pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
Transkript
pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
Editörden TEKSTİL İŞVEREN 376 - Temmuz 2011 Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Adına İmtiyaz Sahibi HALİT NARİN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü AV. BAŞAR AY Yayın Danışma Kurulu SEVİL BURSA TUĞRUL BORNOVALI AV. SAMİM ERGENELİ Basın Müşaviri MİNE ŞENKUL ERGÜVEN Yayın Kurulu LERZAN ÖZTÜRK AV. ÇİĞDEM SUBAŞI AV. ÖMER EMRE KAYNAK BORA KOCAMAN CEREN ERMİŞ MERVE ŞENEREN İdari Merkezi TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI Metrocity A Ofis Blok Büyükdere Cad. No: 171 K.19 34330 1. Levent-İstanbul Tel: (0212) 344 07 77 (pbx) Fax: (0212) 344 07 66-67 İnternet Adresi www.tekstilisveren.org.tr Ofset Hazırlık DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. Tel: (0216) 681 18 39 Grafik Tasarım ve Uygulama ALİ BAYRAM Basıldığı Yer DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. “Globus Dünya Basınevi” 100. Yıl Mah. 34440 Bağcılar-İstanbul Tel: (0212) 629 08 08 Basıldığı Tarih: 8 Temmuz 2011 Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın ISSN: 1307-6566 Tekstil İşveren Dergisi, Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası tarafından aylık olarak yayınlanır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Dergide bulunan imzalı yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. GÜÇLÜ EKONOMİ İÇİN GÜÇLÜ TEKSTİL Avrupa'nın önemli bir ekonomik krizle boğuştuğu bir ortamda Türkiye, bir seçim yarışını daha geride bıraktı. 12 Haziran'da AK Parti yüzde 50 oy alarak üçüncü kez seçimin galibi oldu. Oylarını yüzde 5 artırarak çoğu kimsenin öngörmediği önemli bir başarı kazanan AK Parti'nin üçüncü kez iktidara gelmesi ve seçim sonrası yaşananlar geçtiğimiz ayın en önemli konusuydu. Bir yandan AK Parti'nin nasıl yüzde 50'yi yakaladığı konuşuldu. Bir yandan da tutuklu vekiller ve yemin tartışmaları yaşandı. Seçim sonuçlarında en öne çıkan yorum, ekonomideki 'istikrarın sandığa yansıması' şeklindeydi. Kimi yorumlarda, dünyada yaşanan ekonomik krize rağmen, ülke ekonomisini yönetmedeki ustalığın seçim sonuçlarına yansıdığından, kimi yorumlarda ise geçmişteki acıları bir daha yaşamak istemeyenlerin tek parti iktidarını tercih ettiğinden bahsedildi. Halkın mesajına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise "Biz, yüzde 50'nin bize neden oy vermediğini araştırıyoruz" sözleriyle yorum getirdi. Sonuçta Meclis değişti. AK Parti tek başına iktidar olurken, iş dünyasında büyüme odaklı politikaların devam edeceği yönündeki umutları da artırdı. Gerçi seçimler öncesinde siyasi partilerce Türk ekonomisiyle ilgili verilen vaatler 3 aşağı 5 yukarı aynıydı. Tüm partiler neredeyse Cumhuriyet'in 100. yılı olan 2023'e odaklı programlarla seçime girdiler. getirmek" diyerek hedefin 'yeni bir ekonomik kalkınma' olduğunu açıkladı. Peki, bu nasıl sağlanacak? Şüphesiz dünyada ilk 10'a girmeyi amaçlayan Türkiye'yi bu hedefe taşıyacak olan sektörlerden en önemlisi de tekstil ve hazır giyim. Çünkü bu sektör dünyada birçok alanda ilk 10'a çoktan girdi. Hatta bazı alt dallarda şampiyonluğunu ilan etti. Detaylarını sayfalarımızda okuyacağınız verilere göre Türkiye tekstil ihracatında dünyada 8, hazır giyimde ise 4'üncü sırada. Aynı zamanda Türkiye, tekstil-konfeksiyonda Çin’den sonra Avrupa'nın ikinci büyük tedarikçisi konumunda. Örnekleri çoğaltmak mümkün. İç giyim ihracatında Türkiye, dünyada 3'üncü, çorap üretiminde ise ikinci. Kot kumaşı üretiminde dünya lideriyiz. Halı ve ev tekstilinde ise 4'üncüyüz. Aynı şekilde yatırımlarda da dünyada ikinci olan tekstil sektörü, milli gelirin de neredeyse yüzde 10'unu sağlıyor. İşte Türkiye'yi 2023'teki 500 milyar dolarlık ihracat hedefine taşıyacak sektörün geldiği nokta bu. Bugün Türkiye 30 yılda 27'nci büyük ekonomiden 16'ncı büyük ekonomi haline geldiyse tekstilde yakalanan bu nokta sayesinde ulaşıldı. Şimdi hedefi daha da büyük olan Türkiye'nin daha güçlü bir tekstile ihtiyacı var. Bunu sağlayacak formül ise siyasi iradenin elinde. Daha fazla ilgi, daha fazla destek.... İş dünyasına göre seçim öncesi 'güçlü ekonomi' sözü veren AK Parti'nin önünde şimdi üç temel konu var: İş, aş ve yeni anayasa... Daha çok istihdam, reel ekonomiye daha çok kazanç ve bu iki alandaki gelişimi hızlandıracak yeni bir anayasa... Bu üç alanda yapılacak reformlar şüphesiz Cumhuriyeti'nin 100. yılında 500 milyar dolarlık bir ihracata ulaşmak ve dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmek isteyen Türkiye için vazgeçilmez. Başbakan Erdoğan da "Bizim derdimiz 100. yılda sadece ihracatı 500 milyar dolar rakamına ulaştırmak değil. Bölgesinin en güçlü, modern, istikrarlı bir ülkesi haline Sayı: 376 - Temmuz 2011 1 İçindekiler 10 KAPAK 04 Tekstil ve hazır giyimde dünyanın neresindeyiz? GÜNCEL Halkın tekrar iktidara gelen AK Parti’den 3 isteği 20 21 22 Uygulamanın ilk merkezi Çerkezköy METEM tekstil sektörüne ilk mezunlarını verdi Tapudaki düşük değer sonradan nasıl yükseltilir? Dünya duruyor, düşmeyelim BİZDEN VERGİ DÜNYASI EKONOMİK DİYALOG 16 AYIN KONUSU AB ilişkilerinde rüzgâr tersine döndü 28 GÜNCEL 24 PARANIN MERKEZİNDEN Seçimlerden sonra likidite Sayı: 376 - Temmuz 2011 2 Euratex ve Eurocoton’un Genel Kurulu Brüksel’de gerçekleştirildi 30 GÜNCEL 26 Dünya tekstil sektörünün devleri pamuk fiyatlarının geleceğini masaya yatırdı FİNANS Avrupa Birliği ne durumda? 28 36 40 Seçimlerden sonra likidite Ortadoğu şablonu 21. yüzyılda değişecek Avrupa’daki kriz siyaseti de etkileyecek Gaziantep’in kilit sektörü tekstil PARANIN MERKEZİNDEN KONFERANS TEKSTİLİN KALELERİ 46 TASARIM DÜNYASI Dünya modasına yön veren Selma State, İstanbul’da kendi modaevini açtı 50 GEZİ Romalıların Uzak Diyarı’ndan Türklerin Fethiyesi’ne… 48 KÜLTÜR SANAT 52 MEDYADAN YANSIMALAR 62 İNGİLİZCE ÖZET Sayı: 376 - Temmuz 2011 3 Güncel HALKIN TEKRAR İKTİDARA GELEN AK PARTİ’DEN 3 İSTEĞİ 12 Haziran 2011 seçimlerini geride bırakan Türkiye, yeni oluşan Meclis yapısı ile 5 yıllık bir döneme hazırlanıyor. Sandıktan ‘istikrar’ mesajı çıkarken, ücretlisinden işverenine kadar halkın en büyük beklentisi tüm partilerin programında olan güçlü ekonominin uygulanması. Bunun başında da iş ve aş geliyor. Siyasal anlamdaki beklenti ise yeni bir Anayasa. Türkiye, 12 Haziran’da bir seçimi daha geride bıraktı. İki dönemdir işbaşında olan AK Parti yüzde 49.80 oy alarak seçimin galibi oldu. CHP yüzde 25.98, MHP 13.02, bağımsızlar ise yüzde 6.59 oy aldı. Üçüncü kez iktidara gelen AK Parti seçimlerde 327 milletvekili çıkarırken, CHP 135, MHP 53, bağımsızlar ise 35 milletvekili ile Meclis'e girdi. AK Parti'nin tek başına hükümeti kuracak çoğunlukla seçimleri kazanması, iş dünyasında büyüme odaklı politikaların devam edeceği yönündeki umutları da artırdı. Seçimden önce güçlü ekonomi sözü veren hükümetten şimdi 3 temel istek var. İş, aş ve yeni anayasa konusunda adımların bir an önce atılması bekleniyor. İş dünyasına göre bugüne kadarki en sakin milletvekili seçimlerini geride bırakan Türkiye’de üç ay boyunca siyaset konuşuldu. Seçimin hemen ertesinde ise tutuklu vekiller ve yemin tartışmalarının yaşandığı bir süreç ortaya çıktı. İş dünyasında şimdi merak edilen konu, siyasi tartışmaların ne zaman biteceği ve ekonominin yeniden gündemin birinci maddesi haline ne zaman geleceği… Merak edilen bir diğer konu ise ekonomi yönetiminin nasıl şekilleneceği ve bu yönetimin nasıl bir ekonomi politikası izleyeceği yönünde. Sayı: 376 - Temmuz 2011 4 Hükümetin seçim öncesi açıkladığı programa göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ustalık’ dönemi olarak nitelediği yeni süreçte ekonomi politikalarının mikro bazlı olması bekleniyor. Bu yöndeki ilk adım da seçim öncesinde yapılan kabine reformuyla atıldı. Bu amaçla devlet bakanlıkları tamamen kaldırıldı, hepsi icracı oldu. Tüm bakanlıklara ise bakan yardımcılığı kadrosu ihdas edildi. DPT ise Kalkınma Bakanlığı’nın çatısı oldu. Enerji Bakanlığı, üst kurullar ve Maliye Bakanlığı ile ilgili reform çalışmalarının ise ileri bir tarihte ele alınması bekleniyor. Hükümetin seçimden önce duyurduğu programda ise atılacak adımları “ileri demokrasi”, "büyük ekonomi”, “güçlü toplum”, “yaşanabilir çevre ve marka şehirler” ile “lider ülke” başlıkları altında topladı. Başbakan Erdoğan da seçim süreci boyunca ekonomide disiplinin tavizsiz şekilde sürdürüleceğini, daha düşük enflasyon ve faizin ekonomide öncelikler arasında yer alacağını belirtirken, ekonomik verilere ilişkin hedeflerini de sıraladı. Buna göre, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYH) 2015'te 1.076 trilyon dolara, 2019'da 1.486 trilyon dolara, 2023'de 2.064 trilyon dolara ulaşması; kişi başına milli gelirin 2015'te 14.000, 2019'da 18.685, 2023'te 25.076 dolar seviyesine çıkarılması öngörülüyor. İhracatın 2015'de 201 milyar dolara, 2019'da 317 milyar dolara, 2023'te 500 milyar dolara yükselmesi planlanıyor. Erdoğan’ın bu süreçte açıkladığı Kanal İstanbul projesi de partinin seçim vaatlerinin en dikkat çekenleri arasında yer aldı. Yeni yazılan programda neler var? Seçimden sonra yazımına başlanan 4 yıllık ekonomi programına göre ise 2015 yılı için kişi başı milli gelir hedefi 14 bin 46 dolar olarak belirlendi. Etkili sosyal desteklerle yoksullukla mücadele hedefi konulan programda, dört yıl sonrası için 2.15 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda olan vatandaş kalmaması hedefleniyor. Halen nüfusun binde 2’si 2.15 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda. Yine yeni yazılan programda hükümetin hedefleri arasında yerli üretimin desteklenmesi çerçevesinde adımlar atılması da var. Yeni dönemde cari açığa neden olan ürünlerin üre- Sayı: 376 - Temmuz 2011 5 Güncel tildiği, Kurumlar Vergisi ve sigorta priminin sıfır olduğu yeni üretim alanları belirlenecek. Bu bölgeler sanayileşmiş şehirlere yakın yerlerdeki mevcut sanayi bölgelerinin dönüştürülmesi veya bölgeler kurulması yoluyla meydana getirilecek. Cari açığın önlenmesi kapsamında ülke genelinde ihracatçı birlikleri kurulacak. Ankara OSTİM’deki bazı firmalar da ihracatçı birlikleri çatısı altında toplanacak. Katma değeri yüksek ürünlere geçiş ve üretimin artırılması sağlanacak. Dünya mal ticaretinden alınan pay yüzde 0.8’den yüzde 1’e çıkartılacak. Özel sektöre ağırlık verilecek ve özelleştirme uygulamaları sürdürülecek. Her yıl 200 bin işsiz eğitilecek ve 5 yılda 1 milyon kişi işe yerleştirilecek. İşgücü yetiştirme kurslarına ağırlık verilirken, 2009’da yüzde 23 olan işe yerleştirme oranı yüzde 40’a çıkartılacak. Türkiye’nin gemi inşa kapasitesi 3.6 milyondan 5 milyon DWT’ye çıkartılacak. 2015’e kadar yüksek hızlı demiryolu hattı uzunluğu 3 bin 500 km’ye çıkartılacak. 2015’e kadar iletişim, gözlem ve meteoroloji uydularının yerlisi yapılacak. Havaalanlarına uzak bölgelerde küçük havaalanları ve heliportlar inşa edilecek. Deniz ve göllere inebilen hava ulaşım araçları yaygınlaştırılacak. Halen 120 bin olan doktor sayısı 130 bine, 163 bin olan ebe-hemşire sayısı 238 bine çıkartılacak. Hükümetin yaşanan siyasi tartışmalar biter bitmez önceliğinin ise işsizlik olacağı belirtiliyor. Buna göre Ulusal İstihdam Stratejisi'nin ikinci ayağı yürürlüğe girecek. 2023'te işsizliğin yüzde 5'e indirilebilmesi için işgücü piyasasıyla ilgili yapısal reformlara ağırlık verilmesi planlanıyor. Hükümet, yatırım ortamının iyileştirilmesi için bir dizi reformu da hayata geçirecek. Yatırımcıları kucaklayan ve işlerini kolaylaştıran yeni bir paket Meclis'e gelecek. Yeni düzenlemenin sadece merkezi hükümeti değil yerel yönetimleri de içeren bir paket olacağı belirtiliyor. Yerli ve yabancı yatırımların artırılmasını öngören pakette, yatırım ortamının iyileştirilmesine dönük düzenlemeler de olacak. Bu düzenlemelerin ağırlığı ise ‘büyük yatırımlara özel teşvik’ verilmesini içeriyor. Halen çalışmaları süren 4 yıllık programa göre teşvik sisteminin yeniden değiştirilmesi de gündemde. DPT ve TÜİK, yeni gelişmişlik endeksi hazırladı. Endeks kapsamında, ille- Sayı: 376 - Temmuz 2011 6 rin teşvik durumu da değişecek. Bu kapsamda bazı illere daha fazla teşvik verilecek. Meclis açıldıktan sonra İstanbul'un dünyanın önde gelen finans merkezi olması için yasal adımların atılması da bekleniyor. Hazine Müsteşarlığı, finans merkezi için vergisel düzenlemelerin yer alacağı bir yasama paketini Meclis'e sunacak. SPK, BDDK ve Merkez Bankası'nın da içinde olacağı Finansal İstikrar Komitesi kurulacak. Bağımsız kurulların görev alanlarıyla ilgili düzenleme yapılacak. Görüldüğü gibi hükümetin ekonomi programı yoğun. Bu hedeflere uygun olarak hazırlanması planlanan ancak seçimler nedeniyle takvimi sarkan Orta Vadeli Program'ın da eylül ayına kadar açıklanması bekleniyor. OVP'nin temel perspektifi önceden ortaya konulmuş mali konsolidasyon duruşunun devam etmesini sağlamak olacak. Cari açıkla ilgili alınacak tedbirler de OVP'ye girecek. Kamu maliyesiyle ilgili politika araçlarının cari açıkla mücadelede kullanıldığı bir OVP hazırlanacak. BİR SEÇİM BÖYLE GEÇTİ AK Parti, 3 Kasım 2002'de yapılan genel seçimde yüzde 34 oy oranı ve 363 milletvekiliyle parlamentoya girmişti. Tek başına iktidar olan AK Parti'nin, 2007 seçiminde aldığı oy oranı ise 46.58 oldu. AK Parti, 12 Haziran’da da yüzde 49.8 oy oranı ile yeniden iktidar oldu. Deniz Baykal'ın genel başkanlığındaki CHP, 2002 seçiminde yüzde 19.39 oy oranı ile 178 milletvekili çıkardı. 2007'deki oyu 20.88 oldu. Deniz Baykal'ın istifasının ardından geçtiğimiz Mayıs ayında yapılan 33. Olağan Kurultay'a tek aday olarak giren Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin 7'nci Genel Başkanı seçilmişti. Kılıçdaroğlu, liderlik koltuğunda bir yılı henüz geride bırakırken CHP, seçim takviminin başlaması arifesinde içeride önemli gelişmeler yaşadı; partiyle özdeşleşen birçok isim yönetim ve milletvekili listelerinin dışında kalırken, Kılıçdaroğlu değişim sözünü yerine getirdiğini kaydetti. Kılıçdaroğlu'nun lider olarak yarıştığı ilk seçim olma özelliğini taşıyan 12 Haziran’da CHP oylarını yüzde 25.9’a çıkardı. Kılıçdaroğlu’nun seçimler sırasında yaptığı vaatler arasında ev hanımlarına maaş, aile sigortası uygulaması ve yeni anayasa ön plana çıkmıştı. Her yıl en az 800 bin kişiye iş olanağı, KOBİ'lere sıfır faizli kredi, ekonomi yönetimine tek çatı da yer almıştı. 2002 seçiminde baraj altında kalan MHP ise, 2007'de yeniden Meclis'e girdi, aldığı oy oranı yüzde 14.27 oldu. MHP’nin bu seçimdeki oyu ise yüzde 13’te kaldı. Seçim sürecine girilmeden önce, barajı aşıp aşamayacağı üzerine yorumlar yapılan MHP'de, bazı partililere ait olduğu ileri sürülen ve internette yayımlanan görüntülerin ardından istifalar söz konusu olmuştu. Bu gelişmenin seçmenin tercihine, MHP'nin alacağı oya ne tür etki yapacağı noktasında seçimler öncesi tartışmalar yaşanmıştı. Seçimler öncesinde seçim beyannamesini ilk açıklayan parti de MHP olmuştu. Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MHP'nin iktidara gelmesi durumunda yolsuzlukla mücadele için özerk bir kurul oluşturmayı, teşvik mevzuatını yeniden şekillendirmeyi, kamuda ücret adaleti sağlamayı vaat etmişti. Bahçeli’nin vaatleri arasında milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması, kamuya ait köprü, otoyol, baraj gibi altyapı tesisleri satmamak ve Ekonomi Bakanlığı kurmak da yer almıştı. Kapatılan Demokratik Toplum Partisi ise 2007 seçiminde bağımsız adayları desteklemişti. Bu şekilde Meclis'e giren milletvekilleri bir araya gelerek DTP grubunu oluşturmuştu. Partinin, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından kurulan Barış ve Demokrasi Partisi de bu seçimde bağımsız adayları destekledi. Seçimde yüzde 6.59 oy alan bağımsızların Meclis’teki sayısı 35 oldu. Sayı: 376 - Temmuz 2011 7 Güncel TEKSTİLCİ VEKİLLERDEN BEKLENTİLER BÜYÜK Demokrasinin vazgeçilmezi seçim, iş dünyası örgütlerinden aday olan her iki isimden birini de Meclis'e taşıdı. 12 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'ne bağlı 15 oda ve borsa başkanından 9'u Meclis'e girdi. TOBB Saymanı ve Konya Ticaret Odası Başkanı Hüseyin Üzülmez, Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, Çorlu Sanayi Odası Başkanı Özlem Yemişçi AK Parti’den Meclis’e adım atarken; Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Adana Sanayi Odası Başkanı Ümit Özgümüş de CHP’den vekil olan isimler arasında yer aldı. Meclis'e giren isimler arasında tekstil ve hazır giyim sektörünün yakından tanıdığı Domino Tekstil'in kurucusu Umut Oran da bulunuyor. CHP yönetimin aldığı karar gereği Oran henüz yemin etmezken, tekstilcileri Meclis'te temsil edecek bir diğer isim ise Turkuaz Tekstil'in kurucusu olan Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekçi oldu. Şimdi Meclis'teki iş dünyası temsilcilerinden ve tekstilci vekillerden beklentiler büyük... Tekstilciler özellikle başta enerji ve işçilik olmak üzere maliyetler üzerindeki yükün hafifletilerek sektöre rekabet gücü kazandırılmasını istiyor. Ayrıca yeni vekillerden istekler arasında, yükselen maliyetler nedeniyle iplik ve pamuklu mensucat ithal eder konuma gelen Türkiye'de katma değeri yüksek, moda ağırlıklı pahalı hazır giyim ürünlerine yönelmeyi teşvik edecek bir altyapıya zemin hazırlanması da var. Sayı: 376 - Temmuz 2011 8 Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Cem Negrin: “12 Haziran seçimleri ülkeyi 2023 hedeflerine bir basamak daha yaklaştırdı. Avrupa ve Amerika'da ekonomik tartışmaların olduğu bu dönemde, Türkiye için olabilecek en iyi sonuç budur. Türkiye toplumu her zamanki gibi ne istediğini ortaya koydu. Bundan sonra tek parti iktidarını istediğini bu seçimlerle göstermiş oldu. Ekonomik istikrarın korunabilir olması için önlemler artık daha süratli bir şekilde alınabilir. TGSD olarak da hedefimiz 2023 ve hedeflerimize bir basamak daha yaklaştığımıza kanaat getiriyoruz. İhracatın ve sanayinin büyümesi ve bu büyümenin devamlı bir hal alması için gerekli tedbirler alındığı takdirde pek çok sorun ortadan kalkacaktır. Tekstil ve hazır giyim sektörü olarak 2010'da 20.6 milyar dolar ihracat yaptık. İhracata, istihdama, döviz fazlasına en büyük katkıyı biz sunuyoruz. Sektörümüz bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da ülke için bıkmadan usanmadan çalışmaya devam edecektir.” Ankara Giyim Sanayicileri Derneği (AGSD) Başkanı Canip Karakuş: “Seçimde halkın net mesajı ‘istikrar’ oldu. Geçmişte sık aralıklarla krizler yaşamış Türk halkının istikrarın büyüsünden etkilenmemesi mümkün değil. Sandık, yeni doğan bebeğin adını ‘istikrar’ koydu. Özellikle iş dünyasının, ekonomik istikrarın sürmesi yönündeki ciddi taleplerinin sandığa yansıdığını gördük. Kimi bölgelerde siyasi beklentiler, kimi bölgelerde yatırım beklentileri, kimi bölgelerde başka talepler dile getirilmiş olsa da Türk halkının ortak bir beklentisi olarak istikrara prim verdiği bir kez daha ortaya çıktı. Türk halkı sıkça yaşanan krizler nedeniyle büyük acılar ve travmalar yaşadı. Zenginken varlıklarını kaybetti, işi varken işini kaybetti. 50-60 yıllık yaşamı boyunca 4-5 defa sıfırdan başlamak zorunda kalan insanlarımız oldu. Türk halkı artık bunları yaşamak istemediğini adeta haykırarak söylüyor. Herkesin bu gerçeği görmesi lazım. Hükümetimiz de istikrarın sürmesi yönünde bundan sonra daha büyük gayret göstermelidir.” İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği (İTHİB) Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Gülle: “Adalet ve Kalkınma Partisi, üçüncü defa tek başına iktidara gelerek, daha önceki başarılarının tesadüf ol- madığını göstermiştir. Dünyada yaşanan ekonomik krize rağmen, ülke ekonomisini yönetmedeki ustalığı, seçim sonuçlarına yansımıştır. İhracatçılar olarak 2023’teki 500 milyar dolarlık hedefe varmaya daha iyimser bakıyoruz. Mevcut ekonomi politikalarına bir kaç takviye yapılması gerektiğini düşünüyorum.” İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Tanrıverdi: “Seçimle birlikte 2023 hedeflerine bir basamak daha yaklaşıldı. Tek parti iktidarının, sorunların daha rahat çözülmesini sağlayacağına inanıyoruz. Bunun için yeni hükümetin siyasi istikrarın yanı sıra ekonomik istikrarı da sağlayacak önlemler alması gerekiyor. Yeni hükümet için anayasa önemli bir gündem maddesi olacak ancak ekonominin en büyük beklentisi cari açığın bir sorun olmaktan çıkarılması. İhracatın ve sanayinin büyümesi ve bu büyümenin sürekliliğinin sağlanması için gerekli tedbirler alınmalı. İstihdam deposu olan sektörümüze istihdam vergileri açısından pozitif ayrımcılık yapılarak üretimin Anadolu'ya taşınması teşvik edilmeli. Ayrıca son dönemlerde artan sanayi ve ihracatçı kredilerindeki maliyet artışı gözden kaçırılmamalı.” Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay: “Dünyada bunalımın etkileri devam ederken, ekonomideki istikrarlı ve süratli büyümenin en önemli emarelerinden olan istikrar ortamının devamlılığı ve bu sürecin sürdürülebilir olması adına ülkemizde demokratik bir seçimin yapılmasından memnuniyet duyuyoruz. Seçimlerin hemen ardından mevcut ekonomik politikaların aksamadan sürmesi en temel beklentimiz. Cari açığın kapatılması konusunda çalışmaların hızlandırılması ve dış ticaret açığını kapatacağına inandığımız Girdi Tedarik Stratejisi'nin geliştirilerek uygulamaya konulması öncelikli beklentilerimiz arasında. Yeni dönemde üretici ve ihracatçının dış pazarlarda rekabet gücünü artıracak uygulama ve desteklerin artırılarak devam edeceğine inanıyoruz.” Sayı: 376 - Temmuz 2011 9 Kapak TEKSTİL VE HAZIR GİYİMDE DÜNYANIN NERESİNDEYİZ? Cumhuriyet'nin 100. yılında 500 milyar dolarlık bir ihracata ulaşmak ve dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmek isteyen Türkiye'yi şüphesiz bu hedefe taşıyacak olan sektörlerden biri de tekstil ve hazır giyim. Ancak tekstil ve hazır giyim sektörü daha şimdiden birçok alanda ilk 10’a girdi. Tekstil İşveren Dergisi olarak alt sektörleriyle, ürün gruplarıyla Türkiye’nin dünya ve AB pazarındaki yerini ve büyüklüğünü sizin için tek tek araştırdık. İşte dünyada Türk tekstil ve hazır giyim sektörünün yeri… Türkiye, son 30 yılda 27'nci büyük ekonomiden 16'ncı büyük ekonomi haline geldi. Avrupa'nın 6'ncı büyük ekonomisi olan Türkiye'nin şimdi daha büyük hedefi var: Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılında 500 milyar dolarlık bir ihracat rakamına ulaşmak ve dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmek. Şüphesiz Türkiye'nin dünyada ‘ilk 10’a girmesinde önemli rol oynaması beklenen sektörlerden biri de tekstil ve hazır giyim. Ancak tekstil ve hazır giyim sektörü şimdiden birçok alanda ilk 10’a girdi bile. Hatta bazı alt sektörlerde ya lider ya da liderliğe oynuyor. Türkiye toplam 20 milyar doları aşan tekstil ve hazır giyim ihracatıyla dünyada ilk 5 arasında yer alıyor. Türkiye 6.3 milyar dolarlık tekstil ihracatıyla 8'inci sırada, hazır giyimde ise 14 milyar doları geçen ihracatla 4'üncü sırada bulunuyor. Türkiye, tekstil-konfeksiyonda Çin’den sonra Avrupa'nın ikinci büyük tedarikçisi konumunda. Tekstilde dünyadaki başlıca ithalatçılar sırasıyla, AB (25 ülke), ABD, Çin, Hong Kong, Japonya, Meksika ve Türkiye... Dünya tekstil ihracatında ise yine ilk sırada yer alan Çin’i takip eden ülkeler AB (25 ülke), Hong Kong (ağırlıkla re-export), ABD olurken, Türkiye, dünya teks- Sayı: 376 - Temmuz 2011 10 tilinde yüzde 3.5’lik payı ile 8'inci büyük ihracatçı konumunda. Ülkemiz ithalatta ise konfeksiyon ihracatımızdaki artışa bağlı olarak, büyük ölçüde hammadde ihtiyacını karşılamaya yönelik ithalatta sürekli artış kaydederek tekstil ithalatında 7'nci sırada bulunuyor. Tekstil ve hazır giyim sektörü alt kalemler itibariyle de bazı alanlarda liderliğe oynuyor. İç giyim ihracatında Türkiye, Çin ve Hong Kong'un ardından dünyada 3'üncü durumda.1.5 milyar dolarlık üretim değeriyle Türk çorap sektörü ise gelişmiş üretim kapasitesi, kullanılan ileri teknoloji ve tasarımı ile dünya çorap üretimi ve ihracatında önemli bir konumda bulunuyor. Dünya ikincisi olan Türk çorap sektörü Avrupa’da her 10 kişiden birine çorap giydiriyor. Türkiye 2010’da 975 milyon dolarlık çorap ihracatı gerçekleştirdi. 7 bini direkt olmak üzere yan sanayi ve hizmet sektörüyle beraber 11 bin çalışanı olan çorap sektörünün 2010’da en fazla ihracat yaptığı ülkeler arasında İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya ve Hollanda yer alıyor. ring iplik üretiminde dünya beşincisi, open-end iplik üretiminde dünya dördüncüsü olan Türk iplik sektörü, Türkiye’de ise otomotivden sonra en büyük sanayi dalı haline geldi. Dünya iç giyim ihracatının yüzde 10’unu, çorap üretiminin ise yüzde 8'ini gerçekleştiren Türkiye, kot kumaşı üretiminde ise dünya lideri. Türkiye 190 milyon çift ayakkabı üretimiyle dünyada 9'uncu, deri ve deri giyim üretiminde 8'inci, halıcılık sektöründe ise 4'üncü büyük ihracatçı. Türkiye'nin 4'üncü olduğu bir diğer alan ise ev tekstili. Türkiye, pamuk üretiminde dünyada 7’nci, pamuk tüketiminde dünyada 4’ncü, elyaf ring iplik üretiminde dünyada 5’nci, open end iplik üretiminde dünyada 4’üncü, organik pamukta ise dünya lideri. Türk iplik sektörü Avrupa’da birinci, dünyanın ise üçüncü büyük üreticisi konumunda bulunuyor. Kısa elyaf Sayı: 376 - Temmuz 2011 11 Kapak İplikteki kadar olmasa bile, pamuklu dokuma sektörü de oldukça yeni makine parkına sahip. Uluslararası Tekstil Üreticileri Federasyonu (ITMF), makine sevkıyatı verilerine göre, 10 yaşından eski olmayan makine parkının toplam içindeki payı, Türkiye’de dünya ortalamasının iki katı. Yine ITMF verilerine göre, Türkiye son 5 yılda, dünya yuvarlak örgü makinelerinin yüzde 10’unu satın alarak, Çin Hak Cumhuriyeti’nden sonra 2'nci büyük yatırımcı oldu. Örme hazır giyim ihracatına paralel olarak pamuklu örme üretimi son 10 yılda hızlı bir şekilde artış gösterirken, kapasite kullanım oranı kapasite artışına paralel bir seyir gösteremeyerek, yüzde 50'ler seviyesinde kaldı. Sentetik iplik sektörü dünyanın yedinci büyük kapasitesine sahip. Türkiye, aynı zamanda AB’nin en büyük sentetik kapasitesini temsil etmekte. Türkiye tekstil alanında yaptığı yatırımlarla da dünyada ilk 10 içinde yer alıyor. Ring sistemde dünyanın en büyük kapasiteye sahip ülkeleri arasında 7'nci, yuvarlak örme makinesi ve open-end sistemde ise Çin'in ardından 2'ci sırada bulunuyor. Sadece teşvikli yatırımlara bakıldığında Türkiye'de 1990'dan sonra 20 yılda 537 milyar dolar yatırım yapılırken, bu yatırımların 102 milyar dolarlık bölümünü dokuma ve giyim sektörü oluşturdu. Türkiye sektöre yaptığı yatırımlar sonrası ortaya çıkan bu konumu itibariyle, Çin’in arkasından dünyanın tekstil makinelerine yatırım yapan en büyük yatırımcısı haline geldi. Türkiye dokuma sanayinde de, AB ülkeleri ve ABD’den daha genç ve yeterli kapasitede makine parkına sahip. Ancak yeterli altyapı ve makine kapasitesine sahip bulunan örme (düz, yuvarlak ve çorap) sanayinin alt gruplarından yuvarlak örmede yüzde 50 kapasite fazlalığı bulunuyor. Türk tekstil ve hazır giyim sektörü hazırlanan rekabet endeksinde de dünyada 2'nci sırada yer alıyor. Yapılan değerlendirmeye göre sırasıyla Çin, Türkiye ve Güney Kore en rekabetçi ülke konumunda. 5 puan üzerinden yapılan hesaplamaya göre Türkiye'nin en dezavantajlı olduğu nokta ise işçi ücretleri. Yapılan puanlamaya göre Türkiye işçi ücretinde az rekabetçi olduğunu gösteren 2 puanda kalırken, örme dokuma bilgisi ile konfeksiyon bilgisinde 5 tam puana sahip. Birim maliyetinde 3 puanı bulunan Türkiye'nin operasyon becerisi, yönetim becerisi ve terbiye-boyama bilgisi alanında ise aldığı 4'er puanla rekabet ortalaması 3 puan düzeyinde. Türkiye'nin önünde ise 4 puanla Çin bulunuyor. Tekstil ve hazır giyim sektörü birlikte değerlendirildiğinde Türkiye'deki konumu da zirvede bulunuyor. Gayri Safi Yurt İçi Hasıla, imalat sanayi ve toplam sanayi üretimindeki pay, ihracat, ekonomiye sağladığı net döviz girdisi, istihdam, yatırımlar, dışa açıklık ve makro-ekonomik büyüklükler açısından Türkiye’nin birinci sektörü olan tekstil ve hazır giyim sanayi, ülkemiz GSYİH’nin yaklaşık yüzde 10’unu sağlıyor. Türkiye’nin iplik üretim kapasitesi; 2.3 milyon ton kısa el- Sayı: 376 - Temmuz 2011 12 TEKSTİL VE KONFEKSİYONDA GÜÇLÜ YANLARIMIZ TEKSTİL VE KONFEKSİYONDA ZAYIF YANLARIMIZ • Coğrafi konum. • Teknik, sosyal, idari know-how. • Örgütlü ve etkin yapı. • Tam entegrasyon, üretim zinciri/paket servisi (full package). • Genç nüfus/nitelikli iş gücü. • İnsan ve çevre sağlığına uygun üretim ve standardizasyon (konfeksiyon). • AB ile Gümrük Birliği. • STA tercihli ticaret anlaşmaları pazara giriş. • Hızlı teslimat. • Esnek üretim. • Lojistik. • Gelişmiş bir tekstil terbiye sektörünün olması. • Makine parkının yeni olması. • Organize perakendeciliğin gelişiyor olması. • Organik pamukta dünya liderliği. • Bürokrasi, özel sektör arasındaki sürdürülebilir işbirliğinin, koordinasyonun kurumsallaştırılamaması. • Tekstil sektörünün envanterinin ve yol haritasının çıkarılamamış olması. • Sektör içerisinde alt sektörler arasında koordinasyonun ve işbirliğinin yeterli şekilde sağlanamaması. • Üretim sürecinin maliyetlerinin yüksekliği, rekabetsizliği (enerji, SGK primleri, finansman maliyetleri, istihdam vergileri, KDV). • Türkiye’ye haksız ithalat yoluyla gelen malların maliyetlere etkisi ve kapasite kullanım oranının düşmesi, sabit giderlerin artması. • Teknoloji + Ar-Ge + Eğitim politikasının eksikliği ve kalitesinin yetersizliği. • Tekstil makinelerinde ve kimyasallarında dışa bağımlılık. • AB pazarına bağımlılık. • Markalaşma faaliyetlerinin yetersizliği. • Şirketlerin ölçek yetersizliği. • Tanıtım ve pazarlama faaliyetlerinin yetersizliği. • Pamuk üretiminin desteklenmemesi. Sayı: 376 - Temmuz 2011 13 Kapak YATIRIM TEŞVİK BELGELERİ SEKTÖREL DAĞILIMI 1990-2009 (Milyar Dolar) YUVARLAK ÖRME MAKİNESİ YATIRIMI 1995-2009 (Adet) KISA ELYAF İPLİK MAKİNESİ YATIRIMI 1990-2009 (Adet) UZUN ELYAF İPLİK MAKİNELERİ YATIRIMI 1990-2009 (Adet) yaf (pamuk ve benzeri) iplik, 400 bin ton uzun elyaf (yün ve benzeri) iplik, 800 bin ton filament (kesiksiz) iplik olmak üzere toplam 3.5 milyon ton. Dokuma alanında Türkiye’deki toplam kurulu dokuma kapasitesinin 1 milyon 350 bin ton civarında olduğu tahmin ediliyor. Örmede ise 2 milyon 250 bin tonluk bir kapasite söz konusu. Non-woven, halı ve teknik tekstiller bakımından, Türkiye’de 200 bin tonun üzerinde bir non-woven üretim kapasitesi bulunmakta. Halı ve özel teknik tekstil ürünleri için de 200 bin tona yakın bir kapasitenin bulunduğu kabul edilirse, bu gruptaki toplam üretim kapasitesi 400 bin ton. Tekstil ve konfeksiyon sanayinde kayıt dışılık dikkate alındığında, 450 bin kadarı tekstil sanayinde, 1.5 milyon kadarı da hazır giyim sanayinde olmak üzere, 2 milyon civarında kişinin çalıştığı tahmin edilmekte. Bununla birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın çalışma istatistiklerine göre sektörde 800 bine yakın kişi çalışıyor. Türkiye'nin 500 milyar dolarlık ihracat hedeflediği 2023 yılında sektörün hedefi ise 20 milyar doları tekstil, geri kalanı ise hazır giyim olmak üzere 80 milyar dolarlık ihracat rakamını yakalamak. Sayı: 376 - Temmuz 2011 14 TÜRKİYE'NİN SEKTÖRLER İTİBARİYLE DÜNYADAKİ KONUMU TURİZM: Dünya Turizm Örgütü (DTO) verilerine göre, Türkiye dünyanın en önemli 7. turizm destinasyonu olarak kabul ediliyor. Türkiye turist sayısında Fransa, ABD, İspanya, Çin, İtalya ve İngiltere'den sonra en fazla turist ağırlayan ülke durumunda buluyor. TARIM: OECD'ye göre Türkiye üretim değeri baz alındığında tarım sektöründe dünya sıralamasında 7'nci sırada bulunuyor. 8 yıl önce 23 milyar dolarlık tarımsal ürün üreterek 11. sırada bulunan Türkiye, bugün 62 milyar doları yakalamış durumda. Türkiye tarımda fındıktan vişneye, kayısıdan incire, biberden nohuta, zeytinden domatese 24 ürünün üretiminde dünyada ilk beşte yer alıyor. Fındık, vişne, haşhaş, kayısı gibi ürünlerde ilk sırada bulunan Türkiye, incir, mercimek, bal, antep fıstığı, kestane, hıyar, biber, kavun, karpuz, bal üretiminde ise ikinci sırada. Pamuk üretiminde dünyada 6'ncı olan Türkiye, organik pamukta ise dünya lideri. OTOMOTİV: Türkiye, otomotiv üretiminde geçen yıl yaptığı 1 milyon 94 bin adetlik araç üretimiyle dünya genelinde 16. sırada yer alıyor. AB ülkeleri arasında ise Türkiye toplam üretimde Almanya, Fransa, İspanya ve İngiltere'nin ardından beşinci sırada bulunuyor. Türkiye, Avrupa'da otobüs üretiminde birinci, hafif ticari araç üretiminde üçüncü, otomobil üretimindeyse sekizinci sırada bulunuyor. Meksika, İspanya ve Fransa'yı geride bırakarak 10. sıraya yükseldi. En fazla çelik üreten ülke de 626.8 milyon ton ile Çin oldu. Türkiye sektörün alt kalemlerinden yıllık 2 milyon ton çelik boru üretimi ve ihracatıyla ise dünyada 2'nci konumda bulunuyor. Türkiye, turizm gelirinde ise 21.2 milyar dolarla dünya sıralamasında 9. sırada yer alıyor. Türkiye'nin önündeki ülkeler ise ABD, İspanya, Fransa, İtalya, Çin, Almanya, İngiltere ve Avustralya. TOPRAK SANAYİİ: Türkiye, 55 milyon ton üretimle çimentoda Çin, Japonya ve Tayland'ın ardından dünyada 4'üncü sırada bulunuyor. Sektör Avrupa'da ise lider konumunda. Türkiye, mermer üretiminde dünyada 7'nci sırada, mermer ihracatında ise 8'inci. Seramikte ise Avrupa’da üçüncü, bulunduğumuz coğrafyada da ikinciyiz. DEMİR-ÇELİK: Türkiye, dünyanın en fazla ham çelik üreten ülkeleri sıralamasında 29.1 milyon tonluk üretimle İtalya, Tayvan, LOJİSTİK: Bu sektör de Cumhuriyet'in 100. yılı olan 2023 hedefi olarak belirlediği 500 milyar dolarlık ihracat hedefine uygun şekilde büyüyor. Lojistikçiler şimdiden dünyada ilk 10 arasına girdi. Sektör 1.500 şirket ve 46 bin araçla Avrupa’nın en büyük filosuna sahip durumda. 5 milyar Euro ciro yapan lojistik sektörünün 2023 hedefi ise 50 milyar dolar ciro. KİMYA: Kimya sektörü ithalata dayalı olduğu için dünya ile kıyaslandığında rakamlar küçük kalabiliyor. Ancak Türkiye, bazı alt kalemlerde önemli bir oyuncu konumunda. Türkiye, 6.1 milyon tonluk plastik mamul işleme kapasitesi ile Avrupa’da 4’üncü, boyada ise Avrupa'nın 6'ncı büyük üreticisi. Türkiye sabun ihracatında ise dünyada 8’inci sırada bulunuyor. YURTDIŞI MÜTEAHHİTLİK: Dünyanın en büyük uluslararası müteahhitleri listesine 33 firma sokan Türkiye ikinci oldu. Türkiye bu konumunu halen sürdürüyor. Listede Çin 54 firmayla ilk sırada bulunurken, İtalya 22 firmasıyla 3'üncü. 20 firmayla ABD, 13 firmayla Japonya, 13 firmayla Güney Kore bu ülkeleri takip ediyor. Sayı: 376 - Temmuz 2011 15 Ayın Konusu AB İLİŞKİLERİNDE RÜZGÂR TERSİNE DÖNDÜ Gün oldu, devran döndü. Bir zamanlar kapısında yalvardığımız AB, içine düştüğü borç krizi nedeniyle artık Türkiye için ‘ballı börek’ değil... Türkiye, AB ülkesi olma hedefinden vazgeçmedi ama şu aşamada bizi almayan AB’yi artık biz de almıyoruz! Hatta üstüne Yunanistan’ı da verseler bile! Avrupa her gün daha da zorlaşan bir sürece girdi. Gün geçmiyor ki Yunanistan’la başlayan ve diğer AB ülkelerine yayılan borç kriziyle ilgili yeni bir gelişme yaşanmasın… Yaşanan tartışmalar artık AB’nin ve Euro’nun geleceğiyle ilgili ciddi kuşkuları artırırken, rüzgâr da Türkiye’den yana esmeye başladı. Öyle ki bizi istemeyen Avrupa, bir-iki ülkenin dışında, derdine düştüğü borç krizini savuşturmak için Türkiye’ye neredeyse ‘gel AB’ye gir’ ricasında bulunacak noktaya geldi. Türkiye’de ise bir zamanlar yalvardığımız AB’ye “Artık girmesek de olur” sesleri yükselmeye başladı. Türkiye AB ülkesi olma hedefinden vazgeçmedi ama şu aşamada bizi almayan AB’yi artık biz de almıyoruz! Bu konuda yükselen sesler arasında en çarpıcı örnek ise geçen ay işadamı Hüsnü Özyeğin’den geldi. Finanbank’ı geçtiğimiz yıllarda Yunanlı NBG’ye satan işadamı Özyeğin, bir soru üzerine NBG’yi almayacağını ilan etti. Finansbank’ı sattığı NBG Bankası’na Yuna- Sayı: 376 - Temmuz 2011 16 Avrupa Birliği nistan’ın notundan dolayı talip olmayacağını belirten Özyeğin, Yunanistan’daki herhangi bir bankaya da ülke notundan dolayı kimsenin talip olmayacağını, her yıl ekonomisi küçülen bir ülkede bankacılık yapmanın mümkün olmayacağını belirtiyor. Türkiye’nin durumunun çok iyileştiğini vurgulayarak, “2001 yılındaki durumumuz olsa bu kadar rahat konuşamam” diyen Hüsnü Özyeğin, bir AB ülkesi olan Yunanistan’ın geleceğini ise pek parlak görmüyor. Yunanistan’da katma değer yaratan fazla bir üretim faaliyeti olmadığını belirten Özyeğin, “Yunanistan son 30 yılda AB’den 90 milyar Euro civarında bir hibe aldı. Bu 90 milyar Euro’yu Türkiye’ye tahvil edersek, Türkiye’nin nüfusu Yunanistan’ın nüfusundan 7 misli fazla olduğu için, (Yunanistan 10.5 milyon, biz 73-74 milyonuz) Türkiye’nin 1 trilyon 300 milyar dolarlık bir hibe alması anlamına geliyor. Böyle bir para Türkiye’ye gelse, Türkiye bugün çok farklı yerlere giderdi” diyor. AB, Yunanistan’ı Türkiye’ye mi satmalı? AB’nin en müflis ülkesi Yunanistan’ın bugün geldiği durum şüphesiz Türkiye’yi Avrupa nezdindeki tartışmaların da odağına oturtuyor. Hatta Yunanistan’ı kurtarmak için 110 milyar Euro’luk paket çare olmayınca bu kez daha da ağır koşullar içeren 78 milyar Euro’luk parayı vermeyi kabul eden Avrupalı liderler, bunun karşılığında reformlar ve özelleştirme yapılmasını isteyince Türkiye gündeme yeniden geldi. Tartışmalar sırasında en ilginç yorum ise Avusturya'nın saygın gazetesi Die Presse'de yayınlandı. Norbert Mayer imzalı yazıda “AB, Yunanistan'ı Türkiye'ye mi satmalı?” başlığı kullanılırken şu ifadelere yer verildi: “Yunanistan konusunda şu an her şey iddia edilebilir. Hatta Yunanistan problemi, Yunan problemi değil Türkiye problemidir. Neden? Avrupa'da yaşanan yoksulluk gibi durumlarda Fransızlar suçlu değilse kesin Türkler suçludur. 19’uncu yüzyılda yaşanan Yunan devletinin iflası Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsızlığın elde edilmesi için mücadele edilmesinden sonra olmamış mıdır?” Yazısında “Ne yapmalı peki? AB, Yunanistan'ı tüm devlet tahvilleri ile birlikte Türkiye'ye mi satmalı? Türkiye böylece tedbire binaen üyelik denemelerinden vazgeçer mi?” sorularını soran Mayer, yazının sonunda AB'nin Yunanistan'ı evlat edinmesi gerektiğine karar verildiğini ve her şeyin daha iyi olacağını iddia etti. Sayı: 376 - Temmuz 2011 17 Ayın Konusu Der Spiegel’den Osmanlı haritası Türkiye’nin bugün geldiği noktayı özetleyen en çarpıcı tespit ise Alman Der Spiegel Dergisi’nden geldi. Türkiye’yi de ‘Boğaz’ın yükselen gücü’ olarak nitelendiren dergi, Türkiye’nin ekonomik performansını Avrupa ülkeleriyle karşılaştırırken, ilginç bir de harita kullandı. Haritada Türkiye’yi bölgenin merkezine yerleştiren derginin Osmanlı sınırlarını da çizmesi dikkat çekti. Türkiye’ye komşu ve bazı Avrupa ülkelerinin yer aldığı haritada 2010 yılı büyüme rakamları, kamu borcunun milli gelire oranı, işsizlik oranları ve tüketici harcamaları gibi bilgileri tablolarla anlatan dergi, Türkiye’nin birçok ekonomik göstergede pek çok ülkeden daha iyi durumda olduğuna dikkat çekti. Türkiye-AB tartışmalarında yükselen sesler bununla sınırlı değil. Özellikle geçmişte Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren dönemin birçok politik ismi, Avrupa’nın içine düştüğü durum nedeniyle bu görüşünü bugün daha da hararetle savunuyor. Hollanda Dışişleri eski Bakanı ve Clingendael Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanı Bernard Bot, bir gün gelecek AB’nin üye olması için Türkiye’den ricacı olacağını söylüyor. Bot, “Avrupa'daki Türk işadamları zannedildiği gibi sadece fırıncı veya dönerci değil, bugün yüzlerce farklı sektörlerde yatırım yapmaktalar. Hatta ve hatta bilgi yoğun ve teknoloji yoğun sektörlerde bile ikinci nesil girişimcilerin büyük başarılar sergilediğini görmekteyiz” diyor. Bernard Bot, dün olduğu gibi bugün de Türkiye'nin üyeliğini desteklediğini ve desteklemeye devam edeceğini ifade ederken şunları söylüyor: “Ben uzun yıllardır hep Türkiye'nin AB'yi güçlendireceğini savundum. Bugün biz Türkiye'yi AB'ye almakta zorlanıyoruz, inanıyorum ki birkaç yıl sonra biz Türkiye'ye üye olması için ricada bulunacağız. Türkiye genç ve dinamik nüfusuyla AB'yi ciddi şekilde kuvvetlendirecektir. Daha güçlü bir Avrupa için Türkiye'nin AB 'ye üye olması gerektiğine kesinlikle inanıyorum.” Eski Almanya Maliye Bakanı Peer Steinbrück ise güçlü ve hızla gelişen bir ülke olan Türkiye'nin bazı çevreler tarafında AB'ye alınmak istenilmemesini eleştirerek, “Türkiye gelecek- te ekonomisi en güçlü ülkelerden biri olacak” diyor. Türkiye'nin izlenen ekonomik politikalar sebebi ile gelecek 10 yılda hızla ilerleme göstereceğine inandığını ifade eden Steinbrück, yabancı yatırımcılar tarafından Türkiye'nin cazip bir ülke olarak görüldüğünü ve bu durumun ekonomiyi daha da canlandırdığını belirtiyor. Steinbrück, Almanya'nın demografik gelişiminden dolayı vasıflı göçmenlere ihtiyacı olduğunu da belirterek, göç politikasının buna göre yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade ediyor. Yunanistan'daki mali krize de değinen Steinbrück, bu ülkenin borçlarının silinmesi gerektiğini, bu konuda Alman hükümetinin yanlış bir politika izlediğini de savunuyor. SPD Federal Meclis Üyesi Aydan Özoğuz da Türkiye'nin ekonomik açıdan daha da güçleneceğini kaydederek, başta Almanya olmak üzere Batı’da, Türkiye'nin AB üyesi olmadığı için daha da güçlendiği kanısının yaygınlaşmaya başladığını söylüyor. Özoğuz ayrıca yine Avrupa’da, “Türkiye üye olsa Yunanistan gibi olacaktı” denilmeye başlandığını dile getirerek, “Gelecekte durum nasıl olur bilemiyorum'' diyor. Ancak bilinen bir gerçek var ki, o da Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası Başkanı Halit Narin’in daha Avrupa’daki borç krizi başlamadan önce Mayıs 2007’de ifade ettiği sözler bugün de geçerli: “Avrupa Birliği olursa olur… Olmazsa da olur.” Sayı: 376 - Temmuz 2011 18 Avrupa Birliği EURO BÖLGESİ DAĞILMAYA DOĞRU MU GİDİYOR? Türkiye'nin girmek istediği AB’nin geleceğine ilişkin tartışmalar Yunanistan’la doruk noktaya çıktı. Özellikle Yunanistan’ın temerrüde düşme noktasına gelmesi ve ardından kredi notunun dip yapması Euro Bölgesi’nin geleceğine ilişkin spekülasyonları artırdı. Bu konuda en iyimser tahmini Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Genel Sekreteri Angel Gurria yapıyor. Gurria, Avrupa'daki borç krizinin İrlanda, Yunanistan ve Portekiz ile sınırlı kalacağını söylüyor. Gurria bu üç ülke dışında başka bir Avrupa ülkesinin Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu'ndan (IMF) yardım istemesini beklemediğini belirtiyor. Ancak Euro Grubu Başkanı ve Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker, Yunanistan'ın borç krizinin, dikkatlice yönetilmezse en az beş Avrupa ülkesine daha yayılabileceği uyarısında bulunuyor. Juncker, borç veren özel kuruluşları, Yunanistan için hazırlanan yeni kurtarma paketine katkıda bulunmaya itmenin uluslararası kredi kuruluşlarınca 'temerrüt' olarak düşünülebileceğini ve bunun genel olarak Avrupa için ciddi sonuçlar doğurabileceğini belirtiyor. Juncker, “Yunanistan'ın iflası, Portekiz ve İrlanda'ya, daha sonra ağır borç yükü yüzünden İspanya'dan bile önce olmak üzere Belçika ve İtalya'ya yayılabilir. Ateşle oynuyoruz” diyor. Juncker, Yunanistan'ın borcunun yeniden yapılandırılmasının, 340 milyar Euro’yu bulan borcun 80 milyar Euro’luk önemli bir miktarını elinde bulunduran Yunan bankalarının yıkımına yol açabileceğini, eninde sonunda Yunan bankaları için başka bir kurtarma paketi gerekebileceğini ifade ediyor. Kriz kahini olarak tanınan ABD’li ekonomi profesörü Nouriel Roubini de ekonomi gazetesi Financial Times’da yayınlanan “Eurozone dağılmaya doğru gidiyor” başlıklı makalesinde AB’nin geleceğiyle ilgili şu ifadeyi kullanıyor: “Eğer bu devam ederse Euro, düzensiz borç sorununa doğru gidecek ve para birliğinin kendisi sonunda dağılacak.” AB’deki ekonomi ve para birliğinin para birimi alanındaki en uygun koşulları karşılayamadığını savunan Roubini, ABD, Çin, Avrupa ve Japonya’daki olumsuzlukları da ‘kusursuz fırtına’ olarak değerlendiriyor. Yunanistan’la ilgili ve dolayısıyla AB ile ilgili en olumsuz tahminleri ise spekülatörler yapıyor. Hatta bir adım daha da ileri giderek tüm dünyayı saracak yeni bir finansal krizden bahsediyorlar. Ünlü yatırımcı George Soros, “Dünya yeni bir felaketin eşiğinde. Hadi söyleyelim, Yunanistan’da başlayan ve kolayca yayılabilecek yeni bir ekonomik çöküşün eşiğinde” diyor. Soros, Euro Bölgesi'nde bir ya da birden fazla ülkenin bu bölgeden çıkmasının kaçınılmaz olduğunu da savunuyor. Templeton Gelişen Piyasalar Fonu'nun kurucusu ünlü yatırımcı Mark Mobius da yeni bir finansal krizin kaçınılmaz olduğunu savunan isimlerden. Mobius, mortgage krizinin neden olduğu sorunların henüz çözülmediğini belirtirken, bankaların aradan geçen sürede daha da büyüdüğüne dikkat çekiyor. Mobius, banka bilançolarının sağlıklı bir yapıya kavuşturulmaması halinde kriz çıkacağını belirtiyor. Krizin ne zaman olacağını bilmediğini kaydeden Mobius, yine de krizin bir felakete yol açmayacağını dile getiriyor. Dünyanın en büyük fon kuruluşu Pimco'nun Üst Yöneticisi (CEO) Muhammed El-Erian, Yunanistan’daki problemlerin Avrupa'ya yayılabileceğini belirtiyor. Avrupa’nın batma noktasındaki ülkesi Yunanistan’la ilgili tartışmalar bitmezken IMF ve AB’den yardım alan bir diğer ülkesi Portekiz’de de durum iç açıcı değil. Portekiz'de haziran başında yapılan genel seçimleri kazanan ve 16 Haziran’da cumhurbaşkanı tarafından başbakanlığa atanan Sosyal Demokrat Parti (PSD) lideri Pedro Passos Coelho, ülkesinin önünde derin bir resesyon ve rekor düzeyde işsizliğin etkili olacağı ‘iki çok zorlu yıl’ bulunduğunu belirtiyor. Coelho’nun, yeni hükümetin 78 milyar Euro’luk AB/IMF yardımının gerektirdiği koşulları yerine getirmek için geniş kapsamlı vergi artışları, harcamalarda yapılacak ciddi kesintiler ve uzun süredir ertelenen yapısal reformları yapması gerekiyor. Sayı: 376 - Temmuz 2011 19 Bizden UYGULAMANIN İLK MERKEZİ ÇERKEZKÖY METEM TEKSTİL SEKTÖRÜNE İLK MEZUNLARINI VERDİ 2008-2009 eğitim öğretim yılında faaliyete geçen Çerkezköy’deki Tekstil Sektörü İşletmeler Üstü Mesleki Eğitim Merkezi’nde (METEM) mezuniyet gururu yaşanıyor. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası bünyesinde yer alan Türk Tekstil Vakfı işbirliğiyle hayata geçirilen METEM’lerin ilki olan Çerkezköy, bu yıl ilk mezunlarını verdi. 17 Haziran 2011 Cuma günü Çerkezköy METEM, düzenlenen törenle 8’i tekstil laborantlığı ve 4’ü de tekstil mekatroniği dalından olmak üzere toplam 12 mezun verdi. Törende Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası ve Türk Tekstil Vakfı Yönetim Kurulu Üyeleri yanı sıra Tekirdağ ve Çerkezköy İl ve İlçe Milli Eğitim yetkilileri ile öğrenci velileri hazır bulundular. Okul birincisi Melek Gönüldeş, Türk Tekstil Vakfı tarafından AFS Yaz Programları kapsamında Amerika’da 3 haftalık dil eğitimi ile ödüllendirildi. Çerkezköy METEM, toplam 15 bin 122 metrekarelik alan üzerinde yer alan 4 bin 500 metrekarelik kapalı alanda hizmet veriyor. Bu alanın 2 bin 400 metrekaresi, uygulama alanı olarak kullanılan dokuma, iplik, örgü, boya-terbiye, non-wowen ve mekatronik atölyelerinden oluşuyor. 5 adet sınıftan oluşan eğitim odaları ve 3 adet laboratuarın yer aldığı merkezde kütüphane ve bilgisayar çalışma salonu, bay-bayan soyunma salonu ve duşlar, depolar, konferans salonu, kafeterya, toplantı salonu, ofisler, sağlık servisi, doktor-hemşire odası gibi birimlerin yanında öğrencilerin barınma sorununu da çözen 1.600 metrekarelik yurt merkezi de bulunuyor. Çerkezköy’ün ardından faaliyete geçirilen diğer 2 METEM ise Adana ve Kayseri’de eğitim veriyor. Sayı: 376 - Temmuz 2011 20 METEM’lerin doğması, kalifiye eleman sıkıntısına çözüm amacıyla ortaya çıktı. Tekstil sektöründe yoğunlaşan rekabet şartları, kullanılması zorunlu hale gelen yeni ve ileri teknoloji, vasıflı insan gücüne ihtiyacı giderek artırırken, söz konusu insan gücünü yetiştiren örgün ve yaygın eğitim kurumları bir yandan öğretmen, müfredat, teknik donanım ve ders malzemeleri açısından yetersiz kalıyor, diğer yandan da teorik öğretime bağlı işletme uygulamasında deneyim kazanma bakımından yeterli fırsat bulunmuyordu. İşte bu noktadan hareketle Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası ve Türk Tekstil Vakfı’nın Milli Eğitim Bakanlığı ile yaptığı protokolün ardından ilk METEM, Çerkezköy’de hayata geçti. 2008’den beri eğitim veren METEM, Türkiye’de ilk defa tekstil laborantı da yetiştirerek önemli bir açığı kapattı. METEM’lerde ayrıca BIBB (Bundes Institut für Berufs Bildung-Federal Meslek Eğitimi Enstitüsü) kapsamında hazırlanmış eğitim programları uygulanırken, pratiğe dönük örgün ve yaygın mesleki eğitime de ağırlık veriliyor. METEM’ler meslek standartlarına uygun, teoriden çok uygulamalı eğitime dayanan, sanayinin talep ettiği teknik kapasitesi yüksek elemanlar yetiştirmeyi amaçlarken, tekstil mekatroniği alanında verdiği 4 yıllık eğitimle de işletmelerin büyük sıkıntısı olan makine ve tesisatın bakım ve onarımı alanında yetişmiş kalifiye eleman ihtiyacını karşılıyor. Vergi Dünyası Prof. Dr. Şükrü KIZILOT TAPUDAKİ DÜŞÜK DEĞER SONRADAN NASIL YÜKSELTİLİR? Şahsınıza ya da şirketinize gayrimenkul alırken, aman dikkat!.. Değerin düşük gösterilmesi; vergi, harç ve şuf’a hakkı yönünden ihtilaflara konu olabiliyor. İleride ciddi tutarda vergi, ceza ya da harç ile karşılaşılabiliyor. Ya da aldığınız gayrimenkul elden gidiveriyor. Aman dikkat!.. Gayrimenkul alım-satımı sırasında, bedelin düşük gösterilmesi, ileride ciddi sorunlara neden olabilir. Öncelikle, çok kişinin özellikle sade vatandaşın farkında olmadığı sorunları açıklayalım. Ardından da çözüm yolunu gösterelim. Sorunlar ne? 1) Alıcı Yönünden Sorunlar: a) Harç Bedeli Yönünden: Düşük değer üzerinden ödenen harç, sonradan tespit edilen gerçek satış bedeli üzerinden, cezalı olarak istenebilir. b) Beş Yıl İçinde Satış Yönünden: Gayrimenkulün, edinme tarihinden itibaren, beş yıl (1 Ocak 2007’den önce edinilen gayrimenkullerin dört yıl) içinde elden çıkartılmasından doğan kazanç “değer artış kazancı” olarak vergiye tabi (Gelir Vergisi Kanunu Mükerrer Md. 80/6). Alış bedeli düşük gösterilince, satış kazancı da gerçeğin üzerinde çıkar. Sonuçta, daha çok vergi ödenir. c) Şuf’a Hakkı Yönünden: Hisseli gayrimenkullerde, özellikle gayrimenkullerde, diğer hissedar, tapuda yazılı bedel üzerinden şuf’a (önalım) hakkını kullanıp, gayrimenkulü düşük bedelle alabilir. Bu riski, her zaman gözönünde bulundurmak lazım. Mahkemeler ve davalarla uğraşmamak için, olayı ciddiye almakta yarar var. 2) Satıcı Yönünden Sorunlar: a) Harç Bedeli Yönünden: Düşük değer üzerinden ödenen harç, sonradan tespit edilen gerçek satış bedeli üzerinden, cezalı olarak istenebilir. b) KDV Yönünden: Satışı yapan inşaat firması ise, gerçek satış bedeli üzerinden, KDV hesaplanıp, aradaki farkın KDV’si cezalı olarak istenebilir. c) Gelir ya da Kurumlar Vergisi Yönünden: Satıştan doğan kazancın beyan edilmediğinin saptanması durumunda; vergi cezalı olarak, gecikme faiziyle birlikte alınır. Değeri yükseltme Yukarıdaki yaptırımlar, bu konulara karşı hassas olan bir insanın, vücudunun kimyasını bozacak cinsten!.. “Peki ne yapılabilir?” diye soranlar için, açıklayalım. Maliye Bakanlığı’nın, bu durumda olanlarla ilgili 1 Mayıs 1989 Tarih ve 1989/6 sayılı Vergi Usul Kanunu İç Genelgesi var. Genelge ile yapılan açıklamaya göre; Gayrimenkulün alım-satım bedelinin düşük gösterildiği durumlarda, gerçek değerin, Vergi Usul Kanunu’nun 371. Maddesi’ne göre pişmanlıkla beyan edilmesi mümkündür. Bu durumda, zamanında ödenmeyen tapu harcı ile tahakkuk eden pişmanlık zammını, dilekçe ile haber verme tarihinden başlayarak 15 gün içinde ödeyenler, gayrimenkulün tapu harcına esas olan değerini yükseltmiş olurlar. Gelir ya da kurumlar vergisi yönünden de yine pişmanlık dilekçesi ile beyanda bulunulup, ileride gelebilecek vergi ve cezadan kurtulmak mümkün. Vergide zamanaşımı süresi beş yıl. Maliye bu süre içinde, gayrimenkul alıpsatanların her an kapısını çalabilir. Huzursuz olmak ve cezalı vergi ödemek istemeyenlerin, pişmanlıkla beyanda bulunmaları, en sağlıklı yol olarak gözüküyor. Sayı: 376 - Temmuz 2011 21 Ekonomik Diyalog DÜNYA DURUYOR, DÜŞMEYELİM Biraz hafızamızı tazeleyelim. Bu yılın başına gidelim. Dünya ekonomisi hakkındaki bilgileri ve yorumları hatırlayalım. Ulusal ekonomilerin büyük çoğunluğu kriz sonrasında yeniden pozitif büyümeye başlamıştı. Büyüme oranlarının genel olarak yükselmesi küresel krizden çıkıldığı şeklinde yorumlanıyordu. Belki bazı bölgesel sorunlar vardı ama küresel krizin aşıldığı, işlerin yoluna girdiği izlenimi yayılıyordu. Büyüme hızları ulusal ekonomiler arasında farklılaşıyor ve asimetrik büyümeye gönderme yapan “çoklu hızda büyüme” gibi bazı tanım ve yorumlara yol açıyordu. Yine de, çok farklı hızlarda da olsa, dünya ekonomisinin ana motorları çalışmaya başlamıştı. Hoş ana motorlardan birisi olan Çin kriz sürecinde hiç negatif büyümeye düşmemiş, net üretim kaybı yaşamamıştı. Ancak küresel kriz ortamında Çin ekonomisi de, kendi ölçüsüne göre, ciddi ölçüde yavaşlamıştı. Dolayısıyla, genel olarak hızlanan büyümeye paralel olarak 2011 yılının başında Çin’in büyüme hızının da önemli ölçüde yükselmiş ve kriz öncesi düzeylerine ulaşmış olması önemli bir gelişmeydi. Gaz kesmiş olan ana motorlardan birisinin yeniden tam hız düzeyine çıktığı anlamına geliyordu bu. Belki daha da önemlisi dünya ekonomisinin öteki motoru olan ABD’de de büyümenin hızlanarak yeniden pozitife dönmüş olmasıydı. Çin’in tersine ABD ekonomisi Lehmann Brothers olayından sonra çok sert bir daralma sürecine girmiş, önemli üretim ve istihdam kayıpları ortaya çıkmıştı. Bu sert daralma karşısında, özellikle ABD ekonomisine referansla, küresel krizin 1930’lardaki krize kıyasla çok daha sert ve derin olacağını, süresinin de 1930’lara rahmet okutacak boyutlara ulaşacağını öngören yorumlar yaygınlaşmaya başlamıştı. 2011 yılının başında ABD’de büyüme hızının yeniden pozitife dönmesi bu tür beklentileri boşa çıkartması açısından da çok önemliydi. ABD için yapılan projeksiyonlar bü- Sayı: 376 - Temmuz 2011 22 yümenin yavaş hızda başlayacağı ve gittikçe hızlanarak 2012’de olağan hızına ulaşacağı yönündeydi. Dünya ekonomisinin eski ve en önemli motoru da çalışmaya başlamıştı. Ana motorların çalışmaya başlamasının yanı sıra görece küçük ekonomilerde de yılın başı itibariyle büyüme pozitife dönmüş ve kriz çıkışı tamamlanmıştı. Büyüme süreci hâlâ tereddütlü olan Avrupa ekonomileri ve Japonya gibi ülkelerin tersine Asya ülkeleri yeniden nispeten yüksek olan büyüme hız- larına dönüyor, Latin Amerika ülkelerinde de büyüme hızlanıyordu. Büyüme, ekonomilerin en önemli sağlık işaretlerinden birisidir. Küresel kriz sürecinde yaygın olarak yavaşlayan büyüme hızları krizin getirdiği sağlıksız duruma işaret ediyordu. 2010 sonu ve 2011 yılının başı itibariyle yeniden hızlanan büyüme ise dünya ekonomisinin sağlığına kavuşmasının kanıtı olarak algılandı. Ufuk aydınlandı. Moraller yüksel- di. Beklentiler düzeldi. Ulusal ekonomilerde tüketim ve yatırım harcamaları yükselmeye başladı. Risk algısı pozitife döndü, risk iştahı yeniden yükseldi. Fon piyasaları canlandı, uluslararası sermaye akışı hızlandı. Bütün bunlar kriz öncesine dönüldüğü şeklinde yorumlandı. Dünya büyük bir badireden salimen çıkmıştı. İşlerin iyi gittiği duygusu, pozitif risk algısı ve bütün bunların yarattığı olumlu iklim 2011 yılının birinci çeyreği boyunca sürdü gitti. Hafızaları yenilemeyi bu noktada durduralım. Sözü daha yakın tarihe, günümüze getirelim. Yılın başında oluşan olumlu havanın bozulmaya başladığının sanırım farkındasınız. Gerçekten de farklı bölgelerde değişik sorunlar baş gösterdi. Dünya ekonomisinde yeni risk oluşumları ortaya çıktı. Risk algısı olumsuza döndü. Beklentiler bozuldu. Krizden sonra artan risk iştahı kaybedildi. Yılın birinci çeyreğindeki olumlu iklim, ikinci çeyrekte tersine döndü. Bütün bunlar işlerin hiç de öngörüldüğü gibi gitmediği izlenimi yarattı. Yılın birinci çeyreği sonunda oluşan risklerin sıralanmasına kriz sürecinde uygulanan politikaların yeniden yön değiştirmesindeki zamanlama sorunundan başlayabiliriz. Küresel krizin sert, derin ve fazlasıyla bulaşıcı bir kriz olduğunu biliyoruz. Bu çapta bir krizin görece çabuk aşılmasında iktisat politikalarının hızla yön değiştirip, piyasa ağırlıklı politikalardan müdahale ağırlıklı, gevşek karakterli politikalara kaydırılmasının rolü büyük oldu. Para politikaları gevşetildi, faiz oranları düşürüldü, kamu harcamaları artırılarak gevşek maliye politikalarına kayıldı. Böylece krizde kaybedilen özel talebin yerine kamu talebi ikame edildi. Sonuçta beklenen etki de sağlandı. Ancak ekonomiler bir yandan likiditeye boğulurken bir yandan da büyüyen kamu açıkları, hızlanan borç dinamiği ve yükselen kamu borçları gibi sorunlar ortaya çıktı. Krizin sonunda en önemli sorun gevşek politikaların ekonomilere pompaladığı fonların Prof. Dr. Taner BERKSOY varlıklarını sürdürmeleri halinde bunun yol açacağı ısınma riskiydi. Burada bir ikilem sözkonusuydu. Genişlemeci politikaların ters yöne çevrilmesinde acele edilmesi halinde yeni canlanan ekonomiler bir kez daha talep kuruması ve küçülme dinamiğine itilecekti. Bu, krizin yenilenerek devam etmesi demekti. Politika dönüşümünün yarattığı ikilemin bir ucunda böyle bir risk yatıyordu. Buna karşılık politika dönüşümünün geciktirilmesi halinde özel talebin toparlanmasıyla sadece fazlalık yaratmakta olan kamu açıklarının enflasyonu kışkırtma riski devreye girecekti. Bu ikilem krizden çıkan pek çok ülkenin enflasyon-büyüme seçenekleri arasında sıkışmasına ve bir tercihe zorlanmasına neden oldu. Nitekim enflasyonun yükselmeye başladığı ülkelerin çoğu yılın birinci çeyreğinin sonuna doğru frene basmak zorunda kaldı. Örneğin, Çin’de böyle bir fren zorunlu hale geldi. Hızlanmaya başlayan enflasyona karşı görece daha sıkı politikalar devreye sokuldu. Böylece son dönemde dünya ekonomisinin motoru olarak algılanan Çin’de yüksek büyüme temposu yavaşlatılmış ve enflasyona kurban edilmiş oldu. Çin’in yavaşlaması ilk adımda yakın bölgeyi, Doğu Asya’yı yavaşlattı. Bunun dünyaya yansımasının kaçınılmaz olduğunu düşünenler de var. Latin Amerika da benzer bir enflasyon zorlaması ile karşılaşınca kriz sonunda yakaladığı büyüme hızını feda etmek durumunda kaldı. Dünya ekonomisinin ikinci motoru olan ABD’de durum farklı ama sonuç aynı. ABD’de henüz kayda değer bir enflasyon baskısı yok. Ama gevşek para ve maliye politikası uygulamaları tam gaz devam ediyor. Kriz sürecinde gevşetilen politikalardan henüz geri dönülmüş değil. Özellikle FED parasal sıkılaştırmaya henüz sıcak bakmıyor. Ama, sıkılaştırmanın geciktiğini, bunun da ciddi bir enflasyona yol açacağını savunanlar da var. Son haftalarda bunların sesi daha fazla çıkmaya başladı. Bu koşullarda ABD’de enflasyon korkusu eksik değil. Enflasyon korkusunun beklentileri bozup, risk algısını beslediği ve bunun da zaten yavaş olan büyüme performansını olumsuz yönde etkilediği gözleniyor. ABD’de enflasyon korkusunun yanı sıra bir risk unsuru daha var. Kriz sürecinde yükselmiş olan bütçe açıklarının doğurduğu borçlanma sorunu ciddi bir risk olarak algılanıyor. Üstelik durumun vehametini artıran bir de siyasi sorun var. ABD yönetiminin borçlanma limiti Ağustos başında doluyor. Borçlanmayı sürdürebilmek için Kongre’den yeniden yetki alınması gerekiyor. Bu sorun henüz net bir çözüme ulaştırılmış değil. Kısacası kriz çıkışında temel problem haline gelen kamu borç dinamiği kendisini besleyerek devam ediyor. Üstelik bu tıkanıklık risk algısını iyice bozan bir gelişmeye daha neden oldu. ABD ekonomisi bu nedenle kredi derecesinin düşürülmesi tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Dikkat ederseniz ABD’de risk algısının bozulması temelde iktisat politikalarında kriz sonrası için öngörülen yön değiştirmenin henüz gerçekleştirilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Bu durumda gevşek para-düşük faiz politikasından henüz dönülmemiş olması risk algısını besleyen esas unsur oluyor. Amerikan Merkez Bankası (FED) canlanmaya yeni başlayan ekonomiyi yeniden durgunlaştıracağı endişesi ile para ve faiz eksenlerinde yön değiştirmeye yanaşmıyor. Burada daha önemli olan unsur faiz oranı kuşkusuz. Gevşek politikanın sürdürülemez nitelikte olması faiz konusunda ciddi bir belirsizlik ve beklenti yaratıyor. FED’in her toplantısı heyecanla izleniyor. Önümüzdeki dönemde, bir noktada, faizin yükseleceği beklentisi ABD ekonomisinde risk algısı üzerinde etkili oluyor. Bütün bunların sonucunda belirsizlik ve riskin artmış olması sonuçta büyüme temposunu olumsuz yönde etkiliyor. ABD ekonomisinin neredeyse durgunluk sayılacak bir büyüme hızına doğru hareket ettiği görüşü yaygınlık kazanıyor. Motorların yavaşlamış olması kuşkusuz dünya ekonomisinin büyüme ivmesini de aşağıya çekiyor. Çin ve ABD’nin yanı sıra dünya ekonomisinin bir başka büyük parçasını oluşturan Avrupa Birliği (AB) de sorunlardan kurtulmuş değil. Aslında şu sıralarda Avrupa Birliği dünya ekonomisinin en problemli alanı olarak tanımlanabilir. Zira küresel krizden düzgün bir çıkış yapmayı beceremeyen AB hâlâ benzer sorunlarla boğuşu- yor. Temel sorun, kamu açığı ve borçlanma dinamiği meselesi. Bunun yanı sıra bu soruna çare üretebilecek bir siyasi kararlılığın oluşturulup, karar alınamaması belki de AB’nin daha temelli ve yerleşik bir sorununa işaret ediyor. İstisnalar olmakla birlikte üye ülkelerin çoğu bu tür sorunları yaşıyor. Dünya ekonomisi açısından temel risk olarak algılanmaya başlayan Yunanistan ekonomisi bu örneklerin ön sırasında yer alıyor. Yunan ekonomisinin taşıdığı bütün risklerle birlikte iflas sınırında dolaşıyor olması başta bu riskleri taşıyan ülkeler olmak üzere dünya ekonomisinde olumsuz beklentileri besliyor. Bu sorunlar sürdükçe AB’nin öteki sorunlarıyla, büyüme, enflasyon, v.s. ile ilgilenmek hep ikinci planda kalıyor. Büyük ülkelerin kendi koşullarında yaşadıkları olumsuz koşulların yanı sıra dünya ekonomisinde tedirginliği artıran ve olumsuz beklentileri besleyen bir dizi de münferit olay var. Büyümenin canlı olduğu birinci çeyrekte emtia ve petrol fiyatlarında gözlenen yükselmeler sanki genel algının bozulması üzerinde etki gösteren ilk olay oldu. Ardından neredeyse eş-anlı olarak patlayan Ortadoğu-Kuzey Afrika eksenindeki olaylarla, Japonya’daki deprem-tsunami ikilisi beklentilerin iyice kararmasına yol açtı. Bütün bu gelişmeler üst üste gelince 2011 yılının başında dünya ekonomisine dönük olarak üretilen iyimser beklentiler yön değiştirdi. Genel bir karamsarlık ve bununla uyumlu risk algısı egemen oldu. Ulusal ekonomiler yavaşlamaya başladı. Dünya ekonomisi büyüme ivmesini yitirdi. Şimdilerde dünya duracakmış gibi bir durum var. Dikkat edelim, dünya durursa biz de düşebiliriz. Sayı: 376 - Temmuz 2011 23 Paranın Merkezinden SEÇİMLERDEN SONRA LİKİDİTE Seçimler geride kaldı. Türkiye’yi yönetecek siyasi parti ve kadro değişmedi. Ne var ki şimdi bu kadronun gerçeklerle yüz yüze gelme ve önlem alma zamanı geldi. Gerçeklerden kastım, ekonominin cari işlemler açığı nedeniyle kırılgan hale gelen yapısı. Seçimden önce tüm siyasi parti temsilcileri, cari işlemler açığının miktar ve milli gelire oranını düşürmek için önlemler alınacağını söylediler. Onlar da biliyorlardı ki, milli gelirin yüzde 10’una ulaşma olasılığı fazla cari işlemler açığı, günün birinde ayaklarına dolaşacaktı. Buna mani olmak için “gerekli” önlemleri alma zamanının geldiğini düşünüyorlardı. Gerekli önlemlerin ne olduğu konusunda pek emin olmasalar da iki yönlü adımların atılması gerektiğini biliyorlardı. Birincisi enerji bağımlılığını azaltacak ve ekonominin girdi yapısını düzelte- Sayı: 376 - Temmuz 2011 24 cek orta ve uzun vadeli yapısal önlemler, ikincisi ise kısa dönemde sonuç verecek olanlar. Konumuz seçim sonrasındaki ekonomi olduğu için orta ve uzun dönemli adımların detayına burada girmek istemiyorum. Kısa vadede alınacak olanların ise piyasalardaki likidite ile yakın ilişkisi olduğu kanısındayım. Faiz konusunda takıntının süreceğini varsayarsak hükümet bankaların verdiği kredilerdeki artışı durdurmak için zorunlu karşılıkları artırma politikasına devam edecektir. Bu politika ile amaçlanan iki hedef, 1) Kredilerdeki artış hızını düşürerek büyümeyi yavaşlatmak ve cari işlemler açığını küçültmek, 2) Bankaların verdikleri kredilerden geri dönmeyenlerin artma olasılığını azaltarak finansal istikrarı korumak olarak özetlenebilir. Bu hedeflerin zorunlu karşılıklar ya da kredi daraltılması yoluyla gerçekleşebileceği tartışılır olsa bile hükümetin bu yoldan geri döneceğini sanmıyorum. Bugüne kadar yapılan uygulamanın en fazla eleştirilen yönünün de bankalardan zorunlu karşılıklar yoluyla 50 milyar TL çekilirken, aynı paranın Açık Piyasa İşlemleri (APİ) yoluyla tekrar kendilerine geri verilmesiydi. Grafikten de izleneceği gibi zorunlu karşılıklara dayanan önlemlerin alınmasına başlandığı Aralık 2010 ayından bu yana Açık Piyasa İşlemleri’nin tutarı 50 milyar TL’yi aşmış durumda. Şimdi soru şu: Aynı politika sürerse Merkez Bankası, APİ’den verdiği para miktarını artırır mı? Artırmazsa piyasada likidite daralır mı? Bu daralma sürecinde piyasa faizleri yukarıya tırmanır mı? Likidite kavramı Bu sorulara yanıt vermek için likidite kavramını biraz irdelemek gerekir. Finansal sistemde üç temel likidite vardır. 1-Merkez bankası likiditesi: Merkez bankası tarafından sisteme verilen likidite anlamında kullanılmaktadır. Ölçümü “parasal tabana” göre yapılır. 2-Fonlama likiditesi: Bankaların yükümlülüklerini yerine getirebilmesine olanak tanıyan likiditedir. 3-Piyasa likiditesi: Bankalar ya diğer bankalardan likidite sağlayarak yükümlülüklerini yerine getirirler ya da ellerindeki varlıkları paraya çevirerek ya da teminat göstererek para bulurlar. Buradaki temel nokta bankaların elinde bulunan varlıkların fiyatlarının en az etkileneceği şekilde işlem yapmalarıdır. Gazi ERÇEL Merkez Bankası Eski Başkanı temde genel bir güvensizlik yoksa likiditede sorun çıkmaz. Bir başka unsur da fonlama likiditesi ile piyasa likiditesi arasındaki karşılıklı etkileşimdir. Eğer fonlama likiditesinde bir bozulma ortaya çıkarsa bu piyasa likiditesini azaltabilir. Bankalar yükümlülüklerini yerine getirmede zorlanırlarsa ya da kendilerinden bir kaynak çekilmesi durumu ortaya çıkarsa sistem hasar görebilir. İşte bu anlarda merkez bankaları devreye girer, piyasaları fonlar. Sorunu çözmeye çalışır. Likidite daralması olur mu? Piyasa likiditesinin sağlanmasında güven son derece önemlidir. Piyasa oyuncuları birbirlerine güveniyorlarsa ya da sis- T.C. Merkez Bankası, likidite kavramını ve bunun etkilerini çok iyi bilen bir kuruluştur. Herhangi bir durumda likidite azalışı ortaya çıkarsa anında müdahale eder. Sistemi rahatlatır. Ancak zorunlu karşılıklara dayalı kredi artışının hızını kesme politikası likidite açısından bazı riskleri beraberinde taşır. Açık Piyasa İşlemleri (Net) 2006-2011 Not: Artı değerler Merkez Bankası’nca piyasadan çekilen likiditeyi, eksi değerler ise piyasaya verilen likiditeyi göstermektedir. Örneğin, kredilerdeki azalışlar bazı ticari firmaların likiditesini daraltabilir. Bireysel olarak bazı kuruluşlar sistemde kredi ya da para bulamazlar. Eğer cari işlemler açığı artmaya devam ederse dış fonlamaya dayalı döviz likiditesi ihtiyaca yetmeyebilir. APİ kanalıyla verilen paralarda bir azalış likiditeyi olumsuz etkileyebilir. Piyasa faizleri ile Merkez Bankası borç verme faizi arasındaki marj açılabilir. Piyasada oluşacak yüksek faizler likiditeyi daraltabilir. Piyasalarda şu ya da bu nedenle derinlik kaybolabilir. Enflasyon hedeflerin çok üzerinde kalırsa reel anlamda likidite azalır. Tüm bu örnekler önümüzdeki dönemde likidite sıkışıklığı riskinin var olduğunu bize göstermektedir. Bunu aşmanın ise iki yolu vardır: Birincisi, güvene dayalı piyasa likiditesini yitirmemek için hükümetin cari işlemleri azaltacak ve ekonomideki diğer kırılganlıklara mani olacak önlemleri alması gerekir. Bu güven piyasaları rahatlatır. İkincisi ise Merkez Bankası, APİ ya da elindeki diğer araçlarla piyasalar gerekli parayı sağlar. Burada unutulmaması gereken en önemli nokta, para politikasında faiz aracını bir tarafa bıraktığınızda sistemin başka noktalarında sorunlar oluşabilme olasılığının yüksekliğidir. Likidite yönetimi açısından faiz önemli değil, çok önemli bir para politikası aracıdır. Sayı: 376 - Temmuz 2011 25 Finans AVRUPA BİRLİĞİ NE DURUMDA? AB’nin içindeki ekonomik bütünleşmenin ileri bir adımı olan “Ekonomik ve Para Birliği”nin (Economic and Monetary Union EMU) oluşumu 1990’ların başına dayanıyor. 1999’da tek para birimi Euro’nun, kâğıt para olarak tedavüle girmesiyle birlikte son şekline ulaşan EMU’nun geleceği tartışılıyor. Çünkü söz konusu birliğin artık bir “bütünlük” içermeme durumu netleşiyor ve AB’nin “güçlü ve zayıf halkaları” arasında oluşmaya başlayan ekonomik performans farklılıkları nedeniyle, tek para biriminin mevcut sınırlar haliyle devamı sorgulanıyor. ABD’li milyarder yatırımcı Warren Buffett, geçtiğimiz günlerde “Euro’nun çöküşünün düşünülemez olmadığını” söylemişti. İhtimaller dâhilinde olması, dünya ekonomilerinin bıçak sırtında olmalarına yol açıyor. Her an parlayabilecek bir kriz dünyada dengeleri tamamıyla değiştirebilir. Birliğin devamının dahi tehlikeye girdiği Schengen uygulamasının tartışılmaya başlandığı bir yapıdan söz ediliyor. Şurası muhakkak ki, Avrupa Birliği için işler gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Yu- Sayı: 376 - Temmuz 2011 26 nanistan, İrlanda, Portekiz arkalarında Avrupa Birliği olduğu halde piyasalardan zor borç bulabiliyor. İşin değişik tarafı bu ülkeler rahat tüketmeye o kadar alışmış ki ke- mer sıkma, tasarruf planlarını zor kabul ediyorlar. Örnek vermek gerekirse mesela İrlanda; bu ülkeye kredi açanların şu ana kadar batmış olan paraları yaklaşık 120 milyar dolar seviyesinde… Konut fiyatları 2007 yılındaki zirveye göre yüzde 50 aşağıda bulunuyor. Bu ülkenin insanlarına kredi açmış bankalar, kredilerini geri alamıyor. Zararların toplamı 125 milyar dolara ulaşırken, bu ülkenin bir yıllık GSYİH’sı ise 186 milyar dolar. Yunanistan ne durumda? Yaklaşık iki aydır Yunanistan'ın borç yapılandırması isteyeceği veya böyle yapması gerektiği konusundaki dedikodular büyüdü, Euro bölgesi yetkilileri ise bu gerçeği görmezden geldi veya gündeme gelmesini önlemek adına inkâr etti. Fakat konu kapanmayıp büyüdükçe endişe de arttı. Şimdi ise AB ve IMF, Yunanistan’a 110 milyar Euro’luk kredinin 12 milyar Euro’luk beşinci taksitini vermek için ağır şartlar öne sürüyor. Belli ki sonraki taksitlerde de bu böyle devam edecek. Yunanistan beşinci taksiti alamazsa, bazı ödemelerde sıkıntı çekilecek. Hele 19 Temmuz’da 1.8 milyar Murat SAĞMAN Ekonomist / Bankacı Euro’luk borç faizi ödemesi gereken Yunanistan’ın, böyle bir durumda ağustos ayında da devlet memurları ve emeklilere maaş vermesi zora girecek. Sorunun nasıl çözüleceği ise büyük bir soru işareti. Olasılıkların ilkinde; yani alacaklıların bu işe rıza göstermeleri ile mümkün olabilecek bir ‘yumuşak yapılandırmada’, alacaklıların ellerinde bulunan tahvillerin kupon faizlerinin düşürülmesi veya vadesinin uzatılması söz konusu olacak. Sert yapılandırmada ise alacaklılar, ellerinde bulundurdukları tahvillerin anapara ve birikmiş faizlerinin bir bölümünden vazgeçmek zorunda kalacaklar. Belli ki Avrupa Merkez Bankası'nın, Euro Bölgesi’ndeki siyasi iradelerin çabası, sorunlara çözüm üretmek veya onlarla birlikte yaşayarak günü kurtarmak konularında yeterli olamıyor. Borcu olan ve geri ödeme sıkıntısı yaşayan üyeler kadar söz konusu kredileri verenlerin de başlarının sıkıntıda olduğunu söylemek lazım. Küçüklerden bahsettik ancak sıra yavaş yavaş büyüklere de geliyor. Portekiz, İtalya, İspanya ve İrlanda’nın başı çektiği, Fransa’nın sallandığı, Almanya’nın gelişmelere paralel sıkıntı ile karşı karşıya kaldığı ve kalacağı, İngiltere’nin ise tam bir gizli iflas içinde bulunduğu aşikâr. Küresel kredi krizi sırasında Avrupa Birliği üyesi bulunan fakat Euro Bölgesi içinde olmayan Doğu Avrupa ülkeleri ciddi bir şekilde sarsılmış durumda. Aslına bakarsak Euro kurunun güçlü olmasının ECB'nin enflasyonla mücadelesinin bir parçası olduğunu söylemek mümkün. Güçlü Euro, özellikle petrol ve diğer mallarda ithalat faturasını düşürüyor. Bölge ekonomisinin büyümeye devam etmesine rağmen büyüme hızında yavaşlama olması dikkat çekiyor. Yine de Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) faiz artıracağı beklentisi, Euro’yu almak için artık yeterli neden değil. Aslında faiz artırımı, çevre ülkelerin endişelerini artırırsa negatif bir etki dahi yaratabilir. Birliğin amiral gemilerinin, sorunlu ülkelerin geçmişteki hatalarından kaynaklanan açıklarını ve zararlarını yüklenmesi sonucunu doğuruyor. Sorunlu ülkelerin durumu Euro üzerindeki risk primlerini artırıyor, faiz oranlarını yukarı çekiyor ve Euro’yu güçsüzleştiriyor. İyimser senaryoda neler olabilir? Yeni batıkların oluşmaması halinde, mevcut yükümlülükler yerine getirilirken, sorunlu ülkelerin bütçe performansları üzerinde sıkı bir gözetim sağlayarak zamanla dengeler oturtulabilir. Bir başka senaryoda, sorunlu ülkeler EMU dışına çıkarılabilir. Tabii dengelerin lehine olduğu ülkeler de söz konusu. En güzel örnek Almanya. Çok güçlü bir ekonomiye, oldukça düşük bir işsizlik oranına, yüksek üretim gücüne ve neredeyse sıfıra yakın enflasyona sahip Almanya, kendi imalat sanayini iç ve dış talebini artırarak güçlendiriyor. Euro’ya geçildiğinden beri, Almanya’da reel ücretler art- madı, maliyetler ucuzladı, sanayi üretkenliği ise birkaç misli arttı. Hiç şüphesiz Almanya, ekonomik açıdan Euro Bölgesi’nin lideri konumunda. Almanya, Avrupa Birliği ihracat piyasasının hemen hemen tamamını kontrol ediyor. Bu sistemin çökmemesi, devam etmesi, en çok Almanya’nın yararına. Almanya’nın belli başlı ihracat kalemlerinde en büyük rakibi Çin. Kriz nedeniyle Euro/Dolar paritesindeki sert oynamalar Çinli ihracatçı üzerindeki maliyet baskısını artırarak, Çin şirketlerinin Avrupa ülkelerine ihracat yapmasını zorlaştırdı. Şimdi Almanya bu durumu kullanıyor. Çünkü Avrupa, Almanya'nın en büyük ihracat pazarı. Euro Bölgesi ülkeleri, Almanya’dan olur almadan tek başına karar verecek durumda değiller. Almanya'nın hâkimiyetini kabul etmek ve söylenenleri yapmak zorundalar. Bu, Almanya'nın Avrupa'daki gücünü daha da artıracak. Belli ki ekonomisi zayıf ülkeler destek almadan bu işin içinden çıkamayacaklar ve devlet borçlarını artıracaklar. Kısaca Almanya’ya bağlı olacaklar... Avrupa Merkez Bankası’nın ipleri artık Almanya’da. Nitekim Avrupa’nın parasal kontrolü de onlarda. Sonraki Avrupa Merkez Bankası Başkanı büyük bir olasılıkla Almanya’dan çıkacak. Bu isim kuvvetle muhtemel eski Bundesbank Başkanı Axel Weber olacak. AB’nin dağılma sürecine girmesi ya da bütünleşmeyi savsaklayarak krizi derinleştirmesi, Türkiye de dâhil olmak üzere bütün dünyayı tehdit edecek bir tsunami olarak üstümüze gelmesi problem yaratır. Dikkatle takip etmeye devam edeceğiz. Sayı: 376 - Temmuz 2011 27 Güncel EURATEX VE EUROCOTON’UN GENEL KURULU BRÜKSEL’DE GERÇEKLEŞTİRİLDİ Euratex ve Eurocoton Genel Kurulu’na katılan sendikamız uluslararası örgütlerdeki çalışmalarını Haziran ayında da sürdürdü. Euratex Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Bülent Başer ve Eurocoton Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Can Piyale, toplantılarda hazır bulundu. Avrupa’nın tekstil ve pamuk üreticileri geçtiğimiz ay Brüksel’de bir araya geldi. 9 Haziran 2011 tarihinde Euratex Genel Kurulu, 7-8 Haziran 2011 tarihinde de Eurocoton Olağan Genel Kurulu toplantıları, Avrupa’nın sektörle ilgili önemli isimlerini bir araya getirdi. Türk tekstil sektörünü Avrupa’nın alanındaki en etkin kurumlarından Euratex ve Eurocoton’da Başkan Yadımcılığı düzeyinde temsil eden Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın Yönetim Kurulu Üyeleri de bu toplantılarda hazır bulundu. 9 Haziran 2011 tarihinde Brüksel’de gerçekleşen Euratex Genel Kurulu’na sendikamızı temsilen Euratex Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Bülent Başer, Yönetim Kurulu Üyelerimiz Erhan Özkan ve Can Piyale’den oluşan bir heyetle katıldık. Genel Kurul’da konuşma yapan Euratex Başkanı Alberto Paccanelli, tekstil ve hazır giyim sanayisinin 2010 yılında 2008 ve 2009 yıllarına göre daha iyi bir perfor- Sayı: 376 - Temmuz 2011 28 mans sergilediğini kaydetti. Toplantıda, sanayinin 2010 yılı cirosunun bir önceki yıla göre yüzde 4.2 artarak 172 milyar Euro’ya ulaştığı, bu değerin kriz öncesi seviyenin altında olduğu, buna karşın 2010 yılı içerisinde sanayide gerçekleşen 5 milyar Euro değerinde makine yatırımı düşünüldüğünde, sektörle ilgili olarak gelecek dönemler için güvenin arttığı belirtildi. Toplantıda ayrıca, AB ülkelerinin tekstil ve hazır giyim sanayilerinde 127 bin firmanın faaliyet gösterdiği ve sektörün 1.9 milyondan fazla işçiye istihdam sağladığı, sanayinin rekabetçiliği artırmak amacıyla teknoloji ve yaratıcılığa yöneldiği, perakendeciliğin ve tedarik zincirindeki ilişkilerin geliştirilmesinin öneminin her geçen gün arttığı vurgulandı. Genel Kurul’un, tüm katılımcıların iştirak ettiği bölümünde, “Tekstil, konfeksiyon sanayi ve perakendeciler arasındaki gelecekteki ilişkiler” başlığı altında Kurt Salmon Associates firması Direktörü Dorothea Ern-Stockumun yönettiği bir panel düzenlendi. Panele, -AEDT (T&C Retail Association) Başkan Yardımcısı Carlo Massoletti, Miroglo firmasi CEO’su Giuseppo Miroglio, Ventre-Privee firması İletişim Direktörü Xavier Court, Falke KgaA CEO’su Peter Falke katılımıyla gerçekleşen oturumda ise tüketicilerin tedarik zinciri üzerindeki etkileri, ürün planlamada üreticiler ve perakendeciler arasındaki koordinasyon, e-ticaret gibi yeni alışveriş metotlarının popülerliliği, hizmet kalitesi ve fiyat-kalite uyumu gibi konular gündeme getirildi. dan konularında uzman kişiler tarafından hammadde fiyatları, trendleri, tekstil sektörü ticaret politikaları gibi konularda sunumlar yapıldı. Seminerde sunum yapan kişiler ve konuları şu başlıklardan oluştu: “Belçika Pamuk Birliği Başkanı Manu Tavernier; Hammaddeler konusunda meydana gelen gelişmeler, 2011 yılı ve sonrasında pamuk fiyatları. PCI Fibres Consulting Group yetkilisi Bruna Angel; Doğal ve suni sentetik elyaflar arasındaki ilişkiler, hammadde trendleri ile ilgili rehberlik. Institut Français de la Mode yetkilisi Gildas Minvielle; Moda/ tekstil/ hazırgiyim sektörlerinin Avrupa tedarik zinciri içerisinde yeni haritalanması. AB Komisyonu Ticaret Genel Müdürü (Sürdürülebilir gelişme, ikili ticaret ilişkileri) Ignacio Garcia-Bercero; Avrupa ticaret politikaları, AB tekstil sektörünü nasıl desteklemektedir? AB Komisyonu Girişim Genel Müdürü Luis Filipe Girao; AB işletmeleri ve sanayisi, Avrupa tekstil sanayini güçlendirmek için nasıl çalışır? NCTO National Council of Textile Organizations Başkanı Cass Johnson; Tekstil sanayii ve ticaret politikalarının güncellenmesi.” Pamuk üreticileri de bir araya geldi 51. Eurocoton Olağan Genel Kurulu, 7-8 Haziran 2011 tarihleri arasında AB komisyon üyeleri, üye birlik temsilcileri ve sektör paydaşları katılımıyla Brüksel’de gerçekleşti. Toplantılara sendikamız, Eurocoton Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Can Piyale ile birlikte Yönetim Kurulu Üyelerimizden Bülent Başer ve Erhan Özkan’dan oluşan bir heyetle katıldı. Genel Kurul’da, Eurocoton Başkanı Benoit Hacot’un yapmış olduğu kısa açılış konuşmasının ardından, lif, ekonomi, ticaret ve endüstri politikaları gibi farklı dallar- Sayı: 376 - Temmuz 2011 29 Güncel DÜNYA TEKSTİL SEKTÖRÜNÜN DEVLERİ PAMUK FİYATLARININ GELECEĞİNİ MASAYA YATIRDI Uluslararası Tekstil Sanayicileri Federasyonu (ITMF) tarafından düzenlenen “Tekstil Değer Zinciri” toplantısında pamuk fiyatları tartışıldı. Sendikamız, toplantılara Yönetim Kurulu Başkanımız ve ITMF Ömür Boyu Onursal Üyesi Halit Narin’in başkanlığında bir heyetle katıldı. Uluslararası Tekstil Sanayicileri Federasyonu (ITMF) yöneticileri ve Avrupa’nın önde gelen birçok perakende firmasının katılımıyla 5 Mayıs 2011 Perşembe günü ITMF Başkanı Bashir Ali Mohammed başkanlığında “Tekstil Değer Zinciri” toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıda geçtiğimiz dönemde hızla yükselen pamuk fiyatlarının nedenleri ve sektöre etkileri üzerinde duruldu. Toplantıya katılan ve öne çıkan perakende firmaları Adler Modemarkte (Almanya), C&A Mode Gmbh&Co (Almanya), Esquel Group (Hong Kong, Çin), La Redoute (Fransa), Tesco (İngiltere), Koufhof Gmbh (Almanya) oldu. ITMF Başkanı Bashir Ali Mohammed’in yapmış olduğu açılış konuşmasının ardından Bremen Pamuk Borsası Başkan Yardımcısı Grobien Fritz, “Hızla Yükselen Pamuk Fiyatları- Gelecekte Ne Var?” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Söz konusu sunumunda Fritz, dünya pamuk üretimi ve tüketimiyle ilgili çeşitli bilgiler vererek önemli tespitler yaptı. Fritz, sunumunda; Önümüzdeki dönem pamuk fiyatları seyrinin tahmin edilmesinin oldukça zor olduğunu, 1970 yılında pamuk üretimi 12 milyon ton iken, bu rakamın 2011 yılına gelindiğinde 24 milyon tona kadar çıktığını (maksimum üretim 2004/05 senesinde 26,5 milyon tondur), Bu 40 yıllık dönemde pamuk fiyatlarının artan bir trendle yıllık ortalamalarda 40-100 cent/lb aralığında yer aldığını (Grafik1), Pamuk üretimindeki 40 yıllık üretim trendinin de yukarı yönlü olduğu, bunun temelinde yatan sebeplerin arasında ABD, AB sübvansiyonları ve 2000’li yılların ertesinde tohum teknolojilerindeki gelişmelerin önemli etkileri bulunduğunu, Grafik 1: Yıllar İtibariyle Tarihsel Üretim Sayı: 376 - Temmuz 2011 30 Yine geçtiğimiz 40 yıllık dönemde pamuk ekilen alanların neredeyse hiç değişmeden 3035 milyon hektar aralığında sabit kaldığını, ancak aynı dönem içinde pamuk üretiminin 12 milyon tondan 26 milyon tonlara çıktığını, bunun temelinde de 1970’li yıllarda hektar başına 375 Kg’lık üretimin günümüzde hektar başına 750 Kg’a kadar çıktığını, Pamuk üretiminin, sulanabilir alanların kısıtlı olması ve pamuğa alternatif tarım ürünleri nedeniyle önemli bir tehdit altında olduğunu, bazı tarım ürünlerinin bio-enerji temininde kullanılmasının da pamuk üretimini azaltıcı etki yaptığını, pamuktaki fiyat artışının mısır, soya gibi alternatif tarım ürünlerinde görülen artıştan daha fazla olmadığını, gıda ürünlerinin her zaman pamuktan daha öncelikli olacağını (Grafik 2), 1999 yılından bu yana dünya nüfusunun 1 Grafik 2: Karşılaştırmalı Ürün Miktarı Bora KOCAMAN / Ceren ERMİŞ İstatistik – Araştırma Servisi Grafik 3: Yıllar İtibariyle Nüfus ve Zirai Alanlardaki Değişim milyara yakın artış göstermesine rağmen, giderek daha fazla tarım alanının enerjiye ayrılmaya devam ettiğini, tarım alanlarında önemli bir artışın sağlanamadığını (Grafik 3), Artan nüfusun gıda ürünleri stoklarının azalmasına ve tüm dünya genelinde önemli fiyat artışlarına sebep olduğunu, gıda alanında önemli bir gelişme olmadıkça ucuz fiyatların geçmişte kalacağını, fiyat artışlarının pamuk ekimini artıracağını ancak alternatif ürünlerdeki fiyat artışlarının, pamuk üretiminin beklenen oranda artmasını engelleyeceğini, pamuk üretiminin daha çok teknoloji kaynaklı olarak gelişebileceğini, dünyada “tüketim kaynaklı” bir değişimin yaşanmakta olduğunu, BRIC ülkelerinin başı çektiği ülkelerde, 800 milyon orta gelirli yeni insan nüfusunun, daha fazla yeme, içme, giyinme ve tüketim talebinde bulunduklarını, tüm mal gruplarında önümüzdeki dönemde tüketim artışından kaynaklanan bir fiyat artışı görüleceğini, örneğin dünya tekstil tüketim ortalamasının ABD’yi yakalaması durumunda bugünün 4 katından daha fazla lif ihtiyacı olacağını, Çin’in aylık perakende satışlarının son 9 yılda yüzde 400 oranında artış göstererek, 16 Trilyon RBM’e ulaştığını, dünya elyaf tüketimi içinde pamuk tüketiminin yüzde 60’lardan bugün için yüzde 35’e gerilediğini, 2010 yılında 70 milyon ton olan elyaf tüketiminin, 2015 yılı itibariyle yıllık bazda yüzde 3’lük artışla 80 milyon tona ulaşmasının beklendiğini, bunun sonucunda her yıl 700 bin tonluk pamuk elyaf artışına ihtiyaç duyulacağını ancak bunu sağlayacak yeterli üretimi bulmanın zor olduğunu (Grafik 4), Grafik 4: Yıllar İtibariyle Küresel Lif Tüketiminde Pamuğun Payı Çinlilerin pamuğu statü sembolü olarak nı, azalan dünya pamuk stoklarının fiyat isgören yaklaşımlarının gelecekte de pamuğa tikrarı açısından önemli bir tehdit unsuru olan talebi canlı tutacağını, dünya pamuk fiolabileceğini, yatlarındaki artışın diğer önemli bir etkeninin ABD’nin yüksek kamu borcunun dünya de tarihsel olarak çok düşük seviyelerde olan ekonomisi için önemli bir tehdit unsuru olduğu, pamuk stokları olduğunu, bu bağlamda biryatırımcıların giderek daha fazla oranda emçok ülkenin pamuk stoklarını artırma polititia piyasalarında ve altın gibi karşılığı olan ürünkaları geliştirdiğini belirtti. lerde yatırım yaptığını, bu bağlamda pamuk fiFritz, ayrıca tedarik zinciri fiyat hareketyatlarının altın cinsinden hesaplanması dulerinde; rumunda, aslında pamuğun fiyatının pahalı olPamuk fiyatlarında geçtiğimiz Ağustos madığını belirtti. 2010 (90 cents/lb) - Ocak 2011 (179 cents/lb) Sunumun ikinci bölümünde, günümüz dönemleri arasında yüzde 100’e yakın artış gökoşullarında üretimin sürdürülebilir ve şeffaf rülmüş, pamuk fiyatlarındaki artış iplik fiyatolması gerektiğini belirten Grobien Fritz, pelarında yüzde 45, kumaş fiyatlarında yüzde 12, rakendecilerin üretim zincirindeki tüm aşakonfeksiyon fiyatlarında yüzde 1 artışa sebep maların sorumluluklarını almaları, takip ve olmuş, perakende fiyatlarında ise yüzde 1’lik kontrol etmeleri gerektiğini ve zaten günübir azalış görülmüştür (Şekil 1). Bunun sürmüzde Marks& Spencer, Migros, C&A, Escape dürülebilir bir gelişme olmadığını ve peragibi en önemli perakendecilerin bu koşullarkendecilerin de fiyatlarını yükseltmek duruda çalıştıklarını, markaların üreticinin gözü munda kalacağını, önünde ve tek sorumlu olarak görüldükleriPamuğun giderek daha fazla lüks ve daha üst Şekil 1: ABD Pamuğundaki Fiyat Artışının Tedarik segmente hitap Zincirine Yansıması eden bir ürün olacağını, artan pamuk fiyatlarına önlem olarak alternatif ürünlerde yeni yatırımlarının arttığını, örneğin Çinlilerin PES üretim kapasitesini önemli oranda artırdığı- Sayı: 376 - Temmuz 2011 31 Güncel lerin “Kristal pamuk” olarak adlandırdıkları bir proje üzerinde çalıştıklarını öğrendiğini, bu proje kapsamında daha az su ve daha az toprakla çok daha fazla üretilebilen pamuğa alternatif olabilecek olan bu ürünü geliştirmeye çalıştıklarını ifade etti. Bu noktada ITMF Danışma Kurulu Üyesi John Cheh (Hong Kong) söz almış ve pamuk fiyatının yüksek kalacağına inandığını ancak kendi tahmininin 100-140 cents/lb aralığında olduğunu, Çin hükümeti tarafından pamuk üreticilerine vaat edilen 140 cents/lb’lik fiyatın Eylül 2010- Mart 2011 dönemiyle ilgili istisnai bir durum olduğunu, tarihsel olarak minimum stoklarla gelen pamuk stoğunun yeniden artırılmasına yönelik olarak Çin Hükümeti’nin bu tarz bir politika geliştirdiğini, bunun da gelecek dönemde pamuk fiyatlarının 140 cents/lb altına inmeyeceği şeklinde yorumlanmaması gerektiğini, nitekim Çin’in iç pazar pamuk fiyatlarının birtakım vergilerden dolayı zaten uluslararası fiyatlardan yüksek olduğunu, diğer yandan Bloomberg ekonomistlerinin de fiyatlarının 1 doların altına gerileyeceği şeklinde tahminde bulunduğunu belirtti. Pamuk fiyatlarının perakende sektörüne yansımalarının bu kadar az görülmesinin temelinde, yapılan kontratların en az 6 ay öncesinden yapıldığını ve sonuçlarının bu süre geçtikten sonra tüketiciye yansıyabileceğini vurgulamış ve gelecek dönem giysi fiyatlarında Çin piyasasında en az yüzde 10’luk, ABD’de ise yüzde 15’lik bir artış beklediklerini belirtmiştir. Pamuk fiyatlarının perakendeciye yansımamasının perakende sektörünün lojistik, yönetim, marketing gibi birtakım maliyet kalemlerinde sağlanan iyileştirmelerden kaynaklandığı, burada hâlâ birtakım iyileştirmenin yapılabileceğini ve böylelikle fiyat artışlarını engelleyebileceğini, gelinen noktada en az fiyat kadar önemli olan diğer bir konunun da sürdürülebilir tedarik olduğunu ve kimi zaman fiyatın bile önüne geçebileceğini ifade etti. Şekil 2: Sertifika, Etiket Örnekleri ni dolayısıyla ürünlerle ilgili yaşanacak olumsuzluklarda öncelikli olarak kötü şekilde etkilendiklerini, tedarik zincirinin sorumluluğunu almayan firmaların muhtelif olumsuzluklar karşısında önemli kayıplar verebileceklerini hatta büyük yatırımlarla oluşturdukları markaların büyük prestij kaybedebileceğini vurguladı. Bu bağlamda Organic Cotton, Cotton Made in Africa, Fair Trade Cotton, Better Cotton Initiative gibi etiketlerin ve sertifikaların prestij açısından öneminin giderek artacağını ifade etti (Şekil 2). Sunum sırasında ve ertesinde toplantıya katılan sektör temsilcilerinin yorumları da toplantı gündeminde önemli bir yer tuttu. ITMF Başkanı Bashir Ali Mohammed, pamuk fiyatlarındaki artışın sektörün geleceği açısından tehdit oluşturduğunu, özellikle finansman sıkıntısı çeken işletmelerin büyük zarar görebileceğini, kendisinin şahsen dünya pamuk fiyatlarının 140 cents/lb seviyelerinin altına düşmeyeceğini, buna gerekçe olarak da Çin devletinin 2010-2011 dönemi için pamuk üreticilerine 140 cents/lb’den 6 aylık periyod boyunca alım taahhüdü olduğunu dolayısıyla fiyatların bu seviyenin altına inmeyeceğini düşündüğünü, diğer yandan kurların çok büyük önem kazandığını, bu nedenle hangi pazara satış yaptığınızın önemli olduğunu, enerji fiyatlarındaki yükselişin sektörü olumsuz etkileyebileceğini nitekim petrol fiyatlarının 200 doları bulabileceğini, enerji ve gıda fiyatlarındaki artışın işçilik maliyetlerinde de dolaylı bir artışa sebep olacağını, Çin ve Hindistan para birimlerindeki değerlenmenin maliyetleri yukarı çekeceğini, tüm üreticilerin maliyet artışıyla baş edebilmeleri için politikalar geliştirmeye çalıştıklarını, örneğin Çin’e gerçekleştirdiği bir seyahat esnasında Çinli- Sayı: 376 - Temmuz 2011 32 Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı ve ITMF Ömür Boyu Onursal Üyesi Halit Narin, kendimizi yeni fiyatlara alıştırmamız gerektiğini, pamuk fiyatlarının gelecek dönemde çok fazla düşeceğine inanmadığını, gelişen dünya düzeninde Çin’in, Rusya’nın önemli tüketim pazarları olduğunu, buralarda artacak taleple fiyatların aşağı düşmesini engelleyeceğini, değer zinciri içerisinde tüketicileri yüksek fiyatlara alıştırma görevinin perakendecilere düştüğünü belirtmiş, bu aşamada perakendecilerin sorumluluğu taşımaları gerektiğini, pamuk fiyatlarının takip eden dönemde 3 doların (yaklaşık 136 cents/lb) altına düşmeyeceğine inandığını, ayrıca yüzde 100 pamuk olan ürünler yerine karışık ürünlere yönelinmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’nin gelişime açık büyüme potansiyeli olan önemli bir bölgesel güç olduğunu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmelerin AB içinde Bulgaristan, Romanya, Yunanistan gibi ülkelerdeki yaşanan gelişmelerin, İran’ın durumunun Türkiye’nin önemini bir kez daha ispat ettiğini, büyük pazarı ve üretim gücüyle Türkiye’nin bu coğrafyada en önemli üretim üssü olduğunu, güvenilir, sürdürülebilir üretim kapasitesiyle AB ve dünya için en önemli tedarikçiler arasında yer alacağını ifade etti. Perakende sektör temsilcileri arasında yer alan La Rodoute(Fransa) ve Adler(Almanya) firmalarının temsilcileri, pamuk ve genel fiyat artışlarının kendilerini olumsuz etkilediğini, girdilerdeki fiyat artışlarını fiyatlara yansıtmamak için önemli mücadeleler verdiklerini, bu bağlamda tedarik stratejilerinde birtakım değişiklikler yaptıklarını, örneğin daha iyi işbirlikleri ve daha az tedarikçi ile çalışmaya özen gösterdiklerini, tedarikçilerinin kurumsal kapasitelere, finansal durumlarına dikkat ettiklerini ve tercihlerini bu kriterler çerçevesinde belirlediklerini ifade ettiler. Perakende temsilcileri, bulunduğumuz dönemde, geçen seneye göre yüzde 15 fiyat artırdıklarını, fiyat artışının toplam cirolarına olumsuz etkisinin bulunmadığını ancak daha düşük volümlerde çalıştıklarını belirttiler. C&A firmasının temsilcisi, kendilerinin H&M ile aynı klasmanda olduklarını, müşterilerinin fiyat artışlarına karşı çok hassas ol- Grafik 5: Artan Pamuk Fiyatlarının Farklı Ürün Gruplarına Yansıması duğunu ve fiyat tutturmakta çok zorlandıklarını belirtti ve tişörtün fiyat artışlarından en çok etkilenen mamul olduğunu sözlerine ekledi. Bassem Sultan, Mısır’da son dönemde yaşanan olaylar çerçevesinde ülkenin normalleşme sürecine girdiğini, şu anki temel problemin özgürlüklerin sınırının fazlalaşmasından kaynaklandığını, 6-8 aylık bir dönemde eski günlerine döneceğine inandığını, kendi fabrikasının sadece 4 gün kapalı kaldığını, şu an için Mısır’da üretimin devam ettiğini insanlara anlatabilmek adına yoğun bir şekilde seyahat ettiğini belirtti. Ardından ICAC (Uluslararası Pamuk İştiare Komitesi) & Cotton Incorporated adına Plastina Alejandro ve Devine Jon’un hazırlamış oldukları “Pamuk Fiyatlarının Analizi” başlıklı sunum söz konusu şahısların toplantıya katılamamaları nedeniyle ITMF Genel Müdürü Christian Schindler tarafından gerçekleştirildi ve genel olarak pamuk fiyatlarının tekstil değer zincirine nasıl yansıdığı aktarıldı. Sunumda öne çıkan konular şu şekildedir: 2010/11 yılı pamuk fiyat ortalaması 167 cents/lb, 2009/10 yılının ise 77 cents/lb’dir. Aradaki 90 cents/lb farkın tüketiciye ne kadar yansıdığını göstermek için bir çalışma yapılmış, bu bağlamda farklı ürün gruplarında kullanılan ortalama pamuk miktarı belirlenmiş ve pamuk fiyat artışlarının son mamule ne kadar yansıdığı, oranları tespit edilmiştir. Grafik 6: Artan Pamuk İplik Fiyatları Polo tişört 0,54 lb = 0,49 $ (22 $’lık polo tişörtte yüzde 2,2’lik artışına) Kadın bluz 0,50 lb = 0,45 $ (28 $’lık kadın bluzunda yüzde 1,6’lık fiyat artışına) Erkek denim 1,92 lb = 1,73 $ (36 $’lık erkek denimde yüzde 4,8’lik fiyat artışına) neden olmuştur (Grafik 5). rakende sektöründeki fiyat artışın yüzde 3,57, enerji ve ulaşımın yüzde 5,86, yiyeceğin yüzde 8,88 oranında artması beklenmektedir. Pamuk fiyat artışlarının etkisinin; Ağustos 2010 (90 cents/lb)-Nisan 2011(216 cents/lb) döneminde elyafta yüzde 140, iplikte yüzde 65, kumaşta yüzde 21, giyside yüzde 2 olduğu belirtildi (Grafik 6). Önümüzdeki dönemde pe- Son dönemlerdeki emtia fiyatları değerlendirildiğinde; yatırımcıların giderek daha fazla oranda emtia piyasalarında yatırım yaptığı, bankaların ve finansal kurumların büyük sermaye hareketleri ile Türkiye’de ve dünyada pamuk üretimi ve tüketimi hakkında genel bir değerlendirme Tişört 0,41 lb = 0,37 $ (20 $’lık tişörtte yüzde 1,9’luk fiyat artışına) Sayı: 376 - Temmuz 2011 33 Güncel Grafik 7: Yıllar İtibariyle Dünya Pamuk Üretimi ve Tüketimi Kaynak: ICAC emtia piyasalarını dalgalandırdığı, pamuk konusunda lider olan ve sadece pamuğun ticaretini yapan büyük firmaların olumsuz etkilendiği, dev emtia şirketlerinin piyasa liderliğini ellerine geçirdikleri, pamuk fiyatının yanı sıra alternatif ürün olabilecek mısır, buğday, soya gibi tarım ürünü fiyatlarında da yeni ve yüksek seviyelerin oluştuğu görülmektedir. 2007-2009 yılları arasında pamuk ekim alanları ve üretimi; diğer emtia fiyatlarındaki yüksek artış, olumsuz iklim koşulları, sentetik liflere olan talebin artması sebebiyle azalmış buna karşın pamuk tüketimi; Çin ve Hindistan’daki kişi başına düşen gelirin ve tüketimin artması, gelişmiş ülkelerde tüketimin beklenenden daha az yavaşlaması etkisiyle artmıştır. Önümüzdeki sezonda, dünya genelinde pamuk ekim sahalarının beklenenden daha az artacağı, bu sezon içerisindeki pamuk ekiminin olumsuz iklim koşulları altında gerçekleştiği, ABD’de kuraklığın çok fazla olduğu, büyük rekolte azalmasının beklendiği, küresel rekoltenin fiyat etkisiyle geçen yıla göre yüzde 8 artarak 123,7 milyon balya seviyesine, küresel pamuk tüketiminin ise geçen yıla göre yüzde 3 artarak 118,9 milyon balya seviyesine ulaşacağı, pamuk rezervlerinin az da olsa artacağı fakat altı yıl- Sayı: 376 - Temmuz 2011 34 dır erimekte olan rezervlerin 2005 yılı öncesi seviyelere ulaşması için bir kaç yıl daha gerekeceği tahmin edilmektedir (Grafik 7). ICAC’den alınan verilere göre 2010 yılı itibariyle tekstil elyafı tüketiminin 70,6 milyon ton olduğu, 2015 yılında 83 milyon tona ve 2020 yılında ise 98,6 milyon tona ulaşacağı öngörülmektedir. Pamuk bazında bakıldığında 2010 yılı itibariye toplam tüketimin 25,2 milyon ton olduğu, 2015 yılında bu rakamın 27,3 milyon tona, 2020 yılında ise 29,9 milyon tona yükselmesi beklenmektedir. Mart 2011’de 234 cents/lb ile tarihinin en yüksek seviyesine ulaşan pamuk fiyatları, Haziran 2011’de 150 cents/lb seviyelerine düşmüştür (Grafik 8). 2011/2012 sezonunda Türkiye’nin pamuk üretim ve tüketim tahminlerine bakıldığında; ekim alanlarının Ege Bölgesi’nde yüzde 45, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise yüzde 50 oranında artması, bu bağlamda rekoltenin de artarak 675.000- 750.000 ton seviyelerine ulaşması, yıllık pamuk ihtiyacının 1.300.000 ton ve pamuk ithalatının 600.000 ton olması beklenmektedir. 2011/2012 sezonu küresel olarak değerlendirildiğinde; pamuk bazında 2010 öncesi fiyatları görmenin çok zor olacağı, aşırı fiyat dalgalanmalarının devam edeceği, bir önceki sezondaki fiyat artışının asıl kaynağının pamuk arzındaki sıkıntı olduğu (Hindistan’nın ekim ayında pamuk ihracatına kota getirmesi, Pakistan’daki sel felaketi, Çin’deki olumsuz hava şartları, Hindistan’daki düzensiz muson yağmurları, Yunanistan’daki aşırı yağmurlar, hasadın gecikmesi, rekolte kayıpları, Avustralya’daki sel felaketi), ancak önümüzdeki sezon fiyatının tüketici tercihleri tarafından (pamuk tüketimi) belirleneceği düşünülmektedir. Grafik 8: Mart 2010- Haziran 2011 Arası Pamuk Fiyat Hareketleri Güncel TEXPO EURASIA VE İPLİK FUARI BÖLGESEL BULUŞMA NOKTASI OLDU Texpo Eurasia 2011 Fuarı, 28-31 Mayıs 2011 tarihleri arasında TÜYAP’ta yerli ve yabancı firmaların katılımıyla gerçekleştirildi. Bu yıl 24 milyar dolar ihracat hedefleyen tekstil ve hazır giyim sektörü, iplik, hammadde ve yeni tekstil makinesi yatırımları için İstanbul’da bir araya geldi. 28-31 Mayıs 2011 tarihleri arasında düzenlenen ve kısa adı Texpo Eurasia 2011 olan 28. Tekstil, Dokuma, İplik, Terbiye, Örgü, Nakış, Çorap Makineleri, Yan Sanayileri ve Kimyasalları Fuarı ile 8. Uluslararası İstanbul İplik Fuarı eş zamanlı olarak TÜYAP'ta yapıldı. Ağırlıklı olarak sektörel yatırımların ele alındığı fuar, dokuma ve iplik firmalarından büyük ilgi görürken, sektörde yatırıma dönüşün de sinyalini verdi. Tekstil Makine ve Aksesuar Sanayicileri Derneği (TEMSAD) tarafından düzenlenen fuara gelenler hem makine siparişi verdi hem de üretimde kullandığı girdileri buldu. Fuarda sergilenen ürünler arasında mamul ipliğin yanı sıra tekstil, dokuma, iplik, terbiye, örgü, nakış, çorap makineleri, yan sanayi ve kimyasallarla ilgili ihtiyaçlar sergilendi. 25 binin üzerinde sektör profesyonelinin ziyaret ettiği fuara, Bulgaristan, Fas, Suriye, Rusya, Makedonya, İran, Sırbistan ve Özbekistan’dan da alım heyetleri katıldı. Büyük bir ticaret hacmi oluşturulan fuarda, tekstil sektörünün yatırım alanları ve öngörüleri de masaya yatırıldı. Yetkililer, 400’ün üzerinde firmanın katıldığı fuarın, dünyadaki ekonomik dengelerin değişimine uyum sağlayan tekstil sektörünün ya- tırımları artırma ve makine parklarını yenileme hazırlıklarına başladığının göstergesi olduğunu söylediler. Yetkililer, “Türk tekstil sektörü pazarlamadan mali yapıya, üretimden satışa kadar yeniden şekillenmeye başlayan ortama uyum sağlamaya başladı. Sektör 2011 yılında gerçekleştirmeyi hedeflediği 24 milyar dolarlık ihracat için rotasını hareketlenen ve sektör için önem kazanan Avrasya coğrafyasına çevirdi. Yeni hedef pazarların büyüklüğüyle ve talebiyle orantılı olarak üretim kapasitesini de artırmak zorunda kalan sektör, maliyetlerini azaltmak ve pazara yeni ürünler sunabilmek için, iplik ve hammadde yatırımlarını artırma, makine parkurlarını yenileme ihtiyacı duydu. Fuar da bu anlamda tüm beklentilere cevap verdi” dediler. Fuarın her geçen yıl büyüdüğünü anlatan yetkililer, “Asya, Avrupa ve Afrika Kıtaları’na ulaşma yollarının kesişim noktasında yer alan Türkiye; Doğu Avrupa, Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Hazar Bölgesi, Orta Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kapsayan bir coğrafyanın merkezinde bulunmakta. Türkiye, bu bölgeler ile coğrafi, ekonomik ve tarihi bağlantıları sebebiyle tercih edilen bir buluşma noktasıdır. 55 ülkeden toplam 1.5 milyar nüfusu barındıran Avrasya bölgesinin önemli bir ekonomik ve ticari potansiyele sahip olmasının yanında aynı zamanda dünyanın tekstil üretim merkezi olma özelliğini sürdürmesi fuarın konumunu güçlendiriyor” diye konuştular. Yetkililer, Avrupa’da gerçekleştirilen iplik fuarlarının son 5 yılda küçülerek etkisini kaybetmeye başladığını anlatırken, Türkiye’nin ise önemli bir gelişim içine girdiğini vurguladılar. Yetkililer, “Özellikle İplik Fuarı istikrarlı büyümesini sürdürerek tekstil üretiminin merkezi olan Avrasya bölgesinin en önemli ve etkin fuarı konumuna geldi” dediler. Hedeflenen pazarlara ulaşmak için önemli bir platforma dönüşen fuara yabancıların da ilgisi büyük oldu. Fuarda yerini alan firmalardan Tongkun Türkiye Temsilcisi Faisal Hu, sektörü ve Türkiye ile bağlarını değerlendirirken, “Türkiye bölgesinde önemli bir köprü konumunda. Bu fuar bizi gelecek için daha da umutlandırdı” dedi. Tekstil makineleri ve iplik sektörünün önde gelen oyuncularının büyük ilgisine sahne olan fuara Ağteks, Anteks, Jakarsan, Benteks Tekstil, Ekoteks, Alba Makine, Çemtaş Kimya, Teknika, Polteks, Somteks, Sunpar, Taç Makine’nin de aralarında bulunduğu birçok isim katıldı. Fuarda Alkan Makine, Gemini, Heliot, Metsa Makine, Teksel, Yakar Kalıpçılık’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda boya, baskı ve terbiye makinesi üretici ve satıcılarının yanı sıra çorap makinesi üretici ve satıcılarından Agent Tekstil, Atamanlar, Çelsan, Somteks, Tetaş ve Trikomak da yer aldı. Sayı: 376 - Temmuz 2011 35 Konferans ORTADOĞU ŞABLONU 21. YÜZYILDA DEĞİŞECEK AVRUPA’DAKİ KRİZ SİYASETİ DE ETKİLEYECEK Sendikamızın Danışma Kurulu Toplantısı’nda Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve dünyada değişen dengeler üzerine bir konferans veren Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Ortadoğu’nun şablonu 21. yüzyılda değişecek. Bugün yaşanan ekonomik krizin mutlaka Avrupa’da siyasi yapılara bir etkisi olacağını bir kenara yazalım” dedi. Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası’nın Danışma Kurulu Toplantısı’na katılan Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler ve dünyada değişen dengeler üzerine bir konferans verdi. Konuşmasına, “Dünyanın dengesi çok sık değişiyor” diyerek başlayan Prof. Dr. Arıboğan, bu değişimin özellikle de siyaset merkezli olarak ele alındığında biraz daha süratli olduğunu söyledi. Ortadoğu şablonunun 21. yüzyılda değişeceğini söyleyen Arıboğan, global krizin de Avrupa’da siyaseti etkileyeceğini anlattı. Ortadoğu kavramının 19’uncu yüzyılla birlikte ortaya çıktığını ve Batılılar tarafından doldurulmuş bir kavram olduğunu söyleyen Arıboğan, “Batı’dan bakınca burası doğuda kalıyor ama çok da doğuda olmadığı için adı Ortadoğu. Bu Ortadoğu kavramının içi de bütün o 20’nci yüzyılın lanetli geçmişiyle doldurulmuş durumda. İçinde az gelişmişlik, dini radikalizm, iktisadi problemler, diktatörlükler var. Yani kafamızın içerisinde bir Ortadoğu şablonu da var” dedi. Sayı: 376 - Temmuz 2011 36 Bu şablonun 21’nci yüzyılda değişeceğini söyleyen Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, bu konuda şunları söyledi: “Bütün yapıyla birlikte değişecek. Çok özet olarak bahsetmek gerekirse, bu yüzyıl iki temel açıdan değişiyor. Biri, yapısal bakımdan çok ciddi bir değişiklik geçiriyor. İkincisi, siyaset ve siyasal düzenler açısından çok ciddi bir değişiklik yaşıyor. Yapısal anlamdaki değişim şunu ifade ediyor: Bizler yepyeni bir dünyayı yaşıyoruz ama bizler artık ‘dünyada’ yaşamıyoruz. Dünyada yaşamak; bastığın yerde yaşa- mak, oranın bilgisine sahip olmak, oranın değerleriyle hayatı idame ettirmek demek. Şöyle ki; 18’inci yüzyılda yaşayan bir İngiliz’in bütün hayatı boyunca biriktirdiği bilgi toplamı bugün bir New York Times’ın haftasonu ekindeki bilgi toplamından daha az. Yani adam çiftçi, tavuğunun bilgisi var, koyun nasıl doğurur onu biliyor. Ulaşabildiği görebildiği yerlerin bilgisine haiz, onun dışında din adamları tarafından kendisine nakledilen bilgilere haiz. Bildiği şey o. Halbuki bugünün dünyasında küçücük çocuklar bile bir iPad'in başına oturduğu zaman o kadar fazla şeye ulaşabiliyor ki. Çok enteresan bir bilgi dünyasında yaşıyoruz. Ve bu bilgi dünyası bir uygarlık sıçramasına yol açıyor. Bizler tarım uygarlığından geliyoruz. Yerli Malı Haftası meşhurdur. Hepimiz incir, kuru üzüm, fındık falan getirdik. Çocukken ‘neden’ diye hiç düşünmemiştim. Çünkü benim için Yerli Malı Haftası’nın bir tek önemi vardı, derste karnım acıkınca bir şey yiyemezdim. O gün masanın üstünde hapır şupur onları yiyebiliyorduk. Bildiğim tek şey oydu. Halbuki Türkiye’nin üretebildiği bir tek onlar vardı. Türkiye bir tarım toplumuydu. Ardından büyük bir hızla sanayileşme arayışına girdik. Bütün hayalimiz sanayileşmekti. Bir gün makine üretebileceğiz, diye büyüdük. Mühendislik çok cazip bir meslekti. Türkiye büyük bir gayretle özellikle de son 20 yılda inanılmaz bir sıçramayla sanayi toplumu ortamını yakaladı. Türkiye televizyon da üretiyor, savaş uçağı da üretiyor, tekstil makinesi de üretiyor, bugün her şeyi üretiyor.” Ancak dünyanın artık sanayi sonrası toplumuna geçtiğini anlatan Prof. Deniz Ülke Arıboğan, bu konuda ise şunları söyledi: “Dünyanın ilerideki ülkeleri artık suyun, şişenin üretimiyle ilgilenmiyor. Artık sanayi sonrası toplum o suyu satın alacak insanın üretimiyle ilgileniyor. Tarım toplumunda su oradan akar, gidersiniz doldurursunuz, bedavadır, içersiniz. Sanayi toplumunda bu su şişelenir hijyenik bir ortamda, size metalaştırılır 3 lira bir fiyatı olur, o size sunulur, içersiniz. Sanayi sonrası toplumda ise iki tane önemli değeri vardır. Su, su olmaktan çıkmıştır, içine farklı şeyler konulur, farklı bir meyve esansı ilave edilir, farklılaştırılır. Üzerine bir de Armani, Gucci, Prada gibi bir marka yapıştırılır, size 3 lira yerine 33 liraya sunulur. Aynı suyu, bedava suyu 33 liraya aldıran şey, sanayi sonrası toplumumun ürettiği değerdir. Yani aslına bakarsanız bu suyu değil o suyu alacak insanı üretmek esastır. Onun için de bize şu kiloda olun, kolesterolünüz şu kadar olsun, şu kadar saat yürüyün, diye sürekli bir bombardıman içinde insan hayatını şekillendiren detaylar sunulur. İnsanoğlu da bunun içerisinde yaşar. Bu özü itibarıyla bir satış mekanizmasıdır. Yani üretime değil, satışa dayalı olan bir mekanizmadır, bir uygarlık tarzıdır. Türkiye henüz satışa dayalı bu uygarlık tarzını tam anlamıyla yakalayabilmiş durumda değil. Yani insan üretme arayışına yönelik politika üretmediği için kendi politikalarını da satamayan bir ülke.“ Bazı şeyleri yeni yeni öğrenmeye başladıklarını anlatan Deniz Ülke Arıboğan, “Mesela ben mülkiye mezunuyum. Bizim zamanımızda Ermeni soykırımı meselesi çok önemli bir konuydu. Senelerce bu konuda dersler görürdük. Belgeler, delillerle konuyu nasıl savunacağımızı öğretirlerdi. Şimdi ise biz öğrencilerimize şunu anlatıyoruz: Ermeni soykırımının olup olmadığı çok önemli değil. Zaten adamlar 1915 yılından beri bir satış mekanizmasıyla böyle bir şeyin olduğuna ikna etmişler ve bütün dünyaya bu politika satılmış. Şimdi bunun yerine kendi politikanızı nasıl satacağınızı üreteceksiniz. Artık ‘vardır’ ya da ‘yoktur’un bir anlamı kalmadı. Artık gerçek olan hiçbir şeyin anlamı kalmadı. Gerçekliği üreten mekanizmaların anlamı var artık. Olmayan bir şeyi var gibi pekâlâ satabiliyorsunuz” dedi. Bu yöndeki politikalara dünyadan örnekler de veren Deniz Ülke Arıboğan, “Mesela şunu diyebiliyorsunuz: Ortadoğu’daki olay bir Arap baharıdır. Bahar kavramı pozitif bir şeydir, insanlarda hep pozitif çağırışım uyandırır. Şu da söylenebilir: Suriye’de büyük bir katliam vardır, sanki başka yerlerde yoktur mesela. Yani sizi sadece Suriye’ye veya Libya’ya odaklayabilirler. Sizi şuna da ikna edebilirler: Mesela Libya’daki müdahaleden bir sene önce, Kaddafi’nin elini öpen Berlusconi’nin bir anda onu bombalamaya karar vermesinin meşru, normal siyaseten de hukuken de doğru bir şey olduğuna ikna edebilirler” diye konuştu. İkna yöntemine ayrıca 11 Ey- Sayı: 376 - Temmuz 2011 37 Konferans lül saldırısı sonrası Afganistan’a yapılan operasyonu da örnek veren Arıboğan, dünyanın böyle bir düzen içerisinde olduğunu belirterek böyle bir ortamda nasıl davranmak gerektiğini bilmenin çok önemli olduğunu söyledi. Arıboğan, şöyle devam etti: “Şimdi Türkiye böyle bir konjonktürün içine girdi. Yani sanayi sonrası toplum, siyaseti de böyle etkiledi. Olmayan bir ürünü pekâlâ satabiliyorlar. Yine pekâlâ, üretilmiş bir şeylerden bir dünya kurabilirler. Çünkü bizler dünyada yaşamıyoruz. Bizler, bize taşınan bir dünyayı yaşıyoruz. Dünyada yaşamak bizim edindiğimiz bilgiler, bize öğretilen bilgiler demektir. Ortadoğu’daki durum bize kanallardan şöyle taşınıyor: Ortadoğu’da büyük bir demokratikleşme beklentisi var, buradan yepyeni bir düzen ortaya çıkacak. Daha önce de dile getirdiğim gibi bu bölgede yepyeni bir yapı hakîm olacak, bu kaçınılmaz. Şu anda büyük bir çalkantı var, kan ve gözyaşı var. Bütün bu yapı değişimlerinde problemler, dalgalanmalar olması kaçınılmazdır. Hiçbir yapı kendiliğinden dönüşmez, zorlama gerekir. Çünkü eski yapıdan nemalanan, beslenen birtakım insanlar vardır, gruplar vardır, etnik yapılar vardır, bürokratlar vardır. Yeni yapıya geçildiğinde bunlar, bu beslenme mekanizmalarından mahrum kalırlar ve bu direniş demektir. Bu direniş sırasında zaman zaman özellikle Ortadoğu’da olduğu gibi şiddet eylemleri de söz konusu olabilir. Benzer bir şey Yunanistan’da da hakîm oluyor. Yunanistan da şiddete çok açıldı. İnsanlar alışmışlar, belli bir düzeyde çalışmadan güzel paralar kazanmaya. Avrupa paralarını akıtmış Yunanlılar da alışmışlar, çok fazla gayret etmeden çok parayla yaşamaya. Şimdi bu düzen kesildiği için millet sokağa çıkıyor. Kıyamet kopuyor. Aynı şey İspanya ve Portekiz için geçerlidir. Aynı şey Almanya için de geçerli olabilir hiç şaşırmayın. Çünkü bu tür ekonomik krizlerin arkasından çok şid- Sayı: 376 - Temmuz 2011 38 detli faşizan dalgalar gelir, ötekine karşı düşmanca duygular besleyen yapılar oluşur. Yabancı düşmanlığı ortaya çıkar ve sonrası da artık şiddettir. Birileri, birilerini dışarıya atmaya çalışır. Öbürleri kalmaya direnmeye çalışır falan derken her yer anında büyük bir kan revan gölüne dönüşebilir.” Ekonomik krizlerin sadece iktisadi sonuçları olmadığını söyleyen Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Çok ciddi siyasi yansımaları da söz konusu oluyor. Bugün yaşanan ekonomik kriz de dünya çapında çok ciddi bir ekonomik krizdir, mutlaka siyasi yapılara bir etkisi olacağını bir kenara yazalım” dedi. Ortadoğu’da, kapitalizmin kendi gelişmesi bağlamında sürekli olarak belli tıkanıklardan sonra belli açılmalar yaşadığı bir düzenin olduğunu söyleyen Deniz Ülke Arıboğan, “Aslında dünya savaşlarına baktığınızda da hep savaş sonrası rehabilitasyonlarının dünya kapitalizmini beslediğini de görürsünüz. Avrupa’nın bir bütün olarak doğusu dışında kocaman bir küresel kapitalist sisteme eklemlenmesi ve ortamın büyük bir pazara dönüşmesi, 20 yıllık falan bir süreç aldı. 1980’lere gelindiğinde tıkandı ortam. 1973’te büyük bir petrol krizi söz konusu oldu. Türkiye’de büyük değişimlere doğru büyük bir sancı ortaya çıktı. 1980 darbesinin Türkiye’de yarattığı en önemli sonuç, Türkiye’nin ithal ikameci politikalardan açık ekonomiye geçişidir. Yani Türkiye sağ için ya da sol için hiçbir şey yapmamıştır” dedi. Deniz Ülke Arıboğan, Türkiye’de ve dünyada daha sonraki dönemleri de anlatırken şunları söyledi: “Özal’ın burjuvalaşma hamlesi başarılı oldu. Özellikle batı bölgesinde İstanbul’da yeni burjuvalar ortaya çıkmaya başladı. Yani 1985 sonrası yeni zenginler, yatırımlar, yeni bir Türkiye ekonomisi ve 70 milyonluk bir pazarın kapitalist sisteme eklemlenmesi söz konusu oldu. 1990’lı yıllarda ise, Doğu Avrupa açıldı, 89’da Berlin Duvarı yıkıldı. Kapitalizme Doğu Avrupa, Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu eklemlendi. İnanılmaz bir yayılma söz konusu oldu. Fakat pazar çok büyük ve hızla doyan bir pazar. Ve 2000’li yıllarda bir başka sorun daha ortaya çıktı. Bütün bu küresel yayılma süreçlerinde bir bakıldı ki bu liberalleşme, kapitalistleşme, özgürleşme rüzgârı, demokrasi söylemi şöyle bir şey getiriyor yanında. Diyor ki devletlere; ‘Ey devlet sen biraz küçül bakayım, çekil şu ekonomiden’. Ekonomiyi ele geçirdikçe, siyasetleri de dizayn eden devlet dışı aktörler ortaya çıkmaya başladı. Bunlar önemli ölçüde mali yapıdan, mali sermayeden beslenen yapılardı. Yani herhangi bir coğrafyanın ürünü değildiler. Mali sermaye, üretim için bir coğrafyaya ihtiyaç duymuyordu, borsadan borsaya çok hızlı hareket edebilen, anında çok basit bir spekülasyonla bir ülkeyi ya da bir bölgeyi batırabilen yapı oluştu. Soros iki laf ediyor, Asya krizi çıkıyor. Orada Rusya krizi çıkıyor. Böyle bir yapı ortaya çıkmaya başladı, turuncu devrimler oldu. Turuncu devrimlerin karşı dev- rimleri oldu. Gürcistan, devletlerle devlet dışı aktörlerin çok net bir şekilde çatıştığı alanlardan bir tanesi. Yani 21’inci yüzyıla girildiğinde şöyle bir durum söz konusuydu: Sürekli demokratikleşme baskısıyla birlikte sürekli küçülmek zorunda kalan, siyaseten de baskı altında tutulan bir bürokratik yapıya sahip devletler ve sivil alanda çok rahat bir şekilde hareket eden birtakım küresel aktörler... Ve ekonomi de böyle şekillendi. 2001 yılında yani 11 Eylül gününde dünya üzerindeki dönüşüm çok net bir şekilde ilan edildi. O bir savaş ilanıdır. 11 Eylül eylemiyle birlikte dünya üzerindeki iktisadi yapı, barış sektörünün elinden alındı, tamamen savaş sektörüne ve askeri endüstriyel komplekse doğru kaydırıldı. Amerika’nın o dönemde 200 milyar dolar olan harcaması bugün 600 milyar doların üzerinde. Rusya, Çin, Türkiye, her biri inanılmaz derecede savunma harcamalarını artırdı. Bunun dışında devlet bu ekonomik kaynağı kendisine doğru çekti, kendinden yana olan sektörlere çekti. Ardından gelen krizle birlikte bankalar ve mali piyasalarda büyük bir deprem söz konusu oldu. Buradaki mali kontrolde devletleri ele geçirmeye başladı. Devlet yardımı olmayan hiçbir finans kuruluşu ayakta kalamamaya başladı. Lehman Brothers bırakıldı, Citi Group kurtarıldı. Türkiye’de de geçmişte bu böyle oldu. Türkiye’de de devlet canının istediğini kurtardı, canının istediğinin önünü açtı. Dünyadaki bütün devletler aynı şeyi yaptılar. Bu devletler açısından büyük bir fırsattı. Devlet kendisine yapışık olan yeni bir burjuva alanı üretti. Bunlar daha misyoner, daha devlet çıkarlarını düşünerek hareket etmeye çalışan yeni kapitalistler. Bu devlet destekli yeni bir kapitalizm demek. Bu Çin modeline de yakın. Bu model Rusya’da da işlerlik kazandı. Devlet Gazprom gibi kendi kontrolünde bir kapitalist yapı oluşturdu. Bu Türkiye’de de böyle oldu. Şu anda Türkiye’nin yeni burjuvaları, AK Parti dönemiyle birlikte gelişmiş olan burjuvaları, devletten kopuk burjuvalar değil. Kâr etmeden devlet adına operasyon yapabilirler. Başbakan şuraya gidin, yatırım yapın, dediği zaman hemen gidip oraya yatırım yapan bir burjuva grubu var. Bireysel düşünmeyen yepyeni bir burjuva bu. Türkiye’de kapitalizmin batıda sıkışmış olmasından Anadolu’ya yayılmasına yol açan yepyeni bir düzenlemedir bu. Türkiye, kapitalizme ikinci eklemlenme hamlesini 2002 yılından sonra yaptı. AK Parti gerçek bir kapitalist partidir aslında. Liberal ekonomik sisteme inanan, ama yeni devlet kapitalizmi mantığında hareket eden bir parti. Bu yeni düzenin partisi; onu henüz Türkiye’deki diğer partiler fark edemediği için neden bu kadar yol aldığını, konjonktüre, dünya konjonktürüne en uyumlu ekonomik politikalar duruşu sergileyen partinin Ak Parti olduğunu söylememiz lazım. Yeni bir ekonomik model bu, bütün dünyada da buna doğru gidişat var. Bunun yansıması olarak 2000’li yıllardan 2010 yılına kadar olan dönem Türkiye’nin daha da açılarak genişlediği bir dönem oldu. Ekonomik yapının daha farklı bir kapitalizm modeline doğru çevrildiği bir dönem oldu.” Yeni dönemde kapitalizmin açılma alanının Ortadoğu olduğunu da anlatan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Bundan 10 yıl önce Büyük Ortadoğu Projesi gündeme geldiğinde de bahsediyorduk. Herkes Büyük Ortadoğu Projesi’ni bir Amerikan projesi olarak algıladı. Demokrasi bir ekonomi projesidir aynı zamanda. Demokrasinin bagajında taşıdığı ekonomik yapıyı görmezseniz, anlamazsınız. Hiç milliyeti olmayan kocaman bir yapı var ortada. Her devletin, her burjuvanın katkıda bulunabildiği kocaman bir küresel sistem var. Bush’a bu küresel sistem dayatılıyordu. Çünkü mal satacak. Adamın derdi, altın musluklardan bir tane ev yapmak değil ki, yüzlerce ev yapmak istiyor. Bir tane altından yapılmış Mercedes satmak istemiyor, 150 tane Honda Civic satmak istiyor. Ama bunu alacak kitle sadece devletin tek merkezden kazandığı, topladığı, sonra tek merkezden dağıttığı bir ekonomik modelde olmuyor. Alım gücü yüksek bir pazar oluşturmak için mutlaka demokratik yapının geçerli olması gerekiyor. Bu alternatif iktisadi güç merkezlerinin oluşması demek. Sonuçta ekonomik sistemin yeni versiyonunun Ortadoğu’ya doğru aktarılması gerekiyor. Yanında tabii ki demokrasi de olacak. Demokrasinin olmadığı bir yerde de burjuvanın gelişmesi mümkün değil” diye konuştu. Sayı: 376 - Temmuz 2011 39 Tekstilin Kaleleri 27 GAZİANTEP’İN KİLİT SEKTÖRÜ TEKSTİL Gaziantep tekstil konusunda Türkiye’nin lokomotifi olan bölgelerden. Yarattığı katma değer ve istihdam ile bölge ve Türkiye ekonomisine büyük ivme sağlayan sektörün en büyük sıkıntılarından birisi de üretim maliyetleri… Kriz döneminde mevcut pazarını korumayı başaran Gaziantep, tekstil sektöründe yeni atılımlarla Türk ekonomisine katkısını artırmayı hedefliyor. G üneydoğu Anadolu Bölgesi’nde tekstilin kalesi olarak bilinen Gaziantep’te tekstil sektörü imalat sanayi içerisinde de yüzde 33’lük bir pay ile birinci sırada yer alıyor. Gaziantep imalat sanayi içinde tekstil sanayisi yüzde 83’lük payla birinci sırada yer alıyor. Türkiye’de 1950’den bu yana istihdamın, 1970’den sonra da ihracatın lokomotifi konumunda bulunan tekstil sektörü, tüm dünyada sanayi toplumu haline gelme ve sanayinin gelişmesinde önemli katkılar sağlamış bir itici güç konumunda bulunuyor. Gerek istihdam gerek ithalat ve gerekse de katma değer bakımından tekstil sektörü hem Türk ekonominin hem de Gaziantep ekonomisinin temel direklerinden birini oluşturuyor. Tekstil sanayisinin ilde yarattığı istihdam yüzde 39 ile birinci sırada yer alıyor. Bu durum ise Gaziantep’in göç alan bir merkez konumunda olmasını sağlamıştır. Türkiye imalat sanayisi genelinde yüzde 3’lük pay ile beşinci sırada yer alan sektör, katma değer açısından da yüzde 32’lik pay ile ilk sırada geliyor. Tekstil sektörü sadece ülke ekonomisine katkı sağlamakla kalmıyor, KOBİ’ler sayesinde çok sayıda insana iş imkanı da sunuyor. Fakat sektörün dünya ticaretinde yaşadığı rekabet sorununu, Türk sanayicisini de zor durumda bırakıyor. Tekstil sektörü elyaftan başlayarak iplik, dokuma, örme, boya-baskı gibi işlemleri kapsayan emek yoğun bir sektör. Genellikle tekstil hammadde ve yarı mamul üretimi şeklinde yoğunlaşan yapısı ile sanayi potansiyelinin, dokuma, giyim eşyası ve konfeksiyon üretimi açısından parlak bir geleceği bulunuyor. Sayı: 376 - Temmuz 2011 40 Tekstilin yan sektörlerini ve bunlara hizmet veren sektörleri de düşünürsek tekstilin Gaziantep ve bölgenin gelişiminde ne kadar önemli rol üstlendiği ortaya çıkıyor. Sadece ekonomik bir faaliyet olarak değil, sosyal bir olgu olarak da tekstil, Gaziantep için önemli bir iş kolu. Diğer yan- dan çok önemli değişimlerin yaşandığı dünyada tekstil alanında meydana gelen gelişme ve teknolojik yenilikler sektörün oldukça dinamik ve rekabetçi bir yapıya bürünmesine yol açmıştır. Gaziantep’te orta ve küçük ölçekli birimler ağırlıkta Gaziantep Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Aslan, rakamlara baktıklarında Gaziantep’te makine halısı, triko, pamuk ipliği, akrilik, pp ve fantezi iplik, ev tekstili, nonwoven kumaş, plastik çuval gibi ürünlerde Türkiye üretiminin büyük kısmının gerçekleştirildiğini ve hatta bu alanlarda dünyada önemli bir yere sahip olduğumuzun gururla ifade edilebileceğini belirtirken, Gaziantep ekonomisinin sanayi malları üretimi ve ticaret olmak üzere iki önemli faaliyetle gelişimini devam ettirmekte olduğunun altını çizdi. Gaziantep’in büyük imalat sanayi birim sayısının az olduğu, orta ve küçük ölçekli birimlerin büyük sayılara ulaştığı bir bölge merkezi olduğuna dikkat çeken Mehmet Aslan, Gaziantep’teki büyük sanayi işyerleri sayısının ülkemiz toplamının yüzde 4’ünü, küçük sanayi işyerleri sayısının da yüzde 6’sını oluşturduğunu kaydetti. “Yoğun bir şekilde faaliyet gösteren sektörler, iplik dokuma sanayi ile halı/kilim ipliği sektörleridir” diyen Mehmet Aslan, sanayinin kullandığı girdilerin yüzde 35’inin ülke içinden sağlanarak avantaj yaratılmaya çalışıldığını belirterek Gaziantep’in temel pazar alanlarının il çevresi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi olduğunu dile getirdi. Rekabetin her alanda korkunç boyutlara ulaştığı dünya pazarlarında öne geçmenin, ürününü daha yüksek kârlarla satmanın tek yolunun katma değeri yüksek, rakip ve ikâme ürünlere göre teknolojik üstünlüğü bulunan, modayı belirleyen ürünler imal etmekten geçtiğini ifade eden Mehmet Aslan, rakiplerinden bir adım öne çıkmanın tek yolunun, onlardan daha üstün ürünler geliştirmek ve üretmekten geçtiğini kaydetti. “Bugün artık belirli büyüklükteki tüm şirketler yatırımlarını yaparken lokal değil, global ölçekte düşünmekte ve uluslararası pazarlara yönelik olarak hareket etmektedir. Tüm sektörlerde rekabetin kor- Gaziantep Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Adil Sani Konukoğlu SEKTÖRE VERİLEN DESTEKLER YETERSİZ “Tekstil sektörü Gaziantep’te devlet tarafından bölgesel ve sektörel olarak desteklenmektedir. Yeni yatırım olmamak kaydıyla 1 milyon TL’nin üzerindeki tekstil yatırımları KDV ve gümrük muafiyetinden, sigorta işveren primi hissesi desteğinden, kurumlar vergisi indiriminden ve kredi faiz desteğinden yararlanabilmektedir. Ancak Hazine Müsteşarlığı tarafından belirlenen, kütlü pamuk işleme, sentetik elyaf, sentetik iplik ve dokuma gibi bazı alanlarda yatırımlar desteklenmemektedir. Bundan dolayı Gaziantep’e tekstil sektöründe verilen desteklerin yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu sektörün gelişebilmesi için sanayi odaları ile yakın işbirliği içerisinde belirlenecek bazı yatırım konularında daha fazla teşvik verilmesi sektörün önünü açacaktır. Örneğin iplik ve dokuma konuları ile sentetik iplik imalatı konularında modernizasyon yatırımlarının yanı sıra entegrasyon yatırımlarının da desteklenmesi yatay büyümeyi amaçlayan firmaların önünü açacaktır.” kunç boyutlara ulaşması, işletmelerin maliyetlerini gözden geçirmelerine ve düşük maliyetle üretim yapabilecekleri bölgelerde yatırım yapmalarına neden olmaktadır” diyen Mehmet Aslan, son yıllarda üretim maliyetlerinin yükselmesine rağmen satış fiyatlarının aynı kalması, hatta gerilemesi, özellikle de tekstil sektöründeki kotaların kalkmasından sonra Çin ürünlerinin her ülkeyi istila etmesi neticesinde çok zor durumda kaldıklarını belirtti. Hiçbir devlet yatırımı olmamasına rağmen tamamen sahip oldukları girişimcilik ruhu ve ticari cesaret sayesinde bugünkü büyük üretim ve ihracat potansiyeline erişen Gaziantepli girişimcilerin, bu açmazlardan da alınlarının akıyla kurtulacaklarının altını çizen Mehmet Aslan, “Gaziantep’in kilit sektörü olan tekstil sektörümüzün Uzakdoğu ülkelerinin yarattığı haksız rekabetten korunması ve daha da gelişmesi için mutlaka ama mutlaka Ar-Ge çalışmalarına önem vermeliyiz. Şu gerçeği kabul etmeliyiz; sıradan ürünler imal etme konusunda Çin ve diğer Uzakdoğu ülkeleri ile fazla rekabet edemeyeceğimiz ortadadır” dedi. Ancak yoğun araştırma-geliştirme projeleri sonucunda üretilebilen farklı ve önemli bir ihtiyacı karşılayan ürünler imal edilebilirse daha fazla katma değer elde edilebileceğine dikkat çeken Mehmet Aslan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Artık Gaziantepli üreticilerimizin de klasik ürünler yerine kendi geliştirdikleri farklı ürünler imal etmelerinin zamanı gelmiştir. İlimiz ve ülkemiz için anahtar sektör olan tekstil sektöründeki etkinliğimizi sürdürebilmemiz, üreticilerimizin rakiplerinden farklılaşmalarını sağlayacak ve trendleri belirleyecek ürünler imal etmelerinden geçmektedir.” Gaziantep bölgede lider il Gaziantep Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Adil Sani Konukoğlu, Gaziantep’in tekstil, firma ve işyeri sayısı, sağladığı istihdam, ihracat gücü ve yapılması planlanan yeni yatırımlar yönüyle bölgenin lokomotif sektörü olmayı devam ettirdiğini belirterek, “Tekstilde bölgemizin en güçlü olduğu alt konular; pamuk ipliği, akrilik ve polipropilen iplik, halı imalatı, triko konfeksiyon, çuval imalatı ve son dönemde yaygınlaşan nonwoven kumaş imalatıdır” dedi. Sayı: 376 - Temmuz 2011 41 Tekstilin Kaleleri nukoğlu, “İçinde bulunduğumuz dönem itibarıyla da küresel krizin etkilerinin azaldığını söyleyebiliriz. Tekstil dâhil bölge toplam ihracatının 2011 yılının ilk ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 33 artış göstermiştir. Aylık bazda da mayıs ayı ihracatı 2010 yılının aynı dönemine göre yüzde 67 artmıştır” dedi. Lokomotif sektör olarak tanımladığımız tekstil sektörünün diğer sektörlerin de gelişmesine katkıda bulunduğunun altını çizen Adil Sani Konukoğlu, Gaziantep’teki makine-metal, inşaat, kimya-plastik, kağıt ürünleri ve ambalaj sektörlerinin tekstil sektörüne bağlı olarak gelişmelerini sürdürdüklerine dikkat çekti. Bölgeye mevcut yatırımların yanı sıra farklı konularda da yeni yatırımlar yapılabileceğini kaydeden Adil Sani Konukoğlu, farklı yatırım konuları açısından da bölgenin gelişmiş sanayi kültürü, Ortadoğu pazarlarına yakınlığı, GAP bölgesinde yer alması ve kalifiye eleman varlığı yönüyle yeni yatırım yapmak isteyenlere çok önemli imkânlar sunmakta olduğunu söyledi. Pamuğun, tekstil sektörünün en önemli hammaddesi olduğu gibi stratejik bir ürünü de olduğunun altını çizen Adil Sani Konukoğlu, bunun için pamuk ekiminin teşvik edilmesi, çiftçinin bu konuda desteklenmesi ve bilinçlendirilmesi gerektiğini belirtti. Bugün Türkiye’nin pamuk üretiminin, tüketimin ancak üçte biri oranında olduğunu kaydeden Adil Sani Konukoğlu, “Geçmiş yıllarda üretim, tüketimin yüzde 90’ı dolayındaydı. Üretimin tüketimi karşılama oranı yeniden bu seviyelere çıkarılmalı. Bu yıl tüketimin 1.4 milyon ton, üretimin ise 500 bin ton dolayında olması bekleniyor. Bu amaçla pamuk üreticisine her türlü destek verilmeli” dedi. Tekstil ihracatının AB ülkeleri başta olmak üzere tüm pazarlara gerçekleştirildiğinden söz eden Adil Sani Konukoğlu, küresel kriz döneminde bazı pazarlarda düşüşler yaşansa da Gaziantep açısından kriz öncesi dönem rakamlarına yaklaşıldığını ifade etti. Sözlerini, “Krizin Türkiye’ye etkisi ne kadar olmuşsa, Gaziantep’e de o kadar olmuştur. Ancak, sanayinin esnek yapısı, sanayicilerin girişkenliği, krizi zamanında öngörerek tedbirlerini almaları sayesinde Gaziantep, Türkiye’de krizden en erken çıkan merkezlerden birisi olmuştur” diye sürdüren Adil Sani Konukoğlu, krizin en yoğun yaşandığı dönem olan 2008 sonu ve 2009 yıllarında ihracatın yüzde 6 dolayında düştüğünü, diğer bir ifade ile kendini koruduğunu belirtti. Aynı dönemde ülke ihracatının yüzde 23 oranında azaldığı dikkate alınırsa, Gaziantep’in kriz sürecini yönetmekteki maharetinin daha iyi anlaşılacağını ifade eden Adil Sani Konukoğlu, Gaziantep ihracatının kriz döneminde, hükümetin komşu ülkelerle gerçekleştirdiği iyi ilişkileri değerlendirme başarısını gösterdiğini, kriz sürecinde komşu ülkelere yoğunlaşma sonucu Türkiye’de ‘Gaziantep Modeli’nin oluştuğunu söyledi. Bunda Gaziantepli işadamı ve sanayicilerin yanı sıra hükümetin komşu ülkelerle gerçekleştirdiği ikili ticari anlaşmaları ve bazıları ile vize uygulamasının kaldırılmasının rolünün büyük olduğuna dikkat çeken Adil Sani Ko- Sayı: 376 - Temmuz 2011 42 Adil Sani Konukoğlu, Gaziantep’te daha çok ara ürün üretildiği için, “merdiven altı” kategorisinde üretimin olmadığını dile getirerek, tekstil sektörünün vazgeçilmeyecek bir sektör olduğunu belirtti. İnsanların giyinme ihtiyaçlarının hiçbir zaman bitmeyeceğini ancak bu sektörde de tüketicilerin artık daha farklı beklenti içinde olduğunu kaydeden Adil Sani Konukoğlu, “Örneğin, kışın sıcak, yazın serin tutan giyecekler, koku yapmayan iç çamaşırları ya da çoraplar, ütü gerektirmeyen pantolon ya da gömlekler, çabuk kuruyan tekstil ürünleri gibi akıllı ürünler ve organik tekstil ürünleri gelecekte tekstil sektörünü belirleyecektir. Üniversiteler ve araştırma kuruluşları bu gelişime önderlik etmeli, devlet de bu sektörlere hibe, araştırma destekleri ve daha farklı teşvikler sağlamalıdır” dedi. Sofistike üretim biçimlerine ihtiyaç var Özmen İplik Sanayi Ticaret A.Ş.’nin sahibi Bülent Özmen ise tüm dünyada, Türkiye'nin tekstil pazarının çok yüksek yatırım kapasitesine sahip olduğunun bilindiğini, Türkiye’de tekstil denilince de akla Gaziantep geldiğini söyledi. Gaziantep'in tekstilde tekrar yapılanmaya ihtiyacı olabileceğini belirten Bülent Özmen, bu yapılanma sürecinde stratejik planlamaya ve sofistike üretim biçimlerine ihtiyacı olduğunu kaydetti. Olası bir krizde veya geçmişteki krizlerde en çok etkilenip hasar gören sektörün tekstil olduğunu kaydeden Bülent Özmen, “Bugün Gaziantep'te yatırımlarla ortaya çıkan kurulu bir kapasite var. İleriye dönük olarak kapasite kullanım oranlarının artacağını düşünüyoruz. Mevcut durumdaki yatırımları gelecekte iyi değerlendirebilirsek dünya pazarında rekabet etmek için bir avantaj unsurumuz olacak. Türkiye önümüzdeki 10 yıllık süre içerisinde tekstil dünyasında bugünkü önemli üretici konumunu koruyacaktır” şeklinde konuştu. Gaziantep Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Aslan 1.012 FİRMA TEKSTİL ÜRÜNLERİ İMALATINDA ÇALIŞIYOR “Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre, 2008’de ülkemizde giyim eşyaları imalatında 28 bin 915 işyeri ve 398 bin 420 sigortalı bulunurken, Gaziantep’teki kayıtlı işyerlerinin yüzde 3.7’si tekstil ve hazır giyim imalat işyerleridir. Çalışanların yüzde 8.35’i tekstil ve hazır giyim imalat sanayisinde çalışırken, tekstil ürünleri imalatında bin 12 firma ve 31 bin 30 sigortalı çalışıyor. Genel anlamda bakıldığında 2.5 milyon kişi tekstil ve hazır giyim sektöründe istihdam edilmekte. Krizden otomotivle birlikte en çok etkilenen ve istihdamın yoğun olduğu sektörlerden biri olan tekstil sektörü için kriz sonrası yılların pek parlak ve olumlu geçtiği söylenemez. Kriz yıllarında sektördeki işletmeler zarar etme pahasına pazarlarını korumaya çalıştı. Bunun sonucunda, krize rağmen Avrupa pazarı korundu. Yine son üç yıldır Çin ve Hindistan gibi ülkelerle dış pazarlarda rekabet sıkıntısı yaşayan sektör, global krizi farklı şekillerde değerlendirdi.” İthalat rekabet gücünü kırıyor Gaziantep’te tekstil sektörünün büyüklüğünün var olan sanayinin yüzde 40 ile 60’ı kadarı olduğunu kaydeden Puran Dış Ticaret Tekstil Mak. San. Ltd. Şti. ortaklarından Davut Kaplan, bunların çoğunun komple hazır sanayi olduğunu ifade etti. Gaziantep’in tekstilde güçlü olduğunu belirten Davut Kaplan, ancak genel olarak tekstil sektörünün önündeki en büyük sorunun ithalat olduğunu söyledi. İthalat dolayısıyla bölgenin rekabet gücünün kırıldığının altını çizen Kaplan, teşvik olmamasının bir dezavantaj da yarattığını, Ortadoğu ülkeleri ile ticarette bu yıl ve önümüzdeki yıllarda gelişme olacağını ifade etti. Kaplan, Ortadoğu’da yaşanan karışıklık dolayısıyla şu an yaşanan duraklamanın, politik durumda düzelme olduğunda olumlu gelişme seyrine gireceğini ve yeniden ticarette büyük bir canlılık yaşanacağını söyledi. Özmen İplik Sanayi Ticaret A.Ş. / Bülent Özmen BU YIL İHRACATIMIZ YÜZDE 18 ARTAR “Gaziantep’teki tekstil sanayisinin mevcut durumdaki altyapısı iyi ama pahalıdır. Dolayısıyla da daha fazla katma değerli üretim yaparak bu avantajını iyi kullanmak mecburiyetinde. Geçen yıla oranla ihracatta yüzde 18’lik bir artış söz konusu. Bu ihracat da başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyaya yapılmakta. Gelecek yıl artış oranının yüzde 25- 35 arasına çıkması olasıdır. Bu oranlara çıkabilmemiz için tekstildeki engelleri ve sorunları çözmemiz gerekmektedir. Mesela Gaziantep’e uzun zamandır verilmeyen teşvik bizim en önemli sıkıntılarımızdan biridir. Daha çok büyümemiz demek daha çok ihracat demek ve bunun için çalışmalarımızı sürdürmekteyiz.” Sayı: 376 - Temmuz 2011 43 Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi BU YILKİ FUARLAR UMUT VERİYOR Sendikamızın 2006 yılından beri yürüttüğü "Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi", işletmeleri dünya pazarlarına açmaya devam ediyor. Müşteriye ulaşmanın en kolay yolu olarak görülen fuarlara katılan Türk işletmeleri memnun dönüyor. Frankfurt'ta 12-15 Ocak tarihleri arasında düzenlenen Heimtextil Fuarı'na katılarak izlenimlerini paylaşan Epengle Tekstil yetkilileri, yeni koleksiyonlarını tanıttıkları fuarda kriz öncesine göre daha yoğun bir katılım gördüklerini anlattılar. Fuara Hüseyin Gergerlioğlu, Serkant Gürgünlü, Murat Seçim, Emre Güleç, Seda İnce, Halide Özlem Atıl ve Havva Aksoy'dan oluşan 7 kişilik ekiple katılan Epengle Tekstil yetkilileri, "Fuar, Avrupalı müşterilerle temas açısından çok önemli. Fuar standımız ağırlıklı olarak Avrupalı müşteriler tarafından ziyaret edildi. Bunun yanında Orta ve Uzakdoğulu müşteriler de yoğun olarak standımızı ziyaret etti. Heimtexil Fuarı, gelecek yıl için umutlarımızı daha da artırmıştır" dediler. Epengle Tekstil yetkilileri ayrıca İstanbul'da 18-22 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Ev Tekstili Fuarı'nın beklentilerinin üzerinde iyi geçtiğini anlattılar. Katıldıkları bu fuar hakkında, "Ortadoğu'daki sıkıntıya rağmen müşterilerimiz sipariş verme eğilimi göstermiştir. Evteks Fuarı bir kez daha sektördeki en ticari fuar olduğunu ispatlamıştır. Firmamız son yıllardaki en başarılı fuarını gerçekleştirmiştir" diye konuştular. Milano'daki UNICA-Uluslararası Tekstil Fuarı'na katılarak izlenimlerini aktaran Pisa Tekstil yetkilileri de yeni yıla ait kumaş trendlerini yerinde gördüklerini anlattılar. Fuara, Enis Örücü, Mete Aksu ve Kaan Soylu'dan oluşan üç kişilik ekiple katılan Pisa Tekstil yetkilileri, fuarla ilgili şu bilgileri verdiler: "Fuarın genel yapısı 4 ana bölümden oluşuyordu. Birinci bölümde ilkbahar-yaz koleksi- Sayı: 376 - Temmuz 2011 44 yonlarında kullanılan düğme, fermuar, çıtçıt gibi aksesuarlar sergilenmişti. İkinci bölümde ise boyalı ve baskılı dokuma kumaşlar vardı. Bu ürünler genel olarak pamuk, polyester, naylon ve bu kumaşların üzerine uygulanmış apre işlemlerinden oluşmaktaydı. Üçüncü bölümde ise boyalı ve baskılı örme kumaşlar vardı. Biz, fuara bu bölümde katıldık. Bu bölümde firmalar teknik olarak birbirinden farklılık göstermekle beraber her bir firma belli ürünler üzerinde çalışmalar sergilemişti. Örneğin Besani sadece merserize pamuk kumaşları, Flem ise pamuk ve pes/viskon ürünlerini öne çıkarmıştı. Giovanni'nin standında ise diğer şirketlere göre daha fazla çeşit kumaş bulunmaktaydı. Yaptığımız incelemeler sonrasında sergilenen ürünlerin bizim ürettiğimiz ürünlerle benzerlik taşıdığı görülmüştür. Özellikle naylon, polyester, pamuk, modal, viskon, floş ve keten kumaşların en, gramaj, tuşe ve parlaklık yönünden de bizim kumaşlarla benzerliği var. Fuarda farklı bir uygulama ve teknolojiye pek rastlamadık. Bu yıl sadece piyasada bulunan mevcut ürünler sergilenmişti." FUAR TAKVİMİ (AĞUSTOS-EYLÜL-EKİM 2011) TARİH FUAR AĞUSTOS 04.08.2011-06.08.2011 Londra (İngiltere) Pure-Pure&Premier-Womenswear And Accessories-Hazır Giyim Fuarı 08.08.2011-10.08.2011 Şikago (ABD) Chicago Collective-Erkek Hazır Giyim Fuarı 11.08.2011-14.08.2011 Kopenhag (Danimarka) CIFF-Copenhagen International Fashion Fair-Hazır Giyim ve Moda Fuarı 14.08.2011-16.08.2011 Birmingham (İngiltere) Moda UK-Hazır Giyim Fuarı 14.08.2011-16.08.2011 Dublin (İrlanda) Futura Fair-Bay Bayan, Çocuk Giyim Fuarı 20.08.2011-02.09.2011 Mumbai (Hindistan) Heimtextil India-Ev Tekstili Fuarı 22.08.2011-25.08.2011 Sao Paulo (Brezilya) Casa&Decoracao Show-Ev Tekstili ve Dekorasyon Fuarı 28.08.2011-30.08.2011 Melbourne (Avustralya) Fashion Exposed-Hazır Giyim Fuarı 29.08.2011-31.08.2011 Şanghay (Çin) Intertextile Shanghai Home Textiles-Ev Tekstili ve Kumaş Fuarı EYLÜL 06.09.2011-08.09.2011 Şanghay (Çin) İplik ve Elyaf Fuarı 13.09.2011-15.09.2011 Milano (İtalya) Kumaş ve Aksesuarları Fuarı 14.09.2011-16.09.2011 Milano (İtalya) Intertex-Uluslararası Tekstil Fuarı 19.09.2011-22.09.2011 Paris (Fransa) Texworld-Tekstil Fuarı 20.09.2011-22.09.2011 Paris (Fransa) Premiere Vision Fuarı 20.09.2011-22.09.2011 Paris (Fransa) Expofil-İplik ve Elyaf Fuarı 20.09.2011-22.09.2011 Paris (Fransa) INDIGO-Tekstil Tasarım Fuarı 21.09.2011-23.09.2011 Moskova (Rusya) Heimtextil-Ev Tekstili ve Dekorasyon Fuarı EKİM 01.10.2011- 04.10.2011 Şikago (ABD) Ev Dekorasyonu, Tekstil ve Halı Fuarı 01.10.2011- 02.10.2011 Kişinev (Moldova) Tekstil ve Giyim Makineleri Fuarı 03.10.2011- 06.10.2011 Milano (İtalya) Milanounica Tekstil Fuarı 03.10.2011- 06.10.2011 Moskova (Rusya) Heimtextil Fuarı 04.10.2011- 07.10.2011 Minsk (Belarus) BELTEXLEGPROM - Hazır Giyim ve Moda Fuarı 06.10.2011- 08.10.2011 Belgrad (Sırbistan) Uluslararası Tekstil Fuarı 12.10.2011- 15.10.2011 Kiev (Ukrayna) Tekstil ve Kumaş Fuarı 15.10.2011- 17.10.2011 Helsinki (Finlandiya) Fashion Fair 25.10.2011- 27.10.2011 Tokyo (Japonya) Premiere Vision Tokyo Fuarı Sayı: 376 - Temmuz 2011 45 Tasarım Dünyası DÜNYA MODASINA YÖN VEREN SELMA STATE, İSTANBUL’DA KENDİ MODAEVİNİ AÇTI Dünyanın önde gelen markaları için çalışan, uzun yıllardır yurtdışında yaşayan Selma State, İstanbul’da kendi modaevini açtı. Şu günlerde farklı bir heyecan yaşıyorum. Uzun yıllardır görüşemediğim moda tasarımcısı arkadaşım Selma State’ye kavuşmanın heyecanını… Onunla dostluğumuz ta 1990’lı yılların başlarına uzanıyor. London College of Fashion’dan mezun olduktan sonra ilk defilesindeki koleksiyonunu beğenen tanınmış bir firmada 4 yıl kadar çalıştıktan sonra memleketine, Türkiye’ye dönmüştü. Öylesine başarılıydı ki, sektörün duayen isimlerinden Kerim Kerimol ona dönemin ünlü markalarından Karaca’nın kreatif direktörlüğünü emanet etti. Karaca onunla birlikte kanatlandı. Birbirinden harika koleksiyonlara imza attı. 2000 yılında eşinin işi dolayısıyla tekrar yurtdışı günleri başladı, Düsseldorf’ta yaşadı. Bu şehirde ve Londra’da pek çok markaya freelance olarak koleksiyon hazırladı. Onun farkını, azmini, yenilikçi dokunuşlarını iyi bilen Türk moda dünyasından 11 yıl ayrı kalmasına rağmen hiç unutulmadı. Ve sonunda beklenen an geldi. Less is more-Daha az çoktur Uluslararası alanda başarılı çalışmalarıyla bilinen Selma State ülkesine geri döndü. Kendi koleksiyonları ve Teşvikiye’de açtığı modaevi ile…. Koleksiyonlarında “Less is more-Daha az çoktur” akımını yansıtan tasarımcı, toplumun temel taşı olan kadınların bir tablo, giysilerin ise çerçeve olduğuna inanıyor. Dünya çapında edindiği deneyimle çok sade ama çok şık, detaylarda farklılık yaratan özgün işler çıkartıyor. Bugüne kadar katıldığı fuarlar arasında Birmingham Moda Fuarı, IGEDO, Moda Donna Milano, IF İstanbul var. Bütün bu fuarlarda tasarımları çok büyük ilgi gördü, adeta sipariş yağmuruna tutuldu. Hem tasarım anlamında çok yüksek işler yapan hem de satışta başarıyı garantileyen imza oldu. Sayı: 376 - Temmuz 2011 46 Denizin ruhu koleksiyonu The Sea of Souls-Denizin Ruhu adlı 2011/2012 sonbahar/kış koleksiyonunda tarihten acıklı bir Aylin SARAÇOĞLU öyküyü anlatıyor. Hikaye 1780 yılında Afrika’dan köle ticareti yapmak için Amerika’ya doğru yol alan bir gemide başlar… Prangalar, kafesler, kelepçeler… Kasvetli, karanlık ve acı. Güzel olan tek şey yakamozdu. Okyanusun ortasında şiddetli rüzgar, devasa dalgalar ve fırtına. Gemi içinde kölelerle dolu kafesleri ile sulara gömülür. Deniz soğuk ve acımasızdı. Bu deniz başka idi. Bu deniz ölüm deniziydi. Ve sonra ruhlar kafeslerinden sulara gömüldüler... kadınlar için tasarlıyor. Kendi tasarımlarını yapıyor. Sipariş üzerine çalışmıyor. Ancak özel projeler, sinema filmi, klip gibi farklı çalışmalar için kendi tasarımlarının dışına çıkabileceğini belirtiyor. Bakmaya doyamadığım koleksiyonunda elbiseler, pantolonlar, etekler ve üstler hepsi benim olmalı dedirten cinsten. Gencecik yaşında oğlunun mürvetini görüp, kayınvalide olan Selma State gençlere çok güveniyor. Gençliğin, sokağın nabzını da çok iyi tutuyor. Yenilikçi kıyafetleri onun herşeyi çok iyi harmanlamasıyla yaratılıyor. Gözü yormayan, çizgisi çok temiz kıyafetler Matemin rengi siyah Yılların birikimi ve uluslararası tecrübesiyle gözü yormayan, çizgisi çok temiz ve çok şık kıyafetlere imza atıyor. Şatafatlı kumaş veya aksesuarlar kullanma kolaycılığına asla kaçmıyor. Zoru, sade ama şık olanı yaratmayı seçiyor. Detaycı gözü, tasarımdaki ustalığı ile fark getiriyor. 11 yıl ayrı kaldığı İstanbul’u çok seviyor. Sabah erkenden kalkıp, şehri dolaşmak en büyük zevki. Bu şehir ona iyi geliyor, ilhamını artırıyor. Koleksiyonda kullanılan kumaşlar ipek, asetat ve viskon. Bu insanın yüreğine dokunan koleksiyonun rengi de hüznün rengi olan siyah. Güpürlerdeki desen ve tasarımlardaki detaylar, deniz kestanesi, yosun şeklinde kesilmiş tüller, zincirler hikâyeyi en iyi şekilde insanın gözünde canlandırıyor. Tasarımcının imzasını taşıyan prangalardan yola çıkan aksesuarlar ise kıyafetleri tamamlıyor. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim derler ya... Çok da doğrudur. Selma State’in en yakın arkadaşı Bora Aksu’dur. İşlerine bağlılıkları, disiplinleri, çalışkanlıkları, azimleri onların ortak pek çok özellikleri arasında yer alır. Tasarımcı en çok beğendiği isimler arasında da özgürlüğü ve bağlılığı çok güzel yansıttığı için Bora Aksu’yu ilk sıraya koyuyor. Stella McCartney ise rafine bir yaklaşımla doğaya ve hayvanlara saygılı olduğu için diğer favorisi. Kendisi de bir PETA üyesi. Koleksiyonlarında asla gerçek deri ve kürk kullanmıyor. Sosyal sorumluluk projelerine ve PETA’ya daha fazla destek verecek çalışmalara hazırlanıyor. Hayata pozitif bakmayı benimsiyor. Teşvikiye’de açtığı modaevinde sınırlı sayıda üretilmiş koleksiyonunu satışa sunuyor. İmzasını taşıyan kıyafetler öyle herkesin üstünde görülmeyecek. Uzun yıllar boyunca dünyanın önde gelen hazır giyim markaları için tasarımlar yaptıktan sonra artık kendi markasıyla, kendi tutkunlarıyla buluşmaya hazırlanıyor. Güçlü, kararlı kadınlar Güçlü, kararlı, kendine güvenli, asla yılmayan İstanbul’da zıtlıkların, uyumlu bir şekilde buluştuğunu düşünüyor ve bu onu çok çekiyor. Onunla geçmişe dönüp baktığımızda Türkiye’de moda tasarımını ve aldığı yolu mutlulukla anıyoruz. Bir zamanlar moda tasarımcısı tanımının bile yapılmadığını, stilist denilmekle yetinildiğini hatırlıyoruz. Şimdilerde ise tasarım ve tasarımcının öneminin anlaşıldığı konusunda hem fikir oluyoruz. Annelerimizin, babalarımızın şık İstanbul günlerini ise özlemle anıyor. Tayyörler, eldivenler, şapkalar ile dolu o eski güzel günleri... Eski evi şimdi modaevi Modaevini açtığı Teşvikiye onun eski semti. Evlenmeden önce yaşadığı evini şu anda modaevi haline dönüştürdü. Alışık olduğu bu semti ve bulunduğu Ahmet Fetgari sokağını çok seviyor. Sokakta hızla çoğalan sanatçı komşularından övgüyle bahsediyor. Gerçekten de bu sokakta o kadar çok resim galerisi, tasarım mağazası, kitapçı var ki... İnsan şaşırıyor... Burada yaşayan sanat camiasından pek çok isim de cabası... Pozitif bakış açısı Ona göre hiçbirşey için geç değil. Pozitif bakış açısıyla herşeye çözüm buluyor. Modaevini açmayı planlamasıyla açması neredeyse bir oluyor. Onu çok iyi tanıyan beni bile şaşırtıyor. Biliyorum onun azminin elinden hiçbirşey kaçmaz. Ama böylesine hızlı ve mükemmeli.... Bu duygumu onunla da paylaştığımda yıllardır kafasında herşeyi kurguladığını, modaevinin sandalyelerinin, masasının nasıl olacağını bile kararlaştırdığını söylüyor. Üstelik modaevindeki objeleri bile kendi çizimleriyle yaptırtacak kadar detaycı. Salondaki avize bile tam bir sanat eseri! Beni o gün her zamanki misafirperverliği ile karşılıyor. Adanalı kökenleri onun mükemmel evsahipliğine damgasını vuruyor. Sanki yıllar hiç geçmemiş, dün ayrılmışız gibi koyu bir sohbete başlıyoruz. Dünya moda arenasında söz sahibi olan Selma State’in İstanbul ile kavuşması da tıpkı biz, iki arkadaşın kavuşması gibi olacak, çok iyi biliyorum. Sıcak, samimi, özlemle beklenen... Ülkene ve şehrine hoşgeldin Selma State! Sayı: 376 - Temmuz 2011 47 Kültür-Sanat SERGİLERİ GEZERKEN... KOLOMBİYA ÇAĞDAŞ SANATI SANTRALİSTANBUL’A GELİYOR Kolombiya’nın uluslararası sanat dünyasında yıldızı parlayan 19 genç çağdaş sanatçısının eserlerini bir araya getiren “Arazi Üzerine: Kolombiya’da Çağdaş Sanat Sergisi”, 12 Temmuz – 11 Ağustos 2011 tarihleri arasında santralistanbul Galeri 1’de sanatseverlerin ziyaretine açılacak. Küratörlüğünü Kolombiya ve Latin Amerika’nın tanınmış sanat eleştirmeni Jaime Ceron’un üstlendiği, fotoğraf, resim, heykel, enstalasyon ve video çalışmalarından oluşan 37 eserin yer aldığı sergide, “Kolombiyalı Olmak” olgusu ve Kolombiya toprağı ile ilgili kavramsal ve politik yönden farklı bakış açıları ortaya konuyor. Sergiyi gezenlerin, 'ötekinden' korkmaktan vazgeçip, onu bir zenginlik olarak görmeye başlayacaklarını belirten Küratör Jaime Ceron, sergide bulunan tüm eserlerle sosyal ve sembolik sınırların genişliğini aktarmayı amaçladıklarını ifade ediyor. Kolombiya’nın güncel sanat yapıtlarını Türk sanatseverler ile buluşturacak olan sergi, izleyenlere toprak kavramını bir kez daha sorgulatacak. Kolombiyalı sanatçılar, eserleriyle sanatseverlere yaşadığımız toprakların kişisel deneyim, duygu ve algılarımızı nasıl belirlediğini gösterecek. “Arazi üzerine Kolombiya’da Çağdaş Sanat Sergisi” yeni nesil Kolombiyalı ve Türk sanatçılar arasında bir köprü oluşturmanın yanı sıra iki ülke arasında kültürel ilişkilerin güçlenmesi için de zemin hazırlamayı amaçlıyor. Pablo Aderna’nın sergide izlenebilecek olan eseri... KLASİK RESİMLER CANLANDI Osman Hamdi Bey’in “İstanbul Hanımefendisi” tablosuna Özlem Şimşek’in yorumu böyle... Özlem Şimşek’in “Epik Ayartma” isimli sergisi 16 Temmuz’a kadar Galeri Zilberman’da devam ediyor. Mısır Apartmanı’ndaki sergide, Özlem Şimşek, modern Türk resminin ünlü kadın portrelerindeki modellerin yerine geçiyor, onlar gibi giyinip poz veriyor. Fotoğraf ve video işlerinden oluşan sergide genç sanatçı Şimşek, Osman Hamdi Bey'in ünlü tablosu İstanbul Hanımefendisi'nden, İbrahim Çallı'nın ilk Türkiye güzeli Keriman Halis'i resmettiği tablosuna kadar Modern Türk resminin ünlü kadın portrelerindeki modellerin yerine geçiyor, onlar gibi giyinip poz veriyor. Şimşek, "Epik Ayartma" sergisinde Modern Türk sanat tarihinden alınan resimlerde model olarak karşmıza çıkan kadınları canlandırıp, onların yerine geçerek ve onlar gibi giyinip poz vererek oluşturduğu yeniden üretim ile kadın imgesinin temsillerini mercek altına alıyor. Şimşek, sergideki fotoğraflarında kadınlık rollerinin ve jestlerinin arkeolojisini yaparken, video çalışmalarında "bu kadınlar canlansa ne yaparlardı" sorusundan hareket ederek resme dair mitin kaynağıyla oynuyor. Küratörlüğünü Selin Turam'ın yaptığı, genç sanatçı Özlem Şimek'in ilk kişisel sergisi "Epik Ayartma" Zilberman Galeri'de 16 Temmuz tarihine kadar görülebilir. MEZUNLARIN İŞLERİ Bu yıl ilk mezunlarını veren Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin özgür birer sanatçı ve tasarımcı adayı olan öğrencileri tarafından hazırlanan “Mezunlar 2011” sergisi Galeri Işık Teşvikiye’de açıldı. Feyziye Mektepleri Vakfı yöneticilerinin hazır bulunduğu açılış kokteylinde ayrıca Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Öner Gezgin ve üniversite yönetiminin yanı sıra sanat çevresinden akademisyenler de yer aldı. Dört yıllık sanat ve tasarım eğitimini tamamlayan ve sanatsal yaratıcılığın temel ilkelerini benimseyen mezunların, lisans eğitimleri boyunca edindikleri birikimlerin sonucunda ortaya koydukları yapıtları, tasarımları ve projelerinin yer aldığı sergi, 23 Temmuz gününe kadar Galeri Işık Teşvikiye’de ziyaret edilebilir. Endüstri Ürünleri Tasarımı, Görsel Sanatlar (resim, heykel, seramik, multimedya, baskıresim), Grafik Sanatlar ve Grafik Tasarım, İç Mimarlık, Moda ve Tekstil Tasarımı bölümlerinin sanat ve tasarım eğitimi serüveninin ilk belleğini oluşturan “Mezunlar 2011” sergisi, genç sanatçıların yaratıcılık, buluş ve yapıcılık gibi gizli güçlerini yansıtması bakımından büyük önem taşıyor. Sayı: 376 - Temmuz 2011 48 Nazlı Irmak’ın sergide yer alan çalışması. ETKİNLİKLERDEN... CAZKALPLİLER İSTANBUL’DA BULUŞUYOR İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 18. İstanbul Caz Festivali, 1 Temmuz’da başladı. Garanti Bankası’nın sponsorluğuyla hazırlanan festival 19 Temmuz’a kadar dünya caz sahnesinin sevilen isimlerini İstanbul’da ağırlayacak. Biletleri Biletix kanallarında satılan Caz Festivali’nin konserleri Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi, Arkeoloji Müzesi, Aya İrini Müzesi, İstanbul Modern, İstinyePark, Salon ve The Marmara Esma Sultan gibi klasikleşmiş mekânların yanı sıra ilk defa bir konser mekânı olarak kullanılacak olan Tersane Sahnesi ve santralistanbul Kıyı Amfi’de gerçekleşiyor. Tünel Şenliği’ndeki mekânlar da dâhil olmak üzere toplam 25 farklı etkinlik mekânı ile festival şehrin farklı noktalarına yayılıyor. 2007 yılında, Nina Simone anısına başlatılan ve Nina Simone repertuarının ünlü sanatçılarca seslendirildiği “Sing The Truth” projesi, farklı müzikal gelenekleri yaşatmak üzere devam ediyor. İstanbul Caz Festivali kapsamında 12 Temmuz Salı akşamı saat 21.00’de Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleştirilecek “Sing the Truth” gecesinde caz, folk, R&B, gospel ve blues dünyasından büyük kadın şarkıcıların güçlü şarkıları yeniden hayat bulacak. Gecede Dianne Reeves, Angelique Kidjo ve Lizz Wright sahne alacak. Popcaz sahnesinin en sevilen ikililerinden olan Randy Crawford ve Joe Sample ile dünyanın en iyi caz şarkıcılarından biri olarak kabul edilen Natalie Cole ise 13 Temmuz Çarşamba akşamı saat 21.00’de Açık Hava Sahnesi’ne konuk olacak. İstanbul Caz Festivali’nde Akdenizli usta kadın sanatçıların aynı sahnede buluşacağı “Mujeres de Agua” yani “Suyun Kadınları” başlıklı konserde hatırlanacak gecelerden biri olacak. Konser 15 Temmuz’da dinlenebilecek. Gelmiş geçmiş en büyük müzik efsanelerinden biri olarak kabul edilen, kült ikili Simon and Garfunkel’in itici gücü, ozan şarkıcı geleneğinin öncülerinden Paul Simon, İstanbul Caz Festivali’nin konuğu olarak ilk defa İstanbul’a gelerek hayranlarının uzun süren bekleyişine son verecek. Paul Simon, 19 Temmuz’da İstanbul’da olacak. Festivalin konuklarından biri de Dianne Reeves. TURGUTREİS KLASİK MÜZİĞİN USTALARINI AĞIRLAYACAK Festivalin kapanış konserinin konuğu Fazıl Say... Kurucu destekçiliğini Doğuş Grubu’nun üstlendiği D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali programı açıklandı. 9-10/ 12-13 Temmuz tarihlerinde “Romantizmden Modernizme” ana teması ile Bodrum’da düzenlenecek olan festival, her yıl olduğu gibi bu yıl da heyecan verici sanatçı ve repertuvarlardan oluşan bir programla müzikseverlerin karşısında olacak. 4 gün sürecek D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali’nin açılış konseri dünyaca ünlü çellistlerden Mischa Maisky solistliğinde, dünyanın en iyi orkestralarından biri olarak kabul edilen Moskova Çaykovski Senfoni Orkestrası tarafından gerçekleştirilecek. Academy of St. Martin in the Fields ve usta kemancı Julian Rachlin ile ilk kez Bodrum’da sahne alırken, kapanış konserini ise dünyaca ünlü besteci ve piyanistimiz Fazıl Say solistliğinde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası verecek. Klasik müziğin gelişimine katkıda bulunmak, Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden Bodrum’da yerli ve yabancı ziyaretçileri klasik müziğin evrensel değerleri çerçevesinde bir araya getirmek amacıyla düzenlenen D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali, bu yıl 9-10/ 12-13 Temmuz tarihleri arasında, dünyaca ünlü sanatçıların katılımıyla müzikseverlerle buluşacak. 2009 yılında Avrupa Festivaller Birliği’ne (EFA) üyeliği kabul edilen ve sanat yönetmenliğini Yücel Canyaran’ın üstlendiği D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali, bu yıl da klasik müziğin önde gelen isimlerine evsahipliği yapacak. Festival biletleri D-Marin Turgutreis Marina ve Oasis Alışveriş Merkezi’nde kurulan satış masalarından ve Biletix’den temin edilebilecek. Müzikseverler ayrıca 0800 211 00 10 no’lu satış hattını arayarak biletlerini telefonla satın alabilecekler. Bilet fiyatları tek gece 20 TL, kombine ise 70 TL olarak belirlenmiştir. Detaylı festival programına www.dmarinfestival.com adresinden ulaşılabilir. Sayı: 376 - Temmuz 2011 49 Gezi ROMALILARIN UZAK DİYARI’NDAN TÜRKLERİN FETHİYESİ’NE… rada tanık olabilir hatta bu manzara eşliğinde denize girmenin tadına varabilirsiniz. Birbirinden güzel adalarıyla size tropikal adalarda geziyormuş hissini yaşatıyor. Tatil anlayışınızda deniz, kum ve güneşin dışında tarihi dokuyu ve çılgınca eğlenceyi barındırıyorsanız Fethiye tam da size göre. Üstelik bu eşsiz yerde her bütçeye uygun konaklama seçenekleri de mevcut. Tatil, deniz, güneş, eğlence, tarih ve dinlenmenin yanında lezzetli yemekleri tadabilmektir, diyorsanız tam yerindesiniz. Ege’nin enfes zeytinyağının yanında Akdeniz’in balık çeşitlerinden oluşan çok zengin bir yemek menüsü bulunuyor Fethiye’de… Yalnız tatil değil aynı zamanda huzur ilçesi Fethiye… Fethiye’de yaylalara çıkıp şenliklere katılabilir, mavi yolculuk yaparak unutulmaz anlar yaşayabilirsiniz. Ölüdeniz, Kelebekler Vadisi, Telmessos Tiyatrosu ve daha niceleri. Fethiye birçok bölgeyi kıskandıracak edada dimdik ve kendisine has yapısıyla her daim misafirlerine cennetin kapılarını aralamaya hazır bekliyor. Kendisine has dokusunu yitirmeme konusunda direnen bu şirin ilçe aynı zamanda korunması gereken birçok tarihi veya doğal yaşam alanını da bünyesinde barındırıyor. Sizlere tavsiyemiz yaz mevsimini bitirmeden Fethiye’ye doğru bir yolculuğa çıkmanız… Fethiye buram buram tarih kokan bir yer. Antik dönemde ”Işık Yurdunun İnsanları” anlamına gelen Likyalılar bu kente sahip olur ve kent Telmessos adıyla anılmaya başlar. Daha sonra Telmessos, Perslerin egemenliğine girer, 4. yüzyılda ise Büyük İskender’e teslim olur. Büyük İskender’in ölümünden sonra Telmessos bir süre Mısır Kralı Ptolemus’un egemenliğinde kaldıysa da daha sonra Roma İmparatorluğu’nun işgaline uğrar ve kentin adı bu dönemde “uzak diyar” anlamına gelen Meğri (Makri) ismiyle anılmaya başlar. Yıllar sonra Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılan bu şirin ilçe, cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Muğla İli’ne bağlanır. İlçenin ismi ise 1913 yılında Şam’dan havalanıp Teberiye yakınlarında uçağı düşürülerek şehit edilen ilk Türk pilotlardan Fethi Bey’in ismi anısına Fethiye olarak değiştirilir. Tropikal adalarda geziyormuş hissi… İlk günden beri de turizm, bölge için büyük öneme sahip. İnsanların birçoğu halen geçimini turizmden sağlıyor. Bu sıcak ilçe size istediğiniz tatili sunmak için kapılarını açıyor. Türkiye’nin her yerinde rastlayamayacağınız yemyeşil ormanların masmavi deniz ile buluştuğu manzaraya bu- Sayı: 376 - Temmuz 2011 50 Yaz tatili denince akla gelen Fethiye, Seki civarında kurulan kayak merkezi ile de kış aylarında tatilcilerin gözbebeği olmaya aday… Turizm Fethiye için önemli bir geçim kaynağı. Turizmin yanı sıra tarım bölge ekonomisinde önemli yere sahip. Bölge halkının büyük bir bölümü, seracılık ile uğraşıyor. Kış aylarında yetişmeyen tarım ürünlerinin birçoğu seracılık sayesinde bölgede yetişiyor. Ege ve Akdeniz’de yaşayan insanlar için balık vazgeçilmez bir besin kaynağı. Fethiye halkı için de bu böyle. Fakat son yıllarda Fethiye halkından balıkçılıkla uğraşanlarda azalma gözlenmekte. Bununla birlikte balıkçılık bölgedeki önemini, dışardan gelip balıkçılık yapan insanlar sayesinde korumakta. Fethiye’de yaşam Fethiye’de yaşamın tüm renklerini görecek, yaşam tarzının her türlüsüne şahit olacaksınız. Fethiye’de dünyanın her yerinden insanlarla karşılaşmanız mümkün. Gerek Türkiye içinden gerekse de dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen birçok insan Fethiye’de yaşamını sürdürüyor. Kimisi için Fethiye bir tutku kimisi için de burada yaşam olmazsa olmazlar arasında. Bu kadar karma bir topluma sahip olması bölgenin kültürel açıdan da çok renkli olmasını sağlıyor. Yaşam biçimi, konuşma şiveleri, farklı duyguları ile hepsi birer Fethiye aşığı. MUTLAKA GÖRMELİSİNİZ mektedir. Ayrıca cilt ve deri rahatsızlıklarına iyi geldiği yapılan analizler ve sudan faydalanan kişilerin tecrübelerine dayanılarak anlaşılmıştır. Su devamlı kendini yenilemekte her zaman taze ve temiz olmaktadır. Telmessos Tiyatrosu: Antik kaynaklar Telmessos'da büyük bir tiyatronun olduğundan bahsetmekte. 1993 yılında Fethiye Müze Müdürlüğü Başkanlığı’nda yapılan sondaj kazılarında erozyonla dolmuş olan 3-4 metrelik toprak tabakası altında tiyatronun oturma sıraları bulunuyor. 1995 yılına kadar sürdürülen çalışmalar sonucu tiyatrodan kalabilen tüm kalıntılar bugün gün ışığına çıkartılıyor. Amynthas Kaya Mezarları: Definecilerin ‘kral mezarları’ dedikleri birbirinden güzel yapılarla bezenmiş muhteşem, göz kamaştırıcı sanat eserleridir. Ne var ki define bulma çalışmaları bu yapıların birçoğunu yok etmiştir. Kaya mezarları, kayaların fiziki yapıları uygun olan yerlere kaya oyularak mağara şeklinde yapılmıştır. İç ve dış cepheleri birçok figürlerle süslenmiş olanları da vardır. Kaya mezarları, Tümülüs mezarlarında olduğu gibi toplum içinde statüsü birinci derecede olan şahıs ve aileler için yapılırdı. Bunlar, kutsal anıtsal mekânlar olarak bilinir. Girmeler Mağarası: Kaynaklar mağara içinde bulunmaktadır. Kaynaklardan birinden dışarıya alınan su, köy tüzel kişiliğine ait arazide yapılan kapalı havuza aktarılmıştır. Diğer kaynaklar, mağara içerisinde oluşturdukları havuzlardan sonra labirentler içerisinde kaybolmaktadır. Kaplıcanın bulunduğu mağaraların önünde 50 odalı konaklama tesisleri mevcuttur. (Girmeler) Köyün adının sınırları içerisinde bulunan kaplıcadan adını almaktadır. Hatta köyün eski adı Gebeler’dir çünkü kaplıca gebe yani hamile olamayanlara iyi gelmektedir. Ayrıca kaplıcanın suyu insan hayatını bir nevi katlanılmaz kılan romatizmal hastalıklara da iyi gel- Ölüdeniz: Ölüdeniz, adı gibi durgun bir göl niteliğindedir. En fırtınalı günlerde Belceğiz kıyıları dalgalarla boğuşurken, Ölüdeniz'de sadece çırpıntılar meydana gelir. Ancak durgun gibi gözüken Ölüdeniz, gözle görünmeyen üç nedenle kendini hemen her gün yenilemektedir. Göcek: Kapıdağ Yarımadası ile Göcek Körfezi arasında bulunan, doğa harikası onlarca koy ve ada, turkuaz suları, denize sarkan yemyeşil çam ormanları, teknelerin etrafında dolanan insan canlısı yunusları, Lykia tarihinin görkemli antik kalıntıları ile düşlerinizin saklı olduğu tatil yeridir. Kelebekler Vadisi: Kelebekler Vadisi, Muğla İli, Fethiye İlçesi, Ölüdeniz belde sınırları içerisinde bulunan doğal bir hazinedir. Sahip olduğu endemik türler nedeniyle dünya mirası olarak korunması önerilmiş 100 dağdan biri olan Babadağ'ın eteklerinde bulunan Kelebekler Vadisi, 8 Şubat 1995'de 1. derecede doğal SİT ilan edilmiş ve her türlü yapılaşmaya kapatılmıştır. 350 metreye ulaşan sarp kayalık duvarlarla çevrili olan vadi ismini, barındırdığı 80'den fazla kelebek türünden ve özellikle kaplan kelebeğinden almıştır. Kaynağı Faralya Köyü’nde bulunan ve 50 metre yükseklikten dökülen şelale, vadinin ortasından geçen bir dere ile Akdeniz'e ulaşır. Kaya Köyü: 1922 yılına kadar yaklaşık 25 bin kişinin yaşadığı köy, Trakya'daki Türkler ile Anadolu'daki Rumların değişimi sırasında tamamen boşalmıştır. Köy bugün koruma altındadır. Saklıkent: Yaklaşık 15 yıl kadar önce keşfedilen Saklıkent, Toros dağlarının Fethiye bölgesinde Akdağlar diye bilinen ve 200 bin yıl önce meydana gelen bir çökmeden oluşan bir kanyon. Çok etkileyici bir görüntüye sahip olan Saklıkent Kanyonu, 17 km uzunluğu ile Türkiye'nin en uzun kanyonudur. Buranın tamamını görmek profesyonel dağcıları bile zorladığından turistler için yapılan tahtadan platformlarda yürüyerek ve güzergâh üzerindeki yer yer bel seviyesine gelecek, çok sıcak günlerde bile buz gibi suyun içerisinde ilerleyerek bu nefis yeri keşfedeceksiniz. Sayı: 376 - Temmuz 2011 51 Medyadan Yansımalar YENİ ASIR 30 Haziran Sayı: 376 - Temmuz 2011 52 CUMHURİYET HABERTÜRK 30 Haziran 27 Haziran Sayı: 376 - Temmuz 2011 53 Medyadan Yansımalar VATAN 11 Haziran Sayı: 376 - Temmuz 2011 54 Sayı: 376 - Temmuz 2011 55 Medyadan Yansımalar BUGÜN 13 Haziran Sayı: 376 - Temmuz 2011 56 Sayı: 376 - Temmuz 2011 57 Medyadan Yansımalar CUMHURİYET 12 Haziran AKŞAM Sayı: 376 - Temmuz 2011 58 11 Haziran YENİ ŞAFAK 11 Haziran Sayı: 376 - Temmuz 2011 59 Medyadan Yansımalar CAPİTAL/ÇUKUROVA Sayı: 376 - Temmuz 2011 Temmuz 2011 60 Sayı: 376 - Temmuz 2011 61 Summaries in English THREE REQUESTS FROM AK PARTY AS IT COMES TO POWER FOR THE THIRD TIME Turkey held elections on the 12th of June. AKP, which had been in power for two terms, gained victory in the elections with 49.8 % of the votes. CHP got 25.98 %, MHP got 13.02 % and independent candidates got 6.59% of the votes. AKP came to power for the third time and won 327 seats, whereas CHP won 135 and MHP won 53 seats; there are currently 35 independent members of Parliament. The business world now has more hope that growthfocused policies will continue since AKP won the elections with a strong enough majority to form government on its own. There are three basic requests from the government which had promised a strong economy before the elections. The government is expected to take rapid steps about work, food and a new constitution. According to the business world, Turkey held the calmest parliamentarian elections in its history and politics has been the only item on Turkey’s agenda for three months. Detained MPs and the swearing-in ceremony were the issues under discussion right after the elections. What the business world would now like to know is when political dis- cussions will end and when the economy will again become the main agenda item. Another question is how the economic administration will be formed and what the economic policy of this government will be. Based on the program the government revealed before the elections, it is expected that the economic policies will be micro-based in this new era that Recep Tayyip Erdoğan calls his “master period”. The first step in this di- rection was taken with the cabinet reform before the elections. According to the four-year economic program penned after the elections, the per capita income target for 2015 is $14,046. The program aims at poverty reduction through effective social support and at ensuring that no Turkish citizen lives on an income of less than $2.15 in four years. As soon as political discussions end, the priority of the government will be unemployment. EURATEX AND EUROCOTON’S GENERAL ASSEMBLIES IN BRUSSELS Europe’s textile manufacturers met in Brussels last month. The General Assembly of Euratax on 9 June 2011 and the Ordinary General Assembly of Eurocoton on 7-8 June 2011 brought together the leading names in the sec- Sayı: 376 - Temmuz 2011 62 tor in Europe. Members of the Board of Directors of the Turkish Textile Employers’ Association which represents the Turkish textile sector at the Vice President level in Euratex and Eurocoton, the most influential organiza- tions in Europe, attended the meetings. Vice President of Euratex Mr. Bülent Başer and members of our Board of Directors Mr. Erhan Özkan and Can Piyale were members of the delegation which represented our association at the Euratex General Assembly held in Brussels on 9 June 2011. In his address to the General Assembly, President of Euratex Mr. Alberto Paccanelli said that the performance of the textile and ready-to-wear sectors was better in 2010 than it was in 2008 and 2009. The 51st Eurocoton Ordinary General Assembly was held in Brussels on 7-8 June 2011 with the participation of EU Commission members, representatives of member associations and sectoral stakeholders. The delegation that attended the meeting included Can Piyale, Vice President of Eurocoton, and Bülent Başer and Erhan Özkan from our Board of Directors. WHERE TURKEY STANDS IN THE TEXTILE AND READY-TO-WEAR WORLD Turkey, which was the world’s 27th largest economy 30 years ago, is now the world’s 16th largest economy. Turkey, Europe’s 6th largest economy, now has bigger ambitions: it aims at reaching an export level of $500 billion and ranking among the top 10 economies of the world on the 100th anniversary of the Republic. Undoubtedly, textile and ready-to-wear are among the sectors that will play a role in placing Turkey among the “top 10”. The textile and ready-to-wear sectors are already among the “top 10” in many areas. They are in fact either the leader or close runners-up in many sub-sectors. Turkey is in 5th place with textile and readyto-wear exports that total $20 billion. Turkey’s $6.3 billion worth of textile exports put it in 8th place and its more than $14 billion worth of ready-to-wear exports put it in 4th place. Turkey is among the top 10 in its textile investments. It has the world’s 7th largest capacity in ring systems and is ranked in 2nd place after China in knitting machines and open-end systems. Turkey is currently Europe’s second largest supplier, following China, in textiles and ready-to-wear. The textile and ready-to-wear sectors are approaching the first position on some items. Following China and Hong Kong, Turkey is the world’s third largest underwear exporter. It is in second place in manufacturing socks with an annual production of $1.5 billion. One out of ten Europeans wears Turkish socks. Turkey’s socks exports reached $975 million in 2010. This sector has 7,000 direct employees and a total of 11,000 employees including its suppliers and service-providers; its main export countries in 2010 included the United Kingdom, Germany, France, Spain and the Netherlands. Turkey realizes 10% of global underwear exports and 8% of sock production; it is the leader in denim fabric production. Turkey is the world’s 9th largest shoe manufacturer with 190 million pairs of shoes; it is the 8th largest leather and leather goods manufacturer and the 4th largest carpet exporter in the world. Turkey is ranked in 4th place in home textiles. The objective of the textile and ready-to-wear sectors is to reach a total of $80 billion in exports, $20 billion of which will come from textiles, by 2023. TEXPO EURASIA AND YARN FAIRS BECOME REGIONAL MEETING POINT The textile and ready-to-wear sectors, which aim at increasing their exports to $24 billion this year, met in Istanbul for yarn, raw materials and new textile equipment investments. The 28th Textile, Weaving, Spinning, Knitting, Embroidery and Hosiery Machineries, Related Industries and Chemicals Trade Fair, shortly Texpo Eurasia 2011, and the 8th International Istanbul Yarn Fair were held simultaneously on 28-31 May in TÜYAP. The fair focused mainly on sectoral investments and attracted many weaving and yarn companies; it signaled that the sector is ready to invest again. The Textile Machinery and Accessories Industrialists Association TEMSAD organi- zed the fair where visitors ordered new machinery and were able to find the inputs they use in production. The goods on exhibit aimed at meeting needs for finished yarn, textile, weaving, spinning, finishing, knitting, embroidery, hosiery machines, as well as related industries and chemicals. More than 25,000 sectoral professionals visited the fair where there were purchasing delegations from Bulgaria, Morocco, Syria, Russia, Macedonia, Iran, Serbia and Uzbekistan. The fair created a large commercial volume and examined investment opportunities and forecasts for the textile sector. The fair had more than 400 participant companies and signaled that the textile sector adapted to the changes in the global economic balances and is preparing to make more investments and renew its machine park. Sayı: 376 - Temmuz 2011 63 Tebessüm Sayı: 376 - Temmuz 2011 64 Gülşen KARAGÖZ