hiç þüphesiz hepsi de yetkin, akýllý ve saðduyulu birer hukukçu olan avukatlarý, ne demiþler bu savunmalarda? 1) Telefon dinleme eylemi, telefonu gizlice dinlenen kiþinin kiþiliðine, kimliðine, özel hayatýna, özel hayatýnýn dokunulmazlýðýna, yargý baðýmsýzlýðýna ve hakimlik teminatýna bir saldýrý deðildir. 2) Böyle bir saldýrý olmayýnca, hâkimin zarar gördüðü iddiasý da soyut, belirsiz ve kanýtsýzdýr. 3) Zarar, zaten ancak ticari bir kayýp olmuþsa zarardýr; hakimin mal varlýðýna bir halel gelmediðine göre ortada zarar filan yoktur. Hakim esasen "konuþmanýn içeriði önemli deðil" derken, zarar görmediðini de söylemiþtir. Dolayýsýyla, hakim zaten "aðýr, haksýz ve Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 14 "fâhiþ" olan böyle bir tazminatý alýrsa "sebepsiz" yere "zenginleþmiþ" olur. 4) Gizlice telefonlarý dinlenen sadece dâvâcý deðildir ki: "Diðer önemli kurum ve kiþilerin" resmî telefonlarý da hep dinlenmektedir zaten. Yani, bu "kiþiye özel" filan deðil, genel ve "normal" bir uygulama sayýlmalýdýr. Olayda "hukuk devleti ilkelerine bir saldýrý sözkonusu olabilir", ama bu ilkelere saldýrýlýnca, sadece telefonu gizlice dinlenen, ama hakkýnda takibat filan yapýlmayan yargýtay hakimi bundan niye zarar görmüþ olsun ki? 5) Hem, herkes yargýç Naci Ünver gibi tazminat isterse bu iþin sonu neye varýr: "Tazminat istekleri sonu gelmez hoþ olmayan bir örnek olur." Ýþte böyle. Dünkü bazý gazeteler (Yeni Binyýl, Milliyet, Radikal...) bu olayý, "Komedi", "Komik Savunma", "Tuhaf Savunma", "Aziz Nesin'lik Savunma" baþlýklarýyla verdiler. Bence, bu gazeteler tümüyle yanýlýyordu: Tüm uðraþýma raðmen, olayda komik ve tuhaf bir yan göremedim. Ayrýca, Aziz Nesin'in sanatýna duyduðum hayranlýða raðmen de, deðil üstadýn, yeryüzünün gelmiþ geçmiþ tüm mizah yazarlarýnýn biraraya gelseler bile, hayal güçlerinin böyle bir kurguyu dile getirmeye yeteceðinden adamakýllý kuþkuluyum. Evet, hayat sanatý taklit ediyor. Kendimizi hayatýn bu hoþ akýþýna býrakalým, nâhoþ örneklere yol açmayalým, tatilimize kayalým. 15 SOÐUKTAN GELEN CASUS 27 Mart 2000, Yeni Binyýl Yirminci yüzyýl, özellikle ikinci yarýsýndan itibaren, casusluk faaliyetlerinin yoðunluðuyla da tarihe geçmiþtir herhalde. Baðýmsýz Ýskoç gazeteci Duncan Campbell'ýn 20 yýldýr derinlemesine ve belgelerle yürüttüðü araþtýrmalar, dünyada öncelikle Ýngilizce konuþulan Batý ülkelerinin gizli servislerinin muazzam bir egemenliði olduðunu tartýþma götürmez þekilde ortaya koydu. Avrupa Birliði'nin de Campbell'a hazýrlatýp benimsediði yeni bir rapor, yeryüzünde neredeyse bütün insanlarýn neredeyse bütün konuþma, görüþme ve mesajlarýnýn dinlendiðini ve arþivlendiðini anlatýyor. Abarttýðýmý düþünebilirsiniz, ama saatte birkaç milyar mesajdan sözedildiðini unutmayýn! Böylelikle, George Orwell'in "1984" adlý unutulmaz romanýnda çizilen fiktif totaliter toplum modelinin gerçek hayatta düpedüz uygulandýðý bir çaða ulaþmýþ oluyoruz. 21. yüzyýlýn daha da eksiksiz bir "casuslar ve gizli servisler çaðý" olacaðýna da kesin gözüyle bakýlabilir. Bunu da abartmalý bir kehanet olarak görüyorsanýz, Rusya'da dün yapýlan seçim sonuçlarýna bakmanýzý öneririm. Sovyetler Birliði'nin "kendi aðýrlýðý altýnda" kalýp çökmesinin ardýndan dün yapýlan 3. baþkanlýk seçiminde, halkýn "milli kahraman" Vladimir Vladimiroviç Putin'i baþa getirmeye kararlý olduðu anlaþýlýyor. Kim bu Putin? 47 yaþýnda bir casus. Çekirdekten yetiþme. Üniversiteyi bitirir bitirmez "çocukluk hayallerini" besleyen bu heyecanlý mesleðe KGB'de atýlmýþ. Eski Baþkan Boris Yeltsin, onu geçen Aðustos'ta Baþbakanlýða atadýðýnda bu ünlü gizli teþkilâtýn yerini alan FSB'nin baþýydý. Hakkýnda da kimse bir þey bilmiyordu. Doðal olarak. Çünkü, hepimizin bildiði gibi, casusluk mesleðinin en temel ögesi, gizliliktir; yoksa iyi bir casus olunamaz. Putin dün seçim sandýðýndan çýkarken, kimse gene onun hakkýnda pek birþey bilmiyordu. "Hukukun diktatörlüðü" gibi siyaset literatürüne hayli tuhaf Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 16 yeni katkýlarý olacaðýndan, siyasî bakýmdan tehlikeli gördüðü basýný ezmesinden, Thatcher'ý çok beðenmesinden, güçlü devlet- yurtseverlik-aile deðerleri-âdil iþ koþullarý-yoksullukla savaþ gibi son derece tanýdýk -- ve muðlâk-- kavramlarý savunmasýndan baþka... Ha, bir de þu var: Seçimden birkaç gün önce, Batý medyasýna verdiði son derece nadir demeçlerden birinde, Rusya'nýn baþ belâsý yolsuzlukla mücadele için müthiþ bir formül geliþtirdiðini açýkladý Putin: Seçimi kazandýðý gibi, çok güvendiði bütün eski casus yoldaþlarýný Kremlin'e sokup yolsuzluðun kökünü kazýyacak ve Rusya'yý "muasýr medeniyet seviyesine taþýyacak"mýþ! (New York Times, 24 Mart 2000) Soðuktan gelen casuslar küreselleþip Batý ile bütünleþiyor. Ayný söyleþide "sembollerle uðraþacak hali olmadýðýný" söyleyen Vladimir Vladimiroviç Putin, belki kendi farkýnda bile olmadan, 21. yüzyýlýn en büyük metaforlarýndan biri haline geldi bile. 17 KANLI PAZAR YA DA BRÝTANYA'NIN 'SUSURLUK'U 30 Mart 2000, Yeni Binyýl Þu günlerde Britanya, tarihinin en en büyük adlî soruþturmasýna tanýk oluyor: "Kanlý Pazar" soruþturmasýna. Buna, bir bakýmdan, "Britanya'nýn Susurluk'u" da diyebiliriz. 1972 yýlýnýn Ocak ayý sonunda Kuzey Ýrlanda tarihinin en karanlýk Pazar günlerinden birinde, Londonderry'de Britanya Paraþüt Alayý'nýn birinci taburu, yasadýþý yürüyüþ yapmak isteyen insanlarýn üzerine aðýr silahlarla ateþ açmýþtý. Bu ateþ, hepsi de silâhsýz olan 14 delikanlýnýn yürüyüþüne ebediyyen son verdiði gibi, 17 kiþinin de - kimisi aðýr -yaralanmasýna yol açmýþtý. Bazýsý arkadan vurularak öldürülenlerin altýsý, henüz 17 yaþýndaydý. Asker de dahil olmak üzere orada görevli olan kolluk kuvvetlerinin tümü, öldürülenlerin çoðunun þüpheli þahýslar olduðunu iddia etmekteydi. Yani ya yasadýþý IRA'nýn silahlý militanlarýydýlar, ya da çivibombacýlarý. Kanlý Pazar'i izleyen üç ay içinde bu dehþetengiz olayýn soruþturmasý inanýlmaz bir süratle tamamlandý ve soruþturma baþyargýcý Lord Widgery, paraþütçülerin, üzerlerine ateþ açýlmasý üzerine "nefs-i müdafaa" amacýyla karþýlýk verdikleri kanaatine vardý ve böylece Ordu'yu da akladý. Olay da bu þekilde kapanmýþ oluyordu. Ama, Kanlý Pazar kurbanlarýnýn aileleri, ilk günden itibaren, ne yapýlan resmî açýklamalara, ne de bu soruþturma sonuçlarýna inandýlar. Widgery'nin alelacele hazýrladýðý 36 sayfalýk üstünkörü raporun tek kelimesini kabul etmediler. Çocuklarýnýn, kardeþlerinin ya da aðabeylerinin IRA ile iliþkisi olmadýðýný, yürüyüþ günü hiçbirinin üzerinde tek bir silâh dahi bulunmadýðýný, iþin içinde baþka bir iþ olduðunu anlatmak üzere çalmadýk kapý býrakmadýlar. Bu bir avuç sivil insanýn çok uzun, zorlu ve dolambaçlý adalet mücadelesi çeyrek yüzyýlý aþkýn bir süre devam etti. Sonunda, iki yýl önce, artýk baskýlara ayak direyemeyen Blair hükûmeti, ikinci bir soruþturma baþlatmaya karar verdi. Kara kaplý defter yeniden açýlmýþtý iþte sonunda. Yargýç Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 18 Lord Saville baþkanlýðýnda yürütülen yeni soruþturma da iki gün önce resmen baþladý. 100.000 sayfadan fazla kanýt belgenin ortaya konacaðý bu soruþturmanýn sadece açýlýþ ya da sunuþ konuþmalarýnýn 4 hafta boyunca aralýksýz devam edeceði biliniyor. Adlî soruþturmanýn iddia makamýnda bulunan Christopher Clarke, "insani bakýmdan nekadarý elimizden geliyorsa, o kadar koþacaðýz hakikatin peþinde." Nasýl bir hakikat bu? "Ýnsanlarýn gördüðü hakikat deðil. Ýnsanlarýn olmasýný istediði hakikat de deðil. Olanca yalýnlýðý ile sadece hakikat." Dünyanýn dört bir yanýnda 2110 tanýðýn aranýp taranmasýndan ve bunlarýn neredeyse tümünün ifadesine baþvurulduktan sonra ortaya çýkacak olan hakikatten bahsediliyor. Bedeli de aðýr olabilir bu hakikat arayýþýnýn. Bütçeden müthiþ paralar ayrýlmýþ, high-tech salonlar kurulmuþ ve yaklaþýk iki yýl sürecek aðýr bir süreç izlenecekmiþ. "Kanlý Pazar'da ilk aðýzda ölen Jack Duddy adlý delikanlýnýn yeðenlerinden birinin açýlýþ günü belirttiði gibi, "kurbanlarýn aileleri, Ýrlanda'nýn Derry kenti halký ve bir de uluslararasý insan haklarý camiasý, Britanya hükûmetini bu soruþturmayý baþlatmaya zorladý." Soruþturma ile tam ayný tarihte, Britanya'dan Peter Pringle ve Philip Jacobson adlý iki gazetecinin bu konudaki derinlemesine araþtýrmalarýnýn sonuçlarýný ortaya koyduklarý bir kitap yayýmlandý. Ordunun gizli bir"katliam planý" uyguladýðýný kanýtlarýyla ileri süren kitabýn sadece adý bile hayli aydýnlatýcý: "Kanlý Pazar: Bunlar gerçek mermi, öyle deðil mi?" 28 yýl sonra yavaþ yavaþ aralanan bu kanlý ve karanlýk perdenin arkasýndakileri anlatmaya yarýn devam edeceðiz. 19 KAPALIAÇIK 5 Nisan 2000, Yeni Binyýl Dün, iktidar koalisyonunun bir zirvesi daha sonuçlandý. Týpký daha önceki yirmiki zirve gibi bunun da tarihî bir liderler zirvesi olduðu konusunda tüm gazeteler hemfikir. Hürriyet gazetesi, bu seferki tarihî zirveden iki karar çýktýðýný, bunlardan birinin "açýk karar", ötekininse "gizli karar" olduðunu belirttikten sonra, hem açýðýný, hem de kapalýsýný (gizlisini) bize açýkladý. Aslýnda, belli baþlý diðer bütün yayýn organlarýnda da açýklandýðý için pek gizlisi saklýsý kalmadýðýný düþünsek de, biz gene biz olalým, bu gizli kararý saklý tutalým ve açýk karara bakalým. Buna göre, 5 Nisan günü (yani bugün) yapýlacak olan tarihî oylamada milletvekillerinin "Anayasa deðiþikliði için attýklarý imzaya sahip çýkmasý saðlanacak"mýþ. Liderler, bunun için "her tedbiri alacaðýz" demiþler. (Hürriyet, 4 Nisan 2000, s. 25) TBMM'de yapýlacak gizli oylamada imzalara sahip çýkýlmasýnýn saðlanmasý için nasýl tedbir alýnacaðý konusunda rivayet muhtelif. Bu fevkalade karmaþýk oylama sürecini en iyi Yeni Binyýl anlatmýþ: Kýsaca, "gizli oy, açýk pul" ya da "ýskarta oy formülü" diye adlandýrýlan bu sistem, özetle þöyle iþliyor: - Oylamada kur'a usulüyle 5 milletvekili "tasnif komisyonu" olarak belirleniyor. Adý okunan milletvekili komisyon masasýna gelip bir zarf ile 3 renk pul alýyor. - Meclis matbaasýnda bastýrýlan ve mutlaka kalýn kartonlardan oluþan pullar kýrmýzý (red), beyaz (kabul) ve yeþil (çekimser/çekinser) renkte oluyor. - Gizli oylama olduðundan, kapalý kabine giren milletvekili, orada oyunu koyduðu zarfý, açýk sayým olduðundan dýþardaki baþkanlýk kürsüsü önündeki oy sepetine atýyor. Diðer iki pulu ise ister cebine koyuyor, isterse çöp sepetine (ýskartaya) atýyor. - Bu aþamada devreye giren "ýskarta formülü"ne göre, avucuna sakladýðý diðer iki pulu parti denetçilerine gösteriyor. (Milletvekilinin, kullanmadýðý pullarý avucunda kimden sakladýðýný maalesef anlayamadým, tarihi zirveden çýkan tarihi ve açýk kararda burasý Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 20 açýklanmamýþ çünkü.) - Son aþamada, ek bir tedbir daha var: Üç pulu alan milletvekili, a) Kabinde beyaz pul koymadan zarfý kapatýp çýktýðýnda boþ zarfý oy sepetine atabilir. b) Beyaz pulu saklayýp, diðer iki pulu parti yöneticilerine teslim edebilir. Bu gibi sakat durumlara karþý, beyaz oylarýn mutlaka yöneticilere alenen gösterilerek zarfa konmasý ve sandýða atýlmasý öngörülmekteymiþ. (Yeni Binyýl, 4 Nisan Salý) (Yukarýdaki a ve b þýklarýna, bir de beyaz pulun milletvekili tarafýndan "yutulmasý" ihtimaline de Sabah'ta Rauf Tamer dikkat çekiyor. Bu ihtimale karþý, oylamaya katýlan milletvekillerinin tek tek mide röntgenlerinin alýnmasý gibi bir tedbir de ayrýca düþünülmüþ müdür, orasýný bilemiyoruz, ama itiraf etmek gerekir ki, bu kadarý biraz fantezi olur.) Tarihî zirveden çýkan tarihî karar uyarýnca alýnacak bu tarihî tedbirler manzumesi Meclis'teki tarihî oylamada bitamam eksiksiz uygulanýrsa, Türkiye de dünya tarihinde "bir ilk'e daha imza atmýþ" ve böylelikle dünya siyaset literatürüne "gizliaçýk oylama" terimini kazandýrmýþ olacak. Ayrýca, istikrar da geri gelecek tabii. Bütün bu karmaþýk sistem içinde, oylarýn niçin kapalý kabinlerde kullanýldýðýný da anlamadým, ama ey kari, bu kadarýný da benim kapalý zihnime ver ve beni baðýþla. 21 NASILSINIZ, ÝYÝ MÝSÝNÝZ? 7 Nisan 2000, Yeni Binyýl Kendimi yeni doðmuþ bir bebek gibi hissediyorum. Ya siz? (Þerifin notu: TBMM tarafýndan Süleyman Demirelin Cumhurbaþkanlýðý süresinin uzatýlmamasýna karar verildiði gün yazýlmýþtýr.) 22 ANONÝM, ANINDA, ALEMÞÜMUL 11 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Siberuzayda "yýldýz savaþlarý"ndan beter amansýz bir savaþ sürüp gittiðinin farkýnda mýsýn, ey kâri? Yeryüzünün en büyük sektörlerinden müzik endüstrisi, çaðýmýz gençliðine karþý - hani biraz da umutsuz görünen - bir "hukuk savaþý" yürütmeye çabalýyor bir kere. Dünyanýn dörtbir yanýnda müziksever gençlerin kendi aralarýnda internet üzerinden dijital müzik deðiþ-tokuþuna karþý, telif haklarý ayaklar altýna alýndýðý gerekçesiyle ter ter tepiniyor. Ne yapacaðýný bilmek açýsýndan plakçýlardan çok daha iyi durumda olmayan dev hukuk sektörü onlarýn artýk ayyuka çýkan yakýnmalarýyla baþ etmeye çalýþa dursun, savaþta yeni yeni cepheler de açýlýyor. New York Times'ýn manþetten verecek kadar önemli bulduðu habere göre, bu "sibercephe"nin yeni Luke Skywalker'ý --ya da, bulunduðun tarafa göre, Darth Vader'ý, artýk ona sen karar vereceksin - 23 yaþýnda bir Ýrlandalý delikanlý. Ian Clarke adýndaki bu programcý, "Freenet" (Özgür ya da Serbest Að) diye bir program tasarlamýþ ve bunun "deneme yayýnlarý"ný da dünyanýn pek çok ülkesine bedava daðýtmýþ durumda. Kendisinin Times'a söylediðine göre, yakýnda bitirmek üzere olduðu bu program, her türlü sayýsal (dijital) haber ve bilgi deðiþtokuþunu denetlemeyi olanaksýz kýlacak. Yani, ister müzik, ister video, isterse de yazýlý metin veya yazýlým programý olsun, tümünü bedavadan deðiþ tokuþ edebileceksiniz. Üstelik, böyle malzemeyi edinmek ya da deðiþ-tokuþ etmek, anonim bir faaliyet olacak. Dahasý, bu bilgiyi Ýnternet'ten kaldýrmak ya da bunun kaynaðýný belirleme yolundaki bütün çabalarý da boþuna çýkaracak þekilde tasarlanmýþ bir program bu. Þu sýralarda çok revaçta olan bir reklamda söylendiði gibi "Bu bir devrim." Genç Ýrlandalý ve onun gibi gönüllü programcýlardan oluþan grubu, bilerek ve isteyerek dünya telif yasalarýyla çatýþmaya giriyorlar. Bu "savaþ"tan bekledikleri de þu: Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 23 Çatýþma sonunda yeryüzünün tüm bilgi ve haberlerinin serbestçe (özgürce) paylaþýlacaðý bir siber âlem yaratýlacak. Her halükârda, Freenet ve benzeri programlar (Gnutella, Napster vb.), "fikrî mülkiyet" ya da telif haklarý diye bilinen kavramlara bakýþýmýzý kökten deðiþtirecek gibi görünüyor. Daha düne (gerçekten düne) kadar, kayýt endüstrisinin, avukatlar ordusunun ve bazý müzisyenlerin (Metallica'cýlarýn kulaklarý çýnlasýn!) düpedüz "korsanlýk" diye suçladýðý bu müzik-haber-bilgi deðiþtokuþu, birden bambaþka bir boyut kazanabilir. Yeni programlarla merkezî bir otorite, bir denetim mekanizmasý, bir hedef "korsan" bulunamayacak çünkü ortada. Mesele, yalnýzca müzik, telif haklarý filânla sýnýrlý kalsa gene iyi. Yeni teknolojiler sayesinde, her türden enformasyonun anonim, ânýnda, âlemþümul (küresel) olarak daðýtýlmasý sözkonusu! Bu "üç a"nýn insanlýða neler getireceðini düþünebiliyor musun, ey kâri? Sen bu çok boyutlu denklemi bir günlüðüne düþünedur; biz de arkasýný yarýn getirmeye çalýþalým. 24 BÝNYILI BÝZÝM ÝÇÝN DE AÇAN KUPA 21 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Kimi zamanlar idrakimin zayýflýðýndan dolayý en yakýnýmda olan insanlarý bile þaþýrtýp onlarý aval aval baktýrmayý baþardýðým doðrudur. Tek bir örnek vermem gerekirse, televizyondaki en sýradan (yani olaylarýn akýþý her zaman insaný çileden çýkartacak kadar kolay tahmin edilebilir olan) Amerikan filminin konusunu kavramamakta direndiðim olmuþtur. "Bu kadýný niye öldürdüler þimdi, durup dururken?" diye sorduðumda, karýmýn yüzünde okuduðum hayret, sahicidir: "Allahým, her gün dünya olaylarýný yorumlayarak kafamý þiþiren bu adam, dünyanýn en olaðan senaryosunu algýlamamýþ olabilir mi?" diye sorar gibidir kara gözleri. Böyle durumlarda, onu iþletmediðimi, esasen kimseyi iþletemeyecek kadar iyi niyetli (ve de geri, belki biraz da çift þahsiyetli) olduðumu ona anlatana kadar göbeðim çatlar - anlatmayý baþarabilirsem tabii. (Burada asýl amacým, erkek seçiminde yanlýþ davranmamýþ olduðunu ona bir kez daha hissettirmek, dolayýsýyla da özgüvenini saðlamlaþtýrmaktýr, müþfik bir koca olarak.) Ama, kimi zamanlarda da olaylarýn gidiþatýný önceden kestirmekte üstüme yoktur doðrusu. Ender de olsa, böyle biliciliklerim vardýr. Bu kehânetlere tek bir örnek vermem gerekirse, Galatasaray antrenörü Fatih Terim konusunda, ülke çapýnda þimdiki gibi tam bir fikir birliði þöyle dursun, epey bir "kafa karýþýklýðý"nýn hâkim olduðu bir tarihte, onun çok önemli bir adam olduðu konusunda kesin bir kanaate varmýþ olduðumu söyleyebilirim. Üstelik, konu da futbol deðildi, iyi mi? Bundan iki-üç yýl önce, þimdi maalesef bulup çýkaramadýðým bir gazetede çýkmýþ bir röportajýnda, sayýn Terim, kendisi için öncelikli konunun "insan haklarý" olduðunu net bir dille ifade etmiþti. Üstelik, yanlýþ hatýrlamýyorsam, bunun neden böyle olduðunu da saðlam bir mantýkla ortaya koymaktaydý. Hem insan haklarýnýn, hem de Galatasaray'ýn koyu bir taraftarý olarak, o tarihten bu yana, geleceðe Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 25 çok daha pozitif bir tavýrla baktýðýmý söyleyebilirim. Bu görüþümü, her zamanki gevezeliðimle, o zaman da yakýnýmdaki insanlarla da paylaþmýþ olduðumdan, hani tanýk sýkýntýsý da çekmiyorum. Arsenal'le oynanan inanýlmaz final maçýnýn ardýndan iki önemli þey daha söyledi Fatih Terim: Birincisi, hep ayný ülkelerin ayný takýmlarýnýn kazanmasýna alýþýlmýþ bu kupayý farklý bir ülkenin farklý bir takýmýnýn kazanmasýyla dünyaya katýlan "renk"ten bahsetti. Ýkincisi de, artýk unutmaya yüz tuttuðumuzu dehþetle farkettiðim bir olayý hatýrlamasýydý: Muazzam bir deprem felâketi yaþayan bir ülke sâkinlerinin yüzlerine bir süre için de olsa gülümsemeyi yeniden katmanýn sevincinden söz etti teknik direktor. Herþeyin para demek olmadýðýný; kiþiliðin, dürüstlüðün, sözüne sadýk kalmanýn, "enayiliðin", "Donkiþotluðun", kýsacasý, modasý geçmiþ sayýlan erdemlerin önemini bize çeþitli tarihlerde tekrar tekrar hatýrlatan Fatih Terim, þahsen benim için (ilk gittiðim maçta Beþiktaþ'a 5-4 yenildiðimiz o dramatik futbol faciasýndan bu yana) tam 45 yýllýk bir beklentiyi sona erdirenlerden biri olmanýn çok ötesinde. Terim önderliðindeki Galatasaray'ýn Avrupa'nýn sýkýcý finallerine kattýðý o canlý renkler de -- öncelik elbette sarý - kýrmýzýda olmakla birlikte -gökkuþaðý gibi bir palet oluþturuyor. Ben bundan sonra da Amerikan filmlerinde senaryoyu kavramakta zorlanmaya devam edeceðim; burasý kesin. Ama, Avrupa'da "millennium"un açýlýþ kupasýna adýný yazdýrmanýn ne demek olduðunu kavramakta zorluk çekeceðimi sanmýyorum. 26 AÐIR METAL ÇOCUKLARIN BAÞINA DÜÞTÜ 4 Haziran 2000, Yeni Binyýl Geçen yýl, daha 20 yaþýný doldurmamýþ bir üniversite öðrencisi bir icatta bulundu: Napster adýný taþýyan bir bilgisayar programý. Kâinatýn sýrrýný çözmekte E = mc2 formülü ne kadar etkili ise, özellikle gençlerin gizemli dünyasýný aydýnlatmakta neredeyse o kadar büyük etki yaratan MP3 dosyalarýný kullanan bir programdý bu. CD kalitesinde müziðin sanal âlemde serbest dolaþýmýný mümkün kýlýyordu. Dolayýsýyla, kaydedilmiþ parçalarýn mükemmel kopyalarý yeryüzünün bütün bilgisayarlarýnda tedavüldeydi artýk. Teorik olarak, bir tek CD satýn alarak, bir "hit"parçanýn milyonlarca kopyasýný yapabiliyordunuz. Geçen yýl, tescilli marka olarak piyasaya sürülmüþ þarkýlardan bir milyar kopya yapýlmýþ olduðu saptanmýþ. Bu yýl, bunun üç milyar olacaðý tahmin ediliyor. Ýþte Shawn Fanning'in programý, böylelikle, yirmibirinci yüzyýlda bir baþka cini daha þiþeden çýkarmýþ oldu. Dev müzik þirketleri, dev kârlarýný sýnýrlayacak bu korsanlýk durumu karþýsýnda Napster'a karþý dâvâ üstüne dâvâ açarlarken, dev bir paradoksu da ortaya çýkarmýþ oldular: Kendi varlýklarýnýn biricik temeli olan müziksever gençleri bir tür "düþman" ilân etmiþ oluyorlardý böylece. Bu ticaret devleri, yýllar yýlý adeta müstehcen þekilde þiþirilmiþ fiyatlarla sattýklarý CD'lerden bir-ikisini almak için kendilerini paralayan gençleri satýn almaya zorluyorlar þimdi. Elektronik þifreler koyuyorlar. Böylece þarký kopyalayanlarý tespit edip kanunun pençesine teslim edecekler. Müzikseverleri "mutlu"etmeye dayalý bir endüstri sektörünün Orwell usulü "Büyük Birader" taktiklerine baþvuruyor olmasý, ilginç bir durum. Ayrýca, biraz riskli de: Dinlediði müziðin parasýný "kazýklanarak" da olsa ödeyen o sadýk müzikseveri de çileden ve yoldan çýkarabilir. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 27 Öte yandan, þiþeden çýkan bir cin daha var: Aðýr metalci Metallica, aðýr rap'çi Dr. Dre ve Sir Paul McCartney gibi müzik "baba"larý -- ve Madonna gibi "anne"leri -- müzikleri Ýnternet'ten bedava daðýtýlmaya baþlayýnca birden kýlýk deðiþtirdiler: Meþin ceketleri, metal düðmeleri, çivileri, porno kýlýklarýný filân bir kenara býrakýp iþadamlarýnýn kravatlý koyu renk takým elbiselerini giymekte tereddüt etmediler. Bir zamanlar "Kill'em All" (Hepsini Temizleyin) diye naralar patlatan Metallica, 317 bin hayranýný polise ihbar etti ve onlarýn Napster kullanmasýný "yasaklattý". (Listeyi bizzat davulcu Lars Ulrich elden teslim etti!) Bir zamanlar NWA grubunun bir elemaný olarak "Fuck The Police" (Polisi s..in) diye þarký çaðýran "anarþist" Dr. Dre, þimdi yanýnda polislerle hayran avýnda... Zaman zaman büyük rock'çularýn þarký sözlerini toplu ya da tek tek intihar edecek kadar ciddiye alan müziksever çocuklarýn þimdi ne yapacaklarý merak konusu tabii. Her gün yenisi çýkan programlarla internet polisliðini neredeyse olanaksýz kýlan teknolojik geliþmeler karþýsýnda müzik endüstrisinin nasýl bir "çýkar yol" bulacaðý da ayný derecede belirsiz. Ama, ey kari, bilinen bir tek þey varsa, o da þu: Trilyonlar götüren Rock yýldýzlarýný müzikseverlere "düzen karþýtý âsiler" diye bize yutturmaya yarayan o köredici stadyum projektörlerinin ýþýðý için yatsý vakti gelmiþ görünüyor. 28 SON BÜYÜK ULUSAL NUMARAMIZ 18 Haziran 2000, Yeni Binyýl Yaz faslýna geçtiðimiz þu sýralarda, biraz da tatil rehavetine girmiþ olduðumuzdan dolayý herhalde, Türklerin dünyayý sarsacak bir atýlýmý sessiz sedasýz gerçekleþtirdikleri yolundaki haberler yerkürede pek yanký bulmadý. Ama, ey kari, senin için hiçbir fedakârlýktan kaçýnmayan þu satýrlarýn mütevazý ve fakat ayaðýna tez muharriri, tatil dahi dinlemeden bunu ayaðýna getiriyor iþte: Þok yaratýcý atýlýmýn adý MERNÝS. Herþeyin mutlaka bir kod adýyla anýldýðý çaðýmýzda, MERNÝS (Merkezî Nüfus Ýdaresi Sistemi) projesi ile memleketimizde 110 milyon kiþiye birer "ulusal kimlik numarasý" verileceði bildiriliyor. Bu numaralar 11 haneli olacak; çeþitli devlet kurumlarýnda iþlemlerin hýzla ve kolayca yapýlmasýna olanak verecek. (Milliyet, 16 Haziran). MERNÝS'in dünya çapýnda üç özelliði var. Birincisi, bürokrasiyi toplumsal hayatýmýzdan tasfiye etmesiyle baþlý baþýna bir devrim niteliðinde. (Düþünsenize, bürokrasi engeline takýlmayan bir vatandaþlar ordusu oluyoruz.). Ýkincisi, sistem "kayda geçirilecek kiþi bakýmýndan dünyadaki en büyük uygulama" imiþ. ("Kayda geçirilecek kiþi bakýmýndan" ne demek, burasýný anlayamadým; ama, "dünyanýn en büyük uygulamasý"ný yapan bir milletin ferdi olmanýn sana da büyük gurur verdiðinden eminim ey kari.) Üçüncü -- ve þüphesiz en önemli - özellikse, kayda geçirilecek vatandaþlarýn nicelik ve niteliði: Türkiye nüfusu 62 milyon dolayýnda, ama numara alacaklarýn sayýsý 110 milyon! Yani, yaklaþýk 42 milyon ölümüze de numara veriyoruz. Ýnsanlarýmýza, onlar öldükten sonra (yani artýk bürokrasiyle bir problemleri kalmadýðýnda) dahi birer "ulusal kimlik" kazandýrmak, millennium'da dünya demografi bilimine yapabileceðimiz en müthiþ katkýlardan biri! Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 29 Ne var ki, bazý küçük tereddütler yok deðil: Ulusal kimlik numarasý verilecek ölülerimizi hangi nesilden baþlatacaðýmýz konusu biraz ikircikli: Sevgili anneanneme güzel bir numara verilmesi elbette içimi gururla karýþýk bir sevinçle dolduruyor; ama öte yandan, büyük büyük büyük dedem Sadrazam Niþancý Mehmed Paþa'nýn "ilk 110"a giremeyip" ulusal kimliðin dýþýnda öylece býrakýlývermesi ihtimali karþýsýnda -- hani yeis demeyeyim ama -- derin bir hüzne gark olmuyorum desem, yalan olur. Baþka bazý sorunlarým da var: Ulusal kimlik numaralarýnýn daðýtýmýnda protokole uyulacak mý, sorusu beynimde burgaçlanýyor meselâ: Mülkî askerî ve ilmî erkân -- ve onlarýn ölüleri -- arasýnda numaralarýn seçim ve daðýtýmýnda bir öncelik problemi çýkar mý acaba diye endiþeleniyorum. Ayrýca, ünlü katil ve gangsterlerimizin numaralarý ne olacak? En iyi numaralarýn daðýtýmýnda, bazý hapishanelerde kanlý çatýþmalar çýkabileceðini dikkate almak gerekebilir. (Onlarýn numaralarý, kolluk kuvvetlerini numaralarýndan daha güzel olabilir mi?) Daðýtýmda torpil ve rüþvet mekanizmalarýnýn iþlemeyeceðinden de emin olmak, en doðal vatandaþlýk hakkýmýz deðil mi? Ya medya? Genel yayýn yönetmenlerinden ve baþyazarlardan baþlayarak köþe yazarlarýna doðru inen bir "silsile-i merâtip" gözetilmeyecek mi bu numara daðýtýmýnda? Önerim þu: MERNÝS, "resmi plaka" sistemi gibi bir "numara" getirsin. En önemli vatandaþlarýn ilk on hanesi, onlardan biraz daha az önemlilerin de ilk dokuz hanesi sýfýrla baþlatýlsýn. "Ulusal kimlik numaralarý"nýn bazýlarý kýrmýzý (ya da kýrmýzý zemin üzerine altýn yaldýzlý) olarak da düþünülebilir. MERNÝS, bu pürüzler giderildikten sonra bizim en büyük numaramýz olacak: Ulusal kimlik sorunumuz çözülecek ve herkese "numaran kadar konuþ" diyebileceðiz! 30 "MEKSÝKA'DA DOÐAN GÜNEÞ" 6 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Bugünkü Meksikalýlarýn atasý Azteka kýzýlderililerinin yüce tanrýsý, "yeryüzünün sahibi" Huitzilopoctl, simgelediði güneþle birlikte bir tür geri dönüþ yapýyor gibi. Ama bu güneþ, baþka bir güneþ. 71 yýllýk yýkýlmaz tek parti iktidarýný oldukça temiz bir seçimle sona erdirip kendilerine yeni bir kader çizme giriþiminde bulunan çaðdaþ Meksikalýlar, baþkentin devâsâ Zocalo meydanýnda, "Baðýmsýzlýk Meleði" anýtýnýn çevresinde müthiþ þenliklerle Kurumsal Devrim Partisi'ne (PRÝ) güle güle diyorlar. Ülkenin büyük yazarlarýndan Homero Aridjis, "Tarihî bir deðiþim bu," demiþ. "Demokrasi güneþi Meksika üzerine doðuyor." (Washington Post) Ortalama Meksikalýnýn tahminî ömür süresi kaç yýldýr tam bilemiyorum; ama, 100 milyon vatandaþ içinde siyasal iktidar partisi olarak PRÝ'den baþka bir kuþ tanýyan çok fazla kimse olmayabilir. En az üç ayrý kuþak boyunca toplumun her kesiminin üstünden geçmiþ dev bir buldozer - belki de silindir benzetmesi daha doðru olur hurdaya çýkarken, bütün o küf-pas içindeki demir aksam arasýnda yuvalanmýþ bakterilerle virüslerin üstüne þimdi sýcak bir güneþin ýþýðý düþmeye baþlýyor. Kiþisel iradesini kullanarak bu demokratik geçiþi hazýrlamakta büyük emeði olan ve partisinin maðlubiyeti yolunda galip sayýlmasý gereken eski Baþkan Zedillo'dan iktidarý devralacak Vicente Cox, tarihî zaferin üstünden 48 saat bile geçmeden yeni hükümetin planlarýný açýklamýþ: En büyük öncelik, yolsuzluk: Ülkeyi yarým yüzyýlý aþkýn bir zamandýr felce uðratmýþ olan yolsuzluk ve çürümeyi silip atmanýn tek yolu olarak federal kolluk ve adalet sistemini söküp atmak ve Amerikan tipi bir adalet sistemini model alarak bütün sistemi baþtan kurmak. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 31 Polis teþkilatýný politikacýlarýn oyuncaðý olmaktan kurtarmak. Geçmiþ yönetimlerin sorumlu olduðu büyük rezaletleri araþtýrýp yeni hükûmeti denetleyecek sade vatandaþlardan oluþan bir "Þeffaflýk Komitesi" kurmak. Korkunç gelir daðýlýmý adaletsizliðini gidermek ve yoksulluða karþý topyekûn savaþ açmak Korkunç boyutlardaki uyuþturucu kaçakçýlýðýna savaþ açmak. Chiapas kýzýlderilileriyle bir türlü saðlanamayan barýþý gerçekleþtirmek üzere Zapatista gerillalarý ile barýþ görüþmelerine bir an önce oturmak. (Meksika silahlý kuvvetlerini çatýþmalý kýrsal bölgelerden çekmek de yeni Baþkan Cox'un planlarý arasýnda yer alýyor.) ABD ve Kanada ile birlikte bir Kuzey Amerika Ortak Pazarý içinde yer almak ve böylelikle çevreye, iþçi haklarýna ve hukukun egemenliðine dayalý bir serbest mal ve iþçi dolaþýmý sistemine entegre olmak. Kolayca görülebileceði gibi, Meksika'nýn yeni çaða geçiþi oldukça zorlu ve sancýlý bir deðiþim sürecinden geçeceði anlamýna geliyor. 71 yýldýr yürüyen bir silindirin, (çarký kýrýlsa dahi) direnmeksizin yoldan çekileceðini en iyimser ve saf Meksikalý'nýn dahi düþündüðünü kimse düþünmüyor. Ama, bir Meksikalý siyaset hukukçusunun söylediði gibi, "Birilerinin de bunlarla savaþmasý gerekiyor." (Zaten Aztek tanrýsý Huitzilopoctl'un simgelediði iki þeyden biri güneþti, öteki de savaþ.) Meksika'da güneþin doðuþunu seyretmeyi epey sürdüreceðe benzeriz. 32 AÐABEY ANAVATANA DÖNÜYOR 20 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Karýn Deþen Jak ile George Orwell'in ülkesi Britanya, geleneklerine baðlýlýðý ile kazandýðý üne uygun düþen bir giriþim içinde. Liberal Ýþçi Partisi hükûmetinin hazýrladýðý yeni bir yasa tasarýsý, Lordlar Kamarasý'nda görüþüldükten sonra Avam Kamarasý'na geri dönecek. Orada iktidar partisi büyük çoðunlukta olduðu için de, tasarýnýn yasalaþacaðýna muhakkak gözüyle bakýlýyor. Tasarýnýn adý Regulation of Investigatory Powers Bill. Araþtýrma/Soruþturma Yetkilerini Düzenleyen Kanun diye çevrilebilir. Ýngilizcesinin kýsaltýlmýþ hali RIP. Karýn deþmek anlamýna da geliyor. Uygun bir kýsaltma olduðu da pekâlâ söylenebilir; zira, siber uzayýn bir anlamda "karnýný deþmeyi" amaçlýyor. Polis ve istihbarat yetkilileri, bu yasa ile tüm þirketlerin, tüm örgüt ve kuruluþlarýn, tüm bireylerin tüm elektronik mesajlarýný dinleme, kesme ve bunlara müdahale etme yetkisini kazanýyorlar. Amerika Birleþik Devletleri'nde de sanal âlemin gözetim altýna alýnmasý konusunda yasa tartýþmalarý var ama, bu atýlým Britanya'ya tarihi bir öncülük ünvaný da getiriyor: Hükûmeti, Ýnternet kullanan herhangi bir kiþiden e-posta mesajlarýný ve diðer tüm elektronik bilgiyi deþifre etmek için kullandýðý anahtarý kendisine vermeyi emredebilir. Bir çeþit "anahtar teslimi" projesi bu sadece anlamý bizim bildiðimizden hayli farklý. Böylelikle, Britanya Batý demokrasileri arasýnda böyle bir önlemi yasal olarak devreye sokan ilk ülke oluyor. Totaliter toplumlarýn en radikal eleþtirilerinden biri olan "Aðabey Seni Her Yerde Gözlüyor" sloganýnýn yaratýcýsý olan Orwell'in anavatanýndan da böyle bir öncülük beklenmeliydi zaten. Yeni millennium'a özgü o çok geliþkin suçlarla, yani sübyancýlýk, uyuþturucu ve insan kaçakçýlýðý, kara para aklama ve - maazallah - Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 33 terorizm suçlarýyla baþ etmenin ancak böyle bir "derin izleme" yöntemi ile mümkün olabileceðini belirtiyor yetkili aðýzlar. Herþey devletin güvenliðini korumak için. Ýnternet servis saðlayýcýlarý, bu yasa ile birer "kara kutu" koymak zorunda olacaklar. Bu kara kutular her türlü veriyi iç güvenlik servisi MI5'in gözetleme merkezine göndermek zorundalar. Üstelik, hükûmet, standartlarýný kendisinin saptadýðý bu âletlerin parasýný da internet þirketlerinin kendi ceplerinden ödemesini zorunlu kýlýyor. Ayrýca, ABD'de ve baþka birçok demokratik ülkede olduðu gibi, özel arama emri de aranmýyor. Yetkililerin þüphelenmesi yeterli. E-postalarýný ya da bilgisayarlarýnýn "hard disc"lerindeki özel dosyalarýnýn gizliliðini korumak için kullandýklarý PIN numarasýný (þifreyi) yetkililer istediðinde açýklamayý reddetmenin cezasý iki yýl hapis olacak! Bendeniz cennet kuþu gibi þifresini günde en az iki kez unutanlar için de hayli kötü bir haber var: "Unuttum!" diyemiyorsunuz. Daha doðrusu, diyebiliyorsunuz tabii de gene iki yýl giriyorsunuz kodese. Unutkanlýðýn cezasý yeni millennium'da çok aðýrlaþmýþ bulunuyor maalesef! Unutkanlýðýn üstüne bir de, haksýz muamele gördüðünüz iddiasý ile kamuoyuna þikâyette bulunmak gibi bir niyet besleyenlerin de, durup bir daha düþünmeleri gerekiyor: Bunun cezasý 5 yýla kadar gidiyor çünkü. Bu mükemmel suç önleme cihazýnda (hadi bunu da "SUÇÖNBÝL" diye vaftiz edelim) bir tek þey unutulmuþ ya da atlanmýþ: Komþu Ýrlanda'nýn varlýðý. Orada Ýnternet trafiði'nde gizli gözleme/dinleme'nin kendisi kanunen yasak oluyor. Bu durumda, karakutu parasýný ödemek istemeyen, gizliliði birinci derecede önemli sayan bütün o þirketler, özel hayatýn gizliliðini birinci sýraya koyan bütün insanlar ve belki Ýþçi Partisi'nin uyanýk Ýçiþleri Bakaný Straw'un sandýðý kadar ahmak olmayan bütün o siber haydutlar da Ýrlanda Servis Saðlayýcýlarýna kaçarlarsa ne olacak acaba? Bu sorunun cevabýný yalnýzca iki kiþi biliyor: Karýn Deþen Jak ve George Orwell. Her ikisi de öldü maalesef. 34 BÖCEKLER, KURABÝYELER VE MAYMUNLAR 3 Aðustos 2000, Yeni Binyýl Son yirmibeþ - otuz yýlýmýz, insanlýðýn demokrasi ve açýk toplum ideallerine en çok yaklaþtýðý çað olarak öve öve bitirilemedi. Dünyanýn hemen her yerinde saçmalýk boyutuna vardýrýlan "millennium" kutlamalarý da aslýnda bu umutlarýn katmerlenerek bir sonraki yüzyýla taþýndýðýnýn en önemli göstergelerinden biri sayýlabilir. Denetlenebilir yönetimlerin aðýr bastýðý açýk, þeffaf toplumlarýn bilgi/enformasyon çaðý. Beklenen buydu. Yeryüzünün belli bazý kesimlerinde, büyük ekonomik refah yükseliþlerine paralel olarak böyle bir gidiþatýn belirtilerine de rastlanmýyor deðil doðrusu. Ama, son zamanlarda birbiri ardýndan pýtrak gibi çoðalan bilimsel raporlar yýðýnýna bakýldýðýnda, sýradan vatandaþlarýn her yerde hükûmetlerin karanlýk teþkilâtlarý ve büyük þirketler tarafýndan - kimi zaman elele yürüttükleri çabalarla - muazzam bir gözetleme/dinleme aðý içine hapsedilmekte olduðunun, dünyanýn da bir tür boðucu fânus içine kapatýldýðýnýn belirtilerini sezmemek için de hayli naif ya da düpedüz ahmak olmak gerekir herhalde. Ýnsanlarýn birbirlerine gönderdikleri tüm mesajlarý kayda alan ve bunlarý ayýrýp tasnif eden Echelon dinleme/gözleme sistemi, Orwell'i hasetten çatlatacak mükemmellikte. Ýþin ilginç yaný þu: Ýnsanlar, özel hayatlarýnýn gizliliðini tamamen ortadan kaldýran bu uygulamalarý umursamýyorlar bile. Avrupa Parlamentosu'nda bu konuda koskocaman bir rapor çýktý ve çýktýðýyla da kaldý. Britanya'da geçenlerde Lordlar Kamarasý'ndan soylu bir onay alarak çýkan RIP yasasý ile dijital çaðda dünya Büyük Biraderler Locasý gibi birþeye dönüþüyor. Hayatýn seyri, sabah yataktan fýrlayýp kalkýldýðý andan baþlayýp gecenin bir vakti ayný yataða bir çuval gibi yýkýldýðýnýz saate kadar en ince ayrýntýsýyla kameralarla, mikrofonlarla, veritabanlarýyla, web Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 35 "böcek"leriyle, internet "kurabiye"leriyle, kablolu TV'deki sistemlerle, karakutularla, kartlardaki manyetik bantlarýyla kayda alýnýyor. Observer gazetesinin yazdýðý gibi, BP þirketinin birkaç yýl önce basýnýn baskýsý sonucu itiraf etmek zorunda kaldýðý gerçek, hayli öðreticiydi: Benzin istasyonlarýna uðrayan milyonlarca araç sahibi, pompa baþýnda ayakta dururken, arabasýnda otururken, motosikletininin selesine dayanmýþ sevgilisiyle yârenlik ederken, istasyonun maðazasýnda bir derginin sayfalarýný karýþtýrýrken ve belki de istasyon tuvaletinde iþerken, düþünürken, konuþurken, acele ederken, kendi kendine ya da sevgilisiyle, ana-babasýyla, en yakýn arkadaþýyla, sýrdaþýyla neler konuþmuþ, mýrýldanmýþ ya da kýkýrdamýþ ya da susmuþsa, hepsinin gizlice kayda geçtiðini bilmiyordu. Bilmesi de pek farketmiyor aslýnda. Öðrendikten sonra da o istasyonlarda benzin almaktan vazgeçmiþ olan insan sayýsýnýn bir elin parmaklarýný geçmiþ olduðunu sanmýyorum þahsen, ey kari. Modern demokratik devlet vatandaþý, modern demokratik devletin tarihinde özel hayatýn gizliliðine karþý giriþilmiþ bu en büyük tecavüzü de "mevsim normalleri" içinde sayýyor olmalý. Belki de, Miki Maus kültürünün genlerimize yerleþmiþ olmasý sonucu, gizli dinleme "böcek"lerini uður böceði, bilgisayardaki casus "kurabiye"leri acýbadem kurabiyesi, gizli bilgi toplama programý SurfMonkey'i de sirk maymunu sanýyoruzdur, kimbilir? 36 ANAYASA DERSLERÝ 11 Aðustos 2000, Yeni Binyýl Þu KHK meselesini anlamaya çalýþalým: Cumhurbaþkaný, 605 sayýlý KHK'yý geri gönderme gerekçesinde: - Cumhuriyet'in temel niteliði ve rejimin temelinin "hukuk devleti" ilkesi olduðunu belirtti. - Hukuk devletinin hukukun üstünlüðü temeline dayandýðýný ve bu ilkeye göre, devletin tüm organlarýnýn üstünde hukukun mutlak egemenliði olduðunu belirtti. - Anayasanýn bu ilkeler doðrultusundaki hükümleri uyarýnca, Anayasa'nýn üstün kurallarýna öncelikle devletin tüm organlarýnýn uymasýnýn zorunlu olduðunu belirtti. - Anayasa'nýn 103. ve 104. maddeleri uyarýnca, Cumhurbaþkaný'nýn görevlerini yaparken ve yetkilerini kullanýrken Anayasa'nýn ilgili maddelerine uymak zorunda olduðunu belirtti. - Anayasa'nýn 91. maddesinin, temel haklar, kiþi haklarý ve ödevleri ile siyasi haklar ve ödevlerin KHK'larla düzenlenemeyeceðini öngörmekle bir "yasak alan" yarattýðýný, bu konularýn ancak yasa ile düzenlenebileceðini belirtti. - Disiplin suç ve cezalarýnýn, Anayasa'nýn "kiþinin haklarý ve ödevleri" baþlýklý ikinci bölümünde yer alan 38. Md. kapsamýnda olduðunu, dolayýsýyla bu "yasak alan" kapsamýna girdiðini, bu yüzden de disiplin suç ve cezalarýnýn KHK'larla düzenlenmesinin "olanaksýz" olduðunu belirtti. - Anayasa Mahkemesi'nin 1988 ve 1999 yýllarýndaki iki ayrý kararýnda disiplin suç ve cezalarýnýn Anayasa'nýn 38. maddesindeki "yasak alan" kapsamýnda görüldüðü yargýsýnýn açýkça ve yeniden vurgulandýðýný, Anayasa'nýn 153. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi kararlarýnýn devletin tüm organlarýný, bu baðlamda devletin baþý olan Cumhurbaþkaný'ný baðlayacaðýný belirtti. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 37 - Bu açýklamalar karþýsýnda, disiplin suç ve cezasý öngören kurallarýn KHK ile deðil, yasa ile düzenlenmesi gerektiðini belirtti. Bu gerekçe, anayasa hukukçusu bir yüksek yargýcýn verdiði bir anayasa dersi gibi de görülebilir. Baþbakan'ýn dünkü Bakanlar Kurulu toplantýsýndan çýkarak yaptýðý "KHK'yý aynen Cumhurbaþkanlýðý'na gönderme kararý" gerekçesi de þöyle: - Anayasa'nýn 104. maddesinde, Cumhurbaþkanlarý'na kanunlarý geri gönderme yetkisi verilmiþ, ama KHK için bu yetki verilmemiþtir. (Yani KHK, kanunlardan daha özel, üst bir konumdadýr, þeklinde bir yorum yapabiliriz. "KHK>Yasa". Bu formülün hukuk literatürüne yeni bir katký olup olmadýðý da tartýþýlmalýdýr bence.) - Cumhurbaþkanýnýn KHK'yý geri göndermesi "bizce" Anayasaya aykýrý bir sürecin uygulanmasýdýr. (Yani, Anayasa Mahkemesi'nin eski baþkaný, Anayasaya aykýrý davranmýþtýr. Burada, Baþbakan'ýn kullandýðý "bizce" sözü, bir "sürc-ü lisan" deðilse eðer, hukuk literatürüne ikinci katkýyý oluþturuyor olabilir. Çünkü, Anayasa'ya aykýrýlýk konusundaki iddialarý, bilebildiðimiz kadarýyla yalnýzca Anayasa Mahkemesi karara baðlayabilir. Bakanlar Kurulu'nun Anayasa Mahkemesi gibi bir iþlev görmesi, bu alanda bir yeniliktir.) - Cumhurbaþkaný'nýn, ikinci kez ve deðiþtirilmeden kendisine gönderilen bir KHK'yý imzalamasý, anayasal bir zorunluluktur. (Yani, tüm KHK'larýn onaylanmasý zorunludur. Ama, o zaman, KHK'larýn neden Cumhurbaþkanlýðý'na gönderildiðini anlamak imkânsýz. Otomatik olarak "olur" damgasý vurulmasý zorunluysa, bu göndermeler, bir yýðýn bürokrasiye, zaman ve para kaybýna yol açmaktan baþka ne iþe yarar ki?) Bakanlar Kurulu'nun iadeyi iade gerekçesi de, yüksek politikanýn verdiði anayasa dersi olarak görülebilir. Son Cumhurbaþkanlýðý seçiminde Demirel'in süresinin uzatýlmasý konusunda yapýlan oylamada parti gruplarýna "açýk oy" kullandýrýlmasýnýn, Anayasa'nýn kapalý oy zorunluluðunu getiren maddesine ne kadar uygun düþtüðü de ancak yüksek politikanýn anayasa derslerinde öðrenilebilecek bir husus herhalde. 38 ATMOSFER 10 Eylül 2000, Yeni Binyýl Ahlâk deðerlerinin yaný sýra, insan toplumlarýnda kaba kuvvetin egemen olmasýný önleyebilecek tek güç, hukuk normlarý. Ýnsanlýðýn temel ikilemini de hayat ile ölüm kadar basite indirgemek mümkün galiba: Hukuk ve demokrasi ile þiddet ve baský karþýtlýðýna. Hele yeni çaðýn herþeyi biraz da karmaþýklýðýndan arýndýran pragmatik aynasýnda görülen manzara büsbütün öyle: Ya o, ya o. Dünyada görülen - ve BM Genel Sekreteri Annan'ýn geçen hafta yayýmlanan son büyük raporuna olanca çýplaklýðý ile yansýyan korkunç kaos ve þiddet tablosu da, uluslararasý hukukun, ülke içlerindeki hukuka göre daha az geliþmiþ olmasýndan kaynaklanýyor. Bununla birlikte, dünyada da giderek hukukun üstün bir deðer kazanmaya doðru gittiði ve Cumhurbaþkaný Sezer'in birçok konuþmasýnda vurguladýðý gibi, bir "uluslarüstü insan haklarý hukuku"nun gittikçe önem kazandýðý görülüyor. Devletin temelini oluþturan insan haklarýný yýllar yýlý pervâsýzca ayaklar altýna alýp paspas gibi çiðneyen zâlim yöneticilerin baþlarý artýk her yerde darda: Onca zamandýr kendilerini koruyan o ulusal egemenlik zýrhý pas tutmaya baþladýðý gibi, yer yer delinmeye de baþladý. Deliklerden görünen o ki, "Ben kendi ülkemde tam egemenim, bu sýnýrlar içinde istediðimi yapar, asar keserim; kimse de karýþamaz," anlayýþý birden köhneyiverdi. Kaba kuvvete karþý her yerde giderek artan, ulusal sýnýrlarý birden aþýveren bir insancýl müdahale alaný geliþiyor. Pinochet'nin, Miloþeviç'in, Habré'nin, Stroessner'in, Suharto'nun ve adlarýyla sayýlarýný bilemediðimiz bütün o karanlýk insanlarýn yeni "dramý" da bu oluyor: Ömürleri boyunca ne iþe yaradýðýný bir türlü kestiremedikleri o hukuk, karþýlarýna koca koca tuðlalarý ile bir duvar halinde çýkmaya baþladýðý zaman, onlar hastalýk, sakatlýk, bunaklýk, ihtiyarlýk gibi teneke zýrhlarýný kuþanmaya çalýþýyorlar. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 39 Tarihin en büyük zirvesinde insanlýðýn gelecek yýllarýna damgasýný en çok vurmasý beklenen mühür de bu oldu zaten: Kaba kuvvete karþý hukukun mührü. Ýster beðenelim ister beðenmeyelim, yeni millennium atmosferinde insan haklarý hukuku solunacak. Ulusal sýnýrlarýn içindeki havayý atmosferden soyutlamak, fizik kurallarýna aykýrý olacaðý için imkânsýzdýr. Dolayýsýyla, sarsýntýlý ve sancýlý bir deðiþim süreci içindeki Türkiye'de de, bütün diðer ülkelerde olduðu gibi, atmosferin bileþiminde oraný giderek artan hukukun solunmasýndan daha tabii ne olabilir? Ayný derecede doðal olan bir þey de, 700 yýl boyunca kaba kuvvet aðýrlýklý bir havayý soluya soluya genetik mutasyona uðradýklarý için -insana çok benzer dýþ görünüþlerini baþarýyla korumuþ olmakla beraber -- tamamen baþka bir türe dönüþmüþ bazý yaratýklarýn, hukuk kelimesinin telâffuzuna dahi tahammül edemez hale gelmiþ olmalarý. Vahþet, þiddet ve dehþet ortamý dýþýna alýndýklarý anda yaþamsal iþlevlerini yitiren yaratýklarda hak ve hukukun þiddetli alerji yapmasý normaldir. 40 TABÝAT ANANIN ANASI AÐLARKEN MEÇHUL ÂFETZEDE ANITI 24 Aralýk 1999, Yeni Binyýl Merhaba herkes! Yeni yýla tam bir hafta kala, kar-kýþ-kýyamet ortamýnda, havadan sudan konuþmanýn tam zamaný. (Aslýnda, asrýn ve o pek yaygýn kliþe ile 'millenium'un resmen bitmesine daha bir yýl bir hafta var maalesef. Ama, hepimiz bilmezden geliyor ve binyýlý bitirirmiþ gibi yapmayý tercih ediyoruz. Kimsenin o kadar bekleyecek sabrý yok. Onun için, gibi yapýyoruz biz de. Bu, bizim 'açýk sýr'rýmýz. Seneye, gene, bir daha kutlarýz 'millenium'u, olur biter.) Neyse. Havadan sudan. On gün kadar önce, Latin Amerika ülkelerinden Venezuela'da havalar bozdu, yaðmur yaðdý ve þöyle oldu: Kýrsal bölgelerden gelip Okyanus kýyýlarýndaki yamaçlarda yýðýnlar halinde gecekondu mahalleleri kuran insanlarý sel bastý. Daha doðrusu, küresel ýsýnmayla artan su buharý gitgide daha çok yaðmur yaðdýrdý, bu insanlarýn oturduklarý yerler giderek su emdi ve gün geldi, tüm mahalleler çamurdan bir kýzak olup aþaðý indi. Guardian'dan Tim Radford'un yazdýðýna göre, yeterince dik olan yamaçlarýn denize iniþ hýzý, saatte 330 kilometreyi bulmuþ! Formula 1 Grand Prix yarýþlarýnda Michael Schumacher gibi en usta pilotlarýn ortalama hýzýný da aþarak bir tür dünya rekoru kýran bu zavallý, yoksul insancýklar, 7 metre yükseklikte çamur bentlerinin altýnda kaldýlar ve yokolup gittiler. Ölü ve/ya kayýp sayýsýnýn 50.000'i aþacaðý söyleniyor! Ekonomik zararsa en az 20 milyar dolar. Ýþin kötüsü, ölen ya da kaybolan insanlarýn tam sayýsý hiçbir zaman öðrenilemeyecek. Çünkü o insanlar þimdi ya denizin ya da çamur deryasýnýn altýnda. (Zaten, bazý ülkelerde depremde ölenlerin sayýsý, Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 41 katliamlardan arta kalan halklarýn nerede olduðu gibi bilgiler de pek öðrenilemiyor. Biliyorum, herkes gerçeðin peþinde, ama ona ulaþmak o kadar kolay mý bakalým?) Daha kötüsü: Doðal bir âfet de deðilmiþ pek. Radikal'e göre, Devlet Baþkaný Hugo Chavez'in, iktidarýný 13 yýl garanti altýna aldýðý 'tam yetki' referandumunda oy kullanabilsinler diye, halký riskli bölgelerden tahliye etmediði de öðrenilmiþ. Daha da kötüsü: Asrýn âfeti, þimdilikmiþ! 1999 yýlý, çevre felaketleri bakýmýndan, kayýtlardaki en fecîsi gibi gözükmekle birlikte, "asýl 2000'i görün siz!" diyen yetkililer var. Bir de, ironinin zalimliðine bakar mýsýnýz: Birleþmiþ Milletler, 1990'larý "doðal felaketleri azaltma onyýlý" ilan etmemiþ mi size? (Onyýlý boþverelim, sadece 1999 bilançosu: Fransa ve Avusturya'da çýðlar, Türkiye'de ve Tayvan'da dev depremler, ABD'de kasýrgalar, Hindistan'da siklonlar ve Venezuela çamuru ) Peki, þimdi de iyi haber - yazýyý tatlý bitirmek için: Venezuela'nýn taze tam-yetkili Baþkaný, arama bile yapýlamayacak kadar çamura gömülmüþ bölgeleri "anýt bölge" ilan edip öylece býrakacakmýþ, ebediyete kadar. Hamiyyetten gözleriniz yaþarmadý mý? Hâmiþ: Bugün, ülkemizin nurtopu gibi bir nükleer santrali olmasýna ramak kalýyor. Nur ve topu! 42 ÇOCUKLAR YAÞADI! 26 Aralýk 1999, Yeni Binyýl Çocukken bize balýkyaðý içirirlerdi. Daha iyi büyüyelim diye. Özellikle anneannemin, yemeklerden sonra, elinde kocaman bir çorba kaþýðý dolusu balýkyaðý ile telaþlý telaþlý peþimden koþturduðunu hatýrlýyorum uzun ve loþ koridorlarda. Sürekli kaçýþ halindeydim, çünkü balýkyaðýnýn tadý ve kokusu korkunçtu - balýk balýk kokardý. Anneannem sürekli kovalamaca halindeydi, çünkü bu yaðýn benim için çok faydalý olacaðýný düþünüyordu. Ýçinde iyot, klor, brom, kükürt, fosfor ve demirin yanýsýra yüksek oranda A ve D vitaminleri bulunduðunu, özellikle bu ikincisinin kemiklerin geliþmesinde ve kemik hastalýklarýnýn iyileþtirilmesinde büyük rol oynadýðýný belki bilmiyordu ama torununun güçlü, güzel, zeki ve saðlýklý olmasýnda balýkyaðýnýn büyük payý olacaðýndan emindi. Hani, bir bakýma da haksýz sayýlmazdý anneannem: Þimdi, güzelliði, zekâyý filan bir yana býrakalým, ama bütün bu yararlý bilgileri ansiklopediden bakýp söyleyebilecek konuma gelmemde balýkyaðlarýnýn payý azýmsanmasa gerek. Her ne halse, sonuçta kovalamacadan kimin galip çýktýðý belli olmazdý: Kimi zaman küçük bir rüþvet karþýlýðý, burnumu týkayýp yutardým koca kaþýðýn içindekileri. Kimi zaman da - gene rüþvete raðmen - aðzýmý sýmsýký kapatýp direnirdim. O zaman da, yerlere merlere saçýlan balýkyaðlarý yüzünden ortalýk batar, bir sürü iþ çýkardý. "Balýkyaðý mücadeleleri" daha sonraki yýllarda adamakýllý yumuþayarak devam etti; hatta bir "uzlaþma"ya baðlandý. Þiþli Terakki'deki ilkokul yýllarýmda, hepimize eþit sevecenlikle davranan meleksi Cazibe haným, bana yemeklerden sonra bir kaþýk balýkyaðý içirirken, hemen arkasýndan bir kaþýk da "malt hülâsasý" verince tartýþma olmazdý. Çünkü, erken bira sevgimi erken keþfeden anneannem, onun tadýný andýran malt hülâsasýyla birlikte Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 43 sunulduðunda o iðrenç yaða itiraz etmeyeceðimi de keþfetmiþti. Böylelikle, uzun yýllar yað-malt karýþýmýyla büyümeye çalýþýp durdum. Sonuçta levent-endam biri olamadým maalesef, ama kemik hastalýðý falan da geçirmedim doðrusu. Bizden sonraki kuþaðýn çocuklarýysa, her bakýmdan olduðu gibi, balýkyaðý içme konusunda da bizden daha þanslýydýlar: Teknolojinin baþdöndürücü geliþmesi sonucu, balýkyaðlarý o sevimsiz koca þiþelerden çýkýp, gayet sempatik küçük, sarý, þeffaf 'draje'lerin içine girivermiþlerdi çünkü. Bir bardak suyla beraber yuttuðunuzda tad mad almýyordunuz. Þeffaflýða düþkün olan tüm çocuklara çok çekici gelen bu jel-drajelerin içinde küçük bir hava boþluðu da bulunuyordu ayrýca ve elinizde salladýðýnýzda oradan oraya hareket eden bu boþluklarla birlikte, drajelerin bir tür oyuncaða benzemesi de elbette cazibeyi arttýrýyordu. Bütün bunlara raðmen, yeni kuþak çocuklarýnýn da balýkyaðý içme iþine gönüllerini yatýrdýklarý söylenemez. Sindirim sýrasýnda ya da sonrasýnda, içinizden bir yerlerden nahoþ balýk kokularý gelmesini teknolojinin gücü bile önleyemezdi çünkü. Eh, bunu da kim sever? Kýsacasý, balýkyaðý sorunu, kuþaklararasý geçiþte, bir kâbustan nâhoþ bir deneyime dönüþmekle kaldý. Ama þimdi durum baþka. 1999 biterken, tüm dünya çocuklarýna bir müjdem var: Hadi yaþadýnýz çocuklar! 2000 yýlýna büyük bir ihtimalle balýkyaðsýz giriyorsunuz! Neden mi? Çünkü, balýkyaðýnýn elde edildiði morina balýðýnýn kaynaðý tükeniyor da ondan. (Meraklýsý için reçete: "Morinanýn taze karaciðeri alýnýr, öd kesesi ve diðer yaramaz kýsýmlarý ayýklandýktan sonra özel bir cihazýn içine konur, su buharýyla hafif hafif ýsýtýlýr. Elde edilen yaðý açýk sarý renktedir ve balýk kokuludur." Meydan Larousse) Guardian gazetesinin geçenlerde yazdýðýna göre, Ýngiliz, Ýrlanda, Belçika ve Hollanda balýkçýlýk ve deniz ürünleri endüstrisinin candamarý olan morina balýklarýnýn nesli tükenmek üzereymiþ! Sebep? Bu balýklarýn 'anavataný' olan Kuzey Denizi'nin aþýrý ýsýnmasý. (Aþýrý avlanma da var tabii, ama ana sebep kesinlikle bu ýsýnmaymýþ.) Dünyanýn dörtbir yanýndan bilim adamlarý bir araya gelip ölçüm yapmýþlar ve bir de ne görsünler? Burada sýcaklýk son altý yýlda tam 4 derece (Celsius) artmamýþ mý?! Morinacýklarýn üreme davranýþ Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 44 kalýplarý bu sýcakta altüst oluyormuþ. Isýnmanýn sebebi mi? Küresel ýsýnma tabii. Küresel ýsýnmanýn sebebi mi? Bunu, bilim adamlarýnýn çoðu dýþýnda herkes biliyor: Atmosfere salýnan gazlar, egzos, fabrika bacalarý filan. Avrupa Birliði de, hemen bir kararla avlanma kotalarýný en az %40 oranýnda azaltývermiþ. Ýngiliz balýkçýlar aðlayýp duruyorlar þimdi. Balýkpatates kýzartmasý (fish & chips) meraklýlarý da korkunç fiyatlarý görünce aðlýyorlar. Ortalama vatandaþlarsa, o sevdikleri balýk yerine ahtapot, kalamar ve tekir türünden sýcak deniz (Akdeniz!) ürünlerine alýþmak zorunda kalacaklarý için iç geçiriyorlar. (Bu 'egzotik' yaratýklar çoðalýyormuþ oralarda çünkü, 'doðal' olarak!) Peki aðlamayanlar kim? Çocuklar tabii! Onlar yaþadý. Artýk balýkyaðý içmek zorunda býrakýlamayacaklar. Hatta, belki de ne olacak biliyor musunuz? Kalamar kýzartmalarýný gövdeye indirirlerken, tadý 'nötralize etmek' deðil, aksine, büsbütün arttýrmak için - malt hülasasýndan yapýlmýþ - biralarýndan birer yudum alacaklar ve çakýrkeyif, yeni binyýlýn keyfini sürecekler artýk. Þerefe çocuklar! 45 TARÝHÝN ÝÇÝNDE UYURGEZER OLMAK 20 Ocak 2000, Yeni BinyýlTeknik olarak tartýþmalý olsa da, bir yüzyýlý deðiþtirdiðimiz konusunda tam bir mutabakata varmýþ bulunuyoruz. Zaten, itiraf etmek gerekir ki, hiçbirimizin artýk teknik ayrýntýlara ayýracak zamaný yok. Bu yüzyýl deðiþtirme meselesinin ne kadar önemli olduðu geçenlerde ispatlandý da: Yapýlan bir araþtýrmaya göre, bilim adamlarýný þaþkýnlýktan þaþkýnlýða düþürecek kadar çok sayýda insan, son nefesini vermek için 2000'in ilk günlerini beklemiþ -- resmen ölümü ertelemiþ yani! 'Millennium hummasý'ný belki de en iyi dile getiren, New York'ta bir hastahanede ölüm döþeðinde yatan bir adamcaðýz. Aylardýr sadece damardan serumla beslenen adam, yakýnlarýna þöyle demiþ: "Býrakýn yeni millennium'u göreyim, ondan sonra da kesersiniz artýk serumu." (Kesmiþler mi kesmemiþler mi, sormayýn artýk; bilmiyorum, merak da etmiyorum.) Evet, yüzyýlý deðiþtirdik sonunda. Geçen yüzyýlda aya gitmeyi, dev güçte bilgisayarlar yapmayý, insan genlerini nakletmeyi becermiþtik. Koyun Dolly ile baþlayan memeli kopyalama furyasý, müjdeler olsun ki, 2000'in hemen baþýnda rhesus maymunu Tetra ile devam etti ve ilk primat da kopyalanmýþ oldu. Ýþler yolunda giderse, bu bahar Romulus ile Rhesus adlý genetik ikiz maymunlarýmýz da olacak inþallah! Bilim adamlarý, bu iþin Parkinson ve þeker hastalýklarý tedavisinde kullanýlacaðýný söylüyorlarsa da, eminim siz de benim gibi, çok daha ötelere sýçranacaðýna ve en kýsa sürede insanýn kopyalanacaðýna inanýyorsunuzdur. Her þey insan için! Yirmibirinci yüzyýlýn en büyük meydan okuyuþlarýndan biri bu kopyalama iþi. Ama yüzyýlýn baþlarýnda biz insanlarý baþka büyük sürprizler de bekliyor! Merkezi Washington'da bulunan Worldwatch Institute adlý kuruluþ "Dünya Hali 2000" raporunda iþte bunlarý açýklýyor: Yerkürenin doðal sistemlerine baský arttýkça, 'trend'ler arasýnda etkileþimler olacak, bunlar biribirini güçlendirecek ve âni deðiþimlere yol açacak. Sonuçta hayli tatsýz sürprizlerle karþýlaþabiliriz." Raporun baþyazarý Lester Brown, Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 46 "günümüzün akýl almaz hýzla geliþen enformasyon ekonomisi hayatýmýzýn her yönünü derinden etkiliyor; biliyoruz," diyor. "Ama," diye ekliyor: "Gene de, yüzyýlý asýl biçimlendirecek olan þey, çevreye neler olduðudur." Sözün özü þu: Internet'in muazzam çýkýþýna kapýlýrken þehvetle, yerkürenin saðlýðýndaki iniþi gözden kaçýrývermemiþ miyiz saflýkla? "Sanal dünyanýn o gürbüz canlýlýðý ile gerçek dünyanýn giderek artan hastalýklý halini birbirine karýþtýrmak hata olur," diyor Brown. Dünya Hali 2000 raporundan iki hoþ cümleyle bugünü kapatalým isterseniz: · "Ýnsanlar çevre bozulmasýný yavaþ yavaþ olan ve önceden kestirilebilir birþey sanýyorlar çoðunlukla; ama bunun gerçekte böyle olduðunu varsayarsak, tarihin içinde uyurgezerlik yapýyoruz demektir " · "Bu yüzyýlda yüzyüze olduðumuz sorunlarýn, büyüklükleri ve âciliyetleri bakýmýndan eþi menendi görülmemiþtir Ve tabiat, 'aç-kapa' ('reset') düðmesini kullanmaz." Bilin bakalým þimdi, yukarýda söylenenlerden hangisi sanal, hangisi gerçek? (Bulmacayý çözmek için sonsuza kadar süreniz var.) 47 MEVSÝM DEÐÝÞÝKLÝKLERÝNÝ ANLAMAK 29 Mart 2000, Yeni Binyýl Ýnsanýn yaþlandýðýný anlamasýnýn -- ya da kabul etmesinin diyelim - en kesin göstergelerinden biri, mevsim deðiþikliklerini artýk ânýnda farketmemesi olabilir. Çok deðil, daha bir-iki sene öncesine kadar, doða'nýn bu büyük deðiþim anlarýný dokularýnda, kemiklerinde, sinirlerinde, velhasýl tüm coðrafyasýnda hisseden bedenin, birden bu hassas kayýt cihazý özelliðini yitirip ibresi kopuk bir sismografa dönmesini keþfetmek epey acý oluyor doðrusu. Gerçi, aðýr ve yýpratýcý bir kýþýn yerini iç hoplatýcý bir bahara býrakmasýný duymak da kendi baþýna acý bir deneydir. Hani þu, "yahu koca bir mevsim daha devrildi ve ben hiçbir halt yapamadým, ne olacak halim?" duygusu. Ama, bu boþluk duygusunun verdiði acý, gerçek deðildir: Karýn boþluðundan yukarý doðru yükselen sýzý, insanýn önünde çiçekler gibi açýlan yeni mevsimin vaadettiði sýnýrsýz potansiyelin de habercisidir de. Onu karþýlayacak enerjinin içinizde bir yerlerde var olduðundan eminsinizdir de ("beni asýl bu bahar görün siz"), kendinize þýmarýklýk yapýyorsunuzdur biraz. Bahar faslý baþladý ve belki de ömrümde ilk kez bunu kendiliðimden farkedemedim. Bunun yaþlanma olgusuyla ilgili olduðunu kabullenmekte zorlanýyorum doðal olarak. Onun için, iki küçük direniþ mevziini de hemen ayarladým: Birincisi, her zaman olduðu gibi, pozitivist, bilimsel ve objektif bir yaklaþýmý elden býrakmadan þunu söyleyebilirim: Daha birkaç mevsimdönümünü yaþayýp bedenimin antenlerini "test etmeden" kesin bir sonuca varmak hiç de doðru olmaz. Kimbilir, belki de beklenmedik dýþ etkenlere baðlý geçici bir "yanýlma" durumudur bu. (Hatta, kimbilir deðil, muhakkak öyledir diye bakýyorum þimdi, bir daha düþününce.) Ayrýca, ikinci bir ihtimal daha var: Belki de bedenim deðil, mevsimler þaþmýþtýr; olamaz mý yani? Doða'nýn kendisi. Zaten, baksanýza, Amerika'da her yýl üstüste kýþlar Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 48 daha kýsa sürüyormuþ. Kuzey denizi buzullarý gitgide inceliyor ve hýzla kýrýlýp unufak oluyormuþ. Zaten dünyanýn dörtte üçünü oluþturan okyanuslar da son yýllarda sürekli ýsýnýyor ve bütün bunlar daha sýcak bir iklimin önümüzde olduðunu ortaya koyuyormuþ. Eh, kâinatýn en büyük mucizelerinden biri olan tabiat þaþýrmýþ ve mevsimler de deðiþirlerken kendilerini bana belli etmekte zorlanýr olmuþlarsa, bunda benim nâçiz vücudumun ne kadar kabahati olabilir ki? Bahar geldi, farketmedim, ama farketmez: yaþlandýðým falan yok. 49 "KENDÝNÝ YÝYEN BEYÝN" PARADOKSU 24 Nisan 2000, Yeni Binyýl Ey kâri, salaklaþýyorsun! Sakýn üzülme fakat; yalnýz deðilsin. Biz de varýz iþin içinde ve hep birlikte salaklaþýyoruz. Çevre kirlenmesi ve çevreye yönelik baþka tehditler, yeryüzünde milyonlarca insaný aptallaþtýrýyor! 22 Nisan'da 183 ülkeden 5,000 kuruluþ ve yarým milyar insan "Dünya Günü"nü kutlarken, ayný gün o saðýr kulaklarýmýza böyle bir haber de geldi iþte: Gerzekleþiyoruz. Ey kâri, bu satýrlarý okuyan senin gibi herkesin asil kanýnda, yüz yýl önce hiç varolmayan 500 kimyasal madde mevcut. Ve bil ki, bu maddelerin saðlýðýn üzerinde tam ne yaptýðýný bilen bir tek Allah'ýn kulu yok! Bilinen bir þey varsa, o da gittikçe gerzekleþtiðin, maalesef. Londra Üniversitesi öðretim üyelerinden ve Küresel Ýklim Deðiþikliði Programý araþtýrmacýsý Dr. Chris Williams, kirlenmenin insan zekâsý üzerindeki etkileri üzerine yapýlan yeni araþtýrmanýn sonuçlarýný þöyle aktarýyor: · Baþlýca aptallaþtýrýcýlar: Kurþun, PCB (tarým ilâçlarý, plastik, elektrik malzemesi vb. yapýmýnda kullanýlan bir bileþik) ve radyasyon gibi zehirli maddeler. · Ýkinci bir sorun: Erozyon, ürünlerin yoksullaþmasý vb. nedenlerle demir ve iyot türü mikroskobik besinlerin giderek eksilmesi. Bu sorunun da tam boyutlarý bilinemiyor; çünkü veri toplamak çok zor ve bir sorun bir baþkasýna yol açabiliyor. (Örneðin, çocuklarda demir eksikliði, onlarýn fazla demir alýp zehirlenmesine de sebep olabiliyor.) · Bilimin kendisi de büyük sorun: Çünkü, tek tek maddelerin incelenmesi üzerine kurulu bir bilim bu; bileþik etkileri gözönüne alamýyor. Ve, her zaman olduðu gibi, bilim adamlarý, tahminlerinin çok Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 50 ötesinde bir sorunla karþý karþýya olduklarýný anlayýp þaþýrmýþlar. Hayat, sürprizlerle dolu! · Araþtýrmanýn en tatsýz bulgularýndan biri de radyasyon! Hani þu, neredeyse kimseciklere zarar vermediði söylenen ünlü Çernobil nükleer kazasý var ya? Ýþte o kazadan sonra yaðmur yaðmýþ ve bakýn radyasyondan neler olmuþ: Almanya'da, Ýskandinav ülkelerinde, Ýskoçya'da Down sendromu ile doðan, zihnen engelli çocuklarýn sayýsýnda anormal artýþ gözlenmiþ. Rusya'da uranyum madeninden saçýlan radyasyondan etkilenen küçük bir kentin çocuklarýnýn % 95'i zihnen sakatlanmýþ. Yeryüzünün durumuna bu açýdan bakýldýðýnda, karþýmýza þöyle rakamlar çýkýyor: Güneydoðu Asya'da 1,5 milyar insan, "Yeþil Devrim" ürünlerindeki (özellikle mýsýrda) demir yetersizliðinden etkileniyor... Dünyada 2 milyara yakýn insan iyot yetersizliðinden mustarip... Çin'de ve Himalayalar'da orman kesimi ve yangýnlar dolayýsýyla topraklar yaðmurla akýp gidiyor ve temel besin maddelerini de birlikte götürüyor... Kanda kurþun seviyesinin zekâyý sakatlayacak orana ulaþmasý: Britanya'da 10 çocukta 1, bazý Afrika þehirlerinde 10 çocukta 9!.. Inuit (eskimo) çocuklarý, Tropik bölgelerden kaynaklanýp bir haftada Kanada'ya ulaþan PCB maddesi yüzünden geri zekâlý oluyorlar... Hindistan köylerinde su kuyularý florürle zehirlenmiþ, içenler aptal oluyor (aklýný kullanýp kaçanlarsa kendilerini kurtarýp yeni düzen kuruyor)... Ýstatistikler böyle sürüp gidiyor ama asýl belâ nerede biliyor musunuz: Ýnsanýn evriminde. Dr. Williams'ýn BBC'ye söylediði þu: "Ýnsan beyni, kendi davranýþ biçiminden dolayý tehlike altýnda. Ekosistem içinde kendine böyle zarar veren baþka hiçbir þey yok." Sürekli göç eden ve göç yollarý üzerindeki tüm bitkileri yiyip bitiren "lemming" adlý bir tür tarla faresinin bile eskisi gibi davranmadýðýný söylemiþ araþtýrmacý doktor. "Ama biz insanlar lemmingler gibi davranýyoruz." Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 51 Ýþte böyle, ey kâri. 22 Nisan Dünya Günü'nü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramý'ný kutladýn; çevreni ve çocuklarýný kutsadýn. Þimdi de otur ve 26 Nisan "Çernobil Günü"nden önce, millennium'un yeni paradoksunu düþün: "Kendini yiyen beyin" paradoksunu. Hâlâ "kafayý yemediysen" tabii. 52 ÝN MÝSÝN, GEN MÝSÝN? 28 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Yunus Emre'yi tepetaklak etme pahasýna söylersek, bir Türkiye var bizde, bir de dünya, bizden dýþaru. Herhangi bir gazeteye bakýn, bunun böyle olduðunu kolaylýkla göreceksiniz: Bizi bize anlatan sayfalar dolusu yazýdan sonra arada "dýþ" haberlere ayrýlmýþ 1 ya da 2 sayfaya gelirsiniz. O "dýþ", bizim de "iç"inde olduðumuz varsayýlan dünyadýr iþte: Dýþýmýzdaki Bütün Dünya. Televizyonda da týpatýp böyledir: Herhangi bir kanala bakýn: Saçlarý her gün renk deðiþtiren güzel haber sunucusu, geçmek bilmez dakikalar boyunca "biz"e bizim dedikodumuzu yaptýktan sonra, o güzel gülümsemesini bir kez daha yüzüne takar: "Þimdi de," der. "Bakalým dünyada neler olmuþ." Magazinel görüntülerin aðýrlýklý olduðu üç dakikalýk bir özetten izleriz "onlar"ýn neler yaptýðýný ve hemen ardýndan kendimize döneriz, türkülerle, þarkýlarla, yarýþmalarla... Anlaþýlýyor ki, dünya iþleri Türkiye'yi pek ilgilendirmiyor. Önce Vatan. Gene de söyleyelim dedik: "Dünyalýlar" fena halde genlerle uðraþýyor þu sýralarda. Hayýr, insanýn genetik kodunun yazýlý olduðu o 3.1 milyar harften oluþan tek cümlelik "Kitab-ül Hayat"tan bahsetmiyorum. O ayrý. Gene insanýn "tanrýsallaþmasý"na iliþkin çok önemli bir sorun daha var gündemde: "Genleri dönüþtürülmüþ tohumlar" meselesi. Ýþte bu tohumlar, þu sýralarda dünyaya korku ve nifak tohumlarý saçýyor. (Bizimse hiçbir þeyden korkumuz yok.) Geçen hafta Cenova'da kýyamet koptu: Bir uluslararasý biyoteknoloji konferansýný binlerce çevreci bastý. Dönüþtürülmüþ genli tohumlarýn Avrupa'ya sinsice yayýlmasýný protesto eden bu öfkeli insanlarý Ýtalyan polisinin daðýtmasý, en az 20 yaralýya mal oldu... Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 53 Fransa 600 hektarlýk arazide ekilmiþ "karýþýk" kolza tohumunun derhal imhasý yoluna giderken, Ýsveç hükümeti kendi çiftçilerine, karýþýk kolza tohumlarýný iki hafta içinde sökmeleri talimatýný verdi... Almanya'daki genleri dönüþtürülmüþ ürünlerin yok edilmesi için dâvâlar açýlýyor... Avrupa ülkeleri tarým bakanlarý tatil filân dinlemeden toplantý üstüne toplantý yapýyorlar: Güzelim hafta sonunu bu tatsýz sorunla "piç etmeleri", yarýn ve öbürgün yapýlacak büyük tohum toplantýsýna hazýrlanmak ve bir "ortak tavýr" belirleyebilmek için... Bir tür "zamanla yarýþ" da diyebiliriz buna. Bütün mesele, saflýðýn elden gidip gitmediði meselesi: Bugün yeryüzünde üretilmiþ % 100 saf, yani genleri ile oynanmamýþ herhangi bir besin maddesi kaldý mý, sorusu. Hâlâ önemli bir tarým ülkesi sayýlan Türkiye'nin bir yurttaþý olarak bu soruyla ilgilenip ilgilenmediðini, ilgileniyorsan da nasýl bir cevabýn olduðunu bilmiyorum ey kari. Ama, gel gör ki, sen bunu düþünürken, iþ iþten geçmiþ, cevap gelmiþ görünüyor: Cin þiþeden çýkmýþ bir kere! Artýk hiçbir güç onu oraya geri sokamaz! "Kaçýnýlmaz" olan gerçekleþmiþ, tohumlarýn saflýðý ve bekâreti bozulmuþ. Genleri ile oynanmýþ tohumlar, bildiðimiz babadan kalma tohumlara gizlice -- ve biraz da yanlýþlýkla -- karýþmýþ. Bundan kaçýnmak artýk imkânsýz! Sonsuza kadar da böyle, beslenme zincirinin içinde kalacak! Avrupa'da geçen hafta birbiri ardýndan patlayan iki skandalden bunu öðrendik. Öðrendiðimiz bir baþka þey de þu: Avrupa'daki olay, buzdaðýnýn görünen ucundan ibaretmiþ meðerse! Þiþeden kaçan cin masalýnýn arkasý yarýn: Bu süper prodüksiyonun baþrollerinde devler ve prensler var... Bakalým geniþ figüran kadrosu içinde kendini tanýyabilecek misin, ey kari? 54 ÞÝÞEDEN KAÇAN GEN MASALI - II 29 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Bahar rüzgârlarý...Savrulan polenler... Asfalt ve betondan fýrsat bulabildikleri ölçüde "çiftleþecekler" ve tabiat, dönüþüm sürecinde bir evreyi daha tamamlayacak... Bu, doða'nýn "doðal" hali. Bir de "yeniden tasarlanmýþ" hali var onun: Hayatýmýzý kendi elcaðzýmýzla Kafkasal bir kâbusa dönüþtürüyor olabilir miyiz? Belli baþlý çevre kuruluþlarý epeydir baðýrýyorlardý: Genetik yapýsý deðiþtirilmiþ tohumlarýn bütün hayatýmýzý kaplamasýný önlemenin yolu kalmýyor, diye. Genellikle inanmýyorduk onlara; ama haklýlarmýþ: Dünyanýn en büyük tohum ihracatçýsý Pioneer Hi-Bred, Avrupa'nýn mýsýr ürününün yaklaþýk % 15'inde genetik bakýmdan dönüþtürülmüþ malzeme bulunduðu yolundaki iddialarý doðruladý (BBC). Bu malzeme saf tohumlara rüzgârda uçuþan polenlerle ya da tohum ezme makineleri aracýlýðýyla bulaþýyormuþ. Ýtiraf, bir baþka þirketin (Advanta), Avrupa çiftçilerine yanlýþlýkla "karýþýk" tohum sattýðý açýklamasýnýn hemen ardýndan geldi. Sonuç: Avrupalýlar, kendi bilgileri olmadan bu iþe bulaþmýþlar. Mýsýrda, kolzada, soyada, balda -- ve belki de patateste! -- durum böyle. Genetik deðiþime uðratýlmýþ tohumlarýn yayýlmasýný durdurmak için artýk çok geç olduðunun da farkýndalar. Ayrýca, Britanya hükûmetinin bu bilgiyi bir süredir hasýraltý ettiði de ortaya çýkýverince, Popper'ýn ruhunu da þâd etmeye baþlamýþlardýr herhalde. Bazý þirket ve hükûmet yetkilileri, bulaþmýþ tohumlarýn insanlar ve/ya çevre için bir tehlike yaratmadýðýný söylüyorlar: "Herþey kontrol altýnda!" Ama, bunca yaþamsal bir gerçeðin gizlendiðini öðrenince de insanlar kontrolden emin olamýyorlar. Genetic ID þirketinin New Scientist dergisine ifþâ ettiði gibi "ok yaydan çýktý"ysa ve Avrupa'daki Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 55 durum sadece "Aysberg'in ucu"ysa, ya gerisi?! "Yeryüzündeki beslenme zincirinin herhangi bir noktasýnda yüzde yüz saflýk saðlamak artýk olanaksýz". "Yüzde 0.1 saflýk limitini uygulasak, her 10 ton tohumdan 9 tonu geri çevrilir; küçük þirketlerin hepsi batar; en iyisi bu limiti yüzde 1'e çýkarmak." (BBC, 24 Mayýs) Ýþte gen þiþeden böyle kaçmýþ; onu bir daha oraya týkamazsýnýz! Dünyanýn en saygýn zoologlarýndan Profesör Hans-Hinrich Kaatz da, dört yýllýk araþtýrma sonunda þu dehþetengiz bulguya varmýþ: Dönüþtürücü yabancý genler "tür engelini aþmýþ"! Yani, balarýlarýnýn baðýrsaklarýndaki bakterilere geçmiþ! Yatay gen transferi! Bu tür "tür atlamalarý"nýn insanlarda koli ve menenjit gibi hastalýklar yaratabileceðinden büyük endiþe duyuluyor. (Observer, 28 Mayýs). "Ballý" sorunu daha da acý hale getiren bir þey var: Bazý bilim çevreleri, bu tür açýklamalarý yapanlarý "defterden siliyor"lar. Genleri dönüþtürülmüþ patateslerin, farelerde mide çeperini tahrip ettiðini gösteren Dr. Arpad Pustzai'nin iþine son verilip araþtýrmalarýnýn karalanmasý gibi. (Günaydýn Franz!) Galler Prensi Charles da, en saygýn bilim ve siyaset adamlarý tarafýndan tartýþýlan bir konuþma yaptý geçenlerde: "Kendi çýkarýmýza göre mühendislik müdahaleleri yaparak doðayla oynarsak, çevremize çok büyük zarar verebiliriz." (BBC, 17 Mayýs) Büyük fizikçi ve kozmolog Stephen Hawking, Prensin "tanrýcýlýk oynama" konusundaki bu uyarýsýna ayný gün, tam da bilim adamlarý adýna "tanrýcýlýk oynayarak", þöyle cevap verdi: "Bilim ve teknoloji çalýþmalarý, biz istesek de istemesek de olacaktýr. Ýnsanlarýn en fazla yapacaðý, bu geliþmelerin doðru dürüst dizginlenmesini saðlamaktýr." (BBC, 18 Mayýs) Hawking, bu fazlasýyla otoriter tavrý neyin acýsýný çýkarmak için sergiliyor, bilinmez. Ama, bilim dünyasýnýn dev uluslararasý þirket çýkarlarý doðrultusunda iþler yapan kesimine karþý özellikle Avrupa kamuoyunda yükselen güvensizlik dalgasýndan bihaber gibi. Dünya çapýndaki bu büyük tartýþmadan bihaber gibi görünen bir baþka insan grubu daha var: Tarým Bakanlýðý, tarým kooperatifleri, ziraat fakülteleri, ziraat odalarý, Yaðlý Tohumlar Gnl. Md. ve çiftçimiz ve arýcýmýz ve milletin efendisi köylümüz ne düþünüyor acaba bu konularda? Konuþsalar da öðrensek. 56 "3. HAMUR" KÂÐIDA BASILMIÞ UCUZ DEDEKTÝF ROMANI 1 Haziran 2000, Yeni Binyýl "Dünyanýn akciðerleri" diye tanýmlanan tropik ormanlarýn kiþisel kâr uðruna insanlar ve kurumlar tarafýndan büyük bir katliama uðradýklarýný ortaya koyan raporun tam üç yýl boyunca hasýraltý edildiði ortaya çýktý. Rapora göz gezdirince, bu örtbas etme olayýnýn sebebini kolaylýkla anlayabiliyor insan. En ürkütücü dehþet filmi senaryosu dahi bu "teknik" metnin yanýnda mâsum kalabilir. Avrupa Komisyonu'nun ýsmarladýðý raporda ilgili hükûmetler, çokuluslu þirketler, uluslararasý finans kuruluþlarý aðýr bir dille sorumlu suçlanýyor ve metinde müthiþ rüþvetler, iþbirlikleri, yolsuzluklar, þantaj, þiddet ve dehþet sahneleri yer alýyor. Dünya Kaynaklarý Enstitüsü (WRI) ve Doðal Yaþamý Koruma Fonu (WWF) gibi saygýn kuruluþlarýn saygýn bilim adamlarý, araþtýrmalarýný tamamladýklarýnda, vardýklarý sonuçlar karþýsýnda kendi gözlerine inanamamýþlar. Orta Afrika'da, Karaibler kuþaðýnda ve Pasifik'te bulunan 11 ülkede, bütün rüþvet skandalleri soruþturulup doðru dürüst çevre koruma koþullarý saðlanana kadar aðaç kesimlerinin - ve de Avrupa Birliði yardýmlarýnýn - derhal durdurulmasýný önermiþler. Ayrýca, hükûmetler, yardým kuruluþlarý, yatýrýmcýlar ve sivil toplum kuruluþlarý topluca âcilen esaslý önlemler almazlarsa, bu bölgelerdeki bâkir ormanlarýn yalnýz bekâretlerini deðil, kendilerini de beþ ilâ 10 yýl içinde dünyanýn kaybedeceðini önemle belirtmiþler. "Derhal ve âcilen!" Bu dedikleri, üç sene öncesi! Hiçbir þey yapýlmamýþ tabii. Daha doðrusu, þunlar yapýlmýþ: AB, daha "temiz" bir rapor istemiþ; belli baþlý Avrupa ve ABD þirketlerinin ve bazý hükûmetlerin adlarý silinerek hazýrlatýlan ikinci raporu da beðenmemiþ; üçüncü ve "en temiz" raporun yayýmlanmasý da bu sefer WWF'nin duyduðu bazý korkular Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 57 yüzünden durdurulmuþ. Þimdilerde, yeni ve iyice "aðartýlmýþ" bir raporun yayýmlanmasý bekleniyor. Ama AB de bunun faturasýný ödemeyi reddetmiþ. Bunun üzerine WWF ilk 5000 kopyayý hamur yapmýþ, oradan edindiði para ile 2000'lik bir "düzeltilmiþ ve gözden geçirilmiþ yeni baský" yapacak ve önümüzdeki ay yayýmlayacakmýþ inþallah. Ancak, araþtýrmayý WWF adýna yapan ve baþka bilim adamlarýna denetleten saygýn bilim adamlarý, "düzeltilecek hiçbir þey yok," diyorlar. "Biz yazdýðýmýz her satýrýn arkasýnda duruyoruz!" Orijinal raporun gözlerden ýrak tutulmasýnýn sebebini de "hatalar"ýn dýþýnda bir yerlerde aramak gerektiðini ima ediyorlar. Sonuçta, bu üç yýl içinde talanlar, orman yangýnlarý ve þiddet olaylarý olanca hýzýyla devam ederken, durdurulan tek þey de þüpheli kesimler yerine, þüpheli kesimleri açýk eden rapor olmuþ. Bilindiði gibi, basýlmýþ kitaplarýn tekrar kâðýt fabrikasýnda hamur yapýlýp bu yolla elde edilen ve hiçbir zaman çok beyaz olmayan "3. Sýnýf" kâðýtlara ucuz dedektif romanlarý basýlmasýna Amerika'da "pulp fiction" adý veriliyor. Dünyanýn þu andaki halini bundan iyi gösteren bir metafor bulmak da zor olurdu doðrusu. 58 KÖPEKBALIÐI YÜZGECÝ ÇORBASI 7 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Çeyrek yüzyýl kadar önce, küreselleþme kelimesinin bilinmediði "kapalý" Ankara'da, "bizimkinden" farklý "öteki" kültürlerle yakýn temasýmýzýn çeþitli büyükelçilik binalarýnýn önünden geçmenin pek de ötesine geçmediði bir dönemde ilk Çin lokantasý açýldýðýnda birden minik bir kültür þokuna girivermiþtik. Yeniliklere -- ve elbette yalnzca Batý'ya deðil, Doðu'ya da -- daima açýk çekirdek ailemiz bu fýrsatý ganimet bildi ve kendini Uzakdoðu'nun Baþkent'e taþýnmýþ büyülü havasýnýn içine bodoslama býraktý: Dragonlar, kýrmýzý ipekliler, "pagoda"lar, lakeler, kulaða "ters" gelen melodileri terennüm eden biraz "cýrtlak" haným sesleri, içine ustaca gömülü pirinç tanelerinin yer yer saydamlaþtýrdýðý porselen çanaklar, tahta çubuklar ve buhur Uzak, þimdi yakýndý. Bize Çince gibi gelen mönüyü incelemek için, kýrmýzý ipek giysili ve çekik gözlü nâzik haným garsondan yardým aldýk. Büyük oðlum, hem doðuþtan maceraperest bir damaða sahip olduðu, hem de köpekbalýklarýna derin bir merak duyan üçüncü kuþaðýn temsilcisi olduðu için, tereddütsüzce yaptý ilk seçimini: "Köpekbalýðý yüzgeci çorbasý." Onunla rekabetten asla vazgeçmediðim için olsa gerek, ben de ayný þeyi ýsmarladým. Yirmibeþ yýl kadar önce, ailemizin diðer iki ferdinin kýnayan bakýþlarý altýnda biraz da yapmacýk bir iþtiha ile içtiðimiz çorbanýn içinde son kez yüzen yüzgeç parçalarýnýn diþlerimdeki elastiki gýcýrtýsýný hâlâ hatýrlýyorum. Ailecek küreselleþmeye geçiþimizin ilk simgesi sayýlabilecek köpek balýðý yüzgeci çorbasýný içerken, 400 milyon küsur yýllýk bir evrimi sona erdirmekte olduðumuzu bilemezdik þüphesiz. Doðanýn þaþmaz dengesini geri döndürülmez biçimde bozduðumuzu da. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 59 Onu ben dün öðrendim: Ýnsanlýðýn yüzgeç çorbasýna duyduðu doyurulmasý imkânsýz iþtihasý, yýlda 100 milyon köpekbalýðýnýn telef edilmesine yol açýyormuþ! (Yanlýþ hesaplamadýysam, günde yaklaþýk 250 bin, saatte 10.000 köpekbalýðý cinayeti.) Avlanýp yüzgeçleri kesildikten sonra tekrar denize atýlan hayvanlar, ya kan kaybýndan ya da yüzemediklerinden boðularak ölüyor, okyanus dipleri muazzam köpekbalýðý mezarlarý ile dolup taþýyormuþ. 408 milyon yýldan beri denizlerde dolaþan haþmetli köpekbalýðýnýn birçok türü tükenmek üzere. O çok korktuðumuz "jaws" yýlda ortalama 12 insanýn ölümüne sebep oluyormuþ buna karþýlýk. Yirmibeþ yýl kadar önce içtiðim o ilk çorbayý nasýl kusabilirim acaba diye düþünüyorum þimdi. 60 BÝZ BÜYÜDÜK ARTIK - HER YERDEYÝZ 14 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Cehennem sýcaðýndan þikâyetçi misin, ey kari? Daha dur bakalým; iþin baþýnda sayýlýrýz. Asýl bundan sonra olacaklara bak. Aþaðýdaki satýrlarý oku ve titre, ey kari, mücrim gibi, baktýkça istikbaline: "1999 kýþýnda NASA, 1998'in 12 ayýnýn, ABD'de kayýtlarýn tutulmasýna baþlandýðý günden beri en sýcak 12 ay olduðunu açýkladý. 1998 yýlý, 1997 rekorunu, rekor bir farkla kýrdý. 1997 ise, 1995'in rekorunu kýrýyordu Aslýnda, The End of Nature (Doða'nýn Sonu) kitabýnýn ilk olarak yayýmlandýðý 1989'dan bu yana, yeryüzünde bildiðimiz en sýcak 10 yýlýn 7'si yaþandý. Geride kalan 10 yýlýn en önemli istatistikleri, bunlardýr iþte. Bunlar, büyük patlama yapan borsanýn yükseliþ rakamlarýndan da, Baþkan'ýn popülarite düzeyini gösteren araþtýrma sonuçlarýndan da, üzerinde durduðumuz bütün öteki rakamlardan da daha önemlidir. Bu rakamlar, türümüzün iki ayak üzerine ilk kalktýðýndan bu yana en acayip zaman parçasý içinde yaþamakta olduðumuz noktasýný vurgulamakta. Gerek sayýmýzla, gerekse iþtihamýzla öylesine büyüdük ki, sonunda etrafýmýzdaki herþeyi deðiþtirir hale geldik. Bu rakamlar, doða'nýn baðýmsýz bir güç ve bizden daha büyük birþey olarak sonunun geldiðini göstermektedir. Ama Yeryüzü'nün devirleri þimdi daha hýzlý hareket ediyorsa da Kuzey Yarýkürede ilkbahar yirmi sene öncesine göre ortalama bir hafta daha erken gelmektedir - insan toplumu, en azýndan hayati önem taþýyan bu konularda tamamen felç olmuþ görünüyor. Siyasi ve ekonomik zaman tam on yýl boyunca dondu kaldý: Birkaç uluslararasý konferans ve yüksekten atýp tutan ateþli deklarasyon dýþýnda, küresel ýsýnmayý ateþleyen karbondiyoksit salýnýmýný durdurmak için hemen hemen hiçbir þey yapmadýk. [ ] Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 61 Fizikî dünyanýn deðiþme hýzý ile insan toplumunun bu deðiþime gösterdiði tepkinin hýzý arasýndaki tezat, çaðýmýzýn temel çevre gerçeðini meydana getirmektedir. [ ] Þimdi o eski ve harikulade küçüklük duygusunu hissetmek için ormana gitmek daha zor artýk. Ya da daðlara. Ya da okyanusa. Hatta bir tutam yabançiçeðinin yetiþtiði o arazi parçasýna bile. O atýlmýþ Coca Cola tenekeleri her yerde. Biz her yerdeyiz. [ ] Daðlardan, denizlerden, kentlerden, ormanlardan oluþan; balýðý, kurdu, böceði, insaný ile; karbonu, hidrojeni, nitrojeni ile uðuldayan, çiçeklenen, gizemli, zalim küre - üzerinde konakladýðýmýz kýsacýk an içinde þirazesinden çýkýverdi. O, büyük ölçüde biz'den ibaret artýk." (Bill McKibben, The End of Nature, Anchor Books, 1999, s. xv-xxv) 62 SANDALETLER VE BÝSÝKLETLER 27 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Gazeteler 25 diye yazýyor, ama aslýnda tam 35 yýllýk bir serüvendi bu. Türkiye'nin nükleer enerji peþindeki kof hülyâsý. Yýlan hikâyesi. Yalan hikâyesi. Dipsiz karanlýk kuyusu ülkenin - Akkuyu. Bitmek bilmez karabasaný. Ama bitti iþte: Poff! Kan-ter içinde uyanýldý ve kalkýldý karanlýkta: "Üff, amma da pis rüyaydý." Yýlanýn kuyruðu kopuverdi - ve bilebildiðim kadarýyla, yýlan kuyruklarý bazý kertenkelelerinki gibi deðildir; yeniden oluþmaz. Büyük paralarýn, yeraltýnda ve yerüstündeki büyük güçlerin devreye girdiði bir olay. Yeraltý saðlamdý zaten: Deprem durduramazdý. Yeryüzüne çýkýldýðýnda oranýn da sapasaðlam olduðunu gördük: "Siyasî irade"nin bu yönde tecelli ettiði hükûmet sözcüsünce ciddi ciddi açýklandý. Eh, kala kala bir tek gökyüzü kalýyordu bu durumda. Ýnsan için küçük, ama insanlýk için dev nükleer adýmý bir tek Allah durdurabilirdi olsa olsa. Semavî irade. Ama, buna da pek ihtimal olmadýðý, Enerji Bakaný'nýn enerjik sözlerinden anlaþýlýyordu. Ama olmadý iþte. Ýþin içine hiç beklenmedik bir baþka irade karýþtý: Kamuoyunun iradesi. Yurttaþlara, sürekli olarak karanlýkta kalma tehdidi altýnda olduklarý telkin edildi. Asýl karanlýk elektrik kesintilerinde deðildi ama: Bilgilenme hakkýndan yoksun býrakýlmaktan doðan gerçek karanlýk sözkonusuydu. Ne kadar pahalýya patlayacaktý bu iþ insanlara? Ne kadar tehlikeliydi? Alternatif yok muydu? Üç temel soru ve bunlardan türeyen binlerce baþka soru. Soru soru soru. Bu sorularý ýsrarla, yýlmadan soran genç insanlara donkiþotlar ve baldýrýçýplak marjinaller, bir tür "paryalar" gözüyle bakýldý. O kadar ki, sandaletlerini ayaklarýna takýp bisikletlerine atlayarak Ankara'daki anti- Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 63 nükleer bir protestoya katýlanlarýn gösterisi, basýnda "Nükleer Savaþ!" manþetiyle verilebildi. Uluslararasý konsorsiyumlar ve "ulusal siyasi irade" karþýsýnda sandaletleri ve bisikletleriyle soru soranlarýn "savaþý"! Dün, Baþbakan'ýn nükleer santral ihalesinin iptal edildiði ve alternatif enerji arayýþlarýna gidilebileceði yolundaki açýklamasý, bana kalýrsa, göründüðünden daha önemli: Ardýndaki bütün o tozlu topraklý yollar da dikkate alýndýðýnda, bu iptal olayý, Türkiye'nin son yýllarda içine girmiþ göründüðü ilginç deðiþim sürecinin kilometre taþlarýndan biri olarak deðerlendirilse yeridir. Anti-nükleer mücadeleyi yýllardýr yýlmadan yürüten sivil hareketlerden Greenpeace'in Türkiye kolu sorumlulularýna dünyanýn dörtbir yanýndan gelen mesajlarý da sadece geleneksel "tebrik ve dayanýþma" mesajlarý olarak düþünmemeli: Benzer sorunlarý yaþayan ve benzer sorularý soran baþka ülkelerin çocuklarý baþka birþey daha söylüyorlar o mesajlarda: Bu iptal kararýnýn onlarýn mücadelesini kolaylaþtýracaðýný. Yani, radyasyon nasýl sýnýr tanýmýyorsa, sivil mücadeleler de sýnýr tanýmýyor. Ve Türkiye, belki de ulusal kurtuluþ hareketinden bu yana ilk kez, bir yurttaþ hareketi ile baþka ülkelere "emsal" oluyor. Gündelik medya kliþesini ilk kez doðru baðlamda kullanmaya çalýþýrsak: Türkiye "bir ilk'e imza atýyor," da diyebiliriz. Sandaletli ayaklarýn çevirdiði ve bisiklet pedallarýyla çok yol alýnabiliyor yani. Darýsý, düþünce ve ifade özgürlüðünün baþýna. 64 DÝNOZORLAR BURNUMUZUN DÝBÝNDE YELLENÝYOR - I 30 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Bilimin, popüler bilimin, yalancý bilimin ve bilim-kurgunun favori ortak konularýndan biri, dinozorlar. Daha doðrusu, yeryüzünün insanoðlundan önce gördüðü en müthiþ canavarlarýn bundan 160 küsur milyon yýl önce nasýl olup da "birdenbire" ortadan kalktýklarý sorusu. Bu konuda sayýsýz kuram var tabii, ama en yaygýn üç tanesi þunlar: Ýklimin hýzla deðiþip sýcaklýðýn düþmesi sonucunda hayvanlarýn donarak ölmesi; Büyük yanardað patlamalarý sonucunda çýkan öldürücü gazlarla iklimin yaþanmaz hale dönüþmesi ve yaratýklarýn zehirlenerek ölmesi; Devâsâ bir göktaþýnýn düþmesi sonucunda ortalýðý kaplayan tozduman bulutunun iklimi deðiþtirip dondurucu soðuklara yol açmasý ve böylece pek çok canlý türünün ölümüne sebep olmasý. Aslýnda, medyanýn da en sevdiði konularýn baþýnda geldiði de söylenebilir dinozorlarýn. Türün yokoluþu konusunda yeni bir kuram ya da spekülasyon ortaya atýldýðýnda, canavarlar da -- olaðanüstü güzellikteki renkli çizimleriyle birlikte -- "magazin" sayfalarýnýn baþ köþelerini süslüyorlar -- ve tabii her seferinde de okurlara Spielberg'in o kötü Jurassic Park filmini hatýrlatýyorlar. Dünkü gazetelerde bu konuda çok ilginç bir yeni kurama yer verilmekteydi: Dinozorlar, -- yüzünüze güller! -- ciddi bir "yellenme sorunu" yüzünden toptan yokolmuþlardý! Çin'de yayýmlanan ve her zaman Komünist Partisi'nin ciddiyetine uygun aðýrbaþlýlýkta bir üslup kullanan Çin Gençlik Gazetesi, adýný vermediði bir Fransýz bilim adamýna atýf yaparak aynen þöyle diyordu: "Her biri 80 - 100 ton çeken hayvanlar, her gün 130 ilâ 260 kilo gýda tüketiyor ve dur durak bilmeksizin yelleniyordu." Gazeteye göre, Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 65 dinozor "yel"leri, yüksek oranda metan gazý içerdiði için, hayvanlarýn yeryüzündeki yaklaþýk bir milyon yýllýk ikameti sýrasýnda atmosfer bu gazla dolup "taþtý" ve sonunda ozon tabakasýnýn "delinmesi"ne yol açtý. Ozon tabakasý atmosferi güneþin morötesi ýþýnlarýndan korumaz olunca, yeryüzü bitki örtüsünde muazzam deðiþimler meydana geldi. Ortaya çýkan besin yetersizliði de dinozorlarýn topyekûn açlýktan ölmeleri sonucunu doðurdu. "Kendi yelinde boðulan dinozor" teorisi, bütün gönderme ve uzantýlarýyla, bir tatil sabahý insanýn yüzünde hafif bir tebessümle okuyacaðý ve hemen arkasýndan da (bu konudaki bir sonraki habere kadar) unutacaðý mükemmel bir magazin haberi gibi görünüyor. Tarih, bilim, espri, egzotizm ve görsellik dozu ne eksik, ne de fazla. Gel gör ki, ey kari, kazýn (ya da, bu durumda dinozorun) ayaðý pek de öyle deðil. Ýþi küresel ýsýnma boyutunda ele aldýðýn zaman, bu küçük ve sevimli haber, dinozorlarýn yokoluþlarý ile ilgili en akla yakýn ve gerçekçi kuram olabileceði gibi, dinozorlarýn yokoluþlarý ile ilgili en akla yakýn ve gerçekçi kuram olabileceði gibi, aslýnda seninle, insan türünün geleceði ile ilgili çok önemli bir "felâket habercisi" de olabilir pekâlâ. Ýnsanoðlu ya da insankýzý olarak, yaktýðýn ormanlardan çýkan gazlarýn, o ormanlardan arta kalan otlaklarda otlattýðýn sýðýrlarla davarlarýn yellenmesiyle atmosfere boca edilen metan gazlarýnýn, kestiðin aðaçlarý kendisine þölen yapan termitlerin saldýðý gazlarýn hesabýný yaptýðýn zaman, göreceksin ki, dinozorlar sana sandýðýn kadar uzakta yaþayýp ölmedi. 66 BÝR DÝNOZORUN HEZEYANLARI 31 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Dinozorlarýn kendi yelleri içinde "boðulduklarý" kuramýndan söz ediyorduk dün. Þimdi, bu "eski" olayý, "yeni" bir olaylar dizisiyle baðlamaya çalýþalým. Yalnýzca Temmuz'un son haftasý içinde elimize ulaþan üç ayrý raporda þunlar söyleniyor: 1) WWF ve IUCN adlý saygýn çevre kuruluþlarý, özellikle Yunanistan'daki ve Avrupa'daki son orman yangýnlarýnýn, 1997 ve 98'de Doðu Asya'da meydana gelen korkunç yangýnlarla birlikte ele alýnmasý gerektiðini ve bunlarýn "iki yýl içinde meydana gelecek büyük küresel felâketin" sadece bir habercisi olduðunu söylüyorlar. Rapora göre, Pasifik'te beklenen yeni El Niño olayý ile birlikte çok daha fazla ve çok daha büyük yangýnlar olacak. Yunanistan'daki yangýnlarsa, dünya çapýnda olup bitenlerin bir "mikrokozmosu"ndan ibaret. (BBC) Bu raporlarda, ABD'de son 10 yýlda görülen ikinci en korkunç yangýn felâketinin (NBC) dikkate alýnýp alýnmadýðýný bilmiyoruz. 2) Saygýn Science dergisinin yeni bir makalesinde, Grönland ve Kuzey Kutbu buzullarýnýn büyük bir hýzla eridiði bildiriliyor. Kutup buzullarý son 20 yýlda yüzde 6 oranýnda "çekmiþ" ve Arktik buz "þapkasý" son 50 yýlda yüzde 42 incelmiþ. Tahminlere bakýlýrsa, yüzyýlýn ortalarýna doðru yaz aylarýnda artýk kutuplarda buz örtüsü olmayacakmýþ. Bu, yeni ve ucuz deniz ulaþýmý bakýmýndan çok iyi haber (düþünsenize, Kutupta bir Boðaziçi). En kýrýlgan ekosistem olan kutuplar açýsýndansa kötü haber. (New York Times) 3) Yine Science dergisinden: Britanyalý araþtýrmacýlar, atmosferin üst tabakalarýnda yeni bir sera gazý keþfetmiþler. Triflorometil sülfür pentaflorür, atmosferin üst tabakalarýndan sýcaklýðýn uzaya kaçmasýný engelleyen "sera" gazlarýnýn baþýnda gelen karbondiyoksitten 18,000 kere daha güçlü bir "ýsý tutucu" imiþ! Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 67 Raporun yazarlarýndan Dr. Bill Sturges'e göre bu gaz sadece 40 yýldan beri atmosferde mevcutmuþ. Yani, insan faaliyetlerinin bir yanürünü olarak gelmiþ kâinata. Bu "yeni yetme" gazýmýz, büyük olasýlýkla, yüksek voltajla çalýþan âletlerin türettiði bir þey; ve müthiþ yüksek ýsýtutma kapasitesinin yanýnda, son derece uzun ömürlü. Þimdilik, düþük seviyesi bakýmýndan küresel ýsýnma üzerinde önemli bir etkisi olmadýðý sanýlýyormuþ gazýn; ama, neredeyse "ölümsüz" olduðundan, gelecekteki etkisi hiç de kolay kestirilemeyecek gibi. (BBC) Þimdi þöyle: Endüstri, otomobiller, uçaklar vb. aracýlýðý ile salýnan karbonlarýn yaný sýra, sadece orman yangýnlarýyla atmosfere yýlda 1 ilâ 2.5 milyar ton sera gazý salýnýyor. Ormanlarýn yerini çöl almamýþsa, otlaklar alýyor. Zaten ormanlarý ya kereste için kesiyoruz ya da hayvancýlýk için yakýyoruz. Otlaklarda 1.2 milyar büyükbaþ hayvan otlatýyoruz: 5 adam baþýna bir büyükbaþ hayvan. Bu sýðýrlarýmýz; davar, deve, keçi, at ve domuzlarýmýzla birlikte havaya her yýl 73 milyon ton metan gazý yelliyor. Çünkü, yedikleri otlardaki selülozu ayrýþtýrmak için barsaklarýndaki anaerobik bakteriler metan gazý üretiyor. Sýðýrlarý hamburger ya da cýzbýz köfte þeklinde mangallarda piþirip ormanlarý daha fazla yakýyoruz. Kestiðimiz kerestelerin bir kýsmýný ise akýl almaz ölçüde çoðalan termitler yiyor. (Þu anda adam baþýna yarým ton termit/karýnca düþmekte!) Yediklerinden týpký inekler gibi metan üreten bu minik hayvanlar astronomik boyutlarda gaz çýkarýyor: Bir termit yuvasýndan dakikada 5 litre metan çýkabiliyor. Ayrýca, kutuplardaki sürekli buz (permafrost) tabakasýndaki tundralarda ve okyanuslarýn kýt'a sahanlýðý çamurlarýnda muazzam ölçülerde sýkýþýp kilitlenmiþ "aðýr metan" gazý var. Sera etkisiyle okyanuslar ýsýnýp, buzlar çözülürse, buradaki potansiyel metan salýnýmý yýlda yarým milyar tonu aþabilecek. Bu bileþikler atmosferi ýsýtýnca, daha fazla su buharý birikebilecek. Kendisi de güçlü bir sera gazý olan bu ilâve su buharý ise yeryüzünü büsbütün ýsýtacak. (Bill McKibben, The End of Nature, 1999) Yani, atmosferi ýsýt, sera gazlarý açýða çýksýn; sera gazlarýný açýða çýkart, atmosfer ýsýnsýn ve bu böyle gitsin... Dinozorlar, yellenmekten vazgeçemezdi, ey kari. Ya sen? 68 EYYÂM - I BÂHUR 2 Aðustos 2000, Yeni Binyýl "Eyyâm-ý bâhûr"! Çocukluðumun sahil kasabasýnda bütün "çete"nin yüreðine ürpertili bir heyecan salan büyülü sözcükler. Heyecan, güneþin yeni göveren tuzlu küçük bedenlerimiz üstüne acýmasýzca çullanacaðýný bilmek gibi mazoþistçe bir keyiften geliyordu. O yaz'ýn da adam gibi, yani düpedüz yaz gibi yaþanacaðýný kendi biyolojik mevsim saatimizle bilmekten gelen bir güvenden kaynaklanýyordu daha doðrusu. Ürpertiyse, korkudandý. "Eyyâm-ý bâhûr" ya da o kasaba çocuklarýnýn tümünün aðzýndaki yanlýþ söyleyiþle "ehen buhur", daima Aðustosun hemen baþýnda yakýcý bir sýcak dalgasý halinde gelip bir hafta boyunca hepimizi buharlaþtýrýrken, bir de tatsýz söylenceyi yanýnda getirirdi: "Sam yeli". Þaþmaz bir þekilde sekiz gün süren "ehen buhur" sýrasýnda esen bu yelin, deðdiði ýslak bedenlerde beyaz beyaz lekeler býrakacaðýna, bu lekelerin de ömür boyu silinmeyeceðine o zamanlar aramýzda inanmayan yoktu. (Hoþ, kendi payýma, buna hâlâ inandýðýmý itiraf etmekte hiçbir sakýnca görmüyorum ya, neyse.) Küçük beyaz lekeler o an için pek önem taþýmasa da, birkaç ay ya da en geç bir yýl içinde karþý cinsle kuracaðýmýzdan emin olduðumuz romantik iliþkiler açýsýndan ölümcül bir estetik engel oluþturacaðýndan, bu konuda herkesin derin bir korkusu olurdu. Allah'tan, herþeyin mutlak çaresinin bulunduðu o müthiþ dönemde yaþýyorduk: Demir, sam yelinin amansýz düþmaný ve kalkanýydý. Boyna veya bileðe bir iple asýlacak ya da mayonun lâstiðine iliþtiriliverecek küçücük paslý bir çivi - mutlaka demir olmalýydý, baþkasý, altýn bile olsa bu durumda asla iþe yaramazdý! - doða'nýn müthiþ gücünden gelecek her türlü tehlikeyi bertaraf etmeye yeterli olacaktý. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 69 Ve öyle de oldu. Sahil kasabasýnda geçirdiðimiz o altýn çocukluk yýllarýnda, her seferinde muntazaman gelen ve muntazaman sekiz gün sürdükten sonra geçip giden "ehen buhur"larda bizim çete mensuplarýndan bir teki bile - arada yüzerken çivisini düþürmüþ olsa dahi - sam yeli yeyip "lekelenmedi" ve dolayýsýyla da sonraki yýllarda hepsi pek çok güzel aþk yaþadý Dünkü Saatli Maarif Takvimi, "Eyyam-ý bâhûr"un baþladýðýný bildiriyordu. "Deniz günleri" yani. Yani, "en sýcak sekiz gün". Sabah bu konudaki bilgiyi okuduktan sonra, sýcak dalgasýnýn ayný gün tüm yurdu terkettiðini, sýcaklýklarýn 15 derece birden düþeceðini de okudum gazetelerde. Daha sonra, "küresel ýsýnma iklim kuþaklarýný da deðiþtirdi, "Türkiye artýk sýcak kuþakta!" diyen haberi de okudum. Ekosistemlerin küresel ýsýnma yüzünden kuzeye doðru kayacaðýný, güneye Afrika sýcaðý yerleþirken Karadeniz'de pamuk yetiþtirilmeye baþlanabileceði haberlerini de okudum Sokaða çýktým sonra. "Eyyâm-ý bâhûr"un ilk gününde öðle vakti Ýnsanýn içine iþleyen serinlikte þakýr þakýr yaðmur altýnda ellerimi cebime sokmuþ, dudaklarýma bir ýslýk bile takamadan yürürken, biz bu yýl atlamýþ olmayalým bizim ehen buhuru - "geçmiþ olmasýn sakýn" diye bir düþünce gelmesin mi aklýma? Hemen bir demir parçasý arandým bileðime asayým diye -bulamadým. 70 SABOTAJCI 7 Aðustos 2000, Yeni Binyýl Adana'nýn Karaisalý ilçesinde dört gün önce baþlayan kýzýlçam orman yangýný kýsmen kontrol altýna alýndý, ama 2000 hektarlýk alan tamamen yandý. Adana'nýn ardýndan Antalya/Manavgat'ta çýkan yangýnlar kýsmen kontrol altýna alýndý, ama 2,700 hektarlýk yeþil alan tamamen yandý. Side'de çýkan yangýn kontrol altýna alýnamadý, Perge'deki antik kentte çýkan yangýnlarsa kontrol altýna alýndý, ama 1 hektar orman alaný yandý ve tarihi eserler tahrip oldu. Orman Bakaný bu yýl çýkan yangýnlarda - þimdilik - 20 bin hektar (yani Gökçeada kadar bir alana eþit) ormanlýk alanýn yok olduðunu açýkladý. Bakana göre, bu, geçen yýla göre 3 kat fazla. Ama, bu hesap doðru olmayabilir. Çünkü, Orman Genel Müdürlüðü, geçen yýlýn ilk 6 ayýnda yaklaþýk 1,500 hektar yandýðýný daha önce bize bildirmiþti (AA). Bu rakam doðru ise, 3 deðil, en az 13 katlýk korkunç bir artýþ var demektir! Bakan, ayrýca, bazý yangýnlarda birtakým sabotajcýlardan da bahsetmiþ, ama onlarý yakalayamadýklarýný da eklemiþ. Ýyi haberse þu: "Buralarý" bir yýl içinde aðaçlandýracaklarýný ifade etmiþ Bakan ve her yýl 55 bin hektar alaný aðaçlandýrdýklarýný belirtmiþ. Ne var ki, bu açýklamalar da biraz fazla iyimserliði barýndýrýyor olabilir. Zira, Türkiye'nin ormanlarýnda sürekli, düzenli ve büyük oranda bir azalma olduðu da yine daha önceki resmî açýklamalardan çýkýyor. Mali açýdan bakýlýrsa, yalnýz tomruk bedeli olarak, son dört günlük iki yangýnda 45 trilyonluk zarara uðrandýðý hesaplanýyor! Finans yönü ise iþin en önemli parçasý bile deðil. Hayatýn kendisi tehlikede! Cumhurbaþkaný Sezer, üç gün önceki açýklamasýnda iþte bu yönü vurguluyordu: "... Sadece orman varlýðýmýz deðil, yaþamýn sürekliliði için hayati önem taþýyan doðal dengeler de bozulmaktadýr." (AA) Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 71 Sözün özü, sonbahara varýldýðýnda, 2000 yýlýnýn, bu açýdan Türkiye'nin en kara yýlý olarak tarihe geçmesi çok muhtemel. 2000 yýlý, ABD'de de son 50 yýlýn en kara yýlý olarak þimdiden tarihe geçti bile: Ülkenin Kanada sýnýrýndan Meksika sýnýrýna kadar uzanan 11 Batý Eyaletinde, cehennemin ta kendisi yaþanýyor: Þu âna kadar 62 bin yangýnda en az 1,5 milyon hektarlýk orman ve yeþil alan kavruldu; 20 binden fazla itfaiyeci ve asker yoðun ateþ ve duman altýnda "Körfez savaþý'ndan beter koþullarda" görev yapýyor; kýzýlderililere ait tarihi yerler tehlikede; günde 15 milyon dolar harcanýyor ve þu âna kadar en az 300 milyon dolar harcandýðý saptanmýþ. Ekim'de, hatta Kasým'da karlar yaðana kadar bu yangýnlarýn daha da artarak gideceði en yetkili aðýzlardan belirtiliyor. (BBC, NBC) Ýtalya'da Temmuz ayýnda 32 bin hektarlýk ormaný yok eden "rekor" yangýnlar Aðustos'ta gene baþladý: Sardunya, Foggia, Roma çevresi yanýyor; Yunanistan'daki "rekor" yangýnlarsa baþta Sisam, birçok yerde ormanlarý kasýp kavurdu ve Atina çevresinde neredeyse tüm ormanlarý bitirdi; geçen hafta Ýspanya'da Madrid - Valencia arasýndaki bölgede en az 2 bin hektarlýk alan kül oldu; Kazakistan'da 10 gündür süren yangýnlarda 1000 hektar kül oldu ve milli parklar tehlike altýnda... Bütün bu yangýnlar, bütün bu rekorlar tesadüf tabii: Ýþte düþük nem, aþýrý sýcaklar, "kuru yýldýrýmlar", yaðmursuzluk, çýraya dönüþen ormanlar, La Niña doða olayý, atýlan sigaralar, olasý sabotajlar hepsi nasýlsa bu aralarda dünyanýn dörtbir yanýnda tesadüfen bir araya geliverdi. Yoksa küresel ýsýnmayla, sera gazlarýyla, insan davranýþlarýyla filân hiç alâkasý yok... ABD Orman Ýdaresi Baþkaný Mike Dombeck: "Gerçekten Tabiat Ana'nýn insafýna kaldýk," demiþ. Çok geç bayým, onu Ana'nýzý becermeden önce düþünecektiniz. Sabotajcýyý çok uzaklarda aramayalým. 72 GECÝKEN TATÝLCÝLER ÝÇÝN BULUNMAZ FIRSAT! 31 Aðustos 2000, Yeni Binyýl Haber: "Çöl sýcaðý" geri geliyormuþ. Haberin yorumu: Okullarýn açýlmasýna 10 gün kala yaþanacak bu "güneþli günler", "geciken tatilciler" için "yeni fýrsatlar" yaratacakmýþ. (Sabah, 30 Aðustos) Normalde dehþetle karþýlanmasý beklenebilecek "çöl sýcaðý"nýn nasýl bir anda "güneþli günler"e dönüþtüðü ve bunun nasýl yeni fýrsatlar yarattýðýný anlamak için çok fazla da kafa patlatmaya gerek yok. "Dikkat!" ibaresiyle baþlayan bu küçük uyarýcý haber, hepimizin ortak düþünce tarzýna tercüman oluyor aslýnda: Fizikî dünya, iklimler ve çevre büyük bir hýzla, gözle görülür þekilde deðiþiyor; insanlýk olarak bizim bu deðiþime gösterdiðimiz tepkinin hýzý ise, sýfýr. Dünya hapý yutuyor; bizse bundan yeni fýrsatlar çýkartmaya çalýþýyoruz. Bir hýz ve zaman problemi de denebilir: Deðiþim hýzý ile deðiþime tepki hýzý, birbiri ile ters orantýlý. Doðrusu dünyanýn en radikal çevre militaný ya da endüstri düþmaný yayýn organý sayýlmayacak olan ünlü Time dergisi, son sayýsýnýn kapak konusu olarak "Kuzey Kutybundaki Buzlarýn Erimesi"ni seçmiþ. Nâçiz yazarýnýzýn bu konudaki pek çok yazýsýnda kaleme almaya cesaret edemeyeceði þiddette uyarýlar geliyor makalede: "Resimde görülen kutup ayýsý tehlikede, ama sen de ey okur, o ayý kadar tehlike altýndasýn," deniyor baþlýkta meselâ ve ardýndan da küresel ýsýnmanýn þu anda bile gezegeni nasýl tehdit altýna aldýðý ballandýra ballandýra anlatýlýyor. Küresel ýsýnmanýn, ironik bir biçimde küresel soðumaya da yol açmasý, meselâ Avrupa'nýn ve Kuzey Amerika'nýn 12.000 yýl sonra eskisinden de korkunç yeni bir buzul çaðýna girmesi, insana masal gibi geliyor belki, ama inanýn hayli somut bir ihtimal. Dahasý, "Younger Dryas diye adlandýrýlan bu çaðýn gelmesi, 20 yýl içinde bile mümkün! Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 73 Ýnsanlýðýn yüce medeniyetini yýkýmdan koruyabilmek için bir kuþaðýn ömründen epey kýsa bir zaman dilimine sahip olduðumuz ortaya çýkýyor ve bunu da Time dergisi yazýyor! Gene bir zaman problemi ile karþý karþýyayýz yani: Dünya Milletlerinin hiçbir zaman uygulamayacaklarýnýn anlaþýldýðý (hatta, ABD senatosunun imzalamayý bile düþünmediði) Kyoto Protokolü, bundan 12 yýl sonra ilk tedbirlerin uygulanmasýný öngörürken, iklim deðiþikliklerinin çok yavaþ ve tedrici olacaðý düþünülüyordu. Tümüyle yanlýþ olduðu bugün açýkça bilinen bir varsayým! Ýklim deðiþecek deðil. Ýklim deðiþmeye çoktan baþladý: Dünyanýn buzdan þapkasý eriyor, medeniyetlerin doruðuna çýkmýþ ülkeler buzul çaðýna girmek üzere, daha az medenî yerlerde ise kuraklýk, çölleþme, açlýk ve seller, orman yangýnlarýyla kolkola ölümcül bir vals yapýyor. Dünyanýn "termostat"ý bozuldu. Çivisi çýktý da diyebiliriz. Time da yazdýktan sonra, artýk küresel ýsýnmanýn "doðrulanýp doðrulanmayacaðý bilinmeyen bir diðer teori" olduðunu yaymak gerçek bir entellektüel sahtekârlýk olur. Geciken tatilciler için son fýrsatlar bunlar yani - Batan geminin mallarý! 74 ULUSLARIN FAKÝRLÝÐÝ YA DA KÝMSEDE MORAL KALMADI KAHRAMANLAR VE ALÇAKLAR 31 Aralýk 1999 , Yeni Binyýl Geçen Eylül ayý ortalarýnda Bosna'da bir doðumevinde dünyaya bir çocuk geldi. Adýný bilmiyoruz. Çok merak etsek öðrenirdik belki, ama bunun fazla önemi de yok. Asýl önemli olan, bebeðin 'sýra numarasý' ve onu çok iyi biliyoruz iþte: Yaklaþýk üçbuçuk kilo aðýrlýðýndaki bu mavi gözlü bebek, gezegenin altý milyarýncý sâkini olarak ilân edildi. Bu sembolik bir jestti: Ayný anda dünyanýn dörtbir köþesinde farklý ten renklerinde binlerce baþka bebek de doðdu tabii, ama insanlýk âlemi, Bosna'daki savaþ ve katliamý düþünerek, orada doðan bebeðe altý milyarýncý insan 'ödül'ünü lâyýk gördü iþte. 2000'e girmeden az önce o yuvarlak ve sihirli rakama ulaþmýþtýk! Kalabalýklaþmýþtýk. Oysa, daha yüz yýl önce çok daha tenha bir gezegenimiz vardý. 1900'de aþaðý yukarý þimdikinin dörtte biri kadardýk: Birbuçuk milyar. (Tabii sadece insanlar olarak; yoksa bilumum hayvanat ve nebatatla paylaþtýðýmýz bu gezegende sayýlamýyacak kadar çok olduðumuzu söylemeye bile gerek yok herhalde.) Yirminci yüzyýl: Kayda geçmiþ insanlýk tarihinin yaklaþýk yüzde 3'ü. Bu kýsacýk zaman dilimi içinde dört misli çoðaldýk, radyo dinlemeye, telefonla konuþmaya, uçmaya, antibiyotik kullanmaya, sinemaya gitmeye, televizyon seyretmeye, uzayda ve sanal uzayda 'surf' yapmaya baþladýk; küreselleþtik, ömrümüzü uzattýk; dev örgütler yarattýk; akýl almaz servetler, süper vücutlar, mega þehirler yaptýk. Bir yandan da kýt'alararasý balistik füzeler attýk, atom bombalarý patlattýk, herbir yana mayýn döþedik, içimizden 111 milyon kiþiyi savaþlarda yitirdik, yeni savaþlarda askerler yerine yüzde 90 oranýnda sivilleri öldürmeye ve gitgide büyüyen sayýlarda çocuklarýmýzý savaþtýrmaya baþladýk; ozon tabakasýný deldik, atmosferi toza dumana boðduk, binbir canlý türünü ortadan Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 75 kaldýrdýk. Sonuç olarak, yirminci yüzyýl sonundaki dünya, dünya çapýnda bir eðlence parký ile yine ayný çapta bir canavarlar sarayýna dönüþmüþ görünüyor. Ýnsanlýk, varolduðu andan bugüne kadar yaptýðý tüm buluþlarýn yarýsýný, toplam kayýtlý tarihinin iþte bu yüzde 3'lük diliminde yaptý: Yirminci yüzyýlda. Kendisi de dahil olmak üzere tüm canlý türlerini bir anda yokedebilecek güce nükleer bomba ile bu yüzyýlda ulaþtý insanoðlu (ya da insankýzý). Genetik kopyalama yöntemiyle kendisini yeniden yaratma olanaðýna kavuþmasý da yine bu yüzyýlda oldu denebilir. Yani, yokeden ve vareden sýfatýna, bu tanrýsal sýfata, hiçbir zaman bu yüzyýlda olduðu kadar yaklaþmamýþtý da diyebiliriz. Tarihin en büyük kahramanlýklarýyla en büyük alçaklýklarýnýn eþzamanlý olarak sýrtsýrta yaþandýðý baþka bir yüzyýl göstermek, epey zorlu bir iþ olur. Bilim, sanat ve kültür insanlarýnýn çoðu, kimi zaman 'akýntýya kürek' çekme pahasýna da olsa, çoðulcu duyuþ ve düþünüþün baþýný çekerek, insanlýðý dönüþtürme çabasý içinde 'kahramanlar' safýnda yer alýyor. Yirminci yüzyýlýn önemli 'yeniden keþif'lerinden biri olan 'anti kahramanlar'ýn (bunlarý, post-modern dönem öncesi bir bakýþla 'alçaklar' diye de nitelendirebiliriz pekâlâ) kahramanlar karþýsýnda ne kadar þanslarý olacaðýný, çocuklarýmýz görebilecek ancak. Not: Bu yazý, Atilla Aksoy ve Suay Aksoy editörlüðünde gerçekleþtirilen "Unutulmayanlar: 20. Yüzyýlýn Portreleri" fotoðraf sergisi (Ýstanbul, 24 Kasým 1999 - 4 Ocak 2000) ile eþzamanlý olarak yayýmlanan ayný adlý kitabýn önsöz'ünün biraz deðiþtirilmiþ halidir. (1999'un son gününe uygun düþer, diye düþündüm.) 76 PUSULASINI ÞAÞIRMIÞ ÝNSANLIK 6 Mart 2000, Yeni Binyýl Mozambik'in en büyük gazetelerinden biri olan Noticias'ýn evvelki günkü manþeti: "Batý Mozambik Trajedisine Gözlerini Yumdu!" Aslýnda eksik bilgi: "Batý" yerine "insanlýk" demeliydi genel yayýn yönetmeni büyük "Ý" ile. Aðaç tepelerinde tüneyip günler boyu aç-susuz bekleyen, orada çocuk doðuran, korkunç hastalýklara yakalanan, ve "olgunlaþýnca" da aþaðýdaki sel sularýna pat diye düþüp ölen binlerce siyahî insanýn yardýmýna koþan 5 helikopter görüntüsü, dünyayý hem "þoke etmiþ", hem de kýzdýrmýþ, iyi mi? Ama, kayýtsýz kalan sadece Batý deðil; pusulanýn deliler gibi dönen ibresi dört ana yönü birden gösteriyor. Ýnsanlýðýn insanlýðý kurtarýp geliþtirmek için bulabildiði en yetkin araç olan Birleþmiþ Milletler, hepimizle birden dalga geçiyor: Uluslararasý Doðal Felâketleri Azaltma Onyýlý daha yeni tamamlandý ve iþte resmî sonuç: Son on yýlda "doðal" felâketler tam üç katýna çýkmýþ! Kýzýlhaç Federasyonu'nun rakamlarýna göre de, doðal felâketlerden ölen insanlarýn yüzde 96'sý - kibarca - "geliþme yolunda" diye adlandýrýlan yoksul ülkelerde ölüyor, 1 milyar insan tamamen plansýz gecekondularda oturuyor, en hýzlý büyüyen 50 kentin 40'ý deprem bölgelerinde kurulmuþ, 10 milyon insan da kesintisiz sel tehdidi altýnda Amerikan yardým kuruluþlarýndan birinin baþkaný, bu zengin - fakir ayrýmcýlýðýna da dikkat çekerek þöyle bir kýyaslama yapýyor: Ýsviçre'de bir çýð felâketi olmuþ, 10 kayakçý da bunun altýnda kalmýþ olsaydý, saniye geçmeden 10 helikopter onlarý bulmak için harýl harýl uçmaya baþlardý, diyor. Ama Mozambik, böyle olaylarýn ilki deðil ki, sadece "sýradaki". Geçen yýlý hatýrlayýn: Türkiye'de Marmara ve Düzce depremleri, Atina ve Tayvan depremleri, Hindistan'da, Vietnam'da ve Venezuela'da korkunç seller Venezuela'da ölenlerin sayýsý hiçbir zaman bilinmeyecek. Mozambik'e dönelim: Bir milyondan fazla evsiz- Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 77 barksýz insan, sivrisinek bulutlarý, yýlanlar çiyanlar arasýnda sýtma, verem, kolera gibi hastalýklardan kýrýlýrken bakýn neler oldu: - 90.000 kiþiyi bir hafta besleyecek 370 ton yiyecek (yemeklik yað, þeker, vesaire) BM depolarýnda haftalardýr bürokrasi yüzünden bekletiliyor; - Britanya'nýn Savunma Bakanlýðý ile Uluslararasý Yardým Bakanlýðý arasýndaki kavga yüzünden haftalardýr gönderilemeyen helikopterler sonunda tam yola çýkarýlacakken, kiralanan uçaklara sýðmadýklarý anlaþýldýðýndan yeniden hangarlarýnda; - Güney Afrika ile Mozambik arasýnda bürokratik tartýþmalar yüzünden birçok helikopter gönderilemiyor; - Komþu Zimbabwe de kendi helikopterlerini yardýma gönderemiyor, çünkü onlarý Kongo'daki "yaðma savaþý"na göndermiþ bulunuyor maalesef! - Ve nihaî darbe: Helikopterlerin TV ekranlarýnda çok iyi görüntü vermekle birlikte, çok da iþe yaramadýklarý, asýl çözüm için teknelere ihtiyaç olduðu ortaya çýkýyor! Þimdi Mozambik'le birlikte hepimiz, Madagaskar üzerinde seyreden Gloria kasýrgasýnýn getireceklerini kaygýyla izliyoruz. Gene hepimizle alay edercesine "dünyanýn en hýzlý geliþen ekonomilerinden biri" diye adlandýrýlan Mozambik'in yýlda adam baþýna 152 dolar geliri olduðunu ve geliþmiþ ülkelere haftada 3 milyon dolara yakýn borç ödediðini de biliyoruz. Söyleyin þimdi: Trajedi mi, yoksa dünyanýn en gülünçlü oyunu mu bu? 78 ÇÜRÜK KÝRAZLARI AYIKLAMAK 22 Mart 2000, Yeni Binyýl Dünyada yeni buluþ sahiplerinin en çok baþvurduklarý yer, kolaylýkla tahmin edilebileceði gibi, ABD Patent Bürosu. Milyonlarca kiþinin patent almak için önünde kuyrukta beklediði bu kuruluþun 1988 yýlýndaki sözcüsü Charles H. Duell, bundan 12 yýl önce þöyle demiþ: "Yapýlabilecek bütün buluþlar yapýldý, icat edilebilecek herþey icat edildi." (Time dergisi). Son yýllardaki geliþmelerin ýþýðýnda, büro sözcüsü Bay Duell'in müthiþ yanýldýðýný, hatta kendine çok yanlýþ bir iþ seçmiþ olduðunu rahatlýkla söyleyebiliriz. Buluþlar ve icatlar öylesine hýzla birbirini kovalýyor ki, normal insanýn bunlarý izlemesi bile olanaksýz. Bill Gates'in dediði gibi, "geliþmeler neredeyse düþünce hýzýnda oluyor". Yirmibirinci yüzyýlýn en baþdöndürücü geliþmeleri - ve tabii ayný zamanda kârlarý - da, bilgisayar (Ýnternet) ve biyoteknoloji alanlarýnda oluyor. "Tech wealth" adý verilen bu yeni "bilgisayar zenginliði"ni ve bunun ne gibi "yan etkileri" olduðunu, þimdilik bir yana býrakalým ve ikinci alana eðilelim biraz. Koyun, keçi, inek, domuz bilumum hayvanlarýn "kopyalanmasý", hatta kopyalarýn da kopyalanmasý olaylarý "umur-u âdiye"den, yani olaðan olaylardan sayýlmaya baþladý. Þimdi, "yaratýklarýn en onurlusu" olan insanoðlu nefesini tutmuþ, kendisinin ne zaman kopyalanacaðýný beklemekle meþgul. Ýnsanýn gen haritasýnýn tekmil çýkarýlmasýna da bir yýldan az bir zaman kaldý. Bilinen hububat türlerinin genlerinin de deðiþtirilmesiyle, ortalýkta çok saðlam, dayanýklý ve gürbüz tahýllar kol geziyor. BBC'den son aldýðýmýz bir habere göre, Britanya Hükûmeti biyoteknoloji kullanýmýnda yepyeni bir adým atýlmasýna önayak olmuþ: Sigorta þirketlerinin, bir insaný sigortalamadan önce genetik deneylerden geçirmesine izin verecekmiþ hükûmet. Böylece, bir insanýn ciddi bir hastalýðý atalarýndan tevarüs etmesi riski Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 79 ölçülebilecek. Bu da þu demek oluyor ey kari: Ailende bir hastalýk varsa, sigorta þirketi senden daha yüksek prim isteyecek. Britanya Sigortacýlar Derneði sözcülerinden Mary Francis de bunu doðrulamýþ: "Bir insanýn hastalanma olasýlýðý kanýtlanýrsa, bu ne kadar üzücü bir durum olursa olsun biz bu kanýtý dikkate elmak zorundayýz." Francis haným üzülüyor, ama ne yapsýn, baðrýna taþ basýyor. Tüketiciyi koruma gruplarýndan bazýlarý da böyle bir uygulamada primlerin "dramatik" bir þekilde yükseleceðinden kaygý duyduklarýný açýklamýþlar. Ama, asýl kaygý verici geliþme orada deðil. Genetik testlerin böylesine yaygýn kullanýma açýlmasýna karþý çýkan gruplar, bu durumda yeni bir "alt sýnýf" doðacaðýný söylüyorlar: Yani alýnlarýnda resmen "hastalýklýdýr" diye yazan, sigorta kapsamý dýþýnda kalmaya mahkûm bir yeni " alt sýnýf" bu. Bu kadarla da kalmýyor aslýnda: Eþcinsellerden daha yüksek prim alýndýðýný öðrenince, kendi sigorta þirketini kuran iþadamý Ývan Massow, "dehþet verici bir eðilim" diye adlandýrmýþ bu brojeyi. "Manavdan kiraz seçer gibi," diyor Massow. "Þirketler, çürük olmayan insanlarý seçip sigortalayacaklar; çürükler de ortada kalakalacak." Hani Ýngiltere'de eskiden bizde olduðu gibi, kesekâðýdýnýn altýna çürük meyveleri sokuþturma adeti de bilinmediðinden, bu seçme eksiksiz yapýlacak, diyebiliriz. Hatta, bundan bir sonraki mantýki adým da, "genetik bakýmdan saf" olanlara çok özel, indirimli prim tarifeleri uygulanmasý. Ýskandinav ülkelerinde, Britanya'da, ABD'de, Almanya'da 1920'lerden baþlayarak ta 1970'lere kadar süregelen yaygýn kýsýrlaþtýrma uygulamasý ile sakatlar, geri zekâlý kabul edilenler, iþsizler ve 'serseriler' filân toplumdan ayýklanmýþlardý, hatýrlarsanýz. Ama, bu, etik bakýmdan epey kaygý yarattýðý gibi, uygulamada da bazý zorluklar çýkarýyordu. Þimdi, biyoteknolojideki bu muazzam geliþmeler sonucu, önümüz açýk, iþimiz çok kolay: En saf genlere sahip olanlarý hemen ayýrdedeceðiz ve onlara dünyayý vereceðiz. Cesur ve zengin yeni dünyayý. 80 BREZÝLYA'NIN DOÐUM GÜNÜ 20 Nisan 2000, Yeni Binyýl Yeni millennium Brezilya'ya biraz gecikmeyle geldi. Daha doðrusu, Brezilya'nýn yöneticileri, ülkenin 500. yaþýnda, yani yarým-milleniumluk olduðuna karar vermiþler. Halk da bu büyük olayý kendine özgü ünlü festivallerinden biriyle, sambalar yaparak kutluyor. Brezilya'nýn kendine seçtiði "sýfýr yýlý", ilk beyaz adamlarýn bu topraklara ayak bastýðý 1500 oluyor. Portekizli denizci Gaspar de Corte-Real bu tarihte ilk resmî ayak basmayý gerçekleþtirmiþ. Onun ardýndan da genç kâþif Pedro Alvares Cabral, o zamanki Portekiz Kralý I. Manoel adýna burayý sahiplenmiþ. Yeni gelen beyazlarla, o ülkenin daha önceki sâkinleri arasýndaki ilk karþýlaþma sâkin geçmiþ: Avrupalý medenî beyazlardan Amerikalý ilkel kýzýlderililere verilen hediyeler behiyeler filân. Ama, hemen ardýndan beyazlarýn kýzýlderilileri "hediyelik eþya"ya dönüþtürmeleri olayý var: Onlarý gaspedip Avrupa'ya köle olarak satmaya giriþmiþler. O tarihten beri de bu iki ýrk arasýnda yolunda gitmeyen birþeyler var. Portekizliler bu cennet gibi mekâna ilk geldiklerinde, buralarda yaþayan 1000 kabileye mensup 5 milyon kýzýlderili varmýþ. Aradan geçen 500 yýl içinde kabile sayýsý 210'a, insan sayýsý da 350.000'e inmiþ. Beyazlar kýzýlderilileri epey tüketmiþ yani. Tüketim çaðý çýlgýnlýðý iþte. Beyazlarýn getirdiði hastalýklara karþý baðýþýklýklarý hiç olmayan kýzýlderililer, þiddet, köleleþtirme, baský ve iþkencenin yaný sýra bir de bu hastalýklar yüzünden sapýr sapýr dökülmüþler. (Zaten, çoðu, çalýþmanýn insan doðasýna aykýrý olduðuna inandýklarýndan, zorla çalýþtýrýldýklarýnda hemen ölüyorlar. Bu yüzden, kýzýlderililerden köle olamýyor; köleci beyaz adamýn dramý da iþte burada yatýyor.) Telef olanlardan arta kalanlarýn da topraðý, yeri yurdu pek belli deðil: Brezilya, tüm kabilelerin kendi topraklarýna sahip olma hakkýný tanýmayan iki Latin Amerika ülkesinden biri. Hükûmetlerin kendilerine Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 81 uygun gördüðü arazi þeritlerinde asgarî saðlýk ve eðitim þartlarý içinde sersefil yaþadýklarýndan, yerlilerin ortalama ömür süresi, beyazlarýn neredeyse yarýsý kadar. Zaten, altýn gibi deðerleri madenlerin, yaðmur ormaný kerestelerinin ya da hidroelektrik santrallerinin yaratacaðý kârlarýn peþinde koþan beyazlar, kýzýlderilileri, geliþmenin önünde birer engel olarak görmektelermiþ. Özellikle bir kabilenin, Guarani'lerin baþlattýðý bir de "moda" var: Binlerce, belki de milyonlarca yýldýr yaþadýklarý topraklardan tamamen atýlan bu kýzýlderililer, muazzam oranda intihar etmeye baþlamýþlar. Gerek sivil toplum kuruluþlarý, gerek araþtýrmacýlar, bu korkunç intihar oranýný, topraksýzlýða baðlýyorlar. Bu yüzden de, yerli halk, ortada pek kutlanacak birþey olmadýðýný düþünüyor: Yanomami kabilesinin lideri Davi Yanomami, bu 500üncü doðumgünü hesabýnda büyük bir yanlýþlýk olduðu görüþünde: "Beyazlar Brezilya topraklarýný keþfettiklerini haykýrýyorlar, ama bu kuyruklu bir yalan," diyor. "Atalarýmýz ezelden beri buradaydýlar. Beyazlarýn yaptýðý keþfetmek deðil, yaðmur ormaný çocuklarýnýn topraðýný gaspedip onlarý da yoketmekten ibaret." Kýzýlderililer, bu hafta sonu, "karþý-kutlama" törenlerini baþlatýyorlar. 2000 kýzýlderilinin gösteri yürüyüþü yapacaklarý yer, Bahia eyaletindeki bir kumsal. Beyazlara göre medeniyetin baþladýðý yer burasý: Portekizli "kâþif"lerin o güçlü ayaklarýný bastýklarý yer. Kýzýlderililerse, bu "sýfýr yýlý"nýn, beyazlarýn kendilerini sýfýrlamaya baþladýklarý yýl olduðu düþüncesindeler. Dünyada gelir daðýlýmý adaletsizliðinin en yüksek olduðu ülke Brezilya, beþyüzüncü yaþýný iþte böyle kutluyor. Ýyi ki doðdun Avrupalý Brezilya, sen çok yaþa, e mi? 82 BEYAZIN DA BEYAZI 26 Nisan 2000, Yeni Binyýl Daha önce de yazmýþtýk: Brezilya'da iþler gitgide karýþýyor. Ülke, bundan 500 yýl önce Portekizli bir maceraperest denizcinin, filosunun baþýnda buralara ayak basmasýný kendisi için "sýfýr yýlý" seçti. Ama 365 gün 365 gece sürecek sambalý, neþ'eli bir doðumgünü partisi hesaplarý tutmadý. Yanlýþ hesabýn Bahia eyaletinden döneceði önceden belliydi aslýnda: Geçen ay, tam kutlama hazýrlýklarý doruðundayken, ülkenin beyazlardan önceki sâkinlerinden bir kýzýlderili kabilesinin öfkeli þefi, elinde oku ve yayý ile Meclis'i basmýþ ve Senato baþkanýný ölümle tehdit etmiþti, "Kim neyi keþfetmiþ bakalým?" diye. 22 Nisan'da baþlayan þenlikte de havai fiþeklerden çok, polisin 2000 kiþilik kýzýlderili topluluðunu daðýtmak için kullandýðý plastik mermilerin, gözyaþartýcý bombalarýn sesleri ve izleri ortalýðý kapladý. Kýzýlderili iþleri bürosunun baþkaný, hükümetin bu tek yanlý tutumunu protesto etmek için istifa etti. Ha Ha Hae kabilesinin reisi de bu olaylarý, 500 yýl öncesine benzetiyor: "O zaman da gelmiþler, herþeyi yaðmalamýþlar, yerli halký þiddete boðmuþlardý." Kýzýlderililerin yaný sýra siyahlar da indirgenmiþ olduklarý marjinal rolü protesto ediyor, Topraksýzlar Hareketi adlý köylü grubu ise, iþletilmeden durduðunu iddia ettiði 500 çiftliði iþgal ederek doðumgünü kutlamalarýna katýlmayý planlýyor. Kýsacasý, kendisini "geleceðin ülkesi" diye adlandýran ve en az üç ýrkýn uyum halinde yaþadýðý iddia edilen "rüya gibi" Brezilya'da, bizlerin de âþinâ olduðu bir "kimlik krizi" had safhaya varmýþ görünüyor. Ünlü Jornal do Brasil gazetesi þu manþeti atmýþ: "Brezilya, 500 Yýlýný Kendini Tanýmadan Geçirdi." Bu yerým millennium'da dönüp kendine bakan birçok Brezilya vatandaþý da gördüklerinden memnun deðil. BM Kalkýnma Vakfý'nýn son raporuna göre dünyada gelir daðýlýmý adaletsizliðinin en koyu olduðu ülkelerden biri olan Brezilya'da muazzam bir þiddet dalgasý hüküm Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 83 sürüyor. Kitaplarý yarým milyonun üzerinde satýlan tarihçi Eduardo Bueno: "Brezilya iþi niye yürümedi, bunu herkes bilmek istiyor artýk," demiþ. "Belki de herþey o ilk günden yanlýþ baþladý." Ülkenin bu ilginç vicdan muhasebesine hiç katýlmayanlar, yöneticiler tabii. Turizm ve Spor Bakaný Greca, "etnik barýþ ülkesi" diye tanýmlamýþ Brezilya'yý ve kýzýlderililerin, "topluma kabul edildikleri için müteþekkir olmalarý" gerektiðini belirtmiþ. Ama, "nankör"ler sadece kýzýlderililerden çýkmýyor. 20 milyon dolarý konserlere ve futbol müzesi kurmaya harcayacak yerde, 500 okul, 500 de hastane yaptýrabilirdi diyen çok sayýda toplum önderi, gazeteci, yazar çýkmýþ. Futbol deyince, Brezilya'nýn favori oyununun efsanevî kahramaný ve ülkenin en tanýnmýþ insaný olan Pele, "Brezilya'dan utanýyorum!" diye demeç vermiþ. "Hükûmet fonlarýnýn çarçur edildiði, hýrsýzlýðýn gemi azýya aldýðý ve namussuz politikacýlarýn at koþturduðu bu ülkeden utanýyorum." (New York Times) Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (1988) ünlü romancý José Saramago'nun "keþif"le ilgili eleþtirisi de çok aðýr: "Kültürlerarasý diyalog ya da insanlarýn karþýlaþmasý deðildi bu. Þiddet, soygun ve fetihti." 500. kutlamalarýn "mucidi" sayýlan Baþkan Cardoso ise, durun bir dakika, bir yanlýþ anlama oldu gibilerinden bir düzeltme yapmýþ: "Bu bir kutlama ve þenlik olacaktý, bir uyanýþ çaðrýsý deðil." Ne var ki, yanlýþ anlayanlarýn bitmek tükenmek bilmeyen gösterileri yüzünden, önemli dua törenlerini programýndan çýkartmak zorunda kalmýþ. Herþeyi yanlýþ anlayan kýzýlderililerle siyahlar, acaba Mali'deki kadýnlar gibi mi yapsalardý: Yüzlerini ve bedenlerini binbir kremle aðartsalar ve yeni beyaz kimlikleri ile kutlamalara öyle katýlsalar, olmaz mýydý acaba? 84 VÝETNAM SAVAÞI: KÝM KAZANDI? 1 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Dün, önemli bir yýldönümüydü. Bundan tam 25 yýl önce, 30 Nisan 1975'te Vietnam Savaþý "resmen" sona ermiþti. Filmler dýþýnda artýk kimsecikler pek hatýrlamasa da, yakýn geçmiþin en büyük savaþýydý bu: Kan, ölüm, dehþet ve vahþet... Savaþ, ABD'nin Kuzey Vietnam'ý bombalamasýyla 1964'te baþlamýþtý. Ardýndan, 11 yýllýk muazzam bir insan ve doða yýkýmý geldi. Saygon'da son helikopterin Amerikan Büyükelçiliði çatýsýndan havalanmasý, 390 ve 843 no'lu Kuzey Vietnam tanklarýnýn da birkaç blok ötede --o zamanlar "Baðýmsýzlýk Sarayý" diye adlandýrýlan-baþkanlýk binasýnýn demir kapýlarýný yýkýp saat 11:30'da binaya ulusal bayraðýn çekilmesi ile "bitti". Amerikalýlarýn "Vietnam Savaþý", Vietnamlýlarýn da "Amerikan Savaþý" diye adlandýrdýklarý bu tuhaf insanlýk olayýný kim kazandý, kim kaybetti peki? Tarihçiler baþta, tüm insanlýk, bunun, Amerika Birleþik Devletleri'nin 200 yýllýk kýsa tarihinde kaybettiði ilk ve tek savaþ olduðunda birleþiyor. Yani, Vietnam kazanmýþ, ABD kaybetmiþ. Buraya kadar bir sorun yok da, kayýplarýn sayýmýna geçildiðinde, iþ biraz karýþýyor: Amerikan askerlerinin ölü sayýsý, toplam 58,000. Vietnamlý askerlerle sivillerden ölenlerin sayýsýnýn ise -- hiçbir zaman tam bilinemeyecek olmasýna raðmen - 3 ilâ 4 milyon olduðu tahmin ediliyor! Tümüyle Vietnam topraklarýnda geçen bu savaþta baþka bazý gerçekleri de gözönüne almakta yarar olabilir: ABD ordusunun, yoðun orman dokusunu seyrelterek düþmaný daha iyi görüp öldürmek amacýyla püskürttüðü yaprak dökücü kimyasal zehir Agent Orange var meselâ. Ormanlara boca edilen milyonlarca varil Agent Orange, içindeki öldürücü dioksin zehiri ile bu ülkenin doðal Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 85 dokusunu mahvetmenin yaný sýra, kuþaklar boyu Vietnamlýlarýn kanserden ölmesine, çocuklarýnýn ve torunlarýnýn deforme doðmasýna yol açýyor. (1 milyon Vietnamlýnýn bu zehrin etkisi altýnda kaldýðý tahmin ediliyor. Öte yandan, Amerikan ordusunun bu savaþta önemli rol oynamýþ Amirallerinden Elmo Zumwalt, torununun sakat doðmasýný da, oðlunun kanserden genç yaþta ölmesini de, oðlunun orada savaþýrken bu zehrin etkilerine maruz kalmýþ olmasýna baðlýyor.) Ayrýca, savaþta kullanýlan havan mermileri, her yere serpiþtirilmiþ antipersonel mayýnlar ve topraða gömülü 200 kiloluk bombalar her durumda ortaya çýkýyor ve sayýsýz patlayýcýlar hem yepyeni can kayýplarýna, hem de tarým alanlarýnýn kullanýlmaz hale gelmesine neden oluyor... Kan, ölüm, dehþet ve vahþetten çeyrek yüzyýl sonra Vietnamlýlar zaferlerini, yaþayan komutanlarýnýn katýldýðý görkemli törenlerle kutlar, ABD'nin o zamanlar savaþtan kaçýp askerlikten "kaytarmakla" suçlanan þimdiki yöneticileri de bu "düþündürücü" yýldönümünü tek kelime etmeden mutlak bir sessizlikle geçiþtirirlerken, soruyu bir daha sormak lâzým belki: Bu savaþý kim kazandý, kim kaybetti? Tek bir cevap hakkýnýz var. Yardým alabilirsiniz. 86 KÜRESELLEÞMENÝN DAYANILMAZ AÐIRLIÐI 3 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Perþembe'nin geleceði Çarþamba'dan belliydi. Önce geçen Kasým'da "Seattle Savaþý" (Battle in Seattle) oldu, onun ardýndan Nisan ayýnda Washington'daki "bahar âyini" geldi, þimdi de 1 Mayýs gösterilerinde ortalýk ayaða kalktý. Kýtalararasý bir öfkenin dumanlarý gittikçe sýk aralýklarla gözlerimizi yakýyor, burnumuzun direðini sýzlatýyor. Geçen yýl sonunda Dünya Ticaret Örgütü'nün, dünya ticaretinin en gürbüz olduðu yerlerden Seattle'da düzenlediði Konferans onbinlerce insan tarafýndan alenen basýldý. Bir millennium'a elveda, bir yenisine de merhaba niyetine. Dünyanýn dört bir yanýndan akýn akýn gelen iþçilerin, iþsizlerin, iþçi sendikalarýnýn, çiftçilerin, hippie eskilerinin, kilise mensuplarýnýn, çevrecilerin, bazý hisse senedi sahiplerinin, anarþistlerin ve kýsaca sadece yoksul diyebileceðimiz insanlarýn isyaný. Siyah, beyaz, kýzýl ya da sarý derili, genç ya da yaþlý farketmeksizin. Küreselleþme olgusunun getirdiði olumsuz sonuçlara ve onu temsil ettiklerini düþündükleri ulus-aþýrý dev þirketlerin bencilliðine, uluslararasý finans kuruluþlarýnýn "zenginlerden yana tavrý"na, vahþi kapitalizme ve onun devletlerine karþýydýlar. Adalet, eþitlik, hakkaniyet istiyorlardý. Belki, tam neye karþý olduklarýný, istediklerinin nasýl gerçekleþtirilebileceðini kendileri de bilmiyorlardý, ama hayatýn binbir kanalýndan akýp bu protestoda birleþmiþlerdi iþte. Siyahlarla, gangsterlerle, Vietnam savaþý protestocularýyla ve daha binbir badireyle baþetmeye alýþýk ABD polisini kimi yerde adamakýllý âciz durumlara düþürdüler ve Örgüt'ün açýlýþ törenini yaptýrmamayý bile baþardýlar Arkasý da çok çabuk geldi. Dünya Bankasý ile IMF'nin ABD'nin kalbinde, Washington'da yaptýklarý olaðan bahar toplantýlarý da Seattle'daki gibi "basýldý". Ona benzer bir "benzemezler koalisyonu", yine Internet'i kullanarak müthiþ bir hazýrlýk yaptý. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 87 Dünyanýn önde gelen malî kurumlarýnýn "demokratik olmayan, hesap sorulamayan ve yoksul ülkelerin yoksul kitleleri yerine dev þirket ve bankalarý kollayýp arkalayan, çevreyi ve insaný takmayan" tavrýna, dozu giderek artan eleþtiriler yönelttiler. Gemlenemeyen bir öfke sokaklarda ifadesini bulmaktaydý. Washington polisi, Seattle'dan çýkardýðý "ek ders"lerle hazýrlýklýydý: Milyon dolarlýk "isyan bastýrma" giysileri, isyan bastýrma araç-gereçleri ve bir yýðýn isyan bastýrma tatbikatý... Ama, gene de oralardan ciddi dumanlar çýktý. Dünya Bankasý ve IMF yetkililerini, küreselleþme ilkesinden hiç vazgeçmemekle birlikte, onun getirdiklerinden yararlanamayan kitlelere karþý bir tür özür dilemeye de zorlayacak kadar yoðun dumanlar Ve iþte þimdi de geleneksel 1 Mayýs. Ýþçi ya da bahar bayramý -- Nasýl yorumlarsanýz artýk. 1 Mayýs 2000'de, beþ kýt'ada sayýsýz insan biraz þenlik ama biraz da öfke kokan bir havada ortalýðý birbirine kattý gene. Ýngiltere'de, Almanya'da, Ýsviçre'de, Ýskandinavya'da, Filipinler'de, Rusya'da ve baþka yerlerde Neonaziler, aþýrý milliyetçiler, ýrkçýlar ve yabancý düþmanlarý da boþ durmadýlar Ayný gün: Birleþmiþ Milletler Ýnsan Haklarý Yüksek Komiseri, küreselleþme ile ýrkçýlýðý ve yabancý düþmanlýðýný birbirine baðlayýp, "vicdansýz politikacýlarý" suçladý ve bu konuda âcilen konferans toplanmasýný istedi Bir Fransýz yargýç, küreselleþmiþ suç örgütleri yüzünden "haydut devletler"i itham etti. Dünya eðitim zirvesi, yoksul ülkelerin eðitimi üzerindeki kavga gürültüyle sürüp gitti Papalýk, yoksullardan özür diledi Dünyanýn kesin aðýrlýðý nihayet ölçülmüþ! Gezegenimiz, tahmin edilenden yüzde 0,2 daha hafif çýkmýþ. Bu kesin hesap nereden geliyor dersiniz? Seattle'dan tabii. Küreselleþen dünya artýk daha hafif! 88 AMA HAYDUTLUK DA KÜRESELLEÞTÝ 4 Mayýs 2000, Yeni Binyýl 5 kýtayý saran 1 Mayýs gösterilerinin, Londra cephesinde öfkeli yýðýnlarýn öfkeli yýkýmlarýna da dönüþmesi üzerine Britanya Baþbakaný Tony Blair, çok tipik bir Britanyalý tepkisi göstererek: "Absolute disgrace!" demiþ. "Tam bir utanç vesilesi." Maskeli göstericilerin polisle sokak muharebelerine giriþmesini ve bir "fast food" lokantasýný tahrip etmesini de þöyle yorumlamýþ: "Bu eylemlerin kanaat ve inançlarla hiç ilgisi yok; kafasýzca giriþilmiþ haydutluklardan baþka birþey deðil bunlar." (BBC) Ýþte mesele tam da burada ya. "Kafasýzca giriþilmiþ haydutluklar"ý, yalnýz Londra'nýn maskeli güruhlarýnda deðil, çok daha geniþ bir çevrede de görebiliyoruz bu küreselleþme çaðýnda. Blair ve Batý'nýn diðer pek çok yöneticisi, çifte standardý bir an için býrakabilseler, "inançsýz haydutluk"un burunlarýnýn dibinde kol gezdiðini de söyleyebilirlerdi. Fransýz yargýç ve yazar Jean de Maillard, Le Monde Diplomatique'teki son makalesinde, küresel haydutluðun patlama yaptýðýný açýkça dile getiriyor. "Gangster Devletler" baþlýklý bu yazýda, bakýn nasýl özetleniyor mekanizma: Günümüzdeki küreselleþmenin en belirgin özelliði olan 'deregülasyon' (kýsýtlayýcý kurallarýn kaldýrýlýp akýþ serbestisi saðlanmasý), dünya çapýnda yepyeni bir pazar açmýþtýr. Ekonomik küreselleþmenin karanlýk yüzü, cürümle beslenen bu hukuk pazarýdýr Hükûmetler kendi regülasyonlarýný da en yüksek fiyatý verene satma yarýþýndadýrlar. Küreselleþmenin gerçek öncüleri, uyuþturucu tacirleriydi. Ta 1960'larda, dünyanýn en pahalý ve kârlý mallarýný kýtalararasý ticarete açarken kimseden izin almamýþlardý Eroin ticaretinin azmasýndan kaygýlanan ABD, Marsilya'daki "Fransýz baðlantýsý"nýn üzerine gidince, uyuþturucu þebekelerinin aðýrlýk merkezi de, serbest ticaretin büyük savunucusu ABD'ye kaydý. Gerisini de biliyoruz zaten Dünyanýn en büyük uyuþturucu tröstleri Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 89 kuruldu, dünyanýn her yerinde istikrarsýz hükümetleri manipüle etmeye baþladýlar Muazzam bir baðýmlý kitlesi oluþtu, bedenlerinden ve organlarýndan baþka satacak hiçbirþeyi olmayan yoksul kadýnlar, erkekler, çocuklardan oluþan küresel bir insan ticareti aldý baþýný gitti Devletler de, mal ve sermaye akýþýndaki bariyerleri hemen kaldýrmayý ihmal etmediler. Neyi açýða çýkardýklarý umurlarýnda bile deðildi Taze sermayeye daima büyük açlýk duyan ekonomik sistemler, bunun kaynaðý konusunda en ufak kaygý duymadýklarýndan, haydutlar da kara kazançlarýný bu ekonomilere boca ettiler. Küreselleþme ve deregülasyon, "offshore" cennetleri olmadan tamamlanamazdý. Devletler de hukuk sistemlerini "bypass" edip bu "offshore" vergi ve banka cennetlerini semirttiler. Mantar gibi biten mikrodevletler, egemenliklerini ve hukuk sistemlerini, en fâhiþ parayý verene satýyorlar ve böylece kendi sistemlerini birer fâhiþe haline getiriyorlardý." Ýþte Blair'in Britanyasý sýnýrlarý içinde Isle of Man, Guernsey, Jersey vb. bölgeleri, "tarafsýz" Ýsviçre, Monaco, Vatikan, Malta, Kýbrýs, Lüksemburg, Liechtenstein, Andorra, Karaibler ve Doðu Asya'daki "offshore devletler" böyle birer kara para aklama cenneti oldular. Uluslararasý haydutluðun yýllýk yüz milyarlarca dolarlýk cirosu, resmî ekonomilere sessiz sedasýz giriverirken, hiçbir hükûmetin bundan en ufak kaygý duyduðu, bunu "bir utanç vesilesi" diye nitelediði görülmemiþti nedense... Mütemadiyen yapýlan uluslararasý zirvelerde devlet ve hükûmet baþkanlarýnýn o koca koca deklarasyonlarýnýn bir tekinin bile hayata geçirildiðini gören de yok Kýsacasý, dünya çapýnda bir haydutluk ve hukuksuzluk patlamasý var ortada. Haydutluk da küreselleþmiþ durumda yani. Dünyanýn en yoksul insanlarýnýn küresel gelirden aldýklarý sefil gelir payý son 10 yýlda % 2,3'ten % 1.4'e gerilerken, küreselleþmenin bu yanlarýna isyan edenlerin "kafasýz haydutlar"dan ibaret olduðunu söylemek, biraz insafsýzlýk olmuyor mu acaba? 90 ELMASLAR EBEDÝDÝR 15 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Anneler gününde annenize armaðan etmek üzere küçük bir elmas yüzük seçmeden önce, ýþýklý ve pýrýltýlý vitrinin önünde bir-iki dakika fazladan durmalýydýnýz. O ekstra 120 saniye, elmas ve pýrlanta fiyatlarýnýn oluþumu hakkýnda size çok öðretici bir hikâyeyi anlatýp bitirmeme yeterdi. Jonah Dumbuya'nýn hikâyesi bu. Kendisi, dünyanýn en büyük elmas kaynaklarýndan biri olan Sierra Leone vatandaþý. 23 yaþýnda bir öðretmen. Bundan üç yýl önce, þimdiki gibi sýcak ve rutubetli bir günde, oturduðu ve çocuklarý okuttuðu köyde sýk çalýlarýn arasýnda yürürken, isyancý gerillalarla karþýlaþmýþ. Þimdi bütün dünyanýn "aradýðý" savaþ aðasý Foday Sankoh'un komutasýndaki Devrimci Birleþik Cephe (RUF) gerillalarýyla. Tepeden týrnaða silâhlý isyancý askerler Dumbuya'yý yere çökerttikten sonra sað kolunu ve iki kulaðýný palayla uçurmuþlar. Ýþlerini bitirdikten sonra da genç öðretmenin kalan saðlam eline bir mektup tutuþturmuþlar: "Bunu hükümetine götür de sana yeni bir kol versin, e mi!" Observer gazetesinin 4 ayrý muhabirle Londra'da, Sierra Leone'da, New York'ta ve Antwerp'te hazýrladýðý "özel rapor"da Batýlý silâh tacirlerinin, çürümüþ savaþ aðalarýnýn ve içimizdeki bitmek tükenmek bilmez mücevherat tutkusunun, milyonlarca insanýn kesilip biçilmesine nasýl yol açtýðý hikâye ediliyor. Burada öðretmenimiz Dumbuya, dünyanýn en zengin Batý ülkeleriyle en yoksul Afrika ülkelerini; Doðu Avrupa'nýn tozlu Kalaþnikof depolarýyla tropik ormanlarýn içindeki saz damlý kulübelerin kolsuz bacaksýz çocuklarýný; dünyadaki gelinlerin yarýsýnýn yüzük parmaklarýný süsleyen pýrýltýlý elmaslarla kan-ter-ýstýrap üçgenini birbirine kopmaz baðlarla baðlayan devasa ve karmaþýk zincirin minicik ve kanlý bir halkasýný oluþturmakta --Kendisi, bunlarý bilmese bile. Öðretmenimiz, bunlarý bilmiyor olabilir, ama hesabý çok kuvvetli: "Sierra Leone'da bir pýrlantanýn deðerini öðrenmek mi Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 91 istiyorsunuz?" diye soruyor. "Söyleyeyim: Kesilen tüm kollarla bacaklarý toplayýp bir kenara koyun. Ondan sonra, son 10 yýl içinde madenlerden çýkarýlan tüm elmaslarý da toplayýp öbür tarafa koyun. Ardýndan da elmaslarý kol-bacaklara bölün. Ýþte size Sierra Leone'da bir elmasýn deðeri." Birleþmiþ Milletler Genel Sekreteri Annan, insanlýðý Sierra Leone baþta olmak üzere Afrika'nýn yardýmýna çaðýrmýþ acý acý. Ve ABD baþta, Batý ülkelerini suçlamýþ. ABD, kendi asker göndermediði gibi, uçak tahsisi için de BM'nin ödeyemeyeceði kadar çok,yani fâhiþ paralar istiyormuþ, Annan'a göre. Üstelik, insanlýk adýna oralarý barýþ ve huzura kavuþturacak BM Barýþ Gücü askerlerinin de, elmasýn pýrýltýsýný görünce akýllarý baþlarýndan gidiyormuþ. Sierra Leone'a zýrhlý kariyerleri ile giden 900 kiþilik koca bir Gine taburu, "silahlarýmýzý kaptýrdýk" deyince, insan þüpheleniyor demiþ Genel Sekreter. "Zýrhlý araçlarý satmýþ olmasýnlar sakýn?" Boþuna dememiþler ey kari, "elmaslar ebedidir" diye. 92 KÝTAB-ÜL HAYAT 25 Mayýs 2000, Yeni Binyýl Müjdeler olsun, ey kari: Ömür boyu beklediðin an geldi çattý iþte! "Hayatýn Kitabý"ný pek yakýnda okuyabileceksin! Þunun þurasýnda 15 gün birþey kaldý -- Bilemedin, 3 hafta. Üç hafta daha diþini sýkabilirsen, kâinatýn 3 ½ milyar yýllýk en büyük sýrrý, kocaman bir kitap halinde gözlerinin önüne seriliverecek. Ýnsaný gökler hâkimi Gordon gibi kâinatýn merkezine yerleþtiren anlayýþa göre - ki, biliyorum, sen de hepimiz gibi bu anlayýþý benimsemektesin elbette, baþka türlüsü elinden gelmez çünkü - yerlerin ve göklerin en þýk þifrelenmiþ yaratýsý olan insanoðlunun (ya da insankýzý) sýrrýna vâkýf olacaksýn. Washington Post'tan Rick Weiss'ýn yazdýðýna göre, gelmiþ geçmiþ en büyük, en iddialý, en cür'etli biyolojik proje olan insan "genomu"nun "haritasýný çýkarma" giriþimi, artýk sonuçlanmak üzere. Biyolojinin "Graal Destaný" diye de adlandýrabiliriz bunu. Hani, Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Þövalyeleri'nin hikâyesindeki, herkesin peþinde olduðu o kutsal kupa gibi bir þey. On yýldan beri insan genomu denen çift iplikli sarmal genetik kodun çözülmesi için muazzam bir yarýþ sürüyor. Ýki milyar dolara mal olan bu projede, insanýn aya gönderilmesi için kullanýlmýþ bilgi iþlemlerinin milyonlarca kat fazlasý yapýlýyor. Amaç, bu genom'un biyolojik ve kimyasal kodundaki milyarlarca "harf"i okumak, oradaki esrarengiz moleküler mesajý çözmek ve böylelikle de insanýn tam bilgisine ulaþmak. Bilge Sokrates'in dediði gibi: Kendini bil! ABD'de bir özel þirkete ve bir de kamu fonlarýyla desteklenen uluslararasý vakfa baðlý bilim adamlarý, ayrý ayrý yarýþmaktalar. Yarýþ iki-üç hafta içinde sonuçlandýðýnda, bu bilim adamlarý biz dünyalýlara Hayatýn Kitabý'ný sunacaklar. Ýnsan bedenine nasýl yaþamasý gerektiðini dikte eden yaklaþýk 3 milyar genetik kod parçasýný tespit etmiþ ve bir güzel de sýraya dizmiþ olacaklar. Bu parçacýklar, kalýtýmýn moleküler temelini oluþturan çekirdeksi asitlerin içindeler. Yani Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 93 DNA'nýn. Ýnsan genomunu devâsâ bir ansiklopedi gibi düþünün. Tek cümle halinde yazýlmýþ bir ansiklopedi bu. Üç milyar yüz milyon kadar harften oluþan cümlede neredeyse tek bir noktalama iþareti yok. Neredeyse iki metre uzunluktaki bu moleküler cümlenin birer kopyasý, aklýn alamayacaðý mükemmellikte bir ambalajlama sayesinde bir güzel katlanýp, insan vücudundaki 100 trilyon hücrenin neredeyse hepsine bir bir yerleþtirilmiþ. Bilim adamlarý iþte bu ansiklopediyi hemen hemen bitirdik diyorlar - sa da, hemen oltaya sazan gibi atlama ey kari. Kazýn ayaðý tam da öyle deðil çünkü. Karanlýkta - ya da, hadi alacakaranlýk diyelim - kalan epey nokta var ve bunlarý da sana açýk açýk söylemiyorlar. Bir kere, tam bilgiye ulaþýlmýþ deðil. Çaðýmýz insaný pek acul; beklemeye tahammülü yok. O yüzden, þifre pek çözülemeden geliyor kitap. Biraz az piþmiþ sunulan bir ziyafet gibi, mideye oturabilir. Ýkincisi, Hayat Kitabý'nýn bir de öbür yüzü var tabii: Ölüm Kitabý. Þifrede insanýn ne zaman ve neden öleceði de yazýlý çünkü. Üçüncüsü de þu: Þifreyi çözdün mü, kimi yaþatýp kimi ýskartaya çýkaracaðýný kararlaþtýrabiliyorsun: Biyolojik "ýrk ayrýmý"ný, yeryüzünün en büyük ayrýmcýlýðýný, en hakikî soykýrýmý sahneye koymaya baþlýyorsun. Bu ölüm-kalým kitabýný konuþmayý sürdürelim. 94 HAYAT - VE ÖLÜM - KÝTABI - II 26 Mayýs 2000, Yeni Binyýl "Kara Kaplý Kitab"ýn kapaðýný kaldýrmamýza ramak kaldý, diyorduk ey kari. Bilim adamlarýnýn -- ya da modern þamanlarýn -- bizi aydýnlatacak açýklamalarýný bekliyoruz nefeslerimizi tutarak. Hayatýn ve/ya ölümün kitabý geliyor! Açýklama tarihi konusunda tarihî açýklama da geldi iþte: Kitabýn "müsveddesi" 15 Haziran'da bize bildirilecek! Baþlangýcýn sonu! Açýklamalar biraz bulanýk bir finiþ çizgisi getirecek gerçi; ama yatýrýmcýlar ve ABD Kongresi'ndeki fon saðlayýcýlar aç kurtlar gibi bekleþirken, yarý-bitirilmiþ, yarý-keyfî bir açýklama da kesecek bizi artýk, çaresiz. Ýnsan genetik kodunun tümünü okuma iþi bir-iki yýl daha alacakmýþ. Biten kýsým, yüzde 90 civarýnda. Ayrýca, bitirilen "okuma"larda da yýðýnla hata bulunacak. Ama, gamlanma ey kari: Ýlk çýkarýlan kaba müsvedde de insanýn "kendini bil"mesi konusunda bir dönüm noktasý sayýlýyor. Nobeller de yolda! Çokça heyecan, az da kaygý var. Heyecan: Genetik kodumuzu bir çözdük mü, çok önceden hangi hastalýklara yakalanacaðýmýzý bileceðiz, yeni "mucize ilaçlar" kullanacaðýz, hatta hastalýklarý hastalanmadan halledeceðiz ve ömrümüze ömür katacaðýz. Ayrýca, geliþmiþ ülke hükümetleri, yatýrýmcýlarý, doktorlarý ve bilim adamlarý servetlerine servet katacak. Kaygý: Genetik kodumuzu bir çözdük mü, topluca yeni bir karanlýk çaða da girmiþ olacaðýz: Yeni öjenizm çaðýna. Çürük-çarýk genli insanlarý aramýzda barýndýrmayacaðýz, kýsýrlaþtýracaðýz, hatta toptan çöpe atacaðýz. Ayrýca, bütün o pahalý ilaçlarý kendi aralarýnda pazarlayan geliþmiþ ülke insanlarý olarak, genetik haritayý çýkartýrken, bunlarý rüyalarýnda göremeyen yoksul ülkeleri de dünya haritasýndan silebiliriz. Ýyi haber: Genetik ayrýmý önleyecek yasalarý çýkarmak için hâlâ biraz vakit varmýþ. "Ýnsanlarýn kendileri hakkýnda güvenli bilgiye sahip olmalarýnýn vakti artýk," demiþ bir yetkili. Pek söylenmeyen kötü Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 95 haber ise þu: Bilim adamlarý, uzun cümledeki gizli mesajý pek anlayamýyorlarmýþ. Hani sýralama iþi tamam olsa da, bunun anlamlandýrýlýp yorumlanmasý pek bir zormuþ. Ansiklopediyi okuyacak insan çýkmamýþ henüz. Adý üstünde, þifreli çünkü. Hecelemeye baþlasanýz da, harflerin ezici çoðunluðunu oluþturan ve bir türlü anlamlandýrýlamayan "çöplük DNA"larý da ayýklamanýz gerekiyor. Dahasý, o karmaþýk programlar, cam kavanozlardaki akýllý robotlar, süper teknisyenler ve yýlda 1 milyon dolarlýk elektrik masrafýna yol açan süperbilgisayarlar, bu "anlamsýzlýklar ummaný" içinde yüzerken, aranan diziliþlerin yarýsýný atlýyormuþ! Ýnsanýn "otobiyografisi" yabancý dilde yazýlmýþ olabilir mi? Kendi hayat hikâyemizi nasýl okuyamazmýþýz? Ezelden ebede uzanan anlam arayýþýmýzýn en çarpýcý örneklerinden biri bu. (Artaud ve Beckett de, semalarda bir yerden gülümsüyor olmalýlar.) Bir "özür": Çaðdaþ genbiliminin henüz yüz yaþýnda olduðunu hatýrlatan bir bilimadamý þöyle diyor: "Bu metnin yaratýlmasý için üçbuçuk milyar yýllýk bir evrim gerekti. Þimdi bir yüzyýl içinde bu metnin yorumunda son sözü söyleyeceðiz diye ortaya çýkmak, insanýn kendini beðenmiþliðinin bir ifadesi gibi geliyor bana." (Kendini beðenmiþlik mi? Ýnsan mý? Yok caným, daha neler?) Bir tatsýzlýk: Özel sektörle kamu sektörü arasýnda, "ilk açýklamayý hangimiz yapacak" konusunda hýr çýkmýþ. Dünyanýn en parlak bilimadamlarý çirkin çirkin konuþuyorlar, birbirlerine ahlâksýz ve karacahil diyorlar. Celera Genomics þirketi, birinci biziz diyor ve ayrýca genlerimizi patentleyip elinde tutarak müthiþ servetlere ulaþmayý amaçlýyor. Kamu fonlarýndan beslenen araþtýrmacýlarsa "ham gen kodu"nun, genlerin sahibi olan biz insanlara bedava daðýtýlmasý gerektiðini söylüyor. Genlerimiz kimin malý sahiden? Bu gen projesinin çok þiþirilmiþ bir balon olduðunu söyleyenler de var: Onlara göre, hayat ve ölümümüzün sýrrýný, mirasýný devraldýðýmýz genlerden çok, içinde yaþadýðýmýz ortamda aramalýyýz asýl. Behey kari, "Hayat Kitabý"nýn kara kapaðýný kaldýrýp Anlam'ý bulmak için deliler gibi sabýrsýzlandýðýný görür gibiyim. 96 ALO ALO, ORASI NERESÝ -- AFRÝKA MI? 2 Haziran 2000, Yeni Binyýl Belki de IMF ile yapýlan anlaþma sayesindedir, ne bileyim, son zamanlarda yeni bir huy edindim: Rapor okuyorum. Hobi de diyebilirsiniz. Televizyonda bir yarýþma programýna katýlsaydým, o ölümsüz soruya tek ve þaþmaz bir "yanýt" verirdim: "Boþ zamanlarýmda rapor okurum!" Sunucunun, "Emin misiniz? Son kararýnýz mý?" þeklindeki þaþýrtmaca sorularýný da ayný kararlýlýkla göðüslerdim: "Eminim; son kararým sürekli rapor okumaktýr." Aslýnda, ilk bakýþta görüldüðü kadar þaþýrtýcý ve egzantrik bir tercih de sayýlmaz bu. Çünkü, artýk yazýlan bütün raporlar son derece sürükleyici. Heyecan dozu o kadar yüksek ki, geceleri okuduðum metin elimden düþse, okuduðum kýsýmlar uykusuz geceler geçirmeme yetiyor. Uluslararasý kuruluþlarýn "dünya hali"ne ayna tutan ciddi raporlarýndan bahsediyorum: Gelir daðýlýmý, ormanlar, çevre, çocuklar, çocuk savaþçýlar, kadýnlar, mayýnlar, mülteciler, biyoteknoloji, gizli dinleme ve casusluk gibi konularda gün geçmiyor ki bir yeni rapor patlamasýn. Ortalýk rapordan geçilmiyor. Benim için herbiri birer "best-seller" deðerinde olan bu raporlarýn olsa olsa yüzde birine filân yetiþebiliyorumdur, ama o kadarý bile "beyaz geceler"i sürekli kýlmaya yeterli. Ýþte ey kari, sana son "bomba"larýmdan bir tadýmlýk: Dünya Bankasý'nýn fýrýndan taze çýkmýþ bir raporunda, birçok Afrika ülkesinin, 1960'lardaki hallerinden çok daha kötü durumda bulunduklarý saptanmýþ.Yani sömürge olduklarý dönemde bile daha iyiymiþler. Hepimizin gayet iyi bildiði gibi, sömürgecilik, adý üstünde, Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 97 çok kötü birþeydir. Sömürgeci ülke, sömürgesinin kanýný-iliðini sömürür çünkü. Ama þimdi, sömürge olmayan Afrika ülkeleri, o zamandan bile beter durumda. Ýþte durum özeti: -- Afrika'daki 48 ülkenin toplam geliri, Belçika'nýnkinden az fazla! -- Ortalama Afrika ülkesinin ekonomisi, 60.000 kiþilik bir zengin ülke kasabasýnýn ekonomisinden daha küçük! -- Afrika'nýn dünya ekonomik üretimindeki payý % 1, dünya ticaretindeki payý % 2! -- Afrika'da yollarýn % 16'sý asfalt; 100 kiþiden 1'inin telefonu, 10 kiþiden 2'sinin elektriði var; kýrsal kesimde yaþayan 4 insandan 3'ü saðlýk hizmeti yüzü görmüyor; 35 milyon insan AIDS'li ve en az iki ülkede her 4 kiþiden 1'i bu hastalýktan ölüyor; kadýnlarýnýn öðrenim düzeyi son 40 yýlda sadece 1.2 yýl artmýþ ve bu bir tersine dünya rekoru; -- Sahra'nýn güneyindeki 48 ülkeden en az 20'si en az 20 yýldýr savaþ ve iç savaþlardan kýrýlýyor; -- Siyasi sistemi, seçim yapýlan yerlerde dahi, "kazan, hepsini al!" þiarýna dayanýyor ve etnik temsilden eser yok; -- Afrika, dünyanýn en çok dýþ borç bataðýna batmýþ yeri: ülkeler içinde üretilen hasýlanýn % 17'si borç ödemelerine gidiyor ki bu, þimdiki durumunu koruyabilmesi için gerekli seviyenin en az üç kat üstünde... Bu heyecan verici raporun sonunda Dünya Bankasý soruyor: "Afrika, 21. Yüzyýla Girebilecek mi?" Cevabý tahmin ediyorsundur, ey kari: Dünyanýn belki en büyük potansiyel ve gizli rezervlerine sahip bu kýta: a) daha iyi yönetilir, daha az savaþýrsa, b) insanlarýna daha çok yatýrým yaparsa; c) ekonomisini çeþitlendirebilirse ve d) Zengin ülkelerden daha çok yardým alýrsa evet, bizlere, yani dünyanýn geri kalan kesimine yetiþebilir. Gördüðün gibi ey kari, dört basit þarta baðlý iþte. Ama eðer Dünya Bankasý'na deðil de bana sorarsan, çok daha basit bir çözümü var iþin: Afrika'da, hele Sahra'nýn güneyindeki ülkelerden birinde doðma, yeter. 98 "HERKES ÝÇÝN DAHA ÝYÝ BÝR DÜNYA" 3 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Son zamanlarda duyduðum en iyi haber: Yeryüzünün yüzyüze olduðu yoksulluk felâketinin kökünü kazýmak üzere Cenevre'de toplanan insanlýk temsilcileri, zirveyi tam bir gün uzatmýþlar (BBC). Günde tek bir Amerikan dolarýndan daha az bir gelirle yaþamak zorunda olan bir milyarý aþkýn insanýn sefaletini sona erdirecek stratejiyi çizmek ve bu kepazeliðe son noktayý koymak üzere -- az deðil -- koca bir 24 saat daha kazandýk! "Bir milyar için bir gün"! Bu kritik saatler içinde hükûmet temsilcileri -- ve onlarýn emrinde karýnca gibi çalýþan bürokratlar -- ciddi ciddi tartýþarak ortak bir görüþe varacaklar ve nihaî metni ortaya çýkarmýþ olacaklar. Aslýnda, haksýzlýk etmemeli. Strateji belli: Yoksullarla zenginler arasýndaki korkunç uçuruma bir "köprü" kurmak üzere âcil önlemler alýnmasý. Hedefler son derece belirgin ve basit: Yoksullarý zenginleþtirmek, cehaleti ortadan kaldýrmak, savaþlarý ve içsavaþlarý durdurmak, sýnýrsýz kazanç hýrsýný dizginlemek, þehveti gemlemek, kadýnlarý güçlendirmek, küçükleri korumak, büyükleri saymak, iklimi daha fazla bozmamak, insana yaraþýr saðlýk koþullarýný da her yerde Coca Cola kadar yaygýn hale getirmek... Bu hedeflerin hepsi doðru saptanmýþ. Sadece Birleþmiþ Milletler deðil, zirveye paralel toplantý yapan uluslararasý sivil toplum kuruluþlarý da bunlarý makûl ve gerçekleþtirebilir buluyor. Zaten, "uzatmalarý oynanan" zirve toplantýsýnýn sonunda çýkacak olan metnin baþlýðý da "Herkes Ýçin Daha Ýyi Bir Dünya". Peki sorun nerede? Þurada: Herkes için daha iyi bir dünyanýn nasýl gerçekleþtirileceði bilinmiyor maalesef. Dünya tarihinde ilk defa BM, IMF, Dünya Bankasý ve OECD kafa kafaya verip birlikte bir çalýþma kotarmýþlar ve ortaya bir sonuç çýkaramamýþlar. Herkesin üzerinde Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 99 tam fikir birliði ettiði tek konu var, o da, dünyanýn herkes (ama, tabii özellikle yoksullar) için daha kötüye gittiði. Çok öncelikli iki konu, yani borçlarýn silinmesi ve yeni maddi kaynaklar yaratýlmasý konularý, son çýkacak raporda öylesine sulandýrýlmýþ ki, neden bahsedildiðini anlamak bile olanaksýz hale gelmiþ. Yeni fonlar arayýp bulma gereði konusunda da herkes hemfikir, ama bunu kimin yapacaðý bilinmiyor. Herkesin üzerinde anlaþtýðý görülen bir konu daha var: Bundan beþ yýl önce Kopenhag'da yapýlan ilk sosyal zirveden bu yana özellikle geliþmiþ ülke hükûmetlerinin, yüklendikleri taahhütlerin hemen hiçbirini yerine getirmedikleri. (Sadece 4 ülkenin - Danimarka, Hollanda, Norveç ve Ýsveç -- gayrisafi milli hasýlalarýnýn yüzde yarým'dan biraz fazlasýný dýþ yardým olarak kullanmalarý taahhüdünü yerine getirdiklerini belirtelim.) Yoksulluðu silmek için açýk bir yol haritasý olmayýnca, insanlýk camiamýzýn geçmiþteki hatalarýný tekrarlamaktan nasýl kurtulacaðý sorusunun cevabýný da bilemiyoruz. Kimsenin "uzun ömürlü, saðlýklý gelecek" sevincini kursaðýnda býrakmak istemeyiz elbette; ama, o harika genom haritasýnda bize âcilen gereken bu yolun çizgileri gösterilmiyor ne yazýk ki. O harita, bu harita deðil. 100 VAAT EDÝLMÝÞ TOPRAK 19 Temmuz 2000, Yeni Binyýl "Postacý" filminde postacýnýn þaire söylediði gibi: Hayatýn kendisi de bir metafor galiba Filipinler'in baþkenti Manila'nýn büyük çöp daðý önce bir volkan oldu, sonra yaralý bir dev halinde canhýraþ bir çýðlýkla naralandý; derken bir tsunami olup kabardý, ardýndan bir cehennemî bir alev topuna dönüþüp Vaat Edilmiþ Toprak sâkinlerinin üzerine bir ölüm bulutu þeklinde çöktü. Þaka deðil. Bu çöplüðün adý gerçekten Arz-ý Mev'ud. Yani, Eski Ahit'te ve Kur'an da dile getirildiði gibi Tanrýnýn vaad ettiði ülke. En az 15 metre yüksekliðinde ve 300 dönüm geniþliðine bir alana yayýlmýþ gerçek bir çöp daðýnýn, buranýn gerçek sâkinleri tarafýndan "Tanrý'nýn Vaadettiði Ülke" diye vaftiz edilmesi kadar iç burkan bir espri kolay kolay düþünülemezdi doðrusu. Dünyadaki nüfus artýþýnýn ve þehirlere yapýlan göçün canlý metaforlarý olan bu insanlardan 200'ünün öldüðü, en az dört katýnýn "kayýp" olduðu, gerçek sayýnýn ise sonsuza kadar bilinemeyeceði bildiriliyor. Týpký 1993 yýlýnda Ümraniye Hekimbaþý çöplüðünün patlamasý sonucunda dünya deðiþtiren insanlarýn tam sayýsýnýn hiçbir zaman bilinemeyeceði gibi. Ya da, 17 Aðustos Depremi'nde yokolan insanlarýn sayýsýnýn bilinemeyeceði gibi. Günde 10,000 ton çöp atýlan Manila çöplüðü, için için hep yanar ve gece gündüz ýþýl ýþýl parlarmýþ. Dayanýlmaz kokular ve sürekli duman arasýnda zaman zaman duyulan çatýrtý-patýrtý ise patlayan pillerden gelirmiþ. Heyelanda dört çocuðundan üçünü kaybeden genç bir hanýmýn kocasýna söylediði gibi: "Bak, her tarafta mumlar yanýyormuþ gibi. Sanki bir mezarlýkta yaþýyoruz." (New York Times) Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 101 Çok karmaþýk bir ekonomik sistem yürürlükteymiþ burada: Köyden gelip buraya yerleþen "leþ kargalarý", çeþitli kategorilere ayrýlan artýk ve atýklarý kentteki yeni aðalarý olan aracýlara satmak zorunda. Aðalarýn üstünde de, kendi çöplerini bir þekilde geri alýp kullanýma sokan büyük oteller vb. var. "Free-lance" olarak çalýþan "leþ kargalarý" ise, seçilen atýklardan geri kalaný üzerinde çalýþýyor. Daha çöpü atmadan kamyonlarýn üstüne sýçrayýp ellerine geçeni kurtaran gençlere ise "sýçrayanlar" deniyor. Vaat Edilmiþ Ülke sâkinleri, vaat edilmemiþ ülkelerinin 25 milyonluk "atýk"larýný temsil ediyorlar - günde bir dolardan az geliri olan sefilleri, kalýntýnýn kalýntýlarýný. Ve bu sefiller, oracýkta günde milyonlarca peso'luk ciro yapan bir ekonominin motoru durumundalar. Bu Þehr-i Stanbul'un adam baþýna ortalama günde 3 kilogram (yýlda toplam 3 milyon ton) çöp "üreten" sâkinlerinden biri olarak, Manila'nýn bizden ne kadar uzakta olduðunu düþünüyorum. Ve bana artýk Manila kadar uzak gelen çocukluðumdaki oyunlardan birinin oyunu o an için donduran sloganýný hatýrlayýp sevinçle haykýrýyorum: Çerçöp! 102 G8 ZÝRVESÝNDE LÝDERLERÝN BURUNLARI UZADI 24 Temmuz 2000, Yeni Binyýl "Yeni bir çað için þafak söküyor. Daha müreffeh bir 21. yüzyýla, daha derin bir huzura ve daha büyük istikrara doðru hep beraber umutla ilerleyelim!" Dünyanýn en zengin 7 ülkesinin liderleri (liderlerimiz), aralarýna Rusya'nýnkini de alarak, yýllýk zirvelerini dün Okinawa'da baþarýyla tamamladýlar ve canalýcý cümlesini yukarýda aktardýðýmýz bildirilerini de yayýnladýlar. Her tarafýndan umut, iyimserlik ve pozitif titreþimler saçýlan bildiride ayrýca dünya ekonomisinin güçleniþi ve dinamizmi göklere çýkarýlýyor, yerkürenin daha da güvenli, müreffeh bir gezegen hale getirilmesi için liderlerimizin ellerinden geleni artlarýna koymayacaklarý vaadi dile getiriliyordu. "Eh, bundan iyisi can saðlýðý," diye düþünebilirsin ey kari, ama hemen söyleyeyim, liderlerimiz bundan da iyisini dile getirdiler: Dünyanýn en yoksul ülkelerini kýrýp geçiren borç yükünü hafifletmeyi, bu ülkeleri tarümar eden salgýn hastalýklarý iyileþtirmeyi, bellerini büsbütün büken enformasyon teknolojisi açýðýný kapatmayý ve en çok sayýda insana en ucuz fiyata en iyi yiyeceði - eðer genetik dönüþüm güvenli ise - saðlamayý da vaat ettiler. (Bu amaçlara somut olarak nasýl ulaþýlacaðý ya da yoksul ülkelere yapýlan muazzam silâh satýþlarý konusunda ise herhangi bir açýklama yapmadýlar, ve yardým örgütleri tarafýndan hiçbir vaatlerini tutmamakla aðýr þekilde suçlandýlar -- ama o kadar kusur da kadý kýzýnda bile bulunur be kari.) Sonra da, geleneksel kapanýþ törenlerini beklemeden uçaða koþturup Ortadoðu sorununu çözmeye giderken parmaklarýyla dünyaya umut iþareti yapan Clinton'ýn ardýndan, bu en büyük lideri Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 103 "sevgi, saygý ve hayranlýk"la bir kez daha selâmlamayý da ihmal etmediler. (Reuters) Dünyanýn en güçlü adamlarý, yani liderlerimiz artý Putin, bu parlak zirvenin açýlýþ gecesi 15. yüzyýlda Samuraylar döneminden kalan Þurico þatosunda verilen görkemli þölende ýstakoz, havyar ve ördeðin baþý tuttuðu muhteþem bir yemek yemiþlerdi. Üç günlük zirvenin yapýlmasý için harcanan para da baþ döndürücü bir rakama ulaþýyordu: Yaklaþýk 750 milyon dolar! Sadece bu para ile, liderlerin kurtarmak istedikleri en yoksul 40 ülkenin sefil çocuklarýndan 1,5 milyonunun hayatýnýn kurtarýlabileceði ya da Gambia gibi bir ülkenin borçlarýnýn hepten silinebileceði hesaplanýyor. (BBC) Ve sen ey kari, zenginlerin toplantýsýyla çenesini yoran bu züðürt yazýsýný sonuna kadar okuyacak kadar azimli idiysen, haberin olsun, bu okuma süresi içinde 20 küçük çocuk bu dünyadan ayrýldý - açlýktan ve hastalýktan. Ne yapalým, saðlýk olsun. 104 KABRÝSTAN GÜLE GÜLE 'KEMO SABE!' 30 Aralýk 1999, Yeni Binyýl Çocukken, kovboy olmak isterdim. Bu bakýmdan bir ayrýcalýðým olduðu da söylenemez - aþaðý yukarý tanýdýðým herkes de kovboy olmak isterdi zaten. 11 yaþýndayken filan Foto Sabah'ta çekilmiþ bir fotoðrafým var, orada da açýkça görülüyor: Kýzýlderili usulü, uzun püsküllü kollarý olan gömlek, gene kenarlarý püsküllü siyah, deri taklidi pantalon, mücevher taklidi sarý kesme taþý olan broþu ile siyah ip kravat - ve geniþ kenarlý beyaz þapka tabii, galonluk. (Altý patlar gümüþî revolverleri saymýyorum bile. Otuzbeþlik simit gibi sýrýtan yüzümdeki maðrur ifadeyi de. Onlar, iþin 'olmazsa olmaz' parçalarý.) Bütün takým-taklavat, anneannemin hediyesiydi. Ayný yýllarda, bir hediye daha aldým ondan: 'Stereoskop' denen bir teknoloji harikasý. Çevresine muntazam aralýklarla renkli 'slide'lar yerleþtirilmiþ bir disk düþünün. Yalnýz, her 'resim'den ikiþer tane var ve bunlar simetrik olarak karþýlýklý yerleþtirilmiþ. Bu diski, dürbün gibi iki 'objektif'i bulunan bir siyah âletin içine yerleþtiriyordunuz, Sað yandaki metal kolu aþaðý çektikçe disk dönüyordu, ve siz her seferinde deðiþen o simetrik resimleri iki ayrý gözünüzle ayrý ayrý gördüðünüzden, üç boyutlu bir hikâye seyrediyordunuz. (Bir çeþit 'Al gözüm seyreyle Salih' numarasý yani - ama, elbette, onun çok geliþmiþ hali.) Stereoskopumda seyredebileceðim bir yýðýn disk vardý, Hansel ve Gretel masallarý, 'Hula' dansý yapan yarý-çýplak kýzlarla bezeli turistik ve birazcýk da erotik Hawaii manzaralarý ve daha neler neler. Ama, açýkça itiraf etmem gerekirse, bunlardan yalnýzca bir tanesi bende silinmez izler, hatta saplantý yarattý: Maskeli Süvari! Gür yeleli beyaz atýný þaha kaldýrmýþ, geniþ kenarlý beyaz þapkasýnýn altýndaki kara maskesi, açýk mavi iþlemeli gömleði, boynundaki kýrmýzý mendili ve gümüþ kurþunlar atan çifte tabancasýyla çeþitli pozlar veren o eþsiz kahraman. Kötülerin amansýz düþmaný, adalet ve demokrasinin yýlmaz savunucusu Maskeli Süvari, yüzyýllarýn en kötüsü sayýlan bu yüzyýlýn Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 105 sonuna doðru, 2000'e üç gün kala öldü. Daha doðrusu, onu canlandýran, ona suret kazandýran ve benim o harika âletimin içine giren aktör Clayton Moore'du ölen. Aslýna bakarsanýz, ölen kimdi, Maskeli Süvari mi, yoksa oyuncu Moore mu, bunu ayýrdetmek imkânsýz artýk. Çünkü oyuncu, rolü çoktan aþmýþ, onunla yekvücut olmuþtu. O kadar ki, rolü býraktýktan sonra bile beyaz þapkasýný çýkarmadý ve onu ömrünün sonuna kadar taþýdý. Maskeli Süvari karakteri 1930'larda bir radyo kahramaný olarak doðmuþtu. Binlerce gün devam eden ve radyonun günümüzde yeniden dönülen altýn günlerinde de tekrar göze giren dizi, tabii televizyonda ve Hollywood filmlerinde de varlýðýný sürdürdü. Dizi, þaþmaz biçimde Wilhelm Tell uvertürü ile açýlýrdý: "Iþýk hýzýyla koþan müthiþ bir at, yerden kalkan toz bulutu ve kahramanýn aðzýndan fýþkýran savaþ çýðlýðý: 'Hi Yo Silver!' Ýþte Maskeli Süvari. Sadýk kýzýlderili dostu Tonto ile birlikte ovalarýn bu cesur ve yetenekli maskeli süvarisi, vahþi Batý'nýn ilk yýllarýnda kanun ve nizam için savaþýn baþýný çekerdi. Býldýr senelerin o müthiþ günlerine dönelim. Maskeli Süvari gene at koþturuyor!" Ýyi adamýn neden kara maske taktýðýný soruyorsanýz, hemen söyleyelim: Bir haydut çetesinin pususuna düþen Teksaslý Rancer'ler grubunun hayatta kalan tek üyesiydi de ondan. Saklanmak zorundaydý o. Tek tüy takan kýzýlderili Tonto onu bulup saðalttýktan sonra, düþmanlarýndan korunmak için maskesini takmýþtý ve Tonto'yla ikisi bütün Batý'da kötülerin peþine takýlmýþlardý. Her bölümün sonunda da, batan güneþe doðru yol alýrlarken, kötülerden kurtardýklarý masumlardan biri mutlaka sorardý: "Kim bu maskeli adam?" Maskeli Süvari'nin neden gümüþ kurþun kullandýðýný sorarsanýz, ona da cevabým hazýr: Bilirsiniz, gümüþ yumuþak bir madendir; sadýk dostu Tonto'nun "Kemo Sabe!" diye sevecenlikle hitap ettiði kahramanýmýz, attýðý kurþunlarýn bile öldürmesini istemez; yumuþak kurþunla yaralar kötüleri bile. Ýþte böyle. Maskeli Süvari de gitti. Artýk at koþturamayacak. Hýrs ve önyargýya karþý adalet ve eþitliðin tabancasý olan kahraman yok artýk. Kahramanlara belki de her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan yeni dönemde biz, yani bütün çocuklar ve radyocular, onu çok özleyeceðiz. 106 DON MARTIN DE GÝTTÝ: SPLOP! 16 Ocak 2000, Yeni Binyýl Yeni yýla, þenliklerin yaný sýra, hayli hüzün verici önemli bir kayýpla girdik. Amerikan yergi geleneðinin özellikle 50'lerde ve 60'larda pupa yelken giden ünlü Mad (Kaçýk) dergisinin "en kaçýk sanatçýsý", karikatürist Don Martin de öldü sonunda. Martin'in saçý baþý daðýlmýþ, kepçe kulaklý, titrek bacaklý, ayak uçlarý kaldýrýmlardan yola sarkan sarsak karakterleri, bizim kuþaðý epey güldürmüþ, epey de hüzünlendirmiþtir, farkýnda olmasak bile. Orta okul ve lise yýllarýmýzda, komünal gruplar arasýnda epey de el deðiþtirmiþtir bu dergi ve karikatürler. Ama, bunlardaki aðýr yaralayýcý mizahýn derinlemesine farkýna - ya da eski deyimle 'künhüne' - vardýðýmýzdan da pek emin deðilim doðrusu. (Nedense, hep böyle oluyor: Aðýrlýklý sözü ya da çizgisi olan birini, ancak öldükten sonra daha iyi deðerlendirebiliyormuþum gibi bir hisse kapýlýyorum - Bir çeþit geç kalmýþlýk ya da 'yaþlanýyorum artýk' duygusu.) Don Martin'in, Fonebone ya da Kaptan Klutz gibi acayip isimler taþýyan karakterleri dünyanýn en talihsiz, beceriksiz ve mutsuz yaratýklarýdýr. Türkçe'de onlarý tanýmlamak için bulabileceðimiz en iyi karþýlýk, garip olabilir - her iki anlamýnda da. Ýçlerinde yaþadýklarý dünya da, týpký baþlarýna gelen kazalar gibi, acayip, hatta grotesk'tir: Islýkla melodiler çalarak neþ'e içinde kaldýrýmda yürüyen bir 'sokak müzisyeni'nin kafasýna bir gökdelenin tepesinden koskocaman bir kuyruklu piyano düþebilir meselâ ve telleri de bizimkini salam gibi keserek, yolun ortasýna ince dilimler halinde üstüste yýðýlmasýna yol açabilir. 'Ayaklarýn baþ olduðu', yani bildiðimiz, alýþtýðýmýz tüm kavramlarýn tepetaklak edildiði, bu biraz Kafkasal dünyada yaþayan gariplerin en temel derdi, çevreye uyum saðlayamamaktýr: Otel müþterisi kahramanýmýz, meselâ, odasýndaki hamamböceklerinden þikâyet etmek için paldýr küldür resepsiyona iner ve resepsiyondaki adamýn dev bir hamamböceði olduðunu görür - tüylü dört bacaðý, bir karýþ uzamýþ sakalý, aðzýnda sönmüþ purosu ve öfkeli bir tehditle ileri geri sallanan antenleri ile koskocaman bir hamam böceði! Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 107 Her durumda ezilmeye, paralanmaya, mahvolmaya mahkûm garipler, çevrelerini kuþatan çaðdaþ dünyayla onulmaz biçimde ters düþerler. Makineler baþdüþmandýr: Yol silindirleri ve yeri delme âletleri gibi komplike aygýtlardan tutun, fön âletleri, tuvalet kâðýdý tutacaklarý, hatta tel elbise askýlarý gibi basit þeyler de her an büyük bir felâkete yol açabilir bu dünyada. Tehdit her an her yerdedir. Don Martin'in daima sefillik, iðrençlik ve talihsiz felâketler üzerine kurduðu mizahýn 'hastalýklý' bir anlayýþýn yansýmasý olduðu söylenegelmiþtir. Kendisi, bu konuda tek bir ölçüt koyuyor: "Komik mi? Karikatür denen þey sözkonusuysa, bildiðim tek test var, o da bu. Yoksa, hastalýklý mýymýþ, insanlarýn deðerlerini ya da maneviyatlarýný yerle bir mi edecekmiþ, soru bu deðil ki. Çok basit, tek bir soru soracaksýnýz: Komik mi?" Dünyanýn en 'kaçýk' sanatçýlarýndan Martin'in þu ölümlü dünyaya yaptýðý iki katkýdan daha bahsetmek gerekir: Birincisi, karikatür ve 'resimli roman' dünyasýna getirdiði yeni ses boyutu: Onomatopeia sanatýnýn eþsiz örnekleri: Her fiziki iþkencenin kendine özgü bir sadasý vardýr Martin'in dünyasýnda: Karýlarý suratlarýna taze balýðý çarptýðýnda, gariplerin yanaklarýndan 'SPLADAP' diye bir ses çýkar; operatör ameliyat masasýnda kestiði organ parçalarýný evdeki köpeðe götürülecek kesekâðýdýna atarken çýkan ses, 'SPLOP'tur; gardropta yürüdüðü anlaþýlan uyurgezer garibin aðzýndan elbise askýsý sökülürken çýkan ses 'POÝT'tir; yutulmamak için direnen spagettiler, pizzalar filan da asla taklit edilemeyecek 'etsi' sesler çýkarýrlar. (Sanatçýnýn kendi araba plakasýnda da 'SHTOÝNK' yazardý zaten.) Martin'in ikinci katkýsý ise, emekçi haklarý alanýnda olmuþtur. Yerleþik düzene muhalif çizgisiyle tanýnan Mad dergisi, karþý olduðu birçok yayýn organýyla ayný geleneði sürdürmekteydi nedense: Yazar ve çizerlerini 'kira sözleþmeleri'yle çalýþtýrýyor ve çok kâr getiren yeniden basým haklarýný kendi elinde tutuyordu. Don Martin, 'f reelance' diye adlandýrýlan tarzda çalýþan bütün sanatçýlarýn adýna bu uygulamaya karþý çýkarak dergiden ayrýldý ve rakip Cracked dergisine geçti. Ayný zamanda, ABD kongresi önünde free-lance sanatçýlarýn haklarýný savundu. Daha önceden yayýnlanmamýþ karikatürlerinden oluþan kitaplarýný yayýmlayarak 7 milyonluk satýþa ulaþtý ve sosyal haklar alanýnda önemli bir zafer kazandý (POIT!) Don Martin'le birlikte 'ruh kardeþlerimiz'den birini daha yitirmiþ olduk. Halil Turhanlý'nýn dediði gibi: "Günbegün eksiliyoruz Vedalaþmaya zaman bile bulamadan." 108 SEN ÝYÝ BÝR ÇÝZERDÝN, CHARLES SCHULZ 14 Þubat 2000, Yeni Binyýl "Aman Yarabbim!" Charles Schulz öldü. Ýki gün önce. 77 yaþýnda. Santa Clara'daki evinde. Uykusunda. Gelmiþ geçmiþ en ünlü, en popüler ve en iyi band karikatürünün, "Peanuts"ýn yaratýcýsýydý kendisi. Dünyanýn en ilginç ölümlerinden de biri oldu bu ayný zamanda. Çünkü, o ölümsüz karakterlerinin resmigeçit yaptýðý ve sanatçýnýn milyonlarca okuruna hem teþekkür hem de veda ettiði son bandý yayýnlanmadan bir gün önce öldü Schulz. Bir meslekdaþýnýn dediði gibi, "sanki bunu da kendi yazmýþ"tý. "Sanatý taklid eden hayat" deyiþi, belki de hiç kimseye Schulz'dan daha fazla yakýþamazdý. Dünyada 75 ülkede 2600 gazete ve dergide her gün yayýmlanan "Peanuts"ýn baþlýca karakteri Charlie Brown, "sürekli kaybedenlerin koruyucu azizi" idi. Uçurtmasýný bir kez olsun aðaçlara takýlmadan uçurmayý, Amerikan futbol topunu bir kez olsun doðru þutlamayý, beyzbol takýmýna bir kez olsun galibiyet kazandýrmayý, platonik aþký 'kýzýl saçlý kýz'a bir kere olsun kendini beðendirmeyi beceremeyen, her yenilgisini de "Good grief" (Aman yarabbi) diye þaþkýnlýkla karþýlamaktan vazgeçmeyen yuvarlak kel kafalý Charlie Brown. Ve Charlie Brown'un hayat kadar gerçek arkadaþlarý: Psikolojik güvenlik battaniyesini bir an yanýndan ayýrmayan entelektüel Linus; '25 kuruþa' psikolojik danýþmanlýk hizmeti veren 'cadý' Lucy; oyuncak piyanosunda idolü Beethoven'in tüm eserlerini kusursuz çalan Schroeder; I. Dünya Savaþý'nda amansýz hasmý 'Kýzýl Baron'la semalarda it dalaþý yapan yazarlýk heveslisi avköpeði Snoopy ve bütün ötekiler Türkçe dilinde 'çete' kelimesini olumlu ve sevecen anlam yüküyle kullanabileceðimiz tek durum da bu belki: Charlie Brown ve çetesi Beyaz kâðýt üstüne siyah mürekkeple çizili ve iki boyutlu idiler evet; ama, dediðimiz gibi, tümüyle gerçektiler. Yaratýcýlarý da gerçekti: Elli yýla yakýn süreyle her gün çizen (yarým yüzyýl yýl içinde yalnýzca 5 hafta tatil yapmýþtý!), Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 109 baþkasýna asla çizdirmeyen, ölümünden sonra çizgisinin baþkalarýnca sürdürülmesine izin vermeyen, dünyanýn en ünlü ve en çok para kazanan çizeri olmasýna raðmen, doðup büyüdüðü kasabadan çýkmadan yaþayan, hayat tarzýnda tek bir deðiþiklik yapmayan, ömrünü çocukluk arkadaþlarý, karýsý ve çocuklarý ve bir de komþularý arasýnda, hokey oynayarak, sosisli sandviç ve jöleli bonbonlar yiyerek geçiren biri. Yüksek ahlâklý, alçakgönüllü, mahçup bir adam. "Güzel Amerikalý". (Türkçeye bir dönem Can Yücel tarafýndan çevrilmesi de hayli anlamlý geliyor þimdi bana.) 21 dünya dilinde her gün yüzmilyonlarýn okuduðu bu adamýn, gerçek hayatta "daha iyi bir çizer olsaydým keþke" dediðine inanabiliyor musunuz? Charlie Brown gibi. Ansiklopedilere geçmesi, kendini emekliye ayýrdýðýnda binlerce insandan yoðun tepki gelmesi, onu iyi bir çizer olduðuna inandýramamýþ. Ama inananlar var: Ýlkokul ikinci sýnýf öðrencisi bir oðlan çocuðu, geçenlerde þöyle bir mektup yazmýþ ona: "Çizimlerinden hoþlanýyorum. Onnar çok komik. Ýyi çiziyosun." Ben de o çocukla ayný fikirdeyim: Onnar çok komik. Sen iyi bir çizerdin Charles Schulz. 110 KARINCAEZMEZ ÞEVKÝ 26 Mart 2000, Yeni Binyýl Biraz dikkatli biri idiyseniz, onun kocaman camlý gözlüðünün ardýndaki gözlerinde bizimkinden birazcýk farklý baþka bir dünyaya ait hülyalý bulutlarýn dolaþtýðýný fark ederdiniz. Biraz dikkatli idiyseniz diyorum, çünkü gözlerindeki hülyalý bulutlardan çok daha çarpýcý þeyler vardý ortada: Deðiþik saç kesim ve renklerinin, farklý giyim tarzlarýnýn, irkiltici beden süslemelerinin hemen hemen hiç bilinmediði bir çaðda, giyim-kuþamýyla gerçek bir "freak" görüntüsü verirdi o. Tümüyle sarý ve kýrmýzý renklerden oluþan giysileriyle, ete-kemiðe bürünmüþ bir kulüp flamasýndan farksýzdý. Sarý ve kýrmýzý renklerin hâkim olduðu o her zaman þýk ve temiz ceketinin mendil cebinde, yani kalbinin tam üstüne gelen nahiyede, bir vazo dururdu! Küçük, inceuzun, gerçek bir vazo. Vazonun içinde gerçek su vardý. Suyun içinde de iki gerçek karanfil: Biri sarý, öteki kýrmýzý. Ceketin altýna genellikle giydiði tertemiz, ütülü golf pantolonun çok sayýdaki kemik düðmeleri daima bir sarý, bir kýrmýzý þeklinde sýralanýrdý. Ayakkabýlarýnýn baðcýklarý da farklý renklerdeydi - sarý ve kýrmýzý. Karýncaezmez Þevki'den bahsediyorum tabii. Birkaç gün önce 82 yaþýnda ölen ve dün cenazesi kaldýrýlan Ýstanbullu taksi þoförü, "adýyla müsemma" gerçek bir beyefendi ve Galatasaray'ýn "bir numaralý taraftarý" olan Karýncaezmez Þevki'den. Bütün toplumlarda giderek yokolduðuna biraz da hüzünle tanýk olduðumuz bazý erdemleri bizatihi adýnda taþýyan bir adam: Karýncaezmez. Yani ince, duyarlý ve merhametli. Bu, babasýnýn ailesi için aldýðý soyadý mýydý, yoksa kiþiliðe uygun isim yakýþtýrmakta üstüne olmayan halkýmýzýn taktýðý ve kendisinin de benimseyip yakasýndaki karanfiller gibi büyük zarafetle ömür boyu taþýdýðý bir sýfat mý, bilinmez. Ama, her halükârda, her duyduðumuzda içimizde hoþ ve insanî çaðrýþýmlar yaratan bir Karýncaezmez Þevki iþte. Aerodinamik kurallarý pek bilinmezken yapýlmýþ o biraz biçimsiz 1948 modeli Opel Kapitan taksisinin dýþý koyu bej, ama içi sarý-kýrmýzý bir renk cümbüþüydü. Arabaya bindiðinizde, gene o vazolar, vazolarýn içindeki sularda, dostu ve kahramaný Kaptan Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 111 Turgay'ýn "güle güle" yazýsýnda belirttiði gibi "tam tazeliðiyle her gün deðiþen sarý kýrmýzýlý güller, karanfiller", sizi birden o kendinizinkinden biraz farklý dünyaya taþýyýverirdi. Galatasaray'ýn uluslararasý âlemde "destanlar", "tarihler" falan yazdýðý, "ilklere imza" attýðý dönemlerden farklý bir zaman diliminin adamýydý Karýncaezmez. O zamanlar Galatasaray, baþarýlar karþýsýnda taraf deðiþtirmeler sonucu bugünkü "dev" taraftar kitlesine sahip deðildi. Aksine, mutlak bir azýnlýk olmanýn o tuhaf ve biraz da mazohistçe keyfini yaþýyan taraftarlarý, o zamanki adýyla Dolmabahçe stadýnýn kapalý tribünün deniz tarafýndaki köþesine sýkýþmýþ "bir avuç insan"dý. Ve, gene Turgay Þeren'in anlattýðý gibi, Karýncaezmez Þevki iþte orada "iki direk arasýnda heykel gibi" dikilirdi, "iki eli havada, sarý kýrmýzýlý bayrak elinde yükselir ve tek kelime söylemez, sadece bayrak sallardý". (Hürriyet, 25 Mart 2000) Karýncaezmez Þevki'ye þu sýralarda "efsanevi amigo" gibi sýfatlar yakýþtýrýldýðý görülüyor. Oysa, o bir amigo deðildi. Kulüplerle maddi çýkar alýþveriþi içinde olan, tribünler yeterince coþkulu deðilse onlarý vahþi bakýþlarla azarlayarak tezahürat yapmaya "zorlayan", kulüp basýp futbolcu döven, kendine daima en büyük, takýmýna da duruma göre "ruhsuz" diyerek söven bu amigoluk ya da "taraftarlýk" kavramýndan daha uzak bir kimse düþünülemez. O, býrakýn küfretmeyi, bayraðýný sallamaktan öte tek kelime bile baðýrmayý gereksiz gören bir yaradýlýþtaydý. Ama, iþte Galatasaray bir gol atmaya görsün, "o bayraklar öyle bir sallanýrdý ki elinde," diye hatýrlýyor kaptan Turgay, "en etkili rüzgâr bile böyle bir tesir gösteremezdi." Galatasaray'ýn bir dönem artarda kötü sonuçlar almasý üzerine, kapalýdaki "taraftar"larýn Þevki'nin "uðursuz" geldiðine hükmettiklerini ve bu ilkel hýnçlarýný ona da söyleme vahþetini gösterdiklerini de ben hatýrlýyorum. Ýþte ilk kez o zaman, büyük kentin belki biraz yoz, ama çokça da derin ve nezih kültürünün hoyrat bir "taþra kültürü" tarafýndan tasalluta uðramaya baþladýðýnýn ipuçlarýný sezinler gibi olmuþtu bazýlarýmýz. Karýncaezmez ise bu akýl almaz kabalýk karþýsýnda sadece o tribünü terketmekle yetindi. Onu kovanlara küsüp küsmediðini bilmiyorum. Ama, tam bir karþýlýksýz sevgi örneði olarak onun sarý-kýrmýzý renkleri ölümüne dek bir an bile terketmediðini bütün gazeteler yazýyor. Karýncaezmez Þevki öldü. Galatasaray bir numaralý taraftarýný kaybetti. Galatasaray'ýn bir numaralý taraftarlýk "koltuðu"nun bir daha doldurulacaðýna ihtimal vermiyorum. Zaten, karýnca bile ezmemenin modasý geçti. 112 KOPAN HAYAT BAÐLARI 26 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Fransýz sinema yönetmeni Claude Sautet geçen hafta sonu 76 yaþýnda öldü. Böylelikle, bize mutsuzluðun resmini en iyi çizebilenlerden biri daha bu diyarlardan gitmiþ oldu. Onun, ömrünü sýradan sosyoloji hafriyatý ile geçirdiði söylenir. Herhalde doðrudur da. Modernleþen orta sýnýfýn, devlet memurlarýnýn; doktor, mimar, avukat gibi meslek sahiplerinin, saðcý mirasyedilerin, solcu sonradan görmelerin o çok sýkýcý ve sýkýntýlý hayatlarýna, inanýlmaz nötr'lükte bir bakýþla yaklaþmýþ ve "hayatýn küçük þeyleri"ni neredeyse bir bilim adamý nesnelliði ile yakalayýp yansýtmýþtý. Didier Peron'un Liberation'da yazdýðý gibi, hep o ayný insanlar, ayný yazlýk evlerde, ayný çeliþkili aþklar içinde, birbirlerine bir araba lâf edip sustuklarýnda kendi kendilerinden nefret eden yakýn arkadaþ gruplarý, ayný kýrýk ve hareketsiz kadýnlar, ayný geyik muhabbetlerini izleyen ayný uzun sessizlikler... Ama sosyolojik "inceleme"nin derinliklerinde, eleþtirinin hayli ötesine uzanan o "mutsuzluk resmi"nin önemini de gözden kaçýrmamak gerekir herhalde. Bütün geleceklerini bir þekilde geride býrakmýþ, gene Peron'un deyiþiyle, elle tutulur gerçek bir çeliþme dahi yakalayamayan insanlarýn yerinde sayan hayatlarý. Biraz Halit Ziya, biraz Oðuz Atay, çokça da Flaubert... Sýðýnacak en önemli melce olarak para ve bilumum tüketilecek nesnelerin gölgesine sýðýnan günümüz insanýnýn çöken moral deðerleri içinde portresini çizerken de ahlâkçý birinden çok, bilgece bir yaklaþýmý benimsemiþ olduðu düþünüyorum Sautet'nin. "Filmlerimde hiçbir zaman mutlu son yoktur," demiþ bir söyleþisinde. "Filmlerimin ucu açýktýr; týpký iliþkilerin ve hayatýn kendisi gibi." Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 113 Flaubert'vari bir bakýþla "göreceliði" sabit fikir edinmiþ, duran zamaný temel meselesi saymýþ bu sanatçýnýn en parlak filmlerinden biri "Hayat Baðlarý" idi (Les choses de la vie). Michel Piccoli ile güzelim Romy Schneider'in baþrollerinde olduðu bu filmi, Sautet'nin tüm deðerlerinin aksini savunan bir sinemada, Hollywood'un aksiyon dolu mutlu son sinemasýnda Richard Gere ve Sharon Stone'la yeniden çekmek de bu acýmasýz dünyanýn bize yapacaðý en zalim ve kaba þakalardan biri olmalýydý. Ama söylemiþlerdi: "Asýl iþ ekonomide, enayi". 114 BÜYÜK ÝNSANLIÐIN ÝRÝLÝ UFAKLI HALLERÝ OLAÐAN VE SAHÝCÝ 9 Ocak 2000, Yeni Binyýl Bayram ziyaretlerinin en tuhaf 'ritüel'lerinden biri 'selâmlaþma' faslý olarak görünmüþtür bana, öteden beri. En tuhaf ve en hoþ. Mutlaka ailenin en yaþlý efradýndan, yani 'büyük ev'dekilerden baþlanan ziyarette, ayakkabýlar çýkarýlýp terlikler giyildikten sonra, iyice hazýrlanýp tertiplenmiþ 'oturma odasý'nda toplanan insanlar yaþ sýrasýna ve giriþ kapýsýna uzaklýklarýna göre konuþlandýrýlýr; ilk telâþ ve hareketliliðin yatýþmasýndan sonraki kýsa sessizliðin korkutucu ve utandýrýcý bir hâl alacak kadar uzamasýna varmadan iþ, muhtemelen aile büyüklerinden bir hanýmýn mükemmel zamanlamalý bir müdahalesiyle iþte o tuhaf dediðim fasýl baþlar: Herkesin herkese "nasýlsýnýz?" diye sorduðu, herkesin herkesi "hamdolsun, iyiyim, ya siz nasýlsýnýz?" diye cevaplandýrdýðý bir zincirleme selâmlaþmadýr bu. Þaþmaz bir biçimde aynen tekrarlanýr ve ne hiyerarþik sýrasý bozulur, ne de bilgisayar programlarýnda olduðu gibi 'kýsayol'u, kestirmesi filân vardýr. Ýþin daha da ilginç yaný, "büyük ev"den çýkýlýp gidilen daha sonraki akraba, dost ve ahbap ziyaretlerinde ayný tören harfiyyen tekrarlanýr; bir önceki evde birbirlerinin hal ve hatýrýný soran ayný insanlar, ikinci - üçüncü ziyaretlerde yeniden karþýlaþtýklarýnda - ki bu yeniden karþýlaþmalar da kaçýnýlmazdýr - sanki birbirlerini biraz önce hiç görmemiþ gibi gene ayný soruyu soruyu sorar, cevabýný büyük bir merakla dinler, bir sonraki insana dönüp ayný merakla ayný soruyu sorarlar Küçükken, bunu çok yadýrgardým: "Yahu, daha yarým saat önce üst katta birbirlerinin çok iyi olduðunu öðrenmemiþler miydi?" Bir daha sormanýn hem lüzumsuz, hem de - daha kötüsü - biraz sahtekârca olduðunu düþünürdüm. Biraz sahte(kârca) olduðunu düþündüðüm baþka þeyler de vardý çocukluðumun bayram ziyaretlerinde: Hal-hatýr sormalarda izlenen hiyerarþik sýraya aynen uyularak herkesin dizilmesi ve, ailenin 'bir numarasý' hariç, herkesin önce el öpüp sonra Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 115 sýraya girerek el öptürmesindeki 'biçimsellik' meselâ. ('Bir numara', yani dedemiz, o ölmüþse, ninemiz, kimsenin elini öpmezdi tabii; hem öpme, hem de öptürme faslý, iki numaradan baþlar ve aklý el öpebilecek yaþa gelmiþ en küçüðe kadar kesintisiz uzanýrdý.) Çocuk yaþtakilerin, kendilerinden küçüklere el öptürüp harçlýk vermesi, bana tuhaf ve yapay gelirdi. 'Di'li geçmiþ kullanýyorum, çünkü bütün bunlar eskidendi. Þimdi bana tuhaf gelen hiçbir þey yok. Dün, bayramýn ilk günü, aile ziyaretleri bizim evden baþladý. 'Büyük ev' olma sýrasý tam bize geçmemiþti, ama yeni taþýnmamýz dolayýsýyla 'güle güle oturma'ya denk getirildi ziyaret. Zil, terlik, oturma odasý, sessizlik ve selâmlaþma. Hepimiz hepimize "nasýlsýn(ýz)?" diye sorduk tek tek ve "hamdolsun, iyiyim, ya siz/sen?" diye cevapladýk yaþýmýza göre. Sonra oturduk, hoþ-beþ ettik, yemek yedik ve ardýndan da el öpüp öptürdük. 87 yaþýndaki teyzemiz 'Bir Numara' olarak sýranýn baþýna geçti, bütün ýsrarýmýza raðmen, narin ve kýrýlgan bedenini bir koltuða býrakmayý reddetti ve bütün töreni vakarla ayakta götürdü. Ritüeli karým yönetiyordu. (Yalnýzca evsahibesi olduðu için deðil, ayný zamanda, yaradýlýþtan organizatör olduðu için.) Onun cebime koyduðu 5 milyonluk banknotlarla gene onun gösterdiði yere geçtim. Ve, protokolün üçüncü sýrasýnda yer aldýðýmý, þaþkýnlýkla karýþýk bir gururla farkettim. (Ayný karýþýk duygularý, daha önce, sofranýn baþköþesine oturtulduðumda da yaþamýþ, hatta bir-iki saniye de yadýrgar gibi olmuþtum bu durumu. Ama, hemen uyandým: Normalde tabii ki teyzenin olmasý gerekiyordu o köþe; ama ben evsahibi konumundaydým ve çok daha önemlisi, erkektim! Ailenin en büyük erkeði. Karým gene haklýydý.) Hatasýz bir performans gösterdim: Sýrasý gelince karýma el öptürdüm, ona iyi bayramlar diledim, ardýndan gelen gelin elimi öpmekten utanýnca, onu güleryüzle uyarýp görevini hatýrlattým, sonra yaþ sýrasýyla kýzým ve yeðenim geldiler, onlara el öptürürken, daha önce karýmdan gördüðüm usulü aynen uygulayýp cebimden çaktýrmadan avucuma kaydýrdýðým banknotlarý onlarýn küçük ellerine ustaca aktarýverdim. Herþey yað gibi gitti. Sonra çikolata yiyip likör içtik yüksük gibi gümüþ kadehlerde. Çocuklara ikinci bir kadeh likörü vermeyi reddettik, ama olay çýkmadý. Sonra bayramýn birinci günü ziyareti sona erdi ve ben yazýyý yetiþtirmek için bilgisayarýn baþýna koþtum. Herþey ne kadar olaðandý. Ve sahici. 116 BAYRAMIN KARANLIK YÜZÜ 10 Ocak 2000, Yeni Binyýl Televizyon ekranýnda Fenerbahçe'nin o çok baþarýlý ümit futbol takýmý oyuncularýndan biri beliriyor. Sarýþýn delikanlýnýn sevimli ve güleç yüzünde belli belirsiz bir þaþkýnlýðýn izlerine de rastlanmýyor deðil ama: Sincan stadyumunda Gençlerbirliði ile oynamalarý gereken deplasman maçýnýn 'olumsuz hava koþullarý' nedeniyle 'ileri bir tarihe ertelendiði'ni yeni öðrenmiþ. Ama, 'aðabeyleri'nin ayný kentteki - ve elbette ayný hava koþullarýndaki - maçýnýn oynanacaðýný da biliyor. "Ne yapalým," diyor sarýþýn delikanlý. "Biz de kartopu oynarýz." Sonra da, gözlerinde muzip bir pýrýltýyla ekliyor: "Yarýn kar yaðarsa, gene kartopu oynarýz biz de." Fenerbahçe'nin, ve tabii Türkiye'nin, yarýnýný temsil eden delikanlý dediðini yapýyor ve ikinci 'sahne'deki genel çekimde onu takým arkadaþlarýyla kartopu oynarken seyrediyoruz Sincan stadýnda. Ardýndan, kamera, ayný stadýn zeminini karlardan temizlemekle uðraþan gencecik bir temizlik iþçisine odaklanýyor. O temizlik iþçisi Selim Iþýk gibi tek ve Türk - elindeki týrmýða benzer derme-çatma tahta âleti bir iki kere ileri-geri sürüp küçük bir yol açýyor karlarýn üzerinde; sonra, kameraya çevirdiði pýrýltýlý kara gözlerinde "Gördünüz ya, herþey nâfile!" diyen bir bakýþla bu boþuna uðraþýna son verip görüntüden kayboluyor Ýþte bu, bayramýn ve bayram tatillerinin ikinci yüzüdür: Stadýn bembeyaz karlarla kaplý zemininden ekranlarýmýza yansýyan karanlýk, görünmeyen yüzü. Bayramlar, 'ölüm unutkanlýðý'mýza kýsa bir ara verdiðimiz kabristan ziyaretleriyle baþlar. Kabristandan sonra akraba, dost ve yakýn ziyaretlerine gideriz ve ölümü unutmayý ânýnda beceriveririz. Ama, o unutmaz: Yollarda bekler bizi, bazen sürücü, bazen yaya olarak; zamanýnda gelemeyen ve dolayýsýyla can kurtarmakta hayati gecikmelerde bulunan sarsak cankurtaranlarda ya da hastanelerde bulur; bol ýþýklý ameliyat masalarýnda ya da buz gibi yoðun bakým odalarýnýn loþluðunda yakalar bazen, ve dahi, sonu gelmeyen bir nekahatin geçirildiði hasta odalarýnda bazen de Daðdaðalý modern þehir hayatýnýn mütemadiyen ertelettiði kavuþmalarý hiç olmazsa yýlda 2 kez Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 117 gerçekleþtirmeyi umduðunuz bayramlar, bir bakarsýnýz, ebedi ayrýlýklara da sebep oluvermiþ. Hayat durur çünkü bayramlarda. Cankurtarana, doktora, hemþireye, hastabakýcýya, derdinize kulak verecek herhangi bir kimseye ulaþamayabilirsiniz. Herkes tatile çýkmýþtýr. Sucusu, marangozu, tamircisi, gazcýsý da Ramazan boyunca saðlam bir inanç ve tevekkülle oruç tutanlarýn bazýlarý, bu edimin yalnýzca kendileri ile Allah arasýndaki en dolaysýz iliþkinin bir tezahürü olduðunu, bunun kendi nefsini terbiye etmek için giriþilen en ulvi eylem olduðunu hatýrdan çýkarývermiþlerdir, bakarsýnýz: Bu unutkanlýðýn sonucunda somurtkan ya da ihmalkâr olmayý, oruç tutmayanlara karþý bir gizli öfkeyi baðýrlarýnda barýndýrmayý bir tür hak olarak görebilmiþlerdir. (Tabii kendilerine bile itiraf etmeden.) Týpký, bayram tatilini de 'öteki'lerden çok hak edilmiþ bir hak olarak gördükleri gibi. Ne var ki, hele hafta sonuna doðru bazý günleri birbirine eklenerek uzatýlmýþ bayram günlerinde hayat durmuþ, ölüm durmamýþ, ülkemiz bir 'tatiller ve kaatiller ülkesi'ne dönüþmüþtür. Ve o zaman, ne kadar yalnýz olduðunuzu da anlayýverirsiniz birden. Ve o zaman, o badem þekerleri, lokumlar, bonbonlar, çikolatalar ve likörler boðazýnýzda kalabilir iþte; yutkunmak zorunda kalabilirsiniz - Üstüste üstüste. Dünyanýn en genç nüfuslu ülkelerinden biri olan ülkemizin kýrk yaþýný aþmýþ herhangi bir vatandaþýnýn rahatlýkla verebileceði toplumsal öðütlerden bir demet vereyim size: Bayrama girerken: 1) a) Hastalanmayacaksýnýz: Beyin kanamasý, inme, yüksek tansiyon, kalp krizi geçirmeyeceksiniz, þeker komasýna vb. girmeyeceksiniz. b)Yakýnlarýnýzýn ve sevdiklerinizin hastalanmasýna da zinhar izin vermeyeceksiniz. 2) a) Kaza ve felaket (deprem, sel, trafik kazasý vb.) geçirmeyeceksiniz. b) Yakýnlarýnýzýn ve sevdiklerinizin kaza ve felâket geçirmesine izin vermeyeceksiniz. 3) a) Hayatýnýzda aþk baþlangýcý, flört, yeni dostluklar, taþýnma ya da ayrýlma ya da boþanma gibi radikal deðiþikliklere asla giriþmeyeceksiniz. b) Yakýnlarýnýzýn ve sevdiklerinizin böyle deðiþikliklere giriþmesine izin vermeyeceksiniz. Üç altýn öðüt: O pek övülen toplumsal dayanýþmamýzýn tam çalýþmadýðý durumlar için. Geliþmiþ Batý demokrasilerinin o pek kýnanan soðuk, bencil, hatta egosantrik iliþkileri ("olmayan insan iliþkileri") içinse, formül, gene onlardan geliyor: Toplumsal dayanýþma içinizden gelmiyorsa, onun yerine geçecek bir toplumsal örgütlenme kurun. Biz, eski nesil bunu kuramadýk anlaþýlan. Þimdi ümit, Fenerbahçe ümit takýmýnýn temsil ettiði yeni kuþakta. Bir bayram þekeri alýr mýydýnýz? 118 ÇOCUKLARIMA BÝR KOLAJ 21 Ocak 2000, Yeni Binyýl Belediye Ýmar Ýþleri iþçileri kazma, kürek ve maske kompresör ve kepçe kömürlük bahçe toprak ve taþ çukur toprak dolu havuz kalýn beton tabakasý battaniye ve çarþaf ceset torbasý naylon torba el, tel, poþet ip beton çivisi satýr susturuculu tabanca kurþun delikleri kýrýk bilekler iki dakikalýk hýçkýrýk kesik el ve ayaklar ip bedenin ön kýsmý bacak arasýndan arkaya sarkýtma bacak arasýna sýkýþan baþ arka tarafa alýnan eller uzun tutulan ip kýrýlan dizler soðumadan önce katlanan vücut top ya da cenin hali çýrýlçýplak diri diri kova kova su þiþme çürüme aðýr bir koku ve taze ekilmiþ soðanlar. Not: Ýþbu kolaj, yeni millennium'un 20. günü, Ýstanbul'da, yerel basýnýn sekiz gazetesinin gene ayný tarihli nüshalarý tek tek taranmak suretiyle dört saat içinde hazýrlanmýþ, 'Times New Roman' font kullanýlarak özenle bilgisayarda yazýldýktan sonra çýkýþ alýnarak fakslanmak suretiyle gazeteye gönderilmiþ ve sanatçýnýn çocuklarýna adanmýþtýr. 119 GÜVERCÝN SAVAÞLARI 23 Ocak 2000, Yeni Binyýl Geçen Pazarki yazý Amerikan hiciv dünyasýnýn büyük isimlerinden karikatürist Don Martin'in ardýndan kaleme alýnmýþ bir 'mersiye' idi. Sonradan, yazýda bir eksik farkettim: Sanatçýlarýn toplumlarýn ne kadar önünde gittiðini gösteren parlak bir örneði eklemeyi unutmuþum. Martin, seneler önce þöyle birþey çizmiþti: Güneþli bir gün (bence Pazar) Adam, parkta bir sýraya oturmuþ. Koca kesekâðýdýndan çýkardýðý patlamýþ mýsýrlarý çevresinde birikmiþ güvercinlere serpiyor. Amacý, onlarý zehirlemek - "Güvercinlerden nefret ederim," diyor sâkin sâkin. Ama, hüsran: Etrafýnda öbek öbek toplanmýþ olan öteki park sâkinleri, güvercinlerden önce atýlýp o leziz mýsýrlarý yiyip bitiriyorlar çünkü - ve ölüyorlar! Sanatçýnýn uzak görüþlülüðü dedik. Gerçekten de, þu sýralarda tüm Avrupa'da insanla güvercin arasýnda her gün amansýz bir savaþ yürütülmekte. Belediyeler onlarý beslemeyi kesinlikle yasaklýyorlar. Ve meselâ, New York Times'dan Alessandra Stanley'in yazdýðý, gerçek hayattan þöyle bir sahne: Veronalý bir beyefendi, Assisi'de bir parkta sâkin sâkin oturuyor. Hemen zabýta memurlarý sökün ediyor ve adamý sorguluyor: "Neden ayaklarýnýzýn dibinde bir yýðýn güvercin dolaþýyor bakalým?" Adam bankýn bir köþesine suçlu suçlu büzülüyor: "Vallahi kasden yapmadým; kýrýntýlar kazara yere düþmüþ olacak" diyor, elindeki pastadan arta kalanlarý zabýtaya göstererek. Sonra da yakýnýyor: "Ama haksýzlýk bu. Güvercinlerin de yaþamaya hakký var!" Barýþ simgesi güvercinle savaþý tüm Avrupa kentlerinde sürdürüyor insanoðlu, ama bunun Assisi'de apayrý bir önemi var. Çünkü, burada hayvan haklarý ile insan saðlýðýnýn ve tarihî anýtlarýn korunmasý arasýndaki büyük tartýþmaya yerli bir Azizin öðretileri de karýþýyor. Bilindiði gibi, 1200'lerde bu ortaçað kentinde yaþayan mütevazý keþiþ Francesco bütün hayvanlarý baðrýna basar, özellikle de güvercinlerle konuþurmuþ. 1997'de büyük bir deprem felâketi yaþayan Assisi'de, ünlü bazilika büyük hasar görmüþtü; onun restorasyonu çarçabuk Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 120 tamamlandýðý halde, evleri yýkýlan halka (11 ölü) yeni evleri - Ýtalyan usulü bir kargaþa sonucu - hâlâ verilemediði için zaten travma içinde olan insanlar, bir de güvercinlere yapýlan zulüm yüzünden büsbütün sýkýntýda. Assisi'de yönetimle halk karþý karþýya. Belediye Baþkaný, güvercin nüfusunu aç býrakýp azaltmayý hedefliyor. Halkýn büyükçe bir kesimi ise bunu bir çeþit 'insanmerkezcilik' olarak görüyor. Kentin hayvanseverlik ahlâkýna, Aziz Francesco'nun öðretilerine yapýlan büyük bir saygýsýzlýk örneði olarak yani. Fransisken rahipleri ise iki arada bir derede: "Baþkan'ýn kararýna saygýlýyýz, ama hemfikir deðiliz," diyorlar. "Hayvanlarla çevreye saygýlý alternatifler olmalý." Bununla birlikte, rahipler de bazilikalarýný güvercin kakalarýndan korumak için, duvarlarýn üstüne ince teller gerdirip bunlara elektrik akýmý vermeyi ihmal etmemiþler. Belediye baþkaný, kararýný yiðitçe savunuyor: Venedik'teki gibi gaz odalarýnda güvercin soykýrýmý filân yapmadýðýný, sadece pratik önlemler aldýðýný söylüyor: "San Francesco bir azizdi; bense zavallý bir belediye baþkanýyým. Saðduyunun gereðini yapmalýyým." (Venedik yöneticilerinin de hakkýný yememek lâzým aslýnda: "50.000 güvercini yutacak bir þahin bulsak, herkes alkýþlardý, ama ne yazýk ki yok," diyorlar. "Doða ne ise odur, Walt Disney'in bize gösterdiði þey deðil.") Konu çok tartýþmalý aslýnda: Bazý hayvanbilimciler Aziz Francesco'nun hayatýnda hiç güvercin görmemiþ olduðunu söylüyor. Onun ölümünden yüzyýl sonra getirilmiþ güvercinler Avrupa'ya. Üstelik, Kutsal Topraklar'dan getirilen hayvanlar, hapur küpür yenmek için beslenmiyorlar mýymýþ meðerse? Kanatlý hayvan tarihçileri ise taban tabana zýt fikirde: Milat'tan önce 10.000 yýlýnda Avrupa kýyýlarýnda görüldüðünü söylüyorlar kuþun. Kadim Mýsýrlý'lar evcilleþtirmiþler onu ve yemiþler, ardýndan da Etrüskler ve Romalý'lar ayný þeyi yapmýþ. (Petronius'un "Satyricon" romanýnda insanýn aðzýnýn suyunu akýtan o muhteþem þölenlerin en gözde yemeði neymiþ, güvercin tabii!) Sanat tarihçileri de ikinci görüþü destekliyor: Aziz Francesco Bazilikasý'nda Giotto'nun yaptýðý sanýlan bir fresko var. Depremde toza batmýþ ama restorasyondan sonra yine pýrýl pýrýl. Azizi kuþlara vaaz verirken gösteriyor. Ýþte bu kuþlardan bazýlarý da, sanat tarihçilerine göre, güvercinin ta kendisi Velhasýl, güvercin durumlarý çok karýþýk. Ha, bir de son nokta: Belediye yasaklarýna karþý kentte büyük bir sivil itaatsizlik hareketi olmasýndan korkuluyor. Bugün Pazar; þöyle Eminönü meydanýnda, Yenicami çevresinde bir gezintiye ne dersiniz? 121 KAR TATÝLÝNDE MERVE ÝLE MEDÝNE 26 Ocak 2000, Yeni Binyýl Dýþarýyý seyrediyorum. Karýn büyüleyici bir yaný var. Ateþ gibi. Baktýkça bakýyor insan. Bakýyor ve çocuklarýn niye kara sevindiðini daha iyi anlýyor. Sadece tatil ve oyundan dolayý deðil ama. Onun dýþýnda birþey olmalý. Doðal bir olayý doðaüstü bir olaymýþ gibi görmekten dolayý belki de. Ama her seferinde, þaþmaz bir þekilde. Ne garip. Kar taneleri birdenbire yön deðiþtiriyor. Yere paralel uçmaya baþlýyorlar önce, sonra da havaya doðru yükseliyorlar. Hepsi birden. Gözlerimi binbir güçlükle onlardan ayýrýp kýzýmý arýyorum. "Meraba babiþko!" diyor cývýltýlý, sevinçli ve azýcýk da hoppa sesiyle. Tabii ki çok memnun kar yaðmasýndan: "Ýnanmayacaksýn ama tam bir saat kartopu oynadýk Selin'lerle." Niye inanmayayým ki? Kar yaðýnca kartopu oynanýr. Bana sýradan ve hatta biraz 'banal' gelmesine raðmen, ilgiyle dinliyormuþ gibi yapýyorum bu kartopu hikâyesini. Oyunu bir saatin sonunda býrakmýþlar ama; arkadaþlarý "program yapmýþ" çünkü. Hem zaten annesi de, fazla kalýrsa üþüyüp hasta olmasýndan korktuðu için bir saatten fazla izin vermemiþ. Þimdi de sýkýldýðýný söylüyor ufak ufak. "Sen de baþka program yapsaydýn o zaman," diyorum. "Görmek istediðin bir film falan yok mu?" "Var," diyor utangaçça gülerek. " 'Lânetli Tepe'" Onun bir korku filmi olduðunu söylüyorum, itiraz ediyormuþum gibi yaparak. "Ýyi ya," diye gülüyor. "Böyle korkuyorsun iþte, ne güzel." Ahizeyi yerine koyduktan sonra yeniden dýþarý bakýyorum. Taneler küçülüp mikroskopik bir hal almýþlar, oraya buraya uçuþuyorlar. Ankara'yý düþünüyorum sonra. "Soðuk hava ve kar yaðýþý trafiði etkileyeceðinden, Baþkent'teki anaokulu, ilköðretim ve orta dereceli okullarýn ( ) bir gün süreyle tatil edilmesi kararlaþtýrýlmýþtýr." Merve ile Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 122 Medine'yi düþünüyorum. Valiliðin bu tatil tebliðini nasýl karþýladýlar acaba? Merve ile Medine. Ya da Büþra ile Kübra. Hizbullah tedhiþ örgütünün Ankara sorumlusunun kara çarþaflý küçük kýzlarý. Biri dört, biri sekiz yaþýnda. Biri anaokulunda, öteki de ilkokulda olmalýydý bu hesapça. Ama okulda deðiller; Ankara Emniyet Müdürlüðü TEM Þubesi'ndeler. Yani, Terörle Mücadele Þubesi'nde. (Sabah, 22.01.2000) Babalarý operasyonda gözaltýnda alýnmýþ. Annelerine ne olduðunu ise haberde yazmamýþlar. Olan þu ki, kýzlar "bakacak kimseleri olmadýðý için" TEM'e götürülmüþler. Bu geçen hafta sonu olmuþ. Herhalde hâlâ oradadýrlar. Merve ile Medine. Yoksa Büþra ile Kübra mý? Hangisi hangisi? Hangisi gerçek, hangisi sanal? Ya da hangisi küçük, hangisi büyük? Tam üç gündür kafamýn içinde dönüp duran habere bir daha bakýyorum: "Çocuklarýn bakýmýndan sorumlu olan bayan polis, resmi kimlik belgelerine dayanarak onlara gerçek adlarýyla seslendi. Fakat, çocuklar hiç tepki vermediler. Daha sonra, gerçek adlarýnýn Büþra ve Kübra olduðunu söylediler. Bunun üzerine ifadelerine baþvurulan teröristler, örgüt içindeki yapýlanma gereði, çocuklara da birer kod isim verildiðini itiraf etti." Gene dýþarý bakýyorum: Taneler hem irileþmiþler tekrar, 'kuþbaþý' olmuþlar, hem de gene havaya yükseliyorlar. O kadar ki, bir teki bile yere düþmüyor. Büyülenmiþ halde 'göðe yaðan' kara bakarken bile dört ve sekiz yaþlarýndaki iki isimli, kara çarþaflý iki küçük kýzý düþünmekten kendimi alamýyorum bir türlü. "Bayan polis" onlara "gerçek adlarýyla seslen"dikten sonra ne diyecekti acaba? Ekmek mi verecekti? "Çiþiniz geldiyse söyleyin," mi diyecekti? Bir korku filmine mi götürecekti yoksa, þöyle bir güzel korksunlar diye? 123 HER ÖÐRENCÝ 1 LÝRA VERECEK! 2 Þubat 2000, Yeni Binyýl Bugün 2 Þubat, 2000. Sayýlarý 100'ü ancak geçen bazý insanlar için önemli bir gün: Robert Kolej'in 1964 mezunlarý bundan tam 36 yýl önce '2222' formülüne göre buluþmak üzere kavilleþmiþlerdi: Ýkibinin ikinci ayýnýn ikinci günü saat ikide. Yanýlmýyorsam, o zamanki müdür Bull atmýþtý bu fikri ortaya. O zamanlar 'millennium' modasý yoktu. Gene de, böyle yuvarlak bir rakam herkese çok cazip gelmiþti. Tarih yapmak gibi birþey. Herkesi bilmem ama benim gibi birkaç kiþi için oldukça fantastik bir fikirdi. 36 yýl! Onca zaman sonrasýný bir tekimizin bile düþünmediðinden eminim o tarihte. Kim öle, kim kala. Ama þimdi, hakikat âný gelip çattý iþte: Ölenler öldü, kalanlar da vaadlerini tutmak üzere bir araya geldi. Dünyanýn dörtbir yanýndan geldiler. Ýki kuþaklýk eþek þakalarý, geyik muhabbetleri ve belki biraz da hüzün var paylaþýlacak Ben de, bu 'müktesebat'a geçen yýl yazdýðým bir yazýdan parçalarla katkýda bulunayým bari. Açýk Radyo'daki odamda, masanýn arkasýndaki duvarda bir fotoðraf asýlý: Sýnýflardan biri, toplantý salonu olarak kullanýlmakta. Orta 1 falan olmalý. Hepsi üniformalý (kravat-ceket-taralý saçlar) öðrenciler, bir kararý oylamaktalar anlaþýlan. Çünkü, sað eller havaya kalkmýþ. Kürsüde býyýklarý yeni terlemiþ bir genç, bir baþkan sâkinliði ile ile oturmuþ, kalkan elleri vakur gözlerle seyretmede. Onun hemen yanýnda bir baþka öðrenci de ayakta, kalem tutan eliyle oy sayýmý yapýyor. Hemen arkalarýnda karatahta var. Üstünde, matbaa harfleriyle son derece düzgün bir yazý, tebeþirle: "Her öðrenci radyo için 1.00 TL verecektir." Robert Kolej'in tozlu arþivinde çýkma bu siyah-beyaz fotoðraf (Günaydýn Leyla!) her þeyi anlatýyor aslýnda: "Zihnin tiyatrosu" diye adlandýrýlan radyo olgusunun önemi çoktan kavranmýþ; öðrenciler kulüplerini çoktan kurmuþlar; 'radyo'larýný kurup iþletmek için de para topluyorlar. Paralar toplanacak. Lâmý cimi yok, Çünkü emir ortada: Her öðrenci bir lirasýný verecektir! Hayal gücü, yaratýcýlýk, sorumlulukla karýþýk bir disiplin ve kolektif davranýþ içinde katýlým. Daha ne söylenebilir ki? Abartýlý bir övgüye geçmek niyetinde deðilim. Ama, þu Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 124 da var: 1950'lerin sonlarýyla 1960'larýn ortalarýna kadar olan dönemde Robert Kolej'de okumuþ olanlarýn, Boðaz havasýyla karýþýk böyle birþeyleri de solumuþ olduklarý yadsýnamaz. Kimbilir hangi art amaçlarla bir misyon tarafýndan kurulmuþ olan okulda belki de baþtaki amaçlarý aþan bir atmosfer vardý. "Sivil yurttaþ olma bilinci"nin ipuçlarýný yakalamanýn mümkün olduðu bu buðulu atmosferi yaratan binbir etken üzerinde durulabilir. Kendi payýma, sadece somut olarak gözlemleme þansýna sahip olduðum bir tanesini ön plana almak istiyorum: 60'larýn baþýnda, ABD'de tutuculuðun, sýradanlýðýn, günlük hayatýn sýkýcýlýðýnýn insaný çatlatacak ölçüde elle tutulur hale geldiði bu dönemde (ayrýmcýlýklarý, Vietnam'ý da unutmayalým) bireysel baþkaldýrý yolunu seçen bazý seçkin ve eðitimli insanlar bu bunaltýcý ülkeden düpedüz 'kaçma' yolunu tutmuþlardý. Bir kýsmý, kendilerini Türkiye gibi 'egzotik' bir ülkede buluverdiler. Karþýlarýnda bulduklarýysa, bu ülkenin naif, ama herþeye açýk insanlarýydý. Birinci kategoride, Amerikalý öðretmenlerimiz yer alýyordu: Ömürlerinin belki de ilk yurtdýþý deneyimine girmiþ, üniversitede daha yeni öðrendiklerinin yaný sýra, heyecan ve düþüncelerini de baþkalarýyla paylaþmayý bir hayat tarzý olarak önlerinde bulmuþ birtakým 'güzel Amerikalýlar'. Ýkinci kategoride bizler vardýk: Teknoloji devriminden tam nasibini alamamýþ (TV de yoktu!), dolayýsýyla bu Amerikalýlara biraz da Merih'ten gelenler gözüyle bakan, ama herþeyi içlerine sindirmeye hazýr saf çocuklar Bence, hiç de fena bir kimya deðildi: Ýnsanlýðýn vicdanýný henüz tamamen yitirmemiþ olduðu bu garip dönemde biraz da tesadüfî bir konjonktürde gerçekleþen buluþmadan hoþ sentezler çýktý. 68'in mini minnacýk tohumlarýna bile rastlamanýn þimdi, bu kadar zaman sonra bakýldýðýnda, pekâlâ mümkün olduðu görülüyor. O bir sürü dil bilen, Latinceyle de, Shakespeare'le de, Don Kiþot'la da, Homeros'la da, Joyce'la da, Salinger'la da, Gargantua'yla da, ama ayný zamanda Türk þair ve edebiyat insanýyla da ilgilenip bunlarý bizimle paylaþan; sinema, tiyatro, bol içki, az biraz hedonizm, sosyalizm ve biraz daha fazlaca bireycilikle karýþan bu bileþimin fitilini ateþleyen genç amerikalýlar'ýn, 60'lar sonuna doðru çekip 'anayurt'larýna döndüklerinde ortaya önemli eserler döktüklerini sonradan öðrendik. Onlarla bu havayý paylaþan 'jön Türkler' de (bunlara bazý Türk öðretmenler dahil) epey iyi iþler yaptýlar. Belki Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 125 bazýlarý Halit Ziya'nýn ve Oðuz Atay'ýn kýrýk hayatlarýna denk düþen sýradan trajedilerin kahramaný oldu, ama sonuncu olgu bile hiç de yabana atýlmaz diye düþünüyorum doðrusu. Þenlikli bir dönemdi vesselâm! Robert Kolej'in o yýllarýnda her öðrenci bir lirasýný verdi iþte: Ama radyo için, ama 'sportmen biraderler kulübü' (Günaydýn Mehmet!) için Konuþtuðumuz, o bir liralarýn birikmiþ halidir. 126 EVET, MUTLULUÐUN RESMÝNÝ ÇÝZEBÝLECEÐÝZ! 7 Þubat 2000, Yeni Binyýl Çok taze bir araþtýrma: Yeni binyýlýn ilk ayýnda ABD'de iþsizlik oraný son 30 yýlýn en düþük seviyesine inmiþ! Araþtýrmacýlar bir kez daha þaþýrmýþlar; bu kadar iþ alaný yaratýlmasýný beklemiyorlarmýþ çünkü. Hatta, ABD'nin "iþçileri bitmesin" diye ekonomik geliþme hýzýný yavaþlatma önlemleri üzerinde düþünülüyor! Binyýlýn ikinci ayýnda da ABD'nin tarihteki en uzun ekonomik büyüme rekorunu kýrmasý bekleniyor. Aslýnda bu da bilim adamlarýný çok þaþýrtýyor. O kadar ki, deðerli bir ekonomi profesörü olan bir arkadaþým, bu 'trend'in biraz daha devam etmesi halinde, temel ders kitaplarýný cart diye yýrtýp atmak zorunda kalabileceðini söylüyor - hem de sýnýfta, öðrencilerinin gözü önünde! Bilim adamlarýnýn þaþkýnlýðý bu kadarla kalsa, gene iyi. Eþi menendi görülmemiþ bu zenginlik artýþý Amerikalýlarýn mutluluðunu arttýrmýyor, hatta azaltýyormuþ, iyi mi? Araþtýrmacýlar, ellerindeki yeni verilerle gidip insanlara düpedüz soruyorlarmýþ, "mutlu musunuz?" diye, onlar da ayný dobralýkla cevap veriyorlarmýþ: "Hayýr, eskiden daha mutluyduk!" 30 yýl öncesine göre daha mutsuz olanlar, yalnýz Amerikalýlar da deðil, üstelik. Avrupalýlar da, bütün geliþmiþ ülkeler de böyle. (Financial Times, 5-6 Þubat) Ýyice güncel bir örnek vermek gerekirse, þu anda dünyanýn en zengin ülkelerinden biri, Avusturya. Ekonomisi istim üstünde, iþsizlik oraný gayet düþük. Hatta Viyana, yeni bir araþtýrmaya göre, dünyada hayat kalitesinin en yüksek olduðu 200 kent arasýnda birinci gelmiþ! (NYT) Ama, ne yaparsýnýz ki, mutsuzlar. Mutsuzluktan ne yaptýklarýný bilmedikleri için de, bir yeni-faþist'e oy verip, onu iktidara taþýdýlar ve -- Lippizaner atlarý, Viyana çocuk korosu, Mozart'ýn kendisi ve çikolatasý ile maruf -- bu "Neþeli Günler" ülkesini Avrupa Birliði içinde bir parya ülke haline getirdiler. Görüldüðü gibi, mutluluk para ile satýn alýnamýyor. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 127 Aslýna bakarsanýz, zenginler yoksullardan daha mutlu ve insanlar zenginleþtikçe daha da mutlu oluyorlar -- burasý tamam da, bir de görecelik kuramý var tabii: Ýnsanlar daima baþka insanlara bakýyorlar. Çevrenizdeki herkesin de bir Porsche arabasý varsa, kendinizinkini sürmek pek o kadar da mutluluk vermiyor size. O zaman da mutluluk yerine yeni bir kavram devreye giriyor: Tatmin. Princeton Üniversitesi'nden Profesör Daniel Kahneman, bunu þöyle açýklýyor: "Ýnsanlarý daha mutlu edebilirsiniz ama onlarý asla daha fazla tatmin edemezsiniz." Aylýk geliri 1 ABD dolarý olan milyarlarca insan var dünyada. Meselâ, Afganistan'dakiler. Yani, 550.000 TL. Yani, günde 23.000 TL. Onlarýn gelirlerini diyelim on katýna çýkardýnýz: Elbette, Taliban'ýn mutluluðu da artacaktýr; ama tatmin olacaklar mýdýr; orasý pek þüpheli. (Son yüzyýlýn en 'baba' parçasý olarak Stones'un 'Satisfaction' parçasýnýn seçilmiþ olmasý her þeyi anlatýyor aslýnda. Yoksa, eleþtirmenler Beatles'ýn 'Happiness is A Warm Gun'ýný seçerlerdi, deðil mi ya?) Aslýnda her þey, mutluluktan ne anladýðýnýza baðlý. Bu muammaya da bilim adamlarýndan bir cevap geliyormuþ yakýnda: En geç iki yýl içinde, mutluluðu beyinsel elektrik akýmý halinde ölçüp bildirecek bir âlet piyasaya verilecekmiþ. Hem de portatif. O zaman, en azýndan geliþmiþ ülkelerde, sokakta yürürken mutluluktan uçuyor musunuz, yoksa kederden geberiyor musunuz, bunu ölçebileceksiniz. Bu olaðanüstü haberi aldýn ya benden ey kari, mutluluk içinde yüzdüðünü görür gibiyim. Þimdiden. 128 ORDA KÝMSE YOK MU? 13 Þubat 2000, Yeni Binyýl "Sana ilginç bir haberim var," dedim karýma. "Sözümü sonuna kadar kesmeden dinleyeceðine söz verirsen, anlatýrým." Hiçbir þeye söz veremeyeceðini söyledi her zamanki garanticiliðiyle. "Ama kötü haber bu," dedim. "Bütün inanç sistemini bir anda yerlebir edebilir." "Farketmez," dedi sinsi ve kararlý bir tavýrla. "Söz veremem." Ben de anlatmaya baþladým: "Biliyor musun, orda kimse yokmuþ!" "Nerde?" diye sormasý için herþeyimi verebilirdim - yani hemen hemen herþeyimi -- ama sormadý hain; bunca yýllýk beraberliðin sonucunda beni neredeyse benden iyi tanýyordu. "Yaþlanýyorum yaþlanýyorum " diye düþündüm. "Pantalonumun paçalarýný kývýracaðým " Ama, 68 ruhunun asla kaybolmayan azmiyle direndim, kötümser düþünceleri aklýmdan kovaladým ve beden diliyle devam ettim: "Bak, orda!" diye gösterdim dimdik iþaret parmaðýmý semalarda bir noktaya dikerek: "Kâinatýn içinde bizden baþka hiçbir canlý yaþamýyormuþ. Yani, bizim gibi kompleks ve zeki canlýlar." Kahvaltý masasýndaydýk - Pazar kahvaltýsý. "Kim demiþ?!" diye tam bu noktada sormasýný bekliyordum karýmýn, kuþkucu ve yarý alaycý bir edâyla. Tuzaðýma düþmedi, bu soruyu sormadý, ve ben de çoktan hazýrladýðým cevabý hemen patlatýverdim: "Amerika'nýn en saygýn bilimadamlarýndan ikisi, geçen ay çýkardýklarý kitapta söylemiþler bunu." Sonra da eteðimdeki bütün taþlarý birbiri ardýna döktüm artýk: Biri paleontolog, öteki de astronom olan bu adamlarýn modern bilimin kanýtlarýyla ortaya koyduklarýna göre, yeryüzünün bileþimi ve istikrarý onu evrende biricik yapýyor. Dünyamýz dýþýnda hemen her yerde ya radyasyon düzeyleri fazlasýyla yüksek, ya doðru kimyasal elementler yetersiz, elveriþli gezegenlerin sayýsý yok denecek kadar az ve tabiî, en önemlisi de, katil göktaþlarý o kadar yoðunmuþ ki, ileri medeniyetleri daha doðmadan yok ediyormuþ bunlar. "Ýnsanlýðýn bu muhteþem Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 129 medeniyetinin en büyük güvencesi de kimmiþ, biliyor musun?" diye sordum karýma. "Jüpiter! Güneþ sisteminin en büyük gezegeni! Kahraman Jüpiter alçak göktaþlarýný ya 'emiyor' ya da tenis topu gibi fýrlatýveriyormuþ karanlýk uzayýn derinliklerine Ýþin ilginci, uzayda, ya da en azýndan Samanyolu gibi yakýn çevrede baþka bir 'iyi Jüpiter'e de raslanmýyormuþ maalesef." Sonra da ekledim: "Yani, Jüpiter olmasaymýþ, medeniyetimiz þimdikinden 10.000 kat daha büyük tehlike altýnda olacakmýþ, düþünebiliyor musun?" Karýmýn bunu düþünüp düþünemeyeceðini düþünmeme bile gerek yoktu. Mükemmel bir zamanlamayla, muzaffer bir þekilde gülümseyerek, nihaî darbeyi vurdum: "Yani, sevgilim, o sizin dünya-dýþý yaratýklar efsaneniz bitti. Þunu kabul edin artýk lütfen: Kâinatta bizlerden baþka zeki ve ileri varlýk yok!" Kahvaltý masasýnýn etrafýnda bir sessizlik oldu. Kýsa ve kesin. Bunun iyice tadýný çýkarmak için biraz bekledim, ardýndan da son çiviyi çaktým artýk: "Sevgilim," dedim tok bir ses tonuyla. "Bu durumda biz insanlara da büyük görev düþüyor tabiî. -- Az buz deðil: Dünyada her hayvan ya da bitki türü ortadan kalktýðýnda, insanoðlu olarak sorumluluðumuz daha da artýyor. Yeryüzünü daha iyi yönetmeliyiz. Dahasý, entelektüel ve ahlâki sorumluluðumuz bizi daha ötesine de zorluyor. Madem ki bu kadar enderiz, medeniyetimizi uzak yýldýzlara taþýmak da bizim baþlýca ödevimiz! Hem, biliyor musun ki--" Karým beklenmedik birþey yaptý ve sözümü kesti: "Aman yarabbi," dedi. "Bu kadar yalnýz mýyýz sahiden?" Çayýmý bitiremedim. Not: Geçen Cuma yayýmlanan yazýmýn baþlýðýnda bir dizgi hatasý vardý. 'Bilgi toplumu', yerini 'bilge toplumu'na býrakmýþtý. Belki böylesi daha doðrudur. Kâinatýn biricik yaratýðý da, olsa olsa bilge toplumu kurar. Gene de, amacýmý aþan bir bilgelik tezahürü olduðundan, düzelteyim dedim. ÖM 130 AMERÝKA'DA YENÝ BÝR 'CEZA SÖMÜRGESÝ' 18 Þubat 2000, Yeni Binyýl 2000 yýlý, özellikle A.B.D. bakýmýndan 'rekorlar yýlý' oluyor: Belki de dünyanýn gelmiþ geçmiþ en güçlü devleti için normal sayýlacak bir durum. Daha yeni millennium'umuzun ikinci ayýnda 107 aylýk kesintisiz ekonomik geliþme ve büyüme saðlayarak hepimize parmak ýsýrttý bu dev. Geçen Salý, yepyeni bir rekor haberi de yine oradan geldi: ABD'de cezaevi nüfusu 2 milyona yükselmiþ! Dünyada en çok insaný 'demir parmaklýklar' ardýnda tutan ülkeden bahsediyoruz. Üþenmeyip biraz almanak karýþtýrýrsanýz, bu nüfusun Birleþmiþ Milletler üyesi olan 185 ülkeden en az 60'ýný geride býraktýðýný rahatlýkla görebilirsiniz. Kadýn erkek 2 milyonluk bir suçlular topluluðu! Ceza sömürgesi gibi birþey. Bu sihirli rakama ulaþtýðýmýz 15 Þubat'ý 'Dünya Ceza Günü' ilân etmemiz lâzým aslýnda. Ama, iþ orada da bitmiyor: Bu açýdan bakýldýðýnda, son 10 yýlý da 'Ceza Onyýlý' ilân edebiliriz. Zira, 1990'larýn baþýnda ABD kodes nüfusu 1 milyona ulaþmýþ, ve bu, o zaman bile tarihte görülmemiþ bir rakam olarak herkesi þaþýrtmýþken, son on yýl içinde iki katýna çýkarak, daha önceki 90 yýlýn toplam mahkûm sayýsýný aþmýþ! Ekonomik büyüme hýzýný da fersah fersah geride býrakan baþdöndürücü bir geliþme doðrusu. Hýz analizlerini bir yana býrakýp, bir de 'renk ayrýmý' yaparsak, cezaevi nüfus daðýlýmýnda çarpýcý bir tayf ile karþýlaþýyoruz: ABD'de siyahlarýn hapse atýlma þansý, beyazlarýn neredeyse 7 katý. Ülkenin uyuþturucu suçlarýndan dolayý cezaevini boylamýþ olan vatandaþlarýnýn dörtte üçü siyahî. Siyahlar, tüm ABD nüfusunun yüzde 13 kadarýný oluþturmalarýna raðmen, toplam tutuklu nüfusun yarýsýný oluþturmaktalar. Tutuklulara zaten herkes 'Öteki' diye bakýyor. Apayrý ve sapmýþ bir kast yani. Öyle bir orantýsýzlýk ki bu, ABD'deki siyahlar, mevcut cezaevi sistemini çaðdaþ bir köle plantasyonu olarak görüyorlarmýþ. Tabii, yalnýz siyahlar deðil. "Kasým Koalisyonu", Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 131 "Uyuþturucu Siyasasýnda Saðduyu" gibi sivil toplum kuruluþlarý da bunu 'yýkýcý' ve 'riyakâr' bir siyasetin ürünü olarak mahkûm ediyor. Literatüre de yeni bir terim girdi son zamanlarda: "Cezaevi-Sanayi kompleksi" deniyor. Çözmeye çalýþtýðý toplumsal hastalýklardan beter bir yapý oluþturduðu söyleniyor. Aralarýnda federal yargýçlarýn, projesörlerin, William Buckley, Jr. gibi yayýncýlarýn, George Soros'un ve hatta New Mexico'nun Cumhuriyetçi valisi Gary Johnson'ýn da bulunduðu birçok saygýn kiþi de bu yapýyý ciddi biçimde eleþtiriyor. Louisiana'da bir gardiyan da, herkesi toplayýp içeri týkmak yerine alternatif politikalar denenmesini istiyor, ama umutsuz da: Bu dev hapishanecilik sektörünün buna izin vereceðini hiç sanmadýðýný söylüyor gardiyan. Bu endüstrinin çýkarý, kendini sürekli yeniden yaratmakta yatýyormuþ çünkü. Ben de suç oranýný nasýl azaltýp duruyor bu ABD diye düþünüp duruyordum; þimdi anlamýþ bulunuyorum. Epeydir düþündüðüm ikinci bir soru da, "ABD'de ýrk ayrýmý var mý?" Buna henüz kesin bir cevap bulamadým maalesef. 132 YÜKSEKLÝK KORKUSU 8 Mart 2000, Yeni Binyýl AKUT Arama Kurtarma Derneði, bütün basýn ve yayýn organlarýna 3 Mart tarihli bir bildiri gönderdi. Metinde, 29 Þubat tarihinde AKUT kurucu üyesi Ýskender Iðdýr'ýn Aðrý daðýnda hayatýný kaybetmesine yol açan talihsiz kaza hakkýnda medyada getirilen yorumlarýn "gerçek dýþý sonuçlar" meydana getirdiði, halka "eksik ve yanlýþ haber verildiði" belirtilerek bundan yakýnýlmaktaydý. "Ýçinde bulunulan durumun hassasiyeti gözönüne alýnarak, deðerlendirmelerin ve yorumlarýn tarafsýz ve gerçeklere dayandýrýlarak yapýlmasýnýn, ileride tedavi edilemeyecek yaralarýn açýlmasýný engelleyeceði" temennisiyle bitiyordu AKUT bildirisi. Kaza geçiren daðcýlýk ekibinin baþý ve ayný zamanda AKUT Yönetim Kurulu Baþkaný olarak bu bildiri metninin de sorumluluðunu taþýdýðýný düþündüðümüz Nasuh Mahruki, 5 Mart tarihli Hürriyet Pazar'da, her zaman kullandýðý o þýk vinyetli "logo"sunun yanýnda yer alan 2/3 sayfalýk yazýsýnda, olayý tüm teknik ve duygusal boyutlarýyla hikâye etmekteydi. Hem ekibin baþý, hem de tecrübeli ve ünlü bir daðcý olarak, Mahruki'nin kendi yazýsýndan baþka bir metne ihtiyacýmýz yok elbette bu olay hakkýnda deðerlendirme ve yorum yapabilmek için. Everest dahil, dünyanýn en tehlikeli zirvelerine týrmanmýþ olan ve "Kar Leoparý" nâmýyla tanýnan Mahruki, Aðrý týrmanýþýndaki ruh halini þu cümleciklerle anlatýyor: "Doðrusu ya, daðcýlýk hayatýmda beni ciddi þekilde tedirgin eden çok fazla yer olmamýþtýr, bu yan geçiþten gerçekten korktum." [ ] beni tedirgin eden buzul yan geçiþinin baþýna geldim [ ] devamýndan bir türlü emin olamadýðým için [ ] saðlýklý bir yan geçiþ bulamadým [ ] artan tedirginliðimle [ ] bu planým da tutmadý [ ] baþarýsýz iniþ denemelerim sýrasýnda Yani, "Kar Leoparý"nýn, bütün tecrübe ve cesaretine raðmen, hem týrmanýþ hem de iniþ sýrasýnda adamakýllý tedirgin, kaygýlý ve korkulu olduðu kendi kaleminden açýkça ortaya çýkýyor. Olabilir tabii, o da insan. Bu ruh hali içinde Mahruki, "artýk burayý iple denemenin þart olduðuna karar Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 133 veriyor". Ve hazýrlanýyor: "Hattýmýz sadece çok hafif bir denge unsuru için kullanýldý." Ýþte yazýda anlayamadýðým üç cümleden biri bu. Neden "sadece çok hafif bir denge unsuru için"? Ve, yazýyý okuduðum Pazar sabahýndan bu yana beynimde dönüp dolaþan diðer cümleler: "Gerçek bir buz emniyeti ancak buz vidasý veya buz çubuðuyla alýnýr. Ancak burada böyle saðlam bir emniyet sistemi deðil, sadece dengemizi koruyacaðýmýz basit bir sistem kurduk"! Peki neden? Bunca tecrübeli bir daðcý, ekibinin de baþý olarak, neden gerçek ve saðlam emniyet tedbirini almýyor? Daha önce týrmandýðý (üstelik, pek adý anýlmayan bir baþka daðcýyý da yitirdiði) daðda kendisini korkutan bir buzlu yan geçidin varlýðýný gayet iyi bildiði halde, neden önceden kurmuyor gerçek ve saðlam emniyet sistemini? Beynimde burgaçlanan bu sorularýn cevabýný bilmiyorum. Mahruki'nin yazýsýna bakýyorum ama cevabý öðrenemiyorum. Çünkü orada yazmýyor. Tek açýklama getirmiyor yazý. O zaman ben de yazýyý býrakýyorum ve görüntülere bakýyorum, aklýmda kaldýðý kadarýyla. Önce o logo: Karlý zirve siluetlerinin önünde kar gözlükleriyle sonsuz ufuklara bakan hafif sakallý daðcý Sonra, birinci sayfadan bir fotoðraf: Pýrýltýlý ve hýzlý motosikletinin üzerinde, selesinin arkasýnda sevgilisiyle, eþofmanlý ve hafif sakallý sporcu Sonra, bir dekorasyon dergisinde evinin fotoðraflarý: Kütüphaneleri, kitaplarý, duvara asýlý resimleri, dünyanýn dörtbir yanýndan toplanmýþ objeleri ve köpeði Ya o uðursuz kaza olmasaydý? Sað sâlim inseydi herkes? Hayalimde hemen bir manþet çatýyorum: "Aðrý'yý Buz Vidasý Bile Olmadan Fethettiler " Kar Leoparý buzlu yan geçitten korkuyor. Benimse baþka korkularým var: Bir kahraman yaratmaya çalýþýrken, sakýn ola gerçek kahramaný kaybetmiþ olmayalým o yüzlerce metrelik düþüþle birlikte, diye korkuyorum. Depremin hemen ardýndan yeni doðmuþ bir tay gibi paytak adýmlar atan acemi sivilliðimizin ilk simgesi, gözbebeðimiz AKUT'u da kaybedersek, diye korkuyorum. Güzel gözlü küçük Zeynep'e örnek olarak göstereceðimiz deðerler kalmýyor mu yoksa, diye korkuyorum. "Ýleride tedavi edilemeyecek yaralar" ya þimdiden açýldýysa, diye korkuyorum. Hiç daða çýkmamýþ biri olsam da, her gün önüme çýkan buzlu yan geçitlerden korkuyorum. Korkuyorum ve üþüyorum. 134 GÝZLÝ ÇIKARLAR 16 Mart 2000, Yeni Binyýl "Bayanlar baylar Þu doktorun elinde görmüþ olduðunuz cihaz," diyor Doktor Martin Leon. "Paragon yayý. Çok iyi bir yaydýr..." Boðaziçi vapurlarýndaki seyyar satýcýlarýn, o kýsacýk yolculuk süresince çantalarýndan elçabukluðu marifet þeklinde çýkardýklarý ayna-tarak ve binbir çeþit baþka nesneyi yolculara pazarlamaya çalýþmalarýný andýran bu manzara, ABD'de yaþanýyor. 1997'de Washington Convention Center'da yapýlan bir týbbî gösteri bu. Ülkenin önde gelen kardiyologlarýndan meþhur doktor Leon, kapalý devre televizyon kameralarý önünde dizilmiþ binlerce kalp uzmanýna, "canlý yayýn"da bir ameliyatta hastanýn koroner arterine yerleþtirilen minik bir cihazýn özelliklerini belirtiyor. "Stent" adý verilen bu küçük yaylý kafesin ele ne kadar yumuþak geldiðini, ne kadar esnek olduðunu, piyasada en çok satýlan baþka bir "stent"e ne kadar benzediðini anlatýyor. O anlatýrken, ekranýn altýnda kayan bir þeritte de cihazýn ve onu imal eden firmanýn adý geçiyor. Deneysel cihaz üzerinde araþtýrma yapan Doktor Leon, binlerce meslekdaþýna objektif bir bilim adamýnýn görüþlerini aktarmakta. Yalnýz, küçük bir nokta var burada: Doktor, objektif bir bilim adamýndan baþka her þey sayýlabilir o anda. Meslekdaþlarýna söylemeyi ihmal ettiði küçük bir ayrýntý var: Týkanan arterleri açýk tutan cihazý yapan firmanýn ortaðý olduðu! Herþey yolunda giderse, yani "yay"lar da dahil, 100 kiþiyle birlikte ortaðý olduðu o þirketin hisse senetlerinin piyasa deðeri 75 milyon dolar edecek! New York Times'ýn geçen yýl sonunda yürüttüðü kapsamlý bir araþtýrma, Dr. Leon gibi sayýsýz doktorun varlýðýný ortaya koyuyor: Muazzam boyutlarda bir piyasada kardiyologlar arasýnda sýký bir rekabet, yatýrým ve promosyon kavgasý var. Doktorlar araþtýrýyor, icat ediyor, icatlarýnýn reklam ve promosyonunu yapýyor, yatýrýma giriyor Büyük servetler kazanmak Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 135 için de, yaptýklarý araþtýrmalarýn sýrf olumlu yönlerini ortaya koyuyorlar. "Çýkar çatýþmasý" adý verilen ve kimi doktorlarca müthiþ eleþtirilen bu uygulama öyle bir hal almýþ ki, ünlü Cleveland kliniðinden uzman doktor Nissen "Kaybolduk, feci þekilde yolumuzu kaybettik," diyor. "Para peþinde koþarken bilim yolda bir yerde kayboldu." (Kurt Eichenwald ile Gina Kolata'nýn NYT'de yayýmladýklarý 30 Kasým 1999 Tarihli "özel rapor"dan.) "Gizli çýkarlar" meselesi, sadece kalp rahatsýzlýklarý alanýnda ortaya çýkmýyor tabii: Biyoteknolojide, gen tedavisinde, "klonlama" çalýþmalarýnda, sigaranýn zararlarý konusundaki araþtýrmalarda, akla gelebilecek tüm "kârlý" araþtýrma alanlarýnda parasal çýkar çatýþmalarý mevcut. Bilimsel sürecin her aþamasýnda bu çeliþmeye raslandýðý saygýn gazetelerde yer alýyor. Ýstenen araþtýrma sonuçlarýnýn ön plana çýkarýldýðý, baþarýsýzlýklarýn göz ardý edildiði, ortaklýklarýn ve malî iliþkilerin hemen her zaman herkesten gizlendiði ilginç bir "kapalý devre" ortamý var. Bilgi çaðý diye adlandýrýlan günümüz "açýk toplum"larýnýn, bir bakýma en karanlýk "kapalý toplum" yönlerinin ortaya çýktýðý ilginç bir paradokslar çaðýnda yaþýyoruz. Toplumun bilimle olan iliþkisinde biraz "kritik" bir aþamaya gelindiði, hatta bir "güven bunalýmý" yaþandýðý da iþte bunun için söyleniyor bu sýralarda. "Çeliþmeler insanýn aklýný baþýndan alacak düzeyde!" demiþ bir ünlü profesör. "Eðer topluma yön veren 'kanaat önderleri'ne, o sözümona uzmanlara ve en kötüsü, yapýlan bilimsel araþtýrmalara güvenemezseniz meslek ne hale gelir, hastalar ne hale gelir?" Gizli çýkarlar meselesi çok önemli. Hayat, hayatî önem taþýr. Bunun içindir ki, insanlar özellikle hastalandýklarýnda, ama onun dýþýndaki zamanlarda da hekimlere büyük güven beslemek ihtiyacýndadýrlar. Hayat gerçektir ve gerçek de hayatî önem taþýr. Bunun içindir ki, insanlar her zaman medyanýn gerçekleri ortaya çýkarmasýna büyük güven beslemek ihtiyacýndadýrlar. Medyanýn yalnýzca gerçek peþinde koþabilmesinin vazgeçilmez önkoþulu da, týpký hekimler gibi, hiçbir "çýkar çatýþmasý"na girmemesidir. Para peþinde koþarken gerçek haberler yolda bir yerde kaybolabilir. Haberlere güvenemezseniz meslek ne hale gelir; okurlar ne hale gelir? Medya konusuna elbette döneceðiz, ama þimdi hem Týp Bayramý'ný, hem de Kurban Bayramý'ný kutlama zamaný. 136 KAVANOZ DÝPLÝ DÜNYA 23 Mart 2000, Yeni Binyýl Önümde bir fotoðraf: Herhalde 4 yaþýnda, sarý saçlarý ense hizasýndan düz kesilmiþ bir kýz çocuðu, çýrýlçýplak. tombalak ve minik bedenini beyaz örtülü bir masaya oturtmuþlar; oda bütün çocuklarýn sýk sýk yaptýðý gibi, bir elinin boðum boðum parmaklarý ile öbür elinin parmaklarýný yakalamýþ, çaresizlik içinde aðlýyor. Günümüzde bürolarda çalýþan hanýmlarýn bilgisayar ekranlarýný, ekran boþ kaldýðýnda süslemek için sýk sýk kullandýklarý o güzel bebek fotoðraflarýný andýrýyor ilk bakýþta - bu bebek aðlýyor olsa bile. Ama fotoðrafa eþlik eden haberi okuyunca, durumun tamamen farklý olduðunu anlýyorsunuz. Fotoðrafý çeken, Avurturyalý bir doktor: Ülkesinin bir numaralý adli týp uzmaný, ruhbilimci, sinir-operatörü, pek meþhur doktor Heinrich Gross. Fotoðrafýn çekildiði yer: Avusturya'nýn en büyük ruhbilim hastanesi. Fotoðraftaki küçükkýzýn adý, Anne - Marie Haupl. Kendisi, Avusturya'nýn kendi rýzasýyla Nazi Almanyasý ile birleþmesinden hemen sonra bu doktorun müþvik ellerinde bakýma alýnmýþ. Doktor Gross da bakýma aldýðý bu kýzý, çok fazla aðlatmamýþ doðrusu. Önce sýký bir rejime sokmuþ, yani tümüyle aç býrakarak iyice zayýflatmýþ, ardýndan bir güzel zehirleyerek öldürmüþ, hemen arkasýndan da usta bir operasyonla beynini çýkarýp, üzerinde yoðun bilimsel araþtýrmalar yürütmüþ, beyinle iþi bittiðinde de bu organý saydam silindir bir kavanozun içine - tabii, Suyundan da koyarak yerleþtirmiþ ve hastane deposunun raflarýna kaldýrtmýþ. Hepsi de prusyalý bilim adamlarýnýn eriþilmez disipliniyle etiketlenip numaralanan diðer kavanozlarýn yanýna. Viyana'nýn varoþlarýndaki bu meþhur hastanenin deposunda, anne-Marie'nin yaný sýra ayný yöntemle çýkarýlan 771 minik beyin daha duruyor kavanozlarda. 772 çocuðun katli aslýnda Hitler'in ''mükemmel bir dünya'' yaratma vizyonunun bir parçasýný oluþturuyor. Nazilerin ''euthanasia'' siyaseti, saðlýklý ve saf topluma ulaþmak için, zihnen ve bedenen sakat Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 137 olanlarýn ayýklanmasýna yönelik. Ýleride serseri, eþcinsel, geri zekâlý, saðlýksýz filân olmasý ihtimali bulunan bütün çocuklar böylelikle erkenden alýnan tedbirle, sorun çýkartmadan bu gezegenden atýlýyor. Üstelik bir taþla iki kuþ: Hem toplumun saflaþtýrýlmasý hem de bilimsel ilerleme ayný anda saðlanýyor. Bakýn, siyasetle bilim elele verdiðinde ne mucizeler yaratýlabiliyor. Savaþ sonunda Naziler yenildiðinde, mucize yarým kalmýþ. Kliniðin þefini savaþ suçlusu olarak asmýþlar. Ama, bizim doktor Gross baþka bir mucize gerçekleþtirmiþ: Önce cinayetten suçlanmýþsa da, bir iki ay hapiste yatýp çýkmýþ. Savaþ'tan sonra da en iyi bildiði alanda - insan beyni alanýnda - parlak bir kariyer yapmýþ. Büyük paralar kazanmýþ, mahkemelerde adli týp otoritesi olarak bilirkiþilik yapmýþ, televizyonlara çýkmýþ, insanlarý saðaltarak Hippocretes'in gözlerini yaþartacak hizmetlerde bulunmuþ. Arada kimse onun geçmiþini sual etmemiþ mi? Etmiþ: 1950'lerde bir yargýlanacak olmuþ; ama ''bir takým hukukî zorluklar''dan dolayý dâvâlarý düþmüþ. Sonra, 1980'lerde yeniden hatýrlamýþlar hazik doktorumuzu. Ne var ki, bu sefer de 30 yýllýk zaman aþýmýndan dolayý düþmüþ dâvâlar. Zaten kendisi de her seferinde þiddetle inkâr etmiþ suçlamalarý. ''Ben hiç öyle kötü þeyler yapacak adama benziyor muyum Allahaþkýna?'' diyormuþ. Derken, yüzyýl biterken, doðu Alman gizli polis arþivlerinden ne çýkmýþ beðenirsiniz: Doktor Gross'un en az dokuz çocuðu böylece öldürüp beyinlerini araþtýrdýðýnýn kanýtlarý. Arþiv unutmaz derler.Meðerse yalan söylemiþmiþ bu çok saygýn doktor. Böylece, Nazileri öve öve bitiremeyen Jörg Haider'in ortaðý olduðu koalisyonla yönetilen Avusturya'nýn tarihinde 25 yýldýr ilk kez bir savaþ suçlarý dâvâsý açýldý geçenlerde. Ama, ilk celsede yarým saat geçmiþ geçmemiþti ki, yeni bir mucize yaþandý: Mahkemenin tayin ettiði bir baþka meslekteþý, bizim doktorun ileri derecede ''dementia''sý bulunduðunu söyleyince (bunama gibi bir þey olmalý bu; Pinochet'yi muayene eden doktorlar da benzeri bir tanýmda bulunmuþlardý) yargýç da dâvâyý belirsiz bir tarihe erteledi ve olay da kapandý. Fotoðraftaki küçük kýz, dünyanýn bu halini þeffaf kavanozunun merceðinden seyrediyor ve artýk aðlamýyor. 138 BAYRAK DÝREÐÝ 3 Nisan 2000, Yeni Binyýl Bakýn, sadece son iki günlük gazetelere þöyle bir kuþbakýþý göz atmakla neler öðrendik. Bir kere ülkemizin bize hep anlatýldýðý kadar büyük ve güçlü bir ülke olmadýðýný öðrendik. Hatta, þuna düpedüz yoksul da diyeceðiz ya, dilimiz varmýyor; dünkü Yeni Binyýl'ýn manþetinde yazýldýðý gibi, "küme düþtük" demekle yetiniyoruz. Ayrýca, ülkemizin bize hep anlatýldýðý gibi "kimsenin açlýktan ölmediði" bir ülke olmadýðýný da öðrendik; çünkü dünkü Cumhuriyet, Türk-Ýþ'in son araþtýrmasýna dayanarak, gelir daðýlýmýndaki adaletsizliðin 36 milyon insaný açlýk sýnýrýna getirdiðini yazýyordu. Özellikle ülkemizin Güneydoðu ve Doðu kesimlerinin bu yoksulluktan ve açlýktan çokça pay aldýðýný da öðrendik. Bu arada, tanesi 200 bin dolara (118 milyar Türk Lirasý) satýlan Fred marka altýn kaplama gözlüklerden Türkiye'de 11 tane satýldýðýný da ekstradan öðrendik. Bu nadide gözlüðü alanlar, Güneydoðulu birkaç müþteri, bunun dýþýnda da birkaç "ünlü isim" imiþ. (Hürriyet, 1 Nisan tarihli nüshasýnda bu haberi 1. sayfadan verirken, 1 Nisan þakasý yapmýyordu sanýrým.) Bu iki gün içinde öðrendiklerimizin haddi hesabý yok açýkçasý. Ama, öðrendiðimiz bir yeni "anekdot" var ki, tek baþýna ondan çýkarýlacak dersler dahi insaný "allâme-i cihan" yapmaya yeter. Þu anda Cumhurbaþkanlýðý'nýn son günlerini yaþayan Süleyman Demirel'in "25 yýllýk siyaset arkadaþý" Hüsamettin Cindoruk, gazeteci Nilgün Cerrahoðlu'na Demirel'in "ince hesapçýlýðý"na örnek olarak, epey zaman önce yaþanmýþ bir olayý anlatmýþ: Askerî darbe sonrasý Zincirbozan'a götürülerek tutuklanmýþ olan çeþitli siyasetçiler arasýnda Demirel ve onun yakýn arkadaþlarý da vardýr. Cindoruk þöyle anlatýyor: "Zincirbozan'da tutukluyken, Demirel ve rahmetli Sait Bilgiç, bahçede oturuyorduk. Zelzele oldu. Baktýk; askerler 2. kattan aþaðý atlýyor. Bayaðý þiddetli. Sait kelime-i þehadet getir, dedi. Getirdim. Saðýmýza Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 139 baktýk, Demirel yok. Bahçenin ortasýnda gördük sonra onu. Sait Bey: Niye oraya gittin?" dedi. Demirel'den cevap: "Bayrak direði üzerimize yýkýlabilirdi..." (Milliyet, 2 Nisan). Bu anekdot, Demirel'in "hesap ustalýðý"ný anlatýyor olabilir; ama yalnýzca bunu mu anlatýyor acaba? Þimdi, Ecevit'in baþka bir baðlamda söylediði gibi, "iki adým sonrasý"ný düþünelim: Þiddetli bir deprem oluyor. Demirel, bahçedeki bayrak direðinin, birlikte oturduðu arkadaþlarýyla kendisinin üzerine düþebileceðini o saniyede hesaplýyor. Sonra ne yapýyor peki? Siyasetin çilesini ve cezaevinin ekmeði ile suyunu paylaþtýðý canciðer kader arkadaþlarýna tek kelime söylemeden, tek baþýna kendisi için güvenli bir yere gidiyor... Þimdi Sait Bilgiç'in, Hüsamettin Cindoruk'un ve Nilgün Cerrahoðlu'nun sormadýklarý soruyu soralým: Acaba Demirel bayrak direðinin sadece kendi üzerine mi düþeceðini hesaplamýþtý? "Yok, bu kadar da ince olasýlýk hesabý yapýlamaz" diyorsanýz, yani tehlike öteki insanlar için de var idiyse -- ki, burada birinci çoðul þahýs kipini ("üzerimize") kullanan Demirel'in bu ikinci varsayýmý düþündüðünü rahatlýkla söyleyebilirsiniz -- o zaman da þu soruya cevap vermelisiniz: Demirel, niçin her zamanki lider davranýþý içinde onlarý da uyarýp bahçenin o emin bölgesine götürmemiþti? Nisan, aylarýn en zalimi olduðu kadar, en öðreticisi de. 140 GÜZEL LAETÝTÝA HAÝN MÝ? 6 Nisan 2000, Yeni Binyýl Hiç bekler miydiniz: Koskoca Fransa'da istikrar elden gitsin, 21 yaþýnda yeni yetme bir kýz çocuðu, Versailles sarayýnýn bahçelerindeki Napolyon döneminden kalma ulu çýnarlarýn onbinlercesini kökünden söküp atan son kasýrgadan beter bir fýrtýna yaratsýn ülkede? Olacak þey deðil -- ama oldu: Neredeyse 200 yýl arayla küçücük Korsika adasýndan çýkýp koca dünyayý fetheden iki yüce Fransýz'dan ikincisi (birincisi, Ýmparator I. Napolyon), fotomodeller imparatoriçesi güzeller güzeli Laeticia Casta ülkesini birbirine kattý, saðcýlarla solcularý bir kez daha birbirine küreselcileri düþürdü, birbirine romantik hasým vatanseverlerle kamplara ayýrdý, pragmatik Cumhuriyet'in merkezinden en ücra yerel yönetimlere kadar uzanan þok dalgalarý yarattý. Fransa'nýn birdenbire içine düþtüðü bu dehþetengiz kaos ve istikrarsýzlýk girdabýnýn tek sebebi, Laetitia Casta'nýn yüksek vergilerden kaçmak için memleketini terkedip Londra'yý mesken tuttuðu yolundaki þayia. Bir Rodin heykeli kadar kusursuz güzellikteki bedenini Victoria's Secret (Viktorya'nýn Sýrrý) adlý bir Amerikan iç çamaþýrý þirketine, hafif bir taþra bayaðýlýðý barýndýrmakla birlikte, gençliðinin olanca taravetini yansýtmaktan geri kalmayan yüzünü de ünlü kozmetik devlerinden l'Oréal'e kiralayarak yýlda 3 - 4 milyon dolar kazanan süpermodelin, Ýngiltere'ye yerleþerek % 30-40 daha az vergi ödemek istemesi normal þartlarda kimseyi rahatsýz etmezdi aslýnda. Ama, normal þartlarda! Oysa, ilk adýný büyük Napolyon'u doðuran kadýndan alan güzel Laetitia, geçen Ekim'den bu yana, büyük Fransa Cumhuriyeti'nin tüm erdemlerinin simgesi olan çýplak memeli Marianne büstlerine modellik etmek üzere seçilmiþ olunca, iþin tüm rengi deðiþir! O Marianne ki, adýnýn yarýsýný ödünç aldýðý Meryem'in bâkireliðinden tutun, Fransýz Ýhtilali'nin özgürlük, eþitlik, kardeþlik Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 141 ilkelerine varýncaya kadar tüm güzellikleri, doðruluklarý akla getirir ve bu erdemler arasýnda para hýrsý asla yoktur. Yakýnda ülkenin dörtbir yanýnda Hükûmet binalarýný, belediye saraylarýný þenlendirecek olan binyýlýn yeni Marianne'ý, yüz hatlarýný Laetitia'dan alýyor. (Eski Marianne'lar için Catherine Deneuve ve Brigitte Bardot örnek alýnmýþtý.) Dolayýsýyla, "vatana ihanet" bile sayýlabilir bu davranýþ: Mon Dieu, Cumhuriyetin amblemi, üç kuruþ para uðruna Ýngiltere'ye kaçýyor! Saðcýlar, bunu "sosyalizmin iflasýnýn muhteþem bir simgesi" olarak yorumlarken, solcular "Cumhuriyet'e karþý ayýp bir el iþareti" sayýyorlar. Onu bu role seçen belediyeler birliði þaþkýnlýklar içinde; "hiç yakýþtýramadýk," demiþ belediye baþkanlarý. Ýçiþleri bakanýysa, apar topar televizyona çýkýp küçücük kýzýn ödünü koparacak bir konuþma yapmýþ: "Bayan Casta, hele bir gitsin Londra'ya, görür gününü," demiþ. "Emlâk fiyatlarýnýn yüksekliði, hastanelerin ve metronun kalitesindeki düþüklüðü onu piþman edecek." Paris sokaklarý ise -- her zaman olduðu gibi -- ikiye bölünmüþ durumda: "Kýzcaðýz haklý, geleceðini düþünmek zorunda" diyenlerle "Býrak Allasen, þýmarýk piç kurusu!" diye kýzanlar eþit sayýda. Her daim aðýr baþlý ve ciddi Le Monde gazetesinde, biraz kafasý karýþmýþ bir yazar soruyor: "Aklý baþýnda bir Fransýz, saðlýk sistemi, trenleri, metrosu bu kadar kötü bir ülke olan Ýngiltere'ye neden taþýnmak istesin ki -- para kaygýsý dýþýnda?" (Týpký Ýçiþleri Bakaný gibi, bu yazar da, Bayan Casta'nýn hastalanýnca SSK hastanelerine gittiðini, alýþveriþe çýkmak için de metroya filan bindiðini sanýyor anlaþýlan. Marianne, bir erdem olarak safdilliði de simgeliyor muydu acaba?) Bütün bu hengâmede soðukkanlýlýðýný koruyan tek kiþi var Fransa'da: Laetitia'nýn babasý Dominique. O, "bütün bu hikâye külliyen yalan," diyerek savunmuþ kýzýný. "Benim yavrum Fransýzdýr, Fransýz olmaktan gurur duyar, Fransýz kalacaktýr." Ýnsan, Marianne dahil bütün güzel Fransýz kýzlarýný seven büyük þarkýcý Serge Gainsbourg'un vakitsiz ölümüne yanýyor. O sað olsaydý, Laetitia ile özel bir görüþme yapýp ânýnda hallederdi bu millî sorunu. 142 CÝNAYETÝ GÖRDÜK 9 Nisan 2000, Yeni Binyýl Uzun süredir televizyonda cinayet seyretmemiþtik, iyi oldu. Bir saat içinde düzinelerce insanýn katledildiði dehþet dizilerini deðil, sahici cinayetleri kastediyorum. "Canlý yayýn"daki ölümleri. Ýstanbul'un ve hatta Türkiye'nin kalbinin attýðý yerden yapýldý yayýn. Büyük otellerin, kültür merkezlerinin, eðlence yerlerinin bulunduðu, günün ve gecenin her saatinde yerli yabancý binlerce insanýn cývýl cývýl dolaþtýðý Taksim meydanýndan yayýnlanan bir belgeseldi seyrettiðimiz: Jön Türkler, 37 yaþýndaki fiber optik mühendisi Christopher Loftus'u, üç kardeþinin gözü önünde kalbine uzun bir býçak saplayarak, 40 yaþýndaki "pub" iþletmecisi ve biri 7, öteki 3 yaþýnda iki küçük çocuk sahibi Kevin Speight'i de gene pala benzeri bir kesici âletle karnýný boydan boya yararak katlettiler. Fýþkýran kanlarý, yerde biriken kan göllerini, açýlan korkunç yaralarý, acýlarý, kan içindeki aðýzlardan fýþkýran canhýraþ haykýrýþlarý, ölüm ânýný geciktirmek üzere can havliyle giriþilen "hayat öpücüðü" verme yolundaki beyhude çabalarý, bunu yapmaya çalýþanlarý uzun ve kalýn sopalarla vurarak engelleme, yani ölümü çabuklaþtýrma yolundaki baþarýlý çabalarý, "dokunmayýn, ölüyor!" diye baðýranlarýn hýrpalanmasýný, ölmekte olan insanýn bir araca koli gibi atýlmasýný, hepsini seyrettik. Prime-time'da yayýnlanan programda, Türk gençlerinin þevkle, þehvetle iþlediði bu cinayetleri, milyonlarca Türk televizyon seyircisi, çok sayýda polis ve Türk'ün kahramanlýðýný simgeleyen Taksim anýtý, hep birlikte seyrettik. Belgesel o kadar reyting yaptý ki, ertesi gün ve ondan sonraki gün de yeni bölümleri yapýldý. Necip Türk milletinin büyük beðenisiyle karþýlanan bu yayýnlarda Galatasaray taraftarlarýnýn, öldürülen Ýngilizler'in arkadaþ ve akrabalarý "katiller" diye baðýrdýðýnda onlara bir aðýzdan cenaze marþý söylemesi gibi parlak eðlence törenleri yaptýðýný gördük, takýmlarý için tezahürat yapan Ýngilizleri görünce: "Bak bak, Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 143 daha hâlâ baðýrýyorlar!" diye haykýran ey Türk gençliðini gördük, galibiyetten sonra da yine o meydana, kanlarýn deterjanla yýkanýp, cinayet artýklarýnýn süprülüp pirüpak edildiði Taksim'de çýlgýnca eðlenen taraftarlarýn arasýna karýþtýk ve çok sevindik. Bütün reyting rekorlarýný kýran dizinin üçüncü bölümünde, Türk basýnýnýn yýldýzý Star gazetesi, biz Türkler'in, iki tabutun yaný sýra diðer Ýngilizleri de vatan topraðýný öptürüp onlara cenaze namazý kýldýrdýktan sonra, suratlarýna tükürerek gönderdiðimizi haykýrýrken, Ýstanbul polisinin þefi de, polisin koruyamadýðý için öldürülen taraftarlarý "aðýr tahrik"le suçladý ve "çok ciddi tedbirlerin alýndýðýný, maçýn "Türkiye'ye yakýþýr güzellikte geçtiðini" kaydeden müdür, Ýngiliz takým ve taraftarlarýnýn "maçtan sonra sað olarak Ýstanbul'dan ayrýldýklarýný" söyledi. (Yeni Binyýl, 8 Nisan 2000). Cinayeti gördük, diziyi ailecek seyrettik, ölenleri tabutla, kalanlarý tükürükle ve fakat sað olarak ülkelerine yolladýk, çok eðlendik. O kadar çok gülüp eðlendik ki, gözlerimizden yaþ geldi. 144 ÝNSANIN NEÞE DOLMASI 23 Nisan 2000, Yeni Binyýl Salonun açýk penceresinden içeri bahar yayýlýyor. Özellikle yasemin. Duru beyaz dört ya da beþ petal yapraðý ile bu inanýlmaz sadelikteki kýsacýk ömürlü çiçeðin böylesi bir koku salmasý þaþýrtýcý geliyor. Hem bu kadar baygýn, hem de bu kadar lâtif, nasýl olabiliyor? "Olaðanüstü" diye düþünecekken tam, duruyorum. Yeryüzünün en olaðan þeyini olaðanüstü diye tanýmlamanýn saçmalýðý birden kafama dank ediyor. Üstüste içildiði için artýk hiçbir anlam ve tad vermeyen sigaranýn her yerime sinmiþ zifir kokusunu bir anda silip atýveren yaseminin ardýndan, baharýn bir baþka uzantýsý: Bülbül. Onu oturduðum yerden göremiyorum. Ama, ne renk ne de biçim açýsýndan "kayda deðer" bir özellik taþýyan bu kuþun olanca basit notalardan örülü þarkýsý, delip geçiyor iþte: Yaný baþýmda, yazý yazdýðým bilgisayarýn çýkardýðý o tekdüze, elektrik yüklü výnlamayý aþýyor... Yýllar yýlý çalýþtýðým radyonun kulaklýklarýnda hiç durmaksýzýn çýnlayan ses ve müzik kýrýntýlarýnýn uðultusuyla yýpranmýþ yaþlýca kulaklarýmýn duyarsýzlaþmýþ kývrýmlarýný, kanallarýný, tüylerini boydan boya katediyor ve içime iþliyor. Derken, trampet sesleri geliyor rap rap... Ve borazanlar, zart zart: Çocuklar! Bülbül ve yasemin duyulmaz oluyor. Çocuklar, disiplinli bir þekilde yürütülüyor olmalýlar. Yarýn bayramlarý ve o törene hazýr olmalýlar. Onun için prova yapýyorlar. Oturduðum yerden göremiyorum onlarý. Ama, "iç göz"ümle onlarý birçok þey yaparken görebilirim: Stadyumlarda uygun adým yürütüldüklerinde terlerlerken... Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 145 Okullarda doktor raporu almadýkça katýlmak zorunda olduklarý törenlerde akordu bozuk korolar halinde "Tin tin tinimini haným"ý ya da "Süpürgesi Yoncadan Eminem"i söylerlerken... Sembolik olarak oturtulduklarý Cumhurbaþkanlýðý ve Baþbakanlýk koltuklarýnda, cýlký çýkmýþ, iðrenç yapaylýktaki medya sorularýna ("Söyle bakalým, Cumhurbaþkanlýðý ya da Baþbakanlýk nasýl bir duygu?" veya "Sen memleketimizi nasýl yöneteceksin bakalým büyüyünce?") cevap verirmiþ gibi yaparlarken... Kardeþlerinin ve annelerinin gözü önünde öz babalarýnýn sürekli tecavüzüne uðrarlarken... Satýldýklarý muhabbet tellâllarýnýn emriyle kýz erkek günde bilmemkaç kere çürük diþ, yarý hazmolmuþ kýyma ve alkol kokulu aðýzlarýndan salyalar akan sakallý "olgun" erkeklerin altýna yatarlarken ... Okula gitmek yerine resmen ordular halinde evlerine hapsedilip, televizyonlarýnda Deliyürek, Marziye dizilerini ve Televole programlarýný seyrederlerken... Ýleri teknoloji sayesinde hafifleyip küçücük omuzlarýnda taþýyabilecekleri hale gelmiþ tam otomatik taarruz silâhlarýyla koca insanlarý biçerlerken... Ayaklarýndan zincirle baðlanmýþ halde harikulade halýlar dokurken, FÝFA onaylý futbol toplarý dikerken, en þýk "marka" spor ayakkabýlarýný yapýþtýrýrken... Ayakkabý yapýþtýrmakta da kullanýlan yapýþtýrýcýlarý uyarýcý ya da uyuþturucu niyetine biteviye koklarken... 65 milyonu ayaða kaldýran tarihî futbol zaferinin ardýndan sokaklardaki eðlence cinnetini biraz da þaþkýn gözlerle seyrederlerken... Trampet ve borazan sesleri usulca uzaklaþýp bitiyor. Salonun açýk penceresinden içeri bahar yayýlýyor: Yasemin ve bülbül. 146 5 MUM YAKTIK, SEYRÝNE BAKTIK! 10 Temmuz 2000, Yeni Binyýl Yarýn bir yýldönümü var: Yakýn tarihe Srebrenica katliamý olarak geçen müthiþ bir olayýn 5. yýldönümü. Tam beþ yýl önce, BosnaHersek'in doðusundaki Srebrenica kasabasý, benzerine az rastlanan bir vahþete sahne olmuþtu. Bosnalý Sýrp askerlerin giriþtiði bir dizi hile, pusu ve "yargýsýz infaz" sonucunda yaklaþýk 7000 Boþnak erkeði çocuk, delikanlý ve dede - yeryüzünden "kaybedilmiþ"ti. Boþnaklar, bu olaydan iki yýl kadar önce aðýr silâhlarýný BM Barýþ Gücü'ne teslim etmiþler, karþýlýðýnda da Srebrenica'nýn bir uluslararasý "güvenlik cebi" olarak ilân edilmesini saðlamýþlardý. (Ya da, saðladýklarýný sanýyorlardý.) Yani, BM, insanlýk camiasý adýna bu sivilleri sað-salim tutacaðýna dair hepimize söz vermiþ oluyordu. Ama, 95 Temmuz'undaki o meþ'um günde Sýrp kasaplarý saldýrýya geçtiklerinde, mavi bereli ve mavi gözlü Hollanda barýþ gücü askerleri ve onlarýn yine mavili BM komutanlarý, Boþnak erkekleri korumak için parmaðýný bile kýpýrdatmadý. Hatta, parmak meselesi bir yana, bazý hediye-behiye olaylarý karþýlýðýnda, kendi onurlarýna insanlýk adýna teslim edilmiþ bulunan bu insanlarý "sattýklarý"na dair epey güçlü iddia ve kanýtlar da var. (BM, "özür dileme millennium'unda bir özür de buradaki "ihmali" için diledi de oradan biliyoruz bunlarý.) Þimdi burada bir dur bakalým, ey kari. Yoksa, bütün bunlar olmamýþ mýydý? Srebrenica'nýn düþmesinden sonra Uluslar arasý Kýzýlhaç'a bildirilen 7,000 "kayýp" erkek listesinin ancak küçük bir kýsmýný kayýtlara geçirebiliyoruz. Son beþ yýlda toplu mezarlardan sadece 1,866 ceset çýkarýlabildi. Geri kalan en az 2000 cesedin çýkarýlýp listelenebilmesi için daha çok zamana ve paraya ihtiyaç var. Ýnsanlýðýn elinde de en az bulunan iki malzeme bunlar maalesef. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 147 Mezarlar açýlmazsa, gerçeðin hiçbir zaman öðrenilemeyeceði ve tarihi bir fýrsatýn da böylelikle kaçabileceði söyleniyor. Çünkü, Sýrp milliyetçileri ile Kosova bombardýmanýna karþý çýkan bazý Avrupalý ve Amerikalý solcular, bu gibi olaylarýn çok abartýldýðýný söylüyorlar. (Hani, Ýkinci Dünya Savaþý'nda Naziler'in Yahudi katliamýný yapmadýklarýný söyleyen "tarihçiler" gibi.) Batýlý Diplomatlar ve Amerikan askeri yetkilileri de, þimdi buralarda mezarlarý karýþtýrmanýn, yeni gerginliklere yol açýp Avrupalý ve Amerikalý "barýþ koruyucusu" delikanlýlarýn bir ikisinin ölmesine yol açabileceði endiþesiyle kývranýyor. Sýrp milliyetçileri zaten böyle bir olay hiç olmadý diyorlar. Bosna'daki bürokrasi ve yerel yöneticilerde çürümüþlük yüzünden mezarlar da cesetler de ortada kalmýþ durumda. Uluslararasý toplum iþin karýþtýrýlmamasýndan yana. Ulusal politikada iktidar mücadeleleri yüzünden hareket edilemiyor. Buraya bir anýt dikilmesini ise Boþnaklar istiyor, Sýrplar istemiyor, BM'ciler de hem istiyor, hem de "þimdi, beþinci yýl, bunun sýrasý deðil" diyor. Bu hengâmede 2,000 beyaz plastik çuval içine konmuþ 1,866 ceset de Tuzla'daki bir morgda beklemede. Beklemede olmayansa: Bu ceset ve kemiklerle beslenen fareler. Bütün insanlýk, koruyacaðýna ant içtiði hemcinslerinin cesetlerini farelerden korumaktan âciz görünüyor. Peki, beþinci yýlda, Srebrenica'nýn tarihi nasýl yazýlacak? Cevabý Orwell'e býrakalým ey kari: " 'Geçmiþi kontrol eden, geleceði kontrol eder; þimdiyi kontrol eden de geçmiþi kontrol eder,' diye tekrarladý Winston, boyun eðerek." (1984) Üstünde kremayla 'Srebrenica' yazan pastanýn üzerine eðiliyorum ve 5 mumun hepsini birden bir kerede "püff!" diye söndürüyorum. Alkýþlar. 148 "TÜM YAÞAM DEÐERLÝDÝR" BÝÇÝMLERÝ AYNI DERECEDE 1 Eylül 2000, Yeni Binyýl Almanya'dan bir düðün haberi: Ýktidardaki Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Sekreteri'nin kýzý, 4 yýlý aþkýn bir süredir birlikte yaþadýðý kýz arkadaþý ile evlenmeye karar verdiklerini açýklamýþ. 31 yaþýnda olan Mirjam Müntefering, arkadaþý Astrid ile resmî nikâh yolunu tercih etmesinin nedenini de, bu iliþkiyi hukuki açýdan güvence altýna almak olarak açýklamýþ. (Yeni Binyýl, 31 Aðustos Fi tarihinde bir araþtýrma amacýyla yolum bir yýllýðýna Ýsveç'e düþtüðünde, doldurmam gereken ilk resmî form'da "medeni durum" hanesinin karþýsýnda "evli" ve "bekâr/dul" hanelerinin yanýnda bir de "birlikte yaþýyor" þýkkýnýn yer aldýðýný gördüðümde hafif bir þaþkýnlýk geçirmiþtim. Birlikte yaþamanýn bir medenî hal olarak devlet karþýsýnda bir hukuki statü ifade etmesi, askeri bir darbenin olanca aðýrlýðýyla hüküm sürdüðü bir ülkenin vatandaþý olarak kolay kolay aklýmýn alabileceði bir durum deðildi. Doðrusu, birlikte yaþayan iki sevgilinin devlet karþýsýnda hangi haklarýnýn güvence altýna alýndýðý sorusundan çok daha farklý hukuki meselelerle meþguldü kafam. Hayatýný "serbest yazar" olarak kazanan genç hanýmýn Almanya'da sevgilisiyle birlikte yaþamasýnýn kendisine -- Ýsveç'teki gibi -- bir hukuki statü kazandýrdýðýndan pek þüphem yok, ama herhalde "evli" statüsü, baþta miras hukuku olmak üzere bu çifte birçok ek haktan yararlanma olanaðý saðlayacaktýr. Yoksa bu lezbiyen çift neden birçok aþk iliþkisini yýpratabilen evlilik statüsüne geçmek istesin ki? Mirjam Müntefering, büyük aþkýný tanýmadan çok önce, kendini tanýmýþ anlaþýlan: 20 yaþýna geldiðinde babasýna bu yönelimini açýklamýþ: "Ben bir lezbiyenim baba," demiþ. O tarihlerde çok önemli Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 149 bir siyasi mücadelenin içinde olan babasý Franz Müntefering de a) Kýzýna kýzmamýþ; b) onu mirasýndan reddetmemiþ; c) bu gerçekliði reddetmemiþ; d) bu durumu partisinden, toplumundan gizlemesi için kýzýna bir baský yapmamýþ. Kýzýný kýzý olarak, eskisi gibi sevmeye devam etmiþ yani. Ýþin ilginç tarafý, lezbiyen olan ve sonradan âþýk olduðu kýzla memnun mesut yýllarca birlikte oturan bir kýzýn babasý, rakip politikacýlarýn ve onlara hizmet eden medyanýn "avý" olmamýþ, kendi partisindeki amansýz rakiplerinin kolay lokmasý haline gelmemiþ ve sonuçta o partinin en yüksek mevkilerinden birine getirildiði gibi, toplum da onu, partisiyle birlikte iktidara taþýmýþ. Ýktidar Partisinin Genel Sekreteri olan bu adam, hayat felsefesini kýzýna daha o ilk itirafta, o "hakikat ânýnda" açýklamýþ zaten. "Benim için," demiþ Franz Müntefering, "tüm yaþam formlarý ayný deðerdedir." Baba-kýz Müntefering'lere, Astrid'e, Sosyal Demokratlara bir merhaba. Ayrýca, Kohl'e ve Hýristiyan Demokratlara da Merhaba Avrupa. 150 "EN KIYMETLÝ HAZÝNEMÝZ, ROBOTLARIMIZ" 3 Eylül 2000, Yeni Binyýl Yeni millennium'a girdiðimizde her þeyin bambaþka olacaðýný söyleyenler haklý çýkýyorlar galiba. Baksanýza, ortalýk birbirinden müthiþ robot haberlerinden geçilmiyor. Baþta, her türlü geliþmenin baþýný çeken ABD geliyor tabii: Brandeis Üniversitesi'nden iki bilgisayarcý, Darwin'in evrim kuramýný harfiyyen izleyerek "yapay hayat" konusunda muazzam bir adým atmýþlar. Bir bilgisayar, 600 "kuþak"lýk bir "evrim" sonucu, sürekli mutasyonlara uðrayan ve nihayet çevre koþullarýna en iyi uyum saðlayan birtakým "yaratýklar" yaratmýþ. Bu "automaton"larýn tasarlanýp "hayata" geçirilmeleri sürecinde insan katkýsý neredeyse sýfýr. Ýnsanýn tek yaptýðý, imal edilecek "evren" hakkýnda, bilgisayara bilgi vermek. (Yeni Binyýl, Washington Post, 1 Eylül) "Tetra", "ok", "yýlan", "yengeç" diye adlandýrýlan 20 cm. boyundaki bu yeni "türler"in tek marifeti, düz bir satýh üzerinde týrtýl ya da solucan gibi kývrýla kývrýla ilerlemek. Ama, þimdilik! Bunlarý hemen bambaþka iþler yapmasý beklenen baþkalarý izleyecek ve önümüzdeki 5-10 yýl içinde dünya ekonomisinde yepyeni bir sektör, yepyeni kâr alanlarý doðacak. Geliþme yolundaki ülkelerden de önemli bir geliþim haberi var: Taylandlý mucitler, Hollywood filmlerinde gördüðümüz türden bir "Robokoruma" yapmýþlar. Küçük bir video kamerasý ile silahlý bir kolun birleþtirilmesinden oluþan bu âlet, internet üzerinden kontrol edilip dünyanýn herhangi bir noktasýndan hedefi vurabileceði gibi, kendi "iradesi" ile de vurup öldürebilecek þekilde "yaratýlmýþ". (BBC, 31 Aðustos). Þimdilik sadece hava tüfeði ile donatýlan ve sabit bir zemine oturtulmuþ bir kol bu. Ama, yakýn gelecekte, ayaklarý da olup hedefi kovalayacaðý gibi, eline de bir makineli tüfek tutuþturulmasý iþten bile deðil. Dünyanýn en büyük sektörlerinden biri olan silah ve güvenlik endüstrisi için yepyeni ufuklar açýlmakta. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 151 Evrimleþen solucan robotlarla, attýðýný vuran "robokoruma"larý izleyen bir yeni buluþ da Kanada'dan: Chris McKinstry adlý araþtýrmacýnýn yürüttüðü Gac projesi, bir bilgisayara insan olmanýn ne demek olduðunu öðretmeyi amaçlýyor: Ýnternet üzerinden insanlara basit bazý sorular sorup "akl-ý selim" ya da saðduyu konusunda ortak bir bilgiye varmak, sonra da bunu bilgisayara öðretmek. Araþtýrmacý McKinstry, "sizin bilgisayar donanýmýnýzýn ve elektriðinizin deðil, insanlýðýnýzýn peþinde koþuyorum," diyor. (BBC, 1 Eylül) "Ýnsanlýk bilgisi"ne, insan düþünce modeline sahip ve böylelikle insan kadar insan olacak olan bilgisayarýn artýk bundan sonra neler yapabileceðini, dünya ekonomisine neler katabileceðini varýn siz düþünün. Hazýr düþünmeye baþlamýþken, bir de Robot ilminin babalarýndan büyük yazar Asimov'un bu konuya iliþkin üç altýn kanununu da hatýrlayýverin, derim: Robotlar: 1)Ýnsanlara zarar vermemeli; 2)Ýnsan emirlerine uymalý; 3)Ýlk iki yasayla ters düþmediði sürece, kendilerini korumalýdýrlar... Yeni millennium'da en kýymetli hazinemiz robotlarýmýz olacak galiba. 152 YAYIN KESÝLÝNCE 11 Eylül 2000, Yeni Binyýl "Televizyon yayýný kesilince kocamý daha yakýndan tanýma fýrsatý buldum. Yaþlanmýþ." (Yeni Binyýl, 7 Eylül) Moskova sâkinlerinden bayan Larissa Lubimiroca'nýn sözleri bunlar. Pekâlâ Arthur C. Clarke'ýn usta kaleminden çýkmýþ izlenimini veriyorlarsa da, herhangi bir kurgudan alýnmamýþ, gerçekten söylenmiþler. Rusya Federasyonu'nda denizin 100 küsur metre derinliklerindeki meydana gelen ölümcül denizaltý kazasýnýn hemen ardýndan bu sefer de 500 küsur metre göklere yükselen Ostankino TV ve radyo kulesinde çýkan ölümcül yangýn felâketinin "yan-sonuç"larýndan biri de, Moskova ve çevresindeki bütün yayýnlarýn kesilmesi oldu: Ýnsanlar, Moskova'nýn güzelim yaz sonu akþamlarýnda her zamanki gibi evlerinin salonlarýnda en sevdikleri koltuða oturup en sevdikleri diziyi seyretmek üzere ekranýn baþýna geçtiklerinde, birdenbire hiçbir þeyin her zamanki gibi olmadýðýný fark ettiler. Ýþte yeni "hakikat âný: Moskova sâkinleri, en sevdikleri dizi yerine tüyler ürpertici bir elektronik týslama eþliðinde sürekli uçuþan elektronik "kar" taneciklerini seyretmek zorundaydýlar artýk ve bu durum belki de aylarca sürecekti... ABD'de ileri teknoloji, Türkiye gibi ülkelerde ise genel örgütsüzlük nedeniyle baþa aslâ gelmeyecek bir tuhaf "kaza" bu. Oysa, bir zamanlarýn merkeziyetçilik ve otoriterlik anýtý Rusya, serbest rekabet piyasasýna ve küreselleþme anaforunun içine bodoslama girmeye kalkýnca, böyle ilginç olaylar olabiliyor iþte. Günümüz Rusyasý'nýn kazalarýný kendi hayatlarýmýza tutulan bir ayna olarak kullanabiliriz: Aþaðýda, parçalanmýþ Kursk denizaltýsýnýn içindeki gencecik denizciler, olaðanüstü eðitimleri sayesinde yaþam fonksiyonlarýný asgariye indirerek hareketsiz yattýklarý yerde kendi nefeslerinden çýkan Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 153 zehirli gazlarla yavaþ yavaþ boðulurlarken, yukarýda onlarýn ölümüne yol açan ihmali haykýran annelerin herkesin içinde sâkinleþtirici enjeksiyonlarla uyutulmasý ve yayýn kesildiði için bütün bunlarý ekranlarýnda seyredemeyen, favori koltuklarýna çivilenmiþ orta yaþlý kent sâkinleri... Onlar, sonsuzluða kadar kesiþmeyecek paralel hayatlarýný, baþlarýnýn hafif bir hareketiyle belki de ömürlerinde ilk kez "kazayla" çakýþtýrýyorlar, kocalarýný-karýlarýný-sevgililerini-çocuklarýný "tanýmaya" baþlýyorlar ve bir bakýyorlar ki ne görsünler: Yaþlanmamýþlar mý? 154 KARAGÖZ'ÜN NEW YORK SAFASI NEW YORK NEW YORK - I 13 Eylül 2000, Yeni Binyýl "Brian Wilson, Pet Sounds albümünün tümünü senfoni orkestrasý eþliðinde çalýp söylüyor. 10 Eylül New York konserine bir fazla biletim var. Bana eþlik eder misin? Sevgiler. Sedat." Geçen Aðustos ayý sonunda aldýðým elektronik mesaj. "Fazla biletim var. Eþlik eder misin?"... Hepsi bu. Brian Wilson! The Beach Boys! "Pet Sounds"! Ýlk gençlik. Kaybolan gençlik. Kaybolmayan çocukluk. Kaybolan masumiyet... Vay canýna! "Nasýl olur," diyor karým. "Bir günlük konser için 8,000 kilometre gidilir mi?" "Asýl nasýl olmaz? Hem bu kilometre meselesi deðil ki; yýl meselesi. 39 yýl. 40 diyelim." "Peki, o zaman," dedi karým. Onu kucakladým. "Geliyorum," diye "telledim" Sedat'a, elektronik olarak tabii. *** Bilet? Yedekte beklemeye alýndým. Yazýlar? Beklemeye alýnamazdý. Beklerken bir yedek yazý yazdým, ertesi gün halam öldü, ressamdý, ondan sonraki gün bir torunum oldu, ne mesleði olacaðý belli deðildi, daha sonraki gün RTÜK'ten Açýk Radyo'nun 15 gün kapatýldýðý haberi geldi, onun durumu hiç belli deðildi, ayný gün uçakta yer açýldý, o gün gidilemezdi, cenaze, hastane, radyo toplantýsý filân vardý ve bir ek yazý, güzergâh, otel, yer bulunmasý, Sedat'ta yer yok, peki New York'un yeni sâkinlerinden Ari, onun evinde olmaz mý, telefon, olurmuþ ama küçücük tek bir odada tek bir yatak, bir de kedi "Abla", peki ama ayný yatakta nasýl olur, neden olmasýn, iki kuþak bir yatakta, zaten Brian'la bir ruh akrabalýðýmýz yok mu, peki, ama ikinci yazý sabaha Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 155 kalýr, ne yapalým sabahýn köründe kalkmaya alýþtýk artýk beþ yýldýr, ikinci yazý da hukuk yerine "guguk"lu olsun bari, TV baþýnda geçen paralel hayatlar, üff, ne ruh karartýcý, olsun ben yolda olacaðým, geride kalan karîlerin ruhu sýkýlsýn, benim ruhum þimdiden New York'a uçtu bile, saçma sapan konuþmaya devam edersen geç kalacaksýn, uçaðý kaçýracaksýn, olsun, her þeye geç kaldým zaten, þaka þaka, bitiriyorum, bazý kelimeleri siyahlaþtýrýyorum bak, gerçekten bitiriyorum, son noktayý da koyuyorum iþte, para, bilet, pasaport, sigara, sigarayý yoldan alýrýz, orada ateþ pahasýdýr, radyoyu da yolda konuþuruz, konuþtuk iþte, bir sonuç çýkmadý, unut þimdi radyoyu, kýrk yýlýn bir baþý hayatýnýn adamlarýndan birine gidiyorsun, radyoyu dönüþte düþünürüz, herþeyi dönüþte düþünürüz, gidiþte hiçbir þey düþünmeyiz, geldik iþte, gazete de alalým, ama az gazete alalým bu sefer, New York'a az haber taþýyacaðým, son sigaramý içeceðim, aman aðzýný hayra aç, ama 10 saati sigarasýz nasýl geçireceðimi gerçekten bilmiyorum, sayýlý saat çabuk geçer, bu da geçer yahu, peki dönüþ yazýlarý, onlar kolay, müzik yazacaksýn, ve rock 'n' roll, uçakta uyuma da yaz, hayatýmýn son kýrk yýlýnýn muhasebesini 10 saatlik uçak yolculuðunda mý kaleme almamý istiyorsun yani, üstelik sigarasýz, inþallah kahveleri iyidir, öpücük, "check-in", "check-out" da var mýdýr, rötar rötar rötar, viski, viski, viski, dinleyici Vahe Bey, iþ gezisine çýktýðýnýzý söylemiþtiniz son programýnýzda, ama doðru, iþ gezisi sayýlýr bu da, sizin iþinize gýpta ediyorum, e, bizim iþlerimiz böyledir iþte Vahe Bey, hadi girelim artýk uçaðýmýza, benim þimdiden "jet-lag"im geldi de, bir de Wilson çalýþacaðým ev ödevi olarak, pardon "uçak ödevi"... Dünya liderleri New York'u terk ediyor ve ben New York'a gidiyorum. 156 NEW YORK NEW YORK - II 14 Eylül 2000, Yeni Binyýl Kaybolan masumiyetinin peþinde koþan bir dede: Bu ben. The Beach Boys'un "Surfin' Safari" adlý ilk plâðýný, çýktýðý tarihte, 1961'de dinlemiþtim nasýlsa. Tam 39 yýl önce yani. Bana sadece iyi ve güzel þeyler hatýrlatan bir müzik. Bugüne kadar hiç görmediðim, ama kendimi her þarkýyla oraya ýþýnladýðým California'nýn güneþli, masum havasý þimdi, gene bugüne kadar hiç görmediðim New York'a taþýnmýþ oluyor bir günlüðüne ve ben de bir günlüðüne oraya taþýnmýþ oluyorum... Pasaport kontrolüne girmek üzere bekleyenler için yere çizilmiþ o çizginin birkaç santim gerisinde durmaya baþladýðým anda, farký farkediyorum: O çizgi baþka bir çizgi aslýnda: Pasaport ve sýnýr çizgilerinin bu dünyada en fazla muðlâklaþacaðý bir çizgi. Yalnýz Manhattan adasýnda 160'tan fazla dil konuþulduðunu bir gün sonra öðreneceðim, ama o yerdeki çizgi üzerinde beklerken de böyle bir þeyi sezmek mümkün: "Yabancý" olmanýn, farklý bir dile ve farklý bir kültüre ait olmanýn olumsuz yönüyle en az hissedilebildiði yer New York olmalý dünyada. Çoðu New York'ludan daha iyi Ýngilizce konuþabildiðini farketmenin verdiði tuhaf bir rahatlama Dolayýsýyla, zaten yüksek uyum yeteneðine sahip bir ülkenin evlâdý olarak, dördüncü dakikadan itibaren adaptasyonum tamamlanmýþ sayýlýr. Beni karþýlayan Ýstanbullu Ermeni-Yahudi-Rum karmasý - ve dolayýsýyla da gerçek bir New York'lu sayýlmasý gereken - sanatçý ve "iþadamý" genç dostum Ari ile, zaten Ýstanbul'dan iyice alýþkýn olduðumuz yapýþ yapýþ "baðýl nem" içinde sürekli terleyerek, sürekli terlemekten de garip bir keyif duyarak yürümeye baþlýyoruz. 19:00 sularýnda çýktýðýmýz bu "uzun yürüyüþ" kentin Batý yakasýndan baþlýyor, küçük bira-margarita-campari-bira-margarita duraklarýyla sabaha karþý 3:00 sularýnda Doðu yakasýnýn sefil mahallelerinde Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 157 bitiyor. Kentin sert Belediye Baþkaný Giuliani'nin tüm hapishaneleri suçlularla doldurma yolundaki radikal tedbirleri iþe yaramýþ olmalý ki, "þiddet dolu" New York efsanesinin yerinde epeydir yeller esmekte olduðu gözleniyor. (Daha yolun baþýnda, sokaðýn birine öylece parkettiðimiz arabanýn içinde býrakýlmýþ olan pasaport ve bavullarýma "hiçbir þey olmayacaðý garantisini "Stingy Lulu" adlý ilginç bardaki Türklerin tümü verince, ben de endiþelenmekten vazgeçtim, ve gecenin sonunda onlar haklý çýktý.) Tabii, gelir daðýlýmýndaki uçuruma raðmen, büyük ekonomik refahýn da bunda payý olmalý. Çin Mahallesi, "Küçük Ýtalya"daki panayýr, Polonyalýlar mahallesi, Soho, Greenwich Village, Halil Turhanlý'nýn tavsiye ettiði sefil Bowery Crack filân alýþveriþleriþlerinin hüküm sürdüðü iyice ara ve arka sokaklara girmemekle birlikte, þiddetin göz çýkarýcý bir örneðini görmeden yapýlan aðýr yürüyüþte iki þey gündelik Ýstanbullu gözlerimi yadýrgattý: Karartýlmýþ pencereler dizisi ile önünüzden geçip gitmesi neredeyse dakikalarca süren inanýlmaz uzunluktaki limuzinler ("limo"lar), siyah ve beyaz Bir de, kalçalarý "ters dönmüþ" izlenimi veren, yalpalý yürüyüþleri ile hemcinsiniz olduklarýna inanmakta güçlük çektiðiniz görülmemiþ þiþmanlýkta bedenler, her yaþ ve cinsten, siyah ve beyaz. Bilinen ölçü ve tanýmlarýn tümüyle yeniden ele alýnmasýný gerektiren bir durum sayýlabilir. "Çöplük" hazýr yiyeceklerin insan bedenini böylesine deforme edebileceðini, hayal gücünü geniþçe sayan benim gibi birinin bunlarý görmeden düþünmesi bile zor. Su içiyor ve onlar adýna da terliyoruz. 80 blok yürüdük desem, abartmýþ sayýlmam. Bu arada, günün sokak modasý olarak çocukluðumun "trotinet"lerinin geri dönmüþ olduðunu görmekse ayrý bir heyecan veriyor bana. Bisiklet gibi gidonu olan, tek ayaðýnýzý üzerine koyup öteki ayakla - ve son derece mâkûl bir sür'atle! - sürüp "tenezzüh"te bulunduðunuz bu sevimli âletler (genellikle "Razor" marka), buraya asýl geliþ sebebime de tam uygun düþüyor: Beach Boys'un beyni Wilson, genç müzisyenlerle yeniden "moda", "trotinet"ler gibi Radyo 101.1 FM'de Fats Domino ve Johnny Ace Baðýra çaðýra Ýspanyolca konuþan ve o saatte basketbol oynayan çocuklarýn arasýndan geçip "oda"ya giriyorum, "Abla"nýn döktüðü tüylerle lebalep dolu yataða kývrýlýp ânýnda uykuya geçen New York'lu bir dede oluyorum. 158 NEW YORK NEW YORK - III 15 Eylül 2000, Yeni Binyýl "Pehlivan tefrikasý"ýna devam. Bir konser için "günübirliðine" New York'a giden birinin hikâyesini kaç gün uzatabilirsiniz ki? Valla belli olmaz. Ýþte üçüncü yazý ve ikinci gün: Büyük buluþma günü. Önce, kenar mahallede "Verb" (yani fiil) kahvesi. Ýnsaný mahveden kahve kokusu. Sanatçý kýlýklý, bol dövmeli genç insanlar arasýnda kahvaltý. Bagel-somon-kremalý peynirden oluþan tipik bir Yahudi yiyeceði. Üstelik, rahat bir sandalyeye yayýlýp bedavadan New York Times'ý kýraat etme imkâný ve sigara serbest! Sonra þehrin göbeði. Turist olmaktan zerrece sýkýlmadan Empire State Binasý'na týrmanýþ: "Dünyanýn Baþkenti'nin Tapýnaðý"nýn 86. katýndan "turist-kitsch-adam"ýn bakýþý: Seyrettiðimiz binlerce Amerikan filminden tanýdýðýmýz görüntü, ama gene de nefes kesici. Bir yýl 45 gün içinde günde 4,000 iþçinin emeði ile tamamlanmýþ görkemli tapýnaðýn terk edilmesi. Baþka turizm ve eðlence tapýnaklarý: Broadway: Az önce bitmiþ muazzam bir gösteriden arta kalan rengârenk milyonlarca kâðýt parçasýnýn hafif sonbahar esintisinde dalga dalga uçuþmasý, Time Square, Kara Siyonist hareketinin platforma çýkmýþ tarih öncesi kýyafetli ve dev cüsseli temsilcilerinin ürkütücü olamayacak derecede çocuksu ve saf hareketlerle verdikleri vaaz: "Yahudiler aslýnda siyahîydiler; kanýt ister misin? Ahdi Atik'in 'Ezekiel' bölümünde bak ne diyor: ' Ve onlar siyahtý.' Demek ki, neymiþ? Siyahmýþlar!" Evsizler için politik bir platform kurup arabasýný kartonlarla örterek üstüne yazýlar yazmýþ biri: "Delikten içerisini dikizleyebilirsin, ama bir þartla: Ýçerde gördüklerini kimseye anlatmayacaksýn!" Vaazlarý dinliyorum, daðýtýlan broþürleri satýn alýyorum, gözetleme deliklerinden bakýyorum ve içerde gördüklerimi tabii ki kimseye anlatmýyorum, ey karî - sana bile, olaðanüstü teknolojik numaralarla dev binalarýn üstünde boydan boya oynatýlan dev reklam görüntülerini seyrediyorum, yürüyorum, Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 159 oðlumun tavsiye ettiði biralardan içiyorum, yürüyorum, hatýra t-shirt'ler satýn alýyorum (oðlum için olaný "F ing City New York" yazýsýný taþýyor göðsünde, kocaman), verdiðim yüz dolarý "sahte olmasýn" diye ýþýkta dakikalarca inceleyen asýk suratlý Çinli dükkân sahibinin neden sonra verdiði para üstünü ýþýða tutup incelemek aklýma geliyorsa da, bunu yapmýyorum, yürüyorum, çok uzun limuzinlere ve çok þiþman insanlara bakýyorum, abartmasýz 40 bloka yakýn yürüyorum ve Central Park'ýn giriþinde bir banka oturup kendi kendime gülümsüyorum sonunda. Grand Central istasyonunun gene filmlerden gayet iyi hatýrladýðým ferah salonunda saat "kulesi"nin önünde, tam söz verdiðim saattte Sedat'la buluþuyorum, sarýldýðýmýz sýrada, ikimizin de ortak noktasýný oluþturan Açýk Radyo'nun kapatýlmasý kararýnýn verdiði hüzün 8,000 küsur kilometrenin ötesinden gelip yüreðimi yalýyor bir an, ama hemen geçiyor, rock'n'roll'un kalýcýlýðý onun yerini alýveriyor ikimizde de. "Sen bile inanmýyordun, deðil mi gelebileceðime?" diye soruyorum ona. "Valla," diye gülümsüyor. "Ben bir olta attým ve bekledim bakalým ne olacak." Trene atlýyoruz, bir süre gidiyoruz, trenden iniyoruz, otobüse biniyoruz, bir süre daha gidiyoruz ve Long Island'ýn meþhur Jones Beach Belediye Plajlarý'na geliyoruz. Bir tuhaflýk daha: Ýlk gençliðimin gözdelerinden Florya Belediye Plajlarý'ndan en ufak farký varsa ne olayým. Pýrýl pýrýl güneþli limonata gibi bir havada, "boardwalk" diye anýlan plajüstünde yayýlýp, yine oðlumun tavsiyesine uyarak Sam Adams biralarý çekip, denizi, güzel Rus kadýnlarýný ve inanýlmaz þiþmanlýktaki insanlarý seyrederken, Sedat'la sohbete koyuluyorum, içimden "Under The Boardwalk" þarkýsýný mýrýldanarak Mutluyum, ilk gençliðimin gözdelerinden Brian Wilson'ý dinlemeye tamamiyle hazýrým. 160 NEW YORK NEW YORK (Vallahi Son!) 17 Eylül 2000, Yeni Binyýl Dede konsere gidiyor! Dede'nin konserine. Brian Wilson, 60'ýna merdiven dayamýþ biri. Eleþtirmenlerce ABD'nin gelmiþ geçmiþ en baba rock topluluðu sayýlan Beach Boys'un beyni olarak 40 yýldýr ayakta, ama þimdi olduðu gibi "Zümrüd-ü Ankâ" misâli kendi küllerinin içinden sýk sýk yeniden doðduðu da bir gerçek. California güneþi, kumsal, dalgalar, kýzlar, müzik ve danstan oluþan "Plaj Çocuklarý" imajýnýn kendisine de itirazým olmadý gerçi, ama meseleyi bundan ibaret sanmak, yanýlgýlarýn büyüðü olur. Wilson ve yeni ekibi, temel bir ritme indirgenmiþ görünen günümüz popüler müzik dünyasýnda bence eksikliði epey hissedilen melodinin ve karmaþýk armonilerin çok parlak örneklerini vermeye devam ediyor bir kere. Ayrýca, o eðlence düþkünü apolitik görünüþlü çocuklarýn rock'n'roll devrimi içinde bir devrim daha yaparak, büyük plak þirketlerinin tamamen kontrolündeki prodüksiyonu onlarýn elinden alýp yaratýcý müzisyeni birdenbire özgürleþtiren; "senfonik rock", "pschedelia" gibi akýmlarý baþlatan; klasik müzik unsurlarýyla popüler müzik arasýnda köprüler kuran; siyahî müzisyenlerle birlikte çalýþan ilk önemli grup olduðunu ve Vietnam savaþý'na katýlmayý reddederek "vicdanî ret"çiliði seçen "plaj çocuklarý"ný aralarýndan çýkarttýðýný da hatýrlamak iyi olur. "Beþinci Beatle" adý verilen efsanevî prodüktör Sir George Martin, "pop müziðin yaþayan en büyük dâhisi" diyor Brian Wilson'a. Bob Dylan, "onun kulaðý Smithsonian Müzik Enstitüsü"nde yer almalý," diyor. Elton John, "prodüktör ve besteci olarak hep dâhi idi" diyor. Philip Glass, Wilson'ýn baþtan sona bestelediði "Pet Sounds" albümü için, "çýktýðý anda klasik oldu" diyor. Sir Paul McCartney, ayný albümü dinlemeden kimsenin müzik eðitimi görmüþ sayýlamayacaðýný söylüyor. "New Yorker müzik eleþtirmenleri, George Gershwin, Aaron Copland ve Leonard Bernstein'la birlikte Wilson'ý çaðdaþ Amerikan Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 161 müziðini en çok etkileyen dört isimden biri olarak niteliyor." Hani, "Amerikan müziðinin Schubert'i, hatta Mozart'ý" þeklindeki birçok nitelemeyi abartý saysak da, yukarýdaki isimlerin hepsi birden yanýlýyor olamaz. Jones Beach'teki Açýk Hava Tiyatrosu'nda, limonata gibi bir havada Brian Wilson'ýn, çocuðu yaþýndaki müthiþ yetenekli müzisyenler grubuyla Senfonik Pet Sounds konserini izlerken, hiçbirinin yanýlmadýðý fikrindeydim zaten. 48 saatlik New York "yýldýrým gezisi"ni borçlu olduðum Sedat'ýn gözlerine baktým: ayný fikirdeydi. Açýk Radyo'da biz tam 5 yýldýr her sabah herkese "iyi titreþimler" saçtýðýna inandýðým o benzersiz Brian Wilson "sadasý" ile açýyoruz programýmýzý ve iki buçuk saatin sonunda gene ayný sada ile kapatýyoruz... Dinleyicilerin gözlerini görmüyoruz tabii, ama bir þekilde biliyoruz iþte: Onlar da ayný fikirdeler. Hepinize günaydýn! 162 AMA BU BÝ YAÐMURLA GELEN 25 Eylül 2000, Yeni Binyýl "Soðuk bir yaðmurla..." demeliydim aslýnda. Belgrad'da þu anda havanýn nasýl olduðunu bilmiyorum, ama Guardian ve BBC'nin Balkanlar muhabiri Misha Glenny, orada yazdan güze geçiþin "zalimce bir sertlikte" yaþandýðýný söylüyor: "...Kuraklýktan sonra kýsa bir an süren rahatlama, ardýndan, soðukla birlikte gerçekliðin de insanýn içine iþlemesi." (BBC, 23 Eylül) Bir zamanlarýn Yugoslavyasý'ndan arta kalan ülkede dün gerçekleþen "tuhaf" seçim sürecinin dünya için de "zalimce bir sertliðin" ardýndan yepyeni bir gerçeklik getirmesi muhtemel. Yerel seçim gözetim kuruluþlarý, seçimin "tam bir keþmekeþ" halinde geçtiðini belirtiyorlar: Birden fazla oy kullanmalar, muhalefet temsilcilerinin sandýklara yaklaþtýrýlmamasý, sandýk yetkililerinin kime oy verildiðini rahatça görmesi, þikâyetler üzerine polisin þikayetçilere karþý tavýr almasý, polis ve askeriyede yapýlan oylamalarda hiçbir gözlemci bulundurulmamasý, baþka ülkelerden TV ve basýn mensuplarýnýn seçimi izlemesine izin verilmemesi ve bunlarýn sýnýr dýþý edilmeleri... (Reuters) Cumhurbaþkaný Miloþeviç, geçenlerde bir günde Anayasa deðiþikliði yaptýrýp yeniden adaylýðýný mümkün kýldýrdý, ama bütün dünyada savaþ suçlusu olarak aranýyor yargýlanmak üzere; onun koalisyon ortaðý Seselj de muhtemelen öyle... Bu ilginç seçimin sonuçlarýn açýklanýp açýklanmayacaðýný hiç kimse bilmiyor. Miloþeviç ve hükümetinin sonuçlara ne tepki göstereceðini de bilen yok. Sýrbistan halkýnýn bu bilinmeyen tepkilere ne tepki göstereceðini de kimsecikler bilmiyor... Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 163 Seçim hile-hurdasýnda geçmiþte büyük tecrübesi olan siyaset kurdu Miloþeviç'in seçenekleri neredeyse sonsuz: Ýlk turda zafer ilân edebilir ve rakibi Vojislav Kostunica ile destekçilerinin tepkisini bekleyebilir; önde olduðunu söyleyip ikinci tura daha güçlü girebilir; seçimlerin hileli olduðunu söyleyip sonuçlarý hiç ilân etmeyebilir; Yüksek Seçim Kurulu'na seçimleri tümden iptal ettirip yeni bir tarih belirletebilir... Hatta, yenilgiyi kabul edip, iktidarýný Sýrp Parlamentosu'na dayanarak sürdüreceði ihtimalini de öne sürenler var ama bu zaaf görüntüsünü kabul etmeyeceði galip ihtimal. Araþtýrmalarda rakibinden hayli geride giden Miloþeviç'in, gerekli oyu, Kosova'dan çalabileceði belirtiliyor. Kaderin garip bir cilvesi iþte. Oradaki Uluslararasý denetim örgütünün baþýndaki Kouchner'inse, seçim yolsuzluðunu nasýl önleyebileceði hakkýnda fazla bir fikri yokmuþ. (Bu olasýlýk, daha önce aklýna gelmemiþ anlaþýlan.) Özetle: Matematikteki çok bilinmeyenli denklemlere, siyasette dünkü Yugoslavya seçimlerinden daha iyi bir karþýlýk bulunamazdý, diye düþünülebilir. Oysa, durum hiç de öyle deðil: Yaðmurla gelen yepyeni bir gerçeklik var orada! Muhalefet liderlerinden Zoran Djindjiç'in (Cinciç) söylediði doðru bence: "Biz kazandýk ve Sýrbistan bu seçimden sonra bir daha asla eskisi gibi olmayacak... Tarihte ilk defa, Sýrplarýn çoðunluðu, milliyetçilik temelleri üzerinde yükselen bir politikaya deðil, normal bir Avrupa demokrasisine oy vermiþ oluyor." Tayin edici deðiþiklik de burada iþte. Milliyetçi, aþýrý devletçi, otoriter rejimleri savunanlar, iktidar sürelerini uzatmak için Anayasa deðiþiklikleri yapsalar veya yapmaya çalýþsalar da iktidardan yavaþça gidiyorlar ve normal, çoðulcu demokratik rejimleri savunan insanlara liderlik yollarý açýlýyor. Ankara'dan Lima'ya, Santiago'dan Belgrad'a uzanan çok geniþ bir coðrafyada bu böyle. Yeni millennium'da "yaðmurla gelen" gerçeklik 164 BELGRAD'DA ZAMAN - I 27 Eylül 2000, Yeni Binyýl Biraz erken bir kehânet olacak belki, ama -- sonradan alay konusu olmayý da göze alarak -- þimdiden söyleyelim: Slobo gitti gider! Gitti gider ve onu artýk hiçbir güç geri getiremez dünyada! "Seçilmiþ" yaftasý altýnda bir gangsterlere dayalý bir polis devletinin, "sosyalizm" yaftasý altýnda da faþizan milliyetçi, otoriter ve otokratik bir rejimin etnik temizlik, kan ve ölümle dokuduðu bayraðýný uygar Avrupa'nýn göbeðinde 13 yýldýr þânýyla þerefiyle dalgalandýran Slobodan Miloþeviç, yolcu! Yeni binyýlda Avrupa'da artýk tam bir anakronizma oluþturan bu vahþi ve tepeden týrnaða çürümüþ rejimin en büyük payandasý olan eþi Mirjana Markoviç de öyle. Boþnaklarýn ve Arnavutlarýn gözlerini "paslý kaþýkla oyma" yanlýsý ortaklarý Vojislav Seselj'in haydut takýmý da hakezâ Tarihî ironi nerede? Þurada: Takýmýn hepsi, seçimle gidiyor. Slobo'nun kendi istediði, anayasada deðiþiklik yaptýrýp kendi adaylýðýný zorla uzattýðý seçimle! Sonuçlarýna kendilerinin de inanmakta güçlük çektikleri, bütün hile hurdaya raðmen kendileri aleyhine sonuçlandýðý âyan beyan ortada olan bir seçimle! Yugoslavya'da geçen hafta sonu yapýlan seçimlerin sonucu, daha açýklanmadý. Belki de hiç açýklanmayacak diyenler varsa da, inanmayýn. Belgrad'ýn merkezinde, rock konseri eþliðinde zaferlerini kutlayan 20,000 kiþilik topluluðun zafer þarkýlarýnýn temel dizesi, seçimin galibi anayasa hukukçusu Vojislav Kostunica'nýn (Koþtunitsa) þu sözleriydi: "Sýrbistan'da þafak söküyor. Biz kazandýk." Miloþeviç ve hempalarý için tek bir sorun var þimdi: Zaman kazanmak. Ordunun, polisin baþlarýnýn, yüksek seçim kurulunun, mahkemelerin ve basýnýn kendi denetimleri altýnda olmasýna güvenerek ya hileyle seçimi ikinci tura taþýmayý, ya yeni seçimler düzenlemeyi, ya da - acýklý bir son ihtimal olarak - Anayasal boþluktan yararlanarak Slobo'nun Baþkanlýk süresini gelecek yaza kadar Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 165 uzatmayý planlýyorlar. Pek banal bir metafor olsa da, insan kullanmaktan kendini alamýyor doðrusu: Slobo ve yardakçýlarý için artýk "uzatma süreleri oynanmakta". Halka karþý polis ve ordu þiddeti, Karadað'la "iç" savaþ tehdidi, olaðanüstü hal ilâný ve bu eski kurtlarýn çok bilinen sayýsýz baþka numarasý devreye sokularak o pek kýymetli ek zamanýn kazanýlmasý hesaplanýyor. Elbette herþey olabilir, ama iþte tam da bu konuda, zaman konusunda çok önemli bir þey unutuluyor gibi geliyor bana: Zaman, geriye çevrilebilir bir kavram deðil. Ve oyun süresi bitti. Haddinden fazla uzun sürmüþ iktidarlarýn iktidar sarhoþlarý anayasal deðiþikliklerle filân bu süreyi daha fazla uzatamýyorlar, uzatsalar da seçimleri kazanamýyorlar, kendilerini kazanmýþ gösterseler de bunu yutturamýyorlar artýk. Dip dalgasý geliyor ve onlarý da altýna alýveriyor. Sebebi de çok basit aslýnda: Azgýn milliyetçiliðin, diktatörlüðün, haydutluðun zamaný geçti. Artýk normal demokrasinin, insan haklarýnýn ve hukukun üstünlüðünün zamaný geldi. Maalesef zaman doldu Slobo. Süre bitti. Ve iþte sana kýrmýzý kart! 166 BELGRAD'DA ZAMAN - II 28 Eylül 2000, Yeni Binyýl Dün de söylemiþtik ama bir daha, daha yüksek sesle tekrarlamakta çok yarar var: Slobo gitti gider, dostlar. Onun çaðýn dýþýna düþmüþ rejimi çöktü. Kendi emrinde çalýþan Yüksek Seçim Kurulu, üstâdýn maðlup olduðunu açýkça söylüyor, ama gizli atýlmýþ oylarý kimseciklere göstermeden "açýk" sayýmla saydýðýnda galip Kostunica'yý gerekli yüzde 50'nin tam altýnda tutmaya da gayret ediyor ki, iþ ikinci tura uzasýn ve o çok hayati zaman kazanýlsýn. Ne var ki, kazanýlacak zaman filân kalmadý ortalýkta. Sonuç kesin ve net ortada: Yugoslav Yüksek Seçim Kurulu dýþýnda herkes, yani baþta Sýrp halký ve tüm uluslararasý camia þunu biliyor: Seçimi Kostunica ve yandaþlarý, yüzde 55'e yakýn oyla ve 10 puanlýk bir farkla kazandý. Onun için de Türkiye'de dün çýkan gazetelerin hemen tümünde yer alan "seçimler ikinci tura kaldý" haberleri doðru deðil. Daha doðrusu, eksik: Kostunica, kendisine Miloseviç'in "el altýndan", "özel ulaklar"la gönderdiði "ikinci tur yapalým" tekliflerini ânýnda reddettiðini açýkladý. "Halkýn tecelli etmiþ demokratik iradesini böylesine ayaklar altýna alma teklifini kabul etmemiz için tek bir sebep gösteremezsiniz," diyor Kostunica. "Ne ahlâki, ne de siyasi bakýmdan." Birbirinden asla koparýlamayacak iki canalýcý kelime iþte: Ahlâk ve siyaset. Vojislav Kostunica, yeni binyýlýn yeni kahramanlarýndan biri: Ahlâklý bir siyasetçi. Adý hiçbir yolsuzluk ya da zorbalýk olayý ile birlikte anýlmamýþ, ömür boyu hukukun üstünlüðünü baþ tâcý etmiþ, saygýn bir Anayasa hukukçusu. Çoðulcu Amerikan demokrasisinin temel belgesi, devlet adamlarýnýn baþucu kitaplarýndan biri sayýlan ve Platon'un, Aristoteles'in, Hobbes'un baþyapýtlarý ile ayný düzeyde tutulan "The Federalist Papers" adlý yazýlarý kendi ülkesinin diline kazandýran adam. Þimdi de, yalnýz hukuk, demokrasi ve adalet konularýnda deðil, olaðanüstü zor þartlarda ülke çapýnda seçim kazandýran zekice siyasi Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 167 stratejilerin de yaratýcýsý olarak karþýmýza çýkýyor. 54 yaþýnda. 68 kuþaðýnýn erdem ve deðerlerini temsil eden pek çok kiþinin ülkelerinin yönetimine taþýndýðý bir "yeni çað"ýn son temsilcisi olarak karþýmýzda. Sýrbistan'ýn adýný dünyanýn büyük kesiminin neredeyse lânetle anmasýna, Slovenya-Hýrvatistan-Bosna-Kosova insanlarýna kadýnerkek-çoluk-çocuk kan kusturan savaþlar ve yakýn tarihin gördüðü en korkunç katliam ve ve vahþet sahnelerini yaþatan, dolayýsýyla ülkesinin de uygar dünyadan tecrit edilmesine yol açan Savaþ Suçlarý Sanýklarýnýn yerine taze ve temiz kan olarak geliyor Kostunica ve yandaþlarý. Son Helsinki zirvesinin ardýndan Açýk Radyo'da yapýlan bir "Avrupa'ya Doðru" programýnda siyaset bilimci Cengiz Aktar, Türkiye'nin önünde iki seçenek bulunduðunu söylemiþti: "Ya Barcelona ya Belgrad." Yani, ya Franco faþizminden harap olmuþ Ýspanya'nýn AB ile birlikte dünya çapýndaki müthiþ yükseliþi, ya da AB dýþýnda kalarak Avrupa'dan ve uygar dünyadan týpký Yugoslavya gibi tecrit olmuþ ve "parya" muamelesi gören bir ülke halinde yaþamak Son geliþmelerden sonra öyle görünüyor ki, metafor hükmünü kaybediyor: Belgrad'da da zaman döndü çünkü birdenbire ve pek yakýnda artýk "kötü örnek" olarak baþka bir kent, baþka bir ülke bulmak zorunda kalacaðýz 168 DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI - I 9 Ekim 2000, Yeni Binyýl Sýrbistan'da bütün dünyanýn gözleri önünde canlý yayýnla gerçekleþtirilen demokratik devrim, tarih kitaplarýnda, ansiklopedilerde, üniversitelerin siyaset bilimi vb. kürsülerinde okutulan temel ders kitaplarýnda ayrý bir bölüm olarak yerini þimdiden alýyor. Devrimin yankýlarý yerkürede dalga dalga yayýlýrken, basýnda birçok deðerlendirme ve kýyaslama yazýlarý da yayýmlanmaya baþladý tabii. Cumartesi günkü Hürriyet gazetesinde Ertuðrul Özkök'ün "Politika" köþesindeki yazýsý da Sýrbistan devriminden Türkiye için önemli tarihi dersler çýkaran "kýyaslamalý tahlil"lerden biriydi. "Teþekkürler Türkiye" baþlýklý yazý, Sýrbistan'da halkýn demokrasi ve özgürlük iradesinin hem oy ile (seçimle) hem de sokaklara sýðmayan bir devrimci ayaklanma ile tezahür etmesini, devrilen diktatör Miloþeviç'in gözünden ve bir "trajedi" olarak yorumluyor: " Diktatörlüðe dayanan güç, çoðu zaman 24 saatte kumdan þatolar gibi yýkýlýr. Sýrbistan'ýn yaþadýðý trajediye bakýnca ister istemez þunu düþünüyorum " Yazýda, daha sonra, benzer dönemlerde etnik sorunlarla karþý karþýya kalmýþ olan Yugoslavya ile Türkiye arasýnda bir kýyaslama yapýlýyor: Bir yanda, tarumar olmuþ ekonomisi, incinmiþ milli benliði, daðýlmýþ devleti, kaybolan yýllarý, özgüvenini yitirmiþ ordusu, yokolmuþ "Büyük Sýrbistan rüyasý" vb. ile tam bir enkaz fotoðrafý veren Yugoslavya var. Öte yanda da üniter yapýsýný korumuþ, terörü nötralize etmiþ, demokrasisi ve ekonomisi yürüyen, ordusu disiplinli ve azimli, halký devletine demokrasi yolunda vargücüyle destek veren, basýný bilinçli, açýk toplumlu bir Türkiye fotoðrafý: 21. Yüzyýla bütün bir cumhuriyet olarak giren güçlü Türkiye. Yazar, bu "takdir edilecek toplumsal ve milli fotoðraf" için cumhurbaþkanlarýndan baþlayarak bütün kadrolara, siyasetçilere, iþadamlarýna, medya mensuplarýna ve nihayet, bütün halka teþekkür ediyor. Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 169 Meseleye böyle bakýlabilir elbette. Sýrbistan devriminin hemen ardýndan Sýrbistan'ýn yýkýmý ile "Türkiye'nin baþarýsýnýn nelere baðlý olduðu çok ciddi biçimde analiz" edilebilir ve Türkiye için "çok þükür, çok þükür, bugünleri de gördük" tarzýnda bir yorum yapýlabilir. Ama, bambaþka türden çok ciddi analizler de yapýlabilir: "Teþekkürler Türkiye" yazýsý ile Mehmet Y. Yýlmaz'ýn -- tesadüfen ayný gün Radikal gazetesinde yayýmlanan -- yazýsý bunun mükemmel bir örneði. "Doðu Halklarýnýn Kaderi" baþlýklý makalede Yýlmaz, Miloþeviç yerine dünyadaki büyük deðiþim sürecini odak noktasý olarak seçiyor. Eski Doðu bloku ülkelerinin birbiri ardýndan demokrasiye geçtiklerini, birçoðunun Türkiye'den önce Avrupa Birliði'ne gireceklerini, "Batý'nýn doðusu" diye nitelediði Sýrbistan'ýn da bu önü alýnmaz demokratikleþme sürecine boyun eðdiðini belirtiyor. Urallar'ýn doðusunda, Kafkaslar'daki Türki Cumhuriyetlerde ve hele Irak'ta ise deðil deðiþim süreci, zamanýn dýþýnda dahi kalmýþ "Doðu Halklarý" için demokrasi rüyasýný bile görmenin mümkün olmadýðýný söylüyor Yýlmaz. Ali Bayramoðlu'nun dünkü Yeni Binyýl'daki "Irak mý, Yoksa Sýrbistan mý?" baþlýklý yazýsýysa, tam da bu deðiþme sürecinden yola çýkýyor ve þöyle bitiyor: "Sýrbistan olayý hemen her yönüyle haykýrýyor: Artýk deðiþme zamanýdýr; yoksa tren kaçacak " Sýrbistan devriminin herkesi tahlile zorladýðý apaçýk. 170 DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI - II 11 Ekim 2000, Yeni Binyýl Milenyum'un ilk büyük devrimci hareketi Sýrbistan'da ortaya çýktýktan sonra hem Yugoslavya - Türkiye ekseni üzerinde hem geriye hem de ileriye yönelik kapsamlý tahlillerin basýnda boy gösterdiðini belirtmiþtik. Bunlardan biri, Özkök'ün Hürriyet'teki "Teþekkürler Türkiye" yazýsýydý. Burada yazar etnik çatýþma/terör, milli kimlik, devlet-halk iliþkisi, ekonomi, medya, deðiþime kapalýlýk, demokrasi ve açýk toplum gibi açýlardan Yugoslavya'yla Türkiye'yi karþýlaþtýrýyor ve birinciyi trajik bir enkaz, ikinciyi, yani Türkiye'yi ise dinamik bir dev olarak niteliyordu. Ýki ülkedeki olaylarýn son 15 yýlýna ayný açýlardan bakmaya çalýþalým: Miloþeviç yönetimindeki Yugoslavya 10 yýlda 4 savaþa önayak oldu, ýrkçý ve azgýn bir milliyetçilikle büyük bir etnik temizlik harekâtý yürüttü, onbinlerce Boþnak, Hýrvat, Kosovalý Arnavut sivil, iþkenceyle ya da yargýsýz infaz yöntemiyle öldürülüp toplu mezarlara gömüldü, yüzbinlerce insan sürgüne daðýldý Sýrbistan'da ve Bosna'da ýrz düþmaný paralý katil çeteleri oluþtu, uyuþturucu ve silâh kaçakçýlýðý aldý yürüdü, hunharca cinayetler birbirini izledi, Miloþeviç'in yakýn çevresi ve akrabalarý büyük yolsuzluklara karýþtý, paralar yabancý bankalarýn gizli hesaplarýna uçtu Enflasyonun yüzde 3000'e kadar çýktýðý ekonomi çöktü, uluslararasý ambargo geldi, ülke NATO bombalarý altýnda hem sosyal hem de ekolojik bakýmdan aðýr þekilde hýrpalanýrken dünyadan da tecrit oldu Muhalefette ve baðýmsýz basýnda öne çýkanlar ya öldürüldü ya susturuldu, seçimlerde sayýsýz hile yapýldý. Ve fakat sonunda bu çürümüþ ve otokratik iktidar, oy ve sokaðýn birleþmesi sonunda bir günde yerle bir oldu. Bir gün içinde normal bir Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 171 demokrasiye geçiþin ipuçlarý boy veriverdi. O kadar ki, saygýn uluslararasý gazetelerin yorumcularý þimdi Belgrad'ýn Balkanlar'da demokratik hayatýn merkezi olmaya aday olduðunu belirtiyorlar. (New York Times, 7 Ekim) Türkiye'de durum Balkanlar'dan çok farklýydý elbette. Eksikli ve "yarým" olmakla eleþtirilmesine karþýn, Türkiye'deki rejimin Miloþeviç'in ýrkçýlýk kültürüyle yoðrulmuþ vahþi otokratik yönetimiyle ayný kefeye konmasý düþünülemez. Bununla birlikte, müthiþ iyimser, toz pembe bir tabloya varmak için de çok fazla sebep görülmüyor. Sýrbistan'ta Miloþeviç yönetimiyle ayný dönemde, Türkiye'de seçimle gelmiþ yönetimler ve silahlý kuvvetler, ayrýlýkçý PKK ile mücadele ettiler. Herkesin bildiði gibi, bu çatýþmalarda 15 yýlda büyük çoðunluðu sivil 40 bin civarýnda insan öldü ve milyonlarca kiþinin zorunlu olarak yer deðiþtirdiði büyük bir göç dalgasý meydana geldi. Dünya çapýnda uyuþturucu ve silâh kaçakçýlýðý aldý yürüdü, hunharca cinayetler birbirini izledi. Paralý katil çetelerinin siyasetçilerle kolkola gezdiði Susurluk, TC tarihinin en büyük rezaleti olarak patlak verdi ve bunun hesabý sorulamadý. TC tarihinin gördüðü en büyük katliam olaylarýndan bazýlarýný gerçekleþtiren Hizbullah'ýn kasetlerinde de vahþet açýsýndan Sýrplarýn Srebrenica mezalimini pek aratmayacak görüntüler sergilendi ve bu çetenin durumu araþtýrýlýyor. Faili meçhul cinayetlere kurban giden gazetecilerin, yazarlarýn, profesörlerin ve onlarla birlikte yaklaþýk 17 bin kiþinin âkýbeti meçhul Ýþkence ve insan haklarý ihlallerinin ülke çapýnda çok yaygýn olduðu hem uluslararasý kuruluþlarýn, hem de bizzat Büyük Millet Meclisi'nin hazýrladýðý raporlarda ayrýntýlý bir biçimde dile getirildi. Ayný dönemde, Milli Güvenlik Kurulu'nun giriþimiyle iktidarýn yapýsýný deðiþtiren 28 Þubat müdahalesi gerçekleþtirildi Sýrbistan'la Türkiye'nin içinden geçtikleri hareketli 15 yýlýn yolsuzluklar, ekonomi, uluslararasý alanda konuþlanýþ ve çevre gibi konulardaki durumuna da yarýnki yazýda göz atalým isterseniz. 172 DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI - III 12 Ekim 2000, Yeni Binyýl Son 15-20 yýl içinde sosyal bakýmdan "travmatik" bir dönem geçirmiþ - çevresine de tam anlamýyla kan kusturmuþ - olan Sýrbistan'da büyük bir halk hareketi sonucunda ülkenin kendini "yeniden tanýmlamasý" süreci dramatik bir þekilde gündeme geldi. Bunun dünya çapýndaki yankýlarý sürüp giderken, elbette Türkiye'den de pek çok yazarýn, siyaset bilimcinin karþýlaþtýrmalý tahlilleri geliyor. Ayný dönemde kendisi de benzeri bir travma dönemini geçirmiþ olan Türkiye'nin, Sýrbistan'a oranla çok daha saðlýklý bir sosyo-ekonomik geliþim yaþadýðý da böyle tahliller arasýnda dile getiriliyor. Bununla birlikte, ülke tarihinin en büyük rezaletlerinin dipdiri bir þekilde karþýmýzda durduðu gerçeði de herhalde herhangi bir sosyo ekonomik tahlilde ihmal edilmemesi gereken bir husus. Son bir - iki ayda gazete manþetlerini ve haber bültenlerinin baþ köþelerini iþgal eden hayali ihracat ve banka boþaltma skandallerini yalnýzca ortada dönen meblâðlarýn büyüklüðü açýsýndan ele alsak bile, ahlâki çürümüþlük boyutlarýnýn Sýrbistan'dakinden pek de aþaðý kalmayacaðý açýkça ortada. Her kýstasa göre nisbeten küçük bir bankanýn kendi sahipleri tarafýndan bir çete kurulmasý suretiyle soyulmasý olayý, yalnýz zarar gören belirli sayýda mudi açýsýndan deðil, Türkiye ekonomisinin bütünü açýsýndan ciddi bir zarar ortaya çýkartýyor. Orantýsýz büyüklükte bir hasar durumu yani. Bu, meselenin sadece bir yönü üstelik. Ýkinci ve belki çok daha çarpýcý olan yönse, "küçük resim"den büyük ülke tablosuna da ulaþýlabiliyor olmasý. "Ýkinci Yahya" olayýný ele alan gazete haberlerinde soruþturma kapsamýnda sanýk, þüpheli, "köstebek", avukat, ortak ya da iþadamý olarak zikredilen bütün isimleri alt alta dizerek bir "veri tabaný" oluþturduðumuzu düþünelim. Bu basit iþlem Rüzgara Karþý II- Ömer Madra 173 sonunda karþýmýza çýkan gerçek (ya da yanýlsama) nedir: Baþka büyük banka soygunlardan, baþka büyük cinayet dâvâlarýndan, baþka faili meçhul kalmýþ olaylardan, büyük uyuþturucu ve silâh kaçakçýlýðý olaylarýndan, bürokrasi - siyaset - çete iþbirliklerinden, karapara aklama dâvâlarýndan hatýrladýðýmýz "namlý" isimler bir kez daha burada karþýmýzda resmi geçit halinde. En namlý gangsterler, en namlý soyguncular, hýrsýzlar, katiller yine burada anýlýyorlar iþte. Soygunculara yardakçýlýk eden medya mensuplarýndan bile söz ediliyor. Ve nihayet, Susurluk bile eksik deðil! Miloþeviç'in yakýn çevresiyle, akrabalarýyla birlikte Sýrbistan'da ve Bosna'da oluþturduðu menfaat çeteleri, bu taraftan bakýlýnca epey karanlýk görünüyor, bu doðru. Ama, oralardan bakýldýðýnda buralarýn renginin pembe olduðunu söyleyebilir misiniz? Renklerin yeniden tanýmlanmasý zamaný Sýrbistan için olduðu kadar, Türkiye için de gelmiyor mu peki? i Bu çabanýn kendisi bir kurtuluþtur belki. Ömer Madra ile Rüzgâra Karþý II üzerine söyleþi. a l t K i t a p : Kitabýnýzda insanlýðý ve dünyayý ilgilendiren çok önemli ve yaþamsal konularý gündeme getiriyor, aydýnlatýcý yorumlarda bulunuyorsunuz. Ve birçok yazýnýz insanlara, okurlara bir 'seslenme' tonunda Araþtýrýyorsunuz, düþünüyorsunuz ve bunlarý 'seslendiriyor'sunuz. Bilgi, 'deðiþtirmek' için yeterli olabilecek mi? Merak etmek, araþtýrmak ve bilgiyi yaymak konusunda birçoklarýna örnek olan bir yazar olarak, kültürel ortamýmýzýn bugünü ve geleceði konusunda yorumda bulunur musunuz? Ö m e r M a d r a : Sorunuzda bana neredeyse yarý - tanrýsal bir "tepeden bakýþ" atfediyorsunuz ki, maalesef doðru bu galiba. Nereden geliyor bu acaip tavýr? Bunu epey düþündüm ve önce çeyrek yüzyýl geriye gittim. Fi tarihinde uzun süre asistanlýðýný yapma onuruna eriþtiðim Profesör Seha L. Meray vardý. Bilge, zeki ve komikti. Seha Hoca, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde genç öðretim üyelerinden bir grubu bazý günler - genellikle öðle yemeklerinden sonra - Fakülte'nin o kasvetli salonlarýndan birinde etrafýnda toplardý. Daha doðrusu, biz delifiþek gençler, kendimizi onun ýþýltýlý kiþiliði etrafýnda toplanmýþ buluverirdik. O buluþmalarda Seha Hoca dünya ve insanlýk meseleleri üzerinde adamakýllý gýrgýrla karýþýk tartýþmalý sohbetlere animatörlük - monitörlük arasý bir rol üstlenerek öncülük ederdi. Hepimizi de iþletirdi bu arada, ama bunun farkýnda olduðumuzu sanmýyorum. Çok kaba bir benzetme olacak ama, bana nedense Platon'un Akademia'sýný hatýrlatan bu toplantýlarda hýzýný alamayýp çok yükseklerden uçuþa geçen tipler daima olurdu. Hepimiz için geçerliydi bu genelleme. Ýþte o tiplerden biri ateþli nutkunun tam ortalarýnda bir yerlerdeyken, Seha Hoca, birden nazikçe onun sözünü keser, etrafýndakilere onu bir kez daha "takdim eder"di: "Arkadaþlar, þu anda 'Dünya ve Ben' kürsüsünden filânca konuþuyor; onu dinliyorsunuz!" Bu pek uzun "girizgâh"ýn ardýndan soruya dönersek, benim bu kibirli, "malûmatfuruþ" ("dünya ve ben") tavrýmýn kökenlerini ta 70'lerin ortalarýndaki bu "Platonik" ya da "Sehaî" akademya günlerine kadar geri götürebiliriz galiba. Söyleþi- Ömer Madra ii Hatta daha da geriye. Üstüme nereden yapýþtýðýný artýk gerçekten iyi hatýrlamadýðým bir ansiklopedik merak, bu çocukluk meraký, ilelebet devam etti. 1980'lerin baþýnda önce Enis Batur, hemen ardýndan da Oruç Aruoba ve Sevin Okyay'la oluþturduðumuz ortak çalýþma ve PÜM (proje üretim merkezi) yýllarý da bu "merâkizade"liði epey ileri boyutlara taþýdý. Biraz da "son ansiklopedistler" gibi gördük kendimizi; sanýrým hâlâ da öyle görüyoruz. Ansiklopedik bakýþ, romanýma, deneme yazýlarýma ve tabiî Açýk Radyo'daki yayýnlara bir ölçüde damgasýný vurdu. Sonuçta, son sýralarda vardýðým noktanýn, tüm olumlu ve olumsuz yananlamlarýyla birlikte, bir tür sokak filozofluðu olduðu söylenebilir belki. Ýnsanlýðýn aptallýðýnýn ancak sonsuzluk kavramýyla kýyaslanarak ölçülebileceðini söyleyen Fransýz yazara (adýný maalesef hatýrlayamýyorum) katýlmamak mümkün deðil. Hayata böyle bakmanýn acý verici bir yaný olduðu doðru, ama eðlenceli ve çok rahatlatýcý bir tarafý olduðu da kuþku götürmez doðrusu. Epey bir süredir, "bilginin özgürce dolaþýmý" konusuna kafayý taktýðýmý düþünüyorum. Daha doðrusu, özgür bilgi deðiþtokuþunun, yeryüzünün en önemli konusu olduðunu. Daha daha doðrusu, bilgi edinme hakkýnýn insan haklarý sýralamasýnýn en üst sýralarýndan birini iþgal ettiðini. Bilginin "deðiþtirici" rolünü yadsýmak herhalde mümkün deðil, ama günümüz dünyasýnda gerçek bilgiye ulaþmak mümkün mü, iþte onu bilmiyorum. Yeryüzündeki saatte birkaç milyar telefon, faks, teleks ve internet mesajýnýn izlenip tasnif edildiði bir ortamda, insanýn George Orwell'i hayýrla yâd etmemesi çok zor. "Aðbi"nin ve ilkgençliðimde inandýðým, sonra hepsini yadsýdýðým tüm komplo teorilerinin hepsinin doðru çýktýðýný þimdi görmek, insana hem þaþkýnlýkla karýþýk bir dehþet, hem de garip bir rahatlýk veriyor. Ýþte bu büyük paradoks içinde hababam çalýþýp, hababam bir takým "olmayan" bilgilere ulaþýp, sonra da bunlarý paylaþmak ve yaymak peþindeyim. Sisifos'a göz kýrparak. Ülkeler ya da insanlar için bir çözüm ya da kurtuluþ olabileceði düþüncesini hanidir terkettim, ama þu da var: Bu çabanýn kendisi bir kurtuluþtur belki. a l t K i t a p : Önemli bir yayýncýlýk geçmiþine (ve kariyerine) sahip bir yazar ve akademisyen olarak sanal yayýncýlýk konusunda ne düþünüyorsunuz? Ö m e r M a d r a : Sanal yayýncýlýk konusuna gelince, bilinen anlamýyla kitabý ve yayýncýyý aradan çýkarýp, "bireye göre biçilmiþ kaftan" usulüyle çalýþmanýn bana verdiði keyiften fazla birþey söyleyebilecek durumda deðilim doðrusu. Belki, editörümün bu "kitab"a almamayý seçtiði yazýlarýmdan birinden bir-iki satýrlýk alýntý da yapabilirim: "Bildiðimiz anlamýyla kitabý ve asýl yayýncýyý ortadan kaldýrmayý amaçlayan bu sistemin [Stephen King'in "The Plant" adlý kitabýný sadece Internet üzerinden yayýnlamasi sisteminin] iþleyip iþlemeyeceðini kimse bilmiyor. Ýþ yürümezse, fazla sorun yok: Yeni bir giriþime kadar herþey eskisi Söyleþi- Ömer Madra iii gibi olacak gibi görünüyor. Ama bir de yürürse, iki þey hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak kadar deðiþebilir: 1) Kurulu düzen dýþýnda kendisine bir ufuk gören sýra dýþý yazarlar için yeni bir yol açýlmýþ olabilir. 2) Büyük yayýncýlarýn elektronik yayýncýlýk sürecine ne gibi bir artý deðer kattýklarýný, yani varlýk sebeplerini ispatlamalarý gerekecek." Bunun ötesinde bir de þunlar söylenebilir: Sanal yayýncýlýk: Bilginin siberuzayda mutlak anlamda özgürce dolanýp durmasý "ütopyasý" doðrultusunda - tabiî ki umarsýz - bir çaba daha. Ayrýca, sayfa ve kapak tasarýmýný, cildini mildini dilediðinizce yapabileceðiniz bir nesne iþte, bir oyuncak. Ve dahi: Teknolojinin yararýnýn zararýndan aðýr bastýðý durumlardan biri. Nihayet: Her zaman çok uygun kullanýldýðýndan pek emin olmadýðým "sanal" kelimesi bu baðlamda bayaðý oturuyor yerli yerine. Öyle deðil mi, ey kari?