TURK ISLAM BIRLIGI_2b

Transkript

TURK ISLAM BIRLIGI_2b
Okuyucuya
• Bu kitapta ve diğer çalışmalarımızda evrim teorisinin çöküşüne özel bir yer ayrılmasının nedeni,
bu teorinin her türlü din aleyhtarı felsefenin temelini oluşturmasıdır. Yaratılışı ve dolayısıyla
Allah'ın varlığını inkar eden Darwinizm, 150 yıldır pek çok insanın imanını kaybetmesine ya da
kuşkuya düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla bu teorinin bir aldatmaca olduğunu gözler önüne
sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlarımıza ulaştırılabilmesi ise
zorunludur. Kimi okuyucularımız belki tek bir kitabımızı okuma imkanı bulabilir. Bu nedenle her
kitabımızda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayrılması uygun görülmüştür.
• Belirtilmesi gereken bir diğer husus, bu kitapların içeriği ile ilgilidir. Yazarın tüm kitaplarında
imani konular, Kuran ayetleri doğrultusunda anlatılmakta, insanlar Allah'ın ayetlerini öğrenmeye
ve yaşamaya davet edilmektedir. Allah'ın ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyanın aklında hiçbir
şüphe veya soru işareti bırakmayacak şekilde açıklanmaktadır.
Bu anlatım sırasında kullanılan samimi, sade ve akıcı üslup ise kitapların yediden yetmişe herkes tarafından rahatça anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu etkili ve yalın anlatım sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktadır. Dini reddetme konusunda kesin bir tavır
sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlatılan gerçeklerden etkilenmekte ve anlatılanların doğruluğunu inkar edememektedirler.
• Bu kitap ve yazarın diğer eserleri, okuyucular tarafından bizzat okunabileceği gibi, karşılıklı bir sohbet ortamı şeklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun kitapları birarada okumaları, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmaları
açısından yararlı olacaktır.
• Bunun yanında, sadece Allah rızası için yazılmış olan bu kitapların tanınmasına ve okunmasına
katkıda bulunmak da büyük bir hizmet olacaktır. Çünkü yazarın tüm kitaplarında ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitapların
diğer insanlar tarafından da okunmasının teşvik edilmesidir.
• Kitapların arkasına yazarın diğer eserlerinin tanıtımlarının eklenmesinin ise önemli sebepleri vardır. Bu sayede kitabı eline alan kişi, yukarıda söz ettiğimiz özellikleri taşıyan ve okumaktan hoşlandığını umduğumuz bu kitapla aynı vasıflara sahip daha birçok eser olduğunu görecektir. İmani ve
siyasi konularda yararlanabileceği zengin bir kaynak birikiminin bulunduğuna şahit olacaktır.
• Bu eserlerde, diğer bazı eserlerde görülen, yazarın şahsi kanaatlerine, şüpheli kaynaklara dayalı
izahlara, mukaddesata karşı gereken adaba ve saygıya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntu veren
ümitsiz, şüpheci ve ye'se sürükleyen anlatımlara rastlayamazsınız.
Bu kitapta kullanılan ayetler, Ali Bulaç'ın hazırladığı
"Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır.
Birinci Baskı: Ağustos 2003, İkinci Baskı: Kasım 2009
ARAŞTIRMA
Y A Y I N C I L I K
Belediye Caddesi
Liman İş Merkezi No: 64
Sefaköy- İstanbul
Baskı: Seçil Ofset
100 Yıl Mahallesi MAS-SİT Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No: 77 Bağcılar-İstanbul
Tel: (0 212) 629 06 15
www.harunyahya.org - www.harunyahya.net
Kasım, 2009
Ya zar Hak kın da
Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Daha sonra İstanbul Mimar Sinan
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. 1980'li yıllardan
bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser hazırladı. Bunların yanı sıra, yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok önemli
eserleri bulunmaktadır.
Harun Yahya'nın eserleri yaklaşık 30.000 resmin yer aldığı toplam 45.000 sayfalık bir külliyattır ve bu külliyat 60 farklı dile çevrilmiştir.
Yazarın müstear ismi, inkarcı düşünceye karşı mücadele
eden iki peygamberin hatıralarına hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluşturulmuştur. Yazar tarafından kitapların kapağında Resulullah'ın mührünün kullanılmış olmasının sembolik anlamı ise, kitapların içeriği ile ilgilidir.
Bu mühür, Kuran-ı Kerim'in Allah'ın son kitabı ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmasını remzetmektedir. Yazar da, yayınladığı tüm çalışmalarında, Kuran'ı ve Resulullah'ın sünnetini kendine rehber edinmiştir. Bu suretle,
inkarcı düşünce sistemlerinin tüm temel iddialarını tek
tek çürütmeyi ve dine karşı yöneltilen itirazları tam
olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal
sahibi olan Resulullah'ın mührü, bu son
sözü söyleme niyetinin bir duası olarak
kullanılmıştır.
Yazarın tüm çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın tebliğini dünyaya ulaştırmak, böylelikle insanları
Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret
gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye sevk etmek ve
inkarcı sistemlerin çürük
te mel le ri ni ve sap kın
uy gu la ma la rı nı göz ler
önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'nın eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, İspanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan İtalya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyanın daha pek çok ülkesinde beğeniyle
okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca,
Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, Sırpça,
Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullanılıyor), Hausa (Afrika'da yaygın olarak
kullanılıyor), Dhivehi (Mauritus'ta kullanılıyor), Danimarkaca ve İsveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt dışında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir.
Dünyanın dört bir yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın
iman etmesine, pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları
okuyan, inceleyen her kişi, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlaşılır ve samimi üslubun, akılcı ve ilmi yaklaşımın farkına varmaktadır. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri taşımaktadır. Bu eserleri okuyan
ve üzerinde ciddi biçimde düşünen insanların, artık materyalist felsefeyi, ateizmi ve diğer sapkın görüş ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün değildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklardır, çünkü fikri
dayanakları çürütülmüştür. Çağımızdaki tüm inkarcı akımlar, Harun Yahya Külliyatı karşısında fikren mağlup olmuşlardır.
Kuşkusuz bu özellikler, Kuran'ın hikmet ve anlatım çarpıcılığından kaynaklanmaktadır. Yazarın kendisi bu eserlerden dolayı bir övünme içinde değildir, yalnızca Allah'ın hidayetine vesile olmaya niyet etmiştir. Ayrıca bu eserlerin basımında ve yayınlanmasında
herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, insanların görmediklerini görmelerini
sağlayan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmasını teşvik etmenin de, çok önemli bir hizmet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu değerli eserleri tanıtmak yerine, insanların zihinlerini bulandıran, fikri karmaşa
meydana getiren, kuşku ve tereddütleri dağıtmada, imanı kurtarmada güçlü ve keskin bir
etkisi olmadığı genel tecrübe ile sabit olan kitapları yaymak ise, emek ve zaman kaybına
neden olacaktır. İmanı kurtarma amacından ziyade, yazarının edebi gücünü vurgulamaya
yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyeceği açıktır. Bu konuda kuşkusu olanlar varsa, Harun Yahya'nın eserlerinin tek amacının dinsizliği çürütmek ve Kuran ahlakını yaymak olduğunu, bu hizmetteki etki, başarı ve samimiyetin açıkça görüldüğünü okuyucuların genel kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaşaların, Müslümanların çektikleri
eziyetlerin temel sebebi dinsizliğin fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulmanın yolu ise,
dinsizliğin fikren mağlup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konması ve Kuran ahlakının, insanların kavrayıp yaşayabilecekleri şekilde anlatılmasıdır. Dünyanın günden güne
daha fazla içine çekilmek istendiği zulüm, fesat ve kargaşa ortamı dikkate alındığında bu
hizmetin elden geldiğince hızlı ve etkili bir biçimde yapılması gerektiği açıktır. Aksi halde çok geç kalınabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmiş olan Harun Yahya Külliyatı, Allah'ın izniyle,
21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa, doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.
İkinci Baskıya Önsöz
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .10
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .22
Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .34
İslam: Dünyayı Aydınlatan Işık . . . . . . . . . . . . . .40
Neden Türk İslam Birliği? . . . . . . . . . . . . . . . . . .80
Nasıl Bir Türk İslam Birliği?
. . . . . . . . . . . . . . . .138
Türk İslam Birliği Müslümanlara
Neler Kazandıracak?
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .198
ABD, Ortadoğu ve Türk İslam Birliği
. . . . . . . . .232
Türk İslam Birliği'nin Batı
Dünyası İçin Gerekliliği
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .308
Türk İslam Birliği Müjdesi . . . . . . . . . . . . . . . . . .328
Sonuç
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .348
Evrim Yanılgısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .370
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İKİNCİ BASKIYA
ÖNSÖZ
T
ürk İslam Birliği'nin kurulması sadece İslam
aleminin değil, her dinden, her milletten ve
her düşünceden insanın kurtuluşu olacak,
bu birlik tüm dünyaya sevgi, kardeşlik, dostluk, bolluk ve
bereket getirecektir. Türkiye'nin önderliğinde kurulacak
olan Türk İslam Birliği, yeryüzünün bambaşka bir güzelliğe bürünmesine, bolluk ve bereketin müthiş artmasına,
sanatın, estetiğin ve bilimin çok gelişmesine, güçlü ve
köklü bir medeniyetin inşa edilmesine vesile olacaktır. Allah'ın izniyle Türk İslam Birliği muhakkak kurulacaktır. Bu, Allah'ın takdir ettiği bir kaderdir.
Türk İslam Birliği'nin doğal lideri ise Türkiye
olacaktır. Türkiye'nin liderliği tüm Türk ve Müslüman
ülkeleri tarafından da gönülden kabul edilmekte ve istenmektedir. Bunun temelinde hem Türkiye'nin tarihi tecrübesi, hem de Türk Milleti'nin sayısız olayla ispatlanmış
olan güzel ahlakı vardır. Türk Milleti'nin lider olması isteği asla bir ırk üstünlüğü düşüncesine dayanmamaktadır. Yani, bunun özünde "biz lider olalım,
diğerleri bize tabi olsun" veya "biz üstünüz, diğer ırklar bize tabi olmalıdır" gibi akıl ve mantık dışı, üstelik Kuran ahlakına da hiç
uygun olmayan bir düşünce yoktur. Söz ko nu su olan ah la ki
bir üstünlüktür. Yapılacak
olan liderlik de aslında ko-
10
Harun Yahya - Adnan Oktar
ru ma ya, kol la ma ya, hiz met et mek
için çileye ve sorumluluğa talip olma
işidir, bir tür ağabeylik vasfıdır.
Türk Milleti'nin bu tarihi sorumluluğu yerine getirecek olmasının en önemli
delillerinden biri ise Peygamber Efendimiz
(sav)'in hadislerinde, ahir zamanda İstanbul'a ve Türkiye'ye özellikle dikkat çekiliyor olmasıdır. Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde haber verildiği üzere, Hz. Mehdi (as)
İstanbul'da faaliyet gösterecek, dağınık olan Türk devletlerini birleştirerek Türk İslam Birliği'ni tesis edecek ve yanında
kutsal emanetlerle birlikte ortaya çıkacaktır.
HZ. MEH Dİ (AS)'IN İS TAN BUL'U MA NEN FET HE DE CEK OL MA SI
Hz. İbni Amr'dan rivayet edilmiştir: Peygamberimiz
(sav) buyurdu ki: Ey Ümmet! Altı şey vardır ki; onlar
olmadan kıyamet kopmaz… Altıncısı,
Medine'nin fethi.
-Denildi ki: Hangi medine? (hangi şehir?)
-Buyurdu ki: Konstantiniyye (İstanbul).
(*) Bu Konstantiniyye'nin Hz Mehdi (as) tarafından yapılacak
fethidir. (Kıyamet Alametleri, 204 Ramuz-el Ehadis,
296)
Al lah Kons tan ti niy ye'yi (İs tan bul'u) çok
sevdiği dostlarının eliyle (Hz. Mehdi (as))
fethedecek... Onlardan hastalığı ve üzüntüyü
kaldıracak. (Kıyamet Alametleri, s.181)
Beldeler onun (Hz. Mehdi (as)'ın)
emrine girer. Allah-u Teala
11
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
onun (Hz. Meh di (as)'ın) elin de Kons tan ti niy ye'nin (İstanbul'un) (manevi) fethini müyesser (kolay) kılar. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-ül
Ahir Zaman, s. 56)
HZ. MEH Dİ (AS) TÜRK LER ARA SIN DA
HİZ MET VE RE CEK
Hz Mehdi (as) Rum'dan, yani Türklerden (çünkü, eskiden Türkiye'ye Diyar-i Rum deniliyordu) ayrılmayacaktır. (İş'afü'rRağıbîn'den naklen, Tılsımlar, s. 212.)
Tirmizi'de yer alan bir hadiste "Hz. Mehdi (as)'ın Arap'a hakim
oluncaya kadar kıyametin kopmayacağından" (Tirmizi, Fiten:43) söz edilir, buradan Arapların içinde çıkmayacağını anlıyoruz.
Çünkü Arap'a hakim olmak için onların dışında olmak gerekir. (Kıyamet Alametleri, s. 170)
Doğudan bir takım insanlar çıkacak ve Hz Mehdi (as)'a zemin hazırlayacaklar. Hz Mehdi (as) onlar arasında hükümdar olacaktır.
(İbni Mace, Kitab-ül Fiten: 35 (4088) Bu hadis doğuda bulunan veya doğudan gelen bir millet içerisinde çıkacağını göstermektedir ki
- Allahualem- bunlar o zamanlar doğuda bulunan, sonradan
Anadolu'ya yerleşen Türklere işaret etmektedir. (Kıyamet
Alametleri, s. 171)
İbni Haldun ve Kurtubî, Hz. Mehdi (as)'ın Meşrık (Doğu),
Horasan (Hazar denizinin batısında kalan kısım) ve Amuderya (Ceyhun nehri) taraflarından (bu bölgeler Türklerin yaşadığı bölgelerdir) çıkacağını kaydetmektedirler. (Macdonald, İslâm'ın Ansiklopedisi,
7:478.)
12
Harun Yahya - Adnan Oktar
Bütün bunlar, Hz. Mehdi (as)'ın yoğun faaliyetini Türkler içerisinde
yürüteceğini göstermektedir. (Şaban Döğen, “Mehdi ve Deccal”, s.
172)
Sey yid Ah med Hü sa med din (r.a.) İs tih raç na me'sin de Hz Meh di
(as)'ın doğuş yeriyle ilgili şöyle demektedir:
"Müslümanlardan bir zat gelecek, bu zatın şerefi Kafkasya'nın en
uludağından etrafa güneşin şuaı gibi şulenisar olacaktır." (Osman
Yüksel Serdengeçti, Mabedsiz Şehir, Serdengeçti Neşriyatı: VI, s.107)
HZ. MEH Dİ (AS) DA ĞI NIK OLAN
TÜRK DEV LET LE Rİ Nİ BİR LEŞ Tİ RE CEK
...Ve köşe bucakta benim oğluma (Hz. Mehdi (as)'a) yardım edecek dağınık olan Türk bayrakları zuhur edecek. (Gaybeti numani, s. 323)
...Allah ona (Hz. Mehdi (as)'a) Rum'u, Deylem'i, Sind'i, Hindistan'ı,
Kabilşah'ı ve Hazar'ı fethettirecektir. (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i
Numani, Gaybet-i Numani s. 274)
Peygamberimiz (sav)'in hadisinde haber verildiğine göre,
Hz. Mehdi (as) önce Türk bayrağıyla Türkiye'den çıkacak, daha
sonra da yeşil bayrak sahibi olan İslam ülkelerine de manen hakim olacaktır. Türk İslam Birliği'nin oluşmasına vesile olacak ve
bu birliğin manevi liderliğini üstlenecektir. Konuyla ilgili hadis şu
şekildedir:
O yılda kırmızı bayrağın ve sonra yeşik bayrağın sahibi olan oğlum
(Hz. Mehdi (as)'ın) gaybeti ilan olunacaktır. (Şeyh
Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i
Numani, s. 170)
13
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
HZ. MEH Dİ (AS)'IN YA NIN DA
KUT SAL EMA NET LER OLA CAK
Ahir zaman hadislerini aktaran alimler, ahir zaman olaylarını kendi dönemlerindeki hilafet merkezlerini esas alarak aktarmışlardır. Bu nedenle de Hz. Mehdi
(as)'ın çıkış yeri olarak, her alim kendi zamanının hilafet merkezi olan Irak, Şam, Kufe, Medine gibi şehirleri belirtmiştir. Ancak, ahir zaman olaylarının gerçekleştiği yerle ilgili rivayetlerin ortak noktası, bu olayların hep hilafet merkezinde gerçekleştiğidir.
Bilindiği gibi, son hilafet merkezi "İstanbul"dur. Halifelik bu yüzyılın başlarında resmi olarak kaldırılmıştır ve o günden bu yana dünya üzerinde başka hiçbir
yere de taşınmamıştır. Sonuç olarak, halen bu manevi ünvanı koruyan tek
şe hir İs tan bul'dur. Pey gam be ri miz (sav)'in iki
sancağı, kılıcı ve gömleği
ile diğer mukaddes emanetler de İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda muhafaza
edilmektedir.
Peygamber Efendimiz (sav)'in
Minber-i Şerif sancağı
14
Harun Yahya - Adnan Oktar
Solda, Seyf-i Nebevi.
Resulullah (sav)'in kılıcı.
Aşağıda, Pergamber Efendimiz
(sav)'in hırkası, Hırka-i Saadet.
Aşağıda, Peygamber Efendimiz (sav)'in
asası. Bu asa, Resulullah (sav)'in sancağı ve minberiyle birlikte hilafet alameti olarak kabul edilir.
15
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Abdullah b. Şurefe'den rivayet edildi ki: "Hz.
Mehdi (as)'ın beraberinde süslenmiş bir halde
Peygamberimiz (sav)'in bayrağı olacaktır." (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiy-il Ahir Zaman, s.65)
Nuaym bin Hammad, Ebu Caferi'den şöyle rivayet etmiştir;
"Hz. Mehdi (as), Peygamberimiz (sav)'in sancağı, gömleği, kılıcı, işaretleri, nuru ve güzel ifadesiyle yatsı vaktinde çıkar." (Ali
b. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi ìRisaletül Meşreb elverdi fi mezhebil
Mehdi)
Hz. Mehdi (as), Peygamber Efendimiz (sav)'in bayrağıyla çıkacaktır.
O bayrak dikilmemiştir, siyah ve dört köşelidir. Peygamberimiz
(sav)'in vefatından sonra hiç açılmamış olup, ancak Hz. Mehdi (as)
tarafından açılacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-i Mehdiyy-il
Muntazar, ss.41-42, 52, 54)
Alametlere gelince; (Hz. Mehdi (as)) beraberinde Allah Resulünün (sav)
gömleği, kılıcı, sancağı bulunacaktır. O sancak ki Peygamberin (sav) vefatından bugüne kadar hiç açılmamıştır. Hz. Mehdi (as)’nin zuhuruna kadar
da açılmayacaktır. (Kıyamet Alametleri, s.164)
Peygamber (savv)'in softan bayrağı ile çıkacaktır. O bayrak dört köşeli
olup, dikişsizdir ve rengi de siyahtır. Onda bir hicr (hale) bulunur. O Resulullah (sav)'in vefatından beri açılmamış olup Hz Mehdi (as) çıkınca açılacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman,
s.23)
Ahir zamanda ancak Hz. Mehdi (as) tarafından açılacağı bildirilen
bu Sancak'ın önemli bir özelliği de Peygamberimiz (sav)'in “vefatından
bugüne kadar hiç açılmamış” olmasıdır. Günümüze kadar Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere hiçbir devlet tarafından, Peygamber
Efendimiz (sav)'in zatına hürmeten açılmayan sancak, götürüldüğü savaşlarda ve törenlerde kılıfından dahi çıkarılmamıştır. 1400 yıldır bu şekilde muhafaza edilen sancak Hz. Mehdi (as)'ın gelişi ile İslam ahlakının hakim olacağı dönemde açılmayı beklemektedir.
16
Harun Yahya - Adnan Oktar
Topkapı Sarayı'nda muhafaza edilen kutsal
emanetlerden biri de Hz. İbrahim'in kullanmış olduğu rivayet edilen tenceredir.
Aşağıda, Topkapı Sarayı'nda bulunan
Peygamber Efendimiz (sav)'in kılıcı
görülmektedir.
Yukarıda, Peygamber Efendimiz (sav)'in
mühürünün muhafaza edildiği kutu
görülmektedir. Topkapı Sarayı'nda bulunan kutsal emanetlerdendir. Peygamber
Efendimiz (sav)'in Mühr-i Şeriflerinde üç
satır halinde, "Muhammed Resulullah"
ibaresi yazılıdır. Birinci satırda
"Muhammed", ikinci satırda "Resul",
üçüncü satırda da "Allah" kelimeleri yer
almaktadır.
17
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
TÜRK İS LAM BİR Lİ Ğİ KU RUL DU ĞUN DA
YER YÜ ZÜN DE HİÇ KAN AKI TIL MA YA CAK TIR
T
ürk İslam Birliği, kitabın ilerleyen bölümlerinde
detaylı olarak anlatıldığı üzere, Kuran ahlakını temel alan dolayısıyla her düşünceden, her inançtan,
her milletten insana karşı şefkatle ve anlayışla yaklaşan, herkesin
hakkını koruyan, herkesi rahat ettiren bir huzur ve barış birliği
olacaktır. Türk İslam Birliği bütün çatışmalara, terör eylemlerine,
anarşiye tam anlamıyla son verecek, Türk İslam Birliği'nin kurulmasıyla tüm fitneler sona erecektir. Bu güzel birliğin tesis edilmesiyle Museviler ve Hıristiyanlar da güvenlik içinde ibadet
edebilecekleri, diledikleri gibi ticaretlerini yapacakları, istedikleri yerde istedikleri gibi yerleşebilecekleri, kendilerini tam anlamıyla güvende hissedecekleri bir ortama kavuşacaklardır. Türk
İslam Birliği'nin kuruluşu da tek damla kan dökülmeden, Müslümanların sevgiyle biraraya gelmesiyle, şefkatle, güzel sözle,
akılcı ve hikmetli anlatımlarla dostluğun yaygınlaşmasıyla
gerçekleşecektir.
Türk İslam Birliği'nin kurulduğu dönemde tüm
çatışmaların sona ereceği, tüm silahların susacağı, insanların barış
ve sevgi içinde yaşaya-
18
Harun Yahya - Adnan Oktar
cakları Peygamber Efendimiz (sav)'in de müjdelediği bir
gerçektir. Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as) döneminde yeryüzünde hiç kan dökülmeyeceğini bildirmiştir.
Hz. Mehdi (as)'ın zuhur ettiği ve Türk İslam Birliği'nin kurulduğu dönemde, yeryüzünü kaplayacak olan barış, adalet, güzellik, huzur ve güven hadislerde şu şekilde haber
verilmiştir:
İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz.
Mehdi (as)'ın çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (as)) Daha
önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta Asr-ı Saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l
Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48)
Hz. Mehdi (as), Peygamber (sav)'in yolunda gidecek, uyuyan
kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s.
163)
(Hz. Mehdi (as)) zamanında ne bir kimse uykusundan
uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
Muntazar, s. 44)
Ona (Hz. Mehdi (as)'a) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)
19
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Bu (Emir) de (Hz. Hz. Mehdi (as)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm
ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)
Zulüm ve fıskla dolu olan DÜNYA, O (HZ. MEHDİ (AS)) GELDİKTEN SONRA ADALETLE DOLUP TAŞACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
HZ. MEH Dİ (AS)'IN ZA MA NIN DA ADA LET O KA DAR BOL
OLACAK Kİ, zorla alınan her mal sahibine geri iade edilecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)
ONUN (HZ. MEHDİ (AS)'IN) ADALETİ HER YERİ KAPLAYACAK
ve insanlar arasında Hz. Peygamber (sav)’in sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir. Hatta birisinden, mala ihtiyacı olan kim varsa çağırmasını söyleyecek, o kişi emrini yerine getirdiğinde, sadece bir kişi gelecektir.
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış
da olsa Allah benim Ehl-i Beyt'imden bir zatı (Hz. Mehdi (as)'ı) gönderecek yeryüzü zulümle dolduğu gibi, O YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Hz. Mehdi (as) bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi,
ONU DOĞRULUK VE ADALETLE DOLDURUR. (Süneni-i Ebu
Davud, 5/93)
Kap su ile dolduğu gibi YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. Hiçbir
kimse arasında bir DÜŞMANLIK KALMAYACAKTIR. VE BÜTÜN
DÜŞ MAN LIK LAR, BO ĞUŞ MA LAR, HA SET LEŞ ME LER MU HAKKAK KAYBOLUP GİDECEKTİR. (Sahih-i Müslim, 1/136)
... Cenab-ı Hak İslam’ı nasıl bizimle başlatmışsa O'nunla (Hz. Mehdi (as)
ile) sona erdirecektir. Nasıl, bizimle onlar aralarındaki ŞİRK VE ADAVETTEN (HUSUMET VE DÜŞMANLIKTAN) KURTULMUŞ VE
KALPLERİNE ÜLFET (DOSTLUK) VE MUHABBET (SEVGİ) YERLEŞMİŞSE, (HZ. MEHDİ (AS)'IN GELİŞİ İLE) YİNE ÖYLE OLA-
20
Harun Yahya - Adnan Oktar
CAKTIR. (Ahir Zaman Mehdisi'nin Alametleri, Celalettin Suyuti,
s. 20)
... ONUN (HZ. MEHDİ (AS)) DÖNEMİNDE İYİ İNSANLARIN İYİLİĞİ ARTAR, KÖTÜLERE KARŞI BİLE İYİLİK YAPILIR. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)
21
TÜRK İSLAM BİRLİĞ'NE ÇAĞRI
Oldukça geniş bir coğrafyayı ve yaklaşık 1.5 milyar Müslümanı kapsayan İslam dünyasının temel ihtiyaçlarından biri olan "Türk İslam Birliği"ni ele aldığımız bu kitabımızda, böyle bir birlik oluşturulmasının gerekliliği ve aciliyeti üzerinde duracağız.
Bugün İslam dünyasının durumu değerlendirildiğinde ilk dikkati çekecek özelliklerden birisi, Müslümanların kendi aralarındaki parçalanmışlığı olacaktır. Kimi İslam ülkeleri arasında derin anlaşmazlık
ve ihtilaflar vardır. Hatta yakın geçmişte, İran-Irak
Savaşı, Irak'ın Kuveyt'i işgali, Pakistan-Bangladeş Savaşı gibi Müslüman ülkeler arasında geçen savaşlar
yaşanmıştır. Müslüman ülkelerde çoğunlukla etnik
ve siyasi sorunlar nedeniyle yaşanan iç savaş ve çatışmalar da -örneğin Afganistan'da, Yemen'de, Lübnan'da, Irak'ta veya Cezayir'de olduğu gibi- İslam
dünyasının, olması gerektiği gibi olmadığını göstermektedir. Öte yandan İslam dünyasının dört bir yanında birbirinden son derece farklı dini yorumlar, görüşler ve modeller hakimdir. Neyin gerçekten İslam'a
uygun neyin de aykırı olduğunu belirleyecek, bu konuda dünya Müslümanlarının geneline yön verecek,
onları uzlaştırabilecek merkezi bir otorite yoktur. Katoliklerin Vatikan'ı, Ortodoks Hıristiyanların Patrikhaneleri vardır, ama İslam dünyasında dini bir birlik
ve merkez bulunmamaktadır.
22
Harun Yahya - Adnan Oktar
Oysa İslam ahlakının özünde birlik vardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in vefatının ardından, İslam dünyasının hep bir lideri olmuş, bu makam
Müslümanların dini konulardaki yol göstericisi olmuştur.
Günümüzde de İslam dünyasının tümüne yol gösterecek çağdaş bir merkezi otorite kurulabilir. Demokratik esaslara ve hukukun üstünlüğü prensibine dayanan merkezi bir İslami otoritenin ve bir Türk İslam Birliği'nin kurulması İslam dünyasının mevcut sorunlarının giderilmesinde çok önemli bir adım olacaktır.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak ele
alacağımız gibi, söz konusu Türk İslam Birliği;
1) Kuran ahlakının gereği olan sevgi, şefkat, kardeşlik ve merhamete dayalı bir anlayışa sahip olmalı,
tüm insanları koruyup kollamayı amaç edinmeli, tüm
insanlara son derece kaliteli ve müreffeh bir yaşam
standartı sunmalıdır.
2) Demokrat ve laik bir yapıya sahip olmalı, Türk
İslam dünyasını manevi bir liderliğin öncülüğünde biraraya getirirken, tüm devletlerin üniter yapısını muhafaza ettiği bir gönül birliği inşa etmelidir.
3) İslam dünyasının tümüne hitap edebilmeli, dolayısıyla en temel İslami değerlere ve esaslara dayanmalı, belirli bir mezhebin veya tarikatın temsilcisi olmamalıdır.
4) İnsan haklarına, demokrasiye, serbest girişimciliğe destek vermeli, İslam dünyasının ekonomik, kültürel ve bilimsel yönden kalkınmasını temel hedef olarak belirlemelidir.
23
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
5)
Di ğer
ülkeler ve medeniyetlerle son dere ce
ba rış çıl
ve
uyumlu ilişkiler kurmalı, kitle imha silahlarının kontrolü, terörizm,
uluslararası suç, çevre gibi
konularda uluslararası topluluk ve Birleşmiş Milletler ile
iş birliği yapmalıdır.
6) İslam dünyasındaki azınlıkların (örneğin Yahudi ve Hıristiyanların) ve İslam ülkelerine gelen yabancıların haklarının korunması, kendilerine güven lik sağ lan ma sı ve say gı
gösterilmesi gibi konuları önce lik li ola rak ele al ma lı, her
dinden, her düşünceden insana sevgi ve şefkatle yaklaşmalıdır.
7) Fi lis tin, Keş mir, Mo ro gi bi,
Müslümanlar ile Müslüman olmayan halkları karşı karşıya
getiren sorunlara; adil ve barışçıl çözümler getirilmesine
önem vermelidir. Hem Müslümanların haklarını savunmalı
hem de söz konusu sorunların, İslam dünyasındaki bazı radikal unsurlar tarafından çözümsüzlüğe itilmesine mani olmalıdır.
İslam dünyasının böylesine akılcı, sağduyulu ve adil
24
Harun Yahya - Adnan Oktar
bir liderliğe kavuşması, hem bugün pek çok sorunla karşı karşıya bulunan 1.5 milyar Müslüman için, hem de dünyanın tüm diğer insanları için çok hayırlı olacaktır. Kuran ahlakına dayalı olarak kurulacak bir Türk İslam Birliği, tüm dünyanın adalet ve güvenlik bulmasına, Kuran ahlakının getirdiği tavır mükemmeliği
sayesinde huzurun yerleşmesine aracı olacaktır. Müslümanlar,
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in devrinden bu yana, insanlığa; akıl, bilim, düşünce, sanat, kültür, medeniyet gibi alanlarda öncülük etmiş, "insanların hayrı"na dev eserler ortaya koymuşlardır.
Avrupa Ortaçağ'ın karanlığında iken, dünyaya bilimi, akılcılığı, tıbbı, sanatı, temizliği ve diğer pek çok hasleti Müslümanlar öğretmiştir. Kuran'ın nurundan ve hikmetinden kaynaklanan bu İslami yükselişi tekrar başlatmak için, geçmişte
olduğu gibi bugün de Müslümanların Kuran ahlakını ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini
temel alan bir yol göstericiliğe ihtiyaçları
vardır.
Bu pro je na sıl
hayata geçirilebilir? Bu soruyu
iler le yen bö lüm ler de in celeyeceğiz.
An cak, da ha
önce de belirttiğimiz gibi, bu konuda tüm Türk İslam ülkelerinin yanında Türkiye'ye büyük
bir rol düştüğünü tekrar hatırlatmak gerekir. Çünkü Türkiye, hem
25
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
tarihi ve sosyolojik altyapısının gereği olarak hem de Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği gibi,
içinde bulunduğumuz ahir zamanda çok önemli sorumluluklar üstlenecektir. Bu önemli sorumluluklarının başında
Türk İslam dünyasının birleşmesi için öncülük etmek vardır. Unutmamak gerekir ki Türkiye, sözünü ettiğimiz manada bir Türk İslam Birliği'ni kurmuş ve 5 yüzyıldan uzun bir
süre başarıyla idare etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun
mirasçısıdır. Bu sorumluluğu tekrar üstlenebilecek bir toplumsal alt yapıya ve devlet geleneğine sahiptir. Dahası Türkiye, İslam dünyasının Batı ile ilişkileri en gelişmiş ülkesidir
ki, bu Batı ile İslam dünyasındaki sorunların çözümünde
arabuluculuk yapabilmesine olanak sağlar. Türkiye'nin tarihsel olarak hoşgörülü ve mutedil bir anlayışa sahip olması; Türkiye'nin İslam dünyasında dünya Müslümanlarının
büyük çoğunluğunun izlediği Ehli Sünnet inancını temsil etmesi de, onu Türk İslam Birliği'ne önderlik etmeye aday kılan önemli bir vasıftır.
26
Harun Yahya - Adnan Oktar
Medeniyetler arası bir çatışmayı öngörenlerin, yeryüzünde daha çok kan dökülmesine
ve daha çok kayıplar verilmesine neden olacakları açıktır. Türk İslam Birliği'nin oluşturulması, çatışma taraftarlarının önündeki en
önemli engellerden biri olacaktır.
27
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN AD NAN OK TAR'IN
ART TV (UŞAK) RÖ POR TA JI,
19 Ağus tos 2008
Uşak Art TV: Hocam bu sözlerinizden anlaşılıyor
ki, Türkiye'nin İslam Birliği konusunda özellikle sizin eserlerinizin bazılarında da ben bunları okudum. Türk İslam Birliğine önem veriyorsunuz. Önemsiyorsunuz. Bunu biraz açmak gerekirse, İslam Birliği'ni vurgulayan sözleriniz var. Türk
İslam Birliği'ni vurgulayan sözleriniz var.
Adnan Oktar: Evet
Uşak Art TV: Türkiye'de Türk, Laz, Çerkez hepsi bir bütündür diye sözleriniz var. Bunu isterseniz biraz açalım.
Ve Türkiye'de Müslümanlar, özellikle Müslüman aleminde Türkiye'nin önemini çok iyi bir şekilde, kavramaya başladılar, sizin
bu konudaki görüşleriniz nedir?
Türk İs lam Bir li ği'nin öne mi,
gerçekten fevkalade bir duruma gelecek mi sizce?
Adnan Oktar: Peygamber Efendimiz (sav) ahir zaman hadislerini hep Türkiye üze rin den açıkla mıştır. Hep İstan-
28
Harun Yahya - Adnan Oktar
bul ve Türkiye. Ve Türk
Milleti'nin öncü olacağını anlatan rivayetleri var. Yani Mehdilik olayında da
hep Türklükten bahsedilir. Türk Milleti mübarek
ve necip bir milletir. İslam'ın hep bayraktarlığını yapmıştır. Bir kere kahramandır, yiğittir delikanlı bir millettir.
Merttir, sözünde durur. Ordumuzun özelliğinde de bunu görebilirsiniz. Gidin yurt dışında hangi ülkeye giderseniz gidin,
Türk askeri dendi mi bir dururlar şöyle, bir sevgi, bir muhabbet, "aman onlar gelsin hepsi gitsin ama Türk askeri gelsin"
derler. Mesela Somali'ye gidin, "hepsi gitsin Türk askeri gelsin" derler. Afganistan'a gidin Türk askerini kucaklarlar. Niye? Çünkü merttir dürüsttür. Şefkatlidir,
Uşak Art TV: İmanlıdır.
Adnan Oktar: İmanlıdır, Allah'tan korkar, akılcı hareket
eder, makuldür, işte böyle bir millete Allah İslam'ın bayraktarlığını nasip ediyor. İslam ahlakını yayma görevini, böyle bir
millete vermiş oluyor Allah inşaAllah. Osmanlı döneminde de
bu böyleydi yani Türk deyince, Türk'üm diyen herkes Türk'tür.
Ona bakarsanız ben mesela seyyidim Peygamber Efendimiz
(sav)'in neslindenim, ama halis kan Türk'üm. Halis Türk. Çünkü
Allah bu milleti, Türk'üm diyen herkesi bir manevi himmet altına almış sanki, böyle bir örnek ahlak, örnek İslam'ı yaşayan bir millet, mesela şu an sorun İslam aleminde herkese sorun. "En güzel İslam'ı kim yaşıyor?" deyin. Türkiye diyeceklerdir. En makul en tutarlı, en adil, aklıbaşında yaşayan
Türk' ler dir. En temiz,
29
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
ter te miz ler dir. Onun
için ittifak var, yani Türkiye önder
olsun diyorlar bütün, Türk alemi de İslam
alemi de bunu söylüyor. Zaten Türk aleminin büyük bir bölümü, Müslümandır, ama Hıristiyan da bizim kardeşimizdir. Musevi de bizim kardeşimizdir. Ermenisi de efendim Gürcüsü de hepsi bizim kardeşimizdir. Çünkü Osmanlı milletler topluluğu içerisinde bunlar hep bizim
bağrımıza bastığımız, Osmanlı'ya Türk'lüğe hizmet etmiş, insanlardır. İslam'a, Kuran'a hizmet etmiş insanlardır. Mesela
en değerli ustalar, sanatçılar hep Ermeni'lerden çıkmıştır.
Rum'lardan çıkmıştır. Yahudi bilim adamları, Yahudi sanatçılar, Musevi sanatçılar, Çok büyük hizmetler vermişler, saraylarda görev almışlardır. Sonradan böyle bir fitne çıkarılmıştır.
Irkçılık fitnesiyle onlarla sanki böyle bir kinleşme kavga varmış gibi, masonlar böyle kahpece bir oyun oynamışlardır.
Sanki böyle bir Rum denince, Ermeni denince, hatta insanların kafasına oturmuştur böyle. Mesela o tertemiz insanlar mazlum insanlar Rum'um demeye Ermeni'yim demeye çekinir hale getirmişler onları, Musevi'yim demeye çekinir hale getirmişler. İşte bu bir masonik oyun. Halbuki Ehli Kitap bizim kardeşlerimiz bunlar. Bunlar Hz. İbrahim'i sever. Hz. İsmail'i sever.
Hz. İshak'ı, Hz. Yakup'u sever. Tek Allah'a inanır. Aynı peygamberleri severiz. Aynı meleklere karşı sevgimiz var. Ve
hepsi hak dinlerin eski şekilleridir. Eski hak dinlerdir. Tabi İslam dini son hak dindir inşaAllah. Ama onlar
da Ehli Kitaptır. Allah onları Kuran'da Ehli
Kitap olarak belirtiyor. Onun için bu
30
Harun Yahya - Adnan Oktar
kin, adavet, düşmanlık hepsi kalkacak. Irkçılık belası, kavmiyetçilik belası, ne
gerek? Türkiye bir ağabeylik yapsa olaya bir el
atsa, tamamen ortalık yatışır. Onun için Türk İslam Birliği çok, çok, çok acil bir görev. Yaşlı başlı insanlar binlerce insan öldü Gürcistan'da. Yazık günah değil mi?
Türkiye'nin bir gün bile gecikmesi vebal altında bırakır.
Hemen hareket edilmesi gerekiyor. Bunu teklif etsin Türkiye,
eğer bir kişi itiraz ederse bana gelip söylesinler. Yani Suriye'ye gidip teklif edin Türkiye ile birleşin diye, Suriye iki gün
düşünmez. Azerbaycan'a teklif edin, zaten onlar kendileri
teklif ediyor. Azerbaycan kendisi istiyor. "Türkiye ile birleşelim" diye defalarca söylediler. "İki devlet bir millet olarak birleşelim" dediler. Onun için bunun resmi ağızdan söylenmesi
gerekiyor. Ama resmi ağızdan söylenmesi içinde tabandan
hükümete talepte bulunulması lazım. Yani, "böyle birşey istiyoruz." şeklinde bir talepte bulunması lazım, ama bunun çok
ısrarlı söylenmesi lazım ki hükümet bir güç bulsun. Harekete
geçsin bu çok önemlidir. Yani vakıflar olur, dernekler olur
halk, bütün Müslüman kardeşlerimiz, bütün Türk Milleti olarak bunun üstünde çok durmamız lazım. İllaki Türk İslam Birliği, Türk İslam Birliği'nin lideri olarak inşaAllah Avrupa Birliğine girelim. Lider olarak girmek bize yakışır. Ve Avrupa'yı
da kalkındıralım. Amerika'yı da kalkındıralım. Rusya'yı da
kalkındıralım. Bütün dünyayı zengin edelim. Türkiye'nin misyonu bu dünyayı zengin etmek, güçlendirmek, barışı tesis etmek, huzur getirmek
yani bizim ırkçılık iddiamız yok Türk
milleti olarak.
31
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Son olarak belirtmek gerekir ki, bu kitapta ele alınan
çözümlerin ivedilikle hayata geçirilmesi son derece önemlidir. Çünkü bazı çevreler, İslam dünyası ile Batı arasında bir
"medeniyetler çatışması" yaşanması için her geçen gün daha
da fazla kışkırtmada bulunmaktadır. Türk İslam Birliği'nin
kurulması ile birlikte bu tehlike tamamen ortadan kalkacaktır. Tarihte yaşanan tecrübeler açıkça göstermektedir ki,
farklı medeniyetlerin birarada yaşaması, aslında çok güzel
bir zenginlik ve nimettir. Farklı kültürleri birarada barındıran bir devlet, bünyesinde farklılıklar olduğu için değil, bu
farklılıkları idare ediş -ya da edemeyiş- tarzı nedeniyle sorunlarla karşılaşmaktadır. Ya da yan yana gelen medeniyetler, birbirlerine karşı hoşgörülü olup olmamalarına, kendi içlerindeki hoşgörüsüz unsurları kontrol altına alıp alamamalarına göre, çatışma veya barış ve iş birliği yolunu seçmektedirler. Günümüzde de hoşgörü ve uzlaşı yerine, hem Batı'da
hem de İslam dünyasında, düşmanlık ve çatışmayı seçmek
isteyen bazı çevreler olabilmektedir. Bunlar nedeniyle İslam
ve Müslümanlar hakkındaki bazı yanlış anlama ve ön yargılar devam etmekte ve bu, İslam dünyası için birtakım zorluklar oluşturmaktadır. Batılılar ise, çeşitli yanlış anlaşılmalar nedeniyle gereksiz yere tedirginlik duymaktadırlar. Tüm
bu sıkıntıları ortadan kaldıracak bir çözüme çok acil olarak
ihtiyaç vardır.
İşte bu kitapta ortaya koyacağımız gibi, bu tehlikeli çatışma eğiliminin önünün alınmasında, İslam ülkelerinin birlikte hareket etmesinin, yani "Türk İslam Birliği"nin büyük
rolü olacaktır.
32
Harun Yahya - Adnan Oktar
33
20. yüz yı lın baş la rın da Os man lı İm pa ra tor lu ğu'nun yıkılması, İslam dünyasının 20. yüzyıldaki konumunu belirleyen önemli bir etkendi. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları arasından onlarca farklı devlet
ve halk çıktı. Ancak hemen hiçbiri, Osmanlı dönemindeki huzur ve istikrara bir daha kavuşamadı.
21. yüzyılı yaşadığımız şu günlerde dünyanın pek
çok bölgesinde çözüm bekleyen sorunlar, üzerinde uzlaşma sağlanması gereken çeşitli anlaşmazlıklar halen
devam ediyor. 20. yüzyılın başında bozulan dengelerin
tam anlamıyla yeniden kurulamamış olması, çoğunluğu İslam dünyası içinde yer alan çeşitli hassas alanlar
ve bölgeler oluşturmuş durumda. Bu sorunların bir kısmı üzerinde geçici mutabakat sağlandı, bazı bölgelerde
ise sıcak çatışmalar veya gerginlikler sürüyor.
Günümüzde çözüm bekleyen konuların önemli bir
kısmı, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı toprakları
(Filistin, Keşmir, Irak, Afganistan gibi) doğrudan ilgilendirmektedir. Bunun yanı sıra, son dönemde sesleri gittikçe yükselen "medeniyetler arası çatışma" savunucularının
Müslümanları itham eden propagandaları nedeniyle, İslam dünyası, çeşitli çevreler tarafından hedef gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu da gereksiz ve suni bir gerginliğin
doğmasına, tedirginliğin artmasına neden olmaktadır.
Tüm bunlar, Müslümanların 21. yüzyılda nasıl bir strateji izlemeleri gerektiği sorusunu bir kez daha gündeme getirmektedir.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Bu stratejinin doğru belirlenebilmesi için, öncelikle İslam
dünyasının bugün içinde bulunduğu durumu iyi anlamak gerekmektedir. Yapılacak doğru tespitler, belirlenecek stratejinin temel dayanak noktasını oluşturacak, alınacak kararların isabetli
olmasını sağlayacaktır.
İslam uygarlığı, Osmanlılar, Safeviler ve Mogullar gibi üç
büyük imparatorluk tarafından temsil edildiği 16. ve 17. yüzyılda, Asya, Afrika ve Avrupa'nın egemen gücüydü. Hindistan'da
Mogul İmparatorluğu vardı. İran ve çevresinde Safevi Devleti
hüküm sürüyordu. Üçüncü ve en büyük imparatorluk ise, tüm
Balkan Yarımadasını, Anadolu'yu, Mezopotamya'yı, Arap Yarımadasını ve Kuzey Afrika'yı yöneten büyük Osmanlı Devleti'ydi. Ancak bu İslami egemenlik giderek küçüldü ve zayıfladı.
İlk olarak 18. yüzyılda Mogul İmparatorluğu yıkıldı. Bu, Güney
Asya Müslümanları için yeni bir dönemin başlangıcı oldu; Hindistan alt kıtası İngiliz Sömürge Yönetimi'nin hakimiyetine girdi.
Hindiçini olarak bilinen bölge de Fransızlar tarafından sömürgeleştirildi. Safevi İmparatorluğu'nun halefi olan Kaçar Hanedanı
1920'lere kadar varlığını devam ettirdi, ancak otoritesini ve etkinliğini çoktan yitirmişti. Zaman içinde İngiltere ve Rusya'nın
hakimiyetine girdi. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu da ardı ardına gelen toprak kayıplarıyla birlikte gittikçe zayıflamıştı. 600
yıl boyunca, İslam dünyasının en geniş ve en etkili devlet sistemini oluşturan Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı ile birlikte tamamen yıkıldı.
Osmanlı'nın yıkılması başta Ortadoğu ve Arap Yarımadasının bazı bölgeleri olmak üzere, İslam coğrafyasında tarihi değişikliklerin yaşanmasına neden oldu. Bölgeye yabancı olan güçler
tarafından kurulan ulus-devletler, bu topraklarda 20. yüzyıl boyunca devam edecek olan huzursuzlukların ve gerilimin temel
nedeni oldu. Köklü bir medeniyetin kurucusu olan İslam dünya-
36
Harun Yahya - Adnan Oktar
sında, içe kapanma süreci başladı. Sadece Ortadoğu'da değil, Kuzey Afrika'da, Güney Asya'da Müslümanlar sömürgeci güçler
tarafından ezildi. Bu ülkelerin büyük çoğunluğu ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlıklarını kazanabildiler. Bağımsızlıklarını kazanma süreçleri de Cezayir gibi pek çok ülkede, çok
kanlı oldu. Milyonlarca masum insan hayatını kaybetti, pek çoğu
uygulanan işkence ve zulüm nedeniyle sakat kaldı. Bu bölgelerde, sömürgeci güçlerin çekilmesinin ardından da huzur ve güvenlik tam anlamı ile sağlanamadı. Kısaca, 20. yüzyıl İslam dünyasının çoğunluğu için, çatışmalarla, kavgalarla, yokluk ve yoksullukla geçen bir yüzyıl oldu.
Ancak İslam dünyası her zaman bu konumda değildi.
Aksine, geçtiğimiz iki bin yılın tarihi incelendiğinde, ortaya
günümüzden çok daha farklı bir tablo çıkmaktadır: İnsanlık tarihindeki en büyük kültürel ve bilimsel yükseliş, İslam'la gerçekleşmiştir. Batı dünyası henüz karanlık içindeyken, Müslümanlar
dünyanın en göz kamaştırıcı medeniyetini kurmuş, İslam ahlakı
dünyayı aydınlatan ışık olmuştur.
Mogul Sultanı Şah Abbas I adına düzenlenen töreni gösteren bir tablo
37
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
OSMANLI İMPARATORLUĞU, EN GENİŞ SINIRLARI
MOĞUL İMPARATORLUĞU
SAFEVİ İMPARATORLUĞU
İMP
KAZA
MACARİSTAN
İSTANBUL
BUH
OSMANLI
İMPARATORLUĞU
SAFEVİ
İMPARATOR
Üç büyük İslam İmparatorluğu'nun, Safevilerin, Moğulların ve
Osmanlıların sınırlarını gösteren
harita.
38
BE
D
EV
İL
ER
YEMEN
UMMAN
Harun Yahya - Adnan Oktar
RUS
PARATORLUĞU
KLAR
QUING
İMPARATORLUĞU
HARA
TİBET
İ
LUĞU
DELHİ
MOĞUL
İMPARATORLUĞU
39
İslam dini bundan 14 asır önce Arabistan Yarımadasında doğdu. Allah'ın, Hz. Muhammed (sav)'e Kuran'ı
vahyetmesi ve insanlara İslam ahlakını bildirmesiyle,
şiddet, barbarlık ve cehalet içindeki Arap toplumu barış,
akıl ve medeniyeti öğrendi.
İslam'ın doğduğu 7. yüzyılın başlarında, Arabistan
dünyanın en karmaşık bölgelerinden biriydi. Bu topraklarda pek çok farklı kabile yaşıyor, her biri ayrı bir puta
tapıyordu. Sapkın dinleri ve putları uğruna birbirleri ile
savaşır, kan döker, hatta çocuklarını dahi öldürebilecek
kadar vahşileşirlerdi. Bu batıl sistemde sevgi, merhamet,
yumuşak huyluluk değil, acımasızlık, nefret ve şiddet
makbul görülürdü. Kadınlar aşağı varlıklar sayılır, fakirler ve köleler alabildiğine ezilirlerdi.
Bu karanlık ve kanlı dünya, İslam ahlakıyla birlikte
tamamen değişti. Üstelik yalnızca Araplar değil, daha
pek çok millet İslam ahlakının ışığıyla aydınlandı. İslam'ın indirilmesi ile birlikte, bilimde, kültürde, düşüncede ve sanatta daha önce eşine az rastlanan bir yükseliş
yaşandı.
Allah'ın, Peygamber Efendimiz (sav)'e vahyettiği;
"Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alaktan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti." (Alak Suresi, 1-5) ayetleriyle, karanlık bir cehalet ve
kanlı bir şiddet döngüsü içindeki Araplar, ilk kez okumaya ve düşünmeye davet edildiler.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İslamiyet öncesinde Arap toplumuna cehalet hakimdi.
42
Harun Yahya - Adnan Oktar
Arap toplumunun yapısı İslam'la birlikte tamamen değişmeye başladı. Örneğin; Arap adetleri, savaşlarda esir alınan herkesin öldürülmesini gerektirirdi. Oysa Peygamber Efendimiz (sav), Allah'ın
vahyettiği hükümler gereğince, esirlere iyi davranılmasını, Müslümanların kendi yemeklerinden onlara
da vermelerini emretti. Kuran'da "Kendileri, ona
duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler." (İnsan Suresi, 8) ayetiyle
müminlerin bu özellikleri bildirilmekteydi. Esir alınan insanlardan istenen ise, eğer okuma-yazma biliyorlar ise bunu, bilmeyen Müslümanlara öğretmeleriydi. Arabistan toprakları, belki binlerce yıldır ilk
kez merhamete, bağışlayıcılığa ve medeniyete tanık
oluyor, insanlık tarihinin gördüğü en büyük kültürel yükselişlerden biri yaşanıyordu.
Yıllar ilerledikçe, İslam'ın adaleti ve yüksek ahlakı, Arabistan'da dalga dalga yayıldı. Müslümanların adaleti, mertliği ve kararlılığı, pek çok Arap kabilesinin İslam'a girmesine aracı oldu. Karşı konulamaz bir güce ulaşan İslam ordusu, 630 yılında Mekke'ye yürüdü. Mekke'nin putperestleri, yaptıkları
onca zalimlikten sonra, Müslümanların kendilerinden intikam alacağından korkuyorlardı. Arapların
adetlerine göre, bir savaşta yenilen kabilenin erkekleri kılıçtan geçirilir, kadın ve çocukları köle yapılırdı. Mekke'nin putperestleri, başlarına bunun geleceğinden emindiler. Ama Allah'ın sonsuz merhameti,
Hz. Muhammed (sav) üzerinde tecelli ediyordu.
Peygamberimiz (sav) hiçbir Mekkeliden intikam
alınmayacağını ve kimsenin Müslüman olmak için
43
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
zorlanmayacağını ilan ettirdi. Bu büyük affedicilik ve hoşgörü,
Batılı tarihçilerin de dikkatini çekmiştir. Haverford Üniversitesi
öğretim görevlilerinden Micheal Sells, Peygamberimiz (sav)'in
bu üstün ahlakını şöyle ifade etmektedir:
Hz. Muhammed (sav) Mekke'ye geldiğinde, hiçbir şekilde kanlı bir
intikam gerçekleştirmediği gibi, kendisiyle üç yıldır savaşmakta olan
ve kendisini yok etmeye çalışan Mekkelileri kucakladı. Bu, o devrin
insanları için hayranlık uyandırıcı bir davranıştı. Dolayısıyla burada, bir dinin kuruluşunda, büyük bir yardımseverlik, olağanüstü bir
nezaket ve merhamet yer almaktadır.1
Önemli olan Mekkelilerin batıl inançlarının ortadan kaldırılmasıydı. Kenti alan Müslümanlar doğrudan Kabe'ye yöneldiler.
Ardından kutsal mabede girildi ve içindeki putlar parçalandı. Bu
putlarla birlikte, Mekkelilerin sapkın inanışları ve onlar adına yapılan tüm zulüm, adaletsizlik, barbarlık ve vahşet de yok edildi. Kuran ahlakıyla eğitilen Arabistan'da, cahiliye döneminin tüm haksızlıkları, sömürüleri, kan davaları ortadan kalktı. İnsanlar arasında
saygı, sevgi, merhamet ve adalete dayalı bir düzen kuruldu.
Bu nedenle ki, sonraki kuşaklar, bu döneme "Asr-ı Saadet",
yani "mutluluk devri" diyeceklerdi.
44
Harun Yahya - Adnan Oktar
İs lam Ah la kı nın Hoş gö rü sü,
Ada le ti ve Mer ha me ti
Hz. Muhammed (sav)'in vefatının ardından da İslam'ın yükselişi hızla sürdü. İslam, birkaç on yıl içinde tüm Mezopotamya'ya, Kuzey Afrika'ya yayıldı. Batı'da İspanya'ya, Doğu'da ise
Hindistan'a kadar ilerledi.
Birkaç on yıl önce Arap çöllerinde hayvancılık yapan Araplar, İslam'ın onlara kazandırdığı yüksek akıl, kültür ve bilinçle
büyük bir imparatorluğun yöneticileri haline geldiler. Bu, tarihte
eşi görülmemiş bir büyümeydi. 100 yıl içinde, İslam İmparatorluğu, çok büyük bir alana yayıldı ve çok güçlü bir yönetim kurdu.
Bu geniş coğrafyada, Hıristiyanlar ve Yahudiler başta olmak
üzere, pek çok farklı dini cemaat yaşıyordu. Müslümanlar, fethettikleri bu topraklardaki tüm farklı inanç gruplarına büyük bir
hoşgörü gösterdiler. Rabbimiz'in, "Dinde zorlama (ve baskı)
yoktur..." (Bakara Suresi, 256) hükmü gereği kimse dinini değiştirmesi için zorlanmadı, herkesin vicdanına saygı gösterildi. Kiliseler ve sinagoglar özenle korundu. Zorla din değiştirtmenin çok
yaygın olduğu bir dönemde, Müslümanların bu toleransının
benzeri yoktu.
İslami hoşgörünün en çarpıcı örneklerinden biri, Kudüs'ün
fethinde yaşanmıştı. Kentteki Kutsal Mezar Kilisesi'nin patriği,
Müslümanların kiliseyi yıkmasından korkuyordu. Hz. Ömer, kiliseye nezaket ziyaretinde bulundu, hiçbir endişeye gerek olmadığını söyledi. Namaz vakti geldiğinde ise, patrikten izin isteyerek kiliseden ayrıldı ve biraz uzakta namazını kıldı. El-Aksa Cami, Hz. Ömer'in Kudüs'teki ilk namazını kıldığı bu noktada inşa
edildi. Dahası Müslümanlar Kudüs'e dünyanın en görkemli mimari eserlerinden birini kazandırdılar. Kubbet-üs Sahra, Hz. Muhammed (sav)'in miraca yükseldiği nokta olduğuna inanılan büyük taşın üzerine yapılmıştı.
45
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İSLAM SINIRLARI
MS 800 -1200
800-1200 arasında İslam toprakları
1000 İslam dünyası
Abbasi Halifeliği'nin en geniş
topraklara ulaştığı dönem
Selçuklu Akınları
Berberi Akınları
İslam'ın daha da yayılması
46
Harun Yahya - Adnan Oktar
47
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Kubbet-üs Sahra
48
Harun Yahya - Adnan Oktar
Eşsiz motifleri ve altın kubbesiyle Kubbet-üs Sahra, İslam'ın
sanat ve medeniyet anlayışının da ifadesiydi.
Bu hoşgörü ortamında, gayrimüslimlere gördükleri hataları
ifade edebilecekleri demokratik bir eleştiri hakkı dahi veriliyordu. Emevi Halifeleri döneminde, Şam'da pek çok Hıristiyan,
devlet idaresinde önemli mevkilerde görev almış, inançlarının
gereğini diledikleri gibi yerine getirmiş ve bazıları rahatlıkla
yanlışlıkları eleştiren eserler kaleme almışlardı.
Bu sıralarda Avrupa'ya ise koyu bir bağnazlık ve barbarlık
egemendi. Katolik Kilisesi, Yahudilere ve hatta farklı mezheplerdeki Hıristiyanlara büyük baskı uyguluyordu. Zorla din değiştirtme, din adına işkence ve katliam, dönemin Batı dünyasının sıradan uygulamalarıydı. Müslümanlar ise, Allah'ın Kuran'da emrettiği gibi, Kitap Ehli'ne karşı hep hoşgörülü ve merhametli davrandılar. Suriye'nin Şam kentindeki Aziz John Kilisesi, bu hoşgörünün bir diğer örneğiydi. Bölgeyi fetheden Müslümanlar, cuma
namazlarını bu kilisede kılmaya başladılar, ama kilise hala Hıristiyanlara ait sayılıyordu. Onlar da pazar günleri kendi dini ibadetlerini özgürce yerine getiriyorlardı. İki dinin mensupları, aynı mabedi barış içinde kullanıyorlardı.
Müslümanların kentteki sayısı arttıkça, İslam yönetimi kentteki Hıristiyanlardan, onların da rızasıyla, kiliseyi satın aldı. Kilisenin hemen yanında bir cami yapıldı ve avludaki dekorlar İslami motiflerle zenginleştirildi. Bizans'tan miras kalan sütunların
üzerine, İslam sanatının ilk çarpıcı örnekleri yerleştirildi.
Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlara olan hoşgörüsü,
İslam tarihi boyunca sürdü; İspanya'daki Engizisyon vahşetinden kaçan Yahudiler, güvenlik ve hoşgörüyü Osmanlı topraklarında buldular. Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlara karşı
gösterdiği hoşgörünün kaynağı ise, Kuran ahlakıydı. Allah Ku-
49
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
ran'da Müslümanlara; Kitap Ehli'ne, yani Yahudi ve Hıristiyanlara karşı iyilikle davranmalarını emretmişti:
İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehli'yle en
güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin
ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46)
50
Harun Yahya - Adnan Oktar
Müs lü man lar ve Bi lim
İslam ahlakının insanlığa tuttuğu ışıklardan biri de, bilimsel
düşünce oldu.
İslam öncesinde Araplar ve diğer Ortadoğu toplumları, evrenin ve doğanın nasıl var olduğu ve işlediği gibi sorularla hiç ilgili değildiler. Bu sorular üzerine düşünmeyi, bunların cevaplarını araştırmayı ilk kez Kuran'dan öğrendiler. Allah Kuran'da
inananlara, göklerin ve yerin nasıl var olduğunu incelemelerini
emretmiştir:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler.
(Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın.
Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran
Suresi, 191)
Bu bilinç, İslam medeniyetinde büyük bir bilimsel yükseliş
başlattı. Dünya tarihinde daha önce örneği görülmemiş bir bilimsel gelişmeydi bu. İslam'ın bilimsel yükselişinin merkezi, İslam
imparatorluğunun başkenti olan Bağdat oldu. İslam dünyasının
dört bir yanından gelen bilim adamları, düşünürler, araştırmacılar, Bağdat'ın ünlü Hikmet Evi'nde buluşur ve Allah'ın yarattığı
evrenin sırlarını çözmek için araştırma ve inceleme yaparlardı.
Müslüman bilim adamlarının Kuran ahlakına uymaları nedeniyle kazandıkları bu şuur, dünyanın o döneme kadar görülmüş en büyük bilimsel ilerlemesini meydana getirdi. Yine Kuran'da Müslümanlara öğretilen bir hikmet olan açık görüşlülük,
Müslümanların diğer medeniyetlerin bilimsel birikimlerini ön
yargısız biçimde incelemelerini ve geliştirmelerini sağladı. Müslümanların bilimsel eserleri, bilimsel konularda yapılmış sayısız
araştırma, gözlem, deney ve hesapla doluydu.
51
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
MÜSLÜMAN
BİLİM ADAMLARINDAN BAZILARI
İbnü'n-Nefis
Sabit bin Kurra
İbn-i Sina
el-Kindi
Ebu'l Kasım Zehravi
Muhammed Ebu Bekir
Zekeriya Razi
Ali Kuşçu
Battani
52
Harun Yahya - Adnan Oktar
Astronomi konusunda yaptığı çalışmalarla ünlü olan Müslüman
bilim adamlarından biri de Ali Kuşçu'dur. Kuşçu, Fatih Sultan
Mehmet tarafından büyük destek görmüştür.
Bugün dünyada kullanılan
onluk sayı sistemini ve rakamları geliştirenler, Müslüman matematikçilerdi. Cebir ve trigonometri, Müslüman matematikçilerin buluşuydu. Müslüman bilim adamları, astronomik gözlem le re bü yük önem ver di ler.
Çağdaş astronomi, onların yöntem le ri ne da ya na rak ku rul du.
Müslüman alimler, Ay'ın Dünya
etrafındaki hareketini de hesapla mış lar ve ma te ma tik sel for mül ler le ka ğı da dök müş ler di.
İslam dünyasının çeşitli bölgelerindeki görkemli mimari eserler,
bu bi lim sel alt ya pı sa ye sin de
meydana getirildi.
Müslüman bilim adamlarının astronomi çalışmalarını gösteren minyatürler.
53
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Müslümanların en çarpıcı buluşlarından bazıları ise tıp alanındaydı. O sıralarda Avrupalılar, büyük bir cehaletle hastalıkları kötü ruhların laneti olarak görüyorlardı. Tedavi diye bir kavram, Avrupa'nın zihninde yoktu. Müslüman bilim adamları ise,
incelemeleri sonucunda, hastalıkların gözle görülmeyen küçük
canlılardan bulaştığını tespit ettiler. Bunun sonucunda da hastaların sağlıklı insanlardan izole edilerek tedavi edilmesi gerektiği
sonucuna vardılar. Böylece, dünyanın ilk modern hastaneleri kuruldu. Müslüman hastanelerinde farklı tipteki hastalar için ayrılmış özel bölümler ve bilimsel tedavi yöntemleri vardı. Akıl hastalıkları bile terapi ve müzik yardımıyla tedavi ediliyordu. Aynı sıralarda Avrupa'da ise, akıl hastaları şeytanın hizmetkarı olarak
kabul edilip diri diri ateşe atılıyordu. Müslüman doktorların insan anatomisi üzerindeki çalışmaları
o denli isabetliydi ki, tam 6 yüzyıl boyunca Avrupa'nın tıp fakültelerinde
temel kaynak olarak kullanıldı.
Müslümanlar hastalarını son derece temiz ve
bakımlı hastanelerde tedavi ederken, Avrupa'da hastalar ölüme terk ediliyordu. Solda o
dönemdeki İslam dünyasının ünlü Mansur
Hastanesinin bir cephesi görülmektedir. Aynı
dönemde Venedik sokaklarını gösteren aşağıdaki tablo ise, iki dünya arasındaki medeniyet
farkını gözler önüne sermektedir.
54
Harun Yahya - Adnan Oktar
Ünlü İngiliz araştırmacı Terry Johns tarafından BBC televizyonu için hazırlanan ve İslam dünyasını inceleyen bir belgesel filmde,
İslam'ın bu yüksek bilim düzeyinden şöyle söz edilmektedir:
Bilgi seviyesi oldukça yüksek olan
Müslüman tıp adamlarının çalışmaları, Avrupa'nın dört bir yanında temel başvuru kaynağı olarak kullanıldı. Altta Müslüman bilim adamlarının kırık-çıkık tedavisinde kullandıkları yöntemleri gösteren şema
yer almaktadır.
Sol üstte ve altında Müslüman tıp adamlarının
insanın anatomisi üzerine yaptıkları ve sindirim
ve dolaşım sistemini gösteren
çizimler görülmektedir.
55
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Müslüman Bilim Adamlarının
Çalışmalarından Örnekler
El-Haskafi tarafından
tasarlanmış olan ve
değişen su seviyesini
ölçmekte kullanılan
alet.
Müslüman bilim adamlarının Güneş ve Ay
tutulmalarını hesaplamak için kullandıkları
çizimler.
56
Harun Yahya - Adnan Oktar
İbn-i Sina'nın çalışmalarını not
aldığı defteri, Şam Milli Müzesi'nde bulunmaktadır.
Müslüma
n tı
tasarlana p adamları tarafı
ndan
n, kan ba
için kulla sıncını ölçmek
nılan ale
t.
Gözün anatomisi üzerine yapılan bu çalışma el-Mutadibih'e aittir.
57
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Harran kentinden bir İslami düşünür, Dünya ile Ay arasındaki mesafeyi doğru olarak ölçmüştü. Bir başka Müslüman ise, eğer atom
parçalanırsa, Bağdat boyutunda bir kenti yok edebilecek kadar güç ortaya çıkacağını yazmıştı. 1154'te Şam'da inşa edilen tıp fakültesinde,
doktorlar anatomi, koruyucu ilaçlar, hijyenik ameliyatlar ve dolaşım
sistemini öğretiyorlardı, Harvey'den yüzyıllar önce.2
Avrupalılardan asırlar önce kan dolaşımını bilen Müslüman
hekimler, hastalarını nabızlarını sayarak muayene ediyorlardı.
Doğumlar devrin en sıhhi yöntemleriyle gerçekleştiriliyordu.
Müslüman cerrahların kullandığı ve o devrin tıp kitaplarında
gösterilen ameliyat araçları, son derece gelişmiş bir tıp bilgisinin
kanıtlarıydı.
İslam dünyasının bilim okullarında, erkekler gibi kadınlar da
eğitim görüyor, bilimin gelişimine onlar da katkıda bulunuyorlardı.
Müslüman bilim adamları ışığın yapısı
ve optik konusunda da çok büyük buluşlara
imza attılar. Gözün yapısını detaylarıyla ortaya koyan ilk kişi, Müslüman optikçi İbn elHeytem idi. İbn el-Heytem'in lensler hakkında yaptığı olağanüstü derecede başarılı çalışmalar, kameranın icadına giden yolu açtı.
Görme kusurlarının nedenini keşfeden Müslüman doktorlar, Avrupalıların aynı işe giİbn el-Heytem
rişmesinden tam 1000 yıl önce, başarılı kata-
rakt ameliyatları gerçekleştiriyorlardı.
İslam'ın büyük bilimsel mirası, Avrupa'nın 15. yüzyılda başlayacak olan bilimsel yükselişinin de en önemli kaynağı olacaktı.
Hıristiyan bilim adamları, Müslümanlardan öğrendikleri bilgiler
ve yöntemlerle Avrupa bilimini kurdular.
İslam'ın ışığı, onları da aydınlattı.
58
Harun Yahya - Adnan Oktar
İs lam Me de ni ye ti nin Gör ke mi
İslam ahlakının inananlara kazandırdığı önemli bir özellik
de yüksek sanat ve estetik anlayışıdır. Kuran'da bildirilen cennet
tasvirleri, olabilecek en yüksek kaliteyi, ince bir zevki ve göz kamaştırıcı bir ihtişamı tarif etmektedir. Bu anlayışı kalplerine yerleştiren Müslümanlar, eşsiz eserler ortaya koydular, yönettikleri
ülkeler dünyanın en seçkin ve "modern" mekanları oldu. İslam,
Arap Yarımadasından dört bir yana doğru yayılırken, beraberinde büyük bir kalkınma ve zenginleşme de getirdi.
Müslümanlar, her gittikleri yere medeniyet götürdüler. Örneğin Tunus'ta kente temiz su sağlamak için dahiyane bir arıtma
sistemi kurdular. Birbirine bağlı olan iki büyük havuzda dinlendirilen su, tüm tortulardan arındırılıyor, sonra da kapalı borularla şehre dağıtılıyordu. Avrupalıların böyle bir şeyi düşünmeleri
bile, ancak yüzyıllar sonra olacaktı. Suriye'deki Müslüman mühendisler suyu şehre taşımak için tasarım harikası değirmenler
kurdular.
Başkent Bağdat ise, dünyanın en görkemli ve en modern
kentiydi. Mimari ve şehir düzenlemesi yönünden göz kamaştırıcıydı. Bağdat'a yolu düşen bir gezgin, şunları yazmıştı:
Bağdat'ın tüm mahalleleri, parklarla, bahçelerle, villalarla ve meydanlarla, görkemli çarşılar, harikulade camiler ve hamamlarla dolu.
Ve bu harika şehir nehrin her iki yanında kilometreler boyunca bu güzellikte uzanıyor.3
İslam dünyasının bir başka görkemli merkezi ise İspanya'ydı. Burada kurulan Müslüman Endülüs devleti, tüm Avrupa'nın en modern ve gelişmiş ülkesiydi. Başkent Kordoba, olağanüstü mimarisi, bakımlı ve ışıklı sokakları, kütüphaneleri, hastaneleri ve saraylarıyla göz kamaştırıcıydı.
59
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Tac Mahal, Hindistan
60
Harun Yahya - Adnan Oktar
Şerif Tabataba
Türbesi,
10. yüzyıl, Kahire
Mustansiye Medresesi, 1233, Bağdat
61
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Edirne
Bursa
‹stanbul
Kordoba
Halep
Medine el-Zahra
Seville
Kairuan
Tlemcen
Marake
Kahire
Fez
Kudüs
Tunus
Granada
64
Harun Yahya - Adnan Oktar
Khiva
Semerkand
Buhara
Herat
Agra
Fatehpur Sikri
Samarra
‹sfahan
Cakarta
Ba¤dat
fiam
İslam medeniyetini dünyanın dört bir yanına ulaştıran
Müslümanlar, bu topraklarda görkemli eserler inşa ettiler.
65
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
O sıralarda Paris, Londra gibi büyük Avrupa kentleri, pis, karanlık ve bakımsızdı. Bu nedenle, Kordoba'ya gelen Avrupalı Hıristiyanlar, şehirde gördükleri
büyük ihtişam, kültür ve sanat karşısında şaşkınlığa
kapılıyorlardı. Boston Üniversitesi'nde görevli tarihçi
Sheila Blair Kordoba'nın ihtişamını şu sözlerle tarif etmektedir:
9. ve 10. yüzyılda Kordoba kenti Avrupa'daki en büyük
kentlerden biri ve en çekicisiydi. Şehre gelen insanların bu
konudaki tasvirleri var elimizde. Bütün bu çiçekler, bu
açık caddeler, bu harika ışıklandırma... Kuzeydeki (Hıristiyan) şehirleri ise karanlıktı. Sadece Kordoba'da temiz içme
suyu vardı, insanlar büyük evlerde yaşıyordu. Paris'te ise
insanlar nehir kenarındaki küçük kulübelerde yaşamaktaydı.4
Kordoba'nın ihtişamından günümüze kalan çok az
eserden biri, bugün kentin merkezinde yer alan Katolik
katedralidir. Bu katedral gerçekte bir camiydi, sonradan
kiliseye çevrildi. Caminin içi ise gelenleri büyüleyen bir
estetiğe sahipti. Kordoba'ya gelen Hıristiyan gezginler,
bu ihtişamdan çok etkileniyorlardı. 10. yüzyılda Horotzwither isimli
Sak son
kö ken li
bir rahibe, Kordoba'yı "dün ya nın
sü sü" ola rak ta nımlamıştı.
Kordoba Cami'nin mimarisi etkileyici bir güzelliğe sahiptir.
66
Harun Yahya - Adnan Oktar
67
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Endülüs'ün en görkemli yapılarından biri
de, İslam sanatının ve estetiğinin harikulade örneklerini barındıran el-Hamra Sarayı'ydı. Sarayın her detayında, İslam'ın insanlara kazandırdığı yük sek ru hun in ce zev ki oku nu yor du. ElHamra'nın bahçeleri, yer çekiminden yararlanılarak yapılan kompleks fıskiye sistemleri ile doluydu. Kuran'da bildirilen cennet tasvirleri, El
Hamra'yı inşa eden Müslümanların ilham kaynağı olmuştu.
Müslümanlar tarafından Granada'da inşa ettirilen elHamra Sarayı, Endülüs'ün en ünlü eserlerindendir.
68
Harun Yahya - Adnan Oktar
69
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Kuran'da cennetle ilgili bildirilen ayetlerin bir kısmı şu şekildedir:
İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır. Çeşitli-meyveler.
Onlar ikram görenlerdir. Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. Birbirlerine karşı tahtlar üzerinde (otururlar). Kaynaktan
(doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz;
içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır ne de
kendilerinden geçip akılları çelinir. (Saffat Suresi, 41-47)
Çeşit çeşit 'inceliklere ve güzelliklere' (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler. (Rahman Suresi, 48)
Astarları ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar. İki
cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay)dır.
(Rahman Suresi, 54)
Alabildiğine yemyeşildirler. (Rahman Suresi, 64)
'Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı
yaslanmışlardır. (Vakıa Suresi, 15-16)
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları) Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları. (Vakıa Suresi, 28-29)
Yayılıp-uzanmış gölgeler, durmaksızın akan su(lar); ve (daha) birçok
meyveler arasında kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler). (Vakıa Suresi, 30-34)
Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır orada
altın bileziklerle süslenirler hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu) Ne güzel sevap ve ne
güzel destek. (Kehf Suresi, 31)
Harun Yahya - Adnan Oktar
Müslümanlar mimarinin yanında giyim kalitesi ve zevki
açısından da dünyanın en ilerisiydiler. Müslümanların tekstil
tezgahlarında, o güne kadar görülmemiş güzellikte kumaşlar
üretiliyordu. Avrupalıların giysileri, İslam dünyasının ürünleri karşısında çok sönük kalıyordu. Bu nedenle Müslümanlar
tarafından yapılan giysi ve kumaşlar, Avrupalılar arasında
en büyük lüks ve statü sembolüydü. Kiliselerdeki en değerli
kutsal eşyalar, İslam ülkelerinden getirtilen kumaşlara sarılırdı. Öyle ki, Ortaçağ'da yapılan bazı Hıristiyan resimlerindeki giysilerin üzerinde, İslami yazılar yer alıyordu. Müslümanlar, dünyanın modasını da belirliyordu.
Tüm bunların yanı sıra, Batı dünyasının Müslümanlardan öğrendiği daha pek çok medeniyet alameti vardı. Örneğin, Avrupalılar banyo yapmayı ve sabun kullanmayı dahi,
Müs lü man lar dan öğ re ne cek ler di. Hat ta Av ru pa'nın müzik kültürünün gelişiminde de, İslam
medeniyetinin büyük payı vardı. İslam dünyasında yaygın olarak kullanılan telli sazlar,
Avrupalılar tarafından sonradan
benimsendi. Batı müziğinin
temel enstrüman la rın dan
bi ri
olan gi tar,
udun adapte edil me siyle doğacaktı.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Os man lı ve İs lam Me de ni ye ti
1299 yılında temeli atılan Osmanlı İmparatorluğu ise,
İslam medeniyetinin en büyük ve en ihtişamlı imparatorluklarından biri olarak yükseliyor, adalet ve hoşgörüye
dayalı devlet anlayışı; hakimiyeti altındaki topraklarda izlerini bıraktığı üstün mimarisi; tekstil alanında, hat sanatında, eğitimde geliştirdiği mükemmel yapısı ile Batı dünyası için önemli bir örnek teşkil ediyordu. Osmanlı sultanlarının nezaketi ve sanat zevki, Batılılar tarafından hayranlıkla anılıyor, Osmanlı topraklarını gören Batılılar gördükleri ihtişamdan derinden etkileniyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğu, tarihte eşine az rastlanır genişlikte bir coğrafyaya hükmetmiş, en uzun ömürlü imparatorluklardan biridir. (Yalnızca en güçlü dönemindeki
Roma İmparatorluğu'nun toprakları, Osmanlı topraklarından daha geniş bir yüzölçümüne ulaşmış, ancak o da Osmanlı kadar uzun bir süre bu kadar geniş bir coğrafyayı
elinde tutamamıştır.) Avrupa, Kuzey Afrika, Ön Asya,
Mezopotamya ve Arabistan tarihinin önemli bir parçası
olan Osmanlı'nın mirası, bugün bu topraklarda kurulmuş
olan onlarca devletin şehirlerini süslemektedir. Pek çok
Avrupa şehrinde (Sofya, Belgrad, Saraybosna gibi) Osmanlı mimarisinin ve şehirciliğinin örnekleri hala ayaktadır.
Osmanlı'nın, İslam ahlakını temel alarak kurmuş olduğu devlet ve yönetim sistemi, günümüzde pek çok siyaset bilimci tarafından, en ideal devlet yapılarından biri olarak gösterilmektedir. Osmanlı devletinin diplomasi anlayışı, günümüzün çok taraflı diplomasi anlayışının temelini oluşturmuştur.
74
Harun Yahya - Adnan Oktar
Aşağıda yer alan hilye özel bir koleksiyona ait. 16.
ve 17. yüzyıla ait diğer süs eşyaları ise Türk-İslam
Eserleri Müzesi'nde sergilenmektedir.
75
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Batı kültürü, Osmanlı medeniyetinden doğrudan etkilenmiştir. Osmanlıların Macaristan'a
pirinç tarımını götürmesi, lalenin Benelüks ülkelerine, 16. yüzyılda Habsburg elçisi olarak İstanbul'a gelen Busbecq tarafından tanıtılması, İtalyanların kumaş boyama ve dokuma tekniklerini
Osmanlı'dan almaları, Avrupa ordularındaki askeri bando geleneğinin Osmanlılardan alınması
bunun sadece birkaç örneğidir.5
Tüm bu tarihi gerçekler, İslam ahlakının
modern dünyanın inşasında öncü rol üstlendiğini göstermektedir. İslam, Hz. Peygamber (sav)'e
vahyedildiği andan itibaren, insanlığı doğruya,
gerçeğe, güzele götüren en parlak ışık olmuştur.
Kuran ahlakıyla ahlaklanan Müslümanlar, gittikleri her yere hoşgörü, akıl, bilim, sanat, estetik, temizlik ve refah götürmüşlerdir. Avrupa,
koyu bir bağnazlık ve barbarlık içinde iken, İslam dünyası, dünyanın en modern ve en çağdaş
uygarlığı olmuştur. Sonradan gelişecek olan Avrupa medeniyetinin temelinde ise, İslam dünyasından öğrendikleri bütün bu değerlerin çok büyük bir rolü vardır. Tarihçi Eugen Myers bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
Dokuzuncu yüzyılın sonlarından on ikinci yüzyıla kadar Batı'nın bilim ve kültürü üzerindeki İslam etkisi çok büyüktür. İslam alimlerinin ve mütercimlerin, bilimlerin ve insanlığın gelişmesindeki kültürel önemi kesinlikle küçümsenemez... Dolayısıyla Batı düşüncesinin kökleri Greko-Arap ve
76
Harun Yahya - Adnan Oktar
İbrani düşüncesinin bir karışımıdır.6
Öte yandan İslam dünyasının bir kısmında
yaşanan gerilemenin en önemli nedenlerinden
biri ise, Kuran'da öğretilen akılcılıktan, samimiyetten ve açık görüşlülükten uzaklaşılmasıdır.
Kuran, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran en büyük yol göstericidir. Allah'ın Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e bildirdiği gibi:
Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitaptır ki, Rabbinin
izniyle insanları karanlıklardan nura, O
güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)
Günümüz Müslümanlarının, İslam medeniyetinin bu görkemli geçmişini iyi bilmeleri,
bunun hem onur hem de sorumluluğunu taşımaları gerekmektedir. Unutmayalım ki Müslümanlar, dünyanın en büyük medeniyetlerinden
birini inşa eden kutsal, şanlı ve şerefli bir mirasın temsilcileridir. Müslümanlar, diğer inançların ve medeniyetlerin temsilcileri tarafından
hep gıptayla ve hayranlıkla izlenmişlerdir. Ünlü Ortadoğu uzmanı Daniel Pipes, bir makalesinde Müslümanların kendilerine güvenlerinden bahsettikten sonra şu yorumu yapar:
Bu özgüveni sağlayan etkenlerden biri de, İslam'ın ilk 6 yüzyılında ve daha da sonrasındaki
olağanüstü başarıların hatırasıdır. Bu dönemde
İslam dünyanın en ileri kültürüydü; Müslümanlar en iyi sağlık standartlarına, en uzun ortalama
yaşam sürelerine, en yüksek okuma-yazma oran-
77
larında sahiptiler. Bilimsel ve teknik araştırmaların çoğu onların kontrolündeydi ve genellikle
muzaffer ordular kuruyorlardı. Bu başarı trendi,
ilk baştan beri açıkça ortadaydı. MS 622 yılında
Hz. Muhhammed Mekke'den göç etmiş, ancak 8
yıl sonra kente onun yöneticisi olarak dönmüştü. Henüz daha 715 yılında, Müslüman fatihler
Batı'da İspanya'dan Doğu'da Hindistan'a kadar uzanan bir imparatorluk kurmuşlardı. Müslüman olmak, kazanan bir medeniyete ait olmak
anlamına geliyordu.7
Kuşkusuz bugünün Müslümanlarının görevi sadece bu görkemli geçmişle övünmek değil, günümüzde ve gelecekte de İslam'ı yükseltmek için çalışmaktır. Nitekim geçmiştekine benzer bir ihtişamın bugün de yeniden inşa edilmesi, Müslümanların yeniden dünyaya ışık tutan
bir kültür ve medeniyet önderleri olmaları
mümkündür. Ancak bu yönde yapılacak her
türlü çalışmanın öncelikle, birlik ve beraberlik
ruhu içinde gerçekleştirilmesi gereklidir. Kişisel
menfaat endişelerini bir kenara bırakan, farklılıkları hoşgörü ile karşılayan, gücünü ve enerjisini yalnızca İslam'ın, Müslümanların ve insanlığın hayrına kullanan, çoğulculuktan yana
olan, uzlaşmacı ve barışsever bir kültür Müslümanlar arasında egemen olursa, İslam dünyası,
21. yüzyılın en büyük medeniyetlerinden birini
inşa edebilir. Sevgi, merhamet, anlayış, tolerans
gibi İslam ahlakının da temeli olan değerler sayesinde, bugün bir kısım Müslüman ülkelerde
hakim olan despot yönetimlerin de sonu gelecek, kültürel ve ekonomik olarak kalkınma sağlanacak, dünyanın çeşitli bölgelerinde baskı altına alınan, zulme uğrayan, acımasızca katledilen Müslümanlar barışa ve güvenliğe kavuşacak ve, Allah'ın izni ile, asr-ı saadet döneminin
bir benzeri 21. yüzyılda yeniden yaşanacaktır.
İslam dünyasının geleceğinin dünya barışını ve güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği, günümüzde pek çok
düşünür tarafından ifade edilmektedir. İslam dünyası
yaklaşık 1.5 milyarlık nüfusu (Müslümanlar dünya nüfusunun yaklaşık 1/4'ini oluşturmaktadır), sahip olduğu yer
altı zenginlikleri, coğrafyasının stratejik önemi ile büyük
bir güçtür. II. Dünya Savaşı'na kadar çoğunluğu sömürge
idaresi altında bulunan Müslüman ülkeler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan sömürge devrimleri ile bağımsızlıklarını kazanmışlar ve bu durum, İslam coğrafyasının
görünümünü değiştirmiştir. İslam coğrafyasındaki asıl değişiklik ise Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte yaşanmıştır. Bu tarihe kadar, Afrika-Asya coğrafyası olarak kabul edilen İslam dünyası, Arnavutluk ve Bosna'dan, Çeçenistan ve Tacikistan'a uzanan bir Avrasya (Avrupa-Asya)
coğrafyası haline gelmiştir. Seksenli yıllarda Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı'na üye tek Müslüman ülke
Türkiye iken, bugün bu sayı dokuza çıkmıştır.8
Bu süreç içinde, İslam dünyasının demografik dağılımında yaşanan değişim de İslam coğrafyası kavramını etkilemiştir. 20. yüzyılın başına kadar, Müslümanlar -kısa dönemli işgaller hariç- genellikle İslam topraklarında yani
Müslümanların idaresi altında yaşamışlardır. 20. yüzyılın
ilk dönemlerinden itibaren, Müslümanlar kendi istek ve iradeleri ile çeşitli Avrupa ülkelerine ve Amerika'ya göç etmişler ve bu topraklarda önemli bir nüfus haline gelmişlerdir.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Tunus
Endonezya
Oldukça geniş bir coğrafyayı kapsayan İslam dünyası başta doğal güzellikler olmak üzere pek çok zenginliğe sahiptir.
Türk İslam Birliği'nin kurulmasıyla, İslam
ülkeleri bu zenginliklerini daha iyi değerlendirme imkanı bulacaklardır.
BosnaHersek
82
Harun Yahya - Adnan Oktar
Arnavutluk
Birleşik Arap Emirlikleri
Tunus
İran
Cibuti
83
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Etkileyici bir doğal güzelliğe sahip olan Maldivler'de önceleri
Budizm yaygındı. Ancak daha sonra Müslüman seyyahların
yaptıkları tebliğ çalışması ile İslamiyet gittikçe yaygınlaştı.
Bugün Maldivler'in nüfusunun tamamına yakını Müslüman'dır.
84
Harun Yahya - Adnan Oktar
85
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
%90 üstü
MÜSLÜMANLARIN DAĞILIMI
%50 - %89
8
%10 - %49
Kazakistan
66
Türkiye
28
31
Fas
Cezayir
milyon
63
Mısır
61
148
İran
21
20
140
105
Çin
Bangladeş
Pakistan
Suudi
Arabistan
31
Nijerya
21
Irak
Hindistan
20
Sudan
182
Endonezya
İslam, dünyanın en hızlı yükselen dinidir. Bu haritada Müslüman ülkelerin genel dağılımı görülmektedir.
Bugün Amerika'da ve pek çok Avrupa ülkesinde İslam en hızlı
yükselen din konumuna gelmiş, Batı içindeki Müslümanların sayısında yaşanan artış bu toplulukların sosyal ve siyasi hayatta etkili bir rol üstlenmesini sağlamıştır. Böylece İslam coğrafyası, sadece nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ya da Müslümanların idaresi altında olan ülkelerle sınırlı olmayan çok daha
büyük bir coğrafya haline gelmiştir.
Kafkasya'dan Tanzanya'ya, Fas'tan Fiji'ye kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılmış olan İslam dünyası, tarihin büyük
medeniyetlerinin doğup geliştiği bir havzada yer almaktadır.
86
Harun Yahya - Adnan Oktar
Bölgenin sahip olduğu jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik
özellikler, bu coğrafyayı bugün de uluslararası ilişkilerin ve dünya siyasetinin önemli bir yerine yerleştirmiştir.
Dünya ticaret yollarının önemli kesişme ve geçit bölgelerinin bu coğrafya içinde yer alıyor olması da önemli unsurlardandır. Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan, Akdeniz'i ve Basra Körfezi'ni Hint Okyanusu'na bağlayan boğaz ve kanalların ve Hint
Okyanusu'ndaki ana geçit noktalarının Müslümanların kontrolünde olduğu düşünüldüğünde, İslam dünyasının küresel dengeler açısından taşıdığı önem daha iyi anlaşılacaktır. Buna bir de
petrol, doğal gaz gibi stratejik yer altı kaynakları açısından dünyanın en zengin topraklarının İslam coğrafyasında bulunduğu
gerçeği eklendiğinde, tablo daha da netleşmektedir. Bu özelliklerin hepsi İslam dünyası için birer stratejik imkandır ve bu imkanların iyi değerlendirilmesi Müslümanların dünya siyasetindeki
etkinliklerinin artması anlamına gelmektedir.
Bugün gelinen noktada da Müslümanların doğrudan veya
dolaylı olarak, 21. yüzyıldaki gelişmelerde rol oynayacağı açıkça
görülmektedir. Ancak elbette önemli olan, bu rolün, başta İslam
dünyası olmak üzere tüm insanlığın faydasına olmasıdır. Bu aşamada ilk akla gelen, İslam dünyasının mevcut konumu ile böyle
bir rolü üstlenip üstlenemeyeceğidir. Kuşkusuz, Müslümanlar
bu sorumluluğu üstlenecek yetkinliğe ve bilince sahiptirler. Ancak bugün İslam dünyasına bakıldığında, kimi ülkelerde demokrasi geleneğinin yeterince yerleşmemiş olması, teknolojide çağın
gerisinde kalınmış olması, ekonomik geri kalmışlık gibi bazı sorunlar göze çarpmaktadır. Dünya siyasetinde aktif rol almaya
hazırlanan bir İslam dünyasının, bunlar ve benzeri sorunları bir
an önce çözüme kavuşturması zorunludur.
87
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'daki petrol çıkarma tesisleri.
88
Harun Yahya - Adnan Oktar
89
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Ancak, İslam
dünyasının tüm bunlardan
önce aciliyetle çözüme kavuşturulması gereken çok daha hayati
ve temel bir sorunu vardır: Parçalanmışlık. Dünya Müslümanlarının, güçlü ve aktif bir İslam
Birliği sağlayamamış olmaları, günümüzde yaşanan çeşitli sorunların temelinde yer alan önemli bir eksikliktir. Güçlü bir birlik sağlandığında bugün yaşanan sorunların benzerleriyle ya hiç
karşılaşılmayacak ya da karşılaşılan tüm sorunlar tahmin edilenden çok daha kısa süre içinde çözüme kavuşturulacaktır.
Burada hemen şunu belirtmek gerekir ki, bu parçalanmışlıkla dikkat çekilen husus, çoğulluk, yani İslam dünyası içinde farklı mezhepler ve uygulamaların var olması değildir. Müslümanların parçalanmışlıktan kurtulmaları da hepsinin tek bir uygulama
ya da yöntem altında toplanması anlamını taşımaz. Önemli olan,
bu farklılıkların inanç birliği altında, çoğulcu bir hoşgörü ve dayanışma içinde toplanmasının sağlanmasıdır. Görüş, düşünce ve
uygulama farklılıkları her toplum içinde karşılaşılan olağan durumlardır. İslam ahlakının gereği tüm farklılıklara rağmen Müslümanların, birbirlerinin kardeşleri oldukları gerçeğini unutmamalarıdır. Irkı, dili, vatanı, mezhebi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeştirler. Bu nedenle İslam dünyası içindeki farklılıklar birer zenginlik olarak değerlendirilmeli, bunlar, Müslümanların birbirleri ile çekişmesine neden olan, onları ana konulardan
uzaklaştırıp, acil ve önemli sorunlara tedbir alınmasını engelleyen çatışma ve ayrılık nedenlerine dönüşmemelidir.
90
Harun Yahya - Adnan Oktar
91
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Kitabın ilerleyen bö lüm le rin de, ku ru la cak bir
Türk İs lam Bir li ği'nin
Müs lü man
dünyası için gerekliliğini ve dünya barışı
için öne mi ni, si ya si,
sos yo lo jik ve eko no mik bilgileri ele alarak
ortaya koyacağız. Ancak bun dan ön ce,
İs lam
dün ya sı nın
nasıl bir süreç içinde
par ça lan dı ğı nı ve bu
durumun nasıl ortadan
kaldırabileceğini inceleyeceğiz.
92
Harun Yahya - Adnan Oktar
Par ça lan ma nın Ne den le ri
İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu parçalanmışlık,
20. yüzyılın başında ortaya çıkmış bir durumdur. Bundan önce
ise, farklı mezhep, ırk ve dillerden Müslümanlar çeşitli İslam imparatorluklarının yönetimi altında, birarada huzur ve güvenlik
içinde yaşamaktaydılar. Dahası, güçlüydüler.
Ancak 19. yüzyılın en yıkıcı akımlarından biri olan radikal
milliyetçilik, İslam dünyasında da etkisini gösterdi. Müslümanların bir kısmı, Batılı fikri akımların etkisi altında kalarak kendilerine empoze edilen bu ideolojiyi benimsediler. Bu esnada İslam
imparatorluklarının zayıflamasıyla, Müslümanların büyük çoğunluğu Batılı güçlerin sömürgesi durumuna düştüler. Sömürgeci güçler İslam topraklarından çekilirken de, bu toprakları yapay sınırlarla bölüp, çeşitli devletler oluşturdular. Bu durum, bazı Müslümanlar arasında yayılan radikal milliyetçilik hareketleri
ile birleşince ortaya oldukça karışık bir tablo çıktı. Müslüman
toplumlar içindeki etnik farklılıklar, çatışma nedenine dönüştü.
Kısa bir süre öncesine kadar aynı topraklarda birarada yaşayan
halklar, bir anda farklı sınırlar içinde yaşayan, aralarında anlaşmazlıklar olan, birbirine karşıt toplumlara dönüştüler. Hemen
her ülkeyle komşuları arasında başta sınır anlaşmazlıkları olmak
üzere çeşitli tartışma konuları doğdu. (Bu anlaşmazlıkların bir
kısmı, İran-Irak Savaşı örneğinde olduğu gibi, iki Müslüman
devletin birbiriyle kıyasıya savaşmasına kadar vardı.) Böylece,
İslam dünyası bir yüzyıl boyunca devam edecek bir istikrarsızlık
sürecine girmiş bulunuyordu.
Burada hemen belirtmek gerekir ki, millet ve vatan sevgisi,
bağımsızlık talebi meşru ve asil duygulardır. Milliyetçilik duygusunun gayrimeşru hale gelmesi, sevginin saplantılı bir tutkuya dönüşmesiyle olur. Bir insan milletini severken, diğer millet-
93
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
lere karşı sebepsiz yere husumet beslemeye başlarsa, kendi milletinin
çıkarları için diğer milletlerin ve halkların haklarını çiğnemeyi, örneğin onların topraklarını ele geçirmeyi, mallarını yağmalamayı hedeflerse, gayrimeşru bir çizgiye gelmiş demektir. Veya, kendi milletine
olan sevgisini bir tür ırkçılığa dönüştürdüğünde, yani kendi milletinin kalıtsal olarak diğerlerinden üstün olduğunu iddia ettiğinde de
yine gayrimeşru bir fikir geliştirmiş olur. Milliyetçiliğin, ırkçı bir düşünceye dönüştürülüp, iki Müslüman toplum arasındaki "Müslüman
kardeşliği" kavramını zedeleyecek, bunu ortadan kaldırarak husumet
tohumları ekecek bir şekilde yorumlanması da yine yanlıştır.
Geçtiğimiz yüzyıl İslam dünyası için baskı, zulüm, savaş ve çatışmalarla geçen
bir yüzyıl oldu. Binlerce masum insan
hayatını kaybetti.
94
Allah bu yanlış anlayışa Kuran'da dikkat çekmektedir. Ayetlerde "öfkeli soy koruyuculuğu" olarak tarif edilen bu düşünce, cahiliyenin (din ahlakından uzak toplumların) bir özelliği olarak anlatılır:
Hani o inkâr edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu, cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve müminlerin üzerine
'güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü"
üzerinde "kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık
ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. (Fetih Suresi, 26)
Dikkat edilirse ayette "öfkeli soy koruyuculuğu"ndan söz edilmekte, buna karşılık Allah'ın müminlere güven ve yatışma duygusu verdiği bildirilmektedir. Demek ki, kendi toplumuna (aşiretine
veya milletine) yönelik sevgisi sonucunda öfkeli ve saldırgan bir tavır sergileyen insanların ruh hali Kuran ahlakına aykırıdır. Ve 19.
95
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
yüzyılda materyalist Avrupa'da gelişip, Müslüman toplumlara
da oradan ihraç edilen milliyetçilik anlayışı, öfkeli ve aşırı bir milliyetçiliktir. Yalnız İslam dünyasında değil, neredeyse tüm dünyada çatışmalara ve siyasi istikrarsızlıklara neden olmuştur.
Oysa insanlar arasında ırklarına ve soylarına göre ayrım yapmak, etnik farklılıkları anlaşmazlık konusu kılmak Kuran ahlakına
kesin olarak aykırıdır. Rabbimiz bir ayette şu şekilde buyurmuştur:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık
ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır.
Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Hitler gibi, insanları ırklarına göre sınıflandırmaya çalışanların ortaya
attığı teoriler büyük bir yanılgıdır. İnsanların farklı ırklara mensup olması bir üstünlük veya çatışma gerekçesi değildir.
96
Harun Yahya - Adnan Oktar
Allah, "Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve
renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz
bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır." (Rum Suresi, 22)
ayetiyle insanların farklı ırklardan ve milletlerden olmasının
Kendisi'nin ayetlerinden biri olduğunu bildirmiştir. Bu farklılıklar birer çatışma ve husumet konusu değil, bir tür zenginlik ve
çeşitliliktir.
Tarih, İslam'ın etnik ayrılıkları uzlaştırmasının örnekleriyle
doludur. Hz. Muhammed (sav) sahabeyi ırk ve kabile ayrımcılığı yapmaktan, insanları milletlerine, cinsiyetlerine, dillerine, aşiretlerine göre ayırmaktan, hatta aynı toplum içinde insanları
maddi imkanlarına göre sınıflandırmaktan da kesinlikle sakındırmıştır. Peygamber Efendimiz (sav), Veda Hutbesi'nde, "Ey İnsanlar! Muhakkak ki Rabbiniz bir ve atanız da birdir. Hepiniz
Adem'den, Adem de topraktandır. Allah yanında en üstün olanınız O'ndan en fazla korkanınızdır. Arab'ın aceme, acemin de
Arab'a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur, takva hariç." sözleri ile Müslümanları bu konuda dikkatli olmaya davet etmiştir.
97
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Peygamberimiz (sav) ve dört halife
döneminde arka arkaya devam eden fetihler, İslam dünyasının sınırlarını Doğu
ve Batı'ya doğru genişletmiş, farklı milletlerden pek çok insan İslam bayrağı altında birleşmiştir. Kabile çatışmalarına, sonu
gelmeyen kan kavgalarına boğulmuş olan
Ortadoğu, İslam ahlakının yayılması ile
huzura kavuşmuş, yalnız Araplar arasındaki kabile savaşları değil Müslümanların
fethettikleri tüm topraklardaki çatışmalar
da son bulmuştur. Kimi Hıristiyan mezhepleri arasında kıyasıya devam eden
mücadeleler dahi, Müslümanların hakim
olduğu topraklarda barışla neticelenmiştir. Birbiri ile savaşan kabileler, birbirlerini acımasızca yok etmeye çalışan gruplar
İslam bayrağı altında birbirlerine yaşam
hakkı tanır ve saygı gösterir olmuşlardır.
Günümüz Müslümanlarının bakış
açısının da bu doğrultuda olması gerekir. Müslümanların birbirleri ile olan ilişkilerinde, temel ölçü karşılarındaki kişinin ırkı, etnik kökeni, dili gibi özellikleri,
sahip olduğu imkanları, makamı veya
mevkisi değil, imanı ve güzel ahlakıdır.
Samimi iman eden kişiler arasında sevgi,
bir diğerinin Allah'tan korkup sakınmasına, Rabbimiz'e duyduğu içli sevgiye,
yaptığı salih amellere, gösterdiği güzel
98
Harun Yahya - Adnan Oktar
"Arap Atlılarının Çarpışması", Kanvas üzerine yağlı
boya, The Walters Sanat Galerisi, Maryland
99
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
ahlaka göre şekillenir. Eğer bir kişi hayatını Allah yolunda vakfetmiş olduğunu tüm tavır ve davranışları ile ispatlıyor, her
anında Allah'ın rızasını ve rahmetini gözeterek güzel davranışlarda bulunuyorsa, müminler o kişiye karşı sevgi ve hürmet duyarlar. Bu kişinin derisinin rengini, ait olduğu milleti, maddi imkanlarını kıstas olarak değerlendirmezler, bunlar sevgilerinde
olumlu ya da olumsuz bir etki yapmaz. Aynı kıstaslar, Müslüman toplumlar arasındaki ilişkilerde de geçerli olmalıdır. İki
Müslüman toplum arasındaki ilişkinin özü, Kuran'da bildirildiği
gibi olmalıdır: Müslümanlar, birbirlerinin yardımcısı ve velisidirler.
İs lam dün ya sı nın gü nü müz de ki par ça lan mış lı ğı nın en
önemli nedenlerinden biri, bu bilincin eksikliğidir. Bunun sebebi
de Kuran ahlakından uzaklaşılmış, bunun yerine din dışı fikir
akımlarının ve düşüncelerin etki kazanmış olmasıdır. Bazı aydınlar, Batı'da gelişen din dışı felsefe ve ideolojilerin yanılgılarına kapılmış, bu fikirleri Müslüman topraklarına ihraç etmenin İslam
dünyasını ileri götüreceğini sanmışlardır. Bu tarihi hatanın neden
olduğu tahribatın izleri bugün de açıkça görülmektedir. Adaleti,
fedakarlığı, merhameti, hoşgörüyü, açık fikirliliği, ileri görüşlülüğü getiren Kuran ahlakının yerine, bazı sapkın felsefe ve ideolojilerin topluma benimsetilmeye çalışılmasıyla birlikte, Müslüman
dünyasında süregelen düzenin ve dayanışmanın yerini kargaşa
ve parçalanmışlık almıştır. Bu kargaşayı sona erdirmek için bazı
ülkelerde, yine Kuran ahlakına ters olan bir model ortaya çıkmış
ve halkı acımasızca ezen despot rejimler kurulmuştur.
Bugün de İslam dünyasının geleceğine yönelik stratejiler belirlenirken, bu tarihi tecrübeden ders alınmalı, yanlış yönlendirme ve telkinlere kapılmaktan sakınılmalıdır. Tarih açıkça göstermektedir ki, İslam dünyası, ancak kendi özündeki değerlere sahip çıktığında yükselebilir. Ve bu değerlerin en önemlilerinden
biri, Müslümanların birlik ve beraberliğidir.
100
Harun Yahya - Adnan Oktar
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
AL BAGDADI RÖPORTAJI,
29 Haziran 2008
Muhabir: Müslümanlar katliamlara maruz
kalıyorlar. Daha önce Bosna Hersek'te. Şimdi Irak'da, Afganistan'da, Filistin'de, ne yapmak gerekir bu
konuda sizce?
Adnan Oktar: Müslümanların birlik olmaması, birlikte
hareket etmemesi haramdır. Haram bir hükümdür. Müslümanların
birlikte hareket etmesi, topluca kardeş olmaları, hepsinin
tamamının kardeş olması ve bir lider etrafında toplanmaları da
Kuran'a göre farzdır. Müslümanlar bunu yapmıyorlar. Bunu yapmayınca her türlü belanın kapısı açılır. Müslümanlar bu farzı yerine getirecekler. Ben bunun için söylüyorum Türk Milleti'nin önderliğinde, bir Türk İslam Birliği oluşsun. Her devlet ayrı milli devlet olarak kalsın, her devlet kendi içerisinde hür davransın, fakat
başlarında bir manevi lider bulunsun. Çünkü Hıristiyanların Papası
var, liderleri var. Müslümanların da bir manevi lideri olması şart.
Bu manevi birliğin başında birisi olursa, bu kargaşa bu fitne rahatça son bulur. O zaman dünyanın bir yerinde Müslümanların
parmağının ucuna bir zarar gelse bütün Müslümanlar toplu
haraket edeceği için, bu olay hemen durdurulur. Ama böyle
paramparça olursa, "böl, parçala, yut" politikasına uygun
hareket ederlerse tabi ki küçük parçaları yutmak kolaydır. Ama bütün blok bir Müslüman alemini yutmak imkansızdır. Müslümanların bu farzı
bir an önce yerine getirmeleri
gerekiyor.
101
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Ta rih ten Bir Ör nek:
Se la had din Ey yu bi'nin İs lam Bir li ği
Haçlılar karşısındaki İslam dünyasının durumu, bu konuda
önemli bir örnektir.
1096 yılında başlatılan ilk Haçlı seferinin orduları Ortadoğu'ya ulaştığında, Müslümanlar, aralarında çeşitli anlaşmazlıklar ve çekişmeler bulunan emirliklere bölünmüşlerdi. Bu bölünmüşlük nedeniyle Avrupa'dan gelen bu barbar işgalcilere
karşı direnemediler. 1099 yılında Kudüs'te korkunç bir katliam yaparak kurulan Haçlı Krallığı, on yıllar boyunca Müslümanların bu bölünmüşlüğünden
yararlandı. Ancak büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi'nin Müslüman emirlikleri tek
tek kendi idaresi altına alıp birleştirmesiyle
102
Harun Yahya - Adnan Oktar
birlikte, Müslümanlar Haçlı işgalcilere karşı koyabilecek bir güce ulaştı.
Yine de Müslümanların Haçlıları yenilgiye uğratması bir
günde olmayacaktı. Selahaddin Eyyubi, Müslümanları tek bir
bayrak altında birleştirirken, bir yandan da ilmi ve ahlaki bir
uyanış başlatmıştı. Encyclopedia Britannica'da belirtildiği gibi:
Müslümanların dini kurumlarını teşvik etmek ve yaymak, (Selahaddin Eyyubi'nin) politikasının temel parçalarından biriydi. Bilim
adamlarına ve din alimlerine sahip çıktı, onların kullanımı için üniversiteler ve camiler kurdu ve onlara İslam dünyasının yararına pek
çok eser yazdırdı... Ahlaki yeniden doğuşla birlikte, ki bu onun kendi
Haçlılar'ın 1099'da Kudüs'ü
işgalleri sırasında yaptıkları
katliamı ve yağmalamayı
gösteren bir tablo.
103
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
kişisel yaşamının da gerçekçi bir faktörüydü, kendisinden beş yüzyıl
önce bilinen dünyanın yarısını fethetmiş olan ilk nesil Müslümanların kararlılığını ve şevkini yeniden uyandırmaya çalıştı.
İlmi, ahlaki ve imani yükseliş, Müslümanların siyasi birliğiyle de birleşince, İslam medeniyeti bir kez daha yükseldi: Selahaddin Eyyubi'nin komutasındaki birleşik İslam ordusu 1187'deki Hıttin Savaşı'nda -kendi içlerinde parçalanmalar ve huzursuzluklar yaşayan- Haçlı ordusunu bozguna uğrattı ve ardından
Kudüs dahil olmak üzere Haçlı işgali altındaki Filistin topraklarının tamamına yakını kurtarıldı.
Selahaddin Eyyubi'nin ve onun önderliğinde kurulan İslam
Birliği'nin en dikkat çeken yönü ise, Kuran ahlakının gereği olan
adalet, ılımlılık ve barışçılık gibi erdemleri en iyi biçimde temsil
Sultan Selahaddin dönemi
ve sonrasında
Eyyubi Sultanlığı'nın sınırlarını gösteren
bir harita.
Harun Yahya - Adnan Oktar
etmesiydi. Selahaddin Eyyubi genellikle Haçlılara karşı kazandığı askeri zaferle anılır, ancak onun çok belirgin bir diğer özelliği
gerek Haçlılara gerekse tüm diğer Hıristiyanlara karşı son derece adil ve bağışlayıcı davranmasıydı. Haçlılar Müslümanlara
karşı çok büyük zulümler uygulamalarına rağmen, Selahaddin
Eyyubi onlardan intikam almamış, Kudüs'ü fethettiğinde kentteki hiçbir Hıristiyana zarar verilmemişti. Selahaddin Eyyubi'nin
bu konudaki dikkat çekici bir başka yönü, kendi tarafındaki radikalleri de dizginlemiş olmasıydı. III. Haçlı Seferi'ni yöneten İngiliz Kralı Richard'ın Akra Kalesi'nde 3 bin Müslüman sivili acımasızca katletmesi üzerine, bazı kişiler intikam arayışına girmişler ve bunu da Yafa kentindeki (bugünkü Tel-Aviv) Hıristiyanlara karşı toplu bir kıyıma girişerek uygulamak istemişlerdi. Selahhaddin Eyyubi, kendi ordusu içindeki bu radikal eğilimi durdurmak, yatıştırmak ve Yafa'daki Hıristiyanlara güvenlik sağlamak
için büyük çaba gösterdi ve bunda da başarılı oldu.
Sonunda Selahaddin Eyyubi, Haçlılara birtakım imtiyazlar
ve imkanlar vererek, kutsal topraklara barış getirmeyi de başardı. 28 Ağustos 1192'de Haçlılarla Müslümanlar arasında barış anlaşması imzalandı. Bunun ardından Selahaddin Eyyubi, bu kenti ele geçirmek için binlerce Müslümanı öldürmüş olan Haçlı komutanlarına büyük bir jestte bulunarak, onları kendisinin misafiri olarak Kudüs'e davet etti. Kudüs'ü ziyaret eden Haçlı komutanlar, Müslümanlarda gördükleri bu büyük bağışlayıcılık, hoşgörü ve adalet karşısında hayranlıklarını gizleyemediler. Selahaddin Eyyubi bir keresinde, düşmanı olan İngiliz Kralı Richard'ın hasta olduğunu öğrenmiş, bunun üzerine ona özel doktorunu ve ateşini dindirmesi için kar göndermişti. Selahaddin
Eyyubi'nin Kuran ahlakına dayanan bu yüksek ahlakı, onu tüm
Avrupa'da efsaneleştirdi.
105
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Kısacası, Selahhaddin Eyyubi'nin kurmuş olduğu İslam Birliği, Müslümanlara hem güç ve zafer vermiş, hem de İslam ahlakının özündeki adalet, hoşgörü, barışseverlik gibi erdemlerin hayata geçirilmesine imkan tanımıştı. Müslümanlar hem İslam'a
hizmet etmek için harekete geçirilmişler, hem de Müslümanlar
arasında doğan bazı radikal eğilimler engellenerek, Kuran ahlakına göre Müslümanların nasıl olması gerektiği gösterilmişti.
Selahaddin Eyyubi'nin kurduğu İslam Birliği'nden bugüne
dek tam 8 yüzyıl geçti. Ama, tam da onun zamanındaki nedenlerle, bugün de Müslümanlar için bir İslam Birliği gereklidir. Elbette
bugün İslam dünyasına karşı Haçlılar devrinde olduğu gibi birleşik bir askeri saldırı söz konusu değildir, ama İslam dünyası, farklı coğrafyalarda farklı tehditler altındadır. Dahası, İslam dünyası
diğer medeniyetlerin gerisinde kalmış, bilim, teknoloji, kültür, sanat, düşünce gibi alanlarda -uzun zaman dünyanın öncüsü olmasına karşın- geri duruma düşmüştür. Öte yandan diğer medeniyetlerde üretilen birtakım yanlış felsefe ve ideolojiler de, 19. yüzyıldan itibaren İslam dünyasına taşınmakta, Kuran ahlakını tam
anlamıyla bilmeyen bazı Müslümanları etkisi altına almaktadır.
İslam'ı temsil etme iddiasıyla ortaya çıkan, ama gerçekte İslam
ahlakına tamamen aykırı vahşetler uygulayan bazı radikaller ise,
İslam ile diğer medeniyetler arasında çatışma körüklemek isteyenlere, çoğu kez bilmeyerek, hizmet etmektedirler.
Tüm bunların son bulması, Müslümanların yeniden dünyaya yön veren, ışık tutan, adalet ve barış getiren, kendisine gıpta
edilen bir medeniyet kurmaları içinse, bir zamanlar Selahaddin
Eyyubi'nin izlediği yöntemin izlenmesi gereklidir: İslam dünyasında ahlaki, ilmi, imani bir yeniden doğuş başlatmak ve bir
yandan da Müslümanların siyasi birliğini sağlamak.
106
Harun Yahya - Adnan Oktar
Fark lı lık la ra Hoş gö rü Gös te re rek
Bir leş mek
Müslümanların birlik olmaları, sadece mevcut durumun sona ermesi için ihtiyaç duyulan siyasi bir gereklilik değildir. Bundan daha da önemlisi, birlik, zaten Müslüman olmanın gereklerinden biridir. Müslümanların hayatlarının her anında olduğu
gibi, ulusal ve uluslararası siyasetlerinde de Kuran ahlakına göre davranmaları gerekir. Kuran ahlakı ise öncelikli olarak İslam
dünyasının ittifak etmesini gerektirmektedir. Kuran ahlakının
esas alınması, bu ittifakın kalıcı olmasını ve kendisinden beklenen aktif rolü üstlenmesini sağlayacaktır.
İslam ahlakı Müslümanların daima birleştirici davranmalarını, dayanışma ve kaynaşma içinde din kardeşleri olmalarını gerektirir. Allah Kuran'da müminlere "çekişip birbirlerine düşmemelerini" (Enfal Suresi, 46) emretmekte ve bunun Müslümanları
zayıflatacak bir durum olduğunu bildirmektedir. Bir başka ayette de şu şekilde emredilir:
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için
büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
Vicdan ve aklı selim ile hareket eden, kendi çıkarlarını değil
adaleti gözeten bir müminin diğer iman edenlerle ile ittifak sağlayamaması, sürekli bir anlaşmazlık içinde olması mümkün değildir. Bu, bireyler temelinde geçerli olduğu gibi toplumlar ve milletler temelinde de geçerlidir. Nitekim Allah Kuran'da bu gerçeğe
de dikkat çekmiş, Müslüman toplulukların birbirlerine karşı adaletsizlik yapmalarını ve düşmanca davranmalarını yasaklamıştır.
Kuran'da böyle davrananların durdurulması ve farklı Müslüman
toplumların "aralarının bulunması" bildirilmiştir:
107
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
108
Harun Yahya - Adnan Oktar
Beytüllahim Şapeli, T. Allom
109
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulupdüzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık
tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın.
Şüphesiz Allah, adil olanları sever. (Hucurat Suresi, 9)
Elbette her Müslüman toplum arasında, bölgesel, kültürel
ve geleneksel bazı anlayış ve uygulama farklılıkları olabilir.
Farklı yorumlar, farklı görüşler, farklı mezhepler olacaktır. Bu
son derece doğaldır. Olmaması gereken, bu farklılıklar nedeniyle bir Müslüman toplumun veya grubun diğerine cephe alması,
onunla diyaloğu kesmesi, ortak değerlerde mutabakat sağlayamayacak kadar diğerini yabancı ve hatta hasım olarak görmesidir. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir.
Allah, Kuran'da Müslümanları bu hataya düşmemeleri için
uyarmış ve Kitap Ehli'nin bu konudaki hatalarını da ibret olarak
göstermiştir. Kuran'da Kitap Ehli'nin (Hıristiyanlar ve Yahudilerin) hataları bildirilirken, bu toplulukların kendi aralarında parçalanıp, ayrılıklara düşmeleri de belirtilmektedir. Beyyine Suresi'nin 4. ayetinde Kitap Ehli'nin kendilerine apaçık belgeler gelmiş olmasına rağmen fırkalara ayrılmış oldukları haber verilir.
Diğer ayetlerde ise bu ayrılmanın sebepleri arasında, "aralarındaki tecavüz ve haksızlık", "aralarındaki kıskançlık", "hakka başkaldırma" gibi kötü ahlak özellikleri bildirilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'tecavüz ve haksızlık' dolayısıyla ayrılığa düştüler...
(Şura Suresi, 14)
Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır. Kitap verilenler,
ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düş-
110
Harun Yahya - Adnan Oktar
tüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 19)
Bu ayrılığa düşme nedeniyle Kitap Ehli'nin tarihinin büyük
çatışmalarla dolu olduğu, bilinen bir gerçektir. Hıristiyanlığın ilk
1600 yıllık tarihi, birbirleri ile çatışan farklı Hıristiyan mezheplerinin tarihi sayılabilir. Ufak yorum farklılıkları bile Hıristiyanların
birbirlerini inkarcılıkla suçmalarına neden olmuştur. Bu çekişme
içinde Roma Katolik Kilisesi zamanla egemenlik sağlamış, ancak
sonraki yüzyıllarda da bu kez bu Kilise "sapkın" (heretik) saydığı
farklı dini mezheplere (bunlar arasında Docetism, Montanism,
Adoptionism, Sabellianism, Arianism, Pelagianism ve Gnosticism
sayılabilir) karşı büyük bir baskı uygulamıştır. Papalığın, 11. yüzyıldan itibaren Katharlar ve Bogomiller gibi farklı dini akımlara
uyguladığı baskılar, ardından da Protestanlar ile Katolikler arasında patlak veren ve bir yüzyıldan fazla süren kanlı savaşlar, Avrupa tarihinin en karanlık çağlarına denk gelmektedir. İlginçtir ki,
Avrupa medeniyetinin yükselişi, ancak söz konusu mezhep savaşlarının bitmesinden sonra başlamıştır. Siyasi tarihçilerin kabul ettiği gibi, modern Avrupa, farklı Hıristiyan mezheplerinin birbirlerine tolerans göstermesi gerektiği fikrinin egemen olduğu ünlü
Westphalia Barışı'ndan (1648) sonra doğmuştur.
İnsanların dinde parçalanmalarının temelinde, Allah'ın emrettiği ahlakı gereği gibi yaşamıyor olmaları vardır. Bu ahlak tevazuyu esas alır. Tevazudan uzaklaşanlar, kendilerini ve kendi
fikirlerini mutlak doğru olarak görür, kendilerinden farklı düşünenleri küçümser ve onlara düşmanlık beslerler. Kendi görüşlerinin mutlak doğru olduğundan hiç kuşku duymadıkları için,
kendilerini hiçbir zaman sorgulamaz ve dolayısıyla daha iyiye,
daha doğruya gidemezler. Sadece kendi yorumunu beğenip bununla övünenlerin durumuna Kuran'da, "... onlar, işlerini kendi
aralarında (farklı) kitaplar halinde böldüler; her bir grup,
111
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
kendi ellerinde olan la ye ti nip se vin mek te dir." (Mü mi nun
Suresi, 53) ayetinde dikkat çekilmiştir.
Bu, Allah'tan korkup sakınanların ve ahiret
gününde hesap vereceğine iman edenlerin şiddetle sakınıp korunmaları gereken bir durumdur. Bu
konunun önemini fark edenlerin, diğer müminleri de
parçalanmaktan, dağılmaktan, ayrılmaktan sakındırmaları, Müslümanların Kuran ahlakında ittifak etmelerini sağlamak için gayret etmeleri gerekmektedir.
Örnek Müslümanlar, insanlara –Rabbimiz'in tecellileri
olduğunun bilinciyle- sevgi, merhamet ve şefkatle yaklaşırlar.
Kendileriyle aynı inancı paylaşan, Kuran'a iman eden, Allah'ın
emirlerini yerine getiren ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uyanları ise kardeşleri olarak görür ve birbirlerinin velileri olduklarını unutmazlar. Yapılması gereken, farklı Müslüman
topluluklar arasında olabilecek kültürel ve geleneksel farklılıklar
ve bazı görüş ayrılıkları nedeniyle hizipleşmekten sakınmak,
bunları sürekli ön plana çıkarıp ihtilafa zemin hazırlamak yerine,
Kuran ahlakını yaşamakta ittifakı desteklemektir. Müslümanlar
ittifakta birbirlerini desteklemeli, ihtilaflı konularda da hoşgörülü olmalı, anlayışlı davranmalıdırlar. Yukarıda da vurguladığı-
112
Harun Yahya - Adnan Oktar
mız gi bi,
özel lik le bu ko nunun öneminin farkında
olan sa mi mi Müs lü man lar
ve İs lam dün ya sı nın ön de ge len
düşünür ve aydınları bu konuda yoğun girişimlerde bulunmalı, Müslümanlar arasında
birlik ve beraberliği teşvik etmelidirler. Müslüman
dünyası içinde sevgi, saygı, merhamet, hoşgörü
üzerine kurulu bir dayanışma inşa edilmelidir.
Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, İslam ahlakının özünde, ihtilaf ve ayrılıkları değil, inanç birliğini ve
ortak değerleri temel alan bir anlayış vardır. Hz. Muhammed (sav), "Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldıkça asla dalalete düşmeyecek ve sapıtmayacaksınız: Kuran
ve benim sünnetim" sözleriyle Müslümanlara uymaları gereken
yolu göstermiştir. Bizlere düşen bu yola uymaktır. Hak dine uymak ve ayrılığa düşmekten sakınmak, Rabbimiz'in tüm inananlara emridir. Allah, ayetinde şu şekilde buyurmuştur:
O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin"
diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi,
İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de
teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey,
müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten
Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13)
113
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
DENGE TV RÖPORTAJI,
9 ARALIK 2009
Adnan Oktar: Bir kere şu mezhep ayrımından
kaynaklanan muhalif ruhu kaldırmak lazım. Şiiler, Aleviler, Bektaşiler, Vahabiler, hepsi
bizim kardeşimiz. Hepsi mümin, muttaki
tertemiz insanlar, hepsi Allah'a aşık,
peygamberlere aşık, derin sevgi
içerisinde olan insanlar. Bizim
için bir nimettir kardeşlerimiz.
Hepsi bir nimettir. Bu düşüncenin ortadan kalkması gerekiyor, muhaliflik düşüncesinin.
Ayrıca İslam ahlakı, Türk İslam coğrafyasına yayıldığında bu, çalışkanlık, aktivite,
zihin açıklığı, disiplin, tevekkül, temizlik, kalite ve derin
akıl meydana getirir. Bunun
bereketini ve güzelliğini bütün
bu coğrafyanın tamamı görür.
Hatta Hıristiyan alemi, Museviler de istifade ederler. Bunun
için biraz aceleci olunması gerekiyor.
114
Harun Yahya - Adnan Oktar
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
ENDONEZYA ANTARA HABER
AJANSI RÖPORTAJI,
16 EYLÜL 2008
Adnan Oktar: Bir kere birbirlerini çok sevsinler,
mezhep ayrımları olmasın. Herkes Alevi, Sünni, Şii
hepimiz kardeşiz, birbirlerine coşkuyla, aşkla, muhabbetle bağlı olsunlar. Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru
çok yakın, Hz. İsa (as)'ın inişi an meselesi. Bu dediklerimin doğru olduğunu zaten önümüzdeki on yıl içerisinde de görecekler. Bütün alametler çıktı, sevinç
içinde Türk İslam Birliği'ne hazırlansınlar. İnşaAllah
cennetteki hayatımız da çok güzel olacak Allah'ın
izniyle, eğer böyle samimi gayret edersek Allah'tan
bunu umuyoruz. Biz sonsuzluğu başlamış varlıklarız.
Yaratıldıktan sonra biz artık sonsuza kadar yok olmayacak, sonsuza kadar yaşayacak varlıklarız. İnşaAllah cennette de buna devam edeceğiz, bu şekilde yaşamaya devam edeceğiz.
Ama bunun şartı çok samimi olmamız, birbirimizi coşkuyla çok sevmemiz, Allah'a karşı çok boyun
eğici olmamız, Kuran'a tam tabi olmamız, Kuran
ahlakına tam uymamız. Bunları yaptıklarında
gönülleri çok rahat olsun inşaAllah.
115
116
Humayun Türbesi,
Hindistan. Mogul
İmparatorluğu'nun
önemli eserlerindendir.
117
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Bir lik Ru hu nun Ya şa tıl ma sı
Birlik; anlayış, fedakarlık, vefa ve sadakat gerektirir. Allah
Kuran'da Müslümanlara birlik içinde olmalarını, şeytanın aralarını açıp bozmaya çalışacağını, bu birliği engellemek için çaba
göstereceğini bildirmiştir. Müslümanlar din kardeşleri ile aralarındaki ilişkide, karşı tarafı incitecek bir söz söylemek, öfkelenmek, saygıya uygun olmayan tavırlarda bulunmak gibi birlik ruhunu zedeleyecek her türlü tavırdan sakınmakla yükümlüdürler. Her mümin bir diğerine karşı olabildiğince fedakar olmalı,
sabırlı davranmalı, onun iyiliği için çalışmalı, sadık ve vefalı olmalıdır. Bu, tüm müminlerin benimsemesi gereken üstün bir ahlaktır.
Bu konuda en güzel örneklerden biri, Hz. Muhammed (sav)
ile birlikte Mekke'den hicret eden müminler ve Medine'de onlara güzel bir yurt hazırlayan Müslümanlar arasındaki ilişkidir.
Mekkeli müşriklerin zulmü ve baskısı nedeniyle, Allah yolunda
yurtlarından hicret eden müminleri, Medine'de Hz. Muhammed
(sav)'e biat etmiş olan Müslümanlar en güzel şekilde karşılamış,
onlara karşı büyük bir muhabbet ve ilgi göstermişlerdir. Birbirlerine yabancı iki topluluk olmalarına, cahiliye Arapları arasında
tek önemli kıstas sayılan "kabile bağı"na sahip olmamalarına rağmen, imanları ve itaatleri nedeniyle örnek bir kardeşlik sergilemişlerdir. Medineli Müslümanlar hicret edenlere her türlü imkanı sağlamış, onlara evlerini açmış, yemeklerini onlarla paylaşmış,
kendi ihtiyaçlarından önce onların ihtiyaçlarını düşünmüş, mümin kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir.
Rabbimiz, Medineli müminlerin bu güzel ahlakını Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı
(gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve
onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu)
118
Harun Yahya - Adnan Oktar
duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri
ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Bu, örnek alınması gereken çok üstün bir ahlaktır. Ve iki
mümin topluluğun birbiri ile ilişkisinin nasıl olması gerektiğini
gösteren çok önemli bir örnektir. Peygamber Efendimiz (sav) ise,
Müslümanlar arasında dayanışmanın nasıl olması gerektiğini bir
hadisinde şöyle tarif etmiştir:
"Faytoum Şehri", Paul Renoir, Mathaf Galerisi, Londra
119
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Müslümanların kendi aralarındaki merhametleri, saygı ve dayanışmaları tıpkı bir vücut gibidir. Vücutta bir uzuv rahatsızlandığında
diğer uzuvlar onunla birlikte aynı acıyı çekerler ve uyumazlar.
Müslümanların birbirlerine karşı sevgileri ve kalplerinde
birbirlerine karşı hiçbir olumsuz his kalmaması, Allah'ın müminlere büyük bir lütfu ve nimetidir. Ahirette tam anlamıyla yaşanacak olan bu nimet Kuran'da şöyle bildirilir:
Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıpçektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.
(Hicr Suresi, 47)
Dolayısıyla Müslümanlar, dayanışmanın, kardeşliğin ve birlik duygusunun büyük bir nimet olduğunun bilincinde davranmalı ve bu birliğin korunması için sabırlı ve iradeli olmalıdırlar.
Enfal Suresi'nin 1. ayeti "... Eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resulü'ne itaat
edin." Müslümanlara birlikte davranmalarının önemini bildiren
bir diğer ayettir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise, Müslümanların ortak hareket etmelerinin önemini bir hadis-i şerifinde şöyle ifade etmiştir:
....Birbirinize hased (çekememezlik) etmeyiniz. Birbirinize buğuz
(düşmanlık) etmeyiniz. Birbirinizle iyi ilişkileri kesmeyiniz. Birbirinizden yüz çevirip küsüşmeyiniz ve ey Allah'ın kulları, kardeşler olunuz.9
Mümin, her durumda affedici olmakla yükümlüdür, ancak
karşısındaki kişi de bir Müslümansa, onunla din kardeşi olduğunu, her ikisinin de Allah'tan korkup sakındığını, Peygamber Efendimiz (sav)'e itaat ettiğini, helal ve harama titizlik gösterdiğini
düşünerek çok daha sabırlı davranmalıdır. Müslüman, din kardeşinin her zaman için iyiliğini istemesi gerektiğinin, kendisini düşündüğü gibi onu da düşünmesi gerektiğinin, herhangi bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda da sabırla, şefkatle ve sevgiyle kar-
120
Harun Yahya - Adnan Oktar
İngiliz ressam David Roberts'ın, "Muayyad Camisi" adlı tablosu
121
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
şılık vermesi gerektiğinin bilincindedir. Bir Kuran ayetinde, Müslümanların din kardeşleri için şöyle dua ettikleri bildirilir:
Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: 'Rabbimiz, bizi ve
bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin. (Haşr Suresi, 10)
Müslümanlar, aralarında herhangi bir sorun olan kardeşleriyle bu sorunu dostça gidermekle yükümlü oldukları gibi, iki
Müslüman topluluk arasında da benzeri bir olay yaşandığında,
mü min le rin ara sı nı dü zel tip uz laş tır mak la yü küm lü dür ler.
Allah, iman edenlere şöyle buyurmuştur:
Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki
esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Bu ahlakın, müminlere çok güçlü bir beraberlik ve birlik ruhu kazandıracağı açıktır. Nitekim Rabbimiz, iman edenlere Kendisi'nin yolunda "birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak" (Saff Suresi, 4) mücadele etmelerini emretmektedir. Bu
mücadele, inkarcı felsefe ve ideolojilere karşı yürütülmesi gereken fikri bir mücadeledir ve tüm Müslümanların üzerinde önemli bir sorumluluktur. Bu fikri mücadeleyi üstlenip, dünyayı içinde
bulunduğu karanlıktan aydınlığa çıkarmak yerine, kendi iç sorunları ile boğuşan, içe kapalı bir yapı geliştirmek kuşkusuz büyük bir hata ve tarihi bir vebal olabilir. Bugün, başta dünyanın
pek çok ülkesinde ezilen ve zulüm gören Müslümanlar olmak
üzere, insanlık, içine düştüğü durumdan kurtulabilecek bir çıkış
yolu aramakta, dünyaya barış, huzur, adalet getirecek ve unuttuğu varoluş amacını hatırlatacak bir yol gösterici beklemektedir.
Bu yol göstericilik, İslam toplumunun sorumluluğudur ve tüm
Müslümanların bu bilinçle hareket etmeleri gerekmektedir.
122
Harun Yahya - Adnan Oktar
Şiddetin, terörün, zulmün, sahtekarlığın, dolandırıcılığın, yalancılığın, ahlaksızlığın, çatışmaların, yoksulluğun dünya genelinde yaygın olması, yeryüzünün "fitne" ile dolu olduğunu göstermektedir. Bu durum karşısında, Müslümanların aralarında sorun
haline gelmiş pek çok konu önemini yitirmektedir. Tüm bu zulüm
ve dejenerasyon, Allah'ın varlığını ve birliğini inkar eden, ahiret
gününe inanmayanların kurmuş oldukları batıl sistemlerden güç
bulmakta ve gelişip yayılmaktadır. Buna karşılık vicdan sahibi insanların yapması gereken, iyilikte ittifak etmektir.
Yeryüzünde şiddet ve zulmün yaygınlığı, Müslümanların
üzerindeki sorumluluğun büyüklüğünü göstermektedir.
123
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Allah'ın izni ile bu ittifak, inkarcı ideolojilerin fikren mağlup
olmasının en önemli aşamalarından biri olacaktır. Rabbimiz, Kuran'da inkarcıların ittifakına dikkat çekmiş ve iman edenlerin de
birbirleriyle dost olmaları ve birbirlerine yardım etmeleri gerektiğini bildirmiştir. Bu, yeryüzünde bozgunculuğun ortadan kaldırılması için gereklidir. Ayette şu şekilde buyurulmaktadır:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız)
yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.
(Enfal Suresi, 73)
Böylesine önemli bir sorumluluk taşıyan Müslümanların
birlik ve ittifak içinde olmaları gerektiği açıktır. Müslümanlar,
birlikte hareket etmelerini engelleyen durumlar olduğunda şu
sorular üzerinde düşünmelidirler:
"Bu konu, İslam ittifakını zedeleyecek kadar
önemli mi?"
"Üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan bir konu mu?"
"İn kar cı ide olo ji le re kar şı
fikri çalışma içinde olmak yeri ne, Müs lü man bir di ğer
toplulukla uğraşmak makul mü?"
124
Harun Yahya - Adnan Oktar
Bu sorulara vicdanına başvurarak cevap veren herkes, sonu gelmeyen çekişmelerden uzak durmanın ve Müslümanlar
arasındaki Kuran ahlakına dayalı bu ittifakı korumanın öncelikli olduğunu görecektir.
Ayrıca Müslümanlar, şeytanın da sürekli birlik ve beraberliği bozmak, Müslümanların arasına düşmanlık sokmak için faaliyet halinde olduğunu unutmamalıdırlar.
Rabbimiz, "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Suresi, 53)
ayetiyle iman edenleri bu tehlikeye karşı uyarmıştır. Bu ayet,
Müslümanların birbirlerine karşı kullandıkları üsluba çok dikkat etmeleri, incitici, iğneleyici, alaycı, sert, kınayıcı söylemlerden şiddetle kaçınmaları gerektiğini gösterir.
Kuran'da birlik içinde olmanın önemi bildirilirken dikkat
çekilen bir diğer husus da, çekişmelerin ve birlik ruhunu zedeleyecek tavırların Müslümanların gücünü zayıflatacağıdır.
Rabbimiz, şöyle buyurmaktadır:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin.
Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi,
46)
125
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Bu, başta da belirttiğimiz gibi, bireyler için olduğu kadar
Müslüman toplumlar ve milletler için de geçerlidir. Eğer İslam dünyası, güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak,
dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu,
Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam
dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman
halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin'de, Keşmir'de
Doğu Türkistan'da, Moro'da ve daha pek çok yerde zavallı
kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu
herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir. Müslümanlar,
Peygamberimiz (sav)'in "Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz" sözünü hatırlarından çıkarmamalıdırlar.10
İslam dünyası, ayrılıkları ve farklılıkları bir kenara bırakıp,
tüm Müslümanların "kardeş" olduğu gerçeğini hatırlamalı ve
bu manevi kardeşliğin getirdiği güzel ahlak ile tüm dünyaya
örnek olmalıdır. İman edenlerin birbirleri ile kardeşliği, Yüce
Allah'ın bir lütfu ve nimetidir. Samimi Müslümanlar bu nimet
için Rabbimiz'e şükretmeli ve Allah'ın "dağılıp-ayrılmayın"
emrini unutmamalıdırlar:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak
sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz
diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
126
Harun Yahya - Adnan Oktar
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
AL BAGDADI RÖPORTAJI,
5 AĞUSTOS 2008
Adnan Oktar: Benim düşüncemi biliyorsunuz Ehl-i Sünnet inancındayım... Mezhep ayrılıklarını bir kere ortadan kaldırmak lazım bu
çok büyük vicdansızlık. Vahabilik, Şiilik, Sünnilik hepsi kardeş mezheplerdir. Hep içiçeyiz. Hep kardeşiz. Sakın ha sakın mezhep ayrılığı var diye bir düşmanlık Müslümanlar birbirlerine yapmasınlar. Hepsi takva mezheplerdir. Hepsi dine
titiz olan mezheplerdir. Hiç ayrımız, gayrımız yok. Hepimiz
aynı Allah'a inanıyoruz. Aynı peygambere inanıyoruz. Aynı
kıbleye dönüyoruz. Aynı peygamberleri seviyoruz. Her şeyimiz aşağı yukarı aynı. Teferruattaki ayrılıklardan dolayı böyle bir muhalefet ruhu çok çok çirkin olur. Şeytanın oyununa
gelmek olur. Buna şiddetle dikkat etmeleri lazım kardeşlerimizin. Bir de birbirlerini çok sevmeleri, bütün Müslümanların birbirini sevmesi. Mesela bir Sünniyle bir Şii karşılaştığı zaman
hemen sarılıp safa etmesi, hal hatır sorması, mesela Vahabi
kardeşlerimizle karşılaştığında onların evine gidip onlara sarılmaları, yemeklerini yemeleri. Hatta namaz kılarken bazen
duyuyorum namaz kılmıyorlar arkasında, bu çok anormal
birşey. Arkalarında gönül huzuruyla namaz kılmaları lazım. Şii de olur, Vahabi de olur, Sünni...
Hiç fark etmez hepimiz kardeşiz...
Müslümana bu yakışmaz.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
128
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Bir lik Müs lü man la ra
Güç Ka zan dı rır
Önceki sayfalarda Müslümanlar arasındaki
çekişmenin veya dağılmanın, onları manevi olarak
güçten düşürecek bir gelişme olacağına değinmiştik.
Bu, Allah'ın Kuran'da iman edenlere bildirdiği sırlardan
biridir ve bununla önemli bir gerçeğe daha dikkat çekilmektedir: Nasıl ki ayrılıklar ve çekişmeler Müslümanları manevi
olarak güçten düşürüyorsa, birlik ve tesanüd (dayanışma) de
Müslümanlara güç kazandıracaktır. Allah Kuran'da, iman edenlerin "haklarına tecavüz edilmesi" durumunda birlik olup karşı
koymalarını buyurmuştur:
Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39)
Bu, iman edenlere İlahi bir emirdir ve pek çok hikmeti vardır.
İnkarcı ideolojilerin fikren yok edilmesi de, ancak Müslümanların
ittifak etmeleri ile mümkündür.
Ancak elbette unutmamak gerekir ki, iman edenlerin ittifakını güçlü kılan aslında onların imanları ve ihlaslarıdır.
Gerçek dostluk ve ittifak ancak samimi iman ile
kurulur. Müminler, birbirlerini araya hiçbir çı kar ya da men fa at bek len ti si
130
Harun Yahya - Adnan Oktar
katmadan, halis niyetle ve sadece
Allah rızası için sever, Allah rızası için
dost olur ve Allah rızası için birlik olurlar. Temeli dünya üzerindeki en sağlam kaynağa, Allah
sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu birliğin
bozulması, dağılıp yıkılması Allah'ın dilemesi dışında
hiçbir şekilde mümkün olmaz. Böylesine sağlam bir ittifakın, Müslümanlara dünyada eşine az rastlanır bir güç kazandıracağı ise açıktır. Rabbimiz, "... Nice küçük topluluk, daha
çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah
sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249) ayetinde başarıya ulaşmak için sayıca büyük olmanın önemli olmadığına işaret
etmiştir. Müslümanların iman ve ihlasa dayalı kurdukları birliktelik, onlara çok büyük başarılar elde etmelerini sağlayacak bir
şevk ve irade kazandıracaktır.
Allah bir başka ayette ise, inkar edenlerin birarada hareket
ediyormuş gibi görünmelerine rağmen aslında birlik kuramadıklarını bildirmiştir:
… Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen
onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu,
şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları
dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 14)
131
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Samimiyet üzerine, halis niyetle inşa edilmemiş birliktelikler her ne kadar dayanışma içinde gibi görünseler de temelde paramparçadırlar. Çünkü onların ittifakları, bir tür menfaat birlikteliğidir ve menfaatlerinin zarar görmesi ihtimali bu birlikteliğin
hemen sonunu getirir. Müslümanlar, Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu sırra vakıftırlar. Müslümanların birlikteliği, dünyevi kayıplarla sarsılmaz tam tersine daha da güçlenir. Bu ruh ve bilinç
Müslüman ittifakını çok güçlü kılar. Büyük İslam alimi Said
Nursi de, Müslümanların ihlas ve samimiyetle oluşturacakları
birlikle ne kadar büyük kuvvet kazanacaklarını şu örnekle ifade
etmiştir:
Elbette dört ferdden bin yüz on bir manevi kuvvet sağlayan ihlas sırrını kazanmak ile, dayanışmaya ve hakikate inanmaya muhtacız ve mecburuz. Evet üç elif birleşmezse, üç kıymeti var. Rakamların sırrı ile birleşse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer kardeşlik sırrı ve birlik gayesi ve birleşme vazifesi ile
denk gelip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört
yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi hakiki ihlas sırrı ile,
on altı fedakar kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden
geçtiğine, pek çok tarihi olay şahitlik ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir birlikte her bir ferd, diğer
kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on
gerçek birleşmiş adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî
kıymeti ve kuvvetleri vardır.11
Buraya kadar ele aldığımız bilgiler, İslam dünyasının birleşmesi ve Müslümanların güçlü bir ittifak oluşturması gerektiğini
göstermektedir. Kitabın bundan sonraki bölümünde ise Türk İslam Birliği'nin özelliklerinin neler olması gerektiği üzerinde duracağız.
132
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
KIRIM GAZETELERİ RÖPORTAJI,
14 KASIM 2008
Adnan Oktar: Türk İslam Birliği bir kere
ütopya olacak bir şey değil. Bu, "Konya ile İstanbul, Erzurum'la Ankara nasıl birleşti?" deme ye ben zi yor. Za ten bö lün müş ol ma sı çok
anormal bir şey. Bizden adamlar, Erzurum'u alsa, Konya'yı alsalar, "sizin birleşmeniz hayal deseler" şimdi bunun bir mantığı olur mu? Adamlar zamanında bir dayatmayla ayırmışlar bizi, bir millet
varsa ve aynı dili kullanıyorsa ve aynı dindense zaten
bunlar tek bir millettir. Bu nasıl olur ayrı ayrı?... Tabii
ki devletler ayrı olacaktır. Mesela, Azerbeycan
ayrı olacaktır. Ama iki devlet, bir millet.
Ker kük de tabi î ki ayrı olacak tır.
Ama iki devlet, bir millet. Aynı şekilde Kırım da öyle,
iki devlet bir millet,
ya ni
134
tek
Harun Yahya - Adnan Oktar
milletiz biz. "Bu nasıl olur?" Peki Ortak Pazar
nasıl oluyor? Avrupa Birliği nasıl oluyor? Yani Müslümanlara gelince mi bu iş olmayacak hale geliyor?
Hem dil bir oluyor, din bir oluyor, soyumuz bir, herşeyimiz bir, örfümüz, ananemiz, geleneğimiz, her şeyimiz
bir, biz beraber olamaz mışız? Peki, Avrupa nasıl beraber
oluyor? NATO, nasıl beraber oluyor? NATO'da, kim kimi
tanıyor da beraber oluyor? Beraber aynı safta savaş veriyor bu adamlar, yani bir mücadele gerektiğinde omuz
omuza savaş veriyorlar. Canını veriyor adam, bu adamlar bu kadar birlik olabiliyor da, Türk İslam Birliği niçin olmasın? Yani, bu cevap dahi verilmeyecek son derece
mantıksız bir şey, tabii ki olacak. Bu sosyolojik bir gerçek.
Ama bunu yaparken çok samimi olmak lazım. Şimdi eğer
bir adam çıkar da "biz Türk İslam Birliği'ni kuracağız,
dünyaya hakim olacağız, Türk ırkı en büyük ırktır. En üstün ırktır. Bütün dünyayı biz yöneteceğiz" derse böyle bir
şey olmaz. Ama çıkarsın dersin ki, "Türk Milleti necip ve
güzel ahlaklı bir millettir, sevgi doludur, barış yanlısıdır,
fedakardır", değil mi, "böyle bir zorluk anında, canıyla
malıyla bütün imkanlarıyla o durumu izole etmek ister, güzelleştirmek ister" dersin. Ve biz bütün dünya milletlerine
şefkatle, sevgiyle bakıyoruz. Bunu söylersin, mesela
diyorlar ki Türk İslam Birliği olduğunda Rusya
gümbür gümbür yıkılır. Niye yıkılsın?
Niye Rusya'nın yıkılması gere-
135
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
kiyor? Ruslar ne kadar güzel insanlar, niye adamlar mutsuz olsun? Niye orada bir acı olsun, acının üzerine biz mutluluk kuralım? Yani, birisinin ızdırabının, acısının üzerine mutluluk olur mu? Rusya yıkıldı mı biz bayram edeceğiz, olacak iş mi şu? Rusya müreffeh olsun, büyüsün,
gelişsin, güçlensin o bizim mutluluğumuzu arttırır. Dost
olalım, beraber olalım, yani Rusya zaten bir nevi bir Türk
devletidir. Her yeri Türk Rusya'nın. Bir nevi bir İslam ülkesidir. Her yerde Müslüman kaynıyor. Niye düşman olmamız gerekiyor? Bir kere bu mantığı bırakacaklar. Bu çok
mantıksız. Katılık bırakılacak, o zaman dünya devletleri
zaten bu güzelliğe severek yaklaşırlar. Çünkü Türk İslam
Birliği bütün Avrupa'nın, Amerika'nın, Çin'in ve Rusya'nın
lehine. Çünkü dünya ne istemiyor? Terör istemiyor, terörü
ortadan kaldırır bu birlik. Bütün dünyada kaldırır. Sırf İslam aleminde değil her yerde kaldırır. Müthiş bir ekonomik güç meydana getirir. Müthiş bir yer altı zenginliği
meydana getirir. Ve müthiş bir insan gücü meydana getirir. Ve muazzam bir sanat ve estetik gücü meydana getirir. Ve sevgi ruhu meydana getirir.
Bunun çok iyi vurgulanması lazım. Buna dünyada
kimse karşı çıkmaz. Komünisti de karşı çıkmaz,
efendim, akıllısı da delisi de kimse karşı çıkmaz böyle bir şeye. Ama sen egoistçe
ortaya çıkarsan, "en büyük be-
136
Harun Yahya - Adnan Oktar
nim" der sen ve "herke si
eze ce ğim" der sen, ada ma bir daki ka
derler dünyanın her tarafında. Biz niye ateist Siyonizme karşıyız? Bütün dünya şiddetle karşı, psikopatça adamların bakış açısı o yüzden. Ama İsrail'i biz seviyoruz. İnsanlarını seviyoruz, Musevileri biz seviyoruz, onlar bizim kardeşimiz, canımız, ciğerimiz. Bereket, bolluk
içinde yaşasınlar, Allah hepsine uzun ömür versin, hayır versin. Bizim onlarla bir alıp veremediğimiz yok. Ermeniler de
öyle bizim canımız, ciğerimiz, eski dostlarımız, eski kardeşlerimiz. Bizden zorla ayırdılar onları. Biz onlara Millet-i Sadıka diyorduk, sadık millet. Paşalarımız var bizim Ermeni,
sanatçılarımız var, bilim adamlarımız var. Yani, adeta bir
adamın ciğerini söker götürürler ya öyle oldu. Niye ayrılsın
Ermenistan bizden?
Türk İslam Birliği içinde yerini alması gereken bir ülkedir Ermenistan. Gürcistan da öyle. Kucaklaşalım, hep beraber olalım. Ticaret yapalım. Sanayi de iş birliği yapalım.
Hastaneler, okullar açalım, tesisler kuralım. Yollar yapalım.
Yardımlaşalım, mutlu olsunlar, onların mutluluğunu görüp
biz de sevinç duyalım. Biz insanların mutluluğundan zevk
alan bir milletiz. İnsanlar mutlu olunca biz mutlu oluruz. İnsanların acısı üzerine biz neşeyi, sevinci, mutluluğu
kuramayız. Bütün mesele bunu anlatmakta. Bunu anlattıktan sonra Amerika da, Rusya
da hepsi bunu görünce kabul eder. Ediyorlar da.
137
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başında yaşanan iki
büyük dünya savaşı, bu savaşlarda hayatını kaybeden
milyonlarca insan, yakılıp yıkılan şehirler, yerle bir olan
yerleşim alanları, vahşetin neredeyse olağan karşılandığı
toplama kampları insanlık için ibret verici oldu. Bu savaşların bizzat içinde yer alan Batı dünyası, savaş sonrası kurulan düzende, bu tarihi dramdan çok önemli dersler çıkarmıştı. Bunların başında, gelecekte yaşanabilecek muhtemel sorunların üstesinden daha kolay ve kısa sürede gelebilmenin en etkili yollarından birinin, kurulacak ittifaklar olduğu görüşü yer almaktaydı. Bundan önce de, çeşitli Avrupa ülkeleri aralarında ittfaklar oluşturmaya çalışmış ancak bu ittifaklar, kimi zaman menfaat ilişkileri ve
kimi zaman da ideolojik gerekçelerle uzun ömürlü olmamıştı. Ancak bu sefer Batı dünyası, kurulacak ittifakın bir
ekonomik iş birliğinden ya da ortak savunma paktından
çok daha öte olması gerektiğinin, Avrupa'nın ortak kültürel değerler çevresinde birleşmesinin zorunlu olduğunun
farkındaydı. Elbette bu uzun ve zorlu bir süreçti.
Savaş Avrupa'nın büyük güçlerinin ekonomilerini
çökertmiş, sanayi neredeyse yerle bir olmuştu. Yıkılan
yüzlerce şehrin yeniden inşa edilmesi, alt yapının onarılması, eğitim ve sağlık kurumlarının yeniden düzenli işler
hale getirilmesi gerekiyordu. Üstelik Avrupa'da savaş sona ermiş, ancak sömürgelerde bağımsızlık hareketleri başlamıştı. Tüm bu koşullar altında istikrarın sağlanması ve
bu dağınık yapı içinde bir birlik oluşturmak çok zor görü-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
nüyordu. 1951 yılında, sanayinin kalkınmasını sağlamak ana amacıyla kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu bu girişimin ilk adımı oldu. Sonradan Avrupa Ekonomik Topluluğu'na, daha sonra
Avrupa Topluluğu'na, en son olarak da Avrupa
Birliği'ne dönüşen bu topluluk, üye ülkeler arasında ürünlerin, hizmetin, sermaye ve iş gücünün serbest dolaşımını sağlayan, tek para birimine, ortak
hukuksal anlayışa ve hatta birbiri ile uyumlu devletsel örgütlenmeye sahip güçlü bir birlik halini aldı. Bugün Avrupa Birliği, dünya siyasetinin yönlendirici unsurlarından biridir.
56 Müslüman ülkenin üye olduğu İslam Konferansı Örgütü, Müslümanları çatısı altında toplayan –üye sayısı ve üyelerinin coğrafi dağılımı açısından- en büyük Müslüman örgüttür. Bu örgüt dışında da, ortak coğrafyalarda yaşayan Müslüman
ülkeler arasında çeşitli ticari ve askeri iş birlikleri
bu lun mak ta, böl ge sel it ti fak lar ku rul mak ta dır.
Bunların her biri önemli faaliyetlerde bulunan yapılanmalardır ve varlıkları faydalıdır. Ancak İslam
dünyasının, daimi kurumları bulunan, bağlayıcı
kararlar alma yetkisine sahip, ortak politika geliştirebilecek ve bunları kararlılıkla uygulayacak, tüm
Müslüman dünyasının ortak sesi olacak, yalnızca
belirli bölgelerin değil tüm Müslümanların sorunları ile ilgilenip bu sorunlara çözüm üretecek daha
kapsamlı bir birliğe ihtiyacı vardır. Bu birliğin faaliyet alanı ekonomik, askeri ve sosyal alanları kapsamalıdır. Bu birlik sayesinde, Müslüman ülkeler ara-
140
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İslam dünyasının siyasi, askeri ve ekonomik olarak
tek blok olması, mevcut imkanların daha da artırılmasını sağlayacaktır. Böylece tüm İslam
coğrafyasında büyük bir kültürel ve ekonomik
kalkınma yaşanacaktır.
142
Harun Yahya - Adnan Oktar
143
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
sında mutabakat ve uzlaşma ortamı inşa edilecek, dayanışma ruhu geliştirilecektir. Böylece öncelikle birlik altında toplanmış ülkelerin güvenlik sorunları giderilmiş olacak, daha sonra da kurulacak çok yönlü iş birlikleri ile üyelerin refah seviyesinin yükselmesi sağlanacaktır. İslam dünyası -doğrudan veya dolaylı
kendisi ile ilgili gelişmelerde- tek bir vücut olarak hareket edecek, dolayısıyla Müslüman toplumların lehine stratejiler geliştirilmesi mümkün olacaktır.
20. yüzyılın ikinci yarısında başta Filistin olmak üzere Bosna, Kosova, Karabağ, Keşmir, Açe gibi bölgelerde yaşanan gelişmeler Müslüman dünyasını önemli bir gerçekle karşı karşıya getirmiştir. Binlerce sivilin hayatını kaybettiği, çocukların yetim
kaldığı, vahşetin ve şiddetin doruğa tırmandığı bu bölgelerde,
Batı dünyasının yaşanan insanlık dramına ya hiç ya da çok geç
tepki göstermesi ve gereken tedbirlerin alınması konusunda ağır
davranması, İslam dünyasının üstlenmesi gereken sorumluluğu
144
Harun Yahya - Adnan Oktar
Müslümanlara bir kez daha hatırlatmıştır: Müslüman halkların
haklarının korunması, ihtiyaçlarının gözetilmesi herkesten önce
diğer Müslümanların sorumluluğudur ve İslam dünyasının bu konuda son derece aktif ve atak olması zorunludur. Müslüman ülkelerin, tüm Müslümanların
güvenliğini garanti altına alabilecekleri bir güç konumuna gelmesi ancak İslam dünyasının uluslararası siyaset sahasında tek bir ses olarak temsil edilmesi ile
mümkün olacaktır.
İslam dünyası askeri, siyasi ve ekonomik olarak
tek blok olmak zorundadır. Kendi içinde beraberliği
sağlamış İslam dünyası, dünya barışının da güvencesi olacak, bazı radikal unsurlar ve "medeniyetler arası çatışmadan" yana olanlar teorilerine gerekçe olarak
öne sürebilecekleri ortamı bulamayacaklardır.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SA YIN AD NAN OK TAR'IN
DEN GE TV RÖ POR TA JI,
TEM MUZ 2008
Ad nan Oktar: Müs lü man ülke le rin hepsi
müthiş gelire sahip olmalarına rağmen halk fakirdir.
Neredeyse bütün İslam ülkelerinde böyledir, halk fakirdir. Ve yaşam kalitesi düşüktür. Yani ekseriyetle böyledir.
Halbuki bunun için hiçbir sebep yok. Ama bir Türk İslam Birliği
oluşsa. Aklı başında bir Türk İslam Birliği Meclisi oluşturulsa bu
sorunlar, dertler kökünden ortadan kalkar. Ve İslam ahlakının
dünyaya hakimiyeti an vesilesi olur. Ve yıldırım gibi oluşur.
Onun için birlik konusunun üstünde çok durulması lazım. Bütün
Türk Devletleri ki hepsi Müslümandır aşağı yukarı ve bütün Müslüman devletleri tek bir çatı altında toplayıp böyle bir Türk İslam
Natosu gibi, Türk İslam Ortak Pazarı gibi büyük bir yapılanma
içerisine getirmek, hepsini milli devletler olarak ayrı ayrı tutmak,
yani devletlerin değişmesine gerek yok. Sistem içerisinde akılcılığı, samimiyeti aşkı ve şevki esas tutmak. Resmi uslubu kaldırmak çok önemli. Yani resmiyet ruhu kırar. Resmiyetten kaçınmak
lazım. Aşk bir, samimiyet iki. Son derece aşk içinde, samimiyet
içerisinde bu işlerin hallolması lazım.
SA YIN AD NAN OK TAR'IN KRAL KA RA DE NİZ
TV RÖ POR TA JI, 2 OCAK 2008
Adnan Oktar: Bizim milletimizin yediden yetmişe
gönlünde yatan bir ülkü vardır. Çocukluğumuzdan beri biz bunu biliriz Türk İslam Birliği.
Biz Osmanlı'nın evlatlarıyız. Onların torunlarıyız. Biz de-
146
Harun Yahya - Adnan Oktar
de mizden ne gördüy sek bunu
yapacağız. Türk İslam Birliği'nin oluşması için şu an şartlar tam anlamıyla oluştu. Tam
anlamıyla var. Türk İslam Birliği oluştuğunda, sınırlar
açıldığında, Irak, Suriye, Azerbaycan, Türkistan, Tacikistan, Kazakistan, Ermenistan, Gürcistan, Kafkaslar,
hepsi Allah'ın izniyle, bu bizim işte bayramımız. Bayram günümüz olacak. Biz buradan arabaya bineceğiz, basıp gideceğiz
ta Hazar'a kadar, denizin kenarına masayı kuracağız, yemeğimizi yiyeceğiz. Oradan basacağız Türkistan'a, oradan basacağız Ermenistan'a, her yere gideceğiz. Sınır kapılarından sadece
bir selam vermemiz gerekir, bu kadar. Yani pasaporta vizeye,
hiçbir şeye gerek yok. Sınır kapılarının şöyle en az 10 metre kadar geniş olması gerekiyor, en az. Şöyle boydan boya. Bu birliğin güzel yönü bunda ırkçılık yok, bunda sevgi var... Fakat bu
mantıkta, benim anlattığımda coşkun bir sevgi, muhabbet, Allah
sevgisi ve Allah'ın kullarına yardım etme düşüncesi vardır. Burada Hıristiyanları da, Musevileri de kucaklayan bir sistem var. Bütün Arap alemini, bütün İslam alemini kucaklayan, İslam'ın o sıcak sevgisi ile saran bir yapı var... Bu Türk İslam Birliği, Osmanlı'dan, ecdadımızdan gelen ruhtur bu. Ecdadımızın bize öğrettiği bir ruhtur bu. Bu mübarek birlik, bu güzel birlik mutlaka oluşacak. Bu bizim kaderimiz, ama bu, aşk, hırs işidir. Türkiye'de bunu isteyenlerin sayısı %90'ı buldu mu bu konu bitmiştir. Zaten
kalplerde oluştu mu, kapıyı açmak 10 dakika sürmez. Yani
kapıyı açmak sorun değil, bunun kalplerde kabulü ve
kalplerde yaşanması çok önemlidir. En fazla on,
on beş dakika sürecektir kapının açılması, o
kadar.
147
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Türk İs lam Bir li ği'nin Ge nel Ya pı sı
Türk İslam Birliği, üye ülkelerin ulusal bağımsızlıklarını ve
milli sınırlarını muhafaza ettikleri, her ülkenin kendi ulusal hak
ve çıkarlarını koruyabileceği bir yapı olmalıdır. Ama tüm bu
egemen ülkeleri, ortak bir "İslam kültürü" içinde birleştirecek bir
vizyon, bu vizyon uyarınca ortak politikalar geliştirecek ve uygulayacak karar ve yürütme organları oluşturulmalıdır. Amaç,
devletlerin yapısal olarak birleşmeleri değil, ortak politika ve
menfaatler çevresinde birleşilmesi ve bu politikaların hayata geçirilmesinde birliğin yaptırım gücünün olmasıdır.
İnşa ettiği modern devlet anlayışı ile Türkiye Cumhuriyeti'ni Müslüman ülkelerin en istikrarlı demokrasisi haline getiren
Atatürk'ün, İslam dünyasının nasıl bir yapı içinde birlik ve beraberliğini sağlayabileceği yönünde de önemli değerlendirmeleri
vardır. Bir devletin en önemli unsurlarından birinin milli sınırlar
içinde var olma hakkı olduğunu ifade eden Atatürk'ün tespitlerinin doğruluğu, geçen zaman içerisinde ispatlanmıştır. Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış sürecinde, Osmanlı
topraklarında yaşayan halkların bir kısmı yanlış yönlendirmelere kapılarak Osmanlı'nın yanında yer almak yerine, dış güçlerle
iş birliği yapmışlardır. Ancak çeşitli imtiyazlar kazanacaklarını
umarak bu yolu seçenler, iş birliği yaptıkları ülkelerin hegemonyası altına girmiş ve sömürgeleştirilmişlerdir. Bu halklardan bazıları, Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal'e temsilciler
göndererek, kendilerini sömürge durumuna düşüren liderlerinin basiretsizliğinden şikayet etmiş ve hatta bazıları Türkiye
Cumhuriyeti ile birleşme taleplerini dile getirmişlerdir. Atatürk'ün bu tekliflere verdiği karşılık, Türk İslam Birliği'nin temelinin nasıl olması gerektiğini gösteren önemli bir cevaptır:
148
Harun Yahya - Adnan Oktar
"Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım
vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun
rüyalar içinde kapayacağım. TÜRK BİRLİĞİ’NE İNANIYORUM, ONU GÖRÜYORUM. Yarının tarihi, yeni fasılların Türk Birliği’yle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır.
Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak,
Güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek."
149
Bütün İslam aleminin manen olduğu kadar maddeten de birlik içinde ve müttefik hale gelmesinden sadece sevinç duyarız. Bunun için
de bizim kendi hudutlarımız içerisinde bağımsız olduğumuz gibi,
Suriyeliler ve Iraklılar da milli hakimiyete dayalı bağımsız bir güç
olarak ortaya çıkabilmelidirler. 12
Görüldüğü gibi Atatürk'ün belirlediği öncelik, bu ülkelerin
de bağımsızlıklarını kazanmalarıdır. Türk İslam Birliği'nin öneminin bilincinde olan Atatürk, bu birliğin kendisinden beklenen
etkiye sahip olabilmesi için, üyelerinin milli sınırları içinde bağımsızlığını kazanmış, milli iradeye dayanan ve kendi ayakları
üzerinde durabilen devletler olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla bugün de,
kurulacak bu örgütün üyelerinin toprak bütünlüğünü ve bağım sız lık la rı nı ko ru ma sı son
derece önemlidir.
Bu birlik sayesinde dünya
Müs lü man la rı bir bir le ri ile
doğrudan ilişki içinde olacak,
birbirlerinin sorunlarını yakından ta nı ya cak ve da ya nış ma
içine gireceklerdir. Ayrımcı, hizipci, kavmiyetçi tüm anlayışlar bir kenara bırakılarak, "tüm
Müslümanlar kardeştirler" ilke si te mel alı na cak tır. Gü nü müzde İslam dünyasına hakim
olan birbirinden farklı görüşler,
yorumlar ve modeller arasında
150
151
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
mutabakat sağlanamamış olması, Müslümanların birlikte hareket etmelerine engel olmaktadır. Bu örgütün beraberlik çağrısı,
etnik kökene, ekonomik koşullara ya da coğrafi duruma göre yapılmayacak; ırk, dil ve kültürel özelliklerden kaynaklanabilecek
her türlü husumet bu birliğin çatısı altında ortadan kaldırılacaktır. Söz konusu örgütün beraberlik anlayışı, bir toplumun diğerine, bir kültürün ötekine, bir grubun başkasına üstün gelmesine
dayalı değil, hepsinin bir diğeri ile eşit olduğu hoşgörü, sevgi ve
dostluğa dayalı dayanışma ruhu olacaktır.
Türk İslam Birliği'nin oluşturulmasındaki temel amaçlardan
biri, Müslümanların geneline yön verebilecek merkezi bir otoritenin oluşturulması olmalıdır. Bunun için bu merkezin mutlaka
tüm Müslümanlara hitap edecek bir yapıda olması, diğer bir deyişle bütün farklı anlayışları şemsiyesi altında toplayabilmesi
şarttır. Türk İslam Birliği, temel İslami değerleri ve inançları esas
almalı, uygulama ve görüş farklılıklarını hoşgörü ve anlayışla
karşılamalı, bu farklılıkları bir kültür zenginliğine dönüştürebilmeyi başarmalıdır. Bu farklılıklar ortak karar almayı ve siyasi
iradeyi faaliyete geçirmeyi engelleyici unsurlar haline getirilmemelidir. Müslüman ülkeler arasındaki tüm ihtilaflar bu merkezde çözüme kavuşturulmalı, anlaşmazlıklar ortadan kaldırılmalıdır. Kendi iç sorunlarını çözebilen bir İslam dünyası, diğer medeniyetlerin üyeleriyle yaşayabileceği sorunları da kolaylıkla çözebilecek bir imkana sahip olacaktır. Bu şekilde tüm Müslümanları birleştiren bir merkezin, ortak politikalar üretmesi ve bu politikaların uygulamaya geçirilmesini sağlaması mümkün olur.
Günümüzde İslam dünyasının ortak hareket etmesini gerektiren ve acil çözüm bekleyen konular, dünya siyasetinin temel
gündem maddeleridir. Filistin, Keşmir, Irak gibi siyasi sorunlar,
terörizme karşı yürütülecek fikri mücadele, geri kalmışlık, fakirlik,
152
Harun Yahya - Adnan Oktar
153
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
sağlık ve eğitim, bu konuların başında gelmektedir. Bunlar bölgesel ya da sadece o topraklarda yaşayan halkları ilgilendiren sorunlar değildir. Tüm Müslümanları doğrudan ilgilendiren, dolayısıyla çözüme kavuşturulması için İslam dünyasının dayanışmasını
gerektiren sorunlardır. Hiç kimse Mescid-i Aksa'da yaşananların
yalnızca Filistinlileri ilgilendirdiğini, Keşmir'de zulme uğrayan sivil Müslümanların kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini ya da İslam dünyasının herhangi bir bölgesinde açlık sınırında
yaşayan çocukların o ülkenin sorunu olduğunu öne süremez.
Müslümanlar inançları gereği bu durumu kabullenemezler.
Ancak Müslümanlar aralarında güçlü bir birlik oluşturamadıkları için, onların yerine bu ve benzeri konularda diğer ülkeler
çeşitli çözüm önerileri ortaya koymaktadır. Ne var ki bu öneriler
de çoğunlukla Müslümanların menfaatlerinin göz ardı edildiği
ya da kısa vadeli çözümler içeren planlardan öteye gitmemektedir. Çatışmaların ve anlaşmazlıkların yaşandığı pek çok bölgede,
Müslümanların güçlü konumda olmaması, ortaya konulan önerilerde yönlendirici olmalarına engel olmaktadır. "Barış planı"
adı altında Müslümanlara sunulan projeler, çoğu zaman onları
daha da sıkıntı ve zorluğa düşürecek maddeler içermektedir. Bu
Müslümanların haklarının korunabilmesi için, İslam dünyası ortak bir tavır geliştirmekle yükümlüdür.
Bunun gibi Türk İslam Birliği'ni bekleyen daha pek çok sorumluluk, bu merkezin oldukça aktif çalışması gerektiğini göstermektedir. Birliğin düzenli faaliyet gösterebilmesi için, daimi
bir merkezinin bulunması, birbirleri ile koordineli olarak çalışacak karar ve yürütme merkezlerinin oluşturulması, gerekli tüm
alt birimlerin kurulması ve tüm bu kurumların düzenli çalışması sağlanmalıdır. Zamanlaması doğru, neticeleri isabetli kararların alınması için gereken alt yapı tesis edilmelidir. Bu birlik faali-
154
Harun Yahya - Adnan Oktar
yetleri ile güven vermeli, üyeler de kendi haklarının birlik tarafından en iyi şekilde korunacağından emin olmalıdırlar.
Türk İslam Birliği değişen siyasi koşullara kolaylıkla uyum
sağlayabilecek bir esnekliğe ve gerekli stratejileri geliştirebilecek
bir ileri görüşlülüğe sahip olmak zorundadır. Dünyadaki gelişmeler karşısında yalnızca reaktif tepkiler veren, kınamak ya da
kanaat belirtmekle yetinen bir organizasyon değil, inisiyatif kullanabilen aktif bir merkeze ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu merkezin sürekli takip ve koordinasyon görevini üstlenmesi, faaliyetlerinin tüm üye ülkelerin menfaatlerini kuşatıcı olması gerekir. Bu
birlik
tüm gelişmeleri objektif bir yaklaşımla değerlendirerek,
tüm İslam dünyasının taleplerini göz önünde bulundurmalıdır.
Üye ülkeler arasında oluşabilecek bunalımları giderici, çıkar çatışmalarını ortadan kaldırıcı ve Müslümanların diğer toplumlarla ilişkilerinde onları koruyucu bir mekanizma olarak görev yapacak Türk İslam Birliği, İslam dünyasının kültürel, ekonomik
ve siyasi etkinliğini artıracaktır.
Türk İslam Birliği'nin Müslümanları tek bir güç haline getirebilmesi ve Müslüman ülkeleri birbiri ile bütünleştiren bir yapı
olabilmesi için, çağdaş toplumsal değerleri koruması, hukuka ve
insan haklarına saygılı olması, demokratik anlayış
üzerine inşa edilmesi de son derece önemlidir. Bu değerlerin İs lam ah la kı nın özü
ol du ğu unu tul ma ma lı dır.
155
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
TASCA (TÜRK-ARAP BİLİM,
KÜLTÜR VE SANAT DERNEĞİ)
RÖPORTAJI, 21 Kasım 2008
Adnan Oktar: Türk İslam Birliği'nde bütün ülkeler bütünlüğünü koruyacak. Pakistan, Pakistan olarak kalır, Türkiye, Türkiye olarak kalacak. İran, İran olarak kalacak. Yani bir
rejim değişikliği iddiası da yok. Fakat bunda coşku, sevgi, muhabbet ve kardeşliğin bütün tabana yayılması, bunun bir milli
politika olarak uygulanması var. Kalplerin birleşmesi, muhabbetin birleşmesi ile oluşacak bir birliktir bu.Gerçek Türk İslam birliği budur aslında. İnsanlar iki türlü düşünüyorlar; bir devlet zoruyla, baskıyla, korkutarak, yıldırarak bir birlik düşünebilir bir kısım
Halbuki İslam'ın özünde sevgi var, muhabbet var, huzur
insanlar.H
var, kafa rahatlığı var, iç açılması var, sevinç var. Bayram ferahlığı var. Dostluk var. Bunları Müslüman ülkeler arasında oluşturmak, Türk devletleri arasında oluşturmak. Türk devletlerinin öncülüğünde Türkiye'nin liderliğinde bir Türk İslam Birliği oluşturmak.
Burada iyi niyetin hâkim olması, samimiyetin hâkim olması, karşılıklı sanayide, bilimde, teknolojide, her türlü yatırımın tamamen
özgürce uygulanabilmesi, bunun için de biz pasaport ve vize sorununun kalkmasını istiyoruz. Bu zorunluluğun kalkmasını istiyoruz ki rahat rahat ticaret olsun, rahat rahat yatırım olsun, rahat
rahat sevgi ve dostluk alışverişi olsun. Yani kimliğini çıkartan
sınırdan içeriye girebilsin. Aslında kimseye göstermesine bile gerek yok. Yani ben nüfus cüzdanımı alıp
Azerbaycan'a gidebilmeliyim. Suriye'ye gidebilmeliyim. Kazakistan'a gidebilmeliyim. Fas'a, Tunus'a, Cezayir'e gi de -
156
Harun Yahya - Adnan Oktar
bilmeliyim. Buradan gemiye binerim ben, Tunus'a, Cezayir'e gelirim. Ve orada kardeşlerimle sohbet ederim. Akşam yemek yeriz birlikte, Allah'ı anarız. Ertesi gün dönerim. Ve ticaret de yapmam gerekiyorsa ticaret de yaparım. Böyle bir
sistem, yani sevgi birliği. Hazır devletler varken, hazır işleyen bir sistem varken onlar niçin bozulsun? ... Bu sevgi ortamında, terör de, kargaşa da, kavga da, fakirlik de hepsi kalkar. Yani dayatma değil de sevgi esastır ve samimiyet esastır.
Sevgi ve samimiyet oldu mu, İslam ahlakı her yere hakim oldu
demektir. Bir de tabi elinde kılıçla bu olayları halletmeye kalkanlar var. Bu olmaz işte, bu şekilde olmaz.
Muhabir: Sizce Türkiye, madem ki Türkiye ve Türkler
öncülüğünde diyorsunuz, Türkiye böyle bir göreve hazır mı?
Adnan Oktar: Hazır. Bir de tarihi şartlar da bunu zorluyor. Şu an bütün İslam ülkeleri ve Türkiye, rahatsız durumda.
Türkiye de içinde rahatsız. Mesela; PKK sorunu var, hayat pahalılığı var. Neşesizlik var bizim milletimizde, neşesi kaçtı milletin. İslam ülkeleri de öyle, başsız her sistemde bu olur. Başı
olmayan bir gövde yaşamıyor. Başı olan bir sistem olduğunda
Türkiye liderliği çok güzel yapabilecek bir ülke. Osmanlı'dan
gelen bir tecrübesi var. Olgun ve yetişmiş kadroları var. Aklı
başında, büyük bir idareci sınıfı var Türkiye'de. Bu çok başarılı bir güç demektir, büyük bir güç demektir. Ve buna itiraz
eden de yok. İnsanlar mutlu olduktan sonra, Türkiye'nin ağabeyliğinden, liderliğinden büyük bir hizmet aldıktan sonra
ve büyük bir fayda gördükten sonra Türkiye'ye niye itiraz etsinler? Türkiye'ye faydası şu olur. Terör durur.
Anında durur. Ve zenginleşir Türkiye. Ama İslam ülkelerinde bütün zulüm durur.
157
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
158
Harun Yahya - Adnan Oktar
159
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Ba rış se ver ve Uz laş ma cı Bir Türk İs lam Bir li ği
Türk İslam Birliği, yalnızca Müslümanlara değil tüm insanlığa barış getirmeyi hedef edinmeli, aldığı kararlarda ve uygulamalarında barışsever ve uzlaşmacı bir tavır sergilemelidir. İslam'ın özü, Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlaktır. Bu ahlak
iman edenlerin, sevecen, yumuşak huylu, şefkatli, hoşgörülü,
adil, anlayışlı, sabırlı ve fedakar olmalarını gerektirir. İslam, insanları huzur ve barış dolu bir dünyaya davet eder, Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
Ey iman eden ler, he pi niz top lu ca 'ba rış ve gü ven li ğe
(Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.
Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
Müslüman Allah'ın emirlerine uyan, Kuran ahlakını titizlikle uygulamaya çalışan, dünyayı güzelleştiren, imar eden, barışı
ve huzuru hakim kılan insandır. Amacı insanlara güzellikte, iyilikte ve hayırlı davranışlarda bulunmaktır. Müslümanlar Rabbimiz'in sonsuz merhamet ve şefkatinin kendilerinde de tecelli etmesi için gayret ederler. Allah Kuran'da etrafına daima hayır getiren, çevresindeki olaylara karşı ilgili olan, insanları doğru yola
çağıran bir ahlakı makbul olarak göstermiştir. Bir ayette çevresine hiçbir faydası dokunmayan kişiler ile, daima hayır üzerinde
hareket eden insanlar arasındaki fark şöyle bir kıyasla açıklanmıştır:
Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir
yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi
bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla
eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76)
Bu ayette bildirilen hikmet, Türk İslam Birliği için de yol
gösterici olmalıdır. Türk İslam Birliği'nde din ahlakının insanlara kazandırdığı fedakarlık, kardeşlik, dostluk, dürüstlük, adalet,
160
Harun Yahya - Adnan Oktar
sadakat, vefa ve hizmet anlayışı en güzel şekilde temsil edilmelidir.
İnsanların fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü güvence altına alan İslam ahlakı, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı,
birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz düşünceyi (zannı) dahi yasaklar. Müslümanların oluşturduğu bir
birliğin de, bu esasları temel alarak dünya barışı için faaliyet göstermesi gereklidir.
Kuran ahlakı Müslümanların savaştan ve her türlü çatışmadan kaçınmalarını, anlaşmazlıkları görüşme ve müzakerelerle gidermelerini, uzlaşmacı olmalarını gerektirir. Savaş, Kuran'a göre
sadece zorunlu olduğunda başvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sınırlar içinde yürütülecek bir "istenmeyen zorunluluk"tur. Müminler yaşanan sorunlarda hep barışı ve uzlaşmayı
tercih etmekle, ancak karşı taraftan bir saldırı gelmesi durumunda kendilerini savunmak amaçlı savaşmakla yükümlüdürler.
Bir ayette, yeryüzünde savaşları çıkaranların bozguncular
olduğu, Allah'ın ise bozguncuları sevmediği şöyle açıklanır:
... Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse
161
Al lah onu sön dür müş tür. Yer yü zün de boz gunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları
sevmez. (Maide Suresi, 64)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in hayatına baktığımızda da, savaşın ancak zorunlu hallerde ve savunma amaçlı olarak başvurulan bir yöntem olduğunu görebiliriz.
Kuran'ın Peygamberimiz (sav)'e vahyi tam 23
yıl sürdü. Bunun ilk 13 yılında Müslümanlar Mekke'deki putperest düzenin içinde azınlık olarak yaşadılar ve çok büyük baskılarla karşılaştılar. Pek
çok Müslümana fiziksel işkenceler yapıldı, bazıları
öldürüldü, çoğunun evi ve malları yağmalandı, sürekli hakaret ve tehditlerle karşılaştılar. Buna rağmen Müslümanlar şiddete başvurmadan yaşamaya
devam ettiler ve putperestleri hep barışa çağırdılar.
Sonunda putperestlerin baskıları dayanılmaz bir
noktaya vardığında, Müslümanlar daha özgür ve
dostane bir ortamın bulunduğu Yesrib (sonradan
Medine) şehrine hicret ederek burada kendi yönetimlerini kurdular. Kendi siyasi yapılarını bu şekilde oluşturduktan sonra bile, Mekke'nin saldırgan
putperestlerine karşı savaşa girişmediler.
İslam toplumunun özelliği itidalli ve dengeli
olması, insanlara iyiliği emredip onları kötülükten
sakındırmasıdır. Bakara Suresi'nin 143. ayetinde
162
Rabbimiz, Müslümanların insanlara şahit ve örnek
olmak üzere, "orta" bir toplum olduklarını bildirmiştir. Bir başka ayette ise, Müslümanların insanlığa hayırlı bir toplum olmaları gerektiği şu şekilde
bildirilmiştir:
Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, mün ker olan dan sa kın dı rır ve Al lah'a
iman edersiniz... (Al-i İmran Suresi, 110)
Allah'ın Kuran'da bildirdiği özellikleri yaşayan
Müslümanların meydana getirdiği bir organizasyonun, bütün bu güzel ahlak özelliklerinin koruyucusu ve en güzel temsilcisi olması gerektiği açıktır.
Tüm bunlar Türk İslam Birliği'nin nasıl bir strateji
izlemesi gerektiğini de açıkça göstermektedir. Türk
İslam Birliği öncelikle Müslüman ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları çözüp İslam dünyasına sulh getirmeli, öte yandan dünya genelinde çatışma ve savaşı kışkırtan her türlü hareketin karşısında yer almalı, savaşı körükleyen her türlü girişime karşı engelleyici bir güç olmalıdır. Günümüzün en önemli
sorunları arasında yer alan terörizm ve uluslararası
suç örgütleri ile mücadele, kitle imha silahlarının
kontrolü gibi evrensel meselelerde de uluslararası
topluluk ile iş birliği içinde olmalı ve hatta bu unsurlarla mücadelede liderliği üstlenmelidir.
163
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SA YIN AD NAN OK TAR'IN
TEM PO TV RÖ POR TA JI,
3 ARA LIK 2008
Adnan Oktar: En güçlü silah sevgidir. Sevginin açamayacağı hiçbir kapı yoktur. Sevgiyi kullanmaları lazım,
bomba değil, silah değil her yerde sevgi, sevgi her ülkeye diz çöktürür, her ülkeyi kendine esir eder. Mesela Amerika Türk İslam Birliği'ne müsaade eder mi? Eder ama bir
silah gerekiyor. Bu silah nedir? Sevgi, sevginin karşısında
Amerika duramaz. Sevginin karşısında Rusya duramaz.
Sev gi nin kar şı sın da Çin du ra maz.
Sevgi esas olduktan ve iyi niyet
esas olduktan sonra Türk İslam
Bir li ği'ni ka bul et me ye cek
hiçbir ülke yoktur. Ama tam
an la mıy la bir sa mi mi yet
ve yoğun bir insan sevgisi olması gerekiyor ve
insanlar arasında ayırım yapmamak. Hepsine Allah'ın yarattığı kullar olarak hepsine şefkat ve sevgi
duymak.
164
Harun Yahya - Adnan Oktar
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
TIMOTHY FURNISH RÖPORTAJI,
14 ARALIK 2008
Adnan Oktar: Benim dediğim birliktelikte sevgi, barış, kardeşlik, makul düşünce, sanat ve estetiğe, güzelliğe önem verme hakim. Refaha, huzura, insanların hürriyetine, demokrasiye önem verme hakim ve Hıristiyanlara, Musevilere karşı da derin bir şefkat, sevgi ve muhabbet hakim. Mesela benim düşüncemde Ermeniler
de, İsrail de Türk İslam Birliği'nin içerisindeler. Dolayısıyla bir ırk üstünlüğü, bir kan üstünlüğü, genetik üstünlük iddiası yok. Burada bir şefkat ve sevgi birliği var.
Dolayısıyla sertlik yok, insanları tedirgin edecek, huzursuz edecek bir şey yok. İnsanların mutluluğu ve sevinci
için gayret eden bir sistem var.
165
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Çö züm Üre ten Bir Mer kez Ol ma lı
Yukarıda İslam dünyasının çözüm bekleyen konularından
(Filistin, Keşmir, Afganistan, Irak vs) kısaca bahsettik ve Türk İslam Birliği'nin oluşturulması ile bu sorunların hızla çözüme kavuşacağına değindik. Türk İslam Birliği'nin bu anlamda üstleneceği sorumluluk çok büyüktür ve bu birlik muhakkak çözüm
üreten bir merkez olmakla yükümlüdür.
İçinde bulunulan ortam yalnızca Müslümanları değil, dünyanın dört bir yanında pek çok masum insanı olumsuz yönde etkilemektedir. Yoksulluk, yolsuzluk, ahlaksızlık, gelir dağılımında dengesizlik, acımasızlık, zulüm, çatışma, adaletsizlik milyonlarca insanı mağdur etmektedir. Açlıktan hayatını kaybeden bebekler, sokağa terk edilmiş çocuklar ve yaşlılar, yaşamlarını çadırlarda veya barakalarda devam ettirmeye mecbur bırakılmış
mülteciler, yeterli parası olmadığı için tedavi olamayan hastalar
sadece Müslüman ülkelerin değil, -geri kalmış ülkelerde daha
yoğun olmakla birlikte- gelişmiş olduğu söylenen pek çok ülkenin de sorunudur.
İhtiyaç içinde olan mazlum insanlar kendilerine uzanacak
bir yar dım eli bek le mek te dir ler. Müs lü man la rın bu ko nu da
üzerlerine düşen sorumluluk bir ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı
zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla"
diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar
adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Müslüman ülkelerin Türk İslam Birliği'nin şemsiyesi altında
toplanması, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında yaşanan gerginlikler gibi, Müslümanlar arasında yaşanan anlaşmazlıklarda da çözücü olacaktır. Günümüz dünyasında Müslü-
166
Harun Yahya - Adnan Oktar
manlar arasındaki anlaşmazlıklar dahi Batılı ülkeler veya onların
denetimindeki uluslararası kurumlar tarafından giderilmeye çalışılmaktadır. Müslüman ülkelerin kültürüne ve tarihine yabancı
olan dış güçlerin -kimi zaman fayda sağlasalar da- İslam medeniyetinin meselelerine çözüm getirmeleri pek mümkün görünmemektedir. Oysa Müslüman ülkeler, tüm sorunlarını kendi içlerinde halledebilirler. Böylece sorunlar, hem uluslararası arenaya taşınmadan çözülecek, hem getirilen çözüm tüm Müslüman-
167
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
ların menfaatine olacak, hem de İslam dünyasının
birlik içinde hareket ediyor olması güç ve istikrar işareti olacaktır. Bugün İslam dünyasının en büyük sıkıntılarından biri, işte bu ortak politikaları üretmedeki zayıflığı, kendisini doğrudan ilgilendiren konularda dahi etkili stratejiler geliştirememesidir.
Türk İslam Birliği, başta Müslüman ülkeler olmak üzere,
tüm insanların dertlerine çare bulmakla, onlara arayışı içinde oldukları huzuru ve güvenliği sağlamakla yükümlüdür. Her Müslüman ülkenin kendi siyasi, demografik ve ekonomik sorunları
vardır. Dünyanın farklı bölgelerinde de, bu bölgelere has çeşitli
sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların her biri için farklı tedbirler alınması, farklı çözümler uygulanması gerekebilir. Ancak temeldeki sorun ve bu soruna getirilecek esas çözüm her yer için
aynıdır. İnsanlara sıkıntı ve rahatsızlık veren pek çok gelişme,
Kuran ahlakının gereği gibi yaşanmıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ve bu sorunlara çözüm üretilememesinin temelinde
de, olayların Kuran'ın rehberliğinde değerlendirilmiyor olması
vardır. Bu nedenle tüm bu sorunların çözümünde, Kuran ahlakının insanlara kazandırdığı; açık görüşlülük, pratiklik, geniş düşünebilme gibi vasıflar ve dürüstlük, fedakarlık, adalet, iyilikseverlik gibi ahlaki erdemler, Müslümanlara yol gösterecektir.
Gerçekten ekonomik sorunların çözümü ile toplumsal ahlak
arasında önemli bir ilişki vardır. Örneğin, ekonomik sorunların
en önemlilerinden biri olan sosyal adaletsizlik, temelde ahlaki bir
sorundur. İslam ahlakını özümsemiş bir toplumda sosyal adalet-
168
Harun Yahya - Adnan Oktar
sizlik yaşanmaz. Allah Kuran'da insanların ihtiyaçlarından arta kalanı, ihtiyacı olanlarla paylaşmalarını
bildirmiştir. Ayrıca israf Allah'ın haram kıldığı bir fiildir.
Maddi imkanların belirli insanlara imtiyaz sağlayan bir unsur
haline gelmemesi, yalnızca bir grup insan tarafından paylaşılan
bir ayrıcalık olmaması Kuran ahlakının gereğidir. Kuran ahlakı
sosyal dayanışmayı gerektirir ve insanların birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetmelerini emreder. Hatta, iman edenler –kendi ihtiyaçları olsa dahi- ellerindeki yemeği öncelikle fakirlere ve esirlere ikram edecek kadar fedakar bir ahlaka sahiptirler. Üstelik bunu
karşılarındakinin memnuniyeti için değil Allah'ın rızasını kazanmak için yaparlar. Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula,
yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir
teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)
Bireyler arasındaki dayanışma ve yardımlaşma kolaylıkla
milletler arası ilişkilerde de sağlanabilir. Burada da İslam ahlakı,
Türk İslam Birliği'ne üye ülkelere yol gösterecektir. Bir yanda
abartılı lüks tüketimde bulunan bir ülke varken, diğer tarafta yeni doğmuş binlerce bebeğin açlıktan ölüyor olması kabul edilebilir bir durum değildir. Vicdan sahibi her insan bu durumdan rahatsızlık duyar.
Bugün pek çok hayır kurumu ve uluslararası kuruluş, bu ülkelere yardımcı olabilmek için faaliyet göstermektedir. Ne var ki
bu girişimler, bölgeye yardım paketleri ulaştırmaktan öteye gidememektedir. Çoğu zaman bu yardımların doğru kişilere ulaş-
169
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Dünyanın çeşitli bölgelerinde açlık ve yoksulluk çeken insanlar en
küçük bir yardıma dahi muhtaçtır.
tırılması dahi mümkün olamamaktadır. Yapılması gereken, geri
kalmış ülkelerin sistemindeki aksaklıkların kökünden ortadan
kaldırılması, bu ülkelerdeki mafya ve çete örgütlenmelerinin
önünün alınması, toplumda da eğitim yoluyla vicdana ve sağduyuya dayalı yepyeni bir bilinç geliştirilmesidir.
Allah'ın Kuran'da emrettiği ahlakın gereği olarak israf önlendiğinde, dayanışma ruhu geliştirildiğinde, insanlar paylaşmaya teşvik edildiğinde ve özellikle insanlar vicdanlarını kullanmayı öğrendiklerinde, ekonomik dengesizlikleri tamamen ortadan kaldırmak mümkün olacaktır. Bu çözümleri İslam dünyasında en etkili biçimde uygulayabilecek yapı ise Türk İslam Birliği
olacaktır.
170
Harun Yahya - Adnan Oktar
Bi rey sel Hak la ra
Say gı lı ve Adil Ol ma lı dır
Gerçek İslam ahlakının egemen olduğu bir toplumda bireysel
hak ve özgürlükler büyük önem taşır. Kişisel hak ve hürriyetler
garanti altına alınır, insanların özgür ve onurlu bir hayat yaşaması hedeflenir. Allah, Kuran'da Müslümanlara tüm insanların Allah
Katında eşit olduklarını (üstünlüğün ancak takva ile olduğunu)
bildirmiş ve insanlara karşı adil, hoşgörülü, affedici ve anlayışlı olmalarını emretmiştir. Farklılıklara saygı göstermek ve bunlar arasında adaletle hükmetmek önemli mümin alametlerinden biridir.
Peygamberimiz (sav) tarafından ilk İslam toplumunda yapılan uygulamalar, toplum yapısı ve yönetimi konusunda Müslümanlar için yol gösterici olmuştur. Müslümanların ilk anayasası
olarak kabul edilen ve dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda çok ileri bir hukuk anlayışının göstergesi olan "Medine Vesikası", İslam toplumunun bireysel haklar ve adalet anlayışını gösteren önemli bir örnektir. Medine Vesikası ile, bu kentteki farklı inançlara sahip insanların hepsine temel hak ve özgürlükler tanınmış, kişilerin mal ve can varlıkları, aileleri, ibadethaneleri güvence altına alınmıştır. Farklı inanç toplumlarının ortak
bir siyasi yapı içinde yaşamasını sağlayan bu anlaşma ile, birbirlerine karşı yıllarca kin ve düşmanlık besleyen kabileler de uzlaştırılmıştır. Medine Vesikası dışında da müşriklere her zaman için
adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamberimiz (sav) tarafından kabul edilmiştir. Hz. Muhammed
(sav) engin şefkat ve merhametiyle insanlar arası ilişkilerin daima dostça ve uygarca olmasını öngörmüştür.
İslam, modern dünyadan 1400 yıl önce bireysel haklar, hukuk devleti, kanunlar önünde eşitlik, ekonomik özgürlükler gibi
değerleri insanlığa kazandırmıştır.
171
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
TÜRKMENELİ TV RÖPORTAJI,
22 NİSAN 2008
Adnan Oktar: En mükemmel yapılacak şey Türk İslam Birliği'ni oluşturmaktır. Yani
bütün İslam ülkelerinin liderliğini almak, bütün Türk
illerinin liderliğini almak, çünkü bütün Türk illeri zaten
Müslüman genelinde Müslümanlar. Ama aynı zamanda
bölgenin de ağabeyi olması Türkiye'nin yani Ermenistan'ın
menfaatlerini koruması, onların da zengin olması için gayret etmesi, Filistin'e huzur getirmesi, İsrail'i de koruması, bölgeye barış getirmesi, her yönden bölgede ağabeylik yapması. Bu en acil görev, bu Avrupa Birliği açısından da çok
önemli. Avrupa Birliği'nin terörden kurtulması, terör endişesinden kurtulması onlar için çok büyük bir nimet ve lükstür.
Bunu bir kere Türk İslam Birliği çok sağlam sağlar, kesin
sağlar. İslam alemindeki bütün çileler biter, bütün kargaşa
biter. Türk İslam devletleri Avrupa ayarında hatta onu da
geçen büyük bir medeniyet hamlesi yaparlar. Çünkü Türk
İslam devletleri potansiyel yönünden çok zengin devletler.
Çok zengin coğrafya. Fakat iyi organize edilemiyorlar. Yani mesela bugün Türkmenistan, Azerbaycan, buralar
muazzam potansiyeli olan yerler. Bunların Birliği
demek dünyanın en büyük medeniyeti demektir.
172
Harun Yahya - Adnan Oktar
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
AZERBAYCAN APA HABER AJANSI
RÖPORTAJI,16 AĞUSTOS 2008
Adnan Oktar: Türk İslam Birliği'nin olmadığı dönem hep acı dönemi olacaktır. Yani bunun çaresi
yok. Bunu Kafkaslarda da görürüz, başka bölgede de
görürüz, halen görmeye devam ediyoruz. Bunun önü sonu kesilmez, bu kan durmaz. Bunun tek çözümü Türk İslam Birliği'dir.
Bunu geciktirmek vebal altında bırakır insanları. Onun için, bizim
millet olarak, Türk milleti olarak bunun için var gücümüzle çalışmamız gerekiyor. Kazakistan, Azerbaycan, Türkiye, Doğu Türkistan,
bütün Türk Devletleri, Kırgızistan, hepimiz bir kere bu birliği acil
bir araya gelip halletmemiz gerekiyor. Geçen her gün zararımıza
ve aleyhimize olur Allah esirgesin. Bakın bugün Gürcistan'da
akan kanlar, Abhazların sıkıntısı, Rusların çektiği ızdırap, bunların
hepsinin kökeninde Türk İslam Birliği'nin olmaması yatıyor. Türkiye
bugün teklif etsin, "iki devlet, bir millet olarak Azerbaycan'la birleşelim" diye, inanın 24 saat sonra bunun cevabı olumlu gelir, inşaAllah. Suriye ile de öyle, Irak ile de öyle, yani bunu kabul etmeyecek hiçbir İslam ülkesi yok, hiçbir Türk devleti yok. Böyle bir bereketli, güzel, huzurlu birliği birisinin reddetmesi için yani ruhen
bir rahatsızlığı olması gerekir. Akıl alacak gibi değil bu. Bütün
dünyanın lehine biz bu yolda devam ediyoruz, inşaAllah
bu birlik gerçekleşecek bu bunların alameti, Allah
gösteriyor. Bu birlik olmadığında neler olur onu
gösteriyor.
173
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İslam'ın yayılışı sırasında fethedilen topraklarda uygulanan
adalet de, tüm toplumlara örnek olmuştur. Günümüzde de pek
çok Batılı düşünce adamının takdirle ve saygıyla andıkları bu
adalet anlayışı, o dönemde çok sayıda insanın ve halkın, kendi talepleri ile Müslümanların idaresine geçmelerine ve birçoğunun
da İslam'ı kabul etmesine vesile olmuştur. Peygamberimiz Hz.
Muhammed (sav) Kuran'da bildirilen adalet anlayışını en güzel
şekilde uygulamış, kendisini izleyen sahabe ve sonraki Müslümanlar da Peygamber Efendimiz (sav)'in bu üstün ahlakını uygulamaya devam etmişlerdir. Bu tavırlarıyla Allah'ın "Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır." (Araf Suresi, 181) ayetinde bildirdiği gibi, insanlar arasında adaleti sağlayan bir ümmet olmuşlardır.
İslam'ın insanlığa öğrettiği erdemlerden biri de, fikir özgürlüğü ve yönetime katılımdır. Bu, İslam'ın sosyal alandaki temel
emirlerinden biri olan istişarede ortaya çıkar. Allah, Müslümanlara işlerini istişare ile yürütmelerini, yani birbirlerine danışarak
hareket etmelerini emretmiştir:
Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri
kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak edenler. (Şura Suresi, 38)
İstişareyle hareket edildiğinde, hem bireyler eşit söz haklarını kullanmış olurlar, hem de bir karar alınacağı zaman gelişmeleri çok yönlü değerlendirme imkanı oluşur. Bu da, hata payını
azaltır, isabetli kararlar alınmasını sağlar.
İstişarenin en önemli yönü ise, farklı fikirler getirenlerin birbirlerine karşı saygılı ve anlayışlı davranmasıdır. İstişare ortamında önemli olan kimin fikrinin kabul edildiği değil, en doğru fikrin kabul edilmiş olmasıdır. Diğer bir deyişle, istişarenin ana
amacı toplum için en hayırlı, en isabetli kararların alınmasını sağ-
174
Harun Yahya - Adnan Oktar
lamaktır. İslam ahlakı, iman edenlerin kendi görüşlerinde ısrarcı
olmamalarını, vicdana, adalete ve hayra en uygun olan fikre kimden gelirse gelsin uymalarını gerektirir. Müminler "benim fikrim
kabul edilsin", "benim düşüncem en doğrusu" gibi kibire ve inatçılığa dayalı ısrarcılıktan sakınmalıdırlar, bunlar Allah Katında
güzel olmayan davranışlardır. "... Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle de buyurulduğu gibi, bir Müslüman, her zaman için kendisinden daha iyi
bilen biri olabileceğini, en isabetli düşünceye kendisinin sahip olduğunu iddia etmenin büyük bir yanlış olduğunu bilmelidir.
İşte İslam ahlakının söz konusu istişare prensibi, günümüzde
Türk İslam Birliği için önemli bir ışık tutmaktadır. Türk İslam Birliği de, Müslümanların istişare hakkını kullandıkları, yani hiçbir
baskı ve zor ortamı olmadan fikirlerini ifade edebildikleri, haklarının her yönüyle korunduğu, herkesin düşüncesinin hoşgörü ile
karşılandığı medeni ve hür bir siyasi kültür üzerine inşa edilmelidir. Böylece Türk İslam Birliği'nin öncülüğünde Müslüman toplumlar, insanların birbirlerinin görüşlerine saygı gösterdikleri,
eşitlik, adalet ve hürriyetin egemen olduğu, zulüm ve haksızlığın
tamamen ortadan kaldırıldığı toplumlar olacaktır. Böylece İslam
dünyası sadece Müslümanların huzurunu ve güvenliğini sağlamakla kalmayacak, dünyada kültür ve uygarlığın da
önderi konumuna gelecektir.
175
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
ASIA RFA RADYOSU RÖPORTAJI,
14 Haziran 2008
Adnan Oktar: Bu birlik bir işgal birliği değil, bir
egoist birlik değil. Bu bir sevgi birliği bir dostluk birliği ve
yardımlaşma birliği ve anlayış hoşgörü, ılımlık birliği ve laik zeminde olacaktır. Yani zemini laik zemine oturacak, bu çok
önemli. Laik olduktan sonra, barışçıl olduktan sonra, demokrasiyi savunan bir sistem olduktan sonra Çin'in bundan çekinmesi için bir sebep yok. Bu tabi İsrail'in de ferahlaması demektir.
Bütün bölgede çatışmanın bir anda durması demektir. Çünkü
Filistin de biliyorsunuz ızdırap içinde, ama İsrail de ızdırap
içinde. Her an başlarına bir bomba düşmesi ihtimali oluyor.
Her an bir şey olması ihtimali var. Duvarların içinde yaşıyor İsrail. Adeta esir oldular, kendi kendilerini esir ettiler. Duvarın
içine hapsettiler. Yıkalım o duvarları açalım. Gürül gürül oraya
ticaret arabaları gitsin. Otobüsler gitsin, kamyonlar gitsin. Gemiler gitsin deniz yoluyla bir ferahlık olsun. Çin'i de bu konuda ikna etmek için tabi bu daha çok sivil toplum kuruluşlarının
çalışmasıyla olabilir biraz... Çin'i bu gereksiz korkularından
kurtaracak, klasik devlet politikalarından vazgeçmesini sağlayacak bir düşünce bu. Çünkü klasik devlet politikasında ne yaparsın, çıkarı olan bir yer vardır gider orayı işgal edersin.
Adamları da ezersin, orada yaşarsın. Kan emerek yaşamaya gerek yok. Bu sevgiyle olur, dostlukla olur.
Yani yarasaya gider kan emerek yaşamak.
Çin'e yakışmaz bu... Bir pan Türkizm,
176
Harun Yahya - Adnan Oktar
bir pan İslamizm vardır. Bir de Türk İslam Birliği vardır. Pan Türkizim'de eğer insan isterse bunu
Türk ırkının dünya ırklarının üstünde olduğunu ve bütün
dünya ırklarının ona köle olacağı şeklinde yorumlayabilir.
Bundan tabi ki korkar insanlar. Yahut mesela İslam Birliği olarak düşünür. O katı kuralların hakim olduğu çok acımasız bir
sisteme dönüştürmeye kalkabilir şahıslar. Tarihin karanlıklarında biz bunu gördük. Daha önceki dönemlerde gördük. Ne o
ne o burada kastedilen. Bir kere burada laiklik sigortası var.
Sistem tam bir laik sitem üzerine oturacak bu çok önemli. Budist birinci sınıf insan olacak, ateist birinci sınıf insan olacak,
birinci sınıf vatandaş olacak. Müslüman birinci sınıf vatandaş
olacak. Hıristiyan birinci sınıf vatandaş olacak. Musevi birinci sınıf vatandaş olacak. Bu laiklikle sağlanacak. Ama bir coşkun sevgi ortamı ve güven ve tabi güçlü bir askeri birlik, askeri yapılanma. Nerede terör var. Kan akıtmaya da gerek yok.
Arkadaş dersin terörü kes. Adam durdurur, yani caydırıcı güç
karşısında bir insan uzatmaz. Dünyanın neresinde olursa olsun terör olduğunda ilgili şahsı çağırırsın, arkadaşım ayıp yapıyorsunuz bunu yapmayın dediğinde konu biter. Amansız
bir güç olacaktır çünkü Türk İslam Birliği'nin askeri gücü, akıl almaz bir güç olacaktır. Kime rica etse
konu biter. Dolayısıyla kargaşa bitecektir.
Ada let siz lik bi te cek tir. Onun için
kimse buna itiraz etmez.
177
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İs lam Dün ya sı nın Kal kın ma sı nı
He def Edin me li
İslam dünyasının en önemli sorunlarından biri de, Müslüman
ülkelerin büyük çoğunluğunun geri kalmışlığıdır. Bu nedenle Türk
İslam Birliği'nin öncelikli hedefleri arasında, İslam dünyasının kalkındırılması, fakir ülkelerin desteklenerek ekonomik sorunlarının
çözülmesi gelmelidir. Tüm Müslüman ülkelerde;
- Yoksullukla mücadele edilmeli,
- Yeni yatırımlar teşvik edilerek iş imkanları oluşturulmalı,
- Toplumsal düzen ve istikrar sağlanmalı,
- Sosyal adalet garanti altına alınmalı, ekonomik eşitsizlikler
ortadan kaldırılmalı,
- Uluslararası ve bölgesel ilişkiler ve iş birlikleri güçlendirilmelidir.
İslam dünyası içinde maddi farklılıklardan kaynaklanan sıkıntıların azaltılması gereklidir. Ekonomide, siyasi alanda ve hepsinden önemlisi kültürel sahada Müslüman ülkeler arasında gerçekleştirilecek bir bütünlük, geri kalmış olanların hızla ilerlemesine, gerekli imkana ve alt yapıya sahip olanların bunları en verimli
şekilde kullanabilmelerine olanak tanıyacaktır. Böyle bir bütünlüğün sağlayacağı faydalardan biri de ekonomide büyüme ile bilim
ve teknoloji alanında yaşanacak gelişme olacaktır.
Ekonomik büyüme, bilim ve teknolojiye yapılacak yatırımları artıracak, teknolojinin ilerlemesi ekonominin daha da hızla
büyümesini sağlayacaktır. Ekonominin gelişimi ile birlikte eğitim seviyesinde de doğal bir yükselme olacak, toplum çok yönlü gelişecektir. Türk İslam Birliği çatısı altında bireylerin vize ve
sınır engeli olmadan rahatça hareket edebildikleri, ticaret serbestliğinin olduğu, serbest girişimciliğin desteklendiği bir sistem, İslam dünyasının hızla kalkınmasına aracı olacaktır.
178
Harun Yahya - Adnan Oktar
Azerbaycan ve Endonezya'daki
petrol çıkarma çalışmaları.
179
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
180
Harun Yahya - Adnan Oktar
Çöllerin tarım yapılabilir alanlara çevrilmesi için yürütülen
projeler, Müslüman ülkelerin ekonomik kalkınması açısından büyük önem taşımaktadır. Mısır, Ürdün ve Fas'ta bu
yönde yürütülen projelerde önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Müslüman ülkeler arasında kurulacak ekonomik iş birliğiyle, bu ve benzeri projelerden çok daha verimli sonuçlar almak mümkün olacaktır.
181
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Bu kalkınma hareketi, doğal olarak Müslüman ülkelerin
hızla modernleşmelerini ve ileri toplumlar seviyesine ulaşmalarını sağlayacaktır. Müslümanların ekonomi kültürünün Batı toplumların bir kısmına egemen olan hedonist (zevk merkezli) ekonomik kültürden farklı olduğunu ve olacağını da burada hemen
belirtmek gerekir. İslam'da da Batı toplumlarında olduğu gibi
serbest ekonomi geçerlidir. Özel mülkiyet hakkı vardır ve herkes
dilediği gibi teşebbüste bulunabilir. Ancak, elde edilen kazancın
değerlendirilmesi konusunda, İslam ahlakı, bireylere ahlaki sorumluluklar getirerek, toplumda sosyal adalet kurulmasını sağlar. Zenginlerin kazancında fakirler için de bir pay vardır ve en
önemlisi, bu zenginlerden zorla toplanan bir vergi değil, onların
inançları nedeniyle gönül rızasıyla verdikleri bir bağıştır. İslam'da sosyal adalet, sosyalist sistemlerin deneyip de başaramadığı gibi merkezi planlamayla ve yönetimlerin baskısıyla değil,
topluma egemen olan ahlaki değerlerle sağlanır. Öte yandan İslam ahlakı, zenginleri aşırı tüketimden ve israftan da sakındırır.
Din ahlakından uzaklaşan toplumlarda yaşanan ahlaki
çöküntü ve dejenerasyon günümüzde pek çok ülkenin
önemli sorunları arasında yer almaktadır.
182
Harun Yahya - Adnan Oktar
Bu, kuşkusuz, tek amacı daha çok tüketmek olan, olabildiğince bencil, daha çok elde edebilmek için diğerlerini ezmekten
sakınmayan, insanlara saygısını ve sevgisini kaybetmiş bireylerden oluşan materyalist toplum modelinden çok farklıdır. Bu toplum modeli, son iki yüzyıldır Batı dünyasının bir kısmında giderek egemen hale gelmekte, ahlaki değerleri dejenere ederek insanları yozlaştırmaktadır. Ve bugün pek çok Batı ülkesi bu çürümenin neticesi olan uyuşturucu, fuhuş, rüşvet, kumar, alkol, organize suçlar gibi sorunlarla mücadele edebilmek için çaba harcamaktadır. Bunun da ötesinde, Batı toplumlarında dini inançların zayıflaması sonucunda bir "anlam krizi" doğmuştur: Hayatı
sadece birtakım maddi zevk ve menfaatleri kazanmaya odaklayan materyalist felsefe, insanların ruhunu tatmin etmemekte, onları boşluğa ve amaçsızlığa sürüklemektedir. Özgürlük adı altında, insanı kendi tutkularının esiri haline getirmektedir.
İslam ahlakı ise insanları, zihinleri üzerinde baskı oluşturan
her türlü endişeden ve korkudan kurtarır. İman edenler, yalnızca
Allah'tan korkar ve yalnızca O'nun rızasını kazanmak için gayret
ederler. Rabbimiz'e karşı sorumluluklarının farkındadırlar, her
zaman vicdanlarının emrettiği gibi yaşarlar ve bu vicdani rahatlık
sayesinde huzurlu ve dengelidirler. Çevrelerine sürekli hayır ve
güzellik sunarlar. İslam ahlakı, insanları, onları manevi baskı altına alan kıskançlık, hırs, gelecek korkusu, ölüm korkusu gibi din
ahlakına uygun olmayan anlayış ve korkulardan kurtarır, onlara
Allah'a teslimiyetin özgürlüğünü ve rahatlığını yaşatır.
Dolayısıyla Türk İslam Birliği'nin teşvik edeceği ve başlatacağı kalkınma ve gelişme de, Batı'daki kalkınmanın birebir aynısı olmayacaktır. Batı'nın kalkınması sırasında, çok büyük toplumsal adaletsizlikler yaşanmıştır. Örneğin Ba tı'nın ge li şi mi nin ön cü sü olan İngiltere'de, 18. ve 19. yüzyıllar boyunca, kor-
183
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
452 metre yüksekliğindeki
Malezya'daki Petronas İkiz
Kuleleri, dünyanın en uzun
binalarıdır.
Harun Yahya - Adnan Oktar
185
186
İslam ahlakı, insanları aşırı tüketimden ve israftan sakındırır. Bu, İslam
ah la kı nın ya şan dı ğı top lum lar da,
sosyal adalet kurulmasını sağlar. İslam'da sosyal adalet, topluma egemen olan ahlaki değerlerle sağlanır.
Dolayısıyla, gerçek Kuran ahlakının
yaşanması ve Müslümanların birlik
içinde olmaları, İslam dünyasının
çok daha müreffeh ve aydınlık olmasına vesile olacaktır.
187
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
kunç bir sömürü hakim olmuştur. Çalışan sınıfa çok kötü şartlarda iş ve yaşam imkanı sunulmuş, 7-8 yaşındaki küçük çocuklar
bile pis kömür ocaklarında günde 16 saat çalıştırılmış, bunların
çoğu 20 yaşına varamadan ölmüştür. 1840'lı yıllarda Manchester'da bir maden işçisinin ortalama ömrünün 17 yıla kadar düştüğü bilinmektedir.15 Öte yandan zenginler ise abartılı bir lüks ve
israf içinde yaşamışlardır. Tüm sanayileşen Batı ülkelerinin bu
acı deneyimleri yaşadığı, Batı'nın yükselişinin milyonlarca fakir
insanın ezilmesiyle sağlandığı, tarihin bilinen bir gerçeğidir.
İslam ahlakının egemen olacağı bir toplumun kalkınma modeli ise, sosyal adaleti de içinde barındıracaktır. Batı'daki adaletsizlikler, o dönemde Batı'ya egemen olan materyalist felsefelerin
"insan doğası" hakkındaki yanlış tanımından doğmuştur. İslam
ahlakı ise insanların, hem atak ve girişken, hem de merhametli,
özverili ve adaletli olmalarını sağlar. Nitekim tarihte de böyle olmuştur. İslam medeniyetinin büyük yükselişi boyunca, Müslümanlar aynı zamanda ekonomide de dünya lideri olmuş, özellikle ticarette büyük başarılar kazanmışlardır. Ancak bu zenginleşme, bir grup zenginin elinde kalmamış, İslam ahlakı gereğince
tüm topluma yayılmıştır. İslam medeniyetinin sosyal yardımlaşma kurumları olan vakıflar, külliyeler, aş evleri, kervansaraylar,
halka açık hamamlar, kütüphaneler; İslam'da refahın ve kültürün sadece bir zümrenin elinde kalmadığını, tüm topluma yayıldığını göstermektedir. Çağımızda da Türk İslam Birliği'nin ortaya koyacağı kalkınma modeli bu olmalıdır.
Türk İslam Birliği'nin kalkınma modeli hakkında belirtilmesi
gereken bir diğer husus ise, açık görüşlülüktür. İslam ahlakı, Müslümanların açık görüşlü olmalarını, yani diğer kültürlerle ilişki içinde
bulunmalarını ve onların tüm kazanımlarından yararlanmalarını öngörür. Nitekim bu nedenle İslam'ın ilk yüzyıllarında Müslüman
188
Harun Yahya - Adnan Oktar
Nadir Divan Begi
Medresesi, 1622,
Buhara
189
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Alaaddin Kervansarayı, 1229, Aksaray
17. yüzyıla ait bir kervansaray, Pencap
Shir Dar ve Tilla Kari Medreseleri, Semerkand
190
Harun Yahya - Adnan Oktar
191
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
düşünürler ve bilim adamları, Eski Yunan, Çin, Hint gibi eski medeniyetlerin eserlerini incelemiş, buradan pek çok bilgi edinmiş ve sonra da
bu bilgileri İslami bir bilinçle geliştirip zenginleştirmişlerdir. Bugün de
İslam dünyası, başta Batı olmak üzere, dünyanın diğer medeniyetlerinin kültürlerini yakından incelemek, birikimlerinden yararlanmak,
bunları kullanarak ve özümseyerek daha ileri götürmek durumundadır.
İslam dünyasını diğer kültürlerden izole etmek, içine kapalı hale getirmeye çalışmak ise kuşkusuz, Müslümanlara fayda getirmeyecek bir
yöntemdir. Yapılması gereken, Müslümanların teknolojinin tüm imkanlarını din ahlakına en uygun olacak şekilde kullanmalarıdır. Örneğin İslam ahlakına karşı materyalist bir ahlakı empoze eden bazı filmlere karşı
yapılması gereken, Müslümanların kendi sinema endüstrilerini kurmaları, insanlara doğruyu ve güzeli öğretecek filmler yapmalarıdır. Eğer bazı
sanat anlayışları birtakım olumsuz unsurlar içeriyorsa, bunun çözümü, o
sanattan daha güzelini ve görkemlisini İslami bir içerikle üretmektir. Eğer
insanlar kentlerin görkemine, temizliğine, konforuna, canlılığına hayranlık duyuyorlarsa, Müslümanlar daha güzel kentler kurmalı, dünyayı
daha çok güzelleştirmelidirler.
Müslümanların, geçmişte inşa ettikleri büyük medeniyetin bir
benzerini bugün de inşa etmeleri elbette mümkündür. Bunun için
Kuran ahlakının getirdiği estetik ve sanat anlayışının, açık görüşlülüğün, adaletin ve itidalin yaşanması gereklidir. İslam'ın sanatı, kültürü, medeniyeti yalnız Müslümanlara değil tüm insanlığa refah getirecektir. Dünyanın en büyük kütüphaneleri,
192
Harun Yahya - Adnan Oktar
en görkemli binaları, en temiz sokakları, en aydınlık caddeleri, en
iyi okul, hastane ve üniversiteleri kurulacak, tüm insanlar bu imkanlardan ve güzelliklerden eşit olarak faydalanacaklardır.
İslami bir merkezin önderliğinde İslam medeniyetinin yeniden
yükselişi sağlanabilir ve 21. yüzyıl İslam dünyası için aydınlık bir
yüzyıl olabilir. Küreselleşmenin gün geçtikçe hız kazandığı bu dönemde, Müslüman ülkeler de aralarındaki her türlü engeli kaldırıp,
bilimde, teknolojide, ticarette ortak girişimlerde bulunmalı, İslam
dünyasının menfaati için birlik halinde hareket etmelidirler.
Hatırlatılması gereken son bir gerçek de, aslında Müslümanlara göre dünyanın "Batılılar" ve "Müslümanlar" diye kutuplara ayrılmış olmadığıdır. Öncelikle, Batılılar büyük ölçüde Kitap Ehli'dirler ve dolayısıyla Müslümanlarla pek çok ortak imani ve ahlaki değeri paylaşmaktadırlar. Bu nedenle Batı kültürünün içindeki pek
çok unsur da -örneğin inanç özgürlüğü, demokrasi, aile değerleri
gibi- İslam ahlakının özüne uygundur. Öte yandan Batı'da pek çok
insan İslam'ı seçmiştir ve seçmeye de devam etmektedir. Bugüne
kadar Batı dünyasına İslam ahlakının doğru bir şekilde ve tam anlamıyla anlatılamadığı göz önünde bulundurulursa, gelecekte Batı'da daha pek çok kişinin Müslüman olacağı tahmin edilebilir.
Müslümanların Batı'ya ve onun kültürüne bu gözle bakmaları gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki, son iki yüzyıldır materyalist felsefenin etkisi altındaki Batı dünyasındaki bazı çevrelerin de bu yanılgıdan kurtarılması gerekmektedir ve bu da Müslümanlar için bir sorumluluktur.
193
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
ASSOCIATED PRESS OF
PAKISTAN RÖPORTAJI,
6 EYLÜL 2008
Adnan Oktar: Bir tane tuğlayı alırsak, hiçbir şey
olmaz, ikinci tuğlayı alırsak yine bir şey olmaz. Ama tuğlaların hepsini biraraya getirirsek, sıvarsak, süslersek, ahşap
kaplarsak, saray yaparız. Şimdi İslam alemi de böyle, tuğlalar
halinde, dağınık. Öyle olunca da bir sanat, medeniyet, güzellik,
estetik ve akıl ortaya çıkmıyor. Birlik ve beraber olduğunda, toplu hareket edildiğinde bu güzellik ortaya çıkar. Bunun için de bu birliğin
bütün İslam ülkelerince resmi olarak desteklenmesi lazım ve hiç geciktirilmeden. Mesela Gürcistan ile Rusya arasında bir sorun çıktı. Türk
İslam Birliği olsa böyle birşey olmaz. Hemen halledilir, çünkü Rusya'ya da saygı gerekir, bunlar güzel insanlar Ruslar, Gürcüler de güzel insanlar. Bunlara da saygı gerekir. Arabulucu olacak kimse yok
şimdi bölgede. Halbuki makul bir akıl vardır, değil mi? Tutarlı bir akıl
vardır, en makul kararlar verilir, en makul neticeler alınır ve her iki tarafın lehine, her iki tarafın faydasına kararlar çıkarılabilir. Ama böyle olmuyor, her iki tarafın da aleyhine kararlar çıkıyor. Her iki taraf
da sonunda rahatsız oluyor ve sonunda bu tip kargaşalar oluyor. Türk
İslam Birliği, bölgenin ve dünyanın ağabeyi olmuş olacak. Bir manevi fedakarlık sistemi bu, bir çıkar sistemi değil bu. Ama güzel ahlaklı
olunca tabi otomatik olarak bir bereket ve bolluk da olur Allah'ın izniyle. Tabii ki petroller, madenler en mükemmel şekliyle işlenecektir.
Bunlardan hem Avrupa istifade edecektir, hem Çin, hem Rusya, hem
Türk İslam alemi istifade edecektir. Ama şu an mesela, Afganistan'ın
ne madenleri, ne petrolleri işlenemiyor. Mesela Doğu Türkistan'daki
madenler, petroller tamamen yeraltında şu an ve işlenemiyor. Türkiye'nin de tabi kapasitesi malum, yani belirli bir kapasitesi
var. Bu kadar gücün biraraya gelmesi, yani inanılmaz
bir güç demektir ve muhteşem bir medeniyetin kökenini içinde taşıyor. Bunu görüyoruz. Muhteşem
bir medeniyetin bu kökenden çıkacağı
açık açık anlaşılıyor.
194
Harun Yahya - Adnan Oktar
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
KUŞADASI TV RÖPORTAJI,
14 TEMMUZ 2008
Sunucu: Türk İslam Birliği ile ilgili bize neler söyleyebilirsiniz, yani birçok kişi bunu ütopik olarak değerlendiriyor. Birçok kişi böyle bakıyor olaya. Bunun olacağına gerçekten inanıyor musunuz?
Adnan Oktar: Şimdi Konya, İzmir, Adana Allah esirgesin
bizden ayrı olsaydı, biz de deseydik ki "Biz kardeşiz, nasıl oluyor bu iş? Biz birleşiriz." Biri de dese ki "Bu ütopik, olur mu öyle
şey, ne alakası, bunlar ayrı ayrı" dese, bunun bir mantığı var mı,
yok. Aynı şekilde Türk devletlerinden de bizim ayrı olmamızın hiçbir mantığı yok. Yani aynı dindeniz, aynı dili konuşuyoruz, aynı
ırktan geliyoruz. Her şeyimiz aynı. Kültürümüz, ananemiz, örfümüz, ayrı olması için hiçbir sebep yok. Onun için bu ülkelerin arasında, Türk devletlerinin ve İslam ülkelerinin arasında bir kere pasaport olayının kalkması gerekir, vize olayının da kalkması gerekir. İstediği gibi gidip gelsin insanlar. Ticaret alabildiğine rahat olsun, bağlantılar alabildiğine rahat olsun. Avrupa Birliği'nde oluyor da bu Türk İslam Birliği'nde niye olamıyormuş? Avrupa Birliği'nde isteyen istediği ülkeye gidiyor, istediği gibi yerleşiyor. Pasaport kullanmıyor, vize de kullanmıyor. Peki biz kardeşler olarak
niçin bunu yapamıyoruz? Yani hiçbir sebep yok, tabii ki olur. En
güzel manzaraları olan, en güzel coğrafyası olan ülkelerdir Türk
İslam devletlerinin olduğu ülkeler ve dünyanın en zengin maden kaynakları var bu coğrafyada. En zengin petrol
kaynakları var bu coğrafyada. Un var, yağ var,
şeker var, sadece helva yapılacak. Bu bütün
Türk halkının isteği.
195
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Birleşik Arap
Emirlikleri
196
Harun Yahya - Adnan Oktar
Malezya
197
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Ubadiye
Mescidi,
Malezya
198
Harun Yahya - Adnan Oktar
İran
199
Günümüzde dünya siyaseti, ülkelerin uluslararası bir
birlik içinde yer almasını, bir ülkenin ulusal güvenliği ve
ekonomik çıkarları için zaruri hale getirmiştir. Genelde
coğrafi konumların temel alındığı bu devletlerarası iş birliklerinde, yer altı kaynakları, ticaret alanları ve hatta kültürel değerler de önemli bir rol oynamaktadır. Aynı coğrafya içinde yer alan pek çok ülke, bu tarz örgütlerin çatısı
altında kaynaklarını birleştirmekte, ortak savunma paktları oluşturmakta, farklı alanlarda iş birliğine gitmektedir.
Kurulan bu teşkilatlarla, barışın korunması, silahlanmanın
kontrol altına alınması, uyuşmazlıkların diplomasi yoluyla çözümlenmesi, ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanması, insan hakları ve demokrasi gibi evrensel değerlerin
korunması hedeflenmektedir. NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı), AGİT (Avrupa Güvenlik ve İş birliği
Teşkilatı), AB (Avrupa Birliği), NAFTA (Kuzey Amerika
Serbest Ticaret Alanı), OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler
Birliği), ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği), G-7 (7
Sanayileşmiş Ülke), D-8 (Kalkınmakta Olan 8 Ülke), APEC
(Asya Pasifik Ekonomik İş birliği) gibi teşkilatlar uluslararası siyasi, askeri ve ekonomik iş birliklerinin önde gelen
kurumlarındandır.
Bu kuruluşlar zaman içinde üye sayısının artması,
kapsadıkları coğrafi alanda değişiklikler olması, etkinlik
sahalarının genişlemesi gibi nedenlerle yapısal değişime
uğramaktadırlar. Hepsi 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kurulmuş olan bu teşkilatlar, gerçekten de dünyada istikrar ve düzenin sağlanmasına önemli katkıda bulunmuşlar, ekonomik ve sosyal kalkınmada büyük rol oynamışlar-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
dır. Bu kuruluşlara üye olan ülkeler, kendilerini hem ekonomik
ve askeri olarak koruma altına almakta hem de kendi bölgelerinde ve uluslararası sahada daha etkin bir pozisyon kazanabilmektedirler. Gelişmiş ülkeler dahi bu tarz ortaklıklara ihtiyaç duymaktadır. Serbest ticaret alanlarının oluşturulması, bölgesel ticari anlaşmalar, gümrüklerin kaldırılması ve hatta ortak para birimine geçilmesi (AB'de olduğu gibi) üye ülkelerin geleceklerini
güvence altına almaktadır. Ortak savunma paktları ise, üyelerin
askeri giderlerini sınırlandırmalarına imkan tanımakta, bu alana
yapılacak yatırımlar kültür ve eğitim alanına kaydırılabilmektedir.
Benzer bir teşkilatlanmanın Müslüman ülkeler için de önemli faydaları olacağı açıktır. Hem ekonomik hem de teknolojik olarak kalkınmaya ihtiyaç duyan Müslüman ülkelerde istikrarın
sağlanması için atılacak en önemli adım, İslam dünyasının merkezi bir teşkilat, yani Türk İslam Birliği altında birleşmesi olacaktır.
Eko no mik Güç len me ve Re fah Ar tı şı
Ekonomik iş birliği, hem istikrarın sağlanması hem de kalkınma açısından önemlidir. Pek çok Müslüman ülkenin acil ihtiyacı, ekonomisinin istikrara kavuşması ve sağlam temeller üzerine oturtulmasıdır. İslam dünyasında endüstrinin gelişimine
önem verilmesi, gerekli yatırımların yapılması zaruridir. Bütün
olarak bir kalkınma projesi geliştirmek gerektiği de açıkça görülmektedir. Eğitim, ekonomi, kültürel yapı, bilim ve teknoloji birarada gelişmelidir. Bir yandan çalışma alanları teknolojik olarak
geliştirilirken, öte yandan çalışanların eğitim düzeyinin ve kalitesinin artırılması sağlanmalıdır. Toplumlar daha üretici olmaya
özendirilmelidir. Çoğu Müslüman ülkede yaşanan yoksulluğun,
202
Harun Yahya - Adnan Oktar
eğitimsizliğin, gelir dağılım dengesizliğinin ve diğer sosyo-ekonomik sıkıntıların ortadan kaldırılmasında ekonomik iş birliklerinin büyük katkısı olacaktır. Serbest ticaret alanları oluşturularak, gümrük birliği sağlanarak ve ortak pazarlar meydana getirilerek bu iş birliği kurulabilir.
Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğu hem jeo-stratejik olarak avantajlıdır, hem de doğal gaz ve petrol başta olmak üzere değerli enerji kaynaklarına ve doğal zenginliklere sahiptir. Ne var
ki, bu kaynaklar ve stratejik imkanlar çoğu zaman gereği gibi değerlendirilememektedir. İslam dünyasında insanların %86'sının
yıllık geliri 2000 doların altında, %76'sının geliri 1000 doların altında, %67'sinin geliri ise 500 doların altındadır. Bu durum, İslam
dünyasının toplamda sahip olduğu imkanlarla büyük bir tezat
oluşturmaktadır.13 Batı tarafından tüketilen petrolün yaklaşık yarısı bu coğrafyadan ihraç edilmekte, dünya tarım ürünlerinin
%40'ı da yine bu bölgede üretilmektedir.14 Dünya ekonomisinin
başta Basra Körfezi bölgesi olmak üzere, İslam coğrafyasından ihraç edilen petrol ve gaza bağımlı olduğu, pek çok ekonomist ve
stratejist tarafından da açıkça
ifade edilmektedir.15
Sadece Basra Körfezi böl-
203
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
ge si, bu gü ne ka dar keş fe dil miş dün ya pet rol re zerv le ri nin
2/3'sini barındırmaktadır. Yapılan araştırmalar yalnızca Suudi
Arabistan'ın ispatlanmış 262 milyar varil rezervi olduğunu göstermektedir ki, bu da dünya petrolünün %25.4'ü demektir. Dünya petrol rezervlerinin %11'i Irak, %9.6 Birleşik Arap Emirlikleri,
%9.2'si Kuveyt, %8.6'sı İran, %13'ü diğer OPEC ülkelerine ve geri kalan %22.6'sı da dünyanın diğer ülkelerine aittir.16 Üstelik
ABD Enerji Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar, Körfez
bölgesinin petrol ihracatının 2000 ile 2020 yılları arasında %125
artacağını göstermektedir.17 Bu, tıpkı bugün olduğu gibi gelecekte de, dünya enerji ihtiyacının büyük ölçüde Körfez'den sağlanacağı anlamına gelmektedir. Petrolün yanı sıra, Ortadoğu'nun
dünya gaz rezervinin yaklaşık %40'ına sahip olduğu gerçeğinin
de göz ardı edilmemesi gerekir. Bunun %35'e yakını Körfez bölgesindedir.18
Öte yandan Cezayir, Libya ve diğer bazı Kuzey Afrika ülkerinin toplam rezervleri ise dünya rezervlerinin %3.7'sidir.
Ayrıca Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de doğal gaz ve petrol açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Örneğin Kazakistan'da şu ana kadar tespit edilmiş petrol miktarının 10-17.6
milyar varil olduğu bildirilmektedir. Doğal gaz kapasitesi ise 5383 trilyon küp olarak tahmin edilmektedir. Türkmenistan'ın doğal gaz yataklarındaki miktar ise 98-155 trilyon küp olarak hesaplanmaktadır ve Türkmenistan dünyanın dördüncü en büyük
doğal gaz üreticisidir.19 İslam ülkelerinin bazıları da çok değerli
maden yataklarına sahiptir. Örneğin Özbekistan ve Kırgızistan
altın üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Türkiye,
önemi son yıllarda daha da iyi anlaşılmış olan bor madeni açısından dünyanın en zengin rezervlerinden birine sahiptir. Tacikistan dünyanın en büyük alüminyum işleme tesislerine sahiptir.
204
Harun Yahya - Adnan Oktar
Müslüman ülkelerin bu avantajı, bazılarınca enerji yüzyılı
olarak adlandırılan 21. yüzyılda daha da önem kazanacaktır.
Enerji, günümüz toplumlarında sanayi, ulaştırma, kentleşme ve
askeri bakımdan toplum hayatının temel taşlarından biridir.
Üretim ve iktisadi faaliyetlerin gerçekleşebilmesi için öncelikli
olarak enerjiye ihtiyaç vardır. Bu nedenle 21. yüzyılda enerji kaynaklarının denetim altına alınması ve bu alanda üstünlük sağlamak için büyük bir çaba harcanacaktır. Ne var ki İslam coğrafyası sahip olduğu bu avantajdan gereği gibi faydalanamamaktadır.
Çoğu ülkede -kaynaklar zengin olmasına rağmen- üretimi artıracak ya da çıkarılan kaynağın ülke sanayisinde kullanılmasını
sağlayacak gerekli alt yapı ve teknolojik imkanların yetersiz olması, bu zenginliklerin ülke ekonomisine katkısını sadece ihracatla sınırlamaktadır. Bu ülkeler kendi sanayi komplekslerinde
petrolü işleyip kullanma, sanayilerini geliştirme imkanına sahip
değillerdir. Bunun da ötesinde, kimi Müslüman ülkeler, yer altı
kaynakları konusunda gerekli araştırmayı yapacak, mevcut kaynakları tespit edip çıkarılmasını sağlayacak imkandan dahi yoksundurlar. Yabancılar tarafından yapılan araştırmalar ve incelemeler, -bilinen noktalar dışında da- diğer bazı Müslüman ülkelerde de petrol ve doğal gaz olduğunu ortaya koymakta, ancak
bu ülkeler bu kaynaklardan hiç faydalanamamaktadırlar.
El bet te yer al tı kay nak la rı nın doğ ru de ğer len di ri le me mesi, Müslüman ülkelerin tek ekonomik sorunu değildir. Ancak bu noktadan hareketle, diğer pek çok soruna çözüm geliştirmek mümkündür. Müslüman ülkelerin ekonomilerinin işleyişi ve ekonomik yapıları arasında farklılıklar vardır. Bazı
ül ke le rin eko no mi si yer al tı zen gin lik le ri ne (pet rol zen gi ni
ül ke ler de ol du ğu gi bi) da ya lı iken, ba zı la rı nın eko no mi si
(coğrafi yapılarının elverişli olması nedeniyle) tarıma dayalı-
205
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
206
Harun Yahya - Adnan Oktar
1990 yılında Sovyetler Birliği'nden ayrılan ve 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Kazakistan'da, oldukça
zengin doğal gaz ve petrol yatakları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, Sovyetler'in toplam ekilebilir alanının
1/5'ine sahip olan Kazakistan tarım açısından da geniş
imkanlara sahiptir. Uzaya ilk insanlı mekiğin gönderildiği Baykonur Uzay Üssü de Kazakistan sınırları içinde
yer almaktadır.
207
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Harun Yahya - Adnan Oktar
İslam ülkeleri arasındaki ortak girişimler sayesinde, hem ülkeler karşılıklı olarak birbirlerinin tecrübelerinden istifade edecekler,
hem de oluşturulan yatırım sahaları her iki
tarafın ekonomisi için de gelir kaynağı olacaktır. Her ülkenin sahip olduğu farklı coğrafi ve ekonomik koşullar birer zenginliğe dönüşecek, bolluk ve bereket artacaktır.
209
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
dır. Bu farklılık kısmi de olsa toplum yapıları için de geçerlidir.
Kimi ülkelerde çoğunluk kırsal kesimde yaşarken, kimi ülkelerde şehir kültürü daha hakimdir. Ancak bir ülkenin diğerini eksik
yönde desteklemesi, birinin diğerinin ihtiyacını karşılaması, herkesin uzmanlaştığı konularda diğerlerine yardımcı olması ile bu
farklılıklar önemli bir zenginlik kaynağına dönüştürülebilir. Bu
da Türk İslam Birliği ile sağlanabilir.
Yapılacak ortak yatırımlar ve ortak girişimler bu noktada
önemli bir adım olacaktır. Ortak girişimler sayesinde, hem ülkeler karşılıklı olarak birbirlerinin tecrübelerinden istifade edecekler, hem de oluşturulan yatırım sahaları her iki tarafın ekonomisi için de gelir kaynağı olacaktır. Müslüman ülkelerin birbirlerine ekonomik destek vermeleri, daha önce de belirttiğimiz gibi,
İslam ahlakına da uygundur. İhtiyaç içinde olana yardım etmek
ve sosyal dayanışma Müslümanların önemli özelliklerindendir.
Kuran'da pek çok ayette, ihtiyaç içinde olanların korunması bildirilmiştir. Toplum içindeki sosyal yardımlaşmanın toplumlararası düzeyde de yürütülmesi gerekir. Üstelik bir iş birliği kapsamında gerçekleşecek ülkelerarası yardımlaşma tek yönlü olmayacaktır. Böylece hem iş imkanları artacak hem de her iki toplumda da gelir seviyesi yükselmeye başlayacaktır. Bir ülkede
petrol üretilirken, belki bir diğerinde bu petrol işlenecek, tarım
imkanları sınırlı olan bir İslam ülkesinin ihtiyaçları tarım zengini ülkeler tarafından giderilecektir. İş gücü sınırlı olan bir ülkenin bu eksikliği bir başka İslam ülkesi tarafından karşılanacak, iş
gücü olan ancak sanayisi gelişmemiş ülkelerde de, gelişmiş olanlar çeşitli yatırımlar yapabileceklerdir. Yatırımın yapıldığı ülke
gibi, yatırımı yapan veya yatırıma katkıda bulunanlar da bu durumdan gelir elde edeceklerdir. Bilgi birikimi ve tecrübe paylaşımı bereketi artıracak, teknolojik gelişmelerden tüm Müslümanlar gereği gibi yararlanacaklardır.
210
Harun Yahya - Adnan Oktar
İslam dünyasının imkanlarını ve gücünü birleştirmesini
sağlayacak ortak girişimlerle, yüksek teknoloji ürünü olan pek
çok malzeme Müslüman ülkelerde de üretilebilecektir. Oluşturulacak İslam ortak pazarı sayesinde, bir ülkede üretilen ürünler,
gümrük, kota gibi sınırsal engellere takılmadan bir diğer ülkede
kolaylıkla pazarlanabilecektir. Ticaret alanı genişleyecek, tüm
Müslüman ülkelerin pazar payı artacak, ihracat gelişecek, bu,
Müslüman ülkelerdeki sanayileşme sürecini hızlandıracak, ekonomide sağlanacak kalkınma ile teknolojide de gelişme yaşanacaktır. Müslüman ülkeler diğer yatırım gruplarına karşı ortak bir
güç olarak hareket edebilecek ve küresel ekonominin önemli bir
parçası haline geleceklerdir.
Müslüman halkların refah seviyesi ve yaşam standartı yükselecek, İslam dünyasındaki eşitsizlikler ortadan kalkacaktır.
211
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Fas
Tunus
Fas
212
Harun Yahya - Adnan Oktar
Tunus
Amman
213
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Körfez, Pasifik ve Kuzey Afrika ülkeleri arasında zaten mevcut
bölgesel serbest ticaret anlaşmaları bulunmaktadır. Türkiye'nin
de dahil olduğu ekonomik iş birlikleri İslam dünyasında yürümektedir. Bazı yerlerde ise ikili iş birlikleri söz konusudur. Ancak bunların kapsamlarının genişletilmesi, tüm Müslüman ülkelerin haklarının ve menfaatlerinin korunduğu, hepsinin kalkınmasının sağlandığı bir iş birliğinin kurulması daha yararlı olacaktır.
Tüm bunlar ancak merkezi bir kurumun önderliği ve koordinasyonuyla gerçekleştirilebilir. Bunun sağlanması ise, öncelikle İslam ülkelerinin gerçek Kuran ahlakının ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetinin gerektirdiği ahlak yapısını toplumlarında
yerleştirmeleri, kısacası İslami bir kültürel uyanışla mümkündür. Türk İslam Birliği, hem bu kültürel uyanışa, hem de onun
sonuçları olan siyasi ve ekonomik iş birliklerine öncülük etmelidir. İslam'ın Müslümanlar arasındaki dayanışma konusundaki
hükümleri, bu konuda tüm Müslümanlar tarafından dikkate
alınmalıdır. Allah Kuran'da insanlara mal hırsından korunmayı,
ihtiyaç içinde olanları koruyup gözetmeyi ve yardımlaşmayı emretmiştir. İman edenlerin mallarında, ihtiyaç içinde olanlar için
bir pay vardır. (Zariyat Suresi, 19) Konuyla ilgili bazı ayetler şu
şekildedir:
Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve
Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını
sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur
Suresi, 22)
Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği
kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından
214
Harun Yahya - Adnan Oktar
bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)
Ayrıca Kuran'da Rabbimiz, iman edenlerin birbirlerinin velileri olduğunu bildirmiştir. (Tevbe Suresi, 71) Dost, yardımcı,
destekçi, koruyucu gibi anlamlar içeren "veli" sözcüğü, Müslüman toplumlar arasındaki dayanışmanın ve desteğin önemini
vurgulamaktadır. İslam ülkeleri arasında, kardeş olmanın bilinci
ile kurulacak iş birlikleri, Müslümanlara refah ve bolluk getirecek, İslam dünyasının yıllardır önemli sorunlarından biri olan
yoksulluğun ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. Unutmamak
gerekir ki, Kuran ahlakının hakim olduğu toplumlarda, açlık,
yokluk ve fakirlik gibi sorunlarla karşılaşılmaz. Müslümanlar,
akılcı, ileri görüşlü politikalar izleyerek, diğer toplumlar ve ülkelerle iyi ilişkiler kurarak, ticaret ve kalkınmaya önem vererek, diğer kültürlerin birikimlerinden yararlanarak, kendi toplumlarını
geliştirirler. Tarihte böyle olmuştur ve yakın gelecekte de Türk
İslam Birliği önderliğinde, Allah'ın izni ile, yine böyle olacaktır.
215
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
MPL RÖPORTAJI,
21 KASIM 2008
Adnan Oktar: Osmanlı deyince benim aklıma
hep adalet, sevgi, bereket, bolluk, huzur, saygı, ihtişam, nezaket, estetik, o güzelim Osmanlı kubbeleri, Osmanlı müziği, Osmanlı yemekleri, Osmanlı adabı, Osmanlı
edebi, Osmanlıcanın güzel hitapları, Osmanlıca o güzel sözler ve
dünyaya adalet saçan muhteşem bir siyasi mekanizma aklıma gelir Osmanlı denince bütün bunlar geliyor. Dünyanın yeni bir Osmanlıya, modern bir Osmanlıya ihtiyacı insanın suya ihtiyacı gibi. Yani
Türk İslam Birliği, Türkiye'nin liderliğinde, Türk devletlerin desteğinde büyük bir Türk İslam Birliği. Bu dünyanın adeta cennet hayatına
dönmesi demektir. Ekonomik yönden fevkalade zengin olması demektir, Avrupa'nın, Amerika'nın, Rusya'nın ve Çin'in. Çünkü bütün
İslam ülkelerinin, bütün Türk ülkelerinin petrolü ve madenleri bu ülkelere akacaktır. Oralardan alınacak teknik aletlerle, teknik imkanlarla onlar da ticaretlerini geliştirmiş olacaklardır. Gelip hastaneler kuracaklar, tesisler, yollar açacaklar. Biz gideceğiz onların işyerlerinde, diğer uygun çalışma yapılacak yerlerinde faydalı faaliyetler yapacağız, faydalı çalışmalar yapacağız. Karşılıklı hem teknoloji hem
bilim hem sanat alışverişi olacak. Terör ani şekilde duracaktır. Kökünden ve kesinlikle duracaktır. Teröre harcama diye bir konu olmayacaktır. Bunun sonucunda huzur ve istikrar da olacağı için bereket
ve bolluk, rivayetlerin açıklaması ile yani yağmur gibi olacak. Müthiş bir ferahlık olacaktır. Çağımız Osmanlı çağıdır. Türklük çağıdır. Türk İslam Birliği çağıdır. İslam'ın sosyal adaletinin, güzel
ahlakının hakim olma çağıdır. Bunların hepsini önümüzdeki 10 yıl 15 yıl içerisinde göreceğiz inşaAllah...
İşte Türk İslam Birliği bu neşesizliği de kıracak, yani bir mutluluk ve sevinç patlaması olacaktır, bir bayram hava sı ola cak,
216
Harun Yahya - Adnan Oktar
günler bayrama dönüşecektir. Türk
İslam Birliği'nde mesela Suriye, Suriye olarak kalır yani devletin üniter yapısı aynen korunacak. Ama coşkun bir sevgi dolar, büyük bir bereket dolar. Kapıların açık olması, baskının kalkması istikrar demek, vergilerin düşürülmesi demek, insanların beynindeki bütün baskıların çözülmesi demektir yani müthiş bir ferahlık olur. Yoksa insanlar çok yeteneklidir sevgiye de, canlılığa
da, çoşkuya da, ticarete de, sanata da. Sadece kafasının üstünde baskı olmaması gerekir. İnsanın üstündeki baskıyı kaldırdın mı
onun dimağı açılır, beyni açılır, Allah ona müthiş bir telif gücü verir ve muazzam şeyler yapmaya başlar. Mesela müthiş yollar yapar, sanatsal güzel eserler yapar, bahçeler yapar, bağlar parklar her şey yapar. Ama üstüne gelinmemesi gerekir. Yani ağır vergilerle bunaltılmaması, faizle bunaltılmaması ve yahut sosyal baskılarla bunaltılmaması gerekir. Hür ortamda insanlar çok güzel
şeyler yaparlar Allah'ın dilemesiyle. Onun için Türk İslam Birliği'nde bu konuları ince ince düşünmeye gerek yoktur. Sadece bu
konuların halledilmesi gerekiyor, pasaport ve vizenin kalkması
yani ülkeler arasında ve coşkun bir sevgi ve kardeşlik anlayışının
hakim olması gerekiyor Allah korkusuna ve Allah sevgisine dayalı. Çünkü hepimiz Allah'ın tecellileriyiz. Hıristiyanları da Allah yaratıyor, Musevileri de Allah yaratıyor. Kaderlerini onlar yaşıyorlar. Hepsine biz şefkat duyuyoruz Allah'ın yarattığı kullar olarak.
Bunun uygulanması demek terörün de kendiliğinden ortadan kalkması demek. Çünkü terör sen dur demeden durur böyle bir ortamda. Yani terörün bütün teknik alt yapısı kaybolmuş demektir böyle bir durumda. İdeolojik temeli de kalmıyor, sosyal temeli de kalmıyor, felsefi temeli de
kalmıyor hiçbir şeyi kalmamış oluyor. Kendiliğinden çöker, gelip teslim olurlar konu biter.
217
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Moti Mescidi, 1662, Delhi
Harun Yahya - Adnan Oktar
Badşahi Camisi, 1673, Pakistan
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
Hu zur ve Gü ven li ğin Sağ lan ma sı
Dünyanın bazı bölgelerindeki istikrarsızlıklar, yalnızca
bu bölgeyi etkilemekle kalmaz tüm dünyayı olumsuz yönde
etkiler. İslam coğrafyası işte böyle bir bölgedir. İslam dünyasının herhangi bir bölgesinde yaşanan sorun da, tüm bu
coğrafyayı doğrudan etkilemektedir. Bu yüzden İslam toprak la rın da yer alan ül ke le ri bir bi rin den ba ğım sız mış gi bi
dü şün me mek ge re kir. Or ta do ğu'da olu şan bir ge ri li min,
Kuzey Afrika'da etkisi hissedilir. Hazar'da yaşananlar Ortadoğu bölgesinin geleceğini etkiler. Basra Körfezi'nde meydana gelenler Güneydoğu Asya'yı doğrudan ilgilendirir. Bu
da, Müslüman coğrafyasının herhangi bir bölgesinde çatışma, sorun, gerilim varsa bunun rahatsızlığının tüm İslam
dün ya sın da his se di le ce ği an la mı na ge lir. El bet te ay nı şey
barış için de geçerlidir.
Uzun süreli gerginliklerin -örneğin
Arap-İsrail sorununun- barışla neticelenmesinin, tüm İslam dünyasında olumlu bir etkisi olur.
20. yüzyıl boyunca İslam dünyasının büyük bölümü, daimi bir savaş, çatışma ve istikrarsızlık içinde kaldı. Bu dönem
kaynakların boşa harcanmasına, ekonomik ilerlemenin neredeyse durmasına, yaşam standartının çok düşük düzeye inmesine, hepsinden önemlisi milyonlarca Müslümanın hayatına
mal oldu. Halen de bazı Müslüman ülkeler arasında anlaşmazlıklar devam etmekte, zaman zaman gerilim artmaktadır. Müslüman ülkelerle Müslüman olmayan güçler arasındaki savaş ve
çatışmalar da büyük bir huzursuzluk ve istikrarsızlık nedenidir. Türk İslam Birliği'nin sağlanmasının Müslümanlara getireceği önemli yararlardan biri ise bu birliğin, Müslüman dünyasında huzur ve güvenliğin hakimiyetine aracı olmasıdır. Türk
220
Harun Yahya - Adnan Oktar
İslam Birliği, hem Müslümanlar arasındaki çatışma ve uzlaşmazlıklara çözüm getirmeli, hem de Müslümanlar ile başka güçler
arasındaki savaş, çatışma ve gerginlik hallerini uzlaşı ve barış
sağlayarak ortadan kaldırmalıdır. Barışın, örneğin bir Arap-İsrail barışının, İslam dünyasına getireceği güzellikleri kısaca şöyle
maddeleyebiliriz:
1. Barış, her ülkenin silahlanmaya ayırdığı bütçenin azaltılmasını, bu paranın toplumların refahı için harcanmasını sağlaya-
221
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
cak tır. Tüm Müs lü man ül ke ler or tak sa vun ma
paktının üyesi olacaklarından, daha az bütçe ile
daha güçlü bir savunma ve korunma sağlanacaktır. Silah sanayi ve teknolojisi için yapılan yatırımlar, sağlık, eğitim, bilimsel ve kültürel gelişme gibi
alanlara kaydırılabilecektir. Bu sayede elde edilebilecek kazancın büyüklüğü, rakamların incelenmesi ile daha net ortaya çıkacaktır: Ortadoğu ülkelerinin silahlanmaya ayırdıkları yıllık toplam tutar, Körfez Savaşı'nın patlak verdiği 1991 yılında
70.7 milyar dolardır. Bir sonraki yıl 52.2 milyar dolara gerilemiş, ancak takip eden yıllarda tekrar
yükselmeye başlamıştır. 2000 yılında 61 milyar dolar olan savunma harcamaları, 2001 yılında 72 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir.
2. İslam dünyasının bazı bölgelerindeki mevcut istikrarsızlık ve çatışmalar diğer ülkelere göçe
neden olmaktadır. Pek çok doktor, mühendis, akademisyen, bilim adamı, düşünür, yazar ülkelerinde
kendilerini güvende hissetmedikleri için Batı'ya göç
etmekte ve çalışmalarına orada devam etmektedir.
Konuyla ilgili yapılan bir araştırma, yalnız Arap ülkelerinde yaşanan dış göçün Arap dünyasına yaklaşık 200 milyar dolar kaybettirdiğini göstermektedir.
Arap ülkelerinden Batı'ya göç edenlerin 450 bini
222
Harun Yahya - Adnan Oktar
yüksek eğitim sahibidir.20 Barış ortamı, Arap dünyasındaki iç gerginliklerin de ortadan kalkması ile birlikte, bu göçe engel olacak, iyi eğitim almış bireylerin
göçünün engellenmesi bu kişilerin çalışmalarından
öncelikle Müslümanların faydalanmasını sağlayacaktır.
3. Barış sayesinde, Müslüman ülkelerin birbirlerinin bilgi birikimi ve tecrübelerinden faydalanmaları mümkün olacaktır. Barış, Müslümanların
her alanda güçlerini birleştirmelerine, birbirlerinin
eksik yönlerini telafi etmelerine, dolayısıyla çok daha etkin olmalarına sebep olacaktır.
4. Barışla birlikte ekonomik kalkınma da hız
kazacanaktır. Günümüzde bazı Müslüman ülkeler
arasında sınır problemleri başta olmak üzere çeşitli
sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar ekonomik sıkıntıların artmasına neden olabilmektedir. Örneğin,
yer altı kaynaklarının taşınması ve dünyaya ihracında yaşanan kimi zorlukların temelinde ulaşım güzergahlarının güvenli olmaması vardır. Su kaynakları için de benzer bir durum geçerlidir. Müslüman
coğrafyasının önemli bir bölgesi olan Ortadoğu'da
su, anlaşmazlık konularının başında gelmektedir.
Oysa Müslüman ülkelerin birbirlerine desteği ve
anlaşmazlıkların uzlaşma yoluyla çözümlenmesi ile
223
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
bu sorunlar tamamen gündemden kaldırılabilir.
5. İslam dünyası içindeki farklı kültürler ve etnisiteler,
barış ortamında birer zenginliğe dönüşecektir. Hoşgörü ve diyaloğun olduğu bir ortamda, insanlar daha açık fikirli ve daha
üretici olacak, farklı kültürlerin harmanlanmasıyla çok zengin
bir medeniyet inşa edilecektir.
6. Barış, İslam coğrafyası dışında yaşayan Müslümanların da güç kazanmasına zemin hazırlayacaktır. Dünyanın pek
çok ülkesinde İslam en hızlı büyüyen dinlerden biridir. Bu ülkelerde yaşayan farklı milletlere mensup Müslümanların ittifakı, tebliğ çalışmalarına hız kazandıracak, Müslümanların içinde bulundukları toplumlarda kültürel anlamda daha etkin olmalarını sağlayacaktır. Farklı farklı milletlerden küçük Müslüman toplulukların ayrı ayrı faaliyet göstermesiyle oluşacak etki ile, tüm imkanların birleştirilmesiyle ittifak halinde gösterilecek fikri çalışmaların oluşturacağı etki elbette çok farklıdır.
Kuşkusuz Müslümanlar kendi milli kimliklerini de koruyacaklardır, ancak bunun yanında ortak bir Müslümanlık bilincinin
ve ahlakının egemen olmasıyla, dünyanın farklı ülkelerinde
yaşayan Müslümanların tek bir vücut olarak hareket etmeleri
onları çok daha güçlü kılacaktır.
7. İslam dünyasında inşa edilecek barış, diğer dünya ülkeleri için de örnek bir model olacaktır. Böylece, dünyanın
farklı bölgelerinde yaşanan sorunlar İslam dünyası örnek alınarak barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulacaktır. Müslümanlar, gerçek Kuran ahlakı yaşandığında insanların huzura
ve güvenliğe kavuşacaklarının canlı birer örneği olacak, insanlar İslam'ın barış ve esenlik dini olduğuna şahitlik edeceklerdir. İslam dünyasındaki barış belki de pek çok insanın Kuran
ahlakına yönelmesine aracı olacaktır.
224
Harun Yahya - Adnan Oktar
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
PATRONLAR DÜNYASI RÖPORTAJI,
13 EKİM 2008
Adnan Oktar: Tabi ki, mesela Türk İslam Birliği olsa
ne kriz olur ne ekonomik açmaz olur, ne terör olur ne bir
sıkıntı olur, tam anlamıyla bir zenginlik, bolluk ama akıl almaz bir zenginlik ve bolluk olur, yani olağanüstü bir
zenginlik olacaktır ve müthiş bir refah düzeyi olur.
SAYIN ADNAN OKTAR'IN MARAŞ AKSU
TV RÖPORTAJI, 20 KASIM 2008
Adnan Oktar: Ve muazzam bir silah harcaması ve
muazzam bir personel harcaması yapıyor. Bunların hepsi
kalkar, Türk İslam Birliği buradaki güvenlik konusunu
kökünden halleder ve terör diye bir şey yeryüzünden silinir
öyle bir şey kalmaz; bunu Amerika ister, dolayısıyla Rusya
da ister.
SAYIN ADNAN OKTAR'IN KANAL 67
RÖPORTAJI, 22 MART 2009
Adnan Oktar: Türk İslam Birliği oldu mu, teröristleri
zaten arasan bulamazsın, yani "dur" demeye bile vaktimiz olmaz, "siz ne yapıyorsunuz?" demeye bile vaktimiz olmaz, zaten buhar olur onlar. Türk İslam Birliği oluştuğunda öyle bir konu kalmaz, yani daha kokusunu aldılar, şu andan bile titremeye başladılar, daha kokusunu
alınca bile.
225
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İh ti şam lı Bir Me de ni ye tin
Ye ni den İn şa Edil me si
Türk İslam Birliği'nin oluşturulmasıyla birlikte, huzur ve
güvenliğin sağlandığı, ekonomik sıkıntıların ortadan kaldırıldığı
İslam dünyasında, eğitim, bilim ve kültüre ayrılan bütçe genişletilecek ve büyük bir kültürel atılım yaşanacaktır. Böylece Müslümanlar tüm dünyaya örnek olacak yeni bir medeniyet inşa edeceklerdir. Kuran'da emredilen birlik ve beraberlik ruhunun yaşanması, İslam ülkelerindeki günlük yaşama, sanata, estetiğe,
tıp, bilim ve teknoloji konusunda yaşanacak gelişmelere doğrudan etki edecektir. Dostluk ve kardeşliğin yerleşmesi, toplum hayatında huzur ve güvenliğin sağlanması, bireylerin düşünmeye
ve araştırmaya daha çok vakit ayırabilmelerine, bunu yaparken
daha hür fikirli ve ileri görüşlü olabilmelerine zemin hazırlayacaktır. Kargaşa, yokluk ve sıkıntının giderildiği ortamlar yeni fikirlerin geliştirildiği, yeni ürünlerin ortaya çıkarıldığı, faydalı
buluşların yapıldığı ve sürekli ilerlemenin yaşandığı ortamlardır. Müslüman dünyası da Türk İslam Birliği'ni kurarak, bu ortamı meydana getirecektir.
İslam medeniyetinin tarihini kitabımızın ilk bölümünde ele
almıştık. Bu medeniyet, gelecekte Müslümanların nasıl bir ortama
sahip olacaklarına işaret etmektedir. Tarihte Müslümanların köklü bir medeniyet inşa etmiş olmalarının temelinde Kuran ahlakına
göre davranmış olmaları vardır. Allah Kuran'da insanlara düşünmeyi, gözlem yapmayı, incelikleri fark edebilmeyi emretmiştir.
Çevresinde gördüğü varlıkları, içinde yaşadığı düzeni düşünmek
ve bunların ardındaki hikmeti anlamaya çalışmak Müslümanın
görevidir. Rabbimiz bir ayetinde şu şekilde buyurmuştur:
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de
226
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
(nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve
onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.
(Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket
ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve
biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. (Kaf Suresi, 6-10)
Kuran ahlakını yaşayanlar dogmaların, batıl inanışların ve
saplantıların etkisinde kalmadan düşünürler. Çevrelerinde gördükleri herşeyi ve karşılaştıkları her olayı çok yönlü değerlendirirler. Dolayısıyla içinde bulundukları çağdan çok daha ilerisini görebilir, düşünebilirler. Bu özellikleri insanlığa yarar sağlayacak
buluşlar yapmalarına, hayatı kolaylaştıracak ve konforu artıracak
sistemler geliştirmelerine aracı olur. Türk İslam Birliği'nin sağlanmasıyla birlikte, bu vizyonu kazanacak Müslüman toplumlarda
bilim ve teknoloji alanında yeni bir çığır açılacak, Müslümanlar bilimi üreten bir medeniyet meydana getireceklerdir.
İman edenlerin sahip olduğu ince düşünce ve derin kavrayışın kendisini gösterdiği alanlardan biri de sanattır. Sanatın
özünde, düşünmek, incelikleri fark edebilmek, gördüklerinden
zevk alıp bunları başkalarının da zevk alabileceği şekilde sunabilmek yatar. İman eden ve Kuran ahlakını yaşayan bir insanın
sanat anlayışı çok üstündür. Çünkü müminler sanatı İlahi bir güzellik olarak düşünür ve sanatsal eserleri Allah'ın gücünü ve
kudretini, yaratılıştaki ihtişamı yansıtan araçlar olarak görürler.
İslam toplumlarında sanatçılar Allah'ın yarattıklarında gördükleri güzelliklerden aldıkları ilhamla benzersiz eserler ortaya koyarlar. Kuran ahlakından ve derinliğinden kaynaklanan bu eserlerde, benzersiz bir kabiliyet ve çok zengin bir akıl gücü vardır.
Türk İslam Birliği'nin kurulması sayesinde Müslümanların sanat
zevkini yansıtan çok daha fazla eser ortaya konulacak, şehirler
228
Harun Yahya - Adnan Oktar
güzelleştirilecek, ihtişamlı binalar inşa edilecek, yaşam kalitesi
çok yükselecektir.
İslam ülkeleri temizlikleri, düzenleri, sanat eserleri, kültürel
başarıları, teknolojik imkanları ile ön plana çıkacaklardır. Müslüman toplumlar teknolojinin sağladığı her türlü imkan ve konfordan bol bol yararlanacak, bolluk, zenginlik ve güzellik yaşamın
her alanına hakim olacaktır. Müslümanlar hep güzellikle karşılaşacak, ahlakları gibi, yaşadıkları yerler, bahçeleri, evlerinin dekorasyonu, kıyafetleri, dinledikleri müzik, eğlence şekilleri, tiyatroları, sinemaları, resimleri, sohbetleri de güzelleşecektir.
Elbette tüm bunların gerçekleşmesi için tüm İslam dünyasında büyük bir uyanış gerekmektedir. Müslümanları ilerlemeden
alıkoyan batıl gelenekler, sosyal yapılar, zihniyetler kaldırılmalı,
bunların yerine, İslam'ın ilk nesillerinde olduğu gibi, Kuran ahlakına dayalı, dolayısıyla akılcı, şevkli, kararlı, geniş ufuklu bir ahlak ve vizyon yerleştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki İslam, dünyayı tamamen terk etmeyi gerektiren bir din değildir. Aksine,
Müslümanın görevi tüm dünyayı gerçek yüzüyle kavramak ve
bu yolla tüm insanlığa ışık tutmaktadır. Dünyanın nimetlerine sahip olmak ise Müslümanların hakkıdır. Nitekim samimi olarak
iman edenler ve Allah'ın emrettiği gibi yaşayanlar, Allah'ın Kuran'da inanan kullarına müjdelediği güzelliklerin hepsini yaşayabileceklerdir. Allah ayetinde iman eden müminleri dünyada da
güzel bir hayatla yaşatacağını şöyle bildirmektedir:
Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz
muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min
olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu
güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)
229
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
BAŞKENT TV RÖPORTAJI, 13
ŞUBAT 2009
Adnan Oktar: Manevi zemini olmayan bir ekonomik
birlik zaten gitmez. Kimse kimseye para vermez, kimse kimseye yardımcı olmaz, hiçbir İslam ülkesi kimseye bir şey vermez. Diğer Türk devletleri de kimseye yardım etmez. Müthiş
bir egoistlik, bencillik olur. Türk İslam Birliği'nin ana amacı
coşkun ve delice bir sevgidir. Allah korkusu, Allah sevgisidir
ve manevi heyecandır. Öyle bir ortamda insanlarda mal hırsı kalmaz dağıtır insan. Mesela petrol mü var, "al götür kardeşim", der. "Senin olsun, hibe ediyorum. Fi sebilillah senin
olsun." Maden, mesela Türkiye alır gönderir Suudi Arabistan'a. Onlar petrol gönderir. Buradan işçi gider, Allah rızası için gider çalışır. Onlar, onlara Allah rızası için oluk gibi
para verir. Bu dostluk ve kardeşlik ortamında tabi akıştır bunlar. Zenginliği bu sağlar, bu zemin sağlar. O cömertlik, dostluk, fedakarlık, egoist ve bencil olmama ruhundan çıkar zenginlik. Egoistlik, bencillik, maddeci yaklaşım, ekonomik birlik kafasıyla yaklaşılırsa aile yapısına kadar ekonomik bir
egoistlik meydana gelir. Aileler kendi içerisinde egoistleşir,
milletler kendi içerisinde egoistleşir, şehirler egoistleşir, mahalleler egoistleşir, herkes herkesle bağlantısını keser
yani sevgi yok olur. Sevginin olduğu ortamda
mecburen zenginlik olur. Ben sevdiğim bir insana para veririm, imkanımı veririm, arabamı veririm, evimi veririm, gel
kullan derim. Fab-
230
Harun Yahya - Adnan Oktar
rikamda kazandığım paranın hepsini
veririm, sizin olsun derim. İnsan sevdiğine
karşı coşkuludur. İçi rahat etmez. Sevgi olmadan
bunlar olmaz. Onun için Allah sevgisine dayalı olacaktır Türk İslam Birliği. Çok önemlidir bu.
SAYIN ADNAN OKTAR'IN MALATYA TV
RÖPORTAJI, 22 ŞUBAT 2008
Adnan Oktar: Kardeşlerime müjdeliyorum, önümüzdeki günler çok güzel olacak inşaAllah. Türkiye çok büyük
olacak, İslam aleminde Türklük aleminde büyük bir birleşme ve büyük bir ilerleme olacak. Medeniyette akıl almaz
bir ilerleme olacak. Hz. Süleyman devri gibi inşaAllah.
Onu andırır tarzda mükemmel, güzel bir şey olacak. O devir gibi olamaz. Çünkü Kuran'da onun bir özelliği vardır,
ama büyüklük ve ihtişam, güç açısından her devrin kendine has bir özel li ği var dır. Çok mü kem mel ola cak
inşaAllah. Kardeşlik, birlik ve beraberliği iyice güçlendirmek, tefrikadan şiddetle kaçınmak, cemaat ayrılıklarından
tedirgin olmamak, bunları bir rahmet bilip, kardeşliğimizi
iyice pekiştirmemiz gerekiyor inşaAllah. Darwinizm'e
materyalizme karşı ciddi bir tavır koymak, kitaplarımdan bu yönde istifade edebilirler, zaten ücretsiz internetten indirilebiliyor biliyorsunuz.
231
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ'NE ÇAĞRI
İs lam Ah la kı nın Di ğer İn san la ra
Ta nı tıl ma sı
"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun..."
(Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle, Allah'ın Kuran'da iman edenlere bildirdiği önemli sorumluluklardan biri de, iyiliği emredip
kötülükten sakındırmak ve insanları İslam ahlakına davet etmektir. Ne var ki, günümüzde İslam dünyasının içinde bulunduğu dağınıklık, Müslümanların bu önemli görevlerini gereği
gibi yerine getirmelerine engel olabilmektedir. Oysa özellikle
son dönemde diğer medeniyetlerde İslam'a yöneliş artmış ve insanlara gerçek Kuran ahlakını anlatmanın önemi daha belirginleşmiştir. Allah'ın varlığı, birliği, İslam ahlakının gerekleri; Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatı; Kuran'da bildirilen hükümler; İslam toplumunun nasıl olması gerektiği gibi konular son
dönemlerde Batı dünyası içinde en çok tartışılan konular arasında yer almaktadır. İslamiyet'e ilgi duyan insanlar kuşkusuz ki
en doğru bilgiyi Müslümanlardan alabilirler. Bu nedenle Müslümanların İslam'ı en iyi şekilde temsil etmeleri gerekmektedir.
Müslümanlar tarafından insanlara İslam'ı en güzel şekilde tanıtacak eserlerin hazırlanması, bu yönde gerekli görsel malzemenin te min edil me si, top lan tı ve kon fe rans lar dü zen le ne rek
mümkün olduğunca çok sayıda insana ulaşılmaya çalışılması,
her Müslümanın çevresindeki insanlara bu yönde örnek olması
büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, insanların din ahlakından yüz çevirmelerinden kaynaklanan pek çok sorunun ortadan kaldırılmasında
da Müslümanların ittifakı önemlidir. Din ahlakına karşı olan ve
yeryüzünde dinsizliğin egemen olması için mücadele veren
çevreler, çoğu zaman birlik içinde hareket etmektedirler. Her
232
Harun Yahya - Adnan Oktar
ne kadar onların iş birliği bir tür menfaat birlikteliği de olsa,
toplu hareket ediyor olmaları hedeflerine daha kolay ulaşmalarını sağlamaktadır. Elbette, din ahlakına karşı olan her fikir
sistemi -Rabbimiz'in bir kanunu olarak- yenilmeye mahkumdur. Ancak bu fikir sistemleri, Müslümanlara da büyük bir fikri mücadele görevi yüklemektedir. Bu nedenledir ki, dünya
Müslümanlarının en acil sorumluluklarından biri, kendi iç anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak, Kuran ahlakını yaymak
ve insanları Allah'ın yoluna davet etmektir. Rabbimiz, iman
edenlere bu önemli görevi, bir ayette şu şekilde bildirmiştir:
İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız)
yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat)
olur. (Enfal Suresi, 73)
Türk İslam Birliği'nin kurulması, Kuran ahlakını yaymak
için yapılacak bütün çalışmalara hız kazandıracaktır. Müslümanların birlik içinde hareket ediyor olmaları, pek çok konuda
olduğu gibi, bu konuda da yapılan işleri bereketlendirecektir.
Doğru bilgi en hızlı ve en güzel şekilde tüm insanlara ulaşacaktır. Şu anda da bireysel ve toplu olarak dünyanın farklı bölgelerinde, Müslümanlar tarafından İslam'ı yaymak ve tanıtmak için çeşitli faaliyetler yapılmaktadır. Ancak Türk İslam
Birliği'nin kurulması, bu faaliyetleri daha programlı bir hale
getirecek, Kuran ahlakını yaymak için sistemli bir çalışma yürütülmesi sağlanacaktır. Ayrıca sözde İslam adına ortaya çıkan, ama gerçekte İslam dışı bir saldırganlık ve kabalık sergileyen birtakım kimselerin de önüne geçilecek, gerçek İslam ahlakının ne olduğu tanımlanarak birtakım kimselerin çizdiği yanlış imajlar ortadan kaldırılacaktır.
233
11 Eylül tarihinde New York Dünya Ticaret Merkezi'ne ve Pentagon'a düzenlenen, binlerce masum insanın
ölümüne, pek çok insanın da yaralanmasına neden olan
saldırı, dünya düzeninin yeniden şekilleneceği bir dönemin başlangıcı oldu. Pek çok teorisyen tarafından farklı
görüşler ortaya konuldu. Bir kısım uzmanlar, bu terör saldırısının daha büyük çatışmalara neden olacağını öne sürerken, büyük bir çoğunluk da Amerika'nın bundan sonra
izleyeceği politikanın itidal ve adalet üzerine inşa edilmesinin şart olduğuna dikkat çektiler.
Saldırının ardından, Amerika Birleşik Devletleri teröre karşı geniş çaplı bir mücadele başlattı. Hemen tüm dünya ülkeleri ve uluslararası topluluklar ABD'ye bu mücadelesinde destek verdiler. Teröre ve teröre destek veren tüm
unsurlara karşı yürütülen bu mücadelede, ağırlıklı olarak
askeri tedbirlere başvuruldu. Ancak bugün gelinen noktada, bazı başarılar elde edilmiş olmasına rağmen, söz konusu mücadelenin kesin çözüme ulaşamadığı açıkça görülmektedir.
Bunun temel nedenlerinden biri, terörle mücadele
stratejisinin -büyük ölçüde- askeri tedbirler çerçevesinde
belirlenmiş olması ve eğitim ve kültür alanında askeri mücadeleyi destekleyecek gerekli girişimlerin yeterince yapılmamış olmasıdır. Oysa bir sosyo-psikolojik ve ideolojik
sorun olan terörü; sadece "teröre destek olan rejimlerin değiştirilmesi" gibi askeri yöntemlerle çözmeye çalışmak
yanlıştır. Bu, hem arada masum insanların da
hayatları-
nı kaybedebilecekleri bir trajedidir, hem de radikalizmi ve
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Masum insanları hedef alan 11
Eylül saldırıları, tüm dünya tarafından olduğu gibi Müslümanlar
tarafından da lanetlenmiştir.
236
Harun Yahya - Adnan Oktar
dolayısıyla terörizmi besleyen yeni bir etken olur. Terörün tam anlamı ile ortadan kaldırılması, ancak terörist
grupların propagandalarını etkisiz hale getirecek fikri bir
mücadele ile mümkündür, askeri mücadele ise bir noktaya kadar fayda sağlayabilir.
Bu nedenle, terörle mücadelenin uluslararası hukuk
kuralları çerçevesinde yürütülmesi ve olabildiğince barışçı yöntemler izlenmesi gereklidir. Hukuku ve en temel
insan haklarını göz ardı eden ve sivil halkın hayatını kaybetmesine neden olan her türlü faaliyetin, haklı gerekçelerle başlayan bu mücadeleye gölge düşürdüğünün unutulmaması gerekir.
ABD yönetiminin de, terör karşısındaki stratejisini
be lir ler ken bu ger çek le ri göz önün de bu lun dur ma sı
önemlidir. Asıl olarak terörü doğuran ideoloji ortadan
kaldırılmalıdır. 11 Eylül'ün ardında olduğu düşünülen
sözde "İslami terör"ü besleyen ana kaynak, İslam'ı şiddet
arayışlarına sözde bir gerekçe olarak kullanmak isteyen
birtakım radikal gruplardır. Bu grupların ideolojik yapıları veya ne şekilde eğitildikleri detaylı olarak incelendiğinde, özünde Darwinist zihniyete sahip oldukları hemen görülmektedir. Dolayısıyla söz konusu grupların
sözde İslam adına ortaya çıkıyor olmalarının bir manası
yoktur, çünkü bu kimseler aslında Darwinist mantığa sahip olan kimselerdir. Yapılması gereken öncelikle Darwinizme karşı güçlü bir fikri mücadele yürütülmesi ve gerçek din ahlakının, Kuran'ın özünde olan sevginin, şefkatin, merhametin insanlara öğretilmesidir.
İslam ahlakının doğru anlaşılması ve İslam'ı yanlış anlayıp uygulayanların bundan men edilmesi ise, asıl olarak
237
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
238
Harun Yahya - Adnan Oktar
Müslümanlar tarafından yapılabilecek bir iştir. ABD'nin bu konuda izlemesi gereken politika, İslam dünyasının içinden gelecek bir çözümü -kitabın başından beri üzerinde durduğumuz
gibi bu çözüm Türk İslam Birliği'nin kurulmasıdır- desteklemesi, bunun yolunu açmasıdır.
Ame ri kan yak la şı mı nın bu yön de şe kil len me si, hem
ABD, hem İslam dünyası hem de tüm dünya açısından çok
daha hayırlı olacaktır. Bunun aksini savunanlar, dünyayı bir
kan gölüne doğru sürüklüyor olabileceklerini hesaba katarak
bir kez daha düşünmelidirler. Dahası ABD yönetimi, birtakım
artniyetli güç merkezlerinin bu konudaki yanlış telkinlerine
de itibar etmeme konusunda dikkatli olmalıdır. Söz konusu
güç merkezleri, İslam'ı bir din ve medeniyet olarak "düşman"
sayma yanılgısına kapılmış, Batı ile İslam dünyaları arasında
kanlı bir savaş yaşanmasını şiddetle arzu eden bazı ideolog ve
stratejistlerdir. Bunlar, ABD yönetiminin terörle mücadele politikasını ısrarla "İslam'la mücadele" gibi göstermek ve sonuçta da o hale getirmek çabası içindedirler. Amerikan yönetiminin söz konusu "Batı-İslam savaşı" senaryolarını kesin biçimde reddeden sağduyulu açıklamaları, 11 Eylül'den bu yana
olumlu sonuçlar vermiştir. Ancak bu açıklamaların uygulanan politikalara da yön verdiğinin dünya kamuoyu tarafından fark edilecek şekilde belirginleşmesi gerekmektedir.
239
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
ABD Dün ya Ba rı şı nın Te sis Edil me si ne
Na sıl Kat kı da Bu lu na bi lir?
11 Eylül olayları ile birlikte Amerikan yönetimi yeni bir dış
politika ve ulusal güvenlik stratejisi belirledi. Terör saldırılarından bir hafta sonra Başkan Bush'un ulusa sesleniş konuşmasında
ana hatları ifade edilen ve "Bush doktrini" olarak da anılan bu
strateji, pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. ABD'nin kendi
ülkesini korumak için her zaman düşmandan önce davranacağı
anlamına gelen -ve bu anlamda belli noktalarda meşru kabul edilebilecek- bu stratejisi, yeni bir dönemin başlangıcı demekti. Saldırıların ardından oluşan psikolojik ortamda, Amerikan Başkanı
George Bush'un hamiyet duygularından istifade edilerek belirlenen bu strateji, ABD'deki bazı sertlik yanlısı çevreler tarafından
farklı yönlere çekilmek istendi. Söz konusu çevreler bu yaklaşıma
dayanarak ABD'nin, neredeyse tüm Ortadoğu'yu hedef alan ve
yaklaşık 20 yıl sürecek bir savaşa hazırlanması gerektiğini ileri
sürdüler. Bu yaklaşımın büyük bir hata olduğuna ve terörü körükleyeceğine dikkat çeken daha ılımlı çevreler ise, bu stratejinin
büyük riskler içerdiğine işaret etmektedirler. Bu risklere geçmeden önce, bu doktrinde yer alan "önleyici saldırı" kavramı üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.
Amerikan Savunma
Bakanı Yardımcısı
Paul Wolfowitz, 11
Eylül saldırıları sonrasında geliştirilen
Bush doktrininin
teorisyenlerinden
biridir.
240
Harun Yahya - Adnan Oktar
Bosna-Hersek ve Kosova'da yaşanan Sırp zulmüne, ABD öncülüğünde yapılan müdahale, Sırp saldırganlığının dizginlemesinde önemli rol oynamıştır.
Bu gün dün ya nın ye ga ne sü per gü cü ko nu mun da ki
ABD'nin, dünyanın farklı bölgeleri için siyasi planları ve stratejileri olması doğaldır. ABD müdahalelerinin zaman zaman olumlu sonuçlar doğurduğu örnekler de vardır. Örneğin 1990'lı yıllarda önce Bosna-Hersek'i ardından da Kosova'yı hedef alan Sırp
saldırganlığının dizginlenmesinde, ABD'nin Sırplara yönelik askeri ve diplomatik müdahalelerinin büyük yararı olmuştur. Burada önemli olan, ABD'nin müdahil olduğu coğrafyalarda; farklı
grupların haklarını gözeten, adil, insan haklarına saygılı ve barışçı bir politika izleyip izlemediği, kısaca uluslararası hukuka
uyup uymadığıdır.
241
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Geçtiğimiz yüzyıl milyonlarca insanın ölümüne ve çok büyük
maddi kayıplara neden olan büyük savaşların yüzyılı oldu. Bu
yüzyılda daha fazla savaş yaşanmaması için sorunların barışçıl
yöntemlerle çözülmeye çalışılması son derece önemlidir.
242
Harun Yahya - Adnan Oktar
Uluslararası ilişkilerde bir ülkenin kendi güvenliğini sağlamaya yönelik aldığı tedbirler belirli ölçülerde hoşgörü ile karşılanır. Elbette her ülke, kendi bekasını ve geleceğini korumak isteyecek, bunun için çeşitli stratejiler geliştirecektir. Ancak bu koruma duygusu, hiçbir zaman diğer milletlerin veya ülkelerin
haklarına haksız yere müdahale etmeyi kapsamamalıdır. Bir ülkenin hem kendi vatandaşları, hem de dünya halkları için izleyeceği en güvenli ve başarılı strateji; barışı ve huzuru korumaya yönelik olan stratejidir. Barışsever her türlü strateji, insanlığa refah
ve güvenlik getirir. Barışı ve düzeni bozmaya yönelik her türlü
girişim ise son derece tehlikeli ve zararlıdır.
ABD yönetimi içinde bazı çevreler tarafından savunulan, önleyici saldırı anlayışı da son derece riskli bir stratejidir. Bu stratejinin bazı savunucuları, her devletin sahip olduğu meşru savunma hakkını fazlasıyla aşan bir yaklaşım içindedirler. Bu yanlış
yaklaşıma göre, "ileride güvenliğime karşı bir tehdit oluşabilir"
iddiasıyla her türlü saldırıya zemin hazırlanmaktadır. Bu ise, her
türlü sorunu askeri tedbirlerle çözmeye yönelmek demektir. Halbuki, yalnızca askeri tedbirler uygulanarak kesin başarıya ulaşılamayacağı açıktır. Dünya tarihi bunun örnekleri ile doludur.
Pek çok yanılgı içeren bu mantığa göre, uluslararası ilişkiler
hukuka değil güce dayalıdır. Bu kimselerin talebi, Amerika'nın
bir tür "güç" gösterisinde bulunması, düşmanlarına halen güçlü
olduğunu "en etkili" şekilde göstermesidir. Sertlik yanlıları,
ABD'nin ancak savaşarak askeri üstünlüğünü sürdüreceği ve her
zaman için "ilk vuran" olması gerektiği yanılgısına kapılmışlardır. Elbette bu tehlikeli yaklaşım tüm Amerikan yönetimini temsil etmemektedir.
Sertlik yanlıları zaman zaman Amerikan politikasında ağır-
243
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
lık kazanmakla birlikte, yönetim ve danışman kadrolarında itidalli ve barışçıl bir politika izlenmesi gerektiğini savunan çok sayıda kişi de yer almaktadır.
Başta ABD olmak üzere tüm dünya ülkelerinin her zaman
barış yönünde tavır alması, her koşul altında barışı savunup desteklemesi gerektiği açıktır. "Güçlü olanın haklı olduğu", "sorunların güç kullanımıyla doğru orantılı olarak çözüleceği" gibi yanılgılara sahip olan çevreler, söz konusu telkinleri ile kendi ülkelerini de ciddi bir çıkmazın içine sürüklemektedirler.
Bu çıkmazın bir boyutu, başta da belirttiğimiz gibi terörün
güçlenmesi tehlikesidir. Bir diğeri ise savaşların ABD'ye getireceği yüktür. Günümüzde pek çok stratejist Amerika'nın hem ekonomik hem de siyasi olarak güç kaybetmeye başladığına dikkat çekmektedir. Askeri güç ABD için çok büyük bir avantaj olmakla birlikte, sertlik yanlısı kimselerin telkinleri doğrultusunda, sürekli
savaş ve seferberlik hali yaşanmasının Amerikan ekonomisine
çok büyük bir darbe vuracağı görülmektedir. Bununla birlikte,
dünyanın farklı köşelerinde devamlı savaş durumunda kalan bir
Amerika pek çok insanın gözünde, insan hakları, demokrasi ve
hürriyet gibi evrensel değerlerin koruyucusu olmak konumundan da çıkacaktır. Sertlik taraftarlarının politikaları neticesinde,
tüm toplumlar tarafından saygı duyulan bir Amerika yerine kendisinden sadece korkulan bir Amerika ortaya çıkacaktır. Bu durumda çeşitli askeri zaferler elde edilse bile, bunlar ekonomik olarak zor duruma düşecek ve dünya çapında imajı sarsılacak olan
Amerikan halkı için gerçek bir başarı olmayacaktır. Aslında Amerikan yönetiminin de böyle bir duruma düşmek istemeyeceği
açıktır, bu nedenle yapılması gereken sertlik yanlısı çevrelerin
yanlış telkinlerine karşı dikkatli olunması ve itidalli, sağduyulu
244
Harun Yahya - Adnan Oktar
bir politika izlemekten vazgeçilmemesidir.
Ayrıca söz konusu çevreler, savundukları bu uygulamalar ile
diğer devletlere nasıl bir örnek teşkil edeceklerini de göz önünde
bulundurmalıdırlar. Diğer ülkelerin de kendilerini koruma güdüsüyle harekete geçmelerinin ve uluslararası hukuka ve teamüllere kendilerini bağlı görmemelerinin nelere mal olacağını hesaba
katmalıdırlar. Rusya, Çin, Hindistan -ve elbette İsrail- gibi nükleer silahlara sahip ülkelerin de benzer bir "önleyici saldırı" stratejisini uygulamaya geçirmeleri durumunda, dünyanın nasıl büyük
bir karmaşa ve çatışma içine düşeceği aşikardır. Böyle bir olasılığın gündeme gelmesi bile büyük bir tehlikedir.
Elbette tüm ülkeler gibi ulusal menfaatlerini korumak ve kendisini potansiyel tehlikelere karşı savunmak ABD'nin de hakkıdır
ve uluslararası toplum, özellikle de 11 Eylül olaylarından sonra,
ABD'nin bu hakkına büyük saygı göstermektedir. Bu hakkın hem
ABD hem de dünya ülkelerinin faydasına olacak şekilde kullanılması ise, atılacak adımların uluslararası hukuk çerçevesinde belirlenmesiyle sağlanabilir. Söz konusu stratejinin keyfi uygulamalara
neden olmasını engelleyecek en önemli öge, uluslararası hukuk ve
bu hukuk çerçevesinde uluslararası toplumun mutabakatının sağlanması olacaktır. Aksinde ise stratejinin uygulayıcılarının, hem
kendi ülkelerini büyük bir krizin içine itmeleri hem de dünya barışını tehdit edici unsurlara dönüşmeleri kaçınılmazdır.
Tüm bu nedenleri göz önünde bulundurarak Amerikan yönetiminin bu stratejisini bir kez daha gözden geçirmesi şarttır.
Dünya barışını korumak ve istikrar sağlamak isteyen bir Amerika'nın bunun için başvuracağı yol sertlik ve şiddet değil, itidal,
sağduyu ve adalet olmalıdır.
Terörle mücadelede, ABD'nin izlemesi gereken öncelikli yol,
245
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Sava şın çö züm ol ma dı ğı
ger çe ği Ame ri kan va tan daş la rı ve si vil top lum
ku ru luş la rı da da hil ol mak üze re pek çok çev re ta ra fın dan ifa de edil miş tir. Bun lar dan bi ri
de yan da açık la ma la rı
yer alan Ame ri kan
Ulu sal Ki li se ler Kon se yi'dir. On lar ca din
ada mı bu çağ rı la rı ile
din dar Ame rikalıların
barış tan yana ol duk larını ifade et miş ler dir.
In ter net üze rin den sa vaş
kar şı tı yayın ya pan bir
baş ka si vil top lum ku ru mu
da, Ba rış İçin Bir lik
hareketiy di.
Ame ri ka'da ki ba rış ta raf ta rı si vil top lum ku rum la rın dan bi ri de, Emek li As ker ler Bir li ği'dir. Yu ka rı da söz ko nu su ku ru lu şun sa vaş
kar şıtı yürüyüş leri görül mek tedir.
246
Harun Yahya - Adnan Oktar
kültürel çalışmaların desteklenmesidir. Sorunların şiddete başvurarak çözülmesi gerektiğini savunan, insanlar arası ilişkileri
menfaatten ibaret gören, saldırganlığı meşrulaştıran her türlü
ideolojinin fikri olarak çökertilmesi, teröre zemin hazırlayan ortamın ortadan kaldırılması demektir. İnsanlara bu ve benzeri kötülükleri aşılayan ve din ahlakına karşı olan ideolojilerin yerine,
vicdanlı olmayı, hoşgörülü davranmayı, sevgiyi ve merhameti
emreden gerçek din ahlakının yaygınlaşması başta terör olmak
üzere pek çok toplumsal sorunun kalıcı çözümü olacaktır.
Bu yönde yapılacak kültürel çalışmalarda, ABD yönetimi sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yapabilir. Son dönemlerde bu
konuda çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarının sayısında
artış olmuştur ve bu sevindirici bir gelişmedir. Ancak sorunun
tam anlamıyla çözüme kavuşması için, hem yapılan faaliyetlerin
etki alanı genişletilmeli, hem de bu faaliyetler devlet yönetimi tarafından destek görmelidir.
Tüm bunların yanı sıra Amerikan yönetimi, Hıristiyanlığın
temel değerlerinin de savaşa ve düşmanlığa karşı olduğunu unutmamalıdır. Allah insanlara yeryüzünde kargaşa çıkarmamalarını,
huzuru ve güvenliği bozmamalarını emretmiştir. İnançlarına değer veren bir Amerika'nın dünyaya korku ve tedirginlik değil, huzur ve güven vermesi, barışçıl yaklaşımı ile tüm insanlığa örnek
olması gerekir. İnançlı Hıristiyanlar olduklarını sık sık vurgulayan Bush yönetimi üyeleri, İncil'e göre Hz. İsa (as)'ın kendilerine,
"Ne mutlu barış yapanlara" (Matta Bap 5, 9) sözleri ile yeryüzünde barış elçileri olmalarını emrettiğini unutmamalıdırlar.
Bu doğrultuda Amerikalı din adamları da, Amerikan yönetimine olumlu çağrılarda bulunmaktadır. Amerikan Ulusal Kiliseler Konseyi tarafından (50'ye yakın imza ile), Başkan Bush'a hitaben yazılan bir mektup bu çağrının örneklerinden biridir.
247
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Henüz Irak Savaşı'nın başlamadığı günlerde kaleme alınmış olan
mektup, önemli hatırlatmalar içermektedir:
... Bu mektubu, Allah tarafından bizlere verilmiş olan nimetlerin, milletimizin yapacağı eylemler nedeniyle zarar görebileceği endişesiyle yazıyoruz. Amerikan kiliseleri ve kiliselere bağlı örgütlerin liderleri olarak, tarafınızdan ve yönetimde yer alan bazı kimseler tarafından, Irak'a
karşı yapılması düşünülen "önleyici askeri saldırı" ile ilgili açıklamalarınız bizleri alarma geçirdi. Saddam Hüseyin'in komşularına ve kendi halkına ve hatta Amerika'nın çıkarlarına karşı bir tehdit olduğunu
kabul etmekle beraber, böyle bir askeri harekatın tamamen yanlış olduğunu düşünüyoruz. Ahlaki değerlere dayanarak, Amerika'nın Irak'a
saldırıda bulunmasına karşıyız... Saddam Hüseyin hükümetine karşı
yapılacak askeri bir harekat ve sonrasında gelişecek olaylar, çok fazla
sayıda sivilin hayatını kaybetmesine veya yaralanmasına neden olacak,
pek çok masum insan acı çekecektir... Milyonlarca vatandaşımızı temsil eden Hıristiyan liderler olarak, hükümetimizin bizim için önemli
olan ahlaka ve değerlere uygun hareket etmesini; savaşı değil barışı savunmasını, uluslararası toplum ile birlikte hareket etmesini, uluslararası kanun ve sözleşmelere saygı göstermesini ve insan hayatına değer
vermesini talep ediyoruz.21
Sa va şla rın Ne den Ol du ğu Yı kım lar
Savaş, savaşın tüm taraflarına her zaman acı ve gözyaşı getiren, büyük kayıplar verdirten çok büyük bir zulümdür. Din ahlakı
insanların anlaşmazlıklarını barışçıl yollarla ortadan kaldırmalarını, uzlaşmacı bir tavır göstermelerini gerektirir. Din ahlakını yaşayan bir insan kin, intikam, öfke gibi kötü özelliklerden sakınır, affedici ve hoşgörülü bir tutum sergiler. İnsanların din ahlakından
uzaklaşmaları ise hem toplum içinde, hem de toplumlar arasında
çatışmanın teşvik edildiği bir ortam meydana getirir. Yakın tarihte
250
Harun Yahya - Adnan Oktar
yaşanan iki büyük dünya savaşı da din ahlakına uygun olmayan
ideolojilerin insanları sürüklediği büyük belalardır.
10 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı, Avrupa'dan Ortadoğu'ya çok geniş bir cephede büyük yıkımlar meydana getirdi. I. Dünya Savaşı gibi hiçbir haklı ve meşru nedene dayanmayan II. Dünya Savaşı da çok kanlı bitti; 55
milyon insan bu acımasız savaş nedeniyle hayatını kaybetti. Üstelik bu savaşı yaşayanlar tarihte eşine az rastlanır vahşetlere şahit olmuş, toplama kamplarında milyonlarca masum insanın yok
edilişine tanıklık etmişlerdi.
Yaşanılan iki büyük dünya savaşı ve bu savaşların sebep olduğu yıkımlar, ne yazık ki, insanların savaşın ne kadar büyük bir
felaket olduğunu öğrenmeleri için yeterli olmadı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra da dünyanın çeşitli bölgelerinde çatışmalar ve savaşlar yaşandı. Katliamlar devam etti. Az sayıda insanın siyasi
ihtirasları ve çıkar arayışları nedeniyle milyonlarca insan öldü,
on binlerce insan sakat kaldı, şehirler yakılıp yıkıldı, ülkeler harap oldu. Savaşlar yalnızca insanlara fiziksel olarak zarar vermekle kalmadı, savaşa tanıklık eden kişilerde ciddi piskolojik sorunların yaşanmasına, bir neslin ruh sağlığının tamamen alt üst
olmasına neden oldu. Bomba sözcüğünü duyduğunda, bir üniforma gördüğünde dahi dehşete kapılan, titreme ve korku nöbeti geçirenler, savaşlarda yaşadıkları vahşet dolu anlar nedeniyle
yıllarca şizofren bir ruh halinde kalanlar, topluma uyum sağlamakta büyük zorluk çekenler hep savaşların eseriydi.
Günümüzde de karşılaşılan sorunları savaşarak çözümleyeceğini sananlar, yalnızca askeri tedbirlerden medet umanlar, başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yeni savaşlar planlayanlar tüm bu insani trajediyi bir kez daha hatırla-
251
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
TERÖRÜN KÖKENİ DARWİNİZM'DİR
Darwinizm'in çatışmayı, barbarlığı, savaşı teşviki, yukarıda
yüzeysel olarak değindiğimizden çok daha ciddi boyutlardadır.
Darwinist felsefenin insanlara kan, acı ve gözyaşından başka bir
şey getirmediği ise ortadadır. Darwinist mantıklarla eğitilen insanların, birbirlerine adeta hayvan muamelesi yapmayı, hatta birbirlerini öldürmeyi son derece olağan karşılayan zalimane fikirlerle
beyinleri yıkanmıştır. 20. yüzyılda insanlığı felaketlere sürükleyen
çeşitli şiddet yanlısı ideolojiler, Darwinizm'e dayanarak “kendinden
olmayanla çatışmayı veya savaşmayı” desteklemişler, hatta en
önemli yöntemleri olarak benimsemişlerdir. Darwinizm'in insanların
bilinçaltına aşıladığı "insan, çatışan hayvandır" yalanının son
derece etkili olduğunu günümüzdeki ürkütücü terör olaylarında da
görmek mümkündür. Bu kişileri terörün ve şiddetin sözde doğru
olduğuna inandıran şey, "bu dünyada güçlüler ayakta kalır",
252
Harun Yahya - Adnan Oktar
"büyük balık küçük balığı yutar", "savaşmak erdemdir", "insan
savaşarak yücelir" gibi temeli Darwinizm'e dayanan tehlikeli sloganlardır. Aslında Darwinizm kaldırıldığında, geriye "çatışmacı" bir
felsefe de kalmamaktadır.
Yeryüzündeki insanların büyük bölümünün inandığı üç İlahi din
de (Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam) çatışmacılığa karşıdır. Detaylarını ileriki bölümlerde göreceğimiz gibi, her üç din de, yeryüzünde
barış ve huzur sağlanmasını amaçlamakta, masum insanların öldürülmesine, zulüm ve işkence görmesine karşı çıkmaktadır. Çatışmayı
ve şiddeti, Allah'ın insanlar için belirlemiş olduğu ahlaka aykırı olan,
anormal ve istenmeyen kavramlar olarak kabul etmektedir. Oysa
Darwinizm, çatışmayı ve şiddeti, mutlaka var olması gereken, doğal,
doğru ve meşru kavramlar olarak görmekte ve göstermektedir. Dolayısıyla dünyamızı saran terör belasının kökeni, herhangi bir İlahi dinde değil, dinsizlikte, dinsizliğin çağımızdaki tanımları olan "Darwinizm" ve "materyalizm"de gizlidir. Günümüzde dünyanın hemen
her ülkesinde, Darwinizm’in tüm okullarda bilimsel bir gerçekmiş gibi okutulduğu düşünülürse, yeni terörist gençlerin yetişmesi de kaçınılmaz olacaktır. Bu bakımdan, sözde rastlantılar sonucunda oluşmuş, ataları hayvanlar olan, Allah'a karşı sorumlu olmayan, başıboş
varlıklar oldukları ve ancak savaş ve çatışma ile üstün gelerek hayatta kalabilecekleri öğretilen gençlerin, bu telkinlerden uzak tutulmaları son derece elzemdir. Çünkü böylesine sapkın fikirlerle yetişen
gençler, çok kolaylıkla masum küçük çocukları katledecek, her türlü
vicdana ve akla aykırı eylemi yapabilecek kadar zalimleşebileceklerdir. Nitekim son bir yüzyıldır dünyayı kasıp kavuran komünist, faşist, ırkçı terör grupları, bu eğitim sisteminin ürünleridir.
Sonuç olarak çözüm, terörün asıl kaynağı olan Darwinizm’e
karşı güçlü bir kültürel mücadele vermek ve gençlere Allah korkusunu, akıl cı ve vic dan lı dav ran ma yı öğ ret mek tir. Bu nun so nu cu,
Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi huzurlu, güvenli, affedici, hoşgörülü insanların oluşturduğu toplumlar oluşacaktır.
253
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
254
Harun Yahya - Adnan Oktar
I. ve II. Dünya Savaşları çok
büyük yıkımlara neden oldu.
On milyonlarca insanın hayatını kaybettiği savaşların sonrasında, yaraların sarılması
çok uzun süre aldı.
255
256
Darwinizm’in fikren tam anlamıyla
ortadan kaldırıldığı, Türk İslam Birliği'nin tesis edildiği bir ortamda
bu acı manzaraların hiçbirine bir
daha rastlanmayacaktır. Kuran ahlakının getirdiği sevecenlik, şefkat,
merhamet ve sevgi tüm insanları
kuşatacak, her dinden, her düşünceden insan kardeşçe birarada
yaşayacaktır.
257
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
malı ve bu tehlikeli planlarından vazgeçmelidirler.
Öte yandan Irak Savaşı'nın maliyeti üzerine yapılan çalışmalar da, olayın ayrı bir boyutunu gözler önüne sermektedir. Bu
araştırmalar çok çarpıcı bilgiler ortaya koymakta, tüm Ortadoğu'yu içine alabilecek bir savaşın bütün dünyayı sarsabilecek neticeleri olduğunu göstermektedir.
Irak Sa va şı'nın Ma li ye ti ve
Dü şün dür dük le ri
Irak Savaşı'nın öncesinde ve sonrasında savaşın maliyeti ile
ilgili özellikle ABD'de çeşitli istatistiksel çalışmalar yapılmıştır.
Farklı kurumlar ve kişiler tarafından gerçekleştirilen bu çalışmalar, savaşın Amerika'ya maliyetini farklı açılardan değerlendirmişlerdir. Bu çalışmalar, savaşın doğrudan etkileri dışında dolaylı etkilerinin de önemli olduğunu ortaya koymuştur.
Örneğin Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi başkanı
Senatör Joseph Biden tarafından yapılan çalışma, maliyetin 100
milyar dolar civarında olacağını öngörmektedir. Senatör Biden,
bu rakamın haricinde Irak'ın yeniden inşası için de 50 milyar dolar gerekeceğini ifade etmekte ve toplam maliyeti yaklaşık 150
milyar dolar olarak belirlemektedir. Şu anda savaş ABD'nin galibiyeti ile sona ermiş görünmektedir ve belki de maliyet hesaplanan limitler içerisinde gerçekleşmiştir. Ancak bu, savaş sırasında
yaşanan trajedilerin unutulmasını sağlamayacağı gibi, bu miktarın Amerikan halkının refahı için kullanılmak yerine savaş için
kullanılmış olmasını da haklı göstermeyecektir.
Sertlik yanlısı çevreler tarafından büyük bir maliyet olarak
değerlendirilmeyen 100 milyar dolar, ABD'nin 0-12 yaş grubu-
258
Harun Yahya - Adnan Oktar
Irak Savaşı'nın maliyeti savaş öncesinde ve sonrasında çok tartışıldı.
Yukarıda, ünlü strateji kurumlarından Brookings Institute'un internet
sitesinde yer alan, "Savaşın Ekonomik Maliyeti" başlıklı yazı görülmektedir. Sağda ise The New York Times'da konuyla ilgili yayınlanan "Hedef
Bağdat, Ama Ne Pahasına?" başlıklı yazı yer almaktadır.
nun eğitim giderleri için ayırdığı bütçenin üç, uluslararası ilişkiler bütçesinin ise dört katıdır. Bu miktar ile Amerika'da sigortası
olmayan tüm çocukların beş yıl boyunca bütün sağlık giderlerinin karşılanması da mümkündür. Amerikan halkının yaşam
stan dar tı nın da ha da iyi leş ti ril me si için kul la nı la bi le cek bu
paranın, binlerce insanın ölümüne neden olan bir savaşa harcanması elbette ibret vericidir. Ayrıca, tekrar hatırlatmak gerekir ki
bu, en iyi koşullar düşünülerek yapılmış bir hesaplamadır. Pek
çok emekli askeri yetkili ve savunma stratejisti –savaş sonrasın-
259
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
da yaşanacak potansiyel riskleri de göz önünde bulundurarakmaliyetin şu anki haliyle kalmayacağını da ifade etmektedirler.
Nitekim Amerikan tarihinde yaşanan çeşitli savaşlar, savaşların planlanandan çok daha maliyetli olduğunu göstermektedir.
Örneğin Lincoln'ün Hazine Bakanı, yapılacak savaşın Kuzey'e
240 milyon dolara mal olacağını planlamış, ancak savaşın bütçeye
yükü planlanandan 13 kat daha fazla, yani 3 milyar 200 milyon
dolar olmuştur. Benzer bir şekilde, Vietnam Savaşı için 1966 yılı
bütçesinde 10 milyar dolar ayrılmış ve savaşın 1967 yazında sona
ereceği tahmin edilmiş, ne var ki savaş 1973'e kadar sürmüş ve savaşın bütçeye doğrudan etkisi 110-150 milyar dolar olmuştur.22
Kısa sürede neticeleneceğinden emin olunan Vietnam Savaşı, 47
bin den faz la Ame ri kan as ke ri nin
cephede, 11 bin askerin diğer
nedenlerle ölmesine, 303
260
Harun Yahya - Adnan Oktar
bin askerin de yaralanmasına neden olmuştur. 1 milyondan fazla
sivilin hayatını kaybettiği bu savaşta, 225 bin Vietnamlı asker ölmüş, 570 bin asker de yaralanmıştır.23
Bu örnekler, savaşın gidişatında beklenmeyen değişiklikler
olduğu zaman maliyetin katlanarak büyüdüğünü göstermektedir. Yaşanacak her savaşta iki taraf için de hem insani hem de
mali kayıpların daha da büyüyebileceği göz önünde bulundurularak, Irak'taki savaşın benzerlerinin bir daha asla yaşanmaması
hedeflenmelidir. Unutmamak gerekir ki, Amerikan yönetiminin
Ortadoğu'da sağlamak istediği barışçı, ılımlı, demokratik ortamın savaş yolu ile kurulması mümkün değildir. Askeri bir başarı sağlansa bile, bu yolla, bölgede kalıcı huzur ve güvenliğin sağlanması oldukça zor olacaktır. Cephe savaşını kazanmak, bir bölgeyi toplumsal ve siyasi olarak hakimiyet altına almak için yeterTürk İslam Birliği, dünya barışının tesis edilmesinde önemli bir adım
olacaktır. Karşılaşılan çeşitli sorunlar bu birlik aracılığıyla, çok kısa bir
süre içerisinde barışçıl yollarla giderilebilecek, tüm anlaşmazlıklar adil
neticeye kavuşturulacaktır.
261
li olmayabilir. Ortadoğu hassas dengeler üzerine kurulu bir bölgedir. Tarihi tecrübeler göstermektedir ki, yabancı güçlerin, bu hassas dengeleri en adil
ve hakkaniyetli şekilde koruyabilmeleri, bölgedeki
tüm halkların razı olacağı bir düzen kurmaları pek kolay değildir. Bunu ancak, bölge halkları ile ortak kültür ve medeniyete sahip bir güç gerçekleştirebilir. Bu da, tüm Müslüman ülkele-
ri birleştiren ve İslam aleminin iradesini yansıtan
merkezi bir otorite olmalıdır. Bu otorite, yalnızca Ortadoğu konusunda değil, Batı ile İslam dünyası arasındaki tüm sorunlara çözüm getirebilecek olan Türk İslam
Birliği'dir. Dolayısıyla başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin
izlemesi gereken strateji de, tüm Müslüman ülkeleri, barışsever, hoşgörülü ve yapıcı bir anlayışta birleştirecek olan Türk
İslam Birliği'nin oluşturulmasına destek vermek ve bu birlikle
ittifak halinde hareket etmek olmalıdır. Böylece ABD, Batı'da
Fas'a ve Moritanya'ya; Doğu'da ise Endonezya'ya kadar uzanan dev bir coğrafyada, kendisiyle diyalog ve iş birliği kurabileceği güvenilir bir siyasi birlik bulacaktır.
Pek çok Amerikalı stratejist ve düşünür tarafından da işaret edilen bu gerçek, ünlü ekonomist ve Yale Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. William Nordhaus tarafından hazırlanan "The Economic Consequences of a War With Iraq"
(Irak'la Savaşın Ekonomik Neticeleri) başlıklı raporun "Sonuç
ve Öneriler" bölümünde, şöyle ifade edilmektedir:
Siyasi açıdan da tek başına hareket etmek, özellikle de İslam ülkelerinin desteğini almadan hareket etmek, hem ılımlı çevrelerde rahatsızlığa neden olacak hem de radikal hareketlere zemin hazırlayacaktır.... .24
Sa va şın Per de Ar ka sın da Kim Var?
Savaşın tüm olumsuzluklarını ve zararlarını gözler önüne
seren bu tabloya rağmen, Amerika'nın nasıl olup da böyle bir
savaşı başlattığı kuşkusuz üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Çoğu yorumcu, ikinci Irak Savaşı'nın aslında 11
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE
ÇAĞRI
ABD TARİHİNDEKİ
SAVAŞLARIN
MALİYETLERİ
Savaşlar
Nüfus
Askeri
Personel
Oran
milyon
bin
nüfusun
nüfusun
%'si
%'si
Kayıplar
Oran
İhtilal
3.5
200
5.7%
4.435
0.127%
1812 sonrası
7.6
21.1
286
3.8%
2.260
0.030%
79
0.4%
1.733
0.008%
Birlik
26.2
2.803
10.7%
Konfederasyon
8.1
110.070
0.420%
1.064
13.1%
74.524
0.920%
184.594
0.538%
385
0.001%
12.2%
53.513
0.052%
3.8%
292.131
0.219%
4.3%
33.651
0.022%
1.1%
47.369
0.023%
148
0.000%
Meksika Savaşı
İç Savaş
Toplam
34.3
İspanya-Amerika
Savaşı
74.6
1. Dünya Savaşı
102.8
2. Dünya Savaşı
133.5
Kore Savaşı
151.7
Vietnam Savaşı
1. Körfez Savaşı 204.9
260.0
Savaşlar
3.868
307
4.744
16.354
5.764
8.744
11.1%
0.4%
4.6%
2.750
Savaşların
Savaşların
toplam
maliyeti
toplam maliyeti
(milyar)
(milyar)
Kişi
Başına
Gider
Gider
dönemin kuru
2002 ($)
2002 ($)
GSMH'nin
yıllık %'si
İhtilal
0.1
2.2
447
63
1812 sonrası
0.09
0.07
1.1
1.6
120
68
13
3
Birlik
3.2
38.1
1.357
84
Konfederasyon
2.0
23.8
2.749
169
Toplam
İspanya-Amerika
Savaşı
5.2
62.0
1.686
104
0.4
9.6
110
3
16.8
190.6
2.489
24
Kore Savaşı
285.4
2896.3
20.388
130
Vietnam Savaşı
54.0
335.9
2.266
15
111.0
494.3
2.204
12
61.0
76.1
306
1
Meksika Savaşı
İç Savaş
1. Dünya Savaşı
2. Dünya Savaşı
1. Körfez Savaşı
Yukarıdaki tablolarda, katıldığı büyük savaşların ABD'ye ne kadar can ve mal kaybına
neden olduğu görülmektedir.
264
Harun Yahya - Adnan Oktar
Eylül'den de, kitle imha silahları ile ilgili kuşkulardan da çok daha önce planlandığı görüşündedir.
Bu savaş, Ortadoğu'ya yönelik yeni Amerikan stratejisinin
bir parçasıdır. Bu stratejiyi geliştirenler, henüz 1997 yılında Amerika'nın Saddam'ı vurması ve iktidardan indirmesi gerektiğine
karar vermişlerdir. Bu yöndeki ilk işaret, 1997 yılında ortaya çıkmıştı. Washington'daki bir grup stratejist, İsrail lobisinin telkinleriyle, kurdukları PNAC adlı "think-tank"le Irak'ın işgali senaryosunu savunmaya başlamıştı. PNAC'in en kayda değer isimleri
ise, sonradan George W. Bush yönetiminin en etkin isimleri haline gelecek olan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Başkan
Yardımcısı Dick Cheney idi. Gerçekte ABD önderliğinde istikrarlı bir dünya kurmak gibi makul bir amaçla yola çıkmış olsalar da,
İsrail lobisinin etkisiyle, bu amacın Ortadoğu'da bir savaş gerektirdiği fikrine kapılmışlardı. Oysa çok yönlü bir değerlendirme
yaptıklarında, bu fikrin ciddi bir yanılgı olduğunu açıkça görebileceklerdir. Eğer amaç istikrar kurmak, bir düzen oluşturmak ise, savaşın hiçbir zaman düzen oluşturucu bir
etkisi olmayacağı açıktır. Tam tersine savaş, mevcut düzeni yerle bir eden, insanlara sürekli kayıp getiren bir
265
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
durumdur. İstikrarın barışın korunmasıyla sağlanabileceği tarihi
bir gerçektir.
Philadelphia Daily News gazetesinde William Bunch imzasıyla yayınlanan "Invading Iraq Not A New Idea For Bush Clique :4
Years Before 9/11, Plan Was Set" (Irak'ı İşgal Etmek Bush Ekibi
İçin Yeni Bir Fikir Değil: 11 Eylül'den 4 Yıl Önce Plan Hazırdı)
adlı bir makalede, bu konuda şu yoruma yer verilmektedir:
Gerçekte, Donald Rumsfeld, Başkan Yardımıcısı Dick Cheney ve küçük bir grup muhafazakar ideologlar Amerika'nın Irak'ı işgalini savunmaya henüz 1997 yılında başlamışlardı -yani 11 Eylül saldırılarından 4, Başkan Bush'un göreve başlamasından 3 yıl önce.
Kendilerine PNAC (Project for the New American Century-Yeni
Amerikan Yüzyılı Projesi) adı verilen bu garip ve belirsiz siyaset grubu, Cheney, Rumsfeld, Rumsfeld'in yakın yardımcısı Paul Wolfowitz
ve Bush'un kardeşi Jeb Bush'u da içeriyordu. Ve daha o zamanlar bile, Ocak 1998'de, Başkan Clinton'ı Irak'ı işgale ikna etmeye çalışmışlardı. Rumsfeld tarafından imzalanarak Clinton'a gönderilen mektup,
"Size Amerika'nın ve müttefiklerinin çıkarlarını tüm dünyada güvence altına alacak yeni bir stratejiyi açıkça başlatmanızı öneriyoruz" diye başlayan mektup, "bu strateji, en başta, Saddam Hüseyin rejiminin
düşürülmesini hedeflemelidir" diye devam ediyordu.25
Peki PNAC üyelerinin Saddam'ı düşürmek konusunda bu
kadar ısrarlı olmalarının nedeni neydi? Aynı makalede bu konuda şunlar yazılıdır:
Petrol, PNAC'in Irak hakkındaki politika açıklamalarında arka planda
bir yer tutsa da, itici güç gibi gözükmüyor. Pennsylvania Üniversitesi'nden siyaset bilimi profesörü ve Ortadoğu uzmanı Ian Lustick,
Bush'un politikasını eleştirirken, petrolün savaş taraflarınca asıl olarak savaşın masrafını karşılamaya yönelik bir unsur olarak görüldüğüne dikkat çekiyor. PNAC'tan Schmitt ise, "ben Texas'tanım ve bildiğim petrolcülerin hepsi askeri bir operasyona karşı" diyor, "petrol
266
Harun Yahya - Adnan Oktar
Her ne kadar petrol, Irak Savaşı'nın gerekçelerinden biri gibi görünse de, araştırmacılar bu savaşın perde arkasında çok daha farklı gerçekler olduğunu ifade
etmektedirler.
pazarı istikrarsızlık istemiyor." Profesör Lustick'e göre ise, (savaş için)
daha güçlü ama gizli bir motivasyon kaynağı, İsrail olabilir. Bush yönetimindeki şahinlerin, Irak'taki bir güç gösterisinin, Filistinlileri İsrail için avantajlı olan bir barış planını kabul etmeye ikna edeceğini hesapladıklarını söylüyor.26
Kısacası ABD'nin Irak'ı vurması projesinin asıl mimarı, İsrail ve onun ABD'deki uzantılarıdır. ABD'nin Ortadoğu politikasının İsrail tarafından çok dengesiz bir biçimde etkileniyor olması,
bu aşamada bir kez daha ortaya çıkmıştır. ABD'nin karar mekanizmalarına etki eden bazı İsrail yanlısı radikal Siyonistler, Washington'ı İsrail'in Ortadoğu stratejisine göre hareket etmeye zorlamaktadır. Bunu da ABD ile İsrail'in çıkarlarının özdeş olduğunu iddia ederek yapmaktadırlar. Oysa ABD'nin Ortadoğu'daki
çıkarı, İsrail'deki radikal Siyonist zihniyeti desteklemek ve bu
yüzden Arap dünyasını karşısına almak değil, İsrail'e barış ve
ılımlılık telkin etmek ve Araplar ile İsrail arasında adil bir hakem
267
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Ame ri ka'da sa vaş yan lı sı ki şi le rin İs ra il ile olan bağ lan tı sı Ame ri kan med ya sın da bü yük tar tış ma la ra ne den ol du. Pat rick Buc ha nan'ın "Who se War?"
(Ki min Sa va şı?) baş lık lı ya zı sı med ya da ko nuy la il gi li çı kan ha ber ler de ele
alı nan bil gi le ri in ce le mek tey di. The New York Ti mes'da ya yın la nan "Is It
Go od for Jews?" (Ya hu di ler İçin İyi mi?) baş lık lı ya zı da ise, İs ra il'in Irak Sa va şı'ndan ne gi bi men fa at le ri ol du ğu ele alın mış tı. Na ti onal Re vi ew'da ya yın la nan ve alt ta yer alan iki ma ke le de ise, Yahudilerin hep sini savaş yan lısı
gibi gös ter menin yan lış ol duğuna dik kat çekil mek tey di.
268
Harun Yahya - Adnan Oktar
ve arabulucu rolü oynamaktır. Irak'a saldırı planının geliştirilmesinde de, yine söz konusu İsrail etkisini görmek mümkündür. İsrail lobisi, sonradan Bush yönetiminde etkili mevkilere gelecek olan
bazı stratejistleri, Irak'a karşı bir savaş açılması gerektiği yönünde
yanlış yönlendirmişlerdir ve bu da Ortadoğu'da pek çok masum
insanın hayatına mal olacak, yeni gerilimleri körükleyecek yeni bir
savaşın yolunu açmıştır.
Söz ko nu su sa vaş stra te ji si ni sa vu nan lar, her ne ka dar
"Amerikan çıkarları"ndan söz etseler de, aslında savundukları
şey İsrail'in çıkarlarıdır. Çünkü gerçekte Amerika'nın tüm bir Ortadoğu'yla savaşmak, bu bölgedeki halkları kendine karşı kışkırtmak gibi bir stratejide çıkarı olamaz. Amerika'nın, bazılarının
iddia ettiği gibi, "anti-İslami" bir ideolojisi ve stratejisi de yoktur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi 1990'larda Sırp vahşetine maruz
kalan Balkan Müslümanlarının (Bosnalıların, Kosovalıların ve
son olarak da Makedon Müslümanlarının) en büyük destekçilerinden biri Amerika olmuştur. Amerika'nın Müslüman kitlelerle
karşı karşıya geldiği tek coğrafya Ortadoğu'dur ve bu da Amerika'nın, bir kısım yöneticilerinin bu ülkenin dış politikasında inanılmaz bir güce sahip olan İsrail lobisinin etkisiyle, İsrail taraflı
hareket etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu kişilerin bu yöndeki
yanlış yönlendirmelerin etkisinden kurtularak, Ortadoğu'daki
durumu ön yargısız bir şekilde değerlendirmeleri, çok daha adil
bir yaklaşımın geliştirilmesine aracı olacaktır.
İşte bu nedenle Amerika'nın 11 Eylül sonrasında uygulamaya
konan ve tüm İslam dünyasını düzenlemeye yönelik stratejisi, İsrailli radikallerin Ortadoğu planı tarafından olumsuz yönde yönlendirilmektedir. İsrail, içinde yaşadığı yok edilme korkusu nedeniyle, kurulduğu günden bu yana, Ortadoğu'yu yeniden düzenleme, kendisi için tehlikesiz ve yönlendirilebilir hale getirme amacındadır. Bu amaçla on yıllardır ABD üzerindeki nüfuzunu kul-
269
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
lanmakta ve Washington'ın Ortadoğu siyasetini yönlendirmektedir.
Oysa gerçekte Müslümanlarla çatışmak İsrail'in de çıkarına değildir. Hem Musevi ve Hıristiyanların hem de Müslümanların bu topraklarda, diledikleri gibi ibadet etme ve yaşama hakkı vardır. Ne var ki İsrail'de etkin olan ateist Siyonistlerin, izlediği politika yalnızca Müslümanlara zulümle kalmamakta, Hıristiyanları ve Musevileri de tedirgin etmektedir. İsrail, tüm Ortadoğu'yla daimi bir savaş içinde olmak yerine, işgal ettiği topraklardan çekilmeyi ve gerçek bir barış yapmayı seçse, bu hem kendi
vatandaşları hem de tüm Ortadoğu halkları için çok daha iyi olacaktır. Dolayısıyla Ortadoğu'yu savaşa sürükleyen, hatta global
bir "medeniyetler çatışması" körüklemek isteyen ateist Siyonist
zihniyete karşı fikren mücadele etmek, İsrail'deki 4.5 milyon
Musevi vatandaşının da güvenliği için gerekmektedir.
Unutmamak gerekir ki, ateist Siyonizm bu topraklarda yaşayan tüm Yahudi olmayan insanları şiddet ve terör yoluyla
yurtlarından etmeyi ve hatta gerekirse katliama uğratmayı hedeflemekte, dindar Musevilere de çok ciddi baskılar uygulamaktadır. Irkçı, şoven ve işgalci bir ideolojidir. Ancak, bilgi eksikliği
ya da yanlış bilgilendirme nedeniyle ateist Siyonist ideoloji hem
Musevi hem Hıristiyan dünyasında bazı kimseleri etkileyebilmektedir. Radikal görüşlerin etkisi altında kalanlara, büyük bir
yanlışın içinde olduklarının gösterilmesi ve doğru yola davet
edilmeleri, yeryüzünde barışın hakim olmasını isteyen herkesin
sorumluluğudur. Bunun için samimi dindar Yahudilerin, vicdan
sahibi Hıristiyanların ve Müslümanların ittifak halinde hareket
etmeleri önemlidir. İnsanların ateist ve radikal Siyonizm denen
faşizan, Sosyal Darwinist, işgalci ideolojiden bir an önce kurtularak gerçeği görmeleriyle dünya barışının önündeki büyük bir en-
270
Filistin, Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların barış içinde birarada yaşayabilecekleri bir toprak olmalıdır. Müslüman idaresindeki Filistin'de asırlar boyunca sağlanan huzur ortamının bugün de yeniden inşa edilmesi mümkündür.
gel kaldırılacak, şiddete destek verenler barışın savunucusu haline gelebileceklerdir.
Türk İslam Birliği sadece yarım asırdan uzun süredir büyük
acılar yaşayan Filistin'in değil, İsrail'in de kurtuluşu olacaktır. İnşa ettiği dev duvarlarla aslında kendisini hapseden İsrail, Türk
İslam Birliği'nin adaleti, barışseverliği, sevecenliğiyle içine düştüğü açmazdan çıkacak, tüm bölgeye huzur ve güvenlik gelecektir. Bu topraklar Osmanlı yönetiminde yaklaşık 400 yıl boyunca
kardeşliğin ve dostluğun mekanı olmuştur. Museviler, Hıristiyanlar, Müslümanlar kardeşçe birarada yaşamışlar, diledikleri
gibi ibadetlerini yerine getirmişler, istedikleri yerde yerleşmişler,
özgürce ticaret yapmışlar, güvenlik içinde hayatlarını devam ettirmişlerdir. Geçmişte yaşanan bu güzelliğin günümüzde fazlasıyla yaşanması yolu ise Türk İslam Birliği'nin kurulmasıdır.
271
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
ADNAN OKTAR'IN TASCA
(Türk Arap Bilim, Kültür ve Sanat
Derneği) RÖPORTAJI,
21 KASIM 2008
ADNAN OKTAR: Türk İslam Birliği zaten uluslararasıdır.
Ama kardeşler arası diyelim. Kardeşler arası bir çalışma. Tabii ki, Türk devletlerinin hepsine ulaşmaya çalışıyoruz. İslam
ülkelerinin hepsine ulaşmaya çalışıyoruz,a
ama Hıristiyanlar da
Museviler de Allah'ın bize emanetidir. Ben onlara karşı derin
bir şefkat, derin bir sevgi ve koruma hisleri içerisindeyim.
Onun için ben Türk İslam Birliği içerisinde özellikle Ermenistan'ın bulunmasını istiyorum. Özellikle İsrail'in bulunmasını istiyorum. Ki görsünler, kendilerine gösterilecek
sevgiyi, ilgiyi, alakayı, desteği, yardımı ve ne kadar hürriyet içinde
olacaklarını, ne kadar dostane
ve sevecen davranılacağını
görsünler şeklinde bir isteğim var inşaAllah. Çünkü
mesela Museviler, Hz.
Mu sa'ya bakın kaç
272
Harun Yahya - Adnan Oktar
bin yıldan beri bir sadakat gösteriyorlar. Bu
çok güzel bir şey. Mesela Hıristiyanlar, Hz. İsa (as)'ya 2000 yıldan beri
sadakat gösteriyorlar. Bu çok güzel bir
şey. Ama bilmiyorlar. Fetret devri gibi bir
devirdeyiz. Fark etmemiş olabilirler. Kuran'ı
anlamamış olabilirler. Kuran'ın aleyhinde onları
çok kışkırtıyorlar. Ama anladıkça, öğrendikçe bir
çok şeyi fark etmeye başladılar. Mesela teslis inancının
yersizliğini anlamaya başladılar. Mesela Museviler, ahiret
inancının önemini daha iyi kavramaya başladılar. Tevrat'ta
var, fakat çıkartmışlar. Buna rağmen Tevrat'ta görülüyor ahiret inancı. Bunu, Kuran'ın etkisiyle güçlendirmeye başladılar.
Bu insanlara Kuran, İslam anlatıldıkça, hiç olmazsa şirk olan
ve yanlış olan yönlerini düzeltiyorlar. Yani bu da çok büyük
bir başarıdır, bir nimettir ve güzelliktir. Cenâb-ı Allah diyor
ya ayette, şeytandan Allah'a sığınırım, “Gelin ortak bir kelimeye gelelim. Allah'ın birliğine…” Buna davet ediyoruz ve
onlar da bizlerin kardeşleridir. Onlar da eski İslam dinidir,
tahrif olmuştur, ama eski İslam dinidir ve Ehl-i Kitap'tır onlar. Dolayısı ile en az Müslümanlar kadar sevgiye,
saygıya, korunmaya, hakkı olan insanlardır.
Dolayısı ile onlar da huzur ve güvenlik
içinde olacaklardır.
273
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Gerek İsrail'de gerek ABD'de, Yahudilerin Müslümanlarla birarada barış içinde yaşayabileceğini ve bu barışın sağlanması için her iki tarafın da özveride bulunması gerektiğini
savunan çok fazla sayıda Yahudi vardır. Barış yanlısı Yahudiler, İsrail'in Filistin halkına
karşı uyguladığı zulüm politikasını şiddetle eleştirdikleri gibi, Irak Savaşı'na da karşı çıkmışlardır. ABD'de faaliyet gösteren Tikkun isimli Yahudi organizasyonun sitesinde yer
alan makalede, önleyici saldırı kavramının yanlışlıkları ortaya konulmaktadır. Sağ üstte,
Tel Aviv'de Yahudi ve Arapların ortak katılımlarıyla gerçekleştirilen savaş karşıtı gösteri
ile ilgili bir haber yer almaktadır. "Yahudiler Neden Irak Savaşı'na Karşı Olmalıdırlar?"
(Why Jews Should Oppose War on Iraq) başlıklı, Haham Arthur Waskow tarafından yazılan makalede ise, Yahudi dininin gerçekte her türlü zulme ve saldırganlığa karşı olduğu vurgulanmaktadır.
274
Harun Yahya - Adnan Oktar
Yeni Şafak Gazetesi, 1.4.2003
275
Ya hu di Din Adam la rı nın Baş lat tı ğı
Ba rış İçin Oruç Çağ rı sı
Irak krizinin başlangıcından itibaren, dünyanın farklı bölgelerinden din adamları barış için çeşitli girişimlerde bulundular.
Bunlardan biri de, Shalom adlı Yahudi barış örgütünün yöneticilerinden Haham Waskow'un başlattığı, "Barış için Oruç" çağrısıydı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı mezheplere ve inançlara mensup onlarca din adamının bu çağrıya katılmasıyla, üç
İlahi dinin mensuplarının da aslında savaşa karşı oldukları bir
kez daha gösterilmiş oldu. Çağrıda, kısaca şu noktalar üzerinde
durulmaktaydı:
Amerikalılara, gerçek barışı aramak ve dua etmek için oruç tutmak çağrısında bulunuyoruz. Bize barışı ve adaleti emreden, bağışlayan Allah'ın
adıyla... Allah bize barışı aramamızı ve barış için çalışmamızı emreder. Büyük bir endişe ile görüyoruz ki, ne Irak hükümeti ne de Amerikan yönetimi Allah'ın bu emrini ana hedef olarak görmemektedirler... Allah bize,
komşularımızı sevmemizi, yabancılara iyi davranmamızı ve kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına da yapmamamızı emreder....
Allah bizden, açları doyurmamızı, evsizlere ev bulmamızı, fakirleri giydirmemizi, dünyayı güzelleştirmemizi, ruhlarımızı ve zihinlerimizi özgürleştirmemizi ister... Allah bize harekete geçmeden önce düşünmemizi ve dua
etmemizi emreder. Yeterli deliller ve açık kanıtlar bulunmadan başlayan bu
savaşın başkalarına değil, kendi ailelerimize de ölüm getireceğini üzüntüyle görüyoruz. Bu savaş, inançlarımız ve geleneklerimiz tarafından kutsal
kabul edilen pek çok mekanın bulunduğu bu bölgeyi yakıp yıkacaktır. Bu
büyük tehlike anında, Allah'a yöneliyoruz...
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Üstte Shalom grubu tarafından hazırlanan ve samimi olarak iman eden Yahudilerin
neden savaşa karşı olmaları gerektiğini açıklayan ilan görülmektedir. İlanın başlığı:
Yahudiler "Hayır" diyor... Neden?
Altta ise, "Barış için Oruç" çağrısının metni yer almaktadır.
Haham Waskow
Harun Yahya - Adnan Oktar
Sad dam Hü se yin'in Darwinist İde olo ji si
Irak Savaşı'nın ilk gününden itibaren ana hedefi Saddam
Hüseyin'i iktidardan indirmek olarak açıklanmıştır. Kuşkusuz
her ne gerekçe ile olursa olsun meselenin savaş yoluyla halledilmek istenmesi yanlıştır. Nitekim savaş boyunca yaşanan can
kayıpları, savaşın hiç başlamamış olması gereken kötü bir seçim olduğunu göstermektedir. Ancak öte yandan, Saddam Hüseyin'in de Irak'a ve bölgeye zarar veren ve iktidardan inmesi
gereken bir diktatör olduğu gerçeğini görmek gerekir.
Saddam Hüseyin, 1960'lı yıllarda Arap dünyasını sarmış
olan "Arap sosyalizmi" akımının yanlış yola sürüklediği pek
çok insandan biridir. Arap sosyalizmi, aşırı bir milliyetçilik ve
fanatik bir üçüncü dünya solculuğunu birleştiren ve esas olarak
da Sovyetler Birliği'nden destek gören bir hareketti. Sovyetler
Birliği'nin Stalinist rejimi ve öğretisi, Arap sosyalistlerinin de
dünya görüşüne damga vurdu. Bu nedenle saldırgan, baskıcı
ve savaşçı bir siyaset geliştirdiler. Saddam, bu yanlış ideolojinin Irak'taki temsilcisi olan Baas Partisi'nin önde gelen bir militanıydı. Gençlik yıllarında örgütlediği Cihaz Hanin adlı terör
çetesi aracılığıyla Baas karşıtı siyasi grup ve kişilere karşı çeşitli suikastler düzenledi. Baas'ın 1963'teki ilk darbesinden sonra,
Saddam'ın yönetiminde bir "sorgu merkezi" kurulmuş ve burada pek çok insana korkunç işkenceler yapılmıştı. Saddam'ın yeni "işkence yöntemleri" geliştirdiği biliniyordu.
İnandığı Stalinist ideolojinin etkisiyle acımasız bir kişilik
geliştiren Saddam Hüseyin, iktidarı boyunca da acımasız yöntemler kullandı. 1980'de İran'ı işgal ederek 8 yıl sürecek çok
kanlı bir savaş başlattı. 10 yıl sonra bu kez Kuveyt'i işgal etti.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Saddam Hüseyin, 1960'lı yıllarda
Arap dünyasını sarmış olan "Arap
sosyalizmi" akımının yanlış bir yola sürüklediği pek çok insandan biridir.
Harun Yahya - Adnan Oktar
Ülke içinde de kendisine muhalif olarak gördüğü kişi ve gruplara karşı vahşet uyguladı. 1988 yılında Kuzey Irak'taki Halepçe köyüne karşı kimyasal silahlarla düzenlediği ve 5 bin masum insanın feci şekilde ölümüyle sonuçlanan saldırı, Saddam
rejiminin insanlık suçlarından biriydi.
Tüm bunlar, Saddam'ın Irak'a liderlik yapabilecek vasıfta
bir insan olmadığını göstermektedir. Bir liderden beklenen,
kendi halkına huzur, güvenlik, mutluluk ve refah sağlaması,
komşularına ve dünyaya da istikrar ve barış getirmesidir.
Bugün artık Saddam iktidardan devrilmiştir, ancak savaş
sonrasındaki bu süreçte izlenecek stratejiler de büyük önem
taşımaktadır. Ortadoğu'da kalıcı barışın inşa edilmesi için gerekli çözüm, Saddam'ı bir tür canavar olarak göstermek değil,
onu şiddet ve acımasızlığa yönelten ideolojiyi ve şartları çözümlemek ve bunların düzeltilmesi için çaba göstermektir.
Saddam'ı kanlı bir diktatör yapan, savunduğu radikal Baas
ideolojisi ve her türlü sorunun güçle ve hatta kanla çözülmesi gerektiğini varsayan faşizan kültürdür. Bu ideolojinin ve
bu kültürün Arap dünyasından temizlenmesi, bunun yerine
İslam ahlakının gerektirdiği gibi merhametli, sevgi dolu, insancıl, medeni bireyler ve kitleler yetişmesi için çok kapsamlı bir eğitim ve aydınlanma politikası yürütülmelidir. Kuran
ahlakının tam anlamıyla yaşandığı bir toplumda, bu tarz sorunlarla hiçbir zaman karşılaşılmayacaktır.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, söz konusu çatışmacı ideoloji ve kültür, sadece Bağdat'ta değil, dünyanın daha başka
pek çok yerinde, hatta kimi zaman sözde din adına ortaya çıkmaktadır. Bunun çözümü ise, gerçek din ahlakının insanlara
etkili bir biçimde anlatılmasıdır.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Radikal Baas ideolojisi, Saddam'ın kendi vatandaşlarına
dahi son derece zalim bir politika izlemesine neden olmuştur. Ancak bu ideolojinin yıkıcı etkilerinin ortadan tamamen kaldırılması için
asıl üzerinde durulması gereken, söz
konusu ideolojinin
telkinlerine
karşı yürütülecek olan
kültürel mücadeledir.
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Dü zen ve İs tik rar Türk İs lam Bir li ği ile Sağ la nır
Irak Savaşı'nın Ortadoğu'da çok geniş çaplı ve uzun süreli
bir istikrarsızlığa neden olma ihtimali oldukça yüksektir. Görünen odur ki, Irak Savaşı'nın başladığı dönemlerde Amerikan politikası üzerinde ağırlığı olan bazı çevreler bu savaşı Irak'la sınırlı tutmayıp, tüm Ortadoğu'yu ve hatta Kafkasya ve Güneydoğu
Asya'yı içine alan coğrafyayı gerekirse savaşarak, yeniden yapılandırmayı hedeflemişlerdir. DöneminAmerikan üst düzey yönetiminde yer alan bazı isimlerin, "Amerika'nın gerekirse 40-50
ülkeye karşı harekete geçebileceğini" ifade etmeleri bu çevrelerin
planlarını bir kez daha ortaya koymaktadır.27 PNAC'nin kurucularından William Kristol'ün "Amerikan halkının savaşmaya hazır olması her zaman iyiye işarettir"28 sözü de bu anlayışın bir başka örneğidir. Tüm bunlar, belki de söz konusu planı yapanların dahi
sonunu görmeye "ömürlerinin yetmeyeceği" sürekli bir savaş hali demektir.
Dünyayı çok büyük acıların ve yıkımın içine itecek bu savaş
hali, uluslararası düzenin ve yapının sarsılmasına sebep olacak,
dengeleri alt üst edecek, sadece bölge insanlarını değil tüm insanlığı derinden etkileyecektir. Daha önce de vurguladığımız gibi, ABD ve diğer tüm dünya ülkeleri ulusal menfaatlerini en ileri düzeyde koruma hakkına sahiptirler. Bu onlara, güvenliklerini
tehlikeye atabilecek durumlara karşı tedbir almaları hakkını da
tanır. Ancak tüm ülkeler gibi, dünyanın yegane süper gücü konumundaki ABD'nin de bu hakkı, küresel dengeleri ve dünya barışını göz önünde bulundurarak kullanması gerekir. Ülkelerin
ulusal güvenlik stratejilerinin, uluslararası kanunlarla uyumlu
olması, keyfi uygulamaların engellenmesi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca terörizm gibi, tüm dünya güvenliğini tehlikeye
atan tehditler söz konusu olduğunda, çok taraflı iş birliklerinin
güçlendirilmesi ve uluslararası ittifakın sağlanması, başarı oranı-
282
Harun Yahya - Adnan Oktar
Yeni Şafak Gazetesi, 25.4.2003
esi, 4.4.2003
Tercüman Gazet
Star Gazetesi, 29.4.2003
ABD yö ne ti mi için de sert lik yan lı sı olan ba zı çev re ler, Or ta do ğu'da dü zen ve
is tik ra rı sa va şa rak sağ la ma yı he def le mek te dir ler. Bu na gö re sa va şı bir di ğer
sa vaş iz le ye cek, söz ko nu su is tik rar sağ la ma he de fi ol duk ça ge niş bir coğ raf ya yı sa va şın içi ne sü rük le ye cek tir. Oy sa İs lam Bir li ği'nin oluş tu rul ma sı, böy le
bir sa vaş ha li ne ge rek bırak tır mayacak, kalıcı düzen an cak bu bir lik sayesin de tesis edilecek tir.
283
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
nı artıracaktır. İzlenecek yol, şiddetin şiddetle bastırılmaya çalışılması değil, ılımlı ve demokratik güçlerin desteklenerek gerilimin azaltılması ve çatışmaların çözülmesi olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, 21. yüzyılın, tüm milletlerin refahının ve güvenliğinin sağlandığı bir yüzyıl olması için, sürekli savaşarak "güçlü
olanın haklı ve egemen olduğu" bir dünya kurmak hedefinden
vazgeçilmesi gereklidir.
Zengin yer altı kaynaklarından tüm milletlerin eşit olarak
yararlanması, dünya barışını tehdit eden unsurların ortadan kaldırılması, ekonomik istikrarın sağlanması, demokratik rejimlerin
güçlenmesi, insan hakları ihlallerinin engellenmesi, diktatörlerin
ve tiranların zulümlerine son verilmesi, yaşam kalitesinin artması yalnızca ABD'nin ve Batılı güçlerin değil, aynı zamanda tüm
Müslümanların da talebidir. Bazı stratejistler tarafından savunulan ve Müslümanları hedef gösteren yaklaşımlar, tüm İslam dünyasına karşı bir cephe oluşturmak anlamını taşır ki, bu da hem
çok yersiz hem de çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Günümüzde dini yanlış yorumlayan, bazı hurafe ve batıl inanışların etkisiyle
gerçek din ahlakından tamamen uzaklaşıp radikal bir tavır içerisinde olanlar yalnızca İslam dünyası içinde değil, Hıristiyan ve
Yahudi alemi içinde de yer almakta ve dünya barışına büyük zarar vermektedirler. Bu zararın giderilmesi, radikal her türlü akımın önünün kesilmesi, itidalli, barışsever, medeni ve samimi
dindar insanların ittifakı ile mümkündür. Böylece savaşı tek çözüm gibi sunan, güvenliğin ancak savaşarak sağlanacağı yanılgısına kapılanların telkinleri etkisizleştirilecek, daha çok kan ve
gözyaşı akması ve daha fazla maddi kayba neden olacak girişimler engellenecektir.
Bu ittifakın sağlanabilmesi için Batılıların, tüm ön yargıları-
284
Harun Yahya - Adnan Oktar
285
nı bir yana bırakarak, İslam dünyasını daha yakından tanıyıp anlaması, Müslümanların da birlik
oluşturup İslam dünyasının kalkınmasına yönelik
ortak politikalar geliştirmeye başlamaları gerekmektedir. Her iki tarafta düzenlenecek kültür ve
eğitim programları ile karşılıklı yanlış anlamalar
giderilebilir. Radikalizm asıl olarak cehaletten kaynaklanan bir sorundur. Bu eğitim programları ile
Batı dünyasının İslam'ı doğru tanımaları sağlanırken, İs lam dün ya sın da yer le şik olan ba zı ba tıl
inançlar ve hurafeler ortadan kaldırılacak, bunun
sonucunda karşılıklı hoşgörü ve anlayış esas olacaktır. Hoşgörü, barışın ve güvenliğin temel düşmanı olan kin, öfke ve nefreti ortadan kaldıracak,
barış içinde birarada yaşama kültürünün inşa edilmesini sağlayacaktır. Bu sayede, medeniyetler arası bir çatışma öngörenlerin iddialarının tam tersine,
medeniyetler arası barış yaşanacak, kültürel paylaşım ve etkileşimler toplumsal ilerlemeye aracı olacaktır. Tarihte; Yunanlıların Babillilerden, Fenikelilerin Mısırlılardan, Arapların Yunanlılardan, Perslerin Orta Asyalılardan, Bizanslıların Araplardan,
Batı Avrupalıların da Araplar ve Bizanslılardan etkilenerek ilerledikleri gibi, günümüzde de medeniyetler arasında hoşgörü temelinde kurulacak ilişkiler kültürel zenginlik ve ilerleme sağlayacaktır.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
286
Bugün, bu hoşgörü kültürünün gelişmesine
Batı'da ihtiyaç duyulduğu kadar İslam dünyasında da ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Zaman
zaman bazı Müslümanlar, Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine tamamen aykırı olmasına rağmen, diğer dinlerden ve milletlerden
insanlara kötü davranmayı öngören bağnaz bir
an la yı şın et ki sin de kal mak ta dır lar. Oy sa baş ta
Peygamber Efendimiz (sav)'in dönemi olmak üzere tarih boyunca İslam toplumları, adalet ve hoşgörünün merkezi olmuşlardır. Geçtiğimiz 1400 yılın tarihi, diğer ülkelerde zulüm gören Hıristiyan
ve Yahudilerin, Müslümanların korumasına ve
merhametine sığınmalarının örnekleri ile doludur.
Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak, barışa en
çok ihtiyaç duyulan bu dönemde Müslümanların,
Kuran'da emredilen ahlakı ve kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in hayatını temel alarak
tüm dünyaya örnek bir model geliştirmeleri gerekmektedir. Bu model, İslam coğrafyasına istikrar ve demokrasi getirmek iddiasında olan dış
güçlerin, böyle bir iddiada bulunmalarına gerek
bıraktırmayacak, İslam dünyasını kendi özündeki
değerlerle düzenleyip geliştirecektir. Bunun öncüsü ise, kurulacak Türk İslam Birliği olacaktır.
Harun Yahya - Adnan Oktar
287
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
SA YIN AD NAN OK TAR'IN
THE GULF TO DAY RÖ POR TA JI,
2 KA SIM 2008
Adnan Oktar: Museviler, peygamber soyudur, bizim
kendi peygamberlerimizin torunlarıdır. Ve Hz. Musa'nın
şeriatına tabi olan insanlardır ve o şeriatı, yani o dini şu
ana kadar yaşayarak devam etmişlerdir. Dolayısıyla,
peygamber soyundan olan bu tertemiz insanları devletsiz bırakmak, milletsiz hale getirmeye kalkmak, topraklarından sürüp çıkartmaya kalkmak, onlara yaşama hakkı
vermemek hiç akılcı ve vicdanlı bir
tavır değil. Müslüman şefkatlidir,
merhametlidir, sevgi doludur. Tabi ki, onlar da bizim kardeşimizdir, yaşam hakları vardır.
Birinci sınıf insanlardır, o bölgede istedikleri gibi yaşarlar,
ticaret yaparlar, sanatla uğraşırlar, bilimle uğraşırlar. Yani, niçin onlar oradan sürülüp çıkarılsın ve neden
huzursuz yaşasınlar
veyahut huzur-
288
Harun Yahya - Adnan Oktar
lu yaşam hakları ellerinden alınsın?
Bunu, makul hiçbir insan kabul etmez, ben de
kabul etmiyorum. Tabii ki huzur içinde mutluluk içinde yaşayacaklardır, hayat garantileri olacaktır. Türk
İslam Birliği içerisinde bereket ve bolluk içinde yaşayacaklardır. Kuran'ın hükmü ortada, Peygamberimiz (sav)'in
sünneti, uygulamaları ortada. Peygamberimiz (sav) zamanında Ehl-i Kitap son derece rahat yaşıyordu, Ben-i İsrail
son derece rahat yaşıyordu. O zaman Kudüs'te de onlar
yaşıyorlardı, İsrail bölgesinde yaşıyorlardı. Mutluluk ve
bereket içindeydiler, Peygamberimiz (sav) onlara karşı
çok şefkatli ve sevecen davranıyordu.Musevilerden kız alınabilir, evlenilebilir, onların kestiği yenir, sofralarında oturulur, evlerine gidilir, dost olunur, arkadaş olunur bu Peygamberimiz (sav) zamanında olan bir uygulama ve bir
sünnettir. Bu Hıristiyanlar için de aynı şekildedir, Peygamberimiz (sav)'in hanımlarından bir tanesi biliyorsunuz Hıristiyandı. Ki, bizim annemizdir, yani saygıyla sevgiyle
andığımız mübarek bir insandır. Bunu, bir tek Musevilik
için söylemiyorum. Aynı zamanda Hıristiyanlar da öyle,
mutluluk ve huzur içinde yaşamak hakkı olan, rahat yaşama hakkı olan, bereket ve bolluk içinde yaşama
hakkı olan ve bunun sevincini yaşadıklarını görmemiz gereken insanlardır.
289
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Pey gam be ri mi z (sav)'in Ki tap Eh li' ne Tav rı
Tüm Müs lü man la ra Ör nek Ol ma lı dır
Allah Kuran'da Yahudileri ve Hıristiyanları Kitap Ehli olarak isimlendirmiş ve Müslümanlarla, Kitap Ehli arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini detayları ile bildirmiştir. İslamiyet'in
doğuşundan itibaren Müslümanlarla, Kitap Ehli arasında hoşgörü ve anlayış ön planda olmuştur. Ehl-i Kitap, -her ne kadar kitapları ve bazı inanışları sonradan tahrif edilmiş olsa da- temeli
Allah'ın vahyine dayanan birçok ahlaki değere, haram ve helal
kavramlarına sahiptir. Kuran'da Müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında saygılı ve medeni ilişkiler kurulması teşvik edilir. Kitap
Ehli'nin yemeği Müslümanlara, Müslümanların yemeği de onlara helaldir; Müslüman erkekler Kitap Ehli'nden kadınlarla evlenebilirler. (Maide Suresi, 5) Bu hükümler, Müslümanlar ile Hıristiyan ve Yahudiler arasında sıcak komşuluk ilişkileri ve akrabalık bağları tesis edilebileceğini, iki tarafın birbirlerinin yemek davetlerine icabet edebileceğini gösterir.
Müslümanlar için her konuda olduğu gibi bu konuda da en
güzel örnek Peygamber Efendimiz (sav)'dir. Hz. Muhammed
(sav), Yahudi ve Hıristiyanlara karşı her zaman son derece adil
ve merhametli davranmış, İlahi dinlerin mensupları ile Müslümanlar arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturulmasını istemiştir. Peygamberimiz (sav) döneminde ve sonrasında, Hıristiyan ve Yahudilerin kendi dinlerini diledikleri şekilde
yaşamalarına izin verecek ve özerk cemaatler olarak varlıklarını
devam ettirebilmelerini sağlayacak anlaşmalar yapılmış ve güvenceler verilmiştir. İslamiyet'in ilk yıllarında Mekkeli müşriklerin eziyet ve baskılarına maruz kalan Müslümanların bir kısmı,
Peygamber Efendimiz (sav)'in öğüdüyle, Etiyopya'daki Hıristi-
290
Harun Yahya - Adnan Oktar
291
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
yan Kral Necaşi'ye sığınmışlardır. Peygamberimiz (sav)'le birlikte Medine'ye göç eden müminler ise, Medine'de yaşayan Yahudilerle, sonradan gelecek tüm nesillere örnek olacak bir birarada
yaşama modeli geliştirmişlerdir. İslam'ın yayılış döneminde de,
Arabistan'daki Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına gösterilen tolerans, Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı hoşgörü ve adaletinin
önemli birer örneği olarak tarihe geçmiştir.
Mesela, Hz. Peygamber (sav), Hıristiyan olan İbn Harris b.
Ka'b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde: "Şarkta ve
Garpta yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamberin ve tüm müminlerin himayesindedir. Hıristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse, İslam'ı kabule zorlanmayacaktır. Hıristiyanlardan birisi herhangi
bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım et mek zo run da dır lar" mad de le ri ni yaz dır dık tan son ra:
"... Kitap Ehli'yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim
İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46) ayetini okumuştur.29
Resulullah (sav)'in Kitap Ehli'nin düğün yemeklerine katıldığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. Hatta Necran Hıristiyanları,
ziyarete geldiklerinde Hz. Muhammed (sav) onlara abasını sermiş ve oturmalarını söylemiştir. Peygamber Efendimiz (sav)'in,
Mısırlı bir Hıristiyan olan Hz. Mariye (veya Meryem) ile yapmış
olduğu evlilik de, bu anlayışın örneklerinden biridir. Peygamberimiz (sav)'in vefatının ardından da, Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı gösterdikleri güzel ahlakın temeli, Hz. Muhammed
(sav)'in hayatı boyunca bu topluluklara karşı gösterdiği hoşgörüye dayanmaktadır.
292
Harun Yahya - Adnan Oktar
Müs lü man lar Ki tap Eh li' ne
Ada let ve Hoş gö rü ile Dav ran mış lar dır
Hıristiyanlık Filistin topraklarında doğmuş, ancak dönemin
baskıcı yönetimleri nedeniyle daha çok bugünkü Suriye ve Irak
bölgesinde yayılmıştı. Peygamberimiz (sav)'in, İslam'ı tebliğ etmeye başladığı dönemde Arap Yarımadasının güneyinde de çeşitli Yahudi ve Hıristiyan kabileleri bulunmaktaydı. Dolayısıyla
İslamiyet'in doğuşundan itibaren Müslümanlar, Yahudi ve Hıristiyanlar ile iletişim içinde oldular.
İslam'ın yayılması ve güçlenmesi ile birlikte, bölgede yaşayan Kitap Ehli, Müslümanların idaresi altına girdi. Bu dönemde
de Kitap Ehli ile Müslümanlar arasında anlayış ve hoşgörüye dayalı yapı devam etti. Peygamberimiz (sav) döneminde Hıristiyan
ve Yahudi kabilelerle çeşitli sözleşmeler yapılmış ve bu topluluklara kendi varlıklarını ve haklarını garanti altına alacakları çeşitli emannameler verilmişti. Hıristiyan kabilelerden Cerbalılar ve
Erzuhlulara verilen emannameler, bunun örneklerindendir. Bu
belgeler, Müslümanların idaresine giren veya İslam'ın hakimiyetini tanıyan Kitap Ehli'nin, hukuki, dini ve sosyal haklarını garanti altına alan anlaşmalardı. Uygulamada herhangi bir sorunla
karşılaşıldığında, bu belgelere başvurularak sorunlar çözüme kavuşturuluyordu. Örneğin, Dımeşkli Hıristiyanların bir sorun
karşısında, kendilerine verilmiş olan emannameyi dönemin halifesi Hz. Ömer'e sunarak, çözüm talebinde bulundukları tarih kitaplarında yer alan bir bilgidir. 30
Bu örnekte olduğu gibi, Hz. Muhammed (sav)'in vefatından son ra onun ye ri ne ge len ha li fe ler de, Pey gam be ri miz
(sav) gibi Allah'ın adaletini uygulama konusunda hassas davran mış lar dır. Fet he di len ül ke ler de hem ora nın yer li hal kı,
hem de yeni gelenler barış ve güven içerisinde yaşamışlardır.
293
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Harun Yahya - Adnan Oktar
295
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
İlk halife Hz. Ebubekir'in Suriye seferine çıkışı sırasında verdiği şu talimat, Kuran ahlakının
güzel bir örneğini teşkil etmektedir:
Ey insanlar, kalpte uyacağınız on kural veriyorum: İhanet etmeyin ve hak yoldan ayrılmayın. Çocuğu, kadını ve yaşlı insanları katletmeyin. Hurma ağaçlarını yakıp yok etmeyin ve herhangi
bir meyveli ağacı da kesmeyin. Develerden, sürülerden
ya da yığınlardan herhangi birini katletmeyin. Kendiniz için saklayın. Hayatını uhrevi uğraşlara adamış kişilerle karşılaşacaksınız, onları münzevi hallerine bırakın. Çeşit çeşit yiyecekler sunan insanlarla karşılaşacaksınız, yiyin,
fakat Allah'ın adını anmayı unutmayın.31
İslam'ın hızlı yayılışı, kısa sürede Hıristiyanların yoğun olarak yaşadıkları ve Bizans İmparatorluğu'nun iki önemli eyaleti
olan Suriye ile Mısır'ın ve Sasanilerin egemenliği altında bulunan
Irak'ın Müslümanların idaresine geçmesini sağladı. Bu dönem,
Kitap Ehli'nin Müslümanların adaletine ve merhametine çok daha yakından şahitlik ettikleri bir dönem oldu. İslam idaresine giren hiçbir bölgede, Kitap Ehli'ne dinlerini değiştirmeleri, geleneklerini bir yana bırakmaları söylenmedi, bu konuda hiçbir baskı uygulanmadı. Mevcut sosyal düzeni değiştirecek, Hıristiyanları ve Yahudileri rahatsız edecek hiçbir haksız müdahale ve uygulamaya izin verilmedi. Öyle ki, Roma Katolik veya Bizans Or-
296
Harun Yahya - Adnan Oktar
todoks kiliseleri tarafından asırlardır baskı altına alınmış
farklı Hıristiyan mezhepleri, Müslüman fetihlerini bir kurtuluş
olarak görüyor, Müslümanların yönetiminde olmayı tercih ediyorlardı. Batılı tarihçi Philip K. Hitti'ye göre;
İslam'ın egemenliği altında, Doğu, bin yıldır süren Batı egemenliğinden uyandı ve kendini ifade etme imkanı buldu. Dahası, bu yeni fatihler (Müslümanlar) tarafından istenen vergi, eski yöneticiler tarafından istenenden çok daha azdı ve fethedilen halklar dini uygulamalarını daha büyük özgürlük ve daha az müdahale ile sürdürme imkanına
kavuştular.32
Hıristiyanlık tarihi uzmanı Samuel H. Moffet'ye göre ise:
İlk halifeler zamanında ve iç savaşın yaşandığı karmaşık yıllar boyunca bile, herhangi bir savaşta yaşanması olağan durumlar dışında,
(Müslümanlar tarafından) fethedilen Bizans ve Pers toprakları üzerindeki Hıristiyanlara gösterilen muamele, dikkat çekici derecede iyilikseverdi.33
İslam idaresi altındaki Kitap Ehli'nin sosyal ve dini yaşamları incelendiğinde ortaya çıkan tablo şöyledir:
İslam topraklarında tam anlamıyla bir inanç özgürlüğü hakim olmuştur. Hiç kimse dinini terk etmeye zorlanmadığı gibi,
bu topluluklardan isyan edenlere, tekrar hakimiyet altına alındıklarında da, aynı hürriyetler tanınmıştır. İslam idaresi, patrik
seçimleri, din görevlilerinin atanması gibi önemli konularda dahi –birkaç istisna hariç- bir müdahalede bulunmamış, üstelik her-
297
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
hangi bir müdahalede bulunmayacağını çeşitli sözleşmelerle garanti etmiştir. Bu topluluklar kendi dillerini hem özel yaşamlarında hem de ibadet alanlarında diledikleri gibi kullanmaya devam
etmişlerdir. Örneğin Bizans Kilisesi'nden kopan Nasturiler, onların kullandığı Yunancayı terk ederek Süryaniceyi kullanmak istediklerinde diledikleri seçimi yapabilmişlerdir. Hıristiyanlara ve
Yahudilere ait tüm okullarda istenildiği gibi din eğitimi devam etmiştir. Bunun yanı sıra manastırlar başta olmak üzere –bu okullar
dini liderlerin ve din adamlarının yetiştirildiği okullardır- özel dini eğitim veren kurumlar da özerk yapılarını korumuşlardır. Aynı şekilde, diğer dinlere mensup olanların ibadethaneleri Müslüman idareler tarafından özenle korunmuştur. Fetihler sırasında
ibadethanelere dokunulmamıştır. Havralar ve kiliselerin korunacağına dair pek çok garantiler, Peygamberimiz (sav) döneminden
başlamak üzere, Kitap Ehli ile yapılan sözleşmelerde yer alan
önemli hükümler olmuştur. İlk dönemlerde yapılan anlaşmalarda, Müslümanların yolculukları sırasında güzergahları üzerinde
bulunan manastırlarda kalmalarına müsaade edilmesine dair
maddeler bulunmaktadır. Bu da, Müslümanların Kitap Ehli ile
ilişkilerini karşılıklı saygı zemini üzerinde geliştirmeye, onlarla
diyalog halinde olmaya özen gösterdiklerine bir işarettir. Ayrıca
yıkılan kiliselerin onarılmasına, yeni havraların ve manastırların
inşa edilmesine de her zaman müsaade edilmiştir. Örneğin, Medain dışında bulunan ve Patrik Mar Amme tarafından daha önce
yakılmış olan St. Sergius Manastırı, Hz. Osman döneminde yeniden inşa edilmiştir. Mısır valisi Ukbe'nin Nasturilerin yaptırdıkları bir manastıra yardımda bulunması, Muaviye döneminde Urfa
Kilisesi'nin tamir ettirilmesi, İskenderiye'de Marcos Kilisesi'nin
inşa ettirilmesi gibi daha pek çok örnek sayılabilir. Günümüzde
Filistin, Suriye, Ürdün, Mısır ve Irak topraklarında yer alan kilise
ve sinagogların hala varlığını koruyor olması, Müslümanların di-
298
Harun Yahya - Adnan Oktar
ğer İlahi dinlere olan saygısının bir göstergesidir. Bugün Hıristiyanlar tarafından önemli ziyaret alanlarından biri olarak kabul
edilen Tur Dağı'ndaki Sina Manastırı ve bu kilisenin hemen yanındaki cami, Müslümanların hoşgörüsünün bir diğer örneğidir.
Müslümanların bu hoşgörüsü, hiç şüphesiz, Kuran ahlakına
uymalarından kaynaklanmaktadır. Kuran'da, "manastırlardan,
kiliselerden, havralardan ve içinde Allah'ın çokça anıldığı mescidlerden" bahsedilmekte, bu mescidlerin korunmasına dikkat çekilmektedir. Ayette şu şekilde bildirilmektedir:
... Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve
içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak
yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin
olarak yardım eder... (Hac Suresi, 40)
Kitap Ehli, geleneklerinin ve inançlarının önemli bir parçası
olan bayramlarını da Müslüman idaresinde istedikleri mabette,
istedikleri şekilde kutlamış, hatta kimi zaman Müslüman idareciler de bu kutlamalarda yer almışlardır. III. Nasturi Patriği'nin
fetihlerin ardından arkadaşına yazdığı mektup, Müslüman yöneticilerin Kitap Ehli'ne karşı merhametini ve hoşgörüsünü bir Hıristiyanın ağzından anlatması bakımından güzel bir örnektir:
Araplar… bizlere hiç zulmetmediler. Gerçekten onlar, dinimize, din
görevlilerimize, kilise ve manastırlarımıza hürmet gösterdiler…34
İslam idarelerinin, Kitap Ehli'nin dini inançlarına gösterdiği saygı ve onlara tanıdığı özgürlüklerin yanı sıra, bu kişilere
uygulanan adalet de dikkat çekicidir. Müslüman liderlerin adalet anlayışı, Kitap Ehli'nin kendi kanunlarının geçerli olduğu
mahkemeleri bulunmasına rağmen, pek çok kişinin davasının
İslam mahkemelerinde görülmesini istemesine neden olmuştur.
Bir dönem İslam mahkemelerine başvuran Hıristiyanların sayısındaki artış, Nasturi Patriği Timasavus'un Hıristiyanları uyaran
299
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
300
Harun Yahya - Adnan Oktar
301
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
bir bildirge yayınlaması ile neticelenmiştir.
Fetihlerle kazanılan topraklarda yaşayan Kitap Ehli, esir statüsünde değil, zımmi statüsünde görülüyor ve böylece hukuki bir statü kazanmış oluyorlardı. Zımmilik, cizye adı verilen belirli bir miktar vergiyi ödeyen ve Müslüman idaresini tanıyan gayrimüslimlere
tanınan bir statü idi. Buna bağlı olarak can ve mal güvenceleri sağlanıyor, din ve vicdan hürriyetinden faydalanıyorlar, askerlikten
muaf tutuluyorlar, aralarındaki anlaşmazlıkları kendi hukuklarına
göre çözme hakkını koruyorlar ve eğer gerekli görülürse ödedikleri
cizye de kimi zaman iade ediliyordu. Tarihçilerin büyük kısmı, zımmilerin dönemin şartlarına göre son derece hoşgörülü ve adil bir biçimde yönetildiklerini kabul etmektedir. Ünlü tarihçi Bernard Lewis
bu durumu şöyle ifade eder:
... Onların (zımmilerin) durumu, Batı Avrupa'da kiliseden ayrı düşünenlerin durumundan çok daha üstündü. Zımmiler, dinlerinin icaplarını serbestçe yerine getirme hakkına sahiptiler. İnançları için asla idam veya sürgün cezasına çarptırılmıyorlardı.35
Peygamber Efendimiz (sav), "her kim zımmiye zulmeder
veya taşımaktan aciz olduğu yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım" diyerek zımmilere gösterilmesi gereken tavrı müminlere tarif etmişti. Bu ahlak doğrultusunda Müslümanlar, kendi idareleri altındaki gayrimüslimlerin korunmasını önemli yükümlülüklerinden biri olarak görmüşlerdir. Bizans ordusu ile yapılan bir
savaş sırasında, İslam ordularının gerekli korumayı kendilerine
sağlayamayacakları bir ortam oluştuğunda, Müslümanların aldıkları cizyeyi halka iade etmeleri Peygamberimiz (sav)'in Müslümanlara öğrettiği güzel ahlakın önemli örneklerinden biridir.36
Müslümanların, zımmi halka gösterdikleri şefkat ve alakanın bir
diğer güzel örneği de, Hz. Ömer'in yaşlı bir zımmiye söylediği,
"gençliğinde senden cizye alıp da, ihtiyarlığında seni terk etmek olmaz" sözleridir.37 Gayrimüslimlerden cizye vergisi alınıp da Müslümanlardan alınmayışı da bir haksızlık olarak görülmemelidir.
302
Harun Yahya - Adnan Oktar
303
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Çünkü Müslümanlara da
askerlik yapma yükümlülüğü getirilirken, gayrimüslimler bundan muaf tutulmuştur.
Müslümanlarla Yahudiler ve Hıristiyanlar asırlar boyunca aynı şehirlerde, hatta aynı mahallelerde birarada huzur
ve güvenlik içinde yaşamışlardır.
Ehl-i Kitap mensupları, Müslümanların yönetiminde olan bölgelerde, diledikleri gibi ticaretle uğraşıp mal sahibi olmuşlar, çeşitli meslek gruplarına
dahil olabildikleri gibi devlet kademelerinde, hatta Saray'da dahi görev almışlardır. Fikir ve düşünce özgürlüğünden
en üst dü zey de fay da lan mış, ilim ve
kültür hayatının bir parçası haline gelmiş ve günümüze kadar gelen eserler
bırakmışlardır. Sosyal haklarını kullanmalarına engel olabilecek hiçbir baskı
ile karşılaşmamışlardır. Aynı dönemlerde, Avrupa'da farklı dinlere ve mezheplere mensup kişilerin toplumdan tamamen dışlandıkları, hatta öldürüldükleri,
farklı görüşler içeren kitapların toplu
olarak yakıldığı düşünülürse, İslam idaresinin sağladığı özgürlük ve rahatlığın
boyutu daha iyi anlaşılacaktır.
304
Harun Yahya - Adnan Oktar
Tüm bu uy gu la malar, Allah'ın Kuran'da
iman edenlere emrettiği
ahlakın bir gereğidir. Kuran ah la kı nı uy gu la yan
Müslümanların idaresindeki
top rak lar da her za man gü venlik ve barış hakim olmuştur. Hal kın mut lu lu ğu nun ve
refahının esas alındığı bu yönetimler, kendilerinden sonra gelen
pek çok nesile örnek olacak bir sistem
kurmuşlardır. Bugün de İslam dünyasının temel ihtiyacı Kuran ahlakına yönel mek ve Pey gam ber Efen di mi z
(sav)'in yolunu izlemektir.
Bütün bu tarihi gerçekler önemli
bir noktaya daha işaret etmektedir: İslam dün ya sı nın Ku ran ah la kı nı esas
ala rak ye ni den ya pı lan ma sı, sa de ce
Müslümanlar için değil hem bu topraklar da ya şa yan di ğer din le re men sup
topluluklar, hem de İslam dünyasının
dışındaki medeniyetler, örneğin Batı
dünyası için önemlidir. Kuran ahlakını
temel alan güçlü devletlerin varlığı, Batı dünyasının İslam coğrafyasına dair
endişelerini tamamen ortadan kaldıracak, dünya barışının temel dayanaklarından biri olacaktır.
305
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
SAYIN ADNAN OKTAR'IN
AKHABER RÖPORTAJI,
2 Kasım 2008
Ad nan Ok tar: Bi zim an lat tı ğı mız
Türk İslam Birliği, sevgiye dayalı, ırkçılıktan
uzak, büyüklük iddiasından uzak. Büyük olan
Allah'tır, biz kuluz. Bütün milletleri seven, onları da
koruyup kollayan, Hıristiyanlara, Musevilere kucak açan, onları Türk İslam Birliği'nin içine almak için can atan bir düşünce. Daha önce böyle değildi. Türk Birliği iddiası vardı. Biraz kafatası düşüncesi var içinde. En büyük, en güçlü ırktır, dolayısıyla diğer ırklar
hiçtir gibi mantığa götürebiliyorlardı. Halbuki öyle birşey yok. Bütün ırkları Allah yaratıyor. Hepsi bizim kardeşimizdir. Türk İslam Birliği içerisinde Rusya ihya olacaktır. Ermenistan'ın zaten Türk İslam
Birliği'nin içerisine girmesini istiyoruz. Gürcistan'ın Türk İslam Birliği içerisine girmesini istiyoruz. Hatta İsrail'in de Türk İslam Birliği
içerisine girmesini istiyoruz biz. Bizim Karaim Yahudilerinden bir
sürü Türk kardeşimiz var. Velev ki, Türk olmasalar da, Hz. Musa'nın
evlatları, Hz. İbrahim'in evlatları, peygamber nesli. Alınlarından
öperiz biz onların inşaAllah. Yeter ki Allah'ı coşkuyla sevsinler, yeter ki helale harama dikkat etsinler, yeter ki, peygamberlere, meleklere karşı saygıları, sevgileri devam etsin. Öyle olduktan sonra zaten ayrımız, gayrımız olmaz inşaAllah.
SAYIN ADNAN OKTAR'IN AZERBAYCAN
AZERNEWS RÖPORTAJI, 23 EKİM 2008
Adnan Oktar: Türkiye, büyük Türkiye olacak bu kesin.
Altını çizerek, net, yüzde doksan dokuz demiyorum,
yüzde yüz. Türk İslam aleminin lideri olacak. On
yirmi yıl içerisinde bunu bütün dünya görecek,
ben de buradayım siz de buradasınız, her kes bu ra da, bu net.
Al lah'ın iz niy le,
306
Harun Yahya - Adnan Oktar
bunun ikinci bir yolu yok, bu insanlığın kaderi inşaAllah, bu şekilde olacak.
Zaten İslam dünyasına Türkiye'nin hakimiyeti
var. Ama Türk ülkeleri zaten Müslüman ülkeler genelde.
Fakat Müslümanlığın içerisinde Hıristiyanlık ve Musevilik de
kardeş olarak görülen dinlerdir. Yani onlara Ehli Kitap gözüyle bakılır. Sevgiyle bakılır. Türk İslam Birliği'nin bir parçasıdır onlar da.
Mesela İsrail de Türk İslam Birliği'nin bir parçasıdır. Çünkü Musevi
dini de eski bir İslam dinidir, ama tabii İslam gelince asıl din İslam
olmuştur, o hükmü kalkmış oluyor. Yani İslam esas olmuş olur. Peygamberimiz (sav)'in getirdiği din esastır şu an. Fakat onların o şeriata uyması, o dine uyması Kuran'ın kabul ettiği bir şey. Ehli Kitabın
olacağını söylüyor Allah, Ehli Kitap var diyor. Onları İslam'a çağırıyoruz ama Müslüman olmasalar bile onlar Ehli Kitaptır. Yani hükmen. Çünkü Hz. Musa'nın şeriatına sadakat gösteriyor, devam ediyorlar. Hıristiyanlık da Hz. İsa (as)'nın dinine sadakat gösteriyor ve
ona bağlı olarak onun ümmeti olarak devam ediyorlar. Bunlara Ehli Kitap diyoruz biz. Onlarla evlenilir, kızlarını alabilir Müslümanlar,
evlenebilirler. Yemeği yenir, kestiği yenir. Mesela Musevilerin kestiğini yersin. Yemekleri de yeniyor, gider evlerinde yemeklerini yersiniz. Misafir olunur, sohbet edilir, onun evine kalmaya gidebilirsin, o
senin evinde kalmaya gelebilir. Bu ne demektir? Çok sıkı bir dostluk
ve kardeşlik havası demektir bu anlatılan. Evleniyorsa bir insan, evlenip onu evine alıyorsa ve karısı olarak değil mi onunla yaşıyorsa,
hayatını birleştiriyorsa nedir bu? Bu çok yoğun bir dostluk ve kardeşlik bağıdır. Türk İslam Birliği'nin bir parçasıdır Hıristiyanlar da. İsteyen her İslam ülkesine komşu olan Hıristiyan ülkeler de Türk İslam Birliği'ne girebilirler. Davet edilir. İsterse rahatça girer.
Yani sevinçle de kabul edilir bu. Dolayısıyla Türkiye hem
Müslümanların hem Hıristiyanların hem Musevilerin
lideri olmuş olacak inşaAllah. Yani lideridir, lideri de olmuş olacak. Ve hepsine barış,
huzur ve adalet sunacak.
307
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Harun Yahya - Adnan Oktar
Müslüman ülkeler arasında sağlanacak siyasi ve ekonomik iş birliğinin İslam dünyasında sağlayacağı istikrar,
Batı'nın Müslümanlarla dengeli bir ilişki kurmasına aracı
olacaktır. Türk İslam Birliği'nin oluşturulmasıyla, öncelikle kendi iç sorunlarında uzlaşma sağlayan Müslüman ülkeler, dış dünya ile ilişkilerinde de dengeli ve istikrarlı bir
siyaset izleyeceklerdir.
Gerek Müslüman ülkeler arasındaki sorunlar, gerekse Müslümanlarla Müslüman olmayan ülkeler arasındaki
gerilimler, Türk İslam Birliği'nin varlığı sayesinde barışçıl
bir ortamda, en adil şekilde ortadan kaldırılacaktır.
Ça tış ma Or ta mı nın Ame ri kan Top lu mu
Üze rin de ki Olum suz Et ki si
İslam ve Batı dünyaları arasında oluşturulmak istenen yapay gerilimin ve körüklenen "medeniyetler çatışması" senaryosunun hem İslam dünyasına hem de Batı
toplumlarına büyük zararı vardır. Kitleler bu nedenle daimi bir korku ve tedirginlik içine girmektedir. Bu durum
özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Amerika'da dikkat
çekici bir hal almıştır. Amerikan halkının önemli bir kısmı, medyanın bir bölümü tarafından gündemde tutulan
"her an yeni bir saldırıya uğrayabiliriz" telkini nedeniyle
psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Dr. William E. Schelenger tarafından ve Journal of the American Medical Associati-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
on (Amerikan Tıp Birliği Dergisi)'nde yayınlanan araştırmada
yer alan rakamlar bu açıdan dikkat çekicidir. 11 Eylül saldırılarının Amerikan kamuoyu üzerinde oluşturduğu etkiyi tespit edebilmek için yapılan deneye, Washington D.C. ve New York'tan
2.273 kişi katılmış ve bu kişiler üzerinde yapılan inceleme şunu
ortaya koymuştur: Travma Sonrası Stres Düzensizliği (PTSD)
olarak adlandırılan psikolojik rahatsızlık, saldırılar öncesinde ülke çapında %4.3 oranında iken, saldırılardan sonra bu oran yalnızca New York'ta %11.2'ye yükselmiştir. Washington D.C. için
de benzer rakamlar geçerlidir. Üstelik araştırmacılar, televizyonda yer alan haberlerin içeriğine göre bu oranlarda artış olabildiğini tespit etmişlerdir.38 Bu rakamlar, gerilimin ve çatışmanın insan ruhunda yaptığı tahribatın yalnızca küçük bir örneğidir. Gerilimi tırmandırmanın ve halkı daha da endişeye sevketmenin ne
kadar tehlikeli olduğu açıkça görülmektedir.
Amerikan yönetiminin, söz konusu endişeleri ortadan kaldırmak ve ülkesini potansiyel saldırılara karşı korumak için gerekli tedbirleri alması elbette önemlidir. Ancak bu yapılırken izlenen yöntem halkı daha da gerilime düşürmemeli, kamuoyun-
312
Harun Yahya - Adnan Oktar
da sürekli tehlike varmış gibi bir izlenim oluşturulmamalıdır. İzlenen politika sükunet telkin etmeli, yalnızca barışçıl yollar izlenmelidir.
Amerikan halkının ve yönetiminin endişelerinin tamamen
ortadan kaldırılmasının en önemli yolu ise, Türk İslam Birliği'nin
kurulması olacaktır. Türk İslam Birliği, bu korkuları ve tedirginlikleri ortadan kaldıracaktır. Bu birliğin oluşturulmasıyla, sözde
İslam adına birtakım hatalı hükümler vererek, terörizmi meşrulaştırmaya çalışan kişi ve örgütlerin çalışmalarına engel olunacaktır. Bunların ortaya koydukları -ve tüm dünya Müslümanlarını zan altında bırakan- hatalı dini yorumların geçersiz olduğu ortaya konacak, Müslüman kitlelerin bu konuda bir kafa karışıklığına sürüklenmesi engellenecektir. Bu sayede, Müslümanlar
hakkında hiçbir gerçeklik payı olmayan telkinlerde bulunan çevrelerin propagandaları da doğal olarak geçerliliğini yitirecek, bu
yöndeki tüm çalışmalar etkisiz hale getirilecektir. Hoşgörü ve barış taraftarı olanların, diyaloğu ve iş birliği için uygun zemin hazırlanacak, barış yanlısı politikalar ağırlık kazanacaktır.
Ba tı'nın Ken di İçin de Bö lün me si Teh li ke si
11 Eylül sonrasında ABD'nin izlediği siyaset, özellikle de
Irak Savaşı, Batı dünyasının kendi içinde de bir tartışma ve bölünme nedeni olmuştur. ABD içinde savaş karşıtları ile savaş taraftarları arasında son derece ciddi bir kutuplaşma yaşanmış, taraflar birbirlerini "vatan hainliği" veya "barbarlık"la suçlamıştır.
Savaşa giden süreç ve savaş boyunca yaşananlar BM ve AB gibi
önemli uluslararası kurumlar içinde de ciddi fikir ayrılıklarına
neden olmuş, kimi yorumcular tarafından Batı birliğinin yıkılmaya yüz tuttuğu ileri sürülmüştür. Dünyanın pek çok ülkesinde
313
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
.2.2003
zetesi, 16
a
G
l
a
ik
Rad
Zaman Gazetesi, 19.1.2003
Savaş, Batı dünyası içinde
ciddi bölünmelere neden
olmuş, savaş karşıtları
dev yürüyüşler düzenlemişlerdir.
milyonlarca
in sa nın ka tı lı mıy la
düzenlenen yürüyüşler ve yapılan gösterilerde bu savaşa karşı haklı tepkiler dile getirilmiştir.
Oysa bu sürecin daha en başından engellenmesi mümkün
olabilirdi. Güçlü bir Türk İslam Birliği'nin olması, Amerikan ve
İngiliz yönetimleri başta olmak üzere Batı dünyasının, kitle imha
silahlarının yok edilmesi, teröre destek verilmemesi gibi meşru
taleplerinin en hızlı şekilde yerine getirilmesini sağlayacak bir unsur olacaktı. Türk İslam Birliği'nin uygulayacağı yaptırımlarla kısa sürede netice alınacak, büyük can ve mal kaybına neden olan
bu savaş belki de hiç yaşanmadan, istenilen neticeye ulaşılabilecekti.
314
Harun Yahya - Adnan Oktar
Aşı rı Sa vun ma Gi der le ri
Dünya ülkelerinin bütçeleri incelendiğinde pek çok ülkede
en büyük payın, savunma giderlerine ve askeri yatırımlara ayrıldığı görülecektir. 20. yüzyıl boyunca küçük ve büyük yaklaşık
250 savaş yaşanmış ve bu savaşlarda yaklaşık 110 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. 20. yüzyılın hemen başında başlayan I. Dünya Savaşı'na 20 ülke katılmış, 10 milyona yakın insan ölmüş, savaş sadece cephede değil sivil yerleşim merkezlerinde de büyük
tahribata neden olmuştur. Tarihin en büyük savaşı olan II. Dünya Savaşı'na ise 110 milyon asker katılmış, bunların 27 milyonu
cephede ölmüş, sivil nüfustan ise 25 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Savaş, Atlantik'ten Pasifik Okyanusu'na kadar geniş
bir alanda onlarca ülkeyi tahrip etmiştir. Örneğin Almanya'da
1.5 milyon ev yıkılmış, 7.5 milyon insan evsiz kalmıştır; Rusya'da
ise 6 milyon ev yıkılmış, 1700 kadar şehir ve kasaba ile 70 bin köy
yakılıp yıkılmıştır.39 Yalnız 1990-2000 yılları arasında ise, dünyanın 44 farklı bölgesinde 56 silahlı çatışma ve savaş yaşanmıştır.
Kısacası geride bıraktığımız yüzyıl çok kanlıydı. Ne yazık
ki, bu kayıplar insanlığı barışa yönelten bir unsur olmaktan çok,
askeri yatırımların daha da artırılmasına, savunma bütçelerinin
çok büyük boyutlara varmasına neden oldu.
20. yüzyılın önemli savaşlarının maddi maliyetleri de oldukça yüklüydü: I. Dünya Savaşı 2.850 milyar dolar, II. Dünya Savaşı 4.000 milyar dolar, Kore Savaşı 340 milyar dolar, Süveyş Savaşı 13 milyar dolar, Vietnam Savaşı 720 milyar dolar, İsrail-Arap
Savaşları 21 milyar dolar, Afganistan Savaşı (1979-89) 116 milyar
dolar, İran-Irak Savaşı 150 milyar dolara mal oldu...40
Bu yüzyıl boyunca silahlanmaya ayrılan bütçe de gün geçtikçe büyüdü. 2002 yılında yayınlanan raporlar, dünya ülkelerinin askeri bütçesinin yaklaşık 1 trilyon dolar olduğunu göster-
315
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
mektedir. Buna karşılık, 1.2 milyar insan halen günlük 1 doların
altında gelire sahiptir. 113 milyon çocuğun okula gitme, eğitim
alma imkanı yoktur. Her yıl dünyada yaklaşık 11 milyon çocuk
kötü koşullar ve fakirlik nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Aynı koşullar nedeniyle, 48 çocuktan biri ölü doğmaktadır.41
Amerika Birleşik Devletleri, yaklaşık 400 milyar dolarlık askeri bütçesi ile silahlanma listesinin başında yer almaktadır. (Terörle mücadele kapsamında bu bütçenin 45 milyar dolar daha artırılması Kongre'den talep edilmiştir.) ABD'nin askeri bütçesi, G7
ülkelerinin toplam askeri giderlerinden daha fazladır.42 ABD'yi
60 milyar dolar ile Rusya, Rusya'yı da 42 milyar dolar ile Çin takip etmektedir.43 Bunlara ek olarak, ABD'nin 40'dan fazla ülkede askeri üssü, BM'in 190 üyesinden 132'sinde ise az veya çok
miktarda askeri varlığı bulunmaktadır. Tüm bunların yanı sıra
yabancı ülkelere yapılan askeri yardımlar da Batılı ülkelerin,
özellikle de ABD'nin bütçesinde önemli bir yer tutmaktadır.
Dünyanın tek süper gücü olan Amerika'nın ekonomisinin
bu kadar büyük askeri bütçeyi kolaylıkla karşıladığı düşünülebiSilahlanmaya ayrılan bütçenin, dünyanın çeşitli bölgelerindeki çocukların
eğitimine ve yoksullukla mücadeleye harcanması isabetli ve vicdani bir gelişme olacaktır.
316
Harun Yahya - Adnan Oktar
lir, ancak rakamlar bunun tam tersini göstermekte, bu askeri giderlerin Amerikan ekonomisini oldukça olumsuz bir şekilde
etkilediğini gözler önüne sermektedir. 400 milyar dolar
gibi büyük bir tutarı savunma giderlerine ayıran Amerika'da, 12 milyonu çocuk olmak üzere, 31 milyon insan
açlık sınırında yaşamaktadır. Amerikan nüfusunun
%3'nün açlık çektiği tespit edilmiştir. Açlıkla
yüzyüze olan bu insanların önemli bir kısmı,
dev let ten yar dım ala ma mak ta dır. İh ti yaç
içinde olan bu insanlara yapılan yardım oranında 1994'den itibaren 1/3
oranında bir azalma olmuştur.44
Bu rakamlar, dünyada
ül ke ler ve me de ni yet ler
arası barışın egemen kılınması ve böylece savunma
giderlerinin azaltılmasının
ne derece aciliyetli olduğunu bir kez daha göster-
317
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
mektedir. Türk İslam Birliği, İslam dünyasıyla ilgili tüm çatışma
ve gerilimleri ortadan kaldırarak küresel bir barış ve huzur ortamı sağlayacak, sadece Müslüman ülkelerde değil dünyanın diğer
pek çok ülkesinde de savunma giderlerinin azaltılmasını sağlayacaktır. Böylece silah teknolojisine yapılan yatırım, silahların
geliştirilmesine harcanan para, rahatlıkla eğitim, tıp, bilim, kültür gibi alanlara kaydırılabilir. Askeri bütçeden yapılacak kısıtlamalar ile açlık, fakirlik, ekolojik bozulma, salgın hastalıklar gibi dünyanın geleceğini tehdit eden sorunlarla mücadeleye daha
çok kaynak ayırma imkanı olacaktır. Güvenlik endişesinin büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla, toplumların refah seviyesini
yükseltecek, yaşam kalitesini artıracak uygulamalar hayata geçirilecektir. Kültür ve eğitim projelerine ayrılan bütçe daha da artırılabilecek, ruhen sağlıklı, fiziken güçlü, sevgi ve merhamet anlayışı gelişmiş, hoşgörülü nesiller yetişecektir.
Bu barış ortamı, günümüzde özellikle, İslam dünyası ile yakından ilgili olan üç sorunlu bölgede, yani Kafkasya, Balkanlar
ve Ortadoğu'da ivedilikle gereklidir. Günümüzde bu bölgelerin
hepsinde askeri varlığı bulunan Amerika, Arap-İsrail sorunu nedeniyle de her yıl İsrail'e büyük bir fon aktarmaktadır. Güçlü İsrail lobisinin ABD'nin özellikle dış politikası üzerindeki tek taraflı etkisi, Kongre'den her yıl bu ülkeye yapılan yardımların miktarında da rol oynamaktadır. Ekonomist Thomas Stauffer, yaptığı araştırmayla, İsrail'in ABD bütçesinde 1973 yılından itibaren
toplam 1.6 trilyon dolar gidere neden olduğunu ortaya koymuştur. Bugünün nüfus oranına bölündüğünde bu, kişi başına 5.700
dolar anlamına gelmektedir.45 Elbette, ABD müttefiklerine yardımda bulunabilir. İsrail'e olduğu gibi diğer ülkelere de çeşitli
yardımlarda bulunulmaktadır, ancak İsrail'e yapılan yardıma
gösterilen temel gerekçelerin ortadan kaldırılması, Amerikan eko-
318
Harun Yahya - Adnan Oktar
Amerikan yönetimi, İsrail'in güvenliğini sağlamak ve İsrail'e destek olmak
gayesiyle her yıl İsrail'e yüz binlerce dolarlık yardımda bulunmaktadır.
Kuşkusuz bir ülkenin müttefiklerine destek vermesi ya da başka bir ülkenin müttefiklerinden destek görmesi son derece olağan bir durumdur. Ancak Ortadoğu'da sağlanacak kalıcı barış, bu tarz masrafların en az seviyeye indirilmesini sağlayacaktır. Böylece bu bütçenin eğitim, sağlık ve ihtiyaç içinde olanların bakımı gibi önemli konulara ayrılması mümkün olacaktır. Amerikan basınında yer alan 'İsrail'in ABD'ye Maliyeti' başlıklı yukarıdaki haberlerde de, Amerika'nın İsrail'e yaptığı mali yardımın boyutları ele alınmaktadır.
319
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
nomisi için olumlu bir gelişme olacağı gibi, İsrail vatandaşlarının
geleceği açısından da önemlidir. Ateist Siyonistlerin en önemli
propagandalarından biri, İsrail devletinin komşuları tarafından
sürekli tehdit edildiği ve bu nedenle korunmaya ihtiyaç duyduğudur. İsrail'in komşu Arap ülkeleri ile savaşlar ve çatışmalar yaşadığı, halen bazı gerginliklerin devam ettiği doğrudur. Ancak bu
durum, tek taraflı olarak oluşmamıştır. Ateist Siyonizmin etkisiyle, İsrail devleti zaman zaman saldırgan ve şiddeti körükleyen bir
politika izlemiştir.
Mevcut durumun değişmesi ve her iki halkın da güvenlik
bulacağı bir barış ortamının tesis edilmesi ise hiç de zor değildir.
Türk İslam Birliği'nin kurulması, bölgeye barışı getirecek önemli
bir adım olacaktır. Bu birliğin oluşturulmasıyla, hem Ortadoğu'da hem de tüm İslam coğrafyasında yaşayan Hıristiyanların
ve Yahudilerin hakları en iyi şekilde korunacak, bu korumanın
sağlanabilmesi için Batı dünyasının ayrı stratejiler geliştirmesine,
özel bütçeler ayırmasına gerek kalmayacaktır.
Ener ji Kay nak la rı nın
Gü ven ce Al tı na Alın ma sı
20. yüzyılın ilk yarısında kömürden sağlanan enerji çok
önemliydi, ikinci yarıya ise petrol enerjisi damgasını vurdu. İlk
yarıda, sanayide kömürden sağlanan buhar gücü kullanılırken,
II. Dünya Savaşı sonrasında, motor teknolojisi ve petrol kullanımı artmıştır. 20. yüzyılın sonuna doğru ise doğal gaz yeni bir güç
kaynağı olarak ortaya çıktı ve dünya ekonomisi üzerinde belirleyici bir rol oynamaya başladı.
Bugün bu iki kaynağa, petrole ve doğal gaza sahip ülkelerin,
üretim miktarları, siyasi koşulları, teknik imkanları dünya ekono-
320
Harun Yahya - Adnan Oktar
misi açısından kritiktir. 1973 yılında yaşanan petrol şoku, petrolün dünya ekonomisi üzerindeki etkisini gösteren bir örnektir.
Petrol fiyatının bir anda aşırı artması, ekonomide kargaşa ve gerilemeye neden olmuş, bu durum tüm dünya ülkelerini etkilemiştir. Benzer şoklar, 1973'den sonra da birkaç kez yaşanmıştır.
Bu nedenlerle Batı'nın İslam dünyası ile ilişkisinde, Müslüman ülkelerin petrol, doğal gaz gibi enerji kaynakları ya da değerli elementler ve madenler açısından oldukça büyük rezervlere sahip olmaları önemli bir rol oynamaktadır. Bu ülkelerin jeostratejik konumları da bir diğer önemli husustur. Batı dünyası,
bu kaynaklar üzerinde söz sahibi olabilmek ve bu coğrafyada etkin bir konuma gelerek gücünü pekiştirmek için farklı stratejiler
geliştirmekte, ancak kimi zaman emperyalist zihniyetin kalıntısını taşıyan bu stratejiler Müslüman topraklardaki huzuru ve düzeni bozmaktadır. İstikrarın bozulması, doğal olarak Batı dünyasının menfaatlerini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Günümüzde, ABD günde yaklaşık 20 milyon varil petrol tüketmektedir. 1950'lerde dünya petrol üretiminin %52'sini karşılayan ABD, bugün günlük tüketiminin %53'ünü dış ülkelerden ithal
etmektedir. Araştırmacılar, ABD'nin petrol rezervlerinin 20 yıl
içinde tükeneceğini öngörmektedirler. ABD tarafından ithal edilen
petrolün %24'ü ise Ortadoğu kaynaklıdır, dolayısıyla Körfez bölgesi ABD'nin geleceği için önem taşımaktadır. Aynı şekilde, Kafkasya'da bulunan rezervler de hem ABD hem de dünya ekonomisi için önemlidir. Avrupa ülkelerinin, bu topraklardan ihraç edilen
petrol ve doğal gaza bağımlılığı ise daha büyüktür. Bu bölgelerin,
Batı dünyasının enerji güvenliği için taşıdığı önem, bölge ülkeleri
ile Batı arasında iş birliğini gerektirmektedir. Bu iş birliklerinin kurulabilmesi ve yürütülebilmesi için, bölge ülkelerinin kültürel ve
ekonomik olarak kalkınmasının mutlaka desteklenmesi gereklidir.
321
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
322
Harun Yahya - Adnan Oktar
Dünya ekonomisinin başta Basra Körfezi bölgesi olmak üzere, İslam coğrafyasından ihraç edilen petrol ve gaza bağımlıdır. Sadece Basra Körfezi bölgesi, bugüne kadar keşfedilmiş dünya petrol rezervlerinin 2/3'sini barındırmaktadır. Dünya petrol rezervlerinin %11'i Irak, %9.6'sı Birleşik Arap Emirlikleri,
%9.2'si Kuveyt, %8.6'sı İran, %13'ü diğer OPEC ülkelerine ve geri kalan
%22.6'sı da dünyanın diğer ülkelerine aittir. Üstelik yapılan araştırmalar, Körfez bölgesinin petrol ihracatının 2000 ile 2020 yılları arasında %125 artacağını göstermektedir.
Elbette bu bölgelerde istikrar ve barışın hakim olması, demokratik sistemin
en düzgün şekilde işlemesi bu kaynaklardan en iyi şekilde yararlanılmasını sağlayacaktır. Bu da Türk İslam Birliği'nin tesis edilmesi ile mümkündür.
323
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Zengin kaynakların bulunduğu bölgelerde istikrar ve barışın hakim olması, demokratik sistemin en düzgün şekilde işlemesi bu
kaynaklardan en iyi şekilde yararlanılmasını sağlayacaktır. Bu
bölgelerde kargaşa olması, düzenin bozulması hem kaynakların
çıkarılmasını ve üretimini engelleyecek hem de bu kaynakların
diğer ülkelere ulaşımında pek çok zorlukla karşılaşılmasına neden olacaktır. Güvenlik gerekçesiyle, söz konusu hammadde
kaynaklarına ulaşmanın belli dönemlerde ne kadar zorlaştığı bilinen bir durumdur. Ya da, çok daha ekonomik ve kısa güzergahları kullanma imkanı varken, yine aynı nedenle daha masraflı ve
uzun yollardan nakliyenin gerçekleştiriliyor olması da halledilmesi gereken bir sorundur. Tüm bu sorunlar, Türk İslam Birliği'nin bölgeye getireceği güvenlik ile çözüme kavuşacaktır.
Türk İslam Birliği, bu kaynakların en verimli şekilde kullanılmasında ve kaynakların değerlendirilmesinde İslam ülkelerinin olduğu kadar diğer toplumların da hiçbir zarar görmeyeceği
bir modelin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır. Her konuda
olduğu gibi ekonomik olarak da ittifak halinde hareket edecek
olan Müslüman ülkeler, kaynakların kullanımı konusunda da ortak bir politika belirleyeceklerdir. Adalete dayalı bu politikanın,
farklı yönetimler tarafından ihlal edilmesi mümkün olmayacaktır. Bu da, başta petrol üretimi ve fiyatları olmak üzere dünya
ekonomik dengeleri açısından son derece önemli olan hususlarda, istikrarlı ve dengeli bir siyaset izlenmesini sağlayacaktır.
Ba tı'ya Dü şen Gö rev ler
Her ülke dış politikasını belirlerken, öncelikli olarak kendi
menfaatlerinin zarar görmeyeceği, halkına ve ülkesinin geleceğine fayda sağlayacağına inandığı bir siyaset izler. Ancak temel ahlaki koşul, bir ülkenin kendi menfaatleri için diğer halkların
324
Harun Yahya - Adnan Oktar
menfaatini engellememesi, onlara zarar vermemesidir. ABD'nin
ve Batı dünyasının Müslüman ülkelerle olan ilişkisinde de bu
durum geçerlidir. Ancak kimi zaman bazı Batılı ülkeler, İslam
dünyasını ilgilendiren politikalar geliştirirken yalnızca kendi
menfaatlerini düşünmekte, Müslüman halkların en temel ihtiyaçlarını dahi göz ardı edebilmektedirler. Bu da, bazı Müslüman
ülkelerde belli çevrelerde bir Batı karşıtlığına neden olmakta, iki
medeniyet arasında karşılıklı bir tedirginlik ve endişe başgöstermektedir. Oysa her iki tarafın endişelerini ve korkularını tamamen ortadan kaldırmak mümkündür.
Bunun için Batılı hükümetlerin, özellikle de Amerikan yönetiminin, bazı "medeniyetler çatışması" heveslisi güç merkezlerine
karşı dikkatli olması, bunların telkinlerinin etkisinde kalmaması
gerekmektedir. Bu güç merkezlerini şöyle sıralayabiliriz:
1) Dünyaya Sosyal Darwinizm Gözüyle Bakan
Sertlik Yanlılarının Yanılgıları
Bu, Batı dünyası içinde halen zaman zaman etkisini gösteren
ve Batılı toplumlar dışındaki halkları "ilkel" olarak değerlendiren
zihniyettir. Bu bakış açısı, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında
Batı ülkelerine hakim olan ve sözde bilimsel desteğini evrim teorisinden alan, emperyalist zihniyetin kalıntısıdır. Bilindiği gibi
Darwin, bu bilim dışı teorisi ile insanların maymunlar ile ortak
atadan geldiğini öne sürmekteydi. Bu iddiayı ortaya atarken de,
insan ırkları arasında büyük bir eşitsizlik olduğunu, bazılarının
çok ileri düzeyde evrimleştiğini, bazılarının ise hala "yarı maymun" durumunda olduğunu iddia etti. Modern bilim tarafından
tamamen çürütülmüş olan bu teori, ortaya atıldığı dönemde pek
çok çevre tarafından kabul gördü. Batılı emperyalistler de diğer
milletleri sömürgeleştirirken ve hatta köleleştirirken kendilerini
325
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
haklı göstermek için, Darwin'in bu sözde bilimsel iddialarını kullandılar. Batılı "beyaz ırkın" üstün olduğunu öne sürüp, sözde
"yaşam mücadelesi içindeki" diğer ırkların aşağı olduklarını söyleyerek, bu halkları sömürmelerini meşrulaştırmaya çalıştılar.
Sömürgecilik faaliyetleri bütün hızıyla devam ederken, bu halklara "medeniyet" götürdüklerini öne sürdüler. Bunun ne kadar
büyük bir yanılgı olduğu bir süre sonra açığa çıktı. Bilimin ilerlemesiyle Darwin'in teorisinin hiçbir bilimsel değer taşımadığı ve
büyük bir aldatmacadan ibaret olduğu ortaya çıkarken, emperyalistlerin de gittikleri topraklara medeniyetten çok zulüm götürdükleri görüldü. Ne var ki, emperyalist zihniyetin ve Darwinist mantığın etkileri günümüze kadar sınırlı da olsa devam etti.
Bazı milletleri bir tür gelişimini tamamlayamamış
sözde maymunsu varlıklar
olarak gören Batılı emperyalistler, bu varsayımlarına Darwinizm'den
destek buluyorlardı.
Darwinizm'in sapkın iddiasına göre Avustralya'nın
yerli halkı Aborjinlerin de
dahil olduğu bazı halklar,
sözde henüz gelişimini tamamlayamamış insan ırklarıydı ve bu yüzden
beyaz ırktan aşağıydılar.
326
Harun Yahya - Adnan Oktar
Günümüzde de Batı dünyası içinde, bu çarpık mantıkların
etkisi altında kalan kimi çevreler, Batı'nın diğer ülkelerle ilişkilerini belirlerken kendilerinin ve medeniyetlerinin üstün olduğu iddiası ile yola çıkmaktadırlar. Bu, gerilime neden olacak, mevcut
sorunları çözümsüzlüğe itecek çok büyük bir yanılgıdır. Hem Batı medeniyeti hem de İslam medeniyeti çok köklü medeniyetlerdir. Hatta, kitabın başında vurguladığımız gibi, Batı medeniyeti
İslam medeniyetinden derinden etkilenmiştir. Kültürler ve medeniyetler arasındaki farklılıklar, birer üstünlük konusu veya çatışma malzemesi yapılmamalı, tam tersine farklı medeniyetler birbirlerinin tamamlayıcısı ve destekleyicisi olarak görülmelidirler.
Öte yandan, savaşları ve uluslararası gerginlikleri "iyi bir silah pazarı" olarak gören, sırf ekonomik kazançlar uğruna insanları ölüme sürüklemek isteyen bazı "askeri-endüstriyel kompleks" temsilcilerinin telkinlerine karşı da son derece temkinli
davranılmalıdır.
2) Militan Bir Hıristiyanlık Savunan Çevrelerin
Yanılgıları
Hıristiyanlık bir sevgi ve barış dinidir. İncil'de Hıristiyanlara
düşmanlarını bile sevmeleri, tüm insanlara iyilik yapmaları emredilir. Günümüzde dünyadaki pek çok Hıristiyan da bu öğütlere
uymakta, barışçıl bir ahlak sergilemektedirler. ABD'deki kiliseler
ve Hıristiyan kanaat önderlerinin çoğu da yine bu çizgidedir. Ancak öte yandan Ortaçağ'daki Haçlı zihniyetini koruyarak İslam'a
karşı son derece saldırgan ve haksız yorumlar yapan bazı Hıristiyan liderler de vardır. Bunlar bir yandan söz konusu hatalı yorumlarıyla Müslümanları taciz ederken, bir yandan da Eski Ahit'e
327
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
birtakım anlamlar yükleyerek yakın gelecekte Müslümanlar ile
Batı dünyası arasında bir savaş yaşanacağını, daha da kötüsü, yaşanması gerektiğini savunmaktadırlar. İsrail'in radikalleriyle de
paralel bir "stratejik vizyon" taşıyan bu Hıristiyanların yanılgılarının, sağduyulu Hıristiyanlar tarafından kendilerine gösterilmesi
gerekmektedir. Haçlıların 1000 yıl önce yaptıkları hatayı, bugün
bazı Hıristiyanlar tekrarlamaya heveslenmemelidirler.
3) Radikal ve Ateist Siyonistlerin Yanılgıları:
İslam'a karşı bir tür "Haçlı Seferi" düzenlenmesini hedefleyenlerin başında ise, bazı İsrailli radikal politikacılar ve onlar gibi düşünen ABD'deki İsrail lobisi gelmektedir. Bunlar, İsrail'in
Ortadoğu'daki varlığını koruması için, işgal ettiği topraklardan
çekilerek Arap-İslam dünyası ile barışması yerine, sert ve tavizsiz po li ti ka sı nı sür dür me si ge rek ti ği ni dü şün mek te dir ler.
1920'lerde faşizan Siyonist lider Jabotinsky'nin ortaya attığı "Demirden Duvar" (Iron Wall) stratejisi gereğince, İsrail'i modern bir
Sparta'ya* dönüştürmek, ABD'yi de bu savaş devletinin en büyük hamisi yapmak niyetindedirler.
Bu radikal görüşe karşı da Amerikan yönetimi dikkatli olmalıdır. Öte yandan, İsrail'in gerçek Yahudi inancının gerektirdiği
gibi "barış savunucusu" olması gerektiğini savunan, Araplar ile
Yahudiler arasında barış isteyen dindar Yahudiler de, söz konusu
radikal eğilime karşı tavır almalı, dünyayı çatışmaya sürüklemek
isteyenlere engel olmalıdırlar.
Bunlar, bir "medeniyetler çatışması"nı önlemek için Batı'nın
engel olması gereken eğilimlerdir. İslam dünyasındaki en temel
* Tüm faşist sistemler tarafından örnek alınan Sparta devleti, MÖ 8. yüzyıl dolaylarında
Lykurgos isimli biri tarafından askeri bir devlet olarak kurulmuştu. Sparta, tam anlamıyla bir savaş ve şiddet devletiydi.
328
Harun Yahya - Adnan Oktar
Haham Me ir Ka ha ne'nin kur du ğu. İs ra il'de "Kach", Ame ri ka'da ise "Je wish De fence League" adı altında faaliyet gösteren radikal örgütün Filistin'de
Müslümanlara yönelik
çeşitli eylemleri olmuştur. Kahane'nin düşünHaham Meir Kahane
celeri arasında; Yahudilerin tüm ırklardan üstün olduğu ve diğer ırkların ("goyim") bir tür hayvan statüsü taşıdığı; işgal altındaki topraklardaki tüm Arapların "etnik temizliğe" tabi tutulması gerektiği gibi fanatik fikirler vardır. 1994 yılında Hz. İbrahim Camisi'nde sabah namazı kılan
Müslümanların taranması bu fanatik grubun eylemlerinden biridir. Bu hunharca
saldırıda 67 Müslüman hayatını kaybetmiş, 300'ü de yaralanmıştır.
meselelerden biri ise, baştan beri belirttiğimiz gibi, dağınıklıktır.
Müslüman ülkeleri temsil eden merkezi bir otoritenin eksikliği,
Batı dünyasının Müslümanlarla kurdukları ilişkiyi doğru bir zemine oturtmasını zorlaştırmaktadır. Kimi zaman istisnai uygulamalar tüm Müslümanlara mal edildiği, kimi zaman da tüm İslam dünyasını ilgilendiren konular münferit olaylar olarak değerlendirildiği için yanlış stratejiler geliştirilmekte, hem İslam
dünyasında rahatsızlık uyandıran hem de Batı dünyasında karışıklığa neden olan durumlar yaşanmaktadır. Böyle durumlarda,
Müslümanların ortak kanaatini ve talebini ifade eden, Müslümanların haklarını koruyup, Batı dünyasına yol gösteren bir kurumun olmaması önemli sıkıntılara neden olmaktadır. Bu da
Türk İslam Birliği'nin kurulmasının önemini bir kez daha bizlere göstermektedir.
329
Bu kitap, 2003 yılının yaz aylarında yazıldı. Eğer bundan 20, 30, 40 veya 50 yıl öncesinde olsaydık, o zaman bir
"Türk İslam Birliği"nden söz etmek çok daha zor olurdu.
Çünkü ne dünyanın ne de İslam dünyasının durumu, böyle bir birliğin oluşması için gerekli şartları taşımıyordu.
Aksine, böyle bir birliğin kurulmasına engel olabilecek
pek çok şart vardı. Ancak dünya, 1980'lerden itibaren bir
dizi değişim geçirdi ve bunlar bir Türk İslam Birliği'nden
söz etmeyi ve bunun kurulması için çalışmayı mümkün
kıldı.
Türk İslam Birliği'nin yolunu açan bu büyük değişimleri sırasıyla inceleyelim.
Müs lü man la rın Öz gür leş me si
Yeryüzündeki son Türk İslam Birliği, büyük, şanlı Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Onun yıkılmasından itibaren,
İslam dünyası irili ufaklı devletlere bölündü, bu devletlerin çoğu uzun süre Batılı devletlerin sömürgesi oldular.
1920'lerden itibaren tüm Ortadoğu, Kuzey Afrika, Hint
Yarımadası ve Pasifik Müslümanları, İngiltere ve Fransa
başta olmak üzere, Avrupalı sömürgeci devletlerin egemenliği altına girdiler. Orta Asya ve Kafkasya'daki Müslümanlar, çok daha katı bir idarenin, Sovyet Rus diktasının
altındaydılar. Balkan Müslümanları, Sırplar ve Hırvatlar
gibi gayrimüslim halkların yönetimi altına girdiler, II.
Dünya Savaşı'ndan sonra ise bu yönetimler bir de komü-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
nist bir ideoloji benimseyerek İslam karşıtı bir yapıya büründüler.
Kısacası 20. yüzyılın önemli bir bölümünde dünya Müslümanlarının büyük bir bölümü sömürgeydi. 1950'lerde ve 60'larda
sömürgeciliğin bitmesiyle Müslümanlar da özgürleşmeye başladılar. İngiltere önce Hint Yarımadasını ardından da Ortadoğu'yu
terk etti. Hint Yarımadasında Pakistan ve sonradan Bangladeş
adını alacak Doğu Pakistan kuruldu. Ortadoğu'daki Mısır, Ürdün, Irak gibi Müslüman devletler bağımsızlıklarını kazandılar.
Kuzey Afrika, uzun ve acı bir süreçten sonra Fransız emperyalizminden kurtuldu. Afrika'daki diğer Müslüman ülkeler de, 1960'lı
yıllarda birbiri ardına bağımsızlıklarını kazandılar. Doğu'da Malezya ve Endonezya aynı yılda, 1965'te bağımsızlıklarını ilan ettiler.
1980'lerin sonunda Komünist Blok'un ve 1991'de SSCB'nin
çökmesiyle, bu yönetimlerin idaresi altındaki Müslümanlar da
özgürlük kazandılar. Orta Asya'daki Müslüman Türki devletler
1.5 yüzyılı aşkın bir süredir devam eden Rus egemenliğinden
kurtularak bağımsız birer cumhuriyet oldular. Komünizmin çökmesi, Balkan Müslümanlarına da özgürlük getirdi. Bosna-Hersek, Sırp egemenliğindeki Yugoslavya'dan kurtuldu ve Avrupa'nın ortasında bir Müslüman devlet olarak sahneye çıktı. Arnavutluk, eli kanlı, koyu ateist diktatör Enver Hoca'nın kurduğu
zalim komünist rejimden kurtuldu.
Bugün çeşitli ülkelerdeki azınlıklar ve Filistin, Keşmir gibi
işgal altındaki bir kaç Müslüman ülke hariç, dünya Müslümanları kendi siyasi egemenliklerine sahiptirler. Bu büyük siyasi değişim, 20. yüzyıl boyunca mümkün olmayan bir "Türk İslam Birliği"nden söz etmeyi, 21. yüzyılda mümkün kılmaktadır.
332
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya siyasetinde yaşanan gelişmelerle, Arnavutluk'tan Malezya'ya kadar uzanan coğrafyadaki Müslüman ülkelerde önemli değişiklikler yaşandı. 1950'li ve 60'lı yıllarda pek çok Müslüman ülke bağımsızlığına kavuştu. 1990'larda ise komünizmin yıkılmasıyla, Müslüman toplumlar daha özgür ve rahat bir yaşama
kavuştular.
334
Harun Yahya - Adnan Oktar
335
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Din Dı şı İde olo ji le rin Et ki si nin Azal ma sı
İslam ülkeleri üstte belirttiğimiz gibi 1950'lerden itibaren bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar, ama bağımsızlık her zaman "bilinç" anlamına gelmiyordu. Aksine, bağımsızlıklarını kazanan İslam ülkelerinin bazılarında, İslam ahlakının özündeki
değerlerle ters düşen ideolojik akımlar güç kazandı.
1950'lerde ve 60'larda Arap dünyasını derinden etkileyen
"Arap Sosyalizmi" bunun bir örneğiydi. İslam ahlakında hiçbir
şekilde yeri olmayan koyu bir Arap milliyetçiliğine ve yine İslam'da yeri olmayan radikal Marksist söylem ve metodlara dayanan Arap milliyetçiliği, bir anda güç kazandı, ancak hızla geriledi. Arap dünyasına ise sadece zaman kaybı ve gerilim getirdi.
Bunun dışında Müslüman ülkeler farklı kutuplara dağılmışlardır. O dönemde dünya ABD ve SSCB'nin başını çektiği iki
kutba ayrılmıştı ve Müslüman ülkeler, ortak hareket etmek bir
yana, bu iki kutba neredeyse eşit olarak dağılmış durumdaydılar. Arap ülkelerinin çoğu Sovyetler Birliği'ne yakın
duruyordu. Müslüman Mısır, Müslüman Pakistan'la
336
Harun Yahya - Adnan Oktar
savaş halindeki Hindistan'la ortak hareket ederek "Bağlantısızlar" hareketine öncülük etmekte sakınca görmüyordu.
İslam dünyasının, siyasi, stratejik ve kültürel anlamda gerçekten "İslam Dünyası" olarak teşhis edilmesi ve ortaya çıkması,
ancak Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra mümkün oldu. Soğuk Savaş varken, "İslam dünyası"ndan söz etmek pek mümkün değildi. Soğuk Savaş'ın ardından ise, "İslam dünyası", önemli bir rol
kazandı.
Soğuk Savaş devrinin kalıntılarının İslam dünyasından temizlenmesi süreci ise hala devam ediyor. Bununla birlikte yaşanan gelişmeler, Ortadoğu'da daha hoşgörülü ve demokratik bir
iklimin oluşacağını müjdeliyor ve bu da İslam ahlakının anlaşılması, anlatılması ve yaşanması için kuşkusuz çok daha elverişli
bir ortam hazırlıyor. Öte yandan Müslümanlar arasındaki geleneksel bazı ayrımların da, Ortadoğu'da son yaşanan siyasi
gelişmelerle, yumuşaması dikkat çekici. ABD'nin Irak işgali sırasında Irak'taki Sünnilerin ve Şiilerin, tarihte ilk kez
aynı camilerde namaz kılmaları ve ortak hutbeler vermeleri gibi...
337
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Ulus la ra ra sı İliş ki ler de Me de ni yet
Kav ra mı nın Önem Ka zan ma sı
Soğuk Savaş'ın bitmesi, Müslümanları iki ayrı siyasi kampa
ayıran zorunlu bölünmeyi ortadan kaldırdı. Bununla birlikte, siyasi ideolojiler yerine medeniyetlerin ön plana çıkmasını sağladı.
Samuel Huntington'ın belirttiği gibi, artık insanlar "kimin tarafındasınız" sorusuyla değil, "kimsiniz" sorusuyla tanımlanır hale
geldi. Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Uzakdoğu'dan Kuzey Afrika'ya kadar, kendilerini daha önce "sosyalist", "Yugoslav", "Sovyet", "anti-komünist" veya "ulusçu" olarak tanımlayan pek çok
insanın bu özellikleri değil, hangi medeniyeti temsil ettikleri
önemli hale geldi.
Samuel Huntington'ın bu gerçeği ifade eden "medeniyetler
çatışması" tezi, bu yönüyle önemli bir tezdir. Huntington, 21. yüzyılda dünyanın ulus-devletler veya siyasi bloklardan çok, medeniyetler tarafından şekillendirileceğini, baskın kimliğin medeniyet kimliği olacağını belirtirken doğru bir teşhiste bulunmuştur.
Söz konusu medeniyetin din temelli olacağı teşhisi de doğrudur.
Huntington'ın yanılgısı, medeniyetler arasındaki ilişkiyi çatışma
temelli olarak görmesidir. Oysa, bu kitapta da incelediğimiz gibi,
medeniyetler arasındaki ilişkinin çatışma değil dostluk ve iş birliği temelli olması mümkündür; bunun için Huntington'ı ve onun
gibi düşünenleri yanlış yönlendiren çatışmacı, Sosyal Darwinist
dünya görüşünden vazgeçilmesi gerekmektedir.
Dünyanın medeniyetler temelinde tanımlanmasının tek nedeninin Soğuk Savaş'ın bitimi olmadığına da dikkat etmek gerekir. Bir diğer önemli neden, tüm dünyada ateizmin çöküşü ve din
ahlakının yükselişidir. Bu, son iki yüzyıldır tüm dünyada kültürel bir hegemonya kurmuş olan materyalist felsefenin yeni bilimsel ve toplumsal gelişmelerle çökmeye başlamasıyla yakından il-
338
Harun Yahya - Adnan Oktar
gilidir. Özellikle bilimsel gelişmeler, materyalizmin dayanaklarını yıkmakta ve böylece insanların Allah'ın varlığının kanıtlarını
daha açık biçimde görebilmelerini sağlamaktadır. Allah'a inancın
giderek güçlendiği, insanların yeniden din ahlakına yöneldiği bir
çağda, kuşkusuz İslam'a olan iman da yükselmektedir.
İs lam'ın Dün ya Gün de mi nin
En Önem li Ko nu su Ha li ne Gel me si
Tüm dünyada din ahlakının yükselmesi kadar dikkat çekici
bir olgu daha vardır: Tüm dinler içinde en çok yükselen din İslam'dır. Bugün İslam dünyanın en hızlı büyüyen dinidir ve bu
gerçek herkes tarafından kabul edilmektedir. Dahası, İslam dünya gündeminin en önemli konusu durumundadır.
Bundan 30-40 yıl önce ise durum çok daha farklıydı. Dünya,
Soğuk Savaş'ın dar ideolojik kalıpları içinde düşünüyordu. Dahası, materyalist dünya görüşlerinin etkisiyle din ahlakının insanların ve toplumların hayatında belirleyici olmayacağı yanılgısı hakimdi. Oysa 1980'lerin başından itibaren İslam bir anda dünya gündeminin zirvesine çıktı ve İslam ahlakının insanları ve
toplumları harekete geçirebilecek büyük bir güç olduğu Batılılar
tarafından da fark edildi.
1990'larda Batı dünyasının İslam'a olan ilgisi daha da arttı.
Medyada İslam hakkında yapılan haberlerin sayısındaki artış,
bunun göstergelerinden biriydi. İslam'a yönelik en büyük ilgi ise
-gerçekte İslam ahlakına tamamen aykırı olan- 11 Eylül saldırılarından sonra başladı. Batılılar, en başta da Amerikalılar, İslam
ahlakını yakından tanımak, Müslümanları anlamak için büyük
bir çaba içine girdiler. Bugün Batı medyasının ve Batılı akademik
çalışmaların çok kayda değer bir bölümü İslamiyet'le ilgilidir.
Bunların bir kısmı ön yargılı yorumlar içerseler de, sonuçta dün-
339
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Sabah G
azetesi, 1
0.2.2003
Milli Gazete, 12.1.2001
Yeniçağ Gazetesi, 2.2.2002
Yeni Şafak Gazetesi, 2.10.2002
İslam, dünyanın en hızlı yükselen
dinidir. Batı'da pek çok insan İslam
ahlakını yakından tanımak için çaba
harcamakta, İslamiyet'e duydukları
hayranlığı ve ilgiyi açıkça ifade etmektedirler.
yanın dikkatini İslam'a çekmekte ve daha çok insanın İslam ahlakına yönelmesine aracı olmaktadırlar. (Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. İslam'ın Yükselişi, Harun Yahya)
Müs lü man lar Ara sın da ki
Glo bal İle ti şim ve Da ya nış ma nın Art ma sı
Türk İslam Birliği'nin yolunu açan çok önemli bir diğer gelişme ise, 1980'lerden itibaren giderek yükselen, 1990'larda -başta internet olmak üzere- iletişim teknolojisinin gelişmesiyle büyük bir ivme kazanan globalizasyon sürecidir. Bazı Müslüman-
340
Harun Yahya - Adnan Oktar
lar, Batı kültürünün taşıyıcısı olarak gördükleri globalizasyonu
olumsuz bir biçimde değerlendirmektedir. Oysa gerçekte tüm
dünyanın birbiri ile yoğun bir kültürel alışveriş içine girmesi ve
dünyanın tüm kültürlerinin ortak bir dille iletişim kurmasını
sağlayan globalizasyon, dünya Müslümanlarının bilgiye olan
ulaşımlarını kolaylaştırarak birbirleri ile olan temas ve iş birliklerini daha önce görülmemiş biçimde büyütmüştür. Böylece, Müslüman halkların bilinçlenmesinde çok büyük bir vesile olmuştur.
Sadece interneti ele almak bile, Müslümanlar arasındaki iletişimin ne kadar geliştiğini göstermektedir. İnternet teknolojisi,
hem tüm insanlar için hem de Müslümanlar için önemli bir nimet
olmuştur. İnternet sayesinde yapılan ortak çalışmaların sayısı
artmış, bununla birlikte bilgiye ulaşma imkanları da çok genişlemiştir. Böylece İslam dünyası da dahil olmak üzere dünyanın
dört bir yanında okuyan, düşünen, fikirler üreten ve çözümler
geliştiren nesiller yetişmektedir. Malezyalı bir sosyal bilimci olan
ve çalışmalarını Almanya'daki Freie Universität of Berlin'de sürdüren Farish A. Noor, globalleşmenin İslam dünyasındaki etkilerini ele alan bir çalışmasında şu tespitlerde bulunur:
Gelişen iletişim teknolojisi ve bilginin ve enformasyonun serbest akışı sayesinde, Müslümanlar artık İslami ilimlerin doğrudan özüne
ulaşmada özgürdürler; İslami düşüncenin temel kitapları ve anlatımları artık uzak kütüphanelerdeki az sayıdaki kitapla sınırlı değildir...
Bunun sonuçlarından biri... İslami yönden bilinçli ve eğitimli yeni
kitlelerin gelişmesidir. İslami metinlere ve bilgiye ulaşım aynı zamanda, Müslüman kadınların ve (akademik sıfatı olmayan) normal Müslümanların İslam hakkında daha fazla öğrenmelerini, fikir yürütmelerini ve yorum yapmalarını sağlamaktadır. Bu, global İslami ağların
kurulması sayesinde, Müslüman dünyanın dört bir yanında yaşanmaktadır.46
Noor'un ifadesiyle artık "zamanın ve mekanın sınır oluştur-
341
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
madığı bir İslam dünyası" vardır.47
Sadece internet değil, medya da dünya Müslümanlarını birleştirmektedir. Herhangi bir İslam ülkesindeki bir konu, bir anda
tüm İslam ülkelerinde izlenmekte, oralarda da yankı uyandırmakta, oralardaki Müslümanların da meselesi olmaktadır. Tüm
bu imkanlar, Müslüman dünyasının çok daha aydınlık bir geleceğe kavuşabileceğini göstermektedir.
Ba tı lı la rın Os man lı Ara yış la rı
Kitabın başından bu yana vurguladığımız gibi, kurulması
için çağrıda bulunduğumuz Türk İslam Birliği, hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için pek çok yarar sağlayacak, adil,
demokratik ve çağdaş bir yapılanma olacaktır. Türk İslam Birliği'nin kurulması durumunda, başta Batı olmak üzere diğer medeniyetler, dostane ve barışçıl ilişkiler kurabilecekleri, istikrarlı
ve güvenilir bir otorite ile muhatap olacaklardır. Sözde Müslümanlar adına ortaya çıkan bazı radikal akımların engellenmesi
ve tedavi edilmesi işi, Türk İslam Birliği'nin işi olacak; Batı'nın bu
konudaki endişeleri tamamen ortadan kalkacaktır.
Türk İs lam Bir li ği'nin yak laş mak ta ol du ğu nu gös te ren
önemli alametlerden biri de, bu sözünü ettiğimiz "İslam Birliği
ihtiyacı"nın, Batılılar tarafından da fark edilmeye başlanmış olmasıdır. Özellikle eski Osmanlı coğrafyası üzerinde bir asırdır
devam eden otorite boşluğu teşhis edilmekte ve çözümün de ancak Osmanlı modelinin bir şekilde yeniden hayata döndürülmesiyle mümkün olacağı fikri yankı bulmaktadır.
Bu konuda Batı medyasında yer alan yorumlardan biri, 9
Mart 2003 tarihli New York Times gazetesinde yayınlanan David
Fromkin imzalı "A World Still Haunted by Ottoman Ghosts"
342
Harun Yahya - Adnan Oktar
(Hala Osmanlı Hayaletleri İle Dolu Bir Dünya) başlıklı makaledir. Makalesine "Bir hayalet ABD'yi rahat bırakmıyor, bu Osmanlı İmparatorluğu'nun hayaleti" diye başlayan Fromkin, şunları
yazıyordu:
Bugün, Bush yönetimindeki daha ihtiraslı isimler, sadece Irak'ı işgal
etmeyi hedeflemiyor, bunu Arap Ortadoğusu'nu dönüştürmekte bir
temel olarak kullanmak da istiyor.
Daha önce Batılı ülkeler (İngiltere ve Fransa) bir kez daha Osmanlı
topraklarını yeniden şekillendirme işine koyulmuşlardı. Bu ülkeler,
Birinci Dünya Savaşı'ndan zaferle çıktıktan sonra Ortadoğu'nun haritasını yeniden çizdiler. Irak, oluşturulan yapay devletlerden birisiydi.
Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nu yenerek Arap topraklarının kontrolünü ele geçirdi. Ve
bununla birlikte önemli bir şeyi ele geçirdi: Bu topraklarda büyük petrol kaynağı bulunması ihtimali.
Avrupalılar ve onların Amerikalı iş ortakları buralarda dostane ve istikrarlı rejimler kurmayı umdu. 1920'lerin başlarında sınırları yeniden çizdikten sonra İngiltere ve Fransa, bir devlet sistemi başlattı ve
siyasi rehberlik sağlamaya da çalıştı. Ancak sistem tahammül edemedi. Aksine, bölge daha çalkantılı ve huzursuz oldu.
Geriye bakıldığında, Baskan Bush'un bazı bölümlerini değiştirmek istediği Ortadoğu'nun çoğu karakteristiğinin, beş yüzyıllık Osmanlı
idaresinde şekillendiği açıkça görülüyor.48
İngiliz gazeteci Timothy Garton Ash ise The Guardian gazetesinde yayınlanan 27 Mart 2003 tarihli makalesinde benzer bir
analiz yaptı. Kosova'daki Arnavutların ve Kuzey Irak'taki Kürtlerin sorunlarını ele alan Ash, "her iki durumda da, hala, bir yüzyıl sonra bile, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası ile karşı karşı-
343
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
yayız" diyor ve yazısını şöyle noktalıyordu:
Yüzleşelim: (Irak'taki) bu kanlı savaş bittiğinde, 1918 yılına geri dönmüş olacağız, yani büyükbabalarımızın Balkanlar'dan Ortadoğu'ya
kadar karşılaştığı soruların çoğuyla ve tam da aynı bölgelerde yüzyüze kalacağız. Ve hala bunlara verebilecek bir cevabımız yok. Bazen,
Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kurmamız gerektiğini düşünüyorum.49
Batılıların bile "Osmanlı İmparatorluğu'nun yeniden kurulması gerektiği"ni düşündükleri bir devirde, Müslümanların bu
işe dört elle sarılmaları gerektiği aşikardır.
Hicri 14. asrın başından itibaren yaşanan gelişmeler, Müslümanların tarihin önemli bir dönüm noktasında olduklarını göstermektedir. Hepimize düşen görev, bu sorumluluğa layık olmaktır.
Milliyet Gazetesi, 28.4.2003
.2002
tesi, 3.12
e
z
a
G
e
Türkiy
344
Harun Yahya - Adnan Oktar
001
si, 18.12.2
te
e
z
a
G
ak
Yeni Şaf
Ortadoğ
u Gazet
esi, 4.12
.2002
345
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Bugün Gazetesi, 17.09.2009
Star Gazetesi, 24.072009
Zaman Gazetesi,
Bugün Gazetesi,
20.09.2009
18.09.2009
346
Harun Yahya - Adnan Oktar
Milli Gazete, 6.06.2008
Sabah Gazetesi, 10.02.2009
Vakit Gazetesi, 17.07.2009
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Türk İslam Birliği'ne Adım Adım Yaklaşılıyor
Bu kitabın ilk baskısının yapıldığı tarihin ardından, Türk İslam Birliği'nin oluşumuna giden süreçte gözle görülür bir hızlanma oldu. Bir yandan Türkiye'nin dış politikada izlediği aktif
rol ve elde ettiği başarılı neticeler, Türkiye'nin Türk İslam aleminin lideri olması gerektiği gerçeğini teyit ederken, bir yandan da
Türk İslam aleminde önemli adımlar atılmaya başlandı. İslam
Ortak Pazarı'nın kurulması için girişimlerin hızlanması, Suriyeli
yetkililerin Suriye ve Türkiye arasındaki sınırların açılmasını
gündeme getirmeleri, Iraklı liderlerin Türkiye'yle birleşme
çağrısında bulunmaları, pek çok Türk İslam devletinde halkın
"Türk İslam Birliği istiyoruz" demeleri, Ermenistan'la Türkiye
arasındaki tarihi gelişmeler ve sınırın açılmasının gündeme
gelmesi, dünyanın yeni bir Osmanlı'ya ihtiyacı olduğunun
gazete manşetlerine taşınması, Müslüman ülkeler arasındaki
ekonomik ve kültürel işbirliklerinin artırılması, dış basında
Türkiye'nin lider olması gerektiği yönünde çok sayıda haber çıkması bu önemli gelişmelerden sadece birkaçıdır.
Bu gelişmeler önümüzdeki dönemde daha da hızlanacak,
dünya çok kısa bir zaman dilimi içinde Türk İslam Birliği'nin kurulduğuna şahit olacaktır.
Türkiye Gazetesi, 20.10.2008
348
Harun Yahya - Adnan Oktar
Milliyet Gazetesi, 17.02.2009
esi, 27.04.2009
Yeni Asya Gazet
DÜN YA YI BEK LE YEN
AY DIN LIK GE LE CEK
Kitap boyunca Türk İslam dünyasının içinde bulunduğu konumu, Türk İslam Birliği'nin tesis edilmesine duyulan acil ihtiyacı ve Türk İslam Birliği'nin oluşturulmasının Müslümanlara ve diğer toplumlara kazandıracağı faydaları inceledik. Bir önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi, yaşanan gelişmeler İslam dünyasını çok büyük ve önemli değişimlerin beklediğini açıkça göstermektedir. Peygamber Efendimiz (sav)'in bazı hadislerinde yer
alan bilgiler ve Kuran ayetleri de, önümüzdeki dönemin,
Allah'ın izniyle, dünya Müslümanları için çok aydınlık
olacağını müjdelemektedir. Türk İslam Birliği'nin kurulması da, bu müjdeli dönemin başlangıcını hızlandıracak,
yalnızca Müslümanların değil tüm toplumların bolluk ve
refah içinde yaşayacakları yepyeni bir dönemin başlangıcı
olacaktır.
Şu anda içinde bulunulan durum, ilk bakışta pek çok
olumsuzluk içeriyor gibi görünebilir. Oysa olumsuzluk gibi
görünen bu gelişmelerin her biri aslında kutlu bir dönemin
habercisidir. Savaşlar, yokluklar, kıtlıklar, dünyanın farklı
köşelerinde Müslümanların ezilip zulüm görmesi gibi olaylar, büyük çoğunluğu Peygamberimiz (sav) tarafından 1400
yıl öncesinden haber verilen ahir zaman alametleridir. Bu
alametlerin gerçekleşiyor olması, yine Peygamber Efendimiz (sav)'in müjdelediği İslam ahlakının dünyaya hakimi-
yetinin de yakınlaştığına işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Dolayısıyla içinde bulunulan durum Müslümanların ye'se ve ümitsizliğe düşmelerine değil,
tam tersine şevk ve heyecanlarının artmasına
aracı olmalıdır. Ayrıca iman edenler, Allah'ın
rahmetinden asla ümit kesmemeleri gerektiğinin
de bilinciyle hareket etmelidirler. Allah, ayetinde şöyle buyurmuştur:
… ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası
Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf
Suresi, 87)
Nitekim büyük İslam alimi Bediüzzaman
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Sa id Nur si de, ün lü Şam
hutbesinde İslam dünyasının içinde bulunduğu koşulları gözler önüne sermiş, ancak bu
durum nedeni ile ye'se düşülmesinin çok büyük bir
tehlike olacağına dikkat çekerek, İslam'ın aydınlık geleceğini inananlara müjdelemiştir:
Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki: Alem-i İslam'ın kalbine girmiş.... o yeistir ki, yüksek ahlakımızı öldürmüş,
menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-i şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvvet-i maneviyemizi kırmış... Yeis milletlerin en dehşetli hastalığıdır...
Korkak, aşağı ve acizlerin şenidir, bahaneleridir… İstikbalin kıtalarında hakiki ve manevi hakim olacak ve beşeri
dünyevi ve uhrevi saadete sevk edecek yalnız İslamiyet'tir...
Harun Yahya - Adnan Oktar
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Ahir Za man
Müj de si
İslam dünyasının aydınlık geleceğini bize müjdeleyen en önemli kaynak la rın ba şın da Pey gam ber Efen di miz
(asv)'in hadisleri yer almaktadır. Hadislerde ahir zamanın (kıyametten önceki son dönemin) özellikleri detaylı olarak tarif edilmiştir. Bu bilgiler incelendiğinde, ahir zaman ala met le ri nin gü nü müz de ya şa nan
yüzlerce olayla çok büyük benzerliklere sahip olduğu görülmektedir. İnsanların yaratılış amaçlarından uzaklaşıp toplumlarda
büyük bir manevi çöküşün yaşanması, haramların helal sayılması, Allah'ın açıkça inkar edilmesi, dünyanın her yerini karışıklık
ve kargaşaların kaplaması, ahlaki dejenerasyonun artması, seller, depremler gibi büyük doğal afetlerin sıkça yaşanması, kuraklık ve kıtlık olması, savaşların, çatışmaların
ve kan dökmenin artması, bidatların ortaya
çıkması, geçim sıkıntısının yaygınlaşması,
büyük olayların ve hayret verici şeylerin
meydana gelmesi, huzur ve istikrarın neredeyse tamamen ortadan kalkması hadislerde bildirilen başlıca Hz. Mehdi (as)'ın çıkış
354
Harun Yahya - Adnan Oktar
alametlerindendir. Cinayetlerin, katliamların, kavgaların şiddetle ne ce ği ahir za man da, Müs lü man lar
üzerindeki baskılar da artacaktır. Hadisler, bu dönemde Müslümanlara karşı zor
kullanılacağını ve Müslümanların zulme
uğrayacaklarını da bildirmektedir. Öyle
ki, Müslümanların büyük çoğunluğu bu
baskı ve zulüm ortamından bir kurtuluş
yolu bulamayacaktır.
Bu zorluk ve kargaşa ortamının ardından ise, Allah insanlığa kutlu bir kurtarıcı
gönderecek, bu kurtarıcı vesilesiyle insanları içinde bulundukları karanlıktan aydınlığa çıkaracaktır. "Mehdi" (doğruya ileten,
hidayet önderi) ünvanını taşıyan bu mübarek şahıs önce İslam dünyasını ihya edecek, daha sonra da tüm dünyaya barışın,
sevginin ve güzel ahlakın yayılmasına aracı ola cak tır. Hz. Meh di (as) ile bir lik te,
Allah'ı inkar eden ve din ahlakına karşı
olan ideolojiler fikren tamamen çürütülecek; İslam ahlakı özüne, Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinde bildirilen
gerçek haline döndürülecek; İslam dünya-
355
sı siyasi, ekonomik
ve sosyal açıdan güçlenecektir.
Yine hadislerde bildirildiği üzere,
ahir za man da Hz. İsa (as) da ye ni den
dünyaya dönecektir. İsa Peygamber (as)’ın
ikinci kez yeryüzüne gelecek olması, ahir zamanın en büyük müjdelerinden biridir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in, Hz. İsa
(as)'ın yeryüzüne tekrar gelişini müjdeleyen
çeşitli hadislerinin yanı sıra, bu konu Kuran'da da çok açık olarak bildirilmiştir. Pek
çok ayette Hz. İsa (as)'nın gelişi ile ilgili kesin
ifadeler bulunmaktadır. Allah Kuran ayetlerinde Hz. İsa (as)'ın öldürülmediğini, asılmadığını, insanlara onun bir benzerinin gösterildiğini, onu vefat ettirdiğini (yani uykudaki
gibi canını aldığını) ve Kendi Katına yükselttiğini bildirmiştir. (Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Hz. İsa Gelecek, Harun
Yahya) Bu gerçek, Nisa Suresi'nde ina-
nanlara şöyle bildirilir:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem
oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" de me le ri ne de niy le de (on la ra
böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara
(onun) benzeri gösterildi. Gerçekten
onun hakkında anlaşmazlığa düşenler,
kesin bir şüphe içindedirler. Onların
bir zanna uymaktan başka buna ilişkin
hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öl dür me di ler. Ha yır; Al lah onu
Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)
Kuran'da Hz. İsa (as) ile ilgili bildirilen bir diğer gerçek de, Hz. İsa (as)'ın
yer yü zü ne ikin ci kez ge le ce ği dir. Ku ran'da bir çok ayet te ha ber ve ri len bu
müjde, Peygamber Efendimiz (sav)'in
hadislerinde de yer almaktadır. Ayrıca
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
pek çok İslam alimi de Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez
gelişi ve bu gelişi sırasında nasıl bir ortam olacağı hakkında
çeşitli eserler hazırlamışlardır. (Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne
ikinci gelişi ile ilgili deliller hakkında daha detaylı bilgi için
bkz., Harun Yahya, Hz. İsa Gelecek)
Hz. İsa (as) yeryüzüne tekrar geldiğinde, Allah'ın ayetinin bir tecellisi olarak, tüm peygamberler gibi insanlar arasında saygınlığıyla, seçkin ve onurlu oluşuyla tanınacaktır.
Görenler onu daha bakar bakmaz tanıyacak, kalplerinde hiçbir şüphe oluşmayacaktır. Hz. İsa (as)'ı insanlara tanıtan
önemli alametlerden biri de, dünyada hiçbir akrabasının, ailesinin, eskiden tanıdığı tek bir kişinin olmamasıdır.
Hz. İsa (as) yeniden yeryüzüne geldiğinde, onun fiziksel
özelliklerini, simasını ya da ses tonunu bilen tek bir kişi dahi
çıkmayacaktır. Dünya üzerinde bir kişi bile, "ben onu önceden
tanıyordum" diyemeyecektir. Çünkü onu tanıyan tüm insanlar bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış ve ölmüşlerdir.
358
Harun Yahya - Adnan Oktar
Hz. İsa (as) geldiğinde Kuran ile hükmedecek, bu dönemde
Hıristiyan dünyası da içine düştüğü hurafelerden sıyrılacak, Hz.
İsa (as) onları Kuran ahlakına göre yaşamaya davet edecektir.
Böylece İslam ve Hıristiyan dünyası tek bir inançta birleşecek,
dünya "Altınçağ" olarak adlandırılan, barış, huzur, güvenlik, mutluluk ve refahın hakim olduğu yepyeni bir döneme girecektir. Altınçağ, tıpkı mübarek Peygamber Efendimiz dönemindeki gibi,
bir Asr-ı Saadet dönemi olacaktır. Yeryüzü daha önce zulümle doluyken, adaletle dolacaktır. Ürünler ve malda bolluk yaşanacak,
insanlar yardıma ihtiyaç duyan birini bulamayacaklardır. Teknolojide ve bilimde yaşanan gelişmelerle, insanların yaşam kalitesi
yükselecek, rahatlık ve konfor artacaktır. İnsanlar nereye baksalar, bolluk ve güzellik göreceklerdir. İnsanlar bu dönemde yaşamlarından o kadar memnun olacaklardır ki, hadislerde bildirildiği
üzere, yaşlılar genç olmayı dileyeceklerdir.
Burada kısaca özetlediğimiz ahir zamanda yaşanacak gelişme ler le il gi li ola rak, Peygamber Efendimiz Hz. Mu ham med
(sav)'in bildirdiği hadislerin bazıları aşağıda yer almaktadır.
359
HZ. MEHD (AS) VE HZ. SA (AS) BU
YÜZYILDA GELECEK
Her yüz senede bir din ahlakını bidatlerden kurtarmak ve yenilemek için Allah tarafından bir zatın gönderildiği, Sünen-i Ebu
Davud, Mektubat-ı Rabbani gibi büyük ve muteber ehli sünnet
alimlerinin eserlerinde açık bir şekilde belirtilmiştir:
Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurmuş: Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz senenin başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan karışmış batıl uygulamalardan) ayıracak, yenileyecek (ilim
sahibi) bir zatı gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)
Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen hadislerde ahir
zamanda zuhur edeceği müjdelenen Hz. Mehdi (as)'ın çıkış zamanı olarak ise Hicri 1400 yılı verilmiştir:
"İnsanlar 1400 senesinde Hz. Mehdi (as)'ın yanında toplanacaklardır." (Risaletül Huruc-ül Mehdi, s. 108)
Bu 100 yıllık sürede İslam ahlakı belli bir
süreç içinde tüm dünyaya hakim olacak, din
ahlakına karşı mücadele veren Deccaliyet sistemi ise tamamen ortadan kalkacaktır. Ancak
aşağı yukarı 100 sene kadar sürecek olan bu
yükselme döneminin ardından yani Hicri
1500'lerle birlikte dünya yeniden bir bozulma sürecine girecektir. Ehl-i Sünnetin büyük hadis
ve fıkıh alimlerinden biri olan İmam Ahmed İbni Hanbel gibi birçok alimin
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
360
birbirlerinden naklettikleri bir hadiste Peygamberimiz (sav)
kendisine kadar dünyada geçen zamanın 5600 yıl olduğunu
bildirerek insanlık tarihinin başlangıcı hakkında önemli bir bilgi vermiştir:
Ahmed İbni Hanbel İlel'inde nakletti. İsmail b.
Abdülkerim, Abdüssamed'den O da Vehb'den rivayet
etti: DÜNYADAN BEŞ BİN ALTI YÜZ YIL GEÇMİŞTİR.
(Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi
Alamet-il Mehdiyy-il Ahir zaman, sf. 89)
Diğer yandan başka birçok hadiste ise dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğuna dair açık izahlar bulunmaktadır:
Enes Malik 'den tahric etti. O dedi ki, Resulullah (sav)
buyurdu: DÜNYANIN ÖMRÜ, AHİRET GÜNLERİNDE
YEDİ GÜNDÜR. Allah-u Teala buyurdu ki: RABBİN KATINDA BİR GÜN SİZİN SAYDIKLARINIZDAN BİN YIL
GİBİDİR. Kim bir din kardeşinin Allah yolunda bir ihtiyacını görürse, Allah Teala onun için gündüzlerini oruçla,
gecelerini de ibadetle geçirmişçesine Ş U
DÜNYANIN YEDİ BİN YILLIK ÖMRÜ
MÜDDETİNCE SEVAP YAZAR. (Ali B.
Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi
Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 88)
Dakkak b. Zeyd-ü Cüheni 'den rivayet ettiler: Ben
gördüğüm bir rüyayı Resulullah (sav)'e anlattım. Bu
rüyada Peygamber (sav) yedi basamaklı bir
minberin en üst basamağında idi: O
buyurdu ki, YEDİ BASAMAKLI
Harun Yahya - Adnan Oktar
361
GÖRDÜĞÜN MİNBER ŞU DÜNYANIN ÖMRÜ OLAN
YEDİ BİN SENEDİR. (Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül
Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 89)
Hicri 1300'ün ve son bin yılın en büyük müceddidi olan
Üstad Said Nursi Hazretleri ise İslam ahlakının hakimiyet süresi
için Hicri 1500'leri vermiştir. Üstad bu tarihlere kadar olan dönemin Müslümanların açık ve aşikar galibiyet dönemleri olacağını ifade etmiştir. Bundan sonraki yıllarda ise İslam ahlakının
dünya üzerindeki yükseliş döneminin sona ereceği ve kafirler
için bir kıyamet kopmasının Hicri 1545 itibariyle söz konusu
olacağını söylemiştir. (Doğrusunu Allah bilir.)
"Ümmetimden bir taife Allah'ın emri gelinceye kadar (kıyamete kadar) hak üzerinde olacaktır."
"Ümmetimden bir taife.." fıkrasının (bölümünün) makam-ı
cifrîsi (cifir hesâbına göre olan netice, sayı değeri) 1542
(2117) ederek nihayet-i devamına (varlığının sonuna) îma eder. "Hak üzerinde olacaktır."
(şed de sa yı lır) fık ra sı da hi; ma kam-ı cif rî si
1506 (2082), bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane (açık ve ortada), belki galibane; sonra
tâ 1542 (2117)ye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine (aydınlatma görevine) devam edeceğine remze (işarete) yakın îma
eder. "Allah'ın emri gelinceye kadar" (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
362
1545 (2120), kâfirin başında KIYAMET KOPMASINA îma
eder. (Kastamonu Lahikası, s. 33) Büyük ehl-i Sünnet alimi
Berzenci Hazretleri de dünyanın ömrünün Hicri 1600'e ulaşmayacağını yani Hicri 1500'lü yıllar içinde kıyametin kopmasının Allah'ın izniyle beklendiğini ifade etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
BU ÜMMETIN ÖMRÜ BİN SENEYİ GEÇECEK, FAKAT BİN
BEŞ YÜZ SENEYİ AŞMAYACAKTIR... (Kıyamet Alametleri,
Medineli Allame Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci,
Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 299)
Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen hadise dayalı olarak
Suyuti Hazretleri ise yaptığı açıklamada şöyle belirtmektedir:
"BENİM ÜMMETİMİN ÖMRÜ 1500 SENEYİ PEK GEÇMEYECEK." (Suyuti, el-Keşfu an Mücavezeti Hazihil Ümmeti el-Elfu,
el-havi lil Fetavi, Suyuti. 2/248, tefsiri Ruhul
Beyan. Bursevi. (Arapça) 4/262, Ahmed bin
Hanbel, Kitâbu'l-İlel, sh. 89)
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinden
ve büyük İslam alimlerinin açıklamalarından
da açıkça anlaşıldığı üzere, içinde bulunduğumuz Hicri 1400'ler Hz. Mehdi (as)'ın zuhur
çağıdır. Bu yüzyılda Hz. Isa (as) yeniden yeryüzüne gelecek, Hz. Mehdi (as) zuhur edecek ve
İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır.
Harun Yahya - Adnan Oktar
363
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Hz. Mehdi (as)'ın Çıkacağı
Ortamın Özellikleri:
Kıyamet yaklaştığı zaman ve müminlerin kalbi; ölüm, açlık, fitneler, sünnetlerin kaybolması,
bid'atlerin ortaya çıkması, emri bil maruf ve nehyi
anıl münker (iyiliği emredip kötülükten menetme) imkanlarının kaybolması gibi sebeplerle zayıfladığı zaman
benim evlatlarımdan Hz. Mehdi (as) ile Cenab-ı Hak sünnetleri ihya eder. Onun adalet ve bereketi ile müminlerin
kalbi ferahlar, Acem (Arap olmayan) ve Arap milletleri
arasında ülfet ve muhabbet yerleşir.50
Dünya herc-ü merc (fitne, dağınıklık) içinde kaldığında,
fitneler zuhur ettiğinde, yollar kesildiğinde, bazıları bazısına hücum ettiğinde, büyük küçüğe merhamet etmediği,
büyüğe vakarlı davranmadığında Allah, bu sırada onlardan adavetin kökünü kazıyarak dalalet kalelerini fethedecek ve evvelce benim ayakta tuttuğum gibi, ahir zamanında dini ayakta tutacak, önceden zulümle dolu
olan dünyayı adaletle dolduracak birini (Hz. Mehdi)
gönderecektir.51
Mağrib'de (batıda) karışıklıklar, fitneler ve
korku olacak... Fitneler çoğalacak.52
Hiçbir tarafın ondan mahfuz kalma ya ca ğı bir fit ne zu hur
364
Harun Yahya - Adnan Oktar
edecek, bu fitne kaldığı yerden hemen başka bir tarafa yayılacak...53
Hz. Mehdi (as) çıkmadan önce, milletler arasında
ticaret ve yollar kesilecek, insanlar arasında fitneler
çoğalacaktır...54
Masum insanlar katloluncaya kadar Hz. Mehdi (as) çıkmayacak ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül
edemez bir hale geldiğinde zuhur edecektir...55
Hz. Mehdi (as) Döneminde
Yaşanacak Hayat:
Hz. Peygamber (sav) en başta İslam'ı nasıl ayakta tuttuysa, Hz.
Mehdi (as)da en sonunda aynı şekilde İslam'ı ayakta tutacaktır.56
Düşmanlık ve kini de kaldıracaktır... Kap su ile dolduğu gibi
yer yü zü ba rış la do la cak tır. Din bir li ği de ola cak, ar tık
Allah'tan başkasına tapılmayacaktır. Savaş da ağırlıklarını bırakacak.57
Onun zamanında kurtla koyun birarada oynayacak, yılanlar çocuklara zarar vermeyecektir.
İnsan bir avuç tohum atacak, 700 avuç
hasat edecektir.
365
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Riya, riba, zina, içki kalmayacak, ömürler
uzayacak ve emanet zayi olmayacaktır.
Peygamber Efendimize buğzedecek kimse kalmayacaktır.58
İnsanlara malı ve eşyayı dağıtırken, saymadan bol bol verecektir.59
Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir.60
... O zaman, yer ve gök ehli, bütün yabani hayvanlar, kuşlar, hatta
denizdeki balıklar bile onun hilafetiyle sevineceklerdir. Onun devrinde, akan ırmaklar bile suyunu fazlalaştıracaktır. Hz. Mehdi (as)
hazineleri çıkaracak...61
Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne dek
onun benzerini kesinlikle bulmamıştır…62
Onun adaleti her yeri kaplayacak. Zulüm ve fıskla dolu
olan dünya, o geldikten sonra adaletle dolup taşacaktır… Yeryüzü emniyetle dolu olacak ve hatta birkaç kadın yanlarında hiç erkek olmaksızın
rahatlıkla hacca gideceklerdir.63
366
Harun Yahya - Adnan Oktar
Burada sadece belirli bir kısmına yer verdiğimiz hadisler de açıkça göstermektedir ki, İslam dünyasını çok önemli ve
büyük gelişmeler beklemektedir. Allah, herşey
için olduğu gibi İslam toplumları için de bir kader
çizmiştir. "...Allah, nurunu tamamlamayı dilemektedir." (Tevbe Suresi 32) ayetiyle bildirildiği gibi, Kuran
ahlakının tüm dünyaya yayılarak, din-dışı felsefelerin
fikren yıkılacağı, yeryüzünden fitnenin kaldırılmasıyla
tüm insanlığa barış ve kurtuluş geleceği Rabbimiz'in bize
bir müjdesidir. İslam ahlakının dünyaya yayılacağı, insanların barışa ve güvenliğe kavuşacağı günler Allah'ın izni
ile pek yakındır. Unutmamak gerekir ki, Allah'ın samimi
iman edenlere vaadi, "onları da kendilerinden öncekiler
gibi güç ve iktidar sahibi kılmaktır." Ayette şöyle buyurulmaktadır:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri
nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için
seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnız ca Ba na iba det eder ler ve Ba na
hiçbir şeyi ortak koşmazlar.
367
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Kim bundan sonra inkar ederse, işte
onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Her Müslüman, ahlakını güzelleştirerek, İs lam'ın ve Müs lü man la rın ya ra rı na
yaptığı hayır işlerinin sayısını olabildiğince
artırarak en güzel şekilde bu kutlu dönem
için hazırlanmalıdır. Müslümanların, insanların dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini
görecekleri zamanın bir an önce gelmesi için,
yapmaları gereken en önemli hazırlıklardan
biri ise, Türk İslam dünyasının birliğini sağlamak olacaktır.
İs lam Dün ya sı na Çağ rı
Bugün artık tüm dünyada din karşıtı fikir sistemleri çökmeye yüz tutmuş, insanlar
Allah'a imana ve din ahlakına yönelmeye
başlamışlardır. Dahası Türk İslam, dünya
gündeminin en önemli konusu olmuş, insanlığın dikkati Hak dine çevrilmiştir. İçinde
bulunduğumuz devrin teknolojik imkanları
Harun Yahya - Adnan Oktar
ise, Müslümanların hem birbirleri ile iş birliği yapmalarını kolaylaştırmış hem de insanlara İslam ahlakının güzelliklerini anlatmak için her türlü kitle iletişim imkanını
sağlamıştır.
Ancak bir taraftan da İslam dünyasının bir kısmında fakirlik ve cehalet vardır.
Bundan yararlanan birtakım kimseler, sözde İslam adına İslam dışı eylemler yaparak, dünyanın gözünde Müslümanları zan
altında bırakmaktadırlar. İslam ahlakına
karşı olan bazı çevreler de, Müslümanların
bu durumundan yararlanarak onlara karşı
her türlü zulmü uygulamakta, daha büyük
zulümleri de planlamaktadırlar.
Çözüm, tüm Müslümanları birleştirecek ve onlara doğru yolu gösterecek bir
Türk İslam Birliği'nin kurulmasıdır. Türk
İslam Birliği'nin kurulması için çalışmak,
her Müslümanın görevidir:
Tüm Müslüman hükümetler, Türk İslam Birliği'ne hazırlanmalıdır. Diğer Müslüman ülkelerle aralarındaki ilişkileri geliş-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
tir me li, bir yan dan da
gerçek İslam ahlakının ken di ül ke le rin de de da ha iyi
yerleşmesi için kültürel faaliyetlerde bulunmalıdırlar.
Tüm Müslüman sivil toplum kuruluşları, çeşitli organizasyonlar, vakıflar, medya mensupları, kanaat önderleri; Müslümanlar
ara sın da ki ay rım la rın gi de ril me si,
birlik ve beraberliğin sağlanması için
çaba göstermelidirler.
Her Müslüman birey, gittiği camide, okuduğu okulda, iş
yerinde, ziyaret ettiği internet platformunda, üyesi olduğu vakıfta veya kuruluşta, dünya Müslümanlarının birliği için çaba
göstermeli, diğer Müslümanları bu konuda teşvik etmelidir.
Dünyaya ışık tutacak, hem Müslümanlara hem gayrimüslimlere güzellik sunacak, yeryüzüne adalet ve barış getirecek o büyük İslam medeniyetinin yeniden yeşermesi tüm
Müslümanların duasıdır. Allah'ın izni
ile, Türk İslam Birliği'nin kurulması, tüm bu güzelliklere bir
vesile olacaktır.
Bu kut lu gö rev de
hizmet yüklenmek isteyen Müslümanlar;
Ge lin, Müs lü man la rın arasını bulalım. Birbirinin ca mi sin de na maz kıl mayan, selamlaşmayan, birbirinin yazdığı kitabı okuma-
370
Harun Yahya - Adnan Oktar
yan, ufak bir fikir farklılığı nedeniyle kardeşine düşman kesilen Müslümanların arasını bulalım. Bu gibi yapay ayrımlar
kalksın. Allah'ın evleri olan camiler, şu veya bu grubun, şu
veya bu mezhebin değil, tüm Müslümanların mescidi olsun.
Her Müslüman birbiriyle selamlaşsın, birbiri ile sohbet etsin.
Birbirine hoşgörü göstersin. Cemaatsel veya kişisel uzlaşmazlıklar son bulsun. Ve tüm Müslümanlar, elbirliği yaparak, tevazu ve hoşgörü içinde, Allah'a daha çok yakınlaşmak,
O'nun dinine daha çok hizmet etmek için çalışsınlar.
Ve Allah'ın bizlere verdiği şu emri hiçbir zaman unutmasınlar:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın.
Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran
Suresi, 103)
371
Darwinizm, yani evrim teorisi, Yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın,
cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu
teori, evrende ve canlılarda çok açık bir "düzen" bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle ve evrimin hiçbir
zaman yaşanmadığını ortaya koyan 300 milyona yakın fosilin bulunmasıyla çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni
ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara
dayalıdır.
Ancak bu propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en büyük yanılgı olduğu,
son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan
araştırmalar, Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların
kökenini yaratılış gerçeğiyle açıklamaktadırlar.
Evrim teorisinin çöküşünü ve yaratılışın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.
374
Dar win'i Yı kan Zor luk lar
Evrim teorisi, tarihi eski Yunan'a kadar uzanan pagan
bir öğreti olmakla birlikte, kapsamlı olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en
önemli gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan
Türlerin Kökeni adlı kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı gerçeğine kendince karşı çıkıyordu. Darwin'in yanılgılarına göre,
tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği gibi sadece bir "mantık
yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki "Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori pek çok
önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin
temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteren hiçbir
bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
375
Bu bö lüm de, bu üç te mel baş lı ğı ana hat la rı ile in ce le ye ce ğiz.
Aşı la ma yan İlk Ba sa mak:
Ha ya tın Kö ke ni
Evrim teorisi, tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl
önce ilkel dünyada ortaya çıkan tek
bir canlı hücreden geldiklerini iddia
et mek te dir. Tek bir hüc re nin na sıl
Charles Darwin
olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve
eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun
izlerinin fosil kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak gerekir.
Sözü
edilen o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi, Yaratılış'ı cahilce reddettiği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir plan ve düzenleme olmadan, doğa kanunları
içinde kör tesadüflerin ürünü olarak meydana geldiğini iddia
eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda
ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen
en temel biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.
"Ha yat Ha yat tan Ge lir"
Darwin, kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı teoriye göre,
Harun Yahya - Adnan Oktar
376
cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık
oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir
düşünceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve biraz
beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı.
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde
ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim
dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti:
"Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür." 64
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına
karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendiliğinden
oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.
20. Yüz yıl da ki So nuç suz Ça ba lar
20. yüzyılda hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin oldu. Oparin, 1930'lu
yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı hücresinin tesadü-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
377
fen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacak
ve Oparin şu itirafı yapmak
zorunda kalacaktı: "Maalesef hücrenin kökeni, evrim
te ori si nin tü mü nü içi ne
alan en karanlık noktayı
oluşturmaktadır." 65
Oparin'in yolunu izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Ameri-
Louis Pasteur
kalı kimyacı Stanley Miller tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu iddia ettiği
gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma
enerji ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit) sentezledi.
O yıl lar da ev rim adı na
önemli bir aşama gibi tanıtılan
bu deneyin geçerli olmadığı ve
deneyde kullanılan atmosferin
ger çek dün ya ko şul la rın dan
çok farklı olduğu, ilerleyen yıllarda ortaya çıkacaktı. 66
Uzun süren bir sessizlikten
sonra Miller'in kendisi de kulAlexander Oparin
Harun Yahya - Adnan Oktar
378
landığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf etti. 67
Hayatın kökeni sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı
Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle karşı
karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı? 68
Ha ya tın
Komp leks
Ya pı sı
Evrim teorisinin hayatın kökeni
konusunda bu denli büyük bir açmaza
girmesinin başlıca
nedeni, en basit sanılan canlı yapıların bile inanılmaz
derecede kompleks
yapılara sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun
yaptığı bütün teknolojik ürünlerden
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Stanley
Miller
379
daha komplekstir. Öyle ki bugün dünyanın en
gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler
biraraya getirilerek canlı bir hücre üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak
kadar fazladır. Hücrenin en temel yapı taşı olan
proteinlerin rastlantısal olarak sentezlenme ihtimali; 500 aminoasitlik ortalama bir
protein için, 10950'de 1'dir. Ancak matematikte 1050'de 1'den küçük olasılıklar pratik olarak "imkansız" sayılır. Hücrenin çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi bankasıdır. İn san DNA'sı nın
içer di ği bil gi nin, eğer
kağıda dökülmeye kalkılsa, 500'er say fa dan olu şan
900 ciltlik bir kütüphane
oluş tu ra ca ğı he sap lanmaktadır.
Bu noktada çok
ilginç bir ikilem daha
vardır: DNA, yalnız bir-
Canlı hücrelerinin çekirdeğinde yer alan DNA molekülü dört ayrı molekülün farklı
diziliminden oluşan bir tür bilgi bankasıdır. Bu bilgi bankasında canlıyla ilgili bütün fiziksel özelliklerin şifreleri yer alır. İnsan DNA'sı kağıda döküldüğünde, ortaya
yaklaşık 900 ciltlik bir ansiklopedi çıkacağı hesaplanmaktadır. Elbette böylesine
olağanüstü bir bilgi, tesadüf kavramını kesin biçimde geçersiz kılmaktadır.
380
takım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler
doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından,
eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var
olmaları gerekir. Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle
itiraf eder:
Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik
asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların
birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla
mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. 69
Kuşkusuz eğer hayatın kör tesadüfler neticesinde kendi
kendine ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda hayatın
"yaratıldığını" kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı Yaratılış'ı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz
kılmaktadır.
Ev ri min Ha ya li Me ka niz ma la rı
Darwin'in teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim mekanizmaları" olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının
anlaşılmış olmasıdır.
Darwin, ortaya attığı evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
381
Doğal seleksiyona göre, güçlü olan ve yaşadığı çevreye uyum sağlayabilen
canlılar hayatta kalırlar, diğerleri ise yok olurlar. Evrimciler ise doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğini, yeni türler meydana getirdiğini öne sürerler.
Oysa doğal seleksiyonun böyle bir sonucu yoktur ve bu iddiayı doğrulayan tek
bir delil de bulunmamaktadır.
Doğal seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı
hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha
hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu
mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı
türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı değişiklikler
oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz"
demek zorunda kalmıştı. 70
La marck'ın Et ki si
Peki bu "faydalı değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin,
kendi döneminin ilkel bilim anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı. Darwin'den önce
Harun Yahya - Adnan Oktar
382
yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle
aktarıyorlar, nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda
yeni türler ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını
yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.
Darwin de benzeri örnekler vermiş, örneğin Türlerin Köke ni ad lı ki ta bın da, yi ye cek
bul mak için su ya gi ren ba zı
ayı la rın za man la ba li na la ra
dönüştüğünü iddia etmişti. 71
Ama Mendel'in keşfettiği
ve 20.yüzyılda gelişen genetik
bi li miy le ke sin le şen ka lı tım
kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılma sı ef sa ne si ni ke sin ola rak
yıktı. Böylece doğal seleksiyon
"tek başına" ve dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma
olarak kalmış oluyordu.
Lamarck zürafaların ceylan benzeri hayvanlardan türediklerine inanıyordu. Ona göre otlara uzanmaya çalışan bu canlıların zaman içinde
boyunları uzamış ve zürafalara dönüşüvermişlerdi. Mendel'in 1865 yılında keşfettiği kalıtım kanunları, yaşam sırasında kazanılan özelliklerin
sonraki nesillere aktarılmasının mümkün olmadığını ispatlamıştır. Böylece Lamarck'ın zürafa masalı da tarihe karışmıştır.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
383
Neo-Dar wi nizm ve Mu tas yon lar
Darwinistler ise bu duruma bir çözüm bulabilmek için
1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik Teori"yi ya da daha
yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar. Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi"
olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi.
Bugün de hala bilimsel olarak geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen, Darwinistlerin savunduğu model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının "mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir.
Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek vardır:
Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için
canlılara zarar verirler.
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi bir tesadüfi etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak
meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik,
mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini
gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da
zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol
saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. 72
Harun Yahya - Adnan Oktar
384
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin "evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma "evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise, Darwin'in de kabul ettiği
gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu gerçek bizlere doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir.
Evrim mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali
süreç yaşanmış olamaz.
Fo sil Ka yıt la rı:
Ara Form lar dan Eser Yok
Evrim teorisinin iddia ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil
kayıtlarıdır.
Rastgele mutasyonlar insanlara ve
diğer tüm canlılara her
zaman için zarar verirler.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
385
Evrim teorisinin bilim dışı iddiasına göre bütün canlılar
birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü,
zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca
yıl süren uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde
sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık özelliklerini taşımalarına rağmen, bir
yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan
yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar,
bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır.Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali varlıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa
bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu garip canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin
Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş
çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir. 73
Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da farkındaydı. Bunun
teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu
yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemiş-
Harun Yahya - Adnan Oktar
386
YAŞAYAN FOSİLLER EVRİMİ ÇÜRÜTÜYOR
Fosiller, evrimin hiçbir zaman yaflanmad›¤›n›n ispat›d›r. Fosil kay›tlar›n›n ortaya
koydu¤u gibi, canl›lar sahip olduklar› tüm özelliklerle bir anda var olmufllar ve
soylar› devam etti¤i müddetçe en küçük bir de¤ifliklik geçirmemifllerdir. Bal›klar
hep bal›k, böcekler hep böcek, sürüngenler hep sürüngen olarak var olmufltur.
Türlerin aflama aflama olufltu¤u iddias›n›n bilimsel hiçbir geçerlili¤i yoktur. Tüm
canl›lar› Yüce Allah yaratm›flt›r.
54 - 37 milyon y›ll›k günefl
bal›¤› fosili
295 milyon y›ll›k
deniz kestanesi
fosili
125 milyon
y›ll›k köpüklü
A¤ustos
böce¤i fosili
50 milyon
y›ll›k sekoya
yapra¤› fosili
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
387
se, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün
doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla
dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır. 74
Dar win'in Yı kı lan Umut la rı
Ancak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir
yanında hummalı fosil araştırmaları yapıldığı halde bu ara
geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve
kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager,
bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. 75
Yani fosil kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir
geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası,
bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir
atası olmadan, bir anda ve kusursuz olarak ortaya çıkmasının
tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü
Harun Yahya - Adnan Oktar
388
evrimci biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen
mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci sayesinde
kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek
meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir
biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir. 76
Fosiller ise, canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani "türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil yaratılıştır.
İn sa nın Ev ri mi Ma sa lı
Evrim teorisini savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu konudaki Darwinist
iddia, insanın sözde maymunsu birtakım yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, günümüz insanı ile hayali ataları arasında bazı "ara
form"ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan
bu senaryoda dört temel "kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına
"güney maymunu" anlamına gelen "Australopithecus" ismini
verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun tü-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
389
ründen başka bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof.
Charles Oxnard gibi İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki
anatomistin Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok
geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir
benzerlik taşımadıklarını göstermiştir.77
Evrimciler insan evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha gelişmişlerdir.
Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına dizerek
hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki
en önemli savunucularından biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte kayıptır" diyerek bunu kabul
eder. 78
Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir. 79
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens
neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (günümüz insanı) ile
aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır. 80
Bu ise elbette bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları
iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Harvard
Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi
de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdi-
Harun Yahya - Adnan Oktar
390
ği bu çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler. 81
Kısacası, medyada ya da ders kitaplarında yer
alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir
masaldan ibarettir. Bu konuyu uzun yıllar inceleyen,
özellikle Australopithe-
Stephen
Jay Gould
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
391
TE
H
A
S
Evrim yanlısı gazete ve dergilerde
çıkan haberlerde yandakine benzer hayali "ilkel" insanların resimleri sıklıkla kullanılır. Bu hayali resimlere dayanarak oluşturulan haberlerdeki tek kaynak, yazan kişilerin hayal gücüdür. Ancak evrim
bilim karşısında o kadar çok yenilgi almıştır ki artık bilimsel dergilerde evrimle ilgili haberlere daha
az rastlanır olmuştur.
cus fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana
uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği bilgi dallarından, bilim dışı olarak
kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir yelpaze oluşturmuştur.
Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel" -yani somut
verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede
bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler
gelir. Yelpazenin en ucunda, yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati, altıncı his gibi "duyum
ötesi algılama" kavramları ve bir de "insanın evrimi" vardır!
Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:
Objektif gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara -yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil
Harun Yahya - Adnan Oktar
392
tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim teorisine inanan
bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları
aynı anda kabul etmeleri bile mümkündür. 82
İşte insanın evrimi masalı da, teorilerine körü körüne
inanan birtakım insanların buldukları bazı fosilleri ön yargılı
bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.
Dar win For mü lü!
Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir
örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu akıl dışı iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve
insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın
yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri
biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin
aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri
iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesin-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
393
ler. Karışımların içine, istedikleri kadar (doğal şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan) protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak
nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin
başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların
var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest
olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle
bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri,
zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri,
üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini
oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı
varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kı sa ca sı, bi linç siz atom lar bi ra ra ya ge le rek hüc re yi
oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Yüce Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen
aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu
gerçeği açıkça gösterir.
Harun Yahya - Adnan Oktar
394
Göz ve Ku lak ta ki Tek no lo ji
Evrim teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir
diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün algılama kalitesidir.
Gözle ilgili konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim. Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar, buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu
merkezde görüntü olarak algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi dü-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
395
Gözün çalışabilmesi için tüm bu parçalarının
birarada ve eksiksiz çalışıyor olması gerekir.
şünelim:
Beyin ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık
beynin bulunduğu yere kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri
karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21.
yüzyıl teknolojisi bile her türlü imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü
başka bir yerde gördünüz mü? Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir. Yine bir TV ekranına ba-
Harun Yahya - Adnan Oktar
396
kın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik,
TV ekranı size iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya çalışmaktadırlar.
Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu
da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur. Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada da,
televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan
mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedirler.
Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan
aleti meydana getirdi dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin
biraraya gelip yapamadığını şuursuz atomlar nasıl yapsın?
Gözün gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü
görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı
durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri
kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç
kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek
beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi
de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
397
gibi sese de kapalıdır, ses geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi ölçülse, burada keskin
bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.
Net bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl
kullanılıyorsa, ses için de aynı çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu
netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır. En büyük müzik
sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik setini düşünün.
Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az
da olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda
daha müzik başlamadan bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses
ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir.
Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve
ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme olayında, tüm bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.
Harun Yahya - Adnan Oktar
398
Bey nin İçin de Gö ren ve Du yan Şu ur
Ki me Ait tir?
Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen
uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl
oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu
hakkındaki en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız:
Beyinde, bu elektrik sinyallerini görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir?
Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm
bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?
Elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve
Kafatası ışığı içeri geçirmez. Yani beynin
bulunduğu yer kapkaranlıktır, dolayısıyla
beynin, ışığın kendisiyle muhatap olması
asla mümkün değildir. Ancak siz, mucizevi bir şekilde bu zifiri karanlıkta ışıklı,
pırıl pırıl bir dünyayı seyredersiniz. Rengarenk bir doğa, güneşin parıltısı, kalabalık bir sokaktaki tüm insanlar bu zifiri karanlık yerde oluşur. Kapkaranlık
beynin içinde, elektrik sinyallerinin,
rengarenk, ışıltılı, aydınlık bir görüntüye dönüşmesi olağanüstü büyük bir
mucizedir. Ruhumuza, tüm görüntüleri
gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun zevk alması için tüm tatları ve
kokuları yaratan, herşeyin Yaratıcısı olan
Allah'tır.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
399
sinir hücrelerine ait değildir. İşte bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler
bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur,
Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek
için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların
da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran yüce
Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.
Ma ter ya list Bir İnanç
Buraya kadar incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel
bulgularla açıkça çelişen bir iddia olduğunu göstermektedir.
Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime aykırıdır,
öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce olarak bir kenara atılması
gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren modeli
gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır.
Ama evrim teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır.
Hatta bazı insanlar teorinin eleştirilmesini "bilime saldırı"
olarak göstermeye bile çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu durumun nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için,
kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için benimsemektedirler.
Harun Yahya - Adnan Oktar
400
Bazen bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim
adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul
edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve
kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız
nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma
yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak
doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine
izin veremeyiz. 83
Bu sözler, Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık
uğruna yaşatılan bir dogma olduğunun açık ifadeleridir. Bu
dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar.
Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı var ettiğine
inanır. Milyonlarca farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem
akla hem bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendilerince Allah'ın apaçık olan varlığını kabul etmemek için,
bu akıl ve bilim dışı kabulü cehaletle savunmaya devam etmektedirler.
Canlıların kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği gördüler: Tüm canlılar, üstün
bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
401
Ev rim Te ori si Dün ya Ta ri hi nin
En Et ki li Bü yü sü dür
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir
ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız
bir iddia olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar,
büyük bir varilin içine birçok atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları,
pofesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim
teorisi için "dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde
insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve mantıkla
düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir
perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan
bir başka inanç veya iddia daha yoktur. Bu, eski Mısırlıların
Güneş Tanrısı Ra'ya, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe
halkının Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim'in kavminin elleri ile yaptıkları putlara, Hz. Musa'nın kavminin içinden bazı
insanların altından yaptıkları buzağıya tapmalarından çok
daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu durum,
Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten
Harun Yahya - Adnan Oktar
402
aciz duruma düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu
ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar
için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve
kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler
vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri
vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah bir başka ayetinde ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:
Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü,
belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr
Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak tutulmaları ve 150
yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç
insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla
dolu iddialara inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört
bir yanındaki insanların, şuursuz ve cansız atomların ani bir
kararla biraraya gelip; olağanüstü bir organizasyon, disiplin,
akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması
yoktur.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
Nitekim, Allah Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu
olan bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle insanları etkilediklerini Hz. Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere
bildirmektedir. Hz. Musa, Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa'ya, kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların
toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa, büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini
sergilemelerini emreder. Bu olayın anlatıldığı ayetler şöyledir:
(Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların
gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve
(ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)
Görüldüğü gibi Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldat-
Geçmiş zamanlarda timsaha ya da doğa olaylarına tapan insanların inanışları ne derece garip ve akıl almazsa günümüzde Darwinistlerin inanışları
da aynı derecede akıl almazdır. Darwinistler tesadüfleri ve cansız şuursuz
atomları cahilce adeta yaratıcı güç olarak kabul ederler hatta bu batıl
inanca bir dine bağlanır gibi bağlanırlar.
404
macalar"la - Hz. Musa ve ona inananlar dışında- insanların
hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına
karşılık Hz. Musa'nın ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayette bildirildiği gibi "uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:
Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da
fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)
Ayette de bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu iddialardan
vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve
"büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir. Nitekim, yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir
felsefeci olan, ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm
Muggeridge evrim teorisinin yakın gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar
çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. 84
Bu gelecek, uzakta değildir aksine çok yakın bir gele-
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
405
cekte insanlar "tesadüfler"in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve
en şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü,
büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve
şaşkınlıkla düşünmektedir.
Dediler ki: "Sen yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim
hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen,
herşeyi bilen, hüküm ve hikmet
sahibi olansın."
(Bakara Suresi, 32)
Harun Yahya - Adnan Oktar
406
DİPNOTLAR
1. Islam Empire of Faith; An Empires Special,
16. Anthony H. Cordesman, Arleigh A. Burke,
PBS Home Video
The US Military and the Evolving Challenges in
2. Islam Empire of Faith; An Empires Special,
the Middle East, 9 Mart 2002, s. 3
PBS Home Video
17. Anthony H. Cordesman, Arleigh A. Burke,
3. Islam Empire of Faith; An Empires Special,
The US Military and the Evolving Challenges in
PBS Home Video
the Middle East, 9 Mart 2002, s. 3
4. Islam Empire of Faith; An Empires Special,
18. Anthony H. Cordesman, Arleigh A. Burke,
PBS Home Video
The US Military and the Evolving Challenges in
5. Halil İnalcık, Mirasın Anlamı: Osmanlı
the Middle East, 9 Mart 2002, s. 4
Örneği; L. Carl Brown, İmparatorluk Mirası
19. Jim Nichol, Central Asia's New States,
Balkanlar'da ve Ortadoğu'da Osmanlı
Congressional Research Service, s. 14
Damgası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s.
20.
43
http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/
6. Eugene A. Myers, Arabic Thought and the
010227/2001022720.html
Western World in the Golden Age of Islam,
21. http://houston.indymedia.org/news/2002/10/
New York, Frederick Ungar, 1964, s. 10
4622.php
7. Daniel Pipes, "Islam and Islamism", The Na-
22. Arthur Okun, The Political Economy of
tional Interest, Spring 2000, s. 87
Prosperity, Brookings, Washington, D.C., 1970,
8. Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik
Chapter 3
Türkiye'nin Uluslararası Konumu, Küre Yayın-
23. Vietnam War, Encylopaedia Britanicca
ları, İstanbul, Nisan 2001, s. 250
24. William D. Nordhaus, The Economic Con-
9. Mace Cilt10, s. 32
sequences of a War with Iraq, Yale University,
10. Buhari Cilt 5, s. 2261
October 29, 2002
11. Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s.669
25. William Bunch, "Invading Iraq not a new
12. Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s.669
idea for Bush clique", Philadelphia Daily News,
13. Demetrios Yiokaris, Islamic League Study
Jan. 27, 2003
Guide, 1997
26. William Bunch, "Invading Iraq not a new
14.
idea for Bush clique", Philadelphia Daily News,
http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/
Jan. 27, 2003
000628/2000062848.html
27. John Pilger, "The Truhts They Never tell
15. Anthony H. Cordesman, US Policy Ten
Us", New Statesman, 26 kasım 2001
Years After Gulf War - Executive Summary
28. Grant Havers, Mark Wexler, "Is US Neo-
and Major Policy Recommendations, CSIS, 30
Conservatism Dead?", The Quarterly Journal
Ekim 2000
of Ideology, cilt 24, 2001, No. 3-4
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI
407
29. İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik,
44. USDA (ABD Tarım Bakanlığı) raporu
(v.218/834), es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-
45. The Christian Science Monitor, 9 Aralık
Turasi'l-Arabiyye, Beyrut, 1396/1971, IV/241-
2002
242; Hamidullah, el-Vesaik, s.154-155, No.96-
46. Dr. Farish A Noor, The Caliphate: Coming
97; Doğu Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama,
Soon To A Country Near You? The Globalisa-
s.95
tion of Islamic Discourse and its Impact in
30. Levent Öztürk, İslam Toplumunda Hıristiyan-
Malaysia and Beyond, Institut fur Islamwis-
lar, İz Yayıncılık, İstanbul 1998, s.15
senschaft; Freie Universitat of Berlin, 2000 ; s.
31. Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış,
31;
Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 123 ; Taberi,
http://www2.ucsc.edu/globalinterns/cpapers/noor
Tarih I, 1850
.pdf
32. Philip K. Hitti, History of Arabs from the Ear-
47. Dr. Farish A Noor, The Caliphate: Coming
liest Times to the Present, London, Macmillan,
Soon To A Country Near You?, s. 26
1958, s. 143
48. New York Times, 9 Mart 2003
33. Samuel H. Moffet, A History of Christianity
49. The Guardian, 27 Mart 2003
in Asia, vol. 1, Beginnings to 1500, New York,
50. Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir
Orbis Books, 1998, s. 338
Zaman, s. 66
35. Bernard Lewis, Tarihte Araplar, İstanbul,
51. Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir
1979
Zaman, s. 12
36. Ebu Yusuf 139; el-Belazuri, Fütuhu'l Budan,
52. Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman
187
Alametleri, s.440)
37. Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Sefer-
53. El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il
lerine Kadar İslam Toplumunda Hıristiyanlar, İz
Muntazar, s. 21-22)
Yayıncılık, istanbul, 1998, s. 186
54. El Kavlu-l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
38. Scientific American, 7 Ağustos 2002
Muntazar, Ahmed İbn-i Hacer-i Mekki, s. 39-40
39. Kemal Girgin, Işık Birben, 21. Yüzyıl Per-
55. El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il
spektifinde Dünya Siyaseti, İstanbul, Nisan
Muntazar, s. 37)
2002, s. 25
56. El-Kavlu-l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
40. Kemal Girgin, Işık Birben, 21. Yüzyıl Per-
Muntazar, s.27
spektifinde Dünya Siyaseti, İstanbul, Nisan
57. Sünen-i İbni Mace, Kitabü-l fiten Tercemesi
2002, s. 30
ve Şerhi- Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim:
41. UNDP 2002 Yıllık Rapor
Haydar Hatipoğlu, Bab 33, s. 331-335
42. UNDP 2002 Yıllık Rapor
58. El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
43. Military Budget of Selected Countries,
Muntazar, s. 43
http://www.infoplease.com/ipa/A0904504.html
59. El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
Harun Yahya - Adnan Oktar
408
Muntazar, s.21
172, 280
60. Sahih-i Müslim, 1/136
75- Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil
61. El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
Record", Proceedings of the British Geologi-
Muntazar, s.36
cal Association, c. 87, 1976, s. 133
62. Sünen-i İbn-i Mace, 10/347
76- Douglas J. Futuyma, Science on Trial,
63. El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
New York: Pantheon Books, 1983. s. 197
Muntazar, s. 23
77- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory To-
64- Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evo-
wer, New York: Toplinger Publications, 1970,
lution and The Origin of Life, New York: Mar-
s. 75-94; Charles E. Oxnard, "The Place of
cel Dekker, 1977, s. 2
Australopithecines in Human Evolution: Gro-
65- Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936)
unds for Doubt", Nature, c. 258, s. 389
New York, Dover Publications, 1953 (Rep-
78- J. Rennie, "Darwin's Current Bulldog:
rint), s.196
Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992
66- "New Evidence on Evolution of Early At-
79- Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s.
mosphere and Life", Bulletin of the American
1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1.
Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s.
baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s.
1328-1330
221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3,
67- Stanley Miller, Molecular Evolution of Li-
Cambridge: Cambridge University Press,
fe: Current Status of the Prebiotic Synthesis
1971, s. 272
of Small Molecules, 1986, s. 7
80- Time, Kasım 1996
68- Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40
81- S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976,
69- Leslie E. Orgel, The Origin of Life on
s. 30
Earth, Scientific American, c. 271, Ekim
82- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory To-
1994, s. 78
wer, New York: Toplinger Publications, 1970,
70- Charles Darwin, The Origin of Species: A
s. 19
Facsimile of the First Edition, Harvard Univer-
83- Richard Lewontin, "The Demon-Haunted
sity Press, 1964, s. 189
World", The New York Review of Books, 9
71- Charles Darwin, The Origin of Species: A
Ocak 1997, s. 28
Facsimile of the First Edition, Harvard Univer-
84- Malcolm Muggeridge, The End of Chris-
sity Press, 1964, s. 184
tendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980,
72- B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylva-
s.43
nia: The Banner Of Truth Trust, 1988.
73- Charles Darwin, The Origin of Species: A
Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179
74- Charles Darwin, The Origin of Species, s.
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NE ÇAĞRI