Rüzgâra Karşı II

Transkript

Rüzgâra Karşı II
Rüzgâra Karþý II
Ömer Madra
www.altkitap.com
Rüzgâra Karþý II
Ömer Madra
altkitap - deneme 2
Rüzgâra Karþý II
Ömer Madra
Ekim 2000
Yayýna Hazýrlayan:
Þerif Erol
Düzelti:
Þerif Erol
Tasarým:
Faruk Ulay
Tasarým Uygulama:
Adnan Kurt
Kapak Fotografý:
Marcel Bovis
© 2000 altkitap ve Ömer Madra
Yapýtýn tüm yayýn haklarý saklýdýr. Tanýtým için yapýlacak kýsa alýntýlar
dýþýnda yayýncýnýn izni olmaksýzýn hiçbir yolla çoðaltýlamaz.
www.altkitap.com
[email protected]
Yazar Hakkýnda
1945 yýlýnda Ýstanbul'da doðan Ömer Madra, orta okulu English High
School'da (1961) liseyi de Robert Kolej'de bitirdi (1964). Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Diplomasi ve Uluslararasý Ýliþkiler Bölümü)
birincilikle bitirdikten sonra (1968), ayný Fakülte'nin Uluslararasý Hukuk
kürsüsünde 13 yýl süreyle öðretim üyeliði yaptý. 1977 yýlýnda "Avrupa Ýnsan
Haklarý Sözleþmesi ve Bireysel Baþvuru Hakký" konusunda doktorasýný
tamamlayan Madra Hollanda, Ýsviçre ve Ýsveç'te uluslararasý hukuk,
uluslararasý iliþkiler ve insan haklarý alanlarýnda araþtýrmalar yürüttü. Bu arada,
1975 yýlýnda kýsa dönem yedek subay olarak askerlik görevini tamamladý. Adý
anýlan doktora tezi, 1980 yýlýnda A.Ü.S.B.F. tarafýndan yayýmlandý.
1982 yýlýnda üniversitedeki görevinden istifa eden Ömer Madra, Milliyet
gazetesinde 1983 baþlarýndan itibaren 2 yýl süreyle araþtýrma ve dýþ haberler
bölümünde görev yaptý. Madra, daha sonra Playboy, Þehir, Gergedan ve Start
dergilerinde kurucu, editör ve yazar olarak çalýþtý (1985 - 1988). 1989 baþýnda
Arredamento/Dekorasyon adlý mimari, tasarým, sanat ve dekorasyon dergisini
kuran Ömer Madra, 5 yýl süreyle bu derginin yayýn yönetmenliðini ve
baþyazarlýðýný üstlendi. Madra, bu görevinin yaný sýra, 1990 yýlýnda altý ay süre
ile Güneþ gazetesinin Pazar Eki'nin (P.Eki) yayýn yönetmenliðini ve köþe
yazarlýðýný da yürüttü.
Ömer Madra, Avrupa Konseyi'nden aldýðý bir bursla Fransa'da (Strasbourg)
araþtýrmalarda bulunduktan sonra, uluslararasý hukuk ve göçmen iþçiler
konusunda Migrant Workers and International Law adlý bir kitap yayýmladý
(Ankara, 1985).
1991 yýlý sonunda Romanýmla Sana Bir Ses… adlý romanýný (Remzi
Kitapevi) yayýmlayan Madra'nýn çeþitli dergi ve gazetelerde çok çeþitli
konularda (bilim, sanat, sinema, tiyatro, müzik, yemek, hayat, spor, vb.)
yayýnlanmýþ elliyi aþkýn makale, deneme ve röportajýndan bir seçme ile bir
hikâyesini içeren Rüzgâra Karþý adlý kitabý 1996 yýlýnda Yapý Kredi Yayýnlarý
tarafýndan yayýmlandý.
Ömer Madra, 1994 yýlýndan itibaren radyoculuk konusunda çalýþmalara
baþladý. Madra, 13 Kasým 1995 tarihinde yayýn hayatýna atýlan Açýk Radyo'nun
(94.9) kurucularý arasýnda yer aldý; halen de bu radyonun yayýn yönetmeni.
Ayrýca, radyoda "Açýk Gazete" ve "Rock 'n' Roll Kalýcýdýr" adlý programlarýn
yapýmcýlýðýný da yürütmektedir.
Madra, ayrýca, 1995/1996 akademik yýlýndan itibaren Ýstanbul Bilgi
Üniversitesi'nde Uluslararasý Ýliþkiler ve Uluslararasý Hukuk dallarýnda öðretim
üyesi olarak görev yapmakta ve 1999 aralýk ayýndan beri Yeni Binyýl
Gazetesi'nde haftada 5 gün köþe yazýlarý yayýnlanmaktadýr.
Ýki oðlu ve bir kýzý olan Madra Ýngilizce ve Fransýzca biliyor.
i
Kainatýn Ýçinde Karýþýk Bir Çarþý
Ben Yazýyorum Rüzgara Karþý
Þerif Erol
Ömer Madra, 'Rüzgara Karþý' isimli -ve þu elinizin altýndaki sanal
kitabýn ilki sayýlabilecek- kitabýnýn 'sunuþ'unda, "Yazýlarýn kitaba
dönüþüp yayýnlanmasý süreci," diyor, "-kolay kolay açýklanamayacak,
çünkü kolay kolay anlaþýlamayacak nedenlerden ötürü- hem acýklý,
hem de komik bir "serüven"e dönüþtü ve neredeyse üç yýl sürdü!"
Benim için ise, 'Rüzgara Karþý II'nin yayýna hazýrlanmasý
vazifesine beni layýk gören Murat Gülsoy kardeþimin kimi zaman
alnýnda boncuk boncuk terler birikmesine sebep olduðumu tahmin
etmeme raðmen (teslim tarihini sürekli geciktiriyordum çünkü) bu iþ
üç ay bile sürmedi. Bu, hiç þüphesiz, konusuna fevkalade hakim ve
cevval bir editör olmamdan kaynaklanmýyordu. Ancak, þu kadarýný
söyleyebilirim: Bir Ömer Madra okuru olmamýn semeresini gördüm
elbette.
Yoksa nerdee üç ay?..
Þimdi yeri gelmiþken okuru olmamýn yaný sýra geçen üç seneden
beri tanýþý olmamýn da "kolay kolay açýklanamayacak, çünkü kolay
kolay anlaþýlamayacak nedenler" hakkýnda bir fikrim olmasýný
saðladýðýný söylemeliyim. Çünkü karar vermek kainatýn en zor iþidir
Ömer Madra için. Bilhassa yazý yazarken o kadar ince eler ve sýk
dokur ki onlarýn bir de yayýna hazýrlanmasýnýn kendisi için yazmaktan
daha zorlu bir iþ haline gelmiþ olabileceðini rahatlýkla
kestirebiliyorum.
Mamafih, bu eleme ve dokuma titizliði Madra'nýn yazýlarýný (köþe
yazýlarýnýn kaderi gereði aktüelle doðrudan dirsek temasý içinde
olsalar bile) eskimez kýlar. Bu özellik, üslubundan ve bakýþýndan
kaynaklanýr. Kalemi elime geçirmiþken kiþisel bir tespitte bulunmak
cüretini göstereceðim; ben Madra'nýn yazýlarýnýn, okurken
'gözümüzün önüne getirilebileceðine' inanýyorum. Hayat karþýsýnda
saf, savunmasýz ve bu dezavantajlarýna raðmen çok meraklý bir
kiþinin, þu dünyada baþýmýza gelenler karþýsýnda bir þaþkýnlýktan bir
diðerine sürükleniþi, günlük bir köþe yazýsýný hayalde canlandýrýlabilir
bir minik serüven haline getirmektedir çünkü. Mesela, yýlbaþý sabahý
uyku mahmurluðuyla gözlerini oðuþtururken dünya nüfusunun büyük
bir kýsmýnýn hala açlýk çektiðini hayretle öðrenmekte ya da siyasi
Önsöz - Þerif Erol
ii
geliþmeler karþýsýnda aðzý bir karýþ açýk kaldýðý için tatilde yüzerken
boðulma tehlikesi geçirmektedir -buna 'Madragil ironi' de denmiþ ve
böylelikle bencileyin acemi bir editörün tarif ve tespit yükü zamanýnda
fazlasýyla hafifletilmiþtir.
Gene de 'merak' ile 'bakýþ' hususlarýnda bir iki kelime daha
söyleyeceðim.
Birazdan okumaya baþlayacaðýnýz yazýlar toplamýnýn, Madra'nýn
merak ettiði ya da ilgisini çeken konular hakkýnda size tam tekmil bir
fikir vereceðini düþünüyorsanýz fevkalade yanýlýyorsunuz. Onlar,
burnunu sokmayý becerebildiklerinin sadece bir kýsmýdýr.
'Bakýþ'a gelince, Madra -benim de birkaç seneden sonra çok
þükür biraz anlar gibi olduðum üzere- 'Hayat'a bakar. Ama nereden?
Kainatýn mümkünse ve tercihan yüksek bir yerinden. Ýnsanýn, insan
diye anýlýp insanca yaþayamayanlarýn, hayvanlarýn, bitkilerin, mikro
ve makro organizmalarýn, çevre kirliliðinden mustarip olanlarýn,
dünya nimetlerinden haklý payýný alamayanlarýn, "olaðan ve sahici"
bir ömrü olamayanlarýn hayatlarýna bakar. Baktýkça onlar için çok
üzülür ve oturup bir yazý yazar ancak... Elinden gelen budur.
Ýyisi mi, yakalarýnýzý kaldýrýn ve okumaya baþlayýn. Ama sahiden
kaldýrýn. Zira baktým da ilk kitaptan bu yana rüzgarýn þiddeti de
meðer fena halde artmýþ.
Ýçindekiler
TERAZÝ YA DA UÐURLU KELÝMELERÝNÝZ: HUKUK, DEMOKRASÝ
NOEL BABA (27. 12. 99)
9
PINOCHET ÝNSANLIÐIN HÝZMETÝNDE (14. 1. 00)
11
"HOÞ" (17. 3. 00)
13
SOÐUKTAN GELEN CASUS (27. 3. 00)
15
KANLI PAZAR YA DA BRÝTANYA'NIN SUSURLUK'U (30 . 3. 00)
17
KAPALIAÇIK (5. 4. 00)
19
NASILSINIZ, ÝYÝ MÝSÝNÝZ?
21
ANONÝM, ANINDA, ALEMÞÜMUL (11. 5. 00)
22
BÝNYILI BÝZÝM ÝÇÝN DE AÇAN KUPA (21. 5. 00)
24
AÐIR METAL ÇOCUKLARIN BAÞINA DÜÞTÜ (4. 6. 00)
26
SON BÜYÜK ULUSAL NUMARAMIZ (18. 6. 00)
28
"MEKSÝKA'DA DOÐAN GÜNEÞ" (6. 7. 00)
30
AÐABEY ANAVATANA DÖNÜYOR (20. 7. 00)
32
BÖCEKLER, KURABÝYELER VE MAYMUNLAR (3. 8. 00)
34
ANAYASA DERSLERÝ (11. 8. 00)
36
ATMOSFER (10. 9. 00)
38
TABÝAT ANANIN ANASI AÐLARKEN
MEÇHUL AFETZEDE ANITI (24. 12. 99)
40
ÇOCUKLAR YAÞADI (26. 12. 99)
42
TARÝHÝN ÝÇÝNDE UYURGEZER OLMAK (20. 1. 00)
45
MEVSÝM DEÐÝÞÝKLÝKLERÝNÝ ANLAMAK (29. 3. 00)
47
"KENDÝNÝ YÝYEN BEYÝN" PARADOKSU (24. 4. 00)
49
ÝN MÝSÝN, GEN MÝSÝN? (28. 5. 00)
52
ÞÝÞEDEN KAÇAN GEN MASALI (29. 5. 00)
54
"3. HAMUR" KAÐIDA BASILMIÞ UCUZ DEDEKTÝF ROMANI (1. 6. 00)
56
KÖPEKBALIÐI YÜZGECÝ ÇORBASI (7. 7. 00)
58
BÝR BÜYÜDÜK ARTIK -HER YERDEYÝZ (14. 7. 00)
60
SANDALETLER VE BÝSÝKLETLER (27. 7. 00)
62
DÝNOZORLAR BURNUMUZUN DÝBÝNDE YELLENÝYOR (30. 7. 00)
64
BÝR DÝNOZORUN HEZEYANLARI (31. 7. 00)
66
EYYAM-I BAHUR (2. 8. 00)
68
SABOTAJCI (7. 8. 00)
70
GECÝKEN TATÝLCÝLER ÝÇÝN BULUNMAZ FIRSAT (31. 8. 00)
72
ULUSLARIN FAKÝRLÝÐÝ YA DA KÝMSEDE 'MORAL' KALMADI
KAHRAMANLAR VE ALÇAKLAR (31. 12. 99)
74
PUSULASINI ÞAÞIRMIÞ ÝNSANLIK (6. 3. 00)
76
ÇÜRÜK KÝRAZLARI AYIKLAMAK (22. 3. 00)
78
BREZÝLYA'NIN DOÐUM GÜNÜ (20. 4. 00)
80
BEYAZIN DA BEYAZI (26. 4. 00)
82
VÝETNAM SAVAÞI: KÝM KAZANDI? (1. 5. 00)
84
KÜRESELLEÞMENÝN DAYANILMAZ AÐIRLIÐI (3. 5. 00)
86
AMA HAYDUTLUK DA KÜRESELLEÞTÝ (4. 5. 00)
88
ELMASLAR EBEDÝDÝR (15. 5. 00)
90
KÝTAB-ÜL HAYAT (25. 5. 00)
92
HAYAT -VE ÖLÜM- KÝTABI (26. 5. 00)
94
ALO ALO, ORASI NERESÝ --AFRÝKA MI? (2. 6. 00)
96
"HERKES ÝÇÝN DAHA ÝYÝ BÝR DÜNYA" (3. 7. 00)
98
VAAT EDÝLMÝÞ TOPRAK (19. 7. 00)
100
G-8 ZÝRVESÝNDE LÝDERLERÝN BURUNLARI UZADI (24. 7. 00)
102
KABRÝSTAN
GÜLE GÜLE 'KEMO SABE' (30. 12. 99)
104
DON MARTIN DE GÝTTÝ: SPLOP! (16. 1. 00)
106
SEN ÝYÝ BÝR ÇÝZERDÝN, CHARLES SCHULZ (14. 2. 00)
108
KARINCAEZMEZ ÞEVKÝ (26. 3. 00)
110
KOPAN HAYAT BAÐLARI (26. 7. 00)
112
BÜYÜK ÝNSANLIÐIN ÝRÝLÝ UFAKLI HALLERÝ
OLAÐAN VE SAHÝCÝ (9. 1. 00)
114
BAYRAMIN KARANLIK YÜZÜ (10. 1. 00)
116
ÇOCUKLARIMA BÝR KOLAJ (21. 1. 00)
118
GÜVERCÝN SAVAÞLARI (23. 1. 00)
119
KAR TATÝLÝNDE MERVE ÝLE MEDÝNE (26. 1. 00)
121
HER ÖÐRENCÝ 1 LÝRA VERECEK (2. 2. 00)
123
EVET, MUTLULUÐUN RESMÝNÝ ÇÝZEBÝLECEÐÝZ (7. 2. 00)
126
ORDA KÝMSE YOK MU? (13. 2. 00)
128
AMERÝKA'DA YENÝ BÝR CEZA SÖMÜRGESÝ (18. 2. 00)
130
YÜKSEKLÝK KORKUSU (8. 3. 00)
132
GÝZLÝ ÇIKARLAR (16. 3. 00)
134
KAVANOZ DÝPLÝ DÜNYA (23. 3. 00)
136
BAYRAK DÝREÐÝ (3. 4. 00)
138
GÜZEL LAETITIA VATAN HAÝNÝ MÝ? (6. 4. 00)
140
CÝNAYETÝ GÖRDÜK (9. 4. 00)
142
ÝNSANIN NEÞE DOLMASI (23. 4. 00)
144
5 MUM YAKTIK, SEYRÝNE BAKTIK! (10. 7. 00)
146
"TÜM YAÞAM BÝÇÝMLERÝ AYNI DERECEDE DEÐERLÝDÝR" (1. 9. 00)
148
"EN KIYMETLÝ HAZÝNEMÝZ, ROBOTLARIMIZ" (3. 9. 00)
150
YAYIN KESÝLÝNCE (11. 9. 00)
152
KARAGÖZ'ÜN NEW YORK SAFASI
NEW YORK NEW YORK I (13. 9. 00)
154
NEW YORK NEW YORK II (14. 9. 00)
156
NEW YORK NEW YORK III (15. 9. 00)
158
NEW YORK NEW YORK (Vallahi son!) (17. 9. 00)
160
AMA BU B݅
YAÐMURLA GELEN (25. 9. 00)
162
BELGRAD'DA ZAMAN (27. 9. 00)
164
BELGRAD'DA ZAMAN (28. 9. 00)
166
DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN - TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI I (9. 10. 00)
168
DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN - TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI II (11. 10. 00)
170
DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN - TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI III (12. 10. 00)
172
9
TERAZÝ YA DA UÐURLU KELÝMELERÝNÝZ:
HUKUK, DEMOKRASÝ
NOEL BABA
27 Aralýk 1999, Yeni Binyýl
Rahmetli Oðuz Atay, inci gibi elyazýsýyla kaleme aldýðý o unutulmaz
"Günlük"ünde þöyle diyor: "Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmýþ bir
milletiz ve daha olaylarý ve dünyayý mucizelere baðlý bir þekilde
yorumluyoruz en ciddi bir biçimde." Sonra ekliyor: "Ýçinde, düþüncenin
farketmediði bir 'humour' olan, saf diyebileceðim bir görüþ." Genel
olarak "Türkler" hakkýnda yapýlmýþ en canalýcý tespitlerden biri bu.
Ama, "biz"den baþka, belki bir tek Amerikalýlar için de geçerli
sayabiliriz bunu. Washington Irving'in, yüz yýl uyuduktan sonra uyanan
kahramaný Rip Van Winkle da týpatýp Atay'ýn tanýmýna uymuyor mu:
Dünyanýn Amerikalýlara nasýl baktýðýnýn aynasý o adeta: Zaman zaman
ve bir noktaya kadar sevimli, canayakýn; ama özünde, pek
olgunlaþmamýþ, benmerkezci, kaygýsýz ve hepsinden önemli - ve belki
de tehlikeli - olarak, saf.
24 Aralýk 1999 sabahý hepimiz Rip gibi uyandýk ve gözlerimizi
oðuþturduk: Cumhurbaþkaný Demirel, bilebildiðim kadarýyla, Türklerin
ya da T.C.'nin tarihinde ilk kez yayýnladýðý Noel mesajýnda þöyle
diyordu: "Hz. Ýsa'nýn 2000'inci doðum yýldönümünün barýþa ve
hayýrlara vesile olmasýný, bu mübarek Ramazan ayýnda Allah'tan niyaz
ediyor, Hýristiyan dinine mensup vatandaþlarýmýzýn ve tüm Hýristiyan
âleminin kutsal Noel bayramýný kutluyorum […] Caminin, kilisenin ve
havranýn yanyana varlýklarýný sürdürdükleri bu topraklarýn insanlýk
onurunu herþeyin üstünde tutan eþsiz hoþgörü geleneði Cumhuriyetin
eþitlik ilkesine dayalý anayasal vatandaþlýk hakkýyla daha da
pekiþmiþtir." (Gazeteler) Ayný sabah, yani Hz. Ýsa'nýn doðumunun
2000'inci sabahýnda, gözlerimizi oðuþturmaya devam: Amerikan
diplomasisinin bir numarasý Madeleine Albright, A.B.D.'nin Müslüman
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
10
gruplarýnýn önde gelen temsilcilerine verdiði iftar yemeðinde þöyle
diyor: "Ülkemiz dinsel özgürlük peþindekiler tarafýndan kuruldu. Sivil
haklar alanýndaki her ilerlemeyle biraz daha güçlendi. Geleceðimiz,
Amerikan kimliðinin herhangi bir ýrkýn, etnisitenin ya da dinin malý
olmadýðýný kavrama yeteneðimize baðlý. Bu yaklaþýmla sorunu olanlar
varsa, bunu aþmak zorundadýlar […] Kadýn olduðum için bu iþi
yapamayacaðým […] söylenmiþti. Bu Müslümanlara ve kadýnlara
yönelik bir hakaretti ve ciddi bir cehaletin yansýmasýydý. Bosna'da,
Kosova'da, Çeçenistan'da Müslüman sivillere yönelik þiddete karþý
duruyoruz. Huntington'ýn 'Uygarlýklar Çatýþmasý' tezinde öngörülen
Ýslam-Batý çatýþmasýna izin vermeyeceðiz." (Milliyet) Yani? Ýslamköy'lü
'Çoban Sülü' 'Barajlar kralý' olarak siyasete giriyor, iki kez darbe ile
devriliyor, baþbakanlýktan altý kez ayrýlýp yedi kez geri geliyor, yedi yýl
yasaklý kalýyor; aradaki iktidar günlerinde idamlar, "bana, saðcýlar
cinayet iþliyor dedirtemezsiniz" laflarý, 'baba' oluþu; sonra canileri
kapsayan af yasasýný 180 derecelik bir dönüþle 24 saatte veto, AGÝT
zirvesini, yýllar yýlý insanlarýn sadece okuduklarý için hapislerde
süründükleri Nâzým Hikmet'in meþhur "yaþamak bir aðaç gibi tek ve
hür/ve bir orman gibi kardeþçesine" dizesiyle kapatýþ, "darbeler
olmasaydý çoktan Avrupa Birliði üyesiydik" diye yakýnýþ ve iþte bir
sabah karþýmýzda: Kýzaðý 'hoþgörü', 'haklar', 'eþitlik', 'sivillik', 'yurttaþlýk'
ve 'kardeþlik' paketleriyle dolu, kýrmýzý elbisesi ve beyaz ponponlu
þapkasýyla - "Hoh hoh hoo!" Ayný anda, yeryüzünün en güçlü askeri ve
ekonomik ülkesinin dünya politikasý sözcüsü Albright. Nazi canilerinin
toplama kamplarýna kurban verdiði aile fertlerini bile çok sonradan
öðrenmiþ bir Avrupa Yahudisi ailenin Amerikalý kýzý. Latin Amerika
diktatörlüklerine binlerce kurban verilmesine yol açan ABD/CIA
desteðinden dolayý özür diledikten sonra, Müslümanlara iftar yemeði
verirken, Ýslam-Batý çatýþmasýna izin vermeyeceklerini söylüyor; peþin
yargý yok! Ha ha. Yorumlamakta zorluk çektiðinizi hissediyorum. Ama,
durun: Benim de size bir Noel ve yýlbaþý hediyem olacak: Aslýnda çok
kolay, sevgili dostlar: Bütün bunlar bir mucizeden ibaret. En ciddi
biçimde söylüyorum. Vallahi.
11
PINOCHET ÝNSANLIÐIN HÝZMETÝNDE
14 Ocak 2000, Yeni Binyýl
Tarihin en kanlý faþist diktatörlüklerinden birinin kurucusu ve baþ
cellâdý olan Pinochet'nin Ýngiltere'deki 14 aylýk zorunlu ikameti artýk
sona erecek gibi görünüyor. Bedenlerini ve ruhlarýný paramparça ettiði
onbinlerce insanýn (bu insanlarýn sevdiði, yakýn olduðu kiþileri de
sayarsak, yüzbinlerin) haklý isyanýna raðmen, bu yaratýðýn saðlýk
nedenleriyle ülkesine dönmesine izin verilmesi kararýný desteklediðimi
belirtmiþtim. Baþlýca gerekçem de þuydu: Zaten artýk bir 'mevta' olan
emekli generalin, 'yaþlý bir mahpus' olarak çýkacaðý duruþmalar
sýrasýnda ölüp gitmesi halinde, hani olur ya, bir tür kahramana
dönüþmesi tehlikesi vardý. Serbest býrakýlmasý ile hepimiz bu ölümcül
tehlikeden kurtulmuþ oluyoruz.
Öte yandan, Pinochet'nin þu kýsacýk tutukluluk süresi içinde
insanlýða yaptýðý sayýsýz hizmeti de unutmayalým: · Generalin ilk büyük
hizmeti, Ýngiltere seyahatidir: Ameliyat gerekçesiyle oraya özel gezi
yapmasaydý, uslanmaz hukukçu Garzon onu orada kýstýramazdý; o
zaman da, onu deðerli bir silah müþterisi olarak kabul eden eski-yeni
Avrupa politikacýlarýnýn o kayýtsýz ve sinik maskesi düþmez,
kimsecikler de Þili'deki 18 küsur yýllýk kepazelikleri hatýrlamak zorunda
kalmazdý. Pinochet, çok öðretici bir seyyah çýktý. · Uluslararasý hukuk
ve adalet anlayýþýna yaptýðý katký ise kalýcý, hatta ölümsüz oldu
generalin: Kendi ülkesindeki silahsýz vatandaþlarý ve yabancýlarý
katlederek 20. Yüzyýlýn en 'in' kavramlarýndan biri olan 'democide'a
(nüfus kýrýmý) müthiþ katkýlarý olan eski devlet yetkililerinin, ulusal
egemenlik iddiasýnýn ardýna sýðýnarak dokunulmazlýk zýrhýndan
yararlanmalarýnýn imkânsýz olduðunun canlý kanýtý ve anýtý oldu o.
Çünkü, uluslararasý insan haklarý sözleþmeleri böyle suçlarýn takibi için
sýnýr tanýmýyor. (Kendisi, bundan böyle, "beni Þili doktorlarýna emanet
ediniz!" diyebilir ancak.) General, böylelikle, istemeyerek de olsa,
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
12
kendisi gibi zalimlere karþý kendimizi nasýl koruyabileceðimizi gösterdi
bize. Öðretmen Pinochet. · Üçüncü ve belki de en büyük hizmete geldi
sýra: General, 1980'lerin sonlarýnda, kendisine hâlâ insanlarý
güpegündüz 'kaybetmeyi' nasýl baþardýðýný soran bir gazeteciye,
"boþverin kayýplarý, insan haklarýný filan; ekonomik kalkýnmamýza
bakýn!" demiþti. Para ve maddiyat hýrsýnýn doðurduðu bu sýnýr tanýmaz
küstahlýk, yirminci yüzyýl sonlarýnýn en belirgin 'insan davranýþlarý'ndan
biri sayýlabilirdi. Ýþte, ameliyat için girdiði hastanede gözaltýna
alýndýktan sonra da -- iyileþtiði halde -- Þili halkýnýn parasýyla kalmaya
devam eden bu adam, "diðer hastalarýn haklarýný gasp ettiði"
gerekçesiyle hastaneden kovulurken, gýkýný bile çýkaramamýþtý. Bu,
zalimlerin had tanýmaz küstahlýðýnýn sonunun da yavaþ yavaþ
gelmekte olduðunu belirten bir 'sessiz gýk'tý aslýnda… Gelin þimdi,
bizlere bunca paha biçilmez dersler veren adamý selâmlayalým: Gýk
sana Pinochet.
13
"HOÞ"
17 Mart 2000, Yeni Binyýl
Yargýtay 8. Ceza Dairesi Baþkaný Naci Ünver, dairesindeki resmî
telefonlarýnýn herhangi bir mahkeme kararý olmaksýzýn, devletin kolluk
kuvvetlerince dinlendiðini öðrenmiþ. Bunu nereden öðrenmiþ? Ankara
DGM
Cumhuriyet
Baþsavcýlýðý'nýn
yürütmekte
olduðu
bir
soruþturmadan. Konumu gereði ülkenin en yetkin hukukçularýndan biri
sayýlmasý gereken yargýç, bu durumdan infial duymuþ. Neden? Çünkü,
böyle bir davranýþýn, Anayasa'ya ve Anayasa'nýn koruma altýna aldýðý
demokratik hukuk devleti, hukukun üstünlüðü gibi en temel ilke ve
kurallara aykýrý olduðunu en iyi bilecek durumda olanlardan biri o da
ondan. Bunun üzerine ne yapmýþ sayýn yargýç? Temel haklarýnýn
çiðnendiðini düþünen her vatandaþýn yapmasý gereken - ama
genellikle yapmaktan nedense kaçýndýðý -- þeyi. "Aðýr hizmet kusuru"
iþlendiði gerekçesiyle Ýçiþleri Bakanlýðý aleyhine 25 milyar liralýk
tazminat dâvâsý açmýþ. Konuþmanýn içeriðinin hiç önemli olmadýðýný,
ne konuþulmuþ olursa olsun dinlemenin suç teþkil ettiðini belirtmiþ
dilekçesinde. Halen Ankara 10. Ýdare Mahkemesi'nde devam etmekte
bu dâvâ konusunda dâvâlý, yani TC Ýçiþleri Bakanlýðý ne yapmýþ peki?
Ýki ayrý savunma göndermiþ. Bakanlýðýn, hiç þüphesiz hepsi de yetkin,
akýllý ve saðduyulu birer hukukçu olan avukatlarý, ne demiþler bu
savunmalarda?
1) Telefon dinleme eylemi, telefonu gizlice dinlenen kiþinin kiþiliðine,
kimliðine, özel hayatýna, özel hayatýnýn dokunulmazlýðýna, yargý
baðýmsýzlýðýna ve hakimlik teminatýna bir saldýrý deðildir. 2) Böyle bir
saldýrý olmayýnca, hâkimin zarar gördüðü iddiasý da soyut, belirsiz ve
kanýtsýzdýr. 3) Zarar, zaten ancak ticari bir kayýp olmuþsa zarardýr;
hakimin mal varlýðýna bir halel gelmediðine göre ortada zarar filan
yoktur. Hakim esasen "konuþmanýn içeriði önemli deðil" derken, zarar
görmediðini de söylemiþtir. Dolayýsýyla, hakim zaten "aðýr, haksýz ve
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
14
"fâhiþ" olan böyle bir tazminatý alýrsa "sebepsiz" yere "zenginleþmiþ"
olur. 4) Gizlice telefonlarý dinlenen sadece dâvâcý deðildir ki: "Diðer
önemli kurum ve kiþilerin" resmî telefonlarý da hep dinlenmektedir
zaten. Yani, bu "kiþiye özel" filan deðil, genel ve "normal" bir uygulama
sayýlmalýdýr. Olayda "hukuk devleti ilkelerine bir saldýrý sözkonusu
olabilir", ama bu ilkelere saldýrýlýnca, sadece telefonu gizlice dinlenen,
ama hakkýnda takibat filan yapýlmayan yargýtay hakimi bundan niye
zarar görmüþ olsun ki? 5) Hem, herkes yargýç Naci Ünver gibi tazminat
isterse bu iþin sonu neye varýr: "Tazminat istekleri sonu gelmez hoþ
olmayan bir örnek olur." Ýþte böyle. Dünkü bazý gazeteler (Yeni Binyýl,
Milliyet, Radikal...) bu olayý, "Komedi", "Komik Savunma", "Tuhaf
Savunma", "Aziz Nesin'lik Savunma" baþlýklarýyla verdiler. Bence, bu
gazeteler tümüyle yanýlýyordu: Tüm uðraþýma raðmen, olayda komik
ve tuhaf bir yan göremedim. Ayrýca, Aziz Nesin'in sanatýna duyduðum
hayranlýða raðmen de, deðil üstadýn, yeryüzünün gelmiþ geçmiþ tüm
mizah yazarlarýnýn biraraya gelseler bile, hayal güçlerinin böyle bir
kurguyu dile getirmeye yeteceðinden adamakýllý kuþkuluyum. Evet,
hayat sanatý taklit ediyor. Kendimizi hayatýn bu hoþ akýþýna býrakalým,
nâhoþ örneklere yol açmayalým, tatilimize kayalým.
15
SOÐUKTAN GELEN CASUS
27 Mart 2000, Yeni Binyýl
Yirminci yüzyýl, özellikle ikinci yarýsýndan itibaren, casusluk
faaliyetlerinin yoðunluðuyla da tarihe geçmiþtir herhalde. Baðýmsýz
Ýskoç gazeteci Duncan Campbell'ýn 20 yýldýr derinlemesine ve
belgelerle yürüttüðü araþtýrmalar, dünyada öncelikle Ýngilizce
konuþulan Batý ülkelerinin gizli servislerinin muazzam bir egemenliði
olduðunu tartýþma götürmez þekilde ortaya koydu. Avrupa Birliði'nin de
Campbell'a hazýrlatýp benimsediði yeni bir rapor, yeryüzünde
neredeyse bütün insanlarýn neredeyse bütün konuþma, görüþme ve
mesajlarýnýn dinlendiðini ve arþivlendiðini anlatýyor. Abarttýðýmý
düþünebilirsiniz, ama saatte birkaç milyar mesajdan sözedildiðini
unutmayýn! Böylelikle, George Orwell'in "1984" adlý unutulmaz
romanýnda çizilen fiktif totaliter toplum modelinin gerçek hayatta
düpedüz uygulandýðý bir çaða ulaþmýþ oluyoruz.
21. yüzyýlýn daha da eksiksiz bir "casuslar ve gizli servisler çaðý"
olacaðýna da kesin gözüyle bakýlabilir. Bunu da abartmalý bir kehanet
olarak görüyorsanýz, Rusya'da dün yapýlan seçim sonuçlarýna
bakmanýzý öneririm. Sovyetler Birliði'nin "kendi aðýrlýðý altýnda" kalýp
çökmesinin ardýndan dün yapýlan 3. baþkanlýk seçiminde, halkýn "milli
kahraman" Vladimir Vladimiroviç Putin'i baþa getirmeye kararlý olduðu
anlaþýlýyor. Kim bu Putin? 47 yaþýnda bir casus. Çekirdekten yetiþme.
Üniversiteyi bitirir bitirmez "çocukluk hayallerini" besleyen bu
heyecanlý mesleðe KGB'de atýlmýþ. Eski Baþkan Boris Yeltsin, onu
geçen Aðustos'ta Baþbakanlýða atadýðýnda bu ünlü gizli teþkilâtýn
yerini alan FSB'nin baþýydý. Hakkýnda da kimse bir þey bilmiyordu.
Doðal olarak. Çünkü, hepimizin bildiði gibi, casusluk mesleðinin en
temel ögesi, gizliliktir; yoksa iyi bir casus olunamaz. Putin dün seçim
sandýðýndan çýkarken, kimse gene onun hakkýnda pek birþey
bilmiyordu. "Hukukun diktatörlüðü" gibi siyaset literatürüne hayli tuhaf
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
16
yeni katkýlarý olacaðýndan, siyasî bakýmdan tehlikeli gördüðü basýný
ezmesinden,
Thatcher'ý
çok
beðenmesinden,
güçlü
devlet-
yurtseverlik-aile deðerleri-âdil iþ koþullarý-yoksullukla savaþ gibi son
derece tanýdýk -- ve muðlâk-- kavramlarý savunmasýndan baþka... Ha,
bir de þu var: Seçimden birkaç gün önce, Batý medyasýna verdiði son
derece nadir demeçlerden birinde, Rusya'nýn baþ belâsý yolsuzlukla
mücadele için müthiþ bir formül geliþtirdiðini açýkladý Putin: Seçimi
kazandýðý gibi, çok güvendiði bütün eski casus yoldaþlarýný Kremlin'e
sokup yolsuzluðun kökünü kazýyacak ve Rusya'yý "muasýr medeniyet
seviyesine taþýyacak"mýþ! (New York Times, 24 Mart 2000) Soðuktan
gelen casuslar küreselleþip Batý ile bütünleþiyor. Ayný söyleþide
"sembollerle
uðraþacak
hali
olmadýðýný"
söyleyen
Vladimir
Vladimiroviç Putin, belki kendi farkýnda bile olmadan, 21. yüzyýlýn en
büyük metaforlarýndan biri haline geldi bile.
17
KANLI PAZAR YA DA BRÝTANYA'NIN 'SUSURLUK'U
30 Mart 2000, Yeni Binyýl
Þu günlerde Britanya, tarihinin en en büyük adlî soruþturmasýna
tanýk oluyor: "Kanlý Pazar" soruþturmasýna. Buna, bir bakýmdan,
"Britanya'nýn Susurluk'u" da diyebiliriz. 1972 yýlýnýn Ocak ayý sonunda
Kuzey Ýrlanda tarihinin en karanlýk Pazar günlerinden birinde,
Londonderry'de Britanya Paraþüt Alayý'nýn birinci taburu, yasadýþý
yürüyüþ yapmak isteyen insanlarýn üzerine aðýr silahlarla ateþ açmýþtý.
Bu ateþ, hepsi de silâhsýz olan 14 delikanlýnýn yürüyüþüne ebediyyen
son verdiði gibi, 17 kiþinin de - kimisi aðýr -yaralanmasýna yol açmýþtý.
Bazýsý arkadan vurularak öldürülenlerin altýsý, henüz 17 yaþýndaydý.
Asker de dahil olmak üzere orada görevli olan kolluk kuvvetlerinin
tümü, öldürülenlerin çoðunun þüpheli þahýslar olduðunu iddia
etmekteydi. Yani ya yasadýþý IRA'nýn silahlý militanlarýydýlar, ya da çivibombacýlarý. Kanlý Pazar'i izleyen üç ay içinde bu dehþetengiz olayýn
soruþturmasý inanýlmaz bir süratle tamamlandý ve soruþturma
baþyargýcý Lord Widgery, paraþütçülerin, üzerlerine ateþ açýlmasý
üzerine "nefs-i müdafaa" amacýyla karþýlýk verdikleri kanaatine vardý
ve böylece Ordu'yu da akladý. Olay da bu þekilde kapanmýþ oluyordu.
Ama, Kanlý Pazar kurbanlarýnýn aileleri, ilk günden itibaren, ne
yapýlan resmî açýklamalara, ne de bu soruþturma sonuçlarýna
inandýlar. Widgery'nin alelacele hazýrladýðý 36 sayfalýk üstünkörü
raporun tek kelimesini kabul etmediler. Çocuklarýnýn, kardeþlerinin ya
da aðabeylerinin IRA ile iliþkisi olmadýðýný, yürüyüþ günü hiçbirinin
üzerinde tek bir silâh dahi bulunmadýðýný, iþin içinde baþka bir iþ
olduðunu anlatmak üzere çalmadýk kapý býrakmadýlar. Bu bir avuç sivil
insanýn çok uzun, zorlu ve dolambaçlý adalet mücadelesi çeyrek
yüzyýlý aþkýn bir süre devam etti. Sonunda, iki yýl önce, artýk baskýlara
ayak direyemeyen Blair hükûmeti, ikinci bir soruþturma baþlatmaya
karar verdi. Kara kaplý defter yeniden açýlmýþtý iþte sonunda. Yargýç
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
18
Lord Saville baþkanlýðýnda yürütülen yeni soruþturma da iki gün önce
resmen baþladý. 100.000 sayfadan fazla kanýt belgenin ortaya
konacaðý bu soruþturmanýn sadece açýlýþ ya da sunuþ konuþmalarýnýn
4 hafta boyunca aralýksýz devam edeceði biliniyor. Adlî soruþturmanýn
iddia makamýnda bulunan Christopher Clarke, "insani bakýmdan
nekadarý elimizden geliyorsa, o kadar koþacaðýz hakikatin peþinde."
Nasýl bir hakikat bu? "Ýnsanlarýn gördüðü hakikat deðil. Ýnsanlarýn
olmasýný istediði hakikat de deðil. Olanca yalýnlýðý ile sadece hakikat."
Dünyanýn dört bir yanýnda 2110 tanýðýn aranýp taranmasýndan ve
bunlarýn neredeyse tümünün ifadesine baþvurulduktan sonra ortaya
çýkacak olan hakikatten bahsediliyor. Bedeli de aðýr olabilir bu hakikat
arayýþýnýn. Bütçeden müthiþ paralar ayrýlmýþ, high-tech salonlar
kurulmuþ ve yaklaþýk iki yýl sürecek aðýr bir süreç izlenecekmiþ. "Kanlý
Pazar'da ilk aðýzda ölen Jack Duddy adlý delikanlýnýn yeðenlerinden
birinin açýlýþ günü belirttiði gibi, "kurbanlarýn aileleri, Ýrlanda'nýn Derry
kenti halký ve bir de uluslararasý insan haklarý camiasý, Britanya
hükûmetini bu soruþturmayý baþlatmaya zorladý." Soruþturma ile tam
ayný tarihte, Britanya'dan Peter Pringle ve Philip Jacobson adlý iki
gazetecinin bu konudaki derinlemesine araþtýrmalarýnýn sonuçlarýný
ortaya koyduklarý bir kitap yayýmlandý. Ordunun gizli bir"katliam planý"
uyguladýðýný kanýtlarýyla ileri süren kitabýn sadece adý bile hayli
aydýnlatýcý: "Kanlý Pazar: Bunlar gerçek mermi, öyle deðil mi?" 28 yýl
sonra yavaþ yavaþ aralanan bu kanlý ve karanlýk perdenin
arkasýndakileri anlatmaya yarýn devam edeceðiz.
19
KAPALIAÇIK
5 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Dün, iktidar koalisyonunun bir zirvesi daha sonuçlandý. Týpký daha
önceki yirmiki zirve gibi bunun da tarihî bir liderler zirvesi olduðu
konusunda tüm gazeteler hemfikir. Hürriyet gazetesi, bu seferki tarihî
zirveden iki karar çýktýðýný, bunlardan birinin "açýk karar", ötekininse
"gizli karar" olduðunu belirttikten sonra, hem açýðýný, hem de kapalýsýný
(gizlisini) bize açýkladý. Aslýnda, belli baþlý diðer bütün yayýn
organlarýnda da açýklandýðý için pek gizlisi saklýsý kalmadýðýný
düþünsek de, biz gene biz olalým, bu gizli kararý saklý tutalým ve açýk
karara bakalým. Buna göre, 5 Nisan günü (yani bugün) yapýlacak olan
tarihî oylamada milletvekillerinin "Anayasa deðiþikliði için attýklarý
imzaya sahip çýkmasý saðlanacak"mýþ. Liderler, bunun için "her tedbiri
alacaðýz" demiþler. (Hürriyet, 4 Nisan 2000, s. 25) TBMM'de yapýlacak
gizli oylamada imzalara sahip çýkýlmasýnýn saðlanmasý için nasýl tedbir
alýnacaðý konusunda rivayet muhtelif. Bu fevkalade karmaþýk oylama
sürecini en iyi Yeni Binyýl anlatmýþ: Kýsaca, "gizli oy, açýk pul" ya da
"ýskarta oy formülü" diye adlandýrýlan bu sistem, özetle þöyle iþliyor:
- Oylamada kur'a usulüyle 5 milletvekili "tasnif komisyonu" olarak
belirleniyor. Adý okunan milletvekili komisyon masasýna gelip bir zarf
ile 3 renk pul alýyor. - Meclis matbaasýnda bastýrýlan ve mutlaka kalýn
kartonlardan oluþan pullar kýrmýzý (red), beyaz (kabul) ve yeþil
(çekimser/çekinser) renkte oluyor. - Gizli oylama olduðundan, kapalý
kabine giren milletvekili, orada oyunu koyduðu zarfý, açýk sayým
olduðundan dýþardaki baþkanlýk kürsüsü önündeki oy sepetine atýyor.
Diðer iki pulu ise ister cebine koyuyor, isterse çöp sepetine (ýskartaya)
atýyor. - Bu aþamada devreye giren "ýskarta formülü"ne göre, avucuna
sakladýðý diðer iki pulu parti denetçilerine gösteriyor. (Milletvekilinin,
kullanmadýðý
pullarý
avucunda
kimden
sakladýðýný
maalesef
anlayamadým, tarihi zirveden çýkan tarihi ve açýk kararda burasý
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
20
açýklanmamýþ çünkü.) - Son aþamada, ek bir tedbir daha var: Üç pulu
alan milletvekili, a) Kabinde beyaz pul koymadan zarfý kapatýp
çýktýðýnda boþ zarfý oy sepetine atabilir. b) Beyaz pulu saklayýp, diðer
iki pulu parti yöneticilerine teslim edebilir. Bu gibi sakat durumlara
karþý, beyaz oylarýn mutlaka yöneticilere alenen gösterilerek zarfa
konmasý ve sandýða atýlmasý öngörülmekteymiþ. (Yeni Binyýl, 4 Nisan
Salý) (Yukarýdaki a ve b þýklarýna, bir de beyaz pulun milletvekili
tarafýndan "yutulmasý" ihtimaline de Sabah'ta Rauf Tamer dikkat
çekiyor. Bu ihtimale karþý, oylamaya katýlan milletvekillerinin tek tek
mide röntgenlerinin alýnmasý gibi bir tedbir de ayrýca düþünülmüþ
müdür, orasýný bilemiyoruz, ama itiraf etmek gerekir ki, bu kadarý biraz
fantezi olur.) Tarihî zirveden çýkan tarihî karar uyarýnca alýnacak bu
tarihî tedbirler manzumesi Meclis'teki tarihî oylamada bitamam
eksiksiz uygulanýrsa, Türkiye de dünya tarihinde "bir ilk'e daha imza
atmýþ" ve böylelikle dünya siyaset literatürüne "gizliaçýk oylama"
terimini kazandýrmýþ olacak. Ayrýca, istikrar da geri gelecek tabii.
Bütün bu karmaþýk sistem içinde, oylarýn niçin kapalý kabinlerde
kullanýldýðýný da anlamadým, ama ey kari, bu kadarýný da benim kapalý
zihnime ver ve beni baðýþla.
21
NASILSINIZ, ÝYÝ MÝSÝNÝZ?
7 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Kendimi yeni doðmuþ bir bebek gibi hissediyorum. Ya siz?
(Þerif’in notu: TBMM tarafýndan Süleyman Demirel’in Cumhurbaþkanlýðý süresinin
uzatýlmamasýna karar verildiði gün yazýlmýþtýr.)
22
ANONÝM, ANINDA, ALEMÞÜMUL
11 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Siberuzayda "yýldýz savaþlarý"ndan beter amansýz bir savaþ sürüp
gittiðinin farkýnda mýsýn, ey kâri? Yeryüzünün en büyük sektörlerinden
müzik endüstrisi, çaðýmýz gençliðine karþý - hani biraz da umutsuz
görünen - bir "hukuk savaþý" yürütmeye çabalýyor bir kere. Dünyanýn
dörtbir yanýnda müziksever gençlerin kendi aralarýnda internet
üzerinden dijital müzik deðiþ-tokuþuna karþý, telif haklarý ayaklar altýna
alýndýðý gerekçesiyle ter ter tepiniyor. Ne yapacaðýný bilmek açýsýndan
plakçýlardan çok daha iyi durumda olmayan dev hukuk sektörü onlarýn
artýk ayyuka çýkan yakýnmalarýyla baþ etmeye çalýþa dursun, savaþta
yeni yeni cepheler de açýlýyor.
New York Times'ýn manþetten verecek kadar önemli bulduðu
habere göre, bu "sibercephe"nin yeni Luke Skywalker'ý --ya da,
bulunduðun tarafa göre, Darth Vader'ý, artýk ona sen karar vereceksin
- 23 yaþýnda bir Ýrlandalý delikanlý. Ian Clarke adýndaki bu programcý,
"Freenet" (Özgür ya da Serbest Að) diye bir program tasarlamýþ ve
bunun "deneme yayýnlarý"ný da dünyanýn pek çok ülkesine bedava
daðýtmýþ durumda. Kendisinin Times'a söylediðine göre, yakýnda
bitirmek üzere olduðu bu program, her türlü sayýsal (dijital) haber ve
bilgi deðiþtokuþunu denetlemeyi olanaksýz kýlacak. Yani, ister müzik,
ister video, isterse de yazýlý metin veya yazýlým programý olsun,
tümünü bedavadan deðiþ tokuþ edebileceksiniz. Üstelik, böyle
malzemeyi edinmek ya da deðiþ-tokuþ etmek, anonim bir faaliyet
olacak. Dahasý, bu bilgiyi Ýnternet'ten kaldýrmak ya da bunun
kaynaðýný belirleme yolundaki bütün çabalarý da boþuna çýkaracak
þekilde tasarlanmýþ bir program bu. Þu sýralarda çok revaçta olan bir
reklamda söylendiði gibi "Bu bir devrim." Genç Ýrlandalý ve onun gibi
gönüllü programcýlardan oluþan grubu, bilerek ve isteyerek dünya telif
yasalarýyla çatýþmaya giriyorlar. Bu "savaþ"tan bekledikleri de þu:
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
23
Çatýþma sonunda yeryüzünün tüm bilgi ve haberlerinin serbestçe
(özgürce) paylaþýlacaðý bir siber âlem yaratýlacak. Her halükârda,
Freenet ve benzeri programlar (Gnutella, Napster vb.), "fikrî mülkiyet"
ya da telif haklarý diye bilinen kavramlara bakýþýmýzý kökten
deðiþtirecek gibi görünüyor. Daha düne (gerçekten düne) kadar, kayýt
endüstrisinin,
avukatlar
ordusunun
ve
bazý
müzisyenlerin
(Metallica'cýlarýn kulaklarý çýnlasýn!) düpedüz "korsanlýk" diye suçladýðý
bu müzik-haber-bilgi deðiþtokuþu, birden bambaþka bir boyut
kazanabilir. Yeni programlarla merkezî bir otorite, bir denetim
mekanizmasý, bir hedef "korsan" bulunamayacak çünkü ortada.
Mesele, yalnýzca müzik, telif haklarý filânla sýnýrlý kalsa gene iyi. Yeni
teknolojiler sayesinde, her türden enformasyonun anonim, ânýnda,
âlemþümul (küresel) olarak daðýtýlmasý sözkonusu! Bu "üç a"nýn
insanlýða neler getireceðini düþünebiliyor musun, ey kâri? Sen bu çok
boyutlu denklemi bir günlüðüne düþünedur; biz de arkasýný yarýn
getirmeye çalýþalým.
24
BÝNYILI BÝZÝM ÝÇÝN DE AÇAN KUPA
21 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Kimi zamanlar idrakimin zayýflýðýndan dolayý en yakýnýmda olan
insanlarý bile þaþýrtýp onlarý aval aval baktýrmayý baþardýðým doðrudur.
Tek bir örnek vermem gerekirse, televizyondaki en sýradan (yani
olaylarýn akýþý her zaman insaný çileden çýkartacak kadar kolay tahmin
edilebilir olan) Amerikan filminin konusunu kavramamakta direndiðim
olmuþtur. "Bu kadýný niye öldürdüler þimdi, durup dururken?" diye
sorduðumda, karýmýn yüzünde okuduðum hayret, sahicidir: "Allahým,
her gün dünya olaylarýný yorumlayarak kafamý þiþiren bu adam,
dünyanýn en olaðan senaryosunu algýlamamýþ olabilir mi?" diye sorar
gibidir kara gözleri. Böyle durumlarda, onu iþletmediðimi, esasen
kimseyi iþletemeyecek kadar iyi niyetli (ve de geri, belki biraz da çift
þahsiyetli) olduðumu ona anlatana kadar göbeðim çatlar - anlatmayý
baþarabilirsem tabii. (Burada asýl amacým, erkek seçiminde yanlýþ
davranmamýþ olduðunu ona bir kez daha hissettirmek, dolayýsýyla da
özgüvenini saðlamlaþtýrmaktýr, müþfik bir koca olarak.)
Ama, kimi zamanlarda da olaylarýn gidiþatýný önceden kestirmekte
üstüme yoktur doðrusu. Ender de olsa, böyle biliciliklerim vardýr. Bu
kehânetlere tek bir örnek vermem gerekirse, Galatasaray antrenörü
Fatih Terim konusunda, ülke çapýnda þimdiki gibi tam bir fikir birliði
þöyle dursun, epey bir "kafa karýþýklýðý"nýn hâkim olduðu bir tarihte,
onun çok önemli bir adam olduðu konusunda kesin bir kanaate varmýþ
olduðumu söyleyebilirim. Üstelik, konu da futbol deðildi, iyi mi?
Bundan iki-üç yýl önce, þimdi maalesef bulup çýkaramadýðým bir
gazetede çýkmýþ bir röportajýnda, sayýn Terim, kendisi için öncelikli
konunun "insan haklarý" olduðunu net bir dille ifade etmiþti. Üstelik,
yanlýþ hatýrlamýyorsam, bunun neden böyle olduðunu da saðlam bir
mantýkla ortaya koymaktaydý. Hem insan haklarýnýn, hem de
Galatasaray'ýn koyu bir taraftarý olarak, o tarihten bu yana, geleceðe
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
25
çok daha pozitif bir tavýrla baktýðýmý söyleyebilirim. Bu görüþümü, her
zamanki gevezeliðimle, o zaman da yakýnýmdaki insanlarla da
paylaþmýþ olduðumdan, hani tanýk sýkýntýsý da çekmiyorum. Arsenal'le
oynanan inanýlmaz final maçýnýn ardýndan iki önemli þey daha söyledi
Fatih Terim: Birincisi, hep ayný ülkelerin ayný takýmlarýnýn kazanmasýna
alýþýlmýþ bu kupayý farklý bir ülkenin farklý bir takýmýnýn kazanmasýyla
dünyaya katýlan "renk"ten bahsetti. Ýkincisi de, artýk unutmaya yüz
tuttuðumuzu dehþetle farkettiðim bir olayý hatýrlamasýydý: Muazzam bir
deprem felâketi yaþayan bir ülke sâkinlerinin yüzlerine bir süre için de
olsa gülümsemeyi yeniden katmanýn sevincinden söz etti teknik
direktor. Herþeyin para demek olmadýðýný; kiþiliðin, dürüstlüðün,
sözüne sadýk kalmanýn, "enayiliðin", "Donkiþotluðun", kýsacasý,
modasý geçmiþ sayýlan erdemlerin önemini bize çeþitli tarihlerde tekrar
tekrar hatýrlatan Fatih Terim, þahsen benim için (ilk gittiðim maçta
Beþiktaþ'a 5-4 yenildiðimiz o dramatik futbol faciasýndan bu yana) tam
45 yýllýk bir beklentiyi sona erdirenlerden biri olmanýn çok ötesinde.
Terim önderliðindeki Galatasaray'ýn Avrupa'nýn sýkýcý finallerine kattýðý
o canlý renkler de -- öncelik elbette sarý - kýrmýzýda olmakla birlikte -gökkuþaðý gibi bir palet oluþturuyor. Ben bundan sonra da Amerikan
filmlerinde senaryoyu kavramakta zorlanmaya devam edeceðim;
burasý kesin. Ama, Avrupa'da "millennium"un açýlýþ kupasýna adýný
yazdýrmanýn ne demek olduðunu kavramakta zorluk çekeceðimi
sanmýyorum.
26
AÐIR METAL ÇOCUKLARIN BAÞINA DÜÞTÜ
4 Haziran 2000, Yeni Binyýl
Geçen yýl, daha 20 yaþýný doldurmamýþ bir üniversite öðrencisi bir
icatta bulundu: Napster adýný taþýyan bir bilgisayar programý. Kâinatýn
sýrrýný çözmekte E = mc2 formülü ne kadar etkili ise, özellikle gençlerin
gizemli dünyasýný aydýnlatmakta neredeyse o kadar büyük etki yaratan
MP3 dosyalarýný kullanan bir programdý bu. CD kalitesinde müziðin
sanal âlemde serbest dolaþýmýný mümkün kýlýyordu. Dolayýsýyla,
kaydedilmiþ parçalarýn mükemmel kopyalarý yeryüzünün bütün
bilgisayarlarýnda tedavüldeydi artýk. Teorik olarak, bir tek CD satýn
alarak, bir "hit"parçanýn milyonlarca kopyasýný yapabiliyordunuz.
Geçen yýl, tescilli marka olarak piyasaya sürülmüþ þarkýlardan bir
milyar kopya yapýlmýþ olduðu saptanmýþ. Bu yýl, bunun üç milyar
olacaðý tahmin ediliyor.
Ýþte Shawn Fanning'in programý, böylelikle, yirmibirinci yüzyýlda bir
baþka cini daha þiþeden çýkarmýþ oldu.
Dev müzik þirketleri, dev kârlarýný sýnýrlayacak bu korsanlýk durumu
karþýsýnda Napster'a karþý dâvâ üstüne dâvâ açarlarken, dev bir
paradoksu da ortaya çýkarmýþ oldular: Kendi varlýklarýnýn biricik temeli
olan müziksever gençleri bir tür "düþman" ilân etmiþ oluyorlardý
böylece. Bu ticaret devleri, yýllar yýlý adeta müstehcen þekilde þiþirilmiþ
fiyatlarla sattýklarý CD'lerden bir-ikisini almak için kendilerini paralayan
gençleri satýn almaya zorluyorlar þimdi. Elektronik þifreler koyuyorlar.
Böylece þarký kopyalayanlarý tespit edip kanunun pençesine teslim
edecekler.
Müzikseverleri
"mutlu"etmeye
dayalý
bir
endüstri
sektörünün Orwell usulü "Büyük Birader" taktiklerine baþvuruyor
olmasý, ilginç bir durum. Ayrýca, biraz riskli de: Dinlediði müziðin
parasýný "kazýklanarak" da olsa ödeyen o sadýk müzikseveri de çileden
ve yoldan çýkarabilir.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
27
Öte yandan, þiþeden çýkan bir cin daha var: Aðýr metalci Metallica,
aðýr rap'çi Dr. Dre ve Sir Paul McCartney gibi müzik "baba"larý -- ve
Madonna gibi "anne"leri -- müzikleri Ýnternet'ten bedava daðýtýlmaya
baþlayýnca birden kýlýk deðiþtirdiler: Meþin ceketleri, metal düðmeleri,
çivileri, porno kýlýklarýný filân bir kenara býrakýp iþadamlarýnýn kravatlý
koyu renk takým elbiselerini giymekte tereddüt etmediler. Bir zamanlar
"Kill'em All" (Hepsini Temizleyin) diye naralar patlatan Metallica, 317
bin hayranýný polise ihbar etti ve onlarýn Napster kullanmasýný
"yasaklattý". (Listeyi bizzat davulcu Lars Ulrich elden teslim etti!) Bir
zamanlar NWA grubunun bir elemaný olarak "Fuck The Police" (Polisi
s..in) diye þarký çaðýran "anarþist" Dr. Dre, þimdi yanýnda polislerle
hayran avýnda...
Zaman zaman büyük rock'çularýn þarký sözlerini toplu ya da tek tek
intihar edecek kadar ciddiye alan müziksever çocuklarýn þimdi ne
yapacaklarý merak konusu tabii. Her gün yenisi çýkan programlarla
internet polisliðini neredeyse olanaksýz kýlan teknolojik geliþmeler
karþýsýnda müzik endüstrisinin nasýl bir "çýkar yol" bulacaðý da ayný
derecede belirsiz.
Ama, ey kari, bilinen bir tek þey varsa, o da þu: Trilyonlar götüren
Rock yýldýzlarýný müzikseverlere "düzen karþýtý âsiler" diye bize
yutturmaya yarayan o köredici stadyum projektörlerinin ýþýðý için yatsý
vakti gelmiþ görünüyor.
28
SON BÜYÜK ULUSAL NUMARAMIZ
18 Haziran 2000, Yeni Binyýl
Yaz faslýna geçtiðimiz þu sýralarda, biraz da tatil rehavetine girmiþ
olduðumuzdan dolayý herhalde, Türklerin dünyayý sarsacak bir atýlýmý
sessiz sedasýz gerçekleþtirdikleri yolundaki haberler yerkürede pek
yanký bulmadý. Ama, ey kari, senin için hiçbir fedakârlýktan
kaçýnmayan þu satýrlarýn mütevazý ve fakat ayaðýna tez muharriri, tatil
dahi dinlemeden bunu ayaðýna getiriyor iþte:
Þok yaratýcý atýlýmýn adý MERNÝS. Herþeyin mutlaka bir kod adýyla
anýldýðý çaðýmýzda, MERNÝS (Merkezî Nüfus Ýdaresi Sistemi) projesi
ile memleketimizde 110 milyon kiþiye birer "ulusal kimlik numarasý"
verileceði bildiriliyor. Bu numaralar 11 haneli olacak; çeþitli devlet
kurumlarýnda iþlemlerin hýzla ve kolayca yapýlmasýna olanak verecek.
(Milliyet, 16 Haziran).
MERNÝS'in dünya çapýnda üç özelliði var. Birincisi, bürokrasiyi
toplumsal hayatýmýzdan tasfiye etmesiyle baþlý baþýna bir devrim
niteliðinde. (Düþünsenize, bürokrasi engeline takýlmayan bir
vatandaþlar ordusu oluyoruz.). Ýkincisi, sistem "kayda geçirilecek kiþi
bakýmýndan dünyadaki en büyük uygulama" imiþ. ("Kayda geçirilecek
kiþi bakýmýndan" ne demek, burasýný anlayamadým; ama, "dünyanýn
en büyük uygulamasý"ný yapan bir milletin ferdi olmanýn sana da büyük
gurur verdiðinden eminim ey kari.) Üçüncü -- ve þüphesiz en önemli - özellikse, kayda geçirilecek vatandaþlarýn nicelik ve niteliði: Türkiye
nüfusu 62 milyon dolayýnda, ama numara alacaklarýn sayýsý 110
milyon! Yani, yaklaþýk 42 milyon ölümüze de numara veriyoruz.
Ýnsanlarýmýza, onlar öldükten sonra (yani artýk bürokrasiyle bir
problemleri kalmadýðýnda) dahi birer "ulusal kimlik" kazandýrmak,
millennium'da dünya demografi bilimine yapabileceðimiz en müthiþ
katkýlardan biri!
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
29
Ne var ki, bazý küçük tereddütler yok deðil: Ulusal kimlik numarasý
verilecek ölülerimizi hangi nesilden baþlatacaðýmýz konusu biraz
ikircikli: Sevgili anneanneme güzel bir numara verilmesi elbette içimi
gururla karýþýk bir sevinçle dolduruyor; ama öte yandan, büyük büyük
büyük dedem Sadrazam Niþancý Mehmed Paþa'nýn "ilk 110"a
giremeyip" ulusal kimliðin dýþýnda öylece býrakýlývermesi ihtimali
karþýsýnda -- hani yeis demeyeyim ama -- derin bir hüzne gark
olmuyorum desem, yalan olur. Baþka bazý sorunlarým da var: Ulusal
kimlik numaralarýnýn daðýtýmýnda protokole uyulacak mý, sorusu
beynimde burgaçlanýyor meselâ: Mülkî askerî ve ilmî erkân -- ve
onlarýn ölüleri -- arasýnda numaralarýn seçim ve daðýtýmýnda bir öncelik
problemi çýkar mý acaba diye endiþeleniyorum. Ayrýca, ünlü katil ve
gangsterlerimizin numaralarý ne olacak? En iyi numaralarýn
daðýtýmýnda, bazý hapishanelerde kanlý çatýþmalar çýkabileceðini
dikkate almak gerekebilir. (Onlarýn numaralarý, kolluk kuvvetlerini
numaralarýndan daha güzel olabilir mi?) Daðýtýmda torpil ve rüþvet
mekanizmalarýnýn iþlemeyeceðinden de emin olmak, en doðal
vatandaþlýk
hakkýmýz
deðil
mi?
Ya
medya?
Genel
yayýn
yönetmenlerinden ve baþyazarlardan baþlayarak köþe yazarlarýna
doðru inen bir "silsile-i merâtip" gözetilmeyecek mi bu numara
daðýtýmýnda? Önerim þu: MERNÝS, "resmi plaka" sistemi gibi bir
"numara" getirsin. En önemli vatandaþlarýn ilk on hanesi, onlardan
biraz daha az önemlilerin de ilk dokuz hanesi sýfýrla baþlatýlsýn. "Ulusal
kimlik numaralarý"nýn bazýlarý kýrmýzý (ya da kýrmýzý zemin üzerine altýn
yaldýzlý) olarak da düþünülebilir.
MERNÝS, bu pürüzler giderildikten sonra bizim en büyük
numaramýz olacak: Ulusal kimlik sorunumuz çözülecek ve herkese
"numaran kadar konuþ" diyebileceðiz!
30
"MEKSÝKA'DA DOÐAN GÜNEÞ"
6 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Bugünkü Meksikalýlarýn atasý Azteka kýzýlderililerinin yüce tanrýsý,
"yeryüzünün sahibi" Huitzilopoctl, simgelediði güneþle birlikte bir tür
geri dönüþ yapýyor gibi. Ama bu güneþ, baþka bir güneþ.
71 yýllýk yýkýlmaz tek parti iktidarýný oldukça temiz bir seçimle sona
erdirip kendilerine yeni bir kader çizme giriþiminde bulunan çaðdaþ
Meksikalýlar, baþkentin devâsâ Zocalo meydanýnda, "Baðýmsýzlýk
Meleði" anýtýnýn çevresinde müthiþ þenliklerle Kurumsal Devrim
Partisi'ne (PRÝ) güle güle diyorlar. Ülkenin büyük yazarlarýndan
Homero Aridjis, "Tarihî bir deðiþim bu," demiþ. "Demokrasi güneþi
Meksika üzerine doðuyor." (Washington Post)
Ortalama Meksikalýnýn tahminî ömür süresi kaç yýldýr tam
bilemiyorum; ama, 100 milyon vatandaþ içinde siyasal iktidar partisi
olarak PRÝ'den baþka bir kuþ tanýyan çok fazla kimse olmayabilir. En
az üç ayrý kuþak boyunca toplumun her kesiminin üstünden geçmiþ
dev bir buldozer - belki de silindir benzetmesi daha doðru olur hurdaya çýkarken, bütün o küf-pas içindeki demir aksam arasýnda
yuvalanmýþ bakterilerle virüslerin üstüne þimdi sýcak bir güneþin ýþýðý
düþmeye baþlýyor.
Kiþisel iradesini kullanarak bu demokratik geçiþi hazýrlamakta
büyük emeði olan ve partisinin maðlubiyeti yolunda galip sayýlmasý
gereken eski Baþkan Zedillo'dan iktidarý devralacak Vicente Cox, tarihî
zaferin üstünden 48 saat bile geçmeden yeni hükümetin planlarýný
açýklamýþ:
En büyük öncelik, yolsuzluk: Ülkeyi yarým yüzyýlý aþkýn bir zamandýr
felce uðratmýþ olan yolsuzluk ve çürümeyi silip atmanýn tek yolu olarak
federal kolluk ve adalet sistemini söküp atmak ve Amerikan tipi bir
adalet sistemini model alarak bütün sistemi baþtan kurmak.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
31
Polis teþkilatýný politikacýlarýn oyuncaðý olmaktan kurtarmak.
Geçmiþ yönetimlerin sorumlu olduðu büyük rezaletleri araþtýrýp yeni
hükûmeti denetleyecek sade vatandaþlardan oluþan bir "Þeffaflýk
Komitesi" kurmak.
Korkunç gelir daðýlýmý adaletsizliðini gidermek ve yoksulluða karþý
topyekûn savaþ açmak
Korkunç boyutlardaki uyuþturucu kaçakçýlýðýna savaþ açmak.
Chiapas
kýzýlderilileriyle
bir
türlü
saðlanamayan
barýþý
gerçekleþtirmek üzere Zapatista gerillalarý ile barýþ görüþmelerine bir
an önce oturmak. (Meksika silahlý kuvvetlerini çatýþmalý kýrsal
bölgelerden çekmek de yeni Baþkan Cox'un planlarý arasýnda yer
alýyor.)
ABD ve Kanada ile birlikte bir Kuzey Amerika Ortak Pazarý içinde
yer almak ve böylelikle çevreye, iþçi haklarýna ve hukukun
egemenliðine dayalý bir serbest mal ve iþçi dolaþýmý sistemine entegre
olmak.
Kolayca görülebileceði gibi, Meksika'nýn yeni çaða geçiþi oldukça
zorlu ve sancýlý bir deðiþim sürecinden geçeceði anlamýna geliyor. 71
yýldýr yürüyen bir silindirin, (çarký kýrýlsa dahi) direnmeksizin yoldan
çekileceðini en iyimser ve saf Meksikalý'nýn dahi düþündüðünü kimse
düþünmüyor. Ama, bir Meksikalý siyaset hukukçusunun söylediði gibi,
"Birilerinin de bunlarla savaþmasý gerekiyor." (Zaten Aztek tanrýsý
Huitzilopoctl'un simgelediði iki þeyden biri güneþti, öteki de savaþ.)
Meksika'da güneþin doðuþunu seyretmeyi epey sürdüreceðe
benzeriz.
32
AÐABEY ANAVATANA DÖNÜYOR
20 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Karýn Deþen Jak ile George Orwell'in ülkesi Britanya, geleneklerine
baðlýlýðý ile kazandýðý üne uygun düþen bir giriþim içinde. Liberal Ýþçi
Partisi hükûmetinin hazýrladýðý yeni bir yasa tasarýsý, Lordlar
Kamarasý'nda görüþüldükten sonra Avam Kamarasý'na geri dönecek.
Orada iktidar partisi büyük çoðunlukta olduðu için de, tasarýnýn
yasalaþacaðýna muhakkak gözüyle bakýlýyor.
Tasarýnýn
adý
Regulation
of
Investigatory
Powers
Bill.
Araþtýrma/Soruþturma Yetkilerini Düzenleyen Kanun diye çevrilebilir.
Ýngilizcesinin kýsaltýlmýþ hali RIP. Karýn deþmek anlamýna da geliyor.
Uygun bir kýsaltma olduðu da pekâlâ söylenebilir; zira, siber uzayýn bir
anlamda "karnýný deþmeyi" amaçlýyor.
Polis ve istihbarat yetkilileri, bu yasa ile tüm þirketlerin, tüm örgüt ve
kuruluþlarýn, tüm bireylerin tüm elektronik mesajlarýný dinleme, kesme
ve bunlara müdahale etme yetkisini kazanýyorlar. Amerika Birleþik
Devletleri'nde de sanal âlemin gözetim altýna alýnmasý konusunda
yasa tartýþmalarý var ama, bu atýlým Britanya'ya tarihi bir öncülük
ünvaný da getiriyor:
Hükûmeti, Ýnternet kullanan herhangi bir kiþiden e-posta mesajlarýný
ve diðer tüm elektronik bilgiyi deþifre etmek için kullandýðý anahtarý
kendisine vermeyi emredebilir. Bir çeþit "anahtar teslimi" projesi bu sadece anlamý bizim bildiðimizden hayli farklý. Böylelikle, Britanya Batý
demokrasileri arasýnda böyle bir önlemi yasal olarak devreye sokan ilk
ülke oluyor. Totaliter toplumlarýn en radikal eleþtirilerinden biri olan
"Aðabey Seni Her Yerde Gözlüyor" sloganýnýn yaratýcýsý olan Orwell'in
anavatanýndan da böyle bir öncülük beklenmeliydi zaten.
Yeni millennium'a özgü o çok geliþkin suçlarla, yani sübyancýlýk,
uyuþturucu ve insan kaçakçýlýðý, kara para aklama ve - maazallah -
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
33
terorizm suçlarýyla baþ etmenin ancak böyle bir "derin izleme" yöntemi
ile mümkün olabileceðini belirtiyor yetkili aðýzlar. Herþey devletin
güvenliðini korumak için.
Ýnternet servis saðlayýcýlarý, bu yasa ile birer "kara kutu" koymak
zorunda olacaklar. Bu kara kutular her türlü veriyi iç güvenlik servisi
MI5'in gözetleme merkezine göndermek zorundalar. Üstelik, hükûmet,
standartlarýný kendisinin saptadýðý bu âletlerin parasýný da internet
þirketlerinin kendi ceplerinden ödemesini zorunlu kýlýyor.
Ayrýca, ABD'de ve baþka birçok demokratik ülkede olduðu gibi, özel
arama emri de aranmýyor. Yetkililerin þüphelenmesi yeterli.
E-postalarýný ya da bilgisayarlarýnýn "hard disc"lerindeki özel
dosyalarýnýn gizliliðini korumak için kullandýklarý PIN numarasýný
(þifreyi) yetkililer istediðinde açýklamayý reddetmenin cezasý iki yýl
hapis olacak! Bendeniz cennet kuþu gibi þifresini günde en az iki kez
unutanlar için de hayli kötü bir haber var: "Unuttum!" diyemiyorsunuz.
Daha doðrusu, diyebiliyorsunuz tabii de gene iki yýl giriyorsunuz
kodese. Unutkanlýðýn cezasý yeni millennium'da çok aðýrlaþmýþ
bulunuyor maalesef!… Unutkanlýðýn üstüne bir de, haksýz muamele
gördüðünüz iddiasý ile kamuoyuna þikâyette bulunmak gibi bir niyet
besleyenlerin de, durup bir daha düþünmeleri gerekiyor: Bunun cezasý
5 yýla kadar gidiyor çünkü.
Bu mükemmel suç önleme cihazýnda (hadi bunu da "SUÇÖNBÝL"
diye vaftiz edelim) bir tek þey unutulmuþ ya da atlanmýþ: Komþu
Ýrlanda'nýn varlýðý. Orada Ýnternet trafiði'nde gizli gözleme/dinleme'nin
kendisi kanunen yasak oluyor. Bu durumda, karakutu parasýný ödemek
istemeyen, gizliliði birinci derecede önemli sayan bütün o þirketler, özel
hayatýn gizliliðini birinci sýraya koyan bütün insanlar ve belki Ýþçi
Partisi'nin uyanýk Ýçiþleri Bakaný Straw'un sandýðý kadar ahmak
olmayan bütün o siber haydutlar da Ýrlanda Servis Saðlayýcýlarýna
kaçarlarsa ne olacak acaba?
Bu sorunun cevabýný yalnýzca iki kiþi biliyor: Karýn Deþen Jak ve
George Orwell. Her ikisi de öldü maalesef.
34
BÖCEKLER, KURABÝYELER VE MAYMUNLAR
3 Aðustos 2000, Yeni Binyýl
Son yirmibeþ - otuz yýlýmýz, insanlýðýn demokrasi ve açýk toplum
ideallerine en çok yaklaþtýðý çað olarak öve öve bitirilemedi. Dünyanýn
hemen her yerinde saçmalýk boyutuna vardýrýlan "millennium"
kutlamalarý da aslýnda bu umutlarýn katmerlenerek bir sonraki yüzyýla
taþýndýðýnýn en önemli göstergelerinden biri sayýlabilir.
Denetlenebilir yönetimlerin aðýr bastýðý açýk, þeffaf toplumlarýn
bilgi/enformasyon çaðý. Beklenen buydu. Yeryüzünün belli bazý
kesimlerinde, büyük ekonomik refah yükseliþlerine paralel olarak böyle
bir gidiþatýn belirtilerine de rastlanmýyor deðil doðrusu.
Ama, son zamanlarda birbiri ardýndan pýtrak gibi çoðalan bilimsel
raporlar yýðýnýna bakýldýðýnda, sýradan vatandaþlarýn her yerde
hükûmetlerin karanlýk teþkilâtlarý ve büyük þirketler tarafýndan - kimi
zaman elele yürüttükleri çabalarla - muazzam bir gözetleme/dinleme
aðý içine hapsedilmekte olduðunun, dünyanýn da bir tür boðucu fânus
içine kapatýldýðýnýn belirtilerini sezmemek için de hayli naif ya da
düpedüz ahmak olmak gerekir herhalde.
Ýnsanlarýn birbirlerine gönderdikleri tüm mesajlarý kayda alan ve
bunlarý ayýrýp tasnif eden Echelon dinleme/gözleme sistemi, Orwell'i
hasetten çatlatacak mükemmellikte. Ýþin ilginç yaný þu: Ýnsanlar, özel
hayatlarýnýn gizliliðini tamamen ortadan kaldýran bu uygulamalarý
umursamýyorlar
bile.
Avrupa
Parlamentosu'nda
bu
konuda
koskocaman bir rapor çýktý ve çýktýðýyla da kaldý. Britanya'da
geçenlerde Lordlar Kamarasý'ndan soylu bir onay alarak çýkan RIP
yasasý ile dijital çaðda dünya Büyük Biraderler Locasý gibi birþeye
dönüþüyor.
Hayatýn seyri, sabah yataktan fýrlayýp kalkýldýðý andan baþlayýp
gecenin bir vakti ayný yataða bir çuval gibi yýkýldýðýnýz saate kadar en
ince ayrýntýsýyla kameralarla, mikrofonlarla, veritabanlarýyla, web
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
35
"böcek"leriyle, internet "kurabiye"leriyle, kablolu TV'deki sistemlerle,
karakutularla, kartlardaki manyetik bantlarýyla kayda alýnýyor.
Observer gazetesinin yazdýðý gibi, BP þirketinin birkaç yýl önce
basýnýn baskýsý sonucu itiraf etmek zorunda kaldýðý gerçek, hayli
öðreticiydi: Benzin istasyonlarýna uðrayan milyonlarca araç sahibi,
pompa
baþýnda
ayakta
dururken,
arabasýnda
otururken,
motosikletininin selesine dayanmýþ sevgilisiyle yârenlik ederken,
istasyonun maðazasýnda bir derginin sayfalarýný karýþtýrýrken ve belki
de istasyon tuvaletinde iþerken, düþünürken, konuþurken, acele
ederken, kendi kendine ya da sevgilisiyle, ana-babasýyla, en yakýn
arkadaþýyla, sýrdaþýyla neler konuþmuþ, mýrýldanmýþ ya da kýkýrdamýþ
ya da susmuþsa, hepsinin gizlice kayda geçtiðini bilmiyordu. Bilmesi
de pek farketmiyor aslýnda. Öðrendikten sonra da o istasyonlarda
benzin almaktan vazgeçmiþ olan insan sayýsýnýn bir elin parmaklarýný
geçmiþ olduðunu sanmýyorum þahsen, ey kari. Modern demokratik
devlet vatandaþý, modern demokratik devletin tarihinde özel hayatýn
gizliliðine karþý giriþilmiþ bu en büyük tecavüzü de "mevsim normalleri"
içinde sayýyor olmalý.
Belki de, Miki Maus kültürünün genlerimize yerleþmiþ olmasý
sonucu, gizli dinleme "böcek"lerini uður böceði, bilgisayardaki casus
"kurabiye"leri acýbadem kurabiyesi, gizli bilgi toplama programý
SurfMonkey'i de sirk maymunu sanýyoruzdur, kimbilir?
36
ANAYASA DERSLERÝ
11 Aðustos 2000, Yeni Binyýl
Þu KHK meselesini anlamaya çalýþalým:
Cumhurbaþkaný, 605 sayýlý KHK'yý geri gönderme gerekçesinde:
- Cumhuriyet'in temel niteliði ve rejimin temelinin "hukuk devleti"
ilkesi olduðunu belirtti.
- Hukuk devletinin hukukun üstünlüðü temeline dayandýðýný ve bu
ilkeye göre, devletin tüm organlarýnýn üstünde hukukun mutlak
egemenliði olduðunu belirtti.
- Anayasanýn bu ilkeler doðrultusundaki hükümleri uyarýnca,
Anayasa'nýn üstün kurallarýna öncelikle devletin tüm organlarýnýn
uymasýnýn zorunlu olduðunu belirtti.
- Anayasa'nýn 103. ve 104. maddeleri uyarýnca, Cumhurbaþkaný'nýn
görevlerini yaparken ve yetkilerini kullanýrken Anayasa'nýn ilgili
maddelerine uymak zorunda olduðunu belirtti.
- Anayasa'nýn 91. maddesinin, temel haklar, kiþi haklarý ve ödevleri
ile siyasi haklar ve ödevlerin KHK'larla düzenlenemeyeceðini
öngörmekle bir "yasak alan" yarattýðýný, bu konularýn ancak yasa ile
düzenlenebileceðini belirtti.
- Disiplin suç ve cezalarýnýn, Anayasa'nýn "kiþinin haklarý ve
ödevleri" baþlýklý ikinci bölümünde yer alan 38. Md. kapsamýnda
olduðunu, dolayýsýyla bu "yasak alan" kapsamýna girdiðini, bu yüzden
de disiplin suç ve cezalarýnýn KHK'larla düzenlenmesinin "olanaksýz"
olduðunu belirtti.
- Anayasa Mahkemesi'nin 1988 ve 1999 yýllarýndaki iki ayrý
kararýnda disiplin suç ve cezalarýnýn Anayasa'nýn 38. maddesindeki
"yasak alan" kapsamýnda görüldüðü yargýsýnýn açýkça ve yeniden
vurgulandýðýný, Anayasa'nýn 153. maddesine göre, Anayasa
Mahkemesi kararlarýnýn devletin tüm organlarýný, bu baðlamda
devletin baþý olan Cumhurbaþkaný'ný baðlayacaðýný belirtti.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
37
- Bu açýklamalar karþýsýnda, disiplin suç ve cezasý öngören
kurallarýn KHK ile deðil, yasa ile düzenlenmesi gerektiðini belirtti.
Bu gerekçe, anayasa hukukçusu bir yüksek yargýcýn verdiði bir
anayasa dersi gibi de görülebilir.
Baþbakan'ýn dünkü Bakanlar Kurulu toplantýsýndan çýkarak yaptýðý
"KHK'yý aynen Cumhurbaþkanlýðý'na gönderme kararý" gerekçesi de
þöyle:
- Anayasa'nýn 104. maddesinde, Cumhurbaþkanlarý'na kanunlarý
geri gönderme yetkisi verilmiþ, ama KHK için bu yetki verilmemiþtir.
(Yani KHK, kanunlardan daha özel, üst bir konumdadýr, þeklinde bir
yorum yapabiliriz. "KHK>Yasa". Bu formülün hukuk literatürüne yeni
bir katký olup olmadýðý da tartýþýlmalýdýr bence.)
- Cumhurbaþkanýnýn KHK'yý geri göndermesi "bizce" Anayasaya
aykýrý bir sürecin uygulanmasýdýr. (Yani, Anayasa Mahkemesi'nin eski
baþkaný, Anayasaya aykýrý davranmýþtýr. Burada, Baþbakan'ýn
kullandýðý "bizce" sözü, bir "sürc-ü lisan" deðilse eðer, hukuk
literatürüne ikinci katkýyý oluþturuyor olabilir. Çünkü, Anayasa'ya
aykýrýlýk konusundaki iddialarý, bilebildiðimiz kadarýyla yalnýzca
Anayasa Mahkemesi karara baðlayabilir. Bakanlar Kurulu'nun
Anayasa Mahkemesi gibi bir iþlev görmesi, bu alanda bir yeniliktir.)
- Cumhurbaþkaný'nýn, ikinci kez ve deðiþtirilmeden kendisine
gönderilen bir KHK'yý imzalamasý, anayasal bir zorunluluktur. (Yani,
tüm KHK'larýn onaylanmasý zorunludur. Ama, o zaman, KHK'larýn
neden Cumhurbaþkanlýðý'na gönderildiðini anlamak imkânsýz.
Otomatik
olarak
"olur"
damgasý
vurulmasý
zorunluysa,
bu
göndermeler, bir yýðýn bürokrasiye, zaman ve para kaybýna yol
açmaktan baþka ne iþe yarar ki?)
Bakanlar Kurulu'nun iadeyi iade gerekçesi de, yüksek politikanýn
verdiði anayasa dersi olarak görülebilir.
Son Cumhurbaþkanlýðý seçiminde Demirel'in süresinin uzatýlmasý
konusunda
yapýlan
oylamada
parti
gruplarýna
"açýk
oy"
kullandýrýlmasýnýn, Anayasa'nýn kapalý oy zorunluluðunu getiren
maddesine ne kadar uygun düþtüðü de ancak yüksek politikanýn
anayasa derslerinde öðrenilebilecek bir husus herhalde.
38
ATMOSFER
10 Eylül 2000, Yeni Binyýl
Ahlâk deðerlerinin yaný sýra, insan toplumlarýnda kaba kuvvetin
egemen olmasýný önleyebilecek tek güç, hukuk normlarý. Ýnsanlýðýn
temel ikilemini de hayat ile ölüm kadar basite indirgemek mümkün
galiba: Hukuk ve demokrasi ile þiddet ve baský karþýtlýðýna. Hele yeni
çaðýn herþeyi biraz da karmaþýklýðýndan arýndýran pragmatik
aynasýnda görülen manzara büsbütün öyle: Ya o, ya o.
Dünyada görülen - ve BM Genel Sekreteri Annan'ýn geçen hafta
yayýmlanan son büyük raporuna olanca çýplaklýðý ile yansýyan korkunç kaos ve þiddet tablosu da, uluslararasý hukukun, ülke
içlerindeki hukuka göre daha az geliþmiþ olmasýndan kaynaklanýyor.
Bununla birlikte, dünyada da giderek hukukun üstün bir deðer
kazanmaya doðru gittiði ve Cumhurbaþkaný Sezer'in birçok
konuþmasýnda vurguladýðý gibi, bir "uluslarüstü insan haklarý
hukuku"nun gittikçe önem kazandýðý görülüyor. Devletin temelini
oluþturan insan haklarýný yýllar yýlý pervâsýzca ayaklar altýna alýp
paspas gibi çiðneyen zâlim yöneticilerin baþlarý artýk her yerde darda:
Onca zamandýr kendilerini koruyan o ulusal egemenlik zýrhý pas
tutmaya baþladýðý gibi, yer yer delinmeye de baþladý. Deliklerden
görünen o ki, "Ben kendi ülkemde tam egemenim, bu sýnýrlar içinde
istediðimi yapar, asar keserim; kimse de karýþamaz," anlayýþý birden
köhneyiverdi. Kaba kuvvete karþý her yerde giderek artan, ulusal
sýnýrlarý birden aþýveren bir insancýl müdahale alaný geliþiyor.
Pinochet'nin, Miloþeviç'in, Habré'nin, Stroessner'in, Suharto'nun ve
adlarýyla sayýlarýný bilemediðimiz bütün o karanlýk insanlarýn yeni
"dramý" da bu oluyor: Ömürleri boyunca ne iþe yaradýðýný bir türlü
kestiremedikleri o hukuk, karþýlarýna koca koca tuðlalarý ile bir duvar
halinde çýkmaya baþladýðý zaman, onlar hastalýk, sakatlýk, bunaklýk,
ihtiyarlýk gibi teneke zýrhlarýný kuþanmaya çalýþýyorlar.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
39
Tarihin en büyük zirvesinde insanlýðýn gelecek yýllarýna damgasýný
en çok vurmasý beklenen mühür de bu oldu zaten: Kaba kuvvete karþý
hukukun mührü. Ýster beðenelim ister beðenmeyelim, yeni millennium
atmosferinde insan haklarý hukuku solunacak.
Ulusal sýnýrlarýn içindeki havayý atmosferden soyutlamak, fizik
kurallarýna aykýrý olacaðý için imkânsýzdýr. Dolayýsýyla, sarsýntýlý ve
sancýlý bir deðiþim süreci içindeki Türkiye'de de, bütün diðer ülkelerde
olduðu gibi, atmosferin bileþiminde oraný giderek artan hukukun
solunmasýndan daha tabii ne olabilir?
Ayný derecede doðal olan bir þey de, 700 yýl boyunca kaba kuvvet
aðýrlýklý bir havayý soluya soluya genetik mutasyona uðradýklarý için -insana çok benzer dýþ görünüþlerini baþarýyla korumuþ olmakla
beraber -- tamamen baþka bir türe dönüþmüþ bazý yaratýklarýn, hukuk
kelimesinin telâffuzuna dahi tahammül edemez hale gelmiþ olmalarý.
Vahþet, þiddet ve dehþet ortamý dýþýna alýndýklarý anda yaþamsal
iþlevlerini yitiren yaratýklarda hak ve hukukun þiddetli alerji yapmasý
normaldir.
40
TABÝAT ANANIN ANASI AÐLARKEN
MEÇHUL ÂFETZEDE ANITI
24 Aralýk 1999, Yeni Binyýl
Merhaba herkes!
Yeni yýla tam bir hafta kala, kar-kýþ-kýyamet ortamýnda, havadan
sudan konuþmanýn tam zamaný. (Aslýnda, asrýn ve o pek yaygýn kliþe
ile 'millenium'un resmen bitmesine daha bir yýl bir hafta var maalesef.
Ama, hepimiz bilmezden geliyor ve binyýlý bitirirmiþ gibi yapmayý tercih
ediyoruz. Kimsenin o kadar bekleyecek sabrý yok. Onun için, gibi
yapýyoruz biz de. Bu, bizim 'açýk sýr'rýmýz. Seneye, gene, bir daha
kutlarýz 'millenium'u, olur biter.)
Neyse. Havadan sudan. On gün kadar önce, Latin Amerika
ülkelerinden Venezuela'da havalar bozdu, yaðmur yaðdý ve þöyle oldu:
Kýrsal bölgelerden gelip Okyanus kýyýlarýndaki yamaçlarda yýðýnlar
halinde gecekondu mahalleleri kuran insanlarý sel bastý. Daha
doðrusu, küresel ýsýnmayla artan su buharý gitgide daha çok yaðmur
yaðdýrdý, bu insanlarýn oturduklarý yerler giderek su emdi ve gün geldi,
tüm mahalleler çamurdan bir kýzak olup aþaðý indi. Guardian'dan Tim
Radford'un yazdýðýna göre, yeterince dik olan yamaçlarýn denize iniþ
hýzý, saatte 330 kilometreyi bulmuþ! Formula 1 Grand Prix yarýþlarýnda
Michael Schumacher gibi en usta pilotlarýn ortalama hýzýný da aþarak
bir tür dünya rekoru kýran bu zavallý, yoksul insancýklar, 7 metre
yükseklikte çamur bentlerinin altýnda kaldýlar ve yokolup gittiler. Ölü
ve/ya kayýp sayýsýnýn 50.000'i aþacaðý söyleniyor! Ekonomik zararsa
en az 20 milyar dolar.
Ýþin kötüsü, ölen ya da kaybolan insanlarýn tam sayýsý hiçbir zaman
öðrenilemeyecek. Çünkü o insanlar þimdi ya denizin ya da çamur
deryasýnýn altýnda. (Zaten, bazý ülkelerde depremde ölenlerin sayýsý,
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
41
katliamlardan arta kalan halklarýn nerede olduðu gibi bilgiler de pek
öðrenilemiyor. Biliyorum, herkes gerçeðin peþinde, ama ona ulaþmak
o kadar kolay mý bakalým?)
Daha kötüsü: Doðal bir âfet de deðilmiþ pek. Radikal'e göre, Devlet
Baþkaný Hugo Chavez'in, iktidarýný 13 yýl garanti altýna aldýðý 'tam
yetki' referandumunda oy kullanabilsinler diye, halký riskli bölgelerden
tahliye etmediði de öðrenilmiþ.
Daha da kötüsü: Asrýn âfeti, þimdilikmiþ! 1999 yýlý, çevre felaketleri
bakýmýndan, kayýtlardaki en fecîsi gibi gözükmekle birlikte, "asýl 2000'i
görün siz!" diyen yetkililer var.
Bir de, ironinin zalimliðine bakar mýsýnýz: Birleþmiþ Milletler,
1990'larý "doðal felaketleri azaltma onyýlý" ilan etmemiþ mi size?
(Onyýlý boþverelim, sadece 1999 bilançosu: Fransa ve Avusturya'da
çýðlar, Türkiye'de ve Tayvan'da dev depremler, ABD'de kasýrgalar,
Hindistan'da siklonlar ve Venezuela çamuru…)
Peki, þimdi de iyi haber - yazýyý tatlý bitirmek için: Venezuela'nýn
taze tam-yetkili Baþkaný, arama bile yapýlamayacak kadar çamura
gömülmüþ bölgeleri "anýt bölge" ilan edip öylece býrakacakmýþ,
ebediyete kadar. Hamiyyetten gözleriniz yaþarmadý mý?
Hâmiþ: Bugün, ülkemizin nurtopu gibi bir nükleer santrali olmasýna
ramak kalýyor. Nur ve topu!
42
ÇOCUKLAR YAÞADI!
26 Aralýk 1999, Yeni Binyýl
Çocukken bize balýkyaðý içirirlerdi. Daha iyi büyüyelim diye.
Özellikle anneannemin, yemeklerden sonra, elinde kocaman bir çorba
kaþýðý dolusu balýkyaðý ile telaþlý telaþlý peþimden koþturduðunu
hatýrlýyorum uzun ve loþ koridorlarda. Sürekli kaçýþ halindeydim, çünkü
balýkyaðýnýn tadý ve kokusu korkunçtu - balýk balýk kokardý.
Anneannem sürekli kovalamaca halindeydi, çünkü bu yaðýn benim için
çok faydalý olacaðýný düþünüyordu. Ýçinde iyot, klor, brom, kükürt,
fosfor ve demirin yanýsýra yüksek oranda A ve D vitaminleri
bulunduðunu, özellikle bu ikincisinin kemiklerin geliþmesinde ve kemik
hastalýklarýnýn iyileþtirilmesinde büyük rol oynadýðýný belki bilmiyordu
ama torununun güçlü, güzel, zeki ve saðlýklý olmasýnda balýkyaðýnýn
büyük payý olacaðýndan emindi.
Hani, bir bakýma da haksýz sayýlmazdý anneannem: Þimdi, güzelliði,
zekâyý filan bir yana býrakalým, ama bütün bu yararlý bilgileri
ansiklopediden
bakýp
söyleyebilecek
konuma
gelmemde
balýkyaðlarýnýn payý azýmsanmasa gerek. Her ne halse, sonuçta
kovalamacadan kimin galip çýktýðý belli olmazdý: Kimi zaman küçük bir
rüþvet karþýlýðý, burnumu týkayýp yutardým koca kaþýðýn içindekileri.
Kimi zaman da - gene rüþvete raðmen - aðzýmý sýmsýký kapatýp
direnirdim. O zaman da, yerlere merlere saçýlan balýkyaðlarý yüzünden
ortalýk batar, bir sürü iþ çýkardý.
"Balýkyaðý mücadeleleri" daha sonraki yýllarda adamakýllý
yumuþayarak devam etti; hatta bir "uzlaþma"ya baðlandý. Þiþli
Terakki'deki ilkokul yýllarýmda, hepimize eþit sevecenlikle davranan
meleksi Cazibe haným, bana yemeklerden sonra bir kaþýk balýkyaðý
içirirken, hemen arkasýndan bir kaþýk da "malt hülâsasý" verince
tartýþma olmazdý. Çünkü, erken bira sevgimi erken keþfeden
anneannem,
onun
tadýný
andýran
malt
hülâsasýyla
birlikte
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
43
sunulduðunda o iðrenç yaða itiraz etmeyeceðimi de keþfetmiþti.
Böylelikle, uzun yýllar yað-malt karýþýmýyla büyümeye çalýþýp durdum.
Sonuçta levent-endam biri olamadým maalesef, ama kemik hastalýðý
falan da geçirmedim doðrusu.
Bizden sonraki kuþaðýn çocuklarýysa, her bakýmdan olduðu gibi,
balýkyaðý içme konusunda da bizden daha þanslýydýlar: Teknolojinin
baþdöndürücü geliþmesi sonucu, balýkyaðlarý o sevimsiz koca
þiþelerden çýkýp, gayet sempatik küçük, sarý, þeffaf 'draje'lerin içine
girivermiþlerdi çünkü. Bir bardak suyla beraber yuttuðunuzda tad mad
almýyordunuz. Þeffaflýða düþkün olan tüm çocuklara çok çekici gelen
bu jel-drajelerin içinde küçük bir hava boþluðu da bulunuyordu ayrýca
ve elinizde salladýðýnýzda oradan oraya hareket eden bu boþluklarla
birlikte, drajelerin bir tür oyuncaða benzemesi de elbette cazibeyi
arttýrýyordu. Bütün bunlara raðmen, yeni kuþak çocuklarýnýn da
balýkyaðý içme iþine gönüllerini yatýrdýklarý söylenemez. Sindirim
sýrasýnda ya da sonrasýnda, içinizden bir yerlerden nahoþ balýk
kokularý gelmesini teknolojinin gücü bile önleyemezdi çünkü. Eh, bunu
da kim sever? Kýsacasý, balýkyaðý sorunu, kuþaklararasý geçiþte, bir
kâbustan nâhoþ bir deneyime dönüþmekle kaldý.
Ama þimdi durum baþka. 1999 biterken, tüm dünya çocuklarýna bir
müjdem var: Hadi yaþadýnýz çocuklar! 2000 yýlýna büyük bir ihtimalle
balýkyaðsýz giriyorsunuz! Neden mi? Çünkü, balýkyaðýnýn elde edildiði
morina balýðýnýn kaynaðý tükeniyor da ondan. (Meraklýsý için reçete:
"Morinanýn taze karaciðeri alýnýr, öd kesesi ve diðer yaramaz kýsýmlarý
ayýklandýktan sonra özel bir cihazýn içine konur, su buharýyla hafif hafif
ýsýtýlýr. Elde edilen yaðý açýk sarý renktedir ve balýk kokuludur." Meydan
Larousse)
Guardian gazetesinin geçenlerde yazdýðýna göre, Ýngiliz, Ýrlanda,
Belçika ve Hollanda balýkçýlýk ve deniz ürünleri endüstrisinin
candamarý olan morina balýklarýnýn nesli tükenmek üzereymiþ! Sebep?
Bu balýklarýn 'anavataný' olan Kuzey Denizi'nin aþýrý ýsýnmasý. (Aþýrý
avlanma da var tabii, ama ana sebep kesinlikle bu ýsýnmaymýþ.)
Dünyanýn dörtbir yanýndan bilim adamlarý bir araya gelip ölçüm
yapmýþlar ve bir de ne görsünler? Burada sýcaklýk son altý yýlda tam 4
derece (Celsius) artmamýþ mý?! Morinacýklarýn üreme davranýþ
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
44
kalýplarý bu sýcakta altüst oluyormuþ. Isýnmanýn sebebi mi? Küresel
ýsýnma tabii. Küresel ýsýnmanýn sebebi mi? Bunu, bilim adamlarýnýn
çoðu dýþýnda herkes biliyor: Atmosfere salýnan gazlar, egzos, fabrika
bacalarý filan.
Avrupa Birliði de, hemen bir kararla avlanma kotalarýný en az %40
oranýnda azaltývermiþ. Ýngiliz balýkçýlar aðlayýp duruyorlar þimdi. Balýkpatates kýzartmasý (fish & chips) meraklýlarý da korkunç fiyatlarý
görünce aðlýyorlar. Ortalama vatandaþlarsa, o sevdikleri balýk yerine
ahtapot, kalamar ve tekir türünden sýcak deniz (Akdeniz!) ürünlerine
alýþmak zorunda kalacaklarý için iç geçiriyorlar. (Bu 'egzotik' yaratýklar
çoðalýyormuþ oralarda çünkü, 'doðal' olarak!)
Peki aðlamayanlar kim? Çocuklar tabii! Onlar yaþadý. Artýk
balýkyaðý içmek zorunda býrakýlamayacaklar. Hatta, belki de ne olacak
biliyor musunuz? Kalamar kýzartmalarýný gövdeye indirirlerken, tadý
'nötralize etmek' deðil, aksine, büsbütün arttýrmak için - malt
hülasasýndan yapýlmýþ - biralarýndan birer yudum alacaklar ve çakýrkeyif, yeni binyýlýn keyfini sürecekler artýk. Þerefe çocuklar!
45
TARÝHÝN ÝÇÝNDE UYURGEZER OLMAK
20 Ocak 2000, Yeni BinyýlTeknik
olarak tartýþmalý olsa da, bir yüzyýlý
deðiþtirdiðimiz konusunda tam bir mutabakata varmýþ bulunuyoruz.
Zaten, itiraf etmek gerekir ki, hiçbirimizin artýk teknik ayrýntýlara
ayýracak zamaný yok. Bu yüzyýl deðiþtirme meselesinin ne kadar
önemli olduðu geçenlerde ispatlandý da: Yapýlan bir araþtýrmaya göre,
bilim adamlarýný þaþkýnlýktan þaþkýnlýða düþürecek kadar çok sayýda
insan, son nefesini vermek için 2000'in ilk günlerini beklemiþ -- resmen
ölümü ertelemiþ yani! 'Millennium hummasý'ný belki de en iyi dile
getiren, New York'ta bir hastahanede ölüm döþeðinde yatan bir
adamcaðýz. Aylardýr sadece damardan serumla beslenen adam,
yakýnlarýna þöyle demiþ: "Býrakýn yeni millennium'u göreyim, ondan
sonra da kesersiniz artýk serumu." (Kesmiþler mi kesmemiþler mi,
sormayýn artýk; bilmiyorum, merak da etmiyorum.)
Evet, yüzyýlý deðiþtirdik sonunda. Geçen yüzyýlda aya gitmeyi, dev
güçte bilgisayarlar yapmayý, insan genlerini nakletmeyi becermiþtik.
Koyun Dolly ile baþlayan memeli kopyalama furyasý, müjdeler olsun ki,
2000'in hemen baþýnda rhesus maymunu Tetra ile devam etti ve ilk
primat da kopyalanmýþ oldu. Ýþler yolunda giderse, bu bahar Romulus
ile Rhesus adlý genetik ikiz maymunlarýmýz da olacak inþallah! Bilim
adamlarý, bu iþin Parkinson ve þeker hastalýklarý tedavisinde
kullanýlacaðýný söylüyorlarsa da, eminim siz de benim gibi, çok daha
ötelere sýçranacaðýna ve en kýsa sürede insanýn kopyalanacaðýna
inanýyorsunuzdur. Her þey insan için! Yirmibirinci yüzyýlýn en büyük
meydan okuyuþlarýndan biri bu kopyalama iþi. Ama yüzyýlýn baþlarýnda
biz
insanlarý
baþka
büyük
sürprizler
de
bekliyor!
Merkezi
Washington'da bulunan Worldwatch Institute adlý kuruluþ "Dünya Hali
2000" raporunda iþte bunlarý açýklýyor: Yerkürenin doðal sistemlerine
baský arttýkça, 'trend'ler arasýnda etkileþimler olacak, bunlar biribirini
güçlendirecek ve âni deðiþimlere yol açacak. Sonuçta hayli tatsýz
sürprizlerle karþýlaþabiliriz." Raporun baþyazarý Lester Brown,
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
46
"günümüzün akýl almaz hýzla geliþen enformasyon ekonomisi
hayatýmýzýn her yönünü derinden etkiliyor; biliyoruz," diyor. "Ama," diye
ekliyor: "Gene de, yüzyýlý asýl biçimlendirecek olan þey, çevreye neler
olduðudur." Sözün özü þu: Internet'in muazzam çýkýþýna kapýlýrken
þehvetle, yerkürenin saðlýðýndaki iniþi gözden kaçýrývermemiþ miyiz
saflýkla? "Sanal dünyanýn o gürbüz canlýlýðý ile gerçek dünyanýn
giderek artan hastalýklý halini birbirine karýþtýrmak hata olur," diyor
Brown. Dünya Hali 2000 raporundan iki hoþ cümleyle bugünü
kapatalým isterseniz: · "Ýnsanlar çevre bozulmasýný yavaþ yavaþ olan
ve önceden kestirilebilir birþey sanýyorlar çoðunlukla; ama bunun
gerçekte böyle olduðunu varsayarsak, tarihin içinde uyurgezerlik
yapýyoruz demektir…" · "Bu yüzyýlda yüzyüze olduðumuz sorunlarýn,
büyüklükleri ve âciliyetleri bakýmýndan eþi menendi görülmemiþtir… Ve
tabiat, 'aç-kapa' ('reset') düðmesini kullanmaz." Bilin bakalým þimdi,
yukarýda söylenenlerden hangisi sanal, hangisi gerçek? (Bulmacayý
çözmek için sonsuza kadar süreniz var.)
47
MEVSÝM DEÐÝÞÝKLÝKLERÝNÝ ANLAMAK
29 Mart 2000, Yeni Binyýl
Ýnsanýn yaþlandýðýný anlamasýnýn -- ya da kabul etmesinin diyelim - en kesin göstergelerinden biri, mevsim deðiþikliklerini artýk ânýnda
farketmemesi olabilir. Çok deðil, daha bir-iki sene öncesine kadar,
doða'nýn bu büyük deðiþim anlarýný dokularýnda, kemiklerinde,
sinirlerinde, velhasýl tüm coðrafyasýnda hisseden bedenin, birden bu
hassas kayýt cihazý özelliðini yitirip ibresi kopuk bir sismografa
dönmesini keþfetmek epey acý oluyor doðrusu. Gerçi, aðýr ve yýpratýcý
bir kýþýn yerini iç hoplatýcý bir bahara býrakmasýný duymak da kendi
baþýna acý bir deneydir. Hani þu, "yahu koca bir mevsim daha devrildi
ve ben hiçbir halt yapamadým, ne olacak halim?" duygusu. Ama, bu
boþluk duygusunun verdiði acý, gerçek deðildir: Karýn boþluðundan
yukarý doðru yükselen sýzý, insanýn önünde çiçekler gibi açýlan yeni
mevsimin vaadettiði sýnýrsýz potansiyelin de habercisidir de. Onu
karþýlayacak enerjinin içinizde bir yerlerde var olduðundan
eminsinizdir de ("beni asýl bu bahar görün siz"), kendinize þýmarýklýk
yapýyorsunuzdur biraz.
Bahar faslý baþladý ve belki de ömrümde ilk kez bunu kendiliðimden
farkedemedim.
Bunun
yaþlanma
olgusuyla
ilgili
olduðunu
kabullenmekte zorlanýyorum doðal olarak. Onun için, iki küçük direniþ
mevziini de hemen ayarladým: Birincisi, her zaman olduðu gibi,
pozitivist, bilimsel ve objektif bir yaklaþýmý elden býrakmadan þunu
söyleyebilirim: Daha birkaç mevsimdönümünü yaþayýp bedenimin
antenlerini "test etmeden" kesin bir sonuca varmak hiç de doðru
olmaz. Kimbilir, belki de beklenmedik dýþ etkenlere baðlý geçici bir
"yanýlma" durumudur bu. (Hatta, kimbilir deðil, muhakkak öyledir diye
bakýyorum þimdi, bir daha düþününce.) Ayrýca, ikinci bir ihtimal daha
var: Belki de bedenim deðil, mevsimler þaþmýþtýr; olamaz mý yani?
Doða'nýn kendisi. Zaten, baksanýza, Amerika'da her yýl üstüste kýþlar
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
48
daha kýsa sürüyormuþ. Kuzey denizi buzullarý gitgide inceliyor ve hýzla
kýrýlýp unufak oluyormuþ. Zaten dünyanýn dörtte üçünü oluþturan
okyanuslar da son yýllarda sürekli ýsýnýyor ve bütün bunlar daha sýcak
bir iklimin önümüzde olduðunu ortaya koyuyormuþ. Eh, kâinatýn en
büyük mucizelerinden biri olan tabiat þaþýrmýþ ve mevsimler de
deðiþirlerken kendilerini bana belli etmekte zorlanýr olmuþlarsa, bunda
benim nâçiz vücudumun ne kadar kabahati olabilir ki? Bahar geldi,
farketmedim, ama farketmez: yaþlandýðým falan yok.
49
"KENDÝNÝ YÝYEN BEYÝN" PARADOKSU
24 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Ey kâri, salaklaþýyorsun! Sakýn üzülme fakat; yalnýz deðilsin. Biz de
varýz iþin içinde ve hep birlikte salaklaþýyoruz. Çevre kirlenmesi ve
çevreye yönelik baþka tehditler, yeryüzünde milyonlarca insaný
aptallaþtýrýyor!
22 Nisan'da 183 ülkeden 5,000 kuruluþ ve yarým milyar insan
"Dünya Günü"nü kutlarken, ayný gün o saðýr kulaklarýmýza böyle bir
haber de geldi iþte: Gerzekleþiyoruz.
Ey kâri, bu satýrlarý okuyan senin gibi herkesin asil kanýnda, yüz yýl
önce hiç varolmayan 500 kimyasal madde mevcut. Ve bil ki, bu
maddelerin saðlýðýn üzerinde tam ne yaptýðýný bilen bir tek Allah'ýn kulu
yok! Bilinen bir þey varsa, o da gittikçe gerzekleþtiðin, maalesef.
Londra Üniversitesi öðretim üyelerinden ve Küresel Ýklim Deðiþikliði
Programý araþtýrmacýsý Dr. Chris Williams, kirlenmenin insan zekâsý
üzerindeki etkileri üzerine yapýlan yeni araþtýrmanýn sonuçlarýný þöyle
aktarýyor:
· Baþlýca aptallaþtýrýcýlar: Kurþun, PCB (tarým ilâçlarý, plastik,
elektrik malzemesi vb. yapýmýnda kullanýlan bir bileþik) ve radyasyon
gibi zehirli maddeler.
· Ýkinci bir sorun: Erozyon, ürünlerin yoksullaþmasý vb. nedenlerle
demir ve iyot türü mikroskobik besinlerin giderek eksilmesi. Bu
sorunun da tam boyutlarý bilinemiyor; çünkü veri toplamak çok zor ve
bir sorun bir baþkasýna yol açabiliyor. (Örneðin, çocuklarda demir
eksikliði, onlarýn fazla demir alýp zehirlenmesine de sebep olabiliyor.)
· Bilimin kendisi de büyük sorun: Çünkü, tek tek maddelerin
incelenmesi üzerine kurulu bir bilim bu; bileþik etkileri gözönüne
alamýyor. Ve, her zaman olduðu gibi, bilim adamlarý, tahminlerinin çok
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
50
ötesinde bir sorunla karþý karþýya olduklarýný anlayýp þaþýrmýþlar.
Hayat, sürprizlerle dolu!
· Araþtýrmanýn en tatsýz bulgularýndan biri de radyasyon! Hani þu,
neredeyse kimseciklere zarar vermediði söylenen ünlü Çernobil
nükleer kazasý var ya? Ýþte o kazadan sonra yaðmur yaðmýþ ve bakýn
radyasyondan neler olmuþ: Almanya'da, Ýskandinav ülkelerinde,
Ýskoçya'da Down sendromu ile doðan, zihnen engelli çocuklarýn
sayýsýnda anormal artýþ gözlenmiþ. Rusya'da uranyum madeninden
saçýlan radyasyondan etkilenen küçük bir kentin çocuklarýnýn % 95'i
zihnen sakatlanmýþ.
Yeryüzünün durumuna bu açýdan bakýldýðýnda, karþýmýza þöyle
rakamlar çýkýyor:
Güneydoðu Asya'da 1,5 milyar insan, "Yeþil Devrim" ürünlerindeki
(özellikle mýsýrda) demir yetersizliðinden etkileniyor...
Dünyada 2 milyara yakýn insan iyot yetersizliðinden mustarip...
Çin'de ve Himalayalar'da orman kesimi ve yangýnlar dolayýsýyla
topraklar yaðmurla akýp gidiyor ve temel besin maddelerini de birlikte
götürüyor...
Kanda kurþun seviyesinin zekâyý sakatlayacak orana ulaþmasý:
Britanya'da 10 çocukta 1, bazý Afrika þehirlerinde 10 çocukta 9!..
Inuit (eskimo) çocuklarý, Tropik bölgelerden kaynaklanýp bir haftada
Kanada'ya ulaþan PCB maddesi yüzünden geri zekâlý oluyorlar...
Hindistan köylerinde su kuyularý florürle zehirlenmiþ, içenler aptal
oluyor (aklýný kullanýp kaçanlarsa kendilerini kurtarýp yeni düzen
kuruyor)...
Ýstatistikler böyle sürüp gidiyor ama asýl belâ nerede biliyor
musunuz: Ýnsanýn evriminde. Dr. Williams'ýn BBC'ye söylediði þu:
"Ýnsan beyni, kendi davranýþ biçiminden dolayý tehlike altýnda.
Ekosistem içinde kendine böyle zarar veren baþka hiçbir þey yok."
Sürekli göç eden ve göç yollarý üzerindeki tüm bitkileri yiyip bitiren
"lemming" adlý bir tür tarla faresinin bile eskisi gibi davranmadýðýný
söylemiþ araþtýrmacý doktor. "Ama biz insanlar lemmingler gibi
davranýyoruz."
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
51
Ýþte böyle, ey kâri. 22 Nisan Dünya Günü'nü, 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramý'ný kutladýn; çevreni ve çocuklarýný
kutsadýn. Þimdi de otur ve 26 Nisan "Çernobil Günü"nden önce,
millennium'un yeni paradoksunu düþün: "Kendini yiyen beyin"
paradoksunu. Hâlâ "kafayý yemediysen" tabii.
52
ÝN MÝSÝN, GEN MÝSÝN?
28 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Yunus Emre'yi tepetaklak etme pahasýna söylersek, bir Türkiye var
bizde, bir de dünya, bizden dýþaru.
Herhangi bir gazeteye bakýn, bunun böyle olduðunu kolaylýkla
göreceksiniz: Bizi bize anlatan sayfalar dolusu yazýdan sonra arada
"dýþ" haberlere ayrýlmýþ 1 ya da 2 sayfaya gelirsiniz. O "dýþ", bizim de
"iç"inde olduðumuz varsayýlan dünyadýr iþte: Dýþýmýzdaki Bütün
Dünya.
Televizyonda da týpatýp böyledir: Herhangi bir kanala bakýn: Saçlarý
her gün renk deðiþtiren güzel haber sunucusu, geçmek bilmez
dakikalar boyunca "biz"e bizim dedikodumuzu yaptýktan sonra, o güzel
gülümsemesini bir kez daha yüzüne takar: "Þimdi de," der. "Bakalým
dünyada neler olmuþ." Magazinel görüntülerin aðýrlýklý olduðu üç
dakikalýk bir özetten izleriz "onlar"ýn neler yaptýðýný ve hemen ardýndan
kendimize döneriz, türkülerle, þarkýlarla, yarýþmalarla...
Anlaþýlýyor ki, dünya iþleri Türkiye'yi pek ilgilendirmiyor. Önce
Vatan.
Gene de söyleyelim dedik: "Dünyalýlar" fena halde genlerle
uðraþýyor þu sýralarda. Hayýr, insanýn genetik kodunun yazýlý olduðu o
3.1 milyar harften oluþan tek cümlelik "Kitab-ül Hayat"tan
bahsetmiyorum. O ayrý. Gene insanýn "tanrýsallaþmasý"na iliþkin çok
önemli bir sorun daha var gündemde: "Genleri dönüþtürülmüþ
tohumlar" meselesi. Ýþte bu tohumlar, þu sýralarda dünyaya korku ve
nifak tohumlarý saçýyor. (Bizimse hiçbir þeyden korkumuz yok.)
Geçen
hafta
Cenova'da
kýyamet
koptu:
Bir
uluslararasý
biyoteknoloji konferansýný binlerce çevreci bastý. Dönüþtürülmüþ genli
tohumlarýn Avrupa'ya sinsice yayýlmasýný protesto eden bu öfkeli
insanlarý Ýtalyan polisinin daðýtmasý, en az 20 yaralýya mal oldu...
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
53
Fransa 600 hektarlýk arazide ekilmiþ "karýþýk" kolza tohumunun derhal
imhasý yoluna giderken, Ýsveç hükümeti kendi çiftçilerine, karýþýk kolza
tohumlarýný iki hafta içinde sökmeleri talimatýný verdi... Almanya'daki
genleri dönüþtürülmüþ ürünlerin yok edilmesi için dâvâlar açýlýyor...
Avrupa ülkeleri tarým bakanlarý tatil filân dinlemeden toplantý üstüne
toplantý yapýyorlar: Güzelim hafta sonunu bu tatsýz sorunla "piç
etmeleri", yarýn ve öbürgün yapýlacak büyük tohum toplantýsýna
hazýrlanmak ve bir "ortak tavýr" belirleyebilmek için...
Bir tür "zamanla yarýþ" da diyebiliriz buna. Bütün mesele, saflýðýn
elden gidip gitmediði meselesi: Bugün yeryüzünde üretilmiþ % 100 saf,
yani genleri ile oynanmamýþ herhangi bir besin maddesi kaldý mý,
sorusu.
Hâlâ önemli bir tarým ülkesi sayýlan Türkiye'nin bir yurttaþý olarak bu
soruyla ilgilenip ilgilenmediðini, ilgileniyorsan da nasýl bir cevabýn
olduðunu bilmiyorum ey kari.
Ama, gel gör ki, sen bunu düþünürken, iþ iþten geçmiþ, cevap
gelmiþ görünüyor: Cin þiþeden çýkmýþ bir kere! Artýk hiçbir güç onu
oraya geri sokamaz! "Kaçýnýlmaz" olan gerçekleþmiþ, tohumlarýn
saflýðý ve bekâreti bozulmuþ. Genleri ile oynanmýþ tohumlar, bildiðimiz
babadan kalma tohumlara gizlice -- ve biraz da yanlýþlýkla -- karýþmýþ.
Bundan kaçýnmak artýk imkânsýz! Sonsuza kadar da böyle, beslenme
zincirinin içinde kalacak! Avrupa'da geçen hafta birbiri ardýndan
patlayan iki skandalden bunu öðrendik. Öðrendiðimiz bir baþka þey de
þu: Avrupa'daki olay, buzdaðýnýn görünen ucundan ibaretmiþ meðerse!
Þiþeden kaçan cin masalýnýn arkasý yarýn: Bu süper prodüksiyonun
baþrollerinde devler ve prensler var... Bakalým geniþ figüran kadrosu
içinde kendini tanýyabilecek misin, ey kari?
54
ÞÝÞEDEN KAÇAN GEN MASALI - II
29 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Bahar rüzgârlarý...Savrulan polenler... Asfalt ve betondan fýrsat
bulabildikleri ölçüde "çiftleþecekler" ve tabiat, dönüþüm sürecinde bir
evreyi daha tamamlayacak...
Bu, doða'nýn "doðal" hali.
Bir de "yeniden tasarlanmýþ" hali var onun: Hayatýmýzý kendi
elcaðzýmýzla Kafkasal bir kâbusa dönüþtürüyor olabilir miyiz?
Belli baþlý çevre kuruluþlarý epeydir baðýrýyorlardý: Genetik yapýsý
deðiþtirilmiþ tohumlarýn bütün hayatýmýzý kaplamasýný önlemenin yolu
kalmýyor, diye. Genellikle inanmýyorduk onlara; ama haklýlarmýþ:
Dünyanýn en büyük tohum ihracatçýsý Pioneer Hi-Bred, Avrupa'nýn
mýsýr ürününün yaklaþýk % 15'inde genetik bakýmdan dönüþtürülmüþ
malzeme bulunduðu yolundaki iddialarý doðruladý (BBC). Bu malzeme
saf tohumlara rüzgârda uçuþan polenlerle ya da tohum ezme
makineleri aracýlýðýyla bulaþýyormuþ.
Ýtiraf, bir baþka þirketin (Advanta), Avrupa çiftçilerine yanlýþlýkla
"karýþýk" tohum sattýðý açýklamasýnýn hemen ardýndan geldi.
Sonuç: Avrupalýlar, kendi bilgileri olmadan bu iþe bulaþmýþlar.
Mýsýrda, kolzada, soyada, balda -- ve belki de patateste! -- durum
böyle.
Genetik deðiþime uðratýlmýþ tohumlarýn yayýlmasýný durdurmak için
artýk çok geç olduðunun da farkýndalar. Ayrýca, Britanya hükûmetinin
bu bilgiyi bir süredir hasýraltý ettiði de ortaya çýkýverince, Popper'ýn
ruhunu da þâd etmeye baþlamýþlardýr herhalde.
Bazý þirket ve hükûmet yetkilileri, bulaþmýþ tohumlarýn insanlar
ve/ya çevre için bir tehlike yaratmadýðýný söylüyorlar: "Herþey kontrol
altýnda!"
Ama, bunca yaþamsal bir gerçeðin gizlendiðini öðrenince de
insanlar kontrolden emin olamýyorlar. Genetic ID þirketinin New
Scientist dergisine ifþâ ettiði gibi "ok yaydan çýktý"ysa ve Avrupa'daki
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
55
durum sadece "Aysberg'in ucu"ysa, ya gerisi?! "Yeryüzündeki
beslenme zincirinin herhangi bir noktasýnda yüzde yüz saflýk saðlamak
artýk olanaksýz". "Yüzde 0.1 saflýk limitini uygulasak, her 10 ton
tohumdan 9 tonu geri çevrilir; küçük þirketlerin hepsi batar; en iyisi bu
limiti yüzde 1'e çýkarmak." (BBC, 24 Mayýs)
Ýþte gen þiþeden böyle kaçmýþ; onu bir daha oraya týkamazsýnýz!
Dünyanýn en saygýn zoologlarýndan Profesör Hans-Hinrich Kaatz
da, dört yýllýk araþtýrma sonunda þu dehþetengiz bulguya varmýþ:
Dönüþtürücü yabancý genler "tür engelini aþmýþ"! Yani, balarýlarýnýn
baðýrsaklarýndaki bakterilere geçmiþ! Yatay gen transferi! Bu tür "tür
atlamalarý"nýn insanlarda koli ve menenjit gibi hastalýklar
yaratabileceðinden büyük endiþe duyuluyor. (Observer, 28 Mayýs).
"Ballý" sorunu daha da acý hale getiren bir þey var: Bazý bilim
çevreleri, bu tür açýklamalarý yapanlarý "defterden siliyor"lar. Genleri
dönüþtürülmüþ patateslerin, farelerde mide çeperini tahrip ettiðini
gösteren Dr. Arpad Pustzai'nin iþine son verilip araþtýrmalarýnýn
karalanmasý gibi. (Günaydýn Franz!)
Galler Prensi Charles da, en saygýn bilim ve siyaset adamlarý
tarafýndan tartýþýlan bir konuþma yaptý geçenlerde: "Kendi çýkarýmýza
göre mühendislik müdahaleleri yaparak doðayla oynarsak, çevremize
çok büyük zarar verebiliriz." (BBC, 17 Mayýs)
Büyük fizikçi ve kozmolog Stephen Hawking, Prensin "tanrýcýlýk
oynama" konusundaki bu uyarýsýna ayný gün, tam da bilim adamlarý
adýna "tanrýcýlýk oynayarak", þöyle cevap verdi: "Bilim ve teknoloji
çalýþmalarý, biz istesek de istemesek de olacaktýr. Ýnsanlarýn en fazla
yapacaðý, bu geliþmelerin doðru dürüst dizginlenmesini saðlamaktýr."
(BBC, 18 Mayýs)
Hawking, bu fazlasýyla otoriter tavrý neyin acýsýný çýkarmak için
sergiliyor, bilinmez. Ama, bilim dünyasýnýn dev uluslararasý þirket
çýkarlarý doðrultusunda iþler yapan kesimine karþý özellikle Avrupa
kamuoyunda yükselen güvensizlik dalgasýndan bihaber gibi.
Dünya çapýndaki bu büyük tartýþmadan bihaber gibi görünen bir
baþka insan grubu daha var: Tarým Bakanlýðý, tarým kooperatifleri,
ziraat fakülteleri, ziraat odalarý, Yaðlý Tohumlar Gnl. Md. ve çiftçimiz ve
arýcýmýz ve milletin efendisi köylümüz ne düþünüyor acaba bu
konularda? Konuþsalar da öðrensek.
56
"3. HAMUR" KÂÐIDA BASILMIÞ UCUZ DEDEKTÝF ROMANI
1 Haziran 2000, Yeni Binyýl
"Dünyanýn akciðerleri" diye tanýmlanan tropik ormanlarýn kiþisel kâr
uðruna insanlar ve kurumlar tarafýndan büyük bir katliama
uðradýklarýný ortaya koyan raporun tam üç yýl boyunca hasýraltý edildiði
ortaya çýktý.
Rapora göz gezdirince, bu örtbas etme olayýnýn sebebini kolaylýkla
anlayabiliyor insan. En ürkütücü dehþet filmi senaryosu dahi bu
"teknik" metnin yanýnda mâsum kalabilir.
Avrupa Komisyonu'nun ýsmarladýðý raporda ilgili hükûmetler,
çokuluslu þirketler, uluslararasý finans kuruluþlarý aðýr bir dille sorumlu
suçlanýyor ve metinde müthiþ rüþvetler, iþbirlikleri, yolsuzluklar, þantaj,
þiddet ve dehþet sahneleri yer alýyor.
Dünya Kaynaklarý Enstitüsü (WRI) ve Doðal Yaþamý Koruma Fonu
(WWF) gibi saygýn kuruluþlarýn saygýn bilim adamlarý, araþtýrmalarýný
tamamladýklarýnda, vardýklarý sonuçlar karþýsýnda kendi gözlerine
inanamamýþlar. Orta Afrika'da, Karaibler kuþaðýnda ve Pasifik'te
bulunan 11 ülkede, bütün rüþvet skandalleri soruþturulup doðru dürüst
çevre koruma koþullarý saðlanana kadar aðaç kesimlerinin - ve de
Avrupa Birliði yardýmlarýnýn - derhal durdurulmasýný önermiþler.
Ayrýca, hükûmetler, yardým kuruluþlarý, yatýrýmcýlar ve sivil toplum
kuruluþlarý topluca âcilen esaslý önlemler almazlarsa, bu bölgelerdeki
bâkir ormanlarýn yalnýz bekâretlerini deðil, kendilerini de beþ ilâ 10 yýl
içinde dünyanýn kaybedeceðini önemle belirtmiþler. "Derhal ve âcilen!"
Bu dedikleri, üç sene öncesi! Hiçbir þey yapýlmamýþ tabii. Daha
doðrusu, þunlar yapýlmýþ: AB, daha "temiz" bir rapor istemiþ; belli baþlý
Avrupa ve ABD þirketlerinin ve bazý hükûmetlerin adlarý silinerek
hazýrlatýlan ikinci raporu da beðenmemiþ; üçüncü ve "en temiz"
raporun yayýmlanmasý da bu sefer WWF'nin duyduðu bazý korkular
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
57
yüzünden durdurulmuþ. Þimdilerde, yeni ve iyice "aðartýlmýþ" bir
raporun yayýmlanmasý bekleniyor. Ama AB de bunun faturasýný
ödemeyi reddetmiþ. Bunun üzerine WWF ilk 5000 kopyayý hamur
yapmýþ, oradan edindiði para ile 2000'lik bir "düzeltilmiþ ve gözden
geçirilmiþ yeni baský" yapacak ve önümüzdeki ay yayýmlayacakmýþ
inþallah. Ancak, araþtýrmayý WWF adýna yapan ve baþka bilim
adamlarýna denetleten saygýn bilim adamlarý, "düzeltilecek hiçbir þey
yok," diyorlar. "Biz yazdýðýmýz her satýrýn arkasýnda duruyoruz!"
Orijinal raporun gözlerden ýrak tutulmasýnýn sebebini de "hatalar"ýn
dýþýnda bir yerlerde aramak gerektiðini ima ediyorlar.
Sonuçta, bu üç yýl içinde talanlar, orman yangýnlarý ve þiddet
olaylarý olanca hýzýyla devam ederken, durdurulan tek þey de þüpheli
kesimler yerine, þüpheli kesimleri açýk eden rapor olmuþ.
Bilindiði gibi, basýlmýþ kitaplarýn tekrar kâðýt fabrikasýnda hamur
yapýlýp bu yolla elde edilen ve hiçbir zaman çok beyaz olmayan "3.
Sýnýf" kâðýtlara ucuz dedektif romanlarý basýlmasýna Amerika'da "pulp
fiction" adý veriliyor.
Dünyanýn þu andaki halini bundan iyi gösteren bir metafor bulmak
da zor olurdu doðrusu.
58
KÖPEKBALIÐI YÜZGECÝ ÇORBASI
7 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Çeyrek yüzyýl kadar önce, küreselleþme kelimesinin bilinmediði
"kapalý" Ankara'da, "bizimkinden" farklý "öteki" kültürlerle yakýn
temasýmýzýn çeþitli büyükelçilik binalarýnýn önünden geçmenin pek de
ötesine geçmediði bir dönemde ilk Çin lokantasý açýldýðýnda birden
minik bir kültür þokuna girivermiþtik.
Yeniliklere -- ve elbette yalnzca Batý'ya deðil, Doðu'ya da -- daima
açýk çekirdek ailemiz bu fýrsatý ganimet bildi ve kendini Uzakdoðu'nun
Baþkent'e taþýnmýþ büyülü havasýnýn içine bodoslama býraktý:
Dragonlar, kýrmýzý ipekliler, "pagoda"lar, lakeler, kulaða "ters" gelen
melodileri terennüm eden biraz "cýrtlak" haným sesleri, içine ustaca
gömülü pirinç tanelerinin yer yer saydamlaþtýrdýðý porselen çanaklar,
tahta çubuklar ve buhur… Uzak, þimdi yakýndý.
Bize Çince gibi gelen mönüyü incelemek için, kýrmýzý ipek giysili ve
çekik gözlü nâzik haným garsondan yardým aldýk. Büyük oðlum, hem
doðuþtan maceraperest bir damaða sahip olduðu, hem de
köpekbalýklarýna derin bir merak duyan üçüncü kuþaðýn temsilcisi
olduðu için, tereddütsüzce yaptý ilk seçimini: "Köpekbalýðý yüzgeci
çorbasý." Onunla rekabetten asla vazgeçmediðim için olsa gerek, ben
de ayný þeyi ýsmarladým.
Yirmibeþ yýl kadar önce, ailemizin diðer iki ferdinin kýnayan bakýþlarý
altýnda biraz da yapmacýk bir iþtiha ile içtiðimiz çorbanýn içinde son kez
yüzen yüzgeç parçalarýnýn diþlerimdeki elastiki gýcýrtýsýný hâlâ
hatýrlýyorum.
Ailecek küreselleþmeye geçiþimizin ilk simgesi sayýlabilecek köpek
balýðý yüzgeci çorbasýný içerken, 400 milyon küsur yýllýk bir evrimi sona
erdirmekte olduðumuzu bilemezdik þüphesiz. Doðanýn þaþmaz
dengesini geri döndürülmez biçimde bozduðumuzu da.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
59
Onu ben dün öðrendim: Ýnsanlýðýn yüzgeç çorbasýna duyduðu
doyurulmasý imkânsýz iþtihasý, yýlda 100 milyon köpekbalýðýnýn telef
edilmesine yol açýyormuþ! (Yanlýþ hesaplamadýysam, günde yaklaþýk
250 bin, saatte 10.000 köpekbalýðý cinayeti.) Avlanýp yüzgeçleri
kesildikten sonra tekrar denize atýlan hayvanlar, ya kan kaybýndan ya
da yüzemediklerinden boðularak ölüyor, okyanus dipleri muazzam
köpekbalýðý mezarlarý ile dolup taþýyormuþ. 408 milyon yýldan beri
denizlerde dolaþan haþmetli köpekbalýðýnýn birçok türü tükenmek
üzere. O çok korktuðumuz "jaws" yýlda ortalama 12 insanýn ölümüne
sebep oluyormuþ buna karþýlýk.
Yirmibeþ yýl kadar önce içtiðim o ilk çorbayý nasýl kusabilirim acaba
diye düþünüyorum þimdi.
60
BÝZ BÜYÜDÜK ARTIK - HER YERDEYÝZ
14 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Cehennem sýcaðýndan þikâyetçi misin, ey kari? Daha dur bakalým;
iþin baþýnda sayýlýrýz. Asýl bundan sonra olacaklara bak. Aþaðýdaki
satýrlarý oku ve titre, ey kari, mücrim gibi, baktýkça istikbaline:
"1999 kýþýnda NASA, 1998'in 12 ayýnýn, ABD'de kayýtlarýn
tutulmasýna baþlandýðý günden beri en sýcak 12 ay olduðunu açýkladý.
1998 yýlý, 1997 rekorunu, rekor bir farkla kýrdý. 1997 ise, 1995'in
rekorunu kýrýyordu… Aslýnda, The End of Nature (Doða'nýn Sonu)
kitabýnýn ilk olarak yayýmlandýðý 1989'dan bu yana, yeryüzünde
bildiðimiz en sýcak 10 yýlýn 7'si yaþandý.
Geride kalan 10 yýlýn en önemli istatistikleri, bunlardýr iþte. Bunlar,
büyük patlama yapan borsanýn yükseliþ rakamlarýndan da, Baþkan'ýn
popülarite düzeyini gösteren araþtýrma sonuçlarýndan da, üzerinde
durduðumuz bütün öteki rakamlardan da daha önemlidir.
Bu rakamlar, türümüzün iki ayak üzerine ilk kalktýðýndan bu yana en
acayip zaman parçasý içinde yaþamakta olduðumuz noktasýný
vurgulamakta. Gerek sayýmýzla, gerekse iþtihamýzla öylesine büyüdük
ki, sonunda etrafýmýzdaki herþeyi deðiþtirir hale geldik.
Bu rakamlar, doða'nýn baðýmsýz bir güç ve bizden daha büyük
birþey olarak sonunun geldiðini göstermektedir.
Ama Yeryüzü'nün devirleri þimdi daha hýzlý hareket ediyorsa da Kuzey Yarýkürede ilkbahar yirmi sene öncesine göre ortalama bir hafta
daha erken gelmektedir - insan toplumu, en azýndan hayati önem
taþýyan bu konularda tamamen felç olmuþ görünüyor. Siyasi ve
ekonomik zaman tam on yýl boyunca dondu kaldý: Birkaç uluslararasý
konferans ve yüksekten atýp tutan ateþli deklarasyon dýþýnda, küresel
ýsýnmayý ateþleyen karbondiyoksit salýnýmýný durdurmak için hemen
hemen hiçbir þey yapmadýk. […]
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
61
Fizikî dünyanýn deðiþme hýzý ile insan toplumunun bu deðiþime
gösterdiði tepkinin hýzý arasýndaki tezat, çaðýmýzýn temel çevre
gerçeðini meydana getirmektedir. […]
Þimdi o eski ve harikulade küçüklük duygusunu hissetmek için
ormana gitmek daha zor artýk. Ya da daðlara. Ya da okyanusa. Hatta
bir tutam yabançiçeðinin yetiþtiði o arazi parçasýna bile. O atýlmýþ
Coca Cola tenekeleri her yerde. Biz her yerdeyiz. […]
Daðlardan, denizlerden, kentlerden, ormanlardan oluþan; balýðý,
kurdu, böceði, insaný ile; karbonu, hidrojeni, nitrojeni ile uðuldayan,
çiçeklenen, gizemli, zalim küre - üzerinde konakladýðýmýz kýsacýk an
içinde þirazesinden çýkýverdi. O, büyük ölçüde biz'den ibaret artýk."
(Bill McKibben, The End of Nature, Anchor Books, 1999, s. xv-xxv)
62
SANDALETLER VE BÝSÝKLETLER
27 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Gazeteler 25 diye yazýyor, ama aslýnda tam 35 yýllýk bir serüvendi
bu. Türkiye'nin nükleer enerji peþindeki kof hülyâsý. Yýlan hikâyesi.
Yalan hikâyesi. Dipsiz karanlýk kuyusu ülkenin - Akkuyu. Bitmek bilmez
karabasaný.
Ama bitti iþte: Poff! Kan-ter içinde uyanýldý ve kalkýldý karanlýkta:
"Üff, amma da pis rüyaydý." Yýlanýn kuyruðu kopuverdi - ve bilebildiðim
kadarýyla, yýlan kuyruklarý bazý kertenkelelerinki gibi deðildir; yeniden
oluþmaz.
Büyük paralarýn, yeraltýnda ve yerüstündeki büyük güçlerin devreye
girdiði bir olay. Yeraltý saðlamdý zaten: Deprem durduramazdý.
Yeryüzüne çýkýldýðýnda oranýn da sapasaðlam olduðunu gördük:
"Siyasî irade"nin bu yönde tecelli ettiði hükûmet sözcüsünce ciddi ciddi
açýklandý. Eh, kala kala bir tek gökyüzü kalýyordu bu durumda. Ýnsan
için küçük, ama insanlýk için dev nükleer adýmý bir tek Allah
durdurabilirdi olsa olsa. Semavî irade. Ama, buna da pek ihtimal
olmadýðý, Enerji Bakaný'nýn enerjik sözlerinden anlaþýlýyordu.
Ama olmadý iþte. Ýþin içine hiç beklenmedik bir baþka irade karýþtý:
Kamuoyunun iradesi. Yurttaþlara, sürekli olarak karanlýkta kalma
tehdidi altýnda olduklarý telkin edildi. Asýl karanlýk elektrik kesintilerinde
deðildi ama: Bilgilenme hakkýndan yoksun býrakýlmaktan doðan
gerçek karanlýk sözkonusuydu. Ne kadar pahalýya patlayacaktý bu iþ
insanlara? Ne kadar tehlikeliydi? Alternatif yok muydu?
Üç temel soru ve bunlardan türeyen binlerce baþka soru. Soru soru
soru.
Bu sorularý ýsrarla, yýlmadan soran genç insanlara donkiþotlar ve
baldýrýçýplak marjinaller, bir tür "paryalar" gözüyle bakýldý. O kadar ki,
sandaletlerini ayaklarýna takýp bisikletlerine atlayarak Ankara'daki anti-
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
63
nükleer bir protestoya katýlanlarýn gösterisi, basýnda "Nükleer Savaþ!"
manþetiyle verilebildi. Uluslararasý konsorsiyumlar ve "ulusal siyasi
irade" karþýsýnda sandaletleri ve bisikletleriyle soru soranlarýn
"savaþý"!
Dün, Baþbakan'ýn nükleer santral ihalesinin iptal edildiði ve
alternatif enerji arayýþlarýna gidilebileceði yolundaki açýklamasý, bana
kalýrsa, göründüðünden daha önemli: Ardýndaki bütün o tozlu topraklý
yollar da dikkate alýndýðýnda, bu iptal olayý, Türkiye'nin son yýllarda
içine girmiþ göründüðü ilginç deðiþim sürecinin kilometre taþlarýndan
biri olarak deðerlendirilse yeridir.
Anti-nükleer
mücadeleyi
yýllardýr
yýlmadan
yürüten
sivil
hareketlerden Greenpeace'in Türkiye kolu sorumlulularýna dünyanýn
dörtbir yanýndan gelen mesajlarý da sadece geleneksel "tebrik ve
dayanýþma" mesajlarý olarak düþünmemeli: Benzer sorunlarý yaþayan
ve benzer sorularý soran baþka ülkelerin çocuklarý baþka birþey daha
söylüyorlar o mesajlarda: Bu iptal kararýnýn onlarýn mücadelesini
kolaylaþtýracaðýný.
Yani, radyasyon nasýl sýnýr tanýmýyorsa, sivil mücadeleler de sýnýr
tanýmýyor.
Ve Türkiye, belki de ulusal kurtuluþ hareketinden bu yana ilk kez, bir
yurttaþ hareketi ile baþka ülkelere "emsal" oluyor. Gündelik medya
kliþesini ilk kez doðru baðlamda kullanmaya çalýþýrsak: Türkiye "bir
ilk'e imza atýyor," da diyebiliriz.
Sandaletli ayaklarýn çevirdiði ve bisiklet pedallarýyla çok yol
alýnabiliyor yani.
Darýsý, düþünce ve ifade özgürlüðünün baþýna.
64
DÝNOZORLAR BURNUMUZUN DÝBÝNDE YELLENÝYOR - I
30 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Bilimin, popüler bilimin, yalancý bilimin ve bilim-kurgunun favori
ortak konularýndan biri, dinozorlar. Daha doðrusu, yeryüzünün
insanoðlundan önce gördüðü en müthiþ canavarlarýn bundan 160
küsur milyon yýl önce nasýl olup da "birdenbire" ortadan kalktýklarý
sorusu. Bu konuda sayýsýz kuram var tabii, ama en yaygýn üç tanesi
þunlar:
Ýklimin hýzla deðiþip sýcaklýðýn düþmesi sonucunda hayvanlarýn
donarak ölmesi;
Büyük yanardað patlamalarý sonucunda çýkan öldürücü gazlarla
iklimin yaþanmaz hale dönüþmesi ve yaratýklarýn zehirlenerek ölmesi;
Devâsâ bir göktaþýnýn düþmesi sonucunda ortalýðý kaplayan tozduman bulutunun iklimi deðiþtirip dondurucu soðuklara yol açmasý ve
böylece pek çok canlý türünün ölümüne sebep olmasý.
Aslýnda, medyanýn da en sevdiði konularýn baþýnda geldiði de
söylenebilir dinozorlarýn. Türün yokoluþu konusunda yeni bir kuram ya
da spekülasyon ortaya atýldýðýnda, canavarlar da -- olaðanüstü
güzellikteki renkli çizimleriyle birlikte -- "magazin" sayfalarýnýn baþ
köþelerini süslüyorlar -- ve tabii her seferinde de okurlara Spielberg'in
o kötü Jurassic Park filmini hatýrlatýyorlar.
Dünkü gazetelerde bu konuda çok ilginç bir yeni kurama yer
verilmekteydi: Dinozorlar, -- yüzünüze güller! -- ciddi bir "yellenme
sorunu" yüzünden toptan yokolmuþlardý! Çin'de yayýmlanan ve her
zaman Komünist Partisi'nin ciddiyetine uygun aðýrbaþlýlýkta bir üslup
kullanan Çin Gençlik Gazetesi, adýný vermediði bir Fransýz bilim
adamýna atýf yaparak aynen þöyle diyordu:
"Her biri 80 - 100 ton çeken hayvanlar, her gün 130 ilâ 260 kilo gýda
tüketiyor ve dur durak bilmeksizin yelleniyordu." Gazeteye göre,
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
65
dinozor "yel"leri, yüksek oranda metan gazý içerdiði için, hayvanlarýn
yeryüzündeki yaklaþýk bir milyon yýllýk ikameti sýrasýnda atmosfer bu
gazla dolup "taþtý" ve sonunda ozon tabakasýnýn "delinmesi"ne yol
açtý. Ozon tabakasý atmosferi güneþin morötesi ýþýnlarýndan korumaz
olunca, yeryüzü bitki örtüsünde muazzam deðiþimler meydana geldi.
Ortaya çýkan besin yetersizliði de dinozorlarýn topyekûn açlýktan
ölmeleri sonucunu doðurdu.
"Kendi yelinde boðulan dinozor" teorisi, bütün gönderme ve
uzantýlarýyla, bir tatil sabahý insanýn yüzünde hafif bir tebessümle
okuyacaðý ve hemen arkasýndan da (bu konudaki bir sonraki habere
kadar) unutacaðý mükemmel bir magazin haberi gibi görünüyor. Tarih,
bilim, espri, egzotizm ve görsellik dozu ne eksik, ne de fazla.
Gel gör ki, ey kari, kazýn (ya da, bu durumda dinozorun) ayaðý pek
de öyle deðil. Ýþi küresel ýsýnma boyutunda ele aldýðýn zaman, bu
küçük ve sevimli haber, dinozorlarýn yokoluþlarý ile ilgili en akla yakýn
ve gerçekçi kuram olabileceði gibi, dinozorlarýn yokoluþlarý ile ilgili en
akla yakýn ve gerçekçi kuram olabileceði gibi, aslýnda seninle, insan
türünün geleceði ile ilgili çok önemli bir "felâket habercisi" de olabilir
pekâlâ.
Ýnsanoðlu ya da insankýzý olarak, yaktýðýn ormanlardan çýkan
gazlarýn, o ormanlardan arta kalan otlaklarda otlattýðýn sýðýrlarla
davarlarýn yellenmesiyle atmosfere boca edilen metan gazlarýnýn,
kestiðin aðaçlarý kendisine þölen yapan termitlerin saldýðý gazlarýn
hesabýný yaptýðýn zaman, göreceksin ki, dinozorlar sana sandýðýn
kadar uzakta yaþayýp ölmedi.
66
BÝR DÝNOZORUN HEZEYANLARI
31 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Dinozorlarýn kendi yelleri içinde "boðulduklarý" kuramýndan söz
ediyorduk dün. Þimdi, bu "eski" olayý, "yeni" bir olaylar dizisiyle
baðlamaya çalýþalým. Yalnýzca Temmuz'un son haftasý içinde elimize
ulaþan üç ayrý raporda þunlar söyleniyor:
1) WWF ve IUCN adlý saygýn çevre kuruluþlarý, özellikle
Yunanistan'daki ve Avrupa'daki son orman yangýnlarýnýn, 1997 ve
98'de Doðu Asya'da meydana gelen korkunç yangýnlarla birlikte ele
alýnmasý gerektiðini ve bunlarýn "iki yýl içinde meydana gelecek büyük
küresel felâketin" sadece bir habercisi olduðunu söylüyorlar.
Rapora göre, Pasifik'te beklenen yeni El Niño olayý ile birlikte çok
daha fazla ve çok daha büyük yangýnlar olacak. Yunanistan'daki
yangýnlarsa, dünya çapýnda olup bitenlerin bir "mikrokozmosu"ndan
ibaret. (BBC) Bu raporlarda, ABD'de son 10 yýlda görülen ikinci en
korkunç yangýn felâketinin (NBC) dikkate alýnýp alýnmadýðýný
bilmiyoruz.
2) Saygýn Science dergisinin yeni bir makalesinde, Grönland ve
Kuzey Kutbu buzullarýnýn büyük bir hýzla eridiði bildiriliyor. Kutup
buzullarý son 20 yýlda yüzde 6 oranýnda "çekmiþ" ve Arktik buz
"þapkasý" son 50 yýlda yüzde 42 incelmiþ.
Tahminlere bakýlýrsa, yüzyýlýn ortalarýna doðru yaz aylarýnda artýk
kutuplarda buz örtüsü olmayacakmýþ. Bu, yeni ve ucuz deniz ulaþýmý
bakýmýndan çok iyi haber (düþünsenize, Kutupta bir Boðaziçi). En
kýrýlgan ekosistem olan kutuplar açýsýndansa kötü haber. (New York
Times)
3) Yine Science dergisinden: Britanyalý araþtýrmacýlar, atmosferin
üst tabakalarýnda yeni bir sera gazý keþfetmiþler. Triflorometil sülfür
pentaflorür, atmosferin üst tabakalarýndan sýcaklýðýn uzaya kaçmasýný
engelleyen "sera" gazlarýnýn baþýnda gelen karbondiyoksitten 18,000
kere daha güçlü bir "ýsý tutucu" imiþ!
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
67
Raporun yazarlarýndan Dr. Bill Sturges'e göre bu gaz sadece 40
yýldan beri atmosferde mevcutmuþ. Yani, insan faaliyetlerinin bir yanürünü olarak gelmiþ kâinata. Bu "yeni yetme" gazýmýz, büyük olasýlýkla,
yüksek voltajla çalýþan âletlerin türettiði bir þey; ve müthiþ yüksek ýsýtutma kapasitesinin yanýnda, son derece uzun ömürlü.
Þimdilik, düþük seviyesi bakýmýndan küresel ýsýnma üzerinde
önemli bir etkisi olmadýðý sanýlýyormuþ gazýn; ama, neredeyse
"ölümsüz"
olduðundan,
gelecekteki
etkisi
hiç
de
kolay
kestirilemeyecek gibi. (BBC)
Þimdi þöyle: Endüstri, otomobiller, uçaklar vb. aracýlýðý ile salýnan
karbonlarýn yaný sýra, sadece orman yangýnlarýyla atmosfere yýlda 1 ilâ
2.5 milyar ton sera gazý salýnýyor. Ormanlarýn yerini çöl almamýþsa,
otlaklar alýyor. Zaten ormanlarý ya kereste için kesiyoruz ya da
hayvancýlýk için yakýyoruz.
Otlaklarda 1.2 milyar büyükbaþ hayvan otlatýyoruz: 5 adam baþýna
bir büyükbaþ hayvan. Bu sýðýrlarýmýz; davar, deve, keçi, at ve
domuzlarýmýzla birlikte havaya her yýl 73 milyon ton metan gazý
yelliyor. Çünkü, yedikleri otlardaki selülozu ayrýþtýrmak için
barsaklarýndaki anaerobik bakteriler metan gazý üretiyor.
Sýðýrlarý hamburger ya da cýzbýz köfte þeklinde mangallarda piþirip
ormanlarý daha fazla yakýyoruz. Kestiðimiz kerestelerin bir kýsmýný ise
akýl almaz ölçüde çoðalan termitler yiyor. (Þu anda adam baþýna yarým
ton termit/karýnca düþmekte!) Yediklerinden týpký inekler gibi metan
üreten bu minik hayvanlar astronomik boyutlarda gaz çýkarýyor: Bir
termit yuvasýndan dakikada 5 litre metan çýkabiliyor.
Ayrýca, kutuplardaki sürekli buz (permafrost) tabakasýndaki
tundralarda ve okyanuslarýn kýt'a sahanlýðý çamurlarýnda muazzam
ölçülerde sýkýþýp kilitlenmiþ "aðýr metan" gazý var. Sera etkisiyle
okyanuslar ýsýnýp, buzlar çözülürse, buradaki potansiyel metan
salýnýmý yýlda yarým milyar tonu aþabilecek. Bu bileþikler atmosferi
ýsýtýnca, daha fazla su buharý birikebilecek. Kendisi de güçlü bir sera
gazý olan bu ilâve su buharý ise yeryüzünü büsbütün ýsýtacak. (Bill
McKibben, The End of Nature, 1999)
Yani, atmosferi ýsýt, sera gazlarý açýða çýksýn; sera gazlarýný açýða
çýkart, atmosfer ýsýnsýn ve bu böyle gitsin...
Dinozorlar, yellenmekten vazgeçemezdi, ey kari. Ya sen?
68
EYYÂM - I BÂHUR
2 Aðustos 2000, Yeni Binyýl
"Eyyâm-ý bâhûr"! Çocukluðumun sahil kasabasýnda bütün "çete"nin
yüreðine ürpertili bir heyecan salan büyülü sözcükler.
Heyecan, güneþin yeni göveren tuzlu küçük bedenlerimiz üstüne
acýmasýzca çullanacaðýný bilmek gibi mazoþistçe bir keyiften
geliyordu. O yaz'ýn da adam gibi, yani düpedüz yaz gibi yaþanacaðýný
kendi biyolojik mevsim saatimizle bilmekten gelen bir güvenden
kaynaklanýyordu daha doðrusu.
Ürpertiyse, korkudandý. "Eyyâm-ý bâhûr" ya da o kasaba
çocuklarýnýn tümünün aðzýndaki yanlýþ söyleyiþle "ehen buhur", daima
Aðustosun hemen baþýnda yakýcý bir sýcak dalgasý halinde gelip bir
hafta boyunca hepimizi buharlaþtýrýrken, bir de tatsýz söylenceyi
yanýnda getirirdi: "Sam yeli".
Þaþmaz bir þekilde sekiz gün süren "ehen buhur" sýrasýnda esen bu
yelin, deðdiði ýslak bedenlerde beyaz beyaz lekeler býrakacaðýna, bu
lekelerin de ömür boyu silinmeyeceðine o zamanlar aramýzda
inanmayan yoktu. (Hoþ, kendi payýma, buna hâlâ inandýðýmý itiraf
etmekte hiçbir sakýnca görmüyorum ya, neyse.) Küçük beyaz lekeler o
an için pek önem taþýmasa da, birkaç ay ya da en geç bir yýl içinde
karþý cinsle kuracaðýmýzdan emin olduðumuz romantik iliþkiler
açýsýndan ölümcül bir estetik engel oluþturacaðýndan, bu konuda
herkesin derin bir korkusu olurdu.
Allah'tan, herþeyin mutlak çaresinin bulunduðu o müthiþ dönemde
yaþýyorduk: Demir, sam yelinin amansýz düþmaný ve kalkanýydý. Boyna
veya bileðe bir iple asýlacak ya da mayonun lâstiðine iliþtiriliverecek
küçücük paslý bir çivi - mutlaka demir olmalýydý, baþkasý, altýn bile olsa
bu durumda asla iþe yaramazdý! - doða'nýn müthiþ gücünden gelecek
her türlü tehlikeyi bertaraf etmeye yeterli olacaktý.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
69
Ve öyle de oldu. Sahil kasabasýnda geçirdiðimiz o altýn çocukluk
yýllarýnda, her seferinde muntazaman gelen ve muntazaman sekiz gün
sürdükten sonra geçip giden "ehen buhur"larda bizim çete
mensuplarýndan bir teki bile - arada yüzerken çivisini düþürmüþ olsa
dahi - sam yeli yeyip "lekelenmedi" ve dolayýsýyla da sonraki yýllarda
hepsi pek çok güzel aþk yaþadý…
Dünkü Saatli Maarif Takvimi, "Eyyam-ý bâhûr"un baþladýðýný
bildiriyordu. "Deniz günleri" yani. Yani, "en sýcak sekiz gün". Sabah bu
konudaki bilgiyi okuduktan sonra, sýcak dalgasýnýn ayný gün tüm yurdu
terkettiðini, sýcaklýklarýn 15 derece birden düþeceðini de okudum
gazetelerde. Daha sonra, "küresel ýsýnma iklim kuþaklarýný da
deðiþtirdi, "Türkiye artýk sýcak kuþakta!" diyen haberi de okudum.
Ekosistemlerin küresel ýsýnma yüzünden kuzeye doðru kayacaðýný,
güneye Afrika sýcaðý yerleþirken Karadeniz'de pamuk yetiþtirilmeye
baþlanabileceði haberlerini de okudum…
Sokaða çýktým sonra. "Eyyâm-ý bâhûr"un ilk gününde öðle vakti…
Ýnsanýn içine iþleyen serinlikte þakýr þakýr yaðmur altýnda ellerimi
cebime sokmuþ, dudaklarýma bir ýslýk bile takamadan yürürken, biz bu
yýl atlamýþ olmayalým bizim ehen buhuru - "geçmiþ olmasýn sakýn" diye
bir düþünce gelmesin mi aklýma?
Hemen bir demir parçasý arandým bileðime asayým diye -bulamadým.
70
SABOTAJCI
7 Aðustos 2000, Yeni Binyýl
Adana'nýn Karaisalý ilçesinde dört gün önce baþlayan kýzýlçam
orman yangýný kýsmen kontrol altýna alýndý, ama 2000 hektarlýk alan
tamamen yandý. Adana'nýn ardýndan Antalya/Manavgat'ta çýkan
yangýnlar kýsmen kontrol altýna alýndý, ama 2,700 hektarlýk yeþil alan
tamamen yandý. Side'de çýkan yangýn kontrol altýna alýnamadý,
Perge'deki antik kentte çýkan yangýnlarsa kontrol altýna alýndý, ama 1
hektar orman alaný yandý ve tarihi eserler tahrip oldu.
Orman Bakaný bu yýl çýkan yangýnlarda - þimdilik - 20 bin hektar
(yani Gökçeada kadar bir alana eþit) ormanlýk alanýn yok olduðunu
açýkladý. Bakana göre, bu, geçen yýla göre 3 kat fazla. Ama, bu hesap
doðru olmayabilir. Çünkü, Orman Genel Müdürlüðü, geçen yýlýn ilk 6
ayýnda yaklaþýk 1,500 hektar yandýðýný daha önce bize bildirmiþti (AA).
Bu rakam doðru ise, 3 deðil, en az 13 katlýk korkunç bir artýþ var
demektir!
Bakan, ayrýca, bazý yangýnlarda birtakým sabotajcýlardan da
bahsetmiþ, ama onlarý yakalayamadýklarýný da eklemiþ. Ýyi haberse þu:
"Buralarý" bir yýl içinde aðaçlandýracaklarýný ifade etmiþ Bakan ve her
yýl 55 bin hektar alaný aðaçlandýrdýklarýný belirtmiþ. Ne var ki, bu
açýklamalar da biraz fazla iyimserliði barýndýrýyor olabilir. Zira,
Türkiye'nin ormanlarýnda sürekli, düzenli ve büyük oranda bir azalma
olduðu da yine daha önceki resmî açýklamalardan çýkýyor.
Mali açýdan bakýlýrsa, yalnýz tomruk bedeli olarak, son dört günlük
iki yangýnda 45 trilyonluk zarara uðrandýðý hesaplanýyor!
Finans yönü ise iþin en önemli parçasý bile deðil. Hayatýn kendisi
tehlikede! Cumhurbaþkaný Sezer, üç gün önceki açýklamasýnda iþte bu
yönü vurguluyordu: "... Sadece orman varlýðýmýz deðil, yaþamýn sürekliliði
için hayati önem taþýyan doðal dengeler de bozulmaktadýr." (AA)
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
71
Sözün özü, sonbahara varýldýðýnda, 2000 yýlýnýn, bu açýdan
Türkiye'nin en kara yýlý olarak tarihe geçmesi çok muhtemel.
2000 yýlý, ABD'de de son 50 yýlýn en kara yýlý olarak þimdiden tarihe
geçti bile: Ülkenin Kanada sýnýrýndan Meksika sýnýrýna kadar uzanan
11 Batý Eyaletinde, cehennemin ta kendisi yaþanýyor: Þu âna kadar 62
bin yangýnda en az 1,5 milyon hektarlýk orman ve yeþil alan kavruldu;
20 binden fazla itfaiyeci ve asker yoðun ateþ ve duman altýnda "Körfez
savaþý'ndan beter koþullarda" görev yapýyor; kýzýlderililere ait tarihi
yerler tehlikede; günde 15 milyon dolar harcanýyor ve þu âna kadar en
az 300 milyon dolar harcandýðý saptanmýþ.
Ekim'de, hatta Kasým'da karlar yaðana kadar bu yangýnlarýn daha
da artarak gideceði en yetkili aðýzlardan belirtiliyor. (BBC, NBC)
Ýtalya'da Temmuz ayýnda 32 bin hektarlýk ormaný yok eden "rekor"
yangýnlar Aðustos'ta gene baþladý: Sardunya, Foggia, Roma çevresi
yanýyor; Yunanistan'daki "rekor" yangýnlarsa baþta Sisam, birçok
yerde ormanlarý kasýp kavurdu ve Atina çevresinde neredeyse tüm
ormanlarý bitirdi; geçen hafta Ýspanya'da Madrid - Valencia arasýndaki
bölgede en az 2 bin hektarlýk alan kül oldu; Kazakistan'da 10 gündür
süren yangýnlarda 1000 hektar kül oldu ve milli parklar tehlike altýnda...
Bütün bu yangýnlar, bütün bu rekorlar tesadüf tabii: Ýþte düþük nem,
aþýrý sýcaklar, "kuru yýldýrýmlar", yaðmursuzluk, çýraya dönüþen
ormanlar, La Niña doða olayý, atýlan sigaralar, olasý sabotajlar hepsi
nasýlsa bu aralarda dünyanýn dörtbir yanýnda tesadüfen bir araya
geliverdi.
Yoksa
küresel
ýsýnmayla,
sera
gazlarýyla,
insan
davranýþlarýyla filân hiç alâkasý yok...
ABD Orman Ýdaresi Baþkaný Mike Dombeck: "Gerçekten Tabiat
Ana'nýn insafýna kaldýk," demiþ.
Çok geç bayým, onu Ana'nýzý becermeden önce düþünecektiniz.
Sabotajcýyý çok uzaklarda aramayalým.
72
GECÝKEN TATÝLCÝLER ÝÇÝN BULUNMAZ FIRSAT!
31 Aðustos 2000, Yeni Binyýl
Haber: "Çöl sýcaðý" geri geliyormuþ. Haberin yorumu: Okullarýn
açýlmasýna 10 gün kala yaþanacak bu "güneþli günler", "geciken
tatilciler" için "yeni fýrsatlar" yaratacakmýþ. (Sabah, 30 Aðustos)
Normalde dehþetle karþýlanmasý beklenebilecek "çöl sýcaðý"nýn
nasýl bir anda "güneþli günler"e dönüþtüðü ve bunun nasýl yeni fýrsatlar
yarattýðýný anlamak için çok fazla da kafa patlatmaya gerek yok.
"Dikkat!" ibaresiyle baþlayan bu küçük uyarýcý haber, hepimizin ortak
düþünce tarzýna tercüman oluyor aslýnda:
Fizikî dünya, iklimler ve çevre büyük bir hýzla, gözle görülür þekilde
deðiþiyor; insanlýk olarak bizim bu deðiþime gösterdiðimiz tepkinin hýzý
ise, sýfýr. Dünya hapý yutuyor; bizse bundan yeni fýrsatlar çýkartmaya
çalýþýyoruz. Bir hýz ve zaman problemi de denebilir: Deðiþim hýzý ile
deðiþime tepki hýzý, birbiri ile ters orantýlý.
Doðrusu dünyanýn en radikal çevre militaný ya da endüstri düþmaný
yayýn organý sayýlmayacak olan ünlü Time dergisi, son sayýsýnýn kapak
konusu olarak "Kuzey Kutybundaki Buzlarýn Erimesi"ni seçmiþ. Nâçiz
yazarýnýzýn bu konudaki pek çok yazýsýnda kaleme almaya cesaret
edemeyeceði þiddette uyarýlar geliyor makalede: "Resimde görülen
kutup ayýsý tehlikede, ama sen de ey okur, o ayý kadar tehlike
altýndasýn," deniyor baþlýkta meselâ ve ardýndan da küresel ýsýnmanýn
þu anda bile gezegeni nasýl tehdit altýna aldýðý ballandýra ballandýra
anlatýlýyor.
Küresel ýsýnmanýn, ironik bir biçimde küresel soðumaya da yol
açmasý, meselâ Avrupa'nýn ve Kuzey Amerika'nýn 12.000 yýl sonra
eskisinden de korkunç yeni bir buzul çaðýna girmesi, insana masal gibi
geliyor belki, ama inanýn hayli somut bir ihtimal. Dahasý, "Younger
Dryas diye adlandýrýlan bu çaðýn gelmesi, 20 yýl içinde bile mümkün!
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
73
Ýnsanlýðýn yüce medeniyetini yýkýmdan koruyabilmek için bir kuþaðýn
ömründen epey kýsa bir zaman dilimine sahip olduðumuz ortaya
çýkýyor ve bunu da Time dergisi yazýyor!
Gene bir zaman problemi ile karþý karþýyayýz yani: Dünya
Milletlerinin hiçbir zaman uygulamayacaklarýnýn anlaþýldýðý (hatta,
ABD senatosunun imzalamayý bile düþünmediði) Kyoto Protokolü,
bundan 12 yýl sonra ilk tedbirlerin uygulanmasýný öngörürken, iklim
deðiþikliklerinin çok yavaþ ve tedrici olacaðý düþünülüyordu. Tümüyle
yanlýþ olduðu bugün açýkça bilinen bir varsayým!
Ýklim deðiþecek deðil. Ýklim deðiþmeye çoktan baþladý: Dünyanýn
buzdan þapkasý eriyor, medeniyetlerin doruðuna çýkmýþ ülkeler buzul
çaðýna girmek üzere, daha az medenî yerlerde ise kuraklýk, çölleþme,
açlýk ve seller, orman yangýnlarýyla kolkola ölümcül bir vals yapýyor.
Dünyanýn "termostat"ý bozuldu. Çivisi çýktý da diyebiliriz.
Time da yazdýktan sonra, artýk küresel ýsýnmanýn "doðrulanýp
doðrulanmayacaðý bilinmeyen bir diðer teori" olduðunu yaymak gerçek
bir entellektüel sahtekârlýk olur.
Geciken tatilciler için son fýrsatlar bunlar yani - Batan geminin
mallarý!
74
ULUSLARIN FAKÝRLÝÐÝ YA DA KÝMSEDE MORAL
KALMADI
KAHRAMANLAR VE ALÇAKLAR
31 Aralýk 1999 , Yeni Binyýl
Geçen Eylül ayý ortalarýnda Bosna'da bir doðumevinde dünyaya bir
çocuk geldi. Adýný bilmiyoruz. Çok merak etsek öðrenirdik belki, ama
bunun fazla önemi de yok. Asýl önemli olan, bebeðin 'sýra numarasý' ve
onu çok iyi biliyoruz iþte: Yaklaþýk üçbuçuk kilo aðýrlýðýndaki bu mavi
gözlü bebek, gezegenin altý milyarýncý sâkini olarak ilân edildi. Bu
sembolik bir jestti: Ayný anda dünyanýn dörtbir köþesinde farklý ten
renklerinde binlerce baþka bebek de doðdu tabii, ama insanlýk âlemi,
Bosna'daki savaþ ve katliamý düþünerek, orada doðan bebeðe altý
milyarýncý insan 'ödül'ünü lâyýk gördü iþte. 2000'e girmeden az önce o
yuvarlak ve sihirli rakama ulaþmýþtýk! Kalabalýklaþmýþtýk.
Oysa, daha yüz yýl önce çok daha tenha bir gezegenimiz vardý.
1900'de aþaðý yukarý þimdikinin dörtte biri kadardýk: Birbuçuk milyar.
(Tabii sadece insanlar olarak; yoksa bilumum hayvanat ve nebatatla
paylaþtýðýmýz bu gezegende sayýlamýyacak kadar çok olduðumuzu
söylemeye bile gerek yok herhalde.) Yirminci yüzyýl: Kayda geçmiþ
insanlýk tarihinin yaklaþýk yüzde 3'ü. Bu kýsacýk zaman dilimi içinde
dört misli çoðaldýk, radyo dinlemeye, telefonla konuþmaya, uçmaya,
antibiyotik kullanmaya, sinemaya gitmeye, televizyon seyretmeye,
uzayda ve sanal uzayda 'surf' yapmaya baþladýk; küreselleþtik,
ömrümüzü uzattýk; dev örgütler yarattýk; akýl almaz servetler, süper
vücutlar, mega þehirler yaptýk. Bir yandan da kýt'alararasý balistik
füzeler attýk, atom bombalarý patlattýk, herbir yana mayýn döþedik,
içimizden 111 milyon kiþiyi savaþlarda yitirdik, yeni savaþlarda askerler
yerine yüzde 90 oranýnda sivilleri öldürmeye ve gitgide büyüyen
sayýlarda çocuklarýmýzý savaþtýrmaya baþladýk; ozon tabakasýný
deldik, atmosferi toza dumana boðduk, binbir canlý türünü ortadan
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
75
kaldýrdýk. Sonuç olarak, yirminci yüzyýl sonundaki dünya, dünya
çapýnda bir eðlence parký ile yine ayný çapta bir canavarlar sarayýna
dönüþmüþ görünüyor. Ýnsanlýk, varolduðu andan bugüne kadar yaptýðý
tüm buluþlarýn yarýsýný, toplam kayýtlý tarihinin iþte bu yüzde 3'lük
diliminde yaptý: Yirminci yüzyýlda. Kendisi de dahil olmak üzere tüm
canlý türlerini bir anda yokedebilecek güce nükleer bomba ile bu
yüzyýlda ulaþtý insanoðlu (ya da insankýzý). Genetik kopyalama
yöntemiyle kendisini yeniden yaratma olanaðýna kavuþmasý da yine bu
yüzyýlda oldu denebilir. Yani, yokeden ve vareden sýfatýna, bu tanrýsal
sýfata, hiçbir zaman bu yüzyýlda olduðu kadar yaklaþmamýþtý da
diyebiliriz. Tarihin en büyük kahramanlýklarýyla en büyük alçaklýklarýnýn
eþzamanlý olarak sýrtsýrta yaþandýðý baþka bir yüzyýl göstermek, epey
zorlu bir iþ olur. Bilim, sanat ve kültür insanlarýnýn çoðu, kimi zaman
'akýntýya kürek' çekme pahasýna da olsa, çoðulcu duyuþ ve düþünüþün
baþýný çekerek, insanlýðý dönüþtürme çabasý içinde 'kahramanlar'
safýnda yer alýyor. Yirminci yüzyýlýn önemli 'yeniden keþif'lerinden biri
olan 'anti kahramanlar'ýn (bunlarý, post-modern dönem öncesi bir
bakýþla 'alçaklar' diye de nitelendirebiliriz pekâlâ) kahramanlar
karþýsýnda ne kadar þanslarý olacaðýný, çocuklarýmýz görebilecek
ancak. Not: Bu yazý, Atilla Aksoy ve Suay Aksoy editörlüðünde
gerçekleþtirilen "Unutulmayanlar: 20. Yüzyýlýn Portreleri" fotoðraf
sergisi (Ýstanbul, 24 Kasým 1999 - 4 Ocak 2000) ile eþzamanlý olarak
yayýmlanan ayný adlý kitabýn önsöz'ünün biraz deðiþtirilmiþ halidir.
(1999'un son gününe uygun düþer, diye düþündüm.)
76
PUSULASINI ÞAÞIRMIÞ ÝNSANLIK
6 Mart 2000, Yeni Binyýl
Mozambik'in en büyük gazetelerinden biri olan Noticias'ýn evvelki
günkü manþeti: "Batý Mozambik Trajedisine Gözlerini Yumdu!" Aslýnda
eksik bilgi: "Batý" yerine "insanlýk" demeliydi genel yayýn yönetmeni büyük "Ý" ile. Aðaç tepelerinde tüneyip günler boyu aç-susuz bekleyen,
orada
çocuk
doðuran,
korkunç
hastalýklara
yakalanan,
ve
"olgunlaþýnca" da aþaðýdaki sel sularýna pat diye düþüp ölen binlerce
siyahî insanýn yardýmýna koþan 5 helikopter görüntüsü, dünyayý hem
"þoke etmiþ", hem de kýzdýrmýþ, iyi mi? Ama, kayýtsýz kalan sadece
Batý deðil; pusulanýn deliler gibi dönen ibresi dört ana yönü birden
gösteriyor. Ýnsanlýðýn insanlýðý kurtarýp geliþtirmek için bulabildiði en
yetkin araç olan Birleþmiþ Milletler, hepimizle birden dalga geçiyor:
Uluslararasý Doðal Felâketleri Azaltma Onyýlý daha yeni tamamlandý
ve iþte resmî sonuç: Son on yýlda "doðal" felâketler tam üç katýna
çýkmýþ! Kýzýlhaç Federasyonu'nun rakamlarýna göre de, doðal
felâketlerden ölen insanlarýn yüzde 96'sý - kibarca - "geliþme yolunda"
diye adlandýrýlan yoksul ülkelerde ölüyor, 1 milyar insan tamamen
plansýz gecekondularda oturuyor, en hýzlý büyüyen 50 kentin 40'ý
deprem bölgelerinde kurulmuþ, 10 milyon insan da kesintisiz sel
tehdidi altýnda…
Amerikan yardým kuruluþlarýndan birinin baþkaný, bu zengin - fakir
ayrýmcýlýðýna da dikkat çekerek þöyle bir kýyaslama yapýyor: Ýsviçre'de
bir çýð felâketi olmuþ, 10 kayakçý da bunun altýnda kalmýþ olsaydý,
saniye geçmeden 10 helikopter onlarý bulmak için harýl harýl uçmaya
baþlardý, diyor. Ama Mozambik, böyle olaylarýn ilki deðil ki, sadece
"sýradaki". Geçen yýlý hatýrlayýn: Türkiye'de Marmara ve Düzce
depremleri, Atina ve Tayvan depremleri, Hindistan'da, Vietnam'da ve
Venezuela'da korkunç seller… Venezuela'da ölenlerin sayýsý hiçbir
zaman bilinmeyecek. Mozambik'e dönelim: Bir milyondan fazla evsiz-
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
77
barksýz insan, sivrisinek bulutlarý, yýlanlar çiyanlar arasýnda sýtma,
verem, kolera gibi hastalýklardan kýrýlýrken bakýn neler oldu:
- 90.000 kiþiyi bir hafta besleyecek 370 ton yiyecek (yemeklik yað,
þeker, vesaire) BM depolarýnda haftalardýr bürokrasi yüzünden
bekletiliyor;
- Britanya'nýn Savunma Bakanlýðý ile Uluslararasý Yardým Bakanlýðý
arasýndaki kavga yüzünden haftalardýr gönderilemeyen helikopterler
sonunda tam yola çýkarýlacakken, kiralanan uçaklara sýðmadýklarý
anlaþýldýðýndan yeniden hangarlarýnda;
- Güney Afrika ile Mozambik arasýnda bürokratik tartýþmalar
yüzünden birçok helikopter gönderilemiyor;
- Komþu Zimbabwe de kendi helikopterlerini yardýma gönderemiyor,
çünkü onlarý Kongo'daki "yaðma savaþý"na göndermiþ bulunuyor
maalesef!
- Ve nihaî darbe: Helikopterlerin TV ekranlarýnda çok iyi görüntü
vermekle birlikte, çok da iþe yaramadýklarý, asýl çözüm için teknelere
ihtiyaç olduðu ortaya çýkýyor! Þimdi Mozambik'le birlikte hepimiz,
Madagaskar üzerinde seyreden Gloria kasýrgasýnýn getireceklerini
kaygýyla izliyoruz. Gene hepimizle alay edercesine "dünyanýn en hýzlý
geliþen ekonomilerinden biri" diye adlandýrýlan Mozambik'in yýlda
adam baþýna 152 dolar geliri olduðunu ve geliþmiþ ülkelere haftada 3
milyon dolara yakýn borç ödediðini de biliyoruz. Söyleyin þimdi: Trajedi
mi, yoksa dünyanýn en gülünçlü oyunu mu bu?
78
ÇÜRÜK KÝRAZLARI AYIKLAMAK
22 Mart 2000, Yeni Binyýl
Dünyada yeni buluþ sahiplerinin en çok baþvurduklarý yer, kolaylýkla
tahmin edilebileceði gibi, ABD Patent Bürosu. Milyonlarca kiþinin
patent almak için önünde kuyrukta beklediði bu kuruluþun 1988
yýlýndaki sözcüsü Charles H. Duell, bundan 12 yýl önce þöyle demiþ:
"Yapýlabilecek bütün buluþlar yapýldý, icat edilebilecek herþey icat
edildi." (Time dergisi). Son yýllardaki geliþmelerin ýþýðýnda, büro
sözcüsü Bay Duell'in müthiþ yanýldýðýný, hatta kendine çok yanlýþ bir iþ
seçmiþ olduðunu rahatlýkla söyleyebiliriz. Buluþlar ve icatlar öylesine
hýzla birbirini kovalýyor ki, normal insanýn bunlarý izlemesi bile
olanaksýz. Bill Gates'in dediði gibi, "geliþmeler neredeyse düþünce
hýzýnda oluyor". Yirmibirinci yüzyýlýn en baþdöndürücü geliþmeleri - ve
tabii ayný zamanda kârlarý - da, bilgisayar (Ýnternet) ve biyoteknoloji
alanlarýnda oluyor. "Tech wealth" adý verilen bu yeni "bilgisayar
zenginliði"ni ve bunun ne gibi "yan etkileri" olduðunu, þimdilik bir yana
býrakalým ve ikinci alana eðilelim biraz. Koyun, keçi, inek, domuz…
bilumum
hayvanlarýn
"kopyalanmasý",
hatta
kopyalarýn
da
kopyalanmasý olaylarý "umur-u âdiye"den, yani olaðan olaylardan
sayýlmaya baþladý. Þimdi, "yaratýklarýn en onurlusu" olan insanoðlu
nefesini tutmuþ, kendisinin ne zaman kopyalanacaðýný beklemekle
meþgul. Ýnsanýn gen haritasýnýn tekmil çýkarýlmasýna da bir yýldan az
bir
zaman
kaldý.
Bilinen
hububat
türlerinin
genlerinin
de
deðiþtirilmesiyle, ortalýkta çok saðlam, dayanýklý ve gürbüz tahýllar kol
geziyor.
BBC'den son aldýðýmýz bir habere göre, Britanya Hükûmeti
biyoteknoloji kullanýmýnda yepyeni bir adým atýlmasýna önayak olmuþ:
Sigorta þirketlerinin, bir insaný sigortalamadan önce genetik
deneylerden geçirmesine izin verecekmiþ hükûmet. Böylece, bir
insanýn ciddi bir hastalýðý atalarýndan tevarüs etmesi riski
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
79
ölçülebilecek. Bu da þu demek oluyor ey kari: Ailende bir hastalýk
varsa, sigorta þirketi senden daha yüksek prim isteyecek. Britanya
Sigortacýlar Derneði sözcülerinden Mary Francis de bunu doðrulamýþ:
"Bir insanýn hastalanma olasýlýðý kanýtlanýrsa, bu ne kadar üzücü bir
durum olursa olsun biz bu kanýtý dikkate elmak zorundayýz." Francis
haným üzülüyor, ama ne yapsýn, baðrýna taþ basýyor. Tüketiciyi koruma
gruplarýndan bazýlarý da böyle bir uygulamada primlerin "dramatik" bir
þekilde yükseleceðinden kaygý duyduklarýný açýklamýþlar. Ama, asýl
kaygý verici geliþme orada deðil. Genetik testlerin böylesine yaygýn
kullanýma açýlmasýna karþý çýkan gruplar, bu durumda yeni bir "alt
sýnýf" doðacaðýný söylüyorlar: Yani alýnlarýnda resmen "hastalýklýdýr"
diye yazan, sigorta kapsamý dýþýnda kalmaya mahkûm bir yeni " alt
sýnýf" bu. Bu kadarla da kalmýyor aslýnda: Eþcinsellerden daha yüksek
prim alýndýðýný öðrenince, kendi sigorta þirketini kuran iþadamý Ývan
Massow, "dehþet verici bir eðilim" diye adlandýrmýþ bu brojeyi.
"Manavdan kiraz seçer gibi," diyor Massow. "Þirketler, çürük olmayan
insanlarý seçip sigortalayacaklar; çürükler de ortada kalakalacak."
Hani Ýngiltere'de eskiden bizde olduðu gibi, kesekâðýdýnýn altýna çürük
meyveleri sokuþturma adeti de bilinmediðinden, bu seçme eksiksiz
yapýlacak, diyebiliriz. Hatta, bundan bir sonraki mantýki adým da,
"genetik bakýmdan saf" olanlara çok özel, indirimli prim tarifeleri
uygulanmasý.
Ýskandinav
ülkelerinde,
Britanya'da,
ABD'de,
Almanya'da 1920'lerden baþlayarak ta 1970'lere kadar süregelen
yaygýn kýsýrlaþtýrma uygulamasý ile sakatlar, geri zekâlý kabul edilenler,
iþsizler ve 'serseriler' filân toplumdan ayýklanmýþlardý, hatýrlarsanýz.
Ama, bu, etik bakýmdan epey kaygý yarattýðý gibi, uygulamada da bazý
zorluklar çýkarýyordu. Þimdi, biyoteknolojideki bu muazzam geliþmeler
sonucu, önümüz açýk, iþimiz çok kolay: En saf genlere sahip olanlarý
hemen ayýrdedeceðiz ve onlara dünyayý vereceðiz. Cesur ve zengin
yeni dünyayý.
80
BREZÝLYA'NIN DOÐUM GÜNÜ
20 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Yeni millennium Brezilya'ya biraz gecikmeyle geldi. Daha doðrusu,
Brezilya'nýn yöneticileri, ülkenin 500. yaþýnda, yani yarým-milleniumluk
olduðuna karar vermiþler. Halk da bu büyük olayý kendine özgü ünlü
festivallerinden biriyle, sambalar yaparak kutluyor. Brezilya'nýn
kendine seçtiði "sýfýr yýlý", ilk beyaz adamlarýn bu topraklara ayak
bastýðý 1500 oluyor. Portekizli denizci Gaspar de Corte-Real bu tarihte
ilk resmî ayak basmayý gerçekleþtirmiþ. Onun ardýndan da genç kâþif
Pedro Alvares Cabral, o zamanki Portekiz Kralý I. Manoel adýna burayý
sahiplenmiþ. Yeni gelen beyazlarla, o ülkenin daha önceki sâkinleri
arasýndaki ilk karþýlaþma sâkin geçmiþ: Avrupalý medenî beyazlardan
Amerikalý ilkel kýzýlderililere verilen hediyeler behiyeler filân. Ama,
hemen
ardýndan
beyazlarýn
kýzýlderilileri
"hediyelik
eþya"ya
dönüþtürmeleri olayý var: Onlarý gaspedip Avrupa'ya köle olarak
satmaya giriþmiþler. O tarihten beri de bu iki ýrk arasýnda yolunda
gitmeyen birþeyler var.
Portekizliler bu cennet gibi mekâna ilk geldiklerinde, buralarda
yaþayan 1000 kabileye mensup 5 milyon kýzýlderili varmýþ. Aradan
geçen 500 yýl içinde kabile sayýsý 210'a, insan sayýsý da 350.000'e
inmiþ. Beyazlar kýzýlderilileri epey tüketmiþ yani. Tüketim çaðý çýlgýnlýðý
iþte. Beyazlarýn getirdiði hastalýklara karþý baðýþýklýklarý hiç olmayan
kýzýlderililer, þiddet, köleleþtirme, baský ve iþkencenin yaný sýra bir de
bu hastalýklar yüzünden sapýr sapýr dökülmüþler. (Zaten, çoðu,
çalýþmanýn insan doðasýna aykýrý olduðuna inandýklarýndan, zorla
çalýþtýrýldýklarýnda hemen ölüyorlar. Bu yüzden, kýzýlderililerden köle
olamýyor; köleci beyaz adamýn dramý da iþte burada yatýyor.) Telef
olanlardan arta kalanlarýn da topraðý, yeri yurdu pek belli deðil:
Brezilya, tüm kabilelerin kendi topraklarýna sahip olma hakkýný
tanýmayan iki Latin Amerika ülkesinden biri. Hükûmetlerin kendilerine
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
81
uygun gördüðü arazi þeritlerinde asgarî saðlýk ve eðitim þartlarý içinde
sersefil yaþadýklarýndan, yerlilerin ortalama ömür süresi, beyazlarýn
neredeyse yarýsý kadar. Zaten, altýn gibi deðerleri madenlerin, yaðmur
ormaný kerestelerinin ya da hidroelektrik santrallerinin yaratacaðý
kârlarýn peþinde koþan beyazlar, kýzýlderilileri, geliþmenin önünde birer
engel olarak görmektelermiþ. Özellikle bir kabilenin, Guarani'lerin
baþlattýðý bir de "moda" var: Binlerce, belki de milyonlarca yýldýr
yaþadýklarý topraklardan tamamen atýlan bu kýzýlderililer, muazzam
oranda intihar etmeye baþlamýþlar. Gerek sivil toplum kuruluþlarý,
gerek araþtýrmacýlar, bu korkunç intihar oranýný, topraksýzlýða
baðlýyorlar. Bu yüzden de, yerli halk, ortada pek kutlanacak birþey
olmadýðýný düþünüyor: Yanomami kabilesinin lideri Davi Yanomami, bu
500üncü doðumgünü hesabýnda büyük bir yanlýþlýk olduðu görüþünde:
"Beyazlar Brezilya topraklarýný keþfettiklerini haykýrýyorlar, ama bu
kuyruklu bir yalan," diyor. "Atalarýmýz ezelden beri buradaydýlar.
Beyazlarýn yaptýðý keþfetmek deðil, yaðmur ormaný çocuklarýnýn
topraðýný gaspedip onlarý da yoketmekten ibaret." Kýzýlderililer, bu
hafta sonu, "karþý-kutlama" törenlerini baþlatýyorlar. 2000 kýzýlderilinin
gösteri yürüyüþü yapacaklarý yer, Bahia eyaletindeki bir kumsal.
Beyazlara göre medeniyetin baþladýðý yer burasý: Portekizli "kâþif"lerin
o güçlü ayaklarýný bastýklarý yer. Kýzýlderililerse, bu "sýfýr yýlý"nýn,
beyazlarýn
kendilerini
sýfýrlamaya
baþladýklarý
yýl
olduðu
düþüncesindeler. Dünyada gelir daðýlýmý adaletsizliðinin en yüksek
olduðu ülke Brezilya, beþyüzüncü yaþýný iþte böyle kutluyor. Ýyi ki
doðdun Avrupalý Brezilya, sen çok yaþa, e mi?
82
BEYAZIN DA BEYAZI
26 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Daha önce de yazmýþtýk: Brezilya'da iþler gitgide karýþýyor. Ülke,
bundan 500 yýl önce Portekizli bir maceraperest denizcinin, filosunun
baþýnda buralara ayak basmasýný kendisi için "sýfýr yýlý" seçti. Ama 365
gün 365 gece sürecek sambalý, neþ'eli bir doðumgünü partisi hesaplarý
tutmadý. Yanlýþ hesabýn Bahia eyaletinden döneceði önceden belliydi
aslýnda: Geçen ay, tam kutlama hazýrlýklarý doruðundayken, ülkenin
beyazlardan önceki sâkinlerinden bir kýzýlderili kabilesinin öfkeli þefi,
elinde oku ve yayý ile Meclis'i basmýþ ve Senato baþkanýný ölümle
tehdit etmiþti, "Kim neyi keþfetmiþ bakalým?" diye. 22 Nisan'da
baþlayan þenlikte de havai fiþeklerden çok, polisin 2000 kiþilik
kýzýlderili topluluðunu daðýtmak için kullandýðý plastik mermilerin,
gözyaþartýcý bombalarýn sesleri ve izleri ortalýðý kapladý. Kýzýlderili
iþleri bürosunun baþkaný, hükümetin bu tek yanlý tutumunu protesto
etmek için istifa etti. Ha Ha Hae kabilesinin reisi de bu olaylarý, 500 yýl
öncesine benzetiyor: "O zaman da gelmiþler, herþeyi yaðmalamýþlar,
yerli halký þiddete boðmuþlardý."
Kýzýlderililerin yaný sýra siyahlar da indirgenmiþ olduklarý marjinal
rolü protesto ediyor, Topraksýzlar Hareketi adlý köylü grubu ise,
iþletilmeden durduðunu iddia ettiði 500 çiftliði iþgal ederek doðumgünü
kutlamalarýna katýlmayý planlýyor. Kýsacasý, kendisini "geleceðin
ülkesi" diye adlandýran ve en az üç ýrkýn uyum halinde yaþadýðý iddia
edilen "rüya gibi" Brezilya'da, bizlerin de âþinâ olduðu bir "kimlik krizi"
had safhaya varmýþ görünüyor. Ünlü Jornal do Brasil gazetesi þu
manþeti atmýþ: "Brezilya, 500 Yýlýný Kendini Tanýmadan Geçirdi." Bu
yerým millennium'da dönüp kendine bakan birçok Brezilya vatandaþý
da gördüklerinden memnun deðil. BM Kalkýnma Vakfý'nýn son
raporuna göre dünyada gelir daðýlýmý adaletsizliðinin en koyu olduðu
ülkelerden biri olan Brezilya'da muazzam bir þiddet dalgasý hüküm
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
83
sürüyor. Kitaplarý yarým milyonun üzerinde satýlan tarihçi Eduardo
Bueno: "Brezilya iþi niye yürümedi, bunu herkes bilmek istiyor artýk,"
demiþ. "Belki de herþey o ilk günden yanlýþ baþladý." Ülkenin bu ilginç
vicdan muhasebesine hiç katýlmayanlar, yöneticiler tabii. Turizm ve
Spor Bakaný Greca, "etnik barýþ ülkesi" diye tanýmlamýþ Brezilya'yý ve
kýzýlderililerin, "topluma kabul edildikleri için müteþekkir olmalarý"
gerektiðini belirtmiþ. Ama, "nankör"ler sadece kýzýlderililerden
çýkmýyor. 20 milyon dolarý konserlere ve futbol müzesi kurmaya
harcayacak yerde, 500 okul, 500 de hastane yaptýrabilirdi diyen çok
sayýda toplum önderi, gazeteci, yazar çýkmýþ. Futbol deyince,
Brezilya'nýn favori oyununun efsanevî kahramaný ve ülkenin en
tanýnmýþ insaný olan Pele, "Brezilya'dan utanýyorum!" diye demeç
vermiþ. "Hükûmet fonlarýnýn çarçur edildiði, hýrsýzlýðýn gemi azýya
aldýðý ve namussuz politikacýlarýn at koþturduðu bu ülkeden
utanýyorum." (New York Times) Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (1988)
ünlü romancý José Saramago'nun "keþif"le ilgili eleþtirisi de çok aðýr:
"Kültürlerarasý diyalog ya da insanlarýn karþýlaþmasý deðildi bu. Þiddet,
soygun ve fetihti." 500. kutlamalarýn "mucidi" sayýlan Baþkan Cardoso
ise, durun bir dakika, bir yanlýþ anlama oldu gibilerinden bir düzeltme
yapmýþ: "Bu bir kutlama ve þenlik olacaktý, bir uyanýþ çaðrýsý deðil." Ne
var ki, yanlýþ anlayanlarýn bitmek tükenmek bilmeyen gösterileri
yüzünden, önemli dua törenlerini programýndan çýkartmak zorunda
kalmýþ. Herþeyi yanlýþ anlayan kýzýlderililerle siyahlar, acaba Mali'deki
kadýnlar gibi mi yapsalardý: Yüzlerini ve bedenlerini binbir kremle
aðartsalar ve yeni beyaz kimlikleri ile kutlamalara öyle katýlsalar, olmaz
mýydý acaba?
84
VÝETNAM SAVAÞI: KÝM KAZANDI?
1 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Dün, önemli bir yýldönümüydü. Bundan tam 25 yýl önce, 30 Nisan
1975'te Vietnam Savaþý "resmen" sona ermiþti. Filmler dýþýnda artýk
kimsecikler pek hatýrlamasa da, yakýn geçmiþin en büyük savaþýydý
bu: Kan, ölüm, dehþet ve vahþet...
Savaþ, ABD'nin Kuzey Vietnam'ý bombalamasýyla 1964'te
baþlamýþtý. Ardýndan, 11 yýllýk muazzam bir insan ve doða yýkýmý geldi.
Saygon'da son helikopterin Amerikan Büyükelçiliði çatýsýndan
havalanmasý, 390 ve 843 no'lu Kuzey Vietnam tanklarýnýn da birkaç
blok ötede --o zamanlar "Baðýmsýzlýk Sarayý" diye adlandýrýlan-baþkanlýk binasýnýn demir kapýlarýný yýkýp saat 11:30'da binaya ulusal
bayraðýn çekilmesi ile "bitti".
Amerikalýlarýn "Vietnam Savaþý", Vietnamlýlarýn da "Amerikan
Savaþý" diye adlandýrdýklarý bu tuhaf insanlýk olayýný kim kazandý, kim
kaybetti peki?
Tarihçiler baþta, tüm insanlýk, bunun, Amerika Birleþik Devletleri'nin
200 yýllýk kýsa tarihinde kaybettiði ilk ve tek savaþ olduðunda birleþiyor.
Yani, Vietnam kazanmýþ, ABD kaybetmiþ.
Buraya kadar bir sorun yok da, kayýplarýn sayýmýna geçildiðinde, iþ
biraz karýþýyor: Amerikan askerlerinin ölü sayýsý, toplam 58,000.
Vietnamlý askerlerle sivillerden ölenlerin sayýsýnýn ise -- hiçbir zaman
tam bilinemeyecek olmasýna raðmen - 3 ilâ 4 milyon olduðu tahmin
ediliyor! Tümüyle Vietnam topraklarýnda geçen bu savaþta baþka bazý
gerçekleri de gözönüne almakta yarar olabilir:
ABD ordusunun, yoðun orman dokusunu seyrelterek düþmaný daha
iyi görüp öldürmek amacýyla püskürttüðü yaprak dökücü kimyasal
zehir Agent Orange var meselâ. Ormanlara boca edilen milyonlarca
varil Agent Orange, içindeki öldürücü dioksin zehiri ile bu ülkenin doðal
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
85
dokusunu mahvetmenin yaný sýra, kuþaklar boyu Vietnamlýlarýn
kanserden ölmesine, çocuklarýnýn ve torunlarýnýn deforme doðmasýna
yol açýyor. (1 milyon Vietnamlýnýn bu zehrin etkisi altýnda kaldýðý
tahmin ediliyor. Öte yandan, Amerikan ordusunun bu savaþta önemli
rol oynamýþ Amirallerinden Elmo Zumwalt, torununun sakat doðmasýný
da, oðlunun kanserden genç yaþta ölmesini de, oðlunun orada
savaþýrken bu zehrin etkilerine maruz kalmýþ olmasýna baðlýyor.)
Ayrýca, savaþta kullanýlan havan mermileri, her yere serpiþtirilmiþ
antipersonel mayýnlar ve topraða gömülü 200 kiloluk bombalar her
durumda ortaya çýkýyor ve sayýsýz patlayýcýlar hem yepyeni can
kayýplarýna, hem de tarým alanlarýnýn kullanýlmaz hale gelmesine
neden oluyor...
Kan, ölüm, dehþet ve vahþetten çeyrek yüzyýl sonra Vietnamlýlar
zaferlerini, yaþayan komutanlarýnýn katýldýðý görkemli törenlerle kutlar,
ABD'nin o zamanlar savaþtan kaçýp askerlikten "kaytarmakla"
suçlanan þimdiki yöneticileri de bu "düþündürücü" yýldönümünü tek
kelime etmeden mutlak bir sessizlikle geçiþtirirlerken, soruyu bir daha
sormak lâzým belki: Bu savaþý kim kazandý, kim kaybetti? Tek bir
cevap hakkýnýz var. Yardým alabilirsiniz.
86
KÜRESELLEÞMENÝN DAYANILMAZ AÐIRLIÐI
3 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Perþembe'nin geleceði Çarþamba'dan belliydi. Önce geçen
Kasým'da "Seattle Savaþý" (Battle in Seattle) oldu, onun ardýndan
Nisan ayýnda Washington'daki "bahar âyini" geldi, þimdi de 1 Mayýs
gösterilerinde ortalýk ayaða kalktý. Kýtalararasý bir öfkenin dumanlarý
gittikçe sýk aralýklarla gözlerimizi yakýyor, burnumuzun direðini
sýzlatýyor. Geçen yýl sonunda Dünya Ticaret Örgütü'nün, dünya
ticaretinin en gürbüz olduðu yerlerden Seattle'da düzenlediði
Konferans onbinlerce insan tarafýndan alenen basýldý. Bir millennium'a
elveda, bir yenisine de merhaba niyetine. Dünyanýn dört bir yanýndan
akýn akýn gelen iþçilerin, iþsizlerin, iþçi sendikalarýnýn, çiftçilerin, hippie
eskilerinin, kilise mensuplarýnýn, çevrecilerin, bazý hisse senedi
sahiplerinin, anarþistlerin ve kýsaca sadece yoksul diyebileceðimiz
insanlarýn isyaný. Siyah, beyaz, kýzýl ya da sarý derili, genç ya da yaþlý
farketmeksizin. Küreselleþme olgusunun getirdiði olumsuz sonuçlara
ve onu temsil ettiklerini düþündükleri ulus-aþýrý dev þirketlerin
bencilliðine, uluslararasý finans kuruluþlarýnýn "zenginlerden yana
tavrý"na, vahþi kapitalizme ve onun devletlerine karþýydýlar. Adalet,
eþitlik, hakkaniyet istiyorlardý.
Belki,
tam
neye
karþý
olduklarýný,
istediklerinin
nasýl
gerçekleþtirilebileceðini kendileri de bilmiyorlardý, ama hayatýn binbir
kanalýndan akýp bu protestoda birleþmiþlerdi iþte. Siyahlarla,
gangsterlerle, Vietnam savaþý protestocularýyla ve daha binbir
badireyle baþetmeye alýþýk ABD polisini kimi yerde adamakýllý âciz
durumlara düþürdüler ve Örgüt'ün açýlýþ törenini yaptýrmamayý bile
baþardýlar… Arkasý da çok çabuk geldi. Dünya Bankasý ile IMF'nin
ABD'nin kalbinde, Washington'da yaptýklarý olaðan bahar toplantýlarý
da Seattle'daki gibi "basýldý". Ona benzer bir "benzemezler
koalisyonu", yine Internet'i kullanarak müthiþ bir hazýrlýk yaptý.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
87
Dünyanýn önde gelen malî kurumlarýnýn "demokratik olmayan, hesap
sorulamayan ve yoksul ülkelerin yoksul kitleleri yerine dev þirket ve
bankalarý kollayýp arkalayan, çevreyi ve insaný takmayan" tavrýna,
dozu giderek artan eleþtiriler yönelttiler. Gemlenemeyen bir öfke
sokaklarda ifadesini bulmaktaydý. Washington polisi, Seattle'dan
çýkardýðý "ek ders"lerle hazýrlýklýydý: Milyon dolarlýk "isyan bastýrma"
giysileri, isyan bastýrma araç-gereçleri ve bir yýðýn isyan bastýrma
tatbikatý... Ama, gene de oralardan ciddi dumanlar çýktý. Dünya
Bankasý
ve
IMF
yetkililerini,
küreselleþme
ilkesinden
hiç
vazgeçmemekle birlikte, onun getirdiklerinden yararlanamayan
kitlelere karþý bir tür özür dilemeye de zorlayacak kadar yoðun
dumanlar… Ve iþte þimdi de geleneksel 1 Mayýs. Ýþçi ya da bahar
bayramý -- Nasýl yorumlarsanýz artýk. 1 Mayýs 2000'de, beþ kýt'ada
sayýsýz insan biraz þenlik ama biraz da öfke kokan bir havada ortalýðý
birbirine
kattý
gene.
Ýngiltere'de,
Almanya'da,
Ýsviçre'de,
Ýskandinavya'da, Filipinler'de, Rusya'da ve baþka yerlerde… Neonaziler, aþýrý milliyetçiler, ýrkçýlar ve yabancý düþmanlarý da boþ
durmadýlar… Ayný gün: Birleþmiþ Milletler Ýnsan Haklarý Yüksek
Komiseri, küreselleþme ile ýrkçýlýðý ve yabancý düþmanlýðýný birbirine
baðlayýp, "vicdansýz politikacýlarý" suçladý ve bu konuda âcilen
konferans toplanmasýný istedi…Bir Fransýz yargýç, küreselleþmiþ suç
örgütleri yüzünden "haydut devletler"i itham etti. Dünya eðitim zirvesi,
yoksul
ülkelerin
eðitimi
üzerindeki
kavga
gürültüyle
sürüp
gitti…Papalýk, yoksullardan özür diledi… Dünyanýn kesin aðýrlýðý
nihayet ölçülmüþ! Gezegenimiz, tahmin edilenden yüzde 0,2 daha
hafif çýkmýþ. Bu kesin hesap nereden geliyor dersiniz? Seattle'dan
tabii. Küreselleþen dünya artýk daha hafif!
88
AMA HAYDUTLUK DA KÜRESELLEÞTÝ
4 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
5 kýtayý saran 1 Mayýs gösterilerinin, Londra cephesinde öfkeli
yýðýnlarýn öfkeli yýkýmlarýna da dönüþmesi üzerine Britanya Baþbakaný
Tony Blair, çok tipik bir Britanyalý tepkisi göstererek: "Absolute
disgrace!" demiþ. "Tam bir utanç vesilesi." Maskeli göstericilerin polisle
sokak muharebelerine giriþmesini ve bir "fast food" lokantasýný tahrip
etmesini de þöyle yorumlamýþ: "Bu eylemlerin kanaat ve inançlarla hiç
ilgisi yok; kafasýzca giriþilmiþ haydutluklardan baþka birþey deðil
bunlar." (BBC)
Ýþte mesele tam da burada ya. "Kafasýzca giriþilmiþ haydutluklar"ý,
yalnýz Londra'nýn maskeli güruhlarýnda deðil, çok daha geniþ bir
çevrede de görebiliyoruz bu küreselleþme çaðýnda. Blair ve Batý'nýn
diðer pek çok yöneticisi, çifte standardý bir an için býrakabilseler,
"inançsýz haydutluk"un burunlarýnýn dibinde kol gezdiðini de
söyleyebilirlerdi. Fransýz yargýç ve yazar Jean de Maillard, Le Monde
Diplomatique'teki son makalesinde, küresel haydutluðun patlama
yaptýðýný açýkça dile getiriyor. "Gangster Devletler" baþlýklý bu yazýda,
bakýn nasýl özetleniyor mekanizma: Günümüzdeki küreselleþmenin en
belirgin özelliði olan 'deregülasyon' (kýsýtlayýcý kurallarýn kaldýrýlýp akýþ
serbestisi saðlanmasý), dünya çapýnda yepyeni bir pazar açmýþtýr.
Ekonomik küreselleþmenin karanlýk yüzü, cürümle beslenen bu hukuk
pazarýdýr… Hükûmetler kendi regülasyonlarýný da en yüksek fiyatý
verene satma yarýþýndadýrlar. Küreselleþmenin gerçek öncüleri,
uyuþturucu tacirleriydi. Ta 1960'larda, dünyanýn en pahalý ve kârlý
mallarýný kýtalararasý ticarete açarken kimseden izin almamýþlardý…
Eroin ticaretinin azmasýndan kaygýlanan ABD, Marsilya'daki "Fransýz
baðlantýsý"nýn üzerine gidince, uyuþturucu þebekelerinin aðýrlýk
merkezi de, serbest ticaretin büyük savunucusu ABD'ye kaydý.
Gerisini de biliyoruz zaten… Dünyanýn en büyük uyuþturucu tröstleri
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
89
kuruldu, dünyanýn her yerinde istikrarsýz hükümetleri manipüle etmeye
baþladýlar… Muazzam bir baðýmlý kitlesi oluþtu, bedenlerinden ve
organlarýndan baþka satacak hiçbirþeyi olmayan yoksul kadýnlar,
erkekler, çocuklardan oluþan küresel bir insan ticareti aldý baþýný gitti…
Devletler de, mal ve sermaye akýþýndaki bariyerleri hemen kaldýrmayý
ihmal etmediler. Neyi açýða çýkardýklarý umurlarýnda bile deðildi… Taze
sermayeye daima büyük açlýk duyan ekonomik sistemler, bunun
kaynaðý konusunda en ufak kaygý duymadýklarýndan, haydutlar da
kara kazançlarýný bu ekonomilere boca ettiler. Küreselleþme ve
deregülasyon, "offshore" cennetleri olmadan tamamlanamazdý.
Devletler de hukuk sistemlerini "bypass" edip bu "offshore" vergi ve
banka cennetlerini semirttiler. Mantar gibi biten mikrodevletler,
egemenliklerini ve hukuk sistemlerini, en fâhiþ parayý verene satýyorlar
ve böylece kendi sistemlerini birer fâhiþe haline getiriyorlardý." Ýþte
Blair'in Britanyasý sýnýrlarý içinde Isle of Man, Guernsey, Jersey vb.
bölgeleri, "tarafsýz" Ýsviçre, Monaco, Vatikan, Malta, Kýbrýs,
Lüksemburg, Liechtenstein, Andorra, Karaibler ve Doðu Asya'daki
"offshore devletler" böyle birer kara para aklama cenneti oldular.
Uluslararasý haydutluðun yýllýk yüz milyarlarca dolarlýk cirosu, resmî
ekonomilere sessiz sedasýz giriverirken, hiçbir hükûmetin bundan en
ufak kaygý duyduðu, bunu "bir utanç vesilesi" diye nitelediði
görülmemiþti nedense... Mütemadiyen yapýlan uluslararasý zirvelerde
devlet ve hükûmet baþkanlarýnýn o koca koca deklarasyonlarýnýn bir
tekinin bile hayata geçirildiðini gören de yok… Kýsacasý, dünya
çapýnda bir haydutluk ve hukuksuzluk patlamasý var ortada. Haydutluk
da küreselleþmiþ durumda yani. Dünyanýn en yoksul insanlarýnýn
küresel gelirden aldýklarý sefil gelir payý son 10 yýlda % 2,3'ten % 1.4'e
gerilerken, küreselleþmenin bu yanlarýna isyan edenlerin "kafasýz
haydutlar"dan ibaret olduðunu söylemek, biraz insafsýzlýk olmuyor mu
acaba?
90
ELMASLAR EBEDÝDÝR
15 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Anneler gününde annenize armaðan etmek üzere küçük bir elmas
yüzük seçmeden önce, ýþýklý ve pýrýltýlý vitrinin önünde bir-iki dakika
fazladan durmalýydýnýz. O ekstra 120 saniye, elmas ve pýrlanta
fiyatlarýnýn oluþumu hakkýnda size çok öðretici bir hikâyeyi anlatýp
bitirmeme yeterdi. Jonah Dumbuya'nýn hikâyesi bu. Kendisi, dünyanýn
en büyük elmas kaynaklarýndan biri olan Sierra Leone vatandaþý. 23
yaþýnda bir öðretmen. Bundan üç yýl önce, þimdiki gibi sýcak ve
rutubetli bir günde, oturduðu ve çocuklarý okuttuðu köyde sýk çalýlarýn
arasýnda yürürken, isyancý gerillalarla karþýlaþmýþ. Þimdi bütün
dünyanýn "aradýðý" savaþ aðasý Foday Sankoh'un komutasýndaki
Devrimci Birleþik Cephe (RUF) gerillalarýyla. Tepeden týrnaða silâhlý
isyancý askerler Dumbuya'yý yere çökerttikten sonra sað kolunu ve iki
kulaðýný palayla uçurmuþlar. Ýþlerini bitirdikten sonra da genç
öðretmenin kalan saðlam eline bir mektup tutuþturmuþlar: "Bunu
hükümetine götür de sana yeni bir kol versin, e mi!"
Observer gazetesinin 4 ayrý muhabirle Londra'da, Sierra Leone'da,
New York'ta ve Antwerp'te hazýrladýðý "özel rapor"da Batýlý silâh
tacirlerinin, çürümüþ savaþ aðalarýnýn ve içimizdeki bitmek tükenmek
bilmez mücevherat tutkusunun, milyonlarca insanýn kesilip biçilmesine
nasýl yol açtýðý hikâye ediliyor. Burada öðretmenimiz Dumbuya,
dünyanýn en zengin Batý ülkeleriyle en yoksul Afrika ülkelerini; Doðu
Avrupa'nýn tozlu Kalaþnikof depolarýyla tropik ormanlarýn içindeki saz
damlý kulübelerin kolsuz bacaksýz çocuklarýný; dünyadaki gelinlerin
yarýsýnýn yüzük parmaklarýný süsleyen pýrýltýlý elmaslarla kan-ter-ýstýrap
üçgenini birbirine kopmaz baðlarla baðlayan devasa ve karmaþýk
zincirin minicik ve kanlý bir halkasýný oluþturmakta --Kendisi, bunlarý
bilmese bile. Öðretmenimiz, bunlarý bilmiyor olabilir, ama hesabý çok
kuvvetli: "Sierra Leone'da bir pýrlantanýn deðerini öðrenmek mi
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
91
istiyorsunuz?" diye soruyor. "Söyleyeyim: Kesilen tüm kollarla
bacaklarý toplayýp bir kenara koyun. Ondan sonra, son 10 yýl içinde
madenlerden çýkarýlan tüm elmaslarý da toplayýp öbür tarafa koyun.
Ardýndan da elmaslarý kol-bacaklara bölün. Ýþte size Sierra Leone'da
bir elmasýn deðeri." Birleþmiþ Milletler Genel Sekreteri Annan,
insanlýðý Sierra Leone baþta olmak üzere Afrika'nýn yardýmýna
çaðýrmýþ acý acý. Ve ABD baþta, Batý ülkelerini suçlamýþ. ABD, kendi
asker göndermediði gibi, uçak tahsisi için de BM'nin ödeyemeyeceði
kadar çok,yani fâhiþ paralar istiyormuþ, Annan'a göre. Üstelik, insanlýk
adýna oralarý barýþ ve huzura kavuþturacak BM Barýþ Gücü
askerlerinin de, elmasýn pýrýltýsýný görünce akýllarý baþlarýndan
gidiyormuþ. Sierra Leone'a zýrhlý kariyerleri ile giden 900 kiþilik koca bir
Gine taburu, "silahlarýmýzý kaptýrdýk" deyince, insan þüpheleniyor
demiþ Genel Sekreter. "Zýrhlý araçlarý satmýþ olmasýnlar sakýn?"
Boþuna dememiþler ey kari, "elmaslar ebedidir" diye.
92
KÝTAB-ÜL HAYAT
25 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
Müjdeler olsun, ey kari: Ömür boyu beklediðin an geldi çattý iþte!
"Hayatýn Kitabý"ný pek yakýnda okuyabileceksin! Þunun þurasýnda 15
gün birþey kaldý -- Bilemedin, 3 hafta. Üç hafta daha diþini sýkabilirsen,
kâinatýn 3 ½ milyar yýllýk en büyük sýrrý, kocaman bir kitap halinde
gözlerinin önüne seriliverecek. Ýnsaný gökler hâkimi Gordon gibi
kâinatýn merkezine yerleþtiren anlayýþa göre - ki, biliyorum, sen de
hepimiz gibi bu anlayýþý benimsemektesin elbette, baþka türlüsü
elinden gelmez çünkü - yerlerin ve göklerin en þýk þifrelenmiþ yaratýsý
olan insanoðlunun (ya da insankýzý) sýrrýna vâkýf olacaksýn.
Washington Post'tan Rick Weiss'ýn yazdýðýna göre, gelmiþ geçmiþ
en büyük, en iddialý, en cür'etli biyolojik proje olan insan "genomu"nun
"haritasýný çýkarma" giriþimi, artýk sonuçlanmak üzere. Biyolojinin
"Graal Destaný" diye de adlandýrabiliriz bunu. Hani, Kral Arthur ve
Yuvarlak Masa Þövalyeleri'nin hikâyesindeki, herkesin peþinde olduðu
o kutsal kupa gibi bir þey. On yýldan beri insan genomu denen çift iplikli
sarmal genetik kodun çözülmesi için muazzam bir yarýþ sürüyor. Ýki
milyar dolara mal olan bu projede, insanýn aya gönderilmesi için
kullanýlmýþ bilgi iþlemlerinin milyonlarca kat fazlasý yapýlýyor. Amaç, bu
genom'un biyolojik ve kimyasal kodundaki milyarlarca "harf"i okumak,
oradaki esrarengiz moleküler mesajý çözmek ve böylelikle de insanýn
tam bilgisine ulaþmak. Bilge Sokrates'in dediði gibi: Kendini bil!
ABD'de bir özel þirkete ve bir de kamu fonlarýyla desteklenen
uluslararasý vakfa baðlý bilim adamlarý, ayrý ayrý yarýþmaktalar. Yarýþ
iki-üç hafta içinde sonuçlandýðýnda, bu bilim adamlarý biz dünyalýlara
Hayatýn Kitabý'ný sunacaklar. Ýnsan bedenine nasýl yaþamasý
gerektiðini dikte eden yaklaþýk 3 milyar genetik kod parçasýný tespit
etmiþ ve bir güzel de sýraya dizmiþ olacaklar. Bu parçacýklar, kalýtýmýn
moleküler temelini oluþturan çekirdeksi asitlerin içindeler. Yani
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
93
DNA'nýn. Ýnsan genomunu devâsâ bir ansiklopedi gibi düþünün. Tek
cümle halinde yazýlmýþ bir ansiklopedi bu. Üç milyar yüz milyon kadar
harften oluþan cümlede neredeyse tek bir noktalama iþareti yok.
Neredeyse iki metre uzunluktaki bu moleküler cümlenin birer kopyasý,
aklýn alamayacaðý mükemmellikte bir ambalajlama sayesinde bir güzel
katlanýp, insan vücudundaki 100 trilyon hücrenin neredeyse hepsine
bir bir yerleþtirilmiþ. Bilim adamlarý iþte bu ansiklopediyi hemen hemen
bitirdik diyorlar - sa da, hemen oltaya sazan gibi atlama ey kari. Kazýn
ayaðý tam da öyle deðil çünkü. Karanlýkta - ya da, hadi alacakaranlýk
diyelim - kalan epey nokta var ve bunlarý da sana açýk açýk
söylemiyorlar. Bir kere, tam bilgiye ulaþýlmýþ deðil. Çaðýmýz insaný pek
acul; beklemeye tahammülü yok. O yüzden, þifre pek çözülemeden
geliyor kitap. Biraz az piþmiþ sunulan bir ziyafet gibi, mideye oturabilir.
Ýkincisi, Hayat Kitabý'nýn bir de öbür yüzü var tabii: Ölüm Kitabý. Þifrede
insanýn ne zaman ve neden öleceði de yazýlý çünkü. Üçüncüsü de þu:
Þifreyi çözdün mü, kimi yaþatýp kimi ýskartaya çýkaracaðýný
kararlaþtýrabiliyorsun: Biyolojik "ýrk ayrýmý"ný, yeryüzünün en büyük
ayrýmcýlýðýný, en hakikî soykýrýmý sahneye koymaya baþlýyorsun. Bu
ölüm-kalým kitabýný konuþmayý sürdürelim.
94
HAYAT - VE ÖLÜM - KÝTABI - II
26 Mayýs 2000, Yeni Binyýl
"Kara Kaplý Kitab"ýn kapaðýný kaldýrmamýza ramak kaldý, diyorduk
ey kari. Bilim adamlarýnýn -- ya da modern þamanlarýn -- bizi
aydýnlatacak açýklamalarýný bekliyoruz nefeslerimizi tutarak. Hayatýn
ve/ya ölümün kitabý geliyor! Açýklama tarihi konusunda tarihî açýklama
da geldi iþte: Kitabýn "müsveddesi" 15 Haziran'da bize bildirilecek!
Baþlangýcýn sonu! Açýklamalar biraz bulanýk bir finiþ çizgisi getirecek
gerçi; ama yatýrýmcýlar ve ABD Kongresi'ndeki fon saðlayýcýlar aç
kurtlar gibi bekleþirken, yarý-bitirilmiþ, yarý-keyfî bir açýklama da
kesecek bizi artýk, çaresiz.
Ýnsan genetik kodunun tümünü okuma iþi bir-iki yýl daha alacakmýþ.
Biten kýsým, yüzde 90 civarýnda. Ayrýca, bitirilen "okuma"larda da
yýðýnla hata bulunacak. Ama, gamlanma ey kari: Ýlk çýkarýlan kaba
müsvedde de insanýn "kendini bil"mesi konusunda bir dönüm noktasý
sayýlýyor. Nobeller de yolda! Çokça heyecan, az da kaygý var.
Heyecan: Genetik kodumuzu bir çözdük mü, çok önceden hangi
hastalýklara yakalanacaðýmýzý bileceðiz, yeni "mucize ilaçlar"
kullanacaðýz, hatta hastalýklarý hastalanmadan halledeceðiz ve
ömrümüze ömür katacaðýz. Ayrýca, geliþmiþ ülke hükümetleri,
yatýrýmcýlarý, doktorlarý ve bilim adamlarý servetlerine servet katacak.
Kaygý: Genetik kodumuzu bir çözdük mü, topluca yeni bir karanlýk
çaða da girmiþ olacaðýz: Yeni öjenizm çaðýna. Çürük-çarýk genli
insanlarý aramýzda barýndýrmayacaðýz, kýsýrlaþtýracaðýz, hatta toptan
çöpe atacaðýz. Ayrýca, bütün o pahalý ilaçlarý kendi aralarýnda
pazarlayan geliþmiþ ülke insanlarý olarak, genetik haritayý çýkartýrken,
bunlarý rüyalarýnda göremeyen yoksul ülkeleri de dünya haritasýndan
silebiliriz. Ýyi haber: Genetik ayrýmý önleyecek yasalarý çýkarmak için
hâlâ biraz vakit varmýþ. "Ýnsanlarýn kendileri hakkýnda güvenli bilgiye
sahip olmalarýnýn vakti artýk," demiþ bir yetkili. Pek söylenmeyen kötü
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
95
haber ise þu: Bilim adamlarý, uzun cümledeki gizli mesajý pek
anlayamýyorlarmýþ. Hani sýralama iþi tamam olsa da, bunun
anlamlandýrýlýp yorumlanmasý pek bir zormuþ. Ansiklopediyi okuyacak
insan çýkmamýþ henüz. Adý üstünde, þifreli çünkü. Hecelemeye
baþlasanýz da, harflerin ezici çoðunluðunu oluþturan ve bir türlü
anlamlandýrýlamayan "çöplük DNA"larý da ayýklamanýz gerekiyor.
Dahasý, o karmaþýk programlar, cam kavanozlardaki akýllý robotlar,
süper teknisyenler ve yýlda 1 milyon dolarlýk elektrik masrafýna yol
açan süperbilgisayarlar, bu "anlamsýzlýklar ummaný" içinde yüzerken,
aranan diziliþlerin yarýsýný atlýyormuþ! Ýnsanýn "otobiyografisi" yabancý
dilde
yazýlmýþ
olabilir
mi?
Kendi
hayat
hikâyemizi
nasýl
okuyamazmýþýz? Ezelden ebede uzanan anlam arayýþýmýzýn en
çarpýcý örneklerinden biri bu. (Artaud ve Beckett de, semalarda bir
yerden gülümsüyor olmalýlar.) Bir "özür": Çaðdaþ genbiliminin henüz
yüz yaþýnda olduðunu hatýrlatan bir bilimadamý þöyle diyor: "Bu metnin
yaratýlmasý için üçbuçuk milyar yýllýk bir evrim gerekti. Þimdi bir yüzyýl
içinde bu metnin yorumunda son sözü söyleyeceðiz diye ortaya
çýkmak, insanýn kendini beðenmiþliðinin bir ifadesi gibi geliyor bana."
(Kendini beðenmiþlik mi? Ýnsan mý? Yok caným, daha neler?) Bir
tatsýzlýk: Özel sektörle kamu sektörü arasýnda, "ilk açýklamayý
hangimiz yapacak" konusunda hýr çýkmýþ. Dünyanýn en parlak
bilimadamlarý çirkin çirkin konuþuyorlar, birbirlerine ahlâksýz ve
karacahil diyorlar. Celera Genomics þirketi, birinci biziz diyor ve ayrýca
genlerimizi patentleyip elinde tutarak müthiþ servetlere ulaþmayý
amaçlýyor. Kamu fonlarýndan beslenen araþtýrmacýlarsa "ham gen
kodu"nun, genlerin sahibi olan biz insanlara bedava daðýtýlmasý
gerektiðini söylüyor. Genlerimiz kimin malý sahiden? Bu gen projesinin
çok þiþirilmiþ bir balon olduðunu söyleyenler de var: Onlara göre,
hayat ve ölümümüzün sýrrýný, mirasýný devraldýðýmýz genlerden çok,
içinde yaþadýðýmýz ortamda aramalýyýz asýl. Behey kari, "Hayat
Kitabý"nýn kara kapaðýný kaldýrýp Anlam'ý bulmak için deliler gibi
sabýrsýzlandýðýný görür gibiyim.
96
ALO ALO, ORASI NERESÝ -- AFRÝKA MI?
2 Haziran 2000, Yeni Binyýl
Belki de IMF ile yapýlan anlaþma sayesindedir, ne bileyim, son
zamanlarda yeni bir huy edindim: Rapor okuyorum. Hobi de
diyebilirsiniz. Televizyonda bir yarýþma programýna katýlsaydým, o
ölümsüz soruya tek ve þaþmaz bir "yanýt" verirdim:
"Boþ zamanlarýmda rapor okurum!"
Sunucunun, "Emin misiniz?… Son kararýnýz mý?" þeklindeki
þaþýrtmaca sorularýný da ayný kararlýlýkla göðüslerdim:
"Eminim; son kararým sürekli rapor okumaktýr."
Aslýnda, ilk bakýþta görüldüðü kadar þaþýrtýcý ve egzantrik bir tercih
de sayýlmaz bu. Çünkü, artýk yazýlan bütün raporlar son derece
sürükleyici. Heyecan dozu o kadar yüksek ki, geceleri okuduðum
metin elimden düþse, okuduðum kýsýmlar uykusuz geceler geçirmeme
yetiyor.
Uluslararasý kuruluþlarýn "dünya hali"ne ayna tutan ciddi
raporlarýndan bahsediyorum: Gelir daðýlýmý, ormanlar, çevre, çocuklar,
çocuk savaþçýlar, kadýnlar, mayýnlar, mülteciler, biyoteknoloji, gizli
dinleme ve casusluk gibi konularda gün geçmiyor ki bir yeni rapor
patlamasýn. Ortalýk rapordan geçilmiyor.
Benim için herbiri birer "best-seller" deðerinde olan bu raporlarýn
olsa olsa yüzde birine filân yetiþebiliyorumdur, ama o kadarý bile
"beyaz geceler"i sürekli kýlmaya yeterli.
Ýþte ey kari, sana son "bomba"larýmdan bir tadýmlýk:
Dünya Bankasý'nýn fýrýndan taze çýkmýþ bir raporunda, birçok Afrika
ülkesinin, 1960'lardaki hallerinden çok daha kötü durumda
bulunduklarý saptanmýþ.Yani sömürge olduklarý dönemde bile daha
iyiymiþler. Hepimizin gayet iyi bildiði gibi, sömürgecilik, adý üstünde,
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
97
çok kötü birþeydir. Sömürgeci ülke, sömürgesinin kanýný-iliðini sömürür
çünkü. Ama þimdi, sömürge olmayan Afrika ülkeleri, o zamandan bile
beter durumda. Ýþte durum özeti:
-- Afrika'daki 48 ülkenin toplam geliri, Belçika'nýnkinden az fazla!
-- Ortalama Afrika ülkesinin ekonomisi, 60.000 kiþilik bir zengin ülke
kasabasýnýn ekonomisinden daha küçük!
-- Afrika'nýn dünya ekonomik üretimindeki payý % 1, dünya
ticaretindeki payý % 2!
-- Afrika'da yollarýn % 16'sý asfalt; 100 kiþiden 1'inin telefonu, 10
kiþiden 2'sinin elektriði var; kýrsal kesimde yaþayan 4 insandan 3'ü
saðlýk hizmeti yüzü görmüyor; 35 milyon insan AIDS'li ve en az iki
ülkede her 4 kiþiden 1'i bu hastalýktan ölüyor; kadýnlarýnýn öðrenim
düzeyi son 40 yýlda sadece 1.2 yýl artmýþ ve bu bir tersine dünya
rekoru;
-- Sahra'nýn güneyindeki 48 ülkeden en az 20'si en az 20 yýldýr
savaþ ve iç savaþlardan kýrýlýyor;
-- Siyasi sistemi, seçim yapýlan yerlerde dahi, "kazan, hepsini al!"
þiarýna dayanýyor ve etnik temsilden eser yok;
-- Afrika, dünyanýn en çok dýþ borç bataðýna batmýþ yeri: ülkeler
içinde üretilen hasýlanýn % 17'si borç ödemelerine gidiyor ki bu, þimdiki
durumunu koruyabilmesi için gerekli seviyenin en az üç kat üstünde...
Bu heyecan verici raporun sonunda Dünya Bankasý soruyor:
"Afrika, 21. Yüzyýla Girebilecek mi?"
Cevabý tahmin ediyorsundur, ey kari: Dünyanýn belki en büyük
potansiyel ve gizli rezervlerine sahip bu kýta: a) daha iyi yönetilir, daha
az savaþýrsa, b) insanlarýna daha çok yatýrým yaparsa; c) ekonomisini
çeþitlendirebilirse ve d) Zengin ülkelerden daha çok yardým alýrsa…
evet, bizlere, yani dünyanýn geri kalan kesimine yetiþebilir.
Gördüðün gibi ey kari, dört basit þarta baðlý iþte. Ama eðer Dünya
Bankasý'na deðil de bana sorarsan, çok daha basit bir çözümü var iþin:
Afrika'da, hele Sahra'nýn güneyindeki ülkelerden birinde doðma,
yeter.
98
"HERKES ÝÇÝN DAHA ÝYÝ BÝR DÜNYA"
3 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Son zamanlarda duyduðum en iyi haber: Yeryüzünün yüzyüze
olduðu yoksulluk felâketinin kökünü kazýmak üzere Cenevre'de
toplanan insanlýk temsilcileri, zirveyi tam bir gün uzatmýþlar (BBC).
Günde tek bir Amerikan dolarýndan daha az bir gelirle yaþamak
zorunda olan bir milyarý aþkýn insanýn sefaletini sona erdirecek
stratejiyi çizmek ve bu kepazeliðe son noktayý koymak üzere -- az
deðil -- koca bir 24 saat daha kazandýk! "Bir milyar için bir gün"!
Bu kritik saatler içinde hükûmet temsilcileri -- ve onlarýn emrinde
karýnca gibi çalýþan bürokratlar -- ciddi ciddi tartýþarak ortak bir görüþe
varacaklar ve nihaî metni ortaya çýkarmýþ olacaklar.
Aslýnda, haksýzlýk etmemeli. Strateji belli: Yoksullarla zenginler
arasýndaki korkunç uçuruma bir "köprü" kurmak üzere âcil önlemler
alýnmasý. Hedefler son derece belirgin ve basit:
Yoksullarý zenginleþtirmek, cehaleti ortadan kaldýrmak, savaþlarý ve
içsavaþlarý durdurmak, sýnýrsýz kazanç hýrsýný dizginlemek, þehveti
gemlemek, kadýnlarý güçlendirmek, küçükleri korumak, büyükleri
saymak, iklimi daha fazla bozmamak, insana yaraþýr saðlýk koþullarýný
da her yerde Coca Cola kadar yaygýn hale getirmek...
Bu hedeflerin hepsi doðru saptanmýþ. Sadece Birleþmiþ Milletler
deðil, zirveye paralel toplantý yapan uluslararasý sivil toplum kuruluþlarý
da bunlarý makûl ve gerçekleþtirebilir buluyor. Zaten, "uzatmalarý
oynanan" zirve toplantýsýnýn sonunda çýkacak olan metnin baþlýðý da
"Herkes Ýçin Daha Ýyi Bir Dünya".
Peki sorun nerede? Þurada: Herkes için daha iyi bir dünyanýn nasýl
gerçekleþtirileceði bilinmiyor maalesef. Dünya tarihinde ilk defa BM,
IMF, Dünya Bankasý ve OECD kafa kafaya verip birlikte bir çalýþma
kotarmýþlar ve ortaya bir sonuç çýkaramamýþlar. Herkesin üzerinde
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
99
tam fikir birliði ettiði tek konu var, o da, dünyanýn herkes (ama, tabii
özellikle yoksullar) için daha kötüye gittiði.
Çok öncelikli iki konu, yani borçlarýn silinmesi ve yeni maddi
kaynaklar yaratýlmasý konularý, son çýkacak raporda öylesine
sulandýrýlmýþ ki, neden bahsedildiðini anlamak bile olanaksýz hale
gelmiþ. Yeni fonlar arayýp bulma gereði konusunda da herkes hemfikir,
ama bunu kimin yapacaðý bilinmiyor.
Herkesin üzerinde anlaþtýðý görülen bir konu daha var: Bundan beþ
yýl önce Kopenhag'da yapýlan ilk sosyal zirveden bu yana özellikle
geliþmiþ ülke hükûmetlerinin, yüklendikleri taahhütlerin hemen hiçbirini
yerine getirmedikleri. (Sadece 4 ülkenin - Danimarka, Hollanda,
Norveç ve Ýsveç -- gayrisafi milli hasýlalarýnýn yüzde yarým'dan biraz
fazlasýný dýþ yardým olarak kullanmalarý taahhüdünü yerine
getirdiklerini belirtelim.)
Yoksulluðu silmek için açýk bir yol haritasý olmayýnca, insanlýk
camiamýzýn geçmiþteki hatalarýný tekrarlamaktan nasýl kurtulacaðý
sorusunun cevabýný da bilemiyoruz.
Kimsenin "uzun ömürlü, saðlýklý gelecek" sevincini kursaðýnda
býrakmak istemeyiz elbette; ama, o harika genom haritasýnda bize
âcilen gereken bu yolun çizgileri gösterilmiyor ne yazýk ki.
O harita, bu harita deðil.
100
VAAT EDÝLMÝÞ TOPRAK
19 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
"Postacý" filminde postacýnýn þaire söylediði gibi: Hayatýn kendisi de
bir metafor galiba…
Filipinler'in baþkenti Manila'nýn büyük çöp daðý önce bir volkan
oldu, sonra yaralý bir dev halinde canhýraþ bir çýðlýkla naralandý;
derken bir tsunami olup kabardý, ardýndan bir cehennemî bir alev
topuna dönüþüp Vaat Edilmiþ Toprak sâkinlerinin üzerine bir ölüm
bulutu þeklinde çöktü.
Þaka deðil. Bu çöplüðün adý gerçekten Arz-ý Mev'ud. Yani, Eski
Ahit'te ve Kur'an da dile getirildiði gibi Tanrýnýn vaad ettiði ülke. En az
15 metre yüksekliðinde ve 300 dönüm geniþliðine bir alana yayýlmýþ
gerçek bir çöp daðýnýn, buranýn gerçek sâkinleri tarafýndan "Tanrý'nýn
Vaadettiði Ülke" diye vaftiz edilmesi kadar iç burkan bir espri kolay
kolay düþünülemezdi doðrusu.
Dünyadaki nüfus artýþýnýn ve þehirlere yapýlan göçün canlý
metaforlarý olan bu insanlardan 200'ünün öldüðü, en az dört katýnýn
"kayýp" olduðu, gerçek sayýnýn ise sonsuza kadar bilinemeyeceði
bildiriliyor.
Týpký 1993 yýlýnda Ümraniye Hekimbaþý çöplüðünün patlamasý
sonucunda dünya deðiþtiren insanlarýn tam sayýsýnýn hiçbir zaman
bilinemeyeceði gibi. Ya da, 17 Aðustos Depremi'nde yokolan
insanlarýn sayýsýnýn bilinemeyeceði gibi.
Günde 10,000 ton çöp atýlan Manila çöplüðü, için için hep yanar ve
gece gündüz ýþýl ýþýl parlarmýþ. Dayanýlmaz kokular ve sürekli duman
arasýnda zaman zaman duyulan çatýrtý-patýrtý ise patlayan pillerden
gelirmiþ. Heyelanda dört çocuðundan üçünü kaybeden genç bir
hanýmýn kocasýna söylediði gibi: "Bak, her tarafta mumlar yanýyormuþ
gibi. Sanki bir mezarlýkta yaþýyoruz." (New York Times)
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
101
Çok karmaþýk bir ekonomik sistem yürürlükteymiþ burada: Köyden
gelip buraya yerleþen "leþ kargalarý", çeþitli kategorilere ayrýlan artýk
ve atýklarý kentteki yeni aðalarý olan aracýlara satmak zorunda.
Aðalarýn üstünde de, kendi çöplerini bir þekilde geri alýp kullanýma
sokan büyük oteller vb. var.
"Free-lance" olarak çalýþan "leþ kargalarý" ise, seçilen atýklardan
geri kalaný üzerinde çalýþýyor. Daha çöpü atmadan kamyonlarýn üstüne
sýçrayýp ellerine geçeni kurtaran gençlere ise "sýçrayanlar" deniyor.
Vaat Edilmiþ Ülke sâkinleri, vaat edilmemiþ ülkelerinin 25 milyonluk
"atýk"larýný temsil ediyorlar - günde bir dolardan az geliri olan sefilleri,
kalýntýnýn kalýntýlarýný. Ve bu sefiller, oracýkta günde milyonlarca
peso'luk ciro yapan bir ekonominin motoru durumundalar.
Bu Þehr-i Stanbul'un adam baþýna ortalama günde 3 kilogram
(yýlda toplam 3 milyon ton) çöp "üreten" sâkinlerinden biri olarak,
Manila'nýn bizden ne kadar uzakta olduðunu düþünüyorum. Ve bana
artýk Manila kadar uzak gelen çocukluðumdaki oyunlardan birinin
oyunu o an için donduran sloganýný hatýrlayýp sevinçle haykýrýyorum:
Çerçöp!
102
G8 ZÝRVESÝNDE LÝDERLERÝN BURUNLARI UZADI
24 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
"Yeni bir çað için þafak söküyor. Daha müreffeh bir 21. yüzyýla,
daha derin bir huzura ve daha büyük istikrara doðru hep beraber
umutla ilerleyelim!"
Dünyanýn en zengin 7 ülkesinin liderleri (liderlerimiz), aralarýna
Rusya'nýnkini de alarak, yýllýk zirvelerini dün Okinawa'da baþarýyla
tamamladýlar ve canalýcý cümlesini yukarýda aktardýðýmýz bildirilerini
de yayýnladýlar.
Her tarafýndan umut, iyimserlik ve pozitif titreþimler saçýlan bildiride
ayrýca dünya ekonomisinin güçleniþi ve dinamizmi göklere çýkarýlýyor,
yerkürenin daha da güvenli, müreffeh bir gezegen hale getirilmesi için
liderlerimizin ellerinden geleni artlarýna koymayacaklarý vaadi dile
getiriliyordu.
"Eh, bundan iyisi can saðlýðý," diye düþünebilirsin ey kari, ama
hemen söyleyeyim, liderlerimiz bundan da iyisini dile getirdiler:
Dünyanýn en yoksul ülkelerini kýrýp geçiren borç yükünü hafifletmeyi,
bu ülkeleri tarümar eden salgýn hastalýklarý iyileþtirmeyi, bellerini
büsbütün büken enformasyon teknolojisi açýðýný kapatmayý ve en çok
sayýda insana en ucuz fiyata en iyi yiyeceði - eðer genetik dönüþüm
güvenli ise - saðlamayý da vaat ettiler.
(Bu amaçlara somut olarak nasýl ulaþýlacaðý ya da yoksul ülkelere
yapýlan muazzam silâh satýþlarý konusunda ise herhangi bir açýklama
yapmadýlar, ve yardým örgütleri tarafýndan hiçbir vaatlerini tutmamakla
aðýr þekilde suçlandýlar -- ama o kadar kusur da kadý kýzýnda bile
bulunur be kari.)
Sonra da, geleneksel kapanýþ törenlerini beklemeden uçaða
koþturup Ortadoðu sorununu çözmeye giderken parmaklarýyla
dünyaya umut iþareti yapan Clinton'ýn ardýndan, bu en büyük lideri
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
103
"sevgi, saygý ve hayranlýk"la bir kez daha selâmlamayý da ihmal
etmediler. (Reuters)
Dünyanýn en güçlü adamlarý, yani liderlerimiz artý Putin, bu parlak
zirvenin açýlýþ gecesi 15. yüzyýlda Samuraylar döneminden kalan
Þurico þatosunda verilen görkemli þölende ýstakoz, havyar ve ördeðin
baþý tuttuðu muhteþem bir yemek yemiþlerdi. Üç günlük zirvenin
yapýlmasý için harcanan para da baþ döndürücü bir rakama ulaþýyordu:
Yaklaþýk 750 milyon dolar!
Sadece bu para ile, liderlerin kurtarmak istedikleri en yoksul 40
ülkenin sefil çocuklarýndan 1,5 milyonunun hayatýnýn kurtarýlabileceði
ya da Gambia gibi bir ülkenin borçlarýnýn hepten silinebileceði
hesaplanýyor. (BBC)
Ve sen ey kari, zenginlerin toplantýsýyla çenesini yoran bu züðürt
yazýsýný sonuna kadar okuyacak kadar azimli idiysen, haberin olsun,
bu okuma süresi içinde 20 küçük çocuk bu dünyadan ayrýldý - açlýktan
ve hastalýktan.
Ne yapalým, saðlýk olsun.
104
KABRÝSTAN
GÜLE GÜLE 'KEMO SABE!'
30 Aralýk 1999, Yeni Binyýl
Çocukken, kovboy olmak isterdim. Bu bakýmdan bir ayrýcalýðým
olduðu da söylenemez - aþaðý yukarý tanýdýðým herkes de kovboy
olmak isterdi zaten. 11 yaþýndayken filan Foto Sabah'ta çekilmiþ bir
fotoðrafým var, orada da açýkça görülüyor: Kýzýlderili usulü, uzun
püsküllü kollarý olan gömlek, gene kenarlarý püsküllü siyah, deri taklidi
pantalon, mücevher taklidi sarý kesme taþý olan broþu ile siyah ip
kravat - ve geniþ kenarlý beyaz þapka tabii, galonluk. (Altý patlar
gümüþî revolverleri saymýyorum bile. Otuzbeþlik simit gibi sýrýtan
yüzümdeki maðrur ifadeyi de. Onlar, iþin 'olmazsa olmaz' parçalarý.)
Bütün takým-taklavat, anneannemin hediyesiydi.
Ayný yýllarda, bir hediye daha aldým ondan: 'Stereoskop' denen bir
teknoloji harikasý. Çevresine muntazam aralýklarla renkli 'slide'lar
yerleþtirilmiþ bir disk düþünün. Yalnýz, her 'resim'den ikiþer tane var ve
bunlar simetrik olarak karþýlýklý yerleþtirilmiþ. Bu diski, dürbün gibi iki
'objektif'i bulunan bir siyah âletin içine yerleþtiriyordunuz, Sað yandaki
metal kolu aþaðý çektikçe disk dönüyordu, ve siz her seferinde deðiþen
o simetrik resimleri iki ayrý gözünüzle ayrý ayrý gördüðünüzden, üç
boyutlu bir hikâye seyrediyordunuz. (Bir çeþit 'Al gözüm seyreyle Salih'
numarasý yani - ama, elbette, onun çok geliþmiþ hali.)
Stereoskopumda seyredebileceðim bir yýðýn disk vardý, Hansel ve
Gretel masallarý, 'Hula' dansý yapan yarý-çýplak kýzlarla bezeli turistik
ve birazcýk da erotik Hawaii manzaralarý ve daha neler neler. Ama,
açýkça itiraf etmem gerekirse, bunlardan yalnýzca bir tanesi bende
silinmez izler, hatta saplantý yarattý: Maskeli Süvari! Gür yeleli beyaz
atýný þaha kaldýrmýþ, geniþ kenarlý beyaz þapkasýnýn altýndaki kara
maskesi, açýk mavi iþlemeli gömleði, boynundaki kýrmýzý mendili ve
gümüþ kurþunlar atan çifte tabancasýyla çeþitli pozlar veren o eþsiz
kahraman.
Kötülerin amansýz düþmaný, adalet ve demokrasinin yýlmaz
savunucusu Maskeli Süvari, yüzyýllarýn en kötüsü sayýlan bu yüzyýlýn
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
105
sonuna doðru, 2000'e üç gün kala öldü. Daha doðrusu, onu
canlandýran, ona suret kazandýran ve benim o harika âletimin içine
giren aktör Clayton Moore'du ölen. Aslýna bakarsanýz, ölen kimdi,
Maskeli Süvari mi, yoksa oyuncu Moore mu, bunu ayýrdetmek
imkânsýz artýk. Çünkü oyuncu, rolü çoktan aþmýþ, onunla yekvücut
olmuþtu. O kadar ki, rolü býraktýktan sonra bile beyaz þapkasýný
çýkarmadý ve onu ömrünün sonuna kadar taþýdý. Maskeli Süvari
karakteri 1930'larda bir radyo kahramaný olarak doðmuþtu. Binlerce
gün devam eden ve radyonun günümüzde yeniden dönülen altýn
günlerinde de tekrar göze giren dizi, tabii televizyonda ve Hollywood
filmlerinde de varlýðýný sürdürdü.
Dizi, þaþmaz biçimde Wilhelm Tell uvertürü ile açýlýrdý:
"Iþýk hýzýyla koþan müthiþ bir at, yerden kalkan toz bulutu ve
kahramanýn aðzýndan fýþkýran savaþ çýðlýðý: 'Hi Yo Silver!' Ýþte Maskeli
Süvari. Sadýk kýzýlderili dostu Tonto ile birlikte ovalarýn bu cesur ve
yetenekli maskeli süvarisi, vahþi Batý'nýn ilk yýllarýnda kanun ve nizam
için savaþýn baþýný çekerdi. Býldýr senelerin o müthiþ günlerine
dönelim. Maskeli Süvari gene at koþturuyor!"
Ýyi adamýn neden kara maske taktýðýný soruyorsanýz, hemen
söyleyelim: Bir haydut çetesinin pususuna düþen Teksaslý Rancer'ler
grubunun hayatta kalan tek üyesiydi de ondan. Saklanmak zorundaydý
o. Tek tüy takan kýzýlderili Tonto onu bulup saðalttýktan sonra,
düþmanlarýndan korunmak için maskesini takmýþtý ve Tonto'yla ikisi
bütün Batý'da kötülerin peþine takýlmýþlardý. Her bölümün sonunda da,
batan güneþe doðru yol alýrlarken, kötülerden kurtardýklarý
masumlardan biri mutlaka sorardý: "Kim bu maskeli adam?"
Maskeli Süvari'nin neden gümüþ kurþun kullandýðýný sorarsanýz,
ona da cevabým hazýr: Bilirsiniz, gümüþ yumuþak bir madendir; sadýk
dostu Tonto'nun "Kemo Sabe!" diye sevecenlikle hitap ettiði
kahramanýmýz, attýðý kurþunlarýn bile öldürmesini istemez; yumuþak
kurþunla yaralar kötüleri bile.
Ýþte böyle. Maskeli Süvari de gitti. Artýk at koþturamayacak. Hýrs ve
önyargýya karþý adalet ve eþitliðin tabancasý olan kahraman yok artýk.
Kahramanlara belki de her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan yeni
dönemde biz, yani bütün çocuklar ve radyocular, onu çok özleyeceðiz.
106
DON MARTIN DE GÝTTÝ: SPLOP!
16 Ocak 2000, Yeni Binyýl
Yeni yýla, þenliklerin yaný sýra, hayli hüzün verici önemli bir kayýpla
girdik. Amerikan yergi geleneðinin özellikle 50'lerde ve 60'larda pupa
yelken giden ünlü Mad (Kaçýk) dergisinin "en kaçýk sanatçýsý",
karikatürist Don Martin de öldü sonunda. Martin'in saçý baþý daðýlmýþ,
kepçe kulaklý, titrek bacaklý, ayak uçlarý kaldýrýmlardan yola sarkan
sarsak karakterleri, bizim kuþaðý epey güldürmüþ, epey de
hüzünlendirmiþtir, farkýnda olmasak bile. Orta okul ve lise yýllarýmýzda,
komünal gruplar arasýnda epey de el deðiþtirmiþtir bu dergi ve
karikatürler. Ama, bunlardaki aðýr yaralayýcý mizahýn derinlemesine
farkýna - ya da eski deyimle 'künhüne' - vardýðýmýzdan da pek emin
deðilim doðrusu. (Nedense, hep böyle oluyor: Aðýrlýklý sözü ya da
çizgisi
olan
birini,
ancak
öldükten
sonra
daha
iyi
deðerlendirebiliyormuþum gibi bir hisse kapýlýyorum - Bir çeþit geç
kalmýþlýk ya da 'yaþlanýyorum artýk' duygusu.)
Don Martin'in, Fonebone ya da Kaptan Klutz gibi acayip isimler
taþýyan karakterleri dünyanýn en talihsiz, beceriksiz ve mutsuz
yaratýklarýdýr. Türkçe'de onlarý tanýmlamak için bulabileceðimiz en iyi
karþýlýk, garip olabilir - her iki anlamýnda da. Ýçlerinde yaþadýklarý
dünya da, týpký baþlarýna gelen kazalar gibi, acayip, hatta grotesk'tir:
Islýkla melodiler çalarak neþ'e içinde kaldýrýmda yürüyen bir 'sokak
müzisyeni'nin kafasýna bir gökdelenin tepesinden koskocaman bir
kuyruklu piyano düþebilir meselâ ve telleri de bizimkini salam gibi
keserek, yolun ortasýna ince dilimler halinde üstüste yýðýlmasýna yol
açabilir. 'Ayaklarýn baþ olduðu', yani bildiðimiz, alýþtýðýmýz tüm
kavramlarýn tepetaklak edildiði, bu biraz Kafkasal dünyada yaþayan
gariplerin en temel derdi, çevreye uyum saðlayamamaktýr: Otel
müþterisi kahramanýmýz, meselâ, odasýndaki hamamböceklerinden
þikâyet etmek için paldýr küldür resepsiyona iner ve… resepsiyondaki
adamýn dev bir hamamböceði olduðunu görür - tüylü dört bacaðý, bir
karýþ uzamýþ sakalý, aðzýnda sönmüþ purosu ve öfkeli bir tehditle ileri
geri sallanan antenleri ile koskocaman bir hamam böceði!
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
107
Her durumda ezilmeye, paralanmaya, mahvolmaya mahkûm
garipler, çevrelerini kuþatan çaðdaþ dünyayla onulmaz biçimde ters
düþerler. Makineler baþdüþmandýr: Yol silindirleri ve yeri delme âletleri
gibi komplike aygýtlardan tutun, fön âletleri, tuvalet kâðýdý tutacaklarý,
hatta tel elbise askýlarý gibi basit þeyler de her an büyük bir felâkete yol
açabilir bu dünyada. Tehdit her an her yerdedir.
Don Martin'in daima sefillik, iðrençlik ve talihsiz felâketler üzerine
kurduðu mizahýn 'hastalýklý' bir anlayýþýn yansýmasý olduðu
söylenegelmiþtir. Kendisi, bu konuda tek bir ölçüt koyuyor: "Komik mi?
Karikatür denen þey sözkonusuysa, bildiðim tek test var, o da bu.
Yoksa, hastalýklý mýymýþ, insanlarýn deðerlerini ya da maneviyatlarýný
yerle bir mi edecekmiþ, soru bu deðil ki. Çok basit, tek bir soru
soracaksýnýz: Komik mi?"
Dünyanýn en 'kaçýk' sanatçýlarýndan Martin'in þu ölümlü dünyaya
yaptýðý iki katkýdan daha bahsetmek gerekir: Birincisi, karikatür ve
'resimli roman' dünyasýna getirdiði yeni ses boyutu: Onomatopeia
sanatýnýn eþsiz örnekleri: Her fiziki iþkencenin kendine özgü bir sadasý
vardýr Martin'in dünyasýnda: Karýlarý suratlarýna taze balýðý
çarptýðýnda, gariplerin yanaklarýndan 'SPLADAP' diye bir ses çýkar;
operatör ameliyat masasýnda kestiði organ parçalarýný evdeki köpeðe
götürülecek kesekâðýdýna atarken çýkan ses, 'SPLOP'tur; gardropta
yürüdüðü anlaþýlan uyurgezer garibin aðzýndan elbise askýsý
sökülürken çýkan ses 'POÝT'tir; yutulmamak için direnen spagettiler,
pizzalar filan da asla taklit edilemeyecek 'etsi' sesler çýkarýrlar.
(Sanatçýnýn kendi araba plakasýnda da 'SHTOÝNK' yazardý zaten.)
Martin'in ikinci katkýsý ise, emekçi haklarý alanýnda olmuþtur.
Yerleþik düzene muhalif çizgisiyle tanýnan Mad dergisi, karþý olduðu
birçok yayýn organýyla ayný geleneði sürdürmekteydi nedense: Yazar
ve çizerlerini 'kira sözleþmeleri'yle çalýþtýrýyor ve çok kâr getiren
yeniden basým haklarýný kendi elinde tutuyordu. Don Martin, 'f reelance' diye adlandýrýlan tarzda çalýþan bütün sanatçýlarýn adýna bu
uygulamaya karþý çýkarak dergiden ayrýldý ve rakip Cracked dergisine
geçti. Ayný zamanda, ABD kongresi önünde free-lance sanatçýlarýn
haklarýný savundu. Daha önceden yayýnlanmamýþ karikatürlerinden
oluþan kitaplarýný yayýmlayarak 7 milyonluk satýþa ulaþtý ve sosyal
haklar alanýnda önemli bir zafer kazandý (POIT!)
Don Martin'le birlikte 'ruh kardeþlerimiz'den birini daha yitirmiþ
olduk. Halil Turhanlý'nýn dediði gibi: "Günbegün eksiliyoruz…
Vedalaþmaya zaman bile bulamadan."
108
SEN ÝYÝ BÝR ÇÝZERDÝN, CHARLES SCHULZ
14 Þubat 2000, Yeni Binyýl
"Aman Yarabbim!" Charles Schulz öldü. Ýki gün önce. 77 yaþýnda.
Santa Clara'daki evinde. Uykusunda. Gelmiþ geçmiþ en ünlü, en
popüler ve en iyi band karikatürünün, "Peanuts"ýn yaratýcýsýydý kendisi.
Dünyanýn en ilginç ölümlerinden de biri oldu bu ayný zamanda. Çünkü,
o ölümsüz karakterlerinin resmigeçit yaptýðý ve sanatçýnýn milyonlarca
okuruna hem teþekkür hem de veda ettiði son bandý yayýnlanmadan
bir gün önce öldü Schulz. Bir meslekdaþýnýn dediði gibi, "sanki bunu
da kendi yazmýþ"tý. "Sanatý taklid eden hayat" deyiþi, belki de hiç
kimseye Schulz'dan daha fazla yakýþamazdý.
Dünyada 75 ülkede 2600 gazete ve dergide her gün yayýmlanan
"Peanuts"ýn baþlýca karakteri Charlie Brown, "sürekli kaybedenlerin
koruyucu azizi" idi. Uçurtmasýný bir kez olsun aðaçlara takýlmadan
uçurmayý, Amerikan futbol topunu bir kez olsun doðru þutlamayý,
beyzbol takýmýna bir kez olsun galibiyet kazandýrmayý, platonik aþký
'kýzýl saçlý kýz'a bir kere olsun kendini beðendirmeyi beceremeyen, her
yenilgisini de "Good grief" (Aman yarabbi) diye þaþkýnlýkla
karþýlamaktan vazgeçmeyen yuvarlak kel kafalý Charlie Brown. Ve
Charlie Brown'un hayat kadar gerçek arkadaþlarý: Psikolojik güvenlik
battaniyesini bir an yanýndan ayýrmayan entelektüel Linus; '25 kuruþa'
psikolojik danýþmanlýk hizmeti veren 'cadý' Lucy; oyuncak piyanosunda
idolü Beethoven'in tüm eserlerini kusursuz çalan Schroeder; I. Dünya
Savaþý'nda amansýz hasmý 'Kýzýl Baron'la semalarda it dalaþý yapan
yazarlýk heveslisi avköpeði Snoopy ve bütün ötekiler… Türkçe dilinde
'çete' kelimesini olumlu ve sevecen anlam yüküyle kullanabileceðimiz
tek durum da bu belki: Charlie Brown ve çetesi… Beyaz kâðýt üstüne
siyah mürekkeple çizili ve iki boyutlu idiler evet; ama, dediðimiz gibi,
tümüyle gerçektiler. Yaratýcýlarý da gerçekti: Elli yýla yakýn süreyle her
gün çizen (yarým yüzyýl yýl içinde yalnýzca 5 hafta tatil yapmýþtý!),
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
109
baþkasýna asla çizdirmeyen, ölümünden sonra çizgisinin baþkalarýnca
sürdürülmesine izin vermeyen, dünyanýn en ünlü ve en çok para
kazanan çizeri olmasýna raðmen, doðup büyüdüðü kasabadan
çýkmadan yaþayan, hayat tarzýnda tek bir deðiþiklik yapmayan,
ömrünü çocukluk arkadaþlarý, karýsý ve çocuklarý ve bir de komþularý
arasýnda, hokey oynayarak, sosisli sandviç ve jöleli bonbonlar yiyerek
geçiren biri. Yüksek ahlâklý, alçakgönüllü, mahçup bir adam. "Güzel
Amerikalý". (Türkçeye bir dönem Can Yücel tarafýndan çevrilmesi de
hayli anlamlý geliyor þimdi bana.) 21 dünya dilinde her gün
yüzmilyonlarýn okuduðu bu adamýn, gerçek hayatta "daha iyi bir çizer
olsaydým keþke" dediðine inanabiliyor musunuz? Charlie Brown gibi.
Ansiklopedilere geçmesi, kendini emekliye ayýrdýðýnda binlerce
insandan yoðun tepki gelmesi, onu iyi bir çizer olduðuna
inandýramamýþ. Ama inananlar var: Ýlkokul ikinci sýnýf öðrencisi bir
oðlan
çocuðu,
geçenlerde
þöyle
bir
mektup
yazmýþ
ona:
"Çizimlerinden hoþlanýyorum. Onnar çok komik. Ýyi çiziyosun." Ben de
o çocukla ayný fikirdeyim: Onnar çok komik. Sen iyi bir çizerdin Charles
Schulz.
110
KARINCAEZMEZ ÞEVKÝ
26 Mart 2000, Yeni Binyýl
Biraz dikkatli biri idiyseniz, onun kocaman camlý gözlüðünün
ardýndaki gözlerinde bizimkinden birazcýk farklý baþka bir dünyaya ait
hülyalý bulutlarýn dolaþtýðýný fark ederdiniz. Biraz dikkatli idiyseniz
diyorum, çünkü gözlerindeki hülyalý bulutlardan çok daha çarpýcý
þeyler vardý ortada: Deðiþik saç kesim ve renklerinin, farklý giyim
tarzlarýnýn, irkiltici beden süslemelerinin hemen hemen hiç bilinmediði
bir çaðda, giyim-kuþamýyla gerçek bir "freak" görüntüsü verirdi o.
Tümüyle sarý ve kýrmýzý renklerden oluþan giysileriyle, ete-kemiðe
bürünmüþ bir kulüp flamasýndan farksýzdý. Sarý ve kýrmýzý renklerin
hâkim olduðu o her zaman þýk ve temiz ceketinin mendil cebinde, yani
kalbinin tam üstüne gelen nahiyede, bir vazo dururdu! Küçük, inceuzun, gerçek bir vazo. Vazonun içinde gerçek su vardý. Suyun içinde
de iki gerçek karanfil: Biri sarý, öteki kýrmýzý. Ceketin altýna genellikle
giydiði tertemiz, ütülü golf pantolonun çok sayýdaki kemik düðmeleri
daima bir sarý, bir kýrmýzý þeklinde sýralanýrdý. Ayakkabýlarýnýn
baðcýklarý da farklý renklerdeydi - sarý ve kýrmýzý.
Karýncaezmez Þevki'den bahsediyorum tabii. Birkaç gün önce 82
yaþýnda ölen ve dün cenazesi kaldýrýlan Ýstanbullu taksi þoförü, "adýyla
müsemma" gerçek bir beyefendi ve Galatasaray'ýn "bir numaralý
taraftarý" olan Karýncaezmez Þevki'den. Bütün toplumlarda giderek
yokolduðuna biraz da hüzünle tanýk olduðumuz bazý erdemleri bizatihi
adýnda taþýyan bir adam: Karýncaezmez. Yani ince, duyarlý ve
merhametli. Bu, babasýnýn ailesi için aldýðý soyadý mýydý, yoksa kiþiliðe
uygun isim yakýþtýrmakta üstüne olmayan halkýmýzýn taktýðý ve
kendisinin de benimseyip yakasýndaki karanfiller gibi büyük zarafetle
ömür boyu taþýdýðý bir sýfat mý, bilinmez. Ama, her halükârda, her
duyduðumuzda içimizde hoþ ve insanî çaðrýþýmlar yaratan bir
Karýncaezmez Þevki iþte. Aerodinamik kurallarý pek bilinmezken
yapýlmýþ o biraz biçimsiz 1948 modeli Opel Kapitan taksisinin dýþý koyu
bej, ama içi sarý-kýrmýzý bir renk cümbüþüydü. Arabaya bindiðinizde,
gene o vazolar, vazolarýn içindeki sularda, dostu ve kahramaný Kaptan
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
111
Turgay'ýn "güle güle" yazýsýnda belirttiði gibi "tam tazeliðiyle her gün
deðiþen sarý kýrmýzýlý güller, karanfiller", sizi birden o kendinizinkinden
biraz farklý dünyaya taþýyýverirdi. Galatasaray'ýn uluslararasý âlemde
"destanlar", "tarihler" falan yazdýðý, "ilklere imza" attýðý dönemlerden
farklý bir zaman diliminin adamýydý Karýncaezmez. O zamanlar
Galatasaray, baþarýlar karþýsýnda taraf deðiþtirmeler sonucu bugünkü
"dev" taraftar kitlesine sahip deðildi. Aksine, mutlak bir azýnlýk olmanýn
o tuhaf ve biraz da mazohistçe keyfini yaþýyan taraftarlarý, o zamanki
adýyla Dolmabahçe stadýnýn kapalý tribünün deniz tarafýndaki köþesine
sýkýþmýþ "bir avuç insan"dý. Ve, gene Turgay Þeren'in anlattýðý gibi,
Karýncaezmez Þevki iþte orada "iki direk arasýnda heykel gibi" dikilirdi,
"iki eli havada, sarý kýrmýzýlý bayrak elinde yükselir ve tek kelime
söylemez, sadece bayrak sallardý". (Hürriyet, 25 Mart 2000)
Karýncaezmez Þevki'ye þu sýralarda "efsanevi amigo" gibi sýfatlar
yakýþtýrýldýðý görülüyor. Oysa, o bir amigo deðildi. Kulüplerle maddi
çýkar alýþveriþi içinde olan, tribünler yeterince coþkulu deðilse onlarý
vahþi bakýþlarla azarlayarak tezahürat yapmaya "zorlayan", kulüp
basýp futbolcu döven, kendine daima en büyük, takýmýna da duruma
göre "ruhsuz" diyerek söven bu amigoluk ya da "taraftarlýk"
kavramýndan daha uzak bir kimse düþünülemez. O, býrakýn
küfretmeyi, bayraðýný sallamaktan öte tek kelime bile baðýrmayý
gereksiz gören bir yaradýlýþtaydý. Ama, iþte Galatasaray bir gol atmaya
görsün, "o bayraklar öyle bir sallanýrdý ki elinde," diye hatýrlýyor kaptan
Turgay, "en etkili rüzgâr bile böyle bir tesir gösteremezdi."
Galatasaray'ýn bir dönem artarda kötü sonuçlar almasý üzerine,
kapalýdaki "taraftar"larýn Þevki'nin "uðursuz" geldiðine hükmettiklerini
ve bu ilkel hýnçlarýný ona da söyleme vahþetini gösterdiklerini de ben
hatýrlýyorum. Ýþte ilk kez o zaman, büyük kentin belki biraz yoz, ama
çokça da derin ve nezih kültürünün hoyrat bir "taþra kültürü" tarafýndan
tasalluta uðramaya baþladýðýnýn ipuçlarýný sezinler gibi olmuþtu
bazýlarýmýz. Karýncaezmez ise bu akýl almaz kabalýk karþýsýnda
sadece o tribünü terketmekle yetindi. Onu kovanlara küsüp
küsmediðini bilmiyorum. Ama, tam bir karþýlýksýz sevgi örneði olarak
onun sarý-kýrmýzý renkleri ölümüne dek bir an bile terketmediðini bütün
gazeteler yazýyor. Karýncaezmez Þevki öldü. Galatasaray bir numaralý
taraftarýný kaybetti. Galatasaray'ýn bir numaralý taraftarlýk "koltuðu"nun
bir daha doldurulacaðýna ihtimal vermiyorum. Zaten, karýnca bile
ezmemenin modasý geçti.
112
KOPAN HAYAT BAÐLARI
26 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Fransýz sinema yönetmeni Claude Sautet geçen hafta sonu 76
yaþýnda
öldü.
Böylelikle,
bize
mutsuzluðun
resmini
en
iyi
çizebilenlerden biri daha bu diyarlardan gitmiþ oldu.
Onun, ömrünü sýradan sosyoloji hafriyatý ile geçirdiði söylenir.
Herhalde doðrudur da. Modernleþen orta sýnýfýn, devlet memurlarýnýn;
doktor, mimar, avukat gibi meslek sahiplerinin, saðcý mirasyedilerin,
solcu sonradan görmelerin o çok sýkýcý ve sýkýntýlý hayatlarýna,
inanýlmaz nötr'lükte bir bakýþla yaklaþmýþ ve "hayatýn küçük þeyleri"ni
neredeyse bir bilim adamý nesnelliði ile yakalayýp yansýtmýþtý. Didier
Peron'un Liberation'da yazdýðý gibi, hep o ayný insanlar, ayný yazlýk
evlerde, ayný çeliþkili aþklar içinde, birbirlerine bir araba lâf edip
sustuklarýnda kendi kendilerinden nefret eden yakýn arkadaþ gruplarý,
ayný kýrýk ve hareketsiz kadýnlar, ayný geyik muhabbetlerini izleyen
ayný uzun sessizlikler...
Ama sosyolojik "inceleme"nin derinliklerinde, eleþtirinin hayli
ötesine uzanan o "mutsuzluk resmi"nin önemini de gözden
kaçýrmamak gerekir herhalde. Bütün geleceklerini bir þekilde geride
býrakmýþ, gene Peron'un deyiþiyle, elle tutulur gerçek bir çeliþme dahi
yakalayamayan insanlarýn yerinde sayan hayatlarý. Biraz Halit Ziya,
biraz Oðuz Atay, çokça da Flaubert...
Sýðýnacak en önemli melce olarak para ve bilumum tüketilecek
nesnelerin gölgesine sýðýnan günümüz insanýnýn çöken moral
deðerleri içinde portresini çizerken de ahlâkçý birinden çok, bilgece bir
yaklaþýmý benimsemiþ olduðu düþünüyorum Sautet'nin.
"Filmlerimde hiçbir zaman mutlu son yoktur," demiþ bir
söyleþisinde. "Filmlerimin ucu açýktýr; týpký iliþkilerin ve hayatýn kendisi
gibi."
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
113
Flaubert'vari bir bakýþla "göreceliði" sabit fikir edinmiþ, duran
zamaný temel meselesi saymýþ bu sanatçýnýn en parlak filmlerinden
biri "Hayat Baðlarý" idi (Les choses de la vie). Michel Piccoli ile güzelim
Romy Schneider'in baþrollerinde olduðu bu filmi, Sautet'nin tüm
deðerlerinin aksini savunan bir sinemada, Hollywood'un aksiyon dolu
mutlu son sinemasýnda Richard Gere ve Sharon Stone'la yeniden
çekmek de bu acýmasýz dünyanýn bize yapacaðý en zalim ve kaba
þakalardan biri olmalýydý.
Ama söylemiþlerdi: "Asýl iþ ekonomide, enayi".
114
BÜYÜK ÝNSANLIÐIN ÝRÝLÝ UFAKLI HALLERÝ
OLAÐAN VE SAHÝCÝ
9 Ocak 2000, Yeni Binyýl
Bayram ziyaretlerinin en tuhaf 'ritüel'lerinden biri 'selâmlaþma' faslý
olarak görünmüþtür bana, öteden beri. En tuhaf ve en hoþ. Mutlaka
ailenin en yaþlý efradýndan, yani 'büyük ev'dekilerden baþlanan
ziyarette, ayakkabýlar çýkarýlýp terlikler giyildikten sonra, iyice
hazýrlanýp tertiplenmiþ 'oturma odasý'nda toplanan insanlar yaþ
sýrasýna ve giriþ kapýsýna uzaklýklarýna göre konuþlandýrýlýr; ilk telâþ ve
hareketliliðin yatýþmasýndan sonraki kýsa sessizliðin korkutucu ve
utandýrýcý bir hâl alacak kadar uzamasýna varmadan iþ, muhtemelen
aile büyüklerinden bir hanýmýn mükemmel zamanlamalý bir
müdahalesiyle iþte o tuhaf dediðim fasýl baþlar: Herkesin herkese
"nasýlsýnýz?" diye sorduðu, herkesin herkesi "hamdolsun, iyiyim, ya siz
nasýlsýnýz?" diye cevaplandýrdýðý bir zincirleme selâmlaþmadýr bu.
Þaþmaz bir biçimde aynen tekrarlanýr ve ne hiyerarþik sýrasý bozulur,
ne de bilgisayar programlarýnda olduðu gibi 'kýsayol'u, kestirmesi filân
vardýr. Ýþin daha da ilginç yaný, "büyük ev"den çýkýlýp gidilen daha
sonraki akraba, dost ve ahbap ziyaretlerinde ayný tören harfiyyen
tekrarlanýr; bir önceki evde birbirlerinin hal ve hatýrýný soran ayný
insanlar, ikinci - üçüncü ziyaretlerde yeniden karþýlaþtýklarýnda - ki bu
yeniden karþýlaþmalar da kaçýnýlmazdýr - sanki birbirlerini biraz önce
hiç görmemiþ gibi gene ayný soruyu soruyu sorar, cevabýný büyük bir
merakla dinler, bir sonraki insana dönüp ayný merakla ayný soruyu
sorarlar…
Küçükken, bunu çok yadýrgardým: "Yahu, daha yarým saat önce üst
katta birbirlerinin çok iyi olduðunu öðrenmemiþler miydi?" Bir daha
sormanýn hem lüzumsuz, hem de - daha kötüsü - biraz sahtekârca
olduðunu düþünürdüm. Biraz sahte(kârca) olduðunu düþündüðüm
baþka þeyler de vardý çocukluðumun bayram ziyaretlerinde: Hal-hatýr
sormalarda izlenen hiyerarþik sýraya aynen uyularak herkesin
dizilmesi ve, ailenin 'bir numarasý' hariç, herkesin önce el öpüp sonra
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
115
sýraya girerek el öptürmesindeki 'biçimsellik' meselâ. ('Bir numara',
yani dedemiz, o ölmüþse, ninemiz, kimsenin elini öpmezdi tabii; hem
öpme, hem de öptürme faslý, iki numaradan baþlar ve aklý el
öpebilecek yaþa gelmiþ en küçüðe kadar kesintisiz uzanýrdý.) Çocuk
yaþtakilerin, kendilerinden küçüklere el öptürüp harçlýk vermesi, bana
tuhaf ve yapay gelirdi. 'Di'li geçmiþ kullanýyorum, çünkü bütün bunlar
eskidendi. Þimdi bana tuhaf gelen hiçbir þey yok. Dün, bayramýn ilk
günü, aile ziyaretleri bizim evden baþladý. 'Büyük ev' olma sýrasý tam
bize geçmemiþti, ama yeni taþýnmamýz dolayýsýyla 'güle güle
oturma'ya denk getirildi ziyaret. Zil, terlik, oturma odasý, sessizlik ve
selâmlaþma. Hepimiz hepimize "nasýlsýn(ýz)?" diye sorduk tek tek ve
"hamdolsun, iyiyim, ya siz/sen?" diye cevapladýk yaþýmýza göre. Sonra
oturduk, hoþ-beþ ettik, yemek yedik ve ardýndan da el öpüp öptürdük.
87 yaþýndaki teyzemiz 'Bir Numara' olarak sýranýn baþýna geçti, bütün
ýsrarýmýza raðmen, narin ve kýrýlgan bedenini bir koltuða býrakmayý
reddetti ve bütün töreni vakarla ayakta götürdü. Ritüeli karým
yönetiyordu. (Yalnýzca evsahibesi olduðu için deðil, ayný zamanda,
yaradýlýþtan organizatör olduðu için.) Onun cebime koyduðu 5
milyonluk banknotlarla gene onun gösterdiði yere geçtim. Ve,
protokolün üçüncü sýrasýnda yer aldýðýmý, þaþkýnlýkla karýþýk bir
gururla farkettim. (Ayný karýþýk duygularý, daha önce, sofranýn
baþköþesine oturtulduðumda da yaþamýþ, hatta bir-iki saniye de
yadýrgar gibi olmuþtum bu durumu. Ama, hemen uyandým: Normalde
tabii ki teyzenin olmasý gerekiyordu o köþe; ama ben evsahibi
konumundaydým ve çok daha önemlisi, erkektim! Ailenin en büyük
erkeði. Karým gene haklýydý.) Hatasýz bir performans gösterdim: Sýrasý
gelince karýma el öptürdüm, ona iyi bayramlar diledim, ardýndan gelen
gelin elimi öpmekten utanýnca, onu güleryüzle uyarýp görevini
hatýrlattým, sonra yaþ sýrasýyla kýzým ve yeðenim geldiler, onlara el
öptürürken, daha önce karýmdan gördüðüm usulü aynen uygulayýp
cebimden çaktýrmadan avucuma kaydýrdýðým banknotlarý onlarýn
küçük ellerine ustaca aktarýverdim. Herþey yað gibi gitti. Sonra çikolata
yiyip likör içtik yüksük gibi gümüþ kadehlerde. Çocuklara ikinci bir
kadeh likörü vermeyi reddettik, ama olay çýkmadý. Sonra bayramýn
birinci günü ziyareti sona erdi ve ben yazýyý yetiþtirmek için bilgisayarýn
baþýna koþtum. Herþey ne kadar olaðandý. Ve sahici.
116
BAYRAMIN KARANLIK YÜZÜ
10 Ocak 2000, Yeni Binyýl
Televizyon ekranýnda Fenerbahçe'nin o çok baþarýlý ümit futbol
takýmý oyuncularýndan biri beliriyor. Sarýþýn delikanlýnýn sevimli ve
güleç yüzünde belli belirsiz bir þaþkýnlýðýn izlerine de rastlanmýyor
deðil ama: Sincan stadyumunda Gençlerbirliði ile oynamalarý gereken
deplasman maçýnýn 'olumsuz hava koþullarý' nedeniyle 'ileri bir tarihe
ertelendiði'ni yeni öðrenmiþ. Ama, 'aðabeyleri'nin ayný kentteki - ve
elbette ayný hava koþullarýndaki - maçýnýn oynanacaðýný da biliyor. "Ne
yapalým," diyor sarýþýn delikanlý. "Biz de kartopu oynarýz." Sonra da,
gözlerinde muzip bir pýrýltýyla ekliyor: "Yarýn kar yaðarsa, gene kartopu
oynarýz biz de."
Fenerbahçe'nin, ve tabii Türkiye'nin, yarýnýný temsil eden delikanlý
dediðini yapýyor ve ikinci 'sahne'deki genel çekimde onu takým
arkadaþlarýyla kartopu oynarken seyrediyoruz Sincan stadýnda.
Ardýndan, kamera, ayný stadýn zeminini karlardan temizlemekle
uðraþan gencecik bir temizlik iþçisine odaklanýyor. O temizlik iþçisi Selim Iþýk gibi tek ve Türk - elindeki týrmýða benzer derme-çatma tahta
âleti bir iki kere ileri-geri sürüp küçük bir yol açýyor karlarýn üzerinde;
sonra, kameraya çevirdiði pýrýltýlý kara gözlerinde "Gördünüz ya,
herþey nâfile!" diyen bir bakýþla bu boþuna uðraþýna son verip
görüntüden kayboluyor… Ýþte bu, bayramýn ve bayram tatillerinin ikinci
yüzüdür: Stadýn bembeyaz karlarla kaplý zemininden ekranlarýmýza
yansýyan karanlýk, görünmeyen yüzü. Bayramlar, 'ölüm
unutkanlýðý'mýza kýsa bir ara verdiðimiz kabristan ziyaretleriyle baþlar.
Kabristandan sonra akraba, dost ve yakýn ziyaretlerine gideriz ve
ölümü unutmayý ânýnda beceriveririz. Ama, o unutmaz: Yollarda bekler
bizi, bazen sürücü, bazen yaya olarak; zamanýnda gelemeyen ve
dolayýsýyla can kurtarmakta hayati gecikmelerde bulunan sarsak
cankurtaranlarda ya da hastanelerde bulur; bol ýþýklý ameliyat
masalarýnda ya da buz gibi yoðun bakým odalarýnýn loþluðunda yakalar
bazen, ve dahi, sonu gelmeyen bir nekahatin geçirildiði hasta
odalarýnda bazen de… Daðdaðalý modern þehir hayatýnýn
mütemadiyen ertelettiði kavuþmalarý hiç olmazsa yýlda 2 kez
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
117
gerçekleþtirmeyi umduðunuz bayramlar, bir bakarsýnýz, ebedi
ayrýlýklara da sebep oluvermiþ. Hayat durur çünkü bayramlarda.
Cankurtarana, doktora, hemþireye, hastabakýcýya, derdinize kulak
verecek herhangi bir kimseye ulaþamayabilirsiniz. Herkes tatile
çýkmýþtýr. Sucusu, marangozu, tamircisi, gazcýsý da… Ramazan
boyunca saðlam bir inanç ve tevekkülle oruç tutanlarýn bazýlarý, bu
edimin yalnýzca kendileri ile Allah arasýndaki en dolaysýz iliþkinin bir
tezahürü olduðunu, bunun kendi nefsini terbiye etmek için giriþilen en
ulvi eylem olduðunu hatýrdan çýkarývermiþlerdir, bakarsýnýz: Bu
unutkanlýðýn sonucunda somurtkan ya da ihmalkâr olmayý, oruç
tutmayanlara karþý bir gizli öfkeyi baðýrlarýnda barýndýrmayý bir tür hak
olarak görebilmiþlerdir. (Tabii kendilerine bile itiraf etmeden.) Týpký,
bayram tatilini de 'öteki'lerden çok hak edilmiþ bir hak olarak gördükleri
gibi. Ne var ki, hele hafta sonuna doðru bazý günleri birbirine eklenerek
uzatýlmýþ bayram günlerinde hayat durmuþ, ölüm durmamýþ, ülkemiz
bir 'tatiller ve kaatiller ülkesi'ne dönüþmüþtür. Ve o zaman, ne kadar
yalnýz olduðunuzu da anlayýverirsiniz birden. Ve o zaman, o badem
þekerleri, lokumlar, bonbonlar, çikolatalar ve likörler boðazýnýzda
kalabilir iþte; yutkunmak zorunda kalabilirsiniz - Üstüste üstüste.
Dünyanýn en genç nüfuslu ülkelerinden biri olan ülkemizin kýrk yaþýný
aþmýþ herhangi bir vatandaþýnýn rahatlýkla verebileceði toplumsal
öðütlerden bir demet vereyim size: Bayrama girerken: 1) a)
Hastalanmayacaksýnýz: Beyin kanamasý, inme, yüksek tansiyon, kalp
krizi geçirmeyeceksiniz, þeker komasýna vb. girmeyeceksiniz.
b)Yakýnlarýnýzýn ve sevdiklerinizin hastalanmasýna da zinhar izin
vermeyeceksiniz. 2) a) Kaza ve felaket (deprem, sel, trafik kazasý vb.)
geçirmeyeceksiniz. b) Yakýnlarýnýzýn ve sevdiklerinizin kaza ve felâket
geçirmesine izin vermeyeceksiniz. 3) a) Hayatýnýzda aþk baþlangýcý,
flört, yeni dostluklar, taþýnma ya da ayrýlma ya da boþanma gibi radikal
deðiþikliklere asla giriþmeyeceksiniz. b) Yakýnlarýnýzýn ve
sevdiklerinizin böyle deðiþikliklere giriþmesine izin vermeyeceksiniz.
Üç altýn öðüt: O pek övülen toplumsal dayanýþmamýzýn tam
çalýþmadýðý durumlar için. Geliþmiþ Batý demokrasilerinin o pek
kýnanan soðuk, bencil, hatta egosantrik iliþkileri ("olmayan insan
iliþkileri") içinse, formül, gene onlardan geliyor: Toplumsal dayanýþma
içinizden gelmiyorsa, onun yerine geçecek bir toplumsal örgütlenme
kurun. Biz, eski nesil bunu kuramadýk anlaþýlan. Þimdi ümit,
Fenerbahçe ümit takýmýnýn temsil ettiði yeni kuþakta. Bir bayram
þekeri alýr mýydýnýz?
118
ÇOCUKLARIMA BÝR KOLAJ
21 Ocak 2000, Yeni Binyýl
Belediye Ýmar Ýþleri iþçileri … kazma, kürek ve maske …
kompresör ve kepçe … kömürlük … bahçe … toprak ve taþ …
çukur … toprak dolu havuz … kalýn beton tabakasý … battaniye
ve çarþaf … ceset torbasý … naylon torba … el, tel, poþet … ip …
beton çivisi … satýr … susturuculu tabanca … kurþun delikleri …
kýrýk bilekler … iki dakikalýk hýçkýrýk … kesik el ve ayaklar … ip
… bedenin ön kýsmý … bacak arasýndan arkaya sarkýtma … bacak
arasýna sýkýþan baþ … arka tarafa alýnan eller … uzun tutulan ip
… kýrýlan dizler … soðumadan önce katlanan vücut … top ya da
cenin hali … çýrýlçýplak … diri diri … kova kova su … þiþme …
çürüme … aðýr bir koku … ve taze ekilmiþ soðanlar.
Not: Ýþbu kolaj, yeni millennium'un 20. günü, Ýstanbul'da,
yerel basýnýn sekiz gazetesinin gene ayný tarihli nüshalarý tek tek
taranmak suretiyle dört saat içinde hazýrlanmýþ, 'Times New
Roman' font kullanýlarak özenle bilgisayarda yazýldýktan sonra
çýkýþ alýnarak fakslanmak suretiyle gazeteye gönderilmiþ ve
sanatçýnýn çocuklarýna adanmýþtýr.
119
GÜVERCÝN SAVAÞLARI
23 Ocak 2000, Yeni Binyýl
Geçen Pazarki yazý Amerikan hiciv dünyasýnýn büyük isimlerinden
karikatürist Don Martin'in ardýndan kaleme alýnmýþ bir 'mersiye' idi.
Sonradan, yazýda bir eksik farkettim: Sanatçýlarýn toplumlarýn ne kadar
önünde gittiðini gösteren parlak bir örneði eklemeyi unutmuþum.
Martin, seneler önce þöyle birþey çizmiþti: Güneþli bir gün (bence
Pazar)… Adam, parkta bir sýraya oturmuþ. Koca kesekâðýdýndan
çýkardýðý patlamýþ mýsýrlarý çevresinde birikmiþ güvercinlere serpiyor.
Amacý, onlarý zehirlemek - "Güvercinlerden nefret ederim," diyor sâkin
sâkin. Ama, hüsran: Etrafýnda öbek öbek toplanmýþ olan öteki park
sâkinleri, güvercinlerden önce atýlýp o leziz mýsýrlarý yiyip bitiriyorlar
çünkü - ve ölüyorlar!
Sanatçýnýn uzak görüþlülüðü dedik. Gerçekten de, þu sýralarda tüm
Avrupa'da insanla güvercin arasýnda her gün amansýz bir savaþ
yürütülmekte. Belediyeler onlarý beslemeyi kesinlikle yasaklýyorlar. Ve
meselâ, New York Times'dan Alessandra Stanley'in yazdýðý, gerçek
hayattan þöyle bir sahne: Veronalý bir beyefendi, Assisi'de bir parkta
sâkin sâkin oturuyor. Hemen zabýta memurlarý sökün ediyor ve adamý
sorguluyor: "Neden ayaklarýnýzýn dibinde bir yýðýn güvercin dolaþýyor
bakalým?" Adam bankýn bir köþesine suçlu suçlu büzülüyor: "Vallahi
kasden yapmadým; kýrýntýlar kazara yere düþmüþ olacak" diyor,
elindeki pastadan arta kalanlarý zabýtaya göstererek. Sonra da
yakýnýyor: "Ama haksýzlýk bu. Güvercinlerin de yaþamaya hakký var!"
Barýþ simgesi güvercinle savaþý tüm Avrupa kentlerinde sürdürüyor
insanoðlu, ama bunun Assisi'de apayrý bir önemi var. Çünkü, burada
hayvan haklarý ile insan saðlýðýnýn ve tarihî anýtlarýn korunmasý
arasýndaki büyük tartýþmaya yerli bir Azizin öðretileri de karýþýyor.
Bilindiði gibi, 1200'lerde bu ortaçað kentinde yaþayan mütevazý keþiþ
Francesco bütün hayvanlarý baðrýna basar, özellikle de güvercinlerle
konuþurmuþ. 1997'de büyük bir deprem felâketi yaþayan Assisi'de,
ünlü bazilika büyük hasar görmüþtü; onun restorasyonu çarçabuk
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
120
tamamlandýðý halde, evleri yýkýlan halka (11 ölü) yeni evleri - Ýtalyan
usulü bir kargaþa sonucu - hâlâ verilemediði için zaten travma içinde
olan insanlar, bir de güvercinlere yapýlan zulüm yüzünden büsbütün
sýkýntýda. Assisi'de yönetimle halk karþý karþýya. Belediye Baþkaný,
güvercin nüfusunu aç býrakýp azaltmayý hedefliyor. Halkýn büyükçe bir
kesimi ise bunu bir çeþit 'insanmerkezcilik' olarak görüyor. Kentin
hayvanseverlik ahlâkýna, Aziz Francesco'nun öðretilerine yapýlan
büyük bir saygýsýzlýk örneði olarak yani. Fransisken rahipleri ise iki
arada bir derede: "Baþkan'ýn kararýna saygýlýyýz, ama hemfikir deðiliz,"
diyorlar. "Hayvanlarla çevreye saygýlý alternatifler olmalý." Bununla
birlikte, rahipler de bazilikalarýný güvercin kakalarýndan korumak için,
duvarlarýn üstüne ince teller gerdirip bunlara elektrik akýmý vermeyi
ihmal etmemiþler. Belediye baþkaný, kararýný yiðitçe savunuyor:
Venedik'teki gibi gaz odalarýnda güvercin soykýrýmý filân yapmadýðýný,
sadece pratik önlemler aldýðýný söylüyor: "San Francesco bir azizdi;
bense zavallý bir belediye baþkanýyým. Saðduyunun gereðini
yapmalýyým." (Venedik yöneticilerinin de hakkýný yememek lâzým
aslýnda: "50.000 güvercini yutacak bir þahin bulsak, herkes alkýþlardý,
ama ne yazýk ki yok," diyorlar. "Doða ne ise odur, Walt Disney'in bize
gösterdiði
þey
deðil.")
Konu
çok
tartýþmalý
aslýnda:
Bazý
hayvanbilimciler Aziz Francesco'nun hayatýnda hiç güvercin görmemiþ
olduðunu söylüyor. Onun ölümünden yüzyýl sonra getirilmiþ
güvercinler Avrupa'ya. Üstelik, Kutsal Topraklar'dan getirilen
hayvanlar, hapur küpür yenmek için beslenmiyorlar mýymýþ meðerse?
Kanatlý hayvan tarihçileri ise taban tabana zýt fikirde: Milat'tan önce
10.000 yýlýnda Avrupa kýyýlarýnda görüldüðünü söylüyorlar kuþun.
Kadim Mýsýrlý'lar evcilleþtirmiþler onu ve yemiþler, ardýndan da
Etrüskler ve Romalý'lar ayný þeyi yapmýþ. (Petronius'un "Satyricon"
romanýnda insanýn aðzýnýn suyunu akýtan o muhteþem þölenlerin en
gözde yemeði neymiþ, güvercin tabii!) Sanat tarihçileri de ikinci görüþü
destekliyor: Aziz Francesco Bazilikasý'nda Giotto'nun yaptýðý sanýlan
bir fresko var. Depremde toza batmýþ ama restorasyondan sonra yine
pýrýl pýrýl. Azizi kuþlara vaaz verirken gösteriyor. Ýþte bu kuþlardan
bazýlarý da, sanat tarihçilerine göre, güvercinin ta kendisi… Velhasýl,
güvercin durumlarý çok karýþýk. Ha, bir de son nokta: Belediye
yasaklarýna karþý kentte büyük bir sivil itaatsizlik hareketi olmasýndan
korkuluyor. Bugün Pazar; þöyle Eminönü meydanýnda, Yenicami
çevresinde bir gezintiye ne dersiniz?
121
KAR TATÝLÝNDE MERVE ÝLE MEDÝNE
26 Ocak 2000, Yeni Binyýl
Dýþarýyý seyrediyorum. Karýn büyüleyici bir yaný var. Ateþ gibi.
Baktýkça bakýyor insan. Bakýyor ve çocuklarýn niye kara sevindiðini
daha iyi anlýyor. Sadece tatil ve oyundan dolayý deðil ama. Onun
dýþýnda birþey olmalý. Doðal bir olayý doðaüstü bir olaymýþ gibi
görmekten dolayý belki de. Ama her seferinde, þaþmaz bir þekilde. Ne
garip. Kar taneleri birdenbire yön deðiþtiriyor. Yere paralel uçmaya
baþlýyorlar önce, sonra da havaya doðru yükseliyorlar. Hepsi birden.
Gözlerimi binbir güçlükle onlardan ayýrýp kýzýmý arýyorum. "Meraba
babiþko!" diyor cývýltýlý, sevinçli ve azýcýk da hoppa sesiyle. Tabii ki çok
memnun kar yaðmasýndan: "Ýnanmayacaksýn ama tam bir saat
kartopu oynadýk Selin'lerle."
Niye inanmayayým ki? Kar yaðýnca kartopu oynanýr. Bana sýradan
ve hatta biraz 'banal' gelmesine raðmen, ilgiyle dinliyormuþ gibi
yapýyorum bu kartopu hikâyesini. Oyunu bir saatin sonunda
býrakmýþlar ama; arkadaþlarý "program yapmýþ" çünkü. Hem zaten
annesi de, fazla kalýrsa üþüyüp hasta olmasýndan korktuðu için bir
saatten fazla izin vermemiþ. Þimdi de sýkýldýðýný söylüyor ufak ufak.
"Sen de baþka program yapsaydýn o zaman," diyorum. "Görmek
istediðin bir film falan yok mu?" "Var," diyor utangaçça gülerek. "
'Lânetli Tepe'" Onun bir korku filmi olduðunu söylüyorum, itiraz
ediyormuþum gibi yaparak. "Ýyi ya," diye gülüyor. "Böyle korkuyorsun
iþte, ne güzel."
Ahizeyi yerine koyduktan sonra yeniden dýþarý bakýyorum. Taneler
küçülüp mikroskopik bir hal almýþlar, oraya buraya uçuþuyorlar.
Ankara'yý düþünüyorum sonra. "Soðuk hava ve kar yaðýþý trafiði
etkileyeceðinden, Baþkent'teki anaokulu, ilköðretim ve orta dereceli
okullarýn (…) bir gün süreyle tatil edilmesi kararlaþtýrýlmýþtýr." Merve ile
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
122
Medine'yi düþünüyorum. Valiliðin bu tatil tebliðini nasýl karþýladýlar
acaba? Merve ile Medine. Ya da Büþra ile Kübra. Hizbullah tedhiþ
örgütünün Ankara sorumlusunun kara çarþaflý küçük kýzlarý. Biri dört,
biri sekiz yaþýnda. Biri anaokulunda, öteki de ilkokulda olmalýydý bu
hesapça. Ama okulda deðiller; Ankara Emniyet Müdürlüðü TEM
Þubesi'ndeler.
Yani,
Terörle
Mücadele
Þubesi'nde.
(Sabah,
22.01.2000) Babalarý operasyonda gözaltýnda alýnmýþ. Annelerine ne
olduðunu ise haberde yazmamýþlar. Olan þu ki, kýzlar "bakacak
kimseleri olmadýðý için" TEM'e götürülmüþler. Bu geçen hafta sonu
olmuþ. Herhalde hâlâ oradadýrlar. Merve ile Medine. Yoksa Büþra ile
Kübra mý? Hangisi hangisi? Hangisi gerçek, hangisi sanal? Ya da
hangisi küçük, hangisi büyük? Tam üç gündür kafamýn içinde dönüp
duran habere bir daha bakýyorum: "Çocuklarýn bakýmýndan sorumlu
olan bayan polis, resmi kimlik belgelerine dayanarak onlara gerçek
adlarýyla seslendi. Fakat, çocuklar hiç tepki vermediler. Daha sonra,
gerçek adlarýnýn Büþra ve Kübra olduðunu söylediler. Bunun üzerine
ifadelerine baþvurulan teröristler, örgüt içindeki yapýlanma gereði,
çocuklara da birer kod isim verildiðini itiraf etti."
Gene dýþarý bakýyorum: Taneler hem irileþmiþler tekrar, 'kuþbaþý'
olmuþlar, hem de gene havaya yükseliyorlar. O kadar ki, bir teki bile
yere düþmüyor. Büyülenmiþ halde 'göðe yaðan' kara bakarken bile
dört ve sekiz yaþlarýndaki iki isimli, kara çarþaflý iki küçük kýzý
düþünmekten kendimi alamýyorum bir türlü. "Bayan polis" onlara
"gerçek adlarýyla seslen"dikten sonra ne diyecekti acaba? Ekmek mi
verecekti? "Çiþiniz geldiyse söyleyin," mi diyecekti? Bir korku filmine
mi götürecekti yoksa, þöyle bir güzel korksunlar diye?
123
HER ÖÐRENCÝ 1 LÝRA VERECEK!
2 Þubat 2000, Yeni Binyýl
Bugün 2 Þubat, 2000. Sayýlarý 100'ü ancak geçen bazý insanlar için
önemli bir gün: Robert Kolej'in 1964 mezunlarý bundan tam 36 yýl önce
'2222' formülüne göre buluþmak üzere kavilleþmiþlerdi: Ýkibinin ikinci
ayýnýn ikinci günü saat ikide. Yanýlmýyorsam, o zamanki müdür Bull
atmýþtý bu fikri ortaya. O zamanlar 'millennium' modasý yoktu. Gene de,
böyle yuvarlak bir rakam herkese çok cazip gelmiþti. Tarih yapmak gibi
birþey. Herkesi bilmem ama benim gibi birkaç kiþi için oldukça fantastik
bir fikirdi. 36 yýl! Onca zaman sonrasýný bir tekimizin bile
düþünmediðinden eminim o tarihte. Kim öle, kim kala. Ama þimdi,
hakikat âný gelip çattý iþte: Ölenler öldü, kalanlar da vaadlerini tutmak
üzere bir araya geldi. Dünyanýn dörtbir yanýndan geldiler. Ýki kuþaklýk
eþek þakalarý, geyik muhabbetleri ve belki biraz da hüzün var
paylaþýlacak… Ben de, bu 'müktesebat'a geçen yýl yazdýðým bir
yazýdan parçalarla katkýda bulunayým bari.
Açýk Radyo'daki odamda, masanýn arkasýndaki duvarda bir fotoðraf
asýlý: Sýnýflardan biri, toplantý salonu olarak kullanýlmakta. Orta 1 falan
olmalý. Hepsi üniformalý (kravat-ceket-taralý saçlar) öðrenciler, bir
kararý oylamaktalar anlaþýlan. Çünkü, sað eller havaya kalkmýþ.
Kürsüde býyýklarý yeni terlemiþ bir genç, bir baþkan sâkinliði ile ile
oturmuþ, kalkan elleri vakur gözlerle seyretmede. Onun hemen
yanýnda bir baþka öðrenci de ayakta, kalem tutan eliyle oy sayýmý
yapýyor. Hemen arkalarýnda karatahta var. Üstünde, matbaa harfleriyle
son derece düzgün bir yazý, tebeþirle: "Her öðrenci radyo için 1.00 TL
verecektir." Robert Kolej'in tozlu arþivinde çýkma bu siyah-beyaz
fotoðraf (Günaydýn Leyla!) her þeyi anlatýyor aslýnda: "Zihnin tiyatrosu"
diye adlandýrýlan radyo olgusunun önemi çoktan kavranmýþ; öðrenciler
kulüplerini çoktan kurmuþlar; 'radyo'larýný kurup iþletmek için de para
topluyorlar. Paralar toplanacak. Lâmý cimi yok, Çünkü emir ortada: Her
öðrenci bir lirasýný verecektir! Hayal gücü, yaratýcýlýk, sorumlulukla
karýþýk bir disiplin ve kolektif davranýþ içinde katýlým. Daha ne
söylenebilir ki? Abartýlý bir övgüye geçmek niyetinde deðilim. Ama, þu
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
124
da var: 1950'lerin sonlarýyla 1960'larýn ortalarýna kadar olan dönemde
Robert Kolej'de okumuþ olanlarýn, Boðaz havasýyla karýþýk böyle
birþeyleri de solumuþ olduklarý yadsýnamaz. Kimbilir hangi art
amaçlarla bir misyon tarafýndan kurulmuþ olan okulda belki de baþtaki
amaçlarý aþan bir atmosfer vardý. "Sivil yurttaþ olma bilinci"nin
ipuçlarýný yakalamanýn mümkün olduðu bu buðulu atmosferi yaratan
binbir etken üzerinde durulabilir. Kendi payýma, sadece somut olarak
gözlemleme þansýna sahip olduðum bir tanesini ön plana almak
istiyorum: 60'larýn baþýnda, ABD'de tutuculuðun, sýradanlýðýn, günlük
hayatýn sýkýcýlýðýnýn insaný çatlatacak ölçüde elle tutulur hale geldiði bu
dönemde (ayrýmcýlýklarý, Vietnam'ý da unutmayalým) bireysel
baþkaldýrý yolunu seçen bazý seçkin ve eðitimli insanlar bu bunaltýcý
ülkeden düpedüz 'kaçma' yolunu tutmuþlardý. Bir kýsmý, kendilerini
Türkiye
gibi
'egzotik'
bir
ülkede
buluverdiler.
Karþýlarýnda
bulduklarýysa, bu ülkenin naif, ama herþeye açýk insanlarýydý. Birinci
kategoride, Amerikalý öðretmenlerimiz yer alýyordu: Ömürlerinin belki
de
ilk
yurtdýþý
deneyimine
girmiþ,
üniversitede
daha
yeni
öðrendiklerinin yaný sýra, heyecan ve düþüncelerini de baþkalarýyla
paylaþmayý bir hayat tarzý olarak önlerinde bulmuþ birtakým 'güzel
Amerikalýlar'. Ýkinci kategoride bizler vardýk: Teknoloji devriminden tam
nasibini alamamýþ (TV de yoktu!), dolayýsýyla bu Amerikalýlara biraz da
Merih'ten gelenler gözüyle bakan, ama herþeyi içlerine sindirmeye
hazýr saf çocuklar… Bence, hiç de fena bir kimya deðildi: Ýnsanlýðýn
vicdanýný henüz tamamen yitirmemiþ olduðu bu garip dönemde biraz
da tesadüfî bir konjonktürde gerçekleþen buluþmadan hoþ sentezler
çýktý. 68'in mini minnacýk tohumlarýna bile rastlamanýn þimdi, bu kadar
zaman sonra bakýldýðýnda, pekâlâ mümkün olduðu görülüyor. O bir
sürü dil bilen, Latinceyle de, Shakespeare'le de, Don Kiþot'la da,
Homeros'la da, Joyce'la da, Salinger'la da, Gargantua'yla da, ama
ayný zamanda Türk þair ve edebiyat insanýyla da ilgilenip bunlarý
bizimle paylaþan; sinema, tiyatro, bol içki, az biraz hedonizm,
sosyalizm ve biraz daha fazlaca bireycilikle karýþan bu bileþimin fitilini
ateþleyen
genç
amerikalýlar'ýn,
60'lar
sonuna
doðru
çekip
'anayurt'larýna döndüklerinde ortaya önemli eserler döktüklerini
sonradan öðrendik. Onlarla bu havayý paylaþan 'jön Türkler' de
(bunlara bazý Türk öðretmenler dahil) epey iyi iþler yaptýlar. Belki
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
125
bazýlarý Halit Ziya'nýn ve Oðuz Atay'ýn kýrýk hayatlarýna denk düþen
sýradan trajedilerin kahramaný oldu, ama sonuncu olgu bile hiç de
yabana atýlmaz diye düþünüyorum doðrusu. Þenlikli bir dönemdi
vesselâm! Robert Kolej'in o yýllarýnda her öðrenci bir lirasýný verdi iþte:
Ama radyo için, ama 'sportmen biraderler kulübü' (Günaydýn Mehmet!)
için… Konuþtuðumuz, o bir liralarýn birikmiþ halidir.
126
EVET, MUTLULUÐUN RESMÝNÝ ÇÝZEBÝLECEÐÝZ!
7 Þubat 2000, Yeni Binyýl
Çok taze bir araþtýrma: Yeni binyýlýn ilk ayýnda ABD'de iþsizlik oraný
son 30 yýlýn en düþük seviyesine inmiþ! Araþtýrmacýlar bir kez daha
þaþýrmýþlar; bu kadar iþ alaný yaratýlmasýný beklemiyorlarmýþ çünkü.
Hatta, ABD'nin "iþçileri bitmesin" diye ekonomik geliþme hýzýný
yavaþlatma önlemleri üzerinde düþünülüyor! Binyýlýn ikinci ayýnda da
ABD'nin tarihteki en uzun ekonomik büyüme rekorunu kýrmasý
bekleniyor. Aslýnda bu da bilim adamlarýný çok þaþýrtýyor. O kadar ki,
deðerli bir ekonomi profesörü olan bir arkadaþým, bu 'trend'in biraz
daha devam etmesi halinde, temel ders kitaplarýný cart diye yýrtýp
atmak zorunda kalabileceðini söylüyor - hem de sýnýfta, öðrencilerinin
gözü önünde!
Bilim adamlarýnýn þaþkýnlýðý bu kadarla kalsa, gene iyi. Eþi menendi
görülmemiþ bu zenginlik artýþý Amerikalýlarýn mutluluðunu arttýrmýyor,
hatta azaltýyormuþ, iyi mi? Araþtýrmacýlar, ellerindeki yeni verilerle
gidip insanlara düpedüz soruyorlarmýþ, "mutlu musunuz?" diye, onlar
da ayný dobralýkla cevap veriyorlarmýþ: "Hayýr, eskiden daha
mutluyduk!" 30 yýl öncesine göre daha mutsuz olanlar, yalnýz
Amerikalýlar da deðil, üstelik. Avrupalýlar da, bütün geliþmiþ ülkeler de
böyle. (Financial Times, 5-6 Þubat) Ýyice güncel bir örnek vermek
gerekirse, þu anda dünyanýn en zengin ülkelerinden biri, Avusturya.
Ekonomisi istim üstünde, iþsizlik oraný gayet düþük. Hatta Viyana, yeni
bir araþtýrmaya göre, dünyada hayat kalitesinin en yüksek olduðu 200
kent arasýnda birinci gelmiþ! (NYT) Ama, ne yaparsýnýz ki, mutsuzlar.
Mutsuzluktan ne yaptýklarýný bilmedikleri için de, bir yeni-faþist'e oy
verip, onu iktidara taþýdýlar ve -- Lippizaner atlarý, Viyana çocuk
korosu, Mozart'ýn kendisi ve çikolatasý ile maruf -- bu "Neþeli Günler"
ülkesini Avrupa Birliði içinde bir parya ülke haline getirdiler. Görüldüðü
gibi, mutluluk para ile satýn alýnamýyor.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
127
Aslýna bakarsanýz, zenginler yoksullardan daha mutlu ve insanlar
zenginleþtikçe daha da mutlu oluyorlar -- burasý tamam da, bir de
görecelik kuramý var tabii: Ýnsanlar daima baþka insanlara bakýyorlar.
Çevrenizdeki herkesin de bir Porsche arabasý varsa, kendinizinkini
sürmek pek o kadar da mutluluk vermiyor size. O zaman da mutluluk
yerine
yeni
bir
kavram
devreye
giriyor:
Tatmin.
Princeton
Üniversitesi'nden Profesör Daniel Kahneman, bunu þöyle açýklýyor:
"Ýnsanlarý daha mutlu edebilirsiniz ama onlarý asla daha fazla tatmin
edemezsiniz."
Aylýk geliri 1 ABD dolarý olan milyarlarca insan var dünyada.
Meselâ, Afganistan'dakiler. Yani, 550.000 TL. Yani, günde 23.000 TL.
Onlarýn gelirlerini diyelim on katýna çýkardýnýz: Elbette, Taliban'ýn
mutluluðu da artacaktýr; ama tatmin olacaklar mýdýr; orasý pek þüpheli.
(Son yüzyýlýn en 'baba' parçasý olarak Stones'un 'Satisfaction'
parçasýnýn seçilmiþ olmasý her þeyi anlatýyor aslýnda. Yoksa,
eleþtirmenler Beatles'ýn 'Happiness is A Warm Gun'ýný seçerlerdi, deðil
mi ya?)
Aslýnda her þey, mutluluktan ne anladýðýnýza baðlý. Bu muammaya
da bilim adamlarýndan bir cevap geliyormuþ yakýnda: En geç iki yýl
içinde, mutluluðu beyinsel elektrik akýmý halinde ölçüp bildirecek bir
âlet piyasaya verilecekmiþ. Hem de portatif. O zaman, en azýndan
geliþmiþ ülkelerde, sokakta yürürken mutluluktan uçuyor musunuz,
yoksa kederden geberiyor musunuz, bunu ölçebileceksiniz. Bu
olaðanüstü haberi aldýn ya benden ey kari, mutluluk içinde yüzdüðünü
görür gibiyim. Þimdiden.
128
ORDA KÝMSE YOK MU?
13 Þubat 2000, Yeni Binyýl
"Sana ilginç bir haberim var," dedim karýma. "Sözümü sonuna
kadar kesmeden dinleyeceðine söz verirsen, anlatýrým." Hiçbir þeye
söz veremeyeceðini söyledi her zamanki garanticiliðiyle. "Ama kötü
haber bu," dedim. "Bütün inanç sistemini bir anda yerlebir edebilir."
"Farketmez," dedi sinsi ve kararlý bir tavýrla. "Söz veremem." Ben de
anlatmaya baþladým: "Biliyor musun, orda kimse yokmuþ!" "Nerde?"
diye sormasý için herþeyimi verebilirdim - yani hemen hemen
herþeyimi -- ama sormadý hain; bunca yýllýk beraberliðin sonucunda
beni neredeyse benden iyi tanýyordu. "Yaþlanýyorum yaþlanýyorum…"
diye düþündüm. "Pantalonumun paçalarýný kývýracaðým…" Ama, 68
ruhunun asla kaybolmayan azmiyle direndim, kötümser düþünceleri
aklýmdan kovaladým ve beden diliyle devam ettim: "Bak, orda!" diye
gösterdim dimdik iþaret parmaðýmý semalarda bir noktaya dikerek:
"Kâinatýn içinde bizden baþka hiçbir canlý yaþamýyormuþ. Yani, bizim
gibi kompleks ve zeki canlýlar."
Kahvaltý masasýndaydýk - Pazar kahvaltýsý. "Kim demiþ?!" diye tam
bu noktada sormasýný bekliyordum karýmýn, kuþkucu ve yarý alaycý bir
edâyla. Tuzaðýma düþmedi, bu soruyu sormadý, ve ben de çoktan
hazýrladýðým cevabý hemen patlatýverdim: "Amerika'nýn en saygýn
bilimadamlarýndan ikisi, geçen ay çýkardýklarý kitapta söylemiþler
bunu." Sonra da eteðimdeki bütün taþlarý birbiri ardýna döktüm artýk:
Biri paleontolog, öteki de astronom olan bu adamlarýn modern bilimin
kanýtlarýyla ortaya koyduklarýna göre, yeryüzünün bileþimi ve istikrarý
onu evrende biricik yapýyor. Dünyamýz dýþýnda hemen her yerde ya
radyasyon düzeyleri fazlasýyla yüksek, ya doðru kimyasal elementler
yetersiz, elveriþli gezegenlerin sayýsý yok denecek kadar az ve tabiî,
en önemlisi de, katil göktaþlarý o kadar yoðunmuþ ki, ileri medeniyetleri
daha doðmadan yok ediyormuþ bunlar. "Ýnsanlýðýn bu muhteþem
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
129
medeniyetinin en büyük güvencesi de kimmiþ, biliyor musun?" diye
sordum karýma. "Jüpiter! Güneþ sisteminin en büyük gezegeni!
Kahraman Jüpiter alçak göktaþlarýný ya 'emiyor' ya da tenis topu gibi
fýrlatýveriyormuþ karanlýk uzayýn derinliklerine… Ýþin ilginci, uzayda, ya
da en azýndan Samanyolu gibi yakýn çevrede baþka bir 'iyi Jüpiter'e de
raslanmýyormuþ maalesef." Sonra da ekledim: "Yani, Jüpiter
olmasaymýþ, medeniyetimiz þimdikinden 10.000 kat daha büyük
tehlike altýnda olacakmýþ, düþünebiliyor musun?" Karýmýn bunu
düþünüp düþünemeyeceðini düþünmeme bile gerek yoktu. Mükemmel
bir zamanlamayla, muzaffer bir þekilde gülümseyerek, nihaî darbeyi
vurdum: "Yani, sevgilim, o sizin dünya-dýþý yaratýklar efsaneniz bitti.
Þunu kabul edin artýk lütfen: Kâinatta bizlerden baþka zeki ve ileri
varlýk yok!" Kahvaltý masasýnýn etrafýnda bir sessizlik oldu. Kýsa ve
kesin. Bunun iyice tadýný çýkarmak için biraz bekledim, ardýndan da
son çiviyi çaktým artýk: "Sevgilim," dedim tok bir ses tonuyla. "Bu
durumda biz insanlara da büyük görev düþüyor tabiî. -- Az buz deðil:
Dünyada her hayvan ya da bitki türü ortadan kalktýðýnda, insanoðlu
olarak sorumluluðumuz daha da artýyor. Yeryüzünü daha iyi
yönetmeliyiz. Dahasý, entelektüel ve ahlâki sorumluluðumuz bizi daha
ötesine de zorluyor. Madem ki bu kadar enderiz, medeniyetimizi uzak
yýldýzlara taþýmak da bizim baþlýca ödevimiz! Hem, biliyor musun ki--"
Karým beklenmedik birþey yaptý ve sözümü kesti: "Aman yarabbi,"
dedi. "Bu kadar yalnýz mýyýz sahiden?" Çayýmý bitiremedim.
Not: Geçen Cuma yayýmlanan yazýmýn baþlýðýnda bir dizgi hatasý vardý. 'Bilgi
toplumu', yerini 'bilge toplumu'na býrakmýþtý. Belki böylesi daha doðrudur. Kâinatýn
biricik yaratýðý da, olsa olsa bilge toplumu kurar. Gene de, amacýmý aþan bir bilgelik
tezahürü olduðundan, düzelteyim dedim. ÖM
130
AMERÝKA'DA YENÝ BÝR 'CEZA SÖMÜRGESÝ'
18 Þubat 2000, Yeni Binyýl
2000 yýlý, özellikle A.B.D. bakýmýndan 'rekorlar yýlý' oluyor: Belki de
dünyanýn gelmiþ geçmiþ en güçlü devleti için normal sayýlacak bir
durum. Daha yeni millennium'umuzun ikinci ayýnda 107 aylýk kesintisiz
ekonomik geliþme ve büyüme saðlayarak hepimize parmak ýsýrttý bu
dev. Geçen Salý, yepyeni bir rekor haberi de yine oradan geldi: ABD'de
cezaevi nüfusu 2 milyona yükselmiþ! Dünyada en çok insaný 'demir
parmaklýklar' ardýnda tutan ülkeden bahsediyoruz. Üþenmeyip biraz
almanak karýþtýrýrsanýz, bu nüfusun Birleþmiþ Milletler üyesi olan 185
ülkeden en az 60'ýný geride býraktýðýný rahatlýkla görebilirsiniz. Kadýn
erkek 2 milyonluk bir suçlular topluluðu! Ceza sömürgesi gibi birþey.
Bu sihirli rakama ulaþtýðýmýz 15 Þubat'ý 'Dünya Ceza Günü' ilân
etmemiz lâzým aslýnda. Ama, iþ orada da bitmiyor: Bu açýdan
bakýldýðýnda, son 10 yýlý da 'Ceza Onyýlý' ilân edebiliriz. Zira, 1990'larýn
baþýnda ABD kodes nüfusu 1 milyona ulaþmýþ, ve bu, o zaman bile
tarihte görülmemiþ bir rakam olarak herkesi þaþýrtmýþken, son on yýl
içinde iki katýna çýkarak, daha önceki 90 yýlýn toplam mahkûm sayýsýný
aþmýþ! Ekonomik büyüme hýzýný da fersah fersah geride býrakan
baþdöndürücü bir geliþme doðrusu.
Hýz analizlerini bir yana býrakýp, bir de 'renk ayrýmý' yaparsak,
cezaevi nüfus daðýlýmýnda çarpýcý bir tayf ile karþýlaþýyoruz: ABD'de
siyahlarýn hapse atýlma þansý, beyazlarýn neredeyse 7 katý. Ülkenin
uyuþturucu
suçlarýndan
dolayý
cezaevini
boylamýþ
olan
vatandaþlarýnýn dörtte üçü siyahî. Siyahlar, tüm ABD nüfusunun yüzde
13 kadarýný oluþturmalarýna raðmen, toplam tutuklu nüfusun yarýsýný
oluþturmaktalar. Tutuklulara zaten herkes 'Öteki' diye bakýyor. Apayrý
ve sapmýþ bir kast yani. Öyle bir orantýsýzlýk ki bu, ABD'deki siyahlar,
mevcut cezaevi sistemini çaðdaþ bir köle plantasyonu olarak
görüyorlarmýþ. Tabii, yalnýz siyahlar deðil. "Kasým Koalisyonu",
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
131
"Uyuþturucu Siyasasýnda Saðduyu" gibi sivil toplum kuruluþlarý da
bunu 'yýkýcý' ve 'riyakâr' bir siyasetin ürünü olarak mahkûm ediyor.
Literatüre de yeni bir terim girdi son zamanlarda: "Cezaevi-Sanayi
kompleksi" deniyor. Çözmeye çalýþtýðý toplumsal hastalýklardan beter
bir yapý oluþturduðu söyleniyor. Aralarýnda federal yargýçlarýn,
projesörlerin, William Buckley, Jr. gibi yayýncýlarýn, George Soros'un ve
hatta New Mexico'nun Cumhuriyetçi valisi Gary Johnson'ýn da
bulunduðu birçok saygýn kiþi de bu yapýyý ciddi biçimde eleþtiriyor.
Louisiana'da bir gardiyan da, herkesi toplayýp içeri týkmak yerine
alternatif politikalar denenmesini istiyor, ama umutsuz da: Bu dev
hapishanecilik sektörünün buna izin vereceðini hiç sanmadýðýný
söylüyor gardiyan. Bu endüstrinin çýkarý, kendini sürekli yeniden
yaratmakta yatýyormuþ çünkü. Ben de suç oranýný nasýl azaltýp duruyor
bu ABD diye düþünüp duruyordum; þimdi anlamýþ bulunuyorum.
Epeydir düþündüðüm ikinci bir soru da, "ABD'de ýrk ayrýmý var mý?"
Buna henüz kesin bir cevap bulamadým maalesef.
132
YÜKSEKLÝK KORKUSU
8 Mart 2000, Yeni Binyýl
AKUT Arama Kurtarma Derneði, bütün basýn ve yayýn organlarýna
3 Mart tarihli bir bildiri gönderdi. Metinde, 29 Þubat tarihinde AKUT
kurucu üyesi Ýskender Iðdýr'ýn Aðrý daðýnda hayatýný kaybetmesine yol
açan talihsiz kaza hakkýnda medyada getirilen yorumlarýn "gerçek dýþý
sonuçlar" meydana getirdiði, halka "eksik ve yanlýþ haber verildiði"
belirtilerek bundan yakýnýlmaktaydý. "Ýçinde bulunulan durumun
hassasiyeti gözönüne alýnarak, deðerlendirmelerin ve yorumlarýn
tarafsýz ve gerçeklere dayandýrýlarak yapýlmasýnýn, ileride tedavi
edilemeyecek yaralarýn açýlmasýný engelleyeceði" temennisiyle
bitiyordu AKUT bildirisi.
Kaza geçiren daðcýlýk ekibinin baþý ve ayný zamanda AKUT
Yönetim Kurulu Baþkaný olarak bu bildiri metninin de sorumluluðunu
taþýdýðýný düþündüðümüz Nasuh Mahruki, 5 Mart tarihli Hürriyet
Pazar'da, her zaman kullandýðý o þýk vinyetli "logo"sunun yanýnda yer
alan 2/3 sayfalýk yazýsýnda, olayý tüm teknik ve duygusal boyutlarýyla
hikâye etmekteydi. Hem ekibin baþý, hem de tecrübeli ve ünlü bir daðcý
olarak, Mahruki'nin kendi yazýsýndan baþka bir metne ihtiyacýmýz yok
elbette bu olay hakkýnda deðerlendirme ve yorum yapabilmek için.
Everest dahil, dünyanýn en tehlikeli zirvelerine týrmanmýþ olan ve "Kar
Leoparý" nâmýyla tanýnan Mahruki, Aðrý týrmanýþýndaki ruh halini þu
cümleciklerle anlatýyor: "Doðrusu ya, daðcýlýk hayatýmda beni ciddi
þekilde tedirgin eden çok fazla yer olmamýþtýr, bu yan geçiþten
gerçekten korktum." […] beni tedirgin eden buzul yan geçiþinin baþýna
geldim […] devamýndan bir türlü emin olamadýðým için […] saðlýklý bir
yan geçiþ bulamadým […] artan tedirginliðimle […] bu planým da
tutmadý […] baþarýsýz iniþ denemelerim sýrasýnda… Yani, "Kar
Leoparý"nýn, bütün tecrübe ve cesaretine raðmen, hem týrmanýþ hem
de iniþ sýrasýnda adamakýllý tedirgin, kaygýlý ve korkulu olduðu kendi
kaleminden açýkça ortaya çýkýyor. Olabilir tabii, o da insan. Bu ruh hali
içinde Mahruki, "artýk burayý iple denemenin þart olduðuna karar
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
133
veriyor". Ve hazýrlanýyor: "Hattýmýz sadece çok hafif bir denge unsuru
için kullanýldý." Ýþte yazýda anlayamadýðým üç cümleden biri bu. Neden
"sadece çok hafif bir denge unsuru için"? Ve, yazýyý okuduðum Pazar
sabahýndan bu yana beynimde dönüp dolaþan diðer cümleler: "Gerçek
bir buz emniyeti ancak buz vidasý veya buz çubuðuyla alýnýr. Ancak
burada böyle saðlam bir emniyet sistemi deðil, sadece dengemizi
koruyacaðýmýz basit bir sistem kurduk"! Peki neden? Bunca tecrübeli
bir daðcý, ekibinin de baþý olarak, neden gerçek ve saðlam emniyet
tedbirini almýyor? Daha önce týrmandýðý (üstelik, pek adý anýlmayan bir
baþka daðcýyý da yitirdiði) daðda kendisini korkutan bir buzlu yan
geçidin varlýðýný gayet iyi bildiði halde, neden önceden kurmuyor
gerçek ve saðlam emniyet sistemini? Beynimde burgaçlanan bu
sorularýn cevabýný bilmiyorum. Mahruki'nin yazýsýna bakýyorum ama
cevabý öðrenemiyorum. Çünkü orada yazmýyor. Tek açýklama
getirmiyor yazý. O zaman ben de yazýyý býrakýyorum ve görüntülere
bakýyorum, aklýmda kaldýðý kadarýyla. Önce o logo: Karlý zirve
siluetlerinin önünde kar gözlükleriyle sonsuz ufuklara bakan hafif
sakallý daðcý… Sonra, birinci sayfadan bir fotoðraf: Pýrýltýlý ve hýzlý
motosikletinin üzerinde, selesinin arkasýnda sevgilisiyle, eþofmanlý ve
hafif sakallý sporcu… Sonra, bir dekorasyon dergisinde evinin
fotoðraflarý: Kütüphaneleri, kitaplarý, duvara asýlý resimleri, dünyanýn
dörtbir yanýndan toplanmýþ objeleri ve köpeði…
Ya o uðursuz kaza olmasaydý? Sað sâlim inseydi herkes?
Hayalimde hemen bir manþet çatýyorum: "Aðrý'yý Buz Vidasý Bile
Olmadan Fethettiler…"
Kar Leoparý buzlu yan geçitten korkuyor. Benimse baþka korkularým
var: Bir kahraman yaratmaya çalýþýrken, sakýn ola gerçek kahramaný
kaybetmiþ olmayalým o yüzlerce metrelik düþüþle birlikte, diye
korkuyorum. Depremin hemen ardýndan yeni doðmuþ bir tay gibi
paytak adýmlar atan acemi sivilliðimizin ilk simgesi, gözbebeðimiz
AKUT'u da kaybedersek, diye korkuyorum. Güzel gözlü küçük
Zeynep'e örnek olarak göstereceðimiz deðerler kalmýyor mu yoksa,
diye korkuyorum. "Ýleride tedavi edilemeyecek yaralar" ya þimdiden
açýldýysa, diye korkuyorum. Hiç daða çýkmamýþ biri olsam da, her gün
önüme çýkan buzlu yan geçitlerden korkuyorum. Korkuyorum ve
üþüyorum.
134
GÝZLÝ ÇIKARLAR
16 Mart 2000, Yeni Binyýl
"Bayanlar baylar… Þu doktorun elinde görmüþ olduðunuz cihaz,"
diyor Doktor Martin Leon. "Paragon yayý. Çok iyi bir yaydýr..." Boðaziçi
vapurlarýndaki seyyar satýcýlarýn, o kýsacýk yolculuk süresince
çantalarýndan elçabukluðu marifet þeklinde çýkardýklarý ayna-tarak ve
binbir çeþit baþka nesneyi yolculara pazarlamaya çalýþmalarýný
andýran bu manzara, ABD'de yaþanýyor. 1997'de Washington
Convention Center'da yapýlan bir týbbî gösteri bu. Ülkenin önde gelen
kardiyologlarýndan meþhur doktor Leon, kapalý devre televizyon
kameralarý önünde dizilmiþ binlerce kalp uzmanýna, "canlý yayýn"da bir
ameliyatta hastanýn koroner arterine yerleþtirilen minik bir cihazýn
özelliklerini belirtiyor. "Stent" adý verilen bu küçük yaylý kafesin ele ne
kadar yumuþak geldiðini, ne kadar esnek olduðunu, piyasada en çok
satýlan baþka bir "stent"e ne kadar benzediðini anlatýyor. O anlatýrken,
ekranýn altýnda kayan bir þeritte de cihazýn ve onu imal eden firmanýn
adý geçiyor.
Deneysel cihaz üzerinde araþtýrma yapan Doktor Leon, binlerce
meslekdaþýna objektif bir bilim adamýnýn görüþlerini aktarmakta.
Yalnýz, küçük bir nokta var burada: Doktor, objektif bir bilim adamýndan
baþka her þey sayýlabilir o anda. Meslekdaþlarýna söylemeyi ihmal
ettiði küçük bir ayrýntý var: Týkanan arterleri açýk tutan cihazý yapan
firmanýn ortaðý olduðu! Herþey yolunda giderse, yani "yay"lar da dahil,
100 kiþiyle birlikte ortaðý olduðu o þirketin hisse senetlerinin piyasa
deðeri 75 milyon dolar edecek! New York Times'ýn geçen yýl sonunda
yürüttüðü kapsamlý bir araþtýrma, Dr. Leon gibi sayýsýz doktorun
varlýðýný ortaya koyuyor: Muazzam boyutlarda bir piyasada
kardiyologlar arasýnda sýký bir rekabet, yatýrým ve promosyon kavgasý
var. Doktorlar araþtýrýyor, icat ediyor, icatlarýnýn reklam ve
promosyonunu yapýyor, yatýrýma giriyor… Büyük servetler kazanmak
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
135
için de, yaptýklarý araþtýrmalarýn sýrf olumlu yönlerini ortaya koyuyorlar.
"Çýkar çatýþmasý" adý verilen ve kimi doktorlarca müthiþ eleþtirilen bu
uygulama öyle bir hal almýþ ki, ünlü Cleveland kliniðinden uzman
doktor Nissen "Kaybolduk, feci þekilde yolumuzu kaybettik," diyor.
"Para peþinde koþarken bilim yolda bir yerde kayboldu." (Kurt
Eichenwald ile Gina Kolata'nýn NYT'de yayýmladýklarý 30 Kasým 1999
Tarihli "özel rapor"dan.) "Gizli çýkarlar" meselesi, sadece kalp
rahatsýzlýklarý alanýnda ortaya çýkmýyor tabii: Biyoteknolojide, gen
tedavisinde,
"klonlama"
çalýþmalarýnda,
sigaranýn
zararlarý
konusundaki araþtýrmalarda, akla gelebilecek tüm "kârlý" araþtýrma
alanlarýnda parasal çýkar çatýþmalarý mevcut. Bilimsel sürecin her
aþamasýnda bu çeliþmeye raslandýðý saygýn gazetelerde yer alýyor.
Ýstenen araþtýrma sonuçlarýnýn ön plana çýkarýldýðý, baþarýsýzlýklarýn
göz ardý edildiði, ortaklýklarýn ve malî iliþkilerin hemen her zaman
herkesten gizlendiði ilginç bir "kapalý devre" ortamý var. Bilgi çaðý diye
adlandýrýlan günümüz "açýk toplum"larýnýn, bir bakýma en karanlýk
"kapalý toplum" yönlerinin ortaya çýktýðý ilginç bir paradokslar çaðýnda
yaþýyoruz. Toplumun bilimle olan iliþkisinde biraz "kritik" bir aþamaya
gelindiði, hatta bir "güven bunalýmý" yaþandýðý da iþte bunun için
söyleniyor bu sýralarda. "Çeliþmeler insanýn aklýný baþýndan alacak
düzeyde!" demiþ bir ünlü profesör. "Eðer topluma yön veren 'kanaat
önderleri'ne, o sözümona uzmanlara ve en kötüsü, yapýlan bilimsel
araþtýrmalara güvenemezseniz meslek ne hale gelir, hastalar ne hale
gelir?" Gizli çýkarlar meselesi çok önemli. Hayat, hayatî önem taþýr.
Bunun içindir ki, insanlar özellikle hastalandýklarýnda, ama onun
dýþýndaki zamanlarda da hekimlere büyük güven beslemek
ihtiyacýndadýrlar. Hayat gerçektir ve gerçek de hayatî önem taþýr.
Bunun içindir ki, insanlar her zaman medyanýn gerçekleri ortaya
çýkarmasýna büyük güven beslemek ihtiyacýndadýrlar. Medyanýn
yalnýzca gerçek peþinde koþabilmesinin vazgeçilmez önkoþulu da,
týpký hekimler gibi, hiçbir "çýkar çatýþmasý"na girmemesidir. Para
peþinde koþarken gerçek haberler yolda bir yerde kaybolabilir.
Haberlere güvenemezseniz meslek ne hale gelir; okurlar ne hale gelir?
Medya konusuna elbette döneceðiz, ama þimdi hem Týp Bayramý'ný,
hem de Kurban Bayramý'ný kutlama zamaný.
136
KAVANOZ DÝPLÝ DÜNYA
23 Mart 2000, Yeni Binyýl
Önümde bir fotoðraf: Herhalde 4 yaþýnda, sarý saçlarý ense
hizasýndan düz kesilmiþ bir kýz çocuðu, çýrýlçýplak. tombalak ve minik
bedenini beyaz örtülü bir masaya oturtmuþlar; oda bütün çocuklarýn
sýk sýk yaptýðý gibi, bir elinin boðum boðum parmaklarý ile öbür elinin
parmaklarýný yakalamýþ, çaresizlik içinde aðlýyor. Günümüzde
bürolarda çalýþan hanýmlarýn bilgisayar ekranlarýný, ekran boþ
kaldýðýnda süslemek için sýk sýk kullandýklarý o güzel bebek
fotoðraflarýný andýrýyor ilk bakýþta - bu bebek aðlýyor olsa bile. Ama
fotoðrafa eþlik eden haberi okuyunca, durumun tamamen farklý
olduðunu anlýyorsunuz. Fotoðrafý çeken, Avurturyalý bir doktor:
Ülkesinin bir numaralý adli týp uzmaný, ruhbilimci, sinir-operatörü, pek
meþhur doktor Heinrich Gross. Fotoðrafýn çekildiði yer: Avusturya'nýn
en büyük ruhbilim hastanesi. Fotoðraftaki küçükkýzýn adý, Anne - Marie
Haupl. Kendisi, Avusturya'nýn kendi rýzasýyla Nazi Almanyasý ile
birleþmesinden hemen sonra bu doktorun müþvik ellerinde bakýma
alýnmýþ. Doktor Gross da bakýma aldýðý bu kýzý, çok fazla aðlatmamýþ
doðrusu. Önce sýký bir rejime sokmuþ, yani tümüyle aç býrakarak iyice
zayýflatmýþ, ardýndan bir güzel zehirleyerek öldürmüþ, hemen
arkasýndan da usta bir operasyonla beynini çýkarýp, üzerinde yoðun
bilimsel araþtýrmalar yürütmüþ, beyinle iþi bittiðinde de bu organý
saydam silindir bir kavanozun içine - tabii, Suyundan da koyarak yerleþtirmiþ ve hastane deposunun raflarýna kaldýrtmýþ. Hepsi de
prusyalý
bilim
adamlarýnýn
eriþilmez
disipliniyle
etiketlenip
numaralanan diðer kavanozlarýn yanýna. Viyana'nýn varoþlarýndaki bu
meþhur hastanenin deposunda, anne-Marie'nin yaný sýra ayný
yöntemle çýkarýlan 771 minik beyin daha duruyor kavanozlarda. 772
çocuðun katli aslýnda Hitler'in ''mükemmel bir dünya'' yaratma
vizyonunun bir parçasýný oluþturuyor. Nazilerin ''euthanasia'' siyaseti,
saðlýklý ve saf topluma ulaþmak için, zihnen ve bedenen sakat
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
137
olanlarýn ayýklanmasýna yönelik. Ýleride serseri, eþcinsel, geri zekâlý,
saðlýksýz filân olmasý ihtimali bulunan bütün çocuklar böylelikle
erkenden alýnan tedbirle, sorun çýkartmadan bu gezegenden atýlýyor.
Üstelik bir taþla iki kuþ: Hem toplumun saflaþtýrýlmasý hem de bilimsel
ilerleme ayný anda saðlanýyor. Bakýn, siyasetle bilim elele verdiðinde
ne mucizeler yaratýlabiliyor.
Savaþ sonunda Naziler yenildiðinde, mucize yarým kalmýþ. Kliniðin
þefini savaþ suçlusu olarak asmýþlar. Ama, bizim doktor Gross baþka
bir mucize gerçekleþtirmiþ: Önce cinayetten suçlanmýþsa da, bir iki ay
hapiste yatýp çýkmýþ. Savaþ'tan sonra da en iyi bildiði alanda - insan
beyni alanýnda - parlak bir kariyer yapmýþ. Büyük paralar kazanmýþ,
mahkemelerde adli týp otoritesi olarak bilirkiþilik yapmýþ, televizyonlara
çýkmýþ, insanlarý saðaltarak Hippocretes'in gözlerini yaþartacak
hizmetlerde bulunmuþ. Arada kimse onun geçmiþini sual etmemiþ mi?
Etmiþ: 1950'lerde bir yargýlanacak olmuþ; ama ''bir takým hukukî
zorluklar''dan dolayý dâvâlarý düþmüþ. Sonra, 1980'lerde yeniden
hatýrlamýþlar hazik doktorumuzu. Ne var ki, bu sefer de 30 yýllýk zaman
aþýmýndan dolayý düþmüþ dâvâlar. Zaten kendisi de her seferinde
þiddetle inkâr etmiþ suçlamalarý. ''Ben hiç öyle kötü þeyler yapacak
adama benziyor muyum Allahaþkýna?'' diyormuþ. Derken, yüzyýl
biterken, doðu Alman gizli polis arþivlerinden ne çýkmýþ beðenirsiniz:
Doktor Gross'un en az dokuz çocuðu böylece öldürüp beyinlerini
araþtýrdýðýnýn kanýtlarý. Arþiv unutmaz derler.Meðerse yalan
söylemiþmiþ bu çok saygýn doktor. Böylece, Nazileri öve öve
bitiremeyen Jörg Haider'in ortaðý olduðu koalisyonla yönetilen
Avusturya'nýn tarihinde 25 yýldýr ilk kez bir savaþ suçlarý dâvâsý açýldý
geçenlerde. Ama, ilk celsede yarým saat geçmiþ geçmemiþti ki, yeni bir
mucize yaþandý: Mahkemenin tayin ettiði bir baþka meslekteþý, bizim
doktorun ileri derecede ''dementia''sý bulunduðunu söyleyince
(bunama gibi bir þey olmalý bu; Pinochet'yi muayene eden doktorlar da
benzeri bir tanýmda bulunmuþlardý) yargýç da dâvâyý belirsiz bir tarihe
erteledi ve olay da kapandý. Fotoðraftaki küçük kýz, dünyanýn bu halini
þeffaf kavanozunun merceðinden seyrediyor ve artýk aðlamýyor.
138
BAYRAK DÝREÐÝ
3 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Bakýn, sadece son iki günlük gazetelere þöyle bir kuþbakýþý göz
atmakla neler öðrendik. Bir kere ülkemizin bize hep anlatýldýðý kadar
büyük ve güçlü bir ülke olmadýðýný öðrendik. Hatta, þuna düpedüz
yoksul da diyeceðiz ya, dilimiz varmýyor; dünkü Yeni Binyýl'ýn
manþetinde yazýldýðý gibi, "küme düþtük" demekle yetiniyoruz. Ayrýca,
ülkemizin bize hep anlatýldýðý gibi "kimsenin açlýktan ölmediði" bir ülke
olmadýðýný da öðrendik; çünkü dünkü Cumhuriyet, Türk-Ýþ'in son
araþtýrmasýna dayanarak, gelir daðýlýmýndaki adaletsizliðin 36 milyon
insaný açlýk sýnýrýna getirdiðini yazýyordu. Özellikle ülkemizin
Güneydoðu ve Doðu kesimlerinin bu yoksulluktan ve açlýktan çokça
pay aldýðýný da öðrendik.
Bu arada, tanesi 200 bin dolara (118 milyar Türk Lirasý) satýlan Fred
marka altýn kaplama gözlüklerden Türkiye'de 11 tane satýldýðýný da
ekstradan öðrendik. Bu nadide gözlüðü alanlar, Güneydoðulu birkaç
müþteri, bunun dýþýnda da birkaç "ünlü isim" imiþ. (Hürriyet, 1 Nisan
tarihli nüshasýnda bu haberi 1. sayfadan verirken, 1 Nisan þakasý
yapmýyordu sanýrým.) Bu iki gün içinde öðrendiklerimizin haddi hesabý
yok açýkçasý. Ama, öðrendiðimiz bir yeni "anekdot" var ki, tek baþýna
ondan çýkarýlacak dersler dahi insaný "allâme-i cihan" yapmaya yeter.
Þu anda Cumhurbaþkanlýðý'nýn son günlerini yaþayan Süleyman
Demirel'in "25 yýllýk siyaset arkadaþý" Hüsamettin Cindoruk, gazeteci
Nilgün Cerrahoðlu'na Demirel'in "ince hesapçýlýðý"na örnek olarak,
epey zaman önce yaþanmýþ bir olayý anlatmýþ: Askerî darbe sonrasý
Zincirbozan'a götürülerek tutuklanmýþ olan çeþitli siyasetçiler arasýnda
Demirel ve onun yakýn arkadaþlarý da vardýr. Cindoruk þöyle anlatýyor:
"Zincirbozan'da tutukluyken, Demirel ve rahmetli Sait Bilgiç, bahçede
oturuyorduk. Zelzele oldu. Baktýk; askerler 2. kattan aþaðý atlýyor.
Bayaðý þiddetli. Sait kelime-i þehadet getir, dedi. Getirdim. Saðýmýza
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
139
baktýk, Demirel yok. Bahçenin ortasýnda gördük sonra onu. Sait Bey:
Niye oraya gittin?" dedi. Demirel'den cevap: "Bayrak direði üzerimize
yýkýlabilirdi..." (Milliyet, 2 Nisan). Bu anekdot, Demirel'in "hesap
ustalýðý"ný anlatýyor olabilir; ama yalnýzca bunu mu anlatýyor acaba?
Þimdi, Ecevit'in baþka bir baðlamda söylediði gibi, "iki adým sonrasý"ný
düþünelim: Þiddetli bir deprem oluyor. Demirel, bahçedeki bayrak
direðinin, birlikte oturduðu arkadaþlarýyla kendisinin üzerine
düþebileceðini o saniyede hesaplýyor. Sonra ne yapýyor peki?
Siyasetin çilesini ve cezaevinin ekmeði ile suyunu paylaþtýðý canciðer
kader arkadaþlarýna tek kelime söylemeden, tek baþýna kendisi için
güvenli bir yere gidiyor... Þimdi Sait Bilgiç'in, Hüsamettin Cindoruk'un
ve Nilgün Cerrahoðlu'nun sormadýklarý soruyu soralým: Acaba Demirel
bayrak direðinin sadece kendi üzerine mi düþeceðini hesaplamýþtý?
"Yok, bu kadar da ince olasýlýk hesabý yapýlamaz" diyorsanýz, yani
tehlike öteki insanlar için de var idiyse -- ki, burada birinci çoðul þahýs
kipini
("üzerimize")
kullanan
Demirel'in
bu
ikinci
varsayýmý
düþündüðünü rahatlýkla söyleyebilirsiniz -- o zaman da þu soruya
cevap vermelisiniz: Demirel, niçin her zamanki lider davranýþý içinde
onlarý da uyarýp bahçenin o emin bölgesine götürmemiþti? Nisan,
aylarýn en zalimi olduðu kadar, en öðreticisi de.
140
GÜZEL LAETÝTÝA HAÝN MÝ?
6 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Hiç bekler miydiniz: Koskoca Fransa'da istikrar elden gitsin, 21
yaþýnda yeni yetme bir kýz çocuðu, Versailles sarayýnýn bahçelerindeki
Napolyon döneminden kalma ulu çýnarlarýn onbinlercesini kökünden
söküp atan son kasýrgadan beter bir fýrtýna yaratsýn ülkede? Olacak
þey deðil -- ama oldu: Neredeyse 200 yýl arayla küçücük Korsika
adasýndan çýkýp koca dünyayý fetheden iki yüce Fransýz'dan ikincisi
(birincisi, Ýmparator I. Napolyon), fotomodeller imparatoriçesi güzeller
güzeli Laeticia Casta ülkesini birbirine kattý, saðcýlarla solcularý bir kez
daha
birbirine
küreselcileri
düþürdü,
birbirine
romantik
hasým
vatanseverlerle
kamplara
ayýrdý,
pragmatik
Cumhuriyet'in
merkezinden en ücra yerel yönetimlere kadar uzanan þok dalgalarý
yarattý.
Fransa'nýn birdenbire içine düþtüðü bu dehþetengiz kaos ve
istikrarsýzlýk girdabýnýn tek sebebi, Laetitia Casta'nýn yüksek
vergilerden kaçmak için memleketini terkedip Londra'yý mesken
tuttuðu yolundaki þayia. Bir Rodin heykeli kadar kusursuz güzellikteki
bedenini Victoria's Secret (Viktorya'nýn Sýrrý) adlý bir Amerikan iç
çamaþýrý þirketine, hafif bir taþra bayaðýlýðý barýndýrmakla birlikte,
gençliðinin olanca taravetini yansýtmaktan geri kalmayan yüzünü de
ünlü kozmetik devlerinden l'Oréal'e kiralayarak yýlda 3 - 4 milyon dolar
kazanan süpermodelin, Ýngiltere'ye yerleþerek % 30-40 daha az vergi
ödemek istemesi normal þartlarda kimseyi rahatsýz etmezdi aslýnda.
Ama, normal þartlarda! Oysa, ilk adýný büyük Napolyon'u doðuran
kadýndan alan güzel Laetitia, geçen Ekim'den bu yana, büyük Fransa
Cumhuriyeti'nin tüm erdemlerinin simgesi olan çýplak memeli
Marianne büstlerine modellik etmek üzere seçilmiþ olunca, iþin tüm
rengi deðiþir! O Marianne ki, adýnýn yarýsýný ödünç aldýðý Meryem'in
bâkireliðinden tutun, Fransýz Ýhtilali'nin özgürlük, eþitlik, kardeþlik
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
141
ilkelerine varýncaya kadar tüm güzellikleri, doðruluklarý akla getirir ve
bu erdemler arasýnda para hýrsý asla yoktur. Yakýnda ülkenin dörtbir
yanýnda Hükûmet binalarýný, belediye saraylarýný þenlendirecek olan
binyýlýn yeni Marianne'ý, yüz hatlarýný Laetitia'dan alýyor. (Eski
Marianne'lar için Catherine Deneuve ve Brigitte Bardot örnek
alýnmýþtý.) Dolayýsýyla, "vatana ihanet" bile sayýlabilir bu davranýþ: Mon
Dieu, Cumhuriyetin amblemi, üç kuruþ para uðruna Ýngiltere'ye
kaçýyor! Saðcýlar, bunu "sosyalizmin iflasýnýn muhteþem bir simgesi"
olarak yorumlarken, solcular "Cumhuriyet'e karþý ayýp bir el iþareti"
sayýyorlar. Onu bu role seçen belediyeler birliði þaþkýnlýklar içinde; "hiç
yakýþtýramadýk," demiþ belediye baþkanlarý. Ýçiþleri bakanýysa, apar
topar televizyona çýkýp küçücük kýzýn ödünü koparacak bir konuþma
yapmýþ: "Bayan Casta, hele bir gitsin Londra'ya, görür gününü,"
demiþ. "Emlâk fiyatlarýnýn yüksekliði, hastanelerin ve metronun
kalitesindeki düþüklüðü onu piþman edecek." Paris sokaklarý ise -- her
zaman olduðu gibi -- ikiye bölünmüþ durumda: "Kýzcaðýz haklý,
geleceðini düþünmek zorunda" diyenlerle "Býrak Allasen, þýmarýk piç
kurusu!" diye kýzanlar eþit sayýda. Her daim aðýr baþlý ve ciddi Le
Monde gazetesinde, biraz kafasý karýþmýþ bir yazar soruyor: "Aklý
baþýnda bir Fransýz, saðlýk sistemi, trenleri, metrosu bu kadar kötü bir
ülke olan Ýngiltere'ye neden taþýnmak istesin ki -- para kaygýsý
dýþýnda?" (Týpký Ýçiþleri Bakaný gibi, bu yazar da, Bayan Casta'nýn
hastalanýnca SSK hastanelerine gittiðini, alýþveriþe çýkmak için de
metroya filan bindiðini sanýyor anlaþýlan. Marianne, bir erdem olarak
safdilliði de simgeliyor muydu acaba?) Bütün bu hengâmede
soðukkanlýlýðýný koruyan tek kiþi var Fransa'da: Laetitia'nýn babasý
Dominique. O, "bütün bu hikâye külliyen yalan," diyerek savunmuþ
kýzýný. "Benim yavrum Fransýzdýr, Fransýz olmaktan gurur duyar,
Fransýz kalacaktýr." Ýnsan, Marianne dahil bütün güzel Fransýz kýzlarýný
seven büyük þarkýcý Serge Gainsbourg'un vakitsiz ölümüne yanýyor. O
sað olsaydý, Laetitia ile özel bir görüþme yapýp ânýnda hallederdi bu
millî sorunu.
142
CÝNAYETÝ GÖRDÜK
9 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Uzun süredir televizyonda cinayet seyretmemiþtik, iyi oldu. Bir saat
içinde düzinelerce insanýn katledildiði dehþet dizilerini deðil, sahici
cinayetleri kastediyorum. "Canlý yayýn"daki ölümleri. Ýstanbul'un ve
hatta Türkiye'nin kalbinin attýðý yerden yapýldý yayýn. Büyük otellerin,
kültür merkezlerinin, eðlence yerlerinin bulunduðu, günün ve gecenin
her saatinde yerli yabancý binlerce insanýn cývýl cývýl dolaþtýðý Taksim
meydanýndan yayýnlanan bir belgeseldi seyrettiðimiz: Jön Türkler, 37
yaþýndaki fiber optik mühendisi Christopher Loftus'u, üç kardeþinin
gözü önünde kalbine uzun bir býçak saplayarak, 40 yaþýndaki "pub"
iþletmecisi ve biri 7, öteki 3 yaþýnda iki küçük çocuk sahibi Kevin
Speight'i de gene pala benzeri bir kesici âletle karnýný boydan boya
yararak katlettiler. Fýþkýran kanlarý, yerde biriken kan göllerini, açýlan
korkunç yaralarý, acýlarý, kan içindeki aðýzlardan fýþkýran canhýraþ
haykýrýþlarý, ölüm ânýný geciktirmek üzere can havliyle giriþilen "hayat
öpücüðü" verme yolundaki beyhude çabalarý, bunu yapmaya
çalýþanlarý uzun ve kalýn sopalarla vurarak engelleme, yani ölümü
çabuklaþtýrma yolundaki baþarýlý çabalarý, "dokunmayýn, ölüyor!" diye
baðýranlarýn hýrpalanmasýný, ölmekte olan insanýn bir araca koli gibi
atýlmasýný, hepsini seyrettik. Prime-time'da yayýnlanan programda,
Türk gençlerinin þevkle, þehvetle iþlediði bu cinayetleri, milyonlarca
Türk televizyon seyircisi, çok sayýda polis ve Türk'ün kahramanlýðýný
simgeleyen Taksim anýtý, hep birlikte seyrettik.
Belgesel o kadar reyting yaptý ki, ertesi gün ve ondan sonraki gün
de yeni bölümleri yapýldý. Necip Türk milletinin büyük beðenisiyle
karþýlanan bu yayýnlarda Galatasaray taraftarlarýnýn, öldürülen
Ýngilizler'in arkadaþ ve akrabalarý "katiller" diye baðýrdýðýnda onlara bir
aðýzdan cenaze marþý söylemesi gibi parlak eðlence törenleri yaptýðýný
gördük, takýmlarý için tezahürat yapan Ýngilizleri görünce: "Bak bak,
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
143
daha hâlâ baðýrýyorlar!" diye haykýran ey Türk gençliðini gördük,
galibiyetten sonra da yine o meydana, kanlarýn deterjanla yýkanýp,
cinayet artýklarýnýn süprülüp pirüpak edildiði Taksim'de çýlgýnca
eðlenen taraftarlarýn arasýna karýþtýk ve çok sevindik. Bütün reyting
rekorlarýný kýran dizinin üçüncü bölümünde, Türk basýnýnýn yýldýzý Star
gazetesi, biz Türkler'in, iki tabutun yaný sýra diðer Ýngilizleri de vatan
topraðýný öptürüp onlara cenaze namazý kýldýrdýktan sonra, suratlarýna
tükürerek gönderdiðimizi haykýrýrken, Ýstanbul polisinin þefi de, polisin
koruyamadýðý için öldürülen taraftarlarý "aðýr tahrik"le suçladý ve "çok
ciddi tedbirlerin alýndýðýný, maçýn "Türkiye'ye yakýþýr güzellikte
geçtiðini" kaydeden müdür, Ýngiliz takým ve taraftarlarýnýn "maçtan
sonra sað olarak Ýstanbul'dan ayrýldýklarýný" söyledi. (Yeni Binyýl, 8
Nisan 2000). Cinayeti gördük, diziyi ailecek seyrettik, ölenleri tabutla,
kalanlarý tükürükle ve fakat sað olarak ülkelerine yolladýk, çok
eðlendik. O kadar çok gülüp eðlendik ki, gözlerimizden yaþ geldi.
144
ÝNSANIN NEÞE DOLMASI
23 Nisan 2000, Yeni Binyýl
Salonun açýk penceresinden içeri bahar yayýlýyor. Özellikle
yasemin. Duru beyaz dört ya da beþ petal yapraðý ile bu inanýlmaz
sadelikteki kýsacýk ömürlü çiçeðin böylesi bir koku salmasý þaþýrtýcý
geliyor. Hem bu kadar baygýn, hem de bu kadar lâtif, nasýl olabiliyor?
"Olaðanüstü" diye düþünecekken tam, duruyorum. Yeryüzünün en
olaðan þeyini olaðanüstü diye tanýmlamanýn saçmalýðý birden kafama
dank ediyor.
Üstüste içildiði için artýk hiçbir anlam ve tad vermeyen sigaranýn her
yerime sinmiþ zifir kokusunu bir anda silip atýveren yaseminin
ardýndan, baharýn bir baþka uzantýsý: Bülbül. Onu oturduðum yerden
göremiyorum. Ama, ne renk ne de biçim açýsýndan "kayda deðer" bir
özellik taþýyan bu kuþun olanca basit notalardan örülü þarkýsý, delip
geçiyor iþte:
Yaný baþýmda, yazý yazdýðým bilgisayarýn çýkardýðý o tekdüze,
elektrik yüklü výnlamayý aþýyor... Yýllar yýlý çalýþtýðým radyonun
kulaklýklarýnda hiç durmaksýzýn çýnlayan ses ve müzik kýrýntýlarýnýn
uðultusuyla
yýpranmýþ
yaþlýca
kulaklarýmýn
duyarsýzlaþmýþ
kývrýmlarýný, kanallarýný, tüylerini boydan boya katediyor ve içime
iþliyor.
Derken, trampet sesleri geliyor rap rap... Ve borazanlar, zart zart:
Çocuklar! Bülbül ve yasemin duyulmaz oluyor.
Çocuklar, disiplinli bir þekilde yürütülüyor olmalýlar. Yarýn bayramlarý
ve o törene hazýr olmalýlar. Onun için prova yapýyorlar. Oturduðum
yerden göremiyorum onlarý. Ama, "iç göz"ümle onlarý birçok þey
yaparken görebilirim:
Stadyumlarda uygun adým yürütüldüklerinde terlerlerken...
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
145
Okullarda doktor raporu almadýkça katýlmak zorunda olduklarý
törenlerde akordu bozuk korolar halinde "Tin tin tinimini haným"ý ya da
"Süpürgesi Yoncadan Eminem"i söylerlerken...
Sembolik olarak oturtulduklarý Cumhurbaþkanlýðý ve Baþbakanlýk
koltuklarýnda, cýlký çýkmýþ, iðrenç yapaylýktaki medya sorularýna
("Söyle bakalým, Cumhurbaþkanlýðý ya da Baþbakanlýk nasýl bir
duygu?" veya "Sen memleketimizi nasýl yöneteceksin bakalým
büyüyünce?") cevap verirmiþ gibi yaparlarken...
Kardeþlerinin ve annelerinin gözü önünde öz babalarýnýn sürekli
tecavüzüne uðrarlarken...
Satýldýklarý muhabbet tellâllarýnýn emriyle kýz erkek günde
bilmemkaç kere çürük diþ, yarý hazmolmuþ kýyma ve alkol kokulu
aðýzlarýndan salyalar akan sakallý "olgun" erkeklerin altýna yatarlarken
...
Okula gitmek yerine resmen ordular halinde evlerine hapsedilip,
televizyonlarýnda
Deliyürek,
Marziye
dizilerini
ve
Televole
programlarýný seyrederlerken...
Ýleri
teknoloji
sayesinde
hafifleyip
küçücük
omuzlarýnda
taþýyabilecekleri hale gelmiþ tam otomatik taarruz silâhlarýyla koca
insanlarý biçerlerken...
Ayaklarýndan zincirle baðlanmýþ halde harikulade halýlar dokurken,
FÝFA onaylý futbol toplarý dikerken, en þýk "marka" spor ayakkabýlarýný
yapýþtýrýrken...
Ayakkabý yapýþtýrmakta da kullanýlan yapýþtýrýcýlarý uyarýcý ya da
uyuþturucu niyetine biteviye koklarken...
65 milyonu ayaða kaldýran tarihî futbol zaferinin ardýndan
sokaklardaki
eðlence
cinnetini
biraz
da
þaþkýn
gözlerle
seyrederlerken...
Trampet ve borazan sesleri usulca uzaklaþýp bitiyor. Salonun açýk
penceresinden içeri bahar yayýlýyor: Yasemin ve bülbül.
146
5 MUM YAKTIK, SEYRÝNE BAKTIK!
10 Temmuz 2000, Yeni Binyýl
Yarýn bir yýldönümü var: Yakýn tarihe Srebrenica katliamý olarak
geçen müthiþ bir olayýn 5. yýldönümü. Tam beþ yýl önce, BosnaHersek'in doðusundaki Srebrenica kasabasý, benzerine az rastlanan
bir vahþete sahne olmuþtu. Bosnalý Sýrp askerlerin giriþtiði bir dizi hile,
pusu ve "yargýsýz infaz" sonucunda yaklaþýk 7000 Boþnak erkeði çocuk, delikanlý ve dede - yeryüzünden "kaybedilmiþ"ti.
Boþnaklar, bu olaydan iki yýl kadar önce aðýr silâhlarýný BM Barýþ
Gücü'ne teslim etmiþler, karþýlýðýnda da Srebrenica'nýn bir uluslararasý
"güvenlik cebi" olarak ilân edilmesini saðlamýþlardý. (Ya da,
saðladýklarýný sanýyorlardý.) Yani, BM, insanlýk camiasý adýna bu
sivilleri sað-salim tutacaðýna dair hepimize söz vermiþ oluyordu.
Ama, 95 Temmuz'undaki o meþ'um günde Sýrp kasaplarý saldýrýya
geçtiklerinde, mavi bereli ve mavi gözlü Hollanda barýþ gücü askerleri
ve onlarýn yine mavili BM komutanlarý, Boþnak erkekleri korumak için
parmaðýný bile kýpýrdatmadý. Hatta, parmak meselesi bir yana, bazý
hediye-behiye olaylarý karþýlýðýnda, kendi onurlarýna insanlýk adýna
teslim edilmiþ bulunan bu insanlarý "sattýklarý"na dair epey güçlü iddia
ve kanýtlar da var. (BM, "özür dileme millennium'unda bir özür de
buradaki "ihmali" için diledi de oradan biliyoruz bunlarý.)
Þimdi burada bir dur bakalým, ey kari. Yoksa, bütün bunlar olmamýþ
mýydý? Srebrenica'nýn düþmesinden sonra Uluslar arasý Kýzýlhaç'a
bildirilen 7,000 "kayýp" erkek listesinin ancak küçük bir kýsmýný
kayýtlara geçirebiliyoruz. Son beþ yýlda toplu mezarlardan sadece
1,866 ceset çýkarýlabildi. Geri kalan en az 2000 cesedin çýkarýlýp
listelenebilmesi için daha çok zamana ve paraya ihtiyaç var. Ýnsanlýðýn
elinde de en az bulunan iki malzeme bunlar maalesef.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
147
Mezarlar açýlmazsa, gerçeðin hiçbir zaman öðrenilemeyeceði ve
tarihi bir fýrsatýn da böylelikle kaçabileceði söyleniyor. Çünkü, Sýrp
milliyetçileri ile Kosova bombardýmanýna karþý çýkan bazý Avrupalý ve
Amerikalý solcular, bu gibi olaylarýn çok abartýldýðýný söylüyorlar. (Hani,
Ýkinci Dünya Savaþý'nda Naziler'in Yahudi katliamýný yapmadýklarýný
söyleyen "tarihçiler" gibi.) Batýlý Diplomatlar ve Amerikan askeri
yetkilileri de, þimdi buralarda mezarlarý karýþtýrmanýn, yeni
gerginliklere yol açýp Avrupalý ve Amerikalý "barýþ koruyucusu"
delikanlýlarýn bir ikisinin ölmesine yol açabileceði endiþesiyle
kývranýyor.
Sýrp milliyetçileri zaten böyle bir olay hiç olmadý diyorlar. Bosna'daki
bürokrasi ve yerel yöneticilerde çürümüþlük yüzünden mezarlar da
cesetler de ortada kalmýþ durumda. Uluslararasý toplum iþin
karýþtýrýlmamasýndan yana. Ulusal politikada iktidar mücadeleleri
yüzünden hareket edilemiyor. Buraya bir anýt dikilmesini ise Boþnaklar
istiyor, Sýrplar istemiyor, BM'ciler de hem istiyor, hem de "þimdi, beþinci
yýl, bunun sýrasý deðil" diyor.
Bu hengâmede 2,000 beyaz plastik çuval içine konmuþ 1,866 ceset
de Tuzla'daki bir morgda beklemede. Beklemede olmayansa: Bu ceset
ve kemiklerle beslenen fareler. Bütün insanlýk, koruyacaðýna ant içtiði
hemcinslerinin cesetlerini farelerden korumaktan âciz görünüyor.
Peki, beþinci yýlda, Srebrenica'nýn tarihi nasýl yazýlacak? Cevabý
Orwell'e býrakalým ey kari:
" 'Geçmiþi kontrol eden, geleceði kontrol eder; þimdiyi kontrol eden
de geçmiþi kontrol eder,' diye tekrarladý Winston, boyun eðerek."
(1984)
Üstünde kremayla 'Srebrenica' yazan pastanýn üzerine eðiliyorum
ve 5 mumun hepsini birden bir kerede "püff!" diye söndürüyorum.
Alkýþlar.
148
"TÜM YAÞAM
DEÐERLÝDÝR"
BÝÇÝMLERÝ
AYNI
DERECEDE
1 Eylül 2000, Yeni Binyýl
Almanya'dan bir düðün haberi: Ýktidardaki Sosyal Demokrat Parti
(SPD) Genel Sekreteri'nin kýzý, 4 yýlý aþkýn bir süredir birlikte yaþadýðý
kýz arkadaþý ile evlenmeye karar verdiklerini açýklamýþ. 31 yaþýnda
olan Mirjam Müntefering, arkadaþý Astrid ile resmî nikâh yolunu tercih
etmesinin nedenini de, bu iliþkiyi hukuki açýdan güvence altýna almak
olarak açýklamýþ. (Yeni Binyýl, 31 Aðustos
Fi tarihinde bir araþtýrma amacýyla yolum bir yýllýðýna Ýsveç'e
düþtüðünde, doldurmam gereken ilk resmî form'da "medeni durum"
hanesinin karþýsýnda "evli" ve "bekâr/dul" hanelerinin yanýnda bir de
"birlikte yaþýyor" þýkkýnýn yer aldýðýný gördüðümde hafif bir þaþkýnlýk
geçirmiþtim.
Birlikte yaþamanýn bir medenî hal olarak devlet karþýsýnda bir
hukuki statü ifade etmesi, askeri bir darbenin olanca aðýrlýðýyla hüküm
sürdüðü bir ülkenin vatandaþý olarak kolay kolay aklýmýn alabileceði bir
durum deðildi. Doðrusu, birlikte yaþayan iki sevgilinin devlet karþýsýnda
hangi haklarýnýn güvence altýna alýndýðý sorusundan çok daha farklý
hukuki meselelerle meþguldü kafam.
Hayatýný "serbest yazar" olarak kazanan genç hanýmýn Almanya'da
sevgilisiyle birlikte yaþamasýnýn kendisine -- Ýsveç'teki gibi -- bir hukuki
statü kazandýrdýðýndan pek þüphem yok, ama herhalde "evli" statüsü,
baþta miras hukuku olmak üzere bu çifte birçok ek haktan yararlanma
olanaðý saðlayacaktýr. Yoksa bu lezbiyen çift neden birçok aþk iliþkisini
yýpratabilen evlilik statüsüne geçmek istesin ki?
Mirjam Müntefering, büyük aþkýný tanýmadan çok önce, kendini
tanýmýþ anlaþýlan: 20 yaþýna geldiðinde babasýna bu yönelimini
açýklamýþ: "Ben bir lezbiyenim baba," demiþ. O tarihlerde çok önemli
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
149
bir siyasi mücadelenin içinde olan babasý Franz Müntefering de a)
Kýzýna kýzmamýþ; b) onu mirasýndan reddetmemiþ; c) bu gerçekliði
reddetmemiþ; d) bu durumu partisinden, toplumundan gizlemesi için
kýzýna bir baský yapmamýþ.
Kýzýný kýzý olarak, eskisi gibi sevmeye devam etmiþ yani.
Ýþin ilginç tarafý, lezbiyen olan ve sonradan âþýk olduðu kýzla
memnun mesut yýllarca birlikte oturan bir kýzýn babasý, rakip
politikacýlarýn ve onlara hizmet eden medyanýn "avý" olmamýþ, kendi
partisindeki amansýz rakiplerinin kolay lokmasý haline gelmemiþ ve
sonuçta o partinin en yüksek mevkilerinden birine getirildiði gibi,
toplum da onu, partisiyle birlikte iktidara taþýmýþ.
Ýktidar Partisinin Genel Sekreteri olan bu adam, hayat felsefesini
kýzýna daha o ilk itirafta, o "hakikat ânýnda" açýklamýþ zaten. "Benim
için," demiþ Franz Müntefering, "tüm yaþam formlarý ayný deðerdedir."
Baba-kýz Müntefering'lere, Astrid'e, Sosyal Demokratlara bir
merhaba. Ayrýca, Kohl'e ve Hýristiyan Demokratlara da… Merhaba
Avrupa.
150
"EN KIYMETLÝ HAZÝNEMÝZ, ROBOTLARIMIZ"
3 Eylül 2000, Yeni Binyýl
Yeni millennium'a girdiðimizde her þeyin bambaþka olacaðýný
söyleyenler haklý çýkýyorlar galiba. Baksanýza, ortalýk birbirinden
müthiþ robot haberlerinden geçilmiyor.
Baþta, her türlü geliþmenin baþýný çeken ABD geliyor tabii: Brandeis
Üniversitesi'nden iki bilgisayarcý, Darwin'in evrim kuramýný harfiyyen
izleyerek "yapay hayat" konusunda muazzam bir adým atmýþlar. Bir
bilgisayar, 600 "kuþak"lýk bir "evrim" sonucu, sürekli mutasyonlara
uðrayan ve nihayet çevre koþullarýna en iyi uyum saðlayan birtakým
"yaratýklar" yaratmýþ. Bu "automaton"larýn tasarlanýp "hayata"
geçirilmeleri sürecinde insan katkýsý neredeyse sýfýr. Ýnsanýn tek
yaptýðý, imal edilecek "evren" hakkýnda, bilgisayara bilgi vermek. (Yeni
Binyýl, Washington Post, 1 Eylül)
"Tetra", "ok", "yýlan", "yengeç" diye adlandýrýlan 20 cm. boyundaki
bu yeni "türler"in tek marifeti, düz bir satýh üzerinde týrtýl ya da solucan
gibi kývrýla kývrýla ilerlemek. Ama, þimdilik! Bunlarý hemen bambaþka
iþler yapmasý beklenen baþkalarý izleyecek ve önümüzdeki 5-10 yýl
içinde dünya ekonomisinde yepyeni bir sektör, yepyeni kâr alanlarý
doðacak.
Geliþme yolundaki ülkelerden de önemli bir geliþim haberi var:
Taylandlý mucitler, Hollywood filmlerinde gördüðümüz türden bir
"Robokoruma" yapmýþlar. Küçük bir video kamerasý ile silahlý bir kolun
birleþtirilmesinden oluþan bu âlet, internet üzerinden kontrol edilip
dünyanýn herhangi bir noktasýndan hedefi vurabileceði gibi, kendi
"iradesi" ile de vurup öldürebilecek þekilde "yaratýlmýþ". (BBC, 31
Aðustos). Þimdilik sadece hava tüfeði ile donatýlan ve sabit bir zemine
oturtulmuþ bir kol bu. Ama, yakýn gelecekte, ayaklarý da olup hedefi
kovalayacaðý gibi, eline de bir makineli tüfek tutuþturulmasý iþten bile
deðil. Dünyanýn en büyük sektörlerinden biri olan silah ve güvenlik
endüstrisi için yepyeni ufuklar açýlmakta.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
151
Evrimleþen solucan robotlarla, attýðýný vuran "robokoruma"larý
izleyen bir yeni buluþ da Kanada'dan: Chris McKinstry adlý
araþtýrmacýnýn yürüttüðü Gac projesi, bir bilgisayara insan olmanýn ne
demek olduðunu öðretmeyi amaçlýyor: Ýnternet üzerinden insanlara
basit bazý sorular sorup "akl-ý selim" ya da saðduyu konusunda ortak
bir bilgiye varmak, sonra da bunu bilgisayara öðretmek. Araþtýrmacý
McKinstry, "sizin bilgisayar donanýmýnýzýn ve elektriðinizin deðil,
insanlýðýnýzýn peþinde koþuyorum," diyor. (BBC, 1 Eylül)
"Ýnsanlýk bilgisi"ne, insan düþünce modeline sahip ve böylelikle
insan kadar insan olacak olan bilgisayarýn artýk bundan sonra neler
yapabileceðini, dünya ekonomisine neler katabileceðini varýn siz
düþünün.
Hazýr düþünmeye baþlamýþken, bir de Robot ilminin babalarýndan
büyük yazar Asimov'un bu konuya iliþkin üç altýn kanununu da
hatýrlayýverin, derim:
Robotlar:
1)Ýnsanlara zarar vermemeli;
2)Ýnsan emirlerine uymalý;
3)Ýlk iki yasayla ters düþmediði sürece, kendilerini korumalýdýrlar...
Yeni millennium'da en kýymetli hazinemiz robotlarýmýz olacak
galiba.
152
YAYIN KESÝLÝNCE
11 Eylül 2000, Yeni Binyýl
"Televizyon yayýný kesilince kocamý daha yakýndan tanýma fýrsatý
buldum. Yaþlanmýþ." (Yeni Binyýl, 7 Eylül)
Moskova sâkinlerinden bayan Larissa Lubimiroca'nýn sözleri bunlar.
Pekâlâ Arthur C. Clarke'ýn usta kaleminden çýkmýþ izlenimini
veriyorlarsa da, herhangi bir kurgudan alýnmamýþ, gerçekten
söylenmiþler.
Rusya Federasyonu'nda denizin 100 küsur metre derinliklerindeki
meydana gelen ölümcül denizaltý kazasýnýn hemen ardýndan bu sefer
de 500 küsur metre göklere yükselen Ostankino TV ve radyo
kulesinde çýkan ölümcül yangýn felâketinin "yan-sonuç"larýndan biri de,
Moskova ve çevresindeki bütün yayýnlarýn kesilmesi oldu: Ýnsanlar,
Moskova'nýn güzelim yaz sonu akþamlarýnda her zamanki gibi
evlerinin salonlarýnda en sevdikleri koltuða oturup en sevdikleri diziyi
seyretmek üzere ekranýn baþýna geçtiklerinde, birdenbire hiçbir þeyin
her zamanki gibi olmadýðýný fark ettiler. Ýþte yeni "hakikat âný: Moskova
sâkinleri, en sevdikleri dizi yerine tüyler ürpertici bir elektronik týslama
eþliðinde sürekli uçuþan elektronik "kar" taneciklerini seyretmek
zorundaydýlar artýk ve bu durum belki de aylarca sürecekti...
ABD'de ileri teknoloji, Türkiye gibi ülkelerde ise genel örgütsüzlük
nedeniyle baþa aslâ gelmeyecek bir tuhaf "kaza" bu. Oysa, bir
zamanlarýn merkeziyetçilik ve otoriterlik anýtý Rusya, serbest rekabet
piyasasýna ve küreselleþme anaforunun içine bodoslama girmeye
kalkýnca, böyle ilginç olaylar olabiliyor iþte. Günümüz Rusyasý'nýn
kazalarýný kendi hayatlarýmýza tutulan bir ayna olarak kullanabiliriz:
Aþaðýda, parçalanmýþ Kursk denizaltýsýnýn içindeki gencecik
denizciler, olaðanüstü eðitimleri sayesinde yaþam fonksiyonlarýný
asgariye indirerek hareketsiz yattýklarý yerde kendi nefeslerinden çýkan
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
153
zehirli gazlarla yavaþ yavaþ boðulurlarken, yukarýda onlarýn ölümüne
yol açan ihmali haykýran annelerin herkesin içinde sâkinleþtirici
enjeksiyonlarla uyutulmasý ve yayýn kesildiði için bütün bunlarý
ekranlarýnda seyredemeyen, favori koltuklarýna çivilenmiþ orta yaþlý
kent sâkinleri...
Onlar, sonsuzluða kadar kesiþmeyecek paralel hayatlarýný,
baþlarýnýn hafif bir hareketiyle belki de ömürlerinde ilk kez "kazayla"
çakýþtýrýyorlar, kocalarýný-karýlarýný-sevgililerini-çocuklarýný "tanýmaya"
baþlýyorlar ve bir bakýyorlar ki ne görsünler: Yaþlanmamýþlar mý?
154
KARAGÖZ'ÜN NEW YORK SAFASI
NEW YORK NEW YORK - I
13 Eylül 2000, Yeni Binyýl
"Brian Wilson, Pet Sounds albümünün tümünü senfoni orkestrasý
eþliðinde çalýp söylüyor. 10 Eylül New York konserine bir fazla biletim
var. Bana eþlik eder misin? Sevgiler. Sedat."
Geçen Aðustos ayý sonunda aldýðým elektronik mesaj. "Fazla
biletim var. Eþlik eder misin?"... Hepsi bu.
Brian Wilson! The Beach Boys! "Pet Sounds"! Ýlk gençlik. Kaybolan
gençlik. Kaybolmayan çocukluk. Kaybolan masumiyet... Vay canýna!
"Nasýl olur," diyor karým. "Bir günlük konser için 8,000 kilometre
gidilir mi?"
"Asýl nasýl olmaz? Hem bu kilometre meselesi deðil ki; yýl meselesi.
39 yýl. 40 diyelim."
"Peki, o zaman," dedi karým. Onu kucakladým.
"Geliyorum," diye "telledim" Sedat'a, elektronik olarak tabii.
***
Bilet? Yedekte beklemeye alýndým. Yazýlar? Beklemeye alýnamazdý.
Beklerken bir yedek yazý yazdým, ertesi gün halam öldü, ressamdý,
ondan sonraki gün bir torunum oldu, ne mesleði olacaðý belli deðildi,
daha sonraki gün RTÜK'ten Açýk Radyo'nun 15 gün kapatýldýðý haberi
geldi, onun durumu hiç belli deðildi, ayný gün uçakta yer açýldý, o gün
gidilemezdi, cenaze, hastane, radyo toplantýsý filân vardý ve bir ek
yazý, güzergâh, otel, yer bulunmasý, Sedat'ta yer yok, peki New
York'un yeni sâkinlerinden Ari, onun evinde olmaz mý, telefon, olurmuþ
ama küçücük tek bir odada tek bir yatak, bir de kedi "Abla", peki ama
ayný yatakta nasýl olur, neden olmasýn, iki kuþak bir yatakta, zaten
Brian'la bir ruh akrabalýðýmýz yok mu, peki, ama ikinci yazý sabaha
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
155
kalýr, ne yapalým sabahýn köründe kalkmaya alýþtýk artýk beþ yýldýr,
ikinci yazý da hukuk yerine "guguk"lu olsun bari, TV baþýnda geçen
paralel hayatlar, üff, ne ruh karartýcý, olsun ben yolda olacaðým, geride
kalan karîlerin ruhu sýkýlsýn, benim ruhum þimdiden New York'a uçtu
bile, saçma sapan konuþmaya devam edersen geç kalacaksýn, uçaðý
kaçýracaksýn, olsun, her þeye geç kaldým zaten, þaka þaka, bitiriyorum,
bazý kelimeleri siyahlaþtýrýyorum bak, gerçekten bitiriyorum, son
noktayý da koyuyorum iþte, para, bilet, pasaport, sigara, sigarayý
yoldan alýrýz, orada ateþ pahasýdýr, radyoyu da yolda konuþuruz,
konuþtuk iþte, bir sonuç çýkmadý, unut þimdi radyoyu, kýrk yýlýn bir baþý
hayatýnýn
adamlarýndan
birine
gidiyorsun,
radyoyu
dönüþte
düþünürüz, herþeyi dönüþte düþünürüz, gidiþte hiçbir þey düþünmeyiz,
geldik iþte, gazete de alalým, ama az gazete alalým bu sefer, New
York'a az haber taþýyacaðým, son sigaramý içeceðim, aman aðzýný
hayra aç, ama 10 saati sigarasýz nasýl geçireceðimi gerçekten
bilmiyorum, sayýlý saat çabuk geçer, bu da geçer yahu, peki dönüþ
yazýlarý, onlar kolay, müzik yazacaksýn, ve rock 'n' roll, uçakta uyuma
da yaz, hayatýmýn son kýrk yýlýnýn muhasebesini 10 saatlik uçak
yolculuðunda mý kaleme almamý istiyorsun yani, üstelik sigarasýz,
inþallah kahveleri iyidir, öpücük, "check-in", "check-out" da var mýdýr,
rötar rötar rötar, viski, viski, viski, dinleyici Vahe Bey, iþ gezisine
çýktýðýnýzý söylemiþtiniz son programýnýzda, ama doðru, iþ gezisi sayýlýr
bu da, sizin iþinize gýpta ediyorum, e, bizim iþlerimiz böyledir iþte Vahe
Bey, hadi girelim artýk uçaðýmýza, benim þimdiden "jet-lag"im geldi de,
bir de Wilson çalýþacaðým ev ödevi olarak, pardon "uçak ödevi"...
Dünya liderleri New York'u terk ediyor ve ben New York'a gidiyorum.
156
NEW YORK NEW YORK - II
14 Eylül 2000, Yeni Binyýl
Kaybolan masumiyetinin peþinde koþan bir dede: Bu ben. The
Beach Boys'un "Surfin' Safari" adlý ilk plâðýný, çýktýðý tarihte, 1961'de
dinlemiþtim nasýlsa. Tam 39 yýl önce yani. Bana sadece iyi ve güzel
þeyler hatýrlatan bir müzik. Bugüne kadar hiç görmediðim, ama
kendimi her þarkýyla oraya ýþýnladýðým California'nýn güneþli, masum
havasý þimdi, gene bugüne kadar hiç görmediðim New York'a taþýnmýþ
oluyor bir günlüðüne ve ben de bir günlüðüne oraya taþýnmýþ
oluyorum...
Pasaport kontrolüne girmek üzere bekleyenler için yere çizilmiþ o
çizginin birkaç santim gerisinde durmaya baþladýðým anda, farký
farkediyorum: O çizgi baþka bir çizgi aslýnda: Pasaport ve sýnýr
çizgilerinin bu dünyada en fazla muðlâklaþacaðý bir çizgi. Yalnýz
Manhattan adasýnda 160'tan fazla dil konuþulduðunu bir gün sonra
öðreneceðim, ama o yerdeki çizgi üzerinde beklerken de böyle bir þeyi
sezmek mümkün: "Yabancý" olmanýn, farklý bir dile ve farklý bir kültüre
ait olmanýn olumsuz yönüyle en az hissedilebildiði yer New York olmalý
dünyada. Çoðu New York'ludan daha iyi Ýngilizce konuþabildiðini
farketmenin verdiði tuhaf bir rahatlama… Dolayýsýyla, zaten yüksek
uyum yeteneðine sahip bir ülkenin evlâdý olarak, dördüncü dakikadan
itibaren adaptasyonum tamamlanmýþ sayýlýr.
Beni karþýlayan Ýstanbullu Ermeni-Yahudi-Rum karmasý - ve
dolayýsýyla da gerçek bir New York'lu sayýlmasý gereken - sanatçý ve
"iþadamý" genç dostum Ari ile, zaten Ýstanbul'dan iyice alýþkýn
olduðumuz yapýþ yapýþ "baðýl nem" içinde sürekli terleyerek, sürekli
terlemekten de garip bir keyif duyarak yürümeye baþlýyoruz. 19:00
sularýnda çýktýðýmýz bu "uzun yürüyüþ" kentin Batý yakasýndan
baþlýyor, küçük bira-margarita-campari-bira-margarita duraklarýyla
sabaha karþý 3:00 sularýnda Doðu yakasýnýn sefil mahallelerinde
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
157
bitiyor. Kentin sert Belediye Baþkaný Giuliani'nin tüm hapishaneleri
suçlularla doldurma yolundaki radikal tedbirleri iþe yaramýþ olmalý ki,
"þiddet dolu" New York efsanesinin yerinde epeydir yeller esmekte
olduðu gözleniyor. (Daha yolun baþýnda, sokaðýn birine öylece
parkettiðimiz arabanýn içinde býrakýlmýþ olan pasaport ve bavullarýma
"hiçbir þey olmayacaðý garantisini "Stingy Lulu" adlý ilginç bardaki
Türklerin tümü verince, ben de endiþelenmekten vazgeçtim, ve
gecenin sonunda onlar haklý çýktý.) Tabii, gelir daðýlýmýndaki uçuruma
raðmen, büyük ekonomik refahýn da bunda payý olmalý.
Çin Mahallesi, "Küçük Ýtalya"daki panayýr, Polonyalýlar mahallesi,
Soho, Greenwich Village, Halil Turhanlý'nýn tavsiye ettiði sefil
Bowery… Crack filân alýþveriþleriþlerinin hüküm sürdüðü iyice ara ve
arka sokaklara girmemekle birlikte, þiddetin göz çýkarýcý bir örneðini
görmeden yapýlan aðýr yürüyüþte iki þey gündelik Ýstanbullu gözlerimi
yadýrgattý: Karartýlmýþ pencereler dizisi ile önünüzden geçip gitmesi
neredeyse dakikalarca süren inanýlmaz uzunluktaki limuzinler
("limo"lar), siyah ve beyaz… Bir de, kalçalarý "ters dönmüþ" izlenimi
veren, yalpalý yürüyüþleri ile hemcinsiniz olduklarýna inanmakta güçlük
çektiðiniz görülmemiþ þiþmanlýkta bedenler, her yaþ ve cinsten, siyah
ve beyaz. Bilinen ölçü ve tanýmlarýn tümüyle yeniden ele alýnmasýný
gerektiren bir durum sayýlabilir. "Çöplük" hazýr yiyeceklerin insan
bedenini böylesine deforme edebileceðini, hayal gücünü geniþçe
sayan benim gibi birinin bunlarý görmeden düþünmesi bile zor. Su
içiyor ve onlar adýna da terliyoruz. 80 blok yürüdük desem, abartmýþ
sayýlmam.
Bu
arada,
günün
sokak
modasý
olarak
çocukluðumun
"trotinet"lerinin geri dönmüþ olduðunu görmekse ayrý bir heyecan
veriyor bana. Bisiklet gibi gidonu olan, tek ayaðýnýzý üzerine koyup
öteki ayakla - ve son derece mâkûl bir sür'atle! - sürüp "tenezzüh"te
bulunduðunuz bu sevimli âletler (genellikle "Razor" marka), buraya
asýl geliþ sebebime de tam uygun düþüyor: Beach Boys'un beyni
Wilson, genç müzisyenlerle yeniden "moda", "trotinet"ler gibi… Radyo
101.1 FM'de Fats Domino ve Johnny Ace… Baðýra çaðýra Ýspanyolca
konuþan ve o saatte basketbol oynayan çocuklarýn arasýndan geçip
"oda"ya giriyorum, "Abla"nýn döktüðü tüylerle lebalep dolu yataða
kývrýlýp ânýnda uykuya geçen New York'lu bir dede oluyorum.
158
NEW YORK NEW YORK - III
15 Eylül 2000, Yeni Binyýl
"Pehlivan tefrikasý"ýna devam.
Bir konser için "günübirliðine" New York'a giden birinin hikâyesini
kaç gün uzatabilirsiniz ki? Valla belli olmaz. Ýþte üçüncü yazý ve ikinci
gün: Büyük buluþma günü. Önce, kenar mahallede "Verb" (yani fiil)
kahvesi. Ýnsaný mahveden kahve kokusu. Sanatçý kýlýklý, bol dövmeli
genç insanlar arasýnda kahvaltý. Bagel-somon-kremalý peynirden
oluþan tipik bir Yahudi yiyeceði. Üstelik, rahat bir sandalyeye yayýlýp
bedavadan New York Times'ý kýraat etme imkâný ve sigara serbest!
Sonra þehrin göbeði. Turist olmaktan zerrece sýkýlmadan Empire
State Binasý'na týrmanýþ: "Dünyanýn Baþkenti'nin Tapýnaðý"nýn 86.
katýndan "turist-kitsch-adam"ýn bakýþý: Seyrettiðimiz binlerce Amerikan
filminden tanýdýðýmýz görüntü, ama gene de nefes kesici. Bir yýl 45 gün
içinde günde 4,000 iþçinin emeði ile tamamlanmýþ görkemli tapýnaðýn
terk edilmesi. Baþka turizm ve eðlence tapýnaklarý: Broadway: Az önce
bitmiþ muazzam bir gösteriden arta kalan rengârenk milyonlarca kâðýt
parçasýnýn hafif sonbahar esintisinde dalga dalga uçuþmasý, Time
Square, Kara Siyonist hareketinin platforma çýkmýþ tarih öncesi
kýyafetli ve dev cüsseli temsilcilerinin ürkütücü olamayacak derecede
çocuksu ve saf hareketlerle verdikleri vaaz: "Yahudiler aslýnda
siyahîydiler; kanýt ister misin? Ahdi Atik'in 'Ezekiel' bölümünde bak ne
diyor: '…Ve onlar siyahtý.'… Demek ki, neymiþ? Siyahmýþlar!" Evsizler
için politik bir platform kurup arabasýný kartonlarla örterek üstüne
yazýlar yazmýþ biri: "Delikten içerisini dikizleyebilirsin, ama bir þartla:
Ýçerde gördüklerini kimseye anlatmayacaksýn!" Vaazlarý dinliyorum,
daðýtýlan broþürleri satýn alýyorum, gözetleme deliklerinden bakýyorum
ve içerde gördüklerimi tabii ki kimseye anlatmýyorum, ey karî - sana
bile, olaðanüstü teknolojik numaralarla dev binalarýn üstünde boydan
boya oynatýlan dev reklam görüntülerini seyrediyorum, yürüyorum,
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
159
oðlumun tavsiye ettiði biralardan içiyorum, yürüyorum, hatýra t-shirt'ler
satýn alýyorum (oðlum için olaný "F…ing City New York" yazýsýný taþýyor
göðsünde, kocaman), verdiðim yüz dolarý "sahte olmasýn" diye ýþýkta
dakikalarca inceleyen asýk suratlý Çinli dükkân sahibinin neden sonra
verdiði para üstünü ýþýða tutup incelemek aklýma geliyorsa da, bunu
yapmýyorum, yürüyorum, çok uzun limuzinlere ve çok þiþman
insanlara bakýyorum, abartmasýz 40 bloka yakýn yürüyorum ve Central
Park'ýn giriþinde bir banka oturup kendi kendime gülümsüyorum
sonunda.
Grand Central istasyonunun gene filmlerden gayet iyi hatýrladýðým
ferah salonunda saat "kulesi"nin önünde, tam söz verdiðim saattte
Sedat'la buluþuyorum, sarýldýðýmýz sýrada, ikimizin de ortak noktasýný
oluþturan Açýk Radyo'nun kapatýlmasý kararýnýn verdiði hüzün 8,000
küsur kilometrenin ötesinden gelip yüreðimi yalýyor bir an, ama hemen
geçiyor, rock'n'roll'un kalýcýlýðý onun yerini alýveriyor ikimizde de. "Sen
bile inanmýyordun, deðil mi gelebileceðime?" diye soruyorum ona.
"Valla," diye gülümsüyor. "Ben bir olta attým ve bekledim bakalým ne
olacak." Trene atlýyoruz, bir süre gidiyoruz, trenden iniyoruz, otobüse
biniyoruz, bir süre daha gidiyoruz ve Long Island'ýn meþhur Jones
Beach Belediye Plajlarý'na geliyoruz. Bir tuhaflýk daha: Ýlk gençliðimin
gözdelerinden Florya Belediye Plajlarý'ndan en ufak farký varsa ne
olayým. Pýrýl pýrýl güneþli limonata gibi bir havada, "boardwalk" diye
anýlan plajüstünde yayýlýp, yine oðlumun tavsiyesine uyarak Sam
Adams biralarý çekip, denizi, güzel Rus kadýnlarýný ve inanýlmaz
þiþmanlýktaki insanlarý seyrederken, Sedat'la sohbete koyuluyorum,
içimden "Under The Boardwalk" þarkýsýný mýrýldanarak…
Mutluyum, ilk gençliðimin gözdelerinden Brian Wilson'ý dinlemeye
tamamiyle hazýrým.
160
NEW YORK NEW YORK (Vallahi Son!)
17 Eylül 2000, Yeni Binyýl
Dede konsere gidiyor! Dede'nin konserine. Brian Wilson, 60'ýna
merdiven dayamýþ biri. Eleþtirmenlerce ABD'nin gelmiþ geçmiþ en
baba rock topluluðu sayýlan Beach Boys'un beyni olarak 40 yýldýr
ayakta, ama þimdi olduðu gibi "Zümrüd-ü Ankâ" misâli kendi küllerinin
içinden sýk sýk yeniden doðduðu da bir gerçek.
California güneþi, kumsal, dalgalar, kýzlar, müzik ve danstan oluþan
"Plaj Çocuklarý" imajýnýn kendisine de itirazým olmadý gerçi, ama
meseleyi bundan ibaret sanmak, yanýlgýlarýn büyüðü olur. Wilson ve
yeni ekibi, temel bir ritme indirgenmiþ görünen günümüz popüler müzik
dünyasýnda bence eksikliði epey hissedilen melodinin ve karmaþýk
armonilerin çok parlak örneklerini vermeye devam ediyor bir kere.
Ayrýca, o eðlence düþkünü apolitik görünüþlü çocuklarýn rock'n'roll
devrimi içinde bir devrim daha yaparak, büyük plak þirketlerinin
tamamen kontrolündeki prodüksiyonu onlarýn elinden alýp yaratýcý
müzisyeni birdenbire özgürleþtiren; "senfonik rock", "pschedelia" gibi
akýmlarý baþlatan; klasik müzik unsurlarýyla popüler müzik arasýnda
köprüler kuran; siyahî müzisyenlerle birlikte çalýþan ilk önemli grup
olduðunu ve Vietnam savaþý'na katýlmayý reddederek "vicdanî ret"çiliði
seçen "plaj çocuklarý"ný aralarýndan çýkarttýðýný da hatýrlamak iyi olur.
"Beþinci Beatle" adý verilen efsanevî prodüktör Sir George Martin,
"pop müziðin yaþayan en büyük dâhisi" diyor Brian Wilson'a. Bob
Dylan, "onun kulaðý Smithsonian Müzik Enstitüsü"nde yer almalý,"
diyor. Elton John, "prodüktör ve besteci olarak hep dâhi idi" diyor.
Philip Glass, Wilson'ýn baþtan sona bestelediði "Pet Sounds" albümü
için, "çýktýðý anda klasik oldu" diyor. Sir Paul McCartney, ayný albümü
dinlemeden kimsenin müzik eðitimi görmüþ sayýlamayacaðýný
söylüyor. "New Yorker müzik eleþtirmenleri, George Gershwin, Aaron
Copland ve Leonard Bernstein'la birlikte Wilson'ý çaðdaþ Amerikan
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
161
müziðini en çok etkileyen dört isimden biri olarak niteliyor." Hani,
"Amerikan müziðinin Schubert'i, hatta Mozart'ý" þeklindeki birçok
nitelemeyi abartý saysak da, yukarýdaki isimlerin hepsi birden yanýlýyor
olamaz.
Jones Beach'teki Açýk Hava Tiyatrosu'nda, limonata gibi bir havada
Brian Wilson'ýn, çocuðu yaþýndaki müthiþ yetenekli müzisyenler
grubuyla Senfonik Pet Sounds konserini izlerken, hiçbirinin
yanýlmadýðý fikrindeydim zaten. 48 saatlik New York "yýldýrým gezisi"ni
borçlu olduðum Sedat'ýn gözlerine baktým: ayný fikirdeydi.
Açýk Radyo'da biz tam 5 yýldýr her sabah herkese "iyi titreþimler"
saçtýðýna inandýðým o benzersiz Brian Wilson "sadasý" ile açýyoruz
programýmýzý ve iki buçuk saatin sonunda gene ayný sada ile
kapatýyoruz...
Dinleyicilerin gözlerini görmüyoruz tabii, ama bir þekilde biliyoruz
iþte: Onlar da ayný fikirdeler.
Hepinize günaydýn!
162
AMA BU B݅
YAÐMURLA GELEN
25 Eylül 2000, Yeni Binyýl
"Soðuk bir yaðmurla..." demeliydim aslýnda. Belgrad'da þu anda
havanýn nasýl olduðunu bilmiyorum, ama Guardian ve BBC'nin
Balkanlar muhabiri Misha Glenny, orada yazdan güze geçiþin "zalimce
bir sertlikte" yaþandýðýný söylüyor: "...Kuraklýktan sonra kýsa bir an
süren rahatlama, ardýndan, soðukla birlikte gerçekliðin de insanýn içine
iþlemesi." (BBC, 23 Eylül)
Bir zamanlarýn Yugoslavyasý'ndan arta kalan ülkede dün
gerçekleþen "tuhaf" seçim sürecinin dünya için de "zalimce bir
sertliðin" ardýndan yepyeni bir gerçeklik getirmesi muhtemel.
Yerel seçim gözetim kuruluþlarý, seçimin "tam bir keþmekeþ"
halinde geçtiðini belirtiyorlar: Birden fazla oy kullanmalar, muhalefet
temsilcilerinin sandýklara yaklaþtýrýlmamasý, sandýk yetkililerinin kime
oy verildiðini rahatça görmesi, þikâyetler üzerine polisin þikayetçilere
karþý tavýr almasý, polis ve askeriyede yapýlan oylamalarda hiçbir
gözlemci bulundurulmamasý, baþka ülkelerden TV ve basýn
mensuplarýnýn seçimi izlemesine izin verilmemesi ve bunlarýn sýnýr dýþý
edilmeleri... (Reuters) Cumhurbaþkaný Miloþeviç, geçenlerde bir
günde Anayasa deðiþikliði yaptýrýp yeniden adaylýðýný mümkün
kýldýrdý, ama bütün dünyada savaþ suçlusu olarak aranýyor
yargýlanmak üzere; onun koalisyon ortaðý Seselj de muhtemelen
öyle...
Bu ilginç seçimin sonuçlarýn açýklanýp açýklanmayacaðýný hiç kimse
bilmiyor. Miloþeviç ve hükümetinin sonuçlara ne tepki göstereceðini de
bilen yok. Sýrbistan halkýnýn bu bilinmeyen tepkilere ne tepki
göstereceðini de kimsecikler bilmiyor...
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
163
Seçim hile-hurdasýnda geçmiþte büyük tecrübesi olan siyaset kurdu
Miloþeviç'in seçenekleri neredeyse sonsuz: Ýlk turda zafer ilân edebilir
ve rakibi Vojislav Kostunica ile destekçilerinin tepkisini bekleyebilir;
önde olduðunu söyleyip ikinci tura daha güçlü girebilir; seçimlerin hileli
olduðunu söyleyip sonuçlarý hiç ilân etmeyebilir; Yüksek Seçim
Kurulu'na seçimleri tümden iptal ettirip yeni bir tarih belirletebilir...
Hatta, yenilgiyi kabul edip, iktidarýný Sýrp Parlamentosu'na dayanarak
sürdüreceði ihtimalini de öne sürenler var ama bu zaaf görüntüsünü
kabul etmeyeceði galip ihtimal. Araþtýrmalarda rakibinden hayli geride
giden Miloþeviç'in, gerekli oyu, Kosova'dan çalabileceði belirtiliyor.
Kaderin garip bir cilvesi iþte. Oradaki Uluslararasý denetim örgütünün
baþýndaki Kouchner'inse, seçim yolsuzluðunu nasýl önleyebileceði
hakkýnda fazla bir fikri yokmuþ. (Bu olasýlýk, daha önce aklýna
gelmemiþ anlaþýlan.)
Özetle: Matematikteki çok bilinmeyenli denklemlere, siyasette
dünkü Yugoslavya seçimlerinden daha iyi bir karþýlýk bulunamazdý,
diye düþünülebilir.
Oysa, durum hiç de öyle deðil: Yaðmurla gelen yepyeni bir gerçeklik
var orada! Muhalefet liderlerinden Zoran Djindjiç'in (Cinciç) söylediði
doðru bence: "Biz kazandýk ve Sýrbistan bu seçimden sonra bir daha
asla eskisi gibi olmayacak... Tarihte ilk defa, Sýrplarýn çoðunluðu,
milliyetçilik temelleri üzerinde yükselen bir politikaya deðil, normal bir
Avrupa demokrasisine oy vermiþ oluyor."
Tayin edici deðiþiklik de burada iþte. Milliyetçi, aþýrý devletçi, otoriter
rejimleri savunanlar, iktidar sürelerini uzatmak için Anayasa
deðiþiklikleri yapsalar veya yapmaya çalýþsalar da iktidardan yavaþça
gidiyorlar ve normal, çoðulcu demokratik rejimleri savunan insanlara
liderlik yollarý açýlýyor. Ankara'dan Lima'ya, Santiago'dan Belgrad'a
uzanan çok geniþ bir coðrafyada bu böyle. Yeni millennium'da
"yaðmurla gelen" gerçeklik
164
BELGRAD'DA ZAMAN - I
27 Eylül 2000, Yeni Binyýl
Biraz erken bir kehânet olacak belki, ama -- sonradan alay konusu
olmayý da göze alarak -- þimdiden söyleyelim: Slobo gitti gider! Gitti
gider ve onu artýk hiçbir güç geri getiremez dünyada!
"Seçilmiþ" yaftasý altýnda bir gangsterlere dayalý bir polis devletinin,
"sosyalizm" yaftasý altýnda da faþizan milliyetçi, otoriter ve otokratik bir
rejimin etnik temizlik, kan ve ölümle dokuduðu bayraðýný uygar
Avrupa'nýn göbeðinde 13 yýldýr þânýyla þerefiyle dalgalandýran
Slobodan Miloþeviç, yolcu! Yeni binyýlda Avrupa'da artýk tam bir
anakronizma oluþturan bu vahþi ve tepeden týrnaða çürümüþ rejimin
en büyük payandasý olan eþi Mirjana Markoviç de öyle. Boþnaklarýn ve
Arnavutlarýn gözlerini "paslý kaþýkla oyma" yanlýsý ortaklarý Vojislav
Seselj'in haydut takýmý da hakezâ… Tarihî ironi nerede? Þurada:
Takýmýn hepsi, seçimle gidiyor. Slobo'nun kendi istediði, anayasada
deðiþiklik yaptýrýp kendi adaylýðýný zorla uzattýðý seçimle! Sonuçlarýna
kendilerinin de inanmakta güçlük çektikleri, bütün hile hurdaya raðmen
kendileri aleyhine sonuçlandýðý âyan beyan ortada olan bir seçimle!
Yugoslavya'da geçen hafta sonu yapýlan seçimlerin sonucu, daha
açýklanmadý. Belki de hiç açýklanmayacak diyenler varsa da,
inanmayýn. Belgrad'ýn merkezinde, rock konseri eþliðinde zaferlerini
kutlayan 20,000 kiþilik topluluðun zafer þarkýlarýnýn temel dizesi,
seçimin galibi anayasa hukukçusu Vojislav Kostunica'nýn (Koþtunitsa)
þu sözleriydi: "Sýrbistan'da þafak söküyor. Biz kazandýk."
Miloþeviç ve hempalarý için tek bir sorun var þimdi: Zaman
kazanmak. Ordunun, polisin baþlarýnýn, yüksek seçim kurulunun,
mahkemelerin ve basýnýn kendi denetimleri altýnda olmasýna
güvenerek ya hileyle seçimi ikinci tura taþýmayý, ya yeni seçimler
düzenlemeyi, ya da - acýklý bir son ihtimal olarak - Anayasal boþluktan
yararlanarak Slobo'nun Baþkanlýk süresini gelecek yaza kadar
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
165
uzatmayý planlýyorlar. Pek banal bir metafor olsa da, insan
kullanmaktan kendini alamýyor doðrusu: Slobo ve yardakçýlarý için artýk
"uzatma süreleri oynanmakta".
Halka karþý polis ve ordu þiddeti, Karadað'la "iç" savaþ tehdidi,
olaðanüstü hal ilâný ve bu eski kurtlarýn çok bilinen sayýsýz baþka
numarasý devreye sokularak o pek kýymetli ek zamanýn kazanýlmasý
hesaplanýyor. Elbette herþey olabilir, ama iþte tam da bu konuda,
zaman konusunda çok önemli bir þey unutuluyor gibi geliyor bana:
Zaman, geriye çevrilebilir bir kavram deðil. Ve oyun süresi bitti.
Haddinden fazla uzun sürmüþ iktidarlarýn iktidar sarhoþlarý anayasal
deðiþikliklerle filân bu süreyi daha fazla uzatamýyorlar, uzatsalar da
seçimleri kazanamýyorlar, kendilerini kazanmýþ gösterseler de bunu
yutturamýyorlar artýk. Dip dalgasý geliyor ve onlarý da altýna alýveriyor.
Sebebi de çok basit aslýnda: Azgýn milliyetçiliðin, diktatörlüðün,
haydutluðun zamaný geçti. Artýk normal demokrasinin, insan haklarýnýn
ve hukukun üstünlüðünün zamaný geldi.
Maalesef zaman doldu Slobo. Süre bitti. Ve iþte sana kýrmýzý kart!
166
BELGRAD'DA ZAMAN - II
28 Eylül 2000, Yeni Binyýl
Dün de söylemiþtik ama bir daha, daha yüksek sesle tekrarlamakta
çok yarar var: Slobo gitti gider, dostlar. Onun çaðýn dýþýna düþmüþ
rejimi çöktü. Kendi emrinde çalýþan Yüksek Seçim Kurulu, üstâdýn
maðlup olduðunu açýkça söylüyor, ama gizli atýlmýþ oylarý kimseciklere
göstermeden "açýk" sayýmla saydýðýnda galip Kostunica'yý gerekli
yüzde 50'nin tam altýnda tutmaya da gayret ediyor ki, iþ ikinci tura
uzasýn ve o çok hayati zaman kazanýlsýn.
Ne var ki, kazanýlacak zaman filân kalmadý ortalýkta. Sonuç kesin
ve net ortada: Yugoslav Yüksek Seçim Kurulu dýþýnda herkes, yani
baþta Sýrp halký ve tüm uluslararasý camia þunu biliyor: Seçimi
Kostunica ve yandaþlarý, yüzde 55'e yakýn oyla ve 10 puanlýk bir farkla
kazandý. Onun için de Türkiye'de dün çýkan gazetelerin hemen
tümünde yer alan "seçimler ikinci tura kaldý" haberleri doðru deðil.
Daha doðrusu, eksik: Kostunica, kendisine Miloseviç'in "el
altýndan", "özel ulaklar"la gönderdiði "ikinci tur yapalým" tekliflerini
ânýnda reddettiðini açýkladý. "Halkýn tecelli etmiþ demokratik iradesini
böylesine ayaklar altýna alma teklifini kabul etmemiz için tek bir sebep
gösteremezsiniz," diyor Kostunica. "Ne ahlâki, ne de siyasi bakýmdan."
Birbirinden asla koparýlamayacak iki canalýcý kelime iþte: Ahlâk ve
siyaset. Vojislav Kostunica, yeni binyýlýn yeni kahramanlarýndan biri:
Ahlâklý bir siyasetçi. Adý hiçbir yolsuzluk ya da zorbalýk olayý ile birlikte
anýlmamýþ, ömür boyu hukukun üstünlüðünü baþ tâcý etmiþ, saygýn bir
Anayasa hukukçusu. Çoðulcu Amerikan demokrasisinin temel belgesi,
devlet adamlarýnýn baþucu kitaplarýndan biri sayýlan ve Platon'un,
Aristoteles'in, Hobbes'un baþyapýtlarý ile ayný düzeyde tutulan "The
Federalist Papers" adlý yazýlarý kendi ülkesinin diline kazandýran
adam. Þimdi de, yalnýz hukuk, demokrasi ve adalet konularýnda deðil,
olaðanüstü zor þartlarda ülke çapýnda seçim kazandýran zekice siyasi
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
167
stratejilerin de yaratýcýsý olarak karþýmýza çýkýyor. 54 yaþýnda. 68
kuþaðýnýn erdem ve deðerlerini temsil eden pek çok kiþinin ülkelerinin
yönetimine taþýndýðý bir "yeni çað"ýn son temsilcisi olarak karþýmýzda.
Sýrbistan'ýn adýný dünyanýn büyük kesiminin neredeyse lânetle
anmasýna, Slovenya-Hýrvatistan-Bosna-Kosova insanlarýna kadýnerkek-çoluk-çocuk kan kusturan savaþlar ve yakýn tarihin gördüðü en
korkunç katliam ve ve vahþet sahnelerini yaþatan, dolayýsýyla ülkesinin
de uygar dünyadan tecrit edilmesine yol açan Savaþ Suçlarý
Sanýklarýnýn yerine taze ve temiz kan olarak geliyor Kostunica ve
yandaþlarý.
Son Helsinki zirvesinin ardýndan Açýk Radyo'da yapýlan bir
"Avrupa'ya Doðru" programýnda siyaset bilimci Cengiz Aktar,
Türkiye'nin önünde iki seçenek bulunduðunu söylemiþti: "Ya Barcelona
ya Belgrad." Yani, ya Franco faþizminden harap olmuþ Ýspanya'nýn AB
ile birlikte dünya çapýndaki müthiþ yükseliþi, ya da AB dýþýnda kalarak
Avrupa'dan ve uygar dünyadan týpký Yugoslavya gibi tecrit olmuþ ve
"parya" muamelesi gören bir ülke halinde yaþamak…
Son geliþmelerden sonra öyle görünüyor ki, metafor hükmünü
kaybediyor: Belgrad'da da zaman döndü çünkü birdenbire ve pek
yakýnda artýk "kötü örnek" olarak baþka bir kent, baþka bir ülke bulmak
zorunda kalacaðýz…
168
DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI - I
9 Ekim 2000, Yeni Binyýl
Sýrbistan'da bütün dünyanýn gözleri önünde canlý yayýnla
gerçekleþtirilen demokratik devrim, tarih kitaplarýnda, ansiklopedilerde,
üniversitelerin siyaset bilimi vb. kürsülerinde okutulan temel ders
kitaplarýnda ayrý bir bölüm olarak yerini þimdiden alýyor. Devrimin
yankýlarý
yerkürede
dalga
dalga
yayýlýrken,
basýnda
birçok
deðerlendirme ve kýyaslama yazýlarý da yayýmlanmaya baþladý tabii.
Cumartesi günkü Hürriyet gazetesinde Ertuðrul Özkök'ün "Politika"
köþesindeki yazýsý da Sýrbistan devriminden Türkiye için önemli tarihi
dersler çýkaran "kýyaslamalý tahlil"lerden biriydi. "Teþekkürler Türkiye"
baþlýklý yazý, Sýrbistan'da halkýn demokrasi ve özgürlük iradesinin hem
oy ile (seçimle) hem de sokaklara sýðmayan bir devrimci ayaklanma ile
tezahür etmesini, devrilen diktatör Miloþeviç'in gözünden ve bir
"trajedi" olarak yorumluyor: "…Diktatörlüðe dayanan güç, çoðu zaman
24 saatte kumdan þatolar gibi yýkýlýr. Sýrbistan'ýn yaþadýðý trajediye
bakýnca ister istemez þunu düþünüyorum…"
Yazýda, daha sonra, benzer dönemlerde etnik sorunlarla karþý
karþýya kalmýþ olan Yugoslavya ile Türkiye arasýnda bir kýyaslama
yapýlýyor: Bir yanda, tarumar olmuþ ekonomisi, incinmiþ milli benliði,
daðýlmýþ devleti, kaybolan yýllarý, özgüvenini yitirmiþ ordusu, yokolmuþ
"Büyük Sýrbistan rüyasý" vb. ile tam bir enkaz fotoðrafý veren
Yugoslavya var. Öte yanda da üniter yapýsýný korumuþ, terörü nötralize
etmiþ, demokrasisi ve ekonomisi yürüyen, ordusu disiplinli ve azimli,
halký devletine demokrasi yolunda vargücüyle destek veren, basýný
bilinçli, açýk toplumlu bir Türkiye fotoðrafý: 21. Yüzyýla bütün bir
cumhuriyet olarak giren güçlü Türkiye. Yazar, bu "takdir edilecek
toplumsal ve milli fotoðraf" için cumhurbaþkanlarýndan baþlayarak
bütün kadrolara, siyasetçilere, iþadamlarýna, medya mensuplarýna ve
nihayet, bütün halka teþekkür ediyor.
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
169
Meseleye böyle bakýlabilir elbette. Sýrbistan devriminin hemen
ardýndan Sýrbistan'ýn yýkýmý ile "Türkiye'nin baþarýsýnýn nelere baðlý
olduðu çok ciddi biçimde analiz" edilebilir ve Türkiye için "çok þükür,
çok þükür, bugünleri de gördük" tarzýnda bir yorum yapýlabilir. Ama,
bambaþka türden çok ciddi analizler de yapýlabilir:
"Teþekkürler Türkiye" yazýsý ile Mehmet Y. Yýlmaz'ýn -- tesadüfen
ayný gün Radikal gazetesinde yayýmlanan -- yazýsý bunun mükemmel
bir örneði. "Doðu Halklarýnýn Kaderi" baþlýklý makalede Yýlmaz,
Miloþeviç yerine dünyadaki büyük deðiþim sürecini odak noktasý
olarak seçiyor. Eski Doðu bloku ülkelerinin birbiri ardýndan
demokrasiye geçtiklerini, birçoðunun Türkiye'den önce Avrupa
Birliði'ne gireceklerini, "Batý'nýn doðusu" diye nitelediði Sýrbistan'ýn da
bu önü alýnmaz demokratikleþme sürecine boyun eðdiðini belirtiyor.
Urallar'ýn doðusunda, Kafkaslar'daki Türki Cumhuriyetlerde ve hele
Irak'ta ise deðil deðiþim süreci, zamanýn dýþýnda dahi kalmýþ "Doðu
Halklarý" için demokrasi rüyasýný bile görmenin mümkün olmadýðýný
söylüyor Yýlmaz.
Ali Bayramoðlu'nun dünkü Yeni Binyýl'daki "Irak mý, Yoksa Sýrbistan
mý?" baþlýklý yazýsýysa, tam da bu deðiþme sürecinden yola çýkýyor ve
þöyle bitiyor: "Sýrbistan olayý hemen her yönüyle haykýrýyor: Artýk
deðiþme zamanýdýr; yoksa tren kaçacak…"
Sýrbistan devriminin herkesi tahlile zorladýðý apaçýk.
170
DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI - II
11 Ekim 2000, Yeni Binyýl
Milenyum'un ilk büyük devrimci hareketi Sýrbistan'da ortaya
çýktýktan sonra hem Yugoslavya - Türkiye ekseni üzerinde hem geriye
hem de ileriye yönelik kapsamlý tahlillerin basýnda boy gösterdiðini
belirtmiþtik. Bunlardan biri, Özkök'ün Hürriyet'teki "Teþekkürler
Türkiye" yazýsýydý. Burada yazar etnik çatýþma/terör, milli kimlik,
devlet-halk iliþkisi, ekonomi, medya, deðiþime kapalýlýk, demokrasi ve
açýk toplum gibi açýlardan Yugoslavya'yla Türkiye'yi karþýlaþtýrýyor ve
birinciyi trajik bir enkaz, ikinciyi, yani Türkiye'yi ise dinamik bir dev
olarak niteliyordu.
Ýki ülkedeki olaylarýn son 15 yýlýna ayný açýlardan bakmaya
çalýþalým:
Miloþeviç yönetimindeki Yugoslavya 10 yýlda 4 savaþa önayak oldu,
ýrkçý ve azgýn bir milliyetçilikle büyük bir etnik temizlik harekâtý yürüttü,
onbinlerce Boþnak, Hýrvat, Kosovalý Arnavut sivil, iþkenceyle ya da
yargýsýz infaz yöntemiyle öldürülüp toplu mezarlara gömüldü,
yüzbinlerce insan sürgüne daðýldý… Sýrbistan'da ve Bosna'da ýrz
düþmaný paralý katil çeteleri oluþtu, uyuþturucu ve silâh kaçakçýlýðý aldý
yürüdü, hunharca cinayetler birbirini izledi, Miloþeviç'in yakýn çevresi
ve akrabalarý büyük yolsuzluklara karýþtý, paralar yabancý bankalarýn
gizli hesaplarýna uçtu… Enflasyonun yüzde 3000'e kadar çýktýðý
ekonomi çöktü, uluslararasý ambargo geldi, ülke NATO bombalarý
altýnda hem sosyal hem de ekolojik bakýmdan aðýr þekilde
hýrpalanýrken dünyadan da tecrit oldu… Muhalefette ve baðýmsýz
basýnda öne çýkanlar ya öldürüldü ya susturuldu, seçimlerde sayýsýz
hile yapýldý.
Ve fakat sonunda bu çürümüþ ve otokratik iktidar, oy ve sokaðýn
birleþmesi sonunda bir günde yerle bir oldu. Bir gün içinde normal bir
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
171
demokrasiye geçiþin ipuçlarý boy veriverdi. O kadar ki, saygýn
uluslararasý gazetelerin yorumcularý þimdi Belgrad'ýn Balkanlar'da
demokratik hayatýn merkezi olmaya aday olduðunu belirtiyorlar. (New
York Times, 7 Ekim)
Türkiye'de durum Balkanlar'dan çok farklýydý elbette. Eksikli ve
"yarým" olmakla eleþtirilmesine karþýn, Türkiye'deki rejimin Miloþeviç'in
ýrkçýlýk kültürüyle yoðrulmuþ vahþi otokratik yönetimiyle ayný kefeye
konmasý düþünülemez. Bununla birlikte, müthiþ iyimser, toz pembe bir
tabloya varmak için de çok fazla sebep görülmüyor.
Sýrbistan'ta Miloþeviç yönetimiyle ayný dönemde, Türkiye'de
seçimle gelmiþ yönetimler ve silahlý kuvvetler, ayrýlýkçý PKK ile
mücadele ettiler. Herkesin bildiði gibi, bu çatýþmalarda 15 yýlda büyük
çoðunluðu sivil 40 bin civarýnda insan öldü ve milyonlarca kiþinin
zorunlu olarak yer deðiþtirdiði büyük bir göç dalgasý meydana geldi.
Dünya çapýnda uyuþturucu ve silâh kaçakçýlýðý aldý yürüdü, hunharca
cinayetler birbirini izledi. Paralý katil çetelerinin siyasetçilerle kolkola
gezdiði Susurluk, TC tarihinin en büyük rezaleti olarak patlak verdi ve
bunun hesabý sorulamadý. TC tarihinin gördüðü en büyük katliam
olaylarýndan bazýlarýný gerçekleþtiren Hizbullah'ýn kasetlerinde de
vahþet açýsýndan Sýrplarýn Srebrenica mezalimini pek aratmayacak
görüntüler sergilendi ve bu çetenin durumu araþtýrýlýyor. Faili meçhul
cinayetlere kurban giden gazetecilerin, yazarlarýn, profesörlerin ve
onlarla birlikte yaklaþýk 17 bin kiþinin âkýbeti meçhul… Ýþkence ve
insan haklarý ihlallerinin ülke çapýnda çok yaygýn olduðu hem
uluslararasý kuruluþlarýn, hem de bizzat Büyük Millet Meclisi'nin
hazýrladýðý raporlarda ayrýntýlý bir biçimde dile getirildi. Ayný dönemde,
Milli Güvenlik Kurulu'nun giriþimiyle iktidarýn yapýsýný deðiþtiren 28
Þubat müdahalesi gerçekleþtirildi…
Sýrbistan'la Türkiye'nin içinden geçtikleri hareketli 15 yýlýn
yolsuzluklar, ekonomi, uluslararasý alanda konuþlanýþ ve çevre gibi
konulardaki durumuna da yarýnki yazýda göz atalým isterseniz.
172
DEVRÝM SONRASI SIRBÝSTAN TÜRKÝYE KARÞILAÞTIRMALARI - III
12 Ekim 2000, Yeni Binyýl
Son 15-20 yýl içinde sosyal bakýmdan "travmatik" bir dönem
geçirmiþ - çevresine de tam anlamýyla kan kusturmuþ - olan
Sýrbistan'da büyük bir halk hareketi sonucunda ülkenin kendini
"yeniden tanýmlamasý" süreci dramatik bir þekilde gündeme geldi.
Bunun dünya çapýndaki yankýlarý sürüp giderken, elbette Türkiye'den
de pek çok yazarýn, siyaset bilimcinin karþýlaþtýrmalý tahlilleri geliyor.
Ayný dönemde kendisi de benzeri bir travma dönemini geçirmiþ olan
Türkiye'nin, Sýrbistan'a oranla çok daha saðlýklý bir sosyo-ekonomik
geliþim yaþadýðý da böyle tahliller arasýnda dile getiriliyor.
Bununla birlikte, ülke tarihinin en büyük rezaletlerinin dipdiri bir
þekilde karþýmýzda durduðu gerçeði de herhalde herhangi bir sosyo ekonomik tahlilde ihmal edilmemesi gereken bir husus. Son bir - iki
ayda gazete manþetlerini ve haber bültenlerinin baþ köþelerini iþgal
eden hayali ihracat ve banka boþaltma skandallerini yalnýzca ortada
dönen meblâðlarýn büyüklüðü açýsýndan ele alsak bile, ahlâki
çürümüþlük boyutlarýnýn Sýrbistan'dakinden pek de aþaðý kalmayacaðý
açýkça ortada. Her kýstasa göre nisbeten küçük bir bankanýn kendi
sahipleri tarafýndan bir çete kurulmasý suretiyle soyulmasý olayý, yalnýz
zarar gören belirli sayýda mudi açýsýndan deðil, Türkiye ekonomisinin
bütünü açýsýndan ciddi bir zarar ortaya çýkartýyor. Orantýsýz büyüklükte
bir hasar durumu yani.
Bu, meselenin sadece bir yönü üstelik. Ýkinci ve belki çok daha
çarpýcý olan yönse, "küçük resim"den büyük ülke tablosuna da
ulaþýlabiliyor olmasý. "Ýkinci Yahya" olayýný ele alan gazete
haberlerinde soruþturma kapsamýnda sanýk, þüpheli, "köstebek",
avukat, ortak ya da iþadamý olarak zikredilen bütün isimleri alt alta
dizerek bir "veri tabaný" oluþturduðumuzu düþünelim. Bu basit iþlem
Rüzgara Karþý II- Ömer Madra
173
sonunda karþýmýza çýkan gerçek (ya da yanýlsama) nedir: Baþka
büyük banka soygunlardan, baþka büyük cinayet dâvâlarýndan, baþka
faili meçhul kalmýþ olaylardan, büyük uyuþturucu ve silâh kaçakçýlýðý
olaylarýndan, bürokrasi - siyaset - çete iþbirliklerinden, karapara
aklama dâvâlarýndan hatýrladýðýmýz "namlý" isimler bir kez daha
burada karþýmýzda resmi geçit halinde. En namlý gangsterler, en namlý
soyguncular,
hýrsýzlar,
katiller
yine
burada
anýlýyorlar
iþte.
Soygunculara yardakçýlýk eden medya mensuplarýndan bile söz
ediliyor. Ve nihayet, Susurluk bile eksik deðil!
Miloþeviç'in yakýn çevresiyle, akrabalarýyla birlikte Sýrbistan'da ve
Bosna'da oluþturduðu menfaat çeteleri, bu taraftan bakýlýnca epey
karanlýk görünüyor, bu doðru. Ama, oralardan bakýldýðýnda buralarýn
renginin pembe olduðunu söyleyebilir misiniz?
Renklerin yeniden tanýmlanmasý zamaný Sýrbistan için olduðu
kadar, Türkiye için de gelmiyor mu peki?
i
“Bu çabanýn kendisi bir kurtuluþtur belki.”
Ömer Madra ile “Rüzgâra Karþý II” üzerine söyleþi.
a l t K i t a p : Kitabýnýzda insanlýðý ve dünyayý ilgilendiren çok önemli ve
yaþamsal konularý gündeme getiriyor, aydýnlatýcý yorumlarda
bulunuyorsunuz. Ve birçok yazýnýz insanlara, okurlara bir 'seslenme'
tonunda… Araþtýrýyorsunuz, düþünüyorsunuz ve bunlarý
'seslendiriyor'sunuz. Bilgi, 'deðiþtirmek' için yeterli olabilecek mi? Merak
etmek, araþtýrmak ve bilgiyi yaymak konusunda birçoklarýna örnek olan bir
yazar olarak, kültürel ortamýmýzýn bugünü ve geleceði konusunda yorumda
bulunur musunuz?
Ö m e r M a d r a : Sorunuzda bana neredeyse yarý - tanrýsal bir "tepeden
bakýþ" atfediyorsunuz ki, maalesef doðru bu galiba.
Nereden geliyor bu acaip tavýr? Bunu epey düþündüm ve önce çeyrek
yüzyýl geriye gittim.
Fi tarihinde uzun süre asistanlýðýný yapma onuruna eriþtiðim Profesör
Seha L. Meray vardý. Bilge, zeki ve komikti. Seha Hoca, AÜ Siyasal Bilgiler
Fakültesi'nde genç öðretim üyelerinden bir grubu bazý günler - genellikle
öðle yemeklerinden sonra - Fakülte'nin o kasvetli salonlarýndan birinde
etrafýnda toplardý. Daha doðrusu, biz delifiþek gençler, kendimizi onun ýþýltýlý
kiþiliði etrafýnda toplanmýþ buluverirdik. O buluþmalarda Seha Hoca dünya
ve insanlýk meseleleri üzerinde adamakýllý gýrgýrla karýþýk tartýþmalý
sohbetlere animatörlük - monitörlük arasý bir rol üstlenerek öncülük ederdi.
Hepimizi de iþletirdi bu arada, ama bunun farkýnda olduðumuzu
sanmýyorum.
Çok kaba bir benzetme olacak ama, bana nedense Platon'un
Akademia'sýný hatýrlatan bu toplantýlarda hýzýný alamayýp çok yükseklerden
uçuþa geçen tipler daima olurdu. Hepimiz için geçerliydi bu genelleme. Ýþte
o tiplerden biri ateþli nutkunun tam ortalarýnda bir yerlerdeyken, Seha Hoca,
birden nazikçe onun sözünü keser, etrafýndakilere onu bir kez daha "takdim
eder"di: "Arkadaþlar, þu anda 'Dünya ve Ben' kürsüsünden filânca
konuþuyor; onu dinliyorsunuz!"
Bu pek uzun "girizgâh"ýn ardýndan soruya dönersek, benim bu kibirli,
"malûmatfuruþ" ("dünya ve ben") tavrýmýn kökenlerini ta 70'lerin ortalarýndaki
bu "Platonik" ya da "Sehaî" akademya günlerine kadar geri götürebiliriz
galiba.
Söyleþi- Ömer Madra
ii
Hatta daha da geriye. Üstüme nereden yapýþtýðýný artýk gerçekten iyi
hatýrlamadýðým bir ansiklopedik merak, bu çocukluk meraký, ilelebet devam
etti. 1980'lerin baþýnda önce Enis Batur, hemen ardýndan da Oruç Aruoba
ve Sevin Okyay'la oluþturduðumuz ortak çalýþma ve PÜM (proje üretim
merkezi) yýllarý da bu "merâkizade"liði epey ileri boyutlara taþýdý. Biraz da
"son ansiklopedistler" gibi gördük kendimizi; sanýrým hâlâ da öyle görüyoruz.
Ansiklopedik bakýþ, romanýma, deneme yazýlarýma ve tabiî Açýk
Radyo'daki yayýnlara bir ölçüde damgasýný vurdu.
Sonuçta, son sýralarda vardýðým noktanýn, tüm olumlu ve olumsuz
yananlamlarýyla birlikte, bir tür sokak filozofluðu olduðu söylenebilir belki.
Ýnsanlýðýn aptallýðýnýn ancak sonsuzluk kavramýyla kýyaslanarak
ölçülebileceðini söyleyen Fransýz yazara (adýný maalesef hatýrlayamýyorum)
katýlmamak mümkün deðil. Hayata böyle bakmanýn acý verici bir yaný
olduðu doðru, ama eðlenceli ve çok rahatlatýcý bir tarafý olduðu da kuþku
götürmez doðrusu.
Epey bir süredir, "bilginin özgürce dolaþýmý" konusuna kafayý taktýðýmý
düþünüyorum. Daha doðrusu, özgür bilgi deðiþtokuþunun, yeryüzünün en
önemli konusu olduðunu. Daha daha doðrusu, bilgi edinme hakkýnýn insan
haklarý sýralamasýnýn en üst sýralarýndan birini iþgal ettiðini. Bilginin
"deðiþtirici" rolünü yadsýmak herhalde mümkün deðil, ama günümüz
dünyasýnda gerçek bilgiye ulaþmak mümkün mü, iþte onu bilmiyorum.
Yeryüzündeki saatte birkaç milyar telefon, faks, teleks ve internet mesajýnýn
izlenip tasnif edildiði bir ortamda, insanýn George Orwell'i hayýrla yâd
etmemesi çok zor.
"Aðbi"nin ve ilkgençliðimde inandýðým, sonra hepsini yadsýdýðým tüm
komplo teorilerinin hepsinin doðru çýktýðýný þimdi görmek, insana hem
þaþkýnlýkla karýþýk bir dehþet, hem de garip bir rahatlýk veriyor.
Ýþte bu büyük paradoks içinde hababam çalýþýp, hababam bir takým
"olmayan" bilgilere ulaþýp, sonra da bunlarý paylaþmak ve yaymak
peþindeyim. Sisifos'a göz kýrparak. Ülkeler ya da insanlar için bir çözüm ya
da kurtuluþ olabileceði düþüncesini hanidir terkettim, ama þu da var: Bu
çabanýn kendisi bir kurtuluþtur belki.
a l t K i t a p : Önemli bir yayýncýlýk geçmiþine (ve kariyerine) sahip bir yazar
ve akademisyen olarak sanal yayýncýlýk konusunda ne düþünüyorsunuz?
Ö m e r M a d r a : Sanal yayýncýlýk konusuna gelince, bilinen anlamýyla
kitabý ve yayýncýyý aradan çýkarýp, "bireye göre biçilmiþ kaftan" usulüyle
çalýþmanýn bana verdiði keyiften fazla birþey söyleyebilecek durumda
deðilim doðrusu. Belki, editörümün bu "kitab"a almamayý seçtiði
yazýlarýmdan birinden bir-iki satýrlýk alýntý da yapabilirim:
"Bildiðimiz anlamýyla kitabý ve asýl yayýncýyý ortadan kaldýrmayý
amaçlayan bu sistemin [Stephen King'in "The Plant" adlý kitabýný sadece
Internet üzerinden yayýnlamasi sisteminin] iþleyip iþlemeyeceðini kimse
bilmiyor. Ýþ yürümezse, fazla sorun yok: Yeni bir giriþime kadar herþey eskisi
Söyleþi- Ömer Madra
iii
gibi olacak gibi görünüyor. Ama bir de yürürse, iki þey hiçbir zaman eskisi
gibi olmayacak kadar deðiþebilir:
1) Kurulu düzen dýþýnda kendisine bir ufuk gören sýra dýþý yazarlar için
yeni bir yol açýlmýþ olabilir.
2) Büyük yayýncýlarýn elektronik yayýncýlýk sürecine ne gibi bir artý deðer
kattýklarýný, yani varlýk sebeplerini ispatlamalarý gerekecek."
Bunun ötesinde bir de þunlar söylenebilir: Sanal yayýncýlýk: Bilginin
siberuzayda mutlak anlamda özgürce dolanýp durmasý "ütopyasý"
doðrultusunda - tabiî ki umarsýz - bir çaba daha. Ayrýca, sayfa ve kapak
tasarýmýný, cildini mildini dilediðinizce yapabileceðiniz bir nesne iþte, bir
oyuncak. Ve dahi: Teknolojinin yararýnýn zararýndan aðýr bastýðý
durumlardan biri. Nihayet: Her zaman çok uygun kullanýldýðýndan pek emin
olmadýðým "sanal" kelimesi bu baðlamda bayaðý oturuyor yerli yerine.
Öyle deðil mi, ey kari?

Benzer belgeler