eylul-ekim 2011:Layout 1 - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri
Transkript
eylul-ekim 2011:Layout 1 - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri
Editörden TEKSTİL İŞVEREN 378 - Eylül-Ekim 2011 Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Adına İmtiyaz Sahibi HALİT NARİN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü AV. BAŞAR AY Yayın Danışma Kurulu SEVİL BURSA TUĞRUL BORNOVALI AV. SAMİM ERGENELİ Basın Müşaviri MİNE ŞENKUL ERGÜVEN Yayın Kurulu LERZAN ÖZTÜRK AV. ÇİĞDEM SUBAŞI AV. ÖMER EMRE KAYNAK BORA KOCAMAN CEREN ERMİŞ MERVE ŞENEREN İdari Merkezi TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI Metrocity A Ofis Blok Büyükdere Cad. No: 171 K.19 34330 1. Levent-İstanbul Tel: (0212) 344 07 77 (pbx) Fax: (0212) 344 07 66-67 İnternet Adresi www.tekstilisveren.org.tr Ofset Hazırlık DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. Tel: (0216) 681 18 39 Grafik Tasarım ve Uygulama ALİ BAYRAM Basıldığı Yer DÜNYA YAYINCILIK A.Ş. “Globus Dünya Basınevi” 100. Yıl Mah. 34440 Bağcılar-İstanbul Tel: (0212) 629 08 08 Basıldığı Tarih: 4 Ekim 2011 Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın ISSN: 1307-6566 Tekstil İşveren Dergisi, Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası tarafından aylık olarak yayınlanır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Dergide bulunan imzalı yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. 50 YILDIR SÜREN TÜRKİYE SEVDASI Tüm dünyada fırtınalı günler sürüyor. Henüz bir önceki büyük krizden çıkışın küresel reçetesini bulabilmiş değilken, dünya yeni bir küresel dalgaya kapıldı. Krizle boğuşan dünya ekonomisi zorlu iki ayı daha geride bıraktı. Tüm bu karmaşa içinde geçen son 2 ay, sendikamız için de yoğundu. Önce sendikamızın 50’nci yıl etkinlikleri, ardından da ITMF-ITMA Zirvesi ve Fuarı'na katılım çalışmaları gelince 2 aya yayılan yoğun bir süreç yaşadık. Öyle olunca da dergimizin iki sayısı birleşti... Detaylarını bu sayımızda okuyacağınız 50'nci yıl etkinliğimiz gerçekten sendikamızın adına yaraşır bir ses getirdi. Dile kolay; son 50 yıllık süreci bilenler, sendikanın kuruluş yıllarını hatırlayanlar, Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası'nın, işveren sendikacılığının ve Türk tekstilinin bugün geldiği noktaya büyük bir gıptayla bakıyor. Şüphesiz bu güce ulaşılmasının arkasında, Almanya'ya vasıfsız işçi göçünün başladığı yıllarda, 8 endüstri kuruluşunun bir araya gelerek örgütlenmesi yatıyor. 2 Ocak 1961’de İstanbul'da Kemal Haraççı, Ömer Alageyik, Ali Kerman, Merih Şamlı, Mümtaz Altınelli, Cihat Güngör, İbrahim Harmancı ve kurucu başkan Süleyman Kermen tarafından atılan bu adım bugün, Türkiye'nin üretmeden büyüyüp gelişemeyeceğine inanan bir yatırımcı topluluğuna dönüştü. rin'in girişimiyle aynı yıl sendika aidatları artırılarak kurulan Grev ve Lokavt Fonu sayesinde bugüne kadar sağlıktan eğitime Türkiye'nin geleceğini garantiye alan birçok yatırım yapıldı. Sendika yarım asrı aşan süredir, üyelerinin ekonomik ve sosyal haklarını korumanın yanında kamusal alanda ihtiyaç duyulan pek çok eksiği gidermek için çalıştı. Yeri geldi depremzedeler için yeni evler inşa edildi. Kimi zaman da üniversitelere ek binalar yapıldı, okullar açıldı. İşletmelere nitelikli iş gücü sağlamak için METEM'ler hayata geçirildi. Ses getiren en önemli proje ise okullara 52 bin bilgisayar bağışlanması oldu. 50'nci yıl için düzenlenen gece işte bu açıdan anlamlıydı. Gecede Mithat Bereket tarafından hazırlanan belgesel, 50 yılın tarihi özeti olmaktan ziyade 50 yılın boşuna geçmediğinin kanıtıydı. Çoğu kimse bu belgesel sayesinde İstanbul'un güvenliğinde önemli bir görev üstlenen MOBESE kameralarında bile Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası'nın katkısının olduğunu öğrendi. Yine geceye katılanlar çok önemli bir şeyi daha gördü: 120 yaşına kadar dinamik yaşamayı hedef olarak koyan Başkan Halit Narin ve ekibinin Türkiye sevdasını... Ülke kalkınmasında önemli rol alan tekstilciler şüphesiz üretime dayalı ekonominin bugüne kadar hep lokomotifi oldu. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Başkanı Halit Narin'in deyimiyle "süper komando gücü"ne benzeyen tekstilciler, 50 yılda onlarca krizi ve fırtınalı günleri atlatarak bugüne ulaşmayı başardı. Sonuçta tekstilciler artık sektörün birçok dalında bugün dünyada liderliğe oynuyor. Tekstilciler geçen 50 yılda sadece kendi işlerine değil, sendikaları aracılığıyla Türkiye'nin eğitim, sağlık ve huzuru için, birçok sosyal sorumluluk projesine de imza atmayı ihmal etmedi. Sendika yönetimine 1966’da Başkanvekili olarak giren Halit Na- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 1 İçindekiler 04 KAPAK 12 GÜNCEL Sendikamızın 50’nci yılına görkemli kutlama Tekstilin İspanya buluşmasına çıkarma yaptık 18 20 22 Tekstil ihracatçısına “rüşveti kanıtla” denilebilir mi? 1929 buhranına dair ilginç bir hikâye Yüzüncü yıl vizyonu… VERGİ DÜNYASI EKONOMİK DİYALOG HAZNEDAR 24 PARANIN MERKEZİNDEN Krizde merkez bankalarının tahvil alımları 28 AYIN KONUSU 26 Krizde gözümüzü yukarı, yönümüzü alternatif pazarlara çevirdik YORUM Merkez bankalarının yılı Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 2 34 38 GÜNCEL GÜNCEL Almanya Atina'ya verdiği parayı altından çıkardı Pamukta rekolte yüz güldürdü fiyatlar bu yıl dengelenecek 40 41 42 Ayakkabı ve giyim harcamaları, Türk ekonomisinin büyüme hızını 3.3 puan aştı METEM’li öğrenciler stajlarını Fransa ve Almanya'da yaptı Anti damping vergisi yerli üreticiye nefes aldırdı GÜNCEL BİZDEN GÜNCEL 44 TEKSTİLİN KALELERİ Adana tekstilde marka şehir oldu 48 ENERJİ Türkiye’nin enerji güvenliğini sağlayacak yatırım Socar & Turcas Ege Rafinerisi 56 KÜLTÜR SANAT 58 GEZİ 60 MEDYADAN YANSIMALAR 78 İNGİLİZCE ÖZET Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 3 Kapak SENDİKAMIZIN 50’NCİ YILINA GÖRKEMLİ KUTLAMA Yarım asrı geride bırakan Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası, 50’nci yılına özel görkemli bir tören düzenledi. Ajda Pekkan, Sezen Aksu ve Ferhat Göçer’in sahne aldığı gecede ilk kez gerçekleştirilen 'Video Mapping' uygulamasıyla da İstanbul Boğazı’nda görsel bir şölen yaşandı. Kurulduğu ilk günden itibaren, Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün geliştirilip büyütülmesine yönelik birçok faaliyette bulunan sendikamız, kuruluşunun 50'nci yılını Çırağan Sarayı’nda düzenlenen görkemli bir törenle kutladı. Ajda Pekkan, Sezen Aksu ve Ferhat Göçer’in sahne aldığı gecede ilk kez gerçekleştirilen 'Video Mapping' uygulamasıyla da İstanbul Boğazı görsel bir şölenle renklendi. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Başkanı Halit Narin’in evsahipliğinde 8 Eylül 2011 akşamı düzenlenen 50’nci yıl gala yemeği, sanatçı Kerem Görsev’in caz dinletisiyle başladı. Sendikamızın 50’nci yıl organizasyonuna Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, AK Parti Mardin Milletvekili Muammer Güler, Türk-İngiliz İş Konseyi Başkanı, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Üyesi Suzan Sabancı Dinçer, İş Başkanı Yönetim Kurulu Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 4 Başkanı Ersin Özince, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkan Vekili Lütfi Arıboğan ile eşi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, TFF İcra Kurulu ve Yönetim Kurulu Üyesi Hüsnü Güreli, Halil Bezmen, Önder Öztarhan, Nezih Barut, Hayri Yazıcı ve Muazzez Abacı gibi iş ve sanat dünyasından tanınmış simalar katıldı. Gecede bir konuşma yapan Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin de sendikanın geçmişini anlatarak tekstil sektörünün geleceğine ilişkin öngörülerini paylaştı. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın bugüne kadar gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projelerini anlatan Narin, geceye katılanlara, hiç yaşlanmayacakmış gibi hizmete devam etmelerini de önerdi. Gecede Türk müziğinin iki divası Ajda Pekkan ve Sezen Aksu birlikte sahne alırken, başarılı yorumcu ve sanatçı Ferhat Göçer de sevilen şarkılarıyla dinleyenlere unutulmaz bir müzik şöleni yaşattı. Ferhat Göçer ayrıca Sezen Aksu ile birlikte de sahne aldı. 50’nci yıl kutlamalarının en renkli sürprizi ise İstanbul Boğazı’nı benzersiz bir görsel şölene dönüştüren ‘Video Mapping’ uygulaması oldu. ‘Video Mapping’ uygulaması İstanbul Boğazı’nda ilk kez gerçekleştirildi. Tekstilin, iplikten başlayan serüveninin şiirsel bir dille anlatıldığı ‘Video Mapping’ uygulaması Çırağan Sarayı’nın Sendikamızın kuruluşunun 50. yılını kutladığımız gala yemeğinde Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı da bizlerle birlikteydi. denize bakan 120 metrelik ön cephesine yansıtıldı ve İstanbul Boğazı benzersiz bir görsel şölenle taçlandırıldı. A46 Organizasyon tarafından tasarlanan etkinlik için hazırlanan ‘Video Mapping’ gösterisinin müzikleri de tanınmış bir besteciye ait. Anadolu Ateşi ve Troya gösterilerinin müziklerinin yaratıcısı Yücel Arzen’in müziklerine imza attığı bu görsel şov, Çırağan Sarayı karşısındaki tüm semtlerden ve Boğaz’daki teknelerden de izlendi. Gecede ilgiyle izlenen bir diğer sunum ise gazeteci Mithat Bereket tarafından hazırlanan Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası ve Türk tekstil sektörünün hikâyesinin anlatıldığı belgesel oldu. Sendikamız Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin’in yanı sıra 50 yılın tanıklarının da anılarıyla katkı sağladığı belgesel Narin’in sendikanın 30. yılı nedeniyle 1991 yılında yaptığı bir konuşmayla başlıyor. Narin, konuşmasında “Bizim yapmak istediğimiz rahmetli Atatürk ve arkadaşlarının demokrasiyi kurduğu andaki felsefeden zerre kadar farklı değildir. Batı medeniyeti seviyesinde, Batı ile mücadele edecek ve rekabet edebilecek, batıdan ayrılığı farkedilemeyecek bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmanın bir parça vazifesi de bize düşmüş durumda olduğunu düşünerek geleceğin Türkiye’sini yaratmanın kavgasını yapmaktayız” diyor. Halit Narin, belgeselde anlattığı bir anekdotla Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın bugün geldiği noktayı da ortaya koyuyor. Narin, sendikanın kuruluş yıllarında ofis kirasını Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı’ndan istediklerini belirterek, “Teşkilatı öyle parasız günlerden bugünlere getirdik” diyor. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 5 Kapak Tarih 2 Ocak 1961 Bilindiği gibi sendikamızın temelleri İstanbul’da bulunan 8 tekstil işletmesi tarafından Süleyman Kermen’in kurucu başkanlığında atıldı. Takvimlerin 2 Ocak 1961’i gösterdiği o yıllar belgeselde şöyle anlatılıyor: “Kurulan bu sendika uzun yıllar özlemi çekilen dayanışmanın bir sembolü oldu. Kısa sürede büyük ilgi gördü. 1 yıl sonra kapılarını tüm Türkiye’deki işletmelere açtı. 13 Şubat 1962’de Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası adını aldı. O günden sonra da hiç durmadı. Aradan geçen yarım asır içinde bugünlere hep güçlenerek ve büyüyerek ulaştı. Türkiye’de ilk iş kanununun çıkarılmasından 12 yıl sonra 1947’de işçi sendikalaşması resmi olarak başladı. 1950’lerde işçi sendikaları haklarını korumak için birleştiler ve güçlendiler. 1961 Anayasası’nın özellikle işçi haklarını geliştiren tutumu ve işçilere grev hakkı tanınması, işçi sendikalarının yasal zeminde daha da kuvvetlenmesinin önünü açtı. İşverenlerse bu hareketlerden çok sonra, 1961’den sonra sendikalı oldular. Bu bir ihtiyaçtan öte işçilerin artan baskısından kaynaklanan mecburiyetti.” Halit Narin, o dönemi anlatırken, kanun eksik çıktığı için o yıllarda Türkiye’de sendikacılığı sevdirecek mantıktan uzak olduğunu belirterek, “İhtilafları halledecek mahkemeler yoktu. Yine bakanlığın detaylar içinde işçi-işveren dengesini kuracak gelişmiş bir yapısı yoktu. Türkiye’de ‘fakir haklıdır-zengin haksızdır’ mantığı ile gelişen bir kargaşa içinde sendikacılık doğdu” diyor. Narin, Başkan oluyor Belgeselde sendikanın kuruluş yıllarını anlatan Hayrettin Karaca (Eski İkinci Başkan) ise “Sendikanın ilk binası Tepebaşı’nda küçük bir apartmandaydı. İlk önce oyuncak gibi geldi bize. İşverenlerin sendikası olacaktı. Ama hayal olan şeyler değildi bunlar” derken belgeselde o yıllar şu ifadelerle anlatılıyor: “Kurulduğunda Türkiye’nin en büyük sanayi topluluğu olan Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın ilk Başkanı Kemal Haraççı’ydı. Toplantılarda açık sözlülüğüyle ön plana çıkan, görüşlerini dobra dobra belirtmekten kaçınmayan genç bir tekstilci ise Başkan Vekili oldu. Halit Narin, 10 yıl sonra sendikanın başına geçecek ve son 40 yılda Türkiye’de işçi-işveren ilişkileri deyince akla gelen ilk isim olacaktı.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 6 Türkiye’nin iki büyük divası Ajda Pekkan ve Sezen Aksu ile Ferhat Göçer şarkılarıyla gecemize renk katarken, Kerem Görsev’in caz dinletisi davetliler tarafından büyük bir beğeniyle izlendi. Belgeselde Halit Narin, o dönemi 40 yılın özeti sayılabilecek şu ifadelerle anlatıyor: “Boyuna posuna bakmıyorlar oraya girerken. Önce İkinci Başkan olduk. Kemal Bey’in yanında da yetişme imkânı oldu. Çok da iyi bir avantajdı. Sonra Başkan olduk. Bizim teşkilatımız böyle doğdu ve büyüdü. Akıllı bir başkan… Akıllı bir başkan yardımcısı… Onun yetiştirdiği mantık içinde gelişmiş yeni bir başkan- Yönetim Kurulu Üyemiz Özcan Özenbay, Özden Narin, Genel Sekreterimiz Av. Başar Ay, AK Parti Mardin Milletvekili Muammer Güler, Yönetim Kurulu Başkanımız Halit Narin, Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi, eski Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Nazım Ekren ve Yönetim Kurulu Üyemiz Fatih Karamancı (soldan sağa) bir arada görülüyor. lık sistemiyle bizim teşkilatımız diğer teşkilatlardan farklı olarak yetişti. ‘Sen başkan olursun, sen başkan ol’ diye itilen bir insan yerine, başkan olmaya hazırlanmış başkan sıfatıyla bir yerlere geldik. O günden bu yana da arkadaşlarla birlikte çalışıyoruz.” Belgeselde Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın 8 Mayıs 1964’te Cumhuriyet tarihinin ilk ve en kapsamlı toplu sözleşmesini gerçekleştirdiğine dikkat çekilerek, “Bu, Türk iş hayatı ve demokrasisi için çok önemli bir adımdı” ifadesi de kullanılıyor. Sendikamız Yönetim Kurulu eski Üyesi Halil Bezmen’in, “İşveren sendikasının kurulması demokrasinin gereklerinden biridir. İşveren sendikası olmamış olsaydı, Türkiye’de demokrasi eksik olurdu” şeklindeki sözlerine de yer verilen belgeselde, sendikanın aradan ge- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 7 Kapak İSTANBUL BOĞAZI, TÜRKİYE’NİN İLK VIDEO MAPPING GÖSTERİSİYLE IŞIL IŞILDI Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 8 çen 50 yıl boyunca sadece toplu sözleşme görüşmeleri yapmakla kalmadığı, Türk sanayiciliğinin dengeli bir işçi-işveren ilişkisine oturması için de çaba sarfettiğine dikkat çekiliyor. “Bu denge Türk sanayisinin gelişip büyümesi için olmazsa olmazlarının başında geliyordu” denilen belgeselde Hayrettin Karaca, bu konudaki çabaları şu sözlerle anlatıyor: “Çalıştırma koşulları ve ücret, rekabet faktörü olamaz. Sen ayrı, ben ayrı yok. Bunu kaldırdık. Çalışan adamın da duyguları, hissi ve görevi vardır. Bunlar kolay iş değil. İşverenleri ikna etmek, işçiyi ikna etmekten daha zordur. Bunu başardık.” Grev ve Lokavt Fonu kuruluyor Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nı bugüne ulaştıran asıl gücün arkasında ise 1966’da kurulan Grev ve Lokavt Fonu var. Halit Narin’in girişimiyle kurulan bu fon, üyeler arasındaki büyük dayanışmanın da simgesi haline geldi. Belgeselde fonun dayanışma mantığını geliştirmek için kurulduğunu belirten Narin, bu konuda ise şunları söylüyor: “Fon insanları bir araya getirip tutma becerisini geliştirmiş olan bir sistem. Bundan da hepimiz mutluluk duyuyoruz. Bizim fonumuz var, diyebiliyoruz. Bir şey olursa parasız kalmayız, 3-5 kuruş bir yerden para gelir, günlük işlerimizi yapabiliriz, fabrika kapanırsa sıfırla baş başa kalmayız diyebiliyoruz. Bu çok güzel bir şey.” Belgeselde Narin’in 1972’den beri işçi-işveren ilişkileri dendiğinde akla gelen ilk isim olduğuna da dikkat çekilerek, “Halit Narin aynı zamanda Türkiye’de hakkında en fazla haber, röportaj ve hatta karikatür yapılan işadamı durumunda. Hakkında bugüne kadar mizah dergilerinde çizilen karikatürlerinden oluşan bir mizah kitabı (Narince) bile çıktı” ifadelerine yer veriliyor. Narin, bu kadar öne çıkmasının sebebini ise belgeselde şu sözlerle anlatıyor: “Kamuoyunda gözüken benim. Herkesle muhatap olan benim. Yanlış olanlara karşı çıkan benim. Öyle olunca da tabii ki ben görüneceğim. Tabii mükâfatını da alıyorsun. Kimisi dinamit atıyor, kimi silah. Kimi de evini bombalıyor. Kamuoyunda biraz öne çıkan insan olunca bunlar oluyor. Bir yandan siyasi istikrarı koruyacak olan konuşmayı yapıyorsun, bir yandan işçi-işveren dengelerini korumaya çalışıyorsun, bir yandan üretim ve yatırımı teşvik için moral veren konuşmalar yapıyorsun. Daha ne yapacaksın ki? Bunları yapınca da birilerin ayağına basıyorsun, demektir.” Narin’in bu sözlerinin hemen ardından belgeselde Halil Bezmen’in de şu ifadelerine yer veriliyor: “Halit’in birçok özelliği vardır. Zeki bir insan olduğu bir tarafa, rahatsız edebilecek ölçüde açık sözlüdür. Onun bu ileri derecedeki açık sözlülüğünü hep takdir etmişimdir.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 9 Kapak nilen belgeselde Demet Sabancı Çetindoğan’ın da şu sözlerine yer veriliyor: “Türkiye’nin şimdi daha büyük hedefi var. Cumhuriyet’in 100. yılında 500 milyar dolar ihracat hedefine ulaşmak ve dünyada ilk 10 ekonomi içine girmek. Ancak Türk tekstil ve hazır giyim sektörü şimdiden ilk 10 hedefi içine girmiştir. Hatta bazı alt sektörlerde ya lider ya da liderliğe oynamaktadır.” Türkiye için varız Sendikamız geride kalan yarım asır içinde sadece kendi üyelerine, sektörüne, işçisine değil Türk iş hayatına da önemli katkılarda bulundu. Sendikanın uygulamalı kararları ve iş hayatında devamlılık için yürüttüğü sosyal diyalog ve çalışma barışı ilkeleri tüm iş dünyasında takdirle karşılandı ve örnek kabul edildi. Yarım asrı aşan süredir, üyelerinin ekonomik ve sosyal haklarını korumanın yanında tekstil sektöründe Ar-Ge çalışmaları yapan, eğitsel faaliyetler gösteren sendikamız, hükümetlerin ekonomi politikalarında da söz sahibi olmaya çalıştı. Belgeselde Halit Narin’in, “Atatürk, vatan için ölmek de var, fakat borcun yaşamaktır, demiş. Bizimki de aynı şey. Biz tekstil sektörü için varız ama esasında varlığımız Türkiye için” sözlerine de yer verilirken, tekstil sektörünün bugüne kadar Türk ekonomisinin üretime dayalı gelişmesinde lokomotif görev üstlenmiş sektör olduğu belirtiliyor. Belgeselde, “İşte bu yüzden sendika 50 yıldır tekstil ve konfeksiyon sektörlerinin sorunlarına çözüm ararken iki sektörün de önemini vurgulamaya devam ediyor” deniyor. Narin’in 2005’te yaptığı bir konuşmasında “Süper komando gücü gibiyiz. Her türlü krizin içinden çıkarız” sözlerine de yer verilen belgeselde, Türkiye’de tekstil sektörü ve süper komando gücü tekstilcilerin ülkenin kalkınmasında önemli bir rol aldığı da belirtiliyor. “Bugün sektörün ihracatı 21 milyar dolara ulaştı. 1980’lerin başında bu rakam sadece 800 milyon dolardı. Dünyada hep ilk sıralarda yer almak isteyen tekstilciler, büyük yatırımlar yaparak GSMH’nin yüzde 8’ini oluşturmakla birlikte, Türkiye ihracatının da şimdi yüzde 18’ini gerçekleştiriyor” de- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 10 1961’de kurulduğunda kira ödemekte bile zorlanan sendikamız bugün birçok alandaki sosyal projeleri ile Türkiye’nin geleceğine yatırım yapıyor. Halit Narin, bunun gerekçesini belgeselde “Biz tekstilciyiz ama Türkiye’nin bir parçasıyız. O yüzden bizi her şey alakadar ediyor. Yolun MOBESE’si, okuldaki talebeler… Bizi alakadar etmeyen bir şey yok. Çünkü Türkiye’nin bir parçasıyız. Türkiye de bizim büyük parçamız. Biz müstakil parça değiliz” sözleriyle anlatıyor. 50 yıl içinde sendikanın sadece üyeleri ve sektörün 21. yüzyılda dünyanın parlayan yıldızı olması için çalışmadığı, tüm Türkiye’ye hizmet etme gayreti içinde olduğu belirtilen belgeselde, Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın sayıları gün geçtikçe artan sosyal alandaki faaliyetlerini daha iyi koordine etmek ve desteklemek için 1991 yılında Türk Tekstil Vakfı’nı kurduğu da belirtildi. Belgeselde sendikanın bugün ulaştığı noktayı ise Halit Narin, “Başkan olduğumda Kemal Bey beni öne iterdi. Giderdim Rahmi Koç’tan, Nejat Eczacıbaşı’ndan para alırdım. Tepebaşı’nda 1.5 odalı ofisimizin kirasını vermek için... Böyle parasızlıktan bu duruma getirdik teşkilatı. Varlığımız, kanuna göre bize ancak 2-3 yere katkıda bulunma imkânı veriyor. Kolluk kuvvetlerine, sağlık ve eğitim sistemlerine” sözleriyle anlatıyor. Belgeselde sendikanın Milli Eğitim Bakanlığı’nın bilgisayarlı eğitime destek kampanyasına en büyük bağışı yaptığı vurgulanırken, bugüne kadar 52 bin bilgisayar bağışlandığı, bilişim teknolojileri sınıfları kurulduğu da ifade edildi. Halit Narin, belgeseldeki konuşmasında bu konuyla ilgili bir anısını da şöyle anlatıyor: “Başbakan toplantıda ‘desteği 25 milyona yuvarlasak iyi olur’ deyince, ‘50 milyon dolara çıkarsak olur mu?’ diye sordum. İdare heyetim aynı toplantıda ön tarafta oturuyordu. Onlara baktım. ‘Tamam’ dediler ve 50 milyon dolara çıkardık. Bizim hem kendi aramızda hem de hükümetlerle mükemmel ahengimiz var.” Belgeselde, ülkemizde tekstil alanında ihtiyaç duyulan ara insan gücünü yetiştirmek ve bunu istihdama dönüştürmek için sendikanın başka bir önemli eğitim projesine imza attığı da belirtilerek, bu konuda şu ifadelere yer verildi: “2005 yılından itibaren Çerkezköy, Adana ve Kayseri’de kısaca METEM adı verilen Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezleri açtı. Türk eğitimine sağlanan tüm bu katkılardan dolayı TBMM 2008 yılında sendika adına Halit Narin’e ‘Üstün Hizmet Ödülü’ verdi. Sendika eğitimin yanında İstanbul’un emniyeti ve hu- zuru için de önemli projeler gerçekleştirdi. İstanbul’da işlenen suç oranını düşürmek için MOBESE kameralarının İstanbul’un birçok yerine yerleştirilmesi de bu projelerden biriydi. İstanbul’un güvenlik ve huzuru için uygulanan bir diğer proje ise devriye gezen polis timlerinin kısa süre içinde güvenlik soruşturması yapabilmesini sağlayan PDA cihazlarının alınmasıydı. Bu konuda destek yine sendikadan geldi.” O dönemde İstanbul Emniyet Müdürü olan Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah ise gördükleri desteği belgeselde şöyle anlatıyor: “2003 yılında özellikle kapkaç olaylarının yaşandığı dönemde Emniyet Müdürü olmuştum. Bazı şeyler yapmamız gerekiyordu. Bazı görüşmelerimiz oldu. Halit Narin ve yönetimle bir araya geldik. Kendilerinden MOBESE kurarken büyük destek aldık. Ayrıca PDA cihazlarını da Halit Narin ve ekibi sayesinde tamamladık ve 2 bin adet cihaz devriye gezen personele dağıtıldı. Bunun sayesinde de vatandaşımız zaman kaybından kurtuldu.” Belgeselin son bölümünde ise şu ifadeler kullanıldı: “Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası kamusal alanda ihtiyaç duyulan pek çok eksiği gidermek için de çalıştı. Depremzedeler için yeni evler inşa etti, üniversitelere ek binalar yaptı, okullar açtı. AB müzakere sürecinde Türkiye’yi desteklemek amacıyla 6 Avrupa ülkesinde gazetelere toplam 3 milyon doları bulan ilanlar verdi. Türkiye’nin AB için önemini vurguladı. Sendikanın ünü Türkiye’yi de aştı. Sendika bugün Avrupa Tekstil ve Hazır Giyim Konfederasyonu, Uluslararası Yünlü Tekstil Teşkilatı ve Avrupa Birliği Pamuklu ve Benzeri Tekstil Sanayicileri Federasyonu’na üye. Ama daha da önemlisi Narin, 2008-2010 döneminde ITMF yani Uluslararası Tekstil Sanayicileri Federasyonu Başkanı olarak görev yaptı ve katkılarından dolayı Narin’e ömür boyu onursal üye unvanı verildi.” Belgesel, Halit Narin’in “3 sene zarfında 150-200 milyon dolardan fazla sosyal katkımız var. Elimizdeki kaynağı, kaynak olarak tutmuyoruz. Kaynağı insana, yatırıma çeviriyoruz. Biz memleketimizde sulh, huzur istiyoruz” sözleriyle noktalanıyor. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 11 Güncel TEKSTİLİN İSPANYA BULUŞMASINA ÇIKARMA YAPTIK Sendikamız bu yıl üç ayrı etkinliğin tek çatı altında buluştuğu İspanya'nın Barselona kentine çıkarma yaptı. ITMF'nin Yıllık Konferansı, ITMA Fuarı ve ITMA-ITMF Dünya Tekstil Zirvesi'ne sendikamız Halit Narin başkanlığında 400 kişilik bir heyetle iştirak etti. Sendikamız bu yıl İspanya'nın Barselona kentinde düzenlenen tekstilin dev buluşmasına çıkarma yaptı. ITMF'nin Yıllık Konferansı bu yıl "Global Tekstil Sanayiinde Yeni Paradigmalar” başlığı ile 19-21 Eylül 2011 tarihleri arasında, Dünya Tekstil Zirvesi 21 Eylül'de, ITMA-Uluslararası Tekstil Makineleri Fuarı ise 22-29 Eylül 2011 tarihleri arasında Barselona’da gerçekleşti. Bu yıl tek çatı altında gerçekleştirilen etkinliklere Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin başkanlığında geniş katılımlı bir heyet iştirak etti. 21 Eylül'de gerçekleştirilen ITMA-ITMF Dünya Tekstil Zirvesi ise önemli konuşmacılara sahne oldu. Zirvede Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri ve Nobel Ödülü Sahibi Kofi Annan ile Kaliforniya, Berkeley Üniversitesi Ekonomi ve Siyasal Bilimler Profesörü Barry Eichengreen konuştu. Önce Yıllık Konferans Barselona programı kapsamında ilk olarak bu yıl “Global Tekstil Sanayiinde Yeni Paradigmalar” başlığı ile 19-21 Eylül 2011 tarihleri arasında ITMF Yıllık Konferansı yapıldı. Konferansta, dünya tekstil sanayiini etkileyen güncel gelişmeler gündeme alınıp konularında uzman konuşmacılar tarafından değerlendirildi. Konferansa, "Aşırı artış kaydeden hammadde fiyatları, değişken piyasalar, borç krizleri, para birimi ihtilafları, bazı bölgelerdeki siyasi istikrarsızlıklar, tamamlanmamış olan Doha Raundu süreci" gibi konular damgasını vurdu. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 12 Lerzan ÖZTÜRK Endüstri Mühendisi İstatistik – Araştırma Servisi Sendikamız da Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda ITMF Eski Başkanı ve Ömür Boyu Onursal Üyesi Halit Narin başkanlığında bir heyet ile ITMF Konferansı'na katılarak gerek genel oturumlarda gerekse de komite toplantılarında Türk tekstil sanayiini temsil etti. Uluslararası Tekstil Sanayicileri Federasyonu ITMF Başkanı Bashir Ali Mohammed’in (Pakistan) yapmış olduğu açılış konuşması ile başlayan ITMF konferansında elyaftan başlayarak perakende ticaretine kadar tüm tekstil değer zinciri ile ilgili konular gündeme alındı. ITMF Başkanı Bashir Ali Mohammed, tüm katılımcıların ITMF 2011 Barselona Konferansına iştiraklerinden duyduğu memnuniyeti belirterek konuşmasına başladı. 1904 yılında kurulmuş olan Uluslararası Tekstil Sanayicileri Federasyonu ITMF’in Barselona’daki ilk konferansını bundan tam 100 yıl önce 1911 yılında düzenlemiş olduğunu vurgulayan Bashir Ali Mohammed konuşmasında şu hususlara değindi: “Son 100 yıl içerisinde dünyada çok büyük değişimler kaydedilmiştir. Sadece kurulu iplik makineleri sayısına bakıldığında dahi, ITMF verilerine göre 1911 yılında dünyada toplam iğ sayısının yüzde 40’ı İngiltere’de kurulu iken, bugün İngiltere’de hiç iplik makinesi kalmamış olup dünyada toplam iğ sayısının yüzde 47’si bugün Çin’de kurulu durumdadır. Yeni teknolojiler sonucu, mesafeler ve süreler kısalmıştır. Siyasal açıdan da dünya daha uluslararası hale gelmiştir. Birleşmiş Milletler 1945 yılında kurulmuştur. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın konferansta konuşma yapması ITMF açısından büyük memnuniyet vericidir. Ekonomik açıdan da dünya daha entegre bir hale gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1948 yılında GATT Gümrük Vergileri ve Ticaret Genel Anlaşması uygulamaya geçmiştir ve 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) dönüşmüştür. Konferansta DTÖ Genel Müdür Yardımcısı Rufus Yerxa’yı da dinleme imkânı sağlanmıştır. 2008 yılında global bir finansal ve ekonomik kriz ile sarsıldığında dünya bir köye dönüşmüştür. Sosyal açıdan da dünya çok ciddi değişime uğramıştır. Bugün tüm dünyada çocuk işçiliği yasaklanmıştır. Ekolojik açıdan da çok büyük değişimler yaşanmaktadır. Bu seneki ITMF konferansının hazırlığında da her zaman olduğu gibi elyaftan perakende sektörüne tüm tekstil değer zinciri bileşenleri gözönüne alınarak kapsamlı bir program hazırlanmıştır. ITMF konferansı sanayimizin geleceğine dair fırsat ve tehditleri ayrıntılı olarak değerlendirmemiz için önemli bir platform oluşturmaktadır, çünkü tüm tekstil değer zincirinin dinamiklerini anlamak büyük önem taşımaktadır.” “2011’den Sonra Global Tekstil Sanayii” başlıklı birinci genel oturumda A.T. Kearney (Almanya) yöneticisi Dr. Marc Lakner “Öngörülebilir 25 Eğilim ve Tekstil Sanayii için Muhtemel Etkileri”, Hanesbrands Inc. (ABD) Başkan Yardımcısı Jerry Cook “2011 Sonrasında Global Tekstil Sanayii” başlıklı sunumlar yaptılar. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 13 Güncel Konferansın ikinci genel oturumu “Değişen Perakende Ortamında Tekstil Sanayii” başlığı ile düzenlendi. Sözkonusu oturumda Switcher (İsviçre) firması İcradan Sorumlu Başkan Robin Corneliub “Saygı ve Şeffaflık”, Woolworth (Güney Afrika) Başkan Yardımcısı Simon Susman “Değerlere Dayalı Perakendecilik” ve Privalia (İspanya) Global İletişim Yöneticisi Alfons Claver “Online Perakende Ticareti” konularında sunumlar gerçekleştirdi. “Teknik Tekstiller – İnovasyon (Yenilikçilik) ve Uygulamaları” başlıklı üçüncü genel oturumda ise ITV Denkendorf (Almanya) Teknik Tekstiller Araştırma Bölüm Başkanı Thomas Stegmaier “Teknik Tekstiller – Büyümekte olan Piyasalar için Zorluklar”, Lindauer Dornier (Almanya) Yönetim Kurulu Başkanı Peter D. Dornier “Tekstil İmparatorluğu geri çarpıyor” başlıklı sunumlarla tekstil sektöründeki teknik gelişmeleri değerlendirdiler. Konferansta ITMF Genel Müdürü Dr. Christian Schindler “Dünya Tekstil Makineleri Piyasasının Dünü, Bugünü ve Yarını” başlıklı bir sunumda sektör ve sektördeki makine yatırımları hakkında analizlerine değindi. Elyaf oturumu ise “Pamuk” ve “Yapay Elyaflar” olarak iki başlık altında gerçekleşti. “Pamuk” oturumunda, Plexus Cotton (İngiltere) Başkanı Nicholas Earlam “10 Yıl Sonra Pamuk Nerede Olacak? – Gelecek için bir Vizyon”, BayerCropScience (Fransa) Pamuk Ürün Yöneticisi Michel Tahar “Biyoteknoloji ve Pamuk Tedariği” konularında sunumlar yaptılar. “Yapay Elyaflar” oturumunda da PCI Fibres (İngiltere) Kıdemli Ortağı David Hart “Yapay Elyaflar Piyasası – Volatilite ile Başa Çıkmak”, Çin Kimyasal Elyaflar Birliği Başkanı Duan Xiaoping “Çin Ulusal Kimyasal Elyaflar Sanayiinin Gelişimi ve 12. Beş Yıllık Plan Döneminde Yeni Ürünler için Ar-Ge”, Tekstil Danışmanı Franz Martin Hammerle (Avusturya) “Selüloz Elyafların Geleceği” konulu sunumlar yaptılar. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 14 Zirvenin konuğu Kofi Annan 21 Eylül 2011 tarihinde gerçekleşen ITMAITMF Dünya Tekstil Zirvesi ise tekstil sanayiinin liderleri ile ekonomi, ticaret, teknoloji ve sürdürülebilirlik alanlarında dünyanın en etkili düşünce ve politika geliştiren kişilerinden bir bölümünü bir araya getirdi. Zirve programında ana konuşmacılar Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri ve Nobel Ödülü Sahibi Kofi Annan ile Kaliforniya, Berkeley Üniversitesi Ekonomi ve Siyasal Bilimler Profesörü Barry Eichengreen oldu. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası, Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin başkanlığında bir heyet ile ITMA-ITMF Dünya Tekstil Zirvesine de iştirak etti. İspanya’nın Barselona şehrinde gerçekleşen ITMA-ITMF Dünya Tekstil Zirvesi’nde, Katalonya Girişimcilik ve İstihdam Bakanı Francesc Xavier Mena ve zirveyi organize eden iki kuruluş ITMF Uluslararası Tekstil Sanayicileri Federasyonu Başkanı Bashir Ali Mohammad ile CEMATEX Avrupa Tekstil Makineleri Üreticileri Birliği Başkanı Stephen Combes resmi açılış konuşmaları yaptılar. Tekstil sanayiinin önümüzdeki yıllarda karşı karşıya kalacağı fırsatlar ve tehditlere dair global bir bakış açısı sunmak üzere tasarlanmış olan zirve programında ilk sunumu Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri (1997-2006) ve Nobel Ödülü Sahibi Kofi Annan gerçekleştirdi. Kofi Annan konuşmasında “Sürdürülebilirlik ve Birleşmiş Milletler Global Anlaşması” konusuna ayrıntılı olarak yer verdi. Annan, daha müreffeh bir dünya yaratmak için sürdürülebilir bir kalkınma sağlanması ve bunun için de herkesin hep birlikte çalışması gerektiğini vurguladı. Zirvenin sabah oturumunda, Kofi Annan'ı takiben, teknik tekstil üreticisi Royal Ten Cate (Hollanda) Başkanı Loek de Vries “Gelecekten Alınabilecek Dersler: Yapısal Değişim Nasıl Rekabet Üstünlüğüne Dönüştürülebilir?”, tekstil makine üreticisi Oerlikon Textile CEO’su Thomas Babacan “Değişen Teknolojik Ortam ve Tekstil Sanayii için Etkileri”, C&A Avrupa (Belçika) Sürdürülebilir İş Geliştirme Müdürü Philip Chamberlian “Tekstil Sanayiinde Sürdürülebilirlik” konulu sunumlar yaptılar. Zirvenin öğleden sonra oturumunda, görüşmeler makroekonomi, ticaret ve tedarik konularını kapsayacak şekilde genişleyerek devam etti. Kaliforniya, Berkeley (ABD) Üniversitesi Ekonomi ve Siyasal Bilimler Profesörü Barry Eichengreen “Sanayinin Yeni Görünümü – Gelecek 5 Yıl İçerisinde Nasıl Değişim Gösterecek?” başlıklı bir sunum yaptı ve global krizin ardından imalat, yatırım ve ticaret modelleri hususunda tahminlerini paylaştı. İspanyol moda perakendecisi Mango’nun Tedarik ve Satınalma Direktör Yardımcısı Brian Guidry “Moda Tedarik Zinciri - Mango’nun Büyümesi ve Uluslararasılaşması”, Alok Industries Ltd. (Hindistan) Müdürü Dilip B. Jiwrajka “Hindistan, Tekstilde Yeni Güç Merkezi Olacak mı?”, Çin Milli Tekstil ve Hazır Giyim Konseyi CNTAC Başkanı Yuzhou Du “Tekstil Sanayii – Kısmen Müreffeh bir Toplum Yaratmak İçin Stratejik Açıdan Temel Sektör” ve Dünya Ticaret Örgütü DTÖ Genel Müdür Yardımcısı Rufus Yerxa “Uluslararası Tekstil Ticareti – DTÖ’nün Bakış Açısı” konulu sunumlar yaptılar. Moderatörlüğünü İngiliz gazeteci Nadine Dereza’nın yaptığı zirve boyunca, alanlarında uzman ve deneyimli konuşmacıların sunumlarının ardından, panel ortamında dinleyicilerin sorularına da cevaplar verilerek katılımcı bir müzakere ortamı sağlandı. Bu arada sendikamız, Barselona’da büyük bir Türk heyetinin bulunması nedeniyle kuruluşumuzun 50. yıldönümü faaliyetleri kapsamında, 22 Eylül'de Barselona’da bir akşam yemeğine evsahipliği yaptı. Geceye İspanya Büyükelçisi Ayşe Sinirlioğlu ve çeşitli sektörel birlik başkanları da katıldı. Gecede bir konuşma yapan Narin, "Türkiye'de iç çekişmelerin bir kenara bırakılıp, birlik olunması" çağrısında bulundu. Öte yandan sendikamız Başkanı Halit Narin, aynı zamanda ITMF Eski Başkanı ve ITMF Ömür Boyu Onursal Üyesi olarak, zirve öncesi 20 Eylül 2011 tarihinde düzenlenen özel akşam yemeğine Türkiye Cumhuriyeti İspanya Büyükelçisi Ayşe Sinirlioğlu ile birlikte katılırken, Kofi Annan’la da biraraya geldi. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 15 Güncel ITMA'DA 92 TÜRK FİRMASIYLA GÜÇ GÖSTERİSİ Türk firmaları İspanya'nın Barcelona kentinde 22-29 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen Uluslararası Tekstil Makineleri Fuarı'na (ITMA) bu yıl rekor katılım gerçekleştirerek adeta gövde gösterisi yaptı. Türk firmaları bu yıl fuara Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası'nın yanı sıra Tekstil Makineleri Sanayicileri Derneği (TEMSAD) ve İstanbul Ticaret Odası'nın desteğiyle katıldı. 60 yıllık bir geçmişi olan, 4 yılda bir düzenlenen ve dünyanın en önemli tekstil makineleri fuarı olarak bilinen ITMA'ya bu yıl 45 ülkeden 1.300 üretici firma iştirak etti. Geçmişte en fazla 10-15 kadar firmayla katılan Türkiye, bu kez 92 firmayla fuarda yer aldı. Fuarda standı bulunan firmaların yüzde 70'ini Avrupa ülkeleri oluştururken, İtalyanlar başta geldi. Türk tekstil sanayiindeki çok sayıda firmanın gelip yakından ilgilendiği fuara bu yıl Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası, Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin başkanlığında 400'ün üzerinde katılımcı ile çıkarma yaptı. Katılımcılar arasında sendikamıza üye işyerlerinin yöneticilerinin yanı sıra tekstil eğitimi veren üniversitelerden birer akademisyen ve birer öğrenci ile işçi sendikalarından birer temsilci de yer aldı. Fuar sırasında soruları yanıtlayan Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Başkanı Halit Narin, ITMA gibi uluslararası düzeyde önemli fuarlara Türkiye'den katılımın her zaman yüksek olması gerektiğini belirterek, "Burada, bizim ülkemizin yerini dahi bilmeyen insanlara, kendimizi, karakterimizi, gücümüzü anlatmak için buradayız. Birbirimi- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 16 zi çekiştirerek, Avrupa'nın bizden üstün olduğunu düşünerek Avrupa'da 1 numara olamayız. Biz yaşamak için değil, vatanı için doğmuş bir ülkenin fertleriyiz" ifadelerini kullandı. Halit Narin, tekstil makineleri konusunda Türk işadamlarının "Pazarının mentalitesine henüz fazla yaklaşamamış, sermayeleri eksik, rekabet etmiş olduğu noktalardaki hedeflerini çok net belirlememiş" durumda olduklarını ifade etti. "Beceri ve inanç konusunda çok iyiler ama parasal güçleri ve hükümet destekleri yok" diyen Narin, "(Bu sektörde siz tek başınıza büyüyün, gelişin) demek politika olarak yanlıştır. Zaten 20-30 yıldır bu noktayı bir yere getirmeye çalışıyorlar ama teşvik olmazsa 20-30 yıl daha bu durum sürebilir. Hükümetlerimizin yeni programlarında mutlaka makine sektörünü, yan sanayini çok ciddi olarak ele alması lazım" değerlendirmesinde bulundu. Türkiye'nin tekstil makinelerinde Çin gibi ülkelerle rekabet yapmasının doğru olmadığını savunan Narin, "Çin'in yaptığı makineler ayrı ama Türkiye'nin yapacağı makineleri de ayrı olarak yapmak lazım. İlk yapılacak şey dokuma tezgâhındaki teknolojiyi yakalamaktır. Bir işin bir yerinden başlamazsanız hiçbir yerinden konuşamazsınız" dedi. "Neden Türkiye'den marka çıkmıyor?" sorusuna ise Narin, "Şart mıdır? Yani Türkiye kolay lafları ve sloganları çok çabuk kapıyor. İyi marka yaratabilmek iyi bir şey, ama marka yaratmak şart mıdır? Markayı kaç kişi alıyor dünyada? Ya da alınan markalar 100'ü geçebiliyor mu? (Tekstil sektörü, marka yaratmadı diye gelişmez) dememek lazım. Bunlar yanlış şeyler" cevabını verdi. yükelçisi Ayşe Sinirlioğlu ve Barselona Başkonsolosu Haldun Koç da fuar alanını ziyaret ederek, Türk katılımcılara destek verdi. ITMA, 1951'den bu yana her dört yılda bir düzenleniyor. Bu yılki fuarın ana teması 'Yenilik alanında uzmanlaşın' olarak belirlendi. Fuardaki diğer yenilikler arasında giyim üretimine ayrılmış bölüm, yeni lif ve iplik bölümü, tekstil alanındaki en son yeniliklerin sunulduğu Ar-Ge Fuar Pavyonu da yer aldı. ITMA 2011 boyunca birçok konferans gerçekleştirildi. Sürdürülebilir Tekstil Liderleri Yuvarlak Masası, Tekstil Boyaları ve Kimyasal Maddeler Sektörü Liderleri Forumu, IFA İleri Tekstil Avrupa 2011 bu konferanslardan birkaçıydı. Bu arada ITMA'da çok sayıda Türk firmasının ve sektörle bağlantılı kurumunun da bulunmasının etkisiyle Türkiye'nin Madrid Bü- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 17 Vergi Dünyası TEKSTİL İHRACATÇISINA “RÜŞVETİ KANITLA” DENİLEBİLİR Mİ? Tekstil ihracatçısı dedik ama olay diğer ihracatçıları da kapsıyor. İhracatın ülke açısından önemi ortada… Dış ticaret açığı da aldı başını gidiyor. Geçen yıl 71 milyar dolar olan açığın 2011’de 100 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Gerçi kurlardaki zıplamanın ithalatı bir ölçüde frenlemesi bekleniyor ama önemli olan ihracatın artması… Belgesiz ödeme Özellikle yurtdışı bağlantılı iş yapan firmaların, işlerini yürütebilmek için “belgesiz bir takım ödemeler” yapması gerekebiliyor. Hatta, gerekebiliyor değil gerekiyor. “Rüşvetin belgesi mi olur?” sözündeki gibi, bu özel ödemelerin karşılığında, karşı taraftan bırakın faturayı, “iki satırlık yazı” dahi alınamıyor. Peki, ne olacak? Sonunda bir çözüm bulunmuş. Çözüm ne? Gelir Vergisi Kanunu’nun “İndirilecek Giderler” başlıklı 40/1. Maddesi’nde bir değişiklik yapılmış. Buna göre; ihracat yapan mükelleflerin, bu faaliyetlerden döviz olarak elde ettikleri hasılatın “binde 5’ini aşmamak koşuluyla” yurtdışındaki bu işlerle ilgili giderlerine karşılık olmak üzere, “götürü olarak” hesapladıkları gideri indirmelerine olanak sağlanmış. “Binde 5 az değil mi?” diye düşünenler olabilir. Ne diyelim; az veren candan, çok veren maldan! Kanun koyucu, candan bir şekilde “Döviz cinsinden elde ettiğin hasılatın binde 5’ini gider yaz” demiş. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 18 Prof. Dr. Şükrü KIZILOT Bu konu önümüzdeki dönemde gündeme gelir ve ülke ekonomisi açısından ihracatın önemi özellikle “dış ticaret açığı” ve buna bağlı “cari açık” önemi vurgulanırsa, binde 5’lik oran binde 10 bile olabilir. Lahana turşusu Buraya kadar okudunuz ama olayda “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” sö- zünü çağrıştıran bir uygulama var. Kısaca açıklayayım. İlgili yasa maddesinde döviz olarak elde edilen hasılatın binde 5’inin “götürü” olarak gider yazılabileceği belirtildiği halde, bir tebliğ yayımlanıyor. Bu tebliğde, binde 5 götürü gider uygulaması için “Harcamanın yapılmış olması gerekir. Bunun yanı sıra işletmenin mal varlığında da bir azalma meydana gelmiş olması gerekir” deniliyor. Yani; “Bir harcamanın yapılması ve harcamanın yapıldığının kanıtlanması, ancak bu harcamaya ilişkin belgenin temin edilememiş olması” koşuluna bağlanmış (Bkz. 194 No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği I/5). Bakar mısınız? Kanunda yazılı değil ama bir tebliğ ile ihracatçıya; “Belgesiz harcama yaptığını (örneğin rüşvet verdiğini) kanıtla” deniliyor! Kanıtlasa, bu da hapis cezasına kadar uzanabilen ayrı bir suç. Yasa “belgesiz yaz” diyor. Örneğin kira gelirinde, yüzde 25 götürü giderin belgesiz indirilebildiği gibi… Tebliğde ise yasada yer almayan koşullar getirilip; belge yok ama harcama yaptığını kanıtla, deniliyor. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” dediğimiz işte bu!.. Tebliğ ile adeta yasa değiştiriliyor! Olmaz böyle şey… Deli Dumrul Vergisi Maliye Bakanı ne der bilemem ama “ihracatı artıracağım” diye gece-gündüz demeden çırpınan Ekonomi Bakanımız Zafer Çağlayan bunu duyarsa çok bozulur… İhracatçıya, yasa ile sağlanan bir avantajın, tebliğ ile geri alınmaya çalışılması en azından zorlaştırılması hukuka aykırı… Olmaz böyle şey!.. İhracat Türkiye için çok önemli. “Deli Dumrul Vergisi” gibi olan “Kanunu delen tebliğin” bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 19 Ekonomik Diyalog 1929 BUHRANINA DAİR İLGİNÇ BİR HİKÂYE Modern iktisat tarihinin en önemli olayı 1929’da Amerika’da başlayan ve etkileri tüm dünyaya yayılan “Büyük Buhran”dır (Great Depression). O yıllarda yaşayan Türk iktisatçıları “depresyon” kelimesinin karşılığı olarak “buhran”ı kullanmışlardı. Nitekim aynı dönemin akliye ve asabiye hekimleri de, insan ruhunun içine girdiği çöküntü, sıkıntı ve ümitsizlik haline yani bugününün “depresyon”una da buhran demişlerdir. Büyük Buhran, inişli çıkışlı olarak yaklaşık 10 yıl sürmüş ve II. Dünya Savaşı ile sona ermiştir. Bu buhran sırasında Amerika’nın milli geliri yüzde 30 düşmüş, işsizlik yüzde 25’e çıkmıştır. O dönemde iflaslar o kadar yaygınlaşmıştır ki; bir otele bavulsuz gelen işadamlarına, pencereden atlayarak intihar etmesinler, Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 20 diye üst katlarda oda verilmemiştir. Zaten depresyon tabir edilen ruh halinin uç noktası da, içine düştüğü kuşatılmışlıktan çıkamayanların, kurtuluş için intihar sabit fikrine kapılmasıdır. Franklin Delano Roosevelt Bu dönemin ABD devlet başkanı kısaca FDR olarak anılan Roosevelt’tir. FDR, Amerika’nın sosyal ve iktisadi hayatında köklü değişiklikler içeren ve adına İngilizce‘de “New Deal” (Yeni Toplumsal Anlaşma) denen bir “Tanzimat” hareketinin banisidir. Roosevelt’in, bu “Yeni Anlaşma”yı zihninde tasarlarken sosyalist fikirlerden etkilendiğini daha önce duymuştum. Ancak bu etkilenmenin ne bo- Ege CANSEN doğrusu. Çünkü iki yıl önce uzun bir söyleşi yaptığım Amerikan Katolik Kiliseler Birliği’nin ünlü bir avukatı, “Obama bir komünisttir” demişti. Ben de ağzı açık bunu dinlemiş ve pek bir önem de vermemiştim doğrusu. Hatta kilise avukatı olunca insan, demek ki, dünyaya bu pencereden bakıyor demiştim. Meğer bu hukuk adamı yalnız değilmiş. Onun gibi düşünen iktisatçılar da varmış. Bunu da yeni öğrendim. İktisadi kriz, girişimci krizidir yutta olduğunu veya yakın çalışma arkadaşlarıyla arasında herhangi bir fikir ayrılığı olup olmadığını bilmiyordum. Ayrıca ben, FDR’yi Büyük Buhran’ı bitiren başkan olarak zihin kayıtlarıma yerleştirmiştim. Geçenlerde Johns Hopkins Üniversitesi profesörlerinden Steve Hanke’nin, bana da muntazaman yolladığı yayınlarından birinde, çok ilginç bir hikâyeye rastladım. Burada FDR, kısa sürecek bir krizi, hatalı kararlarıyla uzun süren bir buhrana dönüştüren başkan olarak tanımlanıyordu. İktisadi krizler, kapitalist tabir edilen ve insanlık tarihi boyunca yavaş yavaş oluşan ve olgunlaşan bir iktisadi düzenin ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalizm, Hayek’in dediği gibi sosyalizme benzer bir “man made” ideoloji değildir ama içinde “insan” vardır. İnsan olan her yerde de sadece bireyle birey arasında değil, esas olarak “toplumla birey arasında çıkar çatışması” cereyan eder. Bu çatışmanın bir yan ürünü de daima finansal krizle başlayan iktisadi krizlerdir. Kriz çıkınca bazıları, madem krizleri aç gözlü insanlar çıkartıyor, öyleyse devlet toplumdan yana ağırlık koysun da kriz bitsin, diye düşünür. Bugün kapitalist sistemin krizi deyince, merkez bankalarının ve bilhassa borsaların ekonominin başoyuncuları olmasından sonra ortaya çıkan krizleri kastediyoruz. Talmut’ta sözü edilen “yedi sene kıtlık-yedi sene kıtlık” tipi iklim dalgalanmalarından doğan üretim krizleri konumuz dışıdır. Kapitalist değimi de Karl Marx tarafından icat edilmiştir. Kapitalist iktisadi sistemin doğru adı olsa olsa büyük iktisatçı Avusturyalı Joseph A. Schumpeter’in (1883-1950) değimi ile “Hür Teşebbüs Sistemi” (Free Enterprize System) olabilir. Roosevelt’in Hazine Bakanı da dikkat ederseniz “iş âlemi yani müteşebbisler şunu bilmek istiyor” diye söze başlamıştır. Buradan şu sonucu çıkartabiliriz. İktisadi krizleri bitirecek olan müteşebbis işadamlarının davranışları olacaktır. Öyleyse, başta merkez bankaları olmak üzere ekonomik sistemi yönetenler, müteşebbislerin yolunu aydınlatmalıdır ki; onlar da önlerini görüp yatırıma ve istihdama devem etsinler. Girişimi kısıtlamak yol değildir. Amerika sosyalist mi oluyor? Hikâye şöyle. FDR’nin Hazine Bakanı Henry Morgenthau, 1937 yılında bir bakanlar kurulu toplantısında Roosevelt’e şu soruyu tevcih etmiş. “İş âlemi şunu bilmek istiyor: Sosyalist bir düzene doğru mu gidiyoruz yoksa düzenlemeleri kapitalist sistemin esaslarına uygun olarak mı yapacağız?” İşin daha vurucu yanı, 1937’de cereyan eden bu olayı bugün gündeme taşıyanların, aynı soruyu Obama‘ya sormanın zamanı geldi, diye makalelerini bitirmeleri oldu. Buna da pek şaşmadım Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 21 Haznedar YÜZÜNCÜ YIL VİZYONU… Yazının başlığına bakınca şüphem yok ki, pek çok kişinin ilk aklına gelen soru, “neyin yüzüncü yılı” sorusu olacaktır. Diğer taraftan da eminim ki, çoğunuzun bu suale “Tabii ki Cumhuriyet’in kuruluşunun yüzüncü yılı” şeklinde bir cevap verdiğini işitir gibiyim… Şunun şurasında ne kaldı derseniz, hesap ortada, Cumhuriyet’in kuruluşu 29 Ekim 1923… Yıl 2011 Ekim ayındayız, 2023 yılının 29 Ekim’inde 100. yılına erişecek Cumhuriyet’imizin 100’üncü kez kutlanmasına kala kala tam bir düzine yıl, yani 12 yıl kaldı. Yazımı seçim öncesi yazmaya niyetlenmiştim. Nedeni ise, 1990’lı yıllarda Finans Dünyası çatısı altında Şeref Özgencil’in girişimiyle oluşturduğumuz FİDYAK’ta (Finans Dünyası Yayın Kurulu) başlattığımız bir seri çalışma, toplantı ve konferanslardan esinlenmek istemiştim. Başlangıçta, 06 Ankara Kulübü adını verdiğimiz 1980 sonrası Ankara’dan İstanbul’a göç eden tüm Maliye, Hazine ve Merkez Bankası üst düzey bürokrat takımı ile bizlere İstanbul Finans Dünyası’ndan katılan çok değerli arkadaşlarımızla birlikte finans üzerine bir seri toplantı ve konferanslar düzenlemeye yönelmiştik. Bu çalışmalar ve konferanslar Finans Dünyası’nda yayınlanıp ses getirmeye başlayınca bu kez FİDYAK’ı kurduk ve Finans Dünyası Dergisi’nde elimizden geldiğince yazılar yazdık. Daha sonra, Yavuz Canevi’nin liderliğinde bu konferanslar uluslararası platforma taşındı ve “Forum İstanbul” adını aldı. Bu sene de Forum İstanbul, 21-22 Nisan 2011 tarihlerinde düzenlenen konferanslarla 10’uncu yılını kutladı. Kurulduğu 1991 yılından bu yana Forum İstanbul’un logosunda hep “Yarının Kurulması-Hedef 2023” sloganı kullanıldı… Se- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 22 çimlere 2 ay kala, parti liderleri, seçim programlarını açıklamaya başladıklarında, 2023 vizyonu bir anda ön plana çıkıverdi. Parti liderleri önce ‘sen dedin’, ‘ben dedim’, ‘benden kopyaladın’, ‘hayır önce ben dedim’ tartışmasını başlattılar. Bu arada Forum İstanbul’un logosu da kullanıldı. Ben de yazımı Ekim 2011’de yazarsam, bu tartışmalara bir de ben karışmış olmam diye aklımdan geçirdim. Çünkü daha 100’üncü yıla 12 yıl gibi çok uzun bir süre vardı. O güne kadar daha çok söz söylenir ve köprülerin altından da çok sular akar diye düşündüm. Kim ne derse desin, önceliğin Cumhuriyet’in 100’üncü yıl kutlamasına odaklanmasının daha uygun olacağını düşünüyorum. Unutmayalım ki, Forum İstanbul’un 10 yıllık çalışmalarının sonunda Cumhuriyet’in 100. yılı için konulan hedefler yıllar boyu süregelen çalışmaların ürünü… Araştırmaların sonucu olarak ortaya konulan hedefler. Bu hedeflerin içerisinden hangilerine katılır veya katılmazsınız ya da ‘bu olmasın’ der- siniz bilemiyorum. Dileğim, Forum İstanbul’da on yıldır sürdürülen çalışmalar sonunda ortaya konulan hedeflere başlıkları ile bile olsa siyasetçilerin bir göz atmasıdır. Forum İstanbul’un 100’üncü yıl vizyonu Forum İstanbul’un 10 yıllık çalışmalarında ortaya konulan hedefleri aşağıdaki şekilde özetleyerek 2023 yılında Türkiye vizyonunda bizlerin görmek istediklerini sizlerle paylaşmak istiyorum: - 2023’e kadar Anayasa Reformu tamamlanmalı, demokratik, laik ve sosyal devletin gerektirdiği hukuki altyapı eksiksiz oluşturulmalıdır. - Avrupa Birliği uyum kanunlarını tamamlayarak üyelik statüsü garanti edilmeli, 2040 yılına kadar açık olan demografik pencerenin yarattığı fırsatın heba edilmemesi için özel ve çağdaş bir eğitim ve verimlilik reformu ve eylem planı hazırlanmalıdır. - Bireysel ve kurumsal tasarrufları teşvik edici tedbirler alarak, tasarrufların GSMH’ya oranı yüzde 20’lerin üzerine çekilmeli ve cari açığa endeksli büyüme modeli terk edilerek istikrarlı büyümenin önü açılmalıdır. - Kayıt dışı ekonomi en az yüzde 20’nin altına indirilmelidir. - Enerji-2023 Raporu’nun, öncelikli olarak enerji verimliliği ve tasarrufu, yenilenebilir enerji perspektifinden ele alınarak uygulanması sağlanmalıdır. - Sanayi Strateji Raporu’nun mal ve hizmet ihracatı ve rekabetçi üretim öncelikleri ile ele alınarak sanayide yeni bir yapılanmaya mutlaka yönelinmeli ve üretimde teknoloji ağılıklı bir yapı tercih edilmelidir. - Genç, dinamik ve müteşebbis insan ser- Tevfik ALTINOK Hazine ve Dış Ticaret Eski Müsteşarı Finans Kulüp Başkanı mayemizle “tur atlama” avantajımızı sonuna kadar kullanarak ihracatımızdaki teknolojik ürün oranı yüzde 5’lerden AB ortalaması olan yüzde 20’lere yükseltilmelidir. - GAP, DAP ve KOP projeleri yöre halkının eğitimi boyutu ile birlikte ele alınarak kendi kendine yeterliliği değil verimlilik prensibi ile uygulanmalı, Güney Doğu, Doğu Anadolu ve Konya Ovası’nın, dünyanın sayılı tahıl ve tarım ambarlarından birini oluşturması sağlanmalıdır. - Üretim ve ticarette giderek artan küresel çok yönlü bağımlılıklardan en çok payı almak için kara-hava-deniz taşımacılığı ile birlikte enerji nakil ve depolama alanlarında etkin ve kapsamlı bir ulaşım ve lojistik strateji planı oluşturulmalıdır. - Önümüzdeki 10 yıl, ülkemiz ve insanı için, dünyada olmazsa olmaz meydan okumasına dönüştürülebilmelidir. Detaya inildiğinde bilinmelidir ki, bu hedefleri ortaya koyabilmek için onlarca rapor hazırlanmış, öngörüler yapılmış, uluslararası platformda konular tartışılmış ve geçen 10 yıllık süreçte yapılan çalışmaların ürünü olarak bu hedeflere ulaşılabileceği belirlenmiştir. Forum İstanbul’da öngörülen 100. yıl vizyonunda sadece ekonomik hedefler değil aynı zamanda hukuk devleti olabilmenin olmazsa olmazı olarak Anayasa Reformu’nu tamamlamanın, Seçim Kanunu değişikliğini gerçekleştirmenin, Partiler Kanunu değişikliğini yapmanın, demokratik laik ve sosyal devletin gerektirdiği hukuki alt yapının eksiksiz tamamlanmasının sağlanması başlıca hedefler arasında yer almıştır. AB’ye uyum kanunlarının tamam- lanmasını ve müzakereler sonucu üyeliğimizin garanti edilebilmesi için çaba harcanmasını da bu arada aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Eğitim konusunda yapılan çalışmalarda, 2040 yılına kadar açık olan demografik pencerenin yarattığı fırsatın heba edilmemesi için özel bir eğitim ve verimlilik reformu ve eylem planı hazırlayarak uygulamaya başlanması, okullaşma oranlarını ilk ve orta öğretimde yüzde 100’e, yüksek öğretimde yüzde 14’ten yüzde 50’ye çıkarmayı hedeflememizin gerektiği ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu çalışmalarda, okuma yazma seferberliği kapsamında okuma yazma oranını, yetişkinler de dahil yüzde 100’e çıkarılması, kız çocuklarında okullaşma oranının özel bir proje ile ele alınması, TÜBİTAK, Bilim ve TeknolojiVizyon 2023 Raporu’nun uygulanması, ülke genelinde bilişim vadisi projelerinin gerçekleştirilmesi ve bilişim ekonomisi hacminin 160 milyar dolara çıkarılması, bir ulusal markaya, tasarım, yazılım ve standardıyla bize ait olan en az bir ulusal ürüne sahip olunması öngörüleri yer almıştır. Ekonomi konusunda yapılan projeksiyonlarda ise, Türk ekonomisinin, 2 trilyon dolara ulaştırılması hedeflenen GSMH ile 20 bin dolarlık kişi başına milli gelir ile dünyanın 10. büyük ekonomisi olması öngörüsü ilk sıraya oturtulmuş, kurumsal tasarrufları teşvik edici tedbirler alınarak, tasarrufların GSMH’ye oranının yüzde 20’nin üzerine çıkarılması, kayıtdışı ekonominin yüzde 20’nin altına, işsizlik oranının ise yüzde 5’lere çekilmesi hedefleri ise diğer hedefler arasında yer almıştır. Bu arada, 10 yıl boyunca yapılan çalışmalar sonucu hazırlanan raporlarla, sağlık alanında her 100 bin kişiye düşen doktor sayısının 153’ten 210’a yükseltilmesi öngörülürken KOBİDER2023, Türkiye HayvancılığıHedef 2023, Enerji-2023, Ulaştırma Şurası-2023 raporları yayınlanmıştır. Bu raporlarda, her bir sektördeki hedefler ayrı ayrı ortaya konulmuş, ayrıca Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 2023 raporlarının uygulanması öngörüler arasında yer almıştır. Kentler-2023 Strateji çalışmaları çerçevesinde, kentsel dönüşüm ve mega kent kavramlarına sahip çıkılması, şehirlerimizin tarihsel, kültürel ve doğal güzelliklerini korurken yaşam koşularının ıslah edilmesi, İstanbul’un bölgesel ve küresel finans merkezi olabilmesi için alt ve üst yapısının tamamlanması hedefler arasında gösterilmiştir. Bu çerçevede, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin kentsel dönüşüm projelerinin içeriğindeki 618 kilometre raylı sistemin tamamlanması, İstanbul’da üçüncü köprünün yapılması, İstanbul’un moda, güzel sanatlar, tasarım ve kongre merkezi olarak Avrupa’da ilk 3’e, dünyada ilk 5’e girmesinin sağlanması hedef olarak gösterilmiştir. Ayrıca 2023 Başkent Ankara Nazım İmar Planı’nın uygulaması, İzmit Körfez Geçiş Projesi’nin gerçekleştirilmesi Olimpiyat, Dünya Futbol Şampiyonası ya da Avrupa Futbol Şampiyonası gibi büyük bir organizasyona evsahipliği yapılması da hedefler arasında yer almıştır. Ancak İstanbul’a yeni bir Boğaz ya da kanal açılarak ada oluşturma projesi Forum İstanbul hedeflerinin içinde yer almamıştır. Bunlar 10 yıldır Forum İstanbul’da yapılan yoğun ve emek verilen çalışmalarda ortaya çıkan hedeflerdir… Beklentim ve dileğim ise bu hedeflere iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasilerin sahip çıkarak, hep birlikte 2023 yılında daha müreffeh, daha demokratik ve çok daha hoş görülü bir Türkiye’de Cumhuriyet’in 100’üncü yılını kutlama mutluluğunu yaşayabilmektir… Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 23 Paranın Merkezinden KRİZDE MERKEZ BANKALARININ TAHVİL ALIMLARI Merkez bankaları son krizde ezber bozmak zorunda kaldılar. Özellikle de Avrupa Merkez Bankası (AMB) “fiyat istikrarını korumak birincil görevimdir” kuralını fiilen değilse de işlemleri ile yok saydı. Tüm gücünü ülke ve banka kurtarmalarında yoğunlaştırdı. Likidite açısından son başvuru mercii olmaları nedeniyle genelde merkez bankaları finansal istikrarı her zaman ön planda tutarlar. Onlar için finans sisteminin sağlıklı ve düzgün çalışması temel amaçları açısından bir olmazsa olmaz koşuldur. Avrupa’nın ve ABD’nin içinden bir türlü çıkamadığı kriz sırasında da gerek AMB gerekse ABD Merkez Bankası (FED) gerekli likiditeyi finans sektörüne sağladılar. Sadece bankalar için değil tahvil piyasasına da para enjekte ettiler. Hem de çok yüklü miktarlarda. Sakıncaları Bu kadar para basılınca, akla dört sakınca geldi. Birincisi AMB’nin tahvil piyasasına müdahalesiydi. Genelde bankalara likidite sağlayan ve fakat tahvil piyasasına girmeyen merkez bankası görünümü bu kez bozuldu. AMB piyasalardan tahvil almaya başladı. Bunun gereği ortadaydı. Sadece bankalara para vermek sorunları çözmüyordu. Başta Yunanistan olmak üzere, ülkelerin tahvil satımı nedeniyle borçlandığı, ancak geri ödemesini yapamadığı tahvillerin AMB tarafından geri alınmaması durumunda bu etkinin adeta banka batışı gibi tüm diğer ülkeleri de sarması kaçınılmazdı. Ne yazık ki bu tahviller içinde Euro para birimi dışında borçlanma yapılanlar da vardı. AMB, sadece Euro basabilmesi nedeniyle bu yükümlülüklerini FED dahil beş merkez bankasının devreye girmesi ile yerine getirebildi. Peki, bu gerekli ve zorunlu tahvil alımlarının yasalar çerçevesinde durumu ne olacaktı? Kamuya ya da özel sektöre direkt Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 24 kredi açma anlamına gelen bu işlemleri Alman Cumhurbaşkanı “yasalara tam uygun değil” diye yanıtlarken, Alman Anayasa Mahkemesi son verdiği ve 30 sayfaya yaklaşan kararının satır aralarında bu tür tahvil alımlarının yapılamayacağı gibi bir sonuca vardı. Her ne kadar “tahvil” kelimesini telaffuz etmese de belirli şartlara uymayan tahvil çıkarımlarını ve ülke kurtarmaları yasakladı. Şimdi ne olacağını kimse bilemiyor. Sorunlu ülkelerdeki kamu ve özel sektörün elinde bulunan tahvilleri alma yetkisi yasaklanırsa AMB’nin hali ne olur, kimse tahmin edemiyor. Enflasyon korkusu Merkez bankalarının para basması ya da sisteme gereğinden fazla likidite vermesinin en önemli sakıncasının enflasyonist etki yapması olduğu malum. Bunun geçerliliği defalarca kanıtlandı. Sanayileşmiş ülkelerde açıkça belirginleşen bu eğilim, gelişen ülke piyasalarında da geçerli. Gerek fazla likiditenin etkisi, gerekse enflasyonist bekleyişlerin uyarılması birlikte çalışıyor, sonunda da fiyatlar artıyor. Ancak bu analizi yaparken iki veri setini Gazi ERÇEL Merkez Bankası Eski Başkanı birbirinden ayırmak gerekiyor. Bunlar para stoku (arzı) ve para tabanı. Para stoku ekonomide bulunan vadesiz, vadeli ya da benzeri mevduat hesaplarından oluşan ve M1, M2, M3 gibi simgelerle adlandırılan bir kavram. Para bazı ise merkez bankalarının tedavüldeki banknotları ile munzam karşılıklarından oluşan ya da net iç ve dış varlıkların arasındaki farkı gösteren rakamlar dizini. Enflasyon ile para stoku arasındaki ilişki güçlü. Para bazı ise çarpan yardımı ile yarattığı para stoku aracılığı ile enflasyonu etkiliyor. Bu nedenle normal zamanlarda para basılmasının M’leri etkileyerek fiyatları uyarması söz konusu. Buna karşılık merkez bankalarının verdiği likidite M’leri etkilemezse enflasyon riski de azalıyor. Nitekim grafik bize 2007 ile 2011 arasındaki para arzı ve para tabanı arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Krize kadar M3 ile AMB para tabanı arasında yakın bir bağ varken bu 2008’den sonra kopuyor. Para tabanı ya da AMB’nin verdiği likiditenin dalga boyu yükselirken, enflasyonla ilişkisi güçlü M3’de fazla bir değişim ortaya çıkmıyor. Bunun sonucu enflasyonist baskılar Euro bölgesinde gözlenmiyor. Özetle eğer doğrudan para basılması ya da tahvil alımları yoluyla sistemdeki para arzı artmazsa enflasyon riski de azalıyor. Özellikle bu süreç krizin strese girdiği zamanlarda daha yoğun gözlendi. Merkez bankalarının gerek direkt gerekse tahvil alımları yoluyla verdiği paraları, finans kurumları başka bankalara ya da banka dışı kuruluşlara “belki de batarlar” düşüncesi ile vermediler. Gece getirip tekrar merkez bankalarına mevduat olarak yatırdılar ya da ellerinde tuttular. Öte yandan kişiler ya da firmaların da kriz zamanında likit kalmayı tercih ettiklerini bilmekteyiz. Kasalarda ya da ceplerde tutulan paranın para arzının artmasını ve enflasyonist eğilimlerin yükselmesini önleyen bir mekanizma olduğunu düşünürsek, bu tür davranışlar fazla likiditenin fiyatları etkilemesini sınırlar. Finansal ahlakı zedelemek Üçüncü bir sakınca ise merkez bankalarının bu tür tahvilleri almalarının bir garantiye dönüşme olasılığı ile gerek özel sektörün gerekse devletin korkmadan borçlanmalarına yol açtığı savıyla ilgilidir. “Nasıl olsa merkez bankası sonunda bu tahvilleri satın alır” düşüncesi kamu ve özel sektörün aşırı borçlanması ve giderek finansal ahlakın bozulması sonucunu doğurabilir. Böyle bir olanak tanırsanız “kâr benim, zarar devletin” felsefesi piyasanın düzgün çalışmasını önler. Ancak kriz zamanlarında ve yakından da izlemekte olduğumuz gibi Euro Bölgesi’ndeki sıkıntılı dönemde tahviller merkez bankası ya da özel bir fon tarafından satın alınmadığı takdirde hem krizin derinleşmesine hem de güvenin kaybolmasına neden olur. Bu ise içinden kurtuluşu olanaksız bir girdabı da beraberinde getirir. Finansal ahlakı zedelememek kuşkusuz çok önemlidir. Ama bunun daha öncelerden düşünülüp, finans piyasasını denetleyenler yoluyla sorun daha ortaya çıkmadan önlenmesi gerekir. Kriz sırasında yetkililere düşen temel görev güveni sarsmamak ve kredibiliteyi yitirmemektir. Avrupa’nın esas sorunu da budur. EURO BÖLGESİ’NDE PARA ARZI VE PARA TABANI (2007=100) Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 25 Yorum MERKEZ BANKALARININ YILI ABD Hazine Bakanı Geithner, FED'in gerçekleştirdiği parasal genişlemeyi savunduğu 2011'in 1. çeyreğinde, Euro Bölgesi liderleri Avrupa'da nasıl kemer sıkılacağını dünya piyasalarına açıklıyordu. Aylar geçti, borç batağındaki Euro Bölgesi ülkelerinin kemer sıkmayla kurtulamayacağı ve parasal genişlemeye ihtiyaç duyulduğu görüldü. Pragmatik Amerikalılar’ın ve teorik düşünmeden ileri gidemeyen Kıta Avrupası’nın çekişmesi, dünyada emtiya fiyatlarının artmasına, gelişen ülkelerin enflasyona maruz kalmasına, risk primlerinin artmasına (CDS), borsaların da sert düşüşlerine neden oldu. ABD Hazine Bakanı, Avrupa ve Amerika’nın ekonomik krize yaklaşımlarının farklı olduğunu gördüğünü ancak öncelikli konunun ekonomik büyüme olması gerektiğini sürekli savundu. Geithner, önceliği büyümeye ve- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 26 rerek göndermelerde bulundu: “Avrupa, gelecekte daha iyi büyüme rakamlarının yakalanmasını mümkün kılacak reform ve politikaları hayata geçirme yolunda bir tercih kullanabilir.” Ancak ne Geithner ne de kemer sıkma politikalarının ekonomik düzlüğe çıkılmasını geciktirmesinden kaygı duyduğunu açıklayan ABD Başkanı Barack Obama, Avrupalı liderleri ikna edebildi. ABD’nin AB ile çeliştiği parasal genişleme konusu, kendi ülkesinde de politik kutuplaşmaya neden oluyor. Uzmanlar ABD’de güçlü politik iradenin olmaması sonucunda alınan ekonomik önlemlerin makro ölçekte yarar sağlamadığını vurguluyor. Öncelikle yaşanan bu güven problemi nedeniyle büyümenin canlanmasının mümkün olmayacağı düşünülüyor. Buna karşın bu ülkenin AB’den önce büyümeye başlayacağı belirtiliyor. Bu yılın üçüncü çeyreğinde büyüme ibaresi olmadan parasal genişlemeye gidilmesi sakıncalı olabilir görüşü güven problemiyle birleşince ortadaki paranın ABD bonolarına tekrar kayacağı sonucu da vurgulanıyor. Ne büyümeleri ülkelerine giren yabancı kaynaklara bağımlı gelişmekte olan piyasaların ne de artan üretimle büyümesine hız vermek isteyen ABD’nin arzuladığı bir durum bu. Basılan dolar miktarının artmasıyla ucuzlayan doların ise pozitif etkilerini ABD yavaş yavaş hissediyor. Harvard Üniversitesi profesörlerinden Martin Feldstein’in, düşük doların daha fazla ihracat ve ithal tüketim yerine yurtiçi tüketiminin artacağına ilişkin düşüncesi, ekonomiye yansıyor. Düşük dolar, Deere&Co ve Caterpillar Inc. gibi Amerikan üreticilerinin mallarının yabancı piyasalardaki rekabetini desteklerken, aynı zamanda ABD üretimi malların talebini de yükseltiyor. Ancak ekonomik görünüme ayrıntıyla baktığımızda resmin daha bulanık olduğunu görüyoruz. Bu yıl yüzde 6.3 değer kaybeden dolar, Bloomberg Korelasyon Ağırlıklı Döviz Endeksi'nde yer alan paralar arasında en kötü performansı gösteren para birimi oldu. Dolar, 1985'teki rekorunun da yüzde 49 altında seyrediyor. Ticaret Bakanlığı'nın verilerine göre ABD'nin ihracatı bu yılın ilk 6 ayında yüzde 16 büyüme kaydetti. ABD'nin büyümesi 2010'un başlarından bu yana yavaşladı. GSYH büyümesi 2010'da yüzde 3.9 olarak gerçekleşmişti; ancak bu rakam, bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 1.3'te kaldı. ABD ekonomisi ilk çeyrekte ise yüzde 0.4 büyümüştü. ABD'de enflasyon kaygısı yükseldi. Akaryakıt fiyatları bir yıl öncesine göre yüzde 33 daha yüksek seyrederken, gıda ve enerji hariç tüketici enflasyonu da ikiye katlanarak yüzde 1.8'e çıkmış durumda bulunuyor. Enflasyon beklentileri de yukarı yönlü bir seyir izliyor. Levent OĞUZ Ekonomist ABD de tüm ülkeler gibi üretip ihracatla ekonomisine çıkış yolu arayadursun, eski FED Başkanı Greenspan’ın açıklamalarından bunun ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Greenspan, Avrupa'daki daralmanın kârlılığa ve Amerikan şirketlerinin hisse değerlerine zarar vereceğini düşünüyor. Avrupa, ABD ihracat hedeflerinin yüzde 20'sini oluşturuyor. Yurtdışı şirket kârlarının yüzde 20'si de bu bölgeden geliyor. Avrupa’nın büyüme yerine krizi kemer sıkma politikasıyla aşma düşüncesi dünyada en fazla ticaretin yapıldığı iki ekonominin çıkmazı haline geldi. ABD ve Avrupa ekonomilerindeki büyüme problemlerine dikkat çeken Nobel ödüllü ekonomist Michael Spence’e göre “küresel ekonominin resesyona düşme ihtimali yüzde 50.” Spence, Avrupa ve Amerika'nın birlikte düşüşe geçmesinin, Çin'deki büyümeyi de etkileyeceğini ve ondan sonra da diğer gelişmekte olan ekonomilere hızla sıçrayacağını belirtti. Spence, bu senaryonun yüzde 50 ihtimalle gerçek olabileceğinin altını çizdi. Çin'in teşvik paketleriyle yumuşatmayı başardığı 2008'deki finansal krizin aksine, bu sefer yaşanmakta olan kriz, ülkenin iç piyasalarını vurabilir. Çin'deki enflasyon oranı yüzde 6.5'le 3 yılın zirvesinde seyrediyor ve bu ülkede birincil öncelik ekonominin soğutulmasına veriliyor. Bu sebeple Çin daha fazla kredi genişlemesine gitmekten uzak durmaya çalışıyor. Bu konumuyla büyüme şampiyonunun, gelişmiş ülkelerden gelen taleplerdeki kayıbı telafi edecek durumda olmadığı görülüyor. İşte bu süreç, borç batağındaki ekonomilerine yön vermekte zorlanan Euro Bölgesi ülkelerin açmazını da büyütüyor. Euro Bölgesi'ndeki borç krizi, Euro Birliği’ni dağılmanın eşiğine sürüklerken, tek başına birliğin dirliğini sağlamaya çalışan Almanya'nın önünde yalnızca iki seçenek var. Yunanistan'ın Euro üyeliğini gözden çıkarmak ya da ortak tahvil çıkarılmasına onay vermek. ABD’de yaşanan parasal genişleme ve borç tavanını yükseltme konusundaki siyasi çekişmenin yarattığı güvensizlik ortamının bir benzeri kurtarıcı Almanya’nın da sorunu. Almanya'daki siyasilerin Euro Bölgesi'ni kurtarıp kurtarmamak konusunda bir karara varmaması piyasa duyarlılığında bozulmalara neden oluyor. Ekonomistler “maksat kurtarmaksa; o zaman bölgenin önünde ortak tahvil çıkarmaktan başka seçenek yok" görüşündeler. Bu güvensizlik ortamında yaşananlar oldukça dikkat çekici. Finlandiya'nın, Yunanistan'ın ikinci kurtarma paketine dahil edilmesi karşılığında teminat talep etmesiyle 2 ve 10 yıllık Yunan tahvillerinin getirisi ile Almanya'daki aynı vadeli tahvillerin getirisi arasındaki fark, Euro’nun kurulduğu 1999'dan bu yana en yüksek seviyeye çıktı. Avrupa'daki bankaların borç krizini idare edecek ölçüde sermayelerinin bulunmayabileceği düşüncesiyle Yunanistan'ın sigorta primleri rekor seviyeye tırmandı. Yüksek oranda bütçe açığı bulunan ülkelere, düşük faizle piyasalara girme hakkı ve daha ucuzundan borçlanma imkanı tanıyacak olan ortak tahviller, Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafın- dan reddedildi. Merkel bunu kabul ettiği takdirde Almanya’ya bunun maliyeti 47 milyar Euro olacaktı. Bu son gelişme, merkez bankalarının attığı yanlış adımların, siyasi liderlerin kaygılarıyla yanyana geldiğinde sorunların çözümsüz hale geldiğine en güzel örneği teşkil ediyor. TCMB, yasayla çerçevesi belirlenmiş olsa da yıllarca “enflasyon hedeflemesi” dışında para politikasını daha etkin kullanarak başka makroekonomik büyüklükleri gözetmediği için eleştirilirdi. Son bir yıldır, Merkez Bankası’nın, enflasyon hedefiyle birlikte, kamuoyu ile paylaşılan bir kur, büyüme ve cari işlemler dengesi ve kur hedeflerinin de olduğu görülüyor. Kamuoyuyla paylaştığı para politiklarında, aldığı kararların bu ekonomik değişkenlere nasıl etki ettiğini anlatıyor. Çoklu hedeflerin para politikalarıyla ulaşılma ihtimalini düşük gören ekonomistler, bu noktada önemli bir risk tespit ediyor. Yeniden yapılandırılan ekonomiyle ilgili bakanların ahenkle çalışması mutlaka bu riski hafifletecektir. Ancak yaşanacak uyumsuzluk yüzünden kırılacak güven ortamında, “bizde yok, dünyada var” denen ekonomik kriz, Türkiye’de hızla ağırlığını gösterecektir. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 27 Ayın Konusu KRİZDE GÖZÜMÜZÜ YUKARI, YÖNÜMÜZÜ ALTERNATİF PAZARLARA ÇEVİRDİK Türk tekstil ve hazır giyim sektörü, krize rağmen kurlarda yaşanan artışın da verdiği destekle yılın ilk 8 ayında ihracatta iyi bir performans sergilerken, bir yandan da temkinli davranıyor. Çalkantılı dönemin yaşandığı Ağustos ayında borç krizinin vurduğu Avrupa ülkelerine ihracatta yüzde 30’lara varan artışlar yaşayan tekstil ve hazır giyimciler, geleneksel AB pazarının yanında yeni pazarlarda büyüyor. 2010 yılında Avrupa pazarında düşük kârla kalıcı olmaya çalışan Türk tekstil ve hazır giyim ihracatçısı bugünlerde yeni bir yön arıyor. 2011 yılı başında yine bu sayfalarda, yeni yıla girerken sektörü hem tehdit hem de fırsatların beklediğini yazmış, "Yeni yılda riskler avantaja döner mi bilinmez ama 'dış kaynaklı' riskler olmadığı sürece tekstil ve hazır giyimciler için fırsat çok" ifadesini kullanmıştık. Aradan geçen sürede ortaya çıkan rakamlar tekstil ve hazır giyimcilerin, görünürdeki riskleri avantaja çevirdiğini ortaya koydu. Bu yılın ilk 8 ayında tekstil ihracatı yüzde 29.59, hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı ise yüzde 19.13 arttı. Bu artışta başta Çin olmak üzere büyük üretici konumundaki ülkelerde meydana gelen iş gücü problemleri ve ücretlerdeki artış sonrası AB ve ABD kaynaklı siparişlerin Türkiye’ye yönelmesi etkili oldu. Ayrıca yılın ilk 8 ayında alternatif pazarların payının artması da ihracata ivme kazandırdı. Ancak şimdi tüm dünya, kimine göre ikinci dip, kimine göre ise küresel durgunluk olarak tanımlanan yeni bir dönemin içinde. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın “Bu kez teğet bile geçmeyecek. Daha iyi durumdayız” dediği yeni bir kriz dalgası son iki ayın en çok konuşulan konusu oldu. Herkes gibi Türk tekstil ve hazır giyim ihracatçıları da ABD'nin kredi notunun düşürülmesiyle başlayan, ardından zordaki Avrupa ülkeleri kervanına İtalya ve İspanya gibi ülkelerin eklenmesiyle büyüyen ve Yunanistan’ın adım adım iflasa yaklaşmasıyla zirveye çıkan büyük bir küresel dalganın ortasına düştü. Bu dalgada ihracatçılar Türkiye'nin geleneksel ihraç pazarı olan Avrupa'ya daha fazla asılırken bazıları da yeni pazarlara yelken açtı. Tüm bu arayışlar içinde dövizde ibre yukarı döndüğü için geleceğe umutla bakanlar da çoğaldı. Nitekim genel ihracat rakamlarına bakıldı- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 28 ğında veriler de bu görüşü doğruluyor. Tam da çalkantılı günlerin yaşandığı Ağustos ayında Türkiye'nin borç krizindeki Avrupa'ya tekstil ihracatı ortalamanın üzerinde arttı. Ağustos’ta tekstil ihracatımız Almanya'ya yüzde 35, İtalya'ya yüzde 33, İngiltere'ye ise yüzde 27 artış gösterdi. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre genel ihracatımız ise Almanya'ya aylık bazda yüzde 30, Fransa’ya yüzde 36, İtalya’ya yüzde 24, İngiltere’ye de yüzde 17 arttı. Almanya açık ara ile en fazla ihracat yaptığımız ülke unvanını korurken 'Arap baharı' nedeniyle düşüş beklenen isyan bölgelerindeki ülkelere yapılan ihracatta da büyük artışlar görüldü. Fas'a yapılan ihracat Ağustos ayında yüzde 122, Mısır'a ihracat yüzde 106, Suriye'ye yapılan ihracat yüzde 2 artış gösterdi. Ağustos ayında alternatif pazarlarda da büyüme görüldü. İhracat Çin'e yüzde 27, Brezilya'ya yüzde 103, Hindistan'a yüzde 62, Rusya'ya yüzde Alternatif Pazarlar 33 arttı. Diğer yandan bu trendin Eylül ayı verilerinde biraz farklılık göstermesi bekleniyor. Çünkü Eylül’ün ilk 20 gününde tekstil ihracatında yüzde 10’luk artış yaşanırken, hazır giyimde yüzde 10.7’lik düşüş görülüyor. Ancak bu düşüşün geçici olacağı, yılın ilk 8.5 ayında hazır giyimde yüzde 17.1, tekstilde ise yüzde 28.1’lik ihracat artışı yaşandığı dikkate alındığında yılsonunda 2008’in rekorunun yakalanabileceği belirtiliyor. Kurlar ihracatçının elini güçlendiriyor 2008'de başlayan ve geçen son 2 ayda yeni bir dalgaya dönüşen global krizin son safhasında ihracatçıyı sevindiren en somut gelişme, şüphesiz kurlardaki artış oldu. Doların Ağustos-Eylül ayı boyunca 1.70-1.80 lira bandında seyretmesi, ihracatçının rekabet gücünü artıracak en önemli gelişme olarak nitelenirken, yerli üretici için de umut olarak görülüyor. Tekstil ve hazır giyimcilere göre dövizdeki artış ithalatı azaltacağı için fason üretim artacak. Bu da istihdama olumlu yansıyacak. Ayrıca yaşanan belirsizlik ortamı nedeniyle tedirginlik yaşanan Avrupa’da alıcılar, stok yapmak yerine hızlı sirküle edebileceği ürünlere yönelecek. Böylece Uzakdoğu’ya büyük sipariş vermek istemeyen AB ülkeleri, rotayı hızlı teslimat yapabilen Türkiye'ye çevirecek. İhracatçılar bunun işaretlerinin şimdiden gö- rülmeye başlandığını anlatırken, 2008 krizinde de Türkiye’nin aynı durumu yaşadığını ve altından kalkmayı başardığını söyleyen İstanbul Tekstil ve Hammadde İhracatçıları Birliği Başkanı İsmail Gülle, Türkiye’nin bu yeni dönemde de hızlı teslimat ve küçük sipariş alabilme potansiyelini iyi kullanması gerektiğini söylüyor. Gülle, “Artık kaliteli malı kısa zamanda temin etmek sadece Türkiye'de mümkün” diyor. İhracatçıların bu yıl beklentilerin üstünde bir performansla gittiğini belirten İsmail Gülle, Ağustos ayı ihracat rakamlarını anımsatarak, “Bu yıl sonunda tekstil ve hazır giyimin toplam ihracatı 25 milyar doları geçer. Bu yılın ihracat şampiyonu tekstil ve hazır giyim olur” diyor. Ağustos’ta tekstil ve hazır giyim toplam ihracatının 2.5 milyar dolara yaklaştığını belirten Gülle şunları söylüyor: “Avrupa'daki kriz Türkiye'ye yaradı. Biz bu krizi fırsata çeviriyoruz. Eskiden 6 aylık, 1 yıllık siparişler veriliyordu. Şimdi bu kriz Avrupa alıcılarının alım stratejilerini değiştirdi. Artık Avrupa'dan daha az miktarlı, daha çabuk teslimli siparişler veriliyor. Çin'den sonra en büyük üretim gücü Türkiye'de olduğu için bu siparişler hemen Türkiye'ye kayıyor. Şu anda rüzgar Türkiye'den yana. Bu, önümüzdeki dönemde de devam edecek. Tahmin ediyorum bütün alım stratejileri bu şekilde olacak.” Gülle, Ortadoğu'daki değişimin de Türkiye lehine olduğunu, mal satamayız dedikleri pazarlardaki ihracat artışlarının kendilerini cesaretlendirdiğini belirtiyor. HAZIR GİYİM VE KONFEKSİYON İHRACATI (BİN $) TEKSTİL VE HAMMADDELERİ İHRACATI (BİN $) Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 29 Ayın Konusu HEDEF PAZARLAR DEĞİŞTİ, RUSYA ZİRVEYE OTURDU Global krizle birlikte ihraç pazarlarında önemli değişimler oldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre bu yılın ikinci çeyreğinde en büyük ihracatçı ilk bin firmanın yüzde 30'u yeni pazarlara açıldı. Yine firmaların ilk kez girmeyi planladıkları ülke listesinde de büyük değişim oldu. Yapılan ankete göre ihracatçıların yüzde 21'i Rusya'yı ilk kez girilmesi planlanan ülke listesinin başına koydu. İkinci önceliği yüzde 11.4 ile İran alırken, üçüncü sırada yüzde 9.5'le ABD yer aldı. ABD'nin 'ilk kez girilmesi planlanan pazarlar' listesinde üç basamak birden yükselmesi dikkat çekti. Özellikle hedef pazarlar arasında Rusya’nın ağırlığının artmasında yaşanan global krizin etkisi büyük olurken, bu ülkeye dönük yeni gümrük sisteminin devreye girmesiyle ihracatın katlanması bekleniyor. Laleli Sanayici ve İşadamları Derneği (LASİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Gıyasettin Eyyüpkoca, ‘Basitleştirilmiş Gümrük Hattı’ ile kayıtdışı azalacak ve buradan yapılan işlemler ihracat kapsamına alınacak. Rusya ile Türkiye arasında kendiliğinden var olan mükemmel bir pazar var. Avantajlıyız. Rusya’yı cezp etmemizin nedeni çok hızlı iş yapmamız, günübirlik gidip gelebilmeleri, kalite ve fiyat. Biz, sürekli olarak kargo dediğimiz sisteme tanıklık ediyoruz. İşte bu sözünü ettiğimiz sistem devreye girerse çok rahat edeceğiz. Satışlar da ihracat kapsamına girecek” dedi. Laleli’nin ticari ilişkilerinin sadece Rusya ile sınırlandırılmaması gerektiğinin altını çizen Eyyüpkoca, Laleli ihracatının yüzde 60’ının Rusya’ya yapıldığını ifade etti. Eyyüpkoca, "Bölgenin ihracatta gücünü perçinleyecek ve 500 milyar dolar olan Türkiye ihracat hedefinin yüzde 5'ini sırtlayacağız" dedi. LASİAD’ın Rusya pazarına yönelik yaptığı çalışmaların yanı sıra ihracatçı birlikleri de birtakım çalışmalar yapıyor. İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi de alternatif pazarların yaratılmasının çok önemli olduğunu belirterek, “Başta Rusya olmak üzere BDT bölgesindeki diğer ülkelere yönelik arayış ve girişimlerimiz sürüyor” diyor. Örme Sanayicileri Derneği (ÖRSAD) Başkanı Fikri Kurt da yaşanan kriz ortamında yeni pazarlar bulmak gerektiğini belirtirken, alternatif olarak da ilk önce Rusya’yı öneriyor. Kurt, “Bana göre Rusya ve çevresindeki ülkeler şu anda en dinamik pazarlar. Buralara daha fazla kanalize olmamız lazım. İtalya’dan daha fazla kumaş sattığımız Rusya pazarını daha da güçlendirmeliyiz” önerisinde bulunuyor. Denizli İhracatçılar Birliği (DENİB) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Kocasert de ev tekstili sektörüne Rusya’nın yanı sıra Kazakistan’ı da öneriyor. Kocasert, Kazakistan'da Türk ev tekstili ürünleri modasının başladığını, bundan büyük memnuniyet duyduklarını kaydederek, şunları söylüyor: “Kazakistan'da birçok ev Türk perdeleri, havluları, nevresimleri, çarşaflarıyla donatılmış durumda. Burada Denizli'nin ev tekstili ürünlerini kullanmak moda haline dönüşmüş görünüyor. Orta Asya'daki diğer ülkelere ve Rusya'ya bunu yayacağımıza inanıyoruz. Ev tekstili alanında Kazakistan'a yaptığımız ihracat konfeksiyon, makine sektörlerinden sonra 3. sıraya yerleşti. Bu rakamların önümüzdeki aylarda katlanarak devam edeceğini düşünüyoruz. Ev tekstilinde moda oluşturma hedefimize emin adımlarla ilerliyoruz.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 30 İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi ise kurlardaki seviyenin kendileri için önemli olduğunu belirterek, “Türkiye’nin artık ithalatla değil üreterek büyümesi lazım. Bunu yapabilmek için kurlar da ciddi bir rekabet aracı. Bunun için de kurların bu seviyeden daha aşağı inmemesini umuyoruz” diyor. Tanrıverdi, yılın ilk yarısında ülkemize yönelen AB ve ABD kaynaklı siparişlerin yılın geri kalanında da Türkiye’ye yönelme potansiyelini koruduğunu belirtiyor. Tanrıverdi, “Hazır giyimde ilk 5 büyük pazar olan Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya ve İtalya’da yılın ilk 6 ayında değişiklik olmadı. Ancak başta ABD ve Rusya olmak üzere Romanya, Kazakistan, Tunus ve İran gibi pazarlarda yüzde 60-113 arasında değişen oranlarda ihracat artışı sağlanması alternatif pazarlarla birlikte 2011 yılında hazır giyim ve konfeksiyon ihracatının daha fazla ivme kazanacağına işaret ediyor” tespitinde bulunuyor. Avrupa'daki krizin özellikle konfeksiyon sektörüne yarayacağını öne süren Ege Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Emre Kızılgüneşler de benzer görüşü savunuyor. Kızılgüneşler, "Stok riskine girmek istemeyen Avrupalı alıcılar rotayı Türkiye'ye çevirecek. Benzeri bir ortamı Alternatif Pazarlar İHRACATÇILAR YILIN KALAN BÖLÜMÜNDE SORUN GÖRMÜYOR Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından üç ayda bir gerçekleştirilen eğilim anketine göre ihracatçılar önümüzdeki dönemde büyük bir sorun görmüyor. Ankete göre firmaların sadece yüzde 13’ü yılsonunda olumsuz bir ekonomi bekliyor. Anket sonuçlarına göre yılın üçüncü çeyreğinde ihracatçıların yüzde 43.8’i üretimin, yüzde 45.4’ü ise ihracatın artacağını düşünüyor. Anket sonuçları ihracatçıların 3'üncü çeyrekte de yatırım yapacağını ve istihdama katkı sağlayacağını da ortaya koydu. Anket sonuçlarını değerlendiren TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, “Büyük montanlı ticaret yapanlar bu krizden daha fazla etkilenebilir ama biz o kadar etkilenmeyiz. Ayrıca Avrupa için lojistik avantajımız bulunuyor" dedi. Avrupa ekonomilerindeki sorunlara rağmen bu pazara ilişkin kısa vadede bir sıkıntı görmediklerini de belirten Büyükekşi, "Ortalamada son dönemde ihracatımızın yüzde 40'ı yine Avrupa ülkelerine oldu" dedi. Büyükekşi, ihracatçı firmaların bu yıl 200 bin kişilik yeni istihdam yapacağı beklentisinin de mevcut anket sonuçlarıyla uyumlu olduğunu söyledi. Türkiye'nin ihracatını teşvik eden, ithalatını dengeleyen rekabetçi ve istikrarlı bir kur istediklerini belirten Büyükekşi, "Kurdaki ani iniş çıkışlar ekonomiye zarar veriyor. Ayrıca kurdaki yüksek bir artışı istemememizin en önemli nedenlerinden birisi de bizim en önemli üretim girdilerimizden birisi olan ener- 2008 yılında yaşamıştık. O dönemde konfeksiyon sektörü ihracatını artırmaya devam etmişti. Ancak kriz şartları geçince ithalatçılar, tekrar Uzakdoğu'ya kaymıştı. Önümüzdeki dönemde yerli girdi kullanımının artmasını, bunun da fason üretici sayısını artıracağını öngörüyoruz. Tüm bu gelişmelerin istihdam ve cari açık sorunlarının çözümüne olumlu katkıları olacaktır" diyor. Kurların ihracatçı için rekabet edilebilir seviyeye ulaştığını, kurların bu seviyede dengeye oturması durumunda ihracatta önemli artışlar beklediklerini de söyleyen Kızılgü- ji fiyatları üzerinde de yukarı yönlü bir baskı oluşturması” diye konuştu. Büyükekşi, anketteki diğer sonuçları şöyle açıkladı: - 3’üncü çeyrekte, ihracatçıların yüzde 43.8’i üretimin, yüzde 45.4’ü ise ihracatın artacağını düşünüyor. - İhracatçılar, 2’nci çeyrekte kullandıkları hammaddenin yüzde 66.1’ini yurtiçinden kullanırken; elektrik tüketimi artan firma oranı ise yüzde 53.5 oldu. - Yılın 2’nci çeyreğinde, dış finansman talebi bir önceki çeyreğe göre 7 puan artarak yüzde 39 olurken; en fazla özel bankalar tercih edildi. - Firmaların yüzde 40’ı, yılın üçüncü çeyreğinde finansman talebi olacağını belirtti. - Firmaların yaklaşık yüzde 54’ü, kur riskinden korunmak için önlem almadığını belirterek, bunu ithalat yapmasına bağladı. - Firmaların eleman ihtiyacında yaklaşık yüzde 50 ile usta, teknisyen gibi vasıflı eleman ihtiyacının öne çıktığı görüldü. - İhracatçılar 2’nci çeyrekte yüzde 35.5 oranında modernizasyon, yüzde 30 oranında da kapasite artırımına yatırım yaparken; üçüncü çeyrekte de yatırımların yurtiçinde yine yüzde 30 oranında modernizasyon, yüzde 27.5 oranında da kapasite artırımı üzerine olacağı ifade edildi. - İhracatçılar, yılsonunda doların 1.66, Euro’nun 2.34 TL ve büyümenin de yüzde 9.13 olması beklentisi içinde. - Firmaların yüzde 43’ü sanayi, yüzde 48.4’ü ise tarım emtia fiyatlarının artacağını düşünüyor. - İhracatçıların öncelikli sorunlarında, enerji maliyetleri, aramalı ve hammadde fiyatları ile vergi maliyetleri; birinci sorun olan döviz kurlarını neredeyse yakaladı. - İhracatçı firmaların sadece yüzde 6.8’i borsada işlem görüyor ve önümüzdeki 3 yılda sadece 12.8’i borsada yer almayı planlıyor. - Firmaların yüzde 30'u ikinci çeyrekte yeni pazarlara girerken, geçen yılın aynı döneminde bu oran yüzde 35.6'ydı. Kimyevi madde sektörü yüzde 44 ile en çok yeni pazara giren sektör oldu. - Üçüncü çeyrekte firmaların yüzde 21'i Rusya pazarına girmeyi hedeflerken, yüzde 11.4 ile İran ikinci sırada, yüzde 9.5 ile ABD üçüncü sırada yer alıyor. neşler, yılsonu ihracat hedefini 1 milyar 150 milyon dolar hedeflediklerini, kur artışı sonrası bunu 1 milyar 300 milyon dolara revize ettiklerini belirtiyor. Kızılgüneşler, pamuk ve iplik fiyatlarındaki düşüşün de ihracatı destekleyeceğini ifade ediyor. Denizli İhracatçılar Birliği Başkanı Süleyman Kocasert ise Avrupalı’nın Çin’den uzun termin mal almak yerine kısa sipariş verebildiği Türkiye’yi tercih edeceğini fakat yaşanan krizin etkilerini de Türkiye’nin hissedebileceğini belirtiyor. Kocasert, “Henüz krize girmeden, dibi görmeden yüzde 10’luk bir daralma yaşandı. Uzun vadede her şeyin normale döneceğini tahmin ediyorum. Türkiye yeni pazarlar keşfetti. Rusya ve Balkan ülkeleri gibi olası bir krizi bu pazarlarla telafi etmemiz mümkün olabilir" diyor. Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Mustafa Türkmenoğlu ise ihracatçı açısından son 45 senedir özlenen bir kur seviyesine ulaşıldığını, ancak dalgalanmanın sona ermesini bekledik- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 31 Ayın Konusu lerini ifade ediyor. Doların ise 1.70 bandında dengeye oturmasını beklediklerini bildiren Türkmenoğlu, kurların bu seviyede olmasının girdi maliyetleri açısından avantaj sağlayacağını ancak mal satacak pazarlarda sıkıntı yaşanması halinde bu avantajın kullanılamayacağını belirtiyor. Türkmenoğlu, “AB'de krizin derinleşeceği endişesi Türkiye'nin ihracatı için avantajlı durum yaratabilir. Avrupalı ithalatçılar, kriz ortamında Uzakdoğu ülkelerinden ziyade daha hızlı alım yapabildiği Türk firmalarını tercih ediyor. Böyle bir ortamda stok maliyetlerini düşük tutmak isteyen tüm ithalatçılar yönlerini Türkiye'ye çevirecek. Bu ortamda ekonomi yönetiminin 4-5 senedir uyguladığı pazarları çeşitlendirme politikasının da çok yerinde olduğunu görüyoruz. Eğer ihracatımız eskiden olduğu gibi Avrupa ya da ABD'ye bağımlı olsaydı, şu anda kaygılanmak için daha çok nedenimiz olurdu” diyor. Bölgeden yapılan ihracatın kurun etkisiyle hızını artıracağını, kur artışının getireceği rüzgarla özellikle girdi maliyetlerini TL ile sağlayan sektörlerde önemli artışların yaşanacağını kaydeden Türkmenoğlu, ihracatçı firmaların kârlılıklarının da yükseleceğini belirtiyor. Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Başkanı İbrahim Burkay da kurun, özellikle rekabetçilik anlamında ihracatçılar için oldukça önemli bir enstrüman olduğunu belirterek, kurun, Türk ihracatçısının dünya ölçeğinde gerçek anlamda rekabetçi olmasını sağlayan seviyeye geldiğini vurguluyor. Burkay, “Ancak bizler dolar kurunun, 1.65-1.70 arası bir bantta kalmasını istiyoruz. Yılsonu kur hedefimiz de buydu. Şu anki gidişat bizi tedirgin ediyor. Tekstil sektörü olarak ve özellikle ev tekstili olarak kurun bu seviyesi bize dünya pazarlarında artı bir güç veriyor fakat istikrarlı ve sürdürülebilir olması çok önemli. Sektör olarak 8 milyar dolarlık yılsonu hedefimize ulaşacağız. Bu rakam rekor yılı olan 2008'in bile yaklaşık yüzde 15-20 fazlası. Krizden çıkan ilk sektör olduk ve iyi gidişatımızı sürdürüyoruz” şeklinde konuştu. Burkay ayrıca hedef pazar olarak ev tekstili alanında Çin’i seçtiklerini de belirterek, “Çin’de her yıl artan bir ilgiyle karşılaşıyoruz. Katıldığımız Intertextile Şanghay Ev Tekstili 2011 Fuarı sayesinde, ev tekstili alanında Çin’e her yıl düzenli olarak yüzde 50 ihracat artışı sağlıyoruz” diyor. Burkay, şunları söylüyor: “Fuara katılan 41 Türk firması, Çin iç pazarına hâkim olan yerli firmaların adeta ilgi odağı oldu. Çin, Türkiye ile birlikte dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi ve bu iç piyasanın canlılığı ile oluyor. Bu fuarda da Çin’in en büyük firmaları bizi tercih etti ve fuarın yıldızı Türkler oldu. En büyük alan ve en güzel yer Türk firmalarına ayrıldı, seneye iki katı alana çıkıyoruz.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 32 Uludağ, Japonya ve Meksika’yı keşfetti Uludağ İhracatçı Birlikleri’nin (UİB) Koordinatör Başkanı Şenol Şankaya ise kurun artmasının ilk etapta ihracat yapan firmalar için olumlu gözükse de bunun devam etmesinin ihracatçının da dengesini bozacağı uyarısında bulunuyor. Kurun daha da artmasının yaratacağı sonuçlara değinen Şankaya, “Hem ithal edeceği ürünün pahalanması hem de iş yaptığı bölgedeki ticari kapasitenin azalması ihracatçıyı zorlayacaktır. Euro Bölgesi’nde ekonomi küçülmeye devam ediyor ya da hiç büyümüyor. Uzmanlar, İspanya ya da İtalya'nın, belki de ikisinin piyasaların güvenini tamamen kaybetme olasılığının çok yüksek olduğunu söylüyor. Yunanistan'ın aksine, Portekiz ve İrlanda kurtarılmayacak kadar büyük ülkeler. Bu arada, İngiltere kemer sıkma önlemleri nedeniyle de hızlı büyüyemiyor. Bu durumun yaratacağı tüketici talebi düşüşü, üretim adetlerine ve siparişlere de olumsuz yansıyacaktır. Bu yüzden özellikle alternatif pazarlara yönelerek farklı açılımlar yapmamız lazım” diyor. UİB’in yanı sıra Uludağ Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı da olan Şankaya alternatif pazar olarak da Japonya ve Mek- Alternatif Pazarlar sika’yı öneriyor. Yurtdışı temasları sonrasında yeni pazarlarla tanıştıklarını belirten Şankaya, “Japonya’ya gittik. Farklı ve yeni pazarlar olabileceğini gördük. Buradaki temaslarımız olumlu geçti. Özellikle 2013 ve 2014 yılları ve sonrasında çok daha olumlu gelişmeler yaşayacağız. Örneğin bir başka ülke Meksika’ya gittik ve burada altyapı eksikliği gördük. Böyle yeni pazarlarda bundan sonra sektör olarak boy göstereceğiz” diyor. Şahin: Kriz göreceli fırsat Şahinler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Şahin ise temkinli olmak gerektiğini belirterek, özellikle Avrupa pazarı konusunda uyarıyor. Şahin, “Dünyanın en büyük pazarlarındaki bu olumsuz hava, kalkınmakta olan ülkelerin ihracatı, üretimi ve istihdamını da etkileyecektir” derken krizin göreceli bir fırsat olduğunu söylüyor. Türkiye'nin ihracatı çeşitlendirmesi gerektiğini bildiren Şahin, “AB ülkelerindeki pazarları Bangladeş, Hindistan ve Çin gibi yükselen ülkelere kaptırmamamız lazım. Çin parasını yükseltmiyor. Rekabet içinde olduğumuz ülkelere göre paramızı iyi bir konumda tutmalıyız. Daralan pazarlardan büyük paylar alabilmeliyiz. Kalkınmakta olan ülkelerden de ciddi bir ihracat payı almamız lazım. Öte yandan Arap Baharı dediğimiz olaylarla birlikte, bu ülkelere yaptığımız ihracat daraldı. Bu durum o ülkelerdeki düzen oturana kadar da devam edecek. Bu düzenin oturmasının uzun süreceğini göz önünde bulundurduğumuzda, Amerika ve Avrupa pazarlarında da daralma yaşanması halinde ciddi sıkıntıya düşeriz. Avrupa'nın güneyindeki ülkelere ve Ortadoğu ülkelerine göre Türkiye, herşeye rağmen istikrarlı bir ülke. Bankalar sağlam, hızlı ve fleksibl davranabilen bir Merkez Bankamız var. Bütçe yapımız son derece sağlam. Türkiye bu yönlerden avantajlı olduğu için yabancı sermayeyi çekmeye devam edecektir. Özellikle Ortadoğu'nun sermayesi de Türkiye'ye gelecektir. Ama bu da cari açığımızı körükleyecek bir durum. Dengeyi iyi kurmak lazım” diyor. SANAYİCİLER DARALMA BEKLEMİYOR AMA BORÇLAR KAYGILANDIRIYOR İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından geçtiğimiz ay açıklanan Ekonomik Durum Tespit Anketi’nin sonuçları da TİM tarafından açıklanan anketle paralellik gösterdi. Anket hem üretim hem de istihdam açısından geleceğe dönük olumlu tablo çizerken, işletmelerin borçları konusunda ise alarm verdi. İSO anketine göre çalışmaya katılan işletmelerin yüzde 49.3'ü toplam kredileri içinde döviz ya da dövize endeksli kredi bulunduğunu belirtirken, bu oran ölçek büyüdükçe artış gösterdi. Ankete katılan işletmeler arasında kredi kullanan işletmelerin yüzde 51.3'ü, kullandıkları toplam krediler içinde döviz ya da dövize endeksli kredilerin oranının yüzde 70'ten yüksek olduğunu belirtti. Anket sonuçlarını açıklayan İSO Başkanı Tanıl Küçük, imalat sanayi üretiminde ilk yarıda kaydedilen yüzde 11.4'lük büyümenin, anket sonuçlarına da yansıdığına işaret ederek, anket kapsamında tüm temel göstergelerde hem azalış hem de artış bildiren işletmelerin oranları artarken, artış bildirenlerin oranı daha yüksek olduğu için 2011 ilk yarının, 2010 ikinci yarıya göre daha olumlu geçtiğini kaydetti. Tanıl Küçük'ün verdiği bilgilere göre, 2010 ikinci yarıdan 2011 ilk yarıya artış bildiren işletmelerin oranı üretimde yüzde 56.5'ten yüzde 59.7'ye, iç satışlarda yüzde 54.5'ten yüzde 57.7'ye, dış satışlarda yüzde 42.6'dan yüzde 46.3'e, yeni siparişlerde yüzde 48.3'ten yüzde 54.2'ye, istihdamda ise yüzde 41.2'den yüzde 41.9'a yükseldi. 2011 yılının ikinci yarısına yönelik oldukça iyimser beklentiler ortaya koyan işletmeler, ikinci yarının, ilk yarıya göre daha olumlu geçmesini beklediklerini ifade etti. Bu çerçevede ikinci yarıda, üretimlerinde daralma bekleyen işletmelerin oranı yüzde 11.6, iç satışlarında daralma bekleyen işletmelerin oranı yüzde 12.7, dış satışlarında daralma bekleyen işletmelerin oranı yüzde 14.9, yeni siparişlerinde daralma bekleyen işletmelerin oranı yüzde 11.9, istihdamlarında daralma bekleyen işletmelerin oranı ise yüzde 9.5 olarak gerçekleşti. Tüm göstergelerde daralma bekleyen işletmelerin oranı ortalama yüzde 12 oranında seyretti. Bu arada İSO Sanayi Gelişme Endeksi ise 2009 ikinci yarıdan bu yana sergilediği artış trendinin sonucunda, 2011 ilk yarısında 1998 yılından bu yana en yüksek gerçekleşme değeri olan 130.9'a çıktı. 2011 ikinci yarı için endeks beklenti değeri 138.8 olarak gerçekleşti. Kârlılıktaki gelişmelere bakıldığında, 2011 yılı ilk yarı sonunda işletmelerin yüzde 33'ü geçen yılın aynı dönemine göre kâr oranlarının daha yüksek olduğunu belirtti. Bu oran, 2010 ikinci yarıda yüzde 27 olarak gerçekleşmişti. Geçen yılın aynı dönemine göre kâr oranlarının daha düşük olduğunu veya zarar ettiklerini belirtenlerin toplamı ise yüzde 34.5 oldu. Bu oran da geçen yıl ikinci yarıda yüzde 41.2 olmuştu. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 33 Güncel ALMANYA ATİNA'YA VERDİĞİ PARAYI ALTINDAN ÇIKARDI Altında hücümun yaşandığı ağustos ve eylül aylarında ons fiyatı 1.921 doları gördü. Fiyatlar daha sonra 1.700'ler seviyesine indi ancak son 1.5 yıldaki kazanç ABD, Almanya, İtalya ve Fransa gibi ülkeleri ihya etti. Yaşanan fiyat artışından dolayı sadece Almanya'nın kazancı 60 milyar dolar oldu. Böylece Atina'ya verilen 110 milyarlık ilk kurtarma paketinden payına 33.9 milyar dolar düşen Almanya bu parayı şimdiden çıkarmış oldu. Altındaki fiyat hareketleri bugünlerde herkesin kafasını meşgul ediyor. Altın fiyatları 1.921 dolarla 6 Eylül'de zirveye ulaştı. Altının onsu bu tarihte tüm zamanların rekorunu kırarken, aynı ayın sonuna doğru yeniden 1.700 doların altına indi. Kriz ortamlarında, paraya olan güvensizlik arttığında, enflasyon ve faiz oranlarının yükseldiği zamanlarda değerlenen altın, eylüldeki keskin düşüşüne rağmen yine de yılbaşından bu yana yaptığı patlamayla yatırımcısını sevindirdi. Peki, fiyatların artmasına en çok kim sevindi? Bu soruya cevap bulmak için kasasında altın bulunduran merkez bankalarına bakmak yeterli. Ancak burada karşımıza ilginç bir şekilde borç krizinin baş aktörü ülkeler çıkıyor. Resmi rezervlere göre dünyada en çok altın ABD Merkez Bankası’nın kasasında. 8 bin tonun üzerinde altın rezervi bulunan ABD'nin arkasından ise Almanya, İtalya ve Fransa geliyor. Bu ülkelerin merkez bankaları, rezervlerinin büyük bölümünü altına ayırmış. Fiyatlar arttıkça da kâra geçiyorlar. Öyle ki yapılan küçük bir hesaba göre bu ülkelerin bir çoğu Atina'ya 3 yıl içinde vermeyi öngördüğü 110 milyarlık kurtarma paketinin maliyetini 1.5 yıl geçmeden çıkardı. Altının onsu Yunanistan'ı kurtarmak için hazırlanan 110 milyar dolarlık paketin kabul edildiği tarih olan Mayıs 2010'da bin 178 dolardı. Fiyat bu yılın Ağustos-Eylül ayında ise sert iniş ve çıkışların olduğu bir dönem yaşamasına rağmen ortalama 1.700 dolar seviyesini korudu. Bu fiyat dikkate alındığında altının kilogramında 1.5 yıllık süreçte 18.3 bin dolarlık artış olurken Almanya'nın kazancı da 60 milyar doları aştı. Bir başka anlatımla Yunanistan'a 3 yıl içinde aktarılacak olan 110 Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 34 milyar Euro'luk ilk kurtarma paketinden payına 33.9 milyar dolar düşen Almanya bu parayı çıkarırken aynı zamanda 26 milyar dolar da kâra geçti. Uluslararası Ödemeler Bankası verilerine göre Yunanistan'a 56.7 milyar dolarla en büyük desteği veren ve 2.400 tonun üzerinde rezervi bulunan Fransa'nın eylüldeki düşüşe rağmen altındaki kârı 44 milyar dolar. Şimdilik 12 milyar dolar açığı bulunan Fransa'nın Atina'ya vereceği desteğin 3 yıllık takvime yayıldığı gözönüne alınırsa bu açığın da kapatılması ihtimal dahilinde görünüyor. Yine 110 milyar Euro'luk Yunanistan'ı kurtarma paketine İngiltere 14.6 milyar dolar, ABD 7.3 milyar dolar, İtalya ise 4 milyar dolarlık katkı sağlarken, verilen borçlar bu ülkelerin altın rezervlerindeki değer artışı dikkate alındığında neredeyse devede kulak gözüküyor. Hesaplara göre ABD'nin altın rezervinde 148 milyar dolar, İtalya'nın 45 milyar dolar artış olurken, Atina'ya 110 milyar Euro'luk paket kapsamında 30 milyar Euro borç veren IMF'nin altın rezervi ise 51 milyar dolar arttı. En son verilere göre Avrupa Merkez Bankası ve Euro Bölgesi'ndeki 17 merkez bankasının elinde bulunan toplam 10 bin 800 tonluk altındaki Mayıs 2010'dan sonraki değer artışı ise 197 milyar dolar oldu. Altında en fazla artış ise 1 Temmuz'dan sonraki 65 günlük süreçte yaşandı. Bu iki aylık süreçte altındaki değer artışı yüzde 40'ı bulurken, özellikle ağustos ayı başından sonra altını uçuracak birçok gelişme yaşandı. 6 Eylül'e gelindiğinde 1.921 dolarlık tarihi zirveyi gören altın, sonrasında ise 1.700 doların altına geriledi. RESMİ ALTIN REZERVİNDE İLK 10 ÜLKE (Ton) Ülke ABD Almanya IMF İtalya Fransa Çin İsviçre Rusya Japonya Hollanda Hindistan AMB* Dünya Türkiye Aralık 2006 8.133,5 3.422,5 3.217,3 2.451,8 2.719,8 600,0 1.290,1 401,5 765,2 640,9 357,7 639,9 30.379,0 116,1 Ağustos 2011 8.133,5 3.401,0 2.814,0 2.451,8 2.435,4 1.054,1 1.040,1 836,7 765,2 612,5 557,7 502,1 30.700,1 116,1 Altın/Top. rezerv (%) 74.2 71.4 71.2 66.2 1.6 17.8 7,7 3.3 58.9 8.7 31.3 5.7 * Avrupa Merkez Bankası Kaynak: Dünya Altın Konseyi Altında sert iniş ve çıkışların yaşandığı son iki ayda, dünya ekonomisinde de çalkantıların arttığı bir dönem yaşandı. Ağustos ayının ilk haftasına Euro Bölgesi'ndeki kamu borç sorununun İtalya ve İspanya'ya yayılacağı endişeleri ve dünyanın en büyük ekonomisi ABD'deki zayıf ekonomik verilere ilişkin kaygılar damgasını vurdu. ABD'nin federal borçlanma tavanının yükseltilmesi sorununun son anda aşılması Ağustos başında bir nebze küresel piyasaları rahatlatsa bile takip eden günlerde küresel ekonominin yeniden resesyona girebileceği korkusu piyasalarda sert satışlara neden oldu. Piyasalarda yaşanan en büyük gerginlik ise uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's'un (S&P), ABD'nin 'AAA' olan uzun vadeli kredi notunu tarihinde ilk kez düşürerek 'AA+'ya çekmesi ile yaşandı. 'Kara Pazartesi' olarak anılan 8 Ağustos'ta tüm borsalar dip yaptı. Avrupa'nın en büyük 300 şirketini kapsayan FTSEurofirst 300 Endeksi yüzde 3.4, MSCI Tüm Dünya Endeksi de ortalama yüzde 3.3 düştü. Bazı borsalardaki kayıplar ise yüzde 6'yı buldu. Yaşanan gelişmeler sonrasında Amerikan Merkez Bankası FED yüzde 0 ve yüzde 0.25 arasındaki gösterge faiz oranını 2023'e kadar aynı seviyede tutma kararı verdi. Kararın borsalar üzerindeki etkisi sınırlı kalırken, küresel borsaların değer kaybı en sert düşüşlerin yaşandığı 26 Temmuz11 Ağustos arasında 6.8 trilyon doları buldu. Eu- 1850'DEN BU YANA FİYATI 87 KAT ARTTI Antik çağlardan bu yana büyük önem verilen altın, günümüzde de 'güvenli liman' olarak değerini koruyor. 1850 yılında ons fiyatı 18.93 dolar olan altın, 1920 yılına kadar sadece 2-3 dolar arasında artış gösterdi. Altın 1850 yılından bu yana tam 87 kat arttı. 1933 yılında 26 doları aşan altının onsu, 1969 yılına gelindiğinde 41.28 dolara, 1975 yılında 160 dolara, 1979 yılında 306 dolara kadar yükseldi. 2000 yılında 279 dolara düşen altının ons fiyatı, geçen yılı 1225 dolar ile kapattı. Bu yıl 'en parlak' günlerini yaşayan altının son 10 yılda ise fiyatı 5 kattan fazla artış gösterdi. Altın, 2010 yılında yatırımcısına, 2009 yılına göre yüzde 24 kazandırdı. 2010 yılında 1.225 dolar olan altının ons fiyatı, bu yılın ilk 8 ayında ise geçen yıla oranla yüzde 30 değer kazandı. 2005 yılında 218 liradan satışa sunulan Cumhuriyet Altını bugün asgari ücretlinin eline geçen 658 lirayı da çoktan solladı. CUMHURİYET ALTINININ SEYRİ ALTININ ONS FİYATI Yıllar Cumhuriyet Altını (TL) 2001 75 2002 114 2003 112 2004 133 2005 132 2006 218 2007 195 2008 257 2009 317 2010 428 2011* 675 * 22 Eylül tarihi itibariyle YIL 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 6 Eylül 2011 23 Eylül 2011 Asgari ücret 116 184 225 303 350 380 419 503 496 599 658 FİYAT 309 363 409 444 635 731 883 987 1.225 1.921 1.690 Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 35 Güncel ro Bölgesi'ndeki borç krizinin derinleşeceği endişeleriyle geçen 8-14 Ağustos haftasında piyasalar önemli çalkantılara tanıklık etti. Uluslararası borsalardaki sert düşüşler ABD ve Avrupa'da hükümetleri çeşitli önlemler almaya sevk etti. Avrupa Merkez Bankası (ECB) piyasalardaki borç tedirginliğine karşı piyasadan İspanya ve İtalya hükümet tahvillerini topladı. Ancak piyasalar, Fransa'nın kredi notunun düşürülme riski söylentisiyle sarsılmaya devam etti. Fransa'nın kredi notunun düşürülebileceği kaygıları arasında Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tatilini yarıda keserek Paris'e döndü ve 'ekonomik ve finansal durumu' görüşmek için bakanlarla acil değerlendirme toplantısı yaptı. Fransa'nın kredi notuyla ilgili spekülasyonların yanı sıra Fransız bankası Societe Generale'nin finansal durumuna ilişkin söylentiler de piyasalara olumsuz yansıdı. Bu bankanın hisseleri bir günde yüzde 20 düştü. Piyasalardaki fırtına dinmeyince Fransa Cumhurbaşkanı ve Almanya Başbakanı Angela Merkel bir araya gelme kararı aldı. Merkel ve Sarkozy'nin bu kararı aldığı 11 Ağustos'ta borsalar Asya'da bir bankanın Fransız bankalarına kredi hatlarını kapattığı, beş bankanın ise Fransız bankalarıyla takası ve karşı taraf riskini gözden geçirdiği haberleriyle yeniden değer kaybetti. Bunun üzerine Fransa, İtalya, İspanya ve Belçika'da borsalarda açığa satış yasaklandı. Bu karar piyasaları rahatlattı ancak altının onsu bin 815 dolara ulaştı. Altının bin 881 dolara ulaştığı 15-21 Ağustos haftasında da birçok gelişme yaşandı. ABD ekonomisinin resesyona sürüklendiği, küresel ekonomideki toparlanmanın zayıfladığı endişelerinin yanı sıra Euro Bölgesi'nin borç sorununu değerlendirmek üzere bir araya gelen Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Paris'te düzenlediği zirve ve alınan kararlar, piyasaların yön bulmasına yol açtı. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 36 Sarkozy ile Merkel, Euro Bölgesi'nin borç krizini değerlendirmek üzere 16 Ağustos Salı günü bir araya gelirken, piyasaların beklediği ortak Eurotahvil fikrine sıcak bakmadılar. Zirvede ortak ekonomi yönetimi, finansal işlemler vergisi ve borçlara anayasal güvence kararı çıktı. 19 Ağustos'ta uluslararası borsalarda altının onsu bin 881 dolar ile rekor yeniledi. Eylül ayına girildiğinde ise başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere küresel ekonomiyle ilgili peş peşe uyarılar geldi. Tehlikeli bir döneme girildiğine ilişkin bu uyarılar, yatırımcıları 'güvenli liman' olarak görülen altına yöneltti. Böylece altın 6 Eylül tarihinde 1.921 dolarla tarihi rekorunu kırdı. Ancak bu tarihten sonra ibre tamamen dolardan yana döndü. Önce küresel durgunluğun başladığına ilişkin işaretlerin artması, ardından Av- rupa Merkez Bankası'nın (ECB), piyasalara dolar likiditesi sağlamak üzere ABD Merkez Bankası (FED), Japonya Merkez Bankası (BoJ), İngiltere Merkez Bankası (BoE) ve İsviçre Merkez Bankası ile anlaşması altını aşağı çekti, dolarda ise yükseliş getirdi. Ancak eylül ayı ortalarına gelindiğinde piyasalardaki çalkantı durmadı. Yunanistan'la ilgili kaygılar nedeniyle önce AB Ekonomi ve Maliye Bakanları (ECOFIN) toplantı yaptı. Ardından Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreau, telekonferans yoluyla görüştü. Tüm bu görüşmeler Yunanistan'la ilgili iflas kaygılarını azaltmazken, aynı tarihlerde elinde Yunan tahvili bulunan Fransız bankalarının notunun düşmesi piyasalarda yeni bir kaygı fırtınası başlattı. Eylül ayı sonuna gelindiğinde tablo değişmedi. Bu kez notu düşen ABD bankaları Bank of America Corporation's (BAC) ile Wells Fargo oldu. Aynı tarihlerde ABD Merkez Bankası'ndan (FED) gelen adım da piyasalara yön verdi. FED'in, ekonomideki toparlanmayı desteklemek için uzun vadeli Hazine tahvili satın almak için 400 milyar dolarlık kısa vadeli tahvil satacağını açıklaması doları 1.80'in üzerine taşıdı. Bu durum, piyasalarda yaşanan durgunluk riski nedeniyle emtia fiyatlarındaki düşüşe bağlı olarak zaten inişe geçmeye başlayan altın fiyatlarını daha da aşağı taşıdı. Böylece Ağustos ayını 1.825 dolardan kapatan altın 23 Eylül'e gelindiğinde 1.690 dolara kadar düştü. Peki, altın fiyatlarında hareketlilik ne kadar sürecek? Bazı uzmanlar 11'inci yılda da değer kazancına doğru ilerleyen altının 1920 yılından beri en uzun süreli yükselişini sürdürdüğünü belirterek, artık yolun sonuna geldiği görüşünde. Ancak tam aksine altının 2 bin doları geçeceğini, yükselişin 2012 yılında da süreceğini savunanlar da var. TD Securities analisti Bart Melek yazdığı bir raporda, Avrupa'daki kriz endişeleri, piyasadaki volatilite ve genel anlamda riskten kaçışın etkisiyle önümüzdeki aylarda altının 2.000 doları aşmasının beklendiğini söylüyor. Altın üreticisi Newmont Madencilik ise 2013 yılında külçe altının ons fiyatının 2.500 doları görmesini bekliyor. ALTIN ÜRETİMİNDE PATLAMA YAŞANIYOR Altın fiyatları son günlerde rekor üzerine rekor kırarken, Türkiye'de madenlerden çıkarılan altın miktarı da artıyor. Yer altından çıkarılan altın miktarının ilk 6 ayda 10 tonu aştığı açıklanırken yılsonunda bu rakamın 25 tona yükselmesi bekleniyor. Altın fiyatları artarken Türkiye'de madenlerden çıkarılan altın miktarı da artıyor. Altın Madencileri Derneği Genel Koordinatörü Muhterem Köse, Türkiye'de halen Uşak Kışladağ, Gümüşhane Mastra, Bergama Ovacık ve Erzincan olmak üzere 4 altın madeninde üretim yapıldığını, önümüzdeki aydan itibaren İzmir-Efemçukuru, Eskişehir-Sivrihisar ve Niğde-Ulukışla'daki madenlerde de altın üretimine başlanacağını söylüyor. Bu yılın ilk 6 ayında 4.4 tonu İzmir-Bergama ve Gümüşhane, 3.7 tonu Uşak-Kışladağ'da, 2.3 tonu da Erzincan-Çöpler'de olmak üzere toplam 10.4 ton altın çıkarıldığını ifade eden Köse, söz konusu maden şirketlerinin de üretime geçmesiyle birlikte yılsonunda bu rakamın 25 tonu bulmasını beklediklerini belirtiyor. Köse, 25 ton altının bugünkü ekonomik değerinin 1.4 milyar doları bulduğuna işaret ederek, bunun Türkiye için ciddi bir rakam olduğunu kaydediyor. Türkiye'de altın üretimine 2001 yılında başlandığını anımsatan Köse, şunları söylüyor: "Bugün altın üretimi sıralamasında dünyada ilk 40 ülke içinde olan Türkiye'nin, yılsonunda ilk 20 ülke arasına gireceğini tahmin ediyoruz. Türkiye'de 2013 yılında altın üretiminde adeta patlama olacak. Çünkü 2013 yılında 4 altın madeni daha faaliyete geçecek, toplam 11 altın madeninde o yıl yaklaşık 40 ton altın çıkarılacağı hesaplanıyor." Günümüzde, dünyada yılda 2 bin 700 tona yakın altın üretimi yapılırken, bu alanda 351 tonluk üretimiyle Çin ilk sırada bulunuyor. Bu ülkeyi, 270 tonluk üretimiyle Avustralya, 233 tonluk üretimiyle ABD, 203'er tonluk üretimleriyle de Rusya ve Güney Afrika izliyor. Uzmanlar, Türkiye'de yer altında 6 bin 500 ton, yastık altında 5 bin ton altın olduğunu tahmin ediyor. Türkiye, 2006 yılından bu yana da, Rusya hariç Avrupa ülkeleri arasında en büyük altın üreticisi konumunda bulunuyor. Dünyada altın talebi en yüksek ülkeler arasında ise Türkiye, 3'üncü sırada yer alıyor. TÜRKİYE'NİN ALTIN ÜRETİMİ Yıl Miktar (Ton) 2001 1.4 2002 4.3 2003 5.4 2004 5.0 2005 5.0 2006 8.0 2007 10.0 2008 11.0 2009 14.5 2010 17.0 2011* 10.4 TOPLAM 92 *İlk 6 ayı kapsamaktadır. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 37 Güncel PAMUKTA REKOLTE YÜZ GÜLDÜRDÜ FİYATLAR BU YIL DENGELENECEK Hasat sezonu başlayan pamukta bu yıl rekolte yüz güldürürken, fiyatların nasıl seyredeceğine ilişkin spekülasyon çok. Ocakta 7 lirayı gören ancak daha sonra düşüşe geçen pamukta artan rekolteye bağlı olarak dengeli bir fiyat bekleniyor. Pamukta 2011-2012 hasat sezonu 1 Ağustos'ta resmen başladı. İlk ürünler borsalara gelmeye başlarken pamuk hasadının büyük bölümünün eylül sonunda yapılması bekleniyor. Ancak pamukta bu yıl diğer sezonlardan farklı olarak, önceki yıl fırlayan fiyatlar nedeniyle büyük bir üretim artışı yaşanıyor. Geçen yılın ocak ayında kilogram fiyatı 2.5 lira olan, bu yılın ocak ayında ise 7 liraya kadar çıktıktan sonra halen 3.6-4 liradan satılan pamukta 750 bin tonluk üretim bekleniyor. Üretim geçen sezon 500 bin ton civarındaydı. Dünyada ise üretimin bu yıl 2 milyon ton artışla 26 milyon tonu geçmesi bekleniyor. Geçen yıl, dünya pamuk stoklarındaki azalma, en önemli üretici ülkelerden Pakistan'daki sel felaketi, ABD'nin pamuk üretiminden uzaklaşması ve petrol zammı ile birlikte petrolden elde edilen elyafın fiyatının yükselmesiyle kıymete binen pamuk, ocak ayında 7 liraya kadar çıkmıştı. Fiyatlar temmuz sonunda 3 liraya kadar düşerken, yeni sezonun açılmasıyla eski mahsul ürün borsalarda ağustos ayı ortalarında 3.65 liradan işlem görürken, yeni sezonda fiyat dalgalanmalarının daha az olması bekleniyor. Tahminler yeni sezonda fiyatın dengeye oturarak 3.5-5 lira aralığında olması yönünde. Yeni sezonu değerlendiren Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Ünlütürk, aşırı derecede yükselen pamuk fiyatları sonucunda, bu sezon üretimde tarihsel bir patlama meydana geldiğini söylüyor. Arjantin'in Buenos Aires şehrinde 4-10 Eylül tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Pamuk İstişare Konseyi Toplantısı'nda, 2011-2012 sezonu pamuk üretiminin 26.3 milyon ton seviyesinde gerçekleşeceği öngörüsünde bulunulduğunu anlatan Ünlütürk, dünya genelinde pamukta devir stoklarının ise 11.4 milyon tona ulaşmasının beklendiğini belirtiyor. Ünlütürk, şunları söylüyor: “Tüketime göre yaklaşık 2 milyon tonluk fazlalık oluştu. Bu nedenle, fiyatlarda dengelenme beklentisi var. Fiyatların sanayicinin ve üreticinin beklentisinin çakışacağı noktada şekilleneceğini düşünüyoruz. Yaşanan aşırı fiyat artışları sonrasında dünya genelinde tekstil sektörü pamuk yerine çok daha ucuz olan suni elyafa yönelmişti. Pamuğun toplam elyaf tüketiminde payı yüzde 36'dan yüzde 33'e gerilemişti. Nispeten daha makul seviyelere gelecek pamuk fiyatlarıyla 2011-2012 sezonunda pamuğun diğer elyaflara göre tekrar rekabetçi gücünü yakalamasını bekliyoruz.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 38 Adana Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Muammer Çalışkan, oldukça hareketli bir pamuk sezonunu geride bıraktıklarını belirterek “Geçen yıl çok hızlı çıkış ve yine aynı hızda düşüşler yaşanırken, rekor fiyatlar ortaya çıktığı gibi rekor çıkış ve düşüşler oldu. Tabi bu durum, borsanın tabiatında olan bir şey. Ancak böylesine hızlı bir iniş-çıkış yaşanması pek de rastlanılan bir durum değil. Mutlaka yükseliş ve düşüşler olacak ama biz daha yumuşak iniş ve çıkışları seviyoruz. Pamuk fiyatları yükselişe geçerken, ummadığımız şekilde de düşüş gösterdi. Umarım bu rakamlar, yeni sezonda daha derli toplu olur” diyor. Türkiye'nin son 15 yıllık zaman diliminde 'pamuk ithal eden bir ülke' konumuna geldiğini savunan Çalışkan, bugünlerde ise pamuk ve mısırın, 'alternatif ürün' olarak kendisini öne çıkardığını belirtiyor. Muammer Çalışkan, “Pamuk, bugünkü düşmüş haliyle bile birim alandaki katma değeri nedeniyle mısırdan yüzde 40 ile 60 arasında değişen oranlarda daha fazla gelir getiren bir ürün. Bu, mısır ekilmesin anlamına gelmez. Pamuk yetiştirilen bölgelerde pamuğa, pamuk yetiştirilmeyen yerdeyse mısıra destek verilerek, üretim dengesi sağlanabilir. Bu noktada pamuk daha fazla desteklenmeli, pirimler de yeniden gözden geçirilmelidir" açıklamasında bulunuyor. Rekoltede yüzde 50 artış bekleniyor Adana Ticaret Borsası Başkanı Muammer Çalışkan, geçen yıl Çukurova yöresindeki 90 bin ton olan lif pamuk üretiminin, bu hasat sezonunda yüzde 50 oranında artış göstererek 135 bin ton olmasını beklediklerini ifade ederek, “Türkiye genelinde de geçen yıl 500 bin ton olan rekoltenin ise yine aynı oranda artış göstererek 750 bin ton olması öngörülüyor. Rekolte artışı, inşallah öngörülen düzeyde olur ve sonuçta üretici, sanayici, ülke ekonomisi açısından yarar sağlar. Ancak rekoltedeki artış yine de yeterli oranda bir artış değil. Rekolte yükselse de hâlâ Türkiye'nin üretimi, tüketimi karşılamadığı için 400-500 bin ton pamuk ithalatı gerekebilir” diyor. Geçen yılın ocak ayında kilogram fiyatı 2.5 lira olan, bu yılın mayıs sonunda ise 7 lira sınırına dayanan pamuğun fiyatının düşmeye başladığını, temmuz sonuna doğru 3 lira sınırına dayanmasının üretici, borsacı ve alıcı üçgeninde endişeye yol açtığını belirten Çalışkan, önümüzdeki döneme ilişkin beklentilerini ise şöyle anlatıyor: "Pamuk fiyatlarında düşüş olması bekleniyordu ama bu oranda düşüş olacağını tahmin etmiyorduk. Ancak son günlerde pamuk fiyatlarındaki yükseliş bizi sevindirdi. Borsada son işlem gününde pamuk ortalama 3.65 liradan işlem gördü. Serbest piyasanın kuralı belli. Bir üründe fiyat çok yükseldiği zaman daha sonra düşüşe geçer, çok düştüğü zaman da tersine bir süre sonra yükselmeye başlar. Fiyat dalgalanmalarının boyutu önce yüksek olur, daha sonra ateşi düşerek normale döner ve küçülür. Fiyatlar mutlaka rayına oturacaktır. Hasat sezonunun başlayacak olması da fiyatların belli bir düze- PAMUK KONSEYİ 4.70 LİRALIK MALİYET BELİRLEDİ Ulusal Pamuk Konseyi (UPK), 2011 yılına ait pamuk ürünü üretim maliyetleriyle ilgili bir çalışma yaparak, elde ettiği verileri Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na sundu. UPK'nın koordinasyonunda Ege ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki pamukla ilgili kurumlarla farklı verimlerde yapılan çalışma, kütlü pamuk maliyetinin ortalama 1.79 TL/kg olduğunu ortaya çıkardı. Lif pamuk fiyatına denklendiğinde ise rakamın, ortalama yüzde 38 lif oranı hesabıyla 4.70 TL/kg olduğu saptandı. UPK Başkanı ve İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Barış Kocagöz, "Günümüzde 4.2 TL/kg olarak seyreden lif pamuk fiyatları göz önünde tutulduğunda, bakanlığımız tarafından 2011-2012 sezonu için verilen destekleme priminin, maliyetinin altında seyreden pamuk fiyatlarının gölgesinde üretime devam eden çiftçi için ne kadar değerli ve önemli olduğu görülmektedir" diyor. ye oturması bakımından yararlı olacak. Hasadın başlamasının ardından fiyatların 3.5-4 liraya oturacağını tahmin ediyoruz. Umarız daha iyi bir fiyat aralığı oluşur. Üretici ve sanayiciye iyi bir pamuk hasadı sezonu diliyorum. İnşallah sezon her kesimin beklentisine cevap verir." Çukobirlik'in fiyat beklentisi 5 lira Çukurova Pamuk Yerfıstığı ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (Çukobirlik) yetkilileri de pamuk fiyatının dengeli seviyede olmasının hem çiftçi hem sanayici hem de aracılar için daha yararlı olacağı inancını taşıdıklarını belirtiyorlar. Hasadına başlanan pamuğun üreticinin yüzünü güldüreceğine inandıklarını belirten yetkililer, lif pamuk fiyatlarının piyasalarda 5 lira düzeyine ulaşacağını tahmin ettiklerini, bu nedenle üreticilerin sabırla beklemesinde yarar olduğunu kaydediyorlar. Yetkililer, Çukobirlik olarak 1 Ağustos 2011 tarihinde resmen başlayan kampanya döneminin eylül ortalarından itibaren yoğunlaşarak devam ettiğini söylüyorlar. Çukobirlik Yönetim Kurulu Başkanı Abdurrahman Bal ise üreticilerin pamuğunu piyasa şartlarında değerlendirerek emeklerini koruyacaklarını söylüyor. Bal, “Çünkü pamuk fiyatları dünyada ve iç borsalarda değişken bir seyir izliyor. Hasat döneminde birlik yönetim kurulumuz piyasaları dikkate alarak üreticimizin alın terini koruyacak bir fiyat politikası belirleyecektir” diyor. 16 Ağustos'ta yeni sezon pamuğun ilk hasadının yapıldığı Söke'nin Ziraat Odası Başkanı Kemal Kocabaş ise 2010 üretim yılında üretilen pamuk fiyatının 7.5 liraya kadar yükseldiğini belirterek, bu moralle tarlaya giren üreticinin pamuk ekimine yüklendiğini ancak fiyatın temmuzda 3.8 liraya gerilediğini söylüyor. Kocabaş, “Şu anda fiyatlarda az da olsa bir yükselme var ancak fiyatlar yüz güldürmüyor. İnşallah yeni sezonda fiyatlar yüz güldürür” diyor. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 39 Güncel AYAKKABI VE GİYİM HARCAMALARI, TÜRK EKONOMİSİNİN BÜYÜME HIZINI 3.3 PUAN AŞTI ise yüzde 8.9'dan yüzde 9'a revize edildi. TÜİK, bu yılın ilk çeyreğine ilişkin olarak daha önce yüzde 11.0 olarak açıkladığı gelişme hızını da yüzde 11.6 olarak değiştirdi. İş dünyası Türkiye'nin ikinci çeyrekte yakaladığı yüzde 8.8’lik büyüme hızını tarihi bir fırsat olarak görürken, ekonomistler de yılsonu tahminini şimdiden yüzde 8'e yükseltti. Büyüme rakamlarını değerlendiren Sanayi Bakanı Nihat Ergün, "Hesapsız, kitapsız, kontrolsüz büyüyelim anlayışıyla bir büyüme söz konusu değil. Büyüme özel sektör kaynaklı" derken, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da 2011 yılının tamamında Türkiye'nin yüzde 7-8 arasında büyüyeceğini öngördüğünü bildirdi. Türk ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde yüzde 8.8 büyüyerek Çin’in ardından dünya ikincisi olurken, rakamlar tekstil ve hazır giyim için de umut vermeye devam ediyor. Geçen yıl Türkiye ekonomisinin 5.2 puan üzerinde artan tekstil ve giyim harcamaları, bu yılın ikinci çeyreğinde de yüzde 12.1 arttı. Böylece sektör Türkiye ortalamasının 3.3 puan üzerinde büyüdü. Tekstil ve hazır giyim harcamalarında ilk 6 aydaki artış ise yüzde 14.4 oldu. Rakamlar, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği'nin her yıl hazırladığı Hazır Giyim Faaliyet Endeksi’ni de teyit etti. Endekse göre son 1.5 yılda Türkiye'nin iç pazar hazır giyim satışı yüzde 53 artış gösterirken, bu rakam Avrupa Birliği'nde yüzde 11, ABD'de yüzde 32 seviyelerinde gerçekleşti. Alınan tüm fren tedbirlerine rağmen, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 8.8 oranında büyüyen Türk ekonomisi ilk çeyrekte olduğu gibi yine özel sektör kaynaklı büyüdü. İkinci çeyrekte imalat sanayi yüzde 8, inşaat yüzde 13.2, ticaret yüzde 13 büyüme gösterdi. Üretim yöntemiyle hesaplanan gayri safi yurtiçi hasıla tahmininde, 2011 yılı ikinci üç aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre cari fiyatlarla gayri safi yurtiçi hasıla yüzde 19.2'lik artışla 318 milyar 404 milyon lira oldu. Sabit fiyatlarla ise bu dönemde ekonomi, yüzde 8.8'lik büyümeyle 27 milyar 910 milyon lira oldu. TÜİK diğer taraftan, 2010 yılı tüm çeyrekleri ile 2011 yılı ilk çeyreğine ilişkin gayri safi yurtiçi hasıla rakamlarında revizyona gitti. Buna göre, geçen yıl ilk çeyrekte yüzde 12 olarak açıklanan büyüme hızı yüzde 12.2, ikinci çeyrekte yüzde 10.3 olarak açıklanan büyüme hızı yüzde 10.2, üçüncü çeyrekte yüzde 5.2 olarak açıklanan büyüme hızı yüzde 5.3 olarak revize edildi. 2010 yılı dördüncü çeyreğinde 298 milyar 294 milyon lira olarak açıklanan gayri safi yurtiçi hasıla 297 milyar 541 milyon liraya çekildi ancak büyümede oransal değişim olmadı. Büyüme 2010 yılının tümü için Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 40 Bu arada TÜİK’in açıkladığı veriler Türkiye’yi, yüzde 9.5 büyüyen Çin’in ardından dünya ikinciliğine taşırken, Türkiye’yi yüzde 8.4 büyüme oranıyla Estonya takip etti. İkinci çeyrekte Hindistan yüzde 7.7, Şili yüzde 6.5, Endonezya yüzde 6.5, Litvanya yüzde 6.2 ve Letonya yüzde 5.7 büyüme kaydetti. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD aynı çeyrekte yüzde 1.5, Avrupa'nın en büyük ekonomisi Almanya ise yüzde 2.8 büyüme sağladı. Fransa ekonomisi ikinci çeyrekte yüzde 1.6, İngiltere ekonomisi yüzde 0.7 ve İtalya ekonomisi yüzde 0.8 büyüdü. DÖNEMLER İTİBARİYLE BÜYÜME Dönem 2010-I 2010-II 2010-III 2010-IV 2010-Yıllık 2011-I 2011-II GSYH ($) 160.332 173.821 196.516 204.260 734.929 182.841 203.626 Gelişme hızı (%) 12.2 10.2 5.3 9.2 9.0 11.6 8.8 Bizden METEM’Lİ ÖĞRENCİLER STAJLARINI FRANSA VE ALMANYA'DA YAPTI Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası bünyesindeki Türk Tekstil Vakfı'nın hayata geçirdiği METEM'lerden biri olan Adana Sarıçam Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi öğrencileri staj çalışmaları için gittikleri Fransa ve Almanya'daki eğitimlerini tamamlayarak memleketlerine döndü. 2010 başvuru döneminde ‘Avrupa Birliği (AB) Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı Hayat Boyu Öğrenme Programı Leonardo da Vinci Mobility Programı’ kapsamında, 'Koruyucu Giysi Yapımında Kullanılan Kumaşların Üretimi' konulu projesi ile 274 proje arasına girmeye hak kazanan METEM'li öğrenciler Fransa ve Almanya'da bu alandaki materyallerin incelemesini yaptı. Proje hakkında bilgi veren METEM Okul Müdürü Mustafa Naci Özkılınç, "Proje kapsamında yurtdışında eğitime giden öğrencilerimiz, koruyucu giysi kumaşlarının üretim teknikleri, kullanım alanlarına göre sınıflandırmaları ve bu konuda yapılan Ar-Ge çalışmalarını inceledi. Tekstil üretiminde dünya standartları, modern teknolojiler incelenerek ülkemizdeki standartlarla karşılaştırmalar da yapıldı. Öğrencilerimiz, bu projeyle ülkemizde yeni gelişmekte olan koruyucu giysi kumaş üretim teknolojileri sektörünün ihtiyaç duyduğu nitelikli ve deneyimli elemanlar yetiştirilmesi için sektörel eğitimin önemli olduğunu gördü" dedi. Öğrencilerin, dil pratiklerini de geliştirme olanağı bulduğunu ifade eden Özkılınç, "Öğrencilerimiz, dil pratiklerini geliştirmenin yanında bu ülkelerin kültürlerini öğrenme fırsatı da buldu" diye konuştu. Adana METEM, "Tekstil Sertifika Programlarının İncelenmesi" konulu projesi ile Avrupa Birliği tarafından desteklenmeye değer bulundu. Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı tarafından yürütülen 2010 Yılı Hayat Boyu Öğrenme Programı-Leonardo da Vinci Mobility (Hareketlilik) projeleri kapsamında, Adana METEM'in meslek öğretmenleri, geçen yıl da 3-17 Ekim 2010 tarihleri arasında Almanya'ya, 17-31 Ekim 2010 tarihleri arasında da Danimarka'ya inceleme gezisi yapmıştı. ARAŞTIRMA UZMANIMIZ MERVE ŞENEREN’İN MUTLU GÜNÜ Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın İstatistik ve Araştırma Servisinde Araştırma Uzmanı olarak görev yapan Merve Şeneren, 10 Eylül 2011 tarihinde Barış Çelik ile dünya evine girdi. Ankara’da İncekgarden’da düzenlenen törende çiftin nikah şahitliğini Ankara Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Özdebir ile Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Genel Sekreteri Başar Ay yaptı. Genç çifte mutluluklar diliyoruz. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 41 Güncel ANTİ DAMPİNG VERGİSİ YERLİ ÜRETİCİYE NEFES ALDIRDI Uzakdoğu’dan ithal edilen tekstil ve konfeksiyon ürünleri, iç pazardaki üretimi ciddi şekilde tehdit eder hale gelmişti. 22 Temmuz’dan itibaren ithal tekstil ve konfeksiyon ürünlerine getirilen anti damping vergisi uygulaması, iç pazardaki üreticilerin nefes almasını sağladı. Böylece askıya alınan yatırımlar ve üretimi duran tesisler yeniden gündeme geldi. Yatırım planlarını erteleyen firmalar yeni üretim projelerini birbiri ardına devreye almaya başladılar. Tekstil ve konfeksiyon alanlarında Uzakdoğu’nun uzun yıllardan beri yarattığı rekabet iç pazarda bir çok fabrikanın kapanmasına, bir çoğunun da üretim kapasitesini düşürmesine neden olmuştu. Ancak son dönemde kurlardaki artış ve ithalata tekstil ürünlerinde yüzde 20, konfeksiyon ürünlerinde ise yüzde 30 oranında vergi gelmesiyle birlikte işler tersine döndü. Geçmişte yurtdışından ithalata ağırlık veren birçok şirket ithalatın zorlaşmasıyla birlikte artık Türkiye’de üretme planları yapmaya başladı. Ucuz ithal ürünler nedeniyle kapasitelerini düşüren tesislerin de artık kapasite artırımına gideceğine dikkat çekiliyor. Üretim planlarına hız veren şirketlerden biri de Sanko Holding. Türkiye’nin en büyük iplik üreticilerinden biri olan Sanko Holding de eski fabrikalarını yeniden devreye alırken yenileme yatırımlarına da hız verdi. Türkiye’deki üretimini son yıllarda oldukça sınırlı düzeyde tutan Adidas’ın da yerli üretime ağırlık verme planları yaptığı gelen haberler arasında yerini alıyor. Son olarak Dunlop, Slazenger gibi markaların da aralarında yer aldığı 60 markayı Türkiye’ye getiren Olgar Şirketler Grubu da ithalatın zorlaşması ile birlikte Rootfield adıyla kendi markasını yarattı. Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Konukoğlu, geçmişte tekstil fabrikalarını kapattıklarını ancak son gelişmelerle birlikte yeniden devreye aldıklarını söylüyor. Şu ana kadar fabrikalarında 70 milyon dolarlık yenilenme çalışması yaptıklarını belirten Konukoğlu, “Fabrikalarımızın üretim kapasitesini yüzde 20 oranında artırmayı planlıyoruz. Bunun için 70 milyon dolar belki de bunun üzerinde bir yatırım daha yapacağız” diyor. 22 Temmuz’da başlayan anti damping uygulamasının talebi iç pazara kaydırdığına işaret eden Konukoğlu, birçok firmanın geçmişte düşürdükleri kapasitelerini artırma planları yaptıklarına da dikkat çekiyor. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 42 Türkiye’de yatırım cazip hale geldi İthal ürünlerin iç pazara girmesini zorlaştıran anti damping uygulaması, Türkiye’de yapılması planlanan ancak ucuz ithal ürünlerin yarattığı rekabet nedeniyle askıya alınan yatırımların hayata geçirilmesi için önemli bir vesile oldu. Türkiye’de marka yaratma planları bulunan Olgar Şirketler Grubu, anti damping uygulamasının hayata geçirilmesiyle ithal ettiği ürünlerde fiyatların yükselmesi üzerine bu planı hemen uygulamaya koydu. Olgar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Özhun Olgar, uzun süreden beri marka yaratma planları bulunduğunu ancak anti damping uygulamasının hayata geçirilmesi ile bu planı devreye aldıklarını belirtiyor. Marka için altyapılarını kullanarak yatırım yaptıklarını belirten Olgar, şunları söylüyor: “Türkiye’de ya çok pahalı ya da çok ucuz markalar var. Orta grupta bir markaya ihtiyaç vardı biz de Ro- Levent GÖKMEN Muhabir / Ekonomist Dergisi otfield ile bu yatırımı yaptık. Altyapımız sayesinde yaklaşık 2 milyon dolar değerinde yatırımı çok daha ucuza yaptık.” 1994 yılında Kırklareli’nde kurduğu fabrikasını 2005 yılında kapatan Collezione’un sahibi Ekrem Akyiğit, anti damping uygulamasının ardından Doğu Anadolu’da fabrika kurmak üzere düğmeye basmış durumda. Fiyat rekabetinin sektördeki önemine işaret eden Akyiğit, anti damping uygulamasıyla yurtdışından gelen ürünlerle artık bu rekabetin sağlanamadığını, o nedenle işçilik maliyetlerinin ucuz olduğu, teşvik kapsamında yer alan Doğu Anadolu’ya yatırım yapacaklarını söylüyor. Elazığ, Bingöl ve Muş’ta incelemeler yaptıklarını, bölgeden yerel bir ortak bularak bu kentlerden birine dokuma ve örme grubu yatırımı yapmayı planladıklarını belirten Ekrem Akyiğit, şunları söylüyor: “Bölgeden bir yerel ortak bulup yatırım desteği, alım garantisi vererek orada üretim yaptırmayı planlıyoruz. Öncelikle örgü gurubuna 3 milyon liralık yatırım yapmayı daha sonra da örgü grubuna 5 milyon lira olmak üzere önümüzdeki beş yıl içinde toplamda 8 milyon liralık yatırım yapmayı planlıyoruz. Yıllık 15 milyon adetlik satışımızın 6.5 milyon adetini Uzakdoğu’dan getiriyorduk. Bu rakam son dönemde 4 milyon adete gerilemişti bu yatırımlarla birlikte üretimimizin yüzde 95’ini yurtiçinde yapmayı planlıyoruz.” Kurlardaki artış kime yaradı? İTHAL TEKSTİL VE HAZIR GİYİMDE EK VERGİ LİSTESİ GENİŞLEDİ Bazı tekstil ve konfeksiyon ürünlerinin ithalatında geçici önlem olarak yürürlükte olan 'teminat şeklinde ek gümrük vergisi' uygulaması, 15 Eylül’den itibaren ilave gümrük vergisi tahsiline dönüştürüldü. 15 Eylül’de Resmi Gazete’de yayınlanan yeni düzenlemeyle gümrük vergisi oranlarında bir değişiklik yapılmamakla birlikte ürün kapsamı genişletildi. Ek vergiye tabi ürün grubu sayısı daha önce 'teminat şeklinde ilave gümrük vergisi uygulaması'na tabi tutulan 33 ürünle birlikte toplam 54’e ulaştı. Ancak listeye yeni dahil edilen ürünlere getirilen ek gümrük vergisinin 90 gün sonra yürürlüğe girmesi kararlaştırıldı. Ek vergi getirilen ürünler arasında gaz bezleri, dokunmamış mensucat, sicim ip veya halatdan düğümlü ağlar, dokunmuş kadife, peluş, tırtıl mensucat, havlu cinsi bukleli mensucat, örme tüylü mensucat, erkekler ve erkek çocuklar için paltolar, kabanlar, kolsuz ceketler, pelerinler, anoraklar, takım elbiseler, kadınlar ve kız çocukları için mantolar ve takım elbiseler, erkek, kadın, kız ve erkek çocuğu için gömlekler, tişörtler, fanilalar atletler, iç çamaşırları, kravatlar, bebekler için giyim eşyası, kazaklar, spor, kayak ve yüzme kıyafetleri de var. Ek vergiler, ithalatın yapıldığı ülkeye ve ürün grubuna göre yüzde 3 ile yüzde 30 arasında değişiyor. Yerli üreticileri korumak amacıyla getirilen ek vergilere ilişkin süreç 13 Ocak 2011 tarihinde, sendikamız öncülüğünde yerli tekstil üreticilerinin yaptığı başvuruyla başlamıştı. Bu sürecin ardından AB hariç bazı tekstil ve hazır giyim ürünlerinin ithalatında teminat şeklinde ilave gümrük vergisi alınmasına yönelik uygulama Resmi Gazete'de 22 Temmuz'da yayımlanarak yürürlüğe girmişti. 15 Eylül’de Resmi Gazete’de yayınlanan kararla Ekonomi Bakanlığı yerli üreticiyi ‘haklı’ bulurken, ithalat rejimi kararına getirilen ekte, Avrupa Birliği üzerinden Türkiye'ye gümrüksüz Çin, Kore, Hindistan gibi ülke ürünlerinin sokulmasının da önüne geçildi. AB veya Türk menşeili olmayan ama birlik dolaşım belgesi ile Türkiye'ye getirilen ürünlerden ek vergi alınacak. Ek vergi oranlarının yanı sıra Ekonomi Bakanlığı'nın soruşturma sonucuna ilişkin özet raporu da Resmi Gazete'de yayımlandı. Raporda, “Soruşturma konusu kumaş ve hazır giyim ithalatı özellikle son dönemde ani ve önemli oranda arttı, bu yerli üreticinin ekonomik göstergelerini bozdu” denildi. Ekonomi Bakanlığı, 2010 yılında yaklaşık 12 milyar dolarlık tekstil ve konfeksiyon ithalatı yapıldığını, bunun yurtiçindeki etkisinin ise yaklaşık 40 milyar doları bulduğunu kaydetti. önümüzdeki sezondan itibaren hazır giyim ürünlerinin fiyatlarının yüzde 10-15 oranında artabileceğini de belirtiyor. İthalata yönelik anti damping uygulaması ve döviz kurlarındaki artış iç pazara çalışan perakendecileri üzdü. İthal edilen ürünlerin daha pahalıya gelmesinin yanı sıra dövizdeki artışla da önemli bir darbe yiyen perakendecilerin önümüzdeki sezondan itibaren ürünlere yüzde 10-15 oranında zam yapması bekleniyor. Son yıllarda döviz kurları nedeniyle ihracatta fiyat tutturamayan firmalar da döviz kurlarındaki yükselişten son derece memnun. Öyle ki fiyat tutturamamak nedeniyle büyük miktarlı alımlar yapan ABD’li alımcıları kaybeden üreticiler, yeniden müşterilerini kazanma yolunda adımlar atmaya başladılar. Bunlardan biri de APS Tekstil. APS Tekstil’in sahibi Osman Benzeş, döviz kurlarındaki artış ile birlikte 2007 yılından itibaren Uzakdoğu’ya kaptırdıkları ABD pazarını geri almak üzere adımlar attıklarını söylüyor. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Cem Negrin, fasoncuların gelen talepler doğrultusunda iç pazara üretim yapmalarıyla ihracatçıların fason üretici bulmakta güçlük çektiklerini söylüyor. Negrin, ithalata uygulanan anti damping nedeniyle önümüzdeki dönemde ithal ürünlerin azalacağını, iç pazarda Eylül ayından itibaren ABD pazarına yeniden çıkarma yapma çalışmaları olduğunu belirten Benzeş, şöyle devam ediyor: “ABD pazarına üretim yapmak üzere 2005 yılında Merzifon’a bir fabrika kurmuştuk ama 2007 yılında ABD’li firmalar bizden alım yapmayı bırakınca daha düşük adetlerle alım yapan Avrupa pazarına yöneldik. Döviz kurlarındaki artışla birlikte ABD pazarında tekrardan fiyat tutturabilir hale geldik ve önümüzdeki dönemde oraya çıkarma yapmaya hazırlanıyoruz. ABD’li bir marka model başına 20-100 bin arası alım yaparken, Avrupalı bir marka model başına 3-15 bin arası alım yapıyor. Bu nedenle ABD’li müşteriler bizim için büyük önem taşıyor.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 43 Tekstilin Kaleleri 01 ADANA TEKSTİLDE MARKA ŞEHİR OLDU Pamuk, Adana ilinden bahsederken ilk aklımıza gelen ürün olmanın yanında Adana’nın tekstil sektöründe en önemli hammaddesi olma özelliği de taşıyor. Üretim ve istihdam açısından birçok sorun yaşansa da Adanalı üreticiler sorunları giderme yollarını bulmuş, hatta kriz dönemini en az zararla atlatmayı da başarmış durumda. Krizin artık gerilerde kaldığı bölgede üreticiler büyüme hedefleriyle yollarına devam ediyor. T ekstil ve konfeksiyon sektörünün en önemli hammaddelerindendir pamuk… Adana, pamuk üretimi açısından oldukça elverişli bir şehir. Öyle ki 90’lı yıllara kadar Türkiye’nin iplik dokuma ihtiyacının büyük bir bölümü bu bölgeden karşılanıyor. Daha çok Avrupa ülkelerine ihracat yapılan sektörün 2008 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından ihracat pazarlarının Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya kaydığını görmekteyiz. Fakat bu bölgelerde yaşanan iç karışıklıkların, ihracat pazarlarını git gide olumsuz etkilediği biliniyor. Sektörde yaşanan olumsuz gidişatın, üreticileri büyüme politikaları yerine varlığını sürdürme mücadelesine sürüklediğini görüyoruz. Bölgede sektörler incelendiğinde, özellikle tekstil ve buna bağlı sanayi sektörü olan dış ve iç giyim, pamuk çırçırlama, iplik ve dokuma apre sanayi sektörleri toplamının payının yüzde 17 olduğu düşünüldüğünde, tekstil sektörünün bölge sanayisinde önemli bir katma değer yarattığı ve istihdama önemli katkı sağladığı görülüyor. Sektörün sorunlarının başında yüzde 75’e ulaşan oranıyla kayıt dışı istihdam geliyor. Türkiye’de ekonomik olarak önemli bir paya sahip olan tekstil sektörünün bölgede çeşitli sorunlarla karşı karşıya olması, üretici firmaları her geçen gün biraz daha zorluyor. İstihdam açısından bölgenin en önemli sektörü olan tekstil sektörü, yaşadığı sorunları bertaraf ederek eski gücüne kavuşmayı bekliyor. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 44 “Adana pamuğun yetiştiği bölgedir” Adana Sanayi Odası (ASO) Yönetim Kurulu Başkanı Sadi Sürenkök Adana’nın tekstil ve kon- feksiyon sektörünün en önemli hammaddelerinden biri olan pamuğun yetiştiği bölge olması nedeniyle, sanayideki gelişimine tekstil ve bitkisel yağ sektörleri ile başladığını belirterek, özellikle 1990 yılına kadar Türkiye’nin iplik dokuma ve mamul kumaş ihtiyacının çok büyük bir kısmının Adana’dan karşılandığını söyledi. Seksenli yıllarda başlayan ihracat atağının ile kazandırdığı ivme ile özellikle tekstilde marka il haline geldiklerinin altını çizen Sürenkök, Adana sanayisinin sektörel dağılımına bakıldığında, tekstil sektörünün payının krizden önce yüzde 32 iken, kriz sonrasında yüzde 24’e düştüğünün görüleceğini, ancak genel olarak yine de en yüksek orana bu sektörün sahip olduğunu kaydetti. Bölgeye yatırım çekebilmek için öncelikle tekstil sektörü için oldukça önemli olan kümelenme çalışmalarının başlatılması gerektiğine vurgu yapan Sürenkök, pamuk alındıktan sonra hazır mamul ya da konfeksiyon olarak mümkün olduğunca en yüksek katma değer elde edilip sonra ihraç edilmesi gerektiğini belirtti. Türkiye’nin ne yazık ki pamukta ithalatçı durumda olduğuna dikkat çeken Sadi Sürenkök, bunun nedeninin tarım planlamasının doğru yapılmaması, tarımda verimliliğin yakalanmasında çok başarılı olunamaması ve uygulanan yanlış tarım politikaları olduğunu ifade etti. “Pamuk için 2010 yılında ülke dışına 2.5 milyar dolar ödenmişti. Biz sadece 150 milyon dolarlık bir teşvikle, pamuğun Türkiye’de çok daha fazla üretebileceğinin hesabını yaptık” diyen Sürenkök, Adana ihracat rakamlarına bakıldığı zaman, tekstil ihracatının daha çok Avrupa ülkelerine gerçekleştiğinin görüldüğünü kaydetti. 2008 yılının sonlarında başlayan küresel kriz nedeniyle, Türk firmalarının ihracatlarını Asya ve Kuzey Afrika ülkelerine doğru kaydırmaya başladığını belirten Sürenkök, son Adana Sanayi Odası (ASO) Yönetim Kurulu Başkanı Sadi Sürenkök “ÇÖZÜM ÖNERİLERİ HAYATA GEÇİRİLMELİ” “Tekstil ve konfeksiyon sanayisi gerek büyüklüğü gerek ihracattaki önemi gerekse istihdam ettiği çalışanların sayısı ve eğitim profili nedeniyle Türkiye’nin vazgeçemeyeceği bir sektördür. Ancak özellikle son yıllarda uygulanmakta olan ithalata dayalı büyüme, enflasyon hedeflemeli yüksek faiz düşük kur politikaları, istihdam üzerindeki ağır yükler, ihracata dayalı tekstil ve hazır giyim sektöründe kan kaybının hızlanmasına, işyerlerinin kapanmasına, yüz binlerce işçinin işsiz kalmasına sebep olmaktadır. Ülke için katma değer yaratan, döviz girdisi sağlayan ve istihdam yaratan bu sektörün temsilcilerinin söyledikleri üzerine düşünülmeli ve en kısa sürede çözüm önerileri hayata geçirilmelidir.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 45 Tekstilin Kaleleri çüde, teknoloji açısından dünyadaki yatırım kararlarının tersine bir yönde ve pahalı sermaye ile yatırım yapmıştır. Bütün bunların sonucunda maliyetler yükselmiş, ülkemiz iplik ve pamuklu mensucat ithal eder konuma gelmiştir” dedi. dönemde Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanan iç krizlerden önce, bu ülkelere de önemli miktarda ihracat yapıldığını kaydederek, “Bu ülkeler Türkiye için giderek gelişen bir pazardı” dedi. Türkiye’de ekonomide yaşanan olumsuzluklardan dolayı, her sektörün sıkıntıda bulunduğunun altını çizen Sürenkök, sanayicinin büyümek, gelişmek, uluslararası pazarlarda daha fazla yer almak yerine bulunduğu yeri korumaya çalıştığını, bu durumun Adana için de geçerli olduğunu belirtti. 2008 yılının sonlarında başlayan küresel krizin, her sektörü etkilediği gibi tekstil sektörünü de ciddi bir şekilde etkilediğini kaydeden Sürenkök, bu sektörde faaliyet gösteren firmaların, kriz nedeniyle ya kapandıklarını ya da üretimlerine ara verdiklerini ifade etti ve “Bundan dolayı Adana, son iki yıldır Türkiye’nin en yüksek işsizlik oranına sahip” dedi. Kayıt dışılık konusuna bakıldığında özellikle konfeksiyon sektöründe, kayıt dışı çalışan işçilerin sayısının oldukça yüksek olduğunu dile getiren Sadi Sürenkök, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak bunun nedeni elbette ki istihdam üzerindeki vergi yükleri. İstihdam üzerindeki yükler aşağı çekilmediği sürece kayıt dışı istihdam ve işsizlik, ülkemizin en büyük sorunu olarak devam edecektir. Merdiven altında üretim yapılması, bana göre üretim yapanların değil, ülkenin ayıbıdır”. “Tekstil büyük katma değer sağlıyor” Adana Ticaret Odası (ATO) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Gizer, tekstil ve konfeksiyon sektörünün ile büyük katma değer sağladığını belirterek, “Türkiye son yıllarda kapasite fazlası yaratacak öl- Adana Ticaret Odası (ATO) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Gizer “TEKSTİLDE YETERİNCE AR-GE YATIRIMI YAPILMAMAKTADIR” “Tekstil şirketleri bir araya gelip sorunlarını ilgililere iletmemekte ve birlikte hareket edememektedirler. Sektördeki firmalar arasında dayanışma görülmüyor. Tekstil firmaları çalışanlarına gereken yatırımı yapamamaktadır. Tekstilde Ar-Ge yatırımları yeterince yapılmamakta, yapılan Ar-Ge yatırımları için yeterli kaynak ve destek verilmemektedir. Yabancı yatırımlar yeterince teşvik edilmemekte ve yatırım iklimi sağlanmamaktadır. Bu nedenle yabancı yatırımcılar ülkemize gelmemektedir. Aynı şekilde yabancı tasarımcıların ülkemize gelmesi teşvik edilmemekte ve onlar için gerekli çalışma ortamı sağlanamamaktadır.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 46 Adana ve civarındaki tekstil konfeksiyon sektörünün Türkiye’deki bu olumsuz gelişmelerden en fazla etkilenen kesim olduğunu kaydeden Ali Gizer, tekstil sektörünün başlıca sorunlarından söz ederken, tekstil sektöründe vizyon ve strateji eksikliği olduğunu belirtti. Bu nedenle, sektördeki birçok işletmenin gelecekte çalışmalarını hangi yöne çevireceği konusunda kararsız olduğunu ifade eden Gizer, Çin tekstilinin aşırı, acımasız ve haksız rekabetinin de önemli bir sorun olduğuna dikkat çekti. Özellikle temel ve standart tekstil ürünlerinde Çin firmaları ile rekabet etmenin mümkün olmadığını vurgulayan Gizer, yurtdışındaki rakiplere göre, enerji, doğalgaz, işçilik, vergi, sigorta gibi temel girdilerin ülkemizde oldukça yüksek olduğunu, sanayici ve işadamları ile hükümet arasında sağlıklı ve düzenli bir bilgi akışı bulunmadığını, bu nedenle, gerekli önlemlerin zamanında alınamadığının altını çizdi. “Maalesef ülkemizde sağlıklı bir sanayi envanteri bulunmamaktadır” diyen Gizer, tekstil, hazır giyim ve konfeksiyon sektörünün en önemli sorunlarından birisinin de kayıt dışılık olduğunu belirtti. Kayıt dışı çalışan tekstil işletmelerinin, rekabet ortamının bozulmasına, makine parkının bilinmemesine, istihdam bilgilerinin yetersizliğine neden olduğunu kaydeden Gizer, “Ülkemizde işsizlik çok ciddi boyutlarda olmasına karşın, tekstil sektöründe nitelikli eleman yetersizliği söz konusudur. Bu sektörde de üniversite sanayi işbirliği gerçekleştirilememektedir. Sektörün sorunu, tasarım yapamamak, marka olamamak ve moda yaratamamaktır” dedi. “Adana’da pamuk ekimi teşvik edilmeli” Adana Organize Sanayi Bölgesi (AOSB) Yönetim Kurulu Üyesi Vahit Gözek, bölgede tekstil sektörü ile ilgili son zamanlarda iplik, dokuma ve terbiye konusunda yeni yatırım- lar yapıldığından söz ederek bu yatırımların sebebini de ithalat esnasında yeni uygulanmaya başlayan, üretimle ilgili makinelerdeki KDV ve vergi istisnası ve Çin’den gelmekte olan tekstil ve konfeksiyon ürünlerine yeni vergiler eklenmesi olarak gösterdi. Yeni teşvikler verilerek bölgenin yatırım çekmesinin de sağlanmış olacağını belirten Gözek, pamuğun tekstilin en önemli hammaddelerinden birisi olduğunu kaydetti. Adana’da pamuk ekmeye müsait çok geniş araziler bulunduğunu, bu arazilerin büyük miktarda pamuk üretimine uygun olduğunu ifade eden Gözek, dolayısıyla Adana’da pamuk ekimi teşvik edilirse, pamukla ilgili 2011 senesinde yaşanan sıkıntıların yaşanmayacağını söyledi. “Pamuk ekimi mutlaka artırılmalı” Anadolu Girişimci İşadamları Derneği (AGİD) Başkanı Ahmet Coşkun, tekstil sektörünün Adana’nın ve bölgenin lokomotifi olduğunu kaydederek, bazı dönemlerde sıkıntılar yaşansa da tekstilin bölgenin tarımla birlikte en önemli sektörü olduğunun altını çizdi. İplik, kumaş, konfeksiyon gibi tüm branşlarda Adana’nın çok önemli ve büyük bir kapasiteye sahip bulunduğunu ifade eden Coşkun, “Tekstil, istihdam açısından da bölgenin en önemli sektörüdür. Bölgede güçlü firmaların olmasından dolayı kayıp insan gücü, yönetici, işçi, tecrübeli eleman, makine, yedek parça vs. konularda hiçbir sıkıntı yaşanmamaktadır. Bu durum sektörün kümelenmesini ve güçlenmesini sağlamaktadır” dedi. Pamuğun Adana ve ülke için çok önemli olduğuna dikkat çeken Ahmet Coşkun, Adana’da sanayinin ve tekstilin gelişmesinin ana sebebinin pamuk olduğunu belirtti. Pamuğun ekiminin mutlak surette artırılması için çalışmalar yapılması ve üretimin teşvik edilmesi gerektiğini kaydeden Coşkun, “Adana’nın tekstil ihracatı, komşu ülkeler ve Avrupa’ya yapılmaktadır. Kriz döneminde Avrupa’nın fazla etkilenmesinden dolayı alternatif pazarlar oluşmaya başladı” şeklinde konuştu. Adana Organize Sanayi Bölgesi (AOSB) Yönetim Kurulu Üyesi Vahit Gözek “SEKTÖR KRİZİ ATLATTI” “Adana’da tekstil ihracatı başta Amerika, Avrupa ve Rusya olmak üzere dünyanın her tarafına yapılıyor. Kriz döneminde kendi pazarlarımıza ihracat yapmaya devam ettik. Birçok sektörü nasıl etkilediyse 2008 yılında başlayan ekonomik kriz Adana tekstil sektörünü de etkilemiştir fakat sektörün krizi atlattığını da söyleyebiliriz. Yaşanan kriz süresince üreticilerin büyük çoğunluğu üretimlerini düşürmeye çalıştı. Sektörün destek ve teşviklerine baktığımda ise gözümüze çarpan teşvikin makine alımı esnasında gümrük ve KDV alınmamasından ibaret olduğunu görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda teşvikin yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Yeni teşviklerle üretimin daha da artacağına inanmaktayız.” Anadolu Girişimci İşadamları Derneği (AGİD) Başkanı Ahmet Coşkun “MERDİVEN ALTI ÜRETİM AZALIYOR” “Bölgede tekstil sektörüne dair, merdiven altı, diye tabir edilen üretimin her geçen gün hızla azalmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreç ülkemizde ve Adana’da olması gerektiği şekilde azalıyor ve 3-5 yıl içinde tamamen bitecektir. Tekstil sektörüne özel olarak verilen çok fazla destek yok. Belli ürün gruplarından yüzde sekiz, bir de çok büyük yeni yatırımlarda bazı avantajlar var ama asıl sorunumuz istihdam üzerindeki aşırı yükler. En çok zorlandığımız konu istihdam yükü. Bölgede tekstil büyümeye devam edecek. Gerek coğrafi şartlar gerek bölgenin bu konudaki tecrübesi, gerek kendini ispat etmiş dev firmalar gösteriyor ki bu sektör, bölgede sonuna kadar devam edecek.” Tekstil sektörünün krizden önce de zaten krizde olduğunu dile getiren Ahmet Coşkun, krizden tekstil sektörünün de etkilendiğini fakat bunun diğer sektörler kadar gerçekleşmediğini söyledi. Coşkun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hatta, krizin faydası oldu, diyeceğimiz durumlar da var. Şu anda da Adana’da tekstil sektörü kriz öncesi rakamları çok geçti. Kriz dönemlerinde en çok iki şeye ihtiyaç duyarız. Bunlardan birincisi para, ikincisi moraldir. Parayı bulamıyorsak, yüzde 50’sini kaybederiz. Bunun yanında moral ücretsizdir. Onu kesinlikle kaybetmeden tempoyu artırarak işimize devam etmeliyiz.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 47 Enerji TÜRKİYE’NİN ENERJİ GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYACAK YATIRIM SOCAR & TURCAS EGE RAFİNERİSİ Türkiye’nin tek noktada yapılacak en büyük yatırımının temel atma töreni için geri sayım sürüyor. 4.5 milyar dolar yatırım bedeli olan SOCAR & TURCAS Ege Rafinerisi, İzmir’deki PETKİM Aliağa Kompleksi içinde 1375 dönümlük bir alana inşa edilecek. Türkiye’nin hammadde güvenliği ve ithalata bağımlılık zincirini kırmak için çok büyük önem taşıyan SOCAR & TURCAS Ege Rafinerisi’nin temeli için geri sayım sürerken ekim ayında temel atmak için tüm hazırlıklar tamamlandı. katma değer ve hepsinden önemlisi Türkiye Azerbaycan stratejik ortaklığının ekonomik alandaki temeli olacak.” SOCAR Azerbaycan’ın ulusal petrol kuruluşu. TURCAS ise bilindiği gibi Türkiyeli bir şirket. Bu iki şirketin işbirliğiyle oluşturulan STEAŞ (SOCAR TURCAS Enerji A.Ş.), bu yatırımın sahibi olacak. Türkiye’nin enerjide büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olduğu göz önüne alındığında yılda 10 milyon ton petrol işleyerek motorin, jet yakıtı, nafta, LPG ve ksilenleri üretecek olan bu devasa yatırımın önemi daha iyi ortaya çıkıyor. SOCAR & TURCAS Ege Rafinerisi’nin yapımında 7 ile 10 bin arasında kişi çalışacak. Faaliyete geçildiğinde ise yaklaşık 1000 kişilik bir istihdam yaratacak. Uzmanların kabul ettiği biçimde hareket edilerek çarpan etkisi düşünüldüğünde, bu sayıdaki istihdamla bölgede en az 10 bin insanın oluşacak ekonomik aktiviteden yararlanacağını söylemek mümkün. Türkiye’nin bu rafineride üretilecek tüm ürün- STEAŞ CEO’su Kenan Yavuz, projeyi “Türkiye’nin en büyük yerlileştirme projesi” diye adlandırıyor. Yavuz, yılda 10 milyon ton kapasiteli Türkiye’nin ilk petrokimya rafinerisi devreye girdiğinde, PETKİM’in bugün yüzde 100 dışa bağımlı olduğu hammaddesinin tamamen yerlileşeceğine dikkat çekerek şunları söylüyor: “Bu dev yatırım Türk insanı için iş, Türk sanayicisi için yerli hammadde, Türk ekonomisi için Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 48 Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan: “Yatırımlar beni heyecanlandırıyor” PETKİM Aliağa Kompleksi’ni ziyaret eden Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, “PETKİM’in yatırım planları bu ülkenin bir bakanı, eski bir sanayicisi ve hepsinden önemlisi bir vatandaş olarak beni son derece yakından ilgilendiriyor ve heyecanlandırıyor. Diğer taraftan ithalatta bağımlılığın azaltılması, ucuz ve yerli kaynaklardan üretimin artırılması da hükümetimizin stratejik hedefleriyle örtüşüyor. Ben ve hükümetim PETKİM’in yatırımlarını, kardeşimizin (Azerbaycan) yatırımları olarak görüyoruz. Yapacağımız çalışma ile iç piyasadaki kapasiteleri mümkün olduğu kadar artırma yolunu seçeceğiz” diye konuştu. lerde net ithalatçı olduğuna işaret eden Kenan Yavuz, nafta, jet yakıtı, ultra düşük kükürtlü motorin, LPG, petrokok ve karışık ksilen gibi ürünlerin yerlileştirilmesi ile “Rafineri-Petrokimya-Enerji-Lojistik” dikey entegrasyonu kurularak cari açıkta en az beş milyar dolarlık azalma yaşanacağını vurguluyor. STEAŞ’ın PETKİM’e çizdiği vizyonun sadece petrokimya rafinerisi ile sınırlı kalmayacağını belirten Kenan Yavuz, bu entegrasyonu tamamlayarak cumhuriyetin 100. yılında, 10 bin kişilik istihdama ulaşacaklarını kaydederek, 2023’teki hedeflerini, “10 milyon ton rafineri ürünü, 1 milyon TEU kapasiteli konteyner ve 25 milyon ton sıvı yük elleçlenecek liman, enerji ve lojistik faaliyetler bütünü sayesinde 15 ile 20 milyar dolar ciro” olarak belirlediklerini açıklıyor. Taner Yıldız: “Öncelik her zaman Azerbaycan’da” Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, projeye ilişkin olarak görüşlerini açıklarken önceliği her zaman kardeş ülke Azerbaycan’a verdiklerini belirtiyor. Ege Rafinerisi’nin rafineri-petrokimya entegrasyonunu başlatan bir kuruluş olacağını belirten Yıldız, “Türkiye’nin tek petrokimyasal üreticisi olan PETKİM’e hammadde güvenliği sağlayacak, katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesinin önü- SOCAR Başkanı Rövnag Abdullayev: “Petrol üretimimiz 52.5 milyon tona yükselecek” Azerbaycan’da, bugünkü teknolojiyle kanıtlanmış 2 milyar ton petrol ve 2.2 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğunu dile getiren SOCAR Başkanı Rövnag Abdullayev, yıllık petrol üretimlerinin ise 50 milyon ton düzeyinde olduğunu söyledi. Abdullayev, “Bu da yeni kaynaklar bulunmaması durumunda petrolün gerçekten 30 yıl içinde tükeneceği anlamına geliyor. Ancak, rezervlerden söz ederken bugünkü teknolojiyle elde edilebilenleri kastediyoruz. Teknoloji geliştikçe elde edilen miktarın gelecekte yükselme olasılığı bulunuyor. Doğalgaz konusunda ise yeni kaynaklar bulunmasa bile, elimizde en az 100 yıllık üretime yetecek kadar rezerv bulunuyor. Ayrıca, BP, Total ve Statoil gibi şirketler tarafından yeni kaynak arama çalışmaları sürdürülüyor. Azerbaycan’ın petrol üretimi bu yıl 50 milyon tondan 52.5 milyon tona yükselecek ve doğalgaz üretimi de 26.5 milyar metreküpten 28.5 milyar metreküpe ulaşacak” dedi. nü açacak ve Türkiye kimya sanayisini geleceğe taşıyacak en önemli yatırım projelerinden biri. Ege Rafinerisi yatırımı ve bu projenin önünü açtığı diğer projeler, ülke ekonomisine katma değer yaratarak önemli ölçüde katkı sağlayacaktır” diyor. Bu yatırımın iki kardeş ülke olan Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendirip, yeni işbirliklerinin önünü açacağını kaydeden Taner Yıldız, “Bu yatırım Türkiye’nin tek noktaya yapılacak en büyük özel sektör yatırımı olmasının yanında, ülkemizin en kapsamlı yerlileştirme projesi de olacak. Çünkü yıllık 10 milyon ton kapasiteli bu rafinerinin Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 49 Enerji Singapur Ankara Büyükelçisi Chandra Das: ”Hedef, Jurong Adası gibi olmak” STEAŞ’ın İzmir Aliağa’da kuracağı petrokimya tesisi Singapur’daki Jurong Adası’nı örnek alıyor. PETKİM’i ziyaret eden Singapur Büyükelçisi Chandra Das, Singapur’daki Jurong Adası’nın dünyanın en önemli petrokimya, enerji ve lojistik üssü olduğunu hatırlatarak, PETKİM’in Jurong International firması ile sürdürdüğü işbirliğinin, iki ülke ilişkilerinin gelişimine katkı sağladığını belirtti. PETKİM’in Jurong benzeri bir kümelenme modeli geliştirmesiyle Türkiye’nin bu alanda dünyanın en önemli üretim merkezlerinden biri olacağını vurgulayan Das, “Jurong Adası, Singapur gibi Türkiye’ye oranla çok küçük bir ülkede, nelerin başarılabileceğinin en önemli kanıtı” dedi. gaz alım satım ve geçişine dair imzalanan son anlaşma da, onların gelecekte tutacakları mevkinin ve bölgenin enerji güvenliğinde oynayacakları rolü bir kez daha göstermiş oldu. Bu anlaşmanın imzalanmasıyla Azerbaycan, Türkiye’nin enerji güvenliğinde de önemli rol oynamaya başlayacaktır. Bölgede aktif siyasi oyuncular sayılan Azerbaycan ve Türkiye, bu sahada da dostluklarını güçlendirmekle gelecek perspektifli gelişimin temelini oluşturmuş oldu. Azerbaycan ve Türkiye arasında enerji sahasında dostluğun oluşturulması ekonomik yönden elverişli olduğu gibi, bölgede de enerji güvenliğine teminat olmuş olacaktır.” üreteceği ürünlerin tamamı, bugün net ithalatçı olduğumuz ürünler. Rafinerinin petrokimyaya odaklanması, bir yönüyle Türkiye’de bir başka ilki oluşturacak” diyor. Azerbaycan Sanayi ve Enerji Bakanı Natig Aliyev: “Enerji güvenliğine teminat olacak” Azerbaycan Sanayi ve Enerji Bakanı Natig Aliyev, genel olarak Türkiye pazarına ilişkin değerlendirme yaparken, STEAŞ’ın bu yatırımına ilişkin görüşlerini de açıklıyor: “Azerbaycan ve Türkiye arasında tarihi dostluk ve kardeşlik münasebetleri, enerji alanında dostluğun oluşturulması, karşılıklı dostluğu belirten esas şartlardan biridir. Azerbaycan, en büyük ve verimli petrol-gaz ihracat projelerini ve Avrupa’ya ihraç projelerini Türkiye Devleti ve şirketleriyle bağlıyor. Azerbaycan’da icra olunan en büyük petrol-gaz projelerinin çoğunluğunda da Türk şirketlerinin payı vardır. Azerbaycan’ın en büyük yatırım planları da aslında yalnız Türkiye’nin petrol-gaz ve petrokimya sanayisi ile bağlıdır. Son yıllarda Türkiye’nin TURCAS şirketiyle birlikte PETKİM Petrokimya A.Ş. Aliağa Kompleksi’nin büyük hissesinin alınması ve Ege Petrokimya Fabrikası’nın inşa planları özel olarak dikkate değerdir. Geliştirilecek ve tam güçle çalışacak bu komplekse ilişkin Azerbaycan büyük ümitler beslemektedir. Bölgenin birçok enerji projesinin katılımcıları olan Azerbaycan ve Türkiye arasında doğal- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 50 SOCAR Başkanı Rövnag Abdullayev: “Yatırım ajandamız PETKİM’le sınırlı kalmayacak” Azerbaycan devlet petrol şirketi olan SOCAR’ın Başkanı Rövnag Abdullayev, şirketinin Türkiye’ye bakışını anlatırken geçen yirmi yılda Türk şirketlerinin Azerbaycan’da başta inşaat ve taahhüt olmak üzere çok başarılı işlere imza attığını ve Azerbaycan’ın ekonomik kalkınmasında çok önemli rol oynadıklarını kaydederek şöyle konuşuyor: “SOCAR, bu ilişkinin ekonomik 2011 HAZİRAN AYI RAFİNERİ BRÜT ÜRETİMİ (TON) Ürün Adı alanda teçhiz edilmesi için çok önemli adımlar atmakta. Ceyhan’da kurmayı planladığımız rafineri projesini, PETKİM özelleştirmesi sonrasında Aliağa’ya yapma kararı aldık. Bu proje iki ülke ilişkilerinin ekonomik gelişimine çok büyük ivme kazandıracak. SOCAR olarak Azerbaycan dışındaki en büyük yatırımımızı PETKİM projesi ile kardeş ülke Türkiye’ye yaptığımız için çok mutluyuz. Ancak yatırım ajandamız PETKİM ile sınırlı kalmayacak. PETKİM Yarımadası’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını kutlayacağımız 2023 yılında 10 ile 15 milyon ton kapasiteli rafineri, 1.2 milyon TEU kapasiteli kuru yük, 20 milyon ton sıvı yük kapasiteli liman, 2 milyon metreküplük depolama kapasitesi, enerji üretimi, yan sanayisiyle birlikte 10 bin çalışan ve 20 milyar dolar cirosu olan entegre bir yapı hedefliyoruz.” EPDK Başkanı Hasan Köktaş: “Türk sanayisini geleceğe taşıyacak” Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı Hasan Köktaş da Ege Rafinerisi’nin pek çok açıdan önemli bir yatırım olduğunu belirtiyor. Köktaş, yapılacak yatırımın RafineriPetrokimya entegrasyonunu başlatacağını, PETKİM’e hammadde güvenliği sağlayacağını, katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesinin önünü açarak Türk sanayisini İzmit Rafinerisi Fuel Oil 3 Fuel Oil 4 5.471 Fuel Oil 5 41 Fuel Oil 6 37.933 Diğer Motorin Motorin 204.661 Kurşunsuz Benzin 95 Oktan 59.673 Kurşunsuz Benzin 98 Oktan Gazyağı Jet Yakıtı (Kerosen) 136.233 LPG 26.557 Denizcilik Yakıtı (Artık) 31.171 Denizcilik Yakıtı (Damıtık) 10 Bitümen 125.912 Nafta Baz yağlar Diğer Ürünler 58.737 Genel Toplam 686.399 İzmir Kırıkkale Batman Genel Rafinerisi Rafinerisi Rafinerisi Toplam 28 28 5.471 41 132.939 - 170.872 2.508 2.508 209.460 116.714 - 530.835 113.453 - 173.126 0 1.725 28.381 30.106 105.235 - 241.468 28.497 7.972 63.026 31.171 1 11 52.738 66.571 52.430 297.651 40.234 10.308 50.542 34.581 34.581 30.592 9.787 99.116 751.963 229.453 62.738 1.730.553 geleceğe taşıyacağını belirterek, şunları söylüyor: “Ülkemizde bilinen ham petrol rezervlerinin kısıtlı olması nedeniyle ham petrol ihtiyacının yüzde 91’e varan çok önemli bir bölümü ithal edilmektedir. Öte yandan TÜPRAŞ rafinerileri de Türkiye akaryakıt talebinin yaklaşık yüzde 60’ını karşılamaktadır. Ülkemiz petrokimya sektörü ise ana hammaddesi nafta konusunda neredeyse tamamen dışa bağımlıdır. Bu rafineride petrokimya hammaddesinin yanı sıra bugün ülkemizin ithalat yoluyla karşıladığı dizel ve jet yakıtı üretilecektir. Böylece bu yatırım ülkemiz için bir katma değer ve istihdam kaynağı olacaktır.” Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 51 Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi KRİZ ORTAMINDA FUARLARA İŞTİRAK EDEN İŞLETMELER GÜÇ TOPLUYOR hijyen, medikal, filtrasyon ve suni deri gibi alanlardan şirketler de yer aldı. Bu firmalara ürünler hakkında bilgi ve numuneler verdik” dediler. Fuarda ayrıca bazı alıcıların özel ürünler talep ettiklerini anlatan Ribatek yetkilileri, bu konuda da Ar-Ge çalışmalarına başladıklarını belirttiler. 2006 yılından beri yürüttüğümüz "Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi", tekstil işletmelerine kriz ortamında güç katıyor. 5-7 Temmuz tarihleri arasında İtalya’da düzenlenen Pitti İmmagine Filati Fuarı’na katılan Ormo Yün İplik Sanayi ve Ticaret A.Ş. yetkilileri, yıllardır iştirak ettikleri bu fuardan güçlenerek çıktıklarını söylediler. Ormo yetkilileri, “Sektördeki daralmanın sonucunda fuara katılan firmaların azalması ve Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın sağladığı teşvik ile fuardaki konumumuzu daha da sağlamlaştırdık” dediler. Fuara Ormo’yu temsilen Adnan Öcalgiray, Giray Öcalgiray, Kezban Özlem Karakaş, Osman Kılıç, Banu Demircioğlu, İlhan Suyabatmaz, Deniz Kahraman, Fatih Dindar, Elif İslam ve Elif Okumuş’un katıldığını anlatan yetkililer şunları söylediler: “Ormo Yün, 1990 yılından bu yana yılda iki kez bireysel olarak bu fuara katılarak yaz ve kış koleksiyonlarını tanıtmaktadır. Ormo Yün, 40 yılı aşkın deneyimi ile iplik sektöründe hizmet vermektedir. Ormo, yıllık toplam 8 bin 500 tonluk kamgarn ve streichgarn iplik kapasitesiyle sektöründe dünyanın ikinci büyük tesisidir. Dünyanın önde gelen firma ve markalarının iş ortağı olarak tercih ettiği firmamız kaliteden ödün vermeden üst düzey servis ve müşteri memnuniyeti sağlamaktadır. Ormo, 1984 yılından bu yana yurtdışındaki ihtisas fuarlarına katılarak sektördeki iplik ve renk eğilimlerini yakından takip etmesi, gerek teknoloji gerekse üründe sürekli yeniliklere yönelmesi sebebiyle konusunda lider firmalardan biridir. Her sezon yeniden hazırlanan koleksiyonlar teknolojik ve katma değeri yüksek ürünlerle zenginleştirip müşterilere sunulmaktadır.” Bugüne kadar 700’e yakın katılımcıya ulaşan "Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi" kapsamında İsviçre’nin Cenevre kentinde 12-15 Nisan tarihleri arasında düzenlenen INDEX Fuarı’na katılan Ribatek Tekstil Sanayi ve İhracat A.Ş. yetkilileri ise fuarda dokunmamış mensucat ürünlerinin tanıtımını yaptıklarını belirterek, “Fuarda 22 ülkeden 150’ye yakın şirketin satın alma heyetiyle görüşme yaptık. Fuar ziyaretçilerimiz arasında Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 52 12-18 Mayıs tarihleri arasında Almanya’nın Dusseldorf kentinde yapılan Interpack Uluslararası Ambalaj Malzemeleri ve Ambalaj Makineleri Fuarı’na üç gün süreyle ziyaretçi olarak katıldıklarını söyleyen Polimer Plastik Sanayi ve Ticaret A.Ş. yetkilileri, fuar sırasında ihracat yaptıkları firmaların büyük çoğunluğu ile irtibat kurduklarını söylediler. Yetkililer ayrıca Greif, Boxon Gmbh, Pema Verpakungen Gmbh, Profipac, Mondi Gmbh, LC Packaging, Relianz AG, Schleiers Verpakungen, Flexicon Gmbh, Zeissig ve Exim gibi firmalarla görüştüklerini anlatarak, bu görüşmelerden doğacak ihracat bağlantılarının ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacağına dikkat çektiler. FUAR TAKVİMİ (KASIM-ARALIK 2011 / OCAK-ŞUBAT 2012) TARİH FUAR KASIM 09.11.2011-11.11.2011 Tokyo (Japonya) Japantex-Ev Tekstili Fuarı 09.11.2011-12.11 2011 Dubai (BAE) INDEX-Mobilya Fuarı 13.11.2011-16.11.2011 Milano (İtalya) FILO-Tekstil ve Ev Tekstili Fuarı 14.11.2011-23.11.2011 Londra (İngiltere) Ev Dekorasyonu ve Halı Fuarı 16.11.2011-18.11.2011 Taşkent (Özbekistan) CAITMA-Tekstil Makineleri Fuarı 16.11.2011-18.11.2011 Taşkent (Özbekistan) Textile Expo-Kumaş ve Aksesuarları Fuarı 17.11.2011-19.11.2011 Şikago (ABD) Teknik Tekstil Fuarı 21.11.2011-25.11.2011 Kişinev (Moldova) Tekstil ve Giyim Makineleri Fuarı 26.11.2011-29.11.2011 Frankfurt (Almanya) Heimtextile Fuarı 26.11.2011-28.11.2011 Floransa (İtalya) Pitti Immagine Modaprima-Giyim ve Moda Fuarı ARALIK 02.12.2011-07.12.2011 Birmingham (İngiltere) Clotheshow Live-Giyim ve Moda Fuarı OCAK 2012 11.01.2012-14.01.2012 Frankfurt (Almanya) Heimtextile Fuarı 14.01.2012-17.01.2012 Hanover (Almanya) Domotex Fuarı 16.01.2012-18.01.2012 New York (ABD) Texworld USA 17.01.2012-19.01.2012 İstanbul (Türkiye) IF-Uluslararası İstanbul Hazır Giyim Fuarı 25.01.2012-27.01.2012 Floransa (İtalya) Pitti Immagine Filati ŞUBAT 2012 29.01.2012-01.02.2012 Münih (Almanya) ISPO-Uluslararası Spor Giyim Fuarı 04.02.2012-06.02.2012 Düsseldorf (Almanya) CPD Signatures 2012- Bayan Hazır Giyim ve Aksesuar Fuarı 07.02.2012-09.02.2012 Milano (İtalya) MilanoUnica-Tekstil Fuarı 14.02.2012-16.02.2012 Paris (Fransa) PREMIERE VISION 14.02.2012- 16.02.2012 Paris (Fransa) EXPOFIL - İplik ve Elyaf Fuarı 29.02.2012-02.03.2012 Şangay (Çin) Intertextile- Uluslararası Ev Tekstili ve Aksesuarları Fuarı Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 53 Tasarım Dünyası DERİYE AŞIK BİR TASARIMCI; MURAT AYTULUM tım bile… Koleksiyonlar, marka danışmanlıkları, özel kostüm tasarımları, v.b. gibi çalışmalarla uzun bir yol katederek farklı tecrübe ve deneyimlerle yol aldım.” Yaklaşık bir yıl önce tüm bu deneyimleri kendi markasını yaratmak üzere kullanmaya karar verdi. Kendi ismini marka haline getirmek için geri sayıma geçti. Şimdilerde Murat Aytulum markası kendi tutkunlarını hızla artırıyor. İlham kaynakları Murat Aytulum, tanıdıkça aşık olduğu deri ile kumaşı mükemmel bir biçimde harmanladığı koleksiyonlarıyla adından çok söz ettiriyor. Murat Aytulum, moda dünyasının yükselen yeni yıldızlarından. Geçtiğimiz GalataModa kapsamında yaptığı defileye tek kelimeyle bayılmıştım. Deriyi kumaş ile mükemmel harmanladığı koleksiyonu harikaydı. Çok zor bir malzeme olan deri onun elinde su gibi akıp giden tasarımlara dönüşmüştü. Elbiseler, üstler, etek-ceketler en gözde parçalar arasındaydı. Yine GalataModa kapsamında açtığı standın en çok rağbet gören standlar arasında olduğunu görünce onunla bu röportajı yapmak farz oldu. 1970 İzmir doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekor-Kostüm Tasarımı Bölümü mezunu. ’97 yılında Deri Giysi Tasarım Yarışması’nda üçüncülük ödülünü kazandı. Profesyonel anlamda moda sektörünün içinde olması da bu ödülle başladı. Dönemin önde gelen deri firmalarına koleksiyon danışmanlığı yapıyordu. Yine aynı yıl IF Moda Fuarı’nda sergilediği koleksiyon büyük ilgi gördü, ismini geniş kitlelere ulaştırdı. Sonrasında TV-reklam sektöründe editörlük ve sanat yönetmenliği çalışmalarında da bulundu. Leshow kapsamında firmalara özel imaj çalışmaları yapması onun için kilometre taşlarından birini oluşturdu. İsmini markası yaptı Tasarımcı kendi deyimiyle “tanıdıkça aşık olduğu” deriyle ve moda sektörüyle ilk tanışıklığı olan o günleri şöyle anlatıyor; “Belli bir zaman dilimi içerisinde firma bünyesinde çalışarak bana çok yakın olmayan (ama tanıdıkça aşık olduğum) bir malzemeyi (deri) keşfetme fırsatı buldum herşeyden önce... Kendimi hazır hissettiğim an free-lance tasarımcı kimliğiyle çalışmaya başlamış- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 54 Yaratma sürecinde pek çok şeyden ilham alıyor. Onun için tasarım bir yaşam biçimi, yaşamın ta kendisi. Yaşadığı anın içindeki her bir kare ilham kaynağı olabiliyor. Bir nesne, bir söz, bir renk, bir duygu, somut ya da soyut herhangi birşeyden yola çıkabiliyor. Çoğunlukla soyut kavramlardan yola çıkarak koleksiyonlarına anlamlar yüklemeyi tercih ediyor. “Belki tiyatro (dekor ve kostüm tasarımı) eğitimi almış olmamdan dolayı yarattığım kadınlara belli karakterler yüklemeyi ve tema doğrultusunda onlara ufak öyküler yazmayı severim” diyor. O hayatı boyunca deriden başka birşey tasarlamak istemeyecek kadar deriye tutkulu bir deri tasarımcısı. Tasarımlarında ana malzeme her zaman deri. Kumaş ise aksesuarı. Deri ile şifon, ipek saten ve triko kombinasyonlarını kullanmayı seviyor. Oyuncuların sahne kokusundan vazgeçemedikleri gibi o da deri kokusundan vazgeçemiyor. Kendinden emin, dik duran kadınlar için Koleksiyonları kendinden emin, dik duran kadınlar için… Onları diğer hemcinslerine göre farklı olmayı yeğleyen, farkedilmek isteyen, biraz iddialı ve pahalı görünmeyi seven kadınlar olarak nitelendiriyor. Murat Aytulum tarzına yakışan bu kadınların girdiği ortamlarda kendini güçlü hissettiğini, farkedilmenin keyfini çıkarttığını, ulaşılmaz bir ruh halinde olmayı sevdiklerini söylüyor. Aylin SARAÇOĞLU Son koleksiyonu 'Yönetilmek' fikrinden doğdu. Koleksiyonu taşıyan isim ise 'Kukla’. Yaşamımız boyunca kukla haline sokulmaya çalışıldığımızı anlatıyor. Deri ağırlıklı 30 parçalık bir koleksiyonda ana renk siyah. Genelde dantel görüntüsünde işlenmiş lazer kesimli yelekler, bolerolar, elbiseler ve ceketlerden oluşuyor. Temaya uygun olarak tasarlanmış kolyeler ve kösele aksesuarlarla da giysiler desteklenmekte... Koleksiyonun aslında karamsar bir havası var çünkü mutsuz ama umutlular. Koleksiyondaki kadınların kendi başlarına nefes almak isteyen bir havaları var. Deriler üzerindeki deliklerden nefes almak ister gibiler... Tasarımcı bu koleksiyonunu Moda Tasarımcıları Derneği’nin desteğiyle GalataModa kapsamında sundu ve büyük ilgi gördü. Moda kandırmaca mı? Ona göre moda denen şey aslında bir kandır- maca. İnsanları alışveriş yapmaya yönlendiren baştan çıkarıcı engellenemez bir tutku. Önemli olan kendimizi fazla kaptırmamak. O sezon moda olan trendlerin içinden kendimize uygun olanları seçip tarzımızla bütünleştirmek. Eğer bir tulum vücudumuza gerçekten yakışıyorsa o tulumu gardrobumuza dahil etmek. Daha büyük kitlelere marka ismini duyurabilmek adına fuarlara, festival ve değişik organizasyonlara katılmayı faydalı buluyor. Koleksiyonlarını iki sezondur İstanbul Deri Fuarı’nda sergiliyor. 2012 yılı için İtalya ve Almanya’daki belli başlı fuarlara katılmanın hazırlıkları içinde. İstanbul Moda Haftası’na özel koleksiyon Yaklaşık olarak iki yıldır Zeynep Casalini ile tüm klip ve sahne kostümlerini çalışıyor ve büyük keyif alıyor. Şu anda proje halinde olan iki yeni isimle de çalışmalarını sürdürüyor. 2012 ilkbahar-yaz koleksiyonuna başlamış durumda. İstanbul Moda Haftası’nda bu koleksiyonu ilk kez görücüye çıkacak. Öncekinin aksine burada daha mutlu olma yolunu seçmiş bir kadın var. Kendisinin planlı biri olmadığını, fazlasıyla şansa inandığını aktarıyor. 2012’den varmak istediği noktaya daha yakın bir zamanda ulaşmak için şans diliyor. Gelen projeleri doğru şekilde değerlendirmeye çalışıyor. Düşünerek net ve kesin adımlarla markasını hafızalara kazımak istiyor. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 55 Kültür-Sanat KİTAP KURTLARI İÇİN... “ŞEYTAN MARKA GİYER”İN YAZARINDAN... Moda sektöründe olup da “Şeytan Marka Giyer” filmini ya da filme kaynaklık eden kitabı hatırlamayan var mı? Bu ay önereceğimiz kitaplardan “Chateau Marmont’ta Son Gece”, özellikle Meryl Streep’in performansı ile ölümsüzleşen işte o filme kaynaklık eden kitabı yaratan Lauren Weisberger’in yeni yapıtı... Son derece eğlenceli bir anlatıma sahip olan roman, okurları Brooke karakteriyle tanıştırıyor: Brooke ve Julian, New York’ta mutlu bir yaşam sürmektedir. Brooke iki işte birden çalışmakta, kocası da müzik dünyasında adını duyurmaya uğraşmaktadır. Günün birinde Sony Music yöneticilerinden biri onu keşfeder ve Julian bir gecede ünlü olur... Böylece tüm yaşamları değişir. Kısa sürede sosyetik çevrelerde, en pahalı restoranlarda, kentteki en çılgın partilerde boy göstermeye başlarlar. Julian artık ünlü biridir, ama Brooke paparazzilerin vahşi ilgisi altında ezilmektedir. MİŞİMA’YLA RANDEVU Can Yayınları, kuruluşunun 30. yıl kutlamaları çerçevesinde sürdürdüğü öykü seçkisi dizisinde bir ustayı daha okurlarla buluşturdu: Yukio Mişima. Mişima’nın “Yaz Ortasında Ölüm” adlı öykü toplaması, Can Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Japon savaşçı sınıfının hiçliğe dayalı felsefesi ile yazarlığını ustalıkla birleştiren Mişima, yalnızca Japon edebiyatının en tanınmış yazarı değil, ayrıca 20. yüzyılın edebiyat dehalarından biri. Japon edebiyatının hırçın çocuğu olarak anılan Mişima, Nobel ödülü adayları arasında sık sık adı geçmesine rağmen aşırı milliyetçi, narsist antihümanist gibi nitelemelerle suçlandı. Mişima hayranlarına göre, bu suçlamalarının derininde yatansa yazarın yeterince anlaşılamamış olması. Mişima, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın yaşadığı dramatik yıkım sırasında yitip giden bir kuşağın haykıran sesi olarak da nitelendiriliyor. Yazarın yaşamıysa bu kayıp kuşağın kendini yeniden keşfetmesinin öyküsü. Mişima’nın 25 Kasım 1970 günü canlı yayın yapan kameralar önünde geleneksel Japon yöntemiyle karnını deşerek intihar etmesi de, aynı zamanda usta bir oyun yazarı olan Mişima’nın hayatını canlı sahne performansıyla sonlandırması şeklinde değerlendirilebilir. “DIŞ POLİTİKA VE KIBRIS DOSYASI” “Türk Silahlı Kuvvetlerimiz Kıbrıs’ta indirme ve çıkarma hareketine başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılar’a ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük bir hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki, kuvvetlerimize ateş açılmaz, kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaşmak için değil, barış için ve yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz. Bu karara ancak bütün politik, diplomatik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık...” Cumhuriyet tarihi boyunca Türk askerini yalnızca Türkiye’nin insiyatifi ve kararıyla ilk kez ülke sınırları dışına taşıyan harekâtın ardından Bülent Ecevit böyle konuşmuştu. Kıbrıs Barış Harekâtı, siyasette geçirdiği yaklaşık elli yıllık dönemde Ecevit’in dış politika konusundaki en büyük başarısı olarak anılacak ve kendisine “Kıbrıs Fatihi” unvanını kazandıracaktı. “Kıbrıs Fatihi” Ecevit’in uzun siyaset hayatı boyunca dış politika konusunda yazdıkları ve söylediklerinden oluşan “Dış Politika ve Kıbrıs Dosyası” adlı kitap, yakın tarihimizi merak eden herkesin merakla okuyacağı bir çalışma. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 56 ETKİNLİKLERDEN... BİR “AT” KOMEDİSİ Tiyatro sezonu 1 Ekim’de başlıyor. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun bu sezondaki açılış oyunu ise Gyula Hay imzalı ünlü oyun “At”. Özdemir Nutku’nun çevirisinden Hakan Boyav’ın sahneye koyduğu oyun, 1 Ekim’den itibaren Üsküdar Tekel Sahnesi’nde izlenebiliyor. İktidarın keyfiliği olgusuna son derece keyifli bir eleştiri getiren “At” adlı oyunda; Tolga Evren, Metin Beyen, Süleyman Atanısev, Özlem Güveli Türker, Zeliha Güney, Müge Arıcılar, Kaya Akarsu, İmer Özgün, Aydın Şentürk, Güneş Hayat, Sevinç Niş, Halil Doğan, Ceyhun Turgut, Nuray Çokol, İpek Şen, Eylül Ezgi Yılmaz, Tuncay Koçal, Zekeriya Karakaş, Ali Murat Altınmeşe, Berkan Bulut, Dilek Demir, Özcan Akgöz, Berkay Tulumbacı ve Salih Şimşek rol alıyor. Oyunun dekor tasarımı Sertel Çetiner’e, kostüm tasarımı Nalan Alaylı’ya, ışık tasarımı Serhat Akın’a, hareket düzeni İhsan Bengier’e ait. “At”ın hikâyesi şöyle: Caligula çok sevdiği atını Roma senatosuna konsül olarak atar. Halk Caligula’nın kararını sorgulamaya cesaret edemediği gibi, bir de at modası ortalığı kasıp kavurur. Bu oyun, Caligula’nın halkın iyiliğini hiçe sayarak sadece kendi erkine güvenerek keyfi olarak atadığı at konsül üzerinden, meclisinde katilinden hırsızına, suçlusundan arsızına dek senatörler ve konsüller bulunduran bütün zamanların iktidarları için yazılmış bir komedi. “CAN” YENİDEN SAHNEDE Hayatın içinden bir an bile eksilmemiş, kendine bile sığmamış ve taşmış bir şairi 85. doğum yılında kendi şiirlerinden uyarlanmış hayat öyküsüyle anmayı planlıyor Tiyatro Kumpanyası. Tiyatronun ilk oyunu olarak da “Can” seçildi. “Can”ı, Can Yücel Şiirlerinden Genco Erkal uyarladı. Oyunda, Can Yücel şiirleri kadar muzip, sert, dik ve duyarlı, Türk resminin desen virtüözlerinden biri olarak kabul edilen Mehmet Güleryüz’ün “Can” için hazırladığı desenler de rol alıyor. Kemal Kocatürk’le birlikte. Oyunu Kemal Kocatürk yönetiyor ve oynuyor. Son yıllarda yaptığı rejiler ve oyunculuğuyla adından sıkça söz ettiren Kemal Kocatürk’e bu yolculukta, Ayça Kocatürk’ün müziği eşlik ediyor. Can Yücel şiirlerinin birçok katmanda hayat bulacağı oyunda Can Yücel’i 85. doğum yılında biyografik bir şekilde uyarlanmış şiirleriyle anmayı planlayan Tiyatro Kumpanyası’nın “Can” adlı oyunu, 9 Ekim 2011 Saat 18:00’da Kozzy AVM Gönül Ülkü Gazanfer Özcan Sahnesinde ilk kez seyirci ile buluşacak. Oyun, daha sonra 13 Ekim’de 20:30’ da Muammer Karaca Tiyatrosu’nda izlenebilecek. BLUES KEYFİ 22 YAŞINDA Alanında ülkemizin ilk ve tek etkinliği olan Efes Pilsen Blues Festival, bu yıl 22. kez gerçekleştiriliyor. Lucky Peterson , Rick Estrin & The Nightcats ve John Mooney’nin katılacağı Efes Pilsen Blues Festival 22, bu yıl 20 farklı şehirde 24 konserle sanatseverlerle buluşuyor. Pozitif organizasyonuyla gerçekleşen Efes Pilsen Blues Festival 22, 29 Ekim’e kadar devam ediyor. Festivalin bu yılki konukları; blues müziğin en önemli isimlerinden Willie Dixon tarafından çok genç yaşta keşfedilen, New York`un en köklü blues müzisyenlerinden olan, ilk kaydını sadece 5 yaşındayken yayınlayan ve The Tonight Show ve The Ed Sullivan Show programlarında yıllarca sahne alan Lucky Peterson, San Francisco’lu armonika ustası Rick Estrin ve grubu The Nightcats ile Blues’un Mississippi ekolünü temsil eden en önemli sanatçılarından John Mooney. Sanatçılar, Efes Pilsen Blues Festivali dolayısıyla 7 bin 698 kilometre yol yapmaya hazırlanıyor. Festival bu yıl sırasıyla; Adana, Antakya, Mersin, Kayseri, Konya, Antalya, Denizli, Kıbrıs, Gaziantep, Diyarbakır, Erzurum, Trabzon, Ankara, Eskişehir, Bursa, Balıkesir, İstanbul, Edirne, Çanakkale ve İzmir’e konuk oluyor. Blues Festivali’nin bu yılki sanatçıları, basın toplantısında bir araya geldi. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 57 Gezi ADRİYATİK’İN İNCİSİ: DUBROVNİK Tarihi bir kent olarak UNESCO’nun koruması altında olan Dubrovnik, Avrupa’nın en eski eczanesini de barındırması ile dikkat çekiyor… Onforio Della Cava tarafından yapılan Onforio Çeşmesi’ni, saat kulesi Luza’yı, Sponzo Palace ve Rector’s Palace, Jesuit Kilisesi’ni, Avrupa’nın en eski eczanesini, Orlando Column heykelini görmeden, Gundulic Meydanı’ndaki pazarı gezmeden Dubrovnik turu tamamlanmış sayılmıyor. Dağılan Yugoslavya’nın en şanslı ülkelerinden biri olan Hırvatistan’ın tarihi ve doğal güzellikleriyle en çok dikkat çeken kenti olan Dubrovnik, kruvaziyer gemilerinin de uğrak yeri. Avrupa Birliği’nin bekleme odasındaki Hırvatistan vize istememesi nedeniyle Türklerin de en çok tercih ettiği tatil mekânı niteliğinde. Marmaris ve Bodrum’u aratmayan doğal güzellikleriyle karşımıza çıkan kent, İstanbul’dan direkt uçuşla yaklaşık iki saatte ulaşılabilmesi ile de tercih sebebi. Balkan yarımadasının komünist ülkesi Yugoslavya dağılalı tam 17 yıl oluyor. Dağılan ülkelerin içinde Adriyatik kıyısını kapan Hırvatistan en şanslılardan biri. Hırvatistan’ın sahil kenti Dubrovnik dünya üzerinde savaşın vurduğu en şanslı kentlerden biri. Çünkü Alp ve Adriyatik arasında uzanan doğası, Orta Çağ mimarisini yansıtan yapılarıyla dikkat çeken Dubrovnik’in imdadına savaş sonrasında UNESCO yetişti ve kent 2005 yılında savaşın izlerini silip eski görünümüne kavuştu. Avrupa Birliği’ne 2013 yılında tam üye olması beklenen Hırvatistan'ın vize istememesi ülkeyi çekici hale getiren en önemli etkenlerden biri. Ekonomik bir Avrupa seyahati isteyenler için en iyi destinasyonlardan biri olarak gösterilen Dubrovnik, tarihi ve doğal güzellikleri ile görenleri büyülüyor. Yılda 600 bin turist ağırlayan kentin turist sayısının 21 bini Türk turistlerden oluşuyor. Kentte Rixos ve Uzel Grubu’nun turizm yatırımları bulunuyor. Bir tepenin eteklerine kurulu olan 50 bin nüfuslu Dubrovnik’te kentin tarihini Old City adı verilen eski kent merkezinde hissetmek mümkün. Old City’ye Pile kapısından girdikten sonra Stradun Caddesi uzanıyor. Geçmişte yangın, deprem ve sel felaketi geçirerek üç defa yeniden imar edilen Old City’nin günümüze ulaşan taş binaları, tarihi dokuyu en iyi şekilde yansıtıyor. Osmanlı döneminden itibaren Türklerle iyi ilişkiler içinde olan Hırvatlar özellikle son dönemde Türk dizilerine olan ilgileriyle Türkçe’yi de çat pat biliyorlar. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 58 Spasa Kilisesi’nin yanı başında Fransisken Kilisesi, müze olarak da kullanılan manastırı ve 1317 tarihinde çalışmaya başlayan Avrupa’nın en eski eczanesi yer almakta. Dubrovnik Avrupa’nın pek çok en eskisine dolayısıyla ilkine sahip. 1347’de yaşlılar için açılan bakımevi, 1377’de açılan karantina binası (cüzzama atfen), 1432’de işletilmeye başlanan yetimhane Avrupa için birer ilk olmuş. Kent, köle ticaretini 1418’de resmen yasaklamış. Kentin en ünlü kafelerinden biri olan Cafe Gradskovana’da kahve içip dinlenmek turistler için neredeyse gelenek haline gelmiş. Old City’nin ana arteli niteliğindeki Stradun Caddesi’nin iki yanı ve ara sokaklar hediyelik eşya dükkanları ile turistleri karşılıyor. Kentte ev yapımı şaraplar ve dondurma mutlaka tadılması gereken lezzetler arasında yerlerini alıyorlar. Kentte yemeklerde de İtal- ya’dan esintiler görülüyor. Dubrovnik’teki dondurmalar Türkiye’ye göre daha yumuşak, oldukça da lezzetli. Kentte balık ve diğer deniz ürünlerinin her çeşidini bulmak mümkün. Venedik’le rekabet Dubrovnik ilginç bir tarihe sahip. Zenginken Venedik ile epeyce rekabete girmişler. Ragusalılar ki -Dubrovnikliler’e Venedikliler’in taktığı isim bu-, Venedik ve komşuları ile uğraşırlarken, doğudan gelen Türkler’le karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu kısa sürede anlarlar. Zenginlerdir ama şehrin mottosunda olduğu gibi “Özgürlük satılık değildir her hangi bir miktarda altın karşılığında ” (Non bene pro toto libertas venditur auro) diyerek ‘ak akçe kara gün içindir’ demiş, biriktirdikleri parayı Osmanlılar’a vergi olarak ödemeyi tercih etmişler. Osmanlı da bu şehri yutmak yerine kendileri için tarafsız bir liman ve casus üssü olarak yaşatır. Bu yaşam bedeli 1478 tarihli ahitnameye göre 12 bin 500 altın olarak görülüyor. Ayrıca 2 bin 500 kuruş gümrük bedeli ve 2 bin kuruş sadrazama kalemiye olarak gönderildiği görülüyor. Bu ödemeler 1815 yılındaki Viyana Kongresi’ne dek sürmüş… Ayrıca Osmanlı’nın pek de başarılı olmayan Hindistan seferindeki silah arkadaşları arasında Ragusalılar da var. Sonra Napoleon fırtınası buradan da geçmiş. Şehre bakan tepedeki kale kalıntıları da Napoleon dönemiyle ilişkilendirilmekte. Napoleon, Ruslar tarafından püskürtülmüş. Kısa süreli bir “tam bağımsızlık” ardından Venedik ve Avusturya yönetimleri dünya savaşına dek süregelmiş. ‘Sivaslı Aziz’ kenti koruyor Tek sıra surlarla çevrili şehrin giriş kapısının önündeki köprünün altı da şehrin doğu surlarının dışı da dere tarafından sarılıymış. Zaman ya da insan etkisi, belki de ikisinin ortak çalışması ile dere buhar olmuş gitmiş. Giriş kapısının üzerinde şehrin koruyucu azizi Vlahus’un bir heykeli var. Vlahus, Sivaslı, Ermeni bir aziz. İlk Hıristiyan şehitlerinden... Nedendir bilinmez bu şehrin azizi oluvermiş. Ayrıca MUTLAKA GÖRMELİSİNİZ! Saint Blaise Kilisesi: Bu barok tarzı kilise, kentin en büyük azizine adanmış etkileyici bir yapı. Bakire Meryem'in Göğe Yükseliş Katedrali: Barok tarzda bir başka yapı. Katedral, Aslan Yürekli Richard'ın yaptığı bağışla inşa edilmiş. Franciscan Manastırı: Barok kilise, etkileyici romanesk yapısıyla büyülüyor. Dünyanın en eski üçüncü eczanesi de burada. War Photo Limited: Burada savaşın yıkımı dünyaca tanınmış foto muhabirlerinin objektifinden sergileniyor. Sponza Sarayı: Gotik rönesans tarzdaki saray, 1667'deki korkunç depremden günümüze orijinal yapısını koruyan ender binalardan biri. Dubrovnik Summer Festival: 1950'lerden günümüze devam eden müzik ve tiyatro festivali, 10 Temmuz ile 25 Ağustos arasında düzenleniyor. boğaz sağlığının da koruyucu azizi olarak biliniyor. Mezarının da Sivas’ta olduğu söyleniyor… Eski kente girişte yer alan iki kapı arasında gidebilmek için iki yol var. Kısa olan merdivenli, uzun olan ise tekerlekli araçlarında hareket ettirilmesini sağlayacak şekilde yapılmış. Bu tarafta duvarda Sırp topçuların şehre verdiği zararı gösteren bir harita var: “Şunlar hasar aldı, bunlar yandı, buradakiler tamamen yıkıldı” şeklinde. Sırplar şehri yedi ay kuşatmışlar. Kuşatma müddetince yapılan ağır topçu ateşi sonucu kentin kaybı sadece 114 kişi... Girişte, hemen sağda, üzeri tuğla bir kubbe ile kaplı çok yüzlü bir çeşme sizi karşılıyor. Onofri çeşmesinin her bir yüzünde ayrı bir surat, ağızlarından çıkan borularla su akıtıyorlar. İrili ufaklı bin 85 ada Kıyıya yakın irili ufaklı adalar, denize saçılmış inci tanelerini andırıyor. Kışın kayak, yazın deniz turizmi sunan eşsiz coğrafyanın içinde tam bin 85 ada, adacık ve resif yer alıyor. Bunların 66'sında yerleşim var. Dubrovnik’e en yakın ve en popüler adalardan biri olan Lokrum Adası en çok gezilen ve görülen ada oluyor. Lokrum Adası’na ya da yazın üç adalar turlarına katılmak mümkün. Dubrovnik, zamanında Venedik'e rakip olabilmiş tek Adriyatik limanıymış. Özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda parlak bir dönem geçiren Dubrovnik, Hırvat dil ve edebiyatının gelişiminde de en önemli merkezlerden biri olmuş. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 59 Medyadan Yansımalar ALEM 14 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 60 Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 61 Medyadan Yansımalar ALEM 14 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 62 AKŞAM 10 Eylül MİLLİYET CADDE 10 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 63 Medyadan Yansımalar SABAH 11 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 64 MİLLİYET 10 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 65 Medyadan Yansımalar DUNYA 10 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 66 Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 67 Medyadan Yansımalar HÜRRİYET KELEBEK 10 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 68 CUMHURİYET HÜRSES 11 Eylül MEGALİFE 16 Eylül 12 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 69 Medyadan Yansımalar HABERTÜRK 10 Eylül TAKVİM SAKLAMBAÇ BURSA OLAY AKŞAM 18 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 70 10 Eylül 10 Eylül STAR 11 Eylül BURSA HAKİMİYET 14 Eylül BUGÜN 10 Eylül TİCARET GAZETESİ 10 Eylül TAKVİM 10 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 71 Medyadan Yansımalar VIP Ağustos-Eylül 2011 Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 72 Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 73 Medyadan Yansımalar DÜNYA 22 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 74 YENİ ASYA 23 Eylül GÜNBOYU 24 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 75 Medyadan Yansımalar YENİ ŞAFAK 23 Eylül DÜNYA 24 Eylül TİCARET 24 SAAT 24 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 76 23 Eylül AKİT 23 Eylül ANAYURT 24 Eylül HÜRSES 23 Eylül GAZETEM EGE 24 Eylül Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 77 Summaries in English A MAGNIFICENT CELEBRATION OF OUR ASSOCIATION’S 50th ANNIVERSARY Our association, which has, since its founding, engaged in a number of operations to develop and expand the Turkish textile and ready-made apparel industry, celebrated its 50th anniversary with a magnificent ceremony held at the Çırağan Palace. Ajda Pekkan, Sezen Aksu and Ferhat Göçer all took the stage that night and the Bosphorus was lightened with the first Video Mapping show. The 50th anniversary gala dinner held on September 8th and hosted by Turkish Textile Employers’ Association President Halit Narin, began with a jazz recital by Kerem Görsev. The event that evening was attended by well-known figures from the world of politics, business and art such as Minister of Customs and Commerce Hayati Yazıcı, Mardin Parliamentarian Muammer Güler, Turkish-British Business Council President, Akbank Chairman of the Board and Executive Director Suzan Sabancı Dinçer, İş Bankası Chairman of the Board of Directors Ersin Özince, Turkish Football Federation (TFF) Vice President Lütfi Arıboğan and his wife Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, as well as Hüsnü Güreli, Halil Bezmen, Önder Öztarhan, Mine Narin, Nezih Barut, Hayri Yazıcı and Muazzez Abacı. The audience had an unforgettable evening of music with hit songs by two divas from the world of Turkish music, Ajda Pekkan and Sezen Aksu, and Ferhat Göçer, an accomplished artist and singer. Ferhat Göçer also performed together with Sezen Aksu. The most colorful surprise of the evening, though, was the Video Mapping show which transformed the Bosphorus into a fantastic fe- Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 78 ast for the eyes. This was the first time that Video Mapping has been performed on the Bosphorus. The Video Mapping show, which was a poetic rendition of the textile adventure starting with the invention of thread, was projected onto the 120 square meter façade of the Çırağan Palace facing the sea, crowning the magnificent view of the Bosphorus with a remarkable visual performance. The show could be seen from all of the neighborhoods across from Çırağan Palace and the boats on the Bosphorus. Another presentation that attracted attention that night was the documentary prepared by reporter Mithat Bereket, which told the story of the Turkish Textile Employers’ Association and the Turkish textile industry. The documentary included fifty years of testimony and began with a speech given in 1991 to celebrate the 30th anniversary of the association by Halit Narin, the Chairman of the Board for our association. In his speech, Narin said, “There is not one iota of difference between what we want to accomplish and the philosophy incarnated by Atatürk and his colleagues when they established this democracy.” In the documentary, Narin demonstrates just how far the Turkish Textile Employers' Association has come with an anecdote. Narin related how in the early years of the association they had asked Vehbi Koç and Nejat Eczacıbaşı for money to pay the rent of the office saying, “We have brought the organization from pennilessness to where it is today.” WE MADE A SPLASH AT TEXTILE’S SPANISH SUMMIT This year’s ITMF Annual Conference took place in Barcelona September 19-21, 2011 and the theme was "New Paradigms in the Global Textile Industry" while the ITMA 2011 International Exhibition of Textile Machinery was held on September 2229, 2011 in Barcelona, Spain. A large delegation led by Halit Narin, Turkish Textile Employers’ Association Chairman of the Board, participated in the activities conducted this year under a single umbrella. The ITMA-ITMF World Textile Summit held on September 21st featured important speakers. Former United Nations Secretary General and Nobel Prize winner Kofi Annan, and Professor of Economics and Political Science at the University of California Berkeley Barry Eichengreen both spoke at the summit. During the summit, ITMF Past President and Honorary Life Member of ITMF Halit Narin met with Kofi Annan during the summit. Our association boasted over 400 participants at the ITMA Exhibition. The participants included not only executives from textile companies which are members of our association, but also an academician and student from each of the universities offering textile education and a representative from each of the textile labor unions. Our association also hosted a dinner on September 22nd in Barcelona as part of the 50th year anniversary celebration of our Association. The evening event was attended by the Turkish ambassador to Spain Ayşe Sinirlioğlu and the presidents of various associations in the sector. In his remarks that evening, Narin invited everyone to “put aside internal squabbles in Turkey and unite.” IN THE CRISIS WE TURNED OUR EYES UPWARDS AND OUR RUDDER TOWARDS ALTERNATIVE MARKETS Turkish textile and ready-made apparel exporters who tried to remain viable in the European market with low profit margins in 2010 are now looking for a new direction. At the beginning of 2011, we wrote on these pages that the new year would bring both threats and opportunities to the sector saying, “No one knows whether or not the risks will be transformed into advantages in the new year, but opportunities abound for those in textiles and ready-made apparel as long as there are no problems ‘abroad’. The numbers that have emerged since then have shown how the textile and ready-made apparel sector has turned apparent risks into advantage. In the first eight months of this year, textile exports rose 29.59 percent and ready-made apparel exports increased 19.13 percent. Higher prices and problems with the labor force that occurred in major manufacturing countries such as China played a role in attracting orders from the EU and the USA to Turkey. An increased share of alternative markets in the first eight months of the year also spurred exports. In the first eight months of the year, exporters clung fiercely to Europe, Turkey’s traditional export market, while others set course for new markets. In all of this soul-searching, exchange rates moved up and so hope began to rise in many. And, when one examines general export figures, the data confirm this optimism. During the month of August, when the- re was such turbulence, Turkey’s exports to Europe, which was embroiled in a debt crisis, were higher than average. In August, textile exports rose 35 percent in Germany, 33 percent in Italy and 27 percent in the UK. There was also growth in alternative markets during August. Exports to China grew 27 percent, while exports to Brazil, India and Russia increased 103%, 62% and 33% respectively. Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 79 Tebessüm Sayı: 378 - Eylül-Ekim 2011 80 Gülşen KARAGÖZ